Katılımcılarla yapılan mülakat ham verileri
Transkript
Katılımcılarla yapılan mülakat ham verileri
2.2.1.Önce akademisyen olmayı düşünen öğrencilerle yapılan mülakat ve katılımcıların verdikleri cevaplar bu bölümde sunulmuştur: 1.Neden başka bir bölüm değil de sosyoloji bölümünü tercih ettin ve kaçıncı tercihindi? K1:Bu okul benim 3.tercihimdi. Aslında ben de herkes gibi psikoloji isteyip sonra puanım yetmediği için buraya geldim ama şu anda psikoloji okumamam gerektiğini anladım. K2:Aslında istediğim bölüm Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi idi. Ankara Üniversitesi siyaset ve kamuyu istiyordum. O olmayınca en yakın sosyoloji bölümünü gördüğüm için, siyasete atılmak için bu bölümü tercih ettim. 10. tercihimdi. Daha öncesine kesinlikle olmayacak şeyler yazmıştım, geleceğinden emin olarak yazdım. K3:Benim 12. tercihimdi. Aslında ilk tercihim psikoloji,PDR yönelimliydi. Hatta ben Hacettepe, hatta Ankara ilini hiç istemiyordum. O yüzden hep biraz sonlara doğru bırakmıştım ama 2 tercih vardı, o geldi. İlk geldiğimde çok soğuktum bölüme karşı, ortalamayı yükseltip psikoloji bölümüne geçmek istemiştim. İlk dönem ortalamam da yüksekti, geçedebilirdim aslında. Ama bilmiyorum daha sonra aldığım eğitim çok hoşuma gitti. Sosyolojiyi sevdim yani. O yüzden kaldım. K4:Açıkçası sosyoloji aklımda yoktu benim. Çocuk gelişimi istiyordum hep, daha çok psikolojik bölümlerle ilgileniyordum. Sosyolojinin çoğunluğu gibi ben de isteyerek gelmedim aslında. Yani seçim olarak en yakın o vardı o şekilde gelmiştim. Ama sonradan tabi ki bu değişti yani. Şu an böyle değil. 4 falan olması lazım. İlk tercihim hep psikoloji ve çocuk gelişimiydi onun dışında. K5:Benim dayım sosyolog onun etkisi var üzerimde. Bir idol belirlersin ya ergenlik yıllarımda idolüm oydu çalışmalarını da biliyordum. Uludağ Üniversitesinde akademisyen kendisi , sosyoloji dışında tercih yapmadım. Akademisyen olduğu için etkilendim ama topluma dair olmasını istiyordum yoksa başka bir bölümde de olsa akademisyen olmasından etkilenirdim yine ama sosyal bilimlerden bir bölümden akademisyen olmak isterdim. K6:Benim için sosyoloji zaten daha önceden hakkında bilgi sahibi olduğum bir bölümdü .Ben bir iş kaygısıyla gelmedim felsefe ve sosyolojiyi çok istediğim için geldim. Tabi hukuk istiyordum ama sosyolojiye de çok uzak değildim. Hayatı anlamanın insanları daha iyi anlamanın iyi bir yolu gibi diyebilirim. Sosyoloji tabi dışarıdan da bilgi edinebilecek bir bölüm ancak içine girdiğinde işlerin daha farklı ilerlediğini bilimsel yöntem olarak bir şeyler öğrendiğini fark ediyorsun, bu yüzden yani. 8. Tercihimdi hepsi sosyolojiydi ama Hacettepe Üniversitesi 8. Tercihimdi. Kafamda hukuk vardı ama sosyoloji de uzak değildi bana. K7:Sosyoloji 7. tercihimdi. Bir kısmı öğretmenlikti, öğretmenlik olmayınca sosyolojiyi tercih ettim onda da rehberlik öğretmenimin katkısı vardı o yüzden sosyoloji tercih ettim. Aslında rehberlik istiyordum ama psikoloji olmayınca sosyolojiyi düşündüm. Aslında PDR istiyordum ama puanım yetmeyeceği için hem öğretmenlik hem de sosyoloji yazdım, sosyoloji geleceğini biliyordum aslında. -Rehberlik hocan bölümü ne açıdan övüyordu sosyolojinin içeriği bakımından mı yoksa iş imkanı açısından mı? Kendisi dershane hocamdı zaten o da rehberlikçiydi, sosyoloji Dil Tarih mezunuydu, çok güzel, kendini geliştirebileceğin bir bölüm diye anlatıyordu o yüzden tercih ettim. O zaman da bilseydim böyle olacağını hiç öğretmenlik yazmadan sosyoloji yazardım ben çok seviyorum bölümümü çünkü çok şey kattığını düşünüyorum bana. K8:Şöyle ki şu zamana kadar Ankara Üniversitesi bünyesinde İletişim bölümünden hiçbir öğrenci çift ana dal yapmamış. Nedeniyse kontenjan açılmaması. Sosyolojiye ilgi duymamın başlangıcı üniversiteye hazırlıktı elbette. Onun ötesinde üniversite 1. Sınıfta iki dönem sosyoloji dersleri aldık. Dersi veren hocam hem özel sebeple hem ders anlatış şekli hem de anlattıkları ve anlattıklarına duyduğum ilgi sebebiyle sosyolojiye aşık oldum diyebilirim ve kontejanın açılması için çok uğraştım geçen sene. K9:Sosyoloji 10. Tercihimdi. Sosyolojiye dair hiçbir bilgim yoktu. Biraz denk geldi aslında ve sosyolojide buldum kendimi tercihlerimden bir gün önce öyle bir bölüm olduğunu öğrendim desem yalan olmaz ve tek sosyoloji olarak Hacettepe Sosyoloji vardı. K10:Ben aslında sosyoloji istemiyordum. Psikoloji istiyordum her sosyoloji öğrencisi gibi. Ama ondan sonra bir akrabamla konuştum ve sosyoloji bölümünü tavsiye etti. Biraz araştırdım. Zaten Sosyal Bilimlerde bir şey yapmak istiyordum. O nedenle sosyolojiyi tercih ettim. 5. tercihim geldi. Hacettepe. İlk üçü zaten ölü tercihti. Bilerek ve isteyerek geldim. K11:Gerçekliğimi daha iyi ifade etmek için ve kendimi haklarımı ve toplumsal gerçekliğimi öğrenebilmek için sosyoloji bölümünü tercih ettim.4. tercihimdi. K12: 19. tercihimdi.Çünkü okul birinciliğinden dolayı burada kontejan vardı ve tercih yaptım.Aslında sosyolojiye değil toplum ve siyasete ilgim vardı.Bunlarla ilgili olduğunu okulda öğrendim ve memnunum. K13:İlk tercihimdi.Aslında psikoloji sonra da hukuk istiyordum.Puanım yetmediği için ilk tercih olarak Hacettepe Sosyolojiyi yazdım.Sevdiğim bir bölüm. Sosyolojinin diğerlerinden ayrı olan noktası onun bütün bölümleri kapsıyor olması.Roman ya da şarkı olsun,sosyolojik bir bilgi verir bize. K14: Sosyoloji benim ilk tercihimdi. genelde toplumsal olaylara ve toplumda daha çok ilişkide olduğum için seçmem gereken ya psikoloji ya da sosyoloji vardı bende sosyolojiyi tercih ettim. K15:Benim yedinci tercihimdi, ailem şehir dışına yollamayacaktı o yüzden Ankara içerisinde puanımın tutuğu bir bölüm tercih etmem gerekiyordu ve toplum bilimin ne olduğunu merak ettiğim konular olduğu için bu bölümü tercih ettim. K16:Daha önce başka bir üniversitede işletme bölümü okuyordum. Bana uygun bir bölüm olmadığının farkına vardım. Yani sosyal bilimlere biraz daha ilgiliydim diyebilirim sanırım. İşletmenin bana bir şey kattığını düşünmüyordum açıkçası. Orayı bıraktıktan sonra da işte psikoloji, felsefe, sosyoloji veya siyaset bilimi gibi bu tarz alanlarda bir tercih yapacaktım. Sosyolojide karar kıldım zaten büyük oranda da puanımın yettiği şeyler ona denk geliyordu. Felsefe matematik isteyen bölüm bende de o yoktu zaten. O şekilde oldu yani tercihim. Herhalde 4.tercihim falandı bu bölüm, Ankara Üniversitesi sosyoloji yani. K17:Sosyoloji, DTCF Sosyoloji, 3.tercihimdi ama 4 tercih yapmıştım zaten. Hepsi de sosyolojiydi. Ben daha önce Gazi Üniversitesi Felsefe okuyordum. Sosyal bilimlere lise yıllarımdan beri bir merakım vardı. Ama tabi hukuk olsa hayır demezdim. Ama hukuk dışında öğretmenlik ya da başka bir bölüm çok düşünmedim aslında. Sosyal bilim istiyordum ya da işletme, iktisat hiç düşünmedim. Felsefeden sonra da benim için, felsefe okuduğum yıllarda, biraz daha içli dışlı oldukça sosyal bilimlerle, sosyolojinin en doğru tercih olacağını düşündüm. K18: Kaçıncı tercih olduğunu hatırlamıyorum ama Ankara içi olmasına özen gösterdim. Ankara içi olduktan sonra seçebileceğim üç bölümü seçtim. Sosyoloji, Psikoloji ve bir de Antropoloji düşünmüştüm. Ama onu yazmaya cesaret edemedim. Onun dışında başka bir bölüm yazdım ama gelmedi. Sosyoloji bölümünü özellikle yazdım. Toplumla insan ilişkilerini incelemek çok hoşuma gidiyor. Ve kuramsal bağlamlarını öğrenmek tercih ettiğim düşünülebilir. K19:Aslında başka bölümler de tercih ettim. 16. tercihimdi sanırım. Ama isteyerek yazdım. Öğrencilerin üniversite ve bölüm seçiminde çoğunlukla psikoloji bölümünü istedikleri ve puanları yetmediği için de sosyoloji yazdıkları görülüyor. Yaşadığı topluma karşı farkındalık ve bilgilenmeyi tesadüfen yolu sosyolojiye düştükten sonra edinen öğrenciler ezbere dayalı lise eğitiminin etkileriyle, toplumda kabul gören meslekleri seçmeleri gerektiği ön kabulüyle psikoloji ve hukuk bölümlerini hedeflemişlerdir. Bölüme başladıktan sonra toplumu anlamaya başlamanın onlara sosyolojinin doğru adres olduğu fikrini vermiştir. Ancak görülüyor ki eleştirel düşünceyi dışarIda bırakan ezberci eğitim sosyoloji eğitimine gereken önemi vermiş olsaydı bölümü seçmede bilinçli hareket etme hakkına sahip olacaktı öğrenciler. 2.Sosyoloji hakkında bir bilgiye sahip miydin? K 1:Evet. Az çok yani. K 2:Evet sahiptim. Bir sosyologla konuşup o şekilde tercihimi yaptım. K3:Evet, sahiptim. K4:Lisede gördüğümüz sosyoloji, işte belli kuramcılar falan onları biliyordum. Onun dışında hiç şu anki gibi bir bilgi sahibi değildim yani. K5:Tabi teoriler kuramlar hakkında bir bilgim yoktu ama sosyoloji nedir ne değildir, neyle ilgilenir biliyordum. K6:Bu kadar detaylı olduğunu bilmiyordum hem metodolojik hem dönemsel olarak çok bilgi sahibi değildim. Tabi yakından ilgilendiğim konularla başladı mevzu örneğin gelir dağılımındaki adaletsizlik, toplumsal adaletsizlik bunlarla ilgili bir şeyler okumaya başladığımda aslında sosyolojinin içine dahil olduğumu fark ettim. Daha önce siyasetle ilişkilendiriyordum bunun başka bir yönünün olduğunu da gördüm. K7:Değildim körü körüne gelmiş gibi oldum, rehberlik öğretmeni olurum diye geldim. Bilseydim yine seçerdim ama bilmiyordum. Sosyolojinin şu alanları vardır diye bize kimse anlatmadı zaten. Lisede dersim yoktu eşit ağırlıkçıydım ben. K8:Sadece üniversite sınavına hazırlanırken sosyoloji notlarını okumam yetmişti.Ortaöğretim düzeyinde bir bilgim vardı. K9:Hayır,sosyoloji hakkında bir bilgim yoktu. K10:Çok az bir bilgiye sahiptim.Yani açıkçası burada öğrendim diyebilirim. K11:Evet sahiptim.Çünkü sosyolojiye dair kitaplar okuyordum.Daha çok işte pozitivist kanalı okudum.Ziya Gökalp ,Emile Durkheim gibi.Oradan biliyordum. K12:Kuzenim yüksek lisans yapıyordu. Oradan biliyorum.Yoksa başka bir bilgim yoktu. Son sınıftayken Vikipedia’dan Marx okuyordum. Dosyam vardı. Ziya Gökalp’i de biliyordum. Vay be ben çok değişik şekilde gelmiştim. Kaderin bir cilvesi mi acaba? K13:Aşağı yukarı.toplumun ne olduğunu araştırdığını,toplumun bileşenlerini,sorunlarını,çözümlerini araştırdığını biliyordum ama detaylı bir bilgim yoktu. K14: Sahiptim ama okula geldikten sonra daha fazla aydınlandım çünkü o dönemlerde üniversite döneminde genelde dershaneler olsun okullar olsun direk çocukları üniversiteye gönderme eğilimleri olduğu için bilgilendirme vardı ama daha fazla bilgiyi üniversitede aldım. K15:Evet benim dershanede rehber hocam sosyoloji mezunuydu o bilgilendirdi beni. K16:Genel itibariyle bir bilgiye sahiptim ama öyle çok fazla ne yapar, ne eder, neleri inceler, böyle şeyler. Bu konuda bir bilgim yoktu. Biraz işte açıkçası gelince daha vakıf olmaya başladım bu konuya. K17:Evet, sahiptim. K18: Pek sayılmaz. K19: Bu kadar değil tabii ki Yüzeysel bilgilerle sosyolojinin giriş denilebilecek kısa bilgisine sahip olunduğu görülüyor. Bu da sisteme yöneltilmesi gereken bir eleştiriyi beraberinde getiriyor. Üniversite sınavının da eşit koşullarda bireylere uygulanmaması da göz önüne alındığında sosyoloji bölümü çoğunlukta bilerek ve isteyerek gelmiş bireyleri değil az çok fikir sahibi olunulan ve bir bölüme yerleşme istediği ile yazılmış bir bölüm olduğunu gösteriyor. Ülkenin dört bir yanına açılan üniversiteler ve sosyoloji bölümleri ile sisteme katılacak işsiz sayısını görünmez kılıyor. Ertelenen 4 senelik görünmeyen işsiz ordusu. 3.Lisede sosyoloji dersi almış mıydın? Lisans düzeyinde gördüğün sosyoloji dersleriyle arasında ne gibi farklar var? K1:Evet. Yani şimdi tabi lisede aldığım dersin, hiçbir dersin, ders kıvamında olmadığını düşünürsek yani bayağı bir fark vardı. Asıl sosyolojiyi şu anda görüyorum. K2:Almadım. K3:Evet, aldım. Çok fazla fark vardı. Mesela orada sadece toplumun yapısını anlatan bir bilim olarak öğrenmiştik. Ama üniversiteye geldiğimde buna teorik açıdan bakmayı öğrendim ya da güncel olaylarla ilişkilendirmeyi öğrendim. Ama lisede böyle bir şey yoktu. Lisede zaten bu dersler biraz da boş ders, test çözme dersi şeklinde geçtiği için çok da önemsemediğim bir dersti açıkçası ve üniversite hayatım boyunca da sosyoloji eğitimi alacağımı düşünmemiştim lise düzeyinde o dersi alırken. K4:Lisede sadece kuramlar, kuramcılar, işte onların hayatı, görüşleri, bu şekilde işliyorduk. Ama şimdi gündelik hayata indirgeyebiliyorum. Yani gündelik hayata bakarak yorumlayabiliyorum. K5:Lisede sosyoloji dersi ders almadım. K6:Lisede sosyoloji dersi almıştım ama orada aldığımız sosyoloji şu şekildeydi şişman insanlar daha neşeli olur, zayıf insanlar daha asabi olur gibi tamamen kategorize etme üzerine, tip üzerindendi. Tamamen dışsal, biçimsel yorumlara dayalıydı. Çok da detaylı bir ders değildi, aile nedir ,toplum nedir gibi kavram üzerinden giden bir eğitimdi. Hatta şöyleydi yani o sosyoloji eğitimi vardı ama bu ne ya biz bunu niye görüyoruz tarzındaydık. Hem hocanın hem öğrencinin bu dersin görülmeyecek bir ders olduğunu anlattığını gösteriyor aslında. Lisansta gördüğüm sosyolojide de çok fazla öze ilişkin bilgi vermiyor aslında işin çok temeline inmiyoruz. Belirli gelenekler üzerinden olayları ve olguları değerlendiriyoruz. Açıkçası sosyolojide eğitim aşaması ilerlediğinde tatmin etmemeye başladı beni. İşin bir kısmı felsefeye bir kısmı sosyolojiye dayanıyor. Benim isteğim iki disiplinin birleşmesi olduğu için tatmin etmiyor. K7:Almadım.Çünkü sayısal öğrencisiydim. K 9:Lisede sosyoloji dersi almadım. K10:Hayır almadım. K11:Lisede bir tane sosyoloji dersi aldım. Biçim içerik gibi bir fark var.Daha önce aldığım derste biz sadece biçimi görüyorduk. Burda şimdi içeriği de görüyorum. Farklı parçalardan bakabilme kabiliyeti geliştiriyoruz. K12:Lisede ders almadım. K13:Hayır almadım. K14: Hayır sosyoloji görmedim. K15:Hayır. K16:Psikoloji dersimiz vardı ama sosyoloji yoktu ya bizde. K17:Almıştım. Lisede aldığım sosyolojide, atıyorum işte sosyal olgu nedir, sosyal olay nedir falan gibi işte bu kavramlar üzerine bence iyi şeyler öğrendik. Çok yetersiz değildi ama daha çok ÖSS’ye dönük bir sosyolojiydi. Oradaki soruları çözmemize dönük bir sosyoloji eğitimi verildi. Çok yakın değil ama çok uzak da değil. K18: Hayır. K19: Hayır. İçinde yaşanılan, hem onu yeniden üreten hem de toplumca belirlenen bireyler olarak öğrenciler sosyoloji bölümüne yerleşip toplum okuması yapana dek yaşamlarının temelinde ne var, etkileşim ve değişim hayatlarını nasıl şekillendiriyor çok da farkında olmadan öğretiler, toplumsal kurallar ile yaşamaktadırlar. Lisede gördükleri toplum okuması sınavı kazandıracak ve sınıf geçmeyi sağlayacak derin olmayan bilgilerdir. 18-20 yaşına gelmiş bireylerin eleştirel düşünme hakkının önüne bir set çekmektedir sistem. Bu da mevcut eğitim sisteminin işlevsel yaklaşım temelli olduğunu gösteriyor. Bireylerin toplumda doğru ya da yanlış kabul ettikleri şeylerin neden öyle olduğunu sorgulama, düşünme hakkı vardır. Ancak eğitim kurumu farklı düşünecek bireyleri en baştan susturmanın yolunu gerçekleri gizli tutmakta ve kısıtlı eğitimde görüyor. 4.Sence Türkiye’de sosyoloji eğitiminde en büyük sorun nedir? K1:Mesela, hocaların kendi fikirlerini dayatmalarıdır. En özellikle şu andaki kendi bölümüm, bu okuldaki sorunum. Kendi görüşlerini çok fazla dayatıyorlar. Farklı görüşlerdeki düşünceleri verirken, onların hep eksikliklerinden bahsedip, kendi hoşlarına giden sosyologların sadece iyi taraflarından anlatmaları bence çok büyük bir eksiklik. Ve tartışmalara yol açacak konuların gelişmesine sürekli engel olmaları. Bu da çok büyük bir eksiklik. K2:Bence çok ideolojik yaklaşılması meseleye. Yani tek ideolojinin hakim olması alanda. K3:Valla yine aynı olacak ama kesinlikle ben her şeyin teorik kalmasından şikayetçiyim. Çünkü teorik birçok şeyi öğreniyoruz ama bunları uygulamaya geçirmede çok donuk kalıyoruz. Mesela aldığım eğitimden örnek verecek olursam, 1.sınıftan beri hep teorik şeyler gördük ama bunları bir anda 3.sınıfın sonlarına doğru uygulamaya koymaya çalıştığımızda çok bocaladım ben kendi adıma söyleyeyim. Çünkü şu ana kadar ne bileyim, ne sahaya indim ne anket uygulaması yapmıştım. Hiçbir şey yapmadım ama bir anda böyle önüme gelince, ben napacağımı şaşırmıştım. Uygulamada eksiklikler var. K4:Bence en büyük sorun; daha liseden beri sosyoloji görüyoruz, lisede de sosyoloji görüyorduk ama hiç bu şekilde görmüyorduk. Daha en başından sosyolojinin temelini yanlış olarak öğrendik biz. Belki sosyolojinin şu an böyle olmadığını, hani üniversite gördüğümüz gibi olduğunu bilseydik çok daha tercih edebilen olurdu hem, hem de yani değer olarak sosyolojiye atfedilen değerin de çok iyi, yüksek olduğunu düşünmüyorum. Puan olarak da bu zaten yansıyor. K5:Bu soruya herhalde ben çok kayda değer bir cevap veremem.Çünkü sosyoloji okumak değildi elbette hayalim.Üniversiteye gelince böyle bir şey olduğunu duydum.İşte anlattığım süreçler sonrasında böyle bir karara vardım.Onun dışında bu soruya tam olarak cevap verecek bir bilgiye sahip değilim.Ancak okulumdan mesela bir örnek verebilirim. Yani ben İletişim Fakültesinde örneğin kuram ağırlıklı dersler olduğu için uygulama olmadığından şikayetçiyiz burada da pek öyle bir durum yok gibi.Belki vardır ama benim bakış açım öyle. Ancak uygulamalı derslerin yeteri kadar nitelikli olduğunu düşünmüyorum.Belki buna eğilinebilir.Belki problem bu olabilir. Aslında eşit düzeyde olmasını tercih ederim ama kuram derslerinin de uygulamalı dersler kadar yoğun bir niteliğinin olmasını isterim.Öğrencilere gerçekten bir şeyler kazandırmasını isterim. K6:Bence teorilerle uygulamaları bir arada götürmek noktasında bir sıkıntımız olduğunu düşünüyorum ve yazma kabiliyetinin eğitimimizde bize çok fazla aktarılmadığını düşünüyorum . K7:En büyük sorun bence birikimli hocalarımız olmasına rağmen herhangi bir çalışma da adlarını yazdırmamış olmaları. O konu da var bence bir eksik. Daha doğrusu ikilik çıkıyor.Ekollerde bile hani tam anlamıyla kafamızda netleşmiş bir şey yok yani.Onun haricinde daha fazla sosyolojik çalışmaların önünü açmalarını istiyorum.Bir de çok iyi bir eğitim aldığımızı düşünmüyorum.O da lisans hocalarının işlerini bahane etmeleri bence.Bu konu da büyük bir sıkıntı var ve yani bu nicel ve nitel çalışmalarda öğrencilerin önlerini biraz daha açmalarını biraz daha yardımcı olmalarını dilerdim. K8:Türkiye’de sosyoloji eğitiminin en büyük sorunu sahaya inememek. Topluma sahada çok karışamamak. Daha soyut daha yüzeysel olması en büyük sorun. K9:İlk olarak batı merkezci görüşün egemen olması. Her ülkenin kendine ait özgünlüğü var. Bu yüzden bizdeki eğitimde Batı odaklı olduğu için kendi ülkemiz göz ardı ediliyor. Ve hani doğu da İbn-i Haldun falan filan var. Onların olmaması da bence büyük sorun. Sosyolojiye siyasetin girmesi de bir taraf Ziya Gökalp’ten almış, bir de Prens Sabahattin var ya hani sağcı oldu solcu oldu. Eğitimde parçalanmalar yaratıyor.Her ülke kendi yöntemini kendi yapmalı. K10:Bir kere kurama hapsolup kalmış bir sosyoloji eğitimi var Türkiye’de.Artı olarak bu ikinci dereceden önemli bir sorun,kuram bile anlatırken verilen örnekler hem yurtdışından.Ve yabancı araştırmacıların çalışmaları örnek gösteriliyor.Bir etnik sosyoloji dersinde engellilere yönelik sıkıntılar anlatılmıyor da Amerika’daki zencilere yapılan ayrım anlatılıyor.Her şeyde böyle.Eş cinsel ilişkiler veya siyasi bir şeyler anlatıldığında da Türkiye’den örnek verilmiyor. K11:Ötekileştirme bence. Genelde bu siyasi partiler olduğunda da olsun Türk Kürt meselesinde olsun daha çok hani birbirini sevmeme ben Türküm sen Kürtsün hani bu şekilde bir ötekileştir yani sen busun nasıl desem sen busun deme çabası hani bir insanın bir düşüncesi varsa hani o kılıftadır o düşüncededir nasıl söylesem tamamen bir ayrışma. K12:Açıkçası ben kendi okulum açısından düşünüyorum adam akıllı bir inceleme yapamıyoruz hani oraya gidip kendimiz gözlemleyemiyoruz sadece ünlü sosyologların düşüncelerini inceliyoruz. En büyük sorunumuz bu bence teoriye dayalı olması. K13:Bana sorarsan en büyük sorun, ya işte aldığımız derslerin hocalarından kimileri diyor ya, işte sosyoloji bir zanaat gibi, öğrenmen gerekiyor birilerinden. Veya gidip işte o alanın içinde bulunman gerekiyor, sürekli okuman gerekiyor vs. bence uygulama alanında birçok eksiklik var en azından bir yol gösterici eksiği var. Belki buna fiziki koşullar da imkan tanımıyor. Çünkü sınıflar kalabalık, herkesle ilgilenebilmek, toplu bir araştırma yönetmek belki çok güç. Ama ne bileyim olsaydı iyi olurdu birinin önderliğinde. ‘bakın bu iş böyle yapılır’ diyen birisi olsaydı daha kolay olurdu sanki her şey. Bir de sanki okuma az yapılıyor. Hocaların bile birçoğunun temel eserleri okumadığını görüyoruz falan. K14:Bence en büyük sorunlardan bir tanesi öğrenci sayısının çok yüksek olması. Ya bu sadece sosyoloji için de geçerli değil bence. Yani zaten Türkiye’de eğitim kalitesi ayaklar altında, hani bir de bunun üstüne öğrenci sayısı çok yüksek olunca eğitimin verimi düşüyor bence. Çünkü sosyal bilimler ne yazık ki Türkiye’de şey gibi algılanıyor, yani para kazanılacak bir meslek bulamayınca, üniversite de bitirmek gerekiyor, hani çoğu öğrenci gerçekten bunun için geliyor. Bu yüzden de mesela sınıflarda ya da derslerde şöyle sıkıntılar oluyor, gerçekten ilgisi olan, o meseleyi tartışmak isteyen öğrenciler de kendisine ket vurmak zorunda kalıyor. Yani böyle lise mantığında ilerliyor. Bunun dışında bir şey aklıma gelmiyor şu an. K15: Hmm. Türkiye bağlamında değerlendirme yapma açısından şey değilim pek ……. Değilim ama genel olarak lisans eğitimi olarak bakarsak bence araştırma konusunda yetersiz, onun dışında kuramsal şeylere yükleniyor ama ingilizce olayı da yetersiz. İngilizce dersinin olmaması çok büyük bir problem bence, yani teoriden pratiğe geçme konusunda sorunların olduğunu düşünüyorum. K16: Öğrencilerin ilgisizliği nedeniyle akedemisyenlerin de onlara o şekilde davranması. Öğrencilerin temel sorunu teori ve pratiğin eşit ilerlememesi olarak karşımıza çıkıyor. Okulda öğrenilen ancak aktif bir şekilde topluma, sokağa geri dönüş yapmamak sosyolojiyi soyut bir inceleme alanı konumunda bırakıyor. Öğrencilerin pratikte de öğreneceklerinin olduğuna inanmaları mevcut durumlarına eleştirel yaklaşımlarının ve sosyolojinin sadece teoriden ibaret olmadığı fikrinin yerleşmiş olmasından kaynaklanıyor görünüyor. İçinde bulundukları duruma çok boyutlu yaklaşarak sadece okumak değil harekete geçmek de istiyorlar. 5.Meslek olarak sosyoloji hakkındaki düşüncelerin neler? K1:Ya aslında çok kapsamlı ve iyi bir bölüm ama yeterli şeyi alamıyor. Yani hak ettiği ilgiyi alamıyor. Özellikle üniversiteden sonraki boyutunda hak ettiği ilgiyi almıyor. Ve gelirken de yeterince bu konuda bilinçlenmeyip geldiğimiz için. Aslında daha fazla bilinçli olmamız gerektiğini düşünüyorum. Hani lisede verilen eğitimin daha kapsamlı olup, insanların daha bilinçli olması gerekiyor bu konuda. K2:Aslında sağlam bir meslek günümüzde, öyle görünüyor. İş alanı çok geniş. Yani bir memur olabileceğin gibi çok çok başka alanlara da açılabiliyorsun. Akademik yapmayı düşünüyorum bunun sebebi siyasete atılmak. Siyasete atılmak için, benim için bir aşama olarak görüyorum. K3:Son sınıfta yazmaya başladım, onun tadını almaya başladım. Araştırmaya daha çok giriyor ya insan. O sahaya inmek, insanlarla konuşmak, onların içine girmek benim çok hoşuma gitti. Bu yüzden bir şeyler yapabileceğimi düşündüm. KPSS’ye girip bir memur olmak, o araştırmanın dışında kalmak, masa başında, bilgisayar başında olmanın bana göre olmadığını bu dönem daha iyi anladım. Staj dersini almıştım. Daha çok akademisyenliğe yöneldim diyebilirim aldığım dersler sayesinde. Çünkü bir şeyleri öğrenmek, bir şeyleri araştırmak ve onları bu yerde yapmak daha doğrudur. Okuyup tamam halledebilirsin ama mesela tez araştırmamı yaparken literatürde karşılaşmadığım birçok şeyle ben sahada karşılaştım. Birçok yeni bilgiye ulaştım. Bunları öğrenmek eğlenceli. K4:Mesleki imkanının şu an, yani Türkiye olarak değerlendirdiğimde, düşük olduğunu düşünüyorum. Ama böyle olmaması gerekir aslında. Yani, çünkü sosyoloji mezunu olabilmek için, sosyolojiyi bitirebilmek için çok geniş bir bilgi birikimine sahip olmak lazım. Bu tarihsel süreçlerle ilgili, günümüzle ilgili. Yani hem geçmişi bilmek ve geleceği yorumlayabilmek için, hani çok geniş bir bilgi birikimine sahip olmak gerekiyor ve bunu her insanda göremiyoruz çıktığımızda. Yani mezun olan insanlara baktığımız zaman. Onun dışında belli faaliyetlerle, entelektüel faaliyetlerle ilgilenen insanlarda da var ama bu, yani sosyolojiyi tam anlamıyla bitirmiş bir insanda bu var. O yüzden çok farklı görüyorum ben sosyolojiyi. K5:Akademisyenlik dışında bir şey düşünmüyorum, hiç olmadı kitapçı açıp otururum. O da olmazsa işsizim, ya da uzmanlık falan yani çok da memur dinginliğini yaşamayacağım bir alanı istiyorum ama o da çok zor. K6:Ben kendi açımdan akademisyen olmayı düşünüyorum ama tereddütlerim var. Sosyoloji mezununun toplumun her biriminde yer alması gerektiğini düşünüyorum ancak bu doğru sağlıklı bir şekilde işlerse bizler bir şekilde yer edebiliriz diye düşünüyorum .Nasıl mesela suçluya suçlu gibi bakmamak… Suça itilmiş çocuklara daha farklı bir gözle bakabilmek. Az önce dediğim öz gibi. Topluma kazandırmak şeklinde değil de bu sorunu yaratan şeylerin arka planına bakmak gerekiyor. O insanı topluma kazandırmak gerekli mi gereksiz mi değil daha çok bu sorunları yaratan şeylerin çapını bulmak gerekir diye düşünüyorum. çok fazla iş bulamıyoruz tabi ama bunun sebepleri devletin istihdam yaratmaması , puanların başını alıp gitmesi vs. bir yandan da kendi işimizi yapamamak. Mezun oluyorsun adalet bakanlığına ya da sosyal politikalar bakanlığına girdin diyelim. Sen bile ne iş yapacağını, kendi işini yapıp yapamayacağını bilmiyorsun . Bir süre sonra alışıyorsun gerçekten kendi işini icra etmiyorsun. K7:Akademik olarak düşünüyorum ama bir yandan da uzman yardımcılığı düşünüyorum seçenekleri değerlendireceğim. K8:Öncelikli olarak ileriye dönük birkaç planım var.Bunlardan birincisi sosyoloji üzerinden,İletişim Sosyolojisi üzerinden bir şeyler yapmak akademik çalışmalar yapmak.İkincisi sosyolojinin herhangi başka bir ana bilim dalında olabilir.Tabi ki diğer diğer tercihimden bir tanesi de sosyolog olarak çalışmak olacak.Halkla ilişkiler uzmanlığındansa sosyolog olarak çalışmak beni daha da tatmin edecektir diye düşünüyorum ilerde.Sosyolojiye kendimi daha yakın hissediyorum.Soruyu ben tam olarak anlamadım galiba.Türkiye’de birçok yerde atama bekleyen sosyolog var.Geçen günlerde hatta toplumsal bir tepki olması için bir eylem çağrısı yapılmış fakat 5-6 kişilermiş.Çok kötü bir durum Şöyle mesela,hocalarımdan duyduğum kadarıyla her ile bir sosyolog projesini her öye bir sosyolog şekline projeler hayata geçirilmesi söz konusuymuş.Ne kadar sürer bilmiyorum ama sosyolojiye gereken önemin verilmediğini düşünüyorum.Sosyolojinin sadece kullanıldığını düşünyorum.Devletin meşruiyet kaynağı olarak kullandığını düşünüyorum.Eğer insan özgürlüğünün bilimiyse,eğer eşit ve adil bir düzen yaratmanın bilimiyse bir yerlerden nemalanmak gerekmekte.Gerçekten o çizgide ilerlemek gerekmekte.Fakat Türkiye’de nemalanma hem sosyologlar buna yakın durmaktalar hem de devlet böyle olmasını istiyor. K9:Sosyoloji aslında bence bir meslekten çok bir yaşam tarzı oluyor.Hayata bakışınız,duruşunuz,düşünceniz,konuşmanız bile belki dört yılda almış olduğumuz eğitim bir hiç ama çok değiştirdiğini düşünüyorum.Meslek olarak yine olsa yine sosyolog olmak isterdim. K10:İstediğim yere geldiğim için mutluyum ama hani çok meslek anlamında umutlu değilim.Ama yine de örneğin SPSS alıyorum,proje planlama alıyoruz.Alternatiflerimi oluşturmaya çalışıyorum ama Türkiye’de sosyolojinin çok iyi bir noktada olduğunu düşünmüyorum. K11:Meslek olarak sosyolojiyi düşünüyorum. Hani yaşadığımız toplumda bir sorun varsa bununda mühendisleri biz olmalıyız. Bu sorunları bizim çözmemiz gerekiyor. Ama sadece sosyolojiyi değil, diğer bilim dallarıyla da harmanlayıp çözüme ulaşmamız gerekiyor. K12:Türkiye’ de fazla bir önemi yok.Ama hani Avrupa’da daha önemli yani aslında benim için önemli de ülkemiz düşünüldüğünde çok da önemli olmadığı ortada. K13:Valla meslek olarak devlet tarafından desteklenmesi gerekiyor.Özgür bir çalışma alanı bulundurulması için önünün açılması gerekiyor.Sosyologların önünü hem ekonomik hem de politik anlamda kesiyorlar.Geçen gördüm 3000 tane vaiz alınmış.Ama bu sene alacakları sosyolog sayısı 200 ü geçmeyecek. K14:Açıkçası ben sosyolojide bir iş bulabileceğimi düşünemiyorum çünkü daha sosyoloji Türkiye de popüler olmuş bir meslek türü değil. K15:Türkiye şartları açısında büyük bir bölüm olduğunu düşünmüyorum ama yurt dışında çok büyük olanakları sahip. K16:Meslek olarak sosyoloji dendiğinde benim aklımda çok bir şey canlanmıyor. Sürekli böyle işte akademi tahayyülü olduğu için benim zihnimde,yani ne bileyim. İşte geçenlerde gördüm Nüfus Etütleri Enstitüsü araştırmacı alacakmış geçici olarak. Bu tarz şeylerde çalışmak hoşuma gitmiyor. Geçenlerde bir sosyal araştırmada bir anketörlük işinde çalıştım. Orada şeyle ilgiliydi, kamuyla sivil toplum kuruluşlarının ilişkisi, sivil toplum kuruluşlarının kamuda bilinirliği, bunu çözmeye yönelik ne yapılabilir gibi bir araştırmaydı. İşte elimize anketler verdiler falan, gittik, birileriyle görüşmeye çalıştık falan da yani sorulan sorular bazen çok rahatsız edici olabiliyor. Dolayısıyla da kimse cevap vermek istemiyor. Zor bir işti. Yani şöyle, çok açık ve net insanların siyasi tercihlerini, dini yönelimlerini öğrenmeye dair sorular vardı. Dolayısıyla da insanlar işte bu konuda açıklama yapmak istemedi birçoğu. Yapanlar bana kalırsa gerçeği söylemediler gibi. Yani bu iş, hani zanaat kısmı burada ortaya çıkıyor. Gidelim soruyu soralım, onun verdiği cevap her koşulda doğrudur gibi bir şey yok. İnsanlar gizliyor. Beraber vakit geçirmeden de bunun farkına varamıyorsun. Dolayısıyla meslek olarak sosyoloji dendiğinde benim aklımda bu canlanıyor. Bu canlandığı için de çok da sevimli gelmiyor bana. K17:Zor bir soru aslında da bence yani, sosyologluk böyle bir meslek var mı emin değilim de zaten ben. Yani sosyolojiden mezun olduğumuzda diplomamızda sosyolog yazıyor da sosyolog olunuyor mu bilmiyorum. Ama gerçekten bir bilim olarak sosyolojiyle ilgilenen, kendini bu anlamda ilerleten, sosyoloji çalışmaları yapan insanlar Türkiye’de de var bence ve görünürlük de kazanıyor bence, son birkaç yılda, özellikle son 3 yılda. Çünkü ben sosyolojiye başladığımda insanların hiçbiri bilmiyordu, sosyolog nedir, ne yapar. Hatta şey geyikleri dönüyordu işte ‘sosyolojiyi bitirince sosyalist mi olacaksınız?’ falan geyikleri dönüyordu. Ama şimdi biraz daha biliniyor bence sosyoloji. K18: Ya aslında bunun bir meslek olarak kategorize edilmesinin taraftarı değilim. Çünkü; herkesin yapabileceği bir iş olarak görüyorum sosyolojiyi. Ya hani kuramsal şeyleri öğrenmek dışında, öğrendikten sonra herkesin yapabileceği bir iş olarak düşünüyorum. Sadece eleştirel bakmayı bilmeyen, görmeyen yani, daha önce yapmayan insanlar için bir avantaj sağlayacaktır. Ama onun dışında da çok böyle toplumdan inanılmaz uzak, işte çok farklı bir şey olduğunu düşünmüyorum. -Peki, üniversite eğitimi almak gerekli mi ? Bence gerekli değil. -Üniversite eğitimi almadan olabilir mi yani? Kesinlikle, yani iş olarak. Yani, şöyle düşünelim; Ben bir yerde mezun olduktan sonra çalışmaya başlasam özel bir yerde araştırma merkezinde, çok böyle sosyolog olduğum için alınmayacağım. Benim yapacağım işi herkes yapacak. Bu arada hani veri girişidir, istatistik değerlendirmedir, herkesin yapacağı iş olarak, pratiklik yönünden baktığımızda, böyle bir şey var. Ama hani akademisyenlik, profesörlük, bu tarz şeylere baktığınızda bunun için biraz sabır gerektiğini düşünüyorum. K19:Çok kapsamlı bir soru. Genel olarak düşündüğüm şey; Bilmiyorum ya ben sosyolojiyi seviyorum ya. Buna bir şey söyleyemeyeceğim. Mezun olduktan sonra akademi düşünen öğrencilerin çoğunluğunda kamuda sosyolog olarak çalışma durumunda aslında kendi mesleğini icra edemeyeceği fikri oluşmuştur. Sosyoloji mezunlarına yeteri kadar istihdam alan sunmayan devlet atadığı sosyologları ise kendi işini yaptırmayarak giderek mesleğe yabancılaşma meydana gelecektir fikri ortaya çıkıyor öğrencilerin yorumları temelinde baktığımızda. Sosyologlara yaptırılan anket gibi işlerin de aslında sosyologların işi olmadığını yanlış yorumlanması ile ortaya kimsenin aslında ne yapılması gerekir üzerine düşünmediği bir meslek yapma durumu ortaya çıkıyor. 6.Gelecekte sosyolog olarak çalışabileceğini düşünüyor musun yoksa alternatif meslekler mi düşünüyorsun? K1:Gelecekte sosyolog olarak çalışmak istiyorum. Alternatif meslek, sosyolojinin bağlantılı olacağı konularda olur yine. K2:Evet, düşünüyorum. Yeni açılan sosyoloji bölümlerinden birinde kadro almak istiyorum. K3:Sosyolog olarak çalışmak istiyorum. K4:Sosyolog olarak çalışmayı planlıyorum tabi ki. Ama şey yapmayı, yüksek lisans, başka bölümlerden de yüksek lisans yapabileceğimi düşünüyorum yani. Sosyal hizmet olabilir. Yine bu şekilde sosyolojiye yakın dallarla alakalı. Felsefe olabilir. Düşünüyorum yani ama sosyolog olarak çalışmayı da istiyorum. K5 :Aslında bu ikili bir şey yani biz öğrenciler ya da akademisyenler ya da bizi destekleyen insanlarla bir şeyler yapabilirsek biraz daha taleplerimizi artırabilirsek tabi ki bir değişim yaşanabilir diye düşünüyorum ama günümüz koşullarında düşünmüyorum. Aslında çaba var sosyoloji derneğinin ya da yeniden sosyoloji derneği akademisyenlerin derneği bunu gösteriyor ama sadece bu yetmiyor. Bizim de insanlara sosyolojinin ne olduğunu ne yaptığımızı anlatmamız gerekiyor. Sosyoloji bölümüne gelen öğrenci bile başta geldiği hedefleri ile ayrılmıyor. Şöyle oluyor son seneye kadar herkes ya akademisyen olmak istiyor ya da ciddi gayret gerektiren işlerde çalışmak istiyor ama son seneye geldiğinde yeter artık bana yetti hayatımın bu aşamasından sonra hadi artık hayatımı idame ettirecek iş bulayım diyor. Vazgeçmek zorunda bırakılıyor. Yeterli kontenjan yok kadro yok. Belki severek gelmiyor ve kafası tamamen şeye kayıyor, 4 senelik üniversite bitirdim ben bir devlet memuru olayım kafasına geliyor yani. Bugün ben de diyorum akademisyen olmak istiyorum ama bu da çok kolay değil. Kurumlara başvurduğumda bin tane işlemden geçiyorum. Yeterliliğim farklı yollardan sorgulanıyor ama kadroyu hak etmeyen, senden daha az yetenekli, çok bilgisi olmayan, sadece ezber mantığıyla gelmiş insanlar olabiliyor. Çok yönlü bir sorun aslında bu. Hem akademide hem dışarıda. Bizim aslında şunu çözmemiz lazım bir yere nasıl hakkıyla ,adil şekilde yerleşiriz problemini çözmemiz gerekiyor. Akademisyenlerin biraz daha adil-belki bir takım elinde olmayan noktalar vardır müdahale edemediği ama- olması gerekiyor, bir çok insanın hakkının yenildiğini düşünüyorum en azından fırsat tanınması gerekiyor bu insanlara. Bizde zaten sosyoloji Avrupa ya da Amerikan sosyolojisine göre gelişiyor. Kendi anlayışımız yok bunu aşabilmek için çok yönlü düşünebilmek lazım. K6:Büyük şirketlerde çalışmayı kamuoyu araştırması yapan şirketlerde çalışmayı düşünüyorum , sosyolojiden devam edeceğim. K7:Tam olarak sosyolog gibi değil de akademik olarak devam etmeyi düşünüyorum. K8:Sosyolog olarak çalışmayı düşünüyorum. K9:Sosyolojiyle ilgili bir şeyler yapmak istiyorum. K10:Evet düşünüyorum. K11:Ya şimdi şöyle hani kurumda kuruluşta değil de okulda devam edersem öyle sosyolojiye devam ederim.Sosyolog öyle olunuyor.Yani herhangi bir kuruma girdiğinde pek de sosyolog olunmuyor.Alternatif olarak da işte neyse onu karıştırmayayım. K12:Birinci soruyla alakalı olarak cevap vereceğim bu soruya.Gelecekte ne tür bir iş yaparsam yapayım her işin sonu sosyolojiye çıkacaktır.Yapacağım her iş yine sosyolojik bir iş olacaktır. K13:Hayır düşünmüyorum. K14:Ben bu kadar okumuşken kendi bölümümle ilgili bir meslek yapmak istiyorum. İnşallah öyle olur. K15:Sosyolog olarak çalışabileceğimi düşünüyorum, işte akademiden başka bir şey canlanmıyor benim kafamda. Onun dışında başka alternatif alanlar tabi ki düşünüyorum. Çünkü böyle saplantılı idealist şekilde şunu olacağım, şunu olacağım demek de bugünün koşullarında çok büyük de bir kar getirmiyor insana. Biraz kartları çoğaltmak gerekiyor diye düşünüyorum. K16:Ya benden başka bir şey olmaz. Yapacağım ben. Bunu nasıl yaparım bilemiyorum, gerçekten polemik, sonuçta temel şey hani bir şekilde beslenmem gerekiyor. Yani ekonomiyi nasıl ayarlarım, sosyolojiyi nasıl icra ederim onu gerçekten bilmiyorum. Benim hedefim akademide bir sosyolog olarak çalışmak, mesleğimi yapmak istiyorum. Böyle bir imkan olmazsa ne iş yaparsam yapayım ben yine sosyologluk yaparım diye düşünüyorum. K17: Yani sosyolojiyi, kendimi geliştirmek adına kullanıyorum. Biraz daha idealist bakıyorum olaya. Alternatif meslekler düşünülebilir, her zaman olabilir. K18: Sosyolog olarak çalışacağımı düşünüyorum Öğrenciler sosyolog olarak çalışmayı istemekteler. Okudukları bölümü bitirdiklerinde yine bu alanda çalışma fikri bölümün geleceğine dair bir inanç da beslediklerini gösteriyor. 7. Sosyoloji eğitiminin ailenle olan ilişkine herhangi bir etkisi oldu mu? K1:Pek fazla bir etkisi olmadı aslında, ne okuduğum konusunda bir bilgileri olmadığı için. Olmadı. K2:Sosyolojinin ne olduğunu açıklayıp tercih etmiştim. O yüzden herhangi bir sorun yaşamadım. Ama bölüme devam ettikçe onların bana daha çok şey danıştığını, daha çok şey konuşabildiğimizi, fikirlerime daha çok önem verdiklerini gördüm. K3:Ailemle olan ilişkime, arkadaşlarımla olan ilişkime çok büyük etkisi oldu. Çünkü olaylara daha farklı ve daha geniş perspektiften bakmaya başlıyoruz. Bir kere dışarı çıktığımda gözlem yeteneği gelişiyor. Gözlem yapabilmeyi öğreniyorum ya da gözlemlediğin şeyi bir şekilde yorumluyorsun. Eskiden daha farklı bakıyorsun. İki insan gördüğünde ‘aa bunlar, atıyorum, el ele tutuşuyorlar’dan başka daha farklı yorumlara açılabiliyorsun. Kesinlikle oldu ailemle de arkadaşlarımla da. K4:Sosyoloji bölümünü kazandıktan sonra oldu. Yani şu an ayrı olarak yaşıyorum zaten. Döndüğüm zaman inanılmaz bir değişim, birbirimizi anlama durumumuz oluyor yani. Onlar farklı bir şeyden bahsediyor. Temel, yani ben kendi ailemde de görüyorum bunu, insanların bir şeyleri konuşup temellendirememesi. Bunun çok net farkına varmaya başladım. K5:Biraz muhafazakar bir ailem var benim, işte biraz da siyasette de muhafazakardırlar. Sosyoloji biraz algıları açınca , bundan biraz rahatsız oluyorlar bazen tabi. Ama çok da büyük bir sorun yaşamıyorum tartışıyoruz falan. Onlar da memnun oluyorlar aslında oğlumuz da bir şeyler öğrenmiş diye seviniyorlar ama biraz da onlar gibi düşünmediğim için bir endişeleri de yok değil. K6:Onlar da başta ne olduğunu bilmiyorlardı sosyolojinin. Tabi bir anlatma evresi oldu, anlaşamama evresi oldu. Çok desteklediler beni. Ne istiyorsan biz arkandayız yanındayız diyen bir ailem var. Merak ettiler siz ne yapıyorsunuz diye. Bir gün babamla köye gitmiştik Bolu’da yaylamız daha doğrusu. Yaylada bana şey demişti ya bak kızım şuraya git şu insanla tanış o sana köyün tarihçesi hakkında bilgi verir falan diye heveslenmişti. Tarihle sosyoloji arasında ilgi kurdu ben de çok şaşırdım hani. İş konusunda bir huzursuzlukları var tabi onlar da farkında bu ülkede daha farklı alanlarda adı duyulmamış ya da sanat gibi alanlarda çok fazla iş yapılmayacağının farkındalar. Sonunda aile ayni düz bir şeyi var bir işe girsin, bir hayatı olsun, bir kazancı olsun o şekilde idame ettirsin hayatını şeklide düşünüyorlar. O yüzden tedirginlikleri var ama bir şekilde bir şeyler yapacağımı düşünüyorlar. Sosyolojiden önce de fikir ayrılıklarımız vardı . Daha esnek bakabilmeyi öğrendim katı tutumlarım vardı önce, anlaşmazlıklar çok fazlaydı ama ondan sonra biraz daha farklı bakabilmeyi esnek davranabilmeyi öğrendim o açıdan olumlu olduğunu düşünüyorum. İnsanlara çok yönlü bakabilmenin getirdiği bir sonuç var. K7:Oldu daha büyük tartışmalarıma sebep oldu çünkü şimdi sosyolojiye girince perspektifim fazlasıyla açılıyor genişliyor bu yüzden kıt şeyleri savunmuyorsun, belirli normlara göre davranmıyorsun bu sefer ailende tepkiler olmaya başlıyor. Neden böyle davranmıyorsun sana ne oluyor gibi. Böyle çok sert olmasa da tartışıyoruz. Siyasi anlamda mesela. K8:Ailem yanımda oldu.Şöyle ki benim okuduğum bölüm bir disiplin, bir bilim bile değil.Bir bilim dalında lisans eğitimi görmemi desteklediler.Çift anadal yapıp böyle bir yükün altına girmeyi istersen bir düşün dediler.Ama bu konuşma gerçekleşti annemle aramda.Ama tabiî ki desteklediler yani. Bu işin içinden işte tırnak içerisinde alnımın akıyla çıkmam ikimizi de mutlu edecektir. Annem sosyoloji konusunda bilgili değildi.Ben anlattım çevresinden duyduğu bazı öğretmen yakınlarımız akrabalarımız onlar söylemişler.O açıdan da geleceğinin iyi olduğunu düşünüyor ama tam olarak bilmiyor. K 9:Sosyoloji aile ilişkilerimi düzenli hale getirdi. K10:Pek bir etkisi olduğunu söyleyemem ama sadece kararlarıma saygı duymakla yetindiler. O nedenler pek bir sorun olmadı yani.kendi tercihimdi. K11:Ailemin aslında pek bir etkisi olmadı. Hatta sosyolojinin yanlış anlaşılmışlığını onlarda da gördüm. Felsefeci zannettiler. İşsiz olacaksın,başarılı olamayacaksın dedi.İyi bir sonuca ulaşacağımı sanmıyorlardı.Onlar daha çok doğa bilimlerinden istiyorlardı. K12:Benim kuzenim okuduğu için biliyorlardı. Bir de meslek lisesi çıkışlı olduğum için üniversiteye girmem onlar için iyi oldu.Yani sorun olmadı.Sosyolojiyle ilerde ne yapar diye düşünmüşler midir bilmiyorum da karşı çıkışları yok,destekliyorlar yani. K13:Ben Diyarbakır’dan geliyorum. Gelmeden evvel biraz muhafazakar bir yapım vardı.Gerek ailemle gerek çevremle.Sonra Ankara gibi bir büyükşehre geldim.Değişik dinlerden,cinsiyetlerden insanlarla bir araya gelince ister istemez değiştim.Ben değişince de ailem olduğu yerde kaldığı için ilişkilerimde sıkıntı olmaya başladı.Örneğin ben bir şey söyleyip farklı bir görüş ortaya attığımda bana sen nereden öğrendin bunları,çok değiştin falan diyorlar. K14:Evet oldu sosyoloji okuduktan sonra açıkçası ailemle olan hani bencillikten ziyade karşımdaki insanı da anlama ve birbirimizi anlamayı daha çok öğrendik. K15:Ailemle bire bir ilişkim de değişiklik olmadı ama çevrede komşularla akrabalarla ilişki düzeyinde biraz daha anlayabiliyorum artık bazı şeyleri. K16:Oldu. ‘sen çok değiştin’ diyorlar bana çok ilginç bir şekilde. Önceki Onur’la şimdiki Onur arasında çok fark varmış. Çok fazla sorgulama diyorlar mesela. Mutsuz oluyorsun bak, yapma diyorlar. Çok düşünüyorsun diyorlar. Ondan sonra eskiden bana öğüt veren, o öyle değil böyle diyen babam, ‘oğlum sen daha iyi biliyorsun’ demeye başladı mesela. Kendimi yıprattığımı düşünüyorlar sanırım. Toplum beni yoruyor. Her sabah ağlayacak gibi oluyorum haberlere bakınca, sosyal medyada dolaşınca. K17:Benim ailem biraz şeydi, hani felsefeye giderken de çok karışmazlar, kendi kararlarımı kendi alan biriyim. Ama felsefeye göre sosyolojiyi onlar da daha çok sevdiler. Onların gözünde tabi şey olarak bakıyorlar, mesleki anlamda para kazanabilecek mi, iş bulabilecek mi, herkesin kaygısı bu çünkü ne yazık ki. Böyle kaygıları tabi ki var ama benim yapabileceğime güveniyorlar. O yüzden ben bir tepki görmedim ailemden. Benim sosyoloji de okusam, başka bir şey de okusam bir şeyler yapabileceğimi düşünüyorlar. Bu yüzden avantajlıyım bu konuda. K18: Elbette. Elbette veya mecburen denilebilir. Çünkü bu toplumsal bağlamda olan şeyleri bize, ben de yakınlarıma aktarmaya çalışıyorum. Öncelikle ailenizle düşünce bakımında çatışma çıkıyor ama şey zorunlu olduğunu belirttiğim nokta şu; yani oyun oynanıyor şeklinde algılanıyor karşı tarafta. Akraba olarak düşünsek de öyle, biraz da psikolojiye yakın bir ders olarak düşünülüyor. O da biraz sıkıntılı ama anlatamıyorum işte. K19: Evet etkisi oldu. Annem de sürekli destekliyor. Hatta benim kitaplarımı okuyor. Onun da ilgisini çekiyor toplumla ilgili şeyler. -Tartışıyor musunuz peki? Evet. Bazen onunla televizyon izledikten sonra işte şöyle oldu böyle oldu diye analiz yaptığımız oluyor yani. Bölümle beraber fikirleri, yaşama bakışları değişen öğrenciler için aileyle bir çatışma sürecinin başladığı görülüyor. Bölümün bireylere kattığı eleştirel düşünme eski ve yeni arasında gözle görünür değişmelere yol açarken ailenin bunu fark etmesi, önceden ailenin verdiği öğretilere tepki vermeyen çocuğun şimdi karşı çıkması, toplumu derinlikli yorumlaması kimileri için aile ile karşı karşıya gelme durumuna yol açmaktadır. Hayata eleştirel bakanlar ile normal kabul gören fikirleri yaşayanlar arada bir çatışmayı doğurmaktadır sosyoloji okumak. Öğrenilen bilginin okulda kalmayıp hayata geri döndüğü de bir gerçektir. Teorisini aldığı sosyoloji yaşamına bilinçli eylem olarak yansıyor. Yaşadığı şeyi temellendirirken aileye, akraba ve arkadaşa da bu değişim dokunuyor, temas ediyor. 8. Sosyoloji bölümünde eğitim görmene ilişkin aldığın tepkiler neler? K1:Mesela ilk önce şöyle bir şey söylüyorlar; ‘hangi bölümde okuyorsun?’ “sosyoloji” Ondan sonra da işte ‘ne oluyor ki o?’ gibi hiçbir fikir dahi olmaması gibi tepki alıyorum. ‘ne oluyorsun mezun olunca?’ gibi. ‘öğretmen oluyor musun?’ gibi tepkiler alıyorum. Hiçbir konuda, yani sosyoloji konusunda, insanların çoğunun çok fazla bir bilince sahip olmaması. K2:Çevreden genellikle ‘sosyoloji ne, kaç senelik’ gibi tepkiler alıyorum. Çoğu kişi ne olduğunu bilmiyor. Hatta bir anımı anlatayım size buradan. Birisi, sosyoloji okuyorum, dediğimde şey demişti; ‘siz ne yapıyorsunuz, hayvanlarla mı ilgileniyorsunuz?’ demişti. Ben de direk ‘evet, sizin gibi hayvanlarla’ diye cevap vermiştim. Zoolojiyle karıştırmıştı büyük ihtimal. K3:İlk başta şunu söyleyeyim; ilk kazandığımda ben kendim bile tepki vermiştim ki başkaları nasıl tepki vermesin. Ama daha sonrasında bölümü öğrenmeye başladıkça, bu mesleği öğrenmeye başladıkça aldım tepki. Zaten siz de biliyorsunuzdur; ‘ne okuyorsun?’. Hacettepe deyince ilk tıp geliyor akla, ‘hayır sosyoloji’ deyince ağız, burun kıvırma oluyor mesela. ‘aa sosyoloji mi, olsun o da güzel bölümmüş’ falan gibisinden böyle tepkiler oluyor. ‘peki ne olacaksın?’ dediklerinde 1.sınıftayken ben bunu anlatmaya çok üşeniyordum, öğretmen olacağım deyip geçiyordum mesela bir yaşlıya. Ama şimdi anlatabiliyorum, yani bunu en azından kendi yaşlılarıma karşı yapabiliyorum. Ama tabi tepkiler var, hala var. Ne bileyim bu sadece yaşlı kesimde değil genç kesimde de sosyoloji deyince ‘aa işsiz’ gözünden bakılıyor. ‘sen ne iş yapacaksın, nerde çalışacaksın, işte kendi mesleğini yapmazsın, başka işlerde çalışırsın, işte atıyorum insan kaynakları uzmanı ya da aile danışmanı gibi.’ Bu tarz şeylerde çalışılabileceğini düşünüyorlar. K4:Valla genelde insanlar genelde çok ayrıntılı bilgi bilmedikleri için çok fazla eleştirmiyorlar da. Bilgi sahibi olmaları lazım eleştirebilmeleri için de. Ama genelde hani sosyolojiyi milliyetçiliğe daha çok karşı bir bölüm olduğu, öyle bir algı var yani. Ben çevremde en azından böyle, sosyoloji işte milliyetçiliğe uzak, daha insan ayrımcılığına uzak, statüye karşı falan öyle bir algıları var yani genel olarak. K5:Genel olarak iyi öğrenci çevresinde çok güzel falan diyorlar ama tercih zamanı ben sosyolojiyi isterken ailem maliye yaz, iktisat yaz işsiz kalmazsın en azından gibi bir anlayış vardı. Bu algı var hani ailede ama öğrencilerde bu algı yok daha çok mezuniyet öncesini düşünüyorlar. Bir tartışmada sen ne düşünüyorsun olaylarına giriyorlar. Daha bilinçliler sosyolojinin ne yaptığı konusunda. Daha orta yaşlı akrabalarım ee çıkınca ne iş yapacaksın diye soruyorlar. Bu soruyla muhatap oluyorum. Mesela Diyarbakır’a gidiyorum iniyorum havaalanından taksiye biniyorum. Soruyor direk ne okuyorsun, sosyoloji nedir falan diyorlar, toplumbilimi diyorum hıı tamam ağabey deyip geçiyorlar. Hatta arkadaşın büyükannesi vardı çok tatlı bir kadın bana ne olacaksın diye sorduğunda, arkadaşım öğretmen olacak deyip geçti benim için. K6:Dedem çok komikti dedeme ilk kazandığımda nasıl anlatacağımı düşünürken sosyal bilgiler öğretmeni olacağım dedim çünkü işin içinden sıyrılmayacaktım. Çevremden de arkadaşlarım özellikle emin misin gelecek konusunda iş güvencen konusunda gibi tepki veriyorlar. Çok da anlamalarını beklemiyorum. Herkes puanı nereye yeterse oraya gidiyor. Hayatını bu şekilde kuruyorlar. Çok beni ırgalamadı açıkçası tepkileri. İnsanların tutumunu gördüm bu sefer de niye bu kadar dışlanıyor bu bölümler felsefe sosyoloji gibi buna yönelik tepkileri gördüm. Böyle yani .bir insanla tanıştığımda ne okuyorsun dediğinde sosyoloji dediğimde çok güzel ya hep okumak istediğim bölüm diyor mesela niye okumadın o zaman dediğimde iş maddi noktaya geliyor. Beklide şey siz onun gözünde onun yapmak isteyip de yapamadığı bir şeyi yapıyorsunuz. İnsanlarda bir istek var ama maddi durum onu engelliyor. Güzel tepkiler de alıyorum tabi. Herkesi dikkate alırsan sen de benim geleceğim ne olacak gibi bir derde düşüyorsun. Yaşamımızı idame etmek zorundayız ama bir yola girdiysek girerken girdisini çıktısını hesaplamak lazım diye düşünüyorum. bir yerden bir şey bulabiliriz diye düşünüyorum. gazeteci olabiliriz, bir şeylerin ucundan tutabiliriz belki aynı şey değil sosyolojiyle ama. Sosyoloji sadece tarih değil, psikoloji değil, felsefe değil , sanat değil bunların bir çoğunu aynı anda ele alıyoruz bunlardan anlayan bir insan başka bir alanda da çalışabilir. K7:İlk tepki mezun olunca ne olacaksın? Kimse sosyoloji nedir diye sormuyor. Ama yine de anlatmaya çalışıyorum anlamasalar da . bu tarz tepkiler alıyorum. Kimse aa sosyoloji mi okuyorsun ne güzel bir bölüm demiyor. Gayretle anlatıyorum yine de. K8:Şöyle bir durum söz konusu ben kişisel olarak destek görmekten hoşlanan,mutlu olan bir insanım.Tabiiki çift anadal yapmak destek görmeme bir sebepti.Ama sosyoloji bölümünde olması iletişim çevresinde daha çok destek almamı sağladı.Olumlu tepkiler aldım yani. K9:Ben bilmiyordum benim cehaletimdi. Ama sosyoloji okuyorum dediğimde ben çok olumsuz tepkiler almadım.Takdir gördüm çokça ve memnun oldu çevremdeki insanlar. K10:Genelde insanlar soruyor “ne oluyor şimdi bu diye?”Bazıları Hacettepe’de okumamdan dolayı sırf bunu ana bilim dalı falan sanıyorlar.Yani çok duyulduğunu söyleyemem ama insanlara anlattım birkaç örnekle falan ama yine de çok da canlandıramıyorlar kafalarında.O nedenle Türkiye’de pek duyulmamasının da etkisi var tabi bununla.Bazen iyi tepkilerde alabiliyorum.”oo sosyoloji mi , çok güzel” falan diye.Bir bakıyoruz,aynı zamanda çok seviyoruz diye.Daha çok şey olarak şey olarak bakılıyor meslek gibi değil de felsefeymiş gibi.Sanki böyle zevkine entelektüel bir çaba olarak görünüyor. K11:Bundan atıyorum bir 3 yıl önce sosyolojiyi kimse bilmiyordu. En azından çevremdeki kişiler.Boş boş işlerle uğraşıp sapkın düşüncelerle kendini tatmin etmek olarak görüyorlardı.Şimdi bakıyorum evet toplumda bazı şeylerin tıp gibi doğa bilimleriyle çözülemediğini görüyorum ve artık umudu biraz bize çevirmeye başlamışlar ve kurumlar bazında düşünüldüğü için kurumlarla sorunları çözebileceğimize inanıyorlar.İyi buluyorlar sosyolojiyi.Özellikle Ankara Dil Tarih de okumak .Beni de desteklediler. K12:Akrabalar kuzenimden bildikleri için sevindiler.Ama başkaları sorunca ve sosyoloji deyince başıma bir şey geldi bir kere.Otobüste benimde çocuğum diş doktoru dedi,sizinki de bölüm mü yani dedi.Yani öyle işte. K13:Memlekette sosyolojinin ne olduğunu bilen çok az kişi var.Onlara da ben rastlamadım.Ne okuyorsun Hacettepe’de tıp mı diye soruyorlar.Hayır diyorum.Sosyoloji deyince psikolojiyle karıştırıp iyi diyorlar.Bende uzatmıyorum sonra. K14:Aldığımız eğitim güzel hocalarımdan ve verilen derslerden çok memnunum dışarıdan aldığı tepkiler: kimse yadırgamadı bu dönemde öğrenciler açısından sosyoloji baya popüler meslek olduktan sonra sosyolojimi okuyorsun ne güzel verilen tepkilerin hepsi bu yönde. K15:Ya şöyle söyleyeyim bizim gittiğimiz yerlerde bile sosyolojinin ne demek olduğunu bilmeyen insanlar var o yönde biraz sorun yaşıyorum ne olduğunu bilmiyorlar. K16:Şimdi bir kategorize edelim. Arkadaşlardan aldığım tepkiler, aile büyüklerinden aldığım tepkiler, çekirdek ailemden aldığım tepkiler tamam mı? Arkadaşlarımdan aldığım tepkiler, ‘oğlum işletme daha iyiydi.’ Aile büyüklerinden aldığım tepkiler, amca, dayı, dede neyse ‘sosyalleşiyor musunuz oğlum siz orda?’ “sosyalleşiyoruz dede” Arkadaşlarım da değiştiğimi söylüyor. Yani şöyle, adamlar çok farklı ya, artık iletişim kuramaz oldum. Yıllarımı, 15-20 yılımı geçirdiğim insanlarla 3-5 kelime etmekten çekinir ne bileyim sıkılır oldum. K17:İnsanlar şöyle bakıyorlar ne yazık ki okuduğum bölüme; ‘ne kadar para kazanacaksın;?’ bir etiketin var mı buna bakıyorlar. ‘öğretmen olabilecek misin?’ hani bir de kadın olunca tabi işin içine şey de giriyor, mesleğin evlenmeye ve çocuk büyütmeye müsait mi, buna da bakıldığı için, yani garip tepkiler alıyorum tabi ama her sosyolojisi öğrencisi gibi, çok şey yapmıyorum, takmıyorum kafaya sanırım. K18: Hımmm, işsizlik şeyine biraz dikkat çekiliyor. Mezun olunca ne yapacaksın, nerde ne yapabilirsin. K19: Genelde olumlu tepkiler alıyorum. - Neler söylüyorlar mesela ? Çok şey öğrenecekmişiz gibi davranıyorlar ya hani çok bilmiş olacakmışız gibi. Sosyoloji hayata bu kadar dokunurken insanların sosyoloji hakkında bilgi sahibi olmayışı söyleşilerde dikkat çeken nokta. Ailelerin, öğrenci yakınlarının ya da sohbet edilen diğer insanların öncelik olarak ne iş yapacaksın, ne kadar para kazanacaksın gibi soruları ekonominin temel olduğu fikrini hatırlatıyor. Genellikle ekonomi temelli yaklaşmak duruma maddi kaygıları ve geleceğe dair bir şüpheyi anlatıyor. Yaşamı devam ettirmek için paraya ihtiyacın olduğu genel kanısı hakimken kültürel sermayeyi insanların pek dert edinmediği sonucu ile karşılaşıyoruz. Yaşamı devam ettirmek için duyulan parasal kaygılar olmasaydı insanlar öğrencilere "ne güzel topluma dair birçok şey öğreneceksin o halde!" der miydi acaba? Ekonomik alt yapı üst yapıyı da belirliyor mu Marx'ın vurguladığı gibi? 9.Sosyoloji eğitimi çevrende olup biten olaylara bakış açında ne tür değişikliklere yol açtı? Gündelik hayatından bir örnek verebilir misin? K1:Mesela artık şey, her bulunduğum ortamda inceleme yapmaya başladım. Öyle bir günlük hayatıma etkisi oldu. Mesela böyle oturup neden ya da en basitinden kendi ailemin mesela neden bazı kararlarda benden farklı düşündüklerini anlamaya çalışıyorum. K2:Bakış açımı gerçekten değiştirdi. Bugüne kadar tek tip kitaplar okuduğumu, tek tip bir düşüncenin arkasından gittiğimi gördüm. Sosyoloji okumaya başladıktan sonra başka açılardan bakabilmeyi öğrendim. En önemlisi o yani. K3:En son ki seçimlerden örnek vereyim. Buna daha bir farklı gözle bakabildim yani, halktan daha farklı bir gözle bakmayı öğrendim ya da ne bileyim Gezi Parkı olaylarında daha farklı bir gözle bakabiliyor insan. Çünkü, hani teorik bir şeyler alıyorsun ve onları da yavaş yavaş artık gündelik hayata uygulayabiliyorsun. Bu tarz olaylarda bakabiliyorum. K4:Sosyoloji şöyle mesela, birçok ayrı konuda bakış açımı değiştirdi. Sadece mesela insanlar arasındaki uçurumun daha net farkına vardım sosyoloji okuyunca. Onun dışında cinsiyetçi ayrımların farkına vardım. Bunların farkında değildim. Ayrı ayrı dallara ayırdığımızda birçok farklı dalda yaşanan ayrımcılığın, ötekileştirmenin farkına vardım. Bu şekilde söyleyebilirim. K5:Siyasi olsun, toplumsal olsun, aile yapısı , dezavantajlı gruplar gibi konularda bakış açım değişti. Daha önce benim meselem olmayan konular benim meselem olmaya başladı. Nedir , ne değildir diye araştırmaya başladım. Algıları açıyor. K6: Tahammülüm çok yoktu, yine az önceki konuya geliyorum. Yine tahammülüm çok fazla yok ama şimdi biraz daha bana benzemeyen insanlara çok fazla tahammülüm yoktu, çok fazla yargılayabiliyordum. Niye böyleler niye düşünmüyorlar diye kızıp yargılıyordum ama şimdi biraz daha yaşadıkları süreçleri düşünüyorum. Ciddi sorgulama sürecine sokuyor insanı. Normal bir olay ya da olgular üzerinde doğruları olması gerektiğine inanıyorum insanın ama tutum yargı düşünce noktasında tek yönlü düşünmemeliyiz. Bölüme gelenlerin isteyerek geldiğini sanıyordum ama eğitim almaya başlayınca öyle olmadığını anladım . Nasıl değişmediklerini de gördüm 4 senelik bölüme geldim mecbur, el mahkum diye gelenleri ve hiç değişmeyenlerini gördüm. Sosyolojinin çıkmazını gördüm açıkçası. Onun dışında çok da hatırlamıyorum açıkçası. K7:Şöyle bir değişiklik yarattı önceden milliyetçi bir karaktere sahip bir insandım. Biraz aileden kaynaklı olarak, o yüzden pek fazla Türk Kürt kardeşliğine pek olanak vermeyen bir insandım. Ama bu bölümü okumaya başlayınca bir de Ankara’ya gelince Bandırma’dan bakış açımda büyük bir değişiklik oldu kardeşlikten yana bir hal aldı. Homoseksüelliğe asla iyimser bir gözle bakamazdım mutluyum sosyolojinin kattıklarından dolayı. K8:Elbette oldu. Şöyle ki sosyoloji eğitimini tam olarak tamamlamadığım için bu etkinin tamamen sosyoloji eğitiminden kaynaklı olduğunu söyleyemem ama okutulan kitaplar,işlediğimiz dersler ki bunun alt yapısını İletişim’de hazırladım denilebilir.Mesela medyanın sosyolojik etkisinin olduğu aşikar.Ben iki alanda da eğitim gören bir insanım.İşte medyada gördüğüm bir metni geniş anlamda kullanıyorum.Program,reklam vs onun çözümlemesini sadece sosyoloji öğrencisine göre daha iyi yaptığımı düşünüyorum.Çünkü biliyorum neler döndüğünü.Orada bir hegemonya oluştuğunu görebiliyorum. K9:Çok basit bir örnek vereyim.Bir insanın ağaçtan kopardığı bir meyve.Bunu bile sadece meyve olarak görmüyorum artık.Arka planını düşünüyorum.Yaşadığımız hayata dair düşünmeye başladım.Güncel olaylara merakım arttı.