İndir

Transkript

İndir
K U R T U L U Ş
R O M A N
YAZAN-UÇAR DEMĐRKAN
ÖNSÖZ
Bu roman;Büyük Önder Atatürk’ün “Nutuk”undan,ilk ağızdan derlenen,savaşı bizzat yaşamış
olanların gerçek anılarından ve yazarının çocukluk günlerinin geçtiği Đzmir ve Urla’da
anlatılan anılardan yararlanılarak yazılmıştır.
Romandaki olayların büyük bölümünü;Antalya Vergi Dairesinde gece bekçiliği yapan bir
Kurtuluş Savaşı gazisi,Đzmir Atatürk Lisesi felsefe öğretmeni ve diğer gaziler anlatmıştır.
I.B Ö L Ü M
ĐŞGAL
ĐZMĐR’DE ESKĐ BĐR SAVAŞÇI
Otobüs garajından çıktığında yepyeni,hiç tanımadığı,önceden hiç görmediği bir yabancı
kentte buldu kendisini Mehmet efendi.Elli yıl öncesinin yıkıntıları,yangın yerleri yoktu
artık.Yerlerine yüksek ve uzun yapılar,dükkanlar,işyerleri,geniş caddeler
yapılmıştı.Otobüsler,dolmuşlar ve yayalar başını döndüren bir hızla çevresinde deviniyorlardı.
“-Helal olsun demokratlara..Dedilerdi de inanmadıydım.Baksana,yurdu gerçekten de cennete
çevirmişler.”diye düşündü.
Sağına soluna bakındı;hiç bir şey anımsayamadı gençlik günlerinden.Kentsoylu olduğu
halde;bu büyük kentte köylü gibi duyumsuyordu kendisini şu sıra.Bastonunu asfalt yolda tatlı
tatlı tıklatarak yürümeğe başladı.
Belediye garajı kapısından çıkınca,sağ yanda geniş bir alan görmüştü.Kişiyi rahatlatıcı bir
görünümü vardı koca alanın.Ortasında,fıskiyesiz,yuvarlak bir havuz görünüyordu.O alana
doğru yürüyordu Mehmet Efendi.Bastonuna iyice abanıyordu yürürken.
“-Deniz kıyısına inmeliyim.Denizi görmeliyim.O günlerdeki gibi.Kurtuluştaki gibi”diye
düşündü .Büyük komutan:
-Ordular,ilk hedefiniz Akdenizdir,ileri..demişti.Onlar da on beş günde Afyondan Ege’ye
,Akdeniz’e inivermişlerdi.”-Ama ne inişti yaa..Ölüm,acı,açlık dolu bir koşu”
Alana giden yolun sağında ve solunda sırayla dizilmiş elektrik direkleri vardı.Direklerin
hepsinde birer bayrak dalgalanıyordu eylül yelinde.Kıpkırmızı,ay yıldızlı bayraklar.
“-Evrenin en güzel bayrağı mutlaka bizimkidir”diye düşündü başını bayraklara
kaldırıp.Başındaki,Kurtuluştan kalma kalpağı geriye kaydı,onu düzeltti.
Günlerden Dokuz Eylüldü ve kent yağmurlu bir güne hazırlanıyordu.Bu kentte yaşayanlara
göre,her dokuz Eylülde yağmur yağardı ve mutlaka yağmalıydı.Karşıt durumda,kent
arınmazdı.Gavur kanıyla kirlenmiş sokakları ve körfezi temizlenmezdi.Türkün güleç yüzü
gibi pırıl pırıl olmalıydı kent.Tüm pisliklerden arınmalıydı.Onun için yağmalıydı yağmur.
“-Biz de böyle yağdı yağacak bir havada girmiştik bu kente.Ulen Mehmet,ne günlerdi onlar
bee..Bir hafta süreyle astığın astık,kestiğin kestikti.Ölüm korkusu bütün benliğini kaplamış
olan kişiler,önünde hazan yaprağı gibi titriyorlar ve yaşamak için,ölmemek için kirli
ayaklarını öpüyorlardı.Şimdiyse..Şimdi,bir köşeye atılmış eski,paslanmış bir silahsın
sen..Tetiği düşmez olmuş bir silah..Hiçbir işe yaramazsın.”..Gözleri göz çukurlarında yitmişti
sanki.Yüzü de ufalmıştı iyice.Çenesi buruşmuş,ileri fırlamıştı.Dar omuzları,zayıf bedeni ile
öne eğilerek yürüyordu.
1
Yolun iki yanındaki kaldırımlarda yırtık elbiseli,yalın ayak çocuklar simit,ekşili
turşu,sakız,naneli şeker satmak için bağrışıyorlar;sandıklarını ağaçların altına yerleştirmiş
ayakkabı boyayıcıları,fırçalarını sandıklarına vurup müşteri çağırıyorlardı.
Düzensiz kentleşmenin köylerinden,ovalarından,dağlarından,yaylalarından söküp kente
taşıdığı ailelerin çocuklarıydı hepsi.Yüzlerinde dengesiz beslenmenin çarpık çizgileri
vardı.Sağlıksızdılar.Kentin acımasızlığını öğrenmişler,onlar da acımasız
olmuşlardı.Kavgacı,yalancı ve kötü alışkanlıklara yatkın tiplerdi.
Satıcılar,ayakkabı boyayıcıları;Mehmet efendi önlerinden geçerken bağırmadılar ve
sandıklarını tıkırdatmadılar.Oysa;önlerinden geçerken bağırsınlar,kendisini de müşteri gibi
çağırsınlar istiyordu.Đçinden kızdı Mehmet efendi.
“-Besbelli,seni adam bellemiyorlar Mehmet.”diye geçirdi.
Bu sırada bir boyacı arkasından seslendi.
-Moruk,gel de çizmelerini boyayayım.Süslenmiş,madalyalarını takmışsın ama çizmelerin
enayi.Gel de çamurları ı alayım hiç olmazsa..Mehmet efendi şaşkın:
-Bana mı söylüyon len dedi.
-Senden başka moruk var mı burada babalık..Gel de sabah çorbasını kapalım.
Mehmet efendi söylenenleri anlamıyordu.
-Ulen şimdi pataklarım seni diyerek oğlanın üzerine yürüdü.
Siyah saçları,eli,yüzü ayakkabı boyası ve cilası içinde olan çocuk ayakkabı fırçaları ile ayağa
fırladı.
-Hele bir dene de boyunu görelik bakalım..
Mehmet efendi duraladı.Sonra,dönüp yürümeğe başladı.Çocuk arkasından bağırdı:
-Senin devrin eskidendi moruk.Sen kendini kurtarmak için savaşmışsın..Biz de kendimizi
kurtarmak için savaşıyoruz.
Bir süre yürüdükten sonra,birden,Mehmet efendinin gözleri parladı.Bedenini,elinden
geldiğince dikleştirdi.Karşıdan;efe giysileri giyinmiş iri yarı,göbekli bir adam;yine efe giyimli
bir küçük çocukla ona doğru yürüyorlardı.Gerçek bir efe miydi adam acaba,yoksa bayram için
mi böyle giyinmişti?
Başında,gümüş pullarla süslü bir efe başlığı vardı adamın.Yeleği,cami pencere ve
kapılarındaki tırtırlı yaprak motifleriyle süslüydü.Cepkeninde de ayni süslerden
vardı.Çakşırının kemerine iki fişek kutusu takılıydı.Đki fişeklik,göğsünde ve sırtında çapraz
yapacak biçimde bedeninin üst kesimine dolanmış ve çakşırın kemerine
tutturulmuştu.Tozlukları maviydi,tatlı bir Eylül mavisi..
-Tanrının rahmeti üzerine olsun dede..
-Senin de evlat.
Adam kendisine selam vermiş ve tam önünde durmuştu.
“-Acaba tanışım mı oluyor”diye düşünüyordu Mehmet efendi.Adam konuştu:
-Bayrama gelmiş olmalısın herhalde..
Yok,tanışı olmuyordu adam.Yarenlik etmek istiyordu besbelli..
-Öyle oğul..Dokuz Eylül bayramına geldimdi.
-Nereden geliyorsun dede..
-Adana’dan gelirim evlat.
- Bu yaşta taaa Adana’dan kalk da Đzmir’e gel..Aşkolsun vallahi sana..
Bu söz canını sıkmıştı işte..Kamburunu,elinden geldiğince düzeltti.Göz çukurları iyice
çökmüş,yanakları kırış kırış olmuş yüzüne sert bir anlam verdi.Cılız bedenini iyice dikleştirdi.
-Neden gelmeyeyim be oğul..Bizler buraya taa Afyon’lardan geldikti vakti zamanında.Hem
de yürüyerek,koşarak,savaşarak…
Adam,karşısındakini kırdığını düşündü ve yanıtladı:
2
-Alınma be dede…Söz ağzımızdan kaçtı.Yoksa,göğsündeki Đstiklal Madalyası’ndan eski bir
savaşçı olduğun anlaşılıyor.Besbelli,eskide kalmış günleri yeniden yaşamak için geldin bu
kente..
-Öyle oldu.
Ayrılıp gitmek istiyordu artık.Bu kez,çocuk konuştu.
-Đstiklal Madalyası nedir amca?
-Dedenin göğsünde asılı olan şey oğlum.Bak,bu bir kahramanlık belirtisidir.Kurtuluş savaşına
katılanlara verildi bu madalya.
Çocuk,kırmızı bezden bir üçgenin ucunda sallanan sarı maden parçasına baktı bir süre.Bu
kez,Mehmet efendiye seslendi çocuk:
-Peki,sen kahramanlık yaptığın için mi verdiler sana bunu?
Mehmet efendi yanıtlamadı çocuğun sorusunu.Çocuğu elinden tutan adam yanıtladı:
-Elbette oğlum.Yıllarca önce,yunan gavuru bu kente girmişti.Mustafa Kemal’in askerleri
kovup çıkardılar yunanlıları bu kentten.Bu dede de onların içindeydi o sarada.Bu kenti,biraz
da bu dede kurtardı.
Mehmet efendi,adamın çocuğa anlattıklarını keyifle dinliyordu.Doğruydu,bu ülkeyi onlar
kurtarmıştı.Ama,son günlerde yine kurtuluştan söz ediliyordu.Bazı gençler,yüksek öğrenimde
olanlar ulusu “kurtaracaklarını” bağırıyorlardı.
Gazeteler,kurtuluştan;kurtuluş ordusundan söz ediyorlardı.Bu durum,Mehmet efendiye ters
geliyordu.Ülkeyi onlar kurtarmıştı.Bunlar ise bölük bölüktüler.Her grup,ülkeyi kendinin
kurtaracağını söylüyordu.Kimisi ırkçı,kimisi dinci,kimisi solcuydu.Mehmet efendinin,tüm
yaşamında olduğu gibi,bu günlerde de kafası karışıyordu.Oysa:onların kurtuluşunda bir tek
ses vardı.Mustafa Kemal’in çevresinde tek ses olmuşlardı ve kurtuluşu böyle sağlamışlardı.
-Baba,bana simit al..
Çocuğun sesi,daha çok eskiye dönmesine engel oldu.Đçinden sabır öğütleyen Arapça bir dua
okudu çocuğa kızgın kızgın bakarak ve başını iki yana salladı.Adam,çocuğu çekiştirirken
konuştu:
-Neyse,iyi bayramlar dede..Kal sağlıcakla.
Efe giysili adamla çocuk,M ehmet efendiyi öylece bırakıp gittiler.Mehmet efendi bedenini
yine bastonuna doğru eğip çevresinden hızlı hızlı gelip geçenlere baktı.
“-Bir bilseler kurtuluşu..Bu günleri neler pahasına yaşadıklarını bir bilseler..”
Alana doğru yürüyüşünü sürdürdü Mehmet efendi.
ĐŞGAL GÜNÜNDE ANADOLUDA KĐŞĐLER
Gazeteci Hasan Tahsin duvarda asılı,eski yazılı takvime baktı.Alafranga takvimle on beş
Mayıstı.Ortadan uzunca boylu,tıknaz,yüz çizgileri doğru bildiğinden şaşmaz kişi çizgileri olan
birisiydi.Sivil giyimli subaymış gibi tavırları vardı.Bu ulusun,bu ülkenin kurtuluşu için
çalışanlardandı.Đttihat ve Terakki Fırkası’na girmiş;ülkeyi Đngiliz hegemonyasından
kurtarmak için canını dişine takıp çalışmıştı.Oldukça yukarı derecede görevliydi.
Pencere düzeyine dek uzamış olan pencere önündeki dut ağacının dalları üzerinden Đzmir
Körfezi’ne baktı.Deniz,yatağa uzanmış erkeğini bekleyen bir kadın gibi,hafif hafif
oynaşıyordu.Güzel ve güneşli bir gün başlamıştı kentte.
“-Burası Đzmir..Havasına güven olmaz..Bakarsın,bir saat sonra yağmur başlar.”Böyle
düşünüyordu denizi seyreden Hasan Tahsin.Saat dokuzu gösteriyordu.
Önceki günü anımsadı.Maşatlık’ta(Yahudi mezarlığı) toplanmışlar ve reddi ilhak için
konuşmuşlar,bağırıp çağırmışlardı bu kentin kişileri.Özellikle okumuşları önayak olmuşlardı
toplantıya.Görevliydi bu toplantıda.Söylenenleri anlamsız bulmuş ve fakat konuşmacıların ve
dinleyenlerin yüz çizgileri ve tavırları;gelecek günler için umudunu arttırmıştı.Bu ulus köle
kılınamazdı.Direnirdi,gerekirse ölürdü özgürlük ve bağımsızlık için.
3
Bu yönünü iyi değerlendirirlerdi yurttaşlarının.Vatan,ecdat kanı,din dedin mi dilediğini
yaptırabilirdin onlara.Nitekim;Abdülhamid’ten bu tür sloganlarla kurtulmuşlardı.Ulus da bir
kurtuluş bellemişti bu olayı.Neden kurtulduğunu anlamamıştı.Oysa;Đttihad ve Terakki neden
kurtulduğunu iyi biliyordu ve doğal olarak Hasan Tahsin de.
Gazetecilik iyi bir uğraşıydı ona göre.Örneğin;bugün bu kentin yunanlılar tarafından işgal
edileceğini,batı Anadolu’nun bu kentten başlayarak yunanlılara peşkeş çekileceğini
biliyordu.Oysa;bu durumu çok az kişi biliyordu şu anda kentte.Sola doğru eğilip,mahalle
bakkalına baktı.Adam,dükkanının camekanını siliyordu,elindeki bir kirli bezle.
“-Öyle ellerini,kollarını sallayarak giremezler bu kente.Girmemeliler.Giremeyecekler.”diye
içinden konuştu bu kez.
Gerçekten de;yunanın Đzmir’e girişi Đttihad ve Terakki’nin işine gelmezdi.Çünkü bu,iktidarın
elinden gitmesi demekti.Gerçi;Damat Ferit Paşa onlardan değildi, Đngilizlerin
adamıydı,sadrazamdı.Ama,Đttihad ve Terakki,örgüt olarak bugün de güçlüydü.Güçlü de
kalmalıydı.Bunu sağlamak,Hasan Tahsin’in göreviydi.
Dün;Đstanbul’daki Türk padişahın ve Đslam halifesinin Đzmir valiliğine yollamış olduğu
iradesini okumuştu.Yunanlıların iyi karşılanması,işgal sırasında kentte olay çıkmaması
isteniyordu bu iradei şahanede.Yurdun kurtuluşunun,bu türden davranışlarla olanaklı olacağı
belirtiliyordu.
“-Olay çıkmamalıymış,yurdun kurtuluşu buna bağlıymış.”
Đğrenç bir şey yemiş gibi yüzünü buruşturdu Hasan Tahsin.
Bu sırada;Mustafa Kemal Paşa,Bandırma adındaki çürük,boyasız,kişiye güven vermeyen bir
gemiye ayak basıyordu Samsun’a gitmek için.Oldukça düşünceli
görünüyordu.Ama,alnında,endişeli olduğunu belirtir tek bir çizgi yoktu.Düşünceli
görünüşü,kararlı kişilerin düşünceli görünümüydü.Bu gemiye ayak basmadan,ileride
yapacaklarını tek tek planlamıştı.
Tekne,palamarın ı çözüp Đstanbul Boğazı’nın yukarısına yol almağa başladığında,son bir kez
boğazın iki yakasına uzun uzun baktı.Bu kentte gazetecilik yapmak istemiş ve askerlik yaşamı
boyunca o ana dek biriktirmiş olduğu paralarını bu uğurda yitirmişti.Her türden ve ulustan
birçok kadını tanımıştı bu kentte.Yakışıklıydı,kadınların ilgisini çekmekten hoşlanırdı.O
kadınlara değil;kadınlar ona ilgi göstersin isterdi.Padişah damatlığını bile reddetmiş ve
evlenmemişti.O sıralar bekar bir yaşamı seçmişti.
Son olarak;Harbiye Nazırı’nı bu çıkmakta olduğu görev dolayısıyla kandırmak için çok
uğraşmış ve başarıya ulaşmıştı.Belki de,Harbiye Nazırı da istiyordu onun düşüncelerinin
gerçekleşmesini,kim bilebilir?Olağanüstü yetkilerle donatılmış olarak gidiyordu Samsun’a.
“-Bu yurdun kurtuluşu,bu kentten sağlanamaz.Herkes,afyonlanmış bu
kentte.Đçlerinde,gerçekten yurdunun ve ulusunun kurtuluşunu isteyenler var bu kentin
insanlarının.Ama,çözüm yolunu yanlış bulmuşlar.Đngiliz ya da Amerikan mandasına girmek
kurtarmaz bu ulusu.Manda ülke olmak,tutsak ülke olmak demektir.Bu yolu kurtuluş yolu
olarak benimsesek bile,nasıl olsa sonunda bir kurtuluş savaşı gerekecek.O zaman,bu yolu
seçerek neden zaman yitirelim.?.Ulusu bugün içine düştüğü bu durumdan kurtarsa kurtarsa
yine bu yurdun oğulları ve kızları kurtaracaktır.Bugünkü tutumuyla Đstanbul,bu yurttan
değildir. Belki de onca savaşın yorgunluğuyla;savaşsız çözüm üretmeğe çabalıyorlardı.”
Böyle düşünüyordu kaşları çatılmış ve dudak uçları gerilmiş Mustafa Kemal.
“-Yeni bir örgüt kurmalı.Đttihad ve Terakki’nin ne olduğunu ve ne olmadığını Selanik’te ve
savaşta gördüm.Onlar da Damat Ferit’in benzerleri.Üstelik;kendi aralarında vuruşup
duruyorlar.Onlardan da yarar yok.Yeni bir örgüt kurmak gerek kurtuluşu sağlamak için.Hem
Đngilizcilerden hem de ittihadçılardan kurtulmak için yeni bir örgüt kurmalı.Tanzimattan bu
yana süren bu oyuna bir son vermeli ve ulusu bunlardan kurtarmalı”diye sürdürüyordu
düşüncelerini.
-Gerçek bir kurtuluş savaşı olmalı bu…diye bağırdı Anadolu yakasına.
4
Gök bulutluydu ve biraz sonra başlayacak olan bir fırtınayı önceden belirtmek ister
gibiydi.Mustafa Kemal’i taşıyan tekne;Karadeniz’in belirsizliklerine yönelmiş olarak,Đstanbul
Boğazı’ndan koyu dumanlar salarak çıkıyordu.
Ayni anda;sabahın bu ilk saatlerinden beri ilçenin en büyük ve bu özelliği nedeniyle en ünlü
kahvehanesinde oturuyordu Osman çavuş.Bu çavuşluk lakabı;son Balkan Savaşı’ndan
kalmaydı.Otuz yaşlarında görünüyordu.Şişmanlamağa eğilimli,kalçaları yere yakın,kocaman
kafalı,iri gözlüydü.Patlak gözlerinde,aptallıktan çok sinsi bir akıllılığın,hesap bilirliğin
belirtileri görünüyordu.
-Aliii…diye seslendi kahve ocağına doğru..Kimsecikler yoktu kahvehanede.
Duymuştu gavurun oğlu bağırdığını ama,domuzluğundan yanıtlamıyordu.
-Ulan Ali…Tepemi attırma da buraya bak.
Diye bir kez daha bağırdı.
Kahve ocağının tezgahında çay demlemekte olan kahveci,biraz da ürkmüş olarak yönünü
Osman çavuşa çevirdi.
-Buyur Osman çavuş..
-Çavuşundan başlatma şimdi..Bana bi gave yap..Şekeri az ve de okkalı olsun.
Kahveci,damarına basmak ister gibi yanıtladı.
-Tamam Osman çavuş..Gaven birazdan hazır.
Elindeki,tarihi bir hayli eskimiş bir gazeteye göz atıyordu Osman çavuş.Gazetede,yurdun her
bir yanında kurulmuş olan Reddi Đlhak cemiyetlerinin düzenledikleri toplantılarla ilgili
haberlerle bu cemiyetlerce yayınlanmış bildiriler yer alıyordu.
-Vay canına…dedi.
Kahveci,olduğu yerden sordu:
-Hayrola Osman çavuş..Gazetede önemli bir haber mi var?
Osman çavuş,gazeteyi önündeki alçak masanın üzerine bırakıp ocaktaki kahveciyle
konuşmaya başladı.
-Yok be Ali..Haberler her zamanki haberler ama,can sıkıcı haberler..Gavurlar,yurdun her bir
yanını aralarında üleşmek isterlermiş
baksana.Yunanlılar,Đngilizler,Fransızlar,Đtalyanlar..Herifler,ekmek bölüşür gibi bölüşmek
istiyorlar bizi.Onlar böyle yapıyorlar da,bizimkiler ne yapıyorlar buna karşı?.Hiç bir şey..Bir
takım cemiyetler kurmuşlar,bağrışıp duruyorlar.Karadeniz bizimdir,Trakya bizimdir,Doğu
Anadolu bizimdir diyerek.Durmadan bildiri yayınlıyorlar.Aferin okumuşlarımıza,bizi
yönetenlere.
Kahveci,Osman çavuşun kahvesini geniş bir fincana koydu.Fincanı bir tepsinin üzerine
yerleştirip Osman çavuşa getirdi.
-Doğru dersin be Osman çavuş.Sen savaş görmüşsün,daha iyi bilirsin yaa..Gavur;toplantı
yapmaktan,bağırıp çağırmaktan anlamaz.Gavur,silahtan anlar,kılıçtan anlar yalnız.Vereceksin
mermiyi,bak bakalım bir karış toprak alabilirler mi bizlerden.
Oysa;yüz yıldır Osmanlı durmadan toprak yitiriyordu.Savaşta yenik düşüyordu,toprakları
elden gidiyordu.Yeniyordu düşmanı,bu kez barış masasında toprak yitiriyordu.Bir kurt
girmişti elmanın içine.Elmayı,yiyip bitiriyordu.Kimseler göremiyordu kurdu.Kimisi
Ruslar,kimisi Đngilizler,kimisi Fransızlar diyordu.Doğruyu kimse bilmiyordu,her şey
gizliydi.Gizli bir el,tüketiyordu Osmanlı Devleti’ni.Son savaştan sonra,yine ortaya çıkmıştı
kurtlar.Elmayı açık açık dişliyorlardı.Kurtlardan kurtulmak gerekliydi.Olanaklı mıydı kurtları
tepelemek,yok etmek,elmanın dışına atmak ve elmanın kalanını kurtarmak..Yok,bu olanaksız
görünüyordu.
Düşünceli düşünceli yanıtladı Osman çavuş.
-Tabii be Ali..gavur yurda girdikten sonra yaşamanın ne değeri kalır haa..De bana ne değeri
kalır.Elmaya bir kez kurt düşmesin…Baksana;Allahın günü bomboş pinekleyip duruyoruz
5
burada..Çağırsalar ya bizi askere..Verseler ya elimize silahı.Gavura ancak savaşla engel
olunabilir.Savaşla.
Bunları söylerken;hiç de inanmış birisi gibi demiyordu söylediklerini.Daha çok,çıkarını
kollayan bir tipti o.Yüzünden akıyordu bu özelliği.Bir savaş çıksın istiyordu.Bu
doğruydu.Balkan Savaşı’nda yenilmişlerdi.Bu nedenle yapamamıştı dünyalığını.Ama,bu kez
akıllı davranacaktı.Savaş çıkarsa savaşa katılacak ve doğacak fırsatları iyi
değerlendirecekti.Kurtulacaktı bu kahve köşelerinde parasız yaşamaktan.Yükünü tutmak için
yeni bir savaş gözlüyordu Osman çavuş.Kurtulacaktı bu zer zebillikten..Yılların verdiği
deneyimleriyle;savaşın eninde sonunda çıkacağını sezinliyordu.Bekliyordu kurtuluşunu.
Ve ayni saatlerde;buğday başaklarının arasından koşarak çıktı Hasan.On sekizine yeni girmiş
,kavruk bir oğlandı.Esmer olan teni;kışın yelinden,yazın güneşinden daha da
koyulaşmıştı.Ablak yüzlü,kocaman elli ve büyük ağızlıydı.Hem poturunun üzerinden dizlerini
ovuşturuyor hem de anasına doğru yavaş yavaş yürüyordu Hasan.Sonunda anasının yanına
geldi.
-Geldin ana haaa…
-Geldim oğul..Sana,öğlen azığı getirdim.
-Sağ olasın ana..
Anasının elinden azık çıkınını aldı Hasan.Olduğu yere oturdu köylüce.Çıkını açtı.Đçinde bir
parça köy ekmeği ve biraz da peynir vardı.Peynir parçasını,kara ekmeğe katık ederek öğle
yemeğini yemeğe başladı Hasan.Anası,Hasan’ın yemek yiyişini izliyor ve kucağındaki
kundakta durmadan elini,bacaklarını oynatan Hasan’ın kız kardeşinin çocuğunu pışpışlıyordu
Otuz yaşını biraz aşmış,dev anası gibi iri bir kadındı Hasan’ın anası.Koca göğüslü,kalın kollu
ve bacaklıydı.Kolları arasındaki kundak,bir oyuncak kundak gibi görünüyordu.Bir süre sessiz
durdu kadın.Hasan’ın ilk soluklanmasında sordu kadın:
-Nasıl,ayrıkları bitirebildin mi?
-Az bişey kaldı anam.Đki saat kalmaz bitiririm hepisini.
Yeni bir büyük lokmayı ağzına tıkıştırdı.Bir parça da peynir koparıp attı ağzına.Đki avurdunu
şişire şişire yemeğe koyuldu ağzındakileri.
Anası;yemek yiyişini izliyor ve Hasan’ın babasını düşünüyordu.
Çocukluğundan beri hep savaş duymuştu.Köyden ağalar durmaksızın asker
devşirmişlerdi.Gidenlerin çoğu geri dönmüyordu.Şehit oluyorlardı,yüceliyorlardı.Öyle
diyordu imam efendi.
Fakirdiler ve sürgit fakir kalacaklardı.Erlerini savaşa yollayacaklardı
durmaksızın.Bu,alınlarının yazısıydı.Dini,kitabı kurtaracaktı erleri.Dedesi,babası hep bu
kurtarıcılık görevini yapıyorken ölmüşlerdi.Ama onları ne fakirlikten,ne ağadan ne de
tahsildardan kurtarabilmişlerdi.
Sonunda ölmek sırası kocasına gelmişti.Yemen savaşından baldırından yaralanmış olarak
dönmüştü köyüne Hasan’ın babası.Sonradan yarası depreşmiş ve bakışsızlıktan ve
doktorsuzluktan sekiz ay önce ölmüştü yorgun adam.Evin tüm yükü;Hasan’ın çelimsiz
omuzlarına yüklenmişti.Dedesi,anası,kız kardeşi ve kundaktaki kız kardeşinin çocuğu
Hasan’ın eline bakıyorlardı.
Hasan;bilisizliği nedeniyle olup bitenlerden bilgisizdi.Tarlada neşeyle çalışıyor;yemeğini
yiyince mutlu oluyordu.Geleceğe yönelik hiçbir düşüncesi yoktu.Yoksulluğa alışkındı;sağlığı
da fena sayılmazdı.Verimsiz tarlasıyla boğuşuyor;kışlık buğdayı sağlamağa
çabalıyordu.Arada ava gidiyor;şansı yaver giderse et yiyorlardı.Günleri,tekdüze sürüp
gidiyordu.Çevrede olanları gören,öğrenen birisi Hasan’ı tanısa”geri zekalı”diye düşünebilirdi.
Kadın,Hasan’a bakıp iç geçirdi.Kocasının neden o yad ellere gidip de yaralandığını ve de
savaştığını sordu kendi kendine
“-Alın yazısı öyleymiş,medelim.Đnşaallah Hasan’ım da öyle kara yazılı olmaz.”diye
düşündü.Çocukluğundan beri böyle düşünmeğe alışmıştı.Olaylar karşısında ne zaman
6
çaresiz,çözümsüz kalsa;bu düşünceye ulaşırdı.Bir yandan Hasan’ın yemek yiyişini izlerken
bir yandan da bu arada ağlamağa başlamış olan kundaktaki çocuğun ağzına sol memesini
tıkıştırdı.Çocuk,anasının memesi sanıp iki eliyle memeyi kavrayıp dudaklarıyla çekiştirmeğe
başladı.
O gün,Mehmet efendi,yeni ışıyan günde,dükkanının önünü süpürmekte olan çırağına seslendi.
-Hüseyin,bi koşu kahvehaneye git de bana bi orta şekerli kahve söyle.
Adı bağırıldığında süpürme işine son vermiş olan ve ayakta dikilmiş olan çırak elindeki
süpürgeyi terzi dükkanının içine fırlattı ve ustasını yanıtladı:
-Tamam usta..Şimdi söyler gelirim.
Bir koşuda uzaklaşarak ilerideki köşede yitti.Mehmet efendi çırağın elindeki süpürgeyi
dükkanının içine fırlatıp atmasına kızmıştı.
“-Çocukluk işte,bir bildiği mi var.”
Sonra,duvardaki dizi dizi körüklü pantolonlara ve yeleklere göz attı Mehmet efendi ve işine
nereden başlayacağını düşündü.Cılız,uzunca boylu ve keskin çizgili yüzlüydü.Daha efendi
olacak çağlarında değildi,yirmi altı yaşındaydı.Ama,müşterilerinin efendi diye seslenmelerine
alışmış ve bu unvanı benimsemişti Mehmet efendi.
“-Fransız gavuru da bizim kenti işgale hazırlanırmış.Osmanlı devletinin savaşta yenilmesi
nedeniyle işgal ettikleri topraklar yetmemiş besbelli.Anadoluyu da yutmak istiyorlar.
-Đyi ama,baksana,padişah efendimiz de bunlardan yana.Aman,gürültü çıkmasın dermiş.
-Bu ne biçim padişahlık,bu ne biçim Müslümanlık,anlayamıyorum birader.”
Dün,akşamüzeri,eve gitmeden kahvehaneye uğramış ve orada işitmişti bütün bunları,bu
konuşulanları.Kimisi
-Padişah sözü hak sözüdür.Ne derse o mutlaka yapılmalıdır.
diye fetva vermişti.Kimisiyse:
-Gavurlar kan dökülmeden giremezler bu kente.girememelidirler de.
demişti.O ise,ne yapacağını nasıl düşüneceğini bilemiyordu.Gavur gelirse ne olurdu
acaba?Dükkanını açmasına engel olur muydu gavur?
Gerçekten de;herkes anlamıştı savaşın ne demek olduğunu.Hele bu korkunç cihan
savaşında.Kişiler,yararları için savaştıklarını düşünür olmuşlardı.Ataları
savaştıklarında,ülkede bolluk olurmuş,ganimetler gelirmiş,şenlik olurmuş.Oysa;bu son
savaşta yalnızca kırgın,bozgun,yorgunluk olmuştu.Ne demişti köylünün birisi kahvehanede:
-Gavur,tarlamın sırına gelmedikçe savaşmam gayri..Bezdim,bıktım,bittim ben.
Haklıydı adam.O da haklıydı.Son olarak;Đttihad ve Terakki belası çökmüştü üzerlerine.Perişan
olmuşlardı,yok olmuşlardı kişiler dört bir yanda.Bu kez,din için de savaşılmamıştı.Sahi;o
neden savaşmıştı bu son cihan savaşında?
“-Adammm sen de..Bu yurdun yetiştirdiği onca büyük asker ve adam var.Bunları onlar
düşünsünler.”Gel”derlerse giderim savaşa.Karşıt Durumda,kılımı bile kıpırdatmam.”
Bu karara vardı sonunda ve bu konuları düşünmekten vazgeçti.
Biraz sonra kahvecinin çırağı,kendi çırağıyla birlikte geldi,kahve tepsisindeki kahvesini alıp
önüne koydu.
-Sağ olasın küçük.
Mehmet efendi cebinden tabakasını çıkarıp “Regie”tütününden bir sigara sarmağa
koyuldu.Dükkanın önünü süpürmeyi sürdüren çırağına baktı bir süre.
“En iyisi çocuk olmak..Ne para kazanmak,ne savaş..Hiçbir tasan yok.”
Ve o anda evinden çıktığında Hasan Tahsin;saat dokuzu geçmişti.Güneş biraz daha yükselmiş
ve yakıcı olmuştu.Dükkancılar,sabah müşterilerini uğurlamışlar;dükkanlarının önüne attıkları
peykelerde güneşleniyorlar ya da dükkan komşularıyla tavla oynayıp müşteri
bekliyorlardı.Ölü saatlerdi şu an.Havanın güzelliği,kişilerin tinsel durumlarını da etkilemişti
ve gülümsüyordu herkes.
7
Biraz sonra;kentin batı yönünde,denizin üzerinde siyah bir bulut belirdi.Körfezin bitiminde
beliren bulut,bir süre sonra tüm Đzmir’in üzerine yayıldı.Neredeyse,tüm Đzmir göğünü kapladı.
Tavla oynayanlar başlarını kaldırıp göğe baktılar ve dinden gelen etkilerle,bunu bir kötü
belirti olarak biri birlerine gösterdiler.Yağmur bulutuna benzemiyordu bu kara bulut.
.Olağanüstü bir buluttu bu kara bulut.Daha önceleri hiç görmemişlerdi.
Kentin yollarında yürüyenlerin de dikkatini çekmişti.Đkide bir bulutun,bu kapkara bulutun
bulunduğu yöne kafalar kalkıyor ve kötümser görünümlü yüzler beliriyordu.
Evlerin kafeslerinin arkasındaki pencereler açılmış;kadınlar,bu kara bulutun kent üzerine
yayılıp büyümesini izliyor ve dudaklarını kıpırdatarak dua ediyorlardı.
“-Bu bulut iyi belirti değildi.Bu bulut,bulut değildi..Bu bulut Türk’ün kötü alınyazısı.Bu
bulut,gavurların şenlik bulutu.Demek,geliyor gavurlar.Gelsinler bakalım..Gelecekleri
varsa,görecekleri de var.”
Böyle düşündü Hasan Tahsin ve elini belindeki tabancasının üzerinde gezdirip bedeninin
yanına sarkıttı.
“-Nasıl olsa gelecekler.Ama,anglo sakson egemenliğini yayamayacaklar Anadoluya.”
Babadan kalma altıpatlarını kemerine yerleştirmiş ve öyle çıkmıştı evden Hasan Tahsin.
Yürüyordu.Çalıştığı gazeteye daha uzun bir yolu vardı.Ama o,acele etmiyor,ağırdan
alıyordu.Olacakları görmek istiyordu.Bir yandan da eylemini nasıl gerçekleştireceğini
düşünüyordu.
O sırada;Đzmir’in göbeğinde,vilayet konağının sağ yanında ve deniz kıyısında kurulu
Sarıkışla’da Yüzbaşı Hasan geziniyordu.Ogün her günkünden erken uyanmıştı.Aslında;gece
uyuduğu da söylenemezdi.Yatakta,bir o yana bir bu yana dönmüş ve sonunda bitap kalıp
uyumuştu.Yaşamında geçirdiği en berbat geceydi bu.
Uyandığında kalk borusuna daha bir saat vardı.Tıraş olmuş ve emir erinin uykusuna
kıyamadığından kendi kendine giyinmiş ve kışlanın önüne çıkmıştı.
Sarıkışla;oldukça büyük ve eski yapılı bir kışlaydı.Đçinde;piyade ve süvari alayları
barınıyordu.Ama,her iki alayın asker sayısı;bir bölüğünkü kadar bile değildi.Erler;atların
sabah bakımı için uykulu gözlerle tavlalara giriyorlardı.
Sarıkışla’nın hükümet konağı alanına açılan kapısı önüne bir sandalye koydurmuş ve sabah
kahvesini orada içmişti.
“-Ne kısmetsizmişsin be Hasan..Bir asker için en büyük şerefsizlik sayılacak bir davranışı
bugün görev olarak üstlenmek zorundasın..Kışlayı yunan gavuruna teslim
edeceksin.Oysa;senin ataların aylarca aç kalmışlar,ölmüşler ve fakat savundukları kaleleri
gavura teslim etmemişlerdi.Ama,kışladaki askerlerin yaşamından da sen
sorumlusun.Üstelik;padişah emir vermiş sana.Üzülmemelisin..Üzülmemekle olmuyor ki be
Hasan..”
Başını sağ yanına çevirip hükümet konağının önünde bir sıra safta toplanmış olan sivillere
baktı bir süre.
“-Bu adamların hepsi ölü olmalı.Ya da kişiler çok kötü..Đnandıkları hiçbir değer kalmamış
artık.Daha dün ulus olmuş bir kavime Đzmir’i teslim
edecekler.Utanmayacaklar,ezilmeyecekler..Allah,hepsinin belasını versin..Đyi ama,benim
yapacağım iş de onlarınkinden az değil ki..Üstelik,ben askerim.”
Bu kez başını;körfezin bitiminde belirip kentin üzerine yayılmış kara buluta çevirdi.Bulut
büyümüş ve bütün körfezi kaplamış;kentin üzerine yayılıyordu.
”-Besbelli,bu Đzmir,lanetlenmiş bir kent.
Yine,hükümet konağının önündeki sivil memurlar kalabalığına baktı.Fesini yeni kalafatlatmış
ve en yeni giysilerini giyinmiş olan Đzmir valisi,sağa sola emirler veriyor ve sık sık ellerini
ovuşturuyordu.
Sigarasından derin bir nefes çekip dumanın tamamını bir kezde havaya üfürdü.
8
Orduda geçmiş yıllarını düşündü.Đttihad ve Terakki,askerleri de politikaya
bulaştırmıştı.Komutanları,biri birlerine düşman gözüyle bakıyorlardı.Devletin varlığı
tehlikedeymiş;umurlarında değildi.Tek amaçları;onların grubu iktidarda olsundu.
Yüzbaşı Hasan;dini bütün bir subaydı.Bu nedenle gruplaşmalara girmemişti.Halifeye ve
padişaha sadıktı.Đyi ama,halife,bir islam ülkesini dinsizlere teslim ediyordu.Tutsak olmuştu
padişah,ondan böyle davranıyor olmalıydı.Halifeyi ve padişahı tutsaklıktan kurtarmak
gerekliydi.Kurtuluşun başlangıcı bu olmalıydı.
O nedenle;gelenlerin Đzmir’e çıkmalarını sabırla bekliyor,acısını yüreğine gömüyordu.
Bir saat sonra;Đzmir Körfezi,yunan gemileriyle dolmuştu.Savaş gemilerinin yanında,tecim
gemileri de vardı.Önce,ürkek ürkek körfezin bitiminde belirmişler;sonra tam yolla
Kordonboyu’nun bir mil açığına dek gelip demir atmışlardı.Yeni gelin almağa gelmiş deniz
motorları gibi rahat ve neşeli girmişlerdi Đzmir’e.
ĐZMĐR’ĐN ĐÇĐNDE YUNAN ASKERĐ
Yunan tecim gemilerinden indirilmiş olan botlardan ilki,hükümet alanındaki rıhtıma
yanaştı.Đçinde,yunanlı bir teğmenle bir manga asker vardı.Botun sağında ve solunda,gerilerde
diğer botlar yavaş yavaş rıhtıma yanaşıyorlardı .Çok uzaklardaki diğer botlar,Kordonboyu’na
doğru yol alıyorlardı.Kordonboyu’nda bir insan ve araba kalabalığı;çılgınca sesler çıkararak
botları gözlüyorlar ve yunanlıların yeniden Đzmir’e kavuşmalarını kutluyorlardı.Đzmir
Ortodoks metropolü,elenizmin bu kahraman evlatlarını,karaya ayak bastıklarında,Đsa adına
takdis ediyordu.
Hükümet alanına yanaşmış bottaki yunanlı teğmenin ve manga erlerinin yüzlerinde
gelecekteki belirsizliğin yarattığı gergin ve korkulu çizgiler yer almıştı.Yunanlı teğmen,ürkek
bir sıçrayışla rıhtıma çıktı.Arkasındaki askerleri”hurraaa”diye bağırarak bu tarihi anı bir
törene dönüştürdüler.
Hükümet alanında kimseler yoktu.Sarıkışla’nın önünde yüzbaşı Hasan,Vilayet Konağı’nın
önünde de sivil memurlar bekleşiyor ve karaya ayak basmış olan teğmeni izliyorlardı.
Yunanlı teğmenin arkasından,bottaki tüm erler sırayla rıhtıma çıktılar.Bu ana dek,ateş
edilmemiş olması;erleri cesaretlendirmişti.Erlerin birisinin elinde,muntazam katlanmış bir
yunan bayrağı görülüyordu.
Yunanlı teğmen,alanda yürümeğe başladı.Bunu gören Osmanlı Valisi;teğmene gülümsemeğe
başladı.Sivil memurlar,yerlerinde kımıldayıp düzene girdiler.Yunanlı erler,dağınık
olarak,elleri tüfeklerinin tetiklerinde çevrelerini gözleyerek teğmenlerinin arkasından Vilayet
Konağı’na doğru yürümeğe başladılar.
Yunanlı teğmen ve erleri;Vilayet Konağı’nın önündeki kalabalığın karşısına geldiler.Bayrak
taşıyan er,arkadaşlarından ayrılıp teğmenin yanına geldi.Teğmen;diğer erlerine,Vilayet
Konağı’nın çevresine yayılmalarını işaret etti.Yunanlı erler,bina çevresindeki yollara dağılıp
yittiler.
Osmanlı Valisi;elini uzatıyordu yunanlı teğmene.Hoş geldiniz diyecekti.Yunanlı
teğmen;kendisine uzatılan ele bir süre baktı ve yüzünü ekşiterek yana doğru itti bu
eli.Osmanlı Valisi şaşkın şaşkın bakıyordu ona.Sonra;teğmen,bir omuz vuruşuyla valiyi yana
itip kendisine yol açtı ve arkasındaki ere Rumca seslendi:
-Beni izle..
Yunanlı teğmen ve yunan bayrağını taşıyan er koşar adımlarla Vilayet Konağı’nın
merdivenlerini çıktılar ve binanın ana girişinde yittiler.Biraz sonra;valilik odasının önündeki
terasta yine göründüler.Yunanlı teğmen;göndere çekili Osmanlı bayrağını acele indirip
terastan aşağı fırlattı ve göndere yunan bayrağını çekip erle birlikte selamladı.
Yüzbaşı Hasan olanları izliyordu.Gözleri çakmak çakmak olmuş;Osmanlı bayrağının yere
atılışını görüyor ve yüreği kabarıyordu.
9
Bu sırada;Vilayet Konağı’nın sağ yanındaki ara sokaktan bir kadın çığlığı yükseldi
-Yetişin ey ümmeti Muhammet.Beni bu gavurun elinden kurtarın.
Yaşı kırkını aşmış,kısa boylu bir Türk kadınıydı bağıran.Karşısında bir yunanlı er
vardı.Kadının peçesini çekip almıştı yüzünden.Kahkahalarla gülüyordu.
Yirmi adım ötedeki köşeden Hasan Tahsin belirdi.Gördüğü,kanının tepesine sıçramasına
yetmişti.Bu iyi bir fırsattı çatışma başlatmak için.Yunanlı ere bağırdı.:
-Bre kefere..O kadını rahat bırak.
Yunanlı er,Hasan Tahsin’in gürleyen sesini duymuş;kadını bırakıp ona dönmüştü.
Hasan Tahsin;iki bacağını iki yanına açmış ve ceketinin düğmelerini çözmüş orada,öylece
dikiliyordu.Gözlerinde,başka kimsede gözlenemeyecek ölçüde büyük bir öfke
okunuyordu.Durgundu Hasan Tahsin.
Yunanlı er ,önce ne yapacağını şaşırdı.Bir süre düşündü ve aklına elindeki tüfeği kullanmak
geldi.Tüfeğini Hasan Tahsin’e doğrulturken,bir altıpatlar sesi duyuldu ve yunanlı er göğsünü
tutarak,korkunç bir sesle bağırdı.Daha yere düşmemişti ki;arkasındaki köşeden diğer yunan
erleri belirdi ve diz çöküp Hasan Tahsin’e ateş etmeğe başladılar.
-Yandım anam..
diye bağırdı Hasan Tahsin.Kaçmağa fırsatı olmamıştı.Bedeni,beli düzeyinde arkaya
eğildi.Daha sonra,dizleri üzerine düşüp öne doğru boylu boyunca uzandı.Başından düşen
kırmızı fesi;kaldırıma değene dek yuvarlandı.Yunanlı erler hala ateş ediyorlardı
HasanTahsin’e.
Ayni anda;Yüzbaşı Hasan’ın bütün bedeni bir yay gibi gerilmişti tabanca ve tüfek seslerini
duyunca.Nice savaşlara girmiş çıkmıştı ama;hiçbir zaman düşmanına şu anda duyduğu denli
hınç duymamıştı.Kendi kendine konuştu:
“-Bunun böyle olacağı belliydi.Türk ulusu,kanını dökmeden bir karış toprağını vermez
düşmanına.”
Bu sırada üç yunanlı er,üzerine doğru yürüyorlardı.Bakışları küstahçaydı erlerin.Önüne
geldiler ve çevresini kuşatacak biçimde durdular.Başını çevirip yine Vilayet Konağı’na baktı
Yüzbaşı Hasan.Bir tek sivil memur kalmamıştı konağın önünde.
“-Korkaklar,alçaklar,vatansızlar..Kaçmışlar,hepsi de sığınacak bir delik aramak için yok
olmuşlar”diye düşündü.
-Zito Venizelos vre türko…
Böyle diyordu karşısındaki yunan eri.Yüzünde korkulu bir küstahlık okunuyordu.Tüfeğinin
süngüsünü,Yüzbaşı Hasan’ın karnı düzeyinde,üzerine doğrultarak bağırdı.
-Vre zito Venizelos türko..
Soğukkanlıydı Yüzbaşı Hansa.Ölecekti biliyordu.Alınyazısı burada doluyor olmalıydı.Asker
olduğuna göre;bu türden bir ölüm en iyisiydi.Bağırdı:
-Bre ne diyorsun sen kefere..Ben de öyle bağıracak göz var mı?
Böyle diyerek tabancasını çıkardı ve geriye sıçrayıp sırayla üç yunanlı erin göğsüne birer
kurşun sıktı.Erler,bağrışarak yere yuvarlandılar.
Tabanca sesini duyan alandaki bütün yunanlı erler,Yüzbaşı Hasan’ın üzerine ateş etmeğe
başladılar.Đlk yarayı kolundan,ikincisini bacağından aldı.Ateş devam ediyordu.
-Allah öcümüzü aldıracak..
Ölmeden önce böyle bağırdı Yüzbaşı Hasan.
Daha sonra;karaya çıkan yunanlı askerler Sarıkışla’ya daldılar ve bütün türk er ve subayları
şehit ettiler.
Güya;kente kimseyi öldürmeden ,kimseye zarar vermeden gireceklerdi.
Akşam olduğunda;Đzmir’in işgali tamamlanmıştı.Dindar Rumlar,kiliselerde ayin
yapıyorlar;balıkçılar,ayak takımı ise kordondaki birahaneleri doldurmuş;zafer türküleri
söylüyorlardı.Yedi yüz yıllık Türk yönetimi;Đzmir’de sona ermişti.Ege yine yunanlıların
10
olacaktı.Yunanlı askerlerle yerli Rumlar;çılgınca eğleniyorlardı.Rum kızları;yunanlı erlerle
dans ediyorlar;sirtaki oynuyorlar;kendilerinden geçiyorlardı.
Kentin Đslam mahallelerinde ise ölüm sessizliği vardı.Evlerin ışıkları kısılmış ya da
söndürülmüştü.Korku içinde güneşin yeniden ışıyacağı sabahı bekliyorlardı.
II.B Ö L Ü M
BAŞLANGIÇ
Đ Z M Đ R’D E B Đ R S A V A Ş Z E N G Đ N Đ
-Arabayı dikkatli sürün,şişeler kırılmasın.
Çok şişman,kocaman elli ve ayaklı bir adamdı bunu söyleyen.Üzerine kasalara doldurulmuş
gazoz şişeleri yüklenmiş bir arabayı iten iki işçisine sesleniyordu Osman Çavuş.
-Olur patron,dikkat ederiz..Sen hiç meraklanma..
Bunu söyleyen genç işçi,Osman Çavuşun göğsündeki Đstiklal Madalyası’na gıptayla
baktı.Đşyerinin girişine yakın olduklarından,altın madalya,güneş ışığında yanıp yanıp
sönüyordu.Bakanın gözünü alıyordu.
-Allah cezasını versin bu adamın..
Arabayı iten ikinci işçi konuşmuştu.
-Neden öyle diyorsun be Ahmet?
-Nedeni var mı bee..Benim babam da katılmış kurtuluş savaşına..Ama,biz ailecek
sürünüyoruz.Satacak Đstiklal Madalyamız bile yok..Oysa;o bu mahallenin yarısına sahip
-Savaşta büyük yararlık göstermiş de ondan zenginlemiş diyorlar.Hükümet;kaçan yunanlıların
mallarını ona vermiş.
-Ne diyorsun sen bee..Onun nasıl zengin olduğunu sen bana sor..
-Haydi,haydi bırakın konuşmayı..Đşinize bakın..
Osman Çavuştu bağıran.Bu kez,işçiler,arabayı biraz daha hızla sürmeğe başladılar.Şişe
şakırtıları,işyerinin dışına taşıyordu.
Ayağında lastik mestleri ve elinde kehribar tespihiyle yazıhanesine girdi Osman Çavuş.
-Evet,nerde kalmıştık hocam..
-Zevceniz daha bir süre rahatsızlık çekecek.Fakat sonra,iyileşecek.Fincandaki suda böyle
görünüyor Osman bey.Kendisi hala cinlerin etkisi altında.
-Eksik olma hoca efendi..Yüreğime su serptin.Eee..Bugün bizim günümüz.Dokuz Eylül
törenlerini rahat izlemek ister misin hocan?
Hoca öneriyi anlamamazlıktan geldi.
-Ne töreniymiş Osman bey?
-Ne töreni olacak be hoca efendi.Bugün Dokuz eylüldür.Đzmir’in gavurdan kurtuluşunun yıl
dönümüdür.
Hoca efendi biraz ikirciklendi.Cüppe biçimindeki paltosunun eteklerini dizlerinin üzerinde
toplayıp geriye doğru yaslandı.
-Gavurdan kurtulduk da ne oldu ki Osman bey.Şimdilerde daha da gavurlar yönetiyorlar bizi.
Hoca efendi,görevi gereği Đzmir’in yaşamını çok yakından gözleyebiliyordu.Đzmir’i
Yahudilerin,Đngiliz azınlıklarının kalıntılarının yönettiğini görüyordu.Tüm Đzmir;bu
azınlıkların çalışanları durumundaydı.Tarımı da denetliyordu bunlar.Çünkü;köylü ürününü ya
bunlara,ya da bunların aracısı olan yerli tüccara satmak zorundaydı.Dolayısıyla;ülke ya da
ulus;bir şeyden kurtulmuş değildi ona göre.Olan padişaha ve halifeye olmuştu.
Osman çavuş bayağı kızmıştı hoca efendinin sözlerine.Uzun yıllar ülkeyi yöneten tek partinin
Đzmir şubesinde yöneticilik;kısa bir süre de il başkanlığı yapmıştı.
-O nasıl söz hoca efendi?
11
-Nasıl sözü mü var Osman bey..Padişahlık zamanında herkes camilere doluşurdu.Đşgal
günlerinde de bu böyleydi.Sözümüz dinlenirdi.Oysa;cumhuriyet yönetimi geldi de ne
oldu?Kimseler camilere gelmez;hacı hoca sözü dinlemez oldu.
Osman çavuşun tepesi atmıştı artık.
-Darılma ama,pek insafsızsın hoca efendi..Hükümet ne yaptı ki?Camileri mi kapattı?..Hem
unutma ki ben hala partide kayıtlıyım hocam.
Osman çavuşun kaşlarının çatıldığını gören hoca efendi,gerilemek gereğini durdu.
-Yanlış anlama Osman bey..Hani dinin,diyanetin değeri azaldı.Kötü günler yaşıyoruz..Onu
demek istedim.
Osman çavuşun yüz çizgileri yumuşadı.Hoca efendiye kurnazca baktı.
-Aşk olsun hocam..Ben seni memnun etmiyor muyum?Hem haklısın da..Ben de senin gibi
düşünüyorum.Ülke iyiye gitmiyor hocam..Baksana;amerikan donanmasının Đzmir’e gelişine
karşı çıkmak için toplantı düzenlemiş gençler.Ülkeyi yabancılardan
kurtaracaklarmış..Bunlar,kurtuluşu ne bilirler ki..Neden kurtulacağız hocam?..Ülkemiz işgal
altında mı?..Kimlerden kurtaracaklar ülkeyi?..Örrneğin ben..Beni neden
kurtaracaklarmış?..Halkı neden kurtaracaklar?..Đşte,bunlar aslında tehlikeli
olanlar.Gavurlardan da tehlikeli bunlar.Neden bu durumlara düştük?..Dine kitaba saygı
kalmadı da ondan tabii..Haklısın bir bakıma hocam.
Hoca efendi işi pişkinliğe vurdu:
-Eksik olma Osman bey..Senin gibiler de olmasa,iyice kıyıda köşede kalacağız zaten..Tanrı,ne
muradın varsa versin..
Osman çavuş,hoca efendinin işi tatlıya bağlamasına sevindi ve bir kahraman edasıyla
konuştu:
-Sen ne dersen de..Bu ulus,yunan boyunduruğunda yaşayamazdı.Onun için bu yola can koyup
savaşa girdik.tanrının izniyle de kazandık savaşı..Ama;bu günkü yönetimin bazı yanlışlıkları
varmış..Olsun varsın..O kadar kusur kadı kızında da bulunurmuş,değimli hocam..
Hoca efendi Osman çavuşu yanıtlamadı.Osman çavuş konuşmasını sürdürdü.
-Neyse,dur ben sana bir savaş anımı anlatayım da dinle..Đzmir’e ilk biz girmiştik…
HASAN ADINDAKĐ ÇOCUK SAVAŞA GĐRĐYOR
Yunanlılar Đzmir’i işgal ettikten sonra;Manisa ve Aydın’a doğru yayılmağa
başladılar.Đzmir’deki Türk alaylarının artığı olan subaylar ve erler tuksak edilip Mudanya’ya
yollanmışlardı.Đstanbul hükümeti;bu subay ve erlere komuta etmek üzere Bekir Sami beyi
Đzmir’e yollamıştı.Oysa;Bekir Sami bey,bu arada Mustafa Kemal’den aldığı telgraf üzerine
Đstanbul’un emrinden çıkıp Mustafa Kemal’in emrine giriyor ve tutsaklıktan kurtarılacak
subay ve erlerle görev almak istediğini Mustafa Kemal’e bildiriyordu.
Ayni günlerde;Mustafa Kemal’in emriyle Anadolu’da işgale karşı çıkma toplantıları
düzenleniyor ve işgal kuvvetleri adına Đngiltere olağanüstü komiseri,Babıali’ye gösterilerle
ilgili bir karşı çıkma bildirisi veriyordu.
Bu sırada;sadrazam Damat Ferit Paşa,Paris görüşmelerine gitmeğe hazırlanıyor ve TürkiyeHavas-Reuter ajansı,27 Mayıs 1919 da “genel düşünce,Türkiye’nin büyük devletlerden birinin
yardımını sağlamasının gerekli olduğu merkezindedir.”şeklinde yayında bulunuyordu.
Keza;bir süre sonra,Mamuretülaziz’e vali olarak yollanan Ali Galip,yakalayıp tutsak etmek
için Mustafa Kemal’e tuzak kurmak istiyor ve fakat halktan ilgi görmeyince yeniliyor ve
Mustafa Kemal’in eline düşüyordu.
Bütün bu olanlardan habersizdi Hasan.Damlarının önünde yere oturmuş,ahır kokulu yaz
gecesinin yelini ciğerlerine çekiyor,gözlerini hafif yumup havayı bir süre ciğerlerinde tutuyor
ve sonra pis havayı ağzından ve burnundan gecenin karanlığına üflüyordu.Sol yanındaki
12
sundurmanın altında geviş getiren ineklerin ve saman yiyen eşeğin seslerini dinliyor ve ikide
bir,başını kaldırıp göğe bakıyordu.
Her gece,ne yaptığını,ne ettiğini soran dedesi;bu gece ağzını açıp tek söz etmemişti.Anası da
düşünceliydi.Bu durumun nedenini biliyor ve fakat önemini kavrayamıyordu Hasan..Üç köy
ötelerine dek gelmişti yunan gavuru..Girdikleri köylerde,yapmadıkları rezilliği
bırakmıyorlardı.
Tüm eli silah tutan köylüler silahlanmışlar ve dağlara çıkmışlardı.Rastladıkları yerlerde
gavura pusu kuruyor ve canlarına okuyorlardı.O da düşünmüştü dağa çıkmayı.Önce;kırık
dökük av tüfeğinden gayrı silahının olmadığını düşündü.Sonra da,anasını,dedesini,kardeşini
korumak zorunda olduğunu düşündü.Bu nedenle de tasarısını gerçekleştirememişti.Yüreği
kıpır kıpırdı.On yıl önce oynadıkları savaşçılık oyunlarından önceki gibi heyecanlanıyordu.
Hem bu gavurlar,onların köylerine gelse bile,onlara kötülük yapmazlardı.Öyle ya;ne
isteyecekler yaşlı bir adamdan ve kundaktaki şuncağız bebekten ve on sekizine girmekte olan
delikanlıdan ve kız kardeşinden,anasından..Onlara ne zararları olabilirdi ki..
Birden;köyün batı girişinden at sesleri duydu Hasan.Yirmi kadar atlı olmalıydı.O denli
kalabalıktılar.Atlarını hızlı koşturuyorlardı.Nal seslerinden anlıyordu bunu.Bir süre
sonra;köyün orta alanından nal sesleri ve bağrışmalar gelmeğe başladı.
Đlerisini iyice görebilmek için ayağa kalktı Hasan.Üç atlı karaltısı;onların damına doğru
geliyordu.Biraz sonra,çit kapısından girip;damın bahçesinde atlarından indiler.Yunan
askerleriydi gelenler.
Nasıl davranacağını bilemiyordu Hasan.Askerlerin uzun boylusu,sağ eliyle omzundan
kavrayıp Hasan’ı yana doğru itti.Hasan direnemedi ve yere düştü.Böylece;yunanlı erlerin
önündeki engel kalkmış oldu.Ellerindeki tüfekleriyle sırayla damın kapısından içeri girdiler.
Biraz sonra;önce dedesini,sonra da kucağında bebesiyle kız kardeşini ve anasını dışarı
çıkardılar.Anası;yunanlı erlere bağırıyor;karşı durmağa çabalıyordu.Bu nedenle de;itilip
kakılıyordu.Hasan,donup kalmıştı.Olaylar öyle hızlı gelişiyordu ki;Hasan böyle bir şeye
alışkın değildi.Ne yapması gerektiğini soran gözlerle dedesine baktı.
-Sakin ol oğul..Bakalım,amaçları ne bunların..
Yanına ittikleri dedesi böyle konuşuyordu ayakta dikilmiş.Gözleri büyümüş ve şaşkın bakışlı
Hasan ayağa kalktı ve kalakaldı dedesinin yanında..Ondan medet umar gibiydi.
Yunanlı erler;bacısına yöneldiler bu kez.Hasan’ın yeğenini çekip aldılar kucağından.Yavrusu
alınan kadın;kundağı elinden alan yunanlı erin yüzün uzattı ellerini tırmalamak için ama
ulaşamadı.
-Hayır,hayır..Bırakın gavurun evlatları..Yavrumu almayın benden..
Hasan dayanamadı artık.Yeğenini elinde tutan yunanlı erin üzerine saldırdı kundağı geri
almak için.Ama;daha yanına ulaşamadan,diğer bir yunanlı er kollarına yapıştı ve beline
dolandı.Hasan tepiniyor ama;kurtulamıyordu.
Bu sırada;üçüncü yunanlı er,arkadaşlarına gavurca bir şeyler söylemiş ve onlar da;gülerek ve
başlarını eğip kaldırarak onaylamışlardı söyleneni..
Üçüncü er;anasının üzerine yürüdü ve karşı koymağa çabalayan anasını;damın karanlık
kapısından içeri sürükledi.Kadın;yunanlı er tarafından sürüklenirken,çaresiz gözlerle oğluna
ve yaşlı babasına bakıyor ve bağırıyordu:
-Allahtan korkmaz mısınız,namussuzlar,ırz düşmanları..
Hasan dedesine baktı ve çaresizlik izleri gördü dedesinin gözlerinde.Utanç izleri yoktu.
-Bırakın,bırakın anamı..çekin o pis ellerinizi üzerinden.Ne istersiniz bizden..Biz size ne
kötülük yaptık..
Bağırıyor,tepiniyordu Hasan..Ama,kurtulamıyordu,yunanlı erin ellerinden..Yunanlı
erler,gülüyorlardı.Tepindikçe sesleri yükseliyor,kahkahaları uzuyordu.
Anasıyla üçüncü er;damın karanlığında yittiler.Anasının hala karşı koyduğunu belirten sesler
geliyordu damdan..Bir süre sonra bir “Ahh..”sesi duyuldu ve damdan gelen sesler
13
kesildi.Şimdi;sıklaşmış yunanlı erin sesleri geliyordu içeriden.Dışarıdaki erler;gülmelerini
kesmişler,içeriyi dinliyorlardı.Sonra;biri birlerine bakıp yeniden gülmeğe başladılar.Đsterik
kahkahalar atıyorlardı.
Hasan’ın yeğeninin kundağını tutan yunanlı er,gülmesini kesti birdenbire..Hasan’ın belinde
dolanmış yunanlıya bir şeyler söyledi.Anlamıyordu,söylenenleri Hasan..Hasan’ı tutan er de
gülmesini kesti.Konuşmayı sürdürdüler.Karşısındaki erin yüzünde,şeytanca bir gülümseme
belirmişti.Başını çeşitli yönlere devindiriyor ve arada,kesik kesik gülüyordu.Sonra;her iki
yunanlı er de delice gülmeğe başladılar.
Hasan;merakla karşısındaki yunanlı eri izliyor ve ne yapmak istediğini bulmağa
çabalıyordu.Şimdi;yunanlı er,süngülüğünden süngüsünü çıkarıyordu.Hasan’ın dedesi belini
dikleştirdi.Yüz çizgileri bir savaşçının yüz çizgilerine dönüştü.
Yunanlı er,süngüsünü tüfeğine takmış,ucuyla Hasan’ın karnını dürtüyordu.Hasan erin yüzüne
baktı.
“-Bak,şimdi ne yapacağım” der gibiydi.
Hasan,korkuyla karışık bir merak duyarak yunanlı ere dikti gözlerini.Yunanlı er,iki adım
geriledi ve kucağındaki kundağa iğreniyormuş gibi baktı.Bu davranış,yine kanını beynine
sıçrattı Hasan’ın.Dedesine baktı.Dedesi,ağzını açabildiği kadar açmış;bağırmak
istiyordu;bağıramıyordu.Gözleri yuvalarından fırlayacak gibi,göğe
bakıyordu.Umulmadık,korkunç,iğrenç bir şeyler oluyordu dedesinin baktığı yerde.
