Katılımcılarla yapılan mülakat ham verileri

Transkript

Katılımcılarla yapılan mülakat ham verileri
2.2.1.Önce akademisyen olmayı düşünen öğrencilerle yapılan mülakat ve katılımcıların
verdikleri cevaplar bu bölümde sunulmuştur:
1.Neden başka bir bölüm değil de sosyoloji bölümünü tercih ettin ve kaçıncı tercihindi?
K1:Bu okul benim 3.tercihimdi. Aslında ben de herkes gibi psikoloji isteyip sonra puanım
yetmediği için buraya geldim ama şu anda psikoloji okumamam gerektiğini anladım.
K2:Aslında istediğim bölüm Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi idi. Ankara Üniversitesi
siyaset ve kamuyu istiyordum. O olmayınca en yakın sosyoloji bölümünü gördüğüm için,
siyasete atılmak için bu bölümü tercih ettim. 10. tercihimdi. Daha öncesine kesinlikle
olmayacak şeyler yazmıştım, geleceğinden emin olarak yazdım.
K3:Benim 12. tercihimdi. Aslında ilk tercihim psikoloji,PDR yönelimliydi. Hatta ben
Hacettepe, hatta Ankara ilini hiç istemiyordum. O yüzden hep biraz sonlara doğru bırakmıştım
ama 2 tercih vardı, o geldi. İlk geldiğimde çok soğuktum bölüme karşı, ortalamayı yükseltip
psikoloji bölümüne geçmek istemiştim. İlk dönem ortalamam da yüksekti, geçedebilirdim
aslında. Ama bilmiyorum daha sonra aldığım eğitim çok hoşuma gitti. Sosyolojiyi sevdim yani.
O yüzden kaldım.
K4:Açıkçası sosyoloji aklımda yoktu benim. Çocuk gelişimi istiyordum hep, daha çok
psikolojik bölümlerle ilgileniyordum. Sosyolojinin çoğunluğu gibi ben de isteyerek gelmedim
aslında. Yani seçim olarak en yakın o vardı o şekilde gelmiştim. Ama sonradan tabi ki bu değişti
yani. Şu an böyle değil. 4 falan olması lazım. İlk tercihim hep psikoloji ve çocuk gelişimiydi
onun dışında.
K5:Benim dayım sosyolog onun etkisi var üzerimde. Bir idol belirlersin ya ergenlik
yıllarımda idolüm oydu çalışmalarını da biliyordum. Uludağ Üniversitesinde akademisyen
kendisi , sosyoloji dışında tercih yapmadım. Akademisyen olduğu için etkilendim ama topluma
dair olmasını istiyordum yoksa başka bir bölümde de olsa akademisyen olmasından
etkilenirdim yine ama sosyal bilimlerden bir bölümden akademisyen olmak isterdim.
K6:Benim için sosyoloji zaten daha önceden hakkında bilgi sahibi olduğum bir bölümdü
.Ben bir iş kaygısıyla gelmedim felsefe ve sosyolojiyi çok istediğim için geldim. Tabi hukuk
istiyordum ama sosyolojiye de çok uzak değildim. Hayatı anlamanın insanları daha iyi
anlamanın iyi bir yolu gibi diyebilirim. Sosyoloji tabi dışarıdan da bilgi edinebilecek bir bölüm
ancak içine girdiğinde işlerin daha farklı ilerlediğini bilimsel yöntem olarak bir şeyler
öğrendiğini fark ediyorsun, bu yüzden yani. 8. Tercihimdi hepsi sosyolojiydi ama Hacettepe
Üniversitesi 8. Tercihimdi. Kafamda hukuk vardı ama sosyoloji de uzak değildi bana.
K7:Sosyoloji 7. tercihimdi. Bir kısmı öğretmenlikti, öğretmenlik olmayınca sosyolojiyi
tercih ettim onda da rehberlik öğretmenimin katkısı vardı o yüzden sosyoloji tercih ettim.
Aslında rehberlik istiyordum ama psikoloji olmayınca sosyolojiyi düşündüm. Aslında PDR
istiyordum ama puanım yetmeyeceği için hem öğretmenlik hem de sosyoloji yazdım, sosyoloji
geleceğini biliyordum aslında.
-Rehberlik hocan bölümü ne açıdan övüyordu sosyolojinin içeriği bakımından mı yoksa
iş imkanı açısından mı?
Kendisi dershane hocamdı zaten o da rehberlikçiydi, sosyoloji Dil Tarih mezunuydu, çok
güzel, kendini geliştirebileceğin bir bölüm diye anlatıyordu o yüzden tercih ettim. O zaman da
bilseydim böyle olacağını hiç öğretmenlik yazmadan sosyoloji yazardım ben çok seviyorum
bölümümü çünkü çok şey kattığını düşünüyorum bana.
K8:Şöyle ki şu zamana kadar Ankara Üniversitesi bünyesinde İletişim bölümünden hiçbir
öğrenci çift ana dal yapmamış. Nedeniyse kontenjan açılmaması. Sosyolojiye ilgi duymamın
başlangıcı üniversiteye hazırlıktı elbette. Onun ötesinde üniversite 1. Sınıfta iki dönem
sosyoloji dersleri aldık. Dersi veren hocam hem özel sebeple hem ders anlatış şekli hem de
anlattıkları ve anlattıklarına duyduğum ilgi sebebiyle sosyolojiye aşık oldum diyebilirim ve
kontejanın açılması için çok uğraştım geçen sene.
K9:Sosyoloji 10. Tercihimdi. Sosyolojiye dair hiçbir bilgim yoktu. Biraz denk geldi
aslında ve sosyolojide buldum kendimi tercihlerimden bir gün önce öyle bir bölüm olduğunu
öğrendim desem yalan olmaz ve tek sosyoloji olarak Hacettepe Sosyoloji vardı.
K10:Ben aslında sosyoloji istemiyordum. Psikoloji istiyordum her sosyoloji öğrencisi
gibi. Ama ondan sonra bir akrabamla konuştum ve sosyoloji bölümünü tavsiye etti. Biraz
araştırdım. Zaten Sosyal Bilimlerde bir şey yapmak istiyordum. O nedenle sosyolojiyi tercih
ettim. 5. tercihim geldi. Hacettepe. İlk üçü zaten ölü tercihti. Bilerek ve isteyerek geldim.
K11:Gerçekliğimi daha iyi ifade etmek için ve kendimi haklarımı ve toplumsal
gerçekliğimi öğrenebilmek için sosyoloji bölümünü tercih ettim.4. tercihimdi.
K12: 19. tercihimdi.Çünkü okul birinciliğinden dolayı burada kontejan vardı ve tercih
yaptım.Aslında sosyolojiye değil toplum ve siyasete ilgim vardı.Bunlarla ilgili olduğunu okulda
öğrendim ve memnunum.
K13:İlk tercihimdi.Aslında psikoloji sonra da hukuk istiyordum.Puanım yetmediği için ilk
tercih olarak Hacettepe Sosyolojiyi yazdım.Sevdiğim bir bölüm. Sosyolojinin diğerlerinden ayrı
olan noktası onun bütün bölümleri kapsıyor olması.Roman ya da şarkı olsun,sosyolojik bir bilgi
verir bize.
K14: Sosyoloji benim ilk tercihimdi. genelde toplumsal olaylara ve toplumda daha çok
ilişkide olduğum için seçmem gereken ya psikoloji ya da sosyoloji vardı bende sosyolojiyi tercih
ettim.
K15:Benim yedinci tercihimdi, ailem şehir dışına yollamayacaktı o yüzden Ankara
içerisinde puanımın tutuğu bir bölüm tercih etmem gerekiyordu ve toplum bilimin ne olduğunu
merak ettiğim konular olduğu için bu bölümü tercih ettim.
K16:Daha önce başka bir üniversitede işletme bölümü okuyordum. Bana uygun bir bölüm
olmadığının farkına vardım. Yani sosyal bilimlere biraz daha ilgiliydim diyebilirim sanırım.
İşletmenin bana bir şey kattığını düşünmüyordum açıkçası. Orayı bıraktıktan sonra da işte
psikoloji, felsefe, sosyoloji veya siyaset bilimi gibi bu tarz alanlarda bir tercih yapacaktım.
Sosyolojide karar kıldım zaten büyük oranda da puanımın yettiği şeyler ona denk geliyordu.
Felsefe matematik isteyen bölüm bende de o yoktu zaten. O şekilde oldu yani tercihim. Herhalde
4.tercihim falandı bu bölüm, Ankara Üniversitesi sosyoloji yani.
K17:Sosyoloji, DTCF Sosyoloji, 3.tercihimdi ama 4 tercih yapmıştım zaten. Hepsi de
sosyolojiydi. Ben daha önce Gazi Üniversitesi Felsefe okuyordum. Sosyal bilimlere lise
yıllarımdan beri bir merakım vardı. Ama tabi hukuk olsa hayır demezdim. Ama hukuk dışında
öğretmenlik ya da başka bir bölüm çok düşünmedim aslında. Sosyal bilim istiyordum ya da
işletme, iktisat hiç düşünmedim. Felsefeden sonra da benim için, felsefe okuduğum yıllarda,
biraz daha içli dışlı oldukça sosyal bilimlerle, sosyolojinin en doğru tercih olacağını düşündüm.
K18: Kaçıncı tercih olduğunu hatırlamıyorum ama Ankara içi olmasına özen gösterdim.
Ankara içi olduktan sonra seçebileceğim üç bölümü seçtim. Sosyoloji, Psikoloji ve bir de
Antropoloji düşünmüştüm. Ama onu yazmaya cesaret edemedim. Onun dışında başka bir bölüm
yazdım ama gelmedi. Sosyoloji bölümünü özellikle yazdım. Toplumla insan ilişkilerini
incelemek çok hoşuma gidiyor. Ve kuramsal bağlamlarını öğrenmek tercih ettiğim
düşünülebilir.
K19:Aslında başka bölümler de tercih ettim. 16. tercihimdi sanırım. Ama isteyerek
yazdım.
Öğrencilerin üniversite ve bölüm seçiminde çoğunlukla psikoloji bölümünü istedikleri ve
puanları yetmediği için de sosyoloji yazdıkları görülüyor. Yaşadığı topluma karşı farkındalık
ve bilgilenmeyi tesadüfen yolu sosyolojiye düştükten sonra edinen öğrenciler ezbere dayalı lise
eğitiminin etkileriyle, toplumda kabul gören meslekleri seçmeleri gerektiği ön kabulüyle
psikoloji ve hukuk bölümlerini hedeflemişlerdir. Bölüme başladıktan sonra toplumu anlamaya
başlamanın onlara sosyolojinin doğru adres olduğu fikrini vermiştir. Ancak görülüyor ki
eleştirel düşünceyi dışarIda bırakan ezberci eğitim sosyoloji eğitimine gereken önemi vermiş
olsaydı bölümü seçmede bilinçli hareket etme hakkına sahip olacaktı öğrenciler.
2.Sosyoloji hakkında bir bilgiye sahip miydin?
K 1:Evet. Az çok yani.
K 2:Evet sahiptim. Bir sosyologla konuşup o şekilde tercihimi yaptım.
K3:Evet, sahiptim.
K4:Lisede gördüğümüz sosyoloji, işte belli kuramcılar falan onları biliyordum. Onun
dışında hiç şu anki gibi bir bilgi sahibi değildim yani.
K5:Tabi teoriler kuramlar hakkında bir bilgim yoktu ama sosyoloji nedir ne değildir,
neyle ilgilenir biliyordum.
K6:Bu kadar detaylı olduğunu bilmiyordum hem metodolojik hem dönemsel olarak çok
bilgi sahibi değildim. Tabi yakından ilgilendiğim konularla başladı mevzu örneğin gelir
dağılımındaki adaletsizlik, toplumsal adaletsizlik bunlarla ilgili bir şeyler okumaya
başladığımda aslında sosyolojinin içine dahil olduğumu fark ettim. Daha önce siyasetle
ilişkilendiriyordum bunun başka bir yönünün olduğunu da gördüm.
K7:Değildim körü körüne gelmiş gibi oldum, rehberlik öğretmeni olurum diye geldim.
Bilseydim yine seçerdim ama bilmiyordum. Sosyolojinin şu alanları vardır diye bize kimse
anlatmadı zaten. Lisede dersim yoktu eşit ağırlıkçıydım ben.
K8:Sadece
üniversite
sınavına
hazırlanırken
sosyoloji
notlarını
okumam
yetmişti.Ortaöğretim düzeyinde bir bilgim vardı.
K9:Hayır,sosyoloji hakkında bir bilgim yoktu.
K10:Çok az bir bilgiye sahiptim.Yani açıkçası burada öğrendim diyebilirim.
K11:Evet sahiptim.Çünkü sosyolojiye dair kitaplar okuyordum.Daha çok işte pozitivist
kanalı okudum.Ziya Gökalp ,Emile Durkheim gibi.Oradan biliyordum.
K12:Kuzenim yüksek lisans yapıyordu. Oradan biliyorum.Yoksa başka bir bilgim yoktu.
Son sınıftayken Vikipedia’dan Marx okuyordum. Dosyam vardı. Ziya Gökalp’i de biliyordum.
Vay be ben çok değişik şekilde gelmiştim. Kaderin bir cilvesi mi acaba?
K13:Aşağı
yukarı.toplumun
ne
olduğunu
araştırdığını,toplumun
bileşenlerini,sorunlarını,çözümlerini araştırdığını biliyordum ama detaylı bir bilgim yoktu.
K14: Sahiptim ama okula geldikten sonra daha fazla aydınlandım çünkü o dönemlerde
üniversite döneminde genelde dershaneler olsun okullar olsun direk çocukları üniversiteye
gönderme eğilimleri olduğu için bilgilendirme vardı ama daha fazla bilgiyi üniversitede aldım.
K15:Evet benim dershanede rehber hocam sosyoloji mezunuydu o bilgilendirdi beni.
K16:Genel itibariyle bir bilgiye sahiptim ama öyle çok fazla ne yapar, ne eder, neleri
inceler, böyle şeyler. Bu konuda bir bilgim yoktu. Biraz işte açıkçası gelince daha vakıf olmaya
başladım bu konuya.
K17:Evet, sahiptim.
K18: Pek sayılmaz.
K19: Bu kadar değil tabii ki
Yüzeysel bilgilerle sosyolojinin giriş denilebilecek kısa bilgisine sahip olunduğu
görülüyor. Bu da sisteme yöneltilmesi gereken bir eleştiriyi beraberinde getiriyor. Üniversite
sınavının da eşit koşullarda bireylere uygulanmaması da göz önüne alındığında sosyoloji
bölümü çoğunlukta bilerek ve isteyerek gelmiş bireyleri değil az çok fikir sahibi olunulan ve
bir bölüme yerleşme istediği ile yazılmış bir bölüm olduğunu gösteriyor. Ülkenin dört bir
yanına açılan üniversiteler ve sosyoloji bölümleri ile sisteme katılacak işsiz sayısını görünmez
kılıyor. Ertelenen 4 senelik görünmeyen işsiz ordusu.
3.Lisede sosyoloji dersi almış mıydın? Lisans düzeyinde gördüğün sosyoloji dersleriyle
arasında ne gibi farklar var?
K1:Evet. Yani şimdi tabi lisede aldığım dersin, hiçbir dersin, ders kıvamında olmadığını
düşünürsek yani bayağı bir fark vardı. Asıl sosyolojiyi şu anda görüyorum.
K2:Almadım.
K3:Evet, aldım. Çok fazla fark vardı. Mesela orada sadece toplumun yapısını anlatan bir
bilim olarak öğrenmiştik. Ama üniversiteye geldiğimde buna teorik açıdan bakmayı öğrendim
ya da güncel olaylarla ilişkilendirmeyi öğrendim. Ama lisede böyle bir şey yoktu. Lisede zaten
bu dersler biraz da boş ders, test çözme dersi şeklinde geçtiği için çok da önemsemediğim bir
dersti açıkçası ve üniversite hayatım boyunca da sosyoloji eğitimi alacağımı düşünmemiştim
lise düzeyinde o dersi alırken.
K4:Lisede sadece kuramlar, kuramcılar, işte onların hayatı, görüşleri, bu şekilde
işliyorduk. Ama şimdi gündelik hayata indirgeyebiliyorum. Yani gündelik hayata bakarak
yorumlayabiliyorum.
K5:Lisede sosyoloji dersi ders almadım.
K6:Lisede sosyoloji dersi almıştım ama orada aldığımız sosyoloji şu şekildeydi şişman
insanlar daha neşeli olur, zayıf insanlar daha asabi olur gibi tamamen kategorize etme üzerine,
tip üzerindendi. Tamamen dışsal, biçimsel yorumlara dayalıydı. Çok da detaylı bir ders değildi,
aile nedir ,toplum nedir gibi kavram üzerinden giden bir eğitimdi. Hatta şöyleydi yani o
sosyoloji eğitimi vardı ama bu ne ya biz bunu niye görüyoruz tarzındaydık. Hem hocanın hem
öğrencinin bu dersin görülmeyecek bir ders olduğunu anlattığını gösteriyor aslında. Lisansta
gördüğüm sosyolojide de çok fazla öze ilişkin bilgi vermiyor aslında işin çok temeline
inmiyoruz. Belirli gelenekler üzerinden olayları ve olguları değerlendiriyoruz. Açıkçası
sosyolojide eğitim aşaması ilerlediğinde tatmin etmemeye başladı beni. İşin bir kısmı felsefeye
bir kısmı sosyolojiye dayanıyor. Benim isteğim iki disiplinin birleşmesi olduğu için tatmin
etmiyor.
K7:Almadım.Çünkü sayısal öğrencisiydim.
K 9:Lisede sosyoloji dersi almadım.
K10:Hayır almadım.
K11:Lisede bir tane sosyoloji dersi aldım. Biçim içerik gibi bir fark var.Daha önce
aldığım derste biz sadece biçimi görüyorduk. Burda şimdi içeriği de görüyorum. Farklı
parçalardan bakabilme kabiliyeti geliştiriyoruz.
K12:Lisede ders almadım.
K13:Hayır almadım.
K14: Hayır sosyoloji görmedim.
K15:Hayır.
K16:Psikoloji dersimiz vardı ama sosyoloji yoktu ya bizde.
K17:Almıştım. Lisede aldığım sosyolojide, atıyorum işte sosyal olgu nedir, sosyal olay
nedir falan gibi işte bu kavramlar üzerine bence iyi şeyler öğrendik. Çok yetersiz değildi ama
daha çok ÖSS’ye dönük bir sosyolojiydi. Oradaki soruları çözmemize dönük bir sosyoloji
eğitimi verildi. Çok yakın değil ama çok uzak da değil.
K18: Hayır.
K19: Hayır.
İçinde yaşanılan, hem onu yeniden üreten hem de toplumca belirlenen bireyler olarak
öğrenciler sosyoloji bölümüne yerleşip toplum okuması yapana dek yaşamlarının temelinde ne
var, etkileşim ve değişim hayatlarını nasıl şekillendiriyor çok da farkında olmadan öğretiler,
toplumsal kurallar ile yaşamaktadırlar. Lisede gördükleri toplum okuması sınavı kazandıracak
ve sınıf geçmeyi sağlayacak derin olmayan bilgilerdir. 18-20 yaşına gelmiş bireylerin eleştirel
düşünme hakkının önüne bir set çekmektedir sistem. Bu da mevcut eğitim sisteminin işlevsel
yaklaşım temelli olduğunu gösteriyor. Bireylerin toplumda doğru ya da yanlış kabul ettikleri
şeylerin neden öyle olduğunu sorgulama, düşünme hakkı vardır. Ancak eğitim kurumu farklı
düşünecek bireyleri en baştan susturmanın yolunu gerçekleri gizli tutmakta ve kısıtlı eğitimde
görüyor.
4.Sence Türkiye’de sosyoloji eğitiminde en büyük sorun nedir?
K1:Mesela, hocaların kendi fikirlerini dayatmalarıdır. En özellikle şu andaki kendi
bölümüm, bu okuldaki sorunum. Kendi görüşlerini çok fazla dayatıyorlar. Farklı görüşlerdeki
düşünceleri verirken, onların hep eksikliklerinden bahsedip, kendi hoşlarına giden
sosyologların sadece iyi taraflarından anlatmaları bence çok büyük bir eksiklik. Ve
tartışmalara yol açacak konuların gelişmesine sürekli engel olmaları. Bu da çok büyük bir
eksiklik.
K2:Bence çok ideolojik yaklaşılması meseleye. Yani tek ideolojinin hakim olması alanda.
K3:Valla yine aynı olacak ama kesinlikle ben her şeyin teorik kalmasından şikayetçiyim.
Çünkü teorik birçok şeyi öğreniyoruz ama bunları uygulamaya geçirmede çok donuk kalıyoruz.
Mesela aldığım eğitimden örnek verecek olursam, 1.sınıftan beri hep teorik şeyler gördük ama
bunları bir anda 3.sınıfın sonlarına doğru uygulamaya koymaya çalıştığımızda çok bocaladım
ben kendi adıma söyleyeyim. Çünkü şu ana kadar ne bileyim, ne sahaya indim ne anket
uygulaması yapmıştım. Hiçbir şey yapmadım ama bir anda böyle önüme gelince, ben
napacağımı şaşırmıştım. Uygulamada eksiklikler var.
K4:Bence en büyük sorun; daha liseden beri sosyoloji görüyoruz, lisede de sosyoloji
görüyorduk ama hiç bu şekilde görmüyorduk. Daha en başından sosyolojinin temelini yanlış
olarak öğrendik biz. Belki sosyolojinin şu an böyle olmadığını, hani üniversite gördüğümüz gibi
olduğunu bilseydik çok daha tercih edebilen olurdu hem, hem de yani değer olarak sosyolojiye
atfedilen değerin de çok iyi, yüksek olduğunu düşünmüyorum. Puan olarak da bu zaten
yansıyor.
K5:Bu soruya herhalde ben çok kayda değer bir cevap veremem.Çünkü sosyoloji okumak
değildi elbette hayalim.Üniversiteye gelince böyle bir şey olduğunu duydum.İşte anlattığım
süreçler sonrasında böyle bir karara vardım.Onun dışında bu soruya tam olarak cevap verecek
bir bilgiye sahip değilim.Ancak okulumdan mesela bir örnek verebilirim. Yani ben İletişim
Fakültesinde örneğin kuram ağırlıklı dersler olduğu için uygulama olmadığından şikayetçiyiz
burada da pek öyle bir durum yok gibi.Belki vardır ama benim bakış açım öyle. Ancak
uygulamalı
derslerin
yeteri
kadar
nitelikli
olduğunu
düşünmüyorum.Belki
buna
eğilinebilir.Belki problem bu olabilir. Aslında eşit düzeyde olmasını tercih ederim ama kuram
derslerinin de uygulamalı dersler kadar yoğun bir niteliğinin olmasını isterim.Öğrencilere
gerçekten bir şeyler kazandırmasını isterim.
K6:Bence teorilerle uygulamaları bir arada götürmek noktasında bir sıkıntımız olduğunu
düşünüyorum ve yazma kabiliyetinin eğitimimizde bize çok fazla aktarılmadığını düşünüyorum
.
K7:En büyük sorun bence birikimli hocalarımız olmasına rağmen herhangi bir çalışma
da adlarını yazdırmamış olmaları. O konu da var bence bir eksik. Daha doğrusu ikilik
çıkıyor.Ekollerde bile hani tam anlamıyla kafamızda netleşmiş bir şey yok yani.Onun haricinde
daha fazla sosyolojik çalışmaların önünü açmalarını istiyorum.Bir de çok iyi bir eğitim
aldığımızı düşünmüyorum.O da lisans hocalarının işlerini bahane etmeleri bence.Bu konu da
büyük bir sıkıntı var ve yani bu nicel ve nitel çalışmalarda öğrencilerin önlerini biraz daha
açmalarını biraz daha yardımcı olmalarını dilerdim.
K8:Türkiye’de sosyoloji eğitiminin en büyük sorunu sahaya inememek. Topluma
sahada çok karışamamak. Daha soyut daha yüzeysel olması en büyük sorun.
K9:İlk olarak batı merkezci görüşün egemen olması. Her ülkenin kendine ait özgünlüğü
var. Bu yüzden bizdeki eğitimde Batı odaklı olduğu için kendi ülkemiz göz ardı ediliyor. Ve
hani doğu da İbn-i Haldun falan filan var. Onların olmaması da bence büyük sorun. Sosyolojiye
siyasetin girmesi de bir taraf Ziya Gökalp’ten almış, bir de Prens Sabahattin var ya hani sağcı
oldu solcu oldu. Eğitimde parçalanmalar yaratıyor.Her ülke kendi yöntemini kendi yapmalı.
K10:Bir kere kurama hapsolup kalmış bir sosyoloji eğitimi var Türkiye’de.Artı olarak bu
ikinci dereceden önemli bir sorun,kuram bile anlatırken verilen örnekler hem yurtdışından.Ve
yabancı araştırmacıların çalışmaları örnek gösteriliyor.Bir etnik sosyoloji dersinde engellilere
yönelik sıkıntılar anlatılmıyor da Amerika’daki zencilere yapılan ayrım anlatılıyor.Her şeyde
böyle.Eş cinsel ilişkiler veya siyasi bir şeyler anlatıldığında da Türkiye’den örnek verilmiyor.
K11:Ötekileştirme bence. Genelde bu siyasi partiler olduğunda da olsun Türk Kürt
meselesinde olsun daha çok hani birbirini sevmeme ben Türküm sen Kürtsün hani bu şekilde
bir ötekileştir yani sen busun nasıl desem sen busun deme çabası hani bir insanın bir düşüncesi
varsa hani o kılıftadır o düşüncededir nasıl söylesem tamamen bir ayrışma.
K12:Açıkçası ben kendi okulum açısından düşünüyorum adam akıllı bir inceleme
yapamıyoruz hani oraya gidip kendimiz gözlemleyemiyoruz
sadece ünlü sosyologların
düşüncelerini inceliyoruz. En büyük sorunumuz bu bence teoriye dayalı olması.
K13:Bana sorarsan en büyük sorun, ya işte aldığımız derslerin hocalarından kimileri
diyor ya, işte sosyoloji bir zanaat gibi, öğrenmen gerekiyor birilerinden. Veya gidip işte o
alanın içinde bulunman gerekiyor, sürekli okuman gerekiyor vs. bence uygulama alanında
birçok eksiklik var en azından bir yol gösterici eksiği var. Belki buna fiziki koşullar da imkan
tanımıyor. Çünkü sınıflar kalabalık, herkesle ilgilenebilmek, toplu bir araştırma yönetmek belki
çok güç. Ama ne bileyim olsaydı iyi olurdu birinin önderliğinde. ‘bakın bu iş böyle yapılır’
diyen birisi olsaydı daha kolay olurdu sanki her şey. Bir de sanki okuma az yapılıyor. Hocaların
bile birçoğunun temel eserleri okumadığını görüyoruz falan.
K14:Bence en büyük sorunlardan bir tanesi öğrenci sayısının çok yüksek olması. Ya bu
sadece sosyoloji için de geçerli değil bence. Yani zaten Türkiye’de eğitim kalitesi ayaklar
altında, hani bir de bunun üstüne öğrenci sayısı çok yüksek olunca eğitimin verimi düşüyor
bence. Çünkü sosyal bilimler ne yazık ki Türkiye’de şey gibi algılanıyor, yani para kazanılacak
bir meslek bulamayınca, üniversite de bitirmek gerekiyor, hani çoğu öğrenci gerçekten bunun
için geliyor. Bu yüzden de mesela sınıflarda ya da derslerde şöyle sıkıntılar oluyor, gerçekten
ilgisi olan, o meseleyi tartışmak isteyen öğrenciler de kendisine ket vurmak zorunda kalıyor.
Yani böyle lise mantığında ilerliyor. Bunun dışında bir şey aklıma gelmiyor şu an.
K15: Hmm. Türkiye bağlamında değerlendirme yapma açısından şey değilim pek …….
Değilim ama genel olarak lisans eğitimi olarak bakarsak bence araştırma konusunda yetersiz,
onun dışında kuramsal şeylere yükleniyor ama ingilizce olayı da yetersiz. İngilizce dersinin
olmaması çok büyük bir problem bence, yani teoriden pratiğe geçme konusunda sorunların
olduğunu düşünüyorum.
K16: Öğrencilerin ilgisizliği nedeniyle akedemisyenlerin de onlara o şekilde davranması.
Öğrencilerin temel sorunu teori ve pratiğin eşit ilerlememesi olarak karşımıza çıkıyor.
Okulda öğrenilen ancak aktif bir şekilde topluma, sokağa geri dönüş yapmamak sosyolojiyi
soyut bir inceleme alanı konumunda bırakıyor. Öğrencilerin pratikte de öğreneceklerinin
olduğuna inanmaları mevcut durumlarına eleştirel yaklaşımlarının ve sosyolojinin sadece
teoriden ibaret olmadığı fikrinin yerleşmiş olmasından kaynaklanıyor görünüyor. İçinde
bulundukları duruma çok boyutlu yaklaşarak sadece okumak değil harekete geçmek de
istiyorlar.
5.Meslek olarak sosyoloji hakkındaki düşüncelerin neler?
K1:Ya aslında çok kapsamlı ve iyi bir bölüm ama yeterli şeyi alamıyor. Yani hak ettiği
ilgiyi alamıyor. Özellikle üniversiteden sonraki boyutunda hak ettiği ilgiyi almıyor. Ve gelirken
de yeterince bu konuda bilinçlenmeyip geldiğimiz için. Aslında daha fazla bilinçli olmamız
gerektiğini düşünüyorum. Hani lisede verilen eğitimin daha kapsamlı olup, insanların daha
bilinçli olması gerekiyor bu konuda.
K2:Aslında sağlam bir meslek günümüzde, öyle görünüyor. İş alanı çok geniş. Yani bir
memur olabileceğin gibi çok çok başka alanlara da açılabiliyorsun. Akademik yapmayı
düşünüyorum bunun sebebi siyasete atılmak. Siyasete atılmak için, benim için bir aşama olarak
görüyorum.
K3:Son sınıfta yazmaya başladım, onun tadını almaya başladım. Araştırmaya daha çok
giriyor ya insan. O sahaya inmek, insanlarla konuşmak, onların içine girmek benim çok hoşuma
gitti. Bu yüzden bir şeyler yapabileceğimi düşündüm. KPSS’ye girip bir memur olmak, o
araştırmanın dışında kalmak, masa başında, bilgisayar başında olmanın bana göre olmadığını
bu dönem daha iyi anladım. Staj dersini almıştım. Daha çok akademisyenliğe yöneldim
diyebilirim aldığım dersler sayesinde. Çünkü bir şeyleri öğrenmek, bir şeyleri araştırmak ve
onları bu yerde yapmak daha doğrudur. Okuyup tamam halledebilirsin ama mesela tez
araştırmamı yaparken literatürde karşılaşmadığım birçok şeyle ben sahada karşılaştım. Birçok
yeni bilgiye ulaştım. Bunları öğrenmek eğlenceli.
K4:Mesleki imkanının şu an, yani Türkiye olarak değerlendirdiğimde, düşük olduğunu
düşünüyorum. Ama böyle olmaması gerekir aslında. Yani, çünkü sosyoloji mezunu olabilmek
için, sosyolojiyi bitirebilmek için çok geniş bir bilgi birikimine sahip olmak lazım. Bu tarihsel
süreçlerle ilgili, günümüzle ilgili. Yani hem geçmişi bilmek ve geleceği yorumlayabilmek için,
hani çok geniş bir bilgi birikimine sahip olmak gerekiyor ve bunu her insanda göremiyoruz
çıktığımızda. Yani mezun olan insanlara baktığımız zaman. Onun dışında belli faaliyetlerle,
entelektüel faaliyetlerle ilgilenen insanlarda da var ama bu, yani sosyolojiyi tam anlamıyla
bitirmiş bir insanda bu var. O yüzden çok farklı görüyorum ben sosyolojiyi.
K5:Akademisyenlik dışında bir şey düşünmüyorum, hiç olmadı kitapçı açıp otururum. O
da olmazsa işsizim, ya da uzmanlık falan yani çok da memur dinginliğini yaşamayacağım bir
alanı istiyorum ama o da çok zor.
K6:Ben kendi açımdan akademisyen olmayı düşünüyorum ama tereddütlerim var.
Sosyoloji mezununun toplumun her biriminde yer alması gerektiğini düşünüyorum ancak bu
doğru sağlıklı bir şekilde işlerse bizler bir şekilde yer edebiliriz diye düşünüyorum .Nasıl
mesela suçluya suçlu gibi bakmamak… Suça itilmiş çocuklara daha farklı bir gözle bakabilmek.
Az önce dediğim öz gibi. Topluma kazandırmak şeklinde değil de bu sorunu yaratan şeylerin
arka planına bakmak gerekiyor. O insanı topluma kazandırmak gerekli mi gereksiz mi değil
daha çok bu sorunları yaratan şeylerin çapını bulmak gerekir diye düşünüyorum. çok fazla iş
bulamıyoruz tabi ama bunun sebepleri devletin istihdam yaratmaması , puanların başını alıp
gitmesi vs. bir yandan da kendi işimizi yapamamak. Mezun oluyorsun adalet bakanlığına ya da
sosyal politikalar bakanlığına girdin diyelim. Sen bile ne iş yapacağını, kendi işini yapıp
yapamayacağını bilmiyorsun . Bir süre sonra alışıyorsun gerçekten kendi işini icra etmiyorsun.
K7:Akademik olarak düşünüyorum ama bir yandan da uzman yardımcılığı düşünüyorum
seçenekleri değerlendireceğim.
K8:Öncelikli olarak ileriye dönük birkaç planım var.Bunlardan birincisi sosyoloji
üzerinden,İletişim
Sosyolojisi
üzerinden
bir
şeyler
yapmak
akademik
çalışmalar
yapmak.İkincisi sosyolojinin herhangi başka bir ana bilim dalında olabilir.Tabi ki diğer diğer
tercihimden bir tanesi de sosyolog olarak çalışmak olacak.Halkla ilişkiler uzmanlığındansa
sosyolog olarak çalışmak beni daha da tatmin edecektir diye düşünüyorum
ilerde.Sosyolojiye kendimi daha yakın hissediyorum.Soruyu ben tam olarak anlamadım
galiba.Türkiye’de birçok yerde atama bekleyen sosyolog var.Geçen günlerde hatta toplumsal
bir tepki olması için bir eylem çağrısı yapılmış fakat 5-6 kişilermiş.Çok kötü bir durum Şöyle
mesela,hocalarımdan duyduğum kadarıyla her ile bir sosyolog projesini her öye bir sosyolog
şekline projeler hayata geçirilmesi söz konusuymuş.Ne kadar sürer bilmiyorum ama sosyolojiye
gereken
önemin
verilmediğini
düşünüyorum.Sosyolojinin
sadece
kullanıldığını
düşünyorum.Devletin meşruiyet kaynağı olarak kullandığını düşünüyorum.Eğer insan
özgürlüğünün bilimiyse,eğer eşit ve adil bir düzen yaratmanın bilimiyse bir yerlerden
nemalanmak gerekmekte.Gerçekten o çizgide ilerlemek gerekmekte.Fakat Türkiye’de
nemalanma hem sosyologlar buna yakın durmaktalar hem de devlet böyle olmasını istiyor.
K9:Sosyoloji aslında bence bir meslekten çok bir yaşam tarzı oluyor.Hayata
bakışınız,duruşunuz,düşünceniz,konuşmanız bile belki dört yılda almış olduğumuz eğitim bir
hiç ama çok değiştirdiğini düşünüyorum.Meslek olarak yine olsa yine sosyolog olmak isterdim.
K10:İstediğim yere geldiğim için mutluyum ama hani çok meslek anlamında umutlu
değilim.Ama yine de örneğin SPSS alıyorum,proje planlama alıyoruz.Alternatiflerimi
oluşturmaya çalışıyorum ama Türkiye’de sosyolojinin çok iyi bir noktada olduğunu
düşünmüyorum.
K11:Meslek olarak sosyolojiyi düşünüyorum. Hani yaşadığımız toplumda bir sorun
varsa bununda mühendisleri biz olmalıyız. Bu sorunları bizim çözmemiz gerekiyor. Ama sadece
sosyolojiyi değil, diğer bilim dallarıyla da harmanlayıp çözüme ulaşmamız gerekiyor.
K12:Türkiye’ de fazla bir önemi yok.Ama hani Avrupa’da daha önemli yani aslında
benim için önemli de ülkemiz düşünüldüğünde çok da önemli olmadığı ortada.
K13:Valla meslek olarak devlet tarafından desteklenmesi gerekiyor.Özgür bir çalışma
alanı bulundurulması için önünün açılması gerekiyor.Sosyologların önünü hem ekonomik hem
de politik anlamda kesiyorlar.Geçen gördüm 3000 tane vaiz alınmış.Ama bu sene alacakları
sosyolog sayısı 200 ü geçmeyecek.
K14:Açıkçası ben sosyolojide bir iş bulabileceğimi düşünemiyorum çünkü daha sosyoloji
Türkiye de popüler olmuş bir meslek türü değil.
K15:Türkiye şartları açısında büyük bir bölüm olduğunu düşünmüyorum ama yurt
dışında çok büyük olanakları sahip.
K16:Meslek olarak sosyoloji dendiğinde benim aklımda çok bir şey canlanmıyor. Sürekli
böyle işte akademi tahayyülü olduğu için benim zihnimde,yani ne bileyim. İşte geçenlerde
gördüm Nüfus Etütleri Enstitüsü araştırmacı alacakmış geçici olarak. Bu tarz şeylerde
çalışmak hoşuma gitmiyor. Geçenlerde bir sosyal araştırmada bir anketörlük işinde çalıştım.
Orada şeyle ilgiliydi, kamuyla sivil toplum kuruluşlarının ilişkisi, sivil toplum kuruluşlarının
kamuda bilinirliği, bunu çözmeye yönelik ne yapılabilir gibi bir araştırmaydı. İşte elimize
anketler verdiler falan, gittik, birileriyle görüşmeye çalıştık falan da yani sorulan sorular bazen
çok rahatsız edici olabiliyor. Dolayısıyla da kimse cevap vermek istemiyor. Zor bir işti. Yani
şöyle, çok açık ve net insanların siyasi tercihlerini, dini yönelimlerini öğrenmeye dair sorular
vardı. Dolayısıyla da insanlar işte bu konuda açıklama yapmak istemedi birçoğu. Yapanlar
bana kalırsa gerçeği söylemediler gibi. Yani bu iş, hani zanaat kısmı burada ortaya çıkıyor.
Gidelim soruyu soralım, onun verdiği cevap her koşulda doğrudur gibi bir şey yok. İnsanlar
gizliyor. Beraber vakit geçirmeden de bunun farkına varamıyorsun. Dolayısıyla meslek olarak
sosyoloji dendiğinde benim aklımda bu canlanıyor. Bu canlandığı için de çok da sevimli
gelmiyor bana.
K17:Zor bir soru aslında da bence yani, sosyologluk böyle bir meslek var mı emin değilim
de zaten ben. Yani sosyolojiden mezun olduğumuzda diplomamızda sosyolog yazıyor da
sosyolog olunuyor mu bilmiyorum. Ama gerçekten bir bilim olarak sosyolojiyle ilgilenen,
kendini bu anlamda ilerleten, sosyoloji çalışmaları yapan insanlar Türkiye’de de var bence ve
görünürlük de kazanıyor bence, son birkaç yılda, özellikle son 3 yılda. Çünkü ben sosyolojiye
başladığımda insanların hiçbiri bilmiyordu, sosyolog nedir, ne yapar. Hatta şey geyikleri
dönüyordu işte ‘sosyolojiyi bitirince sosyalist mi olacaksınız?’ falan geyikleri dönüyordu. Ama
şimdi biraz daha biliniyor bence sosyoloji.
K18: Ya aslında bunun bir meslek olarak kategorize edilmesinin taraftarı değilim.
Çünkü; herkesin yapabileceği bir iş olarak görüyorum sosyolojiyi. Ya hani kuramsal şeyleri
öğrenmek dışında, öğrendikten sonra herkesin yapabileceği bir iş olarak düşünüyorum. Sadece
eleştirel bakmayı bilmeyen, görmeyen yani, daha önce yapmayan insanlar için bir avantaj
sağlayacaktır. Ama onun dışında da çok böyle toplumdan inanılmaz uzak, işte çok farklı bir şey
olduğunu düşünmüyorum.
-Peki, üniversite eğitimi almak gerekli mi ?
Bence gerekli değil.
-Üniversite eğitimi almadan olabilir mi yani?
Kesinlikle, yani iş olarak. Yani, şöyle düşünelim; Ben bir yerde mezun olduktan sonra
çalışmaya başlasam özel bir yerde araştırma merkezinde, çok böyle sosyolog olduğum için
alınmayacağım. Benim yapacağım işi herkes yapacak. Bu arada hani veri girişidir, istatistik
değerlendirmedir, herkesin yapacağı iş olarak, pratiklik yönünden baktığımızda, böyle bir şey
var. Ama hani akademisyenlik, profesörlük, bu tarz şeylere baktığınızda bunun için biraz sabır
gerektiğini düşünüyorum.
K19:Çok kapsamlı bir soru. Genel olarak düşündüğüm şey; Bilmiyorum ya ben sosyolojiyi
seviyorum ya. Buna bir şey söyleyemeyeceğim.
Mezun olduktan sonra akademi düşünen öğrencilerin çoğunluğunda kamuda sosyolog
olarak çalışma durumunda aslında kendi mesleğini icra edemeyeceği fikri oluşmuştur.
Sosyoloji mezunlarına yeteri kadar istihdam alan sunmayan devlet atadığı sosyologları ise
kendi işini yaptırmayarak giderek mesleğe yabancılaşma meydana gelecektir fikri ortaya
çıkıyor öğrencilerin yorumları temelinde baktığımızda. Sosyologlara yaptırılan anket gibi
işlerin de aslında sosyologların işi olmadığını yanlış yorumlanması ile ortaya kimsenin aslında
ne yapılması gerekir üzerine düşünmediği bir meslek yapma durumu ortaya çıkıyor.
6.Gelecekte sosyolog olarak çalışabileceğini düşünüyor musun yoksa alternatif meslekler
mi düşünüyorsun?
K1:Gelecekte sosyolog olarak çalışmak istiyorum. Alternatif meslek, sosyolojinin
bağlantılı olacağı konularda olur yine.
K2:Evet, düşünüyorum. Yeni açılan sosyoloji bölümlerinden birinde kadro almak
istiyorum.
K3:Sosyolog olarak çalışmak istiyorum.
K4:Sosyolog olarak çalışmayı planlıyorum tabi ki. Ama şey yapmayı, yüksek lisans, başka
bölümlerden de yüksek lisans yapabileceğimi düşünüyorum yani. Sosyal hizmet olabilir. Yine
bu şekilde sosyolojiye yakın dallarla alakalı. Felsefe olabilir. Düşünüyorum yani ama sosyolog
olarak çalışmayı da istiyorum.
K5 :Aslında bu ikili bir şey yani biz öğrenciler ya da akademisyenler ya da bizi
destekleyen insanlarla bir şeyler yapabilirsek biraz daha taleplerimizi artırabilirsek tabi ki bir
değişim yaşanabilir diye düşünüyorum ama günümüz koşullarında düşünmüyorum. Aslında
çaba var sosyoloji derneğinin ya da yeniden sosyoloji derneği akademisyenlerin derneği bunu
gösteriyor ama sadece bu yetmiyor. Bizim de insanlara sosyolojinin ne olduğunu ne yaptığımızı
anlatmamız gerekiyor. Sosyoloji bölümüne gelen öğrenci bile başta geldiği hedefleri ile
ayrılmıyor. Şöyle oluyor son seneye kadar herkes ya akademisyen olmak istiyor ya da ciddi
gayret gerektiren işlerde çalışmak istiyor ama son seneye geldiğinde yeter artık bana yetti
hayatımın bu aşamasından sonra hadi artık hayatımı idame ettirecek iş bulayım diyor.
Vazgeçmek zorunda bırakılıyor. Yeterli kontenjan yok kadro yok. Belki severek gelmiyor ve
kafası tamamen şeye kayıyor, 4 senelik üniversite bitirdim ben bir devlet memuru olayım
kafasına geliyor yani. Bugün ben de diyorum akademisyen olmak istiyorum ama bu da çok
kolay değil. Kurumlara başvurduğumda bin tane işlemden geçiyorum. Yeterliliğim farklı
yollardan sorgulanıyor ama kadroyu hak etmeyen, senden daha az yetenekli, çok bilgisi
olmayan, sadece ezber mantığıyla gelmiş insanlar olabiliyor. Çok yönlü bir sorun aslında bu.
Hem akademide hem dışarıda. Bizim aslında şunu çözmemiz lazım bir yere nasıl hakkıyla ,adil
şekilde yerleşiriz problemini çözmemiz gerekiyor. Akademisyenlerin biraz daha adil-belki bir
takım elinde olmayan noktalar vardır müdahale edemediği ama- olması gerekiyor, bir çok
insanın hakkının yenildiğini düşünüyorum en azından fırsat tanınması gerekiyor bu insanlara.
Bizde zaten sosyoloji Avrupa ya da Amerikan sosyolojisine göre gelişiyor. Kendi anlayışımız
yok bunu aşabilmek için çok yönlü düşünebilmek lazım.
K6:Büyük şirketlerde çalışmayı kamuoyu araştırması yapan şirketlerde çalışmayı
düşünüyorum , sosyolojiden devam edeceğim.
K7:Tam olarak sosyolog gibi değil de akademik olarak devam etmeyi düşünüyorum.
K8:Sosyolog olarak çalışmayı düşünüyorum.
K9:Sosyolojiyle ilgili bir şeyler yapmak istiyorum.
K10:Evet düşünüyorum.
K11:Ya şimdi şöyle hani kurumda kuruluşta değil de okulda devam edersem öyle
sosyolojiye devam ederim.Sosyolog öyle olunuyor.Yani herhangi bir kuruma girdiğinde pek de
sosyolog olunmuyor.Alternatif olarak da işte neyse onu karıştırmayayım.
K12:Birinci soruyla alakalı olarak cevap vereceğim bu soruya.Gelecekte ne tür bir iş
yaparsam yapayım her işin sonu sosyolojiye çıkacaktır.Yapacağım her iş yine sosyolojik bir iş
olacaktır.
K13:Hayır düşünmüyorum.
K14:Ben bu kadar okumuşken kendi bölümümle ilgili bir meslek yapmak istiyorum.
İnşallah öyle olur.
K15:Sosyolog olarak çalışabileceğimi düşünüyorum, işte akademiden başka bir şey
canlanmıyor benim kafamda. Onun dışında başka alternatif alanlar tabi ki düşünüyorum.
Çünkü böyle saplantılı idealist şekilde şunu olacağım, şunu olacağım demek de bugünün
koşullarında çok büyük de bir kar getirmiyor insana. Biraz kartları çoğaltmak gerekiyor diye
düşünüyorum.
K16:Ya benden başka bir şey olmaz. Yapacağım ben. Bunu nasıl yaparım bilemiyorum,
gerçekten polemik, sonuçta temel şey hani bir şekilde beslenmem gerekiyor. Yani ekonomiyi
nasıl ayarlarım, sosyolojiyi nasıl icra ederim onu gerçekten bilmiyorum. Benim hedefim
akademide bir sosyolog olarak çalışmak, mesleğimi yapmak istiyorum. Böyle bir imkan
olmazsa ne iş yaparsam yapayım ben yine sosyologluk yaparım diye düşünüyorum.
K17: Yani sosyolojiyi, kendimi geliştirmek adına kullanıyorum. Biraz daha idealist
bakıyorum olaya. Alternatif meslekler düşünülebilir, her zaman olabilir.
K18: Sosyolog olarak çalışacağımı düşünüyorum
Öğrenciler sosyolog olarak çalışmayı istemekteler. Okudukları bölümü bitirdiklerinde
yine bu alanda çalışma fikri bölümün geleceğine dair bir inanç da beslediklerini gösteriyor.
7. Sosyoloji eğitiminin ailenle olan ilişkine herhangi bir etkisi oldu mu?
K1:Pek fazla bir etkisi olmadı aslında, ne okuduğum konusunda bir bilgileri olmadığı
için. Olmadı.
K2:Sosyolojinin ne olduğunu açıklayıp tercih etmiştim. O yüzden herhangi bir sorun
yaşamadım. Ama bölüme devam ettikçe onların bana daha çok şey danıştığını, daha çok şey
konuşabildiğimizi, fikirlerime daha çok önem verdiklerini gördüm.
K3:Ailemle olan ilişkime, arkadaşlarımla olan ilişkime çok büyük etkisi oldu. Çünkü
olaylara daha farklı ve daha geniş perspektiften bakmaya başlıyoruz. Bir kere dışarı çıktığımda
gözlem yeteneği gelişiyor. Gözlem yapabilmeyi öğreniyorum ya da gözlemlediğin şeyi bir
şekilde yorumluyorsun. Eskiden daha farklı bakıyorsun. İki insan gördüğünde ‘aa bunlar,
atıyorum, el ele tutuşuyorlar’dan başka daha farklı yorumlara açılabiliyorsun. Kesinlikle oldu
ailemle de arkadaşlarımla da.
K4:Sosyoloji bölümünü kazandıktan sonra oldu. Yani şu an ayrı olarak yaşıyorum zaten.
Döndüğüm zaman inanılmaz bir değişim, birbirimizi anlama durumumuz oluyor yani. Onlar
farklı bir şeyden bahsediyor. Temel, yani ben kendi ailemde de görüyorum bunu, insanların bir
şeyleri konuşup temellendirememesi. Bunun çok net farkına varmaya başladım.
K5:Biraz muhafazakar bir ailem var benim, işte biraz da siyasette de muhafazakardırlar.
Sosyoloji biraz algıları açınca , bundan biraz rahatsız oluyorlar bazen tabi. Ama çok da büyük
bir sorun yaşamıyorum tartışıyoruz falan. Onlar da memnun oluyorlar aslında oğlumuz da bir
şeyler öğrenmiş diye seviniyorlar ama biraz da onlar gibi düşünmediğim için bir endişeleri de
yok değil.
K6:Onlar da başta ne olduğunu bilmiyorlardı sosyolojinin. Tabi bir anlatma evresi oldu,
anlaşamama evresi oldu. Çok desteklediler beni. Ne istiyorsan biz arkandayız yanındayız diyen
bir ailem var. Merak ettiler siz ne yapıyorsunuz diye. Bir gün babamla köye gitmiştik Bolu’da
yaylamız daha doğrusu. Yaylada bana şey demişti ya bak kızım şuraya git şu insanla tanış o
sana köyün tarihçesi hakkında bilgi verir falan diye heveslenmişti. Tarihle sosyoloji arasında
ilgi kurdu ben de çok şaşırdım hani. İş konusunda bir huzursuzlukları var tabi onlar da farkında
bu ülkede daha farklı alanlarda adı duyulmamış ya da sanat gibi alanlarda çok fazla iş
yapılmayacağının farkındalar. Sonunda aile ayni düz bir şeyi var bir işe girsin, bir hayatı olsun,
bir kazancı olsun o şekilde idame ettirsin hayatını şeklide düşünüyorlar. O yüzden
tedirginlikleri var ama bir şekilde bir şeyler yapacağımı düşünüyorlar. Sosyolojiden önce de
fikir ayrılıklarımız vardı . Daha esnek bakabilmeyi öğrendim katı tutumlarım vardı önce,
anlaşmazlıklar çok fazlaydı ama ondan sonra biraz daha farklı bakabilmeyi esnek
davranabilmeyi öğrendim o açıdan olumlu olduğunu düşünüyorum. İnsanlara çok yönlü
bakabilmenin getirdiği bir sonuç var.
K7:Oldu daha büyük tartışmalarıma sebep oldu çünkü şimdi sosyolojiye girince
perspektifim fazlasıyla açılıyor genişliyor bu yüzden kıt şeyleri savunmuyorsun, belirli
normlara göre davranmıyorsun bu sefer ailende tepkiler olmaya başlıyor. Neden böyle
davranmıyorsun sana ne oluyor gibi. Böyle çok sert olmasa da tartışıyoruz. Siyasi anlamda
mesela.
K8:Ailem yanımda oldu.Şöyle ki benim okuduğum bölüm bir disiplin, bir bilim bile
değil.Bir bilim dalında lisans eğitimi görmemi desteklediler.Çift anadal yapıp böyle bir yükün
altına girmeyi istersen bir düşün dediler.Ama bu konuşma gerçekleşti annemle aramda.Ama
tabiî ki desteklediler yani. Bu işin içinden işte tırnak içerisinde alnımın akıyla çıkmam ikimizi
de mutlu edecektir. Annem sosyoloji konusunda bilgili değildi.Ben anlattım çevresinden
duyduğu bazı öğretmen yakınlarımız akrabalarımız onlar söylemişler.O açıdan da geleceğinin
iyi olduğunu düşünüyor ama tam olarak bilmiyor.
K 9:Sosyoloji aile ilişkilerimi düzenli hale getirdi.
K10:Pek bir etkisi olduğunu söyleyemem ama sadece kararlarıma saygı duymakla
yetindiler. O nedenler pek bir sorun olmadı yani.kendi tercihimdi.
K11:Ailemin aslında pek bir etkisi olmadı. Hatta sosyolojinin yanlış anlaşılmışlığını
onlarda da gördüm. Felsefeci zannettiler. İşsiz olacaksın,başarılı olamayacaksın dedi.İyi bir
sonuca ulaşacağımı sanmıyorlardı.Onlar daha çok doğa bilimlerinden istiyorlardı.
K12:Benim kuzenim okuduğu için biliyorlardı. Bir de meslek lisesi çıkışlı olduğum için
üniversiteye girmem onlar için iyi oldu.Yani sorun olmadı.Sosyolojiyle ilerde ne yapar diye
düşünmüşler midir bilmiyorum da karşı çıkışları yok,destekliyorlar yani.
K13:Ben Diyarbakır’dan geliyorum. Gelmeden evvel biraz muhafazakar bir yapım
vardı.Gerek ailemle gerek çevremle.Sonra Ankara gibi bir büyükşehre geldim.Değişik
dinlerden,cinsiyetlerden insanlarla bir araya gelince ister istemez değiştim.Ben değişince de
ailem olduğu yerde kaldığı için ilişkilerimde sıkıntı olmaya başladı.Örneğin ben bir şey
söyleyip farklı bir görüş ortaya attığımda bana sen nereden öğrendin bunları,çok değiştin falan
diyorlar.
K14:Evet oldu sosyoloji okuduktan sonra açıkçası ailemle olan hani bencillikten ziyade
karşımdaki insanı da anlama ve birbirimizi anlamayı daha çok öğrendik.
K15:Ailemle bire bir ilişkim de değişiklik olmadı ama çevrede komşularla akrabalarla
ilişki düzeyinde biraz daha anlayabiliyorum artık bazı şeyleri.
K16:Oldu. ‘sen çok değiştin’ diyorlar bana çok ilginç bir şekilde. Önceki Onur’la şimdiki
Onur arasında çok fark varmış. Çok fazla sorgulama diyorlar mesela. Mutsuz oluyorsun bak,
yapma diyorlar. Çok düşünüyorsun diyorlar. Ondan sonra eskiden bana öğüt veren, o öyle
değil böyle diyen babam, ‘oğlum sen daha iyi biliyorsun’ demeye başladı mesela. Kendimi
yıprattığımı düşünüyorlar sanırım. Toplum beni yoruyor. Her sabah ağlayacak gibi oluyorum
haberlere bakınca, sosyal medyada dolaşınca.
K17:Benim ailem biraz şeydi, hani felsefeye giderken de çok karışmazlar, kendi
kararlarımı kendi alan biriyim. Ama felsefeye göre sosyolojiyi onlar da daha çok sevdiler.
Onların gözünde tabi şey olarak bakıyorlar, mesleki anlamda para kazanabilecek mi, iş
bulabilecek mi, herkesin kaygısı bu çünkü ne yazık ki. Böyle kaygıları tabi ki var ama benim
yapabileceğime güveniyorlar. O yüzden ben bir tepki görmedim ailemden. Benim sosyoloji de
okusam, başka bir şey de okusam bir şeyler yapabileceğimi düşünüyorlar. Bu yüzden
avantajlıyım bu konuda.
K18: Elbette. Elbette veya mecburen denilebilir. Çünkü bu toplumsal bağlamda olan
şeyleri bize, ben de yakınlarıma aktarmaya çalışıyorum. Öncelikle ailenizle düşünce bakımında
çatışma çıkıyor ama şey zorunlu olduğunu belirttiğim nokta şu; yani oyun oynanıyor şeklinde
algılanıyor karşı tarafta. Akraba olarak düşünsek de öyle, biraz da psikolojiye yakın bir ders
olarak düşünülüyor. O da biraz sıkıntılı ama anlatamıyorum işte.
K19: Evet etkisi oldu. Annem de sürekli destekliyor. Hatta benim kitaplarımı okuyor.
Onun da ilgisini çekiyor toplumla ilgili şeyler.
-Tartışıyor musunuz peki?
Evet. Bazen onunla televizyon izledikten sonra işte şöyle oldu böyle oldu diye analiz yaptığımız
oluyor yani.
Bölümle beraber fikirleri, yaşama bakışları değişen öğrenciler için aileyle bir çatışma
sürecinin başladığı görülüyor. Bölümün bireylere kattığı eleştirel düşünme eski ve yeni arasında
gözle görünür değişmelere yol açarken ailenin bunu fark etmesi, önceden ailenin verdiği
öğretilere tepki vermeyen çocuğun şimdi karşı çıkması, toplumu derinlikli yorumlaması
kimileri için aile ile karşı karşıya gelme durumuna yol açmaktadır. Hayata eleştirel bakanlar ile
normal kabul gören fikirleri yaşayanlar arada bir çatışmayı doğurmaktadır sosyoloji okumak.
Öğrenilen bilginin okulda kalmayıp hayata geri döndüğü de bir gerçektir. Teorisini aldığı
sosyoloji yaşamına bilinçli eylem olarak yansıyor. Yaşadığı şeyi temellendirirken aileye,
akraba ve arkadaşa da bu değişim dokunuyor, temas ediyor.
8. Sosyoloji bölümünde eğitim görmene ilişkin aldığın tepkiler neler?
K1:Mesela ilk önce şöyle bir şey söylüyorlar; ‘hangi bölümde okuyorsun?’ “sosyoloji”
Ondan sonra da işte ‘ne oluyor ki o?’ gibi hiçbir fikir dahi olmaması gibi tepki alıyorum. ‘ne
oluyorsun mezun olunca?’ gibi. ‘öğretmen oluyor musun?’ gibi tepkiler alıyorum. Hiçbir
konuda, yani sosyoloji konusunda, insanların çoğunun çok fazla bir bilince sahip olmaması.
K2:Çevreden genellikle ‘sosyoloji ne, kaç senelik’ gibi tepkiler alıyorum. Çoğu kişi ne
olduğunu bilmiyor. Hatta bir anımı anlatayım size buradan. Birisi, sosyoloji okuyorum,
dediğimde şey demişti; ‘siz ne yapıyorsunuz, hayvanlarla mı ilgileniyorsunuz?’ demişti. Ben de
direk ‘evet, sizin gibi hayvanlarla’ diye cevap vermiştim. Zoolojiyle karıştırmıştı büyük ihtimal.
K3:İlk başta şunu söyleyeyim; ilk kazandığımda ben kendim bile tepki vermiştim ki
başkaları nasıl tepki vermesin. Ama daha sonrasında bölümü öğrenmeye başladıkça, bu
mesleği öğrenmeye başladıkça aldım tepki. Zaten siz de biliyorsunuzdur; ‘ne okuyorsun?’.
Hacettepe deyince ilk tıp geliyor akla, ‘hayır sosyoloji’ deyince ağız, burun kıvırma oluyor
mesela. ‘aa sosyoloji mi, olsun o da güzel bölümmüş’ falan gibisinden böyle tepkiler oluyor.
‘peki ne olacaksın?’ dediklerinde 1.sınıftayken ben bunu anlatmaya çok üşeniyordum,
öğretmen olacağım deyip geçiyordum mesela bir yaşlıya. Ama şimdi anlatabiliyorum, yani
bunu en azından kendi yaşlılarıma karşı yapabiliyorum. Ama tabi tepkiler var, hala var. Ne
bileyim bu sadece yaşlı kesimde değil genç kesimde de sosyoloji deyince ‘aa işsiz’ gözünden
bakılıyor. ‘sen ne iş yapacaksın, nerde çalışacaksın, işte kendi mesleğini yapmazsın, başka
işlerde çalışırsın, işte atıyorum insan kaynakları uzmanı ya da aile danışmanı gibi.’ Bu tarz
şeylerde çalışılabileceğini düşünüyorlar.
K4:Valla genelde insanlar genelde çok ayrıntılı bilgi bilmedikleri için çok fazla
eleştirmiyorlar da. Bilgi sahibi olmaları lazım eleştirebilmeleri için de. Ama genelde hani
sosyolojiyi milliyetçiliğe daha çok karşı bir bölüm olduğu, öyle bir algı var yani. Ben çevremde
en azından böyle, sosyoloji işte milliyetçiliğe uzak, daha insan ayrımcılığına uzak, statüye karşı
falan öyle bir algıları var yani genel olarak.
K5:Genel olarak iyi öğrenci çevresinde çok güzel falan diyorlar ama tercih zamanı ben
sosyolojiyi isterken ailem maliye yaz, iktisat yaz işsiz kalmazsın en azından gibi bir anlayış
vardı. Bu algı var hani ailede ama öğrencilerde bu algı yok daha çok mezuniyet öncesini
düşünüyorlar. Bir tartışmada sen ne düşünüyorsun olaylarına giriyorlar. Daha bilinçliler
sosyolojinin ne yaptığı konusunda. Daha orta yaşlı akrabalarım ee çıkınca ne iş yapacaksın
diye soruyorlar. Bu soruyla muhatap oluyorum. Mesela Diyarbakır’a gidiyorum iniyorum
havaalanından taksiye biniyorum. Soruyor direk ne okuyorsun, sosyoloji nedir falan diyorlar,
toplumbilimi diyorum hıı tamam ağabey deyip geçiyorlar. Hatta arkadaşın büyükannesi vardı
çok tatlı bir kadın bana ne olacaksın diye sorduğunda, arkadaşım öğretmen olacak deyip geçti
benim için.
K6:Dedem çok komikti dedeme ilk kazandığımda nasıl anlatacağımı düşünürken sosyal
bilgiler öğretmeni olacağım dedim çünkü işin içinden sıyrılmayacaktım. Çevremden de
arkadaşlarım özellikle emin misin gelecek konusunda iş güvencen konusunda gibi tepki
veriyorlar. Çok da anlamalarını beklemiyorum. Herkes puanı nereye yeterse oraya gidiyor.
Hayatını bu şekilde kuruyorlar. Çok beni ırgalamadı açıkçası tepkileri. İnsanların tutumunu
gördüm bu sefer de niye bu kadar dışlanıyor bu bölümler felsefe sosyoloji gibi buna yönelik
tepkileri gördüm. Böyle yani .bir insanla tanıştığımda ne okuyorsun dediğinde sosyoloji
dediğimde çok güzel ya hep okumak istediğim bölüm diyor mesela niye okumadın o zaman
dediğimde iş maddi noktaya geliyor. Beklide şey siz onun gözünde onun yapmak isteyip de
yapamadığı bir şeyi yapıyorsunuz. İnsanlarda bir istek var ama maddi durum onu engelliyor.
Güzel tepkiler de alıyorum tabi. Herkesi dikkate alırsan sen de benim geleceğim ne olacak gibi
bir derde düşüyorsun. Yaşamımızı idame etmek zorundayız ama bir yola girdiysek girerken
girdisini çıktısını hesaplamak lazım diye düşünüyorum. bir yerden bir şey bulabiliriz diye
düşünüyorum. gazeteci olabiliriz, bir şeylerin ucundan tutabiliriz belki aynı şey değil
sosyolojiyle ama. Sosyoloji sadece tarih değil, psikoloji değil, felsefe değil , sanat değil
bunların bir çoğunu aynı anda ele alıyoruz bunlardan anlayan bir insan başka bir alanda da
çalışabilir.
K7:İlk tepki mezun olunca ne olacaksın? Kimse sosyoloji nedir diye sormuyor. Ama yine
de anlatmaya çalışıyorum anlamasalar da . bu tarz tepkiler alıyorum. Kimse aa sosyoloji mi
okuyorsun ne güzel bir bölüm demiyor. Gayretle anlatıyorum yine de.
K8:Şöyle bir durum söz konusu ben kişisel olarak destek görmekten hoşlanan,mutlu olan
bir insanım.Tabiiki çift anadal yapmak destek görmeme bir sebepti.Ama sosyoloji bölümünde
olması iletişim çevresinde daha çok destek almamı sağladı.Olumlu tepkiler aldım yani.
K9:Ben bilmiyordum benim cehaletimdi. Ama sosyoloji okuyorum dediğimde ben çok
olumsuz tepkiler almadım.Takdir gördüm çokça ve memnun oldu çevremdeki insanlar.
K10:Genelde insanlar soruyor “ne oluyor şimdi bu diye?”Bazıları Hacettepe’de
okumamdan dolayı sırf bunu ana bilim dalı falan sanıyorlar.Yani çok duyulduğunu söyleyemem
ama insanlara anlattım birkaç örnekle falan ama yine de çok da canlandıramıyorlar
kafalarında.O nedenle Türkiye’de pek duyulmamasının da etkisi var tabi bununla.Bazen iyi
tepkilerde alabiliyorum.”oo sosyoloji mi , çok güzel” falan diye.Bir bakıyoruz,aynı zamanda
çok seviyoruz diye.Daha çok şey olarak şey olarak bakılıyor meslek gibi değil de felsefeymiş
gibi.Sanki böyle zevkine entelektüel bir çaba olarak görünüyor.
K11:Bundan atıyorum bir 3 yıl önce sosyolojiyi kimse bilmiyordu. En azından çevremdeki
kişiler.Boş boş işlerle uğraşıp sapkın düşüncelerle kendini tatmin etmek olarak
görüyorlardı.Şimdi bakıyorum evet toplumda bazı şeylerin tıp gibi doğa bilimleriyle
çözülemediğini görüyorum ve artık umudu biraz bize çevirmeye başlamışlar ve kurumlar
bazında düşünüldüğü için kurumlarla sorunları çözebileceğimize inanıyorlar.İyi buluyorlar
sosyolojiyi.Özellikle Ankara Dil Tarih de okumak .Beni de desteklediler.
K12:Akrabalar kuzenimden bildikleri için sevindiler.Ama başkaları sorunca ve sosyoloji
deyince başıma bir şey geldi bir kere.Otobüste benimde çocuğum diş doktoru dedi,sizinki de
bölüm mü yani dedi.Yani öyle işte.
K13:Memlekette sosyolojinin ne olduğunu bilen çok az kişi var.Onlara da ben
rastlamadım.Ne okuyorsun Hacettepe’de tıp mı diye soruyorlar.Hayır diyorum.Sosyoloji
deyince psikolojiyle karıştırıp iyi diyorlar.Bende uzatmıyorum sonra.
K14:Aldığımız eğitim güzel hocalarımdan ve verilen derslerden çok memnunum
dışarıdan aldığı tepkiler: kimse yadırgamadı bu dönemde öğrenciler açısından sosyoloji baya
popüler meslek olduktan sonra sosyolojimi okuyorsun ne güzel verilen tepkilerin hepsi bu
yönde.
K15:Ya şöyle söyleyeyim bizim gittiğimiz yerlerde bile sosyolojinin ne demek olduğunu
bilmeyen insanlar var o yönde biraz sorun yaşıyorum ne olduğunu bilmiyorlar.
K16:Şimdi bir kategorize edelim. Arkadaşlardan aldığım tepkiler, aile büyüklerinden
aldığım tepkiler, çekirdek ailemden aldığım tepkiler tamam mı? Arkadaşlarımdan aldığım
tepkiler, ‘oğlum işletme daha iyiydi.’ Aile büyüklerinden aldığım tepkiler, amca, dayı, dede
neyse ‘sosyalleşiyor musunuz oğlum siz orda?’ “sosyalleşiyoruz dede” Arkadaşlarım da
değiştiğimi söylüyor. Yani şöyle, adamlar çok farklı ya, artık iletişim kuramaz oldum. Yıllarımı,
15-20 yılımı geçirdiğim insanlarla 3-5 kelime etmekten çekinir ne bileyim sıkılır oldum.
K17:İnsanlar şöyle bakıyorlar ne yazık ki okuduğum bölüme; ‘ne kadar para
kazanacaksın;?’ bir etiketin var mı buna bakıyorlar. ‘öğretmen olabilecek misin?’ hani bir de
kadın olunca tabi işin içine şey de giriyor, mesleğin evlenmeye ve çocuk büyütmeye müsait mi,
buna da bakıldığı için, yani garip tepkiler alıyorum tabi ama her sosyolojisi öğrencisi gibi, çok
şey yapmıyorum, takmıyorum kafaya sanırım.
K18: Hımmm, işsizlik şeyine biraz dikkat çekiliyor. Mezun olunca ne yapacaksın, nerde
ne yapabilirsin.
K19: Genelde olumlu tepkiler alıyorum.
-
Neler söylüyorlar mesela ?
Çok şey öğrenecekmişiz gibi davranıyorlar ya hani çok bilmiş olacakmışız gibi.
Sosyoloji hayata bu kadar dokunurken insanların sosyoloji hakkında bilgi sahibi olmayışı
söyleşilerde dikkat çeken nokta. Ailelerin, öğrenci yakınlarının ya da sohbet edilen diğer
insanların öncelik olarak ne iş yapacaksın, ne kadar para kazanacaksın gibi soruları ekonominin
temel olduğu fikrini hatırlatıyor. Genellikle ekonomi temelli yaklaşmak duruma maddi
kaygıları ve geleceğe dair bir şüpheyi anlatıyor. Yaşamı devam ettirmek için paraya ihtiyacın
olduğu genel kanısı hakimken kültürel sermayeyi insanların pek dert edinmediği sonucu ile
karşılaşıyoruz. Yaşamı devam ettirmek için duyulan parasal kaygılar olmasaydı insanlar
öğrencilere "ne güzel topluma dair birçok şey öğreneceksin o halde!" der miydi acaba?
Ekonomik alt yapı üst yapıyı da belirliyor mu Marx'ın vurguladığı gibi?
9.Sosyoloji eğitimi çevrende olup biten olaylara bakış açında ne tür değişikliklere yol açtı?
Gündelik hayatından bir örnek verebilir misin?
K1:Mesela artık şey, her bulunduğum ortamda inceleme yapmaya başladım. Öyle bir
günlük hayatıma etkisi oldu. Mesela böyle oturup neden ya da en basitinden kendi ailemin
mesela neden bazı kararlarda benden farklı düşündüklerini anlamaya çalışıyorum.
K2:Bakış açımı gerçekten değiştirdi. Bugüne kadar tek tip kitaplar okuduğumu, tek tip
bir düşüncenin arkasından gittiğimi gördüm. Sosyoloji okumaya başladıktan sonra başka
açılardan bakabilmeyi öğrendim. En önemlisi o yani.
K3:En son ki seçimlerden örnek vereyim. Buna daha bir farklı gözle bakabildim yani,
halktan daha farklı bir gözle bakmayı öğrendim ya da ne bileyim Gezi Parkı olaylarında daha
farklı bir gözle bakabiliyor insan. Çünkü, hani teorik bir şeyler alıyorsun ve onları da yavaş
yavaş artık gündelik hayata uygulayabiliyorsun. Bu tarz olaylarda bakabiliyorum.