Önceden açıp haberleri izlemezken merak etmeye başladım artık. K10:Ben etnik problemlerle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Geldiğim zaman Kemalist bir ideolojiye sahiptim.Ama buraya geldikten sonra okuldaki çevrem aldığım dersler vs belli gruplara olan önyargılarımı değiştirdi. Bu konuda bana katkısı çok büyüktür.büyüktür.Gerçekten hani ideolojimin değişmesinde hayat tarzımın değişmesinde en büyük etkisi bu konu da olmuştur. K11:Tabi.Yani yorumsama getiriyor.Eskiden LGBT li bireylere toplumun kanayan yarasıdır.Bizim bunlara bakış açımız feodal toplumdan gelen insanın bakış açısı çok kötü düşüncelere sahipler.İşte bu da olur mu ? Bunlar neyi amaçlıyor? diye bakılıyordu. Sosyoloji o kadar derin olanları işliyor ki örtük olanları göstermeye çalışıyor.Bize farklı bakış açıları yaratıyor. K12:Vallahi oldu. Şimdi mesela okula gelmeden önceki düşüncelerim çok farklıydı. Geldikten sonraki ve bölümden dersler aldıktan sonra düşüncelerim de baya fark oldu. Somut bir örnek veremem ama yapmam dediğim şeyleri daha olumlu karşılıyorum. K13:Ben Kürdüm.Kürtlerin ezildiğini biliyordum.Kendi başıma da birkaç şey geldi.Fakat bunu bütünlüklü bir şey olarak değerlendirmiyordum.Sadece Kürtler eziliyor diye düşünüyordum.Diğer ezilenlerle bir alaka kuramıyordum.Ankara’ya gelince sosyolojik okumalar,filmler,sohbetler sayesinde ezilenin sadece Kürtler olmadığını gördüm.Eşcinseller,Aleviler,Ermeniler de eziliyormuş. K14:Aldığımız eğitim güzel hocalarımdan ve verilen derslerden çok memnunum dışarıdan aldığı tepkiler: kimse yadırgamadı bu dönemde öğrenciler açısından sosyoloji baya popüler meslek olduktan sonra sosyolojimi okuyorsun ne güzel verilen tepkilerin hepsi bu yönde. K15:En yakın örnekte gezi olaylarından çıkarsak. En azından şey öğrendim: Kitlelerin toplum üzerindeki etkisi bu şekilde düşünüyorum artık, bir de teori olarak düşünüyorum hani ya bunlar demek Marksist falan diye falan o tarz düşüncelerim yerli yerine oturtabiliyorum bazı şeyleri. K16:Elbette birçok değişikliğe yol açıyor da şimdi çok basit bir örnek olacak da, insanların ellerindeki objelerin, nesnelerin sadece bir nesne olmadığının belki bilincine varıyorsun. Onların statü sembolü, kendi benlik sunumu, onun üzerinden gerçekleştirdikleri bir şey olduğunun farkına varıyorsun. Ne bileyim durumsal ilişkileri böyle daha bir göz önünde oluyor. Belki eskiden sömürünün ya da adaletsizliğin farkındaydık ama bir şeyler okuyunca, işin içine girince ‘ya bak şu şöyle aslında’ deyince resim daha bir netleşmeye başladı kafamda. Ama çok da net değil açıkçası. Bir sürü bulanık alan da var yani. Öyle olduğunu zannettiğimiz birçok şey de aslında öyle değil. K17:Çok değiştirdiğini söyleyebilirim,sadece bakış açımı değil bence karakterimi de etkiledi sosyoloji. Yani ben sosyolojiye başlamadan önce, geçen hafta da bayağı tartıştık arkadaşlarla da, çok kesin doğrularım vardı. Bu bir dezavantaj aslında ama bir yandan da avantaj. Şimdi her fikre daha çok önem veren biri haline geldim. Geniş bir perspektifle yaklaştığımı düşünüyorum. Gündelik hayatıma bile böyle. Arkadaşlarımla ilişkilerimde ya da işte karşılaştığım sorsunlar, kişisel sorunların çözümünde bile sosyoloji eğitiminin beni değiştirdiğini düşünüyorum açıkçası. Ama bunun dışında, zaten sosyolojiye başlamadan önce de toplumsal meselelere belirli bir bakış açım vardı. Politik bir bireydim. Ya bu noktada da değiştirdi aslında. Politikaya da daha farklı bakmaya başladım. Bence çok büyük değişimlere yol açtı bende. Daha bütünlüklü gördüğümü düşünüyorum her şeyi. K18: Ben daha hümanist bakıyordum. Net bir bakış açısını kabul ediyordum. Ama bunun olamayacağını kavrattı bana sosyoloji daha çok, bir de DTCF’ye gelmenin farklılığı var. Buraya geldikten sonra çatışmaları daha net görebildim. Ben daha hani her şeyi işte herkesi sevelim kucaklayalım… Öyle olmuyor işte. K19: Sosyoloji okumadan önce daha iyi gözlemliyordum. Bir sürü anlam çıkarıyordum. Ama şimdi kuramları, çevremleri öğrendikten sonra, ya sürekli kafamda sanki onu oturtma eğilimi oldu. Aslında kötü bir şey, ben kötü bir şey hissediyorum yani. Daha önce daha rahat hissediyordum. Daha böyle güzel şekilde gözlemleyebiliyordum. Şimdi acaba şu hani kuramdaki şu şey bunu mu kasdediyor yoksa o bunu mu kasdediyor diye kafa karışıklığı yaşıyorum. Bu da çevremleri kuramları bize ardarda verdikleri için oluyor diye düşünüyorum. Tam olarak anlayamıyorsun yani, adam belirli bir adam işte şu şeyde neyi anlatmak istemiş yada onun şu kavramıyla öbürünün şu kavramı çok benziyor birbirine, yani iki tane kavram var. Karmaşık oluyor böyle bir etkisi var üzerimde Sosyoloji bölümü okuyan öğrenciler değiştiklerini söylüyorlar. Sosyolojinin farklı bir bakış açısı kazandırdığını, önceden karşı oldukları, tepki gösterdikleri olay ve olguları artık anlayabildiklerini, göremediklerini gördüklerini, görmüyorlarsa da ardında ne var diyerek şüpheyle bakıp asıl sebebi ne olabilir diye sorduklarını dile getiriyorlar. Mevcut sistemin devamlılığını isteyenlerin halkı neden sosyoloji bilgisinden uzak tuttuklarının cevabı sosyoloji okuyarak düşman ve farklı gördüğünün de bir renk olduğunu anlayanların yorumlarında gizli görünüyor. Bir taraftan 'biz' algısı yaratılırken bu bizi pekiştirmek için bilerek yaratılan 'düşman'ın farkına varıyor sosyoloji okuyan öğrenci. Sosyoloji ile değişimi hissediyor, kavrıyor hayatı ve eski olanın yıkımıyla sarsılırken gizlenenleri görmenin verdiği heyecanla yedine doğuyor sosyoloji öğrencileri. 10.Bölümüne aidiyet derecen ne? Aidiyet duymanın veya duymamanın nedenleri neler? K1:Bölümüme aidiyet hissediyorum. Çünkü bu bölümü gerçekten çok seviyorum. Ya ilk zamanlar bu kadar çok sevmemiştim ama anlamaya başlayınca daha çok sevmeye başladım. O yüzden şu anda kendimi gerçekten bölüme ait hissediyorum. Ve çok önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. K2:Evet, tamamıyla ait hissediyorum. Dediğim gibi, siyaset ağırlıklı gitmem, siyaset ağırlıklı derslere de daha çok önem verip, daha çok kafa yormam, benim kitaplarını daha iyi okuyup anlamaya çalışarak, ödevlerini daha iyi yapıp anlamaya çalışarak yapmam ve gelecekte yeni kurulmuş sosyoloji bölümlerinden birinde kadro sahibi olmak istiyorum. Kendimi ait hissediyorum yani. K3:Daha önce de söylediğim gibi bölümün içine girdikçe bölümü sevdim ve bir şeyleri öğrenmek ve onları yerinde araştırmak hoşuma gittiği için ait hissediyorum. İlk başlarda bu kadar ait hissetmememe rağmen şimdi çok fazla hissediyorum. K4:Yüksek bir aidiyet hissediyorum gerçekten. Hani kazanırken bu böyle değildi ama şu anda çok memnunum bölümümden. Asla değiştirmeyi düşünmüyorum. Aidiyet hissetmemin sebebi de beni inanılmaz ölçüde, hani farkındalık yarattı öyle söyleyebilirim. Farkındalık yarattı bende. K5:İlgi alanım öncelikle, iki sene önce bana çok da anlamlı gelmeyen şeyler daha bir oturuyor kafamda , ikinci senemde bir şeyler oturtmaya başlıyorsam kafamda daha sonrası için bu beni heyecanlandırıyor. İki yıllık lisans bilgisiyle bile bir şeyler oturuyorsa kafamda , sonrası için de olumlu görüyorum. K6:Hissetmiyorum ya, sosyolojiye aitim ama okuldaki bölüme ait değilim. Ama genel anlamda sosyolojiye tabi ki ait hissediyorum kendimi. Kendimden bir şeyler bulabiliyorum, kendimi ifade edebiliyorum, insanları anlayabiliyorum. Bu bitmeyen bir süreç olduğu için insanlar dışarıda gözlemlediğimde farklı düşünebiliyorum farklı yorumlayabiliyorum bu da hiç bitmeyen bir süreç ondan kopamıyorsun belki de. Disiplinler arası düşünüyorum sadece sosyoloji açısından bakmayı da doğru bulmuyorum hepsinden bir parça birleştirerek o şekilde bakmayı daha doğru buluyorum. Diğer türlü bilimlerin birbirine üstünlük kurma çabası ortaya çıkıyor bu da sakat bir şey. Sadece senin yaklaştığın şekilde gelişmiyor olaylar. Antropoloji de, siyaset bilimi de, ekonomi de etkili her birinden bakabilirsek çok yönlü bakabilmeyi öğreniriz ve biri diğerinden üstün gibi bir bakış olmaz. Tamamen çok yönlü ve derin bir şeye ulaşmak gerekiyor. Çok basit bir mevzu değil. K7:İlk geldiğim sene biraz da okuldan kaynaklı olarak gideceğim, sınava tekrar gireceğim diye düşünüyordum. Buradan çıkınca ne olacağım kaygısı vardı ama zaman geçtikçe benimsedim. Bırakmayı da düşünmüyorum yani. Direk bakış açısı deyip kestirip atmak istemiyorum aslında. İnsanları daha fazla anlamama daha fazla diyalog kurmama sebep oldu. Sosyoloji ile birlikte daha çok anlama sorgulama tekniğine sahip oldum. Bu yüzden ait hissediyorum kendimi. K8:Kesinlikle hissediyorum. Hatta kendimi buraya ait hissediyorum.İletişime ait hissetmiyorum.Orası artık tarihe karıştı benim için Bilmiyorum ama burada kendimi daha çok iyi hissediyorum.Dersler olsun,bina olsun,buranın tarihselliği olsun,bölümün kurucularının yaptıkları olsun,özellikle tarihsel bir görev olduğunu düşünüyorum.İşte sınıfta fotoğrafları olan 2 kişinin izinden gitmek tarihsel görevdir.Böyle bir yükümlülük.Bu tarz şeyler işte Bölümle ilk olarak ilgilenmem sonuçta bir çaba sonucunda buraya geldim.Çabalarım sonunda kontenjan açtırdım,çabalarım sonunda buraya yerleştim.Tırnaklarımla kazıya kazıya geldim demek istiyorum. K9:Kendimi çok ait hissediyorum.İlk iki senem çok zor geçti.Alışma sürecim çok zorlayıcıydı.Diyorum ki zihnimde bilgiler sanki çamaşır asılmış gibi asılı kalmıştı.Ama 3. Sınıftan sonra dedim ki ben buraya aitim ve iyi ki gelmişim. K10:Tam anlamıyla aslında ait hissediyorum.İnan ki kaygıları da pek umursamıyorum açıkçası. K11:Aslında %100 hissediyorum diyemem.Çünkü hala kafamda bir sürü soru işareti var ve bunları kaldırmak için çabalıyoruz.Ama evet sosyoloji zaten şuan da benim hayatım.O yüzden de içinde bulunduğum durumu seviyorum.Yaptığım işler ne olacak bu işler beni nereye kadar taşıyabilecek,toplumdaki sorunları nasıl çözebiliriz.Kaygımız bu. K12:Dil Tarih’te mi yoksa bölüme mi?Dil Tarih sosyolojide ben kendimi çok içinde hissetmiyorum.Bir konuşayım mı yani şimdi.Hocalara daha çok yakın olan kişiler daha çok görev alıyor gibime geliyor.Yani böyle değişik hocalar anlaştığı öğrencilerle daha yakından daha çok ilgileniyorlar.Kendimi pek ait hissetmiyorum buraya. K13:Türkiye’deki sosyoloji hakkında çok bir bilgim yok.Yapılan araştırmaları falan derinlikli olarak takip etmiyorum.Ama niteliksiz araştırmalar yapılıyor.Belki devlet bütçe ayırmıyordur.Belki örtük olarak bir engel vardır.Bilmiyorum.Bu yüzden sosyolojiye pek ısınamadım.Aslında sosyologlara pek ısınamadım. K14:Bölümüme aidiyet hissediyorum sonuçta sosyolojiyi severek ve bilerek geldim, o yüzden bunu hissettiğim içinde açıkçası bir yatsıma hissetmiyorum kendimde. K15:Bölümüme aidiyet şöyle kendi okulumla ilgili birkaç sıkıntım olduğu için ne bölüme ne de okula da çok ısınamadım başka bir okulda bölümde başka bir üniversitede nasıl yaparım bilmiyorum o açıdan yani hem biraz buraya aitim hem değilim gibi çok ortada kaldım o konuda. K16:Benim birçok şeye aidiyetim yok ya. O çok garip bir şey ya. Bu benim deyip sahiplenemiyorum bir şeyi. Sadece o an işte onu yaparken mutlu oluyorum, olmuyorum. Bana bazı açılımlar sunuyor veya sunmuyor. Bu şekilde değerlendiriyorum aslında. O yüzden ‘aa çok seviyorum, sosyolojisiz yaşayamam’ dersem yalan söylemiş olurum yani. K17:Müthiş ya. Ben çok ait hissediyorum kendimi. Bunun için doğmuş muyum bilmiyorum ama bunu yapabilirim. Benim niyetim hep şeydi, işte böyle köy köy gezeceğim, bilgi toplayacağım, anlamaya çalışacağım, okuyacağım, yazacağım.. buna çok uygun bir meslek bence sosyoloji. Ama bir yandan da sosyolojinin bir çevresi var ya Türkiye’de, sosyolojinin genel çevresinden de rahatsızım aslında. Yani böyle yukardan konuşan ama hiçbir şey yapmayan güruh dolu bence sosyoloji. Ben bu durumdan çok rahatsızım, bu kısmına ait hissetmiyorum kendimi. Ama kurduğum aidiyet başka. Yani benim dünya görüşüm gereği çok bohem bir bilim olduğunu düşünüyorum sosyolojinin ve bu noktada bilim dünyasına bir şeyler katabileceğimi düşünüyorum. Çok iddialı oldu ama. K18: Güzel bir soru olmuş bu. Yani sadece seviyorum diyebilirim. Mesela okula geldiğim zaman kendimden insanlar bulduğum zaman, güzel bir tartışma sunulabileceğini, eleştirel bakılacağını işte bu şeylerin güzel olabileceğini düşünüyorum. Böyle bir avantajı var. Ciddiyet denilecek kısmı bu yani. Ama ciddiyet hissetmiyorum. Sadece, gündeliğe bakarken işte bir şeyler okurken falan hani fazla aslında aşırı sosyoloji kavramları iç içeymiş gibi geliyor. Bundan uzaklaşmaya çalışıyorum aslında, özellikle şeyin mesleğin yani sosyolojinin böyle daha rahat kurulabileceğinin gerekliliğini düşünüyorum. K19: Kendimi tam olarak sosyolajiye ait hissediyorum. Bana göre. Merak ediyorum, öğrenmek istiyorum. Sosyoloji de bunun için çok büyük bir araç benim için. Öğrenciler sosyolojiye ait hissettiklerini dile getirirken aslında yaşama aidiyetliklerini dile getiriyorlar. Çünkü onlara yaşam tarzlarını neden öyle olduğunu başka türlü olmadığını açıklayan şey sosyoloji. Bunun farkındalar. sosyoloji, denetim ve baskı aygıtlarnın toplumu dumana boğmuşluğundan insanların yavaş yavaş kurtulmasını sağlayan bir ilaç gibi. İyi geliyor onlara. Öğrendikçe sisler dağılıyor ve oksijeni aldıkça acıyla karışık bir iyileşme hali. Sosyoloji diyalektiktir demek yanlış olmaz ? 11.Sosyoloji okumaktan ne derece memnuniyet duyuyorsun? Tekrar bir tercih hakkı sunulsa sosyoloji bölümünü tercih eder miydin? K1:Tekrar tercih hakkı sunulsa başka bir bölüm istemezdim. Tekrar sosyoloji okumak isterdim. Çünkü şu anda anlıyorum, diğer bölümlerin hiç bana göre olmadığını. Sonuçları konusunda çok memnuniyet sahibi değilim. Hani bitirdikten sonraki durumla alakalı çok memnun değilim. Ama şu anki halimden memnunum. K2:Çok memnunum yani en üst seviye neyse odur. Yine tercih hakkı sunulsa yine sosyoloji seçerdim. K3:Evet, hatta bu sefer hiç psikoloji tercihim olmadan ilk sosyoloji tercihi yazardım. K4:Kesinlikle isterim. Çok memnunum ve kesinlikle isterim. Ha belki daha yüksek bir okulda isterim ama isterim yani. K5:Memnunum tekrar olsa tekrar yazarım ama Yıldırım Beyazıt’ı yazar mıyım onu bilmiyorum. Okul daha çok yeni hiçbir şey oturmamış. Başka üniversitelere bakıp kıskanıyorum. Örneğin DTCF tayfası kurulu bir düzen var ve birikim yeni gelenlere aktarılıyor ama biz daha yeni olduğumuz için öyle bir durum yok. Sosyoloji kulübü kurmak istiyoruz nasıl kurulacağını bile bilmiyoruz , çok enerji sarfediyoruz bir ölçüde bir şeyleri değiştiriyoruz belki ama çok da değişmiyor açıkçası. Akademik kadromuz nasıl onu da bilmiyorum. Başka üniversiteleri bilmediğim için kıstas yapamıyorum. K6:Seviyorum ama gerekli eğitimin verildiğini düşünmüyorum. Merak edip dışarıdan kendimi geliştiriyorum. Bölümün beni yönlendirmesi oldu ama bu beni tatmin etmemeye başladı. Bizim bölümde okumalar kısmında sıkıntımız yok aslında ama hoca sınıfa girdiği andan itibaren diyelim küreselleşmeden yada diyalektik materyalizmden bahsediyor mesela ama bunun felsefi altyapısını vermiyor. Felsefe ile destekli , felsefi altyapısını bilerek bakmak lazım olaya diye düşünüyorum. felsefeye giriş dersi de aldık ama çok kısıtlı bir bilgi verdiler. Özü kavrarsan zaten nasıl hareket etmen gerektiğini de bilirsin bu bizde tam tersi oluyor hep bir şey eksik kalıyor. Eksik kalan kısım da etrafına ilişkin bilgiyi elde edememekten kaynaklı diye düşünüyorum. felsefe sosyolojiye ilişkin olarak anlatılıyor. Örneğin devlet nedir olmalı mı olmamalı mı konuşulmuyor. Platonun devleti anlatılıyor mesela ve devlet anlayışı şu şudur diye konuştuğunda sana zaten alan bırakılmıyor. Bu kısıtlı bir bilgidir diye düşünüyorum. kavramayı da zorlaştırır bazı meseleleri ondan kaynaklı felsefe daha da fazla olsun isterdim. Sorgulayacağız derken hepimiz aynı noktadan bakıyor oluyoruz bu durumda. K7:Dediğim gibi çok seviyorum bölümümü yine seçim hakkım olsa yine tercih ederim yani. K8:Elbette isterdim. K9:Tekrar şansım olsa yine sosyolojiyi seçerdim. K10:Bölümden oldukça memnunum.Tekrar şansım olsa yine sosyolojide çalışmak isterdim.Ama alternatifi olarak belki psikoloji olabilir.Yandal şansımız vardı ama ortalamalarımız iyi olmadığı için şansımız kalmadı.Yüksek lisans düşünüyorum aslında. K11:Ders bazında bakıldığında çok da memnunum aslında.Çünkü sosyoloji sadece kitaplarla sınırlı değil.Felsefe,psikoloji,antropoloji,ekonomi,iktisat,istatistik gibi alanlara bölündüğü için kendimi sadece sosyal bilimler alanında değil,diğer bilim alanına da kaydırabiliyorum ve bu da entelektüel seviyemi geliştiriyor.Yaşadığım yerle bağlantı kurabiliyorum.Romanlarla bağlantı kurabiliyorum.Bunlar sosyolojinin katkıları. K12:Tekrar tercih yapsam sosyolojiyi yazarım.Çünkü biliyorum artık ne olduğunu.Aradığım yeri bulmuşum.Memnunum yani sosyoloji güzel. K13:Sosyolojiyi tercih ederdim.Ama sosyologlara değer verilmesi için daha gür bir sesle bağırırdım.Sosyolog olmak istiyorum ve bundan memnunum. K14:Ederdim. Sosyoloji bölümü çünkü gerçekten ben topluma çok meraklı bir insandım hani insanların siyasi düşüncesinin ekonomik yapısının ne derecede etki edebileceğini düşünürdüm ve sosyolojide bu yönde gerçekten yardımcı oldu ve açıkçası sosyolojiyi seviyorum yalan yok . K15:Sosyolojiden ben derslerin eğlenceli olduğunu düşünüyorum memnunum ama başka bir bölüm tercih etmek istesem psikoloji tercih ederdim. K16:Tekrar bir tercih hakkı sunulsa yeniden sosyolojiyi tercih ederim, evet. Sosyoloji bölümünde okumaktan memnuniyet duyuyorum tabi. Farklı bakmamı sağlıyor işte biraz önce de konuştuğumuz gibi. Başka bir şey de tercih edemezdim, bu alana yatkın olduğumu düşünüyorum. Daha çok zevk alıyorum bu alanda çalışmaktan, okumaktan. O yüzden tercih ederdim. K7:Yine ederdim. Ama hukuku öncelikli edebilirdim ya. Türkiye’de gerçekten farklı hukukçulara çok ihtiyaç var, yani biraz bundan kaynaklı. Ben hukuk okuyabilecek ve bu noktada da başarılı olabilecek biriydim bence ama ne bileyim birçok nedenden dolayı olmadı. Hukuk dışında yapabileceğim tek iş ya sosyoloji ya etnoloji diye düşünüyorum. Etnoloji, halkbilim tercih edebilirdim ama. Çift anadal yapıyorum zaten. K18: Etmek isterim. Memnuniyet değerlendirmesinde puan vereceksek; 10 üzerinden 8 verebilirim. Ama ilgimi çekmeyen dersleri öğrenme zorunluluğu beni rahatsız ediyor. Ama bu zaten eğitim sisteminin değiştirmesi gereken bir şey. O yüzden çok da laf atmayalım. K19:Kesinlikle tercih ederdim. Ne ölçüde memnunum. Ya ben başka bölüm okuyamam o derece yüksek. Sosyoloji ona dokunanı sarıyor ve bir defa kana karışınca bünye ondan vazgeçemiyor. Tekrar yazardım cevabının oldukça fazla söylenmiş olması bunu doğruluyor. 12.Kişiliğinle sosyoloji eğitimi arasında bir uyum olduğunu düşünüyor musun? K1:Aslında başka bir bölüm okumam dediğim ordaydı. Çünkü, hani kendi kişiliğime oturtabildiğim bir bölüm oldu bu bölüm. O yüzden böyle düşünüyorum. K2:Kişiliğime çok yakın buluyorum. Aslında sosyoloji okumaya başladığımda fark ettiğim bir şey. Başka açılardan bakabilmeye yatkın, önyargısız olarak görüyorum. O yüzden sosyolojiyi de kişiliğimle oturtuyorum. K3:Ben aslında insanlarla konuşmayı severim her ne kadar dışarıdan soğuk bir yapım varmış gibi gözükse de insanlarla konuşmayı, iletişim kurmayı severim. O yüzden var. Kişiliğimle yakın bir ilişkisi var diyebilirim. K4:Şöyle söyleyeyim; aslında açıkça söylemek gerekirse, sosyoloji okumadan önceki kişiliğim, tabi yaşımızda küçük o zaman, daha bir kişilik oturtamamış, oturtmaya çalışan bir dönemdi. Tam bu sırada sosyolojiyle tanışmak benim için çok iyi oldu. Tam bu sırada tanıştığım için tam o ara üniversitede oturttuğumu söyleyebilirim. Ve kesinlikle etkisi oldu yani kişiliğimi oturtmamda. İnsanlara olan davranışlarımda, tutumlarımda, hepsinde bir farkındalık yarattı. K5:Ehlileştim, beni biraz daha sakinleştirdi. Sürekli beynim bir makine gibi düşünüyor. Bunun üzerine hayat kaygısı da etkileniyor. Biraz daha yumuşadım esnedim. Daha iyi olduğumu düşünüyorum. K6:Sosyoloji toplum diyorsa ben zaten insanları severim hümanist bir kişiliğe sahibim. Belki eskiden daha kıttı ama şu an daha fazla bölümümle uyuştuğumuzu düşünüyorum ben yani. K7:Tam anlamıyla uygun olduğunu söylemem doğru olmayabilir.Çünkü ya mesele sosyolojide alan araştırması diye bir araştırma tekniği var.Bu tekniği yapmaktan,aklımda canlandıkça yapmaktan,çok büyük keyif alıyorum.Ama biliyorum yani alan araştırması zor şartlarda yapılabilecek bir şey.Şan ki durumumla(ruhen,bedenen)onu yapmak zor gelebilir.Şimdiden baktığım için belki böyle düşünüyorum.Bir köy yatılacak bir yer yok mesela.Ama ben mesleğim gereği bunu yapmak durumundayım.Bu tarz şeyler işte.Ama ben yatacak yerim yok diye bırakıp gelmem.Ama bu bir zorluktur.Bu tarz şeyler aklıma geliyor. K8:Sosyoloji insan ilişkilerinin olduğu yerde ortaya çıkıyor.Benimde insan ilişkilerim sağlam diye düşünüyorum ve gözlemlemeyi seviyorum.Anlamak noktasında çok yardımı oluyor. K9:Şimdi sosyoloji için bir defa insanların gözlem yapması gerekiyor.Ben bunu lisede keşfettim.Bir yere oturup böyle insanların ne yaptığını aralarında nasıl ilişkiler geçtiğini çok izliyordum.Ondan sonra baktım hani gerçekten böyle bir böyle iktisat,işletme gibi hani böyle büyük para vaat eden veya meslek vadeden bir yere değil de kendimi daha çok hem entelektüel anlamda geliştirebileceğim,hem de toplumla ilişkilerde bulunabileceğim bir bölüme ilgi duymaya başladım.Yani bu gözlemden dolayı aslında birazcık bu ortaya çıktı.Hani kültür vs bunlar çok hoşuma gidiyor.Kişisel merak da var tercihin yanında. K10:Tabi. Sosyal bilimler hep içimizde. Bu sosyoloji olur, antropoloji olur,daha çok sosyal antropoloji olur veya etnometodoloji olur. K11:Kişiliğimle bence uyumlu yani. Hayalim olan bir şeydi benim için.Buymuş. İçeriği sosyolojideymiş. Siyasetle de uğraştığım için uydu bana.Benim için sosyoloji ben yani.Hayat eşittir,sosyoloji.Sosyoloji eşittir ben yani. K12:Bir kişilik değişmesi yaşadım Ankara’ya gelince.Sosyolojinin de etkisi var tabi.Dünyadaki sorunların farkında olan bir insanım ve değiştirmek için kendimce bir şeyler yapmaya çalışan bir insanım.Uyum var yani. K13:Yani açıkçası sosyoloji bilmiyorum bencil insanların sosyoloji okumasını isterim ,sadece kendi düşüncem derdim sosyoloji okuduktan sonra düşüncelerim ….. tekrarlıyor .: şimdi sosyolojide verilmiş kuramlar ve o şekilde verilmiş bir eğitim var ben bu eğitim olmadan kafama göre konuşuyordum ama bu yönde kişiliğimi oluşmuş karakterimi daha çok eğitti bu yönde ilerlemesini sağladı. K14:Ben insanlarla iletişim kurmayı çok seven bir insanım o yüzden benim bölümüm diyebilirim. K15:Sürekli gündelik olayları, dünyayı etkileyen şeyleri, sadece dünyada olması gerekmiyor, birey olarak insanları etkileyen şeyleri de ben eskiden beri ilgi duyan, gözlemleyen, sürekli oturduğu yerde ‘aa şu şunu niye yapmış, bu bunu niye yapmış’ diye düşünen bir tip olduğum için belki bu anlamda bir bağ kurabilirim sosyolojiyle kendi kişiliğim arasında. Etrafımı anlamlandırmaya çalışıyordum sürekli ben eskiden beri, hala da öyle. O anlamlandırma sürecinde bana bir araç sundu sosyoloji. O anlamda evet, bir bağ kurulabilir. K16:Bence bir sosyoloğun alan çalışmasında işini iyi yapabilmesinin en önemli koşullarından biri düşünme farkı olabilir bence. Ben biraz böyle şeyimdir, deli doluyumdur. İnsanlarla kolay iletişim kurarım, bunun çok büyük avantaj olduğunu düşünüyorum. Yani işte yaptığım görüşmelerde de bunu hissediyorum. İnsanlar daha samimi hissediyorlar, rahatlıkla kendilerini ifade edebiliyorlar karşımda. Böyle bir kişisel özelliğin mesleği icra etmede önemli olduğunu düşünüyorum. Ama bunun dışında bazı meselelerde eğer sosyoloji nesnel olması gereken bir bilimse mesela bunu yerine getirebilir miyim bilmiyorum. Bu konuda öznel olduğumu düşünüyorum. Asıl sosyolojinin böyle olabileceğine inanıyorum açıkçası. Bu, bizim öğrendiğimiz,sosyoloji eğitiminden aldığımız kadarıyla olumsuz bir şey ama benim sosyolojiden anladığım kadarıyla iyi bir şey. Yani doğru bilgiye ben böyle ulaşacağımı düşünüyorum. K17: Çok uyumlu diye düşünüyorum. -nasıl mesela? Yani önceden gördüğüm şeyler şimdi en azından adını biliyorum yani konumlandırabilirim. Kafamda böyle net şeyler oluşabiliyor. Ama daha önceden gördüğüm şeyleri değerlendirme şansım olduğu için uyumlu olduğunu düşünüyorum. K18: İşte tam bu sebeple çok fazla uyum olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de başka bir şey okumak istemiyorum. - Yani o altında yatan sebepleri bilme amaçlı mı ? Evet. Merak. Ya insanlar neden böyle davranıyorlar. bu maddi yaşamın nasıl şekillendiğine dair yani bu,.......... günümüz modern yada postmodern insana kadar nasıl evrildiğini yada bu kullandığımız teknoloji, bilimin geldiği nokta. Gelişti diyorlar falan diyorlar. Bu işte merak ettiğim nokta. Kişiliği ile uyumlu olduğunu söyleyenlerin bir kısmı sosyoloji ile beraber kişiliğinin de değiştiğini ekliyor. Dikkatlerini çeken olay ve olguların neden öyle olduğunu araştırmayı önemseyen öğrenciler sosyolojinin bunu belirli karam ve kuramlarla temellendirdiğini ve bu temellendirmenin de kişilikleriyle uyum gösterdiğini düşünüyorlar. 13.Meslek içi örgütlenmeye nasıl bakıyorsun? K1:Olması gereken bir şey zaten. Her meslek grubunda olması gereken bir şey. Ve biz bunun çok gerisindeyiz. Çok daha iyi olmalı bence. K2:Aslında destekliyorum. İş imkanı açısından derneklerin kurulup, insanların bir araya gelip bir şeyler yapmasını destekliyorum. Ama etkin olduğunu düşünmüyorum Türkiye’de. K3:Çok yeterli olmadığını düşünüyorum açıkçası. Bunu kendi açımdan değerlendirebilirim. Hani mesela her türlü her etkinliğe katılma şansımız olmuyor ya da bazı siyasi olaylar çerçevesinde gerçekleşen çok fazla, özellikle bu üniversitede, her olay çok fazla siyasete çarptırılıyor. Bu sebeple bu örgütlenmelere, kendi açımdan konuşayım, biraz da soğuk kalıyorum. Hani daha objektif olsa mesela, daha yararlı. Bu kongrelerde mesela, daha objektif konulardan konuşulsa, daha güncel konulardan konuşulsa, daha yansız konuşulsa katılım daha fazla olur diye düşünüyorum ama çok fazla örgütlenmelerin olduğunu düşünmüyorum. K4:Kesinlikle iyi bakıyorum. Şöyle mesela, ben sosyoloji okuyorum ve burada kalmayı niye istiyorum diye sorarsanız, çünkü öğrendiklerim var ve bundan öncesi benim için bundan sonrasıyla farklı ve bu farkı başka insanlara da tattırmak isterim yani. O yüzden de zaten akademisyen olmaya niyetliyim. Bakalım göreceğiz. K5:Olumlu bakıyorum örgütlenmenin her türlüsüne ama olanlara çok fazla katılmıyorum. Daha çok sosyal medyadan takip ediyorum açıkçası. Bir iki eylemleri var bir platform kurmuşlar atanamayan sosyologlar için ama 10 kişilik mükemmel bir ekip vardı! Şehir dışından gelecekleri falan duyunca daha fazlasını bekliyordum. K6:Çok bir birliktelik kurulduğunu düşünmüyorum. Bazı hocaların çabalarını görüyorum ama bireysel olmamalı . Bence öğrenciler bunu daha iyi kurabiliyor. Birlikte hareket edebilme öğrencilerde daha yaygın. Bizim neslimizde daha yaygın olacak diye düşünüyorum. Belki de akademide bulunmadığımızdan böyle düşünüyorum çünkü akademide herkes kendi telaşında rekabet içinde hiç ortak bir şey yapmıyorlar demiyorum tabi ki yapıyorlar ama kolektivitenin tam farkında değiller çünkü hepsinin durduğu yerden baktığı yerden bir farklılık var birleşme noktasından eritemiyorlar. Bu da çok büyük bir sıkıntı yaratıyorlar. Bireysel amaçlarını daha çok düşünüyor insanlar. Ben birlikte hareket edildiğini düşünmüyorum. K7:Türkiye’de sosyolojinin çok fazla yol katettiğini düşünmüyorum o yüzden yapılanların da az olduğunu düşünüyorum ilerleyen zamanlarda daha fazla bir şeyler yapılacağını düşünüyorum. Devlet atamaları da yer verilmeli biraz ayrıcalık tanınmalı diye düşünüyorum. Hemen hemen her üniversitede sosyoloji bölümü var. Yurtdışında sosyoloğa önem verilirken Türkiye’de bu durum hiç yok yani. K8:Her anlamda her alanda bir birlik olması gerektiğine inanıyorum.Sosyoloji derneği falan var ama onların tabana indiklerini öğrencilerin sorunlarıyla ilgilendiklerini düşünmüyorum.Onun ötesinde de sosyolog örgütlenmesi duymadım.Olsa bile ne kadar etkili olur bilmiyorum.Çünkü işte var olan toplumsal durum açıkça gösteriyor. K9:Bu noktada çok fazla eksiklerimiz var diye düşünüyorum.Bunun nedeni,aslında kendimin de bir eksikliği bu çevremde gördüğüm örgütlenmenin hep beni korkutan yani siyasi ideolojilerle olması açıkçası.Belki bunlardan arınabilirsek,kendi ideolojilerimizden arınabilsek ve sosyoloji çatısı altında toplanabilsek,o zaman örgütlenmenin sağlıklı olabileceğini düşünüyorum. K10:Ben Sosyoloji Mezunları Derneği’ne gidiyorum mesela.Ama bunun çok faydalı olduğunu göremedim.Ama eğitimcilerin arasında Eğitim-Sen var ve bunlar benim hoşuma gidiyor.Yani tabi ki yapılması gerekiyor ama hani bunu çok fazla görebilmiş değilim.Ne olursa olsun tabi ki çok olumlu olur. K11:Zayıf olduğunu düşünüyorum.Bu da çok normal.Biz anlamadan hareket ettiğimiz için diğer ölçülerde öyle kendi meselemizle ilgilenemiyoruz.Böyle düşününce bir örgütleme asla oluşmuş değil. K12:Bilmiyorum.Bunu hiç araştırmadım da dernekler falan var ya Türkiye’de ulus kavramını kabul eden var etmeyen var.Çok değişik şeyler olduğun için bizim okulda böyle bir örgütlenme yok.Ama genel olarak da yok bence.Zenginliği var ve bu yüzden birleşemiyorlar.Örgüt de olmasınlar bence,daha güzel. K13:Dernekler falan var ama benim sanırım bu konuda tembelliğimden olsa gerek, bakmadım ve ne olursa olsun iyi olur ve yani dediğim gibi 3000 tane vaiz aldım.diyor ama alınan sosyolog sayısı çok az.Alınacak olanlar da masa başı işi yapar.Sosyologların hakkını savunacak bir yapılanmaların kurulması iyi olacaktır. K14:Ben açıkçası sosyolojinin meslek olarak bir örgüt olduğunu, genelde sosyoloji bölümü mezunları ya hoca olarak ya da yüksek lisans yaparak başka bir bölümden devam ettiriyor ama en azından sosyolojinin geçmişten gelen sosyologlar tarafından daha da yüceltilebileceğini düşünüyorum çünkü Ziya Gökalp’tan bu yana Türkiye de sonuçta sosyolojiye önem veriliyor ve yüz yıl olacak bu dönem ve eğer o dönemlerden itibaren o dönemki Türk sosyologlar yeterli önem verseydi şu an sosyoloji daha çok yükselebilirdi bence. K15:Sosyologların çok fazla toplulukları Türkiye çapında büyük bir duruşları yok ama onun haricinde biz kendi çapımızda Gazi Üniversitesi Sosyoloji Topluluğu oluşturduk bir konferans vermeye çalışıyoruz farklı üniversitelerden hocalar getirmeye çalışıyoruz.Kendi çabalarımızla bir grup oluşturduk ama bunun dışında bir çok büyük örgütlenme olduğunu düşünmüyorum. K16:Açıkçası ben her türlü örgütlenmeye bir bok parçasıymış gibi bakıyorum. Zira o örgütün içinde bulunanlar, o örgüte kendini ait hissedenler, bir süre sonra kendi yarattıkları o örgütün parçası olmaktan çıkıp o örgütün kapsadığı ve abzorve ettiği birer nesne haline dönüşüyorlar. O örgüt onların üzerinde bir hüküm sürüyor sanki bir tahakküm ilişkisi var örgüt mensuplarıyla örgütün arasında. Ve hani o örgütün içindekilerinin arasındaki örtük iktidar ilişkileri bence çok çirkin ve büyük ihtimalle bütün örgütlerin içinde bu var. O yüzden büyüğünden küçüğüne, mesleki olsun olmasın her türlü örgütlü yapının bana itici geldiğini söyleyebilirim. Biraz bireyselliğe itiyor. Belki bireysellik de, bu denli bireysellik de, bir süre sonra yalnızlığa itiyor ama birlikte yalnız olduğumuz bir yalnızlığı tercih ederim. K17:Her meslekte önemli ama sosyolojide bu ne kadar mümkün emin değilim. Dediğim gibi diplomayı alan sosyolog olmadığı için dayanışma ne kadar sağlam olabilir gerçekten bilmiyorum. Ama her koşulda olması gerekiyor. Bu illa sosyologluk alanında değil de atıyorum adam belediyede çalışıyorsa bir sosyolog olarak belediye çalışanlarıyla birlikte örgütlenebilir. Ya da işte bir öğretmen oluyor, sendikalar aracılığıyla örgütlenebilir. Bu çünkü her ülkede ister gelişmiş, böyle refah devleti olsun, ister Türkiye gibi bir ülke olsun her şekilde gerekli bir şey diye düşünüyorum. K18: Yani bu olması gereken bir şey olarak değerlendirilebilir. Ama bir birlik sağlamak lazım. K19: Gerekli bir şey ya. Gerekli olduğunu düşünüyorum. - Neden peki ? Çünkü, yani, tabiki birden fazla topluluk olmak daha etkili çoğu zaman. Toplumsal olan hakkında konuşurken sosyolog adayları elbette bireyselliği değil birlikte faaliyet göstermeyi önemsiyorlar. Toplumun temelinde bulunan ortak yaşam, birlik ve mücadeleyi sosyoloji için de olumlu buluyorlar. 14.Aldığın derslerin içeriği ve işlenişi hakkında ne düşünüyorsun? K1:Yine yakın. Sürekli klasikleri işleyip ya da çağdaşları işleyip, onların düşüncelerinden gitmek. Evet, tamam bizim oturtmamız gereken şeyler olabilir ama sadece sınıfa tıkılı kalmak değildir. K2:Pek çok dersin içeriği ve işlenişi bana boş geliyor açıkçası. Özellikle günümüz Türkiye’sinde işlenmesi gereken daha çok teorik değil de pratik bir şeyler olması gerektiğini düşünüyorum. O yüzden pek çoğu boş geliyor. K3:Bence 1. sınıfta çok fazla teoriye yönelmemeli diye düşünüyorum. Çünkü 1. sınıfta zaten bu bölüme geldiğimizde ne olduğunu önce bilmeliyiz. Mesela bu bölümde bize önemli olan ne, uygulama mı, gözlem mi, 1.sınıfta atıyorum gözlem yaptırabilmeliler bize. Kısa bir bilgi verildikten sonra bunların uygulaması bağlamında bir gözleme çıkarttırılıp, bunların sunumları yaptırılabilir. Ama çok uygulamada eksiğiz demeyeyim de uygulamalar çok geç kalıyor. Biz mesela tam bölüme ısındığımız anda mezun oluyoruz. Bu kötü bir şey yani. K4:Genellikle iyi. Yani şöyle; çok fazla tabi araştırma yapmayı, okumayı çok gerektiriyor o ayrı. Ama onun dışında hocalar buna teşvik ediyor, bölüm zaten bunu gerektiriyor. Bu anlamda derslerin işlenişi, içeriği belli istisnalar olmakla birlikte, bu öğretmenlerin de kendi kişilik yapısıyla ilgili. Onun dışında bölümün, sosyolojinin anlattıklarının ölçüsünde tabi ki dersin işlenişi de aynı ölçüde gelişiyor. Farkındalık, işte eşitlik, adalet, demokrasi bu temelleri açıklıyoruz, bunlar üzerinden birçok toplumu değerlendiriyoruz. Hani bunun üzerinde farklılıklar ama eşitlik de devam ediyor. Bunu öncelikle derse, ders anlatış biçimine de indirgeyebilmen lazım. Bunu da görüyoruz yani genel olarak görüyorum ben hocalarımda. K5:Bazı derslerin çok gereksiz olduğunu düşünüyorum, örnek vermeyim de. Ders gereksiz değil ama okutulan şeyler gereksiz geliyor. Diyelim aile sosyolojisi milyon tane makale varken gidip daha soft makalelerin verilmesi hoşuma gitmiyor. Daha ağır makalelerin okunması gerektiğini düşünüyorum. bölümde bir değişiklik yaşandı aslında seçmeli ders açısından da seçmeli ders çeşiti arttı. İçeriklerin bir kısmının iyi olduğunu düşünüyorum, okumaların çok olduğunu görebiliyorum ama hala bir eksiklik var tabi. Bazı hocalar tartışma ortamı yaratmıyor. Bazılarının işine geliyor. Seçmeli ders aldı nasılsa sınavdan rahat geçmek için aldı öğrenciler gibi bir anlayış da oluşabiliyor. Bence seçmeli ya da zorunlu bir dersin amacı şu olmalı. Önce tartışma ortamını sağlayıp herkesin fikirlerini ortaya koyabildiği ölçüde ilerleyebileceğini düşünüyorum ama bizim bölümde bir değişiklik sağlandı. Soruların cinsine kadar değişiklik oldu. K6:Okulumdan kaynaklı olarak okulumda öğrencilere bir ideolojinin dikte edildiğini düşünüyorum. belki hemen hemen her okulda bu böyledir ama din bağlamlı sosyoloji gördüğümü düşünüyorum. tıpkı ülkenin siyasetinde olduğu gibi . Bundan çok fazla memnun değilim ama kendimi geliştirmeye çalışıyorum okula bağlı kalmıyorum pek fazla. Yeni gelen birkaç hoca ile birlikte sorular yorumlamaya dayalı olmaya başladı ama bir çok hoca yine şunu soracağım, şunu yazın gibi yalnızca teori istiyorlar. K7:Şöyle bir şey var.Ben çok yüksek dereceyle bitirmeyeceğim bölümü.Onun için bazı zorunlu dersleri almayabilirim bile ama iste almamız gereken…Şöyle ki bana sosyolojiyi sevdiren hoca tabi ki az önce bahsettiğim.Hangi dersleri almalıyım diye bana yardımcı oluyor.Aldığım bir uygulama dersi dışında memnunum aslında.Bu dersten de hiç memnun değilim diyemem.Dersin işleniş şeklinden memnun değilim.Onun ötesinde bir problem yok.Özellikle bazı hocalar haftaya iyi başlamama,hayata daha güzel bakmama yardımcı oluyor.Memnunum yani. K8:Bence yeterli derslerin içeriği diye düşünüyorum.Bu noktada hocalarımızdan çok iyi eğitim aldığımız düşünüyorum.Sadece verdikleri derste yazma kabiliyetimizi geliştirici ödevler şeklinde sistem geliştirilse çok memnun olurum. K9:Ya şöyle ki buraya geldiğimde beklentim çok yüksekti.Geldiğimde çok farklı bir şeyle karşılaştım sosyoloji eğitimine karşı.Daha pratiğe yönelmiş bir sosyoloji bekliyordum.Ama baktım ki ne öğrencilerde böyle bir tavır var ne de hocalarda.O konuda kötüydüm biraz başta.Sonra farklı okullardan arkadaşlarla konuşunca aslında o kadar kötü olmadığını fark ettim.Yine birikimli hocalarımız vardı ama pratikte çok iyi olmadığını düşünüyorum.Birde bazen çok zorlanıyoruz gerçekten.İşte okumalar olsun falan direk üst üste gelen şeyler ve bunlar gerçekten de çok yoruyor.Ben çok memnun değilim ama yinede nankörlük etmek isteniyorum açıkçası. K10:Çok hoşuma gidiyor okuduğum zaman bakıyorum ki biz bu zamana kadar neden okumadık böyle şeyler diyorum. Ama derslerle bunların uyuşmadığını da görüyorum.İşleniş bakımından monolog var sürekli.Katılım olmalı. K11:Şimdi ben siyasala gidiyorum ya onunla karşılaştırıyorum ister istemez.Dil Tarih biraz vasat kalıyor.Orda dolu dolu işliyorlar .2 saatlik derste adamlar 10 sayfa not tutturuyorlar da burada 3 saatlik derste hiç yani not tutuyorsun da yani çok şey olmuyor.Bölümümüz mü çok kolay bilmiyorum.Fakültenin de etkisi var bence Ne bilim ağırlığı falan yok gibi. K12:Artık örnekleri yurt dışından değil, Türkiye’den vermelerini istiyorum.Yani sosyoloji siyaset bilimine,iktisada yön vermesi gereken bir bilim.Ama gördüğümüz kadarıyla siyaset bütün bölümlerde olduğu gibi bunda da bir hegemonya kurmuş.Bunu araştıramazsın,şunu araştıramazsın.Devletin istemediği şeyleri yapanları tutukluyorlar.Pınar Selek gibi. K13:Dersleri aldığımız dersleri açıkçası beğeniyorum güzel dersler ama kötü düşündüğüm şey genellikle Avrupa tarzı verilmiş dersler olduğu için o pek hoşuma gitmiyor hani tamam Türk sosyologlar görüyoruz ama bu son 3. Sınıftan olan bir şey ve son nerdeyse ilk buçuk seneye kadar Avrupa tarzı eğitim aldık o yüzden Türkiye’ye pek bir katkısı olabileceğini düşünmüyorum. K14:Ben derslerin biraz daha güncele uygun olmasını gerektiğine inanıyorum ama böyle bir durumumuz yok birinci sınıftan bu yana ben üçüncü sınıfım birinci sınıftan bu yana hala ünlü düşünürler şöyle düşünüyor ama çok çağdaş sosyoloji düşünürlerini geçtim de asıl büyükler sonuçta yaşadıkları dönem belli bundan kaç yıl öncesi şu anki durumunu nasıl açıklayabilirler bize teori üretme bilgisi veremediler kendimiz oturup da bu olayın nedeni bence şundan dolayı değil de hep şöyle oluyor Marks’a ,Weber’e dayandırma ona dayandırma buna dayandırma oluyor hani kendi kendimize özgün bir şey üretemiyoruz o yüzden sıkıntılı bir durum. K15:Kent Sosyolojisi aldım mesela ben geçen dönem. Ne öğrendin diye sor; Bozcaada’nın üzümlerinin çok güzel olduğu, halkının görgüsüzlüğünün olmadığı, ayrıca dersi veren hocamızın kızının Türkiye 6.sı olduğu jimnastikte ve yaşının 12,5 olduğu aklımda kalan şey. Gecekondunun faydaları. Bu böyle şey gibi ya, hani “koca karı ilaçları” vardır, ıhlamurla ayva yaprağını karıştır der, nezleye iyi gelir der. Bunun gibi bir şey gecekondunun faydası nedir yani. Çok bir şey düşünmüyorum ya, başka ne var.. yok ya geri kalan dersler güzel. En nefret ettiğim ders buydu herhalde. K16:Bunu 2 kısma ayırmak gerekiyor bence. 2 türlü hoca tipi var okuduğum okulda. Biri, böyle saman kağıtlarla tarih öncesi bilgileri lisedeymiş gibi aktaran bir grup; bir tarafta da gerçekten bu işi layıkıyla yaptığını düşündüğüm insanlar da var. Hani tümden reddedemem ama gerçekten çok verimli ve etkili olduğunu düşünmüyorum. Yine bireye kalıyor biraz, kendini ne kadar geliştirdiğin, okumalar veriliyor sonuçta, bu okumaları yapıyorsun, derslerde gelip tartışıyorsun falan ama çok yeterli olduğunu düşünmüyorum. Çok nitelikli bir eğitim aldığımı da düşünmüyorum. K17:Eyvah! Bence içerikler yetersiz. Yani hani evet bir şeyleri görmeyi sağlıyor, Sosyolojide temel şeyleri görüyorsun, sosyolojiye giriş niteliğinde oluyor, başkası hani bunun çok uzağında oluyor. Ya çok üst seviye ya da çok alt seviyede kalıyor. Bence o aranın tamamlanması gerekiyor. Kuramsal bağlamda birçok alt, o aranın doldurulması gerekiyor. K18: Dersler çok güzel de içeriğinde içeriğinde ve işleyişinde sıkıntılar var bizim bölümde. - Sizi rahatsız eden ne ? İşte çok böyle yüzeysel biraz böyle ....... olmak açıkça söylemek gerekirse. Böyle baştan sağma zaten kimse dinlemiyor, ben farkediyorum bunu hocaların çoğunda - Yani derse gitmesen de geçebilir misin ? Geçerim. Çok geçmişliğim de vardır yani. Hiç kitap okumadan da geçebilirsin yani öyle söyleyeyim. K19: Dersi anlat git, dersi dinle git mantığı ile eğitim görmüş bireylerin öğrenme ve farklı okumalar yapma isteği bölüm ders ve işlenişine karşı bir tatminsizlik duymalarına yol açmaktadır. Sosyoloji derslerinin bile etkileşimi dışarıda bırakarak ezberci bir yaklaşıma eğilmesi eğitim kurumunu anlatırken eleştirdiği durumu yeniden üretmesi öğrenciler için eleştirinin temel dayanağı olarak görünüyor. Bir çelişki barındırıyor gibi görünmektedir. Teorisini anlatıyor ama uygulamada eleştirel yaklaşılan durum tekrarlanıyor. Derslere öğrencilerin daha fazla katılımı ve hocaların daha ilgili olmaları öğrenciler tarafından sıkça dile getiriliyor. 15.Bölümden beklentilerin neler? K1:Ya aslında bölümden beklentilerim bu işleniş tarzında açıkladığım gibi. Daha gerçeğe dokunur olmalı bence. Sadece sınıflarda Marx, Weber’i işlemekle bitmemeli. Birazcık gerçeğe dokunur örneklerle gitmeliyiz. Belki bir gün dışarı çıkıp gözlem yapmalıyız. Böyle olmalı. K2:İdeolojik kısmının biraz daha aşağı çekilmesi. Türkiye’de genel olarak sosyoloji alanında oturmuş, kemikleşmiş bir ideoloji olduğunu düşünüyorum. Bunun birazcık kırılması gerektiğini düşünüyorum. Onun dışında bir beklentim ya da sorunum yok. K3:Aslında bölümden beklentilerim çoğu hocam tarafından karşılanıyor. Ama hani eğer biz sosyoloji okuyorsak, mesela ezberci bir eğitim olmamalı diye düşünüyorum. Kesinlikle bunu, bazı hocaların yaptığını düşünüyorum. Daha teorileri güncel olaylarla değerlendirebilmeliyiz diye düşünüyorum.en azından bize bu yetenek verilmeli. Derslerde 3-4 saat teorik kısmının anlatılmasından ziyade, teoriği 1 saat içinde verip bize bunun güncel olaylarla ya da karşılaştığımız bir durum karşısında bunu nasıl değerlendirebileceğimiz hakkında bilgi verilebilir. Mesela bir Marx’ı anlatırken aylarca Marx’ı anlatmak değil de bunu gündelik hayatta bir sorunla karşılaştığımızda, nasıl bakabiliriz Marksist bakımdan. Bunlar bize öğretilebilir. Biz bunları işte son sınıfta bilincine vardık, öğrendik. K4:Kafa açması. K5:Önce eleştirel bakmayı öğretmeli bölüm, öteki türlü olduğunda kimse eleştirel durmaktan falan bahsetmesin aynı yanlışa düşmüş oluyorlar çünkü. Dayatmaları kırmak lazım. K6.Tek ideolojiyle eğitim verilmemeli. Ben bunu çok saçma buluyorum. Sonuçta aynı şeyleri düşünmek, hissetmek zorunda değiliz. Sosyoloji önce bunu aşılamalı. Sosyoloji bölümü bence insanlara düşünce özgürlüğünü empoze etmeli diye düşünüyorum. sınavda istediğimi yazamıyorum, çok istiyorum ama yazamıyorum yazarsam ne olacağını biliyorum not kaygısı bir yerde engelliyor seni yani. İstiyorsun ki bir an evvel okul bitsin içlerine gireyim kaleyi içten fethedeyim ama bunun için de biraz sabretmek gerekiyor. K7:Bazı dersler sanırım tek hoca tarafından veriliyor.Mesela bir hocamız yığınla not veriyor,buralardan sorunlusunuz diyor.Tamam diğer derslerde de kısmen böyle oluyor ama derste öyle bir anlatıyorlar ki ben orayı okumasam da bir şeyler öğrenmiş oluyorum zaten.Mesela o derste öyle bir şey söz konusu bile değil.Kendi kişisel bilgilerini vermekten ders konusuna gelemedik bir dönem boyunca.Yani böyle olacağına bazı dersleri başka hocalarda verebilir.Öğrenci bir dönem seçmediyse diğer dönem seçebilir.Seneye başka hocanın vereceğini bilirsin seneye alırsın.Böyle bir değişikliğe gidilebilinir. K8:Yazdırsınlar, okuyalım,yorumlayabilelim.Günlük hayatımızda bunu 4. Sınıfa geldiğimizde değil de belki 2. Sınıfta başarmayı daha çok isterdim.En basitinden bir kafeye gidip gözlem yaptırılsın.Tek başımıza bu pek olabilecek bir şey değil.Bu ödev haline getirilince daha kolay olacaktır.Böyle daha donanımlı sosyologlar yetişebilir. K9:Ben eğitim olarak daha iyi bir noktaya gelmeyi bekliyorum. Örneğin bilimsel çalışma yapacağız nasıl yapacağımızı bilmiyoruz.Sürekli hep başa dönülüyor.Bu tarz sorunlar bizim gözlemimizle birazcık değişecek diye düşünüyorum. K10:Belirli tabular yıkabilmek. Öğrenmiş olduğumuz bazı düşünceleri ilerletmek onları tartışmak değil de değiştirebilmek istiyorum.Bu yönde bir eğitim olmalı. K11:Valla ders açmaları konusunda talepte bulundum.Siyasi tarih ve İbn-i Haldun dersi istedim.Ama dediler ki önce biz bu ana şeyleri halledelim,sonra bakalım.Yani bu onlara lüks geldi.Beklentim bu yani. K12:Sosyolojinin tarihini anlatıyorlar.Dünyada ve Türkiye’de gelişimini anlatıyorlar.Kuramları anlatıyorlar.Çoğunluğu slayt şeklinde.Eleştirmeden,örnek vermeden geçtikleri için bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. K13: Açıkçası bölümün en büyük eksiğinin Avrupa tarzı bir eğitim olması bence. Ayrıca pratik olarak çok çalışmalar yapamıyoruz.Bu da büyük bir sorun. K14:Bölümden beklentilerim bana en azından dünyadaki olan biten hakkında bilgi sahibi hani neden olduğunu nasıl düzelebileceğini veya bu olayın bu raddeye gelmesini sebeplerini neler bunları kendi açımdan genel kültür açısından düşünüyorum sadece hani toplum açısından illaki ilerde sosyolog olunca çözüme yönelik şeyler illaki sunulması gerekiyor ama kendi açımdan şu an düşündüğümde hayatı anlamlandırma açısından önemli olduğunu düşünüyorum. K15: Kuramsal temellendirmeleri güçlendirme ve fikirlerin akımların tartışma ortamında anlaşılır hale gelmesi. K16:Benim ufkumu açması yani. Şimdi bile açıyor yani. Bu kadar kötüyken bile açabiliyor. İyi olsaydı yani ben düşünemiyorum. En azından benim gibi yani sosyolojiyi önemli. Sosyolojinin öğrenciye ulaşma şeklinden oldukça rahatsız görünüyor öğrenciler. Eğitimin özgürleştirici ve değiştirmeye yönelik olmaması düşüncelerindeki sosyoloji ile örtüşmüyor. Liseden sonra görmedikleri gerçeklikleri görmekten mutluluk duyan öğrenciler için klasik sosyoloji ders işleme anlayışı artık yetersiz kalıyor. Daha fazla okuma ve daha fazla bilme isteğinin gerçekleşmemesi, hocaların öğrenci katılımını önemsememesi, derslerin tartışmalara yer vermiyor olması sosyolojiden beklediklerine denk düşmüyor. Öğrenciler yaşama aktif bireyler olarak katılımı önemsiyor. 16.Mezun olduğunda iş bulabileceğini düşünüyor musun? K1:Düşünüyorum. K2:Düşünüyorum. Sosyolojinin şöyle bir bölüm olduğunu düşünüyorum, tamamen sonuçları kendine bağlı. Kendini geliştirmeyle ilgili bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Mezun olunca iş bulamayabilirim belki ama 4 yılımı dolu dolu geçirirsem iş bulabileceğimi düşünüyorum. K3:Sosyolog adı altında, hayır. Çok zor. KPSS’ye gireceğim. Bunu sadece akademik kariyerimi elde edene kadar, atanabilirsem bunu yapmak istiyorum ama sanmıyorum. Çünkü sosyologlara Türkiye’de değer verilmiyor. Sosyologlar hep işe yaramaz insanlar olarak görülüyor. Aslında bunun tam aksi de olsa. Gerçi bu son seçimlerden sonra CHP sosyologlarla çalışmaya başlamış ama biraz da geç kalmış. K4:O noktada Türkiye sınırları içerisinde iş sıkıntısı çekebileceğimi biliyorum zaten ben. Çevremde de var zaten mezun olan insanlar. Bunu istemem tabi ki zorlanacağımı düşünüyorum. Zaten hani akademisyen olmak istediğim için o anlamda tabi daha avantajlı olduğumu düşünüyorum. Onun dışında daha zor. K5:Tabiiki .Belki akademik kariyer olmayabilir de.Bunun için zaten birkaç tane hedefim var.Hezimete uğramış olmak istemem. K6:Düşünmüyorum ama tamamen düşünmüyorum da diyemem.Bir yanım çok umutlu.Yani sosyolojinin Türkiye’de gelişimi,bakıyorsunuz ki 19.yy dan beri var olan bir bilim.Ama sanki yeniymiş gibi değerlendiriliyor.O yüzden bir yanımda hiç ümidim yok. K7:Düşünüyorum,evet. K8:Şuan da pek düşünmüyorum.Akademiyi sadece bölümü ilerletmek için istiyorum.Bize miras bırakılmış.Biz bunu ileriye taşımalıyız.Bu da mesleki örgütlenme ile olacaktır.Eğer böyle olursa umudum var tabi ki.Çalışma hayatında bizde olmalıyız. K9:İşte ben akademide devam edeceğim.O yüzden pek kpss ile falan ilgili değilim.Başka işle ilgili bir düşüncem yok. K10:Devlet kademelerinde benim iş bulmam zor.Akademide kalmak istiyorum.Onu da Türkiye’de yapar mıyım bilmiyorum.Dil istiyorlar.Kendimce çaba gösteriyorum.Çok da ümitli değilim. K11: % 50 50 ..%50’im bulabileceğimi düşünüyor ,%50’im bulamayacağımı düşünüyor. K12:Türkiye şartlarında çok umutlu değilim. K13:Ooo çılgınlar gibi! Ya açıkçası sınavlar, şunlar, bunlar, ALES’ti bilmem neydi, benim böyle çok moralimi bozuyor. Çünkü en başta söyledik akademi istiyoruz bilmem ne, kime sorsan akademi istiyordur büyük ihtimalle. Matematikle çok barışık değilim, küsüz kendisiyle yıllardır. İşte ALES’te de matematik çözeceğimi öğrenmiş olmak beni yıktı açıkçası. Sosyoloji için matematik gerekiyor mu onu da bilmiyorum yani. Sosyoloji bölümünden ALES’e girecek bir öğrencini matematik bilip bilmemesi onun hayatında neyi değiştirir, hiçbir fikrim yok. Onun yerine ne bileyim bir okuma listesi verilse, işte o okuma listesinden belli eserler seçilse, temel eserler olsa bunlar, ardından o temel eserlerin sosyolojinin temel eserlerinin üzerine, atıyorum tez niteliğinde inceleme yazıları yazılması istense bence çok daha faydalı olur. Bir ölçülücülüğü olur. En azından o dosyayla gidip bir yüksek lisans programına başvurduğunda insanlar senin ne olduğunu, bu alanda ne yaratıp yaratamayacağını görmüş olurlar diye düşünüyorum. Ama bu yapısal bir sorun, bizimle çözülecek ya da benim burada işte şu olabilir dememle çözülebilecek bir şey değil. K14:Genelde sosyolojiden mezun olanların iş bulabileceğini düşünmüyorum ama ben kendime güveniyorum ya. Garsonluk yaparım n’olacak. Garson sosyolog olabilirim. Ne iş yapacağımı bilmiyorum ama sosyoloji yapacağım emiştim ya bunun için söyledim aslında. Bir garson sosyolog olabilirim mesela. Garsonluktan para kazanır, geri kalan zamanlarda da işimi yaparım diye düşünüyorum. K15: Düşünüyorum, olur yani neden olmasın? K16: Ya mutlaka iş bulacağımm ama nasıl bir iş bulacağım. Kamuda çalışsam da akademisyen olsam da yorucu çünkü birçok sınava girmek gerekiyor. Olması için savaşmak gerek. Sosyolojiyi para kazanacak bir alan olarak görmekten ziyade geliştirmek, anlatma ve daha çok insanın tanımasına çalışmak amacıyla bir yönelim söz konusu sosyolojiye. Öğrenciler ekonomik bir kazanım olarak çok da geleceklerinden umutlu değiller. Bir şekilde para kazanılacak, yaşamın devamı için gerekli ama sosyoloji yapmak para kazanmanın bir aracı değil. Bir miras gibi onu zihinden zihne aktarma arzusu iş bulma derdinden ağır basıyor görünüyor. 17.Sence Türkiye’de sosyolojinin en önemli sorunu nedir? K1:Verilen değerin çok az olması ve tanınmaması. K2:Yine aynı şeye geliyorum, bir ideolojik takıntısı var. Buna takığım. Bunun dışında; bilinmiyor, yeterli önem verilmiyor. Mesela en ufak bir siyasi olayda, toplumsal bir hareketi yorumlamada ne bileyim herhangi bir şeyde sosyolog yerine bir gazeteciyi görmekten rahatsızlık duyuyorum. K3:İnsanların sosyolojinin ne olduğunu bilmemesi ya da sosyoloji eğitimi alan insanların sosyolojiyi anlatmaması. Hani dediğim gibi birisi bize ‘ne olacaksın?’ diye sorduğunda, ‘öğretmen olacağım, şu olacağım’ diye kısa yoldan basite kaçmak yerine daha sosyolojinin ne olduğuna ilişkin bilgilerin verilmesi gerekiyor. İnsanları bu konuda bizim bilinçlendirmemiz gerekiyor aslında. Ama bunu ne kadarımız yapıyor tabi bu da bir soru işareti. Daha fazla değer verilmeli, çünkü bize her anlamda aslında ihtiyaç var. Gerek siyaset gerek medya, her alanda bize ihtiyaç var. Ama devlet tarafından bize çok ihtiyaç verilmiyor,ne yazık ki Avrupa’da gördüğümüz önemi biz burada göremiyoruz. K4:Bence sosyolojiye gerekli önem verilmiyor. Emin olun tekrar sınava girme fırsatım olsa tekrar sosyoloji seçerim ve gerçekten bölüm puanının da yüksek olmasını tercih ederdim. Daha çok çalışsam yine girmek isterdim yani. Hani gerekli değer verilmiyor. Şöyle, sosyoloji okuyan bir insan farkındalığı yüksek olan bir insan zaten. Çevresine karşı, bütün kurumlara karşı, insanlara karşı, hayvanlara karşı, bütün her şeye karşı. Ve böyle insanların toplumda artmasını isterim ben toplumu iyileştirmek adına. O yüzden benim için ayrı bir öneme sahip. K5:Türkiye’de sosyoloji çok gelişmemesi sanırım. İstihdam anlamında yeterli değil gibi. Çok da bilmiyorum açıkçası. K6:Bir araştırma yaparken gerçekten o araştırmayı sırf araştırmak için araştırmak bence. Popülerleşen bazı konular oluyor ve buna yönelim oluyor. Yapılsın araştırmalar ama araştırdım bitti şeklinde değil araştırılan konu içselleştirilmeli bence. Anlamak ve problemi çözmek adına araştırma yapmak gerektiğini düşünüyorum. Diyelim apaçi çocuklar. Bu çocukları gerçekten merak mı ediyorsun yoksa bu alanı kimse çalışmadı hani bunu çalışıyım mı diye çalışıyorsun bu önemli. Çalışmanın ne kadar anlamak ve çözüm bulmak adına olduğu önemli. Bence objektiflik noktası değil de bir sorunun gerçekten insanı sarsması gerekiyor. Diyelim yoksulluk konusu burada sorunun fotoğrafını mı çekeceksin yoksa ona yardım mı edeceksin böyle bir durum var. Toplumsal koşulları değiştirmek adına bir çalışma yapılmalı. Bilimsel araştırma hiçbir şeyi değiştirmiyor. Tabi araştırma için gerekli imkanlar da tartışılır. K7:Sosyoloji dediğimde o ne diye soruyorlar insanlar. Tanınmaması bence. Kaç senede bitecek falan diye soruyorlar .Bence önce sosyolojinin ne olduğu anlatılmalı insanlara insanlara, toplumda ortaya çıkanlar sorunların çözümü için sosyologların gerekli olduğu vurgulanmalı. K8:Sosyolojiye her şeyden önce meşruiyet kaynağı olarak bakılması,genel önemin verilememesi diye genelleyebiliriz.Bunun alt başlığı olarak da meşruiyet kaynağı olarak görülmesi.Sosyologların kendi doğruları doğrultusunda yaptığı araştırmaları değil de araştırmayı yaptıranın doğruları doğrultusunda araştırma yapmaları.Ki bunun somut bir örneği,önemli bir bilim olduğunun bilincindeler,özellikle siyasiler, Gezi sürecinde siyasi aktivistler ile yapılan toplantıda DİSK’in sanırım genel sekreteri bir hanımefendi,gezi parkında sadece siyasi bir durum söz konusu değil sosyolojik bir mesele var ortada diye bir çıkış yapmıştı.Başbakan sinirlenmiş ”hadsiz herif” ve şey demiş” sosyolojiyi sizden öğrenecek değiliz,biliyoruz sosyolojik bir durum olduğunu ”falan diyor.Yani böyle caydırılmaya çalışılıyor.Bilincindeler ve korkmaktalar.Behice Boran’ın susturulmasının sebebi de bu zaten. K9:Sosyolojiyi anlatamamamız sosyologlar olarak,bu bize bir özeleştiri olsun.Soran insan toplum bilimi diyoruz.Sosyoloji aslında toplum bilimi değil.Daha öte bir şey bunu anlatabilmek lazım.Reklamdan çok yürüyen bir ülkeyiz .Kaba bir tabir olacak ama kendimizi pazarlamamız gerekiyor ve bu noktada yetersiz olduğumuzu düşünüyorum.Kendimizi anlatmamız gerektiğini düşünüyorum.Sosyolojiye gereken önemin verilmediğini düşünüyorum.Ama bu da bizle alakalı.Kendimizi ne kadar pazarlarsak o kadar kazanacaktır. K10:birincisi istihdam problemi. Yani bu genellikle devleti düşünen çok insan var ve direk sosyolojide atanamayacakları için farklı alanlara yönelmeye çalışıyorlar.Onların hani bu beyhude çabası beni çok üzüyor.İkincisi,sosyolojiye zaten birbiriyle bağlantılı ama gereken değerin verilmediğini düşünüyorum.Ve hani sadece şöyle görünüyor,araştırma şirketlerinde ve kamuda çalışabilirim,hani bu da birazcık insanların şevkini kırıyor.Sosyolojiye dair meraklarını isteklerini kırıyor diye düşünüyorum.Umarım birazcık daha iyi bilinir ve bu şekilde daha iyi iş imkanları,en azından insanlar için hani onların da sonuçta bilgi almalarını teşvik edecek bir şeylerin olması gerekiyor.Böyle düşünüyorum. K11:Önü kapatılmaktadır. Sosyoloji var ama yaptırmamak için elinden geleni yapıyorlar.Herhalde Türkiye’nin sosyolojisinde en büyük sorun bu.Biz sonuçta kavramlara tek yönlü bakmıyoruz.Bizden korkuyorlar.Bu da bazılarının işine gelmiyor.