Hasan,başını hızla kardeşinin bebeğinin kundağını tutan yunanlı ere çevirdi ve ellerine baktı
yunanlı erin.Hayır,yeğeninin kundağı yoktu.
O zaman,içinde olanca sesiyle ağlayan yeğeninin bulunduğu kundağı görmek için başını
yukarı kaldırdı.Yunanlı er,yeğeninin kundağını havaya fırlatmıştı.Düzenli bir biçimde
yükseliyordu kundak.Hasan,dedesi gibi,şaşkınlıktan ağzını açmış,başını geriye yıkmış
izliyordu kundağı..Kundağın yükselmesi durdu ve aşağıya düşmeğe başladı kundak.
Hasan’ın kundaktaki yeğenini havaya attıktan sonra çılgınca gülmeğe başlamış olan yunanlı
erin kahkahalarıyla kundaktaki bebeğin çığlığı biri birine karışarak Hasan’ın kulaklarını
dolduruyor ve Hasan’da gözlerini yummak içgüdüsünün doğmasına yol
açıyordu.Ama;gözlerini kapayamadı ve olanları gördü.
Yunanlı er;süngülü tüfeğinin süngüsünün ucunu,kundak üzerine düşecek biçimde ayarlamış
ve dipçiğini yere dayamıştı.Kundak,süngünün üzerine düştü ve can yakıcı bir bebek çığlığı
yunanlı erin artan kahkaha sesinde yitti.Süngünün ucu,kundağı delmiş ve kundağın üst
yanından dışarı çıkmıştı.Kundak,kızıla boyandı.Damın önündeki beş kişi;gözleri süngüye
geçmiş kundakta takılı,sessizce durdular bir an.
Sonra,yaşlı bir adam sesi,damın tahtadan duvarlarında yankılandı.
-Đşte bunu yapamazsınız..Ne istediniz lokmacık bebekten?..Katiller..
Hasan’ın dedesi,tüfeğinin süngüsünde kundak takılı yunanlı erin üzerine yürüdü.Erlerin ikisi
de,beklemedikleri bu davranış nedeniyle bir an için şaşırdılar.Hasan,beline dolanmış olan
kolların gevşediğini ve çözüldüğünü duydu ve sol kolunun dirseğiyle gerisindeki yunanlı erin
apış arasına şiddetle vurdu.Yunanlı er,bağırarak yere düştü ve bayıldı.
Bu sırada dedesi,diğer yunanlı erin yanına varmıştı.Durmak zamanı değildi.Dedesinin
yardımına koşmak bir işe yaramayacaktı.Kaçmalıydı Hasan..Öç almak için kaçmalı ve hayatta
kalmalıydı.Bir koşuda bahçeyi çevreleyen çite ulaştı Hasan ve çiti aşıp koşmağa devam etti.
Bu sırada;damın kapısında beliren içerideki yunanlı er,önce Hasan’ın dedesine doğrulttu
tüfeğini ve ateş etti.Kocamış,daha ilk kurşunda yığıldı kaldı.Sonra,koşarak çite geldi ve
kaçmakta olan Hasan’ın ardından tüfekteki mermiler bitene dek ateş etti.Ama Hasan;çoktan
tüfeğin etki alanından çıkmıştı.
Bu sırada;köyün diğer evlerinden de tüfek sesleri duyuldu.Hasan,biran için soluklanmak üzere
durdu;dönüp geriye baktı.Sora;köyün çevresindeki tepelere doğru koşmağa devam etti.
14
Đki gün,iki gece dağlarda tanıdığı otlardan ve yemişlerden yiyerek deliler gibi dolaştı
Hasan.Tepelerin doruklarına çıktığında;yelin uğultusu içinde,anasının bağıran sesini
duyuyordu.Sonra;bu sesi,cıyak cıyak bağırıp birden susuveren bir kundak bebeği sesi
izliyordu.En sonunda;tüfek sesleri duyuyordu Hasan..Daha çok dayanamıyor ve deliler gibi
dere yataklarında koşup duruyordu.
Bu kez de;dedesinin yunan gavurlarına saldırırken gördüğü yüzü geliyordu gözlerinin
önüne.Ağlıyordu Hasan..Ağlıyor ve ağladığı için utanç duyuyordu.Zamanla ve çevresiyle
ilişkisini yitirmiş olarak dolaşıyordu Hasan..
Sonra;kız kardeşini düşünüyordu.Allahsız herifler;anasına yaptıklarını kız kardeşine de
yapmışlardır diye düşündü.Belki de;kız kardeşi,çocuğunun öldürülüşünü görünce aklını
yitirmiştir.O nedenle;yapılanları anlamamıştır.
Yine,bir tepenin üzerinde ,ayakta dikilmiş öylece duruyor ve batıya
bakıyordu.Tanımadığı;bilmediği bir toprak uzanıyordu gözlerinin önünde.Tepeler,dere
yatakları,tek tük ağaçlar..Kulaklarında yine o korkunç sesler ve uğultu vardı.
“-Tanrım,daha ne kadar sürecek bu sesler.Nasıl kurtulacağım bunlardan?..Yoksa;köye mi
dönmeliyim.Anamı,dedemi,kardaşımı mı görmeliyim?..Evet,evet..Köye
dönmeliyim.Ama;dönemem köyüme ki..Korkuyor muyum?.”
Hayır,korkmuyordu Hasan.Đlk kez çevresine dikkatle baktı.Köyünden oldukça uzakta
olmalıydı.Bitki örtüsü,tepeler;tanımadığı,bilmediği biçimdeydiler..
“-Köye dönmeliyim..Anamı,dedemi aramalıyım.”
Acaba,yaşıyorlar mıydı?Dedesinin ölmüş olmasını istemiyordu.Ama,anasının yaşamasına
dayanamazdı artık..
“-Đnşallah yunan gavurları onu öldürmüştür.”
Sonra;böyle düşündüğünden utandı.
“-Neler düşünüyorum tanrım.”
Üçüncü günün sabahı,köyüne dönmeğe karar verdi.Ölmüş olsalar bile,mezarlarını
bulmalıydı.Yaşıyorlarsa;o zaman ona gereksinimleri ver demektir.Bu karara ulaştıktan sonra
biraz rahatladı Hasan.
Köyüne doğru yola koyuldu.Geçtiği yerleri tanımıyordu.Hep doğuya gidiyordu.Yolu
üzerindeki köylere uğramıyor;çevrelerinden dolanıyordu.Oysa;uğrayabilirdi bu
köylere.Çalışan çiftçiler görüyordu uzaktan,ama,yapamıyordu.Gavurun eline düşmekten
korkuyordu.Silahsızdı,yardımsızdı..Ölmemesi gerekiyordu.Anasının,dedesinin ve kardeşinin
öcünü alması için,yaşaması gerekiyordu.
Yel,karşı tepeden çıngırak sesleri getirdi.Bir süre sonra;tepenin üzerindeki sürüyü de seçer
oldu Hasan.O zaman,acıktığını duydu.
Üzerinde bulunduğu tepe ve aşağıdaki dere yatağı kıraçtı.Sarı sarı,kurumuş,kavruk otlar
vardı.Yalnızca;karşı tepenin görünen yamacında,üç bodur ve bir büyük ağaç görünüyordu.
“-Orada su olmalı”
Diye düşündü Hasan.Ağaçlara doğru yürümeğe başladı.Bir süre sonra;sürünün de ağaçlara
yöneldiğini gördü.
“-Đyi,karnımı da doyurabileceğim.”
On dakika sonra,ağaçlara iyice yaklaşmıştı.Hasan’ı gören çoban köpeği;havlayarak ona doğru
koşmağa başladı.
-Dur,Karabaş dur..
Yel,çobanın köpeğe seslenişini ona dek getiriyordu.Ama,köpek çobanı dinlemedi.Hasan’ın
yanına gelip havlamağa ve hırlamağa devem etti.Çoban;köpeğin geleni saracağını
anladığından;koşarak köpeğin yanına gelmiş ve köpekle Hasan’ın arasına girmişti.
-Dur diyom sana lanet hayvan..
Köpek,bir süre daha havladı,sonra,sürüden ayrılmış olan bir koyunu sürüye katmak için o
yana doğru,havlayarak koşmağa başladı.
15
Çoban;Hasan’ı inceliyordu.Hasan’ın üzerindeki dizleri yırtılmış potura,dirsekleri açılmış
mintana baktı.Sonra;bakışları,Hasan’ın açlıktan küçülmüş gözlerine ve yorgun bedenine
takıldı kaldı
-Tanrının rahmeti üzerine olsun ağam.
-Senin de delianlı..
Yiyecek azığın var mı?
-Vaa Vaa..Hele gel,şöle bi, yol bınarın başına gidelim.Ağaçların altında biraz
soluklan.Sonra;Allah ne verdiyse üleşiriz.
-Sağ olasın ağam..
Çoban arkada,o önde pınarın başına gittiler ve büyük ağacın altına,bağdaş kurarak
oturdular.Đlk kez çoban konuştu:
-Ne yandan gelip ne yana gidiyon evlat?..
-Daha şu yandan geliyom..Düzalan köyüne gidiyom çoban emmi.
-Aslen nerelisin?
-Düzalandanım
-Düzalan buraya bi günlük yolda.Ne arıyon buralarda?Başına bir kaza mı geldi?..Nedir bu
halin?.
Başından geçenleri anlatmalı mıydı bu çobana?..Anasına,yunanlı gavurların yaptıklarını
anlatmalı mıydı?Karar veremedi.
-Hele bir yol karnımı doyuram ağam..
Çoban;bunu daha önceden düşünmediğinden utanarak acele acale sağ kalçasından sarkan azık
torbasına el attı.
-Tabi,tabi delianlı..Önce biyol karnını doyur.Sonra konuşuruz.
Elini azık torbasından çıkarıp Hasan’a yarım köy ekmeği iki tane küçük ev sucuğu
uzattı.Hasan;ekmekle sucukları hızlı hızlı yemeğe başladı.
Yemek yerken hiç konuşmadılar.Yemek sırasında Hasan yerinden kalktı,gidip pınardan su
içti,yine yerine oturup yemeğe devam etti.Çoban;bu arada koyunları
gözlüyordu.Koyunlar;çevredeki üç ağacın gölgelerine yayılmışlar,geviş
getiriyorlardı.Hasan,yemeğini bitirdi.
-Eee..Anlat bakalım.Ne arıyon bu yanlarda?Bu üst başın ne?..
Hasan,elinin tersiyle dudaklarını sildi ve çobanı yanıtladı.
-Köyümüzü yunan gavurları bastı çoban emmi..Anamı,dedemi,kardaşımı
öldürdüler.Ben,ellerinden kurtuldum ve dağlara kaçtım.Üç gündür dağlarda dolaşıyom.
-Alçaklar,dinsizler,imansızlar..Cehenneme çevirecekler bu güzel yurdumuzu.Peki,ne
isterlerdi bu yunan gavurları sizden?
-Hiç bir şey çoban emmi..Đstedikleri hiç bir şey yok..Đnsan değil bunlar..Köpek
sürüleri..Başsız,çomaksız kalmış köpek sürüleri..Her bi yana sarıyolar.Kim çıkarsa
önlerine;yakıyorlar,yıkıyorlar.
-Hay,hikmetinden sual olunmaz koca Allah..Bu günleri de reva buldu bize.Elin üç buçuk
gavırı,en güzel yerleri işgal etti.Bu yetmezmiş gibi;bi de olmadık irezillik yapıyolar..
-Bizim köyün o yanlarda mıydın bu yakınlarda çoban emmi?..
-Dün o yanlardaydım evlat.Ama,cavır mavır görmedim..
-Demek;yaktılar,yıktılar;sonra da çekip gittiler.Olan bizim köye,köylüye oldu desene..
-Başka köylere de uğramışlar evlat..Bunlar,asker değil,eşkıya..Askerliğin de bi şerefi
vardır.Asker dediğin eşkiya değildir.Ama,bunlar,cibilliyetsiz..Cavırın askerliği de bu gadek
oluyo işte..
-Doğru diyon be çoban emmi..Biz,askeri,askerliği namus bekçiliği gibi biliriz ve
belleriz.Gavır öyle değil..Kalleş,kancık..Biz ,aman deyene kılıç vurmayız.Ama gavırlar,çulsuz
çomaksız,değneksiz,silahsızla uğraşmayı askerlik belliyolar besbelli..Lanet olsun
16
hepsine.Ama,öcümü komacem onlarda,alacam çoban emmi..Anamın,dedemin,kardaşımın
öcünü alacem..Yoksa,bu alemde bana dur durak yoktur çoban emmi..
-Hele bi yol köyüne va evlat..Belki;anan,deden,kardaşın ölmemişlerdir.Yaralanmışlardır da
şimdi eyileşmişlerdir.Onlar da seni arıyolar;yasını tutuyolardır..
Nasıl anlatabilirdi anasının yüz karasını.Nasıl söyleyebilirdi yeğeninin,dedesinin hunharca
öldürülüşünü?..Ayaklandı birden:
-Neyse..Tanrı,azığını bol eylesin çoban emmi..Bana artık izin ver..Yola koyulam gayri.
Çoban da sopasına dayanıp ayağa kalktı.
-Güle güle git evlat.Đnşaallah anana,dedene,kardaşına bir şey olmamıştır.…Sağ ve salim
bulursun onları..Yolda,kendini koru.Olur a,gavıra mavıra rast gelirsin,dikkatli ol..
Hasan yürümeğe başlamıştı.Geriye bakıp yanıtladı çobanı.
-Meraklanma çoban emmi..Öcümü almam için,kendime özen göstermem gerek.Hadi,kal
sağlıcakla.
Sonraki gün,köyünün yakınına geldiğinde,gece iyice bastırmıştı.Köyü dinledi bir süre..Köpek
havlaması bile duyulmuyordu.
“-Besbelli,köpekleri de öldürmüş yunan gavuru.”diye düşündü.
Ayaklarını,tozlu ve girintili,çıkıntılı köy yolunda sürüyerek yürüyordu ve her
adımda,kendisini biraz daha yorulmuş ve yılmış duyumsuyordu.
Sonunda;evinin önüne geldi.Damın içinden en küçük bir ses bile duyulmuyordu.Gözlerini
iyice açarak gözledi damı.En küçük bir canlılık belirtisi yoktu çevresinde ve damın
içinde.Hızlı hızlı soluk alırken düşündü
“-Ya anam içerdeyse?..Ben nasıl bakarım onun yüzüne.Ya o..Garip anam..O nasıl bakar
benim yüzüme.Gayri,bir arada yaşayamayız onunla..”
Eve girip girmeme konusunda bir karara varamıyordu bir türlü.Solukları biraz daha düzeldi ve
düşünceleri biraz daha berraklaştı.
“-Nasıl olsa kalmayacağım burada gayri..Çekip gidecem.Efelere katılmağa
giderim..Yok,yok..Gider orduya katılırım.Mustafa Kemal’in ordusuna..Elbet,bu yunan gavuru
ile savaşılacaktır.O sasvaşta ben de olmalıyım.O zaman öcümü alırım gavurdan..Yaptıklarını
burunlarından fitil fitil getiririm.Yaptıklarının aynısını onlara yaparım..Onun için,içeriye
girmeliyim.Anamı görmeliyim;ne de olsa anamdır.Başından bir kaza
geçmiştir,olabilir.Erdemini yitirmiştir,olabilir..Analık hakkı var üzerimde.Bu
nedenle,helalleşmeliyim anamla..Yoksa;tanrım yardımcım olmaz.”
Güçsüz olduğundan;eskiden yaptığı gibi çitten atlayarak girmedi damın
bahçesine.Dolandı,giriş kapısının önüne geldi.Seslendi dama doğru
-Ana,ana..Ben geldim..Hasan..
Hiçbir yanıt gelmedi damdan.Sundurmanın altında bir kıpırtı oldu yalnızca.O yöne dikkatle
baktı Hasan.Yere uzanmış uyuz eşeğin karaltısını seçti karanlıkta.
Yorgunluğu azalmış ve tabanlarındaki sızı biraz olsun dinmişti.Çıplak ayaklıydı Hasan.
Ürkek adımlarla damının kapısına doğru yürümeğe başladı.Üçüncü adımında,ayağının altında
çamurlaşmış bir toprak duydu.Birden,iliklerine dek titredi.Bu toprak,kanla
çamurlaşmıştı.Dedesinin kanıyla üstelik.Eğildi ve eliyle toprağı yokladı.Toprağın üzeri
katıydı.Parmaklarını toprağa daldırdı ve çamurlaşmış bir parça toprağı avucuna aldı.Bir
acayip ıslaklıktı avucunda duyumsadığı..Elini ay ışığına döndürdü ve toprağa baktı.
“-Dedemin kanıyla ıslanmış bu toprak.Kurban bayramlarındaki gibi.”
Eli kana bulanmıştı.Dedesinin kanına..Midesi bulandı.Kusmak istedi ama,kusamadı.Hiçbir
şey yoktu midesinde de ondan..Midesindeki kasılma,boğazına doğru yükseldi.Yüzünü
buruşturdu ve damın kapısına doğru koştu.Damın kapısına ulaşınca içerisini dinledi ve bir kez
daha seslendi
-Ana,içerde misin?..Ben Hasan..Geri döndüm.Seni görmeğe geldim.
17
Yine ses çıkmamıştı damın içinden.Yoksa,anasını da mı öldürmüşlerdi gavurlar?..Anasının
ölümü,bir oğlu sevindirmezdi elbette..Ama,başından bu tür bir olay geçmiş,erdemini yitirmiş
bir ananın ölümü de oğlunu üzmezdi her halde…Üzmemeliydi.
Karanlıkta,temkinli adımlarla ilerlemeğe başladı.Üç adım sonra ayağı,yerdeki bir şeye
çarptı.Đnsen bedeni gibi bir şeydi ayağının dokunduğu.Yere eğildi Hasan
-Anam,seni de mi öldürdü gavırlar..
Elleriyle yokladı,hayır bu bir beden değil,bir yataktı.
“-Ne aptalım ben yaaa..Öldürseler bile bugüne dek burada kalır mı.Gömerlerdi
fıkarayı.Gömmeseler,o zaman da tüm dam kokardı.Ölü kokusu..Oysa;öyle koku duymamıştı.
Bir adım daha attı ve yer yatağının üzerine bastı.Ayaklarından beynine yükselen bir
duygu,yorgun olduğunu anımsattı.Yatağa uzandı Hasan ve hemen uyudu.
Sabah uyandığında,güneş oldukça yükselmişti.Damın,doğuya bakan küçük,camsız
penceresinden içeriye süzülen ışık damı aydınlatmıştı.Yattığı yerde,dirseklerinin üzerinde
doğruldu ve çevresine baktı.
Her şey,o geceki gibi,olduğu yerde duruyordu.Yalnız,yemek sinisi yana devrilmiş,sofranın
üzerindeki ekmek parçaları ve tabaklar,oraya buraya dağılmıştı.Üzerinde yattığı yatağa
baktı.Hala,korkunç bir boğuşmanın izlerini taşıyordu.
Utançla ve kinle dolu olarak fırladı kalktı yataktan Hasan..Damdan çıkıp,koşarcasına evden
uzaklaştı.
Köyün orta alanına doğru yürüyordu.
-Aaaa..Hasan abi gelmiş.
Bir çocuk bağırtısıydı onu kendine getiren.Altı yaşında,kumral,üzerinde yırtık bir mintan
bulunan bir oğlan çocuğuydu.Olduğu yerde durdu ve seslenen çocuğu aradı çevresine
bakınıp.Sonra,çocuğu gördü ve ona doğru koştu.
-Demek,demek köyde herkesi öldürmemişler.Demek,kurtulan yalnızca ben değilim.
Hem konuşuyor,hem de diz çökmüş,kucakladığı çocuğu sarsıyordu Hasan.Çocuk,şaşkın
şaşkın yüzüne bakıyordu.Bir süre sarstı çocuğu.Sonra duruldu ve çocuğa seslendi.
-Söyle bakalım;köyde senden başka kimseler var mı?
Çocuk heyecanlı,yanıtladı Hasan’ı.
-Vaa ya Hasan abi.Bi dolu insan vaa..Hem,neden köyümüzde insan olmasın ki..
-Demek,köyde bir dolu insan var.Demek,yalnız biz uğradık gavırın gadrine.Peki ama,ne
istediler bizden?
Son tümceyi bağırarak söylemişti Hasan.Elli adım ilerideki evin bahçe kapısında bir kadın
belirdi..Besbelli bağırdığını duymuş;ne oluyor diye kapısının önüne çıkmıştı.Hasan’ı görünce
önce sevindi sonra durgunlaştı kadın.
-Oooo Hasan;sen miydin bağıran..Nerelerdeydin be oğul?Meraklandırdın tüm köyü.Öldü
bellediydik seni de..
Ayağa kalktı ve başı öne eğik olarak eve yürüdü Hasan.Evin önüne gelince yanıtladı kadını.
-Anamı görmeğe geldim.
Bu söz üzerine kadın ikirciklendi.Sonra;toparladı kendini.
-Hele gel,otur bahçede bi yol..Sana yiyecek bişeyler hazırlayım.Açsındır besbelli..Önce,biyol
karnını doyur.
Başını önüne eğerek konuşmasını bitirdi kadın.Sonra da olanları konuşuruz.
Hasan,hızlı hızlı yürüyüp bahçeye girdi.Bu arada,dama girip elinde bir peykeyle çıkan kadının
uzattığı peykeyi alıp altına koydu ve oturdu.Hep yere bakıyordu;utanıyordu;sıkılıyordu.
Kadın bu sırada damın kapısında yitti.Đçeride,yiyecek hazırlıyordu.Bahçede,damın dışında
kalmış olan çocuk yavaş yavaş Hasan’ın yanına geldi.
-Gavurlar;dedeni, bacını,bebeğini öldürmüşler Hasan abi..
Birden,sinirlendi yine.Ama,çocuğun boş boş bakan gözlerini görünce kendinden
utandı.Durulmuş olarak yanıtladı çocuğu:
18
-Öyle oldu be Ali kızan..
Çocuk,çocukça sorularını sürdürdü.Neden öldürdüler onları Hasan abi?
Hasan,bu konuyu hiç düşünmemişti.Gerçekten de;ne istemişlerdi yaşlı dedesinden,kız
kardeşinden ve kundaktaki bebesinden..
-Bilmem..Hiçbir neden yoktu ortada öldürülmeleri için.Ekmek istediler de vermedik
mi?..Onlardan birisini mi öldürdük de bizden öç aldılar?Hayır,hayır,hayır…Hiç bir şey
yapmamıştık biz onlara.
Yine sesini yükseltmişti.Çocuk,korkmuştu bu kez bağırmasından..Hasan çocuğa baktı ve onu
korkuttuğu için üzüldü.
-Hay allahh..Ne diye anlatıyom bunları sana..Sen anlamazsın ki..
Hasan’ın durulduğunu gören çocuk,yine bir arkadaşıyla konuşuyormuş gibi rahat sordu
Hasan’a.
-Hasan abi,anan delirmiş diyolar biliyon mu?
“-Nee..Demek,anası sağdı,delirmişti.”
Hasan sıçrayıp ayağa kalktı.Yere eğilip çocuğu iki kolları arasında sıkmağa başladı.
-Ne dedin,ne dedin…Anam delirmiş mi?..Anam ölmemiş mi?..Kim anlattı bunları
sana.Söyle,kim söyledi bunları..
Bir yandan olanca sesiyle bağırıyor;bir yandan da çocuğu sıkıp sarsıyordu;korkudan,ağladı
ağlayacaktı çocuk.
Çocuğun anası,damının kapısında dikelmiş ona sesleniyordu.Yüzünde,heyecandan
çok,durgun bir kararlılık okunuyordu.Bir elinde bir testi,diğerinde ekmek ve bir tabak içinde
kızarmış yumurta taşıyordu.
Hasan,çocuğu bıraktı ve dineldi.Kadın,devam etti konuşmaya:
-Olanları anlatacam dedimdi sana..Ne istiyon elin sabisinden.
Hasan;davranışının olgun bir erkeğe yaraşmadığını düşündü ve başını önüne eğdi.
-Bağışla beni teyzem..Heyecanlandım birden.
Yine oturdu peykeye ve kadının uzattığı sahanı dizlerinin üzerine koyup ekmeği elinden
aldı.Kadın,elindeki testiyi Hasan’ın sağ dibinin dizine koydu.Yine damın kapısına yöneldi ve
su için bir tas getirdi.
Hasan;kopardığı köy ekmeği lokmasını dizlerinin üzerindeki sahanın içine daldırıp yağa ve
yumurtaya buladı ve ağzına attı.Đki avurdunu da şişirip hızlı hızlı çiğnedi.Komşusunun
çocuğu,karşısında,yere oturmuş yemek yiyişini izliyor ve korkmuş olduğundan,artık soru
sormuyordu.
A N A D O L U Ç E T E L E R Đ
Hasan,tarlasının kıyısına oturmuş;eski tarihli,güneşten solmuş bir gazeteyi okumağa
çabalıyordu.Kurtuluştan sonra;halk mektepleri açılmış ve orada öğrenmişti çat pat okuyup
yazmayı.Aradan,yarım yüzyıla yakın bir süre geçmişti.Köyünde hala okumayı bilmeyenler
vardı.Her güzel devrim gibi;o güzel devrim de yarım bırakılmıştı.
Gazetedeki habere göre;Türkiye’de ilk “halk kurtuluş ordusu”kurulmuştu.Üniversiteli
gençlerdi bunu kuranlar.Çeteciliğe başlamışlardı..Banka soyuyor;adam öldürüyorlardı.Halkın
kurtuluşu için yapıyorlardı bunu;öyle diyorlardı..
Hasan;gençliğindeki çetecileri düşündü.Çok karmaşık kişilerdi hepsi de..Yurtseverler,cebini
doldurmayı düşleyen çapulcular,iktidar olmağa çabalayanlar bir yumak oluşturuyordu.Hasan
da,girip çıkmıştı içlerine..
“-Ne garip..Yıllar sonra,yine çeteler kuruluyordu ülkede.Ne zaman bitecek kötü
yazgımız.Yabancılarla savaşmazsak;kendi içimizde savaşıyoruz.”
19
Sağcılar,solcular,dinciler,ırkçılar çıkmıştı ortaya..Karanlıkta
vuruşuyorlardı.Kendilerini;kimlerin yönettiğini,iplerinin kimlerin ellerinde olduğunu
biliyorlar mıydı acaba?
“-Hiç sanmam..Çetecilik,sürekli ihanet tehlikesi altında yaşamak demektir..Kime yarar
sağladığını bilmeme demektir.”diye sürdürdü düşüncesini.
Bu gençler;kimlere hizmet ettiklerini, biliyorlar mıydı acaba?Đçlerindeki casusları tanıyorlar
mıydı acaba?Eylemlerini yönlendiren karar organlarını görebiliyorlar mıydı acaba?.Hangi
halkı kurtaracaklardı acaba?..
“-Hiç sanmam.Bunlar;mahalle çocukları gibi;savaşçılık oyunu oynuyor olmalılar.”
Halkın katılmadığı;katılımını örgütlenme ile ortaya koymadığı çetecilik;yok olmağa,etkisiz
kalmağa mahkumdu.”
Hasan;gazeteyi buruşturup attı,yerinden doğrulurken
“-Adamm sen de..Ne halleri varsa görsünler..Ben yapacağımı vakti zamanında yaptım.Bir
aralık;başarılı olduğumuza da inanmıştık.Kurtuluşu sağladığımızı düşlemiştik.Đşte;yine eski
hamam eski tas..Biraz da onlar arasın kurtuluşu bakalım..Onlar çabalasın,kölelikten
kurtulmağa..”
Sabanın kollarını kavrayıp çalışmağa koyuldu Eylül serinliğinde..Günlerden,dokuz Eylül’dü.
Mustafa Kemal;kendisini Anadolu’ya benimsetmişti.Ordudaki görevinden ayrılmış;yetkisiz
ve güçsüz bir biçimde Erzurum ve Sıvas toplantılarını düzenlemeyi başarmış ve bir
Temsilciler Meclisi toplamıştı.Bunun yanında;yurdunu seven komutanlar,onun emrine
girmişlerdi.Böylece;Đstanbul’daki padişaha karşı Anadolu başkaldırısı ve işgal kuvvetlerine
karşı da ulusal savaş başlamıştı.
Anadolu harekatı giderek gelişiyor,yurt içinde ve yurt dışında daha çok ilgi görüyordu.Yok
edilmesine karar alınmış bir ulus direniyor ve bir ölüm kalım savaşı başlatıyordu.Yabancı
ülkeler bu direnişi yakından izliyorlar ve yararlarının gerektirdiği ölçüde ilgi
duyuyorlar,gizlice destekliyorlardı.
Đşgal kuvvetleri ve özellikle Đngiltere;çeşitli yollarla Anadolu harekatını baltalamağa
çalışmaktaydılar.Bu konuda başvurulan yollardan biri de;kurulan veya parayla beslenen
çeteler aracılığıyla;özellikle Đstanbul çevresindeki Hıristiyan kişilere eza ve cefa etmek ve
bunun suçunu Mustafa Kemal’in ve dolayısıyla Anadolu harekatının gücü demek olan Kuvayı
Milliye’ye yüklemekti.Đngiliz casusu rahip Frew ile ortaklık kuran Sait Molla;bu harekatın
yaratıcısı ve sürdürücüsüydüler.Bu davranışlar;çok akıllıca düzenleniyor ve amaçlarına uygun
olarak başarıya ulaşıyordu.
Mustafa Kemal;buna çare olarak,özellikle Đstanbul çevresinde çalışacak olan silahlandırılmış
müfrezeler kurmayı tasarlıyordu.Bu müfrezeler;sivil kişilerden kurulacak ve Kuvayı Milliye
subaylarına bağlı olarak çalışacaklardı.Görevleri;Đstanbul ve işgal kuvvetleri yararına çalışan
düzmece çeteleri etkisiz kılmak ve yok etmek olacaktı.
Bu iş için Kuvayı Milliyeciler Mustafa Kemal’e Yahya Kaptan adında bir çeteciyi tavsiye
etmişlerdi.Birgün;Sıvas’ta bulunan Mustafa Kemal’e şu telgraf ulaştırılır:
“-Dün,Đzmit’ten tavsiye edilen Yahya benim.Yarın akşam;Kuşcalı telgrafhanesinde emrinizi
bekliyorum.
Bunun üzerine Mustafa Kemal;Kuşcalı telgrafhanesi aracılığıyla Yahya Kaptan’a
“-Bulunduğunuz bölgede kuvvetli bir kuruluş kurunuz.”emrini verir.Anadolu çeteciliğinden
Yahya Kaptan öyküsü böyle başlar.
Yahya kaptan;gerçek bir uluscudur.Önceki eşkiyalık yaşamının önemi yoktur.Kuşcalı
telgrafhanesindeki görüşmeden sonra Mustafa Kemal’in çetecisi olmuş;batı Anadoludakiler
gibi gerçek bir halk kahramanı olmuştur.Anadolu’ya Đstanbul’dan silah kaçırılmasında çevre
güvenliğini sağlayan odur.Kuvayı Milliye’ci olarak etrafı karıştıran,talan ve öldürme
olaylarına karışan uydurma çetelere engel olan odur.Kuvayı Milliye’cileri padişah ve düşman
20
izlemesinden ve saldırısından koruyan odur.Anadolu harekatına katılmak için Đstanbul’u
bırakıp Anadoluya geçmek isteyenlere yardım eden odur.
O gün Yahya kaptan;gecenin saat dokuzunda Kasımpaşa’daki basık tavanlı evinin kapısını
çaldı çevresini izleyerek.Görünürlerde kimseler yoktu.
Biraz sonra;içeriden ürkek adımlarla yürüyen bir kadının ayaklarındaki terliklerin çıkardığı
sesleri duydu.Bir kadın sesi;kapıyı açmadan sordu:
-Kim o?..
-Benim,ben hatun..Yahya..
Kapı aralandı ve genç bir kadın başı göründü aralıktan.Yahya kaptan,kapının aralığından içeri
süzüldü ve arkasından kapıyı kapattı.Karısına baktı,kadın utanarak gözlerini yere indirdi.
-Hoş geldin efendi..
Yahya kaptan,kapının karşısındaki odaya giderken o da mutfağın yanındaki küçük yıkanma
yerine gidip ateşi yakmağa koyuldu.
Sabah;evine yeterince para bırakıp gün ışımadan evinden çıktı Yahya kaptan.Kasımpaşa
rıhtımına doğru yürüdü.Kıyıya bağlanmış olan sandallar;suyun üzerinde uyumlu iniş çıkışlarla
oynaşıyordu.Hepsi de boştular.
Çevresine bakınıp birine atladı Yahya kaptan ve palamarı çözüp kürekleri hızlı hızlı çekmeğe
başladı.
Karşı kıyıya ulaştığında;güneş yeni doğuyordu fiilen işgal edilmiş Đstanbul üzerine.Üsküdar
göğü pırıl pırıldı.
Camadan yeleği,kırmızı kuşağı,bahriyeli pantolonu ve püsküllü fesiyle,bir Kasımpaşa ya da
Tophane bıçkınına benziyordu.
Yeni caminin önüne geldiğinde çetenin diğer adamlarını gördü değişik kılıklar içinde.Eliyle
“Tamam,gidiyoruz”anlamına gelen bir işaret yaptı.Hepsi bir yana dağıldılar.O günkü
görevleri,Sarayburnu’ndaki Fransız mühimmat deposundan tüfekleri çalmaktı.
Danışıklı dövüştü bu baskın.Deponun güvenliğinden sorumlu olan Fransız birliği,eğitim için
depodan uzaklaşacaktı.Yahya kaptan ve adamları,depo nöbetçilerini hafif yaralayarak-bu
husus,baskından sonra Đngilizleri kandırmak için gerekliydi-susturacaklar,bu arada deponun
sahiline yanaşacak olan bir motordaki Kuvayı Milliyeciler mühimmat deposundan silahları
motora yükleyecekler ve Đzmit’e taşıyacaklardı.Oradan da Anadolu’ya gidecekti silahlar.
Yahya kaptan ve arkadaşları;baskının çevre güvenliğini sağlayacaklardı.
Yahya kaptan ve yanındaki bir kızanı,deponun girişindeki ve avlusundaki nöbetçileri
başlarına tabanca kabzasıyla vurmak suretiyle susturdular.Sonra;depoya gelen yollardan
birinin ilerisindeki dönemece gidip çevreyi gözlemeğe başladılar.Diğer kızanlar da;depoya
inen diğer yolların köşe başlarına gitmişler,geleni geçeni gözlüyorlardı.
Sol yandaki sokaktan gelmekte olan bir türk,depoya giden yola sapmıştı.Yahya kaptan
göğüsledi adamı.
-Hayrola hemşerim,nereye gidiyorsun?.
Adam,Yahya kaptanın birden karşısına dikilmiş olması nedeniyle şaşırmıştı.
-Nereye mi?..Hiç..Hiç bir yere gitmiyorum.
Yahya kaptan kurnaz kurnaz sordu.
-Tabii,bu yolun nereye gittiğini de bilmiyorsun,değil mi?
-Yoo..Nereden bileyim..Ben Đstanbullu değilim ki..
Bu sırada;diğer köşe başında gözcülük yapan kızan yavaş yavaş adama yaklaştı ve belinden
çıkardığı söğüt yaprağı bıçağı,olanca gücüyle adamın sağ karın boşluğuna
sapladı.Adam,inliyerek yere yığıldı.
-Tanıdım bu iti..Saray hafiyesidir bu kerata..
Adamı duvarın kenarına sürükleyip sırtını duvara dayadılar ve öylece
bıraktılar.Görenler,sızmış bir sarhoş sanırdı.
21
Öğleye dek sürdü motor yükleme işi.Nöbetçiler,elleri ayakları bağlı depoda
yatıyorlardı.Başka kimse gelmedi Fransız mühimmat deposuna..
Motorun hareket ettiğini gören kızanlar,Yahya kaptanın önceden vermiş olduğu emre uyarak
gece,karşı yakada yeniden buluşmak üzere görev yerlerinden ayrılıp dağıldılar.
Yahya kaptan,ağır ağır Babıali yokuşundan Sultanahmede çıkıyordu.Elli adım kadar
ilerisinde,bir Đtalyan askeri yürüyordu.Yalpalamasından,içkili olduğu anlaşılıyordu.
Yokuşun başından,peçesini sımsıkı örtmüş bir Türk kadınıyla kadının biraz gerisinden,elinde
çantası,sırtında Đstanbuliniyle memur kılıklı bir Türk efendisi aşağı doğru yürüyordu.
Đtalyan askeri,Türk kadını yanından geçerken önüne dikilip yolunu kesti.Yahya kaptan ve
yokuşun başındaki Türk memuru,şaşkın bakışlarla Đtalyan’ı izlerlerken,yürüyüşlerini
hızlandırdılar.
Şimdi,Đtalyan askeri,kadının peçesini açmış,kolundan tutmuş,sürükleyip götürmeğe
çalışıyordu kadını.Kadın,kendisini yere atmış direniyor ve yardımına koşmaları için
bağırıyordu.
Memur görünümlü adamla ayni anda olay yerine vardı Yahya kaptan.Memur,elindeki evrak
çantasını havaya kaldırmış,Đtalyan erinin başına vurmağa hazırlanıyordu.Adamın,elindeki
çantayla kendisine vurmağa hazırlandığını gören Đtalyan eri de,elini belindeki tabancasına
atmış;tabancasını kılıfından çıkarmağa çabalıyordu.Bir yandan da kadının bileğinden sımsıkı
tutuyor ve kadının kurtulmasını önlemeğe çabalıyordu.
Yahya kaptan,memur kılıklı adamın kolunu havada yakaladı
-Dur efendi dur..Bu iş,bize düşer.Hadi sen var git görevine..
Đtalyan eri,Yahya kaptan’a gülümsedi.O da ona..Sonra;işaretle,kadını bırakmasını anlattı
italyana..Đtalyan askeri,karşısındaki ikiTtürkle başa çıkamayacağını anladı ve kadının bileğini
bıraktı.
-Haydi hanım,git buradan…Bir daha da erkeksiz çıkma sokağa..
Kadın,feracesini ve peçesini düzeltti.Yokuş aşağı koşarcasına yürüdü gitti.
-Sen de git artık efendi..
Memur olduğu anlaşılan adam,Babıali’nin girişine doğru yürümeğe başladı.Arada bir arkasına
dönüp bakıyor ve Yahya kaptanın Đtalyan erine ne yapacağını gözlüyordu.
Fiilen işgal edilmiş Đstanbul sokakları bomboştu.Yahya kaptan çevresini gözledi,kimsecikler
yoktu koca caddede.Đtalyan eri,hala gülümseyerek bir şeyler anlatıyordu Yahya kaptana.
Yahya kaptan,birden,koltuk altındaki saldırmayı çıkardı ve Đtalyan’ın karnına soktu
çıkardı.Sesini bile çıkaramamıştı Đtalyan askeri.
-Türk kadınına el sürmenin cezası budur pis gavur.
Hızla,yan sokaklardan birine daldı ve ortalıktan yitti.
Đstanbul hükümeti,bu durumlardan hiç de memnun değildir.Kuvayı Milliye,burnunun ucuna
dek sokulmuş,dilediğini yapabilmektedir.Gün geçtikçe Đstanbul hükümetinin ve işgal
kuvvetlerinin tedirginliği artıyordu.Bu tehlike ortadan kaldırılmalı ve Đzmit
dolaylarında,Kuvayı Milliye’ye bağlanan umutlar kırılmalıydı.
Bir hafta önce,bölgede öteden beri eşkiyalık yapan Küçük Aslan çetesi,son olarak Darıca’nın
iki rum bekçisini öldürmüş ve Stelianos adındaki bir rum zenginini para karşılığı serbest
bırakmak üzere,dağa kaldırmıştı.Bundan güzel fırsat olamazdı işte..
Đstanbul hükümeti,bu olayı,Yahya kaptan’a mal etti.Oysa;biliyorlardı bu olayda Yahya
kaptanın parmağının olmadığını.Yakalanması için,emir çıkarıldı.
Küçük Aslan çetesinin perde arkasındaki yöneticisi,Binbaşı Necati adında bir Osmanlı
subayıydı.Bu kişi,ayni zamanda Kuvvayı Milliyeci geçinmektedir.Yani;bu karışık dönemde
iki taraflı oynamağa çalışmaktadır.Osmanlı sarayının emrine uyarak,Yahya kaptan’a tuzak
kurar.
Yahya kaptanı,telgrafla konuşmak üzere,evine çağırmıştır.Bir yandan da;Yahya kaptanın
düşmanı olan Küçük Aslan çetesine haber yollamıştır.Yahya kaptan,belirli saatte evine
22
gelecektir.Bundan sonra,evine baskın yapacak olan Küçük Aslan çetesi,Yahya kaptanı
öldürecektir.
Küçük Aslan çetesi,Yahya kaptanın rakibidir.Yahya kaptan,Kuvayı Milliyeci olarak,onların
rakipleri olan Büyük Aslan çetesini kullanmaktadır.Keza,kendisi de Kuvayı Milliyeci
olmadan önce çetecilik yapmakta olup;Küçük Aslan çetesiyle zıtlaşmış durumdadır.
Çeteci demek;babasına bile güveni olmayan kimse demektir.Çeteci,amacına ulaşmak için sağ
kalmak zorundadır.Yaşamak için de herkesten şüphe etmek ve ona göre davranmak
zorundadır.Yahya kaptan da böyle davranır.Binbaşı Ahmet Necati’nin buluşmasına gelir,ama
evine girmez.Bir süre sonra da;Küçük Aslan çetesinin evi sardığını görür,durumu anlar ve
kaçar.Durumu ve Ahmet Necati’nin ihanetini,bir telgrafla Mustafa Kemal’e bildirir.
Mustafa Kemal kararsızdır.Gerçi;Yahya kaptan Anadolu başkaldırısına yararlı
olmuştur.Hıristiyan çetelerini ve düzmece çeteleri susturmuştur.Ama;ne de olsa,okumamış
birisidir Yahya kaptan..Bu arada,eşkiyalık da yapmış ve çevresine zarar da vermiş
olabilir.Çünkü,aynı günlerde Binbaşı Ahmet Necati de;Yahya kaptanı suçlayan bir telgraf
çekmiştir Mustafa Kemale.Telgraf;Anadolu baş kaldırısında;top kadar tüfek kadar etkili
olmuş bir araçtır.
Ne de olsa;Ahmet Necati bir subaydır ve Mustafa Kemal de eski bir askerdir.Bu konuyla ilgi
olarak daima yeni bilgiler ister ve fakat bir türlü Yahya kaptan hakkında kesin bir karara
ulaşamaz.Öldürülmesine ses çıkarmayacak gibidir.
Bu sırada,olan olur.Gemilere bindirilmiş Đstanbul Muhafız Alayı askerlerinden ve
jandarmalardan kurulu bir kuşatma kuvveti,bir sabah gizlice Hereke’ye çıkarlar.Bir hafta önce
yaşamını tehlikede gördüğü ,için b ir süre yerinin değiştirilmesini isteyip bu isteğini
benimsetemeyen Yahya kaptan,bir avuç kızanıyla,Tavşancıl tepesinde kıstırılır.
Yahya kaptan;yanındakilerin yaşamlarını garantilemek için teslim olmuştur.Fakat;Gebze
Jandarma Komutanı Yüzbaşı Nail ve Asteğmen Abdurrahman adlarındaki Osmanlı sarayı
uşağı iki subay tarafından;önce tabancayla vurulmuş;sonra da kafası kesilmiştir.Hiç de layık
değildir böyle bir ölüme Yahya kaptan.Mustafa Kemal de üzülür ölümüne.Anadolu
çetelerinin en belirgin özellikleri;Yahya kaptan olayında yer almaktadır.
Dokuz Eylül günü Osman çavuş;gazoz fabrikasının önüne attığı sandalyeye oturmuş;geçit
törenini bekliyordu.Çok şişman,kırmızı yüzlüydü.Görenler,heybetinden korkuya
kapılıyordu.Gülümseyerek bu korku verici görünümünü dağıtmağa çabalıyordu.
-Heey müdür bey..Günaydın..Gelsene,biraz konuşalım seninle.
Müdür;karşı kaldırımdan onun kaldırımına yöneldi.Osman çavuş,işyerinin içine seslendi.
-Koş ulen!..Öğretmene bir sandalye getir.Đki de çay kap gel.
Çıraklardan birisi;bir sandalye getirip girişteki Osman çavuşunkinin yakınına koydu.
-Günaydın Osman bey..Nasılsınız?..Gene yağacak hava galiba.
Müdür,sandalyeye oturdu.Soluklandı.
-Ee..Okullar açılıyor yahu yakında müdür..Nedir bu okulların durumu böyle.
-Hayrola Osman bey..Bir şey mi olmuş?Ne varmış okulların durumunda?.
-Daha ne olsun be müdür.Benim oğlan sizin okulda okuyor,biliyorsun.Geçenlerde,çok kötü
şeyler anlattı bana.Okulda,rahatsız ediyorlarmış oğlanı.Göz kulak ol ona;yoksa karışmam
haa..
Müdür;son sözcüklerden rahatsız olmuştu.
“-Bu adam,hala tek parti dönemindeymişiz gibi davranıyor.Şimdi,ülkede demokrasi var.Bana
ne yapabilirki..”diye düşündü.
-Hayrola Osman bey..Senin çocuğa bir şey mi olmuş?
-Olmuş yaa..Okullar kapanmadan önce,benim oğlanı tehdit ediyorlarmış.Bir grup solcu
olacaksın;diğeri sağcı olacaksın diyormuş.Ver kararını,yoksa sana bu okulda yaşam hakkı
yok,diyorlarmış.
23
Bilirsin;ben Atatürkçüyüm.Ahh,ahh..Nerede bizim yönetimimiz.O zamanlar;ne sağ,ne sol
vardı.Herkes;Atatürçüydü.Barış içinde yaşayıp gidiyorduk.
-Demokrasinin özelliği bu Osman bey..Demokrasilerde çok ve değişik düşünceler olur.Halkın
benimsediği düşünceler,seçimi kazanırlar ve yönetim olurlar.
-Bak müdür..Sen beni bilirsin,tanırsın..Ama,ben politikacıyım da..Bazı şeyleri,senden daha iyi
bilirim.Demokrasi,memokrasi..Hepsi masal bunların..Sen bu konularda bilisiz kalmışsın..
Müdür,bu düşünceye kızmıştı.
-Osman bey,rica ederim..
-Osman beyi yok bu işin arkadaş..Sen,sanıyor musun ki;halk,kendini yönetecekleri kendi
seçiyor?..Neyse;benim oğlan ne sağcı olacak ne solcu.Okusun;benim gibi olmasın
istiyorum.Okuldaki;bu işlere bir son ver müdür.Oğlumun kılına dokunan olursa;hesabını
sorarım bilmiş ol..
-Ben de Atatürkçü’yüm Osman bey.Ama;senin düşündüğün anlamda
değil.Đmtiyazsız,sınıfsız,kaynaşmış bir kitle olmak
içinAtatürkçüyüm.Cumhuriyetçi,özgürlükçü,devletçi,laik,ulkuscu,devrimci olduğum için
Atatürkçüyüm.Çocuklara da bunları aşılamağa çabalıyorum.Ama;bizim dışımızdaki
çevreler,bu ilkeleri unutturmak istiyor onlara.Solculuk ve sağcılık
aşılıyorlar.Oysa;Atatürkçülükte ikisi de var.Ama;bunu anlatamıyoruz
kimseye..Dolayısıyla;senin çocuğun da sağcı olabilir,solcu olabilir,dövülebilir.Bu gidiş,bizleri
aştı Osman bey.Çok partili düzen geldi,böyle oldu.
-Görüşlerini beğenmedim müdür.Ama;bu işlerin çok partili düzenden sonra ortaya çıktığı
açık..Ahh,tek parti düzeninde olsak..Bu olaylar olur muydu bre..Memleketi batıracaklar,bu
demokratlar..
-Neyse,iş siyasete bulaşıyor..Ben kalkayım Osman bey.Okulda olay çıkmasını olabildiğince
önlemeğe çabalıyorum.Bu arada;sizin çocuğunuza da sahip çıkacağıma emin olun.
Müdür;canı sıkılmış,kalktı ve yokuş aşağı hızla yürüdü.Osman bey de;kendi gençlik
günlerinin anılarına daldı.
Osman çavuş,ilçenin tek içki yerinden çıkmış;sallantılı bir yürüyüşle evine gidiyordu.Sokaklar ışıksızdı.Đri taneli tespihini sallıyor ve hafif sesle türkü
mırıldanıyordu.Havada,bunaltıcı bir sıcaklık vardı.
Dar bir sokaktan geçerken;birden bir karaltı atladı Osman çavuşun önüne.Dengesini yitiren
karaltı doğruluncaya dek,Osman çavuş belindeki tabancasını çıkarmış ve tetiğini geriye doğru
çekmişti.Dengesini bulan karaltı;Osman çavuşun tabanca çektiğin i sezmiş olduğundan,iki
kolunu yana açıp bağırdı.
-Dur Osman çavuş,dur..Ateş etme sakın..Ben düşman değilim.
Sol elinde tüfek vardı.Osman çavuş,adamın yüzünü seçemiyordu.Seslendi.
-Ay ışığına dön de yüzünü göreyim..
Karşısındaki adam,kolları açık önce geriledi ve sonra,yarım soluna döndü ve öylece durdu.Ay
ışığı,yüzünü ve giysilerini aydınlattı adamın .Bir kızandı adam.Şişmanca ve orta
boyluydu.Belinde,fişeklikler görünüyordu.Tanımıyordu Osman çavuş;sordu:
-Kimsin sen..Ben seni tanımıyorum..Sen beni nereden tanıyorsun?.
Adam,yönünü değiştirmeden ve kıpırdamadan yanıtladı Osman çavuşu:
Ben,Çerkes Etem’in adamıyım.Uzaklardan geldim buraya.Ben de seni tanımazdım.Bugün
sordum da öğrendim seni.
-Ne istersin benden?..Yoluma neden dikildin böyle?..
Burada,böyle konuşamayız.Hele,evine gidelim de,derdimi orada anlatayım sana Osman
çavuş.
Osman çavuş,adamın söylediklerine hak verdi.Konuştukları sokak o denli dardı ki;belki de şu
sıralar bile bazı kimseleri uyandırmışlardı.Fısıldarcasına seslendi adama:
-Kollarını hiç indirmeden soluna döne ve yürü.Ben de izleyeceğim seni.
24
Adam,söylenileni yaptı,yürümeğe başladılar.Bir süre sonra;Osman çavuşun bir başına
yaşadığı evin önüne gelmişlerdi.Osman çavuş kızana seslendi.
-Dur,ama,kıpırdayayım deme.
Adam durdu.Osman çavuş,gözleri kızanın üzerinde,elini kemer boşluğuna soktu ve büyük
boylu sokak kapısı anahtarını çıkarıp evin kapısını açtı.Geri çekilerek seslendi:
-Şimdi,durumunu bozmadan kapıya dek gerile ve içeri gir.
Söylenileni yaptı kızan giyimli adam.Önde o,ardında Osman çavuş olmak üzere eve girdiler.
-Tüfeğini yere bırak ve üç adım ilerle.
-Bunu isteme benden Osman çavuş..Sen de savaş geçirmişsin.
-At dedim bee..
Adam,tüfeğini tahta tabana bıraktı.Tok bir ses,odanın karanlığında yankılandı.
Osman çavuş,eğilip yerden tüfeği aldı ve rahat adımlarla sağ yana yürüyüp,masa üzerindeki
kandili yaktı.Oda aydınlanmıştı.,
Odanın ortasından,geriye doğru tahtadan,geniş bir merdiven yukarı doğru uzanıyordu.Yatak
odaları yukarı kattaydı.Aşağıda;bir masa,masa çevresinde üç sandalye ve sağ yanda minderli
bir sedir alt odayı süslüyordu.Merdivenin gerisinde;mutfağa ve tuvalete açılan bir kapı vardı.
Osman çavuş,masanın kenarına oturdu ve yüzü merdivene dönük olan davetsiz misafirine
seslendi:
-Dönebilirsin bu yana gayri..
Adam,yüzünü Osman çavuşa çevirdi.Tüfeğinin alınmasına kızmıştı.Kollarını bedenine
doladı.Osman çavuş,biraz da meraklanmış olarak adama sordu:
-Anlat bakalım ne istediğini;neden çıktın yoluma?.
Adam,ellerini kullarını devindirerek konuşmağa başladı.
-Dinle beni Osman çavuş..Biliyorsundur;gavur Đzmir’i işgal edince eli silah tutanlar hep dağa
çıktık.Ben de öyle yaptım.Çerkes Etem efenin emrinde çalışıyorum.Etem efe,köylerden kızan
topluyor.Đşe yarayacak kimseleri,emri altında toplamağa çabalıyor.Bu arada,senin eski bir
silah arkadaşın,senden Etem efeye söz etti.O da seni bulmam için beni buralara yolladı.Bütün
mesele bu işte.
Çerkes Etem’in adını duymuştu Osman çavuş.Bir halk kahramanı gibi söz ediliyordu
ondan.Biraz şaşırdı bu işe.
-Demek,Etem efe beni ister.Beni bulmak için yolladı seni buralara.
-Öyle.Senin Balkan Savaşı’ndaki kahramanlıklarını dinlemiş.Kendisiyle çalışmak isteyeceğini
düşünüp beni yolladı sana.
-Ne iş yaptıracakmış bana?.
Ne iş yaptırcak be Osman çavuş..Gavura pusu kuracaksın;zengin Rumları dağa
kaldıracaksın.Đşgal kuvvetlerini ve de yerli Rumları tedirgin edeceksin.
Masanın çevresindeki sandalyelerden birini işaret etti.
-Oturabilir miyim?
-Otur,otur..,
Kızan sandalyelerden birini çekip altına aldı ve geriye yaslanıp derin bir soluk aldı ve yanıt
bekler gibi Osman çavuşa baktı.
-Demek,dağa adam kaldıracağız..Đyi ama,ben bugüne dek böyle işler görmedim.Acaba,nasıl
olur ki?.
-Savaşmışsın ya be Osman çavuş..Bu yeter..Bu iş,savaşmaktan da kolay üstelik.
-Evet öyle..Karşında ordu yok,asker yok..Top yok,tüfek yok..Yalnızca silahsız siviller var.
Osman çavuşun teklifi benimsediğini anlayan kızan üsteledi.
-Ne diyorsun?..Kabul ediyorsan,yarın yola koyuluruz.
Osman çavuş,öneriyi benimsediğini belirtircesine sordu:
-Ne yana doğru gidecez?.
Kızan,bir süre bu soruyu yanıtlayıp yanıtlamamayı düşündü.Sonra yanıtladı:
25
-Gediz dolaylarına..Bizimkiler,o yanda konakladı.
Osman çavuş masanın kenarından kalktı.
-Pekala..bu iş oldu.Yarın erkenden kalkar,gideriz.Haydi şimdi yatalım.
-Şeyy..Tüfeğimi ver artık.Kızan tüfeğinden ayrılmaz.
Osman çavuş,sol elinde tuttuğu tüfeğe ve kızana baktı.
-Pekala..Al bakalım tüfeğini..
Tüfeği,fırlatıp attı adama.Kızan,üzerine doğru gelen tüfeği havada,kabzasından kavradı ve
ayaklandı.
-Sen,yukarıdaki sağ odada yatacaksın.Ben de karşı yandaki odada yatacağım.
-Olur,Osman çavuş.
-Önce sen çık merdivenden.
-Ne o be Osman çavuş..Hala güvenemedin mi bana?..
-Sen dediğimi yap..Bu güne dek nasıl sağ kaldım sanıyorsun?..
Adam geri döndü;yürüyüp merdivenleri tırmanmağa başladı.Osman çavuş da arkasından
yukarı çıkıyordu.Elindeki kandilin ışığında,gözlerini önündeki kızanın tüfekli eline
dikmiş,ihtiyatlı yürüyordu.Merdiven bitti,odalarına ayrılacaklardı artık.
-Đyi geceler Osman çavuş..
-Sana da kızan..
Kızan,yatacağı odanın kapısına yöneldi.Osman çavuş,hala bakışlarıyla onu izliyordu.Birden
geri döndü gülümseyerek.-Biliyor musun Osman çavuş..Öneriyi kabul etmekle iyi yaptın.
-Nedenmiş o?..
-Yoksa,seni öldürmek zorunda kalacaktım.Emir böyleydi,efeliğin kuralı..Haydi,iyi geceler.
Hızlı hızlı odasının kapısına yöneldi ve kapıyı açıp içeri girdi.Osman çavuş;duyduklarının
etkisiyle sersemlemiş olarak bir süre öylece durdu.Sonra,güvensizliği daha da artmış
olarak,yatacağı odaya doğru yürüdü.Đçeri girdi ve kapıyı kapayıp arkasını sürgüledi.
Sabah uyandığında saat altıydı.Kapısını açıp acele kızanın uyuduğu odanın kapısına gitti
Osman çavuş.Kapıyı tıklattı.Đçeriden yanıt almayınca bir tekme vuruşu ile kapıyı ardına dek
dayadı.Bu arada,bedenini kapının yanına gizlemişti.Odadan gürültü gelmeyince,başını uzatıp
içeri baktı.Oda boştu,kızan gitmişti.Tabancası elinde içeri girdi.
“-Hay Allah..Nereye gitti bu adam..Oysa;benim için iyi bir fırsattı bu.Eşkiyalık yapmak.Dağa
adam kaldırmak.Para,pul sahibi olmak.Hay Allah..Acaba,aşağıya mı indi.”
Bir süre,dışarısını dinledi,ses yoktu.Odanın içine göz atarken,yatağın üzerindeki bir pusulaya
ilişti gözü.Aldı kağıdı ve okudu
“Saat sekizde Düzkoru’da ol.”
Pusulada böyle yazılıydı,Düzkoru’da buluşacaklardı demek.
“-Buluşacak daha uzak yer bulamamış sanki itin dölü.”
Bir yandan,hızlı hızlı yürüyor,bir yandan da kızana sövüp sayıyordu.Düzkoru,hızlı yürümeyle
bir saatlik mesafedeydi ilçeye.
Buluşma yerine geldiğinde,kimseleri göremedi.Bu durum,iyice işkillendirdi Osman
çavuşu.Đlerisi,çalılık ve ağaçlıktı.Bulunduğu yerse dümdüz ve çıplaktı.Öylece duruyordu
ortalık yerde.Bu durumda;eli tüfek tutan bir çocuk bile vurabilirdi onu.Tedirgin
olmuş,çevresine bakındı.Yoktu kızan ortalıkta.
“-Ülen Osman çavuş..Besbelli bu bir tuzak.Öldürecek bu herif seni besbelli.Đyi ama,neden ve
kim öldürmek istesin beni?..Besbelli,Kuvayı Milliyeci bu adam.Dağa çıkmadığın için kızdılar
sana..Aman,tetik ol..”
Birden,ayağının dibinden bir mermi sekti.Hemen,yere attı kendisini Osman çavuş.Bu
sırada,ilerideki çalılıkların arasından bir erkek kahkahası duyuldu.Yedeğinde bir at olduğu
halde,ata binmiş olarak kızan ona doğru gelmeğe başladı.Adam,hem at
ını sürüyor;hem gülüyordu.Kanı beynine sıçramıştı Osman çavuşun.Yattığı yerde bekledi.
26
Adam,yanına geldiğinde hala gülüyordu.Osman çavuş,durgun bir şekilde ayağa kalktı ve
tepesinde, atının üstünde dikilip duran adamın sağ bacağını yakaladı ve kızanı atından aşağı
çekti.
-Heyy..Ne yapıyorsun.
Yere düşen adamın boşluğuna bir tekme salladı Osman çavuş.Bir süre,düştüğü yerde soluksuz
kıvrandı kızan.Sonra,yavaş yavaş düzeldi,kendine geldi.
-Şakadan anlamaz mısın yahu sen..Öldürmek isteseydim,dün gece öldürürdüm seni..Kapını
sürgülemekle kurtulamazdın ölümden.
-Eşek şakasından anlamam.
Adam,hakareti anlamazlıktan geldi.
-Ama,bunlar iyi belirti..Đyi eşkıya olacaksın sen..
-Boş sözleri bırak da gidelim buradan.Tüfek sesi çevrede duyulmuştur.Biraz sonra,burası
meraklılarla dolar.
-Doğru,haklısın..Gidelim buradan.Sen,arkadaki ata binersin.Epeyi yolumuz var.Hadi,davran
onun için..
Atlandılar ve atlarını düzlükte,kuzeye doğru sürdüler.
Ovalar,meralar,yaylalar,dereler aştılar.Şimdi,kıraç bir arazide yol alıyorlardı.Atlarının
tökezlememesi için,büyük çaba gösteriyorlardı.Yolda,kızan hep konuşmuş,Osman çavuş
susmuştu.Söylenenleri dinliyor ve gelecek günlerini düşünüyordu.Karun kadar zengin
olacaktı.Bu,iyi bir fırsattı onun için.
Gece olmuştu.Onlar,hala at sürüyorlardı.Atları,iyice yorulmuştu.Sık sık ayakları kayıyor,sütçü
beygirleri gibi sallana sallana yürüyorlardı.
Yanında,yorulduğu için artık konuşmayan ve yorgun bir biçimde at süren kızanın yüzüne
baktı,yolculuğun ne zaman biteceğini anlayabilmek için.Kızan,boş gözlerle ileriye
bakıyordu.Daha epeyi yolları vardı demek..
-Daha çok yolumuz var mı?
Kızan,yönünü ona döndürmeden yanıtladı.
-Yok,bir saat kadar daha gideceğiz.Sonra,bizimkilerin konak yerinden birinde olacağız.
Konuşmuş olmak için konuşmayı sürdürdü Osman çavuş:
-Kaç kişisiniz?.
Kızan,umursamaz görünümüyle yanıtladı:
-Şimdilik yüz elli altı kişiyiz.
Osman çavuş,bu denli büyük bir sayı beklemiyordu.
-Vay canına..Yüz elli altı kişi haa..Desene,bir bölük kadar varsınız.Buraların altından
girer,üstünden çıkarsınız bu kadar kişiyle be..
Kızan,hafifce gülümsedi bu kez:
-Doğru söylersin.Bazı gün,beş ayrı yerde beş ayrı Rum keferesini kaldırırız dağa..Gavurlar
da,bizimle nasıl uğraşacaklarını şaşırır.
Bir süre daha,konuşmaksızın yollarına devam ettiler.Birden,alaca karanlıkta ilerisi zor seçilen
dar bir boğaz çıktı karşılarına.Yel,sesli sesli esiyordu.Yelin sesinin arasında,ileriden gür bir
ses duyuldu.
-Dur..Kim var orada..
Kızanın el işaretiyle durdular.
-Yabancı değil,benim Salih efe..
-Yaklaş..
Yavaş yavaş atlarını sürdüler.Sağ ilerilerinde,iki kayanın arasından bir baş karaltısı seçti
Osman çavuş.Nöbetçi olmalıydı.
-Ben Osman çavuşum.
Bu,onlar için düzenlenmiş parola olmalıydı.Nöbetçi,iki kaya arasından çıktı,dineldi.
-Peki..Geç Salih efe.
27
-Yürü bakalım dostum.Đşte,bizim mekana geldik.Bundan sonra,senin de mekanın olacak.
BĐR TÜRK ANASININ ÖLÜMÜ
Hasan,yemeğini bitirmiş,komşu kadının anlattıklarını büyük bir dikkatle dinliyordu:
-Şimdi,beni iyi dinle Hasan..O uğursuz günün devresi sabah sizin evinize doluştu
köylüler.Dedeni ve bacını bulduk bahçede.Dedeni kurşunlamışlar;bacını asmışlardı.Ölen
bebe de yerde,kundağındaydı.Bacının memelerini kesmişlerdi;her yan kan gölüydü.
Kadınlar ağlaştı,erkekler önlerine baktılar ve de öç almağa yemin ettiler.Sonra;dedeni,bacını
ve yeğenini ;köyde öldürülen diğerleriyle gömdük.Köyün adamları,silahlanıp dağlara
gittiler.Sen ve anan meydanlarda yoktunuz.
