PDF ( 63 )
Transkript
PDF ( 63 )
ULUSLARARASI KARADENİZ HAVZASI HALK BİLİMİARAŞTIRMALARI DERGİSİ UKH AD 3 EYLÜL 2015 ISSN: 2149-3227 ULUSLARARASI KARADENİZ HAVZASI HALK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Üç Ayda Bir Yayınlanan Uluslararası Hakemli Dergi INTERNATIONAL JOURNAL OF BLACK SEA BASIN FOLKLORE STUDIES İnternational Refereed Academic Journal Published Quarterly МЕЖДУНАРОДНЫЙ ЖУРНАЛФОЛЬКЛОРИЧЕСКИХ ИССЛЕДОВАНИЯПРИЧЕРНОМОРЬЯ Рецензируемый Научный Журнал, Выходящий Раз в Три Месяца Sonbahar/Autumn/Падать- 2015 Yıl/Year/Год - 1 Sayı/Volume/Чиcло - 3 ISSN: 2149-3227 SAHİBİ / OWNER / УЧРЕДИТЕЛЬ Kültür Bilimleri Akademisi Şti. adına Başak ŞAHİNBAŞ ÜÇÜNCÜ EDİTÖR / EDITOR / ГЛАВНЫЙ РЕДАКТОР Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ KOORDİNATÖR / COORDINATOR / ДИРЕКТОР Uzm. Turgay KABAK YAYIN KURULU / EDITORIAL BOARD / РЕДКОЛЛЕГИЯ Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ-Prof. Dr. Mehmet AÇA-Prof. Dr. Ali AKAR-Prof. Dr. B. Atsız GÖKDAĞProf. Dr. İsmail GÖRKEM-Prof. Dr. İsmail DOĞAN-Dr. Ülkü KARA DÜZGÜN-Dr. Enver UZUN REDAKSİYON / REDACTION / РЕДАКЦИЯ Arş. Gör. Berk YILMAZ-Uzm. Aşlar MELİKOĞLU-Uzm. Mevlüt KAYA HALKLA İLİŞKİLER / PUBLIC RELATIONS / СВЯЗИ С ОБЩЕСТВЕННОСТЬЮ Arş. Gör. Berk YILMAZ YABANCI DİL EDİTÖRLERİ / FOREIGN LANGUAGE EDITORS / СОВЕТНИКИ ПО ИНОСТРАННЫМ ЯЗЫКАМ Dr. Badegül CAN EMİR-Dr. Tuncer YILMAZ-Öğr. Gör. Edip ÖNCÜ Yazışma Adresi / Correspondance Addres / АдресИздательства Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ / Uzm. Turgay KABAK Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü /Trabzon /TÜRKİYE Tel: (0 462) 377 2521 email: [email protected] Abone Bedeli / Subscription Price / Стоимостьподписки Yurt İçi / Interior /для граждан Турции: 60 TL Yurt Dışı / Abroad / для граждан других стран: 50 $ Başak ŞAHİNBAŞ-ÜÇÜNCÜ adına Vakıfbank Trabzon KTÜ Şubesi: TR050001500158007303255855 Posta Çeki: 12267296 (Abone olanların [email protected] adresine adres bilgilerini ve dekontlarını göndermeleri gerekmektedir) Basım / Press / Типография Eser Ofset Matbaacılık, Tel: 0462 321 53 38, TRABZON HAKEMLER VE YAYIN DANIŞMANLARI REFEREES AND ADVISORY EDITORS / РЕЦЕНЗЕНТЫ И КОНСУЛЬТАНТЫ ИЗДАНИЯ Prof. Dr. Mehmet AÇA (Balıkesir Üniversitesi/ TÜRKİYE) Prof. Dr. Ali AKAR (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi /TÜRKİYE) Prof. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK (Ardahan Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. Işıl ALTUN (Kocaeli Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. Giuli ALASANİA (Tiflis Devlet Üniversitesi / GÜRCİSTAN) Prof. Dr. Bilgehan Atsız GÖKDAĞ (Kırıkkale Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. A. Mevhibe COŞAR (Karadeniz Teknik Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. Ali ÇELİK (Karadeniz Teknik Üniversitesi /TÜRKİYE) Prof. Dr. Muharrem GASIMLI (Bakü Devlet Üniversitesi/AZERBAYCAN) Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ (Ankara Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. İsmail GÖRKEM (Erciyes Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. Şakir İBRAYEV (Türk Akademisi/KAZAKİSTAN) Prof. Dr. Yuriy İSAYEV (Gumilev Üniversitesi / KAZAKİSTAN) Prof. Dr. Nanuli KAÇARAVA (Düzce Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. Sergei KARPOV (Moskova Molonsov Devlet Üniversitesi/RUSYA) Prof. Dr. Mihail MAXİM (Bükreş Üniversitesi/ROMANYA Prof. Dr. F. Gülay MİRZAOĞLU (Hacettepe Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. İrfan MORİNA (Priştine Üniversitesi/MAKEDONYA) Prof. Dr. İsa ÖZKAN (Gazi Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. Naci ÖNAL (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi/TÜRKİYE) Prof. Dr. Tatyana PETROVA (Çuvaş Devlet Pedagoji Üniversitesi/RUSYA) Prof. Dr. Rüstem ŞÜKÜROV (Moskova Molonsov Devlet Üniversitesi/RUSYA) Prof. Dr. Orhan Kemal TAVUKÇU (Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi / TÜRKİYE) Doç. Dr. Metin ARIKAN (Ege Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Mustafa AKSOY (Dokuz Eylül Üniversitesi /TÜRKİYE) Doç. Dr. Eyüp AKMAN (Kastamonu Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Mehmet EROL (Kilis 7 Aralık Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Mehmet Ali YOLCU (Nevşehir Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Nazım ELMAS (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Nazmiye ELMAS (Başkent Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Nesrin FEYZİOĞLU (Atatürk Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Yalçın SARIKAYA (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE) Doç. Dr. Mete TAŞLIOVA (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi /TÜRKİYE) Dr. Mustafa AÇA (Karadeniz Teknik Üniversitesi/TÜRKİYE) Dr. Berna AYAZ (Bülent Ecevit Üniversitesi/TÜRKİYE) Dr. Ülkü KARA DÜZGÜN (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE) Dr. Şerife Seher EROL (Bartın Üniversitesi/ TÜRKİYE) Dr. Berna FİLDİŞ (Bartın Üniversitesi/TÜRKİYE) Dr. Bahadır GÜNEŞ (Karadeniz Teknik Üniversitesi/TÜRKİYE) Dr. Musa ÖKSÜZ (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE) TEMSİLCİLİKLER/REPRESENTATIVES/ПРЕДСТАВИТЕЛИ Prof. Dr. İsmail DOĞAN / Ordu Doç. Dr. Bekir ŞİŞMAN / Samsun Doç. Dr. Eyüp AKMAN / Kastamonu Dr. Şerife Seher EROL / Bartın Dr. Musa ÖKSÜZ / Giresun Dr. Berna AYAZ / Zonguldak Dr. Sedat BAHADIR / Artvin Dr. Oğuz ERDOĞAN / Rize Dr. Serdar UĞURLU / Bolu Dr. Recep TEK / Karabük Selçuk Kürşad KOCA / Sakarya Okt. Talat ÜLKER / Gümüşhane Ülkü ÖNAL / Ankara EDİTÖR’den Kıymetli Okurlar; Karadeniz Havzası Halk Bilimi Dergisi’nin 3. sayısını sizlere takdim etmekten onur duyuyorum. Malumunuz olduğu üzere Karadeniz Havzasının jeopolitik önemi her geçen gün daha da artmaktadır.Bu anlamda havzayla ilgili bilimsel bilgi birikimimiz olması gerekenin çok gerisindedir. İlgili! ilgisizler yan gelip yatmayı açık çay içerek dizi seyretmeyi yeğlerken bizler siz okurlarımızdan, bilim camiasından aldığımız moral güçle bu bilgi açığımızı kapatmak üzere literatür üretme gayretindeyiz. Bunları tarihe not düşmek adına yazıyorum. Türkiye’nin Karadeniz bölgesi ile ilgili kurumları başta üniversiteleri olmak üzere bu konuda son derece duyarsız ve ilgisizdirler. Milletin kıt kaynaklarından alınan ve devletin, hükümetin tahsis ettiği kaynaklar görevleri bu konuda araştırmalar yapmak olan kurumlarca bu amaca matuf olarak etkin bir biçimde kullanılamamakta, projelendirilmemektedir. Bu anlamda Türkiye stratejik ve operasyonel bilgi üretememektedir.Karadeniz havzası kıyıdaş ülkeleri ile beraber barış işbirliği ve dostluk ilişkileri içerisinde geleceğini inşa ederken kültür bilimlerinin, halk biliminin tespit ve değerlendirmelerinden azami surette istifade etmek durumundadır. Gelecek sayılarımızda Karadeniz havzasının geneline dönük olarak özel sayılar yapmayı planlamaktayız. Üçüncü sayımız yine 400 sahifeyi geçti. Kitap boyutunda bir çalışma oldu. Ağırlığını Doğu Karadeniz bölgesinin maddi kültürel geleneği içerisinde önemli bir yeri olan geleneksel kırsal mimari yazıları oluşturmaktadır. Yöre kültürünün en özgün özelliklerinden birisi olan geleneksel mimari bu sayımızda bütün yönleri ile incelenmiş, değerli bilim insanlarının çalışmaları ile literatüre kazandırılmıştır. Bu değerli çalışmaların yanında bu sayımızda etno-müzikoloji, lengüistik ilişkiler, mitoloji, sözlü kültür, tarihsel antropoloji, bölgenin en değerli el sanatlarından olan altın işlemeciliği, sözlü kültür derlemeleri konusunda birbirinden değerli makaleler vardır. Bir halkbilim dergisi olmanın çok ötesinde Karadeniz bölgesinin tarihsel, kültürel zenginliğinin ve birikiminin dünyaya ve bilime açılan penceresi olma iddiasında olan dergimizin bilimsel niteliğini daha da artırmak ve geliştirmek, uluslararası saygın indekslere girmek önümüzdeki yıllardaki temel hedefimizdir. Gelecek sayılarda buluşmak dileğiyle hepinize saygı ve muhabbetlerimiz arz ediyorum. . Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ Editör İÇİNDEKİLER FINDIKLI AYDINOĞLU EVİ VE YÖRESEL YAPI TERMİNOLOJİSİ [House and Local Building Fındıklı Aydınoğlu Terminology] Yegan KAHYA / Koray GÜLER...............................................................................................1 DOĞU KARADENIZ KIRSAL YERLEŞMELERİNDE YÖRESEL MİMARİNİN ÖZELLİKLERİ; ARTVİN ŞAVŞAT BALIKLI KÖYÜ ÖRNEĞI [Characteristics Of Vernacular Architecture In The Eastern Black Sea Region’s Rural Settlements: The Case Of Artvin-Şavşat Balikli Village] Yıldız SALMAN / Elif ARİFOĞLU...................................................................................... 30 DOĞU KARADENİZ MİMARİSİNDE ESTETİK KASTEL (MEMİŞ AĞA) KONAĞI ÖRNEĞİ [Aesthetics in Eastern Black Sea Architecture Case Study: Kastel (Memiş Ağa) Mansion] Handan Özsırkıntı KASAP.................................................................................................... 72 TÜRK MÜZİK EĞİTİMİNDE ÇOK YÖNLÜ BİR KİŞİLİK: İLHAN BARAN [A Multifaceted Personality Turkish Music Education İlhan Baran] Elif Sanem GÜLEÇ KÜLEKÇİ............................................................................................. 89 TRABZON KUYUMCULUĞU Jewellery Of Trabzon Nuri DURUCU...................................................................................................................... 112 TRABZON, RİZE, GİRESUN VE ORDU AĞIZLARINDA GÖRÜLEN MÜZİK KÜLTÜRÜNE AİT KELİMELER [Trabzon, Rize, Giresun and Ordu Oral Culture Music Seen On TheWords] Cihan ÇAKMAK.................................................................................................................. 184 ÇEPNİLERDE DİNÎ HAYAT VE BAZI DİNÎ UYGULAMALAR ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME [An Evaluatıon Of Çepni Clan’s Relıgıous Lıfe And Some Relıgıous Practıces] Nazım KURUCA................................................................................................................... 193 TRABZON’DA HALK KÜTÜPHANELERİ VE HALK KÜTÜPHANELERİNİN ŞEHİR KÜLTÜRÜNE KATKISI [Public Libraries in Trabzon and Their Contributionstothe City Culture] Erdinç ALACA...................................................................................................................... 227 TÜRK MASAL KAHRAMANI CADI KARI VE RUS MASAL KAHRAMANI BÁBA YAGA TİPLERİNİN KARŞILAŞTIRILMALI ANALİZİ [Comperative Analysis of Types of Turkish Fairy Tale Character Cadı Karı and Russian Fairy Tale Character Baba Yaga] Jale COŞKUN....................................................................................................................... 242 DİVAN-Ü LÜGATİ’T-TÜRK’TEN GİRESUN SOSYAL ANTROPOLOJİSİNE UZANAN SÖZ VARLIĞI [Vocabulary Rangıng From Divan-I Lügati’t Türk To Giresun Socıal Anthropology] Sezai BALCI/Mevlüt KAYA................................................................................................. 250 TRABZON SOSYO-KÜLTÜREL YAŞAMINDA ŞAMANİZM BAKİYELERİ [Shamanismrelics in Social Cultural Areas of Trabzon] Enver UZUN.......................................................................................................................... 317 TRABZON’DA İCRA EDİLEN HASIR ÖRME VE KAZAZİYE EL SANATLARINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER [Matting And Kazaziye Handicraft Regarding Assessment Produced In Trabzon] Fatma YILDIRMIŞ............................................................................................................... 333 -Derlemeler1835 NÜFUS DEFTERİNE GÖRE GAYRİMÜSLİM SÜLALE ADLARI VE HANE REİSLERİNİN ADLARI Adnan DURMUŞ.................................................................................................................. 363 SAMSUN HAVALİSİNDE TÜTÜN ETRAFINDAKİ SÖZLÜ KÜLTÜR VE ETNOGRAFİK MİRAS Serap CENGİZ...................................................................................................................... 377 UKHAD 1 (3) 2015 FINDIKLI AYDINOĞLU EVİ VE YÖRESEL YAPI TERMİNOLOJİSİ House and Local Building Fındıklı Aydınoğlu Terminology Yegan KAHYA* Koray GÜLER* ÖZET Doğu Karadeniz doğası, kültürü ve mimarisi ile dünyada eşine az rastlanır bir yaşam çevresidir. Bu coğrafyaya ait kültürel miras, koruma bilincinin yeterince gelişmemiş olması ve çeşitli etkenlerin yarattığı baskılar neticesinde hızla yitirilmektedir. Bütün dünyada olduğu gibi bölge kültürüne ait yapım gelenekleri de kültürel ve mimari birörnekleşmenin tehdidi altındadır. Özellikle son yıllarda koruma alanında yerin ruhu kavramı ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu açıdan bakıldığında bölgede geleneksel konutların yanında tarımsal üretimle ilişkili serender, ahır gibi bölge mimarisini tamamlayan yardımcı yapıların, tarımsal üretimle veya doğal olarak oluşan peyzajın ve yerel halkın kullandığı dillerin de bölgenin ruhunu oluşturan önemli bileşenler olarak görülmesi gerektiği açıktır. Rize’nin Fındıklı ilçesinde bulunan Aydınoğlu Evi ve serenderi, yapım tekniği ve mimari özellikleriyle Doğu Karadeniz kırsal mimarisinin tipik bir örneğidir. Bölgedeki pek çok geleneksel yapıda görülen hasarlar ve sorunlar Aydınoğlu Evi’nde de gözlenmektedir. Yapılan çalışmalar ile yapının ilk tasarım/yapım durumuna ilişkin restitüsyon önerisi ve özgün mimari bileşenleriyle korunmasına yönelik ana ilkeler belirlenerek, Aydınoğlu Evi ile günümüzde sayıları giderek azalan Doğu Karadeniz kırsal sivil mimarlık örneklerinin gelecek nesillere tarihi bir belge olarak aktarılabilmesi için yapılması gerekenlerin tanımlanması öngörülmektedir. Çalışmalar sırasında bölge halkının kullandığı ve UNESCO’nun yok olmakta olan diller listesinde yer alan Lazca’ya ait mimari terimler de derlenerek bu hızlı unutuluş karşısında hafızalardan yazıya aktarılmıştır. Anahtar Sözcükler: Doğu Karadeniz, Fındıklı, Yöresel Mimari, Kırsal Mimari, Serender, Lazca Yapı Terminolojisi. ABSTRACT The Eastern Black Sea Region of Turkey has a unique built environment which has distinctive characteristics associated with its nature, culture and vernacular arc* Prof. Dr. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü. İstanbul/TÜRKİYE * Arş. Gör. Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü. İstanbul/TÜRKİYE 1 UKHAD 1 (3) 2015 hitecture. Currently, the building traditions of this culture are under threat of cultural and architectural homogenization, as it is common all over the world. Especially in recent years the spirit of place becoming increasingly more important in the conservation studies. From this perspective not only the traditional houses but also the barns, serenders associated with agricultural production, natural landscape, and the languages that spoken by local people should be seen as important components that forms the spirit of the region. Aydınoğlu House and its store house(serender in local terminology) which located in Rize-Fındıklı, is one of the typical example of Eastern Black Sea rural architecture. Local people are changing, making additions or destroying their traditional buildings as a result of changing life conditions and comfort perceptions. The deteriorations and other problems that existing in the Aydınoğlu house also can be seen in many examples of traditional buildings in the region. The survey drawings and proposals developed for the problems of the Aydınoğlu house will be an example in the conservation studies of the regions architectural heritage. The multi-cultural structure in the Black Sea created a large wealthy at the building terms. The building terms belongs the Laz language that speaken from local people and defined as definitely endangered by the UNESCO is compiled by the help of area works and literature. Key Words: Eastern Black Sea, Fındıklı, Vernacular Architecture, Rural Architecture, Serender, Laz Building Terminology. FINDIKLI Kafkaslar ve Anadolu’nun kesişim noktasında, yoğun yeşil bir coğrafyaya sahip olan Doğu Karadeniz, buradaki insanların yaşantılarını tarih boyunca şekillendirmiştir. Bölgenin kendine has iklimi ve doğa koşulları; bölge insanının yerleşimde, mimaride ve yapım tekniklerinde arayışlara yönelmesi ve yöreye özgü çözümler üretmesi sonucunu getirmiştir. Doğu Karadeniz’in engebeli arazi yapısı ve bol yağışlı iklimi, mimariyi ve yerleşim biçimini belirleyici niteliktedir. Yağışlı iklimin önemli bir getirisi, yapı malzemelerinin kaynağını oluşturan geniş orman alanlarıdır. Bitki örtüsünü sahile kadar inen kızılağaç, sarıçam, kestane, kayın, ceviz, ıhlamur ve akasya ağaçları oluşturmaktadır. Fındıklı, Doğu Karadeniz sahil şeridinde Rize’nin en doğusundaki ilçedir. Eski adı ‘Vi3e’1 olan Fındıklı, 20.yy. a kadar bir balıkçı köyü durumundadır (Emecen, 2006). Fındıklı- Hopa arasındaki karayolu ulaşımı 1916 tarihinde Ruslar tarafından yapılan yoldan karşılanmaktayken, 1967 yılında yapılan sahil yolu ile yol güzergahı değiştirilerek sahile alınmış, bunun sonucunda eski yol güzergahında yer alan Arhavi-Kavak, Fındıklı-Sümer gibi 1 Fındıklı ilçesinin Lazca ismi. 2 UKHAD 1 (3) 2015 yerleşim birimleri canlılığını kaybederken Fındıklı gibi sahil yerleşimlerinin önemi giderek artmıştır. Şekil 1. 19.yy başlarında Fındıklı ilçe merkezinin sahilden görünümü (Anonim). Günümüzde Fındıklı’ya ulaşım 2007 yılında tamamlanan Karadeniz Sahil yolundan sağlanmaktadır. Karadeniz Sahili doldurularak yapılan bu yol, ilçenin büyük kentlerle olan ulaşımını kolaylaştırmışsa da ilçenin denizle olan ilişkisini bozarak doğal dokuyu tahrip etmiştir. Ulaşım bağlantılarının artması ile yeni yapı malzemelerinin ilçeye gelişi kolaylaşmış ve dolayısıyla yeni yapım tekniklerinin kullanımı artmış, geleneksel yapı üretimi giderek terk edilmeye başlamıştır. Özellikle 1947 yılında Belediye’nin kurulmasıyla hızlanan yeni yapılaşma sürecinde geleneksel yapılar yerlerini betonarme çok katlı yapılara bırakmıştır. Koruma konusundaki bilincin henüz yeterince gelişmemiş olması, yerel malzeme kullanılarak yüzyılların deneyim ve birikimiyle bölgenin gereksinimlerine uygun olarak oluşturulmuş geleneksel mimarinin hızla yitirilmesine neden olmaktadır. 3 UKHAD 1 (3) 2015 AYDINOĞLU EVİ Fındıklı’da, çay bahçeleriyle çevrelenmiş eğimli bir arazide konumlanan Aydınoğlu Evi, su kuyusu ve serenderiyle birlikte, Doğu Karadeniz kırsal mimarisinin günümüze kadar çok az değişiklik geçirerek kalabilmiş tipik bir örneğidir. Yapı, geçmişte ahır olarak kullanılan kısmi bir bodrum kat, günlük yaşamın geçtiği zemin kat ve üretilen tarımsal ürünlerinin saklanmasında kullanılan çatı arası mekânlarından oluşmaktadır. Bölgedeki pek çok yapıda olduğu gibi manzaraya açılan ön cephesi iki katlı, arka cephesi ise tek katlıdır. Yapının parseli içerisinde konutun yanısıra serender, mandıra, su kuyusu ve çay bahçesi bulunmaktadır. Şekil 2. Aydınoğlu Evi’nin kuzey ve güney cephelerinden görünüşler. Şekil 3. Yerleşim planı. 4 UKHAD 1 (3) 2015 Yapıların genellikle iki ayrı girişinin bulunması, yerel mimarinin özelliklerinden biridir. Aydınoğlu Evi’nde de doğrudan yaşama mekanına açılan ana girişin yanısıra, zeminden birkaç basamakla yükseltilerek ıslak mekanlara dışarıdan ulaşımı sağlayan ikincil bir giriş daha bulunmaktadır. Geçmişte erzak deposu olarak kullanılan ve yerden dikmeler yardımıyla yükselen serenderin alt katında geçmiş yıllarda yapının su ihtiyacının karşılandığı su kuyusu yeralmaktadır. Şekil 4. Zemin kat planı. Şekil 5. Kuzey cephesi. 5 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 6. Güney cephesi. Şekil 7. Doğu cephesi. 6 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 8. Batı cephesi. Şekil 9. Arazi Eğimine Dik Kesit. 7 UKHAD 1 (3) 2015 TARİHSEL SÜREÇ Yapıldığı tarihe ilişkin yazılı bir belge bulunmamaktadır. Ancak yapının ilk kullanıcılarından olan Nimet Aydınoğlu, Fındıklı’nın Rusya’dan Türkiye’ye geçmesinin ardından memleketine geri dönen eşinin ailesinin bu evi yaptırdığını aktarmıştır. Fındıklı’nın Türkiye’ye tekrar katılma tarihinin 11 Mart 1918 olduğu dikkate alınırsa, yapının inşa tarihi 1918-1919 yılları olmalıdır. Yapının çatısı o tarihte çevresindekilerden farklı olarak marsilya kiremiti ile örtülmüştür. Bu ayrıcalıklı malzeme kullanımı, yapının kaptan olan sahibi Ali Aydınoğlu’nun bu kiremitleri, yapı için özel olarak deniz yoluyla getirmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Yandaki parsele de Ali Aydınoğlu’nun kardeşi için aynı biçim ve boyutlarda eşzamanlı olarak bir ahşap konut ve serender yapılmıştır. Zaman içerisinde konut yapısı yıkılarak yerine betonarme bir yapı inşa edilmiş, altı dikmeli serenderi ise varlığını günümüzde de sürdürmektedir. MİMARİ ÖZELLİKLER Bölgedeki konut plan şemaları, kırsal çevrede yaşayan kullanıcıların yaşam kültürünü yansıtmaktadır. Aydınoğlu Evi’nde gözlenen ve Doğu Karadeniz’in kıyı kesiminde de oldukça yaygın kullanılan plan şeması; içerisinde yeme-içme, oturma, dinlenme işlevlerini birarada barındıran bir ana yaşama mekanı ve onun çevresinde şekillenmiş odalardan meydana gelmektedir. Evlerin girişlerinin de genellikle doğrudan “Oxoşgagure” ya da “Aşhane” olarak adlandırılan mekana açıldığı gözlenmektedir. Aydınoğlu Evi’nde Aşhane mekanında ocaklık ve dolaplar dışında başka sabit donatı elemanı bulunmamaktadır. Yeme-içme eylemi bakır sini etrafında gerçekleştirilirken, oturma gereksinimi ise arkalıksız iskemleler “o’rzo” ile karşılanmaktadır. Yeme-içme sonrası taşınabilir olan eşyalar, mekandaki dolaplara kaldırılarak, Aşhane bir sonraki kullanıma hazır hale getirilmektedir. Dolapların alt kısımları toprak zemine de konulabilen kazan, bakraç, tencere ve benzeri eşyalara, daha rahat ulaşılan orta kısımları günlük olarak en çok kullanılan mutfak gereçlerine ayrılmıştır. Aşhane mekanındaki diğer sabit donatı olan ocaklık, yemek pişirme işlevinin yanı sıra kış aylarında ısınma ve yanan ateşin korlarından mangal yakma gibi bir çok eylemin gerçekleştirildiği önemli bir yapı elemanıdır. Ocaklık tavanında yüksekliği ayarlanabilir bir çengeli bulunan ve bölgede “k’eremuli” diye adlandırılan bir zincir bulunmaktadır. Yemek pişirme eylemi, büyüklüğü ve biçimi yemeğin türüne göre farklılaşan kazanların bu 8 UKHAD 1 (3) 2015 zincire asılmasıyla gerçekleştirilmektedir (Şekil 11). Şekil 10. Aşhane mekanından bir görünüm. Şekil 11. K’eremuli’nin görünüşü. 9 UKHAD 1 (3) 2015 Aydınoğlu Evi’nde ocaklığın cepheye de yansıyan taş bir bacayla vurgulandığı görülürken (Şekil 2 ve 6) bölgedeki daha mütevazi yapılarda sıklıkla ateşin aşhane zemininde oluşturulan bir alanda yakıldığı, dumanın da çatı arasındaki boşluklardan atıldığı örneklere rastlanmaktadır. Bu örneklerde duvarların, mekan içinde açıkta yakılan ateşin yarattığı is nedeniyle kararmış olduğu gözlenir. Kestane ağacının zaman içerisinde doğal olarak kararıp siyah bir renk almasının yanında, özelleşmiş bir bacanın olmadığı evlerde görülen açık ateşin de bu kararmayı hızlandırdığı ve artırdığı açıktır. Yapıdaki izlerden, Aydınoğlu Evi’nde Aşhane’nin yanısıra, Büyük Oda ve Ahır mekanlarında da birer ocağın yeraldığı anlaşılmaktadır. Konutu yaptıran ailelerin maddi durumları ve dolayısıyla yapıların büyüklüklerine bağlı olarak her odada ocak bulunabilmektedir. Aydınoğlu Evi’ndeki ikincil nitelikteki ortak mekan ‘Hayat’, Aşhane ile yatak odalarının arasında manzaraya açılan yönde konumlandırılmıştır. Bölgedeki evlerin büyüklüğüne göre Hayat’ın yanında birer ya da ikişer oda bulunabilir. Aydınoğlu Evi’nde Hayat’ın bir tarafında Büyük Oda diğer yönde Köşk ve Küçük Oda yer almaktadır. Hayatın her iki yanında yer alan odaların Aşhane mekanı ile ilişkisi dolaylıdır. Hela mekanı dışarıdan ayrı bir girişi olacak şekilde düzenlenmiştir. Biriket malzeme ve betonarme döşeme ile yenilenmiş olan heladaki değişim, geçmişteki plan izleri doğrultusunda ve eski giriş kapısı da kullanılarak gerçekleştirilmiştir2. Bölgedeki diğer yapıların plan şemalarıyla yapılan karşılaştırmalar da helanın özgün biçimi, yapım tekniği ve boyutları hakkında bilgi vermektedir. Şekil 12. Zemin kat planı restitüsyonu. 2 Ev sahiplerinden edinilen bilgi. 10 UKHAD 1 (3) 2015 Yapıda, ana giriş kapısının karşısına gelen yönde iki oda yer almakta, bu odalar birbirlerine olan konumlarına göre “Yukarı Oda” ve “Aşağı Oda” olarak tanımlanmaktadır. Bölgede Aşhane’ye tek bir odanın açıldığı yapılarda, bu mekanlara “Yan Oda” denilmektedir. Çatı arası çeşitli besinlerin kurutulup depolandığı bir mekandır. İKİNCİL YAPILAR Üretimle içiçe olmak üzere tasarlanan konutlar genellikle yapılan üretime göre farklılık gösteren ikincil nitelikteki yapılarla birlikte bir bütün oluşturmaktadır. Bu yardımcı yapılar arasında “serender” kendine özgü yapısıyla bölge mimarisinin en dikkat çekici elemanıdır. Serin, havadar yer anlamına gelen serender, üretilen besinlerin bozulmadan saklanması amacıyla evlerin yanında yapılan, depo niteliğinde, içinde yaşanmayan bir mekândır (Batur, 2005). Aydınoğlu Evi’nin serenderi de taş bir altyapı üzerinde yükselen iki katlı ve iki bölmeli olarak yapılmış dört dikmeli ahşap bir strüktürdür. Serenderler, plan şemalarına bağlı olarak dört, altı veya dokuz dikmeli olabilmektedir. Köşelerden payandalarla taban kirişine oturtulan bu dikmelerin üstünde yiyecek maddelerine hayvanların ulaşmasını engellemek için yerleştirilmiş yuvarlak başlıklar “serenti’şi kara” bulunmaktadır. Üst kat bu yuvarlak başlıklar üzerine oturtulan kirişlerin üzerinde yükselmektedir. Yatay bağlantıyı sağlayan kirişlerin üzerine kesitleri ana dikmelere göre daha narin olan çardak dikmelerinin yerleştirildiği ve ahşap strüktürün çatı makasları, mertekler ve çatı kaplaması ile son bulduğu gözlenmektedir. Aydınoğlu Evi’nin serenderi, “ambar” ve “çardak” mekanlarından oluşmaktadır. Çardak mekanına çıkış merdiveni günümüze ulaşmamıştır. Bölgedeki diğer serenderler incelendiğinde çıkış merdivenlerinin zeminle bağlantıyı kesmek adına yerden belli bir yükseklikteki dikme üzerine oturtulduğu ve kimi örneklerde ise bu merdivenlerin bir bölümünün taşınabilir olduğu, Aydınoğlu Evi’nin serenderinin ise sözlü bilgiler ve yapıdaki izlerden elde edilen veriler doğrultusında sabit bir dikme üzerine oturtulduğu öngörülmektedir. 11 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 13. Serenderin doğu ve batı yönünden görünüşleri. Şekil 14. Serenderin bodrum ve zemin kat planları restitüsyonu. Şekil 15. Serenderin batı ve güney cepheleri restitüsyonu. 12 UKHAD 1 (3) 2015 Ambar mekânı yıl boyu üretilen besinlerin saklandığı ana depo mekanıdır. Saklanacak besinlerin havalandırılması için ambar mekânının yan duvarlarındaki ahşap kaplamalar, aralarında 4’er cm. civarında boşluklar bırakılarak düzenlenmiştir. Yarı açık çardak mekanı ise ambardan farklı olarak arı kovanları, meyve sepetleri gibi küçük boyutlu eşyaların saklandığı bir depolama mekanıdır. Şekil 16. Serender doğu cephesi restitüsyonu. Şekil 17. Yapı ve çevresinin restitüsyon görünüşü (Güler, 2012). 13 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 18. Bölgedeki geleneksel konut / serender ilişkisine bir örnek: Kınalı köşk, Çağlayan-Fındıklı YAPIM TEKNİĞİ, STRÜKTÜR VE MALZEME ÖZELLİKLERİ Doğu Karadeniz bölgesinde bol yağışlı iklimin yarattığı zengin orman alanları, artan nüfusla birlikte tarım alanlarına dönüştürülmüş ve bu durum büyük ağaç türlerinin azalmasına neden olmuştur. Bölge insanı ağacı eskisi kadar kolay elde edemez duruma gelince doğada bulunan bir diğer geleneksel yapı malzemesi olan taşa yönelmiştir. Akarsuların vadileri aşındırması sonucu dere yatakları, yerel halka bol miktarda taş kaynağı sağlamaktadır. Doğu Karadeniz bölgesinin daha çok sahil bölümlerinde görülen göz dolgu sistem, taş ve ahşap malzemenin yaratıcı bir şekilde bir araya getirilmesiyle oluşturulan yöreye özgü bir yapım sistemidir. Göz dolgu sistemle inşa edilmiş Aydınoğlu Evi’nde, göz dolgu sistemin kurulmasına ahşap karkas sistemlerde yaygın olarak görüldüğü üzere moloz taşla oluşturulmuş subasman duvarının üzerine yaklaşık 15/15cm. kesitindeki iki adet taban kirişinin kurt boğazıyla birbirine oturtulmasıyla başlanmıştır. Daha sonra yerleştirilen bu taban kirişinin üzerine yaklaşık 25cm. aralıklarla ve yaklaşık 8/8cm. ya da 10/10cm. boyutlarındaki ahşap dikmeler geçme olarak oturtulmuştur. 14 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 19. Yapının üç boyutlu çizimi ve modeli. Köşelerde, pencere boşluklarının iki kenarında ve iç bölmelerin cepheyle birleştikleri noktalarda bu dikmelerin kesit boyutlarının büyüdüğü gözlenmektedir. Yapıda, bütün cephe düşeyde yaklaşık 25cm. aralıklarla bölündükten sonra yatayda da 3-5 cm. kalınlığındaki ahşap parçalarla tekrar eşit aralıklara bölünmüştür. Bu ahşap parçaların dikme üzerinde açılan geçme boşluklarına 20-25cm. aralıklarla oturtularak iki dikme arasına sabitlendiği gözlenmektedir. Böylece yatay ve düşeyde oluşan dikdörtgen gözlere tavan kirişinin de oturtulmasıyla bina duvarları çatı haricinde tamamlanmış olur. Kurulan bu cephe düzeninde oluşturulan gözlerin yörede bulunan malzemenin boyutlarına göre tek bir büyük taşla veya birden fazla küçük taşla doldurulduğu görülmektedir. Aydınoğlu Evi’nde dolgu malzemesi olarak tek parça taş kullanılmıştır. Dışarıdan yerleştirilen taşın ahşap dikmelerle arasında kalan boşluklar kil veya kireç harcı ile doldurulur. İç mekanda ise bağdadi çıtalar üzerine sıva yapılır. İncelenen yapıda iç mekanların yalnızca cepheye bakan duvarları, zeminden sedir seviyesinin üzerine kadar ahşapla kaplanmış, bu seviyeden tavana kadar olan kesimlerde ise bağdadi çıtalar üzerine sıva yapılmıştır. Diğer iç mekanların ise ahşap dolma tekniğiyle yapıldığı görülmektedir. Ahşap dolma tekniğinde, oda bölümlenmeleri ve kapı boşlukları için yerleştirilen ahşap dikmelerin arası 4-5cm. kalınlığındaki ve yaklaşık 2530cm. genişliğindeki ahşaplarla doldurulmuştur. Ahşaplar, dikmelere geçme detayıyla, birbirlerine de yörede “M3’k’uli” denilen ahşap çivilerle sabitlenmiştir. Aşhane mekanı dışında yapının tüm döşemeleri ahşap kaplıdır. Kestane ağaçlarından, yaklaşık 4cm. kalınlığında ve 30-35cm. genişliğinde kesilerek hazırlanan döşeme kaplamaları, 12/12 ve 14/14cm. boyutlarındaki ahşap döşeme kirişlerinin üzerine çivilerle tutturularak sabitlenmiştir. 15 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 20. Göz dolma yapım sistemi detayı. 16 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 21. Göz dolma yapım sistemi izometrik görünüşü. 17 UKHAD 1 (3) 2015 ÇATI ÖZELLİKLERİ Yörede “dört omuz’’ olarak tanımlanan kırma çatıyla örtülmüş olan yapıda, ana kütle ve ıslak hacimlerin çatıları farklı seviyelerde sonlandırılmıştır. Kırma çatının ayrıtları kuzey yönünde köşelere otururken güney yönünde ise köşelere oturtulmamıştır. Örtü malzemesi olarak marsilya kiremiti kullanılmıştır. Çatı arasına doğal ışığın girmesini sağlamak amacıyla kiremitler arasına cam malzemeden yapılmış kiremitler de serpiştirilmiştir. Çatıda marsilya ve cam kiremitlerin kullanılması, Aydınoğlu Evi’ne özgü, bölgede sık rastlanmayan bir durumdur. Yaklaşık 90cm. ye ulaşan geniş saçaklar, Karadeniz Bölgesi’nin çok yağış alması nedeniyle, yapıyı su ve nemden uzak tutmak için tasarlanmış olmalıdır. Yapıda saçakların altının bir bölümünün ahşaplarla kaplandığı, bir bölümünün ise açık bırakıldığı gözlenmektedir. 1.Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında yapılmış olan yapının saçak altlarının, daha önemli gözüken kuzey cephesi dışındaki diğer cephelerde kaplanmamış olması, dönemin sınırlı maddi olanakları nedeniyle anlaşılır bir durum olarak değerlendirilebilir. Ocaklık bacasını, alaturka kiremit kaplı beşik bir çatı örtmektedir. Çatı arasında ocaklık bacasının sınırlarında yükselen duvar üzerine aşıklar oturtulmuştur. Çatı tıpkı zemin kattaki duvarların ahşap taban kirişine oturtulması gibi yaklaşık aynı kesitlerdeki kestane ağacından kirişlere oturtulmuştur. Bu kirişlerin üzerine oturtulan ahşap dikmeler genellikle 12/16cm. boyutlarındadır ve boyutları 12/12cm. olan ahşap aşıkları taşımaktadır. Ahşap aşıkların üzerine dik yönde çakılan merteklerin boyutları sabit olmamakla birlikte sıklıkla 5/10cm.’dir. 15-50 cm. aralıklarla yerleştirilen merteklerin aralıklarının düzenli olmadığı gözlenmektedir. Merteklerin üzerine kiremitlerin serilebilmesi için aralıklarla kesiti düzgün olmayan 5/5 cm.lik tahtalar çakılmıştır. Çatı örtüsü cephede 3/18cm. boyutlarındaki alın tahtasıyla sonlandırılmıştır. Alın tahtalarının doğu cephesinin bazı bölümlerinde zaman içerisinde kaybolduğu gözlenmektedir. Biriket malzemeyle yenilenen helanın saçaklarının genişliği ana kütlenin aksine daha azdır. Serenderin çatı örtüsünde ise Aydınoğlu Evi’nin aksine o dönemde daha kolay ulaşılabilen alaturka kiremit kullanıldığı gözlenmektedir. Bu durum; ev sahibinin gemiyle getirdiği marsilya kiremitlerin sayısının kısıtlı olabileceğini düşündürtmektedir. Serender’de de Aydınoğlu Evi’ndeki gibi geniş saçaklar yapılmıştır, ancak yapıdakinin aksine alın tahtasının kullanılmasına gerek duyulmamıştır. 18 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 22. Çatı arası mekânından görünüşler. YAPI DETAYLARI Aydınoğlu Evi’ndeki pencere doğramalarının büyük çoğunluğu özgünlüğünü koruyarak günümüze ulaşmıştır. Yaklaşık bir asırdır yapıda yer alan doğramaların uzun ömürlü olmaları kestane ağacının dayanıklılığını bir kez daha göstermektedir. Yapıdaki pencereler ahşap giyotin penceredir. Göz dolgu duvarlardaki modüllerin yatayda ve düşeyde yer yer boş bırakılmasıyla pencere açıklıkları oluşturulmuştur. Yapıdaki kapıların tamamı ise ahşap çatma kapıdır. Aydınoğlu Evi’nde üç adet merdiven bulunmaktadır. Bunlardan ikisi sabit biri ise hareketlidir. Sabit merdivenlerin özgün taş basamakları üzerine günümüzde beton dökülmüştür. Aşhane mekanından çatı arasına çıkışı sağlayan hareketli merdiven, bölgede “k’atu’m skala” ya da “kedi merdiveni” olarak adlandırılmaktadır ve gerektiğinde duvar yüzeyine yaslanarak sabitlenip üst kata ulaşmayı sağlar. Şekil 23. Kedi merdiveni görünüşü. 19 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 24. Ahşap Giyotin Pencere Detayı. Şekil 25. Yukarı Oda Giriş Kapısı Detay Çizimi. 20 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 26. Yukarı Oda Giriş Kapısının Görünüşü. ANALOJİK DEĞERLENDİRME Doğu Karadeniz kırsal mimari geleneğinde yaşam biçimi değişmediği sürece yapı plan şemalarının tekrar ettiği görülmektedir. Aydınoğlu Evi’nin plan tipolojisi, cephe düzeni, bezeme ve yapı elemanları bakımından benzer özellikler gösteren yapılarla karşılaştırılması, benzerlik ve farklılıklarının belirlenmesi, yapının zaman içinde değişmiş kısımlarının özgün durumlarını anlamanın yanısıra yapının bölgesel mimari özellikleri temsil düzeyini tanımlamak açısından da önemlidir. Aydınoğlu Evi ile karşılaştırılacak yapılar seçilirken ‘aşhaneli plan tipi’nde olan örnekler seçilmiştir. Karşılaştırmalar, alan çalışmalarıyla elde edilen veriler ve literatürden ulaşılan örneklerle gerçekleştirilmiştir. Fındıklı Arılı köyünde bulunan Hurşit Turna Evi, Arhavi Kavak köyündeki Nurettin Duman Evi, Arhavi Başköy’den Şükrü Arafat Evi aşhaneli plan tipine sahiptir. İncelenen yapıların tamamında helanın yapının dışında oluşturulan çıkmalarda olduğu, Nurettin Duman Evi dışındakilerin Aydınoğlu Evi’ndeki helada olduğu gibi dışarıdan ayrıca girişleri bulunduğu saptanmıştır. Nurettin Duman evinde yapıya tek bir giriş bulunmakta ve helanın da bu girişle ilişkilendirildiği gözlenmektedir. İncelenen yapılarda aşhane mekanında açık ateş yakılırken, Aydınoğlu Evi’nde ocaklık cepheden de algı21 UKHAD 1 (3) 2015 lanabilecek şekilde baca ile birlikte tasarlanmıştır. Yapılan baca ile ateşin is ve dumanının izole edilmek istendiği anlaşılmaktadır. Yapıların tamamında dağılım günlük yaşamın geçtiği aşhane ve hayattan sağlanmaktadır. Hurşit Turna evi çatı arasında oluşturulmuş köşk ve bu köşke ulaşımı sağlayan merdiven dışında Aydınoğlu Evi plan şemasının tekrarı gibidir. Şükrü Arafat evi plan şemasını Aydınoğlu Evi’nden ayıran fark ise helaya ulaşımı sağlayan bir koridorun olmayıp aşhaneye açılan bir oda ile ilişkinin kurulmuş olmasıdır. Nurettin Duman evini Aydınoğlu Evi’nden ayıran en önemli fark ise yarı açık bir avlu mekanının olmamasıdır. Girişte oluşturulan avlu odası bu mekanın yerini almıştır. Tüm bu karşılaştırmalardan anlaşıldığı üzere Aydınoğlu Evi bölgedeki kırsal mimari örnekleri arasında boyut bakımından orta ölçekte bir yapıdır. Aşhane, Hayat, Avlu ve Hela mekanları dışında beş odaya sahip Aydınoğlu Evi’nde odaların konumu ve sayısı diğer yapılarla büyük ölçüde benzemektedir. Ancak aşhane mekanında açık ateşin yakıldığı ocağın bir bacayla özelleşmesi, diğer orta ölçekteki yapılarda çok sık görülmeyen ayrıcalıklı bir özellik olarak dikkat çekmektedir. Gerek aşhane bacasının özel bir mimari eleman olarak tasarlanmış oluşu, gerekse çatısının marsilya kiremiti ile örtülmüş olması yapıyı benzerlerinden ayırarak ayrıcalıklı bir konuma getirmektedir. Şekil 27. Nurettin Duman Evi plan krokisi. 22 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 28. Hurşit Turna Evi plan krokisi (Batur,2005). Şekil 29. Şükrü Arafat Evi plan krokisi (Batur,2005). 23 UKHAD 1 (3) 2015 SONUÇ Yüzyılların birikimiyle oluşan yöresel mimari, yerel malzeme ve yapım teknikleriyle bölge insanının kültürünü ve yaşam biçimini yansıtan en önemli fiziksel göstergedir. Bütün dünyada olduğu gibi bölgesel yapım teknikleri de kültürel ve mimari birörnekleşmenin tehdidi altındadır. Geçen zamanla birlikte değişen yaşam biçimi ve konfor beklentisi, bölge halkının geleneksel yapılarını değiştirerek yeni ekler getirmesi ya da yıkmasıyla sonuçlanmaktadır. Yeni yapılarda yerel malzemeler yerine daha ucuz ve kolay ulaşılabilen modern malzemeler kullanılmış, geleneksel doku giderek bozulmuştur. Bu durum yöresel mimariyi üreten yapı ustalarının modern tekniklere yönelmesine ve kuşaktan kuşağa aktarılan yapım tekniklerinin de giderek kaybolmasına neden olmaktadır. Doğu Karadeniz bölgesinde il ve ilçe merkezlerinde günümüze ulaşabilmiş geleneksel yapı sayısı son derece sınırlıdır. Değişimin hızı daha yavaş olan kırsal alanlarda ise yöresel mimarlık ürünü olan yapılara daha sık rastlanmaktadır. Yapım tekniği ve mimari özellikleriyle Doğu Karadeniz kırsal mimarisinin tipik bir örneğini oluşturan Aydınoğlu Evi ve serenderi, günümüze özgün mimari niteliklerini büyük ölçüde koruyarak gelmiştir. Özellikle “yerin ruhu kavramı” (ICOMOS, 2008) dikkate alındığında, geleneksel malzeme ve tekniklerle üretilmiş konutların yanısıra serender, ahır gibi üretimle doğrudan ilişkili ikincil yapıların, toprağın işlenmesiyle veya doğal olarak oluşan peyzajın ve yerel halkın kullandığı dillerin de bölgenin ruhunu oluşturan önemli bileşenler olarak görülmesi gerektiği açıktır. Bölge insanının kültürel birikimini yansıtan bu varlıkların korunarak gelecek nesillere aktarılabilmesi için çeşitli öneriler geliştirilmelidir. Bölgedeki envanter ve belgeleme çalışmalarının tamamlanması, koruma konusunda bilinç oluşturma, onarımı kolaylaştıracak ekonomik ve teknik desteğin artırılması ve kaybolmakta olan geleneksel yapı teknikleri konusundaki ustalığının özendirilerek tekrar canlandırılmasının yanında ahşap malzeme kaynaklarının sürdürülebilirliği için gerekli orman alanlarının oluşturulması (ICOMOS, 1999) bu öneriler arasında sayılabilir. Bu kapsamda, bölgede konuşulan yerel dillerden olan ve 2010 yılından bu yana UNESCO’nun yok olmakta olan diller listesinde yer alan Lazca (Url-1) yapı terimlerinin derlenmesi de büyük önem taşımaktadır. Bu çalışma, koruma alanına Fındıklı Aydınoğlu Evi bağlamında bir katkı sunmayı hedeflemektedir. 24 UKHAD 1 (3) 2015 KAYNAKLAR Batur, Afife -Ed.- (2005), Doğu Karadenizde Kırsal Mimari, Istanbul: Milli Reasürans T.A.Ş. Eruzun, Cengiz ve Sözen, Metin (1996), Anadolu’da Ev ve İnsan, Istanbul: Creative Yayıncılık. Emecen, Feridun (2006) ‘’İskele- Pazarlardan Kasabaya Doğu Karadeniz’de Kıyı Yerleşmelerinin Yükselişi Prof. Dr. Mübahat S. Kütükoğlu’na Armağan’’, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, s. 89-105, İstanbul. Güler, Koray (2012), Doğu Karadeniz Kırsal Mimarisi Örneklerinden Rize-Fındıklı Aydınoğlu Evi Restorasyon Projesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü. Güler, Koray (2013), ‘’Doğu Karadeniz Kırsal Mimarisinden Bir Örnek: Rize- Fındıklı Aydınoğlu Evi’’, 8. Uluslararası Sinan Sempozyumu Bildiri Kitabı, s. 19-24, Edirne. Güler, Koray ve Bilge, Ayşe Ceren (2013), ‘’Construction Techniques of the Vernacular Architecture of the Eastern Blacksea Region’’ Vernacular Heritage and Earthen Architecture: Contributions for Sustainable Development Bildiri Kitabı, s. 295-300. Correia vd. (Ed.) Taylor& Francis Group CRC Press. Güler, Koray ve Bilge, Ayşe Ceren (2014), ‘’Doğu Karadeniz Ahşap Karkas Yapı Geleneği ve Koruma Sorunları’’ Ahşap Yapılarda Koruma ve Onarım Sempozyumu 2 Bildiri Kitabı, s. 178- 194, Istanbul. ICOMOS, (1999), Tarihi Ahşap Yapıların Korunması ile İlgili İlkeler, Meksika. ICOMOS, (2008), Quebec Declaration on the Preservation of the Spirit of Place, Kanada. Özgüner, Orhan (1970), Köyde Mimari: Doğu Karadeniz. Ankara: O.D.T.Ü Mimarlık Fakültesi Basımevi. URL-1: ‘’UNESCO’nun Tehlike Altındaki Diller Atlası’’ http://www. unesco.org/new/en/culture/themes/endangered-languages/atlas-of-languagesin-danger/ (Erişim: 01.01.2014) 25 UKHAD 1 (3) 2015 EKLER DOĞU KARADENİZ YÖRESEL MİMARLIĞINDA KULLANILAN YEREL (LAZCA) YAPI TERİMLERİ3 Avla (Avla): Avlu. Aykiriluği (Aykiriluği): Evin temel üstü dört bir yanına yerleştirilen ahşap taban kirişi. Axiri (Ahiri): Ahır. Bağu (Bağu): Ambar, kiler. Bageni (Bageni): Dağ evi, mezra evi. Bergi (Bergi): Kazı işlerinde kullanılan alet. Çeçme (Çeçme): Wc, tuvalet. Çerğe (Çerge): Atmaca avlamak için kurulan bekleme yeri. Ç’ak’uç’I (Çakuci): Çekiç. Ç’eri (Çeri): Tavan arası. Ç’ut’a oda (Çuta oda): Küçük oda. Didi oda (Didi oda): Büyük oda, misafir odası. Doloxeni avli (Doloheni avli): İç avlu, evin diğer bölümlerine geçilmeden önceki mekan. E3’abaz’gule (Ezsabazgule): Dikme, direk. Gelaxunoni (Gelahunoni): Avluda ya da bahçede bank şeklinde yapılan, birkaç kişinin oturabileceği ahşap oturak. Ğurni (Ğurni): Ağaçtan değirmen oluğu. Jilendoni oda (Jilendoni oda): Evin konumuna göre yukarı oda. Jimoka (Jimoka): Evin arka bölümü. Karmate (Karmate): Değirmen. Köşki (Köşki): Köşk odası. Kva (Kıfa): Taş. Kvaxinci (Kıfahinci): Taş köprü. K’arfi (Karfi): Çivi. K’at’um skala (Katum skala): Kedi merdiveni, geleneksel konutlarda çatı arası gibi yüksek mekanlara ulaşımı sağlayan taşınabilir ahşap merdiven. K’eladi (Keladi): Geleneksel evlerde yanan açık ateşin çevresinde oturulabilecek alan. K’eremindi (Kiemindi): Kiremit. 3 Lazca terimler, sırasıyla Laz alfabesiyle yazılışları, parantez içerisinde Türkçe’deki en yakın okunuşları ve Türkçe açıklamaları gelecek şekilde yazılmıştır. 26 UKHAD 1 (3) 2015 K’eremuli (Kieremuli): Açık ateşteki ocağın üstüne kazan vs. asmak için tavandan indirilen kalın baklalı ve kancalı zincir. K’olak’idi (Kolakidi): Evin dış kapısını içeriden kapatan özel kanca. K’or3’op’ut’a (Korzsoputa): Konutlarda dış kapıdan sonra iç avlu bölümünde bulunan çift kanatlı, içeriye ve dışarıya doğru her iki yöne de açılabilen asıl kapının yarı yüksekliğindeki ikinci kapıdır. Sıcak havalarda evin kapısı açık tutulurken kedi, köpek ve tavuk gibi evcil hayvanların içeri girmesini önlemek amaçlıdır. K’unk’li (Kunkli): Asma kilit. Let’a (Leta): Toprak. Lomi (Lomi): Toprağa kazık vb. dikmek için kullanılan, kalın ve yuvarlak ucu sivri çelik çubuk. Lula (Lula): Değirmen oluğundan çarka basınçlı su fışkırtan ahşap aparat. Maçxa (Maçha): Belli bir yerde ya da evin çevresine gelen suyu akıtmak için kullanılan ahşap oluk. Mandre (Mandre): Genellikle hayvan yemlerinin konulduğu, bazen de alt katının ahır olarak kullanıldığı birkaç katlı, küçük ahşap yapı. Menciyoni (Menciyoni): Oturak kısmı sarmaşıktan örülen arkalıklı sandalye. Memsofa (Memsofa): Evlerinin kimi odalarında bulunan ve üstüne yatak serilerek karyola ya da divan işlevi gören bir çeşit ahşap sedir. Meterizi (Meterizi): Kışın kuş avı yaparken gizlenmek için kurulan bir çeşit kulübe. Mskala (Imskala): Merdiven. M3’k’uli (Mzskuli): Ahşap bağlantılarda kullanılan ağaç çivi. Nca (Inca): Ağaç, kereste. Nek’na (Nekna): Kapı. Nk’eya (Nkeya): Evin ortasında açık ateşin yandığı yerdeki ocak taşı ya da ocaklık. Nk’ola (Nkola): Anahtar. Ntao (Ntao): Evlerde günlük tüketilen gıda malzemelerinin saklandığı ahşap dolap. Obargale (Obargale): Evdeki takım taklavat ve öteberinin konulduğu boş oda,ardiye. Okotumale (Okotumale): Kümes. Onbaxule (Onbahule): Kütük ağaçtan yapılmış olup, ağırlığı olan toprak sıkıştırıcı. Eskiden bozulan toprak zemini düzeltmek için kullanılan alet. Ongure (Ongure): Ahşap kiriş. 27 UKHAD 1 (3) 2015 On3oru (Onzsoru): Elek. On3xhone (Onzshone): Çatı arası. O’rzo (Orzo): Sarmaşıktan yada mısır koçanının kurumuş kabuklarından örülen arkalıksız sandalye. Otole (Otole): Pencere. Ot’rebule (Otrebule): Ocaklık, ocak taşı. Oxori (Ohori): Ev, konut. Oxoşgagure (Ohoşgagure): Aşhane; salon ve mutfağın bir arada olduğu, günlük işlerin yapıldığı evin ana yaşama mekanı. O3’ude (Ozsude): Ahşap raf. Paxana (Pahana): Balıkçı barınağı, liman. Piketi (Piketi): Briket. Pi3ari (Pizsari): Ahşap,tahta. Pufrengi (Pufrengi): Büz, Kiremit künk. Reik’a (Reika): Kiremit altı ahşap ızgara. Serenti (Serenti): Serender. Serentişi kara (Serentişi kara): Serenderlere farelerin çıkmasını engellemek için ahşap dikmenin üzerine oturtulan yuvarlak başlık. Stoli (Stoli): Masa. Suseyi (Suseyi): Kilit. T’ak’o (Tako): Kapıları dışarıdan kilitsiz kapatmak için sürgü gibi kullanılan estetik yapıda ahşap takoz. T’ikşari (Tikşari): Sebze bahçelerinde çubuktan yapılan derme çatma kapı. Xart’oma (Hartoma): Ahşap çatı örtü malzemesi. Xayati (Hayati): Hayat odası, evin manzaralı odası. Xerxi (Herhi): Hızar. Xinci (Hinci): Köprü. Yaşik’I (Yaşiki): Ahşap sandık. 3’alendoni oda (Zsalendoni oda): Evin konumuna göre aşağı oda. 28 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 30. Lazca yapı terimlerinin resimli anlatımı (Güler, 2012). 29 UKHAD 1 (3) 2015 DOĞU KARADENİZ KIRSAL YERLEŞMELERİNDE YÖRESEL MİMARİNİN ÖZELLİKLERİ; ARTVİN ŞAVŞAT BALIKLI KÖYÜ ÖRNEĞİ Characteristics Of Vernacular Architecture In The Eastern Black Sea Region’s Rural Settlements: The Case Of Artvin-Şavşat Balikli Village Yıldız SALMAN* Elif ARİFOĞLU* ÖZET Doğu Karadeniz kırsal yerleşmeleri, ülkemizdeki doğal zenginliğin ve kültürel çeşitliliğin adresi olarak gösterilmektedir. Ne var ki bu değerlerin oluşumunu sağlayan coğrafya ve yerleşim özellikleri, aynı zamanda bölgenin kırdan kente doğru gerçekleşen göç dalgasından fazlaca etkilenmesine neden olmuştur. Bu durum, bölgedeki kırsal alanların sosyal açıdan gelişememesine neden olmakla birlikte, antropojenik etkenler azaldığı için bölgedeki kültürel ve doğal değerlerinin günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır. Günümüzde ise, doğaya olan eğilimlerin artması, kalabalık şehir ortamından uzaklaşma isteği gibi nedenlerle Doğu Karadeniz kırsal yerleşmeleri önem kazanmaya başlamıştır. Bu makalede, Doğu Karadeniz kırsal yerleşmelerinin tipik bir örneği olan Balıklı Köyü ele alınmıştır. Artvin’in Şavşat İlçesi, Meydancık Bucağında bulunan Balıklı Köyü, Akyiğit, Karayiğit ve Balıklı olmak üzere üç mahalleden oluşmaktadır. Çalışma alanı olarak seçilen Balıklı Mahallesi, ticaret ve kamu yapılarının bulunduğu merkez yerleşimdir. Doğayla bütünleşmiş geleneksel konutlar ve samanlıklar, yerleşimin özgün karakterini oluşturmaktadır. Sosyo-kültürel yapının şekillendirdiği geleneksel konutlar, aynı zamanda konargöçer halkın taşınabilir barınaklardan kalıcı yapılara geçişini gösteren yansımalar da taşımaktadır. 2008-2009 yıllarında yapılan alan çalışmasında, Balıklı Mahallesi’nin genel özellikleri araştırılarak yerleşmenin doğal yapısı, doğal yaşamı, yöresel mimari özellikleri, yöresel kelimeleri, kültürel ve tarihi değerleri belirlenmiştir. Bu çalışmayla, yörenin sahip olduğu değerlerin ortaya konması ve yöredeki mimari kültürün yanı sıra var olan kültürel peyzaj değerlerinin belirlenmesi ve sürdürülmesi amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Doğu Karadeniz, Artvin, Şavşat, kırsal yerleşmeler, kırsal mimari, geleneksel konutlar, ahşap yapı. * Dr. İTÜ Mimarlık Fakültesi. İstanbul/TÜRKİYE * Uzman. İTÜ Mimarlık Fakültesi 30 UKHAD 1 (3) 2015 ABSTRACT Eastern Black Sea Region’s rural settlements are shown as the address of natural assets and cultural diversity in our country. However, the geography and the characteristics of the settlements that lead to the emergence of those values are also the main reasons of the rural-urban migration in the region. While this situation has resulted in underdevelopment of the rural areas in the region in social terms on the one hand, it has enabled cultural and natural values to maintain their existence, on the other hand. Today, Eastern Black Sea Region’s rural settlements have started to gain importance due to increasing interest in nature and demand to move away from crowded cities. In this article, Balıklı village that is a characteristical example of the Black Sea Region’s rural settlements, is addressed. Balıklı village that is situated at the Meydancık sub-district of the Artvin Province Şavşat District is composed of Akyiğit, Karayiğit and Balıklı neigbourhoods. Balıklı neighbourhood addressed in this article is the central settlement where trade and public buildings are located. Traditional houses and barns communed with nature constitute the unique characteristics of the settlement. Traditional houses shaped by socio-cultural factors, also have reflections of transition of nomadic people from portable shelters to permanent structure. In a field study conducted in 2008-2009, general characteristics of the Balıklı neighbourhood was investigated and wildlife, vernacular architectural characteristics, local words, cultural and historical values were determined. This study aims to demonstrate the values owned by the settlement and to determine and maintain the architectural culture as well as existing cultural landscape values. Keywords: Eastern Black Sea, Artvin, Şavşat, rural settlements, vernacular architecture, traditional houses, wooden buildings. GİRİŞ Doğu Karadeniz, batıda Ordu`da denize ulaşan Melet Çayı ile başlar ve doğuda Gürcistan sınırında sona erer. Bu bölgenin yerleşme biçimini belirleyen topoğrafya; kıyıdan sert bir eğimle yükselen ve doğu-batı istikametinde Bölge`yi doğal bir duvar gibi kuşatan kıyı dağları ile bunun hemen güneyinde yine denize paralel iç sıra dağlardan oluşmaktadır (Aktaran: Uzun, 2005, s.2). Doğu Karadeniz kırsal yerleşmeleri, sahillerde ve sahillerden içerilere doğru uzanan dar ve geniş vadiler boyunca kurulmuştur. Evleri arasında birkaç kilometre mesafe bulunan köyler olabileceği gibi tüm evlerin bir arada olduğu ya da kopuk kopuk mahalle gruplarından oluşan köyler de vardır (Özgüner, 31 UKHAD 1 (3) 2015 1970: 14-16; Sözen ve Eruzun, 1992: 102-110). Ancak bu köyler Anadolu köylerindeki sıkışık yerleşme düzeniyle benzerlik göstermez (Arın, 1986). Arazinin engebeli olması yerleşmelerin dağınık olmasına sebep olmuştur. Ancak, suyun bol olması da evlere köyün her yanına yayılabilme imkanı sağlamıştır. Ayrıca köylünün ürünlerini koruma isteğiyle ev ve tarlayı bir arada konumlandırması yerleşmelerin dağınık olmasının bir başka sebebidir (Özgüner, 1970: 19-20). Doğu Karadeniz yöresel mimarlığının temel öğeleri ev ve evin eklentileri olarak tanımlanan ambar, dam, çöten, serender, samanlık gibi yapılardır. Bu öğelerin oluşumunda ve biçimlenişinde doğal yapıdan başka ekonomik ve sosyo-kültürel yapının da etkisi vardır. Ev eklentilerinin ortaya çıkışında en önemli etken halkın üretim biçimidir. Ulaşım imkanlarının kısıtlı olduğu dönemde şehir ve kasabalarla ilişki azdır. Beslenme için gerekli gıdanın çevreden sağlanması ve üretilen gıda maddelerinin bozulmadan korunması gereklidir. Bu sebeple konutların yanında çeşitli işlevleri karşılayan yardımcı yapılara gerek duyulmuştur (Sözen ve Eruzun, 1992: 130-131) . Geleneksel konutlar çoğunlukla iki ya da üç katlıdır. Konutların plan şemasına etki eden başlıca faktör, yaşama kültürüdür. İklim, topografya, manzara, güneş ve malzemenin etkisi ikinci derecededir. İç düzen, yüzyıllar boyunca aynı şema üzerine kurulur. Yapı ustaları, plan şemasında bir değişiklik düşünmez. Köylünün yaşayışında bir değişiklik olmadıkça aynı şema devam eder. Medeniyetin nimetlerinden uzak, tabiat ortasında yaşayan köylünün hayatı ise, çok yavaş değişmektedir (Özgüner, 1970: 59). Bölgeye has yapı malzemesi ahşaptır. Ahşap karkas (çatma) sistem ile kütük ya da tahtaların üst üste konmasıyla oluşturulan ahşap yığma sistem (çantı) bölgenin geleneksel yapım tekniklerini oluşturur. Geleneksel yapıların ikincil yapı malzemesi olan taş, temel ve zemin kat duvarlarında ya da ahşap çatma sistemde dolgu malzemesi olarak kullanılır. Köylere ekonomik bağlarla bağlı olan yayla ve kışlak yerleşimleri Doğu Karadeniz bölgesindeki köyaltı yerleşim şeklidir. Orman sınırının üzerinde bulunan yaylalar, yaz döneminde hayvanların otlatıldığı, yılın belli döneminde gidilip yaşanılan yerlerdir. Kışlaklar, köy ve yayla arasında yer alan, iklimi yaylanınki kadar sert olmayan geçici yerleşim yerleridir. Yaylada havaların soğuk olduğu ilkbahar ve sonbahar dönemlerinde hayvanlara otlama imkanı sunan kışlaklara geçilir. Bu yerleşmeler geçici süreyle kullandıkları için düzensizdiler. Evleri kaba bir işçilikle yapılmıştır. Yapı malzemesi köylerde olduğu gibi ahşaptır. Evler, genellikle iki katlıdır. Alt katlar köylerde olduğu gibi ahır olarak 32 UKHAD 1 (3) 2015 kullanılır. Üst katlarda yatma, pişirme, yemek yeme, süt işleme gibi eylemleri karşılayan bir veya iki mekan bulunmaktadır (Özgüner, 1970: 14; Sözen ve Eruzun, 1992 : 105). Doğu Karadeniz kırsal yerleşmelerinin özgün bir örneği olan Balıklı köyü, son on yılda kentten geri dönüşlerle birlikte dokuya uygun olmayan yapılaşmalara ve yaşam kültüründe değişikliklere uğramaya başlamıştır. Ayrıca, bölgedeki doğal kaynakların işletmeye açılmasıyla yörenin doğal yapısı ve bu yapının etkidiği kültürel peyzaj yok olma tehdidi altındadır. Bu tehditler karşısında, Balıklı köyünün özgün karakterinin belgelenmesi önem taşımaktadır. 1. BALIKLI KÖYÜ Artvin’in Şavşat ilçesi, İmerhev (Meydancık) bucağına1 bağlı olan Balıklı köyü (Tskalsimeri), bucağın Gürcistan’a sınır olan kuzeydoğu köşesinde konumlanmıştır (Şekil 1). Bucak merkezi Meydancık (Diyoban) köyü ile Balıklı köyünü birbirinden ayıran Papart Deresi (Göknar Akarsuyu) batıgüneybatı yönünde uzanmakta ve Balıklı’nın güney sınırını oluşturmaktadır. Köy, diğer yönlerde Sarıçayır Dağları ile çevrilidir. Bu dağlarda Balıklı’ya ve çevre köylere ait yaylalar ve kışlalar (kışlak) bulunmaktadır. Kuzey yönündeki dağların ardı Gürcistan’dır. Balıklı, 2014 yılı Mahalli İdareler Genel Seçimlerine kadar Meydancık Beldesinin2 bir mahallesidir. 6360 sayılı Kanun gereği Meydancık Belediyesi kapatılınca, Balıklı, Meydancık köyünün bir mahallesi haline gelmiştir. Bununla birlikte, 14 Eylül 2014 tarihinde yapılan ara seçimler sonrası Balıklı, yeniden köy statüsü kazanmıştır. Batı, doğu ve kuzey yönlerinde dağlarla, güney yönünde ise Papart Deresi’yle sınırlanan Balıklı köyü, dağ eteklerine kurulmuş bir yerleşimdir. Yerleşimi saran dağlar, kuzeydoğu-güneybatı yönünde uzanmaktadır. Köy, dağların yönelişi dolayısıyla kuzey, doğu ve kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda gelişmiştir (Şekil 2). Köyü çevreleyen doğal sınırlayıcılar ve engebeli arazi, yerleşme modelinin oluşmasında etkili olmuştur. Balıklı köyü, Bzata (Akbıyık), Sholtiskhevi (Karayiğit) ve Balıklı olmak üzere üç mahalleden oluşmaktadır. Köy merkezi, Sarıçayır Deresi’nin Papart Deresi’ne kavuşmasına yakın bir noktada, engebenin daha az olduğu Makalede, yöresel kelimeler italik yazılmıştır. Metin içinde, yöresel veya Türkçe kelimelerden yörede yaygın olarak kullanılanı tercih edilmiş, ikincil kelimeler bölüm başlarında ilk kullanıldıkları yerde, parantez içinde belirtilmiştir. Ayrıca, makale sonunda, Balıklı Mahallesi yerel sözlüğü bulunmaktadır. 2 Meydancık Beldesi, 1994 yılında Meydancık Bucağına bağlı Taşköprü, Balıklı, Mısırlı ve Meydancık köylerinin birleşmesiyle oluşturulmuştur. 1 33 UKHAD 1 (3) 2015 kuzeybatı-güneydoğu yönündeki Balıklı Mahallesi’nde bulunur (Şekil 3). Kuzeyde yer alan Bzata ve doğuda yer alan Sholtiskhevi mahallelerine doğru arazi eğimi artmaktadır. Buradaki mahalleler, arazi darlığından dolayı dağlara doğru yayılış göstermiştir. Dere kenarlarındaki alanlar ve az miktardaki düz araziler tarımsal faaliyetler için ayrılmıştır. 1.1. Doğal ve Çevresel Özellikler Yöre, flora ve fauna türleri açısından oldukça zengindir. Balıklı köyünün bağlı olduğu Artvin ili, bitki çeşitliliği ve endemik türler çeşitliliği bakımından önde gelen illerden biridir. Ayrıca, Balıklı köyünü de içine alan Papart Deresi Vadisi, Karçal Dağları Önemli Doğa Alanı sınırları içinde bulunur (Doğa Derneği, 2008: 2). Karçal Dağları ÖDA’nın bir parçası olarak değerlendirilen Papart Deresi Vadisi, zengin yaban hayatına sahiptir. Balıklı, sahip olduğu topografya, bitki örtüsü, iklim, doğal yaşam ve kırsal mimariyle özgün bir karaktere sahiptir. Doğa/insan birlikteliğinin zaman içerisinde oluşturduğu ilişki, yöreye kültürel peyzaj değeri kazandırmıştır. Balıklı’daki tarla, çayır, bahçe gibi tarımsal alanlar ve yöresel ahşap mimari ürünler, mahallenin sahip olduğu kültürel peyzaj değerleridir. Topografyayla uyumlu olarak oluşturulmuş tarım alanları, sahip oldukları bitki örtüsüyle de yörenin kimliği üzerinde etkilidirler. Yöresel mimari öğeler, kültürel peyzajın bir diğer değeridir. Yöre kültürünün geçmişten bugüne nasıl geliştiği ve değiştiği hakkında fikir veren bu yapılar, yörenin görsel karakteri üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir. Topografyayla uyumlu olarak inşa edilmiş yapılar, etraflarını çevreleyen ağaçlarla doğa - insan uyumunun güzel bir örneğini sergilemektedir (Şekil 4). 1.2. Sosyo- Kültürel Özellikler Balıklı köyü, yakın bir zamana kadar İmerhev bucağının ticaret merkezidir. Balıklı’nın ulaşım bağlantıları ve konumuyla birlikte, İmerhev bucağının Cumhuriyet dönemindeki ilk okuluna ve en büyük camisine sahip olması, bu durumun nedenleri arasındadır. Ancak göçlerle birlikte ticaret azalınca Balıklı bu özelliğini yitirmiştir. Otuz yıl öncesine kadar 23 olan işleyen dükkân sayısı, günümüzde 3’e kadar inmiştir. 1920-2011 yılları arasındaki nüfus verileri incelendiğinde, Balıklı köyünün nüfusunun gittikçe azaldığı görülmektedir. 1922-26 yılları arasında, Balıklı en kalabalık nüfusuna sahiptir. 1966-68 yılları arasında, Almanya’ya işçi göçü olmuştur. Köydeki nüfusun esas anlamda azalması ise 1980 darbesinden sonra olmuştur. Bu dönemde büyük baskı gören halk, yurdun 34 UKHAD 1 (3) 2015 çeşitli yerlerine göç etmiştir. Sonraki yıllarda, tarım ve hayvancılığa desteğin azalmasıyla birlikte, diğer şehirlere göç sürekli devam etmiştir. 1970 yılında 1302’e ulaşan Balıklı köyünün nüfusu, 2009 yılında 271’dir. Balıklı’da, halkın geleneksel geçim yolları tarım, hayvancılık, arıcılık ve el sanatlarıdır. Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de halkın büyük bir çoğunluğu bu etkinlikleri ticari amaçlarla değil, kendi ihtiyaçlarını karşılamak için gerçekleştirmektedir. Tarım ve hayvancılık ürünlerinin ticaretinin yapılamaması ve bölgede iş olanağının kısıtlı olması dolayısıyla, Almanya’ya ve diğer şehirlere iş bulma umuduyla göçler başlamıştır. Artvin ilinin genelinde görülen bölgesel dil farklılığı Balıklı ve çevresindeki köylerde de görülmektedir. Bu farklılık, sadece ilçe ve bucak düzeyinde değildir. Bir köyün farklı mahallerinde de dil farklılıkları görülebilmektedir. Örneğin; Meydancık köyünün ve Balıklı köyünün merkez mahallelerinde Türkçe konuşulurken, Meydancık’ın Kökliyet (Mehmetçik), Balıklı’nın Bzata ve Sholtiskhevi Mahalleleri’nde ağırlıklı olarak Acar-Gürcü dili konuşulmaktadır. 2. ÇALIŞMA ALANI Köy merkezinin bulunduğu Balıklı Mahallesi, çalışma alanı olarak seçilmiştir. Ticaret yapıları, sosyal yapılar, kamu yapıları ve köyün ilk camisi burada yer almaktadır (Şekil 5). 2.1. Yerleşim Düzeni Balıklı Mahallesi, kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzanmaktadır. Yapı grupları toplu olmayıp dağınıktır. Bahçelerin içinde yer alan geleneksel konutlar seyrek bir doku oluşturmaktadır. Arazilerin, yeryüzü şekilleri ve miras yoluyla parçalanması küçük, dağınık, fazla sayıda parselin oluşmasına neden olmuştur. Yerleşimin merkezi, Sarıçayır Deresi’nin kenarında, nispeten az eğimli bir arazi üzerinde bulunmaktadır. Cami, ticaret yapıları ve kahvehaneler merkezi çevrelemektedir. Kamu yapıları, merkeze yakın bölgelerde, 35 UKHAD 1 (3) 2015 merkezden dağılan yolların kenarında bulunmaktadır. Bölgede planlanmış meydana rastlanmaz, toplanma yerleri yerleşim merkezindeki uygun alanlar ve ‘dört yolun kesişimi’ anlamına gelen Oğrobe mevkisidir . Konut grupları engebeli araziler üzerinde yer almaktadır. Düz araziler, tarım alanları olarak ayrılmıştır. Ekilebilir toprak alanlarının sınırlı ve dağınık olması, yerleşimdeki konut gruplarının farklı bölgelere yayılmasına sebep olmuştur. Karadeniz köylüsünün ekinlerini koruma isteğiyle oturma ve çalışmanın bir arada olması burada kendini göstermektedir. Yerleşimde, yapı gruplarının bulunduğu mevkileri tanımlayan altı ayrı mahalle ismi bulunmaktadır. Yerleşim merkezi Camikapı olarak geçer. Sarıçayır Deresi’nin iki ayrı yakasındaki mahalleler, ‘derenin karşı tarafı’ anlamına gelen Ogeçe adıyla anılır. Camikapı’nın yakınındaki Bukizeler3 Mahallesi ismini, o bölgede yaşan sülaleden almıştır. Bukizeler Mahallesi’nin doğusundaki mahalle Lomsizeler adıyla anılmaktadır. Yerleşimin batısında Mere Mahallesi bulunur (Şekil 6). Bir aileye ait arazilerin, farklı mevkilerde ve parça parça bulunmasından dolayı, belli bir mevkideki araziyi tanımlamak için mahalle isimleri yetersiz kalmıştır. Yerleşimde, hangi parselde çalışıldığını adreslemek üzere parsel gruplarına değişik isimler verilmiştir (Şekil 7). Yerleşimdeki geleneksel yapılar, bulundukları arazinin en verimsiz ve eğimli noktalarına inşa edilmişlerdir. Geçmişte, yeni yapılan evler, imece dolayısıyla, birlik evin yakınında konumlandırılırken, zamanla bu anlayış değişmeye başlamıştır. Günümüzde, imecenin kalkması ve tarımsal faaliyetlerin önemini kaybetmesiyle, yeni konutlar, araç yollarının kenarında, düz arazilerde ve merkeze yakın noktalarda inşa edilmektedir. 2.2. Yapılar Yerleşimde geleneksel yapım sistemlerle inşa edilmiş camiler, ticaret yapıları, konutlar, samanlıklar ve değirmenler yer almaktadır (Şekil 7). Bu yapılar, çalışma alanı içerisinde bulunan 3144 adet yapının % 82’sini oluşturmaktadır. Bununla birlikte, günümüzde mevcut olmayan ancak bir zamanlar yerleşimin karakterinde önemli yer tutan okul yapıları ve köprülerin de olduğu, yöre halkıyla yapılan görüşmelerle belirlenmiştir. Bazı sülale adları sonunda da bulunan -dze eki Gürcüce oğlu anlamına gelmektedir. Örneğin, yerleşimde Zurabize adıyla anılan sülale, adını, Mısırlı’dan gelerek Balıklı’ya yerleşen Zurab Bey’den almıştır. Zurab Bey’in soyundan gelen kişiler, yörede Zuraboğulları anlamına gelen Zurabize adıyla anılmaktadır. Bu eke benzer olarak sülale adları sonuna gelen -et eki, Gürcüce lik/lik ve yurt anlamı bildiren bir son ektir (Kırzıoğlu, 1998, s.43). Babilize, Basilize ve Zurabize sülalerinin birlik evleri, yörede Basilet,Babilet ve Zurabet adıyla anılmaktadır. 4 Müştemilat olarak nitelendirileren, konutların bitişiğinde ya da çevresinde bulunan mutfak, banyo, hela, ocak, depo, odunluk, çardak gibi yapılar bu sayıya dahil değildir. 3 36 UKHAD 1 (3) 2015 Cami Balıklı Köyü Camisi Papart Vadisi civarının en eski camisidir. Yapım yılı 1857 - 1865 arasındadır. İlk yapılışta kare planlı ve ahşap topuz çatılı olan cami, 1965 yılında genişletilmiştir. Günümüzde mevcut olan cami, dikdörtgen planlı ve beşik çatılıdır. Caminin en önemli özelliği farklı renklere boyanmış, minber, mihrap, kubbe, dikme gibi cami içi öğelerdir (Şekil 8). Bu öğeler Şavşat ilçesindeki bazı köy camileriyle benzerlik göstermektedir. 2009 yılında yapılan tadilatla caminin iç duvarları, tavanı, dikmeleri lamine ahşapla kaplanmıştır. Bu uygulama caminin özgün karakterini kaybetmesine neden olmuştur. Ticaret Yapıları Geleneksel yapıların % 2‘si geleneksel tekniklerle inşa edilmiş ticaret işlevli yapıdır (Şekil 9). Bu yapıların en eskisi, ahşap karkas sistemle inşa edilmiştir. Yapının yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Yapı, 1985 yılından beri kullanılmamaktadır. Yaklaşık iki metre yükseklikteki taş temellerin üzerine mesnetlenmiş taban kirişlerine oturtulan ahşap dikmeler, 15-20 cm aralıklarla yerleştirilmiştir. Dikmelerin arası çamurla doldurularak üzeri bağdadi usulünde sıvanmıştır. Bu teknik, yörede çakatura adıyla anılmaktadır. Diğer geleneksel ticaret yapıları, taş yığma ve ahşap karkas tekniği ile inşa edilmiştir. Bu yapılar, 1930-60 yılları arasında yapılmıştır. Samanlıklar Yerleşimdeki yapıların büyük çoğunluğunu oluşturan merekler (samanlık), kırsal mimarinin temel yapılarındandır (Şekil 10). Tarım faaliyetlerine bağlı olarak yerleşimin her noktasına yayılmıştır. Her konutun bahçesinde mutlaka bir adet merek bulunmakla birlikte, çayır ve tarlalarda da ihtiyaca göre merek yapılmıştır. Merekleri, yerleşimi çevreleyen dağların biçilebilir arazilerin bulunduğu hemen her noktasında görmek mümkündür. Merekler, 15-20 cm kalınlıktaki kütüklerin “kara boğaz geçme” ile birbirleri üzerine bindirilmeleriyle oluşturulmuştur. Ahşap kütükler, yüksekliği arazi eğimine bağlı olarak değişen taş temeller üzerine oturmaktadır. Bazı mereklerde, kütüklerin dış yüzü yontulmuştur. Bazılarında ise sökülen evlerin ahşap malzemeleri kullanılmıştır. Mereklerin duvar tahtaları da, konut duvarlarında olduğu gibi, ahşap çivilerle birbirine bağlanmıştır. Mereklerin boyutları ve kat sayıları, kullanım biçimine ve arazinin büyüklüğüne bağlı olarak değişmektedir. Konut bahçelerinde bulunan merekler, genellikle iki katlıdır; ancak üç ve dört katlı örnekler de mevcuttur. Boyutları tarım 37 UKHAD 1 (3) 2015 alanlarındaki mereklere göre oldukça büyük olan bu mereklerin zemin katları tek bir mekândan oluşur. Üst katlar ise, dışa açık ve dışa kapalı olmak üzere iki bölüme ayrılmıştır. Kapalı bölümde otlar üst üste yığılarak depolanır. Dışa açık bölümler, gerekli durumlarda yaş otların serilerek kurutulması için oluşturulmuş ve zamanla ahşap parçalarla kapatılmıştır. Tarım alanlarındaki merekler bir ya da iki katlıdır. Depolanacak ürün miktarına farklı boyutlarda olabilmektedir. Değirmenler Değirmen, kırsal yaşamın en önemli yapılarından biridir. Mahallenin ortak malıdır. Her komşuluk grubunda, su kaynaklarına yakın yerlerde mutlaka bir adet değirmen bulunmaktadır. Tarım faaliyetlerinin azalmasıyla eski önemlerini kaybeden değirmenler, oldukça bakımsız kalmıştır. Günümüzde mevcut değirmenlerin yarısı kullanılmamaktadır. Değirmenler 5-7 cm arasındaki ahşap elemanların, köşelerde birbiri üzerine kurt boğazı geçme ile bindirilmesiyle oluşturulmuştur (Şekil 11). Geleneksel Konutlar Çalışma alanı içerisindeki konut işlevli (ticaret ve konut, konut ve ahır, konut) 120 adet yapının %75‘i, geleneksel yapım teknikleriyle inşa edilmiştir. Geleneksel konutlar, yöresel yapıların %34,5‘ini oluşturmaktadır. Konutların araziye yerleşmesinde dikkat edilen husus, arazi eğimidir. Manzara yönü ve iklim verileri, konutların araziye konumlandırılmasında göz önünde bulundurulmazlar. Bu kıstaslara, plan kurgusunda dikkat edilmektedir. Bölgenin engebeli yapısı ve sınırlı sayıdaki düz alanların tarım arazisi için ayrılması, konutların eğimli araziler üzerine yerleştirilmesini zorunlu kılmıştır. Yapılar, eğim çizgilerine paralel olarak yerleştirilerek, topografyaya en az müdahale ile yapılaşma sağlanmıştır (Şekil 12). Geleneksel konutlar, büyük ve orta büyüklükteki bahçelerin içinde bulunmaktadır; ancak arazilerin miras yoluyla paylaşılmasıyla, konutları çevreleyen bahçeler, zaman içinde küçülmüştür. Konut bahçeleri, günlük faaliyetlerin gerçekleştirildiği alanlardır. Bahçelerde çeşitli meyve ağaçları bulunur. Merek, karapan (pekmez kaynatılan ocak) ve dut ağacı geleneksel konutların bahçelerinde mutlaka yer alan öğelerdir (Şekil 13). Çoğu konutun bahçesinde, günlük ihtiyaçları karşılamak için bostan da bulunmaktadır. Özgün düzende, bütün konutların hemen ön bahçesinde bulunan akpunluk (gübrelik), günümüzde hayvancılık faaliyetine devam eden ailelerin bahçeleriyle birlikte birkaç bahçede daha bulunmaktadır. 38 UKHAD 1 (3) 2015 Geleneksel konutlar genellikle 3 katlıdır; ancak 2 katlı (11 adet) örnekler de görülmektedir. Genellikle, 3 katlı olan geleneksel konutların en alt katı ahır, giriş katı yaşama alanı, ikinci katı ürün kurutma ve saklama alanı olarak planlanmıştır. 2 katlı olan konutlarda, yaşama mekânları ve ürün mekânları giriş katında çözümlenmiştir. Konutların tümü kare planlıdır. Çatılar, beşik çatıdır. Çatı örtüsü 1960 yılına kadar bütün yapılarda bedevradır (ince ahşap). Orman Kanunu’yla bedevra açımının yasaklanması ve Orman Bakanlığı tarafından ucuz sac dağıtılması nedenleriyle, bu tarihten itibaren bedevralar kaldırılarak çatılar sac ile örtülmüştür. Yapım sistemi olarak zemin katlarda taş yığma, diğer katlarda yaka (ahşap yığma) tekniği kullanılmıştır (Şekil 14). Bir sülalenin sahip olduğu ilk konut, o sülalenin ‘’birlik evi’’dir. Birlik ev, atadan kalan, aynı soydan birkaç ailenin paylaştığı ev anlamındadır. Konutun içindeki nüfusun artmasıyla ve yeni evliliklerle birlikte, birlik ev kardeşler arasında bölünür ve konuta yeni mekânlar eklenir. Birlik evin bir yarısında bir erkek evladın, diğer yarısında diğer erkek evladın soyu devam eder. Erkek çocukların sayıca fazla olması durumunda ise, birlik ev bir ya da iki erkek kardeşe bırakılır, diğer kardeşler beraber veya ayrı ayrı ev yaparlar. Yeni yapılan konutlar, sonraki nesillerin birlik evi olur. Her yeni evlilikle birlikte, sülalenin aile ve hane sayısı artar. Günümüzde aynı konutu paylaşan aile sayısı oldukça azdır. Artık aileler, bir konutun bölümlerini paylaşmak yerine, evin yarı değerinin ücretini diğer aileye ödeyerek tüm konuta sahip olma ya da birlik evi sökerek yapı malzemesini paylaşma yoluna gitmektedirler. Doğu Karadeniz’in pek çok yerleşiminde yapıları yıkmak yerine kullanılan sökmek deyimi, Balıklı için de geçerlidir. Tamamen çivisiz ve kiriş bağlantıları da dahil olmak üzere geçmelerle oluşturan yapım sistemi; geleneksel yapılara taşınabilir, sökülebilir ve yeniden monte edilebilir nitelikleri kazanmıştır. Sürekli doğayla iç içe olan yöre halkı, konutlarını dışarıya kapatmamış, çok açıklıklı konutlar yaparak doğayla etkileşimlerini sürdürmüştür. Yalnız soğuk havalarda, kapalı odalara kapanan halk, baharla birlikte dışarıya açılır. Birden çok girişi bulunan evlerin bütün kapıları, kışa kadar açıktır. Konutla doğa arasında sürekli bir dolaşım vardır. Geleneksel konutlarda plana karakterini veren mekân, dandrabadır (sofa). Yaygın olarak yan dandrabalı plan tipi görülmekle birlikte, iç dandrabalı örnekler de bulunmaktadır. Dışa açık olan dandrabalar, değişen yaşam tarzına ve konutu paylaşan aile sayısına bağlı olarak zamanla kapatılmış, bazıları bir ya da iki odaya çevrilmiştir. Yaz ve sonbahar aylarında, bulundukları kata bağlı olarak ortak yaşama ya da ürün kurutma alanı olarak kullanılan dandrabalar, manzara ve güney cephesine yerleştirilmişlerdir. Bu yön aynı 39 UKHAD 1 (3) 2015 zamanda arazinin eğim yönüdür. Yerleşimdeki bütün konutların dandrabaları güzel manzaralara sahiptir. Hemen bütün odalar, dandrabaya açılır; ancak bazı plan tiplerinde bir ya da iki odanın kapısı dandrabaya bağlanan dar bir araya (koridor) açılır. Konuttaki oda sayısı doğruca konutu paylaşan aile sayısıyla ilişkilidir. Giriş katına ulaşım yan cepheden sağlanır. İçeriye doğrudan giriş yoktur. Yan cephelerde bulunan merdiven sahanlığından ya da balkondan giriş katına girilir. Genel olarak kullanılan, evin olduğu taraftaki giriştir ve konutun ana giriş kapısı doğruca dandrabaya açılır. Genel olarak, giriş katında dandrabayla birlikte odalar, maran (kiler), hoço (odunluk ve pekmez kaynatılan ocağın bulunduğu mekân) ve hela (çiçme) bulunmaktadır (Şekil 15-16). Geleneksel bir konutun en önemli mekanı ‘ev’dir. Evde oturulur, yatılır, yıkanılır, yemek pişirilir ve yemek yenilir. Aslında, en eski örneklerde, bütün bu fonksiyonları gerçekleştirmeye yarayan donatıların, giriş katındaki diğer odalarda da bulunduğu görülmüştür. Ancak, evi diğer odalardan ayıran, soğuk günlerde bütün ev halkının burada toplanması, misafirlerin burada ağırlanması, yemeklerin hep birlikte burada yenmesi ve bütün hane halkının kullanımına açık olmasıdır. Evde, hanenin en yaşlıları ve çocukları yatar. Diğer odalar, genç çiftler için ayrılmıştır, kullanımları bu kişilere özeldir. Bu odalar, yörede arka/geriki oda ve ileriki oda/gelin odası olarak anılır. Özgün halinde, bir evin içindeki temel öğeler, kapının hemen karşısında yer alan buhar (ocak) ve duvarı boyunca uzanan sekvidir (sedir), Buharda yanan ateş, evin içini aydınlatır, ısıtır; yemeği pişirir, pekmezi ve suyu kaynatır. Konutta yıkanmak için ayrı bir mekân yoktur. Sekvinin altında bulunan milde (kapaklı ahşap banyo teknesi) yıkanılır. Mil, hem sıcağa yakın olmak hem de sıcak suya kolay erişmek için, genellikle sekvinin buhara yakın olan ucunda bulunur. Duvarlara tutturulmuş tereklerde (raf) mutfak araç gereçleri bulunur. Yemekler, hep birlikte yer sofrasında yenir. Giriş katında bulunan dandraba, sıcak mevsimlerde ortak yaşama alanıdır. Dandrabanın eğime bakan yönü açık bırakılmıştır. Mekânın aydınlatılması ve güneş alması böyle sağlanır. Dandrabanın kapatılarak salona çevrildiği örnekler dışında, bu mekânda pencere bulunmaz. Bazı eski örneklerde ise, yan yana sıralanmış küçük açıklıklar bulunur. Özgün halinde, bu mekânda sabit bir tefriş elemanı yoktur. Gündüzleri, tarla çayır işleri için sürekli dışarıda olan ev halkı, bu mekânı daha çok akşamları kullanır. Yaz ve sonbahar akşamlarında dandrabada toplanan ev halkı, mekânı aydınlatmak ve akşam serinliğini kırmak için dandrabanın ortasında, pileğin (toprak bir kap) içinde yakılan ateşin etrafında oturur. 40 UKHAD 1 (3) 2015 İkinci kata ulaşımı sağlayan merdiven, özgün halinde dandrabada bulunmaktadır. Merdivenin plan düzenlemesinde önemli bir yeri yoktur. Bu nedenle, iki katlı konutların ve üç katlı konutların giriş kat plan şemasında kat sayısından dolayı bir farklılık yoktur. Yalnızca odaların kullanımı değişmektedir. Merdivenin yeri, kullanıma göre sürekli değiştirilir. Günümüzde ikinci kata çıkışı sağlayan merdivenlerin çoğu balkonlara taşınmıştır. Dandrabalar, zamanla kapatılarak salona dönüştürülmüş; içi sekvi, divan ve dolaplarla döşenmiştir. Mekânın geçirdiği bu dönüşüm, modernleşme çabası olarak açıklanabilir. Kullanıcılar, misafirlerini ağırlamak için her türlü eylemlerini gerçekleştirdikleri ev yerine, daha derli toplu bir mekân yaratma gereği duymuşlardır. Bu dönüşümden sonra, mekânın aydınlatılması ön duvarda açılan pencereyle sağlanmıştır. Mekânın geçirdiği biçimsel değişime rağmen kullanım şekli değişmemiştir. Kapatılarak salona dönüştürülen ya da ilk planlamada salon olarak yapılan bu mekânlar, günümüzde de daha çok sıcak mevsimlerde kullanılmaktadır. Bunun nedeni, mekânı ısıtmak için gereken yakacak miktarının fazla olmasıdır. Maran, ev ve arka oda arasında bulunan dar bir mekândır. Süt, yoğurt, ayran, turşu, pekmez, bal gibi günlük tüketilen yiyecekler burada saklanmaktadır. Hoço, giriş katı plan şemasına evdeki buharın sökülmesinden sonra girmiştir. Buhar gibi evin arkasına dayanmış, ana kütleye dâhil olmayan bir mekândır. Gaz yağı ve kuzine ticaretinin başlamasıyla buharlar, zamanla işlevini kaybetmiştir. Bununla birlikte, fenerlerin aydınlatma, kuzinelerin ısınma ve yemek pişirme işlerine çözüm olmasına rağmen, kazanlar için büyük bir ocağa ihtiyaç duyulmuştur. Buhardaki küllerin odaya dağılması ve buharda yapılan işlerin evi kirletmesinden yorulan halk, çareyi buharı evden ayırarak pişirme işleri ayrı bir mekân yapmak da bulmuştur. Hoçonun bir tarafında karapan (pekmez kaynatılan ocak), bir tarafında üst üste yığılmış odunlar bulunur. Hoçolar, zamanla mutfağa dönüştürülünce karapan bahçeye taşınmıştır. Geleneksel konutlara, zamanla eklenen bir diğer bölüm balkonlardır. Dandrabaların kapatılmasından sonra, bazı konutların bir, bazılarının iki, bazılarınınsa üç tarafı balkonlarla çevrelenmiş, konuttaki açık alan ihtiyacı böyle giderilmiştir. Bir bakıma, dandrabaların görevini üstelenen balkonlar da, yörede dandraba adıyla anılmaktadır. Hela, sabit bir noktada olmamakla birlikte, daima ön cephede bulunmaktadır. Böylece, bütün atıkların akpunlukta toplanması sağlanmıştır. Konutlardaki hela sayısı ve yeri, yaşantıya göre farklılık göstermektedir. 41 UKHAD 1 (3) 2015 Geleneksel konutların ikinci katları, ürün kurutma ve saklama katı olarak planlanmıştır. Bu kata ulaşım, giriş katındaki dandrabada bulunan dik bir merdivenle ve bahçeden bir rampayla sağlanmıştır. Geleneksel bir konutun ikinci katı ambarlar, ara ve dandrabadan oluşur (Şekil 17-18-19). İkinci katta bulunan dandraba (yukarki dandraba), meyvelerin ve sebzelerin kurumaya bırakıldığı bölümdür. Üç tarafında da açıklıklar bırakılarak, mekânın her yönden güneşlenmesi sağlanmıştır. Ambarlar, konutların en korunaklı bölümleridir. Başta mısır olmak üzere, bütün kuru gıdalar burada depolanmaktadır. Ambarlar, yüksek eşiğe ve sıkıca kapanan bir kapıya sahiptir. Bütün konutların hemen hepsinin ambarları, güve tutmadığı bilinen çıralı çamdan (sarıçam) yapılmıştır. Ambarların içindeki sabit öğeler, harolar ve sırığlardır. Harolar, un ve gut mısırları (püskülsüz mısır) koymak için ayrılmış bölümlerdir. Sırığlar, asma mısırların (püsküllü mısır) asıldığı askılardır. Tarım faaliyetlerinin azalmasıyla birlikte, ambarlara duyulan ihtiyaç azalmış; ambarlardan biri odaya dönüştürülmüştür. İkinci katta bulunan ara, bir geçiş yeridir. İki dar kenarı da açıktır. Bahçeden ikinci kata ulaşımı sağlayan rampayla doğruca araya girilir. Bu rampa sayesinde dışarıdan taşınan ürünlerin yaşama katına sokulmadan, doğruca ikinci kata ulaştırılması sağlanmıştır. Aralar, tarım faaliyetlerinin azalmasıyla birlikte dışa kapatılmıştır. Günümüzde, bu mekânlar daha çok oda ya da depo olarak kullanılmaktadır. Geleneksel konutların en alt katı, genellikle iki adet ahır (ahor) ve bu ahırların önünde bulunan bir geçiş yerinden (ahorun kapı) oluşur (Şekil 20, Şekil 21). Bazı konutlarda bir adet ahır bulunmaktadır. Bu katın üst katlarla bağlantısı yoktur. Ulaşım bahçeden sağlanmaktadır. Balıklı’daki bütün geleneksel konutların mekân kurgusu, temelde aynı karaktere sahiptir; ancak değişen gelenekler ve konutu paylaşan aile sayısı bazı farklılıklara sebep olmuştur. Balıklı Mahallesi’nde yapılan alan çalışmasında, 89 geleneksel konutun 48’inin plan şeması çizilerek konutların plan özellikleri belirlenmiştir. Plan şemaları, zamana bağlı olarak değişmiş dış ortamla ilişki, bu ilişki yönünden birbirinden ayrılan dandraba ve salon mekanları ile bu mekanların odalarla olan ilişkisi hususları göz önünde bulundurularak sınıflandırılmıştır. Ortaya çıkan tablo değerlendirildiğinde; 1930 öncesi plan tiplerinin temel şemalar olduğu ve bu şemalar üzerine yapılan eklemelerle yeni plan şemaların geliştiği görülmektedir (Şekil 22). Eğime paralel olarak yerleştirilen konutlar, arka cepheden iki katlı olarak görülmektedir. Eğime dayanmış olan arka cephe ve konuta girişin 42 UKHAD 1 (3) 2015 sağlandığı yan cepheler oldukça sadedir. Yan cepheler, geleneksel konutların topografyayla uyumunu en iyi gösteren cephelerdir. Konutların en özellikli cephesi, bayır aşağı bakan ön cephedir. Bu bu cepheye en çok özellik katan öğe, Şavşat köylerinin en özellikli öğesi olan köşklerdir. Manzaraya bakan ön cephede bulunan köşkler, balkondan çıkma yapmış dinlenme ve seyir yerleridir. İki veya üç katlı geleneksel konutlar, cephe özelliklerine göre kat sayısıyla birlikte balkonlu ve balkonsuz olarak sınıflandırılmıştır (Şekil 23). Geleneksel konutlar süsleme yönünden yalındır. Dekoratif öğeler daha çok 1920 öncesine ait konutlarda görülmektedir. 1920 öncesine ait konutların hemen hepsinin dikmeleri süslemeli, kapıları kemerlidir. Bazı konutlarda çatı dikmelerinin de işlemeli olduğu görülmüştür. Ancak, bazı konutlarda bu öğeler çürüdüğü gerekçesiyle yenilenmiştir. Alan çalışması sırasında, sökülen konutlara ait dekoratif elemanların farklı noktalarda ve farklı yapılarda kullanıldığı gözlemlenmiştir. Bölgede ahşap ustalarının sayısının azalmasına ve yapı geleneğindeki değişime bağlı olarak ilerleyen yıllarda, konutlardaki ahşap işçiliği yok olmuştur. 1950 sonrası yapılarda dekoratif öğelere rastlanmamaktadır. Yalnızca, köşklü konutlarda köşk korkulukları ahşap işçiliğinin güzel örneklerini sergilemektedir. Çalışma alanı içindeki konutlar, süsleme yönünden yalın olsa da yapı detayları oldukça zengindir. Kilitler, lavabolar, menteşeler, birleşim detayları özgün çözümlerle dikkat çekmektedir (Şekil 24). Geleneksel konutların iç ve dış kapıları aynı niteliklere sahiptir. Kapılar, kemerli ve düz atkılı olmak üzere iki farklı tipte olabilmektedir (Şekil 25). 1930 öncesi yapıların giriş katında kemerli kapılar olduğu gözlenmiştir. Düz atkılı kapıların en temel örneği, 1930 öncesi ve sonrası konutlarda görülen tek tablalı kapıdır. 1930 sonrası dönemde görülen birden çok tablalı kapılar, yatay ve düşey kayıt düzenlerine göre çeşitlenmektedir. 1920 öncesi yapılarda özgün halinde pencere bulunmamaktadır. Bunun nedeni, sürekli savaş ortamında bulunan halkın korunaklı mekânlar yaratma isteğidir. Bununla birlikte, dışarıyı kontrol etmek için ev ve odaların bir ya da iki duvarında 10/10 cm gibi küçük açıklıklar açılmıştır. Bu açıklıkların üstü sürme bir kapakla kapatılmıştır. 1920’li yıllardan sonra savaşların bitmesine bağlı olarak yaşam koşullarının değişmesi ve cam ticaretinin başlamasıyla ev ve odalarda pencere açıklıkları açılmaya başlanmıştır. Ancak iklim şartları nedeniyle pencere boyutları oldukça küçük tutulmuştur. Geleneksel konutlarda bulunan pencereler, geometrik yönden büyük farklılıklar göstermez (Şekil 26). Yalnızca en ve boy oranları ve yatay kayıt sayıları farklıdır. Geleneksel konutların giriş ve ikinci katları yaka, ahır katları ise 43 UKHAD 1 (3) 2015 yığma taş olarak inşa edilmiştir . Konutlarda ana kayaya ulaşana kadar temel kazısı yapılmakta ve ahırın duvarları temel seviyesinden itibaren yaklaşık 180 cm yükseltilmektedir. Ahırın döşemesi, temel suyu çıkmadığı sürece doğruca ana kayanın üstüne döşenmektedir. Diğer durumda ise, temel su seviyesine kadar taş ile doldurulmaktadır. Ahırın arka ve yan duvarları taş yığma tekniğiyle, ön duvarı ise çalma boğaz tekniğiyle oluşturulmuştur (Şekil 27). Kabayonu ve moloz taşlarla örülen duvarların kalınlığı yaklaşık 70-90 cm arasındadır. Taşların arası toprakla doldurulmuş, derzler içten ve dıştan tezekle kapatılmıştır. Yaka tekniği ile oluşturulmuş giriş katı, beden duvarları üzerinde enine uzanmış koşatların (kiriş) üzerine oturtulmaktadır. 25/25 cm, 25/30 cm, 30/35 cm gibi kalın kesitlere sahip olan koşatların ahşap cinsi çoğunlukla peluttur (meşe). Giriş katı döşemeleri doğruca koşatların üzerine döşenmiştir. Giriş katındaki ve ikinci kattaki duvarlar 5-12 cm kalınlığındaki ahşapların köşelerde birbiri üzerine kurt boğazı geçme ile bindirilmesiyle oluşturulmuştur (Şekil 28). Duvarlarda kullanılan ahşapların kalınlığı yıllara göre farklılık göstermektedir. 1920 öncesi konutlarda duvar tahtalarının kalınlığı 7-12 cm, 1920-1980 yılları arasında yapılan konutlarda duvar tahtalarının kalınlığı 6-8 cm, 1980 sonrasında yapılan konutlara ise duvar kalınlığı 5-6 cm arasında değişmektedir. Kurt boğazı geçme ile birleştirilmiş ahşaplar, geçme noktalarından itibaren, her iki yönde uzatılmıştır . Duvar tahtaları, iki yönde geçme noktalarına yakın yerlerde dikine ahşap çivilerle de birbirine bağlanmıştır (Şekil 29). Kapı ve pencere açıklıkları duvarlar oluşturulduktan sonra açılmaktadır. Duvarlar oluşturulduktan sonra açılan kapı açıklarının kenarlarına yerleştirilen sovalar (söve) çalma boğaz tekniğiyle duvarlara bağlanmıştır. Geleneksel konutlarda kullanılan yapı malzemesi, bölgede yoğun olarak bulunan taş ve ahşaptır. Taş malzeme derelerden, ahşap malzeme ormanlardan temin edilmiştir. Ahşap malzeme ihtiyacı, Balıklı köyünü saran ormanlarla birlikte, Papart ve Sarıçayır Dağları’ndaki ormanlardan sağlanmıştır. Yerleşimdeki en eski konutlarda görülen ahşap cinsleri çıralı çam ve peluttur. Çıralı çamın teminin zorlaşmasıyla, 1930’lu yıllardan sonra yapılan örneklerde daha çok soc (göknar) ve küknar (ladin) kullanılmıştır. Yerleşimde bol miktarda bulunan dut ağacı mil yapımında, ceviz ağacı mobilya yapımında kullanılmıştır. Geleneksel yapılarda kullanılan taşlar, sal taşı ve karhana taşıdır. Sal taşı, akan derelerden, karhana taşı orman içindeki kuru dere yataklarından temin edilmiştir. Bu iki taş cinsi arasındaki fark, ateşe karşı dayanıklılıktır. Karhana taşı ateşe karşı dayanıklıdır ve ocak yapımında kullanılmıştır. Sal taşı, ahır katındaki duvarlarda kullanılmıştır. 44 UKHAD 1 (3) 2015 2.3. Tarihlendirme Yapılan araştırmalar sonucu çoğu yapının yapım yılı belirlense de bazı yapıların yapımı sadece dönemsel olarak belirlenebilmiştir. Bu sebeple tarihlendirme, bütün yapıları kapsayacak şekilde 1920 öncesi, 1920-1990 arası, 1990 sonrası olmak üzere üç ayrı döneme ayrılmıştır. 1920 öncesi yapılar, alandaki kırsal yaşamın temel yapıları olan merek, değirmen ve zemin kata ahır işlevi verilmiş olan konut yapılarıdır. Bunların dışında cami ve bir ticaret yapısı da yine 1920 öncesi döneme aittir. Bu dönemdeki konut yapıları, yapım tekniği ve plan şeması olarak sonraki yıllardaki ahşap konutlarla benzerlik gösterse de malzeme boyutları ve özgün detaylarla diğerlerinden ayrılmaktadırlar. Bu dönemdeki bazı konutlar üzerinde çeşitli noktalarda tarihlere rastlanmıştır, ancak bu tarihlerin yapının yapım tarihi mi yoksa eklenen veya yenilenen mekânın ya da elemanın tarihi mi olduğu kesin olarak bilinmemektedir (Şekil 30). 1920 öncesi yapılar, alandaki yapıların %13.02’sini oluşturur. Çalışma alanındaki çoğu yapının yapım yılı 1920-1990 yılları arasındadır. Bu dönemde konut ve ahır işlevli yapıların yapımı devam etmiş; ancak konut ve ahır işlevi birbirinden ayrılarak yalnız konut, yalnız ahır ya da merek ve ahır işlevli yapılar da yapılmaya başlanmıştır. Ticaret yapılarının birçoğu 1970’ten sonra yapılmıştır. Elde edilen bu veriler bize bu dönemin bir geçiş dönemi olduğunu göstermektedir. Geleneksel yaşantı devam ederken ‘70’li yıllardan itibaren değişimler görülmeye başlamıştır. Bu değişim sadece yapısal işlev yönünden değil malzeme ve yapım tekniği açısından da bir değişimdir. Bu dönemdeki çoğu konut yapısı plan şeması, yapım tekniği ve malzeme özellikleri yönünden bir önceki dönemin özelliklerini taşısa da 1960’lı yıllardan sonra geleneksel yapım sisteminin yanında yeni malzemelerle farklı yapım sistemleri de uygulanmaya başlanmıştır. Kagir ve yarı kagir yapılar bu dönemde yapılmıştır. Betonarmenin yapılarda kullanımı da yine bu dönemde başlamıştır. 1920-1990 yılları arasındaki yapılar, alandaki yapıların %75.74’ünü oluşturur. 1960’lı yıllardan sonra kullanılmaya başlayan betonarme sistem 1990’dan sonra tamamen geleneksel sistemin yerini almıştır. Malzeme ve yapım tekniğinin yanında 1990’dan sonra yapılan yapılar plan şeması ve kütle olarak da özgünden tamamen farklıdır. 1990 sonrası, yerleşmenin bozulma sürecinin hızlandığı dönemdir. Çalışma alanındaki yapıların %11.24’ü 1990’dan sonra yapılmıştır. 3. SORUNLAR Balıklı köyünün özgün yapısını etkileyen ve tehdit eden sorunlar; çevresel, yapısal ve sosyo-ekonomik sorunlardır. Bu sorunların temeli göç, 45 UKHAD 1 (3) 2015 doğal kaynakların bilinçsizce kullanılması ve bilgisizlik gibi esasen ülkemizin temel problemleri arasında yer alan nedenlere dayanmaktadır. Doğal kaynakların yanlış kullanımı, modernleşme çabaları, değişen yaşam koşulları ve yeni istekler, idari yönetimler tarafından alınan politik kararlar, altyapı eksikliği, ekonomik ve sosyal yetersizlikler, zamana ve hava koşullarına bağlı olarak gerçekleşen yapısal bozulmalar yerleşimin kimliğini ve canlı hayatını tehdit eden sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Köy, tarımda devlet desteğinin azalması, işsizlik ve baskı sonucunda birçok kişinin kentlere göç etmesiyle birlikte, canlılığını ve merkezi özelliğini kaybetmiştir. Nüfusun azalmasına bağlı olarak dükkânlar ve kamu yapıları tek tek kapatılmış; bu durum, daha çok kişinin bölgeden göç etmesine neden olmuştur. Hayvancılık ve tarımın önemini kaybetmesi, bölgedeki sosyal imkânsızlıklar ve daha iyi yaşam koşullarına kavuşma isteği nedenleriyle, göçler sürekli olarak devam etmiştir. Bu sürecin günümüzde de devam ettiği görülmektedir. Özellikle genç kişiler, eğitimlerini sürdürebilmek veya evlendikten sonra ailesinin geçimini sağlayabilmek için kentlere yerleşmektedirler. Ancak bölgeden göç eden yerli halkın Balıklı’yı tamamen terk etmediği görülmektedir. Bahar ve yaz aylarında nüfus artış oranı oldukça yüksektir. Emekli olmuş kişilerin çoğu, Mart-Kasım ayları arasındaki süreyi köyünde geçirmektedir. Bununla birlikte, yerleşmenin karakterinin yavaş yavaş değiştiği, ahşap yapıların yerini betonarme yapıların aldığı görülmektedir. 6831 sayılı Orman Kanunu’nun ahşap malzemenin kullanımını sınırlandırmasıyla başlayan bozulma süreci; kentten gelenlerin alıştıkları şehir hayatını kırda sürdürme isteği ve yaşam şeklindeki değişikliklerle birlikte hızlanmıştır. Yöre halkı; yöresel kimliğin korunmasını istemekle birlikte, ahşap malzemeye ulaşma zorluğu, usta sıkıntısı, ahşabın bakımı konusundaki bilgisizlik ve yangın riski gibi nedenlerle betonarme yapılara yönelmektedir. İçinde yaşamın sürdürüldüğü geleneksel evlerde ise modern istekler nedeniyle geleneksel yapılara eklenen yeni bölüm ve elmanlar, özgün karaktere uymamaktadır. Tarımsal faaliyetlerin azalmasıyla birlikte pek çok konutun ahır katı, değirmenler ve samanlıklar işlevlerini yitirmiştir. Ayrıca bu durum, kışla ve yayla yerleşmelerini de etkilemiş; hayvancılık faaliyetlerinin bitmesiyle bu yerleşmeler yalnızlığa terk edilmiştir. Bir çok yayla ve kışla evi, kullanımlarının bittiği gerekçesiyle sökülerek mahallelere taşınmakta; malzemeleri tamiratta veya yakacak ihtiyacının çözümünde kullanılmaktadır. Bu gelişmelerin yanında, ulusal projeler ve yönetimsel kararlar, bölgenin karakterine ve canlı yaşamına etki etmektedir. Uygulamalarda yerel değerler, tarihi kalıntılar dikkate alınmamıştır. Kamusal yapılar, bölgenin 46 UKHAD 1 (3) 2015 mimarisine uygun değildir. Oysa bu yapıların yöresel mimariyle uyumlu, yerel halka örnek olacak şekilde oluşturulması gerekmektedir. Günümüzde, bölgenin canlı yaşamını ve peyzaj karakterini tehdit eden en önemli konu ise Papart Deresi üzerinde yer alan HES (hidro elektrik santrali) projeleridir. Regülatör tesislerinin tarım alanları üzerinde kurulması, inşaat aşamalarında çıkan harfiyatın orman içinde bırakılması ve dere yataklarına dökülmesi, ormanlarda yol açımı ve tünel yapımı nedeniyle genç yaşlı bir çok ağaç kesilmesi gibi sorumsuz uygulamalar bölgenin karakterine ve ekosistemine zarar vermektedir. Yabani canlıların inşaat gürültüsünden doğal yaşam alanlarını terk etmeleri, şantiye binaları ve santral binaları gibi bölgenin karakterine uygun olmayan yapılaşmalar projelerin günümüzde görülen olumsuz sonuçlarıdır. SONUÇ Kırsal alanlar, küreselleşme sonucu mimarinin ve kültürün birörnekleşmesi tehlikesi karşısında uluslararası koruma politikalarında değer kazanmakta, dünya kaynaklarının yok olduğu bu dönemde sürdürülebilirlik kapsamında sergilediği bilgiyle ülkelerin kalkınma politikalarında göz önünde bulundurulmaktadır. Ülkemiz coğrafyasının büyük bölümünü oluşturan kırsal alanlar için Cumhuriyet’ten bu yana çeşitli çalışmalar yapılmış, köye ve köylüye yönelik politikalar hükümet programları ve kalkınma planlarında yer almıştır. Yapılan çalışmalara ve üretilen politikalara bakıldığında, kırsal kalkınma kavramının uzun süre tarımsal kalkınma merkezinde şekillendiği görülmektedir. Dünyadaki gelişmelere bağlı olarak ülkemizdeki kırsal kalkınma kavramı gelişerek değişse de uygulamalarda kırsal yaşamı mekan, doğa ve kültürel boyutlarıyla bir arada ele alan bütünsel koruma yaklaşımları görülmemektedir. Kırsal yerleşimlerin bir miras öğesi olarak kabullenilmesi için öncelikle bu yerleşmelerin sahip olduğu değerlerin tanımlanması ve bu tanımın ülke olarak benimsenmesi gerekmektedir. Balıklı köyü, uzun bir zaman dilimi içinde biçimlenmiş özgün bir kimliğe sahiptir. Türkiye’nin kuzeydoğu sınırında ve Anadolu’nun Kafkaslara açılan noktasında bulunan Balıklı, bölgede yaşanan tarihsel olayların etkisi altında kalmıştır. Tarihsel süreç̧, bölgenin gelişimini etkilemiş̧, halk uzun yıllar bütün ihtiyaçlarını çevredeki ormanlardan ve derelerden sağlamıştır. Bu durum, yerleşmenin fiziki çevresinin doğal çevreyle adeta bütünleşmesine neden olmuştur. Ne var ki, Balıklı köyü, kentleşme çabaları ve doğal kaynaklarının bilinçsizce tüketilmesi gibi baskılar altında doğal ve kültürel değerlerini gün 47 UKHAD 1 (3) 2015 geçtikçe kaybetmektedir. Çalışmada ele alınan sorunlar yalnızca Balıklı’nın değil, çevredeki bütün yerleşmelerin ortak sorunlarıdır. Geleneksel yapım teknikleri, yöresel mimari bilgisi, geleneksel yaşantı ve yöresel dil yok olmak üzeredir. Oysa tekdüzeleşme karşısında, bölgesel kültürün korunması ve sürekliliğinin sağlaması yalnızca o bölge için değil ulusal anlamda önem taşımaktadır. Ulusal kalkınma ve koruma politikaları uyum içinde sürdürülmeli, gelişme ve koruma arasındaki denge iyi kurulmalıdır. Üst ölçekli planlamalar yerine, bölgesel sorunları ele alan, bölgeye özgü çözümler üretilmelidir. Yerel komisyonlar kurularak, bölgenin sorunlarını ve sosyo-kültürel özelliklerini bilen kişilerin planlama çalışmaları içinde bulunması gerekmektedir. Halka korumanın ve yerel kültürlerin önemi anlatılarak halkın korumaya katılımı bir zorunluluk olarak değil, kendi değerlerini koruma, yaşatma isteğiyle gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır. Bununla birlikte, hızlı değişim karşısında kırsal yerleşmelere yönelik planlama ve koruma çalışmaların en kısa zamanda başlaması gerekmektedir. Aksi halde, bölgenin geleneksel yaşamını, mimari oluşumunu, dilini bütün yönleriyle bilen son kişilerin kaybedilmesiyle birlikte, bu değerlere ait pek çok bilginin de kaydedilmesi kaçınılmazdır. KAYNAKLAR Arın, Süha (1986), Sisler Kovulunca: Eski Evler Eski Ustalar/Doğu Karadeniz, İstanbul: Mtv Televizyon Video. Doğa Derneği (2008), Papart Deresi (Göknar Akarsuyu) Vadisi Doğal Değerleri, Ankara: Doğa Derneği Yayınları. Aydemir, Elif (2010), Yöresel Mimarinin Ve Kırsal Dokunun Korunması: Artvin Şavşat Balıklı Mahallesi Örneği, Yayınlanmamış Yükseklisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü. Gök, Nurşen (2008), “Artvin Livası’nın Anavatan’a Katılışı Sırasındaki Durumuna İlişkin Belgeler”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 11(41), 89-104. Kayın, Emel (2012), “Bir Kültürel Manzara - Kültürel Peyzaj Ögesi Olarak Kırsal Yerleşimlerin Korunmasına Yönelik Kavramsal ve Yasal İrdelemeler”, Mimarlık Dergisi, 367. Kırzıoğlu, M.Fahrettin (1992), Yukarı Kür Ve Çoruk Boyları’nda Kıpçaklar, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Özgüner, Orhan (1970), Köyde Mimari Doğu Karadeniz, Ankara: Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yayınları. Sözen, Metin ve Eruzun, Cengiz (1996), Anadolu’da Ev ve İnsan, 48 UKHAD 1 (3) 2015 İstanbul: Emlak Bankası Yayınları. Şavşat Öğretmenleri Heyeti, (1945), Çoruh – Şavşat, İstanbul: Teknik Kitaplar Yayınevi. Uzun, Bayram ve Yomralıoğlu, Tahsin (2005), “Doğu Karadeniz Bölgesinde Dağınık Yerleşim Sorunlarının Mülkiyet Açısından İrdelenmesi Ve Kırsal Arazi Düzenleme Modeli”, Doğu Karadeniz Bölgesi Kalkınma Sempozyumu, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Trabzon. Url-1 < Http://Tuikapp.Tuik.Gov.Tr/Adnksdagitapp/Adnks.Zul>, Erişim Tarihi: 10.08.2014 EKLER Balıklı Mahallesi Yerel Kelimeler Sözlüğü İmerhev bucağı kelime çeşitliliği yönünden oldukça zengin bir bölgedir. Köyler ve hatta aynı köyün mahalleri arasında kullanılan kelimeler birbirinden çok farklıdır. Örneğin; Balıklı Mahallesi’nde ‘‘samanlık’’ kelimesinin karşılığı ‘‘merek’’, Bzata Mahallesi’nde ise ‘‘kori’’ dir. Bu sebeple çalışma ‘‘ Balıklı Mahallesi Yerel Kelimeler Sözlüğü’’ adıyla verilmiştir. Yüzyıllarca kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar ulaşan yerel kelimeler, yöresel kültürün önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Ancak, günümüzde bu kelimelerin birçoğu unutulmaya yüz tutmuştur. Kapsamlı bir çalışma ile bu kelimelerin kayıt altına alınması ivedilikle yapılması gereken bir iştir. Sözlük, yöre halkıyla yapılan görüşmelerle tespit edilen Balıklı Mahallesi’ne ait kelimelerden oluşmaktadır. A Akpunluk : Gübrelik. Konutların bahçesinde, ahırın önünde bulunur. Ahor : Ahır. Ahorun kapı : Ahırın önündeki geçiş yeri, taşlık. Ambar : Kuru yiyecek deposu. Ara : Koridor. Geleneksel konutların giriş katında ‘ilerki oda’ ve ‘geriki oda’ arasında, ikinci katta iki ambar arasında kalan dar ve kısa mekân. Arka sepet : Fındık ağacından örülmüş iple yapılmış kollukları sayesinde sırta asılan sepet. B Baga Bedevra : Ağaç gövdesinin oyulmasıyla yapılmış büyükbaş hayvan yemliği. : İnce tahtadan çatı örtüsü. 