PDF ( 63 )

Transkript

PDF ( 63 )
ULUSLARARASI KARADENİZ HAVZASI
HALK BİLİMİARAŞTIRMALARI DERGİSİ
UKH AD
3
EYLÜL 2015
ISSN: 2149-3227
ULUSLARARASI
KARADENİZ HAVZASI HALK BİLİMİ ARAŞTIRMALARI
DERGİSİ
Üç Ayda Bir Yayınlanan Uluslararası Hakemli Dergi
INTERNATIONAL JOURNAL OF BLACK SEA BASIN FOLKLORE STUDIES
İnternational Refereed Academic Journal Published Quarterly
МЕЖДУНАРОДНЫЙ ЖУРНАЛФОЛЬКЛОРИЧЕСКИХ
ИССЛЕДОВАНИЯПРИЧЕРНОМОРЬЯ
Рецензируемый Научный Журнал, Выходящий Раз в Три
Месяца
Sonbahar/Autumn/Падать- 2015 Yıl/Year/Год - 1 Sayı/Volume/Чиcло - 3 ISSN: 2149-3227
SAHİBİ / OWNER / УЧРЕДИТЕЛЬ
Kültür Bilimleri Akademisi Şti. adına
Başak ŞAHİNBAŞ ÜÇÜNCÜ
EDİTÖR / EDITOR / ГЛАВНЫЙ РЕДАКТОР
Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ
KOORDİNATÖR / COORDINATOR / ДИРЕКТОР
Uzm. Turgay KABAK
YAYIN KURULU / EDITORIAL BOARD / РЕДКОЛЛЕГИЯ
Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ-Prof. Dr. Mehmet AÇA-Prof. Dr. Ali AKAR-Prof. Dr. B. Atsız GÖKDAĞProf. Dr. İsmail GÖRKEM-Prof. Dr. İsmail DOĞAN-Dr. Ülkü KARA DÜZGÜN-Dr. Enver UZUN
REDAKSİYON / REDACTION / РЕДАКЦИЯ
Arş. Gör. Berk YILMAZ-Uzm. Aşlar MELİKOĞLU-Uzm. Mevlüt KAYA
HALKLA İLİŞKİLER / PUBLIC RELATIONS / СВЯЗИ С ОБЩЕСТВЕННОСТЬЮ
Arş. Gör. Berk YILMAZ
YABANCI DİL EDİTÖRLERİ / FOREIGN LANGUAGE EDITORS / СОВЕТНИКИ ПО
ИНОСТРАННЫМ ЯЗЫКАМ
Dr. Badegül CAN EMİR-Dr. Tuncer YILMAZ-Öğr. Gör. Edip ÖNCÜ
Yazışma Adresi / Correspondance Addres / АдресИздательства
Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ / Uzm. Turgay KABAK
Karadeniz Teknik Üniversitesi Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü /Trabzon /TÜRKİYE
Tel: (0 462) 377 2521
email: [email protected]
Abone Bedeli / Subscription Price / Стоимостьподписки
Yurt İçi / Interior /для граждан Турции: 60 TL
Yurt Dışı / Abroad / для граждан других стран: 50 $
Başak ŞAHİNBAŞ-ÜÇÜNCÜ adına
Vakıfbank Trabzon KTÜ Şubesi: TR050001500158007303255855
Posta Çeki: 12267296 (Abone olanların [email protected] adresine adres bilgilerini ve
dekontlarını göndermeleri gerekmektedir)
Basım / Press / Типография
Eser Ofset Matbaacılık, Tel: 0462 321 53 38, TRABZON
HAKEMLER VE YAYIN DANIŞMANLARI
REFEREES AND ADVISORY EDITORS / РЕЦЕНЗЕНТЫ И КОНСУЛЬТАНТЫ
ИЗДАНИЯ
Prof. Dr. Mehmet AÇA (Balıkesir Üniversitesi/ TÜRKİYE)
Prof. Dr. Ali AKAR (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi /TÜRKİYE)
Prof. Dr. Erdoğan ALTINKAYNAK (Ardahan Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Işıl ALTUN (Kocaeli Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Giuli ALASANİA (Tiflis Devlet Üniversitesi / GÜRCİSTAN)
Prof. Dr. Bilgehan Atsız GÖKDAĞ (Kırıkkale Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. A. Mevhibe COŞAR (Karadeniz Teknik Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Ali ÇELİK (Karadeniz Teknik Üniversitesi /TÜRKİYE)
Prof. Dr. Muharrem GASIMLI (Bakü Devlet Üniversitesi/AZERBAYCAN)
Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ (Ankara Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. İsmail GÖRKEM (Erciyes Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Şakir İBRAYEV (Türk Akademisi/KAZAKİSTAN)
Prof. Dr. Yuriy İSAYEV (Gumilev Üniversitesi / KAZAKİSTAN)
Prof. Dr. Nanuli KAÇARAVA (Düzce Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Sergei KARPOV (Moskova Molonsov Devlet Üniversitesi/RUSYA)
Prof. Dr. Mihail MAXİM (Bükreş Üniversitesi/ROMANYA
Prof. Dr. F. Gülay MİRZAOĞLU (Hacettepe Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. İrfan MORİNA (Priştine Üniversitesi/MAKEDONYA)
Prof. Dr. İsa ÖZKAN (Gazi Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Naci ÖNAL (Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi/TÜRKİYE)
Prof. Dr. Tatyana PETROVA (Çuvaş Devlet Pedagoji Üniversitesi/RUSYA)
Prof. Dr. Rüstem ŞÜKÜROV (Moskova Molonsov Devlet Üniversitesi/RUSYA)
Prof. Dr. Orhan Kemal TAVUKÇU (Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi / TÜRKİYE)
Doç. Dr. Metin ARIKAN (Ege Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Mustafa AKSOY (Dokuz Eylül Üniversitesi /TÜRKİYE)
Doç. Dr. Eyüp AKMAN (Kastamonu Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Mehmet EROL (Kilis 7 Aralık Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Mehmet Ali YOLCU (Nevşehir Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Nazım ELMAS (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Nazmiye ELMAS (Başkent Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Nesrin FEYZİOĞLU (Atatürk Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Yalçın SARIKAYA (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE)
Doç. Dr. Mete TAŞLIOVA (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi /TÜRKİYE)
Dr. Mustafa AÇA (Karadeniz Teknik Üniversitesi/TÜRKİYE)
Dr. Berna AYAZ (Bülent Ecevit Üniversitesi/TÜRKİYE)
Dr. Ülkü KARA DÜZGÜN (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE)
Dr. Şerife Seher EROL (Bartın Üniversitesi/ TÜRKİYE)
Dr. Berna FİLDİŞ (Bartın Üniversitesi/TÜRKİYE)
Dr. Bahadır GÜNEŞ (Karadeniz Teknik Üniversitesi/TÜRKİYE)
Dr. Musa ÖKSÜZ (Giresun Üniversitesi/TÜRKİYE)
TEMSİLCİLİKLER/REPRESENTATIVES/ПРЕДСТАВИТЕЛИ
Prof. Dr. İsmail DOĞAN / Ordu
Doç. Dr. Bekir ŞİŞMAN / Samsun
Doç. Dr. Eyüp AKMAN / Kastamonu
Dr. Şerife Seher EROL / Bartın
Dr. Musa ÖKSÜZ / Giresun
Dr. Berna AYAZ / Zonguldak
Dr. Sedat BAHADIR / Artvin
Dr. Oğuz ERDOĞAN / Rize
Dr. Serdar UĞURLU / Bolu
Dr. Recep TEK / Karabük
Selçuk Kürşad KOCA / Sakarya
Okt. Talat ÜLKER / Gümüşhane
Ülkü ÖNAL / Ankara
EDİTÖR’den
Kıymetli Okurlar;
Karadeniz Havzası Halk Bilimi Dergisi’nin 3. sayısını sizlere takdim etmekten onur duyuyorum. Malumunuz olduğu üzere Karadeniz Havzasının jeopolitik önemi her geçen gün daha da artmaktadır.Bu anlamda havzayla ilgili bilimsel
bilgi birikimimiz olması gerekenin çok gerisindedir. İlgili! ilgisizler yan gelip
yatmayı açık çay içerek dizi seyretmeyi yeğlerken bizler siz okurlarımızdan, bilim camiasından aldığımız moral güçle bu bilgi açığımızı kapatmak üzere literatür
üretme gayretindeyiz.
Bunları tarihe not düşmek adına yazıyorum. Türkiye’nin Karadeniz bölgesi ile ilgili kurumları başta üniversiteleri olmak üzere bu konuda son derece duyarsız ve ilgisizdirler. Milletin kıt kaynaklarından alınan ve devletin, hükümetin
tahsis ettiği kaynaklar görevleri bu konuda araştırmalar yapmak olan kurumlarca
bu amaca matuf olarak etkin bir biçimde kullanılamamakta, projelendirilmemektedir.
Bu anlamda Türkiye stratejik ve operasyonel bilgi üretememektedir.Karadeniz havzası kıyıdaş ülkeleri ile beraber barış işbirliği ve dostluk ilişkileri
içerisinde geleceğini inşa ederken kültür bilimlerinin, halk biliminin tespit ve
değerlendirmelerinden azami surette istifade etmek durumundadır. Gelecek sayılarımızda Karadeniz havzasının geneline dönük olarak özel sayılar yapmayı
planlamaktayız.
Üçüncü sayımız yine 400 sahifeyi geçti. Kitap boyutunda bir çalışma oldu.
Ağırlığını Doğu Karadeniz bölgesinin maddi kültürel geleneği içerisinde önemli
bir yeri olan geleneksel kırsal mimari yazıları oluşturmaktadır. Yöre kültürünün
en özgün özelliklerinden birisi olan geleneksel mimari bu sayımızda bütün yönleri
ile incelenmiş, değerli bilim insanlarının çalışmaları ile literatüre kazandırılmıştır.
Bu değerli çalışmaların yanında bu sayımızda etno-müzikoloji, lengüistik
ilişkiler, mitoloji, sözlü kültür, tarihsel antropoloji, bölgenin en değerli el sanatlarından olan altın işlemeciliği, sözlü kültür derlemeleri konusunda birbirinden
değerli makaleler vardır.
Bir halkbilim dergisi olmanın çok ötesinde Karadeniz bölgesinin tarihsel,
kültürel zenginliğinin ve birikiminin dünyaya ve bilime açılan penceresi olma
iddiasında olan dergimizin bilimsel niteliğini daha da artırmak ve geliştirmek,
uluslararası saygın indekslere girmek önümüzdeki yıllardaki temel hedefimizdir.
Gelecek sayılarda buluşmak dileğiyle hepinize saygı ve muhabbetlerimiz
arz ediyorum.
.
Prof. Dr. Kemal ÜÇÜNCÜ
Editör
İÇİNDEKİLER
FINDIKLI AYDINOĞLU EVİ VE YÖRESEL YAPI TERMİNOLOJİSİ
[House and Local Building Fındıklı Aydınoğlu Terminology]
Yegan KAHYA / Koray GÜLER...............................................................................................1
DOĞU KARADENIZ KIRSAL YERLEŞMELERİNDE YÖRESEL MİMARİNİN
ÖZELLİKLERİ; ARTVİN ŞAVŞAT BALIKLI KÖYÜ ÖRNEĞI
[Characteristics Of Vernacular Architecture In The Eastern Black Sea Region’s Rural
Settlements: The Case Of Artvin-Şavşat Balikli Village]
Yıldız SALMAN / Elif ARİFOĞLU...................................................................................... 30
DOĞU KARADENİZ MİMARİSİNDE ESTETİK KASTEL (MEMİŞ AĞA)
KONAĞI ÖRNEĞİ
[Aesthetics in Eastern Black Sea Architecture Case Study: Kastel (Memiş Ağa) Mansion]
Handan Özsırkıntı KASAP.................................................................................................... 72
TÜRK MÜZİK EĞİTİMİNDE ÇOK YÖNLÜ BİR KİŞİLİK: İLHAN BARAN
[A Multifaceted Personality Turkish Music Education İlhan Baran]
Elif Sanem GÜLEÇ KÜLEKÇİ............................................................................................. 89
TRABZON KUYUMCULUĞU
Jewellery Of Trabzon
Nuri DURUCU...................................................................................................................... 112
TRABZON, RİZE, GİRESUN VE ORDU AĞIZLARINDA GÖRÜLEN MÜZİK
KÜLTÜRÜNE AİT KELİMELER
[Trabzon, Rize, Giresun and Ordu Oral Culture Music Seen On TheWords]
Cihan ÇAKMAK.................................................................................................................. 184
ÇEPNİLERDE DİNÎ HAYAT VE BAZI DİNÎ UYGULAMALAR
ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
[An Evaluatıon Of Çepni Clan’s Relıgıous Lıfe And Some Relıgıous Practıces]
Nazım KURUCA................................................................................................................... 193
TRABZON’DA HALK KÜTÜPHANELERİ VE HALK KÜTÜPHANELERİNİN
ŞEHİR KÜLTÜRÜNE KATKISI
[Public Libraries in Trabzon and Their Contributionstothe City Culture]
Erdinç ALACA...................................................................................................................... 227
TÜRK MASAL KAHRAMANI CADI KARI VE RUS MASAL KAHRAMANI BÁBA
YAGA TİPLERİNİN KARŞILAŞTIRILMALI ANALİZİ
[Comperative Analysis of Types of Turkish Fairy Tale Character Cadı Karı and Russian
Fairy Tale Character Baba Yaga]
Jale COŞKUN....................................................................................................................... 242
DİVAN-Ü LÜGATİ’T-TÜRK’TEN GİRESUN SOSYAL ANTROPOLOJİSİNE UZANAN
SÖZ VARLIĞI
[Vocabulary Rangıng From Divan-I Lügati’t Türk To Giresun Socıal Anthropology]
Sezai BALCI/Mevlüt KAYA................................................................................................. 250
TRABZON SOSYO-KÜLTÜREL YAŞAMINDA ŞAMANİZM BAKİYELERİ
[Shamanismrelics in Social Cultural Areas of Trabzon]
Enver UZUN.......................................................................................................................... 317
TRABZON’DA İCRA EDİLEN HASIR ÖRME VE KAZAZİYE EL SANATLARINA
İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER
[Matting And Kazaziye Handicraft Regarding Assessment Produced In Trabzon]
Fatma YILDIRMIŞ............................................................................................................... 333
-Derlemeler1835 NÜFUS DEFTERİNE GÖRE GAYRİMÜSLİM SÜLALE ADLARI VE
HANE REİSLERİNİN ADLARI
Adnan DURMUŞ.................................................................................................................. 363
SAMSUN HAVALİSİNDE TÜTÜN ETRAFINDAKİ SÖZLÜ KÜLTÜR
VE ETNOGRAFİK MİRAS
Serap CENGİZ...................................................................................................................... 377
UKHAD 1 (3) 2015
FINDIKLI AYDINOĞLU EVİ VE YÖRESEL YAPI
TERMİNOLOJİSİ
House and Local Building Fındıklı Aydınoğlu Terminology
Yegan KAHYA*
Koray GÜLER*
ÖZET
Doğu Karadeniz doğası, kültürü ve mimarisi ile dünyada eşine az rastlanır
bir yaşam çevresidir. Bu coğrafyaya ait kültürel miras, koruma bilincinin yeterince
gelişmemiş olması ve çeşitli etkenlerin yarattığı baskılar neticesinde hızla yitirilmektedir. Bütün dünyada olduğu gibi bölge kültürüne ait yapım gelenekleri de kültürel ve
mimari birörnekleşmenin tehdidi altındadır. Özellikle son yıllarda koruma alanında
yerin ruhu kavramı ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu açıdan bakıldığında bölgede
geleneksel konutların yanında tarımsal üretimle ilişkili serender, ahır gibi bölge mimarisini tamamlayan yardımcı yapıların, tarımsal üretimle veya doğal olarak oluşan
peyzajın ve yerel halkın kullandığı dillerin de bölgenin ruhunu oluşturan önemli bileşenler olarak görülmesi gerektiği açıktır. Rize’nin Fındıklı ilçesinde bulunan Aydınoğlu Evi ve serenderi, yapım tekniği ve mimari özellikleriyle Doğu Karadeniz kırsal
mimarisinin tipik bir örneğidir. Bölgedeki pek çok geleneksel yapıda görülen hasarlar
ve sorunlar Aydınoğlu Evi’nde de gözlenmektedir. Yapılan çalışmalar ile yapının ilk
tasarım/yapım durumuna ilişkin restitüsyon önerisi ve özgün mimari bileşenleriyle
korunmasına yönelik ana ilkeler belirlenerek, Aydınoğlu Evi ile günümüzde sayıları
giderek azalan Doğu Karadeniz kırsal sivil mimarlık örneklerinin gelecek nesillere
tarihi bir belge olarak aktarılabilmesi için yapılması gerekenlerin tanımlanması öngörülmektedir. Çalışmalar sırasında bölge halkının kullandığı ve UNESCO’nun yok
olmakta olan diller listesinde yer alan Lazca’ya ait mimari terimler de derlenerek bu
hızlı unutuluş karşısında hafızalardan yazıya aktarılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Doğu Karadeniz, Fındıklı, Yöresel Mimari, Kırsal Mimari, Serender, Lazca Yapı Terminolojisi.
ABSTRACT
The Eastern Black Sea Region of Turkey has a unique built environment which
has distinctive characteristics associated with its nature, culture and vernacular arc* Prof. Dr. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü. İstanbul/TÜRKİYE
* Arş. Gör. Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü. İstanbul/TÜRKİYE
1
UKHAD 1 (3) 2015
hitecture. Currently, the building traditions of this culture are under threat of cultural
and architectural homogenization, as it is common all over the world. Especially in
recent years the spirit of place becoming increasingly more important in the conservation studies. From this perspective not only the traditional houses but also the barns,
serenders associated with agricultural production, natural landscape, and the languages that spoken by local people should be seen as important components that forms
the spirit of the region. Aydınoğlu House and its store house(serender in local terminology) which located in Rize-Fındıklı, is one of the typical example of Eastern Black
Sea rural architecture. Local people are changing, making additions or destroying their traditional buildings as a result of changing life conditions and comfort perceptions.
The deteriorations and other problems that existing in the Aydınoğlu house also can
be seen in many examples of traditional buildings in the region. The survey drawings
and proposals developed for the problems of the Aydınoğlu house will be an example
in the conservation studies of the regions architectural heritage. The multi-cultural
structure in the Black Sea created a large wealthy at the building terms. The building
terms belongs the Laz language that speaken from local people and defined as definitely endangered by the UNESCO is compiled by the help of area works and literature.
Key Words: Eastern Black Sea, Fındıklı, Vernacular Architecture, Rural Architecture, Serender, Laz Building Terminology.
FINDIKLI
Kafkaslar ve Anadolu’nun kesişim noktasında, yoğun yeşil bir coğrafyaya sahip olan Doğu Karadeniz, buradaki insanların yaşantılarını tarih boyunca şekillendirmiştir. Bölgenin kendine has iklimi ve doğa koşulları; bölge
insanının yerleşimde, mimaride ve yapım tekniklerinde arayışlara yönelmesi
ve yöreye özgü çözümler üretmesi sonucunu getirmiştir. Doğu Karadeniz’in
engebeli arazi yapısı ve bol yağışlı iklimi, mimariyi ve yerleşim biçimini belirleyici niteliktedir. Yağışlı iklimin önemli bir getirisi, yapı malzemelerinin
kaynağını oluşturan geniş orman alanlarıdır. Bitki örtüsünü sahile kadar inen
kızılağaç, sarıçam, kestane, kayın, ceviz, ıhlamur ve akasya ağaçları oluşturmaktadır. Fındıklı, Doğu Karadeniz sahil şeridinde Rize’nin en doğusundaki
ilçedir. Eski adı ‘Vi3e’1 olan Fındıklı, 20.yy. a kadar bir balıkçı köyü durumundadır (Emecen, 2006). Fındıklı- Hopa arasındaki karayolu ulaşımı 1916
tarihinde Ruslar tarafından yapılan yoldan karşılanmaktayken, 1967 yılında
yapılan sahil yolu ile yol güzergahı değiştirilerek sahile alınmış, bunun sonucunda eski yol güzergahında yer alan Arhavi-Kavak, Fındıklı-Sümer gibi
1 Fındıklı ilçesinin Lazca ismi.
2
UKHAD 1 (3) 2015
yerleşim birimleri canlılığını kaybederken Fındıklı gibi sahil yerleşimlerinin
önemi giderek artmıştır.
Şekil 1. 19.yy başlarında Fındıklı ilçe merkezinin sahilden görünümü (Anonim).
Günümüzde Fındıklı’ya ulaşım 2007 yılında tamamlanan Karadeniz
Sahil yolundan sağlanmaktadır. Karadeniz Sahili doldurularak yapılan bu
yol, ilçenin büyük kentlerle olan ulaşımını kolaylaştırmışsa da ilçenin denizle
olan ilişkisini bozarak doğal dokuyu tahrip etmiştir. Ulaşım bağlantılarının
artması ile yeni yapı malzemelerinin ilçeye gelişi kolaylaşmış ve dolayısıyla
yeni yapım tekniklerinin kullanımı artmış, geleneksel yapı üretimi giderek
terk edilmeye başlamıştır. Özellikle 1947 yılında Belediye’nin kurulmasıyla
hızlanan yeni yapılaşma sürecinde geleneksel yapılar yerlerini betonarme çok
katlı yapılara bırakmıştır. Koruma konusundaki bilincin henüz yeterince gelişmemiş olması, yerel malzeme kullanılarak yüzyılların deneyim ve birikimiyle
bölgenin gereksinimlerine uygun olarak oluşturulmuş geleneksel mimarinin
hızla yitirilmesine neden olmaktadır.
3
UKHAD 1 (3) 2015
AYDINOĞLU EVİ
Fındıklı’da, çay bahçeleriyle çevrelenmiş eğimli bir arazide konumlanan Aydınoğlu Evi, su kuyusu ve serenderiyle birlikte, Doğu Karadeniz kırsal
mimarisinin günümüze kadar çok az değişiklik geçirerek kalabilmiş tipik bir
örneğidir. Yapı, geçmişte ahır olarak kullanılan kısmi bir bodrum kat, günlük yaşamın geçtiği zemin kat ve üretilen tarımsal ürünlerinin saklanmasında
kullanılan çatı arası mekânlarından oluşmaktadır. Bölgedeki pek çok yapıda
olduğu gibi manzaraya açılan ön cephesi iki katlı, arka cephesi ise tek katlıdır.
Yapının parseli içerisinde konutun yanısıra serender, mandıra, su kuyusu ve
çay bahçesi bulunmaktadır.
Şekil 2. Aydınoğlu Evi’nin kuzey ve güney cephelerinden görünüşler.
Şekil 3. Yerleşim planı.
4
UKHAD 1 (3) 2015
Yapıların genellikle iki ayrı girişinin bulunması, yerel mimarinin özelliklerinden biridir. Aydınoğlu Evi’nde de doğrudan yaşama mekanına açılan
ana girişin yanısıra, zeminden birkaç basamakla yükseltilerek ıslak mekanlara
dışarıdan ulaşımı sağlayan ikincil bir giriş daha bulunmaktadır. Geçmişte erzak deposu olarak kullanılan ve yerden dikmeler yardımıyla yükselen serenderin alt katında geçmiş yıllarda yapının su ihtiyacının karşılandığı su kuyusu
yeralmaktadır.
Şekil 4. Zemin kat planı.
Şekil 5. Kuzey cephesi.
5
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 6. Güney cephesi.
Şekil 7. Doğu cephesi.
6
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 8. Batı cephesi.
Şekil 9. Arazi Eğimine Dik Kesit.
7
UKHAD 1 (3) 2015
TARİHSEL SÜREÇ
Yapıldığı tarihe ilişkin yazılı bir belge bulunmamaktadır. Ancak yapının
ilk kullanıcılarından olan Nimet Aydınoğlu, Fındıklı’nın Rusya’dan Türkiye’ye
geçmesinin ardından memleketine geri dönen eşinin ailesinin bu evi yaptırdığını
aktarmıştır. Fındıklı’nın Türkiye’ye tekrar katılma tarihinin 11 Mart 1918 olduğu dikkate alınırsa, yapının inşa tarihi 1918-1919 yılları olmalıdır. Yapının çatısı
o tarihte çevresindekilerden farklı olarak marsilya kiremiti ile örtülmüştür. Bu
ayrıcalıklı malzeme kullanımı, yapının kaptan olan sahibi Ali Aydınoğlu’nun bu
kiremitleri, yapı için özel olarak deniz yoluyla getirmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Yandaki parsele de Ali Aydınoğlu’nun kardeşi için aynı biçim ve boyutlarda eşzamanlı olarak bir ahşap konut ve serender yapılmıştır. Zaman içerisinde konut yapısı yıkılarak yerine betonarme bir yapı inşa edilmiş, altı dikmeli
serenderi ise varlığını günümüzde de sürdürmektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLER
Bölgedeki konut plan şemaları, kırsal çevrede yaşayan kullanıcıların
yaşam kültürünü yansıtmaktadır. Aydınoğlu Evi’nde gözlenen ve Doğu Karadeniz’in kıyı kesiminde de oldukça yaygın kullanılan plan şeması; içerisinde
yeme-içme, oturma, dinlenme işlevlerini birarada barındıran bir ana yaşama
mekanı ve onun çevresinde şekillenmiş odalardan meydana gelmektedir. Evlerin girişlerinin de genellikle doğrudan “Oxoşgagure” ya da “Aşhane” olarak adlandırılan mekana açıldığı gözlenmektedir. Aydınoğlu Evi’nde Aşhane
mekanında ocaklık ve dolaplar dışında başka sabit donatı elemanı bulunmamaktadır. Yeme-içme eylemi bakır sini etrafında gerçekleştirilirken, oturma
gereksinimi ise arkalıksız iskemleler “o’rzo” ile karşılanmaktadır. Yeme-içme
sonrası taşınabilir olan eşyalar, mekandaki dolaplara kaldırılarak, Aşhane bir
sonraki kullanıma hazır hale getirilmektedir. Dolapların alt kısımları toprak
zemine de konulabilen kazan, bakraç, tencere ve benzeri eşyalara, daha rahat ulaşılan orta kısımları günlük olarak en çok kullanılan mutfak gereçlerine ayrılmıştır. Aşhane mekanındaki diğer sabit donatı olan ocaklık, yemek
pişirme işlevinin yanı sıra kış aylarında ısınma ve yanan ateşin korlarından
mangal yakma gibi bir çok eylemin gerçekleştirildiği önemli bir yapı elemanıdır. Ocaklık tavanında yüksekliği ayarlanabilir bir çengeli bulunan ve bölgede “k’eremuli” diye adlandırılan bir zincir bulunmaktadır. Yemek pişirme
eylemi, büyüklüğü ve biçimi yemeğin türüne göre farklılaşan kazanların bu
8
UKHAD 1 (3) 2015
zincire asılmasıyla gerçekleştirilmektedir (Şekil 11).
Şekil 10. Aşhane mekanından bir görünüm.
Şekil 11. K’eremuli’nin görünüşü.
9
UKHAD 1 (3) 2015
Aydınoğlu Evi’nde ocaklığın cepheye de yansıyan taş bir bacayla vurgulandığı görülürken (Şekil 2 ve 6) bölgedeki daha mütevazi yapılarda sıklıkla ateşin aşhane zemininde oluşturulan bir alanda yakıldığı, dumanın da
çatı arasındaki boşluklardan atıldığı örneklere rastlanmaktadır. Bu örneklerde
duvarların, mekan içinde açıkta yakılan ateşin yarattığı is nedeniyle kararmış
olduğu gözlenir. Kestane ağacının zaman içerisinde doğal olarak kararıp siyah
bir renk almasının yanında, özelleşmiş bir bacanın olmadığı evlerde görülen
açık ateşin de bu kararmayı hızlandırdığı ve artırdığı açıktır. Yapıdaki izlerden, Aydınoğlu Evi’nde Aşhane’nin yanısıra, Büyük Oda ve Ahır mekanlarında da birer ocağın yeraldığı anlaşılmaktadır. Konutu yaptıran ailelerin maddi
durumları ve dolayısıyla yapıların büyüklüklerine bağlı olarak her odada ocak
bulunabilmektedir.
Aydınoğlu Evi’ndeki ikincil nitelikteki ortak mekan ‘Hayat’, Aşhane
ile yatak odalarının arasında manzaraya açılan yönde konumlandırılmıştır.
Bölgedeki evlerin büyüklüğüne göre Hayat’ın yanında birer ya da ikişer oda
bulunabilir. Aydınoğlu Evi’nde Hayat’ın bir tarafında Büyük Oda diğer yönde
Köşk ve Küçük Oda yer almaktadır. Hayatın her iki yanında yer alan odaların
Aşhane mekanı ile ilişkisi dolaylıdır. Hela mekanı dışarıdan ayrı bir girişi olacak şekilde düzenlenmiştir. Biriket malzeme ve betonarme döşeme ile yenilenmiş olan heladaki değişim, geçmişteki plan izleri doğrultusunda ve eski giriş kapısı da kullanılarak gerçekleştirilmiştir2. Bölgedeki diğer yapıların plan
şemalarıyla yapılan karşılaştırmalar da helanın özgün biçimi, yapım tekniği
ve boyutları hakkında bilgi vermektedir.
Şekil 12. Zemin kat planı restitüsyonu.
2
Ev sahiplerinden edinilen bilgi.
10
UKHAD 1 (3) 2015
Yapıda, ana giriş kapısının karşısına gelen yönde iki oda yer almakta,
bu odalar birbirlerine olan konumlarına göre “Yukarı Oda” ve “Aşağı Oda”
olarak tanımlanmaktadır. Bölgede Aşhane’ye tek bir odanın açıldığı yapılarda, bu mekanlara “Yan Oda” denilmektedir. Çatı arası çeşitli besinlerin kurutulup depolandığı bir mekandır.
İKİNCİL YAPILAR
Üretimle içiçe olmak üzere tasarlanan konutlar genellikle yapılan üretime göre farklılık gösteren ikincil nitelikteki yapılarla birlikte bir bütün oluşturmaktadır. Bu yardımcı yapılar arasında “serender” kendine özgü yapısıyla
bölge mimarisinin en dikkat çekici elemanıdır. Serin, havadar yer anlamına
gelen serender, üretilen besinlerin bozulmadan saklanması amacıyla evlerin
yanında yapılan, depo niteliğinde, içinde yaşanmayan bir mekândır (Batur,
2005). Aydınoğlu Evi’nin serenderi de taş bir altyapı üzerinde yükselen iki
katlı ve iki bölmeli olarak yapılmış dört dikmeli ahşap bir strüktürdür. Serenderler, plan şemalarına bağlı olarak dört, altı veya dokuz dikmeli olabilmektedir. Köşelerden payandalarla taban kirişine oturtulan bu dikmelerin üstünde
yiyecek maddelerine hayvanların ulaşmasını engellemek için yerleştirilmiş
yuvarlak başlıklar “serenti’şi kara” bulunmaktadır. Üst kat bu yuvarlak başlıklar üzerine oturtulan kirişlerin üzerinde yükselmektedir. Yatay bağlantıyı
sağlayan kirişlerin üzerine kesitleri ana dikmelere göre daha narin olan çardak
dikmelerinin yerleştirildiği ve ahşap strüktürün çatı makasları, mertekler ve
çatı kaplaması ile son bulduğu gözlenmektedir. Aydınoğlu Evi’nin serenderi, “ambar” ve “çardak” mekanlarından oluşmaktadır. Çardak mekanına çıkış
merdiveni günümüze ulaşmamıştır. Bölgedeki diğer serenderler incelendiğinde çıkış merdivenlerinin zeminle bağlantıyı kesmek adına yerden belli bir
yükseklikteki dikme üzerine oturtulduğu ve kimi örneklerde ise bu merdivenlerin bir bölümünün taşınabilir olduğu, Aydınoğlu Evi’nin serenderinin ise
sözlü bilgiler ve yapıdaki izlerden elde edilen veriler doğrultusında sabit bir
dikme üzerine oturtulduğu öngörülmektedir.
11
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 13. Serenderin doğu ve batı yönünden görünüşleri.
Şekil 14. Serenderin bodrum ve zemin kat planları restitüsyonu.
Şekil 15. Serenderin batı ve güney cepheleri restitüsyonu.
12
UKHAD 1 (3) 2015
Ambar mekânı yıl boyu üretilen besinlerin saklandığı ana depo mekanıdır. Saklanacak besinlerin havalandırılması için ambar mekânının yan
duvarlarındaki ahşap kaplamalar, aralarında 4’er cm. civarında boşluklar bırakılarak düzenlenmiştir. Yarı açık çardak mekanı ise ambardan farklı olarak
arı kovanları, meyve sepetleri gibi küçük boyutlu eşyaların saklandığı bir depolama mekanıdır.
Şekil 16. Serender doğu cephesi restitüsyonu.
Şekil 17. Yapı ve çevresinin restitüsyon görünüşü (Güler, 2012).
13
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 18. Bölgedeki geleneksel konut / serender ilişkisine bir örnek: Kınalı köşk,
Çağlayan-Fındıklı
YAPIM TEKNİĞİ, STRÜKTÜR VE MALZEME ÖZELLİKLERİ
Doğu Karadeniz bölgesinde bol yağışlı iklimin yarattığı zengin orman
alanları, artan nüfusla birlikte tarım alanlarına dönüştürülmüş ve bu durum
büyük ağaç türlerinin azalmasına neden olmuştur. Bölge insanı ağacı eskisi
kadar kolay elde edemez duruma gelince doğada bulunan bir diğer geleneksel
yapı malzemesi olan taşa yönelmiştir. Akarsuların vadileri aşındırması sonucu
dere yatakları, yerel halka bol miktarda taş kaynağı sağlamaktadır. Doğu Karadeniz bölgesinin daha çok sahil bölümlerinde görülen göz dolgu sistem, taş
ve ahşap malzemenin yaratıcı bir şekilde bir araya getirilmesiyle oluşturulan
yöreye özgü bir yapım sistemidir. Göz dolgu sistemle inşa edilmiş Aydınoğlu Evi’nde, göz dolgu sistemin kurulmasına ahşap karkas sistemlerde yaygın
olarak görüldüğü üzere moloz taşla oluşturulmuş subasman duvarının üzerine
yaklaşık 15/15cm. kesitindeki iki adet taban kirişinin kurt boğazıyla birbirine
oturtulmasıyla başlanmıştır. Daha sonra yerleştirilen bu taban kirişinin üzerine yaklaşık 25cm. aralıklarla ve yaklaşık 8/8cm. ya da 10/10cm. boyutlarındaki ahşap dikmeler geçme olarak oturtulmuştur.
14
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 19. Yapının üç boyutlu çizimi ve modeli.
Köşelerde, pencere boşluklarının iki kenarında ve iç bölmelerin cepheyle birleştikleri noktalarda bu dikmelerin kesit boyutlarının büyüdüğü gözlenmektedir. Yapıda, bütün cephe düşeyde yaklaşık 25cm. aralıklarla bölündükten sonra yatayda da 3-5 cm. kalınlığındaki ahşap parçalarla tekrar eşit
aralıklara bölünmüştür. Bu ahşap parçaların dikme üzerinde açılan geçme
boşluklarına 20-25cm. aralıklarla oturtularak iki dikme arasına sabitlendiği
gözlenmektedir. Böylece yatay ve düşeyde oluşan dikdörtgen gözlere tavan
kirişinin de oturtulmasıyla bina duvarları çatı haricinde tamamlanmış olur.
Kurulan bu cephe düzeninde oluşturulan gözlerin yörede bulunan malzemenin boyutlarına göre tek bir büyük taşla veya birden fazla küçük taşla doldurulduğu görülmektedir. Aydınoğlu Evi’nde dolgu malzemesi olarak tek parça taş kullanılmıştır. Dışarıdan yerleştirilen taşın ahşap dikmelerle arasında
kalan boşluklar kil veya kireç harcı ile doldurulur. İç mekanda ise bağdadi
çıtalar üzerine sıva yapılır. İncelenen yapıda iç mekanların yalnızca cepheye
bakan duvarları, zeminden sedir seviyesinin üzerine kadar ahşapla kaplanmış,
bu seviyeden tavana kadar olan kesimlerde ise bağdadi çıtalar üzerine sıva
yapılmıştır. Diğer iç mekanların ise ahşap dolma tekniğiyle yapıldığı görülmektedir. Ahşap dolma tekniğinde, oda bölümlenmeleri ve kapı boşlukları
için yerleştirilen ahşap dikmelerin arası 4-5cm. kalınlığındaki ve yaklaşık 2530cm. genişliğindeki ahşaplarla doldurulmuştur. Ahşaplar, dikmelere geçme
detayıyla, birbirlerine de yörede “M3’k’uli” denilen ahşap çivilerle sabitlenmiştir. Aşhane mekanı dışında yapının tüm döşemeleri ahşap kaplıdır. Kestane
ağaçlarından, yaklaşık 4cm. kalınlığında ve 30-35cm. genişliğinde kesilerek
hazırlanan döşeme kaplamaları, 12/12 ve 14/14cm. boyutlarındaki ahşap döşeme kirişlerinin üzerine çivilerle tutturularak sabitlenmiştir.
15
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 20. Göz dolma yapım sistemi detayı.
16
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 21. Göz dolma yapım sistemi izometrik görünüşü.
17
UKHAD 1 (3) 2015
ÇATI ÖZELLİKLERİ
Yörede “dört omuz’’ olarak tanımlanan kırma çatıyla örtülmüş olan yapıda, ana kütle ve ıslak hacimlerin çatıları farklı seviyelerde sonlandırılmıştır.
Kırma çatının ayrıtları kuzey yönünde köşelere otururken güney yönünde ise
köşelere oturtulmamıştır. Örtü malzemesi olarak marsilya kiremiti kullanılmıştır. Çatı arasına doğal ışığın girmesini sağlamak amacıyla kiremitler arasına cam malzemeden yapılmış kiremitler de serpiştirilmiştir. Çatıda marsilya
ve cam kiremitlerin kullanılması, Aydınoğlu Evi’ne özgü, bölgede sık rastlanmayan bir durumdur. Yaklaşık 90cm. ye ulaşan geniş saçaklar, Karadeniz
Bölgesi’nin çok yağış alması nedeniyle, yapıyı su ve nemden uzak tutmak
için tasarlanmış olmalıdır. Yapıda saçakların altının bir bölümünün ahşaplarla
kaplandığı, bir bölümünün ise açık bırakıldığı gözlenmektedir. 1.Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında yapılmış olan yapının saçak altlarının, daha önemli
gözüken kuzey cephesi dışındaki diğer cephelerde kaplanmamış olması, dönemin sınırlı maddi olanakları nedeniyle anlaşılır bir durum olarak değerlendirilebilir.
Ocaklık bacasını, alaturka kiremit kaplı beşik bir çatı örtmektedir. Çatı
arasında ocaklık bacasının sınırlarında yükselen duvar üzerine aşıklar oturtulmuştur. Çatı tıpkı zemin kattaki duvarların ahşap taban kirişine oturtulması
gibi yaklaşık aynı kesitlerdeki kestane ağacından kirişlere oturtulmuştur. Bu
kirişlerin üzerine oturtulan ahşap dikmeler genellikle 12/16cm. boyutlarındadır ve boyutları 12/12cm. olan ahşap aşıkları taşımaktadır. Ahşap aşıkların
üzerine dik yönde çakılan merteklerin boyutları sabit olmamakla birlikte sıklıkla 5/10cm.’dir. 15-50 cm. aralıklarla yerleştirilen merteklerin aralıklarının
düzenli olmadığı gözlenmektedir. Merteklerin üzerine kiremitlerin serilebilmesi için aralıklarla kesiti düzgün olmayan 5/5 cm.lik tahtalar çakılmıştır.
Çatı örtüsü cephede 3/18cm. boyutlarındaki alın tahtasıyla sonlandırılmıştır.
Alın tahtalarının doğu cephesinin bazı bölümlerinde zaman içerisinde kaybolduğu gözlenmektedir. Biriket malzemeyle yenilenen helanın saçaklarının
genişliği ana kütlenin aksine daha azdır. Serenderin çatı örtüsünde ise Aydınoğlu Evi’nin aksine o dönemde daha kolay ulaşılabilen alaturka kiremit kullanıldığı gözlenmektedir. Bu durum; ev sahibinin gemiyle getirdiği marsilya
kiremitlerin sayısının kısıtlı olabileceğini düşündürtmektedir. Serender’de de
Aydınoğlu Evi’ndeki gibi geniş saçaklar yapılmıştır, ancak yapıdakinin aksine
alın tahtasının kullanılmasına gerek duyulmamıştır.
18
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 22. Çatı arası mekânından görünüşler.
YAPI DETAYLARI
Aydınoğlu Evi’ndeki pencere doğramalarının büyük çoğunluğu özgünlüğünü koruyarak günümüze ulaşmıştır. Yaklaşık bir asırdır yapıda yer alan
doğramaların uzun ömürlü olmaları kestane ağacının dayanıklılığını bir kez
daha göstermektedir. Yapıdaki pencereler ahşap giyotin penceredir. Göz dolgu
duvarlardaki modüllerin yatayda ve düşeyde yer yer boş bırakılmasıyla pencere açıklıkları oluşturulmuştur. Yapıdaki kapıların tamamı ise ahşap çatma
kapıdır. Aydınoğlu Evi’nde üç adet merdiven bulunmaktadır. Bunlardan ikisi
sabit biri ise hareketlidir. Sabit merdivenlerin özgün taş basamakları üzerine
günümüzde beton dökülmüştür. Aşhane mekanından çatı arasına çıkışı sağlayan hareketli merdiven, bölgede “k’atu’m skala” ya da “kedi merdiveni” olarak adlandırılmaktadır ve gerektiğinde duvar yüzeyine yaslanarak sabitlenip
üst kata ulaşmayı sağlar.
Şekil 23. Kedi merdiveni görünüşü.
19
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 24. Ahşap Giyotin Pencere Detayı.
Şekil 25. Yukarı Oda Giriş Kapısı Detay Çizimi.
20
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 26. Yukarı Oda Giriş Kapısının Görünüşü.
ANALOJİK DEĞERLENDİRME
Doğu Karadeniz kırsal mimari geleneğinde yaşam biçimi değişmediği
sürece yapı plan şemalarının tekrar ettiği görülmektedir. Aydınoğlu Evi’nin
plan tipolojisi, cephe düzeni, bezeme ve yapı elemanları bakımından benzer
özellikler gösteren yapılarla karşılaştırılması, benzerlik ve farklılıklarının
belirlenmesi, yapının zaman içinde değişmiş kısımlarının özgün durumlarını anlamanın yanısıra yapının bölgesel mimari özellikleri temsil düzeyini
tanımlamak açısından da önemlidir. Aydınoğlu Evi ile karşılaştırılacak yapılar seçilirken ‘aşhaneli plan tipi’nde olan örnekler seçilmiştir. Karşılaştırmalar, alan çalışmalarıyla elde edilen veriler ve literatürden ulaşılan örneklerle
gerçekleştirilmiştir. Fındıklı Arılı köyünde bulunan Hurşit Turna Evi, Arhavi
Kavak köyündeki Nurettin Duman Evi, Arhavi Başköy’den Şükrü Arafat Evi
aşhaneli plan tipine sahiptir. İncelenen yapıların tamamında helanın yapının
dışında oluşturulan çıkmalarda olduğu, Nurettin Duman Evi dışındakilerin
Aydınoğlu Evi’ndeki helada olduğu gibi dışarıdan ayrıca girişleri bulunduğu
saptanmıştır. Nurettin Duman evinde yapıya tek bir giriş bulunmakta ve helanın da bu girişle ilişkilendirildiği gözlenmektedir. İncelenen yapılarda aşhane
mekanında açık ateş yakılırken, Aydınoğlu Evi’nde ocaklık cepheden de algı21
UKHAD 1 (3) 2015
lanabilecek şekilde baca ile birlikte tasarlanmıştır. Yapılan baca ile ateşin is
ve dumanının izole edilmek istendiği anlaşılmaktadır. Yapıların tamamında
dağılım günlük yaşamın geçtiği aşhane ve hayattan sağlanmaktadır. Hurşit
Turna evi çatı arasında oluşturulmuş köşk ve bu köşke ulaşımı sağlayan merdiven dışında Aydınoğlu Evi plan şemasının tekrarı gibidir. Şükrü Arafat evi
plan şemasını Aydınoğlu Evi’nden ayıran fark ise helaya ulaşımı sağlayan bir
koridorun olmayıp aşhaneye açılan bir oda ile ilişkinin kurulmuş olmasıdır.
Nurettin Duman evini Aydınoğlu Evi’nden ayıran en önemli fark ise yarı açık
bir avlu mekanının olmamasıdır. Girişte oluşturulan avlu odası bu mekanın
yerini almıştır.
Tüm bu karşılaştırmalardan anlaşıldığı üzere Aydınoğlu Evi bölgedeki
kırsal mimari örnekleri arasında boyut bakımından orta ölçekte bir yapıdır.
Aşhane, Hayat, Avlu ve Hela mekanları dışında beş odaya sahip Aydınoğlu
Evi’nde odaların konumu ve sayısı diğer yapılarla büyük ölçüde benzemektedir. Ancak aşhane mekanında açık ateşin yakıldığı ocağın bir bacayla özelleşmesi, diğer orta ölçekteki yapılarda çok sık görülmeyen ayrıcalıklı bir özellik
olarak dikkat çekmektedir. Gerek aşhane bacasının özel bir mimari eleman
olarak tasarlanmış oluşu, gerekse çatısının marsilya kiremiti ile örtülmüş olması yapıyı benzerlerinden ayırarak ayrıcalıklı bir konuma getirmektedir.
Şekil 27. Nurettin Duman Evi plan krokisi.
22
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 28. Hurşit Turna Evi plan krokisi (Batur,2005).
Şekil 29. Şükrü Arafat Evi plan krokisi (Batur,2005).
23
UKHAD 1 (3) 2015
SONUÇ
Yüzyılların birikimiyle oluşan yöresel mimari, yerel malzeme ve yapım
teknikleriyle bölge insanının kültürünü ve yaşam biçimini yansıtan en önemli
fiziksel göstergedir. Bütün dünyada olduğu gibi bölgesel yapım teknikleri de
kültürel ve mimari birörnekleşmenin tehdidi altındadır. Geçen zamanla birlikte değişen yaşam biçimi ve konfor beklentisi, bölge halkının geleneksel
yapılarını değiştirerek yeni ekler getirmesi ya da yıkmasıyla sonuçlanmaktadır. Yeni yapılarda yerel malzemeler yerine daha ucuz ve kolay ulaşılabilen
modern malzemeler kullanılmış, geleneksel doku giderek bozulmuştur. Bu
durum yöresel mimariyi üreten yapı ustalarının modern tekniklere yönelmesine ve kuşaktan kuşağa aktarılan yapım tekniklerinin de giderek kaybolmasına neden olmaktadır. Doğu Karadeniz bölgesinde il ve ilçe merkezlerinde
günümüze ulaşabilmiş geleneksel yapı sayısı son derece sınırlıdır. Değişimin
hızı daha yavaş olan kırsal alanlarda ise yöresel mimarlık ürünü olan yapılara daha sık rastlanmaktadır. Yapım tekniği ve mimari özellikleriyle Doğu
Karadeniz kırsal mimarisinin tipik bir örneğini oluşturan Aydınoğlu Evi ve
serenderi, günümüze özgün mimari niteliklerini büyük ölçüde koruyarak gelmiştir. Özellikle “yerin ruhu kavramı” (ICOMOS, 2008) dikkate alındığında, geleneksel malzeme ve tekniklerle üretilmiş konutların yanısıra serender,
ahır gibi üretimle doğrudan ilişkili ikincil yapıların, toprağın işlenmesiyle
veya doğal olarak oluşan peyzajın ve yerel halkın kullandığı dillerin de bölgenin ruhunu oluşturan önemli bileşenler olarak görülmesi gerektiği açıktır.
Bölge insanının kültürel birikimini yansıtan bu varlıkların korunarak gelecek
nesillere aktarılabilmesi için çeşitli öneriler geliştirilmelidir. Bölgedeki envanter ve belgeleme çalışmalarının tamamlanması, koruma konusunda bilinç
oluşturma, onarımı kolaylaştıracak ekonomik ve teknik desteğin artırılması
ve kaybolmakta olan geleneksel yapı teknikleri konusundaki ustalığının özendirilerek tekrar canlandırılmasının yanında ahşap malzeme kaynaklarının sürdürülebilirliği için gerekli orman alanlarının oluşturulması (ICOMOS, 1999)
bu öneriler arasında sayılabilir. Bu kapsamda, bölgede konuşulan yerel dillerden olan ve 2010 yılından bu yana UNESCO’nun yok olmakta olan diller
listesinde yer alan Lazca (Url-1) yapı terimlerinin derlenmesi de büyük önem
taşımaktadır. Bu çalışma, koruma alanına Fındıklı Aydınoğlu Evi bağlamında
bir katkı sunmayı hedeflemektedir.
24
UKHAD 1 (3) 2015
KAYNAKLAR
Batur, Afife -Ed.- (2005), Doğu Karadenizde Kırsal Mimari, Istanbul:
Milli Reasürans T.A.Ş.
Eruzun, Cengiz ve Sözen, Metin (1996), Anadolu’da Ev ve İnsan, Istanbul: Creative Yayıncılık.
Emecen, Feridun (2006) ‘’İskele- Pazarlardan Kasabaya Doğu Karadeniz’de Kıyı Yerleşmelerinin Yükselişi Prof. Dr. Mübahat S. Kütükoğlu’na
Armağan’’, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, s. 89-105, İstanbul.
Güler, Koray (2012), Doğu Karadeniz Kırsal Mimarisi Örneklerinden
Rize-Fındıklı Aydınoğlu Evi Restorasyon Projesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü.
Güler, Koray (2013), ‘’Doğu Karadeniz Kırsal Mimarisinden Bir Örnek: Rize- Fındıklı Aydınoğlu Evi’’, 8. Uluslararası Sinan Sempozyumu Bildiri Kitabı, s. 19-24, Edirne.
Güler, Koray ve Bilge, Ayşe Ceren (2013), ‘’Construction Techniques
of the Vernacular Architecture of the Eastern Blacksea Region’’ Vernacular
Heritage and Earthen Architecture: Contributions for Sustainable Development Bildiri Kitabı, s. 295-300. Correia vd. (Ed.) Taylor& Francis Group CRC
Press.
Güler, Koray ve Bilge, Ayşe Ceren (2014), ‘’Doğu Karadeniz Ahşap
Karkas Yapı Geleneği ve Koruma Sorunları’’ Ahşap Yapılarda Koruma ve
Onarım Sempozyumu 2 Bildiri Kitabı, s. 178- 194, Istanbul.
ICOMOS, (1999), Tarihi Ahşap Yapıların Korunması ile İlgili İlkeler,
Meksika.
ICOMOS, (2008), Quebec Declaration on the Preservation of the Spirit
of Place, Kanada.
Özgüner, Orhan (1970), Köyde Mimari: Doğu Karadeniz. Ankara:
O.D.T.Ü Mimarlık Fakültesi Basımevi.
URL-1: ‘’UNESCO’nun Tehlike Altındaki Diller Atlası’’ http://www.
unesco.org/new/en/culture/themes/endangered-languages/atlas-of-languagesin-danger/ (Erişim: 01.01.2014)
25
UKHAD 1 (3) 2015
EKLER
DOĞU KARADENİZ YÖRESEL MİMARLIĞINDA KULLANILAN YEREL (LAZCA) YAPI TERİMLERİ3
Avla (Avla): Avlu.
Aykiriluği (Aykiriluği): Evin temel üstü dört bir yanına yerleştirilen
ahşap taban kirişi.
Axiri (Ahiri): Ahır.
Bağu (Bağu): Ambar, kiler.
Bageni (Bageni): Dağ evi, mezra evi.
Bergi (Bergi): Kazı işlerinde kullanılan alet.
Çeçme (Çeçme): Wc, tuvalet.
Çerğe (Çerge): Atmaca avlamak için kurulan bekleme yeri.
Ç’ak’uç’I (Çakuci): Çekiç.
Ç’eri (Çeri): Tavan arası.
Ç’ut’a oda (Çuta oda): Küçük oda.
Didi oda (Didi oda): Büyük oda, misafir odası.
Doloxeni avli (Doloheni avli): İç avlu, evin diğer bölümlerine geçilmeden önceki mekan.
E3’abaz’gule (Ezsabazgule): Dikme, direk.
Gelaxunoni (Gelahunoni): Avluda ya da bahçede bank şeklinde yapılan, birkaç kişinin oturabileceği ahşap oturak.
Ğurni (Ğurni): Ağaçtan değirmen oluğu.
Jilendoni oda (Jilendoni oda): Evin konumuna göre yukarı oda.
Jimoka (Jimoka): Evin arka bölümü.
Karmate (Karmate): Değirmen.
Köşki (Köşki): Köşk odası.
Kva (Kıfa): Taş.
Kvaxinci (Kıfahinci): Taş köprü.
K’arfi (Karfi): Çivi.
K’at’um skala (Katum skala): Kedi merdiveni, geleneksel konutlarda
çatı arası gibi yüksek mekanlara ulaşımı sağlayan taşınabilir ahşap merdiven.
K’eladi (Keladi): Geleneksel evlerde yanan açık ateşin çevresinde oturulabilecek alan.
K’eremindi (Kiemindi): Kiremit.
3
Lazca terimler, sırasıyla Laz alfabesiyle yazılışları, parantez içerisinde Türkçe’deki en yakın okunuşları
ve Türkçe açıklamaları gelecek şekilde yazılmıştır.
26
UKHAD 1 (3) 2015
K’eremuli (Kieremuli): Açık ateşteki ocağın üstüne kazan vs. asmak
için tavandan indirilen kalın baklalı ve kancalı zincir.
K’olak’idi (Kolakidi): Evin dış kapısını içeriden kapatan özel kanca.
K’or3’op’ut’a (Korzsoputa): Konutlarda dış kapıdan sonra iç avlu bölümünde bulunan çift kanatlı, içeriye ve dışarıya doğru her iki yöne de açılabilen asıl kapının yarı yüksekliğindeki ikinci kapıdır. Sıcak havalarda evin kapısı açık tutulurken kedi, köpek ve tavuk gibi evcil hayvanların içeri girmesini
önlemek amaçlıdır.
K’unk’li (Kunkli): Asma kilit.
Let’a (Leta): Toprak.
Lomi (Lomi): Toprağa kazık vb. dikmek için kullanılan, kalın ve yuvarlak ucu sivri çelik çubuk.
Lula (Lula): Değirmen oluğundan çarka basınçlı su fışkırtan ahşap
aparat.
Maçxa (Maçha): Belli bir yerde ya da evin çevresine gelen suyu akıtmak için kullanılan ahşap oluk.
Mandre (Mandre): Genellikle hayvan yemlerinin konulduğu, bazen de
alt katının ahır olarak kullanıldığı birkaç katlı, küçük ahşap yapı.
Menciyoni (Menciyoni): Oturak kısmı sarmaşıktan örülen arkalıklı
sandalye.
Memsofa (Memsofa): Evlerinin kimi odalarında bulunan ve üstüne yatak serilerek karyola ya da divan işlevi gören bir çeşit ahşap sedir.
Meterizi (Meterizi): Kışın kuş avı yaparken gizlenmek için kurulan bir
çeşit kulübe.
Mskala (Imskala): Merdiven.
M3’k’uli (Mzskuli): Ahşap bağlantılarda kullanılan ağaç çivi.
Nca (Inca): Ağaç, kereste.
Nek’na (Nekna): Kapı.
Nk’eya (Nkeya): Evin ortasında açık ateşin yandığı yerdeki ocak taşı
ya da ocaklık.
Nk’ola (Nkola): Anahtar.
Ntao (Ntao): Evlerde günlük tüketilen gıda malzemelerinin saklandığı
ahşap dolap.
Obargale (Obargale): Evdeki takım taklavat ve öteberinin konulduğu
boş oda,ardiye.
Okotumale (Okotumale): Kümes.
Onbaxule (Onbahule): Kütük ağaçtan yapılmış olup, ağırlığı olan toprak sıkıştırıcı. Eskiden bozulan toprak zemini düzeltmek için kullanılan alet.
Ongure (Ongure): Ahşap kiriş.
27
UKHAD 1 (3) 2015
On3oru (Onzsoru): Elek.
On3xhone (Onzshone): Çatı arası.
O’rzo (Orzo): Sarmaşıktan yada mısır koçanının kurumuş kabuklarından örülen arkalıksız sandalye.
Otole (Otole): Pencere.
Ot’rebule (Otrebule): Ocaklık, ocak taşı.
Oxori (Ohori): Ev, konut.
Oxoşgagure (Ohoşgagure): Aşhane; salon ve mutfağın bir arada olduğu, günlük işlerin yapıldığı evin ana yaşama mekanı.
O3’ude (Ozsude): Ahşap raf.
Paxana (Pahana): Balıkçı barınağı, liman.
Piketi (Piketi): Briket.
Pi3ari (Pizsari): Ahşap,tahta.
Pufrengi (Pufrengi): Büz, Kiremit künk.
Reik’a (Reika): Kiremit altı ahşap ızgara.
Serenti (Serenti): Serender.
Serentişi kara (Serentişi kara): Serenderlere farelerin çıkmasını engellemek için ahşap dikmenin üzerine oturtulan yuvarlak başlık.
Stoli (Stoli): Masa.
Suseyi (Suseyi): Kilit.
T’ak’o (Tako): Kapıları dışarıdan kilitsiz kapatmak için sürgü gibi kullanılan estetik yapıda ahşap takoz.
T’ikşari (Tikşari): Sebze bahçelerinde çubuktan yapılan derme çatma
kapı.
Xart’oma (Hartoma): Ahşap çatı örtü malzemesi.
Xayati (Hayati): Hayat odası, evin manzaralı odası.
Xerxi (Herhi): Hızar.
Xinci (Hinci): Köprü.
Yaşik’I (Yaşiki): Ahşap sandık.
3’alendoni oda (Zsalendoni oda): Evin konumuna göre aşağı oda.
28
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 30. Lazca yapı terimlerinin resimli anlatımı (Güler, 2012).
29
UKHAD 1 (3) 2015
DOĞU KARADENİZ KIRSAL YERLEŞMELERİNDE
YÖRESEL MİMARİNİN ÖZELLİKLERİ;
ARTVİN ŞAVŞAT BALIKLI KÖYÜ ÖRNEĞİ
Characteristics Of Vernacular Architecture In The Eastern Black Sea
Region’s Rural Settlements: The Case Of Artvin-Şavşat Balikli Village
Yıldız SALMAN*
Elif ARİFOĞLU*
ÖZET
Doğu Karadeniz kırsal yerleşmeleri, ülkemizdeki doğal zenginliğin ve
kültürel çeşitliliğin adresi olarak gösterilmektedir. Ne var ki bu değerlerin oluşumunu
sağlayan coğrafya ve yerleşim özellikleri, aynı zamanda bölgenin kırdan kente doğru
gerçekleşen göç dalgasından fazlaca etkilenmesine neden olmuştur. Bu durum,
bölgedeki kırsal alanların sosyal açıdan gelişememesine neden olmakla birlikte,
antropojenik etkenler azaldığı için bölgedeki kültürel ve doğal değerlerinin günümüze
kadar ulaşmasını sağlamıştır. Günümüzde ise, doğaya olan eğilimlerin artması,
kalabalık şehir ortamından uzaklaşma isteği gibi nedenlerle Doğu Karadeniz kırsal
yerleşmeleri önem kazanmaya başlamıştır.
Bu makalede, Doğu Karadeniz kırsal yerleşmelerinin tipik bir örneği olan
Balıklı Köyü ele alınmıştır. Artvin’in Şavşat İlçesi, Meydancık Bucağında bulunan
Balıklı Köyü, Akyiğit, Karayiğit ve Balıklı olmak üzere üç mahalleden oluşmaktadır.
Çalışma alanı olarak seçilen Balıklı Mahallesi, ticaret ve kamu yapılarının bulunduğu
merkez yerleşimdir. Doğayla bütünleşmiş geleneksel konutlar ve samanlıklar,
yerleşimin özgün karakterini oluşturmaktadır. Sosyo-kültürel yapının şekillendirdiği
geleneksel konutlar, aynı zamanda konargöçer halkın taşınabilir barınaklardan kalıcı
yapılara geçişini gösteren yansımalar da taşımaktadır.
2008-2009 yıllarında yapılan alan çalışmasında, Balıklı Mahallesi’nin genel
özellikleri araştırılarak yerleşmenin doğal yapısı, doğal yaşamı, yöresel mimari
özellikleri, yöresel kelimeleri, kültürel ve tarihi değerleri belirlenmiştir. Bu çalışmayla,
yörenin sahip olduğu değerlerin ortaya konması ve yöredeki mimari kültürün yanı sıra
var olan kültürel peyzaj değerlerinin belirlenmesi ve sürdürülmesi amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Doğu Karadeniz, Artvin, Şavşat, kırsal yerleşmeler,
kırsal mimari, geleneksel konutlar, ahşap yapı.
* Dr. İTÜ Mimarlık Fakültesi. İstanbul/TÜRKİYE
*
Uzman. İTÜ Mimarlık Fakültesi
30
UKHAD 1 (3) 2015
ABSTRACT
Eastern Black Sea Region’s rural settlements are shown as the address of
natural assets and cultural diversity in our country. However, the geography and the
characteristics of the settlements that lead to the emergence of those values are also
the main reasons of the rural-urban migration in the region. While this situation has
resulted in underdevelopment of the rural areas in the region in social terms on the
one hand, it has enabled cultural and natural values to maintain their existence, on
the other hand. Today, Eastern Black Sea Region’s rural settlements have started to
gain importance due to increasing interest in nature and demand to move away from
crowded cities.
In this article, Balıklı village that is a characteristical example of the Black
Sea Region’s rural settlements, is addressed. Balıklı village that is situated at the
Meydancık sub-district of the Artvin Province Şavşat District is composed of Akyiğit,
Karayiğit and Balıklı neigbourhoods. Balıklı neighbourhood addressed in this article
is the central settlement where trade and public buildings are located. Traditional
houses and barns communed with nature constitute the unique characteristics of the
settlement. Traditional houses shaped by socio-cultural factors, also have reflections
of transition of nomadic people from portable shelters to permanent structure.
In a field study conducted in 2008-2009, general characteristics of the Balıklı
neighbourhood was investigated and wildlife, vernacular architectural characteristics,
local words, cultural and historical values were determined. This study aims to
demonstrate the values owned by the settlement and to determine and maintain the
architectural culture as well as existing cultural landscape values.
Keywords: Eastern Black Sea, Artvin, Şavşat, rural settlements, vernacular
architecture, traditional houses, wooden buildings.
GİRİŞ
Doğu Karadeniz, batıda Ordu`da denize ulaşan Melet Çayı ile başlar ve
doğuda Gürcistan sınırında sona erer. Bu bölgenin yerleşme biçimini belirleyen
topoğrafya; kıyıdan sert bir eğimle yükselen ve doğu-batı istikametinde
Bölge`yi doğal bir duvar gibi kuşatan kıyı dağları ile bunun hemen güneyinde
yine denize paralel iç sıra dağlardan oluşmaktadır (Aktaran: Uzun, 2005, s.2).
Doğu Karadeniz kırsal yerleşmeleri, sahillerde ve sahillerden içerilere doğru
uzanan dar ve geniş vadiler boyunca kurulmuştur. Evleri arasında birkaç
kilometre mesafe bulunan köyler olabileceği gibi tüm evlerin bir arada olduğu
ya da kopuk kopuk mahalle gruplarından oluşan köyler de vardır (Özgüner,
31
UKHAD 1 (3) 2015
1970: 14-16; Sözen ve Eruzun, 1992: 102-110). Ancak bu köyler Anadolu
köylerindeki sıkışık yerleşme düzeniyle benzerlik göstermez (Arın, 1986).