Đki gün sonra;köy kadınlarından birisi,dağlarda rast gelmiş anana..Deli gibiymiş anan..Yanına
yaklaşmak istemiş köylüsü,ama o yanaştırmamış.Yerden taş alıp taşlamış kadına.O da
korkmuş ve kaçıp köye dönmüş.O gün bu gündür,anandan bir habar almadık.Ölümü sağ mı
bilmiyoz.Bir de seni merak ediyoduk.Neyse ki sen,sağ ve salim döndün.
Hasan,daha fazla bekleyemedi.
-Yedirdiğin yemek için sağ ol teyze.Önce,gidip mezarları ziyaret edeyim.Sonra da,anamın
peşine düşeyim bakalım..
Dizi üzerindeki tabağı yere bıraktı ve fırlayıp çıktı bahçeden.Dağlara doğru koşuyordu.
Öğleye dek;dere,tepe,yar,bayır;bağıra bağıra dolandı durdu Hasan.Yoktu anası.Ölmüş müdür
acaba?..
Yoksa;kurda kuşa yem mi olmuştu?..
Öğleye doğru;yamaçların birinde,tepeye doğru tırmanan birisini gördü uzaktan.Erkek
mi,kadın mı belli olmuyordu.Var hızıyla o yana doğru koştu Hasan.Bir yandan
da;durmaksızın bağırıyordu:
-Anaa,anaaa..anaaa..
Karşı bayırdaki kişi bazı kez duruyor;Hasan’ın olduğu yöne bakıyor ve sonra tepeye
tırmanmayı sürdürüyordu.Hasan,sonunda yetişti ona.Anasıydı gerçekten de.O da
durmuş;Hasan’a bakıyordu.Ama,kişilikten çıkmıştı anası.Ayakları ve elleri yarılmış;yarıklara
toz toprak dolmuştu.Saçları darmadağınık olmuş;kir içinde alnına,ensesine,boynuna
yapışmıştı.Fistanı,omzundan beline dek yırtıktı.O korkunç gecedeki direnişini anımsadı
anasının.Soluk soluğa seslendi.
-Anam,yalvarıyom dur..Bak,ben geldim..Oğlun Hasan..Bırak da konuşam senle..
Kadın,eğilip yerden irice bir taş aldı ve Hasan’a atmak üzere başı düzeyine dek kolunu
aldırdı.Hasan;korkmadı ve gerilemedi.
-Yapma anam..Ben senin oğlunum..Senin bir parçanım ben..Bana yapamazsın bunu..Beni
dinlemelisin anam..Konuşmalısın benlen..
Kadın,elindeki taşı fırlatıp ileriye attı ve olduğu yere çöküp oturdu.Başını dizleri arasına
sokup kollarıyla gizleyip hıçkırarak ağlamağa başladı.Ağladı,ağladı,ağladı..
Hasan,öylece ayakta dinelmiş duruyor ve anasını gözlüyordu.Omuzlarının her sarsılışı;her
hıçkırığı Hasan’ın içindeki öç duygusunu biraz daha kabartıyordu.Tüm,iyi düşünceler
siliniyordu benliğinden.Yerlerini,korkunç duygular kaplıyordu.
Yunanlıların dedesine,bacısına,bebesine,anasına yaptıklarının aynısını yapacaktı o da
onlara..Bunun için yaşayacaktı artık..
Ağlamıyordu Hasan..Oysa;duygusaldı.Anasının ağlamasına dayanamazdı.O da anasıyla
birlikte ağlardı eskiden.Ama,şimdi;öylece duruyor ve anasının ağlamasını
izliyordu.Ağlamıyordu;ağlayamıyordu..
Bir saate yakın bir süre ağladı durdu anası.O dev anası gibi kadın
çökmüştü,ufalmıştı.Sonra;yavaş yavaş başını dizlerinin arasından kaldırdı ve tanımak ister
gibi Hasan’a baktı.
28
-Seni alıp köye götürmeğe geldim anam..
Kadın,umutsuzca başını iki yana sallayıp yanıtladı.
-Olmaz Hasan’ım..Olmaz yavrum..Dönemem oraya gayrı..
Hasan,ürkütmekten korkarcasına,yavaş yavaş anasına yaklaştı.
-Neden anam,neden dönemezsin köyümüze?
-Anla beni Hasan..Ben köye dönersem,elalem ne der?..Ben nasıl dinlerim o
söylenenleri?..Sana nasıl da bir garip bakarlar..Ben nasıl dayanırım böyle acılı bir yaşama..Ya
sen,sen nasıl çıka bilirsin içlerine?..Nasıl dayanırsın,başın yerde yürümeğe Hasan?.
Hasan konuşmuyordu..Düşünüyor ve anasının dediklerinin etkisinde kalıyordu..Doğruydu
anasının dedikleri..Anası için de kendisi için de köyde yaşamak zordu artık..Anasının köye
inmesinin bir anlamı yoktu.O halde,ne yapmalıydı?
-Peki ana..Ben ürünü kaldırana dek köyde kalacam.O zamana dek sen de bir barınak bul
kendine buralarda.Ben,her gün gelir görüşürüm seninle.Yemek de getiririm sana.Ürünü
kaldırdıktan sonra,gidecem bu köyden anam..Dedemin,kardaşımın ve de senin öcünü almak
için gidecem.O zamana dek sen de durulursun biraz.Köye iner,benim dönmemi beklersin.
Kadın,oğlunun dediklerini olurlar bakışlarla dinliyordu.Bu düşünceye onun da aklı yatmıştı.
-Olur Hasan’ım..Dediğin gibi yaparız.Belki,ben de inebilirim köye ileride..
-Đki tepe ötede,bir kaya oyuğu vardır ana..Oraya yerleş..Ben seni her gün ararım orada..
-Olur yavrum,olur..
Yine ağlamağa başlamıştı kadın.Bu kez,dayanamayacağını duyumsayan Hasan;ağlamamak
için koşaraka uzaklaştı.
-Hadi kal sağlıcakla ..Yarın,ararım seni yine..
Hasan,iki aydır köyün neredeyse tüm ekinini biçiyor,harman yapıyor,dövenle ekin
dövüyordu.Her gün akşam üstü,yanına azık ve içecek su alıp anasının yanına gidiyordu.Đkisi
de,bu yaşamı benimsemiş gibiydi.Birlikteyken tek söz etmiyorlardı.Sonunda;Hasan konuştu:
-Anam..Köye inmelisin gari..
Kadın,bir süre sustu.Düşünür gibiydi.Sonra yanıtladı:
-Đnemem..
Hasan,bir savaş vermeğe hazırlanır gibi gerinerek sordu:
-Ama neden ana?..Bak,önümüz kış kıyamet..
-Bu yüz karamla giremem içlerine oğul.
-Neye üzülüyon anam..Bunda senin kabahatin yoktu ki..Sen isteyerek olmadı ki
bu..Hem,köyde başka kadınların da başına gelmiş böyle olaylar.Onlar hiç utanmıyorlar,köyde
yaşıyorlar..
-Ben utanıyom yavrum..Đsteseydim,engel olabilirdim gavurlara..Ya onları ya da kendimi
öldürür ve de engel olabilirdim bu işe.Ama,yapamadım işte..Lanet olsun bana ve de kötü alın
yazıma..
Elleriyle karnını ovuşturuyor ve yineliyordu:
-Lanet olsun bana..Ben yaşayamam gayri;yaşamamalıyım..
O gün bu kadar konuşmuşlardı.Hasan,anasını kandıramayacağını anlamış ve
susmuştu.Haftasına,Hasan kararlıydı.Yemeğini yemesini sessizce izledi ve sonra seslendi
anasına:
-Hadi gari..Köye dönüyoz ana..
Anası,ilk kez sinirlendi.
-Sana,istemem dedim,anlasana..
-Ben onu bunu bilmem..Olan olmuş,kalan kalmıştır..Yaşaman gerek ana..Yaşamamız
gerek.Öcümüzü almamız için bu şart..
Kadın,durgun bir sesle yineledi:
-Köye inemem Hasan’ım..
Hasan da sinirlenmeğe başladı.Anasının direnmesi canını sıkıyordu artık.Bağırdı:
29
-Ama neden?..Anlattım sana,öbür kadınların başına da senin başına gelenlerin geldiğini..Daha
ne kaldı geriye?..Neden direnirsin hala..
Birden,ayağa fırladı ,kalktı kadın.Đki elini şiş karnına bastırıp konuştu.
-Buramda,o gavurların dölünü taşıyom..O itlerin dölünü..Şimdi anladın mı neden dönemem
köye?...
Hasan,donup kalmıştı.Demek,buydu..Demek,anasının karnını şişiren hastalık
değildi?..Anası,yunanlı erlerden gebe kalmıştı demek..Karnında,yunanlı bir piç taşıyordu.
Kapana kıstırılmış bir canlı gibi;bir anasının şiş karnına,bir çevresine bakıyor ve bağırmak
istiyordu.
-_Hayırrr..Olamaz bu,olmamalı bu..Demek,demek sen de istedin onlarla sevişmeyi..Kollarının
arasında sen de zevk alıyordun demek ki..
Gözleri yuvalarından fırlayacak gibiydi.Olanca sesiyle bağırıyordu Hasan bilinçsizce..Bu
kez,anası şaşırdı ve korktu Hasan’dan..
-Neler diyon Hasan’ım..Ben nasıl isterim gavurlarla sevişmeyi?
Hasan;sokakta kediler tarafından parçalanmış bir sıçan ölüsünü gösterircesine anasının şiş
karnını gösterdi.
-Öyle olmasa;nasıl çocuğun olur yunan gavurundan?..Lanet olsun sana..
-Dur yavrum,dur..Kendine gel biraz..Heyecanlanma..Senin düşündüğün gibi değil bu işler.Bir
kadın,istemese de zorla hamile kalabilir.
Hasan,gittikçe daha çok öfkeleniyor ve anasının yalan söylediğini düşünüyordu.
-Yalan söylüyon..Beni aldatmak istiyon…Ama,ben aldanmacam..Öldürcem seni ve de piçini..
Anası,oyuğun içine doğru gerileyerek bağırdı.
-Dur Hasan’ım dur yapma..
Hasan,yerden bir kaya parçası almış;anasının başına vurmağa hazırlanıyordu.Mağaranın alaca
karanlığında,anasının korkulu ve fakat temiz bakışlı gözlerini gördü.Suçlu gözleri değildi
gördükleri..Hayır,anası suçlu değildi..Yanlış düşünüyordu her halde..
Kaya parçasını olanca gücüyle mağaranın duvarına savurdu ve koşarak çıktı mağaradan.
-Dur Hasan,dur..
-Lanet olsun..Bütün yunan gavurlarına lanet olsun.Hepinizi
öldürecem..Çoluğunuzu,çocuğunuzu kesecem..
Dere yatağının karşı yamacında yankılanıyordu sesi.
Üç gün dağa,anasını görmeğe gitmedi Hasan..Gece,gündüz ya uyuyor ya da deliler gibi
harman yerlerinde dolanıp duruyordu.Zaman zaman köylülere rastlıyor ve tek söz söylemeden
yanlarından geçip gidiyordu.
Anasına iyice yabancılaşmış duyuyordu kendisini.Hele,anasının karnında taşıdığı yunanlı
piçin biraz da kardeşi olduğunu düşündükçe zıvanadan çıkıyor ve tarlalarda,tepeciklerde
koşuyor,koşuyordu..
Dördüncü gün;anasına gitmeğe karar verdi.Neden gelmişti köyüne?..Anasını görecek;analık
hakkını helal etmesini isteyecek ve sonra askere gidecekti.Oysa;kalmıştı köyde.Artık;köyde
kalmasının hiçbir anlamı kalmamıştı.Son bir kez anasını görmeli ve gitmeliydi bu diyardan..
Dağlara doğru yürümeğe başladı.Anasına yaklaştıkça;önceki düşünceleri değişti ve
korkunçlaştı.
“-Öldürmeliyim onu.Ya karnındaki piçi doğurursa,nolur benim halim?..Askerlik dönüşü
nederim sonra?..Nasıl dönerim köyüme?..Evet,evet ölmeli o..Ve de karnında taşıdığı piçi..”
Anasının kaldığı mağaraya yaklaştıkça öfkesi kabarıyor ve anasını öldürmekle kendisini bir
gavur öldürmüş denli rahatlamış duyacağını düşünüyor ve bu düşünce,daha şimdiden onu
rahatlatıyordu.Sık sık,üç gün önce kemerine takmış olduğu ekmek bıçağını sıvazlıyor ve
kendi kendine konuşuyordu.
“-Bu işi bugün bitirmeliyim.”
30
Mağaraya geldiğinde ;anasını içeride bulamadı.Bir süre bekledi Hasan.Belki bir yere gitmiştir
geri döner diye..Gelen olmadı.O zaman;yerdeki yemek kaplarına dikkatle baktı.Anasıyla
tartıştıkları son günkü yerlerinde duruyorlardı.Anası korkmuş;mağaradan başka yere mi kaçıp
saklanmıştı acaba?..
“-Aramalıyım,bulmalıyım onu..Ve de öldürmeliyim..Hem de piçiyle birlikte.. Bu,herkesin
hayrına olacak.”
Hasan,gerçekte,anasının karnında taşımakta olduğu bebeği öldürmek istiyordu.Anma,bu işi
yapabilmesi için,anasını da öldürmesinin gerektiğini düşünüyordu.Gözlerinin önüne,gavur
süngüsüne geçmiş kundak geldi ve bebenin sesi kulaklarında çınladı.Mağaradan koşarak çıktı
ve bağırarak çevrede dolanmağa başladı.
-Anaaa..Anaaa..Neredesin…Ben geldim,Hasan…Seni görmeğe geldim anam..
Uzun zaman bağırarak dolandı durdu tepelerde ve bayırlarda.Yoktu anası..Sonunda,dik bir
yardan aşağı bakarken,gördü onu.Koşarak yarın dibine indi Hasan..
-Anamm..Anamm..Kıydın mı kendine garip anam..
Kadının yerde yatan bedeni dağılmağa başlamıştı.Uzun süre önce ölmüş olmalıydı.Üzerinde
yeşil sinekler vızıldayarak uçuşuyorlar ve öbek öbek havalanıyorlar;sonra tekrar bedene
konuyorlardı.Kokuyordu ölü.
“-Demek,o gün kıydın canına anam..Benim yapamadığımı,kendin yaptın.”
Hasan,ölünün yanında bir çukur kazmağa başladı.Elleriyle toprağı kazıyor ve tırnaklarının
parçalandığını,parmak uçlarının kanadığını duyuyordu.
Ağlıyordu Hasan,hıçkırarak ağlıyordu.
“-Öcünü alacam anam..Rahat uyu sen.Dedemin de kardaşımın da öcünü alacam..Göreceksin
bak,cümle alem görecek.Hepinizin öcünü komacam,alacam.”
Akşam inerken,içine bir bedenin sığacağı kadar kazdı toprağı Hasan.Sonra;annesinin bedenini
kazdığı çukura taşıdı ve yatırdı.Üzerini,kazıdan çıkan topraklarla örttü.
Dua edemedi;çünkü nasıl dua edildiğini bilmiyordu.Yalnızca;öç alacağını kendi kendine
mırıldanıyordu.
Sonra;toprak kabarıklığının üzerine kapandı ve bu kez;onun üzerine konup kalkan sineklerden
hiç rahatsızlık duymadan uyudu.
S A V A Ş M E H M E T E F E N D Đ Y E Y A K L A Ş I Y OR
Garajın yanındaki kent alanına geldiğinde,bastonuna dayanıp soluklandı Mehmet
efendi.Çember biçiminde olan alanda atlılar,yayalar tören düzeninde bekleşiyorlardı.
Geçit törenine katılacaklar;ellerinde yazılı flamalar,bayraklar,sopalara takılı kartonlara
yazılmış yazılar taşıyorlardı.Siyasal partilerin armalarını taşıyan bayraklar da vardı.Mehmet
efendi;bulunduğu yerden okuyabiliyordu yazıları.
-Đşçiye iş,çiftçiye toprak
-Sömürüye son
-Önce özgürlük
-Mülkiyet hakkı,hakların en kutsalıdır
-Ulusal birlik;dirlik,düzenlik demektir.
Alanı,tam bir bayram havasının curcunası kaplamıştı.Küçük çocuklar;testilerle dolaşıyor;su
satıyorlardı.Baloncular,macuncular,turşucular,simitçiler,gazeteciler bağırışarak mallarını
satıyorlardı.Atlı askerlerin atları,bu gürültüden huysuzlanıyorlar;nallarıyla caddeye vurup
gürültüyü daha da arttırıyorlardı.
Alanın,ileri ucundaki sokaktan,ellerinde kalın sopalarla bir kalabalığın tören yerine hızla
girdiklerini gördü Mehmet efendi.Eli sopalılar,törene katılanların sonundaki bir grup halka
saldırmışlardı.
-Komünistlere ölüm
31
-Allahsızlara burada yer yok
-Defolun buradan gavur evlatları
-Hepinizi geberteceğiz.
Halk;çember biçimindeki alanın her bir yanına kaçışmaya başlamıştı.Kimileri;Mehmet
efendinin yanından geçip koşarak uzaklaşıyordu.
“-Allah Allah..Ne olmuş bu millete yahu..Ben görmeyeli neler değişmiş,şunlara
bak..Sanki,savaş varmış gibi..Đyi ama;dövüşenlerin hepsi,benim ulusumun çocukları..Bu ne
acayip iş böyle”diye düşündü Mehmet efendi.
Şimdi de alanda,taşlı sopalı bir kavga başlamıştı.Yere düşenler,bağıranlar,kaçışanlar atları
ürkütmüş;onlar da düzenli duruşlarını bozmuşlardı.Askerler;atlarını zapt etmeğe
çabalıyorlardı ama,boşuna..Atlar da;insanlara aldırmadan,çeşitli yönlerde koşmağa
başladırlar.
Biraz sonra;araçlara bindirilmiş polisler doluştu alana.Önlerine çıkan herkesi;ellerindeki
coplarla acımasızca dövüyorlar;yakaladıklarını,büyük bir polis aracına bindiriyorlardı.
“-Nedir bu olanlar?.Ne zaman bitecek bu dövüş.Ne güzel,uzun yıllar sakin yaşamıştık.Kimler
yaptı bunu?.Kimler başlattı,bu görünmez iç savaşı.Yazık,çok yazık..Acaba;bu çatışmalar
bizim oralara da sıçrar mı?.Bizler;bezdik artık savaştan..Đnşaallah,bizim oralara varmaz bu
ayrılıklar,bu düşmanlıklar..”
Yanıldığını bile bile;içinden böyle geçiriyordu Mehmet efendi.Biliyordu;bu ülkede savaş çıktı
mı,kimsenin bunun dışında kalamayacağını.Đstekle olmazsa;kinlendirerek;o da olmazsa zorla
savaşa sokuyorlardı kişileri.Onun gençliğinde de öyle olmamış mıydı?Mehmet efendi,gönüllü
mü gitmişti sanki savaşa..
Mehmet efendi eski günlere gitti.
Mehmet efendi;o gün de dükkanını kapatıp kentin orta alanındaki,her zaman bu vakitlerde
gittiği kahvehaneye doğru yürümeğe başladı.Yıllardır giderdi aynı kahveye.Bu
nedenle;ayakları,üzerinde yürüdükleri Arnavut kaldırımı sokağın tüm girintilerini,çıkıntılarını
tanıyordu.Öylece,rahat yürüyordu Mehmet efendi.
Şu sıralar neler olmamıştı ki..Gavur Đzmiri işgal etmiş ve sonra
Bursa’yı,Aydın’ı,Manisa’yı,Uşak’ı almış ve Afyon’a dayanmıştı.Bu arada,Fransızlar da onun
yaşadığı kenti işgal etmişlerdi.Hükümet konağının gönderinde asılı üç renkli bayrağa baktı bir
süre.
Fransızlar kenti işgal etmişlerdi ama,öylesine işte.Yunanlıların yaptıklarına dair
anlatılanlar;korkunçtu.Burada,öyle olaylar olmamıştı.Günlük yaşamlarında,hemen hemen
hiçbir değişiklik olmamıştı.Çok gavur askeri de gelmemişti kentlerine.Bu nedenle de,pek kötü
olaylar yaşanmıyordu.
Mustafa Kemal;Erzurum’da ve Sıvas’ta toplantılar yapmış ve Ankara’da,Đstanbul’dakinden
ayrı bir hükümet kurmuştu.Padişaha Göre,asiydi Mustafa Kemal ve onunla birlik
olanlar.Oysa;Mehmet efendi böyle düşünmüyordu.
Kahvenin girişinde buldu kendisini.Đçerisi nargile dumanı ve ağır bir kokuyla
dolmuştu.Alışmak için,derin bir nefes aldı Mehmet efendi ve içeri girdi.Orta yerdeki,dizi dizi
masalarda tavla ve kağıt oyunları;dama ve aznif oyunları oynanıyordu.Yola yakın
masalardaysa,gazete okuyanlar ve onları dinleyenler oturmuşlardı.O da;gazete okuyanların
olduğu masalarda oturmağa karar verdi ve o yana yöneldi.
-Selamlar hepinize.
-Ooo.Sen misin Mehmet efendi?.Hoş gelmişsen,gel otur bakalım.
Mehmet efendi,kendisini yanıtlayan arkadaşının masasındaki boş bir peykeye oturdu.
-Neler yazıyor gazetede dostum.Önemli haberler var mı?
-Gel bak,iyi haberler var.
-Hayrola..
-Bizimkiler;rastlaştıkları her yerde yunan gavurlarını alt ediyorlarmış.
32
-Đyi yapıyorlar,aşk olsun şu efelere..Asker mi kaldı yurtta.Onlar da olmasa,kimseler karşı
çıkmayacaktı yunan gavuruna.
-Bu konuda da haber var gazetede.Bu,öbür haberlerden de önemli bizler için.
-Yaa..Neymiş o haber?
-Ankara hükümeti,asker toplama kararı almış.
-Asker mi toplayacaklarmış..Hay Allah..Yine cephe göründü bizlere desene.
-Ne o be Mehmet efendi..Bakıyorum,pek bi hayıflandın.Karşısındakinin sesindeki kınamayı
anlamıştı Mehmet efendi.
-Yokk,yanlış anlama dostum.Çağırırlarsa,koşarak gideceğiz elbette.Fakat,savaşmaktan bezdik
artık.Đnşallah,bu son savaşımız olur.Hem düşünüyorum da;bu bizim en anlamlı savaşımız
olacak.Şimdiye dek,neden savaştığımızı bilmezdik.Ama;bu kez,çağırırlarsa ve cepheye
gidersem,neden savaştığımı bileceğim.
-Doğru söyledin be Mehmet efendi.Gerçekten de;bu savaş,bizim için ölüm kalım savaşı
olacak.Đlk kez;gerçekten yurdumuz ve kendimiz için savaşacağız.Zaten;askere çağırılarsa
gitmek zorundayız.Çağırılıp da gelmeyenler ya da askerden kaçanlar;ömrübillah izlenecek ve
cezalandırılacakmış.Gazete öyle yazıyor.
-Tabii..Öyle olmalı yaa..Ne zaman başlayacakmış,asker toplama işi?
-Gazete yazmıyor ama;bir aya varmaz;bunun kokusu çıkar,meraklanma.
-Öyle,öyle..Bir aya kalmaz,sonucu belli olur bu işin.
Kendisine bir çay söyledi Mehmet efendi.Çayını içerken,camdan dışarıyı gözlemeğe
koyuldu.Sokaktan,başları fesli genç,yaşlı adamlar;küçük erkek çocukları geçiyor;peçesini sıkı
sıkı örtmüş yaşmaklı ve feraceli kadınlar,hızlı hızlı evlerine gidiyorlardı.Düşünüyordu
Mehmet efendi.Cephede geçen günlerini düşünüyordu.Bezmiş duyumsuyordu kendisini.
“-Düşman,dükkanımın kapısına gelip beni öldürmek istemedikçe,savaşmam gayri.”
Bir süre sonra,bu kararını değiştirdi Mehmet efendi.
“-Yok,yok..Yunan gavurunu Đzmir’den söküp atmadıkça,bize de rahat yok.Bunun için de bir
savaş gerek..Son bir savaş..Kıyametin savaşı..
ÇETECĐLER ĐŞ BAŞINDA
Osman çavuş;yeni yaşamına uymakta güçlük çekmedi.Askerlik gibi bir şeydi yaptıkları
iş.Disiplin yoktu yalnızca,talim yoktu.Emir-komuta zinciri vardı.Kızanlar vardı,efeler
vardı,bilgi toplayanlar vardı,sakalar vardı ve aşçılar vardı.Başlarında ,komutan vardı.Çerkez
Etem’di adı.
Bugün,göreve gideceklerdi Osman çavuşun birliği.Başlarında;adaşı Osman efe
bulunuyordu.Ondan başka beş kızan daha vardı Osman efenin emrinde.Görevleri;Düzbayır
köyündeki Dimitri adlı çorbacıyı dağa kaldırmaktı.
Köy,yunanlıların eline geçmemişti daha.Bu nedenle de;Dimitri adındaki rum,köylülerle olan
eski ilişkilerini değiştirmemişti.Onlarla selamlaşıyor;onlara yardım ediyordu.
Đşgal kuvvetlerinin yaptıklarını duyduklarından,köyün özellikle gençleri ve genel olarak kızı
kızanı,yaşlısı,sakatı Dimitri çorbacısına diş biliyorlardı.Bir gece,öldürebilirlerdi
onu.Ama,köylerindeki Rum gençlerinden ve komşu ilçedeki yunan askerlerinden
çekiniyorlardı.Yunanlılar,köylerine girmemişti daha ama,Dimitri çorbacısını öldürürlerse o
zaman köylerine gelebilirlerdi.Gerçi;yakınlarında Kuvvayı Milliyeciler ve efeler faaliyet
gösteriyordu.Ama;komşu ilçedeki yunan kuvvetleriyle baş edebilecek güçte değillerdi henüz.
Köy,ilçeye yarım saatlik uzaklıktaydı.Dimitri,ilçede oturuyor ve bağ bozmak için köye
iniyordu.Bu Temmuz da inmişti köye.Ama,köydeki Türkler eski Türkler değillerdi
artık.Selamını almıyorlar,güler yüz göstermiyorlardı.
Dimitri;akşam yemeğini yemiş,şarabını içmiş;bağ evinin önüne oturmuş,serinliyordu.Midesi
sarkmış;kalın baldırlı,elli yaşlarında bir Rumdu.
33
Bağ evine yaklaşan atlıların sesini duyunca telaşlanmadı.Olsa olsa;yunanlı devriyeler
olabilirdi gelenler.Köylüler olamazdı;çünkü,köyde köylüye ait tek at
kalmamıştı.Bulduklarını,gelip yunanlılar almış götürmüşlerdi.Bir kesimini de efeler,türk
çetecileri kaçırmıştı.
Efeleri düşündüğünde;gelenlerin de efeler olabileceği aklına geldi.Bağ evine yöneliyordu ki
atlılar bağ evine ulaştılar ve evi kuşattılar.Dimitri,yanılmıştı.Türk çetecileriydi
gelenler.Fırlayıp eve koşmak istedi.
-Kal olduğun yerde çorbacı.
Osman efeydi seslenen.Hem bağırıyor hem atından iniyordu.
Bağ evinin içinden,Rumca konuşan bir kadının sesi duyuldu.
-Kimdir o gelenler babacığım?
On sekiz yaşlarında bir Rum kızıydı böyle söyleyerek bağ evinin kapısında beliren.Kızı
gören kızanlar,atlarının üzerinde kıpırdadılar.Osman efe gülümsedi.
-Oh,oh..Av diye buna denir işte..Kime niyet,kime kısmet.
Kız,bu acayip giyimli erkeklerden korkmuştu.Bir kez daha sordu:
-Kim bunlar baba..
Dimitri,geriye dönmeden,olduğu yeren yanıtladı kızını:
-Türk çetecileri Eleni..
Yunanlı genç kız;Ortodoks haçı çıkarırken,küçük bir çığlık attı.
Osman efe,atından indikten sonra,evi çepe çevre sarmış olan kızanları da atlarından
inmişti.Elleri tüfeklerinin tetiklerinde,efelerinden emir bekliyorlardı.
Dimitri;titreyen bir sesle;durgun adımlarla kendisine yaklaşmakta olan Osman efeye sordu:
-Ne istersiniz bizden?.
Osman efe,Dimitri’ye yaklaşırken yanıtladı soruyu.
-Ne mi isteriz çorbacı?..Bir süre için,bizim konuğumuz olmanı isteriz.Bilirsin;biz
Türkler,konuksever kişilerizdir.Hele,ayaklan da gidelim gayri.Önümüzde,oldukça uzun bir
yolumuz var.
Sonra;bağ evine doğru seslendi.
-Sığırtmaç,heyy sığırtmaç..Sana seslenirim bre kefere.Davran da,beyinin atını hazırla.Eğeri
iyice yerleştir de beyinin nazik yerleri incinmesin.
Dimitri;gelenlerin ne için geldiğini anlamış;çevresine korkulu ve çaresiz bakışlarla bakıyordu.
-Đstediğiniz para pulsa,yanımda var..Vereyim,alın,gidin.Nolur beni götürmeyin..
Korkudan gözleri büyümüş ve evin kapısındaki gaz lambasının ışığında tir tir titrediği belli
olan genç bir Rum delikanlısı evden çıktı ve evin arkasına yöneldi.
-Dur bakalım çorbacı..Pazarlık için daha erken.Hele birkaç gün konuğumuz ol,fiyatın artsın
biraz.Söyle bakalım;buradaki paraların nerede?
-Bağ evinde küçük bir mücevher kasası var,onun içinde.
Osman efe kızanlardan birisinin adını seslendi.Adı söylenen kızan,bağ evine girdi ve biraz
sonra,koltuğunun altında söylenen küçük kasa olduğu halde evden çıktı ve atının yanına gitti.
Dimitri ve kızı;oldukları yerde donup kalmışlardı.Ne bir davranışta bulunabiliyorlar ne de bir
şey söyleyebiliyorlardı.Bir süre sonra;sığırtmaç;Dimitri’nin iyi bakılmış ve süslü koşumlu
atını çekerek getirdi.Osman efe,Dimitri’ye atını gösterdi.
-Bin bakalım çorbacı..Bin atına da yola koyulalım gayri..
Sonra;hızlı hızlı atının yanına gitti Osman efe.Bu sırada;Dimitri’de atının yanına gitmiş;eli
ayağı titreyerek ayağını atının üzengisine sokmağa çabalıyordu.Sonunda,bunu başardı ve atına
bindi.
Osman efe,kızanlarına seslendi.
-Osman çavuş..
Rum kızına gözlerini dikmiş ve daldırmış gitmiş olan Osman çavuş,efesinin sesiyle kendine
gelerek
34
,efeyi yanıtladı.
-Buyur efem..
-Sen,artçılık yapacaksın.
<Đşte,kısmet diye buna denirdi.Besbelli efenin adaşı olması işine yaramıştı ve efe bu görevi
ona vermişti.Tekrar,bakışlarını rum dilberine çevirip askerce yanıtladı:
-Baş üstüne efem..
-Haydi davran çorbacı.Düş önüme bakalım.
Atına bir sıçrayışta bindi Osman efe.Kırk beş yaşlarındaydı.Ama,atına binişi,on sekiz
yaşındaki bir delikanlınınki gibi çevikti.Tutsağı olmasına karşın,Dimitri bile hayranlıkla izledi
onu.Bir süre rahatladı Dimitri..
-Haydin kızanlar,gidelim gayri..
Dimitri;atını sürerken geriye doğru seslendi.
-Tanrıya emanet ol Eleni..
Önde Osman efe,arkasında Dimitri,geride ve yanlarda beş kızan olmak üzere;gecenin alaca
karanlığında yittiler.
Osman çavuş,atından çevikçe atladı,elinde tüfeğiyle bağ evine yaklaştı.Osman çavuşun
üzerine geldiğini gören sığırtmaç,korkuyla geriledi.Eleni,kadın olmanın rahatlığı
içinde,olduğu yerde taş gibi duruyordu.Osman çavuş,sığırtmaca yaklaştı ve tüfeğin dipçiğiyle
sığırtmacın alnına vurdu.Sığırtmacın alnı yarıldı ve yere yığıldı.Osman çavuş,sığırtmacı
damın gerisine götürüp elini ayaklarını bağlayıp bıraktı ve geri döndü.
Eleni,gördüklerinden çok korktu ve bağ evinin içine kaçtı.Osman çavuş,soğukkanlı olarak
atını aldı ve bağ evinin saçak destek direğine bağladı.Sonra,çakşırını iki yana savurarak,bağ
evine girdi.
Sabaha doğru,Osman efe ve kızanlarının ilk konak yerinin yakınlarında kafileye ulaştı Osman
çavuş.
-Görevi yerine getirdim efem.
-Sağ olasın Osman çavuş.
-Parayı kuru dere yatağının kenarındaki söğüdün yanına getirmelerini söyledim.
Osman efe,söylenenleri yanıtlamadı.Sabah güneşinde,tepede daha da irileşmiş görünen atlı
gölgeleri,göğe bir süre daha düştü.Sonra,tepenin gerisinde yittiler.
Uzun süredir göreve gitmiyordu Osman çavuş.Tıpkı,ordudaki gibi bir kuruluşları
vardı.Osman efenin başkanlığında altı kızandılar.Osman efeye görev verilince
gidiyorlar;görev olmadığı zamanlar ya nöbet tutuyor ya da saz çalıp eğlenenleri izliyor ya da
uyuyordu.
O sabah;Çerkez Etem,Osman efeyi yanına çağırmıştı.Kızanlar;bir araya toplanmışlar efelerini
bekliyorlar,bir yandan da şakalaşıyorlardı.
-Allah vere de tatlı bir iş olsa..
-Bizim acı işimiz mi var be kızan?
-Yok hani,demek isterim ki,bu kez artçılık inşallah bize düşer.
Bu taş Osman çavuşa atılmıştı ama o,duymazlıktan geldi.Son kez konuşmuş olan kızan
üsteledi:
-Ne o be Osman çavuş..Bakarım sesin çıkmaz.
-Ne diyeyim be kızan..Kısmet işte.
-Ne diyeyim,bize de kısmet olur inşallah..
Hep birden bağırıştılar:
-Đnşallah..
Sonra;isterik isterik gülüştüler.Kadınsızlıktan sinirleri gerilmişti.
Bir süre sonra;karşı tepeden bir atlı göründü.Hızlı sürüyordu atını.Dere yatağına indi ve
üzerinde bulundukları tepeye tırmandı.Osman efeydi gelen.Atından indi ve soluk soluğa olan
atının sağrısına vurdu,At,ileri doğru yürüdü gitti.
35
-Gününüz aydın olsun kızanlar.
Hep birden yanıtladılar efeyi:
-Senin de efem.
Osman efe,her zaman yaptığı gibi,bu kez de doğrudan konuya girdi.Kızanlarıyla uzun boylu
konuşmazdı hiçbir zaman.
-Arkadaşlar;bu kez uzun bir yolculuk yapacağız.
Kızanların en yaşlısı sordu:
-Hayrola efem.
-Hayrolsun.Geçen hafta,Mehmet efenin kızanlarından birisi kaçmıştı,biliyorsunuz.
Yine aynı yaşlı kızan konuştu:
Evet,Ali..Yüreksiz Ali derlerdi ona.
-Đyi bildin.Đşte bu kızanı arayıp bulacağız.Nerede olursa olsun;arayıp bulacağız onu.
Kızanlar,bu türlü bir görev beklemiyorlardı.Đçlerinden birisi sordu:
-Neden,bir garip kızanın peşine bu kadar adamı salarlar efem?Yüreksiz Ali’yi bulacaz da ne
olacak..
-Nedeni var mı be kızan..Cezasını çekecek..Askerlikte,cepheden kaçmanın cezası
ölümdür.Onu bulmalı,yargılayıp cezalandırmalı.Bu ,diğer kızanlara da örnek olur.
Osman efe,eliyle atların olduğu yeri gösterdi.
-Haydin,atlanın bakalım..Önümüzde uzun bir yol var.Uğramadık köy,bakmadık dam,oyuk
bırakmayacağız.Bulacağız o itin dölünü..Korkak herifi..
-Baş üstüne efem.,
Kızanlar,atlarına binmek üzere dağıldılar ve başlarında Osman efe olduğu halde yola
koyuldular.Hiç konuşmuyorlar,çatlatırcasına at sürüyorlardı.Doğuya doğru gidiyorlardı.
Öğleye doğru;yolları üzerindeki ilk köye vardılar.Köylü,köy alanındaki kahvehanede
oturmuş,gavurun yaptıklarından,Ankara’dan ve padişahtan söz ederek zaman
öldürüyorlardı.Alan bomboştu.Đnce saçak gölgelerine uzanmış uyumakta olan köpekler,at
nallarının gürültüsüne uyanmışlar ve gelenlere şöyle bir bakıp,tekrar başlarını gölgeye
uzatmışlar,uyuyorlardı.Hiç biri;gelenlerin ardından havlamak için,güneşe çıkmayı
düşünmüyordu.,
Köy kahvesinin önüne geldiklerinde,kahvedekiler oyunlarını ve seslerini kesmişler,geniş
kahve girişinden gelenlere baktılar.
Osman efe atından indi.Ter,ensesinden ve yüzünden sızıyordu.Kızanlarına:
-Sizler,atlarınızdan inmeden,burada bekleyin beni.
Dedi ve kahvenin girişine yürüdü.Kapının eşiğinde bir süre dikilip içeriye baktı,sonra selam
verip içeri girdi.
-Selamün aleyküm ağalar.
Kahvedekiler bağırıştılar:
-Aleykümüsselam efe.
Köylüler,gelene donuk ve kuşkulu bakışlarla bakıyorlardı.Neden sonra,köyün muhtarı
kendine geldi ve Osman efeye seslendi.
-Hoş geldin efe..Buyur,ocağa yakın otur.Bir ayranımızı iç de serinle..Deli,efeye güzel bir
ayran hazırla.
Osman efe,muhtarın olduğu yere doğru yürürken,kahvede oturanları gözledi.Keskin
bakışları,herkesin yüzünde bir iki saniye duruyor ve sonra yanındakine geçiyordu.Aradığı
adama yoktu aralarında.Sonunda,bakışlarını muhtara çevirdi.
-Sen bu köyün muhtarısın besbelli..
,Köy muhtarı ayağa kalkmış;efenin yanına gelmesini bekliyordu.
-Öyle efem..Ben bu köyün muhtarıyım.Hele söyle bakalım,bir emrin mi var?.
Osman efe,üzerlerindeki hasırlar simsiyah olmuş peykelerden birini alıp muhtarın yanına gitti
ve duvarın kenarına koyup,sırtını duvara yaslayıp oturdu.Gelen ayranını içmeğe koyuldu.
36
-Öyle muhtar.Bir adam arıyoruz.Uzun boylu,yirmi beş yaşlarında birisi.Buralardan geçti mi
böyle birisi?
Muhtar,efe ayranını içerken,saygısızlık olmasın diye ayakta duruyordu.
-Yok efem..Bizim köyümüze şu sıralar hiçbir yabancı gelmedi.Köyümüze uzun zamandır ilk
kez gelen yabancılar,sizlersiniz.
-Doğru söylüyorsundur,umarım muhtar..
-Neden yalan diyeyim be efem?..Sizler,hak hukuk yoluna can koymuş kimselersiniz.Gavurun
canına okuyan sizlersiniz.Size yardım etmek,din ve de vatan borcudur.
-Bakalım,göreceğiz muhtar.
Böyle diyerek,kahvenin dışına doğru bağırdı Osman efe:
-Osman çavuş,heyy Osman çavuş..
Osman çavuş hemen atından inip kahveye girdi.
-Buyur efem.
Arkadaşlara söyle,köydeki evleri tek tek arayacaksınız.Karşı gelen olursa,zor
kullanacaksınız.
Muhtar,efeye doğru bir adım atıp bağırdı:
-Aman efem..Ne yapıyorsunuz?.Herkesin evinde kızı,kızanı ve de ayali var..Müslüman evi
aranır mı hiç?
-Ben,onu bunu bilmem muhtar..Köydeki evler aranacak.
O da ayağa kalktı.Önce,muhtarın gözüne gözüne baktı;sonra da kahvede oturan köylülere sert
sert baktı.
-Var mı bir itirazı olan..
Kahvede oturan köylülerin hepsi başlarını önüne eğdiler.Hep böyle yaparlardı
zaten..Önce;hak,hukuk,adalet derlerdi.Zora,silaha geldiler mi çıt çıkarmazlardı.
Muhtar,bakışlarını köylüleri üzerinde dolaştırdı.Önce,bu köylülerle ayni köyden olmaktan
utanç duydu,giderek kendi kişiliğinden de utandı.
Osman efe,yönünü ona döndürmüş soruyordu:
Var mı bir diyeceğin muhtar?
Köylüleri göstererek,alaylı alaylı ekledi.
-Bak,onların hiç itirazları yok.
Muhtar,bundan sonra direnmenin anlamsız olduğuna karar verdi ve bezgin bir sesle yanıtladı.
-Yok efem yok..Hiçbir itirazımız yoktur.Kapılarımız sizlere sonuna dek
açıktır..Varın,istediğinizi yapın..
Osman efe kızanına dönüp seslendi.
-Haydi bakalım Osman çavuş.Adamı tanıyorsunuz.Bulursanız buraya getirin,karşı koyarsa
öldürün.
-Baş üstüne efem.
Osman çavuş,kahveden çıktı.Bir süre sonra,köyün sokaklarında önce at sesleri,sonra çalınan
kapı sesleri duyuldu.Kahvedeki köylüler çıt çıkarmıyordu,muhtar da susmuştu artık.
Köylülere oldukça uzun gelen bir on dakikadan sonra atlılar geri döndüler.Osman
çavuş,kahveye girip tekmil verdi:
-Bulamadık efem..Köyde yok.
Osman efe,çevresine bakınıp ayağa kalktı:
-Đşte,hepsi bu kadar muhtar.Görüyorsun ki,kimsenin burnu bile kanamadı.Haydi,kalın
sağlıcakla.
Kahvehaneden çıkıp atlandılar.Bu sırada,tek köylü çıkmamıştı kahvenin dışına.Geldikleri
gibi,atlarını koşturarak,köyden çıkıp gittiler.
Köylüler,bir süre daha oturdular devinimsiz.Sonra,birer ikişer evlerine
dağıldılar.Muhtar,düşünceli düşünceli evine gidiyordu.
37
“-Bu ne iştir?..Bunların yaptığı düpedüz gavurluk..Gavur da gelse,böyle davranır
besbelli..Kimi ararlardı,neden ararlardı acaba?
Evinin kapısına geldiğinde içeride karısıyla kızının ağladıklarını duydu.Telaşla kapıyı açıp
bahçeye girdi.
-Hayrola Fadime?..Bu ne hal böyle?..Yoksa,bir şey mi yaptılar gelenler?
-Sorma Mehmet.Birikmiş ne kadar altınımız varsa aldı eve gelen.Üstelik,kızı da sıkıştırmış
giderken.Tehdit de etti bizleri bağırmayalım diye..
-Ahh,ahh..Alçaklar,sütü bozuklar,ırz düşmanları..Biz de bunları efe bellemiştik,Namus
bekçisidirler sanmıştık.Oysa,bunlar düpedüz eşkiyaymış,hırsızmış..
Hızlı hızlı evinin girişine yürüdü,içeri girdi,ağlamağa başladı.
Bu sırada Osman çavuş,ganimetlerine yenisini eklediği için mutluluktan uçarak atını
sürüyordu.
Dört gündür,yolları üzerindeki köylere uğrayıp yola devam ediyorlardı.Güneş tepelerini
aşmış,çoktan batıya devrilmişti.Kızanlar,iyice acıkmışlardı.Ama,yakınlarda görünen köy
yoktu.
Bir süre sonra;karşı sırttan aşağı doğru bir sürünün inmekte olduğunu gördüler ve o yana
yöneldiler.
-Merhaba çoban..
Çoban,gelenlerin güven veren kimseler olduklarını anlayınca,tüfeğinin namlusunu yere
doğrulttu ve Osman efeyi yanıtladı.
-Merhaba efe..
-Sabahtan beri yollardayız.Karnımız da acıktı.Bize bir koyun satar mısın?.
Kızanlar,Osman efeye baktılar şaşkın şaşkın..Neden satın alıyordu ki
kuzuyu?.Dileseler,sürüyü önlerine katar,sürer götürürlerdi.
-Satarım ya efem..Neden satmayım.Yalnız,ne var ki,para istemem..Đşte sürü,beğen birini ,al ve
git.
-Yoo olmaz çoban..Hele sen bize bir koyun seç.
Yeleğinin cebinden bir Reşat altını çıkartıp,çobanın önüne,yere attı.
-Đşte,bu da parası.
Çoban,efenin yüzüne baktı.Ne doğru adamlardı şu efeler..Efenin para vermeğe kararlı
olduğunu anladığından,eğilip yerden altını aldı ve poturunun cebine koydu.
-Sağ olasın efem..
Sonra,sürünün içine daldı ve besili bir koyun seçti.Bir eliyle ön ayaklarından,bir eliyle arka
ayaklarından kavrayıp efeye getirdi.
-Kızanlardan birisine ver koyunu.
Çoban,arkaya doğru yürüdü ve Osman efenin arkasındaki ilk kızanın atının eğerinin üzerine
yerleştirdi koyunu.
Bu arada;Osman efe,çobana buralarda bir yabancıya rastlayıp rastlamadığını sordu ve hayır
cevabını alınca kızanlara seslendi.
-Haydin bakalım kızanlar..Yola revan olalım..Kal sağlıcakla çoban..
-Allah yolunuzu açık etsin efem..Allah,sizleri bu ulusa bağışlasın.
Akşam üstü bir pınarın başına ulaştılar.Atlarından inip atlarını çayıra saldılar.Đki kızan,koyunu
kestiler,yüzdüler.Birisi,ot ve odun toplayıp ateş yakarken bir diğeri hayvanı
parçalıyordu.Pınarda yıkanıp serinleyen kızanlar da vardı.
Her şey bittikten sonra,ateşin başına toplandılar.Oduna geçirdikleri koyun parçalarını ateşte
çeviriyorlar ve efe türküleri söylüyorlardı.Arada,çok yemek yeme öyküleri anlatıyorlar ve
gülüyorlardı.Osman efe,pınarın yanındaki ağacın altına,sol kolu üzerine abanmış olarak
kızanları izliyordu.Đşgal edilmiş ilçesinde bıraktığı karısını düşlüyordu.
Koyun iyice kızarınca,altındaki ateşi söndürdükler ve Osman efeye seslendiler:
-Koyun hazır efem.
38
Osman efe yanlarına geldi.Koyun,biraz olsun soğumuştu.Elleriyle koyunun pişmiş etlerini
parça parça koparıp yemeğe başladılar.
-Đznin olursa bir sorum var efem.
-De bakalım kızan..
-Daha ne kadar dolaşıcaz?..Dördüncü gün oldu dolaşırız.Girmediğimiz dam,bakmadığımız
oyuk,gezmediğimiz dere,tepe kalmadı.Yok,yok…Aradığımız kızan yok.Besbelli,iyicene
doğuya kaçtı bu herif yakalanmamak için.Ya da güneye inmiştir.
-Daha bir süre arayacağız bu adamı arkadaşlar.Arayacağız ve bulacağız;bulmamız
gerek..Gerekirse;bütün Anadolu’yu dolaşırız.
-Belki de yunan gavurunun olduğu yerlere gitmiştir efem.
-Yok,yok..O yana gidemez.Orada tanırlar ve öldürürler onu.Gelse gelse,bu yanlara
gelmiştir.Biz yola çıkmadan bir hafta önce,yaya olarak kaçmıştı.Bu çevrede,bir yerlerde
olması gerek.
Yemek bitene dek konuşmadılar.Yemek bittiğinde,akşam iyice çökmüştü.Hepsi,atlarının
terkisinden kilimlerini aldılar;üzerlerine örtüp uyudular.
KENTLĐLER TEDĐRGĐN OLUYORLARDI
Kent alanındaki tören birlikleri ve grupları dört bir yana dağılmış ve kent alanı çok kısa
sürede boşalmıştı.
Mehmet efendi,bastonuna yaslanarak alanın ortasındaki parka girdi ve banklardan birine
oturdu.Biraz sonra,yanına bir başkası gelip oturdu.
-Evlat,bu tören yapılmaz mı artık?
Adam,canı sıkkın yanıtladı:
-Đnsanda tören yapacak iştah mı bırakıyorlar baba..Görüyorsun işte..Artık,Dokuz Eylül
törenleri de yapılmaz olur.Öyle yaa..Can tehlikesi varken,kim katılmak ister törenlere..Kim
izlemek ister geçit resmini.?
-Doğru diyorsun evlat..Giderek,yaşanmaz oluyor ülke.Kardeş kardeşe düşman oluyor.
-Geçenlerde;bizim mahallede konuşuyorlardı.Bir adamın iki oğlundan birisi sağcı birisi solcu
olmuş.Üstelik,paralı birisidir bu adam.Oğlu nasıl olmuş da solcu olmuş,onu da anlamadım
yaa.Neyse,sağcı olanı solcular öldürmüşler.Solcu kardeş;suç sanığını saklamış ve
korumuş.Sonra;birlikte yakalanmışlar.Dediğin çok doğru..Kardeşi kardeşe kırdırıyorlar gayri..
-Kimler kırdırıyor evlat?
-Kimler olacak baba..Paralılar,ülkeyi yönetenler ve onların iş birlikçileri.
-Đyi ama,o dediklerin de bu ülkenin kişileri değil mi? Nasıl oluyor bu iş?
-Böyle davrananlar,bu ülkenin vatandaşları olamazlar baba..Bunlar türk olamaz.
Mehmet efendi iç geçirdi:
-Neyse ki,bende kız kızan yok..Yoksa;yüreğim dayanamazdı olanlara.
-Kolay değil tabii analar,babalar için.Besle,büyüt,okut..Bir kurşunla devirsinler çocuğu
aşağı.Gül fidanı kırar gibi kırsınlar..Baksana;Adana’da da bir genci öldürmüşler.Akşamına da
babası yürek yetmezliğinden geçmiş,gitmiş..Bu günkü gazeteler yazıyordu.
-Adana’da mı dedin evlat..Demek benim oralara da bulaşıyor bu bulaşıcı hastalık haa..
Böyle düşünerek;geçliğindeki o korku,bilinmezlik dolu günlerini anımsadı.
Mehmet efendi de tedirgin olmuştu artık.Yunan’ın Đzmir’e girmesini;Fransızların kentini işgal
etmesini umursamamıştı..
Olanları,mahalli gazeteden izliyor;işin yeni bir savaşa gelip dayanacağını
sezinliyordu.Bıkmıştı savaştan Mehmet efendi.Soyundan,en az üç kişinin son savaşlarda
savaş alanlarında kaldığını anımsıyordu.Sıra,bu kez ona geliyor olmalıydı..Tedirgindi
Mehmet efendi.
“-Gidersem,geri dönmem zor olacak bu kez.”
39
Öyle,parlak bir yaşamı da yoktu.Evinden iş yerine,iş yerinden kahvehaneye,oradan evine
gider gelirdi.Bütün gün durmadan çalışır;Cuma akşamları,kahvehanede meddah
dinlerdi.Arada,bazı geceler,kahvehanede kalır ve tavla oynardı arkadaşlarıyla.
Ama,son günlerde kahveye gelenlerin sayısı iyice azalmıştı.Elbise diktirenler de azalmıştı.Her
gün;Ahmedin ya da Mehmedin Mustafa Kemal’in ordusuna katılmak üzere kentten ayrılmış
olduğunu duyuyordu.Anadolu;akın akın Afyon’a,Konya’ya,Ankara’ya
taşınıyordu.Emirsiz,komutasız,gizli ve hızlı bir göç başlamıştı.Mehmet efendi ve onun gibi
savaşmaktan çekinenler,bulundukları kentlerde her gün biraz daha azınlığa
düşüyorlardı.Sayılarının azalması,tedirgin ediyordu Mehmet efendiyi.Sanki;onun da biran
önce askere gitmesini istiyordu herkes..
Teğellemekte olduğu ceketten başını kaldırıp dükkanın önüne baktı.Çırağı;komşu dükkanın
çırağı ile yere çizmiş oldukları oyun alanı üzerine dizdikleri taşlarla dama oynuyorlardı.
“-Đnşallah bu son savaş olur..Bunlar olsun,savaş yüzü görmesinler bari.”
Gazete dağıtan çocuk,mahalli gazeteyi getirip Mehmet efendiye uzattı.Mehmet efendi
gazeteyi aldı ve başlığını okudu.
“Türk ordusunun zaferi:Yunanlılar,Bursa dolaylarında bozguna uğratıldılar.”
Bu iyiydi işte.Yunanlılar,iyi bir kötek yemişlerdi demek ki..Haberin detayını büyük bir ilgiyle
okumağa koyuldu.
K IZAN ALĐ YAKALANDI
Osman çavuş ve arkadaşları;son geldikleri köyde kızan Ali’nin izini buldular.Köylüler,çok iyi
anımsıyorlardı onu.Köylerine on beş gün kadar önce atlı olarak,efe giysileri ile gelmişti kızan
Ali.Köylülerden büyük ilgi görmüştü.Köy odasında bir gece konuk kalmış;o
gece,serüvenlerini anlatmıştı köylülere.Unutulmaz bir gece olmuştu o gün.Gece yarılarına dek
,bıkmadan dinlemişlerdi onu.Kızan Ali,sonunda kararını açıklamıştı köylülere.Efelerle
kurtuluş savaşı olmazdı.O nedenle Mustafa Kemal’in ordusuna katılmağa karar vermişti.
Köylüler,kutlamışlardı onu bu kararından dolayı.Onlar da Ali gibi
düşünüyorlardı.Eşkiyalıkta,efelikte hayır yoktu.Arada bir de olsa;haklı ya da haksız kendi
yurttaşlarına da zararları dokunuyordu.Sonra;içlerinde sütü bozuklar da vardı.Ali;kendi
kişilerine karşı yapılan bu kötülüklere dayanamıyordu.Bu nedenle,efelerden ayrılmıştı.
Köylüler;bunların hiç birini efelere anlatmadılar.Yalnızca,geldiğini,Rumlara ettiklerini anlatıp
ertesi sabah gittiğini söylediler.Osman efe ve kızanları,öyküyü dinledikten sonra,köyden
ayrılmışlardı.Osman efe hayıflanıyordu:
-Hay Allah,nasıl oldu da daha önceden düşünemedik.Bu herifin orduya yazılacağını
bilemedik.Hay Allah..
Geceyi yine dağlarda geçirdiler.Besbelli Osman efe köylülere,kendi köylülerine
güvenemiyordu.Eşkiyalık,efelik yaşamının altın kuralıydı bu.Topluluklardan uzak
duracaksın.Kötü doğa koşullarını yeğleyeceksin.Bu böyleydi ve Osman efe de kurallara
uyardı.
Kızanlar,ertesi sabah uyandıklarında Osman efeyi uyanık buldular.Oysa,başka zamanlar en
son o uyanırdı.Kızanlar,geceleri kendi aralarında nöbet tutarak uyurlar,efeler sabaha dek
sürekli uyurlar ve hepsinden geç kalkarlardı.Bu sabah öyle olmamıştı.Tedirgindi demek ki
Osman efe..
Sabah azıklarını yediler ve Osman efenin çevresinde toplandılar.
-Şimdi beni iyi dinleyin kızanlar..Sizlerden,güç bir iş isteyeceğim.Efeyle kızanları,hiçbir
zaman biri birlerinden ayrılmazlar.Göreve de,ölüme de birlikte giderler bilirsiniz.Ama,bazı
kez,tek başına da davranmak gerekli olabilir.Bize verilmiş görevi yerine getirebilmek için de
ayrılmamız gerekiyor.
40
Çevrede,birçok asker konaklama yeri var.Dağılacağız,kılık değiştireceğiz ve Ali’yi arayıp
bulacağız.Bir hafta sonra;bulsak da bulmasak da burada toplanacağız.Bulana dek bu böyle
sürecek.
Daha sonra,herkese bir ilçe belirtti Osman efe.Kızanlar hemen atlandılar,belirtilen ilçelere
doğru yola koyuldular.
Osman çavuşun gittiği ilçenin çevresine oldukça çok sayıda asker yerleşmişti.Bunu,ilçe
halkından öğrenmişti Osman çavuş.Üstelik,askerlerin sayısı,her gün biraz daha artıyordu.Yeni
gelenler;ya askere yeni alınmış olanlardı ya da doğu cephesinden batı cephesine
yollanan,yıllanmış askerlerdi.
Osman çavuş,köylüler gibi giyinmişti.Günlerinin çoğunu,ilçenin girişindeki bir tepeciğin
üzerinde geçiriyordu.Belime sokulu bir tabancası ve boynuna asılı,koynunda kese içinde
yirmi beş Reşat altını ve birkaç parça mücevher vardı.Dileseydi,o da kızan Ali gibi,buradaki
halkın arasına karışabilir ve bu işleri bırakabilir ya da asker olabilirdi.Ama;efelerin hışmından
korkuyordu.Bir de;yeterince dünyalık yapamadığını düşünüyordu.
Osman çavuş,hem geleni geçeni gözlüyor hem de kendi kendine konuşuyordu
”-Oğlum Osman..Efelik,eşkiyalık bize göre değil.Sen,asker adamsın.Senin yerin,burası
olmalı.
-Đyi ama,buradaki askeri birliklerde ne var?Hiç bir şey yok.Yemek yok,üst baş yok,para
yok..Görüyorsun durumlarını işte..Oysa,senin her şeyin var ve daha da olacak.Daha çok
dünyalık yapacaksın.Savaş bittiğinde zengin olacaksın,zengin olacaksın.
-Ama,efelikle eşkiyalıkla bu yurdu kurtarmak da olanaklı değil.
-Bak,bak..Neler de düşünüyorsun öyle..Sana ne vatandan,sana ne ulustan..Sen kendi çıkarına
bak oğlum.Bu savaş,nasıl olsa bir gün bitecek.
-Đyi ama kızan Ali neden asker oldu?”
Üç gündür öğleden sonraları buraya geliyor ve ilçeye gelenleri kollayıp kızan Ali’yi
arıyordu.Sabahları,askerlerin eğitim yaptıkları yerlerin çevresinde dolanıyor ve fakat içlerine
girip kızan Ali’yi arayamıyordu.
Üçüncü gün,akşam çökerken gördü onu.Asker giysisine karşın tanımıştı onu.Peşine düştü
Ali’nin.Ali;ilçenin orta alanındaki bakkallardan birine girmiş,akide şekeri alıp
çıkmıştı.Bakkaldan çıkmasını karşı kaldırımda bekledi ve bakkaldan çıktıktan sonra,izlemeyi
sürdürdü..Ali;hem elindeki şekerlerden yiyor,hem de bir türkü mırıldanıyordu.
Đlçeden oldukça uzaklaşmışlardı.Askeri konak yerine daha epeyce vardı.Bir tepenin üzerinde
yürüyorlardı.Bir süre sonra;Osman çavuş yürüyüşünü hızlandırdı ve Ali’ye yetişti.
-Đyi akşamlar kızan Ali.
Ali,geriye döndü ve dikkatle baktı Osman çavuşa.Tanıyamamıştı.
-Đyi akşamlar arkadaş.Ama,bağışla beni..Tanıyamadım seni..Kimsin sen..Beni nereden
tanırsın?
-Nasıl tanımazsın be Ali..Ben Osman çavuşum..Osman efenin kızanlarından Osman çavuş.
Bu sözleri duyunca Ali sevindi.Onun da efelerden kaçmış olduğunu,belki de onun gibi,asker
olmak için bu yörelere geldiğini düşündü.Mustafa Kemal’in askeri..Serpuşlu..
Kollarını iki yanına açabildiğince açıp Osman çavuşu kucaklamak üzere ona doğru yürüdü.
-Vay canına..Sen misin Osman çavuş?..Bilemezsin ne denli sevindim,seni buralarda görünce.
Osman çavuş,Ali’nin kendisini kucaklamak istediğini anlayınca bir adım geriledi ve kaşlarını
çatarak konuştu:
-Düşündüğün gibi değil Ali..Ben,daha efelerden kaçmadım.Alın yazımı birleştirdiğim
kimseleri bırakmadım.
Ali şaşırmıştı.Artık,Osman çavuşun,buralara neden gelmiş olabileceğini anlamıştı.Umudunu
yitirmiş olarak konuştu:
-Yaa.Demek öyle Osman çavuş.Demek hala efesin.Peki,bu kılığın ne?
-Tanınmamamız gerekiyordu da ondan.
41
-Peki,benden ne istersin..Ben,yeterince çalıştım efelerle.Çalıştığım sürece de oldukça yararlı
oldum sizlere.
-Unutun mu be Ali..Ölene dek bizimle olacağına yemin etmiştin.
-Yoo,unutmadım elbette.Yalnız,ne var ki,asker olarak yurduma daha yararlı olacağımı
düşündüm.Bir de dağ taş,dere tepe dolanmaktan yılmıştım.Peki beni buldun,ne yapacan beni
şimdi.
Osman çavuş durgun bir sesle yanıtladı:
-Seni alıp geri götürecem.
Ali;Osman çavuşun sesindeki kesinlikten dolayı ilk kez tedirgin oldu.
-Geri götüreceksin demek..Đyi ama,ya gelmek istemezsem..
Bu kez,Osman çavuş elini beline götürdü ve uzun namlulu silahını çekip Ali’ye yöneltti.
-O zaman,seni zorla götürecem..Emir böyle.
Ali,silahsızdı.Tabancayı görünce geriledi.
-Haa,kaçmayı da düşünme sakın..Ölünü de götürsem görevi yapmış olurum.
Ali,olduğu yerde kalakaldı.Osman çavuş,üzerine yürüdü ve elindeki tabancanın namlusuyla
alnının orta yerine vurdu Ali’nin.Alın derisi sıyrıldı,sıyrık kanadı ve Ali bayıldı.
Osman çavuş,hazırlıklıydı.Yere düşen Ali’nin kollarını,bedeninin gerisinde biri birine
kavuşturdu ve ellerinin bileklerini çapraz yapıp poturunun cebinden çıkardığı kalın bir iple
bağladı.Bir süre sonra,Ali kendine geldiğinde Osman çavuş onu ayağa kaldırdı.
-Haydi bakalım..Şimdi,yola düzülelim.Hep batıya gidecez.Bir dalavere çevirmeğe
kalkışma,acımam öldürürüm.
Batıya doğru,üç saat kadar,durmamacasına yürüdüler.Osman çavuş,çevredeki askeri konak
yerlerini bellemiş olduğundan,bu yerlerin uzağından dolanıyorlardı.Đlk olarak Ali
yoruldu.Kollarını sallayamıyordu.Bu nedenle yorulmuştu.Ama,sesini çıkaramadı.Çaresiz,
Osman çavuşun da yorulmasını bekleyecekti.
Ayaklarını sürüye sürüye yürüyordu artık.Osman çavuş da yoruldu.Ağaçlıklı bir pınara
geldiklerinde Ali’ye bağırdı.
-Dur bakalım;burada biraz dinlenelim Ali.
Önde yürüyen Ali,olduğu yere çöktü.Üzerinde asker ceketi,ayağında köylü poturu
vardı.Kabalağı düşmüştü.Bu durumuyla,bir askerden çok,bir asker kaçağına benziyordu.
Solukları düzeldikten sonra,pınara gitti ve yüzükoyun uzanarak koyunlar gibi su içti. Biraz
kendine gelmişti.Gitti,bir ağaca sırtını dayayıp oturdu ve gözlerini kapadı.
Osman çavuş da kaynağa gitti,elini yüzünü yıkayıp Ali’nin yakınında yere bağdaş kurup
oturdu ve azık torbasından ekmek ve zeytin çıkarıp yemeğe başladı.