49 UKHAD 1 (3) 2015 Birlik ev Bondruğ : Atadan kalan, aynı soydan birkaç ailenin paylaştığı ev. : Öküzlere takılan boyunluk. Öküzlere öküz arabası bağlamak için kullanır. Bondruğ yolu : Öküz arabasının geçeceği genişlikte yol. Bostan : Küçük sebze bahçesi. Buhar : Ocak, şömine. Ç Çakatura Çatan Çeper Çıralı çam Çiçme Çiçgar Çiri D Dandraba : Bağdadi duvar tekniği. : Söğüt, meşe, fındık gibi ağaçların ince dallarıyla örülmüş sepet. Bazıları tarlalara gübre taşımak için; bazıları ise tarladan mısır, kabak, fasulye gibi ürünleri taşımak için kullanılır. : Çit. Özgün çitler, yatay olarak sabitlenmiş orta kalınlıktaki iki dala ince dalların düşey olarak yan yana dayandırılmasıyla oluşturulmuştur. : Sarı çam : Hela. : İnce kesitli tahtalardan ya da yontulmuş dallarından yapılmış bahçe, ahır, merek kapısı. : Meyve kurusu. Örn; elma çirisi, armut çirisi. Dogan : 1. Geleneksel konutların giriş ve ikinci katında yer alan yarı açık mekân, sofa. 2. Balkon : İnsan eliyle yapılmış taş mağara. Daranlar, kazılarak oluşturulan çukurun içinin ve üstünün moloz taşlarla örülmesiyle teşkil edilmiştir. Çukurun üstü ve üç kenarı tamamen kapatılmış, eğim yönünde kalan kısımda ise içeriye giriş için küçük bir açıklık bırakılmıştır. Daranların yapılışındaki esas amaç, kesin olarak bilinmemektedir; ancak bazılarının içinde bulunan küpler ve taş şarapanalar, daranların bir zamanlar şarap üretim ve saklama yeri olarak kullanıldığını düşündürmektedir. : İnce kesitli kiriş. E Ev : Geleneksel konutlarda yatma, oturma, yıkanma, yemek Daran 50 UKHAD 1 (3) 2015 yapma ve yeme gibi birçok işlevin gerçekleştirildiği mekân. H Halambara : İçinde erzak saklanan büyük sandık. Hark : Su kanalı. Haro : Ambarda un ve mısırları koymak için ayrılmış bölümler. Hedik : Kar ayakkabısı. Söğüt dalından yapılır. Hıp : Sert kar. Hızeg : Öküzlerin çektiği, kar veya buz üzerinde kayarak yol alan tekerleksiz taşıt (bkz. bondruğ). Hoço : Geleneksel konutlarda yapının ana kütlesi dışında kalan, ‘ev’e dayanmış, ocağın bulunduğu ve odunluk olarak kullanılan mekan. İ İleriki Oda : Giriş katında yer alan, sofaya açılan yatma işlevi için ayrılmış mekan. İskam : İskemle. G Galad Geriki oda Gibe Gogoda Guant Gut mısır Ğ Ğel Ğıca Godor Ğram : Sepet. : Giriş katında yer alan, koridora açılan yatma işlevi için ayrılmış mekân. : Merdiven. :1.Ufak ağaç parçası. Yerleşimdeki basit kapı ve pencere kilitleri de bu adla anılır. 2. Mısır koçanı. : Ahır duvarlarının hemen üzerinde bulunan ahşap hatıl. : Püskülü olmayan mısır. : Ahşap yığma sistemde ahşapların geçme noktalarından uzayan kısımları. : Ağaç gövdesinden yapılmış bir çeşit merdiven. : Mısır. : Ahşap yığma tekniğinde geçmelere verilen ad. 51 UKHAD 1 (3) 2015 J Jole : Ahududu. K Karapan : Ocağın ve pekmez kaynatmak için gerekli olan gereçlerin bulunduğu üstü açık veya kapalı alan. Karhana taşı : Ateşe dayanıklı, buhar yapımında kullanılan bir taş türü. Kartopi : Patates. Kgal : Ahırlarda büyükbaş hayvanları bağlamak için kullanılan ağaçtan yapılmış bağ. Kışla : Kışlak. Koşat : Ahır katındaki kalın kesitli kirişler. Köşk : Ön cephede yer alan balkondan çıkma yapmış bölüm. Şavşat ilçesi köylerinin en özellikle öğesi olan köşkler, manzaraya bakan ön cephede, dinlenme ve seyir yeridir. Kuma : Cevizli sucuk. Kutan : Tarla sürmede kullanılan bir gereç. Küknar : Ladin ağacı. M Makval Mal Maran Merek Mil : Böğürtlen. : Büyükbaş hayvan. : Kiler. Giriş katında iki oda arasında bulan dar bir mekândır. Süt, yoğurt, ayran, turşu, ekmez, bal gibi günlük tüketilen yiyecekler burada saklanmaktadır. : Samanlık. : Kapaklı banyo teknesi. Genellikle dut ağacından yapılır. N Nagad : Sulama kanalının kolları. P Parak Pelut : Ahır duvarlarının üzerinde bulunan kalın ahşap kirişlerin (koşat aralarını kapatmak için kullanılan ağaç parçaları. Ahırın tavanı bu hatılın üst kotu ile aynı seviyededir. Bkz. Guant : Meşe ağacı. 52 UKHAD 1 (3) 2015 Peg Pırpır Pilek : Kalıntı. : Tarım işlerinde kullanılan küçük motorlu araç. : Toprak kap. S Saçiçe Sakatme Sakrap : Yün tarağı. : Kümes. : Ağacın üst dallarındaki meyveleri toplamak için kullanılan uzun bir kol ve sepetten oluşan gereç. Saksro : Ahırda içinde danalar için ayrılmış bölüm, danalık. Salakver : Kaya tuzu. Sal taşı : Dere taşı. Ahır katındaki yığma duvarlarda kullanılır. Sami : Öküz boyunluğu ile öküz arabasını birbirine bağlayan vida. Sanatzgal : Ahırdaki döşeme tahtalarının arasında yer alan oluk. Gübreler bu olukta toplanılır; ardından kürekle gübreliğe atılır. Sasela : Armut. Saskar : Soğan gibi bitkileri sulamada kullanılan ağaçtan yapılmış sulama gereci. Satapav : Bir çeşit döşeme tahtası. Bazı konutlarda, kirişlerin üzeri önce satapav ile kaplanmış, üzeri toprak ve telaşla örtüldükten sonra giriş katı kiriş yerleştirilmiştir. Bu uygulamayla ahır katındaki kokuların giriş katına ulaşması engellenmiştir. Sekvi : Sedir. Sıcıağ : Ateşte bir şey pişirmek için ateş üzerine konulan üç ayaklı demir. Sınır taşı : Parsel sınırlarını ayırmak için parsel kenarlarına konulan taş. Sırığ : Yontulmuş ağaç dallarından askı, sırık. Soc : Göknar ağacı. Sova : Söve. Supra : Yer sofrası. Ş Şalampur : Yanyana dizilmiş ince tahtalardan oluşan aralıksız balkon korkuluğu. Şırapka : Tenekeden bir depo ve fitilden oluşan camsız fener. Yerleşimde kullanılan aydınlatma ilk aydınlatma gerecidir. 53 UKHAD 1 (3) 2015 1985 yılında yerleşime elektrik bağlantısı gelene kadar şırapkadan sonra kullanılan aydınlatma araçlarının gelişimi gazlı fener, gaz lambası, lüküs şeklindedir. T Taktakay : Yabani hayvanları korkutma amacıyla yapılmış suyun hareket gücü ile çalışarak ses çıkaran bir çeşit düzenek. Tapan : Yumuşak toprağı ufalamak ve düzeltmek için kullanılan dal ile örülmüş araç. Taterzena : Sincap. Tek kurzana : Yaban mersini. Terek : Raf. V Virikıda Y Yaka : Mahya aşığı. : Ahşap yığma yapım sistemi. Metinde Geçen Yer Adları: Barsvele Deresi Belkeda Deresi Bzata Bukizeler Camikapı Diyoban Emirhev İbhirevil İmerhev İmirhev Kayabaşı : Balıklı yerleşiminde Lomsizeler Mahallesi ve Bukizeler Mahallesi arasındaki dere. : Karayiğit yerleşiminin ortasından geçen, Balıklı yerleşiminin güneydoğu sınırını oluşturan dere. : Balıklı Mahallesi’ne bağlı Akbıyık yerleşiminin eski adı. : 1. Balıklı yerleşiminde bir mahalle adı. 2. Balıklı yerleşiminde bir sülale adı. : 1.Cami ve ticaret yapılarının bulunduğu alan, yerleşim merkezi. 2.Balıklı Mahallesi’nin yerleşim merkezine verilen isim. 3. Meydancık Mahallesi’nin yerleşim merkezine verilen isim. : Meydancık Mahallesi’nin eski ismi. : bkz. İmerhev : Taşköprü Mahallesi’nin eski adı. : Meydancık Bucağı’nın eski adı. : bkz. İmerhev : Meydancık Mahallesi’nde bulunan çevreye hakim bir 54 UKHAD 1 (3) 2015 tepe. Bu tepedenMeydancık Beldesi’ne bağlı mahalleleri ve çevredeki köyleri, yaylaları ve kışlaları gözlemlemek mümkündür. Kökliyet : Meydancık Mahallesine bağlı Mehmetçik yerleşiminin eski adı. Lomsizeler : Balıklı yerleşiminde bir mahalle adı Ogeça : Derenin karşı tarafı. Balıklı Mahallesi’nde Sarıçayır Deresi’nin iki yakasındaki mahalleler bu adla anılır. Oğrobe : Dört yolun kesişimi. Balıklı yerleşiminde toplanma alanına verilen isim. Papart Deresi : Göknar Akarsuyu. Papart ormanlarından doğan, Balıklı Mahallesi’nin güney sınırını oluşturur. Sarıçayır Dağları : Balıklı Mahallesi’nin kuzey, batı ve doğu yönlerinde çevreleyen dağlar. Sarıçayır Deresi : Sarıçayır Dağları’ndan doğan Balıklı Mahallesi’ni iki yaka ayıran dere. Papart Deresi’yle birleşir. Sholtiskhevi : Balıklı Mahallesi’ne bağlı Karayiğit yerleşiminin eski adı. Tskalsimer : Balıklı Mahallesi’nin eski adı. Zağlismer : bkz. Tskalsimer. 55 UKHAD 1 (3) 2015 ŞEKİLLER Şekil 1: İmerhev bucağı. Şekil 2: Kayabaşı mevkiinden Balıklı köyü. 56 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 3: Balıklı köyü mahalleri. Şekil 4: Kültürel peyzaj. Şekil 5 : Çalışma alanı 57 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 6: Balıklı yerleşimindeki mahalleler. Şekil 7: Yerleşim düzeni ve yapılar 58 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 8: Balıklı köyü camisi. Şekil 9 : Ticaret yapıları. Şekil 9 : Ticaret yapıları. 59 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 10: Merek. Şekil 11: Değirmen. 60 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 12: Topoğrafyaya uyumlu olarak yerleştirilmiş konutlar (A-A Kesiti, bkz.Şekil 7). Şekil 13: Geleneksel konutların bahçesi. 61 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 14: Geleneksel konutlar. 62 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 15: Yaygın olarak görülen giriş kat planı. 63 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 16 : Giriş katta bulunan mekanlar. Şekil 17: Yaygın olarak görülen ikinci kat planı. 64 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 18: İkinci katta bulunan mekanlar. Şekil 19: İkinci kat ulaşımı gösteren şema. 65 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 20: Yaygın olarak görülen ahır katı planı. Şekil 21: Ahır katında bulunan mekanlar. 66 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 22: Plan Tipolojisi. Şekil 23: Cephe Tipolojisi. 67 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 24: Geleneksel konutlarda görülen yapısal detaylar. Şekil 25 : Kapı tiplerinden örnekler. 68 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 26 : Pencere tiplerinden örnekler. Şekil 27 : Ahır katı yapım tekniği. 69 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 28: Kurt boğaz geçme Şekil 29: Duvar tahtaları arasında kullanılan ahşap çivi. 70 UKHAD 1 (3) 2015 Şekil 30: Geleneksel konutlarda tespit edilen tarihler. 71 UKHAD 1 (3) 2015 DOĞU KARADENİZ MİMARİSİNDE ESTETİK: KASTEL (MEMİŞ AĞA) KONAĞI ÖRNEĞİ Architecture in the Eastern Black Sea Aesthetics (Memiş Ağa) Mansion Case Handan ÖZSIRKINTI KASAP* ÖZET Barınma ihtiyacı kapsamında ortaya çıkan mimari kavramı; bölgesel, iklimsel, ekonomik, sosyo kültürel etmenlerle beraber farklı coğrafyalarda kendine özgü modeller geliştirmektedir. Coğrafi çevresel koşullarla elde edilen yapı malzemesi ve kültürel estetik algının bir araya gelmesiyle yapı oluşturulmaktadır. İnsanların mimari bir yapıdan beklentileri; barınma, güvenlik, konfor, sosyalleşme, kendini ifade etme ve estetik gereksinimlerin karşılanması olarak belirlenebilir. Estetik; sosyal bir gereksinimdir. Ayrıca, estetik farklılıklar mimari yapıları birbirinden ayıran ve mekânların akılda kalmasını sağlayan niteliklerdir. Estetik kriterler coğrafi etkenler ve kültürel faktörlere göre değişiklik göstermektedir. Mimari yapılanma süreci içerisinde sanayi devriminden sonra keşfedilen yapım malzeme ve teknikleriyle beraber yapılaşma her coğrafya da birbirine benzemeye başlamıştır. Doğu Karadeniz Bölgesi ise yöresel, kültürel, mimari ve estetik kavrayışlarıyla birlikte farklılıklarını muhafaza etmiştir. Bu araştırmanın amacı bitki örtüsünün zenginliği, ormanları, akarsuları, her türlü renk ve özellikle yeşil rengin her tonunu barındıran bir yer olan Doğu Karadeniz bölgesinin günümüze dek korunmuş ahşap mimarisini ele almaktır. Kültürel miraslarımızdan olan Doğu Karadeniz mimarisi farklı kültürü ve karakteristik yöresel mimari sanatıyla beraber Anadolu mimarlığının en karakteristik bölgesidir. Kapsam doğrultusunda bu çalışmada öncelikle Doğu Karadeniz mimarisi coğrafi etmenleri ve kültürel faktörleriyle birlikte gelişen estetik algı incelenecektir. İkinci aşamada ise ortaya çıkan doğu Karadeniz estetik beğenisi ve mimari yansımalarının Trabzon Sürmene ilçesinde yer alan 1856’da yaptırılan Kastel (Memiş Ağa) Konağı üzerinde incelemesi yapılacaktır. Memiş Ağa Konağı, Doğu Karadeniz kültürü ve mimari estetik değerleri içerisinde; form, doku, renk, ritim, harmoni, oran, ölçek vb. gibi kavramlar dâhilinde irdelenecektir. Anahtar Kelimeler: Mimari, Doğu Karadeniz Mimarisi, Estetik, Memiş Ağa Konağı. * Dr. Gedik Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü. İstanbul/TÜRKİYE 72 UKHAD 1 (3) 2015 ABSTRACT The architectural concept which emerged within the scope need of shelter, develops its distinctive models along with regional, climatic, economic and sociocultural factors in different geographies. Structure is formed by a combination of building materials obtained by environmental conditions and cultural aesthetic perception. People’s expectations from an architectural structure are determined as shelter, safety, comfort, socialization, self-expression and meeting the aesthetic requirements. Aesthetics is a social neccessity. Furthermore, aesthetic differences are the qualities that makes different buildings from each other and provide the spaces keep in mind. Aesthetic criterias vary according to geographical and cultural factors. Structuring began to each other in every geography along with construction materials and techniques which were discovered after the industrial revolution. The Eastern Black Sea Region has maintained regional, cultural, architectural and aesthetic understandings as well as differences. The main aim of this research is to consider the preserved wooden architecture in Eastern Black Sea Region that hosts all kinds of colors and every shade of green, rich vegetation, forests, rivers. Our cultural heritage Eastern Black Sea Architecture is the most characteristic region of Anatolian architecture with the different fetures of local architecture, culture and art. In line with the scope of this study, primarily, developing aesthetic perception will examined in conjunction with the Eastern Black Sea architecture of geographical and cultural factors. Secondly, the emerging aesthetic and architectural reflection of the Eastern Black Sea examination will be carried out on the Mansion of Kastel (Memiş Ağa) which was built in 1856 in Sürmene in Trabzon. Memiş Ağa Mansion will be analyzed in accordance with Eastern Black Sea aesthetic values of culture and architecture within the concepts of form, texture, color, rhythm, harmony, proportion, scale and so on. Keywords: Architecture, Eastern Black Sea Architecture, Aesthetics, Memiş Ağa Mansion. GİRİŞ İnsanoğlunun toprağa bağlı yaşama geçmesinden itibaren oluşturduğu yerleşim tarzı, ait olduğu bölgenin fiziksel çevresine, sosyo-kültürel etmenlerine ve ekonomik koşullarına bağlı olarak biçimlenmiştir. Yerleşik hayata geçiş, sayısız tecrübelerle desteklenmiş ve değişmez ilkelerin oluştuğu uzun bir süreç içerisinde gerçekleşmiştir. Sahip olduğumuz kültürel çeşitlilik ile birlikte oluşan Türk Mimari yapılanması içinde, Doğu Karadeniz Mimarisinin ayrı bir yeri bulunmaktadır. 73 UKHAD 1 (3) 2015 Coğrafik yapı ve kültürel etmenlerle şekillenen Doğu Karadeniz Mimarisi kendine has bir yapılanma içerisinde gelişmiştir. Trabzon ili, Sürmene ilçesinin Kastel köyünde 1800’lü yıllarda birçok konak yapılmıştır. Bu çalışmada bu konaklardan 1856 yılında yaptırılan Kastel (Memiş Ağa) Konağı üzerine, Doğu Karadeniz algısının çevresel ve kültürel etmenlerle beraber mimari estetik yansımaları incelenecektir. Memiş Ağa Konağı, Doğu Karadeniz kültürü ve mimari değerleri içerisinde; form, doku, renk, ritim, harmoni, oran, ölçek vb. gibi estetik kavramlar dâhilinde irdelenecektir. Materyal Yöntem Çalışmanın materyalini; Doğu Karadeniz Bölgesi, Trabzon ili, Sürmene ilçesinde yer alan Kastel Memiş Ağa Konağı oluşturmaktadır. Tipik Doğu Karadeniz geleneksel mimari özelliklerine sahip olan bu konağın bulunduğu coğrafi konum, kültürel yapı ve kullanıcı profili ile birlikte şekillenen mimari yapısı estetik açıdan incelenecektir. Estetik kavramı ve mimari bakış açısındaki yeri maddelerle ortaya konulacaktır. Araştırmada 4 aşamalı yöntem izlenmiştir. Birinci aşamada, Doğu Karadeniz’in iklimi, sosyal, kültürel ve ekonomik şartları vb gibi değerlerle ortaya çıkan özgün Doğu Karadeniz Mimarisi ele alınacaktır. İkinci aşamada, Mimaride Estetik Kavramı kriterlerle incelenerek, Doğu Karadeniz Mimarisindeki yeri irdelenecektir. Üçüncü aşamada, Kastel (Memiş Ağa) Konağı tarihi ve mimari nitelikleriyle anlatılacaktır. Dördüncü aşamada ise mimari estetik ölçütleriyle birlikte Memiş Ağa Konağı ele alınacaktır. Böylece Doğu Karadeniz Kırsal Mimarisi; tarihi, coğrafyası, kültürü ve özellikle içinde barındırdığı Kastel Memiş Ağa Konağıyla birlikte Estetik ölçütler dâhilinde incelenecektir. Biçimsel ve hacimsel özellikleriyle birlikte renk ve kompozisyonel nitelikleri irdelenecektir. Son olarak günümüzde kültürel mimari mirasımız değerinde olan Kastel Memiş Ağa Konağı’nın günümüzdeki durumu ve Doğu Karadeniz Kırsal Mimarisinin Ülkemiz içerisindeki yeri ve önemi vurgulanacaktır. Doğu Karadeniz Mimarisi Geleneksel mimari, insanoğlunun barınmak amaçlı kullandığı en doğal yöntemle ortaya çıkmıştır. Böylece toplumlar kendi kültürleri ve çevresel şartları çerçevesinde ihtiyaçlarına uygun yapılar ortaya koymuşlardır. Bu güne kadar mimari alanda, tüm uygarlıklarda kullanılan ana yapı malzemeleri; taş, toprak, pişmiş toprak ve ağaç vb gibidir. Bu malzemelerin farklı kullanımları bölge, iklim, topografya, kültür ve geleneklere göre değişmiştir. 20. yy.’da endüstrinin hızlı gelişimi ile yapı malzemelerinde ve 74 UKHAD 1 (3) 2015 kullanımlarında farklılaşmalar başlamıştır. “Yine de, günümüz mimarlığında geleneksel malzeme önemini yitirmiş değildir. Taş, ağaç, tuğla yüzyıllarda kalma alışkanlıklar nedeniyle olduğu kadar, çoğu kez yeni malzemeden daha ucuz oldukları için, bazen doğal doku ve renklerinin güzelliğinden dolayı çağdaş yapıcılıkta kullanılmaktadır” (Kuban, 1998: 39). Böylece günümüzde geleneksel yapı malzemeleri, maddi sebeplerden daha çok estetik kaygılarla kullanılmaktadır. Karadeniz Mimarisi ele alınmadan önce, iklimi, bitki örtüsü vb. gibi coğrafi etmenlere bakmak gerekmektedir. Karadeniz iklimi ılıman ve nemli özelliklerine sahiptir. Yağışlar hemen hemen tüm aylarda görülmektedir. “Batı ve kuzeybatı yönlerinden gelen alçak basınç alanlarıyla, yükselen hava hareketlerinin neden olduğu yağışlar, ilin yağış rejimini belirler. Bunda güneyde yer alan sıradağlar ile doğuda Kafkasların önemli etkileri vardır” (Sümerkan, 1989: 83). Trabzon’da ise nemlilik oranı komşu illere göre daha düşüktür. Nemlilik yoğun bitki örtüsü ve yüksek yağışın ortak sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Hava sıcaklığı sahilde denizden dolayı daha yumuşak olmakla birlikte genel ortalama sıcaklık 14.4 °C’dir. “Doğu Karadeniz Bölgesi makine dişlisi gibi birbirine giren sayısız vadi, dik yamaçlar, gökyüzüne silueti düşen yüksek ve sarp zirveler, yamaçları örten ormanlar, vadilerin dibinde köpüren akarsular, buğulu ve rutubetli hava, zengin bir bitki örtüsü, her türlü renk ve yeşil rengin çeşidini barındıran bir bölgedir” (Erim, 1971: 27). Karadeniz’de evler, genelde sahil kesiminde, sahilden içerilere doğru uzanan vadiler boyunca ve dağların yamaç ve tepelerindeki ekili arazilerin içinde yer almaktadır (Resim 1). Karadeniz’deki yerleşim biçimi, Anadolu’daki yerleşim biçiminden farklı olarak “dağınık yerleşim”dir. Bunun sebebi olarak da Karadeniz’deki coğrafi koşulların farklı oluşu; suyun bol olması ve çevresel verimliliğin genel doğaya hâkim olmasıdır. Resim 1. Doğu Karadeniz Yerleşimi ve Anadolu Yerleşim Biçimine Örnek. 75 UKHAD 1 (3) 2015 Doğu Karadeniz Bölgesinde; arazi eğimi, manzara ve güneş gibi etmenler evlerin serbest yerleşim yönlerini belirlemede etmen olmuştur. Geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlayan Doğu Karadeniz insanı, yaz aylarını yaylalarda geçirmektedir. Yayla konutları daha ucuza mal edilen kaba yapılar olup, yapı malzemesi, olarak yine ahşap ve taş kullanılmaktadır. “Taş malzemenin dolgu elemanı olarak küçük bloklar ve kırma taş halinde kullanılması çok yaygındır. Yapılarda taş türlerinden, kolay işlenebilen ve yörede “ehil taş” denilen kalker esaslı taşlarla andezit ve bazalt gibi daha sert taşlar kullanılmıştır” (Sümerkan, 1989: 83). Yapı malzemesi olarak kullanılan ağaç türleri genelde; kestane, ardıç, karaağaç ve son yıllarda yok olmaya yüz tutan ladindir. Karadeniz yapı ustaları sürekli savaşım gerektiren doğa karşısında, ağaç ve taş malzemeyi üstün bir yetenek ile kullanmışlardır. Estetik Kavramı ve Doğu Karadeniz Konut Mimarisinde Yeri Estetik; sosyal bir gereksinimdir. Düşünsel, sanatsal ya da manevi olarak hayranlık uyandıran Estetik kavramı, en basit anlamıyla güzellik demektir. İnsanoğlunun mimari bir yapıdan beklentisi; barınma, güvenlik, konfor, sosyalleşme, kendini ifade etme ve estetik gereksinimlerin karşılanmasıdır. Estetik farklılıklar; mimari yapıları birbirinden ayıran ve mekânların akılda kalmasını sağlayan niteliklerdir. Estetik kriterler, coğrafi yapı ve kültürlere göre farklılıklar göstermektedir. Yapı geleneğinde sadece alışkanlıklar değil, bunun yanında yöresel estetik beğeni de gelişim göstermektedir. Bir yapıda bulunan estetik kriterler şunlardır; “Form (yapının bütünsel formu, parçalarının formu) “geometrik/serbest, durgun/dinamik, alışılmış/şaşırtıcı, tektür/çeşitli, pasif/aktif, sınırlı/belirsiz, somut/soyut, basit/karmaşık, düzenli/düzensiz, görkemli/gizemli vb. gibi” Konstrüksiyon, Strüktür (formun yapısal çözümü) Malzeme, doku, “pürüzlü/düz, etkili/etkisiz, sert/yumuşak, değişken/ tekdüze, güçlü/güçsüz, kaba/ince, düzenli/düzensiz” Renk, “sıcak/soğuk, canlı/donuk, aktif/pasif, dinamik/durgun, ferah/ kasvetli, ilginç/sıkıcı, huzurlu/huzursuz, uyarıcı/sakin, uyumlu/uyumsuz” Oran, Ölçek Ritim, hareket Vurgu, baskınlık, süreklilik Işık (yapay ışık, gün ışığı) Harmoni, uyum, özgünlük (mimari cephe karakteristiği, iç atmosfer) Bahçe düzeni, yeşil alanlar, çevresel alanlar 76 UKHAD 1 (3) 2015 Kentsel estetik, binaların yüksekliği ve sıklığı, biçimsel uyumlulukları ve manzara gibi çevresel faktörler olarak özetlenebilir” (Özsırkıntı Kasap, 2014: 153). “Doğu Karadeniz Mimarisi ülkemizin çeşitli yerleşim alanlarına göre farklı sosyo-kültüre sahip toplumun yine farklı doğal koşulların elverdiği yapı sanatı ve yerleşme anlayışının eseridir. Bu yüzden Doğu Karadeniz ahşaba dayalı yapı sanatında kendine özgü buluşları ve çözümleri ile ulaştığı başarı açısından Anadolu Mimarlığının belki de en karakteristik yöresidir” (Sözen M., Eruzun C., 1992: 175). 1. Form, biçim; Karadeniz evleri genelde tek ya da iki katlı dörtgen somut ve düzenli forma sahip yapılardır. Merkezde ana iç mekân içerisinde; yemeiçme, oturma, dinlenme vb gibi günlük işlerin yapıldığı aşhane denilen mekân bulunmaktadır. Doğu Karadeniz Bölgesi konutlarının plan tipleri bir ortak mekân (aşhane), hayat ve çevresinde sıralanan odalar ve helâ mekânlarından oluşmaktadır. Çok amaçlı kullanılan aşhane mekânında, ocak ve dolaplar dışında sabit donatı elemanı bulunmamaktadır. Arazi eğiminden faydalanılarak oluşturulan bodrum kat; ırgat yatakhanesi, depo, samanlık ve ahır olarak işlevlendirilmektedir. Odaların tamamında kullanıcıya göre değişmekle birlikte ocaklar bulunmaktadır. Doğu Karadeniz kırsalındaki konutlarda yaşayan ailelerin az ya da çok kalabalık olması yaşayış düzenini değiştirmediği için plan şeması aynı kalırken, aile yapısındaki farklılıklara göre oda sayısı değişmektedir. 2. Konstrüksiyon, Strüktür; Doğu Karadeniz bölgesinde yapı konstrüksiyonu genelde ahşap iskelet ve taş duvarlar kullanılarak oluşturulmaktadır. Güneşlenme süresi, rüzgâr yönü ve don etkisi gibi iklimsel etkiler zaman içerisinde ahşap malzemede, yıpranmaya neden olmaktadır. Yapının strüktüründe, kaplama malzemelerinde ve bezemeli yüzeylerde kullanılan ahşap malzemesinden dolayı zamana dayanan bozulmalar olabilmektedir. Dolayısıyla düzenli bakım gerekmektedir. Yapının taşıyıcı sistemi, çatı strüktürü, döşemeleri ve duvarları da yine ahşap malzemeden oluşmaktadır. Yılın büyük bir bölümünde yağış alan Doğu Karadeniz bölgesi kırsal mimarisinde, strüktürel açıdan çatı saçakları çok önemlidir. Saçak genişliği 1.5 veya 2 metre olabilmektedir. Geniş kullanılan saçaklar sayesinde yapı yağmur suyundan korunmaktadır. Rüzgâr gücü hesaba katılarak saçak altına 77 UKHAD 1 (3) 2015 eğim yapılabilmektedir. Eğim çatı köşelerinde devam eder ve yuvarlak dönüş yaparak yelpazeye benzeyen bir görsellik oluşturur. Doğu Karadeniz bölgesinde yapının konstrüksiyonunu oluşturan duvarlar yöreye özgü farklı tekniklerle oluşturulmaktadır; Ahşap yığma duvarlar, çeşitli kalınlıktaki tahta ya da tomrukların köşelerde geçmeler sağlayacak biçimde üst üste dizilmesiyle oluşturulmaktadır. Bu sistemde yapının iç ve dış duvarlarının birlikte kurulması gerekmektedir. Bu çözüm içerisinde çivi bile kullanılmamaktadır. Aynı zamanda yapı sökülüp tekrar başka bir alana kurulabilmektedir. Ahşap iskeletli çatma duvarlarda, ahşap dolma, göz dolma ve muskalı dolma olmak üzere üç şekilde yapılmaktadır. Ahşap dolma duvarda belirli aralıklarla ahşap dikmelerin kurulmasıyla olmaktadır. Göz dolma duvar sisteminde 25-30 cm aralıklarla yatay ve dikey olarak kullanılan ahşap parçalarla kare ya da dikdörtgen doku oluşturulmaktadır. Göz dolma duvar, bu boşlukların blok ya da parça taşlarla doldurulması ile elde edilir. Göz dolma sistemi dere yataklarından toplanan eşit ölçüde kırılan taşların dizilmesi ve boşlukların kireçle sıvanmasıyla elde edilmektedir. Muskalı dolma duvarda, göz dolma duvardan farklı olarak kare ya da dikdörtgen olan boşlukların burada 45derecelik açı ile bölünmüş olmasıdır. Böylece kırma taşlarla doldurulan boşluklar, kireç ile sıvanır ve boşluklar aynı muska gibi üçgen parçalara dönüşmüş olur. Bölgedeki taş ustaları Anadolu’nun en iyi ustalarından sayılır. Bütün bu sistemler özellikle Doğu Karadeniz de karma olarak da bir arada kullanılabilmektedir. Resim 2. Doğu Karadeniz de Görülen Duvar Tipleri 78 UKHAD 1 (3) 2015 Yağışın bol olduğu Doğa Karadeniz de çatılar eğimli ve sadedir. Semer (iki yöne eğimli), üç omuz (üç yöne eğimli, bir veya iki mahyalı) ve dört omuz (dört yöne eğimli, bir veya dört mahyalı) olmak üzere üç çeşit çatı tipi uygulanmaktadır. 3. Malzeme, doku; Doğu Karadeniz Bölgesinin esas yapı malzemesi ahşaptır. Bol yağış alan bölge, ılıman iklime sahiptir. Böylece bölge tarım ve ormanlık alanlardan oluşmaktadır. Dolayısıyla konut inşasında çam, ladin, pelit, kestane ve ceviz gibi dayanıklı ve güçlü ağaçlar kullanılmaktadır. Ahşaptan sonra kullanılan ikinci malzeme taştır. Dere yataklarından toplanan işlenebilen taşlar genelde dolgu malzemesi olarak kullanılmaktadır. Ayrıca depo vazifesi gören hafif konstrüksiyonlar için çit, çatı malzemesi olarak da genelde kiremit malzemesi tercih edilmektedir. Bazı çatılarda; köknar, ladin ya da kestane ağaç cinsleri kullanılarak yapılan, ağaçların üst üste gelmesi ile elde edilen hartama sistemi kullanılmaktadır. Bu sistem zamanla ağaç israfı yüzünden devlet tarafından yasaklanmıştır. 4. Renk; Doğu Karadeniz Konutlarında, dış cephede kullanılan taş ve ağaç malzemesinin renklerinin kontrast yaptığı görülmektedir. Koyu kahverengi rengi ve beyaz renk açıklık ve koyuluk olarak birbirlerine zıt düşmektedir. Konut mekânlarının içlerine girildiğinde ise detay işçiliğinin arttığı ve bu detaylarda çok renkliliğin göze çarptığı görülmektedir. Dolayısıyla Doğu Karadeniz evlerinde dış mekânda akromatik, iç mekânda ise kromatik renkler (çok renklilik) söz konusudur. 5. Oran, Ölçek; Doğu Karadeniz konutları, yüksek tavanlı ve kalabalık ailelerin yaşamasına elverişli mekânlar olarak düşünülmüştür. Zamanında çok eşliliğin söz konusu olduğu düşünülürse her eşe ve çocuklarına birer oda şeklinde geniş mekânlar söz konusudur. Yapılar oran ve ölçek olarak heybetli yapılardır. 6. Ritim, hareket; Doğu Karadeniz Konutlarında, göz dolma veya muska dolma gibi duvar tiplerinin olduğu yapı sistemleri ön plandadır. Doğu Karadeniz yapı karakteristiği haline gelen özelikle cephelerde kullanılan bu sistemlerde ritimsel tekrar ön plandadır. İç mekânlarda görülen taş ve ağaç oyma 79 UKHAD 1 (3) 2015 işçiliklerinde de yine ritim en önemli vurgudur. Bu işçiliklerde elde edilen bitkisel veya geometrik form mekânlar arasında sürekli tekrarlanmaktadır. 7. Harmoni, uyum, özgünlük; Doğu Karadeniz mimarisinin, ülkemizde farklı bir yeri bulunmaktadır. Coğrafi etmenler ve çevresel koşullarla farklı yöresel özelliklere hâkim olan topografyada tamamen özgün bir mimari ortaya çıkmıştır. Cepheler de kullanılan göz dolma, muska dolma veya taş işçiliği vb gibi yöreye ait duvar sistemleri çok karakteristiktir. Ayrıca iç mekân atmosferleri de yine hassas işçilikle ön plandadır. Gerek duvar veya tavan boyamalar olsun, gerek şömine gibi iç mekân öğelerinin çevresinde kullanılan taş oymacılığında olsun özgünlük söz konusudur. Yapılar hem çevresiyle, hem de kendi içinde uyum içerisindedir. 8. Kentsel estetik; Doğu Karadeniz Bölgesi vadiler, yamaçlar, sarp zirveler, ormanlar, akarsular vb. gibi zengin bitki örtüsüne sahip her türlü yeşili içerisinde barındıran özel bir bölgedir. Karadeniz’de evler, genelde sahil kesiminde ve tepelerde bulunan ekili arazilerin içinde yer almaktadır. Karadeniz’deki yerleşim biçimi “dağınık yerleşim” dir. Bunun sebebi, Doğu Karadeniz’deki coğrafi koşulların uygun, suyun bol olması, çevresel yeşilliğin genel doğaya hâkim olması ve verimliliğidir. Sanayileşme sonunda kentleşme ve bunun doğal sonucu olarak yüksek yapılaşma söz konusudur. Mimari farkındalığın arttırılarak, yöresel mimarinin kentsel doku içinde muhafaza edilmesi gerekmektedir. Kastel (Memiş Ağa) Konağı Fatih Sultan Mehmet, 1461 yılında Trabzon’u Pontus Rum’larından aldıktan sonra Kırım Türklerini Karadeniz bölgesine yerleştirmiştir. “Bu yerleşme sonrasında, Cevahiroğulları, Hacı Tahiroğulları, Hacı Yusufoğulları ve Hacı Yakupoğulları v.s ailelerin birbirlerinden kız alıp vermeleriyle aileler büyümüştür. Hacı Yakupoğullarının büyük bir bölümü Sürmene kazasının Civra köyü, Kastel deresinin batısında, Kastelli mevkiinde, Hacı Yusufoğlu ve Hacı Tahiroğulları da Kastel deresinin doğusunda yerleşmişlerdir. 1799 veya 1804 Miladi yılda Sürmene’nin Balıklı (Civra) köyünde doğan Memiş Ağa, bölgenin son Baş Tımar Ağası olan Hacı Yakup Ağa’nın oğludur, anne tarafı ise Kırımda yerleşik Kırım Türklerinden Hacı Yakupoğulları kavmine mensuptur. Diğer aşiret ağalarının taciz etmeleri üzerine Yakup Ağa 1814 Yılında İstanbul’a, oradan da Romanya ’ya göç eder. Memiş Ağa, 15 yaşına geldiği zaman cesur bir delikanlı olarak babasını taciz ederek memleketten 80 UKHAD 1 (3) 2015 uzaklaştıran bu ağalara mukavemet göstererek geri gelir ve bölgenin kontrolünü tamamen eline alır” (Küçük A., 2007). Zamanında Osmanlı imparatorluğu toprakları eyaletlere bölünerek yönetiliyordu. Bu eyaletlerin başında bulunan valiler kendilerine bulundukları yörede tanınan, etkili olacak, sözü geçecek güçlü ve varlıklı kişileri yardımcı olarak seçerlerdi. Bu seçilen kişilere, çevre halkı tarafından “ağa” denilirdi. Böylece 18.yy da yaşamış olan Memiş Ağa, Osmanlı tarafından yüzbaşı olarak görevlendirilmiştir. Memiş Ağa’nın çevresine, bu görevi sayesinde birçok faydası dokunmuştur. Osmanlı tarafından yetkin bir şekilde görevlendirilen Memiş Ağa, zamanla güçlenmiş ve zenginleşerek 1856 yılında Memiş Ağa Konağı’nı yaptırmıştır. Kastel (Memiş Ağa) Konağı, Sürmene’nin yaklaşık 4 km doğusunda, Balıklı mevkiinde, Kastel köyünde bulunmaktadır. Her Karadeniz evi gibi bu konağında bahçesinde mezarı bulunmaktadır. Konak, tipik Karadeniz ormanlarının arasında, yüksek bir yamaçta ve denize doğru konumlanmıştır. 18.yy. sonlarına doğru yapılan Memiş Ağa Konağı, ağa evinde olması gereken tüm özelliklere sahiptir. Kastel (Memiş Ağa) Konağının, alt katları karakol ve zindan, üst katları ise yaşam alanı olarak tasarlanmıştır. Zemin katta doğu ve batı cephesinde karşılıklı olmak üzere ve kuzey cephesinde yer alan üç girişi bulunmaktadır. Karşılıklı doğu ve batı kapılarından girildiği zaman küçük bir giriş alanına varılmaktadır. Zemin katın güney kısmında; aşhane ve ocaklık her iki yanında da hizmetli odaları yer almaktadır. Konağın kuzey tarafında bulunan girişten girildiğinde ise atlar için yer alan ahır vb gibi benzer nitelikte iç mekânlar düşünülmüştür. Memiş Ağa Konağının üst katına, zemin katta doğuda yer alan ve girişin karşısında yükselen dik merdivenle çıkılmaktadır. Süslü bir korkuluk ve zemin katla ilişiği kesen baba direği yerleştirilmiş olan merdivenin üstünde bir kapak bulunmaktadır. Merdivenin eğiminin fazla olması kapağın açılmasını engellemek amaçlıdır. Herhangi bir tehlike anında konakta yaşayanların can güvenliği düşünülmüştür. Böylece bu merdivenden 1. kata geniş bir sofaya çıkılmaktadır. Sofa, kuzey yönüne denize bakmaktadır. Kuzey doğu ve kuzey batı köşe odalarında tavan, duvar, pencere ve kapılarda taş ve ahşap işlemeciliğinin üst düzeyde olduğu iki oda yer almaktadır. Bunlardan kuzey batıda yer alan “başoda” veya “ağa odası” önemli toplantıların yapıldığı konuk odası vazifesi görmektedir. Başodanın hemen yanında bir tuvalet yer almaktadır. Güney doğu köşe odasının iç mekânında duvar ve tavanda yer alan süslemeler kuzey odalarına göre daha sadedir. Güney de yer alan diğer odaların hem hacim olarak, hem de pencerelerinin daha küçük olduğu görülmektedir. Kış aylarında yatma amaçlı kullanılan bu odaların güney ışığıyla daha aydınlık 81 UKHAD 1 (3) 2015 olduğu ve daha iyi ısındığı düşünülmektedir. Her odada taş işçiliğinin ön planda olduğu şömineler bulunmaktadır. Bu odaların arasında birkaç basamakla çıkılan banyo yerleştirilmiştir. Bu banyonun yukarda olmasının sebebi, banyonun çabuk ve kolay ısınmasıdır. Ayrıca güvenlik açısından herhangi bir tehlike anında uygunsuz bir şekilde yakalanmamak için banyonun yaklaşık 120cm yüksekliğinde girişi bulunmaktadır. Konağın en üst katına ise taşınabilen (portatif) merdiven ile çıkılmaktadır ve burada askerler yatmaktadır. Kastel Memiş Ağa Konağında Estetik Kriterlerin Değerlendirilmesi 1. Form, biçim; Memiş Ağa Konağı dış görünüşüyle güçlü, güven verici bir yönetim yapısı niteliğindedir (Resim 3). Taş duvarları, yapısal dörtgen formu, hem yönetim hem de yaşam alanlarını bir arada sunmasıyla kale konut niteliğindedir. Memiş Ağa’nın toplantılarını burada yaptığı hatta zemin katta bulunan zindanda cezalandırılmış kişilerin tutulduğu rivayet edilmektedir. Konak ihtişamlı ve farklı formuna karşın plansal düzenleme olarak Sürmene konaklarının özelliklerine sahiptir. Resim 3. Kastel Memiş Ağa Konağı Dış Cephe. Memiş Ağa Konağı, Sürmene ve çevresinde bir ağa evinde olması gereken tüm formal ve plansal özellikleri taşımaktadır. Tek farkı oda ve mekânsal organizasyonun iki katta düzenlenmiş olmasıdır. Kastel Memiş Ağa Konağı, form olarak geniş saçaklarıyla uçmaya hazırlanan kartala 82 UKHAD 1 (3) 2015 benzemektedir. Cephede kademeli, İki katlı ve geniş saçaklı bir yapıdır. 4 yatak odası ve 2 toplantı odası bulunmaktadır. Memiş Ağa’nın 4 eşi bulunmaktadır ve her bir eşe ayrı oda düşünülmüştür. 2. Konstrüksiyon, Strüktür; Memiş Ağa Konağı güçlü konstrüksiyona sahip bir taş binadır. Konak da taş ve ahşap işçiliği en üst seviyededir. Konağın ön cephesinin göz dolmalı teknik ile inşa edildiği görülmektedir. Yapının strüktürü Karadeniz yöresine ait karma sistem ile oluşturulmuştur. “Göz dolma, Doğu Karadeniz’deki en gelişmiş yapı tekniğidir. Taş ve ahşabın bir yapı duvarını oluşturmasından öte, getirdiği doku ve renk estetiği, ayrıca belli bir modülasyon fikrini ve ahşap birleşmelerdeki geçme tekniğini başka bir yerde bulmak oldukça güçtür” (Sözen, Eruzun, 1992: 123). 3. Malzeme, doku; Memiş ağa Konağı bulunduğu bölgede taş ve ahşap işçiliği ile ünlü bir yapıdır. Özellikle kapı kanatları ve tavanlar ahşap işçiliğinin en mükemmel örneklerini oluşturmaktadır. Harem odasındaki kapıların (Resim 4) hepsi rum ve türk işçiliğinden oluşmaktadır. Trabzon yöresindeki en ince ağaç işçiliği bu konakta görülmektedir. Kapılarda, bitkisel ve geometrik biçimlerin bir arada kullanılarak farklı kompozisyonlar elde edildiği görülmektedir. Resim 4. Memiş Ağa Konağı Kapı Örneği. 83 UKHAD 1 (3) 2015 “Son derece zengin bir ağaç işçiliğine sahip olan konağın kapı kanatları, pencere parmaklıkları, görülmeye değer güzelliktedir. Özellikle sofanın tavanı, odalara açılan kapılar ve selamlıktaki döner tavan belki de Trabzon yöresinin en güzel ağaç işçiliğini karşımıza çıkarmıştır. Buradaki ağaç işlerinde geometrik ve bitkisel kompozisyonlarda oyma tekniği son derece başarılı biçimde uygulanmıştır. Pencere parmaklıkları Pencereler dışarıdan gelecek olan saldırılara karşı koruma amaçlı yapılmıştır” (Yücel E., 1990: 39). İşçilik ön plandadır ve kapı ve pencerelerdeki rölyef kabartmalar dokusal olarak kuvvetli etki yapmaktadır. 18. yy da İkinci kuşak Ağa’nın verem rahatsızlığı bulunmasından dolayı dışarı çıkamamaktadır. Dolayısıyla devamlı temiz hava alması gerekmektedir. Böylece Memiş Ağa kendi odasına 3 döner pervaneli tavanı yaptırmıştır. Tavanın göbeğinde bulunan çıkıntı, mil etrafında dönebilen parça sayesinde rüzgâr olduğu zaman dönerek hava sirkülâsyonunu sağlanmaktadır. Böylece rüzgârgülü ve vantilatör vazifesi görmektedir. İki katlı kâgir olan kale evin üst katındaki odanın ortasında bir mil etrafında dönebilen tavanın bu özelliğinden dolayı konak, halk arasında “Döner Tavanlı Konak” olarak tanınmaktadır. Süslemeli tavandaki döner kısım, istenildiğinde yükseltilerek doğal havalandırma sağlanmaktadır. Resim 5. Döner Tavanlı Oda Her odada yer alan şöminelerde, nişlerde ve dolaplarda taş oyma işçiliği görülmektedir (Resim 6). Bölge taş ve özellikle ahşap işçiliği ile ünlü olduğundan, kapı kanatları ve tavanlar ahşap işçiliğinin en mükemmel örneklerini sergilemektedir. Burada kullanılan geometrik ve bitkisel kompozisyonlar karıştırılarak farklı bir kompozisyon elde edilmiştir. 84 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 6. Konak Odası 1. Renk; Konağın içinde bulunan bütün eserler orijinal haliyle korunmuştur. Üstlerinden orijinal halleri bozulmadan boyanmışlardır. Harem odası örneğinde, duvarlar beyaz renktedir. Zemin, kapılar ve pencereler ahşap (ceviz) kaplamadır koyu kahverengi. Tavanda ve pencere pervazlarında kırmızı ve yeşil rengin doygunluğu azaltılarak mekânda baskın olarak kullanıldığı görülmektedir. Tamamen zıt renk harmonisine sahip bir mekân değildir. Dikkatli bakıldığında diğer renklerinde mekânın renk harmonisinde var olduğu görülür. Dolayısıyla mekânda çok renk harmonisi bulunmaktadır (Resim 7). Resim 7. Harem Odası Yapı malzemesi ahşap ve doğal taş olan Kastel Memiş Ağa Konağı bezeme yönünden zengin bir yapıdır. Doğaya ait çiçek, ağaç ve bunun 85 UKHAD 1 (3) 2015 gibi biçimlere sahip olan bezemeler döşeme, duvar ve tavanlarda sık sık görülmektedir. Konak dış cephede akromatik, iç mekânlarda ise kromatik renk harmonisine sahiptir. 2. Oran, Ölçek; 4 eşli olduğu rivayet edilen Memiş Ağa’nın kalabalık bir ailesi bulunmaktadır. Dolayısıyla konak kalabalık ailelerin yaşamasına yönelik olarak düşünülmüştür. Geniş bir plan üzerinde yapılandırılmış olan konağın, çevresinde bulunan diğer konaklardan tek farkı, iç mekânsal organizasyonun iki katta düzenlenmiş olmasıdır. Yüksek tavanları ve ferah iç mekânlarıyla kullanıcıya uygun alanlar oluşturulmuştur. “Masif ve yontu taşı ile inşa edilmiş esas binanın ahşap ve göz göz meydana getirilmiş boş pencereli öndeki ikamet kısımları, ahşap kısım ile taş duvar arasındaki döşeme ve taban girişinin meydana getirdiği zengin silme motifi, binada mimarinin ilk dikkat çeken elemanları oluyor. Bunun yanında yapıya hâkim olan proporsiyon ve ölçü olgunluğu gözden kaçmamaktadır” (Erim, 1971: 31). 3. Ritim, hareket; Doğu Karadeniz yapı karakteristiği olan taş duvar ve göz dolma duvarların, Memiş Ağa Konağında bir arada kullanıldığı görülmektedir. Böylece dış cephesinde yöresel olarak ortaya çıkan duvar sisteminin cephe ritmine etkisi kaçınılmazdır. Özelikle kuzey cephede yer alan bu dokusal harekete destek olarak pencere ve kapıların ritimsel hareketi yine bu cephede vurgulanmıştır. Çatı altı kirişlerde 1.50 m öne çıkarak saçaklar meydana getirilmiştir. Bu saçaklar iç ve dış köşe dönüşlerinde yuvarlak dönüşleri ritimsel olarak tekrar halindedir. Ayrıca iç mekânlarda görülen taş ve ağaç oyma işçiliklerinde ritim ön plandadır. Bu işçiliklerde elde edilen bitkisel veya geometrik formlar, mekânlar arasında düzenli olarak tekrarlanmaktadır. Konağın her bir odasında farklı bir atmosfer oluşturulmuştur. 1. Harmoni, uyum, özgünlük; Ülkemizde farklı bir yeri olan Doğu Karadeniz Mimarisinin en iyi örneklerinden biri Memiş Ağa Konağı’dır. Cephesinde kullanılan göz dolma taş işçiliği vb gibi yapı karakteristiği, yöreye ait özgünlüğünü ortaya koymaktadır. Yapının özellikle konstrüksiyon tekniği ile taş ve ahşap işlemesindeki ustalık büyük bir harmoni içerisindedir. Trabzon ve yöresinde bulunan konaklarla uyum içerisindedir. 86 UKHAD 1 (3) 2015 2. Kentsel estetik; Vadiler, yamaçlar, sarp zirveler, ormanlar, akarsular vb. gibi zengin bitki örtüsüne sahip olan Doğu Karadeniz Bölgesi kentsel estetiği özgün olan bir bölgedir. Doğu Karadeniz ormanlarının arasında bir yamaca yerleştirilmiş olan Memiş Ağa Konağının arkasında heybetli bir orman yükselmektedir, ön cephesi ise denize bakmaktadır. Değişmekte ve kentleşmekte olan çevresine rağmen kültürel miras olarak korunmaktadır. Araştırma Bulguları Türkiye coğrafi konumu, kültürü ve zengin tarihsel birikimiyle mimari alanda yöresel çeşitlenmelere sahip bir ülkedir. Sanayinin gelişimiyle birlikte yapım malzeme ve tekniklerinin değişmesiyle, yapılaşma her coğrafya da birbirine benzer kentler ortaya çıkarmaya başlamıştır. Doğu Karadeniz Bölgesi yöresel, kültürel, mimari ve estetik kavrayışlarıyla birlikte farklılıklarını muhafaza etmiştir. Doğu Karadeniz Mimarisi, ülke örnekleri içinde bu zamana dek korunmuş kültür mirası içinde yer almaktadır. Çağdaş mimariye esin kaynağı olabilecek çözümlere sahip bu yöresel yapıların korunması gerekmektedir. Bitki örtüsünün zenginliği, ormanları, akarsuları, her türlü renk ve özellikle yeşil rengin her tonunu barındıran bir yer olan Doğu Karadeniz bölgesinin günümüze dek korunmuş ahşap mimarisine sahip Memiş Ağa Konağı 4 kuşaktan oluşmaktadır. 17. yy dan 1975’e kadar yaşam sürdürülmüştür. En son kuşak Banker Kastelli’nin dedesi İhsan Kastelli’dir (İhsan Ağa). Kültürel miraslarımızdan olan Doğu Karadeniz mimarisi farklı kültürü ve karakteristik yöresel mimari sanatıyla beraber Anadolu mimarlığının en karakteristik bölgesidir. Kastel Memiş Ağa Konağı, Trabzon’a gelen birçok araştırmacının ve turistin ilgisini çekmiştir. Konak 2000’li yılların başında restore edilmiştir. Yapının strüktürü, cephesi, duvar resimleri rölyefleri vb gibi birçok detay özenle korunmuş ve Doğu Karadeniz kırsal mimari örneği olarak sunulmuştur. Memiş Ağa Konağı, günümüzde bir firma tarafından turistik olarak hem müze niteliğinde hem de restoran amaçlı olarak işletilmektedir. El sanatlarıyla ünlü Sürmene’nin kültür varlıkları, konakta sergilenmekte ve yaşayan müze olarak düzenlenen konakta ziyaretçiler yemeklerini konağa gelen misafir gibi yiyebilmektedir. Konağın bahçesinde yapılan düzenleme sayesinde ise yine ziyaretçiler çaylarını konağın ihtişamı altında onu izleyerek yudumlayabilmektedirler. Mimaride estetik, yapıları birbirinden ayıran ve mekânların akılda kalmasını sağlayan niteliklerdir. Kastel (Memiş) Ağa Konağı estetik yönü çok 87 UKHAD 1 (3) 2015 kuvvetli bir yapıdır. Memiş Ağa Konağının restorasyonunun ne kadar doğru yapıldığı tartışma konusu olabilir. Fakat bu restore sayesinde çürümesinin engellenerek konağın yaşatılması ve hakla açılması ülkemizde yer alan tüm kültür varlılarımızın korunması için örnek teşkil etmelidir. KAYNAKLAR Erim Gazanfer, (1971), “Rize Çevresinde Yerleşme ve Evler”, Türkiyemiz Dergisi, Akbank Yayınları, S: 4 Güler Koray, (2012), “Doğu Karadeniz Kırsal Mimarisi Örneklerinden Rize-Fındıklı Aydınoğlu Evi Restorasyon Projesi”, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Mimarlık Anabilim Dalı, Restorasyon Programı Yüksek Lisans Tezi. Kuban Doğan, (1998), Mimarlık Kavramları, İstanbul: Yapı Endüstri Merkezi Yayınları. Küçük Aysel, (2007), “Hey Gidi Kastel Konağı”, arweningunlugu. blogspot.com. Özsırkıntı Kasap Handan, (2014), “Endüstri Yapılarının Dönüşümü Sonucunda Ortaya Çıkan Loft Yapıları ve Estetik”, Artium Journal, C.3, S.1, s. 151-164. Sümerkan M. Reşat, (1989), “Gelenekselden betonarmeye Trabzon kırsal mimarlığı”, Mimarlık, S. 2, s. 82-86. Sözen M., Eruzun C., (1992), Anadolu’da Ev ve İnsan, İstanbul: Creative Yayıncılık ve Ltd. Şti. Yücel Erdem, (1990), “Trabzon Ev ve Konakları”, Kültür ve Sanat Dergisi, Yıl 2, S:5. 88 UKHAD 1 (3) 2015 TÜRK MÜZİK EĞİTİMİNDE ÇOK YÖNLÜ BİR KİŞİLİK İLHAN BARAN A Multifaceted Personality Turkish Music Education İlhan Baran Elif Sanem GÜLEÇ KÜLEKÇİ* ÖZET Artvin Şavşat doğumlu olan besteci İlhan Baran (1934- ), Ankara Devlet Konservatuarı kompozisyon bölümünde Ahmed Adnan Saygun’un öğrencisi olmuştur. Selçuk Gündemir ile piyano, Ruşen Ferit Kam ile geleneksel Türk müziği, Muzaffer Sarısözen ile Türk halk müziği ve Kemal İlerici’yle Türk müziği armonisi çalışmaları yapmıştır. 1962 yılında devlet bursu ile Paris’e gönderilerek Ecole Normale de Musique’te Henri Dutilleux ve Maurice Ohana ile eğitimini sürdürmüştür. 1920-1930 kuşağı bestecilerimizden olan İlhan Baran, 1964’te lisans diplomasını almasının ardından, 1965’ten 2000’e kadar Ankara Devlet Konservatuvarı’nda, 2000 yılından sonra Bilkent Üniversitesi Müzik Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. Baran eğitimci kimliğinin dışında, Türkiye’de müzikolojinin gelişimi hakkında görüşleri ve bu alanda yaptığı araştırmalarla müzikoloji bilim dalına katkı sağlamıştır. Çalışmada; betimsel araştırma yöntem ve teknikleri kullanılarak, çok yönlü çalışmalarıyla dikkat çeken İlhan Baran’la ilgili bulgular değerlendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Müzik Eğitimi, İlhan Baran, Türk Musikisi ABSTRACT Born in 1934, İlhan Baran studied composition with Ahmed Adnan Saygun, piano with Selçuk Gündemir, classical Turkish Music with Ruşen Ferit Kam, traditional Turkish Music with Muzaffer Sarısözen, Turkish Music harmony with Kemal İlerici at Ankara State Conservatory. He was given the state scholarship in 1962 and studied at Ecole Normale with Henri Dutilleux and Maurice Ohana in Paris. After graduating from college in 1964, he worked as a lecturer at Ankara State Conservatory between 1965 and 2000 and Bilkent University after 2000. He has also done a valuable contribution to musicology with his insights and researches. Using a descriptive method, this work contains various findings about this versatile composer. Key Words: Music Education, İlhan Baran, Turkish Musical * Dr. Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü. Kocaeli/TÜRKİYE 89 UKHAD 1 (3) 2015 GİRİŞ İlhan Baran’ın Özgeçmişi Çocukluğunu, babası askeri yargıç Sabri Baran’ın görevleri nedeniyle Anadolu’nun değişik köşelerinde geçiren İlhan Baran, Ankara Cebeci Ortaokulu’nda okurken öğretmenlerinin yönlendirmesiyle müziğe ilgi duymuştur. Atatürk Lisesi’nde müzik öğretmeni Ziya Aydıntan’ın da özendirmesiyle on altı yaşında Ankara Devlet Konservatuarı yaylı çalgılar bölümü öğrencisi olmuştur. Önce Fromme ile kontrbas çalışmış, bir yıl sonra kompozisyon bölümüne geçerek Adnan Saygun’un öğrencisi olmuş; bu arada Selçuk Gündemir’den piyano, Ruşen Ferit Kam’dan divan müziği; Muzaffer Sarısözen’den halk müziği dersleri almıştır. Okul dışında Kemal İlerici ile Türk müziği armonisi çalışmıştır. 1960 yılında ADK’nin ileri devre kompozisyon bölümünü bitiren İlhan Baran, 1962’de devlet bursu kazanarak Paris’e gitmiştir. Ecole Normale de Musique’deki öğrenciliği sırasında Henri Dutilleux ve Maurice Ohana ile çalışmış ve 1964’te “Licence de composition” diploması almıştır. Aynı yıl Paris Radyo ve Televizyonu’nda “Somut Müzik” kurslarına katılmıştır (İlyasoğlu, 2007: 173). 1965’te yurda döndükten sonra da Ankara Devlet Konservatuvarı’nda ders vermeye başlayan ve kompozisyon bölüm başkanlığı da yürüten Prof. İlhan Baran, 1965’ten 2000 yılına kadar Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı’nda öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. İlhan Baran’ın Besteciliği 6 Aralık 2009’da Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü’ne layık görülen sanatçı düzenlenen törenin dinleti kitapçığında şöyle tanımlanmıştır: İlhan Baran, yapıtları uluslararası alanda giderek daha çok ilgi gören, önemli çağcıl bestecimiz ve çok yönlü müzik eğitimcimizdir o, Divan müziği ile Türk halk müziği ve Anadolu ruhunu Batı armonileri ile buluşturan, soyutlayarak özgün bir senteze kavuşturan, felsefi temeli bulunan, dadaizm ve sürrealizmden esinli, derinlikli besteler yapmıştır. Baran’ın yapıtları, geleneksel divan müziği ile halk müziği tekniklerini evrensel çoksesli sistemler içinde eriterek çağcıl ve özgün bir müzik yapma konusunda 21 ‘nci yüzyıla yakışan çok gelişkin bir örnek oluşturur (Kahramankaptan, 2010: 245). Baran, 1984 yılında Evin İlyasoğlu’na yazdığı mektubunda eserlerini şöyle tanımlamaktadır: Benim çalışmalarım, Anadolu halk müziklerinin ve divan müziğinin 90 UKHAD 1 (3) 2015 doğal bir devamıdır. Tabii ki çoksesli planda devamıdır. Çoksesli plan girince zaten çağımızın bütün teknik olanaklarının istenildiği zaman kullanılması akla geliyor. Dolayısıyla, kesinlikle belli tekniklere bağlı kalmıyorum. Ma kamsal malzemeyi, modal malzemeyi ifade icabı her türlü şekle sokmayı deniyorum.” Nasıl beste yaptığıyla ilgili şu yanıtı vermiştir: “Çalarım evet, ama genel şemasını her zaman masa başında yapıyorum, felsefesini yapıyorum. Aklıma bir şey takılırsa piyanoya oturuyorum ama nasıl bir bütün olacağını önceden düşünüyorum. İki sesli, belirsiz bir kontrpuan, sayfalarca süren gibi... Ama bazen improvize ederken garip şeyler dikkatinizi çeker, günlerce improvizasyona ağırlık verirsiniz günlerce. Buradan ne çıkar? Ya hiçbir şey çıkmaz ya da harika birşey çıkar (Kahramankapta, 2010: 246). Besteci Mahir Cetiz ise, hocasının besteciliğini şöyle değerlendirir: “Pek çok eserinde gözlemlenebileceği üzere, ritmik ve melodik yapılandırmalara geleneksel Türk müzik kültürü kaynaklık eder. Fakat bu ögeler her zaman usta bir işlenmişlikle ve son derece özgün bir biçimde soyutlanmış olarak sunulur. Bu çağdaş yaklaşımı ile benim için olduğu kadar başka besteciler için de İlhan Baran’ın müziği, Çağdaş Türk Müziği tarihinde son derece önemli bir referans noktasıdır.” İlhan Baran’ın yapıtlarında Türk halk müziği ve divan müziğinin ma kamlarından esinlenen renklerle, dirençli bir ritmik yapı göze çarpar. Yer yer Kemal İlerici’nin dörtlülüğe dayalı sistemi, yer yer pentatonik ve bazen de atonal ve modal dokunun iç içe işlendiği bir teknik çıkar ortaya. Baran, divan müziği ile halk müziği tekniklerini geliştirilerek, evren sel çoksesli dizgeler içinde eritilmesi gereğine ve yeni Türk müziğinin ancak böyle bir bireşimden doğabileceğine inanır. Yapıtlarının telif hakkı kendisine aittir (İlyasoğlu, 2007: 163). Baran’ın eserleri hakkında Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nce yayımlanan yüksek lisans tezinde (Çelak, 2000) bestecinin eserleri şöyle değerlendirilmiştir. 1-Form: Yapıtların kuruluşlarında, A, B, A formundan başlayarak, çok karmaşık fakat anlaşılabilir ve dengeli formlar oluşturulmuştur. Yapıtlardaki kesimler, bazen cümle yapısı bazen da tek bir fikir olarak bestelenmiş. 2- Tonal/Modal Anlayış: Yapıtların hemen hemen tümü, modal bir anlayışla bestelenmiş; çoğunda Eoliyen, Frijyen modları bir kısmında Türk dizileri, (Kürdi, Hüseyni vb. diziler) kimilerinde de yapay diziler ve tetrakordlar kullanılmış. Türk dizilerinin geleneksel kullanımına da rastlanmaktadır. 3-Ezgisel Yapı: Yapıtlarda kullanılmış olan ezgiler, halk müziği ezgileri, halk müziği tarzında bestecinin özgün ezgileri, halk müziğinden hareket edilip 91 UKHAD 1 (3) 2015 soyutlanmış ezgiler ve bestecinin kendine özgü yaratmış olduğu ezgilerdir. 4-Armonik Yapı: Yapıtların bazıları Dörtlü Armoni, bazıları da 20. y.y. müziğinin zengin armoni anlayışı içerisinde bestelenmiştir. 5-Tartımsal Yapı: Yapıtlarda, çok geniş bir ölçü göstergesi paleti, çok çeşitli tartım biçimleri ve bileşimleri kullanılmış. Yapıtlar, bölümler, kesimler ve kesitler arasındaki eksen kontrastı, tartım kontrastı, rejistr kontrastı, mod kontrastı, nüans kontrastı, hız kontrastı özenle düşünülmüştür. 6- Piyano Yazısı: Yapıtlarda, ezgi ve eşlik yazısı, armonik yazı, kontrpuantik yazı, akordal ve tek sesli yazı gibi, çok çeşitli yazı teknikleri kullanılmış. Bu yapıtlarda, tümüyle İlhan Baran’a özgü, özgün bir piyano yazısı elde edildiği gözlenmektedir. 7- Müzikal Öğeler: Yapıtların tümünde, birbirinden farklı müzik fikirleri arasında hem uyum hem kontrast gözlenmektedir. Ezgi, armoni, ritm, ölçü, hız (tempo), rejistr, nüans gibi belli başlı müzikal öğeler, son derece ustalıkla kullanılmış. Sonuçta, müzikal etkisi çok yüksek olan eserler elde edilmiş. İlhan Baran, bu eserleriyle, kendine özgü bir müzik evreni yaratmış, Çağdaş Türk Müziğine ve 20. yüzyıl müzik dağarcığına katkıda bulunmuştur (Kahramankaptan, 2010: 245-248). İlhan Baran’ın Eserleri Orkestra *Töresel Çeşitlemeler Oda Müziği *Yaylı Çalgılar Dörtlüsü *İki Flüt İçin Dört Parça, 1971 (HÜ-MSGSÜ) *Demet Süiti (Flüt, Obua, Klarnet, Korno, Fagot), 1973 (Bilkent-HÜMSGSÜ-SCA Dönüşümler (Keman, Piyano, Viyolonsel), 1975 (Bilkent-HÜMSGSÜ) Şan ve Piyano *Uygulamalar I.Defter “Bas ve Piyano İçin”, 1970 (HÜ- İDOB-MK) *Uygulamalar II.Defter “Bas ve Piyano İçin”, 1972 (Bilkent-HÜ-MKMSGSÜ) *Dört Zeybek (Bas), 1973 (Bilkent-HÜ-İDOB-MSGSÜ) olo Çalgı S *Çocuk Parçaları (Piyano veya Klavsen), 1970 (Bilkent-HÜ-MK) 92 UKHAD 1 (3) 2015 *Küçük Süit (Piyano), 1969 (Bilkent-HÜ-MK-MSGSÜ) *Üç Soyut Dans (Piyano), 1968 (Bilkent-HÜ-MK-MSGSÜ) *Bir Bölümlü Sonatina (Keman), 1969 (HÜ-MK-MSGSÜ- İDOB) *Üç Bagatel (Piyano), 1974 (HÜ-MK-MSGSÜ) *İki Sesli Sonatina (Piyano), 1974 (Bilkent-HÜ-MK-MSGSÜ) *Siyah-Beyaz (Piyano), 1975 (Bilkent-HÜ-MSGSÜ) *Mavi Anadolu (Piyano) Koro *Eylül Sonu *Ezgi Demeti “Çocuk Korosu İçin”, 1984 (Bilkent-Hü) *Şarkılar Yayın *Temel Müzik Kuralları (Danhauser’den Genişleterek Yazdığı Bir Teori Kitabı) (Antep, 2006: 414-415). İlhan Baran’ın Cd-Plak Kayıt Listesi (Antep, 2012: 32-33). ESER ADI “ALBÜM ADI” SOLİST/ŞEF/ ORKESTRA/KORO ŞEFİ/KORO YAPIMCI/ALBÜM/ KATALOG NUMARASI/ ÇUBUK KOD NUMARASI/ YAYIN YILI Piyanolu Trio İçin Dönüşümler “Batı Tarzında Türk Müziği” Dr.Şölen Dikener (Viyolonsel)/orpheus Piano Trio/BurdicThome String Quartet Proje: Ş.Kahramankaptan YESA YS-010, 2002 1 Bölümlü Sonatin “Batı Tarzında Türk Müziği” Dr.Şölen Dikener (Viyolonsel)/Orpheus Piano Trio/BurdicThome String Quartet Proje: Ş.Kahramankaptan YESA YS-010, 2002 Yaylı Kuartet İçin Üç Parça “Batı Tarzında Türk Müziği” Dr.Şölen Dikener (Viyolonsel)/orpheus Piano Trio/BurdicThome String Quartet Proje: Ş.Kahramankaptan YESA YS-010,2002 Dönüşümler “Twentieth Century Piano Trios” Trio Melbourne Move MD 3176 93 UKHAD 1 (3) 2015 Uygulamalar I.Defterden “Ferayi”, The Art of Turkish Songs” Mesut İktu (Bariton)/ Sergey Gavrilov (Piyano) VMS Musical Treasures, VMS 129, 2004 Ferai “Anadolu Türküleri” Necat Pınazoğlu (Bas)/Nurten Tezmen kolçak Kalan Müzik CD 104, 69183002524, 1998 Uygulamalar II. Defter’den “Evlerinin Önü” The Art of Turkish Songs” Mesut İktu (Bariton)/ Sergey Gavrilov (Piyano) Evlerinin Önü “Anadolu Türküleri” Necat Pınazoğlu (Bas)/Nurten Tezmen kolçak Kalan Müzik CD 104, 69183002524, 1998 Çocuk Parçalarından Dokuz Parça “Türk Çocuk Parçaları” Yeşim Gökalp (Piyano) A.K.Müzik, AK 804-2, Kod No: 8698540880422, 2008 Çocuk Parçalarından Dokuz Parça “Yeni Bir Deyiş” Leyla Pınar (Klavsen) Museum Sabam 16368 MMD 010/93 Siyah Beyaz “Türk Piyano Ezgileri” Yeşim Gökalp (Piyano) A.K.Müzik, AK 804-2, Kod No: 8698540880422, 2008 Mavi Anadolu “Çağdaş Minyatürler” Yeşim Gökalp (Piyano) Çağsav Müzik, 8680202661012, 2011 Alla Turca “Alla Turca” Hülya Kazan (Soprano)/ Seyit Yöre (ud) Kaf Müzik, ATCD1, 2006. 94 VMS Musical Treasures, VMS 129, 2004 UKHAD 1 (3) 2015 İlhan Baran’ın Makara Bant ve Dat Kayıt Listesi (Antep, 2012: 32-34). ESER ADI SOLİST/ ŞEF/ ORKESTRA/ KORO ŞEFİ/ KORO DİSKOTEK YER NO/ DEMİRBAŞ NO:KBM(VARSA) KAYIT TARİHİ Tek Bölümlü Sonatina Cihat Aşkın( Keman) CA17* (Dat Kaydı) Mavi Anadolu Yeşim Aklaya (Piyano) B 1829 Eylül Sonu Şef: İnci Özdil/ Devlet Çoksesli Korosu A2496 Küçük Süit Yeşim Alkaya (Piyano) A2449 Çocuklar İçin 9 Küçük Parça Ayşe Ekşi (Çembalo) 1805/26469 “Dönüşümler” Başlıklı Fantasia Ulvi Yücelen (Keman)/Engin Sansa (Viyolonsel)/ Kamuran Gündemir (Piyano) 1794/26458 Üfleme Çalgılar Beşlisi İçin “Demet” Şakir Yol aç (Obua)/ Hayrullah Duygu (Klarinet)/Nuri Göktürk (Fagot)/ Erol Gömürgen (Korno) 1794/26458 Bas ve piyano İçin Uygulamalardan Beş Tanesi Ayhan Baran (Bas)/ İlhan Baran (Piyano) 1793/26457 Uygulamalardan Beş Tanesi Ayhan Baran (Bas)/ İlhan Baran (Piyano) A810 Üfleme Çalgılar Beşlisi İçin “Demet Anakara Üflemeli Çalgılar Beşlisi (Mükerrrem Berk-Flüt/ Şakir Yolaç-Obua/ Hayrullah DuyguKlarinet/Osman Nuri Göktürk-Fagot/ Erol Gömürgen-Korno) A673-A683-A1228-A1599B471-B1245 95 UKHAD 1 (3) 2015 Piyano İçin “Siyah ve Beyaz” Ayşe Ekşi (Piyano) A828-A 1027-A1595A1601-B555-B956-B1691 Yörük Yaylası Türküsü Ayhan Baran (Bas)/ İlhan Baran (Piyano) B1544 Güvercin Ayhan Baran (Bas)/ JeanPierre Faber (Piyano) B1572-B1597 Yiğitleme Ayhan Baran (Bas)/ JeanPierre Faber (Piyano) B1572-B1597 Dört Türkü 1..Kolbaşı, 2.Yörük Ali, 3. Estergon Kalesi, 4.Köroğlu Ayhan Baran (Bas)/ İlhan Baran (Piyano) B627 Üç Soyut Dans Yıldıray Ölçer (Piyano) B775-B901-B1287 Bir Bölümlü Sonatina Atilla Işıksun (Keman) A861-B1690 Atilla Işıksun (Keman) B186 İki Sesli Sonatina Tulga Cetiz (Piyano) A674-A882-B1005 Dokuz Çocuk Parçası Ayşe Ekşi (Çembalo) B798 Çocuk Parçaları Ayşe Ekşi (Çembalo) A794-B1154-B1642-B1707 Tek Bölümlü Sonat İlhan Baran’ın Eğitimciliği Baran’ın en önemli özelliklerinden biri, derslerini dinlemek veya katılmak isteyen öğrencilere kapısının her zaman açık oluşudur. Hevesli ve yetenekli bulduğu öğrencileri daha fazla bilgi edinmelerini sağlamak için kollamıştır. Besteci solfej ve armoni derslerinde kullanılacak kitapların dışında öğrencilerinin müzik kültürünün artması ve dünyayı anlamaları için yaşlarına uygun kitapları önermiştir. Fazıl Say da, hocasıyla ilgili görüşlerini Uçak Notları başlıklı kitabında şöyle açıklar: “Kompozisyon hocam Prof İlhan Baran gibi rafine bir entelektüele dünyada çok az rastlanır. Konservatuvara iki tam gün onun dersleri için giderdim. Muhiddin ve ben, hocamla sabah dokuzda başlardık çalışmaya, bazen gecenin geç saatine kadar uzanırdı dersimiz. Mola 96 UKHAD 1 (3) 2015 vermezdik, ama değişik konulara eğilir, hep birlikte yemeğe çıkar, yemekte, parklarda, kütüphanelerde konuşup tartışarak dersi sürdürürdük. Videodan seyrettiğimiz operalar, gittiğimiz sinemalar, müzeler, dersin birer parçasıydı. “Analiz” derslerinde Bach’ın füglerinden Schumann’ın konçertolarına, Alban Berg’in operalarından Charles lves’in yapıtlarına kadar bütün yaratıları inceler, çözümlerdik. Müzikte el atmadığımız, araştırmadığımız konu yoktu. Dört yıl süren bu çalışma dizgesinin ana başlıkları şöyleydi: Müzik tarihi, form bilgisi, tonal armoni, orkestrasyon, füg, çağdaş teknikler, antik Yunan modları, enstrü mantasyon, stil bilgisi, Türk makamları, usulleri ve onları çağdaş müzikte kullanım teknikleri, caz armonisi...” (Kahramankaptan, 2010:164-165 Baran’ın sonraki dönemlerde Batı’da aldığı ödül ve siparişlerle tescil edilmiş öğrencisi Mahir Cetiz ise: “Konservatuardaki eğitimimin daha ilk yıllarından itibaren kendisinden öğrendiklerim bireysel ve entellektüel gelişimim açısından son derece belirleyici olmuştur. Bu yıllarda, her ne kadar kendisinin solfej sınıfında olmasam da, derslerini dinleyici olarak ziyaret ederdim. Bu derslerde sadece solfej teori ve dikte yapılmaz, teorik fizikten felsefeye, görgü kurallarından bir sanatçı olmanın ilkelerine kadar pek çok konu konuşulur, tartışılırdı. Konservatuara yeni başlamış genç öğrencilerin önüne adeta tüm evreni sunardı İlhan Hoca... Ayrıca, İlhan hocayla olan ilişkimiz sadece derslerle kısıtlı değildi. Pek çok öğrenci için zaman zaman onu ziyaret edebilmek ayrıcalığı onurla bahsedilen bir olguydu. Kendisini ziyaret ettiğimizde eline yeni geçmiş olan bir notayı çalar, ortaya çıkan müzik üzerine yorumlarda bulunur ve konular başka konuları açarak, akorlardan başlayan yolculuğumuz evrenin gizemli yapısına veya insan varoluşunun kaotik doğasına kadar uzanırdı. Bu açıdan, İlhan Hoca’nın varlığı, konservatuarı bizler için sade bir müzik öğretim kurumu olmaktan öte bir yer haline getirirdi.” (Kahramankaptan, 2010: 176-177) “İlhan Hoca sayesinde, kompozisyon sınavları bizler için bir sınanma yeri değil, bir öğrenme yeriydi. Bu sınavlarda elbette çalışmalarımızın sonuçları değerlendirilirdi, fakat İlhan Hocanın yorumları kendimizi ne yönde geliştirebileceğimiz, nelerin bizim ilgimizi çekebileceği üzerine olurdu. Bu sınavlarda kendisinden sanat ve felsefe akımları, besteciler, romanlar, filmler hakkında pek çok bilgi edinir, sınavdan çok önemli entellektüel kazanımlarla çıkardık.” (Kahramankaptan, 2010: 176-177) “Caz ve geleneksel Türk Müziği konularında da çok geniş bir bilgi dağarına sahiptir İlhan Hoca. Pek az Batı müziği eğitimli müzisyenin yapacağı şeyleri yapmış, Rauf Yekta Bey üzerine iki adet çok değerli makale hazırlamıştır kendisi... Ayrıca yıllardan beri süre gelmekte olan teksesli97 UKHAD 1 (3) 2015 çoksesli müzik kavgasının aşılması gerektiğini her zaman söylemiştir. Bu açıdan da değerlendirilebileceği üzere, İlhan Hoca kurumlar üstü düşünen bir sanatçı ve akademisyendir. Cetiz, ideal bir hocada aranması gerekenleri: “Bir akademisyenin, bir sanatçının veya bir eğitimcinin belki de sahip olabileceği en değerli özellik, öğrencilerine ve meslektaşlarına ilham verebilmesidir.” demektedir (Kahramankaptan, 2010: 179). İlhan Baran’ın Müzikoloji Alanındaki Görüşleri ve Çalışmalarından Örnekler Baran konservatuarlarda müzikoloji ve etnomüzikoloji bölümlerinin yer almasını çok önemsemiştir. Bu sayede bilimsel eleştirinin doğabileceğine inanmış, müzikbilim olmayınca sağlıklı bir müzik anlayışının gelişmeyeceğini her zaman vurgulamıştır. Türkiye’deki literatürün dünya müzikolojisine kazandırılması ve tasnifi konusunda görüşlerini şöyle dile getirir: “Türkiye binlerce yıllık bir birikime dayanan Anadolu halk müziğinin ve Osmanlı Divan müziğinin sağlıklı bir araştırması ile dünya müzikolojisinde büyük bir olay yaratabilir. Şöyle ki gerek Anadolu halk müzikleri gerek Divan müziği çok zengin bir makam yapısına ve de ritm yapısına sahiptir. Aşırı Batı hayranı bazı yarı aydınların zannettiği gibi tekseslilik sadece modası geçmiş bir müzik dili değildir. Çoksesli teknikleri teori ve literatür olarak iyi hazmetmiş olanlar bilirler ki her tek seslilik karmaşık birçok sesliliğin çekirdeği teşkil eder.” (Kahramankaptan, 2010: 378) “Çok gariptir ki Batı’nın çok sesli Kilise müziği Anadolu makamları üzerine dayandığı gibi çağdaş armoni yapılarında ve caz armonisinde yine eski Anadolu modları gündeme gelmekte ve akla gelmeyecek karmaşık yapılara konu olmaktadır... Uluslararası literatürde bu makamlar başlıca, İyon Makamı, Dor Makamı, Frig Makamı, Lid Makamı, Eol Makamı gibi eski Anadolu uygarlıklarının adlarını taşıyan makamlar şeklinde sınıflandırılır. Bu makamlar Türklerin orta Asya’dan getirdikleri kendi makamlarıyla da karışarak Anadolu halk müziklerinin ve Divan müziğinin ezgileri haline gelmişlerdir. Sonuçta şunu diyebiliriz ki bir kısım müzikçinin zannettiği gibi, ne Türk müziği altı yüzyıllık bir geçmişe sahiptir, ne de bazı Batıcı snobların zannettiği gibi teksesli Türk müziği bütünüyle tarihin karanlıklarına gömülmüştür... Yeni ve özgün müzikolojik çalışmalar yapmadan önce tarihimizdeki önemli literatürün acilen dilimize kazandırılması, en az bir Batı diline tercümesi, notalarını modern notasyona çevirimi gerekmektedir... Bunların dünya müzikolojisine kazandırılması için: A.Yapıtların Farsça, Arapça ve Osmanlıca’dan günümüzün Türkçesi’ne 98 UKHAD 1 (3) 2015 çevrilmeleri B. Çeşitli türlerdeki Ebced, Abdülkadir Maragi-Kantemiroğlu-Kındi Dede, Ali Ufki, Kevseri, Hamparsum nota sistemlerinden modern nota sistemine çevrimlerinin yapılması gerekir (Kahramankaptan, 2010: 379). İlhan Baran’ın, Türkiye’de müzikoloji alanında yaptığı “Trabzon ve Rize Bölgesi Yerel Küğü I”, başlıklı yazısı 1967\TRT I.Folklor Derlemesi programı içinde, Trabzon ve Rize bölgesini araştıran İlhan Baran ve Cengiz Tanç’ın, seyahat ve derleme notlarını içermesi bakımından önem taşımaktadır. TRABZON VE RİZE BÖLGESİ YEREL KÜĞÜ I (Şenel, 1994: 286-293) Prof. İlhan BARAN 1. TÖRELER Halk küğleri yönünden, Trabzon ve Rize bölgesi, “Horon bölgesi” diye kabul edilir. Bu bölgede konuşulan diller Türkçe, Lazca ve biraz da Rumca’dır. Lazca’ya geniş ölçüde Arhavi, Pazar ve Hopa dolaylarında rast lanıyor. Anlaşıldığına göre bu dil, sadece bir konuşma dili imiş, yazması ve okuması yokmuş. Lazların, Kafkasya menşeli olduğu tahmin ediliyor. “Karadeniz şivesi” dediğimiz ve Rize ile Trabzon arasında fark gösteren bir şive ile konuşan “Karadenizliler” ise, Orta Asya’dan, Kafkasya yoluyla gelip bu bölgeye yerleşen Türklerdir. Tonya civarındaki Karadenizliler, ayrıca, Rumca da konuşup, türkü söyleyebiliyorlar. Karadeniz insanı, sert tabiatlıdır. Genellikle merttir ve inatçıdır. Biraz da tabu şeklinde bir namus kavramı vardır. Anaya ve babaya hürmet eder ve çok gururludur. Silaha son derece meraklıdır. Küğ çalınırken bile, coşkunlu ğunu, havaya silah atmak suretiyle gösterir. Tevekkülden hoşlanmaz. Bu özellikler, bölgenin yerel küğünde de aynen görülür. “Ağlama” adı verilen ağıtlar bir yana, bu bölgenin küğü sert, canlı, şu veya bu ölçüde çok seslidir. Anlatım yönünden gelişmiştir. Ucuz duygusallıklara ve kötümserliğe düşmez. Duygulardan ziyade sinir sistemine hitap eder. Sevda türkülerinde de gerçekçi ve ayağı yerdedir. Karadenizlinin hayal gücü de geniştir. Bilinen bir türkü, hep aynı söz lerle tekrar edilmez, hemen her söyleyen, kendine ait yeni sözler uydurur ve türküleri o sözlerle söyler. Çok yerleşmiş eski türküler, muhakkak ki kendi sözleriyle de söylenilmektedir. 99 UKHAD 1 (3) 2015 Çok yayılmış olan diğer bir adet, başından geçenleri destan halinde anlatmaktır. Kemençe ya da diğer bir çalgı eşliğinde, o bölgede geçen bir olay, askerlik anıları, iki köy arasındaki toprak çekişmeleri gibi konular, türkü şeklinde hikaye ediliyor. Bir de „Türkü Atma“ diye bir gelenek var. Düğünlerde ya da diğer top lantılarda, iki „Şair“ karşılıklı geçiyorlar; çalgı eşliginde, birinin söylediği bir beyite, diğeri, uygun kafiye ya da redif ile cevap veriyor. Uzun çekişmeler den sonra, nihayet birisi, ötekini pes ettiriyor. Bu gelenek, Rize dolaylarında, bilhassa eskiden çok yaygın imiş hatta, Çayeli ilçesine bağlı „Şairler köyü“diye de, böyle şairleri yetiştiren bir köy varmış. Trabzon ve Rize bölgesi, ilçe ve köylerinde, küğ ve oyun‘un, bazan gü nah ve haram sayıldığı oluyor; buna rağmen, her zaman küğ yapanlar ve oyun oynayanlar yetişiyor. II. OYUNLAR Yazının en başında belirttiğimiz gibi, Trabzon ve Rize bölgesinin ana oyunu „Horon „dur. Horonlar, yalnız erkekler tarafından, yalnız kadınlar ta rafından ya da karışık olarak oynanabiliyor. Oyunlar, genellikle, çıktıkları köy, ilçe yada il‘in adı ile anılıyor. Örneğin:Hasbal oyun havası, Kadırga oyun havası, Görele oyun havası, Şalpazarı oyun havası, Trabzon oyun havası, Ören oyun havası, Hemşin titreme horonu, Hemşin sıksarayı, Hemşin tulum-zurna oyun havası, Aspet kız oyun havası, Pekso oyun havası, Maçka oyun havası gibi. Aynı şekilde: Rıze iki-ayak kız horonu, Rize üç-ayak kız horonu, Rize dört-ayak kız horonu, Rize sallama horonu, Rize sıksaray horonu, Rize ters-ayak ı, Rize çiftetellisi, Rize davul-zurna horonu, Rize karşılama oyun havası, bu il‘in başlıca oyunları. Ayrıca, Akçaabat’ta, ikişer ikişer karşılıklı olarak ve bıçakla oynanan Palabıçak oyunu ile ekip halinde oynanan Hozangel oyunları mevcut. Bir de, oyunların sonunda bir çeşit selamlama var ki o da Hisa adını alıyor. III. ÇALGILAR Kemençe Trabzon ve Rize bölgesinin ana çalgısı kemençe‘dir denilebilir. Kökü, 100 UKHAD 1 (3) 2015 kesinlikle bilinmiyor. Eskiden, bu çalgının ustaları Rumlar imiş. Muhakkak ki dinsel taassup yüzünden, Türkler, çalgı çalmaktan çekinirlermiş. Rumca‘da „kemençe“ kelimesi „sivrisinek“ anlamına geliyor. Çalgının tını özelliği göz önüne alınarak bu isim verilmiş olacak. Sonra sonra, Türklerden de, bu güzel çalgının ustaları yetişmiş. Örneğin Rizeli Sadık ve Göreleli Piçoğlu Osman, ismi bize kadar gelen ünlü ustalar. Kemençe‘nin, birkaç muhtelif büyüklükte tipleri var; fakat en çok rast lanılan, orta büyüklükteki kemençe tipi. Bu çalgının yaklaşık ölçüleri şöyle: Kemençe‘nin tüm boyu 40 sm. En üstte, tellerin bağlantı yeri olan bir „kafa kısmı“ var. Bunu, 8 sm. uzunluğundaki „boğaz kısmı“ takip ediyor. Boğaz kısmı, kemençecinin elinin kavradığı yer oluyor. Çam ağacından yapılan ve beyaz renkteki ön yüze, „tekne kısmı‘ deniyor. Tekne‘nin üzerinde „köprü“ kısmı var ki bu da, telleri üzerinde taşıdığı için olacak, eskiden „kemençenin eşeği“ adını alırmış. Bu parça, bugün, kemancıların „eşik“ dediği parçanın aynası. Tekne kısmının en aşağısında, tellerin bağlantı yeri olan ve 10 ila 12sm. uzunluğundaki „kurbağacık“ geliyor. Köprü‘nün iki yanında, seslerin çıkması için açılan 7‘şer sm. uzunlugunda iki yarık var. Bu yarıklara da „kaş“ adı veriliyor. Kemençenin arka kısmı ise, ardıç ağacından yapılıyor ve bu kısım „gövde“ adını alıyor. Çalgının kalınlığı, üstte 2,5 altta 3 sm. kadar. Kemençenin yapımında en makbul ağaç, sarmaşık ağacı imiş, son derece güzel bir ses verirmiş. Kemençenin üzerindeki teller, çelik ya da bağırsak oluyor. Şayet buluna bilirse, bağırsak tel tercih ediliyor. . Çalgının yayına gelince, yay, kemençenin tüm uzunluğu tutarında olu yor. Sapı kızılcık ağacından yapılıyor, kıllar için ince misina ya da at kuyruğu kullanılıyor. Kemençenin üzerinde üç adet tel bulunuyor. Bu tellerin düzeni, bölgeye göre ya da kemençecinin türkü söyleyip söylemediğine göre değişebiliyor. Kemençeci, genellikle, türküye eşlik etmek için düzenini biraz düşürüyor; oyun havası çalmak için düzeni yükseltiyor. Orneğin Rize’de, bir kemençeci, düzeni türküye eşlik etmek için şöyle kuruyordu: Aynı kemençeci, oyun havası çalmak için, düzeni şöyle yükseltti: 101 UKHAD 1 (3) 2015 “Tulum-zurna havası” çalmak için de, telleri şu şekilde akord etti: Tulum olmadığı zamanlar, kemençeci, çalgısını, tulum tınısı verecek şekilde düzenliyor ve bu düzene de “tulum-zurna düzeni” deniliyor. Yine Rize’de, başka bir kemençeci, şu düzeni kullanıyordu: Aynı kemençeci, “Pazar tulum havası”nı çalmak için, tellerini şöyle akord ediyordu: Bu ikinci düzende, kemençeci, yalnız son iki teli kullanarak tulum ha vası’nı çalıyordu. Diğer ilçelerde, değişik düzenler de kullanılıyor. Örneğin, Akçaabat’ta: 102 UKHAD 1 (3) 2015 Görele’de: Pazar’da: düzenlerine rastladık. Eskiden, kemençe ile çalınan türküler ve oyun havalan, daha değişik ve daha ağır tempo’lu imişler; şimdi tempo daha hızlanıyormuş. Trabzon ve Rize bölgesinin güzel çalgısı kemençe, gittikçe azalmaktadır. Bir süre sonra tamamen kaybolacağından korkulur. Bunun çeşitli nedenleri var: Bir kere, iş hayatının canlanması, küçük sanayiin ilçelere kadar girmesi, yeni servet ve çalışma kaynaklarının bulunması, iş gücünü, buralara çek mektedir. Ayrıca, şimdi küg ihtiyacı kötü bir şekilde de olsa plaklar ve radio yoluyla kolayca karşılanmaktadır. Öyle ki, kemençe küğ’ünü teybe alıp, dü ğünlerini bu teyple yapanlar bile oluyormuş. Nihayet, en mühimi, halk eğitimi yönünden hemen hemen hiçbir şey yapılmamaktadır. Halkevleri ve halk eğitim merkezleri, iyice örgütlenmiş değillerdir. Kemençe bir oyuna eşlik edecekse, kemençeci, bu oyunun havasını hazırlamak için belli “form”lar kullanıyor. Genellikle ağırdan başlayıp, gittikçe hızlanmak ve sertleşmek, bu “form”un esasını teşkil ediyor. Orneğin, kemençeci, önce bir “Yol havası” ile açıyor. Bu, bir çeşit “uzun hava” ya da “taksim” karakterinde oluyor. Sonra mahalli türküler geliyor. Çok defa, kemençecinin kendi söylediği bu türküler, sevda türküleri oluyorlar. Ortam, yeterli havayı bulduktan sonra “Horon kurma” başlıyor ve oyuncular, oyuna giriyorlar. “Sallama” ile hareketler aynı şekilde devam ediyor ve nefes verici hızlılıktaki “sıksaray”lar ile, oyun en sert halini alarak, zirveye ulaşıyor. İyi bir kemençeci, genel olarak, aynı cümleciklerin tekrarı esasına dayanan bu küğ dilinde, monotonluğa düşmemekte ve daima şaşırtıcı çıkışlar bulabilmektedir. Kemençe küğü, tek sesli bir küğ değildir. Son derece dinamik ve çekici 103 UKHAD 1 (3) 2015 bir şekilde çok seslidir. Yüksek yetenek taşıyan kemençeciler, “p subito”, “f subito”, “poco a poco crecendo”, “poco a poco diminuendo” gibi, batı sanat küğünde bulunan ve Anadolu yerel küğlerinde son derece nadir olarak rastlanan anlatım zenginliklerini, doğal olarak kullanmaktadır. Bazı kemençeciler, bildiğimiz kemanı da, üç telini kullanarak, kemençe gibi çalarlarmış. Tulum Tulum’un kökünün Türkistan olduğu tahmin ediliyor. Çok eskidenberi, Rize’nin Pazar, Çayeli gibi ilçelerinde çalınırmış. Diğer çalgılar gibi, tulum da bu bölgede, düğünler, bayramlar ve diğer toplantılarda kullanılan bir çalgı. Tulum, koyun veya keçi derisinden yapılıyor. Şişirmek için üflenen yer ise odundan. Deliklerin bulunduğu ve çalınan kısım, şimşir ya da kumar ağacından yapılıyor. Bu kısım “Nav” adını alıyor. Nav’ın içinde iki adet kamış ve kamışlara geçen diller vardır. Üzerinde, beşer taneden yanyana on adet delik bulunuyor. Nav’ın geniş olan uç kısmına “Kepçe” denir ve hava buradan dışarıya çıkar. Tulum çalan, aynı zamanda türkü de söyleyebilirmiş. Bizim tespit ettiğimiz tulum’da, nav’ın tulum’dan çıkmış halde düzeni şöyleydi: urada, en üst dizekteki sesler, nav’ın sol taraftaki beş delikten çıkan B seslerdir. Onun altındaki dizekteki sesler, nav’ın sağ tarafındaki beş deliğin sesleridir. Son iki deliği, tulumcu, balmumu ile tıkadığı için, o perdeler kördür ve normalolarak “Mi” ile “FA DİYEZ” seslerini vermeleri gerekirdi. En 104 UKHAD 1 (3) 2015 alttaki,. üçüncü dizekteki sesler ise, nav’ın kepçesinden çıkan seslerdir ve bu “SOL DİYEZ”-ler, tulumcunun bilincine bağlı olmayarak, doğal bir şekilde kepçeden çıkmaktadırlar. Yani bu “SOL DİYEZ” sesi, aslında, dizinin bir sesi degildir ve rastlantıdır. Kemençedeki kadar zengin ve bilinçli olmamakla birlikte, tulum’un yaptığı küğ de, çok seslidir. Davul-Zurna Davul-zurna, daha ziyade Vakfıkebir ve Akçaabat civarlarında kullanı lan çalgılar. Davul’da keçi derisi kullanılıyor. Kenarları kestane tahtasından yapılıp, deri kızılcık çubuğuna sarılıyor. Zurna, uzun havalar, horonlar, sıksaraylar çalarken, davul, değişik ve şaşırtıcı ritmlerle ona katılıyor. Davulcu, aynı zamanda, türkü de söyleyebi liyor. Davul-zurna’nın, bu bölgeye, Erzurum’un etkisiyle girdiği sanılıyor. Kaval Zurna çalanlar, çok defa, kaval da çalıyorlar. Bu çalgıyla, bölgenin bütün havaları çalınabiliyor. Ayrıca, türkü söyleyene de eşlik edebiliyor. El Mızıkası El Mızıkası’nın Kafkasya’dan geldiği ve 60-70 yıldan beri bu bölgede kullanıldığı sanılıyor. Bu çalgı, Rize ve köylerinde bulunuyor. Köy düğünlerinde, kadınlar ve kızlar, El Mızıkası çalıp, türkü söylerler miş. Ayrıca, bir oyun çalgısı olarak, bununla, horon oynarlarmış. El Mızıkası, genç kızların özellikle tercih ettiği bir çalgı olduğu için, delikanlılar, kızlara yaklaşabilmek için, bu çalgıyı ögrenmeye özenirlermiş. Bir halk çalgısı olarak çok renkli ve çekici olan El Mızıkası ile, horonlar, sıksaraylar çalınıyor, türküler söyleniyor. Ayrıca, aynı kemençe gibi, tulum‘un yerini tutmak üzere “tulum-zurna” havaları çalınıyor. Köylüler, EL Mızıkası’nı çalarken, çok basit olmakla birlikte, yine de, çok sesliliği kullanıyorlar. Buradaki çok seslilik, iki sesten ibaret bir bas partisinin, parçanın devamı boyunca sürmesi oluyor. Yine de, çalgıcı bunu mekanik bir şekilde devam ettirmeyip, zaman zaman keserek, monotonluktan kurtulmaya çalışıyor. 105 UKHAD 1 (3) 2015 Tamamen tempere bir çalgının, halk tarafından rahatça benimsenmesi, ayrıca ilgi çekici bir olay. Bağlama Bağlama’nın 50 sene kadar önce, Rize’ye girdiği tahmin ediliyor. Daha ziyade Rize’nin içinde mevcut ve köylerinde daha seyrek rast1anıyor. Rize’de çalınan bağlama’da, iki türlü düzen kullanılıyor: Rize’nin yerel havalarını çalmak için “Cim akordu” ve diğer bölgelerin havalarını çalmak için “Doğru akord”. Bizim tespit ettiğimiz “Cim akordu” şöyle idi: Görüldüğü gibi, bağlamanın üzerinde, toplam olarak yedi tel mevcuttu ve bunlar üç grup halinde toplanmıştı. Bağlama ile Rize’de, bölgenin türküleri söyleniyor ve oyun havaları çalınabiliyor. IV. SONUÇ Toplumsal koşullar sebebiyle, bu bölgede, halk sanatı ile uğraşanlar azalmaktadır. Bunun, bütün Anadolu’da böyle olduğu anlaşılıyor. Diğer yönden, İstanbul piyasasının kustuğu iğrenç plaklar ve bunları yayan ne idüğü belirsiz uydurma radyolar gittikçe yayılmaktadır. Tam bir kül tür başıboşluğu ve yozlaşması içindeyiz. Artık, Anadolu halkının gerçek sesini değerlendirme zamanı çoktan gelmiştir ve biraz daha beklenirse çok geç olacaktır. Türkiye’yi yönetenler, gerçek halk sanatını değerlendirmek, teşvik et mek ve yaymak için gerekli yatırımı yapmakla sorumludurlar. TÜRKİYE RADYO TELEVİZYON KURUMU DERLEMELERİ VE ARŞİV MATERYALLERİ (Şenel, 1994: 87-91) TRT Birinci Folklor Derlemeleri ve Saha Araştırmalarında Derlenen Parçaların Bilgi Fişleri 106 UKHAD 1 (3) 2015 Trabzon Bölgesi’nde, halk musikisi araştırmaları yapan kurumlardan biri de TRT’dir. TRT adına 1967 yılında yapılan I.FoIklor Derleme Gezileri’nde, Trabzon ve Rize birlikte taranarak toplam otuz banda, ikiyüz kadar vokal ve vokal enstrümantal parça tespit edilmiştir. Saha araştırmaları, İlhan Baran ve Cengiz Tanç tarafından yapılmış: Akçaabat, Vakfıkebir ve Beşikdüzü’nde çalışılmıştır. Yöreden kemençe, davul-zurna ve kavalla horon havaları, destanlar ve türküler derlenmiştir. Bu gezi ve toplanan parçalar hakkında da bugüne kadar ilmi ve toplu bir çalışma yapılmamış ve parçalar notaya alınmamıştır. Buna karşılık TRT Merkez Program Başkanlığı tarafından gezi hakkında bir kitap ve Muammer Sun imzasıyla bir rapor yayımlanmıştır. İlhan Baran da Küğ dergisinde, birbirine bağlı iki makale yayımlayarak, derleme sonuçlarını ilim ve sanat camiasına sunmuştur. Bu derlemelerin ses kayıtları, TRT Müzik Dairesi THM arşivinde muhafaza edilmektedir. 1967 TRT I.Folklor Derleme gezilerinde, Trabzon’dan derlenen parçalar ve kaynak kişilerle ilgili bilgi fişlerinin dökümü aşağıdadır: 1. Kaynak kişinin adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Ahmet ERGÜL [1932, Akçaabat/Korucu Köyü, Kemençeci ve Tekel’de tütün işçisi] Derleme Yeri ve Tarihi: Akçaabat/8.9.1967 Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç Band No: 297, 298, 303, 318 Düşünceler ve Notlar: 1) Ahmet Ergül, ilkokul IV. sınıfa kadar okumuş. Evli, 7 çocuk babası. 15 yaşından beri kemençe çalıyor. Ustası Pirağa çolak (Takriben 1912-1960= 48 yaşında). 2) Elindeki kemençe “ardıç” ağacından; kapağı “çam” ağacından yapılmış. 3) Kemençesinde birer tel var. Kemençenin düzeni: Derlenen Ezgiler: Yol havası, Gül bitiyor bitiyor, Horon Kurma (Sözlü), Sallama (Sözlü), Sıksaray, Eyledim koyuni, Yenge kızın, Aşağı dere içeri, Yarim kurdu sofrayi, Üç adet birbirine bağlı sözlü oyun havası, Birbirine 107 UKHAD 1 (3) 2015 bağlı horon havaları 2. Çalanların adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Katip AFYON [1926, Vakfıkebir/Fevziye köyü, Davulcu]-Nazmi AKTAŞ [Zurna / Kaval] Derleme Yeri ve Tarihi: Vakfıkebir/10.9.1967 Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç Band No: 305, 299, 319 Düşünceler ve Notlar: 1) Katip Afyon, çalmaya 15 yaşında başlamış, hocası “Pozaloğlu” imiş. Pozaloğlu’nu takribi yaşı 1890-1960= 70 olarak görülüyor. 2) Eskiden havalar çok değişik imiş, daha ağır imiş, şimdi daha hızlanıyormuş. 3) Fevziye köyünde başlıca çalgılar davul-zuma ve kemençe imiş. 4) Katip Afyon evli ve 7 çocuk sahibi. 5) Davul’unu kendisi yapıyor ve “keçi” derisi kullanıyormuş. Kenarları “kestane” tahtasındanmış; deriyi “kızılcık” çubuğuna sararmış. Derlenen Ezgiler: Çok severim, Bak Allah’ın işine, Horon havası (Kavalla), Horon kurma, Horon havası, Sözlü horon havası. 3. Kaynak kişinin adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Nazmi AKTAŞ (1948, Vakfıkebir/Köprücek köyü, Kaval çalar) Derleme Yeri ve Tarihi: 10.9.1967 Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç Band No: 311 Düşünceler ve Notlar: Nazmi Aktaş, evli ve bir çocuk sahibi. 7-8 yaşlarında “kavaI” çalmaya başlamış, sonra Davulcu Katip Afyon, ona “zurna” çalmayı öğretmiş. 1,5 yıldır Katip Afyon’la birlikte çalıyorlar. Zurna’dan başka “kavaI” da çalıyor. Katip Afyon ile birlikte çok gezdikleri için, başka bölgelerin müziklerini de çalabiliyorlar. Derlenen Ezgiler: Kavalla birbirine bağlı oyun havaları, 4. Kaynak kişinin adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Ahmet Bayrak [Ses/1934/Tonya/Yakçukur köyü/Rençber] - Nazmi AKTAŞ (Kaval) Derleme Yeri ve Tarihi: Vakfıkebir/10.9.1967 Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç Band No: 315 Düşünceler ve Notlar: 108 UKHAD 1 (3) 2015 1. Ahmet Bayrak 110 haneli Yakçukur köyünden, evli ve 7 çocuk sahibi. 8 yaşından beri söylüyor. Kendi kendine öğrenmiş. Rumcayı da rahat konuşuyor ve Rumca parçalar da söylüyor. Köyünde çalgı çalmak günah, sayılırmış. 2. Kaval, ayrı bir sesten çalıyor. Özellikle çalınıyor (İlginç) Derlenen Ezgiler: Yazı yazacağım, Yaz bana ver bana, Ağıt, Rumca bir türkü, Kaval havası, Köroğlu, Hazanıma. 5. Kaynak kişinin adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Ayhan KÖSEOGLU (Bağlama/1942, Rize.) - Erdoğan TABAR (Ses)] Derleme Yeri ve Tarihi: Vakfıkebir/15.9.1967 Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç Band No: 304 Düşünceler ve Notlar: 1) Lise mezunu Ayhan Köseoğlu, 7 senedir bağlama çalıyor. Rize’ye bağlamayı ilk tanıtanlardan imiş. Köylerde daha seyrek imiş (Bağlama), Daha yaşlıların söylediğine göre, bağlama elli sene kadar önce Rize’ye girmiş. 2) Ayhan Köseoğlu’nun bağlamasının akorduna “Cim akordu” deniyormuş. Bağlama, bu akorttan başka bir de “doğru akort” düzenine göre ayarlanırmış. Cim akordunu mahalli havalara, doğru akord’u Ege Zeybekleri vb. gibi bölge havalarında kullanırmış. Derlenen Ezgiler: Rize kız horonu, Şu gelen kayık mıdır / Ayhan Köseoğlu, Merzifon Karşılaması/Ayhan Köseoğlu, Çarşambayı sel aldı/Ayhan Köseoğlu, Taksim-Tabancamın sapını 6. Çalıp-söyleyenin adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Yusuf ÖMÜR (Vakfıkebir, Kemençe) Derleme Yeri ve Tarihi: Vakfıkebir/10.9.1967 Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç Band No: 299 Derlenen Ezgiler: Birbirine bağlı horon havaları 7. Kaynak kişinin adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Sırrı ÖZTÜRK (Görele, 1938, Bicoğlu Osman’ın talebesi) Derleme Yeri ve Tarihi: 12.9.1967 Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç Band No: 323, 324, Düşünceler ve Notlar: 109 UKHAD 1 (3) 2015 1) Dokuz yaşından beri çalıyor. Bicoğlu Osman’ın talebesi imiş. Bicoğlu, Sırrı’ya ders verdiği zaman 45 yaşlarında varmış. Kendisi yeğeni oluyor. 2) Kemençesinin düzeni: Derlenen Ezgiler: Trabzon horon havası, Görele horon havası, Sıksaray oyun havası, Ören oyun havası, Kadırga horon havası, Kemençe taksimi, Hasbal oyun havası, Kadırga oyun havası, Kemençeyle-zurna oyun havası, Görele oyun havası, Şalpazarı oyun havası. 8. Söyleyen in adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Hüseyin KELEŞ (Ses/1939, Görele/Daylı köyü, Sıhhıyeci) Kemençe ile eşlik edenin adı-soyadı-memleketi-mesleği: Sırrı ÖZTÜRK (Görele, Kemençe) Derleme Yeri ve Tarihi: Beşikdüzü, 12.9.1967 Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç Band No: 320, 325, 380 Derlenen Ezgiler: Yol havası, Evlerinin önünde, Kız ne dedim sana, Sözlü horon havaları, Kemençemin başına, Ha buradan o yanı nereye, Görele Türebolu, Horon havası. 9. Söyleyenin adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Kazım ÖZTÜRK (Ses)/1929, Beşikdüzü Kemençe ile eşlik edenin adı-soyadı-memleketi-mesleği: Sırrı ÖZTÜRK (Kemençe/Görele) Derleme Yeri ve Tarihi: Beşikdüzü-Türkelli köyü/12.9.1967 Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç Band No: 313 Düşünceler ve Notlar: 1) Sırrı ve Kazım Öztürk’ün soyadı benzerliği tesadüfi. 2) Bahriye Destanı’nın sözleri Kazım Öztürk’e ait. Derlenen Ezgiler: Bahriye Destanı 110 UKHAD 1 (3) 2015 SONUÇ Yaratıcı kimliğinin yanı sıra eğitimci ve araştırmacı olarak üst düzey hizmetlerde bulunan İlhan Baran, kendi kültür unsurlarımızı eserlerine yansıtarak önemli bir sorumluluğu yerine getirmiştir. Yurtdışından aldığı bilgi birikimi ara vermeden ülkesine hizmet olarak taşıyan sanatçı yetiştirdiği çok sayıda öğrencisini de eğitim ordusuna kazandırmıştır. Besteci çalgısal yapıtlarının yanında eğitim müziğine ve sese yönelik eserler üreterek, bunları müzik eğitimine kazandırmıştır. Kompozisyonun çalışmalarının dışında müzikoloji alanında yaptığı yönlendirici çalışmalarıyla Türkiye’de müzikolojinin gelişimine katkıda bulunmuş bilgisini ve tecrübelerini çevresiyle paylaşmıştır. Müzik sanatına ve eğitim müziğine önemli hizmetleri ve katkıları bulunan İlhan Baran’ın eserleri mutlaka değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır. KAYNAKLAR Antep, Ersin (2006), Türk Bestecileri Eser Kataloğu, Ankara: SevdaCenap And Müzik Vakfı Yayınları. Antep, Ersin ( 2012), Türk Bestecileri Eser Kayıt Kaynakçası: Çağdaş Türk Müziği Bestecilerinin Eserlerinden Oluşturulan Cd, Makara Bant ve Dat Kayıt Listesi, Ankara: Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Yayınları. Çelak, İvan (2000), İlhan Baran’ın Piyano Yapıtlarının Taşıdığı Müzikal Değerler, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. İlyasoğlu, Evin (2007), 71 Türk Bestecisi, İstanbul: Pan Yayınları. Kahramankaptan, Şefik (2010), İlhan Baran’a Armağan, Ankara: Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Yayınları. Şenel, Süleyman (1994), Trabzon Bölgesi Halk Musikisine Giriş, İstanbul: Anadolu Sanat Yayınları. 111 UKHAD 1 (3) 2015 TRABZON KUYUMCULUĞU Jewellery Of Trabzon Nuri DURUCU* ÖZET Trabzon İpek Yolu üzerinde tarih boyunca önemli bir ticaret merkezidir. Bu birikim bölge kuyumculuğuna da yansımıştır. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman şehzadeliklerini Trabzon’da yapmışlardır. İki padişahında mesleği kuyumculuktur. Evliya Çelebi seyahatnamesinde Trabzon kuyumcularından övgüyle bahsetti. 1869’da Anadolu’yu gezen batılı ressam Theophile Deyrolle’nin de aynı kuyumcular dikkatini çekti. 1890’larda Şemseddin Sami Kamüs’ül Alam’da Trabzon’da kuyumculuğunun ileri düzeyde olduğunu yazdı. Geleneksel takılar ve evlenme adetleri artık değişmiştir. Trabzon’a göç eden Kafkasya kökenlilerin bölge kuyumculuğunda önemli etkileri oldu.. Trabzon hasırının ilk ustaları arasında Dağıstanlı Hacı Mehmet ve Kafkasyalı İbrahim Horollu yer aldı. İlk Müslüman hasır örücü kadın ise Melahat hanımdı. Trabzon takıları arasında hasır özellikle önem arz eder Trabzon il merkezi Faroz ve Yalı mahallesi, Vakfıkebir ilçesi, Akçaabat’a bağlı Mersin ve Mesudiye köyü hasır imalatının bayanlarca yapıldığı bölgelerdir. Hasır bilezikler ve gerdanlıklar kol-sıra olarak tabir edilen değişik ebatlarda üretilir. Hasırların kilit ve kaynak işleri ise daha sonra erkek imalatçılarca atölyelerde gerçekleşir. Trabzon’da tarih boyunca pek çok sanatkar kuyumcu yetişmiştir. Kuyumculuk geleneği bölgedeki edebiyatı ve yer adlarını da etkiler. Hasırdan başka bölgeye mahsus telkari aksesuar, kazaziye örücülüğü yaygındır. Bölgeye ait takılar müzelerin ilgi çekici alanlarından biridir. Bu kadar zengin bir kültürel mirasa sahip Trabzon takılarının yeni tasarımlarla dünyada da tanıtımı gerçekleşecektir. Anahtar kelimeler: Trabzon hasırı, kazaziye, telkari, savat. ABSTRACT Trabzon a city that is by the Black Sea in Turkey is located on Silk Road has been an important commercial city during history. This heritage is reflected on the regional jewellery. Sultans Selim 1st and Suleiman the Magnificent were in Trabzon during their princehood. Both sultans learned goldsmith occupation in this city. Evliya Celebi, famous Ottoman traveling historian praised the jewellers of Trabzon in his voyages. Theophile Deyrolle, French painter who traveled to Trabzon in 1869 notices the jewellers. In his encyclopedia, Semseddin Sami wrote about the advanced position * Öğr. Gör. Gaziantep Ü. Teknik Bilimler MYO Kuyumculuk ve Takı Tasarım Programı. Gaziantep / TÜRKİYE 112 UKHAD 1 (3) 2015 of Trabzon jewellery in 1890. Traditional jewellery and marriage customs have changed. Caucasians who migrated to Trabzon had a special effect on the jewellery of this region. Hadji Mehmet from Daghestan and İbrahim Horulu from Caucasia were the first masters of woven jewellery in Trabzon. Ms. Melahat was the first muslim woman who knitted Trabzon woven jewellery has special importance among the jewellery manufactured in this city. Trabzon wowen jewellery. Faroz and Yali districts of Trabzon city, town of Vakfıkebir, Mersin and Mesudiye villages of Akcaabat are centers of production that the women are the only workforce. The bracelets and necklaces are produced in different sizes. The lock and soldering of wowen jewellery are completed by male manufacturers in the workshops. A lot of jewelley artisans were raised in Trabzon during history. Jewellery tradition of Trabzon has effected the regional literature and location names. ‘Kazaziye’ knitting and filigree souveneir gift items are other specialties of the region. Jewels of the region are attractive parts of the museums. This rich heritage will find its way in the world jewellery market with new designs. Key words: Trabzon woven jewellery, kazaziye, filigree, niello. GİRİŞ Seyyahların ve tarihçilerin kayıtlarına düştükleri Trabzon kuyumculuğunun da diğer yörelerimizde olduğu gibi geçmişinden gelen büyük bir kültürel zenginlik bulunuyor. Kuyumculuk alanında ileri giden tüm yörelerin ortak özelliği ya ticari merkez olmaları ya da ticaret yolları üzerinde bulunmaları. Tarihi İpek Yolu üzerinde çok önemli bir liman şehri olan Trabzon tarih boyunca ‘ticaret merkezi’ olma niteliği ile bu kurala uyuyor. (Resim 1) Resim 1. Osmanlı dönemi önemli ticaret yolları 113 UKHAD 1 (3) 2015 Trabzon takı örnekleri ülkemiz ve yurt dışı müzelerinde etnoğrafik bir değer olarak bilinerek sergilenmektedir. Aynı ürünler bir aile yadigarı olarak bugünde nesilden nesile miras bırakılan bir mücevher niteliğindedir. Trabzon hasırı ülkemizin geleneksel anlamdaki takı çeşitlerinden en fazla bilinenidir. Kuyumculuk deyince ‘babadan oğula’ aktarılan bir meslek akla geliyor. Fakat Trabzon’da bu meslek hasır örücülüğünde ‘anadan kıza’ aktarılan birikim şeklinde devam ediyor. Genelde erkekler tarafından imal edilen kuyumculuk takı çeşitlerine Trabzon’da son aşamasına gelinceye kadar ‘erkek eli’ değmiyor. (Karlıklı 2004: 80-93) Kazaziye ve telkari örücülüğü de yine yöreye ait önemli bir başka kuyumculuk sanatıdır. Kuyumculuk süsleme tekniklerinden savatta bu bölgede kullanılır. Bu yazı kuyumculuğun Trabzon’da tarihi geçmişi, Trabzon geleneksel takıları, Trabzon takılarının imalatında kullanılan teknikleri, Trabzon kuyumcularını, Trabzon kuyumculuğunun ses sanatlarındaki izleri, efsane ve halk hikayelerindeki izleri, yer adlarındaki izleri devam edip Trabzon kuyumculuk sanatının geliştirilmesi konusu ile devam edip bu konudaki görüşlerimizle sonlanacaktır. 