K4:Sosyoloji şöyle mesela, birçok ayrı konuda bakış açımı değiştirdi. Sadece mesela
insanlar arasındaki uçurumun daha net farkına vardım sosyoloji okuyunca. Onun dışında
cinsiyetçi ayrımların farkına vardım. Bunların farkında değildim. Ayrı ayrı dallara
ayırdığımızda birçok farklı dalda yaşanan ayrımcılığın, ötekileştirmenin farkına vardım. Bu
şekilde söyleyebilirim.
K5:Siyasi olsun, toplumsal olsun, aile yapısı , dezavantajlı gruplar gibi konularda bakış
açım değişti. Daha önce benim meselem olmayan konular benim meselem olmaya başladı.
Nedir , ne değildir diye araştırmaya başladım. Algıları açıyor.
K6: Tahammülüm çok yoktu, yine az önceki konuya geliyorum. Yine tahammülüm çok
fazla yok ama şimdi biraz daha bana benzemeyen insanlara çok fazla tahammülüm yoktu, çok
fazla yargılayabiliyordum. Niye böyleler niye düşünmüyorlar diye kızıp yargılıyordum ama
şimdi biraz daha yaşadıkları süreçleri düşünüyorum. Ciddi sorgulama sürecine sokuyor insanı.
Normal bir olay ya da olgular üzerinde doğruları olması gerektiğine inanıyorum insanın ama
tutum yargı düşünce noktasında tek yönlü düşünmemeliyiz. Bölüme gelenlerin isteyerek
geldiğini sanıyordum ama eğitim almaya başlayınca öyle olmadığını anladım . Nasıl
değişmediklerini de gördüm 4 senelik bölüme geldim mecbur, el mahkum diye gelenleri ve hiç
değişmeyenlerini gördüm. Sosyolojinin çıkmazını gördüm açıkçası. Onun dışında çok da
hatırlamıyorum açıkçası.
K7:Şöyle bir değişiklik yarattı önceden milliyetçi bir karaktere sahip bir insandım. Biraz
aileden kaynaklı olarak, o yüzden pek fazla Türk Kürt kardeşliğine pek olanak vermeyen bir
insandım. Ama bu bölümü okumaya başlayınca bir de Ankara’ya gelince Bandırma’dan bakış
açımda büyük bir değişiklik oldu kardeşlikten yana bir hal aldı. Homoseksüelliğe asla iyimser
bir gözle bakamazdım mutluyum sosyolojinin kattıklarından dolayı.
K8:Elbette oldu. Şöyle ki sosyoloji eğitimini tam olarak tamamlamadığım için bu etkinin
tamamen
sosyoloji
eğitiminden
kaynaklı
olduğunu
söyleyemem
ama
okutulan
kitaplar,işlediğimiz dersler ki bunun alt yapısını İletişim’de hazırladım denilebilir.Mesela
medyanın sosyolojik etkisinin olduğu aşikar.Ben iki alanda da eğitim gören bir insanım.İşte
medyada gördüğüm bir metni geniş anlamda kullanıyorum.Program,reklam vs
onun
çözümlemesini sadece sosyoloji öğrencisine göre daha iyi yaptığımı düşünüyorum.Çünkü
biliyorum neler döndüğünü.Orada bir hegemonya oluştuğunu görebiliyorum.
K9:Çok basit bir örnek vereyim.Bir insanın ağaçtan kopardığı bir meyve.Bunu bile
sadece meyve olarak görmüyorum artık.Arka planını düşünüyorum.Yaşadığımız hayata dair
düşünmeye başladım.Güncel olaylara merakım arttı.Önceden açıp haberleri izlemezken merak
etmeye başladım artık.
K10:Ben etnik problemlerle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Geldiğim zaman
Kemalist bir ideolojiye sahiptim.Ama buraya geldikten sonra okuldaki çevrem aldığım dersler
vs
belli
gruplara
olan
önyargılarımı
değiştirdi.
Bu
konuda
bana
katkısı
çok
büyüktür.büyüktür.Gerçekten hani ideolojimin değişmesinde hayat tarzımın değişmesinde en
büyük etkisi bu konu da olmuştur.
K11:Tabi.Yani yorumsama getiriyor.Eskiden LGBT li bireylere toplumun kanayan
yarasıdır.Bizim bunlara bakış açımız feodal toplumdan gelen insanın bakış açısı çok kötü
düşüncelere sahipler.İşte bu da olur mu ? Bunlar neyi amaçlıyor? diye bakılıyordu. Sosyoloji
o kadar derin olanları işliyor ki örtük olanları göstermeye çalışıyor.Bize farklı bakış açıları
yaratıyor.
K12:Vallahi oldu. Şimdi mesela okula gelmeden önceki düşüncelerim çok farklıydı.
Geldikten sonraki ve bölümden dersler aldıktan sonra düşüncelerim de baya fark oldu. Somut
bir örnek veremem ama yapmam dediğim şeyleri daha olumlu karşılıyorum.
K13:Ben Kürdüm.Kürtlerin ezildiğini biliyordum.Kendi başıma da birkaç şey geldi.Fakat
bunu bütünlüklü bir şey olarak değerlendirmiyordum.Sadece Kürtler eziliyor diye
düşünüyordum.Diğer ezilenlerle bir alaka kuramıyordum.Ankara’ya gelince sosyolojik
okumalar,filmler,sohbetler
sayesinde
ezilenin
sadece
Kürtler
olmadığını
gördüm.Eşcinseller,Aleviler,Ermeniler de eziliyormuş.
K14:Aldığımız eğitim güzel hocalarımdan ve verilen derslerden çok memnunum
dışarıdan aldığı tepkiler: kimse yadırgamadı bu dönemde öğrenciler açısından sosyoloji baya
popüler meslek olduktan sonra sosyolojimi okuyorsun ne güzel verilen tepkilerin hepsi bu
yönde.
K15:En yakın örnekte gezi olaylarından çıkarsak. En azından şey öğrendim: Kitlelerin
toplum üzerindeki etkisi bu şekilde düşünüyorum artık, bir de teori olarak düşünüyorum hani
ya bunlar demek Marksist falan diye falan o tarz düşüncelerim yerli yerine oturtabiliyorum bazı
şeyleri.
K16:Elbette birçok değişikliğe yol açıyor da şimdi çok basit bir örnek olacak da,
insanların ellerindeki objelerin, nesnelerin sadece bir nesne olmadığının belki bilincine
varıyorsun. Onların statü sembolü, kendi benlik sunumu, onun üzerinden gerçekleştirdikleri bir
şey olduğunun farkına varıyorsun. Ne bileyim durumsal ilişkileri böyle daha bir göz önünde
oluyor. Belki eskiden sömürünün ya da adaletsizliğin farkındaydık ama bir şeyler okuyunca,
işin içine girince ‘ya bak şu şöyle aslında’ deyince resim daha bir netleşmeye başladı kafamda.
Ama çok da net değil açıkçası. Bir sürü bulanık alan da var yani. Öyle olduğunu zannettiğimiz
birçok şey de aslında öyle değil.
K17:Çok değiştirdiğini söyleyebilirim,sadece bakış açımı değil bence karakterimi de
etkiledi sosyoloji. Yani ben sosyolojiye başlamadan önce, geçen hafta da bayağı tartıştık
arkadaşlarla da, çok kesin doğrularım vardı. Bu bir dezavantaj aslında ama bir yandan da
avantaj. Şimdi her fikre daha çok önem veren biri haline geldim. Geniş bir perspektifle
yaklaştığımı düşünüyorum. Gündelik hayatıma bile böyle. Arkadaşlarımla ilişkilerimde ya da
işte karşılaştığım sorsunlar, kişisel sorunların çözümünde bile sosyoloji eğitiminin beni
değiştirdiğini düşünüyorum açıkçası. Ama bunun dışında, zaten sosyolojiye başlamadan önce
de toplumsal meselelere belirli bir bakış açım vardı. Politik bir bireydim. Ya bu noktada da
değiştirdi aslında. Politikaya da daha farklı bakmaya başladım. Bence çok büyük değişimlere
yol açtı bende. Daha bütünlüklü gördüğümü düşünüyorum her şeyi.
K18: Ben daha hümanist bakıyordum. Net bir bakış açısını kabul ediyordum. Ama bunun
olamayacağını kavrattı bana sosyoloji daha çok, bir de DTCF’ye gelmenin farklılığı var.
Buraya geldikten sonra çatışmaları daha net görebildim. Ben daha hani her şeyi işte herkesi
sevelim kucaklayalım… Öyle olmuyor işte.
K19: Sosyoloji okumadan önce daha iyi gözlemliyordum. Bir sürü anlam çıkarıyordum.
Ama şimdi kuramları, çevremleri öğrendikten sonra, ya sürekli kafamda sanki onu oturtma
eğilimi oldu. Aslında kötü bir şey, ben kötü bir şey hissediyorum yani. Daha önce daha rahat
hissediyordum. Daha böyle güzel şekilde gözlemleyebiliyordum. Şimdi acaba şu hani
kuramdaki şu şey bunu mu kasdediyor yoksa o bunu mu kasdediyor diye kafa karışıklığı
yaşıyorum. Bu da çevremleri kuramları bize ardarda verdikleri için oluyor diye düşünüyorum.
Tam olarak anlayamıyorsun yani, adam belirli bir adam işte şu şeyde neyi anlatmak istemiş
yada onun şu kavramıyla öbürünün şu kavramı çok benziyor birbirine, yani iki tane kavram
var. Karmaşık oluyor böyle bir etkisi var üzerimde
Sosyoloji bölümü okuyan öğrenciler değiştiklerini söylüyorlar. Sosyolojinin farklı bir
bakış açısı kazandırdığını, önceden karşı oldukları, tepki gösterdikleri olay ve olguları artık
anlayabildiklerini, göremediklerini gördüklerini, görmüyorlarsa da ardında ne var diyerek
şüpheyle bakıp asıl sebebi ne olabilir diye sorduklarını dile getiriyorlar. Mevcut sistemin
devamlılığını isteyenlerin halkı neden sosyoloji bilgisinden uzak tuttuklarının cevabı sosyoloji
okuyarak düşman ve farklı gördüğünün de bir renk olduğunu anlayanların yorumlarında gizli
görünüyor. Bir taraftan 'biz' algısı yaratılırken bu bizi pekiştirmek için bilerek yaratılan
'düşman'ın farkına varıyor sosyoloji okuyan öğrenci. Sosyoloji ile değişimi hissediyor, kavrıyor
hayatı ve eski olanın yıkımıyla sarsılırken gizlenenleri görmenin verdiği heyecanla yedine
doğuyor sosyoloji öğrencileri.
10.Bölümüne aidiyet derecen ne? Aidiyet duymanın veya duymamanın nedenleri neler?
K1:Bölümüme aidiyet hissediyorum. Çünkü bu bölümü gerçekten çok seviyorum. Ya ilk
zamanlar bu kadar çok sevmemiştim ama anlamaya başlayınca daha çok sevmeye başladım. O
yüzden şu anda kendimi gerçekten bölüme ait hissediyorum. Ve çok önemli bir şey olduğunu
düşünüyorum.
K2:Evet, tamamıyla ait hissediyorum. Dediğim gibi, siyaset ağırlıklı gitmem, siyaset
ağırlıklı derslere de daha çok önem verip, daha çok kafa yormam, benim kitaplarını daha iyi
okuyup anlamaya çalışarak, ödevlerini daha iyi yapıp anlamaya çalışarak yapmam ve
gelecekte yeni kurulmuş sosyoloji bölümlerinden birinde kadro sahibi olmak istiyorum.
Kendimi ait hissediyorum yani.
K3:Daha önce de söylediğim gibi bölümün içine girdikçe bölümü sevdim ve bir şeyleri
öğrenmek ve onları yerinde araştırmak hoşuma gittiği için ait hissediyorum. İlk başlarda bu
kadar ait hissetmememe rağmen şimdi çok fazla hissediyorum.
K4:Yüksek bir aidiyet hissediyorum gerçekten. Hani kazanırken bu böyle değildi ama şu
anda çok memnunum bölümümden. Asla değiştirmeyi düşünmüyorum. Aidiyet hissetmemin
sebebi de beni inanılmaz ölçüde, hani farkındalık yarattı öyle söyleyebilirim. Farkındalık
yarattı bende.
K5:İlgi alanım öncelikle, iki sene önce bana çok da anlamlı gelmeyen şeyler daha bir
oturuyor kafamda , ikinci senemde bir şeyler oturtmaya başlıyorsam kafamda daha sonrası için
bu beni heyecanlandırıyor. İki yıllık lisans bilgisiyle bile bir şeyler oturuyorsa kafamda ,
sonrası için de olumlu görüyorum.
K6:Hissetmiyorum ya, sosyolojiye aitim ama okuldaki bölüme ait değilim. Ama genel
anlamda sosyolojiye tabi ki ait hissediyorum kendimi. Kendimden bir şeyler bulabiliyorum,
kendimi ifade edebiliyorum, insanları anlayabiliyorum. Bu bitmeyen bir süreç olduğu için
insanlar dışarıda gözlemlediğimde farklı düşünebiliyorum farklı yorumlayabiliyorum bu da hiç
bitmeyen bir süreç ondan kopamıyorsun belki de. Disiplinler arası düşünüyorum sadece
sosyoloji açısından bakmayı da doğru bulmuyorum hepsinden bir parça birleştirerek o şekilde
bakmayı daha doğru buluyorum. Diğer türlü bilimlerin birbirine üstünlük kurma çabası ortaya
çıkıyor bu da sakat bir şey. Sadece senin yaklaştığın şekilde gelişmiyor olaylar. Antropoloji de,
siyaset bilimi de, ekonomi de etkili her birinden bakabilirsek çok yönlü bakabilmeyi öğreniriz
ve biri diğerinden üstün gibi bir bakış olmaz. Tamamen çok yönlü ve derin bir şeye ulaşmak
gerekiyor. Çok basit bir mevzu değil.
K7:İlk geldiğim sene biraz da okuldan kaynaklı olarak gideceğim, sınava tekrar
gireceğim diye düşünüyordum. Buradan çıkınca ne olacağım kaygısı vardı ama zaman geçtikçe
benimsedim. Bırakmayı da düşünmüyorum yani. Direk bakış açısı deyip kestirip atmak
istemiyorum aslında. İnsanları daha fazla anlamama daha fazla diyalog kurmama sebep oldu.
Sosyoloji ile birlikte daha çok anlama sorgulama tekniğine sahip oldum. Bu yüzden ait
hissediyorum kendimi.
K8:Kesinlikle hissediyorum. Hatta kendimi buraya ait hissediyorum.İletişime ait
hissetmiyorum.Orası artık tarihe karıştı benim için Bilmiyorum ama burada kendimi daha çok
iyi hissediyorum.Dersler olsun,bina olsun,buranın tarihselliği olsun,bölümün kurucularının
yaptıkları olsun,özellikle tarihsel bir görev olduğunu düşünüyorum.İşte sınıfta fotoğrafları olan
2 kişinin izinden gitmek tarihsel görevdir.Böyle bir yükümlülük.Bu tarz şeyler işte Bölümle ilk
olarak ilgilenmem sonuçta bir çaba sonucunda buraya geldim.Çabalarım sonunda kontenjan
açtırdım,çabalarım sonunda buraya yerleştim.Tırnaklarımla kazıya kazıya geldim demek
istiyorum.
K9:Kendimi çok ait hissediyorum.İlk iki senem çok zor geçti.Alışma sürecim çok
zorlayıcıydı.Diyorum ki zihnimde bilgiler sanki çamaşır asılmış gibi asılı kalmıştı.Ama 3.
Sınıftan sonra dedim ki ben buraya aitim ve iyi ki gelmişim.
K10:Tam anlamıyla aslında ait hissediyorum.İnan ki kaygıları da pek umursamıyorum
açıkçası.
K11:Aslında %100 hissediyorum diyemem.Çünkü hala kafamda bir sürü soru işareti var
ve bunları kaldırmak için çabalıyoruz.Ama evet sosyoloji zaten şuan da benim hayatım.O
yüzden de içinde bulunduğum durumu seviyorum.Yaptığım işler ne olacak bu işler beni nereye
kadar taşıyabilecek,toplumdaki sorunları nasıl çözebiliriz.Kaygımız bu.
K12:Dil Tarih’te mi yoksa bölüme mi?Dil Tarih sosyolojide ben kendimi çok içinde
hissetmiyorum.Bir konuşayım mı yani şimdi.Hocalara daha çok yakın olan kişiler daha çok
görev alıyor gibime geliyor.Yani böyle değişik hocalar anlaştığı öğrencilerle daha yakından
daha çok ilgileniyorlar.Kendimi pek ait hissetmiyorum buraya.
K13:Türkiye’deki sosyoloji hakkında çok bir bilgim yok.Yapılan araştırmaları falan
derinlikli olarak takip etmiyorum.Ama niteliksiz araştırmalar yapılıyor.Belki devlet bütçe
ayırmıyordur.Belki örtük olarak bir engel vardır.Bilmiyorum.Bu yüzden sosyolojiye pek
ısınamadım.Aslında sosyologlara pek ısınamadım.
K14:Bölümüme aidiyet hissediyorum sonuçta sosyolojiyi severek ve bilerek geldim, o
yüzden bunu hissettiğim içinde açıkçası bir yatsıma hissetmiyorum kendimde.
K15:Bölümüme aidiyet şöyle kendi okulumla ilgili birkaç sıkıntım olduğu için ne bölüme
ne de okula da çok ısınamadım başka bir okulda bölümde başka bir üniversitede nasıl yaparım
bilmiyorum o açıdan yani hem biraz buraya aitim hem değilim gibi çok ortada kaldım o konuda.
K16:Benim birçok şeye aidiyetim yok ya. O çok garip bir şey ya. Bu benim deyip
sahiplenemiyorum bir şeyi. Sadece o an işte onu yaparken mutlu oluyorum, olmuyorum. Bana
bazı açılımlar sunuyor veya sunmuyor. Bu şekilde değerlendiriyorum aslında. O yüzden ‘aa
çok seviyorum, sosyolojisiz yaşayamam’ dersem yalan söylemiş olurum yani.
K17:Müthiş ya. Ben çok ait hissediyorum kendimi. Bunun için doğmuş muyum
bilmiyorum ama bunu yapabilirim. Benim niyetim hep şeydi, işte böyle köy köy gezeceğim, bilgi
toplayacağım, anlamaya çalışacağım, okuyacağım, yazacağım.. buna çok uygun bir meslek
bence sosyoloji. Ama bir yandan da sosyolojinin bir çevresi var ya Türkiye’de, sosyolojinin
genel çevresinden de rahatsızım aslında. Yani böyle yukardan konuşan ama hiçbir şey
yapmayan güruh dolu bence sosyoloji. Ben bu durumdan çok rahatsızım, bu kısmına ait
hissetmiyorum kendimi. Ama kurduğum aidiyet başka. Yani benim dünya görüşüm gereği çok
bohem bir bilim olduğunu düşünüyorum sosyolojinin ve bu noktada bilim dünyasına bir şeyler
katabileceğimi düşünüyorum. Çok iddialı oldu ama.
K18: Güzel bir soru olmuş bu. Yani sadece seviyorum diyebilirim. Mesela okula geldiğim
zaman kendimden insanlar bulduğum zaman, güzel bir tartışma sunulabileceğini, eleştirel
bakılacağını işte bu şeylerin güzel olabileceğini düşünüyorum. Böyle bir avantajı var. Ciddiyet
denilecek kısmı bu yani. Ama ciddiyet hissetmiyorum. Sadece, gündeliğe bakarken işte bir
şeyler okurken falan hani fazla aslında aşırı sosyoloji kavramları iç içeymiş gibi geliyor.
Bundan uzaklaşmaya çalışıyorum aslında, özellikle şeyin mesleğin yani sosyolojinin böyle daha
rahat kurulabileceğinin gerekliliğini düşünüyorum.
K19: Kendimi tam olarak sosyolajiye ait hissediyorum. Bana göre. Merak ediyorum,
öğrenmek istiyorum. Sosyoloji de bunun için çok büyük bir araç benim için.
Öğrenciler sosyolojiye ait hissettiklerini dile getirirken aslında yaşama aidiyetliklerini
dile getiriyorlar. Çünkü onlara yaşam tarzlarını neden öyle olduğunu başka türlü olmadığını
açıklayan şey sosyoloji. Bunun farkındalar. sosyoloji, denetim ve baskı aygıtlarnın toplumu
dumana boğmuşluğundan insanların yavaş yavaş kurtulmasını sağlayan bir ilaç gibi. İyi geliyor
onlara. Öğrendikçe sisler dağılıyor ve oksijeni aldıkça acıyla karışık bir iyileşme hali. Sosyoloji
diyalektiktir demek yanlış olmaz ?
11.Sosyoloji okumaktan ne derece memnuniyet duyuyorsun? Tekrar bir tercih hakkı
sunulsa sosyoloji bölümünü tercih eder miydin?
K1:Tekrar tercih hakkı sunulsa başka bir bölüm istemezdim. Tekrar sosyoloji okumak
isterdim. Çünkü şu anda anlıyorum, diğer bölümlerin hiç bana göre olmadığını. Sonuçları
konusunda çok memnuniyet sahibi değilim. Hani bitirdikten sonraki durumla alakalı çok
memnun değilim. Ama şu anki halimden memnunum.
K2:Çok memnunum yani en üst seviye neyse odur. Yine tercih hakkı sunulsa yine sosyoloji
seçerdim.
K3:Evet, hatta bu sefer hiç psikoloji tercihim olmadan ilk sosyoloji tercihi yazardım.
K4:Kesinlikle isterim. Çok memnunum ve kesinlikle isterim. Ha belki daha yüksek bir
okulda isterim ama isterim yani.
K5:Memnunum tekrar olsa tekrar yazarım ama Yıldırım Beyazıt’ı yazar mıyım onu
bilmiyorum. Okul daha çok yeni hiçbir şey oturmamış. Başka üniversitelere bakıp
kıskanıyorum. Örneğin DTCF tayfası kurulu bir düzen var ve birikim yeni gelenlere aktarılıyor
ama biz daha yeni olduğumuz için öyle bir durum yok. Sosyoloji kulübü kurmak istiyoruz nasıl
kurulacağını bile bilmiyoruz , çok enerji sarfediyoruz bir ölçüde bir şeyleri değiştiriyoruz belki
ama çok da değişmiyor açıkçası. Akademik kadromuz nasıl onu da bilmiyorum. Başka
üniversiteleri bilmediğim için kıstas yapamıyorum.
K6:Seviyorum ama gerekli eğitimin verildiğini düşünmüyorum. Merak edip dışarıdan
kendimi geliştiriyorum. Bölümün beni yönlendirmesi oldu ama bu beni tatmin etmemeye
başladı. Bizim bölümde okumalar kısmında sıkıntımız yok aslında ama hoca sınıfa girdiği
andan itibaren diyelim küreselleşmeden yada diyalektik materyalizmden bahsediyor mesela
ama bunun felsefi altyapısını vermiyor. Felsefe ile destekli , felsefi altyapısını bilerek bakmak
lazım olaya diye düşünüyorum. felsefeye giriş dersi de aldık ama çok kısıtlı bir bilgi verdiler.
Özü kavrarsan zaten nasıl hareket etmen gerektiğini de bilirsin bu bizde tam tersi oluyor hep
bir şey eksik kalıyor. Eksik kalan kısım da etrafına ilişkin bilgiyi elde edememekten kaynaklı
diye düşünüyorum. felsefe sosyolojiye ilişkin olarak anlatılıyor. Örneğin devlet nedir olmalı mı
olmamalı mı konuşulmuyor. Platonun devleti anlatılıyor mesela ve devlet anlayışı şu şudur diye
konuştuğunda sana zaten alan bırakılmıyor. Bu kısıtlı bir bilgidir diye düşünüyorum. kavramayı
da zorlaştırır bazı meseleleri ondan kaynaklı felsefe daha da fazla olsun isterdim.
Sorgulayacağız derken hepimiz aynı noktadan bakıyor oluyoruz bu durumda.
K7:Dediğim gibi çok seviyorum bölümümü yine seçim hakkım olsa yine tercih ederim
yani.
K8:Elbette isterdim.
K9:Tekrar şansım olsa yine sosyolojiyi seçerdim.
K10:Bölümden oldukça memnunum.Tekrar şansım olsa yine sosyolojide çalışmak
isterdim.Ama alternatifi olarak belki psikoloji olabilir.Yandal şansımız vardı ama
ortalamalarımız iyi olmadığı için şansımız kalmadı.Yüksek lisans düşünüyorum aslında.
K11:Ders bazında bakıldığında çok da memnunum aslında.Çünkü sosyoloji sadece
kitaplarla sınırlı değil.Felsefe,psikoloji,antropoloji,ekonomi,iktisat,istatistik gibi alanlara
bölündüğü için kendimi sadece sosyal bilimler alanında değil,diğer bilim alanına da
kaydırabiliyorum ve bu da entelektüel seviyemi geliştiriyor.Yaşadığım yerle bağlantı
kurabiliyorum.Romanlarla bağlantı kurabiliyorum.Bunlar sosyolojinin katkıları.
K12:Tekrar
tercih
yapsam
sosyolojiyi
yazarım.Çünkü
biliyorum
artık
ne
olduğunu.Aradığım yeri bulmuşum.Memnunum yani sosyoloji güzel.
K13:Sosyolojiyi tercih ederdim.Ama sosyologlara değer verilmesi için daha gür bir sesle
bağırırdım.Sosyolog olmak istiyorum ve bundan memnunum.
K14:Ederdim. Sosyoloji bölümü çünkü gerçekten ben topluma çok meraklı bir insandım
hani insanların siyasi düşüncesinin ekonomik yapısının ne derecede etki edebileceğini
düşünürdüm ve sosyolojide bu yönde gerçekten yardımcı oldu ve açıkçası sosyolojiyi seviyorum
yalan yok .
K15:Sosyolojiden ben derslerin eğlenceli olduğunu düşünüyorum memnunum ama başka
bir bölüm tercih etmek istesem psikoloji tercih ederdim.
K16:Tekrar bir tercih hakkı sunulsa yeniden sosyolojiyi tercih ederim, evet. Sosyoloji
bölümünde okumaktan memnuniyet duyuyorum tabi. Farklı bakmamı sağlıyor işte biraz önce
de konuştuğumuz gibi. Başka bir şey de tercih edemezdim, bu alana yatkın olduğumu
düşünüyorum. Daha çok zevk alıyorum bu alanda çalışmaktan, okumaktan. O yüzden tercih
ederdim.
K7:Yine ederdim. Ama hukuku öncelikli edebilirdim ya. Türkiye’de gerçekten farklı
hukukçulara çok ihtiyaç var, yani biraz bundan kaynaklı. Ben hukuk okuyabilecek ve bu
noktada da başarılı olabilecek biriydim bence ama ne bileyim birçok nedenden dolayı olmadı.
Hukuk dışında yapabileceğim tek iş ya sosyoloji ya etnoloji diye düşünüyorum. Etnoloji,
halkbilim tercih edebilirdim ama. Çift anadal yapıyorum zaten.
K18: Etmek isterim. Memnuniyet değerlendirmesinde puan vereceksek; 10 üzerinden 8
verebilirim. Ama ilgimi çekmeyen dersleri öğrenme zorunluluğu beni rahatsız ediyor. Ama bu
zaten eğitim sisteminin değiştirmesi gereken bir şey. O yüzden çok da laf atmayalım.
K19:Kesinlikle tercih ederdim. Ne ölçüde memnunum. Ya ben başka bölüm okuyamam o
derece yüksek.
Sosyoloji ona dokunanı sarıyor ve bir defa kana karışınca bünye ondan vazgeçemiyor.
Tekrar yazardım cevabının oldukça fazla söylenmiş olması bunu doğruluyor.
12.Kişiliğinle sosyoloji eğitimi arasında bir uyum olduğunu düşünüyor musun?
K1:Aslında başka bir bölüm okumam dediğim ordaydı. Çünkü, hani kendi kişiliğime
oturtabildiğim bir bölüm oldu bu bölüm. O yüzden böyle düşünüyorum.
K2:Kişiliğime çok yakın buluyorum. Aslında sosyoloji okumaya başladığımda fark
ettiğim bir şey. Başka açılardan bakabilmeye yatkın, önyargısız olarak görüyorum. O yüzden
sosyolojiyi de kişiliğimle oturtuyorum.
K3:Ben aslında insanlarla konuşmayı severim her ne kadar dışarıdan soğuk bir yapım
varmış gibi gözükse de insanlarla konuşmayı, iletişim kurmayı severim. O yüzden var.
Kişiliğimle yakın bir ilişkisi var diyebilirim.
K4:Şöyle söyleyeyim; aslında açıkça söylemek gerekirse, sosyoloji okumadan önceki
kişiliğim, tabi yaşımızda küçük o zaman, daha bir kişilik oturtamamış, oturtmaya çalışan bir
dönemdi. Tam bu sırada sosyolojiyle tanışmak benim için çok iyi oldu. Tam bu sırada tanıştığım
için tam o ara üniversitede oturttuğumu söyleyebilirim. Ve kesinlikle etkisi oldu yani kişiliğimi
oturtmamda. İnsanlara olan davranışlarımda, tutumlarımda, hepsinde bir farkındalık yarattı.
K5:Ehlileştim, beni biraz daha sakinleştirdi. Sürekli beynim bir makine gibi düşünüyor.
Bunun üzerine hayat kaygısı da etkileniyor. Biraz daha yumuşadım esnedim. Daha iyi
olduğumu düşünüyorum.
K6:Sosyoloji toplum diyorsa ben zaten insanları severim hümanist bir kişiliğe sahibim.
Belki eskiden daha kıttı ama şu an daha fazla bölümümle uyuştuğumuzu düşünüyorum ben yani.
K7:Tam anlamıyla uygun olduğunu söylemem doğru olmayabilir.Çünkü ya mesele
sosyolojide alan araştırması diye bir araştırma tekniği var.Bu tekniği yapmaktan,aklımda
canlandıkça yapmaktan,çok büyük keyif alıyorum.Ama biliyorum yani alan araştırması zor
şartlarda yapılabilecek bir şey.Şan ki durumumla(ruhen,bedenen)onu yapmak zor
gelebilir.Şimdiden baktığım için belki böyle düşünüyorum.Bir köy yatılacak bir yer yok
mesela.Ama ben mesleğim gereği bunu yapmak durumundayım.Bu tarz şeyler işte.Ama ben
yatacak yerim yok diye bırakıp gelmem.Ama bu bir zorluktur.Bu tarz şeyler aklıma geliyor.
K8:Sosyoloji insan ilişkilerinin olduğu yerde ortaya çıkıyor.Benimde insan ilişkilerim
sağlam diye düşünüyorum ve gözlemlemeyi seviyorum.Anlamak noktasında çok yardımı oluyor.
K9:Şimdi sosyoloji için bir defa insanların gözlem yapması gerekiyor.Ben bunu lisede
keşfettim.Bir yere oturup böyle insanların ne yaptığını aralarında nasıl ilişkiler geçtiğini çok
izliyordum.Ondan sonra baktım hani gerçekten böyle bir böyle iktisat,işletme gibi hani böyle
büyük para vaat eden veya meslek vadeden bir yere değil de kendimi daha çok hem entelektüel
anlamda geliştirebileceğim,hem de toplumla ilişkilerde bulunabileceğim bir bölüme ilgi
duymaya başladım.Yani bu gözlemden dolayı aslında birazcık bu ortaya çıktı.Hani kültür vs
bunlar çok hoşuma gidiyor.Kişisel merak da var tercihin yanında.
K10:Tabi. Sosyal bilimler hep içimizde. Bu sosyoloji olur, antropoloji olur,daha çok
sosyal antropoloji olur veya etnometodoloji olur.
K11:Kişiliğimle bence uyumlu yani. Hayalim olan bir şeydi benim için.Buymuş. İçeriği
sosyolojideymiş. Siyasetle de uğraştığım için uydu bana.Benim için sosyoloji ben yani.Hayat
eşittir,sosyoloji.Sosyoloji eşittir ben yani.
K12:Bir kişilik değişmesi yaşadım Ankara’ya gelince.Sosyolojinin de etkisi var
tabi.Dünyadaki sorunların farkında olan bir insanım ve değiştirmek için kendimce bir şeyler
yapmaya çalışan bir insanım.Uyum var yani.
K13:Yani açıkçası sosyoloji bilmiyorum bencil insanların sosyoloji okumasını isterim
,sadece kendi düşüncem derdim sosyoloji okuduktan sonra düşüncelerim ….. tekrarlıyor .:
şimdi sosyolojide verilmiş kuramlar ve o şekilde verilmiş bir eğitim var ben bu eğitim olmadan
kafama göre konuşuyordum ama bu yönde kişiliğimi oluşmuş karakterimi daha çok eğitti bu
yönde ilerlemesini sağladı.
K14:Ben insanlarla iletişim kurmayı çok seven bir insanım o yüzden benim bölümüm
diyebilirim.
K15:Sürekli gündelik olayları, dünyayı etkileyen şeyleri, sadece dünyada olması
gerekmiyor, birey olarak insanları etkileyen şeyleri de ben eskiden beri ilgi duyan, gözlemleyen,
sürekli oturduğu yerde ‘aa şu şunu niye yapmış, bu bunu niye yapmış’ diye düşünen bir tip
olduğum için belki bu anlamda bir bağ kurabilirim sosyolojiyle kendi kişiliğim arasında.
Etrafımı anlamlandırmaya çalışıyordum sürekli ben eskiden beri, hala da öyle. O
anlamlandırma sürecinde bana bir araç sundu sosyoloji. O anlamda evet, bir bağ kurulabilir.
K16:Bence bir sosyoloğun alan çalışmasında işini iyi yapabilmesinin en önemli
koşullarından biri düşünme farkı olabilir bence. Ben biraz böyle şeyimdir, deli doluyumdur.
İnsanlarla kolay iletişim kurarım, bunun çok büyük avantaj olduğunu düşünüyorum. Yani işte
yaptığım görüşmelerde de bunu hissediyorum. İnsanlar daha samimi hissediyorlar, rahatlıkla
kendilerini ifade edebiliyorlar karşımda. Böyle bir kişisel özelliğin mesleği icra etmede önemli
olduğunu düşünüyorum. Ama bunun dışında bazı meselelerde eğer sosyoloji nesnel olması
gereken bir bilimse mesela bunu yerine getirebilir miyim bilmiyorum. Bu konuda öznel
olduğumu düşünüyorum. Asıl sosyolojinin böyle olabileceğine inanıyorum açıkçası. Bu, bizim
öğrendiğimiz,sosyoloji eğitiminden aldığımız kadarıyla olumsuz bir şey ama benim
sosyolojiden anladığım kadarıyla iyi bir şey. Yani doğru bilgiye ben böyle ulaşacağımı
düşünüyorum.
K17: Çok uyumlu diye düşünüyorum.
-nasıl mesela?
Yani
önceden
gördüğüm
şeyler
şimdi
en
azından
adını
biliyorum
yani
konumlandırabilirim. Kafamda böyle net şeyler oluşabiliyor. Ama daha önceden gördüğüm
şeyleri değerlendirme şansım olduğu için uyumlu olduğunu düşünüyorum.
K18: İşte tam bu sebeple çok fazla uyum olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de başka
bir şey okumak istemiyorum.
-
Yani o altında yatan sebepleri bilme amaçlı mı ?
Evet. Merak. Ya insanlar neden böyle davranıyorlar. bu maddi yaşamın nasıl
şekillendiğine dair yani bu,.......... günümüz modern yada postmodern insana kadar nasıl
evrildiğini yada bu kullandığımız teknoloji, bilimin geldiği nokta. Gelişti diyorlar falan
diyorlar. Bu işte merak ettiğim nokta.
Kişiliği ile uyumlu olduğunu söyleyenlerin bir kısmı sosyoloji ile beraber kişiliğinin de
değiştiğini ekliyor. Dikkatlerini çeken olay ve olguların neden öyle olduğunu araştırmayı
önemseyen öğrenciler sosyolojinin bunu belirli karam ve kuramlarla temellendirdiğini ve bu
temellendirmenin de kişilikleriyle uyum gösterdiğini düşünüyorlar.
13.Meslek içi örgütlenmeye nasıl bakıyorsun?
K1:Olması gereken bir şey zaten. Her meslek grubunda olması gereken bir şey. Ve biz
bunun çok gerisindeyiz. Çok daha iyi olmalı bence.
K2:Aslında destekliyorum. İş imkanı açısından derneklerin kurulup, insanların bir araya
gelip bir şeyler yapmasını destekliyorum. Ama etkin olduğunu düşünmüyorum Türkiye’de.
K3:Çok
yeterli
olmadığını
düşünüyorum
açıkçası.
Bunu
kendi
açımdan
değerlendirebilirim. Hani mesela her türlü her etkinliğe katılma şansımız olmuyor ya da bazı
siyasi olaylar çerçevesinde gerçekleşen çok fazla, özellikle bu üniversitede, her olay çok fazla
siyasete çarptırılıyor. Bu sebeple bu örgütlenmelere, kendi açımdan konuşayım, biraz da soğuk
kalıyorum. Hani daha objektif olsa mesela, daha yararlı. Bu kongrelerde mesela, daha objektif
konulardan konuşulsa, daha güncel konulardan konuşulsa, daha yansız konuşulsa katılım daha
fazla olur diye düşünüyorum ama çok fazla örgütlenmelerin olduğunu düşünmüyorum.
K4:Kesinlikle iyi bakıyorum. Şöyle mesela, ben sosyoloji okuyorum ve burada kalmayı
niye istiyorum diye sorarsanız, çünkü öğrendiklerim var ve bundan öncesi benim için bundan
sonrasıyla farklı ve bu farkı başka insanlara da tattırmak isterim yani. O yüzden de zaten
akademisyen olmaya niyetliyim. Bakalım göreceğiz.
K5:Olumlu bakıyorum örgütlenmenin her türlüsüne ama olanlara çok fazla
katılmıyorum. Daha çok sosyal medyadan takip ediyorum açıkçası. Bir iki eylemleri var bir
platform kurmuşlar atanamayan sosyologlar için ama 10 kişilik mükemmel bir ekip vardı! Şehir
dışından gelecekleri falan duyunca daha fazlasını bekliyordum.
K6:Çok bir birliktelik kurulduğunu düşünmüyorum. Bazı hocaların çabalarını
görüyorum ama bireysel olmamalı . Bence öğrenciler bunu daha iyi kurabiliyor. Birlikte
hareket edebilme öğrencilerde daha yaygın. Bizim neslimizde daha yaygın olacak diye
düşünüyorum. Belki de akademide bulunmadığımızdan böyle düşünüyorum çünkü akademide
herkes kendi telaşında rekabet içinde hiç ortak bir şey yapmıyorlar demiyorum tabi ki
yapıyorlar ama kolektivitenin tam farkında değiller çünkü hepsinin durduğu yerden baktığı
yerden bir farklılık var birleşme noktasından eritemiyorlar. Bu da çok büyük bir sıkıntı
yaratıyorlar. Bireysel amaçlarını daha çok düşünüyor insanlar. Ben birlikte hareket edildiğini
düşünmüyorum.
K7:Türkiye’de sosyolojinin çok fazla yol katettiğini düşünmüyorum o yüzden yapılanların
da az olduğunu düşünüyorum ilerleyen zamanlarda daha fazla bir şeyler yapılacağını
düşünüyorum. Devlet atamaları da yer verilmeli biraz ayrıcalık tanınmalı diye düşünüyorum.
Hemen hemen her üniversitede sosyoloji bölümü var. Yurtdışında sosyoloğa önem verilirken
Türkiye’de bu durum hiç yok yani.
K8:Her anlamda her alanda bir birlik olması gerektiğine inanıyorum.Sosyoloji derneği
falan var ama onların tabana indiklerini öğrencilerin sorunlarıyla ilgilendiklerini
düşünmüyorum.Onun ötesinde de sosyolog örgütlenmesi duymadım.Olsa bile ne kadar etkili
olur bilmiyorum.Çünkü işte var olan toplumsal durum açıkça gösteriyor.
K9:Bu noktada çok fazla eksiklerimiz var diye düşünüyorum.Bunun nedeni,aslında
kendimin de bir eksikliği bu çevremde gördüğüm örgütlenmenin hep beni korkutan yani siyasi
ideolojilerle olması açıkçası.Belki bunlardan arınabilirsek,kendi ideolojilerimizden arınabilsek
ve sosyoloji çatısı altında toplanabilsek,o zaman örgütlenmenin sağlıklı olabileceğini
düşünüyorum.
K10:Ben Sosyoloji Mezunları Derneği’ne gidiyorum mesela.Ama bunun çok faydalı
olduğunu göremedim.Ama eğitimcilerin arasında Eğitim-Sen var ve bunlar benim hoşuma
gidiyor.Yani tabi ki yapılması gerekiyor ama hani bunu çok fazla görebilmiş değilim.Ne olursa
olsun tabi ki çok olumlu olur.
K11:Zayıf olduğunu düşünüyorum.Bu da çok normal.Biz anlamadan hareket ettiğimiz
için diğer ölçülerde öyle kendi meselemizle ilgilenemiyoruz.Böyle düşününce bir örgütleme
asla oluşmuş değil.
K12:Bilmiyorum.Bunu hiç araştırmadım da dernekler falan var ya Türkiye’de ulus
kavramını kabul eden var etmeyen var.Çok değişik şeyler olduğun için bizim okulda böyle bir
örgütlenme
yok.Ama
genel olarak
da
yok bence.Zenginliği var ve
bu
yüzden
birleşemiyorlar.Örgüt de olmasınlar bence,daha güzel.
K13:Dernekler falan var ama benim sanırım bu konuda tembelliğimden olsa gerek,
bakmadım ve ne olursa olsun iyi olur ve yani dediğim gibi 3000 tane vaiz aldım.diyor ama
alınan sosyolog sayısı çok az.Alınacak olanlar da masa başı işi yapar.Sosyologların hakkını
savunacak bir yapılanmaların kurulması iyi olacaktır.
K14:Ben açıkçası sosyolojinin meslek olarak bir örgüt olduğunu, genelde sosyoloji
bölümü mezunları ya hoca olarak ya da yüksek lisans yaparak başka bir bölümden devam
ettiriyor ama en azından sosyolojinin geçmişten gelen sosyologlar tarafından daha da
yüceltilebileceğini düşünüyorum çünkü Ziya Gökalp’tan bu yana Türkiye de sonuçta
sosyolojiye önem veriliyor ve yüz yıl olacak bu dönem ve eğer o dönemlerden itibaren o
dönemki Türk sosyologlar yeterli önem verseydi şu an sosyoloji daha çok yükselebilirdi bence.
K15:Sosyologların çok fazla toplulukları Türkiye çapında büyük bir duruşları yok ama
onun haricinde biz kendi çapımızda Gazi Üniversitesi Sosyoloji Topluluğu oluşturduk bir
konferans vermeye çalışıyoruz farklı üniversitelerden hocalar getirmeye çalışıyoruz.Kendi
çabalarımızla bir grup oluşturduk ama bunun dışında bir çok büyük örgütlenme olduğunu
düşünmüyorum.
K16:Açıkçası ben her türlü örgütlenmeye bir bok parçasıymış gibi bakıyorum. Zira o
örgütün içinde bulunanlar, o örgüte kendini ait hissedenler, bir süre sonra kendi yarattıkları o
örgütün parçası olmaktan çıkıp o örgütün kapsadığı ve abzorve ettiği birer nesne haline
dönüşüyorlar. O örgüt onların üzerinde bir hüküm sürüyor sanki bir tahakküm ilişkisi var örgüt
mensuplarıyla örgütün arasında. Ve hani o örgütün içindekilerinin arasındaki örtük iktidar
ilişkileri bence çok çirkin ve büyük ihtimalle bütün örgütlerin içinde bu var. O yüzden
büyüğünden küçüğüne, mesleki olsun olmasın her türlü örgütlü yapının bana itici geldiğini
söyleyebilirim. Biraz bireyselliğe itiyor. Belki bireysellik de, bu denli bireysellik de, bir süre
sonra yalnızlığa itiyor ama birlikte yalnız olduğumuz bir yalnızlığı tercih ederim.
K17:Her meslekte önemli ama sosyolojide bu ne kadar mümkün emin değilim. Dediğim
gibi diplomayı alan sosyolog olmadığı için dayanışma ne kadar sağlam olabilir gerçekten
bilmiyorum. Ama her koşulda olması gerekiyor. Bu illa sosyologluk alanında değil de atıyorum
adam belediyede çalışıyorsa bir sosyolog olarak belediye çalışanlarıyla birlikte örgütlenebilir.
Ya da işte bir öğretmen oluyor, sendikalar aracılığıyla örgütlenebilir. Bu çünkü her ülkede ister
gelişmiş, böyle refah devleti olsun, ister Türkiye gibi bir ülke olsun her şekilde gerekli bir şey
diye düşünüyorum.
K18: Yani bu olması gereken bir şey olarak değerlendirilebilir. Ama bir birlik sağlamak
lazım.
K19: Gerekli bir şey ya. Gerekli olduğunu düşünüyorum.
-
Neden peki ?
Çünkü, yani, tabiki birden fazla topluluk olmak daha etkili çoğu zaman.
Toplumsal olan hakkında konuşurken sosyolog adayları elbette bireyselliği değil birlikte
faaliyet göstermeyi önemsiyorlar. Toplumun temelinde bulunan ortak yaşam, birlik ve
mücadeleyi sosyoloji için de olumlu buluyorlar.
14.Aldığın derslerin içeriği ve işlenişi hakkında ne düşünüyorsun?
K1:Yine yakın. Sürekli klasikleri işleyip ya da çağdaşları işleyip, onların düşüncelerinden
gitmek. Evet, tamam bizim oturtmamız gereken şeyler olabilir ama sadece sınıfa tıkılı kalmak
değildir.
K2:Pek çok dersin içeriği ve işlenişi bana boş geliyor açıkçası. Özellikle günümüz
Türkiye’sinde işlenmesi gereken daha çok teorik değil de pratik bir şeyler olması gerektiğini
düşünüyorum. O yüzden pek çoğu boş geliyor.
K3:Bence 1. sınıfta çok fazla teoriye yönelmemeli diye düşünüyorum. Çünkü 1. sınıfta
zaten bu bölüme geldiğimizde ne olduğunu önce bilmeliyiz. Mesela bu bölümde bize önemli
olan ne, uygulama mı, gözlem mi, 1.sınıfta atıyorum gözlem yaptırabilmeliler bize. Kısa bir
bilgi verildikten sonra bunların uygulaması bağlamında bir gözleme çıkarttırılıp, bunların
sunumları yaptırılabilir. Ama çok uygulamada eksiğiz demeyeyim de uygulamalar çok geç
kalıyor. Biz mesela tam bölüme ısındığımız anda mezun oluyoruz. Bu kötü bir şey yani.
K4:Genellikle iyi. Yani şöyle; çok fazla tabi araştırma yapmayı, okumayı çok gerektiriyor
o ayrı. Ama onun dışında hocalar buna teşvik ediyor, bölüm zaten bunu gerektiriyor. Bu
anlamda derslerin işlenişi, içeriği belli istisnalar olmakla birlikte, bu öğretmenlerin de kendi
kişilik yapısıyla ilgili. Onun dışında bölümün, sosyolojinin anlattıklarının ölçüsünde tabi ki
dersin işlenişi de aynı ölçüde gelişiyor. Farkındalık, işte eşitlik, adalet, demokrasi bu temelleri
açıklıyoruz, bunlar üzerinden birçok toplumu değerlendiriyoruz. Hani bunun üzerinde
farklılıklar ama eşitlik de devam ediyor. Bunu öncelikle derse, ders anlatış biçimine de
indirgeyebilmen lazım. Bunu da görüyoruz yani genel olarak görüyorum ben hocalarımda.
K5:Bazı derslerin çok gereksiz olduğunu düşünüyorum, örnek vermeyim de. Ders
gereksiz değil ama okutulan şeyler gereksiz geliyor. Diyelim aile sosyolojisi milyon tane makale
varken gidip daha soft makalelerin verilmesi hoşuma gitmiyor. Daha ağır makalelerin
okunması gerektiğini düşünüyorum. bölümde bir değişiklik yaşandı aslında seçmeli ders
açısından da seçmeli ders çeşiti arttı. İçeriklerin bir kısmının iyi olduğunu düşünüyorum,
okumaların çok olduğunu görebiliyorum ama hala bir eksiklik var tabi. Bazı hocalar tartışma
ortamı yaratmıyor. Bazılarının işine geliyor. Seçmeli ders aldı nasılsa sınavdan rahat geçmek
için aldı öğrenciler gibi bir anlayış da oluşabiliyor. Bence seçmeli ya da zorunlu bir dersin
amacı şu olmalı. Önce tartışma ortamını sağlayıp herkesin fikirlerini ortaya koyabildiği ölçüde
ilerleyebileceğini düşünüyorum ama bizim bölümde bir değişiklik sağlandı. Soruların cinsine
kadar değişiklik oldu.
K6:Okulumdan kaynaklı olarak okulumda öğrencilere bir ideolojinin dikte edildiğini
düşünüyorum. belki hemen hemen her okulda bu böyledir ama din bağlamlı sosyoloji
gördüğümü düşünüyorum. tıpkı ülkenin siyasetinde olduğu gibi . Bundan çok fazla memnun
değilim ama kendimi geliştirmeye çalışıyorum okula bağlı kalmıyorum pek fazla. Yeni gelen
birkaç hoca ile birlikte sorular yorumlamaya dayalı olmaya başladı ama bir çok hoca yine şunu
soracağım, şunu yazın gibi yalnızca teori istiyorlar.
K7:Şöyle bir şey var.Ben çok yüksek dereceyle bitirmeyeceğim bölümü.Onun için bazı
zorunlu dersleri almayabilirim bile ama iste almamız gereken…Şöyle ki bana sosyolojiyi
sevdiren hoca tabi ki az önce bahsettiğim.Hangi dersleri almalıyım diye bana yardımcı
oluyor.Aldığım bir uygulama dersi dışında memnunum aslında.Bu dersten de hiç memnun
değilim diyemem.Dersin işleniş şeklinden memnun değilim.Onun ötesinde bir problem
yok.Özellikle bazı hocalar haftaya iyi başlamama,hayata daha güzel bakmama yardımcı
oluyor.Memnunum yani.
K8:Bence yeterli derslerin içeriği diye düşünüyorum.Bu noktada hocalarımızdan çok iyi
eğitim aldığımız düşünüyorum.Sadece verdikleri derste yazma kabiliyetimizi geliştirici ödevler
şeklinde sistem geliştirilse çok memnun olurum.
K9:Ya şöyle ki buraya geldiğimde beklentim çok yüksekti.Geldiğimde çok farklı bir şeyle
karşılaştım sosyoloji eğitimine karşı.Daha pratiğe yönelmiş bir sosyoloji bekliyordum.Ama
baktım ki ne öğrencilerde böyle bir tavır var ne de hocalarda.O konuda kötüydüm biraz
başta.Sonra farklı okullardan arkadaşlarla konuşunca aslında o kadar kötü olmadığını fark
ettim.Yine birikimli hocalarımız vardı ama pratikte çok iyi olmadığını düşünüyorum.Birde
bazen çok zorlanıyoruz gerçekten.İşte okumalar olsun falan direk üst üste gelen şeyler ve bunlar
gerçekten de çok yoruyor.Ben çok memnun değilim ama yinede nankörlük etmek isteniyorum
açıkçası.
K10:Çok hoşuma gidiyor okuduğum zaman bakıyorum ki biz bu zamana kadar neden
okumadık böyle şeyler diyorum. Ama derslerle bunların uyuşmadığını da görüyorum.İşleniş
bakımından monolog var sürekli.Katılım olmalı.
K11:Şimdi ben siyasala gidiyorum ya onunla karşılaştırıyorum ister istemez.Dil Tarih
biraz vasat kalıyor.Orda dolu dolu işliyorlar .2 saatlik derste adamlar 10 sayfa not
tutturuyorlar da burada 3 saatlik derste hiç yani not tutuyorsun da yani çok şey
olmuyor.Bölümümüz mü çok kolay bilmiyorum.Fakültenin de etkisi var bence Ne bilim ağırlığı
falan yok gibi.
K12:Artık örnekleri yurt dışından değil, Türkiye’den vermelerini istiyorum.Yani sosyoloji
siyaset bilimine,iktisada yön vermesi gereken bir bilim.Ama gördüğümüz kadarıyla siyaset
bütün bölümlerde olduğu gibi bunda da bir hegemonya kurmuş.Bunu araştıramazsın,şunu
araştıramazsın.Devletin istemediği şeyleri yapanları tutukluyorlar.Pınar Selek gibi.
K13:Dersleri aldığımız dersleri açıkçası beğeniyorum güzel dersler ama
kötü
düşündüğüm şey genellikle Avrupa tarzı verilmiş dersler olduğu için o pek hoşuma gitmiyor
hani tamam Türk sosyologlar görüyoruz ama bu son 3. Sınıftan olan bir şey ve son nerdeyse ilk
buçuk seneye kadar Avrupa tarzı eğitim aldık o yüzden Türkiye’ye pek bir katkısı olabileceğini
düşünmüyorum.
K14:Ben derslerin biraz daha güncele uygun olmasını gerektiğine inanıyorum ama böyle
bir durumumuz yok birinci sınıftan bu yana ben üçüncü sınıfım birinci sınıftan bu yana hala
ünlü düşünürler şöyle düşünüyor ama çok çağdaş sosyoloji düşünürlerini geçtim de asıl
büyükler sonuçta yaşadıkları dönem belli bundan kaç yıl öncesi şu anki durumunu nasıl
açıklayabilirler bize teori üretme bilgisi veremediler kendimiz oturup da bu olayın nedeni bence
şundan dolayı değil de hep şöyle oluyor Marks’a ,Weber’e dayandırma ona dayandırma buna
dayandırma oluyor hani kendi kendimize özgün bir şey üretemiyoruz o yüzden sıkıntılı bir
durum.
K15:Kent Sosyolojisi aldım mesela ben geçen dönem. Ne öğrendin diye sor;
Bozcaada’nın üzümlerinin çok güzel olduğu, halkının görgüsüzlüğünün olmadığı, ayrıca dersi
veren hocamızın kızının Türkiye 6.sı olduğu jimnastikte ve yaşının 12,5 olduğu aklımda kalan
şey. Gecekondunun faydaları. Bu böyle şey gibi ya, hani “koca karı ilaçları” vardır, ıhlamurla
ayva yaprağını karıştır der, nezleye iyi gelir der. Bunun gibi bir şey gecekondunun faydası nedir
yani. Çok bir şey düşünmüyorum ya, başka ne var.. yok ya geri kalan dersler güzel. En nefret
ettiğim ders buydu herhalde.
K16:Bunu 2 kısma ayırmak gerekiyor bence. 2 türlü hoca tipi var okuduğum okulda. Biri,
böyle saman kağıtlarla tarih öncesi bilgileri lisedeymiş gibi aktaran bir grup; bir tarafta da
gerçekten bu işi layıkıyla yaptığını düşündüğüm insanlar da var. Hani tümden reddedemem
ama gerçekten çok verimli ve etkili olduğunu düşünmüyorum. Yine bireye kalıyor biraz, kendini
ne kadar geliştirdiğin, okumalar veriliyor sonuçta, bu okumaları yapıyorsun, derslerde gelip
tartışıyorsun falan ama çok yeterli olduğunu düşünmüyorum. Çok nitelikli bir eğitim aldığımı
da düşünmüyorum.
K17:Eyvah! Bence içerikler yetersiz. Yani hani evet bir şeyleri görmeyi sağlıyor,
Sosyolojide temel şeyleri görüyorsun, sosyolojiye giriş niteliğinde oluyor, başkası hani bunun
çok uzağında oluyor. Ya çok üst seviye ya da çok alt seviyede kalıyor. Bence o aranın
tamamlanması gerekiyor. Kuramsal bağlamda birçok alt, o aranın doldurulması gerekiyor.
K18: Dersler çok güzel de içeriğinde içeriğinde ve işleyişinde sıkıntılar var bizim
bölümde.
-
Sizi rahatsız eden ne ?
İşte çok böyle yüzeysel biraz böyle ....... olmak açıkça söylemek gerekirse. Böyle baştan sağma
zaten kimse dinlemiyor, ben farkediyorum bunu hocaların çoğunda
-
Yani derse gitmesen de geçebilir misin ?
Geçerim. Çok geçmişliğim de vardır yani. Hiç kitap okumadan da geçebilirsin yani öyle
söyleyeyim.
K19: Dersi anlat git, dersi dinle git mantığı ile eğitim görmüş bireylerin öğrenme ve farklı
okumalar yapma isteği bölüm ders ve işlenişine karşı bir tatminsizlik duymalarına yol
açmaktadır. Sosyoloji derslerinin bile etkileşimi dışarıda bırakarak ezberci bir yaklaşıma
eğilmesi eğitim kurumunu anlatırken eleştirdiği durumu yeniden üretmesi öğrenciler için
eleştirinin temel dayanağı olarak görünüyor. Bir çelişki barındırıyor gibi görünmektedir.
Teorisini anlatıyor ama uygulamada eleştirel yaklaşılan durum tekrarlanıyor. Derslere
öğrencilerin daha fazla katılımı ve hocaların daha ilgili olmaları öğrenciler tarafından sıkça dile
getiriliyor.
15.Bölümden beklentilerin neler?
K1:Ya aslında bölümden beklentilerim bu işleniş tarzında açıkladığım gibi. Daha gerçeğe
dokunur olmalı bence. Sadece sınıflarda Marx, Weber’i işlemekle bitmemeli. Birazcık gerçeğe
dokunur örneklerle gitmeliyiz. Belki bir gün dışarı çıkıp gözlem yapmalıyız. Böyle olmalı.
K2:İdeolojik kısmının biraz daha aşağı çekilmesi. Türkiye’de genel olarak sosyoloji
alanında oturmuş, kemikleşmiş bir ideoloji olduğunu düşünüyorum. Bunun birazcık kırılması
gerektiğini düşünüyorum. Onun dışında bir beklentim ya da sorunum yok.
K3:Aslında bölümden beklentilerim çoğu hocam tarafından karşılanıyor. Ama hani eğer
biz sosyoloji okuyorsak, mesela ezberci bir eğitim olmamalı diye düşünüyorum. Kesinlikle
bunu,
bazı
hocaların
yaptığını
düşünüyorum.
Daha
teorileri
güncel
olaylarla
değerlendirebilmeliyiz diye düşünüyorum.en azından bize bu yetenek verilmeli. Derslerde 3-4
saat teorik kısmının anlatılmasından ziyade, teoriği 1 saat içinde verip bize bunun güncel
olaylarla ya da karşılaştığımız bir durum karşısında bunu nasıl değerlendirebileceğimiz
hakkında bilgi verilebilir. Mesela bir Marx’ı anlatırken aylarca Marx’ı anlatmak değil de bunu
gündelik hayatta bir sorunla karşılaştığımızda, nasıl bakabiliriz Marksist bakımdan. Bunlar
bize öğretilebilir. Biz bunları işte son sınıfta bilincine vardık, öğrendik.
K4:Kafa açması.
K5:Önce eleştirel bakmayı öğretmeli bölüm, öteki türlü olduğunda kimse eleştirel
durmaktan falan bahsetmesin aynı yanlışa düşmüş oluyorlar çünkü. Dayatmaları kırmak lazım.
K6.Tek ideolojiyle eğitim verilmemeli. Ben bunu çok saçma buluyorum. Sonuçta aynı
şeyleri düşünmek, hissetmek zorunda değiliz. Sosyoloji önce bunu aşılamalı. Sosyoloji bölümü
bence insanlara düşünce özgürlüğünü empoze etmeli diye düşünüyorum. sınavda istediğimi
yazamıyorum, çok istiyorum ama yazamıyorum yazarsam ne olacağını biliyorum not kaygısı
bir yerde engelliyor seni yani. İstiyorsun ki bir an evvel okul bitsin içlerine gireyim kaleyi içten
fethedeyim ama bunun için de biraz sabretmek gerekiyor.
K7:Bazı dersler sanırım tek hoca tarafından veriliyor.Mesela bir hocamız yığınla not
veriyor,buralardan sorunlusunuz diyor.Tamam diğer derslerde de kısmen böyle oluyor ama
derste öyle bir anlatıyorlar ki ben orayı okumasam da bir şeyler öğrenmiş oluyorum
zaten.Mesela o derste öyle bir şey söz konusu bile değil.Kendi kişisel bilgilerini vermekten ders
konusuna gelemedik bir dönem boyunca.Yani böyle olacağına bazı dersleri başka hocalarda
verebilir.Öğrenci bir dönem seçmediyse diğer dönem seçebilir.Seneye başka hocanın
vereceğini bilirsin seneye alırsın.Böyle bir değişikliğe gidilebilinir.
K8:Yazdırsınlar, okuyalım,yorumlayabilelim.Günlük hayatımızda bunu 4. Sınıfa
geldiğimizde değil de belki 2. Sınıfta başarmayı daha çok isterdim.En basitinden bir kafeye
gidip gözlem yaptırılsın.Tek başımıza bu pek olabilecek bir şey değil.Bu ödev haline getirilince
daha kolay olacaktır.Böyle daha donanımlı sosyologlar yetişebilir.
K9:Ben eğitim olarak daha iyi bir noktaya gelmeyi bekliyorum. Örneğin bilimsel çalışma
yapacağız nasıl yapacağımızı bilmiyoruz.Sürekli hep başa dönülüyor.Bu tarz sorunlar bizim
gözlemimizle birazcık değişecek diye düşünüyorum.
K10:Belirli tabular yıkabilmek. Öğrenmiş olduğumuz bazı düşünceleri ilerletmek onları
tartışmak değil de değiştirebilmek istiyorum.Bu yönde bir eğitim olmalı.
K11:Valla ders açmaları konusunda talepte bulundum.Siyasi tarih ve İbn-i Haldun dersi
istedim.Ama dediler ki önce biz bu ana şeyleri halledelim,sonra bakalım.Yani bu onlara lüks
geldi.Beklentim bu yani.
K12:Sosyolojinin
tarihini
anlatıyorlar.Dünyada
ve
Türkiye’de
gelişimini
anlatıyorlar.Kuramları anlatıyorlar.Çoğunluğu slayt şeklinde.Eleştirmeden,örnek vermeden
geçtikleri için bir eksiklik olduğunu düşünüyorum.
K13: Açıkçası bölümün en büyük eksiğinin Avrupa tarzı bir eğitim olması bence. Ayrıca
pratik olarak çok çalışmalar yapamıyoruz.Bu da büyük bir sorun.
K14:Bölümden beklentilerim bana en azından dünyadaki olan biten hakkında bilgi sahibi
hani neden olduğunu nasıl düzelebileceğini veya bu olayın bu raddeye gelmesini sebeplerini
neler bunları kendi açımdan genel kültür açısından düşünüyorum sadece hani toplum açısından
illaki ilerde sosyolog olunca çözüme yönelik şeyler illaki sunulması gerekiyor ama kendi
açımdan şu an düşündüğümde hayatı anlamlandırma açısından önemli olduğunu
düşünüyorum.
K15: Kuramsal temellendirmeleri güçlendirme ve fikirlerin akımların tartışma ortamında
anlaşılır hale gelmesi.
K16:Benim ufkumu açması yani. Şimdi bile açıyor yani. Bu kadar kötüyken bile
açabiliyor. İyi olsaydı yani ben düşünemiyorum. En azından benim gibi yani sosyolojiyi önemli.
Sosyolojinin öğrenciye ulaşma şeklinden oldukça rahatsız görünüyor öğrenciler. Eğitimin
özgürleştirici ve değiştirmeye yönelik olmaması düşüncelerindeki sosyoloji ile örtüşmüyor.
Liseden sonra görmedikleri gerçeklikleri görmekten mutluluk duyan öğrenciler için klasik
sosyoloji ders işleme anlayışı artık yetersiz kalıyor. Daha fazla okuma ve daha fazla bilme
isteğinin gerçekleşmemesi, hocaların öğrenci katılımını önemsememesi, derslerin tartışmalara
yer vermiyor olması sosyolojiden beklediklerine denk düşmüyor. Öğrenciler yaşama aktif
bireyler olarak katılımı önemsiyor.
16.Mezun olduğunda iş bulabileceğini düşünüyor musun?
K1:Düşünüyorum.
K2:Düşünüyorum. Sosyolojinin şöyle bir bölüm olduğunu düşünüyorum, tamamen
sonuçları kendine bağlı. Kendini geliştirmeyle ilgili bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Mezun
olunca iş bulamayabilirim belki ama 4 yılımı dolu dolu geçirirsem iş bulabileceğimi
düşünüyorum.
K3:Sosyolog adı altında, hayır. Çok zor. KPSS’ye gireceğim. Bunu sadece akademik
kariyerimi elde edene kadar, atanabilirsem bunu yapmak istiyorum ama sanmıyorum. Çünkü
sosyologlara Türkiye’de değer verilmiyor. Sosyologlar hep işe yaramaz insanlar olarak
görülüyor. Aslında bunun tam aksi de olsa. Gerçi bu son seçimlerden sonra CHP sosyologlarla
çalışmaya başlamış ama biraz da geç kalmış.
K4:O noktada Türkiye sınırları içerisinde iş sıkıntısı çekebileceğimi biliyorum zaten ben.
Çevremde de var zaten mezun olan insanlar. Bunu istemem tabi ki zorlanacağımı düşünüyorum.
Zaten hani akademisyen olmak istediğim için o anlamda tabi daha avantajlı olduğumu
düşünüyorum. Onun dışında daha zor.
K5:Tabiiki .Belki akademik kariyer olmayabilir de.Bunun için zaten birkaç tane hedefim
var.Hezimete uğramış olmak istemem.
K6:Düşünmüyorum ama tamamen düşünmüyorum da diyemem.Bir yanım çok
umutlu.Yani sosyolojinin Türkiye’de gelişimi,bakıyorsunuz ki 19.yy dan beri var olan bir
bilim.Ama sanki yeniymiş gibi değerlendiriliyor.O yüzden bir yanımda hiç ümidim yok.
K7:Düşünüyorum,evet.
K8:Şuan da pek düşünmüyorum.Akademiyi sadece bölümü ilerletmek için istiyorum.Bize
miras bırakılmış.Biz bunu ileriye taşımalıyız.Bu da mesleki örgütlenme ile olacaktır.Eğer böyle
olursa umudum var tabi ki.Çalışma hayatında bizde olmalıyız.
K9:İşte ben akademide devam edeceğim.O yüzden pek kpss ile falan ilgili değilim.Başka
işle ilgili bir düşüncem yok.
K10:Devlet kademelerinde benim iş bulmam zor.Akademide kalmak istiyorum.Onu da
Türkiye’de yapar mıyım bilmiyorum.Dil istiyorlar.Kendimce çaba gösteriyorum.Çok da ümitli
değilim.
K11: % 50 50 ..%50’im bulabileceğimi düşünüyor ,%50’im bulamayacağımı düşünüyor.
K12:Türkiye şartlarında çok umutlu değilim.
K13:Ooo çılgınlar gibi! Ya açıkçası sınavlar, şunlar, bunlar, ALES’ti bilmem neydi,
benim böyle çok moralimi bozuyor. Çünkü en başta söyledik akademi istiyoruz bilmem ne, kime
sorsan akademi istiyordur büyük ihtimalle. Matematikle çok barışık değilim, küsüz kendisiyle
yıllardır. İşte ALES’te de matematik çözeceğimi öğrenmiş olmak beni yıktı açıkçası. Sosyoloji
için matematik gerekiyor mu onu da bilmiyorum yani. Sosyoloji bölümünden ALES’e girecek
bir öğrencini matematik bilip bilmemesi onun hayatında neyi değiştirir, hiçbir fikrim yok. Onun
yerine ne bileyim bir okuma listesi verilse, işte o okuma listesinden belli eserler seçilse, temel
eserler olsa bunlar, ardından o temel eserlerin sosyolojinin temel eserlerinin üzerine, atıyorum
tez niteliğinde inceleme yazıları yazılması istense bence çok daha faydalı olur. Bir ölçülücülüğü
olur. En azından o dosyayla gidip bir yüksek lisans programına başvurduğunda insanlar senin
ne olduğunu, bu alanda ne yaratıp yaratamayacağını görmüş olurlar diye düşünüyorum. Ama
bu yapısal bir sorun, bizimle çözülecek ya da benim burada işte şu olabilir dememle
çözülebilecek bir şey değil.
K14:Genelde sosyolojiden mezun olanların iş bulabileceğini düşünmüyorum ama ben
kendime güveniyorum ya. Garsonluk yaparım n’olacak. Garson sosyolog olabilirim. Ne iş
yapacağımı bilmiyorum ama sosyoloji yapacağım emiştim ya bunun için söyledim aslında. Bir
garson sosyolog olabilirim mesela. Garsonluktan para kazanır, geri kalan zamanlarda da işimi
yaparım diye düşünüyorum.
K15: Düşünüyorum, olur yani neden olmasın?
K16: Ya mutlaka iş bulacağımm ama nasıl bir iş bulacağım. Kamuda çalışsam da
akademisyen olsam da yorucu çünkü birçok sınava girmek gerekiyor. Olması için savaşmak
gerek.
Sosyolojiyi para kazanacak bir alan olarak görmekten ziyade geliştirmek, anlatma ve
daha çok insanın tanımasına çalışmak amacıyla bir yönelim söz konusu sosyolojiye. Öğrenciler
ekonomik bir kazanım olarak çok da geleceklerinden umutlu değiller. Bir şekilde para
kazanılacak, yaşamın devamı için gerekli ama sosyoloji yapmak para kazanmanın bir aracı
değil. Bir miras gibi onu zihinden zihne aktarma arzusu iş bulma derdinden ağır basıyor
görünüyor.
17.Sence Türkiye’de sosyolojinin en önemli sorunu nedir?
K1:Verilen değerin çok az olması ve tanınmaması.
K2:Yine aynı şeye geliyorum, bir ideolojik takıntısı var. Buna takığım. Bunun dışında;
bilinmiyor, yeterli önem verilmiyor. Mesela en ufak bir siyasi olayda, toplumsal bir hareketi
yorumlamada ne bileyim herhangi bir şeyde sosyolog yerine bir gazeteciyi görmekten
rahatsızlık duyuyorum.
K3:İnsanların sosyolojinin ne olduğunu bilmemesi ya da sosyoloji eğitimi alan insanların
sosyolojiyi anlatmaması. Hani dediğim gibi birisi bize ‘ne olacaksın?’ diye sorduğunda,
‘öğretmen olacağım, şu olacağım’ diye kısa yoldan basite kaçmak yerine daha sosyolojinin ne
olduğuna ilişkin bilgilerin verilmesi gerekiyor. İnsanları bu konuda bizim bilinçlendirmemiz
gerekiyor aslında. Ama bunu ne kadarımız yapıyor tabi bu da bir soru işareti. Daha fazla değer
verilmeli, çünkü bize her anlamda aslında ihtiyaç var. Gerek siyaset gerek medya, her alanda
bize ihtiyaç var. Ama devlet tarafından bize çok ihtiyaç verilmiyor,ne yazık ki Avrupa’da
gördüğümüz önemi biz burada göremiyoruz.
K4:Bence sosyolojiye gerekli önem verilmiyor. Emin olun tekrar sınava girme fırsatım
olsa tekrar sosyoloji seçerim ve gerçekten bölüm puanının da yüksek olmasını tercih ederdim.
Daha çok çalışsam yine girmek isterdim yani. Hani gerekli değer verilmiyor. Şöyle, sosyoloji
okuyan bir insan farkındalığı yüksek olan bir insan zaten. Çevresine karşı, bütün kurumlara
karşı, insanlara karşı, hayvanlara karşı, bütün her şeye karşı. Ve böyle insanların toplumda
artmasını isterim ben toplumu iyileştirmek adına. O yüzden benim için ayrı bir öneme sahip.
K5:Türkiye’de sosyoloji çok gelişmemesi sanırım. İstihdam anlamında yeterli değil gibi.
Çok da bilmiyorum açıkçası.