Arazinin engebeli olması yerleşmelerin dağınık olmasına sebep olmuştur.
Ancak, suyun bol olması da evlere köyün her yanına yayılabilme imkanı
sağlamıştır. Ayrıca köylünün ürünlerini koruma isteğiyle ev ve tarlayı bir
arada konumlandırması yerleşmelerin dağınık olmasının bir başka sebebidir
(Özgüner, 1970: 19-20).
Doğu Karadeniz yöresel mimarlığının temel öğeleri ev ve evin
eklentileri olarak tanımlanan ambar, dam, çöten, serender, samanlık gibi
yapılardır. Bu öğelerin oluşumunda ve biçimlenişinde doğal yapıdan başka
ekonomik ve sosyo-kültürel yapının da etkisi vardır. Ev eklentilerinin ortaya
çıkışında en önemli etken halkın üretim biçimidir. Ulaşım imkanlarının kısıtlı
olduğu dönemde şehir ve kasabalarla ilişki azdır. Beslenme için gerekli gıdanın
çevreden sağlanması ve üretilen gıda maddelerinin bozulmadan korunması
gereklidir. Bu sebeple konutların yanında çeşitli işlevleri karşılayan yardımcı
yapılara gerek duyulmuştur (Sözen ve Eruzun, 1992: 130-131) .
Geleneksel konutlar çoğunlukla iki ya da üç katlıdır. Konutların plan
şemasına etki eden başlıca faktör, yaşama kültürüdür. İklim, topografya,
manzara, güneş ve malzemenin etkisi ikinci derecededir. İç düzen, yüzyıllar
boyunca aynı şema üzerine kurulur. Yapı ustaları, plan şemasında bir değişiklik
düşünmez. Köylünün yaşayışında bir değişiklik olmadıkça aynı şema devam
eder. Medeniyetin nimetlerinden uzak, tabiat ortasında yaşayan köylünün
hayatı ise, çok yavaş değişmektedir (Özgüner, 1970: 59).
Bölgeye has yapı malzemesi ahşaptır. Ahşap karkas (çatma) sistem ile
kütük ya da tahtaların üst üste konmasıyla oluşturulan ahşap yığma sistem
(çantı) bölgenin geleneksel yapım tekniklerini oluşturur. Geleneksel yapıların
ikincil yapı malzemesi olan taş, temel ve zemin kat duvarlarında ya da ahşap
çatma sistemde dolgu malzemesi olarak kullanılır.
Köylere ekonomik bağlarla bağlı olan yayla ve kışlak yerleşimleri
Doğu Karadeniz bölgesindeki köyaltı yerleşim şeklidir. Orman sınırının
üzerinde bulunan yaylalar, yaz döneminde hayvanların otlatıldığı, yılın belli
döneminde gidilip yaşanılan yerlerdir. Kışlaklar, köy ve yayla arasında yer
alan, iklimi yaylanınki kadar sert olmayan geçici yerleşim yerleridir. Yaylada
havaların soğuk olduğu ilkbahar ve sonbahar dönemlerinde hayvanlara otlama
imkanı sunan kışlaklara geçilir.
Bu yerleşmeler geçici süreyle kullandıkları için düzensizdiler. Evleri
kaba bir işçilikle yapılmıştır. Yapı malzemesi köylerde olduğu gibi ahşaptır.
Evler, genellikle iki katlıdır. Alt katlar köylerde olduğu gibi ahır olarak
32
UKHAD 1 (3) 2015
kullanılır. Üst katlarda yatma, pişirme, yemek yeme, süt işleme gibi eylemleri
karşılayan bir veya iki mekan bulunmaktadır (Özgüner, 1970: 14; Sözen ve
Eruzun, 1992 : 105).
Doğu Karadeniz kırsal yerleşmelerinin özgün bir örneği olan Balıklı
köyü, son on yılda kentten geri dönüşlerle birlikte dokuya uygun olmayan
yapılaşmalara ve yaşam kültüründe değişikliklere uğramaya başlamıştır.
Ayrıca, bölgedeki doğal kaynakların işletmeye açılmasıyla yörenin doğal
yapısı ve bu yapının etkidiği kültürel peyzaj yok olma tehdidi altındadır. Bu
tehditler karşısında, Balıklı köyünün özgün karakterinin belgelenmesi önem
taşımaktadır.
1. BALIKLI KÖYÜ
Artvin’in Şavşat ilçesi, İmerhev (Meydancık) bucağına1 bağlı olan
Balıklı köyü (Tskalsimeri), bucağın Gürcistan’a sınır olan kuzeydoğu köşesinde
konumlanmıştır (Şekil 1). Bucak merkezi Meydancık (Diyoban) köyü ile
Balıklı köyünü birbirinden ayıran Papart Deresi (Göknar Akarsuyu) batıgüneybatı yönünde uzanmakta ve Balıklı’nın güney sınırını oluşturmaktadır.
Köy, diğer yönlerde Sarıçayır Dağları ile çevrilidir. Bu dağlarda Balıklı’ya ve
çevre köylere ait yaylalar ve kışlalar (kışlak) bulunmaktadır. Kuzey yönündeki
dağların ardı Gürcistan’dır.
Balıklı, 2014 yılı Mahalli İdareler Genel Seçimlerine kadar Meydancık
Beldesinin2 bir mahallesidir. 6360 sayılı Kanun gereği Meydancık Belediyesi
kapatılınca, Balıklı, Meydancık köyünün bir mahallesi haline gelmiştir.
Bununla birlikte, 14 Eylül 2014 tarihinde yapılan ara seçimler sonrası Balıklı,
yeniden köy statüsü kazanmıştır.
Batı, doğu ve kuzey yönlerinde dağlarla, güney yönünde ise Papart
Deresi’yle sınırlanan Balıklı köyü, dağ eteklerine kurulmuş bir yerleşimdir.
Yerleşimi saran dağlar, kuzeydoğu-güneybatı yönünde uzanmaktadır.
Köy, dağların yönelişi dolayısıyla kuzey, doğu ve kuzeybatı-güneydoğu
doğrultusunda gelişmiştir (Şekil 2). Köyü çevreleyen doğal sınırlayıcılar ve
engebeli arazi, yerleşme modelinin oluşmasında etkili olmuştur.
Balıklı köyü, Bzata (Akbıyık), Sholtiskhevi (Karayiğit) ve Balıklı
olmak üzere üç mahalleden oluşmaktadır. Köy merkezi, Sarıçayır Deresi’nin
Papart Deresi’ne kavuşmasına yakın bir noktada, engebenin daha az olduğu
Makalede, yöresel kelimeler italik yazılmıştır. Metin içinde, yöresel veya Türkçe kelimelerden yörede
yaygın olarak kullanılanı tercih edilmiş, ikincil kelimeler bölüm başlarında ilk kullanıldıkları yerde,
parantez içinde belirtilmiştir. Ayrıca, makale sonunda, Balıklı Mahallesi yerel sözlüğü bulunmaktadır.
2
Meydancık Beldesi, 1994 yılında Meydancık Bucağına bağlı Taşköprü, Balıklı, Mısırlı ve Meydancık
köylerinin birleşmesiyle oluşturulmuştur.
1
33
UKHAD 1 (3) 2015
kuzeybatı-güneydoğu yönündeki Balıklı Mahallesi’nde bulunur (Şekil 3).
Kuzeyde yer alan Bzata ve doğuda yer alan Sholtiskhevi mahallelerine doğru
arazi eğimi artmaktadır. Buradaki mahalleler, arazi darlığından dolayı dağlara
doğru yayılış göstermiştir. Dere kenarlarındaki alanlar ve az miktardaki düz
araziler tarımsal faaliyetler için ayrılmıştır.
1.1. Doğal ve Çevresel Özellikler
Yöre, flora ve fauna türleri açısından oldukça zengindir. Balıklı köyünün
bağlı olduğu Artvin ili, bitki çeşitliliği ve endemik türler çeşitliliği bakımından
önde gelen illerden biridir. Ayrıca, Balıklı köyünü de içine alan Papart Deresi
Vadisi, Karçal Dağları Önemli Doğa Alanı sınırları içinde bulunur (Doğa
Derneği, 2008: 2). Karçal Dağları ÖDA’nın bir parçası olarak değerlendirilen
Papart Deresi Vadisi, zengin yaban hayatına sahiptir. Balıklı, sahip olduğu
topografya, bitki örtüsü, iklim, doğal yaşam ve kırsal mimariyle özgün bir
karaktere sahiptir. Doğa/insan birlikteliğinin zaman içerisinde oluşturduğu
ilişki, yöreye kültürel peyzaj değeri kazandırmıştır.
Balıklı’daki tarla, çayır, bahçe gibi tarımsal alanlar ve yöresel ahşap
mimari ürünler, mahallenin sahip olduğu kültürel peyzaj değerleridir.
Topografyayla uyumlu olarak oluşturulmuş tarım alanları, sahip oldukları
bitki örtüsüyle de yörenin kimliği üzerinde etkilidirler. Yöresel mimari öğeler,
kültürel peyzajın bir diğer değeridir. Yöre kültürünün geçmişten bugüne nasıl
geliştiği ve değiştiği hakkında fikir veren bu yapılar, yörenin görsel karakteri
üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir. Topografyayla uyumlu olarak inşa
edilmiş yapılar, etraflarını çevreleyen ağaçlarla doğa - insan uyumunun güzel
bir örneğini sergilemektedir (Şekil 4).
1.2. Sosyo- Kültürel Özellikler
Balıklı köyü, yakın bir zamana kadar İmerhev bucağının ticaret
merkezidir. Balıklı’nın ulaşım bağlantıları ve konumuyla birlikte, İmerhev
bucağının Cumhuriyet dönemindeki ilk okuluna ve en büyük camisine sahip
olması, bu durumun nedenleri arasındadır. Ancak göçlerle birlikte ticaret
azalınca Balıklı bu özelliğini yitirmiştir. Otuz yıl öncesine kadar 23 olan
işleyen dükkân sayısı, günümüzde 3’e kadar inmiştir.
1920-2011 yılları arasındaki nüfus verileri incelendiğinde, Balıklı
köyünün nüfusunun gittikçe azaldığı görülmektedir. 1922-26 yılları arasında,
Balıklı en kalabalık nüfusuna sahiptir. 1966-68 yılları arasında, Almanya’ya
işçi göçü olmuştur. Köydeki nüfusun esas anlamda azalması ise 1980
darbesinden sonra olmuştur. Bu dönemde büyük baskı gören halk, yurdun
34
UKHAD 1 (3) 2015
çeşitli yerlerine göç etmiştir. Sonraki yıllarda, tarım ve hayvancılığa desteğin
azalmasıyla birlikte, diğer şehirlere göç sürekli devam etmiştir. 1970 yılında
1302’e ulaşan Balıklı köyünün nüfusu, 2009 yılında 271’dir.
Balıklı’da, halkın geleneksel geçim yolları tarım, hayvancılık, arıcılık
ve el sanatlarıdır. Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de halkın büyük bir
çoğunluğu bu etkinlikleri ticari amaçlarla değil, kendi ihtiyaçlarını karşılamak
için gerçekleştirmektedir. Tarım ve hayvancılık ürünlerinin ticaretinin
yapılamaması ve bölgede iş olanağının kısıtlı olması dolayısıyla, Almanya’ya
ve diğer şehirlere iş bulma umuduyla göçler başlamıştır.
Artvin ilinin genelinde görülen bölgesel dil farklılığı Balıklı ve
çevresindeki köylerde de görülmektedir. Bu farklılık, sadece ilçe ve bucak
düzeyinde değildir. Bir köyün farklı mahallerinde de dil farklılıkları
görülebilmektedir. Örneğin; Meydancık köyünün ve Balıklı köyünün merkez
mahallelerinde Türkçe konuşulurken, Meydancık’ın Kökliyet (Mehmetçik),
Balıklı’nın Bzata ve Sholtiskhevi Mahalleleri’nde ağırlıklı olarak Acar-Gürcü
dili konuşulmaktadır.
2. ÇALIŞMA ALANI
Köy merkezinin bulunduğu Balıklı Mahallesi, çalışma alanı olarak
seçilmiştir. Ticaret yapıları, sosyal yapılar, kamu yapıları ve köyün ilk camisi
burada yer almaktadır (Şekil 5).
2.1. Yerleşim Düzeni
Balıklı Mahallesi, kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda uzanmaktadır.
Yapı grupları toplu olmayıp dağınıktır. Bahçelerin içinde yer alan geleneksel
konutlar seyrek bir doku oluşturmaktadır. Arazilerin, yeryüzü şekilleri ve miras
yoluyla parçalanması küçük, dağınık, fazla sayıda parselin oluşmasına neden
olmuştur. Yerleşimin
merkezi,
Sarıçayır
Deresi’nin kenarında,
nispeten az eğimli
bir arazi üzerinde
bulunmaktadır. Cami,
ticaret yapıları ve
kahvehaneler merkezi
çevrelemektedir. Kamu
yapıları,
merkeze
yakın
bölgelerde,
35
UKHAD 1 (3) 2015
merkezden dağılan yolların kenarında bulunmaktadır. Bölgede planlanmış
meydana rastlanmaz, toplanma yerleri yerleşim merkezindeki uygun alanlar
ve ‘dört yolun kesişimi’ anlamına gelen Oğrobe mevkisidir . Konut grupları
engebeli araziler üzerinde yer almaktadır. Düz araziler, tarım alanları olarak
ayrılmıştır. Ekilebilir toprak alanlarının sınırlı ve dağınık olması, yerleşimdeki
konut gruplarının farklı bölgelere yayılmasına sebep olmuştur. Karadeniz
köylüsünün ekinlerini koruma isteğiyle oturma ve çalışmanın bir arada olması
burada kendini göstermektedir.
Yerleşimde, yapı gruplarının bulunduğu mevkileri tanımlayan altı
ayrı mahalle ismi bulunmaktadır. Yerleşim merkezi Camikapı olarak geçer.
Sarıçayır Deresi’nin iki ayrı yakasındaki mahalleler, ‘derenin karşı tarafı’
anlamına gelen Ogeçe adıyla anılır. Camikapı’nın yakınındaki Bukizeler3
Mahallesi ismini, o bölgede yaşan sülaleden almıştır. Bukizeler Mahallesi’nin
doğusundaki mahalle Lomsizeler adıyla anılmaktadır. Yerleşimin batısında
Mere Mahallesi bulunur (Şekil 6). Bir aileye ait arazilerin, farklı mevkilerde
ve parça parça bulunmasından dolayı, belli bir mevkideki araziyi tanımlamak
için mahalle isimleri yetersiz kalmıştır. Yerleşimde, hangi parselde çalışıldığını
adreslemek üzere parsel gruplarına değişik isimler verilmiştir (Şekil 7).
Yerleşimdeki geleneksel yapılar, bulundukları arazinin en verimsiz
ve eğimli noktalarına inşa edilmişlerdir. Geçmişte, yeni yapılan evler,
imece dolayısıyla, birlik evin yakınında konumlandırılırken, zamanla bu
anlayış değişmeye başlamıştır. Günümüzde, imecenin kalkması ve tarımsal
faaliyetlerin önemini kaybetmesiyle, yeni konutlar, araç yollarının kenarında,
düz arazilerde ve merkeze yakın noktalarda inşa edilmektedir.
2.2. Yapılar
Yerleşimde geleneksel yapım sistemlerle inşa edilmiş camiler, ticaret
yapıları, konutlar, samanlıklar ve değirmenler yer almaktadır (Şekil 7).
Bu yapılar, çalışma alanı içerisinde bulunan 3144 adet yapının % 82’sini
oluşturmaktadır. Bununla birlikte, günümüzde mevcut olmayan ancak bir
zamanlar yerleşimin karakterinde önemli yer tutan okul yapıları ve köprülerin
de olduğu, yöre halkıyla yapılan görüşmelerle belirlenmiştir.
Bazı sülale adları sonunda da bulunan -dze eki Gürcüce oğlu anlamına gelmektedir. Örneğin, yerleşimde
Zurabize adıyla anılan sülale, adını, Mısırlı’dan gelerek Balıklı’ya yerleşen Zurab Bey’den almıştır.
Zurab Bey’in soyundan gelen kişiler, yörede Zuraboğulları anlamına gelen Zurabize adıyla anılmaktadır.
Bu eke benzer olarak sülale adları sonuna gelen -et eki, Gürcüce lik/lik ve yurt anlamı bildiren bir son ektir
(Kırzıoğlu, 1998, s.43). Babilize, Basilize ve Zurabize sülalerinin birlik evleri, yörede Basilet,Babilet ve
Zurabet adıyla anılmaktadır.
4
Müştemilat olarak nitelendirileren, konutların bitişiğinde ya da çevresinde bulunan mutfak, banyo, hela,
ocak, depo, odunluk, çardak gibi yapılar bu sayıya dahil değildir.
3
36
UKHAD 1 (3) 2015
Cami
Balıklı Köyü Camisi Papart Vadisi civarının en eski camisidir. Yapım
yılı 1857 - 1865 arasındadır. İlk yapılışta kare planlı ve ahşap topuz çatılı
olan cami, 1965 yılında genişletilmiştir. Günümüzde mevcut olan cami,
dikdörtgen planlı ve beşik çatılıdır. Caminin en önemli özelliği farklı renklere
boyanmış, minber, mihrap, kubbe, dikme gibi cami içi öğelerdir (Şekil 8). Bu
öğeler Şavşat ilçesindeki bazı köy camileriyle benzerlik göstermektedir. 2009
yılında yapılan tadilatla caminin iç duvarları, tavanı, dikmeleri lamine ahşapla
kaplanmıştır. Bu uygulama caminin özgün karakterini kaybetmesine neden
olmuştur.
Ticaret Yapıları
Geleneksel yapıların % 2‘si geleneksel tekniklerle inşa edilmiş ticaret
işlevli yapıdır (Şekil 9). Bu yapıların en eskisi, ahşap karkas sistemle inşa
edilmiştir. Yapının yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Yapı, 1985
yılından beri kullanılmamaktadır. Yaklaşık iki metre yükseklikteki taş
temellerin üzerine mesnetlenmiş taban kirişlerine oturtulan ahşap dikmeler,
15-20 cm aralıklarla yerleştirilmiştir. Dikmelerin arası çamurla doldurularak
üzeri bağdadi usulünde sıvanmıştır. Bu teknik, yörede çakatura adıyla
anılmaktadır. Diğer geleneksel ticaret yapıları, taş yığma ve ahşap karkas
tekniği ile inşa edilmiştir. Bu yapılar, 1930-60 yılları arasında yapılmıştır.
Samanlıklar
Yerleşimdeki yapıların büyük çoğunluğunu oluşturan merekler
(samanlık), kırsal mimarinin temel yapılarındandır (Şekil 10). Tarım
faaliyetlerine bağlı olarak yerleşimin her noktasına yayılmıştır. Her konutun
bahçesinde mutlaka bir adet merek bulunmakla birlikte, çayır ve tarlalarda
da ihtiyaca göre merek yapılmıştır. Merekleri, yerleşimi çevreleyen dağların
biçilebilir arazilerin bulunduğu hemen her noktasında görmek mümkündür.
Merekler, 15-20 cm kalınlıktaki kütüklerin “kara boğaz geçme” ile birbirleri
üzerine bindirilmeleriyle oluşturulmuştur. Ahşap kütükler, yüksekliği
arazi eğimine bağlı olarak değişen taş temeller üzerine oturmaktadır. Bazı
mereklerde, kütüklerin dış yüzü yontulmuştur. Bazılarında ise sökülen
evlerin ahşap malzemeleri kullanılmıştır. Mereklerin duvar tahtaları da, konut
duvarlarında olduğu gibi, ahşap çivilerle birbirine bağlanmıştır. Mereklerin
boyutları ve kat sayıları, kullanım biçimine ve arazinin büyüklüğüne bağlı
olarak değişmektedir. Konut bahçelerinde bulunan merekler, genellikle
iki katlıdır; ancak üç ve dört katlı örnekler de mevcuttur. Boyutları tarım
37
UKHAD 1 (3) 2015
alanlarındaki mereklere göre oldukça büyük olan bu mereklerin zemin katları
tek bir mekândan oluşur. Üst katlar ise, dışa açık ve dışa kapalı olmak üzere
iki bölüme ayrılmıştır. Kapalı bölümde otlar üst üste yığılarak depolanır.
Dışa açık bölümler, gerekli durumlarda yaş otların serilerek kurutulması için
oluşturulmuş ve zamanla ahşap parçalarla kapatılmıştır. Tarım alanlarındaki
merekler bir ya da iki katlıdır. Depolanacak ürün miktarına farklı boyutlarda
olabilmektedir.
Değirmenler
Değirmen, kırsal yaşamın en önemli yapılarından biridir. Mahallenin
ortak malıdır. Her komşuluk grubunda, su kaynaklarına yakın yerlerde mutlaka
bir adet değirmen bulunmaktadır. Tarım faaliyetlerinin azalmasıyla eski
önemlerini kaybeden değirmenler, oldukça bakımsız kalmıştır. Günümüzde
mevcut değirmenlerin yarısı kullanılmamaktadır. Değirmenler 5-7 cm
arasındaki ahşap elemanların, köşelerde birbiri üzerine kurt boğazı geçme ile
bindirilmesiyle oluşturulmuştur (Şekil 11).
Geleneksel Konutlar
Çalışma alanı içerisindeki konut işlevli (ticaret ve konut, konut ve ahır,
konut) 120 adet yapının %75‘i, geleneksel yapım teknikleriyle inşa edilmiştir.
Geleneksel konutlar, yöresel yapıların %34,5‘ini oluşturmaktadır.
Konutların araziye yerleşmesinde dikkat edilen husus, arazi eğimidir.
Manzara yönü ve iklim verileri, konutların araziye konumlandırılmasında göz
önünde bulundurulmazlar. Bu kıstaslara, plan kurgusunda dikkat edilmektedir.
Bölgenin engebeli yapısı ve sınırlı sayıdaki düz alanların tarım arazisi için
ayrılması, konutların eğimli araziler üzerine yerleştirilmesini zorunlu kılmıştır.
Yapılar, eğim çizgilerine paralel olarak yerleştirilerek, topografyaya en az
müdahale ile yapılaşma sağlanmıştır (Şekil 12).
Geleneksel konutlar, büyük ve orta büyüklükteki bahçelerin içinde
bulunmaktadır; ancak arazilerin miras yoluyla paylaşılmasıyla, konutları
çevreleyen bahçeler, zaman içinde küçülmüştür. Konut bahçeleri, günlük
faaliyetlerin gerçekleştirildiği alanlardır. Bahçelerde çeşitli meyve ağaçları
bulunur. Merek, karapan (pekmez kaynatılan ocak) ve dut ağacı geleneksel
konutların bahçelerinde mutlaka yer alan öğelerdir (Şekil 13). Çoğu konutun
bahçesinde, günlük ihtiyaçları karşılamak için bostan da bulunmaktadır. Özgün
düzende, bütün konutların hemen ön bahçesinde bulunan akpunluk (gübrelik),
günümüzde hayvancılık faaliyetine devam eden ailelerin bahçeleriyle birlikte
birkaç bahçede daha bulunmaktadır.
38
UKHAD 1 (3) 2015
Geleneksel konutlar genellikle 3 katlıdır; ancak 2 katlı (11 adet) örnekler
de görülmektedir. Genellikle, 3 katlı olan geleneksel konutların en alt katı
ahır, giriş katı yaşama alanı, ikinci katı ürün kurutma ve saklama alanı olarak
planlanmıştır. 2 katlı olan konutlarda, yaşama mekânları ve ürün mekânları
giriş katında çözümlenmiştir. Konutların tümü kare planlıdır. Çatılar, beşik
çatıdır. Çatı örtüsü 1960 yılına kadar bütün yapılarda bedevradır (ince ahşap).
Orman Kanunu’yla bedevra açımının yasaklanması ve Orman Bakanlığı
tarafından ucuz sac dağıtılması nedenleriyle, bu tarihten itibaren bedevralar
kaldırılarak çatılar sac ile örtülmüştür. Yapım sistemi olarak zemin katlarda
taş yığma, diğer katlarda yaka (ahşap yığma) tekniği kullanılmıştır (Şekil 14).
Bir sülalenin sahip olduğu ilk konut, o sülalenin ‘’birlik evi’’dir. Birlik
ev, atadan kalan, aynı soydan birkaç ailenin paylaştığı ev anlamındadır.
Konutun içindeki nüfusun artmasıyla ve yeni evliliklerle birlikte, birlik ev
kardeşler arasında bölünür ve konuta yeni mekânlar eklenir. Birlik evin bir
yarısında bir erkek evladın, diğer yarısında diğer erkek evladın soyu devam
eder. Erkek çocukların sayıca fazla olması durumunda ise, birlik ev bir ya da iki
erkek kardeşe bırakılır, diğer kardeşler beraber veya ayrı ayrı ev yaparlar. Yeni
yapılan konutlar, sonraki nesillerin birlik evi olur. Her yeni evlilikle birlikte,
sülalenin aile ve hane sayısı artar. Günümüzde aynı konutu paylaşan aile
sayısı oldukça azdır. Artık aileler, bir konutun bölümlerini paylaşmak yerine,
evin yarı değerinin ücretini diğer aileye ödeyerek tüm konuta sahip olma ya
da birlik evi sökerek yapı malzemesini paylaşma yoluna gitmektedirler. Doğu
Karadeniz’in pek çok yerleşiminde yapıları yıkmak yerine kullanılan sökmek
deyimi, Balıklı için de geçerlidir. Tamamen çivisiz ve kiriş bağlantıları da
dahil olmak üzere geçmelerle oluşturan yapım sistemi; geleneksel yapılara
taşınabilir, sökülebilir ve yeniden monte edilebilir nitelikleri kazanmıştır.
Sürekli doğayla iç içe olan yöre halkı, konutlarını dışarıya kapatmamış,
çok açıklıklı konutlar yaparak doğayla etkileşimlerini sürdürmüştür. Yalnız
soğuk havalarda, kapalı odalara kapanan halk, baharla birlikte dışarıya açılır.
Birden çok girişi bulunan evlerin bütün kapıları, kışa kadar açıktır. Konutla
doğa arasında sürekli bir dolaşım vardır.
Geleneksel konutlarda plana karakterini veren mekân, dandrabadır
(sofa). Yaygın olarak yan dandrabalı plan tipi görülmekle birlikte, iç dandrabalı
örnekler de bulunmaktadır. Dışa açık olan dandrabalar, değişen yaşam tarzına
ve konutu paylaşan aile sayısına bağlı olarak zamanla kapatılmış, bazıları
bir ya da iki odaya çevrilmiştir. Yaz ve sonbahar aylarında, bulundukları
kata bağlı olarak ortak yaşama ya da ürün kurutma alanı olarak kullanılan
dandrabalar, manzara ve güney cephesine yerleştirilmişlerdir. Bu yön aynı
39
UKHAD 1 (3) 2015
zamanda arazinin eğim yönüdür. Yerleşimdeki bütün konutların dandrabaları
güzel manzaralara sahiptir. Hemen bütün odalar, dandrabaya açılır; ancak bazı
plan tiplerinde bir ya da iki odanın kapısı dandrabaya bağlanan dar bir araya
(koridor) açılır. Konuttaki oda sayısı doğruca konutu paylaşan aile sayısıyla
ilişkilidir. Giriş katına ulaşım yan cepheden sağlanır. İçeriye doğrudan giriş
yoktur. Yan cephelerde bulunan merdiven sahanlığından ya da balkondan giriş
katına girilir. Genel olarak kullanılan, evin olduğu taraftaki giriştir ve konutun
ana giriş kapısı doğruca dandrabaya açılır.
Genel olarak, giriş katında dandrabayla birlikte odalar, maran (kiler),
hoço (odunluk ve pekmez kaynatılan ocağın bulunduğu mekân) ve hela
(çiçme) bulunmaktadır (Şekil 15-16).
Geleneksel bir konutun en önemli mekanı ‘ev’dir. Evde oturulur, yatılır,
yıkanılır, yemek pişirilir ve yemek yenilir. Aslında, en eski örneklerde, bütün
bu fonksiyonları gerçekleştirmeye yarayan donatıların, giriş katındaki diğer
odalarda da bulunduğu görülmüştür. Ancak, evi diğer odalardan ayıran,
soğuk günlerde bütün ev halkının burada toplanması, misafirlerin burada
ağırlanması, yemeklerin hep birlikte burada yenmesi ve bütün hane halkının
kullanımına açık olmasıdır. Evde, hanenin en yaşlıları ve çocukları yatar.
Diğer odalar, genç çiftler için ayrılmıştır, kullanımları bu kişilere özeldir.
Bu odalar, yörede arka/geriki oda ve ileriki oda/gelin odası olarak anılır.
Özgün halinde, bir evin içindeki temel öğeler, kapının hemen karşısında yer
alan buhar (ocak) ve duvarı boyunca uzanan sekvidir (sedir), Buharda yanan
ateş, evin içini aydınlatır, ısıtır; yemeği pişirir, pekmezi ve suyu kaynatır.
Konutta yıkanmak için ayrı bir mekân yoktur. Sekvinin altında bulunan milde
(kapaklı ahşap banyo teknesi) yıkanılır. Mil, hem sıcağa yakın olmak hem de
sıcak suya kolay erişmek için, genellikle sekvinin buhara yakın olan ucunda
bulunur. Duvarlara tutturulmuş tereklerde (raf) mutfak araç gereçleri bulunur.
Yemekler, hep birlikte yer sofrasında yenir.
Giriş katında bulunan dandraba, sıcak mevsimlerde ortak yaşama
alanıdır. Dandrabanın eğime bakan yönü açık bırakılmıştır. Mekânın
aydınlatılması ve güneş alması böyle sağlanır. Dandrabanın kapatılarak
salona çevrildiği örnekler dışında, bu mekânda pencere bulunmaz. Bazı eski
örneklerde ise, yan yana sıralanmış küçük açıklıklar bulunur. Özgün halinde,
bu mekânda sabit bir tefriş elemanı yoktur. Gündüzleri, tarla çayır işleri için
sürekli dışarıda olan ev halkı, bu mekânı daha çok akşamları kullanır. Yaz ve
sonbahar akşamlarında dandrabada toplanan ev halkı, mekânı aydınlatmak ve
akşam serinliğini kırmak için dandrabanın ortasında, pileğin (toprak bir kap)
içinde yakılan ateşin etrafında oturur.
40
UKHAD 1 (3) 2015
İkinci kata ulaşımı sağlayan merdiven, özgün halinde dandrabada
bulunmaktadır. Merdivenin plan düzenlemesinde önemli bir yeri yoktur. Bu
nedenle, iki katlı konutların ve üç katlı konutların giriş kat plan şemasında
kat sayısından dolayı bir farklılık yoktur. Yalnızca odaların kullanımı
değişmektedir. Merdivenin yeri, kullanıma göre sürekli değiştirilir. Günümüzde
ikinci kata çıkışı sağlayan merdivenlerin çoğu balkonlara taşınmıştır.
Dandrabalar, zamanla kapatılarak salona dönüştürülmüş; içi sekvi,
divan ve dolaplarla döşenmiştir. Mekânın geçirdiği bu dönüşüm, modernleşme
çabası olarak açıklanabilir. Kullanıcılar, misafirlerini ağırlamak için her türlü
eylemlerini gerçekleştirdikleri ev yerine, daha derli toplu bir mekân yaratma
gereği duymuşlardır. Bu dönüşümden sonra, mekânın aydınlatılması ön
duvarda açılan pencereyle sağlanmıştır. Mekânın geçirdiği biçimsel değişime
rağmen kullanım şekli değişmemiştir. Kapatılarak salona dönüştürülen ya da
ilk planlamada salon olarak yapılan bu mekânlar, günümüzde de daha çok
sıcak mevsimlerde kullanılmaktadır. Bunun nedeni, mekânı ısıtmak için
gereken yakacak miktarının fazla olmasıdır.
Maran, ev ve arka oda arasında bulunan dar bir mekândır. Süt,
yoğurt, ayran, turşu, pekmez, bal gibi günlük tüketilen yiyecekler burada
saklanmaktadır.
Hoço, giriş katı plan şemasına evdeki buharın sökülmesinden sonra
girmiştir. Buhar gibi evin arkasına dayanmış, ana kütleye dâhil olmayan
bir mekândır. Gaz yağı ve kuzine ticaretinin başlamasıyla buharlar, zamanla
işlevini kaybetmiştir. Bununla birlikte, fenerlerin aydınlatma, kuzinelerin
ısınma ve yemek pişirme işlerine çözüm olmasına rağmen, kazanlar için
büyük bir ocağa ihtiyaç duyulmuştur. Buhardaki küllerin odaya dağılması ve
buharda yapılan işlerin evi kirletmesinden yorulan halk, çareyi buharı evden
ayırarak pişirme işleri ayrı bir mekân yapmak da bulmuştur. Hoçonun bir
tarafında karapan (pekmez kaynatılan ocak), bir tarafında üst üste yığılmış
odunlar bulunur. Hoçolar, zamanla mutfağa dönüştürülünce karapan bahçeye
taşınmıştır.
Geleneksel konutlara, zamanla eklenen bir diğer bölüm balkonlardır.
Dandrabaların kapatılmasından sonra, bazı konutların bir, bazılarının iki,
bazılarınınsa üç tarafı balkonlarla çevrelenmiş, konuttaki açık alan ihtiyacı
böyle giderilmiştir. Bir bakıma, dandrabaların görevini üstelenen balkonlar
da, yörede dandraba adıyla anılmaktadır.
Hela, sabit bir noktada olmamakla birlikte, daima ön cephede
bulunmaktadır. Böylece, bütün atıkların akpunlukta toplanması sağlanmıştır.
Konutlardaki hela sayısı ve yeri, yaşantıya göre farklılık göstermektedir.
41
UKHAD 1 (3) 2015
Geleneksel konutların ikinci katları, ürün kurutma ve saklama katı
olarak planlanmıştır. Bu kata ulaşım, giriş katındaki dandrabada bulunan dik
bir merdivenle ve bahçeden bir rampayla sağlanmıştır. Geleneksel bir konutun
ikinci katı ambarlar, ara ve dandrabadan oluşur (Şekil 17-18-19).
İkinci katta bulunan dandraba (yukarki dandraba), meyvelerin
ve sebzelerin kurumaya bırakıldığı bölümdür. Üç tarafında da açıklıklar
bırakılarak, mekânın her yönden güneşlenmesi sağlanmıştır.
Ambarlar, konutların en korunaklı bölümleridir. Başta mısır olmak üzere,
bütün kuru gıdalar burada depolanmaktadır. Ambarlar, yüksek eşiğe ve sıkıca
kapanan bir kapıya sahiptir. Bütün konutların hemen hepsinin ambarları, güve
tutmadığı bilinen çıralı çamdan (sarıçam) yapılmıştır. Ambarların içindeki
sabit öğeler, harolar ve sırığlardır. Harolar, un ve gut mısırları (püskülsüz
mısır) koymak için ayrılmış bölümlerdir. Sırığlar, asma mısırların (püsküllü
mısır) asıldığı askılardır. Tarım faaliyetlerinin azalmasıyla birlikte, ambarlara
duyulan ihtiyaç azalmış; ambarlardan biri odaya dönüştürülmüştür.
İkinci katta bulunan ara, bir geçiş yeridir. İki dar kenarı da açıktır.
Bahçeden ikinci kata ulaşımı sağlayan rampayla doğruca araya girilir. Bu
rampa sayesinde dışarıdan taşınan ürünlerin yaşama katına sokulmadan,
doğruca ikinci kata ulaştırılması sağlanmıştır. Aralar, tarım faaliyetlerinin
azalmasıyla birlikte dışa kapatılmıştır. Günümüzde, bu mekânlar daha çok oda
ya da depo olarak kullanılmaktadır.
Geleneksel konutların en alt katı, genellikle iki adet ahır (ahor) ve bu
ahırların önünde bulunan bir geçiş yerinden (ahorun kapı) oluşur (Şekil 20,
Şekil 21). Bazı konutlarda bir adet ahır bulunmaktadır. Bu katın üst katlarla
bağlantısı yoktur. Ulaşım bahçeden sağlanmaktadır.
Balıklı’daki bütün geleneksel konutların mekân kurgusu, temelde
aynı karaktere sahiptir; ancak değişen gelenekler ve konutu paylaşan aile
sayısı bazı farklılıklara sebep olmuştur. Balıklı Mahallesi’nde yapılan alan
çalışmasında, 89 geleneksel konutun 48’inin plan şeması çizilerek konutların
plan özellikleri belirlenmiştir.
Plan şemaları, zamana bağlı olarak değişmiş dış ortamla ilişki, bu ilişki
yönünden birbirinden ayrılan dandraba ve salon mekanları ile bu mekanların
odalarla olan ilişkisi hususları göz önünde bulundurularak sınıflandırılmıştır.
Ortaya çıkan tablo değerlendirildiğinde; 1930 öncesi plan tiplerinin temel
şemalar olduğu ve bu şemalar üzerine yapılan eklemelerle yeni plan şemaların
geliştiği görülmektedir (Şekil 22).
Eğime paralel olarak yerleştirilen konutlar, arka cepheden iki katlı
olarak görülmektedir. Eğime dayanmış olan arka cephe ve konuta girişin
42
UKHAD 1 (3) 2015
sağlandığı yan cepheler oldukça sadedir. Yan cepheler, geleneksel konutların
topografyayla uyumunu en iyi gösteren cephelerdir. Konutların en özellikli
cephesi, bayır aşağı bakan ön cephedir. Bu bu cepheye en çok özellik katan
öğe, Şavşat köylerinin en özellikli öğesi olan köşklerdir. Manzaraya bakan ön
cephede bulunan köşkler, balkondan çıkma yapmış dinlenme ve seyir yerleridir.
İki veya üç katlı geleneksel konutlar, cephe özelliklerine göre kat sayısıyla
birlikte balkonlu ve balkonsuz olarak sınıflandırılmıştır (Şekil 23).
Geleneksel konutlar süsleme yönünden yalındır. Dekoratif öğeler daha
çok 1920 öncesine ait konutlarda görülmektedir. 1920 öncesine ait konutların
hemen hepsinin dikmeleri süslemeli, kapıları kemerlidir. Bazı konutlarda
çatı dikmelerinin de işlemeli olduğu görülmüştür. Ancak, bazı konutlarda
bu öğeler çürüdüğü gerekçesiyle yenilenmiştir. Alan çalışması sırasında,
sökülen konutlara ait dekoratif elemanların farklı noktalarda ve farklı
yapılarda kullanıldığı gözlemlenmiştir. Bölgede ahşap ustalarının sayısının
azalmasına ve yapı geleneğindeki değişime bağlı olarak ilerleyen yıllarda,
konutlardaki ahşap işçiliği yok olmuştur. 1950 sonrası yapılarda dekoratif
öğelere rastlanmamaktadır. Yalnızca, köşklü konutlarda köşk korkulukları
ahşap işçiliğinin güzel örneklerini sergilemektedir. Çalışma alanı içindeki
konutlar, süsleme yönünden yalın olsa da yapı detayları oldukça zengindir.
Kilitler, lavabolar, menteşeler, birleşim detayları özgün çözümlerle dikkat
çekmektedir (Şekil 24).
Geleneksel konutların iç ve dış kapıları aynı niteliklere sahiptir. Kapılar,
kemerli ve düz atkılı olmak üzere iki farklı tipte olabilmektedir (Şekil 25).
1930 öncesi yapıların giriş katında kemerli kapılar olduğu gözlenmiştir. Düz
atkılı kapıların en temel örneği, 1930 öncesi ve sonrası konutlarda görülen tek
tablalı kapıdır. 1930 sonrası dönemde görülen birden çok tablalı kapılar, yatay
ve düşey kayıt düzenlerine göre çeşitlenmektedir. 1920 öncesi yapılarda özgün
halinde pencere bulunmamaktadır. Bunun nedeni, sürekli savaş ortamında
bulunan halkın korunaklı mekânlar yaratma isteğidir. Bununla birlikte, dışarıyı
kontrol etmek için ev ve odaların bir ya da iki duvarında 10/10 cm gibi küçük
açıklıklar açılmıştır. Bu açıklıkların üstü sürme bir kapakla kapatılmıştır.
1920’li yıllardan sonra savaşların bitmesine bağlı olarak yaşam koşullarının
değişmesi ve cam ticaretinin başlamasıyla ev ve odalarda pencere açıklıkları
açılmaya başlanmıştır. Ancak iklim şartları nedeniyle pencere boyutları
oldukça küçük tutulmuştur. Geleneksel konutlarda bulunan pencereler,
geometrik yönden büyük farklılıklar göstermez (Şekil 26). Yalnızca en ve boy
oranları ve yatay kayıt sayıları farklıdır.
Geleneksel konutların giriş ve ikinci katları yaka, ahır katları ise
43
UKHAD 1 (3) 2015
yığma taş olarak inşa edilmiştir . Konutlarda ana kayaya ulaşana kadar temel
kazısı yapılmakta ve ahırın duvarları temel seviyesinden itibaren yaklaşık
180 cm yükseltilmektedir. Ahırın döşemesi, temel suyu çıkmadığı sürece
doğruca ana kayanın üstüne döşenmektedir. Diğer durumda ise, temel su
seviyesine kadar taş ile doldurulmaktadır. Ahırın arka ve yan duvarları taş
yığma tekniğiyle, ön duvarı ise çalma boğaz tekniğiyle oluşturulmuştur (Şekil
27). Kabayonu ve moloz taşlarla örülen duvarların kalınlığı yaklaşık 70-90
cm arasındadır. Taşların arası toprakla doldurulmuş, derzler içten ve dıştan
tezekle kapatılmıştır. Yaka tekniği ile oluşturulmuş giriş katı, beden duvarları
üzerinde enine uzanmış koşatların (kiriş) üzerine oturtulmaktadır. 25/25 cm,
25/30 cm, 30/35 cm gibi kalın kesitlere sahip olan koşatların ahşap cinsi
çoğunlukla peluttur (meşe). Giriş katı döşemeleri doğruca koşatların üzerine
döşenmiştir. Giriş katındaki ve ikinci kattaki duvarlar 5-12 cm kalınlığındaki
ahşapların köşelerde birbiri üzerine kurt boğazı geçme ile bindirilmesiyle
oluşturulmuştur (Şekil 28). Duvarlarda kullanılan ahşapların kalınlığı yıllara
göre farklılık göstermektedir. 1920 öncesi konutlarda duvar tahtalarının
kalınlığı 7-12 cm, 1920-1980 yılları arasında yapılan konutlarda duvar
tahtalarının kalınlığı 6-8 cm, 1980 sonrasında yapılan konutlara ise duvar
kalınlığı 5-6 cm arasında değişmektedir. Kurt boğazı geçme ile birleştirilmiş
ahşaplar, geçme noktalarından itibaren, her iki yönde uzatılmıştır . Duvar
tahtaları, iki yönde geçme noktalarına yakın yerlerde dikine ahşap çivilerle
de birbirine bağlanmıştır (Şekil 29). Kapı ve pencere açıklıkları duvarlar
oluşturulduktan sonra açılmaktadır. Duvarlar oluşturulduktan sonra açılan
kapı açıklarının kenarlarına yerleştirilen sovalar (söve) çalma boğaz tekniğiyle
duvarlara bağlanmıştır.
Geleneksel konutlarda kullanılan yapı malzemesi, bölgede yoğun
olarak bulunan taş ve ahşaptır. Taş malzeme derelerden, ahşap malzeme
ormanlardan temin edilmiştir. Ahşap malzeme ihtiyacı, Balıklı köyünü
saran ormanlarla birlikte, Papart ve Sarıçayır Dağları’ndaki ormanlardan
sağlanmıştır. Yerleşimdeki en eski konutlarda görülen ahşap cinsleri çıralı
çam ve peluttur. Çıralı çamın teminin zorlaşmasıyla, 1930’lu yıllardan sonra
yapılan örneklerde daha çok soc (göknar) ve küknar (ladin) kullanılmıştır.
Yerleşimde bol miktarda bulunan dut ağacı mil yapımında, ceviz ağacı
mobilya yapımında kullanılmıştır. Geleneksel yapılarda kullanılan taşlar, sal
taşı ve karhana taşıdır. Sal taşı, akan derelerden, karhana taşı orman içindeki
kuru dere yataklarından temin edilmiştir. Bu iki taş cinsi arasındaki fark, ateşe
karşı dayanıklılıktır. Karhana taşı ateşe karşı dayanıklıdır ve ocak yapımında
kullanılmıştır. Sal taşı, ahır katındaki duvarlarda kullanılmıştır.
44
UKHAD 1 (3) 2015
2.3. Tarihlendirme
Yapılan araştırmalar sonucu çoğu yapının yapım yılı belirlense de
bazı yapıların yapımı sadece dönemsel olarak belirlenebilmiştir. Bu sebeple
tarihlendirme, bütün yapıları kapsayacak şekilde 1920 öncesi, 1920-1990
arası, 1990 sonrası olmak üzere üç ayrı döneme ayrılmıştır. 1920 öncesi
yapılar, alandaki kırsal yaşamın temel yapıları olan merek, değirmen ve
zemin kata ahır işlevi verilmiş olan konut yapılarıdır. Bunların dışında
cami ve bir ticaret yapısı da yine 1920 öncesi döneme aittir. Bu dönemdeki
konut yapıları, yapım tekniği ve plan şeması olarak sonraki yıllardaki ahşap
konutlarla benzerlik gösterse de malzeme boyutları ve özgün detaylarla
diğerlerinden ayrılmaktadırlar. Bu dönemdeki bazı konutlar üzerinde çeşitli
noktalarda tarihlere rastlanmıştır, ancak bu tarihlerin yapının yapım tarihi mi
yoksa eklenen veya yenilenen mekânın ya da elemanın tarihi mi olduğu kesin
olarak bilinmemektedir (Şekil 30). 1920 öncesi yapılar, alandaki yapıların
%13.02’sini oluşturur. Çalışma alanındaki çoğu yapının yapım yılı 1920-1990
yılları arasındadır. Bu dönemde konut ve ahır işlevli yapıların yapımı devam
etmiş; ancak konut ve ahır işlevi birbirinden ayrılarak yalnız konut, yalnız
ahır ya da merek ve ahır işlevli yapılar da yapılmaya başlanmıştır. Ticaret
yapılarının birçoğu 1970’ten sonra yapılmıştır. Elde edilen bu veriler bize bu
dönemin bir geçiş dönemi olduğunu göstermektedir. Geleneksel yaşantı devam
ederken ‘70’li yıllardan itibaren değişimler görülmeye başlamıştır. Bu değişim
sadece yapısal işlev yönünden değil malzeme ve yapım tekniği açısından
da bir değişimdir. Bu dönemdeki çoğu konut yapısı plan şeması, yapım
tekniği ve malzeme özellikleri yönünden bir önceki dönemin özelliklerini
taşısa da 1960’lı yıllardan sonra geleneksel yapım sisteminin yanında yeni
malzemelerle farklı yapım sistemleri de uygulanmaya başlanmıştır. Kagir ve
yarı kagir yapılar bu dönemde yapılmıştır. Betonarmenin yapılarda kullanımı
da yine bu dönemde başlamıştır. 1920-1990 yılları arasındaki yapılar, alandaki
yapıların %75.74’ünü oluşturur. 1960’lı yıllardan sonra kullanılmaya başlayan
betonarme sistem 1990’dan sonra tamamen geleneksel sistemin yerini almıştır.
Malzeme ve yapım tekniğinin yanında 1990’dan sonra yapılan yapılar
plan şeması ve kütle olarak da özgünden tamamen farklıdır. 1990 sonrası,
yerleşmenin bozulma sürecinin hızlandığı dönemdir. Çalışma alanındaki
yapıların %11.24’ü 1990’dan sonra yapılmıştır.
3. SORUNLAR
Balıklı köyünün özgün yapısını etkileyen ve tehdit eden sorunlar;
çevresel, yapısal ve sosyo-ekonomik sorunlardır. Bu sorunların temeli göç,
45
UKHAD 1 (3) 2015
doğal kaynakların bilinçsizce kullanılması ve bilgisizlik gibi esasen ülkemizin
temel problemleri arasında yer alan nedenlere dayanmaktadır.
Doğal kaynakların yanlış kullanımı, modernleşme çabaları, değişen
yaşam koşulları ve yeni istekler, idari yönetimler tarafından alınan politik
kararlar, altyapı eksikliği, ekonomik ve sosyal yetersizlikler, zamana ve hava
koşullarına bağlı olarak gerçekleşen yapısal bozulmalar yerleşimin kimliğini
ve canlı hayatını tehdit eden sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Köy, tarımda devlet desteğinin azalması, işsizlik ve baskı sonucunda
birçok kişinin kentlere göç etmesiyle birlikte, canlılığını ve merkezi özelliğini
kaybetmiştir. Nüfusun azalmasına bağlı olarak dükkânlar ve kamu yapıları
tek tek kapatılmış; bu durum, daha çok kişinin bölgeden göç etmesine neden
olmuştur. Hayvancılık ve tarımın önemini kaybetmesi, bölgedeki sosyal
imkânsızlıklar ve daha iyi yaşam koşullarına kavuşma isteği nedenleriyle,
göçler sürekli olarak devam etmiştir. Bu sürecin günümüzde de devam
ettiği görülmektedir. Özellikle genç kişiler, eğitimlerini sürdürebilmek
veya evlendikten sonra ailesinin geçimini sağlayabilmek için kentlere
yerleşmektedirler. Ancak bölgeden göç eden yerli halkın Balıklı’yı tamamen
terk etmediği görülmektedir. Bahar ve yaz aylarında nüfus artış oranı oldukça
yüksektir. Emekli olmuş kişilerin çoğu, Mart-Kasım ayları arasındaki
süreyi köyünde geçirmektedir. Bununla birlikte, yerleşmenin karakterinin
yavaş yavaş değiştiği, ahşap yapıların yerini betonarme yapıların aldığı
görülmektedir. 6831 sayılı Orman Kanunu’nun ahşap malzemenin kullanımını
sınırlandırmasıyla başlayan bozulma süreci; kentten gelenlerin alıştıkları
şehir hayatını kırda sürdürme isteği ve yaşam şeklindeki değişikliklerle
birlikte hızlanmıştır. Yöre halkı; yöresel kimliğin korunmasını istemekle
birlikte, ahşap malzemeye ulaşma zorluğu, usta sıkıntısı, ahşabın bakımı
konusundaki bilgisizlik ve yangın riski gibi nedenlerle betonarme yapılara
yönelmektedir. İçinde yaşamın sürdürüldüğü geleneksel evlerde ise modern
istekler nedeniyle geleneksel yapılara eklenen yeni bölüm ve elmanlar, özgün
karaktere uymamaktadır. Tarımsal faaliyetlerin azalmasıyla birlikte pek çok
konutun ahır katı, değirmenler ve samanlıklar işlevlerini yitirmiştir. Ayrıca bu
durum, kışla ve yayla yerleşmelerini de etkilemiş; hayvancılık faaliyetlerinin
bitmesiyle bu yerleşmeler yalnızlığa terk edilmiştir. Bir çok yayla ve kışla
evi, kullanımlarının bittiği gerekçesiyle sökülerek mahallelere taşınmakta;
malzemeleri tamiratta veya yakacak ihtiyacının çözümünde kullanılmaktadır.
Bu gelişmelerin yanında, ulusal projeler ve yönetimsel kararlar,
bölgenin karakterine ve canlı yaşamına etki etmektedir. Uygulamalarda yerel
değerler, tarihi kalıntılar dikkate alınmamıştır. Kamusal yapılar, bölgenin
46
UKHAD 1 (3) 2015
mimarisine uygun değildir. Oysa bu yapıların yöresel mimariyle uyumlu,
yerel halka örnek olacak şekilde oluşturulması gerekmektedir. Günümüzde,
bölgenin canlı yaşamını ve peyzaj karakterini tehdit eden en önemli konu
ise Papart Deresi üzerinde yer alan HES (hidro elektrik santrali) projeleridir.
Regülatör tesislerinin tarım alanları üzerinde kurulması, inşaat aşamalarında
çıkan harfiyatın orman içinde bırakılması ve dere yataklarına dökülmesi,
ormanlarda yol açımı ve tünel yapımı nedeniyle genç yaşlı bir çok ağaç
kesilmesi gibi sorumsuz uygulamalar bölgenin karakterine ve ekosistemine
zarar vermektedir. Yabani canlıların inşaat gürültüsünden doğal yaşam
alanlarını terk etmeleri, şantiye binaları ve santral binaları gibi bölgenin
karakterine uygun olmayan yapılaşmalar projelerin günümüzde görülen
olumsuz sonuçlarıdır.
SONUÇ
Kırsal alanlar, küreselleşme sonucu mimarinin ve kültürün
birörnekleşmesi tehlikesi karşısında uluslararası koruma politikalarında değer
kazanmakta, dünya kaynaklarının yok olduğu bu dönemde sürdürülebilirlik
kapsamında sergilediği bilgiyle ülkelerin kalkınma politikalarında göz önünde
bulundurulmaktadır.
Ülkemiz coğrafyasının büyük bölümünü oluşturan kırsal alanlar için
Cumhuriyet’ten bu yana çeşitli çalışmalar yapılmış, köye ve köylüye yönelik
politikalar hükümet programları ve kalkınma planlarında yer almıştır. Yapılan
çalışmalara ve üretilen politikalara bakıldığında, kırsal kalkınma kavramının
uzun süre tarımsal kalkınma merkezinde şekillendiği görülmektedir.
Dünyadaki gelişmelere bağlı olarak ülkemizdeki kırsal kalkınma kavramı
gelişerek değişse de uygulamalarda kırsal yaşamı mekan, doğa ve kültürel
boyutlarıyla bir arada ele alan bütünsel koruma yaklaşımları görülmemektedir.
Kırsal yerleşimlerin bir miras öğesi olarak kabullenilmesi için öncelikle bu
yerleşmelerin sahip olduğu değerlerin tanımlanması ve bu tanımın ülke olarak
benimsenmesi gerekmektedir.
Balıklı köyü, uzun bir zaman dilimi içinde biçimlenmiş özgün bir kimliğe
sahiptir. Türkiye’nin kuzeydoğu sınırında ve Anadolu’nun Kafkaslara açılan
noktasında bulunan Balıklı, bölgede yaşanan tarihsel olayların etkisi altında
kalmıştır. Tarihsel süreç̧, bölgenin gelişimini etkilemiş̧, halk uzun yıllar bütün
ihtiyaçlarını çevredeki ormanlardan ve derelerden sağlamıştır. Bu durum,
yerleşmenin fiziki çevresinin doğal çevreyle adeta bütünleşmesine neden
olmuştur. Ne var ki, Balıklı köyü, kentleşme çabaları ve doğal kaynaklarının
bilinçsizce tüketilmesi gibi baskılar altında doğal ve kültürel değerlerini gün
47
UKHAD 1 (3) 2015
geçtikçe kaybetmektedir. Çalışmada ele alınan sorunlar yalnızca Balıklı’nın
değil, çevredeki bütün yerleşmelerin ortak sorunlarıdır. Geleneksel yapım
teknikleri, yöresel mimari bilgisi, geleneksel yaşantı ve yöresel dil yok
olmak üzeredir. Oysa tekdüzeleşme karşısında, bölgesel kültürün korunması
ve sürekliliğinin sağlaması yalnızca o bölge için değil ulusal anlamda önem
taşımaktadır. Ulusal kalkınma ve koruma politikaları uyum içinde sürdürülmeli,
gelişme ve koruma arasındaki denge iyi kurulmalıdır. Üst ölçekli planlamalar
yerine, bölgesel sorunları ele alan, bölgeye özgü çözümler üretilmelidir. Yerel
komisyonlar kurularak, bölgenin sorunlarını ve sosyo-kültürel özelliklerini
bilen kişilerin planlama çalışmaları içinde bulunması gerekmektedir. Halka
korumanın ve yerel kültürlerin önemi anlatılarak halkın korumaya katılımı
bir zorunluluk olarak değil, kendi değerlerini koruma, yaşatma isteğiyle
gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır. Bununla birlikte, hızlı değişim karşısında
kırsal yerleşmelere yönelik planlama ve koruma çalışmaların en kısa zamanda
başlaması gerekmektedir. Aksi halde, bölgenin geleneksel yaşamını, mimari
oluşumunu, dilini bütün yönleriyle bilen son kişilerin kaybedilmesiyle birlikte,
bu değerlere ait pek çok bilginin de kaydedilmesi kaçınılmazdır.
KAYNAKLAR
Arın, Süha (1986), Sisler Kovulunca: Eski Evler Eski Ustalar/Doğu
Karadeniz, İstanbul: Mtv Televizyon Video.
Doğa Derneği (2008), Papart Deresi (Göknar Akarsuyu) Vadisi
Doğal Değerleri, Ankara: Doğa Derneği Yayınları.
Aydemir, Elif (2010), Yöresel Mimarinin Ve Kırsal Dokunun
Korunması: Artvin Şavşat Balıklı Mahallesi Örneği, Yayınlanmamış
Yükseklisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü.
Gök, Nurşen (2008), “Artvin Livası’nın Anavatan’a Katılışı Sırasındaki
Durumuna İlişkin Belgeler”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi
Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 11(41), 89-104.
Kayın, Emel (2012), “Bir Kültürel Manzara - Kültürel Peyzaj Ögesi
Olarak Kırsal Yerleşimlerin Korunmasına Yönelik Kavramsal ve Yasal
İrdelemeler”, Mimarlık Dergisi, 367.
Kırzıoğlu, M.Fahrettin (1992), Yukarı Kür Ve Çoruk Boyları’nda
Kıpçaklar, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Özgüner, Orhan (1970), Köyde Mimari Doğu Karadeniz, Ankara:
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yayınları.
Sözen, Metin ve Eruzun, Cengiz (1996), Anadolu’da Ev ve İnsan,
48
UKHAD 1 (3) 2015
İstanbul: Emlak Bankası Yayınları. Şavşat Öğretmenleri Heyeti, (1945),
Çoruh – Şavşat, İstanbul: Teknik Kitaplar Yayınevi.
Uzun, Bayram ve Yomralıoğlu, Tahsin (2005), “Doğu Karadeniz
Bölgesinde Dağınık Yerleşim Sorunlarının Mülkiyet Açısından İrdelenmesi
Ve Kırsal Arazi Düzenleme Modeli”, Doğu Karadeniz Bölgesi Kalkınma
Sempozyumu, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Trabzon.
Url-1
< Http://Tuikapp.Tuik.Gov.Tr/Adnksdagitapp/Adnks.Zul>,
Erişim Tarihi: 10.08.2014
EKLER
Balıklı Mahallesi Yerel Kelimeler Sözlüğü
İmerhev bucağı kelime çeşitliliği yönünden oldukça zengin bir bölgedir.
Köyler ve hatta aynı köyün mahalleri arasında kullanılan kelimeler birbirinden
çok farklıdır. Örneğin; Balıklı Mahallesi’nde ‘‘samanlık’’ kelimesinin karşılığı
‘‘merek’’, Bzata Mahallesi’nde ise ‘‘kori’’ dir. Bu sebeple çalışma ‘‘ Balıklı
Mahallesi Yerel Kelimeler Sözlüğü’’ adıyla verilmiştir.
Yüzyıllarca kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar ulaşan yerel
kelimeler, yöresel kültürün önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Ancak,
günümüzde bu kelimelerin birçoğu unutulmaya yüz tutmuştur. Kapsamlı bir
çalışma ile bu kelimelerin kayıt altına alınması ivedilikle yapılması gereken
bir iştir. Sözlük, yöre halkıyla yapılan görüşmelerle tespit edilen Balıklı
Mahallesi’ne ait kelimelerden oluşmaktadır.
A
Akpunluk : Gübrelik. Konutların bahçesinde, ahırın önünde bulunur.
Ahor
: Ahır.
Ahorun kapı : Ahırın önündeki geçiş yeri, taşlık.
Ambar
: Kuru yiyecek deposu.
Ara
: Koridor. Geleneksel konutların giriş katında ‘ilerki oda’ ve
‘geriki oda’ arasında, ikinci katta iki ambar arasında kalan dar
ve kısa mekân.
Arka sepet : Fındık ağacından örülmüş iple yapılmış kollukları sayesinde
sırta asılan sepet.
B
Baga
Bedevra
: Ağaç gövdesinin oyulmasıyla yapılmış büyükbaş hayvan
yemliği.
: İnce tahtadan çatı örtüsü.
49
UKHAD 1 (3) 2015
Birlik ev
Bondruğ : Atadan kalan, aynı soydan birkaç ailenin paylaştığı ev.
: Öküzlere takılan boyunluk. Öküzlere öküz arabası bağlamak
için kullanır.
Bondruğ yolu : Öküz arabasının geçeceği genişlikte yol.
Bostan
: Küçük sebze bahçesi.
Buhar
: Ocak, şömine.
Ç
Çakatura
Çatan
Çeper
Çıralı çam
Çiçme Çiçgar
Çiri D
Dandraba
: Bağdadi duvar tekniği.
: Söğüt, meşe, fındık gibi ağaçların ince dallarıyla örülmüş
sepet. Bazıları tarlalara gübre taşımak için; bazıları ise tarladan
mısır, kabak, fasulye gibi ürünleri taşımak için kullanılır.
: Çit. Özgün çitler, yatay olarak sabitlenmiş orta kalınlıktaki
iki dala ince dalların düşey olarak yan yana dayandırılmasıyla
oluşturulmuştur.
: Sarı çam
: Hela.
: İnce kesitli tahtalardan ya da yontulmuş dallarından yapılmış
bahçe, ahır, merek kapısı.
: Meyve kurusu. Örn; elma çirisi, armut çirisi.
Dogan
: 1. Geleneksel konutların giriş ve ikinci katında yer alan yarı
açık mekân, sofa. 2. Balkon
: İnsan eliyle yapılmış taş mağara. Daranlar, kazılarak
oluşturulan çukurun içinin ve üstünün moloz taşlarla
örülmesiyle teşkil edilmiştir. Çukurun üstü ve üç kenarı
tamamen kapatılmış, eğim yönünde kalan kısımda ise
içeriye giriş için küçük bir açıklık bırakılmıştır. Daranların
yapılışındaki esas amaç, kesin olarak bilinmemektedir;
ancak bazılarının içinde bulunan küpler ve taş şarapanalar,
daranların bir zamanlar şarap üretim ve saklama yeri olarak
kullanıldığını düşündürmektedir.
: İnce kesitli kiriş.
E
Ev
: Geleneksel konutlarda yatma, oturma, yıkanma, yemek
Daran
50
UKHAD 1 (3) 2015
yapma ve yeme gibi birçok işlevin gerçekleştirildiği mekân.
H
Halambara : İçinde erzak saklanan büyük sandık.
Hark
: Su kanalı.
Haro
: Ambarda un ve mısırları koymak için ayrılmış bölümler.
Hedik : Kar ayakkabısı. Söğüt dalından yapılır.
Hıp
: Sert kar.
Hızeg
: Öküzlerin çektiği, kar veya buz üzerinde kayarak yol alan
tekerleksiz taşıt (bkz. bondruğ).
Hoço
: Geleneksel konutlarda yapının ana kütlesi dışında kalan,
‘ev’e dayanmış, ocağın bulunduğu ve odunluk olarak
kullanılan mekan.
İ
İleriki Oda : Giriş katında yer alan, sofaya açılan yatma işlevi için
ayrılmış mekan.