1. Tarihi Süreçte Trabzon Kuyumculuğu Geçmişte Trabzon kuyumculuğu Gümüşhane’deki gümüş ve Espiye’deki bakır madenlerine yakınlığı dolayısıyla hammadde temininde ve imalatın gelişmesinde avantajlı konumda olmuştur. Karadeniz bölgesi madenler yönüyle zenginliğe sahiptir. Bölgede kıymetli maden işletmeciliği tarihte gerçekleştirilmiş olup bugün de önemli maden ruhsat sahaları bulunur. Bunlar arasında altın, gümüş ve çeşitli mineral yatakları mevcuttur. Bunlara örnek olarak Maçka Kan Yayla’da altınlı Zn-Pb yatakları, Çaykara Turnalı’da kuvars minerali sayılabilir. “Türkiye’nin batı ve güneybatı bölgeleri özellikle de Klasik Çağ ve Roma İmparatorluk Dönemleri’ni anlatmaya yönelik olarak yoğun bir şekilde çalışılmış, Karadeniz Bölgesi ise gerek tarihçiler gerekse arkeologlar tarafından büyük ölçüde göz ardı edilmiş ve ne tarih öncesi çağlar ne de sonrası hak ettiği ilgiyi görememiştir.” (Erciyas 2006: 204) Antik medeniyetlerin ve bölgede yaşayan Amazon kadınlarının kullandığı takılar yapılacak arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkıp bizlere zamanla aydınlatıcı bilgiler verecektir. Bunun için öncelikle müzelerdeki kayıtlı mücevher envanterleri araştırmalı, araştırmacılara kolaylıkla açılmalı ve kayıtları detaylandırılmalıdır. “Trabzon’un XIII. yüzyılda önemli bir ithalat ve ihracat merkezi olduğu söylenebilir. Nitekim Trabzon’dan keten, yün ve çeşitli kumaşlar, ‘işlenmemiş madenler’ ihraç edilmekteydi. Altınordu Devleti’nden getirilen köleler 114 UKHAD 1 (3) 2015 Trabzon’a getirilip oradan Sivas’a gönderilirken, Kırım’dan da Trabzon’a tuz, ‘gümüş’, kumaş, peynir, buğday, tatlı su balıkları, kürk ve köle getirilmekteydi. (Öksüz 2004: 282) Trabzon Rum Pontus Devleti pek çok sikke kestirmiştir. Altındere Milli Parkı içinde bulunan Sümela manastırı en görkemli konumuna Kommenos Hanedanı Kralı Alexius III. döneminde getirilmiştir. III. Alexius’un taç giyme töreni 1349’da burada yapılmıştır. “Trabzon, Aleksios Komnen devrinde büyük bir refaha kavuştu. Devletin sınırları genişledi. XIII. Yüzyılın ikinci yarısında Uzak Doğu’ya kadar uzanan Erzurum-Tebriz yolu ile Karadeniz-İran ticaret yolunun en önemli noktası haline gelen Trabzon ve limanı, yeniden gelişmeye başladı. Halk, Trabzon’da imal edilen malları, yün, keten ve ipekli kumaşları, ‘dağlardan temin edilen işlenmemiş madenleri ihraç etmeye başlamıştır.’ Şehirdeki ve limandaki faaliyet, gezginlerin dikkatini çekmiştir.” (Tekindağ 1979: 455-479) Fatih Sultan Mehmed savaşmadan Trabzon’u alır Buraya ‘Trab-ı Efsun’ adını verdiğini Evliya Çelebi yazar. “Trabzon´un 1461 senesinde fethinden sonra; Gümüşhane ilinde çıkarılan gümüş madeninin günün şartlarında kara yoluyla taşınmasının hem riski hem de uzun sürmesi nedeniyle Trabzon limanı ve Trabzon ili, gümüş madeninin ticaret merkezi haline gelmesine neden olmuştur.” (http://trabzonvakfi.org.tr/) 1. Selim 1489’da Trabzon sancak beyi oldu ve kuyumculuk sanatını meslek edindi. “Hatta I. Selim bu şehirde kakmacılık öğrenip babası Beyazıd Han ismine Trabzon Darphanesi için sikke kazırdı. Sanki sikkeyi mermerde kazırdı. Bu Trabzon akçesini görmüşüz.” (Evliya Çelebi 1971) “Selim’in valiliğinde Sultan Bayezid adına para basabilecek kadar kuyumculuk sanatında ileri giden ‘çuha feraceliler’dir.” (Okuyan 2003:131) Öyle ki bu vasıfta yetişmiş kalifiye insan çok olduğundan Trabzon darphanesi Osmanlı Devletinin en son kapattığı darphanelerdendir. 115 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 2. Trabzon darphanesi sikkesi (1603 Miladi) Kırım Hanının kızı Hafsa Sultan 1. Selim’in eşi idi. 1.Selim “3 defa Gürcistan seferine çıktı, 1508 Kutayis seferi en meşhurlarıdır. Şehzade Selim 1511’de ansızın Trabzon’dan gemiye bindi. Büyük bir maiyetle Kefe’ye gitti. Güya kayınpederi Kırım hanı Mengli Giray’la oğlu Şehzade Süleyman’ı görecekti. Bu tarihte Şehzade Süleyman 16, babası Selim 41 yaşında idi.” (Öztuna 1977: 194,199) Eşinin Kırımlı olması ve kendisinin Kırım’da bulunmasıyla o bölgedeki kuyumculuk hakkında bilgisini yerinde gözlemlediği düşünülebilir. Bütün Osmanlı padişahlarının kendilerine has bir mesleği olduğu gibi Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın da mesleği kuyumculuktu. Evliya Çelebi bunu şöyle yazmıştır “...kuyumcular esnafına iştihar veren Sultan Selim-i Evvel ve Sultan Süleyman Han’dır. Zira bu iki padişah cevan bahtları Tarab-Efzun şehri tahtgahında rahm-ı maderden müştak olup ikisi de kuyumculuk karın tahsil itmişdi.” (Kürkman 2010: 73) 1494’de 1.Süleyman Trabzon’da doğdu. Babası 1.Selim “oğlunun yetişmesi için tanınmış bilginleri Trabzon’a getirterek şehrin kültür hayatına önemli katkılarda bulundu.” (Albayrak 1994: 22) Böylece 1.Süleyman’da ilk kuyum eğitimine bu şehirde başlamış, daha sonra ise kuyumculuk mesleğini İstanbul Unkapanı’nda Rum Konstantin ustanın yanında yetişerek geliştirmiştir. 116 UKHAD 1 (3) 2015 Sanat tarihçisi Talha Uğurluel (*yazara gönderdiği e-postada) “Kanuni Trabzon’da iken hem Yahya Efendi ile aynı göğüsten süt emmişler hem de ilk eğitimlerini birlikte almışlardır. Bu eğitimde ders yanında belletilen zanaat kuyumdur. Böylece geleceğin büyük sultanı ile geleceğin büyük velisi kuyumu birlikte öğrenmişlerdir” diye açıklar. “Kefe ve Manisa’da sancak beyliğinde bulunan Kanuni şehzade iken maiyetinin ve sarayın ihtiyaçlarını karşılayan bir esnaf takımı mevcuttu. Bunların arasında bir de zergerin (*kuyumcu) bulunması, onun bu mesleğe verdiği önemi göstermektedir.” (Uluçay 1970: 228) Bu durumda geleceğin padişahının Kırım ve civar bölge kuyumculuğuna bire bir şahit olduğu anlaşılır. 1562 yılına ait bir kayıtta, Paşmakçılar Çarşısı yakınında bulunan bir kuyumcu dükkanının yerinin Ortahisar Camii vakfına ait olduğu belirtiliyor. (Öksüz 2006: 105) 1565’de Hacı Baba Mescidi Zaviyesi’nin de vakfı olduğu ve bu vakfında bir kuyumcu dükkanı bulunduğu belirtilmektedir. (Öksüz 2006: 113) “1564-1565 yıllarında kuyumcular çarşısında bulunan 2 göz dükkan toplam 5.000 akçaya, 4 göz dükkandan biri 2.500 akçaya diğer üçü de toplam 3.500 akçaya satılmıştır.” (Bostan 1993: 358) 17. Yüzyıl Ortalarında Trabzon’da Sosyal ve İktisadi Hayat adlı kitapta meslek kolları sıralanır. “Araştırılan sicil kayıtlarının verdiği bilgiler Trabzon’da oldukça değişik iş kollarını bulunduğunu göstermektedir. Bu iş kollarının isimleri şunlardır: Taşçılık, hallaçlık (pamuk ve yün atma işi), debbağlık (dericilik sanatı), bakkallık, kazazlık (ipek üretimi), balıkçılık, abacılık, habbazlık (fırıncılık ekmek üretimi), suculuk, hamamcılık, kasablık, saraçlık (eyer,semer ve sele üretimi), dellallık, çilingirlik, ‘kuyumculuk’, tüfekçilik, ekmekçilik, attarlık (parfüm veya baharat işi), çıkrıkçılık (çark yapma işi), berberlik, eskicilik, urgancılık (urgan yapımı ve satımı), tarakçılık, iplikçilik, mumculuk, bozacılık, bezzazlık (bez satma ticareti), tencerecilik, babuççuluk, çizmecilik, bakırcılık, kahvecilik, sabunculuk, kazgancılık (kazan imalatı), kürkçülük, semercilik, çölmekçilik (çömlek üretimi), çerçilik (seyyar satıcılık) ve hamallık.” (İnan 2013: 65) “Suk-ı Sultan’da olduğu bildirilen başlıca meslek grupları şunlardır: Bakkal taifesi, Derzi esnafı, Babuççiyan esnafı, Debbağ taifesi, Semerci taifesi, Eskici taifesi, Ekmekçiyan, ‘Kuyumcu’ esnafı ve bedestende Dellal taifesidir.” (Öksüz 2009: 29) “Suk-ı Sultani (Sultan Çarşısı) ismi verilmek suretiyle anılan bu büyük çarşı bölgesinin değişik çarşılardan mürekkep bir bütünün ismi olduğu anlaşılmaktadır (İnan 2013: 67) 117 UKHAD 1 (3) 2015 “Yine kayıtlara göre bu iş kollarına mensup olan kişiler kendi iş kollarında taifeler hâlinde gruplanmışlardı. Mesela debbağ taifesi, habbaz taifesi, semerci taifesi, dellal taifesi, ‘kuyumcu’ taifesi gibi. Kayıtlara göre bu iş kollarından birkaçının reisi gayrimüslimlerden oluşmaktaydı. Kuyumculuk gayrimüslimlerin tekelinde olmamasına rağmen kuyumcu taifesinin reisi gayrimüslimdi.” (İnan 2013: 65) “Ağırlıklı olarak zimmilerin oturduğu Ayo Vasil Mahallesi’nde bir grup zimmi tarafından Müslümanlardan satın alınan bir mülkün daha sonra bir kısmının ayrılarak diğer bir zimmiye satıldığı tespit edilmiştir. Bu mülk alış ve satışında zimmi grupta bulunan Kuyumcu Başı Aleksandri bir yandan Trabzon’da sarraflık mesleğinin hangi din grubunun denetiminde olduğuna ışık tutarken çok açık olmamakla birlikte belki de finansör olarak bu guruba dahil olmuş olabilir.” (İnan 2013: 168-169) “Özellikle kuyumculuk işinin ağırlıklı olarak gayrimüslimler tarafından yürütüldüğü de göz önüne alındığında şehir dâhilindeki gayrimüslimlerin mali açıdan vaziyetlerinin fena olmadığı ortaya çıkmaktadır.” (İnan 2013: 178-179) Evliya Çelebi bizlere XVII. yy. ortalarını aktaran ünlü seyahatnamesinin devamında Trabzon’u anlatırken kuyumcularına da değiniyor. “Trabzon büyük bir liman kentidir. Trabzonlular temiz giyimli, okumuş, bilgili kimselerdir. İçlerinde Farsça bilen şairler vardır. Çarşıları çok zengindir. En seçkin taşra esnafı Mumhaneönü Çarşısı’ndadır. Burada pek çok dükkan üst üste yığılmış gibidir. Ayrıca taştan yapılmış büyük bir bedesten vardır. Trabzon çarşısında dünyaca tanınmış buhurdan, gülabdan, kılıç, gülsuyu kutusu, Trabzon baltası ustalıkla yapılır.” (Atasay Kuyumculuk 2004: 85-86) Seyahatnamenin devamında Evliya Çelebi “Dünyada Trabzon’un kuyumcuları gibi usta kuyumcu yoktur.Hatta birinci Selim burada doğup çocukluğunda altın kakmacılığı öğrenmiş ve babası Bayazıd Han adına Trabzon’da sikke kazımıştır. Ben bu sikkeyi gördüm. İşte o zamandan beri kuyumcuları ün salmıştır. Öyle bir zincirden at gemleri, buhurdan, gülabdan, kılıç, gaddar (gaddare adıyla bilinen iki tarafı keskin kılıç), aşçı bıçakları işlerler ki örneği başka yerde bulunmaz. Gurguroğlu bıçağı adıyla meşhur bıçaklar işlerler. Trabzon baltası adı ile bir cins balta yaparlar ki başka diyarlarda eseri yoktur. Gayet güzel ve rağbette olan sedefkari peştaha (üstü yazı masası gibi kullanılan bir tür çekmece), sanduka (küçük sandık), rikdan (mürekkep yazısını kurutmak için kullanılan tozun konduğu üstü delikli kap), devat (yazı aletliği, kamış kalemle mürekkep hokkasının birlikte konulduğu sanatkarane yapılmış madeni kap olup, belde taşınırdı) bir buradan bir de Hindistan’dan çıkar” (Evliya Çelebi 1971: 173-174) diye detaylandırır. (*Günümüzde sedef 118 UKHAD 1 (3) 2015 işlemeciliği sadece İstanbul ve Gaziantep’te yapılmaktadır.) Resim 3. Benjamin Constant’ın The Bazaar (Çarşı) tablosu “18. yüzyılda Trabzon ticaretindeki canlılığın bir göstergesi olarak Trabzon’daki çarşı-pazar ile hanların sayısında önemli artışlar olmuştur. Bu yüzyılda Trabzon’da değişik mekanlarda hizmet veren yaklaşık seksen farklı iş kolunda zanaat erbabı bulunmaktaydı.” (Aygün 2005: 407-8) ‘’18. yüzyılda başlıca esnaf grupları arasında kuyumcular da vardı.’’ (Öksüz 2006: 171-172) “Saatçiler ev eşyaları ile ilgili iş koluydu. Trabzon’da kuyumcular çarşısının mevcut olması da bu meslek grubunun yaygın oluşu ile alakalı olup bu meslek ile uğraşanların çoğu gayr-i Müslim Osmanlı vatandaşları idi.” (Öksüz 2006: 174) “Trabzon Limanı, 18. yüzyılda Gümüşhane’den çıkarılan gümüş ve bakırın İstanbul’a, hatta İran, Irak ve Hindistan’a yollandığı bir liman olmuştur.” (Öksüz 2004: 296) “Giresun iskelesi ile Rize iskelesi arasında yer alan irili ufaklı iskeleler Trabzon gümrüğüne bağlı idi. Bu iskelelere gelen her türlü emtia ve eşyanın gümrük vergileri Trabzon gümrük eminleri tarafından toplanmaktaydı. Osmanlı Devletinde gümrüklerde bir gümrük divanı, gümrük emini, merkezden tayin edilen bir mübaşir, bir katib, bir gümrük ‘sarrafı’ ve gümrük kapısının önemine göre çok sayıda gümrük memurları bulunurdu.” 119 UKHAD 1 (3) 2015 (Aygün 1979: 160) Trabzon iskelesi gümrüğü çalışanları ve emtialar hakkında Trabzon şeriyye sicillerinde detaylı bilgiler mevcuttur. “18’inci yüzyılda Trabzon’a gelen Rumelili tüccarlar içerisinde en zenginlerden biri olduğu ifade edilen Molla Hasan’ın Rumeli’den getirdiği malların listesinde zincirli iki altın” (Aygün 2002: 204-205) bulunur. “Kadı sicillerinde, XVIII. yüzyılda Hindistan, İran ve diğer ülkelere Trabzon yolu ile bol miktarda ‘altın ve gümüş’ kaçırıldığını bilmekteyiz. Bu kaçakçılığın önlenmesi için pek çok emr-i şerif yayınlanmış fakat sonuç alınamamıştır. Emr-i şeriflerde, değerli maden kaçakçılığından devlet ve halkın zarar gördüğü, ve birkaç kefere ile fesatçının kar ettiği halka bildirilmekteydi. 28 Mayıs 1719’da Trabzon mütesellimi ve gümrük eminine yollanan fermanda, III. Ahmet’in sikkesi ve meskuk altın ya da akçe göndermenin serbest ancak kefere sikkeleri ile süslü altın yada külçe altın ve gümüş getirmenin yasak olduğu belirtilmekteydi.” (Özkaya 1988: 137) “XVIII. yüzyılda faal olan madenler, Harşit vadisi ağırlıkta olmak üzere sahildeki Espiye’den Gümüşhane’ye doğru sıralanmaktaydılar. Bu yüzyılda Espiye ve Gümüşhane’den elde edilen madenlerin devlete ait olan kısmı, genellikle külçeler halinde çoğunlukla Gümüşhane ve çevresi reayasının sahip olduğu yük hayvanlarıyla Trabzon’a veya Espiye iskelesine gönderilmekte veya Trabzon’da Taş Han gibi hanlara depolanarak yeri geldiğinde İstanbul’a gönderilmekteydiler. Gümüşhane’de reaya tarafından işletilen madenlerden çıkarılan bakırın 1/5’i devlete teslim edilmek zorundaydı. Bakır haricinde Gümüşhane’den elde edilen ‘altın ve gümüş’ Trabzon veya Espiye iskelelerinden derya mevsimi geldiğinde yani ilk baharın girmesiyle İstanbul’a sevk olunduğunda, ilk olarak gelen ‘altın ve gümüş’ tartılarak çaşni tutulmakta, kıymeti ölçüldükten sonra sırasıyla ilk olarak Baş Muhasebe Defterlerine kaydedilmekte ve son olarak da nakit akçe/sikke kesilmek üzere ifrazcılara teslim edilmekteydi.” (İnan 2013: 230-231) XVIII. yüzyıl Trabzon Kadı Defterleri bize pek çok mali kayıt bilgisi vermektedir. “Gümüşhane madenlerinden çıkarılan bakırın devlete ait olan kısmı İstanbul’a teslim edildikten sonra geri kalan kısmı ticari amaçlı olarak 1757 yılına ait bir ahkam kaydına göre, Trabzonlu tüccarlar ( ortak olup olmadıkları anlaşılamamaktadır) Rumeli taraflarına olduğu gibi İstanbul’a da ticari amaçlı olarak ‘bakır ve gümüş’ götürmekteydiler; Trabzon iskelesinden İstanbul’a bakır ve benzeri eşya götüren tüccarların meleksesi İstanbul Boğazı’na yakın Ağva isimli mahalde şiddetli fırtınadan dolayı batmıştı. Batan gemide yer alan emtiadan 240 külçe bakır, 20 vukıyye (25.64 kg.) miktarı ‘gümüş çubuk’ ve 6.000 kuruş nakit akçe, olayı gören Rumeli feneri kayıkçıları tarafından zabt 120 UKHAD 1 (3) 2015 edilerek fenere götürülmüş ve aralarında taksim edilmişti. Adı geçen kayıtta, tüccarların Trabzon’dan İstanbul’a götürmek üzere gemilerine ne kadar bakır ve ‘gümüş’ yükledikleri tam olarak kayıtlı değildir. XVIII. yüzyılda Trabzonlu tüccarların ‘bakır, gümüş, kurşun ve altın’ gibi madenler içerisinde özellikle bakır ticaretinde yoğunlaşmaları, bu yüzyılda Gümüşhane ve Espiye’de daha çok bakır çıkarıldığına işaret etmektedir. Bakır ticaretine nazaran ‘gümüş, kurşun ve altın’ ticareti ile ilgili fazla bilgi ve belge mevcut değildir. Bu durum, Gümüşhane ve çevresinde gümüş, kurşun ve altın üretiminin bakır üretimine göre daha az olmasından kaynaklanıyor olmalıydı. (İnan 2013: 235) İstanbul gelen ihtarlarda “Trabzon mütesellimi ve gümrük eminine hitaben yazılan emirde, Osmanlı Devletinde hasıl olan ‘gümüş ve altını’ bazılarının toplayarak Erzurum, Gümüşhane, Kili, İsmail, Selanik, İzmir, Payas iskelelerinde ve İstanbul ile Tokat şehirlerinden diyar-ı Acem’e ve benzeri mahallere götürüp satarak kar elde ettikleri” (İnan 2013: 236) konusunda hassas davranılması için sık sık uyarılmıştır. “XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon iskelesinden Rumeli’deki panayırlara ‘bakır, gümüş ve şap’ madenlerinin götürülmesinin yasak olduğunu bildiren pek çok ferman Trabzon valisine ve Trabzon gümrük eminine gönderilmiş ise de bu yıllarda kaçakçılar, Trabzon’dan Varna ve Burgaz iskelelerine kaçak olarak bakır götürmüşler karşılığında, yine yasak olduğunu bildikleri halde gemilerine zahire yükleyerek Trabzon İskelelerine getirmişlerdir. Kaçakçılık yoluyla yapılan ticaret XVIII. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir.” (Aygün 1997: 161) “Osmanlı Devletinin en önemli maden yataklarından olan Gümüşhane ve Espiye madenlerinin Trabzon’a çok yakın bulunması, Trabzon tüccarının başta bakır olmak üzere nadir de olsa ‘gümüş, kurşun ve altın’ ticaretine yönelmelerine imkan vermiştir. Maden ticareti, devletin iaşe merkezli tüm çabalarına rağmen bazen yasal olarak bazen de yasak olarak sürüp gitmiştir. Bölgedeki madenler Trabzon ve Espiye iskelelerinden yüklenip başta Rumeli olmak üzere İstanbul taraflarında yer alan pazar ve panayırlarda gerek Müslüman ve gerek kefere tüccarlarına Trabzon tüccarı tarafından satılmıştır. Bölgede üretilen gümüş, kurşun ve altın ticaretinin bakır ticaretine göre çok daha sınırlı olduğu görülmekte, devletin özellikle altın ve gümüş ticaretinde bakıra göre daha sınırlayıcı, korumacı tedbirler alması bu durumda etkili olmaktaydı. Zira, gümüş ve altın sikke yapımında kullanıldığı için bölgedeki gümüş ve altın kaçakçılığı sadece devleti değil dolaylı olarak halkı da etkileyen önemli bir sorun olarak gözükmektedir. Bununla birlikte bölgede üretilen altın ve gümüşün kaçak olarak Halep, Tiflis, Acem ve Balkanlara 121 UKHAD 1 (3) 2015 götürülerek satılmasının önüne geçilememiştir. Devlet, her ne kadar değerli madenlerin kefere eline geçerek ticarete konu olmasının piyasada ibadullahın yani Müslümanların alım gücünü azaltacağının bildirerek değerli maden ticaretinin yasak olmasına gayret göstermişse de altın, gümüş ve bakırın kaçak olarak ülke sınırları dışına satılmasına hem bölge tüccarının ve hem de gümrük görevlilerinin çıkarları gereği ön ayak olmaya devam ettikleri anlaşılmaktadır.” (İnan 2013: 237-238) Kal “maden külçelerini ateşte eriterek arıtmaktır.” (Kuşoğlu 1994: 83) Kalcılık kuyumculuk mesleklerindendir. Kalcılar “toprak ve kilden hazırlanan çukurda kömür ateş yardımıyla metal külçelerin eritme işlemini” (Kuşoğlu 2006: ) gerçekleştirir. “1750-1793 yılları arası Trabzon Gümrük Mukata’ası Mülhekatından Şehir İhtisablığı Mültezimleri ve İltizam Bedelleri incelendiğinde H.1208/M.1793 tarihlerinde ‘Kalcızade Arif’ ve Çubukcuzade Mustafa Ağa’nın İhtisab İltizab Bedelinin 450 olduğu Trabzon Şeri Sicil No: 1944, s. 52b olarak kayıtlıdır.” (Aygün 1997: 100) Kalcızadelerden iki ismin Ayan olarak adı geçmektedir. “H.1208/M.1793 tarihli kayıtta ayan olan ‘Kalcızade Arif’ için Muhtasib olarak vazifelendirildiği yazılıdır. H.1222/M.1807 tarihindeki kayıtta ise yine Ayan olan ‘Kalcızade Osman’ Gümrük Mültezimi vazifesindedir.” (Aygün 1997: 153) “Ayan ailesi olan Kalcızadelerin servetlerini Trabzon mütesellimliği, avarız tahsildarlığı ve muhtesiplik yaparak edindikleri anlaşılmaktadır.” (Özkaya 1994: 129) Bakır kuyumculukta da kullanılan önemli bir metal olup “1749 tarihli bir kayıtta, Kostant oğlu Afaks isimli bir zımminin bedestendeki dolaplarda bulunan terekesine bakıldığında... ‘28 kuruşluk 68 kıyye 3 külçe ham bakır’ bulunduğu görülmektedir.” (Öksüz 2004: 147-148) “Bakırcılık sanatı da Trabzon’da oldukça gelişmiş bulunmaktaydı. Keza, Osmanlı Devleti’nde çıkartılan bakırın bir kısmı Trabzon’a bağlı yerlerden elde edilmekteydi.” (Altunbay 1998: 54) “Bakır, daha çok mutfak eşyaları yapımında ve özellikle 15.yüzyıldan itibaren askeri amaçlı olarak top imalinde ve sikke basımında kullanılmıştır. Bundan dolayıdır ki, zaman zaman bölgede çıkarılan bakırın nasıl değerlendirileceği konusunda merkezden çeşitli fermanlar gönderilmiştir. 1761 yılına ait bir fermanda, burada çıkarılan bakırın bir kısmının devlet için ayrıldığı ve bir kısmının da tüccar ve kazancılara nasıl satılacağı hususu belirtilmekteydi. 1762 tarihli başka bir ferman ise Trabzon’dan gönderilen madenlerin darphaneye teslimi ile ilgili olup, bakırın sikke yapımında kullanıldığını göstermesi bakımından önemliydi.” (Belli 2002: 27) “17681774 Osmanlı-Rus savaşı sırasında İstanbul’da Tophane’de dökülecek bronz toplar için çok miktarda bakıra ihtiyaç duyulmuş ve Trabzon’a bağlı 122 UKHAD 1 (3) 2015 Gümüşhane çevresindeki maden ocaklarından elde edilen bakırın tüccara ve başka yerlere satılmayıp hepsinin İstanbul’a gönderilmesini isteyen bir ferman 1774 tarihinde Trabzon’a gönderilmişti. Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesiyle süren anlaşmazlık döneminde, bronz top dökümü bakıra olan ihtiyacı artırınca, tüccara ait bakırların dahi başka bölgelere gönderilerek satılması yasaklanmış ve gerektiğinde Osmanlı hükümeti yüksek fiyat vererek tüccarlardan bakırı satın almıştır.” (Belli 2002: 28-29) “Çok geçmeden başlayan 1787-1792 Osmanlı-Rus-Avusturya savaşları, Tophane’nin bakıra olan ihtiyacını daha da artırmış ve bu dönemde Trabzon’daki bakırın kesinlikle kimseye satılmadan İstanbul’a gönderilmesi hususu, gönderilen fermanlarda titizlikle tembih olunmuştur.” (Belli 2002: 29-30) Başta bakırcı esnafı olmak üzere kuyumcularda yaşanan bu hammadde sıkıntısından bir nebze de olsa etkilenmiş olmalılar. 1774 Küçük Kaynarca antlaşması ile Rusya Karadeniz’e serbestçe açılmıştır. 18. yüzyılda “ İki yönlü göçten bahsedilebilir. Birincisi Kırım tarafından Anadolu sahillerine olan göçler, ikincisi de Trabzon ve ona bağlı yerler ile Karadeniz’in Anadolu sahillerindeki diğer yerlerden İstanbul ve Karadeniz’in kuzeyi tarafına olan göçlerdir. Trabzon ve çevresi hem göç veren hem de göç alan bir yer olması bakımından ayrıca önemlidir.” (Güler 2000: 344-345) “18 ve 19. yüzyıllarda Trabzon vilayeti ahalisinden önemli bir kesimin çalışmak üzere, Kafkas ve Kırım havalisine gittikleri anlaşılmaktadır.” (Öksüz 2009: 123) 1853-1856 Kırım Savaşı ve sonrasında Kafkasya’dan göçler çoğalmış ve Osmanlı Devletine gelen muhacirlerin sayısı artmıştır. Bütün bu göçlere ilaveten 19. yüzyılda padişah eşlerinin özellikle Çerkezlerden olması Çerkez mücevher kültürünün Topkapı Sarayı’nda ve ülke topraklarında etkili olacağını akla getiriyor. Elbette bu etkileşimlerden Trabzon’da nasibini almıştır. “Trabzon’da gelişen mesleklerden biri de el sanatlarından biri olan kuyumculuk ve gümüş işlemeciliğiydi. Her ne kadar elde edilen ürünleri ne kadar ekonomik değer kazandığını bilmesek de şehirdeki kuyumcuların yapmış olduğu altın ve gümüş işlemeler tüm Osmanlı ülkesinde rağbet gören ürünlerdi. Gümüş yataklarının da vilayet dahilinde bulunması kuyumculuğu ve gümüş işlemeciliğini olumlu yönde desteklemekteydi. 1863 senesinde konsolosların da bu zanaat hakkında bazı değerlendirmeleri bulunmaktaydı. Buna göre Trabzon’daki kuyumculuk ürünleri sade bir özellikteydi ve Trabzonlu mücevheratçılar emeklerinin karşılığını yeterince alamamaktaydılar. Talebe dayalı bir üretim söz konusu idi. Fakat zamanla bu ürünlerin ülke dışına ihraç edildiği görülmektedir. 1869’da bu malların çok az bir kısmı ihraç edilse de bu 123 UKHAD 1 (3) 2015 zanaat önemli bir yer işgal etmekteydi. Konsolosa göre Trabzon’un kuyumcu ustaları özellikle filigranlı (*telkari) ve gümüş simli objelerde (*kazaziye) daha marifetliydiler. Fakat ustaların işleri sadece kadın takıları ve küçük değersiz nesnelerle sınırlıydı. Bu maldan bir miktar Fransa’ya gönderilmiş ve bunların orijinalliği nedeniyle burada beğeni kazanmışlardı. Trabzon’da üretilen bu kuyumculuk ürünleri yabancı seyyahların da dikkatini çekmişti fakat üzerinde durdukları husus ise işçiliğin çok iyi olmamasıydı. (Yılmaz 2012: 257-258) Bunun sebepleri arasında ise “kuyumcu ustalarının çıkardıkları işin kalitesini etkileyen unsurların arasında daha iyi iş çıkarmalarına olanak verecek iş araçlarından, alet ve edevattan yoksun olmalarıdır.” (Türkcan 1986: 41) 1869’da Anadolu’yu gezen Fransız ressam Theophile Deyrolle’nin de Trabzon kuyumcuları dikkatini çekmiş: “Trabzon’da her ne yandan olursa olsun, dönüp dolaşıp çıkılan yer, Meyve Pazarı’dır. Tahta barakaya benzeyen dükkanların ortasından bir dere akar. Yerlerde, ayakaltlarına serilmiş meyveler göz alıcı renkler taşırlar. Az ötede nalbant vardır. Daha beride kuyumcular; kirli, kara ve küçük dükkânlar içinde küçük şaheserler yaparlar. Kadınların ev kıyafeti çok güzeldir. Bir genç kız ya da kadının zenginliği genellikle başındaki ve boynundaki altınlarla ölçülür.” (Karlıklı 2004: 86) Resim 4. Kuyumcu tablosu 124 UKHAD 1 (3) 2015 “Bu pazarın gizli hazinelerini bir çok gezintilerimde yavaş yavaş keşfettim. İran’ın, Horasan’ın, ve İzmir’in en güzel halılarından, Halep’in, Diyarıbekir’in ve Bursa’nın en güzel kumaşlarından,en ince ve nefis telkari işlere,çok pahalı kıymetli taşlara, antika silahlara, edvarı kadimeden kalmış paralara varıncaya kadar, ne istenilirse bu çarşıda vardır. Fakat bitpazarının ve küçük loş dükkanlarını ve dar sokaklarını aramasını bilmelidir.” (Deyrolle 1938: 8-16) “19. Yüzyılın ikinci yarısında kıymetli taşların dükkanlarda satıldığı ve Trabzon kuyumcularının küçük şaheserler yaptığını” (Goloğlu 1980) tekrarlayan ifadeler bulunur. 1870 senesinde Trabzon zanaatlarıyla ilgili daha bilimsel bilgileri İngiliz Konsolosu W.Gifford Palgrave o senelerde Anadolu’ya gelmeyi düşünen İngilizlere Trabzon’daki iş ve yaşam şartlarını gösteren bir rapor hazırlamakla vazifelidir. Bu rapora göre “Elçiler, kendi devletlerini Trabzon’daki olaylar hakkında sürekli bilgilendiriyorlardı. Hazırladıkları raporlarda şehir ya da kasabalarda yaşayan halkın iş ve sosyal durumları, eğitim durumları, yaşam koşulları ve farkları, çalışma şartları, kendi ülke halklarının buralarda barınıp barınamayacakları, nüfus hareketleri ve çeşitli gelirler gibi konulara değinmekteydiler.” İşçi ve zanaatkarlar üç sınıfta incelenmiş olup “ Üçüncü ve en üst tabakada terzi, ayakkabıcı, çubukçu, dokumacı, şekerci, mobilyacı, ‘kuyumcu’ gibi yerleşik meslekler yer alır. Asıl parayı günde en azından 3040 kuruş kar eden, işi başından aşkın, gümüş işleyen kuyumcular kazanır.” (Türkcan 1986: 34-46) “1875 yılı Vilayet salnamesine göre şehir merkezinde Rusya, İran, Fransa, Belçika, Nemçe/Avusturya, İngiltere, İtalya, Almanya, Flemenk/ Hollanda, Yunanistan ve İspanya ülkelerinin elçilikleri bulunmaktaydı. 1894 yılı salnamesinde ise Amerika ve Macaristan’ın da Trabzon’da birer elçilik açtıklarını görüyoruz. Bu elçilikler sadece Trabzon merkezde varlıklarını sürdürmekle kalmıyor, aynı zamanda diğer sancaklarda da temsilcilikler bulunduruyordu.” (Okuyan 2003: 78-79) Bu elçilik raporlarının incelenmesi bize Trabzon ve kuyumculuğu hakkında karanlıkta kalan hazinelerin gün ışığına çıkmasını sağlayacaktır. “Devletin gayr-i Müslim vatandaşlar hakkındaki bütün olumlu çabalarına rağmen, bazı Ermeni komitacıların Trabzon ve çevresindeki faaliyetleri konusunda Trabzonlu bir Ermeni vatandaşın yetkililere verdiği bilgileri içeren ve bizzat kendi el yazısıyla kaleme aldığı belgenin içeriğinde özetle Trabzon’daki Ermeni komitesine üye olanların adları ve içerisinde bulundukları faaliyetleri sıraladıktan sonra yaklaşık onbeş kişinin faaliyetleri sıralanmaksızın sadece isimleri zikredilmiştir. Bu isimler arasında Osmanlı 125 UKHAD 1 (3) 2015 ordusunda görevli olanlar, ‘kuyumculuk gibi zengin işlerde’ çalışanlarla birlikte Rusya’da yıllarca eğitim gördükten sonra Trabzon’a gelenler de vardır. XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar millet-i sadıka olarak gördüğümüz Ermeni vatandaşlarımızı bu menfi davranışlara iten nedenin, Osmanlı Devleti’ni milliyetçilik akımlarıyla parçalamayı düşünen dış güçler olduğunu söyleyebiliriz.” (Okuyan 2003: 77-78) Şemseddin Sami, Kamus ül-Alam adlı ansiklopedisinde 1890’ların Trabzon’undan şöyle söz eder: “Trabzon Vilayeti’nin aynı adlı sancağının merkez kazasıdır. Küçük sanayii, ipek çarşaf, peştamal, kefiye, keten ve pamuklu dokumalardan oluşan kazada, ‘kuyumculuk’ da ileri düzeydedir. Kentte ayrıca iki sabun fabrikası ile birkaç tabakhane vardır. Başta gelen tarım ürünleri mısır, fasulye, pirinç ve tütün olan Trabzon’da bol fındıkla ceviz yetişir.” (Karlıklı 2004: 8) “1869 ile 1904 yılları arasında basılan eyalet salnamelerinde (il yıllıkları), Trabzon merkezinde ve o zaman var olan ilçelerde üretilen kimi ürünlerin dökümü yapılmıştır. Bunlardan 1869 ile 1877 yılları arasında basılanlar incelenerek el sanatları dökümü ‘kuyumculuk ve bakırcılık sanatları var ise de imal edilen mahallinde tüketilir’ diye özetlenmiştir”. (Sümerkan 1998: 25) Bu salnameler Trabzon Vilayeti Salnameleri adıyla Kudret Emiroğlu tarafından önce bir kitapta özetlenerek ve daha sonra 14 cilt kitap halinde yayınlanmıştır. “Salname-i Vilayet-i Trabzon 1869-1904 yılları arasında Trabzon’da toplam 22 adet basılmıştır. Basıldıkları yıllara ait oldukça teferruatlı bilgiler içermektedirler. Ayrıca vilayetin ikliminden vilayette çıkan madenlere kadar pek çok konuda bilgi aktarılırdı. (Birinci 1990: 3-14) Resmi yayın organı olan salnamelerde Trabzon el sanatları ve kuyumculuk hakkında kullanılan ifade “Trabzon’da her nevi esnaf ve çarşı olup halkın çoğu sanatları sayesinde geçinmektedir. Trabzon’da dülgercilik, doğramacılık, demircilik, bakırcılık, ‘kuyumculuk’ sanatları sair bir çok yerden ziyade terakki ederek bu sanatlarda adeta Avrupa ürünleriyle rekabet edecek şeyler imal olunur” (Yılmaz 2012: 259) tarzındadır. Trabzon’un ekonomik geçmişi incelenirken kuyumcular arastası şöyle açıklanır. “Trabzon’un en önemli sanatlarından biri de kuyumculuktur. Osmanlı hudutları dahilinde olduğu kadar dış ülkelerde de şöhreti olan altın ve gümüş telkari işlerin kıymet ve değerini bugün bile kayıp etmemiş olduğunu, Trabzon’un daima aranılan meşhur hasır bileziklerinin, ziynet eşyasının hala baş köşesini muhafaza etmesinden anlamaktayız. Çerkes muhacirlerinin Trabzon’a yerleşmesinden sonra gümüş ve bafon üzerine savat işlerin pek rağbet kazandığı görülür. Buhurdanlar, fildişi tarak ve nalın üzerine işlemeler, 126 UKHAD 1 (3) 2015 şerbet ve kahve zarfları, savatlı eğer takımları, hamailler, sigara ağızlıkları, kılıç ve bastonlarla gümüş ve altun avani işler o devrin servet ve tantanasının en ehemmiyetlilerindendi ve Osmanlı düğünlerinin paha biçilmeyen ince zevklerinden birini teşkil ederdi. Bu arada Trabzon çarşısının daima faaliyette bulunan unsurlarından biri de tespihçilerdi. Dükkan ve tezgahların camekanlarında rengarenk taşlar ile pırıl pırıl parlayan tespihler, güzel bir şekilde iplere asılı olarak durur ve dindar dindar müşterilerini daima güler yüzle beklerlerdi. Bunlar arasında görülen kıl peçe kamçılarının uçlarındaki kırmızı mercanlar da tıpkı eski Arap halayıklarının bir damla kana benzeyen dil uçları gibi daima göze çarpar ve zevki gıcıklardı. Kaytancılık simkeş işlerinin de tespihçilik kadar değeri vardı. Ve her türlü kiraz, yasemin, kehribar ve gümüş işlemeli ağızlıklar da bu devrin en aranılan eşyaları meyanında idi.” (Peker 1945: 22-24) Yabancı ithalat karşısında gerileyen yerli üretimin geliştirilmesi maksadıyla “16 Şaban 1321 H. (7 Kasım 1903 M.) tarihinde Trabzon’da açılan Trabzon Mamulat ve Mahsulat Sergisi.” ilk olması bakımından önemlidir. (Emiroğlu1988: 92-94) 1907’de Trabzon Hamidiye Sanayi Mektebi açılmıştır. “Başlangıçta sadece erkek öğrenci alan okulda “Erkekler daha çok demircilik ‘kuyumculuk’ ve marangozluk gibi zanaat dallarında” (Uraz 1957: 18-19) yetiştirilmiştir. 1924 tarihli İstikbal Yevmi Gazetesinde Trabzon kuyumculuğu da dahil olmak üzere el sanatlarının problemlerini dile getirilmektedir. “Birinci Dünya Savaşına gelinceye kadar memleketimizdeki kuyumculuk ve saraçlık sanatları başka illerimize göre ilerlemiş ve bu yolda da değerli sanatkarlar yetişmişti...Savaş acılarının uzun müddet devamı esnasında kuyumculuk gibi, saraçlık gibi maddeden sonra düşünülen sanatların sözü edildiği üzere bizdeki gibi kuvvetsiz, sermayesiz olursa kendi kendini kurtarabilmesi pek de kolay bir şey değildir...Kuyumculuk, saraçlık bakırcılık gibi memleketimizde, başka yörelere göre özel bir gelişme gayreti gösteren sanatların duraklama ve gerilemesinde, desteklenmeyişlerinin büyük etkisini kabul ettikten sonra konu desteğin şekil ve niteliğini saptamaya yönelir.” (Sümerkan 2008: 18-19) Yazar gazetenin sonraki nüshasında çözüm teklifi olarak “Trabzon için alternatif bir kazanç kaynağı olarak görülen geleneksel sanatların bu durumdan kurtarılması için bu sanatların ihya edilmesinin gerektiğini belirtmektedir. Bunun için de Trabzon Belediyesi veya Vilayet Meclis-i Umumisinin kuyumculuk ve saraçlık gibi el sanatlarına mahsus atölyeler açılması gerektiğini ifade etmiştir.” (Başkaya 2014: 289) “1925 yılına gelindiğinde Trabzon’dan ihraç ve ithal edilen malların, 127 UKHAD 1 (3) 2015 önceki yıllara göre çeşitlendiği” (Öksüz 2009: 110-111) anlaşılır. Bu listedeki tabloya göre ‘Saatçi Mamulatı, Alat ve Edevat’ ithalatı 408.965 kuruş olup, 3.019 kilodur. “1927 yılında yayınlanan Türkiye Salon ve İlanat Gazetesi’nin Trabzon’un iktisadi profilini çıkartan sayısının 8-22. sayfalarında Trabzon merkezinde bulunan mesleklerin/iş kollarının bir fihristi yapılmıştı.” (Öksüz 2009: 144) Bunların detayını Trabzon kuyumcuları maddesinde ele aldık. 1934’de Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası tarafından 1903 sanayi sergisinin bir benzeri açılmıştır. Fakat her iki sergide de Trabzon mücevherleri sergilenmemiştir. Günümüzde Trabzon Kuyumcular Odasının girişimiyle ilk defa Trabzon’da kuyumculuk fuarı gerçekleştirilerek Trabzon mücevhercilik sanatının tarihi birikimi artık kabuğunu kırıp zengin mirasının ihtişamını dışa açmaya başlamıştır. Bu göz kamaştırıcı geçmişin farklı alanlardaki durumunu bundan sonraki maddelerde açıklamaya çalışacağız. 2. Geleneksel Trabzon Takıları ve Evlenme Adetleri “Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin Trabzon’u anlattığı bölümünde, burada yaşayan halktan söz ederken, ‘Kazak, Abazya gibi Kafkasya kökenli kadınların’ bulunduğunu anlatır ve bu kadınların güzellikleri ile giyimlerini över.” (Somel 1993: 103) “1702-1703 seneleri arası Trabzon şeriyye sicil defterindeki tereke kayıtlarının az olması giyim-kuşam ve halkın kullandığı eşyalar hakkında fazla yorum yapılmasını zorlaştırmaktadır. Halkın kullandığı eşyaların çeşitliliği ve bol olması dönemin ekonomik açıdan iyi olduğunu ve halkın zengin sayılabilecek bir durumda olduğunu göstermektedir. Bunlar arasında yatak odası ve oturma odası eşyalarında ‘gümüş çuval’, giyim kuşam eşyalarında ‘gümüş kemer kuşak ve altın yüzük’ kaydedilmiştir. Ayrıca halkın kullandığı ziynet eşyaları da vardır. Beşibiryerde, altın kordon, altın küpe bunlardan bir kaçıdır.” (Uygun 2001: 355-359) Bu konuda yapılacak daha detaylı çalışmalar değişik dönem mücevherlerini gün yüzüne çıkaracaktır. “XIX. yüzyılın son çeyreğinde ‘ağırlık’ adı verilen alışverişlerde ortalama olarak alınanları şöyle sıralayabiliriz: Bir, ya da iki beşibirlik (Reşat altını da diyebiliriz.)” (Ataman 1992: 18) (*Yazar Sultan Aziz veya Sultan Hamid’in beşibirliğini Sultan V. Mehmet Reşat’ın 1909-1918 dönemi ile karıştırmıştır.) 128 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 5. Reşat Altını “Gelin adayının başının üzerine müstakbel kayınvalidesi tarafından altın sikke veya para ile beraber çeşitli çerezlikler dökmesi gelin adayını daha güzel göstermek içindi.” (Erdentuğ 1974: 376) “Trabzon ve çevresinin geleneği olan bir de ‘tepelik’ adında çeşitli altınların takılmasıyla hazırlanan bir çeşit başlık vardı. Tepeliğin arkadan sarkan örülmüş saçlara takılmak üzere şakakları ne kadar fazla olursa o kadar makbul edilirdi.” (Koşay 1944: 54) “Kız tarafının hazırlamış olduğu çeyizlerin zenginliği, ailelerin ekonomik güçlerine göre farklılık arz ederdi. Bu dönemlerde ortalama bir çeyizde bulunanlar arasında ipekten yapılmış ‘saat, mühür ve para keseleri’ bulunur.” (Koşay 1944: 100) “Trabzon gibi kuyumculuk sanatında oldukça ileri gitmiş bir yerde ziynet eşyalarının çeşitlilik göstermesi olağan bir durum olarak algılanmalıdır. Kayıtlarda ailelerin ekonomik durumlarına göre ziynet eşyalarının hem çeşitlilik hem de kalite bakımından farklılıklar içerdiğini görmekteyiz. Ziynet eşyalarının başında bilezikler gelmektedir. Trabzon hasırı adlı bilezik, dönemin en revaçta olan bilezik türüydü. Bunun yanı sıra Kayseri burması, Halep işi bilezikler de Trabzon’da kuyumcu dükkanlarını süslemekteydi. Ayrıca gümüş bileziklerin de kayıtlarda geçtiğini belirtmeliyiz. Yüzükler, kadınlarla erkeklerin ortak kullandıkları ziynet eşyaları arasında yer almaktaydı. Sade yüzükler olduğu gibi çeşitli kıymetli taşlarla süslenenleri ve işlemeli olanları da vardı. Altın, akik, elmas, pırlanta, zümrüt yüzük türleri de 129 UKHAD 1 (3) 2015 halkın zengin hanımlarının parmaklarını süslemekteydi. Evlilik işareti olarak kullanılan yüzükler hanımların yanı sıra erkeklerin de taktığı alyanslar olarak kendini göstermekteydi. Trabzon ve çevresinde kadınların gerdanlıklarına taktıkları altın liralar, beşibirlikler de önemli ziynet/süs eşyaları arasında zikredilmeye değerdir. Bir diğer adı gerdanlık olan bu ziynetlerin damat tarafından geline hediye edilenleri oldukça yaygındı. Küpe de hanımların en çok rağbet gösterdiği ziynet eşyalarından birisiydi. ‘Altın ve incili küpe’ adlarıyla kayıtlarda sıkça rastladığımız küpeler, halkın ekonomik gücüne göre elmas, zümrüt ve diğer değerli taşlarla süsleniyordu. Gelinlerin tepelik adıyla başlarına taktıkları bir diğer ziynet eşyası daha vardı ki sırma ve incilerle donatılırdı. Terekelerde ‘sim tepelik, gümüş tepelik’ adlarıyla rastladığımız bu ziynet eşyası ailelerin ekonomik durumlarına göre çeşitlilik arz ederdi. Yukarıdaki süs eşyalarına ilaveten iğne, broş-iğne, yelpaze, çeşitli yapıda saat, köstek, enfiye kutusu, süs tarağı, kol düğmeleri gibi eşyalara da rastlıyoruz.” (Okuyan 2003: 139-140) 1869 yılında Fransa hükümeti tarafından Osmanlı Devletinin Trabzon ve Erzurum hattında incelemelerde bulunan seyyah Theophile Deyrolle Trabzon Müslümanları hakkında aşağıdaki açıklamaları yapmaktadır: “Evlerin dışında hangi din ve milliyetten olursa olsun, bütün Trabzon kadınları çarşaf giyerler. Köy kadınları ise, çok kere ağır yükler altında yürürken görünürler. Önlerinde ya da artlarında giden kocaları, çoklukla çorap ya da tozluk örerek yürürler. Kuşaklarında ‘hançer’, boyunlarında tüfek vardır. İri yarı, sağlam yapılı, düzgün yüzlüdürler.” (Deyrolle 1938: 11-16) “Bazıları yüzlerine peçe örtmekteydiler. Yolların çamurlu olmasından dolayı ayakkabılarının altına birer nalın giyerlerdi. Kadınların ev içi kıyafetleri çok güzel olmakla birlikte zenginlikleri başlarındaki, kollarındaki veya boyunlarındaki altınlarla ölçülürdü. (Deyrolle 1938: 10-19) “Karadeniz’in bazı bölgelerinde (Trabzon) kız bulabilmek için ‘yenge’ adı verilen ve böyle işleri meslek edinmiş kadınlar vardır. Oğlunu evlendirecek aile bunlardan birini tutar. Bu kadın şehir veya köyde dolaşıp, evlenme çağındaki kızları inceler. Uygun gördüklerini oğlan anasına söyle. Oğlan anası da kocasına danışarak, birlikte karar verirler.” (Erdentuğ 1967: 29-30) “Nişanda çoğunlukla 20’lik altın veya beşibirlik ve bazen da ilaveten ‘elmas’ ziynet takılır. Bu takılan ve daha ziyade söz kesimini kesinleştiren ‘Takı’lar arasında, nişan yüzüğü görülürse de bu tamamen yabancı bir 130 UKHAD 1 (3) 2015 görenektir. Türkiye geleneksel toplumlarında asla görmediğimiz nişan ve evlilik halkalarının, yaptığım incelemeye göre, Karadeniz bölgesi köylerinde (Bolu, Kastamonu-Ordu, Giresun, ‘Trabzon’-Artvin) son 20-25 yıldan beri görülmeye başlanmış olması, bunun şehirden kazanılmış bir görenek olduğunu açıkça göstermektedir.” (Erdentuğ 1969: 239-240) “Yüz görümlüğü, koltuk merasiminde ve zifaf sabahında geline verilen bir takıdır. Trabzon’da zifafın ertesi sabahı güvey hamama giderken geline verdiği ‘beşi birlik’; cumartesi sabahı gelinin ilk defa kayınbaba ve anasının ve diğerlerinin ellerini öptüğü zaman, onlar tarafından geline takılan takılar (altın iğne veya dane altından ziyede şehir düğünlerinde) ın bir anlamı olmalıdır. Bunların, güvey ve tarafları ile gelin arasında tatlı ilişkiler kurmakta bir etkisi olduğu kadar, zifaf sonrası takılan takıların, geline ve özellikle bekarete verilen önemi aks ettirdikleri kabul edilmelidir; ayrıca, bunları takan tarafın kazanacağı prestij de açıktır.” (Erdentuğ:1971: 15) Resim 6. Kına Gecesi Trabzon’un Evlenme Adetleri adlı yayında takı adetleri ve bölgesi (parantez içinde yer belirtilerek) açıklanmıştır. “Geleneksel kesimde evlenme hazırlıkları kız bakma, kız arama, kız soruşturma ile başlamaktadır. Oğullarını evlendirmek isteyen anne ve babalar ilk önce akrabalarından, komşularından ve yakın çevrelerinden başlayarak kız 131 UKHAD 1 (3) 2015 aramaya çıkmaktaydılar. Kız bakma konusunda ailelere, akrabalar, komşular yardımcı hatta aracı rolü üstlenmektedirler. Evlenecek erkeğe kız bakma olayına Anadolu’nun birçok yerinde; görücülük, görücüye çıkma vb. adlar verilmektedir. Araştırma yöresinde geçmişte herkes birbirini tanıyordu. Bu nedenle oğlan tarafı münasip gördüğü kızı kızın bir akrabası veya yakın bir komşusunu da yanına alarak görmeye gider. Bu olay yörede; ‘kız bakmaya gitme’,’kız görmeye gitme’, ‘görücü gitme’ görmeye gidenlere ise görücü denmekteydi. Bu uygulama son zamanlarda da azalarak devam etmektedir. Kızın verilmesi; falancaya söz kesildi şeklinde anlatılmaktadır. Önceden söz verdik tamam oluyordu. Şimdi ‘yüzük’ takılıyor. Geçmişte söz kesildikten sonra çok bekletilmez, bir iki ay içerisinde kız alınır, en fazla üç ay bekletilir. Yapılacak olan her şey söz kesiminde kararlaştırılır. (Tonya Melikşah köyü) Anlaşılınca vermeye karar verildi mi, söz kesilir. Söz de kıza alınacak ‘takılar’ konuşulur. (Maçka Çeşmeler köyü) Önceden başlık vardı, altın yoktu, şimdi altın var artık kıza başlık alınmıyor. (Şalpazarı Simenli köyü) Geçmişte nişanda ağır takı takılmaz, takılar düğünde takılırdı. Geçmişte nişanın bozulduğu durumlar olmaktaydı, böyle durumlarda kızın evlenmesi güçleşmekteydi. Kızın nişanlı kalma süresi bayrama denk gelirse, özellikle kurban bayramına, kıza kimi aileler para verir, kimi aileler de, kurban gönderir. Kurban kurdelelerle ve boyalarla süslenerek oğlanın erkek kardeşi tarafından kız evine gönderilmekte. Kurbanın alnına kağıtla Allah sizi ölene kadar mesut etsin yazısı yazılmaktaydı. İsteyenler kurbanlık koça ‘altın’ da takmaktadır. Buna gelin kurbanı denmekteydi. Kurbanı götürmesinin karşılığında oğlanın kardeşine kız hediye vermekteydi. Bu gelenek günümüzde de devam etmektedir. (Trabzon merkez Faroz mahallesi). Gelin hamamı için gelin düğün günü olan Perşembe günü kız tarafından hamama götürülmekteydi. Banyoda kullanılacak takunyaları ve ‘gümüş tasları’ da, kız tarafı getirmekteydi. Gelinin başında ise; çiçekli çember olur, çemberin altına da tabla sarardık. Tabla da yeniden renk renk çemberden olurdu. Tablanın üzerine çember, çemberin üzerine de beyaz atılır, onun üzerine de ‘gümüş’ takılırdı. Aynı gümüşten boyuna da takılırdı. Başa takılana baş gümüşü, boyna takılana boyun gümüşü denirdi. Önceden bu gümüşlere cıngıl denmekteydi. (Şalpazarı Geyikli beldesi ve Simenli köyü) Düğün alayında horonun tam ortasında önce oğlan tarafı olmak üzere geline ‘takı takılmaya’ başlanır. Daha sonra kız tarafı ve konu komşunun hediyelerini vermesiyle orta yani takı biterdi. Takılar takılırken de kimin ne verdiğini belirtmek için birisi bağırır. (Tonya Melikşah köyü)” (Balıkçı 2003:) 132 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 7. Takı Merasimi 2.1. Müslüman Şehir Kadını Takıları “Tepelik daire biçiminde altın kaplama gümüşten, tepesi hafifçe kabarıktır. Üstü geometrik şekiller, yaprak ve çiçek desenleri ile kabartma ve oyma şeklinde işlenmiş, yer yer taşlar dahi yerleştirilmiştir. Tepeliğin kenarındaki deliklerden, uçlarında ‘Fındık Altını’ adı verilen, en ufak bir baş hareketiyle oynayan altın sikkeler takılı çok zarif altın zincirler sarkmaktadır. Saten hırkanın açık olan yakasından görünen boynu, bir sıra incinin ortasından sarkan ve ‘Mührü Süleyman’ adı verilen altın madalyon süsler. Madalyonun kenarlarına inciler ve turkuvazlar yerleştirilmiştir. Hırkanın altın sim işlemelerle çevrili etekleri, önde kısa arkada ise bir entari eteği gibi yere kadar uzundur…Düz taftadan bol şalvar, çok zarif, çiçek biçiminde inciden işlemelerle süslü renkli ipek pabuçların üstüne dökülür. Hırkanın üstünde yakasız, bele kadar ve kenarları el genişliğinde altın sim işlemeli ‘Salta’ adı verilen kadifeden bir ceket bulunur. Büyük bir sanat değeri taşıyan işlemelerde, yaprak desenleri ve aralarında yer yer yerleştirilmiş mercan, inci ve turkuvazlar görülür. Salta’nın kollarından da inci, gümüş ve altından bileziklerin görünmesini sağlayacak şekilde, bürümcük gömleğin geniş, şeffaf kolları çıkar. Trabzonlu Müslüman hanım sokağa çıkarken yüzünü, at kılı siyah kanevadan kenarları sim işlemeli bir peçe ile örter. Ve iri doklu siyah ipekliden, 133 UKHAD 1 (3) 2015 bazen bütün, bazen parçalı, çoğu zaman da gümüş simden yıldız biçiminde dama düzenli bir çarşafla tamamen örtünür. Sokakta gördüğümüz bu koza eve girer girmez açılır ve içinden bir kelebek çıkar.” (Yağan 1978: 69-70) Aşağıdaki resimlerde Müslüman şehir kadınlarının fotoğrafları görülmektedir. Resim 8. Şehirli Kadın Kıyafeti (evde ve dışarıda) Resim 9. Şehirli Kadın, Asker, Laz Köylü 134 UKHAD 1 (3) 2015 2.2. Müslüman Köylü Erkek Takıları 1870’li yıllarda yapılan saptamalarda Trabzon’un köy çevresinden Müslüman bir erkeğin kıyafetindeki takılar şöyle izah edilmektedir: “Müslüman Trabzonlu (erkek) giyiminin en büyük özelliği bolca işleme ve silahıdır.Gerçekten de Trabzon’da meşhur silah imalathaneleri yanında, ürünleri yalnız o civarda kalmayıp İstanbul’a da ihraç edilen kuyumculuk ve işleme atölyeler mevcuttur.Trabzon’da yapılan silahlar fevkaladedir. Ayrıca bu silahları tamamlayan bütün aksesuarların üzerine sedef, mercan, firuze ve inci kakmalar, gümüş oymalar, deri veya kadife üzerine pullar, bu taşlarla süslemeler yapılır. Bunları yapan esnaf nazarında bu silahlar, bir nevi mücevher veya sanat eşyası sayılır. Trabzonlu Müslüman, kırmızı deriden kayışla silahlığına astığı, bir mücevher kadar süslü kamayı iddiasızca taşımaktadır... kakmalı, süslü kamasını kırmızı marokenden, üstü altın simge işli silahlığında taşır. Silahlığını da sarı kırmızı çizgili, ipekli bir Tunus kuşağı üzerine takar...kemerdeki altın simlerin parlaklığından, koyu mavi kumaşın matlığına geçişi, gözü rahatsız etmeden bu işlemeler sağlamaktadır...” (Yağan 1978: 69-70) 2.3. Müslüman Köylü Kadın Takıları Aynı senelerdeki kadın kıyafetlerine gelince: Trabzon çevresinde Müslüman köylü kadının kıyafetinde dikkati çeken ilk şey takılarıdır. “Tepelik, fesi tamamen örter. Tepeliğin altından ancak yer yer fark edilen fes, mavi ve kırmızı tonların karışımında ipektendir. Fesin altından siyah dağınık saçlar dalga dalga dökülür. Alelade bir süs eşyası değil bir ziynet sayılabilecek tepelik, altın kaplama gümüşten yuvarlak bir plaka halindedir. Üzerinde, yaprak ve çiçek biçiminde oymalar bulunan yuvarlak toplar vardır. Tepeliğin kenarlarından çok ince işlenmiş zincirler sarkar. Zincirlerin ucuna takılı altın paralar, alında kaşlara kadar iner. Gerdanlık da tepelik gibi, fakat üç sıra altın paradan meydana gelmiştir. Kolyenin tam ortasında iki yüzlü irice bir altın madalyon sarkmaktadır. Madalyonun alt kısmındaki deliklere, kolyenin diğer paralarından daha küçük paralar geçirilmiştir. Kolye, tümüyle, göğüslük adı verilen ipekten bir çeşit önlüğün üstüne yerleştirilmiştir.” (Yağan 1978: 69-70) 20.yüzyıla ait hatıratta ise Maçka’nın Konaklar köyünden gelen Eşref Eyüboğlu anımsandığı kadarıyla şöyle tarif edilir.”Belinde sapı gümüşlü, iki ağızlı, düz oluklu bir kaması vardı…Bu kişi zıpka, gugula, gümüş düğmeli yelek giyer, zıpkasının önünde yine gümüşlü kaytanı sarkardı.” (Eyüboğlu 1989: 95) 135 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 10. Şehirli Kadın ve Erkek (Tarapoluz adlı kuşakla) 2.4. Gayrimüslim Şehir Takıları “Şehirde yaşayan Ermeniler, çapraz yelek, kısa ceket giyer ve geniş kuşaklar takarlardı. Başlarına fes takarlardı. Hangi milliyet veya dinden olursa olsunlar bütün kadınlar siyah çarşaf giyerlerdi. Zenginler beyaz üzerine geniş menekşe kafesli çarşaf, yoksullar küçük beyaz ve mavi kafesli çarşaflar giyerlerdi.” (Deyrolle 1938: 10-19) Resim 11. Tepelik 136 UKHAD 1 (3) 2015 “Trabzon’da şehrin en temiz yeri olan Gavur Meydanı mahallesinde Rum ve Ermeniler ticaretle meşgul oluyorlar, Pazar ve yortu/dini bayram günlerinde Hıristiyanlar en güzel elbiselerini giyerek ‘değerli süs eşyalarını takarak’ dolaşıyorlardı. Burada satıcılar müşterilerine kabaca seslenir, elbisesinden tutup çeker, müşterisini laf yağmuruna tutardı. Öte yandan kardeşim, dostum, ruhum gibi tatlı sözler söyler ve bu arada gösterdikleri mallara da iki kat fiyat isterlerdi. Ermeni tüccarların, Rumlara göre daha saygılı ve dürüst olduğu görülmektedir.” (Deyrolle 1938: 7-50) Resim 12. Tepelikli Kadın Resim 13. Şehirli Rum Kadın Yapılan araştırmalarda Trabzonlu gayrimüslimlerinin fotoğraflarının daha fazla bulunduğu görülmektedir. Bu görsel belgeler Trabzon kuyumculuğunun geçmişini daha belirgin hale getirecektir. Aşağıda Trabzon’un önemli zenginlerinden birinin fotoğrafı görülür. 137 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 14. Kostaki Teaflaktos ve eşi “Gayr-ı Müslimlerle ilgili ya da gayr-ı Müslimlerin şahit olarak yer aldığı davalarda Müslümanlardan farklı olarak gayr-ı Müslimlerin imza kullandıklarını görüyoruz. Müslümanlar genellikle mühürler kullanırken gayr-ı Müslimler kendi yazı sitilleriyle imza atmaktaydılar. Bu durumun gayr-ı Müslimlerin eğitim açısından Müslüman halktan daha ileri seviyede olmasından kaynaklandığı” (Okuyan 2003: 82) veya alışkanlıkların yavaş değişiminin etkisi olduğu düşünülebilir. Trabzon’da imal edilmiş aşağıdaki mercanlı kolyenin damgası olmadığından Ermeni asıllı ustası bilinmemektedir. Resim 15. Mercanlı Kolye 138 UKHAD 1 (3) 2015 Günümüzde de hala altınlı takılar birer takı ve yatırım aracı olarak geleneksel kesimde revaçtadır. Türkiye’de sarrafiye çeşidi olarak cumhuriyet ve ziynet altınları satılır. Karadeniz’de ise özellikle hakiki Reşat altınına talep fazladır. Bunlardan yüzük, küpe, bilezik ve kolye yapılır. Yöre küpelerinde Reşat altınının alt kısmına arpa şeklinde sallantılar yapılır. (*1980’de Amerika’nın Ohio eyaletindeki Uluslararası Kültür Festivalinde Maraş Ermenisi 80 yaşında yaşlı bir kadının kulağında Reşat altınlı küpeyi gururla taktığına şahit oldum.) 3.Trabzon Mücevherlerinin İmalatı Günümüzde Türkiye genelinde Trabzon takıları içerisinde en çok bilinen çeşit hasır örgü tekniği ile imal edilmiş bilezik, gerdanlık, küpe, kemer ve yüzüğüdür. Fakat bunun yanında Trabzon’a has kazaziye örgüsü, telkari tarzı aksesuarlar ve savat tekniği ile imal edilmiş takı ve aksesuarlarda büyük öneme sahiptir. Aşağıda bunların imalat tekniklerine sırayla değinmeye çalışacağız. 3.1.Trabzon Hasırı Trabzon hasırının örme tekniklerini detaylandırmadan önce aşağıda tarihi bazı hasır kemer resimleri sıralandı. Bunların tokası farklı teknik ve motiflerde imal edilmiştir. Günümüzde hasır kemer tokalarında genellikle bitkisel motiflerden çiçek, yaprak, kıvrımlı dallar ile geometrik motifler kullanılmaktadır. Ülkemiz müze ve koleksiyonlarında çok sayıda Trabzon hasırı takıları vardır. “Kırım Tatar Müzesi arşivinde hasır örme tekniği ile yapılmış telkari tokalı bir kemer bulunmaktadır.” (Akpınarlı 2004: 264) Resim 16. Tokası el motifli kemer 139 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 17. Tokası Osmanlı armalı hasır kemer Resim 18. Tokası Osmanlı tuğralı hasır kemer 140 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 19. Telkari tokalı hasır kemer (Sivas imalatı) Resim 20. Osmanlı armalı hasır kemer tokası 141 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 21. Örgüsü farklı kemer (Toka Resim 20 benzeri) “Hasır bileziğin yapımı üç aşamadan oluşuyor. Birinci aşamasında atölyelerde 22 ayar altın 0.32 mikron kalınlığında tel olarak çekiliyor. İkinci aşama ise bileziğin asıl yapımını oluşturuyor. Tel, evde kadınlar tarafından “çift” denilen cımbıza benzer bir aletle dantel gibi örülüyor. Üçüncü aşamasında ise örücüden gelen hasırın atölyede hataları giderildikten sonra anahtarı takılıyor. Hasırın yapımında teknoloji yalnızca tel çekme aşamasında kullanılıyor. 3.1.1. Hasır Telinin Hazırlanması Önce 24 ayar yani 995 milyem saf altın alınarak 916 milyem yani 22 ayara düşürülüyor. Hasırda kırmızı altın kullanıldığı için bir kilo saf altının 22 ayara düşürülmesi amacıyla 86,24 gram bakır koyuluyor. Altını eritmek gerekiyor. Bir kilo gibi miktarlar söz konusu olduğunda eritme işlemi tüple kullanılan bir ocak sistemi ile eritiliyor. İlk önce altın külçe, kumla grafit karışımından yapılmış olan yüksek ısıya dayanıklı potaya koyuluyor. Altının erime derecesi 1063 santigrat olmasına karşın alan muhafasız ise biraz daha yüksek ısıya çıkılıyor. Bu iki madene katılan az miktardaki boraksın görevi 142 UKHAD 1 (3) 2015 ise karışım işlemini kolaylaştırmak. Şide ( bölgede şika da kullanılır) denilen kanalların içine dökülen eriyik altın derhal katılaşarak çubuk haline gelmekte. Çubuk halindeki altın, kalın kanaldan ince kanala doğru değişen bir makinenin gözlerinden geçmek suretiyle inceltilir. İşleme sırasında sertleşen altını kıvamda tutmak içinse şalümo ile ısıtmak gerekiyor. Tel çekilirken dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan bir tanesi de hep aynı yönde çekmektir. Çünkü farklı taraflardan çekilen telin üzerinde pürüz oluşma riski yüksektir. Çekilmeye başlanan altın tel daha sonra haddelerin yardımıyla 0.32 mikrona indirilir. (* 0.32 mikrondan incesi tartıda hafif gelmesi için, 0.32 mikrondan kalını daha enli görünmesi için kullanılır.) Çekme işlemi biten teller çıkrık gibi bir makine yardımıyla kelep haline getirilir. İşleme sırasında doğal rengini kaybeden altın kelepleri ocakta ısıtıldıktan sonra aside batırılarak kızıl rengi alır. 3.1.2. Hasırın Örgü İşlemi Aslında bileziğin imalatında örgünün tuttuğu pay neredeyse yüzde 70’e ulaşıyor. Hazırlanmış olan altın kelepleri tartılarak örücü kadınlara teslim edilir. Kadınlar dokuma işleminde çift denilen ve cımbıza benzeyen bir alet kullanıyor. Tel bittiğinde ikinci kelebi yerleştirmek için sadece kaynaktan yararlanılıyor. Hasır gün ışığına karşı dantel örer gibi tek bir telden dokunuyor. Bir hasır bileziğin ortalama dokuma süresi 12 günü buluyor. Dokuma işlemi genellikle anneden kıza geçiyor. Bir kadının hasır dokumayı öğrenmesi için iyi bir kadın ustanın yanında 5–6 ay çalışması gerekiyor. Yeni başlayanlar önce bakır tellerle öğrenip daha sonra gümüş veya altın örgüyle devam eder. El yatkınlığına göre de birkaç yıl içinde çok iyi bir dokumacı olabilir.” (Gold Bazaar) Trabzon’da şu anda 4000 civarında bayan, beş tane bay dokumacı var. Dokumacıların en yoğun bulunduğu yer önceden Trabzon il merkezinde Faroz ve Yalı Mahallesi idi. Günümüzde Vakfıkebir ilçesi ile Akçaabat ilçesinin yaklaşık on km. batısındaki Mesudiye ve Mersin köyüdür. Kadınlar bu sanatı öğrenmeye küçük yaşlarda başlar. Örmenin kalitesi örücünün dikkati ile doğru orantılıdır. Kaliteli bir örgü sıkı olur, gevşek örmeler muteber sayılmaz. Bir oturuşta 4–5 saat örgüye devam etmek gerekir ki kaliteli hasır meydana gelsin. Hasır üzerindeki hatalardan ören hanımın örgüye ara verdiği anlaşılır. 15’li yaşlarda başlayan hasır örücülüğüne 40 yaşından sonra devam etmek gözleri yorduğu için zorlaşır. Dokuma işlemi tamamlanınca hasırlar ve onları dokurken kırılan değerli teller toplanıp atölyelerde tarttırıldıktan sonra teslim edilir. 143 UKHAD 1 (3) 2015 3.1.3. Hasırın Atölye Aşaması “Hasırın üçüncü aşamasını atölyeler oluşturuyor. Tel çekme dokuma işleminin tamamlanmasından sonra bileziğin üretiminin yüzde 90–95 i zaten tamamlanmış oluyor. Örücüden gelen dokunmuş hasır önce şimşir tokmakla dövülüyor. Ardından üzerinde örme hatalarının ve kırıkların giderilmesi için kaynak yapılıyor. Kaynaktan çıkan hasırın üzerinde kalemle yapılan küçük rötuşlarla son hatalarda düzeltiliyor. Bundan sonra toka kancaları (*sürgüleri veya şeytaniyesi) takılan hasır, kaynaktan oluşan siyahlığın giderilmesi için aside batırılıyor. Bu işlemden sonra da tokası takılarak vitrine koyulacak hale getiriliyor. Hasır bileziğin tüm bu aşamalarında sadece tel çekmede ve takılmayı sağlayan tokanın yapımında makine kullanılıyor.”(Gold Bazaar) Resim 22. Hasır Takım 15 kol hasır gümüş bilezik için 40 gram gereklidir. “Sadece bir bilezik için yaklaşık olarak 70–80 gram altın kullanılıyor. 17 kol bilezik, 5 kol gerdanlık ve küpeden oluşan bir hasır takım, altının eritilmesinden vitrine çıkması ortalama bir ay sürüyor. El becerisi çok iyi olan bir hasır örme ustası 144 UKHAD 1 (3) 2015 ise bu takımı daha az günde tamamlayabiliyor. Hasırın birinci aşamasını oluşturan telin çekilmesi üç saat, örücüden geldikten sonraki aşaması da bir gün sürüyor. Atölyede çalışan bir hasır ustasının yetişmesi için ise 5–6 yıl gerekiyor.”(Gold Bazaar Dergisi) 3.1.4. Hasırda Kol Sayıları Hasır bileziklerin eski örnekleri altın, gümüş değil alpaka adı verilen alaşımdan yapılırdı. Ninelerimizin çeyiz sandıklarında bafon da denilen bu örneklere rastlamak mümkündür. Hasır dokumaların kalınlık ölçü sıralarına da “kol” veya “sıra” adı verilir. Kollar 5, 7, 9, 11, 13, 15, 17, 19 şeklinde sıralanır. (Resim 18) Gerdanlıklarda ise (* tek başına veya hasır modeli kolye takılabilen kalınlıkta 3 kol, fakat genelde) 5 ve 7 kol kalınlıkları mevcuttur. Daha önceleri kol sayısı fazla bilezikler revaçta idi. Maddi durumu iyi ailelerin düğünde her iki bileğe hasır bilezik taktıkları gözlemlenir. (Resim19) (*Yakın planda ikinci hasır bilezik tülün altından belli olmaktadır.) Kızlar gelin giderken kız annesine hasır hediye edilmesi de adettendi. Bugün bilezikte 17 kol, gerdanlıkta ise 5 kol talep edilmektedir. Her iki dış kenarda bordürleri meydana getiren “ Kol”lar daha ensizdir. Kenarlar da dahil olmak üzere “kol” toplamı her zaman tek sayıdır. Trabzon hasır modelinin bileziği en çok bilinen takı çeşididir. Ayrıca küpe, kemer ve kol düğmesi de aynı teknik ile imal edilir. Klasik hasır çeşitlerinde bileziklerin anahtarları dikey yerleştirilmiş dikdörtgen benzeri, kolyelerin anahtarları ise genelde yatay ovaldir. Toka kısımlarında gümüşte 0.70–0.80–0.90 mikron, altında ise gramının hafif gelmesi için daha ince mikron kullanılır. Bu anahtarların üzerine el kalemi ile gül motifleri vs. işlenir. Anahtarlara nadiren telkari tekniği uygulanır. Son zamanlarda taşlı çalışmalar da yapılmaktadır. Resim 23. Kol-Sıra Sayıları 145 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 24. Çift Hasır Bilezikli Gelin Hasır küpeler 3 veya 5, yüzükler 5, kemerler 15 koldan üretilmektedir. Küpeler uzun veya iki ucu kulak memesini içine alacak şekilde kullanılır. Açılmış yelpaze şeklindeki modelleri de bulunur. Badem modeli yüzüklerde ölçünün ele göre ayarlanabilmesi için alt kısım açık imal edilir. Kravat iğnesi ve kol düğmesi de farklı modeller olarak piyasaya sunulmuştur. 3.2.Kazaziye Trabzon kuyumculuk sanatında diğer bir örücülük çeşidi de kazaz örücülüğüdür. “Kazazlık eski ham ipekçiliğinde iplik, ibrişim ören, işleyen veya satan kimse olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde ise kazazlık gümüş tel kullanılarak yapılan gümüş örücülüğü olarak tanımlanmıştır. Yöredeki incelemelerden ve yapılan araştırmalardan kazazlık sanatının Trabzon yöresine Dağıstan ve Kafkasya’da yaşayan Türkler tarafından geldiği belirtilmiştir. Kazaz örücülüğü tekniklerinin yörede üretilmesi ve yayılmasında bu alanda tek 146 UKHAD 1 (3) 2015 olan erkek usta öğreticinin büyük katkıları olduğu gözlenmiştir.” (Develioğlu 2002: 4-7) “Eski dönemlerde kazaz işi genellikle kamçı ve tespih ucu, peçelik olarak imal edilmiştir. Kazaz ustası Mahmut Özçay eski ustaların döneminde hazırlanan peçelikleri kızların gelin olduğu zaman baba evinden çıkarken alınlarına taktığını ve damada bir kazaz tespih hediye götürüldüğünü anlatmıştır.” (Develioğlu 2013: 395-403) Trabzon müzesi envanter no 1045’de kazazlık ile yapılmış ve günümüze yakın tarihlenmiş tespih kamçıları bulunmaktadır. Necip Sarıcı’nın Dua Taneleri Tesbih adlı kitabında Mahmut Özçay’ın ördüğü tesbih kamçılarının fotoğrafları bulunmaktadır. Kazaz yapımında kullanılan araç gereçleri şöyle sıralayabiliriz; çıkrık, tığ, sarmaşkı, (* Erol Türkmen) gümüş tel ve naylon ipliktir. Perdahlamak için salyangoz kabuğunun dişleri kullanılır.Gümüş kazazlıkta kullanılan teknikler ise; top örgü, sürgü örgüsü, balıksırtı örgüsü ve ajur (yapılması) örgüsüdür. “Hazırlanan tüm örgü tekniklerinde işlem bitimi tel dibinden kesilir. Daha sonra istenilen kompozisyona uygun olarak naylon iplik ve iğne yardımıyla (dikme) pekiştirme işlemi yapılarak tamamlanır. Önceleri geleneksel anlamda sadece “tespihlerde kamçı” olarak kullanılan kazaz örücülüğü günümüzde bu kullanım alanı dışında gelişme göstererek değişik takı tasarımları şeklinde üretilmeye başlanmıştır.” (Develioğlu 2002: 4-7) Resim 25. Kazaziye Altın Tesbih 147 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 26. Kazaziye çeşitleri Kazaziyenin en uç kısmındaki örgü motiflerinden birinin adı Aşk Düğümü kazaziyedeki adı Şemse düğümü veya yöredeki adıyla Hürrem’dir. (Terzi 2007: 47) Resim 27. Hürrem motifi 148 UKHAD 1 (3) 2015 3.3. Telkari Trabzon’da hasır ve kazaziyeden başka telkaride yapılmaktadır. Klasik telkari takı dışında aksesuar telkari ürünleri olarak üretilir. Değişik ayarlarda gümüş olabileceği gibi gümüş kaplamalarda yapılır. Bunların tel kalınlıkları klasik telkariye göre elbette daha fazladır, böylece dayanıklılığı da artar. İmal edilen ürünler arasında değişik ebatlarda nalın, vazo, fotoğraf çerçevesi, peçetelik, ayna, mücevher kutusu, kahve fincanı, su/çay bardağı zarfları ve altlıkları, tepsi, şekerlik, mumluk, nişan sepeti, kibritlik, sigaralık vs. vardır. Sivas’ta imal edilmiş aşağıdaki telkari tokalı hasır kemer (Resim 30) ise bu sanatın başka şehirlerdeki etkileşimini göstermektedir. Resim 28. Hasır ve telkari modelleri Resim 29. Telkari (aksesuar) ören bayanlar Resim 30. Telkari tokalı hasır kemer (Sivas işi) 149 UKHAD 1 (3) 2015 3.4. Savat “Bir kalemkarlık çeşididir. Eser üzerinde çelik kalemlerle açılan kanalların içine bir kapta hazırlanmış adına savat denen karışım ekme ya da sürme biçiminde yerleştirilir, daha sonra da ocak ateşine tutularak eriyen savat boşlukları doldurunca soğumaya bırakılır.” (Kuşoğlu 1996: 132) Trabzon’da Kafkas işi denilen derin kalem Van’daki ince kalemden farklıdır. “Zaten bu uygulamalar eserin özelliğinden ortaya çıkmıştır. Onun içindir ki at koşumları, Kafkas kemerleri, barutluk, hançer kınları ve kabzalarıyla benzeri dayanıklı eserler Kafkas kalemiyle” (Kuşoğlu 2010: 13) yapılmıştır. “Şehirde silah üretimi de yapılmaktaydı. 1861yılı raporuna göre Fransa’dan düşük fiyata gelen ateşli silahlar Trabzon’da üretilen süslemeli silahlar ile rekabette zorlanıyordu. Bunun yanında kesici silahlar şehirde başlıca üç atölyede imal edilmekteydi ki bu silahlar çok miktarda ‘kınlı ve gümüş işlemeli bıçaklardır’. Bu silahlar özellikle Lazlar, Gürcüler ve İranlılar tarafından satın alınmaktaydı.” (Yılmaz 2012: 258) 1924 tarihli bir gazetede şu serzenişler yer alır “Vaktiyle Sürmene’de bıçakçılık iyi gelişmiş bir sanat olduğu halde bugün, dünkü eseri değil, ‘eseri’ bile bulmakta zorluk çekeceğimiz kesindir.” (Sümerkan 2008: 18) Trabzon’un Sürmene ilçesinde yaşayan savat ustaları zamanla bu sanat eserlerinin yapımını bırakıp günlük mutfak bıçakları imalatına dönüşmüştür. Trabzon bakırcılığı da değişen şartlardan aynı şekilde nasibini almıştır. “Trabzon ve Sivas’ta savatlamak ‘gözetlemek, kollamak’ anlamındadır. Karadeniz Rumcasında ‘savatin’ diye kullanılır.” (Öztürk 2005: 1016) Peştambal iki katli / Biz konuşuduk datli Turur mi parmağuna / Kimuş yuzuk savatlı (Yanıkoğlu 1943: 153) Resim 31. Savatlı Sürmene bıçakları 150 UKHAD 1 (3) 2015 4.Trabzon Kuyumcularının Tarihi Trabzon kuyumculuğunun kültürel mirasının arkasında tarih boyunca yetiştirdiği değerli kuyumcular vardır. Osmanlı döneminden sonra adını bildiğimiz kuyumcular arasında Şehzade 1. Selim, Şehzade 1. Süleyman ve onun süt kardeşi Yahya Efendi (*İstanbul’un dört manevi büyüğünden biridir ve Kanuni’nin denize düşen elmas yüzüğünü bulur) gibi isimler bulunmaktadır. “Osmanlı dönemi kuyumcu atölyeleri sadece İstanbul’da değil, Trabzon, Samsun, Sivas,Van, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Bitlis, Diyarbakır, Mardin, Şam, Halep, Kıbrıs ve Rumeli Prizren’de de bulunmaktadır. Bu kentlerde yetişip, ustalaşan kuyumcular saray için çalışmak üzere başkente getirilmişlerdir. Yavuz Sultan Selim’in İran seferinden sonra Tebriz ve Heratlı ustalar sarayda çalışmışlardır.” (Köroğlu 2004: 54) “Mart 1526 tarihli “ehl-i hiref mevâcip teftiş defteri”nde, saray sanatçılarının adları, nereli oldukları bazen de uzmanlık dalları belirtilmiş olup, 1526’da bunların sayılarının 58 zerger, 22 zernişâni, 9 hakkâk ve 1 foyager oldukları anlaşılmaktadır. Zerger, hakkâk ve zernişanların çoğunluğunu Tebrizli ve Bosnalıların oluşturduğunu; usta ve çırakların arasında ise Arnavut, Rus, Gürcü, Akkermanlı, Üsküplü, Çerkez ve Herseklinin bulunduğunu yine bu defterden öğrenmekteyiz.” (Filiz Çağman 1984: 51-52) Evliya Çelebi Seyahatnamesinde babasının yanında yetişen ‘Laz’ kuyumcudan bahseder. “Unkapanı’nda peder merhumun şakirdi Laz ‘Alı Sultan Murad Han’ın cevahir tahtında tasni’atlar iyleyüp bir cevahir tahtı murassa’ itmişdir kim on sekiz padişah elçileri geldikte bu taht üzre Gazi Murad Han iclas idüp ‘azamet-i azatın bu taht ile izhar ider böyle bir taht-ı’ ibret nümundur.” (Kürkman 2010: 73) “1562’de bir kuyumcu şakirdinin yevmiyesi 3 sikke idi.” ( Bostan 1993: 358) 17.Yüzyılda “Araştırılan sicil kayıtlarının verdiği bilgiler Trabzon’da oldukça değişik iş kollarının bulunduğunu göstermektedir. Yine kayıtlara göre bu iş kollarına mensup olan kişiler kendi iş kollarında taifeler hâlinde gruplanmışlardı. Mesela debbağ taifesi, habbaz taifesi, semerci taifesi, dellal taifesi, kuyumcu taifesi gibi. Kayıtlara göre bu iş kollarından birkaçının reisi gayrimüslimlerden oluşmaktaydı. Kuyumculuk gayrimüslimlerin tekelinde olmamasına rağmen kuyumcu taifesinin reisi gayrimüslimdi.” (İnan 2013: 65) “Ordu Pazar akçesi toplanmasında birbirleriyle ilişkisi olmamasına rağmen taife reisliğini zimmilerin yaptığı kuyumcu taifesi ile çölmekçi taifesinin de vergi dolayısıyla mahkemelik oldukları görülmektedir. Buna 151 UKHAD 1 (3) 2015 göre eskiden beri bu vergiyi iki esnaf grubu birlikte vermekteydiler. 1061 Rebiyülevveli Evasıtında Trabzon’da Kuyumcu Başı olan zimmi mahkemede Çölmekçi taifesinin reisi olan Lefter’i mahkemeye ihzar edip “eskiden ordu pazar saliyanesi olduğunda iki kuyumcu ve bir Çölmekçi taifesinin vermekte olduğunu şu anda toplanması ferman olunan bin altmış senesinin ordu pazarı bu şekilde tevzi olmuş iken Lefter vermek istemiyor. Sorulup cevabının yazılmasını talep ederim” dediğinden Sorulduğunda Lefter bu şekilde yıllık olarak tevzi edildiğini inkar etti. Davacı Kuyumcu başından sözlerini destekleyecek delil talep edildi. Sururi v. Vasil ve İstefan v. Suva zimmiler şahitlik için mahkemede hazır olup ‘Aslında eskiden ordu pazar saliyane olunduğunda iki kuyumcu taifesi vere gelmiştir. Bu hususa şahit olup, şahitlik ederiz’ dediklerinden ve şahitlikleri kabul edildiğinden bundan sonra adı geçen zimmiye geçmişte olduğu gibi saliyane olunması üzere tembih edilmiştir.” (İnan 2013: 75) “Ahi Baba Mustafa Çelebi ordu pazar akçesi ile ilgili bir başka kayıtta Trabzon şehrinin ileri gelenleri arasında zikredilmektedir. Buna göre 1061 Rebiyülevveli Evasıtında 1060 senesinde ihracı ferman olunan ordu pazar bedel akçesinin toplanması ve tahsiline memur olan Rıdvan Ağa’nın vekili olan Mehmet Ağa, Trabzon Valisi Hüseyin Paşa’nın huzurundaki mahkemede hazır olan Trabzon ahalisinden Ahi Baba, İshak Çelebi, Muharrem Çelebi, Bazarbaşı Mehmet Beşe, Ekmekçibaşı Musa, Musihzade Mustafa Çelebi, Tiğru Mustafa, Mehmet, Hamza, Kazgancıbaşı Elhac Yusuf, Çilingir Sava oğlu, Semerci Murad Beşe, tüccardan Eksakosta, ‘Kuyumcubaşı Alexandır’ ve diğer çarşı esnafı önünde ferman gereğince Trabzon çarşı esnafından ordu pazar bedeli akçesi olarak yüz elli yedi bin beş yüz akçe aldığını herhangi bir alacağı kalmadığını beyan etmiş, bu parayı vekili olarak Rıdvan Ağa’nın İstanbul’da teslim edeceğini bildirmiş ve bu sözleri Trabzon çarşısı esnafı da kabul etmiştir.” (İnan 2013: 90) 19.Yüzyılda Trabzon’u gözlemleyen Fransız seyyah Theophile Deyrolle’nin Türklerin ticaret hayatı hakkındaki gözlemleri şöyledir. “Trabzonlular, Türk gibi güçlü sözünü ispatlayan Herkül kadar güçlü insanlardır. Türk sanatçılar ciddi ve sessizdirler. Çubuğunu içer ve sessizlik içerisinde gelecek olan müşterisini bekler. Malının değeri sorulunca ağzından tek bir rakam çıkar. Malın fiyatı budur. Artık pazarlık etmenin bir anlamı yoktur...Şehrin nüfusu kırk bindir. Müslümanların büyük bölümü tüccar ve balıkçıdır.” (Deyrolle 1938: 7-8) Deyrolle aynı zamanda gayrimüslim tüccarlar hakkındaki izlenimlerini de belirtir. “Trabzon’da şehrin en temiz yeri olan Gavur Meydanı mahallesinde Rum ve Ermeniler ticaretle meşgul oluyorlar. Burada satıcılar müşterilerine 152 UKHAD 1 (3) 2015 kabaca seslenir, elbisesinden tutup çeker, müşterisini laf yağmuruna tutardı. Öte yandan kardeşim, dostum, ruhum gibi tatlı sözler söyler ve bu arada gösterdikleri mallara da iki kat fiyat isterlerdi. Ermeni tüccarların, Rumlara göre daha saygılı ve dürüst olduğu görülmektedir.” (Deyrolle 1938: 7-50) “Kuyumculuk, hele altın ve gümüş üzerine oymacılık, işlemecilik, savatçılık, Şimali Kafkasya’da öteden beri pek ileri gelen güzel sanatlardan biridir. Senenin beş altı ayında tamamen karlar altında yaşayan, açık hava hayatı hemen hemen kalmayan, yolları kapanan, gidip gelmeleri duran memleketler için bu sanat gayet uygun düşer; zira her şeyden evvel vakit ve sabır işidir.” (Kaflı 1942: 196) Osmanlı döneminde kullanılan Trabzon damgası (Resim 27), çiçek motifli kemer tokası ve arkasında damgası (Resim 28 *tokanın kemeri yok), Trabzon’lu ustalardan Kokoğlu ve IB damgaları (Resim 29 ) aşağıda görülür. Resim 32. Osmanlıca Trabzon damgası Resim 33. Çiçek desenli kemer tokası ve damgası 153 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 34. Trabzonlu iki kuyumcu ustasının damgaları Aşağıdaki tokası telkari kemeri M.G. damgalı usta Trabzon’da imal etmiştir. Resim 35. Telkari tokalı hasır kemer Varşak efendi adlı bir Ermeni kuyumcunun adı Trabzon Efsaneleri ve Halk Hikayeleri kitabında geçer. (Gedikoğlu 1998: 125) 1927 yılında yayınlanan Türkiye Salon ve İlanat Gazetesi’nin Trabzon’un iktisadi profilini çıkartan sayısındaki Trabzon Rehberi Meslek Fihristi’nin 15. sayfasında Saat Tüccarları, 16. sayfasında Sarraf ve Halı Tüccarları ve 20. sayfasında Kuyumcular aşağıdaki tablo 1de sıralanmıştır. (Öksüz 2009: 152) 154 UKHAD 1 (3) 2015 Tablo 1. Trabzon Saatçiler, Sarraf ve Halı Tüccarları ve Kuyumcular listesi Trabzon esnaf ve tüccarlarının öncü isimlerinin fotoğrafları da Türkiye Salon ve İlanat Gazetesi’nde yayınlanmıştı. (Öksüz 2009: 161-163) 1927’de yayınlanan bu gazeteden kopyalanan resimlerin arasında saatçilik ve kuyumculukla ilgili iki tanesi aşağıdadır. 155 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 36. Saat Tüccarı Abdülhalim Bey Resim 37. Kuyumcu Kemal Bey 4.1.Hasır Kuyumcuları Hasır örgü tekniğinin Kafkasya’dan 1900’lü senelerde meydana gelen göçle getirilip yaygınlaştığı söylenmektedir. Trabzon’un altın ve gümüş ustalarından 1917 Dağıstan Kubaçi doğumlu Harun Emintay’ın, kendisiyle yapılan gazete röportajındaki sözleri şöyledir: “ Kubaçi köylülerinin hemen hemen hepsinin tek bir sanatı vardır: Kuyumculuk. Kubaçili kuyumcuların yaptığı çok sayıdaki sanat eseri bugün Londra, Paris ve Moskova müzelerindedir.Rus ihtilali sırasında Kafkaslardan Türkiye’ye göç edenler oldu. Kafkaslardan gelenler sanatlarını burada da devam ettirdiler. Bugün Trabzon ve yöresinde hasır bilezik örenler bile bu sanatın kendilerine Rumlardan kaldığını zannediyorlar.” (Can: 1987 ) Trabzon’da Dağıstanlı Hacı Mehmet (*İslam dininde hac ibadeti sadece zengin Müslümanlara farz olduğuna göre ekonomik durumu iyi olmalıdır) ve Kafkaslı İbrahim Horulu (*Tablo 1deki listede Dağıstanlı Kuyumcu Horuluzade İbrahim şeklinde yazmaktadır) ilk Türk hasır ustalarıdır. 30.11.1957 tarihli alış faturası ise ‘Kuyumcu ve Mücevheratçı Kafkaslı İbrahim Horulu’ adına olup, adres Anafartalar Caddesi No 213 Ankara, Ticaret Sicil No 55 olarak belirtilmektedir. (*Tahminimize göre ya İbrahim Horulu’nun kendisi veya ikinci bir ihtimal aynı adı taşıyan bir akrabası daha sonra başkent Ankara’ya taşınmıştır.) Melahat hanım ise ilk Müslüman kadın dokuyucudur. 156 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 38. Kafkaslı İbrahim Horulu faturası “Kuyumcu Bülent Karaçengel, eski hasır ustalarından (*teyzesi oğlu Turgut Kamiloğlu 1942?-2002?) dinlediklerini şöyle anlatır: Turgut usta kendi ustasından, onun ustası da ustasından öğrendiğine göre, hasır bilezik örme işi, Türkler arasında yaygındı. Bu sanatı Kafkaslardan Trabzon’a gelen Dağlı Türkler getirdi. Daha sonra, Trabzon’da yaşayan Hıristiyan Rumlar öğrendi. Bir kısım Ermenilerde kuyumcularla anlaşıp, hasır bilezik örerlerdi. Ama bu sanat Dağlı Türklerin sanatıdır. Eğer söylendiği gibi bu Rum ya da Ermeni sanatı olsaydı , Rumlar ya da Ermeniler Trabzon’dan ayrıldıktan sonra yerleştikleri Amerika, Fransa, İngiltere, Yunanistan ve İtalya gibi zengin ülkelerde de çalışmalarını sürdürebilirlerdi. Bugün o ülkeler bizden hasır alıyorlar. Yani bu takının oralarda da pazarı var.” (Somel 1993: 104) şeklinde fikirlerini belirtir. Azmi Tonyalı ve Halil usta adını tespit edebildiğimiz hasır ustalarındandır. Abdurrahman Sezeroğlu (d.1913) hasırın tokasına çok güzel kalem atan ustalardandı. Oğulları Tayfun ve Serdar Sezeroğlu’dur. 1988 sonrasında yayınlanan Altın Haber gazetesinin kuruluş sayılarında Serdar 157 UKHAD 1 (3) 2015 Sezeroğlu’nun kıymetli taşlarla ilgili çok faydalı çevirileri yayınlanmıştır. Bülent Karaçengel’in ustası Hikmet Çalık’ta İstanbul’da çalışan bir hasır ustasıdır. 4.2.Kazaziye Kuyumcuları “...Kazazlık sanatı Trabzon’a mahsus bir sanattır. Rahmetli babam anlatırdı. Birinci dünya savaşından önce burada 60 tane kazaz dükkanı varmış. Trabzon’da Rumlar da bu sanatı yaparlardı. Kazazlık sanatına zipka, mintan ile köylülerin giydiği giysiler girerdi. Burma tellerle işlenen bir iş. Bunların başlarına püskül takılarak örülürdü. Köylü kadınların şallarının kenarına şerit dikilir, o şeride püsküller takılırdı. Bereye, şala gümüşten tellerin örülmesi, nakışların yapılması anlamı taşıyor. El emeği göz nuru bir sanat...Trabzon’un işgalinden önceki dönemde vardı bu işi yapanlar. Benim zamanımda üç aile vardı bu işi yapan. Biz, Besim-Tahsin kardeşler, Orhan Karaali’nin amcası Celal. 1940’lı seneler. Tespih işi de kazazlığa gidiyor. Telkari yani. (*Mülakatta tel ile yapılan örgü tekniği yanlış anlaşılmıştır.) Onun ipliği, gümüşü çok ince çekilir. 0.8 mikron saç inceliğindedir. İpekler üzerine sarılır. 8-10 tane motifi vardır, onlar işlenir, sonra montaj yapılır”. (Özer 1995: 13) “Kazaziyede ilk nesil dedem Ömer Lütfi Eltan’dır. İkinci nesil olan babam Abdullah Eltan 1912 doğumludur. Trabzon Kız Teknik Lisesinde kazaziyeyi öğretmiştir. İstanbul’daki ünlü Urart mücevheratta da aynı tekniği uygulamıştır.Yeşil Mustafa’yı yetiştirmiştir.” (Eltan) Bu açıklamayı üçüncü kuşaktan torun Ömer Lütfi Eltan yapmıştır. “Mahmut Özçay 1936 Çaykara doğumludur. 1984 senesinde 48 yaşındayken kazaz örücülüğüne başlar. Kamçıdan başka ne yapabilirim diye düşünürken kızına gümüş bir gerdanlık yaparak kazaziyeyi takıya dönüştürür.” (Develioğlu 2013: 395-403) Kışları İstanbul’da bulunan “Mahmut Özçay terzilikten gelen el yatkınlığı ve kavrama kabiliyetini de kullanarak bu sanatı tam manasıyla öğrenmeye muvaffak oluyor. Eskiden tespih kamçısı, bilezik, küpe, ile sınırlı olan kazazlığımız, gerdanlık olarak da Mahmut Özçay tarafından geliştirilmiş. Kazazlık sanatında sürgüyü, dört gözlü örgüyü o geliştirmiştir. Oğlu Mehmet Özçay’da altı gözlü sürgüyü keşfedince ortaya farklı yeni eserler çıkmıştır.” (Hoş 1997: 56-68) Trabzon’un günümüzdeki kazaziye ustaları arasında tespit edebildiklerimiz şunlardır: Hasan Tabakoğlu (1951) Kültür ve Turizm Bakanlığı sanatçısıdır. Levent ve İknur Tuana’nın çalışmaları TRT Trabzon tarafından belgesel çekilmiştir. 158 UKHAD 1 (3) 2015 Şekip İskender, oğulları Ulvi ve Hakan İskender. Hasan Uzun. 4.3.Telkari Kuyumcuları “Temel Usta’nın öğrencisi olan ve 1997 yılında aramızdan ayrılan Celal Kurbetçi, Trabzon işi telkarilerin özellikle likör ve kahve takımı (zarfları) olarak kendi döneminde birçok devlet adamına hediye edildiği, hatta Beyaz Saray’a bile armağan olarak götürüldüğünü söylemiştir.” (Sümerkan 2008: 54) Turgut Kamiloğlu (1942?-2002?) telkari ustasıydı. Şefik Yılmaz ve Mehmet Kadakal günümüz telkari ustalarındandır. 4.4.Savat Kuyumcuları “Hazar yöresindeki Türklerle Anadolu’ya gelen bu sanat, Van başta olmak üzere, bir çok ilimizde yapılmıştır.” (Kuşoğlu 2006: 199) Bunlar arasında Trabzon da yer almaktadır. “Bu zarif ve gösterişli sanatın en eski merkezi ise Dağıstan’dır. Bu bölgedeki Tük boylarının pek çoğunda savat tekniğinde çalışmalar ecdat sanatı olarak hala sürdürülmektedir. Kumuk Türklerinin yaşadığı bölge olarak bilinen Kubaçi köyü ise kömür ve maden zenginliği dolayısıyla geçmişte bu sanatın adeta merkezi olmuştur.” (Kuşoğlu 2010: 15) “Trabzonlu eski Rum ustaların; ‘Ejderha öldüren mızraklı süvari’ gibi mitolojik kahramanları resmettikleri savat örnekleri vardır.Trabzonlu savat ustaları arasında Sürmeneli ustalar başı çeker. Murat Naci Karamustafaoğlu, 1923’lerde Atatürk’e armağan ettiği Atatürk resimli tabaka ile bir de nişan kazanmıştır. Diğer ustalardan tabanca kabzasıyla ünlü Sefer Demircioğlu, 1928 doğumlu Necati Kurt ve Harun Emintay sayılabilir”. (Sümerkan 2008: 55) Saatçi ve kuyumcu isimlerinde yazılı kaynak eksikliği olduğundan usta çırak soyağacı çalışması ancak zamanla tamamlanabilir. (*Gaziantep ve Halep İllerinde Kuyumculuk kitabındaki benzeri detaylı çalışmada büyük çoğunluğu 1970’li yıllara kadar Gaziantep’te yetişmiş 250 civarındaki kuyumcu ismi tarafımdan yazıldı.) Bu konuda yapılacak katkılar ustaların isimlerinin kaybolmayıp kayıt altına alınması bakımından çok önemlidir. 5.Trabzon Kuyumculuğunun Ses Sanatlarında İzleri Trabzon kuyumculuğunun zenginliğini ağızlarda, türkülerde, manilerde, efsane ve halk hikayelerinde de görmek mümkündür. 159 UKHAD 1 (3) 2015 5.1. Ağızlarda Kuyumculuk İzleri Trabzon ağzında bölge kuyumculuğunun zenginliğini buluruz. Ah Zonguldak Zonguldak Sendedir hep umidum Topra una bereket ‘Altun’ olsun kömirun (Caferoğlu 1994: 138) Tüfeğumun tasindan Kopardum ‘mercannari’ Bak kışından bellidür Sevdalidur cannarı (Caferoğlu 1994: 146) Gamamun sapi ‘mercan’ Haçan operdum haçan Derdim pana dişlama Duyayur onu kocam (Caferoğlu 1994: 151) Oy ‘elmasım elmasım’ Elma versem yermisin Öperiken dişlesem Gider beni dermisen Huri başında camlar ‘Altun tasa’ su damlar Sevmişim alacam Şahid olsun adamlar (Caferoğlu 1994: 211-2-3) Aldım ince ‘ponçuklar’ Sevtali Emineme Olan teme hağole Terim seni neneme (Caferoğlu 1994: 250) 5.2.Türkülerde Kuyumculuk İzleri Aydın Öncü’nün Trabzon Türküleri adlı yüksek lisans tezindeki kuyumculukla ilgili kelimeler oldukça fazladır. Alime’dir kız senin adın Alime ‘Altın kemer’ yakışır gelinlerin beline 160 UKHAD 1 (3) 2015 Yandım gelin olasın gel yanıma ‘Liraları’ takayım gerdanına Vallah billah kıyarım ben canıma ... (Öncü 2011:118) Kahveciler kahve koyar fincana Dudakları benzer leyli ‘mercana’ Ezrail gelse de kıyma bu cana Kıyan ellerine (de) kurban olduğum ... (Öncü 2011: 124) ... Oy niye hanım niye Öldüm yâr (yâr) diye diye Boynunda ‘iki lira’ Ver birini (ver) hediye Guzgun dere yukarı Yol gider Ganliga’ya Kız ben seni alırım ‘Liralar’ saya saya Oy niye hanım niye Öldüm yâr (yâr) diye diye Boynunda ‘iki lira’ Ver birini (ver) hediye ... (Öncü 201: 125,126) Trabzon Kırık Havalarında da kuyumculuk kelimeleri oldukça fazladır. Alime’dir kız senin adın Alime ‘Altın kemer’ yakışır gelinlerin beline (yallah) Yandım gelin olasın gel yanıma (vay) ‘Liraları’ takayım gerdanına (hey) Vallah billah kıyarım ben canıma Alime’nin samanlıktır sarayı Alışmış ‘liraya’ almaz parayı (yallah) ... (Öncü 2011: 145) 161 UKHAD 1 (3) 2015 ... Oğlan var git işune Düşme benum peşume ‘Altından tarak’ olsan Koymam seni başuma ... (Öncü 2011: 164) ‘Saatımın kösteği’ Boynuma dolaşmayı Darıldı ninesinden Benimle gonuşmayı (Öncü 2011: 172) Maçkaliyim Maçkali Sar bağa o kollari Uşak sağa yedurdum Kazanduğum ‘pullari’ ... (Öncü 2011: 192) ... Oyna güzelum oyna Yarina yazilayım Takayim ‘liraları’ Gerdana dizdireyim ... (Öncü 2011: 213) Oy niye hanım niye Öldüm yâr (yâr) diye diye Boynunda ‘iki lira’ Ver birini (ver) hediye Guzgun dere yukarı Yol gider Ganliga’ya Kız ben seni alırım ‘Liralar’ saya saya ... (Öncü 2011: 216) ... 162 UKHAD 1 (3) 2015 Tütün bağımın ucu Kıvrılır yassi yassi Takacağım boynuna (da) ‘Cumhuriyet lirası’ ... (Öncü 2011: 218) Aldı duman yürüdü de Sis dağı başlarına Sadum ‘beşi birliyi’ de O zalum babasına ... (Öncü 2011: 229) 5.3.Manilerde Kuyumculuk İzleri Ali Çelik’in Manilerimiz ve Trabzon Manileri kitabı incelenmiş ve sayfa no, mani no ve sadece kuyumculukla ilgili terimler aşağıdaki tablo 2’de sıralanmıştır. (* Yazıda fazla yer almaması için manilerin dörtlüğüne yer verilmedi. ) Tablo 2. Sayfa Mani Kuyumculuk terimi Sayfa Mani Kuyumculuk terimi 117 12 bilezik 117 13 bilezik 119 37 gümüş yüzük 121 57 boynunda gümüş halka 123 96 bin altın 144 374 gümüş 147 428 gümiş yuzuk savatlı 153 501 mercan 156 549 altun 157 567 koli altun saatli 161 621 altın yüzuğun 161 623 parmağındaki yüzuk 164 672 saatimin zinciri 169 739 parmağında mühuri 170 759 kızların küpelisi 171 765 baş tarağum fildişi 171 766 ağzında altın dişi 173 803 finduk altınımuzi 174 808 elinde altın tabak 175 823 elimde gümüş orak 175 824 altun tas altun tarak 175 830 altın sağatım şak şak 177 858 inciler dizemedik 180 904 parmağındaki yüzuk 181 911 gümüştür kalay değil 183 936 altını pas edemem 183 944 altın tabak olaydım 184 953 gümişledim 185 973 kardan kemer bağlarım 186 985 fes 163 UKHAD 1 (3) 2015 186 989 parmağında yüzükler 187 1003 altın terazi 188 1024 altuni bozdurayim 189 1033 altın dişimi kırdım 189 1035 altın dişimi kırdım 191 1066 altun yüzük nişanum 191 1067 altın yüzük var benum 194 1108 sürme 197 1154 altın direk 201 1219 lira 202 1229 altun yüzük taşısın, elmas yüzük kaşısın 208 1312 bilezuk 209 1328 kehribar 209 1329 kehribar 209 1339 boynuma altın takar 212 1378 altın altın diyorlar 213 1396 inci gibi dişi var 214 1411 parmağumda muhir var 214 1412 ganadında gümüş var 216 1436 parmağında yüzükler 216 1437 parmağında yüzükler 216 1438 parmağında yüzükler 219 1475 kulağımdaki küpeler 221 1516 mendilim tuğralıdır 223 1538 kanadı gümüş midir 226 1579 altınlara donatılmış 227 1600 raftaki altın saat 227 1603 cebimde altun saat 234 1690 akçe 240 16 sağ elinde saati 240 22 tespihini çekersin 243 67 ince (*inci) boncuklar aldım 245 93 boğazumda lirayı, bozdurayım sarafa 245 94 boğazında beşliyi, bozduralum sarafa 245 95 boğazunda parayi, bozduralım sarafa 254 211 parmağumda üç yüzük 256 250 aynalı altınımı 262 339 yapturdun hamayili 263 344 bir saatle bir yüzük, takamadum elume 263 355 parmağındaki yüzük, taşı benzer mercana 266 395 boncuk 284 656 boncucak 284 658 boncuklar 296 826 saatimin kösteği 303 930 belindeki ak kemer, tel iledir tel ile 306 975 mercan 310 1031 tenekeden hemayil 311 1045 altın iskemlesıne 311 1051 boncuk 313 1067 boğazında paralar 313 1069 altun terazisine 315 1095 altum peştamallimi 326 1263 boncuk 330 1325 mercanlıdır mercanlı 334 1391 gümüş tabakasanı 337 1429 bilezikli kolları 164 UKHAD 1 (3) 2015 344 1539 parmağunda yüzüğün, taşı olayım taşı 345 1558 kulağında küpeler 364 1828 boğazında boncuklar 365 1834 nazar boncuğu 384 2124 hemayilun kösteği 395 2284 nazar boncuğu 399 2350 gelinin kemerini 399 2352 pirlanta delikanlı boğazında paralar, elliliktur ellilik 402 2393 yok gümiş işleyecek 408 24767 411 2521 tek Osmanlı alıpta 411 2529 kolundaki saati 416 2601 parmağında üç yuzuk 423 2699 kemer 425 2728 kolundaki saati 425 2729 kolundaki saati 426 2739 en küçük parmağına, altın yüzük takayım 433 2853 parmağune yüzuğun 443 3002 altundandur altundan 445 3029 gümüş tasdan 447 3056 bir gimiş yuzuğumlan 448 3075 parmağına takmışler, içi(iki) yuzuk 451 3115 muskanın gümüşinden 455 3167 gaytan 455 3174, 3180 gümişdendur gümişden 471 3415 beş tane beşibirlik 474 3454 golumdaki saati 482 3570 başuna baş altuni 488 3660 golumdaki saati 497 3802 parmağındaki yüzük, kuyumcunun işidir 498 3814 bakır 502 3877 parmağımda yüzücük 504 3910 barmağındaki yüzük 505 3929 altın suyuna batmış 509 3992 yara yüzük yolladım 513 4055 yüzük 516 4101 altından bardak olsa 6.Trabzon Kuyumculuğunun Efsane ve Halk Hikayelerinde İzleri Efsane ve hikayelerde de kuyumculukla ilgili ifadeler bulunur. Bunlara ait örnekler aşağıda sıralanmıştır: Sarı Kız: Sarı altından sarı takılar takmış. (Gedikoğlu 1998: 25) Sultan Gelin: “altın beşik” (Gedikoğlu 1998: 47) Talih Kuşu: “altın küp” (Gedikoğlu 1998: 53-4) Samur Kız: “nişan yüzüğü” (Gedikoğlu 1998: 62-3) Mağaradaki Altınlar: Define avcıları...altınlar... (Gedikoğlu 1998: 106) Ancomah Hazinesi hikayesinde altından, gümüşten, elmastan yapılmış 165 UKHAD 1 (3) 2015 başlıklar, gerdanlıklar, yüzükler, küpeler, bilezikler yer alır. Aynı hikayede Oflu çoban Ermeni kuyumculardan Varşak Efendi’nin dükkanına girmiş. Altın paralardan birini kuyumcuya göstermiş diye anlatılır ve aşağıdaki dörtlükle biter. Benim karım bir tanedir Güler oynar, ‘dürdanedir’ (*inci tanesi) Sevinelim, eğlenelim ‘Altınlarım’ yüz tanedir (Gedikoğlu 1998: 122-125) Bu konuyu inceleyecek edebiyatçıların ne kadar zengin bir hazine ortaya çıkaracakları yapılacak detaylı çalışmalarla kayıt altına alınacaktır. Böylece Trabzon ses sanatlarındaki ipuçları bölge kuyumculuğu hakkında bizlere aydınlatıcı izler sağlayacaktır. 7. Trabzon Kuyumculuğunun Yer ve Aile Adlarındaki İzleri “Bazı batılı yazarlar da Trabzon kelimesini Trabezonde, Trebexonda, Trebezonda, Trebisond, Trapezunt, Trabison şeklinde okuyup, anlamının da ‘kum renginde iki başlı gümüş kartal yuvası’ ve ‘altın kartal ağzı’ olduğunu belirtmişlerdir. (Ak 2000: 27-29) “Trabzon’da faaliyet gösteren okulların içerisinde en meşhur olanı, Trabzon’a bağlı Merkez Hos (Çimenli) Köyü halkından Kimnos adlı bir Rum tarafından 1682 yılında ‘Kemerkaya’ Mahallesi’nde yaptırılan ve uzun yıllar hizmet veren Kemerkaya Rum Koleji’dir.” (Albayrak 1994: 417) “17. yüzyılda Canikli ve ‘Hazinedaroğlu’ ailesi gibi sülaleler tarafından yönetilen Trabzon’da, bunların aşırı güçlenmeleri sebebiyle zaman zaman sıkıntılar yaşanmıştır.” ( Beşirli 2002: 327-343) Hazinedaroğlu ailesi ve vakfıyla ilgili ilave bilgide mevcuttur, buna göre “Hazinedar Başı Merhum Hüseyin Ağa Vakfı, 1918 numaralı sicilde Mescid-i Hüseyin Ağa vakfı diye geçen vakıf olmalıdır. Bu vakıf, Orta Hisar’da Saray-ı Atik Mahallesi’ndedir.” (Öksüz 2004: 114) “Hazinedar Başı Merhum Hüseyin Ağa Evkafı’nın 1515’deki gelirleri arasında bulunan kaynakları, manastır, bahçe, hamam, kendi evi ve değirmeni, dükkanları ve zemin mukataasından elde edilen yıllık 2.660 akçeyi sayabiliriz.” (Gökbilgin 1962: 309) 1749-1809 yılları arası Trabzon Gümrük Mukata’ası Multezimleri ve Mukata’nın ihale bedelleri listesinde “H.1195/M.1780 yılında Trabzon Mültezimi olan ‘Hazinedar 166 UKHAD 1 (3) 2015 Süleyman’ ve Hacı İsmail Ağa’nın gümrük ihale bedeli 25.000 guruştur.” Aynı listede “1171/1757 ve 1173/1759 tarihlerinde ise ‘Mühürdar Mustafa Efendi’ ve Karakulak Mustafa Ağa’nın (Aygün 1997: 99) adı yazılıdır. “18.yüzyılda Trabzon ve çevresinde birbirleriyle akraba olan üç ayandan birinin adı Kalcıoğlu’dur.” (Öksüz 2004: 169) Kuyumculukta kalcılar altın ve gümüşün içerisindeki yabancı metalleri kimyasal metotlarla saflaştırır. Bu sülalenin lakabı bize o dönemde yoğun bir kuyumculuk faaliyeti olduğu fikrini uyandırmaktadır fakat paranın verdiği aşırı güçle problemler de meydana gelmiştir. “Aynı dönemde Kalcıoğlu Ömer Ağa’nın tekrar şekavete başladığı bu nedenle de katli için fırsat kollanıldığına dair 1195 (1780-81) tarihli Trabzon Valisi Hasan Paşa’nın tahriratı mevcuttur.” (Öksüz 2004: 171172) “1749-1809 tarihleri arası Trabzon Gümrük Mukata’ası Multezimleri ve Mukata’nın ihale bedelleri listesinde H 1222/M 1807 senesinde ‘Kalcızade Osman Ağa’nın gümrük ihale bedeli 15.000 guruştur. (Aygün 1997: 99) “Trabzon’da eşkıyalıkla meşhur Şatırzade ve ‘Kalcızade’ gibi aileler kuvvet ve servetlerini, her tür devlet gelirini ellerine geçirerek, dolayısıyla Trabzon gelirlerine de el atarak artırdıkları anlaşılmaktadır. (Aygün 1997: 154) XIX. Yüzyılın Son Çeyreğine Tekabül Eden 1876 Yılında Trabzon’un Laziastan Sancağının Atina/Pazar Kazâsı’nın idarî taksimatındaki 55. sırada ‘kemer’ köyünün eski ve yeni adı aynıdır. (Demirci 2012: 13) Trabzon’a bağlı ilçelerdeki kuyumculukla ilgili köy isimleri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir: Tablo 3. İlçe Adı Akçaabat Maçka Of Yomra Köy Adı Gümüşlü ve Maden (Öztürk 2005: 41) Altındere (Öztürk 2005: 800) Gümüşören (Öztürk 2005: 900) Madenköy (Öztürk 2005: 1184) TİCİ (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı)’nin İstanbul ve İzmir’den sonra Trabzon Grubunun da önemli rolü vardır. 1922’de kurulan TİCİ’nin denetiminde 1927’de Bölge Mıntıkası kurulur. Bu tarihte TİCİ’ye bağlı olarak Trabzon’da Altınışık İdman Yurdu kulübü kurulur. (www.ofhayrat.com) Trabzon’a mahsus ‘İnci’ balığı (Alburnoides bipunctatus fasciatus) ve ‘Gümüş’ balığı (Atherina boyeri) türleri vardır. 167 UKHAD 1 (3) 2015 SONUÇ Çalışmada teorik çerçeve literatür taramasından elde edilen bilgilere dayalı olarak şekillendirilmiştir. Trabzon kuyumculuğuna ilişkin değerlendirme kısmında ise hem kuyumcularla birebir yapılan görüşmeler hem de literatürden elde edilen bilgilerden yararlanılmıştır. 1943 Ekim ayında “Yeni kanuna göre Ticaret ve Sanayi Odası, Esnaf Odası ve Ticaret ve Zahire Borsası” yeniden gruplandırılmıştır. “Esnaf Odası: 10- Fotoğrafçılar, elektrikçiler, antikacılar, matbaacılar ve ‘Kuyumcular’ grubu” (Öksüz 2009: 206-7) olarak düzenlenmiştir. Trabzon Kuyumcular ve Saatçiler Odası 09.02.1966’da Besim Kahraman’ın başkanlığında kurulmuştur. Kurucu Yönetim Kurulu Üyeleri şunlardır: Muzaffer Bakanay, Ahmet Özbak, İhsan Bekar, Selahattin Bekar, İhsan Tonyalı ve Ali Karaman. Tablo 4. Trabzon Kuyumcular Odası Başkanları ve Dönemleri Başkanlık dönemi senesi Başkan adları 1966 Besim Kahraman (Kurucu Başkan) 1966 - 1967 Muzaffer Bakanay 1967 - 1970 Harun Emintay 1970 - 1974 Besim Kahraman 1974 - 1977 “ 1977 - 1980 “ 1980 - 1981 “ 1981 - 1986 İsmail Anahar 1986 - 1996 Ali Kemal Kahraman 1996 - 2002 Nevzat Şakar 2002 - 2005 Ayhan Şakar 2005 - 2014 Musa Başak 2014 - Ali Yazıcı Resim 39. TKSO logosu 168 UKHAD 1 (3) 2015 Hasır görünümlü farklı takılarda piyasaya sunulmuştur. 1985 sonrası İstanbul’daki Anadolu Kuyumculuk Iceberg markası altında geometrik ve sarmaşık diye adlandırılan kıvrımlı modellerde döküm tekniği ile hasır tarzını andıran 22 ayar uygulamalar yapmıştır. 2004’te Atasay firması tarafından Anadolu takıları ve Trabzon hasırı yeni tasarımlarla üretilmeye başlanmıştır. Aşağıda bu tasarımlar bulunmaktadır. Resim 40. Taşlı hasır bilezik Resim 41. Tokası taşlı hasır gerdanlık 169 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 42. Hasır bileziğin detay ve tasarımı Resim 43. Yüzük tasarımları İsviçre’nin dünyaca ünlü saat firması Rolex ile anlaşma yapılmış ve hasır saat kayışı gönderilmiştir. Giyim modasında görülen dantel kroşe akımı, takı tasarımında örme takı şekliyle ortaya çıktı. Avrupa’da başlayan benzeri gelişmeler yakından takip edilip, ülkemizde de uygulama sahası bulmaktadır. Resim 44. Örme gerdanlık 170 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 45. Farklı takı örmeleri Trabzon Kuyumcular ve Saatçiler Odası olarak; Türk Patent Enstitüsüne 22.09.2006 yılında başvuru numarası C 2006/ 028 ile coğrafik tescil belgesi almak için müracaat edilerek (TTH) Trabzon Telkariye ve Hasırı “mahreç işareti” adı altında patent alınmıştır. Tescil no; 94 verildiği 22.04.2007 tarihinde resmi gazetede yayınlanmıştır. Bu patenti Trabzon’da 39 esnaf ve sanatkar üretmiş oldukları ürünlerde kullanmaktadırlar. Bu ürünlerin üzerinde (TTH) işaretinin bulunması mecburidir. Bu sanatın Trabzon dışında yapılması halinde özelliklere uygun olup olmadığı Trabzon Kuyumcular ve Saatçiler Odasının onay verdiği üç uzmanın kontrolünden geçerek denetlenmesi gerekir. Coğrafi işaret tescil belgesi alınmak suretiyle bu sanatın Trabzon’a ait olduğu belgelenmiştir. Bu el sanatı Trabzon ilinin tanıtımı açısından oldukça önemlidir, buna ilaveten bölgeye yapılan turistik amaçlı gezilerde yerli ve yabancı turistlere satışının da yoğun olması bu bölgenin kültürel tanıtımı ve ekonomisi için önem arz eder. 171 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 46. TTH Patenti 172 UKHAD 1 (3) 2015 Aşağıda Trabzon’da yapılmış kuyumculuk hakkındaki çalışma bu sektör hakkında aydınlatıcı bilgi vermektedir. Tablo 5. Trabzon Yöresi Ürün Tanımlama Formu Yöresel ürünün resmi Yöresel ürünün adı Trabzon Telkariye ve Hasırı Yöresel ürünün üretildiği yerin coğrafi sınırları Trabzon Yöresel ürünün Türkiye’deki bilinirliği Üst düzeyde Yöresel ürünün yurtdışındaki bilinirliği Çok alt düzeyde Yöresel ürünün üretildiği ilin/ bölgenin marka bilinirliğine katkısı Orta düzeyde Yöresel ürünün üretildiği bölgeden kaynaklanan özellikleri (Başka bir yerde üretilmesi hangi özelliklerini kaybettirir) İşçiliğin en önemli unsur olduğu telkâriye ve hasır üretiminde Trabzon yüzyılların birikimine sahiptir. Pek tabi işi yapan kişiler bunu dünyanın her yerinde üründe herhangi bir kalite kaybı yaşanmadan üretebilir. Yöresel ürünün bölgeye sağladığı istihdam 4000 kişi ev hanımı olmak üzere tahmini olarak 4.500 kişi (İşletmelerdeki 500 çalışanın 350 kişisi hasır,150 telkariyede çalışmakta) Yöresel ürünün bölgeye sağladığı gelir Tahmini olarak hasır 2880 kg altın x 90 bin=25 milyon 920 bin TL; telkâriye 3 milyon TL Yöresel ürün konusunda otorite kurum/kuruluş veya kişiler Kuyumcu ve Saatçiler Odası, Halk Eğitim Merkezi, Olgunlaşma Enstitüsü, Kız Meslek Lisesi Kuyum Bölümü Yöresel ürünün korunuyor mu? (ortak marka, coğrafi işaret vb.) Ürün 22.04.2007 tarihinden itibaren Tescilli Coğrafi İşarettir. (Mahreç İşareti) 173 UKHAD 1 (3) 2015 Yöresel ürünün üretim miktarı Altın hasır 2880 kg/yıl Gümüş hasır 1 ton/yıl Bakır telkâriye 2 ton/yıl Altın Kazaziye 50 kg/yıl Gümüş Kazaziye 500 kg/yıl Yöresel ürünün üretim yöntemi Sürekli Üretim (Seri İmalat- El kullanımı) (Makine girmemiş tek el sanatı) Trabzon’un imalatçı firmaları artık reklam çalışmalarına hız vermiş olup bu konuda başarılı örnekler sergilemekte ve İstanbul Kuyumculuk Fuarına iştirak etmektedirler. Trabzon’da da kuyumculuk fuarı düzenlenmiştir. Yurt dışına ihracat İstanbul üzerinden gerçekleştirilir. İhracat yapılan ülkeler arasında Ortadoğu ülkeleri, Japonya, Avrupa ve Amerika başta gelir. Türkiye kuyumculuk imalatında ilk on içinde bulunan Trabzon, hasır, aksesuar tarzı telkari ve kazaziye çeşitlerinde rakipsiz bir numarada bulunmaktadır. Ülkemizin geleneksel kuyumculuk çeşitleri arasında yurt içinde en çok bilinenler Midyat, Mardin, Beypazarı telkarisi, Adana, Kahramanmaraş, Kayseri burmaları, Erzurum kaşlı burması, Van savatlı takıları, Sivas gümüş kabartması, Diyarbakır kişniş ve hablı gerdanlığı, hasır bileziği, Şanlıurfa akıtma bileziği ve frenk bağı kolyesi, Gaziantep koruklu bileziği, Tokat mengil kolluğu, Tosya kıstısı, Eskişehir cebesidir. Fakat konu Trabzon kuyumculuğu olunca durum farklılaşmaktadır. Trabzon hasırı, kazaziye ve hediyelik tarzı telkari örgü çeşitleri yurt içinde ve dışında büyük talep görmektedir. Bunun sebepleri arasında tarihten gelen zengin birikim oldukça önemlidir fakat Trabzon ve Karadeniz insanının özellikle büyük şehirlere göç etmesi sonucu kendi kimliklerini ifade eden bu takılara da sahip çıkmaları ve gittikleri yerlerde de bu takıların büyük beğeni bulması etkili olmuştur. Son zamanlarda ise tarihi TV dizilerinde görülen kazaziye halkımız arasında ölmekte olan bu sanatımızın yeniden revaçta olmasına yol açmıştır. Elbette büyük şehirlerde kimlik bunalımı yaşayan özellikle Karadenizli bayanların süslenme ve beğenilme ihtiyacının olumlu yönde giderilmesi de kendileri ve çevreleri üzerinde psikolojik ve sosyolojik fayda sağlayacaktır. 