K6:Bir araştırma yaparken gerçekten o araştırmayı sırf araştırmak için araştırmak
bence. Popülerleşen bazı konular oluyor ve buna yönelim oluyor. Yapılsın araştırmalar ama
araştırdım bitti şeklinde değil araştırılan konu içselleştirilmeli bence. Anlamak ve problemi
çözmek adına araştırma yapmak gerektiğini düşünüyorum. Diyelim apaçi çocuklar. Bu
çocukları gerçekten merak mı ediyorsun yoksa bu alanı kimse çalışmadı hani bunu çalışıyım
mı diye çalışıyorsun bu önemli. Çalışmanın ne kadar anlamak ve çözüm bulmak adına olduğu
önemli. Bence objektiflik noktası değil de bir sorunun gerçekten insanı sarsması gerekiyor.
Diyelim yoksulluk konusu burada sorunun fotoğrafını mı çekeceksin yoksa ona yardım mı
edeceksin böyle bir durum var. Toplumsal koşulları değiştirmek adına bir çalışma yapılmalı.
Bilimsel araştırma hiçbir şeyi değiştirmiyor. Tabi araştırma için gerekli imkanlar da tartışılır.
K7:Sosyoloji dediğimde o ne diye soruyorlar insanlar. Tanınmaması bence. Kaç senede
bitecek falan diye soruyorlar .Bence önce sosyolojinin ne olduğu anlatılmalı insanlara
insanlara, toplumda ortaya çıkanlar sorunların çözümü için sosyologların gerekli olduğu
vurgulanmalı.
K8:Sosyolojiye her şeyden önce meşruiyet kaynağı olarak bakılması,genel önemin
verilememesi diye genelleyebiliriz.Bunun alt başlığı olarak da meşruiyet kaynağı olarak
görülmesi.Sosyologların kendi doğruları doğrultusunda yaptığı araştırmaları değil de
araştırmayı yaptıranın doğruları doğrultusunda araştırma yapmaları.Ki bunun somut bir
örneği,önemli bir bilim olduğunun bilincindeler,özellikle siyasiler, Gezi sürecinde siyasi
aktivistler ile
yapılan toplantıda DİSK’in sanırım genel sekreteri bir hanımefendi,gezi
parkında sadece siyasi bir durum söz konusu değil sosyolojik bir mesele var ortada diye bir
çıkış yapmıştı.Başbakan sinirlenmiş ”hadsiz herif” ve şey demiş” sosyolojiyi sizden öğrenecek
değiliz,biliyoruz sosyolojik bir durum olduğunu ”falan diyor.Yani böyle caydırılmaya
çalışılıyor.Bilincindeler ve korkmaktalar.Behice Boran’ın susturulmasının sebebi de bu zaten.
K9:Sosyolojiyi anlatamamamız sosyologlar olarak,bu bize bir özeleştiri olsun.Soran
insan toplum bilimi diyoruz.Sosyoloji aslında toplum bilimi değil.Daha öte bir şey bunu
anlatabilmek lazım.Reklamdan çok yürüyen bir ülkeyiz .Kaba bir tabir olacak ama kendimizi
pazarlamamız gerekiyor ve bu noktada yetersiz olduğumuzu düşünüyorum.Kendimizi
anlatmamız
gerektiğini
düşünüyorum.Sosyolojiye
gereken
önemin
verilmediğini
düşünüyorum.Ama bu da bizle alakalı.Kendimizi ne kadar pazarlarsak o kadar kazanacaktır.
K10:birincisi istihdam problemi. Yani bu genellikle devleti düşünen çok insan var ve
direk sosyolojide atanamayacakları için farklı alanlara yönelmeye çalışıyorlar.Onların hani
bu beyhude çabası beni çok üzüyor.İkincisi,sosyolojiye zaten birbiriyle bağlantılı ama gereken
değerin verilmediğini düşünüyorum.Ve hani sadece şöyle görünüyor,araştırma şirketlerinde ve
kamuda çalışabilirim,hani bu da birazcık insanların şevkini kırıyor.Sosyolojiye dair
meraklarını isteklerini kırıyor diye düşünüyorum.Umarım birazcık daha iyi bilinir ve bu şekilde
daha iyi iş imkanları,en azından insanlar için hani onların da sonuçta bilgi almalarını teşvik
edecek bir şeylerin olması gerekiyor.Böyle düşünüyorum.
K11:Önü kapatılmaktadır. Sosyoloji var ama yaptırmamak için elinden geleni
yapıyorlar.Herhalde Türkiye’nin sosyolojisinde en büyük sorun bu.Biz sonuçta kavramlara tek
yönlü bakmıyoruz.Bizden korkuyorlar.Bu da bazılarının işine gelmiyor.Çıkarcılık ve faydacılık
temelli bakılıyor.
K12:Kendi kuramımız yok. Yöntemimiz yok. Yabancılardan aldığımız toplumu okuma
yöntemlerini kendi ülkemizde kullanmaya çalışıyoruz. Öyle gidip geliyoruz yani. Başka ne
diyeyim.
K13:Türkiye’de yabancı bir sosyoloji var. Siyasette de olduğu gibi. Bunun değişmesi
lazım. Tam anlamıyla Türkiye’yi içine alan bir sosyoloji olmalı.Türkiye’den örnekler verilmesi
gerekiyor ve siyasete yön vermesi gerekiyor.Maalesef olmayan şeyler bunlar.
K14: Sosyolojinin ne olduğunun bilinememesi bence. Çünkü herkes hani her hangi bir
Türk siyasetinde bir olay olduğu zaman herkes çıkıp kafasına göre yorum yapabiliyor kendini
sosyolog sıfatına yerleştirebiliyor ama sosyolojinin daha ne demek olduğunu sosyologun ne işte
uğraşacağını ve ne şekilde çalışacağını daha kimse bilmediğini için ben bunda bir problem
olduğunu düşünüyorum.
K15:Türkiye’de sosyolojinin en önemli sorunu,sadece sosyoloji açısından düşünmesek
Türkiye’de ne var doktor mühendis avukat var bu meslek dışındaki bütün meslekler iş yapmaz
olarak bakılıyor topluma ne derece katkısı olur ne yapar acaba bu bölüm ilerlerse Türkiye
nasıl gelişir böyle bir durum yok, gerçekten çok büyük kurumlardaki insanlarda bile yok , ben
mesela şu an TÜİK’ de staj yapıyorum güya adamların sosyoloji kadrosu var evet ama
sosyologları sadece 3 ay dayanabildi orda çalışmaya sonra istifa etmiş onlar bile şu an bir
sosyolog TÜİK ne yapar bilmiyorlar hani bu Türkiye İstatistik Kurumu diyoruz sonuçta
gerçekten büyük bir kurum Türkiye çapında bir kurum. Bu kurum bile bu şekilde düşünüyorsa
diğer kurumları düşünmek istemiyorum bile.
K16:Çok kapsamlı bir soru bu. Daha kendisine vakıf olamamış hocalar, boyumu aşmasın
bu sözler birkaç şeyden esinlenerek bu cümleyi kurdum. Elbette çok donanımlı, vasıflı
hocalarımız da var. Belki onlar bunlardan daha fazla orası ayrı mesele. Ama sınavın ölçücü
bir şey olmadığı sonucu burada da ortaya çıkıyor. Ne bileyim atıyorum, ODTÜ Sosyolojiden
gelmiş bir öğrenci ALES’i, zaten işte üniversite sınavında da ODTÜ’ye gidiyor. Boğaziçi’ne
gidiyor, Mimar Sinan’a gidiyor vs. Dolayısıyla ALES vakti geldiğinde de bu adam bu kadın
neyse, bizden daha iyi yapıyor kesinlikle. Ayrıca dil büyük bir faktör. Elbette yabancı dili
tamamlaması gerekiyor herkesin. Sonuçta sadece ulusal yayın yok, uluslar arası alanlarda da
yayın çıkarması gerekiyor akademide çalışan birinin. O yüzden dille ilgili hiçbir şey
söylemiyorum ama ALES’in tamamıyla bir saçmalık olduğu düşüncesindeyim. Dolayısıyla
bence en büyük sorun ülkenin sosyolojisinin, akademik personel yetiştirmede bence ALES’in
belirleyiciliğinin oranının düşürülmesi gerekiyor ki belki bir nebze de olsa kalite artabilir. Ne
bileyim insanlar biraz önce de söylediğim gibi, bir dosya hazırlayarak vs. bu şekilde gidip
başvurabilir yüksek lisans programlarına diye düşünüyorum ben.
K17:Türkiye’de sosyolojinin bence en büyük sorunu ekolleşememe sorunu. Yani bu
eğitimle de aynı oranda, bir üniversiteden beklenen 2 şey vardır ya, biri bilimsel araştırmalar
yapması; diğeri eğitim vermesi. Türkiye’deki üniversiteler eğitim veriyor ama bilimsel
araştırma yapıyor mu bilmiyorum. Bence yapmıyor yani. Hani kendi hocalarımızdan da
görüyoruz. Ne katıyorlar bilim alanına. Şu anlamda demiyorum, gerçekten özgün çalışmalar
yapılıyor, sınırlılıkları dar olan. Atıyorum bilmem ne köyünün, bilmem ne sorunu üzerine
sosyolojik çalışmalar yapılıyor ama kuramsal çerçevede hiçbir katkısı olduğunu
düşünmüyorum sosyolojiye. Zaten hani çok tartışılan bir mesele, dışarıdan aktarmacılık. Bilim
olunca mesela, sosyoloji bir bilim, ee bu zamana kadar ne yapılmış mesela sosyolojide.
Dışarıda oluşturulan kuramsal çerçeveler yabancı dilden Türkçe’ye çevrilmiş ve bu yeni bir
şeymiş gibi sunulmuş. Şimdilerde gerçekten sosyal bilimler camiası da buna karşı uyanık bence,
ama en büyük sorun hala bu. Bir diğeri de bütün bilim alanları bence usta-çırak ilişkisine
dayanmalı. Hoca mesela bilgili gördüğü öğrenciyi yetiştirmeli, daha fazla ilgi göstermeli. Bunu
öğrenciyi kayırmak anlamında söylemiyorum ama bilimin gereği budur. Bildiği şeyleri daha
pratik yerlerde aktarabilir ancak Türkiye’deki eğitim de böyle bir şey olmuyor. Daha doğrusu
bilim gelişmiyor. ÖSS gibi, ALES puanı ne kadar yüksek olan varsa o mesela bilim alanındaki
yerlere, konumlara yerleşebiliyor. Mesela sosyolojide yüksek lisans öğrencilerinin yarıdan
fazlası artık sayısalcı. Jeoloji Mühendisliğinden, matematikten mezun olanlar gelip sosyolojide
yüksek lisans ya da doktora yapıyor. Bu çok kötü bir şey değil ama bence bir şeyin göstergesi.
Hani yolunda gitmeyen bir şeyin göstergesi.
K18: Güzel soru, ama sanki buna benzer bir soru daha vardı. Ya bence çok devlete yakın
olma sorunu var inanılmaz derece ve ayrıca şuanda mevcut hükümetin bunu kullanma gibi bir
eğilimi var. Bunu kullanmaya çok müsait bir eğitimle çıkıyorlar okuldan. Yani şey sistem devam
etsin yürüsün gitsin. Salla başı al maaşı kafasında bir sosyoloji yapılmasından rahatsızım.
Onun dışında mesela TV’lerde çıkıp konuşan insanların laylaylom. Ama çok böyle toplumla
ilgili, inanılmaz yaptılar. İnanılmaz laflar etmekten hoşlanıyorlar. Geçenlerde seçimle ilgili
tartışılacağı zaman bir adama denk geldim ya dedim bu adam inanılmaz şey sosyoloji
birikimiyle konuşuyor ve çok güzel bunu kuruyor, değerlendiriyor, eleştiriyor falan, bunun
eksik olduğunu düşünüyorum. Yani biz bu işi çok kendi aramızda yapıyormuşuz gibi. Bir de
şöyle bir sorun var; bölümden arkadaşlarımla konuştuğum zaman genellikle şey, halk, halka
inelim. Şöyle olsun böyle olsun. Yani böyle bir ayrımın…
-tepeden bakıyormuş gibi mi?
Yani, verilen eğitimle kendine farklı bir koruma yerleştirme büyük sorun bence. Böyle üstten
bakmak inanılmaz büyük detayları kaçırmamıza neden olur. Yani birlikte yaşadığımızda o
gündelik akışta olduğumuz görmek gerekiyor. Toplumun sorunuyla ilgilenelim, şöyle yapalım,
ya senin sorunun yok mu? Sen kendi sorununun üzerine ilerleyemez misin? Yani bu detay
inanılmaz derece kaçırılıyor bence bir de şöyle bir noktaya değinmek istiyorum. Yani
Türkiye’deki şeyleri kendimiz görmüyoruz. Yani mesela başka kavramları, başka kuramlar alıp
işte şöyle yapalım, işte böyle açıklayalım, bu sayede ortaya kolay gibi bir şey çıkıyor. Her
toplumun kendine göre dinamikleri olduğu düşünülmek daha ziyade ama nedir o karşındaki
insanın bu okuldan mezun olacak insanların o şeyleri kavramları üretme gibi bir şeyi olamıyor.
Kendi işte gördüğü şeyleri adlandırayım. Şöyle yapayım böyle yapayım. Hani bu bakış açısını
kazandırmak bence. Sosyolojide lisans olarak da bakabileceğimiz en büyük eksiklik de bu.
K 19: Çok fazla öğrenci alınıyor. çok düşük puanla öylesine bile giriyorlar ve çok büyük
eksiklik. Okumasan da olmuyor.. böyle bir durum.
Sosyolojinin her şey demek olduğunu kavrayanlar onun değerinin bilinmiyor olmasından
hatta sosyolojinin başlı başına bilinmiyor olmasından oldukça rahatsızlar. Klasik kuramlardan
beslenen, özgün kuramları olmayan bir Türkiye sosyolojisi temel sorun olarak ele alınıyor.
Değerinin, kendisinin bilinmiyor olması öğretilmiyor olmasından kaynaklı. Bu da ir sistem
taktiği oluyor. Öğrenmemizi, bilmemizi ve uygulamamızı istedikleri belirli şeyler var
egemenlerin. Denetlemenin yolu benzeştirmekten geçiyor. Tanımlamanın yolu karşıt olanı
yaratmaktan. Mevcut sisteme her şey olması gerektiği gibi diyerek uyum sağlanmasını söylüyor
egemen ideoloji. Ve insanların bazı durumları fark etmesi kalıcılık için tehdit unsuru gibi.
Sosyoloji de bir taraftan devamını sürekliliğini söylerken toplumun diğer yandan eleştirel
bakmayı öğrettiği bireyleri dizginlemeye çalışıyor, hatalı eğitim anlayışıyla.
1 8.Başka eklemek istediğin bir şey var mı?
K5:Can sağlığı.
K6:Bence bir problem var o da ana konudan uzaklaşmak yani nasıl desem? Seks işçileri
ya da siyasi tutuklu insanlara çözüm bulmak ya da çaba sarfetmek varken aşk sosyolojisi gibi
bir alanın olması bana çok saçma geliyor. Bu sefer şey ortaya çıkıyor esas konuları ne
yapacağız sorusu? Biz önce toplumsal koşulları değiştirmek adına bir şeyler yapmalıyız. Sonra
istediğini araştır. Milyonlarca tutuklu, kendini ifade edemeyen insanların olduğu bir yerde
yelkenli takımının problemleri gibi bir çalışma yapamam. Problemlerin açık seçik ortaya
konularak herkesin enine boyuna düşünüp sorunun çözümünde bir parça olmak gerekiyor.
2.2.2. Akademisyenlik düşünmeyen öğrencilere sorulan sorular ve katılımcıların
cevapları aşağıda sunulmuştur:
1)Sosyoloji bölümü kaçıncı tercihinizdi ve neden başka bölüm değil de sosyolojiyi
seçtiniz?
K1:Ben de çok isterdim başka bir bölüm olsun ama olmadı napalım kader böyleymiş.
Puanım yettiği için geldim ama şey bak lisedeyken sosyoloji dersimiz vardı orada sosyoloji
dersini sevmiştim. Tercih yaparken sınıf öğretmenliği falan yazabilirdim yazmadım mesela.
Tercihlerim psikoloji, sosyoloji , iktisat ve işletmeydi. Bu dördü vardı başka bir şey yoktu.
K2:Kesinlikle puanım buna yettiği için tercih yaptım ve 12. sıradaydı. İlk tercihlerimde
gelmeyeceğini bile bile PDR yazdım , felsefe vardı bir de . Felsefeyi de isteyerek yazmamıştım
yine puanım yetiyor diye yazmıştım içeriğini bilseydim onu da yazmazdım çok ağır gelirdi iyi
ki sosyoloji çıkmış felsefe çıkmamış. Ama sosyolojiyi de çok isteyerek gelmedim şu anda da çok
isteyerek gelmedim zaten.
K3:Benim 4. Tercihimdi, sosyolojiyi tercih etmemin en büyük sebebi aslında lisede felsefe
grubu hocamın sosyoloji mezunu olması ve hali hazırda atanmış öğretmen olmasına rağmen
doktora yapıyor olmasıydı. Onunla kişisel diyaloğumuzun da gelişmiş olmasının etkisi var.
Onun ön ayak olmasıyla sosyolojiyle ilgili çok fazla derslerin açılması da sosyolojiyi daha çok
tanımama , lise sosyolojisinden daha ayrıntılı tanımama sebep oldu. Sosyoloji dışında iki tane
gazetecilik tercihimdi. Bütün tercihlerim sosyoloji ve gazetecilik üzerineydi.
K4:Öncelikle benim üniversitede okuyacağım bölüm meslek getirecek bir bölüm
olmamalıydı. Bir bilim olmalıydı ve insanlarla uğraşan bir bilim olmalıydı. Dolayısıyla
sosyolojiyi de bunun için seçtim. Bunun dışında tercihlerimin arasında psikoloji ver reklamcılık
da vardı. En çok istediğim reklamcılıktı açıkçası ama benim tercih ettiğim dönem sözelden
almaya başladı onun için reklamcılığı yazamadım ha iyi ki de öyle olmuş şu an mutluyum. 14.
tercihimdi sosyoloji. 4 psikoloji tercihi yaptım ölü tercihti zaten onlar. 8 reklamcılık vardı
hepsini yazdım iki tane de sosyoloji yazdım biri Dil Tarih diğeri Hacettepe’ydi Hacettepe
alttaydı Dil Tarih oldu. 9. Tercihim de diyebiliriz ölü tercihleri saymazsak.
K5:Benim ilk tercihimdi sosyoloji. Güzel bölüm. Böyle toplum moplum, okumalı mokumalı.
Bir de Marx falan çok anlatıyor diye.
K6:Psikolojiye en yakın bölümdü. Puanım ona yetti ama isteyerek geldim. Düşündüm
araştırdım , sosyoloji bölümünün güzel olduğunu düşünüp üç tane tercih yaptım ve hepsi de
sosyolojiydi.
K7:Sosyoloji aslında onuncu tercihimdi ama ben aslında sosyolojinin geleceğini
biliyordum. Üste doldurma tercihler yaptım hukuk istiyordum çok çalışmamıştım. Puanım
aslında sosyolojiye göre çok yüksekti ama rahat geçerim, diye düşündüm. Çok çeşitli bir alan
gibi geldi. Öğretmen olup bir yere tıkılmaktansa istediğin yerde çalabilirsin gibi. Bir de Dilek
vardı onla konuşmuştum o da çok övmüştü arkadaş etkisi de oldu ,okuyan birinin de tanıtması
, araştırmam biraz da böyle ne biliyim işte rahat gibi geldi. Tabi öyle olmadığını gördüm sonra
o yüzden tercih ettim. Ama bir sene öncesinden falan araştırıp bildiğim bir bölümdü. Son dakika
yazıyım gibi bir durum olmadı. Çok okumak gerektiğini , kavramların çok olduğunu duymuştum
ama okurken daha iyi fark ettim tabi.
K8:Sosyoloji aslında onuncu tercihimdi ama ben aslında sosyolojinin geleceğini
biliyordum. Üste doldurma tercihler yaptım hukuk istiyordum çok çalışmamıştım. Puanım
aslında sosyolojiye göre çok yüksekti ama rahat geçerim, diye düşündüm. Çok çeşitli bir alan
gibi geldi. Öğretmen olup bir yere tıkılmaktansa istediğin yerde çalabilirsin gibi. Bir de Dilek
vardı onla konuşmuştum o da çok övmüştü arkadaş etkisi de oldu ,okuyan birinin de tanıtması
, araştırmam biraz da böyle ne biliyim işte rahat gibi geldi. Tabi öyle olmadığını gördüm sonra
o yüzden tercih ettim. Ama bir sene öncesinden falan araştırıp bildiğim bir bölümdü. Son dakika
yazıyım gibi bir durum olmadı. Çok okumak gerektiğini , kavramların çok olduğunu duymuştum
ama okurken daha iyi fark ettim tabi.
K9:5.tercihim diye hatırlıyorum ama emin değilim. Başka bölümlerde vardı tercihlerim
arasında bu tercihim tuttu nedenini düşünmedim.
K10:Kaçıncı tercihimdi hatırlamıyorum ama hiç planlamıyordum pat diye seçtim.
K11:Benim 17. tercihimdi, psikoloji istiyordum aslında, PDR ve psikoloji tutmadığı için
yakın dediler, tercih yaptıran hocalarım o yüzden sosyolojiye geldim, ondan sonra da iyi ki
gelmişim dedim.
K12:13. Tercihimdi sanırım. Sosyal bilimleri seviyorum psikoloji ve felsefe okumak
istemedim yaşadığım toplumu anlamak istedim o yüzden sosyoloji.
K13:1.tercihimdi. Aslında felsefe okumak istiyordum fakat felsefe çok soyut geldiği için
sosyolojiyi seçtim.
K14:8. Tercihimde çok iyi hatırlıyorum. Bu tarz sayısal şeyleri kolay kolay unutmam açık
konuşmam gerekirse puanım oraya yetti.
K15:Kaçıncı tercihim olduğunu tam hatırlamıyorum, ama toplamda 8 tercih yapmıştım
zaten ve hepsi sosyolojiydi. Neden başka bir bölüm değil, sosyal bilimlere ilgim olduğunu
düşünüyorum, başarılı olabileceğimi düşündüğüm için sosyolojiyi seçtim, bunda edebiyat
öğretmenimin etkisi de büyük
K:16Dershanedeki rehberlik hocamın etkisiyle tercih ettim. Yanlış hatırlamıyorsam 9.
Tercihimdi. 9 uğursuz sayımdır oradan hatırlıyorum.
Bu soruya verilen cevapların büyük çoğunluğunda ‘’başka bir bölümü düşünüyordum ama
puanım buna yetti ifadesi’’ yer almaktadır. Bunun dışında bölümü seçmesinde öğretmeninin
etkisinin olduğunu söyleyenler ve sosyolojiye isteyerek geldiğini belirtenler olmuştur. Ayrıca
bir kişiden de başka bir bölümü düşünüyordum ama puan sisteminin değişmesiyle
(reklamcılığın puan türünün eşit ağırlık sözele geçmesi) asıl istediğim bölümü değil sosyolojiyi
seçtim cevabı alınmıştır. Sınav sisteminde sürekli yapılan değişikliklerin insanları istemedikleri
bölümlere sürükleyebileceği görülmektedir. Bölüme isteksiz gelen öğrencilerin bir kısmının
verdikleri diğer cevaplardan sosyolojiye dair düşüncelerinin sosyoloji bölümüne geldikten
sonra değiştiği şeklinde cevaplar alınırken asıl istediği bölümden vazgeçemeyen ama
sosyolojiye devam etmekte olan görüşmecilerin de bulunduğu görülmektedir.
2)Sosyoloji hakkında bir bilgiye sahip miydiniz?
K1:Hiçbir şey bilmiyor değildim.
K2:Değildim bana ilk önce psikolojiyle çok yakın bir bölüm dediler, hatta psikolojiyle
çift anadal yapabilirsin vaatleriyle girdim ama öyle değilmiş. Hiç bilmiyordum sosyolojinin
içeriğine dair hiçbir fikrim yoktu. Sadece dershanede felsefe sosyoloji yakın gidiyordu içerik
bakımından sadece oradan bir şeyler biliyordum.
K3:Normalde liselerde sosyoloji dersi çok fazla bölümde yok aslında daha çok felsefe
ve psikoloji dersi veriliyor. Benim sosyoloji derslerimde , sosyolojik film analizi yapıyorduk.
Bahsettiğim hocanın her dersini seçmeli olarak alıyordum ve bu biraz daha sosyolojiyi
tanımamı sağladı tam olarak bilgi sahibi değildim ama yine de biraz tanıyordum diyebilirim.
K4:Hiçbir fikrim yoktu. Geldikten sonra sosyoloji bu muymuş dedim. Toplumla
uğraştığını, toplumu araştırdığını biliyordum sadece lisede sosyoloji dersim de yoktu . Felsefe
ve psikoloji dersi almıştım hiçbir şey bilmiyordum sosyolojiyle ilgili.
K5:Az çok yani. Lisede dersler falan vardı oradan yani.
K6:Etrafımda sosyoloji okumuş insanlar yüksek mevkiidelerdi. İyi işleri vardı ; gazeteci,
akademisyen, müsteşar gibi… Ders içeriklerine baktım, sosyologlar nerede çalışır ona baktım
ve iyi bana uygun bir meslek dedim. Girerken çift anadal yapacağım diye düşünüyordum, hukuk
yada psikolojiden.
K7:1 yıl öncesinden araştırıp bildiğim bir bölümdü.
K8:Çok değildim. Kitaplardan okumuştum ama lisede de sosyoloji dersi almadım. O
yüzden pek bir bilgim yoktu.
K9:Sosyolojinin toplum bilimi olduğunu biliyordum ne anlama geldiğini bilmiyordum
ama.
K10:Değildim yani seçtikten sonra biraz araştırmaya nedir ne değildir bakınmaya
başladım açıkçası
K11:Sadece toplum bilimi olduğunu biliyordum, çok fazla bir bilgiye sahip değildim.
K12:Evet ben fazlasıyla araştırma yapmıştım belirlediğim bölümler hakkında
aralarında bana en yakın gelen sosyoloji olduğu için seçimimi bu yönde kullandım zaten.
K13:Toplumla ilgili bir şeyler olduğunu biliyordum ama detaylı bir bilgim yoktu.
K14:Lisede aldığımda çok ilgimi çekmişti ama üstünde durup düşünmemiştim. Sonra
puanım yetince de geldim işte .
K15:O zaman sahip olduğumu düşünüyordum, ama bölüme gelip sosyolojinin içine
girdiğim zaman o zaman sahip olduğum bilginin bilgi olmadığını anladım.
K16: Adını duymuşluğum vardı. Açıkçası çok fazla bir bilgiye sahip değildim.
Cevaplayanların bir kısmı sosyoloji hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadan geldiklerini
bir kısmı sosyoloji dersi aldığını bu derste kısmen de olsa sosyoloji hakkında bir fikir sahibi
olduklarını diğerleri ise sosyoloji mezunu tanıdıkları aracılığıyla ve sosyolojiyi araştırarak bilgi
edindiklerini belirtmişlerdir. Bunun dışında sosyolojinin psikolojiye benzer bir disiplin olduğu
gibi
bir
kanıya
sahip
olduğunu
söyleyenler
de
vardır.
3)Lisede sosyoloji dersi almış mıydınız? Lisans düzeyinde gördüğün sosyoloji dersleriyle
arasında ne gibi farklılıklar vardı?
K1:Derslerde biraz alt yapımız oluşmuştu. Marx, Durkheim , Weber’i görmüştük,
Ferhat Hoca sağolsun.Çok ayrıntı değildi ama genelde güncel konulara bağlayarak ders
işliyordu hocamız, hoca bir tartışma konusu açıyordu ders öğrettiği kişiler üzerinden gidiyordu.
K2:Yok yok hiç bilmiyordum sosyolojinin içeriğine dair hiçbir fikrim yoktu. Sadece
dershanede felsefe sosyoloji yakın gidiyordu içerik bakımından sadece oradan bir şeyler
biliyordum.
K3:Çok büyük bir fark vardı müfredat çok farklıydı direk kavramlara yönelik daha düz
, daha sıkıcı , daha ezbere yönelikti. Burada çok daha farklı bir sosyoloji gördük , daha alana
yönelik bir sosyoloji.
K4:Lisede sosyoloji dersim yoktu.
K5:Ben lisede çok fazla sosyoloji görmedim, son yılımızdaydı. Ama orada sanırım,
hatırladığım kadarıyla, bu evlilik tipleri falan var ya sadece onu anlatmışlardı. Yani çok bir şey
anlatmamışlardı.
K6:Aldım hiç sevmedim. Dersin içeriği saçmaydı. Hocayı severdim ama dersin amacını
bir türlü anlayamazdım. Neden bunları öğretiyorlar anlamazdım. Sosyoloji kafasında değildim.
Bana göre sosyoloji çakra açılması ama daha o aşamada değildim. Daha önce bir birikime
sahip olmamakla alakalı olmalı. Bence müfredat eksik sosyoloji bilmeyen bir adama direk
toplum dersen nasıl anlasın adam. Lisansta ilk yıl gördüğüm sosyolojiye giriş dersi de çok
kötüydü. Anlattıkları bilgi değeri taşımıyordu. Kültür budur çocuklar kimisi çatalla kimisi
bıçakla yer diyordu mesela hoca bunu ben de biliyordum da buradan nereye varıyorduk?
K7:Bölüm değiştirmek için elimden geleni yapmaya çalıştım. Lisede bir müfredat vardı
en azından ama burada adını bile koyamadığım bir şeyler anlatıyordu hoca. 1. Sınıfta aldığım
klasik sosyoloji kuramları dersini veren hocam le hayatım değişti. Başta anlayamadım ama
anlattıkları çok önemliydi. Boş konuşmuyordu. Kişilerin düşünüş tarzlarını dolu dolu anlattığı
için konu ilgimi çekmeye başladı. Bölüm mantıklı bir hale gelmeye başladı. Anlattığı insanların
düşündüğü şeyler hem etkileyici hem de faydalıydı benim için. Gerçekle bağdaşan şeylerdi.
K8:Yok hayır almadım.
K9:Lisede sosyoloji dersi almamıştım.
K10:Evet lisede sosyoloji dersi almıştım. Lisede gördüğüm sosyolojiyle üniversitede
gördüğüm sosyoloji arasında çok fark var. Orada bir tane kitap vardı ve ders onun üzerinden
işleniyordu yani çok kapalıydı. Üniversitede öyle değil bir kere çok sayıda deneyimli hoca,
önerilen çok fazla kitap ve dört yıl boyunca sürecek olan bir eğitim var.
K11:Evet almıştım lise sonda. Üniversite sınavı için sadece test çözdüğümüzden dolayı
lisans sosyolojisiyle kıyaslayamayacağım.
K12:Evet almıştım. Bu kadar çok kitap okumam gerektiğini bilseydim seçer miydim
sosyolojiyi bilmiyorum. Lisans düzeyinde sosyoloji çok daha kapsamlı haliyle.
K13.Hayır lisede sosyoloji dersi almadım. Almış olsam biraz daha bilgi sahibi olarak
seçersim bu benim için daha iyi olabilirdi. Sadece felsefe ve psikoloji dersi aldım. Felsefeyi çok
severdim ama çok soyut geldi. Felsefe grubundan daha yakın olan sosyolojiye yöneldim. Sosyal
bilimlerden uzaklaşmadım.
K14:Lisede sosyoloji dersi almamıştım o yüzden bilmiyorum ne tür farklılıklar vardır
ama mutlaka lisans daha kapsamlı karşılaştırmak yanlış olur.
K15: Lisede mantık, felsefe aldım ama sosyoloji almadım
K16:Yani ayıp olacak belki ama ben onu bile hatırlamıyorum çünkü son sınıf biraz daha
üniversiteyi kazanmaya yönelik olduğu için dershanede koşturmaktan okul derslerini pek
önemseyebildiğimi söylemezdim
K17:Lisede felsefe grubu dersleri aldım ama sosyoloji dersimiz yoktu. Lisede sosyoloji
dersi almadığım için şuan gördüğüm sosyoloji dersiyle farklılığını karşılaştıramıyorum.
Cevaplayanların bir kısmı lisede sosyoloji dersi almadığını ve bölüme gelmeden bir
fikrinin olmadığını, dersi alanların ise bir kısmı ayrıntılı olmasa da lisans için alt yapı
oluşturduğunu, bir kısmı da dersi aldığını ama bir şey anlamadığını ve lisedeki sosyoloji
derslerinin lisansta gördükleri sosyoloji dersleri ile hiçbir benzerliğinin olmadığını, sosyoloji
hakkında yanlış fikir edinmelerine sebep olduğunu belirtmişlerdir.
4)Sizce Türkiye’de sosyoloji eğitiminde en büyük sorun nedir?
K1:İnsanların sosyoloji hakkında bir fikri olmaması en büyük sorun bence. Yaşça büyük
birisinin size hangi bölümü okuyorsun dediğinde sosyoloji cevabını alınca hıımm diye bir
karşılık alacak kadar biliyor. Sosyoloji bilinmediği için önemsiz görülüyor.
K2:Özgün çalışmaların olmaması ve ideolojik baskınında etkilerinin çok olduğunu
düşünüyorum.
K3:Türkiye de sosyolojide önde gelen isimlerin tutarsızlığı ve sosyolojinin bir bilim
olarak diğer sosyal bilimlerle etkileşememesi.
K4:Fazla teorik işleniyor pratik de pek bir kazanım olmuyor. Sahada çalışma
konusunda yetersiz kalıyoruz.
K5:Eğitim bağlamında değerlendirdiğimiz de ben teoriye verilen değerin saha
çalışmalarına verilmediği kanaatindeyim, öğren geç eğitim sistemi uygulama olmadıktan sonra
hiçbir işe yaramaz.
K6:Sosyoloji eğitimindeki en büyük sorun bence teorik planın çok fazla olması,
uygulamaya yönelik derslerin az olması diye düşünüyorum ve uygulamaya yönelik derslerin
son sınıfta mesela bizim üniversitemizde o şekilde nitel ve nicel gibi dersler bence birinci
sınıftan itibaren sıkı tutulmalı, en büyük eksik bu.
K7:Eğitim olarak düşündüğümüzde sorun her hocanın kendi doğrusunun peşinden
gitmesi, yani herkes kendi dersinin derdine düşüyor biraz, anlatamadım ama olaya sosyoloji
olarak değil de ders gibi bakılıyor durum böyle olunca da liseden pek farklı olmuyor dersler.
K:8Maaşımı alıp otururum mantığında olduğu için hocalar eğitim gelişmiyor bence
yenilik kazanmıyor.
Bu soruya verilen cevaplarda bir çeşitlilik görülmektedir. Cevaplarda göze çarpan sorunların
;sosyolojinin bilinmemesi, özgün çalışmaların olmaması ve özgün çalışma için gerekli ortamın
yaratılmaması, sosyolojinin diğer disiplinlerle iş birliği halinde olmaması, alan çalışmaların
eksikliği ve çok teorik olması olduğu görülmektedir. Cevaplar içerisinde en fazla değinilen
nokta ise sosyoloji eğitiminin teorik ağırlıklı olması ve alan çalışmalarının yetersizliğidir.
Özgün çalışmaların olmaması durumunun Batı aktarmacılığının bir sonucu olduğu söylenebilir.
Küreselleşen dünyada gelişmiş ülkeler merkez konumunda iken Türkiye gibi ‘’gelişmekte olan
‘’ ülkeler çevre konumundadır ve bu durum başta ekonomi olmak üzere, sosyal koşulları da
etkiler. Yapılan araştırmalarda, eğitim sisteminde bu durumun yansımaları kendini
göstermektedir. Yerli kavram üretmek yerine Batı’dan aktarılan kavramları aslına uygun
olmayan şekilde kullanmak, Batı’nın kuramlarını Türkiye’ye uygun mu değil mi sorgulamadan
benimsemek özgün bir sosyolojinin önündeki engellerdir. Sosyoloji ve sosyoloji eğitimi
birbiriyle doğrudan ilintilidir her ikisi de birbirini etkilemektedir ve bu engeller sosyoloji
eğitiminde sorunlar çıkmasına sebep olmaktadır.
5)Meslek olarak sosyoloji hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
K1:Çalıştığın yere göre değişir formasyon alıp öğretmen olma ya da dershanede
öğretmen olma kısmının bölümümüzle alakalı olduğunu sanmıyorum. Olursa bakanlıklarda ya
da özel sektörlüklerde projeler yazmalıyız. Sadece iki bakanlıkla sınırlı olmamalı atandığımız
yerler. Toplumla ilgili yapacağımız projelere dahil olabilirsek tamam ama özel sektörde de pek
çalışma alanı yok. Ya okulda kalıp akademik çalışmalar yapılmalı ya da bakanlıklarda
çalışmalıyız bence.
K2:Onu hiç düşünmüyorum zaten istihdam alanı çok yoğun bir alan değil , iş
bulamayacağım. Diplomalı işsiz olacağım.
K3:Benim niyetim daha alanda olmak , akademiden yana değil de daha çok alanda yer
almak kadın sığınma evleri gibi yerlerde çalışıyım daha yardımcı oluyum istiyorum bu işleri
sosyal hizmet uzmanları yapıyor. Yeterli olduklarını düşünmüyorum. Biraz daha alana çıkmak
istiyorum.
K4:Sosyoloji tek başına bir meslek değil zaten bir bilim, bir yaşam tarzı diyelim.
Sosyolog olarak atandığında da bir meslek yapmıyorsun aslında. Proje tasarlayıcılığı gibi bir
şey yapıyorsun ama sosyoloji bundan daha ilginç bir şey bana göre. Sosyoloji bir meslek getirir
ama yanına bir şeyler koyarsın yürür gider. Tek başına bir meslek değil.
K5:Devlet!
K6:Bence sosyolog olmak bir kesinlikle bir meslek. Düzgün araştırma yapmayı
öğreniyorsun. Sosyolog tespit eder bırakır anlayışı var ama bence sosyolog politika üretebilir.
Bu bahsettiğim politika siyasi anlamda değil. Bir sorun tespit edilip çözümünde katkıda
bulunmak anlamında. Ülkeyi, toplumu kurtaracak sosyologlardır. Benim hayalimdeki
akademisyenlik öğretmenlikten arınmış bir halde bulunandır. Akademisyen bir sorunu
gidermeye yönelik çözümlerde bulunmalı. Sorunlar karşısında farkındalık yaratmalı.
K7:Bölümü bitirdiğimde sosyolog olacağımı düşünmüyorum açıkçası. Bir sosyolog
olabilmek için bölümde verilen derslerin yeterli olduğunu düşünmüyorum. Kitaplar alıp kendini
geliştirmek araştırmaları adam gibi yapmak tezleri yürütmek gerekir o şekilde sosyolog
olabileceğimi düşünüyorum. mezun olduğumda kendimi sosyolog olarak görmeyeceğim en
azından. Bir çok kongreye katılmadım, her şey teoride, okudum, derslere girdim çıktım.
Sosyolog toplumun içinde olmalı ben hiçbir şey yapmadığımı düşünüyorum.
K8:Meslek olarak sosyolog ne yapar hala bilmiyorum açıkçası. Akademik de
düşünmüyorum. İnsan kaynakları falan düşünüyorum.
K9:Ben gayet olumlu bakıyorum. Mesleki hayatta sosyolojik bilgilerimi kullanabilirsem
başarılı olabileceğimi düşünüyorum.
K10:Sosyolog olmak çok iyi bir şey bence ama sosyolog olarak kendine iş bulabilmek
çok zor. Sosyoloji eğitimimin sonucunda sosyolog olarak çalışamayacağımı düşünüyorum.
K11:Yaptığım gözlemler ve aldığım duyumlar sonucu sosyolojinin iş sahasının dar
olduğu ve iş bulmakta bizi zorlayacağı kanaatindeyim.
K12:Bu konuda bir yorum yapamayacağım çünkü içinde değilim.
K13:Ben sosyolojiyi meslek olarak devam ettiremesem de mesleğim her ne olursa olsun
sosyolojinin bana katkısının fazla olacağını düşünüyorum.
K14:Sosyolojinin
öneminin
Türkiye'de
çok
iyi
bilinmediğini
düşünüyorum,
sosyologların da paralel olarak çok iyi değerinin bilinmediğini düşünüyorum. Ama yavaş yavaş
insanlar bilinçlenmeye başlıyor, devlette bu konuda adımlar görüyoruz sosyologlar ön plana
çıkmaya başladı. Bakanlıklarda belediyelerde artık çalışma alanı bulabiliyorlar ama yine de
yeterli görmüyorum eksiklikler görüyorum.
K15:Ben meslek olarak sosyolojinin önünü açık görüyorum aslında bu konuda ciddi bir
tereddüt var ama bana nedense bölümüm güven veriyor.
K16:Sosyolog olarak çalışan mesleğini yapan kimse yok çevremde meslek olarak da pek
bölümden de bir bilgi alamıyorum açıkçası.
Öncelikle sosyolog olmanın bir meslek olup olmaması konusunda farklı cevaplar
görülmektedir. Sosyolog olmanın bir meslek olmadığı bir yaşam tarzı olduğu yönünde bir görüş
olduğu gibi, sosyolog olmanın kesinlikle bir meslek olduğu sosyoloğun sorunlara ilişkin
politika üretebileceği, çözümler bulabileceği gibi bir görüş de vardır. Sosyolog ne yapar
sorusunun toplumun büyük bir kesiminde olduğu gibi sosyoloji öğrencilerinde de olmadığı
görülmektedir. Cevapların büyük bir kesiminde sosyoloğun araştırma ve projeler yapması
gerektiği , çalışacakları alanların yalnızca bir iki kurumla sınırlı kalmaması gerektiği
görülmektedir.
6)Gelecekte sosyolog olarak çalışabileceğinizi düşünüyor musunuz yoksa başka alternatif
meslekler mi düşünüyorsunuz?
K1:Öğretmenlik olursa kesinlikle tarih düşünürüm ama olmazsa kamuda sosyoloji
alanında çalışmak isterim. Bu zor bir soru aslında zaman ne gösterirse..Son çare polisliği bile
düşünebilirim. Geçenlerde bir arkadaşım astsubaylık için sınava gireceğini söylüyordu herkes
bir alternatif arıyor. Keşke şimdi mezun olmaya bir sene daha olsaydı, son sınıfta iş bulma
stresi artıyor.
K2:Sosyolog olmak isterim ama o olmazsa özel sektörde çalışmak isterim.
K3:Ben sosyolog olarak çalışmak istiyorum. Bu ne kadar mümkün bilmiyorum ama.
Türkiye koşullarında ne işte çalışacağından emin olmak çok da mümkün değil. Stajımı kadın
danışma merkezinde yaptım. Kadın çalışma merkezinde çalışan sosyologların hiç birinin
kadrolu olmadığını biliyorum. 10 tane çalışandan bir tanesi sosyolog ve sözleşmeli çalışıyorlar
çok komik fiyatlara.
K4:Sosyolog olarak çalışacağımı çok düşünmüyorum , sınava girip memurluk yapmak
istemiyorum. Eğer memurluk yapacak olsaydım daha başka bir bölüm olabilirdi. Mesela sınıf
öğretmenliği yazabilirdim, çok insan yazmamı önerdi ama ben istemedim memurluk yapıma
uygun değil. Saat 8 akşam 5 e kadar çalış birkaç kağıdı imzala bana sıkıntılı geliyor. Kendim
bir şeyler üretmeliyim . Öyle bir meslek yapmalıyım, o yüzden sosyolog olarak çalışacağımı
sanmıyorum ama benim kafamda daha çok şey var yazarlık yapabilmeyi istiyorum. Bir kitabım
olsun , roman olur şiir olur sosyoloji üzerine olur. Birkaç kitabım olsun bir şeyler üretmiş
oluyum. Onun dışında yapacağım meslek fark etmiyor. Şu anda çalıştığım yer olabilir hizmet
sektöründe çalışabilirim. Marketlerde dahi çalışırım geçimimi sağlasın karnımı doyurayım
kapalı bir mekanım olsun çalışabileceğim onun dışında pek de bir beklentim yok açıkçası.
K5:Sosyolog olarak çalışmak isterim ama çalışabilir miyim bilmiyorum. Alternatif
meslek valla.
K6:Kesinlikle sosyolog olarak çalışmak istiyorum.
K7:Gelecekte sosyolojinin daha iyi olabileceğini düşünüyorum açıkçası. Olmazsa
rehber öğretmenliği düşünüyorum.
K8:İsterim ama sosyoloji popüler bir dal olmadığı için alternatif başka meslekler
düşünüyorum
K9: Ben açıkcası pek bir alternatif düşünmüyorum. Belediyede sosyolog olmak gibi bir
gayem var. Umarım başarabilirim.
K10:Meslek olarak yapamayacağımı düşünüyorum az öncede söyledğim gibi. Alternatif
olarak özel sektörde insan kaynakları, kurumsal iletişim gibi departmanlar düşünüyorum.
K11:Nerede çok para verilirse oraya giderim. Sosyolog olarak mı alternatif mesleklerde
mi para kazanacağıma bağlı.
K12:Akademi dışında sosyolog olarak çalışabileceğimi düşünmüyorum. Akademide
kalmayı da ben düşünmüyorum doğal olarak kendimi sosyolog olarak çalışırken görmüyorum.
Alternatif meslek tabiki de en büyük hayalim olan Black Books’daki gibi bir işletme açmak.
K13:Ya açıkçası illa sosyolog olayım yoksa işsiz kalayım gibi bir tavrım yok mutlaka
alternatif meslekler de düşünüyorum günümüz Türkiyesinde düşünmek zorundayım
K14:Ben sosyolog olarak çalışmak istiyorum ama Türkiye'de ne kadar iyi sosyolog
olabilirim onu bilemiyorum. Belirlenmiş kalıplar içerisinde bir sosyolog olacağım sanırım
olursam da onun dışında aile danışmanlığı düşünüyorum, sertifika alıp şansımı deneyeceğim
K15:Ben sosyolog olarak çalışmayı da isterim fakat aile danışmanlığı gibi daha kendi
işim, kendi ofisim, kendi kararlarımın olduğu bir meslek beni daha mutlu edecek gibi
görünüyor.
K16: İşim olduktan sonra durup da neden sosyolog olmadım diye sorgulamam gibime
geliyor.
Cevaplarda başka alternatif düşünmeksizin sosyolog olacağını düşünenler, sosyolog olmak
isteyenlerin ama bu durumdan ümitsiz olduklarını dile getirenler, sosyoloji olursa iyi olur ama
alternatifler daha cazip olursa niye olmasın diye düşünenlerin olduğu görülmektedir.
Türkiye’de bu durum yalnızca sosyoloji bölümü için değil pek çok bölüm için geçerlidir.
Diplomalı işsiz olma durumunun pek çok lisans mezununun korkulu rüyası olduğu söylenebilir.
Lisans süresince öğrencinin çevresindekiler belli bir beklentiye kapılmaktadır ve lisans
süresince alınan eğitimi iş hayatında kullanmak isteyen pek çok kişi işsiz kalabilmekte ya da
bölümüyle hiç ilgisi olmayan başka bir alanda çalışmak zorunda kalabilmektedir. Bu durum
lisans öğrencisinin 4 seneyi yalnızca üniversite mezunu olma çabasıyla geçirip bölüme gereken
önemi vermemeye sürükleyebilmektedir. Aynı zamanda bölüme ve kendisine yabancılaşma
sonucunu doğurmakta, lisans eğitimini anlamsızlaştırmaktadır.
7)Sosyoloji eğitiminin ailenizle olan ilişkinize herhangi bir etkisi oldu mu? Nasıl?
K1:Annemin olumsuz bir tepkisi vardı. Sosyoloji mi o ne , ne olacaksın falan diyor?
Kardeşimin ne olacağı belli mesela, benim değil. Neyse ki çift anadal yapacağımı duyunca
rahatladı .Şimdi yalandan öğretmen olacağım diyorum rahatlıyor.
K2:Ailem önce sosyolojinin ismini bile telaffuz edemiyordu. Sosyal bilgiler
öğretmeninden sosyolojiye kadar geldik. Önce sosyal bilgiler öğretmeni olacağımı
sanıyorlardı. Hala içeriğini tam olarak bilmiyorlar sosyolojiyle içeriği aynı gibi düşünüyorlar.
Arkadaşı sorduğu zaman annem bitirince psikolog olacak diyor sonra vazgeçiyor sosyolog
olacak herhalde diyor.
K3:Ee tabiî ki birazcık oldu , ben İzmirliyim , genel bir siyasi görüşü var , ailem daha
Kemalist bir duruşa sahip, ben sola biraz daha kaydım. Bundan kaynaklı olarak siyasi görüşle
ilgili biraz tartışmalarımız oluyor ama onların çizgisi de çok uzak olmadığı için çok sıkıntı
olmuyor. Anlatıyorum akıllarına yatıyor bazen ama çok büyük bir çatışma yaşanmadı
aramızda.
K4:Aslında oldu şöyle bir şey ben lisedeyken bir ara ülkü ocaklarına gidiyordum
arkadaşlarla birlikte ailem de Nevşehirli , biraz muhafazakar biraz milliyetçi bir yapıya sahip
Nevşehir. Bir ara ülkü ocaklarına bir ara cemaate gittim. Ailem o milli ideolojinin tamamını
alır devletin empoze ettiği ideolojiyi. Türk milliyetçiliğini, Müslüman kimliği. Haberleri
izlediğimde falan onlara destek çıkardım şimdi öyle değil. Şimdi onlar yorum yapıyor suskun
kalıyorum. Çünkü onu açıklamaya kalksam ikna edemeyeceğimi biliyorum. Bir şey söylerlerse
he öyle diyorum kırmıyorum ama onların bakış açısından tamamen farklı bakmaya başladım
artık. Çok farkında değiller görüşlerimin değiştiğinden genelde suskun kaldığım için. Söylesem
de bir şey demezler de ikna edemeyeceğimi biliyorum ve tartışmıyorum.
K5:Olmadı. Yani zaten bu bölümü istiyordum. O yüzden normal devam.
K6:Ailemle olan ilişkimi sorguladım. Aileme bağımlı olduğumu fark edip bu durumu
değiştirdim. Onları da ikna ettim. Korumacı bir ailedeyim ama felsefi açıdan açık ve özgürlükçü
bir aile. Rahatsız olduğum konularda büyük ölçüde mücadele ettim daha da asileştim.
K7:Ailem dışında topluma olan bakış açım da değişti. Önceden daha önyargılı kalıpsal
bakıyordum bazı şeylere şimdi en azından insanları ötekileştirmiyorum. Hani onların açısından
da düşünebiliyordum. Önceden böyle çok at gözlüğüyle bakabiliyordum ama şimdi olanı değil
olması gerekenle ilgilenmez diyorlar ya o şekilde bakıyorum. Ailem takdir ederek bakıyor.
Keskin çıkışlar yaptığımda babam bir de sosyolog olacaksın böyle insanları nasıl
anlayacaksın, önce aileni anlamaya çalış falan diyor. Böyle espiriler dönüyor.
K8:Tabi. Ailemi daha çok anlamaya başladım. Yani bizim kim olduğumuzu ailelerimiz
belirliyor ya bizi onların meydana getirdiğini çok iyi anlayabiliyorum.
K9:İlişki olarak baktığımızda belki çok bir şeyleri değiştirmemiştir ama ben bireysel
olarak onlarla ilgili konularda daha sağlıklı şekilde düşünüyorum. Bu da bir şekilde daha
sorusuz ve sağlıklı iletişim sağlıyor diye değerlendirebilirim.
K10:Ailemi daha çok anlayabiliyorum bence aile hayatımıza baktığım zaman
değerlendirmelerde bulunabiliyorum nerelerde ne gibi kırılmalar yaşandığına dair çıkarımlar
yapıyorum bu da anlamamı sağladığı için olumlu yönde bir değişim oldu bence.
K11:Olayları daha derin düşünmeye başladım. İnsanları anlamaya başladım
dolayısıyla ailemi de anlamaya başladım zaman zaman çatışmalar olsa da olumlu yönde
etkiledi.
K12:Annem
olduğunu
söylüyor.
Eskisinden
daha
çok
dinleyip
anlamaya
çalışıyormuşum. Bana sorarsan bence hiçbir şey değişmedi.
K13:Bu noktada bir etkiden bahsetmem mümkün ama bu iyi bir etki mi yoksa kötü mü o
tartışılır çünkü artık daha anlayışlı gibi davransam da daha hassasım ve mutlaka bu da olayları
kavramam da beni biraz yanlış yönlendiriyor.
K14:Olaylara biraz daha farklı açılardan bakmayı öğrendim, daha geniş bir
çerçeveden, daha olgun, daha bilinçli şekilde bakmayı öğrendiğim için ister istemez ailemdeki
gözlemlerim ya da yaşadığım şehirdeki gözlemlerim farklılaştı. Sosyolog gözüyle bakmaya
başladım çevreye ve aileme ister istemez etkisi oldu sosyoloji bölümünün.
K15:Bence olmadı, hatta olumsuz bir etkisi bile olmuş olabilir çünkü sosyoloji böyle
saatlerce oturulup çalışılacak dersler yerine daha yoruma, alt yapıya yönelik olduğu için beni
ders çalışmazken görmek onları pek mutlu etmiyor.
K16:Her ne kadar olmadığını iddia edecek olsam da görmediğim etkiler mutlaka
olmuştur. Olayları ele alışım farklılaştıkça, bunu ilişkilerime mutlaka yansıtıyorumdur.
Cevapların hemen hepsinde sosyoloji eğitiminin aileleriyle olan ilişkilerine etkisi olduğu cevabı
vardır. Bu etkilerin bir kısmı olumlu olarak nitelendirilmiştir. Olumlu olanlar ailelerini daha iyi
anladıkları bakış açılarının geliştiği şeklinde cevap verdikleri görülürken, olumsuz etkisi oldu
diyenlerde ise çok büyük bir çatışma yaratmadı ama daha çok tartışır olduk , daha önce onlarla
aynı yönde düşünürken daha farklı düşünmeye başladım gibi cevapların olduğu göze
çarpmaktadır. Bu durumda Bourdieu’nun habitus kavramından bahsedilebilir. Bu kavram
kişilerin zevklerinde , davranışlarında , düşüncelerinde geldikleri sosyal koşulların, ailelerinin
sahip oldukları eğilimin, çevrede hakim olan görüşün bir ölçüde etkili olduğu anlayışı vardır.
Sosyoloji öğrencileri sahip oldukları fikirlerin , dünyaya bakış açılarının dış ortamdan bağımsız
olmadığını ve ailelerinden etkilendiklerini fark etmiş ve düşüncelerini sorgulamaya başlamış
olma ihtimalleri vardır. Bunun yanında sosyolojinin genel olarak sorgulamayı gerektirmesi de
bu durumun ortaya çıkmasında etkilidir.
8)Sosyoloji bölümünde eğitim görmenize ilişkin aldığınız tepkiler nelerdir?
K1:Sosyoloji hakkında bilgisi olan birkaç kişi iyi tepki veriyor. Çalışma alanınız geniş
şurada da çalışabilirsin falan diyorlar ama onun dışında hıı iyiymiş falan diyenler var.
Sosyoloji ne kız diyenler var, sosyal bilgiler öğretmeni oluyorsun değil mi diyenler var.
Bitirince doktor mu olacaksın diyenler bile var doktor olacak işte yaa tamam diye konuyu
kapatmıştı teyze ama yaşlılığına veriyorum. O gün bölümü değiştirmediysem daha da
değiştirmem herhalde.
K2:Hiç olumlu tepki almadım diyebilirim. Ne diyorlar? Niye açık öğretimden sosyoloji
seçmedin en azından hem çalışır hem okurdun diyorlar. Pek olumlu tepki almadım. Bilmiyorlar
,bölümü de bitirince işsiz kalacak diye düşünüyorlar.
K3.Ne iş yapacaksın, sen ne olacaksın diyorlar. Ailenin yaşlılarına genelde öğretmen
olacağımı söylüyoruz ailecek. Annem bile ne iş yapacaksın diye sordu. Çok fazla önyargıları
vardı ailemin, babamdan destek aldım sadece . Çok da bilgileri yok bölümle ilgili.
K4:Onunla ilgili çok güzel bir hikayem var. Bir arkadaşım hukuku kazandı. Hep birlikte
gezerdik. Tek gördüklerinde sorarlardı bizi diğer arkadaşın nerde diye. Bir gün geziyoruz
okulun müdürüne denk geldik. Kazandığımız bölümleri biliyor müdür. Ona ne güzel şöyle şöyle
yap diye önerilerde bulundu. Çok sevdiğim de bir insandı müdür ama bana niye yazdın o
bölümü ne yapacaksın diyerek çekti gitti. Onun dışında halamın kızı vardı hemşirelik yapıyordu
, bölümü kazandığımda çok güzel bir bölüm önü açılacak falan dedi öyle genelde. Mesela bir
tane arkadaşım benden bir yıl sonra gitti benim sosyoloji okumamın falan etkisi oldu o da
sosyoloji seçti ama sevmiyordu açıköğretimden başka bir bölüm yazdı iş bulabileceği sonra da
köyüne döndü sanırım. Genel olarak sosyoloji nedir diye soru geliyor duyanlardan onun
dışında sosyoloji mi hani ne yapacaksın o bölümde diyorlar.
K5:Sosyolojiye olmadı benim tepkilerim, genelde Hacettepe’ye yönelik oldu. Sosyolojiyi
pek bilmiyorlar yani o var. ‘ne olacaksın’ deyince ‘haa öğretmen mi, ne güzel’ gibi.
K6:Beğeni duyuyorum bu mesleğe ilişkin. Çevremde çok fazla sosyolog varmış
sonradan da fark ettim ve kıymet veriyorlar bu bölüme. Niye bu bölümü okudun diyen
duymadım hiç. Çevremdeki sosyologlar hep başarılı. Hem iyi kazanıyorlar. Hem prestijli
mesleklerdeler.
K7:İki yıllık mı, ne olacaksın sen, sosyoloji ne, sosyolog ne yapar gibi sorular.. kendimiz
bile daha tam bilmiyoruz çünkü bakanlıklarda bile görev tanımı yok. Zorluk yaşıyorum ne
olduğunu pek anlamıyorlar. Okumuş insanlardan sosyolojiyle ilgilenmiş kimselerden olumlu
tepki verenler var.
K8:Sosyoloji nedir, ne yaparsınız? Böyle tepkiler alıyorum.
K9:Bu konuda tek bir şey diyemem gayet olumlu tepkiler verip geleceğin mesleği
olarak görende var adını bile duymamış olup geleceğin vasıflı işsizi olarak değerlendiren de
var.
K10:Olumlu tepkiler de var olumsuz tepkiler de var. O ne diyenler çoğunluk da her
seferinde anlatmaktan da yoruldum açıkçası ben sosyolojiyi seviyorum insanların da bilip
bilmemesi tepkileri artık çok umurumda değil.
K11:Genelde pek bilinmiyor ya da benim çevremdekiler bilmiyor. Ne okuyorsun
dediklerinde sosyoloji cevabını verince psikoloji gibi bir şey mi deniyor.
K12:Sosyoloji güzel bölüm ama iş bulmak çok zor ya mezun olunca napacaksın genel
tepkiler bu yönde.
K13:Ben genelde çevremden olumlu tepkiler alıyorum, sosyolojinin fazla önemli bir
bölüm olduğunu düşünüp ilgi duyanlar önemsiz görenlerden bir hayli fazla..
K14:Ya işte mezun olunca ne olacaksın sen şimdi ya da ne yapıyorsunuz siz şimdi,
nerelerde çalışıyorsunuz siz şimdi, sosyolog ne yapıyor, ne iş yapıyor falan gibi çok fazla
insanlar bilinçli olmadığı için işsiz gözüyle hani sosyoloji eşittir işsiz gözüyle bakılan çok
değeri bilinmeyen bir bölüm olarak görülüyor çevremde de.
K15:Ben olumlu tepkiler alıyorum ya tabi psikolojiyle karıştıranı falan da çıkıyor ama
genelde benim çevremde önemsenen ve değer gören bir bölüm
K16:Aile üyelerim seçimi bana bıraktıkları için bu konuda pek bi fikir beyan
etmiyorlar yani bölümüme dair bir tepkileri yok. Diğer insanların tepkileriyle de pek
ilgilenmiyorum ben kendim kazanımda bulunmak ve okulu bitirmek niyetindeyim.
Soruya verilen cevapların büyük bir kısmı tepkilerin olumsuz olduğu yönünde. Olumsuz verilen
tepkilerin bir çoğu insanların sosyoloji hakkındaki bilgisizliğine bağlanırken, bazı tepkiler iş
bulma endişesi taşımaktadır. Bölümün açıköğretimden okunup başka bir bölümün yanında
yürütülmesine dair cevaplar da vardır. Bir kısmı ise sosyolojiye dair olumlu tepkiler aldığını
belirtmiştir. Bölümü bilen tanıyan insanların tepkilerinin çok sağlıklı ve pozitif olduğunu
söylerken
bölümün
önemsendiğini
belirtmiştir.
9)Sosyoloji eğitimi çevrenizde olup biten olaylara bakış açınızda ne tür değişiklikler
sağladı
ve
gündelik
hayatınızdan
bir
iki
örnek
verebilir
misiniz?
K1:Benim kendi kişiliğimle ilgili olabilir pek bir değişiklik olmadı galiba.
K2:O konuda hakkını yemeyeyim sosyolojinin. Bir sosyolog içtiği çay bardağının nasıl
yapıldığına hangi işçinin nasıl sömürüldüğüne bakması gerekir bir sosyoloğun demişti hoca.
Gerçekten her şeye bambaşka bir bakış açısıyla bakmaya başladım. Toplumdaki normlara
uymayabiliyorum artık, biraz daha karşı çıkabiliyorum. Önceden susardım dinlerdim.
Toplumdaki kurallara biraz daha başkaldırıyorum artık. Bazı alışkanlıklarım değişti toplum
içerisinde olsun ,ailemde olsun. Kadın erkek farklılığı açısından da daha farklı gözle bakıyorum
,değişti yani o konuda hakkını yiyemem.
K3:Fazlaca değişiklik oldu, biraz daha bulunduğum taraftan bakıyordum, ister istemez
taraflı bakıyorum ama biraz daha değiştim . Kendi görüşümden olmayan fikirleri de dinliyorum
artık, daha genel bakıyorum.
K4:Daha geniş bakmayı öğrendim, derste öğrendiklerim okuduklarım etki etti. Arka
planla
dönenleri görmeye
başlıyorsun.
İktidarın
çevirdiği dümenleri görüyorsun.
Gösterdikleriyle yaptıklarının farklı olduğunu görüyorsun daha geniş açıyla bakıyorsun.
Haberleri izlerken bile bu haber yanlı diyorsun. Bir amaçları var bir düşünceye götürmek
istiyorlar haber yapmıyorlar diye düşünüyorsun. Anadilde eğitim olur mu diyordum ilk başta
ama şu anda anadilde eğitimi tamamen savunuyorum. Bir insanın kendi dilinden farklı bir dilde
konuşmaya zorlanmasına karşı çıkıyorum. O insanların silahsız direnişinin doğru olduğunu
düşünüyordum ama silahlı direnişlerinde de çok haksız olmadıklarını düşünmeye başladım.
K5:Gezi olaylarından açacağım. Bu derslerle falan düşünmeye çalışmıştım, biraz
oradan olabilir. Başka çok da olmadı açıkçası.
K6:Her şeye çok daha eleştirel bakıp sorguluyorum artık. Sosyalizme yakın
hissediyorum kendimi. Çok daha felsefi bir insan haline geldim. Aklıma gelebilecek her şeyi
sorgulayıp değiştirmeye çalışıyorum. Mesela önceden milliyetçi bir kişi benim gözümde faşistti.
Yaptığım mülakatlar sayesinde milliyetçi kişilerin bu durumun içini doldurabildiğini gördüm.
Bu görüşüm değişti, alışverişe, kadın erkek ilişkilerine bakışım değişti. Toplumun beni mecbur
ettiği şeyi yaşamak yerine sorguluyorum. Bu sorgulamanın beni geliştirdiğini düşünüyorum.
K7:Az önce de dediğim gibi daha önce hep kendi gözümden yorumluyordum, şimdi
başkasının gözünden de kendimi onların yerine koyarak bakıyorum. Eskiden homofobi eskiden
o kadar da şey gelmiyordu,şimdi karşıma otursa dinlerim ama öncesinde asla dinlemezdim.
Benle aynı ortamda bulunsun istemezdim, ırkçılıkta vardı hafiften. Şimdi görüşlerini sorun
etmeden konuşabiliyorum insanlarla.
K8:Daha geniş açılı bakabiliyorum. Gerçeği daha rahat görebiliyorsunuz. Örnek
olarak da ailemle olan ilişkimi yine örnek olarak verebilirim.
K9:Şu an çok fazla örnek veremem belki ama birçok değişiklikten bahsetmem mümkün.
Öncelikle insanlarla olan ilişkilerim değişti. Toplumsal olaylara analitik şekilde
bakabiliyorum. Bir örnek vermem gerekirse de önceden dinleyici olarak katıldığım kongrelerde
sunumlar yapabiliyorum. Daha detaylı anlatamıyorum.
K10:Klişe bir söylem olacak ama ciddi anlamda farkındalık kazandım. Değişik
açılardan değerlendirip düşünmem gerektiğini öğrendim ve bu gündelik hayatımda ki
ilişkilerimi düzenliyor. Ama insanları bu kadar anlayıp anlayışlı davranmak bazen de yoruyor
çünkü insanlar bizim kadar anlayışlı olmuyor.
K11:Her ne kadar inkar etsem de bir takım değişikliklere sebep oldu. Olayların alt
yapısında ki sebepleri düşünmeme neden oluyor veya görmemi sağlıyor. Örnek olarak ne
versem ki mesela televizyon da bir haber duyduğum da dikkatimi çekiyor ve gidip araştırma
gereksinimi duyuyorum.
K12:İster istemez gündemden haberdar olduğum için olup bitenleri biliyorum ve bunlar
üzerine bir kaç fikir söyleyebiliyorum. Mesela artık kız değil kadın diyorum.
K13:Ya en basitinden ben artık kız kardeşime olayları anlatırken bile tavrımı
değiştirdim fazla meraklı bi kardeşim var ve olayları tepeden göründüğü gibi değil temeliyle
alt yapısıyla kavramayı öğretiyorum.
K14:Yani sosyoloji bölümünde birçok alandan ders gördüğümüz için psikoloji felsefe
antropoloji hukuk bu tarz dersleri de gördüğüm için yani sadece teorik şeyler sosyoloji
bilgilerinin yanında ister istemez siyasete ilgim arttı gündemi takip etmeye başladım eskiden
bu kadar etmezdim falan filan bu şekilde..
K15:Ben artık kendi arkadaşlarımla konuşurken bile fikirlerime daha çok güveniyorum,
bu bölüm sayesinde okuyup öğrendiğim çok şey var, söylediklerimin arkasının artık boş
olmadığı hissi insana güven veriyor.
K16:Mesela eskiden olsa gezi olaylarına ilgim daha az olurdu gibime geliyor
verebileceğim en iyi örnek bu. Kendi öğrendiğim bilgilerle gündelik hayattaki olayları
temellendirebiliyorum.
Verilen cevapların büyük çoğunluğunda sosyoloji eğitimin insanların olaylara bakışında bi
hayli değişikliklere yol açtığı görülmektedir. Cevap verenlerin çoğu artık olaylara daha
eleştirel, daha sorgulayıcı bir tavırla yaklaştıklarını söylerken, olayları göründüğü şekliyle değil
alt yapı ve temelden araştırmaya başladıklarını belirtmişlerdir. Ayrıca sosyolojinin siyasete olan
ilgiyi artırdığı ve artık bu konuda fikir sahibi olmanın da tutumlarını değiştirdiğini
söylemişlerdir. Soruya verilen olumsuz cevap ise daha çok kişilikle bağdaştırılmıştır.
10)Bölümünüze aidiyet dereceniz nedir? Aidiyet duymanızın ya da duymamanızın
nedenleri nelerdir?
K1:Doğrusunu söylemek gerekirse kendimi çok da ait hissetmiyorum. Bölüme adapte
olamamamın sebeplerinden biri birkaç kişi üzerine kurulmuş gibi belli bir grubun hakimiyeti
var. Bir Prof. Bile bir öğrenciye yönelik bir program hazırlıyor ve o programın bize uyup
uymamasını önemsemiyor.
K2:Onu hiç hissetmedim. Hiç kendimi sosyolog olarak hissetmedim. Sosyolojinin içinde
kendimi tam anlamıyla bulmadım. Sosyolojiyi gerçekten benimseyerek okumuyorum. Dışarıdan
gelen direktiflerle sosyolojiyi benimsedim.
K3:Bölüme aidiyet derecem yüksek , isteyerek geldim. Aradığımı bulduğum da
bulamadığım noktalar da var. Belki başka üniversitede olsaydım bu kadar ait hissetmezdim
kendimi. Beklentilerimin bir kısmını karşılıyor Dil Tarih’te olmak.
K4:Bölüme ait olduğumu düşünüyorum. sosyoloji iyidir, bölümün düzenlediği pek çok
etkinliğe katılıyorum. Arkadaş çevrem de etkili bu durumda .
K5:Tabi ki çok düşük aidiyetim. Çok uzundur derslere gidip gelemiyorum. Ama bu yıl
olacak, bu yıl başlayacağım derslere, bu yıl çok güzel olacak.
K6:En yüksek derecede , iyi ki psikoloji kazanmamışım. Bölümümden çok memnunum.
Beni çok değiştirdi, geliştirdi. Bu halimi daha da çok seviyorum.
K7:Bunu son sınıfta bile tam kuramadım. İlk iki sene bölüme hiç ait hissetmiyordum
kendimi. Üçte dörtte biraz oturdu. Kendi çabalarımla oldu birinci ikinci sınıfta bazı
hocalarımız lise hocası gibiydi çok basit işliyordu. Üçte dörtte daha uygulamalı dersler falan
sosyolog ne yapar ne işe yarar gibi sorularıma cevap buldum.
K8:Evet kendimi ait hissediyorum. Sonradan sevdim bu bölümü.
K9:Türkiye geneli olarak bakarsam eğer diğer üniversitelerin öğrencileriyle kurduğum
ilişkileri de dahil edersem 10 üzerinden 8 verebilirim ama dediğim gibi bu Türkiye geneli bir
puanlama kendi okulumda çok kopuk bir sınıf ilişkisi var bölümüme ait hissetsem de bazen
sınıfıma ait hissetmiyorum.
K10:Bölüm içinde bir aidiyetlik kazanacak etkileşim olmamakla birlikte kendimi ait
hissediyorum belli bir nedeni yok ama derslerimi sevmem sosyolojiyi sevmem bu düşünceye
sahip kılıyor olabilir beni. Puanla değerlendirmeyi pek sevmiyorum ama illa vermem gerekirse
10 üzerinden 8 verebilirim.
K11:Üniversitemi çok sevdiğim için kendimi buraya ait hissediyorum. Puan verecek
olursam da 10 üzerinden 7.
K12:Bölüme başlarda pek ait hissetmiyordum, derslerde falan sıkılıyordum ve aklımdan
hep neden bu bölümü seçtiğimi geçiriyordum, yavaş yavaş adapte olmaya ve keyif almaya
başladığımı söyleyebilirim ilerledikçe yani 10 üzerinden 6 verebilirim ama bitirirken bunun
artacağını
düşünüyorum.
K13:Bölümle ilgili bir sorunum yok kendimi ait hissediyorum şimdi 10 üzerinden 10
vermekte olmaz 9 diyeyim ben.
K14:Ben 8 veririm galiba ya. Bu kadar yüksek olmasının nedeni benim kendi ilgi
alanıma girişiyle de ilgili olabilir tabi.