Ali,hiç konuşmuyordu.Sıska yüzündeki ufak gözlerini üzerine dikmiş,Osman çavuşun yemek
yemesini izliyordu.Sonunda,Ali’nin bakışlarından rahatsız oldu Osman çavuş ve iki
kez,elindeki ekmekten kopardığı büyük lokmaları Ali’nin ağzına tıkıştırdı.Güçlükle çiğneyip
yuttu lokmaları Ali.Osman çavuşun bu insancıl davranışı;Ali’yi bir kez daha umutlandırmıştı.
-Bu işin sonu yok Osman çavuş.Bunu sen de biliyon.Daha bir süre efelik,eşkiyalık
yapabilirsiniz.Ama,sonunda,sizler de asker olmak,Mustafa Kemal’in ordusuna katılmak
zorunda kalacaksınız.Vakit erkenken dön bari.
Osman çavuş,önce yanıtlamamayı düşündü.Sonunda,dayanamayıp konuştu.
-Yanılıyorsun kızan Ali..Bizlerin de sayısı her geçen gün biraz daha artıyor.Üstelik,bu gün
için biz askerlerden daha yararlı oluyoruz yurda ve ulusa..Sorarım sana,bizden ayrıldın,asker
oldun da ne oldu?..O günden bu yana ulusa,yurda yararlı ne yaptınız?..
-Doğru.Günlerimiz,eğitim yapmakla geçiyor.Ama,son vuruşu bizler yapacaz yunan gavuruna.
Osman çavuş,durgun bir biçimde yanıtladı.
-Oysa,bizler Allahın her günü vuruyoruz gavura.
Ali,böyle bir yanıt beklemiyordu.Bir süre düşündü.
42
-Vuruyorsunuz da ne okluyor?.Yeni yeni kuvvetleri geliyor yunan gavurunun.Üstelik,bir süre
sonra,askerlere katılmazsanız,yalnız da kalacaksınız.O zaman ne yapacaksınız?.
Osman çavuş,bu güne dek,içinde bulunduğu durumu ve geleceğini hiç bu denli derinden
düşünmemişti.
-Hele o günler gelsin,Allah kerim.Bunları,o zaman düşünürüz.Haydi biraz uyuyalım gayri.
Osman çavuş ayağa kalktı.Cebinden çıkardığı,diğer kalın bir iple Ali’yi ağaca sıkıca
bağladı.Sonra,iki metre kadar açığında yere uzandı.
Gece soğuktu.Ama,Ali de Osman çavuş da alışıktılar soğuğa,soğuk gecelerde açıkta
yatmağa.Ali,gökteki yıldız tarlasına dikti gözlerini.Sanki,yıldızlı bir gecede,göğe son kez
bakıyormuş gibi bir duyguya kapıldı.
-Osman çavuş,bana ne yaparlar dersin?
Osman çavuş,gözlerini açmadan,yattığı yerde derin bir nefes aldı ve ciğerlerini sesli sesli
boşalttı.
-Bilmem..Her halde cezalandıracaklar seni.Ama,nasıl bir ceza verirler,bilemem.
-Yaa..Demek cezalandıracaklar ve de nasıl bir ceza olacağını bilmezsin.
Ali konuşmak istiyordu ama,Osman çavuş uyumağa kararlıydı.
-Konuşmayı bırak da uyumağa çabala Ali..Đyi geceler.
-Sana da..
Osman çavuş,bir süre sonra,horultulu bir uykuya geçti.Ali,uzun süre uyumadı.Geceyi dinliyor
ve karanlıklarla dikili sabit bakışlarla,geleceği düşünüyordu.
Buluşma yerine geldiklerinde,ortalıkta kimseler yoktu.Bir süre sonra,önce birer birer
kızanlar;son olarak da Osman efe geldiler.Hepsi,köylü giyimliydiler.Osman efenin ve iki
kızanın atı vardı.Diğerleri;Osman çavuş gibi atsızdılar.
Osman efe,kızan Ali’yi görünce Osman çavuşu kutladı atından inerken.
-Hay yaşayasın be Osman çavuş..Bulmuşsun bizim cephe kaçkınını.
Kızan Ali;bu suçlamaya kızmıştı.
-Ben cephe kaçkını değilim efe.Soyumda da yoktur öyleleri.Sizden kaçtım da karımın
koynuna mı döndüm.Yoksa,gidip yunan gavuruyla birlik mi oldum?..Hayır..Yalnızca,gidip
Mustafa Kemal’in ordusunda asker oldum.
-Duydunuz mu kızanlar..Gidip de asker olmuş.
Kahkahayla gülüyordu Osman efe.Kızanlar da onun haline gülüyorlardı.Ali de
şaşkın,izliyordu olanları.
-Yani,karavanacı olmuş bizim kızan Ali..Yüreksiz ali..Geride bıraktıklarını hiç düşünmedin
mi bre..Kaçmakla,onları cephede yalnız bırakıp gitmiş olmadın mı?
Efenin konuşma biçiminden,sonunun hiç de iyi olmayacağını anlamıştı kızan Ali.Bu
nedenle,biraz küstahça,biraz cesurca konuştu.
-Sizlerin yaptığı iş,asker işi,cephe işi değil efem.Siz,düpedüz eşkiyalık yapıyorsunuz.Kendi
insanlarınıza da zarar vermekten çekinmiyorsunuz.
Osman efe,elleri bağlı Ali’nin üzerine yürüdü hışımla.
-Bana bak,ağzını bozma..Yoksa,elimden bir kaza çıkacak.Biz eşkiyalık yapmasak,Ankara
hükümeti orduyu nasıl böyle rahat kurar?.Yunanı oyalamasak,Ankara’da hükümet
;hükümetlik mi edebilir?.Koyversek yunan gavurunu,Anadolu’nun nerelerine dek gidebilirler
bir düşündün mü?.
Ali susuyordu.Bu kez;kızanlarına bağırdı Osman efe.
-Sizin atlarınız nerede bre kızanlar?.
Kızanlar,başlarını önlerine eğdiler.Osman çavuş yanıtladı.
-Benim atıma hükümet adamları el koydu efem.
-Benimki de öyle oldu efem..
Benimki de.
Osman efe,atına yönelirken yere tükürdü.
43
-Tüh Allah cezanızı versin.Geriye alamadınız mı atlarınızı bre..Nerede kaldı sizin
efeliğiniz,çeteciliğiniz.Yürüyün de aklınız başınıza gaslin.
-Ama efem..
-Susun,ben onu bunu anlamam.Bir efe,bir kızan atını ve silahını babasına olsa
vermez.Onlardan ayrılamaz..Cezanızı çekeceksiniz.Haydin bakalım,yola koyulalım.
Üç atlı ve dört yaya,batıya doğru yola koyuldular.Bir hafta sürdü yolculukları.
Konak yerlerine yaklaştıklarında sabah olmamıştı henüz.Çevredeki dere yataklarından birinde
sabahladılar ve güneş doğup yükseldikten sonra,konaklama yerine gittiler.
BATIDAKĐ EFELER
Hasan,kara sabanı bırakmış,poşusuyla terini siliyordu.Sonra;tarlanın kenarına gidip su
testisini aldı,başına dikti ve kana kana içti.
Beyazlamış sakalına,buruşuk ellerine ve yüzüne karşın;dimdikti, dinçti Hasan.Yağlanmıştı
ama,çökmemişti.
Oturup olanları,duyduklarını düşünmeğe başladı.
“-Köyden kel Hüso’nun oğlu kente gitti.Orta okulda okuyacaktı.Okuyacaktı da ne olacaktı
sanki?..
Ne olmuştu?.Oğlan,parasızlıktan,ulusu kurtarmağa çalıştığını belirten gizli derneklerin eline
düşmüştü.
Daha,yaşı başı neydi ki..Ama o,kendisini savaşçı gibi görmeğe başlamıştı.
Önce,toplantılara katılmış;bildiri dağıtmış;duvarlara yazı yazmıştı.Sonra;taşlı sopalı
çatışmalara karışmıştı.
Sonunda,oğlan,bir bacağı demirle vurularak sakat bırakılmış bir durumda,köyüne
dönmüştü.Topal Ahmet idi artık.
Ona sorarsan;ülkeyi kurtarmak içindi yaptıkları.Bildiriyle,taşla,sopayla ülke mi kurtarılır?.
Kurtuluş;para işidir,tüfek işidir,adam bulma ve eğitme işidir.Kurtuluş;halkı da yanına alıp
örgütlenme işidir.
Biz kurtardık bu ülkeyi gavurlardan.Ama,böyle kurtardık işte.Efe örgütleriyle;orduyla
kurtardık.
Kurtardık mı acaba?.Öyleyse;bu gençler ne yapıyorlar?”
Kalktı,tepesindeki güneşe baktı Hasan.
“-Nedir üleşemediğiniz ey insanlarım.”
Diye bağırdı ve sabanına doğru hızla yürüdü.Bu arada;eski günleri anımsadı.
Hasan;ertesi gün,öğleye doğru uyanmıştı.Bir süre,uyandığı yere ve çevresine bakındı.Đki
metre ilerisindeki kan birikintisini görünce,olanları anımsadı.Sallana,sallana ayağa
kalktı.Yüreği kalkmış;kusmak istiyordu.Son bir kez,kabarık toprak yığınına baktı.Daha sonra
gözleri boşlukta,sabit bir noktaya dikilmiş olarak batıya;hep batıya
yürüdü.Kulaklarında,bebek çığlıkları yankılanıyordu.Gözlerinin önünde,kırmızı kan
noktacıkları uçuşuyordu.
Bir hafta boyunca,hep batıya yürüdü Hasan.On sekiz yaşında,kavruk bir oğlandı.Son olaylar,onu daha da kavurmuş;bu nedenle,iyice ufalmıştı.Görenler,on beş yaşlarında,hastalıklı
birisi diye düşünürdü.
Yolu boyunca rastladığı köylülerden ve yakınlarından geçtiği köylerden sakınıyor,doğuya
giden gavur askerlerine rastladıkça,gizleniyordu.
Gavurları gördüğünde yüreği kabarıyor,öç duygusu bedenini çelik bir yay gibi geriyor ve
fakat tutuyordu kendisini.Silahlanması gerekiyordu.Oysa o silahsızdı ve bu durumuyla
gavurlara hiçbir zararı olamazdı.
Sonunda,bir efe grubuna rastladı Hasan.Onu görünce,durdu atlılar.Daha doğrusu;birden
karşılaşmıştı atlılarla Hasan.Bu nedenle,gizlenememişti.Đçlerinden birisi Hasan’a sordu:
44
-Nereye gidiyorsun küçük?.
Hasan,atlıların Türk olduklarını anlayınca rahatladı.
-Hiç.Asker olmağa,gavurdan öç almağa gidiyom.
Bir yandan da düşünüyordu.Kimlerdi bu değişik giyimli adamlar?.Daha önce,hiç efe
görmemişti,ama,onlardan söz edildiğini duymuştu.Karşısındakilerin efeler olabileceğini
düşündü.Silahlıydılar,atlıydılar.Gavurların olduğu yörelerde,korkmadan dolaşıyorlardı.
Efeler,biri birlerine baktılar.Sonra,en yaşlıları konuştu.
-Đyi ama evlat,burada Türk askeri yok ki..Olsa olsa,gavur askeri görürsün bu yanda.Sen,yanlış
yöne gelmişsin.Askerler,buranın doğusunda toplanıyorlar.
Hasan,dosdoğru konuşan efenin gözlerine bakıp konuştu.
-Yaa.Demek yanlış geldim.
-Hem,seni askere almazlar be kızan..Baksana,daha pek küçüksün.
Hasan,bu sözleri duyunca üzüldü.
-Almazlar mı?..Đyi ama,ben asker olmalıyım..Anamın,bacımın öcünü alacam gavurdan.Onun
için asker olmalıyım.
-Kimin öcünü,kimden alacan küçük?
Bu küçük sözü de iyice onuruna dokunmağa başlamıştı.Yüzünü buruşturdu.Anlatmalı mıydı
tüm öyküsünü bu adamlara?.Hayır,anlatmayacaktı,kimseye anlatmayacaktı.
-Uzun öyküdür amca..Ama,ne olursa olsun,bir silahım olsun istiyorum.Olmazsa,çalacam bir
silah.
Bunu söylerken,efelerin sırtlarına çapraz asılmış tüfeklere ve bellerindeki tabancalara ve
fişekliklere bakıyordu.En önde,atının üzerinde dimdik duran efe geriye döndü.
-Vay canına..Bu oğlan,bayağı yaman bir şeye benzer be kızanlar..Alalım onu da aramıza.
Gerideki atlılar ses çıkarmadılar.Öndeki efe devam etti.
-Şimdi beni iyi dinle küçük..Yoluna devam et.Sağ yanda,yüksek bir tepe göreceksin.Ona
tırman.Seni,Demircili Mehmet efeye götürsünler.Beni,Sarı efe yolladı dersin.Orada bekle
beni.Anladın dediklerimi değil mi?..
-*Anladım ağam..Dediklerini yapacam.
-Haydi kal sağlıcakla.Akşama doğru,görüşürüz yine tepede.Haa,bir şey daha..Bundan sonra
bana ağam deme..Efem de..
-Olur efem.
Sarı efe ve kızanları,atlarını sürüp gittiler.Atların kaldırdığı tozdan korunmak için
Hasan,elleriyle ağzını ve burnunu kapattı.Sonra,belirtilen tepeye doğru yürümeğe başladı.
Akşama doğru,sözü edilen tepenin doruğuna varmıştı Hasan.Önüne,yolda görmüş olduğu
efeler gibi giyinmiş birisi çıkmış; Sarı efenin yolladığını duyunca,geçmesine izin vermişti.Bir
süre yürüdükten sonra,yaylada kurulmuş siyah ,kıl çadırlara rastladı.Çadırlar;sıralı ve düzgün
kurulmuştu.Askeri bir düzen göze çarpıyordu çevrede.
Đleride,açıklığa kurulmuş iki kazanda yemek kaynıyordu.Sağa,sola dağılmış kızanlar;saz
çalıp,söyleşiyorlardı.
Hasan yeni gelmişti ki,saz sesleri kesildi ve efeler ve kızanları çadırlarla kazanlar arasındaki
boşluğa altı ayrı çember biçiminde oturdular.Daha sonra,her çember kendi içinde dua
etti.Hasan,her çemberden iki kişinin kalktığını ve çadırlardan aldıkları karavanalarla
kazanların başına gittiğini ve sırayla yemek aldığını gözledi.Bu düzen,Hasan’ın hoşuna
gitmişti.
Kızanların uzağında,heybetli ve diğerlerinden daha süslü giysisi olan bir efeyle bir sivil
oturuyordu.Sivilin yüz çizgileri,kentli birisi olduğunu anlatıyordu.Önlerinde,yere
yatırılmış,bir yaşlı ağaç gövdesi parçası vardı.Yemek tabaklarını üzerine koymuşlar;onlar da
yemek yiyorlardı.
”-Efe Demircili Mehmet efe besbelli..Tüm efelerin başı.Orası öyle yaa,yanındaki sivil kim
acaba?.”
45
Bu sırada,kazanın yanındaki iki yaşlı efenin kendisine el ettiklerini gördü.Koşarak kazana
gitti.
-Hoş gelmişsin be kızan.
-Hoş bulduk ağalar.
-Sen kimin takımındansın bakalım?Yeni gelmiş olmalısın.
-Sarı efe yolladı beni buraya.
-Sarı efe haa..Şansın varmış be kızan.En iyi efelerden birisi de odur.Neyse,karnın açtır
besbelli..Bir tabak yemek vereyim de ye bari..
Đçini,kuru fasulyeyle doldurduğu bir tabağı ve bir kaşığı Hasan’a uzattı.
-Sağ olasın ağam..
Bir yandan yemeğini yiyor,bir yandan da konuşuyordu.
-Şu karşıdaki efenin yanındaki sivil kimdir ağam?.
-Efe,Demircili Mehmet efemizdir.Yanındaki sivil de Bekir Sami bey adında birisi.Askermiş
aslında galiba.Ankara’nın emriyle gelmiş buraya.
-Ne yapıyor burada peki?..
-Efelerin gavurlara saldırmalarını planlıyor.Đşleri düzenliyor.
-Ne güzel bir düzen kurulmuş. Ben de gavurlara saldırılara katılırım değil mi ağam?.
-Bilemem be kızan..Onu Sarı efe bilir gayrı.
-O sivil de gider mi efelerin başında?.
-Hayır be kızan..O ve efe burada kalırlar..Demircili efeye akıl verir.Asıl görevi Demircili
Mehmet efe,diğer efeler ve kızanlar yaparlar.
-Yani,Sarı efe ve diğerleri..
-Öyle.
Hasan,gavura silah atacağını,gavur öldüreceğini düşünüyor,seviniyordu.
-Bu işin de askerlikten pek farkı yok ağam:
-Bir bakıma öyledir kızan.Ancak,düzen biraz gevşektir.Ne var ki;bu Bekir Sami bey geleli
iyice askerlik oldu.Bu durum,biraz da canını sıkar efelerin ve de
kızanlarının.Alışmışlardır,bağımsız hareket etmeğe.
-Ama,böyle düzenli çalışmak daha iyi değil mi?Amaç,gavuru ezmekse,en iyi yol,bu işin
askerce yapılması.
-Öyledir be kızan ama,efelik biraz da eşkiyalıktır.Bunların içinde,her türden insanoğlu
var.Onun için,pek de hoşnut değiller bu askeri düzenden.
-Yaa.. Demek hoşlanmazlar.
-Öyle,sıkılırlar.
Hasan,hayran hayran Bekir Sami beyi izliyordu.Dağ başında yaşıyor olmasına
karşın;davranışları diğerlerinden ayrık ve inceydi.Yaşamında ilk kez,bir Türk askeri,bir Türk
subayı görüyordu.Aslında;şu sıralar yaşadığı her neni ilk kez görüyordu.Savaş,onu kaldırıp
köyünden almış ve gerçek yaşamın ortasına fırlatıp atmıştı.Bu nedenle,her gördüğüne,her
duyduğuna ilgi gösteriyor ve gördüklerini,belleğinin derinliklerine kazımak istiyordu.
Yemeğini bitirmişti.Çemberler de yemek yemelerini bitirmişler,alaca karanlıkta çevreye
dağılmışlardı.Her çemberin yemek alanında iki kişi kalmış,kirlenmiş kapkacağı topluyordu.
Saz sesleri yine duyuldu.Kesile kesile uzun süre devam etti.Hasan;çadırlar arasında,alanın
çevresinde,saz çalanların yanlarında dolaştı durdu.
Saat gecenin onu olmalıydı ki,herkes uyumak üzere,çadırlara çekildi.Hasan’a uyuması için bir
yer gösterilmemişti.Çadırlardan birinin kenarına kıvrılıp uyudu.
Sabah uyandığında;garip bir sessizlik duydu çevresinde.Sanki,onu yaylada bırakıp çekip
gitmişti herkes.Ayağa kalkıp çevresine ve ilerilere baktı.Kimseler görünmüyordu ortalıkta.Bir
süre sonra,yaşlı iki efe gördü.Sırtlarında odun ve çalı çırpı yükleri olduğu halde,ilerideki
sırttan belirmişlerdi.Onlara doğru yürüdü.
-Đyi sabahlar ağalar.
46
-Selem bre kızan.Nasıl,iyi uyudun mu dün gece.
Dün yemek kazanlarının başında gördüğü efelerdi bunlar.Saçları,sakalları iyice
ağarmıştı.Ama,dinç görünüyorlardı.Dedesini anımsadı Hasan.
-Ortalıkta kimsecikler yoktur.Efeler neredeler ki?
-Göreve gittiler kızan.Her bir takım,ayrı bir yöreye göreve gider.Ne zaman gelecekleri,nasıl
gelecekleri de belli olmaz.
-Mustafa Kemal’in adamı nerede?O göreve gitmez demiştiniz.O da yok meydanlarda.
-O da yakındaki köye indi.Neden indiğini söylemedi.Böyle;ayda yılda bir iner köye.Ama
ben,neden indiğini anlarım.Besbelli bir Kuvayı Milliyeciyle buluşur ve de Ankara’dan gelen
emirleri alır.Yaa,demek burada,Ankara’dan emir alır.,
-Tabii be kızan.Bunlar,asker adamlar.Her bir şeyi emirle yaparlar.Mustafa Kemal’in emriyle.
Bundan sonra,hiç konuşmadılar.Hasan,ateş yakmalarına,yemek pişirmelerine yardım etti
adamların.Öğle vakti gelmiş geçmiş,Güneş batıya devrilmişti.Daha kimse dönmemişti
görevden.
Sonunda,atının üstünde Bekir Sami beyi gördü Hasan.Bekir Sami bey,önlerinden geçerken
Hasan’ı gördü ver atını durdurup seslendi.
-Heyyy,küçük,gelsene buraya.
Hasan,koşarak atlının yanına gitti.
-Buyur bey.
-Seni daha önce görmemiştim buralarda hiç.
-Yeni geldim bey.
Nerelisin sen bakalım?
-Düzbayır köyündenim.
-Hangi ilçenin köyüdür bu köy.
Hasan,ilçesini de söyledi.
-Taa oralardan kalkıp buralara gelmişsin.Efelerin içine girmişsin.Korkmaz mısın,çekinmez
misin sen?
-Neden çekineyim ki bey.Onlar benim insanlarım.
-Ne arıyorsun buralarda.
-Yunan gavurları anamı,dedemi ve kardaşımı öldürdüler.Onların öcünü gavurdan almağa
geldim.
Bekir Sami beyin bakışları ışıdı.
-Demek,öç almak için buralara geldin.Ama,sen daha küçüksün.Bırak,bu işlerle büyükler
uğraşsın delikanlı.
Hasan,bedenini dikleştirerek konuştu.
-On sekiz yaşındayım bey.Sonra,neyim eksik ki.Kafam çalışır,bacaklarım koşar,ellerim
sağlam.Daha nem olsun gavurdan öç almak için..
Bekir Sami beyin bakışları buğulanmıştı.
-Doğru konuştun delikanlı.Neyse,inşallah öcünü gavurda komaz,alırsın.
-Sayende bey.
Bekir Sami bey atını,ilerideki çadıra doğru sürdü,gitti.Atından inip çadıra girdi.Hasan,bir
süre,çadıra doğru yürüdü.Ona,kendisini askere alıp almayacaklarını sormayı
düşünmüştü.Sonra,yönünü değiştirip ilerideki çukurluğa doğru gitti.
Bir süre sonra,Sarı efe ve kızanları da geldiler.Sarı efe,atından iner inmez Hasan’a seslendi.
-Heey..küçük.Gel bakalım,buraya gel.
Hasan,bir koşuda yanlarına gitti.
-Buyur efem.
Sarı efe;bir yandan çadırına doğru yürüyor,bir yandan da Hasan’a soruyordu.
-Nasıl,bizim yaşamımızı beğendin mi bakalım?
47
-Beğenmek de söz mü ağam.Beni de yarından tezi yok göreve götürün.Bunu isterim sizden.
Sarı efe,küçük bir kahkaha atıp yanıtladı:
-Dur bakalım..Acele etmek yok.Efelik,kızanlık kolay değil.Öğreneceğin çok şey var daha.
Hasan,düş kırıklığına uğramıştı.
-Đyi ama..Ben sanmıştım ki..
-Dur,oğlum dur..Önce ata binmeyi,silah kullanmayı öğreneceksin.Sonra;silah atmayı ve atına
ve silahına bakmayı öğreneceksin.
-Đyi yaa.Bunları kolaycacık öğrenirim.Siz bana bir silah verdirin efem.Bak,yedeğinizde
getirdiğiniz at,filinta ve de mermi kasalarıyla yüklü.Kırma beni efem.
-Onlar;Anadolu’ya askerlere gidecek Hasan.Sana,söz veriyorum.Gelecek görevden
dönüşte,,sana bir tüfek getirecem.Hem de yunanlı tüfeği.
Hasan,heyecanlanmıştı.
-Sağ ol efem,sen bin yaşa..
Sarı efe,çadırına girdi ve Hasan da kızanların yanına döndü.
Hasan’ın günleri hep konak yerlerinde geçiyordu.Yemek pişirilmesine yardım ediyordu,tüfek
temizlemesini,süngü bilemesini öğreniyordu.Bu işleri yaparken,elinde,süngü takılı tüfekle
yunan gavuru öldürdüğünü düşlüyor ve sabırla göreve çıkacağı günü bekliyordu.
YÜZBĐNLERĐN YÜRÜYÜŞÜ
Sonunda,beklenen haber gelmişti.Mahalli gazete,eli silah tutanların,askerlik şubelerine baş
vurmalarının Ankara’dan istendiğini yazmıştı.Đlk ağızda celp edileceklerin yaşları da
belirtilmişti.Cuma hutbelerinde durum,hocalar tarafından da halka duyurulmuştu.
Mehmet efendi de,bunların içindeydi.
Haberi okuyunca,yeniden bir kararsızlık içine düşmüştü Mehmet efendi.Ankara
hükümeti,asker olmasını istiyordu.Oysa;esas hükümet Đstanbul’daydı ve Đstanbul;Ankara’yı
ve Ankara’dan emir alanları asi ilan etmişti.Yani;Ankara’nın emrini dinleyip askerlik için
şubeye başvurursa;o da bir asi olacaktı.Ankara daha yakındı.Onun emrine
uymalıydı.Yoksa;başı derde girerdi.
Oysa;Ankara hükümetinin sonunun ne olacağı belli değildi.Yunanlılar;Eskişehir’e dek
dayanmışlardı.Ankara’ya da girebilirlerdi.O zaman ne yapardı Mehmet efendi?
Bir de ,gizli ve sivil olarak çalışan Kuvayı Milliyecileri düşündü.Askere çağırıldığı halde
gitmeyenleri zorla yolluyorlar ya da öldürüyorlardı.O zaman,hükümet kararı da
yoktu.Oysa;Ankara hükümetinin açıklanan kararından sonra,Kuvayı Milliyecilere de gerek
kalmıyordu.Hükümet cezalandıracaktı asker kaçaklarını.
Sonunda;gidip şubeye teslim olmanın daha hayırlı olacağı kararına vardı ve kalktı şubeye gitti
Mehmet efendi.Şubede,genç bir mülazım karşıladı onu.
-Ankara’nın emrine uyup sevk olmak için geldim,mülazım efendi.
-Buyurun,oturun biraz.
Böylece,yeni bir askerlik serüvenine başlamış oluyordu.Çevresine dikkatle bakıyor ve ilk
askere gittiği günleri anımsıyordu.Adını,baba adını,daha önce hangi savaşlara
katıldığını,sınıfını sordular.Sonra,bir künye verdiler eline.
-Haftaya bugün yola çıkacaksınız.
-Özür dilerim mülazım efendi.Acaba,ne zaman,nereye ve nasıl gideceğiz?
-Beni iyi dinleyin Mehmet efendi.Atınız ve silahınız varsa,onları da yanınıza alırsınız.Fazla
ayakkabılarınızı,elbiselerinizi de torba yapıp yanınıza alırsanız,gittiğiniz yerde askerlerin işine
yarar.
-Yani,atı olan atıyla;olmayanlar yaya gidecek.
-Öyle Mehmet efendi.Buluşma yeri sonradan belli olacak.Buraya her gün uğrayın,hareket
gününü de ayrıca bildireceğiz sizlere.
48
Mehmet efendi o gün şubeden düşünceli düşünceli ayrıldı ve hafta içinde,buluşma yerini ve
gününü öğrendi.Gideceği günden önceki gece;hafta içinde dükkanında diktiği torbasının içine
sırtındakinden başka iki kat elbise,gömlek ve bir çift ayakkabı ve iki büyük ev ekmeği ve bir
sepet zeytin koyup torbanın ağzını sicimle bağladı ve erkenden uyudu.
Uyandığında,güneş yeni doğuyordu.Kahvaltı yapıp,torbasını sırtladı ve evinden çıktı.Kapısını
kilitleyip anahtarını poturunun cebine koydu.Son bir kez,dönüp evine baktı.
“-Kim bilir ne zaman dönerim evime..Döner miyim,dönmez miyim o da şüpheli yaa..”diye
düşündü.Sonra,hızlı hızlı,kentin dışındaki buluşma yerine doğru yürüdü.O sırada;Anadolu’da
yüz binler yürüyordu.
Buluşma yerine geldiğinde;kendisi gibi kırk kadar adamın bekleştiklerini gördü.Her kafadan
bir ses yükseliyor ve atıyla gelmiş olanların atlarının ayaklarından yükselen tozlar,bulutçuklar
biçiminde topluluğun üstünde,göğe doğru yükseliyordu.Kentin oldukça uzağındaydılar.
Bu düzensizlik bir süre sürdü.Sonra;atlılardan birisi topluluktan uzaklaşıp,yönünü topluluğa
çevirip bağırdı.
-Heeyy..Kesin gürültüyü..Kesin bee..Şimdi beni iyi dinleyin.Ben çavuşum.Mustafa Kemal’in
ordusundanım.Sizleri,Afyon dolaylarındaki eğitim kıtanıza götürüp teslim etmekle
görevliyim..Adım Hamdi..
Herkes,sesini kesmiş,çavuşu dinliyordu.Kimisi atını,kimisi atını ve tüfeğini,kimisi tüfeğini
alıp gelmişti.Bir kısmı da kendisini getirmişti.Çoğunun sırtında torbaları da yoktu.Güzel kent
giysileri giyinmiş olanlarla yamalı şalvarlılar yan yana dinelmişler,çavuşu dinliyorlardı.
Çavuş konuşmasını bitirdi ve kemerinden çıkardığı bir kağıttan isimlerini okudu.Çavuşun
talimatına uygun olarak,isimleri okundukça üçerle kolda toplandılar.Atlı olanlar,yürüyüş
kolunun gerisine geçtiler.Önde yayalar olduğu halde,yürüyüş başladı.
Yürüyüş kolundakiler,yanlarındakiyle yarenliğe koyuldu.
-Taa Afyonlara gidecekmişiz haa hemşerim.
-Öyle ya..Baksana çavuş öyle dedi.
-Yürümekle bitmez yahu o yol.
--Alışırsın be yahu..Zaten,gittiğimiz yerde de her gün böyle olacak.Her gün eğitim,her gün
yürüyüş.
-Allah bu gavurların tümünün belasını versin.
Bunu söyleyen,öfkeli öfkeli yere bakıyor ve üst dudağından ağzına doğru kıvrılmış olan
bıyıklarının uçlarını çiğniyordu.
-Yok bee..Bakarsın,bizi bir yerlere dek trenle taşırlar..Yoksa;aylar sürer bu yolculuk be yahu..
Altı saat hiç durmadan yürüdüler.Bir pınarın başında ilk mola verildi.Hemen herkes pınara
koştu.Yıkandılar ve su içtiler.Sonra,çevrede dağınık bir biçimde oturarak,beraberlerinde
getirdikleri azıklarını yemeğe koyuldular.
Mehmet efendi,torbasının ağzını açıp elini ,içine soktu ve ev ekmeğini dışarı çıkarmaksızın
ucundan bir avuçluk kopardı.Sonra,tekrar elini sokup bu kez sepetten on tane kadar zeytin
çıkardı ve yemeğe başladı.
Yola,yemeksiz çıkmış olanlar,yemeği olanların yanına sokulmuşlar,azıklarına ortak
oluyorlardı.Đki üç işi,azıkları olmadığı halde açıkta oturmuşlar,başka yönlere bakıp
dinlenmenin bitmesini bekliyorlardı.
Mehmet efendi,kendi yaşındaki birisini yanına çağırdı.
-Heey,hemşerim..Buyur gel,bir şeyler yiyelim.
Seslendiği adam,önce Mehmet efendinin gözlerine baktı.Güven duydu ve gelip Mehmet
efendinin yanına bağdaş kurup oturdu.
-Sağ olasın hemşerim.
-Davet etmeseler yemek yemeyeceksin gibisin be hemşerim..
Mehmet efendinin elini torbaya sokup kendisine uzattığı ekmek parçasını ısırdı.Yavaş yavaş
çiğneyerek konuştu adam:
49
-Öyle..Yemek yememeğe alışkınımdır.Savaşa gittiğimize göre,hepimizin alışmamız
gerekecek.
-Daha önceki savaşlara katıldım mı hemşerim?
-Katıldım yaa..Hem de yüz binlerin öldüğü savaşa katıldım.
-Çanakkale’de miydin yoksa?
-Đyi bildin hemşerim.Hem de tam orta göbeğindeydim o cehennemin.Gavurlar bize şekerli
ekmek,peksimet,çukulata gösterirlerdi cephede.Oysa bizler,günde bir kez bir karavana zor
yerdik.Düşünürüm şimdi de ..Nasıl takat bulurduk da gavura saldırırdık anlamam.Tanrının işi
besbelli.
-Ağaç kabuğu yiyenler,postal köselesi kemirenler olmuş o cephede öyle mi?
-Bizim alayda olmadı öyle şeyler ama,yanımızdaki alayda olmuş.Duyduk hep.En çetin
savaşlar o alayın cephesinde oluyordu.
-Zor savaşmış.
-Zor olduğu kadar komik bir savaştı.Neden “Çanakkale içinde aynalı çarşı” diye türkü
yakılmıştır bilir misin?
-Yoo bilmem.
-Dur anlatayım.Gavurların elinde dürbünlü tüfekler varmış.Bir keresinde adamları geri
püskürtünce onların siperlerinde bulmuşlar.O nedenle;Mehmetcik nişan almak için kafasını
biraz dikleştirse;kurşunu yiyip ölüyordu.
Bu nedenle;bizim askerin de dürbünlü tüfeği olsun diye düşünmüş komutanlar ..Bizlere biri
arpacığın üstünde,diğeri dipçikte olan iki aynalı tüfekler dağıttılar.Başını kaldırmadan,aynaya
bakıyorsun ve düşman erini görünce ateş ediyordun.
Epeyi işe yaradı bu aynalı tüfekler..Bunun üzerine,gavurlar durumun farkına varmışlar.Biz
tüfeğin aynasını siperden kaldırınca aynaya ateş edip aynaları parçalamağa başladılar.Bundan
sonra,Đstanbul’dan cephane ile birlikte kasa kasa ayna da gelmeğe başladı cepheye..Çok da
komik bir savaştı anlayacağın.
-Ben de Balkan savaşına katılmıştım.Bingazi’ye gittim oradan.Ama,bizler rahattık.Rahat
dediysem,cephede askerin rahatlığı ne kadar olursa o işte..
-Çanakkale savaşında açgözlü olmamayı öğrendim.Bak dinle..Bir sabah uyandık
ki,karşımızda çıt yok.Önce,tuzak bu dedik ve tetik durduk.
Bir süre sonra öğrendik ki,Đngilizler bir gecede tüm cepheden çekilmiş.Savaşı
kazanmıştık.Deliler gibi fırladık siperlerden.Ast-üst kalmamıştı.
Đngilizlerin bıraktığı siperlere girdik,siperler bomboştu.Daha sonra,gavurun ikmal noktalarına
ulaştık.Deppoyları,ağızlarına dek peksimet,çay ve çukulata paketi ve mühimmat doluydu.
“-Bisküvi ve çukulata yemeyin,çay içmeyin zehirlidir” demişlerdi kumandanlarımız.Kim
dinler…Gerçi,zehirli değildi yiyecekler..Ama,gavur gavurluğunu yapmıştı giderken
de..Çukulata paketi patlıyordu açılınca.Sekiz on kişi yaralandı bu yüzden.Ama,kimsenin
umurunda değildi.
Savaş,kumara alıştırmıştı herkesi.Yaşamla kumar oynamaya.Ölmeyenler çukulata ve
peksimet yiyor ve çay içiyorlardı.Erat,uzun süre karavana yemediydi.
Mehmet efendi de Bingazi de Đtalyanlara esir düşmüştü.Önce kötü davranmışlar,sonra
Đtalya’ya yollamışlardı onları.Savaş bitene dek orada kalmıştı diğer esirlerle.Savaştan
sonra;Atina’da Türklere esir düşmüş Đtalyan askerleri ile değiş tokuş edilmişler ve yurda
yollanmışlardı.O da bunları anlattı arkadaşına.Ahir ömründe Đtalya’yı ve Atina’yı görmüştü.
-Đyi davranmıştı bizlere Đtalyan makarnacıları.
Çavuşun sesiyle yarenliği kestiler.
-Haydi arkadaşlar.Yürüyüş başlıyor.Üçlü yürüyüş kolunda toplanın.
Herkes ayağa kalkmış,torbasını,atını hazırlıyordu.Beş dakika içinde üçerle kola geçtiler ve altı
saat sürecek yeni bir yürüyüşe başlamak üzere yola koyulmuşlardı.
Gülüyorlar,şakalaşıyorlardı.Sanki,güreş yarışması seyrine gidere gibiydiler.
50
Bütün bir Anadolu gibi,yürüyorlardı.
KIZAN ALĐNĐN SONU
Osman çavuş;olduğu yerde dikilmiş,tedirgin olanları izliyordu.O gün,konak yerinin geniş orta
alanda toplanmışlardı.Bütün efeler ve kızanları takım takım duruyorlardı.Duruşları
düzensizdi.
Karşılarında,oldukça ileride üç kızan,elleri bedenlerinin arkasında bağlanmış olarak
bekliyorlar ve konuşulanları dinliyorlardı.Çerkez Etem konuşuyordu:
-Şimdi beni iyi dinleyin efelerim ve kızanlarım.Bu karşınızda gördüğünüz alçaklar,aramızdan
ayrılıp bizleri bırakıp kaçmışlardır.Onları aratıp buldurttum.Aramıza girerken ettikleri
yeminleri bir yana bıraktılar.Bizleri unuttular ve gavurun karşısında,bizleri bırakıp
kaçtılar.Bizim de onları unutacağımızı sandılar.
Çerkez Etem’in sağ yanında kardeşi Tevfik vardı.Sivil giyimliydi.Onun yanında,bir başka
sivil giyimli daha görüyordu Osman çavuş.Orta boylu,yaşlıca,pala bıyıklıydı adam.Osman
çavuş,bu kişinin Mustafa Kemal’in adamı olduğunu duymuştu ama;adını,sanını,ne iş yaptığını
bilmiyordu.Önceleri de hiç görmemişti onu.
-Evrenin taa öbür ucuna gitselerdi bile bulacaktık onları.Gördüğünüz gibi,bulduk.
Sağ baştakini;padişah çetelerine katılmış olarak bulduk.Ortadaki;ilçesinin içki yerinde
bulundu.Soldaki de,Mustafa Kemal’in ordusuna katılmıştı.
Bunu duyan Mustafa Kemal’in adamı ileri fırladı.
-Bir dakika efe..Diğer ikisine amenna.Onlar,gerçekten de kaçmışlardır.Hem de düşman
önünden,cepheden kaçmışlardır.Cezaları neyse çeksinler.Ama,üçüncüsüne kaçak işlemi
yapamazsınız.
-Neden yapamayacakmışız?..Aramızdan kaçmadı mı?.
Bunu,Çerkez Etem’in kardeşi söylemişti.Mustafa Kemal’in adamı,sinirli sinirli yanıtladı onu:
-Hayır,aramızdan kaçmadı o.Unutmayın ki,sizler de Ankara’nın emrindesiniz.Sizin
yanınızdan ayrılıp orduya katılmış.Ordu,Ankara’nın ordusu olduğuna göre,ha sizlerle
kalmış;ha orduya katılmış ne fark eder.
Çerkez Etem kızmıştı.
-Çok şey fark eder.Ben bu adamları ve onu cezalandırmazsam;yarın başkaları da
kaçar.Başkaları da kaçıp orduya katılır.Sonra,bizim halimiz nice olur?..Đsyanlarla kim
uğraşır?..Gavurla kim savaşır?..Örnek olması için,onun da cezalandırılması gerekir.
Mustafa Kemal’in adamı son sözünü söyledi.
-Hiç değilse,durumu Ankara’ya bildirelim ve emir bekleyelim.
Çerkez Etem,hiç düşünmeden karşı çıktı bu öneriye.
-Hayır..Bu husus,bizim iç sorunumuzdur.Biz,kendi başımıza çözümleyeceğiz bu sorunu.
“Bu kadar tartışma yeter” der gibi,filinta tuttuğu sağ elini yukarı kaldırıp üç adım ileri çıktı
Çerkez Etem ve konuşmasını sürdürdü.
Osman çavuş;Mustafa Kemal’in adamının söylediklerini düşünüyordu.
“-Adam haklı..Bir birlikten ayrılıp başka bir birliğe katılmak istemiş Ali..Gerçi,izinsiz yapmış
bunu ama,cezalandırılmasını gerektirmez.Cezalandırılması gerekse bile,değimli ki asker
olmuş,bu işe Ankara’nın karışması gerekir.”
Bu sırada;Çerkez Etem konuşmasını bitirmiş,çevreye bir sessizlik çökmüştü.Üç ayrı
takımdan,üç ayrı kızan çıktı ileri.Ne yapacaklardı acaba?..Dinlememişti son söylenenleri
Osman çavuş.
Kızanlardan birisi;ağır ağır kaçakların yanına gitti ve ortadaki kaçağın ellerini
çözdü.Adamı,ilerideki açıklığa doğru hoyratça iterek götürdü.Osman çavuş,ilgiyle olanları
izlemeye koyuldu.
Kızan,kaçağın karşısında durmuş,bağırıyordu:
51
-Kaç hemşerim,hadi kaç..Kurtulacaksın.
Kaçak,olduğu yerde duruyordu.Kurtulamayacağını
biliyordu.Yüzünde;korku,çaresizlik,kararsızlık çizgileri belirip kayboluyordu.Kızan,hiç
durmaksızın kışkırtıyordu kaçağı.
-Kaç,durma,kurtulacaksın..Bak,dümdüz ova önünde uzanıp duruyor.Kaç da kurtul,haydi
durma..
Kaçak;bir aralık kaçmağa,kurtulmağa karar veriyor;sonra yine duruyor,çevresine korkulu
gözlerle bakıyor ve ayaklarıyla,bulunduğu yerdeki toprağı eşeleyip duruyordu.
-Kaç bre itin dölü..Kaç,yoksa kötü yapacam seni..Kaç da kurtul,haydi davran,durma.
Kızanlar merakla;diğer iki kaçak korkulu ve fakat durgun olarak izliyorlardı olanları.Mustafa
Kemal’in adamının yüzünde,tek duygu belirtisi yoktu.Çerkez Etem ve kardeşi;sadistçe bir
gülümsemeyle izliyorlardı olanları.
Kızanın tek düze kışkırtmaları sonunda,kaçak aklını yitirdi.Yüzü,ölüm korkusu ile buruşmuş
gibi buruştu ve “Ahhh…”diye uzun uzun bağırıp düzlükte koşmağa başladı.Kaçağı kışkırtan
adam,durgun adımlarla diğer iki kaçağın yanına gitti.
Kaçak;elli metre kadar uzaklaşmıştı toplantı alanından.Öne çıkmış üç kızandan birincisi nişan
alıp ateş etti kaçağın ardından.Kaçak,sağ kolunu tuttu ve bedenini gerdi.Koşmağa devam
ediyordu.Đkinci kızan nişan alıp ateş etti bu kez.Kaçağın sağ kolunu tutan sol kolu önce yukarı
uzandı;sonra,bedeninin yanına sarktı.Sol omuz başından vurulmuştu.Koşmayı yavaşlatmıştı
kaçak.Ama;yine de,bedenini iki yana sallayarak koşmağa,uzaklaşmağa,kurtulmağa
çabalıyordu.Üçüncü kızan da ateş etti ve kaçak yere düştü.Bir süre,devinimsiz
uzandı,kaldı.Sonra;sol koluna abanarak ağır ağır ayağa kalktı.Sağ bacağını sürüyerek
yürümeğe çabalıyordu.Tekrar,birinci olarak ateş etmiş kızan nişan aldı.Son ateş eden kızan
ona bağırdı.
-Bekle..Birlikte ateş edeceğiz.Sen başına,ben ensesine,sen de küreklerinin ortasına..
Diğer iki kızan “olur” gibilerden başlarını salladılar ve söylenen yerlere nişan aldılar.Sonunda
konuşmuş olan kızan bağırdı.
-Ateşşş..
Üç tüfek ayni anda patladı.Kaçağın bedeni,beli düzeyinde geriye yattı.Đki kolu yukarı
kalktı.Göğe tutunmak ister gibiydi.Biraz sonra,yana doğru devrildi.
Kızanlar ve efeler ses çıkarmıyordu.Çerkez Etem,kutladı atıcıları.Birinci kaçağın kollarını
çözen kızan;padişahın çetesine katılmış olan kızana yöneldi.Kızanın kendine doğru geldiğini
gören kaçak kızan;geri geri kaçmağa başladı.
-Hayırrr..Hayırr..Hayırr..
Kızan hem kaçak kızanın üstüne üstüne yürüyor,hem de konuşuyordu.
-Yürekli ol biraz.Korkma aslanım..Ne de olsa,yıllarca kızanlık yapmışsın.Bugün ya da yarın
nasıl olsa ölecektin.Gel,hadi gel..
-Hayır,hayır..Ölmek istemiyorum.
Kızan bağırdı:
-Herkes cennete gitmek ister ama,kimse ölmek istemez.
Adamın bağırması,kızanların üzerinden bir dalga gibi aşıyor ve gerideki sırtlarda
yankılanıyordu.Kaçağın bağırmasından ve önceki tüfek seslerinden huysuzlaşmış olan
ilerideki atların sesiyle kızanın sesi biri birine karışıyor ve ovayı,bir savaş alanına
dönüştürüyordu.
Đkinci kaçağı kaçmağa ve koşmağa kandırmak olanaklı olmadı.Kolları çözülmüş olan
adam,korkudan olduğu yerde tir tir titriyor ve fakat,koşamıyordu,kaçamıyordu.Adamı
kaçmağa kandırmaya çabalayan kızan,sonunda,elindeki tüfeği ona uzattı.
-Al bakalım..Sana tüfek de veriyom..At da verecem.
Kızanların topluca bulundukları yana bağırdı.
-Heyy..Bir at getirin oradan..
52
Kaçağa döndü tekrar.
-Đşte tüfeğin var.At da getiriyorlar sana.Kaç kurtul,korkma yakalayamazlar seni.
Kaçak,inanmaz gözlerle bakıyordu kızana.Sonra,kararını verdi ve kızanın kendisine uzatmış
olduğu tüfeğe el attı.Tüfeği alır almaz da,öne çıkmış ve önceki kaçağı öldürmüş olan iki
kızana yöneltip arka arkaya tetiği çekti.Ama,tüfekten ses çıkmadı.
-Hah,hah,hah…Aferin sana be kızan..Bayağı yüreklendin.Demek,onları öldürürsen
kurtulacağını umduydun..Ama,acelecilik ettin..Atın gelmesini bekleyecektin..Demek,hala
kaçıp kurtulmayı düşünebiliyorsun..Kaç öyleyse,ne duruyorsun,kaç..Haydi,durma kaç..
Daha fazla duramadı kaçak.Sinirleri boşalmıştı.Elindeki tüfeği karşısındaki kızanın yüzüne
fırlattı ve yüzgeri dönüp koşmağa başladı.Gerideki infazcı iki kızan,o yana doğru koştular ve
sırayla ateş ettiler.Adam,yere kapaklandı.Bir süre sonra,dizlerinin üzerinde doğrulmağa
çabaladı.Üç tüfek sesi duyuldu yeniden.Adamın bedeni,geriye doğru uzanıp devinimsiz kaldı.
Üç kızan,yönlerini Ali’ye döndüler.Sıra ona gelmişti.
-Davran Ali,sıra sende.
Ali,ölüme hazırlanmış gibi dikeliyordu olduğu yerde.Olanca sesiyle bağırdı.
-Hayıırr..Ben baçmıcam..Benim defterimde kaçmak yazılı değil.
-Yaa..Öyleydi de,bizleri bırakıp neden kaçtın?.
-Gittim de nereye gittim.Mustafa Kemal’in ordusuna gittim.Aslında;hepimizin,hepinizin o
orduya gitmesi gerek.Bu yurdu,efelikle ,eşkiyalıkla kurtaramayız.
Son sözleri;yönünü kızanların ve efelerin takım takım durdukları yöne çevirip
söylemişti.Kızanlar ve efeler,oldukları yerde kıpırdanmağa başlamışlardı.Đyi belirti değildi bu.
Çerkez Etem,bulunduğu yerden,bir padişah edasıyla bağırdı:
-Bre konuşturmayın şu alçağı,öldürün.
-Demek kaçmayacan kızan Ali.
-Hayır kaçmacam.
-Pekala…
Böyle deyip geri çekildi kızanlar.Üç kızan,tüfeklerini Ali’ye doğrultup nişan aldılar.Birisi
alnına,diğeri yüreğine,sonuncusu kasıklarına nişan almışlardı.Ali;bir dua mırıldanmağa
başlamıştı.
Düzensiz biçimde patladı üç tüfek.Ali’nin gerisindeki bir taş yığınında bir kurşun
sekti.Ali,sesini bile çıkaramadı,olduğu yere yığıldı,kaldı.
O zamana dek soğukkanlı olan Mustafa Kemal’in adamı,arkasında bağladığı ellerini bendinin
iki yanına saldı.Yüzünde;oğlu öldürülmüş bir babanın yorgun ve üzüntülü çizgileri belirmişti.
ONDOKUZ YAŞINDA BĐR KIZAN
Demircili Mehmet efenin konak yeri eski görünüşünde değildi artık.Bekir Sami beyin
yanlarından ayrılması çok olmuştu.Onun zamanındaki askeri düzen yıkılmış;yerine eski efelik
düzeni geçmişti.
Artık;yunan askerleriyle vuruşmuyorlar;onlara pusu kurmuyorlar,onlardan mühimmat
çalmıyorlardı.Daha çok talan ve sivil Rumların öldürülmesiyle
uğraşıyorlardı.Baskınlarda;para pul peşinde koşuyorlar;bu sırada yunan askerleriyle
karşılaşırlarsa çarpışıyorlardı.Göreve çıkmaları da düzensizleşmişti.
Hasan,bilgi toplayıcılık yapıyordu.Yunanlıların bulundukları ilçelere,köylere iniyor;çevredeki
yunan askerlerinin sayısı,,zengin Rumların evleri ve savunma düzenleri hakkında bilgi
topluyor ve efelerin konak yerlerine gelip öğrendiklerini anlatıyor;tekrar aşağılara
iniyordu.Onun verdiği bilgilere dayanılarak baskın planları hazırlanıyor ve baskınlar
yapılıyordu.
Son indiği ilçede Stavro adlı bir Rum zengini oturuyordu.Evi,Rum mahallesinin
göbeğindeydi.Oldukça zengindi ve ilçede,işgal kuvvetleri komutanı gibi davranıyordu.O
53
nedenle,ilçede genç Türk kalmamıştı.Kadınlar,çocuklar ve yaşlılar ve hastalıklılar
vardı.Gündüzleri sokaklarda çocuklar;bir de saçak altında güneşlenmek huyundan vaz
geçmemiş yaşlı köylüler görünüyordu.
Hasan,evin yerini ve çevresinde oturan Rumların sayısını öğrenmişti.Đlçenin çevresinde ve
yakınında yunan birlikleri de yoktu.En yakın yunan birlikleri;dört saatlik yürüyüş
mesafesindeki diğer bir ilçedeydi.
Konak yerine geldiğinde Sarı efe yanına çağırdı Hasan’ı.
-Gel bakalım kızan..Nasıl,bu kezki iş kolay olacak mı?
-Olacak efem.Olacak ya,bu kez senden bir dileğim var.Beni de katmanı isterim bu baskına.
Sarı efe bir süre düşündü.Hasan artık tam bir kızan olmuştu.
-Pekiyi be Hasan..bu kez,baskına sen de katılabilirsin.
Hasan,uzun süredir elde etmeğe uğraştığı bir şeyi elde eden bir insanın sevinci içinde,olduğu
yerde zıplayıp bağırdı.
-Yaşa efem..Hem de çok yaşa emi..
Hasan’ın verdiği bilgilere göre,baskın hemen planlandı.Rumun evinin iki kapısı
vardı.Biri,Rumların oturduğu dar bir sokağa açılıyordu.Arka kapıysa,boş bir arsaya.Bir
takım,Rumların oturduğu sokağın iki ucunu tutacak;baskın yapılan eve diğer Rumların
yardıma gelmelerine engel olacaklardı.Diğer bir takım;arka kapıdan eve girip baskını
gerçekleştirecekti.Ne var,ne yok yakılacak,yıkılacaktı.
Hasan,çok heyecanlanmıştı.Akşamın gelmesini iple çekiyordu.Eski öç alma duyguları
yeniden kabarmış ve onu yerinde duramaz duruma getirmişti.Hayal gücü durmadan işliyor ve
neler yapacağını düşünerek daha da heyecanlanıyordu.Önüne çıkan tüm Rum erkeklerini
öldürdüğünü ve Rum kadınlarına sahip olduğunu düşlüyordu.Hiç ayrımında olmadan;öç alma
duygusunun yanına cinsel dürtülerini de koymuştu.
Geçen aylar içinde Hasan;ata binmeyi,efeler gibi giyinip kuşanmayı ve tüfek atıp kama
kullanmayı öğrenmişti.Kendisine güveni sonsuzdu.Kurduğu düşlerde,önüne çıkanı öldürüyor
ve fakat kendisinin burnu bile kanamıyordu.
Gece yarısına doğru,solgun bir ay ışığının aydınlattığı ilçeye atlı olarak hızla girdiler.Hasan’ın
görevi,Rum sokağının bir başını tutup Rumların Stavro çorbacısını ve evini korumalarına
engel olmaktı.Kendisine bu görevin verildiğini duyunca,yıkılmıştı.O,baskın grubunda görev
alacağını ve önüne çıkanları param parça edeceğini düşlemişti.Ama,sesini
çıkartmamıştı,görev görevdi sonunda.
Beş yüz metre kadar uzunluğundaki Rum sokağının iki ucunda at sesleri
duyulduğunda;sokaktaki Rum evlerinin ışıkları birer ikişer yanmağa başladı.Bu arada,Stavro
çorbacının da ışıkları yanmıştı.Đçeriden,bağrışma ve silah sesleri geliyordu.Stavronun evinin
karşındaki Rum evinin kapısında,başında sivri yatak başlığıyla bir Rum belirdi.Elinde bir
tüfek tutuyordu.Belirmesiyle birlikte,gecenin karanlığını yırtan bir silah sesi duyuldu ve
sokağın bir ucunda bir ışık göründü ve yitti.Tüfek sesi,sokak boyunca uzayıp gitti.Evinin
önüne çıkmış olan Rum,yere dizleri üzerine çöktü ve bağırdı.Sesi,olduğundan daha da artmış
olarak,tüfek sesine karışıp sokak boyunca yayıldı.Ayni anda,diğer Rum evlerinde
oturanlar,evlerinin kapı aralığından ya da pencerelerinden,tüfeğin ışığının göründüğü yöne
doğru ateş ettiler.
Hasan,atını sokağın köşesine çekmiş bekliyor ve sokağı gözlüyordu.Bir at kişnemesi ve bir
bağırma duydu ilerisinde Hasan.Biraz önce ateş etmiş olan kızan ve atı yere
kapaklandılar.Önce atı,sonra da kızan vurulmuştu.Hasan,atın ve kızanın debelenmelerine
baktı kaldı bir süre.Dedesi dışında,yaşamında ilk kez bir adamın öldüğünü ya da vurulduğunu
görüyordu.Neden sonra,aklı başına geldi ve tüfeğiyle sokağın iki yanına rastgele ateş etmeğe
başladı.
Eve baskınla görevli olanlar;Stavro çorbacısını ve karısını öldürmüşler ve evini yağmalamağa
başlamışlardı.On dakika kadar sürdü bu iş.Şimdi,rumun evi alev alev yanıyordu.Hasan,evin
54
yanmakta olduğunu görünce,görevinin bittiğini düşündü.Atını,geldikleri yöne doğru çevirip
topuklarıyla karnına kuvvetlice bastırdı.Uçarcasına uzaklaştı oradan.
Efeler,on dakika içinde işi bitirmişler ve geldikleri gibi gitmişlerdi.Rumlar,yanmakta olan evi
söndürmeğe çabalarken efeler,çatlatırcasına at sürerek konakladıkları tepelere
gelmişlerdi.Konak yerinde sayım yapıldı.Đki kızan yoktu.Baskın sırasında vurulmuş
olmalıydılar.Bu olay üzerinde kimse durmadı.Kanıksamışlardı öldürmeyi ve ölmeyi.
Hasan,sayım bittikten sonra dikkat etti.Sarı efenin yanında bir kız vardı.Çok genç ve güzel bir
Rum kızıydı.Köyündeki kadınlara ve kızlara benzemiyordu.Beyaz ve ince yapılıydı.Köylüleri
gibi,iri yapılı ve esmer değildi.Sarışındı.
Hasan,içinde kıza karşı çözümleyemediği bir ilgi duydu.Bu ilgi nedeniyle Sarı efeye yaklaşıp
sordu:
-Kimdir bu kız efem?
-Bu mu Hasan..Stavro çorbacısının bize armağanı.Biz dişleyelim diye yetiştirmiş bu elmayı.
Hasan,Sarı efenin demek istediğini anlamamıştı.
-Ne yapacaksın onu efem.
-Ne mi yapacağım..Karım gibi kullanacağım Hasan..
Hasan,şimdi anlamıştı.Soru sormadı artık.Kendisini yorulmuş duyuyordu.Rum kızının
korkmuş ve şaşkın çevresine bakınıp durması,onu daha da çekici kılıyordu.Daha fazla
durmadı Hasan ve Sarı efeye iyi geceler dileyip ayrıldı.
Biraz sonra,konaklama yerindekiler kilimlerini üzerlerine çekmişler uyuyorlardı.Ama,Hasan
uyuyamıyordu.Sarı efeyle Rum kızını düşünüyor ve iki yanına dönüp duruyordu.Yunanlı
askerlerin anasına zorla sahip olmalarını gözünün önüne getiriyor ve yüreği,öç alma
duygusuyla dolup taşıyordu.
Sonra;Sarı efenin kıza sahip olmasını düşlüyor be kez,öç alma duygusu kılık değiştirip
cinselleşiyordu.Uyuyamayacağını anladı ve yattığı yerden doğrulup kalktı.Önce uyuyanların
arasında,sonra ilerideki boşlukta sinirli sinirli dolaşmağa başladı.
Yarım saattir dolaşıyordu.Sarı efeyle kızın ne yaptığını görmeğe karar verdi.Uyur gezer
gibi;Sarı efenin çadırının çevresinde dolandı bir süre.Sonunda,eğilip çadırın altındaki
açıklıktan çadırın içine baktı.Đleride gözcünün,tekdüze adımlarla bir o yana bir bu yana
gezindiği görülüyordu.Çadır boştu
Biraz sonra;konak yerinin biraz ilerisindeki bir çalılığın yakınından geçerken karanlıkta bir
kıpırtının farkına vardı.O yöne yöneldi.Önce;Sarı efenin sesini,sonra da Rumca bir şeyler
söyleyen Rum kızının sesini duydu.Eskisinden daha çok tahrik oldu.Bu güne dek
duymadığı,tanımadığı bir duyguydu yüreğini köy ekmeği gibi kabartan.Bu öyle bir duyguydu
ki;ona Rum kızının düşmanı olduğunu unutturuyor ve bu kızı ona,yaşaması için zorunlu olan
bir kişi gibi gösteriyordu.Đçindeki öç duygusu yitmiş,yerini cinsel bir tutku almıştı.
Đyice yaklaştı çalılığa Hasan.Kadın karşı koyuyordu besbelli.Biraz sonra,bir kadın çığlığı
uydu ve sonra kızın sesi kesildi.
“-Tıpkı anama yaptıkları gibi.”
Şimdi,iyice görüyordu onları.Kız,kendinden geçmiş,açılmıştı.Bembeyaz bacakları,zayıf ay
ışığında pırıl pırıl parlıyordu.Đki yanına açılmıştı kızın bacakları.Sarı efe,kızın bacaklarının
arasına sokulmuş,hızlı hızlı soluyordu.
Birden,iliklerinin boşaldığını duydu Hasan.Bu da ilk kez başına geliyordu.Şaşırdı.Daha
sonra,dizlerinin bedenini taşımadığını gözledi ve olduğu yere uzandı.
Sabah uyandığında;kendisini yorgun duydu.Başını kaldırıp ileriye,çalılığa baktı Hasan.Sarı
efe ve rum kızı yoktular.Ellerini soğuk toprağa bastırıp doğruldu ve sabah temizliğiyle
uğraşan diğer kızanların yanına gitti sallana sallana.
Daha sonra,sabah çorbasını içtiler.Çorbalarını içmişlerdi ki Sarı efe çadırından çıkıp onlara
doğru geldi.
-Đşte arkadaşlar,Dün akşamki baskından bizim takıma düşen ganimet.
55
Elindeki yemeniyi açtı.Yere iki tane beşi bir yerde,on tane Reşat altını iki tane değerli taşlarla
süslenmiş küpe düştü.Sonra,Sarı efe ve kızanları çepeçevre oturdular yere.Sarı efe,altınları ve
beşibiryerdeleri üleştirdi kızanlarına.Hasan’a da bir altın düşmüştü dağıtımdan.
Hasan,bir süre önüne konulmuş sarı madene aktı.
-Bu ne efem?
-Bu,senin payın Hasan.
Hasan,bu davranışı ayıplamıştı.Hiç böyle düşünmemişti efeliği.
-Siz hep böyle mi yaparsız efem?
-Elbette Hasan..Baskınlarda,yalnızca adam öldürmeyiz.Bulduk mu böyle şeyleri de alır ve
aramızda üleşiriz.
-Demek,ben size bilgi toplardım,sizler baskın yapar,sonra da altınları üleşirdiniz.
-Evet..Efelikte,elde edilen her şey,efeyle kızanları arasında üleşilir.
Hasan,yerdeki altını efeye doğru itti.
-Ben,altın maltın istemem efem.Ben de sanırdım ki,siz yalnızca öç almak,gavur öldürmek için
baskın yaparsınız.
-Hem öç alırız,hem de dünyalığımızı yaparız be Hasan..Bu savaş,böyle sonsuza dek sürüp
gitmeyecek.Bir gün gelecek ve bitecek.Eee,o zaman köylerimize,kentlerimize
böylece,çırçıplak mı döneceğiz yani..
-Ben dünyalık istemem efem..Ben öç almak isterim.
Sarı efe,duyduklarına inanamıyordu.
-Ne dedin..Deli misin sen bee..Altın istenmez mi hiç..
-Ben istemiyom..Ben başka bişey istiyom efem.
-De bakalım ne istersin Hasan kızan.
-Biraz önce efelikte her şey paylaşılır dedindi.Ben de o kızı istiyom senden.
Sarı efenin yüzüne kan yürüdü.Diğer kızanlar,korkuyla Sarı efenin sonra da Hasan’ın yüzüne
baktılar.
-Bana bak.Senin ağzından çıkanları kulakların duymuyor galiba.Sarı efeden kadın istenir ve
de alınır mı bee..
-Hasan,soğukkanlı olarak yanıtladı efesini.Biraz da yalan söylediğini düşünüyordu
konuşurken:
-Dinle efem..Daha başlangıçta öç almak için dağlara düştüğümü söyledimdi.Bu kızı bu
nedenle istiyom senden.Anamın,bacımın öcünü almam için o kızı bana vermelisin.
Sarı efe,Hasan’ın konuşması karşısında durakladı.Durulmuş olarak sordu Hasan’a:
-Yaa..Demek bu gavurlar anana ve bacına kötülük ettiler.Benim rum kızına yaptığımı
yaptılar,öyle mi?
Hasan;diğer kızanların bu gizini öğrenmiş olmalarından dolayı utanç duydu.Başını yere eğdi
ve bir süre konuşmadı.Şimdi,tek istediği bu Rum kızını öldürmekti.Ama,”öldürmeden önce
sahip olurum ona,ondan sonra öldürürüm” diye düşündü.Başını kaldırmadan,yineledi isteğini.
-Efem,ver o gavur kızını bana.Ver de öcümü alayım.