174 UKHAD 1 (3) 2015 Resim 47 ve 48. Hasır kemerli kıyafetler Nişan, kına ve düğünlerin ayrılmaz bir parçası olan tarihi mücevher kültürümüzün içindeki klasik Trabzon kuyumculuk çeşitlerinin yeni tasarımlarla zenginleştirilmesi bir süreçtir. Çaykara ve Tonya’da yapılan bir araştırma “görüşülen deneklerin tasarruflarını nasıl değerlendirdiklerini göstermektedir. Deneklerin %50.7’si tasarruf yapamamaktadır. Tasarruf yapanların yönelimlerinde dövizin en önde gelmesi dikkat çekmektedir. Bununla birlikte sırayla gayrimenkul alımı, banka, borç verme, hayvan besiciliği, otomobil alımı gelmektedir. Bu sıralamada altın alırım diyenlerin oranı % 1.4 ile en düşük derecededir.” (Yıldız 2002: 124-125) Bu zaman verimli kullanılmadığı taktirde yukarıda bahsettiğimiz Türkiye’nin diğer bölgelerinde görülen geleneksel mücevherler önceki nesiller tarafından kullanılmaya bir süre daha devam etse de yeni yetişen gençliğin dünyadaki etkileşimler karşısındaki ihtiyacına yeterince cevap veremeyecek ve bir müddet sonra bunların vitrinleri süsleyen ışıltısı tarihin karanlıkları altında kalacaktır. Bu yüzden kuyumculuk sektöründeki arayış çalışmalarının yanında farklı eğitim faaliyetleri de devam etmektedir. Trabzon Valiliği Kız Teknik Öğretim Olgunlaşma Enstitüsü, Halk Eğitim Müdürlüğü ve Kız Meslek Lisesi Kuyumculuk Bölümü bu sanatın değişik kesimlerde eğitim faaliyetlerini 175 UKHAD 1 (3) 2015 yürütmektedir. MEGEP bünyesinde Trabzon kuyumculuğu için çalışmalar yapılmıştır. Ayrıca Trabzon kuyumculuğu hakkındaki üniversitelerin yüksek lisans ve doktora çalışmaları hızla artmalıdır. Karadeniz Teknik Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu bünyesinde kurulacak ‘Kuyumculuk ve Takı Tasarım Programı’ Trabzon kuyumculuğunun öncelikle tasarım ihtiyacı için tamamlayıcı olacağı kadar Karadeniz bölgesinde bu alandaki kalifiye eleman boşluğundaki istihdamı sağlayacaktır. Böylece bölgedeki göç olayının azalması adına önemli bir adım atılmış olacaktır ve Karadeniz insanının eğitim alanındaki öncülüğü yerinde insan kaynağı kullanımını gerçekleştirecektir. Sonuç olarak insanımızın ve gençlerin gelecek kaygısını dışarıda aramak değil kendi bölgesinde bulması maddi ve manevi pozitif doyum meydana getirecektir. Bu da ülkemiz ekonomisine ve kültürüne fayda sağlayacağı gibi dünya mücevher sektörü mirasında da etkileşime katkısı olacaktır. Resim 49. Dünyanın en büyük hasır bileziği 176 UKHAD 1 (3) 2015 KAYNAKLAR Ak, Mahmut (2000), “İslam Coğrafyacılarına Göre Trabzon”, Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri (6-8 Kasım 1998), Trabzon. Albayrak, Hüseyin (1994), Trabzon Basın Tarihi, Ankara: Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık. Akpınarlı, H. Feriha (2004), Kırım El Sanatlarının Dünü Bu Günü, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayını. Altunbay, Mustafa (1998), 15.-18. Yüzyıllar Arasında Osmanlı Devleti’nde Madenler ve Madencilik, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ataman, Sadi Yaver (1992), Eski Türk Düğünleri ve Evlenme Rit’leri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Aygün, Necmettin (1997), Trabzon Gümrüğü (1750-1800), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Aygün, Necmettin (2005), On sekizinci Yüzyılda Trabzon’da Ticaret, Trabzon: Serander Yayıncılık. Balıkçı, Gülsen (2003), Trabzon’un Bazı Yörelerinde Evlenme Adetleri, Folklor Araştırmacıları Vakfı. Başkaya, Muzaffer (2014), Trabzon’da Ticari ve İktisadi Hayat, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Belli, Oktay ve Gündağ, Kayaoğlu (2002), Trabzon’da Türk Bakırcılık Sanatının Tarihsel Gelişimi, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları. Beşirli, Mehmet (2002), “XIX. Yüzyılın Başlarında Karadeniz Bölgesi ve Ayan-Devlet Perspektifinden Trabzon Valisi Hazinedârzade Süleyman Paşa”, Trabzon ve Çevresi Uluslar arası Tarih-Dil-Edebiyat Sempozyumu Bildirileri. Birinci, Ali (1990), “Trabzon’da Matbuat ve Neşriyat Hayatı”, İkinci Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, Samsun. Bostan, M. Hanefi (1993), XV-XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü. Caferoğlu, Ahmet (1994), Kuzeydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Can, Kadir (25.1.1987), ‘’Trabzonlu Kadınlar Kazak Yerine Altın Bilezik Örüyorlar’’, Cumhuriyet (günlük gazete). 177 UKHAD 1 (3) 2015 Çağatay, Uluçay (1970), Kanuni Armağanı, Ankara: Türk Tarih Kurumu. Çağman, Filiz (1984), “Serzergeran Mehmet Usta ve Eserleri”, Kemal Çığ’a Armağan, İstanbul. Demirci, Süleyman ve Saraç, Hüseyin (2012), “XIX. Yüzyılda Trabzon Eyâleti’nin İdarî Birimi Olarak Atina/Pazar Kazâsı”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, (27), s.1-14. Develioğlu, Yakude (2002), ‘’Gümüş Kazaz Örücülüğü’’, Motif Dergisi, (30), s. 4-7. Develioğlu, Yakude ve Meral, Büyükyazıcı (2013), “Kazaz Ustası Mahmut Özçay”, Uluslararası Geleneksel El Sanatı Ustaları Sempozyumu, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını. Deyrolle, Theophile (1938), 1869’da Trabzon’dan Erzurum’a (Çev.: Reşat Ekrem Koçu), İstanbul: Çığır Kitabevi. Eltan, Ömer Lütfi, 20.08.2014 tarihli telefon görüşmesi. Emiroğlu, Kudret (1988), 1904 Salnamesi’nde Trabzon Sanayi Sergisi, Trabzon: Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı. Erciyas, Deniz Burcu (2006),”Hellenistik Dönem’de Karadeniz”, Karadeniz Araştırmaları Sempozyum Bildirileri Yerleşim Arkeoloji Serisi, İstanbul: Ege Yayınları. Erdentuğ, Nermin (1967), “Karadeniz Bölgesinde Evlenme Görenekleri ve Törenleri”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Antropoloji Dergisi, (4), s.27-64. Erdentuğ, Nermin (1969), “Karadeniz Bölgesinde Evlenme Görenekleri ve Törenleri”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Antropoloji Dergisi, (5), s.231-266. Erdentuğ, Nermin (1971), “Karadeniz Bölgesinde Evlenme Görenekleri ve Törenleri”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Antropoloji Dergisi, (6), s.1-28. Erdentuğ, Nermin (1974), “Türkiye’nin Karadeniz Bölgesinde Evlenme Görenekleri ve Törenlerinin Etnolojik İncelenmesi,” I.Uluslararası Türk Folklor Semineri Bildirileri, Ankara. Evliya Çelebi (1971), Seyahatnamesinden Seçmeler, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. Evliya Çelebi (1976), Seyahatname, İstanbul. Eyüboğlu İ. Zeki (1989) ‘’Bıçak Oyunları’’, Trabzon Kültür Sanat Yıllığı 88-89, s.95. Gedikoğlu, Haydar (1998), Trabzon Efsane ve Halk Hikâyeleri, 178 UKHAD 1 (3) 2015 Trabzon: T.C. Trabzon Valiliği İl Kültür Müdürlüğü Yayınları. GOLD BAZAAR Dergisi, ‘’Hasır’’, S 4, s.4-7. Goloğlu, Mahmut (14 Kasım.1980), ‘’Eski Trabzon’daki Meslek ve Sanatlar’’, Karadeniz (Günlük Gazete), Trabzon. Gökbilgin, M. Tayyib (1962), “XVI. Yüzyıl Başlarında Trabzon Livası ve Doğu Karadeniz Bölgesi”, Bel leten, XXVI, s.293-337. Güler, İbrahim (2000) “XVIII. Yüzyılda Trabzon’un Sosyal ve Ekonomik Durumuna Dair Tespitler”, Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri, Trabzon. Hoş, Sacide (1997), Trabzon Gümüş El Sanatları, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. İnan, Kenan (2013), “17. Yüzyıl Ortalarında Trabzon’da Sosyal ve İktisadi Hayat”, Trabzon: Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları. Kaflı, Kadircan (1942), Şimalı Kafkasya, İstanbul: Vakit Matbaası. Karlıklı, Şaziye (2004), Yaşayan Anadolu Takıları, Atasay Kuyumculuk. Köroğlu, Gülgün (2004), Anadolu Uygarlıklarında Takı, İstanbul: Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları. Koşay,Hamit Zübeyr (1944), Türkiye Türk Düğünleri, Ankara: Maarif Matbaası. Kuşoğlu, Mehmet Zeki (1996), Türk Kuyumculuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Ötüken Yayınevi. Kuşoğlu, Mehmet Zeki (2006) Resimli Ansiklopedik Kuyumculuk ve Maden Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Ötüken Yayınevi. Kuşoğlu, Mehmet Zeki (2010), Osmanlı Medeniyetinde 33 Kadim Sanat, İzmir: Kaynak Yayınları. Kürkman, Garo (2010), Osmanlı Gümüş Damgaları, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası. Okuyan, Abdurrahman (2003), XIX. Yüzyılın Son Çeyreğinde Trabzon (1875-1900), Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Öksüz, Melek (2004), 1746-1789 Tarihleri Arasında Trabzon’da Sosyal ve Ekonomik Hayat, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Öksüz, Melek (2006), On sekizinci Yüzyılın İkinci Yarısında Trabzon, Trabzon: Serander Yayınevi. Öksüz, Hikmet ve diğerleri (2009), Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası Tarihi 1884-1950, Trabzon: Trabzon Sanayi ve Ticaret Odası yayını. Öncü, Aydın (2011), Trabzon Türküleri (Tasnif-İnceleme-Metin), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler 179 UKHAD 1 (3) 2015 Enstitüsü. Özer, Ahmet (Haziran 1995), ‘’Abdullah Eltan’la Söyleşi’’, Kıyı, s. 111. Özkaya, Yücel (1988), “XVIII. Yüzyılda Trabzon’un Genel Durumu”,Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayını. Özkaya, Yücel (1994), Osmanlı İmparatorluğu’nda Ayanlık, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. Öztuna, Yılmaz (1977), Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul: Ötüken Yayınevi. Öztürk, Özhan (2005), Karadeniz Ansiklopedik Sözlük 2 Cilt, İstanbul: Heyamola Yayınları. Peker, Kemal (1945), İşte İktisadi Giresun ve Fındık, Giresun: Yeşil Giresun Matbaası. Somel, K. Dide (1993) “Hasır Bileziğin Öyküsü”, Trabzon, Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı, (7), s. 102-105. Sümerkan, Mustafa Reşat, (2008), Trabzon Yöresi Geleneksel El Sanatları, Trabzon: Serander Yayıncılık. Tekindağ, M.C. Şehabeddin, (1979), “Trabzon”, M.E.B.İ.A., XII/I. Terzi, Metin (2007), ‘’Lidyalılardan Miras Kalan Zanaat: Kazazlık’’, Karadeniz Meydan Dergisi, (4). Türkcan, Ergun, (1986), ‘’İngiliz Konsolosu W. Gifford Palgrave’nin raporlarına göre 1870’te Trabzon’’, Tarih ve Toplum, s. 34-46. Uğurluel, Talha 24.11.2013 tarihli e-posta. Uraz, Murat (1957), ‘’Trabzon’da Kültür Hayatı’’, Hamsi Dergisi, s.18-19. Uygun, Aynur (2001), 1866/52 (H. 1113-1114/M. 1702-1703) nolu Trabzon Şeriyye Sicil Defterine Göre Yöre Araştırması, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Yağan, Ş.Yüksel (1978), Türk El Dokumacılığı, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Yanıkoğlu, Bilal Aziz (1942), Trabzon ve Havalisinden Toplanmış Folklor Malzemesi, İstanbul: Kenan Matbaası. Yıldız, Ethem ve Ak, Muammer (2002), Doğu Karadeniz’de Kültürel Kimlik, İstanbul: Çatı Kitapları. Yılmaz, Özgür (2012), Tanzimat Döneminde Trabzon, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. http://www.ofhayrat.com/eskii/trabzonkuluptarihce.htm http://trabzonvakfi.org.tr/trabzon/cgi-bin/t?parm1=ELSNT Türkmen, Erol 2.09.2014 tarihli telefon görüşmesi. 180 UKHAD 1 (3) 2015 (* Yazar notu) Resim listesi 1- GÖNCÜOĞLU Süleyman Faruk, (2012), Yolu İstanbul’dan Geçen Kervan’ın Sarayları, İstanbul: İTO Yayınları. 2- ÖZTEKİN Yeşim; Özlem Tağtekin, Murat Güvenç, (2002), Tarih Boyunca Türklerde Altın, İstanbul: İstanbul Altın Borsası Yayınları. 3- BENJAMİN CONSTANT, The Bazaar tablosu. 4- Kuyumcu tablosu 5- ÖZTEKİN Yeşim; Özlem Tağtekin, Murat Güvenç, (2002), Tarih Boyunca Türklerde Altın, İstanbul: İstanbul Altın Borsası Yayınları. 6- ALTUN Mehmet Yüksel, (2009), Düğün Fotoğrafı Geleneği, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Sanat Dalı , (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul. 7- “ 8- YAĞAN Ş.Yüksel, (1978), Türk El Dokumacılığı, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 9- ÖZTÜRK, Özhan, (2005), Karadeniz Ansiklopedik Sözlük 2 Cilt (Ciltli), İstanbul: Heyamola Yayınları. 10- EYİCE Semavi, (1996), Trabzon, İstanbul: Republic of Turkey Ministry of Culture. 11- www.pontian.info 12- “ 13- www.habercuk.com/foto 14- ÖKSÜZ, Hikmet; Veysel Usta, Kenan Akın, (2009), Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası Tarihi 1884-1950, Trabzon: Trabzon Sanayi ve Ticaret Odası yayını. 15- OSEP Tokat, (2010), Ermeni Gümüş Damgaları, İstanbul: Aras Yayıncılık. 16- Nuri Durucu arşivi 17- KUŞOĞLU Mehmet Zeki, (2010), Osmanlı Medeniyetinde 33 Kadim Sanat, İzmir: Kaynak Yayınları. 18- TÜRKOĞLU Sabahattin, (2013) Anadolu’da Takı ve Kuyumculuk Kültürü, İstanbul: İstanbul Kuyumcular Odası. 19- OSEP Tokat, (2010), Ermeni Gümüş Damgaları, İstanbul: Aras Yayıncılık. 20- TÜRKOĞLU Sabahattin, (2013) Anadolu’da Takı ve Kuyumculuk Kültürü, İstanbul: İstanbul Kuyumcular Odası. 181 UKHAD 1 (3) 2015 21- SÜMERKAN Mustafa Reşat, (2008), Trabzon Yöresi Geleneksel El Sanatları, Trabzon: Serander Yayıncılık. 22- KARLIKLI Şaziye, (2004), Yaşayan Anadolu Takıları, Atasay Kuyumculuk. 23- Akdin Kuyumculuk broşürü 24- Nuri Durucu arşivi 25- Ogün Gümüş Broşürü 26- Nuri Durucu arşivi 27http://www.kadinlarkulubu.com/forum/index.php?threads/elyap%C4%B1m%C4%B1-kazaziye-saf-g%C3%BCm%C3%BC%C5%9Ftak%C4%B1lar.691815/ 28- Saray Gümüş broşürü 29- “ 30- OSEP Tokat, (2010), Ermeni Gümüş Damgaları, İstanbul: Aras Yayıncılık. 31-http://urun.gittigidiyor.com/antika-sanat/osmanli-savatli-ciftsurmene-kama-cok-temiz-112890858#product-information (5.9.2014) 32- KÜRKMAN Garo, (2010), Osmanlı Gümüş Damgaları, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası. 33- “ 34- “ 35- OSEP Tokat, (2010), Ermeni Gümüş Damgaları, İstanbul: Aras Yayıncılık. 36- ÖKSÜZ, Hikmet; Veysel Usta, Kenan Akın, (2009), Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası Tarihi 1884-1950, Trabzon: Trabzon Sanayi ve Ticaret Odası yayını. 37- “ 38- Nuri Durucu arşivi 39- Trabzon Kuyumcular Odası 40- KARLIKLI Şaziye, (2004), Yaşayan Anadolu Takıları, Atasay Kuyumculuk. 41- “ 42- “ 43- “ 44- Nuri Durucu arşivi 45- “ 46- http://stilyan.com/trabzon-hasiri/ 47- HOŞ Sacide, (1997), Trabzon Gümüş El Sanatları, Marmara 182 UKHAD 1 (3) 2015 Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Eğitimi Sanat Dalı, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul. 48- “ 49- Akdin Kuyumculuk broşürü Tablo Listesi 1- ÖKSÜZ, Hikmet; Veysel Usta, Kenan Akın, (2009), Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası Tarihi 1884-1950, Trabzon: Trabzon Sanayi ve Ticaret Odası yayını. 2- ÇELİK Ali, (2005), Manilerimiz ve Trabzon Manileri, Ankara: Akçağ Basım Yayın. 3- - ÖZTÜRK, Özhan, (2005), Karadeniz Ansiklopedik Sözlük 2 Cilt (Ciltli), İstanbul: Heyamola Yayınları. 4- Trabzon Kuyumcular Odası arşivi 183 UKHAD 1 (3) 2015 TRABZON, RİZE, GİRESUN VE ORDU AĞIZLARINDA GÖRÜLEN MÜZİK KÜLTÜRÜNE AİT KELİMELER Trabzon, Rize, Giresun and Ordu Oral Culture Music Seen On The Words Cihan ÇAKMAK** ÖZET Karadeniz bölgesi zorlu coğrafyası, tarihi dönemlerden günümüze pek çok uygarlığa yurt oluşu, sınırlı tarım arazileri gibi özellikleriyle kendine özgü bir karaktere sahiptir. Tüm bu etmenler yörenin diline, kültürüne gelenek-göreneklerine bilhassa da müzik kültürüne güçlü bir şekilde yansımıştır. Çalışmamızda Trabzon, Rize, Giresun ve Ordu Ağızlarında Görülen Müzik Kültürüne ve Oyun türlerine yönelik ağız çalışmalarındaki kelimeler tek tek incelenmiş, ardından söz konusu kelimeler bir sınıflandırmaya tabi tutulmuştur. İncelememizde Karadeniz yöresinin sadece müzik ögelerinin bile bir ansiklopedi oluşturacak kadar zengin bir söz hazinesine sahip olduğu saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Karadeniz, kemençe, horon, horon türleri. ABSTRACT Black Sea Region has distinctive character traits such as having tough geography and limited agricultural lands, being shelter to lots of civilizations. Black Sea Region’s language, culture, traditions and especially music genre have been reflected to all these character traits. In our study, firstly all the local dialect words which belong to music culture and folklore types of Trabzon, Rize, Giresun and Ordu, have been researched individually. Accordingly researching results these local dialect words have been classified. To conclude, our researching shows us that Black Sea Region has a really extensive vocabulary that you can create an encyclopaedia from just Region’s music elements. Key Words: Black Sea, kemençe, horon, types of horon. * Dr., Celal Bayar Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü. Manisa/TÜRKİYE 184 UKHAD 1 (3) 2015 GİRİŞ Karadeniz bölgesi coğrafi şartlarının çetinliği ile Türkiye’nin diğer altı bölgesinden farklı özellikler göstermektedir. Geçit vermez dağları, engebeli coğrafyası, yılın hemen her mevsim yağan yağmurları ve tarım alanlarının darlığına rağmen derin ve zengin bir kültüre sahiptir. Bu kültürel çeşitliliğe diline, giyim kuşamına, halk oyunlarına ve müziğine de yansıtmıştır. Çalışmamızda Trabzon, Rize, Ordu, ve Giresun illerinde görülen müzik kültürüne ve halk oyunlarına ait kelimeler ele alınmıştır. Halk oyunlarına ait kelimeler başlığı altında başta horon ve türleri olmak üzere, oyunlarda kullanılan giysiler ve eşyalar ele alınmaya çalışılmıştır. Müzik kültürüne ait kelimeler başlığı altında ise başta kemençe ve tulum gibi karakteristik çalgıların yanı sıra söz konusu müzik aletlerinin en ufak parçasına varana kadar tüm detaylar ele alınmaya çalışılmıştır. Doğu Karadeniz kültürüne ait yaptığımız incelemede Trabzon, Ordu, Rize yörelerine ait müzik kültürüyle ilgili kelimeler listelenmiştir. Çalışmamızda Ahmet CAFEROĞLU’nun (1994) Kuzeydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar-Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Yöresi Ağızları s. 305-355, Necati DEMİR (2006) Trabzon ve Yöresi Ağızları C. I-II-III, s.3265 ile Turgut GÜNAY (2003) Rize İli Ağızları, s. 309-336 adlı eserlerinden yararlanılmıştır. I. MÜZİK KÜLTÜRÜNE AİT KELİMELER Trabzon ve Rize illeri gerek oyun türleriyle gerekse de kullanılan müzik aletleri bakımından Karadeniz bölgesinin diğer illeri üzerinde oldukça etkili olmaktadır. Bunu bilhassa kullanılan müzik aletlerinde görmek mümkündür. “Trabzon ve Rize yöresinde müzikle uğraşan kişiler halkla iç içe olduğu için yöredeki müzik kültürü aslından fazla bir şey kaybetmemiştir. Özellikle kemençe, tulum ve kaval çalgılarıyla uğraşan kişiler bu işi usta çırak ilişkisiyle geliştirmişler ve yörede duydukları ezgileri farkı ortamlarda çalarak yöre ezgilerini hem yaşatmışlar hem de yayılmasını sağlamışlardır. Bu yöredeki oyun havalarının icarsında, eğlencelerde ve muhabbet ortamında çoğu kez kemençe, tulum ve dilli kaval çalınmaktadır. Yörenin iç kesimlerinde davul ve zurna ikilisine de rastlanmaktadır. Karadeniz yöresinde görülen zurna (zil zurna-cura zurna) diğer yörelere göre daha küçük boyludur. Bu da tiz ve kıvrak melodileri çalmak için kolaylık sağlamaktadır. Yörede kemençe, dilli kaval, tulum, davul ve zurna, akordeon (Rize), armonika, zilli maşa, darbuka, kaşık, dilli düdük, zil, zimbon, çengi, def, güğüm, fincan, ve leğen gibi çalgı 185 UKHAD 1 (3) 2015 aletleri kullanılmaktadır.” (Kaya 2006: 723). Alt köprü (Kamış, Kurbagacık, Uzun Eşek, Uzun Eşşek): Kemençenin alt ve geniş kısmındaki bir ucu gövdenin alt bölümünde bırakılmış kabartmaya tutturulan, bir ucuna ise tel bağlanan ağaç parça. Bağlama (Paglama): 1. Üç çift teli olan ve mızrapla çalınan bir saz. 2. Horan oyununa eşlik etmek için çalınan saz. Boyun (Sap, Poyun): Kemençede burguluk ile tekne arasındaki kısım. Bir elin tutabileceği kadar kısa ve ince olup 6-9 cm arasında değişmektedir. Perdesizdir. Burgu: Kemençenin uç kısmına takılan, tel sayısı kadar olan, tellerin sarıldığı ağaç parçası. Tepesi geniş ve yassı, kemençenin gövde kısmına girecek bölümü incedir. Sert ağaçlardan yapılır. Teller, burgu döndürülmek suretiyle gerilir, ses düzenli ve güzel çıkacak biçimde ayarlanır. Burguluk (Baş, Cidali, Kafa, Tepe, Purguluk): Kemençenin en uç kısmı. Bu kısma topuz biçimi verilir ve burgular takılır. En uç kısımda at yelesi ve deniz dalgalarını andıran kabartmalar yapılmaktadır. Bitmiş biçimini, kurt başına benzetenler de vardır. Özel bir çalışma ile timsah, hamsi veya diğer bazı hayvanlara benzeyecek biçim verilebilmektedir. Can direği: Kemençede gövde ile kapağın birleşmesinden önce, gövdedeki boşluğa sol kaşın altına dikey biçimde yerleştirilen, bir ucu gövdeye diğer ucu kapağa dayandırılan 3-3.5 cm boyunda ve 0.5. cm kalınlığındaki ağaç parça. Gerili tellerin baskısıyla gövdenin çökmesini engellemektedir. Ayrıca bu direk telden kapağa geçen titreşimi gövdeye iletmekte ve ses derinliği vermektedir. Uygun bir ağaçtan yapılıp doğru yere yerleştirilmezse kemençenin sesi çıkmaz. Çalgı: müzik aleti. Çangi: çan, kelek. Çav: kelek, çan. Davul (Daul, Tavul): büyük ve enlice bir kasnağın iki yanına deri geçirilerek yapılan, tokmak ve değnekle çalınan çalgı. Genellikle zurna eşliğinde çalınmaktadır. Türklerin kullandığı en eski çalgılardandır. Davulcu: davul yapan, satan ve çalan kimse. Davul derisi: Soyulup kurutularak davulda kullanılabilecek kıvama getirilen keçi ve dana derisi. Direk: kemençede göğüsün çökmemesi için göğüs tahtası ile kasnak arasına konulan ağaç parçası. Dört telli: dört teli olan bir kemençe türü. Firfilik: düdük, düdük sesi. 186 UKHAD 1 (3) 2015 Gayda: kemençe. Gemençe: bk. kemençe. Göğüs (Kapak): Kemençenin gövdesine yapıştırılan kapak. Yörede doruk ve sakız ağacı denilen ladin veya kayından yapılmaktadır. Adı geçen ağaçların tepesine yakın budaksız kısmından alınan tomruk, yaracak veya yarma bıçağı adı verilen bıçakla yaklaşık 1 cm kalınlığında boylamasına dilinir. Kapak, şekil aldıktan sorma rende ile her iki yüzü iyice düzeltilir, gerekli inceliğe (yaklaşık 2-3mm) ulaşınca ince zımpara kağıdı ile silinir. Kemençenin sesini etkileyen unsurlardan biridir. Kalın olduğunda kemençenin sesi ince, ince olduğunda ise kalın çıkmaktadır. Göt: bk. düdük Götlük: 1. bk. düdük. Kasnak: Davul yapılırken iki yana gerilen deriyi bir araya toplayan ağaç tabaka. Kaş (Gaş): 1. Kemençede köprünün yerleştirileceği yerin her iki yanına açılan yaklaşık 4-6 cm uzunluğunda, 0.5 cm genişliğinde düz veya yay biçimindeki delikler. Kaşlar gövde içinde ses titreşimini düzenli bir biçimde dışa yansıtmaktadır. 2. Semerin ön tarafında bulunan ve binenlerin tutması veya yük ipinin takılmasına yarayan yassı iki ağaç. Kaval (Gaval, Kavel): Kaval, kamış veya çeşitli ağaçlardan yapılan, genellikle çobanların çaldığı yumuşak sesli, perdeli, büyük düdük. Uzunluğu 30-80 cm, kalınlığı ise 3-4 cm arasında değişmektedir. Üflenen yere yakın bölümde bir, ortada aktı, alt ucuna yakın bir bölümde de bir olmak üzere yedi deliği bulunmaktadır. Eskiçağlardan beri kullanılan bir Türk çalgısıdır. Kayış: davulu boynuna n takmaya yarayan deri şerit. Kemençe (Fa. Kemançe, Çemençe, Gemençe, Kemece, Kemençe, Kıyak): genellikle dip kısmı diz üstüne baş kısmı sol göğse yerleştirilerek veya serbest bir biçimde yay ile çalınabilen, kıs boylu, perdesiz saplı, uzun tarihi geçmişi bulunan telli bir çalgı. Perde aralıklarının dar olması ve ses alanlarının yetersizliği sebebiyle çalması zordur. Gövde, göğüs, kulaklar ve diğer küçük parçalardan oluşur. Kemençenin gövdesi hemen her ağaçtan yapılabilir. Kolay şekil verilebilen, yarılmayan yılmayan ardıç, ceviz, dut, erik, kiraz, karaağaç, dişbudak gibi ağaçlardan yapılanlar daha makbuldür. Bunlarla birlikte armut, elma, kayın, kestane, selvi vb. ağaçlar da kemençeye gövde olabilir. Çatlama, yılma ve yarılmaması için kemençe yapılacak ağacın budaksız olmasına dikkat edilmektedir. Kemençe yayı (Ok): Yaklaşık 50 cm uzunluğunda 1 cn kalınlığında uzun, ince yün eğirme eğircesine benzeyen çubuk. Genellikle gül ve kızılcıktan 187 UKHAD 1 (3) 2015 yapılmaktadır. Ok: bk. kemençe yayı. Nav: tulum-zurnanın düdük kısmı. Seyta: kemençe yayı Tulum: 1. Karadeniz bölgesinin özellikle Rize ve Artvin yörelerinin en önde gelen üflemeli halk çalgısıdır. Hiç zedelenmeden çıkarılan koyun, özellikle de oğlak derisinden yapılan çalgıdır. Türkçe bir kelim olan tulum Köktürkçe ve Uygur Türkçesinde o ile u aynı işaretle gösterildiği için kelime kökünü tul- veya tol- olduğu ayırt edilememektedir. DLT’de tul- biçiminde geçer. KB. de tu- “kapatmak, tıkamak, kaplamak”; tul- “kaplanmak, kapanmak” anlamlarında kullanılmıştır. Kelime -um isimden fiil yapım ekiyle isimleşmiştir. Tulumcu: Tulum yapan, satan ve çalan kişi. Yay: Kemençede tellerin bağlandığı tahta. Yay teli: kemençe yayına bağlanan at kuyruğu kılları. Kemençeye ses veren ve yayı oluşturan teller, kuyruk kıllarının idrardan zarar görmemiş olması için, erkek atın kuyruğundan elde edilmektedir. Yay telleri, kemençe yayına her iki uçtan delikler delinerek bağlanır. Yayın el ile tutulan kalın ucu ve yay tellerinin bir bölümü deri ile kaplanır. Tellerin dağınık durmasını önlemek içini, bölgede akınduruk denilen reçine sürülür. Zurna: Keskin bir ses çıkaran ve çoğu zaman davulla veya dümbelekle birlikte çalınan nefesli çalgı. Ağaç, maden veya boynuzdan yapılmaktadır. Dişbudak ve şimşir ağacından yapılanı makbuldür. Kamış, tabla, tepe ve boru bölümlerine sahiptir. Üstte 7, altta bir deliği vardır. tok, yanı ve güzel bir ses çıkarmaktadır. Türklerin tarih içinde ve günümüzde yaşadığı bütün coğrafyalarda kullanılmıştır. Dede Korkut hikayelerinde bir düğünün anlatıldığı bölümde “Beyrek kalktı, kızlar yanına vardı, surnaşıları kovdı, nakaracıları kovdı,...” cümlesi o zamanlarda da düğünlerde zurna çalındığını göstermektedir. Zurnacı: zurna yapan, satan ve çalan kimse. , II. HALK OYUNLARINA AİT KELİMELER Açık horan: Çok sayıda oyuncu ile kadın erkek, karışık oynanan horan. Oyuncular, aralarında mesafe bırakarak dizi oluştururlar. Ağır horan: Horanda müzik ve hareketlerin ağır ağır yapıldığı giriş ve sonuç bölümü. Horanın bölümleri: ağır horan, yenlik horan, sert horandır. Ağır horanda müzik temposu yavaş yavaş yükselir: çavuş: “yanlik, yenlik, alaşağı, alaşağı, ufak ufak “ nidalarıyla seslenir, yenlik bölümüne geçiş yapılır. Yenlik 188 UKHAD 1 (3) 2015 horanda oyun ritmi yükselir; çavuş “al aşağı, al oğlum, kim ola, taktum, yık oğlum” sözleriyle seslenir. Bundan sonra sert bölüme geçilir, oyunun temposu iyice yükselir. Oyun tekrar çavuşun bu sözleriyle yenlik bölüme, arkasından ağır horana döner ve daha sonra da biter. Alika: Horon çeşidi. Altı ayaklı atlama: Horan oyunlarının en hızlı oynananlarındandır. Oyun sırasında sık sık atlama ve sıçrama yapılmaktadır. Anzer: Horon çeşidi. Aşağı almak: Horan oynarken kemençeye uyarak kollarını indirmek. (DS) Atlama: Erkekler tarafından daire ve ya sıralama biçiminde oynanan horan. Trabzon’un hemen her yöresinde bilinmektedir. Yöreden yöreye farklılıklar göstermektedir. Bıçak horanı: İki erkek oyuncu tarafından bıçakla genellikle sıksara müziği eşliğinde oynanan horandır. Atlama, korunma, kurtulma ve dalaşma gibi savaşı anımsatan bölümleri bulunmaktadır. Temelde karşıdaki oyuncuyu yıldırmak ve üstün olduğunu kabul ettirmek esasına dayanmaktadır. Sonunda iki oyuncu barışır, kucaklaşıp ondan sonra ayrılırlar. Tehlike arz ettiği için özel beceri gerektirmektedir. Cırlak (cırlayık): ince ve sürekli sesle bağırıp ağlayan (DS). Cırlamak (cıllamak): 1. Şarkı okumak; 2. İnce ses çıkararak ağlamak, şarkı okumak. DLT: yırla- “şarkı, gazel söylemek. Çavuş: 1. Horan oyununu iyi bilen ve idare eden horancıbaşı. Horanları elinde taşıdığı yağlık adı ile bilinen mendille “hayde bir horan kuralım” cümlesiyle başlatmakta; horan kurulduktan sonra oyundakilerin coşması için “ha uşak ha, ha yaylan ha; hop hop; ule ule ule; ula ula ula” gibi sözler haykırmaktadır; 2. Köy seyirlik oyunlarında rol sahibi kişi. Deli horan: hareketli bir horan oyundur. Sık sık ayaklar yere vurulmaktadır. Hız ve güç gerektirdiği için yalnız erkekler tarafından oynanmaktadır. Garşilama: karşılıklı söylenen türkü, atma türkü. Gız horonu (Kızlar horanı): Tekayak olarak da bilinir. Kadın, erkek karışık oynanır. Horan oyununun en kolaylarındandır. Halkum: El ele tutuşup halka biçimine gelerek oynanan horan oyunu. Hemşin: Ağır bir tulum-zurna havası ve horon çeşidi. Hora: bk. horan Horan (Foran, Foron, Hora, Horom, Horon, Horum, Oran): Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesinde dizi, eğiri dizi veya halka biçiminde oynanan; 189 UKHAD 1 (3) 2015 genel olarak 5, 7, 9 vuruşlu halk oyunudur. Geleneksel Türk halk danslarının en önemlilerinden biridir. Merkezi Trabzon ve Rize gibi görünmektedir. Erkisi azalarak, komşu illerin halk oyunlarında görülmektedir. Çevre illerde Artvin, Bayburt Gümüşhane, Giresun, Ordu ve samsunda ön plandadır. Karadeniz’in zorlu ve engebeli coğrafyasını, denizin şiddetli ve hırçın dalgalarını, insanın yapısını belki de en güzel biçimde ortaya koymaktadır. İlgi çekici biçim ve hızlı bir tempo ile icra edildiği için uluslararası ölçüde ün kazanmıştır. Kemene, kaval, bağlama, tulum, davul, zurna eşliğinde oynanmaktadır. Bununla birlikte tef, darbuka da eşlik etmektedir. Horana girme: Horan oyununa katılma. Horana girmek: Horan oyununa katılmak. Horancı başı: Horan oyununu idare eden çavuş. Horanları elinde taşıdığı yağlık adı verilen mendille “hayde bir horan kuralım” cümlesiyle başlatmakta; horan kurulduktan sonra oyundakilerin coşması için “ha uşak ha; ha yaylan ha; hop hop; ule ule ule; ula ula ula” gibi sözler haykırmaktadır. Horan çevirmek: Horan oyunu kurmak. Horan dizmek: Horan oyunu kurmak. Horan düzü (Oron düzü): Horan çevirmek: Horan oynanan meydan. Horan kurmak: Horan oyunu kurmak. Horan oluşturmak: Horan oyunu kurmak. Horan oynamak (Oron oynamak): Horan oyunu oynamak. Horan tepmek (Oron tepmek): Horan oyunu oynamak. Horan tutmak (Oron tutmak): Horan oyunu kurmak. Hora tepme: Horan oynama, horan oyunu oynama. Horan tepmek: Horan oynama, horan oyunu oynamak Horom düzü: Horan oynanan alan. Horom oynamak: Horan oyunu oynamak. Horom tepmek: Horan oyunu oynamak. Horon: bk. horan. Irlamak: Şarkı, türkü söylemek. CC. ırla- : şarkı söylemek. İki ayak: Bir horon çeşidi. Karma horan: Kadın, erkek karışık oynanan horandır. Memetina: Bir horon çeşidi. Papila (papilat): bir horon çeşidi. Sallama: Düzenli bir biçimde hep aynı yöne doğru ilerleyerek oynanan horandır. Vücudun alt kısmının iki yana sallanması esasına dayandığı için bu isim verilmiştir. Trabzon yöresinde Akçaabat sallaması ve Sürmene sallaması olmak üzere iki türü bilinmektedir. Kadın-erkek veya sadece kadınlar 190 UKHAD 1 (3) 2015 tarafından Sürmene ve Çaykara yöresinde: kemençe, davul-zurna veya kaval eşliğinde oynanmaktadır. Sano: Bir horon çeşidi. Sarişka: Bir horon çeşidi. Sert hemşin: Bir horon çeşidi. Sert horan: Horanın bölümleri: ağır horan, yenlik horan, sert horandır. Ağır horanda müzik temposu yavaş yavaş yükselir: çavuş “yanlik yenlik, alaşağı alaşağı, ufak ufak nidalarıyla seslenir, yenlik bölümüne geçiş yapılır. Yenlik horanda oyun ritmi yükselir: Çavuş: “al aşağı, al oğlum, kim ola, taktumi, yık oğlum” sözleriyle seslenir. Bundan sonra sert bölüme geçilir. Oyunun temposu iyice yükselir. Oyun tekrar çavuşun bu sözleriyle yenlik bölüme, arkasından ağır horana döner ve daha sonra da biter. Sık sara: Sıksaray, sihsaray ve saray ismiyle de bilinmektedir. Bir oyun (horon) çeşididir. Trabzon ve yöresinde en yaygın oynanan horanlardan biridir. Yöreden yöreye kısmi değişiklik göstermektedir. Hızlı hareket çeviklik üzerine kurulmuştur. Yazma: Horan oyunlarında kadın giysisi. Yenlik horan: Horanın bölümleri: ağır horan, yenlik horan, sert horandır. Ağır horanda müzik temposu yavaş yavaş yükselir: çavuş “yanlik yenlik, alaşağı alaşağı, ufak ufak nidalarıyla seslenir, yenlik bölümüne geçiş yapılır. Yenlik horanda oyun ritmi yükselir: çavuş. “al aşağı, al oğlum, kim ola, taktumi, yık oğlum” sözleriyle seslenir. Bundan sonra sert bölüme geçilir. Oyunun temposu iyice yükselir. Oyun tekrar çavuşun bu sözleriyle yenlik bölüme, arkasından ağır horana döner ve daha sonra da biter. Zıpka: Horan oyunlarında erkek giysisi. SONUÇ İncelememizde Trabzon, Rize, Giresun ve Ordu ağızlarında yer alan müzik kültürüne ait toplam 35 kelime tespit edilmiştir. Bu kelimelerden 11 tanesi bağlama, davul, kemençe, tulum, zurna, dört telli, firfilik gibi müzik aletlerinin adıdır. Geriye kalan 14 kelime ise göğüs, kemençe yayı, can direği, burgu, burguluk vb. söz konusu müzik aletlerinin herhangi bir parçası olarak ele alınmıştır. Müzik kültürüne ait kelimelere baktığımızda ise Karadeniz halk oyunlarının en tipik örneği olan horon dikkat çekmektedir. Horon geleneksel bir halk dansı olup tulum ve kemençe eşliğinde, halka şeklinde oynanan ve bir kişi tarafından yönetilen şarkılı halk danslarıdır. Karadeniz coğrafyasında oynanan halk oyunlarının ortak adı olan horon yöreden yöreye farklılıklar 191 UKHAD 1 (3) 2015 göstermekte ve bölgenin kültürel zenginliğine en iyi bir şekilde yansıtmaktadır. Trabzon, Rize, Giresun ve Ordu ağızlarında yer alan halk oyunlarına ait kelimeler incelendiğinde ise başta horon ve horon türlerinin sayısının oldukça fazla olduğu dikkati çekmektedir. İncelememize konu olan toplam 49 kelimeden 22’si bir horon çeşididir. Bu durum horonun Karadeniz kültürünün adeta kaynağını ve önemli temsilcisi olduğunu göstermektedir. KAYNAKLAR Caferoğlu Ahmet, (1994), Kuzeydoğu İllerimiz Ağızlarından ToplamalarOrdu, Giresun, Trabzon, Rize ve Yöresi Ağızları, Ankara: TDK Yay. Demir Necati (2006), Trabzon ve Yöresi Ağızları I-II-III, Ankara: Gazi Kitabevi. Günay Turgut (2003), Rize İli Ağızları, Ankara: TDK Yay. Karaörs Metin (2000), “Kuzeydoğu Anadolu (Trabzon ve Yöresi) ve Batı Rumeli Türk Ağızlarının Ortaklığı ve Akrabalığı”, (6-8 Kasım 1998), Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri, Trabzon. Kaya Emrah (2006), “Müzik Eğitimimizin Temel Kaynaklarından Biri Olan Geleneksel Müzik Kültürümüz İçerisinde Trabzon ve Rize Ezgileri”, Ulusal Müzik Eğitimi Sempozyumu Bildirisi (26-28 Nisan 2006), Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Denizli. Öründü Fuat (2000), Trabzon ve Yöresi Ağızları, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Trabzon. www. muzikegitimcileri.net http://tr.wikipedia.org/wiki/Laz_müziği http://www.alasayvan.com/her-telden-egitim-konulari/363653karadeniz-bolgesinin-muzik-kulturu-aletleri-muzisyenleri.html 192 UKHAD 1 (3) 2015 ÇEPNİLERDE DİNÎ HAYAT VE BAZI DİNÎ UYGULAMALAR ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME An Evaluatıon Of Çepni Clan’s Relıgıous Lıfe And Some Relıgıous Practıces Nazım KURUCA* ÖZET Oğuzların Çepni boyuna ait yapılan çalışmalar her geçen gün artmaktadır. Yapılan bu çalışmaların genellikle dil, edebiyat, tarih ve inanma üzerine yoğunlaştığını söylemek gerekir. Anadolu coğrafyasının nerede ise tamamında Çepni kültür izlerine tesadüf etmek mümkündür. Özellikle Doğu Karadeniz bölgesi ile bu bölgeye yakın yerlerde Çepni kültürüne ait uygulamaların günümüzde de canlılığını muhafaza ettiğini ifade etmek gerekir. Bu uygulamaları yöre insanının günlük hayatında da görmek mümkündür. Çepnilerin din ve inanma konusundaki durumunu ortaya çıkaran bilimsel çalışmaların da son yıllarda artarak devam ettiği görülmektedir. Özellikle, İslâm inancının Anadolu topraklarında mukim kılınmasında Çepnilerin önemli hizmetlerinden bahsedilmektedir. Çepniler, Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Güvenç Abdal gibi tasavvuf büyüklerinin yolundan gitmişlerdir. Bu durum aynı zamanda Türk insanının dinî konulardaki uygulamalarına da örnek teşkil etmektedir. Başta Giresun olmak üzere Anadolu’nun birçok yerinde bu uygulamaları görmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Oğuzlar, Çepniler, Doğu Karadeniz, Din, Mezhep, İnanma ABSTRACT There have been an increasing number studies on Çepni clans who are belonged to the tribe of Oguz. Most of these studies have focused on their language, literature, history and beliefs. It is likely to come across with the traces of Çepni culture throughout Anatolia. It could be stated that Çepni people’s cultural practices have preserved the viability at the present time, especially in the Eastern Blacks Sea Region and its near vicinity. It is possible to see these practices in the daily life of local people. Scientific studies on Çepni’s religion and belief have increasingly continued in recent years. These studies have revealed that Çepni clans made important services on the expansion of Islamic beliefs in Anatolian lands. Çepnies followed in such sufies as Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Güvenç Abdal wake. This is a good example of Turkish people’s religious practices. These practices could be seen throughout Anatolian, especially in Giresun. Keywords: Oghusz, Çepni Clans, Eastern Black Sea, Religion, Sect, Belief * Dr. Giresun Üniversitesi Eğitim Fakültesi. Giresun /TÜRKİYE 193 UKHAD 1 (3) 2015 GİRİŞ Oğuzların bir boyu olan ve aynı zamanda Anadolu’nun bir “Türk Yurdu” haline getirilmesinde önemli hizmetleri olan Çepniler1 hakkında son yıllarda birçok bilimsel çalışma yapılmıştır. Yapılan bu çalışmalarda genellikle Çepnilerin iktisadî, siyasî, sosyal ve dinî durumları ele alınmıştır. Faruk Sümer, Ali Çelik gibi ilim adamları2 yaptıkları bilimsel çalışmalarında Çepniler konusuna açıklık getirmeye çalışmışlardır. XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un Dîvân Lugâti’t-Türk’ündeki 22 Oğuz boyu arasında adı geçen Çepni boyu, Fahreddin Mübârekşah’ın XIII. yüzyılın ilk yıllarında yazdığı tarihinde görülen Türk kavimleri arasında da adının zikredildiği görülür. XIV. yüzyılın başlarında İran Moğolları’nın İlhanlı devleti veziri Reşîdeddin’in başkanlığında resmî bir heyet tarafından yazılmış olan dünya tarihi Câmiü’t-Tevârih’teki Oğuz Boyları bahsinde Çepniler “Üç Oklar” arasında 17. sırada yer aldığı görülmektedir (Sümer 1992b: 35). Oğuzlar tarihinin en önemli mütehassıslarından biri olan Faruk Sümer, Türkmen kelimesinin Müslüman Oğuzları gayrı müslim Türklerden ayırt eden temel bir işleve sahip olduğunu belirtmektedir. Müslümanlığı kabul eden grubun Türkmenler olduğunu, bu nedenle Mâveraün-nehr bölgesinde Müslüman Türk şeklinde bir tabirin oluştuğunu, buradan da Türkmen kelimesinin ortaya çıktığını söylemekteFaruk Sümer’in Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları adlı kaynak eserindeki bilgiler ışığında, “XVI. yüzyılda Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde Çepnilere ait 43 yer adının mevcut olduğu görülmektedir. Aynı dönemde Anadolu’daki Oğuz boylarına ait yer isimleri yönünden Çepniler dokuzuncu sırada yer almaktadır. Faruk Sümer, Çepnilere ait yer adları ile ilgili verdiği listede Kastamonu sancağında 6 köy, Bolu ve Hüdâvendiğar sancaklarında 5’er köy, Canik’te 3 köy, Çorum’da bir nâhiye ve 2 köy, Sivas’ta 1 ekinlik, 2 köy, Konya’da 2 köy, Trabzon’da 1 nâhiye, 1 köy, Kayseri’de 1 ekinlik; Akşehir, Amasya, Ankara, Bey-Şehri, Bozok, İç-il, Karasi, Kengırı, Koca-ili ve Sultanönü’nde 1’er köy bulunmaktadır. 2 Sümer, Faruk (1992), Çepniler: Anadolu›nun Bir Türk Yurdu Hâline Gelmesinde Önemli Rol Oynayan Oğuz Boyu, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları; Çelik, Ali (1999), Trabzon-Şalpazarı Çepni Kültürü, Trabzon: Trabzon Valiliği Kültür Müdürlüğü Yayınları; Kaçar, Betül Zahide (2010), Çepnilerde Din ve Sosyal-Kültürel Hayat (Giresun Örneği), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı Din Sosyolojisi Bilim Dalı, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul; Şahin, Halil İbrahim (2013), Çepniler Tarih İnanış ve Halkbilimi, Ankara: Altınpost Yayınları; Kaya Mevlüt (2011), Çepniler Tarih Serüveni ve Giresun-Espiye Yöresinin Kültür Kökenleri, İstanbul: Togan Yayınları; Çepnioğlu, Cahit (2014), Oğuz Çepni Boyu, İstanbul: Yazım Basım Yayın Matbaacılık. 1 194 UKHAD 1 (3) 2015 dir (Şahin 2013: 55). Yine Çepniler üzerine birçok çalışması olan Ali Çelik, Çepnilerin Selçuklular döneminde büyük bir bölümünün İran’a, Türkiye’ye, Kafkasya’ya ve Irak’a geçtiklerini Türkmenistan’da Alili, Ata, Göklen, Hatap ve Hıdırili boylarıyla Çepbe, Çovdur ve Ersarıların Çepek, Burkazların Çepbece diyen aşiretlerinin kadim Çepnilerle aynı kökten gelmelerinin kuvvetle muhtemel olduğu ifade etmektedir (Çelik 1999: 14-15). Bir aşiret içinden çıkan üç, dört hatta daha fazla parçanın aynı aşiret ismini taşıyan çeşitli iskân merkezleri kurdukları bir vakıadır. Bazılarının Dulkadir Yörükleri gibi, çok uzaklarda -Arap memleketlerigidip orada yerleşip ziraat yaptıkları hakkında çeşitli örnekler mevcuttur. Osmanlı tahrir defterlerine göre, XVI. yüzyılda bugünkü Türkiye sınırları içinde 24 Oğuz boyuna ait olduğu tespit edilen köy ve ekinlik vasfındaki yer adlarının dağılışı şöyledir: Kayı 94, Avşar 86, Kınık 81, Eymir 71, Karkın 62, Bayındır 52, Salur 51, Yüregir 44, Çepni 43, Iğdır 43, Bayat 42, Alanyutlu 29, Kızık 28, Yazır 24, Dodurga 24, Begdili 23, Büğdüz 22, Çavuldur 21, Yıva 19, Döğer 19, Karaevli 8, Peçenek 4 adet yerleşim yeri bulunmaktadır (Orhonlu 1987:106). Tapu tahrir defterlerinin daha detaylıca incelenmesi ve yer adlarının yeni baştan tetkik edilmesi halinde bütün Türkmen boylarının nerelerde iskâna tâbi tutuldukları kolaylıkla ortaya çıkarılacaktır. Çepniler, Anadolu’ya Horasan üzerinden Erzincan’a kadar gelmiş ve daha sonra burada iki kola ayrılarak bir kolu İç Anadolu ve Güney Doğu Anadolu’dan Halep’e kadar yayılmış, diğer kol ise Doğu Karadeniz’in güney bölgelerinde yerleşmişler ve buralardan da zaman içinde Batı Anadolu’ya kadar gelişen bir yayılma süreci göstermişlerdir (Uysal 2005: 30). Anadolu Selçuklu Devleti’nin 1246’dan sonra Moğol siyasî hâkimiyeti altına girmesiyle Selçuklu merkezî yönetiminin etkisini yitirmesinden sonra, yani aşağı yukarı 1250’li yıllarda bugün kendi adını taşıyan kasabanın bulunduğu yerde Çepni Türkmen boyu içinde yeniden sahneye çıkan Hacı Bektaş’ı bize tanıtan temel kaynak, bilindiği üzere, XV. yüzyılın son çeyreği içinde kaleme alınmış bulunan kendi menâkıbnâmesidir (Ocak 1992:206). Aynı yıllarda Çepniler’in Doğu Karadeniz Bölgesinde cereyan eden Türk yerleşmesinde oynadıkları pek mühim rol Trabzonlu Şâkir Şevket ve Tirebolulu Binbaşı Hüseyin 195 UKHAD 1 (3) 2015 Alpaslan’ın dikkatlerini çekmiştir. Ülkemizde 1876-1877’de ilk şehir tarihi yazan Şâkir Şevket, Çepniler’in İran’dan çıkarıldıktan sonra, onlardan 100.000 nüfusun Doğu Karadeniz bölgesine gelerek Tirebolu, Görele ve Vakfıkebir yörelerine yerleştiklerini; bir rivayet şeklinde anlatırlar (Sümer 1992b: 82). Evliyâ Çelebi, Seyahatnâmesi’nde Doğu Karadeniz sahillerinde bulunan yerleşim yerleri hakkında bilgi verirken yöre ahalisinden de bahsetmektedir. Bölgede bahsettiği ahali içinde Çepnilerin de olduğunu görmekteyiz (Barmanbay 2014:8 vd.). “Çepniler’in Anadolu’ya yerleşen ilk Türk boyu oluşunun bir delili de Endülüslü âlim Ebû Hayyân’ın Türkçe hakkında 1312 yılında Kahire’de yazdığı Kitabü’l-İdrâk li-Lisânil Etrâk” adlı eseridir. Bu eserde, Türk boylarından sadece Kınıklar’la “Çepni kabiletün minettürk” şeklinde bir Türk boyu olarak Çepnilerden söz etmesidir. Bu bilgi XIV. yüzyılda Çepnilerin sadece Anadolu’da değil, Mısır’da dahi tanındığını göstermesi bakımından çok önemlidir (Sümer 1992c: 9; Çelik 2000: 611). Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş Velî’de yer alan bilgilere göre Sarı Saltuk, Güvenç Abdal’ın musahibidir. Sarı Saltuk, Tunceli Hozat’tan Kürtün’e gelir, Güvenç Abdal’a uğrar ve buradan Sinop’a gider (Yalçın; Uysal: 2005). Yine, Şeyh Mustafa, Hacı Abdullah Halife ve diğer devrilerin de Giresun ve havalisinde faaliyetlerini sürdürdüklerini görmekteyiz. Bu dervişlere ait rivayetler, efsanelerin genel özelliği ise birbirlerine benzemeleri diye ifade edilmektedir. Bunun sebebi de o zamanki Türk toplumunun hayat tarzının birbirine benzemesi diye ifade edilmektedir (Fatsa 2006: 98). Çepnilerin İran’dan çıkarıldıktan ve Doğu Karadeniz bölgesine geldikten sonra burada Tirebolu, Görele ve Vakfıkebir yörelerine yerleştikleri, sayılarının da 100.000 civarında olduğu rivayet edilmektedir (Şevket 1294: 165; Çelik 1999: 21). Doğu Karadeniz Bölgesi’nin bugünkü etnik yapısını oluşturan olay, 11. yüzyılın ortalarından itibaren başlayan Türkmen göçüdür. 1048’de başlayan akınlar sonucunda 1058’de Şarkî Karahisar, 1064’de Şavşat ve Artvin’in Selçuklu sınırlarına dâhil edilmesi ile başlayan Türkmen göçü, 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra hızlanmış, Kelkit ve Çoruh boyları ile batıda Samsun’a kadar olan bölge Oğuz boyları tarafından yurt tutulmuştur. Bu göç nihayetinde, 12. yüzyıl sonlarında Sam196 UKHAD 1 (3) 2015 sun ile Trabzon arasındaki kırsal alanlara yayılan Türkmenler gelen diğer Türkmen unsurlarıyla da birleşmişlerdir. (Tellioğlu: 2005:4 vd.) Şarkî Karadeniz bölgesine yaylalardan, geçitlerden ve Harşıt vadisinden inen Türkmenler mevcut olmakla beraber, bu havali daha ziyade Samsun’dan itibaren sahili takip eden Oğuz Çepni boyu tarafından Türkleştirilmiştir. Türkmenler 1302’de Giresun’a kadar ilerlemiş ve birtakım küçük beylikler kurmuşlardır (Turan 2003: 301). Trabzonlu Rum vakayi-nâmecisi Panaretos XIV. asırda Çepniler’in Tirebolu’ya kadar vardıklarını söyler ki, bunlar Gümüşhane tarafından gelmişlerdir (Turan 1996:512; Barmanbay 2014: 57). Canik beylikleri içerisinde en önemli olanı, Ordu ve çevresinde kurulan Hacı Emiroğulları beyliğidir. XIII. yüzyılın sonlarına doğru Ordu bölgesini ele geçiren Çepniler tarafından kurulmuştur. 1347’de Fatsa ve Ünye’yi ele geçirerek bölgenin doğusundaki mıntıkada, Trabzon Rumları aleyhine büyük bir nüfus boşluğu meydana getiren Hacı Emiroğulları, 1396 yılında da Giresun’u fethetmişlerdir. Bu hadiseden yaklaşık yedi yıl sonra bölgeye gelen İspanyol elçi Clavijo, on bin askeri olan Hacı Emiroğullarının Tirebolu’ya kadar topraklarını genişlettiğini haber vermektedir (Tellioğlu 2007: 659). Anadolu’ya gelen Çepnilerin öncelikle Karadeniz’de Giresun, Tirebolu, Görele ve Büyükliman’a, bir kısmının buradan hareket ederek daha batıya Kocaeli, Balıkesir ve İzmir’e yerleştiklerine dair görüşler vardır. Horasan’ın Bozulus dolaylarında yaşayan Çepnilerin Konya Sultanı Alâeddin tarafından Horasan’dan Anadolu’ya getirildiği ifade edilmektedir. Sultan Alâeddin Sivas civarında savaşırken içine düştüğü müşkül halden kurtulmak için Çepnileri bu bölgeye getirdiği, daha sonra da bunları Konya’ya sevk ettiği ifade edilmektedir (Akay 1935: 10). 1486 yılında Trabzon sancağına tâbi Çepni Vilâyeti’nde toplam 73 köy, 1583’te de 202 köy bulunmaktadır. Bu yerleşim birimlerinde 1486’da 1146 hâne, 253 mücerred ve 36 nefer (yaklaşık 6100), 1583’te de 8320 hâne, 2339 mücerred ve 51 nefer (yaklaşık 45.000 kişilik) Müslüman Türk yaşamaktadır. Bu nüfusun tamamına yakınını Çepnilerin meydana getirdiğini görmekteyiz. Çepniler sadece Çepni Vilâyeti dâhilinde değil, Trabzon’un doğusunda Batum’a kadar olan bölgelerde de varlıklarını sürdürmüşlerdir (Bostan 2002:301-302) Yaklaşık 700 197 UKHAD 1 (3) 2015 yıldan beri varlıklarını devam ettirdikleri ve kültür mirasını en iyi muhafaza ettirdikleri bölge Doğu Karadeniz Bölgesi, bu bölgede de Asar/ Ağasar/Akhisar yöresi olmuştur. Bugün, Doğu Karadeniz bölgesine coğrafî olmayan ikinci bir isim verilmesi gerekseydi, eskiden “Çepni Vilâyeti” denilen bölgenin sınırlarını Ordu’dan Batum’a kadar genişletip bu bölgeye “Çepni Yurdu” veya “Çepni Bölgesi” demek doğru olurdu (Çelik 2002: 321). Trabzon’un fethinden sonra Karaman bölgesinden bir kısım Türkmenlerin Doğu Karadeniz’e gönderilip, burada iskâna tâbi tutuldukları görülmektedir ki, muhtemelen bu Türkmenler yoğun olarak Çepnilerden ibarettir. Ayrıca Yavuz Sultan Selim döneminde Trabzon Sancağı’na Çepnilerden başka Doğu Anadolu Bölgesi’nden gelen Türkmenler de yerleştirilmiştir (Bilgin 2002:131-144). Bu iskân faaliyetlerinin temel sebebi ise, iskân bölgelerinin konar-göçerler tarafından imara açılması, o bölgenin nüfusunun arttırılması ve yörenin güvenliğinin tesisi olarak görülebilir (Kaya 2011:126). Bu bilgilere göre, Doğu Karadeniz havalisinde sadece Çepnilerin değil aynı zamanda diğer Türkmen gruplarının da iskân edildiğini söylemek gerekir. Konar-göçerler, Osmanlı toplumunun en önemli unsurlarından birisidir. Anadolu’daki konar-göçerlerin hayat tarzlarını “göçebe” olarak tanımlamak doğru ve yeterli bir ifade değildir. Çünkü basit göçebe toplulukları, devamlı yer değiştiren, ziraatı ve yerleşik hayatı bilmeyen, sosyal organizasyonları gelişmemiş sürüler halinde yaşayan gruplarıdır. Konar-göçerler ise ekonomik açıdan hayvancılıkla uğraşan, hayat tarzı bakımından da yaylak ve kışlak alanları arasında hareket halinde olan gruplardır (Sayılır 2012:568). Göçebelik, bir topluluğun, bir toplumsal kümenin yaşamlarını ve soylarını sürdürebilmek için düzenli ve aralıklarla yer değiştirme ya da alışkanlığıdır. Göçebelikte insanların ve hayvanların iklime bağlı olarak ovaya inme ve dağa çıkma içgüdüsüne uyması daha doğrusu hayvanın doğal yaşantısına uyması söz konusudur. Göçebelik veya göçerlik –nomadizm, pastoralizm veya pastoral nomadizm”, tabiî çevrenin kaynaklarının bir topluluğun varlığını sürdürebilmesi için artık yeterli olmadığı zaman ortaya çıkar (Sayılır 2012:566). Doğu Karadeniz havalisine ait en eski arşiv vesikalarının 15. asrın 198 UKHAD 1 (3) 2015 ortalarına doğru tutulan arşiv kayıtlar olduğu bilinmektedir. Yüzyılın sonlarına doğru tutulan Osmanlı arşiv belgeleri arasında bulunan 1486 yılına ait tahrir kayıtlarında Trabzon’a tabi Çepni nahiyesinde bulunan dini zümreler arasında pir, şeyh, hoca, fakih, imam, hatib, müezzin, halife gibi unvanları olanlar nüfusun %14,25’ini teşkil etmektedir ki bu da onların inançlarına bağlı ve daha çok Sünni olduklarına delil teşkil etmektedir (Kaçar 2010: 55; Bostan 2002:300 vd.). Trabzon sancağında yaşayan Çepniler, diğer yerlerde yaşayan Çepnilere oranla nüfus yoğunluğu bakımından birinci sırada yer almaktadır. Trabzon bölgesindeki Çepnilerin tamamının yerleşik hayata geçmelerine rağmen, diğer bölgelerdekilerin büyük kısmı yarı göçebe bir hayat yaşamaktadırlar. Yarı göçebe olarak hayatlarını devam ettiren Çepnilerin yerleşik hayata geçirilmesi için büyük çaba sarf edilmiş olmasına rağmen bu durum ancak XIX. yüzyılın sonlarına doğru mümkün olabilmiştir (Bostan 2002: 363). XV. ve XVI. yüzyıl kayıtlarına göre; “Giresun, Ordu ve havalisinde çok sayıda cami, tekke ve zaviyelerde Çepniler çeşitli hizmetlerde ve görevlerde bulunmuş olup, içlerinden çok sayıda fakih vardır. Hatta bunlardan bazıları Kızılbaş fetreti ve Çaldıran Seferlerinde çok yararlılık gösterdikleri için öşür hariç diğer vergilerden muaf tutulmuşlardır. Trabzon sancağı, Giresun ve Kürtün kazalarındaki Türk boylarının çok büyük bir kısmının Kızılbaş olmadığı anlaşılmaktadır. İçlerinde Kızılbaş olanlar da varsa bunlar azınlıktadır” (Bostan 2002: 311-312). Giresun yöresinden bahseden vergi defterlerinde özellikle Gelevara, Harşıt ve Çanakçı çevresindeki köylerde câmi görevlisi veya müderris gibi ilmiyeden kişilerden söz edilmemesi, ilk devirlerde buralarda yaşayan Türkmenlerin defterlerde Kızılbaş şeklinde anılan gruplar olduğu ihtimalini gündeme getirmektedir (Fatsa 2008: 20). Alevilere ve Aleviliğe ilişkin söylemlere ya da temsillere, Alevilerin kim olduklarının veya Aleviliğin ne olduğunun objektif bilgisi olarak muamele etmek yerine, dil aracılığı ile üretilen ürünleri, inşa edilen hakikat iddiaları ya da kategorize etme girişimleri olarak yaklaşmak gerektiği sonucuna varılabilir. Ayrıca, Alevileri ve Aleviliği açıklamayı hedefleyen birden fazla (ve çoğu durumda da birbirleriyle rekabet hâlinde olan) söylemin var olduğunu ve bu söylemlerin zaman içinde değişime uğramış olabileceğini söylemek yanlış olmayacaktır (Uyanık 2012: 112). 199 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun ve havalisinde Çepnilerin günlük hayatı üzerinde etkisini kaybetmeyen temel olguların başında konar-göçer hayatın bir nevi devamı olan yaylacılık faaliyetleri gelmektedir. Yaylacılık faaliyetleri aynı zamanda yöredeki kültür değerlerinin de ana kaynağını teşkil etmektedir. Tirebolu, Görele, Keşap, Eynesil, Dereli, Espiye gibi yerlerde bazı değişmelere rağmen yaylacılık faaliyetleri devam etmektedir (Kuruca 2012:651). Geleneksel olarak yörede sürdürülen “otçu göçü”, “ot göçü” ahalinin “cenik” adını verdiği yerden yaylalara doğru sürdürülen sistematik bir faaliyetin adıdır. Hayvancılık faaliyetlerini sürdüren “cenik” ahalisi Mayıs ayının gelmesiyle birlikte yayla hazırlıklarına başlarlar. Bu faaliyetler esas itibarıyla yayla dönüşünden itibaren başlayan bir süreç olarak da kabul edilmektedir. Yayla yolunda sürdürülen etkinlikler yörenin birçok inanç ve kültürel değerinin de canlı kalmasına vesile olmaktadır. Aleviliği araştıranların sıkça yineledikleri “kapalı toplum” ve “senkretik yapı” gibi birbiriyle çelişen kavramların tarihsel oluşumunu bu dönemde yaşanan olaylar belirlemiştir. Şah İsmail ile ilişkileri kesilen Anadolu Kızılbaş Türkmenleri, İran’daki Şii fıkıh kurallarından uzak kalmaları, Osmanlı medrese kültürüne de kapılarını kapamaları sonucunda, Cumhuriyet dönemine kadar, 14. yüzyıl ortalarından beri bağlı bulundukları geleneksel tasavvufî yapılarını korumuşlardır. Alevilik kendine özgü senkretik yapısını, siyasal ve dinî baskılardan dolayı, 16. yüzyıldan sonra yenileyememiş ve sonrasında kültürlerini korumaya yönelik kapalı toplum özelliği göstermişlerdir (Türk; Kala 2014: 54). Alevî kelime olarak Arapçada, Ali’ye mensup, Ali’ye ait, anlamına gelir. Kelimenin çoğul şekli Aleviyyûn’dur. Alevî terimi İslâm kültür tarihinde Hz. Ali soyundan gelenler manasında kullanılagelmiştir. Hz. Ali ve oğulları Hasan, Hüseyin soyundan gelenlere Alevî denilmiştir. Emeviler’in son dönemlerinden itibaren Hz. Ali’nin soyundan gelenler yani‚ Ehl-i Beyt, özellikle Hasan ve Hüseyin’in neslinden olanlar için şerif, seyyid, emîr, hoca gibi lakaplar yanında Alevî nisbesi de kullanılmaya başlanmış ve bu husus daha sonraki devirlerde devam etmiştir. Günümüzde de aynı nesle bağlı olanlar için bu nispet kullanılmaktadır (Ocak 1989: 368-369). Kızılbaşlık, başlangıçta, yalın haliyle Erde200 UKHAD 1 (3) 2015 bil Tekkesine mürit olmak anlamına gelmektedir. Osmanlı kaynakları da, esas olarak “Kızılbaşlığı Safevîleri destekleyen Türk boyları için kullanmıştır. Safevi Devleti “Devlet-i Kızılbaş”, askerleri de “Leşkeri Kızılbaş”tır. Osmanlı-Safevî mücadelesinde özellikle Osmanlıların meşruiyet arayışı Kızılbaşlığın din zeminine taşınmasına yol açmıştır. 19. asrın sonlarından itibaren Kızılbaş adı yerini “Alevî” adına bırakmıştır. Alevilik, Kızılbaşları, Çepnileri, Tahtacıları, Bektaşileri vs. kucaklayan bir şemsiye haline gelmiştir (Baş 2011: 38). Safevî Devleti’nin ilk kurulduğu yıllarda Safevîlerin konargöçer topluluklara yönelik faaliyetlerini Osmanlı Devlet adamları iktisadî ve siyasî olarak ele almışlardır. Hatta Safevî Devleti bağlılarının Osmanlı Devleti bünyesinde meydana getirdikleri veya karıştıkları isyanlarda da konu ekonomik ve siyasî boyutuyla gündeme gelmiştir (Taşğın 2009:214). Bütün politik bakışların ötesinde, Türkiye’nin bir realitesi olan Alevî-Bektaşi meselesinin en önemli gerçeği, Alevîlerin Müslümanlığın içinde bulunmasıdır. Bütün farklı yaklaşımlara ve uygulamalara rağmen, hem Alevîlerin ezici bir çoğunluğu açısından hem de diğer Müslüman gruplar açısından Alevîlik, Müslümanlığın dâhilindedir düşüncesi hâkim düşünce şeklindedir (Talas; Aksoy 2009: 155). Alevîlik ve Bektaşilikte dini hiyerarşi bağlamda iki önemli makam vardır. Bu makamlardan biri mürşit makamı, diğeri pirlik makamıdır. Mürşitlik makamı Hz. Ali; Pirlik makamı ise Hacı Bektaş-ı Veli tarafından temsil edilir. Anadolu Alevî ve Bektaşileri, Hz. Ali ve Hacı Bektaş-ı Veli’yi dini hiyerarşinin zirve noktasının temsilcileri olarak görürler. Kökeni Ehl-i Beyt’e dayanan bu bağlılık; ocaklar ve ocakzâdeler tarafından temsil edilir. Bu bağlılık “tevellâ ve teberrâ‛ anlayışıyla zuhur eder. 13 Tarikat yoluna intisap eden Seyyidler ve Babalar belli bir eğitimden geçip tarikat kurallarını yerine getirerek (seyr-üsulûk), icazet alarak dini ve sosyal hizmetlerde Alevî ve Bektaşilere öncülük ederler (Rençber 2013: 684). Alevilik ve Kızılbaşlık üzerine alışılmışın dışında görüşler serd eden ve Anadolu Aleviliği görüşünü ortaya koyan ilim adamlarının başında Abdülkadir Sezgin gelmektedir (Sezgin 1990). Abdülkadir Sezgin göre “ Alevilik esas itibarıyla Arap kökenli bir inanış tarzıdır. Her ne kadar Anadolu –Aleviliği Şii-Batınî eğilimli olsa da, Ali sevgi201 UKHAD 1 (3) 2015 sini taşısa da, uygulamaları Arap Aleviliğinden daha başkadır. Anadolu Aleviliğini Bektaşilik eş anlamı olduğunu söyleyen Abdülkadir Sezgin, Bektaşiliğini ayrı bir veya mezhep olmadığını bir “Türk Tarikatı” olduğunu söyler. İran Aleviliğiyle (Şiilik) Anadolu Aleviliği arasında ciddi farklar vardır. Alevi, Tahtacı, Bektaşi, Türkmen, Kızılbaş gibi zümrelerin varlığı halk arasında yanlış olarak “Şiilik ve Caferilik”i çağrıştırmaktadır. Anadolu Alevileri ve Bektaşiler, Şii ve Caferi değildir (Şahin 2013: 105). Hz. Ali sevgisi şeklinde ana hatların dışındaki farklı yönler, Türk Alevîliğinin özgün yapısını ortaya koymaktadır. Özellikle, yaşam biçiminin göstergesi olan dualar, atalar ruhuna kesilen kurban âdetleri, ölüm âdetleri, eğlence biçimleri gibi gelenek, görenek ve inançların Türk Alevîlğinin İslam çerçevesi içindeki diğer Alevîlik anlayışlarıyla belirgin farklılıklar içerdiğini ve bunların farklılığa dair çok önemli ipuçları olduğunu söylemek gerekir (Talas; Aksoy 2009: 157). “Anadolu’da Alevi-Türkmenlere Tahtacı denilmektedir. “Cemaat-i Tahtacıyân” tabiri 17. yüzyılda Osmanlı arşiv belgelerinden geçmektedir. Bu nedenle Alevi inançlı Türkmen gruplarının kesin bir ayrımını yapmak zordur. Tahtacılar da Çepnilerde Alevi olmalarına rağmen aralarında kız alıp verme yoktur. Hatta bazı Çepniler kendilerini on iki erkân, Tahtacıların altı erkân üzere olduklarını söyleseler de Tahtacılar da ısrarla on iki erkân üzere olduklarını ifade etmektedir. Çepniler ile Tahtacılar arasındaki temel ayrılık ise Çepnilerin hayvancılıkla Tahtacıların ise ağaç işleriyle uğraşıyor olmalarıdır (Kaçar 2010: 51-52). Faruk Sümer’e göre Tahtacılar, 13. Yüzyılın ikinci yarısının başlarında adından bahsedilmeye başlanan ve en eski göçebe Türkmen zümrelerinden birisi olup genellikle ormanlık alanlarda yaşamlarını sürdürmüş Ağaçerilerin bir uzantısıdır (Sümer 1962:528). Tahtacıların, Ağaçerilerinden geldiğini kabul etmeyenlerin başında gelen M. Şakir Ülkütaşır, Tahtacıların diğer Anadolu Alevileri gibi Babaî Türkmenlerinin torunları olduklarının, kendilerine bu adın ormanlarda oturup, kereste imaliyle meşgul olmalarından dolayı verildiğini ifade etmektedir (Ülkütaşır 1968:840). Tahtacılarla Ağaçerilerin aynı kökten gelmediğini ifade eden Yusuf Ziya Yörükân, Tahtacıların Orta Asyalı Tahtalar soyundan gelen büyük bir Türkmen grubunun uzantısı olduğunu belirler ve eski Oğuz boylarından bazılarının Bayatlar, Çepniler, Bayındırlar, 202 UKHAD 1 (3) 2015 Afşarlar vb. nasıl ki ilk adlarını muhafaza etmişlerse Tahtacılar veya Tahtalar da aynı ismi günümüzde Tahtacılar şeklinde muhafaza etmişlerdir şeklinde ifade etmektedir (Yörükân 1998:377-378). Tahtacılar, Alevi-Türkmen zümrelerinden biri olmakla birlikte, Alevilerin büyük çoğunluğu gibi Hacı Bektaş Veli ocağını pir ocağı olarak kabul etmezler. Onların bağlı bulunduğu “Yanyatır Ocağı” ile “Hacı Emirli Ocağı” olmak üzere iki ocakları vardır. Her iki ocaktan birincisinin atası olan Durhasan Dede’nin mezarı Adana’nın Ceyhan ilçesinde olup kendi adıyla anılan köyde; Hacı Emirli Ocağı’nın atası İbrahim Sani’nin ise Gaziantep’in İslâhiye ilçesine bağlı Çerçili köyünde bulunmaktadır (Coşkun 2013: 44-45). Doğu Karadeniz havalisine çok yakın olan yörelerde de Çepnilere ait kayıtlar bulunmaktadır. Özellikle Sivas ve havalisine ait tahrir kayıtlarında Çepnilere ait zengin bilgilere ulaşmak mümkündür. 1455 tarihli tahrir defterinde Sivas’ın merkezine bağlı Çepni Viranı adlı bir köy bulunmaktadır. Yine 1519’da Sivas’ta Çepniler 341 hane ve 144 mücerret nüfusa sahiptir. 1520’de Sivas’a bağlı Yenice Çepni köyünde, 31 hane ve mücerretten oluşan bir nüfus yaşamaktadır. 1530 tarihinde Sivas’ta dört Çepni köyüne rastlanmıştır: Çepni, Çepnicik, Baş Çepni. 1530’da Sivas’ta, Çepni bölüğü adlı bir cemaatin yaşadığı da kaydedilmiştir. 1574’te ağırlığı Yeniil olmak üzere Çepni Türkmenlerinin sayısı Sivas’ta şöyledir: 1527 hane ve 1396 mücerret olarak kaydedilmiştir (Demir 2012: 81-82). Yine aynı şekilde, Niksar Ulu Camii’nin 1145 yılında Çepnizâde Hasan Efendi tarafından yaptırılmış olması ve yine Niksar’da Çepnibey ismiyle bir mahallenin bulunması, 1530 tarihli tahrir defterine göre Niksar’da Çepnibey evlatları cemaatinden alınan vergilerin kayıtlı olması, Tozanlı (Almus)’da Diyar-ı Çepni mezraasının ve İskefsir (Reşadiye)’de Çepni Yusuf karyesinin bulunması bölgedeki Çepni yerleşim izlerini göstermektedir (Demir 2012: 82). Çepnilerin iskân edildiği önemli yurt köşelerinden bir tanesi de Kastamonu ve havalisidir. Bu havalide bütün Türkmen unsurlarını görmek mümkündür. Kastamonu bölgesine yerleşen Oğuz topluluklarının Türk iskân siyasetini gerçekleştirmek amacıyla bu bölgeye topluca yerleştikleri görülmektedir. Boyların birlikte yerleştikleri yerlere örnek olarak Taşköprü ve havalisi gösterilebilir (Yalçınkaya 2011: 96). Bu 203 UKHAD 1 (3) 2015 bölge ile ilgili arşiv kaynaklarının bol olduğu bilinmektedir ve bu kaynakların tetkik edilmesiyle birlikte yöredeki iskânı faaliyetleri hakkında daha detaylı bilgilere ulaşılabilecektir. Ordu ve çevresinde yaşayan Alevi topluluğu Sünnileştirmek amacıyla özellikle eğitime önem verildiği ve bu bölgelerde ilkokul, ortaokulun yanı sıra medreselerin açılması için devlet tarafından 19. yüzyılda çalışmalar yapıldığı anlaşılmaktadır. Zira adı geçen bölgelerde mevcut Mekteb-i İbtidaiyye ve Rüşdiye (ilkokul ve ortaokul) olmasına rağmen bu tür batıl inançların niçin giderilemediği sorgulanmakta ve insanlara doğru yolu öğretmek (Sünniliği öğretmek) amacıyla daha büyük eğitim müesseseleri olan medreselerin açılması öngörülmekte, bu kurumlara ulema ve fazladan müderris tayin edilmesi önerilmektedir (BOA, DH.MUİ., Dosya No:29/-2, Gömlek No:26, 05/M /1328; Selçuk 2011: 75). Karadeniz sahillerinin nerede ise tamamında Çepnilerin varlığını görmek mümkündür. Özellikle Trabzon sancağındaki Çepniler XVIII. yüzyılda sancağın doğu yöresine doğru ilerlemelerini sürdürmüşlerdir. XIX. yüzyılda Sürmene’nin sağ taraflarında “Çepi” diye anılan bölükbaşıların bulunduğu ve bunların zaman zaman komşularına rahatsızlık verdikleri bildirilmektedir. Faruk Sümer, Çepi diye anılan bu bölükbaşı familyasının Çepni olduklarının yazmaktadır. Rize’ye tâbi Karadere (Kalkandere) ile Kura-yı Seb’a (İkizdere) nâhiyelerinde Çepnilerin bulunduğu, hatta meşhur eşkıyalardan Çepni Ali’nin Kura-yı Seb’a ahalisinden olduğu belirtilmektedir (Bostan 2002 368). Çepniler, 1486 tarihli tahrir kayıtlarından anlaşıldığına göre Of kazasına kadar ulaşmışlardır. İşkane köyünde bulunan bir mülkü “Çepnioğlu” kendi mülkü olduğunu iddia ederek tasarruf edermiş. XVIII. yüzyılda Of’un yukarısındaki vadilerde Çepniler’in bulunduğu yazılmaktadır. Of eşrafının kendilerine “Çipni” olarak kabul ettikleri ifade edilmektedir. Yine Of, Dernekpazarı ve Çaykara’daki koyunların Giresun bölgesinde bulunan koyunlar gibi olduğu ve buradaki koyunlara da Çepni koyunu denildiği bilinmektedir (Bostan 2002: 369). Trabzon Maarif Müdüriyetinin 26 Teşrin-i Sâni 1325 (8 Şubat 1910) tarihli yazısında okulların açılması ve halkın batıl inançlarını terk etmesini sağlamak amacıyla yapılan icraları denetlemek için üç 204 UKHAD 1 (3) 2015 tane maarif müfettişinin görevlendirilmesi kararlaştırılmıştır. Bu müfettişler vilayetçe seçilecek, biner kuruş maaşları olacak, sürekli seyyar hâlde bulunup bölgenin her yerini denetleyeceklerdir. “Müfettişlerin dinî ve ahlaki açıdan sağlam olmaları gerekmektedir. Sürekli hareket hâlinde bulunan müfettişler bir taraftan öğütler, nasihatler ile halkı batıl itikatlarından doğru yola ve hidayete sevk edecekler, diğer taraftan da bu bölgelerde yapılan eğitimi denetlenecektir. Bunlar yapıldığı takdirde vilayet dâhilinde bu tür zararlı şeyler (Kızılbaşlık inançları) ortadan kalkacaktır” (BOA, DH.MUİ., Dosya No:29/-2, Gömlek No:26, 05/M /1328; Selçuk 2011 : 76). Halep Türkmenleri arasında yaşayan Çepniler üç kol halinde olup bunlardan 397 vergi nüfuslu ana kol Antep’in kuzeydoğusundaki Rumkale yöresinde yaşamakta ve nüfusları çok az olan diğer iki kol Başım Kızdılu Çepni adını taşımakta ve Amik ovasındaki Gündüzlü’de bulunmaktaydı (Sümer 1993:269). Gaziantep’te yaşayan Çepniler, Oğuz boylarından Çepni boyuna mensup olduklarını bilmektedirler ve günlük konuşmalarda Çepni kelimesi, Oğuz boyunu ifade edecek şekilde kullanılmaktadır. Yörede yapılan alan araştırmalarında genel olarak Çepni kelimesinin boy adı olarak kullanıldığı, Alevilik ile özdeşleşen bir kavram olmadığı görülmektedir. İç göç neticesinde Gaziantep merkezde, özellikle de Şahinbey ilcesine bağlı Düztepe Mahallesi’nde de Çepniler yaşamakta ve diğer Alevi topluluklar ile iletişim ve etkileşim halinde bulunmaktadırlar. Çepni olmayan Alevi topluluklarıyla olan bu iletişim, Çepni kelimesinin boy adı olarak kent merkezinde de yaygın bir şekilde kullanılmasını sağlamıştır (Gültekin 2014: 75). Balıkesir Çepnileri Aleviliğin önderi olarak Hz. Ali’yi, en büyük pir olarak Hacı Bektaş Veli’yi tanımaktadır. Aleviliğin “Ali’nin neslinden olmak” demek olduğunu, insanı seven, insanı ön plana alan bir felsefe, “Eline, diline, beline sadık ol” felsefesinin müntesipleri Çepniler olmuştur (Şahin 2013: 101). Diyarbakır bölgesindeki Boz-ulus’a bağlı Çepniler de 1691 yılında birçok Bozulus oymakları gibi Rakka bölgesinde yerleştirildiler. Bunlara beylerinin adıyla Kantemir Çepniler deniliyordu. Rakka’ya yerleştirilen Çepniler bu bölgeden iki defa kaçtılar. İkinci kaçışlarında Turgutlu ve Bergama taraflarına gittiler ve oradan bir daha sürgün yerlerine geri dönmediler. Günümüzde Balıke205 UKHAD 1 (3) 2015 sir, İzmir (Bergama), Manisa, Aydın vilayetlerindeki köylerde oturan Çepniler, Başım Kızdılu ile Kantemir Çepnilerinin torunlarıdır (Sümer 1993: 269). Çepniler, Recebli Avşarı içinde bulundukları esnada Keskin havalisindeki Bozulus Türkmenleri ile birlikte Rakka iskânına tâbi tutulmuştur. Diyarbakır havalisinde kalan Çepniler ise, Rakka’ya gönderilmişse de, daha önce iskâna tâbi tutulan akrabaları ile birlikte iskân mahallinden firar etmişlerdir. Bu sıralarda başlarında Kantemir Kethüda bulunduğu için “Kantemir Çepnisi” diye anılan bu aşiretin iskân mahalline geri gönderilmesi mümkün olmayınca Vilâyet-i Rum sâkini Bozulus’a ilhak olunmuş, nihayet Aydın vilâyetinde Selendi kazasına tâbi Darıbükü denilen mevzie iskân edilmiştir. Ancak, eşkıya baskısı yüzünden yeniden dağılmışlarsa da hükümet tarafından yaz kış buradan ayrılmamaları hususu sıkı sıkıya tembih olunmuştur (Gündüz 1997: 63-64). Çepnilerde Dini Hayata Dair Bazı Uygulamalar “Dinler hakkında yapılan araştırmalarda bugün muhtelif yollar takip edilmektedir. Bu yollardan birisi, ferdî dinî vakıaları, tamamıyla dışa ait bir görüş zaviyesinden tahlil etmeyi hedef tutar. Dinî meselelerle ilgili bir metnin en doğru izahını vermeye arzulu filolog; eski bir mabedin restorasyonunu, mitolojik veya diğer herhangi bir sahneye ait herhangi bir konuyu açıklamayı gaye edinmiş arkeolog; vahşi bir kabilenin belli bir ayinine ait amellerin teferruatlı bir raporunu veren etnolog; dinî bir cemiyetin bünye ve teşkilâtı ile onun profan dünya ile olan ilgileri hakkında bir fikir edinmeye çalışan sosyolog; şu veya bu şahsın dinî tecrübesini tahlil eden psikolog… Bütün bu muhtelif bilginler, dinî vakıalar üzerinde kendi hususi ilimlerinin birbirleri ile olan ilgilerini nazara almaksızın çalışırlar. Bu çalışmaların şüphesiz büyük bir kıymeti vardır ( Pettazzoni 1958: 189). Din ve dindarlık kavramları, uzmanlar arasındaki sayısız canlı ve verimli tartışmalar için bir başlangıç noktasıdır. Alman sosyolog Georg Simmel dindarlığı dinden şu şekilde ayırır: O dindarlığı dinden önce gelen insan tecrübesinin bir iç formu olarak tanımlar: “Bu durumda din, dindarlığın deneysel yer değiştirmesinden yani çeşitli kilise, mezhep, fırka ve hareket tarzları vasıtasıyla örgütsel düzeyde bir tahakkuktan 206 UKHAD 1 (3) 2015 başka bir şey değildir (Cipriani 2011: 136). Anadolu’nun nerede ise bütün bölgelerinde iskânlarına tesadüf ettiğimiz Çepnilerin inanç değerlendirmelerinde ilim adamlarının zaman zaman düşünce farklılıklarına düştüklerini görmekteyiz. Bu çelişkilerin kaynağında coğrafî şartların getirdiği olumsuzluklar ve ilişkileri zayıflayan sosyal gruplar arasındaki farklı ritüeller gösterilmektedir. İslâm dinini kabul eden Türkmen gruplarının yüzyıllar içinde aynı bölgelerde yaşamadıklarını ve çok farklı bölgelerde hayatlarını idame ettirdiklerini ifade etmek gerekir. Aynı bölgede yaşayan sosyal grupların din anlayışlarında dahi bazı zamanlar farklılıkların oluştuğunu da varsayarsak bu sürecin doğal olduğunu da kabul etmek gerekir. İslâm’ı benimseyen Türk boyları, bir kısmı yerleşik hayata geçen, bir kısmı ise konar-göçer yaşam tarzın seçenlerden oluşmaktadır. Bu iki kesim arasında sosyal, ekonomik, siyasî ve kültürel yapı bakımından bazı farklılıklar olması tabiidir. Yerleşik hayata geçenler okuma-yazma bilen, kitabî kültürün sıkı disiplini içerisinde şehirleşmişlerdir. Konargöçerler ise sürekli yer değiştirmeleri sonucu İslâm’ı temel kaynaklardan öğrenme imkânı olmayan, kitabî kültürden uzak topluluklardır. Bu kesim, eski örf, âdet gelenek ve inançlarını İslâm inancıyla uzlaştırmak suretiyle yaşatmaya çalışmışlardır (Azar 2006: 81). İslâm’ı kabul eden boylar arasında Çepniler İslam kültürünü tamamen özümsememiş ve heterodoks bir inanç sistemine sahiptirler. Bunlar aynı zamanda 15. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan Safevi hareketine katılan gruplardır. Şah İsmail de Türk’tür ve Azerbaycan bölgesinde kendisini destekleyenler de bildiğimiz gibi Oğuz kabilesidir. Hatayî mahlâsıyla, Şiiliğin propagandası için arı bir Türkçe ile yazdığı samimi manzumeler, bu sebeple Türkmen kabileleri arasında hızla yayıldı (Yurdaydın 1961:115). Anadolu’da heterodoks diye nitelendirilen kesimlerin kendilerine hitap eden dede ve baba gibi kimselere verdiği değer ve onlara duydukları mutlak bağlılıkla, Sünnî kesimlerin kendi din âlimlerine gösterdikleri bağlılık arasında büyük farklılıklar olduğu aşikârdır (Uluerler 2014: 19). XIII. yüzyıl Anadolu’sunda göçebe Türkmenler arasında eski kam ve ozanlara benzeyen babalar, medreselerde öğretilen İslam’dan daha farklı, basit ve sade bir İslamiyet anlayışını yayıyorlardı. Hitap ettiği kitlenin yeni Müslüman olması, eski şaman inançlarını ve birta207 UKHAD 1 (3) 2015 kım kültleri muhafaza ediyor olmaları “abdal, baba, dede” unvanlarını taşıyan bu kişilerin söylediklerini heyecanla dinliyor ve uyguluyorlardı (Öz 1997: 26; Azar 2006: 83). Yesevî’nin Türkistan’da sistemleştirdiği ilkeler, Anadolu’da bu düşünceleri kendine ilke edinen Hacı Bektaş Veli’nin yol göstericiliği ile yeni bir yapı kazanmıştır. Tekkelerde kadınların da yer alabilmesi, cem törenlerinde kadınların da erkeklerle bir arada bulunması, törenlerin saz eşliğinde şiirlerle devam etmesi, tören esnasında semah dönülmesi, kurban kanının ve kemiklerinin toprağa gömülmesi gibi uygulama ve inançlar İslâm öncesi inanç sisteminin birer unsuru olarak devam edebilmişlerdir (Baş 2011: 34). Mutasavvıf dervişlerin Türk halkları arasında İslâmiyet’in yayılmasında büyük rolleri olmuştur. X. yüzyılda büyük Türk grupları Müslüman olmuşlar, İslâmiyet bu Müslüman Türkler arasında müşterek siyasî bir bünye meydana gelmesine imkân vermiş ve böylece ilk Müslüman Türk devleti kurulmuştur. Halk, kendilerine bu dini tanıtan dervişler yoluyla, Ehl-i Sünnet teologlarının anlayışlarından oldukça farklı bir halk İslâmiyet’i benimsemiştir. Müslüman olmayan ecdadının bütün âdet ve inançlarını da unutmamışlardır (Yurdaydın 1961: 109). “Çepniler konusunda çalışma yapan ilim adamlarının Çepnilerin Sünniliği ve Aleviliği konusunda hemfikir olduklarını söylemek mümkün değildir. Ancak genel görüş özellikle de Doğu Karadeniz bölgesindeki Çepnilerin büyük bir ekseriyetinin Sünni oldukları yönündedir.” Bu tespitlerin kaynaklara bakıldığında doğruluk payı bulunmaktadır. Bazı Çepni topluluklarının İran Şii Safevi kültürüne bağlılık ifade ettiklerini ve vergi defterlerindeki Kızılbaş tabiriyle de inanç durumlarını görmekteyiz (Fatsa 2008: 21). Vergi defterlerinde, Şii Safevî tarikatlarına bağlı unsurların Giresun yöresinde yaptığı bazı tahribatlar ve yağmalamalar hakkında dikkat çekilmiş, bu durum Kızılbaş fetreti diye ifadesini bulmuştur. Bu faaliyetlerin önünün kapatılması için de yöredeki zaviyeler desteklenmiştir (Fatsa 2008: 22). Alevi-Bektaşi kimliğini yüzyıllarca muhafaza edip, Anadolu’nun dini-kültürel tarihinde etkin en önemli Oğuz boyu olan Çepnilerin, Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli ile birlikte geldiği anlaşılmaktadır. Balkanlardan, Kırım ve Karadeniz sahilleri boyunca etkili olan meşhur Türkmen dervişi Sarı Saltuk, 1264’te maiyetindeki Türkmenler ile Anadolu’dan 208 UKHAD 1 (3) 2015 Balkanlara geçip daha sonra Karesioğlu İsa Bey döneminde Batı Anadolu’ya geri dönmüşlerdir. Bu Türkmenler arasında Çepniler önemli bir yekûn teşkil etmektedir (Döğüş 2014: 216-217). Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesi ve İslamlaşmasında, gazi Çepni beylerinin olduğu kadar, gazi dervişlerin de rolü büyüktür. Akrabalarıyla gelip, boş köyleri şenlendiren, köyler kuran, derbentleri bekleyen, zaviyeler inşa edip, gelip geçenlere hizmet veren, yol emniyetini sağlayan, değirmenler, köprüler inşa edip onların bakım ve onarım işleri yapan bu dervişler, Anadolu beyliklerinin ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda çok önemli hizmetleri yerine getirmişlerdir (Bilgin 2013:127). Eskiköy, bugün Trabzon ili Akçakale ve Çarşıbaşı ilçelerine bağlı olan Gökçekaya, Karpınar, Taşlıtepe, Samsun, Serpil ve Eskiköy’den meydana gelen ve geçmişte Eskiköy olarak adlandırılan Trabzon Karadeniz sahilinden 7 kilometre içeride yer alan Alevi inancına sahip Çepni Türklerinden oluşmaktadır (Çiçek 2014: 265). Safevî Devleti ile Osmanlı Devleti arasında ihmal edildiğini düşündüğümüz siyasî mücadelenin dinî boyutu üzerinde durulmalıdır. Osmanlı Devleti’nin Safevî Devleti’ne yöneltmiş olduğu dinî propaganda ile Safevî Devleti’nin paralel tutumları arasındaki ilişki ortaya konulmalıdır. Osmanlı ve Safevî Devleti arasındaki mücadele bir süre sonra yoğunluğu artarak dinî bir mesele üzerinden yürütülmüştür. Doğal olarak bu çerçevede her iki devlet kendi tanımlarını yine kendi ideolojileri etrafında üretmiştir. Dolayısıyla Kızılbaş terimine Safevîler ve Osmanlı birbirinden farklı anlam yüklemektedir. Taraflar ortak terimi, sosyal bir tanım olmanın sınırlarını zorlayarak ve tarihî alandan çıkarıp dinî bir içerik ile ifade etmeye başladılar ( Taşğın 2009:215). Alevîlik-Bektaşîlik, özünde İslâm’ın mistik yorumunu içermekle birlikte, çeşitli kökten din öğelerinden Şamanizimden, Balkan halklarının dini inanç ve adetlerine kadar birçok kaynaktan alınan inançları içerir (Döğüş 21014: 218). Çepniler’in Alevî sayılmasının başka nedenleri de vardır. Onların Safevi Şeyhi Cüneyd ve onun torunu ve Safevi Devleti’nin kurucusu olan Şah İsmail’e olan yakınlıkları bilinmektedir. XIV. yüzyılda Azerbaycan’ın Erdebil şehrinde Safiyeddin İshak adlı bir şeyh tarafından, Sünni-Şâfîi ilkelerine göre kurulan Safevi tarikatının başına geçemeyince Anadolu’ya gelen ve burada başta Halep Türkmenleri, Dulkadır209 UKHAD 1 (3) 2015 lı ve Üçoklu Oymaklarının hemen hemen tamamı olmak üzere diğer Türkmenlerin birçoğunu kendisine mürit yapan Şeyh Cüneyd’in bu müritleri arasında Çepniler olduğu gibi, Anadolu’dan topladığı göçebe ve köylü müritleri ile İran’a giden ve orada Akkoyunluları yenerek 1501 yılında Safevi Devleti’ni kuran torunu Şah İsmail’in de yanında Çepniler vardı (Sümer 1992a: 246-247; Çelik 2000: 616). Türkler daha Anadolu’ya gelmeden İslâm’la tanışmış olsalar bile Şii-Batınî etkilere karşı daha duyarlı oldukları ifade edilmektedir. Türkler bu özelliklerini yeni yurtları Anadolu’ya da taşımışlardır. Aleviliği farklı topluluklardan olarak ilk defa Türkmenler benimsemişlerdir (Öz 1997: 43). Anadolu’ya göç eden Türk topluluklarının bir kısmı Alevi’dir. Bugün de Anadolu’da yaşayan ve kendilerini Alevî, Bektaşî, Tahtacı, Kızılbaş, Çepni vb. adlarla tanımlayan topluluklar, Anadolu dışında İslâm ve Alevilikle tanışmış Türk boylarının çocuklarıdır (Özcan 2003:8 vd.). İslâmiyet’in daha çok Türkmen kabileleri arasında yayılan diğer bir anlayışı, menşei Türklerin İslâm’dan önceki devirlerine kadar giden babaların temsil ettiği anlayıştır. İlhanlı istilasının önünden Anadolu’ya gelmiş bulunan bu yarı Müslüman, yarı Şaman dervişler, içinde oldukça karışık fikirlerin bulunduğu anlayışları yaymaya devam etmişlerdir (Yurdaydın 1961:113). Alevî toplumu içinde aktif faaliyetleri bulunan ocak sistemi ve dedelik kurumunun tarihi kökenlerinin incelenmesi konuyu daha iyi kavramamızı sağlayacaktır. Alevîlik ve Bektaşilikte dinsel kurumların kökeninde eski Türk geleneklerinin büyük etkisi vardır. Diğer yandan Alevî dedeliği ile şamanlar arasında benzerlikler görülür. Şaman; doktor, üfürükçü ve büyücüdür. Tanrı ile insanlar arasında aracılık görevi yapan şaman, zaten Tanrı tarafından seçilmiş bir kişidir. O doğuştan geniş bir hayal gücüne sahip, mistik ve zekidir. Yine şaman doğanın sırlarını bilir, şiirler okur ve deyişler söyler. Hem şamanlık ve hem de dedelik ikisi de soydan gelir. Belli bir eğitimden geçer ve kendisini ispatlamak zorundadır (Arslanoğlu 2001: 37-38). “Baba İshak Aleviyül-mezheb ve kalenderiyyül-meşreb Türkmen olup, Hacı Bektaş Veli de onun başlıca halefi olunca bunların akideleri hakkında bir bilgi edinebiliriz. Tahtacı ve Çepniler, daha doğrusu bütün Anadolu Kızılbaşları da bunlardan ibarettir. Kızılbaşlarsa Çepni yahut 210 UKHAD 1 (3) 2015 Çetni dahi denilir. Bunlar bilhassa Trabzon havalisinde olup, daha XV. asırda “Çapnide” namıyla Bizans müverrihi Laonikos Chalkokondyles tarafından işhad edişmiş olsalar gerektir. Hacı Halife Cihannüma’sında Trabzon’un canib-i garbu cenubu cibal Çini derler. Bunda etrak taifesi sakin olur. Laz taifesiyle müşterektir. Lisanları Türk ve Acem ve Şahı Acemi mabud itikad edip revafizidendir (Bobinger 1996: 52; Kaçar 2010: 48). Hacı Bektaş Velî3 Ahmed Yesevî’nin öğrencisi Lokman Perende tarafından özel olarak yetiştirilmiştir. Ahmed Yesevî zamanında Türkistan’a hâkim olan tasavvuf anlayışı, yine Ahmed Yesevî tarafından görevlendirilen Hacı Bektaş Velî’nin hizmet ve kerametleriyle Anadolu’yu da aydınlatmıştır. Horasan’dan gelen diğer erenlerle birlikte Hacı Bektaş Velî, Anadolu’da, etrafına topladığı insanlara tasavvufun inceliklerini göstermiştir. “İnsan-ı kâmil” olmanın, Hakk’a ulaşmanın, hakikate kavuşmanın yollarını talebelerine öğretmiş; sahip olduğu bilgileri müridlerine anlatarak tasavvufu onlara sevdirmiştir. Öğrettiği tarikat adab ve erkânına uymalarını, mürşidlerinden talep ederek de, tasavvufu, kuşaklar boyunca sürdürülebilecek bilgiyle donatmıştır. Velayetnâme’ye göre; Hacı Bektaş Velî, Horasan hükümdarı İbrahimü’s-Sani Seyyid Muhammed ile Şeyh Ahmed adlı Nişaburlu âlim bir zatın kızı Hatem (veya Hatme) Hatun’un oğludur.4 Velâyetnâme’ye göre Hacı Bektaş Veli’nin doğduğu, büyüdüğü ve yetiştiği çevre Horasan-Nişabur olduğu, olgunluk dönemi ve irşat faaliyetlerini sürdürdüğü çevre Anadolu-Sulucakarahöyük’tür. El-Horasanî lakabından Horasan’ın Nişabur şehrinden olduğu anlaşılmaktadır (Duran 2010:133). “… Pîr-i Türkân Hoca Ahmed Yesevî hazretleri, Hacı Bektaş-ı Velî Horasanî hazretlerini irşâd idûp Rûm’a, Selçûkiyân’a gönderdikde hikmet-i Hudâ Rûm’a Osmancık asrında gelûb Orhan Gaziyle gazâ idûb Velâyetnâme Hacı Bektaş Velî’nin şeceresini şu şekilde vermektedir: Hacı Bektaş, Seyyid Muhammed İbrahimü’s-Sânî, Mûsâyü’s-Sânî, İbrahim Mükerremü’l-Mûcâb, Mûsa-yı Kazım, İmam Cafer-i Sâdık, İmam Muhammed Bâkır, İmam Zeynel Âbidin, İmam Hüseyin Velî, Emirü’l Müminin Ali. 4 Abdurrahman Güzel, Hacı Bektaş Veli, Ankara: Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı Yayınları, Ankara 1998. Hacı Bektaş Veli silsile olarak Hz. İmam Ali, Hazreti Selmanî Farisî, İmam Caferî Sadık, Şeyh Bayezid-i Bestamî, Şeyh Ebulhasanü’l Herkanî, Şeyh Ebu Aliyyü’l Karmidî, Şeyh Hoca Yusuf Hemedanî, Şeyh Hoca Ahmet Yesevî, Şeyh Lokman Horasanî silsilesinin son halkasıdır 3 211 UKHAD 1 (3) 2015 yeniçeri askerin tertib eyledi. Ba’dehu Pirân-ı Türkistan Hoca Ahmed Yesevî ibn Muhammed Hanefî, Horasân erenlerinden yedi yüz kişiyi (Muhammed Buharî)’ye terfîkan Rum’a Hacı Bektaş Velî’ye imdâd gönderdi. Muhammed Buharî, rüfekâsıyla sefere hazırlanup yola revan olacağı vakit Hoca Ahmed Yesevî “Var imdi Saltık Muhammed’im!.. Bektaş’ım seni, Rum’a gönderüp (Leh) diyarında dalâlet-âyîn olan Saru Saltık’ın sûretine girüp ol melûnı ve Dobrıca’da bir ejder-bir tahta kılıçbu tahta kılıç ile katl ile, Makedonya ve Dobrıca yedi krallık yirde, nâm u şân sahibi ol” diye talimat virdikten sonra yola çıkardı. Muhammed Buharî Rum da Hacı Bektaş’a gelip ceddimizin emrini tebliğ eyledi” ifadesini görmekteyiz (Baş 2011: 46). Türklerin Anadolu’ya gelişleri sırasında uğrak yerlerinden birisi ve Alevîlik tarihi için son derece önemli olan Horasan’dır. Horasan bölgesinden gelen babalar, dervişler, abdallar Anadolu’da İslamiyet’i kendi yorumlarında anlatmışlar, kendilerine bu şekilde taraftar toplamışlardır. Horasan bölgesi Şiî-Batınî pek çok düşünceye beşiklik etmiş bir coğrafyadır. Alevî olarak Anadolu’ya giren Türk boylarının pek çoğu Horasan’da Alevilikle karşılaşmış olmalıdır. Köprülü’nün Anadolu’ya ilk gelen boyların Alevî olduğunu söylemesi ile Anadolu’ya öncü kuvvetler olarak giren Çepnilerin Alevî oldukları bilgileri birbirlerini destekleyici niteliktedir (Şahin 2013:112). Hacı Bektaş Velî’den sonra gelen ve Bektaşiliği kurumsallaştıran kişinin Balım Sultan olduğu bilinmektedir. Yapılan ilmî çalışmalarda Balım Sultan hakkında yeterli belge ve bilgilerin analizlerin yapıldığını söylemek mümkün değildir. Esas itibarıyla Anadolu Aleviliğinin kurumsallaşmasında ve günümüzdeki anlaşmazlıkların kaynağında Hacı Bektaş Velî’nin yolundan gittiğini söyleyenlerin uygulamaları belirleyici olmalıdır. Ahmet Yaşar Ocak’a göre de İslamiyet’in kabulünden itibaren Türklerin İslamiyet’i yorumlaması tarihsel süreç içerisinde birbirleriyle eş zamanlı olarak gelişen biri Sünni (Ortodoks, resmi), ötekisi gayrı Sünni (Heterodoks, halk) İslam yorumu olmak üzere iki paralele süreçte takip edilebilir. Bunlardan biri Sünni (Ortodoks), diğeri gayrı Sünni (Heterodoks) İslam yorumudur. Bu iki süreçten ilki Uygurlar zamanından beri yerleşik hayatı benimseyen, Karahanlılar’la İslam’a geçen 212 UKHAD 1 (3) 2015 kentli Türkler’in “kitap ve sünnet” esasına dayalı Sünni İslam’ını simgeler. Sünnilik, Karahanlılar’dan itibaren Gazneliler ve Büyük Selçuklular gibi Türk devletlerinin resmî mezhebi oldu, hem de yerleşik halkın büyük çapta benimsediği Müslümanlık anlayışı oldu. Arapça bilmek bir yana okuma yazma dahi bilmeyen, göçebe Türkler arasında ise değişik bir İslam yorumu heterodoks İslam yorumu (Alevîlik) benimsendi (Türk; Kala 2014: 53). Sünniler ve Aleviler dinin anlamını belirleme konusunda sürekli bir mücadelenin içinde görülmektedir. Özellikle Osmanlı’nın 16. yüzyılından itibaren, bu mücadelenin ortodoks tarafını teşkil eden Sünniler heterodoks taraf olan Kızılbaşları/Alevileri “dinin dışına çıkmakla”, “kâfirlikle”, “zındıklıka” ve “mülhitlikle” suçlamıştır (Tekindağ 1967: 53-56). İran’da Şah İsmail’in önderliğinde kurulan Safevi Devleti’nin kurulmasında Anadolu Alevilerinin önemli katkıları olmuştur. Bunlar arasında Karadeniz Çepnilerinin bir bölümü de Safevi Devleti’nin kuruluşu ve yükselme döneminde önemli roller almışlardır (Bilgin 2002: 198). 1550’de Giresun kadısı merkeze bir mektup gönderip, Kızılbaş oldukları gerekçesiyle mahpus kimselerden bazısının Ehl-i Sünnet olduğunu belirtmiştir. Mehmet Âşık’ın, özellikle Trabzon’un batısındaki Çepnilerin Rafızî oldukları iddiasını göz ardı etmemek gerekir. Bu bölgedeki yani Giresun ve Ordu havalisindeki çok sayıdaki cami, tekke ve zaviyede Çepniler çeşitli hizmetlerde ve görevlerde bulunmuş olup, içlerinde de birçok fakih bulunmaktadır. Trabzon sancağı, Giresun ve Kürtün kazalarındaki Türk boylarının çok büyük kısmının Kızılbaş olmadığı söylenebilir. İçlerinde Kızılbaş olanların ise azınlıkta olmaları kuvvetle muhtemeldir (Kaçar 2010: 56). Mehmet Fuad Köprülü, İbn-i Batuta’nın Sinop’ta halkın tavşan yemediğini gördüğünü söyler. Bu nedenle buradaki Çepniler, Köprülü’ye göre o zamanlar Kızılbaş idiler. Bu Çepni taifesinin daha sonraki yıllarda Sünnileştiği ancak yine de içlerinde Alevi unsurlarının kalmış olmasının muhtemel olduğu ifade edilmektedir (Kaçar 2010: 50). “Tirebolulu Hüseyin Avni Alpaslan “Trabzon Eli laz mı? Türk mü?” adlı eserinin “Trabzon Tigresinde Türkler Nice türedi” adlı bölümünde Şakir Şevket’in Trabzon tarihinden şu bilgileri aktarmaktadır: Çepniler Türkistan’dan İran’a düşmüş, Kızılbaşlığı öğrenmişler. İran’da da tek 213 UKHAD 1 (3) 2015 durmamış, uslu oturmamışlar. Bundan dolayı hanları bunları elinde istememiş ve bunlar da Anadolu’ya göç etmişlerdir. Bazıları Karadeniz’e bazıları da İzmir civarına yerleşmiş, bunlardan bir kısmı yerli halkla bütünleşerek Çepnilikten çıkmış, İzmir ve Balıkesir civarındakiler ise Çepniliklerini korumuşlardır. Trabzon yöresinde ise pek çok hoca yetişip derebeyleri Sünni olunca bunlarda Sünni olmuş ve Kızılbaşlık kalmamıştır. Ancak çok yüksek köylerde kalmış olabilir” (Kaçar 2010: 49; Çelik 2002:318). Anadolu Alevîlerinin Caferi olup olmaması meselesi vardır. Anadolu için Alevîlik ve Bektaşiliğin eş anlamlı olduğunu söyleyen Abdülkadir Sezgin, Bektaşiliğin ayrı bir din ve mezhep olmadığını bir “Türk Tarikatı” olduğunu söyler (Sezgin 1990: 165-178). Türkiye’deki Alevî toplulukları ile ilgili olarak tarih boyunca birbirinden farklı, fakat birbiriyle ilintili anlamlar ifade eden Işık taifesi, Kızılbaşlık, Rafızîlik ve Bektaşilik kavramları kullanılmıştır. Bu kavramların bir kısmı bizzat Alevî topluluklarının kendileri tarafından, bir kısmı ise değişik mülahazalardan hareketle muhalifleri tarafından kullanılmıştır. Aslında kavramlar tamamen birbirinden farklı olmakla beraber Sünni inancın dışında yer alan bütün topluluklar bir tutularak hepsine birden zaman zaman aynı ifadeler “Bektaşî”, “Alevî”, “Kızılbaş” tabiri kullanılmıştır (Selçuk 2011:74). Anadolu Alevîlerine verilen bir başka isim de Kızılbaş’tır. Kızılbaşlık Türk tarihinin en önemli göç dalgalarından birisinin sonucu olarak ortaya çıkmış olan, temelinde Türk kültürü; vahdet-i vücut görüşünü benimseyen, fazla mezhep kaygısı taşımayan sufîlikle yoğrulmuş yüzeysel bir Müslümanlık ve yoğun Ehl-i Beyt sevgisi olan, sosyo politik bir farklılaşma hareketidir. Kızılbaş adı, başlangıçta hiçbir olumsuz içerik taşımaksızın, sadece Safevî taraftarlığı anlamında, bizzat Kızılbaş diye isimlendirilen kimseler tarafından övünçle kullanılmıştır (Baş 2011: 38). Aleviliğini Anadolu’da şekillenmesinde Türkler temel rol oynamışlardır. Bu bakımdan Alevilik ve Bektaşiliğin yeri Türk kültüründe önemlidir. Çünkü “Bektaşîlik ve Alevîlik bir Türklük olgusudur. Özellikle Bektaşîliğin kökleri Türk’tür (Şahin 2013: 110). “Oğuz boylarından Alevîliği en çok benimseyenler Çepnilerdir. Çepnilerin neredeyse tamamına yakını Alevî’dir (Şerefgil 1980: 94). Mehmet Eröz, bu konuda şöyle demektedir: “Balıkesir taraflarındaki 214 UKHAD 1 (3) 2015 Çepniler tamamen Alevî oldukları halde, Trabzon tarafı Harşıt Deresi boyu taraflarındakiler tamamen Alevîliği unutmuş olup, eski tarihlerde bunlara Türkmen denilirken, bunlar kendilerine Yörük derler. Sünni Çepniler ise bu tabiri kullanmazlar (Eröz 1977: 22). Faruk Sümer, Çepnilerin bir kısmının Alevî olduğunu kabul etmekle beraber, bunların Karadeniz bölgesi Çepnileri olamayacağını, çünkü içlerinde Ebu Bekir ve Ömer isimlerinin kullanımının yaygın olduğunu, hâlbuki Alevilerin bu isimleri kullanmadıklarını kaynak kullanarak dile getirir (Sümer 1992c:51; Sümer 1992b:54; Kaçar 2010: 55). Sümer’in bu konudaki görüşüne temkinli yaklaşmak gerekir. Sadece topluluk bünyesindeki şahıs isimleriyle onların Sünniliği veya Alevîliğine karar vermek zordur. Özellikle Osmanlı Döneminde ve günümüzde kendilerini gizlemek gayesiyle Ömer, Osman, Bekir adlarının Aleviler tarafından da kullanıldığını bilmekteyiz (Selçuk 2011: 73). Alevî-Bektaşî toplumu dini bir grup olarak tarih içinde yok olmamış, varlığını bugüne kadar bütün canlılığıyla devam ettirmiştir. Bu varoluşun sağlanmasını, Alevîlikte önemli bir yeri bulunan ocak sistemiyle ilişkilendirmemiz yanlış olmasa gerekir (Dedekargınoğlu 2011:392). Alevî olan Çepnilerle ilgili olarak belirtilmeli ki, Çepniler, Tahtacılar ve diğer Alevîler, hatta İran’daki Göranlar arasında temel inanış bakımından mühim bir fark yoktur. Ancak her zümrenin bağlı olduğu ocak ayrıdır. Mesela birkaç köy bir ocağın, diğer birkaç köy de başka bir ocağın talibi olduğu gibi, bazı kere bir köyün içinde çeşitli ocakların talipleri de bulunmaktadır (Kaçar 2010: 53). Aslında kavramlar tamamen birbirinden farklı olmakla beraber Sünni inancın dışında yer alan bütün topluluklar bir tutularak hepsine birden zaman zaman aynı ifadeler “Bektaşî”, “Alevî” veya “Kızılbaş” tabiri kullanılmıştır. “Bektaşîlik” denilince akla gelen tasavvufi öğretiler bir tarikat formu taşımaktadır. Hâlbuki Kızılbaş süreğinin öğretileri ve tasavvufi yapısı başka bir tarihsel sürecin neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Safevi merkezinden koparak Hacı Bektaş Dergâhı’na bağlanan Kızılbaşların dinî-sosyal örgütlenmelerinde, inançlarında ve ibadet uygulamalarında ciddi değişiklikler meydana gelmemiştir. İnanç yapısı ve erkânlarını hemen hemen olduğu gibi devam ettiren Kızılbaşlarda “manevi bilgi ve olgunluğun babadan oğula geçtiğini kabul eden Kızıl215 UKHAD 1 (3) 2015 baş öğretisine göre mürşitlik makamına erişmek için her şeyden önce soy şartı aranması” sürekli mevcut olmuştur. Kızılbaşlar, Hacı Bektaş’a bağlandıktan sonra da bu özelliklerini aynen muhafaza etmişlerdir (Yıldırım 2010: 42-51; Selçuk 2011: 74). Rumeli’de Çepniler en yoğun şekilde Rodoplar’da yaşamaktadır. Rodop dağlarının kuzey ve kuzey-batı etekleriyle, batıdan Pirin dağları ve kuzeyden Rila dağlarının arasında bulunan bölgede 1528 yılında Çepni ve Razlog adlarıyla iki nâhiye vardır. Çepni nâhiyesi bölgenin doğu kısmında yer almaktadır. Rodop bölgesinde XX. yüzyılın başlarında Çepni adlı bir köyün bulunması Çepnilerin bu bölgede varlıklarını sürdürdüklerini ortaya koymaktadır (Bostan 2002:362). Günümüzde Gaziantep iline bağlı Yavuzeli, Nizip ve Araban ilçelerinde Çepni yerleşimleri bulunmaktadır. Yavuzeli ilcesine bağlı Sarılar, Kuzuyatağı (Miseyri), Göçmez (Milelis), Yukarı Kayabaşı, Aşağı Kayabaşı, Yenikoy, Derekoy, Halilbaş, Bülbül ve Yarımca köylerinde; Nizip ilcesine bağlı Köseler Köyü’nde ve Araban ilcesine bağlı Başpınar, Gümüşpınar ve Hasanoğlu köylerinde Çepniler yaşamaktadır. Gaziantep merkezde ve köylerde yaşayan ve Alevî inancına mensup olan Çepniler, Musa-i Kazım Ocağı ve Yusuf Dede Garkın Ocağı’na bağlıdır. Gaziantep Çepni köylerinde Musa-i Kazım dedelerinin erkânları devam etmektedir ve cem ritüeli yapılmaktadır. Kent merkezinde yaşayan Çepniler de inançlarını yaşamaya ve yaşatmaya devam etmektedirler (Gültekin 2014: 75). Sünnî İslam’ın karmaşık ve anlaşılması güç birtakım inançlarını önemsemeyen, İslam’ın ince ve karmaşık teolojik konularıyla hiç ilgilenmeyen, ama okuma yazma dahi bilmeyen Türkmen babalarının geleneksel inançlarıyla karışık kendilerine uygun gelen, tasavvufun basitleştirilmiş fikirleriyle yorumlanmış Müslümanlık anlayışına yönelen Türkmenler, hem yerleşik halkın hem yönetimin hem de Sünnî din âlimlerinin hedefindeki kitle konumundaydı (Ocak 1996: 46). Güvenç Abdal Dergâhının Karadeniz Türkmenleri Üzerindeki Etkisi Hacı Bektaş Velî, en güvendiği dostlarından birisi olan Güvenç Abdal’ı 1260’lı yıllarda Kürtün’e göndermiştir. Güvenç Abdal, Süme/ 216 UKHAD 1 (3) 2015 Suma Deresi’nin yaklaşık 10 km kuzeyinde, stratejik bir noktaya yerleşmiştir. Güvenç Abdal’ın yerleştiği geçidin adı, Güvende Kapısı olup bu isim günümüze kadar kullanılmıştır (Demir 2012: 77). “Güvenç Abdal’ın adı birçok Alevi-Bektaşi metninde on iki hizmet, on iki post sistematiği ile beraber anılır. On iki hizmet ve on iki post, Alevi-Bektaşi düşünce evreninde dört kapı, kırk makam anlayışına bağlı olarak bireyin insan-ı kâmil olgusu bağlamında düşünsel gelişimini tanımlar. Alevi-Bektaşi metinlerinde on iki hizmet ve on iki postun birer manevî önderi vardır. On iki hizmetin, on iki postun bu manevî temsilcileri metinlerde sıklıkla geçen Türkmen dedeleridir (Kökel 2005: 50). Güvenç Abdal Ocağı ve Çepnilerle ilgili olarak bir başka bilgi de Güvenç Abdal’la Sarı Saltuk’un Musahib kardeş olmaları, Sarı Saltuk’un Erzincan ve Tunceli yöresinde Trabzon, Giresun, Ordu ve belki de Sinop’a kadar giderek buradan kendisine bağlı Türkmen boyları ile Ukrayna’ya veya başka bir rivayete göre Dobruca’ya geçmesidir (Yalçın; Yılmaz 2005: 13-14). “Güvenç Abdal Ocağı genel olarak Anadolu’nun kuzeyinde, Batı’da İzmit’in Kandıra ilçesine bağlı Ballar köyünde, Doğu Karadeniz’de, Trabzon’un Akçaabat ilçesine bağlı Eskiköy’e kadar uzanan geniş coğrafyada örgütlenmiş bir ocaktır. Güvenç Abdal Ocağı, özellikle Karadeniz Bölgesi’nde yerleşik Alevi-Bektaşîlerce adı sıklıkla anılan bir ocaktır. Karadeniz Bölgesi Alevi-Bektaşilerinin ocak aidiyeti açısından baskın oranda dâhil oldukları ocak da Güvenç Abdal Ocağı’dır.”