K15:Çok fazla hissedemiyorum çünkü çok fazla etkinliklere ya da uygulamalara
katılamadığımız için bölümdeki öğrenciler olarak faaliyet ez olduğu için belki de bilmiyorum.
K16.Ben 6 veririm aslında yolun daha başında olduğumu düşünüyorum, henüz
yadırgadığım alışamadığım noktalar oluyor bazen acabalarım oluyor ama sınıfım ilerleyip
bilgim arttıkça bu durum da mutlaka değişecektir.
Kendini ait hissedenler ve hissetmeyenlerin sayısı bir hayli yakındır. Kendini bölüme ait
hissetmeyenler genellikle bölüm içi kopukluklardan, iletişimsizliklerden şikayet ederlerken,
kendini bölüme ait hissedenler bunun ilerleyen sınıflarda daha da artacağı öngörüsünde
bulunmuşlardır.
11)Sosyoloji okumaktan ne ölçüde memnuniyet duyuyorsunuz? Tekrar bir tercih hakkı
sunulsa sosyoloji bölümünü tercih eder miydiniz?
K1:Dediğim gibi ben sosyoloji okumaktan büyük memnuniyet duyuyorum. Tekrar tercih
hakkı sunulsa bu sefer sosyolojiyi 9. Tercihe bırakmaz ilk tercihim olarak yazardım.
K2:Bu söylediklerimin üzerine sosyoloji okumaktan memnun değilim desem kendimle
çelişmiş olurum herhalde. Gerçekten okumaktan sosyolojinin içinde olmaktan çok memnunum.
Tekrar tercih hakkım olsa yine sosyolojiyi seçerim.
K3:Dediğim gibi memnunum ama zaten tercih ederek gelmedim puanım yettiği için
geldim ben aslında hukuk istiyordum.
K4:Sosyoloji okumaktan memnunum. Okudukça daha da çok seviyorum. Tercih hakkı
sunulduğunda tekrar sosyolojiyi seçerim
K5:Dediğim gibi ben zaten araştırarak bile isteye geldim o yüzden fazlasıyla memnun
olduğumu ve bir tercih hakkım daha olsa yine aynı şekilde kullanacağımı söyleyebilirim.
K6:Sosyoloji okuduğum için birinci sınıfta pişmandım keşke gelmeseydim diyordum
ama şimdi bu bölümün bana çok şey kattığını düşünüyorum her anlamda. Gerçekten kendimi
geliştirdiğimi düşünüyorum bu bölümde, birçok alanda bilgi sahibiyim artık tekrar olsa tekrar
sosyoloji okur muydum okurdum herhalde.
K7:Ben dediğim gibi uyumluluğum oranında memnunum sorgusuz sualsiz tekrar
sosyoloji seçerdim diyemem ama bu demek değil ki bölümümden memnun değilim
K8:Orta derecede memnunum bu orta derce memnuniyetim memnun olmaya doğru
ilerliyor.
Soruya verilen cevapların hepsi memnuniyet içermektedir. Fakat genellikle araştırarak gelenler
ile puan yeterliliği ile gelenler arasında memnuniyet derecesinde farklılıklar vardır. Memnun
olmaktan başka seçenek olmadığı için zoraki memnun olanlar ve isteyerek geldiği ve meraklı
olduğu için memnuniyet duyanlar bu noktada ayrılmaktadır.
12)Kişiliğinizle sosyoloji eğitimi arasında ne derece bir uyum olduğunu düşünüyorsunuz?
K1:Bunu hiç düşünmemiştim açıkçası. Kişiliğimle uyum olmadığını düşündüğüm için
istemediğim bölümdü diyorum açıkçası istediğim bir bölüm olsaydı ilk tercihime yazardım. Ben
biraz daha bireysel yaklaşıyorum. Sosyoloji daha genel çerçevede aldığı için konuları ben daha
çok bireyin ruh hallerini ele almayı seviyorum. Sosyoloji kafamda bir türlü yerli yerine
oturmuyor.
K2:Kesinlikle düşünüyorum, bir hocam sosyolog olmak laf ebesi olmaktır demişti. Ben
de öyle olduğumu düşünüyorum.
K3:Uyum olduğunu düşünüyorum, bana bir şey sorduklarında bana her şey uyar derim
genelde. Sosyoloji de öyle ne yöne çekersen o yöne gider. İstersen iktidarın otoritesini
sağlamlaştırmayı sosyoloji aracılığıyla yaparsın, istersen anarşi yönüne de çekebilirsin.
K4:Okumalardan kaynaklı çok uyum olduğunu düşünüyorum. Özellikle bu şimdi yeni
toplumsal cinsiyete falan da böyle bayağı eğilmiş ya, o yüzden çok uyumlu.
K5:Bu uyumu son sınıflarda yakaladığımı düşünüyorum.
K6:Gözlem yapmayı hep sevmişimdir. O yüzden uyumlu diye düşünüyorum
K7:Aslında ilk girdiğim sene önyargılıydım zaman ilerledikçe ve eğitim aldıkca bu
önyargım kırıldı. Şuan gayet uyumlu bir hal aldı kişiliğimle hatta bazen sosyoloji okumasam
başka okuyacak bölüm bulamıyorum.
K8:Okumayı seviyordum sosyolojide çok okumayı gerektiriyor bu yüzden uyum
sağlamam kolay oldu. Okunacak dünya kadar şey var okumayı sevmeyen biri için sosyoloji çok
zor gerçekten.
K9:Her ne kadar uyum sağlamaya çalışsam da başka bir bölüm de kendimi daha çok
gösterebilirdim ama sosyolojinin içine girdikçe de ister istemez uyum sağlanıyor.
K10:Araştırmayı okumayı seviyorum bu bana yarar sağlıyor sosyoloji eğitimime de.
K11: Ben gerek merakım gerek ilgim fazlasıyla uyumluyum, öğrenmeyi, ilerlemeyi
seviyorum
K12:Ben kendi karakterimi daha çok psikolojik, ben psikolojiyi daha çok istediğim için
ilgim alakam daha çok o yöndeydi ama tabi toplum bilimi de toplum insanlardan oluştuğu için
bireylerin psikolojilerinin bir bütünü aslında, evet alakalı görüyorum.
K13:Ya bu uyumu sağlamak bence biraz kişinin elinden ilgi ve bilgi geliştirildiği sürece
uyum da artırılabilir okula ilk başladığımda yapamam gibi gelen şeylerin altından şimdi
kalkabiliyorum, ilk sene okuyamadığım kitapları şimdi anlayarak okuyabiliyorum falan…
K14:Bence yok ama sonradan mecburi bir uyum içerisine girdiğimi düşünüyorum.
Doğal bir uyum yok ama zamanla kazanılmış bir şey.
Cevap verenlerin büyük bir çoğunluğu bu uyumu sağladıklarını düşünmektedirler. İlk yıllar ve
son yılların uyumluluk derecesinin aynı olmadığı da cevaplar da vurgulanmaktadır. Sosyoloji
genellikle okumak, araştırmak ve merakla bağdaştırıldığı için bu özelliklerin kendinde
bulunduğunu söyleyenler sosyolojiyle uyumlu olduklarına kanaat getirmişlerdir. Psikoloji
isteyip sosyoloji bölümünde okuyanların ise toplumun da insan psikolojisinden oluştuğunu ve
bunun da zoraki bir uyum sağladığını belirtmişlerdir.
13)Meslek içi örgütlenmeye nasıl bakıyorsunuz?
K1:Pek bir fikrim yok ama zaten işe yarasa açık öğretimin kontenjanı bu kadar fazla
olmazdı.
K2:Beş kişi örgütlenemiyoruz, ancak beş kişi gelebiliyor. Örgütlenme olsaydı belki
sosyologlar daha ön plana çıkardı galiba ama istihdam alanımıza bakarsak bir örgütlenme yok
. olsaydı daha iyi bir istihdam alanı olurdu.
K3:Olumlu bakıyorum örgütlenme olmalı. Biraz daha birlik olmalı, insanlar birleşerek
çalışabilmeli. Akademide de aynı durumda geçerli. Sosyologların birbirinden haberdar olması
gerektiği söyleniyor derslerde ama görünen o değil. Yapılamıyor bence örgütlenemiyoruz ama
olmalı çünkü hepimiz bu toplumda yaşıyoruz. Daha seviyeli karşıt duruşlar sergilemeyiz.
Örgütlenmenin içinde görüşümüze karşıt insanlar da olmalı bu da besler o örgütü zaten.
Birbirini pohpohlayan değil , tartışarak birbirini besleyen bir örgütlenme olmalı.
K4:Meslek içi örgütlenme yetersiz ama sosyologluğa meslek olarak bakmadığım için
meslek örgütlenmesi de çok umurumda değil ama yine de yetersiz. Ama takip ediyorum internet
üzerinden yapılanları oldukça yetersiz. Memur olmayacağım için, inşallah o yöne düşmek
zorunda kalmam. Umarım memur oluyum da kendimi kurtarayım kafasına düşmem. Gerekli
gelmiyor bana örgütlenme. Ama tabi sosyolog olarak çalışılıyorsa bir meslek tanımı olmalı,
örgütlenmeliler ama ben katılmam . sosyologlar kendi aralarında anlaşamıyorlar. Bizim
bölümde bile belli bir tayfa var muhafazakar, belli bir tayfa var komünisttir belli bir tayfa vardır
liberaldir. Örgütlenelim dediğinde de katılım olmaz. Mesela benim tanıdığım kimse örgütlü
değil. Bir etkinliğe katılırken örgütlü olanlar belli bir ideolojiyi empoze etmeye çalışıyorlar
diye düşünüldüğü için bir çekinme olabiliyor.
K5:Sosyolojinin mi? Var mı, bilmiyordum.
Olabilir ama kolektif bir harekette ben genellikle rezillik olacağını düşündüğüm için
katılmam. Kolektif karaktere kendimi ait hissetmem. Gereklidir diyemem. Topluluk ses
çıkardığında daha etkili oluyorsa , sistem böyleyse gereklidir. Emin değilim açıkçası.
K6:Bunu daha geçenlerde çok güzel gördük Güvenpark’ta bir eylem oldu çok az kişiydi
yani. 10 15 kişi miydi o civardaydı. Gördüm dedim yok yani. Gördüm bu ne ya dedim. Kamuyu
çoğu kişi düşünmüyor bizim bölümde ondan galiba. Çok absürt şeylere çok güzel toplanıyorlar.
K7:Mantıklı bir şey tabi ki. Öyle bir şey olmalı. Şu an yok bence. Olsaydı zaten sosyoloji
daha çok duyulurdu.
K8:Bu konuda da olumlu düşüncelere sahibim. Ben aslında olumsuz bir şey pek
söyleyemiyorum. Örgütlü olmak kazanım getirecektir. Soruyu da pek açıklayamadım
örgütlenmek güzeldir.
K9:Meslek olarak var olunmaya ve örgütlenmeye çalışıldığını düşünüyorum ama çok
da bir fikrim yok.
K10:Bu konuda pek bir fikrim yok. Daha meslek içi örgütlenmeyi yorumlayacak kadar
bu işin içine girdiğimi düşünmüyorum.
K11:Meslek içi örgütlenme kopuk meslek olarak sosyoloji kendine pek bir yer
edinememiş durumda zaten.
K12:Bu konuda yorum yapabileceğim kadar fikrim yok aslında, kendi hocalarımdan,
çevremden gördüğüm kadarıyla tam anlamıyla bir birlikten bahsetmek pek mümkün değil
sanırım
K13:Çok fazla olduğunu düşünmüyorum, sosyoloji kongreleri düzenleniyor yada işte
bazı etkinlikler yapılıyor çok fazla katılım olduğunu düşünmüyorum
K14:Biz aslında sosyoloji öğrencileri olarak bu konuda biraz tutukluk yaşıyoruz
diyebilirim kendi bölümümüzdeki örgütlenmemiz, diğer bölümlerde olandan daha zor oluyor,
bu insanların sosyolojiye ait hissetmeyişiyle de alakalı olabilir tabi.
K15:Meslek içi örgütlenmekten ne kastediyorsunuz anlamadım ama insanlar biraz
dediğim dedik çaldığım düdük. Paylaşıma açık değiller kendi bildiklerini okuyorlar e doğal
olarak
bunda
örgütlenmede
sorun
oluyor.
Bu soruya genellikle fikrim yok cevabı verilmiştir. Bu cevabın dışında sosyoloji
öğrencileri olarak örgütlenme konusunda tutukluk yaşandığına değinilmiştir. Genellikle
örgütlenememek, birlik olamamaktan, insanların paylaşıma açık olmamasından, kopuk
olunmasından bahsedilmiş ve düzenlenen etkinliklere, kongrelere katılımın çok fazla
olmamasına değinilmiştir. Bir kaç kişi ‘’örgütlenme olmalı ‘’derken’’ Örgütlenme var mı
bilmiyorum. ‘’diyen de olmuştur. Örgütlenmeyi ve kolektif bir iş içinde olmayı olumsuz ve
rezillik olarak görüp örgütlenmeye katılmayacaklarını da belirten cevaplar olmuştur.
Örgütlenmenin gerekli olduğu gibi bir anlayış vardır ama kimsenin bu örgütlerin oluşumu için
bir
çaba
göstermediği
görülmektedir.
14)Aldığınız derslerin içeriği ve derslerin işlenişi hakkında ne düşünüyorsunuz?
K1:Türkiye’de sosyoloji üzerinde çok durulmadığını düşünüyorum her derste Marx
işleniyor ama Ziya Gökalp neredeyse hiçbir derste işlenmiyor. Fikirleri belki özgün olmayabilir
mesela ama Türkiye’ye görüşlerinin nasıl uyarladığını bilmek isterim. Ama eserlerine bakılınca
hocaların niye atıfta bulunmadığı anlıyorsun zaten. Türkleşmek , İslamlaşmak ,Muasırlaşmak
gibi. Komünist mi yapacaklar bizi direk bir sol vurgusu. Özde varsa olursun zaten.
K2:Ben aldığım derslere önce büyük bir umutla giriyorum çok şey öğrenebilirim diye
sonra hocaların içi boş anlatıldığını görüyorum. Derslerin işlenişi bir defa soyut ve alanda
işleyemiyoruz. Alana inmemiz gerekiyor ama alanda sorunları göremiyoruz. Hep teorik
çerçevede hocaların anlattığı kadarıyla kalıyor ya da hocalar bir iki ödev veriyor ödevleri
yapıp teslim ediyoruz. İlkokul mantığı gibi.
K3:Bazı dersleri anlatan hocaların kendilerini yenilemediğini düşünüyorum. Uzun
yıllardır anlatılmış notların bize hala anlatıldığını ders içeriğinin yenilenmediğini görüyorum
bazen. Hocalar kendi yenilenmelerini yaşıyorlar ama kendilerini çok kaptırmışlar bunlara
literatürü yenilemeye vakit bulamayabiliyorlar. Çok iyi dersler de var, içeriği çok güzel olan,
gündemi çok iyi yakalayan hocalar da var.
K4:Hocaya göre değişiyor, bazı dersler var hoca için bile zaman kaybı. Derse gelmek
yerine gidip bir şeyler okusa araştırma yapsa daha iyi olur. Kimisi slayt üzerinden yapıyor
sonra da mail atıyor mailden baksak da olur yani ekstra bir şey anlattığı yok. Hem bizim
açımızdan vakit kayı hem hoca açısından slaytı okuyup geçiyor. Ama bazı dersler oluyor
tartışıyorsun dolu dolu geçiyor. Hiç kaçırmak istemiyorsun. Onun dışında bizim okulda bütün
sosyal bilimlerin bir arada bulunması güzel. Benim ilk yıllarımda öyleydi istediğin bölümden
ders seçebiliyordun. Şimdi kontenjanı az açıyorlar başka bölümlere. Coğrafyadan ders
almışlığım vardır mesela. O açıdan güzeldi iyiydi. Şimdi GABNO yu etkilemiyor başka
bölümden alınan derslerin çoğu önce öyle değildi.
K5.Çok teorik derslerimiz bizim. Gerçek hayatta böyle bir şey, mesleki anlamda çok bir
faydası olacağını düşünmüyorum.
K6:İçerikler boştu çoğu zaman, bazı hocaları tenzih ediyorum. Öğretim tekniği kötüydü,
daha iyi olabilirdi. Yönlendirme yoktu. Sudan çıkmış balık gibi hissettim kendimi. Sosyolog
olarak çalışanlar gelip bizle görüşmeliydi. Sizin üniversitede (Ankara Üniversitesi) oldu mesela
bu. Nelere dikkat etmemiz gerektiği söylenmeliydi.
K7:Hocadan hocaya değişiyor açıkçası. Alttan aldığım derslerde bu çok fazla fark
ediliyor. Bazı hocalarda çok teorik geçiyor bazılarında da yapılan projeler anlatılıyor. Sınıf
içinde de olsa pratiği kavratabiliyor yani.
K8:Derslerden memnunum. İlk sınıfta diğer dallardan ders aldık. Şimdi sosyoloji
dersleri alıyorum ve memnunum derslerden. Derslerimiz daha çok teorik tabi.
K9:Aldığımız derslerden birkaç tanesi hariç gayet verimli olduğunu düşünüyorum.
Araştırma ve teori derslerini çok seviyorum ve kaçırmamaya çalışıyorum. Benim ilgimi
toplumsal yapılarla alakalı olanlar daha çok çekiyor. Bir şikayet de bulunacağım iki üç ders
farklı isimlerle geçiyor fakat içerikleri aynı bu da tekrar gibi oluyor ve sıkıcı oluyor.
K10:Aldığım derslerin içerikleri yarar sağlıyor hocalarım alanlarında iyi olduğu için
derslerin işlenişi de eğitiyor fakat saha çalışmaları olmasını da tercih ederim.
K11:Derslerin işlenişini seviyorum daha farklı bir şeyleri daha aktif katılımı ben
yapamazdım. İçerik olarak da olması gerektiği gibi bence.
K12:İçerik konusunda bir sıkıntı yok ama işleniş tarzı bildiğimiz okuyorum dinleyin
tarzında bu da sıkıyor isteği azaltıyor.
K13:Derslerin bizden alımı ve beklentisinin daha farklı olması kanaatindeyim,
ezberleyip yazarak aldığım yüksek bir not bana gelecekte pek de yarar sağlamayacaktır.
K13:Yani çok genel bi soru ama uygulama fazla olsa iyi olur teoriden çok uygulama
olsa ya da sadece birinci sınıf teorik olsa daha iyi olur diye düşünüyorum.
K14:Ya ben sanırım şu an olayın biraz alt yapı sağlama kısmındayım bilgi depoluyor
olarak görüyorum kendimi, bu bilgileri alanda kullanabileceğim derslerimin gelmesini
bekliyorum, mesela senin gibi araştırma yapmak benim için heveslendirici.
K15:Ben doğru sıra ve düzen içerisinde dersleri aldığımı düşünüyorum. İşleniş
konusunda biraz daha canlı ve sahaya yönelik olursa iyi olur en azından teori içinde
boğulmamış olur biraz da olsa nefes alırız.
Türkiye'de sosyoloji üzerinde pek durulmadığı ve genellikle Marx anlatıldığı ifade edilmiştir.
Büyük bir çoğunluk derslerin çok teorik olduğunu ve sahaya inilmediğinden bahsetmektedir.
Bu kadar teorik dersin saha konusunda bir yarar sağlamayacağı görüşü vardır. Hocaların
kendilerini yenilemediği, dersin veriminin hocaya göre değiştiği ve bazı hocaların slaytdan ders
işlediği ve bunun da zaman kaybına yol açtığı cevaplar arasındadır. Ders isimlerinin farklı olsa
da aynı içerikli bir kaç dersin olmasına da değinilmiştir. Derslerin içeriği ve işlenişinin kişiden
kişiye değiştiği gibi cevaplarda vardır. Derse ilişkin görüşler üzerinde ders veren
akademisyenlerin
tutumlarının
büyük
ölçüde
etkili
olduğu
görülmektedir.
15)Bölümden beklentileriniz neler?
K1:Bölümde çok mutlu değilim ne derste dinlediklerim tatmin ediyor , ne iş garantim
var bindik bir trene bakalım. Belki Dil Tarihle alakalıdır, sosyolojiyi seviyorum aslında ama
burada sosyoloji ve felsefe şey yuvaları- ses kaydındayız değil mi şimdi-. Çoğunun amacı farklı
, ideolojisini vurgulamak için geliyorlar. Çardaktakilerin hepsi sosyolojiden felsefeden sanki.
K2:Bölümde bence ilk önce değişmesi gereken , madem sosyolog olacağız toplumdaki
gerçek sorunlara değinmek lazım , biz sürekli kuramcıları anlatarak geçmişe takılıyoruz.
Tamam kuramcılar da işlensin ama günümüz sorunlarıyla ilişkilendirilmesi gerekiyor. Alana
inip anketlerle mülakatlarla sonuçlara varılması ve gerçekler, görmek gerekiyor. Biz hep
geçmişteki kuramcıları işliyoruz ama toplumda daha geçerli konular var.
K3:Ders içerikleri ve bazı alanların olmayışı, bazı istediğim alanlarda çalışamıyorum.
Okulda din sosyolojisi dersi yok ve biz Dil Tarihteyiz. Bazı derslerin açılmaması beni çok
rahatsız ediyor. Derslerin biraz artırılması gerektiğini düşünüyorum. Aynı içeriğe sahip
dersler yerine olmayan dersler açılmalı.
K4:Bir şeyler katmalı bir ders, dönem bittiğinde arkaya baktığında bir boşluk olmaması
gerekiyor. Şunları şunları yaptık bana şunlar katıldı demek gerekir. Bir gelişim sağlamalı
öğrencide. Bazı dersler bunu sağlıyor ama bazı dersleri hiç almasam da olur diyorum. Bazıları
da bana bakış açısı katıyor yeni şeyler fark ediyorum, ya da şu etkinliklere katıldım,kendimi
biraz daha geliştirdim, sosyolojiyi biraz daha iyi tanıdım diyebiliyorsun daha iyi oluyor.
K5:Yani böyle işte iyi bir bölüm olsun. Ne beklerim? Dur ben de bir düşüneyim. Biraz
daha böyle dediğim gibi saha araştırması falan yapıp, hakikaten böyle, özellikle ben
Kürdistan’la ilgili sosyologların araştırma yapmasını isterdim. Hani böyle kapı açmak için
olabilir.
K6:Akademisyen bir sorunu gidermeye yönelik çözümlerde bulunmalı. Sorunlar
karşısında farkındalık yaratmalı.
K7:Birinci sınıftaki giriş derslerini veren hocalar çok gereksiz, ben bu hocalara çok
taktım. Birinci sınıf dersleri yüzünden ben bölüme taktım. Ezber sorular soruyorlar.
K8:Teoriyi öğrenirken bir yandan araştırma yapmayı isterdim. Bu işte profesyonel
insanlarla birlikte sahada çalışmayı isterim.
K9:Açıkçası bir beklenti içinde değilim benim hayata dair de bir beklentim yok zaten.
Şaka bir yana bana ilerde ki sosyal yaşantım için büyük katkıları olacağı kanaatindeyim buda
benim için yeterli.
K10:Bölüm bana vereceklerini veriyor pek bir beklentim yok beklentilerim kendimden
verilenleri ne kadar alıp kendime yararlı hale getirirsem benim için o kadar iyi.
K11:Bana iş olanağı sağlasa benim için yeterli.
K12:Saha çalışmaları daha çok olursa yani olursa çünkü hiç yok gibi bir şey daha iyi
olur bu yönde bir beklentim var.
K13:Aslında bölümden beklenti insanın kendiyle alakalı. Beklentiyi yüksek tutup hiçbir
şey yapmazsanız olduğunuz yerde sayarsınız.
K14:Hocalarımdan memnunum bizim bölümün hocaları gerçekten çok donanımlı ve çok
ilgili, tabi hepsinin ayrı ayrı ders işleyiş tarzı var belki hani dediğim gibi uygulamaya yönelinse,
örnekler gündelik hayattan verilse, bazı hocalarımız bunu yapıyor ama birçok hoca yapmıyor
özellikle teorik derslerde daha çok gündelik hayattaki olayları yorumlama, daha çok inceleme
hem bizim bilgilenmemiz açısından hem de bu işi daha iyi öğrenmemiz açısından bence daha
iyi olur.
K15:Bölümden beklentilerim neler, yani dediğim gibi bana sosyolojiyi teorisiyle
uygulamasıyla her şeyiyle öğretmesi, bir taraf eksik olsun istemiyorum.
K16:Bölümden tek beklentim benim beklentimi karşılayabilecek olması bu konuda
bölümle anlaşabiliriz.
Bu soruya genellikle teori ve sahanın içi içe olduğu bir eğitim istemiyle yanıt verilmiştir.
Toplumdaki gerçek sorunlara değinilmek istendiği ve kuramcılara takılıp kalmak yerine
araştırma, mülakat yapılması isteği vardır. Bir kişi bazı alan derslerinin açılmadığını ve bunun
kendisine çok rahatsızlık verdiğini belirtmiştir. Aynı içerikli dersleri açmak yerine din
sosyolojisi gibi alan derslerinin açılması gerektiğini belirtmiştir. Akademisyenlerin sorunlara
yönelik çözümlerde bulunması gerektiğine dair bir cevap vardır. Bir kaç kişi beklentisinin
olmadığını söylemiştir. Bölümün sağladıklarını kendileri için olumlu yöne çevirebilme
beklentisinde olan görüşler de bulunmaktadır. İş olanağı yetersizliğinden dolayı mutsuz olanlar
ve DTCF deki sosyoloji ve felsefe bölümlerinde bulunan öğrencilerin ideolojik vurgularından
rahatsız
olduğunu
içeren
bir
cevap
16)Mezun olduğunuzda iş bulabileceğinizi düşünüyor musunuz?
da
bulunmaktadır.
K1: Ben zaten alternatif bir meslek düşünmediğim için hedefime de çalışırsam
ulaşabileceğimi düşünüyorum bu durumda da işsiz kalmış olmayacağım.
K2:Evet iş bulabileceğimi düşünüyorum. Özel sektör düşünüyorum geniş bir saha
yıpransam da iyi bir şeyler yapabileceğimi düşünüyorum.
K3:İşsizlik gibi bir Türkiye gerçeği varken pek umutlu değilim ama okuldan çıkınca
göreceğiz diye düşünüyorum. Umarım bende bir baltaya sap olurum. Anneme babama bağlı
kalmam kaç yaşına geldim sonuçta.
K4:Genel durum iş bulma konusunda olumsuz olsa da bulabilirim diye düşünüyorum.
K5:Ben kendimi geliştirdiğimi ve iş bulabilmeyi hakettiğimi düşünüyorum ama
haketmek günümüzde elde etmeye yetmiyor ne yazık ki.
K6:Yani düşünmüyorum şans biraz da ama çalışıyoruz bir şekilde emeğinin karşılığını
alırım diye düşünüyorum.
K7:Ben belki bu konuda biraz fazla pozitif bir bakış açısına sahibim ama düşünüyorum
ya.
K8:Ben düşünüyorum kendimi yeterince geliştirdim diye bir fikrim var ve bu da beni
işsiz bırakmaz bence.
Cevapların genelinde görüşmecilerin çevresindekilerin iş bulamayacaklarına dair bir
umutsuzluk yaratmalarına rağmen sosyolog olarak olmasa da herhangi bir iş bulabileceklerine
dair bir inanç vardır. Kendisini çok geliştirdiği için bulabileceğine dair yorum varken özel
sektörde alternatif meslekler sayesinde iş bulabileceğini düşünen de vardır. İşsizliğin Türkiye
gerçeği olduğu ve zor da olsa bulunabileceği yorumu da vardır. Genel cevaplar iş bulunacağına
dairdir.
17)Sizce Türkiye de sosyolojinin en önemli sorunları nelerdir?
K1:En başta siyasi görüş, iktidardan dolayı şekillenen eğitim sistemindeki çarpıklıklar.
Çok fazla bölüm açılıyor, 4 yıl okuyoruz ama çalışacak alan yok. Bizle bütünleşmiş bir sosyoloji
olduğunu da düşünmüyorum. Amerikadaki , Fransadaki ekolleri görüyoruz zaten tamam
bunları bilmek gerekir ama bize özgü bir sosyoloji olduğunu düşünmüyorum.
K2:Aslında hepsi birbiriyle bağlantılı ama sosyoloji gerçekten somut şeylerle
ilgilemiyor hep soyut şeyler. Alana inemiyoruz , gerçek sorunlara değinemiyoruz. Her kurum
birer sosyolog çalıştırsa ve yaptıkları iş önemsense belki sosyologlar daha önemsenecektir
yani. Önem verilmiyor.
K3:Çok güzel bir soru. Aslında o kadar çok problem var ki disiplinler arasılığı
tutturamama durumu, alakasız öğrencilerin olması, psikoloji olmadığı için sosyolojiye gelen
nicelik kaybı oluşturan öğrenciler. Biri konuşurken oflayıp poflayan öğrenciler beni rahatsız
ediyor. Bazı noktalarda benim görüşüme uygun dersler veriliyor ama başka bakış açılarına
göre düşündüğümde daha genel olmalı. Ben burada Ziya Gökalp, Mukaddime okumuyorum.
Biraz daha genelin gösterilmesi gerekiyor. Her şeyiyle geniş kapsamlı olması gerektiğini
düşünüyorum. İster istemez hocalar da kendi görüş alanından anlatıyor.Bunu rahatsız edici
buluyorum. Bir tek bizim üniversitede değil, İstanbul Üniversitesinden biriyle konuştuğumda
da bana Marx anlat diye ağlıyordu resmen. Görüşüme uygun olsa da olmasa da ben Ziya
Gökalp de dinlemek isterim.
K4:YÖK gibi bir kurum dolayısıyla öğrenciler bir üniversiteye gireyim de hangi bölüm
olursa olsun düşüncesi, sosyolojiyi istemeyen insanları bölüme dolduruyor. Ve bu kişilerden
akademik personelin çıkması da kaliteyi düşürüyor. Sosyolojiyle uğraşacak, zamanını
harcayacak insan gelmeli. Ben buradan gidiyim memur oluyum fikriyle gelen bir insan için
sosyolojinin ona pek bir şey katacağını sanmıyorum. Bizim okulda bu sorun çok belirgin olmasa
da küçük üniversitelerde daha fazla. Neredeyse tamamı öyle geliyor ve tamamı piyasaya yönelik
nasıl iş sahibi edebiliriz diye piyasaya yönelik ders koyuyorlar. Bunlar dışında herhangi
ekleyebileceğin bir şey var mı?yok ama bence şu açısından biraz sosyoloji eğitimi eksik kalıyor
o da ekolleşme bence ekoller gelişmeli ve ekolleri savunanlar tartışmalı, eleştiriler yoluyla
ekoller birbirlerini geliştirebilmeli.
K5:Türkiye’nin mi? Bilmem ne olabilir ki? Bir düşüneyim. Hiç önemi yok ki sosyolojinin
Türkiye’de yani. Kimsenin toplumu önemsediği yok.
K6:İş imkanı ve donanımlı mezun etmemeleri. Bizleri nelerin beklediğini söylemiyorlar.
Değerimiz bilinmiyor.
K7:Bence sosyologların tanınmaması , sosyolojinin ne olduğunun bilinmemesi,
sosyolog dediğinde halkın gözünde sosyoloğun bilinmemesi, hadi halk bilgisiz cahil diyelim
ama devlet de tanımlamıyor en büyük sorun bu bence.
K8:Sosyolojinin bilinmemesi bence. Sosyoloji okuyorum deyince sorulsun istemiyorum.
Bu büyük bir sorun.
K:9 Geleceğin mesleği gözüyle bakılmasına rağmen hakkında çok az şey biliniyor ve
daha öncede dediğim gibi bu da sosyolojinin önemsiz anılmasına neden oluyor. Sosyoloji
öğrencileri sosyolojiye sahip çıktıkça sorunlarının aşılabileceğini düşünüyorum.
K10: Türkiye de sosyolojiye siyasetle bir bakılması ve sosyalistler olarak yaftalanması
sosyolojiye olumsuz bir etkisi var. Çeviriler üzerinden öğrenilip konuşulması da bir diğer
sorun. Onun dışında araştırmalara yapılmayan yardımlar ve engellemelerde hem heves
kırmakta hem de gelişmeyi engellemekte bence bu sorunlarında kısa vadede aşılacağını pek
sanmıyorum.
K11:İş alanının dar olması en büyük sorunu bence bölümlerin bu sorun çözümü
üzerine gitmesi lazım.
K12:Ciddiyetsizlik, sahadan uzak kalmak gibi sorunları var. Ciddiyetsizlik derken
sahiplenilmemesi.
K13:Gereken değerin verilmemesi gibi klişe bir cevap vereceğim ama ne yazık ki
doğru. Bu işin içinde olanlar bile bazen ilgisiz, kendi şahsi çıkarlarımızı bir kenara bırakmalı
adımları sosyoloji için atmalıyız
K14:Sosyolojinin en önemli sorunları dediğim gibi insanlar sosyoloji konusunda çok
bilinçsiz, ne olduğunu bile bilmiyorlar aslında bence doktorluktan ya da mühendislikten çok
daha değerli bir bölüm ve meslek bence bu konuda insanlar bilinçlendirilmeli lisedeki derslere
zorunluluk sağlanmalı, bir temel atılmalı ve önü açılmalı yani bu bölümün, ben biraz da bu
bölümün siyasi olarak engellenmeye çalışıldığını düşünüyorum çünkü sosyologlar çok geniş bir
bakış açısına sahip bunun eğitimini alıyorlar gerçekten toplumda yöneticilerin,siyasetçilerim
nasıl bir yöntem izlediğinin gayet iyi farkındalar bilinçli insanlar sosyoloji okuyan öğrenciler
bu durumların hükümet bilincinde olduğunu düşünüyorum ve biraz da sosyolojinin önünün
açılmamasını buna bağlıyorum, insanların bu saflığını ve bilinçsizliğini korumaya çalışmak
gibi değerlendiriyorum.
K15:Dediğim gibi bir örgüt sorunu var, aslında başaramayacağını anlayan kenara
çekilse sosyoloji için büyük bir ferahlama olur, zorunluluktan meslek edinmiş olanların ben
sosyolojiyi yavaşlattığını düşünüyorum.
K16:İnsanlar. Bence yeterince açık bir cevap oldu. Sosyoloji doğru anlaşılırsa
sorunlarında çözüleceğini düşünüyorum. İnsanların bencilliği ve anlama yetersizliği sorun
oluşturuyor.
Bu soruya verilen cevaplar arasında genellikle sosyolog olarak çalışabilecek alanın
olmadığı söylenmiştir. Çoğunlukla verilen diğer bir cevap ise sosyolojinin bilinmediğine
dairdir. İktidardan dolayı şekillenen eğitim sistemindeki çarpıklıklara değinilmiştir. Sosyoloji
okuyanların farkındalık içinde olduğu ve iktidarın bundan rahatsızlık duyduğunu bu yüzden
sosyolojiyi engellediğine dair bir görüş vardır. YÖK'den dolayı insanların bir bölüme
yerleşmek için yerleştiği psikolojiye puanı tutmayıp sosyolojiye gelip nicelik kaybı oluşturan
öğrenciler verilen cevaplar arasında. Fakültelerin kendi ideolojileri açısından eğitim vermesi
bir fakülte sadece Marx üzerinden anlatırken diğer bir fakültenin Ziya Gökalp üzerinden
anlatması tek bir perspektif kazandırılması ve Amerikan, Fransız ekollerine bağlı kalınıp
Türkiye'ye dair özgün bir sosyoloji olmadığı da verilen cevaplar arasındadır.
2.2.3. Öğrencilerinin ailelerine sorulan sorular ve katılımcıların verdikleri cevaplar
aşağıda sunulmuştur:
1.Sosyoloji hakkındaki düşünceleriniz nelerdir ?
K1: Toplumu ve toplumsal değişimleri anlamamıza yardımcı olduğuna inandığımız
önemli bir bilim olduğuna inanıyoruz ve öyle düşünüyoruz.
K2: : Bize bak sosyoloji hakkında sadece çocuğun bize dediği toplumbilim diye bir şey
tamam mı? Biz bundan başka hiçbir şey bilmiyoruz yani. Biz onu biliyoruz, başka bir şey
bilmiyoruz, toplum bilim olduğunu biliyoruz.
K3: Sosyoloji, yani şöyle söyleyeyim, sosyoloji (sosyolog?) olduğunda basınla, yayınla,
insanla birebir ilgilenen Aktivitelerde bulunan insan, meslek dalı deyim. Böyle düşünüyorum.
K4: Sosyolojiyi ; din, dil, ırk , cinsiyet gözetmeksizin hayata dair tüm renkleri bünyesinde
barındıran kocaman bir şemsiye gibi düşünüyorum.
K5:Sosyoloji hakkındaki tek düşüncem acaba mezun olduktan sonra ne olacak ne
yapacak diye gelecek kaygımın olması
K6: Tanım olarak biliyorduk sadece bölüme başlamadan önce pek bir bilgi sahibi
değildik.
K7: Ülkenin şartlarına baktıkça sosyolojiye daha fazla önem verilmesi gerektiğini
düşünüyorum. Sizin yaptığınız gibi bu tarz araştırmalara önem verilmeli. Topluma ait
araştırmaların daha fazla olması gerekir. Sosyolojinin Türkiye’de yok denilecek kadar az
olduğunu düşünüyorum. Sosyoloji ne kadar ilerlemiş olursa refah ve fikir olarak insanların
daha fazla ilerleyebileceğine inanıyorum. Sadece isteyen insanlar aldığı için önemi
anlaşılmıyor.
K8: Toplumla ilişkili bir alan olduğunu söyleyebilirim
K9: Sosyoloji aslında benim branşımla çok yakın bir alan sayılır. Psikolojik danışmanlık
yapıyorum. Sosyolojide yani işte ben bireylerle çalışıyorum, sosyoloji de kitlelerle çalışıyor
toplumla çalışıyor. Yani mesleğimin kavramsal anlamda bakarsam çok yakın bulduğum bir
alan, mesleğime yakın bulduğum bir alan. Aynı zamanda kızım da sosyolog. Dolayısıyla bazı
şeyleri paylaşabiliyoruz. O, işte, benim çok bireysel bakış açımı daha geniş bir bakış açısıyla,
değerlendirmeleriyle bana katkı vermiş oluyor aslında. Yani böyle bir ilişkinin varlığından söz
edebiliriz. Hani siz öyle sosyolojide, sosyolojiyle ilgili ne düşünüyorsunuz deyince aklıma ilk
gelen şeyler bunlar.
K10: Sosyoloji hakkında bilgim yoktu. Sosyal hizmet okuyan bir tanıdığımız vardı. Onun
sayesinde bilgi sahibi oldum ben de. İnsan ve toplum ilişkileriyle alakalı bir bilim olduğunu
biliyoruz.
K11: Güzel bir meslek olduğunu düşünüyorum. İnsanlara yardım etmek ve ulaşabilmek
önemli. Bu durum kişiye göre değişiyor tabi
K12:Sosyoloji insan bilimi, insanların diğer insanlarla etkileşiminden doğan bir bilim.
Kızımın da topluma faydalı nesiller yetiştirmesi en büyük onurumuz
K13: Sosyoloji toplumun ve toplumsal olayların yorumlandığı değerlendirildiği ve
çözümlenerek sonuca ulaştığı bir bilimdir
K14: Toplumbilimi olduğunu biliyorum. Sosyoloji çok bilinmeyen bir dal pek bir fikrim
yok. Hiçbir iş bulamazsa dershanede öğretmen olur gerçi dershaneler de kapatılacak bu imkan
da kalktı artık. Bu arada bu soruyla sosyolojinin ne olduğunu öğrenmem gerektiğini fark ettim
gerçekten internetten bakıyım bir ara.
K15: Sosyoloji toplumsal bilim diye düşünüyorum. toplulukta insanlarla geneli araştıran
bir bölüm diye...
İlk görüşte aşk değildi bizim hikayemiz çokça mantık evliliği, çöpçatanlarının dershane
hocaları olduğu. Öğrencinin sosyolojiyi seçmesinin dolayısıyla ailenin de sosyolojiyle
yakınlaşmasının hikayesini kısaca size böyle özetleyebiliriz. Sosyolojiyi seçen öğrencilerin ve
ailelerinin bu bölümü seçerken sosyoloji hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıklarını
görüyoruz. Sosyolojiyi seçmedeki en büyük etken sınavda alınan puanın tercih etmek istedikleri
yeri değil de sosyolojiye yetmesi sonucu kötünün iyisidir mantığıyla aile, dershane hocası ve
öğrencinin ortak kararı olduğu gözlemlenmiştir.

“Puan olarak ele aldık. Bölümü seçmesinde puan önemliydi en fazla dershane hocasıyla birlikte
aldığı puana göre girebileceği en iyi yeri yazmasını istedik. Birlikte alınmış bir karar oldu.
Bizim de desteğimiz oldu. Ancak son karar çocuğumuzun oldu”
7. görüşmecimizin yukarıdaki sözleri tam da anlatmak istediğimiz şeyi özetlemektedir.
Ailelerden gelen genel cevaplar bu yönde olmuştur. Bunun yanında bazı ailelerde ise tercihi
etkileyen neden olarak çevrelerinde sosyolojiyi tanıyan birilerinin olması söz konusudur.
“…Çevremizde sosyal hizmet ve sosyoloji okuyanlar var. Sosyolojiyi tercih etmesinde
özellikle abisi etkili oldu…” diyor 10. katılımcımız.
Bazı aileler ise tercihi tamamen
çocuklarına bıraktıklarını söylemişlerdir. Bunu belirten ailelerde öğrencilerin neden sosyolojiyi
seçtiğini daha ayrıntılı bir biçimde bu çalışmanın diğer bir parçası olan öğrenciler bölümünde
daha ayrıntılı bir şekilde bulabilirsiniz.
1. Çocuğuz sosyoloji bölümünü kazanmadan önce sosyoloji hakkında herhangi bir
bilginiz var mıydı ?
K1:Evet görmüştük. Lisans eğitimi aldığımız yıllarda ders olarak almıştık ve bilgi
sahibiydik.
K2: Hiçbir bilgimiz yoktu. Sosyolojiyi kazandım dedi gitti. Dedik bu neymiş? Dedi
toplumbilimi. Toplumbilimi neymiş dedik? Hani dedi böyle dedi ailelerin araları bozuyor dedi
onları düzelmek için yani psikolog gibi bir şey dedi. Başka bir şey bilmiyoruz.
K3: Yoktu. Zaten kızımın merakıyla buraya kadar geldik.
K4: Evet. Çünkü sosyoloji okumak istemiştim.
K5: Hayır. Herhangi bir bilgiye sahip değildi:m
K6: Genel olarak tanımsal düzeyde biliyorduk pekte bilgi sahibi değildik daha öncesinde.
K7: Sosyolojinin içinde değildik. Böyle bir bilim dalından haberimiz vardı. Sosyolojiyi
seçerken bu bölümü yüzeysel olarak biliyorduk. Bilgimiz duyuma dayalıydı. Ayrıntılar ve
içeriğine dayalı bilgiyi çocuğumuz bölüme başlayınca öğrendik
K8: Çocuğumun bu bölüme yönelmesinden sonra ilgi ve alakamız başladı. Fakat
öncesinde pek fazla bilgi sahibi olduğumu söyleyemem
K9: Alanlar hakkında genel anlamda, psikoloji, sosyoloji hakkında bilgimiz vardı.
K10: Sosyoloji hakkında bir bilgi sahibi değildim ancak tanıdıklar vasıtasıyla ve
çevremde sosyolog bulunması nedeniyle ben de bu bölüm hakkında az çok bilgi sahibi olmaya
başladım
K11: Yoktu ancak daha sonrasında araştırdım. Bu araştırmayı tercih aşamasında yaptım
K12: Açıkçası çok iyi bilinen bir bölüm değil. Çevremizde psikolojiyle mi alakalı şeklinde
sorularla karşılaşıyoruz.
K13: Çok fazla bir bilgim yok yüzeysel olarak fikir sahibiydik.
K14: Hayır şimdi de değilim.
K15: Hayır yoktu oğlumun kendi tercihi, isteği doğrultusunda oldu. Biz yönlendirmedik
Sosyoloji seçen öğrencilerin ailelerinin çoğu sosyoloji hakkında tercih aşamasından önce
bilgi sahibi değillerdi. Bazı ailelerde eğitim düzeylerinin yüksek olmasından dolayı sosyoloji
bilincinin olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda sosyoloji bilgisine etki eden en önemli faktör
almış oldukları eğitim düzeyidir. Diğer ailelerde ise ya hiçbir bilgi yoktur ya da çevredekilerin
etkisiyle kulaktan dolma bir bilgi elde etmişlerdir.
Sosyolojiyi seçimden sonra ise ailenin sosyoloji bilgisinde anlamlı bir değişme
olmamıştır. Sadece sosyoloji hakkında hiçbir bilgisi olmayan ebeveynler çocuğu sosyolojiye
başladıktan sonra yüzeysel bir bilgiye sahip olmuşlardır.8. katılımcımız çocuğu sosyolojiyi
seçmeden önceki bilgisi ‘Çocuğumun bu bölüme yönelmesinden sonra ilgi ve alakamız başladı.
Fakat öncesinde pek fazla bilgi sahibi olduğumu söyleyemem’ şeklinde söylerken şuandaki
bilgisini ‘Toplumla ilişkili bir alan olduğunu söyleyebilirim’ şeklinde tanımlamaktadır.
2. Çocuğunuzun meslek seçiminde etkili olan bir kişi var mı ,varsa kimdir?
K1: Bölüm hakkında bilgi sahibiydik. Kızımızı biz yönlendirdik ve teşvik ettik. Sosyoloji
bölümünü seçmesinde yönlendirmeyi biz yaptık.
K2: Dershanenin etkisi oldu. Dershane Muğla diye bir şey demiş. En son Muğla’yı yazdık.
Muğla Sosyoloji çok iyi bir yer demiş. Muğla’yı da en sona yaz demiş. En sona da orayı yazdı.
Muğla çıktı. Önceki tercihlerimizin hepsi şeydi işte… Bilmem Ankara’yı tercih ettik, Ankara’nın
hepsini tercih ettik. Eskişehir’i Anadolu’yu tercih ettik. Ondan sonra Konya’yı tercih ettik.
İstanbul’u tercih etme dedik. İzzet Baysal’ı tercih ettik. Hepsini tercih ettik ama en son burayı
yazdık burası çıktı. Yok canım başka dallar vardı. Sınıf Öğretmenliği vardı. Kamu yönetimi,
maliye bunların hepsini tercih ettiydik, en son burası çıktı.
K3: Kızım direk kendisi tercih etti. Eşim mesleği nedeniyle o zamanlar sosyal hizmetteki
çocuklarla bir ara ilgilendi. Bunun da etkisi oldu. Yani zaman aşımı(?) buraya kadar getirdi
bizi.
K4: Herhangi bir etkimiz olmadı. Ancak bu bölümde okumasından mutluyuz.
K5: Olumlu veya olumsuz hiçbir etkim olmadı. Çocuğumun verdiği karar doğrultusunda
arkasında durduk. Kendi kararını kendisi verdi.
K6: Anne ve babadan ziyade ablası ve dershanesinin yönlendirmesiyle seçti bölümü
K7: Puan olarak ele aldık. Bölümü seçmesinde puan önemliydi en fazla dershane
hocasıyla birlikte aldığı puana göre girebileceği en iyi yeri yazmasını istedik. Birlikte alınmış
bir karar oldu. Bizim de desteğimiz oldu. Ancak son karar çocuğumuzun oldu
K8: Daha iyi bir bölüm okumasını istedim fakat puanı benim aklımdaki hukuk ve psikoloji
gibi bölümlere yetmemesi sonucu alternatifleri inceledik. Sonuç olarak sosyoloji bölümünün de
gelişmekte olan bir bölüm olması nedeniyle çocuğumu sosyoloji bölümüne yönlendirdim
K9: Şimdi bunlar birbirine yakın alanlar olduğu için tabi ki TM alanındaki seçilebilecek
meslekleri sıralayın derseniz, işte insana ilgisi olan birisi seçecek derseniz şu meslekleri
sıralayabiliriz; Psikoloji, sosyal hizmetler, PDR, sosyoloji. Hani bireyden topluma doğru şöyle
gidersek, böyle bir sıralama önümüze geliyor. Bizde kızımla konuşurken evet yani, bunları
konuşuyorduk. İnsanla çalışmak, insan sorunlarıyla çalışmak isteyen birisi için alanlar
bunlardı ve konuşuyorduk da bunların üzerinde. Yani benim etkim vardır mutlaka.
K10: Ankara’da bir üniversite olmasını istedik. Çevremizde sosyal hizmet ve sosyoloji
okuyanlar var. Sosyolojiyi tercih etmesinde özellikle abisi etkili oldu. Lisedeyken alanı sayısaldı
ancak sözel zekası daha kuvvetli olduğu için sosyal hizmet istiyordu. Puanı yetmeyince
tercihlerde sosyolojiyi yazdı. Ayrıca ilk senesinde bir yerleri kazanmak zorundaydı. Tekrardan
hazırlanmak istemediği için sosyoloji yazdı. Sözelden öğretmenlik istedi ancak biz önermedik
K11:Kendisi istedi. İnsanlara karşı sıcak kanlı ve yardımı seven olduğu için kızıma
yakıştırdığım bir alan
K12: Kızım sosyoloji bölümünü kendisi isteyerek yazdı. İnsanlarla ilgilidir ve toplumsal
sorunlara karşı duyarlıdır. Biz de anne-baba olarak kararlarına saygı duyduk
K13: Sosyal ve sözel konularda başarılı olacağını düşündüğüm sosyoloji bölümünde de
başarılı olacağına inandım ve bu bölümü tercihlerinin arasına eklemişini tavsiye ettim.
K14:Benim bir etkim yok açıkçası kendi seçti. Türkçesi iyiydi o yüzden seçti diye
düşünüyorum. Uluslararası ilişkiler okumak istiyordu puanı yetmeyince sosyolojiyi yazdı.
K15: Kendisi diye düşünüyorum. öğretmenleri sözel bölümü iyi olduğu için lisede felsefe
sosyoloji ikisinden birini tercih etmesi gerektiğini, öğretmenleri daha doğrusu felsefe seçmesi
gerektiğini söylediler ama oğlum sosyolojiyi tercih etti. kendi isteği doğrultusunda, herhangi
bir şey yapmadık. : yok onun başarılı olabilmesi için kendi isteği Doğrultusunda herhangi bir
şey söylemezdik, yönlendirmezdik. meslek açısından ileride para kazanma açısından tabi ki
başka meslekleri olmasını isterdim ama herhangi bir şeyde bulunmadık özel tepkide
bulunmadık seçsin veya seçmesin diye.
4. Çocuğunuz sosyoloji eğitimine başlamasıyla birlikte bir değişim yaşadı mı ?
K1: Evet bir değişme var. Toplumsal olaylara daha duyarlı olmaya başladı.
K2: Sosyolojiye gitmeden önce her zaman şey derdi psikolog olmak istiyordu. Çünkü en
çok o olmak istiyordu. Yani bu da ona yakın olduğu için bunu seçti. Bu gelince buna gideyim
dedi biz de gönderdik. Şimdi değişiklik farklılık var yani tabi ki ama şey olarak mı? Yaş olarak
mı? Dışarıya gittiği için mi? Ya da okuduğu bölümden mi bilmiyoruz. Örnek derken mesela
toplumda otururken daha çok katılma, yani ortam düzeltme, yani anlayışlı bir şekilde anlatma.
Bir şeyi daha farklı iyi yönüyle anlatma…Kendine güveni, yani bunlarda farklılık var.
K3: Hayır sadece kendi içine daha çok kapandığını görüyorum ben sebebini de
bulamıyorum. valla şöyle söyleyeyim; genel yaşantıyla ilgili herhalde. Sosyolojiyle alakalı
olacağını sanmıyorum.
K4: Evet. Hayata daha geniş bir çerçeveden ve daha detaylı bakmaya başladı
K5: Kendine güveninin arttığını, üzerindeki utangaçlığı attığını gözlemledim
K6: Değişimler var. Bölüme başlamadan önce siyasetle toplumsal olaylarla pek
ilgilenmezdi şimdi daha duyarlı daha ilgili. Olaylara daha ayrıntılı ve farklı bakmaya başladı.
K7: Fazlasıyla bir değişiklik göremiyoruz ancak daha fazla düşünmeye başladı. Fakat
bölüme başladıktan sonra bizimle daha fazla tartışır oldu olaylarla ilgili. Olaylara bakış açısı
derinleşti. Öğrendiklerini anlatma ve fikirlerini paylaşma gibi bir durumun artması söz konusu
oldu.
K8: Kendine güveni arttı. Toplumdaki yerini benimsemeye başladı ve sosyal alanda
kendini oldukça geliştirdi. Ailemizdeki pozisyonu da değişmeye başladı. Artık olaylara daha
objektif bakıyor.
K9: Evet çok çok bence etkisi oldu nasıl bir etki? Daha analitik bakmaya başladı aslında
yani sosyoloji eğitiminin ona kattığı en önemli şey bence daha analitik bakmak, eleştirel düşüce.
Daha mesela benim bakışım her zaman daha birey odaklıdır mesleğimden de kaynaklanıyor.
Ama mesela kızımın bakış açısı her zaman daha kapsamlı ve geniştir. Bu, bu süreçle, eğitim
süreciyle de çok onun dünyaya bakışı insana bakışı etkilendi ve gelişti. Yani ben bunu bizzat
gözlemlemiş oldum.
K10: Evet değiştiğini düşünüyorum. Önceleri yorum yapmazdı ancak üniversiteye
başladıktan sonra duyarlılığı arttı. Siyasal ve toplumsal olaylara ilgisi arttı. Bu durum
üniversitede okumasıyla alakalı bir durum. Sosyoloji eğitimi de bilgi haznesini genişletti
K11: Akademi istiyor kendisi. Değişim oldu. Sosyalleştiğini ve çevre yaptığını
düşünüyorum. İletişimi daha iyi oldu
K12: Sorunlara daha kolektif bakış açısıyla yaklaşıyor diyebilirim. Kardeşiyle olan
ilişkilerinde ya da komşuluk ilişkilerinde olsun ılımlı ve insancıl yaklaşımı söz konusu diye
gözlemliyorum
K13: Evet var. Bu bölüm onun daha sosyal ve aktif olmasını sağladı. Olayları daha iyi
yorumlamasını ve daha eleştirel bakabilmesini sağladı.
K14: Sol görüşe kaydı daha çok biz sağ görüşlüyüz.
K15: Acaba ben düşünüyorum, biraz değişiklik oldu. okuduğu bölümle mi ilgili yaşıyla,
olgunlaşmasıyla mı ilgili diye düşünüyorum. daha olumlu şeyler oldu kendinde zaman
içerisinde evet. Davranışları insanlara karşı toplumsal bakışı o tür... bana krşı davranışları
olumlu yönde iyiye doğru gitti diye düşünüyorum.
Ebeveynlerde sosyoloji anlamlı bir değişmeye neden olmazken çocuklarda anlamlı bir
değişme olduğu aileler tarafından gözlemlenmiştir. Genelde aileler, öğrencinin toplumsal
olaylara duyarlılığın arttığı yönünde olduğunu belirtmiştir. Bu da bize sosyoloji eğitiminin
öğrencilere ‘sosyolojik imgelemi’ kazandırdığını göstermektedir. Kendine güven, sosyallik gibi
bireysel gelişim kaydettiğini söyleyen ailelerde vardır. Olumsuz bir değişiklik olduğunu
belirten bir aile olmamıştır. Bunun yanında aileler de bizim gibi bu değişikliği sadece
sosyolojiye bağlamaktan kaçınmaktadır.
3. Çocuğunuzun sosyoloji bölümünde okumasıyla ilgili çevrenizden aldığınız tepkiler
nelerdir sorusuna verilen cevaplar
K1: Daha çok şimdi kızınız ‘ne iş yapacak? mezun olacak?’ Gibi sorularla karşılaştık.
K:2 Komşuların tepkisi hiçbir şey olmadı. İlk başta okulu bitirdikten sonra gel bi’ bizim
psikolojilerimizi bi’ düzelt. Herkesin düşüncesi buydu yani. Başka bir şey değildi. Hiç şey
yapmadılar(olumsuzlamadılar?)
K3: Merak ediyorlar. Mezun olunca ne olacak, ne yapacak. İşte hangi işlerde çalışacak
onu merak ediyorlar. Bizde izah etmeye çalışıyoruz dilimiz döndüğünce. Hayırlısı olsun
diyorlar. Çünkü insanların çoğu da bilmiyor sosyolojiyi hani mezun olduktan sonra neler
olacağını veya yetersiz bir bilgiye sahibiz.
K4: Zaman zaman “aaa ne güzel “ zaman zaman da”iş alanı dar” gibi yorumlar
alıyorum.
K5: ‘Sosyolojinin ne olduğunu, mezun olduktan sonra iş bulmada zorlanmayacağı bir
bölüm mü?’ Sorularıyla karşılaştım
K6: Sosyoloji hakkında pek bilgi sahibi olmadıkları için ‘ne iş yapacak ne olacak’
tarzında sorularla karşılaştık.
K7: Bilmeyenler de çok ancak sevinenler de var. Çalışkan bir çocuk olduğu için mutlaka
iyi bir bölümdür gibi tepkiler aldık
K8: Bölüm hakkında bilgiye sahip olmayan insanların endişesiyle yaklaşması haricinde
bu bölümü seçmenin hata olduğunu söyleyen insanlar da çok karşımıza çıktı
K9: Şimdi Ankara da bir üniversitede okuyor olduğu için, Hacettepe Sosyoloji’yi okudu,
çok öyle olumsuz değerlendirmeler almadık. Yani hani burası işte başkent burada bir üniversite
ki Hacettepe de adı sanı bilinen bir üniversite. Çok eleştirel bir şeyler hatırlamıyorum. Bu biraz
herhalde şeyle de ilgili yani işte kızım memnundu hani ilk biraz bölümü tanıyana kadar bocaladı
ama bölümü tanıdıktan sonra hani iyi ki de burayı seçmişim çok sevdim dediği için çevreye
yansıyan şeyde böyle şeydi. Olumlu bir şey olduğu için böyle çok negatif şeyler hatırlamıyorum
sosyolojiyle ilgili.
K10: Tıp, hukuk gibi meslekler bulamadın mı şeklinde tepkiler var. Ancak çevremizdeki
bazı insanlar sosyolojiyle ilgili bilgi sahibi oldukları için hem Yıldırım Beyazıt üniversitesi hem
de bölümü çok iyi şeklinde tepkiler de aldık.
K11: Genellikle bölümle ilgili bir bilgileri yok. Nerede çalışacak diye düşünüyorlar.
K12: ‘O ne bölümü’ , ‘psikoloji gibi bir şey mi’ şeklinde tepkiler alırken aynı zamanda
‘güzel bölüm, ilerde iş imkanı açısından iyi bir bölüm’ gibi tepkiler de aldık
K13: ‘Sosyoloji okuyunca ne olunuyor ne iş yapılıyor’ gibi soruların yanı sıra geleceği
parlak gibi tepkilerle karşılaştım.
K14:Gayet iyi bir bölüm olduğunu söylüyorlar.
K15: mesleki açıdan düşünüyorlar genelde o açıdan düşünüyorlar. hani para
kazandıracak bir meslek olmadığını söylüyorlar. o açıdan keşke sosyoloji seçmeseydi. tercihini
psikolojiden yana falan yapsaydı diye söyleniyor. ama dediğim gibi tercihi biz oğlumuza
bıraktık.
Erving Goffman günlük hayatı, bireylerin karşısındakine imaj satmaya çalıştığı sosyal
etkileşimin bir bütünü olarak tanımlar. Sosyoloji öğrencilerinin ebeveynleri çevresindeki
insanlara sosyolojinin ‘imajını satmaya’ satmaya çalışırken çeşitle stratejiler uygulamaktalar.
Bu stratejilerden başı çeken, sosyoloji hakkında bilgisi yetersiz olan ailelerin sosyolojiyi,
toplumda iyi bir imaja sahip olan psikoloji gibi göstermesi ve görülmesidir. Öğrencinin kişisel
özellikleri de imaj düzeltmek için kullanılan yöntemlerden biridir.7. katılımcının “Çalışkan bir
çocuk olduğu için mutlaka iyi bir bölümdür gibi tepkiler aldık” ifadesi savımızı destekler
niteliktedir. Bununla beraber bazen sosyoloji ikinci plana atılıp üniversitenin ön plana
çıkarıldığı durumlarda olmaktadır. Sosyolojiyi olumlayan stratejiler de mevcuttur. Sosyolojinin
insanla ilgilenen bir bilim olması neticesinde “Sosyoloji insan bilimi, insanların diğer
insanlarla etkileşiminden doğan bir bilim. Kızımın da topluma faydalı nesiller yetiştirmesi en
büyük onurumuz”(12. Katılımcı) diye imaj yaratımları mevcuttur. Çevrenin iş bulma kaygısını
dile getiren söylemlerin karşın aileler gelecekte sosyolojinin iş bakımından gelişeceği,
istihdamın artacağı söylemini kullanarak, sosyolojinin ve çocuklarının imajlarını korumaya
çalışmaktadır.
5. Çocuğunuzun bölüme ilgisi nasıl ?
K1: Başlangıçta çokta bilgi sahibi değildi ama şimdi işin içine girince ilgisinin arttığını
düşünüyorum. Tam bana göre dediğini bile duyduk.
K2: Telefon ediyoruz. Bugün sınavım vardı diyor. Nasıl geçti diyoruz. Güzel geçti diyor
yani ben kendim de birebir yerine gittim yani. Muğla uzak diye gitmemezlik yapmadık. Yani
okula başladı başlayalı beş altı kere gittik. Benim kendi işim şehir dışında olduğu için, şehir
dışında gezdiğimiz için yanına gittik. İlgilendik. Arkadaşlarıyla tanıştık. Yani genel olaraktan
soruyoruz iyi diyor. Bir şey bilmiyoruz. Dernek mernek hiçbir şey yok öyle. *ilk yıl burs
aldığından ama İzmirli bir kızın peşine takılıp üç ders bırakınca bursun krediye dönüştüğünü
söyledi.
K3: Sosyoloji öncesi etkinlikte bulunmadı. Fakat sosyoloji okuduktan sonra kadın
günlerinde hazırlık yaptığını Hacettepe’nin günlerinde görev aldığını biliyorum. o konuda hiç
düşünmemiştim ama derslerinde başarılı olduğuna göre demek ki yapıyor bir şeyler
K5: Severek, isteyerek bu bölümü okuduğunu düşünüyorum. Bu bölümde mutlu olduğunu
hissettiriyor. Çocuğum severek ve isteyerek okuduğu için bu durumdan ben de mutluyum
K6: İlgisini pek yeterli bulmuyorum. Mecbur olduğu durumlar dışında pek fazla bir şey
yapmıyor. Okul biraz daha fazla yönlendirme yapmalı.
K7: Sosyolojiyle ilgili ekstra bir şey yapmadık ancak ondan böyle bir şey bekliyoruz. Staj
yapmasını istediğimizde bizim okulda zorunlu staj yok deyip işin içinden sıyrılabiliyor. Ancak
bu konuda elbette daha etkin olmasını isteriz.
K8: Bölüme başladıktan sonra ilgisi giderek artmaya başladı. Şuanda da bölümünü
severek okuyor
K9: Sevmediği dersler var. Bölüm içinde aktif değil. Kitap okumasını istiyorum ama
sevmiyor. Etkinlikler oluyor ama pek katılmıyor. İkinci öğretim olduğu için bunun da olumsuz
bir etkisi var. Sadece derslere gidip gelebiliyor. Eksikleri var ancak bunları kendisi görmesi
lazım. Biraz da kendi karakteriyle ilgili olduğunu düşünüyorum
K10: İlgileniyor. Derslerde öğrendiklerini bazen bizimle de paylaşıyor. Etkinliklere
katılabildiği ölçüde katılıyor. Performansından memnunuz
K11: Çocuğumuz bölümünü sevdiğini söylüyor. Zorlanmıyor fakat kimi zaman çok kitap
ve makale okuması zorunluluğundan dolayı şikayet ediyor
K12: Tam bir sosyal ve sosyal bilimlerle içiçe olan bir çocuk. Sosyolojiye olan ilgisinden
dolayı gayet memnunuz derslerini çok severek takip ediyor bu nedenle de başarılı.
K13: Ben yeterli görmüyorum işin açığı. çok fazla ilgilendiğini düşünmüyorum. Kendi
istediği bölüm ama yeterli derece de kendini vermiyor mu belki de iş kaygısından gelecekten
dolayı mı sarılmıyor çok yeterli değil diye düşünüyorum. çalışma sistemi şekli
Ailelerin çocukların ilgisi hakkında düşündüklerinin genellikle çocukların bölümü sevip
sevmemesiyle alakalı olduğunu gördük. Çocuklarının bölümü sevdiğini söyleyen aileler aynı
doğrultuda ilgilerinden de memnun. Ancak ilgisiz olduğunu söyleyen aileler çocuklarının daha
fazla etkinliğe ve organizasyona katılması gerektiğini söylüyorlar. Bu aileler çocuklarının
sosyolojiyi sevip sevmediği hakkında da bir şey söyleyememektedirler. Ancak şunu da
söyleyebiliriz ki aileler ilgi konusunda kriter olarak derslerdeki başarısını düşünerekten
cevaplar vermişlerdir.
6. Sosyolojinin meslek kazandırabileceğini düşünüyor musunuz ?
K1: Evet düşünüyoruz. Sosyolojinin alanının meslek olarak çok geniş olduğunu
düşünüyoruz.
K2: Düşünüyorum. Kazanacak yani. Onu düşünüyoruz yani.
K3: Mutlaka. Yani meslek olarak şöyle kızım zaten sosyal bir çocuk, kendisine de güveni
var. Yazma dalı da çok kuvvetli. Mutlaka kendine göre bir yön bulacaktır.
K4: Birden çok meslek kazandırabilir. Ancak artılarını çoğaltmalı diye düşünüyorum.
K5: Öyle olmasını umuyorum
K6: Kendi kişisel çabalarına bağlı eğer kendini iyi geliştirir ise ilerde bir meslek sahibi
olabileceğine inanıyorum.
K7: Meslek olarak kazanabileceğini düşünüyorum. Güzel ve iyi şartlarda yapmasını
istiyorum. Geleceğin mesleği olduğuna ve ülkenin bu bölüme çok daha önem vereceğine
inanıyorum. Zamanla gelişen ve önemi artan, meslek ve iş alanlarının geliştiği bir bilim
olduğuna inanıyorum. Bu bölümün daha yaygın olması lazım. Daha ilerleyebilmemiz için
Türkiye’de sosyologlara çok büyük görev düştüğüne inanıyorum. Haberlerde dinlediğimde
‘nerede bu ülkenin sosyologları?’ denildiğinde hoşuma gidiyor.
K8: Evet, tek temennim bu. Çevremdeki insanlar tersini iddia etmesine karşın bu konuda
çocuğuma güveniyorum
K9: Evet. Bir meslek olarak sosyolojiyi ben çok kıymetli buluyorum. Fakat Türkiye’de
bu mesleğin yapılmasıyla ilgili sıkıntılar var. Yani meslek alanıyla ilgili Türkiye’nin iş
koşullarıyla ilgili sorunlar var. Yani işte bir sosyolog ne yapar? İşi nedir aslında? Alan
araştırmaları yapmaktır bir sosyologun işi. Hani farklı alanlarda çalışmayı seçebiliriz ama
hani temel anlamda bir sosyolog ne yapar deyince benim aklıma gelen alanda araştırmalar
yapar ve bu çok önemli bir iş bence ama istihdam edilen sosyologlara baktığımızda onlar kendi
işlerini yapabiliyorlar mı? Çok bilemiyorum yani birçok kurumda muhtemelen kendi işlerini
yapamıyorlar. Hani bu sosyologların meslek tanımları ve Türkiye’deki çalışma alanlarıyla
ilgili problemlerden dolayı çok açık değil hani. Bazı burada sorunlar var. Soru neydi?
K10: Sosyolog olmasını istiyoruz. Çalışan bir arkadaşımız da var.
K11:İnşallah tek umudumuz o. Ben umut ediyorum. Gazetelerde istihdamın yetersiz
olduğuna dair yazılar okuyorum. Geleceği ne olacak diye düşünüyorum. Genellikle özel
sektörde düşünüyoruz biz ailesi olarak. Alternatif bir düşüncemiz yok. Kendisi ne istiyorsa o
olmalı
K12: Bizim pek bilgimiz yoktu. Aile Bakanlığı gibi pek çok bakanlıkta ve rehberlik
öğretmenliği tarzı mesleklerde iş imkanı var diye biliyoruz
K13:Endişelerim var ama popülerliliği hızla artan bir alan olduğunu düşündüğümden
dolayı çocuğuma meslek kazandırabileceğine inanıyorum.
K14:Bölümün son yıllarda daha popüler olduğunu düşünüyorum. Bir iş bulur herhalde.
K15: Onu işte çok emin değiliz maalesef. sosyoloji nasıl.. iş alanları çok fazla değil onu
ne kadar değerlendirebilir zaman içerisinde meydana çıkacak diye düşünüyorum şu anda çok
fazla o konuda bir şey düşünemiyoruz ne olur ne biter. Biraz da kendisine bırakıyoruz ne
yapacağını
Çocuğu sosyolojiyle ilgili ya da ilgili olmasın bütün aileler sosyolojinin çoğuna bir
meslek kazandıracağını düşünmektedir. Ama bazı aileler ek olarak meslek kazanımında
çocuğunun kendini geliştirmesi gerektiğini belirtmektedir. Ülkemizde çalışan sosyologların az
olması ve sosyolojinin piyasa değerinin yeterli olmaması aileleri kaygılandırmaktadır. Mevcut
rekabete dayalı piyasa koşullarının sadece sosyologların değil diğer meslek alanlarında da aynı
kaygıların olduğundan bahsetmektedirler. 7 numaralı katılımcının ‘: Kaygımız var maalesef.
Umut var ama kaygılar daha fazla. Bitirdiğinde ne olacak kaygısı var. Mevcut durumda genel
anlamda her alanda sıkıntılar var. Sosyoloji bölümü şuan için gerekli öneme sahip değil’ cevabı
bu yönde örnek teşkil etmektedir. Ama buna tezat olarak geleceğe, sosyolog olarak çalışanların
artacağına umutla bakmaktadırlar. Bu umut çocuğun bu rekabet koşullarına uyum
sağlayabileceğine yönelik güvenden kaynaklanmaktadır. Ancak bazı aileler çocuğunun mevcut
durumlarda elini güçlendirecek alternatiflere yönlendirme yada destekleme yolunu da
seçmişlerdir. Özellikle de erkek öğrencilerde ve ailelerinde alternatif arayışlarının daha fazla
olduğu sonucuna ulaşabiliriz.
7. Çocuğunuzun geleceğine dair kaygı duyuyor musunuz ?
K1: Kaygılarımız var. Sosyolojide kendini iyi geliştirmek gerekiyor. Bunda başarılı
olursa eğer geleceğinin parlak olacağına inanıyorum. Bu sebeple sosyoloji okuyan bir insanın
çok iyi gözlemci okuyucu ve araştırmacı olması gerektiğini düşünüyorum.
K2: Hiçbir kaygım yok geleceğiyle ilgili. Yani bu işi becereceğini biliyoruz yani.
Becerecek de diyoruz. Yani o kendi yaşamını sürdürecek yani.
K3: Bir anne baba olarak mutlaka çocukların geleceğine kaygımız olur. Yani mesleğiyle
de değil de yani şöyle söyleyeyim annem babam bize hep derdi kızım anne baba olunca
anlayacaksınız. Ama gerçekten insan daha o ilk bebeği kucağına aldığı zaman annem babam
haklıymış diyorsun.
