Avni Arbaş - Türk Resmi
Transkript
Avni Arbaş - Türk Resmi
RESİMLE BÜTÜNLEŞEN BİR HAYAT AVNİ ARBAŞ 1919 da İstanbul'da doğan Avni Arbaş'ın resimle ilişkisi çocukluk günlerine, babası, Kuvâyi Milliye subaylarından süvari albayı Mehmet Nuri Bey'in çalışma odasında gördüğü suluboyalara ve yine babasıyla başladığı ilk resim alıştırmalarına kadar uzanıyor. Sanatçı bu süreci ' Kendimi bildim bileli, resimle iç içeyim, hayatımın hiçbir dönemimde "ne yapmalıyım?", "ne olmalıyım?" gibi bir düşüncem ve endişem olmadı' sözleriyle açıklıyor. 1946 yılında Galatasaray'dan mezun olup, kazandığı bursla Fransa'ya giden sanatçı, aynı dönemde yaşamlarını Paris'te sürdüren ressamlarımız Fikret Mualla, Abidin Dino, Nejad Devrim, Mübin Orhon ile birlikte "L'Ecole de Paris" sanatçıları arasında anıldı. 1951'den bu yana İstanbul, New York, Paris, Ohio gibi sanat merkezlerinde kişisel sergiler gerçekleştiren Avni Arbaş, yaşamının 30 yılını Paris'te geçirdi ve 1977'de Türkiye'ye döndü. 1970 ve 80'lerde ağırlıklı olarak "Mustafa Kemal" portrelerinin yanı sıra, "İstanbul" ve "Boğaz" konulu yapıtlar üreten Avni Arbaş, yaşamını Foça'da sürdürüyor. Sanatçının yapıtları İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Ankara Resim ve Heykel Müzesi, Musee de Picasso (Antibes), Amman Güzel Sanatlar Müzesi gibi kurumların yanı sıra, Türkiye, Fransa, İtalya, İsviçre ve ABD'deki özel koleksiyonlarda bulunuyor. Sanatçı, 60 yılı aşkın sanat yaşamını bir cümle ile özetliyor: "Kendime hiç ihanet etmedim!" Kendi resminin peşinde Avni Arbaş ilk kez gerçek bir resimle, bir kartpostalda tanıştı. Turner’in bir resmiydi bu. 1928’in Üsküdarı’nda bir kırtasiyeciye hangi rüzgâr atmıştı bu kartpostalı? Yaşamın şaşırtıcı rastlantılarından biri olsa gerek. Avni Arbaş, kalem ve defteriyle birlikte aldığı bu avuç içi büyüklüğündeki karta günlerce bakıp durdu. Daha sonra Galatasaray Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarında, yavaş yavaş yeteneğini keşfetmeye başlayacak, çok geçmeden de yaşamında tutacağı tek bir yol olduğunun bilincine varacaktır; ressam olmak... O yıllarda Fındıklı’daki Güzel Sanatlar Akademisi’nin orta bölümü vardır. Arbaş, Galatasaray Lisesi’ndeki öğrenimini yarıda bırakıp buraya kaydını yaptırır. Ama hayatındaki ilk resim hocası babasıdır; Kuvayi Milliye subaylarından Albay Mehmet Nuri Bey. “Babamı hep resim yaparken, kendimi de onun yanında boyalarla oynarken hatırlıyorum. Yani kendimi bildiğimden beri sürekli resim yaptım ben. Beni resme babam teşvik etti. Bana hep ‘Sen ressam olacaksın’ derdi.” Yıl: 1937; Akademi’nin kapısından içeri adımını attığı andan itibaren, el değmemiş ak tuvaller, terebentin, bezir kokuları ve samur fırçaların içinde bulur kendini. Bu onun düşlediği dünyadır; resmin büyülü dünyası... Yıllar sonra “Resim sanatının kuralları olduğunu ben Leopold Levy’den öğrendim “ diyeceği hocasıyla yakın bir ilişki kuracaktır o yıllarda. 1946 yılına kadar kalacağı akademi yıllarında çeşitli sergilere (başta Liman Sergisi olmak üzere) katılır. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in çabalarıyla düzenlenen CHP’nin yurt gezilerine seçilen ressamlardan biri de genç Avni Arbaş’tır. İlk kez o yılların yoksul Anadolu’sunun acı yüzüyle tanışır. Kendine ihanet etmedi Ve büyük savaş bitmiştir. Avni Arbaş akademiden diplomasını bile almadan, Fransız hükümetinin verdiği bir bursla kapağı Paris’e atar. Avni’nin 30 yıl sürecek Fransa serüveni başlamıştır. O yıllarda tüm dünya ressamlarının Kâbe’si olan bu kent, savaştan yeni çıkmış olmasına karşın, sanat alanında olağanüstü bir canlılık, arayış ve yenilikler içindedir. Tüm değerlerin sorgulandığı ve soyut resmin kayıtsız şartsız egemenliğini ilan ettiği böyle bir ortamda, Avni bu yeni akımlara kayıtsız kalmasa da, tuttuğu yolun yönünü değiştirmez. Arbaş aynı dönemde yaşamlarını Paris’te sürdüren Fikret Mualla, Abidin Dino, Nejad Devrim ve Mübin Orhon ile birlikte “L’Ecole de Paris” sanatçıları arasında anılacaktır. Paris’teki ilk sergisinde yer alan resimlerin çoğunluğunun Mahmut Makal’ın, ‘Bizim Köy’ adlı eserinden esinlenerek yaptığı Anadolu’dan insan manzaraları olması, her gittiği yere kendi gerçeğini götürdüğünün kanıtıdır. Yıllar sonra (1977)’de, uzak düştüğü kentine, İstanbul’a “kavuştuğunda”, uzaktan da olsa ilk göz ağrısı Turner’ı anımsatan sisli deniz manzaraları resmeder. Avni Arbaş’ın, Fransa resimleriyle Türkiye resimleri arasında, ne konular, ne resim dili açısından uçurumlar vardır. O gün, o saatte, orda olan ressamın fırçasından çıkmış manzaralardır bunlar. “Ben bildiğimi resmederim” diyen ustanın resimlerinde hiçbir öykü, metafor ya da simgeyle karşılaşılmaz. Ressam renklerle, biçimlerle yaratacağı etkiden başka bir şey düşünmemiştir. Onu ilgilendiren, yalnızca resminin gerçekliğidir. AVNİ ARBAŞ "Neden resim yapıyorum? Kendi hissettiklerimi anlatmak için...Başkalarının söylediklerini yaparsam kendi resmimi yapmamış olurum. Geleceğin veya geçmişin değil kendi resmimin peşindeyim ben" Ferit Edgü, resme başladığı yıllardaki çizgisini geliştirerek bugüne kadar getiren ve bu süreçte moda olan akımlara kendini kaptırmayan Avni Arbaş'ı kitapta şöyle anlatıyor: "O, kendinden önce varolan resmin dilini kullanarak, o resim dili içinde kendi sesini, dilini ve kişiliğini aramıştır.Bu nedenle Avni'nin yaklaşık yarım yüzyıllık sanatında iniş çıkışlarla karşılaşmıyoruz. Nerede olursa olsun hep aynı resmi yapıyor. Avni gibi sanatçılar, kendinde bir geçmiş ve o geçmiş içindeki sanatçılardan bazılarını seçer yol gösterici olarak. Onlara öykünmek için değil, onlarla bir göbek bağı olduğunu sezdiği için böyledir bu.."Modern resmin ustaları arasında Avni Arbaş'a en yakın sanatçının Picasso olduğunu belirten Edgü, 'resim, benden daha güçlü, ne isterse yaptırıyor bana" diyen Picasso'nun tam tersine, Arbaş'ın "resme söz geçirmeye çalıştığını" söylüyor. Sanatçının, öğrencilik döneminden yıllar sonra gerçekleştirdiği gerek desenlerinde, gerek yağlıboyalarında beli bir ustalığın izlerini taşıdığını ekleyen Edgü, Arbaş'ın sanat çizgisini ise şöyle değerlendiriyor: "...Bu resimlerde gördüğüm bir şey var ki, o, pek o kadar olağan değil. Avni'nin Türkiye'de, daha sonra Fransa'da, daha sonra yine Türkiye'de geçen, uzun sanat yaşamı boyunca, Akademi'deki gençlik yıllarında tuttuğu yoldan ayrılmamış olması. Kuşkusuz, aradan geçen yıllar boyunca hep aynı resmi yaptı demiyorum. Ama, her zaman, aynı anlayışta resimler yaptı, diyorum" .Arbaş ise, "Resim bir itiraftır" diyor ve ekliyor "Hayatın gayesi kendisi olmaktır insanın. Kalkıp başkası olmaya kalksam ne ifade eder bu... sanatçı kendini ifade eder resimlerinde." Eleştirmenler, Avni Arbaş'ı doğanın bir kopyacısı olmaktan kurtaranın, modeli yani doğayı kendi tuvalinde yeniden yaratması olarak yorumluyor. Ferit Edgü ise "Arbaş'ın yapıtlarında, sahte bir naiflik, folklara dayalı bir yerellik ve rastlantısal bir şiirsellik yok. Arbaş'ın resimlerinde insanlar var, dünya var...