İskam
: İskemle.
G
Galad
Geriki oda
Gibe
Gogoda
Guant
Gut mısır
Ğ
Ğel
Ğıca
Godor
Ğram
: Sepet.
: Giriş katında yer alan, koridora açılan yatma işlevi için
ayrılmış mekân.
: Merdiven.
:1.Ufak ağaç parçası. Yerleşimdeki basit kapı ve pencere
kilitleri de bu adla anılır. 2. Mısır koçanı. : Ahır duvarlarının hemen üzerinde bulunan ahşap hatıl.
: Püskülü olmayan mısır.
: Ahşap yığma sistemde ahşapların geçme noktalarından
uzayan kısımları.
: Ağaç gövdesinden yapılmış bir çeşit merdiven.
: Mısır.
: Ahşap yığma tekniğinde geçmelere verilen ad.
51
UKHAD 1 (3) 2015
J
Jole
: Ahududu.
K
Karapan
: Ocağın ve pekmez kaynatmak için gerekli olan gereçlerin
bulunduğu üstü açık veya kapalı alan.
Karhana taşı : Ateşe dayanıklı, buhar yapımında kullanılan bir taş türü.
Kartopi
: Patates.
Kgal
: Ahırlarda büyükbaş hayvanları bağlamak için kullanılan
ağaçtan yapılmış bağ.
Kışla
: Kışlak.
Koşat
: Ahır katındaki kalın kesitli kirişler.
Köşk
: Ön cephede yer alan balkondan çıkma yapmış bölüm. Şavşat
ilçesi köylerinin en özellikle öğesi olan köşkler, manzaraya
bakan ön cephede, dinlenme ve seyir yeridir.
Kuma
: Cevizli sucuk.
Kutan
: Tarla sürmede kullanılan bir gereç.
Küknar
: Ladin ağacı.
M
Makval
Mal
Maran
Merek
Mil
: Böğürtlen.
: Büyükbaş hayvan.
: Kiler. Giriş katında iki oda arasında bulan dar bir mekândır.
Süt, yoğurt, ayran, turşu, ekmez, bal gibi günlük tüketilen
yiyecekler burada saklanmaktadır.
: Samanlık.
: Kapaklı banyo teknesi. Genellikle dut ağacından yapılır.
N
Nagad
: Sulama kanalının kolları. P
Parak
Pelut
: Ahır duvarlarının üzerinde bulunan kalın ahşap kirişlerin
(koşat aralarını kapatmak için kullanılan ağaç parçaları.
Ahırın tavanı bu hatılın üst kotu ile aynı seviyededir. Bkz.
Guant
: Meşe ağacı.
52
UKHAD 1 (3) 2015
Peg
Pırpır
Pilek
: Kalıntı.
: Tarım işlerinde kullanılan küçük motorlu araç.
: Toprak kap.
S
Saçiçe
Sakatme
Sakrap
: Yün tarağı.
: Kümes.
: Ağacın üst dallarındaki meyveleri toplamak için kullanılan
uzun bir kol ve sepetten oluşan gereç.
Saksro
: Ahırda içinde danalar için ayrılmış bölüm, danalık.
Salakver
: Kaya tuzu.
Sal taşı
: Dere taşı. Ahır katındaki yığma duvarlarda kullanılır.
Sami
: Öküz boyunluğu ile öküz arabasını birbirine bağlayan vida.
Sanatzgal
: Ahırdaki döşeme tahtalarının arasında yer alan oluk. Gübreler
bu olukta toplanılır; ardından kürekle gübreliğe atılır. Sasela
: Armut.
Saskar
: Soğan gibi bitkileri sulamada kullanılan ağaçtan yapılmış
sulama gereci.
Satapav
: Bir çeşit döşeme tahtası. Bazı konutlarda, kirişlerin üzeri
önce satapav ile kaplanmış, üzeri toprak ve telaşla örtüldükten
sonra giriş katı kiriş yerleştirilmiştir. Bu uygulamayla ahır
katındaki kokuların giriş katına ulaşması engellenmiştir.
Sekvi
: Sedir.
Sıcıağ
: Ateşte bir şey pişirmek için ateş üzerine konulan üç ayaklı
demir.
Sınır taşı
: Parsel sınırlarını ayırmak için parsel kenarlarına konulan
taş.
Sırığ
: Yontulmuş ağaç dallarından askı, sırık.
Soc
: Göknar ağacı.
Sova
: Söve.
Supra
: Yer sofrası.
Ş
Şalampur
: Yanyana dizilmiş ince tahtalardan oluşan aralıksız balkon
korkuluğu.
Şırapka
: Tenekeden bir depo ve fitilden oluşan camsız fener.
Yerleşimde kullanılan aydınlatma ilk aydınlatma gerecidir.
53
UKHAD 1 (3) 2015
1985 yılında yerleşime elektrik bağlantısı gelene kadar
şırapkadan sonra kullanılan aydınlatma araçlarının gelişimi
gazlı fener, gaz lambası, lüküs şeklindedir.
T
Taktakay
: Yabani hayvanları korkutma amacıyla yapılmış suyun hareket gücü ile çalışarak ses çıkaran bir çeşit düzenek.
Tapan
: Yumuşak toprağı ufalamak ve düzeltmek için kullanılan dal
ile örülmüş araç.
Taterzena
: Sincap.
Tek kurzana : Yaban mersini.
Terek
: Raf.
V
Virikıda
Y
Yaka
: Mahya aşığı.
: Ahşap yığma yapım sistemi.
Metinde Geçen Yer Adları:
Barsvele Deresi
Belkeda Deresi
Bzata
Bukizeler
Camikapı
Diyoban
Emirhev İbhirevil İmerhev İmirhev
Kayabaşı
: Balıklı yerleşiminde Lomsizeler Mahallesi ve Bukizeler
Mahallesi arasındaki dere.
: Karayiğit yerleşiminin ortasından geçen, Balıklı yerleşiminin güneydoğu sınırını oluşturan dere.
: Balıklı Mahallesi’ne bağlı Akbıyık yerleşiminin eski
adı.
: 1. Balıklı yerleşiminde bir mahalle adı. 2. Balıklı yerleşiminde bir sülale adı.
: 1.Cami ve ticaret yapılarının bulunduğu alan, yerleşim
merkezi. 2.Balıklı Mahallesi’nin yerleşim merkezine
verilen isim. 3. Meydancık Mahallesi’nin yerleşim
merkezine verilen isim.
: Meydancık Mahallesi’nin eski ismi.
: bkz. İmerhev
: Taşköprü Mahallesi’nin eski adı.
: Meydancık Bucağı’nın eski adı.
: bkz. İmerhev
: Meydancık Mahallesi’nde bulunan çevreye hakim bir
54
UKHAD 1 (3) 2015
tepe. Bu tepedenMeydancık Beldesi’ne bağlı mahalleleri
ve çevredeki köyleri, yaylaları ve kışlaları gözlemlemek
mümkündür.
Kökliyet
: Meydancık Mahallesine bağlı Mehmetçik yerleşiminin
eski adı.
Lomsizeler
: Balıklı yerleşiminde bir mahalle adı
Ogeça
: Derenin karşı tarafı. Balıklı Mahallesi’nde Sarıçayır
Deresi’nin iki yakasındaki mahalleler bu adla anılır.
Oğrobe
: Dört yolun kesişimi. Balıklı yerleşiminde toplanma
alanına verilen isim.
Papart Deresi
: Göknar Akarsuyu. Papart ormanlarından doğan, Balıklı
Mahallesi’nin güney sınırını oluşturur.
Sarıçayır Dağları : Balıklı Mahallesi’nin kuzey, batı ve doğu yönlerinde
çevreleyen dağlar.
Sarıçayır Deresi : Sarıçayır Dağları’ndan doğan Balıklı Mahallesi’ni iki
yaka ayıran dere. Papart Deresi’yle birleşir.
Sholtiskhevi
: Balıklı Mahallesi’ne bağlı Karayiğit yerleşiminin eski
adı.
Tskalsimer : Balıklı Mahallesi’nin eski adı.
Zağlismer
: bkz. Tskalsimer.
55
UKHAD 1 (3) 2015
ŞEKİLLER
Şekil 1: İmerhev bucağı.
Şekil 2: Kayabaşı mevkiinden Balıklı köyü.
56
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 3: Balıklı köyü mahalleri.
Şekil 4: Kültürel peyzaj.
Şekil 5 : Çalışma alanı
57
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 6: Balıklı yerleşimindeki mahalleler.
Şekil 7: Yerleşim düzeni ve yapılar
58
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 8: Balıklı köyü camisi.
Şekil 9 : Ticaret yapıları.
Şekil 9 : Ticaret yapıları.
59
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 10: Merek.
Şekil 11: Değirmen.
60
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 12: Topoğrafyaya uyumlu olarak yerleştirilmiş konutlar
(A-A Kesiti, bkz.Şekil 7).
Şekil 13: Geleneksel konutların bahçesi.
61
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 14: Geleneksel konutlar.
62
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 15: Yaygın olarak görülen giriş kat planı.
63
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 16 : Giriş katta bulunan mekanlar.
Şekil 17: Yaygın olarak görülen ikinci kat planı.
64
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 18: İkinci katta bulunan mekanlar.
Şekil 19: İkinci kat ulaşımı gösteren şema.
65
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 20: Yaygın olarak görülen ahır katı planı.
Şekil 21: Ahır katında bulunan mekanlar.
66
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 22: Plan Tipolojisi.
Şekil 23: Cephe Tipolojisi.
67
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 24: Geleneksel konutlarda görülen yapısal detaylar.
Şekil 25 : Kapı tiplerinden örnekler.
68
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 26 : Pencere tiplerinden örnekler.
Şekil 27 : Ahır katı yapım tekniği.
69
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 28: Kurt boğaz geçme
Şekil 29: Duvar tahtaları arasında kullanılan ahşap çivi.
70
UKHAD 1 (3) 2015
Şekil 30: Geleneksel konutlarda tespit edilen tarihler.
71
UKHAD 1 (3) 2015
DOĞU KARADENİZ MİMARİSİNDE ESTETİK:
KASTEL (MEMİŞ AĞA) KONAĞI ÖRNEĞİ
Architecture in the Eastern Black Sea Aesthetics (Memiş Ağa)
Mansion Case
Handan ÖZSIRKINTI KASAP*
ÖZET
Barınma ihtiyacı kapsamında ortaya çıkan mimari kavramı; bölgesel, iklimsel,
ekonomik, sosyo kültürel etmenlerle beraber farklı coğrafyalarda kendine özgü
modeller geliştirmektedir. Coğrafi çevresel koşullarla elde edilen yapı malzemesi ve
kültürel estetik algının bir araya gelmesiyle yapı oluşturulmaktadır.
İnsanların mimari bir yapıdan beklentileri; barınma, güvenlik, konfor,
sosyalleşme, kendini ifade etme ve estetik gereksinimlerin karşılanması olarak
belirlenebilir. Estetik; sosyal bir gereksinimdir. Ayrıca, estetik farklılıklar mimari
yapıları birbirinden ayıran ve mekânların akılda kalmasını sağlayan niteliklerdir.
Estetik kriterler coğrafi etkenler ve kültürel faktörlere göre değişiklik göstermektedir.
Mimari yapılanma süreci içerisinde sanayi devriminden sonra keşfedilen
yapım malzeme ve teknikleriyle beraber yapılaşma her coğrafya da birbirine
benzemeye başlamıştır. Doğu Karadeniz Bölgesi ise yöresel, kültürel, mimari ve
estetik kavrayışlarıyla birlikte farklılıklarını muhafaza etmiştir.
Bu araştırmanın amacı bitki örtüsünün zenginliği, ormanları, akarsuları, her
türlü renk ve özellikle yeşil rengin her tonunu barındıran bir yer olan Doğu Karadeniz
bölgesinin günümüze dek korunmuş ahşap mimarisini ele almaktır. Kültürel
miraslarımızdan olan Doğu Karadeniz mimarisi farklı kültürü ve karakteristik yöresel
mimari sanatıyla beraber Anadolu mimarlığının en karakteristik bölgesidir.
Kapsam doğrultusunda bu çalışmada öncelikle Doğu Karadeniz mimarisi
coğrafi etmenleri ve kültürel faktörleriyle birlikte gelişen estetik algı incelenecektir.
İkinci aşamada ise ortaya çıkan doğu Karadeniz estetik beğenisi ve mimari
yansımalarının Trabzon Sürmene ilçesinde yer alan 1856’da yaptırılan Kastel (Memiş
Ağa) Konağı üzerinde incelemesi yapılacaktır. Memiş Ağa Konağı, Doğu Karadeniz
kültürü ve mimari estetik değerleri içerisinde; form, doku, renk, ritim, harmoni, oran,
ölçek vb. gibi kavramlar dâhilinde irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Mimari, Doğu Karadeniz Mimarisi, Estetik, Memiş Ağa
Konağı.
* Dr. Gedik Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı
Bölümü. İstanbul/TÜRKİYE
72
UKHAD 1 (3) 2015
ABSTRACT
The architectural concept which emerged within the scope need of shelter,
develops its distinctive models along with regional, climatic, economic and sociocultural factors in different geographies. Structure is formed by a combination of building
materials obtained by environmental conditions and cultural aesthetic perception.
People’s expectations from an architectural structure are determined as shelter,
safety, comfort, socialization, self-expression and meeting the aesthetic requirements.
Aesthetics is a social neccessity. Furthermore, aesthetic differences are the qualities
that makes different buildings from each other and provide the spaces keep in mind.
Aesthetic criterias vary according to geographical and cultural factors.
Structuring began to each other in every geography along with construction
materials and techniques which were discovered after the industrial revolution. The
Eastern Black Sea Region has maintained regional, cultural, architectural and aesthetic
understandings as well as differences.
The main aim of this research is to consider the preserved wooden architecture
in Eastern Black Sea Region that hosts all kinds of colors and every shade of green,
rich vegetation, forests, rivers. Our cultural heritage Eastern Black Sea Architecture
is the most characteristic region of Anatolian architecture with the different fetures of
local architecture, culture and art.
In line with the scope of this study, primarily, developing aesthetic perception
will examined in conjunction with the Eastern Black Sea architecture of geographical
and cultural factors. Secondly, the emerging aesthetic and architectural reflection
of the Eastern Black Sea examination will be carried out on the Mansion of Kastel
(Memiş Ağa) which was built in 1856 in Sürmene in Trabzon. Memiş Ağa Mansion
will be analyzed in accordance with Eastern Black Sea aesthetic values of culture and
architecture within the concepts of form, texture, color, rhythm, harmony, proportion,
scale and so on.
Keywords: Architecture, Eastern Black Sea Architecture, Aesthetics, Memiş
Ağa Mansion.
GİRİŞ
İnsanoğlunun toprağa bağlı yaşama geçmesinden itibaren oluşturduğu
yerleşim tarzı, ait olduğu bölgenin fiziksel çevresine, sosyo-kültürel etmenlerine ve ekonomik koşullarına bağlı olarak biçimlenmiştir. Yerleşik hayata
geçiş, sayısız tecrübelerle desteklenmiş ve değişmez ilkelerin oluştuğu uzun
bir süreç içerisinde gerçekleşmiştir.
Sahip olduğumuz kültürel çeşitlilik ile birlikte oluşan Türk Mimari
yapılanması içinde, Doğu Karadeniz Mimarisinin ayrı bir yeri bulunmaktadır.
73
UKHAD 1 (3) 2015
Coğrafik yapı ve kültürel etmenlerle şekillenen Doğu Karadeniz Mimarisi
kendine has bir yapılanma içerisinde gelişmiştir. Trabzon ili, Sürmene ilçesinin
Kastel köyünde 1800’lü yıllarda birçok konak yapılmıştır. Bu çalışmada bu
konaklardan 1856 yılında yaptırılan Kastel (Memiş Ağa) Konağı üzerine,
Doğu Karadeniz algısının çevresel ve kültürel etmenlerle beraber mimari
estetik yansımaları incelenecektir. Memiş Ağa Konağı, Doğu Karadeniz
kültürü ve mimari değerleri içerisinde; form, doku, renk, ritim, harmoni, oran,
ölçek vb. gibi estetik kavramlar dâhilinde irdelenecektir.
Materyal Yöntem
Çalışmanın materyalini; Doğu Karadeniz Bölgesi, Trabzon ili, Sürmene
ilçesinde yer alan Kastel Memiş Ağa Konağı oluşturmaktadır. Tipik Doğu
Karadeniz geleneksel mimari özelliklerine sahip olan bu konağın bulunduğu
coğrafi konum, kültürel yapı ve kullanıcı profili ile birlikte şekillenen mimari
yapısı estetik açıdan incelenecektir. Estetik kavramı ve mimari bakış açısındaki
yeri maddelerle ortaya konulacaktır. Araştırmada 4 aşamalı yöntem izlenmiştir.
Birinci aşamada, Doğu Karadeniz’in iklimi, sosyal, kültürel ve ekonomik şartları
vb gibi değerlerle ortaya çıkan özgün Doğu Karadeniz Mimarisi ele alınacaktır.
İkinci aşamada, Mimaride Estetik Kavramı kriterlerle incelenerek, Doğu
Karadeniz Mimarisindeki yeri irdelenecektir. Üçüncü aşamada, Kastel (Memiş
Ağa) Konağı tarihi ve mimari nitelikleriyle anlatılacaktır. Dördüncü aşamada
ise mimari estetik ölçütleriyle birlikte Memiş Ağa Konağı ele alınacaktır.
Böylece Doğu Karadeniz Kırsal Mimarisi; tarihi, coğrafyası, kültürü
ve özellikle içinde barındırdığı Kastel Memiş Ağa Konağıyla birlikte Estetik
ölçütler dâhilinde incelenecektir. Biçimsel ve hacimsel özellikleriyle birlikte
renk ve kompozisyonel nitelikleri irdelenecektir. Son olarak günümüzde
kültürel mimari mirasımız değerinde olan Kastel Memiş Ağa Konağı’nın
günümüzdeki durumu ve Doğu Karadeniz Kırsal Mimarisinin Ülkemiz
içerisindeki yeri ve önemi vurgulanacaktır.
Doğu Karadeniz Mimarisi
Geleneksel mimari, insanoğlunun barınmak amaçlı kullandığı en doğal
yöntemle ortaya çıkmıştır. Böylece toplumlar kendi kültürleri ve çevresel
şartları çerçevesinde ihtiyaçlarına uygun yapılar ortaya koymuşlardır.
Bu güne kadar mimari alanda, tüm uygarlıklarda kullanılan ana yapı
malzemeleri; taş, toprak, pişmiş toprak ve ağaç vb gibidir. Bu malzemelerin
farklı kullanımları bölge, iklim, topografya, kültür ve geleneklere göre
değişmiştir. 20. yy.’da endüstrinin hızlı gelişimi ile yapı malzemelerinde ve
74
UKHAD 1 (3) 2015
kullanımlarında farklılaşmalar başlamıştır. “Yine de, günümüz mimarlığında
geleneksel malzeme önemini yitirmiş değildir. Taş, ağaç, tuğla yüzyıllarda
kalma alışkanlıklar nedeniyle olduğu kadar, çoğu kez yeni malzemeden daha
ucuz oldukları için, bazen doğal doku ve renklerinin güzelliğinden dolayı
çağdaş yapıcılıkta kullanılmaktadır” (Kuban, 1998: 39). Böylece günümüzde
geleneksel yapı malzemeleri, maddi sebeplerden daha çok estetik kaygılarla
kullanılmaktadır.
Karadeniz Mimarisi ele alınmadan önce, iklimi, bitki örtüsü vb. gibi
coğrafi etmenlere bakmak gerekmektedir. Karadeniz iklimi ılıman ve nemli
özelliklerine sahiptir. Yağışlar hemen hemen tüm aylarda görülmektedir.
“Batı ve kuzeybatı yönlerinden gelen alçak basınç alanlarıyla, yükselen
hava hareketlerinin neden olduğu yağışlar, ilin yağış rejimini belirler. Bunda
güneyde yer alan sıradağlar ile doğuda Kafkasların önemli etkileri vardır”
(Sümerkan, 1989: 83). Trabzon’da ise nemlilik oranı komşu illere göre daha
düşüktür. Nemlilik yoğun bitki örtüsü ve yüksek yağışın ortak sonucu olarak
ortaya çıkmaktadır. Hava sıcaklığı sahilde denizden dolayı daha yumuşak
olmakla birlikte genel ortalama sıcaklık 14.4 °C’dir.
“Doğu Karadeniz Bölgesi makine dişlisi gibi birbirine giren sayısız
vadi, dik yamaçlar, gökyüzüne silueti düşen yüksek ve sarp zirveler, yamaçları
örten ormanlar, vadilerin dibinde köpüren akarsular, buğulu ve rutubetli hava,
zengin bir bitki örtüsü, her türlü renk ve yeşil rengin çeşidini barındıran bir
bölgedir” (Erim, 1971: 27).
Karadeniz’de evler, genelde sahil kesiminde, sahilden içerilere
doğru uzanan vadiler boyunca ve dağların yamaç ve tepelerindeki ekili
arazilerin içinde yer almaktadır (Resim 1). Karadeniz’deki yerleşim biçimi,
Anadolu’daki yerleşim biçiminden farklı olarak “dağınık yerleşim”dir. Bunun
sebebi olarak da Karadeniz’deki coğrafi koşulların farklı oluşu; suyun bol
olması ve çevresel verimliliğin genel doğaya hâkim olmasıdır.
Resim 1. Doğu Karadeniz Yerleşimi ve Anadolu Yerleşim Biçimine Örnek.
75
UKHAD 1 (3) 2015
Doğu Karadeniz Bölgesinde; arazi eğimi, manzara ve güneş gibi
etmenler evlerin serbest yerleşim yönlerini belirlemede etmen olmuştur.
Geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlayan Doğu Karadeniz insanı, yaz
aylarını yaylalarda geçirmektedir. Yayla konutları daha ucuza mal edilen kaba
yapılar olup, yapı malzemesi, olarak yine ahşap ve taş kullanılmaktadır.
“Taş malzemenin dolgu elemanı olarak küçük bloklar ve kırma taş
halinde kullanılması çok yaygındır. Yapılarda taş türlerinden, kolay işlenebilen
ve yörede “ehil taş” denilen kalker esaslı taşlarla andezit ve bazalt gibi daha
sert taşlar kullanılmıştır” (Sümerkan, 1989: 83). Yapı malzemesi olarak
kullanılan ağaç türleri genelde; kestane, ardıç, karaağaç ve son yıllarda yok
olmaya yüz tutan ladindir. Karadeniz yapı ustaları sürekli savaşım gerektiren
doğa karşısında, ağaç ve taş malzemeyi üstün bir yetenek ile kullanmışlardır.
Estetik Kavramı ve Doğu Karadeniz Konut Mimarisinde Yeri
Estetik; sosyal bir gereksinimdir. Düşünsel, sanatsal ya da manevi olarak
hayranlık uyandıran Estetik kavramı, en basit anlamıyla güzellik demektir.
İnsanoğlunun mimari bir yapıdan beklentisi; barınma, güvenlik, konfor,
sosyalleşme, kendini ifade etme ve estetik gereksinimlerin karşılanmasıdır.
Estetik farklılıklar; mimari yapıları birbirinden ayıran ve mekânların
akılda kalmasını sağlayan niteliklerdir. Estetik kriterler, coğrafi yapı
ve kültürlere göre farklılıklar göstermektedir. Yapı geleneğinde sadece
alışkanlıklar değil, bunun yanında yöresel estetik beğeni de gelişim
göstermektedir. Bir yapıda bulunan estetik kriterler şunlardır;
“Form (yapının bütünsel formu, parçalarının formu)
“geometrik/serbest, durgun/dinamik, alışılmış/şaşırtıcı, tektür/çeşitli,
pasif/aktif, sınırlı/belirsiz, somut/soyut, basit/karmaşık, düzenli/düzensiz,
görkemli/gizemli vb. gibi”
Konstrüksiyon, Strüktür (formun yapısal çözümü)
Malzeme, doku, “pürüzlü/düz, etkili/etkisiz, sert/yumuşak, değişken/
tekdüze, güçlü/güçsüz, kaba/ince, düzenli/düzensiz”
Renk, “sıcak/soğuk, canlı/donuk, aktif/pasif, dinamik/durgun, ferah/
kasvetli, ilginç/sıkıcı, huzurlu/huzursuz, uyarıcı/sakin, uyumlu/uyumsuz”
Oran, Ölçek
Ritim, hareket
Vurgu, baskınlık, süreklilik
Işık (yapay ışık, gün ışığı)
Harmoni, uyum, özgünlük (mimari cephe karakteristiği, iç atmosfer)
Bahçe düzeni, yeşil alanlar, çevresel alanlar
76
UKHAD 1 (3) 2015
Kentsel estetik, binaların yüksekliği ve sıklığı, biçimsel uyumlulukları
ve manzara gibi çevresel faktörler olarak özetlenebilir” (Özsırkıntı Kasap,
2014: 153).
“Doğu Karadeniz Mimarisi ülkemizin çeşitli yerleşim alanlarına göre
farklı sosyo-kültüre sahip toplumun yine farklı doğal koşulların elverdiği yapı
sanatı ve yerleşme anlayışının eseridir. Bu yüzden Doğu Karadeniz ahşaba
dayalı yapı sanatında kendine özgü buluşları ve çözümleri ile ulaştığı başarı
açısından Anadolu Mimarlığının belki de en karakteristik yöresidir” (Sözen
M., Eruzun C., 1992: 175).
1. Form, biçim;
Karadeniz evleri genelde tek ya da iki katlı dörtgen somut ve
düzenli forma sahip yapılardır. Merkezde ana iç mekân içerisinde; yemeiçme, oturma, dinlenme vb gibi günlük işlerin yapıldığı aşhane denilen
mekân bulunmaktadır. Doğu Karadeniz Bölgesi konutlarının plan tipleri
bir ortak mekân (aşhane), hayat ve çevresinde sıralanan odalar ve helâ
mekânlarından oluşmaktadır. Çok amaçlı kullanılan aşhane mekânında, ocak
ve dolaplar dışında sabit donatı elemanı bulunmamaktadır. Arazi eğiminden
faydalanılarak oluşturulan bodrum kat; ırgat yatakhanesi, depo, samanlık
ve ahır olarak işlevlendirilmektedir. Odaların tamamında kullanıcıya göre
değişmekle birlikte ocaklar bulunmaktadır. Doğu Karadeniz kırsalındaki
konutlarda yaşayan ailelerin az ya da çok kalabalık olması yaşayış düzenini
değiştirmediği için plan şeması aynı kalırken, aile yapısındaki farklılıklara
göre oda sayısı değişmektedir.
2. Konstrüksiyon, Strüktür;
Doğu Karadeniz bölgesinde yapı konstrüksiyonu genelde ahşap iskelet
ve taş duvarlar kullanılarak oluşturulmaktadır. Güneşlenme süresi, rüzgâr
yönü ve don etkisi gibi iklimsel etkiler zaman içerisinde ahşap malzemede,
yıpranmaya neden olmaktadır. Yapının strüktüründe, kaplama malzemelerinde
ve bezemeli yüzeylerde kullanılan ahşap malzemesinden dolayı zamana
dayanan bozulmalar olabilmektedir. Dolayısıyla düzenli bakım gerekmektedir.
Yapının taşıyıcı sistemi, çatı strüktürü, döşemeleri ve duvarları da yine ahşap
malzemeden oluşmaktadır.
Yılın büyük bir bölümünde yağış alan Doğu Karadeniz bölgesi kırsal
mimarisinde, strüktürel açıdan çatı saçakları çok önemlidir. Saçak genişliği
1.5 veya 2 metre olabilmektedir. Geniş kullanılan saçaklar sayesinde yapı
yağmur suyundan korunmaktadır. Rüzgâr gücü hesaba katılarak saçak altına
77
UKHAD 1 (3) 2015
eğim yapılabilmektedir. Eğim çatı köşelerinde devam eder ve yuvarlak
dönüş yaparak yelpazeye benzeyen bir görsellik oluşturur. Doğu Karadeniz
bölgesinde yapının konstrüksiyonunu oluşturan duvarlar yöreye özgü farklı
tekniklerle oluşturulmaktadır;
Ahşap yığma duvarlar, çeşitli kalınlıktaki tahta ya da tomrukların
köşelerde geçmeler sağlayacak biçimde üst üste dizilmesiyle oluşturulmaktadır.
Bu sistemde yapının iç ve dış duvarlarının birlikte kurulması gerekmektedir.
Bu çözüm içerisinde çivi bile kullanılmamaktadır. Aynı zamanda yapı sökülüp
tekrar başka bir alana kurulabilmektedir.
Ahşap iskeletli çatma duvarlarda, ahşap dolma, göz dolma ve muskalı
dolma olmak üzere üç şekilde yapılmaktadır. Ahşap dolma duvarda belirli
aralıklarla ahşap dikmelerin kurulmasıyla olmaktadır. Göz dolma duvar
sisteminde 25-30 cm aralıklarla yatay ve dikey olarak kullanılan ahşap
parçalarla kare ya da dikdörtgen doku oluşturulmaktadır. Göz dolma duvar, bu
boşlukların blok ya da parça taşlarla doldurulması ile elde edilir. Göz dolma
sistemi dere yataklarından toplanan eşit ölçüde kırılan taşların dizilmesi ve
boşlukların kireçle sıvanmasıyla elde edilmektedir.
Muskalı dolma duvarda, göz dolma duvardan farklı olarak kare ya da
dikdörtgen olan boşlukların burada 45derecelik açı ile bölünmüş olmasıdır.
Böylece kırma taşlarla doldurulan boşluklar, kireç ile sıvanır ve boşluklar
aynı muska gibi üçgen parçalara dönüşmüş olur. Bölgedeki taş ustaları
Anadolu’nun en iyi ustalarından sayılır. Bütün bu sistemler özellikle Doğu
Karadeniz de karma olarak da bir arada kullanılabilmektedir.
Resim 2. Doğu Karadeniz de Görülen Duvar Tipleri
78
UKHAD 1 (3) 2015
Yağışın bol olduğu Doğa Karadeniz de çatılar eğimli ve sadedir. Semer
(iki yöne eğimli), üç omuz (üç yöne eğimli, bir veya iki mahyalı) ve dört
omuz (dört yöne eğimli, bir veya dört mahyalı) olmak üzere üç çeşit çatı tipi
uygulanmaktadır.
3. Malzeme, doku;
Doğu Karadeniz Bölgesinin esas yapı malzemesi ahşaptır. Bol yağış
alan bölge, ılıman iklime sahiptir. Böylece bölge tarım ve ormanlık alanlardan
oluşmaktadır. Dolayısıyla konut inşasında çam, ladin, pelit, kestane ve ceviz
gibi dayanıklı ve güçlü ağaçlar kullanılmaktadır.
Ahşaptan sonra kullanılan ikinci malzeme taştır. Dere yataklarından
toplanan işlenebilen taşlar genelde dolgu malzemesi olarak kullanılmaktadır.
Ayrıca depo vazifesi gören hafif konstrüksiyonlar için çit, çatı malzemesi
olarak da genelde kiremit malzemesi tercih edilmektedir. Bazı çatılarda;
köknar, ladin ya da kestane ağaç cinsleri kullanılarak yapılan, ağaçların üst
üste gelmesi ile elde edilen hartama sistemi kullanılmaktadır. Bu sistem
zamanla ağaç israfı yüzünden devlet tarafından yasaklanmıştır.
4. Renk;
Doğu Karadeniz Konutlarında, dış cephede kullanılan taş ve ağaç
malzemesinin renklerinin kontrast yaptığı görülmektedir. Koyu kahverengi
rengi ve beyaz renk açıklık ve koyuluk olarak birbirlerine zıt düşmektedir.
Konut mekânlarının içlerine girildiğinde ise detay işçiliğinin arttığı ve bu
detaylarda çok renkliliğin göze çarptığı görülmektedir. Dolayısıyla Doğu
Karadeniz evlerinde dış mekânda akromatik, iç mekânda ise kromatik renkler
(çok renklilik) söz konusudur.
5. Oran, Ölçek;
Doğu Karadeniz konutları, yüksek tavanlı ve kalabalık ailelerin
yaşamasına elverişli mekânlar olarak düşünülmüştür. Zamanında çok eşliliğin
söz konusu olduğu düşünülürse her eşe ve çocuklarına birer oda şeklinde geniş
mekânlar söz konusudur. Yapılar oran ve ölçek olarak heybetli yapılardır.
6. Ritim, hareket;
Doğu Karadeniz Konutlarında, göz dolma veya muska dolma gibi
duvar tiplerinin olduğu yapı sistemleri ön plandadır. Doğu Karadeniz yapı
karakteristiği haline gelen özelikle cephelerde kullanılan bu sistemlerde
ritimsel tekrar ön plandadır. İç mekânlarda görülen taş ve ağaç oyma
79
UKHAD 1 (3) 2015
işçiliklerinde de yine ritim en önemli vurgudur. Bu işçiliklerde elde edilen
bitkisel veya geometrik form mekânlar arasında sürekli tekrarlanmaktadır.
7. Harmoni, uyum, özgünlük;
Doğu Karadeniz mimarisinin, ülkemizde farklı bir yeri bulunmaktadır.
Coğrafi etmenler ve çevresel koşullarla farklı yöresel özelliklere hâkim olan
topografyada tamamen özgün bir mimari ortaya çıkmıştır. Cepheler de kullanılan
göz dolma, muska dolma veya taş işçiliği vb gibi yöreye ait duvar sistemleri
çok karakteristiktir. Ayrıca iç mekân atmosferleri de yine hassas işçilikle ön
plandadır. Gerek duvar veya tavan boyamalar olsun, gerek şömine gibi iç
mekân öğelerinin çevresinde kullanılan taş oymacılığında olsun özgünlük söz
konusudur. Yapılar hem çevresiyle, hem de kendi içinde uyum içerisindedir.
8. Kentsel estetik;
Doğu Karadeniz Bölgesi vadiler, yamaçlar, sarp zirveler, ormanlar,
akarsular vb. gibi zengin bitki örtüsüne sahip her türlü yeşili içerisinde barındıran
özel bir bölgedir. Karadeniz’de evler, genelde sahil kesiminde ve tepelerde
bulunan ekili arazilerin içinde yer almaktadır. Karadeniz’deki yerleşim biçimi
“dağınık yerleşim” dir. Bunun sebebi, Doğu Karadeniz’deki coğrafi koşulların
uygun, suyun bol olması, çevresel yeşilliğin genel doğaya hâkim olması ve
verimliliğidir. Sanayileşme sonunda kentleşme ve bunun doğal sonucu olarak
yüksek yapılaşma söz konusudur. Mimari farkındalığın arttırılarak, yöresel
mimarinin kentsel doku içinde muhafaza edilmesi gerekmektedir.
Kastel (Memiş Ağa) Konağı
Fatih Sultan Mehmet, 1461 yılında Trabzon’u Pontus Rum’larından
aldıktan sonra Kırım Türklerini Karadeniz bölgesine yerleştirmiştir. “Bu
yerleşme sonrasında, Cevahiroğulları, Hacı Tahiroğulları, Hacı Yusufoğulları
ve Hacı Yakupoğulları v.s ailelerin birbirlerinden kız alıp vermeleriyle aileler
büyümüştür. Hacı Yakupoğullarının büyük bir bölümü Sürmene kazasının
Civra köyü, Kastel deresinin batısında, Kastelli mevkiinde, Hacı Yusufoğlu
ve Hacı Tahiroğulları da Kastel deresinin doğusunda yerleşmişlerdir. 1799
veya 1804 Miladi yılda Sürmene’nin Balıklı (Civra) köyünde doğan Memiş
Ağa, bölgenin son Baş Tımar Ağası olan Hacı Yakup Ağa’nın oğludur, anne
tarafı ise Kırımda yerleşik Kırım Türklerinden Hacı Yakupoğulları kavmine
mensuptur. Diğer aşiret ağalarının taciz etmeleri üzerine Yakup Ağa 1814
Yılında İstanbul’a, oradan da Romanya ’ya göç eder. Memiş Ağa, 15 yaşına
geldiği zaman cesur bir delikanlı olarak babasını taciz ederek memleketten
80
UKHAD 1 (3) 2015
uzaklaştıran bu ağalara mukavemet göstererek geri gelir ve bölgenin
kontrolünü tamamen eline alır” (Küçük A., 2007). Zamanında Osmanlı
imparatorluğu toprakları eyaletlere bölünerek yönetiliyordu. Bu eyaletlerin
başında bulunan valiler kendilerine bulundukları yörede tanınan, etkili olacak,
sözü geçecek güçlü ve varlıklı kişileri yardımcı olarak seçerlerdi. Bu seçilen
kişilere, çevre halkı tarafından “ağa” denilirdi. Böylece 18.yy da yaşamış olan
Memiş Ağa, Osmanlı tarafından yüzbaşı olarak görevlendirilmiştir. Memiş
Ağa’nın çevresine, bu görevi sayesinde birçok faydası dokunmuştur. Osmanlı
tarafından yetkin bir şekilde görevlendirilen Memiş Ağa, zamanla güçlenmiş
ve zenginleşerek 1856 yılında Memiş Ağa Konağı’nı yaptırmıştır.
Kastel (Memiş Ağa) Konağı, Sürmene’nin yaklaşık 4 km doğusunda,
Balıklı mevkiinde, Kastel köyünde bulunmaktadır. Her Karadeniz evi gibi
bu konağında bahçesinde mezarı bulunmaktadır. Konak, tipik Karadeniz
ormanlarının arasında, yüksek bir yamaçta ve denize doğru konumlanmıştır.
18.yy. sonlarına doğru yapılan Memiş Ağa Konağı, ağa evinde olması gereken
tüm özelliklere sahiptir.
Kastel (Memiş Ağa) Konağının, alt katları karakol ve zindan, üst katları ise
yaşam alanı olarak tasarlanmıştır. Zemin katta doğu ve batı cephesinde karşılıklı
olmak üzere ve kuzey cephesinde yer alan üç girişi bulunmaktadır. Karşılıklı
doğu ve batı kapılarından girildiği zaman küçük bir giriş alanına varılmaktadır.
Zemin katın güney kısmında; aşhane ve ocaklık her iki yanında da hizmetli
odaları yer almaktadır. Konağın kuzey tarafında bulunan girişten girildiğinde
ise atlar için yer alan ahır vb gibi benzer nitelikte iç mekânlar düşünülmüştür.
Memiş Ağa Konağının üst katına, zemin katta doğuda yer alan ve
girişin karşısında yükselen dik merdivenle çıkılmaktadır. Süslü bir korkuluk
ve zemin katla ilişiği kesen baba direği yerleştirilmiş olan merdivenin üstünde
bir kapak bulunmaktadır. Merdivenin eğiminin fazla olması kapağın açılmasını
engellemek amaçlıdır. Herhangi bir tehlike anında konakta yaşayanların can
güvenliği düşünülmüştür. Böylece bu merdivenden 1. kata geniş bir sofaya
çıkılmaktadır. Sofa, kuzey yönüne denize bakmaktadır. Kuzey doğu ve
kuzey batı köşe odalarında tavan, duvar, pencere ve kapılarda taş ve ahşap
işlemeciliğinin üst düzeyde olduğu iki oda yer almaktadır. Bunlardan kuzey
batıda yer alan “başoda” veya “ağa odası” önemli toplantıların yapıldığı
konuk odası vazifesi görmektedir. Başodanın hemen yanında bir tuvalet yer
almaktadır. Güney doğu köşe odasının iç mekânında duvar ve tavanda yer alan
süslemeler kuzey odalarına göre daha sadedir. Güney de yer alan diğer odaların
hem hacim olarak, hem de pencerelerinin daha küçük olduğu görülmektedir.
Kış aylarında yatma amaçlı kullanılan bu odaların güney ışığıyla daha aydınlık
81
UKHAD 1 (3) 2015
olduğu ve daha iyi ısındığı düşünülmektedir. Her odada taş işçiliğinin ön planda
olduğu şömineler bulunmaktadır. Bu odaların arasında birkaç basamakla çıkılan
banyo yerleştirilmiştir. Bu banyonun yukarda olmasının sebebi, banyonun
çabuk ve kolay ısınmasıdır. Ayrıca güvenlik açısından herhangi bir tehlike
anında uygunsuz bir şekilde yakalanmamak için banyonun yaklaşık 120cm
yüksekliğinde girişi bulunmaktadır. Konağın en üst katına ise taşınabilen
(portatif) merdiven ile çıkılmaktadır ve burada askerler yatmaktadır.
Kastel Memiş Ağa Konağında Estetik Kriterlerin Değerlendirilmesi
1. Form, biçim;
Memiş Ağa Konağı dış görünüşüyle güçlü, güven verici bir yönetim
yapısı niteliğindedir (Resim 3). Taş duvarları, yapısal dörtgen formu,
hem yönetim hem de yaşam alanlarını bir arada sunmasıyla kale konut
niteliğindedir. Memiş Ağa’nın toplantılarını burada yaptığı hatta zemin katta
bulunan zindanda cezalandırılmış kişilerin tutulduğu rivayet edilmektedir.
Konak ihtişamlı ve farklı formuna karşın plansal düzenleme olarak Sürmene
konaklarının özelliklerine sahiptir.
Resim 3. Kastel Memiş Ağa Konağı Dış Cephe.
Memiş Ağa Konağı, Sürmene ve çevresinde bir ağa evinde olması
gereken tüm formal ve plansal özellikleri taşımaktadır. Tek farkı oda ve
mekânsal organizasyonun iki katta düzenlenmiş olmasıdır. Kastel Memiş
Ağa Konağı, form olarak geniş saçaklarıyla uçmaya hazırlanan kartala
82
UKHAD 1 (3) 2015
benzemektedir. Cephede kademeli, İki katlı ve geniş saçaklı bir yapıdır. 4 yatak
odası ve 2 toplantı odası bulunmaktadır. Memiş Ağa’nın 4 eşi bulunmaktadır
ve her bir eşe ayrı oda düşünülmüştür.
2. Konstrüksiyon, Strüktür;
Memiş Ağa Konağı güçlü konstrüksiyona sahip bir taş binadır. Konak
da taş ve ahşap işçiliği en üst seviyededir. Konağın ön cephesinin göz dolmalı
teknik ile inşa edildiği görülmektedir. Yapının strüktürü Karadeniz yöresine
ait karma sistem ile oluşturulmuştur.
“Göz dolma, Doğu Karadeniz’deki en gelişmiş yapı tekniğidir. Taş ve
ahşabın bir yapı duvarını oluşturmasından öte, getirdiği doku ve renk estetiği,
ayrıca belli bir modülasyon fikrini ve ahşap birleşmelerdeki geçme tekniğini
başka bir yerde bulmak oldukça güçtür” (Sözen, Eruzun, 1992: 123).
3. Malzeme, doku;
Memiş ağa Konağı bulunduğu bölgede taş ve ahşap işçiliği ile ünlü bir
yapıdır. Özellikle kapı kanatları ve tavanlar ahşap işçiliğinin en mükemmel
örneklerini oluşturmaktadır. Harem odasındaki kapıların (Resim 4) hepsi rum
ve türk işçiliğinden oluşmaktadır. Trabzon yöresindeki en ince ağaç işçiliği bu
konakta görülmektedir. Kapılarda, bitkisel ve geometrik biçimlerin bir arada
kullanılarak farklı kompozisyonlar elde edildiği görülmektedir.
Resim 4. Memiş Ağa Konağı Kapı Örneği.
83
UKHAD 1 (3) 2015
“Son derece zengin bir ağaç işçiliğine sahip olan konağın kapı kanatları,
pencere parmaklıkları, görülmeye değer güzelliktedir. Özellikle sofanın
tavanı, odalara açılan kapılar ve selamlıktaki döner tavan belki de Trabzon
yöresinin en güzel ağaç işçiliğini karşımıza çıkarmıştır. Buradaki ağaç
işlerinde geometrik ve bitkisel kompozisyonlarda oyma tekniği son derece
başarılı biçimde uygulanmıştır. Pencere parmaklıkları Pencereler dışarıdan
gelecek olan saldırılara karşı koruma amaçlı yapılmıştır” (Yücel E., 1990:
39). İşçilik ön plandadır ve kapı ve pencerelerdeki rölyef kabartmalar dokusal
olarak kuvvetli etki yapmaktadır.
18. yy da İkinci kuşak Ağa’nın verem rahatsızlığı bulunmasından
dolayı dışarı çıkamamaktadır. Dolayısıyla devamlı temiz hava alması
gerekmektedir. Böylece Memiş Ağa kendi odasına 3 döner pervaneli tavanı
yaptırmıştır. Tavanın göbeğinde bulunan çıkıntı, mil etrafında dönebilen parça
sayesinde rüzgâr olduğu zaman dönerek hava sirkülâsyonunu sağlanmaktadır.
Böylece rüzgârgülü ve vantilatör vazifesi görmektedir. İki katlı kâgir olan
kale evin üst katındaki odanın ortasında bir mil etrafında dönebilen tavanın
bu özelliğinden dolayı konak, halk arasında “Döner Tavanlı Konak” olarak
tanınmaktadır. Süslemeli tavandaki döner kısım, istenildiğinde yükseltilerek
doğal havalandırma sağlanmaktadır.
Resim 5. Döner Tavanlı Oda
Her odada yer alan şöminelerde, nişlerde ve dolaplarda taş oyma
işçiliği görülmektedir (Resim 6). Bölge taş ve özellikle ahşap işçiliği ile
ünlü olduğundan, kapı kanatları ve tavanlar ahşap işçiliğinin en mükemmel
örneklerini sergilemektedir. Burada kullanılan geometrik ve bitkisel
kompozisyonlar karıştırılarak farklı bir kompozisyon elde edilmiştir.
84
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 6. Konak Odası
1. Renk;
Konağın içinde bulunan bütün eserler orijinal haliyle korunmuştur.
Üstlerinden orijinal halleri bozulmadan boyanmışlardır. Harem odası örneğinde,
duvarlar beyaz renktedir. Zemin, kapılar ve pencereler ahşap (ceviz) kaplamadır
koyu kahverengi. Tavanda ve pencere pervazlarında kırmızı ve yeşil rengin
doygunluğu azaltılarak mekânda baskın olarak kullanıldığı görülmektedir.
Tamamen zıt renk harmonisine sahip bir mekân değildir. Dikkatli bakıldığında
diğer renklerinde mekânın renk harmonisinde var olduğu görülür. Dolayısıyla
mekânda çok renk harmonisi bulunmaktadır (Resim 7).
Resim 7. Harem Odası
Yapı malzemesi ahşap ve doğal taş olan Kastel Memiş Ağa Konağı
bezeme yönünden zengin bir yapıdır. Doğaya ait çiçek, ağaç ve bunun
85
UKHAD 1 (3) 2015
gibi biçimlere sahip olan bezemeler döşeme, duvar ve tavanlarda sık sık
görülmektedir. Konak dış cephede akromatik, iç mekânlarda ise kromatik
renk harmonisine sahiptir.
2. Oran, Ölçek;
4 eşli olduğu rivayet edilen Memiş Ağa’nın kalabalık bir ailesi
bulunmaktadır. Dolayısıyla konak kalabalık ailelerin yaşamasına yönelik
olarak düşünülmüştür. Geniş bir plan üzerinde yapılandırılmış olan konağın,
çevresinde bulunan diğer konaklardan tek farkı, iç mekânsal organizasyonun
iki katta düzenlenmiş olmasıdır. Yüksek tavanları ve ferah iç mekânlarıyla
kullanıcıya uygun alanlar oluşturulmuştur.
“Masif ve yontu taşı ile inşa edilmiş esas binanın ahşap ve göz göz
meydana getirilmiş boş pencereli öndeki ikamet kısımları, ahşap kısım ile taş
duvar arasındaki döşeme ve taban girişinin meydana getirdiği zengin silme
motifi, binada mimarinin ilk dikkat çeken elemanları oluyor. Bunun yanında
yapıya hâkim olan proporsiyon ve ölçü olgunluğu gözden kaçmamaktadır”
(Erim, 1971: 31).
3. Ritim, hareket;
Doğu Karadeniz yapı karakteristiği olan taş duvar ve göz dolma
duvarların, Memiş Ağa Konağında bir arada kullanıldığı görülmektedir.
Böylece dış cephesinde yöresel olarak ortaya çıkan duvar sisteminin cephe
ritmine etkisi kaçınılmazdır. Özelikle kuzey cephede yer alan bu dokusal
harekete destek olarak pencere ve kapıların ritimsel hareketi yine bu cephede
vurgulanmıştır. Çatı altı kirişlerde 1.50 m öne çıkarak saçaklar meydana
getirilmiştir. Bu saçaklar iç ve dış köşe dönüşlerinde yuvarlak dönüşleri
ritimsel olarak tekrar halindedir. Ayrıca iç mekânlarda görülen taş ve ağaç
oyma işçiliklerinde ritim ön plandadır. Bu işçiliklerde elde edilen bitkisel
veya geometrik formlar, mekânlar arasında düzenli olarak tekrarlanmaktadır.
Konağın her bir odasında farklı bir atmosfer oluşturulmuştur.
1. Harmoni, uyum, özgünlük;
Ülkemizde farklı bir yeri olan Doğu Karadeniz Mimarisinin en iyi
örneklerinden biri Memiş Ağa Konağı’dır. Cephesinde kullanılan göz dolma taş
işçiliği vb gibi yapı karakteristiği, yöreye ait özgünlüğünü ortaya koymaktadır.
Yapının özellikle konstrüksiyon tekniği ile taş ve ahşap işlemesindeki ustalık
büyük bir harmoni içerisindedir. Trabzon ve yöresinde bulunan konaklarla
uyum içerisindedir.
86
UKHAD 1 (3) 2015
2. Kentsel estetik;
Vadiler, yamaçlar, sarp zirveler, ormanlar, akarsular vb. gibi zengin
bitki örtüsüne sahip olan Doğu Karadeniz Bölgesi kentsel estetiği özgün olan
bir bölgedir. Doğu Karadeniz ormanlarının arasında bir yamaca yerleştirilmiş
olan Memiş Ağa Konağının arkasında heybetli bir orman yükselmektedir, ön
cephesi ise denize bakmaktadır. Değişmekte ve kentleşmekte olan çevresine
rağmen kültürel miras olarak korunmaktadır.
Araştırma Bulguları
Türkiye coğrafi konumu, kültürü ve zengin tarihsel birikimiyle mimari
alanda yöresel çeşitlenmelere sahip bir ülkedir. Sanayinin gelişimiyle birlikte
yapım malzeme ve tekniklerinin değişmesiyle, yapılaşma her coğrafya da
birbirine benzer kentler ortaya çıkarmaya başlamıştır. Doğu Karadeniz Bölgesi
yöresel, kültürel, mimari ve estetik kavrayışlarıyla birlikte farklılıklarını
muhafaza etmiştir. Doğu Karadeniz Mimarisi, ülke örnekleri içinde bu
zamana dek korunmuş kültür mirası içinde yer almaktadır. Çağdaş mimariye
esin kaynağı olabilecek çözümlere sahip bu yöresel yapıların korunması
gerekmektedir.
Bitki örtüsünün zenginliği, ormanları, akarsuları, her türlü renk ve
özellikle yeşil rengin her tonunu barındıran bir yer olan Doğu Karadeniz bölgesinin günümüze dek korunmuş ahşap mimarisine sahip Memiş Ağa Konağı 4
kuşaktan oluşmaktadır. 17. yy dan 1975’e kadar yaşam sürdürülmüştür. En
son kuşak Banker Kastelli’nin dedesi İhsan Kastelli’dir (İhsan Ağa).
Kültürel miraslarımızdan olan Doğu Karadeniz mimarisi farklı kültürü
ve karakteristik yöresel mimari sanatıyla beraber Anadolu mimarlığının en
karakteristik bölgesidir. Kastel Memiş Ağa Konağı, Trabzon’a gelen birçok
araştırmacının ve turistin ilgisini çekmiştir. Konak 2000’li yılların başında
restore edilmiştir. Yapının strüktürü, cephesi, duvar resimleri rölyefleri vb gibi
birçok detay özenle korunmuş ve Doğu Karadeniz kırsal mimari örneği olarak
sunulmuştur. Memiş Ağa Konağı, günümüzde bir firma tarafından turistik
olarak hem müze niteliğinde hem de restoran amaçlı olarak işletilmektedir.
El sanatlarıyla ünlü Sürmene’nin kültür varlıkları, konakta sergilenmekte ve
yaşayan müze olarak düzenlenen konakta ziyaretçiler yemeklerini konağa
gelen misafir gibi yiyebilmektedir. Konağın bahçesinde yapılan düzenleme
sayesinde ise yine ziyaretçiler çaylarını konağın ihtişamı altında onu izleyerek
yudumlayabilmektedirler.
Mimaride estetik, yapıları birbirinden ayıran ve mekânların akılda
kalmasını sağlayan niteliklerdir. Kastel (Memiş) Ağa Konağı estetik yönü çok
87
UKHAD 1 (3) 2015
kuvvetli bir yapıdır. Memiş Ağa Konağının restorasyonunun ne kadar doğru
yapıldığı tartışma konusu olabilir. Fakat bu restore sayesinde çürümesinin
engellenerek konağın yaşatılması ve hakla açılması ülkemizde yer alan tüm
kültür varlılarımızın korunması için örnek teşkil etmelidir.
KAYNAKLAR
Erim Gazanfer, (1971), “Rize Çevresinde Yerleşme ve Evler”,
Türkiyemiz Dergisi, Akbank Yayınları, S: 4
Güler Koray, (2012), “Doğu Karadeniz Kırsal Mimarisi Örneklerinden
Rize-Fındıklı Aydınoğlu Evi Restorasyon Projesi”, İstanbul Teknik
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Mimarlık Anabilim Dalı, Restorasyon
Programı Yüksek Lisans Tezi.
Kuban Doğan, (1998), Mimarlık Kavramları, İstanbul: Yapı Endüstri
Merkezi Yayınları.
Küçük Aysel, (2007), “Hey Gidi Kastel Konağı”, arweningunlugu.
blogspot.com.
Özsırkıntı Kasap Handan, (2014), “Endüstri Yapılarının Dönüşümü
Sonucunda Ortaya Çıkan Loft Yapıları ve Estetik”, Artium Journal, C.3, S.1,
s. 151-164.
Sümerkan M. Reşat, (1989), “Gelenekselden betonarmeye Trabzon
kırsal mimarlığı”, Mimarlık, S. 2, s. 82-86.
Sözen M., Eruzun C., (1992), Anadolu’da Ev ve İnsan, İstanbul:
Creative Yayıncılık ve Ltd. Şti.
Yücel Erdem, (1990), “Trabzon Ev ve Konakları”, Kültür ve Sanat
Dergisi, Yıl 2, S:5.
88
UKHAD 1 (3) 2015
TÜRK MÜZİK EĞİTİMİNDE ÇOK YÖNLÜ BİR KİŞİLİK
İLHAN BARAN
A Multifaceted Personality Turkish Music Education İlhan Baran
Elif Sanem GÜLEÇ KÜLEKÇİ*
ÖZET
Artvin Şavşat doğumlu olan besteci İlhan Baran (1934- ), Ankara Devlet
Konservatuarı kompozisyon bölümünde Ahmed Adnan Saygun’un öğrencisi olmuştur.
Selçuk Gündemir ile piyano, Ruşen Ferit Kam ile geleneksel Türk müziği, Muzaffer
Sarısözen ile Türk halk müziği ve Kemal İlerici’yle Türk müziği armonisi çalışmaları
yapmıştır. 1962 yılında devlet bursu ile Paris’e gönderilerek Ecole Normale de
Musique’te Henri Dutilleux ve Maurice Ohana ile eğitimini sürdürmüştür.
1920-1930 kuşağı bestecilerimizden olan İlhan Baran, 1964’te lisans diplomasını
almasının ardından, 1965’ten 2000’e kadar Ankara Devlet Konservatuvarı’nda, 2000
yılından sonra Bilkent Üniversitesi Müzik Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev
yapmıştır. Baran eğitimci kimliğinin dışında, Türkiye’de müzikolojinin gelişimi
hakkında görüşleri ve bu alanda yaptığı araştırmalarla müzikoloji bilim dalına katkı
sağlamıştır.
Çalışmada; betimsel araştırma yöntem ve teknikleri kullanılarak, çok yönlü
çalışmalarıyla dikkat çeken İlhan Baran’la ilgili bulgular değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Müzik Eğitimi, İlhan Baran, Türk Musikisi
ABSTRACT
Born in 1934, İlhan Baran studied composition with Ahmed Adnan Saygun,
piano with Selçuk Gündemir, classical Turkish Music with Ruşen Ferit Kam,
traditional Turkish Music with Muzaffer Sarısözen, Turkish Music harmony with
Kemal İlerici at Ankara State Conservatory. He was given the state scholarship in
1962 and studied at Ecole Normale with Henri Dutilleux and Maurice Ohana in Paris.
After graduating from college in 1964, he worked as a lecturer at Ankara State
Conservatory between 1965 and 2000 and Bilkent University after 2000. He has also
done a valuable contribution to musicology with his insights and researches.
Using a descriptive method, this work contains various findings about this
versatile composer.
Key Words: Music Education, İlhan Baran, Turkish Musical
* Dr. Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü. Kocaeli/TÜRKİYE
89
UKHAD 1 (3) 2015
GİRİŞ
İlhan Baran’ın Özgeçmişi
Çocukluğunu, babası askeri yargıç Sabri Baran’ın görevleri nedeniyle
Anadolu’nun değişik köşelerinde geçiren İlhan Baran, Ankara Cebeci
Or­taokulu’nda okurken öğretmenlerinin yönlendirmesiyle müziğe ilgi
duymuştur. Atatürk Lisesi’nde müzik öğretmeni Ziya Aydıntan’ın da
özendirmesiyle on altı yaşında Ankara Devlet Konservatuarı yaylı çalgılar
bölümü öğrencisi olmuş­tur. Önce Fromme ile kontrbas çalışmış, bir yıl sonra
kompozisyon bölü­müne geçerek Adnan Saygun’un öğrencisi olmuş; bu arada
Selçuk Günde­mir’den piyano, Ruşen Ferit Kam’dan divan müziği; Muzaffer
Sarısözen’den halk müziği dersleri almıştır. Okul dışında Kemal İlerici ile
Türk müziği armonisi çalışmıştır.
1960 yılında ADK’nin ileri devre kompozisyon bölümünü bitiren İlhan
Baran, 1962’de devlet bursu kazanarak Paris’e gitmiştir. Ecole Normale
de Musique’deki öğrenciliği sırasında Henri Dutilleux ve Maurice Ohana
ile çalışmış ve 1964’te “Licence de composition” diploması almıştır. Aynı
yıl Paris Radyo ve Televizyonu’nda “Somut Müzik” kurslarına katılmıştır
(İlyasoğlu, 2007: 173).
1965’te yurda döndükten sonra da Ankara Devlet Konservatuvarı’nda
ders vermeye başlayan ve kompozisyon bölüm başkanlığı da yürüten Prof.
İlhan Baran, 1965’ten 2000 yılına kadar Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet
Konservatuarı’nda öğretim üyesi olarak görev yapmıştır.
İlhan Baran’ın Besteciliği
6 Aralık 2009’da Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü’ne layık
görülen sanatçı düzenlenen törenin dinleti kitapçığında şöyle tanımlanmıştır:
İlhan Baran, yapıtları uluslararası alanda giderek daha çok ilgi gören,
önemli çağcıl bestecimiz ve çok yönlü müzik eği­timcimizdir o, Divan müziği
ile Türk halk müziği ve Anadolu ruhunu Batı armonileri ile buluşturan,
soyutlayarak özgün bir senteze kavuşturan, felsefi temeli bulunan, dadaizm
ve sür­realizmden esinli, derinlikli besteler yapmıştır. Baran’ın yapıtları,
geleneksel divan müziği ile halk müziği tekniklerini evrensel çoksesli sistemler
içinde eriterek çağcıl ve özgün bir müzik yapma konusunda 21 ‘nci yüzyıla
yakışan çok gelişkin bir örnek oluşturur (Kahramankaptan, 2010: 245).
Baran, 1984 yılında Evin İlyasoğlu’na yazdığı mektubunda eserlerini
şöyle tanımlamaktadır:
Benim çalışmalarım, Anadolu halk müziklerinin ve divan müziğinin
90
UKHAD 1 (3) 2015
doğal bir devamıdır. Tabii ki çoksesli planda devamıdır. Çoksesli plan girince
zaten çağımızın bütün teknik ola­naklarının istenildiği zaman kullanılması
akla geliyor. Dolayısıyla, kesinlikle belli tekniklere bağlı kalmıyorum. Ma­
kamsal malzemeyi, modal malzemeyi ifade icabı her türlü şekle sokmayı
deniyorum.” Nasıl beste yaptığıyla ilgili şu yanıtı vermiştir: “Çalarım evet, ama
genel şemasını her zaman masa başında yapıyorum, felsefesini yapıyorum.
Aklıma bir şey takılırsa piya­noya oturuyorum ama nasıl bir bütün olacağını
önceden dü­şünüyorum. İki sesli, belirsiz bir kontrpuan, sayfalarca süren
gibi... Ama bazen improvize ederken garip şeyler dikkatinizi çeker, günlerce
improvizasyona ağırlık verirsiniz gün­lerce. Buradan ne çıkar? Ya hiçbir şey
çıkmaz ya da harika birşey çıkar (Kahramankapta, 2010: 246).
Besteci Mahir Cetiz ise, hocasının bes­teciliğini şöyle değerlendirir: “Pek
çok eserinde gözlemlenebileceği üzere, ritmik ve me­lodik yapılandırmalara
geleneksel Türk müzik kültürü kaynaklık eder. Fakat bu ögeler her zaman
usta bir işlenmişlikle ve son derece özgün bir biçimde soyutlanmış olarak
sunulur. Bu çağdaş yaklaşımı ile benim için olduğu kadar başka besteciler için
de İlhan Baran’ın müziği, Çağdaş Türk Müziği tarihinde son derece önemli
bir referans noktasıdır.”
İlhan Baran’ın yapıtlarında Türk halk müziği ve divan müziğinin ma­
kamlarından esinlenen renklerle, dirençli bir ritmik yapı göze çarpar. Yer yer
Kemal İlerici’nin dörtlülüğe dayalı sistemi, yer yer pentatonik ve bazen de
atonal ve modal dokunun iç içe işlendiği bir teknik çıkar ortaya.
Baran, divan müziği ile halk müziği tekniklerini geliştirilerek, evren­
sel çoksesli dizgeler içinde eritilmesi gereğine ve yeni Türk müziğinin an­cak
böyle bir bireşimden doğabileceğine inanır. Yapıtlarının telif hakkı kendisine
aittir (İlyasoğlu, 2007: 163).
Baran’ın eserleri hakkında Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü’nce ya­yımlanan yüksek lisans tezinde (Çelak, 2000) bestecinin
eserleri şöyle değerlendirilmiştir.
1-Form: Yapıtların kuruluşlarında, A, B, A formundan baş­layarak, çok
karmaşık fakat anlaşılabilir ve dengeli formlar oluşturulmuştur. Yapıtlardaki
kesimler, bazen cümle yapısı bazen da tek bir fikir olarak bestelenmiş.
2- Tonal/Modal Anlayış: Yapıtların hemen hemen tümü, modal bir
anlayışla bestelenmiş; çoğunda Eoliyen, Frijyen mod­ları bir kısmında Türk
dizileri, (Kürdi, Hüseyni vb. diziler) kimilerinde de yapay diziler ve tetrakordlar
kullanılmış. Türk dizilerinin geleneksel kullanımına da rastlanmaktadır.