(Kökel 2005: 52). “Eskiköy, Trabzon-Akçaabat’ta bulunan; Taşlıtepe ve Karapınar köyleriyle aynı vadi içerisinde yer alan 600 senelik bir Çepni-Alevi köyüdür. Köy halkı, Çepni olduklarını inkâr etmemekle birlikte Alevî kimliklerinin Çepni kimliklerinden daha ön planda olduğunu hissettiriyor. Çepni ve Alevî kavramı köydeki kişiler tarafından kaynaştırılmış tek bir kavram olarak kabul edilmektedir” (Yalçın; Uysal 2005: 38). Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında Güvenç Abdal’ın önemli hizmetlerinin rolü olduğu görülmektedir. Özellikle Gümüşhane üzerinden Karadeniz sahillerine inen Türkmenlerin Güvenç Abdal Ocağı ile irtibatlarının olduğu ifade edilmektedir. Kürtün yöresinin en önemli yaylası Güvende Yaylası olarak adlandırılmak217 UKHAD 1 (3) 2015 tadır. Ayrıca Güvende Yaylası’nda asıl kabri Hacı Bektaş Velî Zaviyesi’nde bulunan Güvenç Abdal’ın bir de makam mezarı yer almaktadır. Kürtün yöresi Çepnileri içerisinde sadece Taşlıca köyü Çepnilerinde Alevî-Bektaşî kimlik ve Güvenç Abdal Ocağı aidiyeti ile beraber devam etmektedir (Kökel 2005: 56). Güvenç Abdal Ocağı’nın süreği erkânlı sürek olarak Yunus Efendi köyünde bütün canlılığıyla yaşamaktadır. Ancak dedeler artık görgüye gelmediği için Hacıbektaş Çelebilerine bağlı dikme dedeler erkân yürütmektedir. Her hafta toplandıkları, aralarında çok sıkı bir dayanışma içinde olduklarını gözlemlemek çok zor değildir. Cem törenlerinde özellikle ikrar niyazlaşmalarla birlikte semahları sadece kendilerine özgü bir semahtır. Çark-ı felek adını verdikleri bir semah ise yine diğer Alevî Ocaklarında görülmeyen bir semah türü olarak karşımıza çıkmaktadır (Yalçın; Yılmaz 2005: 11). “Cem, Çepnilerde adaletin sağlandığı, haklının haksızın belli olduğu, haksızın cezasını aldığı yerdir. Cemin kuralları kesindir, bunu dışına çıkanlar ceme alınmazlar. Dede her bir dervişi sorguya çeker:”Harama uçkur çözmeyeceğine, kul hakkı yetim hakkı yemeyeceğine İmam Hüseyin hakkına yemin eder misin?” diyerek ondan ikrar alır. Bundan sonra artık “can” yaptıklarından topluma karşı yükümlüdür. Eğer söz verdiklerini yerine getirmezse diğer cemde Dede; “Erenler bu dervişi aranıza alır mısınız?” diye sorduğunda canların hepsi: “Almayız, bu suç işledi!” diye cevap verirler ve Dede onu ceme almaz (Şahin 2013:129). Doğu Karadeniz havalisinde özellikle de bölgenin kırsal kesiminde günümüzde de eski Türk inanç izlerine ve Alevî-Bektaşî inançlarına dair inanmalara rastlamak mümkündür. Birçok değişmeye uğramış olsa da ahalinin günlük hayatına dair uygulamalarda bu değerleri görmekteyiz. Doğu Karadeniz Bölgesi’nden Yapılan Göçlerin Dini Yönleri Doğu Karadeniz bölgesinden bazı köylerin zaman içinde daha batıya yani Batı Karadeniz bölgesine göç ettikleri görülmektedir. Bu göçlerin temelinde kuvvetle muhtemel dinî değerlere ait anlayış farklığından kaynaklanan uygulamalar olmalıdır. Düzce-Gölyaka, Yunus Efendi Köyü, 1880-1890 yılları arasında Trabzon’un Akçaabat ilçesi, Eskiköy’den gelen aileler tarafından kurulmuştur. Köye ilk gelen aile 218 UKHAD 1 (3) 2015 Sezer ailesi olup, köy adını Sezer ailesinin reisi Yunus Sezer’den almıştır. Yunus Efendi köyü, ilçe merkezine 9 km uzaklıktadır. Köyde bir cami ve üç tane cemevi vardır. Köyün nüfusu 761 kişi olup tamamı Alevî’dir. Halen köyde mevcut olan Sezer, İmamoğlu, Mehdioğlu, Malkoçoğlu, Çimçim gibi sülaleler Çepni kökenlidirler. Arazinin elverişsizliği nedeniyle köy oldukça dağınık bir görünüm arz etmektedir. Yunus Efendi köyü aslında araştırma yöresindeki Alevîlerin merkezini oluşturmaktadır. Çamlıbel köyü, bir zamanlar Yunus Efendi köyünün mahallesi iken sonradan ayrılmış bir köydür. Diğer köylerdeki çoğu Alevîler de, başlangıçta çeşitli sebeplerden dolayı bu köylerden ayrılmışlardır. Bu anlamda Açma, Çamlıbel, Hacıyakup ve Yunus Efendi köylerinin nüfusuna kayıtlı olduğu halde Gölyaka ilçe merkezinde yaşayan çok sayıda Alevî vardır. Bunlar, kendi inanış ve anlayışlarını yaşatmak üzere Gölyaka ilçe merkezinde “Gölyaka Hacı Bektaş Velî Kültür Değerlerini Koruma ve Yaşatma Derneği” adı altında bir dernek kurmuşlardır (Bulut, Çetin 2010: 168). Gölyaka, Açma köyü, Orman arazilerinin temizlenerek yerleşime uygun hale getirilmesiyle kurulmuş bir köy olduğundan buraya “Açma” adı verilmiştir. Diğer adı Gökçedere’dir. İlçe merkezine 3 km uzaklıkta olan köye, Birinci Dünya Savaşı sonrası Ordu ve Trabzon’dan göç eden Çepniler yerleşmiştir. Köyün nüfusu 750 olup yarısı Alevî, yarısı Sünnî vatandaşlardan oluşmaktadır. Açma Köyünde bir cemevi ve bir cami bulunmaktadır. Caminin resmi din görevlisi mevcuttur (Bulut, Çetin 2010: 167). Gölyaka Çamlıbel Köyü, Yunus Efendi köyünden ayrılmış ve ilçe merkezine 10 km uzaklıkta bir köydür. Köy halkı, 1916 yılı sonrası buraya göç eden Trabzonlulardan oluşturmaktadır. 2010 yılı verilerine göre Çamlıbel köyü, 419 kişiden oluşur ve köy nüfusunun tamamı Alevî’dir. Köyde bir cemevi, iki cami vardır ve her iki caminin de resmi din görevlisi kadrosu mevcuttur. Nüfusa oranla köyde iki caminin inşa edilmesi, arazinin elverişsizliği nedeniyle yerleşimin çok dağınık olmasından kaynaklandığı söylenebilir (Bulut, Çetin 2010: 167-168). “Batı Karadeniz çevresindeki Çepniler kendilerini Çepnilerin sancak boyu olarak Alemdar, Bayraktar alt kimliği ile tanımlamaktadırlar. Bu kimlik hem Çepni olmanın hem de Alevi olmanın bir kanıtı iken bu kavrama sarılanlar Çepniliği ve Alevîliği reddetmektedirler (Yalçın; 219 UKHAD 1 (3) 2015 Uysal 2005: 38). Ordu yöresi Çepnilerin nüfus olarak yoğunlukta oldukları bir yerleşim birimidir. Bu bölgede yaşayan Alevî-Çepni Türkmenlerinin I. Dünya Savaşı’ndan sonra farklı bölgelere göç ettikleri bilinmektedir. Mesela Düzce’ye bağlı Açma, Hacı Yakup, Yunus Efendi köyleri Trabzon ve Ordu yöresinde yaşayan Alevî–Çepnilerin 1918 sonrası yerleştiği köyler arasındadır (Selçuk 2011: 73). Bölgeden yapılan bu tür göçlerin temel sebepleri üzerinde ciddî çalışmaların yapılması gerekir. Bir kimsenin yaşadığı ve yurt edindiği bir yerden başka yerlere göç etmek istemesi geçerli sebeplere dayanmalıdır. SONUÇ VE ÖNERİLER Oğuzların Çepni boyuna ait yapılan ilmî çalışmalar, Çepnilerin Anadolu’ya gelişini 12. asrın başlarına kadar götürmektedir. Bu tarihten itibaren Anadolu’nun muhtelif yerlerinde Çepnilerin siyasî, dinî ve sosyal faaliyetleri hakkındaki faaliyetlerini görmek mümkündür. Türkiye genelinde Çepni boyunun dağılımına, Çepni yerleşim bölgelerine bakıldığında en yoğun Çepni yerleşiminin Doğu Karadeniz Bölgesinde olduğunu görmekteyiz. Günümüzde de bu bölgede yaşayan ahalinin büyük bir ekseriyeti kendilerini Çepni olarak ifade etmektedir. Karadeniz havalisi dışında Gaziantep, Hatay, Rakka, Diyarbakır, Aydın, İzmir, Manisa, Balıkesir, Dobruca, Sivas, Erzurum gibi yerleşim birimlerinde Çepnilere ait kültür birikimlerini görmek mümkündür. Bu yörelerde yaşayan Çepnilerin yılın belli zamanlarında yaptıkları kültürel faaliyetler ile tarihî kültür birikimlerini canlı tutmaya çalıştıkları görülmektedir. Bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış bulunan Çepniler yaşadıkları yörelerdeki dinî hayata dair uygulamaları kabul etmişlerdir. Bundan dolayıdır ki, Çepni boyunun belli bir mezhep içinde kalmaları mümkün olmamıştır. Karadeniz havalisinde yaşayan Çepniler Sünni inancı içinde yaşamasına rağmen diğer yörelerdeki Çepnilerin de Alevî inancına intisap ettiklerini söylemek gerekir. Bu durum esas itibarıyla Çepnilerin inanç noktasına homojen bir durum göstermediklerini de ortaya koymaktadır. Bu durum Çepnilerin inanç noktasında büyük bir hoşgörü ve anlayışa 220 UKHAD 1 (3) 2015 da sahip olduklarını ve mezhep taassubuna bağlı kalmadıklarına da delil sayılabilir. Çepniler konusunda çalışma yapan ilim adamlarının ortak görüşü: “Hacı Bektaş Velî, Anadolu’ya gelip yerleştiği Sulucakarahöyük, Çepnilerin Anadolu’da ilk yurt tutukları yerlerdendir. Hacı Bektaş bu Çepni köyüne gelip yerleşmiş ve ilk müritleri de Çepniler olmuştur. Bu durum Çepni boyunun önemli bir kısmının neden Alevî olduklarını göstermesi bakımından dikkate alınmalı “ şeklindedir. Hacı Bektaş Velî’nin önemli talebelerinden sayılan Güvenç Abdal’ın da Gümüşhane’de iskânı ve yöredeki faaliyetleri dikkat çekicidir. Doğu Karadeniz havalisinde Güvenç Abdal hakkında nerede ise bütün ahali bilgi sahibidir. Onun yöre insanının eğitiminde ve terbiyesinde önemli hizmetleri yerine getirdiğine inanılmaktadır. Doğu Karadeniz bölgesindeki Çepnilerin Sünni inancı çerçevesinde hayatlarını devam ettirdikleri bunun yanında eski Türk inanç izlerini de yaşatmaya devam ettiklerini söylemek gerekir. Özellikle yöre köylerinde eski Türk inanç izlerini sıklıkla görmek ve uygulamaların günlük hayata etkilerini gözlemlemek mümkündür. Hatta yöre insanının bazı inanmaları din gibi algıladığın görülmektedir. Bu durum yöre insanının eski inançlarından vazgeçmediği göstermektedir. Özellikle kırsal kesimlerde eski Türk inanç ritüelleri daha sık bir şekilde görmektedir. Çepni Türkmenleri hakkında son yıllarda artarak devam eden bilimsel çalışmalar Çepniler hakkında bilinmeyen ya da yanlış bilinen birçok meselenin gün ışığına çıkarılmasına vesile olacaktır. Özellikle Çepni diyarı olarak bilinen Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki üniversitelerin yapılan bu ilmi çalışmaları desteklemek gayesiyle bir “Çepni Araştırma Merkezi” kurmalarının faydalı olacağı görülmektedir. Böyle bir müessese sayesinde yapılan ve yapılması kuvvetle muhtemel olan ilmi çalışmaların bir araya getirilmesi daha kolay olacaktır. 221 UKHAD 1 (3) 2015 KAYNAKLAR Akay İsmail Hakkı, (1935), Çepniler Balıkesir’de, Balıkesir: Balıkesir Halkevi Neşriyatından. Talas Mustafa; Numan Durak Aksoy, (2009), “Küreselleşme-Yerleşme Çerçevesinde Türk Aleviliği”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S51, s.147-170 Arslanoğlu İbrahim, (2001), “Alevilikte Temel İnanç Unsurları ve Pratikler”, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, VII/20, Kış, s.33-134. Azar Birol, (2006), “Bektaşîlik ve Alevîliğin Tarihî Arka Plânı ve XIII. Yüzyılda Anadolu’nun Genel Bir Görünümüz”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî, S.39, s.79-94. Barmanbay Gülçin, (2014), Evliya Çelebi’nin Doğu Karadeniz’de Gördüğü Yerleşim Yerleri ve Bu Yerlerin Günümüzdeki Hâli üzerine Karşılaştırmalı Bir Araştırma, Giresun üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Giresun. Baş Eyüp, (2011), “Ahmet Yesevî’nin Bektaşîlik, Alevilik Üzerindeki Etkileri ve Osmanlı Dini Hayatındaki İzleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.52: 2, s. 21-53. Bilgin Mehmet, (2002), Doğu Karadeniz: Tarih-Kültür-İnsan, Trabzon: Serander Yayınları. Bilgin Mehmet, (2013), Karadeniz Dünyası, İstanbul: Ötüken Yayınları. BOA, DH.MUİ., Dosya No:29/-2, Gömlek No:26, 05/M /1328. Bobinger Franz; Fuad Köprülü,(1996), Anadolu’da İslamiyet, I. Baskı, Ragıp Hulusi (çev), Mehmet Konar (yay. hz.), İstanbul: İnsan Yayınları. Bostan Hanefi, (2002), XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, Ankara: TTK. Yayınları. Bostan Hanefi, (2002), “Anadolu’da Çepni İskânı”, Türkler Ansiklopedisi, , C.6, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, s.299-311. Bulut Halil İbrahim; Murat Çetin, (2010) “Gölyaka Alevilerinin 222 UKHAD 1 (3) 2015 Dini İnanç ve Yaşantıları”, Sakarya: e- makâlât Mezhep Araştırmaları, III/2,Güz, s.165.206. Cipriani Roberto, (2011), Din Sosyolojisi Tarih ve Teorileri, Yay Haz: Ali Coşkun, İstanbul: Rağbet Yayınları. Coşkun Nilgün Çıplak, (2013), “Tahtacılar ve Tahtacı Ocaklarına Bağlı Oymakların Yerleşme Alanları”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Araştırma Dergisi, S.68, s.33-54. Çelik Ali, (1999), Trabzon-Şalpazarı Çepni Kültürü, Trabzon: Trabzon Valiliği Kültür Müdürlüğü Yayınları. Çelik Ali, (2000), “Trabzon ve Çepniler”, Trabzon Tarih Sempozyumu Bildirileri, (6-8 Kasım 1998 Trabzon), Trabzon: Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, s. 609-624. Çelik Ali, (2002), “Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesindeki Yeri ve Önemi”,Türkler Ansiklopedisi, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, C.6, s.312-323. Çiçek Rahmi, (2014), “Karadeniz Bölgesi Çepni Türklerinde Takvim ve Zamanın Anlamı Üzerine”, Geçmişten Günümüze Alevilik, I. Uluslararası Sempozyumu, C.1, Bingöl: Bingöl Üniversitesi Yayınları. (263-273). Dedekargınoğlu Hüseyin, (2011), “Alevilikteki Tanım ve Terimler”, Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S.60, s.379-394. Demir Necati, (2012), “Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesinde Çepni Türkmenleri İle Güvenç Abdal Ocağı’nın Kurulması”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S.77, s.81-82. Döğüş Selahattin, (2014), “Türk Halk Kültürü ve Alevilik”, Geçmişten Günümüze Alevilik, I. Uluslararası Sempozyumu, C.I, Bingöl: Bingöl Üniversitesi Yayınları. (203-247). Duran Hamiye, (2010), “Velâyetnâme’ye Göre Hacı Bektaş Veli”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 55, s.129-137. Eröz Mehmet, (1977), Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik, İstanbul: Otağ Matbaacılık. Fatsa Mehmet, (2006), “Abdalân-ı Rûm’dan Giresunlu Yakup Halife (Zaviye ve Derbendi), Türk Kültür ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S.39, s.95-114. Fatsa Mehmet, (2008), Giresun Yöresinde Osmanlı Vakıfları 223 UKHAD 1 (3) 2015 ve Vakıf Eserleri (Dinî-İlmî Hayat ve Sosyal Kurumlar), Giresun: Giresun Belediyesi Yayınları. Gültekin Mustafa, (2014), “Sarılar Köyü Çıralık Çepni Alevi Ziyareti ve Türk Ağaç Kültüne Bağlı Bazı İnanç ve Uygulamalar”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S.70, s.73-95. Gündüz Tufan, (1997), Anadolu’da Türkmen Aşiretleri “Bozulus Türkmenleri (1540-1640), Ankara: Bilge Yayınları. Güzel Abdurrahman, (1998), Hacı Bektaş Veli, Ankara: Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı Yayınları. Kaçar Betül Zahide (2010), Çepnilerde Din ve Sosyal-Kültürel Hayat (Giresun Örneği), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı Din Sosyolojisi Bilim Dalı, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul. Kaya Mevlüt, (2011), Çepniler Tarihi Serüvenleri ve Giresun-Espiye Yöresinin Kültür Kökenleri, İstanbul: Togan Yayınları. Kökel Coşkun, (2005), “Güvenç Abdal Ocağı Üzerine Bir Değerlendirme”, Hacı Bektaş Velî, S. 35, s.47-59. Kuruca Nazım, (2012),“Göç Olgusunun Giresun ve Havalisindeki Yansımaları (Giresun’da Otçu Göçü)”,Halk Kültüründe Göç Uluslararası Sempozyumu (28-28-30 Mayıs 2010), İstanbul: Motif Vakfı Yayınları. s. 644-656. Ocak Ahmet Yaşar, (1989), “Alevî”, TDVİA; İstanbul: TDV. Yayınları, C.II, s.368-369. Ocak Ahmet Yaşar, (1992), Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sûfilik: Kalenderîler (XIV-XVII. Yüzyıllar), Ankara: TTK. Yayınları. Ocak Ahmet Yaşar, (1996), Babailer İsyanı Aleviliğin Tarihsel Alt Yapısı Yahut Anadolu’da İslam Türk Heterodoksinin Teşekkülü, İstanbul: Der Yayıncılık. Orhonlu Cengiz, (1987),Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı, İstanbul: Eren Yayıncılık. Öz Baki, (1997), Bektaşilik Nedir?, İstanbul: Der Yayıncılık. Özcan Hüseyin, (2003), Alevi-Bektaşi Kültürüne Bakışlar Canların Nefesinden, İstanbul: Horasan Yayıncılık. Pettazzoni R, (1958), “Din İlminde Tarih ve Fenomenoloji”, Çev. H. G. Yurdaydın, Ankara: İlâhiyat Fakültesi Dergisi, S.1-IV, s.189-191. 224 UKHAD 1 (3) 2015 Rençber Fevzi, (2013), “Alevî Ocakzadelerin Problemleri ve Çözüm Önerileri, The Journal of Academic Social Science Studies International Journal of Social Science Volume 6 Issue 4, p. 681-692. Sayılır Şeyda Büyükcan, (2012) Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi/journal of Turkish World Studies, XII/I (Yaz), s.563-580. Selçuk Hava, (2011), “XX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Alevi Toplumuna Bakışı (Ordu Örneği)”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S.59, s.71-90. Sezgin Abdülkadir, (1990), Hacı Bektaş-ı Veli ve BektaşilikAlevilik Üstüne Ne Dediler, İstanbul: Ant Yayıncılık. SÜMER Faruk (1962), “Ağaç-Eriler” Belleten, C.XXVI, S.103, s.521-528. Sümer Faruk, (1992a), Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları. Sümer Faruk, (1992b), Tirebolu Tarihi, İstanbul: Türk Dünyası Araştırma Vakfı Yayınları. Sümer Faruk (1992c), Çepniler, Anadolu’nun Türkleşmesinde Önemli Rol Oynayan Oğuz Boyu, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları. Sümer Faruk, (1993), “Çepni mad.”, TDVİA, İstanbul. Diyanet Vakfı Yayınları, C.8, s.269-270. Şahin Halil İbrahim, (2013), Çepniler Tarih İnanış ve Halkbilimi, Ankara: Altınpost Yayıncılık. Şerefgil Enver M, (1980), Toponomik Bir Araştırma: Göçler ve Yer Adları (Türkler, Pomaklar ve Bulgarlar), İstanbul: Türk Dünyası Araştırma Vakfı Yayınları. Şevket Şakir, (1294), Trabzon Tarihi, İstanbul. Taşğın Ahmet, (2009), “Safevî-Osmanlı Savaşı’ndan İtibaren Dinî Söylemin Siyasal Propaganda Aracı Olarak Kullanılması: Dede Kargın Örneği”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî, S.49, s.209-224. Tekindağ Şehabeddin, (1967), “Yeni Kaynak ve Vesikaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim’in İran Seferi”, İstanbul: Tarih Dergisi, S.22, s.49-76. Tellioğlu İbrahim (2005),“Doğu Karadeniz Bölgesinin Bugünkü 225 UKHAD 1 (3) 2015 Etnik Yapısına Tesir Eden Göçler”, Çorum: Karadeniz Araştırmaları/ KARAM Yayınları, S.5, s.1-10. Tellioğlu İbrahim (2007), “Doğu Karadeniz Bölgesinin Türk Yurdu Haline Gelmesi Hakkında Bir Değerlendirme”, Turkish Studies/ Türkoloji Araştırmaları Volume 2/2 Spring 2007, s.654-664. Turan Osman, (1996), Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul: Boğaziçi Yayınları. Turan Osman, (2003), Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul: Ötüken Yayınları. Türk Hüseyin; Arif Kala, (2014),“Alevilikte Kimlik Sorunun Değerlendirilmesi ve Tartışılması”, Alevilik-Bektaşilik Araştırma Dergisi, S.9, s.45-73. Uluerler Sıtkı, (2014), “Osmanlı-Safevî İlişkilerinin Başlangıç Sürecinde Osmanlı’da Kızılbaş Algısı”, Geçmişten Günümüze Alevilik I. Uluslararası Sempozyumu, C.II, Bingöl: Bingöl Üniversitesi Yayınları. (12-37) Uyanık Zeki, (2012), “20. Yüzyıl Türk Edebiyatında Alevi-Bektaşi Unsurların Negatif Temsil Edildiği Bazı Eserler”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S.62, s.109-136. Ülkütaşır M. Şakir, (1968), “Tahtacılar”,Türk Kültürü, Yıl: VI, S.71, s.840-843. Yalçın Alemdar; Başak Uysal, (2005), “Karadeniz Çepnileri 1: Taşlıca Köyü”, Hacı Bektaş Velî, S.35, s.29-36. Yalçın Alemdar; Hacı Yılmaz,(2005), “Güvenç Abdal Ocağı”, Hacı Bektaş Velî, S.35, s.9-28. Yalçınkaya Elvan, (2011), Avşar Türkmenlerinin Kastamonu Çevresindeki İzleri”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S.59, s.91-100. Yıldırım Rıza, (2010), “Bektaşi Kime Derler: “Bektaşi” Kavramının Kapsamı ve Sınırları Üzerine Bir Tarihsel Analiz Denemesi”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S.55, s.23-58. Yörükân Yusuf Ziya, (1998). Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar, Eklerle Yayına Hz. Turhan Yörükân, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Hüseyin (1961). “Türkiye’nin Dinî Tarihine Umumî Bir Bakış”, Ankara: İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. IX, s.109-120. 226 UKHAD 1 (3) 2015 Trabzon’da Halk Kütüphaneleri ve Halk Kütüphanelerinin Şehir Kültürüne Katkısı Public Libraries in Trabzon and Their Contributions to the City Culture Erdinç ALACA* ÖZET Bu çalışmanın temel amacı, halk kütüphanesi-şehir kültürü ilişkisini ortaya koymaktır. Bu ilişki kapsamında Doğu Karadeniz Bölgesi’nin önemli şehirlerinden biri olan Trabzon‘da bulunan il ve ilçe halk kütüphaneleri hizmetler ve kültürel etkinlikler kapsamında incelenmiştir. Kütüphanelerin, bulundukları bölgelerin kültürel kalkınmasına sağladığı katkı değerlendirilmeye çalışılmıştır. Çalışmada öncelikli olarak kültür-kütüphane ilişkisi ele alınmış ve bu ilişki kullanıcı ekseninde incelenmiştir. Çalışmada betimleme yöntemi kullanılmış, görüşme tekniğinden yararlanılmıştır. Araştırmanın sonucunda, Trabzon il ve ilçe halk kütüphaneleri tarafından çeşitli kültürel etkinlikler düzenlediği sonucuna ulaşılmıştır. Bu etkinlikler aracılığıyla bireylerin kültürel gelişimi sağlanmaya ve imkânlar doğrultusunda bireylere ve dolayısıyla şehrin kültürüne katkıda bulunulmaya çalışıldığı ortaya çıkarılmıştır. Personel eksikliğinin, şehir kültürünün kütüphaneler tarafından desteklenmesini olumsuz yönde etkilediği anlaşılmıştır. Bunun yanı sıra, bölge halkının kültürel gelişimine katkı sağlanması eksenli daha aktif ve daha yaratıcı kütüphane hizmetlerinin, bölgede yaşanan sorunların tanımlanması ve bu sorunlara çözüm önerileri getirecek doğrultuda geliştirilmesi gerektiğine ilişkin öneride bulunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Halk kütüphaneleri, Trabzon halk kütüphaneleri, şehir kültürü, kütüphane hizmetleri ABSTRACT The main purpose of this study is to demostrate the relation between the public library and the city culture. According to this purpose, public libraries in Trabzon, where is one of the most important city in Black Sea Region in Turkey in terms of its cultural background, was analyzed with the scope of services and cultural activities. In addition to this, the contributions of public libraries to the cultural development in the local area were tried to evaluate in this research. The close relation of the culture and the library was primarily investigated by taking users in consideration. This qualitative research utilized descriptive method while delivering interviews to the library managers. During this research, it was clearly indicated that various cultural * Araş. Gör., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü. İstanbul/TÜRKİYE 227 UKHAD 1 (3) 2015 activities were organized by public libraries in Trabzon. Moreover, with the help of these activities, it was aimed to contribute to the city culture and individuals’ cultural development. It is indicated that the lack of professional librarians was the principal problem for the public libraries in Trabzon to contribute to the city culture. According to these results, it is essentially offered to libraries that they should improve themselves while being more creative and innovative. And also, it is highlighted by this study that libraries would need to consider local people first in order to contribute to their cultural development. and user axis services to contribute to the individual’s culturel development living in the current region. Keywords: Public libraries, Trabzon public libraries, city culture, library services GİRİŞ Bilmek, bilgiye erişmek, hayal gücünü geliştirmek, üretmek, sorgulayıcı olmak ve kültürel açıdan gelişmek bireylerin bugünü ve geleceği için oldukça önem taşımaktadır. Tüm bu değerleri bir potada eritebilmek ancak bilgili bir birey olmakla mümkündür. Bireyler bildikçe daha çok ve farklı düşünebilen düşündükçe daha çok bilmek isteyen bir yaklaşım içerisindedir. Nitekim ortaya çıkarılan her ürünün bir düşüncenin, düşünme eyleminin sonucu olduğu varsayıldığında, yaratmak ve yaratılanı ortaya koymak açısından bilginin ve bilmenin ne derece önemli olduğu anlaşılmış olacaktır. Tarım ve sanayi toplumundan sonra, yaşadığımız çağ bilgi çağı ve parçası olduğumuz toplum da bilgi toplumu olarak nitelendirilmektedir. Bilginin makine gücünün önüne geçtiği ve bireylerin bilgiye ve bilgiyi kullanmaya duyduğu gereksinimin artması neticesinde toplumun bir parçası olan bizler, gerek kendi çabalarımızla gerekse bilgi sunan kurumların desteğiyle bu gereksinimlerimizi karşılamaya çalışmaktayız. Bu kurumların başında kütüphaneler, çok çeşitli kullanıcı gruplarına hizmet verebilme özelliğinden dolayı özellikle halk kütüphaneleri gelmektedir. Birey ihtiyaç duyduğu bilgiyi kendi çabasıyla farklı yollardan elde edebileceği gibi kütüphanelerin bilgiye gereksinim duyan bireyleri bu konuda desteklemesi gerekmektedir. Bireyin gördüğü eğitim, bilgi, beceri ve kültür seviyesini artırmasında etkilidir. Eğitimin, ilkokul, lise, üniversite vb. gibi aşamaları olmakla birlikte, bilgi deposu, kültür yuvası olarak nitelendirilen, bireylere kaliteli hizmet sunmayı amaç edinmiş kurumlar olan halk kütüphaneleri kapsamında ise eğitimin yaşam boyu sürdüğünü söylemek yerinde bir yaklaşım olacaktır. Halk kütüphaneleri, bulundukları bölgenin kültürel açıdan kalkınması adına kullanıcılara birçok hizmet sunmakta ve bu sayede kültürel açıdan üstlendikleri görevleri yerine getirmeye çalışmaktadır. 228 UKHAD 1 (3) 2015 Halk kütüphaneleri, bireylerin yaşam boyu öğrenimini, kişisel gelişimini, çağa ayak uydurabilmesini, geleceğe dair beklentilerini karşılayabilmesini, bilgi arama ve bilgiye erişme becerisi geliştirebilmesini ve bilgi ile sürekli bir etkileşim içinde bulunabilmesini sağlayan halka mâl olmuş toplumsal kurumlardır. Milli, üniversite, okul, özel vb. gibi kütüphanelerin aksine halk kütüphaneleri toplumun tüm bireylerine hiçbir ayrım gözetmeksizin hizmet sunduğu için diğer kütüphane türlerine oranla kullanıcı yelpazesi oldukça geniştir. Herkese eşit hizmet amacının yanı sıra halk kütüphanelerinin önemli bir diğer amacı ise bulunduğu bölgenin kültürel kalkınmasına yardımcı olmak, entelektüel yapısına katkı sağlamak, gerek geleneksel gerekse yenilikçi hizmetler ile birey ile bilgi arasındaki bağı sürekli güçlü tutmaktır. Bunu gerçekleştirebilmek için hizmet verilen yörenin ihtiyaçları ve eksik yanları iyi analiz edilmeli, sorunları tanımlama yöntemi izlenerek daha kaliteli ve kültürel açıdan daha donanımlı bir toplum yaratabilme amacıyla tanımlanan sorunlara yönelik çözüm önerileri geliştirilebilmelidir. Toplumsal Açıdan Kültür-Kütüphane İlişkisi İnsanoğlu yaratılışı gereği topluluk halinde yaşamayı zorunlu bir gereksinim olarak algılamaktadır. Aynı yaşam alanını paylaşan insanlar aslında şehir toplumu dediğimiz toplum yapısının temellerini atarak ortak bir kültür birikimini oluşturmaya başlamışlardır. İlişkilerini, hak ve görevleri düzenleyen bir takım ilke ve kurallara göre sürdüren insanlar arasında gerek yasalarla gerekse gelenek ve göreneklerle şekillenen bu kültür aslında tam anlamıyla bir şehir kültürü oluşumunun göstergesidir. Son yıllarda bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerin bireyleri sosyal ve kültürel değerlerinden uzaklaştırarak tek tip bir yaşam tarzına sürüklediği görülmektedir. Buna bağlı olarak toplumun kültürel yapısında ve şehir kültürünün oluşumunda birtakım aksaklıkların yaşanabileceği ve bireylerin kendilerine bırakılan kültürel mirası koruma ve geliştirme konusunda ilgisiz ve yetersiz kalacakları öngörülmektedir. Kültürel mirasın ve şehir kültürü anlayışının yok olmaması kültürel mirasın korunması, erişimi, sunulması, gelecek kuşaklara aktarılması, bireylerde kültürel farkındalık düzeyinin artırılması, kütüphaneler gibi toplumsal kurumların yeni hizmetler geliştirmesiyle ve bu hizmetleri geliştirirken bilgi toplumuna dönüşüm sürecinde sürekli değişen ve gelişen bilgi iletişim teknolojilerinden yararlanmasıyla mümkün olacaktır. Kültürel bellek kurumları olan kütüphanelerin çağa uygun yenilikçi girişimleri toplum kültürünün yaşatılması için önem taşımaktadır. 229 UKHAD 1 (3) 2015 Bir şehri şehir yapan, o şehri yaşanılır kılan aslında kişinin kendisidir. Kişilerin kültürel seviyeleri şehrin kültürel yapısıyla doğru orantılıdır. Kişi kültürel açıdan kendini geliştirmeye eğilimliyse, bu konuda ilgili ve istekli davranarak kişisel kültür düzeyine ne derece katkı sağlıyorsa şehir kültürünün oluşmasına da aynı derecede katkı sağlıyor demektir. Kültür kavramı farklı disiplinler tarafından farklı farklı tanımlanmakla birlikte, kültür, anlamsal açıdan da oldukça geniş bir kavramdır. Tarım için ekin anlamına gelen kültür, Tıpta, bir tür mikrop üretimi olarak tanımlanmaktadır. Eleştirme, değerlendirme, zevk alma yetilerini geliştirmiş olan kimseler için bir sıfat görevi gören kültür kelimesi aynı zamanda belirli bir konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi anlamına gelen tarih kültürü, müzik kültürü gibi kavramları da nitelemektedir (Turan 1990: 12). Kültür, “insanların toplumsal ve tarihsel gelişimi içinde yarattıkları her türlü maddi ve manevi ürünlerin bütünü” olarak da tanımlanmaktadır (Çakın 1986: 11). UNESCO’ya göre; “en geniş anlamıyla kültür, bir toplumu ya da toplumsal bir grubu tanımlayan belirgin maddi, manevi, zihinsel, duygusal özelliklerin bileşiminden oluşan bir bütün ve sadece bilim ve edebiyatı değil, aynı zamanda yaşam biçimlerini, insanın temel haklarını, değer yargılarını, geleneklerini ve inançlarını da kapsayan bir olgu” olarak tanımlanmaktadır (UNESCO 1982). “Kültür olgusunu, insanoğlunun, tarih sahnesine çıktığı günden bu yana varlığını koruyarak, yaşamını sürdürmesini ve geliştirmesini sağlayan maddi ürünleri yaratma süreci olarak düşünmek yanlış olmayacaktır” (Yılmaz 2008: 352). İnsanoğlunun ürettiği, elinden çıkan her şey aslında kültür kavramını oluşumuna katkı sağlayan parçalardır. Hayatın her alanıyla ilgili olan bu parçaların bir araya gelmesiyle gerçekleşen oluşum aynı zamanda insanlığın kültürel birikimi olarak da nitelendirilebilir. Toplum ya da halk kültürü incelenirken değinilmesi gereken en önemli noktalardan biri, halk kültürünü bir bütün haline getiren parçaların ne olduğudur. Halk kültürü; gelenek, görenek, inançlar, bayramlar, törenler, kutlamalar, halk müziği, halk oyunları, halk sporları, çocuk oyun ve oyuncakları, geleneksel el sanatları, tiyatro, geleneksel giyim kuşam, süsleme, halk resmi, halk mimarisi, geleneksel lezzetler ve halk edebiyatı gibi parçaların bir araya gelmesiyle var olan ve zenginleşen bir yapıya sahiptir. Şehir kültürü de, bu kavramların belirli bir şehri yansıtması sonucu oluşmaktadır. Kültürü oluşturan bu kavramların büyük bir kısmına karşı halkta ilgi uyandırmak ve bu kavramlar kapsamında bireylerin farkındalık seviyelerini yükseltmek konusunda bilgi merkezlerine de birtakım sorumluluklar düştüğü göz ardı edilmemelidir. İnsanoğlu üretirken, gereksinimleri doğrultusunda üretmeyi ve ihti230 UKHAD 1 (3) 2015 yaçlarını karşılayabilmeyi göz önünde bulundurmuştur. Bilgi merkezi olarak adlandırdığımız kütüphaneler de işte böyle bir gereksinim sonucu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu kurumlar toplumsal yaşamın ürünleridir. Kütüphaneler toplumsal yaşamın gerekli kıldığı bir iletişim aracı olarak nitelendirilmektedir (Çakın 1986: 9). Gereksinimler sonucu ortaya çıkmış olan bu kurumlar bireyleri kültürel açıdan destekleyen, toplumların kültür düzeyini artırmayı hedefleyen, şehrin kültürel yapısına katkı sağlamayı amaçlayan kuruluşlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Tür, derme, kullanıcı grupları bakımından çeşitlilik gösteren bilgi merkezleri, üretilen bilgilerin bireylerle buluşturulduğu bir başka deyişle bilginin toplumsallaştırıldığı kurumlar olarak nitelendirilebilir. Bilgi merkezleri bilgibirey bağını oluştururken toplumun şekillenmesi ve gelişmesini göz önünde bulundurmakta, toplum tarafından önemsenen eğitim, kültür ve bilim alanlarıyla da etkileşimde bulunmaktadır. Kütüphaneler, bulundukları bölgelerin kültürel ve sanatsal değerlerini, daha doğrusu yaşayan ve yaşatılması gerekenleri saptaması, koruması, beslemesi, halka tanıtması ve bilinmesine katkıda bulunmasını sağlayan ya da sağlaması gereken toplumsal kurumlardır (Duman 2008: 47). Bu açıdan bakıldığında, kütüphanelerin toplum kültürüne dolayısıyla şehir kültürüne katkıları saymakla bitmez. Bireylere okuma alışkanlığı kazandırmak, çeşitli sosyal aktivitelerle bireylerin kişisel ve sosyal gelişimlerine katkı sağlamak, bireylere araştırmacı bir kimlik kazandırmak, daha yeniye ve daha farklıya olan merakı artırmak, bilgiyi herhangi bir kısıtlama ya da engelleme getirmeksizin kullanıcılarının hizmetine sunmak, kullanıcıların hayata bakış açılarını değiştirmelerine olumlu yönde etki etmek, ekonomik hayata katkı sağlamak kütüphanelerin şehir kültürüne katkı sağlama yöntemlerinden bazılarıdır. Bireylere yaşamın her evresinde, hangi yaş, cinsiyet, ırktan olursa olsun hiçbir ayrım gözetmeksizin sosyal, ekonomik, kültürel açıdan destek sağlayarak bireylerin yaşam boyu öğrenimine katkı sağlamak kütüphanelerin, özellikle de halka en yakın olan ve her kesimin bilgi ihtiyacına karşılık verebilecek yapıda olan halk kütüphanelerinin görev ve sorumlulukları arasında yer almaktadır. Çalışma kapsamında özellikle ele alınan halk kütüphanelerinin, doğrudan “kültür” kavramıyla ilgili birçok görev ve işlevleri de mevcuttur. Başta çocuklar olmak üzere, hizmet verilen yöre halkında okuma kültürü ve kütüphane kullanma alışkanlığı yaratmak ve güçlendirmek, öncelikle bulunduğu yöre olmak üzere toplumun kültürel ve sosyo-ekonomik kalkınmasına destek sağlamak, toplumda kültürel mirasa, sanata, bilime karşı duyarlılık oluşturmak ve bu bilincin geliştirilmesini sağlamak, somut olmayan yerel kültür 231 UKHAD 1 (3) 2015 mirasının toplanması, düzenlenmesi, korunması, kullandırılması, geleceğe aktarılmasına katkı sağlamak ve sözlü geleneği desteklemek, kültürler arası diyaloğu geliştirmeye katkı sağlamak, bulunduğu yörenin kültürel, sosyal, tarihi ve ekonomik yapısı ile ilgili yerel koleksiyon oluşturmak ve hizmete sunmak, tüm yaş grupları için sanatsal, eğitici ve kültürel etkinlikler düzenlemek, mevcut etkinliklere katılım ve destek sağlamak, kütüphane hizmetlerini geliştirmek ve yaygınlaştırmak amacıyla çevresindeki diğer kamu kurumları, yerel yönetimler, eğitim, öğretim, sanat-kültür, sivil toplum kuruluşları ve gönüllü kişilerle işbirliği yapmak halk kütüphanelerinin kültürel açıdan işlev ve görevlerini oluşturmaktadır (Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2012). Trabzon’da Halk Kütüphaneleri ve Şehir Kültürü Etkileşimi Trabzon şehrinin, Orta Asya kökenli Türk kavimlerce kuruluğu düşünülmektedir. Şehrin ilk ismi, “Trapezus” dur ve ismini kent merkezi olan Orta ve Yukarı Hisar mevkiinin, masa formunu anımsatan bir yapıya sahip olmasından aldığı düşünülmektedir (Kansız 2010: 7). Avrupa ile Asya’nın İpek Yolu üzerindeki en önemli irtibat noktasında bulunan Trabzon bu öneminden dolayı tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Tarihsel süreçte kentin; Miletler, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Komnenos’ların egemenliği altına girdiği bilinmektedir. 13.yüzyılın başlarında kurulup 250 yılı aşkın bir süre hüküm süren Trabzon Komnenos Prensliği 26 Ekim 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet’ in Trabzon’u fethiyle sona ermiştir (Kansız 2010: 7). Tarihi öneminin yanı sıra turizm açısından da önemli bir kent sayılan Trabzon’da yayla, sağlık, kongre, spor, gençlik, karavan, deniz turizmlerinin yanı sıra kültür turizmine de oldukça önem verilmektedir. Trabzon önemli bir tarih kenti olmakla birlikte çok sayıda kültür varlığını da bünyesinde barındırmakta ve bu sayede bir kültür kenti olma niteliği taşımaktadır. Bbu özelliğinin Trabzon’u bölge illeri arasında ayrıcalıklı kıldığı düşünülebilir. Ayasofya, Trabzon, Cevdet Sunay ve Trabzonspor müzeleri, Sümela, Kızlar, Kuştul, Kaymaklı ve Vazelon manastırları, İskender Paşa, Çarşı, Erdoğdu Bey, Yeni Cuma, Orta Hisar, Tavanlı, Ahi Evren Dede camileri, Gülbahar Hatun, Emir Mehmet, Ahi Evren Dede türbeleri, Trabzon, Akçakale ve Cephanelik kaleleri, Atatürk Köşkü, Bedesten, Taş Han, Vakıf Han, Alaca Han hanları, Paşa, Meydan, Sekiz Direkli hamamları ve kenti çevreleyen surlar sivil mimari örnekleri ve çarşılar kentin tarihi dokusunu oluşturmaktadır. Bu kültürel yapıların yanı sıra şehrin kültürel yelpazesi içerisinde özel ve devlet tiyatroları, sinemalar ve kültür merkezleri de mevcuttur. 232 UKHAD 1 (3) 2015 “Kültür birikimi ve kuşaktan kuşağa aktarılması aynı zamanda bir bilgi birikimi ve aktarımıdır” (Anameriç 2008: 54). Bu kültür birikimi ve aktarımı kapsamında yukarıda bahsi geçen kültürel yapılar arasında bireysel ve toplumsal açıdan kalkınmada oldukça etkili olan, içerisinde bulunduğu toplumun kültürel değerlerini ön plâna çıkarmayı amaç edinmiş, şehrin tüm kültürel yapısının çekirdeği olma niteliği taşıyan kütüphanelerden de bahsedilmesi gerekmektedir. Tarih boyunca çeşitli milletlere ve medeniyetlere ev sahipliği yaptığına değinilen Trabzon şehrinde kültürel mirasın saklanması ve kitapların muhafazası için pek çok sayıda kütüphane kurulmuştur. Fakat bu kütüphanelerin hepsi günümüze kadar ulaşamamıştır. Sümela Manastırı Kütüphanesi Trabzon şehrinin tarihinde bilinen ilk kütüphanesidir. Kuştul Manastırı Kütüphanesi, Hatuniye Kütüphanesi, Fatih Orta Hisar Camii Kütüphanesi, Orta Hisar Saraç Zade Kütüphanesi, Fetva Hane Kütüphanesi, Hacı Ahmet Efendi Kütüphanesi, Eski Kütüphane ve Hacı Salih Efendi Kütüphanesi de Trabzon şehrinin kütüphane ve kültür tarihinde iz bırakan önemli kütüphaneleridir (Dündar 2001: 306). Trabzon şehri müze, manastır, cami, köşk vb. gibi kültürel yapılarının yanı sıra kütüphaneleri ve kütüphaneler kapsamında düzenlenen kültürel etkinlikleriyle de adından söz ettirmektedir. Özellikle Trabzon il halk kütüphanesi tarafından her yıl düzenlenen onlarca kültürel etkinlik aracılığı ile Trabzon halkının ilgi ve dikkati kütüphanelere çekilmeye çalışılmakta ve etkinliklere katılanların hem sahip oldukları değerler hakkında farkındalıkları artırılmaya hem de bireyler arası kaynaşma ve iletişim güçlendirilerek toplumsallaşma adına olumlu adımlar atılmaya çalışılmaktadır. Düzenlenen etkinlikler sadece il halk kütüphanesinin gayretleri ve girişimleriyle sınırlı kalmamakla birlikte birçok ilçe halk kütüphanesi tarafından kısmen de olsa desteklenmekte ve ilçe halkının da katılımıyla kültürel etkinliklere hareketlilik kazandırılmaktadır. İl ve ilçe halk kütüphanelerinin son beş yılı göz önüne alındığında Trabzon İl Halk, Trabzon Çocuk, Akçaabat, Araklı, Arsin, Beşikdüzü, Çaykara, Hayrat, Of, Sürmene 100. Yıl, Şalpazarı, Tonya, Vakfıkebir ve Yomra ilçe halk kütüphanelerinin her yıl faal bir şekilde kullanıcılara hizmet sunduğu, Uğurlu ilçe halk kütüphanesinin 2009 yılından itibaren kapalı olduğu, Akyazı ve Hayrat ilçe halk kütüphanelerinin son beş yıldır faaliyet göstermediği, Geyikli ilçe halk kütüphanesinin sadece 2010 ve 2011 yıllarında faal olduğu, Düzköy ve Maçka ilçe halk kütüphanelerinin de 2013 yılı itibariyle herhangi bir faaliyet göstermediği anlaşılmaktadır. Trabzon ilçe halk kütüphanelerinin son beş yıllık durumları göz önüne alındığında zaman zaman bazı kütüphanelerinin yeterince faaliyette buluna233 UKHAD 1 (3) 2015 madığı hatta bazılarının kapandığı, kullanım ve kayıtlı üye sayılarının yıllara göre dalgalanmalar gösterdiği gözlenmektedir. Ancak buna rağmen il ve ilçe halk kütüphaneleri için genel olarak olumsuz bir tablo çizilmemekte ve kütüphane müdürleriyle yapılan görüşmeler neticesinde elde edilen bilgiler doğrultusunda kütüphaneler tarafından, bulundukları bölgelere kültürel açıdan katkı sağlamaya çalışıldığı anlaşılmıştır. Halk kütüphanelerinde sunulan hizmetler ve hizmetin sunulduğu bireylerin ayrı düşünülemeyeceği yadsınamaz bir gerçektir. Kütüphanelerin varlığı bireylerin varlığıyla doğru orantılıdır ve bireyler hizmet konusunda ne kadar girişimci ve istekli olursa kütüphaneler de kendilerini yenilemek, isteklere karşılık verebilmek ve kurumsal olarak hayatta kalabilmek için o derece mücadele edecektir. Kütüphane hizmetleri, özellikle kültürel hizmetler hem kütüphanelerin, bölge insanının geleceği ve gelişimi açısından hem de bireylerin kendilerini, içinde bulundukları toplumu, yaşadıkları çevrenin tarihi dokusunu ve geçmişteki yaşanmışlıkları öğrenmeleri açısından önem taşımaktadır. Bu noktada, hizmet ve birey kavramları arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılabilmesi için Trabzon il ve ilçe halk kütüphanelerinin kullanıcı ve üye sayılarının ayrıca il ve ilçe genelinde hatta şehirlerarası düzenlenen kültürel etkinliklerin incelenmesi gerekmektedir. Tablo 1. 2013 yılı itibariyle aktif olan Trabzon il ve ilçe halk kütüphanelerinin kullanıcı ve üye sayıları Kütüphane Adı Kullanıcı Üye Sayısı Sayısı 1 Akçaabat İlçe Halk Kütüphanesi 9734 428 2 Araklı İlçe Halk Kütüphanesi 18343 409 3 Arsin İlçe Halk Kütüphanesi 5200 46 4 Beşikdüzü İlçe Halk Kütüphanesi 6428 189 5 Çaykara İlçe Halk Kütüphanesi 1721 1726 6 Of İlçe Halk Kütüphanesi 9166 455 7 Sürmene 100. Yıl İlçe Halk Kütüphanesi 28987 410 8 Şalpazarı İlçe Halk Kütüphanesi 5634 227 9 Tonya İlçe Halk Kütüphanesi 3438 350 10 Trabzon Çocuk Kütüphanesi 1535 244 11 Trabzon İl Halk Kütüphanesi 31244 1988 12 Vakfıkebir İlçe Halk Kütüphanesi 5058 332 13 Yomra İlçe Halk Kütüphanesi 4681 161 TOPLAM 162413 6965 (Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü) 234 UKHAD 1 (3) 2015 Trabzon il ve ilçe hal kütüphanelerinin 2013 yılına ilişkin kullanıcı ve üye sayısı istatistiklerine bakıldığında, kültürel ve toplumsal kurumlar olan halk kütüphanelerinin azımsanmayacak sayıda bireye hizmet verdiği görülmektedir. Ancak yine de ne kadar çok kişiye erişilirse o kadar daha etkili olunacağı ilkesi göz önünde bulundurulduğunda bu sayıların artırılması gerektiği düşünülebilir. Kütüphanelerin genel olarak kullanıcı ve üye kazanmaları konusunda sorumluluk alarak, yaratıcı ve yenilikçi düşünerek, çözümleyici ve çözüm önerileri geliştirici bir yapıya bürünerek bu konuda daha istekli olmaları gerektiği düşünülebilir. Kullanıcı sayısı ve kayıtlı üye sayısı artırılmasında Trabzon ilçe halk kütüphanelerinin özellikle il halk kütüphanesi tarafından gerçekleştirilen etkinlikleri takip etmesi ve bu etkinliklerin bir kısmını kendi bölgelerinde mevcut imkânlar doğrultusunda kendi yöre halkını davet ederek gerçekleştirmeye çalışması kültür yuvası olarak nitelendirilen kütüphaneler ve bölge halkı arasındaki etkileşimi olumlu yönde etkileyecektir. Trabzon il halk kütüphanesi ve birçok ilçe halk kütüphanesi sahip olunan imkânlar doğrultusunda kültürel etkinlikleri devamlı hale getirmeye çalışmaktadır. Özellikle Trabzon il halk kütüphanesinin çabaları ve çalışmaları bu bağlamda göz ardı edilemeyecek derecede önem taşımaktadır. Her ne kadar ilçe halk kütüphaneleri yeterli personel ve il halk kütüphanesi kadar uygun şartlara sahip olmasa da, kendi imkânları doğrultusunda yöre halkına yönelik birtakım etkinlikler düzenleme gayreti içerisinde olunduğu bilinmektedir. Trabzon il ve ilçe halk kütüphane müdürleriyle yapılan görüşmeler neticesinde personel yetersizliğinin ortak sorun olarak dile getirilmiş olması gerçekleştirilen kültürel etkinliklerin nicelik ve nitelik açısından istenilen düzeyde olmadığını kanıtlar niteliktedir. Hatta sadece kütüphane müdürünün bulunduğu, personel eksikliğinin oldukça fazla yaşandığı ilçe halk kütüphanelerinde, kültürel etkinliklerden ziyade standart hizmetlerin dahi güçlükle yürütüldüğü bilinmektedir. Güçlüklere rağmen Trabzon ilçe halk kütüphanelerinde gerçekleştirilen bir takım kültürel etkinliklere aşağıda değinilmektedir. İlçe halk kütüphanelerinde Yunus Emre Sevgi Yılı etkinliği düzenlenmekte ve etkinlik kapsamında düzenlenen şiir yarışmasında ilk üçe giren katılımcılara çeşitli hediyeler verilmektedir, Ahilik Kültür Haftası kapsamında konferanslar verilerek halkın bu konferanslara katılımı sağlanmaktadır. Halka yapılan duyurularla birlikte kütüphanelerin dermesine ilave edilen yeni kitapların tanıtımı yapılmaktadır. Neredeyse tüm il ve ilçe halk kütüphanelerinde kütüphane haftasına ilişkin programlar düzenlenmekte ve yine halkın katılımı sağlanmaktadır. Kütüphane haftası olması nedeniyle İl Kültür Müdürü ve Belediye Başkanları etkinliklerde halka gerek kütüphanelerin önemi gerekse ilçe 235 UKHAD 1 (3) 2015 yönetimleriyle ilgili konuşmalar yapmaktadırlar. Her yıl, o yıl içerisinde en fazla kitap okuyan okuyuculara çeşitli hediyeler ve teşekkür belgeleri takdim edilmekte, kitap sergileri ve kullanıcıların da katılımıyla birlikte kütüphane gezileri düzenlenmektedir. Kitap okuma saatleri kapsamında kullanıcıların kitap okuma alışkanlıkları geliştirilmeye çalışılmakta, kütüphane ve kitapların önemine ilişkin konferanslar ve şiir dinletileri gerçekleştirilmektedir. Ayrıca anaokulu öğrencilerinin katılımı sağlanarak boyama etkinlikleri düzenlenmektedir. Trabzon il halk kütüphanesi, düzenlediği kültürel etkinliklerle bireylerin ve şehrin kültürel gelişimine ilçe halk kütüphanelerinden daha fazla etki etmektedir. Merkezde olması, daha geniş hedef kitleye sahip olması gibi etkenlerin yanı sıra ilçe halk kütüphanelerine kıyasla daha fazla personelin bulunması ve kişisel girişimler neticesinde yaratılan maddi kaynaklar sayesinde Trabzon il halk kütüphanesinde her yıl onlarca kültürel etkinlik düzenlenmekte ve tüm etkinlikler kapsamında halkın kültürel açıdan gelişimine etki etmeye çalışılmaktadır. Trabzon il halk kütüphanesinde, yılda iki kez halk sağlığı ile ilgili, yine yılda iki kez çocuklar ve ailelerle ilgili konularda ve üç ayda bir kez olmak üzere belirlenen çeşitli konularda konferanslar ve paneller düzenlenmektedir. Her yıl ortalama sekiz okula gidilerek bu okullarda kütüphane tanıtımları yapılmakta ve öğrencilerin ilgileri kütüphaneler çekilmeye çalışılmaktadır. Kütüphane kullanma alışkanlığının kazanılmasında etkili bir evre olan ortaokul evresindeki gençlerin kütüphane kullanma alışkanlığı kazandırılması konusunda işlevsellik gösteren bu tür tanıtımlar sayesinde kütüphaneye her yıl yeni üyeler kazandırılmaya çalışılmaktadır. Trabzon il halk kütüphanesi tarafından, halkın katılımıyla, yılın belirli gün ve haftalarında çeşitli konularda video gösterimleri düzenlenip yöre insanının kültürünü ve sahip olduğu değerleri daha yakından ve daha detaylı öğrenmesine katkıda bulunulmaya çalışılmaktadır. Ayrıca düzenli bir şekilde yılda altı kez yeni nesillerin zihinsel gelişimine katkı sağlamak, kütüphaneyi sevdirmek, kütüphane kullanma alışkanlığı kazandırmak amacıyla masal dinletileri gerçekleştirilmekte, minik kullanıcıların katılımıyla da kütüphanekullanıcı etkileşimi sağlanmaya çalışılmaktadır. Kütüphaneden yararlanan kullanıcılar arasından her yıl yirmi kişiye çeşitli ödüller verilerek hem kütüphane kullanımına teşvik edilmekte hem de kullanıcı kitlesinin ilgi ve merakı canlı tutulmaya çalışılmaktadır. Yılın belirli dönemlerinde kitap okuma saatleri, yarışmalar, sinevizyon gösterimleri, kitap ve karikatür sergileri, boyama, söyleşi gibi etkinlikler düzenlenmekte ve 236 UKHAD 1 (3) 2015 bu etkinlikler kapsamında yörenin kültürel değerleri ön planda tutularak yine yöre insanının sahip olduğu değerler hakkındaki ilgisinin artırılması hedeflenmektedir. Ayrıca her yıl iki hafta boyunca televizyon ve radyoda kütüphane tanıtımına ilişkin söyleşiler düzenlenmektedir. Türksesi, Taka, Kuzey Ekspres, Günebakış, İlkhaber, Hizmet gibi yerel gazeteler, kütüphanelerin ve etkinliklerin halka tanıtımında kullanılmaktadır. Trabzon il halk kütüphanesi, yukarıda bahsedilen tüm etkinliklerde basını etkili bir şekilde kullanarak aktif kullanıcıların yanı sıra pasif kullanıcıların da ilgisini çekmeye çalışmakta ve kültürel gelişime, şehir kültürünün gelişmesine katkı sağlamayı hedeflemektedir. Kültürel etkinliklere katılımı artırmak üzere, Trabzon il halk kütüphanesi tarafından Vali, Belediye Başkanı, İl Kültür Turizm Müdürü ve Trabzonlu yazarlar eşliğinde ilköğretim okullarında, şehrin merkezi bir yerinde bulunan Atapark’ta, Sanat Evi bahçesinde ve halı sahalarda stantlar kurulmakta ve kütüphanenin üye sayısı artırılmaya çalışılmaktadır. Bu sayede, bir yandan kütüphanenin tanıtım amaçlı reklamı yapılırken öte yandan Trabzon halkına kütüphane kavramı ve sevgisi aşılanmaya çalışılmaktadır. Trabzon il halk kütüphanesi, dünyada 1917, ülkemizde ise 1946 yılından beri kutlanan “Dünya Çocuk Kitapları Haftası” kapsamında etkinlikler düzenleyerek birtakım faaliyetlerde bulunmaya çalışmaktadır. Kasım ayının 2. pazartesinden başlayarak beş gün boyunca devam eden “Dünya Çocuk Kitapları Haftası” kapsamında çeşitli okullar ziyaret edilerek bu okullarda sinevizyon gösterileri, boyama etkinlikleri, yazarlar ve şairlerle söyleşi, masal dinletisi, yazar ve kitaplarının tanıtımı ve ödül törenleri gibi etkinlikler halkın katılımıyla gerçekleştirilmekte ve bu kapsamda yine kültürel değerler ön plana çıkarılmaya çalışılmaktadır. Trabzon il halk kütüphanesi, Karadeniz Yazarlar Birliği Derneği’nin desteği ve katkılarıyla “Küçük Yazarlar” başlıklı bir projeyi hayata geçirmiştir. Bu proje kapsamında Dumlupınar İlköğretim Okulu pilot okul olarak belirlenmiş ve 4. sınıf öğrencilerinin yazmış olduğu hikâyeler sınıf öğretmenlerinin denetimiyle seçilerek küçük yazarların katkılarıyla hazırlanacak olan kitap basım aşamasına getirilmiştir. Bu çalışmanın sonunda ortaya çıkacak olan kitabın ise Türkiye genelinde tüm halk kütüphanelerine gönderilmesi planlanmaktadır. Bu projeyle, gençleri yazmaya teşvik etmek, kütüphane kullanma alışkanlıklarına katkıda bulunmak, yazı yazma konusundaki yeteneklerinin farkına varmalarını sağlamak ve Türkiye genelinde kültürel etkileşime ön ayak olmak hedeflenmektedir. Bu sayede her şehir kendi küçük yazarlarını fark etme ve küçük yazarların kalemlerinden dökülecek olan gerek kültürel gerek gündelik konulara ilişkin yazılarla birlikte halk kütüphaneleri aracılığıyla kendi kültürlerini diğer 237 UKHAD 1 (3) 2015 kültürlerle buluşturabilme olanağı yakalayacaktır. Trabzon il halk kütüphanesi 20-23 Şubat 2014 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen Trabzon Günleri’ne katılmış, Trabzon şehrinin kültürel tanıtımı için tarihi yerlerin resimlerinin çizili olduğu kartonların çocuklara dağıtılmasıyla boyama etkinliği gerçekleştirilmiştir. Böylesine bir çabanın yine kütüphaneler tarafından şehir kültürüne katkı mahiyetinde değerlendirilmesi ve göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Çocukların, bir yandan dağıtılan boyama kartonlarındaki tarihi yapıları boyarken öte yandan Karadeniz kültürüne ilişkin türküler dinlemeleri ve aynı zamanda kendilerine takdim edilen Trabzon yöresine özgü minik süs eşyaları ile farklı bir kültürü eğlenceli bir şekilde öğrenmeleri sağlanmıştır. Özellikle yerel kültür mirasını korumak, kullanıma sunmak ve hizmet verilen bölgenin yerel belleğini oluşturmak amaçlarıyla İl Halk Kütüphaneleri’nde “Kent Arşivi” oluşturulmaktadır. İlçe halk kütüphanelerinde ise olanaklar dâhilinde Kent Arşivi oluşturulması mümkündür. Kent Arşivleri için bölgedeki kişi kurum ve kuruluşlar; yerel araştırmacılar, belediye, üniversite ve sivil toplum kuruluşları ile diğer kütüphane ve bilgi merkezleri ile işbirliği yapılması oluşturulacak arşivin zenginliği açısından önem taşımaktadır. Aşağıda kent arşivleri için hangi materyal türlerinden derme oluşturulduğuna da değinilmektedir. • Bölgede yetişmiş yazarların hem kendi eserleri hem de onlar hakkında yazılmış eserler, tıpkıbasımlar, yazarlara ait kalem, daktilo vb. araç-gereçler, • Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu uyarınca il halk kütüphanesine gönderilen yerel ve bölgesel gazeteler, • Yerel kültürel mirası yansıtan her türlü belge, fotoğraf, harita, yıllık vb. arşiv malzemesi, • Şarkı, efsane, masal, atasözü, mani, deyim gibi sözlü gelenek ve anlatımlar ile gelenekler, şenlikler, yerel gösteri sanatları, düğünler, yemekler, el sanatları gibi somut olmayan kültürel mirasa ilişkin dijital materyal. • Kütüphanenin bulunduğu bölgenin edebi, tarihi, sanatsal, kültürel, turistik vb. özelliklerini yansıtan kitap, süreli yayın, kitap dışı materyal gibi bilgi kaynakları (Kütüphane hizmetleri genelgesi 2012: 22). Trabzon il ve ilçe halk kütüphanelerinin mevcut imkânları doğrultusunda yöre insanının ve şehir kültürünün gelişimine katkı sağlamaya, büyükküçük organizasyonlar ve etkinlikler aracılığı ile bu yolda ilerlemeye çalıştığı yadsınamaz bir gerçektir. Ancak daha fazla bireye ulaşmak ve kültürel kalkınmayı daha geniş sahaya yaymak için kütüphanelerin daha aktif olması ve kendilerine daha fazla fırsat yaratması gerektiği düşünülebilir. Bunları yaparken 238 UKHAD 1 (3) 2015 derme, bütçe ve özellikle de personel sorununun çözülmesi gerekmektedir. İstekli ve azimli kişilerce yürütülmeye çalışılan kütüphane hizmetlerinin geliştirilebilmesi, daha çok kişiye daha kaliteli hizmetler sunulabilmesi ve kültür mirasımızın kuşaktan kuşağa aktarılabilmesi, yaşatılabilmesi için kütüphanelere daha fazla önem verilmesi ve gelişmesi için uygun şartlar yaratılması gerekmektedir. Araştırmanın Amacı, Kapsamı ve Yöntemi Trabzon il ve ilçe halk kütüphanelerinin kültürel yaklaşımlar konusundaki genel durumlarını ortaya koymak, kültürel gelişime katkı sağlamak açısından yaşanan eksikliklere dikkat çekmek, kütüphanelerin Trabzon şehri ve halkı için önemine vurgu yapmak, kütüphane-kültür kavramlarını bir potada eriterek şehir kültürünün oluşmasındaki etkisini ön plana çıkarmak ve kütüphanelerin şehir kültürünü canlı ve ayakta tutabilmeleri için bir takım çözüm önerileri getirebilmek bu araştırmanın gerçekleştirilmesindeki amaçları olarak sıralanmaktadır. Trabzon il, çocuk ve ilçe halk kütüphanelerinin tamamını kapsayan bu çalışma kapsamında betimleme yöntemi kullanılarak görüşme tekniğinden yararlanılmıştır. Ayrıca bu konuyla ilgili literatür taraması yapılarak elde edilen kaynaklardan da yararlanılmıştır. Sonuç ve Değerlendirme Tarih boyunca önemli bir kültür merkezi konumunda olan Trabzon’un, bu konumunu korumasında kütüphaneler önemli rol oynamaktadır. Kütüphanelerin korunması, geliştirilmesi ve bunun için imkânlar ölçüsünde her türlü katkının sağlaması bireyler tarafından özümsenmesi gereken bir görev ve sorumluluktur. Ancak, toplumun bir parçası olan birey, sadece kütüphaneleri korumayı ve geliştirmeyi değil, okuyucu olarak kütüphaneleri kullanmayı da özümsemeli ve alışkanlık haline dönüştürme gayreti içerisinde olmalıdır. Bireyler farkında olsa da, olmasa da kültürel değerler her daim mevcuttur. Mühim olan, yaşanılan şehrin ve sahip olunan kültürel değerlerin farkında olunması ve fark edilmesi için çaba gösterilmesidir. Kütüphaneler bireyler ile kültürel değerler arasında bir tünel, bir bağ, bir aracı görevi üstlenmiştir. Yöre insanının kültür seviyesini yükseltmesi, kültürel değerlerinin farkında olması ve o değerlere sahip çıkması aynı zamanda şehrine, şehrinin kültürel yapısına ve kültürel gelişimine de önem vermesi anlamına gelmektedir. Trabzon il ve ilçe halk kütüphaneleri, düzenledikleri kültürel etkinlikler aracılığıyla hem bireylere okuma ve kütüphane kullanma alışkanlığı kazan239 UKHAD 1 (3) 2015 dırmaya, kütüphane sevgisi aşılamaya, hem de kültürel değerlerin tanıtımını yaparak halkın kültürel gelişimine katkı sağlamaya çalışmakta bu sayede yöre halkı ve kültür ilişkisini canlı tutmaya gayret etmektedir. Kütüphaneler milli kültürümüzün yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması hususunda önde gelen toplumsal kurumlardır. Bu amaçla kütüphane şartlarının iyileştirilmesi gerektiği konusu daima göz önünde tutulmalıdır. Kütüphane müdürleriyle yapılan görüşmeler sonucunda elde edilen bilgiler, Trabzon ilçe halk kütüphanelerinde en büyük probleminin personel yetersizliği olduğunu ortaya çıkarmıştır. Özellikle ilçelerde gözlenen bu sorunun çözülmesi ilçe halk kütüphanelerinin daha aktif hale gelmesini sağlamakla birlikte yöre insanının kültür seviyesine olumlu yönde etki edecektir. İl ve ilçe halk kütüphanelerinde hizmet geliştirilirken mevcut sorunlara ve kullanıcı gereksinimlerine karşılık verebilme anlayışıyla hareket edilmesi gerekmektedir. Bireyler kütüphanelerde kendilerinden bir şeyler bulabildiği vakit ve hayatı kolaylaştıracak pratik bilgilere ulaştığı, ulaştırıldığı vakit hem kütüphanenin kullanım oranı artacak hem de birey kütüphane ilişkisi geliştirilmiş olacaktır. Ayrıca, bu hizmetler kültür eksenli olduğu sürece, kütüphanelerin şehir kültürüne katkı sağlaması mümkün olacaktır. Trabzon insanının en önemli uğraş alanlarının balıkçılık, fındık ve hayvancılık olduğu düşünüldüğünde, özellikle bu alanlara yönelik hizmetler sunulması kullanıcının ilgisini çekeceği gibi birey-kütüphane ilişkisinin gelişmesine de katkı sağlayacaktır. Kütüphanelerde, bulundukları yörenin halk oyunları ve türkülerine, mutfak, giyim kuşam ve dokumacılık kültürlerine ilişkin kurslar düzenlemek, yörenin ticari ve sosyal hayatı hakkında tanıtıcı etkinlikler düzenlemek ve bu etkinliklerde bireylere görev ve sorumluluklar vererek etkinlik aracılığıyla toplumsal kaynaşmayı ve kültürel alışverişi sağlamayı amaçlamak da halk kütüphanelerinin amaçları arasında yer almalıdır. Halk kütüphaneleri geçmişi günümüze aktaran ve günümüzü de geleceğe aktaracak olan toplumsal kurumlardır. Bu aktarımın iyi ve kaliteli yapılabilmesi halk kütüphanelerinin içerik açısından beslenmesi ve şartların iyileştirilmesiyle mümkün olacaktır. Aksi takdirde, kütüphaneler, birkaç okuyucunun kitap alıp verdiği basit birer yapı olarak kalacaktır. 240 UKHAD 1 (3) 2015 KAYNAKLAR Alikılılç, Dündar, (2001), “Tarih boyunca Trabzon havalisinde kütüphaneler”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, (17), s. 305-318. Anameriç, Hakan, (2008), “Osmanlılarda kütüphane kültürü ve bilimsel yaşama etkisi”. OTAM (Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi), (19), s. 53-78. Çakın, İrfan, (1986), “Kütüphanenin toplumsal konumu ve işlevleri”, Türk Kütüphaneciliği, 35(1), s. 8-16. Kansız, İsmail, (2010), “Trabzon 2010”, Trabzon: Kültür Turizm Bakanlığı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, (2012), Halk Kütüphaneleri Yönetmeliği, http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14656/halk-kutuphaneleri-yonetmeligi. html adresinden 19.03.2014 tarihinde erişildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı (2012). Kütüphane hizmetleri genelgesi. 14 Nisan 2014 tarihinde http://www.bbyhaber.com/bby/wp-content/uploads/ dosyalar/mevzuat/kutuphane-hizmetleri-genelgesi.pdf adresinden erişildi. Trabzon Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü (2013). Tarihçe. 28 Ocak 2014 tarihinde http://www.trabzonkulturturizm.gov.tr/TR,57607/tarihce.html adresinden erişildi. Turan, Ş., (1990), Türk kültür tarihi: Türk kültüründen Türkiye kültürüne ve evrenselliğe, Ankara: Bilgi Yayınevi. UNESCO, (1998), Action plan on cultural policies for developmant. 23 Ocak 2014 tarihinde http://www.unesco.org/uk/declarations/cultural.pdf adresinden erişildi. Yılmaz, Bülent, (2008), “İlkçağ Anadolu uygarlıklarında sosyo-ekonomik ve kültürel yapı bağlamında kütüphane/arşiv kurumu”, Türk Kütüphaneciliği, 13(2), s. 351-376. TUİK, (2014), Yıllara göre il nüfusları, 09.04.2014 tarihinde http:// www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=1590 adresinden erişildi. 241 UKHAD 1 (3) 2015 TÜRK MASAL KAHRAMANI CADI KARI VE RUS MASAL KAHRAMANI BÁBA* YAGA TIPLERININ KARŞILAŞTIRILMALI ANALIZI Comperative Analysis of Types of Turkish Fairy Tale Character Cadı Karı and Russian Fairy Tale Character Baba Yaga Jale COŞKUN** ÖZET Türk masal kahramanı Cadı Karı ve Rus masal kahramanı Bába Yaga tiplerinin karşılaştırmalı analizinde, Türk ve Rus olağanüstü masal tiplemeleri tipolojik açıdan karşılaştırarak araştırılmış ve çalışmamızda Türk olağanüstü masal kahramanı Cadı Karı ile Rus olağanüstü masal kahramanı Bába Yaga karşılaştırılmıştır. Her iki tipleme olağanüstü masallardaki işlevleri bakımından incelenmiştir. Çalışmamızda ilk önce bu adın etimolojisine, Cadı Karı ve Bába Yaga tiplemelerinin dış görünüşü ve özelliklerini araştırdık. Cadı Karı ve Bába Yaga her zaman yaşlı ve çirkin olarak aynı tipte karşımıza çıkar. Araştırmada Bába Yaga’nın öbür dünya ile ilişkisi olduğunu, Bába Yaga’nın zamanı kontrol edebildiğini görmekteyiz. Bu da onu yaratılış mitolojisiyle özdeşleştirir.Karşılaştımalı analizden de anlaşılacağı üzere, dünyanın yaratılışı, kadın ve çocuklarla ilgili olan Cadı Karı ve Bába Yaga tiplemesi, mutlak şekilde kötülükle ilgili değildir. Rus olağanüstü masal kahramanı olan Bába Yaga tiplemesini bu şekilde incelediğimizde, her iki tiplemenin de aynı olduğunu görürüz. Rus masallarıyla Türk masallarını karşılaştırmalı yöntemle araştırmak her iki dildeki ortak motif, kahraman, dil üslüp özelliklerinin incelenmesi için yararlıdır. Kültür ilişkileri açısından olduğu gibi etkileşim açısından da önem arz eden hususların dil bilimi, poetika, estetik,folklor kuramları açılarından öğrenilmesi yeni araştırma platformu olarak teori ve uygulama açılarından önemlidir. Anahtar kelimeler: Masal, Olağanüstü Masallar, Türk ve Rus Olağanüstü masallar, Mit, Karşılaştırmalı Analiz ABSTRACT In comparative analysis of Turkish fairy tale character Cadı Karı and Russian fairy tale character Baba Yaga , Turkish and Russian magical fairy tales types are analyzed by typology and in our study Turkish fairy tale character “Cadı Karı” and Russian magical fairy tale character “Baba Yaga” are compared. Both types are * Rusçada Bába kabaca kadın / karı anlamına gelir ** İstanbul Aydın Üniversitesi, Rusça ve Çevirmenlik Programı, İstanbul/TÜRKİYE 242 UKHAD 1 (3) 2015 analyzed in terms of function in magical fairy tales. Firstly we studied on etimology of the name and analyzed the appearence and characteristics of “Cadı Karı” and “Baba Yaga” types. We always come accross “Cadı Karı” and “Baba Yaga” as old and ugly as same types. In study “Baba Yaga” is shown related to afterdeath and he can control the time. And this identifies him with creation myth. As it is understood from comparative analysis, “Cadı Karı” and “Baba Yaga” is about creation of the world, women and children, certainly not about badness. When we analyze “Baba Yaga” type, both character are the same. Comparision of Russian and Turkish fairy tales by comperative method are helpful for analysis pattern, character, language properties. Cases of very high concern also in interaction as cultural relations, studying philology, phoetics, aesthetics and folklore theories, are important in theory and application as new research method. Key words: Fairy tale, Magical fairy tales, Turkish and Russian magical fairy tales, Myth, Comperative analysis GİRİŞ Sözlü halk edebiyatının yaygın türlerinden olan masal türlerinden biri de olağanüstü masallardır. Bu tür masallar bazı kaynaklarda “sihirli masallar veya büyülü” masallar olarak karşımıza çıkmaktadır. Olağanüstü masallar diğer masallara göre daha karmaşık olaylarla örülmüştür. Masal kahramanlarının sayısı daha çok, masalların üslupları ise daha ’’masalca’’ dır. Masal kahramanları olağanüstü nitelikler taşıyabilir. Bu masallarda ’’cadı, dev, cüce, peri, Zümrüdüanka’’ gibi hayali kahramanlar karşımıza çıkabilir. Eğitici, öğreti ve ders verici nitelik taşırlar.Yapılan iyilikler övülür, ödüllendirilir.Kötülükler ise cezasız kalmaz. Bu masalların en büyük özelliği ise mitsel ve mitolojik düşüncenin ürünü olan ayin ve törenlerle ilişkisidir. Olağanüstü masalların dikkat çekici önemli yönlerinden biri de mitolojik tiplemelerle ilgilidir. Diğer masal türlerinden farklı olarak, bu masallarda sıradışı özelliklere sahip tiplemelere daha çok rastlanır. Bunların başlıcalarından biri de Türk masallarındaki “Cadı Karı”, Rus masallarında ise ’’Bába Yaga’’ tiplemesidir. Öncelikle”Bába Yaga” adının etimolojisine bir göz atalım: A.Potebnya “Halk Kültüründe Mit ve Simge” adlı yapıtında, bu konuda şöyle yazmaktadır “Bu ad Slovaklarda Yezi Baba, Çek’lerde Yedu Baba biçimindedir. Anlamı ise “zalim”dir. Ruslarda karşılığı Yaga Bába’dır. ’’Yazar, daha sonra bu sözde de küçük değişiklikler yaparak, anlamını ‘yanmak’ sözcüğüne yakınlaştırmaya çalışır. 243 UKHAD 1 (3) 2015 (Potebnya, 2007: 161). Ünlü Rus dilbilimcisi Dal ise Yaga Bába ifadesindeki Yaga’nın ‘yaka, kürk’ anlamına geldiğini söylemektedir. Fasmer bu sözcüğün Rus diline Türkçe’den geçtiğini öne sürmüştür. (Uspenskiy, 1982: 101). Bába Yaga’nın bir türk tiplemesi olduğuda elmi edebiyatda gösterilmiştir. (V.V. İvanov, V.N.Toporov, Dünya Halklarının Mifleri Ansiklopedisi, 1980: 1.Cilt :109) İncelemeye geçmeden önce Bába Yaga ve Cadı Karı tiplemelerinin biçimsel görünümlerine ve işlevlerine kısaca göz atalım: Türklerin olağanüstü masallarında Cadı Karı her zaman çok yaşlı ve çirkin bir kocakarı olarak betimlenir. Naki Tezel “Türk masalları” adlı yapıtında Cadı Karı konusunda şunları söylüyor: “Bunlar daima kötülük yapmak için yaratılmışlardır. Başlıca silahları büyüdür. Küplerine binip, arkalarına sihirli hırkalarını geçirip bir yıllık yolu bir anda aşarlar” (Tezel, 2008: 16). Rus kültüründeki bu tür masallardaki Bába Yaga aynı özelliğe sahiptir. Onun evi ormandadır. Kulübesi kuş ayağı üzerindedir. Bába Yaga’nın kendisi ise elinde süpürge havada seyahat eder. Ayağı kemiktendir. “Bába Yaga kostyanaya noga” ifadesi de buradan gelmektedir. Çoğunlukla tek ayak üzerinde betimlenir. Çevresindeki hayvanlar; fareler, kedi ve ayıdır. Örneğin, “Üvey Anne ve Kız “adını taşıyan Rus halk masalında üvey anne kocasından kızı evden kovmasını ister. Koca da onu ormana bırakarak evine döner. Gece, kız orada kaşa (Ruslara özgü bir yemek) yapar ve onunla farenin karnını doyurur. Daha sonra ayı gelir. Fare, kızın ayıdan nasıl kurtulacağını gösterir. Aslında burada karşılaştığımız ayı ve fare, Bába Yaga’nın işlevini tamamlayan tiplemelerdir. (Rus Halk Masalları, 1975: 113). Bába Yaga tiplemesinin fiziksel özellikleri ve işlevlerine açıklık getirmek için “Vasilisa Prekrasnaya” (Güzel Vasilisa) masalına göz atalım: Annesi ölürkenVasilisa’ya oyuncak ölürken bebek verir. Babası bir süre sonra yeniden evlenir. Üvey anne ve kızları çok kıskandıkları Vasilisa’yı bir bahane ile onu yok etmeye çalışırlar. Üvey anne bir gün evde ışık olmadığını söyleyerek Vasilisa’yı Bába Yaga’nın evine gönderir. Kız oraya giderken önce kırmızı kıyafetli bir doru atlı, daha sonra beyaz kıyafetli bir kır atlı, son olarak da siyah kıyafetli arap atlı birilerinin geçtiğini görür. Sonunda Bába Yaga’nın evine varır. Bu evin duvarları insan kemikleriyle kaplıdır. Duvar köşelerinde de gözleri pırıl pırıl ışıldayan insan kafaları vardır. Bir süre sonra ormandan korkunç sesler duyulur, ağaçlar sallanır. Bába Yaga süpürgesiyle uçarak gelir. Kapıya geldiğinde de çevresini koklayarak homurdanır: “Fu,fu, nereden geliyor bu Rus kokusu geliyor” Vasilisa, ona buraya niçin gönderildiğini açıklar. Baba Yaga, Vasilisa’ya evinde bir süre yaşaması için izin verir ve kulübesini temizlemesini buyurur, 244 UKHAD 1 (3) 2015 kendisine yalnızca bunun karşılığında dönüş yolu işin ışık vereceğini söyler. İşlerin üstesinden gelmesi için Vasilisa’ya bir oyuncak bebek yardım eder. Vasilisa önce bebeğin karnını doyurmuş, daha sonra ondan yardım istemiştir. Oyuncak bebek ona yardım eder. Sonunda da Vasilisa, geceleri gözleri ışık saçan kafayı Bába Yaga’dan alarak evine gitmek üzere yola çıkar. (Tezel, 2008: 122-129). Önce Bába Yaga’nın evinin görünüşüne bakalım: Bu ev insan kemikleri ile doludur. Bu, Bába Yaga’nın ölülüler dünyası ile ilişkisini gösterir. K.D. Laoşkin, ‘Bába Yaga ve Tek Ayaklı Tanrılar (Tiplemenin Kökeni Üzerine)’ adlı makalesinde “Bába Yaga’nın masal kahramanı olmadan önce ölüm tanrıçası olduğunu”yazıyor. (Laoşkin, 1970: 181). Fakat bu tiplemeyi daha yakından inceleyecek olursak onun yalnızca ölümle değil, yaratılışla da bağlantılı olduğunu görebiliriz. Örneğin A.N.Afanasyev, B.A.Uspenski, A.Potebnya ve diğer bir çok araştırmacı, Bába Yaga’yı yılan tiplemesi ile karşılaştırmışlardır. (Uspenskiy, 1982: 91). Yılan ise kozmogonik başlangıç gibi, dünya yumurtası ile ilgiliydi. Bu ise başlangıcın, yaratılışın bir işaretiydi. Hatta Ruslarda bu olguya ilişkin bir deyim olarak kış geldiğinde Bába Yaga’nın yumurta çıkarmaya gittiğini söylerler. Paskalyada yumurtaları kırmızıya, sarıya boyamaları da inanışla lgilidir. Bába Yaga’nın, yaradılışla ilgili işlevi masalda da görülüyor: Vasilisa, Bába Yaga’nın evine giderken kırmızı, beyaz ve siyah atlılara rastlamıştır. Bába Yaga’ya onların kim olduklarını sorduğunda Bába Yaga’nın yanıtı onların kendisine ait atlılar olduğudur. Atlılardan ilki sabah ,ikincisi öğle vakti, sonuncusu ise gecedir. Demek ki, Bába Yaga zamanın sahibidir. Bu da onu yaratılış miti ile özdeşleştirmektedir. Genellikle yılan ve görkemli kadın gibi figürler ise yalnızca Ruslarda değil, Saka-İskit kültürüne ait mitolojilerde de yaygın olarak kullanılmaktadır. Bába Yaga’nın evinin kuş ayağı üzerinde olması ise onu kuş kültü ile özdeşleştirir. B. A. Uspenski “Eski Slav Eserlerinde Filolojik Bulgular” adlı kitabında, Bába Yaga tiplemesini incelerken, yılan ve kuşun aslında aynı soydan geldiğini ve her ikisinin de yumurtanın embriyosunun göstergesi olduğunu belirtmektedir. Cadı Karı’nın küpüne binerek uçması da yine onu kuş kültüne yakınlaştırır. Bilindiği gibi, Türk mitolojisinde çocukların koruyucusu Ayzıt veya Umay kuş olarak düşünülürdü. Türk mitolojisinde kadının güzelliği de genellikle kuşla karşılaştırılırdı. Ayrıca kadınların kuşa dönüştürülmesi ile ilgili bir çok totemistik efsane de vardır. Yeri gelmişken, yukarıda da belirttiğimiz konuyla bağlantılı olarak, Bába Yaga’nın da ‘karga’ya benzetildiğini belirtelim. Bu konuda A.Potebnya, Slavların, çocuklar diş düşürdüğünde dişi hemen çatıya atarak çürük dişi alıp 245 UKHAD 1 (3) 2015 yerine demir diş vermesi için fareyi ya da kargayı çağırdıklarını yazmaktadır. (Potebnya, 2007: 165). Karga ya da Bába Yaga’dan demir diş istenmesinin nedeni, Bába Yaga’nın demirle ilişkilendirilmiş olmasıydı. Örneğin, ayağı demirdendi. Rus mitolojisinde genellikle demir ya da bakırla ilişkilendirilen kadın betimlemelerine de rastlanmaktadır. Örneğin, N. S. Şarapova’nın “Slav Mitolojisi’nin Kısa Ansiklopedisi” adlı yapıtında ‘Albasta, Lobasta, Lopasta’ gibi mitsel tiplemelere rastlanır. Yazar, bu tiplemelerin orman ruhu ile ilgili olduğunu yazmaktadır. Şarapova aynı zamanda, Rusya’nın bazı bölgelerinde Albasta’nın geniş göğüslü, uzun boylu, çirkin, saçı yeri süpüren kırmızı pençeli bir yaratık olarak betimlendiğini de belirtir. Bu yaratık, ölülerle, evlilik çağına gelmeden ölen kızların ruhlarıyla da bağlantılıdır. Burnunun bakırdan ya da tahtadan olduğu düşünülürdü. Yazar bu sözün etimolojisini, onun Slav kökenli sözcük olduğu varsayımıyla incelemeye çalışmış ve onuı ‘turna’ sözcüğü ile özdeşleştirmiştir.(Şarapova, 2001: 622). Öncelikle belirtmeliyiz ki, yalnızca Slav mitolojisinde değil, Türk mitolojisinde de ‘bakır burunlu kadın’ tiplemelerine rastlanmaktadır. Örneğin, Altay’ların Maaday-Kara Destanı’ndaki Erlik Bey’in kızı, Kara-Kula’nın karısı Abram- Moos Kara-Taacı yeraltı güçlerinin yer yüzündeki temsilcisidir. Erlik’in kızı bakır kazana benzeyen bakır küpeli, bakır çaydanlığa benzer bakır burunlu, kömür gibi kara gözlü, şapkasında baykuş tüyü olan, davulu tozağacı kabuğundan, canlı yılanı kamçı olarak kullanan, at yerine kara boğaya binen biri olarak betimlenir. Albastı’nın Türk mitolojisinde yaygın olarak kullanılan bir tiplemenin adı olduğu açıktır. Biz Albastı tiplemesinin işlevlerini Bába Yaga ya da Türklerdeki Cadı Karı tiplemesinde görürüz. Bába Yaga hile yaparak genç kızları, gelinleri ve çocukları kandırır. Naki Tezel’in deyişi ile “Kendilerine torbalarla verilecek altınlar karşılığında yapamayacakları kötülük yoktur. Gelin arabasına binerek önceden hazırladıkları zehirli böreği geline vermekle ve onu zehirleyerek arabadan attıktan sonra gelinliği kendi kızlarına giydirip, bu kızı damada gelin diye yutturmakta duraksamazlar. Padişahın kızına aşık olup yırtık pırtık giysilerle çok uzak ülkelerden gelen fakat kim olduğunu saklayan bir şehzadeye kız kaçırmak için, torba dolusu altın karşılığında saraya girerek, sultandan kızını istemekte bir sakınca görmezler. Bu işte başarı elde etmek için her yola baş vurarak kızı kaçırmanın kolayını da bulurlar. Tatlı dil dökmek, güler yüz göstermek kolaylıkla becerdikleri işlerdendir” (Tezel, 2008: 19) Türk masallarındaki Cadı Karı, genç gelinleri yoldan çıkarmaya çalışır. Rus mitolojisinde ise Bába Yaga’nın genç kızları kandırarak evine götürmesi ya da çocukları fırında pişirip yemek istemesi motifi yaygın 246 UKHAD 1 (3) 2015 olarak kullanılmaktadır. Cadı Karı’nın çocuklara karşı acımasızlığına az da olsa Türk masallarında da yer verilmiştir. Örneğin “Dudu Kuşu’ masalında Cadı Karı, bir yahudinin isteği üzerine, kocası sefere giden, iki oğlu ile yaşayan gelini yoldan çıkarmaya çalışır. Burada yahudinin gelinden öz oğullarını öldürmesini istediğine tanık oluruz. Bilindiği gibi yahudi de aslında Cadı Karın’ın farklı simalarından biridir. Bu anlamda, dolaylı da olsa çocukların Cadı Karı tarafından öldürülmesi motifi Azerbaycan masallarında da yer almaktadır. Bu tarz kadın tiplemelerine dünya mitolojisinde çok yer verilmiştir. Örneğin Sami mitolojisindeki Lamiya, Almanlar’daki Berhta, Türk mitolojisindeki Albastı ya da Slavlardaki Lopasta tiplemeleri, kadın ve çocuk düşmanı olarak betimlenir. Almanlar’daki Berhta doğayla, verimlilikle, elflerle ve ölmüş çocukların ruhları ile bağlantılıydı. Rivayete göre, eski devirlerde bol ürün veren bir tarlada elflerin tanrısı Berhda yaşarmış. Elfler, onun buyruğuyla toprak sürerlermiş.. Kendisi de bu işlerde bizzat yer alırmış.. Fakat bir gün insanlar onu ağır sözlerle aşağılamışlar.. O da aynı gün orayı terk etmeye karar vermiş. Bir süre sonra mevlüd gecesi çevresinde çoğu ağlayan çocuklarla Zal sahillerinde hüküm süren, dev bir kadın çıkmış ortaya.. Bir kayıkçıya kendisini karşı kıyıya geçirmesini emretmiş.. Önce dev kadın binmiş kayığa., Ardı sıra çocuklar, kara saban ve diğer eşyalar kayığa yerleştirilmiş. Hepsi bu güzel toprakları terk etmek zorunda kaldıkları için çok ağlamışlar. Kadın, kayıkçıya çocuklarla ilgilenmesini buyurmuş. Kendisi ise o sırada sabanı tamir etmekteymiş. Yolculuk sonunda kayıkçıya para yerine talaş vermiş. Talaş ise altına dönüşmüş. Türk inançlarında da buna benzer olaylara rastlarız. Kadınlar ve çocuklar Albastı’da görünürler. Eskiden böyle bir inanç varmış. Kadının, çocuk doğarken ölmesi, onu Al Ana’nın (Hal AnaKötülük Tanrıçası) götürdüğü anlamına gelirmiş. Ya da çocuğu Albastı’dan korumak için üzerine hal tüyü takarlarmış. Bunun nedeninin Hal Ana’yı yani Albastı’yı aldatmak olması olasıdır. Türk mit inançlarında da Albastı yalnız çocuklar ve kadınlara ilişkin bir tipleme öğesi değildi. O ayni zamanda bolluk ve bereketle de ilgiliydi. İmperiat Xalipova “Kumıkların Mitolojik Nesri” monografisinde, Albastı karakterinin irdelerken, insanların ve aynı zamanda hayvanların doğumuna ilişkin olduğu varsayılan Albastı’nın olumsuz yöne doğru yönlendirilmesinin analık döneminden babalık dönemine geçişle ilgili olduğunu belirtir. Mireli Seyidov da “Gam, Şaman ve Onun Kökenine Genel Bakış” adlı monografsinde şöyle yazar: ‘Al sözcüğünün yüce, kırmızı, ateş anlamları ve Sarı Kız olarak betimlenmesi, onun önceden güneşin bir kanıtı olduğu düşüncesini akla getirir. Al kadının keçi olarak betimlenmesi ise onu verimlilikle, güneşle, yazla ilişkilendirir.’ (Seyidov, 1994: 71). 247 UKHAD 1 (3) 2015 Yapılan araştırmalardan yola çıkarsak, dünyanın yaratılışı ile ilgili olan, zamanla Cadı Karı ve Bába Yaga tiplemesi gibi olağanüstü masallara yansıyan Küp Karısı, yani kadın ve çocuklarla ilgili olan bu tipleme, başlangıçta kötülük simgeleri değildi. Bába Yaga tiplemesi böyle incelendiğinde her ikisinin de (Bába YagaCadı Karı) kökenlerinin aynı olduğu görülmekteditr. Türk ve Rus olağanüstü (sihirli) masallarının karşılaştırılmasında ağırlık merkezi genellikle motiflerin üzerine düşmekte ve Türk, Rus olağanüstü masallarındaki motif eşdeşliği dikkati çekmektedir. Biz bu motif benzerliğinin yalnız tipolojik özellik olarak göstermek istemiyoruz, cünkü aynı coğrafiyada ortak kültür değerlerinin olması, aile akrabalığı, göçler de bu süreci tetiklemiş motiflerin ortaklaşmasında önemli rol oynamışdır. KAYNAKLAR Azerbaycan Folkloru Külliyatı. Derleyenler: H. İsmayılov, O. Aliyev. Beş Ciltte Masallar, 1. cilt Bakı, Seda, 2006, 400s. Bekki S. Maaday Kara Destanı. Manas yayıncılık, 2007, 560 s. Tezel N. Türk Masalları. Bilge Kültür Sanat, Ağustos, 2008, 1619,122-129 s. Seyidov. M. Gam-Şaman ve Onun Kaynaklarına Genel Bakış. Bakı, Gençlik, 1994, 232 s. Лаошкин К.Д. Баба Яга и одноногие боги (К вопросу о происхождении образа), с.181-187 / Фольклор и этнография, Л. Наука, 1970. Laoşkin K.D. Baba Yaga ve Tek Ayaklı Tanrılar (Karakterin Kökeni Üzerine) s.181–187 / Folklor ve Etnografya, L. Nauka,1970. Мифы Народов Мира, энциклопедия ,1980/ V.V. İvanov, V.N. Toporov, Dünya Halklarının Mifleri Ansiklopedisi, 1980: 1.Cilt :109 Народные Русские сказки. М., Художественная литература, 1976, 576 с. –Rus Halk Masalları. M. Kurgusal Edebiyat 1976,576 s. Потебня А. Символ и миф в народной культуре. М, Лабиринт, 2007, 408 с. – Potebnya A. Halk Kültüründe Sembol ve Mit. M, Labirint, 2007, 408 s. Успенский Б.А. Филологические разыскания в области славянских древностей. М., Изд. Москoвского университета, 1982, 247 с.- Uspenskiy B.A. Eski Slav Eserlerinde Filolojik Bulgular, 1982, 247s. Moskova Üniversitesi Yayınları Халдипаева И. Мифологическая проза кумыков. Исследование и тексты, Махачкала, 1994, 212 с. Haldipaeva İ. Kumıklar’ın Mitolojik 248 UKHAD 1 (3) 2015 Eserleri. Araştırma ve metinler, Mahaçkala Шапарова Н.С. Краткая энциклопедия славянской мифологии. М. Астрел, Русские словари, 2001, 622 с.-Şaparova N.S. Slav Mitolojisinin Kısa Ansiklopedisi. M.Astrel, Rusça sözlükler, 2001, 622 Günay Umay (1983) ‘Türk Masallarında Geleneksel ve Efsanevi Yaratıklar’, H.Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi, C I, S.1, 1983, s.21-47 P.N.Boratav 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1997 P.N. Boratov Zaman Zaman İçinde, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1958 S. Sakaoğlu , Masal Araştırmaları, Akçağ Yayınları, Ankara, 1999 C.E.Güney, Masallar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992 Tahir Alangu’nun ’’Türkiye Folkloru Elkitabı’’ A.B. Alptekin ’’Hayvan Masalları’’ 249 UKHAD 1 (3) 2015 DİVAN-Ü LÜGATİ’T-TÜRK’TEN GİRESUN SOSYAL ANTROPOLOJİSİNE UZANAN SÖZ VARLIĞI Vocabulary Ranging From Divan-ı Lügati’t Türk To Giresun Social Anthropology Sezai BALCI** Mevlüt KAYA**** ÖZET Bu çalışmada, Türk dilinin “Orta Türkçe” döneminde; Kaşgarlı Mahmut tarafından 1072-1074 yılları arasında yazılmış olan Divan-ü Lügati’t-Türk’te geçen ve Giresun yöresinde halen kullanılmakta olan sözcüklerin tespiti ve anlam bakımından karşılaştırılması yapılmıştır. Türkçenin bilinen en eski sözlüğü sayılan ve batı Asya Türkçesiyle yazılan Divan-ü Lügati’t-Türk, söz konusu tarihlerde Bağdat’ta, TürkçeArapça olarak yazılmıştır. Sözlüğün hazırlanışındaki amacın Türkçenin zengin bir dil olduğunu Arap coğrafyasına kanıtlamak ve bununla birlikte Türk boylarının sosyo-kültürel yaşantısı hakkında Türkler dışındaki ulusları bilgilendirmektir. Bu dayanaklara binaen, Türkçenin en eski söz varlığından bugüne, birçok Türk boyunun yaşamakta olduğu Giresun yöresinde kullanılan ve Kaşgarlı Mahmut’un divanında yer alan söz varlığı üzerine bir tespit denemesi amacındaki bu çalışma doğmuştur. Anahtar Kelimeler: Kaşgarlı, Divan-ü Lügati’t-Türk, Giresun, Kırsal, Oğuzlar, Antropoloji. ABSTRACT This study provides a semantic determination and comparison of lexis which were mentioned in Divan-ü Lügati’t Türk written in the Period of Middle Turkic Language by Mahmud al- Kashgari between the years of 1072 and 1074 and are still in use in Giresun. This dictionary, the known oldest dictionary of Turkish, was written with Turkish and Arabic script in Baghdad in aforementioned dates. The purpose of the dictionary is to inform Arap geography about richness of Turkish language and external factors on socio-culture of Turkish tribes. Therefore, this study has the aim of determining lexis found in dictionary of Mahmud al- Kashgari and used in Giresun where numerous Turkish tribes, live sedentarily from the earliest Turkish vocabulary to today. Key Words: Mahmud al- Kashgari, Divan-ü Lügati’t Türk, Giresun, Rural, Oghuzs, Antropology. * Dr., Giresun Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Giresun / TÜRKİYE ** Okt., Giresun Üniversitesi Eynesil K.N. Meslek Yüksekokulu, Giresun / TÜRKİYE 250 UKHAD 1 (3) 2015 GİRİŞ Arap dil bilimi üzerine iyi derecede eğitim almış olan Kaşgarlı Mahmut, eserini oluştururken birçok Türk boyu üzerine geziler yapmış, notlar almış ve kullandıkları sözcüklerin sosyal yaşantıdaki yerini ve kullanım şekillerini lehçe farklılıklarıyla ortaya koymaya çalışmıştır. Bir dile ait sözcüklerin, o dilin kullanıcılarının öz kültürlerinde bıraktığı izlerin tarihsel süreçte genellikle aynı kaldığının kanıtı niteliğindeki Divan-ü Lügati’t-Türk, aynı zamanda dillerin tarihsel süreçte tüm değişimlere rağmen canlı kaldığının da habercisidir. Divan-ü Lügati’t-Türk adlı eser, kabaca Araplara Türkçenin zenginliğini göstermek ve Türk dilini yaymak amacının dışında; amacını aşan bir çalışmadır ki; bugün Türk kültürünü ve sosyal tarihini aydınlatan önemli bir tarihi kaynak niteliğine erişmiş durumdadır. Özellikle, Kaşgarlı’nın çalışmasında Oğuz boylarının sıralaması, sayısı, adları, karakteristik özellikleri ve kullandıkları damgalar, bugün Türk tarihinin en kolay ve genel erişim noktalarından biri olarak kabul edilmektedir. Çalışmamız kapsamında, Oğuz boylarının yaşamakta olduğu Giresun yöresinde bilhassa kırsal bölgelerde Kaşgarlı’nın eserinde geçen yüzlerce sözcüğün bugün kullanılıyor olması bir dilin, bir soyun kökeninde ne denli köklü bir yere sahip olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu durumun Türklerin yaşadığı coğrafyalarda incelenilmesi ve bilimsel analizinin yapılmasıyla, tarihsel süreçte eski Türk kültürünün İslam’la kaynaşma noktasına açıklık getirebilecek en önemli eserlerden birinin Divan-ü Lügati’t-Türk olduğu görülecektir. Öz kültürel varlığına yabancılaşma yolunda hızla ilerlemekte olan bir sosyal hayat tarzının, öz değerlerinin akademik araştırmalara ihtiyaç duyularak öğrenilebildiği yirmibirinci yüzyılda bu tür bir çalışmaya ihtiyaç olduğu düşünülmüştür. Çalışmanın Giresun yöresiyle sınırlı tutulmasında, Kaşgarlı Mahmut’un eserinde geçen tarihsel, sosyal ve kültürel ögelerin çokluğunun yanında, bunların biçim ve anlamca incelenmesinin bir tek çalışmada toparlanamayacağı gerçeği en önemli etkenlerden biri olmuştur. Araştırma kapsamında; Giresun kırsalının köylerinin kültürel yönden incelenip, söz varlığına dair derlemeler elde edilmesi sonucunda yapılan bu çalışma, Türkçenin geçmiş çağlarla yoğrulmuş kültür örüntüleri içerisine ne denli kalıcı bir biçimde nüfuz ettiğine dikkat çekmektedir(1). Mehmet Kaplan’ın “Türkçenin en eski kelimeleri uzak köylerde yaşamaktadır. Türk Kültürü’nü tanımak için onları da kullanıldıkları cümleyle beraber derlemeye 251 UKHAD 1 (3) 2015 ihtiyaç vardır”(Kaplan, 2004: 42) sözü, bu çalışmanın amaç ve önerilerini en kapsamlı biçimde izah etmektedir. Türk kültürünün yöreye erişmesini sağlayan Türk akınlarıyla Giresun kırsalına yerleşen; yer adlarından şahıs ve hayvan adlarına, meyve adlarından ağaç adlarına ve bunun dışında soyut veya somut daha birçok unsurları ifade eden söz varlığının Divan-ü Lügati’t-Türk’ten yöredeki bugünkü kültürel uzantılarına dikkat çekmek adına, bu çalışma hazırlanmıştır. Böylelikle Giresun yöresindeki yaygın yerleşimin söz varlığından yola çıkılarak, yörede yaşamakta olan halkın sosyo-kültürel bağlamdaki derin kökleri ve bu köklerin mensubiyeti sosyal antropoloji çerçevesinde sunulmuş olunacaktır. Bununla birlikte, bu çalışmada Kaşgarlı divanında geçen ve yörede kullanılan sözcükler konusunda bazı eksikliklerin ve gözden kaçan ayrıntıların olabiliceğini de ilave etmek gerekir. Çalışma, 2005 yılında hazırlanmış olan ve çeviri, uyarlama ve düzenlemesini Seçkin Erdi ile Serap Tuğba Yurteser’in yaptığı “Kaşgarlı Mahmut, Divan-ü Lügati’t-Türk”(2) adlı eserin yanı sıra saha araştırmalarıyla bazı güncel kaynaklar üzerinde temellendirilmiştir. 1. A Harfi İle Başlayanlar Abaçı: Umacı. Çocukları korkutmak için abaçı keldi: Umacı geldi denir(Kaşgarlı, 2005: 129). Giresun: Öcü. Çocukları korkutmak için “öcü geliyor” denir. Açuqluk/Açukluq kişi: Yüzdeki samimiyet/Cömert, iyi huylu kişi(Kaşgarlı, 2005: 131). Giresun: Samimi ve suskun olmayan, sözünün eri ve mert kişi. Bu tür kişiler için “çok açık biri” diye övgüler yapılır. Adaqlandı: Nesne ayak sahibi oldu(Kaşgarlı, 2005: 131). Giresun: Ayaklandı. Ellendi-ayaklandı. Kaybolduğuna inanmak istenilmeyen bir eşya için söylenir. “Bıçağım elli ayaklı kayboldu”. Ag: Bacak arasındaki boşluk(Kaşgarlı, 2005: 134). Giresun: Ağ. Âğ. “Donunun âğsı yırtılmış”. Agırşuk: İp sarmalı. Ağırşak(Kaşgarlı, 2005: 135). Giresun: Ağarşak. Aârşak. Ağaçtan yapılan ip sarmalı. “Aârşağım kırıldı”. Aglaq: Issız yer(Kaşgarlı, 2005: 135). Giresun: Avlâng. Avlaâ. Issız, boş arazi. “Ne bağırıyorsun, burası avlaâ mı?” Agnadı: At (Tozun ya da başka bir şeyin içinde)yuvarlandı(Kaşgarlı, 2005: 136). 252 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Ağnama. Aânama. Eşek ve atın sırt üstü yatarak yaptığı hareketler. “Eşşek gibi ağnama/aânama”. Agruqlandı: O, bu işi külfetli buldu. Bir yükün çok külfetli olduğunu anlatmak için de bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 137). Giresun: Ağrılandı. Karnı ağrıdı. Bir işi yapmak istemedi. “Ufacık işe karnı ağrıdı”. Aguj(aguz): Doğurduktan sonra inek ya da koyundan gelen ilk süt(Kaşgarlı, 2005: 137). Giresun: Ağız. Avuz. Evcil hayvanlarda doğumdan sonra gelen ilk süt. “Avuzu sağdım”. Aguladı: O, onun yemeğini zehirledi(Kaşgarlı, 2005: 137). Giresun: Avlandı. Avulandı. “Koyunlar avu yiyip avulandılar”. Al çüvit: Parlak ve kırmızımsı turuncu renk(Kaşgarlı, 2005: 138). Giresun: Kırmızı çivit boyası. “Örtüyü çivit boyasına koydum”. Ala yıgaç: Sınıra yakın bir yer adı(Kaşgarlı, 2005: 138). Giresun: Yılgınlık(yığınlık).Yığıntı. Dağ. Giresun’un Espiye ilçesine bağlı Çepni köyünde bulunan dağ adı: Ala-ma-ğaç(Alamığaç)(KK-4). Dilde ve kültürde köklü Oğuz geleneklerini yaşatan bu köydeki söz konusu dağın adı “ala yıgaç”tan dönüşmüştür. Alang/Alang yazı: Düz ova. “Bu açık kapı” anlamında kullanılan angıl sözcüğünün göçüşmeye maruz kalmış biçimidir(Kaşgarlı, 2005: 138). Giresun: Açık yer. Kel kafa. Kel için “alan^g başlı” denir. Bitkisiz, çorak kalmış yere de “alan^g yer” denir. Alardı: Talga alardı: Koruk(başka bir meyve de olabilir) kızardı; kişi yeni alardı: Adamın bedeni alalaştı. Alarmaq(Kaşgarlı, 2005: 138). Giresun: Alardı. “Göğün yüzü alardı(kızıllandı)”(KK-5). Alarttı: Ol angar közin alarttı: O, ona göz ucuyla baktı(Kaşgarlı, 2005: 138). Giresun: Alarttı. “Çocuk her şeyi isteyince annesi ona gözlerini alarttı”. Alma: Elma(Kaşgarlı, 2005: 139). Giresun: Alma. Elma. “Bir eğşi alma soy da yiyelim”. Anaç: “Halkın annesi”ymiş (ümmü’l qavm”) gibi bilgece davranan küçük kız çocuğu. Bu ad bir sevgi gösterisi olarak verilir(Kaşgarlı, 2005: 142). Giresun: Anaç. Anne gibi davranan kız. “Büyümüş de küçülmüş, anaç kız”. Bu sözcük, yörede evcil hayvanları dişi yavrusuna sevgi gösterisi içinde kulanılır. Angıladı: Eşyek angıladı: Eşek anırdı(Kaşgarlı, 2005: 145). Giresun: Angıradı. Ağlayan çocuklara “eşek gibi angırama” denir. Aqur: Ahır(Kaşgarlı, 2005: 147). 253 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Ahır. Ahur. Afur. Tam. “Keçiler ahıra doluştu”. Arqa: Sırt, arka(Kaşgarlı, 2005: 150). Giresun: Arka. Sırt. “Bir arka yükü odun getirdim”. Arqış: Kervan(Kaşgarlı, 2005: 151). Giresun: Argış. “Yol uzun, argış atalım”. Arquçı: İki kişi arasında aracı olan(Kaşgarlı, 2005: 151). Giresun: Aracı. “Kızla oğlanın aracısı kimmiş?” Artuq. Artık, fazla(Kaşgarlı, 2005: 153). Giresun: Artuk. Artık. “Ben senin artukçun muyum(artıkçı: başkasının artan şeylerini kullanan)?” Arturdı: Ön yarmaq üze bir arturdı: On paraya bir para daha ekledi(Kaşgarlı, 2005: 153). Giresun: Arturdu. Artırdı. “Dün hiç bir şeyi yoktu, şimdi arturdu”. Aruq: Sıska, zayıf, cılız.(Oguz ve Qıfçaq(3) lehçeleri)(Kaşgarlı, 2005: 153). Giresun: Aruk. “Aç aruk çalıştı günlerce”. Aş: Yemek, aş(Kaşgarlı, 2005: 155). Giresun: 1.Aş. Yemek. 2. Darı veya buğday unundan yapılan bir tür yöresel yemek. “Aş yap da yiyelim”. Aşladı: Ol ayaq aşladı: O, kabı (başka bir şeyi de olabilir) onardı(Kaşgarlı, 2005: 155). Giresun: 1. Ehlileştirilmiş meyve ağacı. “Bu dedemin aşıdır”.2. Bir sıvıyı diğerine katma. “Çayımı aşla(çayıma su kat)”. 3. Yama yapma. Bir eşya veya aleti tamir ederken kullanılan kaynaştırıcı madde. “İbriğin delik yerini aşladım”. Aşlıq: Aşevi, mutfak. Oğuzlar buğdaya aşlıq der(Kaşgarlı, 2005: 156). Giresun: Aşana. Aşhane. Mutfak. “Aş, aşanada pişer”. Aşu: Kızıl toprak; aşıboyası yapmak için kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 156). Giresun: Aşu. Kızıl boya elde edilen toprak. “Bu toprakta aşu çamuru var”. Aşuq: İnsanın ayak bileğinde bulunan kemiklerden biri(Kaşgarlı, 2005: 156). Giresun: Ayak ve el bileğinde bulunan bir kemik. “Elinin aşuğuna !…” diye kızılır. At: İsim/Unvan: Bey ona unvan verdi(Kaşgarlı, 2005: 156). Giresun: Ad. Unvan. “Oğlanın adını dedesi vermiş. Kütükteki adı başka”. Ayadı: Ol tonın ayadı: o giysisini korudu. Xan angar ayaq ayadı: : Han ona unvan verdi. Ayar, ayamaq(Kaşgarlı, 2005: 162). Giresun: 1.Ayama. Ağacı, bitkiyi budayarak, yanını korumaya alıp büyümesini sağlama. “Kestaneyi ayadım”. 2. Ayama; lakap takma, unvan 254 UKHAD 1 (3) 2015 verme. “Adı Osman, ayaması kopça”. (Her iki “ayama” da seçme, ayıklama manasındadır). Azdı: Ol yol azdı: O yolu şaşırdı(Kaşgarlı, 2005: 164) Giresun: Azdı. Doğru yoldan çıkarak kendine veya başkasına zulmeden kişi için kullanılır. “Kendini içkiye vererek iyice azdı, çocuğu dövüyor”. Azıttı: Ol angar yol azıttı: O, ona yolu şaşırttı(Kaşgarlı, 2005: 164). Giresun: Azıtmak. “İyice azıttın!”. 2. B Harfi İle Başlayanlar Baqır: Bakır(Kaşgarlı, 2005: 170). Giresun: Bakır. “Bakıraç/bakraç” denilen mutfak eşyası muhtemelen bakırdan üretildiği için bu adı almıştır. “Bakraca süt sağdı.”. Baqırsuk: Bağırsak(Kaşgarlı, 2005: 167). Giresun: Baârsuk. “Kızcağız zayıfıktan baârsuk gibi…” Balçıq: Çamur(Kaşgarlı, 2005: 168). Giresun: Palçuk. Giresun-Espiye ilçesi yaylası. Baldır: Dağın zirvesi(Kaşgarlı, 2005: 168). Giresun: Paldır. Dağ eteği. Yabani bitkilerin bolca olduğu yamaçlar. “Paldırda orakla elimi kestim”(KK-7). Baldır: İlkbaharın başında işlenen tarla(Kaşgarlı, 2005: 168). Giresun: Baldır-an. Yaylalarda ve “cenik”lerde ilkyazda işlenen, sebze ekilen küçük tarla. Yörede bazı oba ve yaylalara da adını vermiştir: Baldıran yaylası. Barça: Tümü, hepsi anlamında kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 171). Giresun: Barça. Giresun merkez ilçeye bağlı olup, bu adla anılan iki köy bulunmaktadır: “Barça”, “Barça Çakırlı”. Barıg: Pis kokan herhangi bir şey(Kaşgarlı, 2005: 172). Giresun: Barak. Bar. Bir şeyin bekletilmesinden ötürü ortaya çıkan kötü kokulu bulamaç. “Kapla barak bağlamış!”. Barq(ew barq): Barq sözcüğü hiçbir zaman yalnız başına kullanılmaz, ancak ikilemeyle anlamlanır(Kaşgarlı, 2005: 172). Giresun: Bark. Ev-bark. İkileme şeklinde kullanılır. Giresun’da “evbark olmak” evlenmek anlamında kullanılan bir deyimdir. Basan: Ölünün cesedi gömüldükten sonra onun adına verilen yemek(Kaşgarlı, 2005: 174). Giresun: Tabuttaki ölü. Giresun’da tabutun önüne geçilmez, çocuklar tabutun alt tarafında bulunmamalıdır, inanışı yaygındır. Aksi takdirde “basan” 255 UKHAD 1 (3) 2015 yani ölü bunları “basar” ve “basuk”(çarpık) olunur. Basdı: Onu karabasan bastı(Kaşgarlı, 2005: 174). Giresun: Karabasan. Uykuda kişiyi çiğneyen varlık. “Bu gece beni karabasan bastı”. Basıq: Gece baskının yapılacağı yer(Kaşgarlı, 2005: 174). Giresun: Basuk. Gelişmemiş çocuk. “Küçükken tabutun önünde gitti, basuk kaldı”. Basınçaq: Baskı altındaki, eziyet edilen adam(Kaşgarlı, 2005: 174). Giresun: 1. Basılacak, basılabilecek yer, basıncak. “Yemek artığı basıncağa dökülmez”. 2. Ezilebilmeye müsait kişi. “Adam tam bir yer basuğu olmuş”. Başıl qoy: Başında beyaz leke olan koyun(Kaşgarlı, 2005: 176). Giresun: Giresun’da başında ve yüzünde beyazlıklar olan koyuna “başıl” koyun yerine “çil koyun” denmektedir. Bu farklılaşmanın etimolojisi hakkında bir malumata erişilememiştir. “Çil koyunu sağdın mı?” Batman: Batman (büyüklüğü bölgelere ve tartılacak şeylere göre değişen eski bir ağırlık ölçüsü.)(Kaşgarlı, 2005: 177). Giresun: Yüzyıllar boyunca çeşitli toplumlarda ağırlık ölçü birimi olarak kullanılmış olan “batman”, bugün Giresun yöresinde sözlü kültürde “bir şeyin gereğinden fazla ağırlık ve yoğunlukta olması” durumunu ifade etmede kullanılır. “Çocuk, pantolonunda bir batman çamurla eve girdi”. Baya oq: Tam şimdi(Kaşgarlı, 2005: 358). Giresun: Bayak. Bu sözcük yörede “az önce” anlamında kullanılmaktadır. “Koyundan bayak geldi.”. Baynaq: Dışkı gübre(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 178). Giresun: Vaynak. Hayvan dışkısı, hayvan gübresi, kemre, kerme. Yarım asır öncesine dek yörede “hayvan dışkısı” anlamında kullanılan “vaynak”, Oğuz lehçesindeki “baynak”tan gelmektedir. “Huyu yaramaz, vaynak gibi adam”. Beçkem: Savaş sırasında savaşçıların ayırt edilmesini sağlayan, ipekten ya da dağ sığırı kuyruğundan yapılan bir tür simge. Oğuzlar buna berçem der(Kaşgarlı, 2005: 179). Giresun: Berçem. Perçem. Yörede aynı biçimde kullanılmaktadır. “Delikanlı perçem vurmuş”. Beçkemlendi: Er beçkemlendi: Adam savaş günü simgesini takarak kendini belli etti(Kaşgarlı, 2005: 179). Giresun: Perçem vurdu. Perçem taradı. “Delikanlı perçem bırakmış(yapmış)”. 256 UKHAD 1 (3) 2015 Beçküm: Evin sofası(Kaşgarlı, 2005: 179). Giresun: Peşgü. Yörede eski nesil evin sofasına “hayat” demekte ancak sobaya “peşgü” demektedirler. Burada “beçküm” ile “peşgü” arasında bir ilişki olup olmadığı hususu kesinlik kazanmamıştır. “Dedem peşgüyü kurdu”. Beg: Bey. Aynı zamanda evinde bir beye benzediği için kocaya da beg denir(Kaşgarlı, 2005: 180). Giresun: Bey. Anadolu genelinde olduğu gibi, Giresun’da da hanımlar eşlerinin adını kullanmak yerine “bey” demeyi tercih ederler. “Beyim eve geldi”. Bekmes: Pekmez(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 181). Giresun: Pekmez. Bekmez. Elma, armut, üzüm gibi meyve ve yemişlerin kaynatılmasıyla elde edilen meyve balı. “Yarın bekmez kaynatacaklar”. Beküdi: Tügün beküdi: Düğüm sıkılaştı. Herhangi bir şeyin sıkılaşmasını, sağlamlaştırılmasını anlatmak için de bu sözcük kullanır(Kaşgarlı, 2005: 181). Giresun: Bekitmek, Bekeltti. Bekitti. Sıkıştırıp, sağlamlaştırdı. “İpi gererek bekiştirdi”. “Topu kaleye bekitti(çok hızlı vurdu)”. “Kapının kilidini bekeltti”. Beküşdi: Beküşdi neng: Nesne sağlamlaştı(Kaşgarlı, 2005: 181). Giresun: Bekeştürdü. Gerdirerek sağlam hale getirdi. “İneğin ipini bekeştürdü”. Beledi: Beşiğe yatırdı(Kaşgarlı, 2005: 181). Giresun: Beledi. “Çocuğu beledin mi?