Sarı efe,kandırıcı bir sesle:
-Olmaz kızan,dedi.Bir başka sefere sen bir başka gavur karısını kaçırırsın.Öcünü de o zaman
alırsın gavurdan.
Hasan’ın önüne ittiği altını da alıp çadırına gitti.
Hasan,kızanların kendisine küçümser gibi baktıklarını ve ”tüh Allah cezasını vermesin,daha
anasını bile koruyamıyor,kalkmış bir de gavurla savaşacak” diye düşündüklerini geçirdi
içinden ve tedirgin oldu.Oturduğu yerden kalktı ve bayır aşağı koşmağa başladı.
Bayırın bitimine geldiğinde yavaşladı.Hem yürüyor,hem yunanlı kızı
düşünüyordu.Sonunda,korkunç bulduğu bir düşünceye ulaştı.
“-Ben,öç falan almak istemiyom.Bayağı canım çekiyor bu Rum kızını.Lanet olsun bana.”
56
Daha sonra,dün gece Sarı efeyle Rum kızını gördüğü durum geldi gözünün önüne.Bu
görünüm nedeniyle çağrışım yapıyor ve önce anasının başına gelenleri,sonra kardeşinin
öldürülüşünü anımsıyor ve yüreğinin yeniden hınçla dolduğunu duyumsuyordu.Bu kez,rum
kızını ve yarı kalkık bacaklarını unutuyor ve gelecekte nasıl öç alacağını düşlüyordu.
Akşam olana dek konak yerinin çevresinde dolandı durdu.Yemek yemedi,su içmedi.Güneşin
batışını izledikten sonra açlık ve susuzluk duydu ve yemek yemek üzere konak yerine
döndü.Kızanların uyumuş olacaklarını ve gece nedeniyle,uyumamışların bakışlarından
tedirgin olmayacağını düşünüyordu.
Y O R G U N S A V A Ş Ç I L A R
On gündür yürüyorlardı.Hepsinin yüzünde yorgunluk ve bezginlik okunuyordu.Daha savaşa
girmeden,aylardır cephedeymişcesine yorulmuş ve bezmişlerdi.
“-Mülazım efendi yanılmış.Bir hafta demişti.Oysa,en az iki gün daha yürümek zorundayız
herhalde.”
Böyle düşünüyordu Mehmet efendi ayaklarını sürüyerek yürürken.
Her gün,sabahın altısında yola koyuluyorlar ve öğle olana dek yürüyorlardı.Öğleyin,iki saat
kadar yemek ve dinlenme molası veriyorlar;sonra,altı saat daha hiç durmadan yürüyorlardı.
Đlk günler,başlarındaki çavuşun da desteği ile marşlar söyleyerek yürümüşlerdi.Osmanlı
marşları söylüyorlar ve Mustafa Kemal’in ordusuna katılmağa gidiyorlardı.Herkes,başka bir
amaçla asker oluyordu.Kimisi yurdu,kimisi padişahı,kimisi de dini kurtarmağa gittiğini
düşünüyordu.Hepsi de diğergam olmuşlardı.Hiç birisi,kendisini kurtarmak için gitmiyordu
savaşa.
Üçüncü günden sonra,marş söylemez oldular.Yorulmuşlardı.Bir de,cepheye yaklaştıklarını
düşünerek,savaşın korkusunu içlerinde duymağa başlamışlardı.Kimse belli etmiyordu bu
duygusunu ama,hepsi de bu kezki badireden sağ ve salim kurtulmanın zorluğunu anlıyorlardı.
Yüz yıllar önce,yüz binler yürümüşlerdi geçtikleri yerlerde.Başları dik,marşlar ve şarkılar
söyleyerek doğuya gitmişler;sonunda,başları önlerine eğik,kılıçları kırılmış,sessiz bir biçimde
geri dönmüşlerdi.Onlar da yunanlıydılar.Bugün Đzmir’e çıkmış olan ve oradan doğuya
yürümeğe çalışanlar da yunanlı.Tarih,bir kez daha yinelenecekti bu gidişle.
Ayakkabıları çoktan delinmişti yürüyenlerin.Çoğu da çıplak ayakla yürüyordu.Bu
nedenle;ayakları kösele gibi olmuş,parmak kalınlığında nasır bağlamıştı.
Mehmet efendi,torbasındaki diğer ayakkabılarını çıkarıp giymeyi düşünüyor ve fakat
kıyamıyordu.
“-Gideceğimiz yere saklayalım.Önümüz kış.Bakarsın,ayakkabı vermeyi veririler.Ordunun
elinde ne var ki..Ayaklarındakilerle idare et.”
Đlk gün tanıştığı yorgun savaşçıyla candan iki dost olmuşlardı yol boyunca yarenlik
ederek.Đkisi de yılların savaşçılarıydı.Savaşın ne olduğunu,ne olmadığını çok iyi hem de
bizzat yaşayarak öğrenmişlerdi.Yürürken çok az konuşmağa çalışıyorlar;daha çok çevrelerini
gözlüyorlardı.Öğle ve akşam dinlenmelerinde;eskiden yaşadıklarını anlatıyorlardı biri
birlerine.Çavuşlarından,mülazımlarından söz ediyorlardı ve gülüyorlardı.Hep,tatlı anılarını
anlatıyorlardı.
Umutsuz değildi yürüyenler.Umutla gidiyorlardı askere.Elde hiç bir şey
yoktu.Gavurlar,ordunun elinde ne var ne yok almışlardı.Biliyorlardı bunu.Ama olsun
varsın,onlar vardılar ya.Đnanç dolu göğüsleri ve toprak sevgileri vardı ya.
Mola verildiğinde,akşam iyice çökmüştü.Torbasında yiyecek kalanlar,çevrelerindekilerle
üleştiler azıklarını.Alçak sesle konuşarak,akşam yemeklerini yediler.
Molalar,hep oturulan yerlerden uzak yerlerde veriliyordu.Bir korunma yoluydu bu.Ama,parası
olanlar,köylere inip alış veriş yapabiliyordu.Mehmet efendi ve arkadaşı da konuşarak
yemeklerini yiyorlardı.Bitmek üzere olan son azıklarını.
57
-Biliyor musun aklıma ne geldi Mehmet efendi.Herhalde,bizler değiliz yalnızca böyle yollara
dökülmüş olan.Anadolu’nun her bir yanından asker olmağa gelenler var.Bütün eli silah tutan
Anadolu erkekleri yollarda şu an.Hepsi bir yana gidiyor.Öyle değil mi?
-Tabii,tabii Hüseyin..Bütün eli silah tutan Anadolu erkekleri yollarda şu an.Hepsi bir yana
gidiyor.Kimisi doğuya,kimisi batıya kimisi güneye..Ama,sonunda hep batıya gideceğiz,hep
batıya..Zafere ulaşmak için hep batıya..Yunanı denize dökmek için hep batıya..
-Bu yakınlarda saldırır mıyız yunana Mehmet efendi?
-Sanmam be Hüseyin.Ben,kentte oturuyordum,bilirim.Gazete okurduk orada.Bizim ordunun
durumu perişandı başlarda.Mustafa Kemal paşa hareketi derleyip toparladı
biraz.Henüz,gavura saldıracak durumda değilizdir her halde..Ama,bizleri de askere
çağırdıklarına göre;yakındır gavura toptan saldırmamız.Gavuru sürüp çıkarmamız yakındır.
-Çavuş,hey çavuş..Bir şey diyecem.
Oturanlardan birisi kalkıp çavuşun yanına gitti.Çavuş,bu türlü kendisine seslenilmiş olmasına
biraz kızgın yanıtladı adamı:
-De bakalım hemşerim diyeceğini.
-Daha çok gidecek miyiz çavuş?
-Yok.Yolculuğun sonuna geldik sayılır.Daha iki günlük yolumuz kaldı.
-Đki gün haa..Eh,gerçekten de bitmiş sayılır.Yalnız,senden bir şey isteriz çavuş.Yarınki öğle
molasını köylük yere yakın bir yerde ver de köye inip alış veriş yapalım.Arkadaşların
tümünün azığı bitti.Ayaklarımızdaki yemeniler paralandı.Üst baş kalmadı.Đzin ver de bir köye
inip bir şeyler alalım.
Çavuş,başını yere eğip düşündü.Herkse konuşmayı duymuş,çavuşa bakıyordu.
-Olur hemşerim..Yarın,yolumuzun üzerinde büyükçe bir köy vardır.Onun yakınında mola
veririz.Yalnız,herkesin köye inmesi gerekmez.Alınacak şeyleri atlılara ısmarlarız,onlar köye
inerler,alıp getirirler hepsini.
Dinlenenlerden “yaşa çavuş” sesleri yükseldi.Herkes,gülümsemeğe başlamıştı.Biraz daha
konuştular ve sonra uyudular.
Ertesi sabah yola koyulduklarında,dinçleşmiş görünüyorlardı.Yolun bitmek üzere olması ve
alış veriş yapılacak olması yaratmıştı bu iyimser havayı.Hatta,bir aralık,kolun önünde
yürüyenler marş bile söylediler.Sonra;birisi bir türkü,birisi bir uzun hava okudu.Mola saatinin
nasıl geldiğini anlamadılar.Kol,çavuşun emriyle durdu ve herkes çevreye dağıldı.
Çavuş,oturmuş olan ve son azıklarını paylaşan grupları birer birer dolaşıyor ve aldırılacak
eşyayı saptayıp parasını alıyordu.
Oturanlar yemeklerini yemeğe başladıklarında,dört atlı köye doğru yola çıktılar.Mehmet
efendi;Hüseyin’e sordu:
-Şu Çanakkale anılarını biraz daha geniş anlatsana be Hüseyin.
-Nesini anlatayım be Mehmet efendi.Bir garip savaştı.
Đlk zamanlar,öylece kazdığımız çukurlara girmiştik.Sonra,geriden,Đstanbul’dan demir
mazgallar geldi.Siperlerin önüne onları koyduk.Mazgalın üzerinde,namlunun geçebileceği ve
de nişan alabileceğimiz büyüklükte bir delik vardı.Tüfeği o delikten çıkarıp,kendimizi
koruyup nişan alır ve ateş ederdik.
Deliğin büyüklüğü ne kadardı diyeyim.Büyücek bir portakal kadar işte.
Namussuz Đngilizler,o delikten nişan alırken vurdular birçok arkadaşımızı.
-Vay canına..Đngilizler o denli keskin nişancıydılar öyle mi?
-Yok be Mehmet efendi..Biz de başlangıçta öyle düşünmüştük.Hem kızmış hem de “aşk olsun
gavurlara” demiştik.
Sonradan,bir taarruz sırasında anlaşıldı işin esası.Geriye attık bir keresinde Đngilizi ve terk
ettikleri siperlerine girdik.Đşte,orada gördüm ilk kez dürbünlü tüfeği.Süngülenmiş bir Đngiliz
askerinin elinde duruyordu.
58
Đlk zamanlar,anlayamadık ne olduğunu.Gözümüzü dürbüne koyunca anladık.Yüz metre
ilerisini,burnunun ucundaymış gibi görüyordu insan.
Sonra,komutanlar,o tüfeği aldılar elimizden ve geriye,Đstanbul’a yolladılar.
-Bak hele sen şu gavura..Neler de düşünmüşler be yahu..
-Hele bu Đngiliz domuzu yok mu..Şeytana bile pabucunu ters giydirir bu ingilizler.
-Pekiyi,sonra nasıl yaptınız Hüseyin.Burnunuzu uzatsanız,adamlar vuruyor sizi.
-Bir zaman sonra,buna karşı bir çare buldu bizimkiler de.Aynalı tüfek gönderdiler bize
Mehmet efendi.Dedim ya,bir garip savaştı diye.Tüfeğin arpacığının üzerine bir boru
geçirmişlerdi.Borunun yukarı ve aşağı uçlarında,biri birine karşı duran iki ayna vardı.
Arpacık üzerindeki aynada,karşıdaki gavuru görüyorduk.Zaten,iki siper arası yirmi otuz metre
ya vardı ya yoktu.Gavurun gemilerinin ateşinden korunmak için,komutanlar gavurlara yakın
kazdırmıştı siperleri.
Biz de bu tüfeklerle öldürdük onlardan bir kaçını.Başımızı siperden çıkarmadan,aynada
gavuru görüyor ve ateş ediyorduk.
Ama,bu kez de onlar buldular bizim aynalı tüfeklerin çaresini.Güneşte parlayınca;bizim
yukarıdaki aynayı fark ediyorlar ve veryansın ediyorlardı mermiyi.Kırılıyordu aynalar tabii..
Đstanbul’dan durmadan ayna yolluyorlardı cepheye.
Mehmet efendi güldü:
-Demek,cepheye tüfek yerine ayna yolluyorlardı ha..Tevekkeli,”Çanakkale içinde aynalı
çarşı”diye türkü yakmışız.
Yine güldü.Çevredekiler de onlara baktılar.
Molanın sonuna doğru,alış verişe gitmiş olan atlılar geri döndüler.Üzerlerinde,atlarının
terkilerinde,heybelerde neler yoktu ki..Dört tane tavuk,durmadan gıdaklıyordu.Heybelerin
ağızlarından,kağıt torbalar,yemenilerin uçları,ekmekler görünüyordu.Ellerindeki
sepetlerde,yumurta taşıyor olmalıydılar;özenle tutuyorlardı sepetleri.
Oturanlar sevinçle ayağa fırladılar.Biraz sonra çavuş,siparişleri sahiplerine dağıtmağa başladı.
Hemen ateş yakıldı ve yumurtalar haşlandı.Haşlanmış yumurtalar ve diğer azıklar;azık
torbalarına konuldu.Yeni gelen eşyaları giyinmediler;gidecekleri yere saklıyorlardı.
Çavuşun sesiyle yürüyüş kolunda toplanıp tavuk sesleri arasında,şakalaşıp yürüyüşe
başladılar.
ÇETECĐLĐK VE
ASKERLĐK
Öğle olmuş ve geçit töreni daha başlamamıştı.Osman çavuş,bir gariplik olduğunu
sezinlemişti.Öğle paydosundan dönen işçilere sordu.
-Tören neden başlamamış len,duydunuz mu?
-Duyduk patron..Törenin başlama yerinde olaylar olmuş.Đnsanlar yaralanmış.O nedenle,tören
yapılmayacakmış.Sağcılarla solcular,biri birlerine girmişler.
Osman çavuş,sanki olacaklardan bilgiliymiş gibi,bu haber karşısında tepki göstermemişti.
-Haydi bakalım,işinizin başına..
Đşçiler,gazoz fabrikasının girişine yönelip içeride yittiler.
Osman çavuş bir süre daha iş yerinin önünde oturup sonra kalktı ve yazıhanesine gitti.Saat on
üç olmalıydı.Đki adam,yazıhaneden içeri girdiler.
Osman çavuş,adamları heyecanla karşıladı:
-Hoş geldiniz.Oturun bakalım.Hele biraz soluklanın.
Gelenler koltuklara oturdular.Osman çavuş,adamlar için iki gazoz getirtti.Gazozlarını içmeğe
başladılar.
-Anlatın bakalım.Nasıl gidiyor işler?Malları dağıttınız mı?
Adamların iri kıyım olanı yanıtladı.
59
-Herşey düzeninde yapıldı patron.Silahları örgüt temsilcisine teslim ettik.Silahları
beğendiler.Yakında,yeni bir partinin siparişini vereceklermiş.
-Đyi,çok iyi..Ben de,dışarıdaki adamımıza haber uçurayım.Döviz toplamağa başlasın.Bu iş iyi
gelişiyor.Bana öyle geliyor ki;bu adamlar,bir ordu kuracaklar.
-Öyle patron.Zaten biri birlerine askeri rütbelerle sesleniyorlar.Albaylar var,yüzbaşılar var.
-Doğrusu da bu tabii,savaş,disiplin ister.Yoksa,çetecilikle bir yere varılamaz.Neyse,bu işten
daha epeyi kazanacaz demektir.Haydi bakalım.Şimdi,ortalıktan yok olun.Ben sizi arayana dek
kimselerle görüşmeyin,tamam mı?..
-Anladık patron.Kal sağlıcakla.
Böyle deyip,kaçakçı kılıklı iki adam,Osman çavuşun yazıhanesinden çıktılar.
Osman çavuş,yine anılarına gömüldü.
Osman çavuş;Çerkez Etem kuvvetleriyle Düzce ve dolaylarına gidiyordu.Artık eşkiyalığı
bırakmışlar,biraz askerleşmişlerdi..Her işi,Ankara’nın emriyle yapıyorlardı.Başlangıçta efelik
ve eşkiyalık yapmayı düşünen Çerkez Etem,sonradan düşüncesini değiştirmiş ve onları,askeri
bir düzene sokmuştu.Biraz da,halk onları öyle görmek istediğinden ortaya çıkmıştı bu durum.
Son olarak;Düzce dolaylarında çalışan ve Ankara’ya karşı olan Aznavur adlı şakiyi ve
etrafındakileri yakalamak ya da dağıtmakla görevlendirilmişlerdi.Bu görevi yerine getirmek
için,Düzce yakınında askerlerle buluşacaklar ve sonra birlikte faaliyet göstereceklerdi.
Đki gündür yollardaydılar.
Çerkez Etem,onlara,askerler gibi aylık bağlamıştı.Đkmal ve iaşeleri;askerlerinki gibi
yürütülüyordu.Osman çavuş,bu yeni durumdan hiç de memnun değildi.Fırsatını bulsa
kaçacaktı ama,gözünün önüne,kaçtıkları için öldürülen üç kızan geliyor ve bu düşünceyi
kafasından kovuyordu.
Bir aralık”nasıl olsa iyice askerleştik,gidip Mustafa Kemal’in ordusuna katılayım bari”diye de
düşünmüş ve bu düşüncesinden de caymıştı.
Üçüncü günün sonunda,bir dere yatağının yamaçlarında konakladılar.Akşam,yeni
oluyordu.Osman çavuş,ilerilerine başka askeri birliklerin gelip konaklamalarını izledi.
Akşam yemeği zamanı yaklaşmıştı.Osman çavuş,atına binip yakınındaki askeri birliğe
gitti.Kendisi gibi;başka kızanlar da askeri birliğe gelmişler;tanıdıklarını,bildiklerini arayıp
soruyorlar;bulduklarıyla sarılıp konuşuyorlardı.Osman çavuş da tanıdık birisini bulurum
umuduyla dolaşmağa başladı.
-Heyy.Sen Osman çavuş değil misin?
Döndü,sesin geldiği yöne baktı.Saçına,sakalına ak düşmüş birisi,kollarını iki yana açmış ona
doğru geliyordu.Osman çavuş,geçmişte bulunduğu cepheleri düşündü ve sonunda buldu
adamın kim olduğunu.
-Tamam,tamam..Sen,Galiçya cephesinden Abdullah çavuşsun.
Adam,anımsanmış olmaktan dolayı daha çok gülümseyerek ve kollarını daha çok iki yana
açarak yaklaştı.
-Đyi bildin yaa.Ben Abdullah çavuşunum.
Đki eski dost gibi sarıştılar ve başlarını omuzlarına yaslayıp biri birlerinin sırtlarına
vurdular.Sonra ayrıldılar.
-Eee,dağ dağa kavuşmaz,insan insana kavuşur derler haa..
-Öyle be Abdullah çavuşum.Baksana sen şu tanrının işine.Yıllar sonra,eşkıya takibinde
karşılaşalım seninle.Olacak şey mi bu..Nasıl,rahatın iyi mi bari?
Abdullah çavuş,alınmış gibi yüzünü buruşturdu:
-Aşk olsun be Osman çavuş..Sen ki bunca yılın askeri ve de çavuşusun.Askerin rahatlığının
ne olduğunu bilmez misin be yahu..
Gülüştüler.
-Doğru dersin,haklısın be Abdullah çavuş.Bu da sorulur mu yani.Hani,laf açılsın diye sorduk
işte.
60
Ama,yine de Abdullah çavuşun üzerindeki kırk yamalı ve yer yer sökük ve yırtık giysisine
kötü kötü bakmaktan alamadı kendisini Osman çavuş.Abdullah çavuş,bakışların anlamını
yakaladı ve fakat ezilmedi.Askerlik yaşamında,alışmıştı böyle bakışlara..Đnat olsun
diye,yemeklerini birlikte yemeği önedi.
-Gel benimle,gel de akşam karavanasından birlikte yiyelim.Hem de eski günleri anarız.Hey
gidi günler hey..
Osman çavuş,çevrede yarenlik edenlere baka baka,atı yanında,Abdullah çavuşu izledi.
Akşam yemeğini birlikte yediler.Çoktan beri,asker karavanası yememişti Osman
çavuş.Beğenmedi yemeği.Tavuk,kuzu,yumurta,sucuk yemeğe alışmışlardı.Taşlı bulgur
pilavını ağzında geveliyor;diliyle taşlarını ayırdıktan sonra yutuyordu.Abdullah çavuş;sıkıntılı
durumunu gözlüyor ve içinden gülüyordu.Sonunda,takıldı Osman çavuşa:
-Ne o be yahu..Bakarım,bulgurun taşını ayıklamağa çabalarsın.
Osman çavuş oturduğu yerden kalktı ve gidip atının terkisindeki azık torbasından bir kangal
sucuk aldı,geldi.Abdullah çavuş,kendisine uzatılan sucuk kangalına uzanırken,ikramın
büyüklüğünü anlatmak için gözlerini kocaman kocaman açmış olarak,sözcükleri yaya yaya
konuştu:
-Vay canına..Sucuk buu..Hem de bir kangal.
Sucuğu burnuna yaklaştırmış kokluyor v e gözlerini kapatıp nefesini tutuyordu.Osman
çavuş,davranışlarını küçümser bir gülümsemeyle ayakta dikilmiş,izliyordu onu.
-Afiyetle yersin Abdullah çavuş.
Kapısında çalışan bir ırgata,değersiz bir armağan vermiş bir ağanın rahat tavırlarıyla söyledi
bunu.
-Sağ olasın be çavuş.
Sucuk yemek,evrenin en ulaşılamaz zevklerinden biriydi Abdullah çavuş için.Bu
nedenle;Osman çavuşun takındığı tavırlara dikkat etmiyordu.Önemli olan,sucuk
yemekti..Nasıl elde edilmiş olursa olsun.
Belinden çıkardığı süngüsünün ince yanıyla sucuk kangalını,ortasından ikiye
böldü.Sonra,sucuğun yarısının üzerini süngüyle çizerek zarını soydu.Sonrada;küçük parçalar
ısırıp uzun uzun çiğneyerek yemeğe başladı.Kangalın diğer yarısını azık torbasına koydu ve
kendisini izleyen Osman çavuşa,bilgi vermek zorunluluğunu duydu:
-Artanını da sonraki günler yerim,yemeğin üstüne.
Abdullah çavuş,sucuğu yemeğin üstüne yenilecek değerli bir tatlı gibi düşünüyordu.
Yemekten sonra geçmiş savaş ve cephe gerisi günlerini konuştular.Bu arada,yarınki ortak
görevlerinden söz ettiler.Osman çavuş;çevreye başka askeri birliklerin de gelmiş olduğunu
öğrendi.
-Desene,bu Aznavur bayağı kalabalık ve kuvvetli bir çeteci.
-Her halde.Bu kadar çok askeri ve adamı buraya toplamazlardı yoksa.
Gecenin karanlığında;elde kıyılmış tütünden sardıkları sigaralarını içip bir süre daha eski
günlerinden söz ettiler.Yat borusu çaldığında;helalleşip ayrıldılar.Kamp yerine dönüp
kiliminin altına giren Osman çavuş,o gece hep geçmiş savaş günlerini gördü düşünde.
Sabahın erken saatlerinde harekete geçtiler.Üç koldan,Düzce’ye yürüyorlardı.Düzce’nin kenar
mahallelerine geldiklerinde,ilk kez Aznavur kuvvetleri ateş açtılar.Evlerin damlarına ve sokak
köşelerine gizlenmişlerdi.
Askerler,bundan önce hiç sokak savaşı yapmadıklarından iyi dövüşemiyorlardı.Çerkez Etem
kuvvetleri,bir süre sonra,kendilerine ayrılan bölgedeki karşı koymayı kırmışlar;kentin
sokaklarında at koşturmağa başlamışlardı.
Savaş,öğleye dek sürdü.Önce,evlerin damlarındaki,sonra sokaklardaki baş kaldıranlar
öldürüldü.Sıra,evlerde saklanmış olan baş kaldıranlara gelmişti.
61
Osman çavuş evin kapısına bir tekme vurdu ve kendisini kapının sağ yanına attı.Kapı
gürültüyle açılmış ve içeriden tüfek sesleri gelmişti.Sokaktan koşarak geçmekte olan bir
asker,kalçasından vuruldu ve kapının karşısında,duvarın dibine yığıldı kaldı.
Osman çavuş,kısa bir süre askere baktı.Sonra,kapının önüne gelip içerisini
gözledi.Karşısında;odanın ortasında dikilmiş duran çopur adam,telaşla namluya mermi
sürüyor ve arada bir başını kaldırıp Osman çavuşa bakıyordu.Đki kez,göz göze geldiler.Osman
çavuş,tüfeğini doğrultup ateş etti.Adam,elindeki tüfeği atıp yüzünü kapattı ve yere düştü.Bir
adım daha atıp hızla evin içine göz attı Osman çavuş.Başka kimseyi göremedi.Oysa,içeriden
birden çok tüfek sesi duymuştu.Kulaklarına,sık sık soluyan birisinin sesleri geldi.Orta yere
doğru bağırdı.
-Teslim ol..Teslim olursan bişey yapmıcam..
Odanın sol yanından ortaya doğru bir adam korkak adımlarla yürüdü.Osman çavuş,tetiği bir
kez daha çekti.Adam,yüreğinin üzerini bastırıp yere yığıldı.
Yeni bir mermi sürüyordu namluya Osman çavuş.Ayağının ucunda bir mermi sekti.Hızla,evin
sağındaki büyük odanın ortasına yürüdü ve orta yerden yukarı uzanan merdivenin bitiminde
gördü adamı ve ateş etti.Karnından vurulan baş kaldırmış adam,merdivenlerden yuvarlandı ve
ayaklarına çarpıp öylece uzandı kaldı.Çevresini dinledi Osman çavuş.Bitirmişti her halde.Sol
eliyle alnında birikmiş terleri silip eve göz gezdirdi.
Kendi evine ne denli benziyordu bu ev.Acaba,hangisinindi ev?Kim bilir,belki de hiç birisinin
değildi.Ayağıyla itti önündeki ölü bedeni ve merdivene yönelerek yukarı çıktı.Odaları
araştırmağa başladı.Soldaki odada,bez bir torbanın içinde aradıkların buldu.Alıp kemerine
soktu torbayı ve ağır ağır indi merdivenlerden.
Dışarı çıktığında,tüfek sesleri iyice azalmıştı artık.Askerler,ellerli başlarının üzerinde
kenetlenmiş esirleri öbek öbek kentin orta alanına götürüyorlardı.Oracıkta asılacaklardı.
Akşam,kentin dışındaki konak yerinde yemek yediler.Herkes,yiyecek bir şeyler almıştı
girdikleri evlerden.Hatta,içki içenler bile vardı.
Çerkez Etem kuvvetleri biraz daha kaldılar burada.Sonra,Gediz’e dönmek üzere yola
koyuldular.Askerler,almış oldukları esirlerden elebaşıları,Ankara’ya yolluyorlardı.Oysa;en
iyisini Osman çavuşlar yapmışlardı.Hiç esir almamışlardı.
Gediz’e varmışlardı ki yeni bir görev verdiler onlara.Bu kez;Yozgat’ta baş kaldırı
olmuştu.Çerkez Etem ve kardeşi Ankara üzerinden Yozgat’a giderken;onlar da EskişehirKonya yoluyla Yozgat’a yürüdüler.
Başkaldıranlar;Çamlıbel’deki askerleri esir etmişler;Zile’yi işgal etmişlerdi.Bogazlıyan
ilçesini basıp kaymakamı şehit etmişler ve askeri birlikleri dağıtmışlardı.
Yozgat’a vardıklarında,kendileri gibi başka ulusal kuvvetler buldular orada.Onlarla işbirliği
yapıp baş kaldırmışları ezmeğe başladılar.Çatışmalar,tam bir eşkıya çatışması gibi
oluyordu.Daha çok,tepelik yerlerde vuruşuyorlar;geceleri sık sık yer değiştiriyorlardı.Bir ay
kadar kaldılar bu bölgede.Sonyaz gelmişti artık.Yerlerine geri dönek
istiyorlardı.Sonunda,Ankara’nın emriyle Kütahya’ya döndüler ve orada yerleştiler.
Çerkez Etem ve kardeşi Tevfik beyin ünleri,her gün biraz daha artıyor ve
yayılıyordu.Ellerindeki çeteci birliklerine,Kuvayı Seyyare adı verilmiş;bu kuvvetler,Batı
Cephesi Komutanlığı’na bağlanmıştı.
Osman çavuş,giderek daha çok askerleşmiş duyuyordu kendisini.Halk;askerlere yaptığı
gibi,gördüğü yerlerde onlara da gıptayla bakıyor ve minnet sözleri söylüyorlardı.
Yaşamından memnundu Osman çavuş.Günleri hareketli geçiyor ve kendilerine verilen
görevler sırasında,dünyalığını yapmağa ve arttırmağa çalışıyordu.Şimdiden,birkaç yerde
gömüsü olmuştu.Savaştan sonra gelecek,onları çıkaracak ve zengin olacaktı.
Bir gece,Osman efe kızanlarını çevresine topladı.Düşünceli görünüyordu.
-Arkadaşlar;bu gece sizlere bir giz vereceğim.Ölene dek saklayacaksınız bu gizi.Gerekirse,bu
uğurda canınızı vereceksiniz.
62
Biliyorsunuz,baş kaldıranları biz bastırıyoruz.Gavurun,yurdun daha derinliklerine girmesine
biz engel oluyoruz.Halk bizleri seviyor;kurtuluş umutlarını bizlere bağlamış durumda.
Oysa;Ankara,bizler hakkında iyi şeyler düşünmüyor.Çerkez Etem’in ününü
çekemiyorlar.Halkın,kendilerini bırakıp bizim peşimizden gelmelerinden
korkuyorlar.Kurtuluş;düzenli orduyla olacak diyorlar.Oysa,bizler çetecileriz ve kurtuluşun
çetecilikle olacağını düşünüyoruz.
Onun için;bu geceden itibaren,bizler de “Yeşçil Ordu”adıyla gizli bir ordu haline geçmeğe
karar verdik.Bizler gibi,sayısız milis var Anadolu’da.Birleşeceğiz ve gavuru atacağız bu
topraklardan.Sizler,şimdiden,bu ordunun üyelerisiniz.
Sonra;sırayla yemin ettirdi kızanlarına Osman efe.
Osman çavuş;işin ciddileştiğini düşünüyordu.Besbelli,Mustafa Kemal ile Çerkez Etem
arasında bir başkanlık çekişmesi başlamıştı.Başlamıştı doğru ama,acaba o doğru yanda mı yer
alıyordu?Ya Mustafa Kemal kazanırsa,durumu nice olurdu?
“-Mustafa Kemal kazanamaz.Bizler,her gün biraz daha güçleniyoruz.Halk bizleri her gün
biraz daha seviyor ve bağrına basıyor.Komutanlar,Çerkez Etem’e ses
çıkarmıyorlar.Yok,yok..Bu cephede yer almakla iyi yapıyorum.”
Öyle ya,çeteciler halktan vergi almıyorlardı.Zorla asker toplamıyorlardı.Zenginleri
soyuyor;onların paraları ile ulusa hizmet ediyorlardı.
Oysa;Osman çavuş,o sıralar olanların bir çoğunu bilmiyordu.Gerçekten de;yurdun çeşitli
yerlerindeki milisler “Yeşil Ordu”adı altında birleşmeğe başlamışlardı.Ama;bu arada,bu ordu
için de asker toplamağa başlamışlardı.Bu kuruluşa katılmayanlar zorlanıyor ya da çeteci
yöntemleri ile cezalandırılıyordu.
Ankara hükümeti,olanları günü gününe izliyor ve bu davranışlara karşı çıkıyordu.Anadolu’da
ancak Ankara hükümeti asker toplayabilirdi.Çerkez Etem,bu tür davranışlardan vaz
geçmeliydi.Özellikle bu türden olaylar nedeniyle;Ankara ile Çerkez Etem çekişmesi,giderek
büyüyordu.Halkın,Çerkez Etem’in yanında yer alacağına dair hiçbir belirti yoktu.
Kütahya’ya döndüklerinde;yeni bir görev verildi onlara.Gediz yakınındaki bir yunan alayına
saldıracaklar ve bu alayı yok edeceklerdi.Bu alay,diğer yunan birliklerinde uzaktı ve
yalnızdı.Moralleri bozuktu.Çerkez Etem kuvvetleriyle askeri birlikler,yunan alayını kolaylıkla
yenebilirlerdi.
Gerçekten de;Ali Fuat Paşa’nın emrinde olarak;iki tabur askerle birlikte,yunan alayına
saldırdılar.
Osman çavuş,bir yandan at sürüyor,bir yandan da düşünüyordu.
“-Bana bak Osman.Bu kez karşında ne siviller ne de baş kaldırmış başıbozuklar var.Tam
tekmil bir gavur alayı var.Dikkatli ol,kelleyi kaptırma.”
Onlardan önce askerler saldırmışlar ve yunan mevzilerinin dört yüz metre kadar yakınlarına
gelip oralarda mevzilenmişlerdi.Her iki taraf da,ver yansın ediyordu mermiyi.Osman
çavuşların görevi;ilerideki Türk askerlerinin üzerinden aşıp yunan siperlerine
girmekti.Atlarına binmişler,saldırı emri beklemişler ve kılıçlarını sıyırıp yunan siperlerine at
sürmeğe başlamışlardı.
Yunan askerlerine yaklaştıklarında;aralarına yunan topçusunun mermileri düşmeğe
başladı.Bazı atlar ya da kızanlar isabet alıyor ve korkunç sesler çıkararak oldukları yerlerde
yığılıp kalıyorlardı.Kasırgaya yakalanmış gibi savruluyordu at ve insan ölüleri.
Yunan siperlerine iyice yaklaşmışlardı ki;bir tarraka duydu Osman çavuş.Önünde koşan
atlar,görülmeyen bir tırpanla biçilir gibi;yere yıkılıyorlardı.Atları vurulanlar,kalkıp koşarak
yunan siperlerine ulaşmağa çalışıyorlar ya da yaralı atların yada arkadaşlarının gerilerine yatıp
bekleşiyorlardı.
Bir süre sonra,makineli tüfek sesi kesildi.Makineli tüfeğin etki alanının dışından at süren
efeler,kızanlar ve süvari erleri;yunan siperlerine ulaşmışlardı.
63
Siperlerde tek tük yunanlı asker kalmıştı.Atının üzerinden eğilip;alnına vurdu kılıçla Osman
çavuş.Karpuz gibi yarıldı yunanlı erin kafası ve yere düştü.
Yunan askerlerinin üzerinde bulundukları tepe düzdü ve ileride bir başka tepe daha vardı.Bu
kez,o tepeden bir cayırtı koptu ve Osman çavuşun atı vuruldu.Hemen,atının arkasında yere
yattı Osman çavuş.Arkadaki,ikici tepenin eteklerine kurulmuş makineli tüfek ateş püskürüyor
ve ölüm kusuyordu.
Makinelinin yan tarafa ateş edeceği bir anı gözledi Osman çavuş.Geriye doğru sıçrayıp üç
adım atıp tekrar yere yattı.Tepesinden,bir kurşunun ıslık çalarak geçtiğini duydu.Sürüne
sürüne ve vurulmuş at ve insan bedenlerinin arkasına sığınarak koruna koruna,yunanlılardan
aldıkları siperlere dek geldi Osman çavuş ve kendisini önüne ilk çıkan çukurun içine
attı.Çukurda,ilk geldikleri yöne ateş ederken vurulmuş ve öylece kalmış bir yunanlı er vardı.
Bir süre sonra,içinde bulunduğu çukurdan çıktı ve koşarak tepeden aşağı indi.Mevzilenmiş
türk askerlerinin aralarından geçip geride bir yerde yere yattı,kaldı.
Yunanlılar,türk saldırısını püskürtmüşlerdi.Kızanların ve efelerin,dağınık bir biçimde
kaçmağa başlamaları,askerlerinde moralini bozmuştu.Herkes mevziini bırakıp düzensiz bir
biçimde geri çekilmeğe başladı.Bunun üzerine yunanlılar karşı saldırıya geçip askerlerin ;
efelerin ve kızanların çoğunu öldürdüler.Türk saldırısı,başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Ertesi gün,Ankara’ya çektiği telgrafta Çerkez Etem cephe komutanını suçluyor ve böylece,bu
olay nedeniyle Mustafa Kemal’i biraz daha yıpratmağa çabalıyordu.Bu Türk saldırısına
karşılık olmak üzere,ayni gün,bir yunan alayı Bursa’dan kalkıp Yenişehir ve Đnegöl’ü işgal
ediyordu.
Osman çavuş,kılıcındaki pıhtılaşmış kanları temizlerken
”-Ülen Osman,bu zapartayı da atlattın haydi..diye düşünüyordu.Efelerin ve kızanların
yüzünden düşen bin parçaydı.Hepsinin yüzünde,yenilmişliğin o buruk görünümü okunuyordu.
HASAN OĞLAN ASKER OLUYOR
Hasan;karasabanın kenarına oturmuş,poşuyla terini silerken bir gün önce köy kahvesinde
konuştuklarını düşünüyordu.
Polisler,eyleme katılan gençleri yakalayınca çok insafsız davranıyorlarmış.Kendilerinin
yunanlıya reva gördükleri davranışları,yakaladıkları gençlere yapıyorlarmış.
”-Savaş çok kötü bir şey.Đnsan,insanlığından çıkıyor.Gerçi,eskiden böyle değilmiş.Savaşın da
kuralları varmış.Şimdilerdeyse,kimselerin kural mural dinledikleri yok.”
Yine de,anlatılanlar yüreğini kabartıyordu Hasan’ın.Yaşlanmıştı,belki de ondan yufka yürekli
olmuştu.Üzülüyordu duyduklarına.
”-Genç kızların ırzına geçiyorlarmış.Oğlanlara cop sokuyorlarmış.Üreme organlarına elektrik
veriyorlarmış konuşturmak için.”
Teknik ilerledikçe,işkence de daha bir etkinleşiyordu;bilimselleşiyordu.
“-Ama,ne olursa olsun.Đnsanlar bir garip yaratık.Nedir paylaşamadıkları anlamadım bunca
ahir ömrümde.Bir aslan,bir aslanı;bir kedi diğer bir kediyi öldürüyor mu aç
kalmadıkça,çaresiz kalmadıkça.Öldürmüyorlar.Ya bu insanlar?.Neden acımasız davranırlar
benzerlerine,türdeşlerine?.”Hasan’ın aklı almıyordu olanları ve utanıyordu duyduklarından”Belki de halk uyduruyor tüm bunları.Olmaz bu,yapılmaz bu.”
Onun gençliğindeki kurtuluş savaşında bile olmamıştı böyle şeyler.Belki de olmuştu
ama;o,unutmak istiyordu ve unutuyordu.
Bir haftadır göreve gitmiyordu Demircili efe ve adamları.Sarı efe,her gün çadırına
kapanıyor,yemekler hariç,çadırından çıkmıyordu.
Akşam oldu mu Hasan,Sarı efenin çadırının dibine yatıyor ve içeride olanları
dinliyordu.Yunanlı dilber,ilk geceler neşesiz ve devinimsiz durmuş;Sarı efe kıza zorla sahip
olmuştu.Ama;üçüncü geceden sonra,kız uysallaşmıştı.
64
Hasan’ın içindeki tutku giderek büyüyor ve olmayacak düşüncelere ulaştırıyordu
Hasan’ı.Örneğin;bir gece Sarı efeyi öldürmeyi ve kızı alıp kaçmayı kurmuştu.Bu hiçbir işe
yaramazdı,nasıl olsa bulurlardı onu.Kızı kaçırması neyse de,Sarı efeye yaptıklarından
ötürü,öldürürlerdi onu.Çaresizlik içinde uykusuz geceler geçiriyor,uyuduğu gecelere de
yunanlı kızı Sarı efeden zorla aldığını ve kıza zorla sahip olduğunu düşünde görüyordu.
O gün,Osman çavuş diye bir efe gelmişti konak yerlerine.Adama itibar göstermişler ve alıp
Demircili Efe’ye götürmüşlerdi.Uzun süre çıkmamıştı efenin çadırından.
Gece,oturmuşlar adamla birlikte yemek yiyorlar ve konuşuyorlardı.
-Nereden geliyorsun efe?
-Eskişehir’den geliyorum be kızan.
Osman çavuş,çevresine toplanmış kızanlara küçümseyerek bakıyor ve gözlerinde daha da
büyümeğe çabalıyordu.Demircili efenin çadırına girerken ve çıkarken kızanların kendisine
saygıyla baktıklarını sezmişti.Bu saygıyı sürdürmek ister gibiydi.
-Taa oralardan kalkıp burlara gelmişsin.Demircili efeyle görüştün.Hayrola?
-Demircili efeye bir haber getirmiştim.
-Ne haberi ola ki?.Bir sakıncası yoksa bize de diyebilir misin?
-Yarın efenin kendisi deyiverir size haberi.Heyy..Bu küçük adam da kim böyle?
Osman çavuş,ileride oturmuş,uzaktan kendilerini dinlemekte olan Hasan’ı gösteriyordu.
-Haa o mu?..Hasan diye bir kızan.Yüreklidir kerata.Bakma sen onun küçük görünümüne.
Osman çavuş,Köroğlu efsanesindeki “Ayvaz”ı anımsadı.
-Ne arar aranızda bu tüysüz oğlan?
-Yunanlılar ocağını söndürmüşler fıkaranın.O da,öç almak için düşmüş yollara.Geldi,bizlere
katıldı.
-Yaa..Aldı mı bari gavurdan öcünü?
-Daha bir kez baskına gitti bizimle .O baskında da vuruşma olmadı pek öyle.
Daha sonra dağıldılar ve yattılar.Hasan için,yeni,acılı bir gece başlamıştı.
Sabah,çorbayı içtikten sonra,Osman çavuş atlanıp geldiği gibi aceleyle gitti.Bundan
sonra,Demircili Mehmet efe efelerini ve kızanlarını çevresinde topladı.
-Beni dinleyin,efeler ve de kızanlar.Ankara hükümeti Yeşil Ordu’yu yani bizleri dağıtma
kararı almış.Birinci Seyyar Kuvvetler komutanı Çerkez Etem,haber salmış dün gelen
efesiyle.Ankara’ya yürümeğe karar vermiş.Mustafa Kemal’i alaşağı edip savaşı o
yönetecekmiş.Bizden de yardım istiyor.Ben de,olur dedim.Bugün yola çıkıyoruz.Atlanın
çabuk.
En çok,Sarı efenin canı sıkılmıştı bu habere.Sıkıntılı bir biçimde çadırına doğru yürürdü.
Hasan,yanındakilere soruyordu:
-Nasıl olacak bu,bizler Mustafa Kemal’in üzerine mi yürüyeceğiz?
Bu sırada,Sarı efenin çadırından bir silah sesi ve bir kadın çığlığı uyuldu.
Kimse yanıtlamadı Hasan’ı.Hasan da,tabanca sesinden ve yunanlı kızın çığlığından allak
bullak olmuştu.Mustafa Kemal’i bile düşünmüyordu artık.Öylece,devinimsiz duruyordu
yerinde.Çadıra gitmek istiyordu.Sarı efenin sesini duydu.
-Davran kızan..Atlan da yola koyulalım.
Sarı efeye baktı ve hiçbir anlam okunmayan yüzünün görünümünden tiksinti
duydu.Sonra,kızanların gülümseyen bakışlarında dolaştırdı gözlerini.Yine,utanç duygusu
yükseliyordu içinden.Kızanların,anasının başına da bu türden bir olayın gelmiş olduğunu
düşündüklerini okur gibi oluyordu bakışlarından.Hışımla atına koştu ve bindi.Önden giden
atlıların peşine takıldı.
Akşama dek at sürdüler.Alaca karanlık çöktüğünde Đğdecik köyüne geldiler.Köylüler,köye
girişlerini tedirgin ve çekingen bakışlarla izlediler.
Demircili Mehmet efe,ilk gördüğü kişiye seslendi.
-Heyyy,bana bak..Çabuk muhtarı bulun bana.
65
Biraz sonra,yaşlı,saçı sakalı ağarmış,kamburu çıkmış bir köylü geldi.Efenin atının önünde iki
yüzlülük dolu bir temenna çakıp doğruldu.
-Muhtar benim..Buyur efem..Beni emretmişsin.
Demircili Mehmet efe,elindeki kırbaçla sağ bacağının topuğuna vurup muhtara emir verdi.
-Bu gece köyünde kalacağız.Elinden geldiğince ağırla bizleri muhtar.
Muhtar,şirin görünmek için yanıtladı.
-Baş üstüne efem..Sizleri padişah gibi ağırlarız.Tasalanma sen.
Sonra geri geri uzaklaştı ve çevresine bakındı.Köylüleri,iğrenir gibi bakıyorlardı muhtara.
Efelerin ve kızanların bir grubu köy kahvesine gittiler.Dört kızan,nöbet tutmak için,köyün
dört yanına dağıldılar.
Biraz sonra,köyün kahvesindeki masalar birleştirilmiş ve üzeri;kızarmış
yumurta,yoğurt,zeytin ve peynirle donatılmıştı.Efeler ve kızanlar;köy ekmeklerini ve
masadakileri iştahla yemeğe başladılar.Muhtar,kapıda dinelmiş emir bekliyordu.Durumdan
utanmış gibiydi.
Bir süre sonra;köyün güney kesiminden bir silah sesi duyuldu.Hemen ayaklandı efeler.Silah
sesleri sürüp gidiyordu.O yanda nöbet tutmakta olan kızan koşarak kahveye girdi.
-Askerler,askerler geliyorlar.Bu yana doğru geliyorlar efem.
Kahveyi bir korku dalgası bir anda sardı.Demircili Mehmet efe bağırdı:
-Çabuk atlanın..
Atlarına binip köyün kuzeyine yöneldiler.Ama,köyün o yanını da tutmuştu askerler.Askerlerin
attıkları kurşunlar,çevrelerinde vınlamağa başlamıştı.Đlk kızan vurulup atından düşünce,panik
başladı.Herkes,bir yana at sürdü.
Hasan,sabaha dek hiç durmamacasına at sürdü.Sabah olduğunda,bir pınarın kenarında mola
verdi.Üzerindeki efe giysilerini çıkarıp attı.Bir mintanla kalmıştı.
“-Böylesi daha iyi oldu.Kendi askerinle vuruşacaktın yoksa.Şimdi,ilk işin,doğuya doğru
gitmek olmalı.Karşıma çıkacak ilk askeri birliğe katılmalıyım.Asker olmalıyım,Mustafa
Kemal’in askeri..”
O S M A N Ç A V U Ş Ç E T E C Đ L Đ Ğ Đ B I R A K T I
Osman çavuş da dahil,tüm Çerkez Etem kuvvetleri tedirgindi.Çerkez Etem ve
kardeşi,Ankara’ya açıkça cephe almışlar ve Batı Cephesi Komutanını tanımamağa,emirlerine
uymamağa başlamışlardı.
Bir Cuma günüydü.Yağmurlu bir günde,Ankara’dan dört kişilik bir heyet geldi
Kütahya’ya.Amaçları,Çerkez Etem’e nasihat eylemek ve onun Ankara’ya bağlılığını yeniden
sağlamaktı.Ama onlar,gelenleri tutuklamışlardı.Osman çavuş,Ankara’dan gelenlerin tutuklu
bulunduğu odanın önünde nöbet tutmaktaydı.Đçeride tartışıyorlar ve bağrışıp
duruyorlardı.Sonunda,sesler kesildi ve kapı açıldı.Tevfik bey görünmüştü kapıda.
-Bana bak..Gel bakayım buraya.
Osman çavuş gitti ve askerce esas duruşta bekledi.
-Al,bu telgrafı postaneye götür.Derhal Ankara’ya çeksinler.
Osman çavuş,işlerin iyice karıştığını düşündü.Uzatılan kağıdı aldı.
-Başüstüne.
Kağıdı ikiye katlayıp cebinin içine soktu.Sonra,koşarak uzaklaştı.Yolda yürürken,kağıtta neler
yazıldığını görmek istediğini duyumsadı.Bir süre,kendinle savaştı.Okumalıydı
kağıdı..Sonunda,açıp okudu.
“-1-Güvenlik önlemleri olduğuna şüphe yoktur.Durumları,bütünüyle
rastlantısaldır.Kendilerine karşı arttırılan ve yenilenen kuvvetler ve yeni kurulmuş karakollar
asıl mevzilerine çekildiklerinde,bu harekattan da vazgeçeceklerdir.
66
2-Düşmanca davranışlarla karşılaşmadıkça,ülkenin gelecekteki esenliği için ve sizin yüksek
varlığınıza karşı ortaya koydukları güvene göre,her türlü fiili devinimden vazgeçeceklerini en
büyük yeminlerle garanti etmişlerdir.
3-Kuvayı Seyyare’nin Konya ve Alaca’da bulunan erleriyle,Konya’dan teğmen Sadrettin
efendi kumandasıyla gelmekte iken Fahrettin Paşa tarafından tutuklanan seksen askerin ve
Kuvayı Seyyare bölüm komutanlarından Kürt Đsmail Ağa’nın,Kelecik’ten akrabasından
cihada katılmak üzere asker olmuş kimseler dışındaki kimselerden toplanan kimselere karşı
çıkılması
4-Kuvayı Seyyare’ye para verilmesi için Kütahya Mutasarrıflığı’na emir verilmesi
5-Emniyet ve güvenin fiilen sağlanması ve sürdürülmesi için,Fahrettin Paşa ve Refet beylerin
cepheden uzaklaştırılmaları.”
Böyle yazıyordu elindeki kağıtta.Çerkez Etem,Ankara’ya nota veriyordu sanki.
“-Vay canına..Bizimkiler işi iyice azıtmışlar.Asker topluyorlar,cephe komutanların
değiştirilmesini istiyorlar.Ankara’yla pazarlık ediyorlar ve Ankara’ya kafa tutuyorlar.
Diye düşündü Osman çavuş.Sonra,sürdürdü düşüncesini.
“-Oğlum Osman..Cephe değiştirmenin zamanı geliyor galiba.Bu herifler,işi silahlı çatışmaya
dek götürürlerse yandın şap gibi..Karşında,disiplinli asker var.Üstelik,sayıları da bizlerden
çok fazla.”
Götürüp telgrafı nöbetçi memura verdi.O da makinesini tıkırdatmağa başladı.Telgraf;Kurtuluş
‘ta silah denli önemliydi.
Aradan iki gün geçti.O sabah,tüfek sesleri ile uyandı Çerkez Etem kuvvetleri.Osman
çavuş,kaldığı evin penceresinde baktı ve gelenlerin Mustafa Kemal’in askerleri olduğunu
gördü.Hemen ahıra koşup atını hazırladı ve Kütahya’dan kaçtı.Güneye gidiyordu.Asker
olacaktı artık.Asker olmanın zamanı gelmişti.
S A V A Ş A F Y O N A Y Ü R Ü Y O R D U
Sıcak bir Temmuz gecesinde,Afyon Cephesi’ndeki ileri mevzilere doğru
yürüyorlardı.Kalpaklıydılar.Sırtlarında,evlerde dokunmuş kötü kilimleri dürülü olarak
asılıydı.Sağ kalçaların üzerinde,içinde bayatlamış asker tayını bulunan ekmek torbaları
sallanıyordu.Tüfeklerini omuzlarına asmışlar,yürüyorlardı.Hepsinin yüzleri biri birlerine
benziyor ve hepsinin yüzlerine,ayni korkusuz çizgiler okunuyordu.Yürüyorlardı.Sıcak bir
Temmuz akşamında,savaş,Afyon’un çevresindeki dağların tepelerine doğru yürüyordu.
Mehmet efendi,yanındaki çocuk yülü,durgun bakışlı gence seslendi.
-Eee,gözün aydın olsun Hasan.Bak,sabırsızlıkla beklediğin günler geldi sonunda.Yıllar
geçtikçe,hele de bir iki savaşa girince,sen de benim gibi sabırlı olmayı ve beklemeyi
öğrenirsin.Acele etmenin hiçbir anlamı yok.Nasıl olsa öleceksin ya da
öldürüleceksin.Kışladaki hallerini anımsıyorum da..”Gavurla ve yunanla vuruşacağız.”der
dururdun.Đşte,ileri hatlara gidiyorsun.Bakalım,gerçekten de yürekli
misin?Bakalım,ananın,dedenin ve kardeşinin öcünü alabilecek misin?Bakalım,fırsat bulacak
mısın?
Hasan,bakışlarını,ilerideki karanlık tepelerin doruklarına çevirip yanıtladı.
-Alacam evel Allah Mehmet onbaşı.Hem de nasıl alacam.Sen de görcen,cümle alem
görecek.Đbret olacak cümle aleme.
-Konuşmayı kes Hasan..Gece harekatında konuşmamaya alışmalısın artık.
-Bağışla be Osman çavuş..Mehmet efendiyle daldırmışız
Yürüyorlardı.Aylarca cephe gerisinde eğitim yapmışlar,asker disiplinine alışmışlar,asker
olmuşlardı eski kızanlar artık.Ama,yine de çetecilik günlerinin alışkanlıklarını taşıyorlar;savaş
kurallarına pek uymuyorlardı.
67
Kışlalarında yaptıkları eğitim,sonunda canlarını sıkmağa başlamıştı.Her gün,bomboş siperlere
saldırıyorlar,imgesel düşmanları süngüleyip dipçikliyorlardı.Özellikle Hasan;bu saldırılarının
gerçek olmasını ve boşa salladıkları her süngü ya da dipçik devinimiyle bir gavur öldürmek
istiyordu artık.Bazı kez,içlerine saman doldurulmuş çuvallar diziyorlardı karşılarına
komutanları.Onları süngülüyor ve dipçikliyorlardı.Tüfek kullanmada,süngü sokmada ve
dipçik sallamada makineleşmişti artık.
Üstleri başları yoktu.Sivil giysileri haki renge boyamışlar ve asker elbisesi diye sırtlarına
geçirmişlerdi.Ayaklarında;mesler,yemeniler,ayakkabılar vardı.
Yoksuldu ulus.Canını dişine takmış,düşmanına karşı çıkmağa çabalıyordu.Bu ulusun askeri
de yoksul olacaktı elbette.Ama,çok büyük bir zenginlikleri vardı..Tarihten gelen savaş bilirlik
ve bunun yarattığı cesaret.
Bu arada,düşman birinci ve ikinci Đnönü savaşları ile yenilmişti.Düşman,son olarak büyük bir
saldırıda bulunmuş ve Sakarya Irmağı’na dek dayanmıştı.Sakarya’nın doğu yakasının
düşmanın eline geçmesi demek,gavurun Ankara’ya girmesi demekti.Kötü günler yaşanmış ve
fakat sonunda,bu günlere ulaşılmıştı.
Keza;geçen aylar içinde,Ankara doğuda Ermenileri yenmiş ve onlarla bir anlaşma
yapmıştı.Böylece;doğudan batı cephesine aktarılan askerlerle batıdaki asker sayı arttırılmış ve
bu cephede kullanılabilecek silahlar çoğaltılmıştı.Ama,yine de yoksul bir orduydu yunan
kuvvetleriyle savaşacak olan birlikler.Bu yoksulluk nedeniyle,güçleri oldukça azalıyordu
ama,yine de yeterlerdi gavura.
Mola varilmiş konuşuyorlardı.
-Ben de,Çanakkale savaşında amma da yoksul ordumuz varmış diye düşünürdüm.Şimdiki
halimize bakıyorum da şaşıp kalıyorum.Düşünsenize,o zamanlar sırtımızda yazlık ayrı kışlık
ayrı elbisemiz olurdu.Ayağımızda postalımız vardı.Kütüklüklerimiz mermi doluydu.
Hüseyindi konuşan.Yine Çanakkale’yi anımsamıştı.Mehmet efendi yanıtladı.
-Eee..O savaşta,dostumuz vardı Hüseyin.Alamanlar besliyordu bizim orduyu.Bu kez,hiçbir
dostumuz yok.Neyimiz var,neyimiz yok dökeceğiz ortaya.Onlarla savaşacağız..Tek
başımızayız bu kez.
-Doğru dedin be Mehmet efendi.Bu savaşta bir başımıza olacağız.Üstelik,karşımızda yalnızca
yunan gavuru değil;yetmiş iki millet olacak.Tanrı yardımcımız olsun,ne diyelim.
Bunu söyleyen Osman çavuştu.Geçmiş günleri,geçirdiği savaşları düşünüyor ve gelecekten
korkuyordu.Bu kez,ölmeden savaşın sonuna çıkmak zordu.Bu nedenle,kötümserdi Osman
çavuş.Sonra,dedelerinden duyduğu bir atalar sözünü anımsıyor ve rahatlıyordu.
“-Adammm sen de..Acı patlıcanı kırağı çalmazmış.”Bunca savaşlara girmiş çıkmış ve iyice
acılaşmıştı Osman çavuş.
Dinlenme sırasında,yürüdükleri yolun iki yanına dağılmışlardı.Tepelerinde,bol yıldızlı bir
yaz gecesi göğü görünüyordu.Çıt çıkmayan gecede,gerilerindeki tepelerden,aksak koşmaların
melodilerine benzer kağnı sesleri duyuluyordu.Gecenin bu gecikmiş saatlerinde kim,nereye
gidebilirdi ki?
Bir süre sonra,ilk kağnı önlerinden geçmeğe başladı.Aradan yüzyıllar geçse de
unutulmayacak bir görünümdü gördükleri.
Poşusuyla ağzını burnunu örtmüş,şalvarlı bir kadın;boyunduruktan tutmuş çekiyordu
kağnıyı.Kağnının oturma yerinde;küçük bir çocuk görünüyordu.Uykulu gözlerle,elindeki
üvendireyi bir sağdaki,bir soldaki öküzün sağrılarına değdiriyordu çocuk.
Başlarındaki mülazım,yolun ortasına dikilip durmasını işaret etti kağnıyı yeden köylü
kadına.Gençti köylü kadını.
-Neden durduk Elif teyze.
-Dur Ahmedim dur.Bak,mülazım efendi durdurdu bizi.Bir istediği vardır belki.
Öndeki kağnı durduğu için,gerisindeki kağnılar da durdular.Mülazım efendi,en öndeki
kağnının başında dikilip duran yamalı giysili köylü kadınına yaklaştı.
68
-Đyi akşamlar bacım..Gecenin bu geç vaktinde yollarda işiniz ne?..Nereye gideriniz böyle?
-Đyi akşamlar mülazım efendi.Yakındaki ilçeye ineriz.
-Sabah inerdiniz be bacım.Aceleniz ne böyle,gece vakti yollara koyulmuşsunuz.
Kadın,yorgun ve yaptığı işi küçümsemek ister gibi bir gülüşle gülümsedi.
-Cepheye cephane taşırız mülazım efendi.Gece demez,gündüz demez,ilçede göz nuru ve de el
emeğiyle hazırlanan cephaneyi cepheye taşırız.Su kabından,yemek tenceresinin madeninden
yapılan cephaneyi doldurup cepheye giderken,taşıdığımız top mermilerinin gavurları
öldürdüğünü düşler ve daha bir istekle taşırız yükümüzü ve daha bir çabuk ilçeye dönüp daha
hızlı cephane taşırız cepheye.
Mülazım,duydukları karşısında heyecanlanmıştı.Herkes gibi,heyecanını durgun cümlelerle
belirtti.
--Yaa..Demek öyle bacım..Demek sizler de,elinizdeki bebenizi,ocağınızdaki aşınızı bir yana
bırakıp savaşa katıldınız.Daha ölüm yoktur bu ulusa bacım..Bizlerden bir istediğiniz var mı?
-Ne isteğimiz olsun mülazım efendi..Günü gelince öcümüzü koman alın yeter.Bizim sizlerden
değil;olsa olsa tanrıdan bir dileğimiz var.Tanrım,bileğinizi kavi,yüreğinizi cesur yapsın.Şu
gavuru kovun yurttan.Alnımız ak,dolaşabilelim yerimizde yurdumuzda.Dirlik,düzenimize
yeniden kavuşalım.
Mülazım,iyice duygulanmıştı bu kez.Kağnının önünden çekilip kağnıları n yolunu açarken
bağırdı:
-Yolunuz açık olsun bacılarım.Kadınlarına dek bir ulus bir savaşa katılırsa,o ulus için ölüm
yoktur.Yüreğini ferah tut bacım ve duanı eksik etme üzerimizden.Özlediğin dirlik düzenlik
günleri yakındır.
Kağnı gıcırtıları yeniden duyuldu gecede.Ağır ağır geçtiler,gittiler mola yerinden.Kiminin
boyunduruğu başında yaşlı bir nine,kiminin boyunduruğunda,sapanla kuş avlamak çağındaki
çocuklar vardı.Yüzlerinde,kutsal bir görevi yapanlardaki peygamberimsi görünüşü
okunuyordu.
Hasan,yüreğinin kabardığını duydu yeniden.Mehmet efendiye baktı,bunca yılın kaşarlanmış
savaşçısının yüzünde de ayni yürek kabarıklığının izlerini gördü.
“-Kazanacağız bu savaşı evel Allah..Bebesine dek cephelere düşmüş bir ulus,karşısında tüm
evren yer alsa bile savaşı kazanır.Biz de kazanacağız.”
Ertesi gün,erkenden uyanıp yola koyuldular.Cepheye yaklaştıkları belli oluyordu
artık.Geçtikleri köyler ya tamamen boşaltılmıştı ya da köyü bırakıp gidemeyecek kadar yaşlı
ve sakat olanlar kalmışlardı cepheye yakın köylerde.Yolları üzerinde sık sık kağnı dizilerine
rastlıyorlardı.Üzerlerine kocaman kocaman top mermileri yüklenmiş ve mühimmat sandıkları
taşıyan kağnı dizilerine.
Öküzler,üvendirenin komutlarına uyarak,yüz yıllardır tarla sürmenin verdiği yoğunluk
içinde,başlarını sallaya sallaya tepelere tırmanıyorlar ve beslenmesinde yardımcı oldukları bu
ulusa,bu kez,çektikleri kağnılarla kurtuluş araçları taşıyorlardı.
Kağnı dizilerine rastladıklarında,dizidekiler onlara testilerle ayran sunuyorlar;tanrıdan başarı
diliyorlardı.
Hem yürüyor,hem Hüseyin’i dinliyorlardı Mehmet efendi ile Hasan:
-Çanakkale savaşında,sol yanımızda bir Arap birliği vardı.O zamanlar,Arabistan da bizim
elimizdeydi bilirsiniz.Bunları,bir Avustralya birliğinin karşısına yerleştirmişlerdi.Hiç
saldırmazlar,öylece dururlardı gavurun karşısında.Tüfek bile atmazlardı.
Biz,zaman zaman saldırıp gavurları geriye sürerdik siperlerinden.Bre aman..Bakardık ki,sol
yanımız hala gavurda.Dönerdik o tepelere bu kez.Oraları da gavurdan temizler ve bunları
yerleştirirdik o tepelere.Üç gün sonra bakardık ki,gavur saldırmış ve tepeleri bunların elinden
geri almış..Bre aman der ve yine saldırırdık gavurlara.Alırdık tepeleri geri.
69
Sonunda,deli bir cephe komutanımız vardı.Sağsa kulakları çınlasın,öldüyse Allah rahmet
eylesin.Tepesi attı adamın.Yukarı komutanlara bildirmiş.Arapları geri aldılar da,oralara da
türk askeri yerleştirdiler.Gavur Çanak’tan çekilene dek,bir daha alamamıştı o tepeleri.
Gülüyorlar ve neşeli olarak cepheye gidiyorlardı.Sanki,savaşa değil de köy düğününe gidiyor
gibiydiler.Yunan gavuru görse,aklını kaçırırdı bu soğukkanlılıkta.