3-Ezgisel Yapı: Yapıtlarda kullanılmış olan ezgiler, halk müziği ezgileri,
halk müziği tarzında bestecinin özgün ezgileri, halk müziğinden hareket edilip
91
UKHAD 1 (3) 2015
soyutlanmış ezgiler ve bestecinin kendine özgü yaratmış olduğu ezgilerdir.
4-Armonik Yapı: Yapıtların bazıları Dörtlü Armoni, bazı­ları da 20. y.y.
müziğinin zengin armoni anlayışı içerisinde bestelenmiştir.
5-Tartımsal Yapı: Yapıtlarda, çok geniş bir ölçü göstergesi paleti, çok
çeşitli tartım biçimleri ve bileşimleri kullanılmış. Ya­pıtlar, bölümler, kesimler
ve kesitler arasındaki eksen kontrastı, tartım kontrastı, rejistr kontrastı, mod
kontrastı, nüans kont­rastı, hız kontrastı özenle düşünülmüştür.
6- Piyano Yazısı: Yapıtlarda, ezgi ve eşlik yazısı, armonik yazı,
kontrpuantik yazı, akordal ve tek sesli yazı gibi, çok çeşitli yazı teknikleri
kullanılmış. Bu yapıtlarda, tümüyle İlhan Baran’a özgü, özgün bir piyano
yazısı elde edildiği gözlenmektedir.
7- Müzikal Öğeler: Yapıtların tümünde, birbirinden farklı müzik
fikirleri arasında hem uyum hem kontrast gözlenmektedir. Ezgi, armoni, ritm,
ölçü, hız (tempo), rejistr, nüans gibi belli başlı müzikal öğeler, son derece
ustalıkla kullanılmış. Sonuçta, müzikal etkisi çok yüksek olan eserler elde
edilmiş.
İlhan Baran, bu eserleriyle, ken­dine özgü bir müzik evreni yaratmış,
Çağdaş Türk Müziğine ve 20. yüzyıl müzik dağarcığına katkıda bulunmuştur
(Kahramankaptan, 2010: 245-248).
İlhan Baran’ın Eserleri
Orkestra
*Töresel Çeşitlemeler
Oda Müziği
*Yaylı Çalgılar Dörtlüsü
*İki Flüt İçin Dört Parça, 1971 (HÜ-MSGSÜ)
*Demet Süiti (Flüt, Obua, Klarnet, Korno, Fagot), 1973 (Bilkent-HÜMSGSÜ-SCA Dönüşümler (Keman, Piyano, Viyolonsel), 1975 (Bilkent-HÜMSGSÜ)
Şan ve Piyano­
*Uygulamalar I.Defter “Bas ve Piyano İçin”, 1970 (HÜ- İDOB-MK)
*Uygulamalar II.Defter “Bas ve Piyano İçin”, 1972 (Bilkent-HÜ-MKMSGSÜ)
*Dört Zeybek (Bas), 1973 (Bilkent-HÜ-İDOB-MSGSÜ)
­ olo Çalgı
S
*Çocuk Parçaları (Piyano veya Klavsen), 1970 (Bilkent-HÜ-MK)
92
UKHAD 1 (3) 2015
*Küçük Süit (Piyano), 1969 (Bilkent-HÜ-MK-MSGSÜ)
*Üç Soyut Dans (Piyano), 1968 (Bilkent-HÜ-MK-MSGSÜ)
*Bir Bölümlü Sonatina (Keman), 1969 (HÜ-MK-MSGSÜ- İDOB)
*Üç Bagatel (Piyano), 1974 (HÜ-MK-MSGSÜ)
*İki Sesli Sonatina (Piyano), 1974 (Bilkent-HÜ-MK-MSGSÜ)
*Siyah-Beyaz (Piyano), 1975 (Bilkent-HÜ-MSGSÜ)
*Mavi Anadolu (Piyano)
Koro
*Eylül Sonu
*Ezgi Demeti “Çocuk Korosu İçin”, 1984 (Bilkent-Hü)
*Şarkılar
Yayın
*Temel Müzik Kuralları (Danhauser’den Genişleterek Yazdığı Bir
Teori Kitabı) (Antep, 2006: 414-415).
İlhan Baran’ın Cd-Plak Kayıt Listesi (Antep, 2012: 32-33).
ESER ADI
“ALBÜM ADI”
SOLİST/ŞEF/
ORKESTRA/KORO
ŞEFİ/KORO
YAPIMCI/ALBÜM/
KATALOG NUMARASI/
ÇUBUK KOD
NUMARASI/
YAYIN YILI
Piyanolu Trio İçin
Dönüşümler “Batı
Tarzında Türk Müziği”
Dr.Şölen Dikener
(Viyolonsel)/orpheus
Piano Trio/BurdicThome String Quartet
Proje: Ş.Kahramankaptan
YESA YS-010, 2002
1 Bölümlü Sonatin
“Batı Tarzında Türk
Müziği”
Dr.Şölen Dikener
(Viyolonsel)/Orpheus
Piano Trio/BurdicThome String Quartet
Proje: Ş.Kahramankaptan
YESA YS-010, 2002
Yaylı Kuartet İçin Üç
Parça “Batı Tarzında
Türk Müziği”
Dr.Şölen Dikener
(Viyolonsel)/orpheus
Piano Trio/BurdicThome String Quartet
Proje: Ş.Kahramankaptan
YESA YS-010,2002
Dönüşümler “Twentieth
Century Piano Trios”
Trio Melbourne
Move MD 3176
93
UKHAD 1 (3) 2015
Uygulamalar
I.Defterden “Ferayi”,
The Art of Turkish
Songs”
Mesut İktu (Bariton)/
Sergey Gavrilov
(Piyano)
VMS Musical Treasures,
VMS 129, 2004
Ferai “Anadolu
Türküleri”
Necat Pınazoğlu
(Bas)/Nurten Tezmen
kolçak
Kalan Müzik CD 104,
69183002524, 1998
Uygulamalar II.
Defter’den “Evlerinin
Önü” The Art of
Turkish Songs”
Mesut İktu (Bariton)/
Sergey Gavrilov
(Piyano)
Evlerinin Önü
“Anadolu Türküleri”
Necat Pınazoğlu
(Bas)/Nurten Tezmen
kolçak
Kalan Müzik CD 104,
69183002524, 1998
Çocuk Parçalarından
Dokuz Parça “Türk
Çocuk Parçaları”
Yeşim Gökalp
(Piyano)
A.K.Müzik, AK 804-2, Kod
No: 8698540880422, 2008
Çocuk Parçalarından
Dokuz Parça “Yeni Bir
Deyiş”
Leyla Pınar (Klavsen)
Museum Sabam 16368
MMD 010/93
Siyah Beyaz “Türk
Piyano Ezgileri”
Yeşim Gökalp
(Piyano)
A.K.Müzik, AK 804-2, Kod
No: 8698540880422, 2008
Mavi Anadolu “Çağdaş
Minyatürler”
Yeşim Gökalp
(Piyano)
Çağsav Müzik,
8680202661012, 2011
Alla Turca “Alla
Turca”
Hülya Kazan
(Soprano)/ Seyit Yöre
(ud)
Kaf Müzik, ATCD1, 2006.
94
VMS Musical Treasures,
VMS 129, 2004
UKHAD 1 (3) 2015
İlhan Baran’ın Makara Bant ve Dat Kayıt Listesi (Antep, 2012: 32-34).
ESER ADI
SOLİST/ ŞEF/
ORKESTRA/ KORO
ŞEFİ/ KORO
DİSKOTEK YER
NO/ DEMİRBAŞ
NO:KBM(VARSA) KAYIT
TARİHİ
Tek Bölümlü
Sonatina
Cihat Aşkın( Keman)
CA17* (Dat Kaydı)
Mavi Anadolu
Yeşim Aklaya (Piyano)
B 1829
Eylül Sonu
Şef: İnci Özdil/ Devlet
Çoksesli Korosu
A2496
Küçük Süit
Yeşim Alkaya (Piyano)
A2449
Çocuklar İçin 9
Küçük Parça
Ayşe Ekşi (Çembalo)
1805/26469
“Dönüşümler”
Başlıklı Fantasia
Ulvi Yücelen
(Keman)/Engin Sansa
(Viyolonsel)/ Kamuran
Gündemir (Piyano)
1794/26458
Üfleme Çalgılar
Beşlisi İçin “Demet”
Şakir Yol aç (Obua)/
Hayrullah Duygu
(Klarinet)/Nuri Göktürk
(Fagot)/ Erol Gömürgen
(Korno)
1794/26458
Bas ve piyano İçin
Uygulamalardan
Beş Tanesi
Ayhan Baran (Bas)/ İlhan
Baran (Piyano)
1793/26457
Uygulamalardan
Beş Tanesi
Ayhan Baran (Bas)/ İlhan
Baran (Piyano)
A810
Üfleme Çalgılar
Beşlisi İçin “Demet
Anakara Üflemeli
Çalgılar Beşlisi
(Mükerrrem Berk-Flüt/
Şakir Yolaç-Obua/
Hayrullah DuyguKlarinet/Osman Nuri
Göktürk-Fagot/ Erol
Gömürgen-Korno)
A673-A683-A1228-A1599B471-B1245
95
UKHAD 1 (3) 2015
Piyano İçin “Siyah
ve Beyaz”
Ayşe Ekşi (Piyano)
A828-A 1027-A1595A1601-B555-B956-B1691
Yörük Yaylası
Türküsü
Ayhan Baran (Bas)/ İlhan
Baran (Piyano)
B1544
Güvercin
Ayhan Baran (Bas)/ JeanPierre Faber (Piyano)
B1572-B1597
Yiğitleme
Ayhan Baran (Bas)/ JeanPierre Faber (Piyano)
B1572-B1597
Dört Türkü
1..Kolbaşı, 2.Yörük
Ali, 3. Estergon
Kalesi, 4.Köroğlu
Ayhan Baran (Bas)/ İlhan
Baran (Piyano)
B627
Üç Soyut Dans
Yıldıray Ölçer (Piyano)
B775-B901-B1287
Bir Bölümlü
Sonatina
Atilla Işıksun (Keman)
A861-B1690
Atilla Işıksun (Keman)
B186
İki Sesli Sonatina
Tulga Cetiz (Piyano)
A674-A882-B1005
Dokuz Çocuk
Parçası
Ayşe Ekşi (Çembalo)
B798
Çocuk Parçaları
Ayşe Ekşi (Çembalo)
A794-B1154-B1642-B1707
Tek Bölümlü Sonat
İlhan Baran’ın Eğitimciliği
Baran’ın en önemli özelliklerinden biri, derslerini dinlemek veya
katılmak isteyen öğrencilere kapısının her zaman açık oluşudur. Hevesli ve
yetenekli bulduğu öğrencileri daha fazla bilgi edinmelerini sağlamak için
kollamıştır. Besteci solfej ve armoni derslerinde kullanılacak kitapların
dışında öğrencilerinin müzik kültürünün artması ve dünyayı anlamaları için
yaşlarına uygun kitapları önermiştir.
Fazıl Say da, hocasıyla ilgili görüşlerini Uçak Notları başlıklı
kitabında şöyle açıklar: “Kompozisyon hocam Prof İlhan Baran gibi rafine
bir entelektüele dünyada çok az rastlanır. Konservatuvara iki tam gün onun
dersleri için giderdim. Muhiddin ve ben, hocamla sabah dokuzda başlardık
çalışmaya, bazen gecenin geç saatine kadar uzanırdı dersimiz. Mola
96
UKHAD 1 (3) 2015
vermezdik, ama değişik konu­lara eğilir, hep birlikte yemeğe çıkar, yemekte,
parklarda, kütüphanelerde konuşup tartışarak dersi sürdürürdük. Videodan
seyrettiğimiz operalar, gittiğimiz sinemalar, müzeler, dersin birer parçasıydı.
“Analiz” dersle­rinde Bach’ın füglerinden Schumann’ın konçertolarına, Alban
Berg’in operalarından Charles lves’in yapıtlarına kadar bütün yaratıları inceler,
çözümlerdik. Müzikte el atmadığımız, araştır­madığımız konu yoktu. Dört yıl
süren bu çalışma dizgesinin ana başlıkları şöyleydi: Müzik tarihi, form bilgisi,
tonal armoni, orkes­trasyon, füg, çağdaş teknikler, antik Yunan modları, enstrü­
mantasyon, stil bilgisi, Türk makamları, usulleri ve onları çağdaş müzikte
kullanım teknikleri, caz armonisi...” (Kahramankaptan, 2010:164-165
Baran’ın sonraki dönemlerde Batı’da aldığı ödül ve siparişlerle tescil
edilmiş öğrencisi Mahir Ce­tiz ise: “Konservatuardaki eğitimimin daha ilk
yıllarından itiba­ren kendisinden öğrendiklerim bireysel ve entellektüel
gelişimim açısından son derece belirleyici olmuştur. Bu yıllarda, her ne kadar
kendisinin solfej sınıfında olmasam da, derslerini dinle­yici olarak ziyaret
ederdim. Bu derslerde sadece solfej teori ve dikte yapılmaz, teorik fizikten
felsefeye, görgü kurallarından bir sanatçı olmanın ilkelerine kadar pek çok
konu konuşulur, tartışılırdı. Konservatuara yeni başlamış genç öğrencilerin
önüne adeta tüm evreni sunardı İlhan Hoca... Ayrıca, İlhan hocayla olan
ilişkimiz sadece derslerle kısıtlı değildi. Pek çok öğrenci için zaman zaman onu
ziyaret edebilmek ayrıcalığı onurla bahsedilen bir olguydu. Kendisini ziyaret
ettiğimizde eline yeni geçmiş olan bir notayı çalar, ortaya çıkan müzik üzerine
yorumlarda bulunur ve konular başka konuları açarak, akorlardan başlayan
yolculuğumuz evrenin gizemli yapısına veya insan varoluşunun kaotik
doğasına kadar uzanırdı. Bu açıdan, İlhan Hoca’nın varlığı, konservatuarı
bizler için sade bir müzik öğretim kurumu olmaktan öte bir yer haline
getirirdi.” (Kahramankaptan, 2010: 176-177)
“İlhan Hoca sayesinde, kompozisyon sınavları bizler için bir sınanma
yeri değil, bir öğrenme yeriydi. Bu sınavlarda el­bette çalışmalarımızın
sonuçları değerlendirilirdi, fakat İlhan Hocanın yorumları kendimizi ne yönde
geliştirebileceğimiz, nelerin bizim ilgimizi çekebileceği üzerine olurdu. Bu
sınav­larda kendisinden sanat ve felsefe akımları, besteciler, roman­lar, filmler
hakkında pek çok bilgi edinir, sınavdan çok önemli entellektüel kazanımlarla
çıkardık.” (Kahramankaptan, 2010: 176-177)
“Caz ve geleneksel Türk Müziği konularında da çok geniş bir bilgi
dağarına sahiptir İlhan Hoca. Pek az Batı müziği eği­timli müzisyenin
yapacağı şeyleri yapmış, Rauf Yekta Bey üze­rine iki adet çok değerli makale
hazırlamıştır kendisi... Ayrıca yıllardan beri süre gelmekte olan teksesli97
UKHAD 1 (3) 2015
çoksesli müzik kavga­sının aşılması gerektiğini her zaman söylemiştir. Bu
açıdan da değerlendirilebileceği üzere, İlhan Hoca kurumlar üstü düşü­nen bir
sanatçı ve akademisyendir. Cetiz, ideal bir hocada aranması gerekenleri: “Bir
akademisyenin, bir sanatçının veya bir eğitimcinin belki de sahip olabileceği
en değerli özellik, öğrencilerine ve mes­lektaşlarına ilham verebilmesidir.”
demektedir (Kahramankaptan, 2010: 179).
İlhan Baran’ın Müzikoloji Alanındaki Görüşleri ve Çalışmalarından
Örnekler
Baran konservatuarlarda müzikoloji ve etnomüzikoloji bölümlerinin
yer almasını çok önemsemiştir. Bu sayede bilimsel eleştirinin doğabileceğine
inanmış, müzikbilim olmayınca sağlıklı bir müzik anlayışının gelişmeyeceğini
her zaman vurgulamıştır. Türkiye’deki literatürün dünya müzikolojisine
kazandırılması ve tasnifi konusunda görüşlerini şöyle dile getirir:
“Türkiye binlerce yıllık bir birikime dayanan Anadolu halk müziğinin
ve Osmanlı Divan müziğinin sağlıklı bir araştırması ile dünya müzikolojisinde
büyük bir olay yaratabilir. Şöyle ki gerek Anadolu halk müzikleri gerek Divan
müziği çok zengin bir makam yapısına ve de ritm yapısına sahiptir. Aşırı Batı
hayranı bazı yarı aydınların zannettiği gibi tekseslilik sadece modası geçmiş bir
müzik dili değildir. Çoksesli teknikleri teori ve literatür olarak iyi hazmetmiş
olanlar bilirler ki her tek seslilik karmaşık birçok sesliliğin çekirdeği teşkil
eder.” (Kahramankaptan, 2010: 378)
“Çok gariptir ki Batı’nın çok sesli Kilise müziği Anadolu makamları
üzerine dayandığı gibi çağdaş armoni yapılarında ve caz armonisinde yine eski
Anadolu modları gündeme gelmekte ve akla gelmeyecek karmaşık yapılara
konu olmaktadır... Uluslararası literatürde bu makamlar başlıca, İyon Makamı,
Dor Makamı, Frig Makamı, Lid Makamı, Eol Makamı gibi eski Anadolu
uygarlıklarının adlarını taşıyan makamlar şeklinde sınıflandırılır. Bu makamlar
Türklerin orta Asya’dan getirdikleri kendi makamlarıyla da karışarak Anadolu
halk müziklerinin ve Divan müziğinin ezgileri haline gelmişlerdir. Sonuçta
şunu diyebiliriz ki bir kısım müzikçinin zannettiği gibi, ne Türk müziği altı
yüzyıllık bir geçmişe sahiptir, ne de bazı Batıcı snobların zannettiği gibi
teksesli Türk müziği bütünüyle tarihin karanlıklarına gömülmüştür... Yeni ve
özgün müzikolojik çalışmalar yapmadan önce tarihimizdeki önemli literatürün
acilen dilimize kazandırılması, en az bir Batı diline tercümesi, notalarını
modern notasyona çevirimi gerekmektedir... Bunların dünya müzikolojisine
kazandırılması için:
A.Yapıtların Farsça, Arapça ve Osmanlıca’dan günümüzün Türkçesi’ne
98
UKHAD 1 (3) 2015
çevrilmeleri
B. Çeşitli türlerdeki Ebced, Abdülkadir Maragi-Kantemiroğlu-Kındi
Dede, Ali Ufki, Kevseri, Hamparsum nota sistemlerinden modern nota
sistemine çevrimlerinin yapılması gerekir (Kahramankaptan, 2010: 379).
İlhan Baran’ın, Türkiye’de müzikoloji alanında yaptığı “Trabzon ve
Rize Bölgesi Yerel Küğü I”, başlıklı yazısı 1967\TRT I.Folklor Derlemesi
programı içinde, Trabzon ve Rize bölgesini araştıran İlhan Baran ve Cengiz
Tanç’ın, seyahat ve derleme notlarını içermesi bakımından önem taşımaktadır.
TRABZON VE RİZE BÖLGESİ YEREL KÜĞÜ I
(Şenel, 1994: 286-293)
Prof. İlhan BARAN
1. TÖRELER
Halk küğleri yönünden, Trabzon ve Rize bölgesi, “Horon bölgesi”
diye kabul edilir. Bu bölgede konuşulan diller Türkçe, Lazca ve biraz da
Rumca’dır. Lazca’ya geniş ölçüde Arhavi, Pazar ve Hopa dolaylarında rast­
lanıyor. Anlaşıldığına göre bu dil, sadece bir konuşma dili imiş, yazması ve
okuması yokmuş. Lazların, Kafkasya menşeli olduğu tahmin ediliyor.
“Karadeniz şivesi” dediğimiz ve Rize ile Trabzon arasında fark gösteren
bir şive ile konuşan “Karadenizliler” ise, Orta Asya’dan, Kafkasya yoluyla
gelip bu bölgeye yerleşen Türklerdir. Tonya civarındaki Karadenizliler, ayrıca,
Rumca da konuşup, türkü söy­leyebiliyorlar.
Karadeniz insanı, sert tabiatlıdır. Genellikle merttir ve inatçıdır. Biraz
da tabu şeklinde bir namus kavramı vardır. Anaya ve babaya hürmet eder ve
çok gururludur. Silaha son derece meraklıdır. Küğ çalınırken bile, coşkunlu­
ğunu, havaya silah atmak suretiyle gösterir. Tevekkülden hoşlanmaz.
Bu özellikler, bölgenin yerel küğünde de aynen görülür. “Ağlama” adı
verilen ağıtlar bir yana, bu bölgenin küğü sert, canlı, şu veya bu ölçüde çok
seslidir. Anlatım yönünden gelişmiştir. Ucuz duygusallıklara ve kötümser­liğe
düşmez. Duygulardan ziyade sinir sistemine hitap eder. Sevda türkülerinde de
gerçekçi ve ayağı yerdedir.
Karadenizlinin hayal gücü de geniştir. Bilinen bir türkü, hep aynı söz­
lerle tekrar edilmez, hemen her söyleyen, kendine ait yeni sözler uydurur ve
türküleri o sözlerle söyler. Çok yerleşmiş eski türküler, muhakkak ki kendi
sözleriyle de söylenilmektedir.
99
UKHAD 1 (3) 2015
Çok yayılmış olan diğer bir adet, başından geçenleri destan halinde
an­latmaktır. Kemençe ya da diğer bir çalgı eşliğinde, o bölgede geçen bir
olay, askerlik anıları, iki köy arasındaki toprak çekişmeleri gibi konular, türkü
şeklinde hikaye ediliyor.
Bir de „Türkü Atma“ diye bir gelenek var. Düğünlerde ya da diğer top­
lantılarda, iki „Şair“ karşılıklı geçiyorlar; çalgı eşliginde, birinin söylediği
bir beyite, diğeri, uygun kafiye ya da redif ile cevap veriyor. Uzun çekişmeler­
den sonra, nihayet birisi, ötekini pes ettiriyor. Bu gelenek, Rize dolaylarında,
bilhassa eskiden çok yaygın imiş hatta, Çayeli ilçesine bağlı „Şairler köyü“diye de, böyle şairleri yetiştiren bir köy varmış.
Trabzon ve Rize bölgesi, ilçe ve köylerinde, küğ ve oyun‘un, bazan gü­
nah ve haram sayıldığı oluyor; buna rağmen, her zaman küğ yapanlar ve oyun
oynayanlar yetişiyor.
II. OYUNLAR
Yazının en başında belirttiğimiz gibi, Trabzon ve Rize bölgesinin ana
oyunu „Horon „dur. Horonlar, yalnız erkekler tarafından, yalnız kadınlar ta­
rafından ya da karışık olarak oynanabiliyor.
Oyunlar, genellikle, çıktıkları köy, ilçe yada il‘in adı ile anılıyor.
Örneğin:Hasbal oyun havası, Kadırga oyun havası, Görele oyun havası,
Şalpazarı oyun havası, Trabzon oyun havası, Ören oyun havası, Hemşin
titreme ho­ronu, Hemşin sıksarayı, Hemşin tulum-zurna oyun havası, Aspet kız
oyun havası, Pekso oyun havası, Maçka oyun havası gibi.
Aynı şekilde:
Rıze iki-ayak kız horonu, Rize üç-ayak kız horonu, Rize dört-ayak kız
horonu, Rize sallama horonu, Rize sıksaray horonu, Rize ters-ayak ı, Rize
çiftetellisi, Rize davul-zurna horonu, Rize karşılama oyun havası, bu il‘in
başlıca oyunları.
Ayrıca, Akçaabat’ta, ikişer ikişer karşılıklı olarak ve bıçakla oynanan
Palabıçak oyunu ile ekip halinde oynanan Hozangel oyunları mevcut. Bir de,
oyunların sonunda bir çeşit selamlama var ki o da Hisa adını alıyor.
III. ÇALGILAR
Kemençe
Trabzon ve Rize bölgesinin ana çalgısı kemençe‘dir denilebilir. Kökü,
100
UKHAD 1 (3) 2015
kesinlikle bilinmiyor. Eskiden, bu çalgının ustaları Rumlar imiş. Muhakkak ki
dinsel taassup yüzünden, Türkler, çalgı çalmaktan çekinirlermiş.
Rumca‘da „kemençe“ kelimesi „sivrisinek“ anlamına geliyor. Çalgının
tını özelliği göz önüne alınarak bu isim verilmiş olacak. Sonra sonra,
Türklerden de, bu güzel çalgının ustaları yetişmiş. Örneğin Rizeli Sadık ve
Göreleli Piçoğlu Osman, ismi bize kadar gelen ünlü ustalar.
Kemençe‘nin, birkaç muhtelif büyüklükte tipleri var; fakat en çok rast­
lanılan, orta büyüklükteki kemençe tipi. Bu çalgının yaklaşık ölçüleri şöyle:
Kemençe‘nin tüm boyu 40 sm. En üstte, tellerin bağlantı yeri olan bir „kafa
kısmı“ var. Bunu, 8 sm. uzunluğundaki „boğaz kısmı“ takip ediyor. Boğaz
kısmı, kemençecinin elinin kavradığı yer oluyor. Çam ağacından yapılan ve
beyaz renkteki ön yüze, „tekne kısmı‘ deniyor. Tekne‘nin üzerinde „köprü“
kısmı var ki bu da, telleri üzerinde taşıdığı için olacak, eskiden „kemençenin
eşeği“ adını alırmış. Bu parça, bugün, kemancıların „eşik“ dediği parçanın
aynası. Tekne kısmının en aşağısında, tellerin bağlantı yeri olan ve 10 ila
12sm. uzunluğundaki „kurbağacık“ geliyor. Köprü‘nün iki yanında, seslerin
çıkması için açılan 7‘şer sm. uzunlugunda iki yarık var. Bu yarıklara da „kaş“
adı veriliyor. Kemençenin arka kısmı ise, ardıç ağacından yapılıyor ve bu
kısım „gövde“ adını alıyor. Çalgının kalınlığı, üstte 2,5 altta 3 sm. kadar.
Kemençenin yapımında en makbul ağaç, sarmaşık ağacı imiş, son
derece güzel bir ses verirmiş.
Kemençenin üzerindeki teller, çelik ya da bağırsak oluyor. Şayet buluna­
bilirse, bağırsak tel tercih ediliyor.
.
Çalgının yayına gelince, yay, kemençenin tüm uzunluğu tutarında olu­
yor. Sapı kızılcık ağacından yapılıyor, kıllar için ince misina ya da at kuyruğu
kullanılıyor.
Kemençenin üzerinde üç adet tel bulunuyor. Bu tellerin düzeni, bölgeye
göre ya da kemençecinin türkü söyleyip söylemediğine göre değişebiliyor.
Kemençeci, genellikle, türküye eşlik etmek için düzenini biraz düşürüyor;
oyun havası çalmak için düzeni yükseltiyor. Orneğin Rize’de, bir kemen­çeci,
düzeni türküye eşlik etmek için şöyle kuruyordu:
Aynı kemençeci, oyun havası çalmak için, düzeni şöyle yükseltti:
101
UKHAD 1 (3) 2015
“Tulum-zurna havası” çalmak için de, telleri şu şekilde akord etti:
Tulum olmadığı zamanlar, kemençeci, çalgısını, tulum tınısı verecek
şekilde düzenliyor ve bu düzene de “tulum-zurna düzeni” deniliyor.
Yine Rize’de, başka bir kemençeci, şu düzeni kullanıyordu:
Aynı kemençeci, “Pazar tulum havası”nı çalmak için, tellerini şöyle
akord ediyordu:
Bu ikinci düzende, kemençeci, yalnız son iki teli kullanarak tulum ha­
vası’nı çalıyordu. Diğer ilçelerde, değişik düzenler de kullanılıyor. Örneğin,
Akçaabat’ta:
102
UKHAD 1 (3) 2015
Görele’de:
Pazar’da:
düzenlerine rastladık.
Eskiden, kemençe ile çalınan türküler ve oyun havalan, daha değişik ve
daha ağır tempo’lu imişler; şimdi tempo daha hızlanıyormuş.
Trabzon ve Rize bölgesinin güzel çalgısı kemençe, gittikçe azalmaktadır.
Bir süre sonra tamamen kaybolacağından korkulur. Bunun çeşitli nedenleri
var: Bir kere, iş hayatının canlanması, küçük sanayiin ilçelere kadar girmesi,
yeni servet ve çalışma kaynaklarının bulunması, iş gücünü, buralara çek­
mektedir. Ayrıca, şimdi küg ihtiyacı kötü bir şekilde de olsa plaklar ve radio
yoluyla kolayca karşılanmaktadır. Öyle ki, kemençe küğ’ünü teybe alıp, dü­
ğünlerini bu teyple yapanlar bile oluyormuş. Nihayet, en mühimi, halk eği­timi
yönünden hemen hemen hiçbir şey yapılmamaktadır. Halkevleri ve halk eğitim
merkezleri, iyice örgütlenmiş değillerdir.
Kemençe bir oyuna eşlik edecekse, kemençeci, bu oyunun havasını
ha­zırlamak için belli “form”lar kullanıyor. Genellikle ağırdan başlayıp,
gittikçe hızlanmak ve sertleşmek, bu “form”un esasını teşkil ediyor. Orneğin,
ke­mençeci, önce bir “Yol havası” ile açıyor. Bu, bir çeşit “uzun hava” ya
da “taksim” karakterinde oluyor. Sonra mahalli türküler geliyor. Çok defa,
kemençecinin kendi söylediği bu türküler, sevda türküleri oluyorlar. Ortam,
yeterli havayı bulduktan sonra “Horon kurma” başlıyor ve oyuncular, oyuna
giriyorlar. “Sallama” ile hareketler aynı şekilde devam ediyor ve ne­fes verici
hızlılıktaki “sıksaray”lar ile, oyun en sert halini alarak, zirveye ulaşıyor. İyi bir
kemençeci, genel olarak, aynı cümleciklerin tekrarı esasına dayanan bu küğ
dilinde, monotonluğa düşmemekte ve daima şaşırtıcı çıkış­lar bulabilmektedir.
Kemençe küğü, tek sesli bir küğ değildir. Son derece dinamik ve çekici
103
UKHAD 1 (3) 2015
bir şekilde çok seslidir. Yüksek yetenek taşıyan kemençeciler, “p subito”,
“f subito”, “poco a poco crecendo”, “poco a poco diminuendo” gibi, batı
sanat küğünde bulunan ve Anadolu yerel küğlerinde son derece nadir olarak
rastlanan anlatım zenginliklerini, doğal olarak kullanmaktadır.
Bazı kemençeciler, bildiğimiz kemanı da, üç telini kullanarak, kemençe
gibi çalarlarmış.
Tulum
Tulum’un kökünün Türkistan olduğu tahmin ediliyor. Çok eskiden­beri,
Rize’nin Pazar, Çayeli gibi ilçelerinde çalınırmış. Diğer çalgılar gibi, tu­lum
da bu bölgede, düğünler, bayramlar ve diğer toplantılarda kullanılan bir çalgı.
Tulum, koyun veya keçi derisinden yapılıyor. Şişirmek için üflenen
yer ise odundan. Deliklerin bulunduğu ve çalınan kısım, şimşir ya da kumar
ağacından yapılıyor. Bu kısım “Nav” adını alıyor. Nav’ın içinde iki adet
kamış ve kamışlara geçen diller vardır. Üzerinde, beşer taneden yanyana on
adet delik bulunuyor. Nav’ın geniş olan uç kısmına “Kepçe” denir ve hava
buradan dışarıya çıkar.
Tulum çalan, aynı zamanda türkü de söyleyebilirmiş.
Bizim tespit ettiğimiz tulum’da, nav’ın tulum’dan çıkmış halde düzeni
şöyleydi:
­ urada, en üst dizekteki sesler, nav’ın sol taraftaki beş delikten çıkan
B
seslerdir. Onun altındaki dizekteki sesler, nav’ın sağ tarafındaki beş deliğin
sesleridir. Son iki deliği, tulumcu, balmumu ile tıkadığı için, o perdeler kördür
ve normalolarak “Mi” ile “FA DİYEZ” seslerini vermeleri gerekirdi. En
104
UKHAD 1 (3) 2015
alttaki,. üçüncü dizekteki sesler ise, nav’ın kepçesinden çıkan seslerdir ve bu
“SOL DİYEZ”-ler, tulumcunun bilincine bağlı olmayarak, doğal bir şekilde
kepçeden çıkmaktadırlar. Yani bu “SOL DİYEZ” sesi, aslında, dizinin bir sesi
degildir ve rastlantıdır.
Kemençedeki kadar zengin ve bilinçli olmamakla birlikte, tulum’un
yaptığı küğ de, çok seslidir.
Davul-Zurna
Davul-zurna, daha ziyade Vakfıkebir ve Akçaabat civarlarında kullanı­
lan çalgılar. Davul’da keçi derisi kullanılıyor. Kenarları kestane tahtasından
yapılıp, deri kızılcık çubuğuna sarılıyor.
Zurna, uzun havalar, horonlar, sıksaraylar çalarken, davul, değişik ve
şaşırtıcı ritmlerle ona katılıyor. Davulcu, aynı zamanda, türkü de söyleyebi­
liyor.
Davul-zurna’nın, bu bölgeye, Erzurum’un etkisiyle girdiği sanılıyor.
Kaval
Zurna çalanlar, çok defa, kaval da çalıyorlar. Bu çalgıyla, bölgenin
bütün havaları çalınabiliyor. Ayrıca, türkü söyleyene de eşlik edebiliyor.
El Mızıkası
El Mızıkası’nın Kafkasya’dan geldiği ve 60-70 yıldan beri bu bölgede
kul­lanıldığı sanılıyor. Bu çalgı, Rize ve köylerinde bulunuyor.
Köy düğünlerinde, kadınlar ve kızlar, El Mızıkası çalıp, türkü söylerler­
miş. Ayrıca, bir oyun çalgısı olarak, bununla, horon oynarlarmış. El Mızıkası,
genç kızların özellikle tercih ettiği bir çalgı olduğu için, delikanlı­lar, kızlara
yaklaşabilmek için, bu çalgıyı ögrenmeye özenirlermiş.
Bir halk çalgısı olarak çok renkli ve çekici olan El Mızıkası ile, horonlar,
sıksaraylar çalınıyor, türküler söyleniyor. Ayrıca, aynı kemençe gibi, tulum­‘un
yerini tutmak üzere “tulum-zurna” havaları çalınıyor.
Köylüler, EL Mızıkası’nı çalarken, çok basit olmakla birlikte, yine
de, çok sesliliği kullanıyorlar. Buradaki çok seslilik, iki sesten ibaret bir bas
partisi­nin, parçanın devamı boyunca sürmesi oluyor. Yine de, çalgıcı bunu
meka­nik bir şekilde devam ettirmeyip, zaman zaman keserek, monotonluktan
kurtulmaya çalışıyor.
105
UKHAD 1 (3) 2015
Tamamen tempere bir çalgının, halk tarafından rahatça benimsenmesi,
ayrıca ilgi çekici bir olay.
Bağlama
Bağlama’nın 50 sene kadar önce, Rize’ye girdiği tahmin ediliyor. Daha
ziyade Rize’nin içinde mevcut ve köylerinde daha seyrek rast1anıyor.
Rize’de çalınan bağlama’da, iki türlü düzen kullanılıyor: Rize’nin yerel
havalarını çalmak için “Cim akordu” ve diğer bölgelerin havalarını çalmak
için “Doğru akord”.
Bizim tespit ettiğimiz “Cim akordu” şöyle idi:
Görüldüğü gibi, bağlamanın üzerinde, toplam olarak yedi tel mevcuttu
ve bunlar üç grup halinde toplanmıştı.
Bağlama ile Rize’de, bölgenin türküleri söyleniyor ve oyun havaları
ça­lınabiliyor.
IV. SONUÇ
Toplumsal koşullar sebebiyle, bu bölgede, halk sanatı ile uğraşanlar
azalmaktadır. Bunun, bütün Anadolu’da böyle olduğu anlaşılıyor.
Diğer yönden, İstanbul piyasasının kustuğu iğrenç plaklar ve bunları
ya­yan ne idüğü belirsiz uydurma radyolar gittikçe yayılmaktadır. Tam bir kül­
tür başıboşluğu ve yozlaşması içindeyiz.
Artık, Anadolu halkının gerçek sesini değerlendirme zamanı çoktan
gelmiştir ve biraz daha beklenirse çok geç olacaktır.
Türkiye’yi yönetenler, gerçek halk sanatını değerlendirmek, teşvik et­
mek ve yaymak için gerekli yatırımı yapmakla sorumludurlar.
TÜRKİYE RADYO TELEVİZYON KURUMU DERLEMELERİ
VE ARŞİV MATERYALLERİ (Şenel, 1994: 87-91)
TRT Birinci Folklor Derlemeleri ve Saha Araştırmalarında Derlenen
Parçaların Bilgi Fişleri
106
UKHAD 1 (3) 2015
Trabzon Bölgesi’nde, halk musikisi araştırmaları yapan kurumlardan
biri de TRT’dir.
TRT adına 1967 yılında yapılan I.FoIklor Derleme Gezileri’nde,
Trabzon ve Rize birlikte taranarak toplam otuz banda, ikiyüz kadar vokal ve
vokal­ enstrümantal parça tespit edilmiştir. Saha araştırmaları, İlhan Baran
ve Cengiz Tanç tarafından yapılmış: Akçaabat, Vakfıkebir ve Beşikdüzü’nde
çalışılmıştır. Yöreden kemençe, davul-zurna ve kavalla horon havaları,
destanlar ve türküler derlenmiştir.
Bu gezi ve toplanan parçalar hakkında da bugüne kadar ilmi ve toplu
bir çalışma yapılmamış ve parçalar notaya alınmamıştır. Buna karşılık TRT
Merkez Program Başkanlığı tarafından gezi hakkında bir kitap ve Muammer
Sun imzasıyla bir rapor yayımlanmıştır. İlhan Baran da Küğ dergisinde,
birbirine bağlı iki makale yayımlayarak, derleme sonuçlarını ilim ve sanat
camiasına sunmuştur. Bu derlemelerin ses kayıtları, TRT Müzik Dairesi THM
arşivinde muhafaza edilmektedir.
1967 TRT I.Folklor Derleme gezilerinde, Trabzon’dan derlenen
parçalar ve kaynak kişilerle ilgili bilgi fişlerinin dökümü aşağıdadır:
1. Kaynak kişinin adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Ahmet ERGÜL
[1932, Akçaabat/Korucu Köyü, Kemençeci ve Tekel’de tütün işçisi]
Derleme Yeri ve Tarihi: Akçaabat/8.9.1967
Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç
Band No: 297, 298, 303, 318
Düşünceler ve Notlar:
1) Ahmet Ergül, ilkokul IV. sınıfa kadar okumuş. Evli, 7 çocuk babası.
15 yaşından beri kemençe çalıyor. Ustası Pirağa çolak (Takriben 1912-1960=
48 yaşında).
2) Elindeki kemençe “ardıç” ağacından; kapağı “çam” ağacından
yapılmış.
3) Kemençesinde birer tel var. Kemençenin düzeni:
Derlenen Ezgiler: Yol havası, Gül bitiyor bitiyor, Horon Kurma (Sözlü),
Sallama (Sözlü), Sıksaray, Eyledim koyuni, Yenge kızın, Aşağı dere içeri,
Yarim kurdu sofrayi, Üç adet birbirine bağlı sözlü oyun havası, Birbirine
107
UKHAD 1 (3) 2015
bağlı horon havaları
2. Çalanların adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Katip AFYON
[1926, Vakfıkebir/Fevziye köyü, Davulcu]-Nazmi AKTAŞ [Zurna /
Kaval]
Derleme Yeri ve Tarihi: Vakfıkebir/10.9.1967
Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç
Band No: 305, 299, 319
Düşünceler ve Notlar:
1) Katip Afyon, çalmaya 15 yaşında başlamış, hocası “Pozaloğlu”
imiş. Pozaloğlu’nu takribi yaşı 1890-1960= 70 olarak görülüyor.
2) Eskiden havalar çok değişik imiş, daha ağır imiş, şimdi daha
hızlanıyormuş.
3) Fevziye köyünde başlıca çalgılar davul-zuma ve kemençe imiş.
4) Katip Afyon evli ve 7 çocuk sahibi.
5) Davul’unu kendisi yapıyor ve “keçi” derisi kullanıyormuş. Kenarları
“kestane” tahtasındanmış; deriyi “kızılcık” çubuğuna sararmış.
Derlenen Ezgiler: Çok severim, Bak Allah’ın işine, Horon havası
(Kavalla), Horon kurma, Horon havası, Sözlü horon havası.
3. Kaynak kişinin adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Nazmi AKTAŞ
(1948, Vakfıkebir/Köprücek köyü, Kaval çalar)
Derleme Yeri ve Tarihi: 10.9.1967
Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç
Band No: 311
Düşünceler ve Notlar: Nazmi Aktaş, evli ve bir çocuk sahibi. 7-8
yaşlarında “kavaI” çalmaya başlamış, sonra Davulcu Katip Afyon, ona
“zurna” çalmayı öğretmiş. 1,5 yıldır Katip Afyon’la birlikte çalıyorlar.
Zurna’dan başka “kavaI” da çalıyor. Katip Afyon ile birlikte çok gezdikleri
için, başka bölgelerin müzikle­rini de çalabiliyorlar.
Derlenen Ezgiler: Kavalla birbirine bağlı oyun havaları,
4. Kaynak kişinin adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Ahmet Bayrak
[Ses/1934/Tonya/Yakçukur köyü/Rençber] - Nazmi AKTAŞ (Kaval)
Derleme Yeri ve Tarihi: Vakfıkebir/10.9.1967
Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç
Band No: 315
Düşünceler ve Notlar:
108
UKHAD 1 (3) 2015
1. Ahmet Bayrak 110 haneli Yakçukur köyünden, evli ve 7 çocuk sahibi. 8
yaşından beri söylüyor. Kendi kendine öğrenmiş. Rumcayı da rahat konuşuyor
ve Rumca parçalar da söylüyor.
Köyünde çalgı çalmak günah, sayılırmış.
2. Kaval, ayrı bir sesten çalıyor. Özellikle çalınıyor (İlginç)
Derlenen Ezgiler: Yazı yazacağım, Yaz bana ver bana, Ağıt, Rumca bir
türkü, Kaval havası, Köroğlu, Hazanıma.
5. Kaynak kişinin adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği:
Ayhan KÖSEOGLU (Bağlama/1942, Rize.) - Erdoğan TABAR (Ses)]
Derleme Yeri ve Tarihi: Vakfıkebir/15.9.1967
Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç
Band No: 304
Düşünceler ve Notlar:
1) Lise mezunu Ayhan Köseoğlu, 7 senedir bağlama çalıyor. Rize’ye
bağlamayı ilk tanıtanlardan imiş. Köylerde daha seyrek imiş (Bağlama), Daha
yaşlıların söylediğine göre, bağlama elli sene kadar önce Rize’ye girmiş.
2) Ayhan Köseoğlu’nun bağlamasının akorduna “Cim akordu”
deniyormuş. Bağlama, bu akorttan başka bir de “doğru akort” düzenine göre
ayarlanırmış. Cim akordunu mahalli havalara, doğru akord’u Ege Zeybekleri
vb. gibi bölge havalarında kul­lanırmış.
Derlenen Ezgiler: Rize kız horonu, Şu gelen kayık mıdır / Ayhan
Köseoğlu, Merzifon Karşılaması/Ayhan Köseoğlu, Çarşambayı sel aldı/Ayhan
Köseoğlu, Taksim-Tabancamın sapını
6. Çalıp-söyleyenin adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Yusuf ÖMÜR
(Vakfıkebir, Kemençe)
Derleme Yeri ve Tarihi: Vakfıkebir/10.9.1967
Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç
Band No: 299
Derlenen Ezgiler: Birbirine bağlı horon havaları
7. Kaynak kişinin adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Sırrı ÖZTÜRK
(Görele, 1938, Bicoğlu Osman’ın talebesi)
Derleme Yeri ve Tarihi: 12.9.1967
Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç
Band No: 323, 324,
Düşünceler ve Notlar:
109
UKHAD 1 (3) 2015
1) Dokuz yaşından beri çalıyor. Bicoğlu Osman’ın talebesi imiş.
Bicoğlu, Sırrı’ya ders verdiği zaman 45 yaşlarında varmış. Kendisi yeğeni
oluyor.
2) Kemençesinin düzeni:
Derlenen Ezgiler: Trabzon horon havası, Görele horon havası, Sıksaray
oyun havası, Ören oyun havası, Kadırga horon havası, Kemençe taksimi,
Hasbal oyun havası, Kadırga oyun havası, Kemençeyle-zurna oyun havası,
Görele oyun havası, Şalpazarı oyun havası.
8. Söyleyen in adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Hüseyin KELEŞ
(Ses/1939, Görele/Daylı köyü, Sıhhıyeci)
Kemençe ile eşlik edenin adı-soyadı-memleketi-mesleği: Sırrı ÖZTÜRK
(Görele, Kemençe)
Derleme Yeri ve Tarihi: Beşikdüzü, 12.9.1967
Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç
Band No: 320, 325, 380
Derlenen Ezgiler: Yol havası, Evlerinin önünde, Kız ne dedim sana,
Sözlü horon havaları, Kemençemin başına, Ha buradan o yanı nereye, Görele
Türebolu, Horon havası.
9. Söyleyenin adı-soyadı-yaşı-memleketi-mesleği: Kazım ÖZTÜRK
(Ses)/1929, Beşikdüzü
Kemençe ile eşlik edenin adı-soyadı-memleketi-mesleği: Sırrı ÖZTÜRK
(Kemençe/Görele)
Derleme Yeri ve Tarihi: Beşikdüzü-Türkelli köyü/12.9.1967
Derleyenler: İlhan Baran-Cengiz Tanç
Band No: 313
Düşünceler ve Notlar:
1) Sırrı ve Kazım Öztürk’ün soyadı benzerliği tesadüfi.
2) Bahriye Destanı’nın sözleri Kazım Öztürk’e ait.
Derlenen Ezgiler: Bahriye Destanı
110
UKHAD 1 (3) 2015
SONUÇ
Yaratıcı kimliğinin yanı sıra eğitimci ve araştırmacı olarak üst düzey
hizmetlerde bulunan İlhan Baran, kendi kültür unsurlarımızı eserlerine
yansıtarak önemli bir sorumluluğu yerine getirmiştir.
Yurtdışından aldığı bilgi birikimi ara vermeden ülkesine hizmet
olarak taşıyan sanatçı yetiştirdiği çok sayıda öğrencisini de eğitim ordusuna
kazandırmıştır.
Besteci çalgısal yapıtlarının yanında eğitim müziğine ve sese yönelik
eserler üreterek, bunları müzik eğitimine kazandırmıştır.
Kompozisyonun çalışmalarının dışında müzikoloji alanında yaptığı
yönlendirici çalışmalarıyla Türkiye’de müzikolojinin gelişimine katkıda
bulunmuş bilgisini ve tecrübelerini çevresiyle paylaşmıştır.
Müzik sanatına ve eğitim müziğine önemli hizmetleri ve katkıları
bulunan İlhan Baran’ın eserleri mutlaka değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır.
KAYNAKLAR
Antep, Ersin (2006), Türk Bestecileri Eser Kataloğu, Ankara: SevdaCenap And Müzik Vakfı Yayınları.
Antep, Ersin ( 2012), Türk Bestecileri Eser Kayıt Kaynakçası: Çağdaş
Türk Müziği Bestecilerinin Eserlerinden Oluşturulan Cd, Makara Bant ve Dat
Kayıt Listesi, Ankara: Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Yayınları.
Çelak, İvan (2000), İlhan Baran’ın Piyano Yapıtlarının Taşıdığı Müzikal
Değerler, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
İlyasoğlu, Evin (2007), 71 Türk Bestecisi, İstanbul: Pan Yayınları.
Kahramankaptan, Şefik (2010), İlhan Baran’a Armağan, Ankara:
Sevda-Cenap And Müzik Vakfı Yayınları.
Şenel, Süleyman (1994), Trabzon Bölgesi Halk Musikisine Giriş,
İstanbul: Anadolu Sanat Yayınları.
111
UKHAD 1 (3) 2015
TRABZON KUYUMCULUĞU
Jewellery Of Trabzon
Nuri DURUCU*
ÖZET
Trabzon İpek Yolu üzerinde tarih boyunca önemli bir ticaret merkezidir.
Bu birikim bölge kuyumculuğuna da yansımıştır. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni
Sultan Süleyman şehzadeliklerini Trabzon’da yapmışlardır. İki padişahında mesleği
kuyumculuktur. Evliya Çelebi seyahatnamesinde Trabzon kuyumcularından
övgüyle bahsetti. 1869’da Anadolu’yu gezen batılı ressam Theophile Deyrolle’nin
de aynı kuyumcular dikkatini çekti. 1890’larda Şemseddin Sami Kamüs’ül Alam’da
Trabzon’da kuyumculuğunun ileri düzeyde olduğunu yazdı. Geleneksel takılar
ve evlenme adetleri artık değişmiştir. Trabzon’a göç eden Kafkasya kökenlilerin
bölge kuyumculuğunda önemli etkileri oldu.. Trabzon hasırının ilk ustaları arasında
Dağıstanlı Hacı Mehmet ve Kafkasyalı İbrahim Horollu yer aldı. İlk Müslüman hasır
örücü kadın ise Melahat hanımdı. Trabzon takıları arasında hasır özellikle önem arz eder
Trabzon il merkezi Faroz ve Yalı mahallesi, Vakfıkebir ilçesi, Akçaabat’a bağlı Mersin
ve Mesudiye köyü hasır imalatının bayanlarca yapıldığı bölgelerdir. Hasır bilezikler
ve gerdanlıklar kol-sıra olarak tabir edilen değişik ebatlarda üretilir. Hasırların kilit ve
kaynak işleri ise daha sonra erkek imalatçılarca atölyelerde gerçekleşir. Trabzon’da
tarih boyunca pek çok sanatkar kuyumcu yetişmiştir. Kuyumculuk geleneği bölgedeki
edebiyatı ve yer adlarını da etkiler. Hasırdan başka bölgeye mahsus telkari aksesuar,
kazaziye örücülüğü yaygındır. Bölgeye ait takılar müzelerin ilgi çekici alanlarından
biridir. Bu kadar zengin bir kültürel mirasa sahip Trabzon takılarının yeni tasarımlarla
dünyada da tanıtımı gerçekleşecektir.
Anahtar kelimeler: Trabzon hasırı, kazaziye, telkari, savat.
ABSTRACT
Trabzon a city that is by the Black Sea in Turkey is located on Silk Road has
been an important commercial city during history. This heritage is reflected on the
regional jewellery. Sultans Selim 1st and Suleiman the Magnificent were in Trabzon
during their princehood. Both sultans learned goldsmith occupation in this city. Evliya
Celebi, famous Ottoman traveling historian praised the jewellers of Trabzon in his
voyages. Theophile Deyrolle, French painter who traveled to Trabzon in 1869 notices
the jewellers. In his encyclopedia, Semseddin Sami wrote about the advanced position
* Öğr. Gör. Gaziantep Ü. Teknik Bilimler MYO Kuyumculuk ve Takı Tasarım Programı.
Gaziantep / TÜRKİYE
112
UKHAD 1 (3) 2015
of Trabzon jewellery in 1890. Traditional jewellery and marriage customs have
changed. Caucasians who migrated to Trabzon had a special effect on the jewellery of
this region. Hadji Mehmet from Daghestan and İbrahim Horulu from Caucasia were
the first masters of woven jewellery in Trabzon. Ms. Melahat was the first muslim
woman who knitted Trabzon woven jewellery has special importance among the
jewellery manufactured in this city. Trabzon wowen jewellery. Faroz and Yali districts
of Trabzon city, town of Vakfıkebir, Mersin and Mesudiye villages of Akcaabat are
centers of production that the women are the only workforce. The bracelets and
necklaces are produced in different sizes. The lock and soldering of wowen jewellery
are completed by male manufacturers in the workshops. A lot of jewelley artisans
were raised in Trabzon during history. Jewellery tradition of Trabzon has effected the
regional literature and location names. ‘Kazaziye’ knitting and filigree souveneir gift
items are other specialties of the region. Jewels of the region are attractive parts of
the museums. This rich heritage will find its way in the world jewellery market with
new designs.
Key words: Trabzon woven jewellery, kazaziye, filigree, niello.
GİRİŞ
Seyyahların ve tarihçilerin kayıtlarına düştükleri Trabzon
kuyumculuğunun da diğer yörelerimizde olduğu gibi geçmişinden gelen
büyük bir kültürel zenginlik bulunuyor. Kuyumculuk alanında ileri giden tüm
yörelerin ortak özelliği ya ticari merkez olmaları ya da ticaret yolları üzerinde
bulunmaları. Tarihi İpek Yolu üzerinde çok önemli bir liman şehri olan Trabzon
tarih boyunca ‘ticaret merkezi’ olma niteliği ile bu kurala uyuyor. (Resim 1)
Resim 1. Osmanlı dönemi önemli ticaret yolları
113
UKHAD 1 (3) 2015
Trabzon takı örnekleri ülkemiz ve yurt dışı müzelerinde etnoğrafik bir
değer olarak bilinerek sergilenmektedir. Aynı ürünler bir aile yadigarı olarak
bugünde nesilden nesile miras bırakılan bir mücevher niteliğindedir. Trabzon
hasırı ülkemizin geleneksel anlamdaki takı çeşitlerinden en fazla bilinenidir.
Kuyumculuk deyince ‘babadan oğula’ aktarılan bir meslek akla geliyor.
Fakat Trabzon’da bu meslek hasır örücülüğünde ‘anadan kıza’ aktarılan
birikim şeklinde devam ediyor. Genelde erkekler tarafından imal edilen
kuyumculuk takı çeşitlerine Trabzon’da son aşamasına gelinceye kadar ‘erkek
eli’ değmiyor. (Karlıklı 2004: 80-93) Kazaziye ve telkari örücülüğü de yine
yöreye ait önemli bir başka kuyumculuk sanatıdır. Kuyumculuk süsleme
tekniklerinden savatta bu bölgede kullanılır. Bu yazı kuyumculuğun Trabzon’da
tarihi geçmişi, Trabzon geleneksel takıları, Trabzon takılarının imalatında
kullanılan teknikleri, Trabzon kuyumcularını, Trabzon kuyumculuğunun ses
sanatlarındaki izleri, efsane ve halk hikayelerindeki izleri, yer adlarındaki
izleri devam edip Trabzon kuyumculuk sanatının geliştirilmesi konusu ile
devam edip bu konudaki görüşlerimizle sonlanacaktır.
1. Tarihi Süreçte Trabzon Kuyumculuğu
Geçmişte Trabzon kuyumculuğu Gümüşhane’deki gümüş ve
Espiye’deki bakır madenlerine yakınlığı dolayısıyla hammadde temininde
ve imalatın gelişmesinde avantajlı konumda olmuştur. Karadeniz bölgesi
madenler yönüyle zenginliğe sahiptir. Bölgede kıymetli maden işletmeciliği
tarihte gerçekleştirilmiş olup bugün de önemli maden ruhsat sahaları bulunur.
Bunlar arasında altın, gümüş ve çeşitli mineral yatakları mevcuttur. Bunlara
örnek olarak Maçka Kan Yayla’da altınlı Zn-Pb yatakları, Çaykara Turnalı’da
kuvars minerali sayılabilir.
“Türkiye’nin batı ve güneybatı bölgeleri özellikle de Klasik Çağ
ve Roma İmparatorluk Dönemleri’ni anlatmaya yönelik olarak yoğun bir
şekilde çalışılmış, Karadeniz Bölgesi ise gerek tarihçiler gerekse arkeologlar
tarafından büyük ölçüde göz ardı edilmiş ve ne tarih öncesi çağlar ne de sonrası
hak ettiği ilgiyi görememiştir.” (Erciyas 2006: 204) Antik medeniyetlerin ve
bölgede yaşayan Amazon kadınlarının kullandığı takılar yapılacak arkeolojik
kazılar sonucunda ortaya çıkıp bizlere zamanla aydınlatıcı bilgiler verecektir.
Bunun için öncelikle müzelerdeki kayıtlı mücevher envanterleri araştırmalı,
araştırmacılara kolaylıkla açılmalı ve kayıtları detaylandırılmalıdır.
“Trabzon’un XIII. yüzyılda önemli bir ithalat ve ihracat merkezi olduğu
söylenebilir. Nitekim Trabzon’dan keten, yün ve çeşitli kumaşlar, ‘işlenmemiş
madenler’ ihraç edilmekteydi. Altınordu Devleti’nden getirilen köleler
114
UKHAD 1 (3) 2015
Trabzon’a getirilip oradan Sivas’a gönderilirken, Kırım’dan da Trabzon’a tuz,
‘gümüş’, kumaş, peynir, buğday, tatlı su balıkları, kürk ve köle getirilmekteydi.
(Öksüz 2004: 282)
Trabzon Rum Pontus Devleti pek çok sikke kestirmiştir. Altındere Milli
Parkı içinde bulunan Sümela manastırı en görkemli konumuna Kommenos
Hanedanı Kralı Alexius III. döneminde getirilmiştir. III. Alexius’un taç giyme
töreni 1349’da burada yapılmıştır. “Trabzon, Aleksios Komnen devrinde büyük
bir refaha kavuştu. Devletin sınırları genişledi. XIII. Yüzyılın ikinci yarısında
Uzak Doğu’ya kadar uzanan Erzurum-Tebriz yolu ile Karadeniz-İran ticaret
yolunun en önemli noktası haline gelen Trabzon ve limanı, yeniden gelişmeye
başladı. Halk, Trabzon’da imal edilen malları, yün, keten ve ipekli kumaşları,
‘dağlardan temin edilen işlenmemiş madenleri ihraç etmeye başlamıştır.’
Şehirdeki ve limandaki faaliyet, gezginlerin dikkatini çekmiştir.” (Tekindağ
1979: 455-479)
Fatih Sultan Mehmed savaşmadan Trabzon’u alır Buraya ‘Trab-ı Efsun’
adını verdiğini Evliya Çelebi yazar. “Trabzon´un 1461 senesinde fethinden
sonra; Gümüşhane ilinde çıkarılan gümüş madeninin günün şartlarında kara
yoluyla taşınmasının hem riski hem de uzun sürmesi nedeniyle Trabzon
limanı ve Trabzon ili, gümüş madeninin ticaret merkezi haline gelmesine
neden olmuştur.” (http://trabzonvakfi.org.tr/)
1. Selim 1489’da Trabzon sancak beyi oldu ve kuyumculuk sanatını
meslek edindi. “Hatta I. Selim bu şehirde kakmacılık öğrenip babası Beyazıd
Han ismine Trabzon Darphanesi için sikke kazırdı. Sanki sikkeyi mermerde
kazırdı. Bu Trabzon akçesini görmüşüz.” (Evliya Çelebi 1971) “Selim’in
valiliğinde Sultan Bayezid adına para basabilecek kadar kuyumculuk
sanatında ileri giden ‘çuha feraceliler’dir.” (Okuyan 2003:131) Öyle ki bu
vasıfta yetişmiş kalifiye insan çok olduğundan Trabzon darphanesi Osmanlı
Devletinin en son kapattığı darphanelerdendir.
115
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 2. Trabzon darphanesi sikkesi (1603 Miladi)
Kırım Hanının kızı Hafsa Sultan 1. Selim’in eşi idi. 1.Selim “3 defa
Gürcistan seferine çıktı, 1508 Kutayis seferi en meşhurlarıdır. Şehzade
Selim 1511’de ansızın Trabzon’dan gemiye bindi. Büyük bir maiyetle
Kefe’ye gitti. Güya kayınpederi Kırım hanı Mengli Giray’la oğlu Şehzade
Süleyman’ı görecekti. Bu tarihte Şehzade Süleyman 16, babası Selim 41
yaşında idi.” (Öztuna 1977: 194,199) Eşinin Kırımlı olması ve kendisinin
Kırım’da bulunmasıyla o bölgedeki kuyumculuk hakkında bilgisini yerinde
gözlemlediği düşünülebilir.
Bütün Osmanlı padişahlarının kendilerine has bir mesleği olduğu gibi
Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın da mesleği kuyumculuktu.
Evliya Çelebi bunu şöyle yazmıştır “...kuyumcular esnafına iştihar veren
Sultan Selim-i Evvel ve Sultan Süleyman Han’dır. Zira bu iki padişah cevan
bahtları Tarab-Efzun şehri tahtgahında rahm-ı maderden müştak olup ikisi de
kuyumculuk karın tahsil itmişdi.” (Kürkman 2010: 73)
1494’de 1.Süleyman Trabzon’da doğdu. Babası 1.Selim “oğlunun
yetişmesi için tanınmış bilginleri Trabzon’a getirterek şehrin kültür hayatına
önemli katkılarda bulundu.” (Albayrak 1994: 22) Böylece 1.Süleyman’da
ilk kuyum eğitimine bu şehirde başlamış, daha sonra ise kuyumculuk
mesleğini İstanbul Unkapanı’nda Rum Konstantin ustanın yanında yetişerek
geliştirmiştir.
116
UKHAD 1 (3) 2015
Sanat tarihçisi Talha Uğurluel (*yazara gönderdiği e-postada) “Kanuni
Trabzon’da iken hem Yahya Efendi ile aynı göğüsten süt emmişler hem de
ilk eğitimlerini birlikte almışlardır. Bu eğitimde ders yanında belletilen
zanaat kuyumdur. Böylece geleceğin büyük sultanı ile geleceğin büyük velisi
kuyumu birlikte öğrenmişlerdir” diye açıklar.
“Kefe ve Manisa’da sancak beyliğinde bulunan Kanuni şehzade iken
maiyetinin ve sarayın ihtiyaçlarını karşılayan bir esnaf takımı mevcuttu.
Bunların arasında bir de zergerin (*kuyumcu) bulunması, onun bu mesleğe
verdiği önemi göstermektedir.” (Uluçay 1970: 228) Bu durumda geleceğin
padişahının Kırım ve civar bölge kuyumculuğuna bire bir şahit olduğu
anlaşılır.
1562 yılına ait bir kayıtta, Paşmakçılar Çarşısı yakınında bulunan bir
kuyumcu dükkanının yerinin Ortahisar Camii vakfına ait olduğu belirtiliyor.