Çıkarcılık ve faydacılık temelli bakılıyor. K12:Kendi kuramımız yok. Yöntemimiz yok. Yabancılardan aldığımız toplumu okuma yöntemlerini kendi ülkemizde kullanmaya çalışıyoruz. Öyle gidip geliyoruz yani. Başka ne diyeyim. K13:Türkiye’de yabancı bir sosyoloji var. Siyasette de olduğu gibi. Bunun değişmesi lazım. Tam anlamıyla Türkiye’yi içine alan bir sosyoloji olmalı.Türkiye’den örnekler verilmesi gerekiyor ve siyasete yön vermesi gerekiyor.Maalesef olmayan şeyler bunlar. K14: Sosyolojinin ne olduğunun bilinememesi bence. Çünkü herkes hani her hangi bir Türk siyasetinde bir olay olduğu zaman herkes çıkıp kafasına göre yorum yapabiliyor kendini sosyolog sıfatına yerleştirebiliyor ama sosyolojinin daha ne demek olduğunu sosyologun ne işte uğraşacağını ve ne şekilde çalışacağını daha kimse bilmediğini için ben bunda bir problem olduğunu düşünüyorum. K15:Türkiye’de sosyolojinin en önemli sorunu,sadece sosyoloji açısından düşünmesek Türkiye’de ne var doktor mühendis avukat var bu meslek dışındaki bütün meslekler iş yapmaz olarak bakılıyor topluma ne derece katkısı olur ne yapar acaba bu bölüm ilerlerse Türkiye nasıl gelişir böyle bir durum yok, gerçekten çok büyük kurumlardaki insanlarda bile yok , ben mesela şu an TÜİK’ de staj yapıyorum güya adamların sosyoloji kadrosu var evet ama sosyologları sadece 3 ay dayanabildi orda çalışmaya sonra istifa etmiş onlar bile şu an bir sosyolog TÜİK ne yapar bilmiyorlar hani bu Türkiye İstatistik Kurumu diyoruz sonuçta gerçekten büyük bir kurum Türkiye çapında bir kurum. Bu kurum bile bu şekilde düşünüyorsa diğer kurumları düşünmek istemiyorum bile. K16:Çok kapsamlı bir soru bu. Daha kendisine vakıf olamamış hocalar, boyumu aşmasın bu sözler birkaç şeyden esinlenerek bu cümleyi kurdum. Elbette çok donanımlı, vasıflı hocalarımız da var. Belki onlar bunlardan daha fazla orası ayrı mesele. Ama sınavın ölçücü bir şey olmadığı sonucu burada da ortaya çıkıyor. Ne bileyim atıyorum, ODTÜ Sosyolojiden gelmiş bir öğrenci ALES’i, zaten işte üniversite sınavında da ODTÜ’ye gidiyor. Boğaziçi’ne gidiyor, Mimar Sinan’a gidiyor vs. Dolayısıyla ALES vakti geldiğinde de bu adam bu kadın neyse, bizden daha iyi yapıyor kesinlikle. Ayrıca dil büyük bir faktör. Elbette yabancı dili tamamlaması gerekiyor herkesin. Sonuçta sadece ulusal yayın yok, uluslar arası alanlarda da yayın çıkarması gerekiyor akademide çalışan birinin. O yüzden dille ilgili hiçbir şey söylemiyorum ama ALES’in tamamıyla bir saçmalık olduğu düşüncesindeyim. Dolayısıyla bence en büyük sorun ülkenin sosyolojisinin, akademik personel yetiştirmede bence ALES’in belirleyiciliğinin oranının düşürülmesi gerekiyor ki belki bir nebze de olsa kalite artabilir. Ne bileyim insanlar biraz önce de söylediğim gibi, bir dosya hazırlayarak vs. bu şekilde gidip başvurabilir yüksek lisans programlarına diye düşünüyorum ben. K17:Türkiye’de sosyolojinin bence en büyük sorunu ekolleşememe sorunu. Yani bu eğitimle de aynı oranda, bir üniversiteden beklenen 2 şey vardır ya, biri bilimsel araştırmalar yapması; diğeri eğitim vermesi. Türkiye’deki üniversiteler eğitim veriyor ama bilimsel araştırma yapıyor mu bilmiyorum. Bence yapmıyor yani. Hani kendi hocalarımızdan da görüyoruz. Ne katıyorlar bilim alanına. Şu anlamda demiyorum, gerçekten özgün çalışmalar yapılıyor, sınırlılıkları dar olan. Atıyorum bilmem ne köyünün, bilmem ne sorunu üzerine sosyolojik çalışmalar yapılıyor ama kuramsal çerçevede hiçbir katkısı olduğunu düşünmüyorum sosyolojiye. Zaten hani çok tartışılan bir mesele, dışarıdan aktarmacılık. Bilim olunca mesela, sosyoloji bir bilim, ee bu zamana kadar ne yapılmış mesela sosyolojide. Dışarıda oluşturulan kuramsal çerçeveler yabancı dilden Türkçe’ye çevrilmiş ve bu yeni bir şeymiş gibi sunulmuş. Şimdilerde gerçekten sosyal bilimler camiası da buna karşı uyanık bence, ama en büyük sorun hala bu. Bir diğeri de bütün bilim alanları bence usta-çırak ilişkisine dayanmalı. Hoca mesela bilgili gördüğü öğrenciyi yetiştirmeli, daha fazla ilgi göstermeli. Bunu öğrenciyi kayırmak anlamında söylemiyorum ama bilimin gereği budur. Bildiği şeyleri daha pratik yerlerde aktarabilir ancak Türkiye’deki eğitim de böyle bir şey olmuyor. Daha doğrusu bilim gelişmiyor. ÖSS gibi, ALES puanı ne kadar yüksek olan varsa o mesela bilim alanındaki yerlere, konumlara yerleşebiliyor. Mesela sosyolojide yüksek lisans öğrencilerinin yarıdan fazlası artık sayısalcı. Jeoloji Mühendisliğinden, matematikten mezun olanlar gelip sosyolojide yüksek lisans ya da doktora yapıyor. Bu çok kötü bir şey değil ama bence bir şeyin göstergesi. Hani yolunda gitmeyen bir şeyin göstergesi. K18: Güzel soru, ama sanki buna benzer bir soru daha vardı. Ya bence çok devlete yakın olma sorunu var inanılmaz derece ve ayrıca şuanda mevcut hükümetin bunu kullanma gibi bir eğilimi var. Bunu kullanmaya çok müsait bir eğitimle çıkıyorlar okuldan. Yani şey sistem devam etsin yürüsün gitsin. Salla başı al maaşı kafasında bir sosyoloji yapılmasından rahatsızım. Onun dışında mesela TV’lerde çıkıp konuşan insanların laylaylom. Ama çok böyle toplumla ilgili, inanılmaz yaptılar. İnanılmaz laflar etmekten hoşlanıyorlar. Geçenlerde seçimle ilgili tartışılacağı zaman bir adama denk geldim ya dedim bu adam inanılmaz şey sosyoloji birikimiyle konuşuyor ve çok güzel bunu kuruyor, değerlendiriyor, eleştiriyor falan, bunun eksik olduğunu düşünüyorum. Yani biz bu işi çok kendi aramızda yapıyormuşuz gibi. Bir de şöyle bir sorun var; bölümden arkadaşlarımla konuştuğum zaman genellikle şey, halk, halka inelim. Şöyle olsun böyle olsun. Yani böyle bir ayrımın… -tepeden bakıyormuş gibi mi? Yani, verilen eğitimle kendine farklı bir koruma yerleştirme büyük sorun bence. Böyle üstten bakmak inanılmaz büyük detayları kaçırmamıza neden olur. Yani birlikte yaşadığımızda o gündelik akışta olduğumuz görmek gerekiyor. Toplumun sorunuyla ilgilenelim, şöyle yapalım, ya senin sorunun yok mu? Sen kendi sorununun üzerine ilerleyemez misin? Yani bu detay inanılmaz derece kaçırılıyor bence bir de şöyle bir noktaya değinmek istiyorum. Yani Türkiye’deki şeyleri kendimiz görmüyoruz. Yani mesela başka kavramları, başka kuramlar alıp işte şöyle yapalım, işte böyle açıklayalım, bu sayede ortaya kolay gibi bir şey çıkıyor. Her toplumun kendine göre dinamikleri olduğu düşünülmek daha ziyade ama nedir o karşındaki insanın bu okuldan mezun olacak insanların o şeyleri kavramları üretme gibi bir şeyi olamıyor. Kendi işte gördüğü şeyleri adlandırayım. Şöyle yapayım böyle yapayım. Hani bu bakış açısını kazandırmak bence. Sosyolojide lisans olarak da bakabileceğimiz en büyük eksiklik de bu. K 19: Çok fazla öğrenci alınıyor. çok düşük puanla öylesine bile giriyorlar ve çok büyük eksiklik. Okumasan da olmuyor.. böyle bir durum. Sosyolojinin her şey demek olduğunu kavrayanlar onun değerinin bilinmiyor olmasından hatta sosyolojinin başlı başına bilinmiyor olmasından oldukça rahatsızlar. Klasik kuramlardan beslenen, özgün kuramları olmayan bir Türkiye sosyolojisi temel sorun olarak ele alınıyor. Değerinin, kendisinin bilinmiyor olması öğretilmiyor olmasından kaynaklı. Bu da ir sistem taktiği oluyor. Öğrenmemizi, bilmemizi ve uygulamamızı istedikleri belirli şeyler var egemenlerin. Denetlemenin yolu benzeştirmekten geçiyor. Tanımlamanın yolu karşıt olanı yaratmaktan. Mevcut sisteme her şey olması gerektiği gibi diyerek uyum sağlanmasını söylüyor egemen ideoloji. Ve insanların bazı durumları fark etmesi kalıcılık için tehdit unsuru gibi. Sosyoloji de bir taraftan devamını sürekliliğini söylerken toplumun diğer yandan eleştirel bakmayı öğrettiği bireyleri dizginlemeye çalışıyor, hatalı eğitim anlayışıyla. 1 8.Başka eklemek istediğin bir şey var mı? K5:Can sağlığı. K6:Bence bir problem var o da ana konudan uzaklaşmak yani nasıl desem? Seks işçileri ya da siyasi tutuklu insanlara çözüm bulmak ya da çaba sarfetmek varken aşk sosyolojisi gibi bir alanın olması bana çok saçma geliyor. Bu sefer şey ortaya çıkıyor esas konuları ne yapacağız sorusu? Biz önce toplumsal koşulları değiştirmek adına bir şeyler yapmalıyız. Sonra istediğini araştır. Milyonlarca tutuklu, kendini ifade edemeyen insanların olduğu bir yerde yelkenli takımının problemleri gibi bir çalışma yapamam. Problemlerin açık seçik ortaya konularak herkesin enine boyuna düşünüp sorunun çözümünde bir parça olmak gerekiyor. 2.2.2. Akademisyenlik düşünmeyen öğrencilere sorulan sorular ve katılımcıların cevapları aşağıda sunulmuştur: 1)Sosyoloji bölümü kaçıncı tercihinizdi ve neden başka bölüm değil de sosyolojiyi seçtiniz? K1:Ben de çok isterdim başka bir bölüm olsun ama olmadı napalım kader böyleymiş. Puanım yettiği için geldim ama şey bak lisedeyken sosyoloji dersimiz vardı orada sosyoloji dersini sevmiştim. Tercih yaparken sınıf öğretmenliği falan yazabilirdim yazmadım mesela. Tercihlerim psikoloji, sosyoloji , iktisat ve işletmeydi. Bu dördü vardı başka bir şey yoktu. K2:Kesinlikle puanım buna yettiği için tercih yaptım ve 12. sıradaydı. İlk tercihlerimde gelmeyeceğini bile bile PDR yazdım , felsefe vardı bir de . Felsefeyi de isteyerek yazmamıştım yine puanım yetiyor diye yazmıştım içeriğini bilseydim onu da yazmazdım çok ağır gelirdi iyi ki sosyoloji çıkmış felsefe çıkmamış. Ama sosyolojiyi de çok isteyerek gelmedim şu anda da çok isteyerek gelmedim zaten. K3:Benim 4. Tercihimdi, sosyolojiyi tercih etmemin en büyük sebebi aslında lisede felsefe grubu hocamın sosyoloji mezunu olması ve hali hazırda atanmış öğretmen olmasına rağmen doktora yapıyor olmasıydı. Onunla kişisel diyaloğumuzun da gelişmiş olmasının etkisi var. Onun ön ayak olmasıyla sosyolojiyle ilgili çok fazla derslerin açılması da sosyolojiyi daha çok tanımama , lise sosyolojisinden daha ayrıntılı tanımama sebep oldu. Sosyoloji dışında iki tane gazetecilik tercihimdi. Bütün tercihlerim sosyoloji ve gazetecilik üzerineydi. K4:Öncelikle benim üniversitede okuyacağım bölüm meslek getirecek bir bölüm olmamalıydı. Bir bilim olmalıydı ve insanlarla uğraşan bir bilim olmalıydı. Dolayısıyla sosyolojiyi de bunun için seçtim. Bunun dışında tercihlerimin arasında psikoloji ver reklamcılık da vardı. En çok istediğim reklamcılıktı açıkçası ama benim tercih ettiğim dönem sözelden almaya başladı onun için reklamcılığı yazamadım ha iyi ki de öyle olmuş şu an mutluyum. 14. tercihimdi sosyoloji. 4 psikoloji tercihi yaptım ölü tercihti zaten onlar. 8 reklamcılık vardı hepsini yazdım iki tane de sosyoloji yazdım biri Dil Tarih diğeri Hacettepe’ydi Hacettepe alttaydı Dil Tarih oldu. 9. Tercihim de diyebiliriz ölü tercihleri saymazsak. K5:Benim ilk tercihimdi sosyoloji. Güzel bölüm. Böyle toplum moplum, okumalı mokumalı. Bir de Marx falan çok anlatıyor diye. K6:Psikolojiye en yakın bölümdü. Puanım ona yetti ama isteyerek geldim. Düşündüm araştırdım , sosyoloji bölümünün güzel olduğunu düşünüp üç tane tercih yaptım ve hepsi de sosyolojiydi. K7:Sosyoloji aslında onuncu tercihimdi ama ben aslında sosyolojinin geleceğini biliyordum. Üste doldurma tercihler yaptım hukuk istiyordum çok çalışmamıştım. Puanım aslında sosyolojiye göre çok yüksekti ama rahat geçerim, diye düşündüm. Çok çeşitli bir alan gibi geldi. Öğretmen olup bir yere tıkılmaktansa istediğin yerde çalabilirsin gibi. Bir de Dilek vardı onla konuşmuştum o da çok övmüştü arkadaş etkisi de oldu ,okuyan birinin de tanıtması , araştırmam biraz da böyle ne biliyim işte rahat gibi geldi. Tabi öyle olmadığını gördüm sonra o yüzden tercih ettim. Ama bir sene öncesinden falan araştırıp bildiğim bir bölümdü. Son dakika yazıyım gibi bir durum olmadı. Çok okumak gerektiğini , kavramların çok olduğunu duymuştum ama okurken daha iyi fark ettim tabi. K8:Sosyoloji aslında onuncu tercihimdi ama ben aslında sosyolojinin geleceğini biliyordum. Üste doldurma tercihler yaptım hukuk istiyordum çok çalışmamıştım. Puanım aslında sosyolojiye göre çok yüksekti ama rahat geçerim, diye düşündüm. Çok çeşitli bir alan gibi geldi. Öğretmen olup bir yere tıkılmaktansa istediğin yerde çalabilirsin gibi. Bir de Dilek vardı onla konuşmuştum o da çok övmüştü arkadaş etkisi de oldu ,okuyan birinin de tanıtması , araştırmam biraz da böyle ne biliyim işte rahat gibi geldi. Tabi öyle olmadığını gördüm sonra o yüzden tercih ettim. Ama bir sene öncesinden falan araştırıp bildiğim bir bölümdü. Son dakika yazıyım gibi bir durum olmadı. Çok okumak gerektiğini , kavramların çok olduğunu duymuştum ama okurken daha iyi fark ettim tabi. K9:5.tercihim diye hatırlıyorum ama emin değilim. Başka bölümlerde vardı tercihlerim arasında bu tercihim tuttu nedenini düşünmedim. K10:Kaçıncı tercihimdi hatırlamıyorum ama hiç planlamıyordum pat diye seçtim. K11:Benim 17. tercihimdi, psikoloji istiyordum aslında, PDR ve psikoloji tutmadığı için yakın dediler, tercih yaptıran hocalarım o yüzden sosyolojiye geldim, ondan sonra da iyi ki gelmişim dedim. K12:13. Tercihimdi sanırım. Sosyal bilimleri seviyorum psikoloji ve felsefe okumak istemedim yaşadığım toplumu anlamak istedim o yüzden sosyoloji. K13:1.tercihimdi. Aslında felsefe okumak istiyordum fakat felsefe çok soyut geldiği için sosyolojiyi seçtim. K14:8. Tercihimde çok iyi hatırlıyorum. Bu tarz sayısal şeyleri kolay kolay unutmam açık konuşmam gerekirse puanım oraya yetti. K15:Kaçıncı tercihim olduğunu tam hatırlamıyorum, ama toplamda 8 tercih yapmıştım zaten ve hepsi sosyolojiydi. Neden başka bir bölüm değil, sosyal bilimlere ilgim olduğunu düşünüyorum, başarılı olabileceğimi düşündüğüm için sosyolojiyi seçtim, bunda edebiyat öğretmenimin etkisi de büyük K:16Dershanedeki rehberlik hocamın etkisiyle tercih ettim. Yanlış hatırlamıyorsam 9. Tercihimdi. 9 uğursuz sayımdır oradan hatırlıyorum. Bu soruya verilen cevapların büyük çoğunluğunda ‘’başka bir bölümü düşünüyordum ama puanım buna yetti ifadesi’’ yer almaktadır. Bunun dışında bölümü seçmesinde öğretmeninin etkisinin olduğunu söyleyenler ve sosyolojiye isteyerek geldiğini belirtenler olmuştur. Ayrıca bir kişiden de başka bir bölümü düşünüyordum ama puan sisteminin değişmesiyle (reklamcılığın puan türünün eşit ağırlık sözele geçmesi) asıl istediğim bölümü değil sosyolojiyi seçtim cevabı alınmıştır. Sınav sisteminde sürekli yapılan değişikliklerin insanları istemedikleri bölümlere sürükleyebileceği görülmektedir. Bölüme isteksiz gelen öğrencilerin bir kısmının verdikleri diğer cevaplardan sosyolojiye dair düşüncelerinin sosyoloji bölümüne geldikten sonra değiştiği şeklinde cevaplar alınırken asıl istediği bölümden vazgeçemeyen ama sosyolojiye devam etmekte olan görüşmecilerin de bulunduğu görülmektedir. 2)Sosyoloji hakkında bir bilgiye sahip miydiniz? K1:Hiçbir şey bilmiyor değildim. K2:Değildim bana ilk önce psikolojiyle çok yakın bir bölüm dediler, hatta psikolojiyle çift anadal yapabilirsin vaatleriyle girdim ama öyle değilmiş. Hiç bilmiyordum sosyolojinin içeriğine dair hiçbir fikrim yoktu. Sadece dershanede felsefe sosyoloji yakın gidiyordu içerik bakımından sadece oradan bir şeyler biliyordum. K3:Normalde liselerde sosyoloji dersi çok fazla bölümde yok aslında daha çok felsefe ve psikoloji dersi veriliyor. Benim sosyoloji derslerimde , sosyolojik film analizi yapıyorduk. Bahsettiğim hocanın her dersini seçmeli olarak alıyordum ve bu biraz daha sosyolojiyi tanımamı sağladı tam olarak bilgi sahibi değildim ama yine de biraz tanıyordum diyebilirim. K4:Hiçbir fikrim yoktu. Geldikten sonra sosyoloji bu muymuş dedim. Toplumla uğraştığını, toplumu araştırdığını biliyordum sadece lisede sosyoloji dersim de yoktu . Felsefe ve psikoloji dersi almıştım hiçbir şey bilmiyordum sosyolojiyle ilgili. K5:Az çok yani. Lisede dersler falan vardı oradan yani. K6:Etrafımda sosyoloji okumuş insanlar yüksek mevkiidelerdi. İyi işleri vardı ; gazeteci, akademisyen, müsteşar gibi… Ders içeriklerine baktım, sosyologlar nerede çalışır ona baktım ve iyi bana uygun bir meslek dedim. Girerken çift anadal yapacağım diye düşünüyordum, hukuk yada psikolojiden. K7:1 yıl öncesinden araştırıp bildiğim bir bölümdü. K8:Çok değildim. Kitaplardan okumuştum ama lisede de sosyoloji dersi almadım. O yüzden pek bir bilgim yoktu. K9:Sosyolojinin toplum bilimi olduğunu biliyordum ne anlama geldiğini bilmiyordum ama. K10:Değildim yani seçtikten sonra biraz araştırmaya nedir ne değildir bakınmaya başladım açıkçası K11:Sadece toplum bilimi olduğunu biliyordum, çok fazla bir bilgiye sahip değildim. K12:Evet ben fazlasıyla araştırma yapmıştım belirlediğim bölümler hakkında aralarında bana en yakın gelen sosyoloji olduğu için seçimimi bu yönde kullandım zaten. K13:Toplumla ilgili bir şeyler olduğunu biliyordum ama detaylı bir bilgim yoktu. K14:Lisede aldığımda çok ilgimi çekmişti ama üstünde durup düşünmemiştim. Sonra puanım yetince de geldim işte . K15:O zaman sahip olduğumu düşünüyordum, ama bölüme gelip sosyolojinin içine girdiğim zaman o zaman sahip olduğum bilginin bilgi olmadığını anladım. K16: Adını duymuşluğum vardı. Açıkçası çok fazla bir bilgiye sahip değildim. Cevaplayanların bir kısmı sosyoloji hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadan geldiklerini bir kısmı sosyoloji dersi aldığını bu derste kısmen de olsa sosyoloji hakkında bir fikir sahibi olduklarını diğerleri ise sosyoloji mezunu tanıdıkları aracılığıyla ve sosyolojiyi araştırarak bilgi edindiklerini belirtmişlerdir. Bunun dışında sosyolojinin psikolojiye benzer bir disiplin olduğu gibi bir kanıya sahip olduğunu söyleyenler de vardır. 3)Lisede sosyoloji dersi almış mıydınız? Lisans düzeyinde gördüğün sosyoloji dersleriyle arasında ne gibi farklılıklar vardı? K1:Derslerde biraz alt yapımız oluşmuştu. Marx, Durkheim , Weber’i görmüştük, Ferhat Hoca sağolsun.Çok ayrıntı değildi ama genelde güncel konulara bağlayarak ders işliyordu hocamız, hoca bir tartışma konusu açıyordu ders öğrettiği kişiler üzerinden gidiyordu. K2:Yok yok hiç bilmiyordum sosyolojinin içeriğine dair hiçbir fikrim yoktu. Sadece dershanede felsefe sosyoloji yakın gidiyordu içerik bakımından sadece oradan bir şeyler biliyordum. K3:Çok büyük bir fark vardı müfredat çok farklıydı direk kavramlara yönelik daha düz , daha sıkıcı , daha ezbere yönelikti. Burada çok daha farklı bir sosyoloji gördük , daha alana yönelik bir sosyoloji. K4:Lisede sosyoloji dersim yoktu. K5:Ben lisede çok fazla sosyoloji görmedim, son yılımızdaydı. Ama orada sanırım, hatırladığım kadarıyla, bu evlilik tipleri falan var ya sadece onu anlatmışlardı. Yani çok bir şey anlatmamışlardı. K6:Aldım hiç sevmedim. Dersin içeriği saçmaydı. Hocayı severdim ama dersin amacını bir türlü anlayamazdım. Neden bunları öğretiyorlar anlamazdım. Sosyoloji kafasında değildim. Bana göre sosyoloji çakra açılması ama daha o aşamada değildim. Daha önce bir birikime sahip olmamakla alakalı olmalı. Bence müfredat eksik sosyoloji bilmeyen bir adama direk toplum dersen nasıl anlasın adam. Lisansta ilk yıl gördüğüm sosyolojiye giriş dersi de çok kötüydü. Anlattıkları bilgi değeri taşımıyordu. Kültür budur çocuklar kimisi çatalla kimisi bıçakla yer diyordu mesela hoca bunu ben de biliyordum da buradan nereye varıyorduk? K7:Bölüm değiştirmek için elimden geleni yapmaya çalıştım. Lisede bir müfredat vardı en azından ama burada adını bile koyamadığım bir şeyler anlatıyordu hoca. 1. Sınıfta aldığım klasik sosyoloji kuramları dersini veren hocam le hayatım değişti. Başta anlayamadım ama anlattıkları çok önemliydi. Boş konuşmuyordu. Kişilerin düşünüş tarzlarını dolu dolu anlattığı için konu ilgimi çekmeye başladı. Bölüm mantıklı bir hale gelmeye başladı. Anlattığı insanların düşündüğü şeyler hem etkileyici hem de faydalıydı benim için. Gerçekle bağdaşan şeylerdi. K8:Yok hayır almadım. K9:Lisede sosyoloji dersi almamıştım. K10:Evet lisede sosyoloji dersi almıştım. Lisede gördüğüm sosyolojiyle üniversitede gördüğüm sosyoloji arasında çok fark var. Orada bir tane kitap vardı ve ders onun üzerinden işleniyordu yani çok kapalıydı. Üniversitede öyle değil bir kere çok sayıda deneyimli hoca, önerilen çok fazla kitap ve dört yıl boyunca sürecek olan bir eğitim var. K11:Evet almıştım lise sonda. Üniversite sınavı için sadece test çözdüğümüzden dolayı lisans sosyolojisiyle kıyaslayamayacağım. K12:Evet almıştım. Bu kadar çok kitap okumam gerektiğini bilseydim seçer miydim sosyolojiyi bilmiyorum. Lisans düzeyinde sosyoloji çok daha kapsamlı haliyle. K13.Hayır lisede sosyoloji dersi almadım. Almış olsam biraz daha bilgi sahibi olarak seçersim bu benim için daha iyi olabilirdi. Sadece felsefe ve psikoloji dersi aldım. Felsefeyi çok severdim ama çok soyut geldi. Felsefe grubundan daha yakın olan sosyolojiye yöneldim. Sosyal bilimlerden uzaklaşmadım. K14:Lisede sosyoloji dersi almamıştım o yüzden bilmiyorum ne tür farklılıklar vardır ama mutlaka lisans daha kapsamlı karşılaştırmak yanlış olur. K15: Lisede mantık, felsefe aldım ama sosyoloji almadım K16:Yani ayıp olacak belki ama ben onu bile hatırlamıyorum çünkü son sınıf biraz daha üniversiteyi kazanmaya yönelik olduğu için dershanede koşturmaktan okul derslerini pek önemseyebildiğimi söylemezdim K17:Lisede felsefe grubu dersleri aldım ama sosyoloji dersimiz yoktu. Lisede sosyoloji dersi almadığım için şuan gördüğüm sosyoloji dersiyle farklılığını karşılaştıramıyorum. Cevaplayanların bir kısmı lisede sosyoloji dersi almadığını ve bölüme gelmeden bir fikrinin olmadığını, dersi alanların ise bir kısmı ayrıntılı olmasa da lisans için alt yapı oluşturduğunu, bir kısmı da dersi aldığını ama bir şey anlamadığını ve lisedeki sosyoloji derslerinin lisansta gördükleri sosyoloji dersleri ile hiçbir benzerliğinin olmadığını, sosyoloji hakkında yanlış fikir edinmelerine sebep olduğunu belirtmişlerdir. 4)Sizce Türkiye’de sosyoloji eğitiminde en büyük sorun nedir? K1:İnsanların sosyoloji hakkında bir fikri olmaması en büyük sorun bence. Yaşça büyük birisinin size hangi bölümü okuyorsun dediğinde sosyoloji cevabını alınca hıımm diye bir karşılık alacak kadar biliyor. Sosyoloji bilinmediği için önemsiz görülüyor. K2:Özgün çalışmaların olmaması ve ideolojik baskınında etkilerinin çok olduğunu düşünüyorum. K3:Türkiye de sosyolojide önde gelen isimlerin tutarsızlığı ve sosyolojinin bir bilim olarak diğer sosyal bilimlerle etkileşememesi. K4:Fazla teorik işleniyor pratik de pek bir kazanım olmuyor. Sahada çalışma konusunda yetersiz kalıyoruz. K5:Eğitim bağlamında değerlendirdiğimiz de ben teoriye verilen değerin saha çalışmalarına verilmediği kanaatindeyim, öğren geç eğitim sistemi uygulama olmadıktan sonra hiçbir işe yaramaz. K6:Sosyoloji eğitimindeki en büyük sorun bence teorik planın çok fazla olması, uygulamaya yönelik derslerin az olması diye düşünüyorum ve uygulamaya yönelik derslerin son sınıfta mesela bizim üniversitemizde o şekilde nitel ve nicel gibi dersler bence birinci sınıftan itibaren sıkı tutulmalı, en büyük eksik bu. K7:Eğitim olarak düşündüğümüzde sorun her hocanın kendi doğrusunun peşinden gitmesi, yani herkes kendi dersinin derdine düşüyor biraz, anlatamadım ama olaya sosyoloji olarak değil de ders gibi bakılıyor durum böyle olunca da liseden pek farklı olmuyor dersler. K:8Maaşımı alıp otururum mantığında olduğu için hocalar eğitim gelişmiyor bence yenilik kazanmıyor. Bu soruya verilen cevaplarda bir çeşitlilik görülmektedir. Cevaplarda göze çarpan sorunların ;sosyolojinin bilinmemesi, özgün çalışmaların olmaması ve özgün çalışma için gerekli ortamın yaratılmaması, sosyolojinin diğer disiplinlerle iş birliği halinde olmaması, alan çalışmaların eksikliği ve çok teorik olması olduğu görülmektedir. Cevaplar içerisinde en fazla değinilen nokta ise sosyoloji eğitiminin teorik ağırlıklı olması ve alan çalışmalarının yetersizliğidir. Özgün çalışmaların olmaması durumunun Batı aktarmacılığının bir sonucu olduğu söylenebilir. Küreselleşen dünyada gelişmiş ülkeler merkez konumunda iken Türkiye gibi ‘’gelişmekte olan ‘’ ülkeler çevre konumundadır ve bu durum başta ekonomi olmak üzere, sosyal koşulları da etkiler. Yapılan araştırmalarda, eğitim sisteminde bu durumun yansımaları kendini göstermektedir. Yerli kavram üretmek yerine Batı’dan aktarılan kavramları aslına uygun olmayan şekilde kullanmak, Batı’nın kuramlarını Türkiye’ye uygun mu değil mi sorgulamadan benimsemek özgün bir sosyolojinin önündeki engellerdir. Sosyoloji ve sosyoloji eğitimi birbiriyle doğrudan ilintilidir her ikisi de birbirini etkilemektedir ve bu engeller sosyoloji eğitiminde sorunlar çıkmasına sebep olmaktadır. 5)Meslek olarak sosyoloji hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? K1:Çalıştığın yere göre değişir formasyon alıp öğretmen olma ya da dershanede öğretmen olma kısmının bölümümüzle alakalı olduğunu sanmıyorum. Olursa bakanlıklarda ya da özel sektörlüklerde projeler yazmalıyız. Sadece iki bakanlıkla sınırlı olmamalı atandığımız yerler. Toplumla ilgili yapacağımız projelere dahil olabilirsek tamam ama özel sektörde de pek çalışma alanı yok. Ya okulda kalıp akademik çalışmalar yapılmalı ya da bakanlıklarda çalışmalıyız bence. K2:Onu hiç düşünmüyorum zaten istihdam alanı çok yoğun bir alan değil , iş bulamayacağım. Diplomalı işsiz olacağım. K3:Benim niyetim daha alanda olmak , akademiden yana değil de daha çok alanda yer almak kadın sığınma evleri gibi yerlerde çalışıyım daha yardımcı oluyum istiyorum bu işleri sosyal hizmet uzmanları yapıyor. Yeterli olduklarını düşünmüyorum. Biraz daha alana çıkmak istiyorum. K4:Sosyoloji tek başına bir meslek değil zaten bir bilim, bir yaşam tarzı diyelim. Sosyolog olarak atandığında da bir meslek yapmıyorsun aslında. Proje tasarlayıcılığı gibi bir şey yapıyorsun ama sosyoloji bundan daha ilginç bir şey bana göre. Sosyoloji bir meslek getirir ama yanına bir şeyler koyarsın yürür gider. Tek başına bir meslek değil. K5:Devlet! K6:Bence sosyolog olmak bir kesinlikle bir meslek. Düzgün araştırma yapmayı öğreniyorsun. Sosyolog tespit eder bırakır anlayışı var ama bence sosyolog politika üretebilir. Bu bahsettiğim politika siyasi anlamda değil. Bir sorun tespit edilip çözümünde katkıda bulunmak anlamında. Ülkeyi, toplumu kurtaracak sosyologlardır. Benim hayalimdeki akademisyenlik öğretmenlikten arınmış bir halde bulunandır. Akademisyen bir sorunu gidermeye yönelik çözümlerde bulunmalı. Sorunlar karşısında farkındalık yaratmalı. K7:Bölümü bitirdiğimde sosyolog olacağımı düşünmüyorum açıkçası. Bir sosyolog olabilmek için bölümde verilen derslerin yeterli olduğunu düşünmüyorum. Kitaplar alıp kendini geliştirmek araştırmaları adam gibi yapmak tezleri yürütmek gerekir o şekilde sosyolog olabileceğimi düşünüyorum. mezun olduğumda kendimi sosyolog olarak görmeyeceğim en azından. Bir çok kongreye katılmadım, her şey teoride, okudum, derslere girdim çıktım. Sosyolog toplumun içinde olmalı ben hiçbir şey yapmadığımı düşünüyorum. K8:Meslek olarak sosyolog ne yapar hala bilmiyorum açıkçası. Akademik de düşünmüyorum. İnsan kaynakları falan düşünüyorum. K9:Ben gayet olumlu bakıyorum. Mesleki hayatta sosyolojik bilgilerimi kullanabilirsem başarılı olabileceğimi düşünüyorum. K10:Sosyolog olmak çok iyi bir şey bence ama sosyolog olarak kendine iş bulabilmek çok zor. Sosyoloji eğitimimin sonucunda sosyolog olarak çalışamayacağımı düşünüyorum. K11:Yaptığım gözlemler ve aldığım duyumlar sonucu sosyolojinin iş sahasının dar olduğu ve iş bulmakta bizi zorlayacağı kanaatindeyim. K12:Bu konuda bir yorum yapamayacağım çünkü içinde değilim. K13:Ben sosyolojiyi meslek olarak devam ettiremesem de mesleğim her ne olursa olsun sosyolojinin bana katkısının fazla olacağını düşünüyorum. K14:Sosyolojinin öneminin Türkiye'de çok iyi bilinmediğini düşünüyorum, sosyologların da paralel olarak çok iyi değerinin bilinmediğini düşünüyorum. Ama yavaş yavaş insanlar bilinçlenmeye başlıyor, devlette bu konuda adımlar görüyoruz sosyologlar ön plana çıkmaya başladı. Bakanlıklarda belediyelerde artık çalışma alanı bulabiliyorlar ama yine de yeterli görmüyorum eksiklikler görüyorum. K15:Ben meslek olarak sosyolojinin önünü açık görüyorum aslında bu konuda ciddi bir tereddüt var ama bana nedense bölümüm güven veriyor. K16:Sosyolog olarak çalışan mesleğini yapan kimse yok çevremde meslek olarak da pek bölümden de bir bilgi alamıyorum açıkçası. Öncelikle sosyolog olmanın bir meslek olup olmaması konusunda farklı cevaplar görülmektedir. Sosyolog olmanın bir meslek olmadığı bir yaşam tarzı olduğu yönünde bir görüş olduğu gibi, sosyolog olmanın kesinlikle bir meslek olduğu sosyoloğun sorunlara ilişkin politika üretebileceği, çözümler bulabileceği gibi bir görüş de vardır. Sosyolog ne yapar sorusunun toplumun büyük bir kesiminde olduğu gibi sosyoloji öğrencilerinde de olmadığı görülmektedir. Cevapların büyük bir kesiminde sosyoloğun araştırma ve projeler yapması gerektiği , çalışacakları alanların yalnızca bir iki kurumla sınırlı kalmaması gerektiği görülmektedir. 6)Gelecekte sosyolog olarak çalışabileceğinizi düşünüyor musunuz yoksa başka alternatif meslekler mi düşünüyorsunuz? K1:Öğretmenlik olursa kesinlikle tarih düşünürüm ama olmazsa kamuda sosyoloji alanında çalışmak isterim. Bu zor bir soru aslında zaman ne gösterirse..Son çare polisliği bile düşünebilirim. Geçenlerde bir arkadaşım astsubaylık için sınava gireceğini söylüyordu herkes bir alternatif arıyor. Keşke şimdi mezun olmaya bir sene daha olsaydı, son sınıfta iş bulma stresi artıyor. K2:Sosyolog olmak isterim ama o olmazsa özel sektörde çalışmak isterim. K3:Ben sosyolog olarak çalışmak istiyorum. Bu ne kadar mümkün bilmiyorum ama. Türkiye koşullarında ne işte çalışacağından emin olmak çok da mümkün değil. Stajımı kadın danışma merkezinde yaptım. Kadın çalışma merkezinde çalışan sosyologların hiç birinin kadrolu olmadığını biliyorum. 10 tane çalışandan bir tanesi sosyolog ve sözleşmeli çalışıyorlar çok komik fiyatlara. K4:Sosyolog olarak çalışacağımı çok düşünmüyorum , sınava girip memurluk yapmak istemiyorum. Eğer memurluk yapacak olsaydım daha başka bir bölüm olabilirdi. Mesela sınıf öğretmenliği yazabilirdim, çok insan yazmamı önerdi ama ben istemedim memurluk yapıma uygun değil. Saat 8 akşam 5 e kadar çalış birkaç kağıdı imzala bana sıkıntılı geliyor. Kendim bir şeyler üretmeliyim . Öyle bir meslek yapmalıyım, o yüzden sosyolog olarak çalışacağımı sanmıyorum ama benim kafamda daha çok şey var yazarlık yapabilmeyi istiyorum. Bir kitabım olsun , roman olur şiir olur sosyoloji üzerine olur. Birkaç kitabım olsun bir şeyler üretmiş oluyum. Onun dışında yapacağım meslek fark etmiyor. Şu anda çalıştığım yer olabilir hizmet sektöründe çalışabilirim. Marketlerde dahi çalışırım geçimimi sağlasın karnımı doyurayım kapalı bir mekanım olsun çalışabileceğim onun dışında pek de bir beklentim yok açıkçası. K5:Sosyolog olarak çalışmak isterim ama çalışabilir miyim bilmiyorum. Alternatif meslek valla. K6:Kesinlikle sosyolog olarak çalışmak istiyorum. K7:Gelecekte sosyolojinin daha iyi olabileceğini düşünüyorum açıkçası. Olmazsa rehber öğretmenliği düşünüyorum. K8:İsterim ama sosyoloji popüler bir dal olmadığı için alternatif başka meslekler düşünüyorum K9: Ben açıkcası pek bir alternatif düşünmüyorum. Belediyede sosyolog olmak gibi bir gayem var. Umarım başarabilirim. K10:Meslek olarak yapamayacağımı düşünüyorum az öncede söyledğim gibi. Alternatif olarak özel sektörde insan kaynakları, kurumsal iletişim gibi departmanlar düşünüyorum. K11:Nerede çok para verilirse oraya giderim. Sosyolog olarak mı alternatif mesleklerde mi para kazanacağıma bağlı. K12:Akademi dışında sosyolog olarak çalışabileceğimi düşünmüyorum. Akademide kalmayı da ben düşünmüyorum doğal olarak kendimi sosyolog olarak çalışırken görmüyorum. Alternatif meslek tabiki de en büyük hayalim olan Black Books’daki gibi bir işletme açmak. K13:Ya açıkçası illa sosyolog olayım yoksa işsiz kalayım gibi bir tavrım yok mutlaka alternatif meslekler de düşünüyorum günümüz Türkiyesinde düşünmek zorundayım K14:Ben sosyolog olarak çalışmak istiyorum ama Türkiye'de ne kadar iyi sosyolog olabilirim onu bilemiyorum. Belirlenmiş kalıplar içerisinde bir sosyolog olacağım sanırım olursam da onun dışında aile danışmanlığı düşünüyorum, sertifika alıp şansımı deneyeceğim K15:Ben sosyolog olarak çalışmayı da isterim fakat aile danışmanlığı gibi daha kendi işim, kendi ofisim, kendi kararlarımın olduğu bir meslek beni daha mutlu edecek gibi görünüyor. K16: İşim olduktan sonra durup da neden sosyolog olmadım diye sorgulamam gibime geliyor. Cevaplarda başka alternatif düşünmeksizin sosyolog olacağını düşünenler, sosyolog olmak isteyenlerin ama bu durumdan ümitsiz olduklarını dile getirenler, sosyoloji olursa iyi olur ama alternatifler daha cazip olursa niye olmasın diye düşünenlerin olduğu görülmektedir. Türkiye’de bu durum yalnızca sosyoloji bölümü için değil pek çok bölüm için geçerlidir. Diplomalı işsiz olma durumunun pek çok lisans mezununun korkulu rüyası olduğu söylenebilir. Lisans süresince öğrencinin çevresindekiler belli bir beklentiye kapılmaktadır ve lisans süresince alınan eğitimi iş hayatında kullanmak isteyen pek çok kişi işsiz kalabilmekte ya da bölümüyle hiç ilgisi olmayan başka bir alanda çalışmak zorunda kalabilmektedir. Bu durum lisans öğrencisinin 4 seneyi yalnızca üniversite mezunu olma çabasıyla geçirip bölüme gereken önemi vermemeye sürükleyebilmektedir. Aynı zamanda bölüme ve kendisine yabancılaşma sonucunu doğurmakta, lisans eğitimini anlamsızlaştırmaktadır. 7)Sosyoloji eğitiminin ailenizle olan ilişkinize herhangi bir etkisi oldu mu? Nasıl? K1:Annemin olumsuz bir tepkisi vardı. Sosyoloji mi o ne , ne olacaksın falan diyor? Kardeşimin ne olacağı belli mesela, benim değil. Neyse ki çift anadal yapacağımı duyunca rahatladı .Şimdi yalandan öğretmen olacağım diyorum rahatlıyor. K2:Ailem önce sosyolojinin ismini bile telaffuz edemiyordu. Sosyal bilgiler öğretmeninden sosyolojiye kadar geldik. Önce sosyal bilgiler öğretmeni olacağımı sanıyorlardı. Hala içeriğini tam olarak bilmiyorlar sosyolojiyle içeriği aynı gibi düşünüyorlar. Arkadaşı sorduğu zaman annem bitirince psikolog olacak diyor sonra vazgeçiyor sosyolog olacak herhalde diyor. K3:Ee tabiî ki birazcık oldu , ben İzmirliyim , genel bir siyasi görüşü var , ailem daha Kemalist bir duruşa sahip, ben sola biraz daha kaydım. Bundan kaynaklı olarak siyasi görüşle ilgili biraz tartışmalarımız oluyor ama onların çizgisi de çok uzak olmadığı için çok sıkıntı olmuyor. Anlatıyorum akıllarına yatıyor bazen ama çok büyük bir çatışma yaşanmadı aramızda. K4:Aslında oldu şöyle bir şey ben lisedeyken bir ara ülkü ocaklarına gidiyordum arkadaşlarla birlikte ailem de Nevşehirli , biraz muhafazakar biraz milliyetçi bir yapıya sahip Nevşehir. Bir ara ülkü ocaklarına bir ara cemaate gittim. Ailem o milli ideolojinin tamamını alır devletin empoze ettiği ideolojiyi. Türk milliyetçiliğini, Müslüman kimliği. Haberleri izlediğimde falan onlara destek çıkardım şimdi öyle değil. Şimdi onlar yorum yapıyor suskun kalıyorum. Çünkü onu açıklamaya kalksam ikna edemeyeceğimi biliyorum. Bir şey söylerlerse he öyle diyorum kırmıyorum ama onların bakış açısından tamamen farklı bakmaya başladım artık. Çok farkında değiller görüşlerimin değiştiğinden genelde suskun kaldığım için. Söylesem de bir şey demezler de ikna edemeyeceğimi biliyorum ve tartışmıyorum. K5:Olmadı. Yani zaten bu bölümü istiyordum. O yüzden normal devam. K6:Ailemle olan ilişkimi sorguladım. Aileme bağımlı olduğumu fark edip bu durumu değiştirdim. Onları da ikna ettim. Korumacı bir ailedeyim ama felsefi açıdan açık ve özgürlükçü bir aile. Rahatsız olduğum konularda büyük ölçüde mücadele ettim daha da asileştim. K7:Ailem dışında topluma olan bakış açım da değişti. Önceden daha önyargılı kalıpsal bakıyordum bazı şeylere şimdi en azından insanları ötekileştirmiyorum. Hani onların açısından da düşünebiliyordum. Önceden böyle çok at gözlüğüyle bakabiliyordum ama şimdi olanı değil olması gerekenle ilgilenmez diyorlar ya o şekilde bakıyorum. Ailem takdir ederek bakıyor. Keskin çıkışlar yaptığımda babam bir de sosyolog olacaksın böyle insanları nasıl anlayacaksın, önce aileni anlamaya çalış falan diyor. Böyle espiriler dönüyor. K8:Tabi. Ailemi daha çok anlamaya başladım. Yani bizim kim olduğumuzu ailelerimiz belirliyor ya bizi onların meydana getirdiğini çok iyi anlayabiliyorum. K9:İlişki olarak baktığımızda belki çok bir şeyleri değiştirmemiştir ama ben bireysel olarak onlarla ilgili konularda daha sağlıklı şekilde düşünüyorum. Bu da bir şekilde daha sorusuz ve sağlıklı iletişim sağlıyor diye değerlendirebilirim. K10:Ailemi daha çok anlayabiliyorum bence aile hayatımıza baktığım zaman değerlendirmelerde bulunabiliyorum nerelerde ne gibi kırılmalar yaşandığına dair çıkarımlar yapıyorum bu da anlamamı sağladığı için olumlu yönde bir değişim oldu bence. K11:Olayları daha derin düşünmeye başladım. İnsanları anlamaya başladım dolayısıyla ailemi de anlamaya başladım zaman zaman çatışmalar olsa da olumlu yönde etkiledi. K12:Annem olduğunu söylüyor. Eskisinden daha çok dinleyip anlamaya çalışıyormuşum. Bana sorarsan bence hiçbir şey değişmedi. K13:Bu noktada bir etkiden bahsetmem mümkün ama bu iyi bir etki mi yoksa kötü mü o tartışılır çünkü artık daha anlayışlı gibi davransam da daha hassasım ve mutlaka bu da olayları kavramam da beni biraz yanlış yönlendiriyor. K14:Olaylara biraz daha farklı açılardan bakmayı öğrendim, daha geniş bir çerçeveden, daha olgun, daha bilinçli şekilde bakmayı öğrendiğim için ister istemez ailemdeki gözlemlerim ya da yaşadığım şehirdeki gözlemlerim farklılaştı. Sosyolog gözüyle bakmaya başladım çevreye ve aileme ister istemez etkisi oldu sosyoloji bölümünün. K15:Bence olmadı, hatta olumsuz bir etkisi bile olmuş olabilir çünkü sosyoloji böyle saatlerce oturulup çalışılacak dersler yerine daha yoruma, alt yapıya yönelik olduğu için beni ders çalışmazken görmek onları pek mutlu etmiyor. K16:Her ne kadar olmadığını iddia edecek olsam da görmediğim etkiler mutlaka olmuştur. Olayları ele alışım farklılaştıkça, bunu ilişkilerime mutlaka yansıtıyorumdur. Cevapların hemen hepsinde sosyoloji eğitiminin aileleriyle olan ilişkilerine etkisi olduğu cevabı vardır. Bu etkilerin bir kısmı olumlu olarak nitelendirilmiştir. Olumlu olanlar ailelerini daha iyi anladıkları bakış açılarının geliştiği şeklinde cevap verdikleri görülürken, olumsuz etkisi oldu diyenlerde ise çok büyük bir çatışma yaratmadı ama daha çok tartışır olduk , daha önce onlarla aynı yönde düşünürken daha farklı düşünmeye başladım gibi cevapların olduğu göze çarpmaktadır. Bu durumda Bourdieu’nun habitus kavramından bahsedilebilir. Bu kavram kişilerin zevklerinde , davranışlarında , düşüncelerinde geldikleri sosyal koşulların, ailelerinin sahip oldukları eğilimin, çevrede hakim olan görüşün bir ölçüde etkili olduğu anlayışı vardır. Sosyoloji öğrencileri sahip oldukları fikirlerin , dünyaya bakış açılarının dış ortamdan bağımsız olmadığını ve ailelerinden etkilendiklerini fark etmiş ve düşüncelerini sorgulamaya başlamış olma ihtimalleri vardır. Bunun yanında sosyolojinin genel olarak sorgulamayı gerektirmesi de bu durumun ortaya çıkmasında etkilidir. 8)Sosyoloji bölümünde eğitim görmenize ilişkin aldığınız tepkiler nelerdir? K1:Sosyoloji hakkında bilgisi olan birkaç kişi iyi tepki veriyor. Çalışma alanınız geniş şurada da çalışabilirsin falan diyorlar ama onun dışında hıı iyiymiş falan diyenler var. Sosyoloji ne kız diyenler var, sosyal bilgiler öğretmeni oluyorsun değil mi diyenler var. Bitirince doktor mu olacaksın diyenler bile var doktor olacak işte yaa tamam diye konuyu kapatmıştı teyze ama yaşlılığına veriyorum. O gün bölümü değiştirmediysem daha da değiştirmem herhalde. K2:Hiç olumlu tepki almadım diyebilirim. Ne diyorlar? Niye açık öğretimden sosyoloji seçmedin en azından hem çalışır hem okurdun diyorlar. Pek olumlu tepki almadım. Bilmiyorlar ,bölümü de bitirince işsiz kalacak diye düşünüyorlar. K3.Ne iş yapacaksın, sen ne olacaksın diyorlar. Ailenin yaşlılarına genelde öğretmen olacağımı söylüyoruz ailecek. Annem bile ne iş yapacaksın diye sordu. Çok fazla önyargıları vardı ailemin, babamdan destek aldım sadece . Çok da bilgileri yok bölümle ilgili. K4:Onunla ilgili çok güzel bir hikayem var. Bir arkadaşım hukuku kazandı. Hep birlikte gezerdik. Tek gördüklerinde sorarlardı bizi diğer arkadaşın nerde diye. Bir gün geziyoruz okulun müdürüne denk geldik. Kazandığımız bölümleri biliyor müdür. Ona ne güzel şöyle şöyle yap diye önerilerde bulundu. Çok sevdiğim de bir insandı müdür ama bana niye yazdın o bölümü ne yapacaksın diyerek çekti gitti. Onun dışında halamın kızı vardı hemşirelik yapıyordu , bölümü kazandığımda çok güzel bir bölüm önü açılacak falan dedi öyle genelde. Mesela bir tane arkadaşım benden bir yıl sonra gitti benim sosyoloji okumamın falan etkisi oldu o da sosyoloji seçti ama sevmiyordu açıköğretimden başka bir bölüm yazdı iş bulabileceği sonra da köyüne döndü sanırım. Genel olarak sosyoloji nedir diye soru geliyor duyanlardan onun dışında sosyoloji mi hani ne yapacaksın o bölümde diyorlar. K5:Sosyolojiye olmadı benim tepkilerim, genelde Hacettepe’ye yönelik oldu. Sosyolojiyi pek bilmiyorlar yani o var. ‘ne olacaksın’ deyince ‘haa öğretmen mi, ne güzel’ gibi. K6:Beğeni duyuyorum bu mesleğe ilişkin. Çevremde çok fazla sosyolog varmış sonradan da fark ettim ve kıymet veriyorlar bu bölüme. Niye bu bölümü okudun diyen duymadım hiç. Çevremdeki sosyologlar hep başarılı. Hem iyi kazanıyorlar. Hem prestijli mesleklerdeler. K7:İki yıllık mı, ne olacaksın sen, sosyoloji ne, sosyolog ne yapar gibi sorular.. kendimiz bile daha tam bilmiyoruz çünkü bakanlıklarda bile görev tanımı yok. Zorluk yaşıyorum ne olduğunu pek anlamıyorlar. Okumuş insanlardan sosyolojiyle ilgilenmiş kimselerden olumlu tepki verenler var. K8:Sosyoloji nedir, ne yaparsınız? Böyle tepkiler alıyorum. K9:Bu konuda tek bir şey diyemem gayet olumlu tepkiler verip geleceğin mesleği olarak görende var adını bile duymamış olup geleceğin vasıflı işsizi olarak değerlendiren de var. K10:Olumlu tepkiler de var olumsuz tepkiler de var. O ne diyenler çoğunluk da her seferinde anlatmaktan da yoruldum açıkçası ben sosyolojiyi seviyorum insanların da bilip bilmemesi tepkileri artık çok umurumda değil. K11:Genelde pek bilinmiyor ya da benim çevremdekiler bilmiyor. Ne okuyorsun dediklerinde sosyoloji cevabını verince psikoloji gibi bir şey mi deniyor. K12:Sosyoloji güzel bölüm ama iş bulmak çok zor ya mezun olunca napacaksın genel tepkiler bu yönde. K13:Ben genelde çevremden olumlu tepkiler alıyorum, sosyolojinin fazla önemli bir bölüm olduğunu düşünüp ilgi duyanlar önemsiz görenlerden bir hayli fazla.. K14:Ya işte mezun olunca ne olacaksın sen şimdi ya da ne yapıyorsunuz siz şimdi, nerelerde çalışıyorsunuz siz şimdi, sosyolog ne yapıyor, ne iş yapıyor falan gibi çok fazla insanlar bilinçli olmadığı için işsiz gözüyle hani sosyoloji eşittir işsiz gözüyle bakılan çok değeri bilinmeyen bir bölüm olarak görülüyor çevremde de. K15:Ben olumlu tepkiler alıyorum ya tabi psikolojiyle karıştıranı falan da çıkıyor ama genelde benim çevremde önemsenen ve değer gören bir bölüm K16:Aile üyelerim seçimi bana bıraktıkları için bu konuda pek bi fikir beyan etmiyorlar yani bölümüme dair bir tepkileri yok. Diğer insanların tepkileriyle de pek ilgilenmiyorum ben kendim kazanımda bulunmak ve okulu bitirmek niyetindeyim. Soruya verilen cevapların büyük bir kısmı tepkilerin olumsuz olduğu yönünde. Olumsuz verilen tepkilerin bir çoğu insanların sosyoloji hakkındaki bilgisizliğine bağlanırken, bazı tepkiler iş bulma endişesi taşımaktadır. Bölümün açıköğretimden okunup başka bir bölümün yanında yürütülmesine dair cevaplar da vardır. Bir kısmı ise sosyolojiye dair olumlu tepkiler aldığını belirtmiştir. Bölümü bilen tanıyan insanların tepkilerinin çok sağlıklı ve pozitif olduğunu söylerken bölümün önemsendiğini belirtmiştir. 9)Sosyoloji eğitimi çevrenizde olup biten olaylara bakış açınızda ne tür değişiklikler sağladı ve gündelik hayatınızdan bir iki örnek verebilir misiniz? K1:Benim kendi kişiliğimle ilgili olabilir pek bir değişiklik olmadı galiba. K2:O konuda hakkını yemeyeyim sosyolojinin. Bir sosyolog içtiği çay bardağının nasıl yapıldığına hangi işçinin nasıl sömürüldüğüne bakması gerekir bir sosyoloğun demişti hoca. Gerçekten her şeye bambaşka bir bakış açısıyla bakmaya başladım. Toplumdaki normlara uymayabiliyorum artık, biraz daha karşı çıkabiliyorum. Önceden susardım dinlerdim. Toplumdaki kurallara biraz daha başkaldırıyorum artık. Bazı alışkanlıklarım değişti toplum içerisinde olsun ,ailemde olsun. Kadın erkek farklılığı açısından da daha farklı gözle bakıyorum ,değişti yani o konuda hakkını yiyemem. K3:Fazlaca değişiklik oldu, biraz daha bulunduğum taraftan bakıyordum, ister istemez taraflı bakıyorum ama biraz daha değiştim . Kendi görüşümden olmayan fikirleri de dinliyorum artık, daha genel bakıyorum. K4:Daha geniş bakmayı öğrendim, derste öğrendiklerim okuduklarım etki etti. Arka planla dönenleri görmeye başlıyorsun. İktidarın çevirdiği dümenleri görüyorsun. Gösterdikleriyle yaptıklarının farklı olduğunu görüyorsun daha geniş açıyla bakıyorsun. Haberleri izlerken bile bu haber yanlı diyorsun. Bir amaçları var bir düşünceye götürmek istiyorlar haber yapmıyorlar diye düşünüyorsun. Anadilde eğitim olur mu diyordum ilk başta ama şu anda anadilde eğitimi tamamen savunuyorum. Bir insanın kendi dilinden farklı bir dilde konuşmaya zorlanmasına karşı çıkıyorum. O insanların silahsız direnişinin doğru olduğunu düşünüyordum ama silahlı direnişlerinde de çok haksız olmadıklarını düşünmeye başladım. K5:Gezi olaylarından açacağım. Bu derslerle falan düşünmeye çalışmıştım, biraz oradan olabilir. Başka çok da olmadı açıkçası. K6:Her şeye çok daha eleştirel bakıp sorguluyorum artık. Sosyalizme yakın hissediyorum kendimi. Çok daha felsefi bir insan haline geldim. Aklıma gelebilecek her şeyi sorgulayıp değiştirmeye çalışıyorum. Mesela önceden milliyetçi bir kişi benim gözümde faşistti. Yaptığım mülakatlar sayesinde milliyetçi kişilerin bu durumun içini doldurabildiğini gördüm. Bu görüşüm değişti, alışverişe, kadın erkek ilişkilerine bakışım değişti. Toplumun beni mecbur ettiği şeyi yaşamak yerine sorguluyorum. Bu sorgulamanın beni geliştirdiğini düşünüyorum. K7:Az önce de dediğim gibi daha önce hep kendi gözümden yorumluyordum, şimdi başkasının gözünden de kendimi onların yerine koyarak bakıyorum. Eskiden homofobi eskiden o kadar da şey gelmiyordu,şimdi karşıma otursa dinlerim ama öncesinde asla dinlemezdim. Benle aynı ortamda bulunsun istemezdim, ırkçılıkta vardı hafiften. Şimdi görüşlerini sorun etmeden konuşabiliyorum insanlarla. K8:Daha geniş açılı bakabiliyorum. Gerçeği daha rahat görebiliyorsunuz. Örnek olarak da ailemle olan ilişkimi yine örnek olarak verebilirim. K9:Şu an çok fazla örnek veremem belki ama birçok değişiklikten bahsetmem mümkün. Öncelikle insanlarla olan ilişkilerim değişti. Toplumsal olaylara analitik şekilde bakabiliyorum. Bir örnek vermem gerekirse de önceden dinleyici olarak katıldığım kongrelerde sunumlar yapabiliyorum. Daha detaylı anlatamıyorum. K10:Klişe bir söylem olacak ama ciddi anlamda farkındalık kazandım. Değişik açılardan değerlendirip düşünmem gerektiğini öğrendim ve bu gündelik hayatımda ki ilişkilerimi düzenliyor. Ama insanları bu kadar anlayıp anlayışlı davranmak bazen de yoruyor çünkü insanlar bizim kadar anlayışlı olmuyor. K11:Her ne kadar inkar etsem de bir takım değişikliklere sebep oldu. Olayların alt yapısında ki sebepleri düşünmeme neden oluyor veya görmemi sağlıyor. Örnek olarak ne versem ki mesela televizyon da bir haber duyduğum da dikkatimi çekiyor ve gidip araştırma gereksinimi duyuyorum. K12:İster istemez gündemden haberdar olduğum için olup bitenleri biliyorum ve bunlar üzerine bir kaç fikir söyleyebiliyorum. Mesela artık kız değil kadın diyorum. K13:Ya en basitinden ben artık kız kardeşime olayları anlatırken bile tavrımı değiştirdim fazla meraklı bi kardeşim var ve olayları tepeden göründüğü gibi değil temeliyle alt yapısıyla kavramayı öğretiyorum. K14:Yani sosyoloji bölümünde birçok alandan ders gördüğümüz için psikoloji felsefe antropoloji hukuk bu tarz dersleri de gördüğüm için yani sadece teorik şeyler sosyoloji bilgilerinin yanında ister istemez siyasete ilgim arttı gündemi takip etmeye başladım eskiden bu kadar etmezdim falan filan bu şekilde.. K15:Ben artık kendi arkadaşlarımla konuşurken bile fikirlerime daha çok güveniyorum, bu bölüm sayesinde okuyup öğrendiğim çok şey var, söylediklerimin arkasının artık boş olmadığı hissi insana güven veriyor. K16:Mesela eskiden olsa gezi olaylarına ilgim daha az olurdu gibime geliyor verebileceğim en iyi örnek bu. Kendi öğrendiğim bilgilerle gündelik hayattaki olayları temellendirebiliyorum. Verilen cevapların büyük çoğunluğunda sosyoloji eğitimin insanların olaylara bakışında bi hayli değişikliklere yol açtığı görülmektedir. Cevap verenlerin çoğu artık olaylara daha eleştirel, daha sorgulayıcı bir tavırla yaklaştıklarını söylerken, olayları göründüğü şekliyle değil alt yapı ve temelden araştırmaya başladıklarını belirtmişlerdir. Ayrıca sosyolojinin siyasete olan ilgiyi artırdığı ve artık bu konuda fikir sahibi olmanın da tutumlarını değiştirdiğini söylemişlerdir. Soruya verilen olumsuz cevap ise daha çok kişilikle bağdaştırılmıştır. 10)Bölümünüze aidiyet dereceniz nedir? Aidiyet duymanızın ya da duymamanızın nedenleri nelerdir? K1:Doğrusunu söylemek gerekirse kendimi çok da ait hissetmiyorum. Bölüme adapte olamamamın sebeplerinden biri birkaç kişi üzerine kurulmuş gibi belli bir grubun hakimiyeti var. Bir Prof. Bile bir öğrenciye yönelik bir program hazırlıyor ve o programın bize uyup uymamasını önemsemiyor. K2:Onu hiç hissetmedim. Hiç kendimi sosyolog olarak hissetmedim. Sosyolojinin içinde kendimi tam anlamıyla bulmadım. Sosyolojiyi gerçekten benimseyerek okumuyorum. Dışarıdan gelen direktiflerle sosyolojiyi benimsedim. K3:Bölüme aidiyet derecem yüksek , isteyerek geldim. Aradığımı bulduğum da bulamadığım noktalar da var. Belki başka üniversitede olsaydım bu kadar ait hissetmezdim kendimi. Beklentilerimin bir kısmını karşılıyor Dil Tarih’te olmak. K4:Bölüme ait olduğumu düşünüyorum. sosyoloji iyidir, bölümün düzenlediği pek çok etkinliğe katılıyorum. Arkadaş çevrem de etkili bu durumda . K5:Tabi ki çok düşük aidiyetim. Çok uzundur derslere gidip gelemiyorum. Ama bu yıl olacak, bu yıl başlayacağım derslere, bu yıl çok güzel olacak. K6:En yüksek derecede , iyi ki psikoloji kazanmamışım. Bölümümden çok memnunum. Beni çok değiştirdi, geliştirdi. Bu halimi daha da çok seviyorum. K7:Bunu son sınıfta bile tam kuramadım. İlk iki sene bölüme hiç ait hissetmiyordum kendimi. Üçte dörtte biraz oturdu. Kendi çabalarımla oldu birinci ikinci sınıfta bazı hocalarımız lise hocası gibiydi çok basit işliyordu. Üçte dörtte daha uygulamalı dersler falan sosyolog ne yapar ne işe yarar gibi sorularıma cevap buldum. K8:Evet kendimi ait hissediyorum. Sonradan sevdim bu bölümü. K9:Türkiye geneli olarak bakarsam eğer diğer üniversitelerin öğrencileriyle kurduğum ilişkileri de dahil edersem 10 üzerinden 8 verebilirim ama dediğim gibi bu Türkiye geneli bir puanlama kendi okulumda çok kopuk bir sınıf ilişkisi var bölümüme ait hissetsem de bazen sınıfıma ait hissetmiyorum. K10:Bölüm içinde bir aidiyetlik kazanacak etkileşim olmamakla birlikte kendimi ait hissediyorum belli bir nedeni yok ama derslerimi sevmem sosyolojiyi sevmem bu düşünceye sahip kılıyor olabilir beni. Puanla değerlendirmeyi pek sevmiyorum ama illa vermem gerekirse 10 üzerinden 8 verebilirim. K11:Üniversitemi çok sevdiğim için kendimi buraya ait hissediyorum. Puan verecek olursam da 10 üzerinden 7. K12:Bölüme başlarda pek ait hissetmiyordum, derslerde falan sıkılıyordum ve aklımdan hep neden bu bölümü seçtiğimi geçiriyordum, yavaş yavaş adapte olmaya ve keyif almaya başladığımı söyleyebilirim ilerledikçe yani 10 üzerinden 6 verebilirim ama bitirirken bunun artacağını düşünüyorum. K13:Bölümle ilgili bir sorunum yok kendimi ait hissediyorum şimdi 10 üzerinden 10 vermekte olmaz 9 diyeyim ben. K14:Ben 8 veririm galiba ya. Bu kadar yüksek olmasının nedeni benim kendi ilgi alanıma girişiyle de ilgili olabilir tabi. K15:Çok fazla hissedemiyorum çünkü çok fazla etkinliklere ya da uygulamalara katılamadığımız için bölümdeki öğrenciler olarak faaliyet ez olduğu için belki de bilmiyorum. K16.Ben 6 veririm aslında yolun daha başında olduğumu düşünüyorum, henüz yadırgadığım alışamadığım noktalar oluyor bazen acabalarım oluyor ama sınıfım ilerleyip bilgim arttıkça bu durum da mutlaka değişecektir. Kendini ait hissedenler ve hissetmeyenlerin sayısı bir hayli yakındır. Kendini bölüme ait hissetmeyenler genellikle bölüm içi kopukluklardan, iletişimsizliklerden şikayet ederlerken, kendini bölüme ait hissedenler bunun ilerleyen sınıflarda daha da artacağı öngörüsünde bulunmuşlardır. 11)Sosyoloji okumaktan ne ölçüde memnuniyet duyuyorsunuz? Tekrar bir tercih hakkı sunulsa sosyoloji bölümünü tercih eder miydiniz? K1:Dediğim gibi ben sosyoloji okumaktan büyük memnuniyet duyuyorum. Tekrar tercih hakkı sunulsa bu sefer sosyolojiyi 9. Tercihe bırakmaz ilk tercihim olarak yazardım. K2:Bu söylediklerimin üzerine sosyoloji okumaktan memnun değilim desem kendimle çelişmiş olurum herhalde. Gerçekten okumaktan sosyolojinin içinde olmaktan çok memnunum. Tekrar tercih hakkım olsa yine sosyolojiyi seçerim. K3:Dediğim gibi memnunum ama zaten tercih ederek gelmedim puanım yettiği için geldim ben aslında hukuk istiyordum. K4:Sosyoloji okumaktan memnunum. Okudukça daha da çok seviyorum. Tercih hakkı sunulduğunda tekrar sosyolojiyi seçerim K5:Dediğim gibi ben zaten araştırarak bile isteye geldim o yüzden fazlasıyla memnun olduğumu ve bir tercih hakkım daha olsa yine aynı şekilde kullanacağımı söyleyebilirim. K6:Sosyoloji okuduğum için birinci sınıfta pişmandım keşke gelmeseydim diyordum ama şimdi bu bölümün bana çok şey kattığını düşünüyorum her anlamda. Gerçekten kendimi geliştirdiğimi düşünüyorum bu bölümde, birçok alanda bilgi sahibiyim artık tekrar olsa tekrar sosyoloji okur muydum okurdum herhalde. K7:Ben dediğim gibi uyumluluğum oranında memnunum sorgusuz sualsiz tekrar sosyoloji seçerdim diyemem ama bu demek değil ki bölümümden memnun değilim K8:Orta derecede memnunum bu orta derce memnuniyetim memnun olmaya doğru ilerliyor. Soruya verilen cevapların hepsi memnuniyet içermektedir. Fakat genellikle araştırarak gelenler ile puan yeterliliği ile gelenler arasında memnuniyet derecesinde farklılıklar vardır. Memnun olmaktan başka seçenek olmadığı için zoraki memnun olanlar ve isteyerek geldiği ve meraklı olduğu için memnuniyet duyanlar bu noktada ayrılmaktadır. 12)Kişiliğinizle sosyoloji eğitimi arasında ne derece bir uyum olduğunu düşünüyorsunuz? K1:Bunu hiç düşünmemiştim açıkçası. Kişiliğimle uyum olmadığını düşündüğüm için istemediğim bölümdü diyorum açıkçası istediğim bir bölüm olsaydı ilk tercihime yazardım. Ben biraz daha bireysel yaklaşıyorum. Sosyoloji daha genel çerçevede aldığı için konuları ben daha çok bireyin ruh hallerini ele almayı seviyorum. Sosyoloji kafamda bir türlü yerli yerine oturmuyor. K2:Kesinlikle düşünüyorum, bir hocam sosyolog olmak laf ebesi olmaktır demişti. Ben de öyle olduğumu düşünüyorum. K3:Uyum olduğunu düşünüyorum, bana bir şey sorduklarında bana her şey uyar derim genelde. Sosyoloji de öyle ne yöne çekersen o yöne gider. İstersen iktidarın otoritesini sağlamlaştırmayı sosyoloji aracılığıyla yaparsın, istersen anarşi yönüne de çekebilirsin. K4:Okumalardan kaynaklı çok uyum olduğunu düşünüyorum. Özellikle bu şimdi yeni toplumsal cinsiyete falan da böyle bayağı eğilmiş ya, o yüzden çok uyumlu. K5:Bu uyumu son sınıflarda yakaladığımı düşünüyorum. K6:Gözlem yapmayı hep sevmişimdir. O yüzden uyumlu diye düşünüyorum K7:Aslında ilk girdiğim sene önyargılıydım zaman ilerledikçe ve eğitim aldıkca bu önyargım kırıldı. Şuan gayet uyumlu bir hal aldı kişiliğimle hatta bazen sosyoloji okumasam başka okuyacak bölüm bulamıyorum. K8:Okumayı seviyordum sosyolojide çok okumayı gerektiriyor bu yüzden uyum sağlamam kolay oldu. Okunacak dünya kadar şey var okumayı sevmeyen biri için sosyoloji çok zor gerçekten. K9:Her ne kadar uyum sağlamaya çalışsam da başka bir bölüm de kendimi daha çok gösterebilirdim ama sosyolojinin içine girdikçe de ister istemez uyum sağlanıyor. K10:Araştırmayı okumayı seviyorum bu bana yarar sağlıyor sosyoloji eğitimime de. K11: Ben gerek merakım gerek ilgim fazlasıyla uyumluyum, öğrenmeyi, ilerlemeyi seviyorum K12:Ben kendi karakterimi daha çok psikolojik, ben psikolojiyi daha çok istediğim için ilgim alakam daha çok o yöndeydi ama tabi toplum bilimi de toplum insanlardan oluştuğu için bireylerin psikolojilerinin bir bütünü aslında, evet alakalı görüyorum. K13:Ya bu uyumu sağlamak bence biraz kişinin elinden ilgi ve bilgi geliştirildiği sürece uyum da artırılabilir okula ilk başladığımda yapamam gibi gelen şeylerin altından şimdi kalkabiliyorum, ilk sene okuyamadığım kitapları şimdi anlayarak okuyabiliyorum falan… K14:Bence yok ama sonradan mecburi bir uyum içerisine girdiğimi düşünüyorum. Doğal bir uyum yok ama zamanla kazanılmış bir şey. Cevap verenlerin büyük bir çoğunluğu bu uyumu sağladıklarını düşünmektedirler. İlk yıllar ve son yılların uyumluluk derecesinin aynı olmadığı da cevaplar da vurgulanmaktadır. Sosyoloji genellikle okumak, araştırmak ve merakla bağdaştırıldığı için bu özelliklerin kendinde bulunduğunu söyleyenler sosyolojiyle uyumlu olduklarına kanaat getirmişlerdir. Psikoloji isteyip sosyoloji bölümünde okuyanların ise toplumun da insan psikolojisinden oluştuğunu ve bunun da zoraki bir uyum sağladığını belirtmişlerdir. 