özellikle de atlar, hareket ve mücadele." diyor. AVNİ ARBAŞ’IN NAZIM HİKMET’İ KONU ALAN DESEN DİZİSİ Ressamın BU desenleri çizebilme fırsatını bulabildiği ana kadar uzaktan izlediği şairi nihayet karşısında – desen defteri ile kuşun kaleminin menzili içerisinde bulan – bir büyük desen ve portre ustasının heyecanını ve coşkusunu yansıttığı gibi , onun ilgisini çeken bir kimliği nasıl etüt ettiğini ve ileride gerçekleştireceği yapıtlarının ön çalışmalarını , kurgulama kararlarını verme yönteminin ip uçlarını da sezebilmemizi ve konularına da genelde nasıl yaklaştığını da algılayabilmemizi de sağlıyor. Desen Defteri Kapak 18 x 11 cm. Ressam Avni Arbaş anlatıyor: "Nazım'ı ilk gördüğümde 15 yaşındaydım. O dönemde, Galatarasay'da her sene fuar yapılırdı. Orada bir hoca vardı. Ressam. O da fuarda bir pano almış, bir şeyler yapıyor, ben de yardım ediyordum. Hava güneşliydi. Bahçedeydik, Yusuf Ziya da vardı. O zamanlarda o çevrede gazetelerin büroları vardı. O sırada beyazlar giymiş, uzun boylu, sarı hatta kızıl saçlı bir adam geldi. Hemen tanıdım. Daha önce resimlerini görmüştüm çünkü. Orada tanışmadık ama o onu ilk görüşümdü. Sonra aradan seneler geçti. Paris'teydim. 1958 senesiydi. Abidin Dino aradı. "Nazım geldi" dedi. "Yarın Montparnasse'da bir kafede bulaşacağız sen de gel". Eşimle birlikte gittik. Beni gördüğünde sanki uzun süredir görmediği bir dostuymuşum gibi kucaklaştık. O sırada eşim Henriette'i Nazım'la tanıştırırken ona başımızdan geçen bir olayı anlattım. Picasso ile tanıştığımızda Henriette "Dünyada en çok tanışmak istediğim iki kişi vardı biri sizsiniz (Picasso) biri de Charlie Chaplin demişti. Henriette bunu söyledikten sonra Picasso " Ve Nazım Hikmet" diye eklemişti. Bunu anlatınca Nazım, kalkıp Henriette'in elini öptü ve teşekkür etti. Nazım'a "Niye Henriette'e teşekkür ediyorsun" diye sorunca da " Beni düşündüğü için" diye cevap verdi. Ben Nazım'a onu düşünenin Henriette değil Picasso olduğunu söyleyince de epey gülmüştük. 1962 Kasımında Paris'te Avni Arbaş, Güzin Dino, Nâzım, Abidin Dino, Vera Tulyakova. 18 x 1 Portfolyo Kapak Karton / Ofset Baskı 30.2 x 21.7 cm. Mas Matbaacılık, Aralık 1990 500 Adet Basılmıştır. Desen, 17 Nisan 1961 Kağıt / Kurşunkalem 18 x 11 cm. Desen, 17 Nisan 1961 Kağıt / Kurşunkalem 18 x 11 cm. Desen, 17 Nisan 1961 Kağıt / Kurşunkalem 18 x 11 cm. Desen, 17 Nisan 1961 Kağıt / Kurşunkalem 18 x 11 cm. Desen, 17 Nisan 1961 Kağıt / Kurşunkalem 18 x 11 cm. Desen, 17 Nisan 1961 Kağıt / Kurşunkalem 18 x 11 cm. Desen, 17 Nisan 1961 Kağıt / Kurşunkalem 18 x 11 cm. Desen, 17 Nisan 1961 Kağıt / Kurşunkalem 15.1 x 11 cm. Desen, 1961 Kağıt / Kurşunkalem 15.1 x 11 cm. Desen, 1961 Kağıt / Kurşunkalem 15.1 x 11 cm. Desen, 1961 Kağıt / Tükenmez Kalem 15.1 x 11 cm. Desen, 1961 Kağıt / Tükenmez Kalem 15.1 x 11 cm. Desen, 1961 Kağıt / Tükenmez Kalem 15.1 x 11 