(Öksüz 2006: 105) 1565’de Hacı Baba Mescidi Zaviyesi’nin de vakfı olduğu
ve bu vakfında bir kuyumcu dükkanı bulunduğu belirtilmektedir. (Öksüz
2006: 113) “1564-1565 yıllarında kuyumcular çarşısında bulunan 2 göz
dükkan toplam 5.000 akçaya, 4 göz dükkandan biri 2.500 akçaya diğer üçü de
toplam 3.500 akçaya satılmıştır.” (Bostan 1993: 358)
17. Yüzyıl Ortalarında Trabzon’da Sosyal ve İktisadi Hayat adlı
kitapta meslek kolları sıralanır. “Araştırılan sicil kayıtlarının verdiği bilgiler
Trabzon’da oldukça değişik iş kollarını bulunduğunu göstermektedir. Bu
iş kollarının isimleri şunlardır: Taşçılık, hallaçlık (pamuk ve yün atma işi),
debbağlık (dericilik sanatı), bakkallık, kazazlık (ipek üretimi), balıkçılık,
abacılık, habbazlık (fırıncılık ekmek üretimi), suculuk, hamamcılık, kasablık,
saraçlık (eyer,semer ve sele üretimi), dellallık, çilingirlik, ‘kuyumculuk’,
tüfekçilik, ekmekçilik, attarlık (parfüm veya baharat işi), çıkrıkçılık (çark
yapma işi), berberlik, eskicilik, urgancılık (urgan yapımı ve satımı), tarakçılık,
iplikçilik, mumculuk, bozacılık, bezzazlık (bez satma ticareti), tencerecilik,
babuççuluk, çizmecilik, bakırcılık, kahvecilik, sabunculuk, kazgancılık (kazan
imalatı), kürkçülük, semercilik, çölmekçilik (çömlek üretimi), çerçilik (seyyar
satıcılık) ve hamallık.” (İnan 2013: 65)
“Suk-ı Sultan’da olduğu bildirilen başlıca meslek grupları şunlardır:
Bakkal taifesi, Derzi esnafı, Babuççiyan esnafı, Debbağ taifesi, Semerci
taifesi, Eskici taifesi, Ekmekçiyan, ‘Kuyumcu’ esnafı ve bedestende Dellal
taifesidir.” (Öksüz 2009: 29) “Suk-ı Sultani (Sultan Çarşısı) ismi verilmek
suretiyle anılan bu büyük çarşı bölgesinin değişik çarşılardan mürekkep bir
bütünün ismi olduğu anlaşılmaktadır (İnan 2013: 67)
117
UKHAD 1 (3) 2015
“Yine kayıtlara göre bu iş kollarına mensup olan kişiler kendi iş
kollarında taifeler hâlinde gruplanmışlardı. Mesela debbağ taifesi, habbaz
taifesi, semerci taifesi, dellal taifesi, ‘kuyumcu’ taifesi gibi. Kayıtlara göre bu
iş kollarından birkaçının reisi gayrimüslimlerden oluşmaktaydı. Kuyumculuk
gayrimüslimlerin tekelinde olmamasına rağmen kuyumcu taifesinin reisi
gayrimüslimdi.” (İnan 2013: 65)
“Ağırlıklı olarak zimmilerin oturduğu Ayo Vasil Mahallesi’nde bir
grup zimmi tarafından Müslümanlardan satın alınan bir mülkün daha sonra
bir kısmının ayrılarak diğer bir zimmiye satıldığı tespit edilmiştir. Bu mülk
alış ve satışında zimmi grupta bulunan Kuyumcu Başı Aleksandri bir yandan
Trabzon’da sarraflık mesleğinin hangi din grubunun denetiminde olduğuna ışık
tutarken çok açık olmamakla birlikte belki de finansör olarak bu guruba dahil
olmuş olabilir.” (İnan 2013: 168-169) “Özellikle kuyumculuk işinin ağırlıklı
olarak gayrimüslimler tarafından yürütüldüğü de göz önüne alındığında şehir
dâhilindeki gayrimüslimlerin mali açıdan vaziyetlerinin fena olmadığı ortaya
çıkmaktadır.” (İnan 2013: 178-179)
Evliya Çelebi bizlere XVII. yy. ortalarını aktaran ünlü seyahatnamesinin
devamında Trabzon’u anlatırken kuyumcularına da değiniyor. “Trabzon büyük
bir liman kentidir. Trabzonlular temiz giyimli, okumuş, bilgili kimselerdir.
İçlerinde Farsça bilen şairler vardır. Çarşıları çok zengindir. En seçkin taşra
esnafı Mumhaneönü Çarşısı’ndadır. Burada pek çok dükkan üst üste yığılmış
gibidir. Ayrıca taştan yapılmış büyük bir bedesten vardır. Trabzon çarşısında
dünyaca tanınmış buhurdan, gülabdan, kılıç, gülsuyu kutusu, Trabzon baltası
ustalıkla yapılır.” (Atasay Kuyumculuk 2004: 85-86)
Seyahatnamenin devamında Evliya Çelebi “Dünyada Trabzon’un
kuyumcuları gibi usta kuyumcu yoktur.Hatta birinci Selim burada doğup
çocukluğunda altın kakmacılığı öğrenmiş ve babası Bayazıd Han adına
Trabzon’da sikke kazımıştır. Ben bu sikkeyi gördüm. İşte o zamandan beri
kuyumcuları ün salmıştır. Öyle bir zincirden at gemleri, buhurdan, gülabdan,
kılıç, gaddar (gaddare adıyla bilinen iki tarafı keskin kılıç), aşçı bıçakları işlerler
ki örneği başka yerde bulunmaz. Gurguroğlu bıçağı adıyla meşhur bıçaklar
işlerler. Trabzon baltası adı ile bir cins balta yaparlar ki başka diyarlarda
eseri yoktur. Gayet güzel ve rağbette olan sedefkari peştaha (üstü yazı masası
gibi kullanılan bir tür çekmece), sanduka (küçük sandık), rikdan (mürekkep
yazısını kurutmak için kullanılan tozun konduğu üstü delikli kap), devat (yazı
aletliği, kamış kalemle mürekkep hokkasının birlikte konulduğu sanatkarane
yapılmış madeni kap olup, belde taşınırdı) bir buradan bir de Hindistan’dan
çıkar” (Evliya Çelebi 1971: 173-174) diye detaylandırır. (*Günümüzde sedef
118
UKHAD 1 (3) 2015
işlemeciliği sadece İstanbul ve Gaziantep’te yapılmaktadır.)
Resim 3. Benjamin Constant’ın The Bazaar (Çarşı) tablosu
“18. yüzyılda Trabzon ticaretindeki canlılığın bir göstergesi olarak
Trabzon’daki çarşı-pazar ile hanların sayısında önemli artışlar olmuştur. Bu
yüzyılda Trabzon’da değişik mekanlarda hizmet veren yaklaşık seksen farklı
iş kolunda zanaat erbabı bulunmaktaydı.” (Aygün 2005: 407-8) ‘’18. yüzyılda
başlıca esnaf grupları arasında kuyumcular da vardı.’’ (Öksüz 2006: 171-172)
“Saatçiler ev eşyaları ile ilgili iş koluydu. Trabzon’da kuyumcular çarşısının
mevcut olması da bu meslek grubunun yaygın oluşu ile alakalı olup bu meslek
ile uğraşanların çoğu gayr-i Müslim Osmanlı vatandaşları idi.” (Öksüz 2006:
174)
“Trabzon Limanı, 18. yüzyılda Gümüşhane’den çıkarılan gümüş
ve bakırın İstanbul’a, hatta İran, Irak ve Hindistan’a yollandığı bir liman
olmuştur.” (Öksüz 2004: 296) “Giresun iskelesi ile Rize iskelesi arasında yer
alan irili ufaklı iskeleler Trabzon gümrüğüne bağlı idi. Bu iskelelere gelen her
türlü emtia ve eşyanın gümrük vergileri Trabzon gümrük eminleri tarafından
toplanmaktaydı. Osmanlı Devletinde gümrüklerde bir gümrük divanı, gümrük
emini, merkezden tayin edilen bir mübaşir, bir katib, bir gümrük ‘sarrafı’ ve
gümrük kapısının önemine göre çok sayıda gümrük memurları bulunurdu.”
119
UKHAD 1 (3) 2015
(Aygün 1979: 160) Trabzon iskelesi gümrüğü çalışanları ve emtialar hakkında
Trabzon şeriyye sicillerinde detaylı bilgiler mevcuttur. “18’inci yüzyılda
Trabzon’a gelen Rumelili tüccarlar içerisinde en zenginlerden biri olduğu
ifade edilen Molla Hasan’ın Rumeli’den getirdiği malların listesinde zincirli
iki altın” (Aygün 2002: 204-205) bulunur.
“Kadı sicillerinde, XVIII. yüzyılda Hindistan, İran ve diğer ülkelere
Trabzon yolu ile bol miktarda ‘altın ve gümüş’ kaçırıldığını bilmekteyiz.
Bu kaçakçılığın önlenmesi için pek çok emr-i şerif yayınlanmış fakat sonuç
alınamamıştır. Emr-i şeriflerde, değerli maden kaçakçılığından devlet ve halkın
zarar gördüğü, ve birkaç kefere ile fesatçının kar ettiği halka bildirilmekteydi.
28 Mayıs 1719’da Trabzon mütesellimi ve gümrük eminine yollanan fermanda,
III. Ahmet’in sikkesi ve meskuk altın ya da akçe göndermenin serbest ancak
kefere sikkeleri ile süslü altın yada külçe altın ve gümüş getirmenin yasak
olduğu belirtilmekteydi.” (Özkaya 1988: 137)
“XVIII. yüzyılda faal olan madenler, Harşit vadisi ağırlıkta olmak
üzere sahildeki Espiye’den Gümüşhane’ye doğru sıralanmaktaydılar. Bu
yüzyılda Espiye ve Gümüşhane’den elde edilen madenlerin devlete ait
olan kısmı, genellikle külçeler halinde çoğunlukla Gümüşhane ve çevresi
reayasının sahip olduğu yük hayvanlarıyla Trabzon’a veya Espiye iskelesine
gönderilmekte veya Trabzon’da Taş Han gibi hanlara depolanarak yeri
geldiğinde İstanbul’a gönderilmekteydiler. Gümüşhane’de reaya tarafından
işletilen madenlerden çıkarılan bakırın 1/5’i devlete teslim edilmek
zorundaydı. Bakır haricinde Gümüşhane’den elde edilen ‘altın ve gümüş’
Trabzon veya Espiye iskelelerinden derya mevsimi geldiğinde yani ilk baharın
girmesiyle İstanbul’a sevk olunduğunda, ilk olarak gelen ‘altın ve gümüş’
tartılarak çaşni tutulmakta, kıymeti ölçüldükten sonra sırasıyla ilk olarak
Baş Muhasebe Defterlerine kaydedilmekte ve son olarak da nakit akçe/sikke
kesilmek üzere ifrazcılara teslim edilmekteydi.” (İnan 2013: 230-231) XVIII.
yüzyıl Trabzon Kadı Defterleri bize pek çok mali kayıt bilgisi vermektedir.
“Gümüşhane madenlerinden çıkarılan bakırın devlete ait olan kısmı İstanbul’a
teslim edildikten sonra geri kalan kısmı ticari amaçlı olarak 1757 yılına
ait bir ahkam kaydına göre, Trabzonlu tüccarlar ( ortak olup olmadıkları
anlaşılamamaktadır) Rumeli taraflarına olduğu gibi İstanbul’a da ticari amaçlı
olarak ‘bakır ve gümüş’ götürmekteydiler; Trabzon iskelesinden İstanbul’a
bakır ve benzeri eşya götüren tüccarların meleksesi İstanbul Boğazı’na yakın
Ağva isimli mahalde şiddetli fırtınadan dolayı batmıştı. Batan gemide yer alan
emtiadan 240 külçe bakır, 20 vukıyye (25.64 kg.) miktarı ‘gümüş çubuk’ ve
6.000 kuruş nakit akçe, olayı gören Rumeli feneri kayıkçıları tarafından zabt
120
UKHAD 1 (3) 2015
edilerek fenere götürülmüş ve aralarında taksim edilmişti. Adı geçen kayıtta,
tüccarların Trabzon’dan İstanbul’a götürmek üzere gemilerine ne kadar bakır
ve ‘gümüş’ yükledikleri tam olarak kayıtlı değildir. XVIII. yüzyılda Trabzonlu
tüccarların ‘bakır, gümüş, kurşun ve altın’ gibi madenler içerisinde özellikle
bakır ticaretinde yoğunlaşmaları, bu yüzyılda Gümüşhane ve Espiye’de daha
çok bakır çıkarıldığına işaret etmektedir. Bakır ticaretine nazaran ‘gümüş,
kurşun ve altın’ ticareti ile ilgili fazla bilgi ve belge mevcut değildir. Bu durum,
Gümüşhane ve çevresinde gümüş, kurşun ve altın üretiminin bakır üretimine
göre daha az olmasından kaynaklanıyor olmalıydı. (İnan 2013: 235) İstanbul
gelen ihtarlarda “Trabzon mütesellimi ve gümrük eminine hitaben yazılan
emirde, Osmanlı Devletinde hasıl olan ‘gümüş ve altını’ bazılarının toplayarak
Erzurum, Gümüşhane, Kili, İsmail, Selanik, İzmir, Payas iskelelerinde ve
İstanbul ile Tokat şehirlerinden diyar-ı Acem’e ve benzeri mahallere götürüp
satarak kar elde ettikleri” (İnan 2013: 236) konusunda hassas davranılması
için sık sık uyarılmıştır.
“XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon iskelesinden Rumeli’deki
panayırlara ‘bakır, gümüş ve şap’ madenlerinin götürülmesinin yasak
olduğunu bildiren pek çok ferman Trabzon valisine ve Trabzon gümrük
eminine gönderilmiş ise de bu yıllarda kaçakçılar, Trabzon’dan Varna ve
Burgaz iskelelerine kaçak olarak bakır götürmüşler karşılığında, yine yasak
olduğunu bildikleri halde gemilerine zahire yükleyerek Trabzon İskelelerine
getirmişlerdir. Kaçakçılık yoluyla yapılan ticaret XVIII. yüzyılın sonlarına
kadar devam etmiştir.” (Aygün 1997: 161)
“Osmanlı Devletinin en önemli maden yataklarından olan Gümüşhane
ve Espiye madenlerinin Trabzon’a çok yakın bulunması, Trabzon tüccarının
başta bakır olmak üzere nadir de olsa ‘gümüş, kurşun ve altın’ ticaretine
yönelmelerine imkan vermiştir. Maden ticareti, devletin iaşe merkezli tüm
çabalarına rağmen bazen yasal olarak bazen de yasak olarak sürüp gitmiştir.
Bölgedeki madenler Trabzon ve Espiye iskelelerinden yüklenip başta Rumeli
olmak üzere İstanbul taraflarında yer alan pazar ve panayırlarda gerek
Müslüman ve gerek kefere tüccarlarına Trabzon tüccarı tarafından satılmıştır.
Bölgede üretilen gümüş, kurşun ve altın ticaretinin bakır ticaretine göre çok
daha sınırlı olduğu görülmekte, devletin özellikle altın ve gümüş ticaretinde
bakıra göre daha sınırlayıcı, korumacı tedbirler alması bu durumda etkili
olmaktaydı. Zira, gümüş ve altın sikke yapımında kullanıldığı için bölgedeki
gümüş ve altın kaçakçılığı sadece devleti değil dolaylı olarak halkı da
etkileyen önemli bir sorun olarak gözükmektedir. Bununla birlikte bölgede
üretilen altın ve gümüşün kaçak olarak Halep, Tiflis, Acem ve Balkanlara
121
UKHAD 1 (3) 2015
götürülerek satılmasının önüne geçilememiştir. Devlet, her ne kadar değerli
madenlerin kefere eline geçerek ticarete konu olmasının piyasada ibadullahın
yani Müslümanların alım gücünü azaltacağının bildirerek değerli maden
ticaretinin yasak olmasına gayret göstermişse de altın, gümüş ve bakırın
kaçak olarak ülke sınırları dışına satılmasına hem bölge tüccarının ve hem
de gümrük görevlilerinin çıkarları gereği ön ayak olmaya devam ettikleri
anlaşılmaktadır.” (İnan 2013: 237-238)
Kal “maden külçelerini ateşte eriterek arıtmaktır.” (Kuşoğlu 1994:
83) Kalcılık kuyumculuk mesleklerindendir. Kalcılar “toprak ve kilden
hazırlanan çukurda kömür ateş yardımıyla metal külçelerin eritme işlemini”
(Kuşoğlu 2006: ) gerçekleştirir. “1750-1793 yılları arası Trabzon Gümrük
Mukata’ası Mülhekatından Şehir İhtisablığı Mültezimleri ve İltizam Bedelleri
incelendiğinde H.1208/M.1793 tarihlerinde ‘Kalcızade Arif’ ve Çubukcuzade
Mustafa Ağa’nın İhtisab İltizab Bedelinin 450 olduğu Trabzon Şeri Sicil
No: 1944, s. 52b olarak kayıtlıdır.” (Aygün 1997: 100) Kalcızadelerden iki
ismin Ayan olarak adı geçmektedir. “H.1208/M.1793 tarihli kayıtta ayan
olan ‘Kalcızade Arif’ için Muhtasib olarak vazifelendirildiği yazılıdır.
H.1222/M.1807 tarihindeki kayıtta ise yine Ayan olan ‘Kalcızade Osman’
Gümrük Mültezimi vazifesindedir.” (Aygün 1997: 153) “Ayan ailesi olan
Kalcızadelerin servetlerini Trabzon mütesellimliği, avarız tahsildarlığı ve
muhtesiplik yaparak edindikleri anlaşılmaktadır.” (Özkaya 1994: 129)
Bakır kuyumculukta da kullanılan önemli bir metal olup “1749 tarihli
bir kayıtta, Kostant oğlu Afaks isimli bir zımminin bedestendeki dolaplarda
bulunan terekesine bakıldığında... ‘28 kuruşluk 68 kıyye 3 külçe ham bakır’
bulunduğu görülmektedir.” (Öksüz 2004: 147-148) “Bakırcılık sanatı da
Trabzon’da oldukça gelişmiş bulunmaktaydı. Keza, Osmanlı Devleti’nde
çıkartılan bakırın bir kısmı Trabzon’a bağlı yerlerden elde edilmekteydi.”
(Altunbay 1998: 54) “Bakır, daha çok mutfak eşyaları yapımında ve özellikle
15.yüzyıldan itibaren askeri amaçlı olarak top imalinde ve sikke basımında
kullanılmıştır. Bundan dolayıdır ki, zaman zaman bölgede çıkarılan bakırın
nasıl değerlendirileceği konusunda merkezden çeşitli fermanlar gönderilmiştir.
1761 yılına ait bir fermanda, burada çıkarılan bakırın bir kısmının devlet
için ayrıldığı ve bir kısmının da tüccar ve kazancılara nasıl satılacağı hususu
belirtilmekteydi. 1762 tarihli başka bir ferman ise Trabzon’dan gönderilen
madenlerin darphaneye teslimi ile ilgili olup, bakırın sikke yapımında
kullanıldığını göstermesi bakımından önemliydi.” (Belli 2002: 27) “17681774 Osmanlı-Rus savaşı sırasında İstanbul’da Tophane’de dökülecek
bronz toplar için çok miktarda bakıra ihtiyaç duyulmuş ve Trabzon’a bağlı
122
UKHAD 1 (3) 2015
Gümüşhane çevresindeki maden ocaklarından elde edilen bakırın tüccara
ve başka yerlere satılmayıp hepsinin İstanbul’a gönderilmesini isteyen bir
ferman 1774 tarihinde Trabzon’a gönderilmişti. Kırım’ın Rusya tarafından
ilhak edilmesiyle süren anlaşmazlık döneminde, bronz top dökümü bakıra
olan ihtiyacı artırınca, tüccara ait bakırların dahi başka bölgelere gönderilerek
satılması yasaklanmış ve gerektiğinde Osmanlı hükümeti yüksek fiyat vererek
tüccarlardan bakırı satın almıştır.” (Belli 2002: 28-29) “Çok geçmeden
başlayan 1787-1792 Osmanlı-Rus-Avusturya savaşları, Tophane’nin bakıra
olan ihtiyacını daha da artırmış ve bu dönemde Trabzon’daki bakırın kesinlikle
kimseye satılmadan İstanbul’a gönderilmesi hususu, gönderilen fermanlarda
titizlikle tembih olunmuştur.” (Belli 2002: 29-30) Başta bakırcı esnafı olmak
üzere kuyumcularda yaşanan bu hammadde sıkıntısından bir nebze de olsa
etkilenmiş olmalılar.
1774 Küçük Kaynarca antlaşması ile Rusya Karadeniz’e serbestçe
açılmıştır. 18. yüzyılda “ İki yönlü göçten bahsedilebilir. Birincisi Kırım
tarafından Anadolu sahillerine olan göçler, ikincisi de Trabzon ve ona bağlı
yerler ile Karadeniz’in Anadolu sahillerindeki diğer yerlerden İstanbul
ve Karadeniz’in kuzeyi tarafına olan göçlerdir. Trabzon ve çevresi hem
göç veren hem de göç alan bir yer olması bakımından ayrıca önemlidir.”
(Güler 2000: 344-345) “18 ve 19. yüzyıllarda Trabzon vilayeti ahalisinden
önemli bir kesimin çalışmak üzere, Kafkas ve Kırım havalisine gittikleri
anlaşılmaktadır.” (Öksüz 2009: 123) 1853-1856 Kırım Savaşı ve sonrasında
Kafkasya’dan göçler çoğalmış ve Osmanlı Devletine gelen muhacirlerin sayısı
artmıştır. Bütün bu göçlere ilaveten 19. yüzyılda padişah eşlerinin özellikle
Çerkezlerden olması Çerkez mücevher kültürünün Topkapı Sarayı’nda ve
ülke topraklarında etkili olacağını akla getiriyor. Elbette bu etkileşimlerden
Trabzon’da nasibini almıştır.
“Trabzon’da gelişen mesleklerden biri de el sanatlarından biri olan
kuyumculuk ve gümüş işlemeciliğiydi. Her ne kadar elde edilen ürünleri
ne kadar ekonomik değer kazandığını bilmesek de şehirdeki kuyumcuların
yapmış olduğu altın ve gümüş işlemeler tüm Osmanlı ülkesinde rağbet gören
ürünlerdi. Gümüş yataklarının da vilayet dahilinde bulunması kuyumculuğu
ve gümüş işlemeciliğini olumlu yönde desteklemekteydi. 1863 senesinde
konsolosların da bu zanaat hakkında bazı değerlendirmeleri bulunmaktaydı.
Buna göre Trabzon’daki kuyumculuk ürünleri sade bir özellikteydi ve Trabzonlu
mücevheratçılar emeklerinin karşılığını yeterince alamamaktaydılar. Talebe
dayalı bir üretim söz konusu idi. Fakat zamanla bu ürünlerin ülke dışına ihraç
edildiği görülmektedir. 1869’da bu malların çok az bir kısmı ihraç edilse de bu
123
UKHAD 1 (3) 2015
zanaat önemli bir yer işgal etmekteydi. Konsolosa göre Trabzon’un kuyumcu
ustaları özellikle filigranlı (*telkari) ve gümüş simli objelerde (*kazaziye) daha
marifetliydiler. Fakat ustaların işleri sadece kadın takıları ve küçük değersiz
nesnelerle sınırlıydı. Bu maldan bir miktar Fransa’ya gönderilmiş ve bunların
orijinalliği nedeniyle burada beğeni kazanmışlardı. Trabzon’da üretilen bu
kuyumculuk ürünleri yabancı seyyahların da dikkatini çekmişti fakat üzerinde
durdukları husus ise işçiliğin çok iyi olmamasıydı. (Yılmaz 2012: 257-258)
Bunun sebepleri arasında ise “kuyumcu ustalarının çıkardıkları işin kalitesini
etkileyen unsurların arasında daha iyi iş çıkarmalarına olanak verecek iş
araçlarından, alet ve edevattan yoksun olmalarıdır.” (Türkcan 1986: 41)
1869’da Anadolu’yu gezen Fransız ressam Theophile Deyrolle’nin de
Trabzon kuyumcuları dikkatini çekmiş: “Trabzon’da her ne yandan olursa
olsun, dönüp dolaşıp çıkılan yer, Meyve Pazarı’dır. Tahta barakaya benzeyen
dükkanların ortasından bir dere akar. Yerlerde, ayakaltlarına serilmiş meyveler
göz alıcı renkler taşırlar. Az ötede nalbant vardır. Daha beride kuyumcular;
kirli, kara ve küçük dükkânlar içinde küçük şaheserler yaparlar. Kadınların
ev kıyafeti çok güzeldir. Bir genç kız ya da kadının zenginliği genellikle
başındaki ve boynundaki altınlarla ölçülür.” (Karlıklı 2004: 86)
Resim 4. Kuyumcu tablosu
124
UKHAD 1 (3) 2015
“Bu pazarın gizli hazinelerini bir çok gezintilerimde yavaş yavaş
keşfettim. İran’ın, Horasan’ın, ve İzmir’in en güzel halılarından, Halep’in,
Diyarıbekir’in ve Bursa’nın en güzel kumaşlarından,en ince ve nefis telkari
işlere,çok pahalı kıymetli taşlara, antika silahlara, edvarı kadimeden kalmış
paralara varıncaya kadar, ne istenilirse bu çarşıda vardır. Fakat bitpazarının
ve küçük loş dükkanlarını ve dar sokaklarını aramasını bilmelidir.” (Deyrolle
1938: 8-16) “19. Yüzyılın ikinci yarısında kıymetli taşların dükkanlarda
satıldığı ve Trabzon kuyumcularının küçük şaheserler yaptığını” (Goloğlu
1980) tekrarlayan ifadeler bulunur.
1870 senesinde Trabzon zanaatlarıyla ilgili daha bilimsel bilgileri İngiliz
Konsolosu W.Gifford Palgrave o senelerde Anadolu’ya gelmeyi düşünen
İngilizlere Trabzon’daki iş ve yaşam şartlarını gösteren bir rapor hazırlamakla
vazifelidir. Bu rapora göre “Elçiler, kendi devletlerini Trabzon’daki olaylar
hakkında sürekli bilgilendiriyorlardı. Hazırladıkları raporlarda şehir ya
da kasabalarda yaşayan halkın iş ve sosyal durumları, eğitim durumları,
yaşam koşulları ve farkları, çalışma şartları, kendi ülke halklarının buralarda
barınıp barınamayacakları, nüfus hareketleri ve çeşitli gelirler gibi konulara
değinmekteydiler.” İşçi ve zanaatkarlar üç sınıfta incelenmiş olup “ Üçüncü
ve en üst tabakada terzi, ayakkabıcı, çubukçu, dokumacı, şekerci, mobilyacı,
‘kuyumcu’ gibi yerleşik meslekler yer alır. Asıl parayı günde en azından 3040 kuruş kar eden, işi başından aşkın, gümüş işleyen kuyumcular kazanır.”
(Türkcan 1986: 34-46)
“1875 yılı Vilayet salnamesine göre şehir merkezinde Rusya, İran,
Fransa, Belçika, Nemçe/Avusturya, İngiltere, İtalya, Almanya, Flemenk/
Hollanda, Yunanistan ve İspanya ülkelerinin elçilikleri bulunmaktaydı. 1894
yılı salnamesinde ise Amerika ve Macaristan’ın da Trabzon’da birer elçilik
açtıklarını görüyoruz. Bu elçilikler sadece Trabzon merkezde varlıklarını
sürdürmekle kalmıyor, aynı zamanda diğer sancaklarda da temsilcilikler
bulunduruyordu.” (Okuyan 2003: 78-79) Bu elçilik raporlarının incelenmesi
bize Trabzon ve kuyumculuğu hakkında karanlıkta kalan hazinelerin gün
ışığına çıkmasını sağlayacaktır.
“Devletin gayr-i Müslim vatandaşlar hakkındaki bütün olumlu
çabalarına rağmen, bazı Ermeni komitacıların Trabzon ve çevresindeki
faaliyetleri konusunda Trabzonlu bir Ermeni vatandaşın yetkililere verdiği
bilgileri içeren ve bizzat kendi el yazısıyla kaleme aldığı belgenin içeriğinde
özetle Trabzon’daki Ermeni komitesine üye olanların adları ve içerisinde
bulundukları faaliyetleri sıraladıktan sonra yaklaşık onbeş kişinin faaliyetleri
sıralanmaksızın sadece isimleri zikredilmiştir. Bu isimler arasında Osmanlı
125
UKHAD 1 (3) 2015
ordusunda görevli olanlar, ‘kuyumculuk gibi zengin işlerde’ çalışanlarla
birlikte Rusya’da yıllarca eğitim gördükten sonra Trabzon’a gelenler de
vardır. XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar millet-i sadıka olarak gördüğümüz
Ermeni vatandaşlarımızı bu menfi davranışlara iten nedenin, Osmanlı
Devleti’ni milliyetçilik akımlarıyla parçalamayı düşünen dış güçler olduğunu
söyleyebiliriz.” (Okuyan 2003: 77-78)
Şemseddin Sami, Kamus ül-Alam adlı ansiklopedisinde 1890’ların
Trabzon’undan şöyle söz eder: “Trabzon Vilayeti’nin aynı adlı sancağının
merkez kazasıdır. Küçük sanayii, ipek çarşaf, peştamal, kefiye, keten ve
pamuklu dokumalardan oluşan kazada, ‘kuyumculuk’ da ileri düzeydedir.
Kentte ayrıca iki sabun fabrikası ile birkaç tabakhane vardır. Başta gelen tarım
ürünleri mısır, fasulye, pirinç ve tütün olan Trabzon’da bol fındıkla ceviz
yetişir.” (Karlıklı 2004: 8)
“1869 ile 1904 yılları arasında basılan eyalet salnamelerinde (il
yıllıkları), Trabzon merkezinde ve o zaman var olan ilçelerde üretilen kimi
ürünlerin dökümü yapılmıştır. Bunlardan 1869 ile 1877 yılları arasında
basılanlar incelenerek el sanatları dökümü ‘kuyumculuk ve bakırcılık
sanatları var ise de imal edilen mahallinde tüketilir’ diye özetlenmiştir”.
(Sümerkan 1998: 25) Bu salnameler Trabzon Vilayeti Salnameleri adıyla
Kudret Emiroğlu tarafından önce bir kitapta özetlenerek ve daha sonra 14 cilt
kitap halinde yayınlanmıştır. “Salname-i Vilayet-i Trabzon 1869-1904 yılları
arasında Trabzon’da toplam 22 adet basılmıştır. Basıldıkları yıllara ait oldukça
teferruatlı bilgiler içermektedirler. Ayrıca vilayetin ikliminden vilayette çıkan
madenlere kadar pek çok konuda bilgi aktarılırdı. (Birinci 1990: 3-14)
Resmi yayın organı olan salnamelerde Trabzon el sanatları ve
kuyumculuk hakkında kullanılan ifade “Trabzon’da her nevi esnaf ve çarşı
olup halkın çoğu sanatları sayesinde geçinmektedir. Trabzon’da dülgercilik,
doğramacılık, demircilik, bakırcılık, ‘kuyumculuk’ sanatları sair bir çok
yerden ziyade terakki ederek bu sanatlarda adeta Avrupa ürünleriyle rekabet
edecek şeyler imal olunur” (Yılmaz 2012: 259) tarzındadır.
Trabzon’un ekonomik geçmişi incelenirken kuyumcular arastası şöyle
açıklanır. “Trabzon’un en önemli sanatlarından biri de kuyumculuktur.
Osmanlı hudutları dahilinde olduğu kadar dış ülkelerde de şöhreti olan altın ve
gümüş telkari işlerin kıymet ve değerini bugün bile kayıp etmemiş olduğunu,
Trabzon’un daima aranılan meşhur hasır bileziklerinin, ziynet eşyasının hala
baş köşesini muhafaza etmesinden anlamaktayız. Çerkes muhacirlerinin
Trabzon’a yerleşmesinden sonra gümüş ve bafon üzerine savat işlerin pek
rağbet kazandığı görülür. Buhurdanlar, fildişi tarak ve nalın üzerine işlemeler,
126
UKHAD 1 (3) 2015
şerbet ve kahve zarfları, savatlı eğer takımları, hamailler, sigara ağızlıkları,
kılıç ve bastonlarla gümüş ve altun avani işler o devrin servet ve tantanasının
en ehemmiyetlilerindendi ve Osmanlı düğünlerinin paha biçilmeyen
ince zevklerinden birini teşkil ederdi. Bu arada Trabzon çarşısının daima
faaliyette bulunan unsurlarından biri de tespihçilerdi. Dükkan ve tezgahların
camekanlarında rengarenk taşlar ile pırıl pırıl parlayan tespihler, güzel bir
şekilde iplere asılı olarak durur ve dindar dindar müşterilerini daima güler
yüzle beklerlerdi. Bunlar arasında görülen kıl peçe kamçılarının uçlarındaki
kırmızı mercanlar da tıpkı eski Arap halayıklarının bir damla kana benzeyen
dil uçları gibi daima göze çarpar ve zevki gıcıklardı. Kaytancılık simkeş
işlerinin de tespihçilik kadar değeri vardı. Ve her türlü kiraz, yasemin, kehribar
ve gümüş işlemeli ağızlıklar da bu devrin en aranılan eşyaları meyanında idi.”
(Peker 1945: 22-24)
Yabancı ithalat karşısında gerileyen yerli üretimin geliştirilmesi
maksadıyla “16 Şaban 1321 H. (7 Kasım 1903 M.) tarihinde Trabzon’da açılan
Trabzon Mamulat ve Mahsulat Sergisi.” ilk olması bakımından önemlidir.
(Emiroğlu1988: 92-94)
1907’de Trabzon Hamidiye Sanayi Mektebi açılmıştır. “Başlangıçta
sadece erkek öğrenci alan okulda “Erkekler daha çok demircilik ‘kuyumculuk’
ve marangozluk gibi zanaat dallarında” (Uraz 1957: 18-19) yetiştirilmiştir.
1924 tarihli İstikbal Yevmi Gazetesinde Trabzon kuyumculuğu da
dahil olmak üzere el sanatlarının problemlerini dile getirilmektedir. “Birinci
Dünya Savaşına gelinceye kadar memleketimizdeki kuyumculuk ve saraçlık
sanatları başka illerimize göre ilerlemiş ve bu yolda da değerli sanatkarlar
yetişmişti...Savaş acılarının uzun müddet devamı esnasında kuyumculuk
gibi, saraçlık gibi maddeden sonra düşünülen sanatların sözü edildiği üzere
bizdeki gibi kuvvetsiz, sermayesiz olursa kendi kendini kurtarabilmesi pek de
kolay bir şey değildir...Kuyumculuk, saraçlık bakırcılık gibi memleketimizde,
başka yörelere göre özel bir gelişme gayreti gösteren sanatların duraklama ve
gerilemesinde, desteklenmeyişlerinin büyük etkisini kabul ettikten sonra konu
desteğin şekil ve niteliğini saptamaya yönelir.” (Sümerkan 2008: 18-19) Yazar
gazetenin sonraki nüshasında çözüm teklifi olarak “Trabzon için alternatif bir
kazanç kaynağı olarak görülen geleneksel sanatların bu durumdan kurtarılması
için bu sanatların ihya edilmesinin gerektiğini belirtmektedir. Bunun için
de Trabzon Belediyesi veya Vilayet Meclis-i Umumisinin kuyumculuk
ve saraçlık gibi el sanatlarına mahsus atölyeler açılması gerektiğini ifade
etmiştir.” (Başkaya 2014: 289)
“1925 yılına gelindiğinde Trabzon’dan ihraç ve ithal edilen malların,
127
UKHAD 1 (3) 2015
önceki yıllara göre çeşitlendiği” (Öksüz 2009: 110-111) anlaşılır. Bu listedeki
tabloya göre ‘Saatçi Mamulatı, Alat ve Edevat’ ithalatı 408.965 kuruş olup,
3.019 kilodur.
“1927 yılında yayınlanan Türkiye Salon ve İlanat Gazetesi’nin
Trabzon’un iktisadi profilini çıkartan sayısının 8-22. sayfalarında Trabzon
merkezinde bulunan mesleklerin/iş kollarının bir fihristi yapılmıştı.” (Öksüz
2009: 144) Bunların detayını Trabzon kuyumcuları maddesinde ele aldık.
1934’de Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası tarafından 1903 sanayi
sergisinin bir benzeri açılmıştır. Fakat her iki sergide de Trabzon mücevherleri
sergilenmemiştir. Günümüzde Trabzon Kuyumcular Odasının girişimiyle ilk
defa Trabzon’da kuyumculuk fuarı gerçekleştirilerek Trabzon mücevhercilik
sanatının tarihi birikimi artık kabuğunu kırıp zengin mirasının ihtişamını dışa
açmaya başlamıştır. Bu göz kamaştırıcı geçmişin farklı alanlardaki durumunu
bundan sonraki maddelerde açıklamaya çalışacağız.
2. Geleneksel Trabzon Takıları ve Evlenme Adetleri
“Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin Trabzon’u anlattığı bölümünde,
burada yaşayan halktan söz ederken, ‘Kazak, Abazya gibi Kafkasya kökenli
kadınların’ bulunduğunu anlatır ve bu kadınların güzellikleri ile giyimlerini
över.” (Somel 1993: 103)
“1702-1703 seneleri arası Trabzon şeriyye sicil defterindeki tereke
kayıtlarının az olması giyim-kuşam ve halkın kullandığı eşyalar hakkında fazla
yorum yapılmasını zorlaştırmaktadır. Halkın kullandığı eşyaların çeşitliliği
ve bol olması dönemin ekonomik açıdan iyi olduğunu ve halkın zengin
sayılabilecek bir durumda olduğunu göstermektedir. Bunlar arasında yatak
odası ve oturma odası eşyalarında ‘gümüş çuval’, giyim kuşam eşyalarında
‘gümüş kemer kuşak ve altın yüzük’ kaydedilmiştir. Ayrıca halkın kullandığı
ziynet eşyaları da vardır. Beşibiryerde, altın kordon, altın küpe bunlardan bir
kaçıdır.” (Uygun 2001: 355-359) Bu konuda yapılacak daha detaylı çalışmalar
değişik dönem mücevherlerini gün yüzüne çıkaracaktır.
“XIX. yüzyılın son çeyreğinde ‘ağırlık’ adı verilen alışverişlerde
ortalama olarak alınanları şöyle sıralayabiliriz: Bir, ya da iki beşibirlik (Reşat
altını da diyebiliriz.)” (Ataman 1992: 18) (*Yazar Sultan Aziz veya Sultan
Hamid’in beşibirliğini Sultan V. Mehmet Reşat’ın 1909-1918 dönemi ile
karıştırmıştır.)
128
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 5. Reşat Altını
“Gelin adayının başının üzerine müstakbel kayınvalidesi tarafından
altın sikke veya para ile beraber çeşitli çerezlikler dökmesi gelin adayını daha
güzel göstermek içindi.” (Erdentuğ 1974: 376)
“Trabzon ve çevresinin geleneği olan bir de ‘tepelik’ adında çeşitli
altınların takılmasıyla hazırlanan bir çeşit başlık vardı. Tepeliğin arkadan
sarkan örülmüş saçlara takılmak üzere şakakları ne kadar fazla olursa o kadar
makbul edilirdi.” (Koşay 1944: 54)
“Kız tarafının hazırlamış olduğu çeyizlerin zenginliği, ailelerin
ekonomik güçlerine göre farklılık arz ederdi. Bu dönemlerde ortalama bir
çeyizde bulunanlar arasında ipekten yapılmış ‘saat, mühür ve para keseleri’
bulunur.” (Koşay 1944: 100)
“Trabzon gibi kuyumculuk sanatında oldukça ileri gitmiş bir yerde
ziynet eşyalarının çeşitlilik göstermesi olağan bir durum olarak algılanmalıdır.
Kayıtlarda ailelerin ekonomik durumlarına göre ziynet eşyalarının hem
çeşitlilik hem de kalite bakımından farklılıklar içerdiğini görmekteyiz.
Ziynet eşyalarının başında bilezikler gelmektedir. Trabzon hasırı
adlı bilezik, dönemin en revaçta olan bilezik türüydü. Bunun yanı sıra
Kayseri burması, Halep işi bilezikler de Trabzon’da kuyumcu dükkanlarını
süslemekteydi. Ayrıca gümüş bileziklerin de kayıtlarda geçtiğini belirtmeliyiz.
Yüzükler, kadınlarla erkeklerin ortak kullandıkları ziynet eşyaları arasında yer
almaktaydı. Sade yüzükler olduğu gibi çeşitli kıymetli taşlarla süslenenleri ve
işlemeli olanları da vardı. Altın, akik, elmas, pırlanta, zümrüt yüzük türleri de
129
UKHAD 1 (3) 2015
halkın zengin hanımlarının parmaklarını süslemekteydi. Evlilik işareti olarak
kullanılan yüzükler hanımların yanı sıra erkeklerin de taktığı alyanslar olarak
kendini göstermekteydi.
Trabzon ve çevresinde kadınların gerdanlıklarına taktıkları altın liralar,
beşibirlikler de önemli ziynet/süs eşyaları arasında zikredilmeye değerdir.
Bir diğer adı gerdanlık olan bu ziynetlerin damat tarafından geline hediye
edilenleri oldukça yaygındı.
Küpe de hanımların en çok rağbet gösterdiği ziynet eşyalarından
birisiydi. ‘Altın ve incili küpe’ adlarıyla kayıtlarda sıkça rastladığımız
küpeler, halkın ekonomik gücüne göre elmas, zümrüt ve diğer değerli taşlarla
süsleniyordu.
Gelinlerin tepelik adıyla başlarına taktıkları bir diğer ziynet eşyası daha
vardı ki sırma ve incilerle donatılırdı. Terekelerde ‘sim tepelik, gümüş tepelik’
adlarıyla rastladığımız bu ziynet eşyası ailelerin ekonomik durumlarına göre
çeşitlilik arz ederdi.
Yukarıdaki süs eşyalarına ilaveten iğne, broş-iğne, yelpaze, çeşitli
yapıda saat, köstek, enfiye kutusu, süs tarağı, kol düğmeleri gibi eşyalara da
rastlıyoruz.” (Okuyan 2003: 139-140)
1869 yılında Fransa hükümeti tarafından Osmanlı Devletinin Trabzon
ve Erzurum hattında incelemelerde bulunan seyyah Theophile Deyrolle
Trabzon Müslümanları hakkında aşağıdaki açıklamaları yapmaktadır: “Evlerin
dışında hangi din ve milliyetten olursa olsun, bütün Trabzon kadınları çarşaf
giyerler. Köy kadınları ise, çok kere ağır yükler altında yürürken görünürler.
Önlerinde ya da artlarında giden kocaları, çoklukla çorap ya da tozluk örerek
yürürler. Kuşaklarında ‘hançer’, boyunlarında tüfek vardır. İri yarı, sağlam
yapılı, düzgün yüzlüdürler.” (Deyrolle 1938: 11-16) “Bazıları yüzlerine
peçe örtmekteydiler. Yolların çamurlu olmasından dolayı ayakkabılarının
altına birer nalın giyerlerdi. Kadınların ev içi kıyafetleri çok güzel olmakla
birlikte zenginlikleri başlarındaki, kollarındaki veya boyunlarındaki altınlarla
ölçülürdü. (Deyrolle 1938: 10-19)
“Karadeniz’in bazı bölgelerinde (Trabzon) kız bulabilmek için ‘yenge’
adı verilen ve böyle işleri meslek edinmiş kadınlar vardır. Oğlunu evlendirecek
aile bunlardan birini tutar. Bu kadın şehir veya köyde dolaşıp, evlenme çağındaki
kızları inceler. Uygun gördüklerini oğlan anasına söyle. Oğlan anası da kocasına
danışarak, birlikte karar verirler.” (Erdentuğ 1967: 29-30)
“Nişanda çoğunlukla 20’lik altın veya beşibirlik ve bazen da ilaveten
‘elmas’ ziynet takılır. Bu takılan ve daha ziyade söz kesimini kesinleştiren
‘Takı’lar arasında, nişan yüzüğü görülürse de bu tamamen yabancı bir
130
UKHAD 1 (3) 2015
görenektir. Türkiye geleneksel toplumlarında asla görmediğimiz nişan ve
evlilik halkalarının, yaptığım incelemeye göre, Karadeniz bölgesi köylerinde
(Bolu, Kastamonu-Ordu, Giresun, ‘Trabzon’-Artvin) son 20-25 yıldan beri
görülmeye başlanmış olması, bunun şehirden kazanılmış bir görenek olduğunu
açıkça göstermektedir.” (Erdentuğ 1969: 239-240)
“Yüz görümlüğü, koltuk merasiminde ve zifaf sabahında geline verilen
bir takıdır. Trabzon’da zifafın ertesi sabahı güvey hamama giderken geline
verdiği ‘beşi birlik’; cumartesi sabahı gelinin ilk defa kayınbaba ve anasının ve
diğerlerinin ellerini öptüğü zaman, onlar tarafından geline takılan takılar (altın
iğne veya dane altından ziyede şehir düğünlerinde) ın bir anlamı olmalıdır.
Bunların, güvey ve tarafları ile gelin arasında tatlı ilişkiler kurmakta bir etkisi
olduğu kadar, zifaf sonrası takılan takıların, geline ve özellikle bekarete
verilen önemi aks ettirdikleri kabul edilmelidir; ayrıca, bunları takan tarafın
kazanacağı prestij de açıktır.” (Erdentuğ:1971: 15)
Resim 6. Kına Gecesi
Trabzon’un Evlenme Adetleri adlı yayında takı adetleri ve bölgesi
(parantez içinde yer belirtilerek) açıklanmıştır.
“Geleneksel kesimde evlenme hazırlıkları kız bakma, kız arama, kız
soruşturma ile başlamaktadır. Oğullarını evlendirmek isteyen anne ve babalar
ilk önce akrabalarından, komşularından ve yakın çevrelerinden başlayarak kız
131
UKHAD 1 (3) 2015
aramaya çıkmaktaydılar. Kız bakma konusunda ailelere, akrabalar, komşular
yardımcı hatta aracı rolü üstlenmektedirler. Evlenecek erkeğe kız bakma
olayına Anadolu’nun birçok yerinde; görücülük, görücüye çıkma vb. adlar
verilmektedir. Araştırma yöresinde geçmişte herkes birbirini tanıyordu. Bu
nedenle oğlan tarafı münasip gördüğü kızı kızın bir akrabası veya yakın bir
komşusunu da yanına alarak görmeye gider. Bu olay yörede; ‘kız bakmaya
gitme’,’kız görmeye gitme’, ‘görücü gitme’ görmeye gidenlere ise görücü
denmekteydi. Bu uygulama son zamanlarda da azalarak devam etmektedir.
Kızın verilmesi; falancaya söz kesildi şeklinde anlatılmaktadır. Önceden
söz verdik tamam oluyordu. Şimdi ‘yüzük’ takılıyor. Geçmişte söz kesildikten
sonra çok bekletilmez, bir iki ay içerisinde kız alınır, en fazla üç ay bekletilir.
Yapılacak olan her şey söz kesiminde kararlaştırılır. (Tonya Melikşah köyü)
Anlaşılınca vermeye karar verildi mi, söz kesilir. Söz de kıza alınacak ‘takılar’
konuşulur. (Maçka Çeşmeler köyü) Önceden başlık vardı, altın yoktu, şimdi
altın var artık kıza başlık alınmıyor. (Şalpazarı Simenli köyü)
Geçmişte nişanda ağır takı takılmaz, takılar düğünde takılırdı. Geçmişte
nişanın bozulduğu durumlar olmaktaydı, böyle durumlarda kızın evlenmesi
güçleşmekteydi. Kızın nişanlı kalma süresi bayrama denk gelirse, özellikle
kurban bayramına, kıza kimi aileler para verir, kimi aileler de, kurban gönderir.
Kurban kurdelelerle ve boyalarla süslenerek oğlanın erkek kardeşi tarafından
kız evine gönderilmekte. Kurbanın alnına kağıtla Allah sizi ölene kadar mesut
etsin yazısı yazılmaktaydı. İsteyenler kurbanlık koça ‘altın’ da takmaktadır.
Buna gelin kurbanı denmekteydi. Kurbanı götürmesinin karşılığında oğlanın
kardeşine kız hediye vermekteydi. Bu gelenek günümüzde de devam
etmektedir. (Trabzon merkez Faroz mahallesi).
Gelin hamamı için gelin düğün günü olan Perşembe günü kız tarafından
hamama götürülmekteydi. Banyoda kullanılacak takunyaları ve ‘gümüş
tasları’ da, kız tarafı getirmekteydi. Gelinin başında ise; çiçekli çember olur, çemberin altına da tabla
sarardık. Tabla da yeniden renk renk çemberden olurdu. Tablanın üzerine
çember, çemberin üzerine de beyaz atılır, onun üzerine de ‘gümüş’ takılırdı.
Aynı gümüşten boyuna da takılırdı. Başa takılana baş gümüşü, boyna takılana
boyun gümüşü denirdi. Önceden bu gümüşlere cıngıl denmekteydi. (Şalpazarı
Geyikli beldesi ve Simenli köyü)
Düğün alayında horonun tam ortasında önce oğlan tarafı olmak üzere
geline ‘takı takılmaya’ başlanır. Daha sonra kız tarafı ve konu komşunun
hediyelerini vermesiyle orta yani takı biterdi. Takılar takılırken de kimin ne
verdiğini belirtmek için birisi bağırır. (Tonya Melikşah köyü)” (Balıkçı 2003:)
132
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 7. Takı Merasimi
2.1. Müslüman Şehir Kadını Takıları
“Tepelik daire biçiminde altın kaplama gümüşten, tepesi hafifçe
kabarıktır. Üstü geometrik şekiller, yaprak ve çiçek desenleri ile kabartma
ve oyma şeklinde işlenmiş, yer yer taşlar dahi yerleştirilmiştir. Tepeliğin
kenarındaki deliklerden, uçlarında ‘Fındık Altını’ adı verilen, en ufak bir baş
hareketiyle oynayan altın sikkeler takılı çok zarif altın zincirler sarkmaktadır.
Saten hırkanın açık olan yakasından görünen boynu, bir sıra incinin
ortasından sarkan ve ‘Mührü Süleyman’ adı verilen altın madalyon süsler.
Madalyonun kenarlarına inciler ve turkuvazlar yerleştirilmiştir. Hırkanın altın
sim işlemelerle çevrili etekleri, önde kısa arkada ise bir entari eteği gibi yere
kadar uzundur…Düz taftadan bol şalvar, çok zarif, çiçek biçiminde inciden
işlemelerle süslü renkli ipek pabuçların üstüne dökülür.
Hırkanın üstünde yakasız, bele kadar ve kenarları el genişliğinde altın
sim işlemeli ‘Salta’ adı verilen kadifeden bir ceket bulunur. Büyük bir sanat
değeri taşıyan işlemelerde, yaprak desenleri ve aralarında yer yer yerleştirilmiş
mercan, inci ve turkuvazlar görülür. Salta’nın kollarından da inci, gümüş ve
altından bileziklerin görünmesini sağlayacak şekilde, bürümcük gömleğin
geniş, şeffaf kolları çıkar.
Trabzonlu Müslüman hanım sokağa çıkarken yüzünü, at kılı siyah
kanevadan kenarları sim işlemeli bir peçe ile örter. Ve iri doklu siyah ipekliden,
133
UKHAD 1 (3) 2015
bazen bütün, bazen parçalı, çoğu zaman da gümüş simden yıldız biçiminde
dama düzenli bir çarşafla tamamen örtünür. Sokakta gördüğümüz bu koza eve
girer girmez açılır ve içinden bir kelebek çıkar.” (Yağan 1978: 69-70)
Aşağıdaki resimlerde Müslüman şehir kadınlarının fotoğrafları
görülmektedir.
Resim 8. Şehirli Kadın Kıyafeti (evde ve dışarıda)
Resim 9. Şehirli Kadın, Asker, Laz Köylü
134
UKHAD 1 (3) 2015
2.2. Müslüman Köylü Erkek Takıları
1870’li yıllarda yapılan saptamalarda Trabzon’un köy çevresinden
Müslüman bir erkeğin kıyafetindeki takılar şöyle izah edilmektedir:
“Müslüman Trabzonlu (erkek) giyiminin en büyük özelliği bolca işleme
ve silahıdır.Gerçekten de Trabzon’da meşhur silah imalathaneleri yanında,
ürünleri yalnız o civarda kalmayıp İstanbul’a da ihraç edilen kuyumculuk
ve işleme atölyeler mevcuttur.Trabzon’da yapılan silahlar fevkaladedir.
Ayrıca bu silahları tamamlayan bütün aksesuarların üzerine sedef, mercan,
firuze ve inci kakmalar, gümüş oymalar, deri veya kadife üzerine pullar, bu
taşlarla süslemeler yapılır. Bunları yapan esnaf nazarında bu silahlar, bir nevi
mücevher veya sanat eşyası sayılır.
Trabzonlu Müslüman, kırmızı deriden kayışla silahlığına astığı, bir
mücevher kadar süslü kamayı iddiasızca taşımaktadır... kakmalı, süslü kamasını
kırmızı marokenden, üstü altın simge işli silahlığında taşır. Silahlığını da sarı
kırmızı çizgili, ipekli bir Tunus kuşağı üzerine takar...kemerdeki altın simlerin
parlaklığından, koyu mavi kumaşın matlığına geçişi, gözü rahatsız etmeden
bu işlemeler sağlamaktadır...” (Yağan 1978: 69-70)
2.3. Müslüman Köylü Kadın Takıları
Aynı senelerdeki kadın kıyafetlerine gelince: Trabzon çevresinde
Müslüman köylü kadının kıyafetinde dikkati çeken ilk şey takılarıdır.
“Tepelik, fesi tamamen örter. Tepeliğin altından ancak yer yer fark
edilen fes, mavi ve kırmızı tonların karışımında ipektendir. Fesin altından
siyah dağınık saçlar dalga dalga dökülür. Alelade bir süs eşyası değil bir ziynet
sayılabilecek tepelik, altın kaplama gümüşten yuvarlak bir plaka halindedir.
Üzerinde, yaprak ve çiçek biçiminde oymalar bulunan yuvarlak toplar
vardır. Tepeliğin kenarlarından çok ince işlenmiş zincirler sarkar. Zincirlerin
ucuna takılı altın paralar, alında kaşlara kadar iner.
Gerdanlık da tepelik gibi, fakat üç sıra altın paradan meydana gelmiştir.
Kolyenin tam ortasında iki yüzlü irice bir altın madalyon sarkmaktadır.
Madalyonun alt kısmındaki deliklere, kolyenin diğer paralarından daha küçük
paralar geçirilmiştir. Kolye, tümüyle, göğüslük adı verilen ipekten bir çeşit
önlüğün üstüne yerleştirilmiştir.” (Yağan 1978: 69-70)
20.yüzyıla ait hatıratta ise Maçka’nın Konaklar köyünden gelen Eşref
Eyüboğlu anımsandığı kadarıyla şöyle tarif edilir.”Belinde sapı gümüşlü, iki
ağızlı, düz oluklu bir kaması vardı…Bu kişi zıpka, gugula, gümüş düğmeli
yelek giyer, zıpkasının önünde yine gümüşlü kaytanı sarkardı.” (Eyüboğlu
1989: 95)
135
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 10. Şehirli Kadın ve Erkek (Tarapoluz adlı kuşakla)
2.4. Gayrimüslim Şehir Takıları
“Şehirde yaşayan Ermeniler, çapraz yelek, kısa ceket giyer ve geniş
kuşaklar takarlardı. Başlarına fes takarlardı. Hangi milliyet veya dinden olursa
olsunlar bütün kadınlar siyah çarşaf giyerlerdi. Zenginler beyaz üzerine geniş
menekşe kafesli çarşaf, yoksullar küçük beyaz ve mavi kafesli çarşaflar
giyerlerdi.” (Deyrolle 1938: 10-19)
Resim 11. Tepelik
136
UKHAD 1 (3) 2015
“Trabzon’da şehrin en temiz yeri olan Gavur Meydanı mahallesinde
Rum ve Ermeniler ticaretle meşgul oluyorlar, Pazar ve yortu/dini bayram
günlerinde Hıristiyanlar en güzel elbiselerini giyerek ‘değerli süs eşyalarını
takarak’ dolaşıyorlardı. Burada satıcılar müşterilerine kabaca seslenir,
elbisesinden tutup çeker, müşterisini laf yağmuruna tutardı. Öte yandan
kardeşim, dostum, ruhum gibi tatlı sözler söyler ve bu arada gösterdikleri
mallara da iki kat fiyat isterlerdi. Ermeni tüccarların, Rumlara göre daha
saygılı ve dürüst olduğu görülmektedir.” (Deyrolle 1938: 7-50)
Resim 12. Tepelikli Kadın
Resim 13. Şehirli Rum Kadın
Yapılan araştırmalarda Trabzonlu gayrimüslimlerinin fotoğraflarının
daha fazla bulunduğu görülmektedir. Bu görsel belgeler Trabzon kuyumculuğunun geçmişini daha belirgin hale getirecektir. Aşağıda Trabzon’un önemli
zenginlerinden birinin fotoğrafı görülür.
137
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 14. Kostaki Teaflaktos ve eşi
“Gayr-ı Müslimlerle ilgili ya da gayr-ı Müslimlerin şahit olarak yer
aldığı davalarda Müslümanlardan farklı olarak gayr-ı Müslimlerin imza
kullandıklarını görüyoruz. Müslümanlar genellikle mühürler kullanırken
gayr-ı Müslimler kendi yazı sitilleriyle imza atmaktaydılar. Bu durumun
gayr-ı Müslimlerin eğitim açısından Müslüman halktan daha ileri seviyede
olmasından kaynaklandığı” (Okuyan 2003: 82) veya alışkanlıkların yavaş
değişiminin etkisi olduğu düşünülebilir.
Trabzon’da imal edilmiş aşağıdaki mercanlı kolyenin damgası
olmadığından Ermeni asıllı ustası bilinmemektedir.
Resim 15. Mercanlı Kolye
138
UKHAD 1 (3) 2015
Günümüzde de hala altınlı takılar birer takı ve yatırım aracı olarak
geleneksel kesimde revaçtadır. Türkiye’de sarrafiye çeşidi olarak cumhuriyet
ve ziynet altınları satılır. Karadeniz’de ise özellikle hakiki Reşat altınına talep
fazladır. Bunlardan yüzük, küpe, bilezik ve kolye yapılır. Yöre küpelerinde
Reşat altınının alt kısmına arpa şeklinde sallantılar yapılır. (*1980’de
Amerika’nın Ohio eyaletindeki Uluslararası Kültür Festivalinde Maraş
Ermenisi 80 yaşında yaşlı bir kadının kulağında Reşat altınlı küpeyi gururla
taktığına şahit oldum.)
3.Trabzon Mücevherlerinin İmalatı
Günümüzde Türkiye genelinde Trabzon takıları içerisinde en çok
bilinen çeşit hasır örgü tekniği ile imal edilmiş bilezik, gerdanlık, küpe,
kemer ve yüzüğüdür. Fakat bunun yanında Trabzon’a has kazaziye örgüsü,
telkari tarzı aksesuarlar ve savat tekniği ile imal edilmiş takı ve aksesuarlarda
büyük öneme sahiptir. Aşağıda bunların imalat tekniklerine sırayla değinmeye
çalışacağız.
3.1.Trabzon Hasırı
Trabzon hasırının örme tekniklerini detaylandırmadan önce aşağıda
tarihi bazı hasır kemer resimleri sıralandı. Bunların tokası farklı teknik ve
motiflerde imal edilmiştir. Günümüzde hasır kemer tokalarında genellikle
bitkisel motiflerden çiçek, yaprak, kıvrımlı dallar ile geometrik motifler
kullanılmaktadır. Ülkemiz müze ve koleksiyonlarında çok sayıda Trabzon
hasırı takıları vardır. “Kırım Tatar Müzesi arşivinde hasır örme tekniği ile
yapılmış telkari tokalı bir kemer bulunmaktadır.” (Akpınarlı 2004: 264)
Resim 16. Tokası el motifli kemer
139
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 17. Tokası Osmanlı armalı hasır kemer
Resim 18. Tokası Osmanlı tuğralı hasır kemer
140
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 19. Telkari tokalı hasır kemer (Sivas imalatı)
Resim 20. Osmanlı armalı hasır kemer tokası
141
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 21. Örgüsü farklı kemer (Toka Resim 20 benzeri)
“Hasır bileziğin yapımı üç aşamadan oluşuyor. Birinci aşamasında
atölyelerde 22 ayar altın 0.32 mikron kalınlığında tel olarak çekiliyor. İkinci
aşama ise bileziğin asıl yapımını oluşturuyor. Tel, evde kadınlar tarafından
“çift” denilen cımbıza benzer bir aletle dantel gibi örülüyor. Üçüncü
aşamasında ise örücüden gelen hasırın atölyede hataları giderildikten sonra
anahtarı takılıyor. Hasırın yapımında teknoloji yalnızca tel çekme aşamasında
kullanılıyor.
3.1.1. Hasır Telinin Hazırlanması
Önce 24 ayar yani 995 milyem saf altın alınarak 916 milyem yani 22
ayara düşürülüyor. Hasırda kırmızı altın kullanıldığı için bir kilo saf altının
22 ayara düşürülmesi amacıyla 86,24 gram bakır koyuluyor. Altını eritmek
gerekiyor. Bir kilo gibi miktarlar söz konusu olduğunda eritme işlemi tüple
kullanılan bir ocak sistemi ile eritiliyor. İlk önce altın külçe, kumla grafit
karışımından yapılmış olan yüksek ısıya dayanıklı potaya koyuluyor. Altının
erime derecesi 1063 santigrat olmasına karşın alan muhafasız ise biraz daha
yüksek ısıya çıkılıyor. Bu iki madene katılan az miktardaki boraksın görevi
142
UKHAD 1 (3) 2015
ise karışım işlemini kolaylaştırmak. Şide ( bölgede şika da kullanılır) denilen
kanalların içine dökülen eriyik altın derhal katılaşarak çubuk haline gelmekte.
Çubuk halindeki altın, kalın kanaldan ince kanala doğru değişen bir makinenin
gözlerinden geçmek suretiyle inceltilir. İşleme sırasında sertleşen altını
kıvamda tutmak içinse şalümo ile ısıtmak gerekiyor. Tel çekilirken dikkat
edilmesi gereken önemli noktalardan bir tanesi de hep aynı yönde çekmektir.
Çünkü farklı taraflardan çekilen telin üzerinde pürüz oluşma riski yüksektir.
Çekilmeye başlanan altın tel daha sonra haddelerin yardımıyla 0.32 mikrona
indirilir. (* 0.32 mikrondan incesi tartıda hafif gelmesi için, 0.32 mikrondan
kalını daha enli görünmesi için kullanılır.) Çekme işlemi biten teller çıkrık gibi
bir makine yardımıyla kelep haline getirilir. İşleme sırasında doğal rengini
kaybeden altın kelepleri ocakta ısıtıldıktan sonra aside batırılarak kızıl rengi
alır.
3.1.2. Hasırın Örgü İşlemi
Aslında bileziğin imalatında örgünün tuttuğu pay neredeyse yüzde 70’e
ulaşıyor. Hazırlanmış olan altın kelepleri tartılarak örücü kadınlara teslim
edilir. Kadınlar dokuma işleminde çift denilen ve cımbıza benzeyen bir alet
kullanıyor. Tel bittiğinde ikinci kelebi yerleştirmek için sadece kaynaktan
yararlanılıyor. Hasır gün ışığına karşı dantel örer gibi tek bir telden dokunuyor.
Bir hasır bileziğin ortalama dokuma süresi 12 günü buluyor. Dokuma işlemi
genellikle anneden kıza geçiyor.
Bir kadının hasır dokumayı öğrenmesi için iyi bir kadın ustanın yanında
5–6 ay çalışması gerekiyor. Yeni başlayanlar önce bakır tellerle öğrenip daha
sonra gümüş veya altın örgüyle devam eder. El yatkınlığına göre de birkaç
yıl içinde çok iyi bir dokumacı olabilir.” (Gold Bazaar) Trabzon’da şu anda
4000 civarında bayan, beş tane bay dokumacı var. Dokumacıların en yoğun
bulunduğu yer önceden Trabzon il merkezinde Faroz ve Yalı Mahallesi
idi. Günümüzde Vakfıkebir ilçesi ile Akçaabat ilçesinin yaklaşık on km.
batısındaki Mesudiye ve Mersin köyüdür. Kadınlar bu sanatı öğrenmeye
küçük yaşlarda başlar. Örmenin kalitesi örücünün dikkati ile doğru orantılıdır.