K4: Evet. Ancak bu okuduğu bölümle alakalı bir kaygı değil.
K5: Sosyoloji hakkındaki tek düşüncem acaba mezun olduktan sonra ne olacak ne
yapacak diye gelecek kaygımın olması
K6: Kaygılarımız var. Aslında alanı geniş alımı az olan bir bölüm olarak düşünüyoruz.
Kendini geliştirmesi önemli.
K7: Kaygımız var maalesef. Umut var ama kaygılar daha fazla. Bitirdiğinde ne olacak
kaygısı var. Mevcut durumda genel anlamda her alanda sıkıntılar var. Sosyoloji bölümü şuan
için gerekli öneme sahip değil
K8: Elbette var. Günümüzde sosyal ve siyasal sıkıntılar çok fazla var fakat insanın
kendisini geliştirmesi gerekir. Eğer kendisini geliştirirse benim çocuğumun da başarılı
olacağına inanıyorum
K9: Çok var. Güzel bir meslek ama mesela nasıl işe girecek? Hangi işi yapacak? Kendi
işini yapabilecek mi? Kendini geliştirmesine yönelik neler yapabilecek? Hani bunlarla ilgili
kafamda sorular var ama parantez açıyorum bu sorular sadece sosyologlar için mi ya da bu
sorunlar sadece sosyologlar için mi geçerli? Hayır. Türkiye’de birçok meslek alanıyla ilgili bu
problemlerimiz var. Yani ülkenin böyle bir problemi var.
K10: Tabi ki var. Hayat şartlarından dolayı iş bulamayacağıyla ilgili endişelerim var. Bu
kaygılarım sosyolojiyle alakalı bir kaygı olmaktan çok genel bir kaygı. Diğer bölümlerde
okuyanların da iş bulmakta güçlük çektiğini düşünüyorum
K11: Var. Nereye yerleşeceğiyle ilgili tam bir bilgim yok
K12: Sosyoloji insan bilimi, insanların diğer insanlarla etkileşiminden doğan bir bilim.
Kızımın da topluma faydalı nesiller yetiştirmesi en büyük onurumuz
K13: Endişelerim olmuyor değil. Toplumsal olayların çok olduğu bir ülkede yaşıyoruz bu
da sosyolojiye ve sosyologlara ihtiyacı oldukça artmaktadır. Ancak ülkemizde sosyolojiye ne
yazık ki gerektiği kadar değer verilmiyor. Devletin daha çağdaş bir toplum için sosyolojiye
daha fazla yatırım yapması gerektiğini düşünüyorum
K14: Sadece benim çocuğum değil bütün üniversite mezunları için kaygı duyuyorum.
Kendi çocuğumla ilgili ayrıca bir kaygım yok.
K15: Tabi ki var kaygımız var. İşle alakalı
8. Çocuğunuzun alternatif bir mesleğe sahip olmasını istiyor musunuz?
K2: (B) Kursa mursa hiçbir şeye gitmedi ama onlarda sizin gibi köylere möylere
gidiyordu. Köylerde onlarda rapor edip veriyorlardı. O şekilde gidiyor yani. O şekilde yardımcı
bir destek almadı herhalde bu zamana kadar. Almadı yani. (A) Yoo. Hiç de kaygım yok. Yani
bir şekilde okuduğunun karşılığını verir. Ama hani bu bölümde mi? Açılırsa bu bölüm tabi
karşılığını verir.
K3: Şu anda yapamıyoruz haliyle memur olunca diğer kardeşlerde var. Öyle olunca
kısıtlama nasip olursa mezun olursa öyle bir şeylerde devam etmesini sağlayacağız yani. Mezun
oldun burada kal diyemeyiz.
K6: Açıköğretimden başka bölümleri de okumasını istiyoruz alternatif olsun
düşüncesiyle.
K7: Çocuğum müziğe olan ilgisinden dolayı o konuda şan eğitimi almasını desteklerim.
Kendi düşünceleride var ara sıra farklı mekanlarda çalışıyor da zaten.
K9: İşte bu part-time işlerle ilgili evet hani iş hayatını görmesi, çalışma hayatını görmesi
için bazı desteklerim oldu. Yani ne tür destekler? İş başvurularında nerelere başvurabilir ne
yapabilir o konularda destek olmak, bir de tabi bir araştırma şirketinde çalıştı. Araştırma
şirketinde çalışırken tam olarak kendi mesleğiyle ilgili her şeyi yapamadı tabi. Ne diyelim işte
orada hangi konuda elemana ihtiyaç varsa oradaki işleri yapmış oldu. Onun dışında kendini
geliştirmesiyle ilgili mesela İngilizce öğrenme problemimiz var. Yani bu çok önemli bir sorun.
Yani İngilizceyi iyi öğrenmek çok önemli ama mesela bununla ilgili çok daha anlamlı adımlar
atamadık. Yurt dışında eğitimler olabilir ama bu da ciddi mali destek isteyen, kaynak isteyen
konular. O konuda evet biraz sınırlı destekler olabiliyor. Ne bileyim Türkiye’de İngilizce
kursuna göndermek. Hani gönül istiyor ki yurt dışında gönderelim. Gönül istiyor ama işte
ekonomik kaynaklar çok da buna el vermiyor.
K10: Sosyoloji dışında başka alternatifler düşünüyor kendisi. Şuanda da bir kurumda
satış elemanı olarak çalışmakta zaten.
K15: Bir şeyler düşünüyoruz ama şu anda kesin net kafamızda bir şey yok tabiiki onu da
yine kendisine bırakıyoruz. yüksek lisans yapacak mı, ne yapacak, daha sonrası ne olacak?
ben eğer kalabilirse başarabilirse okulda kalmasını tercih ediyorum ama tabiki yine onun
isteğiyle olacak bir şey. veya işte sınavlarla sonuçta belirlenecek bir şey. sanmıyorum onun da
olacağını. onun dışında sendikalarda özel iş yerlerinde. tabi oda ne kadar sürer ne kadar
sağlam olur girdiği iş yerleri onu da bilemiyoruz. işiyle ilgili çok sıkıntı var hatta bir iki gün
önce bir ahbabım aradı onun kızı da sosyoloji okuyor ama o Bursada okuyor kız her seferinde
annesine telefonu ağlayarak kapatıyormuş son sınıfmış işte sosyoloji... tabi bu arada KPSS'ye
hazırlanmaya çalışıyormuş anne ben ne yapacağım yeterli değilim işte sınavda kaybedeceğim
tekrar ben ev kızı mı olacağım bu yaştan sonra . Öyle bir kaygıları varmış çocuğun sürekli.
Diyor ki annesi kızın psikolojisi bozuldu diyor. Yani KPSS'ye yönelik hazırlarken yeterli
bulamıyor kendini daha çok sıkıntıya giriyor.
9. Diğer
K1: Sosyolojinin Türkiye’de yeteri kadar tanındığını düşünmüyorum. Hakkettiği değeri
görmüyor bence.
K3: Ya şöyle söyleyeyim bizim sosyal hizmetlerde çalışılan hizmetlerden dolayı buraya
kadar geldik herhalde bundan sonrası da kızım açısından daha kolay olur. Çünkü istediği bir
hedef vardı oraya ulaşır herhalde
K4: Kızımın hem Üniversitesini hem de bölümünü çok önemseyen bir anneyim. Bu
anlamda da kendisi iyi motive ettiğimi söyleyebilirim.
K6: Açıkçası psikoloji için sosyolojiye çap gibi imkanlar sağlanmalıdır. Okullar kendini
güncellemeli ve yenilemelidir.
K7: İlerlemesini istediğimiz bir dal ve toplumun sorunlarını çözmek adına ilerlemek
gerekli. Doğu-batı farkı çok farklı bir sorun. Bu tarz sorunları çözmek adına sosyologlara önem
verilmeli. Doğudaki insanları gördüğümde, duyduğumda farklı bir ülkedeymişim gibi
hissediyorum
K9: Şeyi anlamlı buldum, yani araştırmanın meslekle ilgili bir araştırma. Tabi ki
problemler nerelerden kaynaklanıyor, çözüm alternatiflerini geliştirebilmek için önce bir
anlamamız gerekiyor. Ne oluyor ne bitiyor? Belki işte ona göre adımlar belirlenecek çözüm
önerileri gelişecek vesaire. Bilmem… Güzel buldum bu görüşme sorularını
K10: İkinci öğretim olmasından şikayetçiyim. Dersleri o kadar yoğun geçmiyor.
Kapsamlı değil, çünkü vakit yok. Bazı şeyler yarım kalıyor. Eksikliklerini kendisi kapatması
lazım. Saat problemi olduğunu düşünüyorum. Bölüm olarak sosyolojinin iyi olduğunu
düşünüyorum. Ancak öğrenci kendisini geliştirmeli ki insanlara bir şeyler versin
K11: Okul (Yıldırım Beyazıt) yeni olduğu için sıkıntı çekiyoruz. Bazı teknik sorunlar
nedeniyle sorunlar var. Etkinlik çok fazla olamıyor. Umarım kızımızın geleceği parlak olur.
K13: Devletin sosyoloji üzerine daha fazla önem vermesini ve bu yönde yatırımlar
yapılmasını istiyorum. Ülkemizin kalkınması ve iyi bir gelecek nesil için sosyoloji çok önemli
bir bölüm
K15: Bu bölümle alakalı en çok endişem iş bulma konusunda üniversiteyi bitiren
çocuklar, hani genelde bütün mesleklerde aynı sıkıntılar var ama sosyolojide biraz daha fazla
diye düşünüyorum. bu bölümü bitirip de iş imkanının yeterli olmadığını düşünüyorum.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı diye sorduğumuzda aldığımız cevaplar genellikle iş
bulma ve gelecek kaygılarının tekrar dile getirilmesi oluyor. Bu soruda bile kaygılarına rağmen
umutlarını gözlemlemekteyiz.
2.2.4.Kamuda çalışan sosyologlara sorulan sorular ve katılımcıların verdikleri cevaplar
aşağıda sunulmuştur :
1.Yaptığınız işin sosyolojiyle ne derece ilgili olduğunu düşünüyorsunuz?
K1:Sosyolojiyle hiç bir ilgisi yok uzaktan yakından. Yaptığım işle aldığım eğitim arasında
çok fark var. Şu an sosyal hizmet merkezi diye bir şey kuruyoruz. Yaptığım iş adamın sosyal
hizmet merkezi olarak bize önerdiği yerin iç dizaynına bakıyoruz, kapı isimliğinin rengi, kapı
kenarına çekilen şerit, koltuğun rengi. Tamamen sosyolojiyle alakalı. Dizayn sosyolojisi diye
bir şey zorlamışlar böyle olmuş.
K2:Benim kişisel olarak yaptığım işin ilgisi var ama sosyologların genel kamudaki
durumlarına ilişkin bir şey değil. Ben aile destek merkezi diye bir projenin koordinatörlüğünü
yapıyorum. Bana bağlı olarak bu proje kapsamında 50 milyonluk bir kaynağım var ve doğu ve
güney doğuda yapılıyor bu proje ve bilgi toplamak alandan bilgi almak yorumlamak bilgi
üretmek benim yaptığım işle alakalı.
Yapamıyorlar yani. Ben 2007’de kamuya girdim ama 2007 yılında yaptığım işle 2011
yılının başlarına kadar yaptığım iş sosyoloji ile alakalı değildi memuriyetti. Ama 2011’den
sonra pozisyon değişmeleriyle durum değişti.
K3: Bize has bir şey bu bizim birimimiz şu an tam belirlenemediği için devamlı değişiyor
bizim yaptığımız işler hani ne iş olsa yapar vaziyetteyiz. Ama kadın erkek eşitlik birimi kuruldu
onun kararı imzalandı ilçeden o şekilde devam edeceğiz diye umuyoruz, seçim bekleniyor. O
zaman biz birazcık daha mesleki bir şeyler yapmış olacağız ama ben kendimi çok da sosyolog
gibi şeye koymuyorum mezun olduktan sonra alana yönelik çalışma yapmadım okuldan mezun
olurken sosyolojiden uzaklaşarak o akademik ortamdan uzaklaşarak bizim okula has bizim
bölümle ilgili akademik sıkıntılarla ilgili sıkıntı yaşayarak mezun oldum. Başka şeylere
yöneldim tiyatroyla ilgilendim, falan sonra lösemili çocuklar vakfında çalıştım 4–5 sene orda
da çok yine sosyolog yani ben kendimi bir sosyolog olarak tanımlamadım açıkçası yani benim
diplomam sosyolog diploması ama ben kendimi öyle çok görmedim. Şimdi de pek görmüyorum.
K5: Sosyologlardan beklentiler tam olarak ne? Aslında burada sosyolojinin çok ne
anlama geldiğini bilen yok. Hani sosyologa ihtiyaç var ama o nedir, her işi de yapabilir hiçbir
işi de yapamaz hani iki tarafta da var. Yani bizi birçok iş alanında da kullanıyorlar. Aslında bu
sosyolojiyle mi alakalı yoksa kişisel mi bilemiyorum.
K6:sosyolojinin ne anlama geldiğini ne ile iştigal ettiğinin bilinmemesi ile ilgili olduğunu
ben düşünüyorum.
K7:Yani bizi çünkü her iş verebiliyorlar, biz de biraz bu işleri biraz kotarabildiğimiz için,
yapabildiğimiz için dolayısıyla bunu da yapar şunu da yapar şunu da yapar. Bizim alanımız
biraz geniş burada
K8: Yani işte İngilizce bilir çeviri yapar, işte kalemi sağlam konuşma metni yazar gibi
şeyler de olabiliyor. Bazen hakikaten işte toplumsal birtakım projeler üretiyoruz, mesela
kadınlarla ilgili gençlerle ilgili çocuklarla ilgili. Yani onlar da evet yani mesleğimizin,
mesleğimizle örtüşen hani önce mesela alan araştırması yapmak gerekiyor. Hani burada nasıl
bir ihtiyaç var hani nasıl bir hizmet sunmak gerekir falan gibi bu konularda evet işe yarıyor.
Hakikaten mesleğimizle örtüşen şeyler yapıyoruz ama onun dışında…
K9:Sosyolojiyle kesinlikle bağlantılı. Akademik olarak çok fazla ilgisi yok benim
açımdan. Sosyal yardım işlerinde çalışıyorum ben. Ama Türkiye’de ki sosyolojiye göre bilme
açısından biçilmiş bir kaftan olduğunu düşünüyorum belediyelerin. Çünkü çalıştığım bölge
yoksulların fazla olduğu bir bölge ve bu profili en ince detaylarına kadar görebildiğimiz ve
insanların kendilerini açma, anlatma konularının da çok iyi olduğu bir bölge. Çünkü yardıma
muhtaç olunca hiçbir gizlilik olmuyor, her şeyi rahatlıkla araştırabiliyorsunuz. Bu yapıyı
incelemek açısından alakalı ama dediğim gibi akademik açıdan değil.
Yapılan görüşmelerin büyük bir çoğunluğunda gözlemlenen, kamu kurumlarında
‘sosyolog’ sıfatıyla istihdam edilen sosyologların, iş tanımları bulunmamakta ve yaptıkları işten
memnuniyetsizlik
yaşamaktadırlar.
Çoğunlukla
sosyal
hizmet
uzmanının
mesleki
formasyonuna uygun işlerde görev almakta ve buna rağmen statü anlamında eşit
sayılmamaktadırlar. Bu da sosyoloji mezunu çalışanları yapılan işte kendini değersiz hissetme
pozisyonuna sürüklemektedir. Çünkü yaptıkları işler için, vasıf ya da nitelik gerekmediğini
dolayısıyla okudukları okulun boşa gittiğini düşünmektedirler. Yaptıkları işin sosyoloji ile ilgili
olduğu düşünen kişiler ise bu ilginin akademik bir ilgi olmadığını belirtmişlerdir.
2- Sosyologların kamudaki istihdamı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
K1:Aslında kamunun sosyoloji anlamadığını söyleyelim. Sosyolog aldılar da ne
yapacaklarını bilmiyorlar. Alalım da sesleri kesilsin. Çünkü sayı fazla, az da olsa sesleri çıkıyor
seslerinin kesilmesi için yıllık 100 tane falan alıyorlar. Vizontele’deki şey gibi, kütüphane
müdürü geldi de kütüphane olsa… Bizi de aldılar da işte sosyolog geldi ne yapalım bunları?
Bizle alakalı bir şey bilmiyorlar. Kamunun sosyolojiden anladığı yok. Bizim burada da böyle,
Sağlık Bakanlığı’nda da böyle. Sağlıkta arkadaşım var eline cihaz vermişler kefeleri geziyor
burada sigara içildi mi içilmedim mi diye. Sosyologun yaptığı iş...
K2:Soru aslında bir kaç bölümden oluşuyor aslında. Kamudaki istihdam durumu ne onu
bilmek gerekiyor. Mevcut istihdamı biz kendi yaptığımız çalışmalarda gördük ki şu an 2000
civarında sosyolog var kamuda 2000’i geçmiyor ama. Belediyeler, özel idareler, kalkınma
ajansları, kamu kurumları, sözleşmeli çalıştırılanlar, ek ders karşılığı çalıştırılanlar bunların
hepsini topladığında 2000 kişi. Türkiye’nin 70 milyon nüfusu olduğunu düşünürsek bunlar
yetersiz. Yurt dışında da hani sosyologların yaptığı uygulama yaptığı alanlara baktığımızda
geniş bir dal görüyorsunuz.
K3 :Türkiye’de çok fazla yani Gıda Tarım Hayvancılık, Aile Sosyal Politikalar ve Adalet
Bakanlığı dışında çok fazla yok yani, 3 bakanlık 24 bakanlık içinde. Bence yeterince istihdam
yok bunun nedenlerinden biri de meslek olarak sosyoloji bilinmiyor, bir uzmanlık alanı olarak,
bir eksper olarak meslek bilinmiyor. Yani onların yaptığı işi herkes yapıyor. Şöyle bir örnek
vereyim mesela İçişleri Bakanlığı’nın uyguladığı iç göç özel idare eylem planı var. Bu planı
sosyologların hazırlaması gerekirken sosyal çalışmacılar hazırlıyor psikologlar hazırlıyor.
Başka ikame edilebilir bir güç sosyologlar yani bu işi onlar yapar diye bir şey yok. Biz bunlarla
ilgili olarak bir fon geliştirme azmine girdik bir dönem, başaramadık. Sosyologların yaptığı
geliştirdiği ve doldurmaya hakkı olduğu başka mesleklerin buna ulaşamayacağı bir fon sosyal
değerlendirme fonu adı altında. Bu fon diyelim çocuklarla ilgili bir bilgi toplanması gerekiyor
yapılan amaçlar doğrultusunda bir eylem planı çıkarılması gerekiyor. Bunun hazırlanması için
bir fon geliştirdik. Yaşlılar olsun çevre olsun ama ne olursa olsun. Sosyal inceleme raporu gibi,
sosyal çalışmacılar hazırlar ve başka meslek elemanları dolduramaz, onların doldurması
gerekir onların imzası olmadan olmaz. Yönetmelik olarak bize böyle bir imkân sunulsaydı o
zaman sosyologların istihdamı artabilirdi. Öyle bir şey yapmaya çalıştık ama bunu
başaramadık dolayısıyla totalde baktığımızda bütün çalışmalara rağmen sosyologların sadece
şanslı olanları istihdam ediliyor.
K4: Kamuda pek bir istihdam yok sosyologların. Ben 2-3 sene KPSS peşinde koştum. Ama
yani şu an nasıl bilmiyorum durum ama içler acısı. Aslında kamudaki istihdam herkes için çok
iyi değil ama sosyologlar için ekstradan bir sıkıntı. Çok yüksek puanlar alman lazım ki
atanabilesin.
K5:Çok yetersiz görüyorum tabi ki. Senede kaç bin tane mezun veriyor. 5000 galiba. Ama
açılan kadroları siz de görüyorsunuz. En fazla 31 aldılar galiba. Bir de bir kaç sene önce yanlış
hatırlamıyorsam 2008’de Adalet Bakanlığı baya bir sosyolog almıştı. Onun haricinde çok fazla
alım olmuyor sosyolojide.
K6:Genel olarak işte biz sınavlara girersek memuriyet filan öyle bir şeyimiz var,
yapabiliriz.
K7:Ne düşünebilirim berbat yani.İstihdam çok yetersiz. Çok daha fazla kadro açılması
lazım. Bunun yanında kadro açılacaksa da biraz kontenjanların kısılması lazım. Çünkü hem
normal lisans fakültelerde sosyoloji okunurken hem açık öğretimde sosyoloji kadrolarının
açılması, bunun yanında sosyal hizmetler bölümlerinin açılması bizi çok zor duruma düşürdü.
Hem bizden daha kolay atanıyorlar hem ben akademik açıdan onlardan daha yetkili ve daha
birikimli olduğumuzu düşünüyorum ama istihdam konusunda onlar bizden bir adım değil
birkaç adım öndeler ve bu beni rahatsız ediyor. Çok daha fazla bu konuya artık kime
söylenecekse önem verilmesi lazım. Hem atanma açısından hem istihdam açısından hem
bölümlerinden daha kolay mezun oluyorlar, çok daha fazla para kazanıyorlar ve çok daha kolay
atanıyorlar. Hani ben sosyoloji okurken hiç KPSS’ ye hazırlanabileceğimi düşünmemiştim.
Akademik personel olacağım, Koç, Sabancı gibi özel sektörlerde sosyolog olarak çalışacağım
diye üniversiteye girdim. Tabiî ki şu an işimden memnunum ama yeteri kadar yani bir yerde
tıkanıyorsunuz kamuda. Yeteri kadar mesleğimi icra ettiğimi düşünmüyorum.
Bir meslek olarak ‘sosyoloji’nin başta kendilerini istihdam edilenler tarafından dahi
bilinmediğini düşünüyorlar. Sosyologların işinin de kamu kurumlarında başka meslek
gruplarına terk edildiğini ve bu durumun sosyolojiyi önemsememekten ya da bilmemekten
geldiğini düşünüyorlar. Ayrıca açık öğretim fakültelerinde sosyolojinin olmasının istihdamı
engellediği ve zorlaştırdığı da dile getirilmektedir.
3- Kamu personeli olarak çalışmayı tercih etmenizin sebepleri nelerdir?
K1:Ailem geç dedi ben KPSS’ YE çalıştım geçtim yani. Benim hiç kamuya atanma gibi
bir şeyim yoktu. 2007 mezunuyum, 2013’te KPSS’ YE girdim, 14. oldum. Osmanlı’dan kalma
bir gelenek var ya devlet memurluğunu prestij gibi algılama, ondan geldi. Kravatla adam olduk.
Ama hala alışmadım.
K2:Çok yoğundu mesai özel sektörde. 2003–2007 arasında arada 4 yıl var. O 4 yıl
boyunca 15 gün izin kullandım. Dayanılacak gibi değildi o yüzden kamuya geçtim.
K3:Tatillerin belli, sosyal imkânlar iyi, kaçta girip çıkacağın, mesai saatlerin belli
kamuda o yüzden daha avantajlı, daha iyi yani.
K4:Yani o kadar çok iş değiştirdim ki hepsinde ya sigorta yapıp maaş vermiyorlardı ya
da sigorta yapmıyorlardı. Tamamen istihdamdan dolayı. Başka şekilde iş bulamadığım için
maalesef burada çalışmaya devam ediyorum.
K5:Ben özel sektörde de çalıştım. Orda daha yüksek ücretlerle daha çok çalıştırılarak
daha fazla sömürülerek diyebiliriz, çalıştım. Burada, tabi buranın da avantajları dezavantajları
var ama ikisi arasındaki farkı görebiliyorum.
K6:Klasik Türk anlayışı. Kadından 8–5 çalışırsın. Bir açıdan evet öyle. Zaten buranın
avantajlarından birisi mesaisidir. Çoğu kişi aldığı para tatmin edici olmasa da 8–5 çalışıyorum
hafta sonu bana kalıyor, kursa gidiyorum diyip bu tarz kamu, belediye tercih etme sebebi bu.
Benim ne? Mesela normal memur olarak çalışsaydım atıyorum halkla ilişkilere de girebilirdim
ama ben burada sosyolog unvanıyla çalışıyorum, kamuda çalışıyorum ve Ankara gibi bir yerde
– ben İstanbul’ da yaşadım, İzmir’ de okudum, Ankara’ ya düştüm- ve burada kamunun benim
için uygun olabileceğini düşünüyorum. Çünkü özel sektör çok araştırdım Ankara ‘da ama belki
tercih edilmedim ya da beni tercih edeni ben tercih etmedim. O yüzden burada çalışıyorum.
Kamuda çalışma nedenleri genellikle ‘zorunluluk beğenisi’. Kamuda çalışmaktan başka
çare yok çünkü. Hem toplumun genelinde ‘devlete kapak atmak’ gibi bir genel geçer norm var.
Hem de buna karşı geliştirebileceğin bir alternatif iş olanağı yok. Özel sektörde çalıştıktan sonra
kamu kurumları çölde vaha gibi kalmaktadır.
4-Özel sektörde çalışan sosyologların durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çevrenizdeki sosyologların özel sektörde çalıştıkları alanlar nelerdir?
K1:Orada en azından anket yaptım alan araştırması gibi. Kendi bölümümle alakalı
yaptığım işten tat aldım. Bildiğin bir şey üzerine çalışıyorsun. Burada tamamen niteliksiz bir
iş, orda daha nitelikliydi. Bir şeyden zevk aldığınız zaman onun saati önemli değil. Kadınla
yaşamak da zor ama evleniyoruz yani.
K2:Var tabi ki. Ben bir araştırma şirketine danışmanlık yapıyorum. Ekiplerimi
oluştururken hep şeye dikkat ediyoruz sosyologlardan istihdam etmeye çalışıyoruz ama
örgenciler anketör olarak çalışıyor. Biraz yeteneği varsa adamın saha sorumlusu olarak ortaya
çıkıyor. Onun dışında sosyologlar bir kaç tane insan kaynaklarında tanıdığım var belediyelerde
danışman olan arkadaşlarım var hani özel sektöre girenler sözleşmeli çalışıyorlar.
Milletvekillerine danışmanlık yapanlar var kitap editörlüğü yapan arkadaşım var ama bunlar
kendi alanları ile ilgili değil. Sizin mutlaka okuduğunuz şeyler atıyorum din sosyolojisi
okuyorsunuz, kırı okuyorsunuz, kenti okuyorsunuz. Buradan aldığınız bilgiler yaptığınız işi
mutlaka etkiliyor ama doğrudan doğruya bu alanda bilgi üretecek bir şey yapmıyorsunuz. Özel
sektörde daha da hani kamuda yapan arkadaşlarımız var çünkü. Mesela Gıda, Tarım ve
Hayvancılıkta bir projeyle geldi arkadaş. Köylülerin borç ödeme alışkanlıklarından tutun da
hayvan yetiştiriciliğindeki o geleneksel şeye kadar üretim biçimine kadar hepsini sorgulamış.
Mesela güzel bir çalışma yapmış. Diyor ki; hayvan modern tarım bunu bunu söylüyor ama
senin köylünün şu kadarı hala hayvan şiştiği zaman şunu yapıyor gibi. Size bir bilgi üretmiş
size bu değerli. Ama bu bilgi ne kadar sıklıkla üretiliyor bu önemli özel sektörde ben sıklıkla
olduğunu düşünmüyorum.
K3:Yani zaten özel sektör kamudan daha farklı daha bir baskı altında çalışıyorsun. Bir
tehdit gibi her an her şey olabilir gibi. Dolayısıyla hep bir gelecek kaygısıyla yaşıyorsunuz
zaten. Ne yaptığın belli değil. Mesleğini çok yapan olduğunu zannetmiyorum zaten öyle bir
tatminsizlik var mutsuzluk yaratıyor. Beni hiç bir arkadaşım özelde çalışıp da istediği işi yapan
bir arkadaşım yok. Çalışma şartları açısından da kamudan çok daha ağır şartlarda
çalışıyorlar, sosyal imkânları da çok kısıtlı oluyor.
K4:Yani kötü tabi ki. Sadece belli başlı araştırma şirketlerinde sosyolog olarak
çalışabiliyorsun. Onlarda da çok fazla mülakattan geçiyorsun. O dediklerim büyük araştırma
şirketleri. Kıyıda köşede kalmışlar da sosyolog muamelesi yapmıyorlar. Bir tanesinde çalıştım.
Sahaya indik işte anket yapıyoruz falan onun haricinde pek fazla danışılmıyordu. Sadece “gel
bak bakalım olmuş mu?” falan, hani senin de gönlünü hoş edelim gibisinden. Seni pek fazla
işin içine katmıyorlardı.
K5:Özel sektörde çalışan sosyologlar hakkında çok fazla fikrim yok çünkü çevremde
özelde çalışan sosyolog yok. Şu şekilde var hani belli kurumların projelerinde dönemsel olarak
çalışan arkadaşlarım var. Onlarda genelde madde bağımlılığı konusunda çalışıp özel sektöre
işte araştırma yapıp sunan kişiler. Yani bir fikrim yok aslında onlarla ilgili. Hani duyduğum
kadarıyla güzel. Hani demin bahsettiğim akademik açıdan daha fazla birikim oluşturduklarını
düşünüyorum özel sektörlerin. Çünkü kamuda işini yapıyorsun, geliyorsun raporunu
yazıyorsun, gidiyorsun. Ama özel sektörde belki bu anlamda mesleki bilgilerini pratiğe dökme
açısından daha fazla kullandırttıklarını düşünüyorum ve bu açıdan daha iyi oluyor. Ben pek
çok bilgiyi unuttum mesela. Ama onların daha taze kalıyor bilgileri.
Özel sektörde çalışma koşullarının kamu kurumlarına göre çok daha kötü olduğunu
düşünseler de özel sektörde mesleki çalışma olanaklarının daha fazla olduğunu söylüyorlar. “En
azından anket yapıyoruz, sahadayız” diyorlar. Bilgi üretim süreçlerine tam olarak dâhil
olamasalar da özel sektörde vasıfsız/niteliksiz pozisyonda kalmadıklarına inanıyorlar. Bunun
yanında akademik bilgilerin kullanımının özel sektörde daha fazla olduğunu söylüyorlar.
5- Benzer görev ve sorumluluk alanlarına sahip mesleklerle aynı şartlara sahip
olduğunuzu düşünüyor musunuz?
K1:Maaş açısından aynı şartlara sahip değiliz ama onlar da bizim yaptığımız
saçmalıkların aynısını yapıyor. Bu şeye yakınlıkla alakalı üstündeki gibi gereksiz düşünürsen
herkes aynıdır. Bölüm fark etmiyor. Bu resmi yazılarda geçen Farsça cümleleri biliyorsun çok
iyisindir. Çok gereksiz şeyler. Zihin belli bir çerçevenin içine sığdırılmıştır ya sen de kendini
sığdırırsan üstün seni çok sever. Evraklaştıysan problemin yok. Rahat rahat konuşursun.
K2:Yok değil işte. Benim kişisel konumum farklı ama diğer arkadaşlarımı biliyorum. Ne
alınan ücretlerde ne özlük haklarında. Mesela sosyal çalışmacı ya da psikolog unvanı 657
sayılı devlet memurlarında A4 bendinde tanımlanmış unvanlar kadar eko serviye kadar bu
emekli olduğunuzda sizin alacağınız maaşı etkileyen demektir. Normal bir memurun maşı yarı
yarıya düşerken bu yüksekse daha az düşüyor. Psikologlar, öğretmenler, sosyal çalışmacılar
falan bunlardan mesela sosyologlar hepsinden düşük maaş alıyor bütün düzenlemelere rağmen.
2010 Şubat ayının memurlar nette hala var, sosyologlar eylem planı diye bir bakın. Oradaki
2010 Şubatından 2012’nin sonuna kadar verilmiş bir mücadeleye bakmanızı öneririm, özlük
haklarıyla ilgili verilmiş bir mücadele var. Mesela 2011 yılının Temmuz ayına kadar
sosyologların aldığı para, hizmetlinin aldığı parayla aynı parayı alıyorlardı. Yani lise mezunu
biriyle aynı parayı alıyorlardı. Teknik eleman sınıfına geçilmesi ondan sonra zorunlu olarak
çarpanları değiştirdi. 2011 Temmuzundan itibaren de bu parayı almaya başladık. Yani 50 lira
gibi bir fark var fiiliyatta. Psikologlar, sosyal çalışmacılarla ilgili bu da ek göstergeden
kaynaklanıyor. Bakış açısında fark var psikologların daha çok sosyal çalışmacıların
yapacakları iş belli köşe taşlarını tutmuşlar. Diyorlar ki şu işi şu yapar bu işi o yapar diye.
Psikologlarda da bu var ama sosyologlarda henüz böyle bir şey yok. Yani az önce bahsettim ya
bir rapor ortaya çıkardık onu yapalım diye ama yapamadık. Arkanızda durması gereken bir
irade olması lazım. Bir parantez açıp buraya değineyim mesela. Şu an iktidar partisinin merkez
yürütme kurulunda olan Mahsar Ağalı, Yasin Aktay bunlar bu partinin ileri gelenleri, defalarca
sosyologlar eylem platformunda ben aynı zamanda temsilcisi idim şu an sosyologlar.org diye
bir site var onunda sahibiyim. Defalarca görüşmemize rağmen bir türlü şey yapamadık yani
uyuşmazlık yaşıyoruz. Onlar meslek elemanlarını bulundukları ideolojiye göre ya da sahip
oldukları değerlere göre seçiyorlar. Yani meslektaşlık yok orda böyle bir yaklaşım yok. Onun
dışında Cahit Bağcı milletvekili sosyolog, böyle bir sürü kilit noktada adam var ama mesleki
bir dayanışma kültürü içerisinden gelmiyor yani yapabilecekleri şeyler var ama yapmıyorlar.
İdarede aynen yönetmelik mevzuat eksiklikleri olduğundan seni daha çok seviyor olabilir, senin
performansını daha çok beğeniyor olabilir ama senin yazdığın bir rapor yok sana idarenin
sunduğu bir çalışma alanı yok. Bu alan olmadığı için de mecburen tamlanmış adamı
gönderiyor, psikolog göndermek zorunda kalıyor. yapamıyorsunuz şey yok düzenlenmiş olan
formel bir çerçeve yok. Sosyolog şu işi yapar diye tanımlanış bir görev yok.
K3:Oluyor yani hissediyorum çünkü psikolog dediğin zaman bir ağırlığı var insanların
gözünde algı olarak. O anlamda hissediyorum. Psikologun ne yaptığı az çok tahmin edilebilir
bir şey. Psikolog daha saygı uyandıran altı dolu gibi. Ama sosyolog diyince ne yapıyorsunuz ki
siz oluyor. Ben ne yapıyorum, sosyolog olarak neye dokunuyorum? Bana sorsa evet
yapmıyorum öyle bir şey, doğru söylüyor. Yapanda çok az yani bir şeylere dokunup bir şeyleri
değiştiren. Bir imkân yok çünkü.
K4:Değilim tabi ki. Onlar, psikologlar daha önde, sosyal hizmet uzmanları onun
arkasından geliyor, sosyologlar ondan sonra yani zincirin son halkası. Yani görülen
muameleden tutun da alınan maaşa kadar çok fazla fark var.
K5: Taşeron olarak aynı şartlara sahibiz evet.
Hem maaş hem de özlük hakları itibariyle diğer meslek gruplarıyla (sosyal hizmet
uzmanları ve psikologlar gibi) kesinlikle aynı şartlarda çalışmıyorlar. ‘Sosyologluk’ saygı
duyulan bir etiket olarak görülmüyor. Angarya işler üzerlerine yıkılıyor. Az çok eşit şartlarda
çalışıldığını belirtenler de var.
6-Kamuda
çalışan
sosyologların
lisans
sonrasında
kendilerini
ne
ölçüde
geliştirebildiklerini düşünüyorsunuz?
K1:Belgelenebilir bir şey yapmadım. Bilgi sosyolojisine ilgim vardı okumalarım o
yöndeydi ama belgelenebilir bir şey yapmadım. Buraya atandıktan sonra onu da kestim çünkü
iş yoğun.
K2:Kendilerini ne kadar geliştirdikleri yaptıkları işle alakalı değil ki entelektüel ilgi
alanlarıyla alakalı. Çünkü yaptıkları iş yürekten söylüyorum sosyolojiyle alakası olmayan işler.
Memurluk yapıyorsunuz burada biraz şansınız varsa uzman gibi davranıyorsunuz. Biraz daha
şansınız varsa bir proje yönetiyorsunuz benim gibi. Onun dışında bir evrak geliyor önünüze
ona bakıyorsunuz sayısına tarihine bakıyorsunuz bir cevap yazılacak ona gönderiyorsunuz. Ne
kadar geliştiriyorlar? Aile Bakanlığında ki sosyologlar geliştiriyor. Sosyal yardımlaşma
vakıflarında güzel bir şey oldu orada çok sosyolog çalışıyor. Yüksek lisans yapan her personele
ayda iki yüz lira gibi bir fazla para veriliyor her ay. Bu önemli bir teşvik. Hem bir unvan
alıyorsunuz hem de on ayda iki bin lira para aldığınızı düşünün yani. O yüzden kişisel ilgileriyle
alakalı. Burada tanıdığımız sosyologların hepsi, bir tanesi daha çok yeni asaleti bile dolmadı
o yüksek lisans yapmak için başvuruyor ama diğerleri yapıyor. Yani doktora yapanlar falan da
var. Burada yapılıyor.
K3:Lisans sonrası bir çalışma yapılmadığı sürece sosyologların çok ilerleyemediği belli.
Lisansta bırakırsan zaten çok da Türkiye’de özellikle zaten çalışma koşulları kısıtlı bir alan
belirleyip o alan üzerine yoğunlaşmak... Yani mesleki anlamda bir şeyler katar ama benim
gözlemlediğim kadarıyla artık yüksel lisansı daha çok mesleki kaygılarla değil de ekonomik
kaygılarla insanlar daha çok yöneliyor. İş bulabilirim, kamuda da belli bir para alıyorsun,
kıdem değişiyor. Benim gözlemlediğim kaygı daha çok ekonomik kaygıdan. Kendini geliştirme
anlamında katkısı var ama şu an yaşadığımız şartlarda daha çok çalışabilmek, iş bulabilmek
için daha çok ön planda. Ya da tatminsizlikle yapıyorlar en azından başka bir şeyler yapayım
kendimi geliştireyim…
K4:Yok olmadı ya ben zaten sosyolojiyi isteyerek yazmamıştım belki onun da olumsuz
anlamda katkısı oldu. O yüzden kendimi geliştirmedim.
K5: Yani en çok şey yaptım, yüksek lisansımı da yaptım, 2006 da yüksek lisansımı bitirdim
doktoraya başladım, araştırma görevlisi oldum, özel sektörde çalıştım, istifa ettim, sivil
toplumda çalıştım yönetici olarak. En son buraya geldim işte.
K6:Çok fazla katkıda bulunduğunu düşünmüyorum. Belki bu kişisel tembellikten de
olabilir. Aslında vaktiniz var. Kamuda çalışırsanız akademik açıdan kendinizi geliştirmenize
vaktiniz var çünkü cumartesi Pazar size kalıyor ya da akşam 5 ten sonra yüksek lisans
yapabilirsiniz. Benim bu seneki hedefim o, yüksek lisans yapmak istiyorum kendi alanımda.
Belediyenin bana yoksulluk sosyolojisinde çok fazla katkısı oldu. Gecekondulaşmada,
kentleşmede çok katkısı oldu. Bunlar hakkında kitaplarda okuduğumu gördüm, çok daha
fazlasını gördüm, inanmadıklarımıza inandık. Çünkü bu anlatılanlara çok müsait bir yapı var
burada bölge olarak. O yüzden belli bir şeyde katkısı var.
Kamuda çalışmaya başladıktan sonra çoğunlukla, ‘memuriyet’e uyum sağlamakta ve
yaşamlarını buna göre düzenlemeye mecbur kalmaktadırlar. Üniversiteden mezun olurken
sosyoloji alanında ilgi duydukları çalışmalara ilgilerini zamanla kaybetmekte, zaten buna ne
maddi imkân ne de zaman ayırabilmektedirler. Fakat memurluğun imkânlarından kaynaklı
böyle bir durumun gelişme imkânın olduğunu belirtenler de var.
7- Eğitiminizin mesleğinize olumlu-olumsuz etkileri nelerdir?
K1:Şu şekilde aldığım eğitimin mutlaka faydası var. Bir de sosyolojinin matematikle eş
değer bir sistemi var metodolojiyi bilmezsen hiçbir şey yapamazsın. Bana faydası olduğunu
düşünüyorum. Bir kapıyı çaldığımda bir araştırmada şey vardı, iki kişi gidiyoruz kız önden
atladı ben yapayım diye kadın içeri almadı. Kapıyı açan kişinin yüzüne bakarak ne
söyleyeceğini de bilirsin. Anket eğitiminde verilen şeylerin uymadığını da görüyorsun. Kapıyı
çaldığında sıcak bir yüz görünce çay içmeye geldik diyip içeri giriyorsun öyle bir durum da
var. Sosyolojide o kapıyı açan kişinin yüzüne bakmayı orda öğrendim diyebilirim.
K2:Var tabi. Şimdi normalde birinci yıldan itibaren kurumlar sosyolojisinin dersini
gösteriyorlar değil mi. Sonra derinlemesine bir tarih okutuyorlar bu da çok güzel. Kır
okutuyorlar, kent okutuyorlar bunların şu yönü eksik. Bunlar hep teori. Teori dışında kalan
şeyleri sadece şey olarak yorumlamayın lütfen hani anket çalışması nasıl yapılır, alan çalışması
nasıl yapılır nasıl değerlendirilir bunlar değil. Türkiye’de kurumların nasıl işlediğini
bilmiyoruz. Sosyolog mezun oluyor bir toplumu analiz etmesini bekliyorsunuz ama o toplumda
ki kurumların nasıl işlediğini bilmiyor. Hukukun nasıl işlediğiyle ilgili mesela bir sürü
prosedürü var işin içine girince anlıyorsun. Size hukuka giriş dersi gösteriyorlar, eksik o ders.
Bizim zamanımızda rahmetli Adnan Hoca kendisi anlatıyordu, şimdi hala onun kitabı
okutuluyor bildiğim kadarıyla. Harika bir kitap hukuka giriş kitabı ama bu değil yani toplum
bu değil. Siz alana gönderiyorsunuz belediye başkanlığına belediyenin nasıl çalıştığını bilmiyor
neye bakacağının ya da oraya nasıl bir güç kazandıracağını bilmiyor. Gönderiyorsunuz ama
Türkiye’yi tanımıyor bu adam. Aile ve Sosyal politikalar Bakanlığı, bu bir devlet kurumu,
tanımıyor. Topluma mesela beş milyar TL yardım yapılan bir kuruluş bu. Sosyolog tanımadan
yoksun, çalışmaya gönderiyorsunuz. Yani Türkiye’de yardım sistemi nasıl dağıtılır, nasıl seçilir
sosyologların bunu bilmesi gerekmiyor mu? Sağlık Bakanlığında sosyologlar çalışıyor ama
Türkiye’nin sağlık teşkilatı... Siz bir yere gönderiyorsunuz alkol bağımlılığı madde bağımlılığı
sosyolog şeyi bilmiyor ya Türkiye’de ki madde bağımlısı bir kişinin AMATEM ile emniyet ile
nasıl bir bağı olduğunu. Yani yaşadığımız hayata yabancıyız. Madde kullanımı şöyle olur
bunlar böyledir falan pek çoğumuz yapmışızdır. Benim yüksek lisans hocamın kitabı var madde
bağımlılığı diye ama verdiği ders din sosyolojisi. Biz şeyi biliyoruz nasıl etkilenir toplum bu
dinamiklerden biliyoruz ama gerçekte nasıl etkilenir bilmiyoruz. Pratik dediğim bu benim. Siz
yoksulluk kavramını öğretiyorsunuz yurt dışında bunlar bunlar yapılıyor ama sen kendi ülkende
yardım sistemini bilmiyorsun. Annesi ölmüş olan bir çocuğun babasının aylık 200 lira yardım
alabileceğini, bunun ne kadar süre alabileceğini öğretmemişsin ki. Dolayısıyla mezun olmuş
kuruma gelmiş sosyal çalışmacılar, psikologlar biliyor sen sıfırdan yıllarca bir sürü şey
öğrenmeye çalışıyor. Sistem öğretmiyor. Sosyologlar bir sürü yanlış, eksik şey öğreniyor.
Dediğim gibi çok karşılamıyor bu anlamda. Toplumsal yapıyı biliyorsunuz ama toplumsal
yapıya ait olan kurumları bilmiyorsunuz. Bunun bir ders olarak okutulması gerekiyor. Ben
Aytül Hocaya önermiştim kurumlara ilişkin bir ders diye. Mevzuattan ziyade sosyal hizmetler
ve sosyal yardımlar tarzında bir ders. Sağlık sosyolojisinin yanında sağlık sistemini anlatan bir
ders. Alan araştırması yapmak yerine bir ay boyunca şeyi göstersin, sağlık bu şekilde işler.
Ülkeyi tanıtsınlar ülkede binlerce kurum var. Hepsini tanıtmaları mümkün değil ama en
azından başlıcalarını tanıtsalar. Biz ülkenin yönetimi hakkında bir şey bilmiyoruz ki neyini
araştıralım. Bizim artık idare bilmemiz lazım çünkü idare bilmeden kamuya geçmenin bir
manası yok. Geçtiğin zaman alttan başlıyorsun hizmetli gibi yaklaşıyorlar size.
K3:İstisnai bir insanım sizin bu röportajınızda. Sosyolog olarak görmediğim için meslekte
görmüyorum açıkçası. Bir zararını görmedim tabiî ki. E tabi bakış açısı, sorgulamak bunlar
her zaman hayatta fayda sağlayan şeyler ama mesleki anlamda benim cevabım sizi şey yapmaz
bence. Alana ilk indiğimde zorluk çektik mi? kendi kendimize oldu biraz. Biz biraz da kendi
isteğimizle yaptığımız için zaten bir beklenti yoktu bizden, o yüzden çok sıkıntı çekmedim. Bu
alanda çalışan başka sosyologlarla birlikte çalışsaydım onun çok sıkıntısını yaşardım. Yaşadım
ya aslında buraya geldiğim zaman bir anket çalışması yapmak istedim. Çok eksik eğitim
almışım SPSS bilmiyorum, hiç bir araştırma çalışması yapmadığım için her şeye sıfırdan
başlayarak yaptım sıkıntı yaşadım.
K4:Olumlu etkileri var tabiî ki. Hani o kadar çok ders aldık ki farklı branşlarda onların
katkısını görüyorsun. Daha bir şey bakıyorsun olaylara, genel. Ama şurayla kıyasladığında
yaptığım iş sosyal hizmet uzmanı gibi. Hani ben sosyolog kadrosuyla sosyal hizmet uzmanı gibi
çalışıyorum. Her anlamda olumlu katkısı oluyor ya aldığım eğitimi yadırgayamam yani.
Hocalarımızın da bizi iyi yönlendirdiğini düşünüyorum.
K5:Hani çok farklı düşünebiliyoruz, hani bakış açımız çok farklı oluyor bir kere. Çok
boyutlu düşünebiliyorsun. Problemin altındaki sebebi belki görebiliyorsun. Başka insanların
düşünemediği gibi düşünebiliyorsun. Hani o anlamda farklı faydası var. Hani bana zararı
olmadı ama düşünce anlamında bana çok şey kattı. Belki yani hepimizin bildiği iş sıkıntısı
anlamında olabilir. Yani siz onu çıkarmaya çalışıyorsunuz herhalde.
K6:Olumsuz hiçbir katkısı yok çünkü işimi yapıyorum okuduğum şeyleri şu an pratiğe
dökme aşamasındayım. Farklı bir şey yapsaydım cevabı daha farklı olurdu ama şu an için bütün
özellikleri olumlu. İşin eğitimini almışım, gerekli şeyleri okumuşum incelemişim. Anket
yapıyoruz mesela ben soru hazırlarken eski kitaplarıma bakıyorum nasıldı diye. O yüzden
olumlu.
Sosyoloji eğitiminin bakış açılarından tutalım da insani ilişkilerdeki konumlanışlarına
kadar hayatlarında çok şeyi değiştirdiğini düşünüyorlar. Yaptıkları işlerin sosyoloji ile bir
alakası olmadığını düşünseler de karakterlerinde yarattığı değişimin hayatın her yerinde olduğu
gibi mesleki hayatlarında da fayda sağladığını düşünmektedirler.
8- Çalıştığınız kurumda hangi işleri yapıyorsunuz, yaptığınız işler sizi tatmin ediyor mu?
K1:Çok açık saçmalıyoruz. Şey gibi düşünebiliriz mesela Migros her yerde aynı ya
tabelası aynı otoparkı aynı düzenlemesi aynı. Bizde gündüzlü hizmetlerin tek çatı altında
birleştirilmesi için sosyal hizmet merkezi açıyoruz şu an. Çocuk ve gençlik hizmetleri verilen
bir yer. Toplum merkezleri vardı orda da aslında açılış amacı iyiydi de. Nitelikli personel
olmayınca onlarda halk eğitim görevi görmeye başladı, nakış eğitimi verdiler. Ufuk yok, ufuk
olmayınca ne yapalım. Hiç bir şey vermeden onları orda tut önemli bir şey yapıyormuş gibi
görün. Halı örmenin devri geçti senin üç ada yaptığını fabrika bir saatte yapıyor. O zihnin
vereceği bir sanat olmaz. Halı ör vaktiniz burada ölsün. Yoksa veren hocanın da sanatsal bir
perspektifi yok. Sen kadını evden çıkardığın zaman daha nitelikli şeyler yaptırabilirsin ama onu
yaptıracak nitelikli elemanın da yok. Bizim de sosyal hizmet merkezi bu tür saçmalıkları tek çatı
altında toplayıp bir yerde saçmalayalım diye yapılıyor. tam modern işte tek tip tek yerden
saçmalayalım diye merkezleri kurduk. Migros nasıl her yerde aynıysa Hakkâri’de ki sosyal
hizmetin fiziki açıdan Tekirdağ’daki de aynı olacak öyle bir şey. işe yarayacak kimse yok ki
piyasada. Sosyal çalışmacıdan kaç tanesi sosyal çalışmacı ya da sosyologlardan kaçı sosyolog.
Kaç kişi var sosyal hizmet bitirip sosyal hizmeti olduğunu düşünen. Beyinler ölmüş. Bizdeki
personelde öyle ben şunu bitirdim şu oldum. Ben sosyoloji bitirdim sosyoloji mezunu oldum
sosyolog olamadım. Sosyolojiyle ilgili nitelikli bir iş yapabileceğime inanmıyorum açıkçası.
K2:Ya ben çok keyif alıyorum bundan bu beni tatmin ediyor. Önceki işlere baktığımda
dershanede rehber öğretmenlik ve müdür yardımcılığı falan. Bir de şimdi yaptığınıza
bakıyorsunuz. Önceden yaptığım işte dershanenin popülâsyonu kadar bir gruba şey
yapabiliyorsunuz ama şimdi bu rakam ilçelerle ifade ediliyor. Doğu ve güneydoğudaki 22 tane
ilden bahsediyorum. 50 milyon bütçelik bir projeyi yönetmekten bahsediyorum bu daha tatmin
edici.
K3:Bizim şu an iş tanımımız yok açıkçası. Dönem dönem değişiyor iş tanımlarımız. Bir
ay sonra gelirsen kadın erkek eşitlik biriminde görev alıyorum diyebilirim belki ama şu an
diyemiyorum. Üç sene önce gelseydin beş altı farklı iş birden yapıyordun hani. Devamlı bir
birim çatısı altında değiliz ve devamlı bir iş tanımımız yok ama belki birimleştiğimiz için çok
şey değişmezse başkan değiştikten sonra burada devam edeceğiz, eşitlik birimini yürüteceğiz.
O zaman bir iş tanımımız ve yoğunluğumuz olacak diye düşünüyoruz. Her şey muallâkta olduğu
için…
K4:Açıkçası önceden ediyordu.
Şu anda beklide çalıştığım ekipten kaynaklanıyor
olabilir. Bir de maddi imkânlardan. Mesela ben şuan 2000 lira maaş alırken başka belediyedeki
arkadaşlar 3500 liraya yakın maaş alıyor. Benim 2 katım nerdeyse. Ve aynı çalışma
koşullarındayız. O etkiliyor maddi açıdan. Hani birçoğu kadroya geçti sözleşmeden sonra. Bir
de çalıştığın ekip arkadaşlarının iyi olması gerekiyor, o sorumluluğu taşıması gerekiyor bakış
açısının ortak olması lazım. Bu olmayınca mesela ne kadar da kadın çalışmalarında eğitim
almış ta olsa bazı şeyler eksik kalıyor. Bu da beni rahatsız ediyor. Buraya geliyorsak ben bunu
dolu dolu çalışarak geçirmek istiyorum. Kendime ait bir şey yapmak istemiyorum. Bu zamanı
verimli kullanmak istiyorum. Ama karşı tarafta aynı şey olmayınca bu sefer ben üzülüyorum,
sinirleniyorum müdür yardımcısına çatıyorum. Hani aynı koşullarda çalışıyoruz biraz daha
sorumluluk taşısınlar.
K5:Şimdi bize yardıma ihtiyacı olan aileler başvuruyorlar. Bunlar arasında eşi ceza
evinde olanlar var, eşi vefat edenler var, madde bağımlısı olan var, ya da işte çok çok
mesleklerle uğraşanlar var. Bunlar yardıma başvuruyor ve biz bunların evlerini incelemeye
gidiyoruz. Ev incelemelerinde ailenin bireyleriyle görüşüyoruz, evin ortamına bakıyoruz,
yaşadığı mahalleye, ortama bakıyoruz. Çocuğu varsa onun eğitimine ya da kaç kişi yaşıyorlar?
Yani evin profiline, ailenin sosyal ortamına bakıyoruz, gelince de ben onu rapor yazıp
sunuyorum. bu şekilde dosyamız bizim kurula giriyor. Kurulda da yetkili hiyerarşinin en
üstündekiler var. Ben onlara kendi görüşümü söylüyorum. Aile yardıma uygun mu, uygunsa ne
yardımı yapabilir? O şekilde işler yürüyor. Bireysel görüşmeler ve ev ziyaretleri yapıyorum.
Genel olarak bakıldığında tatmin yapılan yardım hizmetleri açısından sağlanıyor,
özellikle sosyal hizmetin görev alanlarında yapılan çalışmalar aracılığıyla. Bu tatmin sosyolojik
açıdan bir tatmin değil. Sosyal yardım işlerinin sağladığı bir tatmin. Görüşme yapılan kişilerin
büyük bir çoğunluğu sosyolojik açıdan bir tatmin yaşamamışlardır.
9- Kamuda çalışan sosyoloji dışındaki bölümlerden mezun kişilerle ortak çalışmalarınız
var mı? Varsa bu çalışmalar nelerdir?
K1:Onlarda evrak olduğu için pek bir sorunumuz yok. Bizle kimse konuşmuyor
konuşmadıkları için problem yok. Oturup karşılıklı bir şey konuşamam. Çoğu konuşmaz kimse.
Bir de öyle bir şey var bildiği şeyi bile söylemez haldeler. Üst yapıyla çelişirsem ne olur
gibisinden düşüncelerden oluyor. Kim neye hakkı olduğunu bilecek durumda değil. Ondan
dolayı kimse konuşmuyor. Ne olduğunu bildiğin halde onla alakalı iyi bir şey söylediğinde bile
birazdan ters bir şey gelecek.
K2:Yapıyoruz tabi. Mesela şu çok önemli bir konu. Uzman kadrolar var ya, sosyolog çok
fazla bu kadroda. Ben en çok diğer mesleklerden çok onlarla problem yaşıyorum. Çünkü ben
bilgi üretirken objektifliğe bakıyorum onlar kurumun çıkarlarına bakıyorlar. Şöyle, uzman olan
bir arkadaşımla yaşadığımız bir olay. Ben insanlara 15 bin lira gelir getirecek proje desteği
vermek yerine daha yarışma ortamında elenmiş emeğe tabi tutulmuş 20 bin liralık hibe vereyim.
Benim alandan elde ettiğim bilgiler onlara yaptığı iş için 20binliralık hibe vereceğim bir
çalışma daha iyi olduğunu gösteriyor. o diyor ki (sosyolog bu arkadaşta, kurumsal olarak bir
çatışma var aramızda) hayır ben niye hibe edeyim o parayı kredi olarak veririm o işleri
düzelince bana geri öder. Kurumun vereceği paraya bakıyor o. böyle çatışmalar var.
K3:Bizde öyle bir şey yok. Bizde, belki bizim müdürlükte öyle bir sıkıntı yok. Müdürde
biter iş. Şu anki müdürümüz gayet açık fikirli bir kadındır bize fikirlerimizi sorar. Burada daha
çok kıdem konuşur meslek değil de. Memursan, kadroluysan benden her zaman haklısındır yani.
Bizim müdürlükte çok yok ta o genel olarak belediyede öyle. Birikime, branşa bakılmaz. Ben
yirmi senelik memurum sen ne konuşuyorsun dedin mi olay bitiyor burada.
K4:O kadar çok personel değişti ki bizde bu maaş ve kadro durumundan dolayı, çok fazla
istifa edip giden oldu. Biz ilk 2008’de buraya başladığımızda kadromuz çok güzeldi. 4–5 tane
sosyolog vardı, 3 sosyal hizmet uzmanı, 3–4 tane psikolog vardı ve ekip muhteşemdi. Biz oraya
işe gidiyoruz gibi bakmıyorduk. 2 yıl böyle devam etti. Sonrasında bu insanlar gittiler.
Bazılarımız kovuldu falan. Şu andaki ekipte 2 tane sosyolog var. Yeni ekip arkadaşlarıyla şu
an aramız pekiyi değil. Önceki ekipte çok güzeldi meslek ayrımı olmuyordu birbirimize katkımız
oluyordu. Ama şu an için aynı şeyi söyleyemem yani. Çok fazla çatışıyoruz.
K5:Yok hayır. Burası zaten belediyeden de ayrı bir birim. Burada 3 sosyolog 1 halkla
ilişkiler uzmanı 1 tane giyim bölümünden mezun – yardım ettiğimiz ailelerin giyimlerinden
sorumlu- biri var bir de şoförlerimiz var ben ne sorun yaşayabilirim. Yok yani.
Diğer meslek gruplarıyla ortak çalışmak zorunda hemen hepsi. Bazıları meslek
gruplarından kaynaklanan değil daha çok kişisel sıkıntılar yaşıyor. Ancak mülakat yapılan
çalışanlardan biri bilgi üretim sürecinde edindiği bilimsel etiğin diğerleriyle çatıştığını
düşünüyor. Ona göre, kendisi objektifliğe önem verirken diğerleri orijinine kurum çıkarını
koyuyor bu da bir sıkıntıya yol açıyor.
10- Sosyoloji eğitiminde olması gerektiğini düşündüğünüz farklılıklar nelerdir?
K1:Küflenmiş adamlar tamamen çıkarılmalı. Ders veren ama tekrar lisede ders almaya
mecbur kişiler gitmeli. Yusuf Genç mesela... Hepsinin kendine göre bir rengi var. Farklı farklı
şeyler var iktisat mezunu ama sosyolojiden yüksek lisans yapmış. Çatı olarak güzel bir şey ama
Yusuf Genç gelir danışmanlık yaparsa bu batar. Artık aşağıdaki sosyal çalışmacıya laf etme
hakkım hiç yok. Sosyolojide nitelikli personelin olması lazım ki anlaşılabilsin. Bugün
Türkiye’de sosyoloji anlayacak pek eleman yok yani. Başbakanın yanında kaç tane sosyoloji
bilen var. O açıdan eğer üniversite kaliteli sosyoloji eğitimi verecekse işe yaramaz personeli
dışarıda bırakacak, daha nitelikli böyle sağına soluna bakmadan, ideolojisine bakmadan
eleman alacak.
K2:Dediğim gibi temel değişiklik biz toplumsal yapıyı biliyoruz, nelerden etkilendi, nasıl
değişti her şeyi biliyoruz ama bunların somutlukta nasıl ölçülebileceğini, görüntülerin nasıl
olduğunu bilmiyoruz. Yoksulluk araştıran birinin Türkiye’deki yoksulluk sistemini okulda
öğrenmesi gerekiyor. Bu sadece oturup mevzuat ezberlemek değil. Öğretilmesi tanıtılması
gerekiyor ki iş hayatına girdiğinde zaman kaybetmesin.
K3:Ya bilmiyorum ben bu şeyden çok uzak kalmış biri olduğum için çok fikrim yok.
Akademik eğitimden de çok uzak kaldığım için eğitim sistemine yönelik bir eleştiri
yapamıyorum. Daha uygulamalı daha pratik bir eğitim sistemi olsaydı tabiî ki çok daha iyi
olurdu. Akademik ortamda akademik alanda devam edecekmişsin gibi eğitim alıyorsun ama
aslında öyle bir şey yok pek çoğu mezun olunca kendini iş hayatında buluyor. Ama eğitim
sürecinde hep orda devam edecek missin gibi eğitim alıyorsun. Kent sosyolojisi, kır sosyolojisi,
hödö sosyolojisi alıyoruz da ne oluyor yani. Bir şey olmalı yani ama o eğitim de biraz daha
gerçekçi olmalı kendimizi eğlendiriyoruz. Ben hep derdim ki üniversitede felsefe okuyorsun da
ne oluyor al kitabını git tartışma gurubunda tartış öyle oluyor yani. Ben felsefeyi böyle
görüyordum. E sosyolojinin de bundan farkı yok o zaman. Okulda okuyorsun ama bunları
kitaptan da okurdun yani. Sosyoloji öğreniyoruz ama ne yapmak üzere alıyoruz bunu. Hiç bir
fikrim olmadan mezun oldum ben ne yapabilirime dair mesleki anlamda. Yani dört senem gitti
benim hayatımın baharında. O zaman üniversiteye girmeyip çalışsaydım belki çok farklı
yerdeydim ya da başka bölümde okusaydım başka noktadaydım. Hayatımdaki en büyük kırılma
noktası sosyoloji okumak. Başka bir okula gitsem çok başka bir benle karşılaşırdınız. O dört
sene akademik olarak bir şey katmadı bana. Dört sene o masalarda oturup ne öğrendim...
Benim de ilgisizliğim olabilir. Dört sene okuduk ama ne yapmak üzere okuduk. Hiç öyle bir şey
yok.
K4:Yani bence şu anda sosyolojinin en büyük sorunu istihdam. Hani madem bu insanları
istihdam edemiyorlar o zaman kapatsınlar bölümleri. Çoğunu kapatsın sayılı üniversitelerde
kalsın sosyoloji. Ne bileyim fazla olmasın yani. Çünkü fazlalaştıkça eğitimin kalitesi düşüyor.
Liseden daha fazla gidemiyor, yüksek lise gibi bir şey oluyor, üniversite değil. O yüzden bu
kadar açılmasına ben karşıyım. Daha fazla sahada çalışılabilir mesela sizinki çok güzel olmuş
bizde bu yoktu. Biz sadece Selçuk’tayken bir tez yapmıştık bir de bize üçüncü sınıfta bir ödev
vermişlerdi onun haricinde başka bir şey olmadı. Mesela stajlar çoğaltılabilir zorunlu staj
olabilir.
K5:Daha fazla saha çalışması olabilirsin. Ben okuduğum okulda kendi isteğimle saha
çalışmalarına katıldım ama zorunlu olsaydı ve daha fazla çalışma alanımız olsaydı ben çok
isterdim. Çünkü sahada çalışmak çok ayrı bir şey çünkü sahada çok farklı deneyim gerekiyor.
İnsanlara yaklaşmak, insanların size nasıl yaklaşacağını kestirmeniz gerekiyor. Ben orda biraz
zorlandım. Üniversitede en basit yaptığımız anketlerde bile insanlar nasıl yaklaşıyordu hele bir
de siyasi anket olursa bir de böyle bir yerde çalışıyorsanız farklı görüşlerde insanlar da oluyor
o yüzden çok fazla tepki alabiliyoruz. O yüzden daha fazla saha eğitimi almayı isterdim.
Sosyoloji eğitiminin daha çok uygulamaya ve pratiğe yaslanması gerektiğini
düşünüyorlar. Sosyolojinin bir istihdam alanı olmamasına rağmen çok fazla öğrenci olduğunu
ve gelenlerin de sosyolojiyi çok da isteyerek seçmediğini düşünüyorlar.
2.2.5.Akademisyenlerle yapılan görüşmeler aşağıda sunulmuştur.
1. Tekrar seçme şansınız olsaydı sosyoloji tercihiniz olur muydu?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Evet olurdu. Çünkü sosyal bilimlerin en temel bilimi
olduğunu düşünüyorum. Bunu okuduktan sonra anlıyorsun elbette belki o zamanki kafayla
sosyoloji seçerdim diyemiyorsun ama şimdiki kafayla diyorsun.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Olurdu. Çünkü sözsel bilimlerle ilgileniyorum.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Hayır.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Olurdu. Üniversite tercihinde sosyoloji yazmadım.
O zamanlar sosyolojiyi eften püften bir şey sanıyordum. Boğaziçi'ne gittim geçen gün.
İstanbul'u görmüş olsam Boğaziçi psikoloji yazar orda okurdum. Gezip tozar sonra sosyolojiye
geçerdim. Lise yıllarımda çok önemli olmadığını biliyordum. İstihdam sorununu biliyordum.
Siyaset bilimini seçtim. Kamu ve bürokraside çalışmak daha kolay. Hala da daha kolay. Ama
o zamanlar böyle olacağını bilsem direkt sosyoloji yazardım. Çünkü sosyolojiyi daha çok
sevdim. Siyaset ve kamuda sevmediğim çok dersler vardı. Beni çok uğraştırdı. 5'er kredi iktisat,
istatistik, bürokrasi, hukuk dersleri aldım ve benim lisans hayatımı mahvetti. Psikoloji,
sosyoloji okusam daha zevkli olurdu. Onlarla zaman kaybetmezdim.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Evet olurdu. Aslında bilinçli bir tercihti.
Sosyolojiden aldığım dersler beni bu alana yöneltti. Pratikten uzak bir felsefe vardı biraz
pratikten uzaktı. Sosyal bilimlerin özgürlük savunucu olması ve sokakta görünür bir disiplin
olması gerektiğini düşündüğüm için felsefeden sosyolojiye yöneldim.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Evet olurdu. İnsanları seviyorum. Bilinçli bir tercih
yaptım. Toplumsal olaylara ilgi, merak, okuma alışkanlığım var.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Evet, çünkü aileme karşı çıkıp sosyoloji okudum; bir
yıl eve gitmedim. Kişiliğime uygun, dışa dönük sosyal bir insanım ve hayatın içinden olduğu
için.tekrar seçme şansım olsa yine sosyoloji okurdum. Hacettepe’de okurken bana muhtar
derlerdi herkesi bilirdim.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Evet. Çünkü sosyal bilimlerin tüm alanları kapsayan
bir bilim dalı olduğunu düşünüyorum.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Evet zaten psikoloji eğitimi gördüm. Klinikte Ankara
Tıp psikiyatri de çalıştım 94-99 yılları arasında. Sosyoloji doktoramı yapıyordum o dönemde.
Doktora 97 de bitti. Burada sosyoloji bölümü yoktu burada felsefe, psikoloji, sosyoloji dersleri
veriyordum daha sonra burada sosyoloji bölümünü kurdum.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Elbette. Daha çok işin içine girdiğim zaman evet
gerçekten önemli bir alan. Daha fazla çalışmalar yapmak isterdim.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Evet. Çok seviyorum alan olarak bana çok
uygun. Alanım kültürel çalışma ve uluslararası siyaset üzerine çalışıyorum.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Ben çok severek ve isteyerek girdim sosyoloji
bölümüne. Çünkü hem bireyin kendi sorunları hem de toplumun sorunlarıyla ilişkili olarak
ikisini bir arada değerlendirme fırsatı ancak sosyolojiyle mümkün olabiliyor. Biz toplumda özne
gibiyiz ama nesnelerin içinde özne olarak değerlendirilebileceğimiz bir noktadayız. O yüzden
toplumsal sorunların belirlenmesi analiz edilmesi geleceğe yönelik politikaların oluşturulması
insanların refah düzeylerinin arttırılması anlamında bakınca sosyoloji okumak gerekiyor.
Sadece yerel boyutta değil küresel boyuttaki insanı ve ahlaki gelişmelerin sağlanması içinde
sosyolojinin okunması taraftarıyım.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - İki üç yıla kadar seçerdim diye
düşünmüyordum ama artık öyle düşünüyorum. Çünkü toplumsal olaylarla ilgili edindiğim
bilgileri yeni yeni hayata uyarlama hayata o gözlükle bakma becerisini geliştirdiğini
söyleyebilirim tamamen kişisel bakışımı değiştirdi.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Evet, memnunum.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Olurdum ya… Zaten seçerek geldim, araştırarak
geldim, isteyerek geldim.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Evet.
Memnusunuz yani sosyolojiden? Evet, sizin kuşaktan farklı olarak bilerek ve isteyerek seçtik.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Evet, evet, aynen. Tamamen burada bu bölümde
olmak istiyorum.
Görüşme yapılan akademisyenlerden bir kişi dışında herkes tekrar seçme şansı olsa
sosyolojiyi tercih edeceğini söylemiştir. Sosyal bilimlere zaten ilgi duyduklarını ve bu ilginin
toplumsal sorunlara duyulan meraktan kaynaklandığını dile getirmişlerdir. Sosyolojinin kişisel
bakış açılarını değiştirdiğini de dile getirenler olmuştur. Akademisyenlerin neredeyse hepsinin
“bilinçli tercih” yaptıklarını dile getirmeleri akademisyen olmalarında bu durumun etkisi
olabileceği izlenimini vermektedir. Bilinçli bir tercih sonucu gelmeyenlerin ise zaman içinde
durumu içselleştirip bir savunma mekanizması bile olsa kabullendikleri bir nevi rasyonalize
ettikleri düşünülmektedir.
2.Kaçıncı tercihinizle yerleştiniz?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) – Hatırlamıyorum.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) – İlk tercihimle yerleştim.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) – Altıncı tercihimdi.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Üçüncü tercihimle yerleştim.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - İlk tercih.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Tüm tercihlerim sosyolojiydi. 4.tercihime yerleştim.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Bizim zamanımızda ön kayıtlar olurdu. Bir tek ODTÜ
ayrı sınav yapardı, ilk tercihimde yerleştim.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - 15. tercih.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - O zamanlar her şeyden yazılıyordu 3er 3er 4.sırada
olan tercihime yerleştim.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Bütün tercihlerim sosyoloji olmuştu. 5.tercihimle
yerleştim.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Hatırlamıyorum.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - İkinci ilk düşündüğümüz hukuktu ama şu an
düşünüyorum bu bilgilerle hukuk ne kadar sıkıcı gelirdi bana.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - İlk tercihim değildi.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Ben sosyolojiye doktorada başladım. Sırf sosyoloji
okuyabilmek için yurt dışına gittim. İsteyerek bu bölümdeyim yani.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Bu uymuyor. Çünkü benim lisansım iktisat. Mastır için
geldim. Sonra doktorayı da burada yaptım.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Şöyle söyleyeyim, üç tercihim vardı. Birisi siyasal,
birisi hukuk, birisi de ODTÜ sosyolojiydi. İlk yılda bu üçünü yazmıştım, ikinci yıl tekrar girdim.
Çünkü eylül mezunlarını almıyorlardı o zaman. O zaman tek bir tercih yaptım ODTÜ sosyoloji.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Altıydı aslında. Sosyolojiye gelen pek çok öğrenci
gibi ben de psikoloji istiyordum aslında. Ama psikoloji ve sosyolojiyi tam olarak tanımamaktan
böyle bir seçim yapmaya çalıştığımı düşünüyorum. Buraya geldikten sonra, aradığımın tam
olarak bu olduğuna karar verdim zaten.