cm. AVNİ ARBAŞ VE ATATÜRK PORTRELERİ Ailesiyle Aydın'da bulunurken 6 yaşındadır. Mustafa Kemal İzmir'e geldiğinde babasıyla birlikte karşılamaya gider. O zaman İzmir suikastı yapılmıştır. Babası "Bu bizim son şansımız, kıymetini bilelim" demiştir. Avni Arbaş o gün bugündür Mustafa Kemal portreleri yapmaktadır. Mustafa Kemal 65x50 cm 1987 Yağlıboya 116x81 cm. Yağlıboya Mustafa Kemal 50x40 1990 Yağlıboya Mustafa Kemal 91x71 1990 Yağlıboya Bazen küçük bir kız çocuğu, bazen Asmalımescit’in bir hamalı, ama her zaman at ve atlılar. Ressamların sevgilisi bu soylu hayvan, Avni’nin tuvalinde Nâzım Hikmet’in Kuva-i Milliye atlarına dönüşmüştür. Atlar onun yakasını da, fırçasını da bırakmadı. 1950’lerdeki Nâzım, 1970-80’lerdeki Mustafa Kemal portrelerine birer ‘Avni Arbaş klasiği’ denilebilir. Kimbilir belki de yaşamının sonuna değin sürdürecek bu resimlerini. Onunkisi yalnızca resme adanmış bir yaşam. Bu onun kendi yolu. Başa dön Mustafa Kemal ve Kuvayi Milliye Atlıları 92x81 1995 Yağlıboya Atlı Mustafa Kemal 72x54 1988 Yağlıboya Atlı 100x76 1986 Yağlıboya Atlı 35x48 2000 Yağlıboya Bu atlar Avni'nin atları Kuvayi Milliye Atları Kara yamçı altında ak sağrı dolgun Titrer burun kanatları Bu atlar Avni'nin atları" Atlı 1976 Suluboya Atlı 40x32 cm. 1996 Yağlıboya Kuvayi Milliye Atlıları 475x545 cm. 1995 Yağlıboya Atlılar 93x73 cm. 1990 Yağlıboya Kuvayi Milliye Atlıları 130x162 cm. 1973 Yağlıboya Atlı 37x41 1981 Yağlıboya At olmak güzel bir şeydir Bir vesile ile resimlerini çok beğendiğini öğrendiği Picasso ile tanıştığında önce heyecanlanmış Avni Arbaş, sonra içinden düşünmüş “O Picasso ise, ben de Avni Arbaş’ım. Ben hiç onu taklit etmedim ki”. Gelenekçi, muhafazakar bir ressam hiç değildi Arbaş, ama onun meselesi resmin kendisiyle olduğundan, başkalarına benzemekten, hazmetmediği bir akıma kapılmaktan da çekinirdi. Hastalığının son dönemlerine kadar ya İstanbul Asmalımescit’teki atölyesinde ya da Foça’daki evinde yedi, sekiz saat tuvalinin başında olurdu. Aksini, kendine ihanet olarak addediyordu çünkü usta... Bir anektodla bitirelim: Dostu Nazım Hikmet’in de gördüğünde “Avni’nin Atları” adlı şiirini yazdığı “Atlar” serisi bir panelde tartışılırken, “Bazen kendimi at gibi hissediyorum” demiş Avni Arbaş, panel yöneticisi can havliyle araya girmiş “Aman efendim, estağfurullah”. “Halbuki”, diyor “at olmak güzel bir şeydir”. Oturan Kadın 46x55 cm. 1997 PasteL Oturan Kadın (Zerrin Abraş) 65x54cm. 1944 -45 Yağlıboya Kırmızılı Kadın 1945 Yağlıboya Kız Çocuğu 67x46 cm. 1987 Guaj İki Çocuk 73x104 cm. 1972 Yağlıboya Deniz kıyısında kız çocuğu 1962 Kedili Çocuk 104x70 cm. 1990 Yağlıboya Flüt Çalan Çocuk 104x70 cm 1990 Yağlıboya Clochard 100x60 cm. 1975 Yağlıboya Clochard 112x75 cm. 1975 Yağlıboya Clochard 1975 Demirci 1975 Otoportre 63x48 cm. 1975 Pastel Zerrin Abraş Portresi 65x54 cm. 1944 Yağlıboya 1948 Suluboya Henriette’nin Portresi 70x50 cm 1954 Clochard 1976 Şapkalı Çıplak 92x73 cm. 1998 Yağlıboya Oturan Çıplak 1998 Yağlıboya Yol gösterici doğa Onun resimlerinin çıkış noktası heyecanlar, gözlemler, sevgiler, tutkular, başkaldırılar, özlemler... Resminin temelinde doğa vardır. Nerede yaşadıysa, oranın manzarasını, yani doğal görünümlerin, renklerini tuvalinde yansıtmıştır. Çoğu kez insanlarıyla birlikte. Sokaklar, kırlar, deniz kıyısındaki insanlar, balıkçılar. Natürmortlar; Çiçekler 1950’lerin ortalarından beri karşımıza çıkar. 