Kaliteli bir örgü sıkı olur, gevşek örmeler muteber sayılmaz. Bir oturuşta
4–5 saat örgüye devam etmek gerekir ki kaliteli hasır meydana gelsin. Hasır
üzerindeki hatalardan ören hanımın örgüye ara verdiği anlaşılır. 15’li yaşlarda
başlayan hasır örücülüğüne 40 yaşından sonra devam etmek gözleri yorduğu
için zorlaşır. Dokuma işlemi tamamlanınca hasırlar ve onları dokurken kırılan
değerli teller toplanıp atölyelerde tarttırıldıktan sonra teslim edilir.
143
UKHAD 1 (3) 2015
3.1.3. Hasırın Atölye Aşaması
“Hasırın üçüncü aşamasını atölyeler oluşturuyor. Tel çekme dokuma
işleminin tamamlanmasından sonra bileziğin üretiminin yüzde 90–95 i zaten
tamamlanmış oluyor. Örücüden gelen dokunmuş hasır önce şimşir tokmakla
dövülüyor. Ardından üzerinde örme hatalarının ve kırıkların giderilmesi için
kaynak yapılıyor. Kaynaktan çıkan hasırın üzerinde kalemle yapılan küçük
rötuşlarla son hatalarda düzeltiliyor. Bundan sonra toka kancaları (*sürgüleri
veya şeytaniyesi) takılan hasır, kaynaktan oluşan siyahlığın giderilmesi için
aside batırılıyor. Bu işlemden sonra da tokası takılarak vitrine koyulacak
hale getiriliyor. Hasır bileziğin tüm bu aşamalarında sadece tel çekmede ve
takılmayı sağlayan tokanın yapımında makine kullanılıyor.”(Gold Bazaar)
Resim 22. Hasır Takım
15 kol hasır gümüş bilezik için 40 gram gereklidir. “Sadece bir bilezik
için yaklaşık olarak 70–80 gram altın kullanılıyor. 17 kol bilezik, 5 kol
gerdanlık ve küpeden oluşan bir hasır takım, altının eritilmesinden vitrine
çıkması ortalama bir ay sürüyor. El becerisi çok iyi olan bir hasır örme ustası
144
UKHAD 1 (3) 2015
ise bu takımı daha az günde tamamlayabiliyor. Hasırın birinci aşamasını
oluşturan telin çekilmesi üç saat, örücüden geldikten sonraki aşaması da bir
gün sürüyor. Atölyede çalışan bir hasır ustasının yetişmesi için ise 5–6 yıl
gerekiyor.”(Gold Bazaar Dergisi)
3.1.4. Hasırda Kol Sayıları
Hasır bileziklerin eski örnekleri altın, gümüş değil alpaka adı verilen
alaşımdan yapılırdı. Ninelerimizin çeyiz sandıklarında bafon da denilen bu
örneklere rastlamak mümkündür. Hasır dokumaların kalınlık ölçü sıralarına
da “kol” veya “sıra” adı verilir. Kollar 5, 7, 9, 11, 13, 15, 17, 19 şeklinde
sıralanır. (Resim 18) Gerdanlıklarda ise (* tek başına veya hasır modeli kolye
takılabilen kalınlıkta 3 kol, fakat genelde) 5 ve 7 kol kalınlıkları mevcuttur.
Daha önceleri kol sayısı fazla bilezikler revaçta idi. Maddi durumu iyi ailelerin
düğünde her iki bileğe hasır bilezik taktıkları gözlemlenir. (Resim19) (*Yakın
planda ikinci hasır bilezik tülün altından belli olmaktadır.) Kızlar gelin
giderken kız annesine hasır hediye edilmesi de adettendi. Bugün bilezikte 17
kol, gerdanlıkta ise 5 kol talep edilmektedir. Her iki dış kenarda bordürleri
meydana getiren “ Kol”lar daha ensizdir. Kenarlar da dahil olmak üzere “kol”
toplamı her zaman tek sayıdır. Trabzon hasır modelinin bileziği en çok bilinen
takı çeşididir. Ayrıca küpe, kemer ve kol düğmesi de aynı teknik ile imal edilir.
Klasik hasır çeşitlerinde bileziklerin anahtarları dikey yerleştirilmiş dikdörtgen
benzeri, kolyelerin anahtarları ise genelde yatay ovaldir. Toka kısımlarında
gümüşte 0.70–0.80–0.90 mikron, altında ise gramının hafif gelmesi için daha
ince mikron kullanılır. Bu anahtarların üzerine el kalemi ile gül motifleri vs.
işlenir. Anahtarlara nadiren telkari tekniği uygulanır. Son zamanlarda taşlı
çalışmalar da yapılmaktadır.
Resim 23. Kol-Sıra Sayıları
145
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 24. Çift Hasır Bilezikli Gelin
Hasır küpeler 3 veya 5, yüzükler 5, kemerler 15 koldan üretilmektedir.
Küpeler uzun veya iki ucu kulak memesini içine alacak şekilde kullanılır.
Açılmış yelpaze şeklindeki modelleri de bulunur. Badem modeli yüzüklerde
ölçünün ele göre ayarlanabilmesi için alt kısım açık imal edilir. Kravat iğnesi
ve kol düğmesi de farklı modeller olarak piyasaya sunulmuştur.
3.2.Kazaziye
Trabzon kuyumculuk sanatında diğer bir örücülük çeşidi de kazaz
örücülüğüdür. “Kazazlık eski ham ipekçiliğinde iplik, ibrişim ören, işleyen
veya satan kimse olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde ise kazazlık gümüş
tel kullanılarak yapılan gümüş örücülüğü olarak tanımlanmıştır. Yöredeki
incelemelerden ve yapılan araştırmalardan kazazlık sanatının Trabzon yöresine
Dağıstan ve Kafkasya’da yaşayan Türkler tarafından geldiği belirtilmiştir.
Kazaz örücülüğü tekniklerinin yörede üretilmesi ve yayılmasında bu alanda tek
146
UKHAD 1 (3) 2015
olan erkek usta öğreticinin büyük katkıları olduğu gözlenmiştir.” (Develioğlu
2002: 4-7)
“Eski dönemlerde kazaz işi genellikle kamçı ve tespih ucu, peçelik
olarak imal edilmiştir. Kazaz ustası Mahmut Özçay eski ustaların döneminde
hazırlanan peçelikleri kızların gelin olduğu zaman baba evinden çıkarken
alınlarına taktığını ve damada bir kazaz tespih hediye götürüldüğünü
anlatmıştır.” (Develioğlu 2013: 395-403)
Trabzon müzesi envanter no 1045’de kazazlık ile yapılmış ve günümüze
yakın tarihlenmiş tespih kamçıları bulunmaktadır. Necip Sarıcı’nın Dua
Taneleri Tesbih adlı kitabında Mahmut Özçay’ın ördüğü tesbih kamçılarının
fotoğrafları bulunmaktadır.
Kazaz yapımında kullanılan araç gereçleri şöyle sıralayabiliriz; çıkrık,
tığ, sarmaşkı, (* Erol Türkmen) gümüş tel ve naylon ipliktir. Perdahlamak için
salyangoz kabuğunun dişleri kullanılır.Gümüş kazazlıkta kullanılan teknikler
ise; top örgü, sürgü örgüsü, balıksırtı örgüsü ve ajur (yapılması) örgüsüdür.
“Hazırlanan tüm örgü tekniklerinde işlem bitimi tel dibinden
kesilir. Daha sonra istenilen kompozisyona uygun olarak naylon iplik ve
iğne yardımıyla (dikme) pekiştirme işlemi yapılarak tamamlanır. Önceleri
geleneksel anlamda sadece “tespihlerde kamçı” olarak kullanılan kazaz
örücülüğü günümüzde bu kullanım alanı dışında gelişme göstererek değişik
takı tasarımları şeklinde üretilmeye başlanmıştır.” (Develioğlu 2002: 4-7)
Resim 25. Kazaziye Altın Tesbih
147
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 26. Kazaziye çeşitleri
Kazaziyenin en uç kısmındaki örgü motiflerinden birinin adı Aşk
Düğümü kazaziyedeki adı Şemse düğümü veya yöredeki adıyla Hürrem’dir.
(Terzi 2007: 47)
Resim 27. Hürrem motifi
148
UKHAD 1 (3) 2015
3.3. Telkari
Trabzon’da hasır ve kazaziyeden başka telkaride yapılmaktadır. Klasik
telkari takı dışında aksesuar telkari ürünleri olarak üretilir. Değişik ayarlarda
gümüş olabileceği gibi gümüş kaplamalarda yapılır. Bunların tel kalınlıkları
klasik telkariye göre elbette daha fazladır, böylece dayanıklılığı da artar.
İmal edilen ürünler arasında değişik ebatlarda nalın, vazo, fotoğraf çerçevesi,
peçetelik, ayna, mücevher kutusu, kahve fincanı, su/çay bardağı zarfları ve
altlıkları, tepsi, şekerlik, mumluk, nişan sepeti, kibritlik, sigaralık vs. vardır.
Sivas’ta imal edilmiş aşağıdaki telkari tokalı hasır kemer (Resim 30) ise bu
sanatın başka şehirlerdeki etkileşimini göstermektedir.
Resim 28. Hasır ve telkari modelleri
Resim 29. Telkari (aksesuar) ören bayanlar
Resim 30. Telkari tokalı hasır kemer (Sivas işi)
149
UKHAD 1 (3) 2015
3.4. Savat
“Bir kalemkarlık çeşididir. Eser üzerinde çelik kalemlerle açılan
kanalların içine bir kapta hazırlanmış adına savat denen karışım ekme ya da
sürme biçiminde yerleştirilir, daha sonra da ocak ateşine tutularak eriyen savat
boşlukları doldurunca soğumaya bırakılır.” (Kuşoğlu 1996: 132) Trabzon’da
Kafkas işi denilen derin kalem Van’daki ince kalemden farklıdır. “Zaten bu
uygulamalar eserin özelliğinden ortaya çıkmıştır. Onun içindir ki at koşumları,
Kafkas kemerleri, barutluk, hançer kınları ve kabzalarıyla benzeri dayanıklı
eserler Kafkas kalemiyle” (Kuşoğlu 2010: 13) yapılmıştır.
“Şehirde silah üretimi de yapılmaktaydı. 1861yılı raporuna göre
Fransa’dan düşük fiyata gelen ateşli silahlar Trabzon’da üretilen süslemeli
silahlar ile rekabette zorlanıyordu. Bunun yanında kesici silahlar şehirde
başlıca üç atölyede imal edilmekteydi ki bu silahlar çok miktarda ‘kınlı ve
gümüş işlemeli bıçaklardır’. Bu silahlar özellikle Lazlar, Gürcüler ve İranlılar
tarafından satın alınmaktaydı.” (Yılmaz 2012: 258)
1924 tarihli bir gazetede şu serzenişler yer alır “Vaktiyle Sürmene’de
bıçakçılık iyi gelişmiş bir sanat olduğu halde bugün, dünkü eseri değil, ‘eseri’
bile bulmakta zorluk çekeceğimiz kesindir.” (Sümerkan 2008: 18) Trabzon’un
Sürmene ilçesinde yaşayan savat ustaları zamanla bu sanat eserlerinin yapımını
bırakıp günlük mutfak bıçakları imalatına dönüşmüştür. Trabzon bakırcılığı
da değişen şartlardan aynı şekilde nasibini almıştır.
“Trabzon ve Sivas’ta savatlamak ‘gözetlemek, kollamak’ anlamındadır.
Karadeniz Rumcasında ‘savatin’ diye kullanılır.” (Öztürk 2005: 1016)
Peştambal iki katli / Biz konuşuduk datli
Turur mi parmağuna / Kimuş yuzuk savatlı
(Yanıkoğlu 1943: 153)
Resim 31. Savatlı Sürmene bıçakları
150
UKHAD 1 (3) 2015
4.Trabzon Kuyumcularının Tarihi
Trabzon kuyumculuğunun kültürel mirasının arkasında tarih boyunca
yetiştirdiği değerli kuyumcular vardır. Osmanlı döneminden sonra adını
bildiğimiz kuyumcular arasında Şehzade 1. Selim, Şehzade 1. Süleyman
ve onun süt kardeşi Yahya Efendi (*İstanbul’un dört manevi büyüğünden
biridir ve Kanuni’nin denize düşen elmas yüzüğünü bulur) gibi isimler
bulunmaktadır.
“Osmanlı dönemi kuyumcu atölyeleri sadece İstanbul’da değil, Trabzon,
Samsun, Sivas,Van, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Bitlis, Diyarbakır,
Mardin, Şam, Halep, Kıbrıs ve Rumeli Prizren’de de bulunmaktadır. Bu
kentlerde yetişip, ustalaşan kuyumcular saray için çalışmak üzere başkente
getirilmişlerdir. Yavuz Sultan Selim’in İran seferinden sonra Tebriz ve Heratlı
ustalar sarayda çalışmışlardır.” (Köroğlu 2004: 54)
“Mart 1526 tarihli “ehl-i hiref mevâcip teftiş defteri”nde, saray
sanatçılarının adları, nereli oldukları bazen de uzmanlık dalları belirtilmiş olup,
1526’da bunların sayılarının 58 zerger, 22 zernişâni, 9 hakkâk ve 1 foyager
oldukları anlaşılmaktadır. Zerger, hakkâk ve zernişanların çoğunluğunu
Tebrizli ve Bosnalıların oluşturduğunu; usta ve çırakların arasında ise Arnavut,
Rus, Gürcü, Akkermanlı, Üsküplü, Çerkez ve Herseklinin bulunduğunu yine
bu defterden öğrenmekteyiz.” (Filiz Çağman 1984: 51-52)
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde babasının yanında yetişen ‘Laz’
kuyumcudan bahseder. “Unkapanı’nda peder merhumun şakirdi Laz ‘Alı
Sultan Murad Han’ın cevahir tahtında tasni’atlar iyleyüp bir cevahir tahtı
murassa’ itmişdir kim on sekiz padişah elçileri geldikte bu taht üzre Gazi
Murad Han iclas idüp ‘azamet-i azatın bu taht ile izhar ider böyle bir taht-ı’
ibret nümundur.” (Kürkman 2010: 73)
“1562’de bir kuyumcu şakirdinin yevmiyesi 3 sikke idi.” ( Bostan
1993: 358)
17.Yüzyılda “Araştırılan sicil kayıtlarının verdiği bilgiler Trabzon’da
oldukça değişik iş kollarının bulunduğunu göstermektedir. Yine kayıtlara
göre bu iş kollarına mensup olan kişiler kendi iş kollarında taifeler hâlinde
gruplanmışlardı. Mesela debbağ taifesi, habbaz taifesi, semerci taifesi, dellal
taifesi, kuyumcu taifesi gibi. Kayıtlara göre bu iş kollarından birkaçının reisi
gayrimüslimlerden oluşmaktaydı. Kuyumculuk gayrimüslimlerin tekelinde
olmamasına rağmen kuyumcu taifesinin reisi gayrimüslimdi.” (İnan 2013: 65)
“Ordu Pazar akçesi toplanmasında birbirleriyle ilişkisi olmamasına
rağmen taife reisliğini zimmilerin yaptığı kuyumcu taifesi ile çölmekçi
taifesinin de vergi dolayısıyla mahkemelik oldukları görülmektedir. Buna
151
UKHAD 1 (3) 2015
göre eskiden beri bu vergiyi iki esnaf grubu birlikte vermekteydiler. 1061
Rebiyülevveli Evasıtında Trabzon’da Kuyumcu Başı olan zimmi mahkemede
Çölmekçi taifesinin reisi olan Lefter’i mahkemeye ihzar edip “eskiden ordu
pazar saliyanesi olduğunda iki kuyumcu ve bir Çölmekçi taifesinin vermekte
olduğunu şu anda toplanması ferman olunan bin altmış senesinin ordu pazarı bu
şekilde tevzi olmuş iken Lefter vermek istemiyor. Sorulup cevabının yazılmasını
talep ederim” dediğinden Sorulduğunda Lefter bu şekilde yıllık olarak tevzi
edildiğini inkar etti. Davacı Kuyumcu başından sözlerini destekleyecek delil
talep edildi. Sururi v. Vasil ve İstefan v. Suva zimmiler şahitlik için mahkemede
hazır olup ‘Aslında eskiden ordu pazar saliyane olunduğunda iki kuyumcu
taifesi vere gelmiştir. Bu hususa şahit olup, şahitlik ederiz’ dediklerinden ve
şahitlikleri kabul edildiğinden bundan sonra adı geçen zimmiye geçmişte
olduğu gibi saliyane olunması üzere tembih edilmiştir.” (İnan 2013: 75)
“Ahi Baba Mustafa Çelebi ordu pazar akçesi ile ilgili bir başka kayıtta
Trabzon şehrinin ileri gelenleri arasında zikredilmektedir. Buna göre 1061
Rebiyülevveli Evasıtında 1060 senesinde ihracı ferman olunan ordu pazar
bedel akçesinin toplanması ve tahsiline memur olan Rıdvan Ağa’nın vekili
olan Mehmet Ağa, Trabzon Valisi Hüseyin Paşa’nın huzurundaki mahkemede
hazır olan Trabzon ahalisinden Ahi Baba, İshak Çelebi, Muharrem Çelebi,
Bazarbaşı Mehmet Beşe, Ekmekçibaşı Musa, Musihzade Mustafa Çelebi,
Tiğru Mustafa, Mehmet, Hamza, Kazgancıbaşı Elhac Yusuf, Çilingir Sava
oğlu, Semerci Murad Beşe, tüccardan Eksakosta, ‘Kuyumcubaşı Alexandır’
ve diğer çarşı esnafı önünde ferman gereğince Trabzon çarşı esnafından ordu
pazar bedeli akçesi olarak yüz elli yedi bin beş yüz akçe aldığını herhangi
bir alacağı kalmadığını beyan etmiş, bu parayı vekili olarak Rıdvan Ağa’nın
İstanbul’da teslim edeceğini bildirmiş ve bu sözleri Trabzon çarşısı esnafı da
kabul etmiştir.” (İnan 2013: 90)
19.Yüzyılda Trabzon’u gözlemleyen Fransız seyyah Theophile
Deyrolle’nin Türklerin ticaret hayatı hakkındaki gözlemleri şöyledir.
“Trabzonlular, Türk gibi güçlü sözünü ispatlayan Herkül kadar güçlü
insanlardır. Türk sanatçılar ciddi ve sessizdirler. Çubuğunu içer ve sessizlik
içerisinde gelecek olan müşterisini bekler. Malının değeri sorulunca ağzından
tek bir rakam çıkar. Malın fiyatı budur. Artık pazarlık etmenin bir anlamı
yoktur...Şehrin nüfusu kırk bindir. Müslümanların büyük bölümü tüccar ve
balıkçıdır.” (Deyrolle 1938: 7-8)
Deyrolle aynı zamanda gayrimüslim tüccarlar hakkındaki izlenimlerini
de belirtir. “Trabzon’da şehrin en temiz yeri olan Gavur Meydanı mahallesinde
Rum ve Ermeniler ticaretle meşgul oluyorlar. Burada satıcılar müşterilerine
152
UKHAD 1 (3) 2015
kabaca seslenir, elbisesinden tutup çeker, müşterisini laf yağmuruna tutardı.
Öte yandan kardeşim, dostum, ruhum gibi tatlı sözler söyler ve bu arada
gösterdikleri mallara da iki kat fiyat isterlerdi. Ermeni tüccarların, Rumlara
göre daha saygılı ve dürüst olduğu görülmektedir.” (Deyrolle 1938: 7-50)
“Kuyumculuk, hele altın ve gümüş üzerine oymacılık, işlemecilik,
savatçılık, Şimali Kafkasya’da öteden beri pek ileri gelen güzel sanatlardan
biridir. Senenin beş altı ayında tamamen karlar altında yaşayan, açık hava
hayatı hemen hemen kalmayan, yolları kapanan, gidip gelmeleri duran
memleketler için bu sanat gayet uygun düşer; zira her şeyden evvel vakit ve
sabır işidir.” (Kaflı 1942: 196)
Osmanlı döneminde kullanılan Trabzon damgası (Resim 27), çiçek
motifli kemer tokası ve arkasında damgası (Resim 28 *tokanın kemeri yok),
Trabzon’lu ustalardan Kokoğlu ve IB damgaları (Resim 29 ) aşağıda görülür.
Resim 32. Osmanlıca Trabzon damgası
Resim 33. Çiçek desenli kemer tokası ve damgası
153
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 34. Trabzonlu iki kuyumcu ustasının damgaları
Aşağıdaki tokası telkari kemeri M.G. damgalı usta Trabzon’da imal
etmiştir.
Resim 35. Telkari tokalı hasır kemer
Varşak efendi adlı bir Ermeni kuyumcunun adı Trabzon Efsaneleri ve
Halk Hikayeleri kitabında geçer. (Gedikoğlu 1998: 125)
1927 yılında yayınlanan Türkiye Salon ve İlanat Gazetesi’nin
Trabzon’un iktisadi profilini çıkartan sayısındaki Trabzon Rehberi Meslek
Fihristi’nin 15. sayfasında Saat Tüccarları, 16. sayfasında Sarraf ve Halı
Tüccarları ve 20. sayfasında Kuyumcular aşağıdaki tablo 1de sıralanmıştır.
(Öksüz 2009: 152)
154
UKHAD 1 (3) 2015
Tablo 1. Trabzon Saatçiler, Sarraf ve Halı Tüccarları ve Kuyumcular listesi
Trabzon esnaf ve tüccarlarının öncü isimlerinin fotoğrafları da Türkiye
Salon ve İlanat Gazetesi’nde yayınlanmıştı. (Öksüz 2009: 161-163) 1927’de
yayınlanan bu gazeteden kopyalanan resimlerin arasında saatçilik ve
kuyumculukla ilgili iki tanesi aşağıdadır.
155
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 36. Saat Tüccarı Abdülhalim Bey
Resim 37. Kuyumcu Kemal Bey
4.1.Hasır Kuyumcuları
Hasır örgü tekniğinin Kafkasya’dan 1900’lü senelerde meydana gelen
göçle getirilip yaygınlaştığı söylenmektedir. Trabzon’un altın ve gümüş
ustalarından 1917 Dağıstan Kubaçi doğumlu Harun Emintay’ın, kendisiyle
yapılan gazete röportajındaki sözleri şöyledir: “ Kubaçi köylülerinin hemen
hemen hepsinin tek bir sanatı vardır: Kuyumculuk. Kubaçili kuyumcuların
yaptığı çok sayıdaki sanat eseri bugün Londra, Paris ve Moskova
müzelerindedir.Rus ihtilali sırasında Kafkaslardan Türkiye’ye göç edenler
oldu. Kafkaslardan gelenler sanatlarını burada da devam ettirdiler. Bugün
Trabzon ve yöresinde hasır bilezik örenler bile bu sanatın kendilerine
Rumlardan kaldığını zannediyorlar.” (Can: 1987 )
Trabzon’da Dağıstanlı Hacı Mehmet (*İslam dininde hac ibadeti sadece
zengin Müslümanlara farz olduğuna göre ekonomik durumu iyi olmalıdır) ve
Kafkaslı İbrahim Horulu (*Tablo 1deki listede Dağıstanlı Kuyumcu Horuluzade
İbrahim şeklinde yazmaktadır) ilk Türk hasır ustalarıdır. 30.11.1957 tarihli
alış faturası ise ‘Kuyumcu ve Mücevheratçı Kafkaslı İbrahim Horulu’ adına
olup, adres Anafartalar Caddesi No 213 Ankara, Ticaret Sicil No 55 olarak
belirtilmektedir. (*Tahminimize göre ya İbrahim Horulu’nun kendisi veya
ikinci bir ihtimal aynı adı taşıyan bir akrabası daha sonra başkent Ankara’ya
taşınmıştır.) Melahat hanım ise ilk Müslüman kadın dokuyucudur.
156
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 38. Kafkaslı İbrahim Horulu faturası
“Kuyumcu Bülent Karaçengel, eski hasır ustalarından (*teyzesi oğlu
Turgut Kamiloğlu 1942?-2002?) dinlediklerini şöyle anlatır: Turgut usta
kendi ustasından, onun ustası da ustasından öğrendiğine göre, hasır bilezik
örme işi, Türkler arasında yaygındı. Bu sanatı Kafkaslardan Trabzon’a gelen
Dağlı Türkler getirdi. Daha sonra, Trabzon’da yaşayan Hıristiyan Rumlar
öğrendi. Bir kısım Ermenilerde kuyumcularla anlaşıp, hasır bilezik örerlerdi.
Ama bu sanat Dağlı Türklerin sanatıdır. Eğer söylendiği gibi bu Rum ya da
Ermeni sanatı olsaydı , Rumlar ya da Ermeniler Trabzon’dan ayrıldıktan
sonra yerleştikleri Amerika, Fransa, İngiltere, Yunanistan ve İtalya gibi zengin
ülkelerde de çalışmalarını sürdürebilirlerdi. Bugün o ülkeler bizden hasır
alıyorlar. Yani bu takının oralarda da pazarı var.” (Somel 1993: 104) şeklinde
fikirlerini belirtir.
Azmi Tonyalı ve Halil usta adını tespit edebildiğimiz hasır
ustalarındandır. Abdurrahman Sezeroğlu (d.1913) hasırın tokasına çok güzel
kalem atan ustalardandı. Oğulları Tayfun ve Serdar Sezeroğlu’dur. 1988
sonrasında yayınlanan Altın Haber gazetesinin kuruluş sayılarında Serdar
157
UKHAD 1 (3) 2015
Sezeroğlu’nun kıymetli taşlarla ilgili çok faydalı çevirileri yayınlanmıştır.
Bülent Karaçengel’in ustası Hikmet Çalık’ta İstanbul’da çalışan bir hasır
ustasıdır.
4.2.Kazaziye Kuyumcuları
“...Kazazlık sanatı Trabzon’a mahsus bir sanattır. Rahmetli babam
anlatırdı. Birinci dünya savaşından önce burada 60 tane kazaz dükkanı varmış.
Trabzon’da Rumlar da bu sanatı yaparlardı. Kazazlık sanatına zipka, mintan
ile köylülerin giydiği giysiler girerdi. Burma tellerle işlenen bir iş. Bunların
başlarına püskül takılarak örülürdü. Köylü kadınların şallarının kenarına şerit
dikilir, o şeride püsküller takılırdı. Bereye, şala gümüşten tellerin örülmesi,
nakışların yapılması anlamı taşıyor. El emeği göz nuru bir sanat...Trabzon’un
işgalinden önceki dönemde vardı bu işi yapanlar. Benim zamanımda üç aile
vardı bu işi yapan. Biz, Besim-Tahsin kardeşler, Orhan Karaali’nin amcası
Celal. 1940’lı seneler. Tespih işi de kazazlığa gidiyor. Telkari
yani.
(*Mülakatta tel ile yapılan örgü tekniği yanlış anlaşılmıştır.) Onun ipliği,
gümüşü çok ince çekilir. 0.8 mikron saç inceliğindedir. İpekler üzerine sarılır.
8-10 tane motifi vardır, onlar işlenir, sonra montaj yapılır”. (Özer 1995: 13)
“Kazaziyede ilk nesil dedem Ömer Lütfi Eltan’dır. İkinci nesil olan
babam Abdullah Eltan 1912 doğumludur. Trabzon Kız Teknik Lisesinde
kazaziyeyi öğretmiştir. İstanbul’daki ünlü Urart mücevheratta da aynı tekniği
uygulamıştır.Yeşil Mustafa’yı yetiştirmiştir.” (Eltan) Bu açıklamayı üçüncü
kuşaktan torun Ömer Lütfi Eltan yapmıştır.
“Mahmut Özçay 1936 Çaykara doğumludur. 1984 senesinde 48
yaşındayken kazaz örücülüğüne başlar. Kamçıdan başka ne yapabilirim diye
düşünürken kızına gümüş bir gerdanlık yaparak kazaziyeyi takıya dönüştürür.”
(Develioğlu 2013: 395-403) Kışları İstanbul’da bulunan “Mahmut Özçay
terzilikten gelen el yatkınlığı ve kavrama kabiliyetini de kullanarak bu
sanatı tam manasıyla öğrenmeye muvaffak oluyor. Eskiden tespih kamçısı,
bilezik, küpe, ile sınırlı olan kazazlığımız, gerdanlık olarak da Mahmut Özçay
tarafından geliştirilmiş. Kazazlık sanatında sürgüyü, dört gözlü örgüyü o
geliştirmiştir. Oğlu Mehmet Özçay’da altı gözlü sürgüyü keşfedince ortaya
farklı yeni eserler çıkmıştır.” (Hoş 1997: 56-68)
Trabzon’un günümüzdeki kazaziye ustaları arasında tespit
edebildiklerimiz şunlardır:
Hasan Tabakoğlu (1951) Kültür ve Turizm Bakanlığı sanatçısıdır.
Levent ve İknur Tuana’nın çalışmaları TRT Trabzon tarafından belgesel
çekilmiştir.
158
UKHAD 1 (3) 2015
Şekip İskender, oğulları Ulvi ve Hakan İskender.
Hasan Uzun.
4.3.Telkari Kuyumcuları
“Temel Usta’nın öğrencisi olan ve 1997 yılında aramızdan ayrılan Celal
Kurbetçi, Trabzon işi telkarilerin özellikle likör ve kahve takımı (zarfları)
olarak kendi döneminde birçok devlet adamına hediye edildiği, hatta Beyaz
Saray’a bile armağan olarak götürüldüğünü söylemiştir.” (Sümerkan 2008: 54)
Turgut Kamiloğlu (1942?-2002?) telkari ustasıydı. Şefik Yılmaz ve Mehmet
Kadakal günümüz telkari ustalarındandır.
4.4.Savat Kuyumcuları
“Hazar yöresindeki Türklerle Anadolu’ya gelen bu sanat, Van başta
olmak üzere, bir çok ilimizde yapılmıştır.” (Kuşoğlu 2006: 199) Bunlar
arasında Trabzon da yer almaktadır.
“Bu zarif ve gösterişli sanatın en eski merkezi ise Dağıstan’dır. Bu
bölgedeki Tük boylarının pek çoğunda savat tekniğinde çalışmalar ecdat
sanatı olarak hala sürdürülmektedir. Kumuk Türklerinin yaşadığı bölge olarak
bilinen Kubaçi köyü ise kömür ve maden zenginliği dolayısıyla geçmişte bu
sanatın adeta merkezi olmuştur.” (Kuşoğlu 2010: 15)
“Trabzonlu eski Rum ustaların; ‘Ejderha öldüren mızraklı süvari’ gibi
mitolojik kahramanları resmettikleri savat örnekleri vardır.Trabzonlu savat
ustaları arasında Sürmeneli ustalar başı çeker. Murat Naci Karamustafaoğlu,
1923’lerde Atatürk’e armağan ettiği Atatürk resimli tabaka ile bir de nişan
kazanmıştır. Diğer ustalardan tabanca kabzasıyla ünlü Sefer Demircioğlu,
1928 doğumlu Necati Kurt ve Harun Emintay sayılabilir”. (Sümerkan 2008:
55)
Saatçi ve kuyumcu isimlerinde yazılı kaynak eksikliği olduğundan
usta çırak soyağacı çalışması ancak zamanla tamamlanabilir. (*Gaziantep ve
Halep İllerinde Kuyumculuk kitabındaki benzeri detaylı çalışmada büyük
çoğunluğu 1970’li yıllara kadar Gaziantep’te yetişmiş 250 civarındaki
kuyumcu ismi tarafımdan yazıldı.) Bu konuda yapılacak katkılar ustaların
isimlerinin kaybolmayıp kayıt altına alınması bakımından çok önemlidir.
5.Trabzon Kuyumculuğunun Ses Sanatlarında İzleri
Trabzon kuyumculuğunun zenginliğini ağızlarda, türkülerde, manilerde,
efsane ve halk hikayelerinde de görmek mümkündür.
159
UKHAD 1 (3) 2015
5.1. Ağızlarda Kuyumculuk İzleri
Trabzon ağzında bölge kuyumculuğunun zenginliğini buluruz.
Ah Zonguldak Zonguldak
Sendedir hep umidum
Topra una bereket
‘Altun’ olsun kömirun (Caferoğlu 1994: 138)
Tüfeğumun tasindan
Kopardum ‘mercannari’
Bak kışından bellidür
Sevdalidur cannarı (Caferoğlu 1994: 146)
Gamamun sapi ‘mercan’
Haçan operdum haçan
Derdim pana dişlama
Duyayur onu kocam (Caferoğlu 1994: 151)
Oy ‘elmasım elmasım’
Elma versem yermisin
Öperiken dişlesem
Gider beni dermisen
Huri başında camlar
‘Altun tasa’ su damlar
Sevmişim alacam
Şahid olsun adamlar (Caferoğlu 1994: 211-2-3)
Aldım ince ‘ponçuklar’
Sevtali Emineme
Olan teme hağole
Terim seni neneme (Caferoğlu 1994: 250)
5.2.Türkülerde Kuyumculuk İzleri
Aydın Öncü’nün Trabzon Türküleri adlı yüksek lisans tezindeki
kuyumculukla ilgili kelimeler oldukça fazladır.
Alime’dir kız senin adın Alime
‘Altın kemer’ yakışır gelinlerin beline
160
UKHAD 1 (3) 2015
Yandım gelin olasın gel yanıma
‘Liraları’ takayım gerdanına
Vallah billah kıyarım ben canıma
... (Öncü 2011:118)
Kahveciler kahve koyar fincana
Dudakları benzer leyli ‘mercana’
Ezrail gelse de kıyma bu cana
Kıyan ellerine (de) kurban olduğum
... (Öncü 2011: 124)
...
Oy niye hanım niye
Öldüm yâr (yâr) diye diye
Boynunda ‘iki lira’
Ver birini (ver) hediye
Guzgun dere yukarı
Yol gider Ganliga’ya
Kız ben seni alırım
‘Liralar’ saya saya
Oy niye hanım niye
Öldüm yâr (yâr) diye diye
Boynunda ‘iki lira’
Ver birini (ver) hediye
... (Öncü 201: 125,126)
Trabzon Kırık Havalarında da kuyumculuk kelimeleri oldukça fazladır.
Alime’dir kız senin adın Alime
‘Altın kemer’ yakışır gelinlerin beline
(yallah)
Yandım gelin olasın gel yanıma (vay)
‘Liraları’ takayım gerdanına (hey)
Vallah billah kıyarım ben canıma
Alime’nin samanlıktır sarayı
Alışmış ‘liraya’ almaz parayı (yallah) ... (Öncü 2011: 145)
161
UKHAD 1 (3) 2015
...
Oğlan var git işune
Düşme benum peşume
‘Altından tarak’ olsan
Koymam seni başuma
... (Öncü 2011: 164)
‘Saatımın kösteği’
Boynuma dolaşmayı
Darıldı ninesinden
Benimle gonuşmayı
(Öncü 2011: 172)
Maçkaliyim Maçkali
Sar bağa o kollari
Uşak sağa yedurdum
Kazanduğum ‘pullari’
... (Öncü 2011: 192)
...
Oyna güzelum oyna
Yarina yazilayım
Takayim ‘liraları’
Gerdana dizdireyim
... (Öncü 2011: 213)
Oy niye hanım niye
Öldüm yâr (yâr) diye diye
Boynunda ‘iki lira’
Ver birini (ver) hediye
Guzgun dere yukarı
Yol gider Ganliga’ya
Kız ben seni alırım
‘Liralar’ saya saya
... (Öncü 2011: 216)
...
162
UKHAD 1 (3) 2015
Tütün bağımın ucu
Kıvrılır yassi yassi
Takacağım boynuna (da)
‘Cumhuriyet lirası’
... (Öncü 2011: 218)
Aldı duman yürüdü de
Sis dağı başlarına
Sadum ‘beşi birliyi’ de
O zalum babasına
... (Öncü 2011: 229)
5.3.Manilerde Kuyumculuk İzleri
Ali Çelik’in Manilerimiz ve Trabzon Manileri kitabı incelenmiş ve
sayfa no, mani no ve sadece
kuyumculukla ilgili terimler aşağıdaki tablo 2’de sıralanmıştır. (*
Yazıda fazla yer almaması için manilerin dörtlüğüne yer verilmedi. )
Tablo 2.
Sayfa
Mani
Kuyumculuk terimi
Sayfa
Mani
Kuyumculuk terimi
117
12
bilezik
117
13
bilezik
119
37
gümüş yüzük
121
57
boynunda gümüş halka
123
96
bin altın
144
374
gümüş
147
428
gümiş yuzuk savatlı
153
501
mercan
156
549
altun
157
567
koli altun saatli
161
621
altın yüzuğun
161
623
parmağındaki yüzuk
164
672
saatimin zinciri
169
739
parmağında mühuri
170
759
kızların küpelisi
171
765
baş tarağum fildişi
171
766
ağzında altın dişi
173
803
finduk altınımuzi
174
808
elinde altın tabak
175
823
elimde gümüş orak
175
824
altun tas altun tarak
175
830
altın sağatım şak şak
177
858
inciler dizemedik
180
904
parmağındaki yüzuk
181
911
gümüştür kalay değil
183
936
altını pas edemem
183
944
altın tabak olaydım
184
953
gümişledim
185
973
kardan kemer bağlarım
186
985
fes
163
UKHAD 1 (3) 2015
186
989
parmağında yüzükler
187
1003
altın terazi
188
1024
altuni bozdurayim
189
1033
altın dişimi kırdım
189
1035
altın dişimi kırdım
191
1066
altun yüzük nişanum
191
1067
altın yüzük var benum
194
1108
sürme
197
1154
altın direk
201
1219
lira
202
1229
altun yüzük taşısın, elmas
yüzük kaşısın
208
1312
bilezuk
209
1328
kehribar
209
1329
kehribar
209
1339
boynuma altın takar
212
1378
altın altın diyorlar
213
1396
inci gibi dişi var
214
1411
parmağumda muhir var
214
1412
ganadında gümüş var
216
1436
parmağında yüzükler
216
1437
parmağında yüzükler
216
1438
parmağında yüzükler
219
1475
kulağımdaki küpeler
221
1516
mendilim tuğralıdır
223
1538
kanadı gümüş midir
226
1579
altınlara donatılmış
227
1600
raftaki altın saat
227
1603
cebimde altun saat
234
1690
akçe
240
16
sağ elinde saati
240
22
tespihini çekersin
243
67
ince (*inci) boncuklar
aldım
245
93
boğazumda lirayı,
bozdurayım sarafa
245
94
boğazında beşliyi,
bozduralum sarafa
245
95
boğazunda parayi,
bozduralım sarafa
254
211
parmağumda üç yüzük
256
250
aynalı altınımı
262
339
yapturdun hamayili
263
344
bir saatle bir yüzük,
takamadum elume
263
355
parmağındaki yüzük,
taşı benzer mercana
266
395
boncuk
284
656
boncucak
284
658
boncuklar
296
826
saatimin kösteği
303
930
belindeki ak kemer, tel iledir
tel ile
306
975
mercan
310
1031
tenekeden hemayil
311
1045
altın iskemlesıne
311
1051
boncuk
313
1067
boğazında paralar
313
1069
altun terazisine
315
1095
altum peştamallimi
326
1263
boncuk
330
1325
mercanlıdır mercanlı
334
1391
gümüş tabakasanı
337
1429
bilezikli kolları
164
UKHAD 1 (3) 2015
344
1539
parmağunda yüzüğün, taşı
olayım taşı
345
1558
kulağında küpeler
364
1828
boğazında boncuklar
365
1834
nazar boncuğu
384
2124
hemayilun kösteği
395
2284
nazar boncuğu
399
2350
gelinin kemerini
399
2352
pirlanta delikanlı
boğazında paralar,
elliliktur ellilik
402
2393
yok gümiş işleyecek
408
24767
411
2521
tek Osmanlı alıpta
411
2529
kolundaki saati
416
2601
parmağında üç yuzuk
423
2699
kemer
425
2728
kolundaki saati
425
2729
kolundaki saati
426
2739
en küçük parmağına, altın
yüzük takayım
433
2853
parmağune yüzuğun
443
3002
altundandur altundan
445
3029
gümüş tasdan
447
3056
bir gimiş yuzuğumlan
448
3075
parmağına takmışler,
içi(iki) yuzuk
451
3115
muskanın gümüşinden
455
3167
gaytan
455
3174,
3180
gümişdendur gümişden
471
3415
beş tane beşibirlik
474
3454
golumdaki saati
482
3570
başuna baş altuni
488
3660
golumdaki saati
497
3802
parmağındaki yüzük,
kuyumcunun işidir
498
3814
bakır
502
3877
parmağımda yüzücük
504
3910
barmağındaki yüzük
505
3929
altın suyuna batmış
509
3992
yara yüzük yolladım
513
4055
yüzük
516
4101
altından bardak olsa
6.Trabzon Kuyumculuğunun Efsane ve Halk Hikayelerinde İzleri
Efsane ve hikayelerde de kuyumculukla ilgili ifadeler bulunur.
Bunlara ait örnekler aşağıda sıralanmıştır:
Sarı Kız: Sarı altından sarı takılar takmış. (Gedikoğlu 1998: 25)
Sultan Gelin: “altın beşik” (Gedikoğlu 1998: 47)
Talih Kuşu: “altın küp” (Gedikoğlu 1998: 53-4)
Samur Kız: “nişan yüzüğü” (Gedikoğlu 1998: 62-3)
Mağaradaki Altınlar: Define avcıları...altınlar... (Gedikoğlu 1998: 106)
Ancomah Hazinesi hikayesinde altından, gümüşten, elmastan yapılmış
165
UKHAD 1 (3) 2015
başlıklar, gerdanlıklar, yüzükler, küpeler, bilezikler yer alır.
Aynı hikayede Oflu çoban Ermeni kuyumculardan Varşak Efendi’nin
dükkanına girmiş. Altın paralardan birini kuyumcuya göstermiş diye anlatılır
ve aşağıdaki dörtlükle biter.
Benim karım bir tanedir
Güler oynar, ‘dürdanedir’ (*inci tanesi)
Sevinelim, eğlenelim
‘Altınlarım’ yüz tanedir
(Gedikoğlu 1998: 122-125)
Bu konuyu inceleyecek edebiyatçıların ne kadar zengin bir hazine
ortaya çıkaracakları
yapılacak detaylı çalışmalarla kayıt altına alınacaktır. Böylece Trabzon
ses sanatlarındaki ipuçları bölge
kuyumculuğu hakkında bizlere aydınlatıcı izler sağlayacaktır.
7. Trabzon Kuyumculuğunun Yer ve Aile Adlarındaki İzleri
“Bazı batılı yazarlar da Trabzon kelimesini Trabezonde, Trebexonda,
Trebezonda, Trebisond, Trapezunt, Trabison şeklinde okuyup, anlamının da
‘kum renginde iki başlı gümüş kartal yuvası’ ve ‘altın kartal ağzı’ olduğunu
belirtmişlerdir. (Ak 2000: 27-29)
“Trabzon’da faaliyet gösteren okulların içerisinde en meşhur olanı,
Trabzon’a bağlı Merkez Hos (Çimenli) Köyü halkından Kimnos adlı bir Rum
tarafından 1682 yılında ‘Kemerkaya’ Mahallesi’nde yaptırılan ve uzun yıllar
hizmet veren Kemerkaya Rum Koleji’dir.” (Albayrak 1994: 417)
“17. yüzyılda Canikli ve ‘Hazinedaroğlu’ ailesi gibi sülaleler
tarafından yönetilen Trabzon’da, bunların aşırı güçlenmeleri sebebiyle zaman
zaman sıkıntılar yaşanmıştır.” ( Beşirli 2002: 327-343) Hazinedaroğlu ailesi
ve vakfıyla ilgili ilave bilgide mevcuttur, buna göre “Hazinedar Başı Merhum
Hüseyin Ağa Vakfı, 1918 numaralı sicilde Mescid-i Hüseyin Ağa vakfı diye
geçen vakıf olmalıdır. Bu vakıf, Orta Hisar’da Saray-ı Atik Mahallesi’ndedir.”
(Öksüz 2004: 114) “Hazinedar Başı Merhum Hüseyin Ağa Evkafı’nın
1515’deki gelirleri arasında bulunan kaynakları, manastır, bahçe, hamam,
kendi evi ve değirmeni, dükkanları ve zemin mukataasından elde edilen yıllık
2.660 akçeyi sayabiliriz.” (Gökbilgin 1962: 309) 1749-1809 yılları arası
Trabzon Gümrük Mukata’ası Multezimleri ve Mukata’nın ihale bedelleri
listesinde “H.1195/M.1780 yılında Trabzon Mültezimi olan ‘Hazinedar
166
UKHAD 1 (3) 2015
Süleyman’ ve Hacı İsmail Ağa’nın gümrük ihale bedeli 25.000 guruştur.” Aynı
listede “1171/1757 ve 1173/1759 tarihlerinde ise ‘Mühürdar Mustafa Efendi’
ve Karakulak Mustafa Ağa’nın (Aygün 1997: 99) adı yazılıdır.
“18.yüzyılda Trabzon ve çevresinde birbirleriyle akraba olan üç
ayandan birinin adı Kalcıoğlu’dur.” (Öksüz 2004: 169) Kuyumculukta
kalcılar altın ve gümüşün içerisindeki yabancı metalleri kimyasal metotlarla
saflaştırır. Bu sülalenin lakabı bize o dönemde yoğun bir kuyumculuk faaliyeti
olduğu fikrini uyandırmaktadır fakat paranın verdiği aşırı güçle problemler de
meydana gelmiştir. “Aynı dönemde Kalcıoğlu Ömer Ağa’nın tekrar şekavete
başladığı bu nedenle de katli için fırsat kollanıldığına dair 1195 (1780-81)
tarihli Trabzon Valisi Hasan Paşa’nın tahriratı mevcuttur.” (Öksüz 2004: 171172) “1749-1809 tarihleri arası Trabzon Gümrük Mukata’ası Multezimleri
ve Mukata’nın ihale bedelleri listesinde H 1222/M 1807 senesinde ‘Kalcızade
Osman Ağa’nın gümrük ihale bedeli 15.000 guruştur. (Aygün 1997: 99)
“Trabzon’da eşkıyalıkla meşhur Şatırzade ve ‘Kalcızade’ gibi aileler kuvvet
ve servetlerini, her tür devlet gelirini ellerine geçirerek, dolayısıyla Trabzon
gelirlerine de el atarak artırdıkları anlaşılmaktadır. (Aygün 1997: 154)
XIX. Yüzyılın Son Çeyreğine Tekabül Eden 1876 Yılında Trabzon’un
Laziastan Sancağının Atina/Pazar Kazâsı’nın idarî taksimatındaki 55. sırada
‘kemer’ köyünün eski ve yeni adı aynıdır. (Demirci 2012: 13)
Trabzon’a bağlı ilçelerdeki kuyumculukla ilgili köy isimleri aşağıdaki
tabloda gösterilmiştir:
Tablo 3.
İlçe Adı
Akçaabat
Maçka
Of
Yomra
Köy Adı
Gümüşlü ve Maden (Öztürk 2005: 41)
Altındere (Öztürk 2005: 800)
Gümüşören (Öztürk 2005: 900)
Madenköy (Öztürk 2005: 1184)
TİCİ (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı)’nin İstanbul ve İzmir’den
sonra Trabzon Grubunun da önemli rolü vardır. 1922’de kurulan TİCİ’nin
denetiminde 1927’de Bölge Mıntıkası kurulur. Bu tarihte TİCİ’ye bağlı olarak
Trabzon’da Altınışık İdman Yurdu kulübü kurulur. (www.ofhayrat.com)
Trabzon’a mahsus ‘İnci’ balığı (Alburnoides bipunctatus fasciatus) ve
‘Gümüş’ balığı (Atherina boyeri) türleri vardır.
167
UKHAD 1 (3) 2015
SONUÇ
Çalışmada teorik çerçeve literatür taramasından elde edilen
bilgilere dayalı olarak şekillendirilmiştir. Trabzon kuyumculuğuna ilişkin
değerlendirme kısmında ise hem kuyumcularla birebir yapılan görüşmeler
hem de literatürden elde edilen bilgilerden yararlanılmıştır.
1943 Ekim ayında “Yeni kanuna göre Ticaret ve Sanayi Odası, Esnaf
Odası ve Ticaret ve Zahire Borsası” yeniden gruplandırılmıştır. “Esnaf Odası:
10- Fotoğrafçılar, elektrikçiler, antikacılar, matbaacılar ve ‘Kuyumcular’
grubu” (Öksüz 2009: 206-7) olarak düzenlenmiştir.
Trabzon Kuyumcular ve Saatçiler Odası 09.02.1966’da Besim
Kahraman’ın başkanlığında kurulmuştur. Kurucu Yönetim Kurulu Üyeleri
şunlardır: Muzaffer Bakanay, Ahmet Özbak, İhsan Bekar, Selahattin Bekar,
İhsan Tonyalı ve Ali Karaman.
Tablo 4. Trabzon Kuyumcular Odası Başkanları ve Dönemleri
Başkanlık dönemi senesi
Başkan adları
1966
Besim Kahraman (Kurucu Başkan)
1966 - 1967
Muzaffer Bakanay
1967 - 1970
Harun Emintay
1970 - 1974
Besim Kahraman
1974 - 1977
“
1977 - 1980
“
1980 - 1981
“
1981 - 1986
İsmail Anahar
1986 - 1996
Ali Kemal Kahraman
1996 - 2002
Nevzat Şakar
2002 - 2005
Ayhan Şakar
2005 - 2014
Musa Başak
2014 -
Ali Yazıcı
Resim 39. TKSO logosu
168
UKHAD 1 (3) 2015
Hasır görünümlü farklı takılarda piyasaya sunulmuştur. 1985 sonrası
İstanbul’daki Anadolu Kuyumculuk Iceberg markası altında geometrik ve
sarmaşık diye adlandırılan kıvrımlı modellerde döküm tekniği ile hasır tarzını
andıran 22 ayar uygulamalar yapmıştır.
2004’te Atasay firması tarafından Anadolu takıları ve Trabzon hasırı yeni
tasarımlarla üretilmeye başlanmıştır. Aşağıda bu tasarımlar bulunmaktadır.
Resim 40. Taşlı hasır bilezik
Resim 41. Tokası taşlı hasır gerdanlık
169
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 42. Hasır bileziğin detay ve tasarımı
Resim 43. Yüzük tasarımları
İsviçre’nin dünyaca ünlü saat firması Rolex ile anlaşma yapılmış ve
hasır saat kayışı gönderilmiştir. Giyim modasında görülen dantel kroşe akımı,
takı tasarımında örme takı şekliyle ortaya çıktı. Avrupa’da başlayan benzeri
gelişmeler yakından takip edilip, ülkemizde de uygulama sahası bulmaktadır.
Resim 44. Örme gerdanlık
170
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 45. Farklı takı örmeleri
Trabzon Kuyumcular ve Saatçiler Odası olarak; Türk Patent Enstitüsüne
22.09.2006 yılında başvuru numarası C 2006/ 028 ile coğrafik tescil belgesi
almak için müracaat edilerek (TTH) Trabzon Telkariye ve Hasırı “mahreç
işareti” adı altında patent alınmıştır. Tescil no; 94 verildiği 22.04.2007
tarihinde resmi gazetede yayınlanmıştır. Bu patenti Trabzon’da 39 esnaf ve
sanatkar üretmiş oldukları ürünlerde kullanmaktadırlar. Bu ürünlerin üzerinde
(TTH) işaretinin bulunması mecburidir. Bu sanatın Trabzon dışında yapılması
halinde özelliklere uygun olup olmadığı Trabzon Kuyumcular ve Saatçiler
Odasının onay verdiği üç uzmanın kontrolünden geçerek denetlenmesi
gerekir. Coğrafi işaret tescil belgesi alınmak suretiyle bu sanatın Trabzon’a ait
olduğu belgelenmiştir. Bu el sanatı Trabzon ilinin tanıtımı açısından oldukça
önemlidir, buna ilaveten bölgeye yapılan turistik amaçlı gezilerde yerli ve
yabancı turistlere satışının da yoğun olması bu bölgenin kültürel tanıtımı ve
ekonomisi için önem arz eder.
171
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 46. TTH Patenti
172
UKHAD 1 (3) 2015
Aşağıda Trabzon’da yapılmış kuyumculuk hakkındaki çalışma bu
sektör hakkında aydınlatıcı bilgi vermektedir.
Tablo 5. Trabzon Yöresi Ürün Tanımlama Formu
Yöresel ürünün resmi
Yöresel ürünün adı
Trabzon Telkariye ve Hasırı
Yöresel ürünün üretildiği yerin
coğrafi sınırları
Trabzon
Yöresel ürünün Türkiye’deki
bilinirliği
Üst düzeyde
Yöresel ürünün yurtdışındaki
bilinirliği
Çok alt düzeyde
Yöresel ürünün üretildiği ilin/
bölgenin marka bilinirliğine
katkısı
Orta düzeyde
Yöresel ürünün üretildiği
bölgeden kaynaklanan
özellikleri (Başka bir yerde
üretilmesi hangi özelliklerini
kaybettirir)
İşçiliğin en önemli unsur olduğu telkâriye ve hasır
üretiminde Trabzon yüzyılların birikimine sahiptir. Pek
tabi işi yapan kişiler bunu dünyanın her yerinde üründe
herhangi bir kalite kaybı yaşanmadan üretebilir.
Yöresel ürünün bölgeye
sağladığı istihdam
4000 kişi ev hanımı olmak üzere tahmini olarak 4.500
kişi (İşletmelerdeki 500 çalışanın 350 kişisi hasır,150
telkariyede çalışmakta)
Yöresel ürünün bölgeye
sağladığı gelir
Tahmini olarak hasır 2880 kg altın x 90 bin=25 milyon 920
bin TL; telkâriye 3 milyon TL
Yöresel ürün konusunda
otorite kurum/kuruluş veya
kişiler
Kuyumcu ve Saatçiler Odası, Halk Eğitim Merkezi,
Olgunlaşma Enstitüsü, Kız Meslek Lisesi Kuyum Bölümü
Yöresel ürünün korunuyor mu?
(ortak marka, coğrafi işaret vb.)
Ürün 22.04.2007 tarihinden itibaren Tescilli Coğrafi
İşarettir. (Mahreç İşareti)
173
UKHAD 1 (3) 2015
Yöresel ürünün üretim miktarı
Altın hasır 2880 kg/yıl
Gümüş hasır 1 ton/yıl
Bakır telkâriye 2 ton/yıl
Altın Kazaziye 50 kg/yıl
Gümüş Kazaziye 500 kg/yıl
Yöresel ürünün üretim yöntemi
Sürekli Üretim (Seri İmalat- El kullanımı)
(Makine girmemiş tek el sanatı)
Trabzon’un imalatçı firmaları artık reklam çalışmalarına hız vermiş
olup bu konuda başarılı örnekler sergilemekte ve İstanbul Kuyumculuk
Fuarına iştirak etmektedirler. Trabzon’da da kuyumculuk fuarı düzenlenmiştir.
Yurt dışına ihracat İstanbul üzerinden gerçekleştirilir. İhracat yapılan ülkeler
arasında Ortadoğu ülkeleri, Japonya, Avrupa ve Amerika başta gelir.
Türkiye kuyumculuk imalatında ilk on içinde bulunan Trabzon,
hasır, aksesuar tarzı telkari ve kazaziye çeşitlerinde rakipsiz bir numarada
bulunmaktadır. Ülkemizin geleneksel kuyumculuk çeşitleri arasında yurt
içinde en çok bilinenler Midyat, Mardin, Beypazarı telkarisi, Adana,
Kahramanmaraş, Kayseri burmaları, Erzurum kaşlı burması, Van savatlı
takıları, Sivas gümüş kabartması, Diyarbakır kişniş ve hablı gerdanlığı, hasır
bileziği, Şanlıurfa akıtma bileziği ve frenk bağı kolyesi, Gaziantep koruklu
bileziği, Tokat mengil kolluğu, Tosya kıstısı, Eskişehir cebesidir. Fakat konu
Trabzon kuyumculuğu olunca durum farklılaşmaktadır. Trabzon hasırı,
kazaziye ve hediyelik tarzı telkari örgü çeşitleri yurt içinde ve dışında büyük
talep görmektedir. Bunun sebepleri arasında tarihten gelen zengin birikim
oldukça önemlidir fakat Trabzon ve Karadeniz insanının özellikle büyük
şehirlere göç etmesi sonucu kendi kimliklerini ifade eden bu takılara da sahip
çıkmaları ve gittikleri yerlerde de bu takıların büyük beğeni bulması etkili
olmuştur. Son zamanlarda ise tarihi TV dizilerinde görülen kazaziye halkımız
arasında ölmekte olan bu sanatımızın yeniden revaçta olmasına yol açmıştır.
Elbette büyük şehirlerde kimlik bunalımı yaşayan özellikle Karadenizli
bayanların süslenme ve beğenilme ihtiyacının olumlu yönde giderilmesi de
kendileri ve çevreleri üzerinde psikolojik ve sosyolojik fayda sağlayacaktır.
174
UKHAD 1 (3) 2015
Resim 47 ve 48. Hasır kemerli kıyafetler
Nişan, kına ve düğünlerin ayrılmaz bir parçası olan tarihi mücevher
kültürümüzün içindeki klasik Trabzon kuyumculuk çeşitlerinin yeni
tasarımlarla zenginleştirilmesi bir süreçtir. Çaykara ve Tonya’da yapılan
bir araştırma “görüşülen deneklerin tasarruflarını nasıl değerlendirdiklerini
göstermektedir. Deneklerin %50.7’si tasarruf yapamamaktadır. Tasarruf
yapanların yönelimlerinde dövizin en önde gelmesi dikkat çekmektedir.
Bununla birlikte sırayla gayrimenkul alımı, banka, borç verme, hayvan
besiciliği, otomobil alımı gelmektedir. Bu sıralamada altın alırım diyenlerin
oranı % 1.4 ile en düşük derecededir.” (Yıldız 2002: 124-125) Bu zaman
verimli kullanılmadığı taktirde yukarıda bahsettiğimiz Türkiye’nin diğer
bölgelerinde görülen geleneksel mücevherler önceki nesiller tarafından
kullanılmaya bir süre daha devam etse de yeni yetişen gençliğin dünyadaki
etkileşimler karşısındaki ihtiyacına yeterince cevap veremeyecek ve bir
müddet sonra bunların vitrinleri süsleyen ışıltısı tarihin karanlıkları altında
kalacaktır. Bu yüzden kuyumculuk sektöründeki arayış çalışmalarının yanında
farklı eğitim faaliyetleri de devam etmektedir. Trabzon Valiliği Kız Teknik
Öğretim Olgunlaşma Enstitüsü, Halk Eğitim Müdürlüğü ve Kız Meslek Lisesi
Kuyumculuk Bölümü bu sanatın değişik kesimlerde eğitim faaliyetlerini
175
UKHAD 1 (3) 2015
yürütmektedir. MEGEP bünyesinde Trabzon kuyumculuğu için çalışmalar
yapılmıştır. Ayrıca Trabzon kuyumculuğu hakkındaki üniversitelerin
yüksek lisans ve doktora çalışmaları hızla artmalıdır. Karadeniz Teknik
Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu bünyesinde kurulacak ‘Kuyumculuk ve
Takı Tasarım Programı’ Trabzon kuyumculuğunun öncelikle tasarım ihtiyacı
için tamamlayıcı olacağı kadar Karadeniz bölgesinde bu alandaki kalifiye
eleman boşluğundaki istihdamı sağlayacaktır. Böylece bölgedeki göç olayının
azalması adına önemli bir adım atılmış olacaktır ve Karadeniz insanının eğitim
alanındaki öncülüğü yerinde insan kaynağı kullanımını gerçekleştirecektir.
Sonuç olarak insanımızın ve gençlerin gelecek kaygısını dışarıda aramak
değil kendi bölgesinde bulması maddi ve manevi pozitif doyum meydana
getirecektir. Bu da ülkemiz ekonomisine ve kültürüne fayda sağlayacağı gibi
dünya mücevher sektörü mirasında da etkileşime katkısı olacaktır.
Resim 49. Dünyanın en büyük hasır bileziği
176
UKHAD 1 (3) 2015
KAYNAKLAR
Ak, Mahmut (2000), “İslam Coğrafyacılarına Göre Trabzon”, Trabzon
Tarihi Sempozyumu Bildirileri (6-8 Kasım 1998), Trabzon.
Albayrak, Hüseyin (1994), Trabzon Basın Tarihi, Ankara: Diyanet
Vakfı Yayın Matbaacılık.
Akpınarlı, H. Feriha (2004), Kırım El Sanatlarının Dünü Bu
Günü, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayını.
Altunbay, Mustafa (1998), 15.-18. Yüzyıllar Arasında Osmanlı
Devleti’nde Madenler ve Madencilik, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Ataman, Sadi Yaver (1992), Eski Türk Düğünleri ve Evlenme Rit’leri,
Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Aygün, Necmettin (1997), Trabzon Gümrüğü (1750-1800),
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
Aygün, Necmettin (2005), On sekizinci Yüzyılda Trabzon’da Ticaret,
Trabzon: Serander Yayıncılık.
Balıkçı, Gülsen (2003), Trabzon’un Bazı Yörelerinde Evlenme Adetleri,
Folklor Araştırmacıları Vakfı.
Başkaya, Muzaffer (2014), Trabzon’da Ticari ve İktisadi Hayat,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
Belli, Oktay ve Gündağ, Kayaoğlu (2002), Trabzon’da Türk Bakırcılık
Sanatının Tarihsel Gelişimi, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
Beşirli, Mehmet (2002), “XIX. Yüzyılın Başlarında Karadeniz Bölgesi
ve Ayan-Devlet Perspektifinden Trabzon Valisi Hazinedârzade Süleyman
Paşa”, Trabzon ve Çevresi Uluslar arası Tarih-Dil-Edebiyat Sempozyumu
Bildirileri.
Birinci, Ali (1990), “Trabzon’da Matbuat ve Neşriyat Hayatı”, İkinci
Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, Samsun.
Bostan, M. Hanefi (1993), XV-XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında
Sosyal ve İktisadi Hayat, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü.
Caferoğlu, Ahmet (1994), Kuzeydoğu İllerimiz Ağızlarından
Toplamalar, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Can, Kadir (25.1.1987), ‘’Trabzonlu Kadınlar Kazak Yerine Altın
Bilezik Örüyorlar’’, Cumhuriyet (günlük gazete).
177
UKHAD 1 (3) 2015
Çağatay, Uluçay (1970), Kanuni Armağanı, Ankara: Türk Tarih
Kurumu.
Çağman, Filiz (1984), “Serzergeran Mehmet Usta ve Eserleri”, Kemal
Çığ’a Armağan, İstanbul.
Demirci, Süleyman ve Saraç, Hüseyin (2012), “XIX. Yüzyılda Trabzon
Eyâleti’nin İdarî Birimi Olarak Atina/Pazar Kazâsı”, SDÜ Fen Edebiyat
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, (27), s.1-14.
Develioğlu, Yakude (2002), ‘’Gümüş Kazaz Örücülüğü’’, Motif Dergisi,
(30), s. 4-7.
Develioğlu, Yakude ve Meral, Büyükyazıcı (2013), “Kazaz Ustası
Mahmut Özçay”, Uluslararası Geleneksel El Sanatı Ustaları Sempozyumu,
Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.
Deyrolle, Theophile (1938), 1869’da Trabzon’dan Erzurum’a (Çev.:
Reşat Ekrem Koçu), İstanbul: Çığır Kitabevi.
Eltan, Ömer Lütfi, 20.08.2014 tarihli telefon görüşmesi.