Üç gün üç gece yürüdüler kağnılara rastlayarak.Hep doğuya ya da batıya giden
kağnılara.Sonunda cepheye geldiler.Çıplak tepeler ve derin dere yataklarıyla kaplı bir araziydi
geldikleri yer.Karşı tepelerde yer yer kazılmış alanlar belli oluyordu.Karşıdaki sırtların dere
yatağına inen düzlüklerinde tel engelleri görünüyordu.Onların yerleştikleri tepelerin
etekleriyse çırıl çıplaktı.Hiçbir engel koymamışlardı.
Osman çavuş,keşfe çıkmış bir mülazım dikkatiyle karşı tepelere ve tepelerin eteklerine baktı
baktı ve bir hayret sesi çıkardı.
-Vay canına..Bu yunan gavuru,iyi kurmuş bu cepheyi be yahu..Böylesini hiç görmemiştim bu
güne dek.Şu tahkimata,şu engellere bak..Zorlu olacak bu savaş.
Hasan da karşılara bakıyor ve bir yunan askeri görmeğe çabalıyordu.Askeri görse,veryansın
edecekti mermiyi.Emir memir dinlemek niyetinde değildi.Ama,görünürde kimsecikler
yoktu.Yunanlılar,toprağa gömülmüşler,saldırmalarını bekliyordu.
Yerini aldıkları birlik,geri çekilmişti.Mehmet efendinin ve Osman çavuşun bulunduğu
birlik,çekilen bölüğün bıraktığı tepelerde görevlendirilmişlerdi.Siperler kazılı,tahkimat
yapılmış,her şey hazırdı cepheye geldiklerinde.Boy çukurlarına girip beklemeğe
başladılar.Gerçekte,kişi yaşamının büyük bir bölümü,bir şeyler beklemekle geçiyordu.Ama,bu
boy çukurlarındaki bekleyiş,en korkunç bekleyişti.
Günleri,karşı sırtları gözlemekle geçiyordu Hasan’ın.Sürekli olarak yeni erat geliyordu
geriden.Sonra,cephane gelmeğe başladı.Yeni yapılmış,kovanları pırıl pırıl
mermiler.Hasan,kendilerine verilen mermileri,bir çocuğu okşarmış gibi okşuyor ve tekrar
fişekliğine takıyordu.
Geceleri;siperlerin üstünü örten tahkimatın üzerine çıkıyor ve geceyi seyrediyordu.Bu
sırada,boş bulunup bir sigara yakmak gafletine kapılanlar,karşı taraftan atılan mermilerle ya
yaralanıyor ya da ölüyorlar ve geriye taşınıyorlardı.Geriye taşınanlar içinde;bu duruma
hayıflananlar kadar sevinenler ve fakat bu duygusunu belli etmemeğe çalışanlar da
vardı.Savaş gerçeğiyle yüz yüze değil,burun burunaydılar burada.
Düşmanda hiçbir devinim yoktu.Cephede,tek tük yaşanan olaylar hariç,çıt çıkmıyordu.Yalnız
geceleri,Türk cephesinin gerilerinden,derinden derine kağnı sesleri duyuluyor ve kağnıları
düşündükçe,cephedeki Türk erlerinin moralleri yükseliyordu.Oysa;yabancı askerler için bu
seslerin hiçbir anlamı yoktu.
Yirmi Ağostos günü,Mustafa Kemal,Batı Cephesi karargahının bulunduğu Akşehir’e geldi.O
gün oynanacak bir futbol maçını izlemek için tüm komutanları da Akşehir’e
çağırmıştı.Aslında,bir gizleme aracıydı futbol maçı.
Gece olduğunda,toplanılıp konuşuldu.Daha Haziran ayının başlarında,yunanlılara karşı bir
saldırıda bulunmağa karar verilmişti.Esaslı bir saldırı olacaktı bu.Yunanlılar yurttan atılıncaya
dek sürecekti.
Taarruz,Afyon ve güneydeki cepheden yapılacaktı.Çünkü,toplanan bilgilerden,bu kesimdeki
yunan kuvvetlerinin dağınık ve cephe kuruluşunun zayıf olduğu anlaşılmıştı.
Baskın biçiminde yapılacak bir taarruzla düşman cephesi çökertilecek ve yunan kuvvetleri
Uşak dolaylarında çembere alınıp yok edilecekti.Oysa;ayni cepheyi dolaşmış olan Đngiliz
askeri uzmanları “Yunanlıları yerlerinden oynatmak olanaksızdır.”demişlerdi.
O gece,saldırı günü de kararlaştırıldı.Genel taarruz,yirmi altı Ağostos’ta başlayacaktı.Ayni
gün içinde;Mustafa Kemal ve Fevzi Paşa;bu kararları aldıktan sonra,Ankara’ya döndüler.
Mehmet efendi,bıraktığı evini ve dükkanını düşünüyordu.Ne güzel,dilediğince bir yaşamı
vardı.Ama;elinde olmayan nedenlerle,kalkmış bu çırılçıplak,yaz akşamlarında bile karlıymış
70
gibi soğuk olan bu tepelere gelmişti.Ne suçu vardı ki..Kim istemişti bunun böyle
olmasını.O,hiçbir zaman savaşı istememişti.Birileri;zorlamıştı onu savaşı seçmeğe.
Hasan ise,öç alma günlerinin yakın olduğunu düşünüp;saldırı emrinin bir an önce verilmesini
bekliyordu.Ne geçmişi,ne geleceği vardı onun.O,öç almak için buradaydı.
Osman çavuş ise;savaşın biran önce şu ya da bu biçimde sona ermesini düşlüyordu.Gidip
altınlarına kavuşacak,padişah gibi zengin yaşayacaktı.
Ertesi gün,Batı Cephesi komutanı Đsmet Paşa;birinci ve ikinci ordulara,taarruz emrini
yayınladı.
Ankara hükümetinin Bakanlar Kurulu’nun,daha bilgisi yoktu taaruz emrinin
verildiğinden.Yirmi bir Ağostos’ta Mustafa Kemal,taarruz emriyle ilgili olarak Bakanlar
Kurulu’na bilgi verdi.Her zaman olduğu gibi;bu kez de Bakanlar Kurulu,Mustafa Kemal’in
davranışını onayladı.Artık,savaşın yasal yönü de tamamlanmıştı.Ulus,yunanlılara karşı saldırı
kararını bizzat almış oluyordu.
Ayni gün,Ankara’dan gizlice ayrıldı Mustafa Kemal.Doğrudan cepheye gitmedi.Önce
Konya’ya,oradan da cephe karargahının bulunduğu Akşehir’e gitti.Geceyi orada geçirdi.
O gece,Osman cavuş,başını siperden çıkarmış,karşı tepelere bakıyordu.Aydınlık,mehtaplı bir
Ağostos gecesiydi.Karşı sırtlar,gündüz gibi ışıklıydılar.Düşünüyordu Osman çavuş.
“-Oğlum Osman.Bak;nereden yola çıktın,nerelere gelip dayandın.Dünyalığını yapmayı
düşünüyordun bu savaşta.Ehh,bu güne dek oldukça para pul topladın.Ama;sonunda kendini
yunan gavurunun karşısında buldun.Gavur da iyi donatılmış haa..Kendini
kollamazsan,yandığının resmidir.Onun için;hele parayı pulu bir yana bırak;canını
yitirmemeğe bak bu kez.”
Ertesi gün,cephe karargahı Şuhut ilçesine taşındı.Oradan da,Kocatepe’deki çadırlı ordugaha
çıkıldı.Komutanların cepheye geldikleri asker arasında duyulmuş;heyecanın artmasına yol
açmıştı.Herkes;kararlı bir sessizlik içinde,”hücum” denilmesini bekliyordu.
Gece,türk cephesinden çıt çıkmıyordu.Mustafa Kemal,çadırından çıkmış,yarınki harekatı son
bir kez daha düşünmek için Kocatepe’nin doruğuna yürüyordu.Ağostos sonu olmasına
karşın;tepeler karla kaplıydı.Sağ elini kaputunun cebine sokmuş;sol baş parmağını emiyor ve
yirmi altı Ağostos sabahını düşünüyordu.Bu savaşı kazanmalıydı.Kendi alın yazısı ve
ulusunun alın yazısı bu savaşa bağlıydı artık.
Ayni anda Hasan;boy çukurundaki tavşan uykusunda düş görüyordu.Kardeşinin bebesinin
yunan askerinin süngüsüne saplanmış olduğunu;ölmemiş olduğunu ve kendisinden yardım
istediğini görüyor ve sıçrayarak uyanıyordu.
Mehmet efendi nöbetteydi.Siperin kıyısına büzülmüş;karşı yamaçları gözlüyordu.Osman
çavuş ve Hüseyin;evlerindeymişcesine rahat uyuyorlardı siperlerinde.
Ve gecenin sessizliğinde,hala kağnı sesleri duyuluyordu.
Yirmi dört Ağostos’ta son kez yunan cephesini bir boydan bir boya gezen Fransız ve Đngiliz
gözlemcileri:
-Bu cepheyi değil Türkler;bizler bile kıramayız.Bu cepheyi kime çökertemez.
Diye demeçler vermişlerdi yabancı haber ajanslarına.Yunanlı erler;bu düşüncelerin etkisi
altında;siperlerinde rahat rahat uyuyorlar ve düşlerinde sevgililerini ya da karılarını
görüyorlardı.
Yirmi beş Ağostos gecesi,takım komutanları çevresine topladı onları.Osman çavuş,Mehmet
efendi,Hasan,Hüseyin ve diğer erler;bütün dikkatlerini mülazımın dudaklarına
yöneltmişler,söylenenleri dinliyorlardı.
-Arkadaşlar..Beklenen gün sonunda geldi.Yarın taaruz başlıyor.Önce taarruz emrini okuyayım
sizlere.
Elindeki kağıttan bir şeyler okudu mülazım efendi.Hepsini sessizce dinlediler.
Hasan’ın anladığı şuydu.Sabaha karşı,türk topçusu ateşe başlayacaktı.Topçu atışı iki saat
kadar sürecekti.Ondan sonra,onlar karşılarındaki gavura saldıracaklardı.
71
Hepsinin yüz çizgileri gerilmişti.Yontudan adamlar gibi,tek tipti yüz
çizgileri.Mülazım,okumayı bitirmiş konuşuyordu.
-..Kiminizin anasına,kiminizin bacısına kötülük ettiler.Đşte,bugün öç alma gününüz
geldi.Yarın,tüm ölenlerinizin ruhları için çarpışacaksınız.Çoluğunuzun,çocuğunuzun
gelecekte bu topraklarda efendi gibi yaşaması için çarpışacaksınız.
Mehmet efendi,Mustafa Kemal’in emrindeki son sözcüklere takılmıştı.
“-Ordular..Đlk hedefiniz Akdeniz’dir..”diyordu Başkomutan.
Oysa;Akdeniz’e çok uzaktılar.Dur durak olmayacaktı demek ki..Ya da Mustafa Kemal’in
ordularına güveni sonsuzdu.Bu işi çok çabuk bitireceklerini umuyordu.
Onlara,”karşıdaki tepeleri düşmandan geri alacaksınız.”denilmiyordu.O zamana kadarki
askerliklerinde hep tepe almışlar;tepe savunmuşlardı.Bu kez onlara “Đzmir’e gideceksiniz ve
ancak orada duracaksınız” deniliyordu.
Osman çavuş,mülazımı alışkın bakışlarla dinliyor ve eğer Đzmir’e sağ ve salim
ulaşırsa;yağmalayacağı rum mallarını düşünmüyordu.
Hasan’ın heyecanı doruğa ulaşmıştı bu gece.Haa denilse;atılacaktı karşı tepelere Hasan.
Hüseyin;alın yazısına boyun eğmiş bir kişi gibi,donuk dinliyordu
mülazımı.Mülazımları,sözlerini şöyle bağladı.
-Arkadaşlar..Kiminizle bir yıldır,kiminizle daha az bir süredir birlikte çalışıyoruz.Kendimizi
hep bugün için hazırladık.Son sözüm şu..Yarın;karşıdaki tepelere taarruz etmeyeceğiz;yarın
bu güzel yurdu ve anamızı bacımızı,evlatlarımızı gavur çizmesinden kurtarmak için öleceğiz
arkadaşlar.Hakkınızı helal edin.
-Helal olsun
Diye alçak sesle bağırıştılar ve siperlerine dağıldılar.O gece,sabaha dek kimse uyuyamadı
siperlerde.Konuştular,helalleştiler ve sabahın gelmesini beklediler.
Sabah olmak üzereydi ki;ilk topçu mermisi geçti tepelerinden.Bunu başkaları izledi.Hepsi
siperlerinden başlarını alınları düzeyine ek çıkarmışlar;karşı tepelere
bakıyorlardı.Mermiler;düştükleri yerlerde büyük çukurlar açıyor;korkunç bir gürültü çevreye
yayılırken;büyük bir toz,toprak,taş parçası kümesini yerden kaldırıp havaya
savuruyordu.Başlangıçta,top mermileri yunan siperlerinin gerilerine düştü.Sonra;aralarındaki
dere yatağıyla yunan siperlerinin tam üzerine düşmeğe başladı.Sağlarında ve
sollarında;yüzlerce metre unluğundaki bir hat üzerinde bir toz ve duman bulutu yükseliyordu
göğe.Bir zaman sonra,her yanı barut kokusu kapladı.
Artık;karşı yamaçları ve tepeleri gözleyemiyorlardı.Çünkü;yunan topçusu da ateşe
başlamıştı.Yunan topçu mermileri önce gerilerine düştü,sonra da siperlerin
yakına.Hemen,kafalarını siperlerin içine gömüp topçu atışının bitmesini beklemeğe başladılar.
Đki tarafın topçu ateşi saatlerce sürdü.Hasan,dakikalar geçtikçe sabırsızlanıyor ve
sinirleniyordu.Bir sinir nöbetine tutulmak üzereydi.Elleri titremeğe başlamıştı Hasan’ın.Bu
titreme,yavaş yavaş tüm bedenine yayılıyordu.Mehmet efendi dürttü Hasan’ı.
-Heyy,evlat..Kendine gel..Noluyorsun?
Hasan,boş gözlerle baktı Mehmet efendiye.Mehmet efendi,daha önce de görmüştü bu duruma
düşenleri.Kollarından tutup iyice sarstı Hasan’ı.
-Heeyy..Sana diyorum Hasan.Kendine gel..Ne sandındı..Savaş işte bu..Köy basmağa
benzemez elbette.Çelik gibi sinir ister.Beklemeyi bilmeyi ister..Haydi,kendine gel.
Hasan,son söylenileni anlamıştı.Tüfeğini iki eliyle sıkı sıkı kavrayarak Mehmet efendiye
baktı.Tasalı bakışlarını görünce,kötü duruma düşmüş olduğunu anladı.
-Alışıcam,elbet buna alışıcam Mehmet efendi.
-Tabii alışacaksın evlat.Hepimiz,anamızın karnından savaş yaparak çıkmadık ya..Hepimiz
senin yaşlarında girdik bu badirelere..Sonunda alıştık artık..Sen de alışacaksın.
Yakınlarında patlayan bir top mermisinin şarapnellerinden korunmak için çukurun içine iyice
yattılar.Ölüm çukurları olabilirdi şu anda içinde bulundukları.Bir çizginin üzerindeydiler.Bir
72
yanı yaşam,bir yanı ölüm.Bilemedikleri birisi;elindeki bilinmeyen bir aracın küçücük bir
dokunuşuyla onları çizginin şu ya da bu yanına itiverecekti.
Bir tek şey düşünüyorlardı o anda..Ne yurt,ne öç,ne altın ne da para..Yaşamak,ölmemek…Bu
cehennemden sağ kurtulmak..
III. B Ö L Ü M
BĐTĐŞ
HASAN ADINDA BĐR KÖYLÜ
Hasan,”Hooo..”diye bağırdı kağnıyı çeken öküzlere “Hooo..”
Bütün gün tarlada karasaban çekmiş olan öküzlar,başlarını yorgun yorgun sallayıp birer adım
daha attılar ve durdular.Kağnının sağ yanından yere atladı Hasan.
Yetmiş yaşındaydı ama,bugün bile taşı sıksa suyunu çıkarırdı.O denli genç ve dinç
görünüyordu.Eee,ne de olsa,eski topraktı o.Köylüleri böyle söylerler ve onunla gurur
duyarlardı.Saçına sakalına beyaz düşmüştü.Üzerinde,siyah-beyaz yukarıdan aşağı çizgileri
bulunan bir mintan vardı.Mintanının ön yanı,şalvarının dışına çıkmıştı.Başındaki köylü
kasketi geriye devrilmiş ve siyahlı beyazlı bir saç perçemi,alnı üzerinde,sağ gözüne doğru
uzanmıştı.Göğsünde Đstiklal Madalyası takılıydı.
Delikanlı adımlarıyla kahvehaneye girdi Hasan.Oturanların üzerinde bakışlarını dolaştırdı ve
orta yere seslendi.
-Tanrının selamı üzerinize olsun ağalar.
Kahvede oturanların bazıları,başını döndürüp ona baktılar.Bir kesimiyse,ona bakmaksızın
konuşmalarını kestiler.Sesinden tanımışlardı onu.Sonra,hep birden yanıtladılar.
-Senin de Hasan çavuş…
Bu çavuş takma adı,taa yunan savaşından kalmaydı.Savaş sonunda onu çavuş yapmışlar ve
tezkeresini çavuş olarak vermişlerdi.Köylük yerlerde askerde çavuşluk yapmış olmak
önemliydi.Hele,Hasan çavuş gibi,çavuşluğu yunan savaşından gelenler kahraman olarak kabul
edilirlerdi.
-Gel otur Hasan..Şöyle buyur.
Sesin geldiği yana yürüdü ve boş bir peyke alıp seslenenin yanına oturdu.
-Nasıl,bu yıl eyi ürün kaldırdın hemi Hasan çavuş?
-Ehh,önce tanrıya sonra devletimize hamdolsun.Savaştan sonra bizleri unutmadılar.Kimsenin
evi,barkı,toprağı kalmamıştı.Hoş,benim savaşa gitmeden önce de toprağım yoktu yaa..Bizlere
yüzer dönüm toprak verdiler de,zerzebil olmaktan kurtulduk.Yeniden düzen kurabildik.
-Onu da mı yapmasalardı be Hasan..Bu günleri;bu dirlik düzenliği hep sizlere
borçluyuz.Sizler olmasaydınız bu günleri görebilir miydik?Devlet,az bile yaptı sizlere.
Bunları söyleyen,Hasan’dan on yaş kadar genç bir köylüydü.Söylediklerini,inanarak
söylemiyor gibiydi.Gözlerinde;bu günleri Hasan’a borçlu olmanın doğurmuş olacağı minnet
duygusundan çok,kıskançlık okunuyordu.
“-On yıl önce doğsaydım ben de savaşa katılacak,ölmeyecek ve savaştan sonra onun gibi çift
çubuk sahibi olacaktım.Kurtulacaktım el yanında yarıcılık,ırgatlık yapmaktan” diye düşünür
gibiydi adamın bakışları.
Hasan,savaş yılları ve bunun sonrasında büyük kentte yaşamış olmanın verdiği bir kişi tanıma
özelliğiyle;karşısındakinin yüzünden bunları okuyordu.Yerinde kımıldayıp yanıtladı adamın
bu düşüncelerini.
-Savaş hiç de düşündüğün gibi kolay olmadı dostum.
Karşısındaki köylüsü şaşırdı.Nasıl olmuş da anlamıştı kafasından geçirdiklerini Hasan?
73
Hasan,adamın yüzünde beliren şaşkın görünümden dolayı mutlu olarak masada oturan diğer
köylülerinin yüzünde dolaştırdı bakışlarını.
-Evet,savaş gerçekten zor bir uğraş.Her yıl,bu günlerde savaş anılarımı anlatırım
sizlere..Sizler de,usanmazsınız ayni şeyleri tekrar dinlemekten.Öykü gibi geliyor olanlar
size.Oysa;korkunçtu o yaşadığımız günler.Đnsanlıktan çıkmıştık her bakımdan.
Bu sözlerle,kendisiyle alay edildiğini düşünen,önceki konuşmuş olan köylüsü,Hasan’ı güç
durumda bırakmak için,yine konuştu.
-Yılmış,yaptıklarından utanır gibi konuşuyon be Hasan..
Hasan,köylüsünün ne demek istediğini anlamıştı.Açmaza girmemesi gerekirdi.
-Yook,yılmadık evel Allah..Savaş olur da yine gelir misin derlerse koşarak gidecez.Bunun
ötesi yok..Yalnız,ne var ki,tanrıdan çocuklarınıza savaş göstermemesini diler ve bunun için
dua ederim her gece.Savaş,korkunç ve pis bir şey.Kişi oğullarını kirletiyor.
Bu kez,bir başkası karıştı konuşmaya masada oturanlardan.Hasan ile diğer köylünün
atışmasını sürdürmelerini önlemek ister gibiydi.
-Bugün Dokuz Eylül Hasan çavuş..Biliyorsun,her yıl bugün Đzmir’de büyük bir tören
yapılıyor kurtuluşu kutlamak için.Hiç bir yıl gitmedin o törenlere.Oysa,Đzmir,kapı
komşumuzdur.
-Benim orada işim yok artık.Ben görevimi bundan elli yıl kadar önceleri yaptım.Gavurdan
öcümü aldım.Ehh,devlet baba da eksik olmasın,elini uzattı savaştan sonra bizlere ve
elimizden tuttu.Gerçi,eşrafla çok çekiştim tarlamı kaptırmamak için.Ama,o savaşı da
kazandım sonunda.Bugün,ele güne muhtaç olmadan yaşıyıp gidiyom.Ne yapcam oralara gidip
de.Biz yapacağımızı elli yıl önce yaptık,gerisi boş.
-Öyle deme be Hasan..Fena mı olur yani..Gidersin,koca kentte dolaşırsın,geçit törenine
katılırsın.Gençlik yıllarını anarsın,itibar görürsün.Eski savaşçılarla buluşursun.Belki,cephe
arkadaşların vardır içlerinde.Onlarla konuşursunuz eski günleri.
-Tarlam beni bekliyor dostum.Bırak da kentte yaşayanlar,anılarını ansınlar;kahramanlıklarını
anlatıp saygı beklesinler halktan.Onların,gereksinimi var buna..Ne de olsa;büyük kentte
yaşıyorlar.Yoksa;kaynayıp giderler o kalabalık içinde.Benim gereksinimim yok çok
şükür..Yalnız..Bir Mehmet efendi tanımıştım savaşta.Onu görmek isterdim ne yalan
diyeyim.Kısmetse;gider onu görürüm bir gün yaşadığı kentte.
Sol bacağını köylüce altına alıp köylüce oturdu peykeye ve ocağa seslendi.
-Ülen kel..Bak buradakilere kave yap..Benimkinin nasıl olacağı bilirsin.
Ocaktaki kahveci ne sesini çıkardı ne de bir eylemde bulundu.Her köyün bir keli,bir delisi,bir
de çavuşu bulunurdu mutlaka.Bu köyün keli de,ocaktaki çelimsiz adamdı işte.Alışmıştı
kendisine kel denilmesine.Adının bir parçası olmuştu”kel”sözcüğü.
Hasan çavuş,Đzmir’e gitmezdi kurtuluş törenlerine katılmak için ama;her yıl bu günde köy
kahvesine gelir ve çevresine toplanan köylülere ve konuklara,anılarını anlatırdı.Onun
kurtuluşu kutlama töreni de buydu işte.
-Eee..Anlat bakalım Hasan çavuş..Anlat da gavura öcümüz bilensin yeniden.Anlat
da,öcümüzün kana kan dişe diş nasıl alınmış olduğunu dinleyelim ve de göğsümüz
kabarsın.Anlat da,çevrene toplanmış olan bu gençler,türkün ne demek olduğunu bir kez daha
duysunlar,öğrensinler.
Ö L Ü M D E R E Y A T A Ğ I N A SĐ N M Đ Ş T Đ
Hasan’ın,Osman çavuşun ve Mehmet efendinin bulunduğu bölük,ihtiyattaydı.Alın yazısı
denilen o bilinmezlik;başka başka çizgilerden sürükleyip onları getirip Afyon cephesindeki
74
aynı bölüğün ayni takımında birleştirmişti.Kafalarını siperlerin içine gömmüşler,bedenlerini
tespih böcekleri gibi büzmüşler;topçu atışlarının bitmesini bekliyorlardı.
Hepsi de,buraya geliş nedenlerini unutmuşlardı.Hiç bir şey düşünemiyorlardı.Sabit bir
düşünce olarak,ateşin kesilmesini ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı.Siperlerden
fırlayıp karşı tepelere koşmak,ölmek pahasına da olsa,bir kurtuluştu onlar için.
Karşılarındaki tepelerde,yunanın en sağlam cephesi yer alıyordu.Siperlerinin önünde;üç sıralı
dikenli teller ve mayın tarlaları vardı.Onların elindeyse,bir tek istihkamcı makası bile
yoktu.Tel engelleri nasıl aşacaklar,yunan siperlerine nasıl ulaşacaklardı?Gerçi;Türk
bataryaları hallaç pamuğu gibi atmıştı yunan tahkimatını.
Dün,komşu bölüğün ihtiyat takımına verilen emri öğrenmişlerdi arkadaşlarından:
-Arkadaşlar..Karşı sırtlardaki tel engellerini ve mayın tarlalarını kaldıracak en küçük bir
aracımız yoktur.Bir süre,topçumuz ateş altına alacak karşı sırtları engelleri yıkmak
için.Engelleri bütünüyle ortadan kaldırabilirler mi,orasını tanrı bilir.Onun için,size
emrediyorum.Vurulursanız,tel engellerine dek sürünecek ve bedeninizi tel engellere atmağa
çabalayacaksınız.Böylece,arkanızdan gelen arkadaşlarınız sizin sayenizde engelleri aşacak ve
düşmanın ümüğüne binecektir.
Bu askerlik,gerçekten de çok garip bir işti.Yaralanıp ölmek üzere olduğu zamandaki,hatta
öldükten sonraki görevlerini bile,önceden belirtiyorlardı kişinin.
Türk topçu ateşi birden yunan siperlerinin gerilerine kaydı.Bu,taarruz zamanının gelip
çattığını gösteriyordu.Sıra şimdi onlardaydı..Piyadelerde.Zafer,piyadenin süngüsünün
ucundadır derlerdi.
Bir zaman sonra,yunan topçusunun atışları da tepelerinden kalktı ve yunan cephesiyle
kendilerinin arasındaki dere yatağına kaydı.
Bir tarraka duydu Hasan ve kafasını siperin önündeki toprak yığının üstüne uzatıp aşağılara
baktı.Düşman makineli tüfekleri konuşmağa başlamıştı.Onların bölüğündeki herkes,başını
siperlerden dışarı çıkarmış;göz ucuyla olanları izliyordu.
Mehmet efendi,sağ yanlarındaki bölük erlerinin,başlarında mülazımları olduğu halde
koştuklarını görüyordu.Bayır aşağı olanca hızlarıyla koşuyorlar,tökezleyip düşenler tekrar
ayaklanıp koşmayı sürdürüyordu.
Osman çavuş,koşan erlerden ikisinin arasına bir yunan topçu mermisinin düştüğünü ve erlerin
paramparça olan bedenlerinin bir toz ve toprak bulutçuğu içinde havaya savrulduklarını
gözledi.Biraz önce koşan o iki insan,yoktu artık.Hatta,bedenleri bile yok olmuştu.
Topçu mermisinin iki yüz metre ilerisinde koşan erler;tırpanla biçilmiş buğday başakları gibi
yıkılıyorlardı yere.Gavurun makinelileri o yana ateş ediyor ve bedenlere denk gelmeyen
kurşunlar,toprağın üzerine kalemle çizilen bir çizgi gibi çizgi oluşturuyordu.
Yaralananlar,komutanlarının emirlerine uyarak,tel engellerline ulaşmağa çabalıyorlardı.Bir
kesimi;bir süre sürünüyor,daha sonra bedenlerine saplanan yeni bir mermiyle ya da şarapnel
parçasıyla oldukları yerlerde kıvrılıp kalıyorlardı.
Tel engellerine varmayı başaranlar,orada vuruluyorlar ve kendilerini tel engellerinin üzerine
atıyorlardı.Arkadan gelenler koşmalarını sürdürüyorlar ve tel engelleri üzerindeki yaralı ya da
ölmüş arkadaşlarının bedenlerine basıp,ikinci ve üçüncü sıra tel engellerine ulaşmağa
çalışıyorlardı.
Saat sabahın dokuzu olduğunda,iki cephe arası Türk şehitleriyle dolmuştu.Top ve tüfek mermi
sesleri arasından,acılı insan sesleri de duyulmağa başlamıştı.Hasan,kulaklarını tıkamak isteği
duydu ama,siperdeki Mehmet efendiden utandı.
Şimdi artık,üç sıra tel engeller üzerinde de birer ikişer bedenler görünüyordu.Vurulmuş
olanlar,hala önlerindeki tel engellere ulaşmağa çabalıyordu.Bazı kez,vurulmuş yatan bedenler
arasından birisinin ayağa kalktığı ve üç dört adım atıp tekrar yere yattığı ve engellere
ulaşmağa çabaladığı görülüyordu.
75
Yunanlıların makineli tüfekleri durmadan takırdıyor ve yunan siperlerine yaklaşmağa çalışan
türk erlerinin üzerine ölüm kusuyordu.Silahlar ısındığında,soğutmak için mola veriyorlar;bu
anı gözleyen Mehmetler hemen koşmağa başlıyorlar ve her kezinde düşmana biraz daha
yaklaşıyorlardı.Bu kez de,düşmanın avcı erlerinin kurşunlarına hedef oluyorlar ve
fakat,tarihin hiçbir savaşında görülmemiş bir inatla ölüyorlar,ölüyorlardı.
Öğleye doğru,iki bölük Türk askeri ve subayları ölmüşler ve fakat tepelerdeki düşman
siperlerine ulaşmak olanaklı olmamıştı.
Hasan’ın içi içine sığmıyor ve ölenleri gördükçe içindeki öç alma duygusu büyüyor ve bu
duygu onu,tepeden tırnağa öldürmeyi düşünen bir yaratık,bir makine durumuna
sokuyordu.Fırlayıp çıkabilirdi siperlerden.
Mehmet efendi,tevekkülle sıranın kendilerine gelmesini ve saldırı emrinin verilmesini
bekliyor ve dudaklarını kıpırdatarak dualar ediyordu.
Osman çavuş,karşıdaki sırtları ve tel engellerini gözlüyor,engelleri en tehlikesiz nasıl
aşabileceğini düşünüyordu.
Saat,öğleden sonra üç olduğu halde,karşılarındaki yunan siperlerine tek türk askeri
ulaşamamıştı.Savaşı,gerilerdeki yüksek bir tepeden izleyen alay komutanı,deli gibi
olmuştu.Her yere düşen erle birlikte alnı biraz daha kırışıyor;omuzları biraz daha
çöküyordu.Bölüklerin,bu eksik kuruluşlarıyla,düşmanı karşıdaki tepelerden söküp atmak
olanaksızdı.
Kaç kez duyurmuştu yukarı komutanlara durumu.Ama ,derdini
anlatamamıştı.Şimdi,birliğindeki tüm askerler ölecek ve onlar tepeleri gavurdan
temizleyemeyeceklerdi.
Suçlu,biraz da kendisiydi.Đyi anlatamamıştı durumu her halde üstlerine.Bu düşüncelerin
yarattığı vicdan azabı içinde tedirgin bir biçimde savaşı izliyor ve her an biraz daha paniğe
kapılıyordu.
Sonunda;onların bölüğüne de saldırı emri verildi.Hasan,siperden karşı sırtlara baktığında;tel
engellerin tümünün Mehmetlerin bedenleriyle kaplanmış olduğunu gördü.Ölü ve yaralı
Mehmetlerle.Dayanılmaz,bağırtılarla bağıran Mehmetlerle..Tel engelleri ortadan kalkmıştı
ama,üzerleri salkım saçak şehit bedenleriyle doluydu.
-Haydi aslanlarım..Göreyim sizleri..Tanrı ve ananız bugün için dünyaya getirdi
sizleri.Durmayın..Hücummm..
Önce,mülazımları fırlamıştı siperlerinden.Arkasından da erler fırladılar.
Koşuyorlardı.Mehmet efendi,Osman çavuş,Hasan,Hüseyin,Ali…Kurtuluşa
koşuyorlardı.Özgürlüğe koşuyorlardı.Kişice yaşama hakkına koşuyorlardı.
Hasan,önünde koşan erin,alnını tutup yere yuvarlandığını gördü.Kendisini hemen yere attı ve
biraz ilerisindeki bir bedenin arkasına gizlendi.
Mehmet efendi koşuyordu.Makinelinin tarrakasını duyunca,kendisini ilerisindeki tümsekte
yatan yaralı erin bedeninin gerisine attı.Adam,sol böğründen yaralanmış,korkunç sesler
çıkararak kıvranıyordu.Sol yanında koşan iki kişi yere devrildiler.Göğüslerinden,oluktan
boşanırcasına kan akıyordu.
Hepsi yere yatmışlar,makineli tüfeğin yön değiştirmesini bekliyorlardı.
Osman çavuş,çevresinden ve başının üzerinden ıslık çalarak geçen kurşunlar arasında,beş
adım daha koştu ve yerde yatan bir erin arkasına uzandı.
Hasan,tel engeli üzerinde asılı kalmış beden üzerine basıp kendisini ileri attı ve iki adım daha
koşup yere yattı.Sağ ilerisinde,ikinci sıra tel engeli üzerine asılı kalmış bir başka er
vardı.Hasan,yattığı yerden baktı ve erin çıplak aklarını gördü.Karnının altındaki toprak
kıpkırmızıydı.Dedesinin kanıyla ıslanmış toprağa basışını anımsadı ve öğürdü.
Osman çavuş,yattığı yerde düşünüyordu.
“-Vay canına..Bu savaş,gördüğüm en zorlu savaş..Şimdiye dek hep savunma
yapmıştık.Kolaydı savunma yapmak Taarruz ne zormuş meğerse..”
76
Mehmet efendi,şehit düşüp tel engeline asılı kalmış erin bedenine basıp ikinci tel engelini de
aştı ve yere yattı.Nefes nefeseydi..Beş dakika kadar öylece durdu.Yunan makineli tüfeğinin
kurşunları tepesinden vınlayarak geçiyordu.Topçu mermileri oldukça gerilerine düşüyordu
artık.Yunan siperlerine iyice yaklaşmışlar ve yunan topçusunun ateşinden kurtulmuşlardı.
Hüseyin,üçüncü tel engeli de aşıp yere yattı ve çevresine baktı.Kendisi gibi,birçok çavuş ve
er,yere yatmışlar,bekleşiyorlardı.Olmuştu işte,aşılamaz denilen tel engellerini
aşmışlardı.Artık,önlerinde engel kalmamıştı.Öldürülecek gavurlar vardı artık.
On dakika kadar yattılar oldukları yerlerde.Herkes,bir toprak tümseğini bulmuş,gerisine
yatmış korunmağa çalışıyor ve bakışlarıyla mülazımlarını arıyorlardı.Yoktu mülazım.
Siperlerinden çıktıktan sonra,en önde o koşmağa başlamış ve ilk kez o vurulmuştu.Hasan
görmüştü vuruluşunu.Bir şarapnel parçası sağ şakağına çarpmış ve yığılıp kalmıştı.Çanakkale
ve Kurtuluş savaşları yedek subayların savaşıydı zaten Mülazımdı onlar.
Osman çavuş,iki yanına bakındı ve mülazımı görmeyince komutanın kendisine kaldığını
anladı ve bağırdı:
-Tanrı aşkına hücum..Hücum arkadaşlar.
Süngü takmış olarak,yüze yakın asker ayaklandılar.”Allah,Allah,Allah..”diye bağırıyorlar ve
bayır yukarı koşuyorlardı.
Hasan sağ yanına baktı ve iki kişinin devrildiğini gördü.Đleri baktı ve makineli tüfek yuvasını
gördü.Asıl yunan siperlerinin yirmi metre kadar önünde yuvalanmıştı.Ayakta nişan alıp ateş
etti.Sol omzundan vurmuştu makineli tüfek nişancısını.Koşmağa devam etti..Đki dakika
sonra,yunan siperlerine girmişler boğuşuyorlardı.
Mehmet efendi,yunanının siperinin içerisinden karnına doğru uzattığı süngüsünü sola doğru
çeldi ve tüfeğini göğsüne uzattı gavurun.Süngü,ciğerlerine gömüldü adamın.Sol ayağıyla
yunanlının omzuna basıp çekti çıkardı süngüyü yunanlının göğsünden.Süngü yarığından
fışkıran k anlar,asker pantolonunun paçasını ıslattı.Siperin üzerinden aşıp ilerideki gavurlara
doğru koşmağa başladı Mehmet efendi.
Hasan,tüfeğine mermi sürerken yakaladı yunanlıyı ve alnına tüfeğinin dipçiğiyle vurdu.Alnı
patladı adamın ve beyni göründü.Tüfeğini çevirip,yerde yatan yunanlıyı bir de boynundan
süngüledi Hasan.
Osman çavuş siperin içine atladı ve yunanlıya ateş etti.Yunanlı er,tüfeğini atıp iki kolunu iki
yanına açıp geriye yaslandı ve devinimsiz kaldı.Đnandığı peygamberi gibi,iki kolunu iki
yanına açıp ölmüştü yunan gavuru.Dinsel bir görünüşü vardı.
Tepenin alınamadığını gören alay komutanı paniğe kapılmış ve onlar tepeye ulaşmadan beş
dakika önce,beynine sıktığı bir kurşunla kendisini öldürmüştü.Türk askerinin zaferini
göremeden ölmüştü alay komutanları.
Akşam olana dek,siperlerini bırakıp kaçmağa başlamış yunanlıları
kovaladılar.Yetiştiklerine,veryansın ediyorlardı kurşunu.
Gece olduğunda,bir araya toplandılar.Mehmet efendi,yol ve alın yazısı dostu Hüseyin’i
aradı.Yoktu Hüseyin..Bu son savaşı,atlatamamıştı fıkara Hüseyin.
Yanlarındaki cephelerden hala silah sesleri duyuluyor ve yunan topçu atışları devam
ediyordu.Bütün bu gürültülere karşın;iki günlük sinir gerginliğinden kurtulmuş olarak o
günkü yorgunlukları nedeniyle,oldukları yerlere uzanıp sabaha dek deliksiz uyudular.
H A S A N I N Ö C Ü
“Efendiler,yirmi altı ve yirmi yedi Ağostos günlerinde,yani iki gün içinde,düşmanın
Karahisar’ın güneyinde elli ve doğusunda yirmi-otuz kilometre uzaklığında bulunan
müstahkem cephelerini düşürdük.Yenilen düşman ordusunun büyük kuvvetlerini,otuz
77
Ağostos’a kadar Aslıhanlar çevresinde kuşattık.Otuz Ağostos’ta yaptığımız savaş
sonucunda(Buna sonradan Başkumandanlık Savaşı denilmiştir)düşmanın asıl kuvvetlerini yok
ettik,esir aldık.Düşman ordusunun baş kumandanlığını yapan general Trikupis de esirler
arasına girdi.Demek ki;düşündüğümüz kesin sonuç,beş gün içinde alınmış oldu.Otuz bir
Ağostos 1922 günü,ordularımız asıl kuvvetleriyle Đzmir genel yönüne hareket ederken,diğer
kısımlarıyla da düşmanın Eskişehir ve kuzeyinde bulunan kuvvetleri yenmek üzere hareket
ediyorlardı.”(Nutuk)
Hasan ve arkadaşları yürüyorlardı.Önlerinde komutanları esir edilmiş ve darmadağınık
olmuş,kaçan yunan ordusu bulunuyordu.Savaş daha ilk gününde kazanılmıştı.Şimdi
amaç,yunanı anayurttan söküp atmaktı.Đlk hedeflerine biran önce ulaşmaktı.
Zaman zaman gerilerinden Türk süvarileri geliyor hızla yanlarından geçip batıya ya da kuzeye
gidiyorlardı.
Osman çavuş,manganın başında olmak üzere,başıbozuk bir düzenle yürüyorlardı.Yollarının
üzerinde mermi çukurları,tahrip edilmiş köprüler,hayvan leşleri ve insan ölüleri
uzanıyordu.Çevrelerinde gördükleri bu türden görüntüleri kanıksamışlardı.Sanki,aylardır
savaş içindelermiş gibi duygusuzdular.
Mehmet efendi,yanlarından dikkatle uzaklaşan Hasanı izliyordu.Dört gündür Hasan’ın biraz
da delilik belirtisi olarak gördüğü bu davranışına bakıyor ve nedenini anlamağa çalışıyor
ama,bir sonuca ulaşamıyordu.Yine gitmiş,yerde uzanan bir yunan ölüsüne bakıyordu Hasan.
Yüzükoyun uzanmış yatan yunanlıyı sol omzundan tutup iterek sırt üstü yatırmıştı
Hasan.Eliyle,orasına burasına dokunmuş ve biraz sonra,suratı asılmış olarak onlara
yetişmişti.Üzüntülü görünüyordu.
-Hayrola Hasan..Yunanlı ölülerinde ne arıyorsun?..
Hasan,önce kuşkuyla baktı Mehmet efendiye ve sonra keyifsizce yanıtladı.
-Hiç be Mehmet efendi.
Hasan’ın ölüleri soyuyor olabileceğini düşündü Mehmet efendi ve tiksindi.Öyle ya,Hasan
askere gelmeden önce çetecilik yapmamış mıydı?
O zamandan, alışkanlık kalmıştı belki de…
Hasan’ın yüzüne baktığında,yanıldığını anladı Mehmet efendi.Daha çocukluk izleri ve temiz
çizgileri vardı bu yüzde.Hasan,ölü soymayı düşünemezdi.Pekiyi,ne yanıyordu öyleyse?.
Hasan’ın bu garip davranışının nedenini öğrenmek istiyordu.Bir tutku durumuna dönüşmüştü
bu isteği.Bugüne dek,Hasan’ın delirmiş olabileceğini düşünmüş ve
soramamıştı.Artık,öğrenmek istiyordu.Üsteledi:
-Yok,hani merak ettim de..
Hasan,susarsa,davranışının nedenini anlatmazsa kırılacağını düşündü Mehmet efendinin.Canı
sıkıldı bu duruma,severdi Mehmet efendiyi,onu kıramazdı.
-Diri bir gavur arıyom Mehmet efendi.
Mehmet efendi,şaşkın bakakaldı Hasan’a.
-Diri gavur mu arıyorsun?..Allah,Allah..Oğlum,kim gavuru diri bırakır ki şu sıralar..Hem ne
yapacaksın diri gavuru?
Hasan’ın yanıtı kesin oldu.
-Öç alacam Mehmet efendi.
Mehmet efendi,Hasan’ın hep öç alacam deyip durduğunu ama,bunun nedenini hiç anlatmamış
olduğunu düşündü.Konuşmayı sürdürmek istiyordu ama,Hasan’ın artık kendisini
yanıtlamayacağını anladı ve başını iki yana sallayıp sustu.
Yürüyorlardı.Gece gündüz yürüyorlardı.Birden,ileriden üzerlerine kurşun yağmağa
başladı.Hemen oldukları yerlere kapaklandılar.Kırk kişi kadar kalmışlardı.Başsız
kaldıklarından,aralarından ayrılan oluyor ve her gün sayıları biraz daha azalıyordu.
Onlar da ateş etmeğe başladılar.Bir yandan da,sıçramalarla yaklaşıyorlardı karşıdaki
sırta.Sonunda,sırtta yerleşmiş yunanlılara ulaştılar ve hepsini süngülediler,öldürdüler.
78
Osman çavuş,yunan ölülerini teker teker dolaşıyor ve üzerlerinde bulduğu değerli şeyleri
ceplerine dolduruyordu.Sonra da,bağırıyordu arka tarafta kendisini bekleyenlere.
-Hepsi de ölmüş.
Bu kez de Hasan dolaşıyor,yunan ölülerini tek tek inceliyordu..Gerçekten de,hepsi de ölmüştü
yunanlıların.
-Hay Allah cezalarını versin..Yine ölü gavurların hepsi.
Döndü arkadaşlarının yanına.Yürüyüşü sürdürdüler.
Hiç durmadan yürüyorlardı.Karınları acıktığında yunanlı erlerin ekmek torbalarından toplamış
oldukları azıkları yiyorlar ve sürüyüşü sürdürüyorlardı.
Hasan,alışmıştı artık.Yunanlıları eliyle tutup çevirmiyor,yaklaşıp yerde yatanların boşluğuna
bir tekme sallıyordu.Devinimsiz,öylece duruyorlardı yerde yatan yunan ölüleri.Her yunanlı
ölüsünden sonra,umudunu biraz daha yitirmiş olarak arkadaşlarının yanına dönüyordu.
Mehmet efendi,çevresini gözlüyordu durmadan.Görmediği,bilmediği yerlerden
geçiyordu.Doğduğu kentten,yalnızca savaşlara giderken ayrılıyordu Mehmet efendi.Onun
dışında,hiç yolculuk yapmamıştı.
“-Ülen Mehmet,buraları ne zaman görecektin.Kim bilir,bir daha ne zaman görürsün?..Kim
bilir,belki de hiç göremezsin buraları bir daha.”
Đleride,yolun üzerine uzanmış inleyen bir yunanlı asker gördüler.Yüz metre kala,iniltisini
duymuşlardı yunanlı erin.Osman çavuş koşmuş;süngülemeğe hazırlanıyordu yunanlı eri.Sonra
da,ceplerini boşaltacaktı tabii..Hasan bağırdı:
-Dur Osman çavuş,öldürme .Kurbanın olam öldürme.
Tüfeğini havaya kaldırmış olarak kalakaldı Osman çavuş.
-Neden öldürmeyeyim be Hasan?
-Bana bırak o işi.
Osman çavuş toparlandı.
-Pekala..Al bakalım senin olsun gavur.
Hasan koşmuş,yaralıyla Osman çavuşun yanına gelmişti.Diğerleri,geriden yaklaşıyorlardı.
-Eee,ne bekliyorsun,hadisene..
Hasan,yanıtladı Osman çavuşu:
-Siz gidin buradan,ondan sonra.
Diğerleri de yanlarına gelmişti.Đçlerinden birisi sordu:
-Niye öldürmedin Osman çavuş.
Osman çavuş,tüfekli koluyla Hasan’ı gösterdi.
-O yapacakmış bu işi.
Mehmet efendi anladı ve Hasan’a seslendi.
-Haydi gözün aydın olsun Hasan..Bunca gündür aradığını buldun..Alacaksın artık öcünü.
Topluluktan birisi bağırdı.
-Bitir gavurun işini de gidelim gayrı..
Hasan yanıtladı:
-Siz yürümenizi sürdürün,ben icabına bakarım onun.
Sesi,kuşku çekecek denli çatlak ve titrek çıkmıştı.Gruptan bir ikisi,kötü kötü baktılar
Hasan’a.”Ne yapmak istiyorsun,bize bir oyun mu oynayacaksın.”demek ister gibiydiler.Bir
başkası bağırdı bu kez:
-Haa,anladım..Gavuru yavaş yavaş,işkence ederek öldürecen öyle mi?
Osman çavuş,Hasan’ın güç durumda kaldığını sezdi ve bağırdı:
-Haydin bakalım arkadaşlar..Yeter oyalandık..Yola devam.
Topluluktakiler;Hasan ile yunanlının yanından geçip yürüdüler.Bir yunanlıya,bir Hasan’a
bakıyorlardı yanlarından geçerlerken.Beş yüz metre kadar uzaklaşmışlardı,hala tüfek sesi
gelmemişti Hasan’ın olduğu yerden.
79
Hasan,yunanlı ere baktı.O da kendisi gibi,on sekizinde ya var ya yoktu.Sağ omuz başından
yaralanmıştı yunanlı.
Üzerindeki gavur kanları nedeniyle paslanmış gibi görünen süngüsünü adamın boğazına
doğru uzattı.Yunanlı er,inlemeyi kesti ve korunmak için başını geriye çekti.Hasan’ın yüzünde
bir gülümseme belirdi.
-Hem de numara yapardın haa..Đyi iyi..Umduğumdan da diriymişsin.
Süngüsünü toprağa saplatıp tüfeğini sağ yanına bıraktı Hasan ve yunanlı ere doğru
eğildi.Omuzlarından tutup kıçının üzerine oturtu adamı.
-Ha şöyle..Biraz soluklan bakalım..
Yunanlı er inlemeyi kesmiş;korku ve merakla bir ileride giden topluluğa,bir Hasan’a bakıyor
ve Hasan’ın davranışlarını anlamlandırmağa çalışıyordu.Bir ara,gözü yere saplanmış süngüye
ve tüfeğe takıldı,ama,güçlü duymadı kendisini tüfeğe uzanacak kadar.
Hasan,sinirli el hareketleriyle,kütüklüklerinin takılı olduğu palaskasını çözüyordu.Biraz
sonra;pantolonu ayaklarının dibine düştü.
Yunanlı er;Hasan’ın ne yapmak istediğini anladı oturduğu yerde sağlam olan kolunun
yardımıyla geri geri giderek Hasan’dan uzaklaşmağa çabaladı.
-Dur kaçma itin dölü..Anama yaptınız siz aynısını..Bacıma yaptınız..Ben de senin anana
yapmak isterdim ama,ananı nereden bulacam.Kaç zamandır bu günü bekliyordum ben.
Gözleri yuvalarından fırlamış;deli deli bakıyordu Hasan.Efelerin,para karşılığı geri vermek
üzere kaçırdıkları rum oğlanlarına yaptıkları geçiyordu gözlerinin önünden.Yunanlı erin
korkusu,bir kat daha artmıştı.Çaresizlik içinde,Hasan’dan uzaklaşmağa çalışıyordu.
-Kalk,kalk da dizlerinin üzerine otur.Hasan,yunanlı eri iki omzundan kavrayıp ayağa
kaldırdı.Yaralı omzunu sıktığı için,yunanlı er korkunç bir sesle uludu.
-Dur lan gavurun dölü..Dur..Kıpraşma..
Bir eliyle yunanlı erin yaralı omzunu tutuyor;bir eliyle de pantolonunu çözüyordu.Sonra,geri
döndürdü yunanlıyı ve deve çökertir gibi çökertti, ensesine bastı ve arkasına yanaştı.
Mehmet efendi,topluluğun gerisinde kalmış;ikide bir geriye bakıp Hasan’ı gözlüyordu.Yaptığı
işi görünce,gönlü bulandı.Yunanlı yaralıydı ne de olsa;Hasan yapmamalıydı bunu.
Bir süre sonra;Hasan yetişti arkadaşlarına soluk soluğa.Osman çavuş sordu:
-Öldürdün mü gavuru Hasan?.
-Öldürdüm Osman çavuş.Ziyan olmasın diye mermi yakmadım.
Topluluktan hiç kimse ilgilenmemişti bu konuşmayla.Yalnızca Mehmet efendi Hasan’ın
yanına yaklaştı ve sesini alçaltarak sordu:
-O yaptığını neden yaptın Hasan?..
Hasan,Mehmet efendiye kızgın kızgın baktı.
-Demek gözledin beni Mehmet efendi..Demek,her şeyi gördün haa..Dinle öyleyse..Aynisini
onlar da anama yapmışlardı.Hem de benim ve dedemin gözlerinin önünde.Nasıl bağırıyordu
anam bir bilsen..Sonra,bacıma da yapmışlar…Onların öcünü aldım böyle yapmakla.Dedemin
de öcünü aldım..Şimdi,bir bacımın bebesinin öcü kaldı gavurda.
Bir süre ilerilere baktı Hasan.
-Ama,onun da öcünü komacam gavurda..Onun da öcünü alacam.
-Ne gerek vardı be oğul..Đzmir’de yunan karıları,kızları bizleri bekliyordu.
-Onu da düşündüm Osman çavuş..Ama,alın yazısı bu belli olmaz.Bakarsın,ulaşamam
Đzmir’e.Belki de Đzmir’de öyle şeyler yapamayız.Belli olmaz..Bakarsın komutanlarımız,bu
köpeklere adam muamelesi yaparlar,dokundurtmazlar.
Artık,diri yunanlı aramıyordu Hasan.
Đ Z M Đ R E Đ L K B Đ Z G Đ R D Đ K
Bir haftadır yürüyorlardı.Başlangıçta;dağlardan,derelerden,tepelerden geçmişler;orada burada
vurulmuş türk ve yunan askerlerine rastlamışlar;yakılıp yıkılmış köyler,köprüler
80
görmüşlerdi.Oysa;bu sabahtan beri,köyden köye geçerek yürüyorlar;yangınlık durumundaki
köyleri gördükçe,gavura biraz daha hınçlanıyorlardı.Đzmir’e iyice yaklaşmışlardı artık.
Yanıyordu Türk köyleri..Đçinden geçtikleri bazı köyler bütünüyle yanmış ve
evler,ekinler,bağlar kül haline gelmişti.Çocukları öldürülmüş analar,nineler ölülerinin
başlarında ağlaşıyorlardı.Her yerden ağıt sesleri ve yanık bedenlerin kokuları
yükseliyordu.Kaçarken bile gavur gavurluğunu yapıyordu.
Bazı kez;alev alev yanmakta olan Türk köylerine geliyorlar ve yunanlıların köyü yeni terk
etmiş olabileceğini düşünüp batıya koşmağa başlıyorlar;ama,yunanlıları yakalayamıyorlardı
bir türlü.
-Elimize geçmeyin ülen yunan gavurları..Ananızdan emdiğiniz sütü,burnunuzdan
getireceğiz.Etlerinizi,lokma lokma doğrucaz..
Süngülenmiş beş yaşındaki bir erkek çocuğunun başında,yüz çizgileri gerilmiş olarak duruyor
ve dövünerek ağlayan anaya bakıyordu.Kendi anası da,böyle dövünmüş,böyle ağlamış
olmalıydı.Oysa;bir aralık o,anasını öldürmeyi düşünmüştü.
-Haydi Hasan,kendinde gel..Đzmir’e bir şey kalmadı.
Đzmir’in göründüğü tepelere ulaştıklarında,askerlikten çıkmışlardı.Hiç birisinin ayaklarında
ayakkabıları yoktu.Pantolonları,şalvarları lime lime olmuştu.Kimisi kalpaklı,kimisi
yemenili,kimisi serpuşluydu.Alnı kirli,kanlı bir bezle sarılmış olanlar;ayağını sürüye sürüye
yürüyenler vardı içlerinde.Tepelerdeki fundalıklarda biraz dinlendiler ve sabah güneşi
Đzmir’in üzerine ilk ışıklarını yollarken,Đzmir’e doğru yola koyuldular.
Hepsinin yüzünde bir soru işareti okunuyordu:
“-Yunan Đzmir’de miydi hala..Yoksa,kaçırmışlar mıydı gavurları.Gördüklerinin hıncını
alamayacaklar mıydı gavurdan?.”
-Heeyy,askerler..Durun,bekleyin beni..
Sağ yandaki çalılıktan bir türk mülazımı koşarak onlara doğru geliyordu.Arkasından da,üç
asker koşarak geldiler.Bir Türk birliğinin kalıntıları olmalıydılar.Mülazımın sol kolu pis bir
çaput parçasıyla sarılıydı.
Osman çavuş,emir ve komutayı devir edecek birisini bulmuş olmanın mutluluğu içinde
mülazımı selamladı ve tekmil verdi.Mülazım da,kendisinin ve erlerinin hangi birlikten
olduklarını ve başından geçenleri kısaca anlattı.
-Pekiyi,şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz çavuş?
Osman çavuş,kurnazca mülazıma baktı.
-Siz varsınız ya,mülazım efendi..Artık,hepimiz sizin emrinizdeyiz.Ne yapılacağına siz karar
verin.
Sonunda,yürüyüşün sürdürülmesine karar verildi.Mülazımın komutası altında,dağınık
düzende Đzmir’e doğru ilerlemeğe başladılar.
-Biliyor musun Hasan..Belki de,Đzmir’e giren ilk türk askerleri biz olucaz.
dedi Mehmet efendi Hasan’a.
Bu durumdan dolayı,gururlanıyordu Mehmet efendi.Oysa Hasan,gavurlar kaçmadan Đzmir’e
girmeyi düşlüyordu.Đşin gösteriş yanına pek aldırdığı yoktu.O,yaşı gereği anı yaşıyor ve bu
anı yaşarken,geleceği kurmayı düşünüyordu.Mehmet efendi geleceği düşünüyor;ileride
,çevresinde toplananlara şu anı nasıl zevkle,heyecana kapılmadan anlatmak suretiyle
dinleyenlerin gözünde biraz daha büyüyerek,zevkleneceğini düşlüyordu.
Savaş düzeninde Đzmir’in kenar mahallelerine girmişlerdi.Çevrede,koca koca malikaneler
vardı.Yarım saat sonra;bir un fabrikasından üzerlerine ateş açıldı.Hemen yere yatıp karşılık
ateş açtılar.Yarım saat sonra,fabrikadaki yerli Rumların tamamını öldürmüşlerdi..Onlar
da,sekiz şehit vermişlerdi.Bu kez,daha ihtiyatlı olarak kente girmeyi sürdürdüler.
Türkler,onları görünce,ilk kez çekingen davranmışlar;ne yapacaklarını
bilememişlerdi.Sonunda,yaşlı bir kadın Mülazım efendinin boynuna sarılıp tılsımı
bozdu.Şimdi;yaşlısı,genci;geçtikleri sokak aralarındaki Türkler onları gördükçe
81
koşuşuyorlar;boyunlarına sarılıp yanaklarından,ellerinden öpüyorlardı onları.Kafeslerin
arkasındaki kadınlar sevinç göz yaşları döküyorlar;nineler,başörtülü olarak kuran okuyorlardı.
Mülazım efendi,çevrelerindeki halkı yatıştırmağa çalışıyordu durmadan.
-Durun..Uzak durun şöyle..Söyle bakalım hemşerim.Bu geçtiklerimiz türk mahalleleri..Gavur
mahalleleri ne yanda?
Kendisine seslenilen delikanlı koşarak mülazımın yanına geldi.Gözlerinde,aylardır ortaya
koyamadığı bir hıncın parlaklığı okunuyordu genç adamın.Bir de,askerlerin,kendisini
işbirliğine çağırmış olmalarının gururu.
-Beni izleyin ağabey..
Delikanlının peşinde yürüyüşü sürdürdüler.
Bir süre sonra;önce deniz kokusunu aldılar.Daha sonra da denizin sesini ve deniz üzerindeki
araçların gürültülerini duydular.
Denizin üzeri,savaş ve ticaret gemileriyle doluydu.Kordondan eşya ve insan yüklü sandallar
gemilere gidiyorlar;yükünü boşaltmış olanlarsa,yeniden yük ve yolcu almak için geriye
dönüyorlardı.Hıdırellez günlerinin karışıklığı ve hareketliliği içindeydi Đzmir
körfezi.Gemilerin bıraktığı koyu ve pis kokulu dumanlar nedeniyle körfez ve Kordon boyu,bir
sis tabakasıyla kaplanmış gibiydi.
Tam karşılarındaki yapının önünde gördüler gavur askerlerini.Hemen yere yatıp ateş etmeğe
başladılar.Karşı binanın önündeki erlerden üçü yaralandı ve yere yığılıp kaldı.Geri
kalanlar;siper almışlar ve onlar da onların üzerine ateş açmışlardı.
Beş dakika kadar sürdü karşılıklı ateş.Sonra,mülazımın sesi duyuldu.
-Ateş kes..Ateş kes..Ateş etmeyin diyorum.
Ateşin kesilmesi için iki dakika kadar daha geçti.Türklerin ateş etmediğini gören,karşı binanın
önünde mevzilenmiş gavurlar da ateşi kestiler.
Mülazım ayağa kalktı ve karşıdaki binaya doğru yürümeğe
başladı.Askerleri,şaşırmış,izliyorlardı onu.Bu adam ya deliydi ya da gerçek bir
kahramandı.Tek başına gidiyordu gavurun üstüne.
Mülazım,yapının önüne kadar gitti ve yapının içinden çıkan süslü giyimli bir gavur subayıyla
konuştu ve sonra hızlı adımlarla erlerinin yanına döndü.Erlerden birisi,dayanamadı sordu
mülazıma:
-Neden ateş etmiyoruz mülazım efendi?..Neden ateşi kestirdin?.
Soruyu soran ere doğru döndü mülazım.
-Bunlar,yunanlı değil be arkadaşlar..Bunlar Fransızmış..Karşıdaki yapı da konsolosluk
binasıymış.
Bir başkası konuştu bu kez:
-Olsun varsın..Ne fark eder ki be mülazım efendi..Ha yunanı,ha Fransız..Bunlar da gavur
değil mi sanki..
-Bunlar da gavur ama,düşmanımız değil.Bunlarla anlaşma yaptık.Üstelik,bunların bizlere
yardımı oldu.
-Düşmanımız değil mi?Bizim yanımızı mı tutuyorlar?..Ben Antepliyim mülazım
efendi..Bunların ne gavur olduklarını iyi bilirim ben.
-Olsun varsın arkadaşlar..Biz bu cephede,yunanlıyla savaşıyoruz.Onun için,bunlara ateş
etmek yok.Bu bir emirdir arkadaşlar..Şimdi,kalkın da gidelim,geceleyecek bir yer bulalım
kendimize.
Hepsi ayağa kalktılar ve ileride gördükleri boş bir meydanlığa doğru yürümeğe
başladılar.Yıkıklıktı boş alan.Taş,toprak,kalas yıkıntıları;küçük tepecikler durumunda,orada
burada kümelenmişlerdi.
Türklerin gittiğini gören,konsolosluk önündeki Fransız askerleri,rahat bir nefes aldılar ve
nöbetlerini sürdürdüler.
82
Hasan,sivillerin vermiş olduğu kuşane tenceresini suyla doldurdu ve yine sivillerin verdiği
bulguru tencereye döktü.Tencereyi,yanmakta olan ateşin üzerine,iki kaya parçası arasına
oturttu.
Đleride Mehmet efendi yere uzanmıştı.Osman çavuş,onun yanına yere bağdaş kurarak
oturmuş;tüfeğini temizliyordu.Đkisi de,doğma büyüme köylü değil,kentliydiler.Gerçi Osman
çavuş,savaştan önce ilçede oturuyordu ama,oturduğu ilçe oldukça büyüktü.Dağlardan inip
kente gelince,hemen eski alışkanlıklarına dönmüşlerdi.
-Biliyor musun Osman çavuş..On gün var ki sıcak yemek yemedik.Đlk kez bu gece,sıcak bir
bulgur pilavı yiyeceğiz.
-Biliyorum Mehmet efendi.Sıcak yemek yemek güzel şeydir.Ama,yukarıda tanrı var;pek de
özlemedim öyle bulgur pilavını.
-Öyle deme be Osman çavuş..Şööyle,üzerine bir de Urfa yağı haşladın mı,hele yanına bir baş
da soğan kırdın mı değme gitsin.Tadından yenilmez mübarek.
Onlar böyle laflarlarken;yanlarından geçen bir genç,acele acele mülazımlarına gitti.
-Mülazım efendi,siz buraya yerleştiniz ama,burası tehlikelisizin için.
-Neden tehlikeli olsun be hemşerim?
-Baksana,iki sokak aşağınız gavur mahallesi mülazım efendi.Geceleyin,bastırırlar burada
sizleri bu kefereler.Ne hayduttur onlar,bilmezsiniz.
-Yaa..Demek öyle..Türk mahalleleri ne yanda?
Genç adam,Kadifekale’nin eteklerini gösterdi Mülazıma.
-Đşte,türk mahalleleri bu yanda.Oraları,hem sizler için,hem de bizler için güvenlidir bu gece.
-Öyle olsun delikanlı.Oraya gideriz bizler de.Arkadaşlar,kalkın bakalım.Burası gavur
mahallelerinin dibiymiş.Onun için şu görünen kaleye gideceğiz.
-Đyi ama,daha karavanayı yemedik mülazım efendi.Karavanayı yiyelim de gidelim bari..