23x27 cm. Yağlıboya 30x23 cm. Yağlıboya 54x32 cm Yağlıboya Vazoda çiçekler 100x71 cm. 1955 Yağlıboya Vazoda çiçekler 49x39 cm. 1980 Yağlıboya Vazoda çiçekler 73x50 cm. 1955 Yağlıboya Vazoda çiçekler 40x30 cm. 1979 Yağlıboya Vazoda çiçekler 1955 Yağlıboya Vazoda çiçekler 1993 Suluboya Çiçekler 100x50 cm. 1984 Yağlıboya Vazoda Çiçekler, 1956 Tual / Yağlıboya 90 x 64 cm. AVNİ ARBAŞ’IN VEFATINDAN SONRA HAKKINDA YAZILAN YAZILAR Ünlü ressam Avni Arbaş vefat etti. Ünlü ressam Avni Arbaş, bugün İzmir'in Foça İlçesi'ndeki evinde vefat etti. Yapılan açıklamada, uzun süredir kanser rahatsızlığı bulunan Avni Arbaş'ın (84) uyurken vefat ettiği bildirildi. Arbaş'ın cenazesinin yarın Foça'daki evinin önündeki yapılacak törenden sonra İstanbul'a götürüleceği ve 18 Ekim Cumartesi günü, Aşiyan Mezarlığı'nda toprağa verileceği kaydedildi. 1919 yılında İstanbul'da doğan ve resimle ilişkisi, çocukluğunda, babasıyla başladığı ilk alıştırmalara uzanan Arbaş, sanat yaşamının 30 yılını Fransa'da geçirdi. 1951'den bu yana İstanbul, New York, Paris ve Ohio gibi sanat merkezlerinde kişisel sergiler açan Arbaş, 1977'de Türkiye'ye döndü. Sanatçı, 1970 ve 1980'lerde ağırlıklı olarak ''Mustafa Kemal'' portreleriyle ''İstanbul'' ve ''Boğaz'' konulu yapıtlara imza attı. Ünlü sanatçının, manzara, natürmort, portre, insan manzaraları ve atlar gibi temaları işlediği 110'u aşkın eseri ve yaşamından önemli kesitleri yansıtan fotoğrafları bulunuyor. BU ATLAR AVNİ’NİN ATLARI Hatırlarsanız Atların, Kuvayi Milliye Atlıları'nın ressamı Avni Arbaş'ı yaşamının son yıllarını geçirdiği Foça'daki Atölye/evinde üç yıl önce yitirmiştik. 2003 yılı yaz başlarıydı sanıyorum. Bir gazete, satır aralarında geçen bir haberde Avni Arbaş'ın amansız hastalığa yakalandığından söz ediyordu. Piriç Han'daki atölyemde resim çalışırken, Foça'ya gidip bir şekilde kendisiyle tanışmayı, ona yakın olabilmeyi çok istemiştim. Ama, olmadı işte... Kısmet değilmiş. Oysa ki, 1978'de yitirdiğimiz ünlü ressam Orhan Peker'in izini sürebilmek, hayatına-kişiliğine dair bir iki kelime duyabilmek için İnebolu'nun yolunu tutmuştum. Atlar, her ikisinin de vazgeçemediği ortak konuydu. Öyle ki, Ferit Edgü'nün söylediği gibi "Avni'nin atları epik, Orhan'ınkiler ise lirik" idi. Dörtnala koşulmuş 84 yıllık (1919-2003) uzun soluklu hayatını tamamlamış, resimlerindeki o Kuvayi Milliye Atları'ndan birinin kanatları üzerinde sanat tarihimizdeki yerini almıştı. Sanki, Japonların ünlü ressamı Hokusai ustayı örnek almıştı. Çünkü, Hokusai 80 yaşında harika işler yapmış ve "...bir seksen daha yaşasam ne güzel şeyler yaparım" demişti. Avni Arbaş da Hokusai'e atfen "bu ressam bir seksen yıl daha yaşasa eminim yine aynı şeyleri söylerdi" diyerek resme ve yaşama olan bağlılığını dile getirmişti. Sanırım 2001 yılıydı. İstanbul'da İş Bankası Kuleler'indeki Kibele sanat galerisinde Avni Arbaş retrospektif* sergisi açılmıştı. Yine hayıflanıyordum İstanbul'da yaşamadığıma. Tesadüf bu ya, sergi bitmeden İstanbul'a görevli gitmiştim. İşlerimi aksatmayacak şekilde, yaklaşık 1,5 saatlik bir kaçamak yaparak Karaköy'den Levent'e koşuşturmuş ve nihayet Sergi salonuna