(beşiğe sardın mı?)”. Be-ledi: Koyun meledi(Kaşgarlı, 2005: 181). Giresun: Meledi. “Koyun kuzusuna meledi”. Belingledi: Er Belingledi: Adam korkuyla sıçrayıp uykusundan uyandı(Kaşgarlı, 2005: 182). Giresun: Ani korku, berinnemek, berinlemek. “Çocuk uyku sırasında çığrışları duyunca berinnedi”. Bergelendi: Tamar bergelendi: Adamın damarları (kanla) doldu(Kaşgarlı, 2005: 183). Giresun: Belerdi. İrileşti. “Bu sözü duyunca gözleri belerdi”. Bertindi: Elig bertindi: El zedelendi yaralandı(Kaşgarlı, 2005: 184). Giresun: Bertildi. Burkuldu ve ezildi. “Attan inerken ayağım bertildi”. Bertti: Ol enig elgin bertti: O, onun elini yaraladı(Kaşgarlı, 2005: 184). Giresun: Bertti. “Çocuğun eliyle oynarken parmağını bertti”. Bertü: Hırka(Kaşgarlı, 2005: 184). Giresun: Hırka. Yörede genellikle “paltu” denilir. “Paltusunu verin!”. Beşiklig: Beşiklig uragut: Bir beşiği olan kadın(Kaşgarlı, 2005: 184). 257 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Beşikli. Beşikli kadın. “İmeceye gidemez, beşikli o kadın!”. Bezig: Ürperti(Kaşgarlı, 2005: 185). Giresun: Bezük. Bezmiş. Bezimiş. Ermeden, olgunlaşmadan suyu çekilerek buruşmaya başlayan meyve ve tahıl ürünleri için kullanılır. “Bu darılar bezük/bezmiş”. Bıçgıl: Eldeki, ayaktaki çatlaklar. Topraktaki çatlaklar da bu şekilde adlandırılır(Kaşgarlı, 2005: 185). Giresun: Bıçkıl. Pıçgıl. “Adam çok fakir; üstü başı pıçgıl”. Bıldur: Bir önceki yıl(Kaşgarlı, 2005: 186). Giresun: Geçen yıl. “Oğlan askerden bıldır geldi”. Bırqıg: Atın ya da eşeğin homurtusu(Kaşgarlı, 2005: 186). Giresun: Bıdırı. Çok konuşan kimseye takılan lakap. (EspiyeÇepniköy yöresi)(KK-8) Bilegü: Bileğitaşı(Kaşgarlı, 2005: 188). Giresun: Bilevü, bileğü. Bileği taşı. Kılavuz taşı da denir. “Baltayı bileğüledi”. Birle: İle anlamına gelen edat(Kaşgarlı, 2005: 190). Giresun: Bile. “Bile” veya “bile gine” ifadesi yörede “birlikte” anlamı verir: “Dayısıyla bile gine yaylaya gittiler”. Bistek: Taranmış ve eğrilmeye hazır pamuk(Çiğil lehçesi)(Kaşgarlı, 2005: 190). Giresun: Pisik. Pamuk gibi çiçekleri ve tüyleri olan bir tür bitki. Sevimli çocuklara ve havyalara da yörede “pisik gibi” derler. Boçı: Bir lavta çeşidi(Kaşgarlı, 2005: 191). Giresun: Espiye ilçesinde bir yaylanın adı “Bocullu”dur. Bu sözcükle ilişkili olup olmadığına dair ayrıca bir araştırma yapılmalıdır(KK-7). Bogım: Parmak eklemi(Kaşgarlı, 2005: 192). Giresun: Boğum. Bilekteki ve parmaklardaki yatay çizgilerin aralarındaki dolgun kısımlar. “Bebeğin parmakları boğum boğum dolmuş”. Borbaş: Borbaş iş: İçinden çıkılamayacak derecede karışlık olay(Kaşgarlı, 2005: 195). Giresun: Vaybaş. Karcaş. Terpeşük. Yörede buna “bardabaş” da denmektedir. “Bardabaşlığın lüzumu yok”. “Çok vaybaş, terpeşük, karcaşuk işlerle uğraşıyor hep”. Borbaşdı: İş borbaşdı: Konu karıştı(Kaşgarlı, 2005: 195). Giresun: Karcaşuk. “Arı gibi karcaştı burası, kavga büyüyor”. Borsmuq: Porsuk(Kaşgarlı, 2005: 196). Giresun: Porsuk. “Porsuk bahçeleri delmiş”. 258 UKHAD 1 (3) 2015 Boz: Açık toprak rengi(Kaşgarlı, 2005: 199). Giresun: Boz. Açık toprak rengi. “Boz enük”: Boz köpek. “Boz yüğrük”: Yörede bir tür yılan. “Boz armut”: Bir armut türü. Bununla ilgili bir de atasözü vardır: “Ayının yüz türlü türküsü vardır; yüzü de boz armut üstünedir”. Börk: Başlık(Kaşgarlı, 2005: 202). Giresun: Börk. Börg. Bölg. Kavuk. “Kafasına bölg bırakmıştı”. Bu: Buğu. Buhar(Kaşgarlı, 2005: 203). Giresun: Buğu. Buhar. Tütün. Duman. Sis. “Bacası buğlamıyor”. “Hava bugün buğsuk(sisli)”. Buçgaq: Köşe ya da benzeri bir şey(Kaşgarlı, 2005: 203). Giresun: Bıcak yanı; mutfağın bir köşesi. “Çocuklar bıcak yana geçmesin”. Budtı: Er tumlugqa budtı: Adam donarak öldü(Kaşgarlı, 2005: 203). Giresun: Buydu. Çok üşüdü. “Ayaklarım buydu”. Buduttı: Ol kişini tumlugqa buduttı: O adamın donarak ölmesine neden oldu(Kaşgarlı, 2005: 203). Giresun: Buydurdu. Üşüttü. “Çocuğu oralarda buydurdu”. Buqa: Boğa(Kaşgarlı, 2005: 207). Giresun: Buva. Öküz yerine kullanılır. Burış: Deride ya da kumaştaki kırışıklık(buruşma) (Kaşgarlı, 2005: 207). Giresun: Buruş. Kırışık olan. Burun: Dağ zirvesi(Kaşgarlı, 2005: 208). Giresun: Burun. Dağın veya tepenin zor geçit veren yeri. “Burun” Anadolu’da tek başına veya başka bir sözcükle yan yana olarak sık kullanılan mevki adlarından biridir. Örneğin, Giresun-Espiye’de Çepni köyünde bir mevki adıdır(Kaya, 2007: 6,7). Espiye- Keşap karayolu üzerinde mevki adı: Uluburun/Çamburnu, vs. “Buruna çıkmışlar, zor yetişiriz”. Buturgaq: Şekli fıstığa benzeyen bir diken. Giysilere ya da benzer şeylere takılmasına neden olan kancaları vardır(Kaşgarlı, 2005: 211). Giresun: Puturak. Dış kısmında dişçikler veya dikenler olan bazı ormansal bitkiler. “Kestane puturağı”. Bunun dışında mecaz/yan anlamda da kullanılır: “Öyle öfkelendim ki cinim puturağım başıma çıktı”. Bu deyim, Giresun yöresine özgüdür. Buxsum: Darıdan yapılan bir içki(darı birası) (Kaşgarlı, 2005: 211). Giresun: Püsüm. Püssüm. Darı bitkisinin ucundaki saça benzeyen salkımlar. “Darı püsümü”. Bük: Fundalık(Kaşgarlı, 2005: 211). 259 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Dere yatağının kenarındaki geniş düzlüklerde güneşi az gören, çisesi bol çalılıklar. “Bük” mevki adı olarak yörede çok sık kullanılır. Yörede her derenin üzerinde bu adı taşıyan bir mevki adı bulunması ilginçtir. Bürçek: At bürçeklendi: Atın perçemi uzadı. İnsanın perçemi uzadığında da bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 213). Giresun: Pürçek. Bitkilerde veya eşyalarda salınan uç kısımlar. “Pancarlar pürçeklendi”. Bürdi: O, torbanın ağzını büzdü(Kaşgarlı, 2005: 213). Giresun: Bürdü. Burdu. Ağzını burdu. “Çuvalın ağzını iyice bur, fındık dökülmesin”. Bürlendi: Yıgaç bürlendi: Ağaçlar tomurcuklandı(Kaşgarlı, 2005: 213). Giresun: Pür. Yaylalık bölgelerde iğneli çam ağaçlarına yörede verilen ad. Giresun-Espiye “Kısapür” yaylası de adını bu ağaçlardan almıştır. Söz konusu ağaçlarda oluşan ve dallarda salkım şeklinde asılan yeşil tüycüklere de yörede “püs” denir. Bürünçük: Kadın peçesi, yaşmak(Kaşgarlı, 2005: 214). Giresun: Bürüncek. Hanımlarda baş ve ağız kısmını kaplayacak şekilde takılan örtü. “Al bunu, bürüncek edersin, dedi”. Bütti: Ot bütti: Ot büyüdü(Kaşgarlı, 2005: 214). Giresun: Bitmek. Bitti. “Ot bitti”. “Tüy bitti”. Bütürdi: Ot başıg bütürdi: İlaç yarayı iyileştirdi(Kaşgarlı, 2005: 215). Giresun: Bitürdü. Bitirdi. “Çam macunu elimdeki yarayı bitürdü(iyileştirdi)”. 3. Ç Harfi İle Başlayanlar Çal qoy: Alacalı koyun(Kaşgarlı, 2005: 218). Giresun: Çal koyun. Üzerinde siyah ve beyaz renk olan koyun. “Çal koyunu sağdım”. Çaldı: Kulağıma çaldı(Kaşgarlı, 2005: 218). Giresun: Çaldı. “Kötü şeyler dedikleri kulağıma çaldı”. Çalıng: Çalıng yer: Sanki yanmış gibi çorak ve siyah olan, ot bitmeyen yer(Kaşgarlı, 2005: 218). Giresun: Çalık. Çal. Çaluk. Verimi düşük, bitki örtüsü zayıf, yüksek ormanlar için kullanılmaktadır. Yörede “çal” sözcüğü ile ilgili yüzlerce mevki adı bulunmaktadır. (Giresun Merkez ilçeye bağlı Çaldağ, Espiye’ye bağlı Çepni köyünde mevki adları: Çal, çalık hozanı buna örnektir.)(KK-8) Çalpuşlandı: Elig çalpuşlandı: (Meyveyi yerken ya da soyarken) meyvenin yapışkan özü ele ya da başka bir yere bulaştı(Kaşgarlı, 2005: 219). 260 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Çalpaştı. Çalpadı. Çalpaşturdu. Çerpeştürdü. “Ayranı çalpaşturdu”. Çalrattı: Herhangi bir şeyi takırdattı(Kaşgarlı, 2005: 219). Giresun: Çaldırattı. Bir nesneyi tıkırdatarak ses çıkardı. “Fındığı karıştırırken çaldırattı”. Çang: Zil(Kaşgarlı, 2005: 220). Giresun: Çan^g; çang. Hayvanlara takılan zil. “Çangları duyuluyor, uzakta değil inekler”. Çanga: Bir av kapanı çeşidi(Kaşgarlı, 2005: 220) Giresun: Çangal. Uzun ağaç sırık, fasulye sırığı. Boyu uzun olana “çangal gibi” denilir. Çapgut: Çaput, şilte(Kaşgarlı, 2005: 221). Giresun: Çaput. Parça bez. Yamalık. “Elini kesti, kanı kesmek için bir parça çaput bağladı”. Çapturdı: Er qulın suwda çapturdı: Adam kölesini suda yüzdürdü. Ol anıg boynun çapturdı: O, Onun boynunun vurulmasını emretti. Ol ewin çapturdı: O evinin yumuşak çamurla sıvanmasını emretti(Kaşgarlı, 2005: 222). Giresun: Çok çalışmak. Sürünürcesine çalıştırılmak. “Akşama kadar senin ardında çapıp durdum”. Çaqır: Mavi(Kaşgarlı, 2005: 222). Giresun: Çakır. Mavi anlamında kullanılan bu sözcük, yörede yoğun bir biçimde kadın adı olarak kullanılmaktadır. Göz rengi mavi olanlar için “çakır gözlü” ifadesi kullanılır. Çarlattı: O bebeği ağlattı(Kaşgarlı, 2005: 223). Giresun: Cerletti. Carlattı. Ağlattı. “Şuna takılıp da carlatma”. Çarun: Çınar ağacı(Kaşgarlı, 2005: 224). Giresun: Çağman. Çınar ağacı. Çaxşaq: Dağın zirvesindeki taşlık yer(Kaşgarlı, 2005: 226). Giresun: Kesinliği bilinmemekle birlikte; Yağlıdere-Alucra arasındaki bölgenin adı olan “Çakrak” yukarıdaki tanıma uymakta olduğundan ad kökeni Kaşgarlı divanında belirtilen bu sözcüğe dayanıyor olabilir. Çaxşu: Şimşir çalısı. Gözle ilgili rahatsızlıkları tedavi etmek için kullanılır. Özgün dile ait değildir(Kaşgarlı, 2005: 226). Giresun: Yavşu. Yörede şeklen şimşire benzeyen bir tür yabani ot bulunmaktadır. Ad kökeni bakımından “çaxşu” sözcüğü ile ilgili olabilir. Çat: Kuyu: Kuyu(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 224). Giresun: Çat. Çatak. İki derenin kesiştiği kuytu yer. Yörede “çat” ve “çatak” sözcüklerinin yaygın olarak mevki ve yer adlarında kullanıldığını 261 UKHAD 1 (3) 2015 belirtmek gerekir. (Bkz: Görele ilçesi Çatak köyü). “Keçiler yayıla yayıla çata kadar inmiş”. Çawuş: Savaşta birliklerin düzen içinde durmasını sağlayan ve onların gereksiz şiddet uygulamalarını önleyen yönetici(Kaşgarlı, 2005: 225). Giresun: Çavuş. Saygın, adaletli ve iyi olan erkek anlamında kullanılır. Yörede bu sözcük erkek adı olarak sıkça kullanılmaktadır. Anı zamanda lakap olarak da sıkça kullanılır. “Çavuş, sen iyi bir uşaksın”. Çekrek: Çekrek qapa: Tek kat yünden yapılan ince bir kaftan; köleler tarafından giyilir(Kaşgarlı, 2005: 227). Giresun: Çekmen. Çobanların kullandığı su ve soğuk geçirmeyen kolsuz, büyük giysi. Çeniştürük: Yazın başında olgunlaşan, beyaz-kırmızı renkte, fındığa benzeyen ve yenilebilen bir meyve(Kaşgarlı, 2005: 227). Giresun: Çemiş. Kırmızı veya beyaz dutun harmanlanmasıyla elde edilen kurun gıda. Çepiş: Altı aylık keçi yavrusu(Kaşgarlı, 2005: 227). Giresun: Çebiç. Yörede keçi yavrusuna verilen ad. “Çebiç anasından(sütten) ayrıldı mı?”. Çepişlendi: Oglaq çepişlendi: Oğlak altı aylık oldu(Kaşgarlı, 2005: 227). Giresun: Çebiçledi. “Keçimiz çebiçledi(doğurdu)”. Çepni: Oğuz boylarından yirmi birincisi(Kaşgarlı, 2005: 354). Giresun: Espiye ilçesine bağlı Çepni köyü başta olmak üzere tarihsel süreçte Anadolu’da sayıca 40’ı aşkın Çepni köyü bulunmaktadır. Bunların bir kısmı belde, mahalle veya ilçe olmuştur. Çepni adını taşıyan yerler, Osmanlı kayıtlarına göre Oğuz boylarından Çepnilerin yerleştikleri ve yaşamakta oldukları iskan birimleridir. “Çepni” adı, bazı yörelerde “çepne, çetmi, çepne” gibi değişik yazılışlarla karşımıza çıkmaktadır. Çer: Bedenin hastalık derecesinde ağırlaşmasını anlatan sözcük. Er çerlendi: Adamın vücudu ağırlaştı(Kaşgarlı, 2005: 227). Giresun: Cerledi. Yörede insandan ziyade hastalanarak ölümcül olan hayvanların içinde bulunduğu durumu anlatmak için kullanılır. “Koyunlar, zehirlenmiş, bir bir cerlediler”. Çerletti: Ot anıg közin çerletti: İlaç onun gözünün iltihaplanmasına sebep oldu(Kaşgarlı, 2005: 228). Giresun: Cerletti. Hasta edip öldürdü. “Zehirli ot ineği cerletti”. Çertti: O nesneyi serbest bıraktı(Kaşgarlı, 2005: 229). Giresun: Çerpti. Serbestçe yuvarlandı. “Sıcaktan ve rüzgârdan fındıklar çerpti”. 262 UKHAD 1 (3) 2015 Çetük: Dişi kedi(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 229). Giresun: Çetük. Yabani huylu kedi. Dişi ve azman kedi. “Çocuğu tek başına ormana yollama, enük çetük dalar”. Yörede “çetük” genellikle “enükçetük” ikilemesi şeklinde kullanılmaktadır. Çewrüldi: Çevrilen herhangi bir şey için kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 229). Giresun: Çevrüldü. Kenarları koruma altına alındı. “Çevürke” yörede küçük sebze tarlasıdır; kenarları hayvanlara karşı koruma altına alınmıştır. “Çevürkenin kenarı yıkılmış”. Çıgruq: Çıgruq yer: üzerinde çok fazla yüründüğü, çiğnendiği için sertleşen zemin(Kaşgarlı, 2005: 231). Giresun: Çığnak yer. Sıkça ayak basılan toprak. Çok çiğnenmekte olan yer. “Ekmek çecini(kırıntısını) çığnak yere dökme!”. Çıla: Ahırda bulunan taze at gübresi(Kaşgarlı, 2005: 231). Giresun: Cıla. “Küfürbaz” adamlar için kullanılan lakap. Çılandı: Nemlendi(Kaşgarlı, 2005: 231). Giresun: Çilerdi. “Kaplar rutubetten çilerdi”. Çın^grattı: Tıkırdattı(Kaşgarlı, 2005: 233). Giresun: Çıngırattı. Yörede eskiden beri kullanılan bir çocuk oyuncağı vardır: “Çıngırik”. Bu adı “çıngıramasından” yani çıkardığı sesten almıştır. Bu oyuncak, ağaç çubuklardan örülerek içine ses çıkarmasını sağlayan birkaç nesnenin atılmasıyla elde edilir. Çıqan: Teyze oğlu(Kaşgarlı, 2005: 233). Giresun: Yeğen. “Yeğeni ile göle gitti”. Çıqışdı: O ikisi evden çıkarken birbirleriyle yarıştı. Bu konuda yardımlaşmayı anlatmak içinde bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 234). Giresun: Yıkıştı. Yarıştı; güreşti. “Çocuklar çayırda yıkışıyor”. Çıwı: Bir cin topluluğu. Türkler bir savaş dur umu söz konusu olduğunda, savaşın iki tarafının ülkelerinde yaşayan cinlerin, elbette bu tarafların hakanlarının lehine, insanların savaşından önce kavgaya tutuştuğunu iddia eder. Bu iki cin topluluğundan hangisi kazanırsa, savaştaki zafer de o cinlerin ait olduğu ülkenin hakanının olacaktır ve hangi cin topluluğu bozguna uğrarsa, o cinlerin yaşadığı ülkenin hakanı mağlubiyeti tadacaktır. Türk askerleri savaştan önceki gece cinlerin attıkları oklardan kendilerini korumaya çalışır ve çadırlarının içine saklanır. Bu, Türkler arasında yaygın olan bir inançtır(Kaşgarlı, 2005: 235). Giresun: Çıvızlanmak. Cıvızlanmak. Yörede, cin iliştiği düşünülen ve buna bağlı olarak huysuzlandığı düşünülen bebekler için kullanılır: “Bu çocuk durduk yere niye çıvızlanıyor, cin mi ilişti acaba?”. 263 UKHAD 1 (3) 2015 Çiqit: Pamuk tohumu(Argu Lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 236). Giresun: Çivit. Herhangi bir meyvenin çekirdeği. “Eriğin çividini tarlaya ekti”. Çiş Çiş: Bebeği işetmek için kadınların tekrarladığı sözcük; aynı zamanda at koşturulduktan sonra binici atı rahatlatmak için bu ifadeyi kullanır(Kaşgarlı, 2005: 238). Giresun: 1. Çiş çiş: Yörede kadınlar bebekleri çiş ettirmek için söyler. 2. Çik çik: Keçiyi çağırmak yahut yürütmek için kullanılan ifade(Kaşgarlı, 2005: 237). Giresun: Çı’ Çı’. Ya da kıçı kıçı şeklinde koyunlara çağrılır. Çit: Kamıştan veya dikenden yapılan duvarımsı; çit(Kaşgarlı, 2005: 238). Giresun: Çit. Başta fındık dalı olmak üzere bazı ehil veya yabani ağaçların ince dallarından örülerek yapılan seyyar perde, duvar. Yatay veya dikey olarak birçok yerde, günlük işlerde kullanılır. “Dedem çit ördü”. Çoqdı: Quş çıkdı: Kuş aniden yere doğru süzülerek saldırdı(Kaşgarlı, 2005: 240). Giresun: Çoktu. Koyunların sıcaktan bunalarak serin yerlere gidip, sürü halinde yatmasına “çoktu” denilmektedir. Çoqradı: Pınardan su fışkırdı/Tencere kaynadı, gibi anlamları içeren cümlelerde kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 240). Giresun: Cokuradı. “Topraktan su çıktı” anlamında kullanılır. Çomaq: Çomak; ince dal(Kaşgarlı, 2005: 239). Giresun: Çomak. Çubuk. Yörede “çelik çomak oyunu” oynanır; çubuklar fırlatılarak havada çomaklarla vurulmaya çalışılır. Çor: Oğuzlar yoğun, iç içe geçmiş dallara veya yapraklara sahip bitkilere çor ot der. Sözcüğün kök anlamı budur(Kaşgarlı, 2005: 241). Giresun: Çor. Kötü hastalık. Dert. Yöresel beddua: “Ağzında çır çıksın!”. Yemek yiyen birine kızıldığında; “çor yer!” şeklindeki beddua söylenir. Çöh çöh: Atları yönlendirmek ya da gem vurmak için kullanılan bir ilgeç(Kaşgarlı, 2005: 239). Giresun: Cöh cöh. Atın yavaşlaması, su içmesi veya istenilen bir şeyi yapması için yapılan uyarıda kullanılan sözcük. “Cööh cööh!”. Çök Çök: Deveyi dizinin üstüne çöktürmek için kullanılan bir ifade(Kaşgarlı, 2005: 242). Giresun: Çök çök. Tavuğu durdurup, yere çökerterek yakalamak için kullanılan sözcük. “Çöök, çöök…”. Çöküt: Çöküt kişi: Kısa boylu adam(Kaşgarlı, 2005: 242). Giresun: Çöşüt. Döşüt. Düşüt. Kısa boylu adam. Kısa boylu ve yaşlı 264 UKHAD 1 (3) 2015 kimselere “döşüt” lakabı takılır. Çömdi: Ördek suda oldukça derine daldı(Kaşgarlı, 2005: 242). Giresun: Çömdü. Çömeldi. Aşağı eğildi. “Çocuk ağacın dibine çömdü”. Çöpre: Eski yıpranmış giysi(Kaşgarlı, 2005: 243). Giresun: Çöprenti. Çöp yığını haline getirilmiş olan şey. “Çöprentiyi kenara yığdı”. Çöpür: Keçi kılı(Kaşgarlı, 2005: 243). Giresun: Çöpür. Keçi kılı. “Çöpür”den çeşitli dokumalar yapılmaktadır. “Çörüp çorap ördü”. Çulıq: Üveyik büyüklüğünde alacalı bir su kuşu(Kaşgarlı, 2005: 244). Giresun: Çulluk. Derelerde avlanan bir tür eti yenir kuş. “Çulluga ne zaman gidecekler?”. Çüvit: qızıl çüvit: Parlak kırmızı renk; al çüvit: Kızıl-turuncu renk; kök çüvit: Parlak mavi renk; Yaşıl çüvit: Yeşil renk; Sarıg çüvit: Sarı renk(Kaşgarlı, 2005: 246). Giresun: Çivit boyası. Kök boyası. “Kızılkök boyası”, “yeşil çivit boyası”. 4. D Harfi İle Başlayanlar Dag: Atlara ve başka hayvanlara vurulan damga(Kaşgarlı, 2005: 247). Giresun: Damga. Aşı. Hayvanlara başka sürülere karışmamaları için vurulan boya. “Yayla zamanı geldi, koyunlar damgalandı(aşılandı)”. Dede: baba(Kaşgarlı, 2005: 246). Giresun: Anadolu genelinde olduğu gibi Giresun yöresinde de “baba” ve “dede” terimleri ortak kullanılabilmektedir. Örneğim, yörede bazı sülalelerde dedeye, “baba” denilmektedir. Didek: Tahtırevan perdesi. Gelin, bir yerden bir yere giderken yabancıların görmemesi için bu örtünün arkasında gizlenir(Kaşgarlı, 2005: 246). Giresun: Dıvak. Duvak. Gelin duvağı. 5. E Harfi İle Başlayanlar Edgü: Kılıç kınını yapmak için deri kesmeye yarayan eğri uçlu bıçak(Kaşgarlı, 2005: 249). Giresun: Edgi. Evdi. Her ikisi de kullanılmaktadır. Şimşir yahut başka ağaçlardan yapılan kepçe, kaşık vb. eşyaların oyulma aşamasında kullanılan oyma aracı. “Şimşir en iyi evdi ile oyulur”. Egin: Omuz(Kaşgarlı, 2005: 250). 265 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Eğen. Eğin. “Eğnine kazak giy!”:Üzerine kazak giy! Egrindi: İp eğirdi(Kaşgarlı, 2005: 251). Giresun: Eğerdi. Eêrdi. “Yünü eğerip ip yaptı”. Yün eğirme aleti, bir ahşap çubuk ve ucuna geçirilen ahşap tekercikten oluşur. Egme: Evin kemeri(Kaşgarlı, 2005: 251). Giresun: Eğme. Eême. Evin ateş yanan köşesi olan “ocakbaşı”nın girişinde, üst kısımda yer alan yatay ağaç. Bu ağaç, giriş-çıkışı kolaylaştırmak için çoğu kez yarım açı biçiminde eğri yapılır. Bununla ilgili yörede bir de deyim vardır: “Eğmenin altına almak”: Hesaba çekmek, yenmek, hakkından gelmek anlamında kullanılır. Egsük: Eksik(Kaşgarlı, 2005: 253). Giresun: Eğsük. Eêsük. Eksük. “Eksük görmek”: Evin mutfağı için malzemeler almak/Gelin için düğün öncesinde gerekli kıyafetleri satın almak. “Pazara gelin eksüğü görmeye gittiler”. Ekkiz: İkiz(Kaşgarlı, 2005: 253). Giresun: Ekiz. İnsanın, hayvanın ve meyvenin ikiz olanına yöresel ağızla “ekiz” denir. “Ekiz” Giresun yöresinde sülale ve soyadı olarak da kullanılan bir sözcüktür;” Ekizoğulları, Ekiz”. Eletti: ol qagun ewke eletti: O evine kavun getirdi(Kaşgarlı, 2005: 254). Giresun: Eletti. “Götürdü” anlamında kullanılır. “Babana ceket elet!”. Eliglik: Eldiven(Kaşgarlı, 2005: 254). Giresun: Ellik. “Elliklerini tak!”. Eliqti: Er eliqti: Adam aşağılık ve ahlaksızdı(Kaşgarlı, 2005: 255). Giresun: Erikük. Erikmek; Azmak. Yörede bu sözcükle ilgili bir deyim vardır: “Erikenin başına kar yağar”: Azan kişinin başına illa bir felaket gelir. Em: İlaç(Kaşgarlı, 2005: 255). Giresun: Em, ilaç, çare. Giresun yöresine özgü bir deyim de vardır: “Eme yaramak”: İlaç olmak, çare olmak. Emig: Meme, göğüs. Erkek memesi de bu şekilde adlandırılır(Kaşgarlı, 2005: 256). Giresun: Emzük. Emzik. Göğüs ucu, ibriğin önündeki su dökmeye yarayan uzun çıkıntı veya şişenin ucundaki emmede kullanılan uç. “İbriğin emzüğü kırıldı”. “Çocuk emzüğünü kaybetmiş”. Enedi(4): O, Koyunun kulağına işaret vurdu(Kaşgarlı, 2005: 259). Giresun: En vurdu. Hayvanın kulağının ucundan azıcık kesme işlemi. Buna yörede “en vurmak” denir. Yaylacılık döneminde sürüdeki hayvanların kulağına en/işaret vurulur. “Çoban koyuna en vurdu”. Enük: Aslan, sırtlan, kurt, köpek yavrusu(Kaşgarlı, 2005: 259). 266 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Genel olarak köpeğe ve köpek yavrusuna yörede “enük” denir. “Enük, koyundan uzaklaştı”. Enükledi: Köpek yavruladı(Kaşgarlı, 2005: 259). Giresun: Enükledi. “Koyun köpeği enükledi”. Enges: Sanki yabancıymış gibi sağına soluna bakınan adam(Kaşgarlı, 2005: 260). Giresun: Den^gdes. Dengesek. Yörede “dengesiz”, avanak, sağı solu belli olmayan kimseler için kullanılan sözcüktür. “O biraz den^gdestir”. Erngen: Erngen er: Bekar erkek(Kaşgarlı, 2005: 263). Giresun: Ergenlik çağındaki kimse. Erindi: Er işga erindi: Adam, kendisi için sıkıcı olan o işi yapmaya üşendi(Kaşgarlı, 2005: 262). Giresun: Erindi. Erinmek. Üşenmek. “Yol uzaktı, gitmeye erindim”. Genel olarak üşengeç sözcüğü yerine eskiden beri “erincevü” sözcüğü kullanılmaktadır. Erleşdi: Olar ekki erleşdi: Onlar birbirleriyle erkeklik konusunda yarıştı(Kaşgarlı, 2005: 263). Giresun: Elleşti. Bir yere çıkmak için asıldı; erkeklendi. “Büyük bir hücumla çatıya elleşti”. Erngen: Erngen er: bekar erkek(Kaşgarlı, 2005: 263). Giresun: Ergen. Ergün. Evlenmemiş ancak evlenme çapında olan erkek. “Ergenlik beyliktir/Ergünlük beyliktir” deyimi yörede evliler tarafından, bekarlığa övgü için bekar erkeklere söylenmektedir. Ersek: Fahişe(Kaşgarlı, 2005: 263). Giresun: Örsek. Öğürsek. “Cinsel arzuları aşırı olan ve bunu davranışlarına yansıtan” anlamında kullanılır. Ayrıca ineklerin çiftleşme zamanı içinde bulunduğu davranışlara “öğürseme” denir. Esrük: Sarhoş(Kaşgarlı, 2005: 267). Giresun: Esrük. Deli. “O, kafadan biraz esrüktür”. Esürtti: Sarhoş etti(Kaşgarlı, 2005: 267). Giresun: Esritti. Esrüttü; Kafayı yedi. “Babası öldükten sonra esritti”. Eşdi:O, kumu boşalttı(Kaşgarlı, 2005: 267). Giresun: Eşti; kazdı. “Çocuklar oynarken yolun her yerini eşti”. Yörede kazılmış yer için; “eşük”, “eşinti” gibi sözcükler kullanılır. Eşildi:Kum boşaltıldı(Kaşgarlı, 2005: 268). Giresun: Eşildi; kazıldı. “Evin temeli eşildi”. Eteklig: Eteklik kumaş(Kaşgarlı, 2005: 270). Giresun: Eteklik; etek. Yörede her ikisi de aynı anlamda kullanılır. 267 UKHAD 1 (3) 2015 Yörenin türkülerine de girmiş bir sözcüktür: “Espiye’nin yolları/Çok tozuyu tozuyu/Bembeyaz gömleği var/Etekliği bozuyu”(Bıçak, 1995) Etlig: Şişman kimse(Kaşgarlı, 2005: 271). Giresun: Etli. Şişman, etine dolgun. “Biraz etli bir delikanıydı”. Etmeklendi: Adamın ekmeği çoğaldı(Kaşgarlı, 2005: 271). Giresun: Ekmeklendi. Parasını ve işini arttırdı. Bu kimseler için yörede ayrıca, “ekmekli” denilmektedir. Ewdi: Adam acele etti(Kaşgarlı, 2005: 272). Giresun: Evdi. Acele etti. “Bu kadar evme, yarın gidersin!”. Eweklik: İvedilik, acele(Kaşgarlı, 2005: 273). Giresun: Aceleciliği bir huy haline getiren kimselere ise yörede “evecük” denir. “Az bekle! Ne kadar evecüksün!”. 7. G Harfi İle Başlayanlar Gar gur: Gar gur etti. Karnı guruldadı(Kaşgarlı, 2005: 401). Giresun: Gar gur. Çok kalabalık bir ortamda çıkan karmaşık sesler. “Birikmişler eve, gar gur ediyorlar”. 8. H Harfi İle Başlayanlar Heç heç: Atları dizginlemek için kullanılan söz öbeği(Kaşgarlı, 2005: 278). Giresun: Heş heş. Yörede inekleri sürerken kullanılır. 9. I Harfi İle Başlayanlar Ingradı: İnledi(Kaşgarlı, 2005: 280). Giresun: Ingladı. İniledi. İn^gledi. “İnek sabaha kadar in^gledi”. Ingrattı: İnletti(Kaşgarlı, 2005: 281). Giresun: İn^gletti. “Kuzunun kulağını sıkarak in^gletti”. Irgadı: Salladı(Kaşgarlı, 2005: 281). Giresun: Irgadı; salladı. “Fındık dallarını salladı”. Irgandı: Sallandı, ağaç silkelendi(Kaşgarlı, 2005: 281). Giresun: Irgandı; sallandı. “Yer ırgandı”: deprem oldu. Irgattı: Sallattı(Kaşgarlı, 2005: 281). Giresun: Irgattı; sallattı. “Kadın çocuklara ağacı sallattı”. 10. İ Harfi İle Başlayanlar İlenç: İlenç(Kaşgarlı, 2005: 280). Giresun: İlenç, beddua. “Adam kızına ilendi”. İlenç: Belli bir meseleden dolayı serzeniş(Kaşgarlı, 2005: 287). 268 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Beddua, ah. “Kadın sabah sabah bir sürü ilenç etti”. İlendi: sitem etti(Kaşgarlı, 2005: 287). Giresun: İlendi, beddua etti. “Adam kendine kötülük edenlere ilendi”. İlişdi: Boy ölçüşdü, meydan okudu(Kaşgarlı, 2005: 288). Giresun: Takıldı. Sataştı. “Çocuğa ilişerek ağlattılar”. İm: Askeri birlikler arasında kullanılması için hakanın belirlediği parola; bu bir kuşun veya silahın adı ya da bambaşka bir sözcük olabilir(Kaşgarlı, 2005: 289). Giresun: İm; iz. Yörede kaybolan, uzun süre kendisinden haber alınamayan kimseler için, “imi timi belli olmamak” şeklinde bir deyim kullanılır. “Kırk yıldır imi timi belli değil!”. İrkildi: Büyük bir ordu toplandı. /İrkin: yağmur./ irkindi: O kendisi için mal topladı./irkin: Bir yere birikmiş su(Kaşgarlı, 2005: 291). Giresun: İrkildi. İrkinti. Toplanmış olan. Birikinti. “Sular kesiliyor, bu da en son irkintisi/irkildisi”. İşdonlandı(içtonlandı): Don giydi(Kaşgarlı, 2005: 294). Giresun: İçdonu giydi. “Yaşlı adam evden çıkmadan içdonu giydi”. İtegü: Değirmen taşının üzerine yerleştirildiği ahşap çerçeve. Eğer unun biraz daha kalın olması isteniyorsa bu yükseltilir; eğer ince, beyaz un isteniyorsa bu alçaltılır(Kaşgarlı, 2005: 294). Giresun: İtegü. İtevü. Yörede, yukarıdaki anlamıyla aynı şekilde kullanılır. “Değirmenin itegüsü kopmuş”. İtinti: İtilen herhangi bir şey(Kaşgarlı, 2005: 295). Giresun: İtilip kakılmış olan. Dışlanmış olan. “Yetim çocuğu itintikakıntı ettiler”. İtişti: Karşılıklı olarak birbirini itme, boy ölçüşme(Kaşgarlı, 2005: 295). Giresun: İtişti. Kavga etti. “Kaynanasıyla çok itişti”. 11. K Harfi İle Başlayanlar Keçi: Oğuz lehçesi; keçi(Kaşgarlı, 2005: 297). Giresun: Keçi. Anadolu genelinde olduğu gibi Giresun’un çeşitli yerlerinde “keçi” adının yaşatıldığı mevki ve çeşitli yer adları bulunmaktadır. (Bkz: Espiye ilçesine bağlı Keçiköy(yeni adı Güzelyurt). Türk kültüründe yabani keçi ve geyik kutsal sayılan hayvanlar arasındadır(Kaya, 2014: Çeş. sayf.) Kegirdi: Adam geğirdi(Kaşgarlı, 2005: 300). Giresun: Geğerdi/geğirdi. Keh keh: Köpekleri çağırmak için çıkarılan ses(Kaşgarlı, 2005: 300). 269 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Geh geh. Yörede inekleri çağırmada kullanılan söz. Kekre: Develerin(5) çiğnediği acı bir ot(Kaşgarlı, 2005: 301). Giresun: Doğankent ilçesinde bir yayla adı(Balcı, 2012: 2). Kelep: Türk yaylalarında biten davarları çabuk semirten bir körpe ot./ Keleplendi: Dağ, kelep otuyla kaplandı(Kaşgarlı, 2005: 301). Giresun: 1. Kelep; katlanmış, kendine sarılmış olan şey: “İpi kelep et”. 2. Keleplemek: Atmak, savurmak, fırlatmak: “Elindeki orağı büyük bir öfkeyle kelepledi”. Keler: Kertenkele(Kaşgarlı, 2005: 301). Giresun: Suda yaşayan ve kertenkeleyi andıran sürüngen. “Su akmaz oldu; keler gözü tıkamış”. Kem: hastalık(Kaşgarlı, 2005: 302). Giresun: Hastalıklı. Sakat. Sağlam ve güvenilir olmayan. “Kem adam değilsin!”. Keng: Geniş(Kaşgarlı, 2005: 304). Giresun: Gen^g. Geniş mesafeli. “Gen^g dur (geniş yer aç) da geçelim!”. Kengürdi: genişletti(Kaşgarlı, 2005: 305). Giresun: Gerneşti. Gerinleşti. Kendini genişletti. “Uykudan uyanmış, gerneşiyor”. Kepidi: Kurudu. / Kepitti: kuruttu(Kaşgarlı, 2005: 305). Giresun: Tepidi. Kurudu. “Çorapların tepimiş, giysene!”. Keriş: Tırmanılabilecek dağ zirvesi. Oğuz lehçesi(Kaşgarlı, 2005: 306). Giresun: Geriş. Dağlık bölgenin yamacı. Giresun’da “keriş” sözcüğüyle ilgili birçok yer ve çeşitli mevki adları bulunmaktadır: EspiyeÇepni köyünün eski bir mahallesi; Keçigerişi. Espiye’de köy; Kurugeriş. Tirebolu ilçesinde köy: Arageriş. Keriş: Kavgada direnç gösterme. /Keriş: Kavga./Kerişti: kavga etti(Kaşgarlı, 2005: 306). Giresun: Giriş. Girişmek. “Adam çocuğuna öyle bir girişti ki!” Kertik: Ekmeğin ya da benzer bir şeyin çetelesini tutmak için tahtanın üzerine açılan çentik. Bkz: kertük(Kaşgarlı, 2005: 307)/Kertti/Kertildi: çentikler açtı/açıldı(Kaşgarlı, 2005: 307). Giresun: Kertük. Kertilmiş. Kertmek. Kertildi. Bir şeyin üstüne işaret amaçlı çentik yapmak: “Kadın lastik ayakkabısına kertük yaptı”. Ağaca çentik yapmak: “Çocuk ağacı kertti”. Yörede “kertil-kertik” sözcükleriyle ilgili yer adları da bulunmaktadır: Kertilyatak(Kertikyatak) mahallesi(Espiye-Taflancık köyü). 270 UKHAD 1 (3) 2015 Kes/kesek: herhangi bir şeyin parçası(Kaşgarlı, 2005: 308). Giresun: Kesek. Küçük ağaç parçası. “Elime kesek battı”. Kewdi: Adam kekeledi(Kaşgarlı, 2005: 310). Giresun: Kev kev etti. Gevdi. Geveledi. “Bir de karşıma geçmiş kev kev ediyor!”. Kewgek: Kekeleyen kişi(Kaşgarlı, 2005: 310). Giresun: Kekeç. “Yanında kekeç bir çocuk vardı”. Kewredi: Onun gücü zayıfladı. Ocak başında ekmeği gevretmek(Kaşgarlı, 2005: 311). Giresun: Gevredi. Yörede ısınarak zayıflayan, büzüşen ve bu yolla gevşeyerek bozulan şeyler için “kevredi” sözcüğü kullanılır. “Adam ocak başında gevredi, uykuya daldı”. Kewrek: Herhangi bir esnek, yumuşak bitki, örneğin keneotu(Kaşgarlı, 2005: 311). Giresun: Isınarak solmuş, özelliğini kaybetmiş olan şey. Ağaç mantarının güneş ısısıyla bozulması haline de yörede “gevremiş şey” anlamında “gavrak” denir. Bu madde arıcılıkta kullanılmaktadır. “Bayat ekmeği gevretti”. “Kovanlar için gevrek topladı”. Kewretti: Onun gücünü zayıflattı(Kaşgarlı, 2005: 311). Giresun: Çalışmaya alışkın olmayan bir kimsenin aniden ağır işlere girişmesi sonucunda vücudunda oluşan kas yorulmalarına yörede “gevreme” denir. “Bu ağır iş onu gevretti”. Keyik: Herhangi bir şeyin vahşisi demektir(Kaşgarlı, 2005: 312). Giresun: Geyik. Yabankeçisi. Yörede bir tür mantara da “geyik” adı verilir. Bunun muhtemel nedeni söz konusu mantarın üst kısmının girinti çıkıntılarının geyik boynuzunu andırmasıdır. “Kadın geyik toplamış”. “Geyik öldürmek haramdır”. Anadolu genelinde olduğu gibi Giresun’da da geyikler kutsaldır ve öldürülmesinin uğursuzluk getireceğine inanılır. Yörede geyikle ilgili mevki adları da bulunmaktadır: Geyikci; Espiye-Çepni köyü ile Taflancık sınırları arasında bir mevki adı. Kez: Oq kezi: Okun üzerindeki çentik; gez(Kaşgarlı, 2005: 312). Giresun: Gez. Silahın namlu üstündeki hedef almada yardımcı olan unsur. “Gezden bak, hedef al!”. Kezig: Dönüşümlü olarak yapılan işte sıra(Kaşgarlı, 2005: 313). Giresun: Keşik. Sıra. “Keşiğini savmak”; sıra hakkını kullanmak, şeklinde yörede yaygın bir deyim vardır. “Keşik değirmende olur!” Giresun yöresine özgü bir atasözüdür. Kiçidi: Etim kiçidi: Vücudum kaşındı(Kaşgarlı, 2005: 313). 271 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Gidişti. Kaşındı. “Sırtı gidişmek”; canı dayak çekmek: Yöresel deyimdir. “Başı gidişse imdadına yetişmek” deyimi de Giresun yöresine özgüdür. Kirişti: O, belirli bir işe girişme konusunda benimle rekabet etti(Kaşgarlı, 2005: 315). Giresun: Girişti. Başladı. “Yemek geldi giriş, iş geldi siviş(sıvış, kaç)”; Giresun yöresine özgü atasözüdür. “Yanına sivişmek(yanına sığınmak”; Giresun yöresine özgü deyimdir. Kirtüç: Herkese kin besleyen ve huysuz kişi(Kaşgarlı, 2005: 316). Giresun: Hırtuk. Sürekli kin besleyerek “hır çıkarmaya” çalışan kişiye verilen ad. “Hırtuğun tekisin!”. Köçti: Ordu hareket etti(Kaşgarlı, 2005: 317). Giresun: Göçtü. Yer değiştirdi. Ani hareket etti. Yörede “göçtü” sözcüğü felaket hareketlerini anlatmada da kullanılır: “Kıyamet göçüyor sanki!”. “Ev göçtü(yıkıldı). Kökerdi: Gök(6) rengini aldı(Kaşgarlı, 2005: 319). Giresun: Göğerdi. Güverdi. Mavi ve yeşil rengini alan şeyler için kullanır. “Göğ böğce (yeşil fasulye)”, “göğ fındık(yeşil fındık)”, “göğ biber(yeşil biber), “göğ boncuk(mavi boncuk)”. Giresun’da ve Türkistan coğrafyasında benzer olarak eski tarihlerden beri yer adı olarak da kullanır: Göğtepe(Göktepe); Giresu-Dereli ilçesindedir. Ayrıca yörede “gök” sözcüğü de “göğ” olarak telaffuz edilir(KK-1). Kölük: Yük hayvanı, at eşek vs. (Kaşgarlı, 2005: 321). Giresun: Gölük. Binek hayvanı. At, katır. “Gölükler yayla yükü götürdü”. Kömiçe: Sivrisinek(Kaşgarlı, 2005: 322). Giresun: Gümürcü. Gümülcü. Giresun genelinde sivrisineğe “gümülcü/gümürcü” denilmekle birlikte, Dereli ilçesinin bazı köylerinde “dallı üvez” de denmektedir(KK-2). Kömüç: Gömülü hazine(Kaşgarlı, 2005: 322). Giresun: Gömü. Gömülmüş hazine. Anadolu genelinde olduğu gibi Giresun’da da aniden ekonomik durumunu düzeltene “gömü mü buldun?” diye sorarlar. Köndi: Bir tahta parçası düzeltildi(Kaşgarlı, 2005: 323). Giresun: Yon^gdu. Yondu. “Ağacı yondu ve kenarlarını düzeltti”. Könglek: Gömlek(Kaşgarlı, 2005: 323). Giresun: Göynek. Gömleğe yörede “göynek” denir. Körgitti: Gösterdi(Kaşgarlı, 2005: 325). 272 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Görsetti. “Gösterdi” anlamında kullanılan bu sözcüğün yerine bazen, “salık etti” sözü de kullanılır. “Sen işi bana salık et, ben yaparım”. Kösürgen: Köstebek(Kaşgarlı, 2005: 327). Giresun: Köstüköpek. Kösdü. “Köstü/köstüköpek çiti hep delmiş”. Köt: Kıç(Kaşgarlı, 2005: 327). Giresun: Köt. Kıç. Giresun yöresinde “köt” sözcüğü mevki adlarında çokça kullanılır. “Saydaşgötü(Espiye-Çepni köyü)”, Savaşgötü(Espiye-Çepni köyü)”, gibi. Yörede, bu sözcük bir yerin altı, aşağısı ve sonu anlamında kullanılmaktadır(bahçenin kötü, gibi). Bundan ötürü, çoğu mevki adlarında rastlanılması olağandır. Kötlük: Bir sövgü sözcüğü; “seni gidi yüreksiz” anlamında kullanılır, gerçek anlamı “seni gidi gulam”dır. (ters ilişki kurmak için sahip olunan genç oğlan çocuğu ya da köle)(Kaşgarlı, 2005: 328). Giresun: Kötlük. Muhannet, mızmız ve hassas kişiler için kullanılır. Yörede sıkça, lakap olarak da kullanılır. Köwij: Ağacın oyuğu; örneğin söğüdün kurumuş kısmı(Kaşgarlı, 2005: 328). Giresun: Goğok, goôk. Yörede çocuklara “seni ağaç goğogunda/ goôgunda bulduk” diye takılırlar. Köyük: Yanan bir şey(Kaşgarlı, 2005: 329). Giresun: Göğnük. Göönük. “Göğnük koktu, bir şey mi yanıyor?”. Közedi: O, ateşi maşayla karıştırdı(Kaşgarlı, 2005: 329). Giresun: Közledi. “Ateşi közleyerek yaktı”. Közetlik: Korunan, sakınılan bir şey(Kaşgarlı, 2005: 329). Giresun: Gözetlik. Gözetlenmesi ve kontrolde tutulması gereken şey. “Koyunu gözetleyin, elin yerine geçmesin!”. Közetti: O beni bekledi(Kaşgarlı, 2005: 329). Giresun: Gözüyle takip etti. Kontrol altında tuttu. Uzaktan kontrol etti. “Kalabalıkta kadını gözetti”. Küçedi: O, onun malına zorla el koydu. O köle oğlanı cinsel ilişkiye zorladı, ona kötü davrandı(Kaşgarlı, 2005:331). Giresun: 1.Kiçedi: Hakir gördü. Dışladı. 2.Kiçenti: Kiçenilen (küçük düşürülen, aşağılanan kimse). “Sürekli yetimi kiçeyip durdu”. “Hor göre göre çocuğu kiçenti ettiler”. Küdti: O beni bekledi gözledi(Kaşgarlı, 2005: 332). Giresun: Gütmek. Kontrol altında bulundurmak. Takip etmek. “Babam nerde?... –Bilmem ben, babanı mı gütmüyorum!”. Küg: Koçun ya da bazı vahşi hayvanların kışa yakın dönemlerde azması(Kaşgarlı, 2005: 332). 273 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Küy. Kavga çıkarmak. Yörede bununla ilgili bazı deyimler de vardır: Küy çıkarmak: Kavga çıkarmak. Küy dağarcığı: Sürekli kavga çıkaran, kavga çıkarmaya meyilli olan. Küy etmek: Kavga çıkarıp, ortalığı karıştırmak. “Dün gece bir sürü küy etmişler”. “Küyü çıkaran adamın karısıymış!”. “Asıl küy dağarcığı ihtiyardı”. Küldredi: Taş qudug içre küldredi: Taş kuyunun içinde ses verdi ve kuyunun derinliği anlaşıldı(Kaşgarlı, 2005: 333). Giresun: Küldüredi. Ani gelen su sesi. “Yağmur küldüredi”. Kürin: İçinde kavun, hıyar ve benzeri şeyler taşınan sepet(Kaşgarlı, 2005: 336). Giresun: Kürün. Hayvanların su içmesi için çeşme veya pınar önüne yapılan, ağaçtan oyma, büyük ve uzunca su kabı. “Koyunları kürüne götürdün mü?” Küye: Güve. Keçe veya keçeye benzeyen şeyleri yiyen böcek(Kaşgarlı, 2005: 337). Giresun: Güye. Kumaş yiyen bir çeşit böcek. “Sandıktaki çeyizleri güye yemiş!” Küz: Sonbahar(Kaşgarlı, 2005: 338). Giresun: Güz. Giresun yöresinde hatta Anadolu’nun genelinde ve diğer Türk yerleşim bölgelerinin çoğunda “güz” sözcüğü sonbahar mevsimini ifade etmek için kullanılır. “Ekinler sarardı, güz geldi”. Küzük: Bir dokuma tezgahında üst çözgülerin alt çözgülerden ayrılmasını sağlayan düğümlenmiş iplikler. Aynı zamanda süslü bir kumaş ya da benzerlerini dokuyan kimseyi anlatmak için de bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 338). Giresun: Küzü. Dokuma tezgahında ipleri düğümleyen araçlardan biri. “Küzüyü doğrult!”. 12. L Harfi İle Başlayanlar Liyu: Kuruduğu zaman sert kil haline gelen çamur(Kaşgarlı, 2005: 339). Giresun: Lıî. Lığ. Lığî. Batmaya elverişli kuru, yığıntı toprak veya çamur. “Oralara gitme sakın, batarsın, her tarafı lıî!”. 13. M Harfi İle Başlayanlar Mah: “İşte; al” anlamına gelen bir ilgeç; bir şey verildiği zaman söylenir(Kaşgarlı, 2005: 340). Giresun: Meh. Me’. “Al!” anlamında kullanılır. Hem hayvanlar için hem de insanlar için kullanılır. Yörede ineğe, “meh meh” diye el uzatılarak veya uzatılmadan seslenilir. Hatta yörede “ineği meh’lemek(ineği çağırmak)” 274 UKHAD 1 (3) 2015 diye bir söz de vardır. İnsanlara ise bir şey uzatılıp, almaları istendiğinde “meh/me’” diye seslenilir. “Bu senin, meh!”. Manıldı: banıldı(Kaşgarlı, 2005: 341). Giresun: Banıldı. Giresun’da, Anadolu’nun tüm bölgelerinde ve diğer Türk yurtlarında çoğunlukla kullanılmaktadır. “Bala banıldı”. Mangradı: Bağırdı(Kaşgarlı, 2005: 341). Giresun: Angıradı. Eşek gibi anırdı. Ağlayan çocuklar için kullanılır. “Eşek gibi angırama!” Maygaq: Paytak(Kaşgarlı, 2005: 342). Giresun: Maytuk. Maytug. Topallayan kişi için kullanır. “O kız biraz maytuktu”. Mayışdı(Yamaşdı): Adam uyuşukluğu nedeniyle yere yapıştı(Kaşgarlı, 2005: 342). Giresun: Yımıştı. Yere yapıştı. Çok hareketli çocuklara veya büyük kimselere “yımış!” diye çıkışırlar. “Yeter artık, biraz yımış!” Murç: karabiber(Kaşgarlı, 2005: 346). Giresun: Şekli sivri biberi andıran, bir yeri delmeye veya yıkmaya yarayan bir tür metal marangoz malzemesi. “Burayı ancak murç deler”. 14. N Harfi İle Başlayanlar Neçe: “kaç” anlamına gelen ilgeç(Kaşgarlı, 2005: 349). Giresun: Neçe. “Nice” anlamını kast eden, sayıca çok olan, olması gerektiğini ifade eden çokluk bildirgeci. “Neçe bayramlara yeriş(eriş)”. Neme: “Bilmem” anlamına gelen bir ilgeç(Kaşgarlı, 2005: 349). Giresun: Bennem. “Ben bilmem”, “haberim yok” anlamında kullanılan sözcük. “Deden nerde? ... -Bennem!” 15. O Harfi İle Başlayanlar Oba: Kavim. Oğuz lehçesi(Kaşgarlı, 2005: 351). Giresun: Oba. Yaylalarda köy köy ayrılan küçük yerleşim birimleri. “Bu köyün obası Göbel(Gökbel)’dir”. Obuz: Engebeli, bozuk arazi(Kaşgarlı, 2005: 351). Giresun: Obuz. Suyu çok az olan, dereden küçük ve dar, doğal kanallar. “Fındıklar obuza düşmüş!”. Oçaq: Ocak(Kaşgarlı, 2005: 351). Giresun: 1. Ocak. Ateş yanan yer, ev. Yöresel beddua: “Ocağında yivdin (baldıran, zehirli ot) bitsin!”. “Ocağım tütsün yeter!”. 2. Fındık ağacı kümelerinin her biri. “Hangi ocakta fındık çok?”. 3. Evliya mezarı. “Ocağa 275 UKHAD 1 (3) 2015 gitti, dua edip dilek diledi”. Oçaqlandı: Eve ocak yapıldı(Kaşgarlı, 2005: 351). Giresun: Ocaklandı. “Eve ocak yapıldı”. Ocaklıq: Ocaklı ev(Kaşgarlı, 2005: 351). Giresun: Ocağı olan ev. Evin ocağı. Ateş yakılan kısım. “Evin ocağı tamamlandı”. Ocaklıq: Ocak yeri(Kaşgarlı, 2005: 351). Giresun: Ocaklık. Giresun yöresinde bu kısma “ocakbaşı” da denilmektedir. “Dede ocaklıkta oturur!”. Ogrı: Bu neng anıg ogrı ol: Bu nesne ondan aşağıdadır(Kaşgarlı, 2005: 352). Giresun: Ogarı. Okarı; “yukarı” anlamında kullanılır. Kaşgarlı divanında belirtilen anlamın zıddı olarak kullanılması ilginç olmakla birlikte, muhtemelen sözcüğün çağlar içindeki anlam değişmesine uğramasının bir sonucudur. “Okarı gel!”: Yukarı gel! Ogrıladı: O, nesneyi çaldı(Kaşgarlı, 2005: 352). Giresun: Arakladı. Giresun’da ve tüm Anadolu’da “çalmak” anlamında kullanılan bir sözcüktür. “Bir tanesini araklamış!” Oguz: Bir Türk kavmi; Türkmen. Her biri hayvanlarına vurdukları ayırt edici bir damgaya sahip yirmi iki koldan oluşur. Bu kollar birbirlerinin hayvanlarını bu damgalarla tanırlar(Kaşgarlı, 2005: 353). Giresun: Oğuz. Oğuz boylarından olan. Giresun yöresi, başta Çepniler olmak üzere çeşitli Oğuz boylarının yerleşik olduğu bir yerleşim yeridir. Bu boylar çoğunlukla yerleştikleri köy ve mahallelere, dağ ve tepelere hatta yaylalara ve obalara Oğuz boylarının veya aidiyetinin adlarını koymuşlardır. Bu kültür miraslarına birkaç örnek vermek gerekir: Çepni köyü(Espiye), Döğer(Dikmen) köyü (Espiye), Eymür köyü(Tirebolu), Halaçlı köyü(Tirebolu), Kınık köyü(Şebinkarahisar), Bayındır köyü(Bulancak), Bayrambey köyü(Espiye), Bayrambey köyü(Keşap), Bayramköy(Şebinkarahisar), Bayramşah köyü(Keşap), Kınık köyü(Şebinkarahisar), Kınık yaylası(Şebinkarahisar), Göktepe tepe ve yaylası(Dereli). Oguzlandı: Oğuz giysisi giydi(Kaşgarlı, 2005: 355). Giresun: Oğuzlandı; Oğuz gibi davrandı. Ovuzlandı. Ûvuzlandı. Oğuzlanmak; Giresun yöresinde “Oğuzluğu tutmak” demektir. Oğuz karakter özelliğini yaşamak, sürdürmek anlamındadır. Yörede yayla-cenik(kışlak) geleneğini sürdürmek “Oğuzluk etmek” demektir. Geleneklerin sürdürülme nedeni ise yöre yaşlılarınca “Oğuzluk içün” deyimiyle ifade edilir. Olıç: Çocuklara sevgi bildirmek için kullanılan bir ilgeç. Olıçım: Sevgili oğlum. (Karluk lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 355). 276 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Oğluş. Oğluşum. Çocuklara sevgi gösterisinde bulunurken, büyüklerce söylenir. “Oğluş, gel bana!”. Oluq/Olaq: Ağaç kütüğünün içi oyularak yapılmış herhangi bir şey. Örneğin; içinde şıra soğutulan ve hayvan sulamakta kullanılan yalak(Kaşgarlı, 2005: 356). Giresun: Oluk. Ağacın oyulmasıyla elde edilen, içinden su akan yapay kanalcık. Yörede çokça bulunan “oluk” kültürü halen yaşatılmaktadır. Çoğu çeşmelerin adında da esin kaynağı olmuştur. “Çataloluk”: YağlıdereTohumluk yaylasında çeşme; “Taşoluk”: Espiye-Çepni köyünde Kuz mevkiinde çeşme; “Oluksuyu”: Görele-Şahinyuva köyü; oluk kültürünün çeşme adlarına yansımasına örnek teşkil eden birkaç unsurdur. Onguldı: Sökel Onguldı: Hasta iyileşti(Kaşgarlı, 2005: 357). Giresun: On^gdu: İyileşti. Huzura ve sağlığa kavuştu. Yöresel bir deyim vardır: “Ah alan on^gmaz!”. Yöresel bir beddua da konuya örnek teşkil eder: “Allah seni on^gdurmasın!”. Oprı: Çukur ya da oyuk(Kaşgarlı, 2005: 358). Giresun: Oyrak. Oyuk. Kazılmış yer, doğal yolla oluşmuş çukur. Yörede “oyrak” ile ilgili yer adları da bulunmaktadır: Doğankent ilçesi Oyraca köyü. Bunun dışında, Espiye ilçesinde “İnoyrak” adlı bir mevki de bulunmaktadır. Orgaq: Orak(Kaşgarlı, 2005: 361). Giresun: Orak. Anadolu genelinde olduğu gibi Giresun yöresinde de kullanılan ot biçe aleti. Ot biçme ve hayvanlara kışlık hazırlama ayına da Orak ayı(Temmuz) denilmektedir. “Orak ayında kuraklık oldu”. Osal: Savsak, özen göstermeyen kimse(Kaşgarlı, 2005: 362). Giresun: Taâsal. Tasal. İş yapma istemeyen, tembelliği huy haline getirmiş kimse. “Öyle taâsal taâsal gezme, bir işin ucundan tut!”. Osug: Bir şeyin başka bir şeye uygun olması(Kaşgarlı, 2005: 363). Giresun: Osma. Usma. Kıyaslamada bulunan kimseye söylenir. Biriyle kıyaslanmak istemeyen, yöresel deyişle şöyle tepki verir: “Beni ona/ onunla osma!”. Oş oş: Öküzü su içmeye teşvik etmek için çıkarılan ses(Kaşgarlı, 2005: 363). Giresun: Coh, coh. Yörede büyükbaş hayvanların su içmesini sağlamak için çıkarılan ses. Otlug: Otlug tag:Çimenlik, yeşilliği bol olan dağ(Kaşgarlı, 2005: 364). Giresun: Otlak. Otlu yer. Otluk. Yörede “otluk” sözcüğü aynı zamanda otların bir ağaca kubbemsi biçimde sarılarak kışlık ot ihtiyacının karşılanması için yapılan, görüntüsü dağı andıran yığın için kullanılmaktadır. Buna aynı 277 UKHAD 1 (3) 2015 zamanda “çömen”, “çardıman” gibi adlar da verilir. Oxşagu: Oyuncak. Aynı zamanda bu kadınlar için de bir lakaptır(Kaşgarlı, 2005: 365). Giresun: Oôşavu. Oşavu. Okşavu. Bir çeşit çocuk oyuncağı. “Adam çocuğuna oôşavu yaptı”. Yörede yaşını geçtiği halde yavru gibi hareket eden koyunlara da “oôşaman/oşaman koyun” denilmektedir. Oy: Dik yamaçlı, derin vadi(Kaşgarlı, 2005: 365). Giresun: Oyrak. Arazi üzerindeki dik ve uzun oyuk yer. “Oyrakta kalan tarlaya güneş vurmaz”. Oynaş: Evlilik dışı olarak bir adamla sevişen kadın(Kaşgarlı, 2005: 366). Giresun: Oynaş. Evlilik dışı ilişki yaşayan kadın. “İş zamanı iş, oynaş zamanı oynaş, demişler!”. Oyuq: Korkuluk, yolu işaret eden taş(Kaşgarlı, 2005: 366). Giresun: 1.Oyuk: Oyulmuş, kazılmış yer. Çevresine göre çöküntü olan yer. “Burası oyukta kalıyor, güneş görmez, fındık etmez”. 2. Oyuk: Tarlalara ve bahçelere asılan kumaş, korkuluk. Bunlarla yabani hayvanların ürkütülmesi sağlanır ve verecekleri zarar engellenir. “Eski abamı bahçeye oyuk ettim”. 3. Oyuk: İşaret. Kazarak yapılan iz, işaret. Bu iki kişinin tarla veya bahçesi arasında sınırı belli etmek için yapılır. “Oyuktan ötesi sizindir!”. Ozuşdı: Boy ölçüştü(Kaşgarlı, 2005: 367). Giresun: Bkz: Osmak, usmak. Kişileri birbiriyle kıyaslamak için kullanılır: “Kendini bana osdu/usdu!=Benimle boy ölçüştü=Kendini benim gibi sandı”. 16. Ö Harfi İle Başlayanlar Öçürdi: O ateşi söndürdü(Kaşgarlı, 2005: 368). Giresun: Kaçırdı. Kaçurdu. Üfleyerek söndürdü. “Evden çıkarken ateşi kaçur!”. Ögreyük: Adet gelenek(Kaşgarlı, 2005: 371). Giresun: Öğrenük. Öğrenilmiş gelenek veya geleneği öğrenmiş kimse. “Hem koyunu hem de çocukları yaylacılığa öğrenük”. Ögür: Koyun, ceylan, cariye, keklik ya da deve sürüsü(Kaşgarlı, 2005: 371). Giresun: Öôr. Öğör. Ögör. Döl. Yavru mayası. Yavru. Yöresel söylem: “Kimi inekler iki kere de öğör alıyor”. Ögürlendi: Atlar bir aygırın eşliğinde sürü oluşturdu(Kaşgarlı, 2005: 372). Giresun: Öğörsedi. Ögürsedi. Öôrsedi. Hayvanın çiftleşme zamanı içinde bulunduğu anormal hareketliliğe verilen ad: “İnek öğörsedi”. Sözcük isim olarak ise, “öğörsek” diye kullanılmaktadır. Azgınlık ve taşkınlık içinde 278 UKHAD 1 (3) 2015 bulunan kişiye kızıldığında da “Öğörsedin mi!” diye çıkışırlar. Ökünç: Pişmanlık(Kaşgarlı, 2005: 372). Giresun: Ögünç. “Seni yalnız gönderdiğime çok ögündüm(pişman oldum)”. Ölitti: O giysiyi ıslattı(Kaşgarlı, 2005: 373). Giresun: Hölüttü. Höl etti. Islattı. “Çocuk yağmurda oynarken üstünü başını hölütmüş!”. Öng: Ön(Kaşgarlı, 2005: 374). Giresun: Ön^g. Öy. Öng. Ön. Öyler. Ön^gler. Kişinin hizası. Tarla ve bahçede çalışırken herkes kendi hizasını takip eder ve iş düzenli yapılmış olur. Buna “öyler/ön^gler etmek” denir. “Öngler edin, bahçe tez bitsin!”. Ayrıca yörede ahırda, hayvanların önünde bulunan, yerden yüksek ve uzunca kanala “ön^glük/öylük/önglük” denir. Bu donanım, hayvanların rahatça beslenmesini sağlar. “Sapları önglüge attın mı?”. Öngdün: Ön anlamına gelen bir ilgeç(Kaşgarlı, 2005: 374). Giresun: Öôneden. Öneden. Öğneden: Önceden, eskiden anlamı ifade eder. Yörede yaşlılar söze başlarken, “öğneden/öneden” diyerek geçmişi anlatmaya başlarlar: “Öneden savaş zamanıydı, açlık, açıklık vardı!”. Ören: Her şeyin “kötü”sü(Oğuz lehçesi). Bu sözcüğün Farsçası viran; harap sözcüğünden geldiği muhtemeldir. Oğuzlar Farisilerle karıştığı için pek çok Türkçe sözcüğü unutmuş, bunların yerine Farsça sözcükler kullanmıştır. Bu sözcük buna bir örnektir(Kaşgarlı, 2005: 377). Giresun: Meran. Viran, harabe, ören. Yöresel bir beddua: “Allah evini meran kosun!”. Ören, Giresun yöresinde yer adı olarak da kullanılmaktadır: “Eynesil ilçesi-Ören beldesi”. Örgen: urgan. Oğuz lehçesi(Kaşgarlı, 2005: 377). Giresun: Urgan. Irgan. Büyükbaş hayvanların ahırda, boynuna bağlanan ip. “İneğin boynunu ırganla bağla!”. Örk: Yular; hayvanı bağlamaya yarayan ip(Kaşgarlı, 2005: 377). Giresun: Ök. Hayvanları çayırda kazığa bağlarken kullanılan ip. “Danaları otlağa ök et!”. Örkledi: Kazığa bağladı(Kaşgarlı, 2005: 377). Giresun: Öke vurmak. Öklemek. Ök etmek. Hayvanın başını kazığa bağlamak. “İnekleri çayıra ök etti”. Örme: Kazak(Kaşgarlı, 2005: 377). Giresun: Örme. Kazak ve benzeri ipten dokuma kıyafetin geneline verilen ad. Eskiler yörede halen kazağa “örme” demektedir. “Örme çamur oldu”. Örtedi: Odunu veya başka bir şeyi yaktı(Kaşgarlı, 2005: 377). 279 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Üteledi. Ütedi. Yörede yakma işlemine aynı zamanda “ütüledi” de denmektedir. “Kazayla çocuğun saçını üteledi”. Örteldi: Yakıldı(Kaşgarlı, 2005: 377). Giresun: Ütülendi. Yandı. “Kibriti çakınca kirpikleri ütelendi”. Örtmen: Çatı(Kaşgarlı, 2005: 379). Giresun: Örtmen. Örtme. Çatı. “Baltalar örtmenin altında sokulu, al da gel!”. Ösnedi: Bir nesne başka bir nesneye benzedi(Kaşgarlı, 2005: 380). Giresun: Usnadı. Başka bir şeye benzetti veya başka bir şey gibi sandı. “Beni başkalarına usma(osma=benzetme)!”. Öşün: Kürekkemiği(Kaşgarlı, 2005: 380). Giresun: Öşük. Aşuk. “Ta elinin aşuğuna!”. Ötlük: Öğüt(Kaşgarlı, 2005: 381). Giresun: Öğüt. Öğütlemek: Bir konuda kulağını doldurmak veya nasihat etmek. “Bu çocuğu sen öğütledin değil mi?”. Ötrüm: Müshil(Kaşgarlı, 2005: 381). Giresun: Ötürük. İshal. Ötürük vurmak: İshal olmak. “İneklere yayla yolunda ötürük vurmuş!”. Ötürmek: İshal olmak. “Çocuk iki gündür ötürüyor”. Öz: Ağacın özü. Hurma ağaçlarında oluşan, hurma göbeği de denilen ve tadı süte benzeyen öz gibi(Kaşgarlı, 2005: 383). Giresun: Ağacın iç kısmı, özü. Yörede sepet ustaları fındık özünden sepetlerin ağzına sargı, dış kısmından yani kabuğundan ise çubuk elde ederek sepetin örgüsünü yaparlar. “Bu öz zayıf, bundan sargı olmaz”. Özledi: Pişirdi(Kaşgarlı, 2005: 384). Giresun: Özenmek. Pişirmek. Yörenin Espiye ilçesine bağlı Keçiköy(Güzelyurt) köyünde yoğurt süzmesini ezerek ayran elde etme işlemine(süzme katığı) “özenme” denilmektedir. “Süzme özenip ayran ettim”. 17. Q Harfi İle Başlayanlar Qa: Kap. Ancak bu sözcük özel olarak içine sıvı konan kapları anlatmak için kullanılır. Söz uzatımıyla qa qaça: kap kacak denir(Kaşgarlı, 2005: 386). Giresun: Kap. Gab. Gab-gacak. Mutfak eşyası; tabak, tas, vb. “Gabıgacağı sepete doldur, al getir!”. Qaça: Kap(Kaşgarlı, 2005: 386). Giresun: Bkz. Gab-gacak. Burada kabın küçüğü için “kabcak” denilerek sonradan dönüşümle “gacak” sözcüğünün elde edilmiş olması muhtemeldir. Yörede “gacak” sözcüğü, günümüzde tek başına 280 UKHAD 1 (3) 2015 kullanılmamakta, “gab-gacak” ikilemesi şeklinde kullanılmaktadır. “Gabıgaca yıka da sohbet edelim”. Qadır: Sert olan herhangi bir şey. Qadır: Zorba ve haşin bir hakan. Haqaniler bu sözcüğü saygı belirten bir unvan olarak, qadır xan biçiminde kullanılır. Bu kullanım Arapçaya da uygundur; çünkü zorbalık güçten ileri gelir ve zalim bir yönetici arzularını gerçekleştirmek için güce sahiptir. (Kaşgarlı, 2005: 388). Giresun: Kada. Gada. “Zor, köklü, büyük zorluk anlamında kullanılır. Yöresel bir deyim/ünlem olan “Babanın ağzına gada bela!” gadanın kullanımına bir örnektir. Qaduldı: Giysi dikildi(Kaşgarlı, 2005: 388). Giresun: Gadaklandı. Gadakladı. Elbisenin veya başka bir şeyin söküğünü dikti. “Getir kazağının söküğünü gadaklayalım!”. Qaduttı: Giysinin dikilmesini emretti(Kaşgarlı, 2005: 388). Giresun: Gadaklattı. Söküğünü diktirdi. “Kavuğunun söküğünü gadaklattı”. Qadıg: Takviyeli, sağlamlaştırılmış dikiş(Kaşgarlı, 2005: 389). Giresun: Gadak. Dikiş. Yörede “gadak atmak: dikmek” şeklinde kullanıla bir deyim kullanılmaktadır. Qadudı: O giysinin işlemesini ya da ek yerini dikti(Kaşgarlı, 2005: 391). Giresun: Gadadı. Gadakladı. Dikti. “Kadın kocasının çorabının söküğünü gadadı”. Qalaç (xalaç): Türkmen(Kaşgarlı, 2005: 392). Giresun: Halaç. Oğuzların yirmi dört boyundan biri olan Halaçların adı. Giresun yöresinde, Tirebolu ilçesine bağlı Halaçlı köyünün bir Halaç boyu yerleşimi olduğu bilinmektedir. Qaldıradı: Giysi ya da başka bir şey hışırdadı(Kaşgarlı, 2005: 392). Giresun: Kaldıradı. Kaba kumaş veya benzer bir şeyin hareket esnasında çıkardığı ses. “Bu giyilir mi, kaldır kaldır ediyor!”. Qalışmaq: Geride kalmak için çekişen iki adamı anlatmak için kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 393). Giresun: Galımak. Birinin seviyesiyle yahut bulunduğu alt konumla ilgili bir tür iddia ve çekişmede bulunmak. “Beni galıma!”: Benim içinde bulunduğum olumsuz durumumu kendin için kullanma!” anlamında yörede söylenen söz. Qalnguq: Saçta oluşan kepek. Aynı zamanda yapışkan olduğu için büzülen herhangi bir şeyi, örneğin kürk ya da deriyi anlatmak için de bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 394). 281 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Saçtaki kepeğe yörede “gonak”, “guvak”, “govank” adı verilmekle birlikte “galuk” da denmektedir. Hatta evde kalan kızlar için kaba bir tabir olarak kullanılan “galuk” sözcüğü aynı zamanda “galuk-lu” yani “başı kepekli, evde kalmış, yaşlanmış” anlamında da kullanılır. Qaltuq: Yaban öküzünün boynuzu. İçi oyulur ve kımız ya da benzer şeyleri içerken kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 394). Giresun: Kaltak. Atın eğerinin tahta kısmına verilen ad. Aynı zamanda hakaret için de kullanılır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus; yukarıda, Kaşgarlı’nın sözlüğünde geçen “qaltuq” sözcüğü ile aynı menşeli olup olmadığı hususundaki belirsizliktir. Ayrıca yukarıda belirttiğimiz “qaltuq” sözcüğünün, yörede kullanılan “haltuk” sözcüğüyle yakın ilişkisi olabilir. “Haltuk”: İnek veya öküzlerinin boynuzlarına bağlanan; hayvanı boğazından değil de boynuzlarından bağlamada kullanılan kalın ip. Hayvan bu sayede boğulma tehlikesinden uzak tutulur ve rahat beslenir. Sözcük yapısı bakımından ve Kaşgarlı’nın eserinde belirtilen anlam şekliyle “qaltuq” ile “haltuk” arasında ilişki olması ihtimali daha güçlüdür. “İneği haltukladı”. Qançıq: Dişi köpek. Kadınlara hakaret etmek için de kullanır(Kaşgarlı, 2005: 397). Giresun: Dişi. Yörede dişi olan hayvanlar için kullanılır. Koyun veya inek doğurduğunda ilk soru, “erkek mi kancık mı?” olmaktadır. Qangrıq: Damak(Kaşgarlı, 2005: 398). Giresun: Kanak. “Kanağını almak” deyimi, yörede aynı zamanda “-damağına iyi gelen-,sevdiği bir yemeğe doyarak yemekten vazgeçmek, bırakmak” anlamında kullanılır. Qanıg: Neşe, sevinç(Kaşgarlı, 2005: 397). Giresun: Kanak. Bir şeye sevinecek ve mutlu olacak kadar yaşanan duygu durumuna “ganak/kanak” denilmektedir. Yörede oyundan bıkan çocuğa “ganaânı aldın mı!” diye çıkışırlar. Qapaq: Kızlık, bekaret(Kaşgarlı, 2005: 398). Giresun: Kızlık organı. Yörede iki kız yan yana yattığında “kapaklaştırıyor musunuz” diye alay edilir. Qapaqladı: Bekaretini bozdu(Kaşgarlı, 2005: 398). Giresun: Yörede, Kaşgarlı’nın sözlüğündekiyle aynı anlamda kullanılmaktadır. Qapaqlıq: Bakire(Kaşgarlı, 2005: 398). Giresun: Aynı anlamda kullanılmaktadır. Qaparqan: Kaşıntı ve yüksek ateşe yol açan bir sivilce, kabartı(Kaşgarlı, 2005: 398). 282 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Gabar. Büyük, kızıl ve sulu sivilce. “Sırtında gabar çıkmış”. Qapdı: Çaldı(Kaşgarlı, 2005: 399). Giresun: 1. Gapdı. Kaptı. Birden bire aldı. Çaldı. “Her işin gapdıgaçtı işi senin!” 2. Köpek ısırdı. “İt gapdı”. Qapış: Yağmalamak(Kaşgarlı, 2005: 399). Giresun: 1. Kapış. Gapış. “Çocuğun oyuncaklarını, uyurken gapış etmişler”. 2. Kavga; insanlarda ve hayvanlarda dövüş. “Akşam akşam canımı sıkma, gapışmayalım”, “Köpekler gapıştı”. Qapturdı: O ona malları çaldırdı(Kaşgarlı, 2005: 399). Giresun: Gapdurdu. Eşyasını veya parasını çaldırdı; tokatlandı. “O fırıldak adama herkes parasını gapdurdu!”. Qaqıldı: Başına vuruldu. Qaqıldı soquldı: O ardı ardına gelen darbelerle itilip kakıldı(Kaşgarlı, 2005: 400). Giresun: Kakıldı. İtildi-kakıldı. İtinti kakıntı oldu. Kakıncak oldu. Sahipsiz veya madden/manen zayıf bir kimsenin güçlüler ve zalimlerce itilip kakılması, hor görülmesi ve zarara sürüklenmesi durumunda bu deyimler kullanılır. “Babası öldükten sonra çok itilip kakıldı; kakıncak ettiler onu!”. Qaqışdı: Birbirlerinin başına vurdular(Kaşgarlı, 2005: 401). Giresun: Hayvanların baş başa dayanarak kavga etmesi. “İnekler kakıştı”. Qara orun: Mezar(Kaşgarlı, 2005: 402). Giresun: Kara yer. Kara Uruf. Kar yer; “kabir” anlamında kullanılır. Yöresel bir beddua vardır: “Kara yere git!”. Kara uruf ise, suratı asık ve sanki “mezardan çıkmış gibi” somurtan kimse için kullanılır: “Eve geldim ki dedem kara uruf!”. Qaramuq: Karamuk(Kaşgarlı, 2005: 402). Giresun: Garamuk. Karamuk. Bitkilerin dışından sızan siyah akıntı veya tahıl ürünlerinin kararan kısmı için kullanılan sözcük. “Bu yıl darılarda garamuk var”. “Fındıkların kimisi garamuk olmuş”. Qarınlıg: koca göbekli adam(Kaşgarlı, 2005: 405). Giresun: Karınlı. Garınlı; garınnı. İnsanlarda ve hayvanlarda göbeği şişkin, göbekli kimse için kullanılır: “Garınlı bir adamdı”. “ Bu seferki ineğimiz garınlı”. Qarizan:Bunak, yaşlı kimse(Kaşgarlı, 2005: 406). Giresun: Galeze. Galiza. Sürekli sorun çıkaran kimse için kullanılır: “Sen tam bir galzesin/galizasın!”. Qarlattı: Tanrı kar yağdırdı(Kaşgarlı, 2005: 406). Giresun: Karlattı. Kar yağdırdı. “Hava durduk yerde karlattı”. 283 UKHAD 1 (3) 2015 Qarnaq: Koca göbekli adam(Kaşgarlı, 2005: 406). Giresun: Karınlı. Kocaman; yöresel ifadeyle “koca gaâruk: karnı büyük”. Qarşı: Hakan ve sülalesinin ikamet ettiği saray(Kaşgarlı, 2005: 407). Giresun: Karşı. Karşıya gitmek: Babaevine gitmek. Yöre kırsalında genellikle baba evi yerine “karşı” ifadesi kullanılır. Burada baba evinin yörede ne denli saygın bir yerinin olduğu göze çarpmaktadır. “Çocukları evde bırakıp, karşıya gitti”. Qart: Yara. Buradan hareketle “huysuz bir adam”a qart er denir(Kaşgarlı, 2005: 408). Giresun: Gart. Kart. Huysuz ve sorunlu kimseler için kullanılır. Yöre kırsalında “gart” sözcüğü huyu kötü erkekler için lakap olarak kullanılır: “Gart Süleyman”. Qartaldı: Yarasının kabuğu kalktı(Kaşgarlı, 2005: 408). Giresun: Kartaldı. Gartaldı. Yaşlanan bir ağacın kabuğunun çatlayarak havaya kalkması veya vücuttaki yara kabuğunun kalınlaşarak açılmasını ifade etmede kullanılan sözcüktür. “Fındık dalları gartaldı”. Qasuq: Ağaç kabuğu. Kökü “qas”tır(Kaşgarlı, 2005:410). Giresun: Gasmuk. Ağaç kabuğu: “Ormandan gasmuk toplayıp ateşi tutuşturdular”. Aynı zamanda vücut kiri anlamında da kullanılır: “Çocuğun boynu gasmuk bağlamış”. Qaş: Herhangi bir şeyin kıyısı ya da kenarı(Kaşgarlı, 2005: 410). Giresun: Kaş. Gaş. Dağın, tepenin ya da bir çıkıntının kenarı, uç kısmı. Yörede bu sözcük yer adı olarak da kullanılır(KK-6): “Gaş, Akgaş=Espiye ilçesi Gülburnu havalisinde mevki”. Qaşuqlug: Kaşık yapılacak boynuz(Kaşgarlı, 2005: 411). Giresun: 1. Kaşık yapılacak ağaç. Bu ağaç türü genelde şimşir ve kestane ağaçlarıdır. Kaşıklar yapılır ve ustası “kaşıkçı” namıyla köy köy dolaşarak kaşık satar. 2. Kaşıklık. İçine kaşıkları koymak için kullanılan kap. Yörede bununla ilgili bir deyim/ünlem de vardır: Evden biri komşuya gittiğinde diğerleri de gelirse, ilk giden kızar ve “kaşıklığı da getirseydiniz ya!” diye çıkışır. Yani, “bir tek kaşıklık eksik, her şey burada” ifadesi için bu ünlem cümlesi kullanılır. Qatıq: Tutmaç yemeğine katılan herhangi bir madde; örneğin sirke ya da yoğurt(Kaşgarlı, 2005: 413). Giresun: Katık. Yörede yoğurt ve ayran anlamlarında kullanılan sözcük. Katık kesmek: Yoğurdu kaynatıp soğutarak elde edilen peynir türü; çökelek. “Yemeğin sonunda gatık yedik”. Qatquç: Akrebe benzeyen, insanı sokan bir böcek(argu lehçesi) 284 UKHAD 1 (3) 2015 (Kaşgarlı, 2005: 414). Giresun: Kıskaç. Kıstınkılıç(Dereli ilçesi yöresi). Önünde akrebe benzer boynuz veya elleri olan böcek türü. “Kıskaç böcüğü ısırdı”(KK-3). Qatun: Afrasiyab’ın bütün kız torunlarına verilen isim(Kaşgarlı, 2005: 414). Giresun: 1. Hatun. Yörede kadın adı olarak, yoğun bir biçimde kullanılır. 2. Ayrıca meyvelere verilen yöresel adlardan biridir: Hatun kiraz; ekşi ve iri taneli bir kiraz türü. 3. Yörede sevimli ve verimli kabul edilen büyükbaş dişi hayvanlara da “hatun” adı konulabilmektedir; hatun inek. Qavıq/qawıq: Darı kepeği(Kaşgarlı, 2005: 415). Giresun: Gevük. Kesmük(darı güdenesi) kepeği. “Darı gevüğü olmuş, üstün başın!”. Qı: Seslenme sözü. Arapçadaki ya ilgecine karşılık gelir(Kaşgarlı, 2005: 421). Giresun: Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Giresun yöresinde de “gıı!” şeklinde kullanılan seslenme sözü, erkekler tarafından eşlerine çağrılırken söylenir. Çünkü yörede, eski bir gelenek olarak eşler birbirlerinin adı ile seslenmez. Ancak bugün bu gelenek, yeni nesiller tarafından kullanım dışı bırakılmıştır. Ancak yörede, “gıı!” sözcüğünün başka bir kullanım alanı daha vardır ki hala yaşatılmaktadır: İki kadın konuşurken birbirlerine “gıı” diye hitap ederler. “Senin dilin ne diyor gıı!”. Bu kullanımlar, “kız-gız-gıgııı” dönüşümüne binaen, cinsiyetten kaynaklanan bir hitabet sözcüğü durumundadır. Qaznguq: Kazık ya da çivi. Kutup yıldızına temür qaznguq: demir kazık denir çünkü gök bunun çevresinde dönmektedir(Kaşgarlı, 2005: 421). Giresun: Kazuk. Demür kazuk. Yörede kullanılan “demirden kazık olsa fayda etmemek=” deyimi, Kaşgarlı’nın sözlüğünde geçen “temür qaznguq” ibaresinin tarihsel süreçteki eski kültür köklerine dek inmektedir. “Demirden kazık olsa fayda etmemek: Sana demirden kazık olsa fayda etmez!(Sağlam hiçbir şeye sahip olmayan, her şeyi hoyratça kullanıp, yıkan, bozan kişi için kullanılır).” Qıdıgladı: Kenarlık dikti(Kaşgarlı, 2005: 422). Giresun: Gadakladı. Söküğü dikti. “Anası kazağının kolunu gadakladı”. Qıftu: Kırkı, kırkma makası(Çiğil lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 422). Giresun: Kırklık. Koyun ve keçilerin yünlerini veya kıllarını kesmeye yarayan uzun, iki parça halindeki makas. Yöresel atasözü: “Koyun, kırklık altında kocar”. Qılıç: Kılıç. İki kılıç kına sığmaz. Bu atasözü, bir mesele üzerinde 285 UKHAD 1 (3) 2015 tartışan ya da aynı kadını elde etmeye çalışan iki adamın durumunu anlatmak için kullanılır. Haqaniler bu sözcüğü saygı belirten bir unvan olarak kullanırlar, tıpkı xılıç xan: işlerini ve düşüncelerini, her şeyi bir kılıç gibi kesip atarak, bir anda gerçekleştiren han ifadesinde olduğu gibi(Kaşgarlı, 2005: 423). Giresun: Kılıç. Anadolu’da ve Türklerin yaşadığı diğer bazı coğrafyalarda “kılıç” sözcüğüne rastlamak mümkündür. Giresun yöresinde kullanılan “kılıç kırmak” deyimi, “kıran kırana mücadele vermek, savaşmak anlamında kullanılmakta olup, “kılıç” sözcüğünün yöredeki köklü kullanımına ir örnek teşkil eder. Ayrıca yörede kılıç, ip ve pala(veya yolluk; yöresel bir halı türü) dokuma tezgahlarında kullanılan, şekli kılıcı andıran, ağaçtan yapılmış gerecin adıdır. Qılındı: Adam her işten biraz yaptı. Bu ifade, biri, kendi sınırlarının ötesine geçtiğini, haddini aştığını söylemek istiyorsa kullanılır; nitekim üküş qılınma: haddini aşma, denir(Kaşgarlı, 2005: 423). Giresun: Gılındı. Gılınmak. Birine, bir konuda ihtiyaç duyduğunu ifade ederken ezik duruma düşmek. “Bu kadar şey için ona mı gılındın!”. Qılıq: Hal ve tavır(Kaşgarlı, 2005: 424). Giresun: Gılık. Durum, o anki hal, mevcut şekil. “Fındık bahçeniz ne gılık bir bakalım!”. Qır: Bent/Tek bir kaya kütlesinin oluşturduğu dağ(Kaşgarlı, 2005: 425). Giresun: Gıran. Kıran. Taşı bol olan ve birçok yeri gören, geçit niteliğindeki dağ sırtı. Yörede “gıran” sözcüğüne ilişkin birçok mevki adı bulunur: “Evliya Gıranı”: Espiye-merkezde mevki adı. “Gıranbaşı”: EspiyeÇepniköy’de mevki adı(KK-8). Bu terim yörede hemen hemen her köy ve yaylada mevki adı olarak geçer. Qırqtı: O, koyunu kırktı(Kaşgarlı, 2005: 427). Giresun: Gırktı. Kırktı. Uzayan saçı veya benzer bir şeyi kesti. “Gırkmak” yörede hem insanlar hem de hayvanlar için kullanılan bir sözcüktür. “Koyunlar kırkıldı mı?”, “Babası, çocuğun saçını kırktı”. Qıskaç: İnsanları ısıran küçük, siyah bir hayvan(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 428). Giresun: Kıskaç. Gısgaç. Şekli akrebe benzeyen küçük bir böcek türü. “Kıskaç ısırmış”. Qısurdı: O, uzun bir şeyi kısalttı(Kaşgarlı, 2005: 430). Giresun: Gasdı. Gasmak fiili; yörede bir elbiseyi veya benzer bir şeyin uzun kısmını kat yapıp dikerek yapılan kısaltma işlemini ifade eder. “Çocuğun gömleğinin kolları uzundu; annesi omuzlarından gasdı”. Qıyıq: Eğri olarak kesilmiş herhangi bir şey(Kaşgarlı, 2005: 431). 286 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Gıyuk. Gıyık. Ağaçtan elde edilmiş bir araç-gerecin kenarı veya kenarında bulunan çıkıntılar. “Elime gıyuk geçti”. Qoltuqladı: Kolunun altına aldı(Kaşgarlı, 2005: 435). Giresun: 1. Koltukladı. Bir şeyi koltuklarının altına almak. “Adam fındık sepetini koltukladı”. 2. Koltuklamak: Bir kimseyi bir yere giderken, yanında götürmek üzere ayaklandırmak. “Sen tek gideceksin, kardeşini niye koltukladın!” Qonşı/Qoşnı: Komşu. Oğuz lehçesi(Kaşgarlı, 2005: 438). Giresun: Gonşu. Gomşu. Komşu. Yörede “gonşululuk etmek” deyimi, evleri yakın olan kimselerin iyi geçinmesi anlamında kullanılır. Qongragu: Çanlar(Kaşgarlı, 2005: 439). Giresun: Çıngıravu. Çan veya çan gibi sesler çıkaran aksesuarlar. “İneğin boynuna kırk türlü çıngıravu takmışlar”. Genellikle çıngırdayan şeylere yörede “çıngıravu” denilmektedir. Qorluq: İçine kımız konulan tulum(Kaşgarlı, 2005: 442). Giresun: Gorlu. Gorlu katır: Uzun yolda yiyecek, içecek taşıyan, yükü kaba olan katır. “Gorlu katır gibi” deyimi yörede “sırtına fazla ve kaba yük almış” olanlar için kullanılır. Qoru: Dikenli çit(Kaşgarlı, 2005: 443). Giresun: Gorug. Goruk. Mevyeli ağaçları veya sebzeleri insanlardan veya zararlı hayvanlardan korumak için etrafına sarılan diken kümelerine verilen ad. “Kirazı yemesinler, beline goruk asın!”. Qoş: Herhangi bir şeyin çifti; bir eşi olanı(Kaşgarlı, 2005: 443). Giresun: Goşmak. Goşug. İkileştirmek. Denkleştirmek. Bir şeyin yanına aynı türden, diğerine denk bir şey daha getirmek. “Öküz goşmak”: İki öküzü tarlada çalışmaya hazırlamak. “Beni onunla bir goşma!: Beni onunla aynı kefeye koyma!”, yöreye özgü deyimlerdendir. Qoşlundı: Bir koyunun başka bir koyunla bir araya getirilmesi ya da iki binicinin, koşarken başları aynı hizada olacak biçimde atlarını yan yana getirmesi gibi iki nesne de bir araya getirildi; birleştirildi(Kaşgarlı, 2005: 443). Giresun: Goşmak. Goşlamak. “Koyunun çiftleşmesi: Goşlanmak” şeklinde yöresel bir tabir kullanılmaktadır. Yörede diğer kullanımları ise şöyledir: “Çift goşmak/Saban goşmak”: Öküzleri sabana vurup tarlaya girmek. Qova: Kova(Kaşgarlı, 2005: 444). Giresun: Gufa/Küfe; Kova sözcüğünün yöresel ağızda kullanılış biçimi. “Suyu yal gufasına dök!” Qovuq/qowuq. Oyuk. İçi boş şey(Kaşgarlı, 2005: 444); Qovı: İçi oyulmuş, boşalmış, çürümüş ağaç(Kaşgarlı, 2005: 445). 287 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Goğog. Goğuk. Goğok. İçi oyulmuş yer. Ağacın içindeki oyulmuş kısma yörede “goğok, ağaç goğogu” denir. Küçüklere, “seni ağaç goğogunda bulduk” diye takılırlar. Quçam: Herhangi bir şeyin demeti(Kaşgarlı, 2005: 446). Giresun: Goşam. Goşama. Bir tutam. Bir parça, biraz. Bir avuç dolusu. “Ona bir goşam fındık verdiler”. Quçaq: Bir bohça kumaş(Kaşgarlı, 2005: 446). Giresun: Kuşak. Kadınların beline bağlayarak içine bir şeyler koyabildikleri bohça, kumaş. “Kuşağından bir avuç fındık çıkardı ve çocuğa verdi”. Quçuş: Kucaklaşma(Kaşgarlı, 2005: 446). Giresun: Gucuş. Kucuş. Kucak. “Gucuşuma gel!” şeklinde çocuğa çağrılır. Quduzgun: Kuskun; eyerin kaymasını önlemek için atın kuyruğu altından geçirilerek eyere bağlanan kayış(Kaşgarlı, 2005: 447). Giresun: Küsgü. Küskü. Yörede, ortada bir iş varken başka bir işi araya sokan kimseye “küskü sokma!” derler. Böyle kimselere “küsgü” diye ad takarlar. Qulaqlıg: Kulağı olan nesne(Kaşgarlı, 2005: 448). Giresun: Kulaklı. Kulağı uzun olan insan veya hayvan. Yörede kulağı uzun olan hayvana “kulaklı”, kısa olana ise “kürüs” derler: “kürüs koyun”. Qulnadı: Doğurdu(Kaşgarlı, 2005: 448). Giresun: Gunnadı. Gunladı. Türedi. “Leşin üstünde sinekler gunnamış!”. Qulsıg: Huyu köleye benzeyen adam(Kaşgarlı, 2005: 449). Giresun: Iîsuk. Iğsuk. Kendi başına iş yapamayan, yol yordam bilmeyen kimse için kullanılır: “Çok ıîsuk/ığsuk bir adam”. Bu sözcük, ayrıca uyuşuk, yavaş hareketli, otlaktan dönerken eve gelemeyen veya zamansız gelen hayvanlar için de kullanılır: “Bu inek çok ığsuk!”. Qulun: Tay. (Kaşgarlı, 2005: 449). Giresun: Tay. Aynı zamanda dere kenarında yetişen bir otun adıdır. Bu ot yemeklerde de kullanılır. Giresun-Eynesil yöresinde halen kullanılmakta olan bir atasözü vardır: “Öyle ağır konuşuyor ki adama kulun attırır!”(“Adama çocuğunu düşürttürür, düşük yaptırır” anlamında söylenir. Qunduz: Kunduz(Kaşgarlı, 2005: 449). Giresun: Kunduz. Ağaçları kemirerek beslenen bir yabani hayvan türü. Giresun Espiye-Güce ilçelerinin sınırlarında, yaylalık alanda bir yer adı: “Akgunduz/Akkunduz”. Qurı qurı: Kısrağın arkasından gelen tayı çağırırken kullanılan 288 UKHAD 1 (3) 2015 ifade(Kaşgarlı, 2005: 451). Giresun: Bruu, Bruu! Koyunları ve atları yönlendirmek için kullanılan seslenme sözü. Qurtuldı: Kadın doğum yaptı(Kaşgarlı, 2005: 452). Giresun: Gutuldu. Kurtuldu. Kadın doğumunu sağlıklı bir şekilde yaptı. Doğum sürecinde, doğum yapılan yerin dışında kalan kimseler tarafından köy ebesine yörede sıkça sorulan bir sorudur: “Gurtuldu mu?”. Qurugluq: Herhangi bir şeyin kuruluğu(Kaşgarlı, 2005: 453). Giresun: 1.Guruluk. Kuruluk: Kuru olan şey. 2. Guruluk: Kuruluk, yakacak şey. Ateşi tutuşturmaya yarayan ince dal kırıklarına yörede “guruluk/ kuruluk” denir. Qurugsaq: Mide. Kuşun taşlığına verilen ad(Kaşgarlı, 2005: 453). Giresun: Gursak. Kursak: Mide. “Kursağından kesmek” deyimi yörede “beslenmesinden feragat ederek birikim yapmak” anlamındadır. Kuşun veya diğer kanatlı hayvanların midesi. “Tavuğun kursağı dolmuş”. Quruldı: Adamın eli ya da ayağı kasıldı(Kaşgarlı, 2005: 453). Giresun: Guruldu. Yörede herhangi bir organın kısmen veya tamamen kasılmasına “gurulma” denir. “Kolum guruldu!”. Qurud: Yağı alınmış, kuru peynir, çökelek(Kaşgarlı, 2005: 454). Giresun: Yağsız ve kuru besin gıdası. Yörede, sıvı seviyesi çok düşük, kuru ve küçük bir tür armut vardır ve buna “gurud armudu” denilmektedir. Qusıq: Fındık. Cariyelere verilen bir ad olarak da kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 454). Giresun: Gavsuk. Fındık çotanağına verilen ad. Buna Giresun’un köylerinde farklı adlar da verilir: Kavsuk: Dereli-Bahçeli yöresi. Gavsun: Espiye-Çepniköy yöresi. Gavsaldag: Espiye-Keçiköy(Güzelyurt) yöresi, bu farklılıklara birer örnektir. Yörede fındık çotanağına verilen bu adlarla birlikte, fındık sözcüğü de Kaşgarlı divanında belirtildiği gibi kişi adı olarak kullanılmaz. Bunun muhtemel nedenleri ise; yörede Türk kültürünün tarihsel sürecinde, Kaşgarlı divanında da belirtildiği gibi “cariye adı” olarak kullanılmasından doğmuş bir anlam kötüleşmesinin etik açısından engel teşkil etmesi veya yörede geçmişten beri “fındık” sözcüğünün yan anlam olarak insan ve hayvanın tenasül organındaki yumurtalar için kullanılmasıdır. Qusıqlıg: Fındığı olan adam. Fındıklı(Kaşgarlı, 2005: 454). Giresun: Fındıklı. Fındık ağası veya fındık mahsulü çok olan kimse. Ayrıca Giresun’un Keşap ilçesine bağlı bir köy adı: “Fındıklı”. Quşgun: Hayvan yemi olarak kullanılan taze kamış. Uşgün sözcüğünün değişik sesletimi; “ravendiye, ışkın” (karabuğdaygillerden, süs bitkisi veya 289 UKHAD 1 (3) 2015 sebze olarak yetiştirilen, yaprak veya saplarından reçel yapılan, tedavi edici olarak da kullanılan bir bitki) (Kaşgarlı, 2005: 455). Giresun: Işgın. Işkın. Yörede başta fındık ağacı olmak üzere, ağaçların dip kısmında çıkan filizlere “ışgın” denir. “Işgın almak” deyimi yörede genellikle fındık ağaçlarının dibinde çıkan gereksiz filizleri kesmek eylemi için kullanılır. Ayrıca mecaz anlamda kullanılır: “Bacaklarım ışgınladı(filizlendi): Bacaklarımda tüy bitti”. Quyluşdı: Dağdan sular boşandı. Sürekli ve hızlı bir şekilde aktı(Kaşgarlı, 2005: 457). Giresun: Guyuşdu. Guyuldu. Guydu. Yörede en çok kullanımı yağmur ve ağlamak hali içindir: “Hava bozdu, yarım saat demeden guydu”. “Babasının dediklerini duyunca hemen guydu(ağladı)”. “Öldüğünü duyunca olduğu yere guyuldu”. Quz: dağın güneş almayan, gölgede kalan kısmı(Kaşgarlı, 2005: 458). Giresun: Guz. Kuz. Kuzeyde kalan yer. Anadolu genelinde yaygın olan “kuz” sözcüğü; güneşi az gören, gölgede kalan verimsiz yerler için kullanılır. Zıddı ise; güney, günyüzü sözcükleridir. Güney yerler verimlidir. Giresun yöresinde hemen hemen her köyde içinde “guz” ve “güney” sözcükleri geçen dağ, mevki ve mahalle adları bulunmaktadır: Guzbahçe mahallesi: EspiyeÇepniköy’de mahalle adı; Guz sağmanı: Espiye-Direkbükü yöresinde yer adı. Guz: Espiye-Çepniköy; Güney: Espiye-Çepniköy; Koz(kuz)köy: EspiyeSoğukpınar beldesi; Güneyköy; Espiye ilçesine bağlı köy; Gündenyüz; Dereli ilçesinde mevki; Guz: Dereli’de ilçesinde mevki adı; Güney(Günîî): Dereli ilçesinde mevki adı. Quzgun: Kuzgun(Kaşgarlı, 2005: 458). Giresun: Kuzgun. Quz tag: Dağın yalnızca öğleden sonraları güneş gören tarafı; bu taraf güneşin solunda kalır ve her zaman soğuk ve karlıdır. Şu atasözünde de geçer: Dağın güneş görmeyen yüzünde kar, koyunda yağ eksik olmaz(=quzda kar egsümes, qoyda yag egsümes) (Kaşgarlı, 2005: 458). Giresun: Guz dağ. Guz yer. Kuzeyde kalan verimsiz yükseltiler. “Guz dağlardan gölge kalkmaz”. 18. S Harfi İle Başlayanlar Sag yaq: Tereyağı/sagım: bir sağışta sağılan süt(Kaşgarlı, 2005: 463). Giresun: Sağrak. Saârak. İçinde tereyağı saklanan kapaklı kap. Yörede eskiden her evde bir tane bulunan bu kap, önceleri ağaçtan oyma olup, sonradan metal ve plastiğin yayılmasıyla çeşitli maddelerden yapılıp satılmaya 290 UKHAD 1 (3) 2015 başlanmıştır. Başı büyük kimselere yörede “sağrak baş” diye takılırlar. Yörede ayrıca, “sağrak” sözcüğü yer adı olarak da kullanılmaktadır: “Sağrak Gölü” Giresun’un turistik yaylalarından biridir. “Sagım” sözcüğü ise bugün yörede “sağım: bir sağım süt” şeklinde sağılan sütün miktarını belirtir. “Sağlım” sözcüğü de yörede hayvanların sağıldığı vakitler için kullanılmaktadır: “Koyun sağlımdan geldi mi?”. Salturdı: O, paranın bana aktarılmasını ve onun borcu olarak kabul edilmesini emretti(Kaşgarlı, 2005: 465). Giresun: Salgun saldı. Ortaklaşa yapılacak işlerin masrafını karşılamak üzere kişi/aile başına ödenecek bir bedel belirleyerek bunu herkese duyurma işine yörede “salgun salma” denir. “Mahalle yolunun tamiri için aile başına yüzer lira salgun salmışlar.”. Salındı: Salındı otung: Selin getirerek kıyıya attığı odun(Kaşgarlı, 2005: 465). Giresun: Selinti. Selinti odun. Suyla getirdiği, derenin kenarına birikmiş odunlar. “Bunlar selinti odun, kolay kolay yanmaz!”. Sarıg: Herşeyin sarısı(Kaşgarlı, 2005: 471). Giresun: 1.Sarı olan şey. Sarışın kimse; “tüğsü sarı”. 2. Yörede eskiden sık kullanılan bir metal türünün adı: Saru. Rengi sarı olan ve çeşitli araç gerecin yapımında kullanılan, “pirinç” türü metal. Saplıq: Kılıç veya bıçağa kabza ya da başka bir şeye sap yapmada kullanılan malzeme(Kaşgarlı, 2005: 469). Giresun: Saplık. Taşınabilir kesici marangoz aletlerine takılan sap. “Baltanın saplığı kırıldı”. Saqırqu: Kene(Kaşgarlı, 2005: 470). Giresun: Sakırtlak. Sakıtlak. Bir tür kene. Hayvanlara yapışan iri keneler ayrıca adlandırılır: “İnek sakırtlağı”. Sardı: Sertçe azarladı(Kaşgarlı, 2005: 470). Giresun: Sardı. Birine yüklenmek, azarlamak. “Başkasına kızıp bana sarma!”. Say: Taşlık zemin(Kaşgarlı, 2005: 479). Giresun: Say. Taşlıklı, yamaç ve aşağısı uçurum olan yer. “Saydan altına gitmek” deyimi yörede “uçurumdan düşmek” anlamında kullanılır. Yörede say ile ilgili köy ve mevki adları oldukça yaygındır: Saydaş: EspiyeÇepniköy’de mevki; Sayca; Giresun merkez ilçede köy. Sayca: Keşap ilçesinde köy. Saypadı: O, zenginliğini çar çur etti(Kaşgarlı, 2005: 479). Giresun: Sıypıttı. Dengesiz hareketlerde bulundu. “Eline biraz para 291 UKHAD 1 (3) 2015 geçince sıypıttı!”. Sekirtti: Koşturdu(Kaşgarlı, 2005: 480). Giresun: Seyit! Seyitmek. Yörede “koşmak” fiilinin karşılığıdır: “Çabuk gel, seyit!”. Sekü: Kanepe, seki(Kaşgarlı, 2005: 481). Giresun: 1. Set. Eskiden köy evlerinde kullanılan uzun oturak. “Beş kişi oturunca set kırıldı”. “Sekü” sözcüğü yörede çoğunlukla “set” biçiminde kullanılmaktadır. 2. Ayrıca, arazideki tümseklere “set/set yer” denir. “Bizim bahçenin sınırı şu set yerden başlıyor”. “Sekü” ayrıca Tirebolu’da bir köyün adıdır. Selçük: Günümüz sultanlarının büyükbabasının adı. Ona Selçük subaşı da denirdi(Kaşgarlı, 2005: 481). Giresun: Selcük. Selçuklu hükümdarının yayılarak nüfuz ettiği coğrafya, malum tarihlerden itibaren Türk kültür hafızasına yerleşmiştir ki; “selcük” sözcüğü sıkça kullanılmaktadır. Yörede çok gezen kişiye “selcük” denir. Ayrıca “selcük gibi gezmek” diye bir de deyim vardır: “Her gün selcük gibi gezeceğine kendi işini yap!”(Espiye-Çepniköy yöresi). Sır: Bir tür macun Çin kaseleri bununla sıvanır ve sonra boyanır, üzeri işlenir(Kaşgarlı, 2005: 491); Sırladı: Kaseci kaseyi macunla sıvadı(Kaşgarlı, 2005: 492). Giresun: Sır. Sıvama maddesi. Sırlamak. Bir şeyi sindirerek sıvama işine “sırlamak” denir. Örneğin yörede, bir kap delindiğinde onun deliğini kumaş, plastik gibi şeyleri eriterek veya yakarak sıvama işine “sırlama” denir. “Adam delik kazanı plastikle sırladı”. Sırıdı(sarıdı): Köpek pisledi(ıt sırıdı) (Kaşgarlı, 2005: 491). Giresun: İnek, köpek gibi hayvanların pislemesi “sırıdı” diye tabir edilir. “İnekler olun ortasına sıvadı!”. Ayrıca, Dereli ve Espiye ilçelerinde anlatılan şöyle bir rivayet bulunmaktadır: Yörede geçmiş dönemlerde yaşanan kıtlık afetleri sürecinde köpeklerin aç kalınca çarıkların ipini yedikleri ve pislediklerinde ise pisliklerinde bu iplerin yer aldığı; bu yolla ortaya çıkan pisliğe de “sırım” denildiği nakledilmektedir. Sırıdı: Kız, (Türkmenlerin çadır örtüsü, eyer bezi ve benzeri şeyleri dikerken yaptığı gibi) keçeyi sık dikişle dikmekte annesine yardım etti(Kaşgarlı, 2005: 491). Giresun: Dikti. Kalın iplikle dikti. “Annesi yorgan sırıyor”. Sibek: Değirmen taşının mili. Bu değirmen taşının etrafında döndüğü bir demir çubuktur(Kaşgarlı, 2005: 494). Giresun: Sibek. Değirmen taşının bağlı bulunduğu, taşı döndüren merkezi demir çubuk. “Değirmenin sibeği çatladı”. “Sibek başlı”: Giresun ve 292 UKHAD 1 (3) 2015 Karadeniz yöresinde yaygın olan bu deyim, kendi bildiğini yapan inatçı kişiler için kullanılır. Singdi: Yemek hazmedildi(Kaşgarlı, 2005: 496). Giresun: Singmek. Yemeğin hazmedilişi. “Yediği yemek canına singmemek” deyimi, yörede yemek esnasında veya sonrasında yaşanan huzurluk sonrasındaki psikolojik hazımsızlığı ifade etmede kullanır. (Aynın zamanda saklanmak yerine de “singdi” sözcüğü kullanılır). Singek: Sinek(Kaşgarlı, 2005: 496). Giresun: Sin^gek. Siyek. Yörede aynı şekilde kullanılır. Singir: Sinir(Kaşgarlı, 2005: 497). Giresun: Sin^gir. Siyir. Sinir. 1. Vücutta çıkan et benleri. 2. Kızgınlık, öke. 3. Sinir dokuları. Sokan Yılan: Büyük, zararsız bir yılan(Kaşgarlı, 2005: 498). Giresun: Sokaân yılan. Sokağan yılan. Yörede bir yılan türüdür. Sokma tehlikesi yüksek ve zehrinin keskin olduğu bilinen bir yılan türü. “Sokağan yılan gibi” deyimi yörede, “herkese söz ve eylemleriyle önemli zararlar veren kimse” anlamında kullanılmaktadır. Giresun yöresinde bu anlamlarda kullanılan bu unsurun, Kaşgarlı divanında belirtilen anlamının tam zıddı olması, sözcüklerin çağlar içinde anlam değişmesine uğrayabilmesinin bir sonucudur. Sogıqlıq: Soğuk için hazırlanmış herhangi bir şey(Kaşgarlı, 2005: 498). Giresun: Soğukluk. Katı yemeğin yanında, sofraya konulan soğuk şey; hoşaf, yoğurt, vb. sıvı gıda. “Soğukluk olsun diye sofraya yoğurt getirdi”. Song: Herhangi bir cismin ya da eylemin sonu/sonra(Kaşgarlı, 2005: 500). Giresun: Song. Son^g. Soğ. Bir şeyin sonu. Yörede sözcüğün kullanımları: “Soğunda/Songunda: Bitiminde”. “Songu songunda: En sonunda”. “Songlama: Fındık toplama işinin bitiminde yapılan son yoklamaya verilen ad”. “Songunku: Sonuncusu”. “Song beşik: En küçük çocuk”. Sökel: Hasta(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 504). Giresun: Sökel. Hasta-sökel. Yörede “sökel” tek başına kullanılmayıp “hasta sökel” ikilemesi şeklinde kullanılır. “Haber almadık, acaba hasta sökel var mı?”. Sökittti: Diz çöktürdü(Kaşgarlı, 2005: 504). Giresun: Söyketti. Söykenmek, yere oturarak yaslanmak anlamında kullanılır. Yörede, “söykendi, söyketti” gibi ifadeler, ayrıca dizlerini kırıp yarım biçimde duvara veya bir şeye yaslanan kişinin hareket halini adlandırmada kullanılır. “Adam duvara söykendi”. Sökrük: Kadın cinsel organı(Kaşgarlı, 2005: 504). 293 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Sökütülmüş şey. Çıkarılmış şey. Doğmuş, “sökütülmüş” çocuk. “Sökütmek” sözcüğü yörede bir şeyi çıkarmak, yükseğe eriştirmek, bir şeyin içinden bir şeyi çıkarmak gibi anlamlarda kullanılmaktadır. “Alçağın söküttüğü!” söylemi yörede hakaret ifade etmede kullanılır. “Elindeki sepeti ağacın tepesine söküttü(çıkardı)” cümlesi de “sökütmek” fiilinin yöredeki farklı bir kullanımına örnektir. Subıdı: Uzun ve sivri bir şey(Kaşgarlı, 2005: 505). Giresun: Yüğlü. Bir şeyi yivleyerek ucuna sivri bir eklenti yapma eylemi. “Yüğlü kazık”. Subıladı: O, enli olan bir şeyin boyunu uzattı ve kenarlarını sivrileştirdi(Kaşgarlı, 2005: 506). Giresun: Yüğüledi. Yüğledi. Yüûledi. Bir şeyin ucunu yontmak veya başka bir yöntemle incelterek uzun-ince bir çıkıntılı olmasını sağlamak. “Adam kazıkları yüğledi”. Suguldı: Su(kaynaktan) veya sütün çekilmesi(memeden)(Kaşgarlı, 2005: 508). Giresun: Soğuldu. Soğoldu. İnek veya benzeri evcil hayvanların doğumdan önce sütten kesilmesi durumu. “Evde süt yok, inek soğoldu”. Sungqur: Yırtıcı kuşlardan birinin adı. Bu togrıl (özgün metinde togrıl biçiminde –tı kullanılarak yazılmıştır) kuşundan daha küçüktür(Kaşgarlı, 2005: 509). Giresun: Sungur. Sunkur kuşu. Yörede yoğun bir biçimde iskan etmiş olan Çepni boyunun onkunu Sunkur kuşudur. Bugün Çepnilerin yaşamakta olduğu Espiye ilçesine bağlı Çepniköy’ünün en yüksek dağının adı Sungur’dur. “Sungur’un başına duman çökmüş”. Suqluq: Yiyecek konusunda açgözlü davranma(Kaşgarlı, 2005: 510). Giresun: Suluk. Sulug. Yörede, başı boş ve tembel bir şekilde gezen, başkalarının evine giderek karnını doyurup zaman geçirenlere “sulukçu” denilmektedir. Deyim olarak, bunların yaptığına; “suluğa gitmek” denilmektedir. Akşam olunca “suluk”tan evine dönenlere “suluktan geldi” denilmekle birlikte; yaptıkları işe de “suluklanmak” denilmektedir. “Akşama kadar suluklanmışlar, evde iş yapmamışlar!”. Suwlang: suwlang yıgaç: Yapraksız, gözdesinde dal olmayan bir çalı./ düz ve cansız olan(Kaşgarlı, 2005: 512). Giresun: Zıvlang. Zıvlanğ. Kel kalmış, dalları ve yaprakları kırılıp, solup dökülmüş ağaç için yörede kullanılan sözcük. İkilemesi ise şöyledir: “Zıs-zıvlanğ”. “Önce şu zıvlanğları keselim”. “Ağaçların arasında kocaman bir tanesi “zıs zıvlanğ kalmış!”. 294 UKHAD 1 (3) 2015 Süsüşdi: İki koç birbirine tos vurdular(Kaşgarlı, 2005: 518). Giresun: Süsüştü. Süsüşme. Büyükbaş veya küçükbaş hayvanların kafa kafaya vuruşarak kavga etmelerine verilen ad. “İnekler çayırda süsüştü”. Süzme: Çökelek. Lor peyniri(Kaşgarlı, 2005: 518). Giresun: Süzme. Bir tür peynir. Çökeleğin kurumadan önceki hali. Lor peyniri. Ayrıca yörede “süzme”nin ezilerek ve sulandırılarak ayrana dönüştürüldüğü ve bunun adına da “süzme katığı(ayranı” denildiğini belirtmek gerekir. Yörede süzmenin konulduğu bez torbaya “süzme torbası” denilmektedir. Bununla ilgili bir de deyim vardır: “Süzme torbası gibi!”. Bu deyim, bir kimsenin üzerine bol olan basit bir kıyafeti anlatmada kullanılır. 19. Ş Harfi İle Başlayanlar Şap: Aceleyi, hızlı hareket etmeyi anlatan bir ilgeç(Kaşgarlı, 2005: 520). Giresun: Şap. Yalap-şap. Yörede daha çok bu ikileme kullanılır. Acilen ve özentisiz yapılan işi anlatır: “Yalap şap hemen bitirdi!”. Şeşdi: Düğümü çözdü. Atın ya da bir hayvanın bağını çözmeyi anlatmak için de bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 521). Giresun: Çezdi. Düğümü çözdü. “Enüğü çezdi”: Köpeğin başındaki ipi çözdü ve onu serbest bıraktı. Çezük: Bağı çözülmüş hayvan. “Enük çezük mü?”. Şöpik: Meyve yendikten sonra geriye kalan ve atılan kısım(Kaşgarlı, 2005: 521). Giresun: Gepcük. Göpcük. Meyvenin arta kalan, yenmeyen kısmı. “Elma gepçüğünü kim attı buraya?”. 20. T Harfi İle Başlayanlar Tam: Duvar(Kaşgarlı, 2005: 525). Giresun: Tam. Kenarları duvarla çevrilmiş, üstü kapalı hayvan ağılı. Ahır. “Koyun tamda mı?”. Tana: Bu sözcüğün Farsçadaki dane; tohum, tane sözcüğünden Türkçeleştirildiğini düşünüyorum(Kaşgarlı, 2005: 528). Giresun: Tene. Darı tanesine yörede “tene” (tane) denir. “Koyuna tene verdi”. Tang: Esas kısmı yıkılmış, ama temelleri hala duran, kadim zamanlardan kalmış her türlü yapı; örneğin bir höyük ya da bir kalenin temelleri olduğu anlamına gelen toprak yığınları, yükseltiler(Kaşgarlı, 2005: 529). Giresun: Danğ. Dang. “Kimseye danğ yeri yok”: Köklü bir geçmişe sahip, asil, kimseye ihtiyacı olmayan, hali vakti yerinde olan kimse için söylenir. Tamdı: Suw tamdı: Su damladı(Kaşgarlı, 2005: 526). 295 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Damdı. Hissetti. “Öleceği yüreğine dammış”. Tarıg: Hemen hemen bütün Türk lehçelerinde buğday anlamına gelir yalnızca Oğuz lehçesinde darı anlamında kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 535). Giresun: Darı. “Tarlaya darı ektiler”. Darı elde edilen una, “darı unu”; ekmeğe “darı ekmeği” denilmektedir. Tarmaq: Pençe. Bir bitkiye de qargaq tarmaqı: karga ayağı denir(Kaşgarlı, 2005: 536). Giresun: 1. Dırnuk: Yırtıcı. Tırnakları olan ve tırmalayan. “Dırnuk it”, “Çok dırnuk bir çocuk” deyimleri yöre kullanılışına örnektir. 2. Dırmuk: Tırmık. Fındık kuruturken harmanda kullanılan dişli alet. “Ağacı keserek gövdesinden dırmuk yaptılar”. Tarmaşdı: Birbirlerini tırmaladılar(Kaşgarlı, 2005: 536). Giresun: Dırmalaştı. Cırmaşdı. “Köpekler sabaha kadar dırmalaşıp durdular”. Taş ton: Dışa giyilen giysi(Kaşgarlı, 2005: 538). Giresun: Dış don. Dış giysiler. Taşaqlıg: Taşaklı adam(Kaşgarlı, 2005: 538). Giresun: Taşaklı adam. Mecazi kullanılışı ise “ensesi kalın, arkası olan, güçlü kimse” anlamına gelmektedir. Tawar: Canlı ya da cansız mal./Tawar: mal, eşya(Kaşgarlı, 2005: 542). Giresun: Davar. Yörede “davar” koyun sürüsü için kullanılmaktadır. “Durumu iyiymiş, davarı varmış”. Tawraq: Çabukluk, sürat. Tawragın kel: Çabuk gel. (Kaşgarlı, 2005: 544)/Tawrattı: Acele etti(Kaşgarlı, 2005: 544). Giresun: Davran! “Çabuk ol!” anlamındaki uyarı sözüdür. “Fazla vakit yok, davran!”. Taygan: Tazı(Kaşgarlı, 2005: 544); Tuyuq: Gökyüzünün bulutlarla kaplı olduğu kapalı bir gün(Kaşgarlı, 2005: 600). Giresun: Tuygun. Yörede yer adı: “Tuygun: Espiye ilçesinin Soğukpınar beldesine bağlı mahalle. Bu mahalle oldukça yüksek ve yamaçlıdır. Muhtemelen “tazı gibi tırmanılacak yer veya tazıların bulunduğu yer” veya yukarıda Kaşgarlı divanında belirtilen “Tuyuq: Gökyüzünün bulutlarla kaplı olduğu kapalı bir gün” anlamından esinlenilerek bu ad verilmiştir. Taylang er: Zarif ve güzel, çehresi temiz, giysileri şık kimse. Bu sözcük genellikle gençler için kullanılır. Taylang yigit: Kibar ve zarif genç(Kaşgarlı, 2005: 545). Giresun: Daylan. Kusursuz görünümlü, iyi huylu delikanlı: “Daylan gibi çocuk” . 296 UKHAD 1 (3) 2015 547). Tegre: Halka; yuvarlak herhangi bir şeyin dış kenarı(Kaşgarlı, 2005: Giresun: Tigre; havali, etraf, yöre, civar anlamlarında kullanılır. “Giresun tigresinde yaşayanlar hangi Türk boyundan?” Tekne: Yalak, yemlik; tekne(Kaşgarlı, 2005: 548). Giresun: Tekne. Koyunlara yem yedirilen içi oyulmuş uzun ağaç. “Koyunlar teknenin başına geçti”. Telü: Deli(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 549). Giresun: Delü. Deli. “Ne diyor o delü?” Yörede yaşlıların büyük kısmı halen “deli” yerine “delü” demektedirler. Temregü: Bir deri hastalığı(Kaşgarlı, 2005: 549). Giresun: Temrevü. Bir tür deri döküntüsü rahatsızlığı. Yörede buna çözüm olarak “temrevü duası” okunarak bir otla deri döküntüsü olan yer çevrilir. “Yanakları temrevü olmuştu”. Teng: Denk, benzer(Kaşgarlı, 2005: 550). Giresun: Teng. Ten^g. Tey. Yaşıtı veya dengi olan kimse. “O senin tengin(teyin) değil!” deyimi genellikle, kendinden küçük biriyle evlenmek isteyen erkeğe söylenen çıkışma sözüdür. “Tenk” sözcüğü, bir harf değişikliğiyle(teng-tenk), bugün Tirebolu ilçesine bağlı Eymür köyünde soyadı olarak da kullanılmaktadır. Tengdi: Quş tengdi: Kuş süzüldü. Benzer bir şekilde, göğe doğru atılan ve uzaklaşarak gözden kaybolan oku anlatmak için de oq tengdi sözü kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 550). Giresun: Tengdi. Tengildi. Ten^gdi. Ten^gildi. “Elindeki orağı fırlatınca, orak tengilip gitti”. “Babasına kızıp elindeki kaşığı tengdi”. Tengri: Tanrı(Kaşgarlı, 2005: 551). Giresun: Tan^grı. Taâğrı. Yaratıcı. “Tan^grının günü” deyimi “her gün” anlamında kullanılır: “Tan^grının günü yağmur yapış demeden çalışıyor”. Tengürdi: Er oq tengürdi: Adam okunu göğe doğru attı ve ok gözden kayboldu(Kaşgarlı,2005: 552). Giresun: Tengdürdü. Ten^gdürdü. “Elindeki baltayı büyük bir öfkeyle ten^gdürdü”. Tepig: Tekme(Kaşgarlı, 2005: 552). Giresun: Dekmük. Tekmük. Tekme atma eylemine verilen ad. Yörede “dekmük oyunu” adlı bir eski oyun olduğu bilinmektedir. Bu oyun, iki kişinin geri geri açılıp, birden koşarak orta noktada havalanarak birbirlerine tekme atması biçiminde oynanır ve kim düşerse mağlup sayılır. 1940’lı yıllara dek oynanan “dekmük oyunu” daha çok gençler tarafından oynanmıştır. Yörede 297 UKHAD 1 (3) 2015 “parayla dekmük oynamak”: (parası çok olmak) diye bir deyim bulunmaktadır. Tepindi: Ayaklarını herhangi bir nedenle hareket ettirmesini anlatmak için bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 552). Giresun: Depinmek. Ayaklarını yere vurmak. “Depinmek” yörede, bazen ikileme şeklinde de kullanılır: “Çocuk annesinin gittiğini duyunca der der depindi(ayaklarını yere vurarak ağladı)”. Karlı bir yerin karını eritmek için üzerinde tepinme işine “düveneklemek” denir. “Çocuklar top oynarken burayı düveneklemişler”. Tergeş: Kalabalık oluşmasını sağlayan bir hareketin neden olduğu sıkışma. Tergeşdi: Birbiri ardına sıralanarak bir dizi oluşturan her şeyi anlatmak için bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 554). Giresun: Terpeş. Terpeşük. Karışık ve düzensiz olan. Sıkışık olan. “Bunları böyle terpeşük atma yere doğru!”. Terngük: Topraktan sızan su(Kaşgarlı, 2005: 556). Giresun: Dernük. Derinden gelen, derin olan. “Sesi dernükten geliyor, aşağı inmiş”. “Su buz gibi, kaynağı dernükte”. Teşik: Obur; karnı doymasına karşın gözü doymayan kimse(Kaşgarlı, 2005: 557). Giresun: Deşük. Karnı büyük olan kimse için kullanılan sözcük. “Önüne geleni yiyor, deşük!”. Tezek: At gübresi(Kaşgarlı, 2005: 559). Giresun: Tezek. At ve sığır gübresi. Yörede tezeğe ayrıca “kemre/ kerme” gibi adlar da verilmektedir. “Odun yerine tezek yakıyorlarmış”. Tezgek: İşten ya da benzeri şeylerden kaçan adam(Kaşgarlı, 2005: 559). Giresun: Tesçek. Tez-cek. Hemen her şeye alınan, darılan kimseye yörede “tesçek” denilmektedir. “Bir şaka edelim dedik, darıldı; ne kadar tesçekmiş!”. Tezitti: It keyikni tezitti: Köpek vahşi hayvanı kaçırdı(Kaşgarlı, 2005: 560). Giresun: Terpitti. Kaçırdı. “Koyunları sesiyle terpitti(kaçırdı)”. “Sürüyü tek başına bırakma, çakal gelir de terpitir!”. Terpmek: Koyun çakalı görünce terpmiş!”. Tın: Ruh(nefs) (Kaşgarlı, 2005: 563). Giresun: Tin. Yörede “tin” sözcüğü yerine “din” sözcüğü kullanılmaktadır. “Tinsiz” : Ruhsuz (vicdansız anlamında) adam. Ancak yöresel ağızda söylenişinde genellikle “t”-“d” dönüşümü etkin olduğu için, “tin” ve “din” sözcükleri birbirine karıştırılmaktadır. Tıngladı: Dinledi(Kaşgarlı, 2005: 564). Giresun: Tınglamak. Tın^glamak. Tınglamamak. “Onu hiç 298 UKHAD 1 (3) 2015 tınglamıyor”: Söylediklerini dikkate almıyor, anlamında kullanılan yöresel deyim. Tıqdı: O kaba un doldurdu. Bir kabın içine güç harcayarak, bastırılarak, itilerek konan herhangi bir şeyi anlatmak için bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 564). Giresun: Tıktı. Tıkızladı. Tıkız etti. Bir şeyi olabildiğince sıkıştırarak yerleştirmeye “tıkızlamak” denir. “Fındık çuvalının ağzını tıkız et!”. Tiken: Diken(Kaşgarlı, 2005: 566). Giresun: Tiken. Diken. Yörede diken, genellikle “tiken” olarak kullanılır. Espiye ilçesinde “Tikence” adlı, ad kökeni “diken”e dayanan bir köy mevcuttur. Tikme: Dikilmiş olan(Kaşgarlı, 2005: 567). Giresun: Dikme. Yeni dikilmiş meyve fidanı. “Bu kiraz dedenizin dikmesiydi”. Tikü: Dilim. 568;Tilge: Bkz. Tikü(Kaşgarlı, 2005: 569). Giresun: Tiki. Tikü. Yörede tek başına kullanılmamakla birlikte, “parça tiki etmek” deyimi biçiminde kullanılır. “İnek uçurumdan(saydan) yuvarlanmış, parça tiki olmuş!”. Bir tigü: Bir dilim(Kaşgarlı, 2005: 568). Giresun: Birtige. Bir parça, azıcık. Bu sözcük yöresel ağızda; “bittige, bittiye, bittiyecük” şeklinde de söylenir. Espiye’nin Keçiköy(Güzelyurt) köyünde ise “biyicük/biîcük” şeklinde kullanılmaktadır. Tirilgen: Bu er ol edgü sawın tirilgen: Bu, her zaman iyi bir ünle yaşayacak olan adamdır(Kaşgarlı, 2005: 570). Giresun: Tiril. Yörede her konuda disiplinli, özverili ve çalışkan kimseler için “tiril” sıfatı kullanılmaktadır. “Oğlan çok tiril!”. Tirsgek: Dirsek. Göz kapağının kenarında çıkan sivilce(Kaşgarlı, 2005: 570). Giresun: İtdirseği. Göz kapağının kenarında çıkan iltihaplı sivilce, uçlu kabarcık. “Gözünde itdirseği çıkmış”. Yöredeki halk inanışına göre; gözünde itdirseği çıkan kişi öncesinde bir köpeğe veya kediye tükürdüğü için bu olay başına gelmiştir. Tişedi: Tegirmen tişedi: Değirmen taşının dişlerini biledi(Kaşgarlı, 2005: 570). Giresun: Dişemek. Değirmenin taşını baltaya benzeyen bir aletle yontarak tamir etmek. “İhtiyar değirmeni dişedi”. Tişek: İki yaşındaki koyun(Kaşgarlı, 2005: 571). Giresun: Şişek. İki yaşına basmış dişi koyun. “Şişekleri sattın mı?”. Titişdi: Ol manga yung titişti: O, eğirmeden önce yünü taraklayarak 299 UKHAD 1 (3) 2015 temizlemede bana yardım etti. İki kişinin kavga ve rekabeti(birbirlerinin elbiselerini parçalama, yırtma) de bununla anlatılır(Kaşgarlı, 2005: 571). Giresun: 1. Didmek: Yünü, yün tarağı ile veya elden geçirerek yumuşatmak: “Yün ditmek”. 2. Ditmek: Burnunu karıştırmak(burnunu ditmek). 3. Didişmek: Kavga etmek, itişip kakışmak. “Ne didişip durursunuz!”