-Akşam karavanasını orada yeriz artık..Hasan,hey Hasan..Yık karavanayı.Yola çıkalım.
Hasan,önce şaşkın şaşkın mülazıma baktı.Sonra,arkadaşlarının hep ayaklandıklarını
görünce,bulgurlu suyu yanan ateşin üzerine boşalttı.Kuşane tenceresini ve bulgur torbasını
alıp arkadaşlarının yanına gitti.
-Haydi bakalım yola koyulalım..Sen de bize yol göster delikanlı.
Yola koyuldular.Kadifekale’nin burçlarının içine yerleştiklerinde,akşam iyice
bastırmıştı.Karavanayı yeniden ateşlin üzerine oturtmuşlar;bulgurun pişmesini bekliyorlar ve
burçlardan,Đzmir’i gözlüyorlar ya da burçların içindeki alanda geziniyorlardı.Bir orta çağ
görünümü ve canlılığı vermişlerdi burçların içine.
Birden,Đzmir’in içinde bir cayırtı koptu.Önce bir yerde,sonra kısa aralıklarla başka yerlerde
alevler yükselmeğe başladı.Bir süre sonra,Đzmir göğü kıpkırmızı kesilmişti.Gavurlar,Türklerin
eline geçmesin diye,kendi evlerini ve iş yerlerini ateşe vermişlerdi.Gavur mahallelerinin
bulunduğu semtler,cayır cayır yanıyordu.Arada,tüfek sesleri de duyulmağa başladı.
“-Đyi ki oralarda duraklamamışız.”diye düşündü Hasan.
Đzmir’deki Rumlar;bu geceye dek türk askerlerinin Đzmir’e girebileceğini
düşünmüyorlardı.Gerçi;savaşın yunanlıların lehine gelişmediğini biliyorlar ve cephelerden
kötü bilgiler alıyorlardı.Ama,önemli bir başarı kazanamamıştı Türkler.Mustafa Kemal’in
savaş bildirileri ve bunları yayan yabancı ajanslar,önemsiz olaylardan söz ediyorlardı.Bu
nedenle,Đzmir’deki Rumlar tedirgin olmamışlardı...Ta ki;bu sabah Đzmir’e giren ve rum
militanlarla vuruşan türk askerlerinin varlığını duyana kadar.
Ayni gün,panik içinde ilk yunanlı erlerin Đzmir’e girmeleriyle Đzmir’li Rumları,bir korku
kapladı.Üstelik;gelen Yunanlı erler,Đzmir’in savunması için Đzmir’de kalmıyorlardı.Her gün
körfezdeki sandallar ve küçük gemiler;körfezdeki yunan savaş gemilerine Türklerin önünden
kaçan yunan askerlerini taşıyorlardı.Đzmir’e gelen yunanlı asker sayısı,giderek
artıyordu.Demek,yunan ordusu çözülmüştü.Demek “yenilmez” denilen yunan
ordusu,yenilmişti..Demek,Türk ordusunun Đzmir’e girmesi yakındı..
83
Altı Eylül’den sonra,Đzmir’den korkunç bir göç başlamıştı.Her gün,küpeştelerine dek
insan,hayvan ve eşya dolu gemiler Đzmir körfezinden çıkıp Yunanistan’a
gidiyordu.Ama,Đzmir’deki yunanlı askerlerle yerli Rumlar,taşınmakla bitecek gibi değillerdi..
Savaşın gelişmesini izleyen Đzmir’in Müslüman halkı,başlangıçta çekingendi.Savaşın
sonucunun iyi olacağından o denli umutlu değillerdi.Bu nedenle;Rumlara ve yunanlı askerlere
saldırmıyorlar;bir sevinç dalgalanması içinde,bu telaşlı kaçışı izliyorlardı.Sonradan;geceleri
rastladıkları ya da pusu kurdukları yunanlı askerleri ya da Rumları öldürmeğe başladılar.
Fransız askerleriyle olan çatışma,o gece Rum mahallerinde duyulmuştu.Bu,paniklemenin
daha da büyümesine yol açmıştı.Yunan askerleri,sekiz Eylül gecesi Rum mahallelerini ateşe
verdiler ve Türk mahallelerine baskınlar yapıp Türkleri öldürdüler.Yunanlılar ve yerli
Rumlar;panik halinde Đzmir’den kaçıyorlardı.
Gece,dokuzdan sonra,körfezdeki son savaş gemileri ve ticaret gemileri hareket
ettiler.Ama,Đzmir’in türk balıkçıları bu arada boş durmamışlar,Yunanlıların mühimmat
depolarından daha önce çalmış oldukları mayınlarla,körfezin çıkışını mayınlamışlar ve
takalarını,sandallarını,motorlarını önceden getirip körfezin çıkış yerlerinde
batırmışlardı.Körfezin çıkışı neredeyse,bütünüyle kapanmıştı.
Şimdi;bir yanda Đzmir,diğer yanda mayınlara çarpan,karaya oturan yunan gemileri yanıyor ve
Đzmir göğü,bir bayram gecesi görünümüne bürünüyordu.Körfezdeki insan çığlıkları;karadaki
tüfek ve yangın nedeniyle çöken yapıların seslerine karışıyor ve kentin içinden yükselen bu
gürültü,yakın ilçelere dek yayılıyordu.
Hasan,karavana pişiriyor ve aşağıyı izliyordu.Birden,yaklaşık beş yüz metre sağına,burçların
dışına bir top mermisi düştü.Askerlerin hepsi,hemen yere yattılar.Top mermilerinin
çevrelerine ve Türk mahallelerine düşmesi devam etti.
Aydın yönündeki,karşı tepelere yerleşmiş yunan topçuları,Đzmir’in türk mahallelerini top
ateşine tutuyorlardı.
Uzun süre,yattıkları yerlerde devinimsiz kaldılar.Osman çavuş,ilerideki burç çıkıntısının
yanında,eski yıllardan kalma bir top gördü.Đzmir kentinin Ramazan topuydu.Ramazan
aylarında,iftar zamanını belirtmek için patlatılırdı.Topa koştu Osman çavuş.
Osman çavuşun top başına koştuğunu gören Mehmet efendi de o yana seğirtti.Mehmet
efendinin yardımıyla Osman çavuş,topu kara barutla doldurdu ve
ateşledi.Kendilerini,olabildiğince topun uzağına attılar.Top patladı ve ağzından alev
fışkırdı.Parçalanmamıştı topun gövdesi.Yine doldurdular topu.
Hasan,yattığı yerden,yemek pişirdiği yöne baktı.Karavananın yıkılmış olduğunu gördü ve
canı sıkıldı.Rahatça,bir bulgur pilavı yiyemeyeceklerdi bu gece..Alın yazıları böyle olmasını
istiyordu her halde.
Sabaha dek,yunan topçusu Đzmir’i dövdü.Osman çavuş da yunan topçularının yerleşmiş
olduklarını düşündükleri yöne doğru Ramazan topuyla kuru sıkı atışlar
yaptı.Yunanlıların,onların da toplarının olduğunu düşüneceklerini var sayıyorlardı.Savaşçılık
oyunu oynar gibiydiler.
Sabaha karşı,topçu ateşi kesildi.Hasan,garip bir sessizlik duydu çevresinde ve aşağıdaki
kentte.Karşı dağlardan gelen bir yer,kentin üzerinden geçip pis kokulu,dumanlı bir sıcak hava
getiriyordu kaleye.
Mehmet efendi,günün ilk ışığında Đzmir Körfezi’ne baktı ve denizi göremedi.O tatlı mavi renk
görünmüyordu körfezde.Simsiyahtı denizin üstü.Gavur mahalleleri hala,koyu dumanlar
çıkararak yanıyordu.
Mülazımın sesiyle ayaklandılar.
-Haydin arkadaşlar,aşağıya iniyoruz.Sivillerin bize gereksinimi var.
Tüfeklerini kuşanıp Kadifekale’den aşağı,yorgun ve uykusuz adımlarla inmeğe başladılar.
84
Kordon boyuna geldiklerinde,hepsi yüzünü buruşturdu ve yenleriyle,yemenileriyle burunlarını
tıkadı.Yangın kalıntılarından yükselen yarım yanık kokusu,ölü kokularına,kan kokularına
karışıyor ve nefes almayı zorlaştırıyordu.Đzmir’de tek canlı rum ya da yunanlı kalmamıştı.
Hasan,şaşkın şaşkın körfeze bakıyordu.Batan gemi ve sandal kalıntılarıyla ve şişmiş rum ve
yunanlı ölüleri kaplamıştı denizin yüzünü.Hasan,davul gibi şişmiş ve hafif dalga nedeniyle
kıyıya iyice yaklaşmış ölülere bakıyor ve neden böyle şişmiş olabileceklerini
düşünüyordu.Denizi,ilk kez görüyordu Hasan.
Çocuksu bir merakla sordu Mehmet efendiye:
-Mehmet efendi,bu gavurların karnı havayla mı dolmuş da böyle şişmişler?
Mehmet efendi,önce denizin üzerinde oynaşan şişmiş bedenlere baktı ve sonra,yorgun
gülümseyerek,ama,yine de bilgiç bir tavırla:
-Yok be Hasan..Boğulmuş bu kefereler..Ciğerleri suyla dolmuş..Denizde boğulanlar böyle
şişerler.
-Anladım..Patlatabilir miyim onları ne dersin?
Mehmet efendi anlamamıştı .
-Nasıl yani?.
-Đşte böyle..
Hasan,tüfeğini doğrulttu ve kıyıdan yüz metre kadar ilerideki bir ölünün şişmiş karnına nişan
alıp ateş etti.Vurdu,ölünün bedenini Hasan.Ama,rum ölüsünün şiş karnı inmedi.Denizin
üzerinde biraz kıpırdadı o kadar.
Hasan,ayni çocuksu tavırlarıyla şaşkınlığını belirtti.
-Vay canına..Vurdum herifi göbeğinden,.Ama,sular fışkırmadı ve şiş göbeği inmedi.
Mehmet efendi,artık kahkahayla gülüyordu.On gürdür içinde yaşadığı koşulların gerdiği
sinirleri birden boşalmıştı.Gülüyor,gülüyordu..Sonunda,arkadaşları ters ters baktılar Mehmet
efendiye..Gülmesini kesti.
Saat sabahın sekizi olmuştu.Ortalık iyice aydınlanmış ve siviller de sokaklara,alanlara
dökülmüşlerdi.Bir kesimi de,yunan mahallelerine dalmış;sönmüş yıkıntılar içinde değerli
taşlar,altınlar arıyorlardı.Halkın büyük bir kesimi askerlere sarılıyor ve
-Oğlumu öldürdüler.Dün gece oğlumu öldürdüler.Onun öcünü almalısınız.
diyorlardı.Hasan,bu görüntüler nedeniyle yine hınçlanıyor ve kardeşinin çocuğunun öcünü
hala almamış olduğunu düşünerek,üzüntüye kapılıyordu.Artık,yunanlı da bulamayacaktı.
Mehmet efendi,Đzmir’e girmekle ve yunanlıların Đzmir’i bırakıp gitmeleriyle görevinin bitmiş
olduğuna inanıyor ve:
“-Artık,yunanlı da olsa,kimseleri öldürmem.”diye düşünüyordu.
Biraz sonra;kentin ortasından geçen caddede bir gürültü koptu.Çevrelerindeki halk da o yana
koşuştu.Osman çavuş ve arkadaşları da o yana yöneldiler.
Türk süvarileri giriyorlardı Đzmir’e..Yorgun atlarını hızlı hızlı sürerek,ucuna kırmızı beyaz
şeritler takılmış mızraklarını sağ üzengilerine dayamış olarak,süvariler
geçiyorlardı.Başlarında,Nurettin Paşa ve subayları vardı.Askerce gülümsüyorlar ve ellerindeki
türk bayraklarını sallayıp çılgınca sesler çıkarıp kendilerini alkışlayan halkı
selamlıyorlardı.Đzmirliler,heyecan içinde,ağlıyorlardı.
Daha sonra,düzenli piyadeler girdi kente.
Mülazımın emriyle,kentin orta alanındaki Sarıkışla’ya doğru yürümeğe başladılar.Kordon
boyundan gelen askerleri izleyen halk,yanlarından geçerken,onlara da dönüp bakıyor ve
onları da alkışlıyordu.
Đlk süvari erleri,başlarında subayları da olduğu halde hükümet konağı alanında atlarını
durdurduklarında,onlar da orada bulunuyordu.Önce,askerlerin başındaki yüzbaşı indi
atından.Sonra,verdiği emirle,tüm süvari erleri atlarından inip yeni bir komut beklemeğe
başladılar.
85
Bu sırada,hükümet alanında toplanmış olan halkın arasından,şişman,yaşlı bir Türk kadını
katlanmış olarak göğsüne bastırmakta olduğu bir Türk bayrağıyla yüzbaşıya yaklaştı.Titrek
bir sesle seslendi yüzbaşıya.
-Oğlum.
Yüzbaşı,koşar adımlarla yaşlı kadının yanına gitti.
-Buyur anam.
Kadın,göğsüne bastırmakta olduğu katlanmış bayrağı ileriye uzatmış olduğu iki elinin üzerine
yatırarak yüzbaşıya uzattı.
-Şu bayrağı Sarıkışla’ya çekiver oğlum.Yüreğim kan topladı o yunan bayrağını orada
görmekten.
Yüzbaşı,Sarıkışla yapısının giriş kapısının üzerindeki balkonun bayrak direğine baktı.Yunan
haçlı,yunan bayrağı dalgalanıyordu direkte.Yunanlılar,aceleyle kaçarken,bayraklarını
indirmeyi ve almayı unutmuşlardı.Y da akıllarınca “Nasıl olsa bir gün yine geri döneceğiz”
demek istemişlerdi.Yüzbaşı,bayrağı yaşlı kadının ellerinin arasından aldı.Üç kez öpüp alnına
götürdü.Dinsel törenlerde,kutsal eşyalara karşı yapılan bir davranıştı bu.Sonra,koşarak kışlaya
girdi yüzbaşı.Halkın sürekli “yaşa””Varol”,”tanrım şükürler olsun sana”sesleri arasında yunan
bayrağını direkten indirdi ve alkışlar arasında türk bayrağını direğe çekti ve askerce salamladı
bayrağı.
Yüzbaşı Sarıkışla’dan çıkarken,yaralı bir piyade yüzbaşısı yanına yaklaşıp iki er istedi
-Vilayet konağına da Türk bayrağı çekeceğim.
Biraz sonra,vilayet konağında da ay yıldızlı türk bayrağı dalgalanıyor ve yaralı bir türk
yüzbaşısı bayrağını selamlıyordu.Osmanlı bayrağı gitmiş,yunanlı bayrağı gitmiş ve türk
bayrağı gelmişti.
Akşama doğru,bir aralık yanlarından ayrılmış olan mülazımları yanlarına döndü ve onları
önüne katıp piyade alayına götürdü.Bu kıtanın askerleriydiler artık.
O gece,ilk kez sıcak bulgur pilavı yediler ve erkenden uyudular.
Đzmir’le Urla arasında,zeytinlik bir alana yerleşmişlerdi.Güneş doğduğunda,hala uyuyorlardı.
B Đ R Đ L Ç E N Đ N K U R T U L U Ş U
Hasan,mola vermiş dinleniyordu.Güneş,iyice batıya devrilmişti.Bir iki saat daha çalışır,sonra
köye dönerim diye düşündü.
Gazetelerde okuduklarını düşünüyordu Hasan.Kurtuluş Savaşında;savaşı görmüş,cephelerde
bulunup yaşamıştı.Đnsanlık dışı bir olaydı savaş.Ama;biri birini kıran bu gençlerin
yaptıklarının yanında,küçük kalıyordu onların acımasızlıkları.Çok korkunç işler yapıyorlardı.
Solcular,sağcıları görüşmek için çağırmışlar;sonra çeteler gibi dağa kaldırmışlar;taşlarla
kafalarına vura vura öldürmüşlerdi beş kişiyi.
Sağcılar da;belediye otobüsünden beş genci almışlar;kent dışına çıkarmışlar;ellerini,kollarını
bağladıktan sonra;ağızlarını açmışlar ve kurşunlamışlardı.
Her gün,ona yakın genç insan ölüsü bulunuyordu.Boğulmuş,kurşunlanmış,beyni
parçalanmış,bıçaklanmış olarak.Yollara,sokaklara,geniş alanlara bırakılıyordu
ölüler.Üzerlerinde,idam fermanı gibi yazılarla.Çuvala sarıyorlar,yorgana sarıyorlar,öyle
atıyorlardı ölüleri.
Ne oluyordu,neydi bu kızgınlık?Anlayamıyordu Hasan.Kan davasını anlardı,namus işini
anlardı.Parası için adam öldürmeyi anlardı.Ama,öldüren gençlerin bu davranışlarında,bu
nedenlerden hiç biri yoktu.Tanımadığı,aralarında kişisel bir sorun bulunmayan kişileri
öldürüyorlardı.Neydi bu yeni olgu? Neden bu denli acımasızdılar?
Evet,onlar da kurtuluşta böyle davranmışlardı.Ama,onlar haklıydılar.Yunanlıların zulmünden
kurtulmak için yapmışlardı o vahşeti.Bir de,öç almak için.
86
Ya bunlar?Bunlar,neyin öcünü alıyorlardı?Neden,hangi düşmandan kurtulmağa
çalışıyorlardı?Düşman,hangi yandakilerdi?
“-Desene,bizler boşuna kürek sallamışız.Baksana,yeni bir kurtuluş savaşı sürüp gidiyor.”
Kalktı ve yeniden sabana yüklendi Hasan ve eski günleri anımsadı.
Mülazım,sabah tekmilini aldı ve oldukları yere oturttu erlerini.
-Arkadaşlar..Biliyorsunuz,yurdumuz,ulusumuz fakir.Savaşı bile aç biilaç,çulsuz çomaksız
yapıyoruz.Halen de savaşıyoruz yunan gavuruyla.Gavurun kaçarken Đzmir’i ne durumda
bıraktığını,kendi gözlerinizle gördünüz.. Varın,işgalden kurtulmakta olan diğer kentleri de bir
düşünün.Yurdun uğradığı yıkımları onarmak için devletin paraya,çok paraya gereksinimi var.
Erler,mülazım efendiyi dinliyorlar ve bu söylenenlerin sonunun nasıl geleceğini merakla
bekliyorlardı.Bir tek Osman çavuş,sözün nereye geleceğini anlamış;Mülazımı
inceliyor,kişiliğini tartmağa çabalıyordu.Acaba;o da kendisi gibi dünyalık peşinde
miydi?Yoksa;gerçekten de yurt ve ulus sevgisinden mi böyle konuşuyordu?.
-Hepiniz,yollarda gelirken rastladığınız ya da öldürdüğünüz yunanlılardan ya da yerli
Rumlardan para,değerli eşya almış olabilirsiniz.Bu,savaşın bilinen bir
gerçeği.Đşte;yunanlılardan almış olduğunuz bu ganimetleri,ortaya dökeceksiniz.Ben
de,toplayıp senedini yapacağım ve mal sandığına teslim edeceğim.Haydi bakalım,birinci
sıranın sağ başından başlayalım.
Osman çavuş vardı sıranın başında.Yerinden kalktı ve kemerinin arasına yerleştirmiş olduğu
yüklüce bir keseyi ortaya attı.Yerine dönüyordu ki,mülazım arkasından bağırdı.
-Hepsi bu kadar mı Osman çavuş?
Oturan erler kıs kıs gülüyorlardı.Osman çavuş bir süre yerinde durdu,sonra geri dönüp iki
cebinden çıkardığı birkaç altın eşyayı,kesenin yanına atarken,mülazıma ters ters baktı.
Ortaya atılacak eşyası olanlar geliyorlar;yere atıyorlar ve geri dönüyorlardı.Verilecek bir şeyi
olmayanlar,ayağa kalkıp “Bir şeyim yoktur” diyorlardı.Mülazım başlangıçta,bu tür
davrananlara sesini çıkarmamıştı.Ama,böyle davrananların sayısı artınca kızdı.
-Arkadaşlar,ben size ulus,vatan diyorum.Sizlerse hala kendi çıkarlarınızı
düşünüyorsunuz.Kusura bakmayın,herkesin üzerini aratacağım.Bunu,siz kendiniz
istediniz.Osman çavuş,sağdan başla bakalım.
Osman çavuş ayağa klktı ve erleri de ayağa kaldırıp alışkın ellerle üzerlerini aramağa
başladı.Bulduklarını,ortaya atıyordu.
Sonunda;ortada,bir büyük çıkınlık altın yüzük,küpe,saat,para toplandı.Mülazım bunu çıkın
yapıp atının terkisinde asılı olan ekmek torbasının içine yerleştirdi ve tekrar erlerinin yanına
döndü.
-Şimdi,bugünkü harekat emrini veriyorum.Urla’ya yürüyeceğiz arkadaşlar.Alınan bilgilere
göre;çok az yunanlı erle yerli Rumlar varmış orada.Hala direniyorlarmış.
Bu yunanlı ve Rumları öldürmeyip esir alacağız arkadaşlar.Yunanlıların ellerinde,esir türk
subay ve erleri var.Onlarla değiştirmek için,biz de çok sayıda esir alacağız.Üst komutanların
emridir bu.
Bu nedenle,ilçeye girerken,zorunluluk olmadıkça adam öldürmeyeceksiniz.Bir de,talan
yok.Bu iki noktayı unutmayacaksınız.
“-Talan yokmuş.Bu kez,beni gafil avladın mülazım efendi.Ama,bir dahaki
kez,kaptırmayacağım sana topladıklarımı.”Osman çavuş böyle düşünürken,Hasan dişlerini
biri birine kenetlemiş düşünüyordu:
“-Esir alacakmışım,öldürmeyecekmişim..Ya dedemin kanı..Ya o bebenin kanı?Onların öcü ne
olacak?Onların kanı yerde mi kalacak.Ben kan akıtmadan,gavurların tümünün ölümünü
görmeden nasıl rahat ederim.Esir alınacakmış,öldürülmeyecekmiş.”
Mehmet efendi ve diğer erlerse,benimsemişlerdi verilen emri.
Yola koyuldular.Yaya olarak gidiyorlardı.Bir tek,mülazımları at üstündeydi başlarında.
87
Narlıdere’ye geldiklerinde;karşıdan ateş yediler.Đlk açılan ateşte sekiz on kişi yaralandı ya da
öldü.Hemen sipere yatıp onlar da ateş açtılar.Bir saat kadar sürdü çatışma.Sonunda,bir takım
kadar yunan askerini ve yerli rumu öldürdüler ve yollarına devam ettiler.
Urla’nın iskelesine geldiklerinde,akşam olmuştu.Sabahleyin ilçeye girilecekti.Diğer birlikler
de gelmişti çevrelerine.Akşam yemeklerini yiyip tüfeklerini ve süngülerini temizlediler
yarenlik ederek.
Osman çavuş,oturduğu yerden,bakışlarıyla mülazımı izliyordu.Bu adam,açıkgöz birisine
benziyordu.Topladıklarını götürüp devlete verecek gibi görünmüyordu.
Yerinden kalktı Osman çavuş ve karanlıkta,ilerideki ağaçlıklı fundalığa doğru yürüyen
mülazımın peşine düştü.Nereye gidiyordu acaba?
Mülazım,mola yerinden iyice uzaklaştığını anladıktan sonra,pantolonunu sıyırdı ve
fundalıklara çömeldi.
”-Hay allah..Adam,defi hacete gelmiş meğer.”
Yine de,yerinden kıpırdamadı Osman çavuş.Mülazım,işini bitirip ayağa kalktı ve tekrar dört
bir yanına baktı.
“-Đyi ki de gitmemişim..Dur bakalım..Bu herifte bir iş var.”
Çevrede kimsenin bulunmadığından emin olduktan sonra,fundalığın bittiği yerdeki yaşlı bir
ağaca doğru acele acele yürümeğe başladı mülazım.Osman çavuş,sevinç içinde olanları
gözlüyordu bulunduğu yerde yere yatmış olarak.
Mülazım,belinden çıkardığı kasaturasıyla ağacın dibini kazıyor ve elleriyle çukurun içini
temizliyordu.Kazma işini bitirdikten sonra,ellerini iki cebine sokup çıkardığı altınları çukura
attı ve yine acele ile üstünü örttü altınların.Altıların pırıltısını,bulunduğu yerden fark etmişti
Osman çavuş.Mülazım ayağa kalkıp ağacın gövdesine bir işaret kazıdı ve çevresini gözleyip
geldiği yerden mola yerine geri döndü.
“-Bak sen şu işee..O da benim gibi düşünürmüş meğerse.Ama,ben sana bir oyun oynayayım
da sen de aklını şaşır mülazım efendi.”
Mülazım gözden yittikten sonra,Osman çavuş sessizce mülazımın biraz önce dibine altın
gömdüğü ağaca yaklaştı.Ağacın altındaki çukuru yeniden açıp içindeki altın ve mücevherleri
bir bir ayıkladı.Sonra,çukuru yeniden kapattı.
Bu kez,kendisi çevreyi gözleyerek ileriye yürüdü ve fundalığın ters yöndeki bitiminde başka
bir büyük ağaç buldu.Ağacın dibini kazdı ve bulduklarını içine atıp çukuru
kapattı.Süngüsüyle,ağacın üzerine O harfini çizdi.Tekrar çevresini dinledi ve kimsenin
olmadığı kanısına ulaştıktan sonra,pantolonunun kemerini sıkılayarak,arkadaşlarının yanına
döndü.
Hasan,o gece düş gördü.Uzun süredir düş gömüyordu Hasan.Bu nedenle;yattığı yerde
sağa,sola dönüp duruyor;bacaklarını dizleri düzeyinde iki yana-aşağı yukarı büküp açıyor ve
dışarıdan bakanlarda,bir ateşli hastalık yaşıyormuş duygusu uyandırıyordu.
Sarı efenin kaçırdığı ve sonra öldürdüğü yunanlı genç kız,yemyeşil çimenlerde çırıl çıplak
uzanmış öylece bekliyordu.Bakışlarıyla Hasan’a “Gel beni sev.”diyordu.Yanına
yaklaştığında,kızın yüzünde korku ve yalvarma izleri gördü.Kız,elini ona uzatmıştı.Hiçbir
anlamı yoktu kızın elinin öylece uzanışının.Kendisini korumak istiyor ya da Hasan’ı yanına
çekmek istiyor olabilirdi.Hasan,karar veremiyordu.Kızın kolu uzuyor uzuyor ve Hasan’a
yaklaştıkça,kolun ucundaki el ve parmaklar büyüyordu.Hasan da kolunu ileri
uzattı.Amacı,kızın elini elinin içine almaktı.Ama,elleri bir türlü biri birine
kavuşmuyordu.Hasan,ellerinin kavuşmamasına üzülüyor ve ağlamak istiyordu.
Sonunda,kızın elini tuttu ve kız üstüne çekti onu.Sevişiyorlar yunanlı kızla.Bacaklarını
okşuyor durmadan yunanlı kızın.Uzun uzun sevişiyorlar ve yunanlı kıza sahip oluyor
Hasan.Tam duyduğu zevk doruğa ulaşmışken,yunanlı kız boynunu sıkmağa başlıyor.Biraz
önce,pamuk gibi olan elleriyle serçe gagası gibi olan parmakları,Hasan’ın boynunun
88
çevresinde kerpeten kesiliyor.O da kızın boynunu sıkıyor,sıkıyor,sıkıyor..Yunanlı kızı öldürdü
sonunda.
Hasan,kızın üzerinden kalkıyor ve koşmağa başlıyor.Çırıl çıplak Hasan.Anasının,çocukken
yıkadığı gibi;çırıl çıplak.Gözünün önüne gelen,hep o çocuk çıplaklığı olurdu.Đşte,öylece
çıplak.
Puslu tepelerde koşuyor Hasan.Üzerine iri iri yağmur taneleri düşüyor.Tek tük düşüyor
ama…Birden bardaktan boşanırcasına bir yağmur başlıyor.Hasan,ıslanıyor.Anasının başından
aşağı tas tas sıcak su döktüğü çocukluk günlerini anımsıyor.Ağlamak istiyor Hasan.
Karşıdan dedesi,kız kardeşini elinden tutmuş ona yaklaşıyor.Yürümüyorlar kardeşiyle
dedesi.Bir yontu gibi durmuşlar,ayakları bilekleri düzeyinde bulutumsu bir nesnenin içinde
yitmiş.Üstüne üstüne geliyorlar “gel” diyorlar Hasan’a…Elleriyle,kollarıyla kendilerine
çağırıyorlar onu.Hasan,koşuyor onlara yetişmek için.Anlamsız sözler bağırıyor..Dedesi ve
kardeşi,yankılandırıyorlar sözlerini..Sonra,birden yitiyorlar.
Dedesinin yittiği yerde,yunanlı kız beliriyor yeniden.Kahkahalarla gülüyor kız.Ama,gülüşü
erkek sesli kızın..Sarhoş erkek kahkahaları..Üzerine yürüyor Hasan’ın.Her attığı adımda,karnı
biraz daha büyüyor.Karnı büyüyor,karnı büyüyor..Hasan geriliyor,geriliyor..Ama,yunanlı kız
üzerine doğru yürümesini sürdürüyor ve her adımda Hasan’a iyice yaklaşıyor.
Şimdi,yunanlı kızın bacak ararlında görüyor kendisini.Yunanlı kızın küçük bir tepe denli
büyümüş karnını görüyor başının üstünde.Olanca gücüyle bir yumruk atıyor bu şiş karına.
Üzerine sular boşalıyor,boşalıyor ve bir bebek düşüyor kollarının arasına.Kendi çocuğu ve
yunanlının piçi.Taştan bebek gibi,devinimsiz duruyor kollarının arasında bebek.Tiksindiğini
duyuyor bebekten ve bacaklarından tutup ileri doğru fırlatıyor bebeği.Bebek,kundaklanmış
olarak havada süzülüyor,süzülüyor.Bebek,dayanılmaz seslerle bağırıp ağlıyor..Kundak
süzülüyor,süzülüyor…Hasan,kulaklarını tıkıyor bebeğin sesini duymamak için..Bu kez,daha
çok duyuyor sesi..Sanki,içinden geliyor ses.
Sonunda,çocuk ileride yere düşüyor ve sesi yitiyor.Koşarak yanına gidiyor bebeğin.Kilden
yapılmış oyuncak bebekler gibi darmadağınık olmuş görüyor bebeği.Ağlamak istiyor
Hasan,ağlayamıyor.
Kan ter içinde uyanıyor.
-Haydi haydi..Uyan,kendine gel Hasan..Yola çıkma vakti.. Kalk gayri..
Üzerine eğilmiş başı seçmeğe çabalıyor Hasan.Görüntüler,beyninde biçimleniyor ve düş
evreninden bu evrene dönüyor Hasan.
-Sen misin Osman çavuş?
Osman çavuş,biraz sinirli olarak yanıtladı.
-Ne sandındı..Pışpışlamağa gelmiş anan olacak değilim yaa..
Fırladı kalktı Hasan.Osman çavuşun yakasına sarılıp sarsmağa başladı.
-Bana bak..Anamı karıştırma..
Osman çavuş kurtulmak için silkelendi ama,boşuna.Kerpeten gibi yapışmıştı iki yakasına
Hasan’ın elleri.Üstelik Hasan,kendisinden genç ve güçlüydü.Osman çavuş,Hasan’ın
gözlerinin içine baktı ve ürktü.
“-Besbelli savaşta delirdi bu oğlan..Uğraşmağa gelmez.” diye düşündü.
Sonra,yumuşaklıkla Hasan’ı yatıştırmağa çalıştı.
-Pekiyi,pekiyi..Bir daha böyle söz etmem..Yalnız,kalk da hazırlan gayri..Biraz sonra,Urla’ya
girmek için yürüyüşe başlayacağız.Bak,hemen hemen herkes hazırlandı.Bir sen kaldın hala
uyuyan.
Hasan,Osman çavuşun yakasını bıraktı ve sinir sinirli teçhizatını kuşanmağa başladı.
Mehmet efendi,birden anlamsızlığını yakaladı savaşın.
“-Ben ne arıyorum buralarda..Şu sıralar,kendi kentimde olmalıydım..Uyanmış,yüzünü
yıkamış,sabah kahvaltısı için çay demliyor olmalıydım.Bir süre sonra,dükkanımı açacak ve
giysiler dikecektim kişiler giysinler diye..Çırakla kahve getirtecektim çarşı
89
kahvehanesinden..Öğle namazından sonra,işe başlamadan önce,dükkan komşularımla yarenlik
edecektim.
Oysa;elime silah almış;öldürmeğe ye de ölmeğe gidiyorum.Neden?..Yunanlıları yurdumuzdan
atmak için..Demek ki,onlar buralara gelmeselerdi ben savaşmayacaktım.Onlar da öyle..
Ne ararlar bu topraklarda..Para mı,pul mu?..Hepsinin yurdunda işi gücü olmalı..Onlar
da,sabahtan akşama dek çalışıyorlardır benim gibi..Buralarda işleri ne..Neden işlerini
güçlerini bırakıp taa buralara dek gelmişler,neden?
Bu sorulara bir yanıt bulamıyordu Mehmet efendi.Hem yürüyor,hem düşüncesini
sürdürüyordu:
“-Ama,suçlu onlar da değil..Yunanlı, bir başına Türklerle baş edemeyeceğini çok iyi
bilir.Kışkırttılar onları da..Kim kışkırttı pekiyi?..Đngiliz mi?..Evet,evet Đngiliz gavuru kışkırttı
bu savaş için yunanlıları..Hüseyin’in dediği gibi-allah gani gani rahmet eylesin-şeytana bile
pabucunu ters giydirir bu Đngiliz gavurları..Đngiliz neden çıkarttı bu savaşı?..”
Burada yine tıkanıp kaldı Mehmet efendinin düşüncesi.Onun,orta doğu petrollerinden haberi
yoktu..O,Hindistan yolunu bilmiyordu..Đngilizin yunan gavurunu neden üzerine saldığının
yanıtını bulamadı.
“-Besbelli gavurluğundan yapmıştır” diye bağladı düşüncesini.
Uzaktan Urla görünmüştü.Urla’da da evler ve mahalleler yanıyordu.Bir kesiminden dumanlar
ve alevler yükseliyor ve burayı da Đzmir’e benzetiyordu.Besbelli,yunan mahallesiydi
yanan.Mehmet efendi,bu yerde karşılaşacağı yunanlıları ve rumları öldürüp öldürmeyeceğini
düşündü.
“-Her halde öldürmem gayri..Gına geldi adam öldürmekten..Zaten,mülazım da
öldürmeyin,esir alın dedi..Ben de esir alırım.Zorlanmadıkça gavur öldürmem gayri.”
Urla’ya girmişlerdi.Yıkıklıklar ve yangınlıklar içinden,kentin içerilerine doğru ilerliyorlar ve
orada burada ağlaşan yaşlılar ve kadınlar görüyorlardı.Rum mahallelerinde tüfek sesleri
yükseliyor ve buralara yaklaştıkça büyüyen bir uğultu yükseliyordu.
Osman çavuş ve yanındaki er;kapı sıkıca kapalı olduğundan bir Rum evi olduğuna karar
verdikleri,rastladıkları ilk evin kapısını bir tekme vuruşuyla ardına kadar dayadılar.Đçeride bir
yunanlı asker vardı.Tüysüz,gencecik,uzun yüzlü karga burunlu bir er.Osman çavuşları
görünce,elindeki tüfeği yere atıp kollarını başının üstüne kaldırmış,teslim olduğunu
belirtiyordu.
Osman çavuşun yanındaki er,tüfeğini yunanlı ere doğrulttu ateş etmek için.Osman çavuş,ateş
etmesine engel oldu erin.
-Dur,daha ateş etme..
Yunanlı er,tüfeğin kendi bedenine çevrildiğini görünce,çocukça bir davranışla gözlerini
yummuş ve tüfek sesini beklemişti.Tüfek sesi duyulmayınca,uykudan uyanırmışcasına
isteksiz ve yavaşça göz kapaklarını kaldırdı ve gözlerini açtı.Ateş edilmemiş
olması,rahatlatmıştı yunanlı eri.Hatta,şirin görünmek içim gülümsemeyi bile denedi.Osman
çavuş,bakışlarını yunanlı erden ayırmaksın,yanındaki erine emir verdi.
--Git,yukarıları ara ..Bak bakalım,başka kimse var mı evde.
Osman çavuşun yanındaki er,koşarak merdivenleri tırmandı ve yukarıdaki odalardakileri teker
teker toplayıp aşağıya indirdi.En son da kendisi indi.
Şimdi,karşılarında,oldukları yerde biri birlerine sokulmuş tir tir titreyen bir erle dört yerli
Rum vardı.Karı kocayla on beş yaşlarında bir oğlan çocuğu ve on üç yaşlarında bir Rum
kızı.Hepsinin yüzüne korku çizgileri yerleşmişti,hiç konuşmuyorlardı.
Karı koca,Rumca bir şeyler söylediler Osman çavuşa.Osman çavuş,öldürülmemek için
yalvardıklarını anladı.Ölmek istemiyorlardı besbelli..Kadın,konuşmalarının etkili olmadığını
görünce;elinde tutmakta olduğu süslü,tahta bir kutuyu onlara doğru uzattı.
Kadının kendilerine uzattığı çok süslü mücevher kutusunu görünce,gözleri ışıldadı Osman
çavuşun.
90
-Git,kadının elindeki kutuyu al da gel..
Osman çavuşun yanındaki er,kadının kendilerine uzanmış,titreyen elleri arasındaki kutuyu
hoyratça çekip aldı ve Osman çavuşun yanına geldi,kutuyu açtı.Đçi,altınlar ve değerli süs
eşyalarıyla doluydu.Osman çavuş gülümsedi.Osman çavuşun gülümsediğini gören yerli rum
karı koca de dudaklarının uçlarıyla gülümsediler.Yunanlı er,hiçbir devinimde
bulunmuyordu.Tüfeğini atmış,ellerini başının üzerinde bağlamıştı.Esirdi artık o.Uluslar arası
anlaşmaların güvencesi altındaydı.Olanları izliyordu yalnızca,bir savaş filmini izlercesine.
-Mülazım,esir alın,öldürmeyin demişti ama,bu kadar çok adam esir mi alınır bee..Ne
yapacağız;nerede barındırıp nasıl besleyeceğiz bu kadar adamı.
Osman çavuşun yanında dinelen er,yanıt verdi.
-Öldürelim onları,olsun bitsin Osman çavuş.
Osman çavuş,erin de kendisi gibi düşünmesine sevindi.Karşıt durumda;Rumların ve yunanlı
erin öldürülmesine karar vermekle emre karşı gelmiş duruma düşecekti.Başını ağrıtabilirdi
böyle bir durum.Hemen kararını pekleştirdi yanındaki erin.
-Öldürelim..
Er,elindeki tüfeği önce yunanlı ere yöneltti.Yunanlı er,korkuyla gözlerini yumdu yine.Osman
çavuş,bir kez daha ateş etmesine engel oldu erinin.Yunanlı er,ölümle yaşam arasında gidip
geliyordu.Bu ikinci olmuştu.Silah sesini duymayınca,yeniden umutla açtı gözlerini.
-Dur.. Bu pis keferelerin her birisine kurşun yakmak yazık olur.
Rum çocukları ağlamağa başlamışlardı.Rum kadını,diz çökmüş haç çıkarıyor;yarı rumca yarı
Türkçe sözcüklerle öldürülmemeleri için yalvarıyordu durmaksızın.
Er,Osman çavuşun ne yapmak istediğini anlamamıştı.Kendince değerlendirdi Osman çavuşun
önerisini ve vardığı kararı açıkladı.
-Süngüleyelim onları öyleyse..
Osman çavuş,bunun daha kolay olacağını anlamıştı ama,daha önceki deneyimlerini göstermek
istiyordu yanındaki ere.
-Dur,dur..Daha parlak bir fikrim var benim..Sen hele şunları karşımda birerle kola diz.En
önde yunanlı er,sonra çocuklar,en sonunda karı koca bulunsun.Yüzleri bana dönük olacak ve
iyice biri birlerine yapışmış olacaklar.
Asker,şaşkın şaşkın karşılarındekilere ilerlerken yanıtladı.
-Başüstüne çavuş.
Önce yunanlı eri getirdi Osman çavuşun karşısına dikti.Sonra,kız çocuğunu kolundan çekerek
anasından ayırdı ve yunanlı erin arkasına koydu.Sonra anasını,sonra oğlanı ve en sona de
kocayı koydu.Rum kızı sara nöbetine tutulmuş gibi titriyordu.Diğerleri de korkudan
yuvalarından fırlamış gözlerle Osman çavuşa bakıyorlardı.
Osman çavuş,çırağına seslenen yapıcı ustası gibi bağırdı.
-Olmadı,olmadı..Aralarında aralık bırakma..Hepsi biri birlerine iyice
yapışsınlar.Tıpkı,yapılardaki tuğlalar gibi.
Er,sıradakileri itekleyerek,bedenlerini biri birlerine iyice yapıştırdı.Küçükler
korkuyla,büyükler biraz da şaşırmış olarak yapılanları izliyor ve itilip kakılmağa uymağa
çabalıyorlardı.
Osman çavuş bağırdı:
-Tamam,oldu.Tam istediğim gibi..Şimdi kenara çekil..Çekil de olacakları izle.
Böyle dedi Osman çavuş ve yunanlı erin göğsü düzeyinde tuttuğu tüfeği aniden
ateşledi.Tüfekten çıkan kurşun,biri birine yapışmış gibi duran beş bedeni deldi ve sıranın
gerisindeki duvara çarptı ve düştü.
Bağırışarak,iskambil kağıtları gibi sağa,sola yıkıldı bedenler.Osman çavuş,kahkahalarla
gülüyordu.Yanındaki er ise,şaşkın yerde yatan bedenlere bakıyordu.
91
-Nasıl,beğendin mi?Đşte,kurşundan böyle tasarruf edilir savaşta..Çetecilik yapsaydın sen de
öğrenirdin bunu..Şimdi gel de,şu kutudakileri paylaşalım seninle..Haa,şunu da aklından
çıkarma sakın..Biz bu eve girmedik,kimseyi öldürmedik,hiç bir şey de almadık..Tamam mı?.
Hala,gördüklerinin etkisinden kurtulamamış olan er Osman çavuşa yaklaştı ve elindeki kutuyu
ona doğru uzatırken,bilinçsizce yanıtladı.
-Tamam Osman çavuş..
Yerde yatan beş gavur ölüsünün çevresi,hemen bir kan gölüyle kaplanmıştı.Yerde yayılan
kanlar,ayaklarına doğru geliyordu.Er,yere baktı ve ayaklarına gavur kanı bulaşmasın diye
sağa doğru bir adım attı.Osman çavuşun arakları,rum kanıyla çepeçevre kaplanmıştı.Bu
durumu,umursamıyordu Osman çavuş.Ayakları,kan görü içinde yürüyordu.Oysa;o,kapağını
açmış olduğu mücevher kutusunun içindeki altın ve küpelerin ve takıların,büyük kesimini
nasıl alacağını hesaplıyordu erin yüzüne bakıp.
Hasan;rastladığı kapıları tekmeleyerek,omuzlayarak,dipçikleyerek açıyor ve içerideki
Rumları,karşısına diziyordu.Kundak bebesi ve gebe Rum kadını arıyordu Hasan.Her şeyi
unutmuş;bu ikisini bulmak delice bir tutku durumuna dönüşmüştü.Kundakta bir rum bebesi ya
da gebe bir rum kadınını öldürürse,rahatlayacağını düşünüyordu.Başka türlü;o korkunç
anıların,o korkunç geçmişin etkisinden kurtulamayacakmış gibi geliyordu ona.
Şimdiye dek girdiği üç rum evinde aradıklarını bulamamış ve bu durumun yarattığı kızgınlık
nedeniyle,bu evlerdeki Rumları süngüleyerek,dipçikleyerek,kurşunlayarak öldürmüştü.
Eli,yüzü kan içinde kalmıştı.Yunan kanları tüfeğini boydan boya kaplamış;kanla boyanmış
tüfekli bir er yontusuna dönmüştü.
Kapının kilidini dipçikliyordu Hasan.Bir kez daha olanca gücüyle vurdu ve kilit açıldı.Kapıya
bir tekme vurup kendisini sağ yana attı.Đçeriden bir tüfek sesi duyuldu ve sokağın karşı
yanındaki duvarda bir oyuk açıldı.Kapıya yöneldi Hasan ve içeriye ateş etti.Kırk
yaşlarındaki,elindeki tüfeği kendisine doğrultmağa çalışan rumun,yere yıkılışını izledi.
Şimdi,ayakta duranları izliyordu Hasan.Öldürdüğü Rumun karısı,Hasan’ı
görünce,dayanamamış ve bayılmıştı.Kadının yanındaki genç Rum kadını bir çığlık attı.O da
korkmuştu Hasan’ın görünümünden.Rum kadınının yanındaki Rum genci,Ortodoks haçı
çıkardı.
-Ohh..Panayamu..Hristos…
O da korkmuştu Hasan’dan.
Hasan,genç rum kadınının kolları arasında bir kundak tuttuğunu görünce,önce
gülümsedi,sonra kesik kesik ve yavaş yavaş;daha sonra da kahkahalarla güldü.
Karşısındaki Rumların korkusu,bir kat daha artmıştı Hasan’ın kahkahaları nedeniyle.Rum
gencin bacakları titriyordu..Yere düşmemek için,sağ yanındaki merdivenin korkuluğuna
tutunuyordu.
Hasan,kahkahalarla güldü uzun uzun.Sonra,rahatladı ve gülmesini kesti.
-Sonunda aradığımı buldum..Tanrım,sana bin şükürler olsun.
Rum kadınına yaklaştı ve büyülenmiş gibi bakışlarla,sol elini uzatıp kundağı çekip aldı
kadının elinden.
Bu ana dek,soğukkanlı olmağa çabalayan rum kadını,bu kez paniğe kapıldı.Bebeğini geri
almak için,Hasan’a saldırdı.Tüfekli eliyle kadını itti Hasan.Genç kadın,anasının üzerine
düştü.Rum palikaryası o denli korkmuştu ki,karısının yardımına koşmayı düşünemiyordu.
Hasan;sol koluyla bedeni arasına sıkıştırmış olduğu kundakla birlikte rum palikaryasının
yanına gitti.Tüfeğinin süngüsüyle karnını dürttü adamın.
-Bak ülen gavurun oğlu, bak,ne yapacam şimdi..Đyi bak ama..Siz,aynısını kız kardaşımın
bebesine yapmıştınız.Şimdi ödeşme vakti..Onun için iyi bak..
Rum palikaryası,Hasan’ın kendisine söylediklerini anlıyor ama;Hasan’ın ne yapmak istediğini
anlamıyordu.Gülümsemeyi denedi bilinçsiz olarak.Hasan’ın daha çok tepesi attı bu kez:
92
-Gül bakalım,pis gavur..Gül bakalım..Hem de iyice bir gül..Bu,son gülüşün olacak..Benim
gibi olacaksın..Onun için,iyicene bir gül.
Sonra;kundaktaki bebeğin ağlaması dikkatini çekti Hasan’ın.Rum kadınının kucağından çekip
aldığından beri ağlıyordu bebek.Bu kez ona seslendi.
-Ağla,itin dölü,ağla..Ha şöylece,olanca gücünle ağla hem de..Benim kardaşımın bebesi de
ağlıyordu senin gibi..Onlar,ağladığına bile dikkat etmemişlerdi bebenin..Ağla,ağla..
Eski yerine gelip,bu arada ayılmış olan anasını da ayağa kaldırmış ve ona sarılıp ağlamağa
başlamış yunanlı kadınla kocasına seslendi.
-Bakın,şimdi yapacağıma iyi bakın..Korkmayın,sizleri öldürmicem..Ama,size öyle bişey
yapacam ki,ölmüşten beter olacaksınız..Soyunuz,sopunuz unutmaz gayri bunu..Tıpkı bizlere
yaptığınız gibi..Üstelik,sizler öç de alamazsınız gayri..Đçinizde taşıyacaksınız bugün olanların
acısını.Ölene dek unutmayacanız burada olanları..
Karşısındakiler umutlanmışlardı.Hasan’ın dediklerinden,bir tek öldürülmeyeceklerine dair
olanını algılamışlardı.Öldürülmeyeceklerini duymak,rahatlatmıştı onları.
Hasan,sol eliyle kundağı havaya fırlattı.Kundak,tavana doğru yükselirken içindeki bebek daha
çok bağırmağa başladı.Tavana dek yükseldi kundak..Odanın içindeki dört kişi;gözlerini
kundağa dikmişler,bakıyorlardı.Şimdi,aşağıya doğru inmeye başlamıştı kundak.Đçindeki
bebek,ağlamasını sürdürüyordu.Bebeğin sesi,odanın duvarlarında yankılanıyor ve odada bu
sesten başka hiçbir ses duyulmuyordu.
Kundağın düşüşünü izliyordu Hasan.Kardeşinin kundağının düşüşünü de böyle izlemişti.Başı
düzeyine geldiğinde,tüfeğinin süngüsünü ,kundağın altına uzattı Hasan.Kundak süngüye geçti
ve ayni anda bebeğin sesi kesildi.Kundak,kıpkırmızı oldu birden.
Bu ana dek,odada yalnızca bebeğin ağlaması duyulurken bu kez;Hasan’ın çılgın
kahkahalarıyla rum kadınının çığlıkları yükseldi.Rum kadını ağlıyor,ağlıyor ve kendisini
yerden yere atıyordu.O da çıldırmıştı besbelli..Rum kadınının bu durumunu gören Hasan;daha
yüksek sesle ve daha çılgınca gülüyordu.
-Ağla gavurun kızı,ağla…Ağla itin dölü.. Ben,ağlayamamıştım bile.
Sonra,ucunda kundak takılı tüfeğini rum palikaryasına uzattı.
-Al ülen,al itin dölü..Al da hayrını gör.
Merdiven başında olanları şaşkın bir biçimde izlemiş olan Rum delikanlısı,olanları
anlayamıyor ve Hasan’a boş gözlerle bakıyordu.Hasan’ın kendisine uzattığı tüfeğin
süngüsüne takılı olan kundağı görünce,olanları anladı ve birden Hasan’ın üzerine
saldırdı.Hasan,bir adım gerileyerek,tüfeğin dipçiğiyle adama vurdu ve adam yere düştü
kaldı.Süngüye takılmış olan kundak yere düşmüştü.Döndü,kadınlara baktı Hasan.Đkisi de
bayılmıştı bu kez.
-Daha bitmedi,daha yeni başlıyor her şey..Hele kendinize gelin,hele biraz zaman geçsin
aradan.Bu günden sonra yaşayacağınız günler,ölümü sizlere özletecek.
Evin kapısından çıkıp karşıdaki eve yöneldi Hasan.Orada da yoktu aradığı Hasan’ın..Bu kez
de,gebe bir yunanlı kadın arıyordu Hasan..
Mehmet efendi,ilk girdiği Rum evinde yaşlı bir Rumla yine yaşlı karısını buldu.Bir de yunanlı
bir asker vardı yanlarında.
“-Hay Allah..Bu yaşlı insanları nasıl öldürebilirim?.Neyse,bunlara rastladığım iyi oldu..Nasıl
olsa,öldürmemeğe kararlıydım”
Đçeriye girdiğinde,yunanlı er tüfeğini yere atmış;ellerini yukarı kaldırıp teslim olmuştu.Yaşlı
Ruma seslendi Mehmet efendi.
-Heyy çorbacı..Türkçe bilirsin her halde..
-Bilirim,bilirim..diye çabucak yanıtladı yaşlı Rum.Karısı;yaşlı Rumun koluna
sarılmış,korkuyla ona bakıyordu.
-Korkmayın,sizlere bir kötülük etmeyeceğim.Öldürmeyeceğim sizleri..
93
Tümcesini tamamlar tamamlamaz,yaşlı Rum koşarak yanına gelmiş ve kir ve pislik içindeki
ayaklarını öpmeğe başlamıştı.Mehmet efendi,alışkın olmadığı bu davranış nedeniyle tedirgin
olmuştu.Ne yapacağını,ne diyeceğini bilmiyordu.Bu arada,yaşlı Rum hem ayaklarını öpüyor
hem de dua ediyordu.
-Allah senden razı olsun bre türko..Allah razı olsun..
Durmamacasına konuşuyordu yaşlı Rum.Tüfeğini atıp teslim olmuş olan yunanlı er,şaşırmış
olarak ve biraz da iğrenerek yaşlı Ruma bakıyor ve yüzünü buruşturuyordu.Dayanamayıp
yunanca seslendi adam.
Yunanlı askerin söylediklerinden sonra yaşlı rum,Mehmet efendinin ayaklarını öpmeyi
bırakıp dizleri üzerinde doğruldu.Yunanlı asker hala Rumca bir şeyler söylüyor ve o
konuştukça,ayakları dibindeki Rumun yüz çizgileri değişiyor ve bedeni geriliyordu.
-Bana bak..Söyle şu palikaryaya yunanca konuşmasın..Canımı sıkarsa,öldürürüm onu.Sayıyla
vermediler ya sizi bana..
Yaşlı Rumun yanıtı,Mehmet efendiyi iyice şaşırttı.
-Öldürün efendim,öldürün onu..
Mehmet efendi,şaşkın şaşkın sordu yaşlı ruma:
-Neden bre çorbacı?..Neden öldüreyim onu?..
-Beni ilk fırsatta öldüreceğini söyledi…Şey..Yani,sizlere hakaret etti.”Pis Türkün önünde
eğildin,ayakları öptün..Bizler de sizler için savaşmıştık.En iyi arkadaşlarım,sizlerin rahat
yaşamanız için öldüler..Ya sen ne yapıyorsun,bu alçak düşmanımızın önünde yerlere
kapanıyorsun;ayaklarını öpüyorsun. ..Ama, bunun öcünü alacağım.Seni öldüreceğim ilk
fırsatta.”Đşte,böyle dedi..Tastamam böyle dedi.
Mehmet efendi,yunanlı ere baktı.Yüzünde,nefret çizgileri gördü.Yunanlı er;Mehmet
efendiden,yaşlı Rumdan ve belki de kendisinden nefret ediyordu.Ölüm korkusu yoktu
bakışlarında.Şu anda ölümden korkmuyordu.Mehmet efendi düşündü,yunanlı eri haklı buldu.
-Tabii, haklı bu adam çorbacı..Onlar,sizin için öldüler;sense benim ayaklarıma
kapanıyorsun.Ama,bizim hakkımızda ettiği sözler de yalanır yutulur şeyler değil yani..Onu
esir almayıp öldürsem de olur.Ha bir eksik,ha bir fazla ne çıkar.
Böyle diyerek,tüfeğini yunanlı ere çevirdi.Yunanlı er,öldürüleceğini anlamıştı.Yine Rumca
konuştu.Mehmet efendi,Rumcadan anlamıyordu ama;yunanlı erin dediklerinin hiç de iyi
şeyler olmadıklarını,konuşma biçiminden anlıyordu.
-O dediklerin sensin pis palikarya..Sen bunu kendin istedin.
Tüfeğini ateşledi Mehmet efendi.Yunanlıyı sol omzundan vurdu.Yunanlı er hala Rumca
konuşuyor ve belki de Mehmet efendiye küfür ediyordu.Mehmet efendi,yunanlının kendisine
sövdüğünü,yüz çizgilerinden ve başını arkasına çevirmiş rum kadınından anlıyordu.
-Yüz yıllar boyu öptünüz ayaklarımızın altını.Daha düne kadar,egemenliğimiz altında
yaşıyordunuz.Patrikleriniz,sultanlarımızın önünde baş eğdiler.Oğlanlarınız,kızlarınız odalık
olarak kullanıldı saraylarda ve evlerimizde.
Bu kez,sağ omzuna ateş etti yunanlı erin.Yaşlı kadın,olanları dehşet içinde izliyor ve kocasına
tiksinerek bakıyordu.Bu kez,o bağırdı kocasına Rumca.
-Kes sesini bre kokona..Yoksa,seni de öldürürüm.
Mehmet efendinin dediklerini anladı yaşlı Rum kadını.Yurtseverliği ve ulusçuluğu buraya
kadardı.Ölümden söz edilince bu,tüm bu tür duyguların son sınırı oluyordu.Rum kadını pıstı.
Yunanlı er,şimdi dizlerinin üzerine çökmüştü.Yine de konuşmağa çabalıyor;acıdan
bumburuşuk olmuş yüzünde dudaklarının zorlukla kıpırdadığı görülüyordu.
-Kalktınız taa Đzmir’e geldiniz.Ne arardınız buralarda?..Đnsanın insana yapmayacağı rezilliği
ve vahşiliği yaptınız Anadolu insanına..Temelde,sakin olan bir ulusu,çileden
çıkardınız..Delirttiniz.Kundak bebelerinden,dişleri dökülmüş yaşlılara dek herkesi canavarca
öldürdünüz.Hangimiz pisiz,hangimiz kirliyiz.Söyle pis palikarya,de bakalım..
94
Konuştukça,hınçlanıyordu Mehmet efendi.Tüfeğini son kez ateşledi.Alnı patlayan yunanlı
er,yüzükoyun düştü kaldı.Titremedi bile.
Rahatlamış olarak,yaşlı Rumlara döndü Mehmet efendi ve ikisine de,kirli,pasaklı bir sokak
köpeğine bakarcasına baktı.
-Haydin bakalım,düşün önüme de esir toplama alanına gidelim gayri.
Rumlar önde,Mehmet efendi arkalarında,mülazımın esir toplama yeri olarak belirttiği dere
yatağına doğru yürüdüler.Dere yatağına geldiklerinde,kimsecikler yoktu ortalıkta.
-Oturun bakalım şuraya.Bir yana da kıpırdayayım demeyin,yersiniz kurşunu.
Kendisi de yere bağdaş kurarak oturdu ve tüfeğini sol omzuna dayayıp başkalarının esir
getirmelerini beklemeğe başladı.
Bir süre sonra;bir başka er,iki yunanlı erle bir rum kadınını getirdi.Esirleri rum karı kocanın
yanına oturtup Mehmet efendinin yanına geldi.Birlikte beklemeğe başladılar.
Öğleye doğru,mülazım atını sürerek geldi ve onları görünce durdu.
-Sağ olun..Öyle anlaşılıyor ki,diğer arkadaşlar emrimi dinlemediler.Ama,sizler
dinlemişsiniz.Sağ olun.Mehmet efendi,sen esirlerin başında kal.Sen de Şevket efendi,Artık
ilçeye inmeyin..Bundan sonra,esir getirenler esirleri sizlere teslim edip yine ilçeye
insinler,anlaşıldı mı?.
Yorgun bir sesle yanıtladı Mehmet efendi.
-Anlaşıldı mülazım efendi,anlaşıldı.
Mülazım,atını ilçeye doğru sürüp uzaklaştı.
Osman çavuş ve yanındaki er yeni bir Rum evine girdiler.Đçeride yaşlı bir rum kokonasıyla
genç bir rum dilberi vardı.
-Sonunda bulduk aradıklarımızı be Rıza efendi..Bak,bunlar kadın işte..Başlarında erkekleri de
yok..Dipdiri,kanlı canlı Rum kadınları..Altı ayın susuzluğunu giderecez sonunda..
Gözlerini,Rum kızının açık gerdanına dikmiş olan er,Osman çavuşu yanıtlamadı.
-Hoş gelmişsiniz be aslanlarım..
Böyle diyerek,yanlarına gelmişti yaşlı Rum kadını.Kırk beş yaşlarında olmalıydı.Đşgal
sırasında,kızını yunanlı askerlere satarak rahatça geçinmişti.Şimdi,Türk askerleri girmişlerdi
ilçelerine.Ayni işi,Türk askerleriyle de yapabilirdi.Yılların verdiği bir rahatlık içindeydi
konuşması ve davranışları.
-Bak sen şu işe..Dilimizi de bilirler bunlar..Hem de su gibi..Gel bakalım kokona.Neler
konuştuğumuzu duydun değil mi?Umarım zorluk çıkarmazsın bize.
-Size zorluk çiraracayiz de ne yapacayiz be aslanım..Ben ve kızım,emrinize amedeyiz.
Kokona bel kırıp eğilirken,arkada duran kızını göstermişti.Bunu gören rum kızı da
gülümsemişti Osman çavuşa.Korkulu bir gülümsemeydi kızın yüzüne yayılan.
-Senden geçmiş kokona..Ama,üzülme..Senin de gönlünü yaparız evelallah..Değil mi Rıza
efendi?
Rıza adlı er,bu sesleniş üzerine,bakışlarını Rum dilberinin göğüslerinden Osman çavuşa
çevirdi.
-Haa..Ne dedin be Osman çavuş?
Osman çavuş,Rum kızına doğru yürürken sürdürdü konuşmasını:
-Kokonanın da gönlünü yaparız değil mi dedim..
Rıza efendi,anlamıştı payına yaşlı rum kadınının düştüğünü.Bir süre,canı sıkılmış olarak
durdu.Sonra,yaşlı kadına doğru yürüdü.
-Gel bakalım kokona..Gel de,seninle söndürelim biz de ateşimizi.
Yaşlı rum kadını,yosmaca kırıtışlarla yaklaştı ere.
Osman çavuş,rum dilberinin üzerindeki entariyi iki yana çekiştirerek yırttı ve Rıza efendiye
seslendi:
-Bak buraya Rıza efendi.Sen de bununla yattığını farz et.
Rıza efendi,o yana döndü ve korkudan geriye kaçmış,çırıl çıplak kalmış Rum kızını gördü.
95
-Haydi balım,al şimdi kokonanı da yandaki odaya geç.
Rıza efendi,kokonayı kolundan tutup sürüklercesine yandaki odaya götürdü.Kapıyı
kapatmadan,karyolaya yuvarlandılar.
Osman çavuş,kahkahalarla güldü ve çıplak Rum kızını kollarının arasına alıp olanca gücüyle
sıktı.Kız,acıyla inledi.Ayrıldı kızdan ve hızlı hızlı soyundu.Tekrar rum kızına
sarıldığında,rum kızı isterik kahkahalar atmağa başlamıştı.Yandaki odadan gelen yaşlı kadının
kahkahalarıyla genç kızın kahkahaları biri birine karışıyor ve askerleri daha da kudurtuyordu.
Đki Türk eri,önlerine on kişilik bir esir topluluğunu katmışlar;esir toplama yerine doğru
yürüyorlardı.Esirlerin içinde,dört yunanlı er vardı.Geriye kalanların hepsi yerli Rumlardı.
-Ülen bu adamları neden esir aldırırlar bilmem.
-Mülazım anlattı ya Ahmet.Her esir,bir türkün esirlikten kurtulmasına yarayacakmış.
-Ulen o denli çok esir vermemişizdir be..Yunan hep kaçtı önümüzden.Ne zaman esir alacak
ki?
-Önceden almışlardır be Ahmet.Đki yıldır savaşırız bu keferelerle.Elbette,bu arada ellerine
düşmüş ehli Müslüman da vardır.
Bu sırada,uzaktaki bir tarlada oyun oynamakta olan iki çocuk yanlarına geldiler.
-Đyi günler asker amcalar.
-Đyi günler be evlat..Ne yaparsınız buralarda?
Çocukların ikisi de sıskaydılar.Esmer yüzlerinde,gözleri iyice çukura kaçmış,çipilleşmişti.On
yaşlarındaydılar.
-Oyun oynuyoruz asker amca.
-Ne oyunu oynuyonuz bakalım?
-Savaş oyunu oynuyoz.
Asker acı acı güldü:
-Demek,savaş oyunu oynuyorsunuz..Bak,aklıma ne geldi küçük.Bu oyunu gerçekten de
oynamak ister misiniz?
Çocuklar,kuşkulu bir sevinçle sordular:
-Geçek savaş oyunu mu oynucaz?..Nasıl oynucaz asker amca?
Asker,önlerinde yürüyen esirleri gösterdi.
-Bu keferelerden birer tane vereceğim size.Onlar düşmanınız olacak..Sizler de onları
yakalamış olacaksınız.Onları,öldüreceksiniz.
Çocuklar, ”öldürme” sözcüğünü duyunca korktular ve duraladılar.