kendimi atmıştım. Hangi yöne bakacağımı, nereden başlayacağımı şaşırmıştım. O anda, dünyanın en zengin insanı, en şanslı kişisi bendim. Çünkü, Zeynep Oral'ın söylediği gibi "Avni Arbaş:Resim ustası, çizgi, desen ustası, renklerin ustası, ışığın ve gölgenin ustası: öyle olmasa, onun portrelerine bakınca, resmettiği insanın görüntüsünden çok, gizli kişiliğini; manzaralarda bir coğrafyadan çok, bir tarihi ya da zamanı; Kuvayi Milliye Atları'na bakınca Kurtuluş Savaşı'nın destanını ve duygusunu, balıkçılarına bakarken balıkçıdan çok emeği; çocuk portrelerine bakınca coşkuyu, çiçeklerine bakınca umudu görebilir miydik..." "Bu atlar Avni'nin atları Kuvayi Milliye Atları Kara yamçı altında ak sağrı dolgun Titrer burun kanatları Bu atlar Avni'nin atları" Diye yazmıştı Nazım Hikmet, 1958'de Paris'te Arbaş'ın Kuvayi Milliye Atlarını gördükten hemen sonra. 1919'da İzmir'in işgal edildiği günlerde dünyaya gelmişti. Babası Kuvayi Milliye saflarında yer almış bir subaydı. İlk resim derslerini babasından almıştı. 1923'de Muğla'da çekilen bir fotoğrafta giydiği Kuvayi Milliye kalpağının getirdiği o ruhu hep taşımıştı. Galatasaray Lisesi'nde okumuş, 1937'de girdiği Akademi'de Leopold Levy'nin öğrencisi olmuştu. 1946'da Akademi'deki eğitimini yarıda bırakıp, kazandığı bursla Fransa'ya gitmiş ve adeta resim sanatının içerisine dalmıştı. Ancak, 37 yıl sürecek Fransa serüveninin başlangıcında eşini doğum sırasında kaybetmiş ve kızına eşinin adını vermişti. İlk sergisini 1951'de İstanbul'da, ardından 1952'de Paris'te Galeri La Rue'da açmıştı. O yıllarda Picasso ile tanıştı. Paris Okulu sanatçıları arasında yer aldı ve 1952'de ünlü "Octobre" sergisine katıldı. Resim çalışmaları nedeniyle, 1954'de çıkarılan vatandaşlık kanunu uyarınca askerlik için başvurmadığından vatandaşlıkdan çıkarıldı. 1971'de ölen annesinin cenazesine özel Kızını uzun yıllar göremedi. 1977'de vatansız ("haymatlos") idi. Çünkü, geçmemişti! 1981'de Atatürk'ün düzenlenen "Kurtuluş Savaşı ve birincilik ödülünü kazandı. Abidin Dino, Nazım Hikmet, Erhat, Abdi İpekçi, Aziz Nesin, Yaşar dostları onun sanat dünyasının ne denli zengin olduğunun bir başka göstergesidir. Öyle ki, Yaşar Kemal'in "İnce Memed" romanının I. ve II. ciltlerinin kapak desenlerini o yapmıştır. izinle ancak yetişebildi. yurda döndüğünde o bir Fransız vatandaşlığına da 100.doğum yılı nedeniyle Devrimler" yarışmasında Sabahattin Eyüboğlu, Azra Kemal gibi düşün insanı Arbaş, hep kendi resmini yapmış, akımların peşine takılmaktan hep kendini alıkoymuştur. 35 yıl önce, Zeynep Oral'a bir röportaj sırasında "Paris'e ilk gittiğimde, en büyük akıllılığım, belki bir ekole bağlanmamak oldu. Şu ya da bu ekole, şu ya da bu akıma bağlanmak, doğaya karşı gelmek olurdu. Ve kişiliğim buna elverişli değildi. Çünkü, akımların tümü elmanın yarısıysa, diğer yarısı benim kişiliğim ve içimdeki birikimdir" demiştir. Avni Arbaş "İnsan yaptığı şeyi tanımalı. Eğer söyleyecek sözünüz yoksa o zaman birşey yapamazsınız. İnsanlar hayal etmesini unutmuşlar. Sessizlik yok, her tarafta gürültü var. Düşünmek çok önemli. İnsanlar yavaş yavaş düşünmemeye doğru yönlendiriliyor." demiştir. Avni Arbaş ve düzeltilen şiir İstanbul'da, küçük, şık bir restoranda buluşmuştuk Avni Arbaş'la en son... İki yıl