Emiroğlu, Kudret (1988), 1904 Salnamesi’nde Trabzon Sanayi Sergisi,
Trabzon: Trabzon İli ve İlçeleri Eğitim, Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı.
Erciyas, Deniz Burcu (2006),”Hellenistik Dönem’de Karadeniz”,
Karadeniz Araştırmaları Sempozyum Bildirileri Yerleşim Arkeoloji Serisi,
İstanbul: Ege Yayınları.
Erdentuğ, Nermin (1967), “Karadeniz Bölgesinde Evlenme Görenekleri
ve Törenleri”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Antropoloji
Dergisi, (4), s.27-64.
Erdentuğ, Nermin (1969), “Karadeniz Bölgesinde Evlenme Görenekleri
ve Törenleri”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Antropoloji
Dergisi, (5), s.231-266.
Erdentuğ, Nermin (1971), “Karadeniz Bölgesinde Evlenme Görenekleri
ve Törenleri”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Antropoloji
Dergisi, (6), s.1-28.
Erdentuğ, Nermin (1974), “Türkiye’nin Karadeniz Bölgesinde Evlenme
Görenekleri ve Törenlerinin Etnolojik İncelenmesi,” I.Uluslararası Türk
Folklor Semineri Bildirileri, Ankara.
Evliya Çelebi (1971), Seyahatnamesinden Seçmeler, İstanbul: Milli
Eğitim Basımevi.
Evliya Çelebi (1976), Seyahatname, İstanbul.
Eyüboğlu İ. Zeki (1989) ‘’Bıçak Oyunları’’, Trabzon Kültür Sanat
Yıllığı 88-89, s.95.
Gedikoğlu, Haydar (1998), Trabzon Efsane ve Halk Hikâyeleri,
178
UKHAD 1 (3) 2015
Trabzon: T.C. Trabzon Valiliği İl Kültür Müdürlüğü Yayınları.
GOLD BAZAAR Dergisi, ‘’Hasır’’, S 4, s.4-7.
Goloğlu, Mahmut (14 Kasım.1980), ‘’Eski Trabzon’daki Meslek ve
Sanatlar’’, Karadeniz (Günlük Gazete), Trabzon.
Gökbilgin, M. Tayyib (1962), “XVI. Yüzyıl Başlarında Trabzon Livası
ve Doğu Karadeniz Bölgesi”, Bel leten, XXVI, s.293-337.
Güler, İbrahim (2000) “XVIII. Yüzyılda Trabzon’un Sosyal ve Ekonomik
Durumuna Dair Tespitler”, Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri, Trabzon.
Hoş, Sacide (1997), Trabzon Gümüş El Sanatları, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
İnan, Kenan (2013), “17. Yüzyıl Ortalarında Trabzon’da Sosyal ve
İktisadi Hayat”, Trabzon: Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları.
Kaflı, Kadircan (1942), Şimalı Kafkasya, İstanbul: Vakit Matbaası.
Karlıklı, Şaziye (2004), Yaşayan Anadolu Takıları, Atasay Kuyumculuk.
Köroğlu, Gülgün (2004), Anadolu Uygarlıklarında Takı, İstanbul: Türk
Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları.
Koşay,Hamit Zübeyr (1944), Türkiye Türk Düğünleri, Ankara: Maarif
Matbaası.
Kuşoğlu, Mehmet Zeki (1996), Türk Kuyumculuk Terimleri Sözlüğü,
İstanbul: Ötüken Yayınevi.
Kuşoğlu, Mehmet Zeki (2006) Resimli Ansiklopedik Kuyumculuk ve
Maden Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Ötüken Yayınevi.
Kuşoğlu, Mehmet Zeki (2010), Osmanlı Medeniyetinde 33 Kadim
Sanat, İzmir: Kaynak Yayınları.
Kürkman, Garo (2010), Osmanlı Gümüş Damgaları, İstanbul: İstanbul
Ticaret Odası.
Okuyan, Abdurrahman (2003), XIX. Yüzyılın Son Çeyreğinde Trabzon
(1875-1900), Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Öksüz, Melek (2004), 1746-1789 Tarihleri Arasında Trabzon’da Sosyal
ve Ekonomik Hayat, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
Öksüz, Melek (2006), On sekizinci Yüzyılın İkinci Yarısında Trabzon,
Trabzon: Serander Yayınevi.
Öksüz, Hikmet ve diğerleri (2009), Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası
Tarihi 1884-1950, Trabzon: Trabzon Sanayi ve Ticaret Odası yayını.
Öncü, Aydın (2011), Trabzon Türküleri (Tasnif-İnceleme-Metin),
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
179
UKHAD 1 (3) 2015
Enstitüsü.
Özer, Ahmet (Haziran 1995), ‘’Abdullah Eltan’la Söyleşi’’, Kıyı, s. 111.
Özkaya, Yücel (1988), “XVIII. Yüzyılda Trabzon’un Genel
Durumu”,Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, Samsun Ondokuz
Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayını.
Özkaya, Yücel (1994), Osmanlı İmparatorluğu’nda Ayanlık, Ankara:
Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Öztuna, Yılmaz (1977), Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul: Ötüken
Yayınevi.
Öztürk, Özhan (2005), Karadeniz Ansiklopedik Sözlük 2 Cilt, İstanbul:
Heyamola Yayınları.
Peker, Kemal (1945), İşte İktisadi Giresun ve Fındık, Giresun: Yeşil
Giresun Matbaası.
Somel, K. Dide (1993) “Hasır Bileziğin Öyküsü”, Trabzon, Trabzon İli
ve İlçeleri Eğitim Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı, (7), s. 102-105.
Sümerkan, Mustafa Reşat, (2008), Trabzon Yöresi Geleneksel El
Sanatları, Trabzon: Serander Yayıncılık.
Tekindağ, M.C. Şehabeddin, (1979), “Trabzon”, M.E.B.İ.A., XII/I.
Terzi, Metin (2007), ‘’Lidyalılardan Miras Kalan Zanaat: Kazazlık’’,
Karadeniz Meydan Dergisi, (4).
Türkcan, Ergun, (1986), ‘’İngiliz Konsolosu W. Gifford Palgrave’nin
raporlarına göre 1870’te Trabzon’’, Tarih ve Toplum, s. 34-46.
Uğurluel, Talha 24.11.2013 tarihli e-posta.
Uraz, Murat (1957), ‘’Trabzon’da Kültür Hayatı’’, Hamsi Dergisi, s.18-19.
Uygun, Aynur (2001), 1866/52 (H. 1113-1114/M. 1702-1703) nolu
Trabzon Şeriyye Sicil Defterine Göre Yöre Araştırması, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Yağan, Ş.Yüksel (1978), Türk El Dokumacılığı, İstanbul: Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları.
Yanıkoğlu, Bilal Aziz (1942), Trabzon ve Havalisinden Toplanmış
Folklor Malzemesi, İstanbul: Kenan Matbaası.
Yıldız, Ethem ve Ak, Muammer (2002), Doğu Karadeniz’de Kültürel
Kimlik, İstanbul: Çatı Kitapları.
Yılmaz, Özgür (2012), Tanzimat Döneminde Trabzon, Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
http://www.ofhayrat.com/eskii/trabzonkuluptarihce.htm
http://trabzonvakfi.org.tr/trabzon/cgi-bin/t?parm1=ELSNT
Türkmen, Erol 2.09.2014 tarihli telefon görüşmesi.
180
UKHAD 1 (3) 2015
(* Yazar notu)
Resim listesi
1- GÖNCÜOĞLU Süleyman Faruk, (2012), Yolu İstanbul’dan Geçen
Kervan’ın Sarayları, İstanbul: İTO Yayınları.
2- ÖZTEKİN Yeşim; Özlem Tağtekin, Murat Güvenç, (2002), Tarih
Boyunca Türklerde Altın, İstanbul: İstanbul Altın Borsası Yayınları.
3- BENJAMİN CONSTANT, The Bazaar tablosu.
4- Kuyumcu tablosu
5- ÖZTEKİN Yeşim; Özlem Tağtekin, Murat Güvenç, (2002), Tarih
Boyunca Türklerde Altın, İstanbul: İstanbul Altın Borsası Yayınları.
6- ALTUN Mehmet Yüksel, (2009), Düğün Fotoğrafı Geleneği,
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Sanat Dalı ,
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul.
7- “
8- YAĞAN Ş.Yüksel, (1978), Türk El Dokumacılığı, İstanbul: Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları.
9- ÖZTÜRK, Özhan, (2005), Karadeniz Ansiklopedik Sözlük 2 Cilt
(Ciltli), İstanbul: Heyamola Yayınları.
10- EYİCE Semavi, (1996), Trabzon, İstanbul: Republic of Turkey
Ministry of Culture.
11- www.pontian.info
12- “
13- www.habercuk.com/foto
14- ÖKSÜZ, Hikmet; Veysel Usta, Kenan Akın, (2009), Trabzon
Ticaret ve Sanayi Odası Tarihi 1884-1950, Trabzon: Trabzon Sanayi ve
Ticaret Odası yayını.
15- OSEP Tokat, (2010), Ermeni Gümüş Damgaları, İstanbul: Aras
Yayıncılık.
16- Nuri Durucu arşivi
17- KUŞOĞLU Mehmet Zeki, (2010), Osmanlı Medeniyetinde 33
Kadim Sanat, İzmir: Kaynak Yayınları.
18- TÜRKOĞLU Sabahattin, (2013) Anadolu’da Takı ve Kuyumculuk
Kültürü, İstanbul: İstanbul Kuyumcular Odası.
19- OSEP Tokat, (2010), Ermeni Gümüş Damgaları, İstanbul: Aras
Yayıncılık.
20- TÜRKOĞLU Sabahattin, (2013) Anadolu’da Takı ve Kuyumculuk
Kültürü, İstanbul: İstanbul Kuyumcular Odası.
181
UKHAD 1 (3) 2015
21- SÜMERKAN Mustafa Reşat, (2008), Trabzon Yöresi Geleneksel
El Sanatları, Trabzon: Serander Yayıncılık.
22- KARLIKLI Şaziye, (2004), Yaşayan Anadolu Takıları, Atasay
Kuyumculuk.
23- Akdin Kuyumculuk broşürü
24- Nuri Durucu arşivi
25- Ogün Gümüş Broşürü
26- Nuri Durucu arşivi
27http://www.kadinlarkulubu.com/forum/index.php?threads/elyap%C4%B1m%C4%B1-kazaziye-saf-g%C3%BCm%C3%BC%C5%9Ftak%C4%B1lar.691815/
28- Saray Gümüş broşürü
29- “
30- OSEP Tokat, (2010), Ermeni Gümüş Damgaları, İstanbul: Aras
Yayıncılık.
31-http://urun.gittigidiyor.com/antika-sanat/osmanli-savatli-ciftsurmene-kama-cok-temiz-112890858#product-information (5.9.2014)
32- KÜRKMAN Garo, (2010), Osmanlı Gümüş Damgaları, İstanbul:
İstanbul Ticaret Odası.
33- “
34- “
35- OSEP Tokat, (2010), Ermeni Gümüş Damgaları, İstanbul: Aras
Yayıncılık.
36- ÖKSÜZ, Hikmet; Veysel Usta, Kenan Akın, (2009), Trabzon
Ticaret ve Sanayi Odası Tarihi 1884-1950, Trabzon: Trabzon Sanayi ve
Ticaret Odası yayını.
37- “
38- Nuri Durucu arşivi
39- Trabzon Kuyumcular Odası
40- KARLIKLI Şaziye, (2004), Yaşayan Anadolu Takıları, Atasay
Kuyumculuk.
41- “
42- “
43- “
44- Nuri Durucu arşivi
45- “
46- http://stilyan.com/trabzon-hasiri/
47- HOŞ Sacide, (1997), Trabzon Gümüş El Sanatları, Marmara
182
UKHAD 1 (3) 2015
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Eğitimi Sanat Dalı, (Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi), İstanbul.
48- “
49- Akdin Kuyumculuk broşürü
Tablo Listesi
1- ÖKSÜZ, Hikmet; Veysel Usta, Kenan Akın, (2009), Trabzon
Ticaret ve Sanayi Odası Tarihi 1884-1950, Trabzon: Trabzon Sanayi ve
Ticaret Odası yayını.
2- ÇELİK Ali, (2005), Manilerimiz ve Trabzon Manileri, Ankara:
Akçağ Basım Yayın.
3- - ÖZTÜRK, Özhan, (2005), Karadeniz Ansiklopedik Sözlük 2 Cilt
(Ciltli), İstanbul: Heyamola Yayınları.
4- Trabzon Kuyumcular Odası arşivi
183
UKHAD 1 (3) 2015
TRABZON, RİZE, GİRESUN VE ORDU AĞIZLARINDA GÖRÜLEN
MÜZİK KÜLTÜRÜNE AİT KELİMELER
Trabzon, Rize, Giresun and Ordu Oral Culture Music Seen
On The Words
Cihan ÇAKMAK**
ÖZET
Karadeniz bölgesi zorlu coğrafyası, tarihi dönemlerden günümüze pek
çok uygarlığa yurt oluşu, sınırlı tarım arazileri gibi özellikleriyle kendine özgü bir
karaktere sahiptir. Tüm bu etmenler yörenin diline, kültürüne gelenek-göreneklerine
bilhassa da müzik kültürüne güçlü bir şekilde yansımıştır.
Çalışmamızda Trabzon, Rize, Giresun ve Ordu Ağızlarında Görülen Müzik
Kültürüne ve Oyun türlerine yönelik ağız çalışmalarındaki kelimeler tek tek
incelenmiş, ardından söz konusu kelimeler bir sınıflandırmaya tabi tutulmuştur.
İncelememizde Karadeniz yöresinin sadece müzik ögelerinin bile bir ansiklopedi
oluşturacak kadar zengin bir söz hazinesine sahip olduğu saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Karadeniz, kemençe, horon, horon türleri.
ABSTRACT
Black Sea Region has distinctive character traits such as having tough
geography and limited agricultural lands, being shelter to lots of civilizations. Black
Sea Region’s language, culture, traditions and especially music genre have been
reflected to all these character traits.
In our study, firstly all the local dialect words which belong to music culture and
folklore types of Trabzon, Rize, Giresun and Ordu, have been researched individually.
Accordingly researching results these local dialect words have been classified. To
conclude, our researching shows us that Black Sea Region has a really extensive
vocabulary that you can create an encyclopaedia from just Region’s music elements.
Key Words: Black Sea, kemençe, horon, types of horon.
* Dr., Celal Bayar Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü. Manisa/TÜRKİYE
184
UKHAD 1 (3) 2015
GİRİŞ
Karadeniz bölgesi coğrafi şartlarının çetinliği ile Türkiye’nin diğer altı
bölgesinden farklı özellikler göstermektedir. Geçit vermez dağları, engebeli
coğrafyası, yılın hemen her mevsim yağan yağmurları ve tarım alanlarının
darlığına rağmen derin ve zengin bir kültüre sahiptir. Bu kültürel çeşitliliğe
diline, giyim kuşamına, halk oyunlarına ve müziğine de yansıtmıştır.
Çalışmamızda Trabzon, Rize, Ordu, ve Giresun illerinde görülen müzik
kültürüne ve halk oyunlarına ait kelimeler ele alınmıştır. Halk oyunlarına
ait kelimeler başlığı altında başta horon ve türleri olmak üzere, oyunlarda
kullanılan giysiler ve eşyalar ele alınmaya çalışılmıştır. Müzik kültürüne
ait kelimeler başlığı altında ise başta kemençe ve tulum gibi karakteristik
çalgıların yanı sıra söz konusu müzik aletlerinin en ufak parçasına varana
kadar tüm detaylar ele alınmaya çalışılmıştır.
Doğu Karadeniz kültürüne ait yaptığımız incelemede Trabzon,
Ordu, Rize yörelerine ait müzik kültürüyle ilgili kelimeler listelenmiştir.
Çalışmamızda Ahmet CAFEROĞLU’nun (1994) Kuzeydoğu İllerimiz
Ağızlarından Toplamalar-Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Yöresi Ağızları s.
305-355, Necati DEMİR (2006) Trabzon ve Yöresi Ağızları C. I-II-III, s.3265 ile Turgut GÜNAY (2003) Rize İli Ağızları, s. 309-336 adlı eserlerinden
yararlanılmıştır.
I. MÜZİK KÜLTÜRÜNE AİT KELİMELER
Trabzon ve Rize illeri gerek oyun türleriyle gerekse de kullanılan müzik
aletleri bakımından Karadeniz bölgesinin diğer illeri üzerinde oldukça etkili
olmaktadır. Bunu bilhassa kullanılan müzik aletlerinde görmek mümkündür.
“Trabzon ve Rize yöresinde müzikle uğraşan kişiler halkla iç içe olduğu
için yöredeki müzik kültürü aslından fazla bir şey kaybetmemiştir. Özellikle
kemençe, tulum ve kaval çalgılarıyla uğraşan kişiler bu işi usta çırak ilişkisiyle
geliştirmişler ve yörede duydukları ezgileri farkı ortamlarda çalarak yöre
ezgilerini hem yaşatmışlar hem de yayılmasını sağlamışlardır. Bu yöredeki
oyun havalarının icarsında, eğlencelerde ve muhabbet ortamında çoğu kez
kemençe, tulum ve dilli kaval çalınmaktadır. Yörenin iç kesimlerinde davul
ve zurna ikilisine de rastlanmaktadır. Karadeniz yöresinde görülen zurna
(zil zurna-cura zurna) diğer yörelere göre daha küçük boyludur. Bu da tiz ve
kıvrak melodileri çalmak için kolaylık sağlamaktadır. Yörede kemençe, dilli
kaval, tulum, davul ve zurna, akordeon (Rize), armonika, zilli maşa, darbuka,
kaşık, dilli düdük, zil, zimbon, çengi, def, güğüm, fincan, ve leğen gibi çalgı
185
UKHAD 1 (3) 2015
aletleri kullanılmaktadır.” (Kaya 2006: 723).
Alt köprü (Kamış, Kurbagacık, Uzun Eşek, Uzun Eşşek):
Kemençenin alt ve geniş kısmındaki bir ucu gövdenin alt bölümünde bırakılmış
kabartmaya tutturulan, bir ucuna ise tel bağlanan ağaç parça.
Bağlama (Paglama): 1. Üç çift teli olan ve mızrapla çalınan bir saz. 2.
Horan oyununa eşlik etmek için çalınan saz.
Boyun (Sap, Poyun): Kemençede burguluk ile tekne arasındaki kısım.
Bir elin tutabileceği kadar kısa ve ince olup 6-9 cm arasında değişmektedir.
Perdesizdir.
Burgu: Kemençenin uç kısmına takılan, tel sayısı kadar olan, tellerin
sarıldığı ağaç parçası. Tepesi geniş ve yassı, kemençenin gövde kısmına
girecek bölümü incedir. Sert ağaçlardan yapılır. Teller, burgu döndürülmek
suretiyle gerilir, ses düzenli ve güzel çıkacak biçimde ayarlanır.
Burguluk (Baş, Cidali, Kafa, Tepe, Purguluk): Kemençenin en uç
kısmı. Bu kısma topuz biçimi verilir ve burgular takılır. En uç kısımda at yelesi
ve deniz dalgalarını andıran kabartmalar yapılmaktadır. Bitmiş biçimini, kurt
başına benzetenler de vardır. Özel bir çalışma ile timsah, hamsi veya diğer
bazı hayvanlara benzeyecek biçim verilebilmektedir.
Can direği: Kemençede gövde ile kapağın birleşmesinden önce,
gövdedeki boşluğa sol kaşın altına dikey biçimde yerleştirilen, bir ucu gövdeye
diğer ucu kapağa dayandırılan 3-3.5 cm boyunda ve 0.5. cm kalınlığındaki
ağaç parça. Gerili tellerin baskısıyla gövdenin çökmesini engellemektedir.
Ayrıca bu direk telden kapağa geçen titreşimi gövdeye iletmekte ve ses
derinliği vermektedir. Uygun bir ağaçtan yapılıp doğru yere yerleştirilmezse
kemençenin sesi çıkmaz.
Çalgı: müzik aleti.
Çangi: çan, kelek.
Çav: kelek, çan.
Davul (Daul, Tavul): büyük ve enlice bir kasnağın iki yanına deri
geçirilerek yapılan, tokmak ve değnekle çalınan çalgı. Genellikle zurna
eşliğinde çalınmaktadır. Türklerin kullandığı en eski çalgılardandır.
Davulcu: davul yapan, satan ve çalan kimse.
Davul derisi: Soyulup kurutularak davulda kullanılabilecek kıvama
getirilen keçi ve dana derisi.
Direk: kemençede göğüsün çökmemesi için göğüs tahtası ile kasnak
arasına konulan ağaç parçası.
Dört telli: dört teli olan bir kemençe türü.
Firfilik: düdük, düdük sesi.
186
UKHAD 1 (3) 2015
Gayda: kemençe.
Gemençe: bk. kemençe.
Göğüs (Kapak): Kemençenin gövdesine yapıştırılan kapak. Yörede
doruk ve sakız ağacı denilen ladin veya kayından yapılmaktadır. Adı geçen
ağaçların tepesine yakın budaksız kısmından alınan tomruk, yaracak veya
yarma bıçağı adı verilen bıçakla yaklaşık 1 cm kalınlığında boylamasına
dilinir. Kapak, şekil aldıktan sorma rende ile her iki yüzü iyice düzeltilir,
gerekli inceliğe (yaklaşık 2-3mm) ulaşınca ince zımpara kağıdı ile silinir.
Kemençenin sesini etkileyen unsurlardan biridir. Kalın olduğunda kemençenin
sesi ince, ince olduğunda ise kalın çıkmaktadır.
Göt: bk. düdük
Götlük: 1. bk. düdük.
Kasnak: Davul yapılırken iki yana gerilen deriyi bir araya toplayan
ağaç tabaka.
Kaş (Gaş): 1. Kemençede köprünün yerleştirileceği yerin her iki
yanına açılan yaklaşık 4-6 cm uzunluğunda, 0.5 cm genişliğinde düz veya yay
biçimindeki delikler. Kaşlar gövde içinde ses titreşimini düzenli bir biçimde
dışa yansıtmaktadır. 2. Semerin ön tarafında bulunan ve binenlerin tutması
veya yük ipinin takılmasına yarayan yassı iki ağaç.
Kaval (Gaval, Kavel): Kaval, kamış veya çeşitli ağaçlardan yapılan,
genellikle çobanların çaldığı yumuşak sesli, perdeli, büyük düdük. Uzunluğu
30-80 cm, kalınlığı ise 3-4 cm arasında değişmektedir. Üflenen yere yakın
bölümde bir, ortada aktı, alt ucuna yakın bir bölümde de bir olmak üzere yedi
deliği bulunmaktadır. Eskiçağlardan beri kullanılan bir Türk çalgısıdır.
Kayış: davulu boynuna n takmaya yarayan deri şerit.
Kemençe (Fa. Kemançe, Çemençe, Gemençe, Kemece, Kemençe,
Kıyak): genellikle dip kısmı diz üstüne baş kısmı sol göğse yerleştirilerek
veya serbest bir biçimde yay ile çalınabilen, kıs boylu, perdesiz saplı, uzun
tarihi geçmişi bulunan telli bir çalgı. Perde aralıklarının dar olması ve ses
alanlarının yetersizliği sebebiyle çalması zordur. Gövde, göğüs, kulaklar ve
diğer küçük parçalardan oluşur. Kemençenin gövdesi hemen her ağaçtan
yapılabilir. Kolay şekil verilebilen, yarılmayan yılmayan ardıç, ceviz, dut,
erik, kiraz, karaağaç, dişbudak gibi ağaçlardan yapılanlar daha makbuldür.
Bunlarla birlikte armut, elma, kayın, kestane, selvi vb. ağaçlar da kemençeye
gövde olabilir. Çatlama, yılma ve yarılmaması için kemençe yapılacak ağacın
budaksız olmasına dikkat edilmektedir.
Kemençe yayı (Ok): Yaklaşık 50 cm uzunluğunda 1 cn kalınlığında
uzun, ince yün eğirme eğircesine benzeyen çubuk. Genellikle gül ve kızılcıktan
187
UKHAD 1 (3) 2015
yapılmaktadır.
Ok: bk. kemençe yayı.
Nav: tulum-zurnanın düdük kısmı.
Seyta: kemençe yayı
Tulum: 1. Karadeniz bölgesinin özellikle Rize ve Artvin yörelerinin
en önde gelen üflemeli halk çalgısıdır. Hiç zedelenmeden çıkarılan koyun,
özellikle de oğlak derisinden yapılan çalgıdır. Türkçe bir kelim olan tulum
Köktürkçe ve Uygur Türkçesinde o ile u aynı işaretle gösterildiği için kelime
kökünü tul- veya tol- olduğu ayırt edilememektedir. DLT’de tul- biçiminde
geçer. KB. de tu- “kapatmak, tıkamak, kaplamak”; tul- “kaplanmak,
kapanmak” anlamlarında kullanılmıştır. Kelime -um isimden fiil yapım
ekiyle isimleşmiştir.
Tulumcu: Tulum yapan, satan ve çalan kişi.
Yay: Kemençede tellerin bağlandığı tahta.
Yay teli: kemençe yayına bağlanan at kuyruğu kılları. Kemençeye
ses veren ve yayı oluşturan teller, kuyruk kıllarının idrardan zarar görmemiş
olması için, erkek atın kuyruğundan elde edilmektedir. Yay telleri, kemençe
yayına her iki uçtan delikler delinerek bağlanır. Yayın el ile tutulan kalın
ucu ve yay tellerinin bir bölümü deri ile kaplanır. Tellerin dağınık durmasını
önlemek içini, bölgede akınduruk denilen reçine sürülür.
Zurna: Keskin bir ses çıkaran ve çoğu zaman davulla veya dümbelekle
birlikte çalınan nefesli çalgı. Ağaç, maden veya boynuzdan yapılmaktadır.
Dişbudak ve şimşir ağacından yapılanı makbuldür. Kamış, tabla, tepe ve
boru bölümlerine sahiptir. Üstte 7, altta bir deliği vardır. tok, yanı ve güzel
bir ses çıkarmaktadır. Türklerin tarih içinde ve günümüzde yaşadığı bütün
coğrafyalarda kullanılmıştır. Dede Korkut hikayelerinde bir düğünün
anlatıldığı bölümde “Beyrek kalktı, kızlar yanına vardı, surnaşıları kovdı,
nakaracıları kovdı,...” cümlesi o zamanlarda da düğünlerde zurna çalındığını
göstermektedir.
Zurnacı: zurna yapan, satan ve çalan kimse. ,
II. HALK OYUNLARINA AİT KELİMELER
Açık horan: Çok sayıda oyuncu ile kadın erkek, karışık oynanan horan.
Oyuncular, aralarında mesafe bırakarak dizi oluştururlar.
Ağır horan: Horanda müzik ve hareketlerin ağır ağır yapıldığı giriş ve
sonuç bölümü. Horanın bölümleri: ağır horan, yenlik horan, sert horandır. Ağır
horanda müzik temposu yavaş yavaş yükselir: çavuş: “yanlik, yenlik, alaşağı,
alaşağı, ufak ufak “ nidalarıyla seslenir, yenlik bölümüne geçiş yapılır. Yenlik
188
UKHAD 1 (3) 2015
horanda oyun ritmi yükselir; çavuş “al aşağı, al oğlum, kim ola, taktum, yık
oğlum” sözleriyle seslenir. Bundan sonra sert bölüme geçilir, oyunun temposu
iyice yükselir. Oyun tekrar çavuşun bu sözleriyle yenlik bölüme, arkasından
ağır horana döner ve daha sonra da biter.
Alika: Horon çeşidi.
Altı ayaklı atlama: Horan oyunlarının en hızlı oynananlarındandır.
Oyun sırasında sık sık atlama ve sıçrama yapılmaktadır.
Anzer: Horon çeşidi.
Aşağı almak: Horan oynarken kemençeye uyarak kollarını indirmek.
(DS)
Atlama: Erkekler tarafından daire ve ya sıralama biçiminde oynanan
horan. Trabzon’un hemen her yöresinde bilinmektedir. Yöreden yöreye
farklılıklar göstermektedir.
Bıçak horanı: İki erkek oyuncu tarafından bıçakla genellikle sıksara
müziği eşliğinde oynanan horandır. Atlama, korunma, kurtulma ve dalaşma
gibi savaşı anımsatan bölümleri bulunmaktadır. Temelde karşıdaki oyuncuyu
yıldırmak ve üstün olduğunu kabul ettirmek esasına dayanmaktadır. Sonunda
iki oyuncu barışır, kucaklaşıp ondan sonra ayrılırlar. Tehlike arz ettiği için
özel beceri gerektirmektedir.
Cırlak (cırlayık): ince ve sürekli sesle bağırıp ağlayan (DS).
Cırlamak (cıllamak): 1. Şarkı okumak; 2. İnce ses çıkararak ağlamak,
şarkı okumak. DLT: yırla- “şarkı, gazel söylemek.
Çavuş: 1. Horan oyununu iyi bilen ve idare eden horancıbaşı. Horanları
elinde taşıdığı yağlık adı ile bilinen mendille “hayde bir horan kuralım”
cümlesiyle başlatmakta; horan kurulduktan sonra oyundakilerin coşması
için “ha uşak ha, ha yaylan ha; hop hop; ule ule ule; ula ula ula” gibi sözler
haykırmaktadır; 2. Köy seyirlik oyunlarında rol sahibi kişi.
Deli horan: hareketli bir horan oyundur. Sık sık ayaklar yere
vurulmaktadır. Hız ve güç gerektirdiği için yalnız erkekler tarafından
oynanmaktadır.
Garşilama: karşılıklı söylenen türkü, atma türkü.
Gız horonu (Kızlar horanı): Tekayak olarak da bilinir. Kadın, erkek
karışık oynanır. Horan oyununun en kolaylarındandır.
Halkum: El ele tutuşup halka biçimine gelerek oynanan horan oyunu.
Hemşin: Ağır bir tulum-zurna havası ve horon çeşidi.
Hora: bk. horan
Horan (Foran, Foron, Hora, Horom, Horon, Horum, Oran): Orta
ve Doğu Karadeniz Bölgesinde dizi, eğiri dizi veya halka biçiminde oynanan;
189
UKHAD 1 (3) 2015
genel olarak 5, 7, 9 vuruşlu halk oyunudur. Geleneksel Türk halk danslarının
en önemlilerinden biridir. Merkezi Trabzon ve Rize gibi görünmektedir. Erkisi
azalarak, komşu illerin halk oyunlarında görülmektedir. Çevre illerde Artvin,
Bayburt Gümüşhane, Giresun, Ordu ve samsunda ön plandadır. Karadeniz’in
zorlu ve engebeli coğrafyasını, denizin şiddetli ve hırçın dalgalarını, insanın
yapısını belki de en güzel biçimde ortaya koymaktadır. İlgi çekici biçim
ve hızlı bir tempo ile icra edildiği için uluslararası ölçüde ün kazanmıştır.
Kemene, kaval, bağlama, tulum, davul, zurna eşliğinde oynanmaktadır.
Bununla birlikte tef, darbuka da eşlik etmektedir.
Horana girme: Horan oyununa katılma.
Horana girmek: Horan oyununa katılmak.
Horancı başı: Horan oyununu idare eden çavuş. Horanları elinde
taşıdığı yağlık adı verilen mendille “hayde bir horan kuralım” cümlesiyle
başlatmakta; horan kurulduktan sonra oyundakilerin coşması için “ha uşak
ha; ha yaylan ha; hop hop; ule ule ule; ula ula ula” gibi sözler haykırmaktadır.
Horan çevirmek: Horan oyunu kurmak.
Horan dizmek: Horan oyunu kurmak.
Horan düzü (Oron düzü): Horan çevirmek: Horan oynanan meydan.
Horan kurmak: Horan oyunu kurmak.
Horan oluşturmak: Horan oyunu kurmak.
Horan oynamak (Oron oynamak): Horan oyunu oynamak.
Horan tepmek (Oron tepmek): Horan oyunu oynamak.
Horan tutmak (Oron tutmak): Horan oyunu kurmak.
Hora tepme: Horan oynama, horan oyunu oynama.
Horan tepmek: Horan oynama, horan oyunu oynamak
Horom düzü: Horan oynanan alan.
Horom oynamak: Horan oyunu oynamak.
Horom tepmek: Horan oyunu oynamak.
Horon: bk. horan.
Irlamak: Şarkı, türkü söylemek. CC. ırla- : şarkı söylemek.
İki ayak: Bir horon çeşidi.
Karma horan: Kadın, erkek karışık oynanan horandır.
Memetina: Bir horon çeşidi.
Papila (papilat): bir horon çeşidi.
Sallama: Düzenli bir biçimde hep aynı yöne doğru ilerleyerek oynanan
horandır. Vücudun alt kısmının iki yana sallanması esasına dayandığı için bu
isim verilmiştir. Trabzon yöresinde Akçaabat sallaması ve Sürmene sallaması
olmak üzere iki türü bilinmektedir. Kadın-erkek veya sadece kadınlar
190
UKHAD 1 (3) 2015
tarafından Sürmene ve Çaykara yöresinde: kemençe, davul-zurna veya kaval
eşliğinde oynanmaktadır.
Sano: Bir horon çeşidi.
Sarişka: Bir horon çeşidi.
Sert hemşin: Bir horon çeşidi.
Sert horan: Horanın bölümleri: ağır horan, yenlik horan, sert horandır.
Ağır horanda müzik temposu yavaş yavaş yükselir: çavuş “yanlik yenlik,
alaşağı alaşağı, ufak ufak nidalarıyla seslenir, yenlik bölümüne geçiş yapılır.
Yenlik horanda oyun ritmi yükselir: Çavuş: “al aşağı, al oğlum, kim ola,
taktumi, yık oğlum” sözleriyle seslenir. Bundan sonra sert bölüme geçilir.
Oyunun temposu iyice yükselir. Oyun tekrar çavuşun bu sözleriyle yenlik
bölüme, arkasından ağır horana döner ve daha sonra da biter.
Sık sara: Sıksaray, sihsaray ve saray ismiyle de bilinmektedir. Bir
oyun (horon) çeşididir. Trabzon ve yöresinde en yaygın oynanan horanlardan
biridir. Yöreden yöreye kısmi değişiklik göstermektedir. Hızlı hareket çeviklik
üzerine kurulmuştur.
Yazma: Horan oyunlarında kadın giysisi.
Yenlik horan: Horanın bölümleri: ağır horan, yenlik horan, sert
horandır. Ağır horanda müzik temposu yavaş yavaş yükselir: çavuş “yanlik
yenlik, alaşağı alaşağı, ufak ufak nidalarıyla seslenir, yenlik bölümüne geçiş
yapılır. Yenlik horanda oyun ritmi yükselir: çavuş. “al aşağı, al oğlum, kim
ola, taktumi, yık oğlum” sözleriyle seslenir. Bundan sonra sert bölüme geçilir.
Oyunun temposu iyice yükselir. Oyun tekrar çavuşun bu sözleriyle yenlik
bölüme, arkasından ağır horana döner ve daha sonra da biter.
Zıpka: Horan oyunlarında erkek giysisi.
SONUÇ
İncelememizde Trabzon, Rize, Giresun ve Ordu ağızlarında yer alan
müzik kültürüne ait toplam 35 kelime tespit edilmiştir. Bu kelimelerden 11
tanesi bağlama, davul, kemençe, tulum, zurna, dört telli, firfilik gibi müzik
aletlerinin adıdır. Geriye kalan 14 kelime ise göğüs, kemençe yayı, can direği,
burgu, burguluk vb. söz konusu müzik aletlerinin herhangi bir parçası olarak
ele alınmıştır.
Müzik kültürüne ait kelimelere baktığımızda ise Karadeniz halk
oyunlarının en tipik örneği olan horon dikkat çekmektedir. Horon geleneksel
bir halk dansı olup tulum ve kemençe eşliğinde, halka şeklinde oynanan ve
bir kişi tarafından yönetilen şarkılı halk danslarıdır. Karadeniz coğrafyasında
oynanan halk oyunlarının ortak adı olan horon yöreden yöreye farklılıklar
191
UKHAD 1 (3) 2015
göstermekte ve bölgenin kültürel zenginliğine en iyi bir şekilde yansıtmaktadır.
Trabzon, Rize, Giresun ve Ordu ağızlarında yer alan halk oyunlarına
ait kelimeler incelendiğinde ise başta horon ve horon türlerinin sayısının
oldukça fazla olduğu dikkati çekmektedir. İncelememize konu olan toplam 49
kelimeden 22’si bir horon çeşididir. Bu durum horonun Karadeniz kültürünün
adeta kaynağını ve önemli temsilcisi olduğunu göstermektedir.
KAYNAKLAR
Caferoğlu Ahmet, (1994), Kuzeydoğu İllerimiz Ağızlarından ToplamalarOrdu, Giresun, Trabzon, Rize ve Yöresi Ağızları, Ankara: TDK Yay.
Demir Necati (2006), Trabzon ve Yöresi Ağızları I-II-III, Ankara: Gazi
Kitabevi.
Günay Turgut (2003), Rize İli Ağızları, Ankara: TDK Yay.
Karaörs Metin (2000), “Kuzeydoğu Anadolu (Trabzon ve Yöresi) ve
Batı Rumeli Türk Ağızlarının Ortaklığı ve Akrabalığı”, (6-8 Kasım 1998),
Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri, Trabzon.
Kaya Emrah (2006), “Müzik Eğitimimizin Temel Kaynaklarından Biri
Olan Geleneksel Müzik Kültürümüz İçerisinde Trabzon ve Rize Ezgileri”,
Ulusal Müzik Eğitimi Sempozyumu Bildirisi (26-28 Nisan 2006), Pamukkale
Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Denizli.
Öründü Fuat (2000), Trabzon ve Yöresi Ağızları, Karadeniz Teknik
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi),
Trabzon.
www. muzikegitimcileri.net
http://tr.wikipedia.org/wiki/Laz_müziği
http://www.alasayvan.com/her-telden-egitim-konulari/363653karadeniz-bolgesinin-muzik-kulturu-aletleri-muzisyenleri.html
192
UKHAD 1 (3) 2015
ÇEPNİLERDE DİNÎ HAYAT VE BAZI DİNÎ UYGULAMALAR
ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
An Evaluatıon Of Çepni Clan’s Relıgıous Lıfe And Some
Relıgıous Practıces
Nazım KURUCA*
ÖZET
Oğuzların Çepni boyuna ait yapılan çalışmalar her geçen gün artmaktadır. Yapılan bu çalışmaların genellikle dil, edebiyat, tarih ve inanma üzerine yoğunlaştığını
söylemek gerekir. Anadolu coğrafyasının nerede ise tamamında Çepni kültür izlerine
tesadüf etmek mümkündür. Özellikle Doğu Karadeniz bölgesi ile bu bölgeye yakın
yerlerde Çepni kültürüne ait uygulamaların günümüzde de canlılığını muhafaza ettiğini ifade etmek gerekir. Bu uygulamaları yöre insanının günlük hayatında da görmek
mümkündür.
Çepnilerin din ve inanma konusundaki durumunu ortaya çıkaran bilimsel çalışmaların da son yıllarda artarak devam ettiği görülmektedir. Özellikle, İslâm inancının Anadolu topraklarında mukim kılınmasında Çepnilerin önemli hizmetlerinden
bahsedilmektedir. Çepniler, Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Güvenç Abdal gibi
tasavvuf büyüklerinin yolundan gitmişlerdir. Bu durum aynı zamanda Türk insanının dinî konulardaki uygulamalarına da örnek teşkil etmektedir. Başta Giresun olmak
üzere Anadolu’nun birçok yerinde bu uygulamaları görmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Oğuzlar, Çepniler, Doğu Karadeniz, Din, Mezhep, İnanma
ABSTRACT
There have been an increasing number studies on Çepni clans who are belonged to the tribe of Oguz. Most of these studies have focused on their language,
literature, history and beliefs. It is likely to come across with the traces of Çepni
culture throughout Anatolia. It could be stated that Çepni people’s cultural practices
have preserved the viability at the present time, especially in the Eastern Blacks Sea
Region and its near vicinity. It is possible to see these practices in the daily life of
local people.
Scientific studies on Çepni’s religion and belief have increasingly continued in
recent years. These studies have revealed that Çepni clans made important services on
the expansion of Islamic beliefs in Anatolian lands. Çepnies followed in such sufies
as Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Güvenç Abdal wake. This is a good example of Turkish people’s religious practices. These practices could be seen throughout
Anatolian, especially in Giresun.
Keywords: Oghusz, Çepni Clans, Eastern Black Sea, Religion, Sect, Belief
* Dr. Giresun Üniversitesi Eğitim Fakültesi. Giresun /TÜRKİYE
193
UKHAD 1 (3) 2015
GİRİŞ
Oğuzların bir boyu olan ve aynı zamanda Anadolu’nun bir “Türk
Yurdu” haline getirilmesinde önemli hizmetleri olan Çepniler1 hakkında son yıllarda birçok bilimsel çalışma yapılmıştır. Yapılan bu çalışmalarda genellikle Çepnilerin iktisadî, siyasî, sosyal ve dinî durumları ele
alınmıştır. Faruk Sümer, Ali Çelik gibi ilim adamları2 yaptıkları bilimsel
çalışmalarında Çepniler konusuna açıklık getirmeye çalışmışlardır. XI.
yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un Dîvân Lugâti’t-Türk’ündeki 22 Oğuz
boyu arasında adı geçen Çepni boyu, Fahreddin Mübârekşah’ın XIII.
yüzyılın ilk yıllarında yazdığı tarihinde görülen Türk kavimleri arasında da adının zikredildiği görülür. XIV. yüzyılın başlarında İran Moğolları’nın İlhanlı devleti veziri Reşîdeddin’in başkanlığında resmî bir heyet tarafından yazılmış olan dünya tarihi Câmiü’t-Tevârih’teki Oğuz
Boyları bahsinde Çepniler “Üç Oklar” arasında 17. sırada yer aldığı
görülmektedir (Sümer 1992b: 35).
Oğuzlar tarihinin en önemli mütehassıslarından biri olan Faruk Sümer, Türkmen kelimesinin Müslüman Oğuzları gayrı müslim
Türklerden ayırt eden temel bir işleve sahip olduğunu belirtmektedir.
Müslümanlığı kabul eden grubun Türkmenler olduğunu, bu nedenle
Mâveraün-nehr bölgesinde Müslüman Türk şeklinde bir tabirin oluştuğunu, buradan da Türkmen kelimesinin ortaya çıktığını söylemekteFaruk Sümer’in Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları adlı kaynak eserindeki bilgiler ışığında, “XVI. yüzyılda Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde Çepnilere ait 43
yer adının mevcut olduğu görülmektedir. Aynı dönemde Anadolu’daki Oğuz boylarına ait yer
isimleri yönünden Çepniler dokuzuncu sırada yer almaktadır. Faruk Sümer, Çepnilere ait yer
adları ile ilgili verdiği listede Kastamonu sancağında 6 köy, Bolu ve Hüdâvendiğar sancaklarında 5’er köy, Canik’te 3 köy, Çorum’da bir nâhiye ve 2 köy, Sivas’ta 1 ekinlik, 2 köy, Konya’da
2 köy, Trabzon’da 1 nâhiye, 1 köy, Kayseri’de 1 ekinlik; Akşehir, Amasya, Ankara, Bey-Şehri,
Bozok, İç-il, Karasi, Kengırı, Koca-ili ve Sultanönü’nde 1’er köy bulunmaktadır.
2
Sümer, Faruk (1992), Çepniler: Anadolu›nun Bir Türk Yurdu Hâline Gelmesinde Önemli Rol
Oynayan Oğuz Boyu, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları; Çelik, Ali (1999),
Trabzon-Şalpazarı Çepni Kültürü, Trabzon: Trabzon Valiliği Kültür Müdürlüğü Yayınları; Kaçar, Betül Zahide (2010), Çepnilerde Din ve Sosyal-Kültürel Hayat (Giresun Örneği),
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı Din Sosyolojisi Bilim
Dalı, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul; Şahin, Halil İbrahim (2013), Çepniler Tarih İnanış
ve Halkbilimi, Ankara: Altınpost Yayınları; Kaya Mevlüt (2011), Çepniler Tarih Serüveni
ve Giresun-Espiye Yöresinin Kültür Kökenleri, İstanbul: Togan Yayınları; Çepnioğlu, Cahit
(2014), Oğuz Çepni Boyu, İstanbul: Yazım Basım Yayın Matbaacılık.
1
194
UKHAD 1 (3) 2015
dir (Şahin 2013: 55). Yine Çepniler üzerine birçok çalışması olan Ali
Çelik, Çepnilerin Selçuklular döneminde büyük bir bölümünün İran’a,
Türkiye’ye, Kafkasya’ya ve Irak’a geçtiklerini Türkmenistan’da Alili,
Ata, Göklen, Hatap ve Hıdırili boylarıyla Çepbe, Çovdur ve Ersarıların
Çepek, Burkazların Çepbece diyen aşiretlerinin kadim Çepnilerle aynı
kökten gelmelerinin kuvvetle muhtemel olduğu ifade etmektedir (Çelik
1999: 14-15).
Bir aşiret içinden çıkan üç, dört hatta daha fazla parçanın aynı
aşiret ismini taşıyan çeşitli iskân merkezleri kurdukları bir vakıadır. Bazılarının Dulkadir Yörükleri gibi, çok uzaklarda -Arap memleketlerigidip orada yerleşip ziraat yaptıkları hakkında çeşitli örnekler mevcuttur. Osmanlı tahrir defterlerine göre, XVI. yüzyılda bugünkü Türkiye
sınırları içinde 24 Oğuz boyuna ait olduğu tespit edilen köy ve ekinlik
vasfındaki yer adlarının dağılışı şöyledir: Kayı 94, Avşar 86, Kınık 81,
Eymir 71, Karkın 62, Bayındır 52, Salur 51, Yüregir 44, Çepni 43, Iğdır
43, Bayat 42, Alanyutlu 29, Kızık 28, Yazır 24, Dodurga 24, Begdili
23, Büğdüz 22, Çavuldur 21, Yıva 19, Döğer 19, Karaevli 8, Peçenek 4
adet yerleşim yeri bulunmaktadır (Orhonlu 1987:106). Tapu tahrir defterlerinin daha detaylıca incelenmesi ve yer adlarının yeni baştan tetkik
edilmesi halinde bütün Türkmen boylarının nerelerde iskâna tâbi tutuldukları kolaylıkla ortaya çıkarılacaktır. Çepniler, Anadolu’ya Horasan
üzerinden Erzincan’a kadar gelmiş ve daha sonra burada iki kola ayrılarak bir kolu İç Anadolu ve Güney Doğu Anadolu’dan Halep’e kadar
yayılmış, diğer kol ise Doğu Karadeniz’in güney bölgelerinde yerleşmişler ve buralardan da zaman içinde Batı Anadolu’ya kadar gelişen bir
yayılma süreci göstermişlerdir (Uysal 2005: 30).
Anadolu Selçuklu Devleti’nin 1246’dan sonra Moğol siyasî hâkimiyeti altına girmesiyle Selçuklu merkezî yönetiminin etkisini yitirmesinden sonra, yani aşağı yukarı 1250’li yıllarda bugün kendi adını
taşıyan kasabanın bulunduğu yerde Çepni Türkmen boyu içinde yeniden sahneye çıkan Hacı Bektaş’ı bize tanıtan temel kaynak, bilindiği
üzere, XV. yüzyılın son çeyreği içinde kaleme alınmış bulunan kendi
menâkıbnâmesidir (Ocak 1992:206). Aynı yıllarda Çepniler’in Doğu
Karadeniz Bölgesinde cereyan eden Türk yerleşmesinde oynadıkları
pek mühim rol Trabzonlu Şâkir Şevket ve Tirebolulu Binbaşı Hüseyin
195
UKHAD 1 (3) 2015
Alpaslan’ın dikkatlerini çekmiştir. Ülkemizde 1876-1877’de ilk şehir
tarihi yazan Şâkir Şevket, Çepniler’in İran’dan çıkarıldıktan sonra,
onlardan 100.000 nüfusun Doğu Karadeniz bölgesine gelerek Tirebolu, Görele ve Vakfıkebir yörelerine yerleştiklerini; bir rivayet şeklinde
anlatırlar (Sümer 1992b: 82). Evliyâ Çelebi, Seyahatnâmesi’nde Doğu
Karadeniz sahillerinde bulunan yerleşim yerleri hakkında bilgi verirken yöre ahalisinden de bahsetmektedir. Bölgede bahsettiği ahali içinde
Çepnilerin de olduğunu görmekteyiz (Barmanbay 2014:8 vd.).
“Çepniler’in Anadolu’ya yerleşen ilk Türk boyu oluşunun bir
delili de Endülüslü âlim Ebû Hayyân’ın Türkçe hakkında 1312 yılında Kahire’de yazdığı Kitabü’l-İdrâk li-Lisânil Etrâk” adlı eseridir. Bu
eserde, Türk boylarından sadece Kınıklar’la “Çepni kabiletün minettürk” şeklinde bir Türk boyu olarak Çepnilerden söz etmesidir. Bu bilgi
XIV. yüzyılda Çepnilerin sadece Anadolu’da değil, Mısır’da dahi tanındığını göstermesi bakımından çok önemlidir (Sümer 1992c: 9; Çelik
2000: 611).
Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş Velî’de yer alan bilgilere göre Sarı
Saltuk, Güvenç Abdal’ın musahibidir. Sarı Saltuk, Tunceli Hozat’tan
Kürtün’e gelir, Güvenç Abdal’a uğrar ve buradan Sinop’a gider (Yalçın; Uysal: 2005). Yine, Şeyh Mustafa, Hacı Abdullah Halife ve diğer devrilerin de Giresun ve havalisinde faaliyetlerini sürdürdüklerini görmekteyiz. Bu dervişlere ait rivayetler, efsanelerin genel özelliği
ise birbirlerine benzemeleri diye ifade edilmektedir. Bunun sebebi de
o zamanki Türk toplumunun hayat tarzının birbirine benzemesi diye
ifade edilmektedir (Fatsa 2006: 98). Çepnilerin İran’dan çıkarıldıktan
ve Doğu Karadeniz bölgesine geldikten sonra burada Tirebolu, Görele
ve Vakfıkebir yörelerine yerleştikleri, sayılarının da 100.000 civarında
olduğu rivayet edilmektedir (Şevket 1294: 165; Çelik 1999: 21).
Doğu Karadeniz Bölgesi’nin bugünkü etnik yapısını oluşturan
olay, 11. yüzyılın ortalarından itibaren başlayan Türkmen göçüdür.
1048’de başlayan akınlar sonucunda 1058’de Şarkî Karahisar, 1064’de
Şavşat ve Artvin’in Selçuklu sınırlarına dâhil edilmesi ile başlayan
Türkmen göçü, 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra hızlanmış, Kelkit ve
Çoruh boyları ile batıda Samsun’a kadar olan bölge Oğuz boyları tarafından yurt tutulmuştur. Bu göç nihayetinde, 12. yüzyıl sonlarında Sam196
UKHAD 1 (3) 2015
sun ile Trabzon arasındaki kırsal alanlara yayılan Türkmenler gelen diğer Türkmen unsurlarıyla da birleşmişlerdir. (Tellioğlu: 2005:4 vd.)
Şarkî Karadeniz bölgesine yaylalardan, geçitlerden ve Harşıt
vadisinden inen Türkmenler mevcut olmakla beraber, bu havali daha
ziyade Samsun’dan itibaren sahili takip eden Oğuz Çepni boyu tarafından Türkleştirilmiştir. Türkmenler 1302’de Giresun’a kadar ilerlemiş
ve birtakım küçük beylikler kurmuşlardır (Turan 2003: 301). Trabzonlu
Rum vakayi-nâmecisi Panaretos XIV. asırda Çepniler’in Tirebolu’ya
kadar vardıklarını söyler ki, bunlar Gümüşhane tarafından gelmişlerdir (Turan 1996:512; Barmanbay 2014: 57). Canik beylikleri içerisinde
en önemli olanı, Ordu ve çevresinde kurulan Hacı Emiroğulları beyliğidir. XIII. yüzyılın sonlarına doğru Ordu bölgesini ele geçiren Çepniler tarafından kurulmuştur. 1347’de Fatsa ve Ünye’yi ele geçirerek
bölgenin doğusundaki mıntıkada, Trabzon Rumları aleyhine büyük bir
nüfus boşluğu meydana getiren Hacı Emiroğulları, 1396 yılında da Giresun’u fethetmişlerdir. Bu hadiseden yaklaşık yedi yıl sonra bölgeye
gelen İspanyol elçi Clavijo, on bin askeri olan Hacı Emiroğullarının Tirebolu’ya kadar topraklarını genişlettiğini haber vermektedir (Tellioğlu
2007: 659).
Anadolu’ya gelen Çepnilerin öncelikle Karadeniz’de Giresun, Tirebolu, Görele ve Büyükliman’a, bir kısmının buradan hareket ederek
daha batıya Kocaeli, Balıkesir ve İzmir’e yerleştiklerine dair görüşler
vardır. Horasan’ın Bozulus dolaylarında yaşayan Çepnilerin Konya
Sultanı Alâeddin tarafından Horasan’dan Anadolu’ya getirildiği ifade
edilmektedir. Sultan Alâeddin Sivas civarında savaşırken içine düştüğü
müşkül halden kurtulmak için Çepnileri bu bölgeye getirdiği, daha sonra da bunları Konya’ya sevk ettiği ifade edilmektedir (Akay 1935: 10).
1486 yılında Trabzon sancağına tâbi Çepni Vilâyeti’nde toplam
73 köy, 1583’te de 202 köy bulunmaktadır. Bu yerleşim birimlerinde
1486’da 1146 hâne, 253 mücerred ve 36 nefer (yaklaşık 6100), 1583’te
de 8320 hâne, 2339 mücerred ve 51 nefer (yaklaşık 45.000 kişilik)
Müslüman Türk yaşamaktadır. Bu nüfusun tamamına yakınını Çepnilerin meydana getirdiğini görmekteyiz. Çepniler sadece Çepni Vilâyeti
dâhilinde değil, Trabzon’un doğusunda Batum’a kadar olan bölgelerde
de varlıklarını sürdürmüşlerdir (Bostan 2002:301-302) Yaklaşık 700
197
UKHAD 1 (3) 2015
yıldan beri varlıklarını devam ettirdikleri ve kültür mirasını en iyi muhafaza ettirdikleri bölge Doğu Karadeniz Bölgesi, bu bölgede de Asar/
Ağasar/Akhisar yöresi olmuştur. Bugün, Doğu Karadeniz bölgesine
coğrafî olmayan ikinci bir isim verilmesi gerekseydi, eskiden “Çepni
Vilâyeti” denilen bölgenin sınırlarını Ordu’dan Batum’a kadar genişletip bu bölgeye “Çepni Yurdu” veya “Çepni Bölgesi” demek doğru
olurdu (Çelik 2002: 321).
Trabzon’un fethinden sonra Karaman bölgesinden bir kısım Türkmenlerin Doğu Karadeniz’e gönderilip, burada iskâna tâbi tutuldukları
görülmektedir ki, muhtemelen bu Türkmenler yoğun olarak Çepnilerden ibarettir. Ayrıca Yavuz Sultan Selim döneminde Trabzon Sancağı’na
Çepnilerden başka Doğu Anadolu Bölgesi’nden gelen Türkmenler de
yerleştirilmiştir (Bilgin 2002:131-144). Bu iskân faaliyetlerinin temel
sebebi ise, iskân bölgelerinin konar-göçerler tarafından imara açılması,
o bölgenin nüfusunun arttırılması ve yörenin güvenliğinin tesisi olarak
görülebilir (Kaya 2011:126). Bu bilgilere göre, Doğu Karadeniz havalisinde sadece Çepnilerin değil aynı zamanda diğer Türkmen gruplarının
da iskân edildiğini söylemek gerekir.
Konar-göçerler, Osmanlı toplumunun en önemli unsurlarından
birisidir. Anadolu’daki konar-göçerlerin hayat tarzlarını “göçebe” olarak tanımlamak doğru ve yeterli bir ifade değildir. Çünkü basit göçebe
toplulukları, devamlı yer değiştiren, ziraatı ve yerleşik hayatı bilmeyen,
sosyal organizasyonları gelişmemiş sürüler halinde yaşayan gruplarıdır.
Konar-göçerler ise ekonomik açıdan hayvancılıkla uğraşan, hayat tarzı
bakımından da yaylak ve kışlak alanları arasında hareket halinde olan
gruplardır (Sayılır 2012:568).
Göçebelik, bir topluluğun, bir toplumsal kümenin yaşamlarını ve
soylarını sürdürebilmek için düzenli ve aralıklarla yer değiştirme ya da
alışkanlığıdır. Göçebelikte insanların ve hayvanların iklime bağlı olarak ovaya inme ve dağa çıkma içgüdüsüne uyması daha doğrusu hayvanın doğal yaşantısına uyması söz konusudur. Göçebelik veya göçerlik –nomadizm, pastoralizm veya pastoral nomadizm”, tabiî çevrenin
kaynaklarının bir topluluğun varlığını sürdürebilmesi için artık yeterli
olmadığı zaman ortaya çıkar (Sayılır 2012:566).
Doğu Karadeniz havalisine ait en eski arşiv vesikalarının 15. asrın
198
UKHAD 1 (3) 2015
ortalarına doğru tutulan arşiv kayıtlar olduğu bilinmektedir. Yüzyılın
sonlarına doğru tutulan Osmanlı arşiv belgeleri arasında bulunan 1486
yılına ait tahrir kayıtlarında Trabzon’a tabi Çepni nahiyesinde bulunan
dini zümreler arasında pir, şeyh, hoca, fakih, imam, hatib, müezzin, halife gibi unvanları olanlar nüfusun %14,25’ini teşkil etmektedir ki bu
da onların inançlarına bağlı ve daha çok Sünni olduklarına delil teşkil
etmektedir (Kaçar 2010: 55; Bostan 2002:300 vd.). Trabzon sancağında yaşayan Çepniler, diğer yerlerde yaşayan Çepnilere oranla nüfus yoğunluğu bakımından birinci sırada yer almaktadır. Trabzon bölgesindeki
Çepnilerin tamamının yerleşik hayata geçmelerine rağmen, diğer bölgelerdekilerin büyük kısmı yarı göçebe bir hayat yaşamaktadırlar. Yarı
göçebe olarak hayatlarını devam ettiren Çepnilerin yerleşik hayata geçirilmesi için büyük çaba sarf edilmiş olmasına rağmen bu durum ancak
XIX. yüzyılın sonlarına doğru mümkün olabilmiştir (Bostan 2002: 363).
XV. ve XVI. yüzyıl kayıtlarına göre; “Giresun, Ordu ve havalisinde çok sayıda cami, tekke ve zaviyelerde Çepniler çeşitli hizmetlerde
ve görevlerde bulunmuş olup, içlerinden çok sayıda fakih vardır. Hatta
bunlardan bazıları Kızılbaş fetreti ve Çaldıran Seferlerinde çok yararlılık gösterdikleri için öşür hariç diğer vergilerden muaf tutulmuşlardır.
Trabzon sancağı, Giresun ve Kürtün kazalarındaki Türk boylarının çok
büyük bir kısmının Kızılbaş olmadığı anlaşılmaktadır. İçlerinde Kızılbaş olanlar da varsa bunlar azınlıktadır” (Bostan 2002: 311-312).
Giresun yöresinden bahseden vergi defterlerinde özellikle Gelevara, Harşıt ve Çanakçı çevresindeki köylerde câmi görevlisi veya müderris gibi ilmiyeden kişilerden söz edilmemesi, ilk devirlerde buralarda yaşayan Türkmenlerin defterlerde Kızılbaş şeklinde anılan gruplar
olduğu ihtimalini gündeme getirmektedir (Fatsa 2008: 20). Alevilere
ve Aleviliğe ilişkin söylemlere ya da temsillere, Alevilerin kim olduklarının veya Aleviliğin ne olduğunun objektif bilgisi olarak muamele
etmek yerine, dil aracılığı ile üretilen ürünleri, inşa edilen hakikat iddiaları ya da kategorize etme girişimleri olarak yaklaşmak gerektiği sonucuna varılabilir. Ayrıca, Alevileri ve Aleviliği açıklamayı hedefleyen
birden fazla (ve çoğu durumda da birbirleriyle rekabet hâlinde olan)
söylemin var olduğunu ve bu söylemlerin zaman içinde değişime uğramış olabileceğini söylemek yanlış olmayacaktır (Uyanık 2012: 112).
199
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun ve havalisinde Çepnilerin günlük hayatı üzerinde etkisini kaybetmeyen temel olguların başında konar-göçer hayatın bir nevi
devamı olan yaylacılık faaliyetleri gelmektedir. Yaylacılık faaliyetleri
aynı zamanda yöredeki kültür değerlerinin de ana kaynağını teşkil etmektedir. Tirebolu, Görele, Keşap, Eynesil, Dereli, Espiye gibi yerlerde
bazı değişmelere rağmen yaylacılık faaliyetleri devam etmektedir (Kuruca 2012:651). Geleneksel olarak yörede sürdürülen “otçu göçü”, “ot
göçü” ahalinin “cenik” adını verdiği yerden yaylalara doğru sürdürülen
sistematik bir faaliyetin adıdır. Hayvancılık faaliyetlerini sürdüren “cenik” ahalisi Mayıs ayının gelmesiyle birlikte yayla hazırlıklarına başlarlar. Bu faaliyetler esas itibarıyla yayla dönüşünden itibaren başlayan
bir süreç olarak da kabul edilmektedir. Yayla yolunda sürdürülen etkinlikler yörenin birçok inanç ve kültürel değerinin de canlı kalmasına
vesile olmaktadır.
Aleviliği araştıranların sıkça yineledikleri “kapalı toplum” ve
“senkretik yapı” gibi birbiriyle çelişen kavramların tarihsel oluşumunu bu dönemde yaşanan olaylar belirlemiştir. Şah İsmail ile ilişkileri
kesilen Anadolu Kızılbaş Türkmenleri, İran’daki Şii fıkıh kurallarından uzak kalmaları, Osmanlı medrese kültürüne de kapılarını kapamaları sonucunda, Cumhuriyet dönemine kadar, 14. yüzyıl ortalarından
beri bağlı bulundukları geleneksel tasavvufî yapılarını korumuşlardır.
Alevilik kendine özgü senkretik yapısını, siyasal ve dinî baskılardan
dolayı, 16. yüzyıldan sonra yenileyememiş ve sonrasında kültürlerini
korumaya yönelik kapalı toplum özelliği göstermişlerdir (Türk; Kala
2014: 54).
Alevî kelime olarak Arapçada, Ali’ye mensup, Ali’ye ait, anlamına gelir. Kelimenin çoğul şekli Aleviyyûn’dur. Alevî terimi İslâm kültür
tarihinde Hz. Ali soyundan gelenler manasında kullanılagelmiştir. Hz.
Ali ve oğulları Hasan, Hüseyin soyundan gelenlere Alevî denilmiştir.
Emeviler’in son dönemlerinden itibaren Hz. Ali’nin soyundan gelenler
yani‚ Ehl-i Beyt, özellikle Hasan ve Hüseyin’in neslinden olanlar için
şerif, seyyid, emîr, hoca gibi lakaplar yanında Alevî nisbesi de kullanılmaya başlanmış ve bu husus daha sonraki devirlerde devam etmiştir.