. Tizildürük: Ayakkabının ucuna konan bakır pullar(Kaşgarlı, 2005: 572). Giresun: Dizüncük. Dizincük. “Süslerden dizüncük etmişler”. “Dizüncük etmek”: yan yana veya art arda dizmek, sıralamak. Tolgadı: qız yinçü tolgadı: kız inciden küpe taktı. Ol yüng tolgadı: O, yün çilesi doladı(Kaşgarlı, 2005: 575). Giresun: Doladı. Dolak: Atkı. Tolga: Başlık. Dolgasız/tolgasız kalmak: Evsiz barksız kalmak. “Genç yaşında tolgasız kaldı”. Yöre kırsalında evlenmemiş erkekler için de “tolgasız” sözcüğü kullanılmaktadır. Tolquq: Şişmiş tulum. Tolquqlandı: Nesne şarap tulumu gibi şişti(Kaşgarlı, 2005: 576). Giresun: Tulukuk: Şişik. “Uykusuzluktan gözleri tulukmuş”. “Yarası iyice tulukmuş”. Karnı şişen inekler için de yörede “tulumsuk/tılımsuk” gibi sözcükler kullanılır. “İnek fazla yayılmış, karnı tılımsuk olmuş”. Toma: Toma buxsun: Fıçıda bulunan darı birasının en üste çıkan, köpüren kısmı(Kaşgarlı, 2005: 576). Giresun: Toma. Yörede içi dolgun ancak içinden bir şeyler taşacak nesneler için kullanılan sözcük. “Boklu toma”: sürekli tuvaleti gelen çocuk için yöre yaşlıları, bu ifadeyi kullanmaktadır. Tomrum yıgaç: Kesilmiş bir odun parçası(Kaşgarlı, 2005: 576). Giresun: Domruk. Tomruk: Kesilmiş ağaç. “Dere domrukları sürdü(götürdü)”. Tomırdı: Er yıgaç tomurdı: Adam, ağacı yuvarlak biçimde kesti(Kaşgarlı, 2005: 577). Giresun: Domurdu. Domurmak: Ağacın kuruması için gövdesinin kabuğunu soyma işlemi. “Gürgeni tomruk etmek için domurdu”. Tonga: Kaplan. Bu fili katleden hayvandır(Kaşgarlı, 2005: 577). Giresun: Tonga. Yörede “tongaya düşürmek” diye bir deyim vardır. Anlamı ise “oyuna getirmek, tuzağa düşürmek”tir. “Çoktan biterdi bu iş; beni tongaya düşürdüler!”. “Tongaya basmak” deyimi ise yörede “tuzağa düşmek/ oyuna gelmek” anlamında kullanılmaktadır. Tongaladı: Er tongaladı: Adam kahramanca bir iş yaptı(Kaşgarlı, 2005: 577). Giresun: Tongaya düşürdü. Tuzağa düşürdü. “Arkadaşını kandırarak tongaya düşürdü”. 300 UKHAD 1 (3) 2015 Tongıladı: Neng tongıladı: Ağır bir nesne böyle bir ses çıkardı(Kaşgarlı, 2005: 578). Giresun: Dongıradı. Kaba bir ses çıkardı. Yörede “dongırik arı” adında bir yaban arısı bilinmektedir. Çıkardığı kaba ses, uğultudan ötürü bu adla anılmaktadır. Tongra: Vücut kiri(Kaşgarlı, 2005: 578). Giresun: Domra. Vücut kiri. Topraq: Toprak ya da dünya(Kaşgarlı, 2005: 578). Giresun: Toprak; kara yer; mezar, dünya, ata. Yörede ölenler için şu deyimler kullanılır: “toprak aldı, toprağa verildi, toprağa girdi, başını toprağa soktu, toprak çekmiş,…” Topulgaq: Saz; bataklık otu(Kaşgarlı, 2005: 579). Giresun: Topuk otu. Kökü sert olan bir tür yabani ot. “Yayladan gelen koyun yünlerinde topuk otu var”. Topuz: Topuz yük: Binicinin üzerine rahatça oturamadığı yük ya da semer(Kaşgarlı, 2005: 579). Giresun: Topuz. Üzerine oturulduğunda veya yaslanıldığında insanı rahatsız eden çıkıntılar. İple sarılmış odun yükünün sırtı rahatsız etmesi durumunda; “Yük topuz olmuş” denilir. Toqaç: Yassı ekmek. Pide(Kaşgarlı, 2005: 579). Giresun: Pağaç. Yörede yapılan bir tür ekmek. Eski dönemlere nazaran unutulmaya yüz tutmuş yayla ekmeği. Bekletildikçe sert ve fazla katı olan bu ekmek yöresel deyimlere de girmiştir: “Pağaç gibi”: İnsan veya hayvanın eti veya derisi sıkı olanı için kullanılır. Toqıdı: O, kapıya vurdu(çaldı) (Kaşgarlı, 2005: 579). Giresun: Dokundu. Kapıya vurdu. “Dokun bakalım evde kimse var mı?”. Toqlı: Altı aylık koyun(Kaşgarlı, 2005: 581). Giresun: Toklu. Kuzudan büyük, ancak yaşına gelmemiş koyun. Dişi ve erkeğinde aynı terim kullanılır. “Elli tane toklu satmış!”. Torpı: Henüz bir yaşına gelmemiş buzağı(Kaşgarlı, 2005: 581). Giresun: Körpe. Yaşına gelmemiş kuzu veya dana. “Bu körpe kaç kilo gelir?”. Tos tos: Yumuşak bir şeye, örneğin keçeye ya da kumaşa vurulurken çıkan sesin yansıması(Kaşgarlı, 2005: 582). Giresun: Tos tos. Hassas bir yere vurulduğunda çıkan ses. Yörede, suratını asan kimseler için “tos tos/tos tos olmuş” deyimi kullanılır. Tögdi: Er tuz tögdi: Adam tuzu ya da başka bir şeyi ezerek öğüttü(Kaşgarlı, 2005: 583). 301 UKHAD 1 (3) 2015 Giresun: Döğdü. “Mazı(serendir) da darı dövüyorlar!”: Değirmene götürüp öğütmek için darı hazırlıyorlar. “Darı köteği: darıları tane haline getirmede kullanılan vurma aleti, kalın sopa”. Töklündi: Döküldü. Suw töklündi: Su döküldü. /Töklünmek(Kaşgarlı, 2005: 584). Giresun: Dökündü. Su dökündü: Çişini yaptı. “Adam yolun alt tarafına inerek su dökündü”. Töl: Döl. /Töledi: qoy töledi: Dişi koyun yavruladı. /Tölemek(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 584). Giresun: Tüledi. “Sandıkta güye(güve) tülemiş”. Bir şeyin ilk kez ortaya çıkışını anlatmada kullanılan ifade. “Ahırda yılan cücüğü(yavrusu) tülemiş”. Töngderdi: Döndürdü(Kaşgarlı, 2005: 585). Giresun: Döngderdi. Dönderdi. Dönzerdi. “Adam tarlada sabanı zorla döngderdi”. Töş: Göğüs kemiği(Kaşgarlı, 2005: 587). Giresun: Döş. Gögüs. “Döşüm ağrıyor!”. Töşeklik(töşeglik): Töşeglik barçın: Döşeklik kumaş(Kaşgarlı, 2005: 587). Giresun: Döşeklik için hazırlanan malzeme; yün ve bez. Töşeldi: Döşendi(Kaşgarlı, 2005: 587). Giresun: Döşendi; öldü, tanrıya teslim oldu. “Son sözlerini söylerken döşendi”. Döşedi: “Cansız bedenini ince bir yatağa döşediler”. Tulun: Şakak(Kaşgarlı, 2005: 590). Giresun: Şakak. Kulak ile göz arasındaki kısım. Tun: Sakinlik; dinginlik(Kaşgarlı, 2005: 591). Giresun: Dun; dundar. Sakin ve sessiz, kimsenin görmediği köşe için yörede bu sözcük kullanılır. “Kimse görmesin diye dundara geçti”. Tun: Tun ogul: İlk doğan(Kaşgarlı, 2005: 591). Giresun: Tunay. Yörede sıkça kullanılan bu ad, Türk kültür gelenekleri bağlamında ilk çocuğu ifade eder. Yöre geleneklerinde “oğul” yalnız erkeği değil, kız evladı da ifade etmektedir. Anne-babası evladına ağlarken, kız ya da erkek olduğuna bakılmaksızın “oğul” diye feryat eder. Ancak yörede “Tunay” adı genellikle erkek adı olarak kullanılmaktadır. Tuşandı: er adaqı tuşandı: Korkudan adamın ayakları kösteklenmiş gibi sabitlendi ve bacakları birbirine dolaştı(Kaşgarlı, 2005: 596). Giresun: Hışandı. Huşandı. Yörede “korkutmak için yapılan hareket” anlamında kullanılır. “Köpeğe hışanma, seni kapar(ısırır)!”. Tutug: Cin çarpması(Kaşgarlı, 2005: 598); Tutug: Rehine; teminat 302 UKHAD 1 (3) 2015 (Kaşgarlı, 2005: 598). Giresun: 1. Dutuk. Büyülenmiş, çarpılmış gibi davranan, suskun, kendini ifade edemeyen kimse. “Hiç bir iş göremiyor; çok dutuk bu!”. Yörede, arada bir çalışmada sorun yaşayan aletler için “dutukluk yapıyor” ifadesi kullanılmaktadır. “Değirmeni tamir ettiler ama arada dutukluk yapıyor”.2. Dutuk: Esir. “Dutuya almak” deyimi, bir malzemeyi emanet alıp geri vermemek anlamında kullanılan kinayeli bir deyimdir. “Bizim ipi dutuya almış adam, hala getirmedi”. Tutuş: Tartışma, çekişme –özel bir ad anlamına gelen tutuş sözcüğünden daha sert söylenir(Kaşgarlı, 2005: 599). Giresun: Dutuş. Tutuş. Kavga, çekişme, sözle veya fiili mücadele. “Babalarının malını paylaşamayınca bir dutuş ettiler”. Kava edeceklere kızan birisi “hadi dutuşun!” diye çıkışır. Yörede, edilen kavgayı sonradan anlatan “kavgaya başladılar” anlamındaki “bir dutuş tutturdular…” deyimini kullanır. “Dutuş” ile ilgili diğer yöresel deyimler ise şunlardır: “Kıçı dutuşmak: Ne yapacağını bilememek”. “Dutuşmak: Sabırsızca hareketlerde bulunmak”. Tuysuqdı: Er tuysuqdı: Adam aldatıldığını idrak etti(Kaşgarlı, 2005: 600). Giresun: Huysuttu. Huysuzlandırdı. Huysutmak: Şüpheli ve itici harekette bulunmak. “Elini kolunu sallayıp hayvanı huysuttu”. Tuyın: Cimri, eli sıkım adam. /Tuyuq: Cimri kimse. /Tuyuq: Kilitli(Kaşgarlı, 2005: 600). Giresun: Dutuk; kilitli, kapalı. “Eli dutuk”; cimri. “Birbirilerine çok dutuk”; birbirini tutan, arkasında duran kişiler için söylenir. “Dutukluk etmek”: kendi kendine çalışmaz olmak, kitlenmek. “Dutuk adam”; açık olmayan, pek konuşmayan kişi. Tü: Tüy(Kaşgarlı, 2005: 601). Giresun: Tüû. Tü. Tüğ; kıl, saç. “Tüğsü bozuk/tüğü bozuk”: Kendisinden her türlü adap dışı davranış beklenen kişi için kullanılır. “Kır tüğ”: Beyaz tüy/saç. “Tüğsü sarı”: Sarışın olan. Tüge: İki yaşına ulaşan buzağı(Kaşgarlı, 2005: 602). Giresun: Düve. İki yaşına ermiş inek. “Düve avulanmış(zehirlenmiş)!”. Tüledi: At(ya da başka bir hayvan) tüledi: At kışlık tüyünü döktü ve yeni tüy çıkardı(Kaşgarlı, 2005: 603). Giresun: Tüğlendi. “İnek tüğlendi”: İneğin yeniden tüyü çıktı. Tülek: Hayvanların kışlık tüylerini döktükleri mevsim. /Tülek: Kışlık tüylerini döken hayvan(Kaşgarlı, 2005: 603). Giresun: Tülek. Kanatlı hayvanların tüyü. “Tavuklar buraya hep tülek dökmüşler”. 303 UKHAD 1 (3) 2015 Türdi: Dürdü. /Türgek: Bohça(Kaşgarlı, 2005: 605). Giresun: Dürdü. Katladı manasında kullanılır. Yörede kullanılan diğer biçimleri şöyledir: “Dürmen”: Katlanmış kumaş veya benzer esnek şey. “Dürmeç”: Katlanmış nesne. “Çadırı dürmen et”. Tüşük: Miskin, aylak kimse(Kaşgarlı, 2005: 611). Giresun: Düşük. “Düşük adam”: Değersiz, ahlaksız kimse. Yörede yemin edilirken de şu söz kullanılır: “En düşük adam olayım ki…” Tütek: İbrik ya da semaver gibi şeylerin ağzı(Kaşgarlı, 2005: 611). Giresun: Düdek. Olgunlaşmamış meyvenin sivri ve küçük hali. Meyvenin “tüttüğü” var olduğu aşamayı ifade eden sözcük. “Düdekleri yolmuşlar!”. Tütün: Duman(Kaşgarlı, 2005: 611). Giresun: Tütün. Yanan herhangi bir şeyin dumanı. “Gözüme tütün gitti”. Tüwek: Yaş söğüt ağacının dalının kabuğu çıkartılır. Böylece bir üfleme borusu ortaya çıkar. Bu bir boru gibidir. İçine fındık ya da yuvarlak şeyler konur ve üflemek suretiyle bu taneleri atarak küçük kuşları vurmak için kullanılır. Böylesi bir boru kamıştan da yapılabilir(Çiğil lehçesi)(Kaşgarlı, 2005: 611). Giresun: Tevek. “Tevek” sözcüğü yörede kabak veya salatalık bitkisinin içi boş olan uzun gövdesidir. Muhtemelen yukarıda verilen, Kaşgarlı divanında geçen “tüwek” sözcüğünün yörede anlam değişikliğine uğrayarak kullanılışı “tevek” haline dönüşmüştür. “Kabak tevekleri yola uzamış”. 21. U Harfi İle Başlayanlar Uçlandı: Bir şey sivrileşti. Ucu oluştu(Kaşgarlı, 2005: 613). Giresun: Çıban, sivilce gibi iltihaplı kabarcıkların olgunlaşarak sıvısının uca doğru ilerlemesi durumuna yörede “uclandı” denilmektedir. “Çıban uclandı”. Udluq: İnek ahırı(Argu lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 614). Giresun: Otluk. Hayvanların kışın yemesi için toplanan otların şadırvan şeklinde birbirine sarılarak bekletilir. Buna “otluk”, “çardıman” veya “çömen” denilmektedir. “Otluklar kışa hazır”. Uduzlug: Uyuz olan kimse(Kaşgarlı, 2005: 616). Giresun: Uyuz. Hal ve hareketleri ağır ve anormal olan kimseye mecai olarak verilen ad. “Çok uyuz adamdır!”. Yörede “uyuzluk” adında bir ağaç türü mevcuttur. Üzerinde küçük benekler olan bu ağaç, uyuz hastalığının insan derisinde bıraktığı izleri andırmaktadır. Dolayısıyla bu adın, bu ağaca konulmuş olması tesadüf değildir. “Uyuzluk dallarını kesip, ineklere yedirdi”. 304 UKHAD 1 (3) 2015 Ulag: Beyin emriyle bir habercinin hizmetine koşulan ve habercinin böylesi başka bir ata ulaşana kadar bindiği at(Kaşgarlı, 2005: 618). Giresun: Ulak. “El ulağı”: Hizmetçi anlamında kullanılan sözcük. “Git kendin al, senin el ulağın değilim!”. Uluq: Yağır; atın iki omzu arasındaki bölge(Kaşgarlı, 2005: 620). Giresun: Uluk. Yörede çoğunlukla yabani hayvanlar olmak üzere uzun ve büyük vücutlu hayvanların geneline “uluk” denir. “Koca uluk”: Koca hayvan. Ayrıca hakaret için kullanılır: “Uluk seni!”. Urı: Urı oglan: Erkek çocuk(Kaşgarlı, 2005: 623). Giresun: Ura. Erkekler için kullanılan seslenme sözü. “Gel ura buraya!”. Urq:/Uruq: İp sözcüğünün kısaltılmış biçimi(Oğuz lehçesinde). Bu, Arapçadaki ung ve unug (boyun) sözcüklerindeki hafifletmeye benzer(Kaşgarlı, 2005: 623). Giresun: Urgan. Irgan. Büyükbaş hayvanların boynuna takılan bağ, kalın ip. “İneğin urganını çözdün mü?” Urug: Herhangi bir şeyin tanesi. Ekilen tohuma da urug denir(Kaşgarlı, 2005: 623). Giresun: Uruk. Ur-ufak. Yörede bir şeyin parçalara ayrılması için kullanılan sözcüktür. “Ekmeği ur-ufak etmişler!”. Ufalamak: Bir şeyi parçalarına veya tanelerine ayırmak. “Darı ufalamak”: Değirmene götürmek üzere darıların tanesini çıkarmak. Usdum: Men ayla usdum: Ben öyle sandım(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 625). Giresun: Usma. Osma. Kıyaslama yapanlara söylenir: “Beni ona usma!: Beni onun gibi sanma!”. Uşaq: Uşaq neng: Küçük olan şeyler(Kaşgarlı, 2005: 626). Giresun: Uşak. Küçük erkek çocuk. “Bu uşak senin mi?”. Uyaz: Küçük sivrisinekler.(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 629). Giresun: Üvez. Küçük sinekler. “Kollarımı üvez ısırdı!”. 22. Ü Harfi İle Başlayanlar Üdlendi: yılqı üdlendi: Kısraklar kızıştı(Kaşgarlı, 2005: 632). Giresun: Öğürsedi. Öğörsedi. Büyükbaş hayvanların çiftleşme sürecinde içinde bulundukları durum. Buna yörede “öğürsemek” denir. “Öğörsek inek”. Ügridi: Uragut beşik ügridi: Kadın beşiği salladı(Kaşgarlı, 2005: 633). Giresun: Üğrüdü. Üûrüdü. Beşiği veya benzer bir şeyi sağa sola hareket ettirmek. “Beşik üğrümek”: Beşik sallamak. “Kardeşlerinin beşiğini 305 UKHAD 1 (3) 2015 hep o üğrüdü”. Ükme: Üst üste yığılmış, biriktirilmiş herhangi bir şeyi anlatmak için kullanılır./Ükmek: Yığılmış, biriktirilmiş olan herhangi bir şey(Kaşgarlı, 2005: 635). Giresun: Yığma. Toparlanarak üst üste yığılmış olan şeyler. “Bahçede yığma yakıyorlar”. Üşdi: O, bir delik açtı(Kaşgarlı, 2005: 640). Giresun: Üşdü. Üştü. Yörede “oyma”, “delme” anlamında kullanılan sözcük. “Sana dokunursa onun gözlerini üşerim!”. Ütti: Yaktı(Kaşgarlı, 2005: 642). Giresun: Üttü. Üteledi. Ütüledi. Ütedi. Bu sözcükler yörede “yaktı” anlamını karşılamaktadır. “Sobaya yakın durdu, kazağını üteledi”. 23. V Harfi İle Başlayanlar Va: Reddetme ilgeci(Kaşgarlı, 2005: 644). Giresun: Va. Tek başına ve ikileme şeklinde yörede kullanılan bu sözcük, ikileme olarak kullanıldığında “itiraz, reddetme” anlamı verir: “Va yok!”. Tek başına ise “va!” diye kullanılır: “Va naâber(ne haber)!” Xalaç: Türkmen(Kaşgarlı, 2005: 645). Giresun: Halaç. Yörede yerleşik olarak yaşayan bir Oğuz boyunun adı: Tirebolu-Halaçlı köyü. 24. Y Harfi İle Başlayanlar Ya: Bkz. Va(Kaşgarlı, 2005: 646). Giresun: Ya. “Yahu” anlamı veren, itiraza ve redde yönelik cümlelerin başında kullanılır. “Yaâ sen deli misin!”. “Va” ile de söylenir: “Va sen deli misin!”. Yah: Evet, peki anlamında söylenen sözcük(Kaşgarlı, 2005: 651). Giresun: Yah. İç geçirerek, acıyarak söylenen tasdik sözcüğü: “Yah, annesi ölmüş!”. Kinayeli cümlelerde vurgu sözcüğüdür; onaylayıcı gibi olup zıddını ima eder: “Yah, en güzel sensin!”. Ayrıca sözcük grubu içinde de yer alabilir. “Ne demezsin!” anlamındaki şu yöresel çıkış söylemi, bu duruma örnektir: “Güzellik de sana kaldı, yah anam yah!”. Yaldrıg(yoldrıg): Tıpkı cilalanmış bir kase ya da benzer bir şey gibi ışıldayan nesne. Süslenip püslenmiş bir kadına da yaldrıg eşler denir(Kaşgarlı, 2005: 652). Giresun: Yaldırîk. “Yaldır yaldır etmek”; parlamak. “Yaldırîk” sözcüğü yörede üzerinde parlayan şeyler bulunan nesneler için kullanılır: “Bu etek çok yaldırîk”. “Yaldır yaldır etmek”: Yüzüne nur inmiş gibi, yaldır yaldır 306 UKHAD 1 (3) 2015 ediyor yüzü!”. Yalgandurdı: Er yalgandurdı: Adam birini yalan söylemekle suçladı(Kaşgarlı, 2005: 653). Giresun: Yalancı çıkardı. Bir kimsenin söylediklerini yalanladı. “Durduk yerde yalacı çıkardılar kadını!”. Yalıglandı: Taquq yalıklandı: Horoz ibiklendi. Atın yelesinin uzamasını anlatmak için de bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 653). Giresun: Yaldıklanmak. Hoş görünmek için çaba sarf etme eylemi. Yaldıkçı: Herkese hoş ve sevimli görünmeye çalışmayı huy edinmiş kişi. “Yaldıkçının tekidir o!”. Yalın: Alev(Kaşgarlı, 2005: 653). Giresun: Yalavu; Ateş. “Ateş yalavu içinde olmak”: Ateşi çok yükselmek. “Yalavu gibi”: Hızlı, kızgın kimseler için kullanılır. Yalnguq: Cariye. (Oguz, Qıfçaq ve Suvar lehçeleri) (Kaşgarlı, 2005: 654). Giresun: Yalkuk. Kabağın veya salatalığın içindeki yumuşak yer. “Kabak yalkuğu gibi gevşek!”. Yamag: Yama(Kaşgarlı, 2005: 656). Giresun: Yamak. Kıyafetin yırtık yerine dikilen parça bez. “Yamaklı entari”. Yanıg: Kusma(Kaşgarlı, 2005: 658). Giresun: Yanıgara. Sığır ve koyunlarda görülebilen bakteri hastalığı. Yöresel bir beddua: “Ağzında yanıgara çıksın!”. Yanlıq: Çoban heybesi(Kaşgarlı, 2005: 658). Giresun: Yemlik. Çobanın, sürüyü otlağa götürürken yanında taşıdığı yem torbası. “Yemlik yitmiş mi?”. Yapaqu: Kırpık yün; yapağı(Kaşgarlı, 2005: 660). Giresun: Yapaâ. Yapağı. Koyundan kesilmiş yün. Bir koyundan alınan yün. “İki yapağı yünü var”. Yar: Suların açtığı yarıklar ya da uçurum./yar: Salya(Kaşgarlı, 2005: 664). Giresun: 1. Yar; toprağın su oranının yükselerek göçmesi sonrası ortaya çıkan afet. Bu olgu yörede çoğu mevkinin adlandırılmasında esin kaynağı olmuştur: “Yar Tarla”: Espiye-Çepniköy’de mevki. “Yarın Başı”: “Espiye-Çepniköy’de mevki. 2. Konuşurken ağızdan istemsiz ve sürekli gelen su. Bu durumu yaşamakta olan kimselere “yarlı ağız” diye ad takılır. Ayrıca bebeklerde sık görülen bu duruma karşı “yarlık” adında ipli bir bez kullanılmaktadır. Yarım: Herhangi bir şeyin yarısı(Kaşgarlı, 2005: 666). Giresun: Yarım. Yarıda olan. “Saat yarım”: Gün ortası için kullanılır. 307 UKHAD 1 (3) 2015 “Yarım adam”: Organlarından biri veya birkaçı işlevini yitirmiş olan kişi. “Yarım olmak”: Sakatlanmak. “Yarım etmek”: Birini sakatlamak. “Yarım olmak”: Tarladaki işi, herhangi bir nedenden ötürü yarıda bırakmak zorunda kalmak. Yatıq:/Yatıg: Uyku(Kaşgarlı, 2005: 674). Giresun: Yatuk. Uyuyan. İşe yaramayan. “Bu piller yatuk, atın!”. Yatuq: Atılmış, unutulmuş, terk edilmiş(Kaşgarlı, 2005: 674). Giresun: Yatuvan: Yatalak. Bakımsız kalan. Yöresel bir beddua: “Allah seni yatuvan etsin!”. Yawaş: Yawaş kişi: Yumuşak huylu, mülayim kimse(Kaşgarlı, 2005: 675). Giresun: Yavaş. Sakin ve sessiz huylu olan kişi. “Bu kız çok yavaş!”. Yaylag: Yayla, yaz otlağı(Kaşgarlı, 2005: 678). Giresun: Yayla. Giresun yöresinde her köyün bir yaylası bulunmaktadır. Yazın köylülerin büyük kısmı yaylalara çıkarak, obalara yerleşirler ve hayvancılıklarını geniş ve suyu bol yaylalarda sürdürürler. Yaylattı: Yazı geçirmesi için dağa yerleştirdi(Kaşgarlı, 2005: 678). Giresun: Yaylattı. Yayla yaptırdı. “Torunlarını ve koyunlarını yaylattı”. Yazlattı: O, koyununa yazı, yaz otlağında geçirtti(Kaşgarlı, 2005: 679). Giresun: Yazlattı. Yazı geçirmesi için uygun bir yer buldu. Yayla veya mezralarda hayvanların yazı verimli geçirmesini sağladı. “Koyunu nerede yazlattın?”. Yazuq: Günah(Kaşgarlı, 2005: 680). Giresun: Yazuk. Yazık. Günah. “Ananın ahını alma, yazıktır!”. Yel: Cin(Kaşgarlı, 2005: 681). Giresun: Yel; cin veya bilinmeyen doğaüstü zararlı unsur. Yel bağlama: Cin bağlama. Nedeni bilinmeyen ağrılara karşı yörede “yel bağlama” uygulaması bulunmaktadır. Bu uygulama, işi bilen birinin bir ipi okuyup düğümleyerek bilezik şeklinde koluna takması şeklinde gerçekleştirilir. Yel ağrısının genellikle bileklerde nüksettiği yörede kabul görmektedir. “Kadın bileğine yel bağlattı”. Yelü: Tayları bağlamak için kullanılan ip. Kısraklar kımız için sağılacağı zaman taylar tek bir ipe bağlanır, böylece kısraklar sağılmak için onların etrafına toplanır(Kaşgarlı, 2005: 682). Giresun: Yelü. Yalı; yörede eski kullanımı “at yetiştirilen geniş düzlük” şeklindedir. Hatta bir rivayete göre Espiye ilçesinin “esb(at)-i yelü” kökeninden geldiği kabul görmektedir. Ancak Espiye adının “Hestia” adından geldiği yönünde de güçlü deliller bulunmaktadır. Yem: Yiyecek(Kaşgarlı, 2005: 683). Giresun: Yem. Hayvanların yiyeceği tahıldan elde edilen yem. Ancak 308 UKHAD 1 (3) 2015 bazen insanlar için de kullanılır ki, bu genelde ikileme şeklinde görülür: “Yem yiyecek bulamadılar!”. Yenik: Herhangi bir şeyin hafif olanı(Kaşgarlı, 2005: 684). Giresun: Yenglik. Yeylik. Ağır olanın karşılığı. “Yükünüzü yeylik vurun(yapın)!”. “İşi yengliltmek”: Bu deyim yörede “bir işi kolaylaştırmak, büyük oranda işi bitirmiş olmak” anlamında kullanılır. Yer: Dünya, yer toprak anlamında kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 685). Giresun: 1.Yer. Sahip olunan arazi. “Yer atadır, satılmaz!”. 2.Toprağın üstü. “Yazın yaş yere kışın taş yere oturma”. 3.Toprağın altı; mezar, kara yer. “Kara yer alsın seni!”, “Kara yere git!”: Öl! Anlamında kullanılan yöresel beddualardır. Yerük: Çatırtı. Yerük eşler: Cinsel organ(vajina) ile gödenbağırsağını (rektum) ayıran bölgenin, iki uzuv arasındaki aralığın yırtılmasına maruz kalan kadın(Kaşgarlı, 2005: 686). Giresun: Yerük. Aşerme durumuna yörede “yerük” denir. “Yerük çekmek”: Aşeren kadının ansızın gelen bir şey yeme isteği. “Yerüklü”: Aşeren kadın. “Yerüklü müsün!”: Durduk yerde canı olmadık bir şeyi isteyen kişiye söylenen çıkışma sözü. Yerük Neng: Uzunlamasına yarılarak güzelliğini yitirmiş herhangi bir şey(Kaşgarlı, 2005: 687). Giresun: Geêrük. Gerilmiş, çatlamış, ayrılmış ve işe yaramaz hale gelmiş nesne. “Bu ağaç geêrükmüş, tahta olmaz!”. Yılgun: Ilgın./Yılgunlandı: Yerde ılgın bitti(Kaşgarlı, 2005: 691). Giresun: Yılgun. Yörede bir tür yabani ot. Yılgunluk: Espiye ilçesine bağlı Çepniköy’de mevki adı. “Yılgunluk birkaç defa yandı”. Yılışdı: Ilıdı(Kaşgarlı, 2005: 692). Giresun: Ilışdı. Sıvı bir şey ılıdı. Ilıştırdı: Ilıttı. “Abdest suyu ılıştırmaya gitti”. Yılqı: Bütün dört ayaklı hayvanlara verilen ad(Kaşgarlı, 2005: 692). Giresun: Yılkı. Yörede at anlamında kullanılır. Ayrıca hızlı giden hayvanların hızını tasvir etmede “yılkı gibi gidiyorlar” sözü kullanılır. Yigrendi: İğrendi(Kaşgarlı, 2005: 695). Giresun: Yiğrendi. İğrendi. Yiğrendürdü: İğrenmesine neden oldu. “Çocuğu sütten yiğrendürdüler!”. Yitük: Başıboş kaybolmuş hayvan(Kaşgarlı, 2005: 697). Giresun: Yitük. Kaybolmuş insan veya nesne. “Anahtarım on gündür yitük”. Uzun zamandır ortalarda görünmeyen kişiye kinayeli bir biçimde şöyle derler: “Gel bakalım yitük, nerdeydin!”. Ayrıca yörede kaçan kızlar için de 309 UKHAD 1 (3) 2015 “yitük” sözcüğü kullanılır. Kaçan kızın nerde olduğunu ailesine haber veren kişiye “yitükçü” denir. Bu kişi, kızın ailesine gider ve “yitüğünüz bizde!” diye haber verir(Kaya, 2007: 9). Yodtı: Kiri silip temizledi(Kaşgarlı, 2005: 698). Giresun: Yudu. Yıkadı, temizledi. “Elini yu da yemeğe gel!”. Yogrum: Bir kerede yoğrulacak miktarda un(hamur) (Kaşgarlı, 2005: 699). Giresun: Yuğrum. Yuûrum. Bir defada yoğurulacak kadar un: “Bir yuğrum hamur”. Yolaq: Çöldeki küçük yol(Kaşgarlı, 2005: 700). Giresun: Yolak. Küçük veya geçici patika yol. Giresun yöresinde az kullanılan bu terim, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yaygındır: “Evlerinin önü yoldur yolaktır/Başımızda dönen dektir dolaptır…” şeklinde başlayan ve içinde “yolak” sözcüğü geçen halk türküsü Şanlıurfa yöresine aittir. Yoldrıdı: Parladı(Kaşgarlı, 2005: 700). Giresun: Yaldıradı. Yıldıradı; parladı. “Kazanın dışındaki isleri öyle bir yıkadı ki kazan yaldıradı”. Yonındı: Yonga, talaş. Yonuldı: Yontuldu(Kaşgarlı, 2005: 701). Giresun: Yonuntu. “Ağaçta bir yonuntu var, acaba kim yaptı?”. Yonga: Ağaç kabuklarının gövdeden sıyrılması işlemi. “Yonga getir de ateş yakalım!”. Yorbaş: Bkz. Borbaş(Kaşgarlı, 2005: 702). Giresun: Vaybaş. Serseri, kendi halinde şımarık davranışlarda bulunan kimse. “Bu oğlan çok vaybaş, çok!”. Yöre: Bir şeyin yakın çevresindeki alan(Kaşgarlı, 2005: 705). Giresun: Yöre. Değirmen taşının kenarlarında kalan una “yöre unu” denilmektedir. Bu unlarda, daha önce burada öğütme yapan kişilerin darısının da payı olacağı düşüncesiyle, “yöre unu yenmez, eve getirilmez, getirilse de hayvanlara verilir” inanışı yörede mevcuttur. Fındık toplarken, “ocağın(fındık ağacının) yanını yöresini iyi kontrol edin, fındık kalmasın!” gibi cümleler çokça duyulur. Yörgedi: Sardı./Yörgendi: Sarıldı./Yörgetti: Sardırdı(Kaşgarlı, 2005: 705). Giresun: Yörekledi. “Yörek bağı”: Bebeği beşiğe sarmaya yarayan dokuma kalın ipler. Buna aynı zamanda yörede “belek bağı” da denmektedir. “Bebeğin yörek/belek bağını kim dokudu?” Yudı: Yıkadı(Kaşgarlı, 2005: 706). Giresun: Yudu. Yıkadı. “Dereye inince elini yüzünü yudu”. Yundı: Yıkandı(Kaşgarlı, 2005: 711). Giresun: Yundu. Yundu yaykandı. “Yunup yaykanmak”: Vücudunu 310 UKHAD 1 (3) 2015 veya evini kapsamlı bir şekilde yıkama, temizleme işlemini anlatmada kullanılan deyim. Yörede şöyle bir beddua vardır: “Allah yüzünü yusun senin!”. Yüng: Yün(Kaşgarlı, 2005: 711). Giresun: Yün^g. Yüy. “Bu ne yün^gü; koyun mu kuzu mu?”. Yuq: kasedeki yemek artığı. Bulaşık artığı. Buradan hareketle “uzak bir akraba”ya yaq yug qadaş; bu ifade “o, bize, yemek artığının kaseye yapışık olduğu gibi gevşek bir biçimde yapışıktır” anlamına gelir(Kaşgarlı, 2005: 712). Giresun: Yok. Yog. Bir kaba bulaşan yemek veya başka bir şeyin bulamacı ya da bıraktığı lekesi. “Tekne hamur yoku olmuş, yıkansın!”. Yuvug: “Sel suyunun yuvarladığı iri kaya parçaları” anlamına gelen yuwug sözcüğünün değişik bir sesletimi(Kaşgarlı, 2005: 713). Giresun: Yıkuk.Yığuk. Sel afetinin zarar verdiği yığıntı ve yıkılmışlıkları ifade etmek için kullanılır. “Son taşkından sonra burada yıkuk/ yığuk oluştu”. Yuwlundı/Yuwuldı: Bir şey yuvarlandı(Kaşgarlı, 2005: 714). Giresun: Yuğlandı. Yuûlandı. Yuvarlandı. “Çocuk bahçeden yuğlandı”. Yuvga: Katmerli yufka(Kaşgarlı, 2005: 713). Giresun: Yuka.Yuûka. Yufka, börek. Yörede askere gidecekler için, düğün için veya herhangi bir şekilde uzun yola gidecekler için hazırlanan açkı, hamur işi. Önemli kişileri ziyarete giderken eskiden börek hazırlanıp beldeki bir kuşağa yerleştirerek söz konusu kişiye gidilip hediye edilirdi. Bu işleme “börek bağlamak” denilmektedir. Ayrıca önemsenmeyen kişinin naz etmesine tepki veya sitem olarak da şu kinaye sözü söylenir: “Börek mi bağlayalım, geleceksen gel!”.Bununla birlikte, yörede “yağlı yuka kesmek” deyimi de “bir konuda sert bir tavır sergiledikten sonra bu tutumundan vazgeçip, yumuşayan kimselerin hali” için kullanılmaktadır. Yuwqa: Bir şeyin ince olanı(Kaşgarlı, 2005: 714). Giresun: Yuka. İnce ve gevşek olan. 1.“Yuka toprak”: Gevşek toprak. “Yuka yerlere basma!”. 2. “Yüreği yuka”: Hassas olan kimse için söylenir. “Babasının yüreği yuka, hemen ağlar!”. Yügrük: Yügrük at: iyi koşan at. Oğuzlar “akıllı ve ferasetli bir alim”e yügrük bilge derlerdi(Kaşgarlı, 2005: 716). Giresun: Yüğrük. Yörede daha çok bir konuda hızlı olan, ustalıkla davranan kişi için kullanılır. “Yemeye yüğrük”: Yemek yemeyi çok sevenler için yörede kullanılan bir deyimdir. Yüksek: Yüce dağ(Kaşgarlı, 2005: 717). Giresun: Yüksek. Yümsek. “Yümseğe çık da seslen, seni o zaman duyarlar!”. 311 UKHAD 1 (3) 2015 25. Z Harfi İle Başlayanlar Zaq zaq: Koçları tos vurmaya teşvik etmek için kullanılan bir kışkırtma ifadesi(Kaşgarlı, 2005: 720). Giresun: Bük-bük. Koçları kavga ettirmek için kullanılan söz. “Bük etmek: Koçu kızdırmaya çalışmak” deyimi de yörede kullanılmaktadır. SONUÇ VE ÖNERİLER Giresun yöresi iskânının yüzlerce yıllık Oğuz göçleriyle şekillendiğinin bir göstergesi olan Giresun’un gündelik dili, kırsalda halen yerini korumaya devam etse de ilçe merkezlerinde unutulmaya başlanmıştır. Bunda modernleşmenin getirdiği kitle iletişim araç-gereçlerinin rolü büyüktür. Bu nedenle görsel ve işitsel içerikli medyanın yöre halkı üzerindeki etkisiyle gündelik dilde “modernleşme” adı altında hızla değişim yaşanmakta ve eski Türk kültüründen taşınan söz varlığı nostaljiye dönüşmektedir. Kaşgarlı Mahmut’un eserinde yer alan farklı kategorilerdeki sözcüklerin, geçmişi aydınlatmada olduğu gibi bugün ve yarın için de önemi büyüktür. Türk dilinde birçok sözcüğün simgelediği somut ve soyut unsurların eski Türk yaşantısıyla sabitlendirilmesinin yanlış olduğu, bugünkü Giresun yöresinin gündelik dilinde yer alan zengin söz varlığından da anlaşılabilir. Kısaca; yörede kullanılmakta olan eski Türkçe sözcüklerin büyük çoğunluğu bugün gündelik yaşamda yer alan eşya, araç-gereç adlarını yansıtmıyor olabilir, ancak yüzyıllarca bu sözcüklerle kodlanmış “duygudurum”lar, değişken olmayan ruhani değerler ve milli hafızanın ifade edilmesinde bu durum geçerli değildir. Aynı değeri söz konusu adlardan doğan “isimden-fiil”ler için de kabul etmek mümkündür. Şöyle denilebilir ki; Divan-ı Lügati’t-Türkte geçen ve Giresun yöresinde kullanılan eski Türkçe sözcüklerin yöredeki ömrü, sosyal hayatın getirdiği değişimlere göre biçimlenmektedir. Yer adlarına yansıyan sözcükleri ise bu kartegoriye tabi tutmak pek mümkün değildir. Bu hususta bazı örnekler vermek yerinde olacaktır: (DLT) Qıftu: Yün kırpma, kesme aleti. Giresun’da buna “kırklık” denir ve hala yöre kırsalında bu alet kullanılır. (DLT) Oçaqlık: Ocaklı ev. Giresun’un eski evlerinde “ocaklık” adlı bir böüm vardır. Bugünkü Giresun mimarisinde artık kullanılmamaktadır. Mevcut eski evlerde görmek mümkündür. Modern bina tarzlarının tercih edilmekte olması ve eski mimarinin geçerliliğini yitirmesiyle “ocaklık” git gide unutulmaktadır. Çünkü ihtiyaçlar değişmiş, kültür değişmiştir. (DLT) Çetük: Dişi kedi. Bugün Giresun yöresinde tek başına kullanılmayan 312 UKHAD 1 (3) 2015 bir sözcük. “Enük çetük” şeklinde ikileme olarak kullanılır. Yani “çetük” tek başına kullanılmamaktadır ve ikileme hali ise unutulma aşamasındadır. (DLT) Boz: Açık toprak rengi. Yörede aynı anlamda kullanılmaktadır. Ancak bugün “boz” yerine daha çok “kül rengi, açık kahve, gri” gibi ifadeler kullanılmaktadır. Kullanım oranı kırsalla sınırlıdır. (DLT) Agırşuk: İp sarmalı. Giresun’da “ağarşak” denir. Kullanım oranının son yirmi yılda oldukça düştüğü gözlemlenmektedir. Buna oranla adı artık herkesçe bilinmemektedir. (DLT) Yün^g: Yün. Giresun yöresi ağzında “yüy” biçiminde de söylenir. “Yün”ü kullanma ihtiyacı her zaman var olduğundan sözcük her yerde kulanılmaktadır. (DLT) Yörgedi: Sardı. Çevresini sardı. Giresun’da “yörek bağı” denilen beşiğe bebek belenirken kullanılan dokuma ipin adı, Kaşgarlı’nın eserinde geçen bu fiille ilgilidir. Yörek bağı, modern beşiklerin yaygınlaşmasıyla unutulmaya yüz tutmuştur. Bugün yalnız kırsal kesimde kullanılmaktadır. (DLT) Tişedi: Tegirmen tişedi. Giresun’da “dişedi” biçiminde söylenir. Bugün eski tip değirmenlerin giderek azalması ve bakım-onarımının veya tamirinin unutulmaya başlamasına binaen bu sözcük de yalnız yaşlılar tarafından bilinmektedir. Darı ununun yerine artık sanayi ürünü olarak üretilen buğday ununun tercih edilmesi önce değirmeni, sonra da değirmenle ilgili terimlerin adlarını unutulmaya terk etmiştir. (DLT) Barça: Tümü, hepsi. Giresun’da Barça ve Barça Çakırlı adında iki köy bulunmaktadır. Bunlar ihtiyaçtan ziyade yer adı olduğu için, yaşatılması daha kolay eski sözcüklerdendir. (DLT) Halaç: Halaçlu adındaki Türk boyu. Tirebolu’da köy adı. (DLT) Eymür: Eymür adındaki Türk boyu. Tirebolu’da köy adı. (DLT) Kez: Okun üzerindeki çentik. Bugün silahların üzerinde bulunan “gez” adı buradan gelmektedir. Oktan silaha geçiş yapılmış, “kez” sözcüğünün anlamında bir aktarım yaşanmıştır. (DLT) Köçti: Ordu hareket etti. Giresun’da “göçmek”, yer değiştirmek anlamında kullanılır. Evini taşıyan ve vefat eden kimseler için “göçtü” tabiri kullanılır. Bunun dışında yıkılan bir mesken için de “göçtü” ifadesi kullanılır. Bu da göstermektedir ki; göç Türklerin sosyal yaşantısında eskiden beri “hareket”i ifade eden değişmez yargılardan biridir. (DLT) Kökerdi: Gök rengini aldı. Giresun yöresinde hala kullanılmaktadır. Gök(göğ) Türklerde eskiden beri önem arz eden renklerden biridir. Yörede yüzlerce yıldır aynı adla anılan ve içinde “gök” geçen birçok dağ, tepe, mevki ve köy adı bulunmaktadır. 313 UKHAD 1 (3) 2015 (DLT) Oba: Kavim, oba. Giresun’un yayla kültüründe köklü bir Türk geleneği olarak süregelen yaylacılık kültürüyle ilgili bir terimdir. Yaylalar birçok köylerin yazlakları olsa da oba genellikle bir köyün, birbirine yakın birkaç sülalenin birlikte mesken tuttuğu yazlaklardır. Yaylacılık ve obacılık, yörenin yaşamakta olan ve kökü en derin olan geleneklerindendir. (DLT) Çıwı: Cin topluluğu. Giresun yöresinde bu biçimiyle bilinmese de bu sözcükten türemiş bir fiil kullanılır: “çıwızlandı”. “Çocuk dün gece çıwızlandı”. Bu ifade “çocuğa dün gece cinlerin musallat olduğunu ve çocuğu rahatsız ettiklerini, bundan ötürü çocuğun korkarak uzun çığlıklar attığı” anlamında kullanılmaktadır. Ancak, modern yaşamda kırsala hapsolmuş ve kullanımı kısıtlı hale gelmiş olan “inanışlar” kategorisindeki bu cümleyi bugün elli-altmış yaşını aşkın kimselerden derlemek mümkün olmaktadır. Türk diline ve kültürüne kaynaklık eden en önemli eserlerden biri olan Divan-ü Lügati’t-Türk’te, bu çalışmada görüldüğü üzere; Türk toplumunun sosyal yaşantısıyla ilgili birçok imge bulunmaktadır. Bunların içinden toplumun günlük yaşantısı ve bireylerin çeşitli durumlardaki davranış ve faaliyetleriyle ilgili önemli antropolojik bulgular elde etmek mümkündür. Kaşgarlı’nın eserinde, çocuk oyunlarından, bir insanın ölüm anına ve sonrasında yapılan uygulamalara, ziraata, hayvancılığa kadar sosyal yaşamın birçok alandaki izlerine rastlanabilmektedir. Bununla birlikte söz konusu eserde, çeşitli gelenek ve uygulamaları içeren kısa ifadelere ve Türklerin İslam’la kaynaştıkları sürece ayna tutan bilgilere rastlamak mümkündür. Bu bağlamda çalışmamızdan doğan bazı öneriler bulunmaktadır: 1-Türk kültürünü ayrıntılı bir biçimde öğrenmek ve öğretmek adına tüm Anadolu kırsalında kapsamlı bir etüt sonrasında sözel ve görsel veriler elde ederek bunların bilimsel analizleriyle birlikte çalışmalar yapmak gerekir. 2-Divan-ü Lügati’t-Türk’ü, Türkçenin bilinen en eski ve kapsamlı sözlük olmasından ötürü temel alarak, Anadolu kırsalının tamamında antropolojik, tarihi, sosyal ve kültürel çıkarımlarda bulunmak: Renk, meyve, sebze adları ve yansımaları, aile terimleri, coğrafi terimler, insan ve hayvanın genel davranışlarına ait sözler, seslenmeler ve ünlemler, sevgi sözleri, dağ, taş, mevki, mahalle, köy, belde ve kaza adlarını, ayrıca bunların dışındaki sosyal antropoloji alanına giren maddi-manevi tüm unsurların adlarını ve yorumlanışının eski dönemlerde ve bugünkü biçimleriyle bilimsel çalışmalarının yapılması gerekir. Böylelikle tarihsel süreçte Türk kültürünün tanınmasında ve tanıtılmasında kapsamlı bir özü harmanlayarak Türk sosyal antropolojisinin derin köklerine sağlam bir yöntemle ulaşabilmeyi kolaylaştıracaktır. 314 UKHAD 1 (3) 2015 NOTLAR (1) Bu husus yalnız Giresun’da değil Anadolu’nun tüm coğrafi bölgelerinde gözlemlenebilmektedir. Divan-ü Lügati’t-Türk’te geçen ve günümüz Anadolu Türkçesinde varlığını korumakta olan binlerce sözcük bulunmaktadır. Bu konuda ayrıca bkz: Akar, 1999: 106-130. (2) Eserin tam künyesi: Mahmut, Kaşgarlı (2005), Divan-ü Lügati’t Türk, Çeviri-Uyarlama-Düzenleme: Seçkin Erdi ve S. Tuğba Yurteser, İstanbul: Kabalcı Yayınları. (3) Yöre ağzının Kıpçak lehçesi ile ilişkisi konusunda ayrıca bkz: Can, 2001: 189-194. (4) DLT’de geçen “en-e-di” sözcüğü ve bunun dışında birçok sözcüğün Çince kökenli olabileceğine yönelik bir çalışmanın künyesini de burada nakletmek gerekir: Sertkaya, 2009: 19. (5) DLT’den Türkiye Türkçesine uzanan süreçte kekre(deve) sözcüğüyle ilgili sözlü kültürün değerlendirilmesi konusunda ayrıca bkz: Torun, 2012: 1995-2002. (6) Gök(kök) sözcüğü DLT’de 22 kez kullanılmıştır. Bkz: Bayat, 2007: 75. KAYNAKÇA 1.Kitap, Makale Ve Bildiriler Balcı, Sezai (2012), “Divan-ü Lügati’t-Türk’te Geçen ve Giresun’da Kullanılan Kelimeler, http://www.dogankentgazetesi.com/makale/yrddocdr sezaibalci/divan-i-lugatit-turkte-gecen-kullanilan-kelimeler-/17.html, (Erişim Tarihi: 01.10.2014). Bıçak, Hüseyin (1995), “Espiye’nin Yolları”, Sekreter Kız Kaset Albümü, Giresun: Gonca Müzik. Kaplan, Mehmet (2004), Kültür ve Dil, İstanbul: Dergâh Yayınları. Kaya, Mevlüt (2007), Bir Çepni Köyü Tarihi Ve Kültürü, Samsun: Yüksel Ofset. _____ (2015), “Uygarlıklarda Kutsal Geyik Motifi Ve Geyik Motifine Bağlı Yer Adları”, Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:11, (Yayın aşamasında). Mahmut, Kaşgarlı (2005), Divan-ü Lügati’t Türk, Çeviri-UyarlamaDüzenleme: Seçkin Erdi ve S. Tuğba Yurteser, İstanbul: Kabalcı Yayınları. Akar, Ali (1999), “Divan-ü Lügati’t-Türk ile Anadolu Ağızlarındaki 315 UKHAD 1 (3) 2015 Ortak Unsurlar Üzerine Bir Derleme”, Divanû Lügat’t-Türk Bilgi Şöleni 7-8 Mayıs 1999) Bildirileri, s. 106-130, Ankara: TÜRKSOY ve TDK yayınları. Özgür, Can (2001), “Doğu Karadeniz Ağızlarında Kıpçakça Üzerine Tespitler”, Trabzon ve Çevresi Uluslar arası Tarih, Dil, Edebiyat Sempozyumu (3-5 Mayıs 2001), Cilt: 2, s. 189-194, Yay. Haz: M. Kerim Arslan-A. Mevhibe Coşar, Trabzon: T.C. Trabzon Valiliği İl Kültür Müdürlüğü Yayınları. Sertkaya, Osman F.(2009), “Divan-ü Lügati’t-Türk’te Geçen Her Kelime Türkçe Kökenli midir? Veya Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ü Lügati’tTürk’ünde Yabancı Dillerden Kelimeler”, Dil Araştırmaları, Sayı: 5, Güz 2009, s. 9-38. Torun, Yeter (2012), “Divanu Lûgati’t- Türk’ten Türkiye Türkçesi Ağızlarına Deve İle İlgili Söz Varlığı Üzerine”, Turkish Studies, Seri 7/1 Kış 2012, s. 1995-2002. Bayat, Fuzuli (2007), “Kaşgarlı Mahmut’un “Divanü Lugati’t Türk” Eserinde Mitolojikdünyamodeli İle İlgili Bazı Kavramlar”, Journal Of Turkish Linguistics, Volume 1, Number 1, September 2007, s. 74-84. 2.Sözlü Kaynaklar KK-1: Hatice (Döndü) Çolak, Giresun 1939, Okur-yazar, Ev Hanımı. (Görüşme: 21.07.2014) KK-2: Ahmet Çolak, Giresun 1939, İlkokul Mezunu, Emekli. (Görüşme: 09.12.2013) KK-3: Ayşe Küçükoğlu, Giresun 1939, Okur-yazar değil. (Görüşme: 22.10.2014) KK-4: Muhittin Güç, Espiye 1939, Okur-yazar, Emekli. (Görüşme:08.09.2014) KK-5: H. Kemal Baykal, Giresun 1944, Üniversite Mezunu, Emekli Memur.(Görüşme: 25.05.2015) KK-6: Seyfettin Uzun, Giresun 1970, Ortaokul Mezunu, Esnaf. (Görüşme: 10.06.2014) KK-7: Emine Kaya, Espiye 1954, Okur-yazar değil, Ev Hanımı. (Görüşme: 13.10.2014) KK-8: Fazlı Kaya, Espiye 1955, İlkokul Mezunu, Çiftçi. (Görüşme: 30.11.2014) 316 UKHAD 1 (3) 2015 TRABZON SOSYO-KÜLTÜREL YAŞAMINDA ŞAMANİZM BAKİYELERİ Shamanism Relics in Social Cultural Areas of Trabzon Enver UZUN* ÖZET Şamanizm en kapsamlı itikati inanç sistemi olup, Şamanizm, her dinde olduğu gibi ahlaki ve manevi boyutlu bir dindir. Bu özelliği nedeniyle Şamanizm dünyada var olan birçok düşünce sistemi ve din üzerinde derin etkiler bıraktığı gibi değişik halk inançlarında da benzer bir etki yaratmıştır. Bu etki dünyanın değişik coğrafyasında yaşamakta olan Türklerin sosyo-kültürel ve inanç sistemleri üzerinde bu etkisini sürdürmeye devam etmektedir ki, Trabzon ve havalisinde de Şamanizmcin izlerinin korunduğunu görmekteyiz. Bildiğimiz kadarıyla Trabzon’un sosyo-kültürü, gelenek ve göreneklerinin yanı sıra itikati anlayışında Şamanizmcin bakiyeleri hususu pek dikkat çekmemiştir. Geçmişimiz ile bu günümüz hatta yarınımız, geleceğimiz arasındaki sağlam köprülerden bazılarının yok olup gitmemesi için Trabzon sosyo-kültürel yaşamında yer alan Şamanizmcin bakiyelerinin bir hayli fazla olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. Anahtar kelimeler: Trabzon, Şamanizm, çaput, ateş, yatır, ritüel. ABSTRACT Shamanism is considered as the most extensive belief system. It also includes spiritual and moral dimensions like other religions. Because of this specificity, it has influenced strongly many global and religious intellectual system and various beliefs of people. This effect on the life of Turks worldwide, continues to influence socialcultural background and belief system in different areas of which we can observe Shamanism relics in Trabzon and its suburbs. As you know beliefs remained form shamanism attract attention along with customs and social-cultural issue, in Trabzon. Mast of bridges among the past, present and future are going to be destroyed and beliefs remained form Shamanism are considerable in Trabzon. Key Words: Trabzon, Shamanism, fire, worn-out cloth, tomb, customs. * Dr. Araştırmacı, Trabzon / TÜRKİYE 317 UKHAD 1 (3) 2015 GİRİŞ Yer küresinde yer alan en eski etniklerden birisi olan Türkler bu asırlık tarihi seyri seferlerinde Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’in zuhurundan sonra kutsal dinleri benimseyerek yolculuklarını günümüze doğru sürdürmüşlerdir. Ancak Türklerin bu semavi dinlerden önce yer altı ve gökyüzü ile ilgili bir takım ruhlara sitayiş ettiklerini görüyoruz ki, bu inanç panteonunu yer altı güçlerinin baş tanrısı Erlik, kötü ruhların türeticisi ya da koruyucusu olup, şer güçlerin remzidir. Onun ile bitmek-tükenmek bilmeyen amansız bir mücadelede bulunan göklerin hakimi Ülgen vardır ki, o da iyi ruhların yaratıcı ya da koruyucusu, hayırlı güçlerin remzidir. Bu hayır ve şer mücadelesi ile ilgili inanç anlayışı MÖ. 1000’li yıllardan çok daha önce benimsenmiş ve toplum nezdinde itibar görmüş ve değişime uğratılmadan sağlam bir şekilde günümüze Şamanizm adıyla taşınmıştır. Zira Gök tanrı Ülgen adına kötü güçler ile yer yüzünde mücadele misyonunu ifa eden din adamları Şaman, onların yürüttükleri dini misyon ise Şamanizm olarak adlandırılmış olsa da ilk dönemler Şaman sözcüğünden pek haberdar değildiler. Daha çok onların birer kahin olduğu kanaati yaygın olsa da Şamanlığın büyücülükle bir ilgisi yoktur. “Eski Türkler din adamı olarak geleceği görebilen birisi olarak seçerler”. (Simokotta;I:161). Hatırlatmak gerekir ki, din adamı kelimesiyle Şaman kastedilmektedir. (Potapov,2012:186). Günümüzde dahi, Altaylarda yaşamakta olan Merkit, Şorlar, Teleütler, Tuvalılar, Telengitler, Tuvalılar...vb. pek çok Altay halkları arasında yaşatılmış ve yaşanmakta olan hayır ve şer güçlerin amansız mücadelesi gök tanrı Ülgen/Umay, yer altı tanrısı Erlik arasında yüzyıllardır Kam (Şaman) misyonunda sürdürülmektedir. Umay gök tengridir. Gökyüzündeki yegâne güç olup, iyiliğin yaratıcısı, kötülüğün ve kötü ruhların baş düşmanıdır. O, tektir, doğumsuz ve ölümsüzdür. Bu bakımdan Türklerin tarih öncesi ve sonrası dönemlerdeki inanç sistemleri içerisinde bir başka benzeri yoktur. Altay Türklerinin inanç misyonunda en belirleyici rol oynayan bu dini misyon yüklenmiş din adamları ya da bazılarının ifadesiyle büyücü olarak nitelendirilen şamanlar bu dini misyonun gereğini yerine getirmek için pek çok ikonografik ritüelleri ifa ederek, büyü ve geleceğe dair öngörülerde bulunmaktadırlar. Şamanizm en kapsamlı itikati inanç sistemi olup, Şamanizm, her dinde olduğu gibi ahlaki ve manevi boyutlu bir dindir. (Potapov,2012:13) Bu özelliği nedeniyle Şamanizm dünyada var olan bir çok düşünce sistemi ve din üzerinde derin etkiler bıraktığı gibi değişik halk inançlarında da benzer 318 UKHAD 1 (3) 2015 bir etki yaratmıştır. Bu etki dünyanın değişik coğrafyasında yaşamakta olan Türklerin sosyo-kültürel ve inanç sistemleri üzerinde bu etkisini sürdürmeye devam etmektedir. Bu bağlamda Şamanizmi lokalize bir anlayışın etkisinde dar bir alan kültürü olarak nitelendirmek olası değilse de belli bir yörenin kültürel değerleri üzerinde Şamanizmin bakiyelerinin de kalmış olduğu gerçeği ile karşı karşıya bulunmaktayız ki, bu bağlamda Trabzon ve havalisi kültür varlıklarında da Şamanizmin izlerinin korunduğunu görmekteyiz. Bildiğimiz kadarıyla Trabzon’un sosyo-kültürü, gelenek ve göreneklerinin yanı sıra itikati anlayışında Şamanizmcin bakiyeleri hususu pek dikkat çekmemiştir. Bu bağlamda pek çok örnekler zamanın hoyrat acımasızlığında bir bir yok olup gitmektedir. Geçmişimiz ile bu günümüz hatta yarınımız, geleceğimiz arasındaki sağlam köprülerden bazılarının yok olup gitmemesi için Trabzon sosyo-kültürel yaşamında yer alan Şamanizmcin bakiyelerinin bir hayli fazla olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. Her ne kadar Şamanizme ait pek çok gelenek Türk halklarının sosyokültür yaşamındaki ortak paydalar olmakla beraber, Trabzon kültürü üzerindeki spesifik algıların bertaraf edilmesi acısından Trabzon kültür varlığının bir ucunun eski Altay kültürünün bakiyeleri ile şekillendirilmiş olası son derece önemli bir mevzudur. Şaman kadınların ayin sırasında giydikleri tören elbiseleri manyak*ların en önemli aksesuarını değişik renkte, çok sayıdaki çeşitli boyutlu şekildeki kumaş parçaları ve kurdelelere benzer çaputlar oluşturmaktadır. Altaylarda bebekleri koruyan ruh Payana’nın sembolik tasviri olarak beşiğe bağlanan beyaz kumaş parçaları vardır. (Potapov,2012:344). “Manyakın yan kenarına kırmızı şerit dikilmektedir. (Kumaştan yapılanlar 2 den 3 e kadar, kayıştan 6-9 kadar) Beyaz rengin de temiz ruhların hoşuna gideceğine inanılır”. (Tanyu,1976:135). Benzer geleneksel anlayışı Trabzon’da yaygın görmekteyiz. Çocuk beşiklerine kırmızı beyaz kurdelelerin bağlanması, çocukların omuz ve yakalarına kurdele bağlanması ya da dilek tutmak ve adakta bulunmak için yatır mezarlarına ve kutsallığına inanılan su pınarlarının yanı başlarındaki ağaç ve bitkilere çaput bağlanması Şamanizmin birer bakiyeleridir. Bütün Altay boyları Yer-Su’ya sitayiş ederlerdi. Özellikle de Tuvalar Yer-Su’yu baş tanrı sayarlardı”. (Tokarev,1947,I:148,151...vd) Bu nedenle sıkça bu tanrılara yalvarır, sitayiş ederek onlardan dilekte bulunur, arzularına çatmak adına onlara adaklık sunarlar. “Adak, Tanrıya karşı yapılan vaid (İA.,1905,I:109) “fiiliyatta Tanrıya, hatta Tanrıdan daha çok yatırlara, evliyalara, taş, ağaç, su kuyu, mağara…vb. muhtelif yerlere türlü, isteklerin gerçekleşmesini temin, ziyaret ve vaatte bulunuşu ihtiva etmektedir”. (Tanyu,1967:10,12). 319 UKHAD 1 (3) 2015 Yeniseyliler salgın hastalık ruhlarından korunmak için yerleşme yerlerine giden geçit, yol üstüne 50 cm.-1.50 metre aralıklarla şaman çubukları ya da tahtalar dikiyorlardı. Bazen bu kızılağaç dalı da oluyor”. Karakoyunlular ilkbahar gelince orman ağaçlarına çiçekler bağlarlar, kurban keserler ve kurban kemiklerini bu ormana gömerler. (Tanyu,1976:137). “XIII. yüzyıl Moğol istilası üzerine Azerbaycan ve Anadolu’ya yayılmış olan Şamanizm akidelerinin Rifâî, Yesevî ve Nakşibendi gibi tarikatlar sonucunda bir çok Anadolu mezarlıklarındaki şey kabir ve türbelerine, iç inançlarla asılan “at kılları” ve “paçavra”lar iş bu tesirin birer tesiri olarak telakki edilmektedir”. (Caferoğlu,1958,I-IV:66). Bu bağlamda Trabzon yöresinde beşiklere, yatırlara ve su pınarlarındaki ağaçlara çaput bağlamak yaygın bir inançtır. Çocuklara şer güçlerin, “cazi “ ya da “Kırm Kocakarısı“ musallat olarak kötülük yapmaması ya da çocuğu olası kötülüklerden korumak için çocuk beşiğine çaput bağlanır. Aynı şekilde sevenler sevdiklerine kavuşmak umuduyla, bilhassa çocuğu olmayan (kısır) kadınların kutsallığına inandıkları pınarları ziyaret ederek çocuk isteyip, dileklerinin kabulü için yalvarıp dua ettikten sonra pınar etrafındaki çalı ve ağaçlara çaput bağlamaktadırlar ki, Darıca’da şehirlerarası yol üzerindeki çeşme, Dumankaya’da dere içerisindeki madensuyu ve yine Dumankayada öksüren çocukların ceviz kökünden ya da avattan üç defa geçirildikten sonra ceviz köküne ve avat dikenine çaput bağlama gibi inançlar yaygındır. Kutsal ağaç ve kutsal sular olarak kabul edilen bazı mahaller, daha çok kısır ve çocuğu hasta olan kadınlar tarafından ziyaret edilmektedir. Çaput bağlama ile ilgili hurafeler, Kuzey ve Orta Asya milletlerinin eski dinleri olan Şamanizm’e ait önemli unsurlardan biridir. Şamanist Türklerin inanışlarına göre her dağın, her kutlu pınarın, göl ve ırmakların, kutlu ağaç ve kayaların “İzi” sahipleri vardır. Her ne kadar bu bir hurafe olarak bilinse de birçok kadın, bu yerlere gidip dua ederek ağaca çaputunu, suya parasını atarsa, hamile kalacağına inandırılmaktadır. Çocuğu olmayan ve basık olduğuna inanılan kadın kemer halindeki diken (böğürtlen dikeni) altından geçirilirken “O seni bastı, şimdi sen onu bas” denilmek suretiyle makasla diken üç yerden kesilir. Aynı işlemin cılız, bakımsız (basık) çocuklar için de gerçekleştirilmektedir (K.2) ki, etnoğrafik bakımdan bu oldukça kayda değer bir olay olarak algılanmalıdır. Maçka Ormanüstü Köyünde bulunan ayazmaya gidilerek dileklerin yerine gelmesi adına dua edilerek dua sonunda ayazma etrafındaki çalılara çaput bağlanırdı. Yine Yazlık Köyü’ne ait Raşi Tepesi yakınındaki İskobel Yaylasında taştan çanak vardır ki, Parikanlar zamanından beri burası ziyaret edilerek, dilekte bulunur ve buraya çaputlar bağlanırdı. Aynı şekilde elli yıl öncesine 320 UKHAD 1 (3) 2015 kadar eskiden Mayıs yedisinde Kisarna maden suyu ziyaret edilerek orada dilek tutulur ve etrafına çaput bağlanma geleneği vardı ki bu geleneklerin Şamanizm’in bakiyeleri olduğundan şüphe yoktur. Çaput bağlama gelenek ve inancının denendiği bir başka alan ise yatır mezarlarıdır. Şalpazarı›nın Sugören köyüne giderken yol üzerindeki yatır mezarı bu tip ziyaret yerlerinden birisidir. Söz konusu mezarın olduğu yer eskilerden ziyaret edilerek zor durumdan çıkmak ve başta çocuk sahibi olmak adına ziyaret edilen çalılığa çaput asılırdı. Daha sonradan burada yapılan bir yol çalışması sırasında manevi engellerle karşılanmış ve neticede burada bir yatır kabri olduğu anlaşılarak bu yatırın kabri düzenlenerek korumaya alınmıştır. Son yirmi yıla kadar bu yatır mezarı ziyaret edilerek duada bulunur ve kabir etrafına çaput asılırdı. (K.1) Ortahisarda Büyük Fatih Camii önünde bulunan IV. Aleksi Komnenos’un kabri üzerine 1461 de Trabzon’un Türkler tarafından alınışı sırasında Hoşoğlan adlı bir kahramanın defin edildikten sonra bu kabrin ziyaretgaha çevrildiğini görmekteyiz. Yıllarca Müslümanlar bu türbeyi ziyaret ederek türbede bir türlü müşgülatları için dileklerde bulunmuşlardır. Ancak 1916 Rus işgali sonucunda burada yapılan kazı sonucunda burada Hoşoğlan’ın yanında aynı zamanda da IV. Aleksi Komnenos’un naaşına da duada bulundukları anlaşılmış ve türbe ziyaretinden vazgeçilmiştir. Yine çocuklar uyurken güldüklerinde melekler onunla şakalaşır, onunla oynarlar, bu nedenle çocuklar güler. Eğer cazi karisi onu rahatsız ederse ağlar. (K.2) Buna benzer şekilde Kuzey Teleütlerinde bebek uyurken bir şeyler söylüyor, gülümsüyor veya rüyasında gülüyorsa o Umayla konuşuyor (dolayısıyla bebek Umay’ı anlayabiliyor) demektir. Tersine, eğer bebek sürekli ağlıyor, çığlıklar atıyor ve huzursuz ise bu, Umay’ın onun yanından ayrıldığı ve kötü ruhlar tarafından rahatsız edilip korkutulduğu anlamına gelmektedir”. (Potapov,2012:340). Şamanizmin çocuklarla ilgili bakiyelerinden birisi de gelişim bozukluğu yaşayan çocukların gök tanrıya (tengriye) adamak ya da gökteki bazı güçlerden bu konuda yardım istemek anlayışı vardır ki, bu itikati anlayışın artık tamamen yok olmuştur. Hele bundan 30-40 yıl öncesine kadar oldukça yaygın görülen «çocuğu aya verme» geleneği söz konusu idi. Eskiden köylerdeki evlerde ekmek fırınları vardı. Dumankaya Köyünde dolunayda «ananın ilki» adlandırılan ilk defa yeni doğum yapmış kadın, çelimsiz (gelişemeyen) çocuğu alıp dışarı çıkar. Çocuğu alıp bir fırın küreğinin üzerine sıkıca bağladıktan sonra dikkatli bir şekilde çocuğu yukarı, yeni doğan aya, gökyüzüne doğru kaldırılarak üç defa “Ay, ya al, ya dodur!..“; “Ay, ya al ya ver!..”. derdi: 321 UKHAD 1 (3) 2015 Doğrudan böylesi iki-üç olayın şahsen tanığı olmuşum. Benzer şekilde bu ritüelin değişik bir versiyonunu Şalpazarı’nın Sugören köyünde görmekteyiz. Bu köyde gelişim bozukluğu yaşayan çocuklar kantarda tartma, uçkurdan, “miras zinciri”nden geçirmenin yanı sıra bir de çocuğu gece kapıya bırakma şeklinde gerçekleştirilirdi. Çocuk, üç gün sabahtan komşuya getirilerek kantarda çekilirse gelişim bozukluğu gidermiş. Ya da ev ocaklarındaki (kara ateş) kazan asmaya yarayan kalın kara ateş zinciri (miras zinciri) halka haline getirilerek çocuk üç defa bu halkadan geçirilir. Ritüelin bir başka uygulanış şekli olarak dul bir kadının şalvarının uçkurundan çocuğun üç defa geçirilmesi suretiyle geçirilmesinin yanında bir de çocuğun kapıya bırakılması ritüeli vardır. Gelişim bozukluğu yaşayan çocuk gece kapıya bırakılır. Ardından üç kez “ecinli ya al ya ver” diye tekrarlanır. İnanışa göre bu şekilde çocuğa musallat olmuş bir kötü ruh (burada ecinli) böylece çocuktan uzaklaştırılır. Eğer kötü ruh çocuktan uzaklaştırılamazsa çocuk ölür. (K.1). Buradaki tek ayrıcalık çocuğun gök tanrıya ya da göklerdeki iyi ruhlar ya da güçlere emanet edilmesi değil, yeryüzündeki iyi ruhlara emanet edilmesidir. Ancak bu geleneğin de Şamanizmin bir bakiyesi olduğu gerçektir. Kültigin Yazıtında “Türklerin yukarıdaki göğü ile kutsal toprak ve su böyle buyurdu: Yok olmasın Türk halkı, halk olsun. Göklerde canlı insanlar arasında olduğunuz gibi olacaksınız. İnsanoğlu Gök tarafından belirlenen zamanda ölmek için doğar” (Tsai,I:459,759;II:752) şeklindeki anlayış Gök tanrı inancının derinliğini göstermesi bakımdan önemli bir durumdur. Yörede gerek imamların ve gerekse dua okuyan insanların dua sonrasında dua okuduklarının yüzüne tükürme olayı dikkati çeker. Özellikle halk arasında kara hoca adlandırılan din adamlarının okudukları tuz, şeker ve çocuklara tükürmeleri de bir Şamanizm bakiyesi olmalı. Zira “Şaman, ateşe hitaben dualar söylerken, zaman zaman da yelpazesine tükürürmüş”. (Katanov,1897:36). Kötü ruhlara karşı tükürmek bir anlamda kötülükleri kovma düşüncesine yöneliktir. Trabzon sosyo-kültür yaşamında bir başka Şamanizm bakiyesi ise ölülerin ardınca “dalgın vermek” şeklinde dillendirilen bir ritüel söz konusudur. Eskilerden beri yakın zamana kadar ölülerin defin sonrasında cenazeye katılan cemaat dağıldıktan sonra imam ölünün baş tarafına gelir. Elindeki asayı (çubuğa) kabrin baş tarafına dayayıp, ona yaslanarak bir şeyler okur. Söylentilere göre imam ölü ile transa geçer, onunla konuşarak ölüyü öteki dünyadaki yolculuğa hazırlar. Orada sorulacak olan, “rabbin kim, peygamberin kim, dinin nedir? Gibi soruları ölüye sorar, ölü bunları hatırlamazsa imam ona ne 322 UKHAD 1 (3) 2015 söylemesi gerektiğini söyleyerek ölünün öteki dünya yolculuğunu sorunsuz tamamlamasına yardımcı olunur. Sonra yerden aldığı bir tutam toprağı üfleyerek kabrin baş tarafına bırakır. Altaylarda Şamanlar ölülerin definlerinde din adamı olarak yer almasa bile, merasimden sonraki törenlerde önemli rol üstlenmekteydi. Şaman öleni çağırarak onunla yakınları arasındaki konuşmayı gerçekleştirmekte ve onu başka dünyaya yolcu etmekteydi”. (Potapov, 2012:194). Aynı şekilde Trabzon yöresinde ölünün defninin üzerinden yedi ve kırk mevlidi yapılır ki, Şamanizm’de de ölünün ardınca yedi ve kırkıncı günlerde törenler yapılır. Özellikle Telengitlerde sünäzi Şaman tarafından atalarının anavatanına (ata änäzi yar) veya atalarına (ada öbögö) yolcu edilirdi. Anı şekilde Şaman ölünün 40. gününde, ölüyü sembolik olarak ölüyü dostlarıyla akrabalarının toplandığı eve çağırır. (Potapov,2012:194). Bu tören, ölenin mezarı başında ölümün yedinci günü yapılırdı. Benzer ritüel Trabzon’da da halen günümüzde yaşatılmaktadır. Ölünü ardınca yedinci günü ölü evinde toplanarak “yedi mevlidi” ve kırkıncı gün ise “kırk mevlidi” düzenlenerek Kur’an okunur. Mevlitlerde karanfil yakılması geleneği Şamanizmdeki tütsü geleneğini çağrıştırır. Zira Şamanın davulu ardıç, kayın ağacı kabuğu (çobra) üzerine konulmuş kor ateşle yakılır. Ayin öncesinde şamanın davulu da ardıç dumanıyla tütsülenir. (Tanyu,1976:134). Benzer şekilde belli zamanlarda kötülüklerden korunmak düşüncesiyle üzerik yakılarak tütsüsü vasıtasıyla kötülüklerden kurtulma düşüncesi Türklerde yaygın bir itikadı anlayıştır. Ayrıca Trabzon’da kabirlerde kullanılan tahtaların kızılağaçtan seçilmesinin de Şamanizmdeki kızılağacının kutsallığı ile alakası üzerinde araştırma yapmaya değer bir konudur. Ölünün evine geri döneceği inancıyla evlerde kırk gün ölünün odasında ışık yakılır. Güya ölü çıkan odada 40 gün ışık yakılırsa, ölünün ruhu geldiği zaman karanlıkta kalmaz evini ve odasını daha çabuk bulunduğuna dair hususlar da Zerdüştiliğin bakiyelerindendir. Eskiden yeni yapılan evlere girmeden önce mutlaka bir horoz kesilirdi. Halk arasında “horoz kanı akıtmak” şeklinde dillendirilen bu ritüel daha sonra unutulmuş, ancak beki de sosyal şartların düzelmesine bağlı olarak horoz yerine koyun kesilmeye başlanmıştır. Her ne kadar bu ritüel kutsal ruhlar adına kan akıtmak gibi bir eylemdir. Zira kesilen horozun özellikle kara olmasına dikkat edilir. Burada kara horoz kötü ruhların sembolüdür. Bu nedenle evlere uğursuzluk getirebilecek kötü ruhları evlerden uzaklaştırmak için yeni evlere girilmeden siyah horoz ya da diğer değişik evcil ev hayvanlarının kurban edilmesi Şamanizmde de görmekteyiz ki, bu ritüelin de Şamanizmin Trabzon 323 UKHAD 1 (3) 2015 kültüründeki bir bakiyesi olarak görülebilir. Trabzon kültürü içerisinde kötü ruhlardan temizlenme amacıyla yapılan değişik ritüellerden birisi de kurşun döktürmektir. Sürekli çocuk düşüren, çocuğu olmayan, başında daima belalar ve sıkıntılar olanların üzerinde kötü ruhların bulunduğu inancı hakimdir. Özellikle bu tür sorunları yaşayan kadınların ya da nazar isabet ettiğine (genellikle çocuklar) inanılanların bunlardan kurtulmaları düşüncesiyle “kurşun / mum döktürme” adlandırılan bir ritüel söz konusudur. Bunun için sorun yaşayan ve çocuğu olmayan kadın evin orta kirişi altına getirilir. Bunun için ilgili şahıslar kurşun dökücünün önüne oturtulur. Başı bir örtü ile kapanır. Başları üzerinde tutulan ve içinde su bulunan kaba, ocakta eritilen kurşun dökülür. Kurşun döküldükten sonra oradakiler hep beraber; “Kem göz çatlasın Nazar değen patlasın” diye beddua ederler. Daha sonra su üzerinde birikmiş olan erimiş mumlar ya da kurşunlar temizlenerek alınır. Geri kalan su ile gelin ya da çocuk yıkanır. Bu olaya “kırklama“ adı verilir. Su üzerinden toplanmış olan mum/kurşunların belli bir şekil almasına göre yorumda bulunulur. Eritilip dökülen mum ya da kurşunların insan yaşamında iyi kabul edilen nesne ya da varlıklara benzemesi hayra, dileğin kabul olduğuna yorumlanırken, anlamsız şekillerde olması durumunda kötülüklerin temizlenmediğine karar verilerek bir hocaya mutlaka muska yazdırılır. Su üzerindeki erimiş mum ve kurşunlar kadının yıkandığı su ile birlikte dört yol ağzına gömülerek, üç sabah çocuğu olmayan kadın buraya ayak basar. (K.3). Bu olay Maçka ve yöresinde nazar değmesi ya da geç yürüyen çocuklar için çok cüzi değişikliklerle uygulanır. Benzer şekilde Altay Türklerinde, özellikle de Kırgızlarda XVII. yüzyıla kadar yaşatılan kut kültürü içerisinde benzer ritüeli görürüz. Çocuk ve hayvan kutu ateş tanrısı aracılığıyla kadın tanrıca Umay tarafından gönderilen kut kırmızı renkli bir buz madde şeklinden bacadan inerdi. Kut (canlının ruh ikizi), eğer insana benziyor ise o çocuk kutu, hayvana benziyor ise hayvan kutu idi. (Potapov,2012:63). Bilindiği üzere eski Türk inançlarına göre önceleri Türkler, bazı dağ, kaya, pınar, göl ve ırmak gibi, bazı orman ve ağaçları da kutsal tanımakta ve bunların “izi”leri (sahipleri) olduğuna inanmaktadır. (İnan,1962:39) Bütün Altay boyları Yer-Su’ya sitayiş ederlerdi. Özellikle de Tuvalar Yer-Su’yu baş tanrı sayarlardı”. Şamanlara önem veren Altaylılarda “yer-su” terimi korunmuş (Tokarev,1947,I:148,151...vd); şaman dualarında: “Yer-su’yum bizi yarlıga” diye bu izilere (sahiplere) hitap edilmektedir. (Tanyu,1976:141). Yağmur (Yağış) ile ilgili olarak mitolojik bir sembol olarak “Yâda / Cada” taşı ile ilgili inançların önemli bir yer tuttuğu unutulmamalıdır. 324 UKHAD 1 (3) 2015 Yağmura duyulan ihtiyaç nedeniyle değişik Türk halklarınca değişik yağmur yağdırma merasimleri yapılmaktadır. Bu ihtiyaca binaen ortaya çıkmış olan yağmur yağdırma ritüeli ile ilgili bilgi veren Ahmet Caferoğlu her ne kadar yöre ile ilgili derlemesinde “yöre aydınlarından aldığı bilgilere göre, zaten yağmuru bol olan Rize ve Trabzon yöresinde yağmur duasının bilinmediğini kaydetse de (Caferoğlu,1946:XIX) bu ciddi bir bilgi eksikliğidir. Zira Trabzon ve yöresinde geçmiş dönemlerde sıkça yağmur dualarının yapıldığı bilinmekte olup, şahsen orta yaş grubuna mensup olanlarla Trabzon’un köylerinde pek çok yağmur duasına katıldığımı hatırlıyorum. Nitekim konuyu sabitlemek adına 1947 yılında Trabzon’da gerçekleştirilmiş bir yağmur ile ilgili olarak Yeniyol gazetesinde Cetin Alp’in birkaç kez yağmura duyulan ihtiyacı dile getirdiği yazısında kuraklığın boyutuna atıfta bulunduktan sonra netice yağmur yağışının ardınca aşağıdaki şu ifadesini görmekteyiz: “Ulu Tanrı’ya ! Yağmur yağdırdığından ötürü Trabzon’un minnet ve şükranlarımızı arz-ı ile kesb-i şeref eylerim”. (Alp,1947:2,3…vb). Trabzon’un muhtelif yerlerinde (genelde yaylalarda, düzlük alanlarda olmak üzere, Tonya, Muhala, Derecik, Sultan Murat…vs.) yağmur dualarının gerçekleştirildiği bilinir. Biz sadece ilginçliği nedeniyle 1940’lı yıllarda Muhala’da ve Derecikte gerçekleştirilmiş iki yağmur duasını not etmekle yetineceğiz. Yazın kurak gittiği mevsimlerde başta Muhala olmak üzere Metinganiya’nın 7-8 köyü Eşek Meydanı denilen düzlükte toplanarak bu ritüeli gerçekleştirirdi. “Köylerdeki eski camilerin birisinde dirlikli bir hocanın mahiyetinde kuru (kemik) bir at başı bulunurdu. Bu at başı yağmur duaları için saklanırdı. Yağmur duasına çıkılmadan önce at başının üzerine dualar yazılarak genelde Arpacı deresinde bir su birikintisine dua okunarak defalarca sokulup çıkarıldıktan sonra at başı sahibine iade edilir. At başı ne kadar çok suya sokulup çıkarılırsa o kadar iyidir. 70.000 çakıl taşı toplanarak yine dualar eşliğinde değişik alanlara atılırdı. Yağmur duası için etraftaki saygın hocalardan Serdar Hoca, Şişman Hoca, Şakir Efendi, Osman Efendi (Zorlu), Halit Hoca (Gedikli), Potonozlu Muhammed Hoca…vs. davet edilerek onların bu törene katılmaları sağlanırdı. Dua öncesi dargınlar barıştırılır, herkes rızık talebinde bulunur, cünüp olanlar yıkanarak temizlenirler. Sonra Eşek meydanında toplanan halk ceketlerini çıkarıp ters döndürür, ellerini aşağı sarkık şekilde tutarak duaya başlanırdı. Dua sırasında kesinlikle konuşulmaz, gülünmez. Söz konusu hocalardan bazıları işi gereğinden fazla abartarak meydanda yere yüz üstü yatarak dua edip ağlamaya başlar. Etraftakiler bir birlerine hoca efendinin yağmur almadan yattığı yerden kalkmayacağını söylerlerdi”. “ K.1” 325 UKHAD 1 (3) 2015 Derecikteki yağmur duası sonrasında bir hayvan kurban olarak kesilir ve taşların doldurulduğu torbalar dualar eşliğinde dereye atılır. Kuzular susuz bırakılarak meletilirken; çocuklar aç ve susuz bırakılmak suretiyle ağlatılırdı. Yaşlılar bu davranışı Allahın kuzu ve çocukların ağlaşıp, melemelerini görmemezlikten gelmez, onlara merhamet eder ve onların yüzü suyu hürmetine yağış yağdıracağını söylerdiler. Neticede katıldığım 4-5 yağmur duasının ardınca yağışın yağdığına tanıklık etmişimdir. Yağmur yağışının çok olması durumunda okunmuş taş dolu çuvallar sudan çıkarılır. Yağmur duasının sonunda şükür duası yapılırdı. Dede Korkut, Türkmenler arasında “Yağmurcu” olarak tanınır. Yağmur duaları sırasında yetişkinlerin yanı sıra çocukların gerçekleştirdikleri dinsel içerikli ritüeller için tinsel bir ayın olup, kökeni Şamanizme kadar dayanır. Her ne kadar yağmur ritüelleri tarım ve hayvancılık ile geçinmiş olan atalarımızın yaşam tarzında yaygın bir anlayış olan yağmur yağdırma ayinleri (duaları) Şamanizmin bir kalıntısı olarak Trabzon folklorunda da belirgin bir iz bıraktığı bir gerçektir. Yağmur yağdırma, çaput bağlama, ölümlerle ilgili geleneksel kurallar, kötü ruhlardan ve büyüden korunma, çocuk ve çocuk sağlığı, kutsal su ve ağaç, gök tanrı inancı gibi halk inancı içerisinde değişik ritüellerle yaşatılmış olan Şamanizmin bakiyeleri söz konusudur. Bu tarihi bağ Trabzon folklorunun derinliği ve sağlamlığı acısından önemlidir. Konuyla ilgili olarak bu bağlamda yöremizde bu güne kadar herhangi bir araştırmanın yapılmamış olması sadece bir talihsizlik olarak görülmelidir. Şamanist inanca göre “Güneş“, Tanrı’nın bir simgesi olarak görülür ve Altay Türkleri güneşe yemin ettikleri gibi, onu “Günana“, “Güneşana “ şeklinde ifade ettikleri göz önüne alınırsa esasen güneş merasimlerinin (Godu godunun) Altay kültürünün bir uzantısı olduğunu rahatlıkla söyleme olanağı vardır. Trabzon halk inancında önemli unsurlardan birisi de şüphesiz “Güneş duası”dır. A. Caferoğlu, “Şamanizmle ilgisinden şüphemiz olmayan ‘Güneş duası’na Anadolu’nun Rize ve Trabzon illerinde rastlamaktayız (Caferoğlu,1946:XIX). “Yayla hayatının haşin iklim şartları, durmadan yağan yağmurlar daimi siz, bura halklarını, tabiatıyla yağmur yağdıracak herhangi bir dileğe ihtiyaç hissettirmede, aksini temine zorlamak idi. Bu yüzden, arzulanan tabiat unsuru, bir dereceye kadar çocuk âlemince ilahlaştırılmakta idi. Bu ise Güneş’ten başka bir şey olamazdı. Ve, tabii olarak, yağmur dualarındaki dilek unsurunu teşkil eden yağmur, yağış yahut da İslami telakkiye bürünen rahmet, yerini Güneş’e terke mecbur olmuştur. “Anadolu’da tarafımdan tespit 326 UKHAD 1 (3) 2015 edilen varyantlarından birinin adı Güneş duası olduğu halde ‘Babrak bubrik’tir. Muhtevaca pek basit olan bu Güneş duasından halkın haberi yoktur buna göre de yayılım sahası bulamamıştır (Caferoğlu,1958,I-IV: 71) dese de, aksine gerek “Güneş duası “ ve gerekse “Babrak bubrik” aynı şeydir. Caferoğlunun ifadelerinin aksine söz konusu bu ritüel halk tarafından oldukça bilinmekte olup, Trabzon’dan ve Rize’ye kadar ki geniş bir alanda yaygın şekilde uygulanmaktadır. Trabzon yöresinde eskiden olduğu kadar günümüzde pek yaygın olmasa da Güneş duasının yaşatılmakta olduğu görülür. Yörede “Guç gucura”, “Gucukura”, “Gus gus gera”, “Gusgudera”, Rize yöresinde ise “Babrak Pubrik // Paprak Publig” ya da “Publig” şekillerinde telaffuz edilen Güneş duasının daha çok Maçka, Çaykara’nın Dernekpazarı Nahiyesi’nde ve Rize havalisinde icra edildiğini günümüze kalan ritüel artıklardan anlıyoruz. Caferoğlu’nun aksine Trabzon yöresindeki “Guç gucura” ile Rize yöresindeki “Babra Pubrik” adlanan Güneş duaları arasında içerik ve ritüel olarak herhangi bir fark yoktur. En belirgin fark, Babrak Pubrik ritüeli açık bir şemsiye ve düzeltilmiş bir kuklanın kollarından tutularak gezdirilmesi ile gerçekleştirilirken; Guç gucura ayı postuna bürünmüş öncü bir çocuk eşliğinde bir kaç çocuk tarafından gerçekleştirilir.** “Şaman, hayvanı hareket ve ses taklit etmekle yetinmez; ayı olmak için ayı postu giydiği de görülür. Nitekim ayı postunda şaman resimleri elimize geçmiştir”. (And,1983,III:33). “Guç gucura”, töreni öncesinde yaylada akşamleyin gençler bir araya toplanarak kendi aralarında iş bölümü yaparlar. Töreni icra edecek olan gençlerden “çırakmancı” gece eline bir çıra ya da gaz feneri alır, diğer yiyecek toplamakla görevli grup ise toplanacak yiyecekleri koymak için ellerine torba ya da değişik kaplar alırlar. Gece yiyecek toplamak için hazırlanmış olan bu topluluğa bir de kemençeci ve güzel türkü söyleyen bir kişi katılır. Bu genelde tecrübeli birisi olur. Topluluk kemençe eşliğinde horon oynayıp, türkü söyleyerek obaları ya da yayla evlerini teker teker ziyaret ederler. Evlerin kapısında yere çömelerek bu törenlerde söylenmesi gerekli olan tekerleme türküleri söylerlerdi. Bu şekilde pek çok evden toplanan un, yağ, şeker ve kaymaktan oluşan yiyecekler bir yerde toplanır, verilen un, yağ, kaymak ve peynirden “Lapa” ya da “Hoşmeri // Hoşmeli” adı verilen yöresel yemek hazırlanır ve orada bulunanlarca bu yemek yenir. Sürmene yöresinde ise yoğun sis ve yağışlı havayı bertaraf etmenin tek yolu olarak “Dönme kuymak” yaparak kuymağın yağını “per taşı”na dökmektir. Bu halk ritüelinin gerçekleşebilmesi için köy delikanlıları yollara düşer. Grubun en öndeki bir teneke çalar. Çıkan yüksek gürültülü ses kuymak za327 UKHAD 1 (3) 2015 manının geldiğini haber verir. Teneke çalan adamın yanında dolanmakta olan “cazgır” adı verilen şahıs “guza guza gus gunuza” diyerek başlayan tekerlemeyi söylemeye başlar. Söz konusu tekerleme art arda üç kez tekrarlandıktan sonra hep birlikte amin denir. (Uzun,2011:104). Güneş duasının biraz daha değişik bir varyantına Maçka’nın Akoluk köyünde de rast gelmekteyiz: “ Guza guza Gut guruza Allah’tan güneş, kadınlardan kaymak Verenin teknesine bin bir bereket Vermeyenunkine de fare düşsun Amin!.. “ K.2” “Guçkuçura ne istersin? Yağ isterim bal isterim, Allahtan Güneş isterim. Verisan ver gidelim, Vermesan kov gidelim, Verenin teknesine bin bereket Vermeyanınkine de başım kadar bir pospol (fare)” “ K.3” Sürmene’de ise bu söyleyiş şu şekildedir: Guza guza gus gunuza Allah’tan güneş isteriz Hatunlardan kaymak Verene bereket Vermeyenin kaymağına başım kadar pospol. Guc gucura ne istersun Allah’tan güneş isterum Hatunlardan baş yağ isterum Verursan ver gidelum Vermezsan kov gidelum. (Uzun,2011:105,106). İsmet Zeki Eyüpoğlu Maçka’nın Akarsu [=Larhan] Köyü’nde eskiden Güneş duasının şu sözler ile yapıldığını belirtir: 328 UKHAD 1 (3) 2015 “Guçkuçura ne istersin? Yağ isterim, bal isterim, Allah’tan Güneş isterim. Ey yaylacı sütanne Rezil eyleme bizi, Düşmanların kör olsun, Guçkuçura ne istersin? Guçkuçura ne istersin? Peynir, yağ ve un ver Yoksa küleğini kıracağım” “ K.3” “E yaylacı sütana Teknelerin şen olsun Pişman eylema bizi Düşmanların kör olsun E yaylacı sütana Yağ isterım bal isterım Verırsan ver gidelım Vermezsan kov gidelım. Gucgucura ne istersin? Yağ isterım bal isterım, Verırsan ver gidelım, Vermezsan kov gidelım. Usta keserlan yapti Dört omuzli çatiyi Ne mutli gözlerime Yengem açti kapiyi” “ K.4” Yemekler yenilip, hava durumuna göre eğlence bitmek üzereyken; “Güneşli Gün istemek” için ateşli odunlar gökyüzüne atılır ve “Kırk gün yağmur oldu, kırk gün de güneş olsun” şeklinde bir temenni ve istekte bulunulduktan sonra yakılmış olan ateş dağıtılır. Çaykara Dernekpazarı’nda yapılan güneş duasında ise çocuklar şu ifadeyi kullanırlar: 329 UKHAD 1 (3) 2015 “Allah’tan Güneş isteriz, Kadınlardan kaymak isteriz, Verenin ki şen olsun, Vermeyeninkine fare düşsün.” “ K.5” Yomra’da söylenen bir “Güneş duası” da şöyledir: “Guza guza, Gus guruza Allah’tan güneş isteruz Hatunnardan gaymak isteruz Verenun teknesine bereket Vermeyenun teknesuna başım kadar Bi kokmiş sıçan düşsun”. (Anonim) Rize’de yaylalarda çocuklar tarafından yapılan Güneş duası, diğer adıyla “Babra Publig” töreni Anadolu ve Azerbaycan’da görülen “Godu godu” törenlerine benzer şekilde icra edilir. Tseli süpürkesinin beline bir ağaç geçirirler, bunu bir çocuğa (Çömçe’ye) benzetirler. Bu bebeği eline alan çocuklar, gruplar halinde yayla evlerini birer birer dolaşarak hep bir ağızdan şu türküyü söylerler: “Babra bubrik ne ister Kaşuk kaşuk yağ ister”. Bu türküyü söyleyen çocuklara ev sahipleri, kaymak, yağ, un, tuz verirler. Çocuklar bunlardan kazanda “Hoşmere” adı verilen bir yemek pişirirler ve sisin kalkması, güneşin vurması için ateşe atarlar. Böylece güneş duası merasimi sona erer. “ K.6” Trabzon sosyo-kültürü içerisindeki bağın açıklığa kavuşturulmasıyla birlikte Trabzon’un folklor ve manevi dünyasının çok eskiye dayandığı ve sağlam bir Türk kültürünü muhafaza etmekte olduğu rahatlıkla fark edilecektir. Trabzon’un tarihi derinliği nazari dikkate alındığında mevcut kültürün tarihi derinlikten de öte bir maziye sahip olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Ortaasya-Trabzon hinderlantındaki kültürel değişimler Trabzon kültürünü her gecen gün biraz daha zenginleştirerek sağlamlaştırmıştır. Böylece Ulu ecdatlarımızın manevi kültür miraslarından bakiyelere Trabzon kültürünün her alanında rast gelmek olasıdır ki, bu bağlamda sosyal yaşam içerisinde çok boyutlu olarak Şamanizmin bakiyelerini açık şekilde görme olanağı vardır. 330 UKHAD 1 (3) 2015 NOTLAR * Manyak; Türkçe prens, değerli demektir. (Nur,1973,I:97). ** Konuyla ilgili geniş bilgi için 17-19 Ekim 2007 tarihinde Bakü’de sunmuş olduğum “Ortak Türk Geçmişinden Ortak Türk Geleceğine Uluslar arası Folklor Konferansının Materyalları, “Azerbaycan Milli İlimler Akademisi Folklor Enstitüsü Neşri”, C.5, Bakü. s. 159-165 tebliğe akılabilir. KISALTMALAR (İA.) Adak maddesi (1945), Türk (İnönü) Ansiklopedisi, C.I, Ankara: Maarif Matbaası. KAYNAKLAR Yazılı Kaynaklar Alp Çetin (1947), Yeniyol Gazetesi, Yıl 24, 19 Temmuz / 11 Haziran / 25 Haziran, Trabzon. And Metin (1983), “Anadolu Halk Dansları ve Halk Tiyatrosunun Özellikle Hayvan Benzetmeleri Bakımından Asya Kökenleri”, II. Milletlerarası Folklor Kongresi Bildirileri, C.III, Ankara. Caferoğlu Ahmet (1946), Kuzey-Doğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Yöresi Ağızları, İstanbul: Türk Dil Kurumu. _______________ (1958), “Azerbaycan ve Anadolu Folklorunda Saklanan İki Şaman Tanrısı”, İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.V, S.I-IV, “Mars T. Ve S.A.Ş Matbaası; Ankara. Tanyu, Hikmet (1976), “Türklerde Ağaçla İlgili İnançlar”, Türk Folkloru Araştırmaları Yıllığı 1975, Ankara. Tanyu, Hikmet (1967), Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara: “Ankara Üniversitesi Basımevi. İnan, Abdülkadir (1962), Hurafeler ve Menşeleri, Ankara: DİB Yayını. Katanov N. F. (1897), Otcet o Poezdke v 1896 godu v Minusinskiy Okruk Yeniseyskoy Gubernii, Kazan 1897. Nur Rıza (1973), Türk Tarihi, C.1,İstanbul. Potapov L. P. (2012), Altay Şamanizmi, Konya: Kömen Yayınları. Tokarev S. A. (1947), “Prejitki Rodovogo Kulta u Altaytsev Turudı İnstuta Etnografii Akademi Nauk, SSSR, C. I. 331 UKHAD 1 (3) 2015 Uzun Enver, Trabzon Üzerine Notlar, “Eser Ofset”, Trabzon 2011. 2014 Sözlü Kaynaklar K.1: Yusuf Aytin, Muhala Köyü, 86, Emekli (ilkokul), Muhala 13. 01. K.2: Ruşen Ustaalioğlu, Akoluk Köyü, 83, Emekli, Maçka 10. 05.2001. K.3: İsmet Zeki Eyüboğlu, Maçka,76 Üniversite, Maçka 11. 07. 2001. K.4: Adnan Durmuş, Maçka, Üniversite, Maçka 05. 06. 2011. K.5: Hayrettin Bektaş, Trabzon, 27, Gazeteci, Trabzon 02. 03. 2004. K.6: Zehra Koç, Çaykara / Dernekpazarı. 87, Ev hanımı, Çaykara 09. 03. 2003. 332 UKHAD 1 (3) 2015 TRABZON’DA İCRA EDİLEN HASIR ÖRME VE KAZAZİYE EL SANATLARINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER Matting And Kazaziye Handicraft Regarding Assessment Produced in Trabzon Fatma YILDIRMIŞ* ÖZET Geleneksel sanatlar bakımından Türk kültürü oldukça zengindir. El sanatları, toplumlar tarafından icra edilmeye başlamış ve yüzyıllar boyu olgunlaştırılarak günümüze gelmiştir. Makaleye konu olan hasır örme ve kazaziye el sanatları da Trabzon yöresinde uzun zamandır üretilmektedir. Hasır ürünler, Trabzon hasırı olarak ünlenen, eskiden iki kola takılan bir çift bilezik ve kemer iken günümüzde bilezik, kolye, küpe, yüzük olarak set hâlinde veya tek tek üretilerek kullanım alanları isteğe göre genişletilmiştir. Tek tip örme şekli olan hasır, üzerine takılan telkâri tokalarla süslenmektedir. Yörede kazaziye sanatıyla tespih, tespih püskülü, kolye, bileklik, küpe gibi takılar üretilmeye devam etmektedir. Kazaziyede en fazla top örgüsü, ajur, balıksırtı, yeminli sürgü, kısa sürgü, şemse ve uzun sürgü kullanılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Trabzon, El Sanatları, Kazaziye, Hasır Örme, Sözlü Kültür, Usta. ABSTRACT Turkish culture is very rich in terms of traditional arts. Handicrafts, began to be exercised by societies and has survived centuries-long ripening. Subject to Article Matting Bracelet and Kazaziye handicrafts are produced for a long time in the Trabzon City. Matting products, Trabzon Matting Bracelet as renowed, formerly attached to a pair of two arm bracelets and belts while today bracelet, necklace, earrings, ring set, as in the case or individual producing areas are expanded according to demand. In the region, with the art of Kazaziye rosary, rosary tassel, necklace, bracelet, earrings and this kind of jewelry have been continued to be produced. In Kazaziye, top örgüsü (ball knitting),hemstitch, herringbone, yeminli surgu (fastening) kısa surgu(short fastening),rosette and long fastening are mostly used. Keywords: Trabzon, Handicrafts, Kazaziye, Matting, Oral Culture, Master. * Dr. Trabzon/TÜRKİYE 333 UKHAD 1 (3) 2015 GİRİŞ Hasır örme ve kazaziye el sanatları bir kuyumculuk sanatı olarak Trabzon yöresinde uzun zamandır icra edilmektedir. Kuyumculuk, altın, gümüş gibi kıymetli metal ve alaşımlarının eritilerek kalıba dökülmesi ile plaka veya tel hâline getirildikten sonra kıymetli taşlarla işlenerek süs eşyasına dönüştürülmesine denilmektedir (Özelçi Eceral ve diğerleri, 2009: 124). Altın, gümüş gibi ziynet eşyalarının üzerine değerli taşlar takıldığı için kıymetli ziynetler yapma sanatına da kuyumculuk denir (Arseven, 1950: 1183). Kuyumculuk, zergerlerin elinde ince bir sanata ve aynı zamanda bir kazanç kapısına dönüşmüştür (Dinç ve Çakır, 2010: 24). Değerli madenler ve taşlar, insanlık tarihî boyunca kimi zaman güzellik, kimi zaman zenginliğin ve asaletin simgesi olarak kullanılmıştır. Takının tarihî, günümüzden 30. 000 yıl önceye, Üst Paleolitik Çağ’a kadar uzanır. Ancak uzmanlar, gerçek anlamıyla kuyumculuğun, Mezopotamya’ da, Mısır’ da ve Anadolu’ da, MÖ 4 bin yılın sonlarına doğru başladığını belirtiyorlar. (…) Altının plastik deformasyonu olma özelliği vardır ve bu daha İlk Tunç Çağı’nda keşfedilmiştir. Eski çağların ustaları, saf altını döverek zar gibi inceltilebilmiştir. Varak ve varak kaplama denilen bu teknik Mısırlılar, Çinliler, Yunanlılar tarafından kullanılmıştır. İslam sanatında altın ve gümüş varaklar, ahşap ve metal eşyanın yanı sıra minyatürlerin renklendirilmesinde, baskı motiflerinde ve elyazmalarında geniş ölçüde kullanılmıştır (Şahin Yukarıkozan, 2009: 38). Anadolu’nun en önemli ve yaygın kültürü 2500’den sonra Hatti Kültürüdür. Onların ileri bir maden teknolojisi geliştirdikleri, özellikle H. Z. Koşay’ın Alacahöyük kazılarındaki madeni eşya buluntularından sonra anlaşılmıştır. Çorum’un güneyinde bulunan Alacahöyük küçük bir devletin merkezi olmalıdır. Burada birçok kral mezarı bulunmuş ve bu mezarların bronz, gümüş, altın, elektron ve hatta demirden yapılmış kült ve süs eşyaları ele geçirilmiştir. Bu eşyaların içinde taç, bilezik, saç iğneleri gibi altından yapılmış süs eşyaları, demirden yapılmış bir bıçak, çeşitli madeni figürler, Anadolu’nun bu çağda maden teknolojisinin yayıldığı bir merkez olduğu kanısını destekliyor (Kuban, 1988: 17-18). Eski Türklerden kalma eserlerden elde edilen bilgilerde kuyumcu anlamında “altunçı” (Şen, 2007: 102) teriminin kullanıldığı görülmektedir. Bu bilgi altının Türklerin tarihînde yerini açıklamaya yardımcı olacaktır. Altın, gümüş ve kırmızı renkli doğal bakır, Neolitik Çağ insanının dikkatini çeken ilk madenler olmuştur. Parlak sarımsı rengi ile gün ışığında he334 UKHAD 1 (3) 2015 men fark edilebilen altın, ilk fark edilen madenlerin başında gelmesine karşın, Anadolu insanı tarafından yaklaşık 10.000 yıl önce işleyip değişik alet ve takı yapımında kullandıkları bakır, metalurjinin ilk dalı olarak kabul edilmiştir (Başak, 2008: 19). Doğada yaygın olarak bulunan altın, Yakın Doğu’da ilk keşfedilen ve işlenen madenlerden biridir. Keşif tarihî kesinlikle bilinemeyen altının, MÖ 5. ve 6. binden itibaren ufak süs eşyalarında kullanıldığı tahmin edilmektedir. Altın, dağ ırmaklarının yataklarında, alüvyon birikintileri arasında, ufak külçecikler veya kırıntılar hâlinde bulunur. Pas tutmayan altın, rengi ve parlaklığı nedeniyle kolayca göze çarpar. Altın dere yataklarından başka, kuvars kayaların içinde damar hâlinde de mevcuttur. Kayalardaki altını elde etmek için, kaya parçaları önce çekiçle topaklar hâlinde ufalanır, sonra topraklar dövülerek toz hâline getirilir. Dere yataklarından toplanan veya kayalar içindeki damarlardan çıkarılan altın parçacıkları, yüzyıllar boyu bu eski ve basit “tablada yıkama” usulüyle diğer maddelerden ayıklanmıştır. Altın saf bir maden değildir. Altının içinde daima doğal olarak bir miktar gümüş, bakır ve demir gibi madenler bulunur. Altın, yumuşak kolay işlenebilen bir madendir, soğukken de çekiçlenebilir. Altından dövme ve döküm teknikleri uygulanarak istenen her şekil yapılabilir (Erginsoy, 1978: 8-9). Son yıllarda teknik ve bilimsel anlamda yer almaktadır (Fırat, 2010: 37).Altın, yumuşak, parlak, sarı, iletken olması, yoğunluğu ve ticari değeri yüksek, oksitlenmeyen ve tek başına hiçbir asitin etkileyemediği, kolay işlenebilen soy bir metaldir. Diğer madenlerin içinde ve kolay çekilebilen ve dövülebilen olması nedeniyle insanların kullandığı ilk madenlerdendir. Dünyanın en eski altın üreticisi MÖ 3000 de Mısırlılardır. Gümüş, 960 derecede sıvı hale gelen gümüş, doğada genellikle bakır, çinko veya kurşunla birlikte, bazen de serbest olarak bulunur. Gümüşün maden kayasından ayrıştırılıp saflaştırılması tekniği MÖ 3000 yılı başlarında, Anadolu’da bulunmuş ve buradan yayılmıştır. Değişim aracı olarak ilk kullanımı ise Lidya uygarlığında olmuştur. Altından sonra en yumuşak metal olduğu için, sertleştirilmesinde bakır kullanılır (Şahin Yukarıkozan, 2009: 20). Doğal bir altın-gümüş alaşımı olan elektrum madeninin içinde de % 40 oranında gümüş bulunmaktadır. İlk kullanılan gümüş, doğal gümüştür. Bu maden de altın gibi dere yataklarından toplanır veya bazı kayaların içinde damar hâlinde bulunur (Erginsoy, 1978: 10). İnsanlar, hayvan kemiklerini, deniz ve kara yumuşak canlılarının kabuklarını şekillendirerek takı yapmışlardır. Sonrasında süs taşları delinerek boncuk kolyeler yapılmıştır (Fırat, 2010: 31). Takılar geçmişte; din, tılsım, büyü, uğur gibi kavramların etkisiyle kullanılmaya başlamış daha sonraları da takılar, zenginlik ifadesi, hediye ve güzel görünmek gibi anlamlar, görevler 335 UKHAD 1 (3) 2015 kazanmıştır. İnsanlar için dış görünüşleri çok önemlidir ve her insan güzel görünmek ister. Bu sebeple beğendiği, kendisine yakıştığını düşündüğü nesneleri takar, takıştırır. Böylece takı yaşamın ve kültürel kimliğin bir parçasıdır. Takılarda motiflerin belirlenmesinde teknik etkili olmaktadır (Güler ve Erkan Büyükyazıcı, 2008: 631). Trabzon’un ekonomisine yön veren madencilik atölyelerinin ve zanaatın ne zaman başladığını ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nin en önemli üretim merkezi olacak şekilde nasıl geliştiğini şimdilik kesin olarak bilemiyoruz (Belli ve Gündağ Kayaoğlu, 2002: 4). Trabzon ve yöresinin altın “hasır bilezik ve gümüş “Telkâri” işletmeciliği, çok büyük bir olasılıkla, Gümüşhane madenciliği ile ilişkilidir veya en azından, ondan beslenmiştir (Köse, 1991: 77). Kanuni Sultan Süleyman Han Trabzon’da şehzadelik yaptığı sırada burada bulunan Rum ustadan kuyumculuk öğrenmiştir (Dağlı, 1999: 263). Hasır Örme Sanatı Trabzon’un önemli el sanatlarının başında yer alan kuyumculuk, kuyumculuk içerisinde de hasır bilezik örme sanatı gelmektedir. Hasır örme Trabzon’a ait bir sanattır. Evlerde kadınlar tarafından tamamen el emeği, göz nuru ile elde örülen hasır bilezikler altın ya da gümüş ince tellerden yapılır. Gerek altın ve gerekse gümüşten hasır bilezik ve kolye yapılmakta ve ülkemizin hemen her yerine ve dünyanın birçok ülkesine gerek gurbetçi vatandaşlarımızla gerekse ilimizi ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerle taşınmakta ve tanıtılmaktadır. Hasır bilezik, incecik altın ya da gümüş tellerin ilmek ilmek örülmesiyle yapılmaktadır. Tarih içerisinde hasır örgünün ne zaman ve nerede yapılmaya başlandığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Osmanlı döneminde telkâri içerisinde yapıldığına dair görüşler vardır (Erkan Büyükyazıcı, 2008: 32). Hasır örgü tekniğinin ilk olarak Kafkaslar yöresinden Trabzon’a göç eden Türkler tarafından getirildiği düşünülmektedir. Trabzon’un en eski altın ve gümüş ustalarından 1917 Dağıstan Kubaçi Köyü doğumlu Harun Amitay, kendisiyle yapılan bir gazete röportajında; “Kubaçi köylülerinin hemen hepsinin tek bir sanatı olduğunu; o sanatın da kuyumculuk olduğunu söylemektedir. Kubaçi’li kuyumcuların yaptığı çok sayıdaki sanat eseri bugün Londra, Paris ve Moskova müzelerinde sergilenmektedir. Rus ihtilali sırasında Kafkaslardan Türkiye’ye göç eden bu Türk ustalar, sanatlarını Trabzon’da da devam ettirmişlerdir. Günümüzde, Trabzon yöresinde hasır bilezik ören bireyler bu sanatın kendilerine Rumlardan kaldığını zannederler” demiştir (Sümerkan, 2008: 38). Geleneklerini sürdüren Trabzon halkı için önemli yere sahip olan hasır 336 UKHAD 1 (3) 2015 örgü takılar düğünlerin vazgeçilmez takısı olmuştur. Trabzon’un geleneksel kültür yapısının bir gereği olarak hasır takı düğünlerde mutlaka verilmesi gereken hediye niteliğini halen taşımakta, ekonomik durumu iyi olan ailelerin hasır takıyı gelinlerine aldıkları gibi bir de gelinin annesine hasır bilezik takma geleneğini sürdürmektedirler (Somel, 1993: 105). Örme işlemine yeni başlayanlara altın ve gümüş teller pahalı olduğu için önce bakır teller ile tepe kırma alıştırması yaptırılmaktadır. Temel kürdan üzerine örülecek kol sayısına göre sarılarak kurulur. Bu kol sayıları,3,5,7,9… vb. gibi tek sayılardan oluşur. Tek sayılardan oluşturulacak temeldeki ilmek sayıları her zaman çifttir. Hasır örmede kullanılan araç ve gereçlerin başında çifte gelir. Tel ilmekleri tutup çekmeye yarayan, ucu üçgen biçiminde sivriltilmiş bir tür özel cımbızdır. İğne, ilk birkaç sıra için örgü şişi görevi yapar. Düzeltme ve ütüleme işleminde kullanılacak bir diğer alet de tokmaktır. Dövme sırasında hasır örgüye zarar vermeyecek sertlikte bir ağaç malzemeden yapılmış olmasına dikkat edilmelidir. Mum, örgü sırasında kopan telleri birleştirmek için bir tür ısı kaynağıdır. Eğri boru, mum alevini kaynak yapılacak noktaya üflemekte kullanılır. Kaynak, birleştirici lehimdir. Tenekâr, kaynakta katalizör görevi yapan bir tür reçine, borakstır. Trabzon hasır örgüsünün şimşir ağacından yapılan tokmak ile dövülüp, ek yerlerinin birleştirilmesinin ardından, örgü uçlarını birleştirecek kilit ya da tokayı kuyumcu ustaları atölye ortamında takar. Bu süreçte tel tutulması, tavlama, asitleme, yıkama, kurutma, dövme, kenar düzeltme, toka takılması, parlatma ve cila gibi aşamalarla atölyelerde hasırın son hâli verilir (Sümerkan, 2008: 42-43). Basit bir sistem olan kilidin görünen yüzeyine çelik kalemler ile motif yapılır. Buradaki motifler daha çok çizgisel, bitki motifleridir. Ayrıca kelepçeler parlak taşlar, kazazlık, Telkâri tekniği ile hazırlanmış bitkisel motifler ile süslenir. Bu işlemin sonunda ürün ya eğer sipariş verilmişse sahibine verilmek üzere ya da vitrinde alıcı beklemeye hazır duruma gelmiştir. Fotoğraf 1: Hasır Bilezik Örneği Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış 337 UKHAD 1 (3) 2015 le ki; Hasırı düzgün ve güzel örmek için dikkat edilecek noktalar vardır. Şöy- • Trabzon hasır örgüsü yapımında tepe kırma hasır örgüsünün yapımındaki en önemli aşamadır. Bu nedenle Trabzon hasırını örecek kişinin düzgün örebilmesi için el pratikliği kazanması gerekmektedir. • Tel bittiğinde telin düzgün bir şekilde eklenmesi örgü işleminin kalitesini artırmaktadır. Tel ekleme işlemlerin aynı yüzde yapılarak örgünün düzü tersi oluşturulur. • Hasır örgüsünde bir diğer önemli nokta ise kenar dönmeleridir. Kenar dönmeleri, tepelerin dik kırılması kadar önemlidir. Bunun için de için el pratikliği kazanmak çok önemlidir. Kenar dönmelerinin düzgün olması hasır örgüsünü estetik açıdan güzel görünmesini sağlamaktadır. • Hasır örgüsü seyrek örülmeli ama delikli bir görünüm de, hasır örgüsünün kalitesini düşüreceğinden belli bir düzgünlükte örülmesi gerekmektedir (Okyay, 2008: 26). • Fotoğraf 2: Hasırın Örme Aşamaları: Tel Sokma İşlemi. Fotoğraf 4: Tel Çekme İşlemi Fotoğraf 3: Tepe Kırma İşlemi Fotoğraf 5: İğneyle Düzeltme İşlemi 338 UKHAD 1 (3) 2015 Fotoğraf 6: Hasırı Dövme İşlemi Fotoğraf 7: Tokmak Üzerindeki Hasır Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış Hasır örme Takı modellerinde kullanılan toka çeşitleri: 1. Kalem toka: Çelik kalem ile plaka üzerine desen çizilerek oluşturulmaktadır. 2. Telkâri toka: Trabzon’da veya Beypazarı’nda üretilen Telkâriler kullanılmaktadır. 3. Taşlı toka: Hazırlanacak plakanın üzerine tek tek taşlar yerleştirilir. Buna el işçiliği de denilmektedir. 4. Hasıra hasır toka: Örülen hasır örgüsünden toka yapılmasıdır. Fotoğraf 8: Tokalı Bilezik Örnekleri Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış Trabzon kuyumcular ve saatçiler odası, bu sanatın adı “Trabzon hasırı”’dır diye coğrafi işaret tescil belgesi alarak sanatın Trabzon’a ait ol339 UKHAD 1 (3) 2015 duğunu belgelemiştir. Coğrafi işaret tescil belgesinin alınması ilin tanıtımı açısından olduğu kadar, yöreye yapılan turistik gezilerde yerli ve yabancı turistlere satışının da yoğun olması yörenin kültürel tanıtımı ve ekonomisi için önemlidir. Trabzon hasırı eskiden iki kola takılan bir çift bilezik ve kemer olarak kullanılırken günümüzde bilezik, kolye, küpe, yüzük olarak set hâlinde veya tek tek üretilerek kullanım alanları isteğe göre genişletilmiştir. Fotoğraf 9: Hasır Takım Örnekleri Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış Maddi kültürdeki yerini alan kuyumculuk ürünleri sözlü kültürde de kendini göstermektedir. Mânilerde, atasözlerinde, bilmecelerde altının, bilezik gibi çeşitli takılardan bahsedildiğini görürüz. Mânilerde: Altun yüzük barmakta Su çalkalanur ırmakta Bir güzel yar sevmişum Şu karşıki konakta (Ciravoğlu, 2009: 90). 340 UKHAD 1 (3) 2015 Ağacın depelüsü Gızların küpelüsü Gelin olsun gız olsun Sevülü cilvelüsü (Karaca, 2000: 388). Altuni bozdurayim Gerdana dizdireyim Sen yağmur ol ben bulut Peşimde gezdireyim (Çelik, 2005: 188). Barmağunda yüzükler Kolunda bilezukler Al kara vur yüzune Nedur bu güzellukler (Durgun, 2005: 410). Belindeki ak kemer Tel iledir tel ile Hayde desem sevgilim Gelir misin ben ile (Çelik, 2005: 303). Cebumde altun saat Binduğum gırmizi at Sevdum da alamadum Nası olayim rahat (Duman, 2011: 100). Dört kat zencir bi kolye On da bilezik dedi Mobilya altın saat Küpeleri ekledi Babam beni kırmadı Olsun yaparuk dedi (Cihanoğlu, 1997: 53). Emine’m senin için Düştüm ben bu yollara Bilezik yakışıyor Hau güzel kollara (Çelik, 2005: 286). 341 UKHAD 1 (3) 2015 Garadeniz’ın gızi Goysun eline gına Taksın altun kemeri Oyle celsın yanıma (Duman, 2011: 123). Giderum yaliyali Felikam da boyali Altun takarum sağa Her biri gatirnali (Ciravoğlu, 2009: 139). Hau sarı saçlara Altun dizeyim altun Verdum başlık parası Garini satun aldım (Eyüboğlu, 2008: 93). İndim yalı yoluna Bastım fındık dalına Bir çift bilezik yaptım O yârimin koluna (Ciravoğlu, 1943: 12). Martinim omuzumda Üç tane bilezuklan Aldatıylar gızlari Bi küpe bi yüzüklan (Çelik, 2005: 447). Parmağunda yüzüğun Taşi olayım taşi Kolunda bilezuğun Olayım arkadaşı (Durgun, 2005: 416). Seni nenen taradi Altunlarlan donatti Helbette nazlanırsın Sevdaliların arttı (Duman, 2011: 122). Tüfeğum omuzuma Yedi bilezuğilen Ben aldarum kizlari Bir gümüş yüzuğlan (Çelik, 2005: 454). 342 UKHAD 1 (3) 2015 Atasözlerinde: • Altının kıymetini sarraf bilir (Ciravoğlu, 2009: 48). • Deveden kazaz olmaz (Aksoy, 2009: 39). Bilmecelerde: •Sarudur safran gibi Okunur Gur’an gibi Ya bunu bileceksin Ya bögece öleceksin (altın/okunur: tapılır, sevilir anlamındadır. ) (Karaca, 2000: 433). •Edden kantar Altun dartar (kulak) (Karaca, 2000: 436). •Mini mini, küçük sini (Başgöz, 1993: 42). Sarıdır safran gibi Okunur Kur’an gibi. (Altın) (Başgöz, 1993: 43). Sarıdır safran gibi Okunur Kur’an gibi Ne vallahi zerdali Ne billahi şeftali. (Altın) (Başgöz, 1993: 43). •Sarı keçi yarda oynar Yar yıkılır yerde oynar. (Altın) (Başgöz, 1993: 44). •Sarıdır özü, güldürür yüzü. (Altın) (Başgöz, 1993: 44). Hasır Örme Sanatı Hakkındaki Geleneksel Bilgi ve Görüşler Ustalar, hasır örme sanatının Trabzon’daki tarihiyle alakalı şunları anlattılar: Fatih Sultan Mehmet’in 1461 yılında Trabzon’u fethiyle, Gümüşhane’de bulunan gümüş madenlerinin işletilmesi ve çıkan ham gümüşün hayvanlar sırtında Trabzon Limanı’na getirilmesi, buradan da gemilerle genelde İstanbul ve diğer liman şehirlerine ulaştırılması, Trabzon ticaretine ve kuyum mesleğine önemli katkılar sağlamıştır. Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethi anısına üzerinde Trabzon yazılı gümüş sikkeler bastırması da Trabzon kuyumculuğunun önünü açan nedenlerdendir. Daha sonra Trabzon’da şehzade olarak bulunan Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın kuyumcu yanında çalışmaları, o dönemde Trabzon Kuyumculuğunun geldiği noktayı göstermektedir. Evliya Çelebi de anılarında Trabzon Kuyumcu ustaları ile İstanbul kuyumcu ustalarının aynı olduğunu, Trabzon Kuyumcularının ürettiği süs eşyalarının Osmanlı Sarayını süslediğini anlatmaktadır. Bu dönemde Trabzon Kuyumculuğu genellikle gümüşten küpe, yüzük şeklindedir. Bu şe343 UKHAD 1 (3) 2015 kilde gümüşten yapılan süs takılarına cam ve diğer taşlar da eklenirdi. Yavuz Sultan Selim dönemimde Batum’un fethiyle birlikte kültürel karışım oluşmuş, Kafkas el sanatları ile Trabzon el sanatları birbirlerini etkilemeye başlamıştır. Böylece Trabzon Kuyumculuğu çeşitlenmiş ve Trabzon’a has Hasır ortaya çıkmaya başlamıştır. 1917 yılından önce Rus Çarlık orduları ile Karadeniz’e gelen Kafkasyalı ustaların geri gitmemesi ve Trabzon’da yerleşmesiyle Hasır örücülüğü önemli gelişim göstermiştir. Bu dönem Trabzon Kuyumculuğunun yeniden doğmasıdır. Kafkasyalı Türk ustalar Trabzon’da hasırı öğretmiş ve yaşamasını sağlamışlardır. Böylece Trabzon’un tek ticari markası olan Trabzon hasırı doğmuştur. Bu gün Kafkasya’da bunun benzerlerinin görülmesi bu nadide el sanatının, Türk el sanatı olduğunu doğrulamaktadır (KK-1). Hasır örgü Kafkaslardan 1900’lü yıllarda Trabzon’a geldi. Trabzon’un en eski ustalarından Dağıstan Kubaçi köyünden Harun ustadan bizzat kendisinden öğrenilmiştir. Hasır örgü tekniğinin ilk olarak Kafkaslar yöresinden Trabzon’a göç eden Türkler tarafından getirildiği düşünülmektedir. Trabzon’un en eski altın ve gümüş ustalarından 1917 Dağıstan Kubaçi Köyü doğumlu Harun Amitay, kendisiyle yapılan bir gazete röportajında; “Kubaçi köylülerinin hemen hepsinin tek bir sanatı olduğunu; o sanatın da kuyumculuk olduğunu söylemektedir. Kubaçi’lilerin yaptığı çok sayıdaki sanat eseri bugün Londra, Paris ve Moskova müzelerinde sunuma açılmıştır. Rus ihtilali sırasında Kafkaslardan Türkiye’ye göç edenler oluyor, bunlarla birlikte Kubaçi köylüleri Trabzon yöresine yerleşiyor. Sanatlarını Trabzon’da da devam ettirmişlerdir ve Trabzon’da bu sanatın yayılmasına vesile oluyorlar (KK-2). Fotoğraf 10: Hasır Takım Örneği Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış 344 UKHAD 1 (3) 2015 Hasır bileziğin Rumlardan kaldığını söylemek yanlıştır. Kafkas Türklerinden gelmiştir. Ama şöyle bir şey var ki Rumlarla Türkler iç içe yaşamışlar. Burada sanatı kim kime öğretti, kim geliştirdi, bu konuda kesin bilgiler yok. Trabzon’da kadınlara bunları size kim öğretti diye sorduğumda onlar Rumlardan öğrendik derlerdi. Ama Rus işgalinde Türkler buraları terk etmişler, belki geri döndüklerinde Rumlardan öğrenmiş olabilirler (KK-2). Bu sanatlar kadın süsleme sanatı olarak değil savaş zırhı olarak yapılmış. Su geçirmiyor, süngü geçmiyor, o derece kalınmış. Bir küpe, bir kolye, bir bilezik hâline gelene kadar telin mikronu inceliyor. Rumların Türklerle kardeşçe yaşadığı dönemlerde birbirleriyle alışverişte bulunmuşlar, birbirine bu gelenek geçmiş olabilir (KK-2). Osmanlı Dönemi’nde Müslüman kadının sokağa çıkması, kuyumcuya gidip altın ya da gümüş tel alması, aldığı teli ördükten sonra kuyumcuya geri getirmesi sosyal olarak mümkün olmadığından, o dönemde hasır örme işini genellikle gayri müslim kadınlar yapmaktaydı. Bu durum Cumhuriyet dönemine kadar devam etmiştir. Cumhuriyetle birlikte cinsler arasındaki ayrımcılık kalkmış, Türk kadını da sosyal hayatta yerini almıştır. Böylece Türk kadını, telkâri yenin (hasırın) olmazsa olmazı olan örme işine el atmış ve Trabzon Hasırının bugünlere gelmesinde önemli görevler üstlenmiştir. Altın ve gümüşü dantel gibi işleyen ilk Müslüman Türk kadınları arasında Melahat Hanımın adı günümüze kadar gelmiş ve anılarda yer almıştır. O günlerden bugüne adları kalan hasır ustaları arasında Dağıstanlı Hacı Mehmet ve Kafkasyalı İbrahim Horololu’nun adları hâlâ yaşamaktadır (KK-1). Hasırın yapılımı konusunda şunları söyleyebilirim. 