13)Meslek içi örgütlenmeye nasıl bakıyorsunuz? K1:Pek bir fikrim yok ama zaten işe yarasa açık öğretimin kontenjanı bu kadar fazla olmazdı. K2:Beş kişi örgütlenemiyoruz, ancak beş kişi gelebiliyor. Örgütlenme olsaydı belki sosyologlar daha ön plana çıkardı galiba ama istihdam alanımıza bakarsak bir örgütlenme yok . olsaydı daha iyi bir istihdam alanı olurdu. K3:Olumlu bakıyorum örgütlenme olmalı. Biraz daha birlik olmalı, insanlar birleşerek çalışabilmeli. Akademide de aynı durumda geçerli. Sosyologların birbirinden haberdar olması gerektiği söyleniyor derslerde ama görünen o değil. Yapılamıyor bence örgütlenemiyoruz ama olmalı çünkü hepimiz bu toplumda yaşıyoruz. Daha seviyeli karşıt duruşlar sergilemeyiz. Örgütlenmenin içinde görüşümüze karşıt insanlar da olmalı bu da besler o örgütü zaten. Birbirini pohpohlayan değil , tartışarak birbirini besleyen bir örgütlenme olmalı. K4:Meslek içi örgütlenme yetersiz ama sosyologluğa meslek olarak bakmadığım için meslek örgütlenmesi de çok umurumda değil ama yine de yetersiz. Ama takip ediyorum internet üzerinden yapılanları oldukça yetersiz. Memur olmayacağım için, inşallah o yöne düşmek zorunda kalmam. Umarım memur oluyum da kendimi kurtarayım kafasına düşmem. Gerekli gelmiyor bana örgütlenme. Ama tabi sosyolog olarak çalışılıyorsa bir meslek tanımı olmalı, örgütlenmeliler ama ben katılmam . sosyologlar kendi aralarında anlaşamıyorlar. Bizim bölümde bile belli bir tayfa var muhafazakar, belli bir tayfa var komünisttir belli bir tayfa vardır liberaldir. Örgütlenelim dediğinde de katılım olmaz. Mesela benim tanıdığım kimse örgütlü değil. Bir etkinliğe katılırken örgütlü olanlar belli bir ideolojiyi empoze etmeye çalışıyorlar diye düşünüldüğü için bir çekinme olabiliyor. K5:Sosyolojinin mi? Var mı, bilmiyordum. Olabilir ama kolektif bir harekette ben genellikle rezillik olacağını düşündüğüm için katılmam. Kolektif karaktere kendimi ait hissetmem. Gereklidir diyemem. Topluluk ses çıkardığında daha etkili oluyorsa , sistem böyleyse gereklidir. Emin değilim açıkçası. K6:Bunu daha geçenlerde çok güzel gördük Güvenpark’ta bir eylem oldu çok az kişiydi yani. 10 15 kişi miydi o civardaydı. Gördüm dedim yok yani. Gördüm bu ne ya dedim. Kamuyu çoğu kişi düşünmüyor bizim bölümde ondan galiba. Çok absürt şeylere çok güzel toplanıyorlar. K7:Mantıklı bir şey tabi ki. Öyle bir şey olmalı. Şu an yok bence. Olsaydı zaten sosyoloji daha çok duyulurdu. K8:Bu konuda da olumlu düşüncelere sahibim. Ben aslında olumsuz bir şey pek söyleyemiyorum. Örgütlü olmak kazanım getirecektir. Soruyu da pek açıklayamadım örgütlenmek güzeldir. K9:Meslek olarak var olunmaya ve örgütlenmeye çalışıldığını düşünüyorum ama çok da bir fikrim yok. K10:Bu konuda pek bir fikrim yok. Daha meslek içi örgütlenmeyi yorumlayacak kadar bu işin içine girdiğimi düşünmüyorum. K11:Meslek içi örgütlenme kopuk meslek olarak sosyoloji kendine pek bir yer edinememiş durumda zaten. K12:Bu konuda yorum yapabileceğim kadar fikrim yok aslında, kendi hocalarımdan, çevremden gördüğüm kadarıyla tam anlamıyla bir birlikten bahsetmek pek mümkün değil sanırım K13:Çok fazla olduğunu düşünmüyorum, sosyoloji kongreleri düzenleniyor yada işte bazı etkinlikler yapılıyor çok fazla katılım olduğunu düşünmüyorum K14:Biz aslında sosyoloji öğrencileri olarak bu konuda biraz tutukluk yaşıyoruz diyebilirim kendi bölümümüzdeki örgütlenmemiz, diğer bölümlerde olandan daha zor oluyor, bu insanların sosyolojiye ait hissetmeyişiyle de alakalı olabilir tabi. K15:Meslek içi örgütlenmekten ne kastediyorsunuz anlamadım ama insanlar biraz dediğim dedik çaldığım düdük. Paylaşıma açık değiller kendi bildiklerini okuyorlar e doğal olarak bunda örgütlenmede sorun oluyor. Bu soruya genellikle fikrim yok cevabı verilmiştir. Bu cevabın dışında sosyoloji öğrencileri olarak örgütlenme konusunda tutukluk yaşandığına değinilmiştir. Genellikle örgütlenememek, birlik olamamaktan, insanların paylaşıma açık olmamasından, kopuk olunmasından bahsedilmiş ve düzenlenen etkinliklere, kongrelere katılımın çok fazla olmamasına değinilmiştir. Bir kaç kişi ‘’örgütlenme olmalı ‘’derken’’ Örgütlenme var mı bilmiyorum. ‘’diyen de olmuştur. Örgütlenmeyi ve kolektif bir iş içinde olmayı olumsuz ve rezillik olarak görüp örgütlenmeye katılmayacaklarını da belirten cevaplar olmuştur. Örgütlenmenin gerekli olduğu gibi bir anlayış vardır ama kimsenin bu örgütlerin oluşumu için bir çaba göstermediği görülmektedir. 14)Aldığınız derslerin içeriği ve derslerin işlenişi hakkında ne düşünüyorsunuz? K1:Türkiye’de sosyoloji üzerinde çok durulmadığını düşünüyorum her derste Marx işleniyor ama Ziya Gökalp neredeyse hiçbir derste işlenmiyor. Fikirleri belki özgün olmayabilir mesela ama Türkiye’ye görüşlerinin nasıl uyarladığını bilmek isterim. Ama eserlerine bakılınca hocaların niye atıfta bulunmadığı anlıyorsun zaten. Türkleşmek , İslamlaşmak ,Muasırlaşmak gibi. Komünist mi yapacaklar bizi direk bir sol vurgusu. Özde varsa olursun zaten. K2:Ben aldığım derslere önce büyük bir umutla giriyorum çok şey öğrenebilirim diye sonra hocaların içi boş anlatıldığını görüyorum. Derslerin işlenişi bir defa soyut ve alanda işleyemiyoruz. Alana inmemiz gerekiyor ama alanda sorunları göremiyoruz. Hep teorik çerçevede hocaların anlattığı kadarıyla kalıyor ya da hocalar bir iki ödev veriyor ödevleri yapıp teslim ediyoruz. İlkokul mantığı gibi. K3:Bazı dersleri anlatan hocaların kendilerini yenilemediğini düşünüyorum. Uzun yıllardır anlatılmış notların bize hala anlatıldığını ders içeriğinin yenilenmediğini görüyorum bazen. Hocalar kendi yenilenmelerini yaşıyorlar ama kendilerini çok kaptırmışlar bunlara literatürü yenilemeye vakit bulamayabiliyorlar. Çok iyi dersler de var, içeriği çok güzel olan, gündemi çok iyi yakalayan hocalar da var. K4:Hocaya göre değişiyor, bazı dersler var hoca için bile zaman kaybı. Derse gelmek yerine gidip bir şeyler okusa araştırma yapsa daha iyi olur. Kimisi slayt üzerinden yapıyor sonra da mail atıyor mailden baksak da olur yani ekstra bir şey anlattığı yok. Hem bizim açımızdan vakit kayı hem hoca açısından slaytı okuyup geçiyor. Ama bazı dersler oluyor tartışıyorsun dolu dolu geçiyor. Hiç kaçırmak istemiyorsun. Onun dışında bizim okulda bütün sosyal bilimlerin bir arada bulunması güzel. Benim ilk yıllarımda öyleydi istediğin bölümden ders seçebiliyordun. Şimdi kontenjanı az açıyorlar başka bölümlere. Coğrafyadan ders almışlığım vardır mesela. O açıdan güzeldi iyiydi. Şimdi GABNO yu etkilemiyor başka bölümden alınan derslerin çoğu önce öyle değildi. K5.Çok teorik derslerimiz bizim. Gerçek hayatta böyle bir şey, mesleki anlamda çok bir faydası olacağını düşünmüyorum. K6:İçerikler boştu çoğu zaman, bazı hocaları tenzih ediyorum. Öğretim tekniği kötüydü, daha iyi olabilirdi. Yönlendirme yoktu. Sudan çıkmış balık gibi hissettim kendimi. Sosyolog olarak çalışanlar gelip bizle görüşmeliydi. Sizin üniversitede (Ankara Üniversitesi) oldu mesela bu. Nelere dikkat etmemiz gerektiği söylenmeliydi. K7:Hocadan hocaya değişiyor açıkçası. Alttan aldığım derslerde bu çok fazla fark ediliyor. Bazı hocalarda çok teorik geçiyor bazılarında da yapılan projeler anlatılıyor. Sınıf içinde de olsa pratiği kavratabiliyor yani. K8:Derslerden memnunum. İlk sınıfta diğer dallardan ders aldık. Şimdi sosyoloji dersleri alıyorum ve memnunum derslerden. Derslerimiz daha çok teorik tabi. K9:Aldığımız derslerden birkaç tanesi hariç gayet verimli olduğunu düşünüyorum. Araştırma ve teori derslerini çok seviyorum ve kaçırmamaya çalışıyorum. Benim ilgimi toplumsal yapılarla alakalı olanlar daha çok çekiyor. Bir şikayet de bulunacağım iki üç ders farklı isimlerle geçiyor fakat içerikleri aynı bu da tekrar gibi oluyor ve sıkıcı oluyor. K10:Aldığım derslerin içerikleri yarar sağlıyor hocalarım alanlarında iyi olduğu için derslerin işlenişi de eğitiyor fakat saha çalışmaları olmasını da tercih ederim. K11:Derslerin işlenişini seviyorum daha farklı bir şeyleri daha aktif katılımı ben yapamazdım. İçerik olarak da olması gerektiği gibi bence. K12:İçerik konusunda bir sıkıntı yok ama işleniş tarzı bildiğimiz okuyorum dinleyin tarzında bu da sıkıyor isteği azaltıyor. K13:Derslerin bizden alımı ve beklentisinin daha farklı olması kanaatindeyim, ezberleyip yazarak aldığım yüksek bir not bana gelecekte pek de yarar sağlamayacaktır. K13:Yani çok genel bi soru ama uygulama fazla olsa iyi olur teoriden çok uygulama olsa ya da sadece birinci sınıf teorik olsa daha iyi olur diye düşünüyorum. K14:Ya ben sanırım şu an olayın biraz alt yapı sağlama kısmındayım bilgi depoluyor olarak görüyorum kendimi, bu bilgileri alanda kullanabileceğim derslerimin gelmesini bekliyorum, mesela senin gibi araştırma yapmak benim için heveslendirici. K15:Ben doğru sıra ve düzen içerisinde dersleri aldığımı düşünüyorum. İşleniş konusunda biraz daha canlı ve sahaya yönelik olursa iyi olur en azından teori içinde boğulmamış olur biraz da olsa nefes alırız. Türkiye'de sosyoloji üzerinde pek durulmadığı ve genellikle Marx anlatıldığı ifade edilmiştir. Büyük bir çoğunluk derslerin çok teorik olduğunu ve sahaya inilmediğinden bahsetmektedir. Bu kadar teorik dersin saha konusunda bir yarar sağlamayacağı görüşü vardır. Hocaların kendilerini yenilemediği, dersin veriminin hocaya göre değiştiği ve bazı hocaların slaytdan ders işlediği ve bunun da zaman kaybına yol açtığı cevaplar arasındadır. Ders isimlerinin farklı olsa da aynı içerikli bir kaç dersin olmasına da değinilmiştir. Derslerin içeriği ve işlenişinin kişiden kişiye değiştiği gibi cevaplarda vardır. Derse ilişkin görüşler üzerinde ders veren akademisyenlerin tutumlarının büyük ölçüde etkili olduğu görülmektedir. 15)Bölümden beklentileriniz neler? K1:Bölümde çok mutlu değilim ne derste dinlediklerim tatmin ediyor , ne iş garantim var bindik bir trene bakalım. Belki Dil Tarihle alakalıdır, sosyolojiyi seviyorum aslında ama burada sosyoloji ve felsefe şey yuvaları- ses kaydındayız değil mi şimdi-. Çoğunun amacı farklı , ideolojisini vurgulamak için geliyorlar. Çardaktakilerin hepsi sosyolojiden felsefeden sanki. K2:Bölümde bence ilk önce değişmesi gereken , madem sosyolog olacağız toplumdaki gerçek sorunlara değinmek lazım , biz sürekli kuramcıları anlatarak geçmişe takılıyoruz. Tamam kuramcılar da işlensin ama günümüz sorunlarıyla ilişkilendirilmesi gerekiyor. Alana inip anketlerle mülakatlarla sonuçlara varılması ve gerçekler, görmek gerekiyor. Biz hep geçmişteki kuramcıları işliyoruz ama toplumda daha geçerli konular var. K3:Ders içerikleri ve bazı alanların olmayışı, bazı istediğim alanlarda çalışamıyorum. Okulda din sosyolojisi dersi yok ve biz Dil Tarihteyiz. Bazı derslerin açılmaması beni çok rahatsız ediyor. Derslerin biraz artırılması gerektiğini düşünüyorum. Aynı içeriğe sahip dersler yerine olmayan dersler açılmalı. K4:Bir şeyler katmalı bir ders, dönem bittiğinde arkaya baktığında bir boşluk olmaması gerekiyor. Şunları şunları yaptık bana şunlar katıldı demek gerekir. Bir gelişim sağlamalı öğrencide. Bazı dersler bunu sağlıyor ama bazı dersleri hiç almasam da olur diyorum. Bazıları da bana bakış açısı katıyor yeni şeyler fark ediyorum, ya da şu etkinliklere katıldım,kendimi biraz daha geliştirdim, sosyolojiyi biraz daha iyi tanıdım diyebiliyorsun daha iyi oluyor. K5:Yani böyle işte iyi bir bölüm olsun. Ne beklerim? Dur ben de bir düşüneyim. Biraz daha böyle dediğim gibi saha araştırması falan yapıp, hakikaten böyle, özellikle ben Kürdistan’la ilgili sosyologların araştırma yapmasını isterdim. Hani böyle kapı açmak için olabilir. K6:Akademisyen bir sorunu gidermeye yönelik çözümlerde bulunmalı. Sorunlar karşısında farkındalık yaratmalı. K7:Birinci sınıftaki giriş derslerini veren hocalar çok gereksiz, ben bu hocalara çok taktım. Birinci sınıf dersleri yüzünden ben bölüme taktım. Ezber sorular soruyorlar. K8:Teoriyi öğrenirken bir yandan araştırma yapmayı isterdim. Bu işte profesyonel insanlarla birlikte sahada çalışmayı isterim. K9:Açıkçası bir beklenti içinde değilim benim hayata dair de bir beklentim yok zaten. Şaka bir yana bana ilerde ki sosyal yaşantım için büyük katkıları olacağı kanaatindeyim buda benim için yeterli. K10:Bölüm bana vereceklerini veriyor pek bir beklentim yok beklentilerim kendimden verilenleri ne kadar alıp kendime yararlı hale getirirsem benim için o kadar iyi. K11:Bana iş olanağı sağlasa benim için yeterli. K12:Saha çalışmaları daha çok olursa yani olursa çünkü hiç yok gibi bir şey daha iyi olur bu yönde bir beklentim var. K13:Aslında bölümden beklenti insanın kendiyle alakalı. Beklentiyi yüksek tutup hiçbir şey yapmazsanız olduğunuz yerde sayarsınız. K14:Hocalarımdan memnunum bizim bölümün hocaları gerçekten çok donanımlı ve çok ilgili, tabi hepsinin ayrı ayrı ders işleyiş tarzı var belki hani dediğim gibi uygulamaya yönelinse, örnekler gündelik hayattan verilse, bazı hocalarımız bunu yapıyor ama birçok hoca yapmıyor özellikle teorik derslerde daha çok gündelik hayattaki olayları yorumlama, daha çok inceleme hem bizim bilgilenmemiz açısından hem de bu işi daha iyi öğrenmemiz açısından bence daha iyi olur. K15:Bölümden beklentilerim neler, yani dediğim gibi bana sosyolojiyi teorisiyle uygulamasıyla her şeyiyle öğretmesi, bir taraf eksik olsun istemiyorum. K16:Bölümden tek beklentim benim beklentimi karşılayabilecek olması bu konuda bölümle anlaşabiliriz. Bu soruya genellikle teori ve sahanın içi içe olduğu bir eğitim istemiyle yanıt verilmiştir. Toplumdaki gerçek sorunlara değinilmek istendiği ve kuramcılara takılıp kalmak yerine araştırma, mülakat yapılması isteği vardır. Bir kişi bazı alan derslerinin açılmadığını ve bunun kendisine çok rahatsızlık verdiğini belirtmiştir. Aynı içerikli dersleri açmak yerine din sosyolojisi gibi alan derslerinin açılması gerektiğini belirtmiştir. Akademisyenlerin sorunlara yönelik çözümlerde bulunması gerektiğine dair bir cevap vardır. Bir kaç kişi beklentisinin olmadığını söylemiştir. Bölümün sağladıklarını kendileri için olumlu yöne çevirebilme beklentisinde olan görüşler de bulunmaktadır. İş olanağı yetersizliğinden dolayı mutsuz olanlar ve DTCF deki sosyoloji ve felsefe bölümlerinde bulunan öğrencilerin ideolojik vurgularından rahatsız olduğunu içeren bir cevap 16)Mezun olduğunuzda iş bulabileceğinizi düşünüyor musunuz? da bulunmaktadır. K1: Ben zaten alternatif bir meslek düşünmediğim için hedefime de çalışırsam ulaşabileceğimi düşünüyorum bu durumda da işsiz kalmış olmayacağım. K2:Evet iş bulabileceğimi düşünüyorum. Özel sektör düşünüyorum geniş bir saha yıpransam da iyi bir şeyler yapabileceğimi düşünüyorum. K3:İşsizlik gibi bir Türkiye gerçeği varken pek umutlu değilim ama okuldan çıkınca göreceğiz diye düşünüyorum. Umarım bende bir baltaya sap olurum. Anneme babama bağlı kalmam kaç yaşına geldim sonuçta. K4:Genel durum iş bulma konusunda olumsuz olsa da bulabilirim diye düşünüyorum. K5:Ben kendimi geliştirdiğimi ve iş bulabilmeyi hakettiğimi düşünüyorum ama haketmek günümüzde elde etmeye yetmiyor ne yazık ki. K6:Yani düşünmüyorum şans biraz da ama çalışıyoruz bir şekilde emeğinin karşılığını alırım diye düşünüyorum. K7:Ben belki bu konuda biraz fazla pozitif bir bakış açısına sahibim ama düşünüyorum ya. K8:Ben düşünüyorum kendimi yeterince geliştirdim diye bir fikrim var ve bu da beni işsiz bırakmaz bence. Cevapların genelinde görüşmecilerin çevresindekilerin iş bulamayacaklarına dair bir umutsuzluk yaratmalarına rağmen sosyolog olarak olmasa da herhangi bir iş bulabileceklerine dair bir inanç vardır. Kendisini çok geliştirdiği için bulabileceğine dair yorum varken özel sektörde alternatif meslekler sayesinde iş bulabileceğini düşünen de vardır. İşsizliğin Türkiye gerçeği olduğu ve zor da olsa bulunabileceği yorumu da vardır. Genel cevaplar iş bulunacağına dairdir. 17)Sizce Türkiye de sosyolojinin en önemli sorunları nelerdir? K1:En başta siyasi görüş, iktidardan dolayı şekillenen eğitim sistemindeki çarpıklıklar. Çok fazla bölüm açılıyor, 4 yıl okuyoruz ama çalışacak alan yok. Bizle bütünleşmiş bir sosyoloji olduğunu da düşünmüyorum. Amerikadaki , Fransadaki ekolleri görüyoruz zaten tamam bunları bilmek gerekir ama bize özgü bir sosyoloji olduğunu düşünmüyorum. K2:Aslında hepsi birbiriyle bağlantılı ama sosyoloji gerçekten somut şeylerle ilgilemiyor hep soyut şeyler. Alana inemiyoruz , gerçek sorunlara değinemiyoruz. Her kurum birer sosyolog çalıştırsa ve yaptıkları iş önemsense belki sosyologlar daha önemsenecektir yani. Önem verilmiyor. K3:Çok güzel bir soru. Aslında o kadar çok problem var ki disiplinler arasılığı tutturamama durumu, alakasız öğrencilerin olması, psikoloji olmadığı için sosyolojiye gelen nicelik kaybı oluşturan öğrenciler. Biri konuşurken oflayıp poflayan öğrenciler beni rahatsız ediyor. Bazı noktalarda benim görüşüme uygun dersler veriliyor ama başka bakış açılarına göre düşündüğümde daha genel olmalı. Ben burada Ziya Gökalp, Mukaddime okumuyorum. Biraz daha genelin gösterilmesi gerekiyor. Her şeyiyle geniş kapsamlı olması gerektiğini düşünüyorum. İster istemez hocalar da kendi görüş alanından anlatıyor.Bunu rahatsız edici buluyorum. Bir tek bizim üniversitede değil, İstanbul Üniversitesinden biriyle konuştuğumda da bana Marx anlat diye ağlıyordu resmen. Görüşüme uygun olsa da olmasa da ben Ziya Gökalp de dinlemek isterim. K4:YÖK gibi bir kurum dolayısıyla öğrenciler bir üniversiteye gireyim de hangi bölüm olursa olsun düşüncesi, sosyolojiyi istemeyen insanları bölüme dolduruyor. Ve bu kişilerden akademik personelin çıkması da kaliteyi düşürüyor. Sosyolojiyle uğraşacak, zamanını harcayacak insan gelmeli. Ben buradan gidiyim memur oluyum fikriyle gelen bir insan için sosyolojinin ona pek bir şey katacağını sanmıyorum. Bizim okulda bu sorun çok belirgin olmasa da küçük üniversitelerde daha fazla. Neredeyse tamamı öyle geliyor ve tamamı piyasaya yönelik nasıl iş sahibi edebiliriz diye piyasaya yönelik ders koyuyorlar. Bunlar dışında herhangi ekleyebileceğin bir şey var mı?yok ama bence şu açısından biraz sosyoloji eğitimi eksik kalıyor o da ekolleşme bence ekoller gelişmeli ve ekolleri savunanlar tartışmalı, eleştiriler yoluyla ekoller birbirlerini geliştirebilmeli. K5:Türkiye’nin mi? Bilmem ne olabilir ki? Bir düşüneyim. Hiç önemi yok ki sosyolojinin Türkiye’de yani. Kimsenin toplumu önemsediği yok. K6:İş imkanı ve donanımlı mezun etmemeleri. Bizleri nelerin beklediğini söylemiyorlar. Değerimiz bilinmiyor. K7:Bence sosyologların tanınmaması , sosyolojinin ne olduğunun bilinmemesi, sosyolog dediğinde halkın gözünde sosyoloğun bilinmemesi, hadi halk bilgisiz cahil diyelim ama devlet de tanımlamıyor en büyük sorun bu bence. K8:Sosyolojinin bilinmemesi bence. Sosyoloji okuyorum deyince sorulsun istemiyorum. Bu büyük bir sorun. K:9 Geleceğin mesleği gözüyle bakılmasına rağmen hakkında çok az şey biliniyor ve daha öncede dediğim gibi bu da sosyolojinin önemsiz anılmasına neden oluyor. Sosyoloji öğrencileri sosyolojiye sahip çıktıkça sorunlarının aşılabileceğini düşünüyorum. K10: Türkiye de sosyolojiye siyasetle bir bakılması ve sosyalistler olarak yaftalanması sosyolojiye olumsuz bir etkisi var. Çeviriler üzerinden öğrenilip konuşulması da bir diğer sorun. Onun dışında araştırmalara yapılmayan yardımlar ve engellemelerde hem heves kırmakta hem de gelişmeyi engellemekte bence bu sorunlarında kısa vadede aşılacağını pek sanmıyorum. K11:İş alanının dar olması en büyük sorunu bence bölümlerin bu sorun çözümü üzerine gitmesi lazım. K12:Ciddiyetsizlik, sahadan uzak kalmak gibi sorunları var. Ciddiyetsizlik derken sahiplenilmemesi. K13:Gereken değerin verilmemesi gibi klişe bir cevap vereceğim ama ne yazık ki doğru. Bu işin içinde olanlar bile bazen ilgisiz, kendi şahsi çıkarlarımızı bir kenara bırakmalı adımları sosyoloji için atmalıyız K14:Sosyolojinin en önemli sorunları dediğim gibi insanlar sosyoloji konusunda çok bilinçsiz, ne olduğunu bile bilmiyorlar aslında bence doktorluktan ya da mühendislikten çok daha değerli bir bölüm ve meslek bence bu konuda insanlar bilinçlendirilmeli lisedeki derslere zorunluluk sağlanmalı, bir temel atılmalı ve önü açılmalı yani bu bölümün, ben biraz da bu bölümün siyasi olarak engellenmeye çalışıldığını düşünüyorum çünkü sosyologlar çok geniş bir bakış açısına sahip bunun eğitimini alıyorlar gerçekten toplumda yöneticilerin,siyasetçilerim nasıl bir yöntem izlediğinin gayet iyi farkındalar bilinçli insanlar sosyoloji okuyan öğrenciler bu durumların hükümet bilincinde olduğunu düşünüyorum ve biraz da sosyolojinin önünün açılmamasını buna bağlıyorum, insanların bu saflığını ve bilinçsizliğini korumaya çalışmak gibi değerlendiriyorum. K15:Dediğim gibi bir örgüt sorunu var, aslında başaramayacağını anlayan kenara çekilse sosyoloji için büyük bir ferahlama olur, zorunluluktan meslek edinmiş olanların ben sosyolojiyi yavaşlattığını düşünüyorum. K16:İnsanlar. Bence yeterince açık bir cevap oldu. Sosyoloji doğru anlaşılırsa sorunlarında çözüleceğini düşünüyorum. İnsanların bencilliği ve anlama yetersizliği sorun oluşturuyor. Bu soruya verilen cevaplar arasında genellikle sosyolog olarak çalışabilecek alanın olmadığı söylenmiştir. Çoğunlukla verilen diğer bir cevap ise sosyolojinin bilinmediğine dairdir. İktidardan dolayı şekillenen eğitim sistemindeki çarpıklıklara değinilmiştir. Sosyoloji okuyanların farkındalık içinde olduğu ve iktidarın bundan rahatsızlık duyduğunu bu yüzden sosyolojiyi engellediğine dair bir görüş vardır. YÖK'den dolayı insanların bir bölüme yerleşmek için yerleştiği psikolojiye puanı tutmayıp sosyolojiye gelip nicelik kaybı oluşturan öğrenciler verilen cevaplar arasında. Fakültelerin kendi ideolojileri açısından eğitim vermesi bir fakülte sadece Marx üzerinden anlatırken diğer bir fakültenin Ziya Gökalp üzerinden anlatması tek bir perspektif kazandırılması ve Amerikan, Fransız ekollerine bağlı kalınıp Türkiye'ye dair özgün bir sosyoloji olmadığı da verilen cevaplar arasındadır. 2.2.3. Öğrencilerinin ailelerine sorulan sorular ve katılımcıların verdikleri cevaplar aşağıda sunulmuştur: 1.Sosyoloji hakkındaki düşünceleriniz nelerdir ? K1: Toplumu ve toplumsal değişimleri anlamamıza yardımcı olduğuna inandığımız önemli bir bilim olduğuna inanıyoruz ve öyle düşünüyoruz. K2: : Bize bak sosyoloji hakkında sadece çocuğun bize dediği toplumbilim diye bir şey tamam mı? Biz bundan başka hiçbir şey bilmiyoruz yani. Biz onu biliyoruz, başka bir şey bilmiyoruz, toplum bilim olduğunu biliyoruz. K3: Sosyoloji, yani şöyle söyleyeyim, sosyoloji (sosyolog?) olduğunda basınla, yayınla, insanla birebir ilgilenen Aktivitelerde bulunan insan, meslek dalı deyim. Böyle düşünüyorum. K4: Sosyolojiyi ; din, dil, ırk , cinsiyet gözetmeksizin hayata dair tüm renkleri bünyesinde barındıran kocaman bir şemsiye gibi düşünüyorum. K5:Sosyoloji hakkındaki tek düşüncem acaba mezun olduktan sonra ne olacak ne yapacak diye gelecek kaygımın olması K6: Tanım olarak biliyorduk sadece bölüme başlamadan önce pek bir bilgi sahibi değildik. K7: Ülkenin şartlarına baktıkça sosyolojiye daha fazla önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sizin yaptığınız gibi bu tarz araştırmalara önem verilmeli. Topluma ait araştırmaların daha fazla olması gerekir. Sosyolojinin Türkiye’de yok denilecek kadar az olduğunu düşünüyorum. Sosyoloji ne kadar ilerlemiş olursa refah ve fikir olarak insanların daha fazla ilerleyebileceğine inanıyorum. Sadece isteyen insanlar aldığı için önemi anlaşılmıyor. K8: Toplumla ilişkili bir alan olduğunu söyleyebilirim K9: Sosyoloji aslında benim branşımla çok yakın bir alan sayılır. Psikolojik danışmanlık yapıyorum. Sosyolojide yani işte ben bireylerle çalışıyorum, sosyoloji de kitlelerle çalışıyor toplumla çalışıyor. Yani mesleğimin kavramsal anlamda bakarsam çok yakın bulduğum bir alan, mesleğime yakın bulduğum bir alan. Aynı zamanda kızım da sosyolog. Dolayısıyla bazı şeyleri paylaşabiliyoruz. O, işte, benim çok bireysel bakış açımı daha geniş bir bakış açısıyla, değerlendirmeleriyle bana katkı vermiş oluyor aslında. Yani böyle bir ilişkinin varlığından söz edebiliriz. Hani siz öyle sosyolojide, sosyolojiyle ilgili ne düşünüyorsunuz deyince aklıma ilk gelen şeyler bunlar. K10: Sosyoloji hakkında bilgim yoktu. Sosyal hizmet okuyan bir tanıdığımız vardı. Onun sayesinde bilgi sahibi oldum ben de. İnsan ve toplum ilişkileriyle alakalı bir bilim olduğunu biliyoruz. K11: Güzel bir meslek olduğunu düşünüyorum. İnsanlara yardım etmek ve ulaşabilmek önemli. Bu durum kişiye göre değişiyor tabi K12:Sosyoloji insan bilimi, insanların diğer insanlarla etkileşiminden doğan bir bilim. Kızımın da topluma faydalı nesiller yetiştirmesi en büyük onurumuz K13: Sosyoloji toplumun ve toplumsal olayların yorumlandığı değerlendirildiği ve çözümlenerek sonuca ulaştığı bir bilimdir K14: Toplumbilimi olduğunu biliyorum. Sosyoloji çok bilinmeyen bir dal pek bir fikrim yok. Hiçbir iş bulamazsa dershanede öğretmen olur gerçi dershaneler de kapatılacak bu imkan da kalktı artık. Bu arada bu soruyla sosyolojinin ne olduğunu öğrenmem gerektiğini fark ettim gerçekten internetten bakıyım bir ara. K15: Sosyoloji toplumsal bilim diye düşünüyorum. toplulukta insanlarla geneli araştıran bir bölüm diye... İlk görüşte aşk değildi bizim hikayemiz çokça mantık evliliği, çöpçatanlarının dershane hocaları olduğu. Öğrencinin sosyolojiyi seçmesinin dolayısıyla ailenin de sosyolojiyle yakınlaşmasının hikayesini kısaca size böyle özetleyebiliriz. Sosyolojiyi seçen öğrencilerin ve ailelerinin bu bölümü seçerken sosyoloji hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıklarını görüyoruz. Sosyolojiyi seçmedeki en büyük etken sınavda alınan puanın tercih etmek istedikleri yeri değil de sosyolojiye yetmesi sonucu kötünün iyisidir mantığıyla aile, dershane hocası ve öğrencinin ortak kararı olduğu gözlemlenmiştir. “Puan olarak ele aldık. Bölümü seçmesinde puan önemliydi en fazla dershane hocasıyla birlikte aldığı puana göre girebileceği en iyi yeri yazmasını istedik. Birlikte alınmış bir karar oldu. Bizim de desteğimiz oldu. Ancak son karar çocuğumuzun oldu” 7. görüşmecimizin yukarıdaki sözleri tam da anlatmak istediğimiz şeyi özetlemektedir. Ailelerden gelen genel cevaplar bu yönde olmuştur. Bunun yanında bazı ailelerde ise tercihi etkileyen neden olarak çevrelerinde sosyolojiyi tanıyan birilerinin olması söz konusudur. “…Çevremizde sosyal hizmet ve sosyoloji okuyanlar var. Sosyolojiyi tercih etmesinde özellikle abisi etkili oldu…” diyor 10. katılımcımız. Bazı aileler ise tercihi tamamen çocuklarına bıraktıklarını söylemişlerdir. Bunu belirten ailelerde öğrencilerin neden sosyolojiyi seçtiğini daha ayrıntılı bir biçimde bu çalışmanın diğer bir parçası olan öğrenciler bölümünde daha ayrıntılı bir şekilde bulabilirsiniz. 1. Çocuğuz sosyoloji bölümünü kazanmadan önce sosyoloji hakkında herhangi bir bilginiz var mıydı ? K1:Evet görmüştük. Lisans eğitimi aldığımız yıllarda ders olarak almıştık ve bilgi sahibiydik. K2: Hiçbir bilgimiz yoktu. Sosyolojiyi kazandım dedi gitti. Dedik bu neymiş? Dedi toplumbilimi. Toplumbilimi neymiş dedik? Hani dedi böyle dedi ailelerin araları bozuyor dedi onları düzelmek için yani psikolog gibi bir şey dedi. Başka bir şey bilmiyoruz. K3: Yoktu. Zaten kızımın merakıyla buraya kadar geldik. K4: Evet. Çünkü sosyoloji okumak istemiştim. K5: Hayır. Herhangi bir bilgiye sahip değildi:m K6: Genel olarak tanımsal düzeyde biliyorduk pekte bilgi sahibi değildik daha öncesinde. K7: Sosyolojinin içinde değildik. Böyle bir bilim dalından haberimiz vardı. Sosyolojiyi seçerken bu bölümü yüzeysel olarak biliyorduk. Bilgimiz duyuma dayalıydı. Ayrıntılar ve içeriğine dayalı bilgiyi çocuğumuz bölüme başlayınca öğrendik K8: Çocuğumun bu bölüme yönelmesinden sonra ilgi ve alakamız başladı. Fakat öncesinde pek fazla bilgi sahibi olduğumu söyleyemem K9: Alanlar hakkında genel anlamda, psikoloji, sosyoloji hakkında bilgimiz vardı. K10: Sosyoloji hakkında bir bilgi sahibi değildim ancak tanıdıklar vasıtasıyla ve çevremde sosyolog bulunması nedeniyle ben de bu bölüm hakkında az çok bilgi sahibi olmaya başladım K11: Yoktu ancak daha sonrasında araştırdım. Bu araştırmayı tercih aşamasında yaptım K12: Açıkçası çok iyi bilinen bir bölüm değil. Çevremizde psikolojiyle mi alakalı şeklinde sorularla karşılaşıyoruz. K13: Çok fazla bir bilgim yok yüzeysel olarak fikir sahibiydik. K14: Hayır şimdi de değilim. K15: Hayır yoktu oğlumun kendi tercihi, isteği doğrultusunda oldu. Biz yönlendirmedik Sosyoloji seçen öğrencilerin ailelerinin çoğu sosyoloji hakkında tercih aşamasından önce bilgi sahibi değillerdi. Bazı ailelerde eğitim düzeylerinin yüksek olmasından dolayı sosyoloji bilincinin olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda sosyoloji bilgisine etki eden en önemli faktör almış oldukları eğitim düzeyidir. Diğer ailelerde ise ya hiçbir bilgi yoktur ya da çevredekilerin etkisiyle kulaktan dolma bir bilgi elde etmişlerdir. Sosyolojiyi seçimden sonra ise ailenin sosyoloji bilgisinde anlamlı bir değişme olmamıştır. Sadece sosyoloji hakkında hiçbir bilgisi olmayan ebeveynler çocuğu sosyolojiye başladıktan sonra yüzeysel bir bilgiye sahip olmuşlardır.8. katılımcımız çocuğu sosyolojiyi seçmeden önceki bilgisi ‘Çocuğumun bu bölüme yönelmesinden sonra ilgi ve alakamız başladı. Fakat öncesinde pek fazla bilgi sahibi olduğumu söyleyemem’ şeklinde söylerken şuandaki bilgisini ‘Toplumla ilişkili bir alan olduğunu söyleyebilirim’ şeklinde tanımlamaktadır. 2. Çocuğunuzun meslek seçiminde etkili olan bir kişi var mı ,varsa kimdir? K1: Bölüm hakkında bilgi sahibiydik. Kızımızı biz yönlendirdik ve teşvik ettik. Sosyoloji bölümünü seçmesinde yönlendirmeyi biz yaptık. K2: Dershanenin etkisi oldu. Dershane Muğla diye bir şey demiş. En son Muğla’yı yazdık. Muğla Sosyoloji çok iyi bir yer demiş. Muğla’yı da en sona yaz demiş. En sona da orayı yazdı. Muğla çıktı. Önceki tercihlerimizin hepsi şeydi işte… Bilmem Ankara’yı tercih ettik, Ankara’nın hepsini tercih ettik. Eskişehir’i Anadolu’yu tercih ettik. Ondan sonra Konya’yı tercih ettik. İstanbul’u tercih etme dedik. İzzet Baysal’ı tercih ettik. Hepsini tercih ettik ama en son burayı yazdık burası çıktı. Yok canım başka dallar vardı. Sınıf Öğretmenliği vardı. Kamu yönetimi, maliye bunların hepsini tercih ettiydik, en son burası çıktı. K3: Kızım direk kendisi tercih etti. Eşim mesleği nedeniyle o zamanlar sosyal hizmetteki çocuklarla bir ara ilgilendi. Bunun da etkisi oldu. Yani zaman aşımı(?) buraya kadar getirdi bizi. K4: Herhangi bir etkimiz olmadı. Ancak bu bölümde okumasından mutluyuz. K5: Olumlu veya olumsuz hiçbir etkim olmadı. Çocuğumun verdiği karar doğrultusunda arkasında durduk. Kendi kararını kendisi verdi. K6: Anne ve babadan ziyade ablası ve dershanesinin yönlendirmesiyle seçti bölümü K7: Puan olarak ele aldık. Bölümü seçmesinde puan önemliydi en fazla dershane hocasıyla birlikte aldığı puana göre girebileceği en iyi yeri yazmasını istedik. Birlikte alınmış bir karar oldu. Bizim de desteğimiz oldu. Ancak son karar çocuğumuzun oldu K8: Daha iyi bir bölüm okumasını istedim fakat puanı benim aklımdaki hukuk ve psikoloji gibi bölümlere yetmemesi sonucu alternatifleri inceledik. Sonuç olarak sosyoloji bölümünün de gelişmekte olan bir bölüm olması nedeniyle çocuğumu sosyoloji bölümüne yönlendirdim K9: Şimdi bunlar birbirine yakın alanlar olduğu için tabi ki TM alanındaki seçilebilecek meslekleri sıralayın derseniz, işte insana ilgisi olan birisi seçecek derseniz şu meslekleri sıralayabiliriz; Psikoloji, sosyal hizmetler, PDR, sosyoloji. Hani bireyden topluma doğru şöyle gidersek, böyle bir sıralama önümüze geliyor. Bizde kızımla konuşurken evet yani, bunları konuşuyorduk. İnsanla çalışmak, insan sorunlarıyla çalışmak isteyen birisi için alanlar bunlardı ve konuşuyorduk da bunların üzerinde. Yani benim etkim vardır mutlaka. K10: Ankara’da bir üniversite olmasını istedik. Çevremizde sosyal hizmet ve sosyoloji okuyanlar var. Sosyolojiyi tercih etmesinde özellikle abisi etkili oldu. Lisedeyken alanı sayısaldı ancak sözel zekası daha kuvvetli olduğu için sosyal hizmet istiyordu. Puanı yetmeyince tercihlerde sosyolojiyi yazdı. Ayrıca ilk senesinde bir yerleri kazanmak zorundaydı. Tekrardan hazırlanmak istemediği için sosyoloji yazdı. Sözelden öğretmenlik istedi ancak biz önermedik K11:Kendisi istedi. İnsanlara karşı sıcak kanlı ve yardımı seven olduğu için kızıma yakıştırdığım bir alan K12: Kızım sosyoloji bölümünü kendisi isteyerek yazdı. İnsanlarla ilgilidir ve toplumsal sorunlara karşı duyarlıdır. Biz de anne-baba olarak kararlarına saygı duyduk K13: Sosyal ve sözel konularda başarılı olacağını düşündüğüm sosyoloji bölümünde de başarılı olacağına inandım ve bu bölümü tercihlerinin arasına eklemişini tavsiye ettim. K14:Benim bir etkim yok açıkçası kendi seçti. Türkçesi iyiydi o yüzden seçti diye düşünüyorum. Uluslararası ilişkiler okumak istiyordu puanı yetmeyince sosyolojiyi yazdı. K15: Kendisi diye düşünüyorum. öğretmenleri sözel bölümü iyi olduğu için lisede felsefe sosyoloji ikisinden birini tercih etmesi gerektiğini, öğretmenleri daha doğrusu felsefe seçmesi gerektiğini söylediler ama oğlum sosyolojiyi tercih etti. kendi isteği doğrultusunda, herhangi bir şey yapmadık. : yok onun başarılı olabilmesi için kendi isteği Doğrultusunda herhangi bir şey söylemezdik, yönlendirmezdik. meslek açısından ileride para kazanma açısından tabi ki başka meslekleri olmasını isterdim ama herhangi bir şeyde bulunmadık özel tepkide bulunmadık seçsin veya seçmesin diye. 4. Çocuğunuz sosyoloji eğitimine başlamasıyla birlikte bir değişim yaşadı mı ? K1: Evet bir değişme var. Toplumsal olaylara daha duyarlı olmaya başladı. K2: Sosyolojiye gitmeden önce her zaman şey derdi psikolog olmak istiyordu. Çünkü en çok o olmak istiyordu. Yani bu da ona yakın olduğu için bunu seçti. Bu gelince buna gideyim dedi biz de gönderdik. Şimdi değişiklik farklılık var yani tabi ki ama şey olarak mı? Yaş olarak mı? Dışarıya gittiği için mi? Ya da okuduğu bölümden mi bilmiyoruz. Örnek derken mesela toplumda otururken daha çok katılma, yani ortam düzeltme, yani anlayışlı bir şekilde anlatma. Bir şeyi daha farklı iyi yönüyle anlatma…Kendine güveni, yani bunlarda farklılık var. K3: Hayır sadece kendi içine daha çok kapandığını görüyorum ben sebebini de bulamıyorum. valla şöyle söyleyeyim; genel yaşantıyla ilgili herhalde. Sosyolojiyle alakalı olacağını sanmıyorum. K4: Evet. Hayata daha geniş bir çerçeveden ve daha detaylı bakmaya başladı K5: Kendine güveninin arttığını, üzerindeki utangaçlığı attığını gözlemledim K6: Değişimler var. Bölüme başlamadan önce siyasetle toplumsal olaylarla pek ilgilenmezdi şimdi daha duyarlı daha ilgili. Olaylara daha ayrıntılı ve farklı bakmaya başladı. K7: Fazlasıyla bir değişiklik göremiyoruz ancak daha fazla düşünmeye başladı. Fakat bölüme başladıktan sonra bizimle daha fazla tartışır oldu olaylarla ilgili. Olaylara bakış açısı derinleşti. Öğrendiklerini anlatma ve fikirlerini paylaşma gibi bir durumun artması söz konusu oldu. K8: Kendine güveni arttı. Toplumdaki yerini benimsemeye başladı ve sosyal alanda kendini oldukça geliştirdi. Ailemizdeki pozisyonu da değişmeye başladı. Artık olaylara daha objektif bakıyor. K9: Evet çok çok bence etkisi oldu nasıl bir etki? Daha analitik bakmaya başladı aslında yani sosyoloji eğitiminin ona kattığı en önemli şey bence daha analitik bakmak, eleştirel düşüce. Daha mesela benim bakışım her zaman daha birey odaklıdır mesleğimden de kaynaklanıyor. Ama mesela kızımın bakış açısı her zaman daha kapsamlı ve geniştir. Bu, bu süreçle, eğitim süreciyle de çok onun dünyaya bakışı insana bakışı etkilendi ve gelişti. Yani ben bunu bizzat gözlemlemiş oldum. K10: Evet değiştiğini düşünüyorum. Önceleri yorum yapmazdı ancak üniversiteye başladıktan sonra duyarlılığı arttı. Siyasal ve toplumsal olaylara ilgisi arttı. Bu durum üniversitede okumasıyla alakalı bir durum. Sosyoloji eğitimi de bilgi haznesini genişletti K11: Akademi istiyor kendisi. Değişim oldu. Sosyalleştiğini ve çevre yaptığını düşünüyorum. İletişimi daha iyi oldu K12: Sorunlara daha kolektif bakış açısıyla yaklaşıyor diyebilirim. Kardeşiyle olan ilişkilerinde ya da komşuluk ilişkilerinde olsun ılımlı ve insancıl yaklaşımı söz konusu diye gözlemliyorum K13: Evet var. Bu bölüm onun daha sosyal ve aktif olmasını sağladı. Olayları daha iyi yorumlamasını ve daha eleştirel bakabilmesini sağladı. K14: Sol görüşe kaydı daha çok biz sağ görüşlüyüz. K15: Acaba ben düşünüyorum, biraz değişiklik oldu. okuduğu bölümle mi ilgili yaşıyla, olgunlaşmasıyla mı ilgili diye düşünüyorum. daha olumlu şeyler oldu kendinde zaman içerisinde evet. Davranışları insanlara karşı toplumsal bakışı o tür... bana krşı davranışları olumlu yönde iyiye doğru gitti diye düşünüyorum. Ebeveynlerde sosyoloji anlamlı bir değişmeye neden olmazken çocuklarda anlamlı bir değişme olduğu aileler tarafından gözlemlenmiştir. Genelde aileler, öğrencinin toplumsal olaylara duyarlılığın arttığı yönünde olduğunu belirtmiştir. Bu da bize sosyoloji eğitiminin öğrencilere ‘sosyolojik imgelemi’ kazandırdığını göstermektedir. Kendine güven, sosyallik gibi bireysel gelişim kaydettiğini söyleyen ailelerde vardır. Olumsuz bir değişiklik olduğunu belirten bir aile olmamıştır. Bunun yanında aileler de bizim gibi bu değişikliği sadece sosyolojiye bağlamaktan kaçınmaktadır. 3. Çocuğunuzun sosyoloji bölümünde okumasıyla ilgili çevrenizden aldığınız tepkiler nelerdir sorusuna verilen cevaplar K1: Daha çok şimdi kızınız ‘ne iş yapacak? mezun olacak?’ Gibi sorularla karşılaştık. K:2 Komşuların tepkisi hiçbir şey olmadı. İlk başta okulu bitirdikten sonra gel bi’ bizim psikolojilerimizi bi’ düzelt. Herkesin düşüncesi buydu yani. Başka bir şey değildi. Hiç şey yapmadılar(olumsuzlamadılar?) K3: Merak ediyorlar. Mezun olunca ne olacak, ne yapacak. İşte hangi işlerde çalışacak onu merak ediyorlar. Bizde izah etmeye çalışıyoruz dilimiz döndüğünce. Hayırlısı olsun diyorlar. Çünkü insanların çoğu da bilmiyor sosyolojiyi hani mezun olduktan sonra neler olacağını veya yetersiz bir bilgiye sahibiz. K4: Zaman zaman “aaa ne güzel “ zaman zaman da”iş alanı dar” gibi yorumlar alıyorum. K5: ‘Sosyolojinin ne olduğunu, mezun olduktan sonra iş bulmada zorlanmayacağı bir bölüm mü?’ Sorularıyla karşılaştım K6: Sosyoloji hakkında pek bilgi sahibi olmadıkları için ‘ne iş yapacak ne olacak’ tarzında sorularla karşılaştık. K7: Bilmeyenler de çok ancak sevinenler de var. Çalışkan bir çocuk olduğu için mutlaka iyi bir bölümdür gibi tepkiler aldık K8: Bölüm hakkında bilgiye sahip olmayan insanların endişesiyle yaklaşması haricinde bu bölümü seçmenin hata olduğunu söyleyen insanlar da çok karşımıza çıktı K9: Şimdi Ankara da bir üniversitede okuyor olduğu için, Hacettepe Sosyoloji’yi okudu, çok öyle olumsuz değerlendirmeler almadık. Yani hani burası işte başkent burada bir üniversite ki Hacettepe de adı sanı bilinen bir üniversite. Çok eleştirel bir şeyler hatırlamıyorum. Bu biraz herhalde şeyle de ilgili yani işte kızım memnundu hani ilk biraz bölümü tanıyana kadar bocaladı ama bölümü tanıdıktan sonra hani iyi ki de burayı seçmişim çok sevdim dediği için çevreye yansıyan şeyde böyle şeydi. Olumlu bir şey olduğu için böyle çok negatif şeyler hatırlamıyorum sosyolojiyle ilgili. K10: Tıp, hukuk gibi meslekler bulamadın mı şeklinde tepkiler var. Ancak çevremizdeki bazı insanlar sosyolojiyle ilgili bilgi sahibi oldukları için hem Yıldırım Beyazıt üniversitesi hem de bölümü çok iyi şeklinde tepkiler de aldık. K11: Genellikle bölümle ilgili bir bilgileri yok. Nerede çalışacak diye düşünüyorlar. K12: ‘O ne bölümü’ , ‘psikoloji gibi bir şey mi’ şeklinde tepkiler alırken aynı zamanda ‘güzel bölüm, ilerde iş imkanı açısından iyi bir bölüm’ gibi tepkiler de aldık K13: ‘Sosyoloji okuyunca ne olunuyor ne iş yapılıyor’ gibi soruların yanı sıra geleceği parlak gibi tepkilerle karşılaştım. K14:Gayet iyi bir bölüm olduğunu söylüyorlar. K15: mesleki açıdan düşünüyorlar genelde o açıdan düşünüyorlar. hani para kazandıracak bir meslek olmadığını söylüyorlar. o açıdan keşke sosyoloji seçmeseydi. tercihini psikolojiden yana falan yapsaydı diye söyleniyor. ama dediğim gibi tercihi biz oğlumuza bıraktık. Erving Goffman günlük hayatı, bireylerin karşısındakine imaj satmaya çalıştığı sosyal etkileşimin bir bütünü olarak tanımlar. Sosyoloji öğrencilerinin ebeveynleri çevresindeki insanlara sosyolojinin ‘imajını satmaya’ satmaya çalışırken çeşitle stratejiler uygulamaktalar. Bu stratejilerden başı çeken, sosyoloji hakkında bilgisi yetersiz olan ailelerin sosyolojiyi, toplumda iyi bir imaja sahip olan psikoloji gibi göstermesi ve görülmesidir. Öğrencinin kişisel özellikleri de imaj düzeltmek için kullanılan yöntemlerden biridir.7. katılımcının “Çalışkan bir çocuk olduğu için mutlaka iyi bir bölümdür gibi tepkiler aldık” ifadesi savımızı destekler niteliktedir. Bununla beraber bazen sosyoloji ikinci plana atılıp üniversitenin ön plana çıkarıldığı durumlarda olmaktadır. Sosyolojiyi olumlayan stratejiler de mevcuttur. Sosyolojinin insanla ilgilenen bir bilim olması neticesinde “Sosyoloji insan bilimi, insanların diğer insanlarla etkileşiminden doğan bir bilim. Kızımın da topluma faydalı nesiller yetiştirmesi en büyük onurumuz”(12. Katılımcı) diye imaj yaratımları mevcuttur. Çevrenin iş bulma kaygısını dile getiren söylemlerin karşın aileler gelecekte sosyolojinin iş bakımından gelişeceği, istihdamın artacağı söylemini kullanarak, sosyolojinin ve çocuklarının imajlarını korumaya çalışmaktadır. 5. Çocuğunuzun bölüme ilgisi nasıl ? K1: Başlangıçta çokta bilgi sahibi değildi ama şimdi işin içine girince ilgisinin arttığını düşünüyorum. Tam bana göre dediğini bile duyduk. K2: Telefon ediyoruz. Bugün sınavım vardı diyor. Nasıl geçti diyoruz. Güzel geçti diyor yani ben kendim de birebir yerine gittim yani. Muğla uzak diye gitmemezlik yapmadık. Yani okula başladı başlayalı beş altı kere gittik. Benim kendi işim şehir dışında olduğu için, şehir dışında gezdiğimiz için yanına gittik. İlgilendik. Arkadaşlarıyla tanıştık. Yani genel olaraktan soruyoruz iyi diyor. Bir şey bilmiyoruz. Dernek mernek hiçbir şey yok öyle. *ilk yıl burs aldığından ama İzmirli bir kızın peşine takılıp üç ders bırakınca bursun krediye dönüştüğünü söyledi. K3: Sosyoloji öncesi etkinlikte bulunmadı. Fakat sosyoloji okuduktan sonra kadın günlerinde hazırlık yaptığını Hacettepe’nin günlerinde görev aldığını biliyorum. o konuda hiç düşünmemiştim ama derslerinde başarılı olduğuna göre demek ki yapıyor bir şeyler K5: Severek, isteyerek bu bölümü okuduğunu düşünüyorum. Bu bölümde mutlu olduğunu hissettiriyor. Çocuğum severek ve isteyerek okuduğu için bu durumdan ben de mutluyum K6: İlgisini pek yeterli bulmuyorum. Mecbur olduğu durumlar dışında pek fazla bir şey yapmıyor. Okul biraz daha fazla yönlendirme yapmalı. K7: Sosyolojiyle ilgili ekstra bir şey yapmadık ancak ondan böyle bir şey bekliyoruz. Staj yapmasını istediğimizde bizim okulda zorunlu staj yok deyip işin içinden sıyrılabiliyor. Ancak bu konuda elbette daha etkin olmasını isteriz. K8: Bölüme başladıktan sonra ilgisi giderek artmaya başladı. Şuanda da bölümünü severek okuyor K9: Sevmediği dersler var. Bölüm içinde aktif değil. Kitap okumasını istiyorum ama sevmiyor. Etkinlikler oluyor ama pek katılmıyor. İkinci öğretim olduğu için bunun da olumsuz bir etkisi var. Sadece derslere gidip gelebiliyor. Eksikleri var ancak bunları kendisi görmesi lazım. Biraz da kendi karakteriyle ilgili olduğunu düşünüyorum K10: İlgileniyor. Derslerde öğrendiklerini bazen bizimle de paylaşıyor. Etkinliklere katılabildiği ölçüde katılıyor. Performansından memnunuz K11: Çocuğumuz bölümünü sevdiğini söylüyor. Zorlanmıyor fakat kimi zaman çok kitap ve makale okuması zorunluluğundan dolayı şikayet ediyor K12: Tam bir sosyal ve sosyal bilimlerle içiçe olan bir çocuk. Sosyolojiye olan ilgisinden dolayı gayet memnunuz derslerini çok severek takip ediyor bu nedenle de başarılı. K13: Ben yeterli görmüyorum işin açığı. çok fazla ilgilendiğini düşünmüyorum. Kendi istediği bölüm ama yeterli derece de kendini vermiyor mu belki de iş kaygısından gelecekten dolayı mı sarılmıyor çok yeterli değil diye düşünüyorum. çalışma sistemi şekli Ailelerin çocukların ilgisi hakkında düşündüklerinin genellikle çocukların bölümü sevip sevmemesiyle alakalı olduğunu gördük. Çocuklarının bölümü sevdiğini söyleyen aileler aynı doğrultuda ilgilerinden de memnun. Ancak ilgisiz olduğunu söyleyen aileler çocuklarının daha fazla etkinliğe ve organizasyona katılması gerektiğini söylüyorlar. Bu aileler çocuklarının sosyolojiyi sevip sevmediği hakkında da bir şey söyleyememektedirler. Ancak şunu da söyleyebiliriz ki aileler ilgi konusunda kriter olarak derslerdeki başarısını düşünerekten cevaplar vermişlerdir. 6. Sosyolojinin meslek kazandırabileceğini düşünüyor musunuz ? K1: Evet düşünüyoruz. Sosyolojinin alanının meslek olarak çok geniş olduğunu düşünüyoruz. K2: Düşünüyorum. Kazanacak yani. Onu düşünüyoruz yani. K3: Mutlaka. Yani meslek olarak şöyle kızım zaten sosyal bir çocuk, kendisine de güveni var. Yazma dalı da çok kuvvetli. Mutlaka kendine göre bir yön bulacaktır. K4: Birden çok meslek kazandırabilir. Ancak artılarını çoğaltmalı diye düşünüyorum. K5: Öyle olmasını umuyorum K6: Kendi kişisel çabalarına bağlı eğer kendini iyi geliştirir ise ilerde bir meslek sahibi olabileceğine inanıyorum. K7: Meslek olarak kazanabileceğini düşünüyorum. Güzel ve iyi şartlarda yapmasını istiyorum. Geleceğin mesleği olduğuna ve ülkenin bu bölüme çok daha önem vereceğine inanıyorum. Zamanla gelişen ve önemi artan, meslek ve iş alanlarının geliştiği bir bilim olduğuna inanıyorum. Bu bölümün daha yaygın olması lazım. Daha ilerleyebilmemiz için Türkiye’de sosyologlara çok büyük görev düştüğüne inanıyorum. Haberlerde dinlediğimde ‘nerede bu ülkenin sosyologları?’ denildiğinde hoşuma gidiyor. K8: Evet, tek temennim bu. Çevremdeki insanlar tersini iddia etmesine karşın bu konuda çocuğuma güveniyorum K9: Evet. Bir meslek olarak sosyolojiyi ben çok kıymetli buluyorum. Fakat Türkiye’de bu mesleğin yapılmasıyla ilgili sıkıntılar var. Yani meslek alanıyla ilgili Türkiye’nin iş koşullarıyla ilgili sorunlar var. Yani işte bir sosyolog ne yapar? İşi nedir aslında? Alan araştırmaları yapmaktır bir sosyologun işi. Hani farklı alanlarda çalışmayı seçebiliriz ama hani temel anlamda bir sosyolog ne yapar deyince benim aklıma gelen alanda araştırmalar yapar ve bu çok önemli bir iş bence ama istihdam edilen sosyologlara baktığımızda onlar kendi işlerini yapabiliyorlar mı? Çok bilemiyorum yani birçok kurumda muhtemelen kendi işlerini yapamıyorlar. Hani bu sosyologların meslek tanımları ve Türkiye’deki çalışma alanlarıyla ilgili problemlerden dolayı çok açık değil hani. Bazı burada sorunlar var. Soru neydi? K10: Sosyolog olmasını istiyoruz. Çalışan bir arkadaşımız da var. K11:İnşallah tek umudumuz o. Ben umut ediyorum. Gazetelerde istihdamın yetersiz olduğuna dair yazılar okuyorum. Geleceği ne olacak diye düşünüyorum. Genellikle özel sektörde düşünüyoruz biz ailesi olarak. Alternatif bir düşüncemiz yok. Kendisi ne istiyorsa o olmalı K12: Bizim pek bilgimiz yoktu. Aile Bakanlığı gibi pek çok bakanlıkta ve rehberlik öğretmenliği tarzı mesleklerde iş imkanı var diye biliyoruz K13:Endişelerim var ama popülerliliği hızla artan bir alan olduğunu düşündüğümden dolayı çocuğuma meslek kazandırabileceğine inanıyorum. K14:Bölümün son yıllarda daha popüler olduğunu düşünüyorum. Bir iş bulur herhalde. K15: Onu işte çok emin değiliz maalesef. sosyoloji nasıl.. iş alanları çok fazla değil onu ne kadar değerlendirebilir zaman içerisinde meydana çıkacak diye düşünüyorum şu anda çok fazla o konuda bir şey düşünemiyoruz ne olur ne biter. Biraz da kendisine bırakıyoruz ne yapacağını Çocuğu sosyolojiyle ilgili ya da ilgili olmasın bütün aileler sosyolojinin çoğuna bir meslek kazandıracağını düşünmektedir. Ama bazı aileler ek olarak meslek kazanımında çocuğunun kendini geliştirmesi gerektiğini belirtmektedir. Ülkemizde çalışan sosyologların az olması ve sosyolojinin piyasa değerinin yeterli olmaması aileleri kaygılandırmaktadır. Mevcut rekabete dayalı piyasa koşullarının sadece sosyologların değil diğer meslek alanlarında da aynı kaygıların olduğundan bahsetmektedirler. 7 numaralı katılımcının ‘: Kaygımız var maalesef. Umut var ama kaygılar daha fazla. Bitirdiğinde ne olacak kaygısı var. Mevcut durumda genel anlamda her alanda sıkıntılar var. Sosyoloji bölümü şuan için gerekli öneme sahip değil’ cevabı bu yönde örnek teşkil etmektedir. Ama buna tezat olarak geleceğe, sosyolog olarak çalışanların artacağına umutla bakmaktadırlar. Bu umut çocuğun bu rekabet koşullarına uyum sağlayabileceğine yönelik güvenden kaynaklanmaktadır. Ancak bazı aileler çocuğunun mevcut durumlarda elini güçlendirecek alternatiflere yönlendirme yada destekleme yolunu da seçmişlerdir. Özellikle de erkek öğrencilerde ve ailelerinde alternatif arayışlarının daha fazla olduğu sonucuna ulaşabiliriz. 7. Çocuğunuzun geleceğine dair kaygı duyuyor musunuz ? K1: Kaygılarımız var. Sosyolojide kendini iyi geliştirmek gerekiyor. Bunda başarılı olursa eğer geleceğinin parlak olacağına inanıyorum. Bu sebeple sosyoloji okuyan bir insanın çok iyi gözlemci okuyucu ve araştırmacı olması gerektiğini düşünüyorum. K2: Hiçbir kaygım yok geleceğiyle ilgili. Yani bu işi becereceğini biliyoruz yani. Becerecek de diyoruz. Yani o kendi yaşamını sürdürecek yani. K3: Bir anne baba olarak mutlaka çocukların geleceğine kaygımız olur. Yani mesleğiyle de değil de yani şöyle söyleyeyim annem babam bize hep derdi kızım anne baba olunca anlayacaksınız. Ama gerçekten insan daha o ilk bebeği kucağına aldığı zaman annem babam haklıymış diyorsun. K4: Evet. Ancak bu okuduğu bölümle alakalı bir kaygı değil. K5: Sosyoloji hakkındaki tek düşüncem acaba mezun olduktan sonra ne olacak ne yapacak diye gelecek kaygımın olması K6: Kaygılarımız var. Aslında alanı geniş alımı az olan bir bölüm olarak düşünüyoruz. Kendini geliştirmesi önemli. K7: Kaygımız var maalesef. Umut var ama kaygılar daha fazla. Bitirdiğinde ne olacak kaygısı var. Mevcut durumda genel anlamda her alanda sıkıntılar var. Sosyoloji bölümü şuan için gerekli öneme sahip değil K8: Elbette var. Günümüzde sosyal ve siyasal sıkıntılar çok fazla var fakat insanın kendisini geliştirmesi gerekir. Eğer kendisini geliştirirse benim çocuğumun da başarılı olacağına inanıyorum K9: Çok var. Güzel bir meslek ama mesela nasıl işe girecek? Hangi işi yapacak? Kendi işini yapabilecek mi? Kendini geliştirmesine yönelik neler yapabilecek? Hani bunlarla ilgili kafamda sorular var ama parantez açıyorum bu sorular sadece sosyologlar için mi ya da bu sorunlar sadece sosyologlar için mi geçerli? Hayır. Türkiye’de birçok meslek alanıyla ilgili bu problemlerimiz var. Yani ülkenin böyle bir problemi var. K10: Tabi ki var. Hayat şartlarından dolayı iş bulamayacağıyla ilgili endişelerim var. Bu kaygılarım sosyolojiyle alakalı bir kaygı olmaktan çok genel bir kaygı. Diğer bölümlerde okuyanların da iş bulmakta güçlük çektiğini düşünüyorum K11: Var. Nereye yerleşeceğiyle ilgili tam bir bilgim yok K12: Sosyoloji insan bilimi, insanların diğer insanlarla etkileşiminden doğan bir bilim. Kızımın da topluma faydalı nesiller yetiştirmesi en büyük onurumuz K13: Endişelerim olmuyor değil. Toplumsal olayların çok olduğu bir ülkede yaşıyoruz bu da sosyolojiye ve sosyologlara ihtiyacı oldukça artmaktadır. Ancak ülkemizde sosyolojiye ne yazık ki gerektiği kadar değer verilmiyor. Devletin daha çağdaş bir toplum için sosyolojiye daha fazla yatırım yapması gerektiğini düşünüyorum K14: Sadece benim çocuğum değil bütün üniversite mezunları için kaygı duyuyorum. Kendi çocuğumla ilgili ayrıca bir kaygım yok. K15: Tabi ki var kaygımız var. İşle alakalı 8. Çocuğunuzun alternatif bir mesleğe sahip olmasını istiyor musunuz? K2: (B) Kursa mursa hiçbir şeye gitmedi ama onlarda sizin gibi köylere möylere gidiyordu. Köylerde onlarda rapor edip veriyorlardı. O şekilde gidiyor yani. O şekilde yardımcı bir destek almadı herhalde bu zamana kadar. Almadı yani. (A) Yoo. Hiç de kaygım yok. Yani bir şekilde okuduğunun karşılığını verir. Ama hani bu bölümde mi? Açılırsa bu bölüm tabi karşılığını verir. K3: Şu anda yapamıyoruz haliyle memur olunca diğer kardeşlerde var. Öyle olunca kısıtlama nasip olursa mezun olursa öyle bir şeylerde devam etmesini sağlayacağız yani. Mezun oldun burada kal diyemeyiz. K6: Açıköğretimden başka bölümleri de okumasını istiyoruz alternatif olsun düşüncesiyle. K7: Çocuğum müziğe olan ilgisinden dolayı o konuda şan eğitimi almasını desteklerim. Kendi düşünceleride var ara sıra farklı mekanlarda çalışıyor da zaten. K9: İşte bu part-time işlerle ilgili evet hani iş hayatını görmesi, çalışma hayatını görmesi için bazı desteklerim oldu. Yani ne tür destekler? İş başvurularında nerelere başvurabilir ne yapabilir o konularda destek olmak, bir de tabi bir araştırma şirketinde çalıştı. Araştırma şirketinde çalışırken tam olarak kendi mesleğiyle ilgili her şeyi yapamadı tabi. Ne diyelim işte orada hangi konuda elemana ihtiyaç varsa oradaki işleri yapmış oldu. Onun dışında kendini geliştirmesiyle ilgili mesela İngilizce öğrenme problemimiz var. Yani bu çok önemli bir sorun. Yani İngilizceyi iyi öğrenmek çok önemli ama mesela bununla ilgili çok daha anlamlı adımlar atamadık. Yurt dışında eğitimler olabilir ama bu da ciddi mali destek isteyen, kaynak isteyen konular. O konuda evet biraz sınırlı destekler olabiliyor. Ne bileyim Türkiye’de İngilizce kursuna göndermek. Hani gönül istiyor ki yurt dışında gönderelim. Gönül istiyor ama işte ekonomik kaynaklar çok da buna el vermiyor. K10: Sosyoloji dışında başka alternatifler düşünüyor kendisi. Şuanda da bir kurumda satış elemanı olarak çalışmakta zaten. K15: Bir şeyler düşünüyoruz ama şu anda kesin net kafamızda bir şey yok tabiiki onu da yine kendisine bırakıyoruz. yüksek lisans yapacak mı, ne yapacak, daha sonrası ne olacak? ben eğer kalabilirse başarabilirse okulda kalmasını tercih ediyorum ama tabiki yine onun isteğiyle olacak bir şey. veya işte sınavlarla sonuçta belirlenecek bir şey. sanmıyorum onun da olacağını. onun dışında sendikalarda özel iş yerlerinde. tabi oda ne kadar sürer ne kadar sağlam olur girdiği iş yerleri onu da bilemiyoruz. işiyle ilgili çok sıkıntı var hatta bir iki gün önce bir ahbabım aradı onun kızı da sosyoloji okuyor ama o Bursada okuyor kız her seferinde annesine telefonu ağlayarak kapatıyormuş son sınıfmış işte sosyoloji... tabi bu arada KPSS'ye hazırlanmaya çalışıyormuş anne ben ne yapacağım yeterli değilim işte sınavda kaybedeceğim tekrar ben ev kızı mı olacağım bu yaştan sonra . Öyle bir kaygıları varmış çocuğun sürekli. Diyor ki annesi kızın psikolojisi bozuldu diyor. Yani KPSS'ye yönelik hazırlarken yeterli bulamıyor kendini daha çok sıkıntıya giriyor. 9. Diğer K1: Sosyolojinin Türkiye’de yeteri kadar tanındığını düşünmüyorum. Hakkettiği değeri görmüyor bence. K3: Ya şöyle söyleyeyim bizim sosyal hizmetlerde çalışılan hizmetlerden dolayı buraya kadar geldik herhalde bundan sonrası da kızım açısından daha kolay olur. Çünkü istediği bir hedef vardı oraya ulaşır herhalde K4: Kızımın hem Üniversitesini hem de bölümünü çok önemseyen bir anneyim. Bu anlamda da kendisi iyi motive ettiğimi söyleyebilirim. K6: Açıkçası psikoloji için sosyolojiye çap gibi imkanlar sağlanmalıdır. Okullar kendini güncellemeli ve yenilemelidir. K7: İlerlemesini istediğimiz bir dal ve toplumun sorunlarını çözmek adına ilerlemek gerekli. Doğu-batı farkı çok farklı bir sorun. Bu tarz sorunları çözmek adına sosyologlara önem verilmeli. Doğudaki insanları gördüğümde, duyduğumda farklı bir ülkedeymişim gibi hissediyorum K9: Şeyi anlamlı buldum, yani araştırmanın meslekle ilgili bir araştırma. Tabi ki problemler nerelerden kaynaklanıyor, çözüm alternatiflerini geliştirebilmek için önce bir anlamamız gerekiyor. Ne oluyor ne bitiyor? Belki işte ona göre adımlar belirlenecek çözüm önerileri gelişecek vesaire. Bilmem… Güzel buldum bu görüşme sorularını K10: İkinci öğretim olmasından şikayetçiyim. Dersleri o kadar yoğun geçmiyor. Kapsamlı değil, çünkü vakit yok. Bazı şeyler yarım kalıyor. Eksikliklerini kendisi kapatması lazım. Saat problemi olduğunu düşünüyorum. Bölüm olarak sosyolojinin iyi olduğunu düşünüyorum. Ancak öğrenci kendisini geliştirmeli ki insanlara bir şeyler versin K11: Okul (Yıldırım Beyazıt) yeni olduğu için sıkıntı çekiyoruz. Bazı teknik sorunlar nedeniyle sorunlar var. Etkinlik çok fazla olamıyor. Umarım kızımızın geleceği parlak olur. K13: Devletin sosyoloji üzerine daha fazla önem vermesini ve bu yönde yatırımlar yapılmasını istiyorum. Ülkemizin kalkınması ve iyi bir gelecek nesil için sosyoloji çok önemli bir bölüm K15: Bu bölümle alakalı en çok endişem iş bulma konusunda üniversiteyi bitiren çocuklar, hani genelde bütün mesleklerde aynı sıkıntılar var ama sosyolojide biraz daha fazla diye düşünüyorum. bu bölümü bitirip de iş imkanının yeterli olmadığını düşünüyorum. Eklemek istediğiniz bir şey var mı diye sorduğumuzda aldığımız cevaplar genellikle iş bulma ve gelecek kaygılarının tekrar dile getirilmesi oluyor. Bu soruda bile kaygılarına rağmen umutlarını gözlemlemekteyiz. 