Çok uzun zamandır görev yapmakta olan akademisyenlerin çoğunluğu kaçıncı tercihleri
olduğunu hatırlamamaktadır. Onun dışında kalanlardan 4 kişinin sosyoloji ilk tercihi olmakla
birlikte bütün tercihleri sosyoloji olup da alt sıradaki tercihlerine yerleşenler de bulunmaktadır.
Sosyoloji öncelikli tercihleri arasında bulunmayanlar da sosyolojiye geldikten sonra çok
memnun olduklarını ve yine tercih etmek isteyeceklerini söylemişlerdir. Lisansta sosyoloji
eğitimi almayıp mastır ya da doktorada sosyolojiye başlayan akademisyenler ise çok daha
bilinçli tercih ettiklerini dile getirmiştir. Bu da yine akademisyenlerin severek ve isteyerek bu
bölümü tercih ettiklerini göstermektedir.
3.İş bulma baskısı sizin zamanınızda nasıldı?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - O zamanda vardı iş bulma baskısı o zamanda sorundu.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Hala sosyolojide iş bulamazsın.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Çok daha kötüydü.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Pratik işlere başvurmadım. KPSS'ye bir kere
babamın zoruyla girdim. Akademik işlerle uğraşıyordum, başka işlerle uğraşıyordum sivil
toplum örgütlerinde çalışıyordum vakıflarda üniversitede hocaların yaptığı projelerde
çalışıyordum. Herhangi bir işe başvurmadım. O projelerde çalıştım. Mastır tezi falan yaptım
sonra yine başka projelerde çalıştım. Hepsi bilimsel araştırma ya da AB, TÜBİTAK projeleri
idi. Bu yüzden iş sorunu yaşamadım. Ama arkadaşlarım yaşıyor siz de yaşıcasınız özellikle
İngilizce bilmiyorsanız haliniz harap onu söyleyeyim.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Sosyal bilimler ile ilgili disiplinlerde her zaman bir
soru işareti var. Sizin olmasa bile ailenizin mutlaka bir kaygısı oluyor. Ben her zaman akademik
bir görevde yer alacağımı düşünerek tercihimi yaptım. Eğitim sürecinde pek etkilenmedim iş
bulma sorunuyla çünkü ben biraz daha hedef odaklıydım. Bir hedefim vardı ve onun için
ilerlemiştim. Bu Türkiye için büyük bir problem. Görev yapılabilecek alan ve mesleğinizi
yapabileceğiniz alanlar çok sınırlı. Çok çaba gerekiyor ve rekabet çok arttı. Akademiye
yönlenmeyenlerin çok sıkıntılar çektiğini biliyorum iş bulma konusunda. İş bulma sürecinde
çok zorlandıklarını arkadaşlarımdan biliyorum. Sosyal bilimler disiplinlerinin içinde olan
bütünsel bir gerçeklik olmakla beraber devletin ve kamu kurumlarının mesleğe henüz bir unvan
atfetmemelerinin getirmiş olduğu toplumsal bir gerçeklik. Toplumun bakış açısı böyle devlet
bunu destekliyor ve devlet bunu destekledikçe karşılıklı diyalektik negatif anlamda üreten bir
süreç.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Aynı şekilde iş bulma sıkıntısı vardı. Ama akademik
düşündüğüm için benim böyle bir kaygım olmadı.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Bugünkünden çok daha da beterdi. 1973’de mezun
olunca önce Yükseliş Kolejinde ek ders ücretli öğretmenlik yaptım. Daha sonra ilk memuriyetim
Ticaret ve Turizm Yüksek Okulunda öğretmenlik oldu. Ecevit zamanıydı. Sınavlar ilk o dönem
ortaya çıktı. Hatırladığım kadarıyla Cumartesi de çalışırdık. O sene çalışma yasası değişti
memurlar hafta sonu çalışmamaya başladık. Sınav sistemi de gelince bir yerlere girebilmek için
sınavları beklemek gerekiyordu. Daha sonra artık memur olduğum için Sağlık Bakanlığına
yatay geçiş yaptım.1978’de de DTCF’ye asistan oldum. Kısaca mezun olduktan beş yıl sonra
ancak akademiye geçebildim.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Çok fazla baskı yoktu. Biz sertifika programları da aldık.
O zamanlar öğretmenlik sınavlar yoktu. Çoğu arkadaşım öğretmen oldular.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Baskı yaşamadım. Şubat 86 mezunuyum ve müracaatlar
yaptım. Hemen geri dönüşler aldım. Arkadaşlarımdan bankalara, TRT’ye girenler oldu. Ben
akademiyi tercih ettim.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Akademisyen olmak istiyordum. Bunun için gerekli
şeyleri yaptım. Yüksek lisansımı yaptım. Ama istihdam alanımız yok, belirli bir meslek
belirlememiz yok. Bu bütün sosyal bilimlerin sıkıntısı.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Benim için hiç iş bulma baskısı olmadı. Çünkü
ben işadamı çocuğuyum ve işyerlerini kapatıp geldim buralara.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Aslında o dönemden bu döneme baktığımda
iş bulma konusunda çok bir değişim olduğunu düşünmüyorum. O dönem bir yıl iş
bulamamıştım. Bizim zamanımızda istihdam kapasitesi düşüktü şimdi mezun sayısı arttığı için
iş bulma noktasında ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Ama bu dönem gençler biraz daha şanslı gibi
geliyor bana direk sosyolojiyle alakalı olmasa da yaşamını devam ettirecek işler bulabiliyorlar.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Zordu. Sosyolojinin geniş bir alanı yoktu kendi
mesleğimi yapma şansım çok fazla yoktu. Şimdi sosyolog kadrosunda iş bulma şansı biraz daha
arttı.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Benim için bir problem yoktu. Zaten yurt dışına asistan
olduktan sonra gittim. İş sahibiydim.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Genelde her zaman var aslına bakarsan da… Biraz
ODTÜ olduğu için tabi farklı, daha çok alternatif var, okulun şeyinden gelen. İkincisi yani son
yirmi yılda sosyoloji, daha tanınan, bilinen bir bölüm oldu her açıdan. Hem özel sektörde hem
kamuda hem de entelektüel-akademik camiada. Onlar daha önemli yani şuanda zaten.
Sosyolojiden bir şekilde lisans, yüksek lisans ya da doktora yapmış çok insan var dışarıda,
özellikle ODTÜ Sosyoloji’den… Hani ODTÜ
Sosyoloji de o yüzden çok öncü bir rol oynadı. Hem disiplinin tanınmasında hem de etkili
olmasında. Sonra, başka bölümlere de tabi çok şeyi var, etkisi var. Buradaki mesela bir sürü
yüksek lisans programında sosyoloji hocalarının da dersleri var. Onların hepsinin toplam bir
etkisi oluyor. Ama baştan beri şey vardı; çünkü bir meslek değil yani sosyoloji. Bir sürü
disiplinde olduğu gibi. Yani size al şu şeyi, diplomayı, git şu iş yap diyebileceğimiz bir meslek
değil. Öyle olunca tabi çeşitli sorunlar oluyor, iş açısından, lisans düzeyinde.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Vardı, daha da fazlaydı.
Şimdiye göre bir kıyaslama yaparsanız, şu an daha mı azalmış durumda?
Hayır, şimdi evet iş bulma baskısı daha azalmış durumda. Yani sosyoloji mezunlarının
şimdi artık akademi dışı yerler, önceden hiç öyle bir şey yoktu. Yani ya işsiz kalırdın ya sosyoloji
öğretmeni (lise, ortaokullarda) sosyoloji öğretmenliği yapardın. Sosyolojinin proje alması gibi
şeyler de söz konusu değildi. Herhangi bir kurumda sosyolog istihdam etmesi ya da araştırması
yapması gibi bir şeyler de çok azdı. Yani benim bu konuda ilk gördüğüm ki ODTÜ sosyolojide
de bir ilktir, GAP araştırması yapılmıştı mesela. Hiçbir sosyolog da böyle araştırmacılıktan
falan kendisine bir meslek çıkarabileceğini düşünmezdi. Daha esas olarak akademik bir şey,
faaliyet olarak düşünürdü. Mezun olanların da ne kadarını akademiye girebileceğini
düşündüğün zaman, neredeyse bir imkânsızlık olarak ortaya çıkıyordu.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Tabi hepimizin olduğu kadar iş bulma baskısı
hissettim. Yani bunun büyük ölçüde sosyoloji disiplininin market ile iç içe olmamasından
kaynaklandığını düşünüyorum. Ki iç içe olmaması benim için bir anlamda olumlu bir şey.
Çünkü bilgi üretimini tamamen markete endekslememiş oluyoruz. Ama bir yandan burada
aldığımız teorik ve ampirik eğitimin, herhangi bir karşılığının olmaması, yani evet bir iş baskısı
yaratıyor. Çünkü hani çok temel bir şey: “Ne yiyeceğim? Ne yapacağım? Ne içeceğim?”…
Genel olarak sosyal bilimlerde iş bulma baskısının geçmişten bugüne süregeldiğini
belirtseler de son yıllarda daha çok iş alanı açıldığını belirtiyorlar. Ancak kendilerinin zaten
akademi hedefinde yoğunlaştıklarından bu baskının üzerlerinde daha az olduğunu söylüyorlar.
Özellikle ODTÜ’lü akademisyenler, kendi okullarından mezun olan öğrencilerin ODTÜ’lü
kimlikleriyle daha rahat iş bulabildiklerinden bu baskıyı en asgari düzeyde hissettiklerini çünkü
alternatiflerin bulunduğunu düşünmektedirler. Genel gözlem olarak araştırmaya başlarken
edindiğimiz izlenim bu mülakatlarla doğrulanmış görünmektedir. Yani genelde sosyal bilimler,
özelde ise sosyolojide iş bulma baskısı son yıllarda biraz daha azalmakla birlikte hala derin bir
şekilde hissedilmektedir.
Türkiye’de sosyoloji eğitimi, mesleki formasyondan ziyade akademiye dönük
verilmektedir. Yani eğitim meslek odaklı değil bilim odaklıdır. Ancak akademik alana çok
sınırlı sayıda sosyoloji mezunu yönelebilmektedir, iş bulma baskısının bir yanını da böyle tarif
etmek yanlış olmayacaktır.
4.Aileniz sosyoloji okumanızı nasıl karşıladı? Tepkileri nasıldı?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Bilmiyorlardı ki ne olduğunu.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Çok berbat karşıladılar. Evladım senin işin gücün mu
yok dediler. Biraz zorlu oldu o nedenle. Komik bir anımı anlatayım. İki yaz evvel ailemle
geziyoruz. Bir aile dostumuzla karşılaştık. Uzun zamandır görmüyorlardı beni. Şimdi ne
yapıyorsun dediler. Amerika’da doktora yapıyorum dedim oo harika hangi bölümdesin dediler
sosyoloji dedim. Ama sen çok akıllıydın dediler sanırım bu konuyla ilgili yeterince açıklayıcı
oluyor bu anım.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Olumlu karşıladılar.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Ailem eğitimli bir aile olduğu için onlara bir şey
sormadım üniversiteye gittikten sonra. Onların katkısı pozitif oldu.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Çok sormadım aslında. Ama yapma gibi şeyler
söylemediler bana. Hatta lisede sayısal okumuş bir insan olduğum halde bir şey söylemediler.
Lisede felsefe dersleri alırken hocamı çok sevmem ile ilgili bir hikayem var. Onun haricinde
babamın sol ve örgütlü bir geçmişi var. Sanırım biraz da ailemin kültürel mirasıyla alakalı. Bir
işçi çocuğuyum. Muhafazakar, baskıcı bir ailede büyümedim.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Ailem hala sosyolojinin ne olduğunu bilmiyor. İş
bakımından bakıyorlardı hep.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Hiç istemediler. Özellikle babam “soranlara ne
diyeceğim; kızım ne işe yarıyor nerede işe girecek ki, yüksek bürokrattı kendisi Mülkiye
mezunuydu. Valilik yapmıştı, o sırada Danıştay üyesiydi. Danıştay’da kadınlara uygun
pozisyonlar var diye beni oralarda görmek istiyordu. Kısaca hukuk okumamı istiyordu. Benim
Hukuk Fakültesine gitmek istemememin sebebi de orada iki çok yakın akrabam prof ve çok
ciddi adamlar onların öğrencisi olmak özellikle, hukuk bilmekten öte onların o kimliği ve
hukukun normatif bir bilim olması bana çok uzak geldi. O sıralar da DTCF’de çok fazla boykot
falan vardı ve Hacettepe yeni kurulmuştu ve hiç düşünmeden oraya kaydoldum... Ben hiç
Beytepe’de okumadım Sıhhiyedeydik.1980 yılında oraya taşındılar, ben hiç mahrumiyet
çekmedim o yüzden.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Olumlu idi. Bir yönlendirmeleri olmadı tamamen benim
tercihime bıraktılar.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Senin mesleğin psikoloji, psikolog ol demişlerdi. Daha
gelenekseldi beyaz önlük giyerek klinikte bulunmak. Ama bu durum benim içime sinmiyordu.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Hep sosyoloji okumayı istiyordum. Ailem hiç tepki
göstermedi desteklediler beni.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Doğrudan destek verdiler.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Benim babam köy enstitüsü mezunu o yüzden
aile olarak toplumsal sorumluluk duyarlılığımız çok gelişmiştir. Babamın hep istediği sosyoloji
okumamdı. Aileden çok yakınımız teyzemler hukukçu onlar benim o alana yönelmemi
istemişlerdi ama sosyoloji oldu. Şanslı bir ailede yetiştiğimi düşünüyorum. Bana çok destek
oldular. 70li yılların yaşanmış sıkıntılarını benimle arkadaşça paylaştılar onların katkıları ve
emekleri çok fazla. Özellikle kızımı okutacağım diye çok çaba gösterdi bizlerin eğitimine çok
önem verdi babam. O dönem kız çocuklarına yönelik normları yıktı ve bizi Ankara’ya gönderdi.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Bana çok karışmıyorlardı zaten benim
seçimlerime saygı duyuyorlardı önce biraz yadırgadılar iş bulma kaygısıyla orantılı olarak.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Ailem bana karışmadı. Sosyolojinin ne olduğunu
kimsenin bilmesi mümkün değil, onlar da tam bilmiyorlardı. Lisansta okuduğum iktisadın
olanaklarına göre sosyolojinin daha dar iş imkanı olduğunu biliyorlardı. İktisattan mezun
olduktan sonra sosyolojiye okumamı yadırgadılar.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Sosyolojiyi biliyorlardı tabii ki, yani negatif tepkileri
olmadı. Zaten hani ODTÜ olması, daha ileri bir eğitim olması. İşte hani ailelerin genellikle
desteklediği şeyler. Benim ailem de destekledi tabii ki.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Benim babam dalga geçti. Ekonomiye girseydin daha
çok para kazanırdın dedi.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Onlar için çok ciddi bir baskı yoktu ama hem
onlardan gelen bir baskı yoktu hem içlerine sinmeyen herhangi bir durum yoktu. Ama pek çok
sosyoloji öğrencisinin buna katıldığını düşünüyorum; belirli bir tanımı olmadığı için ne
yaptığımız da belli değil bir yandan. Çevre çeperden onlar baskı gördü aslında. “Ne yapıyor
yani? Öğretmen mi olacak? Şunu mu olacak? Bunu mu olacak?”… Belli bir şeyi yok. Ama
ailem için temel bir sıkıntı değildi.
Ailesinin kültürel mirasının, sosyal bilimleri “işsiz alan” olarak görüp sosyolojiyi tercih
etmelerine karşı
çıkmadıklarını
hatta
destek
olduklarını
söyleyen
akademisyenler
yoğunluktadır. Ancak akademisyenlerin büyük bir kısmı ailelerinin sosyolojinin ne olduğunu
bilmediğini düşünmekle birlikte buradaki durumun seçimlerine saygı duymaktan ileri geldiğini
dile getirmektedirler. Bunun en önemli göstergesini ise “Şimdi mezun olunca ne olacaksın
sen?” sorusuyla açıklamaktadırlar. Hem ailelerinin hem de çevrelerinin bu soruyu o dönemde
sık sık dile getirdiğini söylemektedirler. Bir akademisyenin tespitinin burada genel geçer
görüşü yansıttığını düşünüyoruz: “Bir sosyolog olarak değil bir akademisyen olarak kendini
tanıttığını” yani pozisyon üzerinden meşru kıldığını dile getirmektedir. Aileler çoğunlukla
çocukları “sosyolog” olduktan sonra değil akademisyen olduktan sonra rahatlamıştır ve meşru
görmüştür. Buradan çıkarabileceğimiz en önemli sonuç “sosyolog” diye bir meslek
meşruiyetinin toplumda gelişmediği yönünde olabilir.
5.Eğitim verdiğiniz, halen çalıştığınız üniversitede eğitimde herhangi bir baskı hissediyor
musunuz? İstediğiniz konuyu çalışabiliyor musunuz? Şimdi ve öncesinde nasıldı?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Üniversitenin böyle bir baskısını ben hissetmedim.
Ama mesela böyle bir araştırma yapmak için TÜBİTAK gibi şeylerin desteğine ihtiyaç vardır
baskısı demiyim ama proje yazarsın kabul etmez mesela onu ama üniversiteden öyle bir şey
olmadı. Kurumlar politik şekillendiğinden bizde rasyonellik bulunamadığından bu hangi iktidar
olursa ona göre biçimleniyor.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Henüz yeniyim bunu ne kadar görebilirim emin değilim
ama şu ana kadar böyle bir şey hissetmedim.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Ben bir baskı görmüyorum.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Burada bir sorun olacağını sanmıyorum. Bolu'da
bile hissetmedim burada öyle bir sorun olacağını sanmıyorum. Burası daha kurumsal bir yer.
Akademik baskı olmaz.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Sosyoloji bölümü özelinde bir baskı yok. Fakat
Ankara Üniversitesi genelinde konuşacak olursam diğer bölümlerden araştırma görevlisi
arkadaşlarımdan duyduğum şeyler var. Bunun haricinde akademik kadro olarak araştırma
görevlisi olarak çok büyük problemler var. Türkiye’de YÖK’ün getirdiği nokta, bizim
kadrolaşma süreçlerimiz gibi. Ama Ankara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü olarak bir baskı yok.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Tamamen olmasa da yüzde yüz verimlilik alamıyorum.
Kadro yetersizliği var.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Öncesine göre çok daha özgürüz.Ben asistan girdiğim
sene sosyoloji felsefe bölümünün içinde bir kürsü olduğu için her konuda çalışan insan yoktu,
hocam da sanayi sosyolojisi uzmanıydı dedi ki “Ankara sanayi şehri değil sakın sanayi
çalışma,ben Denizli’ye gittim Babadağ’da dokumacılık çalıştım çok zorlanırsın, Sağlık
Bakanlığından geldin sağlık sosyolojisi çalışabilirsin” dedi.Zaten Sağlık Bakanlığında bir kaç
projede çalışmıştım yani sağlık sosyolojisi nedir azıcık biliyordum,Dünya Sağlık Teşkilatı
projelerinde çalışmıştım.Hacettepe’den hocalarımızla ortak projeler vardı, onları da gidip
görüyordum. Bunlardan biri de Profesör Nusret Fişek çok aziz dostumdu.Rahmetli Türkiye’de
sağlık alanında reformları yapan kişidir. Doktora jürime degirmişti. Aslında siyaset çalışmak
isterdim; hocama da söylemiştim. Çünkü ben Hacettepe’de Ahmet Taner Kışlalı’nın öğrencisi
olmuş, ondan siyaset sosyolojisi dersi almıştım. Sonradan onu vurdular. O hepimizin idolüydü
ve hepiniz siyaset sosyolojisi çalışmak isterdik ama arkasından 1980’de malum askeri darbe
oldu.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Hiç bir sıkıntı yok. Çalışma konuları bakımından kendi
şahsım adına herhangi bir baskıyla karşılaşmadım. Kendi tercih ettiğim konuları çalıştım.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Statü farklılığım vardı. Baskı yok istediğim konuyu
çalışabiliyorum.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Müdahale, yönlendirme yok. Konferansların,
kongrelerin istikametinde seni yönlendiriyor.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Hiç sıkıntı yaşamadım. Her istediğim konuyu
çalışabiliyorum.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - İstediğimiz konunun araştırmaya uygun
olması gerekiyor. Benim açımdan problem yok ben istediğim konuyu çalıştım çalışıyorum
lisans tezim kadın ile ilgiliydi o dönemde kadın çalışmak garip karşılanıyordu. Arkasından
kırsal alan çalıştım daha sonra teknoloji ile ilgili bir doktora çalışması yaptım ben bu
çalışmaları isteyerek yaptım. Şimdide belirli bir alanım var tabi. Ben böyle bir alanı tercih ettim
zorlanmadım. Hatta çalışmalarda doktora hocam beni teşvik etmişti. Siyasi anlamda
yönelmedim düşünmedim o dönemlerde.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - İstediğim konuyu çalışabiliyorum. Ben suç
alanında doktora yaptım yüksek lisans kadın yoksulluğuydu. Bu bakımdan dolayısıyla özgür
hissediyorum somut olarak baktığımızda da bu böyle.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Ben özgürüm. ODTÜ öğrencisinin üstünde ne kadar
baskı varsa benim de o kadar var. Ben bir baskı olduğunu gözlemlemiyorum. Benim
öğrencilerim zaten özgürler, tercih hakkına sahipler.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Benim bildiğim bir sorun yok şuana kadar burada.
Benim hatırladığım, bildiğim bir sorun yok. Öğrencilerden ya da hocalardan çalışma
konularıyla ilgili bir sınırlama vs. Yönetimden, üniversite yönetiminden ya da bölüm
yönetiminden kaynaklanan herhangi bir şey yok.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Yani şeyi söyleyeyim sana, bir baskı var ama o şöyle
söyleyeyim, piyasa baskısı. Mesela tahmin edeceğin gibi YÖK’ten, üniversitelerin idaresinden,
bölüm başkanlığından gelen bir baskı söz konusu değil. Bence eğer onu diyorsan, ne hocalar
ne de öğrenciler aslında mesela YÖK’ten şikâyet edecek kadar, bugüne kadar benim gördüğüm
ki YÖK’ün kuruluşunda ben öğrenciydim, benim gördüğüm akademik bir özgürlüğü talep
etmemişlerdir zaten şimdiye kadar. Hatta bu yıllar içinde giderek gerçekleşen şey şudur:
piyasanın baskısı. Piyasanın baskısını hissediyoruz hepimiz. Yani ona göre mesela sosyoloji
içindeki alanları tercih etmek zorunda kalıyoruz. Kişisel olarak istemesek bile ben bu alanda
çalışabilirim diye o piyasa baskısında… Mesela göç konusunda. Niye? Göç konusu mesela
fonlanan bir çalışma alanı. Göç konusunda makale yazdığın zaman yayınlamak akademisyen
açısından daha kolay daha rahat. O yüzden o baskı üzerinden harekete geçen piyasa yönelişleri
var diyelim. Ama yani baskıdan kastın müdürün baskı yapma, hayır onu çalış ama sporadic
olarak bunlar olmuştur, bunları inkar etmeyelim. Ne bileyim Gazi Üniversitesi’nde olmuştur
mesela, ama yani ODTÜ sosyolojide -ki ‘78 yılında öğrenci olarak girdim, ben 95 de orda işe
başladım ama 78 yılında öğrenci olarak girdim- o günden bugüne birisine herhangi bir konuyu
çalıştığı için baskı gördüğünü görmedim.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Bu ne kadar okulla ilgilidir tam bilmiyorum ama
bildiğiniz gibi sosyolojide belli popüler alanlar var. Birisi benim de çalıştığım toplumsal
cinsiyet veya göç veya etnik gruplar… Mesela burs bulma ve kabul alma konusunda bunlar artı
puan olan şeyler. Atıyorum, toplumsal hafıza, kolektif hafıza gibi bir şey çalışıyor olsaydım
şansım çok daha düşük olurdu muhtemelen. Benim buraya, yani bu alana, toplumsal cinsiyete
yönelme nedenim popüler olma meselesinden gelmedi aslında. Hem daha politik bir alandan
geldi hem de zaten eleştirel bir bakışla yaklaşıyorum, popüler olmasına. Bence bir baskıdan
bahsedeceksek eğer, en temel nokta bu. Yani, büyük, yükselen bir ne denir popüler konular
olması. Eleştirel bakıyorum, dediğim gibi, bu popüler konulara.
Hemen hemen bütün akademisyenler hiyerarşik anlamda bir baskı yaşamadıklarını ve
yaşandığını gözlemlemediklerini dile getirmişlerdir. Ancak baskı rölatif bir kavram, asıl
baskının piyasa odaklı olduğunu ve bunu iliklerine kadar hissettiklerini profesöründen
araştırma görevlisine hepsi söylemektedir. Yapılan bilimsel projelerin üniversiteye göre değil
mevcut iktidara göre şekillendiğini söylüyorlar. Burs bulmaktan fon bulmaya kadar tüm
ekonomik kaynakların bu baskının bir parçası olduğunu ve bu baskı yüzünden popüler alanlarda
çalışmak zorunda kaldıklarını dile getiriyorlar. Sosyal bilimlerde çalışılan alanların dönemsel
olarak bazı konulara yığılmasını bu noktadan değerlendirmek işten bile değil. Akademisyenler
hangi konulara yoğunluklu olarak fon sağlanıyorsa bu konulara (örneğin; göç, etnisite vb.)
yönelmek zorunda kalıyorlar. Bu da bir piyasa baskısı olarak tarif edilebilir.
6.Bölümünüzde sosyolojinin en önemli sorunları nelerdir?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Bir kaç tane daha hoca olması lazım. Değişik
alanlardan gelen hoca olması lazım. Öğrencilerin seçebileceği ders sayısının fazla olması lazım
başka bölümlerden mezun olup gelmiş hocaların olması lazım. Akademisyen dediğinin burnu
büyük olmayacak kendisini dünyanın en iyi akademisyeni saymayacak sadece öğrenmeye
çalışıyoruz bu kadar basit.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Bölüm içi ihtilaflar bölümün üretkenliğini biraz
etkiliyor galiba. Yani yeni olduğum için henüz ötesini gözlemleyemedim.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - İşbirliği ve kolektif çalışma olmaması.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Henüz buradaki şeylerde haberdar değilim. Bir
şeyler duyuyorum. Sizlere sordum. 1 dönem geçtikten sonra söyleyebilirim. Öğrencilere sordum
onlar bir şeyler söylediler ama söyledikleri bu araştırma kapsamına girmez.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Araştırma yürütürken bir tıp fakültesinde, bir
mühendislik fakültesinde alabildiğiniz kadar ödenek alamıyoruz. Üniversite genelinde bölüme
atfedilen değer olarak önemli bir gösterge bence. Araştırma yapmak konusunda BAP dan bütçe
çıkartmak konusunda sıkıntılar çıkıyor. Özellikle genç akademisyenlerin, araştırma
görevlilerinin örgütlenip bir proje yapmaya çalışmasında bu daha sık görülen bir sorun. Bunun
haricinde DTCF’nin kendine özgü fiziksel koşullarından kaynaklı mekan sorunları var bunlar
henüz aşılabilmiş değil. Bu sosyoloji özelinde bir problem değil aslında ama özellikle araştırma
görevlileri olarak bizim sorunlarımızın başında geliyor. Fazlayız yeterince masa, bilgisayar,
çalışma ortamı yok. Bunun haricinde kütüphane 16.30 da kapanıyor. Bu dünyanın hiçbir
medeni ülkesinde olmaması gereken bir durum. Bilimsel bir kurum olarak kendini ifşa eden
hiçbir kurumda olmaması gereken bir durum bu. Yurt dışına gitmek isterseniz bir yerde
araştırma yapmak isterseniz bütçe almak, gitmek bu konuda bir destek görebilmek çok zor.
Mesleki süreler var bunları aşmış olmanız gerekiyor. Bir sürü kriterler var ve bir sürü kritere
tabi tutuluyorsunuz ve her şey zorlaştırılıyor. Bunların hiçbiri sosyoloji bölümünün özelinde
akademisyenlerin uyguladığı baskılar değil daha yapısal şeylerden bahsediyorum. Bölümde
dengeler var ve bunları gözeterek davranmak zorunda kalıyorsunuz. Tabi bu hiyerarşik olarak
bizim pozisyonumuzla alakalı ama böyle bir baskıdan bahsedeceksek en çok bizim üzerimizde
oluyor araştırma görevlisi olarak. En büyük problem dekanlık ve YÖK ile yaşadığımız bilimsel
araştırma yapmak için maddi, manevi hiçbir imkandan yararlanamıyoruz.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Birlik yok. Kolektif iş yapma kültürü yok. Dedikodular,
kişisel hırslar, çekememezlikler ön planda.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Bölüme dönersek birbirimizden habersiziz yeterli
iletişim kuramıyoruz. Akademik farklılıklar gibi ortaya konuluyor ama aslında hepsi kişisel
çekişmeler. Birbirimizin yaptıklarını takdir etmiyoruz; insanlar birbirinin arkasından
konuşabiliyor. Tabi bu öğrencilere de yansıyor. Çok moral bozucu bir şey istemeden aynı
hastalıktan sistemin bütünü mustarip.. Aynı alanda ortak çalışabilen insanlar çok az. Küçücük
bölümün içinde bile klikler olabiliyor. Bunun dışında tabii ki zaman içerisinde bir hocadan
bilmem kaç tane hocaya yükseldik zaman içerisinde. En azından benim burada bulunduğum 35
sene içinde. Eskiden biz kürsüde sadece iki asistandık. Zaman içinde çok geliştik ve çok sayıda
ders açar hale geldik. Şimdilerde ulusal ve uluslararası yayınlar yapan toplantılara katılan
hocalarımız var. Bölümün dinamik bir yapısı var. Araştırma boyutu tabii benim arzu ettiğim
düzeyde yurtdışı yayınlar vs. yapılmıyor. Bu durum sosyoloji anlayışlarındaki farklılıktan
kaynaklanıyor. Daha çok yerel takılmanın yerel veya yerli yayın yapmanın önemine inananlar
da bulunduğu için de belki uluslararası standartlardan uzak, ülkeye yönelik daha sınırlı
çabalar daha yaygın gibi geliyor. Ama çok az kişi olduğu için çok fazla da haksızlık etmemek
lazım. Bölümün hem benim şahsımda hem genel olarak tabi ki bu Sosyoloji Derneğinin kuruluşu
toplumsal sorumluluk konusunda hepimizin oldukça fazla çabası var. Aynı şekilde bölümde
herkesin takdiri olmasa bile, belirli kişilerin desteğiyle çıksa bile -Yonca Odabaş ayrıldığı
halde destek veriyor- böyle dergisi olan nadir bölümlerdeniz. Her ne kadar birbirimizle
iletişime geçemesek de daha geniş kitlelerle diyaloga giren bir bölümüz. Kurucularından
olduğum Sosyoloji derneğinde 670 e ulaşan üyemiz var. Mum dibini ışıtmazmış kendi
bölümümüzden insanlar fazla katılmıyor belki ama…
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Biz 2008’de kurulduk ilk akademik personellerden
birisiyim akademik personel ihtiyacımız hat safhada tüm programlarımız acık ve 5 kişiyle
yürütüyoruz. Bizim bir diğer sorunumuzda mekan sorunu derslik ve hocaların çalışma ofisleri
yetersizliği var. Bununla ilgili de gelişimler var.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Kadro sıkıntımız var. Çok fazla ders veriyoruz, ders
yükümüz çok fazla. Mekan sıkıntılarımız mevcut. Diğer üniversitelerle karşılaştırdığımızda
daha az oturmuşluk var. Ödenek sıkıntımız mevcut, projelere ayrılan bütçelerimiz sıkıntılı.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Fiziksel koşullar sıkıntı. Dersler dışında sosyoloji
alanında çocukların vakit geçirilebileceği alanlar yok. Konferanslar çok az.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Yüksek oranda lisansa öğrenci gelmesi. Yüksek
lisans doktora düzeyinde ise nitelikli sosyoloji mezunu öğrenci gelmemesi. Temel problemimiz
aşılamayan kriterler sonucu kendi öğrencimiz değil daha çok mühendisler vb başka
mesleklerden insanların gelmesi.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Çok yüklü derslerimiz var farklı anabilim
dallarına verdiğimiz dersler yükümüzü fazlalaştırıyor akademik çalışma yapma zamanımız
kısıtlanmış oluyor. Bilimsel çalışmadan uzaklaşmış oluyoruz. Yaz ayları daha verimli oluyor.
Bölüm olarak giderek daha dayanışmacı bir hal alıyoruz bölüm adına Türkiye’de sosyoloji
alanında neler yapabiliriz diye katkılarımız oluyor. Gecen dönemlerd4e vardı sorunlarımız ben
bu sorunların bilgi yetkinliğinden çok kişisel olduğunu düşünüyorum. Daha önceki kuşakla
bizim kuşak arasında ciddi farklar olduğunu düşünüyorum. İlk kuşak daha otoriterdi. Araştırma
Yurt dışına gitme konusunda ciddi sıkıntılarla da karşılaştık biz şimdi öğrencilerimize bunları
teşvik ediyoruz.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - İngilizce kaynakları okumadaki öğrencilerin
çektiği sıkıntılar diyebilirim.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) –
 Teori zayıf
 Teori düşünür odaklı ele alınıyor
 Sosyoloji geleneği yok. Mübeccel Kıray zamanında ampirizme kaçıyordu. Ama
şimdi bir gelenekten söz etmek mümkün değil.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Yani bizim şuanda lisans öğrenci sayımız çok yükseldi.
YÖK arka arkaya yükseltti, iki katını geçti. Yani kırka kadar inmişti. Bir ciddi problem o,
dolayısıyla kapasite yetmiyor. İkincisi, doğrudan bizim burayla ilgili değil ama Türkiye’deki
üniversiteyi düzenleyen yasal sınırlamalarla ilgili. Yani yurtdışındaki, yurtdışı derken tabii ki
bura daha Anglosakson sisteme göre düzenlenmiş bir üniversite. Türkiye’deki üniversitelerin
hepsi öyle aslına bakarsanız ama burası çok daha uygun. Anglosakson yani İngiltere, Kanada,
Avustralya, Amerika’daki üniversitelerle ne diyelim aynı düzlemde olmayı engelleyen bir yasal
çerçeve var. Bununla, hani bu mesela çok kısıtlıyor. Onun dışında, başka geniş, iyi, etkili bölüm
olmayınca burası çok yaygın bir eğitim veriyor, mastırda da doktorada da öyle,
uzmanlaşamıyor. Uzmanlaşamayınca, yani belirli alanlar uzmanlaşamaz olsa da…
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Bu demin söylediğim süreçler sonucunda, sosyolojinin
yavaş yavaş giderek bir bilim olmaktan çıkıp meselelerin çözümüne yönelen bir teknik beceri
haline gelmesidir.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Çok geniş bir soru aslında. Özellikle öğrenciler
açısından ilk sorduğunuz sorulardan biri bence çok kritik. İş baskısı diyelim onun adına. Yani,
“Ben bununla ne yapacağım?”. Burada teorik bir eğitim alıyoruz bir yanıyla. Markette apply
edebileceğimiz, işte onu gidip uygulayabileceğimiz bir şey yok. Zaten teorik olan, uygulanabilir
bir şey mi, ondan da emin değilim ama… Sürekli, hani, hem bir tür bilginin sizi kendine çekiyor
olması, artık sosyolojik bilgiyle gönül bağı kuruyor olmak, bir yandan onu nereye
oturtacağınızı bilememek meselesi, en temel sorunlardan biri bu bence. Bu sadece ODTÜ’ye
has değil hani, genel geçer bir sıkıntı. Aynı zamanda farklı hocaların farklı geleneklerden
geliyor olması, farklı çalışma biçimlerinden geliyor olması, kendi dersleri arasında bir
uyumsuzluğa neden oluyor, diye düşünüyorum. Ya belli alanlar çok dışarıda kalıyor ya da belli
alanlar çok tekrar edilmeye başlıyor. Böyle bir sıkıntı var. Hocaların, öğrenciye yaklaşımının,
yaklaşımlarıyla ilgili, her hocanın değil ama bazı hocaların sıkıntılı olduğunu düşünüyorum.
“Sosyolojide öğrenci olmak” diye bir tartışma yürütmüştük, biz daha önce, iki sene kadar önce.
Soru temel olarak şeyden şekilleniyordu, “biz öğrenci olarak ne tür bir konumdayız, hocalar
bizimle ne tür şekilleniyor?”. Sosyolojide öğrenci olmak sadece, nasıl kuralım, bir hocanın
gelip ders anlatıp çıkması mıdır, yoksa başka türde bir ilişki mi kurulmalıdır? Bu ilişkiye dair
çok az düşünüldüğünü düşünüyorum. Yani bunları söyleyebilirim sanırım.
Sosyoloji eğitiminde tarif edilen en önemli sorunla genellikle fiziksel koşullardan
kaynaklanan sorunlardır. Bunun dışında akademik kadroda yaşanan yetersizlik ve bunun
akademisyenlere getirdiği ders yükü fazlalığı, akademisyenlere göre eğitimin kalitesini düşüren
unsurların başında gelmektedir. Aynı zamanda bu yük, akademisyenleri salt eğitimci
pozisyonuna sürüklemekte ve ana görevlerinden olan araştırma sorunluluğunu yerine
getirmesine engel teşkil etmektedir. Bunlarla birlikte sosyolojiyi tercih eden öğrencilerin büyük
bir çoğunluğunun bilinçsiz tercih sonucu sosyolojiye yerleşmesinden kaynaklı bölüme ilgisi
olan öğrencilerin az olması ve niteliksiz olması diğer önemli sorunlardan bir tanesi iken lisans
eğitimine YÖK tarafından çok fazla kontenjan açılması eğitimi niteliksiz hale getirmektedir.
DTCF ve Gazi Üniversitesi’ndeki akademisyenlerin ortaya koyduğu önemli sorunlardan
bir tanesi yapılan ya da yapılacak olan araştırmalara ödenek yarılmaması ve kişisel hırsların
öne çıkarak kolektif iş yapma kültürünün oluşmamasıdır.
ODTÜ’de ise çalışılan alanların spektrumunun çok geniş olması, verilen eğitimin
uygulama alanının olmaması ile ilgili sorunlar ve belli alanların çok ön planda olduğu belli
alanların ise çok dışarıda kalması durumu dile getirilmiştir. Aynı zamanda hoca ve öğrenci
arasında dirsek temesının tam anlamıyla oluşamıyor olması da en büyük sorunlardan biri olarak
dile getirilmektedir.
Tüm bu sorunlar başkent Türkiye’nin merkez şehrinde böyleyken, taşra illerdeki
üniversitelerde akademisyenler adeta “dershane öğretmenliği” yapmaktadırlar. Haftada girilen
ders saati akademisyenlerin zamanının büyük çoğunluğunu almaktadır. Bunun yanı sıra bir de
altyapı sorunları neredeyse bütün üniversitelerin en temel sorunudur. Bu sorunların merkezden
uzaklaştıkça arttığını söylemek mümkündür.
7.Türkiye’de sosyolojinin en önemli sorunları nelerdir?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Sosyologların en önemli sorunları diyeyim önce çünkü
bilimde oradan çıkar. Bir türlü teoriyle pratik bağını kuramaması var. Bilimi sadece masa
başında yapılan bir şey olarak görmeleri aslında en önemli sorun hayatla toplumla toplumsal
olaylarla bir pratik içinde olmamaları temel mesele. Akademisyen dediğin sosyolog dediğin
aynı zamanda atıyorum bir sivil toplum örgütünün teorisyeni olur katılımcısı olur pratikte de
bunu gösteren bir yapısı olması gerekir. Maalesef Türkiye’de bu söz konusu değil. Veri nereden
üretilir toplumsal pratiğin içinde olursun bizde o olmuyor. Batı merkezcilikte buradan geliyor
ama bilim teoriyle yapılır elbet bu teoriyi kim yapıyorsa batıdaysa alınır. Kendi
özgürlüğümüzün farkına varacağız ama bunu açıklamak için teorilere de ihtiyacımız olacak bu
teori batı merkezlidir onu anlamak açıklamak içindir diyemeyiz.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - En başta sosyologların bir istihdam alanı olmaması.
Sosyolojinin az puan alan çok fazla akıllı olmayan öğrencilerin tercih ettiği bir yer olarak
algılanması var. İnsanların iş alanı var mı diye düşünerek yaklaştığında sosyolojinin pek parlak
bir profil vermemesi sanırım en büyük sorunlardan bir tanesidir. Akademik olarak ise
müfredattan bahsedilebilir. Kadrolaşmadan bahsedilebilir. Eleştirel düşünceye çok fazla yer
vermeme, desteklememe sayılabilir. Onun dışında daha kuramsal çerçevede bir çok şey
söylenebilir. Son on yılda tekrar bir Türkiye de sosyoloji geleneği yaratma konusunda ciddi
çalışmalar var ve bu konuda gitgide iyiye gittiğini düşünüyorum ama bunlar da akademide olan
maddi meselelerin parlak olmaması, insanların ancak özveriyle yapmasından mütevellit çok
güçlü olmuyor. Başka düzeyde ise 90’larda ve 2000lerde eleştirel düşünceye yer veren bir
atmosfer yoktu. Bu bir tür benim çok yakın bulmadığım sosyolojik eğilimin yükselmesine sebep
oldu. Son 2008 krizinden sonra gerçekten anlamlı ve Türkiye’de olan sosyolojik gerçeği ele
almaya dair çalışmalar oluşmaya başladı. Bence belli alanlarda tablo iyiye gitmeye başladı.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Yine işbirliği ve kolektif çalışmanın olmaması.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Var bir kaç tane. Bir kere çok sosyoloji bölümü var
gereksiz yere 99 tane var. En yükseği Boğaziçi en düşüğü Maltepe puan sıralamasına göre. Bu
kadar sosyoloji bölümüne ihtiyaç yok. 2.si açık öğretim diye bir şey açtılar sosyolojide ve bu
hepinizin hayatını karartacak bir şey bu insanlarda aynı diplomayı alacaklar. Açık öğretimle
yapılacak bir şey değil sosyoloji. 15-20 bin sosyoloji mezunu olacak aynı diplomayı alıyorlar
sizle bu ne demek sosyolojinin pazardaki değerinin düşmesi demek. 15bin oradan mezun olsa
bir 15binde öteki türlü mezun olsa 20-30 bin mezun demek. Ne olacak bu kadar sosyolojik bir
şey yok ki istihdam edilsin. Geçen sene devletin aldığı yanılmıyorsam 30 kişi falandı. Hadi 10
katı daha fazla olsun. Benim bildiğim, bu konuda bir çalışma yapmıştık, devlet 30 kişi falan
almıştı. Şimdi aile danışmanlığı falan belki bir 300 yaparlar onu. 300 yapsalar bile yine
karşılamıyor. Dolayısıyla ana sorun bu. 2.si buna bağlı olarak bu istihdam sorununu bildiği
için öğrenciler öğretmen olmaya heves ediyorlar. Formasyon eğitimi almaya heves ediyorlar.
Bu da iki tür kötü etki yaratıyor. 1- eğitimin müfredatını o derslerle doldurmak zorunda
kalıyorsunuz ki biz Bolu'da yaptık bunu. O zaman bölüm sosyoloji bölümü olmaktan çıkıyor. 2bu öğrenciler para verip formasyona gidiyor 1,5-2 sene para, zaman kaybediyorlar.
Çıktıklarında sadece sosyal bilimler eğitimi verebilir diploması alıyorlar. Atanmaları mucize,
yani 1000de 1 ihtimal çünkü KPSS'den 90 üstünde puan almaları lazım. O da Beyt-ül Şebap
lisesine anca giderler. Orda bir sosyal bilimler eğitiminde açık varsa. Bu neredeyse imkansız
zaten o başarıyı gösterecek olsa sosyoloji bölümüne gelmez. KPSS'de 98 alabilecek olsa zaten
burada olmazdı. Kaldı ki zaten 90 alıyorsan git bir takım memurluklara başvur. Dolayısıyla bu
da bir saçma. Bir saçmalık başka bir saçmalığa yol açıyor. O saçmalık eğitim müfredatını
bozuyor. Çıkanlarda dershanede korsan olarak çalışıyorlar. Bir başka saçmalığa daha yol
açıyor. Dolayısıyla da o da saçma. Çünkü çok dershane var ki şimdi kapatma olayları var.
Benim babam 30 yıl dershanecilik yaptı. Bunlara ilk 3 sene yol parası, yemek parası bile
vermiyorlar. Sonraki 3 sene de yani iyi bir köle olursan bugünkü parayla 800-1000-1500
civarında para veriyorlar. Şehirden şehre değişir. İzmir de 1000 alırısın. Ankara da 1500
İstanbul da 2000. Bununla da ancak karnını doyurabilirsin. Ayrıca genç güzel kadınlar o
odalarda 50 kişilik nüfuslarla haftada 50 saat derse giriyorlar. 5 sene sonrada kıçları büyüyor.
Saçları beyazlaşıyor. Hayatlarından beziyorlar.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Bir bilim olarak sosyolojinin ne olduğunun
bilinmemesi. Sosyoloji nedir bilmiyoruz bunu tartışamıyoruz. Sosyal bilimin muhalif eleştirel
bir karakteri olmak zorunda. Bu bürokrasiyle çatışmak zorunda ama Türkiye’de olan bürokrasi
geleneği
muhalif
olmayı
kaldırmıyor.
Bilimin
ne
olduğunun
anlaşılması
çabası
akademisyenlerin tekeline kalıyor. Devlette kadro bulamıyorsunuz, çalışamıyorsunuz. Son 5
yılda kadro ataması yapan bir devletten bahsediyoruz. Toplumbilim olarak neye yaradığı hangi
koşullarda ortaya çıktığı geliştiği hakkında pek tartışmıyoruz. Belli bir ideolojinin aracıdır ki
olmalıdır ama bunun haricinde belli ideoloji dediğimiz şey kötüdür onu dışlama söz konusu.
Bir bilim olarak kendini ifade etme konusunda belirli sıkıntılar var. Baskı var
toplumsallaştırmak mümkün değil. Toplumbilim olarak neye yaradığı tartışılmıyor. Belli bir
ideolojinin aracıdır şeklinde dışlanıyor. Hem konusal olarak hem toplumsal olarak öyle.
Egemen iktidarı ne zaman kullanmak isterse bunu o zaman kullanıyor. Kendimizi anlatmak ile
ilgili sıkıntı yaşıyoruz. Egemen kesimlerin sosyolojisiyle sosyolojiyi kabullenme. Taraftar
yandaş sosyologlar yaratarak onlara başvurma süreci yaratarak devlet bunu yaparak
kullanıyor. Bu toplumdaki algıyı şekillendiriyor ve biz kendimizi anlatmakta biraz sıkıntı
yaşıyoruz. Sadece biz biliyoruz, dışarıda bildiğimizi düşündüğümüz, iç içe olduğunu
düşündüğümüz kesimlerin bundan bir haberi yok.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Sosyoloji tarihsiz, felsefesiz ve köksüz. Ahlaki
yetersizliği var. İşin gerektirdiği tüm donanımlardan yeterli ölçüde faydalanamıyor. Özerklik
sorunu var. Siyaset, siyaset bilimi ve ekonominin hegemonyası altında. Kendi teorik yöntemsel,
kurumsal özerkliği arka planda. Sosyologlar yönetmiyor ve bunun farkında değiller.
Yabancılaşma var. İş bulma konusunda ciddi sıkıntılar var. Çoğu insan seçerek gelmiyor bu
nedenle ilgi düşük. Böyle olunca nitelik düşük oluyor. Gerek öğrenci gerek akademisyenler.
Sosyolojinin toplumdaki statüsünden kaynaklı olarak kolektif iş yapma kültürü yok,
bölünmüşlük var. İdeolojik ayrımlara göre kişisel tanışıklık, sosyal sermaye bölünmeleri var.
Kurucular da ona göre oyun dizaynı etmişlerdir. Disiplinler arasılık yok. İlişkiler sınırlı bu da
gelişimi olumsuz yönde etkiliyor. Bugünün sosyolojisi esnaflaşmıştır. Piyasada güncel olan,
değişim değeri yüksek olan ne varsa bilgiler bu doğrultuda şekillenmektedir. Aynı zamanda
üçüncü faktör gazetecilik etkisi. Böyle düşünüyorlar. Güncel olan baskın karaktere boyun
eğmeye meyillidir. Medyanın ön plana çıkmasından kaynaklı çalışma kültürünü etkiliyor.
Çalışacak kişiler de medyanın belirlediği temalardan etkileniyor. Güncele ve siyasete takılı
kalmak özerk, ayakları üzerine sağlam basabilme şansının sağlanmamasından kaynaklıdır.
Eğitim plansız programsız ve diğer alanlardan kopuk. Vizyonsuzluk var. Sosyoloji ihtiyaç
olmaktan ziyade ekonomik yatırım alanı olarak düşünülüyor. Oradaki akademisyenlerde
derslere gir çık olarak görüyor. Böylece az gelişmiş sosyolojinin az gelişmişliği söz konusu
oluyor. Profesyonel anlamda üniversite düzeyinde kast durumundan söz edebiliriz. Taşramerkez uzamı anlamında ayrım var. Entelektüel üretim biçimini direk etkiliyor, saygınlaşmayı
etkiliyor. Bu bir çeşit üniversite medya ayağını temsil ediyor. Büyük üniversitelerde olup
bitenler diğer üniversiteleri de etkiliyor. Merkez- çevre ilişkisi değişiyor. Taşrada olan
akademisyenlerin çalışma alanı merkezde olanlara göre farklı. Dünyada olan bitenin üzerine
çok düşmüyoruz. Öğrencilerin ilgileri ve bilgi düzeyleri de farklı oluyor. Hocaların motivasyon
kaynağı sadece ücret oluyor. Bu da bilimden öte eğitimle sınırlı hale geliyor. Projecilik
yönlendirmesi artıyor. Etkileşim var. Sosyoloji hala siyasetin etkisinde. Özerklikten yoksun.
İlişki ağları da ona göre formel, enformel, siyasal ağlar gibi. Ekol yok sadece varmış gibi
duruyor. Teorik süreklilik kendine has yöntem yok. Sorun ekolün yaratılamamış olmasıdır.
Sosyal organizasyon sorunu vardır. Mesleksiz, ahlaki yönden tartışmalı bir kimlik arayışının
ürünüdür. Sosyolojinin psikanalitiğinin yapılması gerekli. Oryantalist batıya öykünen
mümessillik sosyolojisidir. Sosyoloji alan oyuncuları olarak hep mümessillik üzerinden oldu.
Türk aydını tercüme odasında yetişmiştir. Bugün de hala öyledir. İngilizce eğitim elbet
yapılmalıdır. Teorik olarak anlamak açısından anadilde önce bunu yapmak zorundadır.
Çeviriler bile sadece güncel eserlerdir. Sömürgeci bir sosyoloji anlayışı batıya öykünmeyi
beraberinde getiriyor. Türkçe eğitim verenler de yabancı dilde eğitim verenlere öykünüyor.
Özel anlamda da sosyolojinin bir statü sorunu var. İhtiyaç olarak ne kendini piyasaya
sürebilmiş ne de özel piyasaya bunu hissettirebilmiş. Sosyal organizasyon meselesidir.
Dernekler çabalıyor ama bir tanım sorunu var. Sosyoloji sivil toplumda yetersizliği var. Çok
sosyolog var az sivil toplum örgütlülüğü var. Bir yaptırım, söz gücü yok.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Türkiye’de belki dört tip sosyolog var denilebilir. Bu
yüzden hepimizin sorunları aynı değil A-B-C.D tipi sosyologlar farklılaşıyor. A tipi Koç,
Sabancı vs tamamen yurtdışı yönelimli hiçbir şekilde ulusal ölçekte bir şeyle ilgilenmeyen,
üretmeyen toplantıya gelmeyen o networkle ilişki sürdüren insanlar var. Bunlara rahmetli Ünal
Nalbantoğlu “ersast yupi academician” diyordu. Bu ne demek aslının yerine çıkmış sanal gibi
gerçek bilim adamı değil, sosyolog değil. B grubu ODTÜ ve biz gibi dil biliyoruz uluslararası
ilişkiler var hem dünyayı hem ülkeyi kombine etmeye çalışıyoruz. Yerli ve yabancı literatür
izliyoruz. Yerli ve yabancı yayın yapmaya çalışıyoruz. Daha gerçekçi bir akademisyen tipi. C
gurubu daha çok İstanbul Üniversitesi ve onun ekolünden olan hocalar, dil bildikleri halde
onlar, hatta bazılarının eşleri bile yabancı çok iyi yabancı dil biliyorlar, onlar batı tipi
sosyolojinin batı dışını açıklayamayacağını düşündükleri için, milli sosyoloji de demek
istemiyorum ama daha kapalı devre çalışıyorlar. Bunun da tabi sakıncaları var. Kendi içine
kapalı çalışma olayı var batıyı reddetme tamamen kendi ülke gerçeklerine uygun sanki kapalı
bir kutu gibi. Bizler de şuan yerellik tartışıyoruz ama çok fazla kapalılıktan yana değiliz.
Gündemimizde alternatif sosyoloji tartışmaları da var tabi. Hindistan, Malezya vs tabi batı
dışında da güzel çalışmalar var, Alternatifler tartışılıyor. Az önce söylediğim eleştiri de
metodolojik nasyonalizm konusunda yapılıyor. Realite çok katmanlı olduğu halde, buna bakış
hep batı teorisi temelinde. Batıda geliştirilen teoriler evrensel gibi sunulmakta. Bizler de
uzunca bir zaman bunu benimsedik biz de daha ilerledik gelişip kalkınmayı sağladıkça aynı
süreçlerden geçeceğiz diye düşünüyorduk, ama fakat alternatifler özellikle ISA kongrelerinde
tartışıldığı gibi batı sosyolojisi evrensel değil, o da sadece Amerikan toplumuna ait ve Batının
hepsini de kapsamıyor. Bu batı merkezli sosyoloji bütün dünyada egemen ama alternatifler
yavaş yavaş çıkıyor. Şimdi küresel bir sosyoloji mümkün olabilir mi diye tartışmaya başladık.
ISA (International Sociology Association) ve ESA (European Sociology Association) lafı
uzatmayayım Yonca Odabaş hocanız ve ben Bölümüzün dergisi olan Yurt ve Dünyada bunla
ilgili şeyleri yazdık. Acaba küresel sosyoloji mümkün olabilir mi? Bu ne demek? Sadece
Anglosakson Hegemonik değil Batı dışını da içeren, Hindistan, Japonya, Çin, Türkiye
Ortadoğu vs. içeren sorunlarını, çünkü bazı konular var ki eşitsizlikler nüfus hareketleri
savaşlar çatışmalar vs üzerine hakikaten küresel boyutta bir şeyler söylenebilir. Çünkü bizim
bir takım tartışmalarımızda görüyoruz ki tek merkezli olmaktan çıkarırsak küresel çok sesli bir
sosyoloji olabilir bunun imkanları tartışılıyor bu bağlamda Türkiye’de de az önce söylediğime
dönersek o kapalılık hiç iyi bir şey değil. Sadece ülkenin sosyolojisi, milli sosyolojisi olmaması
gerek; küresel sosyoloji için. Batı evrensel değilse alternatif de milli sosyoloji değildir. Bütün
bilimlerin tabii belirli düzeyde bir üst kimliği de olması gerek nasıl Hint matematiği Çin fiziği
demiyoruz; sadece matematik ve fizik var. Bu sosyolojinin de küresel boyutta olabilirliği
tartışılıyor; bunun için de daha çok karşılaştırmalı araştırma yapmalıyız Bölgesel düzeyde
sadece belirli ülkelerle değil, diyelim ki Akdeniz Ortadoğu ülkeleri kendi aralarında ortak
kavramsal kuramsal çerçeveler geliştirebilir miyiz diye tartışıyoruz. D tipini de söyleyeyim,
sadece bizim yazıp çizdiklerimizle dil vs bilmeden tamamen kapalı değilse bile yetişme tarzları
imkanları sınırlı. Çok az kişi 30-40 saat derse giriyorlar, kendilerini yetiştirme yenileme
imkanları yok. Şimdilerde o da delinmeye başladı 2000’li yıllarda Çiller zamanında binlerce
kişi yurtdışına doktoraya yollandı her üniversitede birer ikişer yurtdışı doktoralı dil bilen
insanlar oldu. Onları da görüyoruz, doktora aldılar dil öğrendiler ama yayın yapmaya vakitleri
yok kendilerini yenilemeye vakitleri yok. Temel var ama inşaat yok. Vakit yok Bu yüzden D tipi
olarak değerlendirdiklerimiz bizim çabalarımız ölçüsünde bir şeylerden haberdar oluyorlar.
Diyelim biz doktora dersinden bir kitap çıkarıyoruz onlar onu takip ediyor. Yabancı dil bilmek
şart. Bugün Rektörlükte toplantıdaydım risk analizi yapıyorduk. Risk iştahı diye bir kavram
kullanıldı. Ne demek risk iştahı? Bunun İngilizcesi ne? neyi karşılıyor? Bu risk iştahı
diyorsunuz falan, şaşırıyorsun böyle, Türkçe karşılığını veya İngilizcesini de bilseniz sizin
bildiğiniz tek karşılıkla uyuşmuyor. Risk iştahı da bir kuruluşun ne kadar risk alabileceğiymiş,
toksunuz ama daha risk almak istiyorsunuz gibi bir şey. Risk kapasitesi hacmi olmalıydı. En
kötüsü de kamu yönetimine piyasa terminolojisini dayatıyorlar; liberal ekonomik işletme
mantığıyla üniversitenin kamu yönetimini risk analizi yap diyorlar. Risk iştahınız ne kadar
diyor ya zaten risk iştahlı olsam ne olacak anlayamıyoruz. D tipi de böyle bir şey. Hocalar var
ama öğrencisinden hallice değiller. Biz burada ders anlattığımızda, zaten sosyolojinin bir sürü
dezavantajları var, o yüzden iki sosyolog bir araya geldiğinde üç fikir çıkar diyoruz. Türkiye’de
sosyolojinin de tabi dört tip sosyolog olunca sorunların da tek bir düzeyde ele alınamayacağını
bulunduğunuz kuruluşa göre değişeceğini ama en kötüsü de bana göre bürokrat memur
zihniyetiyle devlet üniversitelerinde yükselme kaygısının yanı sıra geçim derdi peşinde olan
sosyologlardan bilim beklememiz. Ankara Üniversitesi diğerlerinden iyi diyoruz ama burada
bile “ders bitsin gideyim” diyen hocalar var bu zihniyetle ne eğitimi ne araştırması başarılı
olabilir. Kesinlikle kendi inisiyatifimize, takdirimize, vicdanımıza kalıyor. Sonra benim gibiler
için de bir an önce emekli olsun gitsin diye bakıyorlar ve her şey bir anda değersizleşiyor. Tabi
o ortamda da insanın bir şeyler yapması için çok şeyleri aşmış olması lazım biraz.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Bana göre en büyük sorunlardan birisi sosyoloji
alanındaki bilgi birikiminin yeterli olmaması. Neden sorusuna verebilecek cevaplardan birisi
yeterli akademik çalışma yeterli derecede proje ve bunların dağıtımının gerçekleşmemesi.
İkinci olarak da örgütlenme sorunu bu sosyoloji derneğiyle aşılmaya çalışıldı ama yeterli değil.
Bir diğer sorun da istihdam alanının yeterli ve net bir şekilde ortaya konamaması. Devlet
kurumu ya da özel sektörde ilgili kişiler sosyolojinin ne olduğunu sosyologların ne iş yaptığını
bilmiyor. Bu konuyla ilgili ciddi bilgi eksikliği var.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Türk sosyolojisi yok. Ekol temsilcisi değiliz. Her ekolün
insanları bir kompozisyon oluşturmuş gibi. Mimar Sinan farklı, İstanbul farklı, Ankara farklı.
Ankara daha çok bürokrat bakışında.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Meslek tanımımız yok aynı şekilde statümüz ve istihdam
alanımız yok. Lise mezunu memurla aynı statüsündeydik geçtiğimiz yıllarda. Daha yeni
statümüz yükseldi.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Bilim başka bir şey bölüm başka bir şey.
Sosyolojinin iş imkanı yok. Bilimsel anlamda ise yeterince çalışmalar yapılmıyor. Konularımız
çok olmasına rağmen Türkiye’de yeterince çalışılmamış olması.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) – Türkiye’de sosyolojinin gelişmesi ne yazık ki
istenilen düzeyde olmadı. Bunun temel nedeni de içinde yaşadığımız Türkiye’nin tarihsel
toplumsal siyasal koşullarına bağlıyorum. Sosyolog Bourdieu’nun dediği gibi didikleyen
olmalıdır. Siz el sürülmemiş konulara el sürmeye çalıştıkça orada neler var toplumu rahatsız
eden gibi algılanıyor özellikler iktidarı rahatsız eden gibi algılanıyor. Dolayısıyla sizin çok
etiketler yemenize sebebiyet veriyor. Dolayısıyla bu da sizi yıldırıyor. Bunu ben yaşamadım
ama önceki kuşaklarda görüyoruz. Sosyoloji gerçekten yara aldı. İnsanlar toplumun yararına
olacak şeylerden uzaklaştırıldı. Biz daha özgürüz ama bu özgürlükte göreli bir özgürlük.
İstediğimizi söyleyemiyoruz. Yazıyoruz ama onlarda okunuyor mu bilemiyorum tabi. Statüler
yükseldikçe kendinizi daha bağımsız ve özgür hissediyorsunuz. Bu insanın bir çeşit hayatta
kalma mücadelesi olarak da düşünülebilir. Onun etkisinin de olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de ifade özgürlüğünün hala bulunmaması büyük problem.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Sosyolojik bilginin toplumsal değerinin çok
düşük olması sosyoloji aslında gündelik hayatın bilgisidir. Herkese lazım olan bir şeydir aslında
kendi hayatına ilişkin sorunların toplumla bağlantısını gösteren bilgidir. Sosyoloji bizim
akademik camiamızda bile lafoloji boş laf üretimi olarak geçer. Halbuki insanların yaşadıkları
bireysel olarak kabul ettikleri sıkıntıların aslında toplumsal olarak ne kadar derin kökenli
olduklarını göstermek bence çok çok önemli bir şey. Bunun anlaşılmasında sıkıntı yaşanıldığını
düşünüyorum.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl)  Teori eksikliği
 Düşünür odaklı olması
 Türkiye öznelliğinin sınırlı olması. Yalnızca İstanbul Üniversitesi’nde günümüze
uzanan bir gelenek var. İstanbul dışında yok.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Eğitimle ilgili olan sosyal bilimlerle ilgili kısım ve
üniversiteyle ilgili kısım. Bir de üniversiteler hani giderek şeye dönüşüyor; çok öğrenci baskısı
var, yani sayı olarak. Çünkü her sene bir milyon-iki milyon insan üniversite kapısında bekliyor.
Bir an önce üniversite okumasını istiyor. Hem başvuranlar istiyor hem siyasi iktidarlar da buna
çözüm bulmaya çalışıyor. Bu kadar kitlesel eğitime dönüştüğünüzde üniversite artık bir şeyi
olmuyor, akademik-entelektüel yönü zaafa uğruyor. Zaten akademik-entelektüel faaliyet de bir
siyasilerin de pek hoşlandığı bir şey değil. Türkiye’de siyasi iktidarların, hatta bazı dönemlerde
iyice karşısına aldığı bir şey. Şimdi bu ikili bir baskı altında oluyor. Bir taraftan da tabii ki
piyasadan gelen baskılar var. O yüzden sosyoloji bir açıdan da zor. Bir araştırma için destek
bulmaktan tutun da bir yayın yapmaya kadar, dünya kadar problemleri var. Yani burası görece
daha iyi, yani ODTÜ. Bir de çok bölüm açıldı, sosyoloji bölümü açıldı. O da tabi bir taraftan
hem öğrenci için kötü hem hocalar için kötü. Söylediğim gibi yani bu artık böyle bir, yaygın ve
kitlesel eğitime doğru gittiğinde bunun bir şey yönü de zaafa uğruyor, eğitimde kalite yönünde
zaafa uğruyor.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Sığ olması.
Yani hangi anlamda söylüyorsunuz? Mesela teorik anlamda mı sığ buluyorsunuz
yoksa çalışma alanı itibari ile mi?
Teori ve pratik anlamda, iki anlamda da söylüyorum. Sığ olması, kendisini
derinleştirmeyi ısrarla reddeden bir sosyoloji ile birlikte olmak durumundayız. Yani bu işte
mesleğe yönelişin şeysi, sonucu olarak giderek de artar diyelim. Çünkü problemi, sorduğun
soruyu bir bilme meselesi olarak sorduğun soruyu ne kadar derinleştirirsen, pratik çözümlere
yönelik üreteceğin şeyleri, ürünleri o kadar zorlaştırıyorsun. Bu nedenle de mesela bir örnek
vereyim: göç çalışması yapacaksın. Göçmen kimdir sorusunu fazla derinleştirirsen, çalışma
biraz bulanıklaşmaya, muğlâklaşmaya başlar. O yüzden o derinleştirmeyi zaten pratiğin gereği
olarak bir yerde kesmek zorunda kalıyorsun. Bu da zaten sığ olur. Türkiye’de zaten ekstra
olarak ya Avrupa geleneğinde, sosyolojinin diğer toplum bilimleri ile bağları çok kuvvetlidir.
Diğer toplumbilimleri derken de tarih ve felsefe ile bağları çok kuvvetlidir. Giderek orda da
düşen bir eğilimdir bu ama yani o geleneği hala hissetmek mümkün. Türkiye’de ise yani o
gelenek olmadığından da sosyoloji zaten ayrı bir şeymiş gibi düşünüldüğünden, bu sığlığa biraz
da onlara göre biraz daha fazla düşülüyor tabi. Ama onlar da sığlaşıyorlar.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Yine şeyi, o iş muhabbetini ekleyebilirim, bir.
İkincisi, genel olarak dünyadaki literatürle biraz kopuk olduğunu düşünüyorum. Bu demek
değil ki, işte dünya literatürü, bu Avrupa geleneği de olur Ortadoğu geleneği de olabilir, fark
etmez. Daha iyi, daha üst bir bilgi bunu demek istemiyorum ama sadece Türkiye’ye bakmak, en
başta temel iddialarımızdan biri olan ilişkiselliği görmemizi engelleyen bir şey bana kalırsa.
Bir de şeyi ekleyebilirim, son dönem teorik tartışmalara çok dahil olamadığımızı düşünüyorum.
Yani işte ben post-yapısalcı, feminist bir yerden çalışıyorum mesela. Feminizm, pek çok hocanın
kafasında bir şeydir. Post-yapısalcı hem daha yeni bir gelenek olduğu için hem de çok da
bilmemekten, nasıl diyeyim, ihmal edilen bir tarafa düşüyor diye düşünüyorum.
Türkiye’de sosyolojinin en önemli sorunları arasında, mülakat yapılan akademisyenlerin
büyük bir çoğunluğu tarafından teori ve pratik arasındaki bağın kopukluğu olarak gösterilmiştir.
Sosyoloji bir bilim alanı olarak kendini pratik sahada derinleştirmemekte ve sığ kalmaktadır.
Neredeyse açılan bütün üniversitelerde sosyoloji bölümleri açılmakta ama buna rağmen hala
piyasada hemen hemen hiç sosyolog istihdam edilmemektedir. Bu da zaten rüşt ispatına
girişmek zorunda bırakılan sosyoloji bilimini hem toplumun gözünde hem de –daha kötüsü- bu
işi yapacak olan öğrencileri, akademisyenlerin vb. gözünde değersizleştirmektedir.
Türkiye’de bilimin bürokratlaştığı yönünde bazı eleştirilerde bulunmakta. Bu
bürokratlaşmanın sosyolojiye de yansıdığı ve muhalif görüşleri kaldırmayarak bir
tektipleşmeye doğru yürüdüğü bu eleştiriler arasında yer alıyor. Bu görüşü destekleyen en
önemli göstergelerden biri araştırmalarda yaşanan fon sıkıntısı olsa gerek. Türkiye’de yapılacak
araştırmanın konusu çıkacak sonuca göre belirlenebiliyor ya da araştırmayı kimin, hangi
görüşten insanın yapacağına göre… Bu bahsedilen sıkıntı özellikle taşra üniversitelerinde çok
fazla hissedilmektedir. Büyükşehirlerdeki üniversitelerde de piyasanın beklentisi benzer bir
baskı yaratmaktadır. Hangi çalışma alanları fonlanıyorsa akademisyenler bu alanlarda çalışma
yapmak zorunda kalmaktadır. Bu de sosyolojinin “esnaflaşması”nı beraberinde getirmektedir.
Akademisyenin esas derdi geçim derdi olunca bilgi üretim sürecinde piyasa safında
konumlanmak zorunda kalıyor. Belki de bu nedenle Türkiye için önemli sorunların
araştırılmasından ziyade herkesin aynı konuyu çalıştığı ve özgünlüklerin ıskalandığı bir yere
sürükleniyor sosyoloji.
Yaşanan bu sorunların eğitime yansıması ise çoğu zaman ilgisizlik oluyor. Hocaların
üniversitelerdeki tek görevi bir süre sonra verdiği dersler olmaya başlıyor ve üniversiteler bilgi
üretim merkezleri olmaktan çıkarak vasat ve niteliksiz birer eğitim kumuna dönüyor. Yapılan
kitlesel eğitim gerekli alt yapı sağlanmadığından kalitesiz eğitime eşdeğer hale geliyor.
8.Dünya’da sosyolojinin en önemli sorunları nelerdir?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Sosyolojiyi disiplinler arası düşünmek lazım. Bu bence
çok önemli bir şey bölüm böyle bütünsellikle yapılır. Dolayısıyla disiplinler arasılık gelişiyor ama
çok fazla yeterli olduğu da söylenemez daha da gelişmesi lazım.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Birçoğu Türkiye de olanlar Dünya içinde geçerlidir.
İstihdam bazı yerlerde daha iyi olabiliyor ama her yerde değil. Bütün dünyada benzer bir eğilim
var. Gereksiz çok manası olmayan diye düşünülen, babaannemize anlatamayacağımız meslek
olma duygusu her yerde var. Kuramsal düzeyde ise benzer şeylerden bahsetmek lazım. 90’larda
2000’lerde olan belli bir düşünce tarzını destekledi. Başka tür aranışları baskıladı, marjinalize
etti. Orada da son 10 yılda ve 2008 den sonra değişimler var. Bakıldığında sosyolojinin
Amerikan sosyoloji geleneğinin getirdiği niceliksel çalışmaların ağırlığı ve ancak o tür
çalışmalar üzerine çalışan insanların çalışmalarının daha önemli olması diğerlerinin
marjinalize edilmesi büyük bir problem.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Bilmiyorum.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Dünya'da da benzer sorunlar var. Çok fazla
Masterlı Doktoralı insanlar var. Artık bununla ilgili araştırmalardan, son zamanlarda
gittiğimiz kongrelerde bunlarla ilgili sonuçlar oluyor. Eğitimli nüfus fazla, ama bu eğitimin
karşılığı yok. Sadece Türkiye'de değil. Dünya'da da böyle. Psikologlar da aynı sorunu
yaşıyorlar. Diğer mühendisliklerde. Sadece bizim mesleğe has bir sorun değil. Orda da aynı
sorunlardan bahsediliyor. O kadar doktoralı sosyolog var ne olacak bunlar. Bırak normal
lisans mezunlarını diğerlerinde de aynı sorun. Zaten hiçbir sorun bize has değil biliyorsunuz.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Benim görüşüm sosyoloji dediğimiz şeyin
ideolojiden bağımsız olamayacağıdır. Sosyoloji ideolojiden bağımsız olamaz. Pratikte bir
karşılığı olması gerekir. Bilim yaparken nesnel objektif davranmak tamam ama bilim yapan
kişinin nesnel olabileceği görüşü bana çok uzak geliyor. Siz toplumsallığın nasıl oluştuğunu
geliştiğini, insanların nasıl olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz bunun içinde yer almadan bunu
anlayamazsınız. Pratiğe yönelik eğilim yerine teorik ve araştırmaya yönelik formasyonlar
üretiyoruz sosyolojide. Egemen dediğimiz şeyi düzen dediğimiz şeyi eleştirmeden farklı bir
noktaya gelip bu var olan şeyi iktidar olan neyi istiyorsa ona yönelik şeyler yapmaya başladık.