-Gerçekten mi öldürecez kefereyi?
-Tabii be yahu..Yoksa,nasıl gerçek savaş oyunu olur?
Bu sırada,diğer er konuşmaya karıştı.
-Ne diyon sen hemşerim..Şuncağaz çocuklara adam öldürtülür mü?
-Neden öldürmesinlermiş be yahu..Nasıl olsa,bu berbat dünyada bir gün onlar da
savaşmayacak mı?Dünya durdukça bu kefereler olacak ve tek durmayacaklar nasıl olsa.Onun
için,alışsınlar şimdiden kefere öldürmeğe.
-Bundan sonra,savaş mavaş olmaz gayri.
-Nereden bildin hemşerim?..Senin baban,babanın babası,onun babası savaşmamışlar mı?.Sen
savaşmıyor musun?.Bir gün onlar da savaşmak zorunda kalacaklar.Onun için öğrenmeliler
gavur öldürmeyi..Alışmalılar öldürmeğe..
Çocuklar,duydukları her “öldürme”sözcüğünden sonra,topluluktan biraz daha
uzaklaşıyorlardı.Son olarak konuşan er,bağırdı çocukların olduğu yöne.
-Buraya gelin bee,hey size diyom,buraya gelin..
Her iki çocuk da,iyice korkmuş olarak,ürkek adımlarla,seslenen erin yanına geldiler ve
birlikte yürümeyi sürdürdüler.
Çocuklara savaş oyunu oynatmayı düşüne er,bağırdı önde yürüyen esirlere.
-Durun bre kefereler..Durun derim size..
96
Önce,yerli rum esirler durdular.Yunanlı erler,söylenilenleri anlamamışlardı ve yürümeyi
sürdürüyorlardı.Yerli Rumlar,yunanlı askerlere Rumca seslendiler.Onlar da
durdular..Çocuklar da durmuşlardı.
-Bakın,beni iyi dinleyin..Şimdi size,birer kefere vereceğim..Onları burada,koyun boğazlar gibi
keseceksiniz.Korkmak yok,bu işi yapmanız gerek.Yarın,nasıl olsa,sizler de bu gavurlarla
savaşacaksınız..Şimdiden alışın onun için.Gavur öldürmeğe alışın..Sonra,bilirsiniz ki,gavur
öldürmek sevaptır.
Çocuklar;başlarını önlerine eğmişler,söylenenleri korku içinde dinliyorlar ve
konuşmuyorlardı.
Konuşan er;ekmek torbasından iki tane altın para çıkardı ve bunları çocuklara uzattı.
-Bakın,bunları görüyor musunuz?.Bunlar,altın para.Bir hafta sonra,bununla bir ev satın
alabilirsiniz burada.Dediğimi yaparsanız bunlar sizin olacak.
Çocuklar,bu kez söylenenlerle ilgilenmişler;başlarını yukarı kaldırmışlar;erin kendilerine
uzattığı Reşat altınlarına bakıyorlardı.Altının değerli bir şey olduğunu o yaşlarında
öğrenmişlerdi.Gözleri ışıyordu,altınların karşısında.
Er,yine elini ekmek torbasına uzattı ve içinden bir tayın çıkardı ve onu da çocuklara uzattı.
-Bu ekmeği de vercem sizlere..Ne dersiniz,gavurları kesecek misiniz?
Türkçe bilen Rumlar,konuşulanları korku içinde dinliyorlar;kurbanın kendilerinin olması için
içlerinden tanrılarına yakarıyorlardı.Yunanlı erler,anlamaz gözlerle çevrelerine bakıyorlar,ne
olup bittiğini sordukları yerli Rumlardan yanıt alamıyorlardı.
Sonunda,çocuklar razı oldular.Önce tayını,sonra altınları aldılar askerin elinden.Sonra
da,kendilerine uzatılan,üzerlerindeki kan hala kurumamış olan kasaturaları aldılar.
Esirlere dönen asker bağırdı:
-Herkes olduğu yere otursun ve hiç kıpırdamasın.
Söylenileni yaptı esirler.Son olarak,yunanlı erler,bulundukları yerlere oturdular.
Đki çocuk,ağır ağır esirlerin önünden geçtiler ve savaştan önceki işgal sırasında,Türklere kötü
davrandıklarını bildikleri sıska iki rumu seçtiler ve kasaturalarıyla gösterdiler.Asker bağırdı:
-Heyy,siz ikiniz..Kalkın bakalım..
Đki Rum,ayakları titreyerek güçlükle ayağa kalktılar.
-Onların yanındakiler..Sizler de kalkın,esirlerin kemer kayışlarından dört tanesini bellerinden
alın.
Diğer iki Rum da fırlayıp ayağa kalktılar ve önce kendi bellerindeki kemerleri çıkardılar,sonra
da yakınlarındaki başka iki esirin kemerlerini çıkardılar.
-Şimdi,sizden önce kalkmış olanlarla birlikte şu köprünün ayağına doğru yürüyün.Onları yere
yatırıp ellerini ve ayaklarını bağlayın.Hadisenize bee,durmayın.Yoksa yersiniz kurşunu.Hem
sıkı bağlayın elleri ve ayakları,çözülmesin.
Çocuklar,öylece ayakta dikilmiş,olanları anlamsız gözlerle izliyorlar ve hiçbir devinimde
bulunmuyorlardı;hiç ses çıkarmıyorlardı.
Biraz sonra iki yerli rum,elleri ve bacakları bağlı olarak ileride yerde yatmışlar,bağırışıp
duruyorlar ve erlerden acıma dileniyorlardı.
-Haydi bakalım,şimdi sıra sizin..Göreyim sizi,korkmak yok.Bunların,işgal sırasında yaptıkları
vahşeti düşünün ve acımayın onlara..Koyun boğazlar gibi,kesin onları..
Çocuklar,ere baktılar.Erin gözlerinde,çılgınlık belirtileri gördüler ve korku
içinde,ileride,yerde yatan bağlı esirlere doğru yürüdüler.
Birinci çocuk,tepinen rumun başını devinimsiz kılmağa çabaladı uzun süre,başaramadı.
-Saçlarından tutup geriye doğru kanırt.
Diye bağırdı er olduğu yerden.
Çocuk,söylenileni yaptı.O da,başını devinimsiz kılmak istiyordu artık gavurun.Canını
sıkmıştı,giriştiği bir işi başaramamak.Şimdi,başını devinimsiz kılmıştı gavurun.Diğer çocuk
da,öbür ruma ayni biçimde davrandı ve biri birlerine baktılar.
97
-Ha gayret..Gırtlağına sürt kasaturanın keskin yanını.
Birinci çocuk,gözlerini yumup elindeki kasaturayı rumun gırtlağına sürttü.Canhıraş bir feryat
duydu ve gözlerini açtı.Rumun kesilen gırtlağının yan tarafından,parmak kalınlığında kan
fışkırıyordu.Korktu çocuk ve elindeki kasaturayı yere fırlatıp attı ve olanca sesiyle
ağlayarak,grubun bulunduğu yönün ters yönüne koşmağa başladı.
Oyunu başlatmış olan er,kahkahalarla gülüyordu.Sonra,gülmesini kesti ve arkadaşının
yaptığını gördükten sonra,donup kalmış olan ikinci çocuğa seslendi.
-Ne duruyon ulen..Sen de doğra gavuru..Onlar,senin yaşındaki çocuğumu öldürdüler..Öldür
onu..Haydii..
Đkinci çocuk da gözlerini sımsıkı yumdu ve sağ elindeki süngüyü gavurun kulak altına soktu
çıkardı.Gavurun şah damarından fışkıran kan,çocuğun çıplak sol bacağına sıçradı ve dizinden
aşağısını kıpkırmızı yaptı.Bacağında sıcaklık duyan çocuk gözlerini açtı,önce kulak altından
oluk gibi kan boşlan Ruma,sonra kahkahalarla gülen ere baktı.Eğilip bacağındaki kanları
eliyle temizlemek istedi.Elinin kanlandığını görünce,kasaturayı yere atıp o da arkadaşının
kaçtığı yöne doğru koşmağa başladı.Er,hala çılgınca kahkahalarla gülüyordu.
Bu sırada,yunanlı erler oldukları yerden fırlamışlar;Türk erlerinin üzerine doğru
koşuyorlardı.Erler,tüfeklerini onlara doğrultup ateş ettiler.Đki yunanlı er,yere
kapaklandılar.Yeniden mermi sürdüler tüfeklerine ve Ahmet adındaki er bağırdı:
-Kim kıpırdarsa öldürürüz.
Yunanlı iki erin öldüğünü gören yerli Rumlar kıpırdamadılar.Kin bile duymuyorlardı türk
askerlerine.O denli uzaktılar yunanlılıktan ve insanlıktan.
Đleride,yerde uzanmış,elleri bağlı rum bedenleri,boğazlanmış tavuklar gibi çırpınıp duruyorlar
ve topluluğa dek ulaşan hırıltılı sesler çıkarıyorlardı.
Esirleri ayağa kaldırıp esir toplama yerine doğru yürüyüşü sürdürdüler iki türk eri.Gerçek
savaş oyunu oynatmış olan er,artık gülmüyordu.Yunanlılar,köylerini bastıklarında,kendi
köylüsünü doğratmışlardı ona.Şu ana dek,acısını benliğinde taşımıştı o lanetli günün ve
olayın.Ama,artık rahatlamıştı.Günahının kefaretini,çocuklar aracılığıyla ödemişti..Hem de iki
kez.
Hasan,bir Rum evinden çıkıp bir başkasına dalıyor ve önüne çıkan Rumları,orakla biçer
gibi,öldürüyordu.Yerli Rumların,azrailiydi sanki.Girdiği yerde,kimseler sağ kalmıyordu.
Đlçenin yollarında,kimsecikler görünmüyordu.Yalnızca,evden eve koşuşan Türk askerleri
vardı.Bir de,sığındıkları evlerden kaçmakla kurtulacaklarını umup son şanslarını deneyen ve
önüne çıkan ilk türk askeri tarafından vurulup bu son şansını da yitiren yunanlı askerler.
Hasan,her Rum evine girişinde,çevresine bakınıyor ve arıyordu.Bulamadıkça,kudurur gibi
oluyor ve ağzından tükürükler saçarak,anlamsız sözler haykırıyordu.Bu durumunu gören
Rumlar,ölmeden ölmüş gibi oluyorlardı.
Gözünün önünden,anasının hafif şişmiş karnı hiç gitmiyordu Hasan’ın.Bu şiş karnı ölüme
götürmüştü anasını.Sonra;düşünde gördüğü karnı dağ gibi şişen Rum kızını,sonra Đzmir
körfezinde görmüş olduğu karnı şişmiş Rum ölüleri geliyordu.Sarı efenin öldürdüğü Rum kızı
geliyordu gözlerinin önüne.Kızın,havada sallanan bacakları..Đlk kez,cinsel bir istek uyandıran
beyaz bacaklar.Giderek,cinselleşiyordu duygu ve düşünceleri.
Bu kez,usulcacık açtı Rum evinin kapısını.Sanki,köyündeki kendi damına giriyordu.O denli
rahat davrandı.
Đçeride,yukarıya doğru uzanan tahta basamaklı bir merdivenin alttan ikinci basamağına
oturmuş,ağlayan bir rum kızını gördü.Başka kimseler yoktu görünürlerde.Hasan çevresini
dinledi ve evde başka kimsenin olmadığını anladı.
Sokak kapısını kapatıp üç adımda,girişteki büyük odanın ortasına dek geldi.Kız,gözlerini
kaldırıp korkuyla Hasan’a baktı.
-Korkma gavurun kızı..Hele bi yol ayağa kalk da boyunu görelim.
98
Böyle diyerek,tüfekli eliyle ayağa kalkmasını işaret etti kıza.Kız bir süre durdu ve sonra iki
eliyle iki dizine dayanıp bedenini dikti.Ayağa kalkıp dineldi.Herhangi bir Rum kızıydı.Hiçbir
özelliği yoktu.Yalnız,karnı iyice şişmişti.Gebeydi Rum kızı.Hasan,kızın şiş karnını
görünce,büyülenmiş gibi karnına baktı kızın ve gülümsedi.
-Bak sen şu işe..Sonunda,buldum seni işte..
Hasan’ın gülümsemesi kıza da geçti.O da gülümsedi dudak uçlarıyla.Korkulu ve acılı bir
gülümsemeydi Rum kızının dudaklarında beliren.Yirmi yaşlarında olmalıydı.Kocasını,bu
savaşta yitirmişti.
Hasan,tüfeğini sağ yanına fırlatıp attı ve yavaş adımlarla kıza doğru yürümeğe başladı.Rum
kızı;Hasan’ın kan içindeki eline,yüzüne,giysilerine baktı ve paniğe kapılarak ağlamağa
başladı.Bir yandan da,korku içinde, adım adım basamakları çıkarak
geriliyordu.Hasan,yürümesini sürdürdü.
-Gel,gel bana güzelim..Besbelli sen de karnında bir yunanlı piçi taşıyorsun.Tıpkı anam
gibi..Ama,sen de Rumsun..O zaman,karnındaki piç sayılmaz..Ama,benim anamın karnındaki
yunan piçiydi.
O nedenle,utancından canına kıydı anam.
Hem merdivenleri çıkıyor;hem de durmadan konuşuyordu Hasan.Rum kızı,bazı kez
söylenilenleri anlamağa çalışarak ve gülümsemesini sürdürerek geri geri tırmanıyordu
basamakları.
Sonunda,merdiven bitti.Rum kızı,koşarak sağ yandaki odaya girdi ve arkasından,kapıyı
kilitledi.
Hasan;şimdi,hem delice gülüyor hem de durgun adımlarla merdivenleri çıkıyordu.Tepeden
tırnağa dek,cinsel duygularla yüklenmişti.Gözünün önünde,tepedeki fundalığın içinde,Rum
kızının üzerine abanmış Sarı efe görüntüsü vardı yalnızca..Bembeyaz bacaklar,havayı
tekmeliyorlardı.
Sonunda merdiven bitti ve kapının önüne geldi.Kapıyı açmak istedi,açamadı.Đçeriden
kilitlenmişti kapı.
Bir omuz vuruşuyla kapıyı ardına dayadı Hasan.Hasan’ın içeri girdiğini gören kız,geri geri
yatağa dek gitmiş;karyolanın kenarına kapaklanmış,ağlıyordu.
-Ağla gavurun kızı ağla..Anam da az mı yalvarmıştı sizin adamlarınıza..
Hızlı hızlı,üstündekileri ve pantolonunu çıkardı.Biraz sonra,çırıl çıplak kalmıştı.Rum
kızı,Hasan’ın neden kendisini öldürmediğini anlamak için,arkasına baktı.Hasan’ı gördü ve
Rumca konuşmağa başladı.
-Ne dediğini anlamıyom..Onun için,boşuna çeneni yorma..
Bu kez,Türkçe konuştu rum kızı:
-Yalvarırim sana..Donunmayazaksin bana..Bak,ben hamile..Olmaz hamile kadına..
-Bak hele sen..Demek Türkçe de bilirsin haa..
Böyle diyerek kucakladı Rum kızını ve boylu boyunca yatağa uzattı.Elini eteklerine uzatıp
elbisesini yukarı doğru sıyırdı kızın.Đç çamaşırı yoktu Rum kızının altında.Gördükleri,aklını
başından almağa yetti Hasan’ın.Rum kızının üzerine abandı Hasan.Kızın bacaklarına
baktı,şimdi tıpkı tepedeki kızınkiler gibi,havayı dövüyorlardı.Gülümsedi ve kızın göğüslerini
öpmeğe başladı.
Rum kızı,Hasan’ı göğüslerinden uzaklaştırmağa çabalıyor,ama,başaramıyordu.Bir yandan
da,tanrısından yardım diliyordu Rumca olarak.
-Ohh,hristos,panayamu.
Hasan,üç kez sahip oldu Rum kızına.Önceleri direnen,sonraları durgun duran Rum
kızı,sonuncu kezde Hasan’a uydu..Ne de olsa,o da aylardır erkeksizdi.
Đkisi de yorgun düştüler ve uyudular.Yatak,gerçek bir savaş alanına dönmüştü.
Đlk kez,Hasan uyandı ve yataktan çıkıp giyindi.Yıkanmak gereksinimi duyuyordu
ama,”vaktim yok” diye düşündü.Sonra,yorgun adımlarla aşağıya indi ve tüfeğini aldı.
99
“-Benden de çocuğu olur mu acaba”
Yine,karnı şiş anası geldi aklına.Onu öldürmeyi düşlemişti bir zamanlar.Anası,büyük bir
kadındı.Buna fırsat vermemiş ve kendi canına kendisi kıymıştı.Yukarıdaki Rum kızı da,bu
olanlardan sonra,kendisini öldürür müydü acaba?
Hasan’ın cinsel açlığı yatışmış;bu duygunun yerini olanca ağırlığıyla öldürme isteği almıştı.
“-Yukarıda yatanı öldürmeliyim.Karnındaki yunanlı piçini de.Anamı öldürdü bunlar..Ben de
onu öldürmeliyim..Ancak böyle almış olurum anamın öcünü.”
Hasan,yürüdü çıktı evden.Yürürken,yeniden yukarı çıktığını,süngüsünü kızın apış arasına
sokup yukarı çektiğini,hem rum kızını hem de bebesini öldürdüğünü düşünüyordu.
“-Yeter artık..Azraile döndüm neredeyse.Anamın,dedemin,kardaşımın,bebesinin öcünü aldım
yeter gayri..Bir de kadın kanıyla kirletmeyeyim ellerimi.”
Hasan,temi havayı derin bir nefesle ciğerlerine doldurdu ve gözlerini yumup nefesini
tuttu.Rahatlamış duyuyordu kendisini.Öcünü almış olmaktan ileri gelen bir rahatlık olduğunu
düşünüyordu.Oysa;cinsel boşalma rahatlatmıştı onu.
“-Artık insan öldürmeycem..Bundan sonra esir alır,esir toplama yerine götürürüm.”
Zorda kalırsa,öldürürdü o başka.Bunu düşünmek de rahatlatıyordu
Hasan’ı.Yaradılışında,insan öldürme eğilimleri yoktu onun.Ama,bu savaş zorlamıştı
onu.Ama,artık bitmişti savaş,her şeyden kurtulmuştu.
Üstü başı kan içinde bir başka Rum evine girdi.Bulduğu üç Rumu ve bir yunanlı askeri önüne
katıp esir toplama yerine doğru yürüdü.
Bir şeylerden,bir yükten kurtulmuş duyumsuyordu kendisini.
Osman çavuşla yanındaki er,akşam tekmilinde bulunmadılar.Dere yatağı,bir ana baba yeri
gibi kalabalıktı.Rum ve yunanlı esirleri ayrı ayrı grup yapmışlardı.Hepsi de
ağlaşıyorlardı.Türk askerleri;sessizliği sağlamak için bağırıp duruyorlardı.Mülazım
geldiğinde,akşam güneşi batmak üzereydi.Akşam tekmilini almak için bağırdı.
-Osman çavuş,heyy Osman çavuş.Esirlerin başında dört kişi kalsın.Diğer erleri topla.
Bir onbaşı mülazıma yaklaştı ve Osman çavuşla yanındaki erin dönmemiş olduklarını
söyledi.Mülazım,üzüntülü bir sesle,erleri tekmile onun hazırlamasını söyledi.Biraz
sonra,onbaşı erleri tekmil için hazırladı.
Sayı saydılar.Dört kişi noksandı.Osman çavuşla yanındaki erden başka,iki er daha
dönmemişlerdi,geri gelmemişlerdi.
-Ali onbaşı,Rıza onbaşı,Mehmet efendi,Mustafa efendi..Sizler,esirleri sıraya dizecek ve
üzerlerini arayacaksınız.Esirlerin üzerindeki silah,cephane,para ve değerli eşyayı ortaya
yığacaksınız. Geri kalan erler serbesttir.
Mehmet efendi,diğer üç kişiyle birlikte ortaya çıktı.Esirlerin olduğu yöne gittiler.Bir süre
sonra,esirleri dört sıra halinde dizmişlerdi.Sıraların arasında,üçer adımlık aralık
bırakmışlardı.Her birisi,bir sıranın başından başlayıp esirlerin üzerlerini aramağa başladılar.
Yarım saat sonra,Rumların ve yunanlıların üzerlerinin aranması bitmişti.Orta
yerde;para,saat,değerli taşlar ve mermilerden,kasaturalardan oluşan bir yığın
görülüyordu.Mülazım efendi cephaneyi bir torbaya diğerlerini başka bir torbaya doldurttu ve
torbaları,çadırına taşıttı.
-Kaç esir var Ali onbaşı.
-Seksen sekiz mülazım efendi.
-Ne dedin?..Seksen sekiz haa..Çabuk topla erleri..
Biraz sonra,iki nöbetçi er hariç,takımın tüm erleri mülazımın karşısında safta toplanmışlar
bekliyorlardı.
-Arkadaşlar,koskoca ilçeden sekse sekiz esir almışsınız.Ya başka Rumlar kaldı ilçede ya da
öldürdünüz rastladığınız Rumları..Savaş durumu bitti artık arkadaşlar..Önünüze çıkan
yunanlıyı ya da rumu öldürmemelisiniz.Ellerindeki türk askerlerinin kurtuluşu;bizim
100
toplayacağımız esirlerin sayısına bağlı.Size bir emir verilmişti,uymadınız bu emre..Bunun
cezasını çektireceğim hepinize..Allah cezanızı versin..
Erlerin kimisi başını önüne eğmiş,mülazımın söylediklerini duymak istemiyor;kimileri
mülazıma anlamsız gözlerle bakıyordu.Bir kesimi de,başını iki yana sallayıp”ya
sabır”çekiyordu.
Osman çavuş uyandığında,akşam iyice çökmüştü.Çevresine bakıp olanları anlamağa çalıştı ve
sonra,yanında çırılçıplak uzanmış rum kızının bedenini gördü.Canı tekrar çekti kızı
ama,akşamın olduğunu düşünerek kendisini tuttu.Dürttü Rum kızını ve uyandırdı.
-Kalk giyin bakalım.Seni alıp esirlerin yanına götüreceğim.Orada,emniyette
sayılırsınız.Burada kalırsanız,kasabadaki Türkler öldürür sizi. Yunanın bozulduğunu ve savaşı
Türklerin kazandığını öğrendiler artık.Kalk haydi,kalk da giyin.
Osman çavuş,çıplak olarak merdivenleri indi ve merdivenlerin arkasındaki kapıdan girip evin
banyosuna gitti ve soğuk suyla yıkandı.Sonra,merdiven başındaki giysilerini hızlı hızlı
giyindi.Tekrar yukarı çıktı.Rum kızı,yataktan çıkmış yeni giyiniyordu.
Bir yandan kızın giyinişini izliyor;bir yandan da düşünüyordu:
“-Ulen Osman..Kadından yana şanslısındır oldum olası..Şimdi de,bu güzeli
buldun.Yunanistana göndermek için elinden alınıncaya dek kullanırsın onu.Haydi,işin iş
yine.”
Kız giyinmesini bitirdi ve Osman çavuşun önünde,merdivenleri inmeğe başladı.Osman
çavuş,kütüklüklerini düzeltip merdivenlerden inerken,yanındaki erle yaşlı Rum kadınının
girdiği odaya bağırıyordu.
-Rıza efendi,heyy,Rıza efendi..Haydi bakalım,kokonaya doyduysan,hazırlan da kıtaya
dönelim gayri.
Odadan yanıt gelmiyordu.Osman çavuşun aklına,kötü düşünceler geldi.Kokona öldürmüş
müydü yoksa Rıza efendiyi?Acele odaya yürüdü ve içeri girdiğinde,gördüğü görünüm
karşısında,kahkahalarla gülmeğe başladı.Yanındaki Rum kızı da gülüyordu.
Yaşlı Rum kadını;Rıza efendinin üzerine bütün bedeniyle abanmış;öylece
uyuyorlardı.Kadının geri tarafı,altındaki Rıza efendiyi neredeyse bütünüyle örtmüştü.
Osman çavuş,yavaşca karyolaya yaklaştı ve yaşlı Rum kadınının kalçasına bir şaplak
yapıştırdı.Yaşlı Rum kadını,sıçrayarak uyandı.Uyku sersemi olarak,çevresine sersem sersem
bakındı.Sonra,toparlanıp karyolanın kenarına oturdu.
-Ne olursun aslanım..Canin saka yapmak istedi?
-Ha şunu bileydin kokona.Kalkın bakalım artık,kalkın da sizi esir kampına götürelim.
-Bizi de götürezeksin oraya?
-Vallahi,istersen kal kokona..Ama,bu gece, bu kentin insanları rahat bırakmazlar sizleri gayri.
-Eee,siz varsınız yaa..
-Bizler,kıtamıza dönüyoruz.Sonra,mahkemeye verirler bizi,bu gece kıtamıza dönmezsek.Bana
kalırsa,siz de bizimle gelin..Esirlerin arasında rahat edersiniz.Ben,gözetir kollarım sizi.Birşey
yapamazlar size korkmayın.
Rıza efendi de uyanmış;karyolanın ortasında çırılçıplak duruyor ve aptal aptal konuşulanları
dinliyordu.Osman çavuş,bağırdı ona:
-Kalksana ulan..Bak,akşam olmuş..Giyin de,arkadaşların yanına dönelim gayri.
Osman çavuşun kendisine bağırması üzerine,kendisini topladı Rıza efendi.
-Doğru söyledin be Osman çavuş..Bizi aramışlardır haa..Belki de,ölmüş bellerler. Öyle
düşünseler fena mı olur hani..En azından bir hafta burada yer içer,kadınlarla
yatardık.Ama,ölmemiş olduğumuz anlaşılırsa,kaçak işlemi yaparlar;cezalandırırlar bizi haa..
Osman çavuş,Rıza efendinin karyolanın yanında,yerde duran giysilerini aldı ve suratına
fırlattı.
-Ha şunu bileydin aslanım..Haydi,kalk da acele giyin bakalım.
101
,Rıza efendi,karyolanın üzerinde giyinmeğe başladı.Yaşlı Rum kadını da,giyinmek için
ayaklandı.
-Ne yapalim..Giyinelim bari..
Rum kadınları önde,Osman çavuşla Rıza efendi arkalarında,evden çıkıp esir toplama
noktasına doğru yürümeğe başladılar.Toplanma yerine geldiklerinde;arkadaşları hararetle
karşıladılar onları.Ölmüş olduklarını düşünmüşlerdi.Sağ görünce,sevindiler..
Hele,Osman çavuşun önünde yürüyen rum dilberini görünce,hepsinin aklı başından gitti.Kızın
orasına,burasına el atmağa başladılar.Osman çavuş,başlangıçta ses çıkarmadı bu
davranışlara.Ama,sonunda dayanamadı:
-Dokunmayın kıza ulan..Yanında biz varız,görmüyor musunuz?
Đki kadını,diğer esirlerin yanına götürüp bıraktılar ve geri döndüler.Rıza efendiyle Osman
çavuş,karavanadan kalandan akşam yemeklerini yiyip gündüzki serüvenlerini anlattılar biri
birlerine ve gülüştüler.Yat borusu çaldığında;Osman çavuşun aklına Rum kızı düştü
yeniden.Durmadan iki yanına dönüyor ve fakat uyuyamıyordu.Sonunda;uyuyamayacağını
anladı ve yattığı yerden kalkıp arkadaşlarının arasından geçti ve esirlerin olduğu yere geldi.
-Dur,kimsin sen?
-Yabancı değil,ben Osman çavuş.
-Haa..Sen misin Osman çavuş.
Nöbetçi,konuşacak birisini bulduğu için sevinmişti.Osman çavuşa doğru yürüdü.Bir
süre,konuşmadan durdular.Sonunda,Osman çavuş,istediğini nöbetçi ere anlattı.
-Bana bak hemşerim..Esirlerin içinde bir Rum kızı var.Hani,bu akşam beraberimde
getirdim.O,benim oynaşım oldu.Az izin ver de,alıp götüreyim onu.Sonra,yine geri getiririm.
Karşıda,ileride ve iki yanda gezinen nöbetçiler görünüyordu.Esirlerin olduğu yerden,çıt
çıkmıyordu.Kimisi uyumuş,kimileri uyuyamamış ve kollarını dizleri çevresinde
bağlamış,öylece duruyorlardı.Kimse,kaçmayı denemiyordu.Çünkü,kurtuluş yoktu.Yunanlılar
geri çekilmişler,onları Türklerin insafına bırakmışlardı.Yenilgi,o denli hızlı olmuştu ki,bu
durumda,esirlik en iyisiydi onlar için.Yaşamları,Türk askerlerinin güvencesi altındaydı hiç
değilse.
Nöbetçi,Osman çavuşu yanıtladı.
-Olmaz,Osman çavuş..
-Neden olmasın be hemşerim..
-Bunları bize sayıyla teslim ettiler biliyorsun.Eksilirlerse,sonra nöbetçilerin durumu nice olur
Osman çavuş?
-Tasalanma be hemşerim..En çok yarım saat sonra,geri getireceğim kızı.Hem,benim elimden
esir mi kaçabilirmiş..
-Eee..Orası hiç belli olmaz Osman çavuş.
Osman çavuş,nöbetçinin kızı almasına izin vermeyeceğini anlayınca;zayıf yanına yüklendi
son kozunu oynayarak:
-Bak hemşerim,eğer he dersen,ben işimi gördükten sonra,senin yerine nöbet tutarım.Sen de
gider,rum kızınla sen de oynaşırsın.Nasıl,buna da mı hayır diyeceksin?
Bu son sözler,son dayanma gücünü de yitirtti nöbetçiye.O da en az altı aydır,bir kadınla
yatmamıştı.Hatta,nöbeti başladığında,esir kadınların birisiyle yatmayı düşünmüş;ama,nöbeti
bırakmadan bu işi yapmanın yolunu bulamamıştı.Osman çavuşun önerisine dört elle sarıldı.
-Sahi mi diyon Osman çavuş?..Gerçekten de,nöbetimi tutuvecen mi ben karıyla oynaşırken?
-Tabii sahi diyorum hemşerim..Ne dersin,oldu mu haa?
Nöbetçi,”oldu oldu”der gibisine başını salladı aşağı yukarı.Osman çavuş,nöbetçinin yanından
geçip esirlerin arasına daldı ve alçak sesle Rum kızını çağırdı:
-Eleni,Eleni..
Biraz sonra,esirlerin arasından kalkan Rum kızı ona doğru geldi.Osman çavuş,kızı koltuk
altlarından tutup sürüklercesine,ilerideki fundalıklara götürdü.Gecenin karanlığında yittiler.
102
Nöbetçi er,sık sık Osman çavuşla rum kızının gecede yittikleri noktaya bakıyor ve savaşa
gelmeden önce,karısıyla geçirmiş oldukları ateşli sevişme gecelerini anımsıyordu.Sinirli
sinirli dolaşıyor;yabancı ulustan bir kadınla yatmanın daha da tatlı olacağını düşünerek daha
da heyecanlanıyordu.
Bir saat kadar sonra;Osman çavuş,yanındaki Rum kızıyla nöbetçi erin yanına
geldiğinde,tüfeğini Osman çavuşa uzattı ve Rum kızını geri geri sürükleyerek,ilerideki
fundalıklara götürdü.Rum kızı “neden bu adama engel olmuyorsun” dercesine
bakarken,Osman çavuş kıza gülümsüyordu.Kız gitmemek için direndi ama,nöbetçinin
kendisini fundalıklara götürmesine,orada yere yıkmasına ve üzerine abanmasına engel
olmadı.Başlangıçta direndi ama,sonunda vazgeçti.Ne fark ederdi.Yaşaması için,bunu
istiyorlardı ondan.O da,yaşamak istiyordu.Direnmesinin anlamı yoktu.
Osman çavuş;hem nöbetçi erin kıza sahip olmasını izliyor;hem de ileri geri gezinerek,nöbet
tutuyordu.Rum kızının isterik çığlıkları kulaklarına dek ulaşıyor;benliğinde yeniden sevişme
isteği uyandırıyordu.
Nöbetçi,uzun süre sevişti Rum kızıyla.Sonra;yorgunluktan yürüyemez durumdaki Rum
kızıyla Osman çavuşun yanına geldiler.Osman çavuş,tüfeğini nöbetçiye verdi ve yanlarından
geçip esirlerin arasına yürüyen rum kızını kolundan tuttu.Yine,fundalığa götürmek istiyordu
rum kızını.Ama,Rum kızı direndi bu kez.Osman çavuşa,yorgunluktan kısılmış ,yalvaran
gözleriyle baktı Rum kızı.Uyuyacaktı,yorulmuştu artık.
“-Neyse,bunun yarını da var.”diye düşündü Osman çavuş.
Kızı,esirlerin arasındaki boş bir alana bıraktı.Kız yere uzanır uzanmaz,derin bire uykuya
daldı.Aradan çok az süre geçmişti ki;sol göğsünü okşayan bir el uzandı Rum kızına.Kız,eli
tutup itti.Biraz sonra,bu kez,iki göğsüne de iki el uzandı.Yeniden,duygulanıyordu
kız.Gözlerini açıp baktı.Bir yunanlı erdi bu kez üzerine abanan.Gülümsedi ere.Er,boynunu ve
ensesini okşuyordu şimdi.
-Đyi nöbetler hemşerim.
-Sağ ol Osman çavuş..Sana da iyi uykular.
Osman çavuş,sarsak ve yorgun adımlarla uyuyan arkadaşlarının yanına geldi ve çıplak
toprağın üzerine uzanıp uyudu.
Sabah tekmili alınmadan önce,esirler sayıldı.Bir kişi noksandı.Rum kızıydı olmayan.Osman
çavuş,esirlerin gece yattığı yere doğru gitti koşarak.Rum kızı uyuyordu hala.
“-Hay Allah..Akşam,amma da yormuşuz kızı.Hala uyuyor.”
Uzandığı yerde,öylece yatıyordu rum kızı.Osman çavuş,uyanması için seslendi.Uyanmadı
kız.Sonra,dürttü kızı,kız yine uyanmadı.O zaman anladı Osman çavuş.Ölmüştü kız.Akşam
yaptıklarını esirler görmüşler ve kızı cezalandırmışlardı.Hışımla,esirlerin yanına döndü
Osman çavuş.
-Kim öldürdü ülen o kızı?..Kim öldürdü,söyleyin,yoksa hepinizi öldürürüm.
Esir yunanlı askerler,Osman çavuşun yüzüne bakıp gülümsüyorlardı.Öldürülmeyeceklerini
biliyorlardı.
Sabah uyandıklarında,kapkaranlık bir gök bulmuşlardı tepelerinde.Yağmur,yağdı
yağacaktı.Sabah kahvaltılarını yapmışlar;tekmil için mülazımın karşısında
toplanmışlardı.Mülazım tekmili almış;yeni emirler veriyor;erler,başlarını göğe
çevirmişler,mülazımı dinliyorlardı.
-Son bir kez daha gireceğiz ilçeye arkadaşlar.Sekiz kişi,esirlerin başında kalacak;geri kalanlar
ilçeye inip sağ kalmış rumları ve yunanlı askerleri arayacak ve bulduklarını buraya
getirecek.Öğlene dek sürecek bu harekat.Bu kez,emirler kesindir.Öldürmek yok,esir
alacaksınız.Anlaşıldı mı?Emirlere karşı gelenleri tespit edersem,Đzmir’e döndüğümüzde,harp
divanına vereceğim.
Erler;”sen ne dersen de,biz yine bildiğimizi okuruz mülazım efendi”der gibi bakıyorlardı
mülazımlarının yüzüne.
103
Mülazım,erlerin arasından sekiz kişiyi ayırıp bunları esirlerin başına yolladı.Esirlerin başında
olan erler,arkadaşlarının yanına geldiler ve mülazımın emirlerini
beklediler.Mülazım,konuşmasını bitirmişti.
-Haydin bakalım,görev başına.
Mülazım,atına binip ilçeye doğru uzaklaşırken,erler de dağınık bir biçimde ilçeye doğru
yürümeğe başladılar.
Esirlerin başından gelmiş olan Mehmet efendi,görevin ne olduğunu bilmiyordu.Hasan’a
sordu:
-Ne yapacakmışız kentte be Hasan?
Dümdüz bir sesle yanıtladı Hasan Mehmet efendiyi:
-Sağ kalmışları arayacaz.Bulduklarımızı,alıp buraya getirecez..Öğleden sonra da Đzmir’e
dönmek üzere yola çıkacaz.
-Ha,ha..Đyi..Anlaşıldı..Demek bizim için savaş bitiyor gayri..
Kentin girişine geldiklerinde,birer ikişer kentin sokaklarına dağıldılar.Sokaklar;rum ve
yunanlı asker ölüleriyle doluydu.Beyni akmış,karnı parçalanmış,göğsünden vurulmuş
ölülerle.Yavaş yavaş kokmağa başlamıştı bedenler.
Rum mahallelerindeki evleri dolaşmağa başladıklarında;ilçenin Türk halkından olanlara
rastladılar.Onlar da,Rum evlerini dolaşıyorlar;birinden çıkıp öbürüne giriyorlardı.Kimisi
yağmacılık yapıyor ve elleri ev eşyalarıyla dolu olarak askerlere rastlayınca,askerlerin
kendilerine engel olmasından ve ellerindekileri almalarından korkarak,kaçarcasına
uzaklaşıyorlardı.Kimisi;hala öldürmek için Rum arıyordu.Sivil halkın yağmacılık
yapması;bunu düşünmeyen askerlerin içinde de yağmacılık düşüncesinin doğmasına yol
açıyordu.
Osman çavuş,Rum mahallesinde ilerlerken:
“-Ülen Osman çavuş..Ne kısmetli adamsın sen be..Bugün de dört ayak üstüne düştün
hadi..Bak bakalım,ne toplarsan kar bu evlerden.”
diye düşünüyor ve hızla bir evden çıkıp diğerlerine giriyor ve yunanlı ya da Rumdan çok;altın
ve değerli eşya arıyordu.
Mehmet efendi;ciddi ciddi sağ kalmış yunanlı ya da Rum arıyor;bu yolla esirlikten kurtulacak
Türkleri düşünüp gururlanıyor ve ev yağmalamayı aklının köşesinden bile geçirmiyordu.
Son girdiği evde,yaşlı bir Rum bulmuştu.Adamı önüne katmış evden çıkarken,karşıdaki evden
yaşlı bir Türk kadınının fırlayıp çıktığını gördü.Şalvarlı,başı örtülü kadın,elinde ekmek bıçağı
olduğu halde yanlarına geldi ve Rumun önüne dikildi.Önünde bedenine uzanmış
bıçak,arkasında tüfek bulunan Rum,nasıl davranacağına karar veremeden,Mehmet efendiye
çevirdi başını.Kadın,elindeki ekmek bıçağını,yaşlı Rumun bağrına soktu çıkardı.Yaşlı
Rum,bağırarak göğsünü tuttu.Kadın,bu kez karnına soktu çıkardı ekmek bıçağını.Rum,bu
kez,karnını tuttu.Rumun,göğsüyle karnı kıpkırmızı kesildi.Ağzını açtı,yeniden bağırmak
için.Ama,açık kalan ağzından ses çıkmadı bu kez.
Olanlar,o denli çabuk olmuştu ki;Mehmet efendi,engel olmayı bile düşünememişti.Rumun
yere devrildiğini görünce,önce şaşırdı,sonra kadına kızdı.En sonunda duruldu.
Kadın,yerde yatan yaşlı Rumun başına bir tekme savurdu:
-Sonunda geberdin ya pis gavur..
Mehmet efendi,engel olamadığı kızgın bir sesle sordu kadına.
-Hayrola hatun?..Neden yaptın bunu?..
Derin derin soluklanıyordu kadın.Solukları düzelene kadar yanıtlamadı Mehmet efendiyi.
-Neden mi yaptım?..Bu herifi görüyor musun sen?..Yunanlılar buradayken,daha düne kadar
bir canavar kesilmişti bu namussuz.Bu ırz düşmanı.Bakma sen onun yaşlı olduğuna..Namuslu
Türk kadınlarına,yapmadığını komadı.Sonunda,benim kızıma da saldırdı itin dölü..Oğlum
da,bu pis gavuru bi güzel dövdü.
Ağlamağa başlamıştı kadın.Biraz sonra duruldu ve öyküsünü sürdürdü:
104
Bu kefere,oğlumu yunanlılara gammazladı.”Bu adam,Kemal’in adamıdır”dedi.Bir gece
yunanlı askerler geldiler evimize ve oğlumla kızımı alıp götürdüler.Bir daha da,ne oğlumu ne
de kızımı görebildim.Öldüler mi,yaşıyorlar mı bilmiyom.
Bu günü dört gözle bekliyordum.Türk askeri gelecek,bu pis kefereden öcümü alacaktım.Dün
gelen askerler,evinde bulamadılar bu kefereyi.Kaçtığını düşünerek,dün gece sabaha dek
uyumadım.
Bugün,sen gelip onu evinin dışına çıkarınca,bayağı sevindim.Öldüresin istiyordum
onu.Ama,baktım,sen,türk askeri onu öldürmüyorsun.Önüne katmış,götürüyorsun.Deli gibi
oldum.
Bu adam yaşadıkça;bu adamın yaşadığını bildikçe bu dünya bana haram olurdu.Öldürdüm
onu.Senin yapmadığın işi ben yaptım.Bağrımdaki taş kalktı artık..Şimdi rahatladım.
Mehmet efendi,yıllardır ayni sözcükleri kullanmanın rahatlığı içinde:
-Kusura bakma bacım..Yaranı deştim.
Dedi.Kadın,yine ağlamağa başladı ve sonra kollarını göğe kaldırıp bağırdı:
-Sizi öldürdülerse.artık rahat uyuyabilin gittiğiniz yerde kuzularım..
Geldiği gibi,koşarak evine geri döndü ve kapıyı açıp evine girdi.
Mehmet efendi,rum ölüsüne bakakaldı.
Osman çavuş,cepleri ve ekmek torbası altın ve değerli taşlarla dolu olarak
dolaşıyordu.Güçlükle yürüyebiliyordu bu nedenle.Son girdiği evin kıyısını,köşesini
araştırırken;evin alt katının dip taraflarından bir gürültü duydu.
Aşağıya indi ve bir bodrum kapısı araştırmağa başladı.Sonunda,buldu kapıyı ve
tekmeledi.Ama,kırılmadı kapı kilidi ve kapı açılmadı.Omuzladı,yine açamadı.Kapının
içeriden sürgülenmiş olduğunu ve sürgünün sağlam olduğunu anladı.Geri çekilerek,kapının
sürgü yeri olarak düşündüğü bölümüme iki el ateş etti.Tekrar omuzladığında,kapı açıldı.
Bodrum karanlıktı.Önce,hiç kimseyi göremedi içeride.Gözleri karanlığa alışınca,dip
tarafta,şişman bir karaltının kıpırdadığını gördü.
-Ellerini kaldır ve dışarı çık.Sana bir kötülük yapmıcam.
Karaltının devindiğini görünce;geri geri yürüyerek kapıdan dışarı çıktı.Biraz sonra da,şişman
bir rum çıktı bodrumdan ellerini havaya kaldırmış olarak.Gülümsüyordu Osman çavuşa.
Adamın,gülümsüyor olması,canını sıktı.
-Bre niye gülümsersin be kefere..Açıkta bişey mi gördün yoksa?
Osman çavuşun bağırmasına karşın,gülümsemesini kesmedi rum.Hatta,daha çok gülümsedi ve
Osman çavuşu yanıtlamadı..
Osman çavuş,adamı öldürmeyi düşündü.Sonra,mülazımın gözüne girmek için,şişman rumu
diğer esirlerin yanına götürmeğe karar verdi.
-Haydi bakalım,düş önüme de gidelim.
Rum,söylenileni anladı ve kapıya yöneldi,dışarı çıktılar.
-Beni nereye götürezeksin?
Hem yürüyorlar,hem konuşuyorlardı.Rum,kırk yıllık dostuyla işinden evine dönerken
laflarmışcasına rahat konuşuyordu Osman çavuşla.
-Diğer esirlerin yanına götürüyorum seni.
-Ne yapazaklar bizi orada..Öldürezeksiniz?
-Esir Türklerle değiştireceklermiş sizi kefere.Hem biliyor musun,kiloya vururlarsa,senin
karşılığında üç türk esirini geri vermeliler.
Bu kez,Osman çavuş güldü.Osman çavuşun güldüğünü gören rum,yeniden gülümsedi.Biraz
rahatlamış;biraz da sevinçli olarak sürdürdü konuşmasını.
-Demek,öldürmeyezeksiniz bizi?
Osman çavuş,konuşmayı kesmek istiyordu.Ters ters yanıtladı rumu.
-Orasını büyükler bilir gayri çorbacı..Bakarsın,seni öldürürler.
105
Rum,ürktü bu sözlerden.Osman çavuşun şakacı konuşması rahatlatmıştı onu.Ama,şimdi de
ölümden söz ediyordu Osman çavuş.Türkler gibi konuştu.
-Aman,Allah korusun..
Osman çavuş,ummadığı bir biçimde konuşan Rumun sözlerine kahkahayla güldü.
Şimdi,bir köprüden geçiyorlardı.Altlarında,yer yer su birikintili bir kuru dere vardı.Hafiften
bir yağmur başlamıştı.Yaz yağmuru gibi,ince ince yağıyordu.
Köprünün bitiminde,esir Rumun yaşlarında bir Türk dikildi karşılarına.Gözleri hınç
doluydu.Bir ayağı topaldı.
Osman çavuşa seslendi kırgın ve kızgın bir sesle:
-Hayrola çavuş?
-Sağ ol hemşerim.Bu kefereyi esir kampına götürürüm.
Adam,Osman çavuşun önünde,kendisine korku dolu gözlerle bakan Rumu öldürmek
istercesine bakıp aynı ses tonuyla yeniden sordu:
-Ne yapacaklar orada bu pis köpeği?
-Türk esirlerle değiştireceklermiş ileride.
Adam,hırsla iki kolunu Ruma doğru uzatarak bağırdı:
-Nee..Yani,bu herif yaşayacak mı?.Çevresine şeytanlık salmayı sürdürecek mi?.
Bize ettikleri yanına kar mı kalacak?.Olmaz öyle şey…Çavuş,nolur bu kefereyi bana bırak
.Bu iti,iki gündür arıyom.Düne kadar,yapmadığını komadı bize.Ne köpekliğimiz kaldı,ne
namussuzluğumuz..Đnsanlıktan çıkardı bizi.
Şimdi,esirlerin toplandığı yerden geliyom.Bu allahsızı aradım orada da
ama,bulamamıştım.Ver şunu bana çavuş..Ver de,yaptıklarını fitil fitil burnundan getireyim.
Đki gündür kentte olanlar,sivil halkı da etkilemiş;onlarda da,öç alma duygusu öldürme isteğine
dönüşmüştü. Bunda,Türk askerlerinin ilçeye gelmiş olmasının payı büyüktü.Topal adam
da,ayni duygularla,bu Rumu öldürmek istiyordu.Ama,Osman çavuşun da görev severliği
tutmuştu işte.
-Olmaz hemşerim..Bu herifi sağ ve salim,esirlerin olduğu yere götürmem gerek.Haydi
çorbacı,biz yola devam edelim.
Rum,Osman çavuşa dönmüş,dua ediyordu.
-Allah senden razi olsun,Allah ne müradin varsa versin be çavuş.
Adam,iki bacağını ve kollarını iki yanına açıp gitmelerine engel oldu.
-Dur çavuş,gitme..Nolur bu adamı bana bırak..
Elini,poturunun cebine sokup,dün gece bir Rum evinden almış olduğu bir beşibiryerde çıkardı
ve çavuşa uzattı.
-Al,bu senin olsun.Gerçi,bu kefere bir para etmez ama..Al bunu ve bu adamla süngünü bana
ver.
Altınlar,Osman çavuşun gözlerini kamaştırmıştı..Uzanıp adamın elinden koparırcasına aldı
beşibiryerdeyi.Sonra,hiç bir şey söylemeden,süngüsünü çıkarıp adama uzattı.
Rum ,donup kalmış ve kendisi üzerinden yapılan bu pazarlığı korku ve şaşkınlıkla izliyordu.
Öleceğini anlayınca,yine Osman çavuşa döndü ve yalvarmağa başladı:
-Yözünü seveyim çavuş..Öldürtme beni..Beni bu adama teslim etme..Öldürezeksen,sen
kendin öldür.Yalvarırım sana çavuş..
Topal adam,süngüyü Rumun karın boşluğuna dayayıp bağırdı:
-Yürü,pis gavur..Yürü köpek..Köprünün altına doğru yürü.
Đteleye iteleye,köprünün altına indirdi Rumu topal adam.Rum,hala kendisini kurtarması için
yalvarıyordu Osman çavuşa.Osman çavuş,köprünün korkuluğuna yaslanmış;olanları
izliyordu.
Köprünün altına geldiklerinde;elindeki süngüyü Rumun karın boşluğuna soktu çıkardı topal
adam.Şişman Rum,o yanını iki eliyle tutarak dizlerinin üzerine çöktü..Sonra,omuzlarından
iterek,sırt üstü yatırdı Rumu.Rum,yattığı yerde,acıyla kıvranıyordu.Topal adam,soğukkanlı
106
olarak,baş ucuna geçti Rumun ve önce sağ,sonra da sol kulağını kesti.Kulakları
kesilirken,danalar gibi bağırıyordu Rum.
-Bağır allahsız gavur,bağır..
Şimdi,kasaturayı adamın boynunun altına dayamış;koyun boğazlar gibi,boynunu kesiyordu
Rumun.Kesilmiş tavuk gibi;Rumun bedeni sağa sola kıpırdadı ve ayaklarıyla debelendi bir
süre.Sonra,devinimsiz kaldı Rum.Rumun bedeninden ve boğazından akan kanlar;köprü
altında bir kan gölü oluşturmuştu.
Topal adam,aksaya aksaya köprünün üzerine çıktı.Büyük bir yükten kurtulmuş gibi,derin
derin nefes alıyordu.Hiç sesini çıkarmadan süngüsünü Osman çavuşa verdi ve hızını arttırmış
olan yağmur altında,gezintiye çıkmış birisi gibi yavaş adımlarla kente doğru yürüdü.
Osman çavuş,köprüden aşağı indi ve süngüsünü su birikintisinde yıkayıp kınına koydu.Tekrar
yukarı çıkıp hızlı hızlı,toplanma yerine doğru yürüdü..
Öğleye dek,ilçedeki kalan tüm Rumları toplayıp esir toplama yerine getirdiler.Đki yüzden fazla
rum ve yunanlı askerlerden oluşan esir toplanmıştı.Öğle yemeğini ağaçların altında yediler ve
sonra,esirleri aralarına alıp yağmur altında,Đzmir’e doğru yürüyüşe geçtiler.
Esirler yorgun ve açlık nedeniyle bitkindiler.Güçlükle yürüyorlardı.Arada tökezleyenler,yere
düşenler oluyordu.Özellikle,yunanlı esir erler,düşenlerin koluna giriyor ve yürüyüşü
sürdürüyorlardı.
Akşama dek durmadan yürüdüler.Akşam yemeğini yediler ve uyumadan önce,savaşın
bittiğinden;köylerine,kentlerine döndüklerinde yaşayacakları mutlu günlerden söz
ettiler.Yağmur dinmiş;iliklere işleyen bir soğuk çıkmıştı.Askerler;yaşlı bir zeytin ağacının
altında yakmış oldukları ateşin çevresinde toplanmışlardı.Đleride;mülazımın çadırı
görünüyordu.
Osman çavuş,bir aralık, mola yerinden uzaklaştı.Gereksinimi olan herkes yapıyordu bunu.Bu
nedenle,kimsenin dikkatini çekmedi gitmesi.
Arkadaşlarından iyice uzaklaştıktan ve arkasından kimsenin gelmemiş olduğu kanısına
ulaştıktan sonra;çevrede ,sonradan kolayca arayıp bulabileceği bir yer aradı ve buldu.Yola
yakın bostanlardan birisinde bir kuyu vardı.Kuyunun yanına gitti Osman çavuş ve kuyunun
ağzına örülmüş yuvarlak duvarın yola bakan yanının dibini kazdı.Cebindeki ve ekmek
torbasındaki altınları ve değerli taşları,açtığı çukura gömüp,çukurun üzerini,çukuru açarken
çıkan toprakla örttü ve arkadaşlarının yanına döndü.
Savaştan sonra gelip alacaktı altınlarını.Bunu düşünüp mutlu bir uykuya daldı.
Ertesi gün,sabahtan akşama dek yürüyerek Đzmir’e geldiler.Diğer ilçelerden getirilen ve
Đzmir’de kurtuluş sırasında alınmış esirleri n hepsini Sarıkışla’da toplamışlardı.Onların
birliğini de;Sarıkışla’nın güvenliğiyle görevlendirmişlerdi.Onlar için savaş,kesin olarak
bitmişti artık.
H A S A N Ç O C U K N Ö B E T T E
Hasan,Sarıkışla’da nöbet tutuyordu.Savaş bitmişti artık.Ateş kesilmişti tüm cephelerde.Türk
askeri,Đstanbul’a da girmişti.Barış antlaşmasına hazırlanıyordu Ankara hükümeti.
Hasan nöbet tutuyordu..Evet,savaş bitmişti artık..Bunu,tininin en derin yerlerinde
duyuyordu.Çocukken,ökseye yakalanmış sığırcıklar ya da serçeler bulur ve salıvermek için
avuçlarına alırdı kuşları..Avuçlarının içinde kuş olduğunu,gözleriyle kavrardı ancak.O denli
hafif olurdu kuşlar.Đşte,bulutlu ve soğuk bir kış gecesinde;denizin kışlanın alçak duvarlarına
vuran sesini dinleyerek nöbet yerinde gezinirken;bu denli hafiflemiş duyuyordu kendisini.
Bir aralık durdu ve başını,az yıldızlı göğe kaldırdı.
“-Böyle bir gecede başlamıştı her şey.Anamla,dedemle,kardaşımla köylüce mutlu bir biçimde
sürdürdüğüm yaşamım,böyle bir gecede değişmişti.Dağlara,tepelere düşmüş;insan
öldürmüştüm.Ben,bunları yapacak adam mıydım?..Delirmiştim
107
besbelli..Yok,yok..Ben,durduk yerde delirmedim..Delirtmişlerdi beni gavurlar..Bana
kalsaydı,bunların hiç biri olmazdı.Ama,hepimiz bir yelin elinde oyuncağız işte..Gavurlar
da,biz de..Bir oyana bir bu yana sallanıp gidiyoruz…Harman savruğundaki samanlar gibi.”
Yine yürümeğe koyuldu Hasan.Durunca,üşüdüğünü duyumsuyordu Hasan.Dinç adımlarla
yere basıyor ve ayağındaki kalın postalların toprak yerde çıkardıkları sesleri dinliyordu.
“-O kötü seslerden,o kötü düşlerden kurtuldum gayri..Bir bakıma iyi oldu savaşa
katılmam,gavur öldürmem..Yoksa,gerçekten de delirir,köyün delisi olurdum..Y da insanca
yaşama gücümü yitirirdim..Köylülerimin eğlencesi olurdum..Başı öne eğik dolaşan,ölene dek
böyle dolaşan bir Hasan..Yok,yok..Dayanamazdım buna..Ama,kim bilir..Belki de alışırdım..”
Đlerideki nöbetçileri değiştirmeğe başlamışlardı.Gecenin içinde açılıp kapanan tüfek
mekanizmaları sesleri ve alçak sesle konuşmalar,ona dek geliyordu.
“-Eee..Bu nöbeti de bitirdik..Đnşallah,askerlik de biter yakında..Çeker,köyüme giderim.Đyi
ama,köyümde ne yapacağım ki?..Ne ev kalmıştır,ne de tarla..Adamm sen de..Gencim nasıl
olsa..Her bir şeyi yeniden kurarım.”
Bulunduğu yere doğru yaklaşan birisi tüfekli iki karaltı seçti gecenin
karanlığında.Bağırarak,durdurdu gelenleri.Parolayı sordu ve yanıt aldıktan sonra;gelenlerin
yaklaşmasını bekledi.
Mehmet efendiyle Osman çavuştu gelenler.Hasan,nöbeti Mehmet efendiye devretti.
Mehmet efendi,konuşmak istiyordu onlarla.Aşağı yukarı,bir yıldır birlikteydiler.Birlikte
askerlik yapmışlar;birlikte düşman öldürmüşler;birlikte acı çekmişlerdi.Bir alın yazısı
bağlılığı görülüyordu aralarında.Ortaya konuştu:
-Neyse,gözümüz aydın olsun..Bu savaşı da,sağ ve salim atlattık.Hem de burnumuz bile
kanamadan.Kurtulduk artık.
Hasan,biran önce gidip uyumayı düşünüyordu.Yine de:
-Öyle Mehmet efendi,kurtulduk.
deyip geçiştirmedi.O da sürdürmek istiyordu konuşmayı:
-Neden kurtulduk be Mehmet efendi?
-Birçok şeyden kurtulduk be Hasan..Önce,işgalden kurtulduk,Öldürülen insanlar,akan
kanlar,göğüsleri doğranan genç kızlar,yıkılan evler,köyler,kentler;ırzına geçilen çocuk
denecek yaştaki genç kızlar yok artık..Hepsi gerilerde kaldı..Kötü savaş günlerinde...Kişilerin
en önemli özelliklerinden biri de,unutkan olmaları..Bak,daha şimdiden herkes,daha bir ay
önce yaşanmış olanları unuttu..Para kanmağa;zengin olmağa bakıyorlar.Sen ne dersin Osman
çavuş..Kurtulduk değil mi?
Osman çavuş;soğuk kış gecesinde;sıcak,içi saman dolu asker yatağında yatmak varken;burada
dinelip laflamak niyetinde değildi.Kısaca yanıtladı Mehmet efendiyi..
-Ben daha kurtulmadım Mehmet efendi..
Mehmet efendi,bu yanıtı beklemiyordu.
-Ne demek istiyorsun Osman çavuş?
Osman çavuş,ayaklarının uçlarına bakarak yanıtladı:
-Ben tezkereyi alıp sivil hayata dönünce kurtulacağım.Siz,o zaman görün bakalım Osman
çavuşu.
Başını yukarı kaldırdı Mehmet efendiye bakmak için.Gözlerinde altın ve para ışıltıları gidip
gidip geliyordu Osman çavuşun.
Savaş sırasında;Osman çavuşu yakından izlemişti Mehmet efendi..Şimdi;kendisinin de
Osman çavuş gibi,savaş sonrasını düşünmemiş olmasına hayıflanıyor;bununla birlikte,istese
de Osman çavuş gibi davranamayacağını düşünüyordu.
Haklıydı Osman çavuş.O,daha kurtulmamıştı..Belki de,ölene dek..Ama;bütün bu aklından
geçenleri söyleyemezdi Osman çavuşa..O,kişileri gözler,yanlışlarını bilir;ama,kimseye söz
etmezdi bildikleriyle,gördükleriyle ilgili olarak..Sustu.
108
Oysa;Hasan,Osman çavuşun savaş sırasındaki davranışlarını hiçbir zaman uygun bulmamış ve
fakat kendi derdine düşmüş olduğundan;bu konulara dokunmamıştı.Ama,şimdi sırasıydı artık.
-Doğru Osman çavuş..Sen daha kurtulmuş sayılmazsın..Savaş sırasında bile yaptığın
soygunları hep duyduk ve de gördük.Doğru,sen ancak o paraları kullanmağa başladığında
kurtulmuş olcaksın..Oysa;bizler daha şimdiden kurtulmuş olduk.Đçimizi kavuran öç alma
duygusundan kurtulduk.Köylümüz içinde,başımız önümüze eğik dolaşmaktan
kurtulduk…Toprağımızı;gavuru beslemek için işlemekten kurtulduk.
Herkes;bir şeylerden kurtulmuştu bu savaşta..Bir ulus için olduğu kadar;teker teker tüm
kişiler için de kurtuluştu bu savaş..Bazı kez;bir kurtuluş yoluydu savaş..Ama,kötü bir kurtuluş
yoluydu.
Mehmet efendi,dua edercesine içten gelen bir sesle:
T-anrı bir kez daha savaş göstermesin bizlere ve ulusumuza..
Hasan ve Osman çavuş;yüksek sesle “amin”dediler.Hasan,sürdürdü konuşmayı:
-Savaşı,babamdan dinlediydim savaşa gelmeden önce..Köylülerin,savaşa katılmış olmasından
dolayı babama gösterdikleri itibarı gördüydüm..Çocuk aklımla,sevmiştim ben savaşı..
Babamın,savaşta aldığı bir yara nedeniyle ölmüş olması;bana o denli acı gelmemişti bu
nedenle.Ben de;babam gibi savaşmak,savaşta yaralanmak,hatta ölmek istiyordum.Nasıl olsa
ölmicem mi?..Savaş nedeniyle öleyim daha iyi..Böyle düşünüyordum.
O türlü bir ölümle ölünce;kişioğlu,ölmemiş gibi geliyordu bana.
Ne zaman savaş sözcüğü geçse;babamın adı da savaş sözcüğüyle birlikte,saygıyla
anımsanırdı.
Oysa;savaş sırasında değil ama;bu kışlaya geldikten sonra;yaşamın ve ölümün anlamını çok
iyi anladım.Bu nedenle de;bir kez daha,bir başka savaşa katılmak istemem..Zorda kalırsak
başka doğal olarak..
Yaşamanın ne büyük bir nimet olduğunu iyice öğrendim gayri..Öldürdüğüm kişilerin
yüzlerinde gördüğüm o son bakışlardan öğrendim bunu.
Bu kez,Mehmet efendi başladı konuşmaya:
-Evim ve dükkanım gözümde tütmeğe başladı Osman çavuş..Bir gün gelip görmenizi
isterdim..Kısmet olursa;tezkereden sonra gelin..Ağırlarım sizi..Sen de Hasan..
Osman çavuş yanıtlamadı Mehmet efendiyi.Hasan yanıtladı:
-Olur Mehmet efendi..Gelir,bulurum seni..
Gülümsedi.
-Zaten;oturduğun evin yerini,içini;çalıştığın dükkanı ezbere biliyom gari..O denli çok anlattın
ki…Elimle koymuş gibi bulurum seni,gelirsem.
Osman çavuş,Hasan’ı dürttü.
-Haydi,gidelim de uyuyalım gayri Hasan.
-Gidelim Osman çavuş.
Hasan;Mehmet efendiye sevecenlik dolu bir bakışla baktı ve gülümsedi.
--Đyi nöbetler Mehmet efendi..
Osman çavuş;halkevi balkonunda oturmuş;atların üzerinde,efe giysileriyle geçenleri
alkışlıyordu kocaman elleriyle.Çevresindekiler de,alkışlıyorlardı.Arada bir,göğsündeki Đstiklal
Madalyası’na bakıyordu Osman çavuş..O kurtarmıştı bu ulusu ve vatanı.
Halkevinin biraz ilerisindeki bir börekçi dükkanının saçağının altına sığınmış olan Mehmet
efendi;hafif hafif yağan yağmur altında,Kuvayı Milliyeciler gibi giyinmiş,kendi yaşlarındaki
adamların,yürüyerek geçişlerini izliyordu.Sonra Bombacı Halil çavuş,Kara Fatma geçtiler
halkın çılgınca alkışları arasında..Mehmet efendi de onların arasına katılmak,onlarla birlikte
askerce yürümek,eski günlerine dönmek itiyordu.Bastonuna yaslanmış,gözleri yaşlanmıştı.
Hasan,soldaki öküzü dürttü üvendireyle..Öküzler,kuvvetle asıldılar
karasabanı..Aaa,olmuyordu..Gitti,karasabanın ucunu temizledi Hasan..Bir taşa denk gelmişti
109
..Elleriyle taşın çevresini temizleyip taşı topraktan çıkardı ve götürüp tarlasının kenarına
bıraktı Hasan..Tekrar karasabanın başına geçip öküzlere bağırdı..
-Hoo Sarıkız,hoooo…
Kurtulmuşlar mıydı acaba?
S O N
.
-
110
111

Benzer belgeler