0,32 mikron kalınlığında 22 ayar altın, 900 ayar gümüş tel ile yapılıyor. Bunlarım mikronları değişebiliyor. Artık 14 ayar da altın yapılmaya başlanmıştır (KK-2). Fotoğraf 11: Hasır Bilezik ve Gerdanlık Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış 345 UKHAD 1 (3) 2015 Ustalar mesleği nasıl icra ettiklerini izah ederken işin inceliklerini, hasırı örmeye nasıl başladıklarını, kazançlarıyla neler yaptıklarını, meslek ile ilgili küçük anılarını anlatmayı da ihmal etmediler. Ben hasırla ilk olarak başladım. Ben her şeye merak ederdim. Yirmi dört yaşımda başladım ama sekiz, on iki yaşında annesinden öğrenerek başlayanlar var. Benim başlamam tel kırma, tepe dönmeler çok hoşuma gitmişti. Merakla başladım. Çöpü bile çok kıymetli bir sanat (KK-2). Ben bu işe oğlum beş aylıkken başladım. Yirmi iki senedir bu işe başladım, amcamın kızından öğrendim. Çocuklarımı büyütmek için bu işe başladım. Yeni evliydim. Bu iş çok kişiye ekmek verdi. Çok evi geçindirdi. Ben hem evimi geçindirdim hem çocuklarımı büyüttüm hem de eşim il dışında üniversite okuyordu, ona haçlık gönderiyordum. Köyde köy işi de yapıyordum her fırsatta bilezik de dokudum (KK-3). Bir gelin ancak bir ay gelinlik yapar. İkinci ay hasır örer, kendisi öğrenmek ister. Ev hanımlarına özgü bir sanattır. On üç yaşlarındayım, teyzelerim, annem hasır örüyorlar, bütün işleri bana yaptırıyorlar. Onlar işlerini yapıyor, parasını alıyorlar, ben hiçbir şey yapmıyorum. Yetmişli yıllar, annemin cımbızını aldım, ıssız bir yer seçtim. Kendi kendime başladım ama yapamadım. Dayımın kızlarına yalvardım, onlar öğrettiler. Bakıra siyah gümüş diyorlardı. İlk kazandığım parayla, bir buçuk lira, elbise ve sandalet aldım. Kendi kazancım bana aşırı mutluluk verdi. Paranın tadını alınca durur musun? O yazı gümüş örerek geçirdim ve öğrendim. İkinci yaz tatilinde altın örmeye başladım. Okula giderken de geceleri altın örerdim ama hiç elişi yapmadım, dantel, örgü öremedim. Hep gümüş ve altın ördüm. Bu benim içimde özlem kaldı (KK-4). Telimizi kuyumculardan temin ederiz. O da bize siparişine göre telimizi istenilen boyutlara göre yazarak bize verir. Bizde onlara göre örüp sonra kuyumcumuza iade ederiz. En fazla bir hafta süreyle bitmesi istenir (KK-3). Teli alıyorsun, küçük bir kartona başlıyorsun. Tepe kıra kıra örüyorsun. Bitirince kesip, tokmakla dövüyorsun. Kuyumcu onu atölyede kaynak yapıyor, klips takıyor, altın suyuna batırıyor, satıyor. Burada önemli olan tepe kırmalarını düzgün yapmaktır. Çünkü tel çabuk kırılır, kuyumcu bunu pek istemiyor. Onlar sonra atölyede kaynak oluyor (KK-3). Hasırı kullanmak da zordur. Günlük kullanmaya gelmez. Çünkü tepeler kullanırken kırılabilir, o zaman da bir özelliği kalmaz. Hasırı kuyumcudan alırken pahalı alıyorsun, sürekli de kullanamıyorsun. Ama insanlar gösteriş olsun diye alıyorlar. Anneler illa ki kızlarını evlendirirken hasır takımı istiyorlar. Bence çok gereksiz. Bozdurmaya kalksan çok ucuza bozuyorlar. Yatırım için hasır yapılmaz. Bu hasırı yurtdışına gönderiyorlar. Trabzon kültürünü yaşat346 UKHAD 1 (3) 2015 ma için bile insanlar alıyor. Biz göre göre bıktık (KK-3). Fotoğraf 12: Gümüş Hasır Gerdanlık Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış Bilekliklerde 20 cm. gerdanlıkla 40 cm’ dir. Sonra şimşirle meydana getirilen tokmak dediğimiz gereçle onu dövüp daha düz olmasını sağlıyoruz. Amaç kuyumcumuza buna daha iyi bir şekilde sunmak. Tokmak şimşirden oluyor. Şimşir sert ağaç kolay kolay kırılmaz. O hâldeyken bile benimki yıllardır kullana kullana kırıldı. Sonrası kuyumcuya kalıyor o bunu güzel bir şekilde tasarlayıp insanların beğenisine sunuyor. Sonra kendisi bize emeğimizin karşılığını vererek ördüğümüz siparişin güzelliğine göre bize tekrar tel veriyor (KK-3). Ustalar işin püf noktasını anlatırken “Bu işte yön önemlidir.” İfadesini kullandılar. Bu ifadenin neyi kastettiği sorulduğunda; Yöndeki kastımız bileziğimizin bize göre en iyi yerden görünmesi hâlidir. Bu kişiden kişiye değişir. Bazılarında bu durum olmazken bazıları bunun onu daha iyi gösterdiğine inanır (KK-3). Tabi bu iş biraz ince sonuçta elinizde bir tel var bunun kesilme imkânı çok fazla çünkü ufak bir zedelenmede telimiz anında kesilebilir. Titizlik istenen bir meslek. Bileziğimizi çelikten üretilen çifte denilen bir gereçle örüyoruz. Ucu sivri olan bu gerecinde iyi olmasına dikkat ederiz ne kadar iyi olursa bileziğimiz o kadar güzel olur körelmiş bir uçla onu örmek telimizin zedelenmesine ve bileziğimizin hoş görünmemesine yol açar (KK-3). Birkaç yıl dokumayı bıraktım, dinlenmek istedim. Sonra tekrar başladım ama uzun süre elimi tekrar alıştırmaya çalıştım. Bu işi herke yapabilir. Yaptıkça eli alışır, düzelir. Bu iş yapmak için çok becerikli olmaya gerek yok. Ben herkese tavsiye ederim. Herkes yapsın, evine katkıda bulunsun (KK-3). 347 UKHAD 1 (3) 2015 Bu sanatı paylaşmadığım kimse kalmadı. Hiç unutmam, çok fakir bir öğrenciydi. Hayatımda hiç kimseden ücret almadım. İnsanlar para kazanıyorsa o bana yetiyor. O fakir kadın eğer kızıma öğretirsen ben sana bir çuval patates getirecem dedi, ben onu da almadım, kızına öğrettim. Öğrettiğim insanlar ahlaklı olacak, çalışkan olacak. Sonuçta adamın altınını alıp kaçabilir (KK- 4). Biz çocuk yaşta yaparken ciddiyetine varamadık. Dayımın kızıyla hasırlarımızı teslim etmek üzere çarşıya gidecektik. Bir sepet kiraz topladık. Altın çantamızı kiraz sepetinin üzerine koyduk. Bir yandan kiraz yiyoruz bir yandan gidiyoruz. O arada çanta düşmüş, bir baktık altınlar düşmüş. Allah’tan yaşlı bir teyze bulmuş. Çantanın içinde fotoğraflarımız varmış, tanımış, akşam bize getirdi. Bizim günümüz mahvoldu, biz ağlıyoruz (KK-4). Fotoğraf 13: Hasır Gümüş Gerdanlık Fotoğraf 14: Hasır Takımı Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış Kazaziye Sanatı Kelime manası ipek işleyen, ipek satan demektir. Fakat bir sanata ad olmuştur (Kuşoğlu, 2006: 127). Trabzon’da “kazazlık veya kazaziye” adlarıyla kullanılan bu sanat, ibrişim üzerine sarılan çok ince altın ve gümüş tellerle oluşturulan metal ipliklerle yapılan bir örgü sanatıdır. Kazazlığın tarihî ile ilgili farklı görüşler vardır. Kaynak taraması sırasında elde edilen bilgilerle kazazlığın tarihî konusunda 16. yüzyıla kadar tarihlenen ürünlerde kazaklık tekniklerinin kullanıldığı belirlenmiştir. Bu bilgiye dayanarak kazazlığın ta348 UKHAD 1 (3) 2015 rihînin daha eski olduğunu söylemek mümkündür. Geçmişte kazazlık tekniği ile oluşturulan ürünler, tespih kamçısı, şalların kenarına, feslere, eldiven ve çeşitli ürünlerde püskül, giysilerde düğme, at koşum takımlarında, deri ürünlerde fonksiyonel aksesuar olarak kullanılmıştır. Kazaz örücülüğü tekniklerini sadece kuyumculukla ilgili alanlarda değil, Ham maddesi farklı diğer alanlarda da görmek mümkündür. Bunlar arasında deri ürünler, tekstil ürünleri de yer almaktadır (Erkan Büyükyazıcı, 2008: 36-37). Kazazlık sanatı kendisiyle görüşülen ustalardan elde edinilen bilgilere göre günümüzde Trabzon’da yalnızca 3 aile tarafından sürdürülmektedir. Teknik özellikler yönünden araştırılıp incelenmesi, belgelenmesi bu nedenle de büyük bir öneme sahiptir. Trabzon’da günümüzde kazazlık sanatı ile tespih, tespih kamçısı olarak üretilmeye devam etmektedir. Son yıllarda takıya olan yoğun talep ile kazazlık sanatı ile üretilen takılar büyük ilgi görmektedir. Yörede bu işi yapan kişilerin az olması bu işi maddi kazanç sağlamak için yapan bireyler için de avantajlıdır. Çünkü bu işi yapan kişi sayısı az olmasından rekabet ortamının da olmaması nedeniyle kazançlıdır. Ayrıca gümüşten yapılan ürünleri her kesinden aile alabildiğinden günümüzde bu iş ile üretilen ürünlere talep artmıştır. Bu işi meslek edinen ustalar ile çalışan elemanları arasında güvene dayalı bir ekip işi olduğu, yapılan sipariş teslim edilirken işçilik parasının hemen alınması bu işin ekip arasında güvene dayalı bir iş olduğunu göstermektedir (Okyay, 2008: 33). Tamamen el işçiliğiyle yapılan kazaziye önce 24 ayar saf altın veya bin ayar saf gümüş, 0,08 mikron kalınlığında ince tel haline getirilir. Saç teli kalınlığındaki bu tel, bir çıkrık yardımıyla ibrişim( bugünkü adıyla ipek iplik) üzerine sıkı bir yay gibi sarılarak belli bir esneklik ve kalınlığa ulaşır. Bu kalınlığa getirilen tel, kazaziye sanatının ana ham maddesidir. Bu telden tamamen tel örgü teknikleri kullanılarak değişik parçalar üretilir. Tasarlanan ürüne göre bu küçük parçacıklar birleştirilerek takıya dönüştürülür. Kazazlık eskiden sadece tespihlerin ucuna imame yerine takılan püskül (kamçı) olarak yapılıyordu. Günümüzde bu kullanım alanı dışında gelişmeler göstererek değişik takı tasarımları yapılarak üretilmeye başlanmıştır. Modern ve klasik kolyeler, küpeler, bileklikler, kolye uçları, kol düğmeleri, giyim süslemelerinde düğme, kemer, 33’lük ve 99’luk tespihler yapılmaktadır. Ayrıca gümüş tel yerine çeşitli renkte iplikler (koton, muline, pamuk, sim vb.)kullanılarak nakış, giyim ve takı alanlarında çeşitli tasarımlar yapılmaktadır. 349 UKHAD 1 (3) 2015 Fotoğraf 15: Gümüş Kolyeler Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış Kazazlığı düzgün ve güzel örmek için dikkat edilecek noktalar vardır. Şöyle ki; • Kazazlık tekniğinin ilk aşaması telin iplik üzerine düzgün sarılması gerekmektedir. Telin düzgün sarılmaması durumunda yapılan teknikler kullanılmamaktadır. • Çıkrıkta hazırlanan tel ile teknikler üretilir. Bu tekniklerden kısa sürgü, uzun sürgü ve top örgüsü teknikleri tığ adı verilen özel bir araç üzerinde örülerek, balıksırtı tekniği ise çelik tel üzerinde örülerek hazırlanır. Daha sonra tığ ve çelik tel tekniğin içerisinden çıkarılır. • Balıksırtı tekniği; temelde oluşturulan ilmeler yapılacak zincirin özelliğine ve büyüklüğüne göre sayısı değişir. İğne ile oluşturulan bu ilmelerin arası eşit bir şekilde ayrılır. Örme sırasında normal bir şekilde örülmeli ne çok sıkı ne çok gevşek olmalıdır. Balıksırtı tekniğinin içinde kalan teli aşağı yukarı zorlanmadan çekiştirebilmelidir. Örülen iplik bitmesi durumunda iplik örgü işleminin iç tarafına alınmaktadır. İplik eklemelerinde, ipliğin bittiği sıranın sağ tarafından 1cm aşağıdan iğne girilmekte, girilen iğne alttan yürütülerek 350 UKHAD 1 (3) 2015 biten ipliğin çıkacağı yerden çıkarılarak örme işlemine devam edilmektedir. Ayrıca önceki biten ipliğin içe alınan sarkan ucu örme işlemi sırasında en az 1 cm içten yürütülmelidir. • Kısa sürgü tekniği tığın üzerinde örülür. Bu tekniğe başlarken iğneye tekniği işlenmesini bitirecek uzunlukta tel takılır. Örgü için kafes kurulur. Bu kafes göre her işleme grubu 4’lü oluşturana kadar sarılır. • Top, bu teknikte kafes kurumu çok önemlidir. Oluşturulan kafes eşit aralıklarda değilse iğne ile iplikleri kaydırarak düzgün bir şekilde oranlanmalıdır. Çünkü boncuğun üzerine kurulan kafesin düzgün olmaması durumunda boncuğun işlemesini bozar. İşleme sırasında boncuğun üstünde ve altında açıklığın olmaması gerekmektedir. • Top örülürken belli bir sıra tamamlama şartı yoktur. Önemli olan boşlukların görünmemesidir. Bu teknikte iplik bitmesi durumunda iplik eklenebilir ama bu sanatı yapan kişiler ekleme yapmadan çalışmaktadırlar. • Uzun sürgü, kısa sürgüye benzer bir kafes kurulur. Kısa sürgü gibi her sıra 4’lü iplik grubu oluşturularak örülür. Sürgü tekniklerinde ekleme yapılmaz. • Ajur, tel sarımı önemlidir. Sarılan bu tel kırılmamalıdır. • Şemse Düğümü, makromedeki aşk düğümüdür. Yapacağımız düğümde tel sırası kadar tel yürütülerek yapılan düğümler, düğüm oluşturulup daha sonra dolanarak kat sayısı artırılan düğüme göre daha düzgün olmaktadır. • Kazazlık uzun süre ara verilmeden yapılmalıdır. Ara verilmesi durumunda tekniklerin işlemleri unutulabilmektedir. • Ürün oluşturma aşamasında, üretilen parçalar tasarıma göre mumlanmış naylon iplik ile dikilerek birleştirilir. Burada sarkan naylon tüycükler çakmakla yakılarak temiz bir görünüm kazandırılır (Okyay, 2008: 45-47). Kazazlık örgü teknikleri ve yapım aşamaları ise şöyledir. Balıksırtı Tekniği: Gümüş kazazlıkta, yapılan tekniklerden ürün oluşturulduğunda bu teknikleri taşıyan zincirdir. Balıksırtı tekniğini yapabilmek için hazırlanacak ipliğin kalınlığı için; 1,2 veya 3 kat overlok ipliği çıkrığa gerilerek üzeri gümüş ya da altın tel ile sarılır. Balıksırtı tekniği, 2,3,4,5,6 düğüm genişliklerinde, istenilen uzunlukta örülür. İplik bittiğinde ekleme yapılarak örme işlemine devam edilir. 351 UKHAD 1 (3) 2015 Fotoğraf 16: Balık Sırtıyla Örülmüş Kolye Ucu Fotoğraf 17: Balık Sırtının Genel Görünüşü Kaynak Kişi: Trabzon Olgunlaşma Enstitüsü Arşivi 352 UKHAD 1 (3) 2015 Kısa Sürgü Tekniği: Kısa ve uzun sürgü tekniğini yapabilmek için hazırlanacak ipliğin kalınlığı için; 1,2 veya 3 kat ovarlok ipliği çıkrığa gerilir, üstü gümüş ya da altın tel ile sarılır. Ürün oluşturma sırasında iki teknik arasında bağlantı sağlayan köprü görevindedir. İğneye yapılacak sürgü tekniğini tamamlayacak uzunlukta tel takılmaktadır. Tığ üzerinde iğne aracılığıyla çeşitli şekilde dolanan iplik ile kafes oluşturulur. Oluşturulan bu kafes, başlangıç ipliği takip edilerek her yönde 4 sıra oluşturularak tamamlanır. Bu teknikte balıksırtı tekniğinde olduğu gibi iplik ekleme durumu yoktur. Uzun Sürgü Tekniği: Sürgü tekniğini yapabilmek için hazırlanacak ipliğin kalınlığı için; 1,2 veya 3 kat ovarlok ipliği çıkrığa gerilerek üzeri gümüş ya da altın tel ile sarılarak hazırlanmaktadır. Ürün oluşturma sırasında iki teknik arasında bağlantı sağlayan, köprü görevindedir. Bu teknik de kısa sürgü gibi tığ üzerinde yapılır. Uzun sürgünün kafesi kısa sürgü tekniğine göre daha karmaşıktır. Bu teknikte de kısa sürgüde olduğu gibi tığ üzerinde kafes oluşturulur. Oluşturulan bu kafes kısa sürgüde olduğu gibi başlangıç ipliğini takip edilerek her yönde 4 sıra oluşturularak tamamlanır. Bu teknikte balıksırtı tekniğinde olduğu gibi iplik ekleme durumu yoktur. Fotoğraf 18: Dövme İşlemi Yapılmış Kısa ve Uzun Sürgüler Kaynak Kişi: Trabzon Olgunlaşma Enstitüsü Arşivi Yeminli Sürgü: Yörede bu sürgüyü sadece bu meslek aracılığıyla gelir sağlayan ustalar bilmektedir. Kazazlık örücülüğün yaygınlaşmasını istemediklerinden bu tekniğin yapılışı bilinmemektedir. Top Örgüsü Tekniği: Top örgüsü tekniğini yapabilmek için hazırlanacak ipliğin kalınlığı için; 1,2,3,4,5,6,7,8,9 veya 10 kat ovarlok ipliği çıkrığa gerilebilir. Bu kat sayısı topun büyüklüğüne göre değişiklik gösterir. Tahta 353 UKHAD 1 (3) 2015 veya plastik boncuğun içerisine örülecek ipliğin ucu geçirilir. İçine iplik geçirilen Bu boncuğun içine tığ yerleştirilerek sıkıştırılır. Sıkıştırılan bu boncuğun üzerine işlenilecek kafes oluşturulur. Daha sonra oluşturulan bu kafes iplik takip edilerek boşluk kalmayacak şekilde örülür. Görünümü Türk işindeki hasır iğne görünümündedir. Bu örgünün büyüklüğü içeride kullanılan boncuğun büyüklüğüne göre değişiklik gösterir. Ajur: Ajur (ajör) tekniğini yapabilmek için 5 kat naylon iplik çıkrığa gerilir. Bu ipliğin üzerine 20-25 mikron kalınlığındaki gümüş tel sarılır. Elde edilen bu tel ajur yapımında kullanılır. Bu teknik kolye ucunda, tespih püskülünde, zincir arasında kısa sürgü ile birlikte kullanılır. Fotoğraf 19: Ajur Tekniği ile Yapılmış Kolye Uçları Kaynak Kişi: Trabzon Olgunlaşma Enstitüsü Arşivi Şemse Düğümü: Makrome düğüm çeşitlerinden aşk düğümü yaygın olarak kullanılmaktadır. Aşk düğümünün kazazlıktaki adı şemşe düğümüdür. Kazazlıkta kullanılan araç ve gereçler şunlardır: Birincisi çıkrıktır. Kazazlık tekniğinin yapılabilmesi için ibrişim veya naylon iplik üzerine tel sarılması saylayan alettir. Diğer bir önemli olan aletler ise tığlardır. Çeşitli boylarda olup farklı ürünleri yapabilmek için kullanılır. Top yapımı ve örgü354 UKHAD 1 (3) 2015 sünde, kısa-uzun sürgünün yapılmasında kullanılır. Bir diğeri ajur tekniğinde tellerin sarılmasına yarayan sarmakçadır. Bir diğer alet olan çelik teller zincir örgüsünün yapılmasında yardımcıdır. İğneler hazırlanan telleri tekniklerin yapımında kullanılan bir diğer araçtır. Bir diğer önemli olan alet ise makaslardır. Makaslar ürünün yapımının her aşamasında kullanılır. Kargaburunlar ise örgülerin yapımında iğnelerin geçmediği durumlarda ve düzeltmelerde kullanılmaktadır.1 Fotoğraf 20: Tespih Fotoğraf 21: Kolye Takımı Kazaziyede kullanılan araç gereçler, kazaziyede uygulanan teknikler usta öğretici olan Serpil Doruk’un verdiği bilgilerden derlenmiştir. 1 355 UKHAD 1 (3) 2015 Fotoğraf 22: Kolluk Fotoğraf 23: Kadife kazaz kolye- kazaz taşlı küpe, 356 UKHAD 1 (3) 2015 Fotoğraf 24: Tespih Fotoğraf 25: Kazaz Kolye 357 UKHAD 1 (3) 2015 Fotoğraf 26: Top dizili kolluk ve küpe Kazaziye Sanatı Hakkındaki Geleneksel Bilgi ve Görüşler Kazaziyenin Trabzon’daki tarihi ile ilgili ustalar şu bilgileri aktardılar: Kazaziyede yapılan şemsler aşk düğümleri Selçuklu atmalarında, gemici düğümlerinden esinlenerek yapılıyor (KK-4). Kazaziye Rumlardan kalan bir sanat dalı, zibka, mintan, fesfeşal gibi giysilerde süsleme olarak kullanılmış. Tesbih başları, kırbaç, kol düğmesi olarak kullanılmaktadır. Kazazlığı Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Rumların ve Kazazların yaptığı söylenmektedir. Kazazların Müslüman soydan geldiği söylenir. Kazazlığın başlarda üç aileden yayıldığı söylenir. Bu üç aile Trabzonlu yerlilerdir (KK-2). Yeminli sürgü denilen bir sürgü var. Bir grup aile bunun nasıl yapıldığının öğrenilmesini istemiyor. Dörtlü sürgünün altılısı ve daha çok modern şeylerde kullanılıyor. Onlar yemin ediyor kimseye öğretmemek üzere. Bundan dolayı yeminli sürgü denildi. Şimdi yemin bozuldu, halk eğitim merkezleri bunu öğrencilere öğretiyor (KK-2). 358 UKHAD 1 (3) 2015 Fotoğraf 27: Gümüş Kolyeler SONUÇ El sanatları, yüzyıllardır bir geçim kaynağı olarak üretilmiştir. El sanatı ürünleri insanın hayata bakışını, beğenisini, duygu ve düşünce dünyasını yansıtan bir araç olarak sanayileşmenin ve modanın etkisiyle eski önemini kaybetmiştir. Kuyumculuk alanında meydana getirilen ürünler, Türk sanat ve zevkini hayranlık uyandıracak biçimde yansıtır. Altın ve gümüş kullanılarak yapılan takı ve süs eşyaları toplumun sosyal ve ekonomik yapısı hakkında bilgi de verir. Trabzon’da teknolojik gelişmelere rağmen hasır ve kazaziye teknikleriyle takıların elde yapılması yörenin el sanatları arasında önemli bir yere sahiptir. Geleneksel bu tekniklerin yörede ne zamandan beri yapıldığı hususunda kesin bir bilgiye ulaşılamamıştır. Takıları örme işi anneden kıza geçerek günümüze kadar gelmiştir. Kuyumcu ustaları ve özellikle hasırı ören kadınlar arasında yazılı bir anlaşma yoktur. Karşılıklı güvene dayalı olan örücü kadın ile kuyumcu ilişkisi yıllarca sürer, hatta örücü kadın kuyumcuya güvenebileceği başka örücü kadınlar da götürür. Görüşmeler sırasında örücü kadınların tek şikâyetinin kendilerine verilen ücretin azlığından olduğunu tespit ettik. Hasırın kuyumcu tarafından çok pahalıya satılmasına rağmen kendilerinin el emeğinin hakkının verilmediğini düşünmektedirler. Bunun yanı sıra kendilerine göz rahatsızlıkları veya bel boyun rahatsızlıkları sorulduğunda da bunların normal olabileceğini, para kazanabilmek için bunlara katlanmak zorunda olduklarını belirttiler. Buradan çıkan sonuç aslında tamamen el işçiliğine dayanan bu sanatı icra eden bu insanların az ücret almalarına rağmen kanaatkâr olduklarıdır. Ayrıca Trabzon’da yapılan ürünlerden en çok hasır bileziğin tercih edildiği ve bunda da bu takının düğün geleneklerinin ayrılmaz bir parçası ol359 UKHAD 1 (3) 2015 duğu görülmektedir. Yapılan inceleme sonucunda Trabzon yöresinde bulunan Trabzon hasırı ürünlerin bilezik, gerdanlık, küpe, kolye, yüzük, kemer olduğu belirlenmiştir. Trabzon hasır örgüsünün pek çok ailenin geçim kaynağı olduğu görülmektedir. Hasır örgüsünde ustalaşmış bu bireyler sipariş alarak ev ekonomisine katkı sağlamakta, ustalaşmış genç kızlar ise çeyiz hazırlamasına ekonomik kaynak sağlamaktadırlar. Trabzon Hasırını örme işi atölye ortamı dışında, evde veya komşu gezmelerinde de örülebilmesi yaygınlaşmasını sağlamaktadır. Trabzon ilinin ilçe ve köylerinde özellikle Akçaabat ilçesindeki Mersin köyündeki kadınlar genellikle geçimlerini Trabzon hasırı örerek kazanmaktadırlar. Kazazlık sanatı kendisiyle görüşülen ustalardan elde edinilen bilgilere göre günümüzde Trabzon’da yalnızca 3 aile tarafından sürdürülmektedir. Teknik özellikler yönünden araştırılıp incelenmesi, belgelenmesi bu nedenle de büyük bir öneme sahiptir. Trabzon’da günümüzde kazazlık sanatı ile tespih, tespih püskülü, kolye, bileklik, küpe olarak üretilmeye devam etmektedir. Son yıllarda takıya artan talep ile kazazlık sanatı ile üretilen takılar büyük ilgi görmektedir. Yörede bu işi yapan kişilerin azdır. Ustalar parmakla gösterilir durumdadır. Bu durum, bu işi maddi kazanç sağlamak için yapan ustalar açısından oldukça avantajlıdır. Çünkü bu işi yapan kişi sayısı az olmasından rekabet ortamının da olmaması nedeniyle kazançlıdır. Kazaziyede en fazla top örgüsü, ajur, balıksırtı, yeminli sürgü kısa sürgü, şemse ve uzun sürgü kullanılmaktadır. KAYNAKLAR Aksoy, Ömer Asım, (2009), Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler II, 4. Baskı, Ankara: TDK Yayınları. Arseven, Celal Esad (1950), Sanat Ansiklopedisi, c. 3, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi. Başak, Oktay (2008), “Taş Çağı’ndan Tunç Çağı’na Anadolu’da Maden Sanatın Gelişimi ve Kullanımı”, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, (21), 15-33. Başgöz, İlhan (1993), Türk Bilmeceleri 1, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Belli, Oktay, Kayaoğlu, İ. Gündağ (2002), Trabzon’da Türk Bakırcılık Sanatının Tarihsel Gelişimi, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları. Büyükyazıcı, Meral Erkan (2008), Trabzon İlinde Altın ve Gümüş İşlemeciliği, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü. 360 UKHAD 1 (3) 2015 Cihanoğlu, Selim (1997), Trabzon’da Oynanan Horonlar, 1. Baskı, Trabzon: Eser Ofset Mat. Cihanoğlu, Selim (1998), Kemençe Metodu, 1. Baskı, Trabzon: Eser Ofset. Ciravoğlu Tevfik Vural (1942), “Halk İçin”, İnan Dergisi, (2), 20-25. Ciravoğlu, Tevfik Vural (1943), “Halk ve Fındık”, İnan Dergisi, (7), 9-12. Ciravoğlu, Tevfik Vural (2009), Trabzon Folkloru, İstanbul: Türkmenler Mat. Çelik, Ali (2005), Mânilerimiz ve Trabzon Mânileri, 1. Baskı, Ankara: Akçağ Yayınları. Dağlı, Yücel (1999), “Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde Trabzon”, Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri (6-8 KASIM 1998), (255-269), Trabzon: Trabzon Belediyesi Yayınları. Dinç, Ahmet ve Çakır, Ramazan (2010), “ Türkmenlerde Kuyumculuk Sanatının ve Takıların Tarihi Gelişimi ve Türkmen Kadını”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, X(1), 23-34. Duman, Mustafa (2011), Trabzon Halk Kültürü, 1. Baskı, İstanbul: Heyamola Yayınları. Durgun, Hasan Hüsnü (Ed. )(2005), Geçmişten Geleceğe Çaykara Dernekpazarı, İstanbul: Seçil Ofset. Eceral, Tanyel Özelçi ve diğerleri (2009), “Kuyumculuk Kümeleri: İstanbul Kapalıçarşı İle Dünya Örneklerinin Karşılaştırmalı Değerlendirmesi”, Ekonomik Yaklaşım, 20 (70), 121-143. Erginsoy, Ülker (1978), İslam Maden Sanatının Gelişmesi (Başlangıcından Anadolu Selçuklularına Kadar), İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları. Eyüboğlu, İsmet Zeki (2008), Karadeniz Aşk Türküleri, 3. Baskı, Trabzon: Serander Yayıncılık. Güler, Mediha ve Büyükyazıcı, Meral (2008), “Beypazarı Takılarından Tılsımın Folklor Açısından İncelenmesi”, 38. ICANAS, 1 (1) içinde 623-634, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları. Karaca, Sabahattin (2000), Her Yönüyle Dünden Bugüne Ağasar-Şalpazarı, 1. Baskı, İstanbul: Göksu Grafik. Kuban, Doğan (1988), 100 Soruda Türkiye Sanatı Tarihi, 5. Baskı, İstanbul: Gerçek Yayınevi. Kuşoğlu, Zeki (2006), Resimli Ansiklopedik Kuyumculuk ve Maden Terimleri Sözlüğü, (İkinci Baskı). İstanbul: Ötüken Neşriyat A. Ş. Okyay, Gülden (2008), Trabzon Yöresi Geleneksel El Sanatlarından Hasır Örgüsü ve Kazazlığın Araştırılması ve Öğretim Programı Önerisi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. 361 UKHAD 1 (3) 2015 Somel, K. Dide (1993), “Hasır Bileziğin Öyküsü”, Trabzon Dergisi (7), 102-105. Sümerkan, M. Reşat (2008), Trabzon Yöresi Geleneksel El Sanatları, 1. Baskı, Trabzon: Serander Yayınları. Şahin Yukarıkozan, Necibe (2009), Beypazarı Gümüş Kolyeleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Şen, Serkan (2007), Orhon, Uygur ve Karahanlı Metinlerindeki Meslekler Bağlamında Eski Türk Kültürü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ondokuzmayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Fırat, Yeter (2010), Mardin İli Gümüş Telkâri Kadın Takıları, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Ek 1. Kaynak Kişilerin Listesi: KK- 1 Emine Sakallıoğlu, Trabzon 1963, Lise Mezunu, Usta Öğretici, (Görüşme: 26. 02. 2014) KK-2 Gülşen Erdemir, Trabzon 1954, Lise Mezunu, Kurs Hocası, (Görüşme: 25. 06. 2012) KK-3 Nuriye Sevim, Trabzon 1968, İlkokul Mezunu, Ev Hanımı, (Görüşme: 14. 03. 2014) KK-4 Elvin Çabuk, Trabzon 1975, Lise Mezunu, Usta Öğretici, (Görüşme: 25. 04. 2012) 362 UKHAD 1 (3) 2015 - DERLEMELER 1835 NÜFUS DEFTERİNE GÖRE GAYRİMÜSLİM SÜLALE ADLARI VE HANE REİSLERİNİN ADLARI Adnan DURMUŞ* Gümüşhane… hümayuna merbut Maçika kazasından… olunca karara… nüfus zükûr ahali nefer reayanın… Fi 1251 M 29. 1 - Kariye-i İSBELA Tabî Kaza-i Mezbur. 106 kişi (erkek) 29 hane Keşiş. Orta boylu kara sakallı KUNKUNOĞLU Kostantin veledi Kiraki. Sin (Yaş) 55. Orta boylu kara sakallı ZEBURİNOĞLU Baratkuan veledi Yani. Sin 40. Uzun boylu aksakallı HOMOĞLU Ayliya. Sin 75. Orta boylu kara sakallı TEKFUROĞLU Vasil. Sin 70. Uzun boylu kara bıyıklı KIRANYOSOĞLU Nikola. Sin (yaş) 50. Uzun boylu ter bıyıklı KURCİ/KIRCIOĞLU Haralenbi. Sin 20. Uzun boylu kara sakallı ZİBOĞLU Kostantin. Sin 60. Orta boylu kara bıyıklı KURSİMİOĞLU Mithal. Sin 40. Kısa boylu sarı bıyıklı KOSDANOĞLU Dimitri. Sin 40. Orta boylu kara bıyıklı PİROĞLU Kostantin. Sin 29. Orta boylu kara sakallı KİNOYOSOĞLU Banayot. Sin 60. Uzun boylu kara bıyıklı AYVAZOĞLU Paradis. Sin 25. Uzun boylu sarı bıyıklı KULİDOĞLU Nikola. Sin 40. Orta boylu kara sakallı MANOSOĞLU Sava. Sin 50. Uzun boylu yer bıyıklı YAKOFOĞLU Yakov. Sin 20. Uzun boylu KEŞOĞLU ter bıyıklı Hırisandos. Sin 20. Uzun boylu kır sakallı SOKERONOĞLU Lefter. Sin 70. 2 – Kariye-i HAMURYA Tabî Kaza-i Mezbur 251 Kişi (erkek) 36 Hane Orta boylu aksakallı ABAZOĞLU Yani. Sin 70. Orta boylu aksakallı MANATOĞLU Yani. Sin 70. Orta boylu aksakallı CEHZEDOĞLU Yor. Uzun boylu kır sakallı AVRAMOĞLU Haralenbi. Sin 60. * Araştırmacı yazar. Trabzon/TÜRKİYE 363 UKHAD 1 (3) 2015 Uzun boylu kara bıyıklı KORVAL(I)OĞLU Banayot. Sin 45. Orta boylu kır bıyıklı HANÇEROĞLU Nikola veledi Yani. Sin 60. Orta boylu aksakallı MAZMANOĞLU Lefter veledi mersum Yani. Sin 70. Orta boylu aksakallı EKALİCOĞLU Kostantin. Sin 80. Orta boylu kır bıyıklı KURSİM ABOSTOLOĞLU Bartekon. Sin 55. Orta boylu kara sakallı MARASOĞLU Kostantin veledi Haralenbi. Sin 60. Orta boylu kır sakallı YABANCIOĞLU Paradyos veledi Yordam. Sin 62. Orta boylu kır sakallı MUSAOĞLU(MOİS) Banayot. Sin 60. Orta boylu kır sakallı KURUMAZOĞLU Yani veledi Dimitri. Sin 70. Orta boylu aksakallı YESEFOĞLU (YUSUFOĞLU)Yor. Sin 70. Orta boylu kır sakallı KALDAVAROĞLU Lefter veledi Banayot. Sin 60. Orta boylu aksakallı ĞALAYCIOĞLU Lazar. Sin 70. Orta boylu kır sakallı KOZONOĞLU Yor veledi Haralenbi. Sin 60. 3 – Kariye-i ZANİHA Tabî Kaza-i Mezbur. 211 kişi (erkek) 44 Hane Keşiş. Orta boylu sarı sakallı CEBELLAKOĞLU İstadyos veledi Yor. Sin (yaş) 45. Orta (boylu) aksakallı ANURİKOĞLU Kostantin. Sin 60. Orta boylu aksakallı EFSEROĞLU Yor veledi Yani. Sin 60. Orta boylu kara bıyıklı CEKTEREOĞLU Abostol veledi Yani. Sin 24. Uzun boylu sarı bıyıklı YANAKOĞLU So… veledi Yani. Sin 40. LİKOĞLU şabbı emret (sakalsız) İstatyos veledi Tortor. Sin 13. Orta boylu aksakallı KİRAZİOĞLU İstofor veledi Haralenbi. Sin 60. Uzun boylu kara bıyıklı LEFZALIOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 41. Orta boylu aksakallı SANALUROĞLU Yor veledi Yani. Sin 60. Orta boylu kara bıyıklı AVRAİLOĞLU Yor. Sin. 21. Uzun boylu aksakallı TERASİOĞLU Yesif veledi Yani. Sin 65. Orta boylu aksakallı diğer TOZANOĞLU Lefter veledi Kostantin. Sin 56. Orta boylu sarı bıyıklı TOKUZOĞLU Yani veledi Yesif. Sin 33. Orta boylu sarı bıyıklı SAMBAZAROĞLU Dimitri veledi Karadis. Sin 45. Orta boylu kara sakallı TARAB(A)OĞLU Yani veledi Kiraki. Orta boylu köse bıyıklı HACIVENİKOĞLU Kostantin veledi Nikola. Sin 65 Orta boylu kara bıyıklı İSBO/İSYOOĞLU Dimitri. Sin 40. Uzun boylu sarı bıyıklı BELUT/BULUTOĞLU Kosti İskon veledi Bera. Sin 55. Uzun boylu sarı bıyıklı BOLİSOĞLU Tostom veledi Kosti. Sin 59. Orta boylu kır bıyıklı DORCİOĞLU Nikola veledi Yani. Sin 60. 364 UKHAD 1 (3) 2015 Orta boylu bıyıklı KABASAKALOĞLU Yor veledi Kostantin. Sin 35. Orta boylu sarı bıyıklı VESYINOĞLU? Ayliya veledi Yor. Sin 40. Orta boylu sarı bıyıklı LEFKUROĞLU Yani veledi Kosti. Sin 40. 4 – Kariye-i BONDİLA Tabî Kaza-i Mezbur. 461 Kişi 59 Hane Orta boylu kara sakallı FETVACIOĞLU Banayot veledi Abostol. Sin 40. Orta boylu sarı bıyıklı AZAMOĞLU Yor. Sin 50. Orta boylu kır bıyıklı KEŞOĞLU/KAŞOĞLU Kosti veledi Yani. Sin 50. Orta boylu kara sakallı MAROĞLU… veledi Yor. Sin 40. Uzun boylu kır bıyıklı YORİZOĞLU Haralenbi veledi Yor. Sin 55. Orta boylu aksakallı ŞEMBOOĞLU Abostol. Sin 70. Orta boylu aksakallı MAZANDAOĞLU Vasil. Sin 65. Orta boylu sarı bıyıklı KARAKUSOĞLU Kosti. Sin 45. Orta boylu sarı bıyıklı KARAFULOĞLU İsdadyo. Sin 42. Orta boylu aksakallı BARAHİOĞLU Son oğlu Bolenyod. Sin 75. Orta boylu sarı bıyıklı MADENOĞLU Kosti veledi Yor. Sin 50. Orta boylu kır bıyıklı BOCOĞLU Abostol veledi Yor. Sin 55. Orta boylu kır bıyıklı TUTANOĞLU Yani veledi Yor. Sin 50. Orta boylu aksakallı ÇAKIROĞLU Kosti veledi Banayot. Sin 100. Orta boylu aksakallı KARAKIZOĞLU Banayot. Sin 70. Orta boylu sarı bıyıklı KUYRUKOĞLU Yor veledi Kostantin. Sin 40. Orta boylu kır bıyıklı KOK/KUKOĞLU İstadiyo veledi Lefter. Sin 50. Orta boylu kır sakallı ZAÎLOĞLU Yordam. Sin 55. Orta boylu kara bıyıklı SONOĞLU Yor. Sin 45. Orta boylu aksakallı ÇİFİLOĞLU Bolis veledi Yor. Sin 70. Orta boylu kır sakallı SINDIKOĞLU Banayot veledi Vasil. Sin 50. Orta boylu sarı bıyıklı MARNOSOĞLU Banayot. Sin 35. Orta boylu kara sakallı KINIKOĞLU Tanaş. Sin 50. Orta boylu kara sakallı ÇAKALOĞLU İstofor veledi Yor. Sin 50. Orta boylu kara sakallı KUYRUKOĞLU Baraskon. Sin 45. Orta boylu sarı bıyıklı ÇATOĞLU İstadios veledi Son. Sin 42. Orta boylu sarı sakallı BELAOĞLU Keşiş Yor veledi Banayot. Sin 35. Orta boylu aksakallı BASOĞLU Yani veledi Minmal. Sin 65. Orta boylu kumral bıyıklı BALCIYANİ Veledi İstadios. Sin 40. Orta boylu kara sakallı ZİGANİDOĞLU Yani veledi Haralenbi. Sin 50. Orta boylu sarı bıyıklı SALİDOROĞLU Abostol veledi Yor. Sin 35. Orta boylu sarı bıyıklı KUNDUZOĞLU Nikola veledi Yor. Sin 45. 365 UKHAD 1 (3) 2015 Orta boylu kara bıyıklı SELOĞLU Tanaş veledi Nikola. Sin 50. Orta boylu kara bıyıklı VARTANOĞLU İstofor veledi Banayot. Sin 45. Orta boylu kara bıyıklı BESAMİLOĞLU Kostantin veledi Yor. Sin 40. Orta boylu sarı bıyıklı TADNAZOĞLU Yani veledi Manderes. Sin 45. Orta boylu kara bıyıklı TELEKOĞLU Yani veledi Yor. Sin 30. Orta boylu kır bıyıklı ARANOĞLU Yor veledi Yani. Sin 50. 5 – Kariye-i HAMSİKÖY 341 Nüfus (erkek) 60 Hane Orta boylu aksakallı KÖKLÜOĞLU Tortor veledi Yani. Sin 70. Orta boylu kır sakallı ZEFTEROĞLU Bolhezon veledi Yor. Sin 60. Orta boylu sarı bıyıklı KAVAKOĞLU Haralenbi veledi Bolheron. Sin 30 Orta boylu aksakallı KOKNASOĞLU Tortor veledi Yani. Sin 60. Uzun boylu kır sakallı TERANEGİLOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 60. Orta boylu sarı bıyıklı SANDIÇOĞLU Yani veledi Banayot. Sin 45. Orta boylu kara bıyıklı TİMUR/DEMİROĞLU Yor veledi Yani. Sin 45. Orta boylu kara bıyıklı CAMLIOĞLU Haralenbi veledi Kostantin. Sin 40. Uzun boylu kır sakallı ALTEROĞLU Kostantin veledi Yani. Sin 60. Orta boylu kır sakallı ZEKİROĞLU Yor. Sin 60. Orta boylu kara bıyıyklı TOBALOĞLU (Tonbal) Banayot veledi Yani. Sin 45. Uzun boylu kara bıyıklı CİFİLOĞLU Tortor veledi Abostol. Sin 50. Orta boylu sarı bıyıklı SANOĞLU Dimitri veledi Abostol. Sin 50. Orta boylu kara bıyıklı KAÇARİOĞLU Vasil veledi Yor. Sin 40. Orta boylu kara bıyıklı CANİDOĞLU Kosti veledi Vasil. Sin 45. Orta boylu kır sakallı ANATENOĞLU Abostol Sin 60. Orta boylu sarı bıyıklı MURUSOĞLU Kostantin veledi İstogor. Sin 45. Orta boylu aksakallı MARATOĞLU Kostantin. Sin 70. Orta boylu kır sakallı KALYOROĞLU Yor veledi Lefter. Sin 60. Uzun boylu aksakallı ZENBOOĞLU Kosti veledi Son. Sin 70. Orta boylu ter bıyıklı BOSNAKOĞLU Yor veledi Kosti. Sin 23. Orta boylu kumral bıyıklı BARASOĞLU Kosti veledi Banayot. Sin 55. Orta boylu kır bıyıklı DİĞİNOĞLU Harlenbi veledi Yani. Sin 50. Orta boylu kır bıyıklı TATAROĞLU Son veledi Yani. Sin 60. Orta (boylu) kır sakallı LONKOĞLU İstadiyos veledi Yor. Sin 60. Kısa boylu kır sakallı diğer KUŞOĞLU Keşiş Yani veledi Yor. Sin 67. Orta boylu kır sakallı MAKUSOĞLU Abostol veledi Yani. Sin 68. Orta boylu kır sakallı ZELZELEOĞLU Yani veledi Haralenbi. Sin 70. 366 UKHAD 1 (3) 2015 Kısa boylu sarı bıyıklı BOLHOZOTOĞLU Yani. Sin 50. Kısa boylu kır sakallı DARANCIOĞLU Yani veledi Son. Sin 80. Orta boylu kara bıyıklı DERİKOĞLU Banayot. Sin 31. Orta boylu kır sakallı LİYAZOĞLU Yor veledi Son. Sin 69. Orta boylu kır bıyıklı KOTOĞLU Haralenbi veledi Kosti. Sin 50. Kısa boylu aksakallı EMİRAOĞLU Tanaş veledi Yor. Sin 70. Orta boylu kır sakallı MOİSOĞLU Yani. Sin 75. Orta boylu kır sakallı KİRAOĞLU Yor veledi Abostol. Sin 70. Uzun boylu sarı bıyıklı KARASONOĞLU Kostantin veledi Yor. Sin 40. Orta boylu kır sakallı LİYAROĞLU Abostol veledi Haralenbi. Sin 50. Orta boylu kara bıyıklı KAHANOĞLU Aylıya. Sin 28. 6 – Kariye-i KAPIKÖY Tabî Kaza-i Mezbur. 290 Nüfus (erkek) 62 Hane Orta boylu kumral bıyıklı KIRTIL Veledi Dimitri. Sin 42. Kısa boylu kır sakallı SAVELOĞLU Abostol. Sin 60. Kısa boylu kara sakallı MURUZOĞLU Yani veledi Dimitri. Sin 50. Orta boylu kara bıyıklı BANABADOĞLU Haralenbi veledi Banayot. Sin 45. Orta boylu sarı bıyıklı AKRİTOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 40. Uzun boylu kır sakallı KİVDARAKOĞLU Nikola veledi Abostol. Sin 55. Kısa boylu kara bıyıklı TERTİR (Titrek, Felçli)Andon veledi Abostol. Sin 55. Orta boylu kır bıyıklı DELOROĞLU Yani veledi Kosti. Sin 60. Uzun boylu kır sakallı SİYAMOĞLU Yor veledi Andon. Sin 60. SALONOOĞLU şabbı emred Banayot veledi Yor. Sin 16. Uzun boylu kır sakallı ĞARİLOĞLU (Ğaryel?) Yor veledi Abostol. Sin 70. Orta boylu ter bıyıklı CAHNİOĞLU Yor veledi Abostol. Orta boylu kır sakalı AZAMOĞLU Azam veledi Nikola. Sin 65. Orta boylu kır sakallı YANAKOĞLU Abostol veledi Nikola. Sin 55. Uzun boylu kır sakallı KALBAKOĞLU Yani veledi Haralenbi. Sin 55. Orta boylu aksakallı HACIKOĞLU Vasil veledi Yor. Sin 80. Orta boylu sarı bıyıklı SONİROĞLU Yani. Sin 40. Orta boylu kır sakallı ÇALBAKOĞLU Kosti veledi Nikola. Sin ? Orta boylu kır sakallı BARASKOTOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 45. Orta boylu kır bıyıklı ĞALBAOĞLU Osib veledi Yor. Sin 45. Orta boylu kır sakallı HACİKMARATOĞLU Yani. Sin 60. Orta boylu kara bıyıklı ARNAĞUTOĞLU Savbir veledi Azam. Sin 50. 367 UKHAD 1 (3) 2015 Orta boylu sarı bıyıklı ÇOKALOĞLU Yani veledi Nikola. Sin 30. Kısa boylu sarı bıyıklı TESNOOĞLU Lefter veledi Banayot. Sin 50. ANUROĞLU şabbı emred Kostantin veledi Mosin. Sin 13. Orta boylu sarı bıyıklı DİRİŞGİLOĞLU Yani veledi Banayot. Sin 30. Orta boylu sarı sakallı VARTANOĞLU Yesef veledi Bankal. Sin 50. Orta boylu sarı bıyıklı KİRVAOĞLU Yani veledi Lefter. Sin 30. Orta boylu aksakallı BARHAROĞLU Kosti veledi Yani. Sin 70 ? Uzun boylu kır sakallı KIRAL(İ)OĞLU Yor veledi Kosti. Sin 60. Orta boylu aksakallı KURŞUNOĞLU Ayliya veledi Yani. Sin 70. Uzun boylu kır sakallı MANATOĞLU Bolinzot veledi Bazhar. Sin 65. Orta boylu kır sakallı YOLCUOĞLU Yor veledi Yesef. Sin 60. Orta boylu kara bıyıklı KANBUROĞLU Yor veledi Lefter. Sin 30. KALKAHİSOĞLU Yani veledi Nikola. Sin 8. Orta boylu kara bıyıklı LAVRENDİSOĞLU Ğorayil veledi Yani. Sin 25. Orta boylu kır bıyıklı TEREKOĞLU (Serek?) Tortor veledi Son. Sin 42. Orta boylu sarı bıyıklı ANDORSUOĞLU Yor veledi Gerso Andeso. Sin 38. Kısa boylu kara bıyıklı MAMATOĞLU Boro veledi Kostantin. Sin 42. Orta boylu sarı bıyıklı AKRİBOĞLU Totor veledi Nikola. Sin 40. 7 – Kariye-i SAHANOY Tabî Kaza-i Mezbur. 147 Nüfus (erkek) 23 Hane Orta boylu ter bıyıklı KOTİLOĞLU Ğorğor veledi İstefan. Sin 25. Orta boylu aksakallı SERHOŞOĞLU Andronik veledi Kostantin. Sin 70. Orta boylu aksakallı BOLİNZOTOĞLU Yani. Sin 75. Orta boylu sarı bıyıklı CERAKANOĞLU Cerakan. Sin 40. Orta boylu aksakallı HARAZOĞLU Davli. Sin 80. 8 – Kariye-i OLASA Tabî Kaza-i Mezbur. 146 Nüfus (erkek) 22 Hane Orta boylu kır sakallı BARABANOĞLU İstadyo veledi Yor. Sin 70. Orta boylu ASTAMAOĞLU kır bıyıklı Yani veledi Banayot. Sin 70. Orta boylu sarı bıyıklı ARSALANOĞLU Ayliya veledi Dimitri. Sin 55. Orta boylu aksakallı KERLUTOĞLU Banayot. Sin 80. Orta boylu kara sakallı MİNMANCIOĞLU Yanis veledi Yor. Sin 55. Uzun boylu sarı bıyıklı TASANCIOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 25. Orta boylu sarı bıyıklı TUZANECİOĞLU Nikola veledi mersum Yani. S 30. Orta boylu kara sakallı CİRANOĞLU Yani veledi Nikola. Sin 50. Orta boylu sarı bıyıklı AKTAROĞLU Yani veledi Haralenbi. Sin 28. 368 UKHAD 1 (3) 2015 Orta boylu sarı bıyıklı TUTANOĞLU Kostantin veledi Abostol. Sin 28. Orta boylu sarı bıyıklı BORANOĞLU Banayot veledi Yor. Sin 30. Orta boylu kara bıyıklı KARAYILANOĞLU Yor veledi Bereskon. Sin 50. Orta boylu kır bıyıklı ATMERCİOĞLU Yor veledi Sava. Sin 60. Uzun boylu kır bıyıklı EFZETOĞLU Yani veledi Totos. Sin 50. Uzun boylu kır bıyıklı KOLACABAKOĞLU Abostol veledi Nikola. Sin 50 10 – Kariye-i CANBUR 132 Nüfus (erkek) 49 Hane Orta boylu kır bıyıklı AKZOLOĞLU Kostantin Sin. 45. Orta boylu sarı bıyıklı TOSANOĞLU Haralenbi. Sin 35. Orta boylu kara bıyıklı ĞOROĞLU Dimitri veledi Yani. Sin 35. Orta boylu aksakallı LOLOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 65. Orta boylu sarı bıyıklı KURUNBACIOĞLU Banayod veledi Haralenbi. S 30 Uzun boylu kara bıyıklı TADOĞLU Kostantin veledi Haralenbi. Sin 35. Şabbı emred İSOOĞLU Yor veledi Vasil. Sin 16. Uzun boylu sarı bıyıklı TENDAROĞLU Banayod veledi Tanaş. Sin 28. Uzun boylu sarı bıyıklı KOLCUOĞLU Yor veledi Haralenbi. Sin 35. Uzun boylu kara bıyıklı ÇOLAKOĞLU Yor veledi Mosin. Sin 26. BERANKONOĞLU Lefter veledi Yor. Sin 10. Karındaşı sarı bıyıklı SON Veledi mersum. Sin 35. Uzun boylu sarı bıyıklı PANGADOĞLU Kostantin veledi Abostol. Sin 30. Orta boylu aksakallı KERMANOĞLU Yor veledi Yani. Sin 65. Şabbı emred MARANDİOĞLU Yor veledi Kostantin. Sin 15. Uzun boylu ter bıyıklı ŞONBOOĞLU Yani. Sin 20. Orta boylu kır bıyıklı MENDEROĞLU veledi Amira. Sin 50. Orta boylu aksakallı BACANAKOĞLU Yor veledi Hırisandos. Sin 65. Orta boylu sarı bıyıklı TARANCIOĞLU Yor veledi Ayliya. Sin 30. Orta boylu sarı bıyıklı ĞOZALOĞLU Kostantin. Sin 45. Orta boylu kır bıyıklı diğer LOLOĞLU Todor veledi Yor. Sin 50. 12 – Kariye-i AĞURSA 150 Nüfus (erkek) 35 Hane Kısa boylu aksakallı ANZODOĞLU Yor. Sin 77. Orta boylu ter bıyıklı KATMACIOĞLU Kostantin Yordam. Sin 20. Orta boylu kır sakallı YORZAVOĞLU Dimitri. Sin 57. 369 UKHAD 1 (3) 2015 Orta boylu kır sakallı BALUHERONOĞLU Kiraki. Sin 55. Orta boylu kır bıyıklı KOLYOR Haralenbi. Sin 40. Orta boylu kır sakallı AYLİYAOĞLU Yor. Sin 60. Orta boylu kır sakallı SONOĞLU Lefter. Sin 50. Orta boylu aksakallı YORZERİOĞLU Anut. Sin 80. Orta boylu kır bıyıklı BERMAKOĞLU Kostantin veledi Ayliya. Sin 55. Orta boylu kır sakallı KESENBUROĞLU Yordan. Sin 53. Orta boylu kır sakallı ÇOKAROĞLU Yani veledi Yani. Sin 48. Orta boylu ter bıyıklı PARSOĞLU Dimitri veledi Son. Sin 25. Orta boylu Kara bıyıklı KOSTOROĞLU Yor veledi Yani. Sin 57. Orta boylu kara sakallı NİKOLAOĞLU Andon. Sin 49. Orta boylu kır sakallı KAKOŞİM Nikola Veledi Anderya. Sin 52. Uzun boylu sarı sakallı KIROĞLU Yani veledi İskor. Sin 60. Orta boylu aksakallı ZEKİROĞLU Andon… Orta boylu sarı bıyıklı MARSOĞLU Andon veledi Koso. Sin 55. Orta boylu kır sakallı KOZBOOĞLU Ayliya veledi Yor. Sin 52. 13 – Kariye-i PAPARA 35 Nüfus (erkek) 7 Hane Orta boylu sarı bıyıklı YANAKOĞLU Nikola. Sin 48. (KUMAN-KIPÇAK) Orta boylu sarı bıyıklı BUKAROĞLU Totor. Sin 49. 14 – Kariye-i LARHAN. 246 Nüfus (erkek) 32 Hane Orta boylu kır sakallı MARALOĞLU Hırisostom veledi İstofor. Sin 65. Orta boylu kır sakallı TERĞOANOĞLU Andon veledi Ğorğor. Sin 58. Uzun boylu aksakallı KOZMOĞLU Karason. Sin 70. Orta boylu kır sakallı KERAYLIOĞLU Andon veledi Yani. Sin 75. Uzun boylu sarı bıyıklı ÇALIKOĞLU Nikola veledi Tor. Sin 38. Orta boylu kara bıyıklı SONOĞLU Ayliya. Sin 48. Orta boylu kara bıyıklı HERBOVOĞLU Ğorğor. Sin 35. Orta boylu aksakallı HACAROĞLU Kostantin veledi Yani. Sin 70. Orta boylu aksakalı ÖKSÜZOĞLU Trandafil. Sin 60. Orta boylu sarı sakallı ÇAKIROĞLU Kostantin veledi İstofor. Sin 52. Orta boylu sarı sakallı KÖPEKOĞLU Mobi veledi Nikola. Sin 45. (NOGAY) Orta boylu kara bıyıklı İSAKOĞLU Kostantin veledi Andon. Sin 45. Uzun boylu kara bıyıklı LAMARNUSOĞLU İstofor. Sin 46. 370 UKHAD 1 (3) 2015 Uzun boylu kara bıyıklı KROMLUOĞLU Yani veledi Nikola. Sin 30. Orta boylu kara sakallı CERCİOĞLU Nikola veledi Zanil. Sin? Orta boylu kır sakallı KUCANİOĞLU Kostantin veledi Yor. Sin 63. Orta boylu kara bıyıklı KİNKOSOĞLU Kostantin. Sin 35. 15 – Kariye-i ZANOY nam-ı diğer Kozma 150 Nüfus 27 Hane Orta boylu kara sakallı MANDIRACIOĞLU Yani. Sin 40. Orta boylu kara bıyıklı SANAROĞLU Yor veledi Lefter. Sin 45. Orta boylu kır bıyıklı SOYTARIOĞLU Nikola veledi Karaki. Sin 26. Orta boylu aksakallı KAZAKOĞLU Yani veledi Aleksandiris. Sin 70. Orta boylu kumral bıyıklı KUMULOĞLU Abostol veledi Haralembi. Sin 50. Uzun boylu kara bıyıklı RESNİOĞLU Hırisostom veledi Son. Sin 60. Orta boylu kır sakallı KANCİOĞLU Abostol veledi Kostantin. Sin 60. Orta boylu kır bıyıklı EMİRAOĞLU Lefter veledi Yani. Sin 49. Uzun boylu sarı bıyıklı ABACIOĞLU Yor veledi Nikola. Sin 55. Uzun boylu kır sakallı DEVECİOĞLU Yani veledi Tanaş. Sin 60. Orta boylu kumral bıyıklı SEFİLHUZİOĞLU Kostantin. Sin 45. Orta boylu kara bıyıklı ENDERYAOĞLU Yor. Sin 35. Orta boylu kır sakallı ÇİRANOĞLU Yor. Sin 67. 16 – Kariye-i KODİLA 119 Nüfus (erkek) 18 Hane Orta boylu köse sakallı ÇALIKOĞLU Totor. Veledi Yor. Sin 25. Orta boylu kır bıyıklı KA(R)ZANCIOĞLU Lefter veledi İstofor. Sin 56. Orta boylu kara sakallı SOYLUOĞLU Nikola veledi Totor. Sin 32. MANATOĞLU şabbı emred Yani veledi Kostantin. Sin 15. Orta boylu aksakallı ZERAMİRİLOĞLU Ayliya veledi Sin. 90. Orta boylu ter bıyıklı ANZODOĞLU Kostantin. Sin 25. Uzun boylu sarı bıyıklı KORKAOĞLU Nikola veledi Kostantin. Sin 55. Orta boylu sarı bıyıklı KIRIMCIOĞLU Ayliya veledi Yordam. Sin 45. Orta boylu aksakallı RODAMOĞLU Ayliya. Sin 98. Uzun boylu kır bıyıklı diğer KÖMÜRCÜOĞLU Nikola Yordam. Sin 60. 17 – Kariye-i İSKOBYA 67 Nüfus (erkek) 11 Hane Uzun boylu kır sakallı KOTOĞLU Son. Sin 52. Orta boylu kumral bıyıklı TUFANOĞLU Banayod veledi Nikola. Sin 35. 371 UKHAD 1 (3) 2015 Orta boylu aksakallı KALOYOROĞLU Nikola Yor. Sin 80. Orta boylu aksakallı HOROZOĞLU Laradyos veledi Baratkon. Sin 60. Orta boylu aksakallı KULKAOĞLU Yor veledi Kostantin. Sin 95. Orta boylu kır bıyıklı KALOZOĞLU Yor veledi Lefter. Sin 50. 18 – Kariye-i HORTOKOB. 205 Nüfus (erkek) 42 Hane Orta boylu kır sakallı BOZOĞLU Yani veledi Lefter. Sin 62. Orta boylu kumral bıyıklı ZOĞRAFOĞLU Nikola veledi Son. Sin 36. Orta boylu aksakallı KINGUOĞLU Mihail veledi Yor. Sin 80. Orta boylu aksakallı ÇAKIROĞLU Yor veledi Haralenbi. Sin 60. Uzun boylu kır sakallı ACIOĞLU Banayod veledi Yani. Sin 45. Orta boylu kır sakallı EGO Veledi Kostantin. Sin 55. Orta boylu aksakallı ANDEROĞLU Aleksandıris veledi Hrisostom. Sin 76. Orta boylu sarı bıyıklı MANOLOĞLU Son veledi Kostantin. Sin 45. Orta boylu aksakallı KURDBOĞANOĞLU Haralenbi Veledi Lefter. Sin 80. Orta boylu aksakallı LİKOĞLU Yor veledi Mihail. Sin 62. Orta boylu sarı bıyıklı ŞABANOĞLU Kostantin veledi Banayod. Sin 30. Orta boylu kara bıyıklı KARAMANLIOĞLU Kostantin. Sin 40. Orta boylu kır sakallı KARAMOĞLU Kiraki. Sin 60.. Uzun boylu kara bıyıklı AYLİYA Veledi Yor. Sin 40. Kısa boylu kara bıyıklı KORAİL Veledi İstadiyos. Sin 30. 19 – Kariye-i GALYAN 250 Nüfus (erkek) 37 Hane Orta boylu aksakallı MOSAİLOĞLU Keşiş Musa veledi Yani. Sin 70. Uzun boylu kara bıyıklı HAVYAROĞLU Yor veledi Nikola. Sin 40. Orta boylu aksakallı PARÇALOĞLU Yani veledi Sepmayer? Sin 75. Orta boylu aksakallı HARTERCİOĞLU (Haritacı) Kostantin veledi Hrisostom. Sin. 65. Orta boylu sarı bıyıklı ERDAĞANOĞLU Abostol veledi Yesif. Sin 40. Uzun boylu kır sakallı MANATOĞLU Abostol. Sin 60. Uzun boylu kır sakallı HAZAROĞLU Yesef veledi Yor. Sin 75. Orta boylu aksakallı MARSOĞLU Dimitri veledi Yordam. Sin 90. Orta boylu kır sakallı diğer HAZAROĞLU Vasil veledi Yesef. Uzun boylu sarı bıyıklı DANAKOĞLU Totor veledi Banayod. Sin 50. 372 UKHAD 1 (3) 2015 Orta boylu aksakallı YAKOFOĞLU Haralenbi veledi Andon. Sin 90. Orta boylu kır sakallı ZENLUROĞLU Dimitri veledi Haralenbi. Sin 80. Orta boylu sarı bıyıklı ÇAKMAKOĞLU Nikola veledi Menhatel. Sin 40. Orta boylu sarı bıyıklı ÇOTOZOĞLU Nikola veledi Yani. Sin 40. Orta boylu sarı bıyıklı LOTOĞLU Abostol veledi Yor. Sin 45. Orta boylu kır sakallı KUŞTULOĞLU Nikola veledi Yor. Sin 65. Orta boylu kır sakallı ARSLANOĞLU Son veledi Totos. Sin 90. Uzun boylu kır sakallı PAYANCIOĞLU Beraskon. Sin 85. Orta boylu kır bıyıklı HARSENENOĞLU Son veledi Kostantin. Sin 40? Orta boylu kara bıyıklı YORSİLOĞLU Haralenbi veledi Yor. Sin 40. Orta boylu kır sakallı ZİBİNOĞLU Banayod veledi Yesef. Sin 65. Uzun boylu aksakallı KANBUROĞLU Yesef veledi Yamandi. Sin 85. Orta boylu kır bıyıklı DOSMAOĞLU Tirit veledi Kostantin. Sin 55. Uzun boylu kır sakallı ŞAHİNOĞLU Banayod veledi Karak. Sin 95. Uzun boylu kır bıyıklı NANBUOĞLU? Yor veledi Yani. Sin 50. Uzun boylu kara bıyıklı SEVASTOĞLU Abostol veledi Yor. Sin 36. Orta boylu kara bıyıklı KILINÇCIOĞLU Yani veledi Nikola. Sin 40. 20 – Mahalle-i ARMENOS Tabî Mezbur Karye-i GALYAN 639 Nüfus (erkek) 91 Hane Uzun boylu kır sakallı KUŞTULOĞLU Anatyos. Sin 60. Orta boylu sarı bıyıklı diğer KILINÇÇIOĞLU Banayot. Sin 44. Uzun boylu kara bıyıklı AKSARAHİOĞLU Ayliya. Sin 35. Orta boylu kara bıyıklı SALİNANOĞLU Yani. Sin 35. Uzun boylu aksakallı KUŞMEROĞLU Yanasa veledi Yor. Sin 75. Orta boylu aksakallı BANİCOĞLU Haralenbos. Sin 56. Orta boylu aksakallı MAHANOĞLU Nikola veledi Haralenbos. Sin 80. Orta boylu kara bıyıklı DANUROĞLU Yesif veledi Kostantin. Sin 45. Orta boylu kır sakallı KARABİLİNAOĞLU Kostantin veledi Yor. Sin 60. Orta boylu kara bıyıklı CAHİLOĞLU Kostantin veledi Baskal. Sin 46. Orta boylu sarı bıyıklı KALBAZANOĞLU Haralenbi veledi Kostantin. S 45 Orta boylu sarı bıyıklı TEKFUROĞLU Andon. Sin 49. Orta boylu kır sakallı SEVASTOMOĞLU Atadios. Sin 60. Orta boylu sarı bıyıklı SEFİLOĞLU Haralenbos veledi Abostol. Sin 40. Orta boylu kır sakallı KUŞOĞLU Mebadzi veledi Vasil. Sin 80. Orta boylu aksakallı ŞEYTANOĞLU Haralenbi veledi Musa. Sin 80. Orta boylu aksakallı GARİBANOĞLU Banayot. Sin 65. 373 UKHAD 1 (3) 2015 Orta boylu aksakallı ÇAKALOĞLU Nikola veledi Kostantin. Sin 110. Orta boylu aksakallı METERYAOĞLU Yani. Sin 75. Uzun boylu aksakallı TURNAOĞLU Yani veledi Ayliya. Sin 65. Orta boylu kara sakallı ALİSYAOĞLU Keş Yani veledi Yor. Sin 40. Orta boylu kır sakallı BİNYAKOĞLU Haralenbi Yani. Sin 65. Orta boylu kır sakallı KENASOĞLU Yani veledi Nekir. Sin 70. Orta boylu kır sakallı KAHYAOĞLU Yor veledi Andon. Sin 65. Orta boylu kır sakallı LONGOSOĞLU Haralenbi veledi Yor. Sin 55. Orta boylu sarı bıyıklı ŞAKAROĞLU Yor veledi Yani. Sin 56. Orta boylu kır sakallı ZOHRONOĞLU Haralenbi veledi Yor. Sin 65. Orta boylu kara sakallı CEBEBOĞLU Andon veledi Banayot. Sin 95. Orta boylu sarı bıyıklı SİSAMOĞLU Banayot veledi Yor. Sin 50. Orta boylu kır sakallı EMİRAOĞLU Banayot veledi Vasil. Sin 90. Uzun boylu kır sakallı SİFİNOĞLU Yani veledi Andon. Sin 60. Orta boylu kır sakallı AVŞARINOĞLU Kostantin veledi Yor. Sin 69. Orta boylu kır sakallı SOTKESENOĞLU Yani. Sin 69. Orta boylu kır sakallı KIRCIMANOĞLU Andon veledi Nikola. Sin 70. Orta boylu kır sakallı ELÇİOĞLU Lefter veledi Yor. 65. Orta boylu kır sakallı YAMAKOĞLU Ğorğor veledi Nikola. Sin 75. Orta boylu kır sakallı RANBOOĞLU Yani veledi Banayot. Sin 70. Orta boylu sarı bıyıklı TORNİKOĞLU Yor veledi Sevastom. Sin 45. Kısa boylu kır sakallı YANCIOĞLU Dimitri veledi Kostantin. Sin 80. Orta boylu kır sakallı ŞERASEROĞLU Yani veledi Kostantin. Sin 65. Orta boylu kara bıyıklı YAMAND(İ)OĞLU Yor. Sin 45. Orta boylu sarı bıyıklı DİMRANOLOĞLU Yor veledi Kostantin. Sin 35. Orta boylu aksakallı CİNELOĞLU Abostol veledi Yesif. Sin 80. Orta boylu aksakallı KARAMANİOĞLU Yani. Sin 79. Uzun boylu kır sakallı KANGOLOĞLU Keşiş Yani veledi Yesif. Sin 65. Orta boylu aksakallı KARABACAKOĞLU Nikola veledi Avenkin. Sin 85. Orta boylu sarı bıyıklı TORAMANOĞLU Nikola veledi Ayliya. Sin 35. Orta boylu sarı bıyıklı KASRANOĞLU Yani veledi Ayliya. Sin 49. Orta boylu kır sakallı KEŞOĞLU Avenkin veledi Yor. Sin 55. Uzun boylu aksakallı MURUZOĞLU Son veledi Andronik. Sin 75. Orta boylu sarı bıyıklı diğer MURUZOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 48. Uzun boylu kır sakallı SAKALLIOĞLU Kostantin veledi Yor. Sin 55. Uzun boylu aksakallı ZİNİLOĞLU Ayliya veledi Abostol. Sin 65. Orta boylu kara bıyıklı İNCİOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 50. Orta boylu kır bıyıklı KANGELOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 48. 374 UKHAD 1 (3) 2015 Orta boylu kır sakallı SERKULOĞLU Dimitri veledi Yani. Sin 55. Uzun boylu aksakallı AĞURSEMANCIOĞLU Kostantin veledi Abostol. Sin 75. Orta boylu kara bıyıklı KIRCIOĞLU Tezar veledi Musa. Sin 45. Uzun boylu aksakallı ÇODAROĞLU Yor veledi Lefter. Sin 75. Orta boylu kır sakallı AZİBOĞLU Kostantin veledi Yani. Sin 55. Orta boylu sarı bıyıklı KEFALOĞLU Ğorğor veledi Nikola. Sin 52. Orta boylu kır bıyıklı ŞANBAKOĞLU Lefter veledi Yani. Sin 48. Orta boylu aksakallı AKŞİROĞLU Nikola veledi Aksir. Sin 90. 21 – Kariye-i KOSPİDİYOS. 308 Nüfus (erkek) 51 Hane Uzun boylu aksakallı ŞALVAROĞLU Banyod veledi Yordam. Sin 70. Orta boylu kır bıyıklı SONOĞLU Lefter. Sin 45. Orta boylu kır bıyıklı ÇAROĞLU Yor veledi Yani. Sin 60. Kısa boylu kır sakallı TEBBAOĞLU Kostantin veledi Yani. Sin 70. Orta boylu kır sakallı HANLAROĞLU Kostantin veledi Yani. Sin 70. Orta boylu kır sakallı CERANOĞLU Atkor veledi Totor. Sin 70 Kısa boylu aksakallı ZELESENOĞLU Yor. Sin 90 Uzun boylu kır sakallı CERANKONOĞLU Anorbenon. Sin 72. Orta boylu aksakallı DİLENOĞLU Lefter veledi Yor. Sin 73. Uzun boylu kır sakallı KODALAKOĞLU Kostantin veledi Yani. Sin 51. Orta boylu sarı bıyıklı SALAFUNDOĞLU İstofor veledi Yor. Sin 35. Orta boylu sarı bıyıklı ÇAKRAKOĞLU Yani veledi Yor. Sin 55. Orta boylu kır bıyıklı YAMANOĞLU Kostantin veledi Yani. Sin 51. Orta boylu aksakallı MİRASOROĞLU Lefter veledi Kostantin Sin 80. Uzun boylu aksakallı BARĞOROĞLU Yor veledi Nikola. Sin 92. Kısa boylu kra bıyıklı ĞURTOĞLU Banayod veledi Yani. Sin 27. Uzun boylu kır bıyıklı ŞEROĞLU Trandafil veledi Son. Sin 52. Orta boylu sarı bıyıklı EMRUDOĞLU Nikola veledi Kostantin. Sin 49. YORMANOĞLU şabbı emred Yor veledi Yani. Sin 16. Uzun boylu sarı sakallı AĞURSAOĞLU Keşiş Yor veledi Simiyon. Sin 35. 22 – Kariye-i ZURHA (s. 140, 141) 95 Nüfus (erkek) 40 hane Orta boylu ter bıyıklı MARANGOZOĞLU Yor veledi Son. Sin 25. Orta boylu kumral bıyıklı ZURANCIOĞLU Revzar veledi Totor. Sin 30. Orta boylu kara bıyıklı BİNDAZİOĞLU Yani veledi Yordam. Sin 31. 375 UKHAD 1 (3) 2015 Orta boylu ter bıyıklı TONBAROĞLU Yordam veledi Dimitri. Sin 24. Orta boylu kır sakallı NEVALECİOĞLU Yani veledi Nikola. Sin 70. Orta boylu kara bıyıklı KARALEBOSOĞLU Yor Nikola veledi mersum. Sin 30. Orta boylu kır sakallı BONUROĞLU Son. Sin 75. Orta boylu aksakallı ÇULCUOĞLU Yordam veledi Yani. Sin 100. Uzun boylu kumral bıyıklı CORCONAROĞLU Darnivam. Sin 50. Uzun boylu kumral bıyıklı NİFİDSAROĞLU Avakim. Sin 50. Orta boylu kumral bıyıklı TOBALOĞLU Yor veledi Totos. Sin 40. Orta boylu kumral bıyıklı DANYOOĞLU Abostol. Sin 55. Orta boylu ter bıyıklı BEŞİKOĞLU Yani veledi Totor. Sin 25. Orta boylu kara bıyıklı BANURYALİOĞLU Yani. Sin 35. Orta boylu aksakallı KALKANOĞLU Beraskon. Sin 101. Not: Bu defterdeki Köylerde; 806 Sülale, 553 Sülale Adı 4467 erkek nüfus 805 hane vardır. 376 UKHAD 1 (3) 2015 SAMSUN HAVALİSİNDE TÜTÜN ETRAFINDAKİ SÖZLÜ KÜLTÜR VE ETNOGRAFİK MİRAS Serap CENGİZ* GİRİŞ Samsun ili Karadeniz sahil şeridinin orta bölümünde Yeşilırmak ve Kızılırmak nehirlerinin Karadeniz’e döküldükleri deltalar arasında yer alır. Yeryüzü şekilleri bakımından farklı topografik yapıya sahip olan Samsun; güneyi dağlık kesimlerle kaplıyken dağlık kesimle kıyı şeridi arasında yaylaların yer aldığı bir bölgedir. Coğrafyaya konu olan mekân, insanın yaşadığı yakın çevreden kâinatın tümüne kadar genişletilebilir. Bu bağlamda ekonomik kalkınmada coğrafya faktörünün çok önemli ve etkili bir unsur olduğunu söyleyebiliriz. Samsun ili başta deltalar olmak üzere iç kısımlardaki Lâdik, Vezirköprü ve Havza gibi bölgeleri içine alıp verimli topraklara ve zengin bitki örtüsüne sahiptir. Bu sebeple ilin ekonomisinde tarımın payı oldukça fazladır. Bölgede buğday, mısır, şekerpancarı, fındık, tütün, çeltik başlıca tarım ürünlerini oluşturur. Bafra ve Çarşamba ovalarında diğer ürünlerin yanında sebze yetiştiriciliği de yapılır. Tütünün Tarihsel Süreç İçerisindeki Gelişimi Günümüzde yüz yirmiden fazla ülkede ekimi yapılan tütünün tarihi sekiz bin yıl öncesinde dayanır. 15.yüzyılın sonuna kadar sadece Amerika kıtasında yerliler tarafından bilinen tütün, Avrupa’da 1492 yılında Christof Colomb’un Amerika’yı keşfe çıkması ile birlikte bütün dünyaya yayılır. (Yılmaz, 2007:3). Christof Colomb ve arkadaşlarının Asya’ya ulaşmak için çıktıkları yolculuklardan birinde Tobago adasında yaşayan yerlilerin, bir bitkinin yapraklarını sararak bir çubuğa yerleştirdiklerini, daha sonra da bu bitkinin sarılmış yapraklarını yakarak çubuk vasıtasıyla dumanını içine çektiklerini görürler. Bunun sonucunda da bu işleme tabaco adını verdiklerini görüp kaydederler. Yerliler bu bitkiyi barış çubuğu tüttürme törenleri gibi özel günlerde kullanırlar. Törenlerin yanı sıra bu bitkiyi sağaltıcı, tedavi etme yöntemlerinde de kullandıkları görülür. Bu durum tabaconun kısa sürede Avrupa’ya girmesine, erkenden kullanılmasına ve yayılmasına sebep olur. (Yılmaz, 2007:3). Tütün Türkiye’ye 1601-1605 yılları arasında İngiliz, Venedik ve İs* KTU Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi/TRABZON 377 UKHAD 1 (3) 2015 panyol gemici ve tacirleri tarafından İstanbul yolu ile gelmiş, yani Avrupa’ya gelişinden 50 yıl sonra yurdumuzda kullanılmaya başlamıştır. Ancak tütün tarımının ne zaman başladığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Tütün tohumu Rumelili tüccarlar tarafından Avrupa’ya getirilmiş ve ilk tütün tarımı Makedonya, Yenice, Kırcaali’de başlamıştır. (Mercimek, 2007: 139). Tütünün Türkler tarafından bilinmesi üzerine yaklaşık 400 yıl geçmiştir. Geçen bu süre zarfında, tütün sadece ekonomik katkı sağlayan bir ürün olmayıp sosyal, kültürel yönü itibariyle de önemli bir ürün olarak tarımda yerini almıştır. Reji İdaresinin Kuruluşu Reji İdaresi kuruluşundan kaldırılışına kadar, tütüncülüğün tarihinde önemle üzerinde durulması gereken bir mevzuudur. Müşterekü’lMenfaa İnhisar-ı Duhan-ı Devlet-i Aliye-i Osmaniye ya da Memalik-i Şahane DuhanlarıMüşterekü’lMenfaa Reji İdaresi isimleriyle de anılan bu şirketin imtiyazı Duyûn-ı Umûmiye İdaresiyle 1882’de başlayan görüşmeler sonucunda 27 Mayıs 1883 tarihinde yapılan bir anlaşma ile Osmanlı Bankası Müdürü Emil Deveaux’a verilir. Böylece Viyana’da Anstald Kredi ve Grubu, Berlin’de Banker S. Bleichroeder ve grubu ile Osmanlı Bankası ve ortaklarının katılımıyla oluşturulan Reji Şirketi 14 Nisan 1884’te faaliyete geçer. (Oktar, 2007: 46). Reji Şirketi şartnamesi gereğince süresi 1914 yılında sona ermek üzere 30 yıllık anlaşma yapılır. Bu idarenin merkezi Dersaadet’tir. Bu şirketle ilgili ortaya çıkacak adlî ya da ticarî sorunların çözümünde Osmanlı mahkemeleri yetkili kılınır. 1875 yılında Osmanlı Devleti Kırım Savaşı ile başlayan iç ve dış borçlarını ödeyemeyeceğini açıklayınca alacaklı devletler Osmanlı’ya büyük tepki gösterirler. Ödeme takvimine ve Osmanlı’nın maliye sistemine güvenmeyen bu devletler Duyûn-ı Umûmiye vasıtasıyla belirlenen borcu almaya çalışırlar. Artık Osmanlı üreticisinden vergileri Osmanlı’nın kendi bünyesinde bulunan memurlar değil yabancı devletlerin ortaklığı ile kurulmuş olan Reji İdaresi toplayacaktır. Osmanlı Devleti’nin üreticileri en önemli gelir kaynakları olan tütünü, tuzu ve alkolü Reji’nin belirlemiş olduğu fiyattan satacak Reji’den izinsiz üretim yapamayacaktır. Osmanlı Devleti’nde tüketilecek tütün Reji’nin kapsamına alınmış olup ihraç edilecek tütün ise serbest bırakılır. Ancak bazı iddialara göre Reji tütün ihracatçılarının durumunu zorlaştırmak için bürokratik engellemeler koyar. Bunlardan birincisi tütün ekimi için Reji’den ruhsat alma zorunluluğudur. 378 UKHAD 1 (3) 2015 Reji her tarla ve her yıl için üreticiden ayrı dilekçe ister. Şirket şartnamesinin 6. maddesinde ruhsatın bedelsiz olduğu yazsa da yol parası, pul parası, arzuhâlci parası, vekâletname parası gibi bazı giderler köylünün belini büker. Üreticinin çoğunluğu okuma yazma bilmez. Dilekçenin içeriğini bildiğine ve kabul ettiğine dair tasdik gerektiği için oturduğu mahallenin muhtarına ya da imamına gitmek zorunda kalır. Bu durum da üreticinin arkasında mali külfet bırakır. Tütün üreticisinin karşılaştığı zorluklardan bir diğeri ise ambar ve tütünün ambara teslimi konusudur. Reji Şartnamesinin 16. maddesine göre tütünün toplanacağı ambarların yapımı Reji Şirketine aittir. Reji Şirketi tarafından nizamname gereğince kurulan ambarlar, tütün ekimi ve hasadının yapıldığı yerden on ambar alması gerekir. Ancak çoğu zaman bu kural sadece kâğıt üzerinde kalır ve gerçekleşmez. Bu durumda ambarsızlık nedeniyle Reji’ye teslim edilemeyen tütünlere Reji hiçbir karşılık ödemeden sahip çıkar. Her yılın ağustos ayında ambara teslim edilemeyen tütün kaçak sayılır ve ürüne el konulur. Üstelik mevcut Reji ambarlarının hiç de sağlıklı koşullara uygun olmadığı da bir başka gerçektir. Durum böyle olunca halk isyan etmeye başlar ve ardından tütün kaçakçılığı, kolcu güçleri gibi konular gündeme gelir. Halk ya tüm bu olumsuzluklara büyük cesaret ve güçle karşı koyacak ve ayakta kalmaya çalışacaktır ya üretimden vazgeçerek bulunduğu yeri terk edecektir, ya da kaçakçılık gibi yasal olmayan bir yolu seçecektir. Reji idaresinin kuruluşu ile birlikte ülke genelinde meydana gelen yasaklamalar sonucunda halk yönetime karşı çıkar ve bunun akabinde halk, sözlü kültür geleneğinin bir parçası olan “ayıngacı” türkülerini yakar. Halk müziği repertuarında bu örnekleri temsil eden türkülere “Baskın Türkleri” denir. (Şenel, 2007: 361). “Baskın Türküleri” genel bir söyleyişle, dönemi içindeki yasaklamalara karşı gelerek suç işleyen ya da herhangi bir olayla bağlantılı olarak aranan, ihbar edilen; takip sonucu yeri belirlenen kişi ya da grupların, yine dönemi içindeki güvenlik güçleri ile yaptıkları çatışmaları anlatan ezgilerdir. Bu tür havalar, halk ağzında “baskın havası”, “baskın türküsü”, “kol havası”, “kol bastı havası”, “kolcu havası”, “kolcu türküsü”, “kolcu oyunu” vs. gibi isimlerle de adlandırılırlar. Bu türküler derlendikleri yörelerin müzik karakterlerini ve ağızlarını da yansıtan türkülerdir. Tütün kaçakçılarına da halk arasında “ayıngacı” ya da “ayınkacı” denilir. Halk ağzında “ayınga/ayanga/ayınka” olarak adlandırılan “tütün” kimi yörelerde “kaçak tütün” anlamında da kullanılır. 1911 yılında Reji Şirketinin kaldırılması ve 7 yıl süreyle bir devlet inhi379 UKHAD 1 (3) 2015 sarının kurulması kararlaştırılır. 1912 yılında da “Tütün Tekeli” kanun tasarısı hazırlanır. Ancak bu sürede de Trablusgarp ve Balkan Savaşları başlar ve ordu tarihte bir kez daha Reji Şirketinin karşısında çaresiz kalır. 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilânıyla yabancılara verilmiş olan Reji ve benzeri birtakım imtiyazlar yeniden gözden geçirilir. 1923 yılının 17 Şubat-4 Mart tarihleri arasında İzmir İktisat Kongresi’nde bu konu görüşülüp görüşmenin sonucunda Reji İdare ve Usulünün İlgası ile tütün ziraat ve ticareti serbest bırakılır. 13 Haziran 1923 tarihinde Reji Şirketi ile hükümet arasında bir anlaşma yapılır ve ertesi yıl 30 Temmuz 1924 tarihinde şirketin imtiyazı iptal edilerek, bütün malları ve taahhütleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne geçer. Samsun’da Tütün ve Tütüncülük Osmanlı döneminde Samsun bölgesinde tütün üretimi, önceleri Hıristiyan köylüler tarafından yapılıyorken; Lozan Antlaşmasıyla birlikte Yunanistan ve Bulgaristan’dan gelip bölgeye yerleşen göçmen vatandaşlar tarafından yürütülür. Samsun kenti 19.yüzyıldan itibaren çevresinde tütün ekiminin başlaması ile birlikte önemli bir merkez haline gelir. (Erler, Edinsel 2011:230). Kaynaklar neticesinde yaptığımız saha çalışması sonucunda Batı Trakya Türklerinin tütün tarımını nasıl yaptıklarını, bugüne değin bir tarım ürünü olarak işlenen tütünün geçirdiği değişimleri, sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda bölgeye ve çiftçiye sağladığı kazanımları inceledik. Saha çalışmasının yapıldığı bölgeler ve kaynak kişilerin bulunduğu yörede diğer hanelerde tütün tarımı yapan aileler şu şekildedir: Yukarıçinik Köyü:Kutoğulları (Ali Karabölük), Çakıroğullar (Ali Peker), Pirağlılar (Mustafa Peker), Körağalılar (Mehmet Şencan), Sarafoğlu ( Hüseyin Zengin), Recephocalı (Osman Zengin), Kalemcilo (Hasan Cengiz), Tüfeklininkiler (Mehmet Keskin) Kozluca Köyü:Muradoğulları, Ahmet Ağa, Vezneci Hüseyin Efendi Tepecik Köyü: Çelikoğulları, Mısıroğulları, Yomralılar, Kocabıçaklılar Ailede tütüncülüğün ilk hangi aile ile başladığını sorduğumuzda verilen yanıtlar mübadele göçleriyle yerleşen Batı Trakya Türklerinin tütüncülükle uğraştığını doğrular niteliktedir. “Ben gözümü açtığımda, ailede herkes tütüncülük yapıyordu. Kendimi bildiğimden beri tütüncülükle uğraşırız. Babama tütüncülüğün geçmişini sorduğumda dedemi anlatırdı. Dedem buraya mübadele göçüyle yerleşmeden önce şehirde bakkalı ve manifaturacı dükkanı varmış. Dedemin babası köye geleceksin diye ısrar edince dedem tası tarağı toplayıp Kozluca köyüne gel380 UKHAD 1 (3) 2015 miş. Dedem burada hayvancılık, değirmencilik, tütün tüccarlığı yapmış. Bir çok işle uğraşsa da dedemin asıl mesleği tütüncülük imiş sonrasında da zaten babamı ve diğer çocuklarını yetiştirip köyde tütüncülüğe devam etmiş. Dedem de dedemin babası da memleketten tütüncü olarak gelen mübadillerdir. Köyde de Muradoğulları olarak bilinirler. Ben de bu ailenin içinde büyüdüm, yetiştim.” (K.K:6) “İlk olarak bu köyde tütün tarımına hangi aile başladı bilmiyorum ama dedemden öğrendiğim kadarıyla memleketten geldikten sonra tütün ekimine hemen başlanmış. 1925 yıllarına tekabül ediyor.” (K.K:2) Tütün Tarımının Aşamaları Tütün üretimi, dikiminden hasadına kadar büyük sabır, gönül ve bilhassa ihtisas işidir. Bu nedenle, tütün ekiminde yetişmemiş bir üreticinin, bu meşakkatli işin inceliklerini bilmeyen kimsenin de kaliteli tütün elde edebilmesi mümkün değildir. Tütünün tohumunu özel yastıklarda fide haline getirmek, zamanı gelince onları tarlaya dikmek, sulamak, çapalamak, tepe kırması denilen uç kısımlarını kesmek, ilaçlamak, kırmak, toplamak, iplere dizmek, kurutmak, balyalama ve satışa hazırlama gibi oldukça ihtisas gerektiren bölümleri vardır. Samsun Kent Müzesi’nde şehrin kültürel mirasını içinde barındıran tütün tarımı için ayrılan bölümde tütün tarımının aşamaları şu şekilde anlatılmaktadır: Ekim: Karadeniz Bölgesinde tütün ekimi genellikle Mart ayında başlar. Güneye bakan ve gölge olmayan fidelikler hazırlanır. Tütün fazla su sevmediği için fide yastıklarının süzek olması gerekir. Tohumlama yapıldıktan sonra üstlerine yanmış koyun gübresi serpilir. Üstü bastırılır. Önce sık aralıklarla az suyla fidelendikçe 2-3 günde bir bol suyla sulanır. Üstü örtülür. Boyu 10-15 cm uzunluğuna varan fideler parmağa dolandığında kırılmıyorsa ekim aşamasına geçilir. Dikim: Dikim zamanı Karadeniz’de genellikle Mayıs-Haziran aylarına denk gelir. Fide çekildiğinde ele gelmeyecek şekilde 15-20 cm ara bırakılarak dikilir. Dikildikten hemen sonra can suyu verilir. Dikimden 10-15 gün sonra hafifçe ilk çapalama yapılır. İlk çapadan aynı süre kadar sonra daha derin olan ikinci çapalama gerçekleştirilir. Kırım: Tütün olgunlaştığı zaman kırım adı verilen hasat işlemine geçilir. Tütün yapraklarının sararması, yaprak yüzeyinde kurbağalaşma denilen sarı kabarcıkların belirginleşmesi olgunlaşma belirtileridir. Aynı anda olgunlaşan yapraklara “el” denir. El toplanırken kırıldığında çıt sesinin çıkması da 381 UKHAD 1 (3) 2015 olgunlaşmasının bir diğer göstergesidir. Kırım zamanı sabahın erken saatlerinde yapılır. Her kırımda 4-5 el toplanır. Kırılan tütün yaprakları, damarları birbiri üzerine gelecek şekilde toplanarak küfelere ya da selelere yerleştirilir. Dizme: Dizme işlemi 30-40 cm uzunluğunda tütün iğneleriyle yapılır. Yapraklar tam ortasından delinerek dizilir. Bu aşamada yapraklarının boylarının aynı olmamasına dikkat edilir. Tütünler yaprak yaprak elde dizilir. Tütün dizili ipler kargılara bağlanır. Bu kargılar da kurutma işlemi için hazırlanan çerçevelere yerleştirilir. Kurutma: Kurutma işlemi tütünün kalitesi ve randımanı üzerinde oldukça belirleyicidir. Yapraklar serada kurutulmayacaksa ya yere serilir ya da ızgara adı verilen çerçevelere yerleştirilir. Kuruyan tütünler toplanarak üst üste konulur ve 10-15 gün bekletilir. Yaptığımız saha çalışmasında tütün işçileri tütün tarımının aşamalarını bize şu şekilde anlatır: “Mart ayında tütün tohumu bahçeye fide şeklinde dikilir. Ekilen fide kabarık olmaması için dövülür, bu sırada gübresi de atılır. Eğer yağmur yoksa fideler sulanır. Yağmur varsa sulamaya gerek yoktur. Tütün 2-3 yaprak olduğunda suni kemresi vurulur ve tütün büyütülür. Mayıs ayında tütünler tarlaya ekilmek için hazır hale gelir. Haziranda ekimi başlar. Ekim 20-25 gün sürer. Önce tütünün çapası kazılır sonra kırılıp dizilir. Ağustosa kadar bu işlem biter. Çok zorlarsan Eylülün onuna kadar da kırabilirsin tütünü ancak havalar soğuduğunda o tütün bir şeye yaramaz. Tütün fazla yağmuru sevmez. Tütünün en son aşaması da tonga bağlamaktır. Tonga bağlandıktan sonra tonga yuğulduktan sonra tütün artık satışa hazırdır.” (K.K:6) “Tohumu atılan tütün bahçe kıyılarında, dere kenarlarında olur. Dere kenarlarına ekilmesinin nedeni tütünün suyun kıyısında çabuk büyümesidir. Tütün tohum halinde ekildikten ve biraz büyüdükten sonra tarlaya dikilir. Mart ayında tohum ekilir, 15-20 gün sonra handalhandal sulanmaya başlanır. Tütün yüze çıktığı zaman, uç vermeye başladığı anda handalın içindeki kötü otlar temizlenir. En son büyüdüğünde de tütün yonulur ve tarlaya dikime götürülür. Ancak tütünün hepsi bir anda yonulmaz. O gün tarlaya ne kadar tütün ekeceksen o kadar tütün fidesi alınıp tarlaya dikilir. Martta başlayan tütünün ekimi Haziranın onuna kadar biter. Ekim bittikten sonra çapası yapılır. Temmuzun on beşinde, yirmisinde kırımı başlar. Kırım bittikten sonra da tütün ipe dizilir. İpe dizilen tütün aranda kurutulur. Sonbaharda iplerin içinden kötü otlar ayıklanır ve tütün istif yapılır. Son olarak da tonga yapılıp tütün odasına konulur, satışa hazır hale getirilir.” (K.K:5) 382 UKHAD 1 (3) 2015 Tütün Tarımında İş Bölümü Çiftçilik mesleğinin pek çok dalında olduğu gibi tütüncülükte de iş bölümü, bireylerin iş verimini ve iş süresini önemli ölçüde etkileyen unsurların başında gelmektedir. İş bölümü sayesinde tütün emekçileri omuzlarındaki yükleri birbirleriyle paylaşarak işlerinin daha çabuk ve zahmetsiz bir şekilde bitmesine olanak sağlarlar. Yaptığımız saha çalışmasında iş bölümünün büyük ölçüde aile fertleri üzerinde etkili olduğunu ve bu geleneğin çocuktan yetişkinine kadar bütün ailede nesilden nesile aktarıldığını gördük. “Tütün kalabalığı sever. Bana göre bir ailede tütün yapmak için en az dört kişi gerekir. İki kişi su dökse ardından da biri fide atsa tütüncüye çok yararı dokunur. Üç kişi de dikici olsa işin yüzde ellisi bitmiş demektir. Tek kişi bunların hepsini bir anda yapamaz, çok zahmetli olur. Önce öküzlerle karık çekilir. Karık da önceden çapayla temizlenir. Sonra da yamka vurularak birinci kişi birleme ikinci kişi ikileme yapar. Evin küçük çocukları fide döker, iki üç kişi de arkasından tütünü eker. Ben dokuz yaşında tarlaya fide ekerek girdim. İş bölümü de yaşa ve tecrübeye göre verilir.” (K.K:6) “Dokuz yaşında fide dökmeye başladım. Tarlada ilk olarak fide dökülür daha sonra dikim yapılır. Fide dökme işlemi diğer işlere göre daha kolaydır bu sebeple çocuklara yaptırılır.” (K.K:5) Tütün İşçileri ve Çalışma Saatleri Tütüncülük; çapalama, kırma, dizme işlemleri gibi dışarıdan artı iş gücüne ihtiyaç durulan üretim faaliyetleri arasındadır. Tarlaların ölçeklerine ve büyüklüklerine göre bir tarlada on beş yirmi işçinin çalıştırıldığı yapılan saha çalışmalarında da kaynak kişiler tarafından aktarılır. Tütün tarımının süreçlerinde gerçekleşen her adım için farklı yerlerden mevsimlik işçiler getirilir. Bu işçilerin getirildikleri bölgelere bakıldığında o adımda ihtisas yapmış kalifiye işçilere ev sahipliği yapması ön plandadır. Bu sebeple işçiler tütüncüler tarafından bilinçli olarak belirli bölgelerden seçilir. Örneğin; tütün tarımında hız ve pratiklik gerektiren bir işlem olan dizme işleminde bölge halkı arasında Trabzonlu işçiler tercih edilirdi. Buna ek olarak yine kırma ve dizme işlemleri için özellikle kadın işçiler tercih edilirken tarlayı sürme ve hayvanlarla su çekme gibi fiziksel güç gerektiren işlemlerde erkek işçi tercih edildiğini görüyoruz. Günün sıcak saatlerini evlerinde tütün dizerek geçiren tütün işçileri, günün çalışmaya elverişli zamanlarını tarlada tütün kırarak değerlendirirler. Bunun için tütün ekimi ya da kırımı güneşin işçileri doğrudan etkilemeyeceği 383 UKHAD 1 (3) 2015 sabahın ilk ışıklarında ve akşam serinliğinde yapılır. “Dedemin zamanında on beş işçi getirilirdi. O zaman tütün tarlamız epey büyüktü. Köydeki her hane işçi getirmezdi tarlanın büyüklüğü ve işin yoğunluğuna göre işçi sayısı da değişirdi. İşçiler yanımızda 2-3 ay kalırdı. Genellikle tütün ekiminde ve kırımında işçi alırdık. Ekseri Trabzon’dan işçi getirirdik. Özellikle tütün dizimi için Trabzonlu işçiyi tercih ederdik. Tokat Erbaa’dan işçi getirdiğimiz de olmuştu. Genel itibariyle erkek işçi alırdık. Çünkü eşekle su çekmek, sepetle tütün getirmek kadınları zorlayan kısımdı. Tütün diziminde ve kırımında kadın işçileri tercih ederdik. İşçiler ip başına para alıyorlardı. O zamanın parasına göre bir ip yirmi beş kuruş, elli kuruş ederdi. Tütünün kilosu da üç buçuk liraya gidiyordu. En çok alan on bin lira alıyordu. Bir ton tütün on bin liraydı. O zamanlar para da kıymetliydi tabii. Tütün parasıyla çok nişan, düğün yaptık. Tarlaya akşam beşte gittiğimiz de olurdu. O zamanlarda köye ekmek de gelmezdi. Öğlen on iki de ekmek mayalar öğleden sonra üçte fırına atar bir buçuk saate de çıkarırdık. Ekmeğimizi alıp yarım saatlik yola, ırmak kenarına giderdik. Orada da fideyi çekip akşam altı buçuk trenini beklerdik. O tren bir nevi bizim zamanımızı belirleyen bir araçtı. Trene göre yola çıkardık, tepede tarlalarımız uzaktı. Trenle eve geldikten sonra işimiz bitmiyordu tabii eve geldikten sonra bir de inek sağardık. Akşam yatmadan önce de yarın için içinöğlenlik hazırlardık. Akşam tütünü dizme işimiz yediye sekize kadar devam ederdi.” (K.K:6) “Biz işçileri Asarcık’tan getirirdik. Getirilen işçiler hayvanları ile gelirlerdi. Eşeğin, atın, öküzün sırtlarına dörder sekizer tane ağzı dar teneke bağlardık. Tenekelerin içinde bize su taşırlardı. Onlar su taşırken biz tütünü dikerdik. Sadece işçiyi değil işçilerin hayvanlarını da doyururduk. Hatta geceye yatıya kalırlardı, onlara yatak sererdik. Sabah oldu mu herkes tarlaya inerdi. O yüzden tütünden elde edilen gelir çok da bize kalmazdı. İşçilerin masrafları da belimizi bükerdi. Şimdi bu zahmeti çekmiyoruz. Köyde su var, hortumu bağladığımızda ne işçiye ne de hayvana ihtiyacımız kalıyor. Ancak şimdi de tütün yapacak adam yok. O zaman herkes bıkmış, bunalmış tütünden. Bugün kimse tütün işçiliğine yanaşmıyor. Böyle olmasının nedeni de tütün işçiliğinin çok zor ve zahmetli olmasındandır. On iki on üç saat işçinin çalıştığını düşünün. Sonunda elde edilen para tatmin de etmiyor üstelik.” (K.K:1) “Tütün diziminde farklı işçi, çapa kazılırken farklı işçi alınırdı. Köylü de nerede hangi işçi var onu bilir ona göre işçisini alırdı. Biz genelde işçileri şehre yakın yerlerden alıyorduk. Samsun içinde İlyasköy’den ilçede Ladik’ten şehir dışından ise Tokat’tan işçi getiriyorduk. Her işçinin yapacağı, yaptığı iş farklıydı. Bizim için işçi seçiminde en önemli koşul çalışkan olmasıydı. Sabah 384 UKHAD 1 (3) 2015 ezanı okunduğunda herkes yatağından kalkardı. Gün ışırken tütünü yonmaya başlardık.” (K.K:5) “Önceden hortum yoktu. Atlara, eşeklere, öküzlere su taşınması için fıçı bağlıyorduk. Bu su dereden çekilirdi. Hayvanları günde en az elli kere dönüyordum. Bu işlemi biz yapardık, bunun için işçi getirmezdik. Biz işleri dizme aşamasında alırdık. Bunun için de işçinin elinin hızlı ve pratik olmasına dikkat ederdik. Bunun yanında ihtiyaç sahibi mi ona da bakardık.” (K.K:3) Tütünün Saklanma Koşulları Coğrafi koşulları gereği nemli bir bölge olan Samsun yöresinde hassas bir bitki olan tütünün, üretim aşamasının ardından muhafaza edilmesi de önemli unsurların başında gelir. Tütünün fazla yağmurda çürüyen aşırı sıcaklarda yanan doğası gereği saklanması için özel alanlar ve şartlar gereklidir. Bunun için kimi ailelerde evin içinde ayrı bir tütün odası temin edilirken kimi ailelerde de evin dışında tütün mağazası yaptırılır. Oda ve mağazalarda aranan özellikler; nemden uzak, hava sirkülasyonunun sağlandığı ve güneş ışığından az etkilenecek şekilde konumlandırılmasıdır. “Biz tütünümüzü evin odasında saklardık yalnız bu odanın rutubetli olmamasına özen gösterirdik. İmkanı olanlar tütün için evin dışında ayrıca mağaza yaparlardı.” (K.K:2) “Her evin ayrı tütün odası vardır. Bu odanın ilk koşulu rutubetli olmamasıdır, tütün küflenebilir. Odanın yeri muhafazalı olmalıdır, yel almamalıdır. Tütünü müspet bir yere asarsan tütün küflenir, kıymeti olmaz. Kurutma zamanında da tütün güneşe konulur. Ancak tütün öyle hassas bir bitkidir ki ne çok sıcağı ne de çok yağmuru sever. Çok sıcak olduğunda tütün yanarken fazla yağmurda da çürümeye gider. Bu sebeple hava güneşli olduğu zamanlarda tütünler boyunduruklardan tutulup güneşe çıkartılır yağmur olduğu zaman da arana çekilir.” (K.K:1) “Tütün doğa olaylarından en çok yağmurdan etkilenir, çok yağmuru sevmez. O yüzden tütüncünün gözü hep bulutlarda olur. Bugün dikkat edin, tütüncülerin hâlâ o alışkanlıkları vardır. Hava tahminini herkesten önce yaparlar. Çünkü ufacık bir yağmurda tütün çürüyebilir, bütün emek zayi olur. Gecenin ikisinde üçünde yağmur yağdığı vakit çok defa boyundurukları çektiğimiz olmuştur. Hassas bir bitki olan tütün için bu sebeple ayrı bir oda temin ederdik. Tütünü oda sıcaklığında tongalar halinde kuruturduk. Tonga haline getirilmesinin nedeni tütünün çok kuruduğunda nane gibi ufaklanmasıdır. Tonga haline getirilen tütün biraz nemli olur ve ufalanmazdı. Tonga tütünün sıkıştırılıp hava almaması için yapılan bir işlemdir.” (K.K:5) 385 UKHAD 1 (3) 2015 Tütünün Satışa Sunulması Çiftçilik genel itibariyle kırsal kesimde insanlığın eski çağlardan bu yana geçimini sağladıkları toprak üzerinde yapılan işlemler sonucu elde edilen ürünlerin takasına ve satışına dayanan meslek dalıdır. Bu noktada belirli bir coğrafi bölgede üretim mallarının satışı hususunda o ülkenin ekonomik durumu önemli faktörler arasındadır. Gelişmiş bir ülkede çiftçinin üretim mallarına iyi fiyatlar biçilirken ekonomik durumu kötü olan ülkelerde üreticiler tekellerin ve kartellerin boyundurukları altına girmektedir. Osmanlı’nın dış borçlanmaya gittiği sıkıntılı dönemlerinde kurulan Duyun-i Umumiye tarafından el konulan ve ucuz fiyatlarla yabancı sermayelere aktarılan üretim malları arasında tütün de yer almaktaydı. Yabancı ülkeler borçlarını direkt olarak halktan mallarına ucuz fiyat biçerek tahsil ediyordu. Bunun için yabancı firmalar bölgelerde sıkça bulunuyordu. Samsun bölgesinde de yapılan tütün satışında tekele bağlı tütün eksperlerinin yanında yabancı menşeili firmalar üzerinden satış yapan tüccarların varlığının bu borçlanmadan miras olduğunu söyleyebiliriz. Tekele bağlı eksperlerin aldıkları tütün için vaat ettikleri ödeme biçimi, tütün emekçisinin bir yıl boyunca zahmetini çektiği işçiliği karşılar nitelikte değildi. Genel olarak tütün için biçilen ücret, belirlenen takvimin sonrasında veriliyordu. Yabancı tüccarlar ise ödeme takvimine uyuyor, bu durum da yöre halkının gözünde cazip bir hâl alıyordu. Samsun bölgesinde faaliyet gösteren Fahrettin Gözoğlu, Karagözoğlu gibi yerli tüccarların yanında Avusturya firması diye anılan yabancı eksenli firmalar da o bölgede rekabete dahildi. Derlemeler sonucunda ürününü satacak olan tütüncünün yabancı tüccarların belirlenen ödeme takvimine uyması sebebiyle ürünleri onlara teslim ettiğini görüyoruz. Tütün emekçilerinin ürünlerini satışa sunarken paranın tahsili hususunda gösterdiği seçicilik, eksperler tarafından da ürün kalitesi noktasında ortaya çıkmaktadır. Tütün, kalitesine göre eksperler tarafından derecelendirilir ve bu derecelendirmeye bağlı olarak tütüne tütünün dibi, dip başı, doruğu, doruk altı gibi farklı fiyat aralıklarını belirten isimler verilir. “Tütün tarımı bittikten on beş gün bir ay sonra tüm köyün tütünü fiyatlandırılıyor ve radyoda Karadeniz Tütün Piyasası bugün açılıyor diye anons yapılıyordu. O zaman televizyon yoktu evlerde. Haberleri radyolardan dinlerdik. Fiyatlar açıklandıktan sonra tekel eksperi köye geliyordu. Eksper tütünün fiyatını söyledikten sonra isteyenler ekspere tütününü verip kontratı imzalıyordu. Parasından tatmin olmayanlar da tüccara veriyordu tütününü. Tütün parası kontrat kesildikten bir ay sonra alınıyordu. Bu bizim yap386 UKHAD 1 (3) 2015 tığımız dönemde geçerliydi. Bizden önce tütün yapan emekçiler bir yıl sonra alıyorlarmış parasını. Söz ettiğim zaman dilimi otuz yıl önce. Tütüne mayısta başlanıyorsa haziranda ücreti alırlarmış. Yaklaşık olarak on üç ay ellerine para geçiyormuş. Para bugünkü gibi hemen harcanmazdı, kıymetliydi. O para ya evde ya da bankada saklanır bir sene boyunca o parayla ihtiyaçlar görülürdü. Yetmediği zamanlarda bankalardan avans alınır sonraki sene yine tütün parasıyla o borç kapanırdı. O dönemde bankalar tütün parasını almaya üç ay varken faizsiz avans diye koçanbaşına para verirdi köylüye. Tütün eksperleri içinde Karagözoğlu, Fahrettin Gözoğlu ve Avusturya Firması vardı. Biz daha çok Fahrettin Gözoğlu’na, Nazmi ekspere tütünümüzü verirdik.” (K.K:2) “Tüccarın ofisi şehirde oluyordu. Biz onun ofisine gidip fiyatları öğreniyorduk ya da tüccarın kendisi köye gelip tütüne bakıyordu. Baktığı tütüne göre tütünün kalitesine fiyat biçiyordu. Yalnız tütüne bakmaya sadece tekel eksperi gelmiyordu, tüccar da oluyordu çoğu zaman. Tüccar da tütünün kalitesine ve kendi verebileceği miktara göre fiyat biçiyordu. Tütün kendi arasında A grat B grat C grat diye ayrılıyordu. Gratlar tütünün kalitesini gösteren ifadelerdi. Tütünün dibi, dip başı, doruğu, doruk altı vardı. Tütünün en iyisi doruk altı olanıydı. Birinci el, ikinci el, üçüncü ele göre tütün doruklanıyordu.” (K.K:3) “Herkesin tütün parasını alma zamanı farklıydı. Tütün parası alındığında köydeki diğer hanelere gidip ekmek, helva dağıtılırdı. Biz gelen ekmekten, helvadan kimin ne zaman tütün parasını aldığını anlardık. Tütün parasıyla kızlarımı evlendirdim ben. En büyük kızımı evlendirdiğimde yüz üç tonga tütün yaptım. Ondan sonrakinde de yüz dört tonga yapmıştım. Bugün yüz üç, yüz dört tonga tütün yapsan çok rahat bir evi düzersin ama o zamanlar tütün bugünkü gibi kıymetli değildi. Yüz üç tonga bugünün parasıyla yirmi milyar ediyor.” (K.K:4) “Tüccarların ilk işi tonga halinde olan tütünün arasından birkaç tütün seçerek tütün için fiyat biçmeleridir. Tüccarın gelmesi tütüncü için çok önemlidir. Müthiş bir heyecan olur evde. Bir nevi emeğimiz onun elindeydi. Tüccarın tongadan nereden hangi tütünü seçeceği belli olmazdı. Kıyıdan da çekerdi, ortasından da. Tütünün iyi de olsa gözden kaçan kötü ot olsa tüccar şüpheli bakardı. Tüccar bir anlamda okullarda müfettişin okula gelip öğrenciyi ve öğretmeni teftiş etmesi görevini üstleniyordu. İyi tütünü tüccar hemen anlardı. İyi tütünün güzel bir sarısı vardır. Biz ona nar sarısı, altın sarısı deriz. Renginden başka zifiri de yumuşak olurdu. Tütün ele geldiğinde haşur huşur ses çıkarmazdı. Tütünün daha vogonlarda kururken bile belli olurdu iyi mi 387 UKHAD 1 (3) 2015 kötü mü olduğu. Tüccar gelmeden de kendi yaptığımız tütün hakkında kendi aramızda konuşurduk. Hemen hemen tüccarla aynı fiyatı biçmeye çalışırdık. Tüccar hemen ödemesini yapmazdı. Ödeme de elden olmazdı. Bize verilecek olan para ekseriyetle Ziraat Bankasına yatırılırdı. Kimi tüccar on beş gün sonra kimi tüccar da iki üç ay sonra parayı teslim ederdi. Türk tüccarlar ve tekel eksperleri dışında yabancı tüccarlar da vardı. Yabancı tüccarlar diğerleri gibi tütüncüyü bekletmezdi, neyse emekleri hemen verirdi ücretlerini. Biz de genel itibariyle tütünümüzü yabancı tüccarlara verirdik. Tütün parasıyla önce borçları öder kalan parayla da bir dahaki tütün ekimine kadar geçinirdik. Köyde biz sadece tütün tarımıyla ilgilenmiyorduk inek de bakardık. Gelirimiz sadece tütüne bağlı değildi. İnekten sağılan sütü satıp bakkaldan çayımızı, şekerimizi, yağımızı alırdık. Buğday, mısır, sebze de ekerdik. Onlar da ihtiyaçlarımızın büyük kısmını karşılardı.” (K.K:5) “Tütünüm ismini koçanlar çıkarıyorlardı. Evlere filanca yerde tütün alışverişi var diye kağıt gelirdi. İsmi verilen yere giderdik ardından bir iki ay sonra alım için duyuru yaparlardı. Koçanlarda tütünlerimizin fiyatları yazardı. Şimdi koçan yerine fiyatları kartonlara yazıyorlar. Fiyatı beğeniyorsan tüccara satıyorsun, beğenmezsen sen tüccar arıyorsun. Tütünün iyiyse zaten senin tüccar aramana gerek kalmıyordu. Tüccar iyi tütüne her zaman baş fiyat verirdi. Tüccar tütünün kalitesini tütünün iyi kurumasına göre anlardı. Tongalar arasında seçme yapar tütünün içinde haşere var mı diye bakardı.” (K.K:1) Tütünde İmece Usulü Anadolu’yu Anadolu yapan yegâne özellik, yüzyıllar boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmasının yanında bu medeniyetlerin kültürlerinin sentezi sonucu eşsiz bir birikime sahip olmasıdır. Üzerinde yaşayan halkın misafirperverliği, cana yakınlığı ve içten samimiyeti pek çok milletlerce gıpta ile bakılan özelliklerdir. Bu özelliklerden biri de komşusunu gözetmek ve zorda olana yardım etmektir. Halkın her alanda olduğu gibi üretim faaliyetlerinde de gösterdiği yardımlaşma ve dayanışma onların arasında sarsılmaz bir bağın kurulmasını ve omuzlarındaki işlerin hafiflemesini sağlamaktadır. Tarlada işi az olan emekçi komşusunun tarlasına koşar onların işlerinde çalışır ve bu iletişim karşılıklı olarak ihtiyaç duyulan dönemlerde tekrarlanır. Tütün tarımında ekimde ve dizme işlemlerinde karşımıza çıkan imece usulü de bu yardımlaşmanın ürünüdür. “Köyde yapılan bütün işlerde olduğu gibi tütünde de imece usulü vardı. Köy halkı çuvalına tütününü doldurur, komşuya gider orada hem kendi tütününü hem de komşusunun tütününü dizerdi. İmece usulü daha çok kır388 UKHAD 1 (3) 2015 ma aşamasında olurdu. Senin tarlada işin az ise komşunun tütününü kırmaya giderdin. Dizerken herkes kendi tütününü dizerdi. İmece usulü olması iyiydi çünkü o zaman sadece işe odaklanmazdık, sohbet de ederdik öbür türlüsü güçtü. Sabahtan akşama kadar tütünle ilgilendiğimiz için çok bunalıyorduk. Tütün dizerken gittiğimiz yerlerde hem çayımızı içer hem de sohbet ederdik. Radyo dinlediğimiz zamanlar da olurdu. Arada sesi güzel olanlar türkü okurdu. Hanımlar mani söylerdi.” (K.K:4) “Kimin tütünü önce biterse o bitmeyene gider yardım ederdi. Onlar gelip bize yardım edin demezdi. Biz zaten bilirdik kimin ihtiyacı olduğunu, o bizim boynumuzun borcuydu.” (K.K:6) “Biz bir iki kere komşuyla ortak ektik. Bir onun tarlasına bir bizim tarlaya diktik. İhtiyaca göre bu sıra değişirdi. İmece usulü sadece dizimde ya da kırımda olan bir şey değildi. Biz ekimde de birbirimize yardımcı oluyorduk. Koşullara göre, kişilere göre ihtiyaç da değişiyordu.” (K.K:5) Yöre Halkını Tütüne Sevk Eden Nedenler “Samsun’da tütün yetiştiriciliğinde öncelikli olarak Hıristiyanların istihdam edildikleri anlaşılmaktadır. Samsun kırsalında tütün üretimi yapan Hıristiyan köyler, zamanla bu köylere komşu Müslüman yerleşkelerini etkilemeye başlamıştır. Tütün üretiminin her tür arazi şartlarında ve özellikle verimsiz alanlarda gerçekleştirilebilen karlı bir iş olması, Müslüman çiftçilerin de zaman içinde dikkatini çekecektir.” (Erler, 2009: 185). Yaptığımız saha çalışmalarında da yöre halkını tütüne sevk eden nedenler arasında bölgenin coğrafi koşullarının uygunluğunu ve tütün mahsulünün diğer ürünlere nazaran daha yüksek kar getirişini söyleyebiliriz. “Ekmeğini yiyeceğimiz başka bir uğraş yoktu. Tarlaya her ne kadar buğday, mısır eksek de tütün kadar para getirmezdi. Tütüne bütün köyün ihtiyacı vardı.” (K.K:5) “Önceden insanlar çok fakirdi. Şimdi öyle değil, insanlar zenginleşti. Önceden bugünkü kadar iş imkânı da yoktu, köylü tütün yapmaya muhtaçtı. Biz burada iki üç can 1500 ip tütün yapıyorduk. Bu memlekette 2000-2500 ton tütün yapanlar oldu. Tütünü fazla yapan kazanıyordu. Tütün parasıyla gelinime sekiz bilezik yaptım, bir torun okuttum, hâlâ da okutuyorum. Bugün tütün tarlasına sadece mısır eksem kazandığım para nedir ki tütün öyle mi? Bu sene yaptığım tütünden 15.000 lira kazandım. Hem tütün tarlasında sadece tütün de yetiştirmiyoruz. Tütünün altına pancar ektiğimde tütüne ve tarlaya hiçbir zararı dokunmuyor. Her anlamda tütünün getirisi diğer tarım ürünlerine göre daha iyi. Zor bir iş ama bugün yaptığında yine de karşılığını alıyorsun.” (K.K:1) 389 UKHAD 1 (3) 2015 Tütünün Sona Ermesinin Nedenleri Tarımın ana geçim kaynakları arasında yer aldığı Anadolu’da tarihten bugüne farklı bölgelerde birçok tarım ürünü denenmiştir. Bu ürünler arasında halka kar getiren ve devamlılığı olan tarım ürünlerinin yetiştirilmesine devam edilmiş kar getirmeyen ürünlerden ise vazgeçilmiştir. Üretilmeye başlandığı tarihten itibaren Samsun ve çevresinin tütüne gösterdiği ilgi de değişiklikler gösterir. İlk olarak Osmanlı’da Duyun-i Umumiye ile birlikte ortaya çıkan rejinin etkisiyle karı düşen tütünün yetiştirilmesinde gözle görünür bir azalma gözlenir. Cumhuriyet’in ilanı ve devam eden süreçte de önemli bir gelir kaynağı olan tütün üretiminde zaman içinde izlenen yanlış devlet politikalarının etkisiyle azalmalar görülür. Bu nedenlere ek olarak yapılan saha analizlerinde bölge halkı kırsaldan kente göçün ve yok olmaya yüz tutmuş tütün üreticiliği kültürünün de tütüncülüğü olumsuz etkilediğini söyler. “O dönemde bankadan para bir kooperatiften çıkardı. Ancak bankadan bankaya para alırdık. O para da tütünü sattığımız zaman kesiliyordu zaten. Devletten bu anlamda destek alamadık. Destek göremediğimiz için tütüncülük bitti. Sonraki süreçte de binalar dikildi, ortalıkta tarla kalmadı. Herkes şehre göç etti, köyde insan kalmadı.” (K.K:6) “Devlet sahip çıkmadı. Köylüye belli bir miktarda tütün yapmaları için kota konuldu. Köylü elinde tütün olsa da o kotayı aşamadı. Köylü emeğinin karşılığını alamadığını görünce de tütünü bırakıp başka işlere yöneldi.” (K.K:5) “Tütünümüz hükümet tarafından Almanya’ya Fransa’ya İngiltere’ye pazarlanamadı. Pazarlanamadığı gibi hükümetin elinde kaldı. Devlet zarara uğrayınca da tütüne kota getirildi. Aile başına sen 500 kg sen 700 kg tütün yapacaksın denildi. Hâl böyle olunca hem fiyatlar düştü hem de tütünden elde edilen gelir azaldı. O dönemde iktidarda Süleyman Demirel vardı. Hatta o dönemde Süleyman Demirel televizyonda tütün yerine mısır, kabak ekin tütünü satamıyoruz, zarar ediyoruz demişti. Kabak, mısır ekilir de kabaktan mısırdan elde edilen gelirle geçinilebilir mi? Tütünün bitmesindeki en büyük neden hükümetin tütüncüyü desteklememesidir. Köylü ne kadar yorulsa da zahmet çekse de o tütünü yapıyordu. Bu uygulamalarla tütüncüyü küstürdüler. Biz de tütünden vazgeçmek zorunda kaldık. Öncesinde tütün parası yirmi milyar iken kota konulduktan sonra sekiz dokuz milyara düştü. Tütün bittikten sonra da bir kısmı sanayiye giderek ekmeğini kazanmaya çalıştı bir kısmı da hayvancılık yaparak. Çoğunluğu da şehre yerleşerek iş bulmaya çalıştı. En son sene hesap yaptık. Bütün masrafları çıkardık, işçiye verilen parayı da saydık bizim elimize sadece 150 lira kaldı. 2005 senesinde tütünü tamamıyla bıraktık.” (K.K:3) 390 UKHAD 1 (3) 2015 Sözlü Kültür İçerisinde Tütünün Yeri Kültür en genel tanımıyla doğanın yarattıklarına karşılık, insanoğlunun yarattığı her şeydir. Diğer bir deyimle kültür, insan gruplarına has bir olay olup; bir toplumun üyesi olarak insanoğlunun öğrendiği (kazandığı) bilgi, sanat, gelenek-görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütündür. İnsan gücüyle birebir hemhâl olan tütün de kültürün bir parçası olup bugüne değin gelişen sosyal kültürel malzemenin taşınmasında rol oynayan bir tarım ürünüdür. Tütün, ilk vatanı olan Amerika’da mabedlerde yakılıp, törenlerde kullanılırken; dünyada hızla yayılıp Türkiye’de tarımı yapılan ve bunun yanında geniş bir istihdam hacmi yaratan tütün haline gelmiştir. Bu yayılma sadece tütün tarımının nasıl yapıldığına dair tecrübeleri ve adımları göstermez. Kültür sistemi içinde yer alan ve kesintisiz devam eden bu etkileşim sonucunda tütün sözlü kültür geleneğine ait dolu bir miras da bırakmıştır. Bu minvalde imece usulünün payı olduğunu da söyleyebiliriz. İmece usulü ile bir araya gelen tütün üreticileri bir yandan işlerine devam ederken diğer yandan sözlü kültüre ait olan mani, fıkra, türkü, hikâye gibi pek çok eseri seslendirerek kültür birikiminde ve aktarımında önemli bir yere sahip olurlar. “Kış gecelerinde çok eğlence olurdu. Babam hiçbir şey olmazsa bize hikâye okurdu. Aslı ile Kerem hikayesi, Sürmeli Bey’in hikayesi, Hasan Hüseyin’in Cenkleri, Hz. Yakup’un Oğulları, Helvacı Güzeli, Kahveci Güzeli… Neler neler vardı eskiden. Babam Kerem ile Aslı hikayesini bir gecede okurdu bize. O hikayeleri seslemeyi çok severdik. Oyun oynadığımız zamanlar da olurdu. Kim oyunda yenilirse şeker alır alınan şekerle de helva çekerdik. Çekilen helvayı da bütün gelen misafirlere ikram ederdik. Yanında çay da olurdu tabii. Eskiden dert, tasa, sevinç, keder hepsi bir arada dinleniyordu. Televizyon çıktığından beri kimse kimseyi dinlemiyor.” (K.K:6) SONUÇ Yapılan tüm saha çalışmalarıyla tütün ve tütüncülüğün Samsun yöresindeki tarihçesini, sosyo-ekonomik özelliklerini, sözlü kültür mirasını ve yöre halkı tarafından tütün tarımından vazgeçilmesinin nedenlerini inceledik. Osmanlı döneminde Samsun yöresinde Hıristiyanların yapmış olduğu tütün ekimi, bölgede yaşayan Müslümanlar tarafından öğrenilen bir faaliyet haline gelir. Bölgenin tamamına yakınının bu faaliyeti benimsemesiyle birlikte de tütün üreticiliği zaman içerisinde yörenin karakteristik özellikleri arasına girer. Tütün yetiştiren halk, geçimini sağlamada yeni bir kapı açarak bu pazar391 UKHAD 1 (3) 2015 da önemli bir yer edinir. Fedakârlık ve yoğun çalışma temposu isteyen tütün üretimi faaliyeti bu çabaya giren yöre insanını ortak bir paydada birleştirir ve birlikte üreten halk, sözlü kültür içerisinde de kendi özgünlüğünü ortaya koyar. Geçimini tütüncülük ile sağlayan bu aileler nişanlarını, düğünlerini dahi elde ettikleri mahsulün satışıyla gerçekleştirir. Bu da tütünün bölge halkı için oldukça önemli bir yere sahip olduğunun göstergesidir. Tüm bu veriler ışığında tütüncülüğün sadece bir üretim faaliyeti olmadığını net bir şekilde söyleyebiliriz. Günümüzde tütüne dair devlet politikasının olmayışı ve tütüncülüğün eskisi kadar desteklenmemesi gibi nedenlerle halk, kârı düşen tütünden vazgeçerek kendine başka geçim kaynakları bulma umuduyla şehre göç eder. Bunun sonucunda diğer tarım ürünlerinde olduğu gibi tütün ve tütüncülük sektörünün de yabancı eksenli firmalara yöneldiğini ve ülkenin tütün sektöründe dışa bağımlı hale geldiğini de söyleyebiliriz. Tütün tarımının bitmesi sadece ekonomik anlamda bir geriliğin değil sosyo-kültürel anlamda tütüncülük mutfağının da sona erdiğinin göstergesidir. Bu sorunun çözümü olarak Türkiye genelinde oluşturulacak yeni bir tütün politikasıyla halkın tütüne teşvik edilmesi sağlanabilir. Bu teşvikin beraberinde ülke genelinde olacağı gibi Samsun yöresinde de tütün üretimi eski günlerindeki canlılığını yakalayacaktır. Ülke dışa bağımlı hale geldiği tütün sektöründe yeniden kenti tütününü üretecek ve bunun yanında ürettiği malları diğer ülkelere ihraç ederek ekonomide önemli bir atılım gerçekleştirecektir. Halk, kırsalda yeniden tütün yetiştirerek geçimini sağlamaya devam edecek ve kente göç halk tarafından bir seçenek olarak görülmeyecektir. Bütün bunların yanında tütün ve tütüncülüğün bitmesiyle sözlü kültürün yok olma ihtimali de ortadan kalkacak ve yeniden bu sözlü kültür mirası gelecek nesillere aktarılmaya devam edecektir. KAYNAKLAR Yazılı Kaynaklar Erler, M. Yavuz; Edinsel, Kerim (2011), “Samsun’da Tütün Üretimi (1788-1919)” Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.4, S.18, s.230-247. Mercimek, Vakıf (2007), “Türkiye’de Tütün”, Tütün Kitabı, s.139-151. Oktar, Tiğinçe (2007), “Osmanlı Devletinde Reji Şirketinin Kurulmasından Sonraki Gelişmeler”, Tütün Kitabı, s.45-55. Şenel, Süleyman (2007), “Ayıngacı Türkleri”, Tütün Kitabı, s.361-370. http://soruncevapliyalim.com/samsun/9946-samsunun-cografi-konumu-ve-ozellikleri.html (24.04.2015). 392 UKHAD 1 (3) 2015 Sözlü Kaynaklar NO ADI SOYADI DOĞUM TARİHİ DOĞUM YERİ MESLEĞİ EĞİTİM DURUMU K.K.1. Bagiye ÇIKMAZ 1929 BÜYÜKLÜ Ev Hanımı ____ K.K.2. Şaban CENGİZ 1963 YUKARIÇİNİK Esnaf İlkokul K.K.3. Ertan CENGİZ 1966 YUKARIÇİNİK Esnaf İlkokul K.K.4. Esma CENGİZ 1933 YUKARIÇİNİK Ev Hanımı ____ K.K.5. Zeynep AK 1945 TEPECİK Ev Hanımı İlkokul K.K.6. Asiye EREN 1944 KOZLUCA Ev Hanımı İlkokul 393