Devletler sosyolojiyi kendi silahları yapıyor. Devlet ne istiyorsa onu düzenlemeye yönelik
projeler yapılmaya başlandı. Biz daha çok liberalizmi muhafazakarlığı kapitalizmi bunun
içindeki aksaklıkları nasıl gidereceğimizi konuşuyoruz. Bu ancak alt alan olur. Sosyolojinin
amacı bu olamaz ancak araç olabilir. Projecilik anlayışından sürekli medya kültürel iletişim
çalışmalarının birleşip sisteme entegre olup sisteme entegre olamadığında ne yapılacağını
tartışmak sosyolojinin temel prensibi değildir.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Epistemolojik, yöntemsel sorunlar var. Kafa
karışıklıkları devam ediyor. En büyük sorun batı merkezli sosyoloji anlayışı, Amerika
hegemonyası. Bölgeselleşme düzeyinde bilgi birikimi var. Türkiye bölgesine de yabancı.
Türkiye’de dikkate alınmıyor. Japonya’dan habersiziz sadece Türkiye’de değil birçok ülke bu
şekilde. Dünya ölçeğinde eşitsiz bir dağılım var. Teorik olarak çeşitli meydan okumalar var.
Disiplinler arasılık çok düşük. Disiplin olamama durumu var. Merkez- çevre bağımlılık ilişkisi
hala devam ediyor. Batı teori, batı dışı veri odaklı.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Birçok yerde tartıştığımız gibi, çok fazla parçalanma,
uzmanlık alanlarının fazlalığı yüzünden bütünü görememe yani aşırı uzmanlaşma diyoruz biz
buna, aşırı uzmanlaşma yüzünden sosyoloji kendisinden beklenenleri veremiyor. Bu ne demek
aslında diğer alanlar diyelim bir eski fil hikayesi bir yerlerde anlatırken, Sosyolojiye Giriş
kitabımda da yazdım, gözleri kapalı psikolog, antropolog, sosyolog, ekonomist vs hepsi bir filin
bir yerini kendisine uzmanlık alanı olarak seçiyor ve o kısımda çalışmaya çalışıyor. Biz
sosyologlar siz gözünüzdeki bandı çıkarın fil bir bütündür, sosyolog olarak bütünü
incelemeliyiz diyoruz ama başkalarında eleştirdiğimizi biz yapıyoruz. Kendi içimizde bir sürü
alanımız var böyle olunca ağaçla uğraşırken ormanı göremiyoruz. Bütüncül bakışa sahip
olamıyoruz. Bilgi birikimle artmasına rağmen gerçekliği kavramada anlamada yorumlamada
güçlük çekiyoruz. Geçen sene derslerde de söyledim size bu kadar bilgi birikimine rağmen
sosyologların önemli bir katkısı yok. Herhangi bir uluslararası sorun olduğunda başkası çıkıp
konuşuyor, sosyologların söyleyecek sözü yok, kendimizi çok dar alana soktuk. Tabi bu
sosyolojinin bürokratikleşmesinden kaynaklanıyor. Sosyoloji bir yaşam tarzı olmalıdır,
sosyologca bir yaşam olmalıdır. Bunu maalesef yakalayamıyoruz Memur zihniyetiyle
bürokratikleşmesi söz konusu Şu kadar kitap, bu kadar ders şu kadar not. Gerçekten sosyolog
yok bütün dünyada bu böyle. Sosyolojinin disiplin olarak gelişmesi organizasyonel tarafı,
birazdan soracağın şeylerle de ilgili bürokrat zihniyetle bilime katkıda bulunması çok zor
insanların. Türkiye’de de getirirsek bunu kendime daha çok araştırmacı derim, kime neye hangi
bilime katkıda bulunuyoruz? Ulrich Beck’in görüşlerine katılıyorum. Realitenin kozmopolitan
olmasına rağmen ona yaklaşımlar nasyonalist. Methodological Nasyonalizm diyor.
Kozmopolitan bi realite çok renkli çok sesli kozmopolit bir realite. Dünyada benzerlikler olsa
bile kozmopolit bir gerçeklik olmasına rağmen metodolojik olarak belirli ülkelerin tekelinde
sosyoloji yapılıyor. Bu da daha çok Amerikan sosyolojisi. Tabi Amerikan kuramları vs
hegemonik bir ilişki var: merkez-çevre. Sanıyorum üç bine yakın dergi varsa 2.500’ü İngilizce
ve Amerika’da yayınlanıyor. Bizim de çıkan dergilerimizi bu üç bin endeksli derginin içine
sokamıyoruz. Çünkü gereklilikleri yerine getiremiyoruz, süreklilikle birlikte oraya gelebiliriz.
Ancak senede iki kere dergi çıkartmak bile büyük bir sorun. Kısaca aşırı uzmanlaşma
bürokratikleşme ve Batımerkezcilik tabi daha bir sürü şey eklenebilir. Örneğin bütün dünyada
felsefeden kopuş, bu felsefeden kopuş az önce söylediğimle ilgili. Amerikan sosyolojisi
pragmatizm temelli olduğu için olanı olduğu gibi inceleyip nesnel bilim yapıyoruz diye ideolojik
politik bir bakış açısı yok. İdeal toplum modeli nedir falan yok mevcut sistemi korumak
kapitalizmi korumak yeniden üretmekten başka bir şey yok. Fonksiyonalizm uyum ahenk denge
bunun değişmesi için bir çaba yok. Avrupa sosyolojisinin vaktiyle vardı ütopya bile olsa
sosyalist toplum vs. bunların hepsi out. O zaman tamamen mevcut sistemin yeniden
üretilmesinin standart memurları halinde işler görülüyor. Bürokratik zihniyetle de bilime katkı
yapmak hiç beklenmemeli ve bundan Türkiye de payını alıyor. Türkiye’de ayrıca kendi özel
sorunlarımız da var bölüme yansıyan sorunlar iletişimsizlik. Biz kompartıman kompartıman
yaşıyoruz. Buna Bahattin Akşit “bölmelenmişlik” diyor. Bir tren gidiyor ama her kompartıman
ayrı ayrı birbirimizin yaptığını önemsemiyoruz, değer vermiyoruz, okumuyoruz, referans
vermiyoruz, bir türlü bir araya gelmiyoruz. 20 senedir Derneğimiz kurulu. Toplumsal
sorumluluk, benim hayatımda yaptığım en büyük şeydir o derneği kurdurmak, Birsen Gökçe
hocamızla birlikte. Üç senede bir kongrelerle birlikte bir araya getirmeye çalışıyoruz ama
oraya da yine bürokratik amaçlarla yükselme ihtiyacı olanlar gelerek kongreden
yararlanıyorlar. Buna ihtiyacı olanlar mecburi yapıyor. Diğerleri de ancak sosyal olarak
geliyorlar. Hadi gelin de bir oturum yönetin de gençler sizi tanısın vs gibi şeyler. Ona bile
lütfedip gelmiyorlar, çok kapalı devre çalışıyoruz. Aynı şehirde bile bile toplantılara
gitmiyoruz. Birbirimizi beğenip takdir etmiyoruz, yapılanları yeterince değerlendirmiyoruz, çok
kapalı devre kapalı gruplar halindeyiz değişik değişik çevreler var.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Dünyadaki sosyolojinin en önemli sorunu uluslararası
bilimsel toplantılar yerel unsurları içine alabilecek düzeyde kongre ve sempozyumlar
gerçekleştirilemiyor. Belki örgütlenmeyi de buna ekleyebiliriz.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Çalışılan konular olarak baktığımızda Avrupa ve
Amerika sosyolojileri farklı. Amerika’da mikro problem odaklı çalışıyorlar Avrupa’da ise kriz
temelli daha siyasi konular çalışılıyor. Fransızlarda ekol çok belirgindi. Geçen sene İtalya’da
ders anlattım. Oralarda da öğrencilerin gelecekle ilgili umutları çok kısıtlıydı. İş imkanlarının
kısıtlı olduğunu ya da mühendisler kadar kolay iş bulamadıklarını ifade ettiler. Bunlar bize çok
uzak şeyler değil benzerlerini bizde yaşıyoruz. Dergilerde falan en son ne çalışılıyor olarak
baktığımda ve kendi çalıştığım alan olan sosyal gerontolojinin ne olduğunu anlatmaya
çalışıyoruz. Ama Amerika’da Avustralya’da Kanada’da baktığımızda bu konular sadece
gerontoloji bilimi değil yaşlı bakım bilimi gibi birçok alanlar çalışıldığını görüyoruz. Amerika
da görsel sosyoloji çok yoğun alanlardan biri. Mesela duygu sosyolojisi bilinmiyor bile.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Fen bilimleri otorite olarak kabul ediliyor. Sosyal
bilimler 19.yüzyılda oluşmaya başladı ve dünyada pek fazla yer verilmiyor. Büyük söylemlerden
küçük söylemlere geçiliyor. Sosyoloji çok önemli bir dal ve yer verilmiyor.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Bu soru bence yanlış. Çünkü ben sosyolojinin
sorunlarının olmadığı ülkeler gördüm. Bir anımı anlatmak istiyorum. Ben Pekin’de
bulunduğumda sosyoloji kongresi yapmıştık hoca olarak. Tabi bizde sosyoloji biraz daha sol.
Bana sordular Türkiye’de sosyoloji nasıl diye bizim sorunumuz liberalizm iken onlara
sorunlarının ne olduğunu sorduğumda kapitalizm olduğunu söylediler. Tabi bu sosyolojinin
bilimsel alanda değil siyasal alanda değerlendirildiğinde ortaya çıkan cevaptır.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Dünyadaki sosyolojinin de Türkiye’den farklı
olduğunu düşünmüyorum. Ben yurt dışında sosyolojinin teori üretme bağlamında bize göre
fazlaca katkılarının olduğunu düşünüyorum. Biz bu konuda gerideyiz güzel araştırmalarımız
var ama. Yurt dışında teori ve alan araştırmaları fazla oradaki politika araştırma üzerine
yürütülüyor. Biz daha yeni yeni bunun farkına vardık. Artık daha fazla önem veriliyor. Ama
orada da kişisel çatışmalar var tabi ki. En azından bize göre iktidarla ilişkileri daha destekleyici.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Batı kaynaklı olması diyebilirim hani biraz
batılı süreçler ekseninde tüm toplumsal süreçlerin tek bir dile indirgenmesi konusunda bir
takım sıkıntılar olduğunu düşünüyorum.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) –
 Muhafazakar olması
 Üniversite bazında düşünüldüğünde yine teori eksikliği
 Düşünür odaklı çalışılması
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Valla dünyadaki kısmını o kadar bilmiyorum işin
doğrusunu söylemek gerekirse. Ama böyle dönemlerde sadece sosyoloji olarak da düşünmemek
lazım. Çünkü sosyoloji bizim bölümdeki haliyle daha geniş bir sosyal bilim eğitimi vermeye
çalışıyor hani. Becerebildiğimiz kadarıyla. Daha sosyal bilimlerin sorunu diye tartışmakta
yarar var. Böyle bir, sosyolojiye indirmeyi ben çok da anlamlı görmüyorum. Dünyadaki şeyi de
çok bilmiyorum ama çünkü başka yerde bir şey olarak, öğretim üyesi olarak çalışmadım. Yani
ziyaretçi hoca olarak gittiğim bazı üniversiteler var ama orada çalışmayınca sınırlı oluyor
şeyleriniz, gözlemleriniz. Ama sosyolojinin hani şöyle bir avantajı var; sosyal bilimlerin
merkezinde yer alıyor ve her tarafa çok rahat açılabilecek bir şeyi var, genişliği var. Yani bir
taraftan felsefeden öbür taraftan ampirik çalışmaya kadar uygulamalı çalışmalara kadar
uzanan bir çerçevesi var. Ve yani etki alanı da giderek genişliyor. O yüzden şeyi de, çok ciddi
problemlerin olduğunu zannetmiyorum, başka ülkelerde. Ama dediğim gibi yani, sınırlı bir
bilgim var.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Piyasa. Her yerde, sadece Türkiye’de değil. Zaten
Türkiye’de yaşadığımız bu piyasa etkileri… Mesela iddialı oynuyorsun ya, bu çerçevede
sosyolojinin de toplumun, a ne diyorlar bakayım, yeni bu Bologna’dan gelen şeyler, doğru ifade
etmeye çalışayım: üniversitenin toplumun taleplerine cevap veren bir kurum olması gerektiği.
Böyle bir kurum olma niteliği taşımadığı ölçüde artık devletlerin, kaynağını toplumlardan alan
devletlerin, üniversite gibi ‘hantal kurumları’ artık sırtında taşımak istemediği söylenebilir (?).
Yani şöyle: sosyolojide bu bölümlerden bir tanesi. Artık üniversite yönetimlerinin giderek iş
idarecilerinin eline teslim edilmesi (akademiklerden daha çok) üniversiteyi karlı para kazanılır
kurumlar olarak işletmeyi bilen iş idarecilerinin eline teslim edilmesi şunu getiriyor: bilinmesi
gereken alanların değil üniversite de ayakta duran alanların, üniversiteye para getiren alanlar
olması problemini getiriyor. Bu yüzden para getirmiyor diye bölümler kapatılıyor. Mesela
bundan en başta da darbe yiyen felsefe bölümleri. Şimdi sorduğumuz zaman felsefe bölümleri
önemsiz midir diye, bence herhalde tahmin ediyorum en önemli bölümlerdir. Ama para
getirebiliyor mu? Getiremez. Bu yüzden de gerek yok diyoruz giderek artık. Yani sosyoloji
bölümleri de içlerinde bulundukları üniversiteye proje üzerinden para getiremedikleri zaman,
onların akıbeti de kapanmaya doğru gidiyor. Ya da başka tarih bölümleri falan. Bunun için de
bu bölümlerin projeye dönmesi… Hâlbuki projenin özelliği şu: projede sorulan soru,
fonlayıcının çerçevesini çizmiş olduğu bir soru olarak kalıyor. Hâlbuki bilim adamının
özerkliğinden konuşuyorsak, bilim adamının sorusunu, fonlayıcının istek ve taleplerine göre
çerçevelememesi gerekir.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Ooovvv… Bunlar çok büyük sorular. Şeyi
söyleyebilirim, sosyolojinin bir uzmanlaşma alanı olarak kuruluyor olması. Diğer sosyal
bilimlerle çok fazla ilişki kuramıyor olmak. Yani bir sosyoloji profesörüyseniz örneğin, siyaset
bilimine ilginiz olmak zorunda değil veya felsefeye… Bana kalırsa sosyal bilimler çok daha
bütünlüklü düşünülmesi gereken şeyler. Ama hani, işte neo-liberalizm hep söylediğimiz ve
uzmanlaşmaya doğru gidiyor olması. Sanırım en temel sıkıntılardan biri bu olabilir.
Dünyada sosyolojinin en temel sorunlarından biri bilginin bazı merkezlerden üretilip
dünyaya buradan ithal ediliyor olması. Bazı akademisyenlere göre Amerikan sosyolojisinin
pragmatist niteliği sosyoloji bilimine rengini vermekte ve kapitalist sistemi yeniden üretmenin
aracına dönüştürülmektedir. Yani sosyoloji ile Amerikan sosyoloji arasında hegemonik bir
ilişki vardır.
Bu sorunun belki de sonuçlarından bir tanesi olarak değerlendirilebilecek olan
uzmanlaşma da sosyolojinin kompartıman kompartıman bölünmesine yol açmakta ve temel
iddialardan olan bütüncüllüğü ekarte etmektedir. Bu aşırı uzmanlaşma sosyolojiden
beklenenleri karşılayamamasına yol açmaktadır. Bu sorun çalışma yöntemlerinde de farklı
şekilde vücut bulmaktadır. Sosyoloji Dünyada uzunca bir zaman nicel araştırmanın duvarlarına
hapsolmuş ve yakın geçmişe kadar bilimsel niteliği buradan tartılmıştır. Bu da nitel
araştırmaların değersizleştirilmesini beraberinde getirmiştir. Ancak son zamanlarda bu sorun
sosyal bilimler camiasında kısmen de olsa aşılan sorunlar arasındaki yerini almıştır. Bununla
birlikte değerlendirilebilecek bir diğer sorun da disiplinler arası çalışmada yaşanan eksikliktir.
Sosyal bilimlerin olmazsa olmazı farklı alanlarda da bilgi sahibi olma gerekliliği artık
aranmamaktadır. Bu da özellikle kuramsal çerçevede sığlaşmayı beraberinde getirmektedir.
Dünyada sosyolojinin en büyük sorunları arasında uluslar arası bilimsel toplantıların yerel
unsurları bünyesine alabilecek nitelikte gerçekleştirilememesi de sayılabilir. Ek olarak yine
benzer kapsamlılıkta örgütlenmelerin gerçekleşmemesi de farklı ülkelerdeki sosyoloji
alanlarını kopuk hale getirmektedir.
Sosyoloji birçok akademisyene göre bir yaşam tarzı olmalıdır.
Eğer öyle olursa
sosyolojide yaşanan bürokratikleşme sorununun da bir nebze önüne geçilebilir. Bugün sosyoloji
eğitimi verilen kurumlarda, memur zihniyeti baş göstermiş gibi gözükmektedir. Yani hocalar
üzerlerine düşen eğitim sorumluluğunu bir memur zihniyetiyle yerine getirmekte ve bu durum
da kalitesizleşmeyi büyütmektedir.
Dünyada sosyoloji kozmopolit bir realitenin üstüne inşa olmaktadır ya da olmalıdır.
Ancak sosyolojinin merkez-çevre bağlamında içine girdiği sığlık ya bazı yerelleri nasyonalist
tavırlara itmekte ya da doğrudan Batı aktarımcılığa sürüklemektedir. Hangisi daha tehlikelidir
burası tartışılabilir ancak ikisinin de sosyolojinin bilimsel niteliği için kırmızı çizgiler
misyonunu taşıdığı itiraf edilmelidir.
9.Proje yapıyor musunuz? Evet ise ne türden? Hayır ise neden yapmıyorsunuz?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Ben piyasaya proje yapmıyorum ama TÜBİTAK’a proje
yapıyorum ama bu proje piyasaya proje yapmakla aynı şey değil. Kendi yapacağım
araştırmaya destek almak üzere. Para karşılığı proje yapmak gibi bir durumum yok.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Proje yapmıyorum. Henüz denk gelmedi. Prensip
olarak projeye karşı değilim.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Yapmıyorum. Vakit ve imkan yok çünkü.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Yapıyorum. Aşağı yukarı 10 sene TÜBİTAK proje
tarzı şeyler de çalıştım. Önce bursiyer olarak, sonra araştırmacı olarak. Hem AB projelerinde,
hem TÜBİTAK projelerinde çalıştım. Mesleki deneyim oldu. Biraz para kazandım. Ama çok
değil. İşte akademik yayın yapma faaliyetleri için.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Hayır. Proje denmesinde belki kelime olarak sıkıntı
var. Proje artık sahada belli bir para kazandırmak öğrencileri burslandırmak için yapılan
bişey. Ama artık projeler şu hale geldi eğer devlet sizi desteklerse yapıyorsunuz. Dolayısıyla
benim yapmak istediğim araştırmayı üst kademe kabul etmez. Bu bana uymaz. Politik ekonomi
inandığım değerlere aykırı. Bilimsel bir dayanak yok. Sosyoloji proje yapan bir disiplin
değildir. Bir araştırması olur sosyolojinin.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Şuan hayır. Neden yapayım ki? Proje sosyolojiyi
geliştirir mi bu hala tartışılmadı. Ben tartışılması taraftarıyım. Bu rant alanına dönüştü.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Biz uluslararası ve ulusal olarak da oldukça çok proje
yapan bir bölümüz, özellikle AB projeleri yaptık bölüm adına. TÜBİTAK adına proje yaptık.
Kapalı bir bölüm değiliz. Bunların içinde giden Elif Kuş hocanız da dahil bir çok hocanızla
birlikte proje yaptık. UNDP (Birleşmiş Milletler Kalınma Programı) HIV/AIDS projesi sağlıkla
ilişkiliydi. GAP bölgesi projesi, sonra ÇATOM (çok amaçlı toplum merkezleri), bunlar benim
projemden çok, bölümden birçok insan yer aldı.20-30 insanın birlikte çalıştığı sahadan kopuk
olmadığımız çalışmalar yaptık. Mardin’de de toplumsal sorumluluk projesi yaptık. Buradaki
ilköğretim okulunu maddi manevi kalkındırdık. 43 gün o kadar mal mülk alındı, anasınıfı
kuruldu vs bunlar kolay işler değil. O çocuklarla gerçekten vakit geçirdik biz de öğrendik onlar
da öğrendi. Daha bir sürü şey var söylenecek çok söz var çok senedir piyasada olduğum için
daha konuşulması gereken birçok şey var. Diğer arkadaşların da TÜBİTAK, BAP vs projeleri
oluyor. Görüşüp görüşmediğimiz her insanın projesi var. Ulusal uluslararası projelerde
sıkıntılar olabiliyor. Bizimkiler bir AB projemiz hapishane üzerineydi 8 ülke, Sincan’ı arka kapı
yapmıştık, o kadar gidip geldik. Sekiz ülke İspanya Portekiz İtalya, Almanya vs. tüm bu
ülkelerde suçun baskılanması üzerine çalıştık. Yani özellikle AB bu hapishanelere girenlerin
daha fazla suç üretmesi problemi karşısında hapishanelere alternatif, yani hapishane ortadan
kalksın. Crime Repression dedikleri çok önemli olayın bir ayağıydık. Bunlar tabi epeyce bize
de bilgi kazandırdı, Türkiye’yi de temsil ettik, burada ulusal uluslararası bütün Adalet
Bakanlığı ve İçişleri bak ve Ankara Üniversitesi işbirliği yaptı.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Gerek TÜBİTAK gerek bap gerekse devlet kuruluşlarına
proje yapıyorum.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Evet yapıyorum. Yaşlılık ile ilgili projeler yaptım. Şu
aralar emeklilik üzerine çalışıyorum. Sağlık Bakanlığıyla çalışmıştım.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Evet TÜBİTAK projesi içinde bulunuyorum.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Proje yaptım fakat şu anda yapmıyorum.
Yaptığım projeler toplumsal yapı, kültürel çalışmalar ile ilgiliydi.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - AB ve Dünya Bankası projelerinde çalışıyorum
kadın ağırlıklı projeler bunlar. Proje yapmamak gibi bir düşünceye sahip değilim proje
kuruluşları sistemin görüşlerine entegre olan bir yapıya sahip olsalar bile alan deneyimleri bizi
besliyor. Bizim yeni çalışmalar için deneyim kazanmamıza sebebiyet veriyor.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Yapmadım ama alanımla ilgili bir proje
memnuniyetle yaparım.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Hayır. Uygun görmüyorum. Zaten bana vermiyorlar.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Yani proje… Araştırma projesinden mi
bahsediyorsunuz?
Evet.
Yani en son TÜBİTAK’tan bir şey almıştım.
Peki ne tür bir projeydi?
TÜBİTAK’a yaptığımız sağ-muhafazakar partilerle ilgiliydi. Bir de Avrupa Birliği
yedinci çerçeveden vardı. O da yardım kuruluşlarıyla ilgiliydi.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Yapıyorum.
Ne türden projeler yapıyorsunuz?
Araştırma projeleri. Ufak tefek para… Ben hiç büyük ölçekli proje hiç girmiyorum, belki
de giremiyorum. Ufak tefek gene parayla dönmek zorunda olan. Çünkü araştırma artık parayla
gerçekleştireceğimiz de bir şey. Öyle basitçe gidip insanlara sorular sormakla falan değil.
Dolayısıyla, bir soruyu sorabilmek için bile paraya ihtiyacın olduğu bir ortamda işte soruları
projelendirmek… O bu projelendirme süreçleri de -ama bunu kendim çok iyi biliyorum- aslında
bilim adamı olarak sormak istediğim soruyu bile isteye çarpıtmak zorunda bırakıyor beni.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Hayır.
Neden yapmıyorsunuz?
Projenin de belli bir formata uydurmakla ilgili yer yer bir şey olabileceğini düşünüyorum.
Yani bu demek değil ki projelerin hepsi kötü veya sıkıntılıdır. Ama yani fon alabilmek için belli
şekilde bir iddianız olması lazım. Yani mesela, fon veren, mesela Rektörlükten alıyorum fonumu
öyle kuralım. Ve bir üniversite eleştirisi yapacağım, tam da ODTÜ’nün uyguladığı sistemi
eleştireceğim. Bu fonu alamamam anlamına gelir, bu tür sıkıntıları da olduğunu düşünüyorum.
Benim proje yapmamamın nedeni, çok da ihtiyaç duymadım açıkçası. Yani zaten mastır
sürecimde dersleri tamamlamak ve tezi hazırlamak yeterince zamanımı alan bir şey oluyor.
Görüşme yapılan akademisyenlerin büyük bir çoğunluğunun projelere “pejoratif” bir
anlam yükledikleri söylenebilir. Bunun en temel nedeni projelerin çoğunlukla ‘piyasa malı’
olarak görülüyor olmasıyla ilgili olabilir. Yapılan projelerin birçoğu TÜBİTAK bünyesinde
gerçekleştirilmiş. TÜBİTAK’ın piyasa projelerine göre bilimsel bilgi üretmeden görece daha
özgür bıraktığı düşünülüyor olabilir.
Akademisyenler proje yaptıkları zaman istedikleri dili kullanmakta ya da düşüncelerini
ifade etmekte yeterince özgür hissetmiyorlar kendilerini. Ya projeden beklentiyi karşılamak
zorunda kaldıklarını ya da fonsuz kalacaklarını düşünüyorlar.
10.Yurtiçi yurtdışı yayın yapma konusunda düşünceleriniz neler? Sizin hiç yayınınız var
mı? Oranı nedir?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Yurtdışı yayınım var. Ama eğer şunu kastediyorsanız
bir akademisyenin yükselmesi için yurtdışı yayın yapma şartı var, ben bunun çok doğru
olduğunu düşünmüyorum. Yabancı dilde yayın yani. Yapılmasın demiyorum ama bunu zorunlu
koşmak yanlış. Yapılması gerekir ama yapmadı diye bir adamı yükseltmemek saçmadır. Tabi
ki dünya ile bağ kuracağız. Bunu da yurt dışı yayın yaparak bağlantılarla açıklarsın ama bir
yandan sosyoloji demek kendi toplumun insanları için yazmak demektir. İngilizce yazdığınızda
bunu kim okur akademisyenler okur. Toplum ne yapacak?
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - 1 tane yayınım var. Yayın yapan arkadaşlarımı
destekliyorum. Yayın yapmazsan bittin meselesi biraz sıkıntılı. Akademik çürüme niteliği
olmayan seri üretim bir makale yazıcılığını öğretiyor. Bunlardan pekiyi bir şey çıkmasını
beklemek yanlış. Sosyal bilimlerdesiniz yani sizin yaptığınız iş yazı ile olabilecek bir şey. Yazı
yazmayı teşvik etmek haliyle yerinde bir şey. Bir yandan ise insanlar belki bu sosyoloji
eğitiminin doktora ölçütlerinin bir sonucu. Yayın mecralarının artması ve nasıl yayın
yapabilirim konusunda yönlendirilmesi yerinde olur. Ben de birkaç şey üzerinde uğraşıyorum
aslında. Daha önce bir yönlendirilmiş olsaydım daha iyi olurdu tabi.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Yayınım bol. Yurtdışı yayınım daha fazla ama bir öncelik
farkı gözetmiyorum.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Var. Yurtdışı yayın yaptım. Yeni gönderdim hatta
bir tane. O da umarım çıkar. Bu çok uzun bir mesele. Başlı başına konferans konusu olacak bir
mesele. YÖK'ün kriterleri gereği yurtdışı yayın doçentlik de 4 puan, bir yayın yaptığın zaman
4 puan, doçentlik kriteri 6 puan. Bir yayın yapıp 2 konferansa gidersen doçent oluyorsun aslına
bakarsan. Tabi ki bu saçma bir şey. Aynı zamanda bu bir sektör oldu. Hatta para verip dergiye
bastıranlar falan var. Aynı ödevini parayla yaptıran öğrenci gibi. 1.si bu. 2.si bir eserin
İngilizce olması onun değerini artırmıyor bana sorarsanız. Ama şöyle de bir şey var mesela
bazı hocalar isim vermeyim (özellikle ilahiyatçılar) bunlar zaten İngilizce falan da bilmediği
için onların kriteri farklı. Adam mesela fakülte dergisinde, atıyorum Sütçü İmam Üniversitesi
fakülte dergisinde, oralarda yayın yaparak o 4 puansa bu 2 puan gidiyor 5 tane yazı yazıyor.
Bunu zaten kontrol eden yok. Düşük kaliteli şeyler. Bu şekilde doçent, prof. oluyor. Aslında
bunlar hiçbir şey bilmeyen insanlar. Bunu engellemek için uluslararası kriter olsun diye YÖK
merkezi sınav yaptığı gibi yurtdışı kriterini getirmiş durumda. Bu bir anlamıyla iyi. Senin
yurtdışında yayın yapabilecek kapasiten var mı diye. Fakat Dünya'da her şeyin boku çıktığı gibi
bununda boku çıkmış durumda. Bu bir sektör olmuş durumda. Para veriyorsun konferansa
gidiyorsun. Bu tarz dergilerde kariyer kapısı gibi. Ortada bir takım networkler işliyor. Yani
başarılı olan sözünü her yerde geçiren insanlar, her koşulda başarılı olurlar sonuçta. O da bir
kendini ispatlama biçimi akademide olması da gerekir. Ama bunu fetişleştirmemek gerekir.
Yani Türkiye'de çok iyi eserler yazmış ama yurtdışıyla ilgilenmemiş çok değerli insanlar var.
Ya da yurtdışında yayın yapmış ama yayınlarının çoğu çöp olan ama çok iyi yerlerde
yayınlanmış eserler var.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - İki yayınım da var. Bu iki yönlü bir şey. Yayın
yapmak elbette gerekli. Pratiği icra etmektir yayın yapmak. Ama akademinin bunu zorunlu
kılma kriterlerine tabi tutmuş olması yapısal bir problemdir. Farklı dillerde ya da kendi
dilimizde olan yayınları takip etmeliyiz gelişim ilerleme, tartışma, okuma yoluyla kazanılacak
bir şey. Bunun için buradasınız zaten. Yazmak bunun bir parçasıdır.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Yurtdışından önce yurtiçini önemserim. Bulunduğum
toplumun sorunları daha önemlidir. Dünya literatürüne katlı önemlidir tabi. Ama bu tek dil
olmamalıdır. Bilim dili İngilizce değildir.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Tabi ki bunların dengelenmesi esas. Benim yükselme
esaslı yayın yapmadığım açık çünkü yabancı yayınlarımın hepsini prof olduktan sonra yaptım.
1993’de prof oldum. Ondan sonra ve daha çok 2000 yılından sonra 35tane yabancı dilde yayın
yaptım ben. Hep kendimle yarıştım TÜBA üyesi olmak istiyordum. Yoksa kimsenin bir şeyler
yap dediği yok . Ayrıca 17 tane de Türkçe kitabım var. 60 küsür makalemin 30 tanesi de Türkçe.
Uluslararası yayını tabi çok önemsiyorum
önemsemeyenlerin
de yapamadıklarını
düşünüyorum. Tabi o çembere girmek çok daha ciddi çalışmalar gerektiriyor. Tabi burada
ahbap işi sen yaz ben okuyayım, yurtdışında bir makale buradaki beş makaleye bedel. Bir takım
eleştiriler olabilir, o dergilerin istedikleri kapsadıkları vs konularda veya kapsamda araştırma
yapıldığı ileri sürülebilir. Bu da tabi ki bana göre sadece bahane olur. Çok sayıda dergi var,
sadece sosyoloji değil kadın konusunda, çevre veya afet hiçbir sınır yok. Dediğim gibi üç bin
dergi var bunların içinde Üçüncü dünyaya da açık dergiler çok veya farklı düşüncelere ve
konulara odaklı dergi var. Ama yükseltme ölçülerinin tamamen yurtdışı olması vs konusunda.
Kitap mı yoksa makale mi sosyal bilimlerde daha önemli derseniz, çok kitap yazdım ama ben
makale okurum ama yurtdışı makale okurum yani yeni bir şey öğreneceksem. Türkiye’de ne
diyorlar deyince de ona da bakıyorum zaten. Her şey online oldu Sosyal Bilimler Enstitüsü
(SBE) müdürüyken Ankara Üniversitesi SBE’nin hiç dergisi yok diye Ankira dergisini de
çıkarmaya başladık. Daha doğrusu şöyle diyeyim, Sosyoloji Derneği dergisinin editörüyüm,
Ankira’nın kurucusuyum. Doktora diploması alabilmek için doktoradan yayın isteniyordu.
Dergimiz olmadığı için başka yerlere muhtaç oluyorduk. Son olarak hem bilim adına hem de
insanlara destek olmak için bölüm adına Yurt ve Dünyayı da çıkarıyoruz. Üç dergi az bir şey
değil.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - İki uluslararası index ile tanınan dergilere yayınım var.
1 uluslararası taranan dergide yayınım var onun dışında ulusal yayında sıkıntımız yok.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Yurtdışına özel olarak yayın yapmıyorum. Yaşlılık
üzerine yayınlar yapıyorum.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Yayınım henüz çok fazla yok akademiye yeni katıldığım
için. Kriterlerde yayın önemli zaten ve bu yayınlar basılabiliyor. Doçentlik kriterlerinde
yayınlar önemli zaten.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Destekliyorum yayın yapmayı. Benim yurtdışı
indekslerde yayınlanan makalelerim var. 7 tane uluslar arası sempozyumum var, 3 tane yayın
editörlüğünü yaptığım yer var.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Karşı değilim fakat sadece işi yurtdışında yayın
yapmak biçiminde algılarsak o zaman akademisyenin yayınının yurt dışına endeksli olarak
kabul edilmesi bunun akademisyen olmanın bir kanıtı olarak görülmesine karşıyım, ama
Türkiye’deki araştırmaların sesinin duyulması açısından önemli buluyorum. Benim iki tane
yayınım var indeksli yayınlar bunlar ama geri kalanı Türkiye’de yapmış olduğum yayınlar.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Yani ortak bir makalemiz var ingilizce olarak
ben yurtdışı yayının önemli olduğunu kendi çevresinde insanın sınırlı kalmaması gerektiğini
düşünüyorum.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - İkisinde de var. Yeterince yapabiliyorum.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Var tabi ki var, burada zaten yayın olmazsa ODTÜ’de
yükselmen mümkün değil. Yani şimdi burası birkaç, ODTÜ biraz değişik, diğer üniversitelerle
çok karşılaştırmak mümkün değil. Burada her şeyden belirli sınırlar var, onları yapmanız
gerekiyor. Belirli bir Türkçe yayın lazım, belirli bir uluslar arası yayın lazım, belirli nitelikte
ve sayıda… İşte eğitimde belirli bir performansınızın olması lazım. Yani her alanda bir şey
isteniyor. Zaten onları karşılayamazsanız da şey yapamıyorsunuz, yükselemiyorsunuz.
Peki yeterli yayın yapma olanağı olduğunu düşünüyor musunuz hocam, sizi tatmin ediyor
mu?
Şimdi bu genel bir soru olarak burada çok çalışmaz. Bu çok ODTÜ ile ilgili bir şey. Yani
ODTÜ’yü konuşmak lazım. O mantık daha başka yani diğer üniversitelerden belki Bilkent,
Boğaziçi, birkaç özel üniversite daha uyabilir. Diğerleriyle uygun bir şey değil. Yani buranın
sorunu farklı bir yerde… Tabi ki yayın yapmak lazım tabi ki şey yapmak lazım ama ODTÜ
genelde, genelde değil özel olarak da yabancı yayına öncelik veriyor. İngilizce, daha çok
İngilizce yayına, İngilizce yayında da her İngilizce yayın değil, A sınıfı diye kategorilenen bir
şeyler var, dergiler var. Oradaki yayın esas, en önemli olan onlar. Türkçe yayına da önem
veriyor ama en önemlisi o. O olmazsa da yükselemiyorsunuz. O da bizi, özellikle ODTÜ
Sosyoloji bölümünü ya da ODTÜ’yü sosyal bilimleri Türkiye’den çok koparıyor. Çünkü Türkçe
yayınlar çok arka planda kalıyor. Türkiye’deki tartışmalara müdahale etmek zorlaşıyor. Çünkü
bir taraftan biz de yayın yapmak için de bir araştırmanızın olması lazım. O araştırmanın üstüne
bina ediyorsunuz çoğu zaman yayınları. İkisi de baya bir zaman gerektiriyor, baya bir çalışma
gerektiriyor. İşte dersler var, tezler var onun dışında bir sürü hiç planlayamadığınız işler var.
Önceden planlayamayacağınız işler var. O yüzden tabi ki yayın meselesi zor oluyor ama bence
en önemli meselesi Türkiye’deki entelektüel ortamdan koparıyor. Yabancı yayına doğru gittikçe
Türkiye’deki tartışmalar, Türkiye’deki yayınlar ikincil hale geliyor.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Ya biz ODTÜ’lüyüz. Zaten mesleki yönelimimiz ve
meslekteki bütün terfi sistemimiz son birkaç yıla kadar -o da laf olsun diye Türkçe yayın
zorunluluğu getirdiler- son bir kaç yıla kadar zaten uluslararası yayın. Yani ODTÜ’nün bu
konudaki iddiası şeydir. Biz Türkiye’dekilere seslenmiyoruz, biz dünya çapındaki sosyo... Bu
doğrudur/yanlıştır bilemem ama iddia böyle bir iddia. Aslında yerini de uluslararası akademik
iş bilimi bölümünde bulur. Bize getirilen yönelim böyle bir yönelim. Terfi edebilmek için
yurtdışında yayın yapmalıyım. Türkiye’de bir tane yayın 20 yıl içinde yapmam yeterli. Ama
yayınlarımın esas önemli ağarlığı yurtdışıdır. Bu iyi mi? Kendi başına iyi ya da kötü olduğunu
zannetmiyorum. Yani bu bizi tabi ki kendi yazılarımızın şeyini, dünya akademik diline ve
kalitesine uydurmak zorunluluğunda bırakıyor. Ama tabi ki o da oraya bu süreçte nötr, masum
bir süreç değil. Yayınlar etrafında çevreler var. Ve son derece politik ve ekonomik etkilerle
işliyorlar ve yayın yapabilmeniz için yayınlarınızı gene bunların taleplerine de uydurmak
zorundasınız. Bu da işte aslında gene aynı şeyi söyleyeyim, başta ortaya koymak istediğiniz
problematik, o dile uymuyorsa ona göre modifiye etmenizi gerektiren bir şey. Buna karşılık
Türkiye’de yayın yapılmasına gelince de çok önemsiyorum aslında.
Buraya geldiğinizden beri belki daha çok önemsiyorsunuzdur hocam?
Evet evet. Yani ama şöyle de söyleyeyim yani bu benim reddettiğim bir şey olmadı hiçbir
zaman zaten. Türkiye’deki bir sosyologun, filozofun, tarihçinin Türkiye’nin meseleleriyle
ilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum. ODTÜ’nün özel bir durumu var. ODTÜ, Boğaziçi gibi
okulların, bunların dilleri de yabancı, üzerine oturdukları, eğitimimizi aldığımız literatür de bu
dillerden geliyor aslında, Türkçeden gelmiyor. O yüzden de görüyorsunuzdur işte derste bazı
lafların Türkçelerini sizlere çıkarıp söyleyivermekte zorlanıveriyorum. Çünkü bu tabi mantık
farkını da getiriyor. Yani dil başka bir mantığı da getiriyor, üzerimize yapıştırıyor. Bu tip
zorluklar var. Bunların aşılması gerekir ama yurtdışı bir oryantasyonda akademisyenlerin bir
dezavantajı olmadığını düşünüyorum. Yani tam tersine, bir katkı olduğunu düşünüyorum.
Çünkü burayla, buranın yerelliğiyle dışarının küreselliğini bir şekilde bağlamak zorundayız
sonuçta. Böyle!
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Yayın yapmak, bilginin paylaşılması, tırnak içinde
çok kıymetli ama bunun bir puan toplamaya dönüşüyor olması aynı ölçüde tehlikeli gördüğüm
bir şey. Derece alabilmek için yayın yapmak, kademe atlayabilmek için yayın yapmak, cv’ye
yazmak için yayın yapmak… Bunların hepsi, sosyolojik bilginin niteliğini düşüren şeyler bana
kalırsa. Yani belli yerlerde düzenli olarak yazıyorum ama akademik yayınlar değil bunlar.
Puansız yayınlar mı?
Evet, puansız yayınlar, aynen öyle. O yüzden bir duruyorum. Akademik değil demek zaten
puanı olmayan yayın demek. Yoksa akademiyle diğer şeyi ayrıştırmıyorum zaten.
Yabancı dilde yayın yapma zorunluluğu akademisyenlerin fikren ortaklaştıkları bir konu
değil. Bazı akademisyenler ‘yurtdışı yayın bizim işimiz değil, bulunduğum toplumda sosyoloji
yapıyorum dolayısıyla o toplumun dilinde yayın yapmalıyım’ derken; bazıları ise yabancı
yayının adaleti sağladığı görüşünde…
Türkiye’de yapılan görüşmelerden çıkan sonuç şu ki; hemen herkesin kabul ettiği konu:
Türkiye’de yayın yapmak artık ahbap-çavuş ilişkisi üzerinden çoğunlukla sağlanmaktadır.
Elbette istisnalar bulunmakla birlikte yayın yapmak çok da zor ya da bilimsel kriter niteliği
taşıyor gibi görünmemektedir. Oysa yurt dışında yayın yapmak için birçok aşamadan geçmeniz
ve makalenizin bazı bilimsel kriterleri sağlıyor olması gerekmektedir. Sosyal bilimler yazmak
edimiyle hemen hemen eşdeğerdir. Yani yazmadan sosyal bilim olmaz. Yazdıklarınızın
bilimsel kriterlerinin objektif süzgeçlerden geçmesi ise bugün sosyal bilimler için oksijen tüpü
kadar hayatidir. Türkiye’de bu çarkların tıkır tıkır döndüğünü iddia eden hemen hemen kimse
yoktur. Dolayısıyla bugün Türkiye’de bir akademik eşik olarak yurtdışı yayın kullanılabilir,
işlevsel bir hakemlik organı gibi gözükmektedir. Üstelik Türkiye’de her üniversitenin yayın
politikası da bir değildir. Örneğin başta ODTÜ olmak üzere, Boğaziçi gibi eğitim dilinin de
İngilizce olduğu üniversitelerde yabancı yayın ‘Allah’ın emri’ gibi görülmektedir. Yani bazı
üniversitelerde yurtdışı yayının esamesi okunmazken bazı üniversitelerde tek ve biricik ölçüt
olarak görülmektedir.
Bunun dışında bir diğer sorun da yayın yapma meselesinin özellikle akademik camiada
puan/bonus olarak algılanması ve bilim-bilgi üretmekten çok puan toplama yarışının bir parçası
olunmuş gibi gözükmektedir. Seçilen konulardan, yazılan makalelere kadar artık bilimsel
çabaların yerini bürokratik çabalar almış gibi gözükmektedir.
11.Kitap mı yoksa makale mi sosyal bilimlerde daha önemlidir?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Ben kitabın daha önemli olduğunu düşünüyorum çünkü
kitap daha bütünsel bir şey sunar makale öyle değildir. Kitapla başlar. Tabi ki çok etkili
makaleler olmuştur. Genel olarak kitap bütünsel bakış açısı sunar. Makalede en fazla veriler
sunarsın ya da kısa tartışmalar yaparsın.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Bu zor bir soru. Ayrım yapılabilir mi emin değilim.
Ama ben sadece makale üzerinden yeterli bulmuyorum kitap monograf halinde bir meseleyi ele
aldığından çok daha değerli bir katkı veriyor. Tercih yapılamaz ikisi arasında kesinlikle. Ama
kitapsız olmaz diye düşünüyorum.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Bence kitap.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Bu da tek başına daha önemli denilecek bir şey
değil. Mesela bazı makaleler var. Mesela Şerif Mardin'in yazdığı Merkez Çevre Makalesi. Belki
100bin kere referans verilmiştir. Çok önemlidir. Ama kitap da çok başka bir şey. Bir konuyu
derinlemesine ele almak ayrı bir şey. İkisi arasında tercih yapmak çok mantıklı değil. İkisi de
çok önemli. Ama mesela yabancı dergilerde ki makaleye kitaptan daha çok şey veriyor YÖK.
Dolayısıyla niye yazayım ki o zaman kitap çünkü makale yazmak daha kolay. Daha kısa.
Enerjimi ona verip daha çok puan alırım. Mesela bazı gelenekler vardır. Siyasal da yazarın
kitabı olmasına daha çok önem verirler. Bu iyi bir gelenek. Hocanın kendini ispatlaması gibidir.
Teşvik edilmesi gerekir.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - İkisinin arasında fark olduğunu düşünmüyorum. Bu
bir biçimdir. İçinde ne olduğu önemlidir ve nitelikten ödün vermemeliyiz.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Dünya ölçeğinde makale daha önemlidir. Kısa, ulaşımı
kolay. Türkiye de ise okuma alışkanlığı açısından kitap daha önemli ve daha kalıcıdır.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl)- Tabii makaleler konu odaklı ve güncel. Bir kitabın
yazılması uzun zaman alıyor. Bilgiler en az üç-beş sene geride kalıyor. Eğer günceli yakalamak
istiyorsak makale okumalıyız. Dün bir konuda çalışma yok iken bugün çıkıyor.. Tabi dil bilmek,
yabancı dergileri uluslararası dergileri okumak şart. Eskisi gibi yurt dışına gitmek gerekmiyor.
Okuduğunu anlayıp yararlanabilecek derecede bir dil bile yeter. İlla Fransızca ve Almanca
bilmek gerekmiyor. İngilizce biliyorsanız bütün realiteye ulaşırsınız. Biz de İngilizce abstract
veriyoruz; Almanlar da İngilizce abstract veriyor, hepsinin paraleli var.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) – İkisinin de farklı bir içeriği ve farklı bir talebi var.
Makalenin daha hızlı ulaşım imkanı fazla. Dolayısıyla makaleye ulaşım daha kolay. Önem değil
ulaşılabilirlik açısından değerlendirirsem makaleye ulaşmak daha kolay olduğu için okuyucu
kitlesi fazla olarak düşünebiliriz.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Kitap önemli. Derli toplu oluyor. Fikir ayrıntılıdır. Her
istediği zaman ulaşılabilir.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Makaleden daha fazla yararlanılıyor. Çünkü daha derli
toplu ve konunun özünü veriyor. Bilim ayrıntılarda yapılabilir bu nedenle kitaplar bilim
yapmak için bir hazine diye düşünüyorum.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Kitap benim nazarımda daha önemlidir.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Benim için ikisi de önemli. Makale küçük çaplı
bir konuyu derinlemesine ve özet bağlamında ele aldığı için daha kolay çıkıyor olarak
düşünülebilir. Ama kitap beni daha çok korkutuyor. Makalede kontrol imkânınız yeniden
gözden geçirmeniz kontrol imkânı daha kuvvetli. Bizde makale ağırlıklı. Kitaplara son
zamanlarda daha fazla yönelim var.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Aynı şey ikisi de önemli katkılardır önemli olan
biçim değil içeriktir.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Makale tabi ki. Makaleler hakemlerin elinden geçer.
Derginin hakem komiteleri iyiyse en kötü ihtimalle üç kişinin elinden geçer. Bilimsel dergiler
olmak koşuluyla makale.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Valla ikisi de önemli ama bir yerde kitabınızın olması
şart bence Türkçede. Çünkü tanınırlık, aslında kalıcılık kitapla oluyor.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Böyle bir yeğlik olduğunu düşünmüyorum ama
günümüz eğilimleri ufak meselelerden küçük makaleler ve onlardan çabuk terfiye yönelmiş
olduğu için bu da meslek olarak sosyologun, bir akademik meslek olarak sosyologun tepesinde
asılan bir şey. Yönelmiş olduğu için tabi ki akademisyenler bu makalelere daha çok
yöneliyorlar. Ve uzun soluklu kitap yazmak yerine oradaki bir fikri alıp kırpıp kırpıp, yıldız
yapıp ondan beş tane makale çıkarıp çabucak doçent ve profesör olmayı tercih ediyorlar.
Hangisi daha doğrudur bilmiyorum. Yani bir kitap her zaman bir tartışmanın, bir
argümantasyonun daha kapsamlı daha çerçeveli bir şekilde ele alınmasına olanak veren bir
enstrüman tabi ki. Makaleler böyle olmaz. Kendini tamamen makalelere hapsettiğin zaman
argümanların bu bütünlüğünü kurmakta bir zorluk yaşandığı doğrudur. Kitap bunu aşabilir
aşma potansiyeli olan bir şey yani tıpkı bir roman gibi bir olayı başından sonuna ortaya koyma
potansiyeli olan bir şey. Hâlbuki makalede sadece bir olayın tek bir öğe içerisinde ele alma
şansın var. Ama bu yüzden birisi daha kötü birisi daha iyi demek yerine kötü ya da iyi olanın
sadece birisine hapsolup kalmak olduğunu söyleyebilirim belki.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Yani sanırım şey, nasıl bir tartışma yürütmek
istediğinize bağlı bir şey. Hani belli bir tartışma için makale daha uygun bir format olabilir.
Bir, mesela doktora tezi bir makalede anlatılacak bir şey değildir, çoğu zaman. Sanırım
niteliğine bağlı bir şey.
Kitap da makale de çoğu akademisyen için arasından birinin daha önemli diyerek tercih
edilebileceği bir noktada durmamaktadır. Çoğunlukla verilen cevaplar çalışılan konuya, içeriğe
ve amaca göre bu önemin değişeceği yönündedir. Kitap çoğunlukla daha bütünlüklü ve uzun
soluklu bir çalışmanın mahsulü olarak görülmekte ve özellikle sosyal bilimlerde tarihe
düşülecek bir not olarak görülmektedir. Bilim dünyasında kalıcılığının daha fazla olduğu
düşünülmektedir. Ancak makalelerin ulaşılabilirliği günümüz koşullarında çok daha kolay hale
gelmiştir ve belki de bu yüzden çok daha tercih edilir konumdadır.
12.Üniversitede yükselme ölçütlerini nasıl buluyorsunuz? Fen bilimleri ile aynı ölçütlerin
kullanılması hakkında neler düşünüyorsunuz?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Bu zaten saçmalık bir, iki bunun yayına bağlanması da
saçmalık. Elbet yayın yapılması ve teşvik edilmesi gerekir. Ama bunları zorunlu tutmak başka
bir şeydir böyle olunca yayın kalitesi de düşer. Başka ölçütler bulmak gerek. Parayla yayın
yapan dergiler ortaya çıkmaya başlıyor. Dolayısıyla yayın yapmak bir ölçüt olamaz yayının
niteliği belki ölçüt olabilir.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Çok iyi bilmiyorum ölçütleri. Ne kaç puan ediyor ne
yapmak için kaç puan gerekli bilmiyorum. Çok bilgili olduğum bir alan olmadığından
cevaplayamayacağım.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Fen bilimleriyle aynı ölçüt olmaz. Yapılan işler farklı.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Tabi yani aynı şey olması çok uygun olmuyor çünkü
adamlar deney falan yaptıkları için sürekli laboratuarda kan testi, sarılık testi yapıyor. Bin tane
olay var. Onlara hazır geliyor. Zaten hastanedeler adamlar. Dolayısıyla fabrikada gibi yayın
yapıyorlar. 300-500 tane makaleleri oluyor. Her ay deney ve hasta istatistikleriyle bir ürüne
dönüştürüyorlar. Bizde mümkün değil. TÜBİTAK'dan bütçe alacaksınız, insanlardan data
toplayıp, bilgisayara gireceksiniz. Yani en az 2-3 sene gerekiyor. Dolayısıyla aynı kriterde
olmuyor.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Bunlar olmadan da olması mümkün değil. Sistem
öyle bir sistem ki sürekli performans ölçme, herkesi yarıştırma halini akademiye de sirayet etti.
Bu iki kriter bir olmamalı. Yükselme denilen şey çok saçma. Biz yatay örgütlenme içinde
olmalıyız. Yükselmeyi sorgulamak gerekir. Özgürlükten muhaliflikten veriyorsunuz.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Tartışmaya açıktır. Ben doğru bulmuyorum. Kim
belirliyor bunu yine batıyı dikkate alarak belirleniyor. Bizim sömürgeci zihniyetten kaynaklı.
Proje yayından daha önemlidir.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Hep söylüyoruz,İlhan Tekeli’yi örnek veriyorum
tartışmanız için, İlhan Tekeli’nin hiçbir zaman yabancı yayını olmamış.Tübitak ve Tüba ‘da
bazı komisyonların başkanıydı ve ben de onunla birlikte uzun yıllar çalıştım. Tüba’ da o mesela
derdi ki” benim bir tane eserim var,Türkçe yazılmış.Önemli değil, dili yerli veya yabancı olsa
da önemli bir şeyse herkes okuyor.”Bütün dünyada bu eserereferans verilmiş. Çünkü o tek ve
önemli bir kaynak. Önemli bir şey yazarsanız ona millet ulaşıyor, zaten değerliyse.
Sosyabilimlerin de gönül ister ki tabi fen bilimlerindeki kadar çok bilimsel dergisi olsun. Sosyal
bilimlerde çok dergi var ama çoğu popüler, akademik dergi az.Problemlerin üstesinden
gelebilmek için her Fakulte benim Ankira’yı çıkarmam gibi” kendin pişir kendin ye” tarzında
herkes dergi çıkardı. 200 tane üniversite varsa hepsinin her enstitüsünün fakültesinin dergisi
var Bizim DTCF’nin vaktiyle bölüm bölüm mesela felsefenin çıkardığı dergiler var.
Fakültelerin içinde beş-altı dergi çıkıyodu.. Bu kapalı devre çalışıyosun yine sen ben o, bu kimin
yazısı vs. Dışarıya yolladığın zaman “blind review” diyolar. Yani kapalı , kimin yazısı belli
değil. Objektif bir şekilde bu nasıl bi araştırmadır vs. zaten yurt dışına yolladığımızda sadece
Türkiye’den geldiğini anlıyorlar.Çünkü veri Türkiye’den. Her neyse o objektif verilerle hakemli
dergilerimiz iyi olsa bence hiç kaçarı yok daha iyi olur ve herkes okur.. O, yerli yabancı ölçü
buradan kaynaklanıyor. Fenbilimleri sağlık tıp mühendislik,yurtdışı yayın ölçütünü
arıyor.Onların dergileri tabi çok çok daha fazla sayıda.Sosyal bilim dergileri olarak üç bin de
az değil ama biz yabancı dil bilmiyoruz ve bu handikap oluyor.Çevirmek önemli değil para
verir yaptırırsın ama onu okumadığın için onun ne beklediğini bilmezsen o literatürü
taramazsan o standartta bir şey üretmezsin. İşte konu bu. Ben bu yüzden her zaman aşırıya
gitmeksizin, bizim de fen bilimlerinin, en azından şunu düşünmüşümdür, sosyolojide
fenbilimleri ölçütü uyar.Ama edebiyatta uymaz, adamın ne dergisi olacak.Sözgelimi Hititoloji
dergisi gibi. Bizim gibi sosyoloji hakikaten uluslararası piyasası olan bir alan ve üç bin dergi
sosyal bilimler dergisi var. Bu sadece bizim beceriksizliğimizden, yayın yapamıyoruz. Buna da
bahaneler buluyoruz ülke gerçeği ,sağcılık,solculuk vs gibi. Oku onu sen de yarış. Ama hukuk
gibi bazı alanlarda fazla dergi olmuyor.Bazı alanların fazla dergisi de yok. Bu fen bilimleri,
sağlık bilimleri, sosyalbilimler için ölçütler aynı olmamalıdır. Ayrıca yayın farklılıkları sosyal
bilimlerin kendi içinde de var.Bence sosyoloji yabancı yayın yapabilir.Ama diyelim fenbilimi
olduğu halde istatistik vematematik yapamıyor.Sosyalin içinde hukuk yapamıyor.Ama
siyasal bilimlerin hepsi yapar bizden ala yapar. Psikoloji hepsinin üstünde yapar o
kadar kolay. Ama fen bilimleri kadar sık yayın yapamayız.Fen bilimlerinde bir deney bir
makale şeklinde oluyor. Kimya ve fizikte senede 25 makale yazan hocalar var o ölçütler sosyal
bilimlerde gerçekçi değil. Herkes yılda 25 yayın yapamaz.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Aynı olmaması gerektiğini düşünüyorum. Sosyal bilimde
bilim yapma ile doğa bilimleriyle bilim yapma aynı şey değildir. İçeriği yazım şartları yazım
koşulları aynı süreci ifade etmiyor bu yüzden ikisinde de ayrı ayrı kriterler olması gerekir.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Ölçütler yanlış.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Fen bilimlerinde deneyi makaleleştiriyor ve ondan
puan kazanıyor. Bizim özellikle nitel çalışmalar yıllar sürüyor. Bizim yaptığımız kaliteli bir
çalışma fen bilimlerinde yapılmış 10 çalışmaya bedel. Fakat niteliğine değil niceliğine
bakıldığından sosyal bilimlerde daha sıkıntı oluyor. Bizim malzememiz çok kriterleri
yakalamak olanaklı. Nitele dönüş var.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Benim bu konuda hiç sorunum olmadı en yeni
kriterlerle bulunduğum yerdeyim. Fakat sosyal bilimlerin kendilerine has kriterleri olmalıdır.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Çok yanlış buluyorum. Fen bilimlerinin
kriterlerine bağlı olduğu için bizim yükselmelerimiz gecikiyor. Bence sosyal bilimlerin
kendilerine özgü bir kriter belirlenmesi gerekiyor.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Tabi doğru bulmuyorum fen bilimlerindeki
araştırma süreciyle sosyal bilimlerdeki araştırma sürecinin aynı olduğunu düşünmüyorum. Hal
böyle olunca fen bilimlerindeki kriteri sosyal bilimlere dayandırmak sadece sonuç odaklı
olmaya iter.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Hemen hemen aynı ölçütlerde değerlendiriliyor.
Makalede eşitsizlik var. Yerli yayına az puan, yabancı yayına çok puan veriliyor.
Üniversitelerde eğitime daha fazla ağırlık verilmeli. Üç öğrenci yetiştirmek daha fazla önem
taşıyor yükselmede. Ders verme, tez yönetme. Fen bilimleri ile sosyal bilimler arasında fark
yoktur. Ama fen bilimlerinin klinik bilgilere dayalı olması, laboratuar deneylerinin hemen
hepsinin özgün olmasını sağlıyor. Biz klinik yapamıyoruz. Fen bilimlerinde de teori zor.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Burada öyle değil. Burada tabi şey değil, her bölüme
göre bir düzenleme var. Diğer üniversiteleri bilmiyorum. Ama mantıkla ilgili bir problem var.
Yani şeyden ziyade, puanları şu bu olmasından ziyade bizim için Türkçe yayın çok daha önemli.
Fen bilimlerinde, mühendisliklerde o kadar önemli değil. Yani muhtemelen onlar için de
önemlidir ama bizdeki kadar önemli olduğunu zannetmiyorum. Daha doğrusu onlar o
konularda pek fikir beyan etmiyorlar. Onlar daha araştırmaydı yayındı, işleri biraz daha farklı
çalışıyor. Bizde araştırma farklı bir şey, yayın farklı bir şey. Yerine göre ders bile farklı bir şey
olabiliyor. Yani verdiğiniz bir dersten yayın yapmanız, ya da o dersle ilgili bir yayın yapmanız
her zaman mümkün olmuyor bizde. Ama mesela bu fen bilimlerde falan biraz daha değişik, çok
iyi bilmiyorum şeylerini de almayayım. O yüzden bu iki farklılığı göz önüne alacak bir şey
lazım. O ne kadar, en azından ODTÜ’de çok gözetilmiyor. Daha çok mühendisliklerin, fen
bilimlerinin bazı dallarının etkisi oluyor ve ona göre bütün bu yükselme yanınla atama falan
oldu. Yıllardır da bu tartışılıyor, sürekli tartışma konusu. Diğer üniversiteleri bilmiyorum ama.
Çünkü diğer üniversitelerin hiçbiri, en azından belki birkaç üniversite dışında, ODTÜ kadar
bunu sert ve şey uygulamıyor, sıkı uygulamıyor. Yani o, buradaki, ODTÜ’deki hocaların da
çoğu zaman aleyhine çalışıyor.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Aslında aynı değil. Yani mesela bir örnek vereyim.
Kimya bölümünden ki yayın yapmanın çok kolay olduğu bir alandır. Bir de yani kimya ya da
benzeri alanlarda şöyle bir şey var; araştırmalar tek başına gerçekleştirilemiyor ve
araştırmaların şurasına yani 160-170 belki daha fazla imzalı makaleler basman olası. Bu da
mesela kimya bölümlerinde bulunan bir akademisyenin diyelim ki yılda 10-15 makale
basabilmesi olanağını doğuruyor. Bu makaleler bir de şöyledir; yani isimleri, makalenin
yazarlarının isimlerinin sayfalar aldığı makalenin kendisinin aslında 1-2 sayfadan ibaret bir
çalışma olarak durduğu bir şeydir. Bu nedenle diğer yerleri o kadar bilmiyorum ama ODTÜ’de
bu arada bir farkı vardır. Yani bir kimyacının doçent, profesör olması için ondan yazması için
de imzası bulunmasını talep eder. Ama makale sayısıyla bir sosyologun bir tarihçinin,
felsefeciden talep edilen makale sayıları farklıdır. Ne bileyim ondan 16 isterler, sosyolojide 3
tane isterler falan gibi. Fakat burada aynı kritere dediğin yerde şöyle bir aynılık var. Bütün bu
değerlendirmelerin içerik üzerinden değil, nitelik üzerinden değil nicelik üzerinden
kurulmasıdır. Bu da mesela özellikle beşeriyatta sadece sosyolojide değil, yazılan makalelerin
içeriğinde ciddi bir düşmeyi sayılarında da ciddi bir artmayı getiriyor aslında.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Yani ilk konuştuğumuz mesele, hani sürekli bir puan
toplamaya dönüyor olmasıyla aynı eleştiri bana kalırsa. Bilginin daha niceliksel bir hale
dönüşüyor olması. O konuda benim için, bizim üç sene önce kaybettiğimiz bir hocamız vardı:
Hasan Ünal Nalbantoğlu. Yani o çok ilginç bir örnek bana kalırsa. Çünkü otuz sene, nasıl
söyleyelim, çok fazla yayını olmayan bir hoca ve onun döneminde bu kadar katı değil yayın
yapma meseleleri. Profesör olduktan sonra ve yani işte otuz yıl sonra iki çok kıymetli kitap
çıkarttı. Yani belli bir bilgi birikiminin sonunda üretimin ortaya çıkmasıydı o. Hani sürekli, her
yaşımda, sürekli sürekli sürekli yayın yapmak değil mesele bana kalırsa.
Genel olarak tüm katılımcılar aynı ölçütlerin kullanılıyor olmasının yanlış olduğunu dile
getirmişlerdir. Sosyal bilimlerin fen bilimleriyle aynı ölçütlere sahip olmadığı ve bu sebeple
aynı ölçütlerin kullanılmaması gerektiği söylenmiştir. Bu durumun yapılan yayınların niteliğini
düşürdüğünü çünkü bu noktada niceliğin ön plana çıktığı dile getirilmiştir. Sistemin sürekli
olarak herkesi yarıştırma halinde olması ve fen bilimlerinin kriterlerine bağlı kalındığı için
yükselmenin geciktiğinden söz edilmiştir. Bu sebeplerden, görüşülen tüm akademisyenler aynı
ölçütlerin kullanılıyor olmasını eleştirmişlerdir.
Ancak bunlara rağmen sosyal bilimlerin ikinci sınıf vatandaş konumuna da
düşürülmemesi gerekir. Bu ölçütler kalktığında ya da gevşetildiğinde yurt dışı yayın yapma
potansiyeli taşıyan akademisyenler de işlerine yaramayacağını düşünerek kendilerini
zorlamamaktadırlar.
13.Sosyal sorumluluk alanında neler yapıyorsunuz?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Gazetelere yazıyorum. Televizyonlara röportaj
veriyorum. Bir akademisyenin zaten bu tür araçlarla toplumsal sürece müdahale etmesi
beklenir zaten.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Gazete yazısı yazıyorum bazen. Bunun önemli bir şey
olduğunu düşünüyorum. Sosyologların kendi alanlarının ötesinde güncel meseleler dahilinde
sosyolojik bir gözle bakış ve yorum geliştirmelerinin gerekli olduğunu düşünüyorum ve
kendimce de bir şeyler yapmaya çalışıyorum.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Konferans, seminer vb. katılıyorum.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Yapmıyorum. Sosyal sorumlulukla pek
ilgilenmiyorum. Bilimsel işlerle daha çok ilgileniyorum. Katıldığım oldu. Geçen hafta bir
workshop'a gittim. Tv'ye çıktım yazdığım bir tezle ilgili. Ama o da önemli bir şey. Genç olduğum
için çıkıp da oralarda şey yapmak istemiyorum. Yani tabi bir takım insanlar var. Demirbaş gibi
Tv'ler de. Ondan da pek hoşlanmıyorum ama yapılsın bir sakınca yok.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Kitlesel örgütlenmeden sınıf siyaseti içinde yer
almaya çalışıyorum.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Hepsine ücretsiz yazıyorum. Zaten yaptığımız en iyi iş
o zaten topluma karşı sorumluluk bu.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Kongreler, altı tane kongre yaptım.Sosyoloji
Derneğinin tüm kongrelerini düzenledim Hepsinde benim önsözüm vardır yayına dönüşmesi vs
hepsi sosyal sorumluluk bence. Derneğimiz zaten sivil toplum kuruluşu ve kamu yararına
yaptığı bütün faaliyetler. Bence en önemlisi de Yurt ve Dünya sosyal sorumluluk
projesidir.Akademik yükselme için yapmıyoruz oradaki makaleleri hakeme göndermiyoruz
Behice Boran’ın yaptığı gibi biz de tamamen halkımız ve ilk halkımız olarak da öğrencilerimizle
yaptığımız çalışmaları paylaşıyoruz. Birinin orda yazdığı yazıdan dolayı doçentliğine
profesörlüğüne puan alamaz. Sorunları güncel konuları ele alıp inceliyoruz. Yayın amacımız
dünyada olanları yurtta duyurma vs. en son gezi olayları hakkında yazmıştık şimdi de yolsuzluk
vs konusunda güzel yazılar bekliyorum. Bunların dışında Mardin’de yaptığımız yaz okulumuz
da sosyal sorumluluk projesidir.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Radyo programlarına konuk oluyorum mesela 1 sene
TRT’nin sesinde ayda bir program yaptım. Onun dışında ulusal ve uluslararası kongre ve
konferanslara katılımlarım var.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - TRT’de özel günlerde konuşmalar yapıyorum.
Konferanslar oluyor bunlar özellikle gerontoloji alanında.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Konferanslara katılmaya çalışıyorum ama yazdığım
gazete, dergi, sitede yazmıyorum.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - TRT’de uzun bir süre radyo programında
bulundum. Hepsinde bulundum. Uluslar arası alanda da.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Bir dönem tv ve radyoyu yoğun olarak
kullandım. Aile kadın yaşlılık konusunda hem televizyon hem radyoda konuşmalar yaptım.
Şimdi onlara zaman ayıramıyorum ama konferanslar yoğun olarak devam ediyor. Onlardan da
çok büyük keyif alıyorum. Üniversite adına çeşitli etkinlikler düzenliyoruz.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Maalesef yok
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Akademik faaliyetlere bağlı konferans, tebliğ, makale
vb. hazırlıyorum. Yani bu kapsamda panellere, konferanslara çıkmaya çalışıyorum. Ama sivil
toplum kuruluşlarıyla ilgili çok bir şey yapmıyorum.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Yani işte, dışarıdan belki konferanslara ya da
konuşmacı olarak çağırırlarsa, kendi ilgi alanıma, çalıştığım konulara uyarsa gidiyorum. Onun
dışında başka…
Gazete, televizyon vs. Olabilir ama çok fazla şey yapmadan…
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Hiçbir şey. Sosyal olarak sorumlu birisi olduğumu
zannetmiyorum.
Buna nasıl bir anlam yüklüyorsunuz peki? Yani neden böyle düşünüyorsunuz?
Şundan öyle düşünüyorum; başkaları adına sorumluluğu üstlenecek ve taşıyabilecek
kadar becerikli, maharetli ve bilgili birisi olduğumu düşünmüyorum.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Sosyal sorumluluk. Tartışmalı bir kavram aslında.
Yani ben politik alan demeyi tercih ediyorum açıkçası. Ve politik alanla akademik alan benim
için çok farklılaşan şeyler değil. Daha doğrusu akademik herhangi bir yazının politik
olmadığını düşünmüyorum. Yani yazdığım her şey politik geliyor. Sosyal sorumluluk yerine
kullanabilirim bunu sanırım, sizin söylediğiniz anlamda. Televizyona çıkmadım tabi de…
Yayını
önemsiyorum
dediğim
gibi.
Düzenli
yazmaya
çalışıyorum. Konferans
ve
sempozyumların aynı ölçüde kıymetli olduğunu düşünüyorum. Çünkü çoğunlukla üretime
zorlayan şeyin bizi, karşılaşmalar olduğunu düşünüyorum, hatta zıt karşılaşmalar. Yani birini
eleştirebilmek mesela kıymetli bir şeydir, birinin sizi eleştirmesi de. Çünkü o eleştiriden sonra
daha teşvik olursunuz daha derin yazmaya veya daha derin düşünmeye ve aynı ölçüde karşıdaki
için de… O yüzden bu tür şeyleri önemsiyorum.
Genel çoğunluk ulusal- uluslar arası kongre katılımları, kongre düzenlemeleri, televizyon
programları ve gazete yazıları yazarak sosyal sorumluluk alanında bir şeyler yapmaya çalışıyor
olduklarını dile getirmiştir. Televizyon programı olarak özellikle özel günlerde TRT’ye
çıktıklarını birçok akademisyen söylemiştir. Bunların dışında sosyal sorumluluk alanında bir
şey yapmayarak sosyal sorumluluk yapacak kadar sorumlu bir kişi olmadığını belirten
akademisyenlerimiz de mevcuttur.
Bu görüşmeler göstermektedir ki; sosyal sorumluluk algısı bireyin çalışma alanlarından
ne kadar etkileniyor, tartışmalıdır. Üstelik sosyal sorumluluğun sürekliliği hakkında neredeyse
hiçbir veri elde edilememiştir.