2.2.4.Kamuda çalışan sosyologlara sorulan sorular ve katılımcıların verdikleri cevaplar aşağıda sunulmuştur : 1.Yaptığınız işin sosyolojiyle ne derece ilgili olduğunu düşünüyorsunuz? K1:Sosyolojiyle hiç bir ilgisi yok uzaktan yakından. Yaptığım işle aldığım eğitim arasında çok fark var. Şu an sosyal hizmet merkezi diye bir şey kuruyoruz. Yaptığım iş adamın sosyal hizmet merkezi olarak bize önerdiği yerin iç dizaynına bakıyoruz, kapı isimliğinin rengi, kapı kenarına çekilen şerit, koltuğun rengi. Tamamen sosyolojiyle alakalı. Dizayn sosyolojisi diye bir şey zorlamışlar böyle olmuş. K2:Benim kişisel olarak yaptığım işin ilgisi var ama sosyologların genel kamudaki durumlarına ilişkin bir şey değil. Ben aile destek merkezi diye bir projenin koordinatörlüğünü yapıyorum. Bana bağlı olarak bu proje kapsamında 50 milyonluk bir kaynağım var ve doğu ve güney doğuda yapılıyor bu proje ve bilgi toplamak alandan bilgi almak yorumlamak bilgi üretmek benim yaptığım işle alakalı. Yapamıyorlar yani. Ben 2007’de kamuya girdim ama 2007 yılında yaptığım işle 2011 yılının başlarına kadar yaptığım iş sosyoloji ile alakalı değildi memuriyetti. Ama 2011’den sonra pozisyon değişmeleriyle durum değişti. K3: Bize has bir şey bu bizim birimimiz şu an tam belirlenemediği için devamlı değişiyor bizim yaptığımız işler hani ne iş olsa yapar vaziyetteyiz. Ama kadın erkek eşitlik birimi kuruldu onun kararı imzalandı ilçeden o şekilde devam edeceğiz diye umuyoruz, seçim bekleniyor. O zaman biz birazcık daha mesleki bir şeyler yapmış olacağız ama ben kendimi çok da sosyolog gibi şeye koymuyorum mezun olduktan sonra alana yönelik çalışma yapmadım okuldan mezun olurken sosyolojiden uzaklaşarak o akademik ortamdan uzaklaşarak bizim okula has bizim bölümle ilgili akademik sıkıntılarla ilgili sıkıntı yaşayarak mezun oldum. Başka şeylere yöneldim tiyatroyla ilgilendim, falan sonra lösemili çocuklar vakfında çalıştım 4–5 sene orda da çok yine sosyolog yani ben kendimi bir sosyolog olarak tanımlamadım açıkçası yani benim diplomam sosyolog diploması ama ben kendimi öyle çok görmedim. Şimdi de pek görmüyorum. K5: Sosyologlardan beklentiler tam olarak ne? Aslında burada sosyolojinin çok ne anlama geldiğini bilen yok. Hani sosyologa ihtiyaç var ama o nedir, her işi de yapabilir hiçbir işi de yapamaz hani iki tarafta da var. Yani bizi birçok iş alanında da kullanıyorlar. Aslında bu sosyolojiyle mi alakalı yoksa kişisel mi bilemiyorum. K6:sosyolojinin ne anlama geldiğini ne ile iştigal ettiğinin bilinmemesi ile ilgili olduğunu ben düşünüyorum. K7:Yani bizi çünkü her iş verebiliyorlar, biz de biraz bu işleri biraz kotarabildiğimiz için, yapabildiğimiz için dolayısıyla bunu da yapar şunu da yapar şunu da yapar. Bizim alanımız biraz geniş burada K8: Yani işte İngilizce bilir çeviri yapar, işte kalemi sağlam konuşma metni yazar gibi şeyler de olabiliyor. Bazen hakikaten işte toplumsal birtakım projeler üretiyoruz, mesela kadınlarla ilgili gençlerle ilgili çocuklarla ilgili. Yani onlar da evet yani mesleğimizin, mesleğimizle örtüşen hani önce mesela alan araştırması yapmak gerekiyor. Hani burada nasıl bir ihtiyaç var hani nasıl bir hizmet sunmak gerekir falan gibi bu konularda evet işe yarıyor. Hakikaten mesleğimizle örtüşen şeyler yapıyoruz ama onun dışında… K9:Sosyolojiyle kesinlikle bağlantılı. Akademik olarak çok fazla ilgisi yok benim açımdan. Sosyal yardım işlerinde çalışıyorum ben. Ama Türkiye’de ki sosyolojiye göre bilme açısından biçilmiş bir kaftan olduğunu düşünüyorum belediyelerin. Çünkü çalıştığım bölge yoksulların fazla olduğu bir bölge ve bu profili en ince detaylarına kadar görebildiğimiz ve insanların kendilerini açma, anlatma konularının da çok iyi olduğu bir bölge. Çünkü yardıma muhtaç olunca hiçbir gizlilik olmuyor, her şeyi rahatlıkla araştırabiliyorsunuz. Bu yapıyı incelemek açısından alakalı ama dediğim gibi akademik açıdan değil. Yapılan görüşmelerin büyük bir çoğunluğunda gözlemlenen, kamu kurumlarında ‘sosyolog’ sıfatıyla istihdam edilen sosyologların, iş tanımları bulunmamakta ve yaptıkları işten memnuniyetsizlik yaşamaktadırlar. Çoğunlukla sosyal hizmet uzmanının mesleki formasyonuna uygun işlerde görev almakta ve buna rağmen statü anlamında eşit sayılmamaktadırlar. Bu da sosyoloji mezunu çalışanları yapılan işte kendini değersiz hissetme pozisyonuna sürüklemektedir. Çünkü yaptıkları işler için, vasıf ya da nitelik gerekmediğini dolayısıyla okudukları okulun boşa gittiğini düşünmektedirler. Yaptıkları işin sosyoloji ile ilgili olduğu düşünen kişiler ise bu ilginin akademik bir ilgi olmadığını belirtmişlerdir. 2- Sosyologların kamudaki istihdamı ile ilgili ne düşünüyorsunuz? K1:Aslında kamunun sosyoloji anlamadığını söyleyelim. Sosyolog aldılar da ne yapacaklarını bilmiyorlar. Alalım da sesleri kesilsin. Çünkü sayı fazla, az da olsa sesleri çıkıyor seslerinin kesilmesi için yıllık 100 tane falan alıyorlar. Vizontele’deki şey gibi, kütüphane müdürü geldi de kütüphane olsa… Bizi de aldılar da işte sosyolog geldi ne yapalım bunları? Bizle alakalı bir şey bilmiyorlar. Kamunun sosyolojiden anladığı yok. Bizim burada da böyle, Sağlık Bakanlığı’nda da böyle. Sağlıkta arkadaşım var eline cihaz vermişler kefeleri geziyor burada sigara içildi mi içilmedim mi diye. Sosyologun yaptığı iş... K2:Soru aslında bir kaç bölümden oluşuyor aslında. Kamudaki istihdam durumu ne onu bilmek gerekiyor. Mevcut istihdamı biz kendi yaptığımız çalışmalarda gördük ki şu an 2000 civarında sosyolog var kamuda 2000’i geçmiyor ama. Belediyeler, özel idareler, kalkınma ajansları, kamu kurumları, sözleşmeli çalıştırılanlar, ek ders karşılığı çalıştırılanlar bunların hepsini topladığında 2000 kişi. Türkiye’nin 70 milyon nüfusu olduğunu düşünürsek bunlar yetersiz. Yurt dışında da hani sosyologların yaptığı uygulama yaptığı alanlara baktığımızda geniş bir dal görüyorsunuz. K3 :Türkiye’de çok fazla yani Gıda Tarım Hayvancılık, Aile Sosyal Politikalar ve Adalet Bakanlığı dışında çok fazla yok yani, 3 bakanlık 24 bakanlık içinde. Bence yeterince istihdam yok bunun nedenlerinden biri de meslek olarak sosyoloji bilinmiyor, bir uzmanlık alanı olarak, bir eksper olarak meslek bilinmiyor. Yani onların yaptığı işi herkes yapıyor. Şöyle bir örnek vereyim mesela İçişleri Bakanlığı’nın uyguladığı iç göç özel idare eylem planı var. Bu planı sosyologların hazırlaması gerekirken sosyal çalışmacılar hazırlıyor psikologlar hazırlıyor. Başka ikame edilebilir bir güç sosyologlar yani bu işi onlar yapar diye bir şey yok. Biz bunlarla ilgili olarak bir fon geliştirme azmine girdik bir dönem, başaramadık. Sosyologların yaptığı geliştirdiği ve doldurmaya hakkı olduğu başka mesleklerin buna ulaşamayacağı bir fon sosyal değerlendirme fonu adı altında. Bu fon diyelim çocuklarla ilgili bir bilgi toplanması gerekiyor yapılan amaçlar doğrultusunda bir eylem planı çıkarılması gerekiyor. Bunun hazırlanması için bir fon geliştirdik. Yaşlılar olsun çevre olsun ama ne olursa olsun. Sosyal inceleme raporu gibi, sosyal çalışmacılar hazırlar ve başka meslek elemanları dolduramaz, onların doldurması gerekir onların imzası olmadan olmaz. Yönetmelik olarak bize böyle bir imkân sunulsaydı o zaman sosyologların istihdamı artabilirdi. Öyle bir şey yapmaya çalıştık ama bunu başaramadık dolayısıyla totalde baktığımızda bütün çalışmalara rağmen sosyologların sadece şanslı olanları istihdam ediliyor. K4: Kamuda pek bir istihdam yok sosyologların. Ben 2-3 sene KPSS peşinde koştum. Ama yani şu an nasıl bilmiyorum durum ama içler acısı. Aslında kamudaki istihdam herkes için çok iyi değil ama sosyologlar için ekstradan bir sıkıntı. Çok yüksek puanlar alman lazım ki atanabilesin. K5:Çok yetersiz görüyorum tabi ki. Senede kaç bin tane mezun veriyor. 5000 galiba. Ama açılan kadroları siz de görüyorsunuz. En fazla 31 aldılar galiba. Bir de bir kaç sene önce yanlış hatırlamıyorsam 2008’de Adalet Bakanlığı baya bir sosyolog almıştı. Onun haricinde çok fazla alım olmuyor sosyolojide. K6:Genel olarak işte biz sınavlara girersek memuriyet filan öyle bir şeyimiz var, yapabiliriz. K7:Ne düşünebilirim berbat yani.İstihdam çok yetersiz. Çok daha fazla kadro açılması lazım. Bunun yanında kadro açılacaksa da biraz kontenjanların kısılması lazım. Çünkü hem normal lisans fakültelerde sosyoloji okunurken hem açık öğretimde sosyoloji kadrolarının açılması, bunun yanında sosyal hizmetler bölümlerinin açılması bizi çok zor duruma düşürdü. Hem bizden daha kolay atanıyorlar hem ben akademik açıdan onlardan daha yetkili ve daha birikimli olduğumuzu düşünüyorum ama istihdam konusunda onlar bizden bir adım değil birkaç adım öndeler ve bu beni rahatsız ediyor. Çok daha fazla bu konuya artık kime söylenecekse önem verilmesi lazım. Hem atanma açısından hem istihdam açısından hem bölümlerinden daha kolay mezun oluyorlar, çok daha fazla para kazanıyorlar ve çok daha kolay atanıyorlar. Hani ben sosyoloji okurken hiç KPSS’ ye hazırlanabileceğimi düşünmemiştim. Akademik personel olacağım, Koç, Sabancı gibi özel sektörlerde sosyolog olarak çalışacağım diye üniversiteye girdim. Tabiî ki şu an işimden memnunum ama yeteri kadar yani bir yerde tıkanıyorsunuz kamuda. Yeteri kadar mesleğimi icra ettiğimi düşünmüyorum. Bir meslek olarak ‘sosyoloji’nin başta kendilerini istihdam edilenler tarafından dahi bilinmediğini düşünüyorlar. Sosyologların işinin de kamu kurumlarında başka meslek gruplarına terk edildiğini ve bu durumun sosyolojiyi önemsememekten ya da bilmemekten geldiğini düşünüyorlar. Ayrıca açık öğretim fakültelerinde sosyolojinin olmasının istihdamı engellediği ve zorlaştırdığı da dile getirilmektedir. 3- Kamu personeli olarak çalışmayı tercih etmenizin sebepleri nelerdir? K1:Ailem geç dedi ben KPSS’ YE çalıştım geçtim yani. Benim hiç kamuya atanma gibi bir şeyim yoktu. 2007 mezunuyum, 2013’te KPSS’ YE girdim, 14. oldum. Osmanlı’dan kalma bir gelenek var ya devlet memurluğunu prestij gibi algılama, ondan geldi. Kravatla adam olduk. Ama hala alışmadım. K2:Çok yoğundu mesai özel sektörde. 2003–2007 arasında arada 4 yıl var. O 4 yıl boyunca 15 gün izin kullandım. Dayanılacak gibi değildi o yüzden kamuya geçtim. K3:Tatillerin belli, sosyal imkânlar iyi, kaçta girip çıkacağın, mesai saatlerin belli kamuda o yüzden daha avantajlı, daha iyi yani. K4:Yani o kadar çok iş değiştirdim ki hepsinde ya sigorta yapıp maaş vermiyorlardı ya da sigorta yapmıyorlardı. Tamamen istihdamdan dolayı. Başka şekilde iş bulamadığım için maalesef burada çalışmaya devam ediyorum. K5:Ben özel sektörde de çalıştım. Orda daha yüksek ücretlerle daha çok çalıştırılarak daha fazla sömürülerek diyebiliriz, çalıştım. Burada, tabi buranın da avantajları dezavantajları var ama ikisi arasındaki farkı görebiliyorum. K6:Klasik Türk anlayışı. Kadından 8–5 çalışırsın. Bir açıdan evet öyle. Zaten buranın avantajlarından birisi mesaisidir. Çoğu kişi aldığı para tatmin edici olmasa da 8–5 çalışıyorum hafta sonu bana kalıyor, kursa gidiyorum diyip bu tarz kamu, belediye tercih etme sebebi bu. Benim ne? Mesela normal memur olarak çalışsaydım atıyorum halkla ilişkilere de girebilirdim ama ben burada sosyolog unvanıyla çalışıyorum, kamuda çalışıyorum ve Ankara gibi bir yerde – ben İstanbul’ da yaşadım, İzmir’ de okudum, Ankara’ ya düştüm- ve burada kamunun benim için uygun olabileceğini düşünüyorum. Çünkü özel sektör çok araştırdım Ankara ‘da ama belki tercih edilmedim ya da beni tercih edeni ben tercih etmedim. O yüzden burada çalışıyorum. Kamuda çalışma nedenleri genellikle ‘zorunluluk beğenisi’. Kamuda çalışmaktan başka çare yok çünkü. Hem toplumun genelinde ‘devlete kapak atmak’ gibi bir genel geçer norm var. Hem de buna karşı geliştirebileceğin bir alternatif iş olanağı yok. Özel sektörde çalıştıktan sonra kamu kurumları çölde vaha gibi kalmaktadır. 4-Özel sektörde çalışan sosyologların durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Çevrenizdeki sosyologların özel sektörde çalıştıkları alanlar nelerdir? K1:Orada en azından anket yaptım alan araştırması gibi. Kendi bölümümle alakalı yaptığım işten tat aldım. Bildiğin bir şey üzerine çalışıyorsun. Burada tamamen niteliksiz bir iş, orda daha nitelikliydi. Bir şeyden zevk aldığınız zaman onun saati önemli değil. Kadınla yaşamak da zor ama evleniyoruz yani. K2:Var tabi ki. Ben bir araştırma şirketine danışmanlık yapıyorum. Ekiplerimi oluştururken hep şeye dikkat ediyoruz sosyologlardan istihdam etmeye çalışıyoruz ama örgenciler anketör olarak çalışıyor. Biraz yeteneği varsa adamın saha sorumlusu olarak ortaya çıkıyor. Onun dışında sosyologlar bir kaç tane insan kaynaklarında tanıdığım var belediyelerde danışman olan arkadaşlarım var hani özel sektöre girenler sözleşmeli çalışıyorlar. Milletvekillerine danışmanlık yapanlar var kitap editörlüğü yapan arkadaşım var ama bunlar kendi alanları ile ilgili değil. Sizin mutlaka okuduğunuz şeyler atıyorum din sosyolojisi okuyorsunuz, kırı okuyorsunuz, kenti okuyorsunuz. Buradan aldığınız bilgiler yaptığınız işi mutlaka etkiliyor ama doğrudan doğruya bu alanda bilgi üretecek bir şey yapmıyorsunuz. Özel sektörde daha da hani kamuda yapan arkadaşlarımız var çünkü. Mesela Gıda, Tarım ve Hayvancılıkta bir projeyle geldi arkadaş. Köylülerin borç ödeme alışkanlıklarından tutun da hayvan yetiştiriciliğindeki o geleneksel şeye kadar üretim biçimine kadar hepsini sorgulamış. Mesela güzel bir çalışma yapmış. Diyor ki; hayvan modern tarım bunu bunu söylüyor ama senin köylünün şu kadarı hala hayvan şiştiği zaman şunu yapıyor gibi. Size bir bilgi üretmiş size bu değerli. Ama bu bilgi ne kadar sıklıkla üretiliyor bu önemli özel sektörde ben sıklıkla olduğunu düşünmüyorum. K3:Yani zaten özel sektör kamudan daha farklı daha bir baskı altında çalışıyorsun. Bir tehdit gibi her an her şey olabilir gibi. Dolayısıyla hep bir gelecek kaygısıyla yaşıyorsunuz zaten. Ne yaptığın belli değil. Mesleğini çok yapan olduğunu zannetmiyorum zaten öyle bir tatminsizlik var mutsuzluk yaratıyor. Beni hiç bir arkadaşım özelde çalışıp da istediği işi yapan bir arkadaşım yok. Çalışma şartları açısından da kamudan çok daha ağır şartlarda çalışıyorlar, sosyal imkânları da çok kısıtlı oluyor. K4:Yani kötü tabi ki. Sadece belli başlı araştırma şirketlerinde sosyolog olarak çalışabiliyorsun. Onlarda da çok fazla mülakattan geçiyorsun. O dediklerim büyük araştırma şirketleri. Kıyıda köşede kalmışlar da sosyolog muamelesi yapmıyorlar. Bir tanesinde çalıştım. Sahaya indik işte anket yapıyoruz falan onun haricinde pek fazla danışılmıyordu. Sadece “gel bak bakalım olmuş mu?” falan, hani senin de gönlünü hoş edelim gibisinden. Seni pek fazla işin içine katmıyorlardı. K5:Özel sektörde çalışan sosyologlar hakkında çok fazla fikrim yok çünkü çevremde özelde çalışan sosyolog yok. Şu şekilde var hani belli kurumların projelerinde dönemsel olarak çalışan arkadaşlarım var. Onlarda genelde madde bağımlılığı konusunda çalışıp özel sektöre işte araştırma yapıp sunan kişiler. Yani bir fikrim yok aslında onlarla ilgili. Hani duyduğum kadarıyla güzel. Hani demin bahsettiğim akademik açıdan daha fazla birikim oluşturduklarını düşünüyorum özel sektörlerin. Çünkü kamuda işini yapıyorsun, geliyorsun raporunu yazıyorsun, gidiyorsun. Ama özel sektörde belki bu anlamda mesleki bilgilerini pratiğe dökme açısından daha fazla kullandırttıklarını düşünüyorum ve bu açıdan daha iyi oluyor. Ben pek çok bilgiyi unuttum mesela. Ama onların daha taze kalıyor bilgileri. Özel sektörde çalışma koşullarının kamu kurumlarına göre çok daha kötü olduğunu düşünseler de özel sektörde mesleki çalışma olanaklarının daha fazla olduğunu söylüyorlar. “En azından anket yapıyoruz, sahadayız” diyorlar. Bilgi üretim süreçlerine tam olarak dâhil olamasalar da özel sektörde vasıfsız/niteliksiz pozisyonda kalmadıklarına inanıyorlar. Bunun yanında akademik bilgilerin kullanımının özel sektörde daha fazla olduğunu söylüyorlar. 5- Benzer görev ve sorumluluk alanlarına sahip mesleklerle aynı şartlara sahip olduğunuzu düşünüyor musunuz? K1:Maaş açısından aynı şartlara sahip değiliz ama onlar da bizim yaptığımız saçmalıkların aynısını yapıyor. Bu şeye yakınlıkla alakalı üstündeki gibi gereksiz düşünürsen herkes aynıdır. Bölüm fark etmiyor. Bu resmi yazılarda geçen Farsça cümleleri biliyorsun çok iyisindir. Çok gereksiz şeyler. Zihin belli bir çerçevenin içine sığdırılmıştır ya sen de kendini sığdırırsan üstün seni çok sever. Evraklaştıysan problemin yok. Rahat rahat konuşursun. K2:Yok değil işte. Benim kişisel konumum farklı ama diğer arkadaşlarımı biliyorum. Ne alınan ücretlerde ne özlük haklarında. Mesela sosyal çalışmacı ya da psikolog unvanı 657 sayılı devlet memurlarında A4 bendinde tanımlanmış unvanlar kadar eko serviye kadar bu emekli olduğunuzda sizin alacağınız maaşı etkileyen demektir. Normal bir memurun maşı yarı yarıya düşerken bu yüksekse daha az düşüyor. Psikologlar, öğretmenler, sosyal çalışmacılar falan bunlardan mesela sosyologlar hepsinden düşük maaş alıyor bütün düzenlemelere rağmen. 2010 Şubat ayının memurlar nette hala var, sosyologlar eylem planı diye bir bakın. Oradaki 2010 Şubatından 2012’nin sonuna kadar verilmiş bir mücadeleye bakmanızı öneririm, özlük haklarıyla ilgili verilmiş bir mücadele var. Mesela 2011 yılının Temmuz ayına kadar sosyologların aldığı para, hizmetlinin aldığı parayla aynı parayı alıyorlardı. Yani lise mezunu biriyle aynı parayı alıyorlardı. Teknik eleman sınıfına geçilmesi ondan sonra zorunlu olarak çarpanları değiştirdi. 2011 Temmuzundan itibaren de bu parayı almaya başladık. Yani 50 lira gibi bir fark var fiiliyatta. Psikologlar, sosyal çalışmacılarla ilgili bu da ek göstergeden kaynaklanıyor. Bakış açısında fark var psikologların daha çok sosyal çalışmacıların yapacakları iş belli köşe taşlarını tutmuşlar. Diyorlar ki şu işi şu yapar bu işi o yapar diye. Psikologlarda da bu var ama sosyologlarda henüz böyle bir şey yok. Yani az önce bahsettim ya bir rapor ortaya çıkardık onu yapalım diye ama yapamadık. Arkanızda durması gereken bir irade olması lazım. Bir parantez açıp buraya değineyim mesela. Şu an iktidar partisinin merkez yürütme kurulunda olan Mahsar Ağalı, Yasin Aktay bunlar bu partinin ileri gelenleri, defalarca sosyologlar eylem platformunda ben aynı zamanda temsilcisi idim şu an sosyologlar.org diye bir site var onunda sahibiyim. Defalarca görüşmemize rağmen bir türlü şey yapamadık yani uyuşmazlık yaşıyoruz. Onlar meslek elemanlarını bulundukları ideolojiye göre ya da sahip oldukları değerlere göre seçiyorlar. Yani meslektaşlık yok orda böyle bir yaklaşım yok. Onun dışında Cahit Bağcı milletvekili sosyolog, böyle bir sürü kilit noktada adam var ama mesleki bir dayanışma kültürü içerisinden gelmiyor yani yapabilecekleri şeyler var ama yapmıyorlar. İdarede aynen yönetmelik mevzuat eksiklikleri olduğundan seni daha çok seviyor olabilir, senin performansını daha çok beğeniyor olabilir ama senin yazdığın bir rapor yok sana idarenin sunduğu bir çalışma alanı yok. Bu alan olmadığı için de mecburen tamlanmış adamı gönderiyor, psikolog göndermek zorunda kalıyor. yapamıyorsunuz şey yok düzenlenmiş olan formel bir çerçeve yok. Sosyolog şu işi yapar diye tanımlanış bir görev yok. K3:Oluyor yani hissediyorum çünkü psikolog dediğin zaman bir ağırlığı var insanların gözünde algı olarak. O anlamda hissediyorum. Psikologun ne yaptığı az çok tahmin edilebilir bir şey. Psikolog daha saygı uyandıran altı dolu gibi. Ama sosyolog diyince ne yapıyorsunuz ki siz oluyor. Ben ne yapıyorum, sosyolog olarak neye dokunuyorum? Bana sorsa evet yapmıyorum öyle bir şey, doğru söylüyor. Yapanda çok az yani bir şeylere dokunup bir şeyleri değiştiren. Bir imkân yok çünkü. K4:Değilim tabi ki. Onlar, psikologlar daha önde, sosyal hizmet uzmanları onun arkasından geliyor, sosyologlar ondan sonra yani zincirin son halkası. Yani görülen muameleden tutun da alınan maaşa kadar çok fazla fark var. K5: Taşeron olarak aynı şartlara sahibiz evet. Hem maaş hem de özlük hakları itibariyle diğer meslek gruplarıyla (sosyal hizmet uzmanları ve psikologlar gibi) kesinlikle aynı şartlarda çalışmıyorlar. ‘Sosyologluk’ saygı duyulan bir etiket olarak görülmüyor. Angarya işler üzerlerine yıkılıyor. Az çok eşit şartlarda çalışıldığını belirtenler de var. 6-Kamuda çalışan sosyologların lisans sonrasında kendilerini ne ölçüde geliştirebildiklerini düşünüyorsunuz? K1:Belgelenebilir bir şey yapmadım. Bilgi sosyolojisine ilgim vardı okumalarım o yöndeydi ama belgelenebilir bir şey yapmadım. Buraya atandıktan sonra onu da kestim çünkü iş yoğun. K2:Kendilerini ne kadar geliştirdikleri yaptıkları işle alakalı değil ki entelektüel ilgi alanlarıyla alakalı. Çünkü yaptıkları iş yürekten söylüyorum sosyolojiyle alakası olmayan işler. Memurluk yapıyorsunuz burada biraz şansınız varsa uzman gibi davranıyorsunuz. Biraz daha şansınız varsa bir proje yönetiyorsunuz benim gibi. Onun dışında bir evrak geliyor önünüze ona bakıyorsunuz sayısına tarihine bakıyorsunuz bir cevap yazılacak ona gönderiyorsunuz. Ne kadar geliştiriyorlar? Aile Bakanlığında ki sosyologlar geliştiriyor. Sosyal yardımlaşma vakıflarında güzel bir şey oldu orada çok sosyolog çalışıyor. Yüksek lisans yapan her personele ayda iki yüz lira gibi bir fazla para veriliyor her ay. Bu önemli bir teşvik. Hem bir unvan alıyorsunuz hem de on ayda iki bin lira para aldığınızı düşünün yani. O yüzden kişisel ilgileriyle alakalı. Burada tanıdığımız sosyologların hepsi, bir tanesi daha çok yeni asaleti bile dolmadı o yüksek lisans yapmak için başvuruyor ama diğerleri yapıyor. Yani doktora yapanlar falan da var. Burada yapılıyor. K3:Lisans sonrası bir çalışma yapılmadığı sürece sosyologların çok ilerleyemediği belli. Lisansta bırakırsan zaten çok da Türkiye’de özellikle zaten çalışma koşulları kısıtlı bir alan belirleyip o alan üzerine yoğunlaşmak... Yani mesleki anlamda bir şeyler katar ama benim gözlemlediğim kadarıyla artık yüksel lisansı daha çok mesleki kaygılarla değil de ekonomik kaygılarla insanlar daha çok yöneliyor. İş bulabilirim, kamuda da belli bir para alıyorsun, kıdem değişiyor. Benim gözlemlediğim kaygı daha çok ekonomik kaygıdan. Kendini geliştirme anlamında katkısı var ama şu an yaşadığımız şartlarda daha çok çalışabilmek, iş bulabilmek için daha çok ön planda. Ya da tatminsizlikle yapıyorlar en azından başka bir şeyler yapayım kendimi geliştireyim… K4:Yok olmadı ya ben zaten sosyolojiyi isteyerek yazmamıştım belki onun da olumsuz anlamda katkısı oldu. O yüzden kendimi geliştirmedim. K5: Yani en çok şey yaptım, yüksek lisansımı da yaptım, 2006 da yüksek lisansımı bitirdim doktoraya başladım, araştırma görevlisi oldum, özel sektörde çalıştım, istifa ettim, sivil toplumda çalıştım yönetici olarak. En son buraya geldim işte. K6:Çok fazla katkıda bulunduğunu düşünmüyorum. Belki bu kişisel tembellikten de olabilir. Aslında vaktiniz var. Kamuda çalışırsanız akademik açıdan kendinizi geliştirmenize vaktiniz var çünkü cumartesi Pazar size kalıyor ya da akşam 5 ten sonra yüksek lisans yapabilirsiniz. Benim bu seneki hedefim o, yüksek lisans yapmak istiyorum kendi alanımda. Belediyenin bana yoksulluk sosyolojisinde çok fazla katkısı oldu. Gecekondulaşmada, kentleşmede çok katkısı oldu. Bunlar hakkında kitaplarda okuduğumu gördüm, çok daha fazlasını gördüm, inanmadıklarımıza inandık. Çünkü bu anlatılanlara çok müsait bir yapı var burada bölge olarak. O yüzden belli bir şeyde katkısı var. Kamuda çalışmaya başladıktan sonra çoğunlukla, ‘memuriyet’e uyum sağlamakta ve yaşamlarını buna göre düzenlemeye mecbur kalmaktadırlar. Üniversiteden mezun olurken sosyoloji alanında ilgi duydukları çalışmalara ilgilerini zamanla kaybetmekte, zaten buna ne maddi imkân ne de zaman ayırabilmektedirler. Fakat memurluğun imkânlarından kaynaklı böyle bir durumun gelişme imkânın olduğunu belirtenler de var. 7- Eğitiminizin mesleğinize olumlu-olumsuz etkileri nelerdir? K1:Şu şekilde aldığım eğitimin mutlaka faydası var. Bir de sosyolojinin matematikle eş değer bir sistemi var metodolojiyi bilmezsen hiçbir şey yapamazsın. Bana faydası olduğunu düşünüyorum. Bir kapıyı çaldığımda bir araştırmada şey vardı, iki kişi gidiyoruz kız önden atladı ben yapayım diye kadın içeri almadı. Kapıyı açan kişinin yüzüne bakarak ne söyleyeceğini de bilirsin. Anket eğitiminde verilen şeylerin uymadığını da görüyorsun. Kapıyı çaldığında sıcak bir yüz görünce çay içmeye geldik diyip içeri giriyorsun öyle bir durum da var. Sosyolojide o kapıyı açan kişinin yüzüne bakmayı orda öğrendim diyebilirim. K2:Var tabi. Şimdi normalde birinci yıldan itibaren kurumlar sosyolojisinin dersini gösteriyorlar değil mi. Sonra derinlemesine bir tarih okutuyorlar bu da çok güzel. Kır okutuyorlar, kent okutuyorlar bunların şu yönü eksik. Bunlar hep teori. Teori dışında kalan şeyleri sadece şey olarak yorumlamayın lütfen hani anket çalışması nasıl yapılır, alan çalışması nasıl yapılır nasıl değerlendirilir bunlar değil. Türkiye’de kurumların nasıl işlediğini bilmiyoruz. Sosyolog mezun oluyor bir toplumu analiz etmesini bekliyorsunuz ama o toplumda ki kurumların nasıl işlediğini bilmiyor. Hukukun nasıl işlediğiyle ilgili mesela bir sürü prosedürü var işin içine girince anlıyorsun. Size hukuka giriş dersi gösteriyorlar, eksik o ders. Bizim zamanımızda rahmetli Adnan Hoca kendisi anlatıyordu, şimdi hala onun kitabı okutuluyor bildiğim kadarıyla. Harika bir kitap hukuka giriş kitabı ama bu değil yani toplum bu değil. Siz alana gönderiyorsunuz belediye başkanlığına belediyenin nasıl çalıştığını bilmiyor neye bakacağının ya da oraya nasıl bir güç kazandıracağını bilmiyor. Gönderiyorsunuz ama Türkiye’yi tanımıyor bu adam. Aile ve Sosyal politikalar Bakanlığı, bu bir devlet kurumu, tanımıyor. Topluma mesela beş milyar TL yardım yapılan bir kuruluş bu. Sosyolog tanımadan yoksun, çalışmaya gönderiyorsunuz. Yani Türkiye’de yardım sistemi nasıl dağıtılır, nasıl seçilir sosyologların bunu bilmesi gerekmiyor mu? Sağlık Bakanlığında sosyologlar çalışıyor ama Türkiye’nin sağlık teşkilatı... Siz bir yere gönderiyorsunuz alkol bağımlılığı madde bağımlılığı sosyolog şeyi bilmiyor ya Türkiye’de ki madde bağımlısı bir kişinin AMATEM ile emniyet ile nasıl bir bağı olduğunu. Yani yaşadığımız hayata yabancıyız. Madde kullanımı şöyle olur bunlar böyledir falan pek çoğumuz yapmışızdır. Benim yüksek lisans hocamın kitabı var madde bağımlılığı diye ama verdiği ders din sosyolojisi. Biz şeyi biliyoruz nasıl etkilenir toplum bu dinamiklerden biliyoruz ama gerçekte nasıl etkilenir bilmiyoruz. Pratik dediğim bu benim. Siz yoksulluk kavramını öğretiyorsunuz yurt dışında bunlar bunlar yapılıyor ama sen kendi ülkende yardım sistemini bilmiyorsun. Annesi ölmüş olan bir çocuğun babasının aylık 200 lira yardım alabileceğini, bunun ne kadar süre alabileceğini öğretmemişsin ki. Dolayısıyla mezun olmuş kuruma gelmiş sosyal çalışmacılar, psikologlar biliyor sen sıfırdan yıllarca bir sürü şey öğrenmeye çalışıyor. Sistem öğretmiyor. Sosyologlar bir sürü yanlış, eksik şey öğreniyor. Dediğim gibi çok karşılamıyor bu anlamda. Toplumsal yapıyı biliyorsunuz ama toplumsal yapıya ait olan kurumları bilmiyorsunuz. Bunun bir ders olarak okutulması gerekiyor. Ben Aytül Hocaya önermiştim kurumlara ilişkin bir ders diye. Mevzuattan ziyade sosyal hizmetler ve sosyal yardımlar tarzında bir ders. Sağlık sosyolojisinin yanında sağlık sistemini anlatan bir ders. Alan araştırması yapmak yerine bir ay boyunca şeyi göstersin, sağlık bu şekilde işler. Ülkeyi tanıtsınlar ülkede binlerce kurum var. Hepsini tanıtmaları mümkün değil ama en azından başlıcalarını tanıtsalar. Biz ülkenin yönetimi hakkında bir şey bilmiyoruz ki neyini araştıralım. Bizim artık idare bilmemiz lazım çünkü idare bilmeden kamuya geçmenin bir manası yok. Geçtiğin zaman alttan başlıyorsun hizmetli gibi yaklaşıyorlar size. K3:İstisnai bir insanım sizin bu röportajınızda. Sosyolog olarak görmediğim için meslekte görmüyorum açıkçası. Bir zararını görmedim tabiî ki. E tabi bakış açısı, sorgulamak bunlar her zaman hayatta fayda sağlayan şeyler ama mesleki anlamda benim cevabım sizi şey yapmaz bence. Alana ilk indiğimde zorluk çektik mi? kendi kendimize oldu biraz. Biz biraz da kendi isteğimizle yaptığımız için zaten bir beklenti yoktu bizden, o yüzden çok sıkıntı çekmedim. Bu alanda çalışan başka sosyologlarla birlikte çalışsaydım onun çok sıkıntısını yaşardım. Yaşadım ya aslında buraya geldiğim zaman bir anket çalışması yapmak istedim. Çok eksik eğitim almışım SPSS bilmiyorum, hiç bir araştırma çalışması yapmadığım için her şeye sıfırdan başlayarak yaptım sıkıntı yaşadım. K4:Olumlu etkileri var tabiî ki. Hani o kadar çok ders aldık ki farklı branşlarda onların katkısını görüyorsun. Daha bir şey bakıyorsun olaylara, genel. Ama şurayla kıyasladığında yaptığım iş sosyal hizmet uzmanı gibi. Hani ben sosyolog kadrosuyla sosyal hizmet uzmanı gibi çalışıyorum. Her anlamda olumlu katkısı oluyor ya aldığım eğitimi yadırgayamam yani. Hocalarımızın da bizi iyi yönlendirdiğini düşünüyorum. K5:Hani çok farklı düşünebiliyoruz, hani bakış açımız çok farklı oluyor bir kere. Çok boyutlu düşünebiliyorsun. Problemin altındaki sebebi belki görebiliyorsun. Başka insanların düşünemediği gibi düşünebiliyorsun. Hani o anlamda farklı faydası var. Hani bana zararı olmadı ama düşünce anlamında bana çok şey kattı. Belki yani hepimizin bildiği iş sıkıntısı anlamında olabilir. Yani siz onu çıkarmaya çalışıyorsunuz herhalde. K6:Olumsuz hiçbir katkısı yok çünkü işimi yapıyorum okuduğum şeyleri şu an pratiğe dökme aşamasındayım. Farklı bir şey yapsaydım cevabı daha farklı olurdu ama şu an için bütün özellikleri olumlu. İşin eğitimini almışım, gerekli şeyleri okumuşum incelemişim. Anket yapıyoruz mesela ben soru hazırlarken eski kitaplarıma bakıyorum nasıldı diye. O yüzden olumlu. Sosyoloji eğitiminin bakış açılarından tutalım da insani ilişkilerdeki konumlanışlarına kadar hayatlarında çok şeyi değiştirdiğini düşünüyorlar. Yaptıkları işlerin sosyoloji ile bir alakası olmadığını düşünseler de karakterlerinde yarattığı değişimin hayatın her yerinde olduğu gibi mesleki hayatlarında da fayda sağladığını düşünmektedirler. 8- Çalıştığınız kurumda hangi işleri yapıyorsunuz, yaptığınız işler sizi tatmin ediyor mu? K1:Çok açık saçmalıyoruz. Şey gibi düşünebiliriz mesela Migros her yerde aynı ya tabelası aynı otoparkı aynı düzenlemesi aynı. Bizde gündüzlü hizmetlerin tek çatı altında birleştirilmesi için sosyal hizmet merkezi açıyoruz şu an. Çocuk ve gençlik hizmetleri verilen bir yer. Toplum merkezleri vardı orda da aslında açılış amacı iyiydi de. Nitelikli personel olmayınca onlarda halk eğitim görevi görmeye başladı, nakış eğitimi verdiler. Ufuk yok, ufuk olmayınca ne yapalım. Hiç bir şey vermeden onları orda tut önemli bir şey yapıyormuş gibi görün. Halı örmenin devri geçti senin üç ada yaptığını fabrika bir saatte yapıyor. O zihnin vereceği bir sanat olmaz. Halı ör vaktiniz burada ölsün. Yoksa veren hocanın da sanatsal bir perspektifi yok. Sen kadını evden çıkardığın zaman daha nitelikli şeyler yaptırabilirsin ama onu yaptıracak nitelikli elemanın da yok. Bizim de sosyal hizmet merkezi bu tür saçmalıkları tek çatı altında toplayıp bir yerde saçmalayalım diye yapılıyor. tam modern işte tek tip tek yerden saçmalayalım diye merkezleri kurduk. Migros nasıl her yerde aynıysa Hakkâri’de ki sosyal hizmetin fiziki açıdan Tekirdağ’daki de aynı olacak öyle bir şey. işe yarayacak kimse yok ki piyasada. Sosyal çalışmacıdan kaç tanesi sosyal çalışmacı ya da sosyologlardan kaçı sosyolog. Kaç kişi var sosyal hizmet bitirip sosyal hizmeti olduğunu düşünen. Beyinler ölmüş. Bizdeki personelde öyle ben şunu bitirdim şu oldum. Ben sosyoloji bitirdim sosyoloji mezunu oldum sosyolog olamadım. Sosyolojiyle ilgili nitelikli bir iş yapabileceğime inanmıyorum açıkçası. K2:Ya ben çok keyif alıyorum bundan bu beni tatmin ediyor. Önceki işlere baktığımda dershanede rehber öğretmenlik ve müdür yardımcılığı falan. Bir de şimdi yaptığınıza bakıyorsunuz. Önceden yaptığım işte dershanenin popülâsyonu kadar bir gruba şey yapabiliyorsunuz ama şimdi bu rakam ilçelerle ifade ediliyor. Doğu ve güneydoğudaki 22 tane ilden bahsediyorum. 50 milyon bütçelik bir projeyi yönetmekten bahsediyorum bu daha tatmin edici. K3:Bizim şu an iş tanımımız yok açıkçası. Dönem dönem değişiyor iş tanımlarımız. Bir ay sonra gelirsen kadın erkek eşitlik biriminde görev alıyorum diyebilirim belki ama şu an diyemiyorum. Üç sene önce gelseydin beş altı farklı iş birden yapıyordun hani. Devamlı bir birim çatısı altında değiliz ve devamlı bir iş tanımımız yok ama belki birimleştiğimiz için çok şey değişmezse başkan değiştikten sonra burada devam edeceğiz, eşitlik birimini yürüteceğiz. O zaman bir iş tanımımız ve yoğunluğumuz olacak diye düşünüyoruz. Her şey muallâkta olduğu için… K4:Açıkçası önceden ediyordu. Şu anda beklide çalıştığım ekipten kaynaklanıyor olabilir. Bir de maddi imkânlardan. Mesela ben şuan 2000 lira maaş alırken başka belediyedeki arkadaşlar 3500 liraya yakın maaş alıyor. Benim 2 katım nerdeyse. Ve aynı çalışma koşullarındayız. O etkiliyor maddi açıdan. Hani birçoğu kadroya geçti sözleşmeden sonra. Bir de çalıştığın ekip arkadaşlarının iyi olması gerekiyor, o sorumluluğu taşıması gerekiyor bakış açısının ortak olması lazım. Bu olmayınca mesela ne kadar da kadın çalışmalarında eğitim almış ta olsa bazı şeyler eksik kalıyor. Bu da beni rahatsız ediyor. Buraya geliyorsak ben bunu dolu dolu çalışarak geçirmek istiyorum. Kendime ait bir şey yapmak istemiyorum. Bu zamanı verimli kullanmak istiyorum. Ama karşı tarafta aynı şey olmayınca bu sefer ben üzülüyorum, sinirleniyorum müdür yardımcısına çatıyorum. Hani aynı koşullarda çalışıyoruz biraz daha sorumluluk taşısınlar. K5:Şimdi bize yardıma ihtiyacı olan aileler başvuruyorlar. Bunlar arasında eşi ceza evinde olanlar var, eşi vefat edenler var, madde bağımlısı olan var, ya da işte çok çok mesleklerle uğraşanlar var. Bunlar yardıma başvuruyor ve biz bunların evlerini incelemeye gidiyoruz. Ev incelemelerinde ailenin bireyleriyle görüşüyoruz, evin ortamına bakıyoruz, yaşadığı mahalleye, ortama bakıyoruz. Çocuğu varsa onun eğitimine ya da kaç kişi yaşıyorlar? Yani evin profiline, ailenin sosyal ortamına bakıyoruz, gelince de ben onu rapor yazıp sunuyorum. bu şekilde dosyamız bizim kurula giriyor. Kurulda da yetkili hiyerarşinin en üstündekiler var. Ben onlara kendi görüşümü söylüyorum. Aile yardıma uygun mu, uygunsa ne yardımı yapabilir? O şekilde işler yürüyor. Bireysel görüşmeler ve ev ziyaretleri yapıyorum. Genel olarak bakıldığında tatmin yapılan yardım hizmetleri açısından sağlanıyor, özellikle sosyal hizmetin görev alanlarında yapılan çalışmalar aracılığıyla. Bu tatmin sosyolojik açıdan bir tatmin değil. Sosyal yardım işlerinin sağladığı bir tatmin. Görüşme yapılan kişilerin büyük bir çoğunluğu sosyolojik açıdan bir tatmin yaşamamışlardır. 9- Kamuda çalışan sosyoloji dışındaki bölümlerden mezun kişilerle ortak çalışmalarınız var mı? Varsa bu çalışmalar nelerdir? K1:Onlarda evrak olduğu için pek bir sorunumuz yok. Bizle kimse konuşmuyor konuşmadıkları için problem yok. Oturup karşılıklı bir şey konuşamam. Çoğu konuşmaz kimse. Bir de öyle bir şey var bildiği şeyi bile söylemez haldeler. Üst yapıyla çelişirsem ne olur gibisinden düşüncelerden oluyor. Kim neye hakkı olduğunu bilecek durumda değil. Ondan dolayı kimse konuşmuyor. Ne olduğunu bildiğin halde onla alakalı iyi bir şey söylediğinde bile birazdan ters bir şey gelecek. K2:Yapıyoruz tabi. Mesela şu çok önemli bir konu. Uzman kadrolar var ya, sosyolog çok fazla bu kadroda. Ben en çok diğer mesleklerden çok onlarla problem yaşıyorum. Çünkü ben bilgi üretirken objektifliğe bakıyorum onlar kurumun çıkarlarına bakıyorlar. Şöyle, uzman olan bir arkadaşımla yaşadığımız bir olay. Ben insanlara 15 bin lira gelir getirecek proje desteği vermek yerine daha yarışma ortamında elenmiş emeğe tabi tutulmuş 20 bin liralık hibe vereyim. Benim alandan elde ettiğim bilgiler onlara yaptığı iş için 20binliralık hibe vereceğim bir çalışma daha iyi olduğunu gösteriyor. o diyor ki (sosyolog bu arkadaşta, kurumsal olarak bir çatışma var aramızda) hayır ben niye hibe edeyim o parayı kredi olarak veririm o işleri düzelince bana geri öder. Kurumun vereceği paraya bakıyor o. böyle çatışmalar var. K3:Bizde öyle bir şey yok. Bizde, belki bizim müdürlükte öyle bir sıkıntı yok. Müdürde biter iş. Şu anki müdürümüz gayet açık fikirli bir kadındır bize fikirlerimizi sorar. Burada daha çok kıdem konuşur meslek değil de. Memursan, kadroluysan benden her zaman haklısındır yani. Bizim müdürlükte çok yok ta o genel olarak belediyede öyle. Birikime, branşa bakılmaz. Ben yirmi senelik memurum sen ne konuşuyorsun dedin mi olay bitiyor burada. K4:O kadar çok personel değişti ki bizde bu maaş ve kadro durumundan dolayı, çok fazla istifa edip giden oldu. Biz ilk 2008’de buraya başladığımızda kadromuz çok güzeldi. 4–5 tane sosyolog vardı, 3 sosyal hizmet uzmanı, 3–4 tane psikolog vardı ve ekip muhteşemdi. Biz oraya işe gidiyoruz gibi bakmıyorduk. 2 yıl böyle devam etti. Sonrasında bu insanlar gittiler. Bazılarımız kovuldu falan. Şu andaki ekipte 2 tane sosyolog var. Yeni ekip arkadaşlarıyla şu an aramız pekiyi değil. Önceki ekipte çok güzeldi meslek ayrımı olmuyordu birbirimize katkımız oluyordu. Ama şu an için aynı şeyi söyleyemem yani. Çok fazla çatışıyoruz. K5:Yok hayır. Burası zaten belediyeden de ayrı bir birim. Burada 3 sosyolog 1 halkla ilişkiler uzmanı 1 tane giyim bölümünden mezun – yardım ettiğimiz ailelerin giyimlerinden sorumlu- biri var bir de şoförlerimiz var ben ne sorun yaşayabilirim. Yok yani. Diğer meslek gruplarıyla ortak çalışmak zorunda hemen hepsi. Bazıları meslek gruplarından kaynaklanan değil daha çok kişisel sıkıntılar yaşıyor. Ancak mülakat yapılan çalışanlardan biri bilgi üretim sürecinde edindiği bilimsel etiğin diğerleriyle çatıştığını düşünüyor. Ona göre, kendisi objektifliğe önem verirken diğerleri orijinine kurum çıkarını koyuyor bu da bir sıkıntıya yol açıyor. 10- Sosyoloji eğitiminde olması gerektiğini düşündüğünüz farklılıklar nelerdir? K1:Küflenmiş adamlar tamamen çıkarılmalı. Ders veren ama tekrar lisede ders almaya mecbur kişiler gitmeli. Yusuf Genç mesela... Hepsinin kendine göre bir rengi var. Farklı farklı şeyler var iktisat mezunu ama sosyolojiden yüksek lisans yapmış. Çatı olarak güzel bir şey ama Yusuf Genç gelir danışmanlık yaparsa bu batar. Artık aşağıdaki sosyal çalışmacıya laf etme hakkım hiç yok. Sosyolojide nitelikli personelin olması lazım ki anlaşılabilsin. Bugün Türkiye’de sosyoloji anlayacak pek eleman yok yani. Başbakanın yanında kaç tane sosyoloji bilen var. O açıdan eğer üniversite kaliteli sosyoloji eğitimi verecekse işe yaramaz personeli dışarıda bırakacak, daha nitelikli böyle sağına soluna bakmadan, ideolojisine bakmadan eleman alacak. K2:Dediğim gibi temel değişiklik biz toplumsal yapıyı biliyoruz, nelerden etkilendi, nasıl değişti her şeyi biliyoruz ama bunların somutlukta nasıl ölçülebileceğini, görüntülerin nasıl olduğunu bilmiyoruz. Yoksulluk araştıran birinin Türkiye’deki yoksulluk sistemini okulda öğrenmesi gerekiyor. Bu sadece oturup mevzuat ezberlemek değil. Öğretilmesi tanıtılması gerekiyor ki iş hayatına girdiğinde zaman kaybetmesin. K3:Ya bilmiyorum ben bu şeyden çok uzak kalmış biri olduğum için çok fikrim yok. Akademik eğitimden de çok uzak kaldığım için eğitim sistemine yönelik bir eleştiri yapamıyorum. Daha uygulamalı daha pratik bir eğitim sistemi olsaydı tabiî ki çok daha iyi olurdu. Akademik ortamda akademik alanda devam edecekmişsin gibi eğitim alıyorsun ama aslında öyle bir şey yok pek çoğu mezun olunca kendini iş hayatında buluyor. Ama eğitim sürecinde hep orda devam edecek missin gibi eğitim alıyorsun. Kent sosyolojisi, kır sosyolojisi, hödö sosyolojisi alıyoruz da ne oluyor yani. Bir şey olmalı yani ama o eğitim de biraz daha gerçekçi olmalı kendimizi eğlendiriyoruz. Ben hep derdim ki üniversitede felsefe okuyorsun da ne oluyor al kitabını git tartışma gurubunda tartış öyle oluyor yani. Ben felsefeyi böyle görüyordum. E sosyolojinin de bundan farkı yok o zaman. Okulda okuyorsun ama bunları kitaptan da okurdun yani. Sosyoloji öğreniyoruz ama ne yapmak üzere alıyoruz bunu. Hiç bir fikrim olmadan mezun oldum ben ne yapabilirime dair mesleki anlamda. Yani dört senem gitti benim hayatımın baharında. O zaman üniversiteye girmeyip çalışsaydım belki çok farklı yerdeydim ya da başka bölümde okusaydım başka noktadaydım. Hayatımdaki en büyük kırılma noktası sosyoloji okumak. Başka bir okula gitsem çok başka bir benle karşılaşırdınız. O dört sene akademik olarak bir şey katmadı bana. Dört sene o masalarda oturup ne öğrendim... Benim de ilgisizliğim olabilir. Dört sene okuduk ama ne yapmak üzere okuduk. Hiç öyle bir şey yok. K4:Yani bence şu anda sosyolojinin en büyük sorunu istihdam. Hani madem bu insanları istihdam edemiyorlar o zaman kapatsınlar bölümleri. Çoğunu kapatsın sayılı üniversitelerde kalsın sosyoloji. Ne bileyim fazla olmasın yani. Çünkü fazlalaştıkça eğitimin kalitesi düşüyor. Liseden daha fazla gidemiyor, yüksek lise gibi bir şey oluyor, üniversite değil. O yüzden bu kadar açılmasına ben karşıyım. Daha fazla sahada çalışılabilir mesela sizinki çok güzel olmuş bizde bu yoktu. Biz sadece Selçuk’tayken bir tez yapmıştık bir de bize üçüncü sınıfta bir ödev vermişlerdi onun haricinde başka bir şey olmadı. Mesela stajlar çoğaltılabilir zorunlu staj olabilir. K5:Daha fazla saha çalışması olabilirsin. Ben okuduğum okulda kendi isteğimle saha çalışmalarına katıldım ama zorunlu olsaydı ve daha fazla çalışma alanımız olsaydı ben çok isterdim. Çünkü sahada çalışmak çok ayrı bir şey çünkü sahada çok farklı deneyim gerekiyor. İnsanlara yaklaşmak, insanların size nasıl yaklaşacağını kestirmeniz gerekiyor. Ben orda biraz zorlandım. Üniversitede en basit yaptığımız anketlerde bile insanlar nasıl yaklaşıyordu hele bir de siyasi anket olursa bir de böyle bir yerde çalışıyorsanız farklı görüşlerde insanlar da oluyor o yüzden çok fazla tepki alabiliyoruz. O yüzden daha fazla saha eğitimi almayı isterdim. Sosyoloji eğitiminin daha çok uygulamaya ve pratiğe yaslanması gerektiğini düşünüyorlar. Sosyolojinin bir istihdam alanı olmamasına rağmen çok fazla öğrenci olduğunu ve gelenlerin de sosyolojiyi çok da isteyerek seçmediğini düşünüyorlar. 2.2.5.Akademisyenlerle yapılan görüşmeler aşağıda sunulmuştur. 1. Tekrar seçme şansınız olsaydı sosyoloji tercihiniz olur muydu? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Evet olurdu. Çünkü sosyal bilimlerin en temel bilimi olduğunu düşünüyorum. Bunu okuduktan sonra anlıyorsun elbette belki o zamanki kafayla sosyoloji seçerdim diyemiyorsun ama şimdiki kafayla diyorsun. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Olurdu. Çünkü sözsel bilimlerle ilgileniyorum. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Hayır. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Olurdu. Üniversite tercihinde sosyoloji yazmadım. O zamanlar sosyolojiyi eften püften bir şey sanıyordum. Boğaziçi'ne gittim geçen gün. İstanbul'u görmüş olsam Boğaziçi psikoloji yazar orda okurdum. Gezip tozar sonra sosyolojiye geçerdim. Lise yıllarımda çok önemli olmadığını biliyordum. İstihdam sorununu biliyordum. Siyaset bilimini seçtim. Kamu ve bürokraside çalışmak daha kolay. Hala da daha kolay. Ama o zamanlar böyle olacağını bilsem direkt sosyoloji yazardım. Çünkü sosyolojiyi daha çok sevdim. Siyaset ve kamuda sevmediğim çok dersler vardı. Beni çok uğraştırdı. 5'er kredi iktisat, istatistik, bürokrasi, hukuk dersleri aldım ve benim lisans hayatımı mahvetti. Psikoloji, sosyoloji okusam daha zevkli olurdu. Onlarla zaman kaybetmezdim. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Evet olurdu. Aslında bilinçli bir tercihti. Sosyolojiden aldığım dersler beni bu alana yöneltti. Pratikten uzak bir felsefe vardı biraz pratikten uzaktı. Sosyal bilimlerin özgürlük savunucu olması ve sokakta görünür bir disiplin olması gerektiğini düşündüğüm için felsefeden sosyolojiye yöneldim. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Evet olurdu. İnsanları seviyorum. Bilinçli bir tercih yaptım. Toplumsal olaylara ilgi, merak, okuma alışkanlığım var. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Evet, çünkü aileme karşı çıkıp sosyoloji okudum; bir yıl eve gitmedim. Kişiliğime uygun, dışa dönük sosyal bir insanım ve hayatın içinden olduğu için.tekrar seçme şansım olsa yine sosyoloji okurdum. Hacettepe’de okurken bana muhtar derlerdi herkesi bilirdim. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Evet. Çünkü sosyal bilimlerin tüm alanları kapsayan bir bilim dalı olduğunu düşünüyorum. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Evet zaten psikoloji eğitimi gördüm. Klinikte Ankara Tıp psikiyatri de çalıştım 94-99 yılları arasında. Sosyoloji doktoramı yapıyordum o dönemde. Doktora 97 de bitti. Burada sosyoloji bölümü yoktu burada felsefe, psikoloji, sosyoloji dersleri veriyordum daha sonra burada sosyoloji bölümünü kurdum. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Elbette. Daha çok işin içine girdiğim zaman evet gerçekten önemli bir alan. Daha fazla çalışmalar yapmak isterdim. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Evet. Çok seviyorum alan olarak bana çok uygun. Alanım kültürel çalışma ve uluslararası siyaset üzerine çalışıyorum. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Ben çok severek ve isteyerek girdim sosyoloji bölümüne. Çünkü hem bireyin kendi sorunları hem de toplumun sorunlarıyla ilişkili olarak ikisini bir arada değerlendirme fırsatı ancak sosyolojiyle mümkün olabiliyor. Biz toplumda özne gibiyiz ama nesnelerin içinde özne olarak değerlendirilebileceğimiz bir noktadayız. O yüzden toplumsal sorunların belirlenmesi analiz edilmesi geleceğe yönelik politikaların oluşturulması insanların refah düzeylerinin arttırılması anlamında bakınca sosyoloji okumak gerekiyor. Sadece yerel boyutta değil küresel boyuttaki insanı ve ahlaki gelişmelerin sağlanması içinde sosyolojinin okunması taraftarıyım. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - İki üç yıla kadar seçerdim diye düşünmüyordum ama artık öyle düşünüyorum. Çünkü toplumsal olaylarla ilgili edindiğim bilgileri yeni yeni hayata uyarlama hayata o gözlükle bakma becerisini geliştirdiğini söyleyebilirim tamamen kişisel bakışımı değiştirdi. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Evet, memnunum. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Olurdum ya… Zaten seçerek geldim, araştırarak geldim, isteyerek geldim. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Evet. Memnusunuz yani sosyolojiden? Evet, sizin kuşaktan farklı olarak bilerek ve isteyerek seçtik. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Evet, evet, aynen. Tamamen burada bu bölümde olmak istiyorum. Görüşme yapılan akademisyenlerden bir kişi dışında herkes tekrar seçme şansı olsa sosyolojiyi tercih edeceğini söylemiştir. Sosyal bilimlere zaten ilgi duyduklarını ve bu ilginin toplumsal sorunlara duyulan meraktan kaynaklandığını dile getirmişlerdir. Sosyolojinin kişisel bakış açılarını değiştirdiğini de dile getirenler olmuştur. Akademisyenlerin neredeyse hepsinin “bilinçli tercih” yaptıklarını dile getirmeleri akademisyen olmalarında bu durumun etkisi olabileceği izlenimini vermektedir. Bilinçli bir tercih sonucu gelmeyenlerin ise zaman içinde durumu içselleştirip bir savunma mekanizması bile olsa kabullendikleri bir nevi rasyonalize ettikleri düşünülmektedir. 2.Kaçıncı tercihinizle yerleştiniz? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) – Hatırlamıyorum. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) – İlk tercihimle yerleştim. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) – Altıncı tercihimdi. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Üçüncü tercihimle yerleştim. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - İlk tercih. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Tüm tercihlerim sosyolojiydi. 4.tercihime yerleştim. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Bizim zamanımızda ön kayıtlar olurdu. Bir tek ODTÜ ayrı sınav yapardı, ilk tercihimde yerleştim. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - 15. tercih. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - O zamanlar her şeyden yazılıyordu 3er 3er 4.sırada olan tercihime yerleştim. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Bütün tercihlerim sosyoloji olmuştu. 5.tercihimle yerleştim. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Hatırlamıyorum. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - İkinci ilk düşündüğümüz hukuktu ama şu an düşünüyorum bu bilgilerle hukuk ne kadar sıkıcı gelirdi bana. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - İlk tercihim değildi. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Ben sosyolojiye doktorada başladım. Sırf sosyoloji okuyabilmek için yurt dışına gittim. İsteyerek bu bölümdeyim yani. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Bu uymuyor. Çünkü benim lisansım iktisat. Mastır için geldim. Sonra doktorayı da burada yaptım. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Şöyle söyleyeyim, üç tercihim vardı. Birisi siyasal, birisi hukuk, birisi de ODTÜ sosyolojiydi. İlk yılda bu üçünü yazmıştım, ikinci yıl tekrar girdim. Çünkü eylül mezunlarını almıyorlardı o zaman. O zaman tek bir tercih yaptım ODTÜ sosyoloji. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Altıydı aslında. Sosyolojiye gelen pek çok öğrenci gibi ben de psikoloji istiyordum aslında. Ama psikoloji ve sosyolojiyi tam olarak tanımamaktan böyle bir seçim yapmaya çalıştığımı düşünüyorum. Buraya geldikten sonra, aradığımın tam olarak bu olduğuna karar verdim zaten. Çok uzun zamandır görev yapmakta olan akademisyenlerin çoğunluğu kaçıncı tercihleri olduğunu hatırlamamaktadır. Onun dışında kalanlardan 4 kişinin sosyoloji ilk tercihi olmakla birlikte bütün tercihleri sosyoloji olup da alt sıradaki tercihlerine yerleşenler de bulunmaktadır. Sosyoloji öncelikli tercihleri arasında bulunmayanlar da sosyolojiye geldikten sonra çok memnun olduklarını ve yine tercih etmek isteyeceklerini söylemişlerdir. Lisansta sosyoloji eğitimi almayıp mastır ya da doktorada sosyolojiye başlayan akademisyenler ise çok daha bilinçli tercih ettiklerini dile getirmiştir. Bu da yine akademisyenlerin severek ve isteyerek bu bölümü tercih ettiklerini göstermektedir. 3.İş bulma baskısı sizin zamanınızda nasıldı? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - O zamanda vardı iş bulma baskısı o zamanda sorundu. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Hala sosyolojide iş bulamazsın. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Çok daha kötüydü. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Pratik işlere başvurmadım. KPSS'ye bir kere babamın zoruyla girdim. Akademik işlerle uğraşıyordum, başka işlerle uğraşıyordum sivil toplum örgütlerinde çalışıyordum vakıflarda üniversitede hocaların yaptığı projelerde çalışıyordum. Herhangi bir işe başvurmadım. O projelerde çalıştım. Mastır tezi falan yaptım sonra yine başka projelerde çalıştım. Hepsi bilimsel araştırma ya da AB, TÜBİTAK projeleri idi. Bu yüzden iş sorunu yaşamadım. Ama arkadaşlarım yaşıyor siz de yaşıcasınız özellikle İngilizce bilmiyorsanız haliniz harap onu söyleyeyim. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Sosyal bilimler ile ilgili disiplinlerde her zaman bir soru işareti var. Sizin olmasa bile ailenizin mutlaka bir kaygısı oluyor. Ben her zaman akademik bir görevde yer alacağımı düşünerek tercihimi yaptım. Eğitim sürecinde pek etkilenmedim iş bulma sorunuyla çünkü ben biraz daha hedef odaklıydım. Bir hedefim vardı ve onun için ilerlemiştim. Bu Türkiye için büyük bir problem. Görev yapılabilecek alan ve mesleğinizi yapabileceğiniz alanlar çok sınırlı. Çok çaba gerekiyor ve rekabet çok arttı. Akademiye yönlenmeyenlerin çok sıkıntılar çektiğini biliyorum iş bulma konusunda. İş bulma sürecinde çok zorlandıklarını arkadaşlarımdan biliyorum. Sosyal bilimler disiplinlerinin içinde olan bütünsel bir gerçeklik olmakla beraber devletin ve kamu kurumlarının mesleğe henüz bir unvan atfetmemelerinin getirmiş olduğu toplumsal bir gerçeklik. Toplumun bakış açısı böyle devlet bunu destekliyor ve devlet bunu destekledikçe karşılıklı diyalektik negatif anlamda üreten bir süreç. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Aynı şekilde iş bulma sıkıntısı vardı. Ama akademik düşündüğüm için benim böyle bir kaygım olmadı. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Bugünkünden çok daha da beterdi. 1973’de mezun olunca önce Yükseliş Kolejinde ek ders ücretli öğretmenlik yaptım. Daha sonra ilk memuriyetim Ticaret ve Turizm Yüksek Okulunda öğretmenlik oldu. Ecevit zamanıydı. Sınavlar ilk o dönem ortaya çıktı. Hatırladığım kadarıyla Cumartesi de çalışırdık. O sene çalışma yasası değişti memurlar hafta sonu çalışmamaya başladık. Sınav sistemi de gelince bir yerlere girebilmek için sınavları beklemek gerekiyordu. Daha sonra artık memur olduğum için Sağlık Bakanlığına yatay geçiş yaptım.1978’de de DTCF’ye asistan oldum. Kısaca mezun olduktan beş yıl sonra ancak akademiye geçebildim. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Çok fazla baskı yoktu. Biz sertifika programları da aldık. O zamanlar öğretmenlik sınavlar yoktu. Çoğu arkadaşım öğretmen oldular. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Baskı yaşamadım. Şubat 86 mezunuyum ve müracaatlar yaptım. Hemen geri dönüşler aldım. Arkadaşlarımdan bankalara, TRT’ye girenler oldu. Ben akademiyi tercih ettim. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Akademisyen olmak istiyordum. Bunun için gerekli şeyleri yaptım. Yüksek lisansımı yaptım. Ama istihdam alanımız yok, belirli bir meslek belirlememiz yok. Bu bütün sosyal bilimlerin sıkıntısı. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Benim için hiç iş bulma baskısı olmadı. Çünkü ben işadamı çocuğuyum ve işyerlerini kapatıp geldim buralara. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Aslında o dönemden bu döneme baktığımda iş bulma konusunda çok bir değişim olduğunu düşünmüyorum. O dönem bir yıl iş bulamamıştım. Bizim zamanımızda istihdam kapasitesi düşüktü şimdi mezun sayısı arttığı için iş bulma noktasında ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Ama bu dönem gençler biraz daha şanslı gibi geliyor bana direk sosyolojiyle alakalı olmasa da yaşamını devam ettirecek işler bulabiliyorlar. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Zordu. Sosyolojinin geniş bir alanı yoktu kendi mesleğimi yapma şansım çok fazla yoktu. Şimdi sosyolog kadrosunda iş bulma şansı biraz daha arttı. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Benim için bir problem yoktu. Zaten yurt dışına asistan olduktan sonra gittim. İş sahibiydim. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Genelde her zaman var aslına bakarsan da… Biraz ODTÜ olduğu için tabi farklı, daha çok alternatif var, okulun şeyinden gelen. İkincisi yani son yirmi yılda sosyoloji, daha tanınan, bilinen bir bölüm oldu her açıdan. Hem özel sektörde hem kamuda hem de entelektüel-akademik camiada. Onlar daha önemli yani şuanda zaten. Sosyolojiden bir şekilde lisans, yüksek lisans ya da doktora yapmış çok insan var dışarıda, özellikle ODTÜ Sosyoloji’den… Hani ODTÜ Sosyoloji de o yüzden çok öncü bir rol oynadı. Hem disiplinin tanınmasında hem de etkili olmasında. Sonra, başka bölümlere de tabi çok şeyi var, etkisi var. Buradaki mesela bir sürü yüksek lisans programında sosyoloji hocalarının da dersleri var. Onların hepsinin toplam bir etkisi oluyor. Ama baştan beri şey vardı; çünkü bir meslek değil yani sosyoloji. Bir sürü disiplinde olduğu gibi. Yani size al şu şeyi, diplomayı, git şu iş yap diyebileceğimiz bir meslek değil. Öyle olunca tabi çeşitli sorunlar oluyor, iş açısından, lisans düzeyinde. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Vardı, daha da fazlaydı. Şimdiye göre bir kıyaslama yaparsanız, şu an daha mı azalmış durumda? Hayır, şimdi evet iş bulma baskısı daha azalmış durumda. Yani sosyoloji mezunlarının şimdi artık akademi dışı yerler, önceden hiç öyle bir şey yoktu. Yani ya işsiz kalırdın ya sosyoloji öğretmeni (lise, ortaokullarda) sosyoloji öğretmenliği yapardın. Sosyolojinin proje alması gibi şeyler de söz konusu değildi. Herhangi bir kurumda sosyolog istihdam etmesi ya da araştırması yapması gibi bir şeyler de çok azdı. Yani benim bu konuda ilk gördüğüm ki ODTÜ sosyolojide de bir ilktir, GAP araştırması yapılmıştı mesela. Hiçbir sosyolog da böyle araştırmacılıktan falan kendisine bir meslek çıkarabileceğini düşünmezdi. Daha esas olarak akademik bir şey, faaliyet olarak düşünürdü. Mezun olanların da ne kadarını akademiye girebileceğini düşündüğün zaman, neredeyse bir imkânsızlık olarak ortaya çıkıyordu. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Tabi hepimizin olduğu kadar iş bulma baskısı hissettim. Yani bunun büyük ölçüde sosyoloji disiplininin market ile iç içe olmamasından kaynaklandığını düşünüyorum. Ki iç içe olmaması benim için bir anlamda olumlu bir şey. Çünkü bilgi üretimini tamamen markete endekslememiş oluyoruz. Ama bir yandan burada aldığımız teorik ve ampirik eğitimin, herhangi bir karşılığının olmaması, yani evet bir iş baskısı yaratıyor. Çünkü hani çok temel bir şey: “Ne yiyeceğim? Ne yapacağım? Ne içeceğim?”… Genel olarak sosyal bilimlerde iş bulma baskısının geçmişten bugüne süregeldiğini belirtseler de son yıllarda daha çok iş alanı açıldığını belirtiyorlar. Ancak kendilerinin zaten akademi hedefinde yoğunlaştıklarından bu baskının üzerlerinde daha az olduğunu söylüyorlar. Özellikle ODTÜ’lü akademisyenler, kendi okullarından mezun olan öğrencilerin ODTÜ’lü kimlikleriyle daha rahat iş bulabildiklerinden bu baskıyı en asgari düzeyde hissettiklerini çünkü alternatiflerin bulunduğunu düşünmektedirler. Genel gözlem olarak araştırmaya başlarken edindiğimiz izlenim bu mülakatlarla doğrulanmış görünmektedir. Yani genelde sosyal bilimler, özelde ise sosyolojide iş bulma baskısı son yıllarda biraz daha azalmakla birlikte hala derin bir şekilde hissedilmektedir. Türkiye’de sosyoloji eğitimi, mesleki formasyondan ziyade akademiye dönük verilmektedir. Yani eğitim meslek odaklı değil bilim odaklıdır. Ancak akademik alana çok sınırlı sayıda sosyoloji mezunu yönelebilmektedir, iş bulma baskısının bir yanını da böyle tarif etmek yanlış olmayacaktır. 4.Aileniz sosyoloji okumanızı nasıl karşıladı? Tepkileri nasıldı? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Bilmiyorlardı ki ne olduğunu. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Çok berbat karşıladılar. Evladım senin işin gücün mu yok dediler. Biraz zorlu oldu o nedenle. Komik bir anımı anlatayım. İki yaz evvel ailemle geziyoruz. Bir aile dostumuzla karşılaştık. Uzun zamandır görmüyorlardı beni. Şimdi ne yapıyorsun dediler. Amerika’da doktora yapıyorum dedim oo harika hangi bölümdesin dediler sosyoloji dedim. Ama sen çok akıllıydın dediler sanırım bu konuyla ilgili yeterince açıklayıcı oluyor bu anım. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Olumlu karşıladılar. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Ailem eğitimli bir aile olduğu için onlara bir şey sormadım üniversiteye gittikten sonra. Onların katkısı pozitif oldu. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Çok sormadım aslında. Ama yapma gibi şeyler söylemediler bana. Hatta lisede sayısal okumuş bir insan olduğum halde bir şey söylemediler. Lisede felsefe dersleri alırken hocamı çok sevmem ile ilgili bir hikayem var. Onun haricinde babamın sol ve örgütlü bir geçmişi var. Sanırım biraz da ailemin kültürel mirasıyla alakalı. Bir işçi çocuğuyum. Muhafazakar, baskıcı bir ailede büyümedim. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Ailem hala sosyolojinin ne olduğunu bilmiyor. İş bakımından bakıyorlardı hep. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Hiç istemediler. Özellikle babam “soranlara ne diyeceğim; kızım ne işe yarıyor nerede işe girecek ki, yüksek bürokrattı kendisi Mülkiye mezunuydu. Valilik yapmıştı, o sırada Danıştay üyesiydi. Danıştay’da kadınlara uygun pozisyonlar var diye beni oralarda görmek istiyordu. Kısaca hukuk okumamı istiyordu. Benim Hukuk Fakültesine gitmek istemememin sebebi de orada iki çok yakın akrabam prof ve çok ciddi adamlar onların öğrencisi olmak özellikle, hukuk bilmekten öte onların o kimliği ve hukukun normatif bir bilim olması bana çok uzak geldi. O sıralar da DTCF’de çok fazla boykot falan vardı ve Hacettepe yeni kurulmuştu ve hiç düşünmeden oraya kaydoldum... Ben hiç Beytepe’de okumadım Sıhhiyedeydik.1980 yılında oraya taşındılar, ben hiç mahrumiyet çekmedim o yüzden. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Olumlu idi. Bir yönlendirmeleri olmadı tamamen benim tercihime bıraktılar. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Senin mesleğin psikoloji, psikolog ol demişlerdi. Daha gelenekseldi beyaz önlük giyerek klinikte bulunmak. Ama bu durum benim içime sinmiyordu. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Hep sosyoloji okumayı istiyordum. Ailem hiç tepki göstermedi desteklediler beni. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Doğrudan destek verdiler. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Benim babam köy enstitüsü mezunu o yüzden aile olarak toplumsal sorumluluk duyarlılığımız çok gelişmiştir. Babamın hep istediği sosyoloji okumamdı. Aileden çok yakınımız teyzemler hukukçu onlar benim o alana yönelmemi istemişlerdi ama sosyoloji oldu. Şanslı bir ailede yetiştiğimi düşünüyorum. Bana çok destek oldular. 70li yılların yaşanmış sıkıntılarını benimle arkadaşça paylaştılar onların katkıları ve emekleri çok fazla. Özellikle kızımı okutacağım diye çok çaba gösterdi bizlerin eğitimine çok önem verdi babam. O dönem kız çocuklarına yönelik normları yıktı ve bizi Ankara’ya gönderdi. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Bana çok karışmıyorlardı zaten benim seçimlerime saygı duyuyorlardı önce biraz yadırgadılar iş bulma kaygısıyla orantılı olarak. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Ailem bana karışmadı. Sosyolojinin ne olduğunu kimsenin bilmesi mümkün değil, onlar da tam bilmiyorlardı. Lisansta okuduğum iktisadın olanaklarına göre sosyolojinin daha dar iş imkanı olduğunu biliyorlardı. İktisattan mezun olduktan sonra sosyolojiye okumamı yadırgadılar. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Sosyolojiyi biliyorlardı tabii ki, yani negatif tepkileri olmadı. Zaten hani ODTÜ olması, daha ileri bir eğitim olması. İşte hani ailelerin genellikle desteklediği şeyler. Benim ailem de destekledi tabii ki. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Benim babam dalga geçti. Ekonomiye girseydin daha çok para kazanırdın dedi. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Onlar için çok ciddi bir baskı yoktu ama hem onlardan gelen bir baskı yoktu hem içlerine sinmeyen herhangi bir durum yoktu. Ama pek çok sosyoloji öğrencisinin buna katıldığını düşünüyorum; belirli bir tanımı olmadığı için ne yaptığımız da belli değil bir yandan. Çevre çeperden onlar baskı gördü aslında. “Ne yapıyor yani? Öğretmen mi olacak? Şunu mu olacak? Bunu mu olacak?”… Belli bir şeyi yok. Ama ailem için temel bir sıkıntı değildi. Ailesinin kültürel mirasının, sosyal bilimleri “işsiz alan” olarak görüp sosyolojiyi tercih etmelerine karşı çıkmadıklarını hatta destek olduklarını söyleyen akademisyenler yoğunluktadır. Ancak akademisyenlerin büyük bir kısmı ailelerinin sosyolojinin ne olduğunu bilmediğini düşünmekle birlikte buradaki durumun seçimlerine saygı duymaktan ileri geldiğini dile getirmektedirler. Bunun en önemli göstergesini ise “Şimdi mezun olunca ne olacaksın sen?” sorusuyla açıklamaktadırlar. Hem ailelerinin hem de çevrelerinin bu soruyu o dönemde sık sık dile getirdiğini söylemektedirler. Bir akademisyenin tespitinin burada genel geçer görüşü yansıttığını düşünüyoruz: “Bir sosyolog olarak değil bir akademisyen olarak kendini tanıttığını” yani pozisyon üzerinden meşru kıldığını dile getirmektedir. Aileler çoğunlukla çocukları “sosyolog” olduktan sonra değil akademisyen olduktan sonra rahatlamıştır ve meşru görmüştür. Buradan çıkarabileceğimiz en önemli sonuç “sosyolog” diye bir meslek meşruiyetinin toplumda gelişmediği yönünde olabilir. 5.Eğitim verdiğiniz, halen çalıştığınız üniversitede eğitimde herhangi bir baskı hissediyor musunuz? İstediğiniz konuyu çalışabiliyor musunuz? Şimdi ve öncesinde nasıldı? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Üniversitenin böyle bir baskısını ben hissetmedim. Ama mesela böyle bir araştırma yapmak için TÜBİTAK gibi şeylerin desteğine ihtiyaç vardır baskısı demiyim ama proje yazarsın kabul etmez mesela onu ama üniversiteden öyle bir şey olmadı. Kurumlar politik şekillendiğinden bizde rasyonellik bulunamadığından bu hangi iktidar olursa ona göre biçimleniyor. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Henüz yeniyim bunu ne kadar görebilirim emin değilim ama şu ana kadar böyle bir şey hissetmedim. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Ben bir baskı görmüyorum. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Burada bir sorun olacağını sanmıyorum. Bolu'da bile hissetmedim burada öyle bir sorun olacağını sanmıyorum. Burası daha kurumsal bir yer. Akademik baskı olmaz. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Sosyoloji bölümü özelinde bir baskı yok. Fakat Ankara Üniversitesi genelinde konuşacak olursam diğer bölümlerden araştırma görevlisi arkadaşlarımdan duyduğum şeyler var. Bunun haricinde akademik kadro olarak araştırma görevlisi olarak çok büyük problemler var. Türkiye’de YÖK’ün getirdiği nokta, bizim kadrolaşma süreçlerimiz gibi. Ama Ankara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü olarak bir baskı yok. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Tamamen olmasa da yüzde yüz verimlilik alamıyorum. Kadro yetersizliği var. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Öncesine göre çok daha özgürüz.Ben asistan girdiğim sene sosyoloji felsefe bölümünün içinde bir kürsü olduğu için her konuda çalışan insan yoktu, hocam da sanayi sosyolojisi uzmanıydı dedi ki “Ankara sanayi şehri değil sakın sanayi çalışma,ben Denizli’ye gittim Babadağ’da dokumacılık çalıştım çok zorlanırsın, Sağlık Bakanlığından geldin sağlık sosyolojisi çalışabilirsin” dedi.Zaten Sağlık Bakanlığında bir kaç projede çalışmıştım yani sağlık sosyolojisi nedir azıcık biliyordum,Dünya Sağlık Teşkilatı projelerinde çalışmıştım.Hacettepe’den hocalarımızla ortak projeler vardı, onları da gidip görüyordum. Bunlardan biri de Profesör Nusret Fişek çok aziz dostumdu.Rahmetli Türkiye’de sağlık alanında reformları yapan kişidir. Doktora jürime degirmişti. Aslında siyaset çalışmak isterdim; hocama da söylemiştim. Çünkü ben Hacettepe’de Ahmet Taner Kışlalı’nın öğrencisi olmuş, ondan siyaset sosyolojisi dersi almıştım. Sonradan onu vurdular. O hepimizin idolüydü ve hepiniz siyaset sosyolojisi çalışmak isterdik ama arkasından 1980’de malum askeri darbe oldu. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Hiç bir sıkıntı yok. Çalışma konuları bakımından kendi şahsım adına herhangi bir baskıyla karşılaşmadım. Kendi tercih ettiğim konuları çalıştım. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Statü farklılığım vardı. Baskı yok istediğim konuyu çalışabiliyorum. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Müdahale, yönlendirme yok. Konferansların, kongrelerin istikametinde seni yönlendiriyor. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Hiç sıkıntı yaşamadım. Her istediğim konuyu çalışabiliyorum. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - İstediğimiz konunun araştırmaya uygun olması gerekiyor. Benim açımdan problem yok ben istediğim konuyu çalıştım çalışıyorum lisans tezim kadın ile ilgiliydi o dönemde kadın çalışmak garip karşılanıyordu. Arkasından kırsal alan çalıştım daha sonra teknoloji ile ilgili bir doktora çalışması yaptım ben bu çalışmaları isteyerek yaptım. Şimdide belirli bir alanım var tabi. Ben böyle bir alanı tercih ettim zorlanmadım. Hatta çalışmalarda doktora hocam beni teşvik etmişti. Siyasi anlamda yönelmedim düşünmedim o dönemlerde. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - İstediğim konuyu çalışabiliyorum. Ben suç alanında doktora yaptım yüksek lisans kadın yoksulluğuydu. Bu bakımdan dolayısıyla özgür hissediyorum somut olarak baktığımızda da bu böyle. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Ben özgürüm. ODTÜ öğrencisinin üstünde ne kadar baskı varsa benim de o kadar var. Ben bir baskı olduğunu gözlemlemiyorum. Benim öğrencilerim zaten özgürler, tercih hakkına sahipler. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Benim bildiğim bir sorun yok şuana kadar burada. Benim hatırladığım, bildiğim bir sorun yok. Öğrencilerden ya da hocalardan çalışma konularıyla ilgili bir sınırlama vs. Yönetimden, üniversite yönetiminden ya da bölüm yönetiminden kaynaklanan herhangi bir şey yok. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Yani şeyi söyleyeyim sana, bir baskı var ama o şöyle söyleyeyim, piyasa baskısı. Mesela tahmin edeceğin gibi YÖK’ten, üniversitelerin idaresinden, bölüm başkanlığından gelen bir baskı söz konusu değil. Bence eğer onu diyorsan, ne hocalar ne de öğrenciler aslında mesela YÖK’ten şikâyet edecek kadar, bugüne kadar benim gördüğüm ki YÖK’ün kuruluşunda ben öğrenciydim, benim gördüğüm akademik bir özgürlüğü talep etmemişlerdir zaten şimdiye kadar. Hatta bu yıllar içinde giderek gerçekleşen şey şudur: piyasanın baskısı. Piyasanın baskısını hissediyoruz hepimiz. Yani ona göre mesela sosyoloji içindeki alanları tercih etmek zorunda kalıyoruz. Kişisel olarak istemesek bile ben bu alanda çalışabilirim diye o piyasa baskısında… Mesela göç konusunda. Niye? Göç konusu mesela fonlanan bir çalışma alanı. Göç konusunda makale yazdığın zaman yayınlamak akademisyen açısından daha kolay daha rahat. O yüzden o baskı üzerinden harekete geçen piyasa yönelişleri var diyelim. Ama yani baskıdan kastın müdürün baskı yapma, hayır onu çalış ama sporadic olarak bunlar olmuştur, bunları inkar etmeyelim. Ne bileyim Gazi Üniversitesi’nde olmuştur mesela, ama yani ODTÜ sosyolojide -ki ‘78 yılında öğrenci olarak girdim, ben 95 de orda işe başladım ama 78 yılında öğrenci olarak girdim- o günden bugüne birisine herhangi bir konuyu çalıştığı için baskı gördüğünü görmedim. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Bu ne kadar okulla ilgilidir tam bilmiyorum ama bildiğiniz gibi sosyolojide belli popüler alanlar var. Birisi benim de çalıştığım toplumsal cinsiyet veya göç veya etnik gruplar… Mesela burs bulma ve kabul alma konusunda bunlar artı puan olan şeyler. Atıyorum, toplumsal hafıza, kolektif hafıza gibi bir şey çalışıyor olsaydım şansım çok daha düşük olurdu muhtemelen. Benim buraya, yani bu alana, toplumsal cinsiyete yönelme nedenim popüler olma meselesinden gelmedi aslında. Hem daha politik bir alandan geldi hem de zaten eleştirel bir bakışla yaklaşıyorum, popüler olmasına. Bence bir baskıdan bahsedeceksek eğer, en temel nokta bu. Yani, büyük, yükselen bir ne denir popüler konular olması. Eleştirel bakıyorum, dediğim gibi, bu popüler konulara. Hemen hemen bütün akademisyenler hiyerarşik anlamda bir baskı yaşamadıklarını ve yaşandığını gözlemlemediklerini dile getirmişlerdir. Ancak baskı rölatif bir kavram, asıl baskının piyasa odaklı olduğunu ve bunu iliklerine kadar hissettiklerini profesöründen araştırma görevlisine hepsi söylemektedir. Yapılan bilimsel projelerin üniversiteye göre değil mevcut iktidara göre şekillendiğini söylüyorlar. Burs bulmaktan fon bulmaya kadar tüm ekonomik kaynakların bu baskının bir parçası olduğunu ve bu baskı yüzünden popüler alanlarda çalışmak zorunda kaldıklarını dile getiriyorlar. Sosyal bilimlerde çalışılan alanların dönemsel olarak bazı konulara yığılmasını bu noktadan değerlendirmek işten bile değil. Akademisyenler hangi konulara yoğunluklu olarak fon sağlanıyorsa bu konulara (örneğin; göç, etnisite vb.) yönelmek zorunda kalıyorlar. Bu da bir piyasa baskısı olarak tarif edilebilir. 6.Bölümünüzde sosyolojinin en önemli sorunları nelerdir? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Bir kaç tane daha hoca olması lazım. Değişik alanlardan gelen hoca olması lazım. Öğrencilerin seçebileceği ders sayısının fazla olması lazım başka bölümlerden mezun olup gelmiş hocaların olması lazım. Akademisyen dediğinin burnu büyük olmayacak kendisini dünyanın en iyi akademisyeni saymayacak sadece öğrenmeye çalışıyoruz bu kadar basit. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Bölüm içi ihtilaflar bölümün üretkenliğini biraz etkiliyor galiba. Yani yeni olduğum için henüz ötesini gözlemleyemedim. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - İşbirliği ve kolektif çalışma olmaması. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Henüz buradaki şeylerde haberdar değilim. Bir şeyler duyuyorum. Sizlere sordum. 1 dönem geçtikten sonra söyleyebilirim. Öğrencilere sordum onlar bir şeyler söylediler ama söyledikleri bu araştırma kapsamına girmez. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Araştırma yürütürken bir tıp fakültesinde, bir mühendislik fakültesinde alabildiğiniz kadar ödenek alamıyoruz. Üniversite genelinde bölüme atfedilen değer olarak önemli bir gösterge bence. Araştırma yapmak konusunda BAP dan bütçe çıkartmak konusunda sıkıntılar çıkıyor. Özellikle genç akademisyenlerin, araştırma görevlilerinin örgütlenip bir proje yapmaya çalışmasında bu daha sık görülen bir sorun. Bunun haricinde DTCF’nin kendine özgü fiziksel koşullarından kaynaklı mekan sorunları var bunlar henüz aşılabilmiş değil. Bu sosyoloji özelinde bir problem değil aslında ama özellikle araştırma görevlileri olarak bizim sorunlarımızın başında geliyor. Fazlayız yeterince masa, bilgisayar, çalışma ortamı yok. Bunun haricinde kütüphane 16.30 da kapanıyor. Bu dünyanın hiçbir medeni ülkesinde olmaması gereken bir durum. Bilimsel bir kurum olarak kendini ifşa eden hiçbir kurumda olmaması gereken bir durum bu. Yurt dışına gitmek isterseniz bir yerde araştırma yapmak isterseniz bütçe almak, gitmek bu konuda bir destek görebilmek çok zor. Mesleki süreler var bunları aşmış olmanız gerekiyor. Bir sürü kriterler var ve bir sürü kritere tabi tutuluyorsunuz ve her şey zorlaştırılıyor. Bunların hiçbiri sosyoloji bölümünün özelinde akademisyenlerin uyguladığı baskılar değil daha yapısal şeylerden bahsediyorum. Bölümde dengeler var ve bunları gözeterek davranmak zorunda kalıyorsunuz. Tabi bu hiyerarşik olarak bizim pozisyonumuzla alakalı ama böyle bir baskıdan bahsedeceksek en çok bizim üzerimizde oluyor araştırma görevlisi olarak. En büyük problem dekanlık ve YÖK ile yaşadığımız bilimsel araştırma yapmak için maddi, manevi hiçbir imkandan yararlanamıyoruz. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Birlik yok. Kolektif iş yapma kültürü yok. Dedikodular, kişisel hırslar, çekememezlikler ön planda. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Bölüme dönersek birbirimizden habersiziz yeterli iletişim kuramıyoruz. Akademik farklılıklar gibi ortaya konuluyor ama aslında hepsi kişisel çekişmeler. Birbirimizin yaptıklarını takdir etmiyoruz; insanlar birbirinin arkasından konuşabiliyor. Tabi bu öğrencilere de yansıyor. Çok moral bozucu bir şey istemeden aynı hastalıktan sistemin bütünü mustarip.. Aynı alanda ortak çalışabilen insanlar çok az. Küçücük bölümün içinde bile klikler olabiliyor. Bunun dışında tabii ki zaman içerisinde bir hocadan bilmem kaç tane hocaya yükseldik zaman içerisinde. En azından benim burada bulunduğum 35 sene içinde. Eskiden biz kürsüde sadece iki asistandık. Zaman içinde çok geliştik ve çok sayıda ders açar hale geldik. Şimdilerde ulusal ve uluslararası yayınlar yapan toplantılara katılan hocalarımız var. Bölümün dinamik bir yapısı var. Araştırma boyutu tabii benim arzu ettiğim düzeyde yurtdışı yayınlar vs. yapılmıyor. Bu durum sosyoloji anlayışlarındaki farklılıktan kaynaklanıyor. Daha çok yerel takılmanın yerel veya yerli yayın yapmanın önemine inananlar da bulunduğu için de belki uluslararası standartlardan uzak, ülkeye yönelik daha sınırlı çabalar daha yaygın gibi geliyor. Ama çok az kişi olduğu için çok fazla da haksızlık etmemek lazım. Bölümün hem benim şahsımda hem genel olarak tabi ki bu Sosyoloji Derneğinin kuruluşu toplumsal sorumluluk konusunda hepimizin oldukça fazla çabası var. Aynı şekilde bölümde herkesin takdiri olmasa bile, belirli kişilerin desteğiyle çıksa bile -Yonca Odabaş ayrıldığı halde destek veriyor- böyle dergisi olan nadir bölümlerdeniz. Her ne kadar birbirimizle iletişime geçemesek de daha geniş kitlelerle diyaloga giren bir bölümüz. Kurucularından olduğum Sosyoloji derneğinde 670 e ulaşan üyemiz var. Mum dibini ışıtmazmış kendi bölümümüzden insanlar fazla katılmıyor belki ama… GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Biz 2008’de kurulduk ilk akademik personellerden birisiyim akademik personel ihtiyacımız hat safhada tüm programlarımız acık ve 5 kişiyle yürütüyoruz. Bizim bir diğer sorunumuzda mekan sorunu derslik ve hocaların çalışma ofisleri yetersizliği var. Bununla ilgili de gelişimler var. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Kadro sıkıntımız var. Çok fazla ders veriyoruz, ders yükümüz çok fazla. Mekan sıkıntılarımız mevcut. Diğer üniversitelerle karşılaştırdığımızda daha az oturmuşluk var. Ödenek sıkıntımız mevcut, projelere ayrılan bütçelerimiz sıkıntılı. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Fiziksel koşullar sıkıntı. Dersler dışında sosyoloji alanında çocukların vakit geçirilebileceği alanlar yok. Konferanslar çok az. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Yüksek oranda lisansa öğrenci gelmesi. Yüksek lisans doktora düzeyinde ise nitelikli sosyoloji mezunu öğrenci gelmemesi. Temel problemimiz aşılamayan kriterler sonucu kendi öğrencimiz değil daha çok mühendisler vb başka mesleklerden insanların gelmesi. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Çok yüklü derslerimiz var farklı anabilim dallarına verdiğimiz dersler yükümüzü fazlalaştırıyor akademik çalışma yapma zamanımız kısıtlanmış oluyor. Bilimsel çalışmadan uzaklaşmış oluyoruz. Yaz ayları daha verimli oluyor. Bölüm olarak giderek daha dayanışmacı bir hal alıyoruz bölüm adına Türkiye’de sosyoloji alanında neler yapabiliriz diye katkılarımız oluyor. Gecen dönemlerd4e vardı sorunlarımız ben bu sorunların bilgi yetkinliğinden çok kişisel olduğunu düşünüyorum. Daha önceki kuşakla bizim kuşak arasında ciddi farklar olduğunu düşünüyorum. İlk kuşak daha otoriterdi. Araştırma Yurt dışına gitme konusunda ciddi sıkıntılarla da karşılaştık biz şimdi öğrencilerimize bunları teşvik ediyoruz. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - İngilizce kaynakları okumadaki öğrencilerin çektiği sıkıntılar diyebilirim. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) – Teori zayıf Teori düşünür odaklı ele alınıyor Sosyoloji geleneği yok. Mübeccel Kıray zamanında ampirizme kaçıyordu. Ama şimdi bir gelenekten söz etmek mümkün değil. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Yani bizim şuanda lisans öğrenci sayımız çok yükseldi. YÖK arka arkaya yükseltti, iki katını geçti. Yani kırka kadar inmişti. Bir ciddi problem o, dolayısıyla kapasite yetmiyor. İkincisi, doğrudan bizim burayla ilgili değil ama Türkiye’deki üniversiteyi düzenleyen yasal sınırlamalarla ilgili. Yani yurtdışındaki, yurtdışı derken tabii ki bura daha Anglosakson sisteme göre düzenlenmiş bir üniversite. Türkiye’deki üniversitelerin hepsi öyle aslına bakarsanız ama burası çok daha uygun. Anglosakson yani İngiltere, Kanada, Avustralya, Amerika’daki üniversitelerle ne diyelim aynı düzlemde olmayı engelleyen bir yasal çerçeve var. Bununla, hani bu mesela çok kısıtlıyor. Onun dışında, başka geniş, iyi, etkili bölüm olmayınca burası çok yaygın bir eğitim veriyor, mastırda da doktorada da öyle, uzmanlaşamıyor. Uzmanlaşamayınca, yani belirli alanlar uzmanlaşamaz olsa da… ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Bu demin söylediğim süreçler sonucunda, sosyolojinin yavaş yavaş giderek bir bilim olmaktan çıkıp meselelerin çözümüne yönelen bir teknik beceri haline gelmesidir. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Çok geniş bir soru aslında. Özellikle öğrenciler açısından ilk sorduğunuz sorulardan biri bence çok kritik. İş baskısı diyelim onun adına. Yani, “Ben bununla ne yapacağım?”. Burada teorik bir eğitim alıyoruz bir yanıyla. Markette apply edebileceğimiz, işte onu gidip uygulayabileceğimiz bir şey yok. Zaten teorik olan, uygulanabilir bir şey mi, ondan da emin değilim ama… Sürekli, hani, hem bir tür bilginin sizi kendine çekiyor olması, artık sosyolojik bilgiyle gönül bağı kuruyor olmak, bir yandan onu nereye oturtacağınızı bilememek meselesi, en temel sorunlardan biri bu bence. Bu sadece ODTÜ’ye has değil hani, genel geçer bir sıkıntı. Aynı zamanda farklı hocaların farklı geleneklerden geliyor olması, farklı çalışma biçimlerinden geliyor olması, kendi dersleri arasında bir uyumsuzluğa neden oluyor, diye düşünüyorum. Ya belli alanlar çok dışarıda kalıyor ya da belli alanlar çok tekrar edilmeye başlıyor. Böyle bir sıkıntı var. Hocaların, öğrenciye yaklaşımının, yaklaşımlarıyla ilgili, her hocanın değil ama bazı hocaların sıkıntılı olduğunu düşünüyorum. “Sosyolojide öğrenci olmak” diye bir tartışma yürütmüştük, biz daha önce, iki sene kadar önce. Soru temel olarak şeyden şekilleniyordu, “biz öğrenci olarak ne tür bir konumdayız, hocalar bizimle ne tür şekilleniyor?”. Sosyolojide öğrenci olmak sadece, nasıl kuralım, bir hocanın gelip ders anlatıp çıkması mıdır, yoksa başka türde bir ilişki mi kurulmalıdır? Bu ilişkiye dair çok az düşünüldüğünü düşünüyorum. Yani bunları söyleyebilirim sanırım. Sosyoloji eğitiminde tarif edilen en önemli sorunla genellikle fiziksel koşullardan kaynaklanan sorunlardır. Bunun dışında akademik kadroda yaşanan yetersizlik ve bunun akademisyenlere getirdiği ders yükü fazlalığı, akademisyenlere göre eğitimin kalitesini düşüren unsurların başında gelmektedir. Aynı zamanda bu yük, akademisyenleri salt eğitimci pozisyonuna sürüklemekte ve ana görevlerinden olan araştırma sorunluluğunu yerine getirmesine engel teşkil etmektedir. Bunlarla birlikte sosyolojiyi tercih eden öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun bilinçsiz tercih sonucu sosyolojiye yerleşmesinden kaynaklı bölüme ilgisi olan öğrencilerin az olması ve niteliksiz olması diğer önemli sorunlardan bir tanesi iken lisans eğitimine YÖK tarafından çok fazla kontenjan açılması eğitimi niteliksiz hale getirmektedir. DTCF ve Gazi Üniversitesi’ndeki akademisyenlerin ortaya koyduğu önemli sorunlardan bir tanesi yapılan ya da yapılacak olan araştırmalara ödenek yarılmaması ve kişisel hırsların öne çıkarak kolektif iş yapma kültürünün oluşmamasıdır. ODTÜ’de ise çalışılan alanların spektrumunun çok geniş olması, verilen eğitimin uygulama alanının olmaması ile ilgili sorunlar ve belli alanların çok ön planda olduğu belli alanların ise çok dışarıda kalması durumu dile getirilmiştir. Aynı zamanda hoca ve öğrenci arasında dirsek temesının tam anlamıyla oluşamıyor olması da en büyük sorunlardan biri olarak dile getirilmektedir. Tüm bu sorunlar başkent Türkiye’nin merkez şehrinde böyleyken, taşra illerdeki üniversitelerde akademisyenler adeta “dershane öğretmenliği” yapmaktadırlar. Haftada girilen ders saati akademisyenlerin zamanının büyük çoğunluğunu almaktadır. Bunun yanı sıra bir de altyapı sorunları neredeyse bütün üniversitelerin en temel sorunudur. Bu sorunların merkezden uzaklaştıkça arttığını söylemek mümkündür. 7.Türkiye’de sosyolojinin en önemli sorunları nelerdir? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Sosyologların en önemli sorunları diyeyim önce çünkü bilimde oradan çıkar. Bir türlü teoriyle pratik bağını kuramaması var. Bilimi sadece masa başında yapılan bir şey olarak görmeleri aslında en önemli sorun hayatla toplumla toplumsal olaylarla bir pratik içinde olmamaları temel mesele. Akademisyen dediğin sosyolog dediğin aynı zamanda atıyorum bir sivil toplum örgütünün teorisyeni olur katılımcısı olur pratikte de bunu gösteren bir yapısı olması gerekir. Maalesef Türkiye’de bu söz konusu değil. Veri nereden üretilir toplumsal pratiğin içinde olursun bizde o olmuyor. Batı merkezcilikte buradan geliyor ama bilim teoriyle yapılır elbet bu teoriyi kim yapıyorsa batıdaysa alınır. Kendi özgürlüğümüzün farkına varacağız ama bunu açıklamak için teorilere de ihtiyacımız olacak bu teori batı merkezlidir onu anlamak açıklamak içindir diyemeyiz. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - En başta sosyologların bir istihdam alanı olmaması. Sosyolojinin az puan alan çok fazla akıllı olmayan öğrencilerin tercih ettiği bir yer olarak algılanması var. İnsanların iş alanı var mı diye düşünerek yaklaştığında sosyolojinin pek parlak bir profil vermemesi sanırım en büyük sorunlardan bir tanesidir. Akademik olarak ise müfredattan bahsedilebilir. Kadrolaşmadan bahsedilebilir. Eleştirel düşünceye çok fazla yer vermeme, desteklememe sayılabilir. Onun dışında daha kuramsal çerçevede bir çok şey söylenebilir. Son on yılda tekrar bir Türkiye de sosyoloji geleneği yaratma konusunda ciddi çalışmalar var ve bu konuda gitgide iyiye gittiğini düşünüyorum ama bunlar da akademide olan maddi meselelerin parlak olmaması, insanların ancak özveriyle yapmasından mütevellit çok güçlü olmuyor. Başka düzeyde ise 90’larda ve 2000lerde eleştirel düşünceye yer veren bir atmosfer yoktu. Bu bir tür benim çok yakın bulmadığım sosyolojik eğilimin yükselmesine sebep oldu. Son 2008 krizinden sonra gerçekten anlamlı ve Türkiye’de olan sosyolojik gerçeği ele almaya dair çalışmalar oluşmaya başladı. Bence belli alanlarda tablo iyiye gitmeye başladı. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Yine işbirliği ve kolektif çalışmanın olmaması. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Var bir kaç tane. Bir kere çok sosyoloji bölümü var gereksiz yere 99 tane var. En yükseği Boğaziçi en düşüğü Maltepe puan sıralamasına göre. Bu kadar sosyoloji bölümüne ihtiyaç yok. 2.si açık öğretim diye bir şey açtılar sosyolojide ve bu hepinizin hayatını karartacak bir şey bu insanlarda aynı diplomayı alacaklar. Açık öğretimle yapılacak bir şey değil sosyoloji. 15-20 bin sosyoloji mezunu olacak aynı diplomayı alıyorlar sizle bu ne demek sosyolojinin pazardaki değerinin düşmesi demek. 15bin oradan mezun olsa bir 15binde öteki türlü mezun olsa 20-30 bin mezun demek. Ne olacak bu kadar sosyolojik bir şey yok ki istihdam edilsin. Geçen sene devletin aldığı yanılmıyorsam 30 kişi falandı. Hadi 10 katı daha fazla olsun. Benim bildiğim, bu konuda bir çalışma yapmıştık, devlet 30 kişi falan almıştı. Şimdi aile danışmanlığı falan belki bir 300 yaparlar onu. 300 yapsalar bile yine karşılamıyor. Dolayısıyla ana sorun bu. 2.si buna bağlı olarak bu istihdam sorununu bildiği için öğrenciler öğretmen olmaya heves ediyorlar. Formasyon eğitimi almaya heves ediyorlar. Bu da iki tür kötü etki yaratıyor. 1- eğitimin müfredatını o derslerle doldurmak zorunda kalıyorsunuz ki biz Bolu'da yaptık bunu. O zaman bölüm sosyoloji bölümü olmaktan çıkıyor. 2bu öğrenciler para verip formasyona gidiyor 1,5-2 sene para, zaman kaybediyorlar. Çıktıklarında sadece sosyal bilimler eğitimi verebilir diploması alıyorlar. Atanmaları mucize, yani 1000de 1 ihtimal çünkü KPSS'den 90 üstünde puan almaları lazım. O da Beyt-ül Şebap lisesine anca giderler. Orda bir sosyal bilimler eğitiminde açık varsa. Bu neredeyse imkansız zaten o başarıyı gösterecek olsa sosyoloji bölümüne gelmez. KPSS'de 98 alabilecek olsa zaten burada olmazdı. Kaldı ki zaten 90 alıyorsan git bir takım memurluklara başvur. Dolayısıyla bu da bir saçma. Bir saçmalık başka bir saçmalığa yol açıyor. O saçmalık eğitim müfredatını bozuyor. Çıkanlarda dershanede korsan olarak çalışıyorlar. Bir başka saçmalığa daha yol açıyor. Dolayısıyla da o da saçma. Çünkü çok dershane var ki şimdi kapatma olayları var. Benim babam 30 yıl dershanecilik yaptı. Bunlara ilk 3 sene yol parası, yemek parası bile vermiyorlar. Sonraki 3 sene de yani iyi bir köle olursan bugünkü parayla 800-1000-1500 civarında para veriyorlar. Şehirden şehre değişir. İzmir de 1000 alırısın. Ankara da 1500 İstanbul da 2000. Bununla da ancak karnını doyurabilirsin. Ayrıca genç güzel kadınlar o odalarda 50 kişilik nüfuslarla haftada 50 saat derse giriyorlar. 5 sene sonrada kıçları büyüyor. Saçları beyazlaşıyor. Hayatlarından beziyorlar. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Bir bilim olarak sosyolojinin ne olduğunun bilinmemesi. Sosyoloji nedir bilmiyoruz bunu tartışamıyoruz. Sosyal bilimin muhalif eleştirel bir karakteri olmak zorunda. Bu bürokrasiyle çatışmak zorunda ama Türkiye’de olan bürokrasi geleneği muhalif olmayı kaldırmıyor. Bilimin ne olduğunun anlaşılması çabası akademisyenlerin tekeline kalıyor. Devlette kadro bulamıyorsunuz, çalışamıyorsunuz. Son 5 yılda kadro ataması yapan bir devletten bahsediyoruz. Toplumbilim olarak neye yaradığı hangi koşullarda ortaya çıktığı geliştiği hakkında pek tartışmıyoruz. Belli bir ideolojinin aracıdır ki olmalıdır ama bunun haricinde belli ideoloji dediğimiz şey kötüdür onu dışlama söz konusu. Bir bilim olarak kendini ifade etme konusunda belirli sıkıntılar var. Baskı var toplumsallaştırmak mümkün değil. Toplumbilim olarak neye yaradığı tartışılmıyor. Belli bir ideolojinin aracıdır şeklinde dışlanıyor. Hem konusal olarak hem toplumsal olarak öyle. Egemen iktidarı ne zaman kullanmak isterse bunu o zaman kullanıyor. Kendimizi anlatmak ile ilgili sıkıntı yaşıyoruz. Egemen kesimlerin sosyolojisiyle sosyolojiyi kabullenme. Taraftar yandaş sosyologlar yaratarak onlara başvurma süreci yaratarak devlet bunu yaparak kullanıyor. Bu toplumdaki algıyı şekillendiriyor ve biz kendimizi anlatmakta biraz sıkıntı yaşıyoruz. Sadece biz biliyoruz, dışarıda bildiğimizi düşündüğümüz, iç içe olduğunu düşündüğümüz kesimlerin bundan bir haberi yok. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Sosyoloji tarihsiz, felsefesiz ve köksüz. Ahlaki yetersizliği var. İşin gerektirdiği tüm donanımlardan yeterli ölçüde faydalanamıyor. Özerklik sorunu var. Siyaset, siyaset bilimi ve ekonominin hegemonyası altında. Kendi teorik yöntemsel, kurumsal özerkliği arka planda. Sosyologlar yönetmiyor ve bunun farkında değiller. Yabancılaşma var. İş bulma konusunda ciddi sıkıntılar var. Çoğu insan seçerek gelmiyor bu nedenle ilgi düşük. Böyle olunca nitelik düşük oluyor. Gerek öğrenci gerek akademisyenler. Sosyolojinin toplumdaki statüsünden kaynaklı olarak kolektif iş yapma kültürü yok, bölünmüşlük var. İdeolojik ayrımlara göre kişisel tanışıklık, sosyal sermaye bölünmeleri var. Kurucular da ona göre oyun dizaynı etmişlerdir. Disiplinler arasılık yok. İlişkiler sınırlı bu da gelişimi olumsuz yönde etkiliyor. Bugünün sosyolojisi esnaflaşmıştır. Piyasada güncel olan, değişim değeri yüksek olan ne varsa bilgiler bu doğrultuda şekillenmektedir. Aynı zamanda üçüncü faktör gazetecilik etkisi. Böyle düşünüyorlar. Güncel olan baskın karaktere boyun eğmeye meyillidir. Medyanın ön plana çıkmasından kaynaklı çalışma kültürünü etkiliyor. Çalışacak kişiler de medyanın belirlediği temalardan etkileniyor. Güncele ve siyasete takılı kalmak özerk, ayakları üzerine sağlam basabilme şansının sağlanmamasından kaynaklıdır. Eğitim plansız programsız ve diğer alanlardan kopuk. Vizyonsuzluk var. Sosyoloji ihtiyaç olmaktan ziyade ekonomik yatırım alanı olarak düşünülüyor. Oradaki akademisyenlerde derslere gir çık olarak görüyor. Böylece az gelişmiş sosyolojinin az gelişmişliği söz konusu oluyor. Profesyonel anlamda üniversite düzeyinde kast durumundan söz edebiliriz. Taşramerkez uzamı anlamında ayrım var. Entelektüel üretim biçimini direk etkiliyor, saygınlaşmayı etkiliyor. Bu bir çeşit üniversite medya ayağını temsil ediyor. Büyük üniversitelerde olup bitenler diğer üniversiteleri de etkiliyor. Merkez- çevre ilişkisi değişiyor. Taşrada olan akademisyenlerin çalışma alanı merkezde olanlara göre farklı. Dünyada olan bitenin üzerine çok düşmüyoruz. Öğrencilerin ilgileri ve bilgi düzeyleri de farklı oluyor. Hocaların motivasyon kaynağı sadece ücret oluyor. Bu da bilimden öte eğitimle sınırlı hale geliyor. Projecilik yönlendirmesi artıyor. Etkileşim var. Sosyoloji hala siyasetin etkisinde. Özerklikten yoksun. İlişki ağları da ona göre formel, enformel, siyasal ağlar gibi. Ekol yok sadece varmış gibi duruyor. Teorik süreklilik kendine has yöntem yok. Sorun ekolün yaratılamamış olmasıdır. Sosyal organizasyon sorunu vardır. Mesleksiz, ahlaki yönden tartışmalı bir kimlik arayışının ürünüdür. Sosyolojinin psikanalitiğinin yapılması gerekli. Oryantalist batıya öykünen mümessillik sosyolojisidir. Sosyoloji alan oyuncuları olarak hep mümessillik üzerinden oldu. Türk aydını tercüme odasında yetişmiştir. Bugün de hala öyledir. İngilizce eğitim elbet yapılmalıdır. Teorik olarak anlamak açısından anadilde önce bunu yapmak zorundadır. Çeviriler bile sadece güncel eserlerdir. Sömürgeci bir sosyoloji anlayışı batıya öykünmeyi beraberinde getiriyor. Türkçe eğitim verenler de yabancı dilde eğitim verenlere öykünüyor. Özel anlamda da sosyolojinin bir statü sorunu var. İhtiyaç olarak ne kendini piyasaya sürebilmiş ne de özel piyasaya bunu hissettirebilmiş. Sosyal organizasyon meselesidir. Dernekler çabalıyor ama bir tanım sorunu var. Sosyoloji sivil toplumda yetersizliği var. Çok sosyolog var az sivil toplum örgütlülüğü var. Bir yaptırım, söz gücü yok. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Türkiye’de belki dört tip sosyolog var denilebilir. Bu yüzden hepimizin sorunları aynı değil A-B-C.D tipi sosyologlar farklılaşıyor. A tipi Koç, Sabancı vs tamamen yurtdışı yönelimli hiçbir şekilde ulusal ölçekte bir şeyle ilgilenmeyen, üretmeyen toplantıya gelmeyen o networkle ilişki sürdüren insanlar var. Bunlara rahmetli Ünal Nalbantoğlu “ersast yupi academician” diyordu. Bu ne demek aslının yerine çıkmış sanal gibi gerçek bilim adamı değil, sosyolog değil. B grubu ODTÜ ve biz gibi dil biliyoruz uluslararası ilişkiler var hem dünyayı hem ülkeyi kombine etmeye çalışıyoruz. Yerli ve yabancı literatür izliyoruz. Yerli ve yabancı yayın yapmaya çalışıyoruz. Daha gerçekçi bir akademisyen tipi. C gurubu daha çok İstanbul Üniversitesi ve onun ekolünden olan hocalar, dil bildikleri halde onlar, hatta bazılarının eşleri bile yabancı çok iyi yabancı dil biliyorlar, onlar batı tipi sosyolojinin batı dışını açıklayamayacağını düşündükleri için, milli sosyoloji de demek istemiyorum ama daha kapalı devre çalışıyorlar. Bunun da tabi sakıncaları var. Kendi içine kapalı çalışma olayı var batıyı reddetme tamamen kendi ülke gerçeklerine uygun sanki kapalı bir kutu gibi. Bizler de şuan yerellik tartışıyoruz ama çok fazla kapalılıktan yana değiliz. Gündemimizde alternatif sosyoloji tartışmaları da var tabi. Hindistan, Malezya vs tabi batı dışında da güzel çalışmalar var, Alternatifler tartışılıyor. Az önce söylediğim eleştiri de metodolojik nasyonalizm konusunda yapılıyor. Realite çok katmanlı olduğu halde, buna bakış hep batı teorisi temelinde. Batıda geliştirilen teoriler evrensel gibi sunulmakta. Bizler de uzunca bir zaman bunu benimsedik biz de daha ilerledik gelişip kalkınmayı sağladıkça aynı süreçlerden geçeceğiz diye düşünüyorduk, ama fakat alternatifler özellikle ISA kongrelerinde tartışıldığı gibi batı sosyolojisi evrensel değil, o da sadece Amerikan toplumuna ait ve Batının hepsini de kapsamıyor. Bu batı merkezli sosyoloji bütün dünyada egemen ama alternatifler yavaş yavaş çıkıyor. Şimdi küresel bir sosyoloji mümkün olabilir mi diye tartışmaya başladık. ISA (International Sociology Association) ve ESA (European Sociology Association) lafı uzatmayayım Yonca Odabaş hocanız ve ben Bölümüzün dergisi olan Yurt ve Dünyada bunla ilgili şeyleri yazdık. Acaba küresel sosyoloji mümkün olabilir mi? Bu ne demek? Sadece Anglosakson Hegemonik değil Batı dışını da içeren, Hindistan, Japonya, Çin, Türkiye Ortadoğu vs. içeren sorunlarını, çünkü bazı konular var ki eşitsizlikler nüfus hareketleri savaşlar çatışmalar vs üzerine hakikaten küresel boyutta bir şeyler söylenebilir. Çünkü bizim bir takım tartışmalarımızda görüyoruz ki tek merkezli olmaktan çıkarırsak küresel çok sesli bir sosyoloji olabilir bunun imkanları tartışılıyor bu bağlamda Türkiye’de de az önce söylediğime dönersek o kapalılık hiç iyi bir şey değil. Sadece ülkenin sosyolojisi, milli sosyolojisi olmaması gerek; küresel sosyoloji için. Batı evrensel değilse alternatif de milli sosyoloji değildir. Bütün bilimlerin tabii belirli düzeyde bir üst kimliği de olması gerek nasıl Hint matematiği Çin fiziği demiyoruz; sadece matematik ve fizik var. Bu sosyolojinin de küresel boyutta olabilirliği tartışılıyor; bunun için de daha çok karşılaştırmalı araştırma yapmalıyız Bölgesel düzeyde sadece belirli ülkelerle değil, diyelim ki Akdeniz Ortadoğu ülkeleri kendi aralarında ortak kavramsal kuramsal çerçeveler geliştirebilir miyiz diye tartışıyoruz. D tipini de söyleyeyim, sadece bizim yazıp çizdiklerimizle dil vs bilmeden tamamen kapalı değilse bile yetişme tarzları imkanları sınırlı. Çok az kişi 30-40 saat derse giriyorlar, kendilerini yetiştirme yenileme imkanları yok. Şimdilerde o da delinmeye başladı 2000’li yıllarda Çiller zamanında binlerce kişi yurtdışına doktoraya yollandı her üniversitede birer ikişer yurtdışı doktoralı dil bilen insanlar oldu. Onları da görüyoruz, doktora aldılar dil öğrendiler ama yayın yapmaya vakitleri yok kendilerini yenilemeye vakitleri yok. Temel var ama inşaat yok. Vakit yok Bu yüzden D tipi olarak değerlendirdiklerimiz bizim çabalarımız ölçüsünde bir şeylerden haberdar oluyorlar. Diyelim biz doktora dersinden bir kitap çıkarıyoruz onlar onu takip ediyor. Yabancı dil bilmek şart. Bugün Rektörlükte toplantıdaydım risk analizi yapıyorduk. Risk iştahı diye bir kavram kullanıldı. Ne demek risk iştahı? Bunun İngilizcesi ne? neyi karşılıyor? Bu risk iştahı diyorsunuz falan, şaşırıyorsun böyle, Türkçe karşılığını veya İngilizcesini de bilseniz sizin bildiğiniz tek karşılıkla uyuşmuyor. Risk iştahı da bir kuruluşun ne kadar risk alabileceğiymiş, toksunuz ama daha risk almak istiyorsunuz gibi bir şey. Risk kapasitesi hacmi olmalıydı. En kötüsü de kamu yönetimine piyasa terminolojisini dayatıyorlar; liberal ekonomik işletme mantığıyla üniversitenin kamu yönetimini risk analizi yap diyorlar. Risk iştahınız ne kadar diyor ya zaten risk iştahlı olsam ne olacak anlayamıyoruz. D tipi de böyle bir şey. Hocalar var ama öğrencisinden hallice değiller. Biz burada ders anlattığımızda, zaten sosyolojinin bir sürü dezavantajları var, o yüzden iki sosyolog bir araya geldiğinde üç fikir çıkar diyoruz. Türkiye’de sosyolojinin de tabi dört tip sosyolog olunca sorunların da tek bir düzeyde ele alınamayacağını bulunduğunuz kuruluşa göre değişeceğini ama en kötüsü de bana göre bürokrat memur zihniyetiyle devlet üniversitelerinde yükselme kaygısının yanı sıra geçim derdi peşinde olan sosyologlardan bilim beklememiz. Ankara Üniversitesi diğerlerinden iyi diyoruz ama burada bile “ders bitsin gideyim” diyen hocalar var bu zihniyetle ne eğitimi ne araştırması başarılı olabilir. Kesinlikle kendi inisiyatifimize, takdirimize, vicdanımıza kalıyor. Sonra benim gibiler için de bir an önce emekli olsun gitsin diye bakıyorlar ve her şey bir anda değersizleşiyor. Tabi o ortamda da insanın bir şeyler yapması için çok şeyleri aşmış olması lazım biraz. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Bana göre en büyük sorunlardan birisi sosyoloji alanındaki bilgi birikiminin yeterli olmaması. Neden sorusuna verebilecek cevaplardan birisi yeterli akademik çalışma yeterli derecede proje ve bunların dağıtımının gerçekleşmemesi. İkinci olarak da örgütlenme sorunu bu sosyoloji derneğiyle aşılmaya çalışıldı ama yeterli değil. Bir diğer sorun da istihdam alanının yeterli ve net bir şekilde ortaya konamaması. Devlet kurumu ya da özel sektörde ilgili kişiler sosyolojinin ne olduğunu sosyologların ne iş yaptığını bilmiyor. Bu konuyla ilgili ciddi bilgi eksikliği var. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Türk sosyolojisi yok. Ekol temsilcisi değiliz. Her ekolün insanları bir kompozisyon oluşturmuş gibi. Mimar Sinan farklı, İstanbul farklı, Ankara farklı. Ankara daha çok bürokrat bakışında. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Meslek tanımımız yok aynı şekilde statümüz ve istihdam alanımız yok. Lise mezunu memurla aynı statüsündeydik geçtiğimiz yıllarda. Daha yeni statümüz yükseldi. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Bilim başka bir şey bölüm başka bir şey. Sosyolojinin iş imkanı yok. Bilimsel anlamda ise yeterince çalışmalar yapılmıyor. Konularımız çok olmasına rağmen Türkiye’de yeterince çalışılmamış olması. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) – Türkiye’de sosyolojinin gelişmesi ne yazık ki istenilen düzeyde olmadı. Bunun temel nedeni de içinde yaşadığımız Türkiye’nin tarihsel toplumsal siyasal koşullarına bağlıyorum. Sosyolog Bourdieu’nun dediği gibi didikleyen olmalıdır. Siz el sürülmemiş konulara el sürmeye çalıştıkça orada neler var toplumu rahatsız eden gibi algılanıyor özellikler iktidarı rahatsız eden gibi algılanıyor. Dolayısıyla sizin çok etiketler yemenize sebebiyet veriyor. Dolayısıyla bu da sizi yıldırıyor. Bunu ben yaşamadım ama önceki kuşaklarda görüyoruz. Sosyoloji gerçekten yara aldı. İnsanlar toplumun yararına olacak şeylerden uzaklaştırıldı. Biz daha özgürüz ama bu özgürlükte göreli bir özgürlük. İstediğimizi söyleyemiyoruz. Yazıyoruz ama onlarda okunuyor mu bilemiyorum tabi. Statüler yükseldikçe kendinizi daha bağımsız ve özgür hissediyorsunuz. Bu insanın bir çeşit hayatta kalma mücadelesi olarak da düşünülebilir. Onun etkisinin de olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de ifade özgürlüğünün hala bulunmaması büyük problem. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Sosyolojik bilginin toplumsal değerinin çok düşük olması sosyoloji aslında gündelik hayatın bilgisidir. Herkese lazım olan bir şeydir aslında kendi hayatına ilişkin sorunların toplumla bağlantısını gösteren bilgidir. Sosyoloji bizim akademik camiamızda bile lafoloji boş laf üretimi olarak geçer. Halbuki insanların yaşadıkları bireysel olarak kabul ettikleri sıkıntıların aslında toplumsal olarak ne kadar derin kökenli olduklarını göstermek bence çok çok önemli bir şey. Bunun anlaşılmasında sıkıntı yaşanıldığını düşünüyorum. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) Teori eksikliği Düşünür odaklı olması Türkiye öznelliğinin sınırlı olması. Yalnızca İstanbul Üniversitesi’nde günümüze uzanan bir gelenek var. İstanbul dışında yok. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Eğitimle ilgili olan sosyal bilimlerle ilgili kısım ve üniversiteyle ilgili kısım. Bir de üniversiteler hani giderek şeye dönüşüyor; çok öğrenci baskısı var, yani sayı olarak. Çünkü her sene bir milyon-iki milyon insan üniversite kapısında bekliyor. Bir an önce üniversite okumasını istiyor. Hem başvuranlar istiyor hem siyasi iktidarlar da buna çözüm bulmaya çalışıyor. Bu kadar kitlesel eğitime dönüştüğünüzde üniversite artık bir şeyi olmuyor, akademik-entelektüel yönü zaafa uğruyor. Zaten akademik-entelektüel faaliyet de bir siyasilerin de pek hoşlandığı bir şey değil. Türkiye’de siyasi iktidarların, hatta bazı dönemlerde iyice karşısına aldığı bir şey. Şimdi bu ikili bir baskı altında oluyor. Bir taraftan da tabii ki piyasadan gelen baskılar var. O yüzden sosyoloji bir açıdan da zor. Bir araştırma için destek bulmaktan tutun da bir yayın yapmaya kadar, dünya kadar problemleri var. Yani burası görece daha iyi, yani ODTÜ. Bir de çok bölüm açıldı, sosyoloji bölümü açıldı. O da tabi bir taraftan hem öğrenci için kötü hem hocalar için kötü. Söylediğim gibi yani bu artık böyle bir, yaygın ve kitlesel eğitime doğru gittiğinde bunun bir şey yönü de zaafa uğruyor, eğitimde kalite yönünde zaafa uğruyor. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Sığ olması. Yani hangi anlamda söylüyorsunuz? Mesela teorik anlamda mı sığ buluyorsunuz yoksa çalışma alanı itibari ile mi? Teori ve pratik anlamda, iki anlamda da söylüyorum. Sığ olması, kendisini derinleştirmeyi ısrarla reddeden bir sosyoloji ile birlikte olmak durumundayız. Yani bu işte mesleğe yönelişin şeysi, sonucu olarak giderek de artar diyelim. Çünkü problemi, sorduğun soruyu bir bilme meselesi olarak sorduğun soruyu ne kadar derinleştirirsen, pratik çözümlere yönelik üreteceğin şeyleri, ürünleri o kadar zorlaştırıyorsun. Bu nedenle de mesela bir örnek vereyim: göç çalışması yapacaksın. Göçmen kimdir sorusunu fazla derinleştirirsen, çalışma biraz bulanıklaşmaya, muğlâklaşmaya başlar. O yüzden o derinleştirmeyi zaten pratiğin gereği olarak bir yerde kesmek zorunda kalıyorsun. Bu da zaten sığ olur. Türkiye’de zaten ekstra olarak ya Avrupa geleneğinde, sosyolojinin diğer toplum bilimleri ile bağları çok kuvvetlidir. Diğer toplumbilimleri derken de tarih ve felsefe ile bağları çok kuvvetlidir. Giderek orda da düşen bir eğilimdir bu ama yani o geleneği hala hissetmek mümkün. Türkiye’de ise yani o gelenek olmadığından da sosyoloji zaten ayrı bir şeymiş gibi düşünüldüğünden, bu sığlığa biraz da onlara göre biraz daha fazla düşülüyor tabi. Ama onlar da sığlaşıyorlar. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Yine şeyi, o iş muhabbetini ekleyebilirim, bir. İkincisi, genel olarak dünyadaki literatürle biraz kopuk olduğunu düşünüyorum. Bu demek değil ki, işte dünya literatürü, bu Avrupa geleneği de olur Ortadoğu geleneği de olabilir, fark etmez. Daha iyi, daha üst bir bilgi bunu demek istemiyorum ama sadece Türkiye’ye bakmak, en başta temel iddialarımızdan biri olan ilişkiselliği görmemizi engelleyen bir şey bana kalırsa. Bir de şeyi ekleyebilirim, son dönem teorik tartışmalara çok dahil olamadığımızı düşünüyorum. Yani işte ben post-yapısalcı, feminist bir yerden çalışıyorum mesela. Feminizm, pek çok hocanın kafasında bir şeydir. Post-yapısalcı hem daha yeni bir gelenek olduğu için hem de çok da bilmemekten, nasıl diyeyim, ihmal edilen bir tarafa düşüyor diye düşünüyorum. Türkiye’de sosyolojinin en önemli sorunları arasında, mülakat yapılan akademisyenlerin büyük bir çoğunluğu tarafından teori ve pratik arasındaki bağın kopukluğu olarak gösterilmiştir. Sosyoloji bir bilim alanı olarak kendini pratik sahada derinleştirmemekte ve sığ kalmaktadır. Neredeyse açılan bütün üniversitelerde sosyoloji bölümleri açılmakta ama buna rağmen hala piyasada hemen hemen hiç sosyolog istihdam edilmemektedir. Bu da zaten rüşt ispatına girişmek zorunda bırakılan sosyoloji bilimini hem toplumun gözünde hem de –daha kötüsü- bu işi yapacak olan öğrencileri, akademisyenlerin vb. gözünde değersizleştirmektedir. Türkiye’de bilimin bürokratlaştığı yönünde bazı eleştirilerde bulunmakta. Bu bürokratlaşmanın sosyolojiye de yansıdığı ve muhalif görüşleri kaldırmayarak bir tektipleşmeye doğru yürüdüğü bu eleştiriler arasında yer alıyor. Bu görüşü destekleyen en önemli göstergelerden biri araştırmalarda yaşanan fon sıkıntısı olsa gerek. Türkiye’de yapılacak araştırmanın konusu çıkacak sonuca göre belirlenebiliyor ya da araştırmayı kimin, hangi görüşten insanın yapacağına göre… Bu bahsedilen sıkıntı özellikle taşra üniversitelerinde çok fazla hissedilmektedir. Büyükşehirlerdeki üniversitelerde de piyasanın beklentisi benzer bir baskı yaratmaktadır. Hangi çalışma alanları fonlanıyorsa akademisyenler bu alanlarda çalışma yapmak zorunda kalmaktadır. Bu de sosyolojinin “esnaflaşması”nı beraberinde getirmektedir. Akademisyenin esas derdi geçim derdi olunca bilgi üretim sürecinde piyasa safında konumlanmak zorunda kalıyor. Belki de bu nedenle Türkiye için önemli sorunların araştırılmasından ziyade herkesin aynı konuyu çalıştığı ve özgünlüklerin ıskalandığı bir yere sürükleniyor sosyoloji. Yaşanan bu sorunların eğitime yansıması ise çoğu zaman ilgisizlik oluyor. Hocaların üniversitelerdeki tek görevi bir süre sonra verdiği dersler olmaya başlıyor ve üniversiteler bilgi üretim merkezleri olmaktan çıkarak vasat ve niteliksiz birer eğitim kumuna dönüyor. Yapılan kitlesel eğitim gerekli alt yapı sağlanmadığından kalitesiz eğitime eşdeğer hale geliyor. 8.Dünya’da sosyolojinin en önemli sorunları nelerdir? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Sosyolojiyi disiplinler arası düşünmek lazım. Bu bence çok önemli bir şey bölüm böyle bütünsellikle yapılır. Dolayısıyla disiplinler arasılık gelişiyor ama çok fazla yeterli olduğu da söylenemez daha da gelişmesi lazım. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Birçoğu Türkiye de olanlar Dünya içinde geçerlidir. İstihdam bazı yerlerde daha iyi olabiliyor ama her yerde değil. Bütün dünyada benzer bir eğilim var. Gereksiz çok manası olmayan diye düşünülen, babaannemize anlatamayacağımız meslek olma duygusu her yerde var. Kuramsal düzeyde ise benzer şeylerden bahsetmek lazım. 90’larda 2000’lerde olan belli bir düşünce tarzını destekledi. Başka tür aranışları baskıladı, marjinalize etti. Orada da son 10 yılda ve 2008 den sonra değişimler var. Bakıldığında sosyolojinin Amerikan sosyoloji geleneğinin getirdiği niceliksel çalışmaların ağırlığı ve ancak o tür çalışmalar üzerine çalışan insanların çalışmalarının daha önemli olması diğerlerinin marjinalize edilmesi büyük bir problem. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Bilmiyorum. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Dünya'da da benzer sorunlar var. Çok fazla Masterlı Doktoralı insanlar var. Artık bununla ilgili araştırmalardan, son zamanlarda gittiğimiz kongrelerde bunlarla ilgili sonuçlar oluyor. Eğitimli nüfus fazla, ama bu eğitimin karşılığı yok. Sadece Türkiye'de değil. Dünya'da da böyle. Psikologlar da aynı sorunu yaşıyorlar. Diğer mühendisliklerde. Sadece bizim mesleğe has bir sorun değil. Orda da aynı sorunlardan bahsediliyor. O kadar doktoralı sosyolog var ne olacak bunlar. Bırak normal lisans mezunlarını diğerlerinde de aynı sorun. Zaten hiçbir sorun bize has değil biliyorsunuz. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Benim görüşüm sosyoloji dediğimiz şeyin ideolojiden bağımsız olamayacağıdır. Sosyoloji ideolojiden bağımsız olamaz. Pratikte bir karşılığı olması gerekir. Bilim yaparken nesnel objektif davranmak tamam ama bilim yapan kişinin nesnel olabileceği görüşü bana çok uzak geliyor. Siz toplumsallığın nasıl oluştuğunu geliştiğini, insanların nasıl olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz bunun içinde yer almadan bunu anlayamazsınız. Pratiğe yönelik eğilim yerine teorik ve araştırmaya yönelik formasyonlar üretiyoruz sosyolojide. Egemen dediğimiz şeyi düzen dediğimiz şeyi eleştirmeden farklı bir noktaya gelip bu var olan şeyi iktidar olan neyi istiyorsa ona yönelik şeyler yapmaya başladık. Devletler sosyolojiyi kendi silahları yapıyor. Devlet ne istiyorsa onu düzenlemeye yönelik projeler yapılmaya başlandı. Biz daha çok liberalizmi muhafazakarlığı kapitalizmi bunun içindeki aksaklıkları nasıl gidereceğimizi konuşuyoruz. Bu ancak alt alan olur. Sosyolojinin amacı bu olamaz ancak araç olabilir. Projecilik anlayışından sürekli medya kültürel iletişim çalışmalarının birleşip sisteme entegre olup sisteme entegre olamadığında ne yapılacağını tartışmak sosyolojinin temel prensibi değildir. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Epistemolojik, yöntemsel sorunlar var. Kafa karışıklıkları devam ediyor. En büyük sorun batı merkezli sosyoloji anlayışı, Amerika hegemonyası. Bölgeselleşme düzeyinde bilgi birikimi var. Türkiye bölgesine de yabancı. Türkiye’de dikkate alınmıyor. Japonya’dan habersiziz sadece Türkiye’de değil birçok ülke bu şekilde. Dünya ölçeğinde eşitsiz bir dağılım var. Teorik olarak çeşitli meydan okumalar var. Disiplinler arasılık çok düşük. Disiplin olamama durumu var. Merkez- çevre bağımlılık ilişkisi hala devam ediyor. Batı teori, batı dışı veri odaklı. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Birçok yerde tartıştığımız gibi, çok fazla parçalanma, uzmanlık alanlarının fazlalığı yüzünden bütünü görememe yani aşırı uzmanlaşma diyoruz biz buna, aşırı uzmanlaşma yüzünden sosyoloji kendisinden beklenenleri veremiyor. Bu ne demek aslında diğer alanlar diyelim bir eski fil hikayesi bir yerlerde anlatırken, Sosyolojiye Giriş kitabımda da yazdım, gözleri kapalı psikolog, antropolog, sosyolog, ekonomist vs hepsi bir filin bir yerini kendisine uzmanlık alanı olarak seçiyor ve o kısımda çalışmaya çalışıyor. Biz sosyologlar siz gözünüzdeki bandı çıkarın fil bir bütündür, sosyolog olarak bütünü incelemeliyiz diyoruz ama başkalarında eleştirdiğimizi biz yapıyoruz. Kendi içimizde bir sürü alanımız var böyle olunca ağaçla uğraşırken ormanı göremiyoruz. Bütüncül bakışa sahip olamıyoruz. Bilgi birikimle artmasına rağmen gerçekliği kavramada anlamada yorumlamada güçlük çekiyoruz. Geçen sene derslerde de söyledim size bu kadar bilgi birikimine rağmen sosyologların önemli bir katkısı yok. Herhangi bir uluslararası sorun olduğunda başkası çıkıp konuşuyor, sosyologların söyleyecek sözü yok, kendimizi çok dar alana soktuk. Tabi bu sosyolojinin bürokratikleşmesinden kaynaklanıyor. Sosyoloji bir yaşam tarzı olmalıdır, sosyologca bir yaşam olmalıdır. Bunu maalesef yakalayamıyoruz Memur zihniyetiyle bürokratikleşmesi söz konusu Şu kadar kitap, bu kadar ders şu kadar not. Gerçekten sosyolog yok bütün dünyada bu böyle. Sosyolojinin disiplin olarak gelişmesi organizasyonel tarafı, birazdan soracağın şeylerle de ilgili bürokrat zihniyetle bilime katkıda bulunması çok zor insanların. Türkiye’de de getirirsek bunu kendime daha çok araştırmacı derim, kime neye hangi bilime katkıda bulunuyoruz? Ulrich Beck’in görüşlerine katılıyorum. Realitenin kozmopolitan olmasına rağmen ona yaklaşımlar nasyonalist. Methodological Nasyonalizm diyor. Kozmopolitan bi realite çok renkli çok sesli kozmopolit bir realite. Dünyada benzerlikler olsa bile kozmopolit bir gerçeklik olmasına rağmen metodolojik olarak belirli ülkelerin tekelinde sosyoloji yapılıyor. Bu da daha çok Amerikan sosyolojisi. Tabi Amerikan kuramları vs hegemonik bir ilişki var: merkez-çevre. Sanıyorum üç bine yakın dergi varsa 2.500’ü İngilizce ve Amerika’da yayınlanıyor. Bizim de çıkan dergilerimizi bu üç bin endeksli derginin içine sokamıyoruz. Çünkü gereklilikleri yerine getiremiyoruz, süreklilikle birlikte oraya gelebiliriz. Ancak senede iki kere dergi çıkartmak bile büyük bir sorun. Kısaca aşırı uzmanlaşma bürokratikleşme ve Batımerkezcilik tabi daha bir sürü şey eklenebilir. Örneğin bütün dünyada felsefeden kopuş, bu felsefeden kopuş az önce söylediğimle ilgili. Amerikan sosyolojisi pragmatizm temelli olduğu için olanı olduğu gibi inceleyip nesnel bilim yapıyoruz diye ideolojik politik bir bakış açısı yok. İdeal toplum modeli nedir falan yok mevcut sistemi korumak kapitalizmi korumak yeniden üretmekten başka bir şey yok. Fonksiyonalizm uyum ahenk denge bunun değişmesi için bir çaba yok. Avrupa sosyolojisinin vaktiyle vardı ütopya bile olsa sosyalist toplum vs. bunların hepsi out. O zaman tamamen mevcut sistemin yeniden üretilmesinin standart memurları halinde işler görülüyor. Bürokratik zihniyetle de bilime katkı yapmak hiç beklenmemeli ve bundan Türkiye de payını alıyor. Türkiye’de ayrıca kendi özel sorunlarımız da var bölüme yansıyan sorunlar iletişimsizlik. Biz kompartıman kompartıman yaşıyoruz. Buna Bahattin Akşit “bölmelenmişlik” diyor. Bir tren gidiyor ama her kompartıman ayrı ayrı birbirimizin yaptığını önemsemiyoruz, değer vermiyoruz, okumuyoruz, referans vermiyoruz, bir türlü bir araya gelmiyoruz. 20 senedir Derneğimiz kurulu. Toplumsal sorumluluk, benim hayatımda yaptığım en büyük şeydir o derneği kurdurmak, Birsen Gökçe hocamızla birlikte. Üç senede bir kongrelerle birlikte bir araya getirmeye çalışıyoruz ama oraya da yine bürokratik amaçlarla yükselme ihtiyacı olanlar gelerek kongreden yararlanıyorlar. Buna ihtiyacı olanlar mecburi yapıyor. Diğerleri de ancak sosyal olarak geliyorlar. Hadi gelin de bir oturum yönetin de gençler sizi tanısın vs gibi şeyler. Ona bile lütfedip gelmiyorlar, çok kapalı devre çalışıyoruz. Aynı şehirde bile bile toplantılara gitmiyoruz. Birbirimizi beğenip takdir etmiyoruz, yapılanları yeterince değerlendirmiyoruz, çok kapalı devre kapalı gruplar halindeyiz değişik değişik çevreler var. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Dünyadaki sosyolojinin en önemli sorunu uluslararası bilimsel toplantılar yerel unsurları içine alabilecek düzeyde kongre ve sempozyumlar gerçekleştirilemiyor. Belki örgütlenmeyi de buna ekleyebiliriz. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Çalışılan konular olarak baktığımızda Avrupa ve Amerika sosyolojileri farklı. Amerika’da mikro problem odaklı çalışıyorlar Avrupa’da ise kriz temelli daha siyasi konular çalışılıyor. Fransızlarda ekol çok belirgindi. Geçen sene İtalya’da ders anlattım. Oralarda da öğrencilerin gelecekle ilgili umutları çok kısıtlıydı. İş imkanlarının kısıtlı olduğunu ya da mühendisler kadar kolay iş bulamadıklarını ifade ettiler. Bunlar bize çok uzak şeyler değil benzerlerini bizde yaşıyoruz. Dergilerde falan en son ne çalışılıyor olarak baktığımda ve kendi çalıştığım alan olan sosyal gerontolojinin ne olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Ama Amerika’da Avustralya’da Kanada’da baktığımızda bu konular sadece gerontoloji bilimi değil yaşlı bakım bilimi gibi birçok alanlar çalışıldığını görüyoruz. Amerika da görsel sosyoloji çok yoğun alanlardan biri. Mesela duygu sosyolojisi bilinmiyor bile. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Fen bilimleri otorite olarak kabul ediliyor. Sosyal bilimler 19.yüzyılda oluşmaya başladı ve dünyada pek fazla yer verilmiyor. Büyük söylemlerden küçük söylemlere geçiliyor. Sosyoloji çok önemli bir dal ve yer verilmiyor. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Bu soru bence yanlış. Çünkü ben sosyolojinin sorunlarının olmadığı ülkeler gördüm. Bir anımı anlatmak istiyorum. Ben Pekin’de bulunduğumda sosyoloji kongresi yapmıştık hoca olarak. Tabi bizde sosyoloji biraz daha sol. Bana sordular Türkiye’de sosyoloji nasıl diye bizim sorunumuz liberalizm iken onlara sorunlarının ne olduğunu sorduğumda kapitalizm olduğunu söylediler. Tabi bu sosyolojinin bilimsel alanda değil siyasal alanda değerlendirildiğinde ortaya çıkan cevaptır. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Dünyadaki sosyolojinin de Türkiye’den farklı olduğunu düşünmüyorum. Ben yurt dışında sosyolojinin teori üretme bağlamında bize göre fazlaca katkılarının olduğunu düşünüyorum. Biz bu konuda gerideyiz güzel araştırmalarımız var ama. Yurt dışında teori ve alan araştırmaları fazla oradaki politika araştırma üzerine yürütülüyor. Biz daha yeni yeni bunun farkına vardık. Artık daha fazla önem veriliyor. Ama orada da kişisel çatışmalar var tabi ki. En azından bize göre iktidarla ilişkileri daha destekleyici. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Batı kaynaklı olması diyebilirim hani biraz batılı süreçler ekseninde tüm toplumsal süreçlerin tek bir dile indirgenmesi konusunda bir takım sıkıntılar olduğunu düşünüyorum. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) – Muhafazakar olması Üniversite bazında düşünüldüğünde yine teori eksikliği Düşünür odaklı çalışılması ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Valla dünyadaki kısmını o kadar bilmiyorum işin doğrusunu söylemek gerekirse. Ama böyle dönemlerde sadece sosyoloji olarak da düşünmemek lazım. Çünkü sosyoloji bizim bölümdeki haliyle daha geniş bir sosyal bilim eğitimi vermeye çalışıyor hani. Becerebildiğimiz kadarıyla. Daha sosyal bilimlerin sorunu diye tartışmakta yarar var. Böyle bir, sosyolojiye indirmeyi ben çok da anlamlı görmüyorum. Dünyadaki şeyi de çok bilmiyorum ama çünkü başka yerde bir şey olarak, öğretim üyesi olarak çalışmadım. Yani ziyaretçi hoca olarak gittiğim bazı üniversiteler var ama orada çalışmayınca sınırlı oluyor şeyleriniz, gözlemleriniz. Ama sosyolojinin hani şöyle bir avantajı var; sosyal bilimlerin merkezinde yer alıyor ve her tarafa çok rahat açılabilecek bir şeyi var, genişliği var. Yani bir taraftan felsefeden öbür taraftan ampirik çalışmaya kadar uygulamalı çalışmalara kadar uzanan bir çerçevesi var. Ve yani etki alanı da giderek genişliyor. O yüzden şeyi de, çok ciddi problemlerin olduğunu zannetmiyorum, başka ülkelerde. Ama dediğim gibi yani, sınırlı bir bilgim var. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Piyasa. Her yerde, sadece Türkiye’de değil. Zaten Türkiye’de yaşadığımız bu piyasa etkileri… Mesela iddialı oynuyorsun ya, bu çerçevede sosyolojinin de toplumun, a ne diyorlar bakayım, yeni bu Bologna’dan gelen şeyler, doğru ifade etmeye çalışayım: üniversitenin toplumun taleplerine cevap veren bir kurum olması gerektiği. Böyle bir kurum olma niteliği taşımadığı ölçüde artık devletlerin, kaynağını toplumlardan alan devletlerin, üniversite gibi ‘hantal kurumları’ artık sırtında taşımak istemediği söylenebilir (?). Yani şöyle: sosyolojide bu bölümlerden bir tanesi. Artık üniversite yönetimlerinin giderek iş idarecilerinin eline teslim edilmesi (akademiklerden daha çok) üniversiteyi karlı para kazanılır kurumlar olarak işletmeyi bilen iş idarecilerinin eline teslim edilmesi şunu getiriyor: bilinmesi gereken alanların değil üniversite de ayakta duran alanların, üniversiteye para getiren alanlar olması problemini getiriyor. Bu yüzden para getirmiyor diye bölümler kapatılıyor. Mesela bundan en başta da darbe yiyen felsefe bölümleri. Şimdi sorduğumuz zaman felsefe bölümleri önemsiz midir diye, bence herhalde tahmin ediyorum en önemli bölümlerdir. Ama para getirebiliyor mu? Getiremez. Bu yüzden de gerek yok diyoruz giderek artık. Yani sosyoloji bölümleri de içlerinde bulundukları üniversiteye proje üzerinden para getiremedikleri zaman, onların akıbeti de kapanmaya doğru gidiyor. Ya da başka tarih bölümleri falan. Bunun için de bu bölümlerin projeye dönmesi… Hâlbuki projenin özelliği şu: projede sorulan soru, fonlayıcının çerçevesini çizmiş olduğu bir soru olarak kalıyor. Hâlbuki bilim adamının özerkliğinden konuşuyorsak, bilim adamının sorusunu, fonlayıcının istek ve taleplerine göre çerçevelememesi gerekir. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Ooovvv… Bunlar çok büyük sorular. Şeyi söyleyebilirim, sosyolojinin bir uzmanlaşma alanı olarak kuruluyor olması. Diğer sosyal bilimlerle çok fazla ilişki kuramıyor olmak. Yani bir sosyoloji profesörüyseniz örneğin, siyaset bilimine ilginiz olmak zorunda değil veya felsefeye… Bana kalırsa sosyal bilimler çok daha bütünlüklü düşünülmesi gereken şeyler. Ama hani, işte neo-liberalizm hep söylediğimiz ve uzmanlaşmaya doğru gidiyor olması. Sanırım en temel sıkıntılardan biri bu olabilir. Dünyada sosyolojinin en temel sorunlarından biri bilginin bazı merkezlerden üretilip dünyaya buradan ithal ediliyor olması. Bazı akademisyenlere göre Amerikan sosyolojisinin pragmatist niteliği sosyoloji bilimine rengini vermekte ve kapitalist sistemi yeniden üretmenin aracına dönüştürülmektedir. Yani sosyoloji ile Amerikan sosyoloji arasında hegemonik bir ilişki vardır. Bu sorunun belki de sonuçlarından bir tanesi olarak değerlendirilebilecek olan uzmanlaşma da sosyolojinin kompartıman kompartıman bölünmesine yol açmakta ve temel iddialardan olan bütüncüllüğü ekarte etmektedir. Bu aşırı uzmanlaşma sosyolojiden beklenenleri karşılayamamasına yol açmaktadır. Bu sorun çalışma yöntemlerinde de farklı şekilde vücut bulmaktadır. Sosyoloji Dünyada uzunca bir zaman nicel araştırmanın duvarlarına hapsolmuş ve yakın geçmişe kadar bilimsel niteliği buradan tartılmıştır. Bu da nitel araştırmaların değersizleştirilmesini beraberinde getirmiştir. Ancak son zamanlarda bu sorun sosyal bilimler camiasında kısmen de olsa aşılan sorunlar arasındaki yerini almıştır. Bununla birlikte değerlendirilebilecek bir diğer sorun da disiplinler arası çalışmada yaşanan eksikliktir. Sosyal bilimlerin olmazsa olmazı farklı alanlarda da bilgi sahibi olma gerekliliği artık aranmamaktadır. Bu da özellikle kuramsal çerçevede sığlaşmayı beraberinde getirmektedir. Dünyada sosyolojinin en büyük sorunları arasında uluslar arası bilimsel toplantıların yerel unsurları bünyesine alabilecek nitelikte gerçekleştirilememesi de sayılabilir. Ek olarak yine benzer kapsamlılıkta örgütlenmelerin gerçekleşmemesi de farklı ülkelerdeki sosyoloji alanlarını kopuk hale getirmektedir. Sosyoloji birçok akademisyene göre bir yaşam tarzı olmalıdır. Eğer öyle olursa sosyolojide yaşanan bürokratikleşme sorununun da bir nebze önüne geçilebilir. Bugün sosyoloji eğitimi verilen kurumlarda, memur zihniyeti baş göstermiş gibi gözükmektedir. Yani hocalar üzerlerine düşen eğitim sorumluluğunu bir memur zihniyetiyle yerine getirmekte ve bu durum da kalitesizleşmeyi büyütmektedir. Dünyada sosyoloji kozmopolit bir realitenin üstüne inşa olmaktadır ya da olmalıdır. Ancak sosyolojinin merkez-çevre bağlamında içine girdiği sığlık ya bazı yerelleri nasyonalist tavırlara itmekte ya da doğrudan Batı aktarımcılığa sürüklemektedir. Hangisi daha tehlikelidir burası tartışılabilir ancak ikisinin de sosyolojinin bilimsel niteliği için kırmızı çizgiler misyonunu taşıdığı itiraf edilmelidir. 9.Proje yapıyor musunuz? Evet ise ne türden? Hayır ise neden yapmıyorsunuz? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Ben piyasaya proje yapmıyorum ama TÜBİTAK’a proje yapıyorum ama bu proje piyasaya proje yapmakla aynı şey değil. Kendi yapacağım araştırmaya destek almak üzere. Para karşılığı proje yapmak gibi bir durumum yok. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Proje yapmıyorum. Henüz denk gelmedi. Prensip olarak projeye karşı değilim. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Yapmıyorum. Vakit ve imkan yok çünkü. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Yapıyorum. Aşağı yukarı 10 sene TÜBİTAK proje tarzı şeyler de çalıştım. Önce bursiyer olarak, sonra araştırmacı olarak. Hem AB projelerinde, hem TÜBİTAK projelerinde çalıştım. Mesleki deneyim oldu. Biraz para kazandım. Ama çok değil. İşte akademik yayın yapma faaliyetleri için. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Hayır. Proje denmesinde belki kelime olarak sıkıntı var. Proje artık sahada belli bir para kazandırmak öğrencileri burslandırmak için yapılan bişey. Ama artık projeler şu hale geldi eğer devlet sizi desteklerse yapıyorsunuz. Dolayısıyla benim yapmak istediğim araştırmayı üst kademe kabul etmez. Bu bana uymaz. Politik ekonomi inandığım değerlere aykırı. Bilimsel bir dayanak yok. Sosyoloji proje yapan bir disiplin değildir. Bir araştırması olur sosyolojinin. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Şuan hayır. Neden yapayım ki? Proje sosyolojiyi geliştirir mi bu hala tartışılmadı. Ben tartışılması taraftarıyım. Bu rant alanına dönüştü. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Biz uluslararası ve ulusal olarak da oldukça çok proje yapan bir bölümüz, özellikle AB projeleri yaptık bölüm adına. TÜBİTAK adına proje yaptık. Kapalı bir bölüm değiliz. Bunların içinde giden Elif Kuş hocanız da dahil bir çok hocanızla birlikte proje yaptık. UNDP (Birleşmiş Milletler Kalınma Programı) HIV/AIDS projesi sağlıkla ilişkiliydi. GAP bölgesi projesi, sonra ÇATOM (çok amaçlı toplum merkezleri), bunlar benim projemden çok, bölümden birçok insan yer aldı.20-30 insanın birlikte çalıştığı sahadan kopuk olmadığımız çalışmalar yaptık. Mardin’de de toplumsal sorumluluk projesi yaptık. Buradaki ilköğretim okulunu maddi manevi kalkındırdık. 43 gün o kadar mal mülk alındı, anasınıfı kuruldu vs bunlar kolay işler değil. O çocuklarla gerçekten vakit geçirdik biz de öğrendik onlar da öğrendi. Daha bir sürü şey var söylenecek çok söz var çok senedir piyasada olduğum için daha konuşulması gereken birçok şey var. Diğer arkadaşların da TÜBİTAK, BAP vs projeleri oluyor. Görüşüp görüşmediğimiz her insanın projesi var. Ulusal uluslararası projelerde sıkıntılar olabiliyor. Bizimkiler bir AB projemiz hapishane üzerineydi 8 ülke, Sincan’ı arka kapı yapmıştık, o kadar gidip geldik. Sekiz ülke İspanya Portekiz İtalya, Almanya vs. tüm bu ülkelerde suçun baskılanması üzerine çalıştık. Yani özellikle AB bu hapishanelere girenlerin daha fazla suç üretmesi problemi karşısında hapishanelere alternatif, yani hapishane ortadan kalksın. Crime Repression dedikleri çok önemli olayın bir ayağıydık. Bunlar tabi epeyce bize de bilgi kazandırdı, Türkiye’yi de temsil ettik, burada ulusal uluslararası bütün Adalet Bakanlığı ve İçişleri bak ve Ankara Üniversitesi işbirliği yaptı. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Gerek TÜBİTAK gerek bap gerekse devlet kuruluşlarına proje yapıyorum. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Evet yapıyorum. Yaşlılık ile ilgili projeler yaptım. Şu aralar emeklilik üzerine çalışıyorum. Sağlık Bakanlığıyla çalışmıştım. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Evet TÜBİTAK projesi içinde bulunuyorum. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Proje yaptım fakat şu anda yapmıyorum. Yaptığım projeler toplumsal yapı, kültürel çalışmalar ile ilgiliydi. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - AB ve Dünya Bankası projelerinde çalışıyorum kadın ağırlıklı projeler bunlar. Proje yapmamak gibi bir düşünceye sahip değilim proje kuruluşları sistemin görüşlerine entegre olan bir yapıya sahip olsalar bile alan deneyimleri bizi besliyor. Bizim yeni çalışmalar için deneyim kazanmamıza sebebiyet veriyor. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Yapmadım ama alanımla ilgili bir proje memnuniyetle yaparım. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Hayır. Uygun görmüyorum. Zaten bana vermiyorlar. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Yani proje… Araştırma projesinden mi bahsediyorsunuz? Evet. Yani en son TÜBİTAK’tan bir şey almıştım. Peki ne tür bir projeydi? TÜBİTAK’a yaptığımız sağ-muhafazakar partilerle ilgiliydi. Bir de Avrupa Birliği yedinci çerçeveden vardı. O da yardım kuruluşlarıyla ilgiliydi. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Yapıyorum. Ne türden projeler yapıyorsunuz? Araştırma projeleri. Ufak tefek para… Ben hiç büyük ölçekli proje hiç girmiyorum, belki de giremiyorum. Ufak tefek gene parayla dönmek zorunda olan. Çünkü araştırma artık parayla gerçekleştireceğimiz de bir şey. Öyle basitçe gidip insanlara sorular sormakla falan değil. Dolayısıyla, bir soruyu sorabilmek için bile paraya ihtiyacın olduğu bir ortamda işte soruları projelendirmek… O bu projelendirme süreçleri de -ama bunu kendim çok iyi biliyorum- aslında bilim adamı olarak sormak istediğim soruyu bile isteye çarpıtmak zorunda bırakıyor beni. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Hayır. Neden yapmıyorsunuz? Projenin de belli bir formata uydurmakla ilgili yer yer bir şey olabileceğini düşünüyorum. Yani bu demek değil ki projelerin hepsi kötü veya sıkıntılıdır. Ama yani fon alabilmek için belli şekilde bir iddianız olması lazım. Yani mesela, fon veren, mesela Rektörlükten alıyorum fonumu öyle kuralım. Ve bir üniversite eleştirisi yapacağım, tam da ODTÜ’nün uyguladığı sistemi eleştireceğim. Bu fonu alamamam anlamına gelir, bu tür sıkıntıları da olduğunu düşünüyorum. Benim proje yapmamamın nedeni, çok da ihtiyaç duymadım açıkçası. Yani zaten mastır sürecimde dersleri tamamlamak ve tezi hazırlamak yeterince zamanımı alan bir şey oluyor. Görüşme yapılan akademisyenlerin büyük bir çoğunluğunun projelere “pejoratif” bir anlam yükledikleri söylenebilir. Bunun en temel nedeni projelerin çoğunlukla ‘piyasa malı’ olarak görülüyor olmasıyla ilgili olabilir. Yapılan projelerin birçoğu TÜBİTAK bünyesinde gerçekleştirilmiş. TÜBİTAK’ın piyasa projelerine göre bilimsel bilgi üretmeden görece daha özgür bıraktığı düşünülüyor olabilir. Akademisyenler proje yaptıkları zaman istedikleri dili kullanmakta ya da düşüncelerini ifade etmekte yeterince özgür hissetmiyorlar kendilerini. Ya projeden beklentiyi karşılamak zorunda kaldıklarını ya da fonsuz kalacaklarını düşünüyorlar. 10.Yurtiçi yurtdışı yayın yapma konusunda düşünceleriniz neler? Sizin hiç yayınınız var mı? Oranı nedir? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Yurtdışı yayınım var. Ama eğer şunu kastediyorsanız bir akademisyenin yükselmesi için yurtdışı yayın yapma şartı var, ben bunun çok doğru olduğunu düşünmüyorum. Yabancı dilde yayın yani. Yapılmasın demiyorum ama bunu zorunlu koşmak yanlış. Yapılması gerekir ama yapmadı diye bir adamı yükseltmemek saçmadır. Tabi ki dünya ile bağ kuracağız. Bunu da yurt dışı yayın yaparak bağlantılarla açıklarsın ama bir yandan sosyoloji demek kendi toplumun insanları için yazmak demektir. İngilizce yazdığınızda bunu kim okur akademisyenler okur. Toplum ne yapacak? DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - 1 tane yayınım var. Yayın yapan arkadaşlarımı destekliyorum. Yayın yapmazsan bittin meselesi biraz sıkıntılı. Akademik çürüme niteliği olmayan seri üretim bir makale yazıcılığını öğretiyor. Bunlardan pekiyi bir şey çıkmasını beklemek yanlış. Sosyal bilimlerdesiniz yani sizin yaptığınız iş yazı ile olabilecek bir şey. Yazı yazmayı teşvik etmek haliyle yerinde bir şey. Bir yandan ise insanlar belki bu sosyoloji eğitiminin doktora ölçütlerinin bir sonucu. Yayın mecralarının artması ve nasıl yayın yapabilirim konusunda yönlendirilmesi yerinde olur. Ben de birkaç şey üzerinde uğraşıyorum aslında. Daha önce bir yönlendirilmiş olsaydım daha iyi olurdu tabi. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Yayınım bol. Yurtdışı yayınım daha fazla ama bir öncelik farkı gözetmiyorum. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Var. Yurtdışı yayın yaptım. Yeni gönderdim hatta bir tane. O da umarım çıkar. Bu çok uzun bir mesele. Başlı başına konferans konusu olacak bir mesele. YÖK'ün kriterleri gereği yurtdışı yayın doçentlik de 4 puan, bir yayın yaptığın zaman 4 puan, doçentlik kriteri 6 puan. Bir yayın yapıp 2 konferansa gidersen doçent oluyorsun aslına bakarsan. Tabi ki bu saçma bir şey. Aynı zamanda bu bir sektör oldu. Hatta para verip dergiye bastıranlar falan var. Aynı ödevini parayla yaptıran öğrenci gibi. 1.si bu. 2.si bir eserin İngilizce olması onun değerini artırmıyor bana sorarsanız. Ama şöyle de bir şey var mesela bazı hocalar isim vermeyim (özellikle ilahiyatçılar) bunlar zaten İngilizce falan da bilmediği için onların kriteri farklı. Adam mesela fakülte dergisinde, atıyorum Sütçü İmam Üniversitesi fakülte dergisinde, oralarda yayın yaparak o 4 puansa bu 2 puan gidiyor 5 tane yazı yazıyor. Bunu zaten kontrol eden yok. Düşük kaliteli şeyler. Bu şekilde doçent, prof. oluyor. Aslında bunlar hiçbir şey bilmeyen insanlar. Bunu engellemek için uluslararası kriter olsun diye YÖK merkezi sınav yaptığı gibi yurtdışı kriterini getirmiş durumda. Bu bir anlamıyla iyi. Senin yurtdışında yayın yapabilecek kapasiten var mı diye. Fakat Dünya'da her şeyin boku çıktığı gibi bununda boku çıkmış durumda. Bu bir sektör olmuş durumda. Para veriyorsun konferansa gidiyorsun. Bu tarz dergilerde kariyer kapısı gibi. Ortada bir takım networkler işliyor. Yani başarılı olan sözünü her yerde geçiren insanlar, her koşulda başarılı olurlar sonuçta. O da bir kendini ispatlama biçimi akademide olması da gerekir. Ama bunu fetişleştirmemek gerekir. Yani Türkiye'de çok iyi eserler yazmış ama yurtdışıyla ilgilenmemiş çok değerli insanlar var. Ya da yurtdışında yayın yapmış ama yayınlarının çoğu çöp olan ama çok iyi yerlerde yayınlanmış eserler var. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - İki yayınım da var. Bu iki yönlü bir şey. Yayın yapmak elbette gerekli. Pratiği icra etmektir yayın yapmak. Ama akademinin bunu zorunlu kılma kriterlerine tabi tutmuş olması yapısal bir problemdir. Farklı dillerde ya da kendi dilimizde olan yayınları takip etmeliyiz gelişim ilerleme, tartışma, okuma yoluyla kazanılacak bir şey. Bunun için buradasınız zaten. Yazmak bunun bir parçasıdır. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Yurtdışından önce yurtiçini önemserim. Bulunduğum toplumun sorunları daha önemlidir. Dünya literatürüne katlı önemlidir tabi. Ama bu tek dil olmamalıdır. Bilim dili İngilizce değildir. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Tabi ki bunların dengelenmesi esas. Benim yükselme esaslı yayın yapmadığım açık çünkü yabancı yayınlarımın hepsini prof olduktan sonra yaptım. 1993’de prof oldum. Ondan sonra ve daha çok 2000 yılından sonra 35tane yabancı dilde yayın yaptım ben. Hep kendimle yarıştım TÜBA üyesi olmak istiyordum. Yoksa kimsenin bir şeyler yap dediği yok . Ayrıca 17 tane de Türkçe kitabım var. 60 küsür makalemin 30 tanesi de Türkçe. Uluslararası yayını tabi çok önemsiyorum önemsemeyenlerin de yapamadıklarını düşünüyorum. Tabi o çembere girmek çok daha ciddi çalışmalar gerektiriyor. Tabi burada ahbap işi sen yaz ben okuyayım, yurtdışında bir makale buradaki beş makaleye bedel. Bir takım eleştiriler olabilir, o dergilerin istedikleri kapsadıkları vs konularda veya kapsamda araştırma yapıldığı ileri sürülebilir. Bu da tabi ki bana göre sadece bahane olur. Çok sayıda dergi var, sadece sosyoloji değil kadın konusunda, çevre veya afet hiçbir sınır yok. Dediğim gibi üç bin dergi var bunların içinde Üçüncü dünyaya da açık dergiler çok veya farklı düşüncelere ve konulara odaklı dergi var. Ama yükseltme ölçülerinin tamamen yurtdışı olması vs konusunda. Kitap mı yoksa makale mi sosyal bilimlerde daha önemli derseniz, çok kitap yazdım ama ben makale okurum ama yurtdışı makale okurum yani yeni bir şey öğreneceksem. Türkiye’de ne diyorlar deyince de ona da bakıyorum zaten. Her şey online oldu Sosyal Bilimler Enstitüsü (SBE) müdürüyken Ankara Üniversitesi SBE’nin hiç dergisi yok diye Ankira dergisini de çıkarmaya başladık. Daha doğrusu şöyle diyeyim, Sosyoloji Derneği dergisinin editörüyüm, Ankira’nın kurucusuyum. Doktora diploması alabilmek için doktoradan yayın isteniyordu. Dergimiz olmadığı için başka yerlere muhtaç oluyorduk. Son olarak hem bilim adına hem de insanlara destek olmak için bölüm adına Yurt ve Dünyayı da çıkarıyoruz. Üç dergi az bir şey değil. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - İki uluslararası index ile tanınan dergilere yayınım var. 1 uluslararası taranan dergide yayınım var onun dışında ulusal yayında sıkıntımız yok. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Yurtdışına özel olarak yayın yapmıyorum. Yaşlılık üzerine yayınlar yapıyorum. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Yayınım henüz çok fazla yok akademiye yeni katıldığım için. Kriterlerde yayın önemli zaten ve bu yayınlar basılabiliyor. Doçentlik kriterlerinde yayınlar önemli zaten. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Destekliyorum yayın yapmayı. Benim yurtdışı indekslerde yayınlanan makalelerim var. 7 tane uluslar arası sempozyumum var, 3 tane yayın editörlüğünü yaptığım yer var. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Karşı değilim fakat sadece işi yurtdışında yayın yapmak biçiminde algılarsak o zaman akademisyenin yayınının yurt dışına endeksli olarak kabul edilmesi bunun akademisyen olmanın bir kanıtı olarak görülmesine karşıyım, ama Türkiye’deki araştırmaların sesinin duyulması açısından önemli buluyorum. Benim iki tane yayınım var indeksli yayınlar bunlar ama geri kalanı Türkiye’de yapmış olduğum yayınlar. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Yani ortak bir makalemiz var ingilizce olarak ben yurtdışı yayının önemli olduğunu kendi çevresinde insanın sınırlı kalmaması gerektiğini düşünüyorum. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - İkisinde de var. Yeterince yapabiliyorum. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Var tabi ki var, burada zaten yayın olmazsa ODTÜ’de yükselmen mümkün değil. Yani şimdi burası birkaç, ODTÜ biraz değişik, diğer üniversitelerle çok karşılaştırmak mümkün değil. Burada her şeyden belirli sınırlar var, onları yapmanız gerekiyor. Belirli bir Türkçe yayın lazım, belirli bir uluslar arası yayın lazım, belirli nitelikte ve sayıda… İşte eğitimde belirli bir performansınızın olması lazım. Yani her alanda bir şey isteniyor. Zaten onları karşılayamazsanız da şey yapamıyorsunuz, yükselemiyorsunuz. Peki yeterli yayın yapma olanağı olduğunu düşünüyor musunuz hocam, sizi tatmin ediyor mu? Şimdi bu genel bir soru olarak burada çok çalışmaz. Bu çok ODTÜ ile ilgili bir şey. Yani ODTÜ’yü konuşmak lazım. O mantık daha başka yani diğer üniversitelerden belki Bilkent, Boğaziçi, birkaç özel üniversite daha uyabilir. Diğerleriyle uygun bir şey değil. Yani buranın sorunu farklı bir yerde… Tabi ki yayın yapmak lazım tabi ki şey yapmak lazım ama ODTÜ genelde, genelde değil özel olarak da yabancı yayına öncelik veriyor. İngilizce, daha çok İngilizce yayına, İngilizce yayında da her İngilizce yayın değil, A sınıfı diye kategorilenen bir şeyler var, dergiler var. Oradaki yayın esas, en önemli olan onlar. Türkçe yayına da önem veriyor ama en önemlisi o. O olmazsa da yükselemiyorsunuz. O da bizi, özellikle ODTÜ Sosyoloji bölümünü ya da ODTÜ’yü sosyal bilimleri Türkiye’den çok koparıyor. Çünkü Türkçe yayınlar çok arka planda kalıyor. Türkiye’deki tartışmalara müdahale etmek zorlaşıyor. Çünkü bir taraftan biz de yayın yapmak için de bir araştırmanızın olması lazım. O araştırmanın üstüne bina ediyorsunuz çoğu zaman yayınları. İkisi de baya bir zaman gerektiriyor, baya bir çalışma gerektiriyor. İşte dersler var, tezler var onun dışında bir sürü hiç planlayamadığınız işler var. Önceden planlayamayacağınız işler var. O yüzden tabi ki yayın meselesi zor oluyor ama bence en önemli meselesi Türkiye’deki entelektüel ortamdan koparıyor. Yabancı yayına doğru gittikçe Türkiye’deki tartışmalar, Türkiye’deki yayınlar ikincil hale geliyor. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Ya biz ODTÜ’lüyüz. Zaten mesleki yönelimimiz ve meslekteki bütün terfi sistemimiz son birkaç yıla kadar -o da laf olsun diye Türkçe yayın zorunluluğu getirdiler- son bir kaç yıla kadar zaten uluslararası yayın. Yani ODTÜ’nün bu konudaki iddiası şeydir. Biz Türkiye’dekilere seslenmiyoruz, biz dünya çapındaki sosyo... Bu doğrudur/yanlıştır bilemem ama iddia böyle bir iddia. Aslında yerini de uluslararası akademik iş bilimi bölümünde bulur. Bize getirilen yönelim böyle bir yönelim. Terfi edebilmek için yurtdışında yayın yapmalıyım. Türkiye’de bir tane yayın 20 yıl içinde yapmam yeterli. Ama yayınlarımın esas önemli ağarlığı yurtdışıdır. Bu iyi mi? Kendi başına iyi ya da kötü olduğunu zannetmiyorum. Yani bu bizi tabi ki kendi yazılarımızın şeyini, dünya akademik diline ve kalitesine uydurmak zorunluluğunda bırakıyor. Ama tabi ki o da oraya bu süreçte nötr, masum bir süreç değil. Yayınlar etrafında çevreler var. Ve son derece politik ve ekonomik etkilerle işliyorlar ve yayın yapabilmeniz için yayınlarınızı gene bunların taleplerine de uydurmak zorundasınız. Bu da işte aslında gene aynı şeyi söyleyeyim, başta ortaya koymak istediğiniz problematik, o dile uymuyorsa ona göre modifiye etmenizi gerektiren bir şey. Buna karşılık Türkiye’de yayın yapılmasına gelince de çok önemsiyorum aslında. Buraya geldiğinizden beri belki daha çok önemsiyorsunuzdur hocam? Evet evet. Yani ama şöyle de söyleyeyim yani bu benim reddettiğim bir şey olmadı hiçbir zaman zaten. Türkiye’deki bir sosyologun, filozofun, tarihçinin Türkiye’nin meseleleriyle ilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum. ODTÜ’nün özel bir durumu var. ODTÜ, Boğaziçi gibi okulların, bunların dilleri de yabancı, üzerine oturdukları, eğitimimizi aldığımız literatür de bu dillerden geliyor aslında, Türkçeden gelmiyor. O yüzden de görüyorsunuzdur işte derste bazı lafların Türkçelerini sizlere çıkarıp söyleyivermekte zorlanıveriyorum. Çünkü bu tabi mantık farkını da getiriyor. Yani dil başka bir mantığı da getiriyor, üzerimize yapıştırıyor. Bu tip zorluklar var. Bunların aşılması gerekir ama yurtdışı bir oryantasyonda akademisyenlerin bir dezavantajı olmadığını düşünüyorum. Yani tam tersine, bir katkı olduğunu düşünüyorum. Çünkü burayla, buranın yerelliğiyle dışarının küreselliğini bir şekilde bağlamak zorundayız sonuçta. Böyle! ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Yayın yapmak, bilginin paylaşılması, tırnak içinde çok kıymetli ama bunun bir puan toplamaya dönüşüyor olması aynı ölçüde tehlikeli gördüğüm bir şey. Derece alabilmek için yayın yapmak, kademe atlayabilmek için yayın yapmak, cv’ye yazmak için yayın yapmak… Bunların hepsi, sosyolojik bilginin niteliğini düşüren şeyler bana kalırsa. Yani belli yerlerde düzenli olarak yazıyorum ama akademik yayınlar değil bunlar. Puansız yayınlar mı? Evet, puansız yayınlar, aynen öyle. O yüzden bir duruyorum. Akademik değil demek zaten puanı olmayan yayın demek. Yoksa akademiyle diğer şeyi ayrıştırmıyorum zaten. Yabancı dilde yayın yapma zorunluluğu akademisyenlerin fikren ortaklaştıkları bir konu değil. Bazı akademisyenler ‘yurtdışı yayın bizim işimiz değil, bulunduğum toplumda sosyoloji yapıyorum dolayısıyla o toplumun dilinde yayın yapmalıyım’ derken; bazıları ise yabancı yayının adaleti sağladığı görüşünde… Türkiye’de yapılan görüşmelerden çıkan sonuç şu ki; hemen herkesin kabul ettiği konu: Türkiye’de yayın yapmak artık ahbap-çavuş ilişkisi üzerinden çoğunlukla sağlanmaktadır. Elbette istisnalar bulunmakla birlikte yayın yapmak çok da zor ya da bilimsel kriter niteliği taşıyor gibi görünmemektedir. Oysa yurt dışında yayın yapmak için birçok aşamadan geçmeniz ve makalenizin bazı bilimsel kriterleri sağlıyor olması gerekmektedir. Sosyal bilimler yazmak edimiyle hemen hemen eşdeğerdir. Yani yazmadan sosyal bilim olmaz. Yazdıklarınızın bilimsel kriterlerinin objektif süzgeçlerden geçmesi ise bugün sosyal bilimler için oksijen tüpü kadar hayatidir. Türkiye’de bu çarkların tıkır tıkır döndüğünü iddia eden hemen hemen kimse yoktur. Dolayısıyla bugün Türkiye’de bir akademik eşik olarak yurtdışı yayın kullanılabilir, işlevsel bir hakemlik organı gibi gözükmektedir. Üstelik Türkiye’de her üniversitenin yayın politikası da bir değildir. Örneğin başta ODTÜ olmak üzere, Boğaziçi gibi eğitim dilinin de İngilizce olduğu üniversitelerde yabancı yayın ‘Allah’ın emri’ gibi görülmektedir. Yani bazı üniversitelerde yurtdışı yayının esamesi okunmazken bazı üniversitelerde tek ve biricik ölçüt olarak görülmektedir. Bunun dışında bir diğer sorun da yayın yapma meselesinin özellikle akademik camiada puan/bonus olarak algılanması ve bilim-bilgi üretmekten çok puan toplama yarışının bir parçası olunmuş gibi gözükmektedir. Seçilen konulardan, yazılan makalelere kadar artık bilimsel çabaların yerini bürokratik çabalar almış gibi gözükmektedir. 11.Kitap mı yoksa makale mi sosyal bilimlerde daha önemlidir? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Ben kitabın daha önemli olduğunu düşünüyorum çünkü kitap daha bütünsel bir şey sunar makale öyle değildir. Kitapla başlar. Tabi ki çok etkili makaleler olmuştur. Genel olarak kitap bütünsel bakış açısı sunar. Makalede en fazla veriler sunarsın ya da kısa tartışmalar yaparsın. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Bu zor bir soru. Ayrım yapılabilir mi emin değilim. Ama ben sadece makale üzerinden yeterli bulmuyorum kitap monograf halinde bir meseleyi ele aldığından çok daha değerli bir katkı veriyor. Tercih yapılamaz ikisi arasında kesinlikle. Ama kitapsız olmaz diye düşünüyorum. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Bence kitap. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Bu da tek başına daha önemli denilecek bir şey değil. Mesela bazı makaleler var. Mesela Şerif Mardin'in yazdığı Merkez Çevre Makalesi. Belki 100bin kere referans verilmiştir. Çok önemlidir. Ama kitap da çok başka bir şey. Bir konuyu derinlemesine ele almak ayrı bir şey. İkisi arasında tercih yapmak çok mantıklı değil. İkisi de çok önemli. Ama mesela yabancı dergilerde ki makaleye kitaptan daha çok şey veriyor YÖK. Dolayısıyla niye yazayım ki o zaman kitap çünkü makale yazmak daha kolay. Daha kısa. Enerjimi ona verip daha çok puan alırım. Mesela bazı gelenekler vardır. Siyasal da yazarın kitabı olmasına daha çok önem verirler. Bu iyi bir gelenek. Hocanın kendini ispatlaması gibidir. Teşvik edilmesi gerekir. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - İkisinin arasında fark olduğunu düşünmüyorum. Bu bir biçimdir. İçinde ne olduğu önemlidir ve nitelikten ödün vermemeliyiz. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Dünya ölçeğinde makale daha önemlidir. Kısa, ulaşımı kolay. Türkiye de ise okuma alışkanlığı açısından kitap daha önemli ve daha kalıcıdır. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl)- Tabii makaleler konu odaklı ve güncel. Bir kitabın yazılması uzun zaman alıyor. Bilgiler en az üç-beş sene geride kalıyor. Eğer günceli yakalamak istiyorsak makale okumalıyız. Dün bir konuda çalışma yok iken bugün çıkıyor.. Tabi dil bilmek, yabancı dergileri uluslararası dergileri okumak şart. Eskisi gibi yurt dışına gitmek gerekmiyor. Okuduğunu anlayıp yararlanabilecek derecede bir dil bile yeter. İlla Fransızca ve Almanca bilmek gerekmiyor. İngilizce biliyorsanız bütün realiteye ulaşırsınız. Biz de İngilizce abstract veriyoruz; Almanlar da İngilizce abstract veriyor, hepsinin paraleli var. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) – İkisinin de farklı bir içeriği ve farklı bir talebi var. Makalenin daha hızlı ulaşım imkanı fazla. Dolayısıyla makaleye ulaşım daha kolay. Önem değil ulaşılabilirlik açısından değerlendirirsem makaleye ulaşmak daha kolay olduğu için okuyucu kitlesi fazla olarak düşünebiliriz. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Kitap önemli. Derli toplu oluyor. Fikir ayrıntılıdır. Her istediği zaman ulaşılabilir. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Makaleden daha fazla yararlanılıyor. Çünkü daha derli toplu ve konunun özünü veriyor. Bilim ayrıntılarda yapılabilir bu nedenle kitaplar bilim yapmak için bir hazine diye düşünüyorum. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Kitap benim nazarımda daha önemlidir. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Benim için ikisi de önemli. Makale küçük çaplı bir konuyu derinlemesine ve özet bağlamında ele aldığı için daha kolay çıkıyor olarak düşünülebilir. Ama kitap beni daha çok korkutuyor. Makalede kontrol imkânınız yeniden gözden geçirmeniz kontrol imkânı daha kuvvetli. Bizde makale ağırlıklı. Kitaplara son zamanlarda daha fazla yönelim var. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Aynı şey ikisi de önemli katkılardır önemli olan biçim değil içeriktir. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Makale tabi ki. Makaleler hakemlerin elinden geçer. Derginin hakem komiteleri iyiyse en kötü ihtimalle üç kişinin elinden geçer. Bilimsel dergiler olmak koşuluyla makale. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Valla ikisi de önemli ama bir yerde kitabınızın olması şart bence Türkçede. Çünkü tanınırlık, aslında kalıcılık kitapla oluyor. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Böyle bir yeğlik olduğunu düşünmüyorum ama günümüz eğilimleri ufak meselelerden küçük makaleler ve onlardan çabuk terfiye yönelmiş olduğu için bu da meslek olarak sosyologun, bir akademik meslek olarak sosyologun tepesinde asılan bir şey. Yönelmiş olduğu için tabi ki akademisyenler bu makalelere daha çok yöneliyorlar. Ve uzun soluklu kitap yazmak yerine oradaki bir fikri alıp kırpıp kırpıp, yıldız yapıp ondan beş tane makale çıkarıp çabucak doçent ve profesör olmayı tercih ediyorlar. Hangisi daha doğrudur bilmiyorum. Yani bir kitap her zaman bir tartışmanın, bir argümantasyonun daha kapsamlı daha çerçeveli bir şekilde ele alınmasına olanak veren bir enstrüman tabi ki. Makaleler böyle olmaz. Kendini tamamen makalelere hapsettiğin zaman argümanların bu bütünlüğünü kurmakta bir zorluk yaşandığı doğrudur. Kitap bunu aşabilir aşma potansiyeli olan bir şey yani tıpkı bir roman gibi bir olayı başından sonuna ortaya koyma potansiyeli olan bir şey. Hâlbuki makalede sadece bir olayın tek bir öğe içerisinde ele alma şansın var. Ama bu yüzden birisi daha kötü birisi daha iyi demek yerine kötü ya da iyi olanın sadece birisine hapsolup kalmak olduğunu söyleyebilirim belki. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Yani sanırım şey, nasıl bir tartışma yürütmek istediğinize bağlı bir şey. Hani belli bir tartışma için makale daha uygun bir format olabilir. Bir, mesela doktora tezi bir makalede anlatılacak bir şey değildir, çoğu zaman. Sanırım niteliğine bağlı bir şey. Kitap da makale de çoğu akademisyen için arasından birinin daha önemli diyerek tercih edilebileceği bir noktada durmamaktadır. Çoğunlukla verilen cevaplar çalışılan konuya, içeriğe ve amaca göre bu önemin değişeceği yönündedir. Kitap çoğunlukla daha bütünlüklü ve uzun soluklu bir çalışmanın mahsulü olarak görülmekte ve özellikle sosyal bilimlerde tarihe düşülecek bir not olarak görülmektedir. Bilim dünyasında kalıcılığının daha fazla olduğu düşünülmektedir. Ancak makalelerin ulaşılabilirliği günümüz koşullarında çok daha kolay hale gelmiştir ve belki de bu yüzden çok daha tercih edilir konumdadır. 12.Üniversitede yükselme ölçütlerini nasıl buluyorsunuz? Fen bilimleri ile aynı ölçütlerin kullanılması hakkında neler düşünüyorsunuz? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Bu zaten saçmalık bir, iki bunun yayına bağlanması da saçmalık. Elbet yayın yapılması ve teşvik edilmesi gerekir. Ama bunları zorunlu tutmak başka bir şeydir böyle olunca yayın kalitesi de düşer. Başka ölçütler bulmak gerek. Parayla yayın yapan dergiler ortaya çıkmaya başlıyor. Dolayısıyla yayın yapmak bir ölçüt olamaz yayının niteliği belki ölçüt olabilir. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Çok iyi bilmiyorum ölçütleri. Ne kaç puan ediyor ne yapmak için kaç puan gerekli bilmiyorum. Çok bilgili olduğum bir alan olmadığından cevaplayamayacağım. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Fen bilimleriyle aynı ölçüt olmaz. Yapılan işler farklı. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Tabi yani aynı şey olması çok uygun olmuyor çünkü adamlar deney falan yaptıkları için sürekli laboratuarda kan testi, sarılık testi yapıyor. Bin tane olay var. Onlara hazır geliyor. Zaten hastanedeler adamlar. Dolayısıyla fabrikada gibi yayın yapıyorlar. 300-500 tane makaleleri oluyor. Her ay deney ve hasta istatistikleriyle bir ürüne dönüştürüyorlar. Bizde mümkün değil. TÜBİTAK'dan bütçe alacaksınız, insanlardan data toplayıp, bilgisayara gireceksiniz. Yani en az 2-3 sene gerekiyor. Dolayısıyla aynı kriterde olmuyor. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Bunlar olmadan da olması mümkün değil. Sistem öyle bir sistem ki sürekli performans ölçme, herkesi yarıştırma halini akademiye de sirayet etti. Bu iki kriter bir olmamalı. Yükselme denilen şey çok saçma. Biz yatay örgütlenme içinde olmalıyız. Yükselmeyi sorgulamak gerekir. Özgürlükten muhaliflikten veriyorsunuz. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Tartışmaya açıktır. Ben doğru bulmuyorum. Kim belirliyor bunu yine batıyı dikkate alarak belirleniyor. Bizim sömürgeci zihniyetten kaynaklı. Proje yayından daha önemlidir. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Hep söylüyoruz,İlhan Tekeli’yi örnek veriyorum tartışmanız için, İlhan Tekeli’nin hiçbir zaman yabancı yayını olmamış.Tübitak ve Tüba ‘da bazı komisyonların başkanıydı ve ben de onunla birlikte uzun yıllar çalıştım. Tüba’ da o mesela derdi ki” benim bir tane eserim var,Türkçe yazılmış.Önemli değil, dili yerli veya yabancı olsa da önemli bir şeyse herkes okuyor.”Bütün dünyada bu eserereferans verilmiş. Çünkü o tek ve önemli bir kaynak. Önemli bir şey yazarsanız ona millet ulaşıyor, zaten değerliyse. Sosyabilimlerin de gönül ister ki tabi fen bilimlerindeki kadar çok bilimsel dergisi olsun. Sosyal bilimlerde çok dergi var ama çoğu popüler, akademik dergi az.Problemlerin üstesinden gelebilmek için her Fakulte benim Ankira’yı çıkarmam gibi” kendin pişir kendin ye” tarzında herkes dergi çıkardı. 200 tane üniversite varsa hepsinin her enstitüsünün fakültesinin dergisi var Bizim DTCF’nin vaktiyle bölüm bölüm mesela felsefenin çıkardığı dergiler var. Fakültelerin içinde beş-altı dergi çıkıyodu.. Bu kapalı devre çalışıyosun yine sen ben o, bu kimin yazısı vs. Dışarıya yolladığın zaman “blind review” diyolar. Yani kapalı , kimin yazısı belli değil. Objektif bir şekilde bu nasıl bi araştırmadır vs. zaten yurt dışına yolladığımızda sadece Türkiye’den geldiğini anlıyorlar.Çünkü veri Türkiye’den. Her neyse o objektif verilerle hakemli dergilerimiz iyi olsa bence hiç kaçarı yok daha iyi olur ve herkes okur.. O, yerli yabancı ölçü buradan kaynaklanıyor. Fenbilimleri sağlık tıp mühendislik,yurtdışı yayın ölçütünü arıyor.Onların dergileri tabi çok çok daha fazla sayıda.Sosyal bilim dergileri olarak üç bin de az değil ama biz yabancı dil bilmiyoruz ve bu handikap oluyor.Çevirmek önemli değil para verir yaptırırsın ama onu okumadığın için onun ne beklediğini bilmezsen o literatürü taramazsan o standartta bir şey üretmezsin. İşte konu bu. Ben bu yüzden her zaman aşırıya gitmeksizin, bizim de fen bilimlerinin, en azından şunu düşünmüşümdür, sosyolojide fenbilimleri ölçütü uyar.Ama edebiyatta uymaz, adamın ne dergisi olacak.Sözgelimi Hititoloji dergisi gibi. Bizim gibi sosyoloji hakikaten uluslararası piyasası olan bir alan ve üç bin dergi sosyal bilimler dergisi var. Bu sadece bizim beceriksizliğimizden, yayın yapamıyoruz. Buna da bahaneler buluyoruz ülke gerçeği ,sağcılık,solculuk vs gibi. Oku onu sen de yarış. Ama hukuk gibi bazı alanlarda fazla dergi olmuyor.Bazı alanların fazla dergisi de yok. Bu fen bilimleri, sağlık bilimleri, sosyalbilimler için ölçütler aynı olmamalıdır. Ayrıca yayın farklılıkları sosyal bilimlerin kendi içinde de var.Bence sosyoloji yabancı yayın yapabilir.Ama diyelim fenbilimi olduğu halde istatistik vematematik yapamıyor.Sosyalin içinde hukuk yapamıyor.Ama siyasal bilimlerin hepsi yapar bizden ala yapar. Psikoloji hepsinin üstünde yapar o kadar kolay. Ama fen bilimleri kadar sık yayın yapamayız.Fen bilimlerinde bir deney bir makale şeklinde oluyor. Kimya ve fizikte senede 25 makale yazan hocalar var o ölçütler sosyal bilimlerde gerçekçi değil. Herkes yılda 25 yayın yapamaz. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Aynı olmaması gerektiğini düşünüyorum. Sosyal bilimde bilim yapma ile doğa bilimleriyle bilim yapma aynı şey değildir. İçeriği yazım şartları yazım koşulları aynı süreci ifade etmiyor bu yüzden ikisinde de ayrı ayrı kriterler olması gerekir. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Ölçütler yanlış. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Fen bilimlerinde deneyi makaleleştiriyor ve ondan puan kazanıyor. Bizim özellikle nitel çalışmalar yıllar sürüyor. Bizim yaptığımız kaliteli bir çalışma fen bilimlerinde yapılmış 10 çalışmaya bedel. Fakat niteliğine değil niceliğine bakıldığından sosyal bilimlerde daha sıkıntı oluyor. Bizim malzememiz çok kriterleri yakalamak olanaklı. Nitele dönüş var. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Benim bu konuda hiç sorunum olmadı en yeni kriterlerle bulunduğum yerdeyim. Fakat sosyal bilimlerin kendilerine has kriterleri olmalıdır. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Çok yanlış buluyorum. Fen bilimlerinin kriterlerine bağlı olduğu için bizim yükselmelerimiz gecikiyor. Bence sosyal bilimlerin kendilerine özgü bir kriter belirlenmesi gerekiyor. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Tabi doğru bulmuyorum fen bilimlerindeki araştırma süreciyle sosyal bilimlerdeki araştırma sürecinin aynı olduğunu düşünmüyorum. Hal böyle olunca fen bilimlerindeki kriteri sosyal bilimlere dayandırmak sadece sonuç odaklı olmaya iter. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Hemen hemen aynı ölçütlerde değerlendiriliyor. Makalede eşitsizlik var. Yerli yayına az puan, yabancı yayına çok puan veriliyor. Üniversitelerde eğitime daha fazla ağırlık verilmeli. Üç öğrenci yetiştirmek daha fazla önem taşıyor yükselmede. Ders verme, tez yönetme. Fen bilimleri ile sosyal bilimler arasında fark yoktur. Ama fen bilimlerinin klinik bilgilere dayalı olması, laboratuar deneylerinin hemen hepsinin özgün olmasını sağlıyor. Biz klinik yapamıyoruz. Fen bilimlerinde de teori zor. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Burada öyle değil. Burada tabi şey değil, her bölüme göre bir düzenleme var. Diğer üniversiteleri bilmiyorum. Ama mantıkla ilgili bir problem var. Yani şeyden ziyade, puanları şu bu olmasından ziyade bizim için Türkçe yayın çok daha önemli. Fen bilimlerinde, mühendisliklerde o kadar önemli değil. Yani muhtemelen onlar için de önemlidir ama bizdeki kadar önemli olduğunu zannetmiyorum. Daha doğrusu onlar o konularda pek fikir beyan etmiyorlar. Onlar daha araştırmaydı yayındı, işleri biraz daha farklı çalışıyor. Bizde araştırma farklı bir şey, yayın farklı bir şey. Yerine göre ders bile farklı bir şey olabiliyor. Yani verdiğiniz bir dersten yayın yapmanız, ya da o dersle ilgili bir yayın yapmanız her zaman mümkün olmuyor bizde. Ama mesela bu fen bilimlerde falan biraz daha değişik, çok iyi bilmiyorum şeylerini de almayayım. O yüzden bu iki farklılığı göz önüne alacak bir şey lazım. O ne kadar, en azından ODTÜ’de çok gözetilmiyor. Daha çok mühendisliklerin, fen bilimlerinin bazı dallarının etkisi oluyor ve ona göre bütün bu yükselme yanınla atama falan oldu. Yıllardır da bu tartışılıyor, sürekli tartışma konusu. Diğer üniversiteleri bilmiyorum ama. Çünkü diğer üniversitelerin hiçbiri, en azından belki birkaç üniversite dışında, ODTÜ kadar bunu sert ve şey uygulamıyor, sıkı uygulamıyor. Yani o, buradaki, ODTÜ’deki hocaların da çoğu zaman aleyhine çalışıyor. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Aslında aynı değil. Yani mesela bir örnek vereyim. Kimya bölümünden ki yayın yapmanın çok kolay olduğu bir alandır. Bir de yani kimya ya da benzeri alanlarda şöyle bir şey var; araştırmalar tek başına gerçekleştirilemiyor ve araştırmaların şurasına yani 160-170 belki daha fazla imzalı makaleler basman olası. Bu da mesela kimya bölümlerinde bulunan bir akademisyenin diyelim ki yılda 10-15 makale basabilmesi olanağını doğuruyor. Bu makaleler bir de şöyledir; yani isimleri, makalenin yazarlarının isimlerinin sayfalar aldığı makalenin kendisinin aslında 1-2 sayfadan ibaret bir çalışma olarak durduğu bir şeydir. Bu nedenle diğer yerleri o kadar bilmiyorum ama ODTÜ’de bu arada bir farkı vardır. Yani bir kimyacının doçent, profesör olması için ondan yazması için de imzası bulunmasını talep eder. Ama makale sayısıyla bir sosyologun bir tarihçinin, felsefeciden talep edilen makale sayıları farklıdır. Ne bileyim ondan 16 isterler, sosyolojide 3 tane isterler falan gibi. Fakat burada aynı kritere dediğin yerde şöyle bir aynılık var. Bütün bu değerlendirmelerin içerik üzerinden değil, nitelik üzerinden değil nicelik üzerinden kurulmasıdır. Bu da mesela özellikle beşeriyatta sadece sosyolojide değil, yazılan makalelerin içeriğinde ciddi bir düşmeyi sayılarında da ciddi bir artmayı getiriyor aslında. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Yani ilk konuştuğumuz mesele, hani sürekli bir puan toplamaya dönüyor olmasıyla aynı eleştiri bana kalırsa. Bilginin daha niceliksel bir hale dönüşüyor olması. O konuda benim için, bizim üç sene önce kaybettiğimiz bir hocamız vardı: Hasan Ünal Nalbantoğlu. Yani o çok ilginç bir örnek bana kalırsa. Çünkü otuz sene, nasıl söyleyelim, çok fazla yayını olmayan bir hoca ve onun döneminde bu kadar katı değil yayın yapma meseleleri. Profesör olduktan sonra ve yani işte otuz yıl sonra iki çok kıymetli kitap çıkarttı. Yani belli bir bilgi birikiminin sonunda üretimin ortaya çıkmasıydı o. Hani sürekli, her yaşımda, sürekli sürekli sürekli yayın yapmak değil mesele bana kalırsa. Genel olarak tüm katılımcılar aynı ölçütlerin kullanılıyor olmasının yanlış olduğunu dile getirmişlerdir. Sosyal bilimlerin fen bilimleriyle aynı ölçütlere sahip olmadığı ve bu sebeple aynı ölçütlerin kullanılmaması gerektiği söylenmiştir. Bu durumun yapılan yayınların niteliğini düşürdüğünü çünkü bu noktada niceliğin ön plana çıktığı dile getirilmiştir. Sistemin sürekli olarak herkesi yarıştırma halinde olması ve fen bilimlerinin kriterlerine bağlı kalındığı için yükselmenin geciktiğinden söz edilmiştir. Bu sebeplerden, görüşülen tüm akademisyenler aynı ölçütlerin kullanılıyor olmasını eleştirmişlerdir. Ancak bunlara rağmen sosyal bilimlerin ikinci sınıf vatandaş konumuna da düşürülmemesi gerekir. Bu ölçütler kalktığında ya da gevşetildiğinde yurt dışı yayın yapma potansiyeli taşıyan akademisyenler de işlerine yaramayacağını düşünerek kendilerini zorlamamaktadırlar. 13.Sosyal sorumluluk alanında neler yapıyorsunuz? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Gazetelere yazıyorum. Televizyonlara röportaj veriyorum. Bir akademisyenin zaten bu tür araçlarla toplumsal sürece müdahale etmesi beklenir zaten. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Gazete yazısı yazıyorum bazen. Bunun önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. Sosyologların kendi alanlarının ötesinde güncel meseleler dahilinde sosyolojik bir gözle bakış ve yorum geliştirmelerinin gerekli olduğunu düşünüyorum ve kendimce de bir şeyler yapmaya çalışıyorum. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Konferans, seminer vb. katılıyorum. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Yapmıyorum. Sosyal sorumlulukla pek ilgilenmiyorum. Bilimsel işlerle daha çok ilgileniyorum. Katıldığım oldu. Geçen hafta bir workshop'a gittim. Tv'ye çıktım yazdığım bir tezle ilgili. Ama o da önemli bir şey. Genç olduğum için çıkıp da oralarda şey yapmak istemiyorum. Yani tabi bir takım insanlar var. Demirbaş gibi Tv'ler de. Ondan da pek hoşlanmıyorum ama yapılsın bir sakınca yok. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Kitlesel örgütlenmeden sınıf siyaseti içinde yer almaya çalışıyorum. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Hepsine ücretsiz yazıyorum. Zaten yaptığımız en iyi iş o zaten topluma karşı sorumluluk bu. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Kongreler, altı tane kongre yaptım.Sosyoloji Derneğinin tüm kongrelerini düzenledim Hepsinde benim önsözüm vardır yayına dönüşmesi vs hepsi sosyal sorumluluk bence. Derneğimiz zaten sivil toplum kuruluşu ve kamu yararına yaptığı bütün faaliyetler. Bence en önemlisi de Yurt ve Dünya sosyal sorumluluk projesidir.Akademik yükselme için yapmıyoruz oradaki makaleleri hakeme göndermiyoruz Behice Boran’ın yaptığı gibi biz de tamamen halkımız ve ilk halkımız olarak da öğrencilerimizle yaptığımız çalışmaları paylaşıyoruz. Birinin orda yazdığı yazıdan dolayı doçentliğine profesörlüğüne puan alamaz. Sorunları güncel konuları ele alıp inceliyoruz. Yayın amacımız dünyada olanları yurtta duyurma vs. en son gezi olayları hakkında yazmıştık şimdi de yolsuzluk vs konusunda güzel yazılar bekliyorum. Bunların dışında Mardin’de yaptığımız yaz okulumuz da sosyal sorumluluk projesidir. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Radyo programlarına konuk oluyorum mesela 1 sene TRT’nin sesinde ayda bir program yaptım. Onun dışında ulusal ve uluslararası kongre ve konferanslara katılımlarım var. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - TRT’de özel günlerde konuşmalar yapıyorum. Konferanslar oluyor bunlar özellikle gerontoloji alanında. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Konferanslara katılmaya çalışıyorum ama yazdığım gazete, dergi, sitede yazmıyorum. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - TRT’de uzun bir süre radyo programında bulundum. Hepsinde bulundum. Uluslar arası alanda da. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Bir dönem tv ve radyoyu yoğun olarak kullandım. Aile kadın yaşlılık konusunda hem televizyon hem radyoda konuşmalar yaptım. Şimdi onlara zaman ayıramıyorum ama konferanslar yoğun olarak devam ediyor. Onlardan da çok büyük keyif alıyorum. Üniversite adına çeşitli etkinlikler düzenliyoruz. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Maalesef yok ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Akademik faaliyetlere bağlı konferans, tebliğ, makale vb. hazırlıyorum. Yani bu kapsamda panellere, konferanslara çıkmaya çalışıyorum. Ama sivil toplum kuruluşlarıyla ilgili çok bir şey yapmıyorum. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Yani işte, dışarıdan belki konferanslara ya da konuşmacı olarak çağırırlarsa, kendi ilgi alanıma, çalıştığım konulara uyarsa gidiyorum. Onun dışında başka… Gazete, televizyon vs. Olabilir ama çok fazla şey yapmadan… ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Hiçbir şey. Sosyal olarak sorumlu birisi olduğumu zannetmiyorum. Buna nasıl bir anlam yüklüyorsunuz peki? Yani neden böyle düşünüyorsunuz? Şundan öyle düşünüyorum; başkaları adına sorumluluğu üstlenecek ve taşıyabilecek kadar becerikli, maharetli ve bilgili birisi olduğumu düşünmüyorum. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Sosyal sorumluluk. Tartışmalı bir kavram aslında. Yani ben politik alan demeyi tercih ediyorum açıkçası. Ve politik alanla akademik alan benim için çok farklılaşan şeyler değil. Daha doğrusu akademik herhangi bir yazının politik olmadığını düşünmüyorum. Yani yazdığım her şey politik geliyor. Sosyal sorumluluk yerine kullanabilirim bunu sanırım, sizin söylediğiniz anlamda. Televizyona çıkmadım tabi de… Yayını önemsiyorum dediğim gibi. Düzenli yazmaya çalışıyorum. Konferans ve sempozyumların aynı ölçüde kıymetli olduğunu düşünüyorum. Çünkü çoğunlukla üretime zorlayan şeyin bizi, karşılaşmalar olduğunu düşünüyorum, hatta zıt karşılaşmalar. Yani birini eleştirebilmek mesela kıymetli bir şeydir, birinin sizi eleştirmesi de. Çünkü o eleştiriden sonra daha teşvik olursunuz daha derin yazmaya veya daha derin düşünmeye ve aynı ölçüde karşıdaki için de… O yüzden bu tür şeyleri önemsiyorum. Genel çoğunluk ulusal- uluslar arası kongre katılımları, kongre düzenlemeleri, televizyon programları ve gazete yazıları yazarak sosyal sorumluluk alanında bir şeyler yapmaya çalışıyor olduklarını dile getirmiştir. Televizyon programı olarak özellikle özel günlerde TRT’ye çıktıklarını birçok akademisyen söylemiştir. Bunların dışında sosyal sorumluluk alanında bir şey yapmayarak sosyal sorumluluk yapacak kadar sorumlu bir kişi olmadığını belirten akademisyenlerimiz de mevcuttur. Bu görüşmeler göstermektedir ki; sosyal sorumluluk algısı bireyin çalışma alanlarından ne kadar etkileniyor, tartışmalıdır. Üstelik sosyal sorumluluğun sürekliliği hakkında neredeyse hiçbir veri elde edilememiştir. 14. Dernek üyeliğiniz var mı? Varsa eğer hangi derneklere üyesiniz? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Sosyoloji Derneği, İSA, Eğitimsen, politik bir parti DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Üyeliğim yok. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Yok. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Sosyoloji Derneği üyesiyim. Ama aidatını ödemedim galiba. Çünkü Bolu’daydım burada ki gelişmeleri takip etmek mümkün değil. Ama kongrelere katıldım. Hatta sunuş yaptım. O anlamda görevimi yerine getirdim. Ama bu zamana kadar Bolu'da yaşadığım için faaliyetlerine katılamadım. Herhalde daha çok katılırız artık. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Sosyoloji Derneği, İSA, Eğitimsen, politik bir parti DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Sosyoloji Derneği DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Sosyoloji ile alakalı tüm derneklere üyeyim GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Sosyoloji Derneği GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Sosyoloji Derneği, Avrupa Sosyoloji Derneği, Uluslar arası Gerontoloji Derneği, Yaşlı Araştırmaları Derneği, Uygulamalı Sosyal Gerontoloji Derneği GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Dernek üyeliğim yok. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Sosyoloji Derneği, Türk Sosyologları Derneği HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Sosyoloji derneği, Üniversiteli kadınlar derneği, Yaşlı sorunlarını araştırma derneği HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Sosyoloji Derneği ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Uluslar arası düzeyde de ulusal düzeyde de 1-2 üyeliğim var, çok değil. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Var tabi ki. Sosyoloji Derneği’ne de Sosyal Bilimler Derneği’ne de… Türk Sosyal Bilimler Derneği ve Sosyoloji Derneği, üyeyim onlara. Başka dernekler de var ama bu en yakın anlamda, bunlara. Onun dışında şey de olabilir hocam, siyasal dernekler falan da olabilir… Mülkiyeliler var, işte ne bileyim şey var… Bilmiyorum ki kaç tane var… Bir 6-7 tane var herhalde. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Yok. Hiçbir derneğe? Sosyolojiyle ilgili… Var tabi ama onlar biliyorsun, hep kağıt üstü üyeliklerdir. Yani işte Türk Sosyologlar… Adını bile hatırlamadığım 2-3 tanesine üyeyim. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Hayır ama dediğim gibi politik alandayım, dernek değil. Herhangi bir şeye üye misiniz? Yani bir parti ya da sivil toplum kuruluşu? Üye değil ama kadın hareketindeyim, öyle söyleyeyim. Kadın hareketinin içindeyim. Genel çoğunluk Sosyoloji Derneği üyesi olduğunu belirtirken belirli bir derneğe üyeliği olmadığını belirten akademisyenlerimiz de vardır. Sosyoloji Derneği üyesi olmasının dışında sosyoloji ile alakalı olan derneklerde üyelikleri olan, kendi uzmanlık alanları ile ilgili derneklerde üyeliği bulunan ve politik üyelikleri olduğunu belirtmişlerdir. Ancak görünen o ki; dernek üyelikleri olanların dahi, üyelikleri kağıt üzerinde kalmakta ve yapılan işler takip edilmemekte ya da katkı sunulmamaktadır. Aslında Türkiye’de sosyoloji paydasında bir örgütlenmeden tam anlamıyla bahsetmek hala mümkün gözükmemektedir. 15. Açık öğretim sosyoloji eğitimi hakkında düşünceleriniz nelerdir? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Herkesi sosyolog yapamayız. Öyle bir derdimizde olamaz. Açıköğretimde sosyoloji okunmaz yok öyle bir şey. Olmaması gerekir. Bırakın açıköğretimi her tarafa üniversite açılıyor ilk açılan bölümlerde sosyoloji var her tarafa sosyoloji bölümü açılması da saçma sapan bir şeydir. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) – Fikrim yok. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Kötü, yanlış, talihsiz, şer… DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Tamamıyla yanlış, saçmalık olmaması gereken bir şey.Bu şey gibi tıp mesela. Tıp aç o zaman. Yani biz burada araştırma yaptırmaya çalışıyoruz öğrenciye. O zaman anlamı kalmıyor ki. Açılmasına karşı değilim ben, açıköğretim eğitimi verilebilir ama alana dönük şeylerde. Sosyal hizmet mesela nesini açacaksın. Öğretmenliğin açık öğretmenliği olur mu? Olmaz. Pratiğe dayalı bir şey ama felsefe olur mesela. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Bunu çok tasvip etmiyorum. İnsanlar bu eğitimi almakta özgür. Bu eşitsiz bir sistem. Örgün olmayan eğitime kötü bakmıyorum. Ama kurumsal olarak yetkin değil. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Sosyoloji açık öğretimde olmamalıdır. Bilim olarak değil disiplinler arası bir eğitim olması taraftarıyım. Aynı diploma verilmemelidir. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Eskişehir’de ilk önce biz kapattırdık. 10 sene önce 500 öğrenci aldığnda,Sosyoloji Derneği olarak suyun başındaydık kapattırmıştık . Sonradan 1000kişi alıyorlar şimdi ama şöyle bir şey iki yönlü bir kılıç.Örgün eğitimdekilere haksızlık öyle bir diploma.Bunun dışında istihdam dışında bakarsak okuyanların çoğunu görüyorum ikinci fakülte olarak iş sahibi insanlar okuyor sosyolojiyi. Bir yerlerde çalışıyor, kıdem alır mı bilmem. İmamhatip mezunlarının ilahiyat tamamlama yaptıkları gibi açıköğretimi örgün eğitimdeki insanlara rekabet ve haksız rekabet konusundan çıkarırsan - biz de onların aile kitabını yazdık ve bizimkinden daha iyi oldu ; bir sürü konuda çok iyi kitaplar yazıldı- benim yüksek lisansta yaptığım uzaktan eğitimde sanal sınıfta yaptığım gibi diyalog olsa çok verimli olabilir. Ancak burada kitapla öğrenci baş başa kalıyor.. Kitap iyi ama öğrenciler ilgili değil..Bir kere kapattırdık ama şimdi 1000kişi ve bu haksız rekabet kısmını atlarsak bir çok insan belki bu sosyoloji diplomasıyla bizim kamuoyundaki lobicilik faaliyetlerine katkıda bulunabilir.Sosyoloji eğitiminin lisans eğitiminde bile zorluklarını görüyorsunuz, biz bile teorik kalıyoruz.Yüzyüze etkileşim aslında hayati önemde ama bizde de çok büyük farkı yok.öğrencilerde insanlarda asistanlarda bile görüyorum çok iyi öğrenci, süper dediğim insanlar dün yediğini hatırlamıyor. Sonuçta öğrenme olmuyor. o sırada yapılıyor, bir şey karşılığını buluyor sonra o kadar hızlı devir oluyor ki bilgiler üzerine o sanki hiç yaşanmamış öğrenilmemiş gibi geride kalan şey yok. Örgüneğitim de de böyle. Bunun çeşitli nedenleri var, internet görsellik siz de söylüyordunuz,” hocam biz anladık bunu kaydettik bir yere ama beynimize değil , bilgisayara kaydettik, icap ederse gidip bakacağız.”Böyle bir durum mu oluyor ne oluyor yani. Çok hızlı bombardıman gibi bilgi çağı çok yönlü her gün her şey değişiyor. Tarihte son entelektüelGoethe imiş ve çağındaki her şeyi bilirmiş. Bizim uzmanlaşma zırhımız var mecburen ben şu literatürü biliyorum öbürünü bilmiyorum diyoruz. Çok iyi öğrencilerim diyelim ki akademisyen,” dün ne konuşmuştuk hatırlamıyorum “diyor.O zaman hiç eğitimini yapmayalım. Bunun değersizleşmesinin sebeplerinin de araştırılması lazım neden uygulama olmuyor vs. Ben de çok yaşlıyım. Ama erişkinlerin de kendisine özgü hatırlama teknikleri var sizlerin de var. Yoksa yazık yani sadece çöpe atılıyorsa. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Açıköğretimde sosyoloji eğitimi verilmesine karşıyım. Biz lisans eğitimi süresinde vermekte zorlanıyoruz. Sosyoloji öğrencileri birbirleriyle ilişki temas paylaşım içerisinde olması gerekirken birbirini hiç tanımayan öğrenci grubu sosyolojinin doğasına aykırı öğrenci hocayı hoca öğrenciyi görmeden mezun olup gidecekler ben buna karşıyım. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Yandal gibi düşünürsek bazı faydaları var. Ama ikilemdeyim çünkü sosyoloji kitapla öğrenilmiyor. Öğrenciler sosyoloji eğitiminde sahaya çıkmalıdır. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Zaten istihdam alanımız sıkıntılı. Niteliksiz bir eğitim var. Sınavlar test yöntemiyle yapılıyor. Test ile sosyoloji olmamalı ve olmaz. Ezber mantığı var ve bu sosyolojinin mantığına uymayan bir şey. Kaliteyi düşürüyor kesinlikle. Bir açıköğretim mezunu testten 60 aldığı zaman mazun olabiliyor. Bu bizim sosyoloji mantığımıza ters. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Desteklemiyorum. Çünkü toplum bilimi uzaktan eğitimle yapılamaz. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Herkesin üniversite mezunu olması gerekmiyor bunu kabul etmemiz lazım. Yurt dışında böyle değil. Biz de bir çeşit etiket haline geldi üniversiteye gitmek. İkinci olarak sosyoloji gibi alanların uzaktan eğitim yada açık öğretim şeklinde öğrenilmesi ve öğretilmesi çok zor. Bakın biz alana çıkıyoruz. Bunu nasıl yaptıracağız yada nasıl değerlendireceğiz. Hoca öğrenci diyalogumuz var bunlarda bir çeşit eğitim öğrencinin sosyalizasyonu hoca içinde bir deneyimdir. Öğrenci sorunları bunları konuşabilmek. Üçüncü olarak ta zaten yeterince sosyoloji bölümü var bir de açık öğretimde sosyoloji açıyorsunuz dolayısıyla istihdam yaratamadığınız alana bu kadar insanı piyasaya koymanın anlamı nedir. Amaç üniversite mezunu etmek değil kaliteli eğitim vermek olmalı bu alanlar uygun alanlar değil. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Yani bunu iki açıdan değerlendirebiliriz standart prosedürlerle sosyoloji öğretmek ne kadar doğru örneğin test usulü sınav yapılıyor sosyoloji bir bakış bir yorumlama meselesidir. Dolayısıyla test usulüyle sosyal dünyayı anlatmak ve bununla ilgili başarıyı ölçmek doğru görünmüyor. İkincisi zaten Türkiye+de çok fazla sosyoloji bölümü var yeterince mezun veriyor. Zaten istihdam sorunu var bir de açık öğretimde sosyoloji açmak ne kadar gerekli. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Normalde olabilir bence ama öğrenci sayısı çok fazla. Her üniversitede açık öğretim olmalı ama öğrenci sayısı az olmalı. İyi örgütlenirse eğitim, kaliteli olur. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Yani, diploma kazandırma açısından vs. bir şey diyemem de… Ama bunlar hani çok şey değil, sosyoloji eğitiminin… Bir sürü sosyal bilimlerdeki eğitimin bu şekilde olması şey değil yani, bir talep var, bekleyen öğrenciler var hepsini anlıyorum ama sosyal bilimlerde bu çok uygun bir şey değil yani. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Valla ben sosyoloji eğitiminin çok yaygın olmasını olumlu bulmuyorum. Bunun birkaç sebebi var ama birincisinden başlayayım; bir kere istihdam etmekte bu kadar güçlük çekeceğimiz geniş bir öğrenci kitlesini, sonunda işsiz kalacakları bir alanda eğitim almalarını çok anlamlı bulmuyorum. İkincisi, ne kadar yaygınlaşırsa pratik olarak, bu ille doğru olmayabilir ama günümüzdeki tarihsel dönem açısından doğru gibi gözüküyor, ne kadar yaygınlaşırsa o kadar sığlaştığını görüyorum. Ve sonuçta ortaya sosyoloji bölümleri, bir sürü üniversitede pıtırak gibi açılan ve çok öğrenci almakta hiç tereddüt etmeyen sosyoloji bölümlerinin esas fonksiyonlarının sosyoloji falan öğretmek değil, bu çocukları, gençlik dönemlerinde işsiz kalacakları noktaya kadar üniversite odalarında oyalamak olduğunu düşünüyorum. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Yani ister istemez, aslında bunun ucu elitizme giden bir şey olabilir ama. Sosyolojinin sadece okunan bir şey olmadığını düşünüyorum. Biraz önce dediğim karşılaşma alanına sahip olmamız gerektiğini düşünüyorum. O yüzden bir sosyoloji dersine girmek sadece metin okumak ya da bir hocanın herhangi bir şey anlatması değil tam da onun üzerinden tartışma yürütmek bana kalırsa. Aslında örgün eğitim için de belki aynı tartışmayı yürütmek gerekiyor… Evet, evet aynen öyle. O yüzden açık öğretim konusuna çok sıcak bakmıyorum. Genellikle görüşülen akademisyenlerimiz açık öğretim sosyoloji eğitimine karşı olduklarını söylemişlerdir. Öğrenci kitapla baş başa kaldığı için bilginin çok teorik ve yetersiz kaldığı belirtilmiştir. Sosyoloji öğrencilerinin karşılıklı iletişim içinde gelişebileceğini dile getirmişlerdir. Açık öğretim eğitim anlayışında sahaya çıkılamadığını, ezber ve test tekniğinin sosyolojinin mantığına uymadığını dile getirmişlerdir. Aynı zamanda bu eğitimin istihdam sorunlarıyla çeliştiği söylenmiştir. Ancak yan dal olarak düşünülürse faydalı olabileceği ve sosyolojinin yaygınlaştıkça sığlaştığı hakkında düşünceler mevcuttur. Yani azgelişmişlikle belki de paralellik taşıyan bu sorun, altyapısız bir açık öğretim eğitiminin birer diploma dağıtma kapısı ve dahi 4 yıl boyunca astronomik rakamda genci ‘işsizlikten kurtarma’ botu olduğunu söyleyebiliriz. Ancak karşı kıyıda yine işsizlik olduğunu burada belirtmek gerek. Sosyoloji eğitiminden elbette kimseye zarar gelmez. Ancak zaten mesleki alanda bir karşılığı olmayan bölümlerde bakkaldan şeker dağıtır gibi diploma dağıtmak zaten itibarı çok da olmayan (toplum nazarında) bir mesleği daha da hiçleştirmektir. 16.İç tarih yani sosyologların birbirine referans vermeleri/vermemeleri hakkında düşünceleriniz nelerdir? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Akademisyenlerde öyle abuk sabukluklar çoktur. Belki de buradakinin yazdıklarına değer vermektense bir Amerikalı’nın yazdığına daha çok değer vermekten kaynaklı olabilir. Bazı tipler var makalesine daha çok yabancı dilde kaynakça koyarsa o kadar sırtının sıvazlanacağını zanneder bilmemek başka bir şey olur ama kendi alanında çalışanları takip etmek gerek ama her yazılanda bazen bilinemiyor. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Ayıp böyle şeyler. Bilim insanlığının içerisinde her zamna ben buldum buluş benim tatmini vardır kimse inkar etmemeli. Ama bu bir şeylerin önüne geçmemeli bu çağlarda. Kolektif çabalar belli bir gelenek yaratmak daha ön planda olmalı bence. Kimse kimseye referans vermekten çekinmemeli. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Eksik, ahlaksızlıklar var. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Ben böyle sorun var mı bilmiyorum. Şöyle şeyler var. Mesela doçentlikte birilerinin size referans vermesi puan oluyor. Bilim dünyasındaki impactın artıyor. Ölçülebilir bir kriter bu ama yani şöyle söyleyeyim, Norbert Elias diye bir adam var Civil Process diye bir kitabı var. Uygarlık süreci diye. 1930-1940larda. 20 30 yıl kimse okumamış ama 19.-20. yy. en iyi kitaplarından birisi. Bazı kitaplar yıllar sonrada keşfedilebilir. Bu sebeple mutlaklaştırılmaması gereken olaylardan birisi. İnsanlar birbirlerine veriyorlar mıdır? Enseye tokat olayı gibi. Millet arkadaşına veriyor, o ona veriyor. Dolayısıyla puan olduğu zaman. Cafe açarsın gidip orda oturursun onun gibi. Bununla ilgili çalışma yapmış birileri. Son çıkan makalelerde kimin kime referans verdiğiyle ilgili araştırma. Belli kişiler belli kişilere referans veriyor. Pratik de bizde de öyle. İyi yazarları biliyoruz. Gidip de başkasına vermiyoruz. Tabi bunu şahsi çıkarları için yapan var mıdır bilmiyorum. Nihayetinde bir çalışma yapılıyorsa görmezlikten gelmek de doğru değil. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Rekabet koşullarının kaçınılmaz bir sonucudur. Pragmatik olarak tercih ediyorlar. Biz birbirimizi haberdar edemiyoruz. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Kişisel münasebet, hırs, politik görüşler kişilerin sosyolojik konumlanmalarıyla alakalı. Öznel ilişkiler devreye giriyor. Referanslarda tarih yoksunluğumuz vardır. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Bu zaten hep bizim derdimiz.Yine İlhan Tekeliyle yaptık bu çalışmaları daha önce de yapmıştık. İletişimsizlik önemsememe, kompartman kompartman yaşama bu sorun maalesef çok yaygın. İnsanlar haberdar olsa bile haberdar değilim havasında çünkü okursa referans vermek zorunda kalıyor.O yüzden üç maymun oynanıyor. Geziyle ilgili yazdığımda geçenlerde 50 tane makaleye referans verdim. Ben bilmiyor muyum sanki.Ama hepsini onlar söylemiş demek için referans verdim, asistanmışım gibi. Ama hayır onların söylediğini gösterebilmek kaç tip görüş var tartışabilmek için ama bu biri disiplin meselesi, tembelliğe vurdun mu bilmiyorum, görmedim o da mı varmış vaaay rol kesmek kolay.. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Referans vermeleri gerekir birbirlerine destek olmaları gerekir. Akademik platformdaki en önemli sorunlardan birisi bence. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Bilim ahlakı yok. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Bir fikri savunarak veya eleştirerek geliştiriyoruz kuramlarımızı. Yığılma değil karşılıklı etkileşimle bilim yapıyoruz. Atıf sayısına göre eserler nitelik kazandığı için kişisel rekabet, paradigmaların çatışması ona atıf vermeden yazmak çok yanlış bence. Kendi kuramını oluştururken atıfını vermelisin. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Atıf yapılmalıdır. Bizler kendimizde üretilen bilginin kıymetini bilmiyoruz. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - İdeolojik olarak düşünülen kavgaların son derece Kişisel Olduğunu düşünüyorum. Farklı anlayış var her şeyi ben bilirim anlayışı yaygın. Bir akademisyenin önüne başkasının geçmesini istemediği bir anlayış var. Ben buna entelektüel hastalık diyorum bir akademisyen kendiyle yarışmalıdır. Başkası ile değil. Aksi takdirde kişi psikolojik olarak yıkıntıya uğrar ve hiçbir şey üretemez. Bu Türkiye’de çok yaşanılan bir durum. Ben bundan üzüntü duyuyorum. Her araştırma Türkiye’de sosyolojiye yapılan bir katkı olarak düşünülmeli çünkü araştırmalar kolay yapılmıyor. Bunları küçümsemeyi doğru bulmuyorum. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Tabiki birbirine referans vermeliler. Bu ortak bir bilgi birikimidir. Birbiri üstüne yığılarak giden bir süreçtir bu. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Bu İlhan Tekeli’nin sorunsalı. İç-dış çok önemli değil. Dışarıya referans daha fazla verilse bile doğru dürüst vermiyorlar. Dışarıyı daha fazla önemsedikleri için içeriyi daha az önemsiyorlar, daha az referans veriyorlar. Ama tabi içeriye yönelmelerinde fayda var. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Nasıl yani? Yazılarında mı referans vermemeleri? Evet. Yani mesela bir makale yazıldığında ya da bir çalışma yapıldığında, Türkiye’de yapılan benzer çalışmaların yeterince takip edildiğini ya da takip edilse bile işte, yeteri kadar referans verilip verilmediği konusunda ne düşünüyorsunuz? Valla yabancı yayın öne geçtiğinde de zaten Türkiye’deki literatür ikincil hale geliyor. Bir sürü insan belki izlemiyor, belki bilerek ya da bilmeyerek yapıyorlar. Bunları da çok bilemiyorum. Yani zaten bu, literatür oluşmasını engelliyor, yabancı yayın öne geçtiğinde. Düşün kendi dilinizde ya da Türkiye’deki yayınlanacak dillerde bir literatür oluşmuyor. Onun önüne geçiliyor. O literatürü izlemek zorunda da kalmıyorsunuz. Yani yabancı dergilerde çıkmış, Türkiye’den akademisyenlerin yazdıklarını ya da başkalarının yazdıklarını izleseniz, onlara referans verseniz bir makaleyi çıkarırsınız. Öyle olunca Türkçede yayınlananlara çok insanlar bakmıyor olabilir. Yani bu daha başka türlü bir sorun. Yani bir ülkede literatür oluşturmayı engelleyen bir şey. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Ya aslında o, bir zorunluluk olarak gelir. Yani orada Türkiye ile ilgili bir meseleden bahsediyorsam, bu ister yurtiçine yazayım ister yurtdışına yazayım. Tabi ki bu meseleyi Türkiye’de çalışmış insanların çalışmalarından bir şeyler öğreniyorum, öğrenmek zorundayım demektir. Ve onları da kullandığım zaman tabi ki onlara göndermeler yapmak zorunda… Hani bir yazı yazmanın ahlakı olarak yapmak zorundayım demektir. O yüzden burada temel olarak, bir problem görmüyorum. Yani ihtiyaç duyuyorsan, yazında ya da düşüncende kullanabildiğin bir bilgi parçasını, kimden öğrenmiş olursan ol öğreniyorsan, bunu kullanırsın. Ama yani burada tabi ki kaynağın statüsüyle ilgili bir problem, inandırıcılığını sağlayacak olan statüsüyle ilgili bir problem devreye girer. Her düzeyde ama gene kullanabilirsin. Yani birisinin yanlı olduğunu göstermek için de böyle bir kesin, bir sosyologun yazdığını kullanarak meseleye böyle bakabiliyor, bakıyor diye de kullanabilirsin; yanlılığını göstermek ve reddetmek için de kullanabilirsin. Doğruluğunu onaylamak için de kullanabilirsin. Önemli olan senin yazdığın, ortaya koymak istediğin şeye bir malzeme olarak düşmesidir onun. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Ya aslında o, bir zorunluluk olarak gelir. Yani orada Türkiye ile ilgili bir meseleden bahsediyorsam, bu ister yurtiçine yazayım ister yurtdışına yazayım. Tabi ki bu meseleyi Türkiye’de çalışmış insanların çalışmalarından bir şeyler öğreniyorum, öğrenmek zorundayım demektir. Ve onları da kullandığım zaman tabi ki onlara göndermeler yapmak zorunda… Hani bir yazı yazmanın ahlakı olarak yapmak zorundayım demektir. O yüzden burada temel olarak, bir problem görmüyorum. Yani ihtiyaç duyuyorsan, yazında ya da düşüncende kullanabildiğin bir bilgi parçasını, kimden öğrenmiş olursan ol öğreniyorsan, bunu kullanırsın. Ama yani burada tabi ki kaynağın statüsüyle ilgili bir problem, inandırıcılığını sağlayacak olan statüsüyle ilgili bir problem devreye girer. Her düzeyde ama gene kullanabilirsin. Yani birisinin yanlı olduğunu göstermek için de böyle bir kesin, bir sosyologun yazdığını kullanarak meseleye böyle bakabiliyor, bakıyor diye de kullanabilirsin; yanlılığını göstermek ve reddetmek için de kullanabilirsin. Doğruluğunu onaylamak için de kullanabilirsin. Önemli olan senin yazdığın, ortaya koymak istediğin şeye bir malzeme olarak düşmesidir onun. Genel olarak akademisyenlerin puan kaygısı içerisinde referans gösterirken tanıdıkları akademisyenlerden yararlanması ve buna bağlı olarak üretilen bilginin üretim sürecinde bu durumun gerçekleşmesi tamamen rekabet sürecinin bir sonucudur. Ayrıca iletişimsizlik ve önemsememenin bu durumda etkili olduğu söylenmiş, ‘üç maymunu oynayarak’ okudukları makaleleri referans göstermemek için okumamış gibi yaptığı veya referans vermemek için okumadıkları dile getirilmiştir. Söz edilen konunun akademik platformda karşılaşılan en önemli sorunlardan biri olduğu da söylenenler arasındadır. Burada kişisel rekabet ve paradigmaların çatışması durumu söz konusudur. Bu yaşanılan durumu ‘entelektüel hastalık’ olarak adlandıran akademisyenlerimiz de vardır. 17.Türkiye’de sosyolojinin disiplin olarak gelişimi hakkında neler düşünüyorsunuz? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Bizde maalesef bir gelenek bir üniversitede bir sosyoloji bölümünde sosyolojik gelenek oluşmuyor. Çünkü bu birlikte çalışmakla yapılacak bir şey. Bu gelenek DTCF’de oluşmaya başlamıştı ama siyasi irade yüzünden dağıldı ondan sonra hiçbir üniversitede oluştuğunu söyleyemem. Onun olabilmesi için bölümdeki insanlarla beraber yazıp çizebilmek çalışma yapabilmemiz gerek öyle bir şey ne burada ne başka bölümlerde var. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Tükiye’de çok güçlü bir gelenek yok. 60 larda bir takım çabalar hasıl oldu ve bu illa ki dönemin ideolojik politik konumları ile ilgiliydi. Genel ideolojik ve entelektüel yeşerme durumundan etkilendi bence bu mesele ve bunun sonucu olumlu oldu. Gelenek ekol anlamında zayıf bir haldeyiz. Yeni yeni biraz daha belirgin bir şeyler oluşmaya başladı. Ama bakıldığında Türkiye çok parlak bir durumda değil. Biraz da parçalı ekolleşme oldu. Yakın gelecekte daha iyi olacağını düşünüyorum. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Fecaat ! DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Türkiye'de sosyoloji dersi vermediğim için bilmiyorum çok fazla. Birkaç ekol var biliyorsunuz. Bir İstanbul ekolü var. Bunla daha teorik. Bir de ODTÜ ekolü vardır burası gibi. Daha araştırmaya dönük. İstanbul egemenliğindeki yerler Erzurum gibi bunlar daha milliyetçi , muhafazakar yerler. ODTÜ'nün etkisinde ki çalışmalara daha dahil olan yerlerdir. Onun dışında da doğru düzgün bir ekol yok zaten. Bir de şimdi taşralar var. Genel olarak taşraya gönderildi. Onlarda tuhaf bir pozitivizmle taşra muhafazakârlığını birleştiren, bence değersiz işler yapıyorlar. Oralardaki gruplar kötü bence. Bazı yazılan eserleri 1.sınıf öğrencisi bana verse kabul etmeyeceğim eserler. -Bolu’da nasıl hocam? -Bolu’dakini biz kurduk iyiydi. Taşralara göre ama o kadar çok örnek gösterebilirim ki yani prof’lar bir konuşsunlar ağzınız açık kalır. Siz karşılaşmamışsınızdır. Yani beraber aynı yerde nefes almayacağınız insanlar. Hele bir sosyoloji kongrelerine gidin yaptıkları sunumları dinleyemezsiniz bile öyle söyleyeyim size. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Avrupa’da yayıldıktan sonra Türkiye’ye geldi. Düzenden farklı bir bilim düşünürlerine de geçildi. Teorik kanat çok güçsüz. Araştırmalar çok gelişti. Teorik düzlemde kısır bir döngü içindeyiz. Sosyal bilim gelişmesi için özgürlük gerekir. Çok iyi araştırmalar var ama teorik anlamda. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Özgünlük çok yoktur. Mümessillik yapıp oradan ekmek yiyor. Herkes her şeyi bildiğini iddia ediyor ve kimse kendisi olamıyor. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Disiplin olarak gelişimi çok istenen düzeyde değil ama ben umutsuz değilim.Daha önce söylediğimiz bazı sorunlar çözülürse, daha çok bir araya gelebilirsek daha uluslararası arenalarda toplantılara giderek örneğin Taiwan’da küresel sosyolojinin imkanlarını araştırdığımız gibi uluslararası camiayla ortaklaşa çalışmalara katılabilir ve Faruk Alataş’ın dediği gibi bazı katkılarda bulunabiliriz. Bunlar” basit alternatif” veya “yüksek alternatif” olabilir.Basit alternatif olarak, mevcut kavramların karşılığını geliştirebiliriz; mesela onlar kültür diyolar Ziya Gökalp “hars” demiş. Bizi biz yapan özellikler yeni kavramlar paralelleri veya bizim özgün koşullarımızı ifade edecek kavramlar için “temellendirilmiş kuram” (Grounded Theory) çalışmamızı bu amaçla yaptırıyorum.Yeni kitabımız hazırlanıyor.Burada bizim gerçekliliklerimizden veya neyse onları belirtecek kavramlar geliştirmeye, tipolojiler, sınıflamalar geliştirmeye çalışıyoruz. Bunu yapabilecek güçte olduğumuzu önce fark etmemiz lazım. Bizim kuşak bunu farkına vardı yani bu Durkheim dayanışma demiş öbürü yabancılaşma demiş bizim de bilmemne demememiz için bir neden yok. Bir takım kavramlar geliştirmek için özgürlük ve güvenimiz var artık. Arkadaşlarımızla dokuz tane temellendirilmiş kuram yaparak Türkiye’deki sosyolojinin kendisinin sorunlarına küresel boyutla ilişkisini kurmuş yerel dinamiklerinin farkında büyük kuram olmasa bile kavramlar geliştirip yüksek alternatif olmasa bile basit alt geliştirebileceğimizi düşünüyorum. Bir araya gelebileceğimizi de düşünüyorum. Tabi sanallık biraz daha katkı yaptı, illa yüz yüze gelemesek de sanal ortamda geliyoruz.. internet ulaşım vs kolaylaştı.Farketmeden de her yerde bulunabiliyorsun. Daha çok yazıp çizilmeye başlandı eskiden böyle online dergiler yoktu. Bu amaçla Derneğin dergisini online’a çevirdim.Hocam ulaşamıyoruz ,dağıtamıyoruz vs deniyordu.Online olsun dedik.Ankira başından beri online. Yurt ve dünya online. Herkes her şeye bir günde haberdar olma imkanına sahip. İstemeden bile karşına çıkıyorlar ama sen hala görmeyeceğim diyorsan o başka. Yonca Odabaş’ın yaptığı çalışmada da belirlediği gibi sorun bizim sistemden çok sosyologların kendinde.Birazcık daha C.W. Mills’in dediği gibi” toplumbilimsel düşün yeteneği”ne sahip sosyologlar olmak gerekiyor.Biraz daha etrafa açık olmak gerek, kapalı bencil duyarsız olmamak gerekiyor. Bürokratik zihniyet, maaşımı alayım yeter değil, taşın altına elimizi koymamız gerekiyor. Bunu yapmamak için bir neden yok. Ölü toprağı üzerimizden atılıyor ve yavaş yavaş insanlar biraz daha özgürleşmeye başladılar, güvengiderek artıyor. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Ben kurumsallaşmanın gelişemediğini bir ekol oluşamadığını düşünüyorum. Bir dönem bir ekolleşme başlamıştı ama ben bunun devamının gelmediğini düşünüyorum hala tercüme geleneği devam ediyor. Kurumsallaşma gerçekleşemiyor GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Ekolleşme yok. Özgün bir Türk sosyolojisini sunabilecek bir çerçeve yok. YÖK’ten önce bir eğilim vardı fakat YÖK’ten sonra o eğilim kalmadı. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - İlk dönem sosyologlar genelde Durkheim’la Ziya Gökalp’le başladı dışa bağımlılık vardı. Bu bizim ülkemize uymadığı için kısır döngü olarak kaldı. Yurt dışında olan kuramcıları takip etmeliyiz. Fakat kendi içimizden çıkan sosyologlarla öze dönüş olduğunu düşünüyorum. Örneğin Şerif Mardin yurtdışında kendimize has özelliklerimizi anlattığında dinleniliyor. Ama onların malzemesini biz onlara sunduğumuzda pek fazla dinlenmiyoruz. Sosyal bilimciler artık bunun farkına vardılar. Önce dışa bağımlıydık ama artık bunu aşıyoruz diye düşünüyorum. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Sosyolojinin bizde iyi düzeyde olduğunu düşünüyorum. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Dışa bağımlılık diye çok fazla düşünmüyorum. Küresel gelişmeler her yeri birbirine benzetmeye çalışıyor. Sosyolojinin de son dönem çalışmaları kendi kültürünü anlamaya yönelik. Ama batının kuramlarını alarak buraya uyguladığınızda karşılaşılabilecek sorunlar var. Buda bizim teori üretemememizden kaynaklı. Kolaya kaçıp biz batıya bağımlıyız düşüncesinde değilim. Bilimsel metodun uygulanması açısından bakarsak başka metod olmadığı için bu metodla araştırmalar yapılıyor. Batı taklidi batıyı olduğu gibi alan anlamında yorumlamıyorum. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Biraz kavram ithalatı oluyor bu da bizim bakış açımızı etkiliyor. Özgün kavramlar geliştirenler var daha da çoğalmasını ümit ediyoruz. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Türkiye’de sosyoloji bir disiplin olarak dışa bağımlı, teori açısından. Teori ya Avrupa’dan ya Amerika’dan okunuyor. Özgün kuramsal çerçeveler sınırlı. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Yaniz zor. Şu anda çok bir şey demek mümkün değil. Yani sürekli dalgalanan, sürekli değişen şeyler var. Ama bir ekolden bahsetmek de zor yani. Sosyoloji sizce Türkiye’de dışa bağımlı mı gelişiyor hocam? Valla dış-iç diye hani bu fikir işlerinde çok şey olmaz. Ancak hani Dünya’da da bazen şeyler oluyor, işte herkesin üstüne atladığı teoriler, kavramlar, okullar oluyor. Türkiye de orayı takip ediyor, Türkiye’deki akademisyenler de… O anlamda bu çok da şey değil, yani böyle çok dışarıdan vs. diye şey yapmak istemiyorum. Şeyi sormak istiyoruz alsında, özgün kavramsal bir çerçeve çıkıyor mu mesela Türkiye’de sosyoloji alanında? Hani özgün çalışmalar oluyor mu, kuramsal vs. anlamda? Yani kuramsal olan/olmayan ayrımlarına ben çok zaten katılmadığım için o ayrı bir tartışma ama… Türkiye’den konu itibariyle gayet de işte şey çıkıyor, nedir… Türkiye’deki üniversitelerde yapılıp/yapılmadığı ayrı konu. Çünkü Türkiye ile ilgili yapılan şeyleri de ben bizim literatüre dahil ediyorum. Dolayısıyla baya da orijinal çalışma çıkıyor. Artık takip etmek de çok mümkün değil. Baya da bir çalışma oluyor. Yurt dışında doktora yapan arkadalar var, geliyorlar, gidiyorlar. Sorun hani akademi, birincisi bu tür çalışma yapan arkadaşların hepsini kapsayacak şeyde değil. Çünkü büyükşehirlerde çalışmak istiyorlar, üniversitede. Büyükşehirlerdeki üniversitelerde pek şey dolu, yani kadrolar dolu, taşraya da onlar gitmek istemiyor. O yüzden o potansiyel pek kullanılamıyordur o yüzden de çok tartışma şeyi yok. Yani demin söylediğim meseleyle de ilgili, Türkçe literatür oluşturulmasıyla ilgili dengeler de ona yol açıyor. Ama şey değil yani… Türkiye’den… Özgünlükten kastı falan konuşmamız lazım, onlarla olunca. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Şöyle söyleyeyim, bu konu da biraz bir şey söylemek için önce dezavantajlı bir konumda olduğumu söyleyeyim yani. İşte bu, böyle ODTÜ gibi bir üniversiteden, biliyorsun orada eğitim İngilizce. Bu şu demektir; ben oraya girdiğimde sosyolojiyle ilgili okuduğum kaynakların çok önemli bir kesimi, zaten Türkiye üzerine okurken bile, zaten Türkçe değil demektir. Bu da benim hani, Türkiye’deki sosyolojinin gelişimi konusunda aslında sağlıklı bir değerlendirme yapmamı ciddi şekilde sakatlar. Ama yani genel olarak görebildiğim şu, böyle bir ekolleşmeden, meslekleşme dışında demin sözünü ettiğim, bir ekolleşmeden, bir eteğe kemiğe bürünmeden ciddi anlamda uzak duruyor. Ama giderek o genel akıma uyarak her yerde olduğu gibi burada da ciddi bir meslekleşmeye yönelme var tabii ki. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Yani genellemek zor tabi. Şöyledir diyemem ama bana kalırsa çeviriciliğin ötesinde çalışmalar da var. Yani örneğin sosyoloji içinde bir saha çalışmasıyla herhangi bir ciddi teorik geleneği eleştirmek de mümkün. Ve oluyor, böyle yayınların olduğunu düşünüyorum. Ne kadar fazladır bilemem ama bu tür nüveler diyelim. Bu tür nüveler var bana kalırsa. Özgün kuramsal çalışmaların olduğunu düşünüyor musunuz? Kuramsal çalışma konusunda, yani özgün bir şey var mı emin değilim ama olmak zorunda mı ondan da emin değilim. Yani, Türkiye’de olmak ne tür bir bilgi üretimi yapmamıza potansiyel sağlar ondan emin değilim. Hani bir şey kastediyor olsak… Derin bir mesele. Yani şöyle: oryantalizm tartışması örneğin Ortadoğu’dan gelmedi genel olarak. Veya bir sömürgeleşmiş bir ülkeden gelmedi. Ama öyle olmak zorunda mı onu bilmiyorum. Bakıldığında sosyolojide birlik anlayışının olmamasından kaynaklı olarak bir sosyolojik gelenek yaratılamadığı söylenmektedir. Ekol anlamında zayıf oluşunun ve buna bağlı olarak özgül bir sosyoloji anlayışının olmaması sorun olarak görülmektedir. Disiplin olarak gelişmişliğinin istenilen düzeyde olmayışının ve sosyolojinin ‘tercüme geleneği’ ile ilerleyişinin bu eksikliklere sebep olduğu dile getirilmiş olup ancak bu dışa bağımlılığın azaldığını ve bunun aşılmaya başlandığını düşünen akademisyenlerimizin de olduğunu görmekteyiz. Türkiye’de yapılan çalışmalar takip edilmiyor ve aslında birbirini tanımayan, ne düşündüğünü bilmeyenler karşılıklı suçlamalar yapıyorlar. Böylesi bir ortamda da bilimsel çalışmaları ileri taşımak pek mümkün olmuyor gibi gözükmektedir. 18.Organizasyonel yapı olarak gelişimi hakkında düşünceleriniz nelerdir? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) – Avrupa’da Amerika’da bölümlerin nasıl eğitim verdiklerine bakarak lisans programları hazırlanıyor. Burada tartışmaya ona göre düzenlemeye çalışıyoruz. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Anabilim dalları sosyoloji içerisinde hayli gereksiz derecede artıyor. Mesele tam olarak burada nasıl dönüyor idrak edebilmiş değilim. Ama taşra üniversitelerinde hiyerarşik yapılanmanın zaman zaman çok kısıtlayıcı olduğunu, yayın baskısından tutun çok fazla konuda baskılar olduğunu duyuyorum. Ve ciddi şekilde bunların eğitime ket vurduğunu düşünüyorum. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - -DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Organizasyonel gelişimle ilgili anabilim dalı sorunu var. Bu tıp ve diğer bilimler için. Burada mesela dilde Macarca anabilim dalı olabilir veya bizde mesela genel sosyoloji var metodoloji anabilim dalı var. Sosyometri anabilim dalı var. Bu başka bir mantıkla kurulmuş bize sirayet etmiş manasız bir şey. Sosyoloji anabilim dalı olup bir tane anabilim dalı olması lazım. Bu anabilim dalının birtakım teknik sıkıntıları var. Oy verirken bilmem ne yaparken asistan olurken anlatabiliyor muyum? Tuhaf tuhaf şeyler. Bence çok manasız. Organizasyonel olarak böyle bir sorun var. Hepsinin bunların kalkması lazım. Sosyoloji de tek bir anabilim dalı olması lazım. Herkesin orda olması lazım. Pratikte de zaten bir işe yaramıyoruz. Sadece resmi işlerde, kadrolu işlerde tam bir olay var. Dediğim gibi birçok bölümün kapatılması lazım. Bir başka sorun para için taşrada master ve doktora programı açıyorlar. Bunu siz bilmiyorsunuz. Nedeni şu her master ya da doktora öğrencisinden hoca 200 lira danışmanlık ücreti gibi para alıyor. Dolayısıyla taşradakiler sürekli bunu açmak istiyor. 10 tane öğrencim olsa 2 milyar para alıyorsun. Aşağılık, iğrenç, pis bir şey bu. Aynen kayıtlara geçsin istiyorum. Akademik olarak taşrada master ve doktora yapılmasına karşıyım. Çünkü kütüphane yok, insan yok, konuşacağın çevre yok vs. Bunların merkezde yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden de insanlar akademik maaşlar düşük olduğu için böyle şeyler açıyorlar. 2. öğretim vardı bizim orda. Ben açılmasına karşıydım ama açtılar. 24 saat dersim vardı. Ben 24 saat ders verirsem hangi kitabı okuyacağım da öğrenciye faydam olacak. Organizasyonel sorunlarımız böyle. Ama yapısal başka sorunlar maaş gibi insanlar bunu açıyor. Açacaklar da sona ermeyecek yani. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) – Bir bilgim yok. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Üniversite düzeyinde siyasal- sembolik şiddete maruz kalmıştır. Siyasal şiddetin tahakküm gücü söz konusu. Bu organizasyonel yapıyı kendine göre bir şekle sokmaktadır. Bizde olan organizasyonel yapı rasyonel değildir. Bilimsellikten gam vurmanın çok fazla bir anlamı yoktur. İdeolojik engeller var. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Organizasyonel olarak başından beri tüm dünyada bile yokken Türkiye’de sosyoloji Bölümü Ziya Gökalp 1912-14 döneminde kurulmuş.Şimdi istemediğin kadar çok sosyoloji bölümü var. Psikoloji bölümüyle rekabetin bir sebebi de bizim çok bölümümüzün olması ve çok sayıda diploma vermemiz, bu yüzden piyasa değerimiz düşmüş gibi gelse de kendine sosyolog diyen insan yetiştiren çok sayıda bölüm ve program var. Bu zenginliğimiz batıda bile bu kadar yok bizim hala gelişmekte olan bir ülke olarak çok sayıda bölümde sosyoloji yani 240 üniversitenin 93ünde sosyoloji var.Her tarafta açıldı artık. Artı çok sayıda eğitim programı yüksek doktora gibi çeşitleri var bu okullarda. Uzağı var yakını var yaygını var yüksek lisans bile var. Organizasyonel gelişiminde, dernek bazında da bizim Sosyoloji Derneği akademisyen derneğiyken,Mezunlar Derneği de kuruldu.Bence üç dernek iyidir organizasyonel olarak. Diğer bir çok ülkeye göre gittiğimiz zaman uluslararası toplantılara bir çok ülkenin toplamı kadar Türk delegasyonu oluyor. 200-250 kişi bulunuyor bir uluslararası toplantıda. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Biz kendi programımız adına şöyle düşündük Türkiye ve dünyadaki sosyoloji bölümlerine baktık ve otaya bir sentez çıkardık staj programlarının da uygulanabileceği bir bölüm çıkardık. Daha spesifik konulara da yöneldik. Yaşanılan bölgeye uygun sorunları da ele alarak dersler koyduk. Sosyal kültürel ekonomik tarihi ne tür sorunlar varsa bunlarında okutulabileceği dersler koymaya çalıştık. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Kendi içlerine dönük. Bazı projeler çok ortaklı çalışmayı gerektiriyor o nedenle sanki biraz gelişiyor gibi. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Sosyoloji derneği var, bölümler var. Ama Gazi’de bile yetersizlikler var. Prof kadromuz Doçent kadromuz yetersiz. Özellikle prof kadrosunda eksikliğimiz fazla. Dernekler daha aktif olabilir ve kamuoyunda daha katılımcı olunabilir diye düşünüyorum. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Fena değil aslında. Fakat kamu içinde etkinlikte sıkıntısı var. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Çok gelişti akademisyenlerin nüfusu arttı. Niceliksel olarak çok arttık ama bunu niteliksel olarak incelersek aynı şeyi söyleyemeyeceğim. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Birbirinden kopuk ve örgütsüz olduğumuzu düşünüyorum biraz. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Bölümler daha özgür olmalı. Hiyerarşinin, dışsal etkilerin daha az olduğu, genç akademisyenlerin daha özgür olduğu bir alan oluşturulmalı. Aslında entelektüel dünya Türkiye’de zengin, çalışılacak çok konu var. Üniversite dışında bilimsel çalışma yok denilecek kadar az ama entelektüel alan zengin, yani yapılan çalışmalar… Edebiyat, sanat, sosyal bilimler, diğer alanlarda yapılan zengin işler var. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Ya bu sosyolojide şey çok gitmiyor ya… Meslek dernekleri gitmiyor. Çünkü yani meslek olarak zaten sınırlı, ne yapacaksınız? Her sosyoloji mezunu olana, kötü bir şey için de söylemiyorum, ‘sosyolog’ diyemiyorsunuz yani. Meslek olarak ‘sosyolog’ diye bir şey yok. Yani akademide olunca e işte tamam daha çok sosyolog görünüyorsunuz ama meslek olarak yok. Yani bir hukukçu, avukat gibi bir şeyimiz yok, işletmeci gibi bir şeyimiz yok, mühendis gibi bir şeyimiz yok, eczacı gibi bir şeyimiz yok. Yani, aldık bunu götür odana as, git bir dükkan aç denilecek bir meslek değil bu. Öyle olunca dernekler de çok işlemiyor yani. Onun bazında bir dayanışma, bir organizasyon yapmak zor. Yani ite kaka, yavaş gidiyor. İşte yani beklentileri ve durumu öğrenerek bu işleri yapmak lazım. Şuanda bir dernek var, yanılmıyorsam hala dergi çıkıyor, ara ara da kongreler yapılıyor. Bence bu kadarı da yeterlidir. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Onu hiç bilmiyorum. O konularda zaten hiçbir bilgim yok. Uzak duruyorsunuz galiba biraz. Belki de… Hayır, bilgim yok yani. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) – Yani bir derneğimiz var, belli çalışmalar da yapıyor. Sosyoloji Derneği mi? Evet. Çok açıkçası içinde değilim ve çok fazla bilmiyorum. Ama belki şey ortamı daha çok yaratılsa daha iyi olabilirdi. Örneğin hani bizim yapmaya çalıştığımız gibi bir Hasan Ünal Nalbantoğlu Sempozyumu. Çok önemsediğim bir şey. Çünkü bilgi paylaşımında bahsettik ya; eleştirmek ve eleştirilmek. Bunun için bir ortam sağlayan bir zemin, ciddi bir zemin. Bu tür organizasyonlar daha iyi yapılsa hatta belki sizin deyiminizle daha kurumsal yapılsa daha kıymetli çalışmalar ortaya çıkabilir diye düşünüyorum. Yapılan görüşmelerin çoğunda organizasyonel yapının gelişiminde oldukça eksik kalındığı ifade edilmiştir. Bilginin paylaşımı, mesleki tecrübe aktarımı, usta-çırak ilişkisinin oluşturulabilirliği gibi konularda benzer beklentiler olduğunu söylemek sanıyoruz yanlış olmayacaktır. 19.Meslek olarak gelişimi hakkında düşünceleriniz nelerdir? DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Devletin aynı zamanda bu tür şeylere nasıl baktığıyla ilgili. Maalesef bizim devlet daha aydınlanmış değil yavaş yavaş gelişiyor. İş tanımı yok. Geçmişe göre iş bulma durumu yavaş yavaş açılıyor. Bunun daha da gelişmesi lazım. Ama söyle bir problem var, piyasacılık gelişiyor sosyoloji eğitimini biz piyasaya uygun veremeyiz ama öyle yapmamız isteniyor. Bu eğitim kamusal bir şeydir. Toplumda hala tanındığını düşünmüyorum. İnsanlar daha bilmiyor. Ne olacaksın soruları var hala. Sosyologların toplumla bağı yok aslında birazda bununla ilgili. Aynı zamanda işsizliğin fazla olduğu yerlerde bu normaldir. Sosyolog değil doktorun statüsü daha yüksektir. Daha prestijlidir. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Durumu hiç parlak değil. Tanımlı bir iş üslubu yok. Sosyolojiden mezun olunca nerede çalışacağına dair insanların fikri yok ayrıca öyle bir durum yok. Sosyolog istihdamına dair düzenleme söz konusu değil. Sosyoloji yapmıyorlar mezun olunca. Başka bi takım ilgi alanlarına yöneliyorlar. O açıdan hiç parlak değil. Bununla ilgili kısa vadede çözümler bulunabilir. Eğitim açısından, bir takım sosyal servislerin verilmesinde uzmanlık, devlette zorunlu hale getirilebilir. Ufak ufak başladı ama kurumsal bir mevzuatı olmadığı için kısıtlı ve tekil örnekler üzerinde. Bunların arttırılması gerekli. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Fecaat ! DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Yani toplumda ki yeri para olmazsa olmaz anlatabildim mi? Mesela eskiden öğretmenlik çok saygın bir meslekti. Herkes hoca hanım, öğretmen hanım derdi. 80'den sonra parasal olarak düştü. Öğretmenler pazardan şey toplamaya başladı. Ondan sonra o hocadan saygınlık beklenmez. Sosyolog. Mesela ben girerken sosyolog ne falan deniyordu. Ben üfürükten bir şey olarak düşünüyordum. Şimdi Tv'lere falan sosyologlar çıkıyor biraz daha prestijli gözüküyor. Ama işsiz kalınca o prestij yok olacak işsizde kalacaksınız. Eğer kendinizi geliştirmezseniz. O kadar sosyolog boş da gezerse sosyolojinin ne şeyi olsun ki. Olmaz yani prestij, statü parayla alakalı sosyolojiden para zor kazanılır. Çok para kazanabilirsiniz ama iyi yetişirseniz. Ama onun zaten sosyolojiyle alakası yok. İyi dil bilen, entelektüel bir insan olursan medya sektörüne girersin. Edebiyat sektörüne girersin. Metin yazarlığı, reklamcılık, insan kaynakları cart curt. Ama bunu sosyolojiyle alakası yok. Bunlar donanımlı insan olmakla alakalı. Bu yüzden sosyolojinin sorunları devam eder. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - İsyan ettikçe kıymeti anlaşılıyor. Meslek olarak olması gereken yerde değil. Ama bugünün toplumunda bir sosyologu dahil edemeyeceğiniz bir şey yok. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Sosyoloji nedir sorusunun cevabı verilmiş ve düşünülmüş değil. Ezbere eğitim, aktarım. Her şeyi birinin kuramlarıyla açıklar. Bizde olan statü batıdan güncel olanı ne kadar hızlı takip ediyorsan o kadar yüksektir. Entel dışlanır. Okumuş kişiler toplumu aptal görür. Gündelik hayatın içinde olacaksın. Toplumu öteki algılarsan çeşitli taktiklerle seni aşağılar. Sosyologların kendi içerisinde statüsü düşüktür. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - İşte orası problem sosyoloji nedir sosyolog ne yapar bu konuda tabi daha çok şey yapmak lazım. Tanınmıyoruz, bilinmiyoruz benim36. senem ve anladığım kadarıyla çok şey değişmedi. Bunun sorumluluğu bize düşüyor. Bizim yerimize başkaları çıkıyor. Biz çok temkinliyiz ve ben de buna dahilim. Medyada birçok konuyu sosyolojik açıdan bu böyle diyenlerin %90u sosyolog değil; onlar bizim adımıza konuşuyorlar. Ama bu durum kamudaki kadro meselesine indirgenmemeli bence. Gelecek kuşaklar bundan vazgeçmeli üniversite hocası da kendini yenilemeli ve akademideki zırhımızın arkasına sığınmamalıyız. Meslek olarak gelişmesi için tabi özel sektörde kamu dışında serbest olarak da bilim yapılmalı. Ben görüyorum birçok alanda yabancı bilim insanları free-scientist (özgür bağımsız)olarak çalışıyorlar, toplantılara katılıyorlar. Biz ille yazıyoruz, örneğin Ankara Üniversitesi v.b. Ben iyileşmeden yanayım ama burada her gün sistemle bütünleşmeseniz bile onunla uzlaşmak zorundasınız. Türkiye’de devlet üniversitesinin dışında çalışmalar yapan insanlara ihtiyaç var. Yani devlet üniversitesinde tabi ki ders veriyorsunuz ve devletin sağladığı olanaklar sınırlı. Belki daha başka desteklerle çok daha değişik alanlara açılım yapabilirsiniz. Ayrıca mevcut düzen bunu biraz sınırlıyor tabi. Aman eğitim aksamasın yaptıklarım bilimsel olsun vs. halbuki bilimle siyaset iç içe. Daha özgür hissedersin dışarıda başka şeylere de açılırsın. Bu aynı bizim siyasete uzak kalışımızla da ilişkili bir şey ve yakıştıramıyoruz kendimize, onun jargonu farklı risk almak, atılgan olmak lazım. Buradaki şey bu sistem içinde biz de bürokratik mekanizmanın çarkları içinde ağırlaşıyoruz; çok daha hızlı tepkiler verebiliriz. Bu bize illa baskı olduğundan değil, öğrenciyle de belli sorumluluk duyuyorsunuz tabi.O yüzde daha özgür olabilir sosyolog sokakta taşı da tanıyacak,hapse de girecek bu özgürlüğü hissedebilecek burada bizlerin öyle bir durumu yok. Bizim kaybedecek çok şeyimiz var. O yüzden daha muhafazakarız. Sosyoloji zaten muhafazakar büyük ölçüde. İstisnalar kaideyi bozmaz ama genelde sosyoloji yapılması için daha özgür, iş kaygısı eş kaygısı olmamalı. Sırtında bunlar olduğu sürece bunlarla bu kadar özgür takılmak mümkün değil. Bütün kayıtlardan kurtulmak daha özgürleşmek lazım. Özel sektörde bunu yapmanın yolu var mı ? Yok özel sektörde de olmaz ama sivil toplumda olur Araştırma şirketleri var stratejik araştırma merkezleri var. Onlar da kimden fon buluyorlar bilmiyorum ama sahibinin sesi; kimisi Almanya’nın kimisi Amerika’nın.Ancak en azından bir yerlerde bağımlılıktan kurtulmak gerekiyor.Kendi başına onlar da parasız değil birileri destek veriyor sivil toplum kuruluşlarına.Mesela Diyarbakır’ da orda burada AB’nin fonlarından binlerce küçük küçük dernek var her biri sesini çıkartsın diye, ancak onlar da o faaliyetleri onların çizdiği bir çerçevede yapıyorlar. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Meslek olarak gelişimi son yıllarda televizyonda çıkan bir takım araştırmacıların sosyolojik olarak sosyolojik olarak demeleriyle, gerçi onlar sosyolojiden ne anlıyor bilmiyorum. Birazcık son yıllarda bir popülerleştiğini görmekteyiz bu da sosyoloji mesleğine olan saygınlığı arttırıyor toplum sosyoloji kavramının anlamını öğreniyor. Ama sosyolojinin henüz anlaşılamadığı da bir gerçektir. Kafalar henüz net değil. Kavramı bilmekle birlikte içeriğini çok fazla bilmediklerini düşünüyorum ama olumlu anlamada sosyologlara bakış arttı. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Giderek artıyor. Farkındalıkları artıyor insanların. Siyasi gelişmeler bile buna yol açabiliyor. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Meslek tanımı yok bu nedenle arkadaşlar kendilerini sosyolojiye ait hissetmiyorlar. Başka yerlerde tanımlamaya çalışıyorlar kendilerini. Öğretmen olmak, sertifikalar alıp başka alanlarda tanımlamaya Kurumsallaşmamız bu noktada eksik diye düşünüyorum ben. çalışıyorlar kendilerini. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Toplumdaki yeri iyi durumda toplumsal ve siyasal alanda. Aidiyet konusunda sorunu yok. Kadro konusu ise Türkiye’de büyük bir sorun. Piyasası yok. Sosyologların işini başkaları yapıyor. Alan araştırması yapabilmek için ciddi ödenek sıkıntıları var yurtdışında ödenek konusunda sıkıntıları yok daha rahatlar mesela. Tabi bu sorunlar bizden de kaynaklı sorunlar. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Yeni bakanlıklar kuruldu. Bu bakanlıklar fazlaca sosyolog aldı sözleşmeli olarak. Dolayısıyla geçmişle günümüzü karşılaştırdığımızda çalışma alanları genişledi. Ama kadro açısından çok değişme olmadı. Bütün yasal prosedürler sosyologların lehine fakat kontenjanlar hala çok düşük. Bunlarında dönüştürülmesi gerekiyor. Staj imkanı arttıkça sosyolojiyi orada tanıtma imkanı da doğuyor. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Sosyolog olmak nedir bu toplumda çok bilinen birşey değil bu yüzden itibarının da çok olduğunu düşünmüyorum. Sosyolog olarak çalışan çok fazla insan yok mezun olunuyor daha sonra dershanelerde yada halkla ilişkiler alanında çalışılıyor. Bence insanlar kendi alanında sosyolog olarak çalışmalı itibar kazanılabilmesi için ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Son senelerde birazcık arttı. Daha tanınır oldu. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Bu hani meslek olarak görmek zor. İşte bunu şeyden, yani bizim görünürlüğümüz işte aslında televizyonda çıkıp ‘sosyologum’ diyen… Ki bir sürü insan söylüyor ya da ‘sosyolojik olarak…’ diye başlayan cümleler ya da araya sıkıştırılan şeyler var. Onu da çok konuştuk. İşte Gezi’den hatırlarsınız. Sosyologları da şeye çağıran, ya da işte Başbakan ‘sosyolojiyi biz iyi biliriz’; işte o Kurtlar Vadisi’ndeki, o da çağırdı ya bizi göreve sosyologlar falan diye. İşte bu anlamda bir popülaritesi var hani. Ama bu ne kadar şey, yani olsun işte. Ama onun dışında bir meslek vs. diye bir şey tanımlamak çok zor. Yani sosyal bilimlerde de bunun zorlukları var. Her dalında değil ama var. Sosyolojide biraz daha fazla var. Ben daha sosyal bilim diye tartışılması taraftarıyım, sosyolojiden ziyade. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Şöyle söyleyeyim, bir yandan baktığın zaman iyi. Mesela geçen yıllarda galiba şöyle bir kavga vardı: Devletin sosyolog kadrosunu tanıması. Yani sosyolojiden mezun birisini, mühendis kadrosu gibi bir sosyolog kadrosuna alması ve onu farklı bir maaş sistemine bağlaması, biraz daha avantajlı sıradan memura göre, daha avantajlı bir maaş sistemi. Bir yandan baktığımda bu olumlu bir gelişme olarak gözüküyor. Ama bir hizmet alanı olarak belki de doğru. Fakat bu mesela Türkiye’deki sosyoloji bölümlerinde giderek sosyal hizmetler alanının daha kuvvetlenmesine -meslekleşmesinin bir işaretidir o mesela- kuvvetlenmesine bir kapı aralıyor. Şimdi akademinin içindeki böyle bir şey var mıdır, öyle de bir iddiam yok ama hani benim olsa iyi olur diye düşünmeyi seveceğim, bilimsel yani ‘logi’ / ‘sosyo-logi’ ya… ‘logi’ / ‘logos’ kısmına önem veren bir sosyolojinin bir şekilde korunması gerektiğini, duruma egemen olması değil, bölümlere egemen olması değil. Ama bu alanın bir disiplin olarak var olabilmesinin ön koşulu. Meslek olarak parçalanıp gitmesi değil, ön koşulu. Bunun da tutulması gerektiğini savunuyorum. Ama bunu başarabileceğimizden ciddi anlamda emin değilim. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Aslında şey bir tür, tırnak içinde görünürlülüğünün arttığını düşünüyorum. Ama bu görünürlük bence sizin de dediğiniz gibi “hakikati bilen” pozisyonuyla ortaya çıktı ve bunu çok tehlikeli buluyorum. Çünkü burada yapmaya çalıştığımız hani, bir gerçekliğe erişmek değil bana kalırsa. O yüzden hani bu görünürlüğün artmasıyla beraber buna eleştirel bakıyorum. Bir de şeyi de söyleyebiliriz bence, sosyoloji mezunlarının akademiye yönelmiyorsa gittikleri yer daha çok ya bir araştırma şirketi ya sivil toplum kurumları ya bir tane daha popüler bir şey vardı… Belediyeler… Belediyeler, bizden çok daha az oluyor belediye tarafına. Özellikle sivil toplum tarafı çok daha yaygın. Veya şey, nasıl diyelim, vasıfsız ama üniversite mezunu olunması beklenen şeyler… Dört yıllık bir üniversite bitirmiş olması beklenen… Aynen öyle. Yani işte Çiçek Sepeti’nde çalışmaya başlayan bir arkadaşım var mesela, sosyoloji mezunu olarak. Hani tüm bunlar çok sıkıntılı bana kalırsa. Sosyoloji cephesinden en önemli tartışma konularından biri de bu gibi görünmektedir. ‘Sosyolog’luk bir meslek olarak kendini var edebilecek mi? Sosyoloji Türkiye’de uygulanabilirlik açısından neredeyse hiçbir gelişim göstermemiş görünmektedir. Sosyolog kadrosundan alınan sosyoloji mezunlarının hemen hepsi sosyal hizmet uzmanları ile aynı işi yapmakta ancak çok daha az ücretlerle çalıştırılmaktadır. Bunların yanı sıra, açıköğretim vs. ile her geçen gün sosyoloji mezunları çığ gibi büyümekte ancak neredeyse hiçbir üniversitede aynı ya da benzer eğitimler verilmemektedir. Sosyoloji eğitimi kalitesi açısından köklü üniversitelerden mezun olan öğrenciler akademik yükselme anlamında daha avantajlı bir konuma oturmakla birlikte bu avantajın reel dünyada tam bir karşılığı olduğunu söylemek pek de mümkün değildir. Elbette toplumun sorunlarını anlayacak, açıklayacak ve çözümler üretecek sosyologlarına ihtiyaç vardır. Ancak ne eğitim öğrencileri bu beklentiyi karşılayacak noktaya taşımakta ne de istihdam olanakları bunu mümkün kılmaktadır. Üstelik bu tartışmalar arasında ‘sosyolog’luk her geçen gün biraz daha tanınır bir iş olarak toplumda vücut bulmaktadır. Örneğin, her gün tartışma programlarına sosyolog unvanlı katılımcılar çıkmakta ve konuşmaktadır. Ancak kime neye göre bir sosyoloji diplomalısına ‘sosyolog’ deneceği hala tartışmalı pozisyonunu korumaktadır. 20.Son olarak, bu sorularda yer almadığı halde sizce önemli olan sorunları lütfen söyleyiniz DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Son 30 40 yılda eğitim değişiyor piyasacı mantık sosyolojiyi etkiliyor. Sosyolojinin içindir ama nasıl üretim amacı oraya buraya proje yapmak değildir. Eğitim üretim kamusal üretim. DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Yok. DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Yok. DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Olabilir. Tabi bu şöyle ilgili sorunlar var. Müfredatla ilgili. Yani şöyle arkadaşlar. 1- Sosyoloji eğitimiyle ilgili temel sorunlar var. O da yetişmiş insanla ilgili. Türkiye'de yetişmiş insan var. Ama bu yetişmiş insanları destekleyecek kurumsal bir yapı yok. 2- Bu taşra üniversitelerinin siyasetin örgütlenmeleri yüzünden, YÖK yüzünden oralarda tepeden insanları getirme söz konusu olduğu için her siyasi yapıya göre şekillenen bir bölüm yelpazesi oluşuyor. Hiç hak etmeyen kapasitesi yeterli olmayan insanlar bu bölümlere doluşuyor. Ve bunlar sokaktan, bakkaldan öğrendiği şeyleri bilim adı altında öğrencilere anlatıyor. Taşra için söylüyorum bunu. Ankara, hacettepe,ODTÜ gibiler için söylemiyorum. Ama yani taşra da sosyoloji diye, bakkal bilgisi, kahve bilgisi yapılıyor. Bu çok önemli bence. 2.si çok fazla bölüm olması. Bunların yarısı hatta 3te 1e düşürülüp diğer bölümlerin kuvvetlendirilmesi lazım. Taşradaki master doktoranın kapatılması lazım. 2.öğretimlerin kapatılması lazım. Bir de en son şey ekleyeyim iyi bir yabancı dil eğitiminin kesin verilmesi lazım. İlla eğitimin yabancı dille olması değil atıyorum artık iyi bir hazırlık verip 8090 mı koyarlar barajı ya da çok iyi bir ingilizce eğitimimi olur yüzde bilmem kaç mı olur onu bilemiyorum. Bizde onu tartışıyoruz ama ee yani yabancı dil olmadan iyi bir eğitim olmaz diye düşünüyorum. DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) – Yok. DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) – Yok. DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Akademik sosyologlar olarak, meslek olarak sosyolojinin gereklerinin farkında değiliz. Öğrencilerimize bilim olarak sosyoloji formasyonu kazandırmakla yetindiğimiz sürece mezunlarımızın beklentilerini karşılamamız mümkün görünmüyor. Mezunlarımız bilim olarak sosyolojiyi öğreniyor ama istihdam edildiği yerde kendilerinden beklenen becerileri lisans eğitimleri sırasında kazanmadıkları için sukutu hayale uğruyorlar. Meslek olarak sosyolojinin istihdam alanlarını belirlemeli ve eğitimlerimizi bu yönde zenginleştirmeliyiz. Akademik sosyoloji ve meslek olarak sosyoloji arasında köprü kurmayan eğitimin amacına ulaşmadığı açık. GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Yok. GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Maaşlar çok düşük. Akademisyenlere yurtdışı kongreler için ödenek 2000tl verilirken yurtiçinde yol ve birkaç şeyi karşılıyor sadece. Ayrıca android telefonlarda çok şikâyetçiyim. Öğrencilerle göz teması kuramıyoruz çok fazla ilgileniyorlar telefonlarla. GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Sosyolojide istek olmalı. İhtiyacımız olduğunu ve faydalanmayı bilmeliyiz sosyolojiden. Toplumda eleştirel düşünce ön plana çıkmalıdır. Farklı kültürleri tanımalıyız ve teşvik olmalıdır kongreler, toplantılar gibi. Ayrıca duyarlılık ve aidiyet hissi arttırılmalıdır. HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Yok. HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Yok. HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Yok. ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Var aslında ama şimdilik bu kadar yeterli, aklıma gelince iletirim. ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Gayet iyi. ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Galiba zaten ana hatlarıyla konuştuk. Belki şunu söyleyebilirim, aslında tek bir şey olarak bunu söyleyebilirim. Her alanda olduğu gibi sosyolojinin de başına gelen şeylerden bir tanesi, artık bize bir meslek olarak gelen sosyolojiyi, diğer şeyleri de samimi olarak yapmamamızdır temel olarak. ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Bana kalırsa öğrenci olmaya dair de sorular eklenebilir burada. Çünkü şey düşünüyorum; öğrenci olmak ve pedagoji. Sanırım bu ikisini ekleyebilirim. Sosyolog olmak, sosyoloji bölümünde asistan olmak, asistan diyorum akademisyen olmak, kıymetli ama sosyologların veya akademide bir sosyoloji hocasının tek görevinin bir şey yazmak olduğunu düşünmüyorum. Aynı zamanda bir formasyon tarafı var, eğitim verme tarafı… Ve ilki kadar öncelikli olduğunu düşünüyorum. Çünkü yani burada okuyoruz ve burada öğreniyoruz, burada şekilleniyoruz. Eleştireceksek hani bunun üzerine eleştiriyoruz. O yüzden öğrenci veya nasıl bir hocalık? Hani o pedagojik tarafını da içerse çok güzel olabilirdi. Peki siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Hocaların bu konuda, ciddi anlamda yetersiz kaldığını düşünüyorum. Yani yetersiz derken; aslında hoca tarafından değil sadece de… Tam da kendini bir aslında öğretmen olarak da görmemek meselesi. Herkes için dediğim gibi genelleyemem ama ciddi ölçüde bunun eksik kaldığını düşünüyorum. İlk başta söylediğim şey yani benim bir hoca olarak görevim sadece dersi anlatıp çıkıp gitmek midir yoksa ne tür bir hocalık yaratmaya çalışıyorum? Veya benim anlatcağım şey herhangi bir ders veriyorum ne bileyim, toplumsal cinsiyet üzerine. Sadece kuramsal çerçeveyi vermek midir? Yoksa bu gündelikle, “every day in life” dediğimiz şeyle üst düzeyde ilgili ve teorik olan şey zaten bunu göstermek üzerine kurulu bir şey mi? Bana kalırsa öyle. Bunları dışladığımızda neyi dışlıyoruz aslında? ODTÜ’de bu eksik mi sizce? Büyük ölçüde öyle olduğunu düşünüyorum. Yani işte ODTÜ diye genellemek de zor. Hani bunu çok ciddi ölçüde yaptığını gördüğüm hocalarım da oldu. Ve benim için en etkileyici kısımlardan biriydi o. Ama belli derslerde hiç bununla karşılaşamadım. Ve çok ciddi sıkıntı olduğunu düşünüyorum.