önceydi. Nazım Hikmet belgeseli için konuşacaktık. Başındaki şapkası, yüzünde epeydir taşıdığı o yorgun ifadeyi örtmeye yetmiyordu. Nazım'la 1958'de Paris'te Abidin Dino aracılığıyla bir araya gelmişlerdi. O günlerde ünlü Kuvayı Milliye atlarını çalışıyordu. Nazım, "atları" görmek istemişti. Ama Arbaş'ın atölyesi 3. kattaydı. "Gelme, kalbin var, çıkamazsın, ben resimleri getireyim" demişti Arbaş... Ama Nazım direnmiş, çıkıp gelmiş, atları görünce de çok etkilenmişti. Arbaş, bir süre sonra Nazım'dan bir mektup aldı. "Avniciğim, atlarının sağrıları öyle doluydu ki, dayanamadım, düştüm aşağı" diyordu. Mektuba bir de şiir eklemişti. Paris dönüşü Çekoslovakya'da yazdığı mısralar şöyleydi: "Bu atlar Avni'nin atları/ Kuvayi Milliye atları/ kara yamçı altında ak sağrı dolgun/ titrer burun kanatları, / bu atlar Avni'nin atları/ Kuvayi Milliye gelecek yine,/ şahin atlar aşarak yeli/ çiğneyecek gavuru da, Anzavur'u da./ Kuvayi Milliye gelecek yine/ hem bu sefer ayyıldızlı bayrağı da orak - çekiçli..." Yeniden buluştuklarında 1962 sonuydu. Nazım, ömrünün son yılına girmek üzereydi. Görüşmedikleri 5 yıl içinde şairin yorgunluğunun arttığını fark etti Arbaş... Bir restoranda uzun uzun sohbet ettiler. Doktorlar, "kalbin paramparça" demişti Nazım'a, o yüzden sigara yasaktı. Ama yaktı bir tane... Bir kadeh de içki ısmarladı. "Ah bir döner kebap olsa da yesek" dedi. Bol bol vatan özleminden, Sovyetler'in geleceğinden söz ettiler. Ve Arbaş'ın anlattığına göre o gecenin bir yarısı Nazım'ın dudaklarından şu cümle döküldü: "Keşke 15 yılımı oralarda geçirmeseydim". *** Röportajda o son buluşmaya dair çok ilginç bir ayrıntı anlatmıştı Arbaş... Eve gittiklerinde "Şu şiiri çıkarır mısın" demişti Nazım... Aradığı şiir, "Avni'nin Atları" idi. Mektubu bulup getirdi Arbaş... Nazım yüksek sesle okudu şiiri ve bir mısrada gelip durdu: Kuvayi Milliye gelecek yine/ hem bu sefer ayyıldızlı bayrağı da orak - çekiçli..." "Şimdi şu 'orak - çekiçli'yi sil" dedi şair... "Ben silemem, al sen yaz" dedi ressam ve kalemi uzattı. Nazım kalemi alıp çizdiği o mısraın yerine şöyle yazdı: Kuvayi Milliye gelecek yine/ hem bu sefer ayyıldızlı bayrağı da ışık içinde..." *** O 5 yıl içinde ne olduysa olmuş, Nazım ay - yıldızlı bayrağın yanına "orak - çekiç" yerine "ışık içinde" ifadesini yakıştırmıştı. "Niye sizce" diye sordum: "İnançlarından uzaklaşmamıştı tabii... Ama birtakım hakikatleri, yozlaşmaları anlamıştı" dedi Arbaş... Sonra Nazım'ın yeni basılan şiir kitaplarında o bölümün "..." diye, yani üç nokta ile geçiştirilmesini yadırgadığını söyledi; "Niye düzelttiği gibi yazmıyorlar" diye sordu. Bu düzeltmeye rağmen, Moskova'yı bırakıp Paris'e yerleşmeyi aklından bile geçirmemiş ve yeniden ikinci vatanı Sovyetler'e dönmüştü Nazım... Bu son yılbaşından 5 ay sonra da ölmüştü. Son görüşmemizden 2 yıl sonra, önceki gün kaybettiğimiz Arbaş'ın tarihe emanet ettiği bu ilginç ayrıntıyı sizlerle paylaşmak istedim. "Işık içinde" yatsın. Ressam Avni Arbaş vefat etti 16.10.2003 İZMİR (İHA) - Ressam Avni Arbaş (84), İzmir'in Foça İlçesi'nde yaşamını yitirdi. Bir süredir sadece bir hemşire ve bakıcıyla yaşamını sürdürdüğü Foça Atatürk Mahallesi 127 Sokak numara 17'deki evinde kalp yetmezliği sonucu saat 13.10 sıralarında yaşamını yitiren Arbaş