14. Dernek üyeliğiniz var mı? Varsa eğer hangi derneklere üyesiniz?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Sosyoloji Derneği, İSA, Eğitimsen, politik bir parti
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Üyeliğim yok.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Yok.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Sosyoloji Derneği üyesiyim. Ama aidatını
ödemedim galiba. Çünkü Bolu’daydım burada ki gelişmeleri takip etmek mümkün değil. Ama
kongrelere katıldım. Hatta sunuş yaptım. O anlamda görevimi yerine getirdim. Ama bu zamana
kadar Bolu'da yaşadığım için faaliyetlerine katılamadım. Herhalde daha çok katılırız artık.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Sosyoloji Derneği, İSA, Eğitimsen, politik bir parti
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Sosyoloji Derneği
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Sosyoloji ile alakalı tüm derneklere üyeyim
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Sosyoloji Derneği
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Sosyoloji Derneği, Avrupa Sosyoloji Derneği, Uluslar
arası Gerontoloji Derneği, Yaşlı Araştırmaları Derneği, Uygulamalı Sosyal Gerontoloji
Derneği
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Dernek üyeliğim yok.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Sosyoloji Derneği, Türk Sosyologları Derneği
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Sosyoloji derneği, Üniversiteli kadınlar
derneği, Yaşlı sorunlarını araştırma derneği
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Sosyoloji Derneği
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Uluslar arası düzeyde de ulusal düzeyde de 1-2
üyeliğim var, çok değil.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Var tabi ki. Sosyoloji Derneği’ne de Sosyal Bilimler
Derneği’ne de… Türk Sosyal Bilimler Derneği ve Sosyoloji Derneği, üyeyim onlara. Başka
dernekler de var ama bu en yakın anlamda, bunlara.
Onun dışında şey de olabilir hocam, siyasal dernekler falan da olabilir…
Mülkiyeliler var, işte ne bileyim şey var… Bilmiyorum ki kaç tane var… Bir 6-7 tane var
herhalde.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Yok.
Hiçbir derneğe? Sosyolojiyle ilgili…
Var tabi ama onlar biliyorsun, hep kağıt üstü üyeliklerdir. Yani işte Türk Sosyologlar…
Adını bile hatırlamadığım 2-3 tanesine üyeyim.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Hayır ama dediğim gibi politik alandayım, dernek
değil.
Herhangi bir şeye üye misiniz? Yani bir parti ya da sivil toplum kuruluşu?
Üye değil ama kadın hareketindeyim, öyle söyleyeyim. Kadın hareketinin içindeyim.
Genel çoğunluk Sosyoloji Derneği üyesi olduğunu belirtirken belirli bir derneğe üyeliği
olmadığını belirten akademisyenlerimiz de vardır. Sosyoloji Derneği üyesi olmasının dışında
sosyoloji ile alakalı olan derneklerde üyelikleri olan, kendi uzmanlık alanları ile ilgili
derneklerde üyeliği bulunan ve politik üyelikleri olduğunu belirtmişlerdir. Ancak görünen o ki;
dernek üyelikleri olanların dahi, üyelikleri kağıt üzerinde kalmakta ve yapılan işler takip
edilmemekte ya da katkı sunulmamaktadır. Aslında Türkiye’de sosyoloji paydasında bir
örgütlenmeden tam anlamıyla bahsetmek hala mümkün gözükmemektedir.
15. Açık öğretim sosyoloji eğitimi hakkında düşünceleriniz nelerdir?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Herkesi sosyolog yapamayız. Öyle bir derdimizde
olamaz. Açıköğretimde sosyoloji okunmaz yok öyle bir şey. Olmaması gerekir. Bırakın
açıköğretimi her tarafa üniversite açılıyor ilk açılan bölümlerde sosyoloji var her tarafa
sosyoloji bölümü açılması da saçma sapan bir şeydir.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) – Fikrim yok.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Kötü, yanlış, talihsiz, şer…
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Tamamıyla yanlış, saçmalık olmaması gereken bir
şey.Bu şey gibi tıp mesela. Tıp aç o zaman. Yani biz burada araştırma yaptırmaya çalışıyoruz
öğrenciye. O zaman anlamı kalmıyor ki. Açılmasına karşı değilim ben, açıköğretim eğitimi
verilebilir ama alana dönük şeylerde. Sosyal hizmet mesela nesini açacaksın. Öğretmenliğin
açık öğretmenliği olur mu? Olmaz. Pratiğe dayalı bir şey ama felsefe olur mesela.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Bunu çok tasvip etmiyorum. İnsanlar bu eğitimi
almakta özgür. Bu eşitsiz bir sistem. Örgün olmayan eğitime kötü bakmıyorum. Ama kurumsal
olarak yetkin değil.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Sosyoloji açık öğretimde olmamalıdır. Bilim olarak
değil disiplinler arası bir eğitim olması taraftarıyım. Aynı diploma verilmemelidir.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Eskişehir’de ilk önce biz kapattırdık. 10 sene önce 500
öğrenci aldığnda,Sosyoloji Derneği olarak suyun başındaydık kapattırmıştık . Sonradan
1000kişi alıyorlar şimdi ama şöyle bir şey iki yönlü bir kılıç.Örgün eğitimdekilere haksızlık öyle
bir diploma.Bunun dışında istihdam dışında bakarsak okuyanların çoğunu görüyorum ikinci
fakülte olarak iş sahibi insanlar okuyor sosyolojiyi. Bir yerlerde çalışıyor, kıdem alır mı
bilmem. İmamhatip mezunlarının ilahiyat tamamlama yaptıkları gibi açıköğretimi örgün
eğitimdeki insanlara rekabet ve haksız rekabet konusundan çıkarırsan - biz de onların aile
kitabını yazdık ve bizimkinden daha iyi oldu ; bir sürü konuda çok iyi kitaplar yazıldı- benim
yüksek lisansta yaptığım uzaktan eğitimde sanal sınıfta yaptığım gibi diyalog olsa çok verimli
olabilir. Ancak burada kitapla öğrenci baş başa kalıyor.. Kitap iyi ama öğrenciler ilgili
değil..Bir kere kapattırdık ama şimdi 1000kişi ve bu haksız rekabet kısmını atlarsak bir çok
insan belki bu sosyoloji diplomasıyla bizim kamuoyundaki lobicilik faaliyetlerine katkıda
bulunabilir.Sosyoloji eğitiminin lisans eğitiminde bile zorluklarını görüyorsunuz, biz bile teorik
kalıyoruz.Yüzyüze etkileşim aslında hayati önemde ama bizde de çok büyük farkı
yok.öğrencilerde insanlarda asistanlarda bile görüyorum çok iyi öğrenci, süper dediğim
insanlar dün yediğini hatırlamıyor. Sonuçta öğrenme olmuyor. o sırada yapılıyor, bir şey
karşılığını buluyor sonra o kadar hızlı devir oluyor ki bilgiler üzerine o sanki hiç yaşanmamış
öğrenilmemiş gibi geride kalan şey yok. Örgüneğitim de de böyle. Bunun çeşitli nedenleri var,
internet görsellik siz de söylüyordunuz,” hocam biz anladık bunu kaydettik bir yere ama
beynimize değil , bilgisayara kaydettik, icap ederse gidip bakacağız.”Böyle bir durum mu
oluyor ne oluyor yani. Çok hızlı bombardıman gibi bilgi çağı çok yönlü her gün her şey
değişiyor. Tarihte son entelektüelGoethe imiş ve çağındaki her şeyi bilirmiş. Bizim uzmanlaşma
zırhımız var mecburen ben şu literatürü biliyorum öbürünü bilmiyorum diyoruz. Çok iyi
öğrencilerim diyelim ki akademisyen,” dün ne konuşmuştuk hatırlamıyorum “diyor.O zaman
hiç eğitimini yapmayalım. Bunun değersizleşmesinin sebeplerinin de araştırılması lazım neden
uygulama olmuyor vs. Ben de çok yaşlıyım. Ama erişkinlerin de kendisine özgü hatırlama
teknikleri var sizlerin de var. Yoksa yazık yani sadece çöpe atılıyorsa.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Açıköğretimde sosyoloji eğitimi verilmesine karşıyım.
Biz lisans eğitimi süresinde vermekte zorlanıyoruz. Sosyoloji öğrencileri birbirleriyle ilişki temas
paylaşım içerisinde olması gerekirken birbirini hiç tanımayan öğrenci grubu sosyolojinin
doğasına aykırı öğrenci hocayı hoca öğrenciyi görmeden mezun olup gidecekler ben buna
karşıyım.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Yandal gibi düşünürsek bazı faydaları var. Ama
ikilemdeyim çünkü sosyoloji kitapla öğrenilmiyor. Öğrenciler sosyoloji eğitiminde sahaya
çıkmalıdır.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Zaten istihdam alanımız sıkıntılı. Niteliksiz bir eğitim
var. Sınavlar test yöntemiyle yapılıyor. Test ile sosyoloji olmamalı ve olmaz. Ezber mantığı var
ve bu sosyolojinin mantığına uymayan bir şey. Kaliteyi düşürüyor kesinlikle. Bir açıköğretim
mezunu testten 60 aldığı zaman mazun olabiliyor. Bu bizim sosyoloji mantığımıza ters.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Desteklemiyorum. Çünkü toplum bilimi uzaktan
eğitimle yapılamaz.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Herkesin üniversite mezunu olması gerekmiyor
bunu kabul etmemiz lazım. Yurt dışında böyle değil. Biz de bir çeşit etiket haline geldi
üniversiteye gitmek. İkinci olarak sosyoloji gibi alanların uzaktan eğitim yada açık öğretim
şeklinde öğrenilmesi ve öğretilmesi çok zor. Bakın biz alana çıkıyoruz. Bunu nasıl yaptıracağız
yada nasıl değerlendireceğiz. Hoca öğrenci diyalogumuz var bunlarda bir çeşit eğitim
öğrencinin sosyalizasyonu hoca içinde bir deneyimdir. Öğrenci sorunları bunları konuşabilmek.
Üçüncü olarak ta zaten yeterince sosyoloji bölümü var bir de açık öğretimde sosyoloji
açıyorsunuz dolayısıyla istihdam yaratamadığınız alana bu kadar insanı piyasaya koymanın
anlamı nedir. Amaç üniversite mezunu etmek değil kaliteli eğitim vermek olmalı bu alanlar
uygun alanlar değil.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Yani bunu iki açıdan değerlendirebiliriz
standart prosedürlerle sosyoloji öğretmek ne kadar doğru örneğin test usulü sınav yapılıyor
sosyoloji bir bakış bir yorumlama meselesidir. Dolayısıyla test usulüyle sosyal dünyayı
anlatmak ve bununla ilgili başarıyı ölçmek doğru görünmüyor. İkincisi zaten Türkiye+de çok
fazla sosyoloji bölümü var yeterince mezun veriyor. Zaten istihdam sorunu var bir de açık
öğretimde sosyoloji açmak ne kadar gerekli.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Normalde olabilir bence ama öğrenci sayısı çok fazla.
Her üniversitede açık öğretim olmalı ama öğrenci sayısı az olmalı. İyi örgütlenirse eğitim,
kaliteli olur.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Yani, diploma kazandırma açısından vs. bir şey
diyemem de… Ama bunlar hani çok şey değil, sosyoloji eğitiminin… Bir sürü sosyal
bilimlerdeki eğitimin bu şekilde olması şey değil yani, bir talep var, bekleyen öğrenciler var
hepsini anlıyorum ama sosyal bilimlerde bu çok uygun bir şey değil yani.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Valla ben sosyoloji eğitiminin çok yaygın olmasını
olumlu bulmuyorum. Bunun birkaç sebebi var ama birincisinden başlayayım; bir kere istihdam
etmekte bu kadar güçlük çekeceğimiz geniş bir öğrenci kitlesini, sonunda işsiz kalacakları bir
alanda eğitim almalarını çok anlamlı bulmuyorum. İkincisi, ne kadar yaygınlaşırsa pratik
olarak, bu ille doğru olmayabilir ama günümüzdeki tarihsel dönem açısından doğru gibi
gözüküyor, ne kadar yaygınlaşırsa o kadar sığlaştığını görüyorum. Ve sonuçta ortaya sosyoloji
bölümleri, bir sürü üniversitede pıtırak gibi açılan ve çok öğrenci almakta hiç tereddüt etmeyen
sosyoloji bölümlerinin esas fonksiyonlarının sosyoloji falan öğretmek değil, bu çocukları,
gençlik dönemlerinde işsiz kalacakları noktaya kadar üniversite odalarında oyalamak
olduğunu düşünüyorum.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Yani ister istemez, aslında bunun ucu elitizme giden
bir şey olabilir ama. Sosyolojinin sadece okunan bir şey olmadığını düşünüyorum. Biraz önce
dediğim karşılaşma alanına sahip olmamız gerektiğini düşünüyorum. O yüzden bir sosyoloji
dersine girmek sadece metin okumak ya da bir hocanın herhangi bir şey anlatması değil tam
da onun üzerinden tartışma yürütmek bana kalırsa.
Aslında örgün eğitim için de belki aynı tartışmayı yürütmek gerekiyor…
Evet, evet aynen öyle. O yüzden açık öğretim konusuna çok sıcak bakmıyorum.
Genellikle görüşülen akademisyenlerimiz açık öğretim sosyoloji eğitimine karşı
olduklarını söylemişlerdir. Öğrenci kitapla baş başa kaldığı için bilginin çok teorik ve yetersiz
kaldığı belirtilmiştir. Sosyoloji öğrencilerinin karşılıklı iletişim içinde gelişebileceğini dile
getirmişlerdir. Açık öğretim eğitim anlayışında sahaya çıkılamadığını, ezber ve test tekniğinin
sosyolojinin mantığına uymadığını dile getirmişlerdir. Aynı zamanda bu eğitimin istihdam
sorunlarıyla çeliştiği söylenmiştir. Ancak yan dal olarak düşünülürse faydalı olabileceği ve
sosyolojinin yaygınlaştıkça sığlaştığı hakkında düşünceler mevcuttur.
Yani azgelişmişlikle belki de paralellik taşıyan bu sorun, altyapısız bir açık öğretim
eğitiminin birer diploma dağıtma kapısı ve dahi 4 yıl boyunca astronomik rakamda genci
‘işsizlikten kurtarma’ botu olduğunu söyleyebiliriz. Ancak karşı kıyıda yine işsizlik olduğunu
burada belirtmek gerek. Sosyoloji eğitiminden elbette kimseye zarar gelmez. Ancak zaten
mesleki alanda bir karşılığı olmayan bölümlerde bakkaldan şeker dağıtır gibi diploma dağıtmak
zaten itibarı çok da olmayan (toplum nazarında) bir mesleği daha da hiçleştirmektir.
16.İç tarih yani sosyologların birbirine referans vermeleri/vermemeleri hakkında
düşünceleriniz nelerdir?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Akademisyenlerde öyle abuk sabukluklar çoktur. Belki
de buradakinin yazdıklarına değer vermektense bir Amerikalı’nın yazdığına daha çok değer
vermekten kaynaklı olabilir. Bazı tipler var makalesine daha çok yabancı dilde kaynakça
koyarsa o kadar sırtının sıvazlanacağını zanneder bilmemek başka bir şey olur ama kendi
alanında çalışanları takip etmek gerek ama her yazılanda bazen bilinemiyor.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Ayıp böyle şeyler. Bilim insanlığının içerisinde her
zamna ben buldum buluş benim tatmini vardır kimse inkar etmemeli. Ama bu bir şeylerin önüne
geçmemeli bu çağlarda. Kolektif çabalar belli bir gelenek yaratmak daha ön planda olmalı
bence. Kimse kimseye referans vermekten çekinmemeli.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Eksik, ahlaksızlıklar var.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Ben böyle sorun var mı bilmiyorum. Şöyle şeyler
var. Mesela doçentlikte birilerinin size referans vermesi puan oluyor. Bilim dünyasındaki
impactın artıyor. Ölçülebilir bir kriter bu ama yani şöyle söyleyeyim, Norbert Elias diye bir
adam var Civil Process diye bir kitabı var. Uygarlık süreci diye. 1930-1940larda. 20 30 yıl
kimse okumamış ama 19.-20. yy. en iyi kitaplarından birisi. Bazı kitaplar yıllar sonrada
keşfedilebilir. Bu sebeple mutlaklaştırılmaması gereken olaylardan birisi. İnsanlar birbirlerine
veriyorlar mıdır? Enseye tokat olayı gibi. Millet arkadaşına veriyor, o ona veriyor. Dolayısıyla
puan olduğu zaman. Cafe açarsın gidip orda oturursun onun gibi. Bununla ilgili çalışma
yapmış birileri. Son çıkan makalelerde kimin kime referans verdiğiyle ilgili araştırma. Belli
kişiler belli kişilere referans veriyor. Pratik de bizde de öyle. İyi yazarları biliyoruz. Gidip de
başkasına vermiyoruz. Tabi bunu şahsi çıkarları için yapan var mıdır bilmiyorum. Nihayetinde
bir çalışma yapılıyorsa görmezlikten gelmek de doğru değil.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Rekabet koşullarının kaçınılmaz bir sonucudur.
Pragmatik olarak tercih ediyorlar. Biz birbirimizi haberdar edemiyoruz.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Kişisel münasebet, hırs, politik görüşler kişilerin
sosyolojik konumlanmalarıyla alakalı. Öznel ilişkiler devreye giriyor. Referanslarda tarih
yoksunluğumuz vardır.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Bu zaten hep bizim derdimiz.Yine İlhan Tekeliyle
yaptık bu çalışmaları daha önce de yapmıştık. İletişimsizlik önemsememe, kompartman
kompartman yaşama bu sorun maalesef çok yaygın. İnsanlar haberdar olsa bile haberdar
değilim havasında çünkü okursa referans vermek zorunda kalıyor.O yüzden üç maymun
oynanıyor. Geziyle ilgili yazdığımda geçenlerde 50 tane makaleye referans verdim. Ben
bilmiyor muyum sanki.Ama hepsini onlar söylemiş demek için referans verdim, asistanmışım
gibi. Ama hayır onların söylediğini gösterebilmek kaç tip görüş var tartışabilmek için ama bu
biri disiplin meselesi, tembelliğe vurdun mu bilmiyorum, görmedim o da mı varmış vaaay rol
kesmek kolay..
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Referans vermeleri gerekir birbirlerine destek olmaları
gerekir. Akademik platformdaki en önemli sorunlardan birisi bence.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Bilim ahlakı yok.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Bir fikri savunarak veya eleştirerek geliştiriyoruz
kuramlarımızı. Yığılma değil karşılıklı etkileşimle bilim yapıyoruz. Atıf sayısına göre eserler
nitelik kazandığı için kişisel rekabet, paradigmaların çatışması ona atıf vermeden yazmak çok
yanlış bence. Kendi kuramını oluştururken atıfını vermelisin.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Atıf yapılmalıdır. Bizler kendimizde üretilen
bilginin kıymetini bilmiyoruz.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - İdeolojik olarak düşünülen kavgaların son
derece Kişisel Olduğunu düşünüyorum. Farklı anlayış var her şeyi ben bilirim anlayışı yaygın.
Bir akademisyenin önüne başkasının geçmesini istemediği bir anlayış var. Ben buna entelektüel
hastalık diyorum bir akademisyen kendiyle yarışmalıdır. Başkası ile değil. Aksi takdirde kişi
psikolojik olarak yıkıntıya uğrar ve hiçbir şey üretemez. Bu Türkiye’de çok yaşanılan bir durum.
Ben bundan üzüntü duyuyorum. Her araştırma Türkiye’de sosyolojiye yapılan bir katkı olarak
düşünülmeli çünkü araştırmalar kolay yapılmıyor. Bunları küçümsemeyi doğru bulmuyorum.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Tabiki birbirine referans vermeliler. Bu ortak
bir bilgi birikimidir. Birbiri üstüne yığılarak giden bir süreçtir bu.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Bu İlhan Tekeli’nin sorunsalı. İç-dış çok önemli değil.
Dışarıya referans daha fazla verilse bile doğru dürüst vermiyorlar. Dışarıyı daha fazla
önemsedikleri için içeriyi daha az önemsiyorlar, daha az referans veriyorlar. Ama tabi içeriye
yönelmelerinde fayda var.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Nasıl yani? Yazılarında mı referans vermemeleri?
Evet. Yani mesela bir makale yazıldığında ya da bir çalışma yapıldığında, Türkiye’de
yapılan benzer çalışmaların yeterince takip edildiğini ya da takip edilse bile işte, yeteri kadar
referans verilip verilmediği konusunda ne düşünüyorsunuz?
Valla yabancı yayın öne geçtiğinde de zaten Türkiye’deki literatür ikincil hale geliyor.
Bir sürü insan belki izlemiyor, belki bilerek ya da bilmeyerek yapıyorlar. Bunları da çok
bilemiyorum. Yani zaten bu, literatür oluşmasını engelliyor, yabancı yayın öne geçtiğinde.
Düşün kendi dilinizde ya da Türkiye’deki yayınlanacak dillerde bir literatür oluşmuyor. Onun
önüne geçiliyor. O literatürü izlemek zorunda da kalmıyorsunuz. Yani yabancı dergilerde
çıkmış, Türkiye’den akademisyenlerin yazdıklarını ya da başkalarının yazdıklarını izleseniz,
onlara referans verseniz bir makaleyi çıkarırsınız. Öyle olunca Türkçede yayınlananlara çok
insanlar bakmıyor olabilir. Yani bu daha başka türlü bir sorun. Yani bir ülkede literatür
oluşturmayı engelleyen bir şey.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Ya aslında o, bir zorunluluk olarak gelir. Yani orada
Türkiye ile ilgili bir meseleden bahsediyorsam, bu ister yurtiçine yazayım ister yurtdışına
yazayım. Tabi ki bu meseleyi Türkiye’de çalışmış insanların çalışmalarından bir şeyler
öğreniyorum, öğrenmek zorundayım demektir. Ve onları da kullandığım zaman tabi ki onlara
göndermeler yapmak zorunda… Hani bir yazı yazmanın ahlakı olarak yapmak zorundayım
demektir. O yüzden burada temel olarak, bir problem görmüyorum. Yani ihtiyaç duyuyorsan,
yazında ya da düşüncende kullanabildiğin bir bilgi parçasını, kimden öğrenmiş olursan ol
öğreniyorsan, bunu kullanırsın. Ama yani burada tabi ki kaynağın statüsüyle ilgili bir problem,
inandırıcılığını sağlayacak olan statüsüyle ilgili bir problem devreye girer. Her düzeyde ama
gene kullanabilirsin. Yani birisinin yanlı olduğunu göstermek için de böyle bir kesin, bir
sosyologun yazdığını kullanarak meseleye böyle bakabiliyor, bakıyor diye de kullanabilirsin;
yanlılığını göstermek ve reddetmek için de kullanabilirsin. Doğruluğunu onaylamak için de
kullanabilirsin. Önemli olan senin yazdığın, ortaya koymak istediğin şeye bir malzeme olarak
düşmesidir onun.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Ya aslında o, bir zorunluluk olarak gelir. Yani orada
Türkiye ile ilgili bir meseleden bahsediyorsam, bu ister yurtiçine yazayım ister yurtdışına
yazayım. Tabi ki bu meseleyi Türkiye’de çalışmış insanların çalışmalarından bir şeyler
öğreniyorum, öğrenmek zorundayım demektir. Ve onları da kullandığım zaman tabi ki onlara
göndermeler yapmak zorunda… Hani bir yazı yazmanın ahlakı olarak yapmak zorundayım
demektir. O yüzden burada temel olarak, bir problem görmüyorum. Yani ihtiyaç duyuyorsan,
yazında ya da düşüncende kullanabildiğin bir bilgi parçasını, kimden öğrenmiş olursan ol
öğreniyorsan, bunu kullanırsın. Ama yani burada tabi ki kaynağın statüsüyle ilgili bir problem,
inandırıcılığını sağlayacak olan statüsüyle ilgili bir problem devreye girer. Her düzeyde ama
gene kullanabilirsin. Yani birisinin yanlı olduğunu göstermek için de böyle bir kesin, bir
sosyologun yazdığını kullanarak meseleye böyle bakabiliyor, bakıyor diye de kullanabilirsin;
yanlılığını göstermek ve reddetmek için de kullanabilirsin. Doğruluğunu onaylamak için de
kullanabilirsin. Önemli olan senin yazdığın, ortaya koymak istediğin şeye bir malzeme olarak
düşmesidir onun.
Genel olarak akademisyenlerin puan kaygısı içerisinde referans gösterirken tanıdıkları
akademisyenlerden yararlanması ve buna bağlı olarak üretilen bilginin üretim sürecinde bu
durumun gerçekleşmesi tamamen rekabet sürecinin bir sonucudur. Ayrıca iletişimsizlik ve
önemsememenin bu durumda etkili olduğu söylenmiş, ‘üç maymunu oynayarak’ okudukları
makaleleri referans göstermemek için okumamış gibi yaptığı veya referans vermemek için
okumadıkları dile getirilmiştir. Söz edilen konunun akademik platformda karşılaşılan en önemli
sorunlardan biri olduğu da söylenenler arasındadır. Burada kişisel rekabet ve paradigmaların
çatışması durumu söz konusudur. Bu yaşanılan durumu ‘entelektüel hastalık’ olarak adlandıran
akademisyenlerimiz de vardır.
17.Türkiye’de sosyolojinin disiplin olarak gelişimi hakkında neler düşünüyorsunuz?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Bizde maalesef bir gelenek bir üniversitede bir sosyoloji
bölümünde sosyolojik gelenek oluşmuyor. Çünkü bu birlikte çalışmakla yapılacak bir şey. Bu
gelenek DTCF’de oluşmaya başlamıştı ama siyasi irade yüzünden dağıldı ondan sonra hiçbir
üniversitede oluştuğunu söyleyemem. Onun olabilmesi için bölümdeki insanlarla beraber yazıp
çizebilmek çalışma yapabilmemiz gerek öyle bir şey ne burada ne başka bölümlerde var.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Tükiye’de çok güçlü bir gelenek yok. 60 larda bir takım
çabalar hasıl oldu ve bu illa ki dönemin ideolojik politik konumları ile ilgiliydi. Genel ideolojik
ve entelektüel yeşerme durumundan etkilendi bence bu mesele ve bunun sonucu olumlu oldu.
Gelenek ekol anlamında zayıf bir haldeyiz. Yeni yeni biraz daha belirgin bir şeyler oluşmaya
başladı. Ama bakıldığında Türkiye çok parlak bir durumda değil. Biraz da parçalı ekolleşme
oldu. Yakın gelecekte daha iyi olacağını düşünüyorum.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Fecaat !
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Türkiye'de sosyoloji dersi vermediğim için
bilmiyorum çok fazla. Birkaç ekol var biliyorsunuz. Bir İstanbul ekolü var. Bunla daha teorik.
Bir de ODTÜ ekolü vardır burası gibi. Daha araştırmaya dönük. İstanbul egemenliğindeki
yerler Erzurum gibi bunlar daha milliyetçi , muhafazakar yerler. ODTÜ'nün etkisinde ki
çalışmalara daha dahil olan yerlerdir. Onun dışında da doğru düzgün bir ekol yok zaten. Bir
de şimdi taşralar var. Genel olarak taşraya gönderildi. Onlarda tuhaf bir pozitivizmle taşra
muhafazakârlığını birleştiren, bence değersiz işler yapıyorlar. Oralardaki gruplar kötü bence.
Bazı yazılan eserleri 1.sınıf öğrencisi bana verse kabul etmeyeceğim eserler.
-Bolu’da nasıl hocam?
-Bolu’dakini biz kurduk iyiydi. Taşralara göre ama o kadar çok örnek gösterebilirim ki yani
prof’lar bir konuşsunlar ağzınız açık kalır. Siz karşılaşmamışsınızdır. Yani beraber aynı yerde
nefes almayacağınız insanlar. Hele bir sosyoloji kongrelerine gidin yaptıkları sunumları
dinleyemezsiniz bile öyle söyleyeyim size.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - Avrupa’da yayıldıktan sonra Türkiye’ye geldi.
Düzenden farklı bir bilim düşünürlerine de geçildi. Teorik kanat çok güçsüz. Araştırmalar çok
gelişti. Teorik düzlemde kısır bir döngü içindeyiz. Sosyal bilim gelişmesi için özgürlük gerekir.
Çok iyi araştırmalar var ama teorik anlamda.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Özgünlük çok yoktur. Mümessillik yapıp oradan ekmek
yiyor. Herkes her şeyi bildiğini iddia ediyor ve kimse kendisi olamıyor.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Disiplin olarak gelişimi çok istenen düzeyde değil ama
ben umutsuz değilim.Daha önce söylediğimiz bazı sorunlar çözülürse, daha çok bir araya
gelebilirsek daha uluslararası arenalarda toplantılara giderek örneğin Taiwan’da küresel
sosyolojinin imkanlarını araştırdığımız gibi uluslararası camiayla ortaklaşa çalışmalara
katılabilir ve Faruk Alataş’ın dediği gibi bazı katkılarda bulunabiliriz. Bunlar” basit
alternatif” veya “yüksek alternatif” olabilir.Basit alternatif olarak, mevcut kavramların
karşılığını geliştirebiliriz; mesela onlar kültür diyolar Ziya Gökalp “hars” demiş. Bizi biz
yapan özellikler yeni kavramlar paralelleri veya bizim özgün koşullarımızı ifade edecek
kavramlar için “temellendirilmiş kuram” (Grounded Theory) çalışmamızı bu amaçla
yaptırıyorum.Yeni kitabımız hazırlanıyor.Burada bizim gerçekliliklerimizden veya neyse onları
belirtecek kavramlar geliştirmeye, tipolojiler, sınıflamalar geliştirmeye çalışıyoruz. Bunu
yapabilecek güçte olduğumuzu önce fark etmemiz lazım. Bizim kuşak bunu farkına vardı yani
bu Durkheim dayanışma demiş öbürü yabancılaşma demiş bizim de bilmemne demememiz için
bir neden yok. Bir takım kavramlar geliştirmek için özgürlük ve güvenimiz var artık.
Arkadaşlarımızla dokuz tane temellendirilmiş kuram yaparak Türkiye’deki sosyolojinin
kendisinin sorunlarına küresel boyutla ilişkisini kurmuş yerel dinamiklerinin farkında büyük
kuram olmasa bile kavramlar geliştirip yüksek alternatif olmasa bile basit alt
geliştirebileceğimizi düşünüyorum. Bir araya gelebileceğimizi de düşünüyorum. Tabi sanallık
biraz daha katkı yaptı, illa yüz yüze gelemesek de sanal ortamda geliyoruz.. internet ulaşım vs
kolaylaştı.Farketmeden de her yerde bulunabiliyorsun. Daha çok yazıp çizilmeye başlandı
eskiden böyle online dergiler yoktu. Bu amaçla Derneğin dergisini online’a çevirdim.Hocam
ulaşamıyoruz ,dağıtamıyoruz vs deniyordu.Online olsun dedik.Ankira başından beri online.
Yurt ve dünya online. Herkes her şeye bir günde haberdar olma imkanına sahip. İstemeden bile
karşına çıkıyorlar ama sen hala görmeyeceğim diyorsan o başka. Yonca Odabaş’ın yaptığı
çalışmada da belirlediği gibi sorun bizim sistemden çok sosyologların kendinde.Birazcık daha
C.W. Mills’in dediği gibi” toplumbilimsel düşün yeteneği”ne sahip sosyologlar olmak
gerekiyor.Biraz daha etrafa açık olmak gerek, kapalı bencil duyarsız olmamak gerekiyor.
Bürokratik zihniyet, maaşımı alayım yeter değil, taşın altına elimizi koymamız gerekiyor. Bunu
yapmamak için bir neden yok. Ölü toprağı üzerimizden atılıyor ve yavaş yavaş insanlar biraz
daha özgürleşmeye başladılar, güvengiderek artıyor.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Ben kurumsallaşmanın gelişemediğini bir ekol
oluşamadığını düşünüyorum. Bir dönem bir ekolleşme başlamıştı ama ben bunun devamının
gelmediğini
düşünüyorum
hala
tercüme
geleneği
devam
ediyor.
Kurumsallaşma
gerçekleşemiyor
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Ekolleşme yok. Özgün bir Türk sosyolojisini
sunabilecek bir çerçeve yok. YÖK’ten önce bir eğilim vardı fakat YÖK’ten sonra o eğilim
kalmadı.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - İlk dönem sosyologlar genelde Durkheim’la Ziya
Gökalp’le başladı dışa bağımlılık vardı. Bu bizim ülkemize uymadığı için kısır döngü olarak
kaldı. Yurt dışında olan kuramcıları takip etmeliyiz. Fakat kendi içimizden çıkan sosyologlarla
öze dönüş olduğunu düşünüyorum. Örneğin Şerif Mardin yurtdışında kendimize has
özelliklerimizi anlattığında dinleniliyor. Ama onların malzemesini biz onlara sunduğumuzda
pek fazla dinlenmiyoruz. Sosyal bilimciler artık bunun farkına vardılar. Önce dışa bağımlıydık
ama artık bunu aşıyoruz diye düşünüyorum.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Sosyolojinin bizde iyi düzeyde olduğunu
düşünüyorum.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Dışa bağımlılık diye çok fazla düşünmüyorum.
Küresel gelişmeler her yeri birbirine benzetmeye çalışıyor. Sosyolojinin de son dönem
çalışmaları kendi kültürünü anlamaya yönelik. Ama batının kuramlarını alarak buraya
uyguladığınızda karşılaşılabilecek sorunlar var. Buda bizim teori üretemememizden kaynaklı.
Kolaya kaçıp biz batıya bağımlıyız düşüncesinde değilim. Bilimsel metodun uygulanması
açısından bakarsak başka metod olmadığı için bu metodla araştırmalar yapılıyor. Batı taklidi
batıyı olduğu gibi alan anlamında yorumlamıyorum.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Biraz kavram ithalatı oluyor bu da bizim bakış
açımızı etkiliyor. Özgün kavramlar geliştirenler var daha da çoğalmasını ümit ediyoruz.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Türkiye’de sosyoloji bir disiplin olarak dışa bağımlı,
teori açısından. Teori ya Avrupa’dan ya Amerika’dan okunuyor. Özgün kuramsal çerçeveler
sınırlı.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Yaniz zor. Şu anda çok bir şey demek mümkün değil.
Yani sürekli dalgalanan, sürekli değişen şeyler var. Ama bir ekolden bahsetmek de zor yani.
Sosyoloji sizce Türkiye’de dışa bağımlı mı gelişiyor hocam?
Valla dış-iç diye hani bu fikir işlerinde çok şey olmaz. Ancak hani Dünya’da da bazen
şeyler oluyor, işte herkesin üstüne atladığı teoriler, kavramlar, okullar oluyor. Türkiye de orayı
takip ediyor, Türkiye’deki akademisyenler de… O anlamda bu çok da şey değil, yani böyle çok
dışarıdan vs. diye şey yapmak istemiyorum.
Şeyi sormak istiyoruz alsında, özgün kavramsal bir çerçeve çıkıyor mu mesela
Türkiye’de sosyoloji alanında? Hani özgün çalışmalar oluyor mu, kuramsal vs. anlamda?
Yani kuramsal olan/olmayan ayrımlarına ben çok zaten katılmadığım için o ayrı bir
tartışma ama… Türkiye’den konu itibariyle gayet de işte şey çıkıyor, nedir… Türkiye’deki
üniversitelerde yapılıp/yapılmadığı ayrı konu. Çünkü Türkiye ile ilgili yapılan şeyleri de ben
bizim literatüre dahil ediyorum. Dolayısıyla baya da orijinal çalışma çıkıyor. Artık takip etmek
de çok mümkün değil. Baya da bir çalışma oluyor. Yurt dışında doktora yapan arkadalar var,
geliyorlar, gidiyorlar. Sorun hani akademi, birincisi bu tür çalışma yapan arkadaşların hepsini
kapsayacak
şeyde değil. Çünkü büyükşehirlerde
çalışmak
istiyorlar, üniversitede.
Büyükşehirlerdeki üniversitelerde pek şey dolu, yani kadrolar dolu, taşraya da onlar gitmek
istemiyor. O yüzden o potansiyel pek kullanılamıyordur o yüzden de çok tartışma şeyi yok. Yani
demin söylediğim meseleyle de ilgili, Türkçe literatür oluşturulmasıyla ilgili dengeler de ona
yol açıyor. Ama şey değil yani… Türkiye’den… Özgünlükten kastı falan konuşmamız lazım,
onlarla olunca.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Şöyle söyleyeyim, bu konu da biraz bir şey söylemek
için önce dezavantajlı bir konumda olduğumu söyleyeyim yani. İşte bu, böyle ODTÜ gibi bir
üniversiteden, biliyorsun orada eğitim İngilizce. Bu şu demektir; ben oraya girdiğimde
sosyolojiyle ilgili okuduğum kaynakların çok önemli bir kesimi, zaten Türkiye üzerine okurken
bile, zaten Türkçe değil demektir. Bu da benim hani, Türkiye’deki sosyolojinin gelişimi
konusunda aslında sağlıklı bir değerlendirme yapmamı ciddi şekilde sakatlar. Ama yani genel
olarak görebildiğim şu, böyle bir ekolleşmeden, meslekleşme dışında demin sözünü ettiğim, bir
ekolleşmeden, bir eteğe kemiğe bürünmeden ciddi anlamda uzak duruyor. Ama giderek o genel
akıma uyarak her yerde olduğu gibi burada da ciddi bir meslekleşmeye yönelme var tabii ki.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Yani genellemek zor tabi. Şöyledir diyemem ama
bana kalırsa çeviriciliğin ötesinde çalışmalar da var. Yani örneğin sosyoloji içinde bir saha
çalışmasıyla herhangi bir ciddi teorik geleneği eleştirmek de mümkün. Ve oluyor, böyle
yayınların olduğunu düşünüyorum. Ne kadar fazladır bilemem ama bu tür nüveler diyelim. Bu
tür nüveler var bana kalırsa.
Özgün kuramsal çalışmaların olduğunu düşünüyor musunuz?
Kuramsal çalışma konusunda, yani özgün bir şey var mı emin değilim ama olmak zorunda
mı ondan da emin değilim. Yani, Türkiye’de olmak ne tür bir bilgi üretimi yapmamıza
potansiyel sağlar ondan emin değilim. Hani bir şey kastediyor olsak… Derin bir mesele. Yani
şöyle: oryantalizm tartışması örneğin Ortadoğu’dan gelmedi genel olarak. Veya bir
sömürgeleşmiş bir ülkeden gelmedi. Ama öyle olmak zorunda mı onu bilmiyorum.
Bakıldığında sosyolojide birlik anlayışının olmamasından kaynaklı olarak bir sosyolojik
gelenek yaratılamadığı söylenmektedir. Ekol anlamında zayıf oluşunun ve buna bağlı olarak
özgül bir sosyoloji anlayışının olmaması sorun olarak görülmektedir. Disiplin olarak
gelişmişliğinin istenilen düzeyde olmayışının ve sosyolojinin ‘tercüme geleneği’ ile
ilerleyişinin bu eksikliklere sebep olduğu dile getirilmiş olup ancak bu dışa bağımlılığın
azaldığını ve bunun aşılmaya başlandığını düşünen akademisyenlerimizin de olduğunu
görmekteyiz.
Türkiye’de yapılan çalışmalar takip edilmiyor ve aslında birbirini tanımayan, ne
düşündüğünü bilmeyenler karşılıklı suçlamalar yapıyorlar. Böylesi bir ortamda da bilimsel
çalışmaları ileri taşımak pek mümkün olmuyor gibi gözükmektedir.
18.Organizasyonel yapı olarak gelişimi hakkında düşünceleriniz nelerdir?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) – Avrupa’da Amerika’da bölümlerin nasıl eğitim
verdiklerine bakarak lisans programları hazırlanıyor. Burada tartışmaya ona göre
düzenlemeye çalışıyoruz.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Anabilim dalları sosyoloji içerisinde hayli gereksiz
derecede artıyor. Mesele tam olarak burada nasıl dönüyor idrak edebilmiş değilim. Ama taşra
üniversitelerinde hiyerarşik yapılanmanın zaman zaman çok kısıtlayıcı olduğunu, yayın
baskısından tutun çok fazla konuda baskılar olduğunu duyuyorum. Ve ciddi şekilde bunların
eğitime ket vurduğunu düşünüyorum.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - -DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Organizasyonel gelişimle ilgili anabilim dalı
sorunu var. Bu tıp ve diğer bilimler için. Burada mesela dilde Macarca anabilim dalı olabilir
veya bizde mesela genel sosyoloji var metodoloji anabilim dalı var. Sosyometri anabilim dalı
var. Bu başka bir mantıkla kurulmuş bize sirayet etmiş manasız bir şey. Sosyoloji anabilim dalı
olup bir tane anabilim dalı olması lazım. Bu anabilim dalının birtakım teknik sıkıntıları var. Oy
verirken bilmem ne yaparken asistan olurken anlatabiliyor muyum? Tuhaf tuhaf şeyler. Bence
çok manasız. Organizasyonel olarak böyle bir sorun var. Hepsinin bunların kalkması lazım.
Sosyoloji de tek bir anabilim dalı olması lazım. Herkesin orda olması lazım. Pratikte de zaten
bir işe yaramıyoruz. Sadece resmi işlerde, kadrolu işlerde tam bir olay var. Dediğim gibi birçok
bölümün kapatılması lazım. Bir başka sorun para için taşrada master ve doktora programı
açıyorlar. Bunu siz bilmiyorsunuz. Nedeni şu her master ya da doktora öğrencisinden hoca 200
lira danışmanlık ücreti gibi para alıyor. Dolayısıyla taşradakiler sürekli bunu açmak istiyor.
10 tane öğrencim olsa 2 milyar para alıyorsun. Aşağılık, iğrenç, pis bir şey bu. Aynen kayıtlara
geçsin istiyorum. Akademik olarak taşrada master ve doktora yapılmasına karşıyım. Çünkü
kütüphane yok, insan yok, konuşacağın çevre yok vs. Bunların merkezde yapılması gerektiğini
düşünüyorum. Bu yüzden de insanlar akademik maaşlar düşük olduğu için böyle şeyler
açıyorlar. 2. öğretim vardı bizim orda. Ben açılmasına karşıydım ama açtılar. 24 saat dersim
vardı. Ben 24 saat ders verirsem hangi kitabı okuyacağım da öğrenciye faydam olacak.
Organizasyonel sorunlarımız böyle. Ama yapısal başka sorunlar maaş gibi insanlar bunu
açıyor. Açacaklar da sona ermeyecek yani.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) – Bir bilgim yok.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Üniversite düzeyinde siyasal- sembolik şiddete maruz
kalmıştır. Siyasal şiddetin tahakküm gücü söz konusu. Bu organizasyonel yapıyı kendine göre
bir şekle sokmaktadır. Bizde olan organizasyonel yapı rasyonel değildir. Bilimsellikten gam
vurmanın çok fazla bir anlamı yoktur. İdeolojik engeller var.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Organizasyonel olarak başından beri tüm dünyada
bile yokken Türkiye’de sosyoloji Bölümü Ziya Gökalp 1912-14 döneminde kurulmuş.Şimdi
istemediğin kadar çok sosyoloji bölümü var. Psikoloji bölümüyle rekabetin bir sebebi de bizim
çok bölümümüzün olması ve çok sayıda diploma vermemiz, bu yüzden piyasa değerimiz düşmüş
gibi gelse de kendine sosyolog diyen insan yetiştiren çok sayıda bölüm ve program var. Bu
zenginliğimiz batıda bile bu kadar yok bizim hala gelişmekte olan bir ülke olarak çok sayıda
bölümde sosyoloji yani 240 üniversitenin 93ünde sosyoloji var.Her tarafta açıldı artık. Artı çok
sayıda eğitim programı yüksek doktora gibi çeşitleri var bu okullarda. Uzağı var yakını var
yaygını var yüksek lisans bile var. Organizasyonel gelişiminde, dernek bazında da bizim
Sosyoloji Derneği akademisyen derneğiyken,Mezunlar Derneği de kuruldu.Bence üç dernek
iyidir organizasyonel olarak. Diğer bir çok ülkeye göre gittiğimiz zaman uluslararası
toplantılara bir çok ülkenin toplamı kadar Türk delegasyonu oluyor. 200-250 kişi bulunuyor
bir uluslararası toplantıda.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Biz kendi programımız adına şöyle düşündük Türkiye ve
dünyadaki sosyoloji bölümlerine baktık ve otaya bir sentez çıkardık staj programlarının da
uygulanabileceği bir bölüm çıkardık. Daha spesifik konulara da yöneldik. Yaşanılan bölgeye
uygun sorunları da ele alarak dersler koyduk. Sosyal kültürel ekonomik tarihi ne tür sorunlar
varsa bunlarında okutulabileceği dersler koymaya çalıştık.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Kendi içlerine dönük. Bazı projeler çok ortaklı
çalışmayı gerektiriyor o nedenle sanki biraz gelişiyor gibi.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Sosyoloji derneği var, bölümler var. Ama Gazi’de bile
yetersizlikler var. Prof kadromuz Doçent kadromuz yetersiz. Özellikle prof kadrosunda
eksikliğimiz fazla. Dernekler daha aktif olabilir ve kamuoyunda daha katılımcı olunabilir diye
düşünüyorum.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Fena değil aslında. Fakat kamu içinde etkinlikte
sıkıntısı var.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Çok gelişti akademisyenlerin nüfusu arttı.
Niceliksel olarak çok arttık ama bunu niteliksel olarak incelersek aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Birbirinden kopuk ve örgütsüz olduğumuzu
düşünüyorum biraz.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Bölümler daha özgür olmalı. Hiyerarşinin, dışsal
etkilerin daha az olduğu, genç akademisyenlerin daha özgür olduğu bir alan oluşturulmalı.
Aslında entelektüel dünya Türkiye’de zengin, çalışılacak çok konu var. Üniversite dışında
bilimsel çalışma yok denilecek kadar az ama entelektüel alan zengin, yani yapılan çalışmalar…
Edebiyat, sanat, sosyal bilimler, diğer alanlarda yapılan zengin işler var.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Ya bu sosyolojide şey çok gitmiyor ya… Meslek
dernekleri gitmiyor. Çünkü yani meslek olarak zaten sınırlı, ne yapacaksınız? Her sosyoloji
mezunu olana, kötü bir şey için de söylemiyorum, ‘sosyolog’ diyemiyorsunuz yani. Meslek
olarak ‘sosyolog’ diye bir şey yok. Yani akademide olunca e işte tamam daha çok sosyolog
görünüyorsunuz ama meslek olarak yok. Yani bir hukukçu, avukat gibi bir şeyimiz yok, işletmeci
gibi bir şeyimiz yok, mühendis gibi bir şeyimiz yok, eczacı gibi bir şeyimiz yok. Yani, aldık bunu
götür odana as, git bir dükkan aç denilecek bir meslek değil bu. Öyle olunca dernekler de çok
işlemiyor yani. Onun bazında bir dayanışma, bir organizasyon yapmak zor. Yani ite kaka, yavaş
gidiyor. İşte yani beklentileri ve durumu öğrenerek bu işleri yapmak lazım. Şuanda bir dernek
var, yanılmıyorsam hala dergi çıkıyor, ara ara da kongreler yapılıyor. Bence bu kadarı da
yeterlidir.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Onu hiç bilmiyorum. O konularda zaten hiçbir bilgim
yok.
Uzak duruyorsunuz galiba biraz.
Belki de… Hayır, bilgim yok yani.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) – Yani bir derneğimiz var, belli çalışmalar da
yapıyor.
Sosyoloji Derneği mi?
Evet. Çok açıkçası içinde değilim ve çok fazla bilmiyorum. Ama belki şey ortamı daha
çok yaratılsa daha iyi olabilirdi. Örneğin hani bizim yapmaya çalıştığımız gibi bir Hasan Ünal
Nalbantoğlu Sempozyumu. Çok önemsediğim bir şey. Çünkü bilgi paylaşımında bahsettik ya;
eleştirmek ve eleştirilmek. Bunun için bir ortam sağlayan bir zemin, ciddi bir zemin. Bu tür
organizasyonlar daha iyi yapılsa hatta belki sizin deyiminizle daha kurumsal yapılsa daha
kıymetli çalışmalar ortaya çıkabilir diye düşünüyorum.
Yapılan görüşmelerin çoğunda organizasyonel yapının gelişiminde oldukça eksik
kalındığı ifade edilmiştir. Bilginin paylaşımı, mesleki tecrübe aktarımı, usta-çırak ilişkisinin
oluşturulabilirliği gibi konularda benzer beklentiler olduğunu söylemek sanıyoruz yanlış
olmayacaktır.
19.Meslek olarak gelişimi hakkında düşünceleriniz nelerdir?
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Devletin aynı zamanda bu tür şeylere nasıl baktığıyla
ilgili. Maalesef bizim devlet daha aydınlanmış değil yavaş yavaş gelişiyor. İş tanımı yok.
Geçmişe göre iş bulma durumu yavaş yavaş açılıyor. Bunun daha da gelişmesi lazım. Ama söyle
bir problem var, piyasacılık gelişiyor sosyoloji eğitimini biz piyasaya uygun veremeyiz ama öyle
yapmamız isteniyor. Bu eğitim kamusal bir şeydir. Toplumda hala tanındığını düşünmüyorum.
İnsanlar daha bilmiyor. Ne olacaksın soruları var hala. Sosyologların toplumla bağı yok aslında
birazda bununla ilgili. Aynı zamanda işsizliğin fazla olduğu yerlerde bu normaldir. Sosyolog
değil doktorun statüsü daha yüksektir. Daha prestijlidir.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Durumu hiç parlak değil. Tanımlı bir iş üslubu yok.
Sosyolojiden mezun olunca nerede çalışacağına dair insanların fikri yok ayrıca öyle bir durum
yok. Sosyolog istihdamına dair düzenleme söz konusu değil. Sosyoloji yapmıyorlar mezun
olunca. Başka bi takım ilgi alanlarına yöneliyorlar. O açıdan hiç parlak değil. Bununla ilgili
kısa vadede çözümler bulunabilir. Eğitim açısından, bir takım sosyal servislerin verilmesinde
uzmanlık, devlette zorunlu hale getirilebilir. Ufak ufak başladı ama kurumsal bir mevzuatı
olmadığı için kısıtlı ve tekil örnekler üzerinde. Bunların arttırılması gerekli.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Fecaat !
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Yani toplumda ki yeri para olmazsa olmaz
anlatabildim mi? Mesela eskiden öğretmenlik çok saygın bir meslekti. Herkes hoca hanım,
öğretmen hanım derdi. 80'den sonra parasal olarak düştü. Öğretmenler pazardan şey
toplamaya başladı. Ondan sonra o hocadan saygınlık beklenmez. Sosyolog. Mesela ben
girerken sosyolog ne falan deniyordu. Ben üfürükten bir şey olarak düşünüyordum. Şimdi
Tv'lere falan sosyologlar çıkıyor biraz daha prestijli gözüküyor. Ama işsiz kalınca o prestij yok
olacak işsizde kalacaksınız. Eğer kendinizi geliştirmezseniz. O kadar sosyolog boş da gezerse
sosyolojinin ne şeyi olsun ki. Olmaz yani prestij, statü parayla alakalı sosyolojiden para zor
kazanılır. Çok para kazanabilirsiniz ama iyi yetişirseniz. Ama onun zaten sosyolojiyle alakası
yok. İyi dil bilen, entelektüel bir insan olursan medya sektörüne girersin. Edebiyat sektörüne
girersin. Metin yazarlığı, reklamcılık, insan kaynakları cart curt. Ama bunu sosyolojiyle alakası
yok. Bunlar donanımlı insan olmakla alakalı. Bu yüzden sosyolojinin sorunları devam eder.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) - İsyan ettikçe kıymeti anlaşılıyor. Meslek olarak
olması gereken yerde değil. Ama bugünün toplumunda bir sosyologu dahil edemeyeceğiniz bir
şey yok.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) - Sosyoloji nedir sorusunun cevabı verilmiş ve
düşünülmüş değil. Ezbere eğitim, aktarım. Her şeyi birinin kuramlarıyla açıklar. Bizde olan
statü batıdan güncel olanı ne kadar hızlı takip ediyorsan o kadar yüksektir. Entel dışlanır.
Okumuş kişiler toplumu aptal görür. Gündelik hayatın içinde olacaksın. Toplumu öteki
algılarsan çeşitli taktiklerle seni aşağılar. Sosyologların kendi içerisinde statüsü düşüktür.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - İşte orası problem sosyoloji nedir sosyolog ne yapar
bu konuda tabi daha çok şey yapmak lazım. Tanınmıyoruz, bilinmiyoruz benim36. senem ve
anladığım kadarıyla çok şey değişmedi. Bunun sorumluluğu bize düşüyor. Bizim yerimize
başkaları çıkıyor. Biz çok temkinliyiz ve ben de buna dahilim. Medyada birçok konuyu
sosyolojik açıdan bu böyle diyenlerin %90u sosyolog değil; onlar bizim adımıza konuşuyorlar.
Ama bu durum kamudaki kadro meselesine indirgenmemeli bence. Gelecek kuşaklar bundan
vazgeçmeli üniversite hocası da kendini yenilemeli ve akademideki zırhımızın arkasına
sığınmamalıyız. Meslek olarak gelişmesi için tabi özel sektörde kamu dışında serbest olarak da
bilim yapılmalı. Ben görüyorum birçok alanda yabancı bilim insanları free-scientist (özgür
bağımsız)olarak çalışıyorlar, toplantılara katılıyorlar. Biz ille yazıyoruz, örneğin Ankara
Üniversitesi v.b. Ben iyileşmeden yanayım ama burada her gün sistemle bütünleşmeseniz bile
onunla uzlaşmak zorundasınız. Türkiye’de devlet üniversitesinin dışında çalışmalar yapan
insanlara ihtiyaç var. Yani devlet üniversitesinde tabi ki ders veriyorsunuz ve devletin sağladığı
olanaklar sınırlı. Belki daha başka desteklerle çok daha değişik alanlara açılım yapabilirsiniz.
Ayrıca mevcut düzen bunu biraz sınırlıyor tabi. Aman eğitim aksamasın yaptıklarım bilimsel
olsun vs. halbuki bilimle siyaset iç içe. Daha özgür hissedersin dışarıda başka şeylere de
açılırsın. Bu aynı bizim siyasete uzak kalışımızla da ilişkili bir şey ve yakıştıramıyoruz
kendimize, onun jargonu farklı risk almak, atılgan olmak lazım. Buradaki şey bu sistem içinde
biz de bürokratik mekanizmanın çarkları içinde ağırlaşıyoruz; çok daha hızlı tepkiler
verebiliriz. Bu bize illa baskı olduğundan değil, öğrenciyle de belli sorumluluk duyuyorsunuz
tabi.O yüzde daha özgür olabilir sosyolog sokakta taşı da tanıyacak,hapse de girecek bu
özgürlüğü hissedebilecek burada bizlerin öyle bir durumu yok. Bizim kaybedecek çok şeyimiz
var. O yüzden daha muhafazakarız. Sosyoloji zaten muhafazakar büyük ölçüde. İstisnalar
kaideyi bozmaz ama genelde sosyoloji yapılması için daha özgür, iş kaygısı eş kaygısı
olmamalı. Sırtında bunlar olduğu sürece bunlarla bu kadar özgür takılmak mümkün değil.
Bütün kayıtlardan kurtulmak daha özgürleşmek lazım.
Özel sektörde bunu yapmanın yolu var mı ?
Yok özel sektörde de olmaz ama sivil toplumda olur Araştırma şirketleri var stratejik
araştırma merkezleri var. Onlar da kimden fon buluyorlar bilmiyorum ama sahibinin sesi;
kimisi Almanya’nın kimisi Amerika’nın.Ancak en azından bir yerlerde bağımlılıktan kurtulmak
gerekiyor.Kendi başına onlar da parasız değil birileri destek veriyor sivil toplum
kuruluşlarına.Mesela Diyarbakır’ da orda burada AB’nin fonlarından binlerce küçük küçük
dernek var her biri sesini çıkartsın diye, ancak onlar da o faaliyetleri onların çizdiği bir
çerçevede yapıyorlar.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Meslek olarak gelişimi son yıllarda televizyonda çıkan
bir takım araştırmacıların sosyolojik olarak sosyolojik olarak demeleriyle, gerçi onlar
sosyolojiden ne anlıyor bilmiyorum. Birazcık son yıllarda bir popülerleştiğini görmekteyiz bu da
sosyoloji mesleğine olan saygınlığı arttırıyor toplum sosyoloji kavramının anlamını öğreniyor.
Ama sosyolojinin henüz anlaşılamadığı da bir gerçektir. Kafalar henüz net değil. Kavramı
bilmekle birlikte içeriğini çok fazla bilmediklerini düşünüyorum ama olumlu anlamada
sosyologlara bakış arttı.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Giderek artıyor. Farkındalıkları artıyor insanların.
Siyasi gelişmeler bile buna yol açabiliyor.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Meslek tanımı yok bu nedenle arkadaşlar kendilerini
sosyolojiye ait hissetmiyorlar. Başka yerlerde tanımlamaya çalışıyorlar kendilerini. Öğretmen
olmak,
sertifikalar
alıp
başka
alanlarda
tanımlamaya
Kurumsallaşmamız bu noktada eksik diye düşünüyorum ben.
çalışıyorlar
kendilerini.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Toplumdaki yeri iyi durumda toplumsal ve
siyasal alanda. Aidiyet konusunda sorunu yok. Kadro konusu ise Türkiye’de büyük bir sorun.
Piyasası yok. Sosyologların işini başkaları yapıyor. Alan araştırması yapabilmek için ciddi
ödenek sıkıntıları var yurtdışında ödenek konusunda sıkıntıları yok daha rahatlar mesela. Tabi
bu sorunlar bizden de kaynaklı sorunlar.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Yeni bakanlıklar kuruldu. Bu bakanlıklar
fazlaca sosyolog aldı sözleşmeli olarak. Dolayısıyla geçmişle günümüzü karşılaştırdığımızda
çalışma alanları genişledi. Ama kadro açısından çok değişme olmadı. Bütün yasal prosedürler
sosyologların lehine fakat kontenjanlar hala çok düşük. Bunlarında dönüştürülmesi gerekiyor.
Staj imkanı arttıkça sosyolojiyi orada tanıtma imkanı da doğuyor.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Sosyolog olmak nedir bu toplumda çok bilinen
birşey değil bu yüzden itibarının da çok olduğunu düşünmüyorum. Sosyolog olarak çalışan çok
fazla insan yok mezun olunuyor daha sonra dershanelerde yada halkla ilişkiler alanında
çalışılıyor. Bence insanlar kendi alanında sosyolog olarak çalışmalı itibar kazanılabilmesi için
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Son senelerde birazcık arttı. Daha tanınır oldu.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Bu hani meslek olarak görmek zor. İşte bunu şeyden,
yani bizim görünürlüğümüz işte aslında televizyonda çıkıp ‘sosyologum’ diyen… Ki bir sürü
insan söylüyor ya da ‘sosyolojik olarak…’ diye başlayan cümleler ya da araya sıkıştırılan
şeyler var. Onu da çok konuştuk. İşte Gezi’den hatırlarsınız. Sosyologları da şeye çağıran, ya
da işte Başbakan ‘sosyolojiyi biz iyi biliriz’; işte o Kurtlar Vadisi’ndeki, o da çağırdı ya bizi
göreve sosyologlar falan diye. İşte bu anlamda bir popülaritesi var hani. Ama bu ne kadar şey,
yani olsun işte. Ama onun dışında bir meslek vs. diye bir şey tanımlamak çok zor. Yani sosyal
bilimlerde de bunun zorlukları var. Her dalında değil ama var. Sosyolojide biraz daha fazla
var. Ben daha sosyal bilim diye tartışılması taraftarıyım, sosyolojiden ziyade.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) – Şöyle söyleyeyim, bir yandan baktığın zaman iyi.
Mesela geçen yıllarda galiba şöyle bir kavga vardı: Devletin sosyolog kadrosunu tanıması.
Yani sosyolojiden mezun birisini, mühendis kadrosu gibi bir sosyolog kadrosuna alması ve onu
farklı bir maaş sistemine bağlaması, biraz daha avantajlı sıradan memura göre, daha avantajlı
bir maaş sistemi. Bir yandan baktığımda bu olumlu bir gelişme olarak gözüküyor. Ama bir
hizmet alanı olarak belki de doğru. Fakat bu mesela Türkiye’deki sosyoloji bölümlerinde
giderek sosyal hizmetler alanının daha kuvvetlenmesine -meslekleşmesinin bir işaretidir o
mesela- kuvvetlenmesine bir kapı aralıyor. Şimdi akademinin içindeki böyle bir şey var mıdır,
öyle de bir iddiam yok ama hani benim olsa iyi olur diye düşünmeyi seveceğim, bilimsel yani
‘logi’ / ‘sosyo-logi’ ya… ‘logi’ / ‘logos’ kısmına önem veren bir sosyolojinin bir şekilde
korunması gerektiğini, duruma egemen olması değil, bölümlere egemen olması değil. Ama bu
alanın bir disiplin olarak var olabilmesinin ön koşulu. Meslek olarak parçalanıp gitmesi değil,
ön koşulu. Bunun da tutulması gerektiğini savunuyorum. Ama bunu başarabileceğimizden ciddi
anlamda emin değilim.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Aslında şey bir tür, tırnak içinde görünürlülüğünün
arttığını düşünüyorum. Ama bu görünürlük bence sizin de dediğiniz gibi “hakikati bilen”
pozisyonuyla ortaya çıktı ve bunu çok tehlikeli buluyorum. Çünkü burada yapmaya çalıştığımız
hani, bir gerçekliğe erişmek değil bana kalırsa. O yüzden hani bu görünürlüğün artmasıyla
beraber buna eleştirel bakıyorum. Bir de şeyi de söyleyebiliriz bence, sosyoloji mezunlarının
akademiye yönelmiyorsa gittikleri yer daha çok ya bir araştırma şirketi ya sivil toplum
kurumları ya bir tane daha popüler bir şey vardı…
Belediyeler…
Belediyeler, bizden çok daha az oluyor belediye tarafına. Özellikle sivil toplum tarafı çok
daha yaygın. Veya şey, nasıl diyelim, vasıfsız ama üniversite mezunu olunması beklenen
şeyler…
Dört yıllık bir üniversite bitirmiş olması beklenen…
Aynen öyle. Yani işte Çiçek Sepeti’nde çalışmaya başlayan bir arkadaşım var mesela,
sosyoloji mezunu olarak. Hani tüm bunlar çok sıkıntılı bana kalırsa.
Sosyoloji cephesinden en önemli tartışma konularından biri de bu gibi görünmektedir.
‘Sosyolog’luk bir meslek olarak kendini var edebilecek mi? Sosyoloji Türkiye’de
uygulanabilirlik açısından neredeyse hiçbir gelişim göstermemiş görünmektedir. Sosyolog
kadrosundan alınan sosyoloji mezunlarının hemen hepsi sosyal hizmet uzmanları ile aynı işi
yapmakta ancak çok daha az ücretlerle çalıştırılmaktadır.
Bunların yanı sıra, açıköğretim vs. ile her geçen gün sosyoloji mezunları çığ gibi
büyümekte ancak neredeyse hiçbir üniversitede aynı ya da benzer eğitimler verilmemektedir.
Sosyoloji eğitimi kalitesi açısından köklü üniversitelerden mezun olan öğrenciler akademik
yükselme anlamında daha avantajlı bir konuma oturmakla birlikte bu avantajın reel dünyada
tam bir karşılığı olduğunu söylemek pek de mümkün değildir.
Elbette toplumun sorunlarını anlayacak, açıklayacak ve çözümler üretecek sosyologlarına
ihtiyaç vardır. Ancak ne eğitim öğrencileri bu beklentiyi karşılayacak noktaya taşımakta ne de
istihdam olanakları bunu mümkün kılmaktadır. Üstelik bu tartışmalar arasında ‘sosyolog’luk
her geçen gün biraz daha tanınır bir iş olarak toplumda vücut bulmaktadır. Örneğin, her gün
tartışma programlarına sosyolog unvanlı katılımcılar çıkmakta ve konuşmaktadır. Ancak kime
neye göre bir sosyoloji diplomalısına ‘sosyolog’ deneceği hala tartışmalı pozisyonunu
korumaktadır.
20.Son olarak, bu sorularda yer almadığı halde sizce önemli olan sorunları lütfen söyleyiniz
DTCF 1 (Doç. Dr./Erkek/12 Yıl) - Son 30 40 yılda eğitim değişiyor piyasacı mantık
sosyolojiyi etkiliyor. Sosyolojinin
içindir ama nasıl üretim
amacı oraya buraya proje yapmak değildir. Eğitim üretim
kamusal üretim.
DTCF 2 (Araş. Gör./Erkek/6 Ay) - Yok.
DTCF 3 (Doç. Dr./Erkek/4 Yıl) - Yok.
DTCF 4 (Yrd. Doç. Dr./Erkek/7 Yıl) - Olabilir. Tabi bu şöyle ilgili sorunlar var.
Müfredatla ilgili. Yani şöyle arkadaşlar. 1- Sosyoloji eğitimiyle ilgili temel sorunlar var. O da
yetişmiş insanla ilgili. Türkiye'de yetişmiş insan var. Ama bu yetişmiş insanları destekleyecek
kurumsal bir yapı yok. 2- Bu taşra üniversitelerinin siyasetin örgütlenmeleri yüzünden, YÖK
yüzünden oralarda tepeden insanları getirme söz konusu olduğu için her siyasi yapıya göre
şekillenen bir bölüm yelpazesi oluşuyor. Hiç hak etmeyen kapasitesi yeterli olmayan insanlar
bu bölümlere doluşuyor. Ve bunlar sokaktan, bakkaldan öğrendiği şeyleri bilim adı altında
öğrencilere anlatıyor. Taşra için söylüyorum bunu. Ankara, hacettepe,ODTÜ gibiler için
söylemiyorum. Ama yani taşra da sosyoloji diye, bakkal bilgisi, kahve bilgisi yapılıyor. Bu çok
önemli bence. 2.si çok fazla bölüm olması. Bunların yarısı hatta 3te 1e düşürülüp diğer
bölümlerin kuvvetlendirilmesi lazım. Taşradaki master
doktoranın
kapatılması
lazım.
2.öğretimlerin kapatılması lazım. Bir de en son şey ekleyeyim iyi bir yabancı dil eğitiminin kesin
verilmesi lazım. İlla eğitimin yabancı dille olması değil atıyorum artık iyi bir hazırlık verip 8090 mı koyarlar barajı ya da çok iyi bir ingilizce eğitimimi olur yüzde bilmem kaç mı olur onu
bilemiyorum. Bizde onu tartışıyoruz ama ee yani yabancı dil olmadan iyi bir eğitim olmaz diye
düşünüyorum.
DTCF 5 (Araş. Gör./Kadın/3,5 Yıl) – Yok.
DTCF 6 (Araş. Gör./Erkek/7 Yıl) – Yok.
DTCF 7 (Prof. Dr./Kadın/41 Yıl) - Akademik sosyologlar olarak, meslek olarak
sosyolojinin gereklerinin farkında değiliz. Öğrencilerimize bilim olarak sosyoloji formasyonu
kazandırmakla yetindiğimiz sürece mezunlarımızın beklentilerini karşılamamız mümkün
görünmüyor. Mezunlarımız bilim olarak sosyolojiyi öğreniyor ama istihdam edildiği yerde
kendilerinden beklenen becerileri lisans eğitimleri sırasında kazanmadıkları için sukutu hayale
uğruyorlar. Meslek olarak sosyolojinin istihdam alanlarını belirlemeli ve eğitimlerimizi bu
yönde zenginleştirmeliyiz. Akademik sosyoloji ve meslek olarak sosyoloji arasında köprü
kurmayan eğitimin amacına ulaşmadığı açık.
GAZİ 1 (Doç. Dr./Erkek/14 Yıl) - Yok.
GAZİ 2 (Doç. Dr./Kadın/28 Yıl) - Maaşlar çok düşük. Akademisyenlere yurtdışı kongreler
için ödenek 2000tl verilirken yurtiçinde yol ve birkaç şeyi karşılıyor sadece. Ayrıca android
telefonlarda çok şikâyetçiyim. Öğrencilerle göz teması kuramıyoruz çok fazla ilgileniyorlar
telefonlarla.
GAZİ 3 (Araş. Gör./Kadın/1 Yıl) - Sosyolojide istek olmalı. İhtiyacımız olduğunu ve
faydalanmayı bilmeliyiz sosyolojiden. Toplumda eleştirel düşünce ön plana çıkmalıdır. Farklı
kültürleri tanımalıyız ve teşvik olmalıdır kongreler, toplantılar gibi. Ayrıca duyarlılık ve aidiyet
hissi arttırılmalıdır.
HACETTEPE 1 (Doç. Dr./Erkek/18 Yıl) - Yok.
HACETTEPE 2 (Prof. Dr./Kadın/26 Yıl) - Yok.
HACETTEPE 3 (Araş. Gör./Kadın/8 Yıl) - Yok.
ODTÜ 1 (Prof. Dr./Erkek/30 Yıl) - Var aslında ama şimdilik bu kadar yeterli, aklıma
gelince iletirim.
ODTÜ 2 (Doç. Dr./Erkek/20 Yıl) - Gayet iyi.
ODTÜ 3 (Prof. Dr./Erkek/18 Yıl) - Galiba zaten ana hatlarıyla konuştuk. Belki şunu
söyleyebilirim, aslında tek bir şey olarak bunu söyleyebilirim. Her alanda olduğu gibi
sosyolojinin de başına gelen şeylerden bir tanesi, artık bize bir meslek olarak gelen sosyolojiyi,
diğer şeyleri de samimi olarak yapmamamızdır temel olarak.
ODTÜ 4 (Araş. Gör./Kadın/1,5 Yıl) - Bana kalırsa öğrenci olmaya dair de sorular
eklenebilir burada. Çünkü şey düşünüyorum; öğrenci olmak ve pedagoji. Sanırım bu ikisini
ekleyebilirim. Sosyolog olmak, sosyoloji bölümünde asistan olmak, asistan diyorum
akademisyen olmak, kıymetli ama sosyologların veya akademide bir sosyoloji hocasının tek
görevinin bir şey yazmak olduğunu düşünmüyorum. Aynı zamanda bir formasyon tarafı var,
eğitim verme tarafı… Ve ilki kadar öncelikli olduğunu düşünüyorum. Çünkü yani burada
okuyoruz ve burada öğreniyoruz, burada şekilleniyoruz. Eleştireceksek hani bunun üzerine
eleştiriyoruz. O yüzden öğrenci veya nasıl bir hocalık? Hani o pedagojik tarafını da içerse çok
güzel olabilirdi.
Peki siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Hocaların bu konuda, ciddi anlamda yetersiz kaldığını düşünüyorum. Yani yetersiz
derken; aslında hoca tarafından değil sadece de… Tam da kendini bir aslında öğretmen olarak
da görmemek meselesi. Herkes için dediğim gibi genelleyemem ama ciddi ölçüde bunun eksik
kaldığını düşünüyorum. İlk başta söylediğim şey yani benim bir hoca olarak görevim sadece
dersi anlatıp çıkıp gitmek midir yoksa ne tür bir hocalık yaratmaya çalışıyorum? Veya benim
anlatcağım şey herhangi bir ders veriyorum ne bileyim, toplumsal cinsiyet üzerine. Sadece
kuramsal çerçeveyi vermek midir? Yoksa bu gündelikle, “every day in life” dediğimiz şeyle üst
düzeyde ilgili ve teorik olan şey zaten bunu göstermek üzerine kurulu bir şey mi? Bana kalırsa
öyle. Bunları dışladığımızda neyi dışlıyoruz aslında?
ODTÜ’de bu eksik mi sizce?
Büyük ölçüde öyle olduğunu düşünüyorum. Yani işte ODTÜ diye genellemek de zor. Hani
bunu çok ciddi ölçüde yaptığını gördüğüm hocalarım da oldu. Ve benim için en etkileyici
kısımlardan biriydi o. Ama belli derslerde hiç bununla karşılaşamadım. Ve çok ciddi sıkıntı
olduğunu düşünüyorum.

Benzer belgeler