için yarın sabah saat 09.00'da evinin önünde bir tören düzenlenecek. Foça Askeri Hastanesi Başhekimi Dahiliye Mütehassısı Yzb. Dr. Murat Kantarcıoğlu tarafından sağlık gözetiminde bulunan Arbaş'ın, kalp ve solunum kalp yetmezliğinden öldüğü bildirildi. Arbaş'ın cenazesi, halen Foça Devlet Hastanesi Morgu'nda bulunurken, yarın sabah evinin önünde yapılacak olan cenaze törenine, İzmir Büyükşehir Belediye başkanı Ahmet Piriştina ve sanatçı dostlarının katılacağı açıklandı. Törenin ardından Arbaş'ın cenazesi İstanbul'a gönderilecek. Sanatçı, Cumartesi günü de Zincirlikuyu Aşiyan Mezarlığı'nda toprağa verilecek. ‘Avni Arbaş müzesi kurulsun’ Ferruh Başağa:(Ressam): Ben önceki gün Foça’daydım. Onu ziyaret ettim. 70 yıllık dostumun durumu iyi değildi; ama Avni’yi son kez göreceğimi nerden bilebilirdim ki... Bu kadar aceleci olduğunu bilseydim, yanında kalırdım. Üzüntüm fevkalade büyük. Ama Türk halkı onu unutmayacaktır, kalbinde ona daima yer verecektir. Devlet, ona ‘Devlet sanatçısı’ unvanını çok gördü. Avni, ‘devlet sanatçısı’ olamadı; ancak halkın sanatçısı oldu. Ona sanatçı payesi vermeyen devlet, bu saatten sonra bir şey yapmak istiyorsa onun adına bir müze kurmalı ‘Yapacak çok resmi vardı’ Ertan Mestçi (Artisan Galeri): Avni Arbaş için söylenecek en güzel söz ‘kendi resmini yaptı’ demek olur her halde. Taviz vermeden yaşadı, inançlarını ve düşüncelerini sanatına aynen yansıttı. Kendi bildiğinden şaşmadı. Türk resmine çok önemli eserler armağan etti. Kesinlikle ticari davranmadı. Resmi para için yapmadı. Kanser olduğunu öğrendiğinde gayet soğukkanlılık gösterdi. Ancak ağzından şu cümlelerin döküldüğüne şahit oldum: “Daha yapacak çok resmim vardı.” ‘O, resimleriyle yaşayacak’ Dr. Kıymet Giray (Sanat eleştirmeni): Türk resminde bir dönem kapandı. 1940’lı yıllarda yanan ateş söndü. Lekesel soyut, figüratif anlamlar içiren bir tarzı vardı. Çok lirik, çok etkili bir anlatıma sahipti. Onun resimlerine bakarken çoğu zaman söz biter, zaman dururdu. Çok kısa bir hayatı oldu. Son yıllarında yalnız ve zor günler geçirdi. Bunu düşündükçe daha da üzülüyorum. Bizim yaşlanan ressamlar için onları koruyucu sistemlerimiz ne yazık ki yok! Türk resmi çok önemli bir ustasını kaybetti; ama Avni Arbaş resimleriyle yaşayacak. Kuban Paul Seauhmann : Ölene kadar resime olan tutkusunu bırakmayan Arbaş, ölüm döşeğinde bile yatağının yanındaki duvarlara desenler çizmiş. Hiçbir şeyi umursamadan, ölüme yaklaştığı her saniyede yatağının yanındaki duvara resim yapmak her babayiğidin harcı değil. AVNİ ARBAŞ’IN HAKKINDA YAZILAN KİTAP ‘BAŞKALDIRAN ATLARIN RESSAMI’ Yazarı: Yaşar YILMAZ AVNİ ARBAŞ’IN YAPTIĞI KİTAP RESİMLEMELERİ KAYNAKLAR • • • • • • • • • • • • http://www.lebriz.com http://dosyalar.hurriyet.com.tr/nazimhikmet/sair03.asp http://www.turkishtime.org/22/115_1_tr.asp http://www.alaattinbender.com/default.aspx?pid=26823 http://www.arkitera.com/v1/sanat/2001/12/mercekaltinda12/mercekaltinda1.htm http://haber.mynet.com/detail_news/?type=actuel&id=A006757A&ref=haberdeta il&date=16Ekim2003 http://www.milliyet.com.tr/2003/10/18/yazar/dundar.html http://www.evrensel.net/01/12/28/kultur.html http://www.imge.com.tr http://www.estore.com.tr http://www.haber.net.kk.tc/haber_detay.php?haber_id=1057 www.sanalmuze.org/