Günümüzde de aynı nesle bağlı olanlar için bu nispet kullanılmaktadır (Ocak 1989: 368-369). Kızılbaşlık, başlangıçta, yalın haliyle Erde200
UKHAD 1 (3) 2015
bil Tekkesine mürit olmak anlamına gelmektedir. Osmanlı kaynakları
da, esas olarak “Kızılbaşlığı Safevîleri destekleyen Türk boyları için
kullanmıştır. Safevi Devleti “Devlet-i Kızılbaş”, askerleri de “Leşkeri Kızılbaş”tır. Osmanlı-Safevî mücadelesinde özellikle Osmanlıların
meşruiyet arayışı Kızılbaşlığın din zeminine taşınmasına yol açmıştır.
19. asrın sonlarından itibaren Kızılbaş adı yerini “Alevî” adına bırakmıştır. Alevilik, Kızılbaşları, Çepnileri, Tahtacıları, Bektaşileri vs. kucaklayan bir şemsiye haline gelmiştir (Baş 2011: 38).
Safevî Devleti’nin ilk kurulduğu yıllarda Safevîlerin konargöçer
topluluklara yönelik faaliyetlerini Osmanlı Devlet adamları iktisadî ve
siyasî olarak ele almışlardır. Hatta Safevî Devleti bağlılarının Osmanlı Devleti bünyesinde meydana getirdikleri veya karıştıkları isyanlarda da konu ekonomik ve siyasî boyutuyla gündeme gelmiştir (Taşğın
2009:214). Bütün politik bakışların ötesinde, Türkiye’nin bir realitesi
olan Alevî-Bektaşi meselesinin en önemli gerçeği, Alevîlerin Müslümanlığın içinde bulunmasıdır. Bütün farklı yaklaşımlara ve uygulamalara rağmen, hem Alevîlerin ezici bir çoğunluğu açısından hem de diğer
Müslüman gruplar açısından Alevîlik, Müslümanlığın dâhilindedir düşüncesi hâkim düşünce şeklindedir (Talas; Aksoy 2009: 155).
Alevîlik ve Bektaşilikte dini hiyerarşi bağlamda iki önemli makam vardır. Bu makamlardan biri mürşit makamı, diğeri pirlik makamıdır. Mürşitlik makamı Hz. Ali; Pirlik makamı ise Hacı Bektaş-ı Veli
tarafından temsil edilir. Anadolu Alevî ve Bektaşileri, Hz. Ali ve Hacı
Bektaş-ı Veli’yi dini hiyerarşinin zirve noktasının temsilcileri olarak görürler. Kökeni Ehl-i Beyt’e dayanan bu bağlılık; ocaklar ve ocakzâdeler
tarafından temsil edilir. Bu bağlılık “tevellâ ve teberrâ‛ anlayışıyla zuhur eder. 13 Tarikat yoluna intisap eden Seyyidler ve Babalar belli bir
eğitimden geçip tarikat kurallarını yerine getirerek (seyr-üsulûk), icazet
alarak dini ve sosyal hizmetlerde Alevî ve Bektaşilere öncülük ederler
(Rençber 2013: 684).
Alevilik ve Kızılbaşlık üzerine alışılmışın dışında görüşler serd
eden ve Anadolu Aleviliği görüşünü ortaya koyan ilim adamlarının
başında Abdülkadir Sezgin gelmektedir (Sezgin 1990). Abdülkadir
Sezgin göre “ Alevilik esas itibarıyla Arap kökenli bir inanış tarzıdır.
Her ne kadar Anadolu –Aleviliği Şii-Batınî eğilimli olsa da, Ali sevgi201
UKHAD 1 (3) 2015
sini taşısa da, uygulamaları Arap Aleviliğinden daha başkadır. Anadolu
Aleviliğini Bektaşilik eş anlamı olduğunu söyleyen Abdülkadir Sezgin,
Bektaşiliğini ayrı bir veya mezhep olmadığını bir “Türk Tarikatı” olduğunu söyler. İran Aleviliğiyle (Şiilik) Anadolu Aleviliği arasında ciddi
farklar vardır. Alevi, Tahtacı, Bektaşi, Türkmen, Kızılbaş gibi zümrelerin varlığı halk arasında yanlış olarak “Şiilik ve Caferilik”i çağrıştırmaktadır. Anadolu Alevileri ve Bektaşiler, Şii ve Caferi değildir (Şahin
2013: 105). Hz. Ali sevgisi şeklinde ana hatların dışındaki farklı yönler,
Türk Alevîliğinin özgün yapısını ortaya koymaktadır. Özellikle, yaşam
biçiminin göstergesi olan dualar, atalar ruhuna kesilen kurban âdetleri, ölüm âdetleri, eğlence biçimleri gibi gelenek, görenek ve inançların
Türk Alevîlğinin İslam çerçevesi içindeki diğer Alevîlik anlayışlarıyla belirgin farklılıklar içerdiğini ve bunların farklılığa dair çok önemli
ipuçları olduğunu söylemek gerekir (Talas; Aksoy 2009: 157).
“Anadolu’da Alevi-Türkmenlere Tahtacı denilmektedir. “Cemaat-i Tahtacıyân” tabiri 17. yüzyılda Osmanlı arşiv belgelerinden geçmektedir. Bu nedenle Alevi inançlı Türkmen gruplarının kesin bir ayrımını yapmak zordur. Tahtacılar da Çepnilerde Alevi olmalarına rağmen
aralarında kız alıp verme yoktur. Hatta bazı Çepniler kendilerini on iki
erkân, Tahtacıların altı erkân üzere olduklarını söyleseler de Tahtacılar
da ısrarla on iki erkân üzere olduklarını ifade etmektedir. Çepniler ile
Tahtacılar arasındaki temel ayrılık ise Çepnilerin hayvancılıkla Tahtacıların ise ağaç işleriyle uğraşıyor olmalarıdır (Kaçar 2010: 51-52).
Faruk Sümer’e göre Tahtacılar, 13. Yüzyılın ikinci yarısının başlarında adından bahsedilmeye başlanan ve en eski göçebe Türkmen
zümrelerinden birisi olup genellikle ormanlık alanlarda yaşamlarını
sürdürmüş Ağaçerilerin bir uzantısıdır (Sümer 1962:528). Tahtacıların,
Ağaçerilerinden geldiğini kabul etmeyenlerin başında gelen M. Şakir
Ülkütaşır, Tahtacıların diğer Anadolu Alevileri gibi Babaî Türkmenlerinin torunları olduklarının, kendilerine bu adın ormanlarda oturup, kereste imaliyle meşgul olmalarından dolayı verildiğini ifade etmektedir
(Ülkütaşır 1968:840). Tahtacılarla Ağaçerilerin aynı kökten gelmediğini ifade eden Yusuf Ziya Yörükân, Tahtacıların Orta Asyalı Tahtalar soyundan gelen büyük bir Türkmen grubunun uzantısı olduğunu belirler
ve eski Oğuz boylarından bazılarının Bayatlar, Çepniler, Bayındırlar,
202
UKHAD 1 (3) 2015
Afşarlar vb. nasıl ki ilk adlarını muhafaza etmişlerse Tahtacılar veya
Tahtalar da aynı ismi günümüzde Tahtacılar şeklinde muhafaza etmişlerdir şeklinde ifade etmektedir (Yörükân 1998:377-378). Tahtacılar,
Alevi-Türkmen zümrelerinden biri olmakla birlikte, Alevilerin büyük
çoğunluğu gibi Hacı Bektaş Veli ocağını pir ocağı olarak kabul etmezler. Onların bağlı bulunduğu “Yanyatır Ocağı” ile “Hacı Emirli Ocağı” olmak üzere iki ocakları vardır. Her iki ocaktan birincisinin atası
olan Durhasan Dede’nin mezarı Adana’nın Ceyhan ilçesinde olup kendi adıyla anılan köyde; Hacı Emirli Ocağı’nın atası İbrahim Sani’nin
ise Gaziantep’in İslâhiye ilçesine bağlı Çerçili köyünde bulunmaktadır
(Coşkun 2013: 44-45).
Doğu Karadeniz havalisine çok yakın olan yörelerde de Çepnilere ait kayıtlar bulunmaktadır. Özellikle Sivas ve havalisine ait tahrir
kayıtlarında Çepnilere ait zengin bilgilere ulaşmak mümkündür. 1455
tarihli tahrir defterinde Sivas’ın merkezine bağlı Çepni Viranı adlı bir
köy bulunmaktadır. Yine 1519’da Sivas’ta Çepniler 341 hane ve 144
mücerret nüfusa sahiptir. 1520’de Sivas’a bağlı Yenice Çepni köyünde,
31 hane ve mücerretten oluşan bir nüfus yaşamaktadır. 1530 tarihinde
Sivas’ta dört Çepni köyüne rastlanmıştır: Çepni, Çepnicik, Baş Çepni.
1530’da Sivas’ta, Çepni bölüğü adlı bir cemaatin yaşadığı da kaydedilmiştir. 1574’te ağırlığı Yeniil olmak üzere Çepni Türkmenlerinin sayısı
Sivas’ta şöyledir: 1527 hane ve 1396 mücerret olarak kaydedilmiştir
(Demir 2012: 81-82). Yine aynı şekilde, Niksar Ulu Camii’nin 1145
yılında Çepnizâde Hasan Efendi tarafından yaptırılmış olması ve yine
Niksar’da Çepnibey ismiyle bir mahallenin bulunması, 1530 tarihli tahrir defterine göre Niksar’da Çepnibey evlatları cemaatinden alınan vergilerin kayıtlı olması, Tozanlı (Almus)’da Diyar-ı Çepni mezraasının
ve İskefsir (Reşadiye)’de Çepni Yusuf karyesinin bulunması bölgedeki
Çepni yerleşim izlerini göstermektedir (Demir 2012: 82).
Çepnilerin iskân edildiği önemli yurt köşelerinden bir tanesi de
Kastamonu ve havalisidir. Bu havalide bütün Türkmen unsurlarını görmek mümkündür. Kastamonu bölgesine yerleşen Oğuz topluluklarının
Türk iskân siyasetini gerçekleştirmek amacıyla bu bölgeye topluca yerleştikleri görülmektedir. Boyların birlikte yerleştikleri yerlere örnek
olarak Taşköprü ve havalisi gösterilebilir (Yalçınkaya 2011: 96). Bu
203
UKHAD 1 (3) 2015
bölge ile ilgili arşiv kaynaklarının bol olduğu bilinmektedir ve bu kaynakların tetkik edilmesiyle birlikte yöredeki iskânı faaliyetleri hakkında
daha detaylı bilgilere ulaşılabilecektir.
Ordu ve çevresinde yaşayan Alevi topluluğu Sünnileştirmek amacıyla özellikle eğitime önem verildiği ve bu bölgelerde ilkokul, ortaokulun yanı sıra medreselerin açılması için devlet tarafından 19. yüzyılda çalışmalar yapıldığı anlaşılmaktadır. Zira adı geçen bölgelerde
mevcut Mekteb-i İbtidaiyye ve Rüşdiye (ilkokul ve ortaokul) olmasına
rağmen bu tür batıl inançların niçin giderilemediği sorgulanmakta ve
insanlara doğru yolu öğretmek (Sünniliği öğretmek) amacıyla daha büyük eğitim müesseseleri olan medreselerin açılması öngörülmekte, bu
kurumlara ulema ve fazladan müderris tayin edilmesi önerilmektedir
(BOA, DH.MUİ., Dosya No:29/-2, Gömlek No:26, 05/M /1328; Selçuk
2011: 75).
Karadeniz sahillerinin nerede ise tamamında Çepnilerin varlığını
görmek mümkündür. Özellikle Trabzon sancağındaki Çepniler XVIII.
yüzyılda sancağın doğu yöresine doğru ilerlemelerini sürdürmüşlerdir.
XIX. yüzyılda Sürmene’nin sağ taraflarında “Çepi” diye anılan bölükbaşıların bulunduğu ve bunların zaman zaman komşularına rahatsızlık
verdikleri bildirilmektedir. Faruk Sümer, Çepi diye anılan bu bölükbaşı familyasının Çepni olduklarının yazmaktadır. Rize’ye tâbi Karadere
(Kalkandere) ile Kura-yı Seb’a (İkizdere) nâhiyelerinde Çepnilerin bulunduğu, hatta meşhur eşkıyalardan Çepni Ali’nin Kura-yı Seb’a ahalisinden olduğu belirtilmektedir (Bostan 2002 368).
Çepniler, 1486 tarihli tahrir kayıtlarından anlaşıldığına göre Of
kazasına kadar ulaşmışlardır. İşkane köyünde bulunan bir mülkü “Çepnioğlu” kendi mülkü olduğunu iddia ederek tasarruf edermiş. XVIII.
yüzyılda Of’un yukarısındaki vadilerde Çepniler’in bulunduğu yazılmaktadır. Of eşrafının kendilerine “Çipni” olarak kabul ettikleri ifade
edilmektedir. Yine Of, Dernekpazarı ve Çaykara’daki koyunların Giresun bölgesinde bulunan koyunlar gibi olduğu ve buradaki koyunlara da
Çepni koyunu denildiği bilinmektedir (Bostan 2002: 369).
Trabzon Maarif Müdüriyetinin 26 Teşrin-i Sâni 1325 (8 Şubat
1910) tarihli yazısında okulların açılması ve halkın batıl inançlarını
terk etmesini sağlamak amacıyla yapılan icraları denetlemek için üç
204
UKHAD 1 (3) 2015
tane maarif müfettişinin görevlendirilmesi kararlaştırılmıştır. Bu müfettişler vilayetçe seçilecek, biner kuruş maaşları olacak, sürekli seyyar
hâlde bulunup bölgenin her yerini denetleyeceklerdir. “Müfettişlerin
dinî ve ahlaki açıdan sağlam olmaları gerekmektedir. Sürekli hareket
hâlinde bulunan müfettişler bir taraftan öğütler, nasihatler ile halkı batıl
itikatlarından doğru yola ve hidayete sevk edecekler, diğer taraftan da
bu bölgelerde yapılan eğitimi denetlenecektir. Bunlar yapıldığı takdirde vilayet dâhilinde bu tür zararlı şeyler (Kızılbaşlık inançları) ortadan
kalkacaktır” (BOA, DH.MUİ., Dosya No:29/-2, Gömlek No:26, 05/M
/1328; Selçuk 2011 : 76).
Halep Türkmenleri arasında yaşayan Çepniler üç kol halinde olup
bunlardan 397 vergi nüfuslu ana kol Antep’in kuzeydoğusundaki Rumkale yöresinde yaşamakta ve nüfusları çok az olan diğer iki kol Başım
Kızdılu Çepni adını taşımakta ve Amik ovasındaki Gündüzlü’de bulunmaktaydı (Sümer 1993:269). Gaziantep’te yaşayan Çepniler, Oğuz
boylarından Çepni boyuna mensup olduklarını bilmektedirler ve günlük konuşmalarda Çepni kelimesi, Oğuz boyunu ifade edecek şekilde
kullanılmaktadır. Yörede yapılan alan araştırmalarında genel olarak
Çepni kelimesinin boy adı olarak kullanıldığı, Alevilik ile özdeşleşen
bir kavram olmadığı görülmektedir. İç göç neticesinde Gaziantep merkezde, özellikle de Şahinbey ilcesine bağlı Düztepe Mahallesi’nde de
Çepniler yaşamakta ve diğer Alevi topluluklar ile iletişim ve etkileşim
halinde bulunmaktadırlar. Çepni olmayan Alevi topluluklarıyla olan bu
iletişim, Çepni kelimesinin boy adı olarak kent merkezinde de yaygın
bir şekilde kullanılmasını sağlamıştır (Gültekin 2014: 75).
Balıkesir Çepnileri Aleviliğin önderi olarak Hz. Ali’yi, en büyük
pir olarak Hacı Bektaş Veli’yi tanımaktadır. Aleviliğin “Ali’nin neslinden olmak” demek olduğunu, insanı seven, insanı ön plana alan bir
felsefe, “Eline, diline, beline sadık ol” felsefesinin müntesipleri Çepniler olmuştur (Şahin 2013: 101). Diyarbakır bölgesindeki Boz-ulus’a
bağlı Çepniler de 1691 yılında birçok Bozulus oymakları gibi Rakka
bölgesinde yerleştirildiler. Bunlara beylerinin adıyla Kantemir Çepniler deniliyordu. Rakka’ya yerleştirilen Çepniler bu bölgeden iki defa
kaçtılar. İkinci kaçışlarında Turgutlu ve Bergama taraflarına gittiler ve
oradan bir daha sürgün yerlerine geri dönmediler. Günümüzde Balıke205
UKHAD 1 (3) 2015
sir, İzmir (Bergama), Manisa, Aydın vilayetlerindeki köylerde oturan
Çepniler, Başım Kızdılu ile Kantemir Çepnilerinin torunlarıdır (Sümer
1993: 269).
Çepniler, Recebli Avşarı içinde bulundukları esnada Keskin havalisindeki Bozulus Türkmenleri ile birlikte Rakka iskânına tâbi tutulmuştur. Diyarbakır havalisinde kalan Çepniler ise, Rakka’ya gönderilmişse
de, daha önce iskâna tâbi tutulan akrabaları ile birlikte iskân mahallinden firar etmişlerdir. Bu sıralarda başlarında Kantemir Kethüda bulunduğu için “Kantemir Çepnisi” diye anılan bu aşiretin iskân mahalline
geri gönderilmesi mümkün olmayınca Vilâyet-i Rum sâkini Bozulus’a
ilhak olunmuş, nihayet Aydın vilâyetinde Selendi kazasına tâbi Darıbükü denilen mevzie iskân edilmiştir. Ancak, eşkıya baskısı yüzünden
yeniden dağılmışlarsa da hükümet tarafından yaz kış buradan ayrılmamaları hususu sıkı sıkıya tembih olunmuştur (Gündüz 1997: 63-64).
Çepnilerde Dini Hayata Dair Bazı Uygulamalar
“Dinler hakkında yapılan araştırmalarda bugün muhtelif yollar
takip edilmektedir. Bu yollardan birisi, ferdî dinî vakıaları, tamamıyla
dışa ait bir görüş zaviyesinden tahlil etmeyi hedef tutar. Dinî meselelerle ilgili bir metnin en doğru izahını vermeye arzulu filolog; eski bir
mabedin restorasyonunu, mitolojik veya diğer herhangi bir sahneye ait
herhangi bir konuyu açıklamayı gaye edinmiş arkeolog; vahşi bir kabilenin belli bir ayinine ait amellerin teferruatlı bir raporunu veren etnolog; dinî bir cemiyetin bünye ve teşkilâtı ile onun profan dünya ile olan
ilgileri hakkında bir fikir edinmeye çalışan sosyolog; şu veya bu şahsın
dinî tecrübesini tahlil eden psikolog… Bütün bu muhtelif bilginler, dinî
vakıalar üzerinde kendi hususi ilimlerinin birbirleri ile olan ilgilerini
nazara almaksızın çalışırlar. Bu çalışmaların şüphesiz büyük bir kıymeti vardır ( Pettazzoni 1958: 189).
Din ve dindarlık kavramları, uzmanlar arasındaki sayısız canlı ve
verimli tartışmalar için bir başlangıç noktasıdır. Alman sosyolog Georg
Simmel dindarlığı dinden şu şekilde ayırır: O dindarlığı dinden önce
gelen insan tecrübesinin bir iç formu olarak tanımlar: “Bu durumda din,
dindarlığın deneysel yer değiştirmesinden yani çeşitli kilise, mezhep,
fırka ve hareket tarzları vasıtasıyla örgütsel düzeyde bir tahakkuktan
206
UKHAD 1 (3) 2015
başka bir şey değildir (Cipriani 2011: 136). Anadolu’nun nerede ise bütün bölgelerinde iskânlarına tesadüf ettiğimiz Çepnilerin inanç değerlendirmelerinde ilim adamlarının zaman zaman düşünce farklılıklarına
düştüklerini görmekteyiz. Bu çelişkilerin kaynağında coğrafî şartların
getirdiği olumsuzluklar ve ilişkileri zayıflayan sosyal gruplar arasındaki
farklı ritüeller gösterilmektedir. İslâm dinini kabul eden Türkmen gruplarının yüzyıllar içinde aynı bölgelerde yaşamadıklarını ve çok farklı bölgelerde hayatlarını idame ettirdiklerini ifade etmek gerekir. Aynı
bölgede yaşayan sosyal grupların din anlayışlarında dahi bazı zamanlar
farklılıkların oluştuğunu da varsayarsak bu sürecin doğal olduğunu da
kabul etmek gerekir.
İslâm’ı benimseyen Türk boyları, bir kısmı yerleşik hayata geçen,
bir kısmı ise konar-göçer yaşam tarzın seçenlerden oluşmaktadır. Bu iki
kesim arasında sosyal, ekonomik, siyasî ve kültürel yapı bakımından
bazı farklılıklar olması tabiidir. Yerleşik hayata geçenler okuma-yazma
bilen, kitabî kültürün sıkı disiplini içerisinde şehirleşmişlerdir. Konargöçerler ise sürekli yer değiştirmeleri sonucu İslâm’ı temel kaynaklardan öğrenme imkânı olmayan, kitabî kültürden uzak topluluklardır. Bu
kesim, eski örf, âdet gelenek ve inançlarını İslâm inancıyla uzlaştırmak
suretiyle yaşatmaya çalışmışlardır (Azar 2006: 81). İslâm’ı kabul eden
boylar arasında Çepniler İslam kültürünü tamamen özümsememiş ve
heterodoks bir inanç sistemine sahiptirler. Bunlar aynı zamanda 15. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan Safevi hareketine katılan gruplardır.
Şah İsmail de Türk’tür ve Azerbaycan bölgesinde kendisini destekleyenler de bildiğimiz gibi Oğuz kabilesidir. Hatayî mahlâsıyla, Şiiliğin propagandası için arı bir Türkçe ile yazdığı samimi manzumeler, bu sebeple
Türkmen kabileleri arasında hızla yayıldı (Yurdaydın 1961:115). Anadolu’da heterodoks diye nitelendirilen kesimlerin kendilerine hitap eden
dede ve baba gibi kimselere verdiği değer ve onlara duydukları mutlak
bağlılıkla, Sünnî kesimlerin kendi din âlimlerine gösterdikleri bağlılık
arasında büyük farklılıklar olduğu aşikârdır (Uluerler 2014: 19).
XIII. yüzyıl Anadolu’sunda göçebe Türkmenler arasında eski
kam ve ozanlara benzeyen babalar, medreselerde öğretilen İslam’dan
daha farklı, basit ve sade bir İslamiyet anlayışını yayıyorlardı. Hitap
ettiği kitlenin yeni Müslüman olması, eski şaman inançlarını ve birta207
UKHAD 1 (3) 2015
kım kültleri muhafaza ediyor olmaları “abdal, baba, dede” unvanlarını
taşıyan bu kişilerin söylediklerini heyecanla dinliyor ve uyguluyorlardı
(Öz 1997: 26; Azar 2006: 83). Yesevî’nin Türkistan’da sistemleştirdiği ilkeler, Anadolu’da bu düşünceleri kendine ilke edinen Hacı Bektaş
Veli’nin yol göstericiliği ile yeni bir yapı kazanmıştır. Tekkelerde kadınların da yer alabilmesi, cem törenlerinde kadınların da erkeklerle bir
arada bulunması, törenlerin saz eşliğinde şiirlerle devam etmesi, tören
esnasında semah dönülmesi, kurban kanının ve kemiklerinin toprağa
gömülmesi gibi uygulama ve inançlar İslâm öncesi inanç sisteminin
birer unsuru olarak devam edebilmişlerdir (Baş 2011: 34).
Mutasavvıf dervişlerin Türk halkları arasında İslâmiyet’in yayılmasında büyük rolleri olmuştur. X. yüzyılda büyük Türk grupları
Müslüman olmuşlar, İslâmiyet bu Müslüman Türkler arasında müşterek siyasî bir bünye meydana gelmesine imkân vermiş ve böylece ilk
Müslüman Türk devleti kurulmuştur. Halk, kendilerine bu dini tanıtan
dervişler yoluyla, Ehl-i Sünnet teologlarının anlayışlarından oldukça
farklı bir halk İslâmiyet’i benimsemiştir. Müslüman olmayan ecdadının
bütün âdet ve inançlarını da unutmamışlardır (Yurdaydın 1961: 109).
“Çepniler konusunda çalışma yapan ilim adamlarının Çepnilerin
Sünniliği ve Aleviliği konusunda hemfikir olduklarını söylemek mümkün değildir. Ancak genel görüş özellikle de Doğu Karadeniz bölgesindeki Çepnilerin büyük bir ekseriyetinin Sünni oldukları yönündedir.”
Bu tespitlerin kaynaklara bakıldığında doğruluk payı bulunmaktadır.
Bazı Çepni topluluklarının İran Şii Safevi kültürüne bağlılık ifade ettiklerini ve vergi defterlerindeki Kızılbaş tabiriyle de inanç durumlarını
görmekteyiz (Fatsa 2008: 21). Vergi defterlerinde, Şii Safevî tarikatlarına bağlı unsurların Giresun yöresinde yaptığı bazı tahribatlar ve yağmalamalar hakkında dikkat çekilmiş, bu durum Kızılbaş fetreti diye ifadesini bulmuştur. Bu faaliyetlerin önünün kapatılması için de yöredeki
zaviyeler desteklenmiştir (Fatsa 2008: 22).
Alevi-Bektaşi kimliğini yüzyıllarca muhafaza edip, Anadolu’nun
dini-kültürel tarihinde etkin en önemli Oğuz boyu olan Çepnilerin, Anadolu’ya Hacı Bektaş Veli ile birlikte geldiği anlaşılmaktadır. Balkanlardan, Kırım ve Karadeniz sahilleri boyunca etkili olan meşhur Türkmen
dervişi Sarı Saltuk, 1264’te maiyetindeki Türkmenler ile Anadolu’dan
208
UKHAD 1 (3) 2015
Balkanlara geçip daha sonra Karesioğlu İsa Bey döneminde Batı Anadolu’ya geri dönmüşlerdir. Bu Türkmenler arasında Çepniler önemli bir
yekûn teşkil etmektedir (Döğüş 2014: 216-217).
Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesi ve İslamlaşmasında,
gazi Çepni beylerinin olduğu kadar, gazi dervişlerin de rolü büyüktür.
Akrabalarıyla gelip, boş köyleri şenlendiren, köyler kuran, derbentleri
bekleyen, zaviyeler inşa edip, gelip geçenlere hizmet veren, yol emniyetini sağlayan, değirmenler, köprüler inşa edip onların bakım ve
onarım işleri yapan bu dervişler, Anadolu beyliklerinin ve Osmanlı
Devleti’nin kuruluşunda çok önemli hizmetleri yerine getirmişlerdir
(Bilgin 2013:127). Eskiköy, bugün Trabzon ili Akçakale ve Çarşıbaşı
ilçelerine bağlı olan Gökçekaya, Karpınar, Taşlıtepe, Samsun, Serpil ve
Eskiköy’den meydana gelen ve geçmişte Eskiköy olarak adlandırılan
Trabzon Karadeniz sahilinden 7 kilometre içeride yer alan Alevi inancına sahip Çepni Türklerinden oluşmaktadır (Çiçek 2014: 265).
Safevî Devleti ile Osmanlı Devleti arasında ihmal edildiğini düşündüğümüz siyasî mücadelenin dinî boyutu üzerinde durulmalıdır. Osmanlı Devleti’nin Safevî Devleti’ne yöneltmiş olduğu dinî propaganda
ile Safevî Devleti’nin paralel tutumları arasındaki ilişki ortaya konulmalıdır. Osmanlı ve Safevî Devleti arasındaki mücadele bir süre sonra
yoğunluğu artarak dinî bir mesele üzerinden yürütülmüştür. Doğal olarak bu çerçevede her iki devlet kendi tanımlarını yine kendi ideolojileri
etrafında üretmiştir. Dolayısıyla Kızılbaş terimine Safevîler ve Osmanlı
birbirinden farklı anlam yüklemektedir. Taraflar ortak terimi, sosyal bir
tanım olmanın sınırlarını zorlayarak ve tarihî alandan çıkarıp dinî bir
içerik ile ifade etmeye başladılar ( Taşğın 2009:215). Alevîlik-Bektaşîlik, özünde İslâm’ın mistik yorumunu içermekle birlikte, çeşitli kökten
din öğelerinden Şamanizimden, Balkan halklarının dini inanç ve adetlerine kadar birçok kaynaktan alınan inançları içerir (Döğüş 21014: 218).
Çepniler’in Alevî sayılmasının başka nedenleri de vardır. Onların
Safevi Şeyhi Cüneyd ve onun torunu ve Safevi Devleti’nin kurucusu
olan Şah İsmail’e olan yakınlıkları bilinmektedir. XIV. yüzyılda Azerbaycan’ın Erdebil şehrinde Safiyeddin İshak adlı bir şeyh tarafından,
Sünni-Şâfîi ilkelerine göre kurulan Safevi tarikatının başına geçemeyince Anadolu’ya gelen ve burada başta Halep Türkmenleri, Dulkadır209
UKHAD 1 (3) 2015
lı ve Üçoklu Oymaklarının hemen hemen tamamı olmak üzere diğer
Türkmenlerin birçoğunu kendisine mürit yapan Şeyh Cüneyd’in bu
müritleri arasında Çepniler olduğu gibi, Anadolu’dan topladığı göçebe ve köylü müritleri ile İran’a giden ve orada Akkoyunluları yenerek
1501 yılında Safevi Devleti’ni kuran torunu Şah İsmail’in de yanında
Çepniler vardı (Sümer 1992a: 246-247; Çelik 2000: 616).
Türkler daha Anadolu’ya gelmeden İslâm’la tanışmış olsalar bile
Şii-Batınî etkilere karşı daha duyarlı oldukları ifade edilmektedir. Türkler bu özelliklerini yeni yurtları Anadolu’ya da taşımışlardır. Aleviliği farklı topluluklardan olarak ilk defa Türkmenler benimsemişlerdir
(Öz 1997: 43). Anadolu’ya göç eden Türk topluluklarının bir kısmı
Alevi’dir. Bugün de Anadolu’da yaşayan ve kendilerini Alevî, Bektaşî,
Tahtacı, Kızılbaş, Çepni vb. adlarla tanımlayan topluluklar, Anadolu dışında İslâm ve Alevilikle tanışmış Türk boylarının çocuklarıdır (Özcan
2003:8 vd.). İslâmiyet’in daha çok Türkmen kabileleri arasında yayılan
diğer bir anlayışı, menşei Türklerin İslâm’dan önceki devirlerine kadar giden babaların temsil ettiği anlayıştır. İlhanlı istilasının önünden
Anadolu’ya gelmiş bulunan bu yarı Müslüman, yarı Şaman dervişler,
içinde oldukça karışık fikirlerin bulunduğu anlayışları yaymaya devam
etmişlerdir (Yurdaydın 1961:113).
Alevî toplumu içinde aktif faaliyetleri bulunan ocak sistemi ve
dedelik kurumunun tarihi kökenlerinin incelenmesi konuyu daha iyi
kavramamızı sağlayacaktır. Alevîlik ve Bektaşilikte dinsel kurumların
kökeninde eski Türk geleneklerinin büyük etkisi vardır. Diğer yandan
Alevî dedeliği ile şamanlar arasında benzerlikler görülür. Şaman; doktor, üfürükçü ve büyücüdür. Tanrı ile insanlar arasında aracılık görevi
yapan şaman, zaten Tanrı tarafından seçilmiş bir kişidir. O doğuştan
geniş bir hayal gücüne sahip, mistik ve zekidir. Yine şaman doğanın
sırlarını bilir, şiirler okur ve deyişler söyler. Hem şamanlık ve hem de
dedelik ikisi de soydan gelir. Belli bir eğitimden geçer ve kendisini ispatlamak zorundadır (Arslanoğlu 2001: 37-38).
“Baba İshak Aleviyül-mezheb ve kalenderiyyül-meşreb Türkmen
olup, Hacı Bektaş Veli de onun başlıca halefi olunca bunların akideleri
hakkında bir bilgi edinebiliriz. Tahtacı ve Çepniler, daha doğrusu bütün
Anadolu Kızılbaşları da bunlardan ibarettir. Kızılbaşlarsa Çepni yahut
210
UKHAD 1 (3) 2015
Çetni dahi denilir. Bunlar bilhassa Trabzon havalisinde olup, daha XV.
asırda “Çapnide” namıyla Bizans müverrihi Laonikos Chalkokondyles
tarafından işhad edişmiş olsalar gerektir. Hacı Halife Cihannüma’sında
Trabzon’un canib-i garbu cenubu cibal Çini derler. Bunda etrak taifesi
sakin olur. Laz taifesiyle müşterektir. Lisanları Türk ve Acem ve Şahı Acemi mabud itikad edip revafizidendir (Bobinger 1996: 52; Kaçar
2010: 48).
Hacı Bektaş Velî3 Ahmed Yesevî’nin öğrencisi Lokman Perende
tarafından özel olarak yetiştirilmiştir. Ahmed Yesevî zamanında Türkistan’a hâkim olan tasavvuf anlayışı, yine Ahmed Yesevî tarafından
görevlendirilen Hacı Bektaş Velî’nin hizmet ve kerametleriyle Anadolu’yu da aydınlatmıştır. Horasan’dan gelen diğer erenlerle birlikte Hacı
Bektaş Velî, Anadolu’da, etrafına topladığı insanlara tasavvufun inceliklerini göstermiştir. “İnsan-ı kâmil” olmanın, Hakk’a ulaşmanın, hakikate kavuşmanın yollarını talebelerine öğretmiş; sahip olduğu bilgileri müridlerine anlatarak tasavvufu onlara sevdirmiştir. Öğrettiği tarikat
adab ve erkânına uymalarını, mürşidlerinden talep ederek de, tasavvufu, kuşaklar boyunca sürdürülebilecek bilgiyle donatmıştır. Velayetnâme’ye göre; Hacı Bektaş Velî, Horasan hükümdarı İbrahimü’s-Sani
Seyyid Muhammed ile Şeyh Ahmed adlı Nişaburlu âlim bir zatın kızı
Hatem (veya Hatme) Hatun’un oğludur.4 Velâyetnâme’ye göre Hacı
Bektaş Veli’nin doğduğu, büyüdüğü ve yetiştiği çevre Horasan-Nişabur
olduğu, olgunluk dönemi ve irşat faaliyetlerini sürdürdüğü çevre Anadolu-Sulucakarahöyük’tür. El-Horasanî lakabından Horasan’ın Nişabur
şehrinden olduğu anlaşılmaktadır (Duran 2010:133).
“… Pîr-i Türkân Hoca Ahmed Yesevî hazretleri, Hacı Bektaş-ı
Velî Horasanî hazretlerini irşâd idûp Rûm’a, Selçûkiyân’a gönderdikde
hikmet-i Hudâ Rûm’a Osmancık asrında gelûb Orhan Gaziyle gazâ idûb
Velâyetnâme Hacı Bektaş Velî’nin şeceresini şu şekilde vermektedir: Hacı Bektaş, Seyyid
Muhammed İbrahimü’s-Sânî, Mûsâyü’s-Sânî, İbrahim Mükerremü’l-Mûcâb, Mûsa-yı Kazım,
İmam Cafer-i Sâdık, İmam Muhammed Bâkır, İmam Zeynel Âbidin, İmam Hüseyin Velî, Emirü’l Müminin Ali.
4
Abdurrahman Güzel, Hacı Bektaş Veli, Ankara: Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı
Yayınları, Ankara 1998. Hacı Bektaş Veli silsile olarak Hz. İmam Ali, Hazreti Selmanî Farisî,
İmam Caferî Sadık, Şeyh Bayezid-i Bestamî, Şeyh Ebulhasanü’l Herkanî, Şeyh Ebu Aliyyü’l
Karmidî, Şeyh Hoca Yusuf Hemedanî, Şeyh Hoca Ahmet Yesevî, Şeyh Lokman Horasanî silsilesinin son halkasıdır
3
211
UKHAD 1 (3) 2015
yeniçeri askerin tertib eyledi. Ba’dehu Pirân-ı Türkistan Hoca Ahmed
Yesevî ibn Muhammed Hanefî, Horasân erenlerinden yedi yüz kişiyi
(Muhammed Buharî)’ye terfîkan Rum’a Hacı Bektaş Velî’ye imdâd
gönderdi. Muhammed Buharî, rüfekâsıyla sefere hazırlanup yola revan
olacağı vakit Hoca Ahmed Yesevî “Var imdi Saltık Muhammed’im!..
Bektaş’ım seni, Rum’a gönderüp (Leh) diyarında dalâlet-âyîn olan Saru
Saltık’ın sûretine girüp ol melûnı ve Dobrıca’da bir ejder-bir tahta kılıçbu tahta kılıç ile katl ile, Makedonya ve Dobrıca yedi krallık yirde, nâm
u şân sahibi ol” diye talimat virdikten sonra yola çıkardı. Muhammed
Buharî Rum da Hacı Bektaş’a gelip ceddimizin emrini tebliğ eyledi”
ifadesini görmekteyiz (Baş 2011: 46).
Türklerin Anadolu’ya gelişleri sırasında uğrak yerlerinden birisi ve Alevîlik tarihi için son derece önemli olan Horasan’dır. Horasan
bölgesinden gelen babalar, dervişler, abdallar Anadolu’da İslamiyet’i
kendi yorumlarında anlatmışlar, kendilerine bu şekilde taraftar toplamışlardır. Horasan bölgesi Şiî-Batınî pek çok düşünceye beşiklik etmiş bir coğrafyadır. Alevî olarak Anadolu’ya giren Türk boylarının pek
çoğu Horasan’da Alevilikle karşılaşmış olmalıdır. Köprülü’nün Anadolu’ya ilk gelen boyların Alevî olduğunu söylemesi ile Anadolu’ya öncü
kuvvetler olarak giren Çepnilerin Alevî oldukları bilgileri birbirlerini
destekleyici niteliktedir (Şahin 2013:112).
Hacı Bektaş Velî’den sonra gelen ve Bektaşiliği kurumsallaştıran
kişinin Balım Sultan olduğu bilinmektedir. Yapılan ilmî çalışmalarda
Balım Sultan hakkında yeterli belge ve bilgilerin analizlerin yapıldığını
söylemek mümkün değildir. Esas itibarıyla Anadolu Aleviliğinin kurumsallaşmasında ve günümüzdeki anlaşmazlıkların kaynağında Hacı
Bektaş Velî’nin yolundan gittiğini söyleyenlerin uygulamaları belirleyici olmalıdır.
Ahmet Yaşar Ocak’a göre de İslamiyet’in kabulünden itibaren
Türklerin İslamiyet’i yorumlaması tarihsel süreç içerisinde birbirleriyle
eş zamanlı olarak gelişen biri Sünni (Ortodoks, resmi), ötekisi gayrı
Sünni (Heterodoks, halk) İslam yorumu olmak üzere iki paralele süreçte takip edilebilir. Bunlardan biri Sünni (Ortodoks), diğeri gayrı Sünni
(Heterodoks) İslam yorumudur. Bu iki süreçten ilki Uygurlar zamanından beri yerleşik hayatı benimseyen, Karahanlılar’la İslam’a geçen
212
UKHAD 1 (3) 2015
kentli Türkler’in “kitap ve sünnet” esasına dayalı Sünni İslam’ını simgeler. Sünnilik, Karahanlılar’dan itibaren Gazneliler ve Büyük Selçuklular gibi Türk devletlerinin resmî mezhebi oldu, hem de yerleşik halkın
büyük çapta benimsediği Müslümanlık anlayışı oldu. Arapça bilmek bir
yana okuma yazma dahi bilmeyen, göçebe Türkler arasında ise değişik bir İslam yorumu heterodoks İslam yorumu (Alevîlik) benimsendi
(Türk; Kala 2014: 53). Sünniler ve Aleviler dinin anlamını belirleme
konusunda sürekli bir mücadelenin içinde görülmektedir. Özellikle Osmanlı’nın 16. yüzyılından itibaren, bu mücadelenin ortodoks tarafını
teşkil eden Sünniler heterodoks taraf olan Kızılbaşları/Alevileri “dinin
dışına çıkmakla”, “kâfirlikle”, “zındıklıka” ve “mülhitlikle” suçlamıştır (Tekindağ 1967: 53-56). İran’da Şah İsmail’in önderliğinde kurulan
Safevi Devleti’nin kurulmasında Anadolu Alevilerinin önemli katkıları
olmuştur. Bunlar arasında Karadeniz Çepnilerinin bir bölümü de Safevi
Devleti’nin kuruluşu ve yükselme döneminde önemli roller almışlardır
(Bilgin 2002: 198).
1550’de Giresun kadısı merkeze bir mektup gönderip, Kızılbaş
oldukları gerekçesiyle mahpus kimselerden bazısının Ehl-i Sünnet olduğunu belirtmiştir. Mehmet Âşık’ın, özellikle Trabzon’un batısındaki
Çepnilerin Rafızî oldukları iddiasını göz ardı etmemek gerekir. Bu bölgedeki yani Giresun ve Ordu havalisindeki çok sayıdaki cami, tekke
ve zaviyede Çepniler çeşitli hizmetlerde ve görevlerde bulunmuş olup,
içlerinde de birçok fakih bulunmaktadır. Trabzon sancağı, Giresun ve
Kürtün kazalarındaki Türk boylarının çok büyük kısmının Kızılbaş olmadığı söylenebilir. İçlerinde Kızılbaş olanların ise azınlıkta olmaları
kuvvetle muhtemeldir (Kaçar 2010: 56).
Mehmet Fuad Köprülü, İbn-i Batuta’nın Sinop’ta halkın tavşan
yemediğini gördüğünü söyler. Bu nedenle buradaki Çepniler, Köprülü’ye göre o zamanlar Kızılbaş idiler. Bu Çepni taifesinin daha sonraki
yıllarda Sünnileştiği ancak yine de içlerinde Alevi unsurlarının kalmış
olmasının muhtemel olduğu ifade edilmektedir (Kaçar 2010: 50). “Tirebolulu Hüseyin Avni Alpaslan “Trabzon Eli laz mı? Türk mü?” adlı
eserinin “Trabzon Tigresinde Türkler Nice türedi” adlı bölümünde Şakir Şevket’in Trabzon tarihinden şu bilgileri aktarmaktadır: Çepniler
Türkistan’dan İran’a düşmüş, Kızılbaşlığı öğrenmişler. İran’da da tek
213
UKHAD 1 (3) 2015
durmamış, uslu oturmamışlar. Bundan dolayı hanları bunları elinde istememiş ve bunlar da Anadolu’ya göç etmişlerdir. Bazıları Karadeniz’e
bazıları da İzmir civarına yerleşmiş, bunlardan bir kısmı yerli halkla
bütünleşerek Çepnilikten çıkmış, İzmir ve Balıkesir civarındakiler ise
Çepniliklerini korumuşlardır. Trabzon yöresinde ise pek çok hoca yetişip derebeyleri Sünni olunca bunlarda Sünni olmuş ve Kızılbaşlık kalmamıştır. Ancak çok yüksek köylerde kalmış olabilir” (Kaçar 2010: 49;
Çelik 2002:318). Anadolu Alevîlerinin Caferi olup olmaması meselesi
vardır. Anadolu için Alevîlik ve Bektaşiliğin eş anlamlı olduğunu söyleyen Abdülkadir Sezgin, Bektaşiliğin ayrı bir din ve mezhep olmadığını
bir “Türk Tarikatı” olduğunu söyler (Sezgin 1990: 165-178).
Türkiye’deki Alevî toplulukları ile ilgili olarak tarih boyunca
birbirinden farklı, fakat birbiriyle ilintili anlamlar ifade eden Işık taifesi, Kızılbaşlık, Rafızîlik ve Bektaşilik kavramları kullanılmıştır. Bu
kavramların bir kısmı bizzat Alevî topluluklarının kendileri tarafından,
bir kısmı ise değişik mülahazalardan hareketle muhalifleri tarafından
kullanılmıştır. Aslında kavramlar tamamen birbirinden farklı olmakla
beraber Sünni inancın dışında yer alan bütün topluluklar bir tutularak
hepsine birden zaman zaman aynı ifadeler “Bektaşî”, “Alevî”, “Kızılbaş” tabiri kullanılmıştır (Selçuk 2011:74).
Anadolu Alevîlerine verilen bir başka isim de Kızılbaş’tır. Kızılbaşlık Türk tarihinin en önemli göç dalgalarından birisinin sonucu
olarak ortaya çıkmış olan, temelinde Türk kültürü; vahdet-i vücut görüşünü benimseyen, fazla mezhep kaygısı taşımayan sufîlikle yoğrulmuş
yüzeysel bir Müslümanlık ve yoğun Ehl-i Beyt sevgisi olan, sosyo politik bir farklılaşma hareketidir. Kızılbaş adı, başlangıçta hiçbir olumsuz
içerik taşımaksızın, sadece Safevî taraftarlığı anlamında, bizzat Kızılbaş diye isimlendirilen kimseler tarafından övünçle kullanılmıştır (Baş
2011: 38). Aleviliğini Anadolu’da şekillenmesinde Türkler temel rol
oynamışlardır. Bu bakımdan Alevilik ve Bektaşiliğin yeri Türk kültüründe önemlidir. Çünkü “Bektaşîlik ve Alevîlik bir Türklük olgusudur.
Özellikle Bektaşîliğin kökleri Türk’tür (Şahin 2013: 110).
“Oğuz boylarından Alevîliği en çok benimseyenler Çepnilerdir.
Çepnilerin neredeyse tamamına yakını Alevî’dir (Şerefgil 1980: 94).
Mehmet Eröz, bu konuda şöyle demektedir: “Balıkesir taraflarındaki
214
UKHAD 1 (3) 2015
Çepniler tamamen Alevî oldukları halde, Trabzon tarafı Harşıt Deresi
boyu taraflarındakiler tamamen Alevîliği unutmuş olup, eski tarihlerde bunlara Türkmen denilirken, bunlar kendilerine Yörük derler. Sünni Çepniler ise bu tabiri kullanmazlar (Eröz 1977: 22). Faruk Sümer,
Çepnilerin bir kısmının Alevî olduğunu kabul etmekle beraber, bunların
Karadeniz bölgesi Çepnileri olamayacağını, çünkü içlerinde Ebu Bekir
ve Ömer isimlerinin kullanımının yaygın olduğunu, hâlbuki Alevilerin bu isimleri kullanmadıklarını kaynak kullanarak dile getirir (Sümer
1992c:51; Sümer 1992b:54; Kaçar 2010: 55). Sümer’in bu konudaki
görüşüne temkinli yaklaşmak gerekir. Sadece topluluk bünyesindeki
şahıs isimleriyle onların Sünniliği veya Alevîliğine karar vermek zordur. Özellikle Osmanlı Döneminde ve günümüzde kendilerini gizlemek
gayesiyle Ömer, Osman, Bekir adlarının Aleviler tarafından da kullanıldığını bilmekteyiz (Selçuk 2011: 73).
Alevî-Bektaşî toplumu dini bir grup olarak tarih içinde yok olmamış, varlığını bugüne kadar bütün canlılığıyla devam ettirmiştir. Bu varoluşun sağlanmasını, Alevîlikte önemli bir yeri bulunan ocak sistemiyle ilişkilendirmemiz yanlış olmasa gerekir (Dedekargınoğlu 2011:392).
Alevî olan Çepnilerle ilgili olarak belirtilmeli ki, Çepniler, Tahtacılar ve
diğer Alevîler, hatta İran’daki Göranlar arasında temel inanış bakımından mühim bir fark yoktur. Ancak her zümrenin bağlı olduğu ocak ayrıdır. Mesela birkaç köy bir ocağın, diğer birkaç köy de başka bir ocağın
talibi olduğu gibi, bazı kere bir köyün içinde çeşitli ocakların talipleri
de bulunmaktadır (Kaçar 2010: 53).
Aslında kavramlar tamamen birbirinden farklı olmakla beraber
Sünni inancın dışında yer alan bütün topluluklar bir tutularak hepsine
birden zaman zaman aynı ifadeler “Bektaşî”, “Alevî” veya “Kızılbaş”
tabiri kullanılmıştır. “Bektaşîlik” denilince akla gelen tasavvufi öğretiler bir tarikat formu taşımaktadır. Hâlbuki Kızılbaş süreğinin öğretileri ve tasavvufi yapısı başka bir tarihsel sürecin neticesi olarak ortaya
çıkmıştır. Safevi merkezinden koparak Hacı Bektaş Dergâhı’na bağlanan Kızılbaşların dinî-sosyal örgütlenmelerinde, inançlarında ve ibadet
uygulamalarında ciddi değişiklikler meydana gelmemiştir. İnanç yapısı
ve erkânlarını hemen hemen olduğu gibi devam ettiren Kızılbaşlarda
“manevi bilgi ve olgunluğun babadan oğula geçtiğini kabul eden Kızıl215
UKHAD 1 (3) 2015
baş öğretisine göre mürşitlik makamına erişmek için her şeyden önce
soy şartı aranması” sürekli mevcut olmuştur. Kızılbaşlar, Hacı Bektaş’a
bağlandıktan sonra da bu özelliklerini aynen muhafaza etmişlerdir (Yıldırım 2010: 42-51; Selçuk 2011: 74).
Rumeli’de Çepniler en yoğun şekilde Rodoplar’da yaşamaktadır.
Rodop dağlarının kuzey ve kuzey-batı etekleriyle, batıdan Pirin dağları ve kuzeyden Rila dağlarının arasında bulunan bölgede 1528 yılında
Çepni ve Razlog adlarıyla iki nâhiye vardır. Çepni nâhiyesi bölgenin
doğu kısmında yer almaktadır. Rodop bölgesinde XX. yüzyılın başlarında Çepni adlı bir köyün bulunması Çepnilerin bu bölgede varlıklarını sürdürdüklerini ortaya koymaktadır (Bostan 2002:362).
Günümüzde Gaziantep iline bağlı Yavuzeli, Nizip ve Araban ilçelerinde Çepni yerleşimleri bulunmaktadır. Yavuzeli ilcesine bağlı Sarılar, Kuzuyatağı (Miseyri), Göçmez (Milelis), Yukarı Kayabaşı, Aşağı
Kayabaşı, Yenikoy, Derekoy, Halilbaş, Bülbül ve Yarımca köylerinde;
Nizip ilcesine bağlı Köseler Köyü’nde ve Araban ilcesine bağlı Başpınar, Gümüşpınar ve Hasanoğlu köylerinde Çepniler yaşamaktadır.
Gaziantep merkezde ve köylerde yaşayan ve Alevî inancına mensup
olan Çepniler, Musa-i Kazım Ocağı ve Yusuf Dede Garkın Ocağı’na
bağlıdır. Gaziantep Çepni köylerinde Musa-i Kazım dedelerinin erkânları devam etmektedir ve cem ritüeli yapılmaktadır. Kent merkezinde
yaşayan Çepniler de inançlarını yaşamaya ve yaşatmaya devam etmektedirler (Gültekin 2014: 75).
Sünnî İslam’ın karmaşık ve anlaşılması güç birtakım inançlarını önemsemeyen, İslam’ın ince ve karmaşık teolojik konularıyla hiç
ilgilenmeyen, ama okuma yazma dahi bilmeyen Türkmen babalarının
geleneksel inançlarıyla karışık kendilerine uygun gelen, tasavvufun
basitleştirilmiş fikirleriyle yorumlanmış Müslümanlık anlayışına yönelen Türkmenler, hem yerleşik halkın hem yönetimin hem de Sünnî din
âlimlerinin hedefindeki kitle konumundaydı (Ocak 1996: 46).
Güvenç Abdal Dergâhının Karadeniz Türkmenleri
Üzerindeki Etkisi
Hacı Bektaş Velî, en güvendiği dostlarından birisi olan Güvenç
Abdal’ı 1260’lı yıllarda Kürtün’e göndermiştir. Güvenç Abdal, Süme/
216
UKHAD 1 (3) 2015
Suma Deresi’nin yaklaşık 10 km kuzeyinde, stratejik bir noktaya yerleşmiştir. Güvenç Abdal’ın yerleştiği geçidin adı, Güvende Kapısı olup
bu isim günümüze kadar kullanılmıştır (Demir 2012: 77).
“Güvenç Abdal’ın adı birçok Alevi-Bektaşi metninde on iki hizmet, on iki post sistematiği ile beraber anılır. On iki hizmet ve on iki
post, Alevi-Bektaşi düşünce evreninde dört kapı, kırk makam anlayışına bağlı olarak bireyin insan-ı kâmil olgusu bağlamında düşünsel gelişimini tanımlar. Alevi-Bektaşi metinlerinde on iki hizmet ve on iki
postun birer manevî önderi vardır. On iki hizmetin, on iki postun bu
manevî temsilcileri metinlerde sıklıkla geçen Türkmen dedeleridir (Kökel 2005: 50). Güvenç Abdal Ocağı ve Çepnilerle ilgili olarak bir başka
bilgi de Güvenç Abdal’la Sarı Saltuk’un Musahib kardeş olmaları, Sarı
Saltuk’un Erzincan ve Tunceli yöresinde Trabzon, Giresun, Ordu ve
belki de Sinop’a kadar giderek buradan kendisine bağlı Türkmen boyları ile Ukrayna’ya veya başka bir rivayete göre Dobruca’ya geçmesidir
(Yalçın; Yılmaz 2005: 13-14).
“Güvenç Abdal Ocağı genel olarak Anadolu’nun kuzeyinde,
Batı’da İzmit’in Kandıra ilçesine bağlı Ballar köyünde, Doğu Karadeniz’de, Trabzon’un Akçaabat ilçesine bağlı Eskiköy’e kadar uzanan
geniş coğrafyada örgütlenmiş bir ocaktır. Güvenç Abdal Ocağı, özellikle Karadeniz Bölgesi’nde yerleşik Alevi-Bektaşîlerce adı sıklıkla
anılan bir ocaktır. Karadeniz Bölgesi Alevi-Bektaşilerinin ocak aidiyeti
açısından baskın oranda dâhil oldukları ocak da Güvenç Abdal Ocağı’dır.”(Kökel 2005: 52). “Eskiköy, Trabzon-Akçaabat’ta bulunan; Taşlıtepe ve Karapınar köyleriyle aynı vadi içerisinde yer alan 600 senelik
bir Çepni-Alevi köyüdür. Köy halkı, Çepni olduklarını inkâr etmemekle birlikte Alevî kimliklerinin Çepni kimliklerinden daha ön planda olduğunu hissettiriyor. Çepni ve Alevî kavramı köydeki kişiler tarafından
kaynaştırılmış tek bir kavram olarak kabul edilmektedir” (Yalçın; Uysal
2005: 38).
Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında Güvenç Abdal’ın önemli hizmetlerinin rolü olduğu görülmektedir. Özellikle Gümüşhane üzerinden Karadeniz sahillerine inen Türkmenlerin
Güvenç Abdal Ocağı ile irtibatlarının olduğu ifade edilmektedir. Kürtün yöresinin en önemli yaylası Güvende Yaylası olarak adlandırılmak217
UKHAD 1 (3) 2015
tadır. Ayrıca Güvende Yaylası’nda asıl kabri Hacı Bektaş Velî Zaviyesi’nde bulunan Güvenç Abdal’ın bir de makam mezarı yer almaktadır.
Kürtün yöresi Çepnileri içerisinde sadece Taşlıca köyü Çepnilerinde
Alevî-Bektaşî kimlik ve Güvenç Abdal Ocağı aidiyeti ile beraber devam etmektedir (Kökel 2005: 56).
Güvenç Abdal Ocağı’nın süreği erkânlı sürek olarak Yunus Efendi köyünde bütün canlılığıyla yaşamaktadır. Ancak dedeler artık görgüye gelmediği için Hacıbektaş Çelebilerine bağlı dikme dedeler erkân
yürütmektedir. Her hafta toplandıkları, aralarında çok sıkı bir dayanışma içinde olduklarını gözlemlemek çok zor değildir. Cem törenlerinde özellikle ikrar niyazlaşmalarla birlikte semahları sadece kendilerine
özgü bir semahtır. Çark-ı felek adını verdikleri bir semah ise yine diğer
Alevî Ocaklarında görülmeyen bir semah türü olarak karşımıza çıkmaktadır (Yalçın; Yılmaz 2005: 11).
“Cem, Çepnilerde adaletin sağlandığı, haklının haksızın belli olduğu, haksızın cezasını aldığı yerdir. Cemin kuralları kesindir, bunu dışına
çıkanlar ceme alınmazlar. Dede her bir dervişi sorguya çeker:”Harama
uçkur çözmeyeceğine, kul hakkı yetim hakkı yemeyeceğine İmam Hüseyin hakkına yemin eder misin?” diyerek ondan ikrar alır. Bundan
sonra artık “can” yaptıklarından topluma karşı yükümlüdür. Eğer söz
verdiklerini yerine getirmezse diğer cemde Dede; “Erenler bu dervişi
aranıza alır mısınız?” diye sorduğunda canların hepsi: “Almayız, bu suç
işledi!” diye cevap verirler ve Dede onu ceme almaz (Şahin 2013:129).
Doğu Karadeniz havalisinde özellikle de bölgenin kırsal kesiminde günümüzde de eski Türk inanç izlerine ve Alevî-Bektaşî inançlarına dair
inanmalara rastlamak mümkündür. Birçok değişmeye uğramış olsa da
ahalinin günlük hayatına dair uygulamalarda bu değerleri görmekteyiz.
Doğu Karadeniz Bölgesi’nden Yapılan Göçlerin Dini Yönleri
Doğu Karadeniz bölgesinden bazı köylerin zaman içinde daha
batıya yani Batı Karadeniz bölgesine göç ettikleri görülmektedir. Bu
göçlerin temelinde kuvvetle muhtemel dinî değerlere ait anlayış farklığından kaynaklanan uygulamalar olmalıdır. Düzce-Gölyaka, Yunus
Efendi Köyü, 1880-1890 yılları arasında Trabzon’un Akçaabat ilçesi,
Eskiköy’den gelen aileler tarafından kurulmuştur. Köye ilk gelen aile
218
UKHAD 1 (3) 2015
Sezer ailesi olup, köy adını Sezer ailesinin reisi Yunus Sezer’den almıştır. Yunus Efendi köyü, ilçe merkezine 9 km uzaklıktadır. Köyde
bir cami ve üç tane cemevi vardır. Köyün nüfusu 761 kişi olup tamamı Alevî’dir. Halen köyde mevcut olan Sezer, İmamoğlu, Mehdioğlu,
Malkoçoğlu, Çimçim gibi sülaleler Çepni kökenlidirler. Arazinin elverişsizliği nedeniyle köy oldukça dağınık bir görünüm arz etmektedir.
Yunus Efendi köyü aslında araştırma yöresindeki Alevîlerin merkezini
oluşturmaktadır. Çamlıbel köyü, bir zamanlar Yunus Efendi köyünün
mahallesi iken sonradan ayrılmış bir köydür. Diğer köylerdeki çoğu
Alevîler de, başlangıçta çeşitli sebeplerden dolayı bu köylerden ayrılmışlardır. Bu anlamda Açma, Çamlıbel, Hacıyakup ve Yunus Efendi köylerinin nüfusuna kayıtlı olduğu halde Gölyaka ilçe merkezinde
yaşayan çok sayıda Alevî vardır. Bunlar, kendi inanış ve anlayışlarını
yaşatmak üzere Gölyaka ilçe merkezinde “Gölyaka Hacı Bektaş Velî
Kültür Değerlerini Koruma ve Yaşatma Derneği” adı altında bir dernek
kurmuşlardır (Bulut, Çetin 2010: 168).
Gölyaka, Açma köyü, Orman arazilerinin temizlenerek yerleşime uygun hale getirilmesiyle kurulmuş bir köy olduğundan buraya
“Açma” adı verilmiştir. Diğer adı Gökçedere’dir. İlçe merkezine 3 km
uzaklıkta olan köye, Birinci Dünya Savaşı sonrası Ordu ve Trabzon’dan
göç eden Çepniler yerleşmiştir. Köyün nüfusu 750 olup yarısı Alevî,
yarısı Sünnî vatandaşlardan oluşmaktadır. Açma Köyünde bir cemevi
ve bir cami bulunmaktadır. Caminin resmi din görevlisi mevcuttur (Bulut, Çetin 2010: 167). Gölyaka Çamlıbel Köyü, Yunus Efendi köyünden
ayrılmış ve ilçe merkezine 10 km uzaklıkta bir köydür. Köy halkı, 1916
yılı sonrası buraya göç eden Trabzonlulardan oluşturmaktadır. 2010 yılı
verilerine göre Çamlıbel köyü, 419 kişiden oluşur ve köy nüfusunun tamamı Alevî’dir. Köyde bir cemevi, iki cami vardır ve her iki caminin de
resmi din görevlisi kadrosu mevcuttur. Nüfusa oranla köyde iki caminin
inşa edilmesi, arazinin elverişsizliği nedeniyle yerleşimin çok dağınık
olmasından kaynaklandığı söylenebilir (Bulut, Çetin 2010: 167-168).
“Batı Karadeniz çevresindeki Çepniler kendilerini Çepnilerin sancak
boyu olarak Alemdar, Bayraktar alt kimliği ile tanımlamaktadırlar. Bu
kimlik hem Çepni olmanın hem de Alevi olmanın bir kanıtı iken bu
kavrama sarılanlar Çepniliği ve Alevîliği reddetmektedirler (Yalçın;
219
UKHAD 1 (3) 2015
Uysal 2005: 38).
Ordu yöresi Çepnilerin nüfus olarak yoğunlukta oldukları bir
yerleşim birimidir. Bu bölgede yaşayan Alevî-Çepni Türkmenlerinin I.
Dünya Savaşı’ndan sonra farklı bölgelere göç ettikleri bilinmektedir.
Mesela Düzce’ye bağlı Açma, Hacı Yakup, Yunus Efendi köyleri Trabzon ve Ordu yöresinde yaşayan Alevî–Çepnilerin 1918 sonrası yerleştiği köyler arasındadır (Selçuk 2011: 73). Bölgeden yapılan bu tür göçlerin temel sebepleri üzerinde ciddî çalışmaların yapılması gerekir. Bir
kimsenin yaşadığı ve yurt edindiği bir yerden başka yerlere göç etmek
istemesi geçerli sebeplere dayanmalıdır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Oğuzların Çepni boyuna ait yapılan ilmî çalışmalar, Çepnilerin
Anadolu’ya gelişini 12. asrın başlarına kadar götürmektedir. Bu tarihten itibaren Anadolu’nun muhtelif yerlerinde Çepnilerin siyasî, dinî ve
sosyal faaliyetleri hakkındaki faaliyetlerini görmek mümkündür. Türkiye genelinde Çepni boyunun dağılımına, Çepni yerleşim bölgelerine
bakıldığında en yoğun Çepni yerleşiminin Doğu Karadeniz Bölgesinde
olduğunu görmekteyiz. Günümüzde de bu bölgede yaşayan ahalinin
büyük bir ekseriyeti kendilerini Çepni olarak ifade etmektedir. Karadeniz havalisi dışında Gaziantep, Hatay, Rakka, Diyarbakır, Aydın, İzmir,
Manisa, Balıkesir, Dobruca, Sivas, Erzurum gibi yerleşim birimlerinde
Çepnilere ait kültür birikimlerini görmek mümkündür. Bu yörelerde yaşayan Çepnilerin yılın belli zamanlarında yaptıkları kültürel faaliyetler
ile tarihî kültür birikimlerini canlı tutmaya çalıştıkları görülmektedir.
Bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış bulunan Çepniler yaşadıkları yörelerdeki dinî hayata dair uygulamaları kabul etmişlerdir. Bundan
dolayıdır ki, Çepni boyunun belli bir mezhep içinde kalmaları mümkün
olmamıştır.
Karadeniz havalisinde yaşayan Çepniler Sünni inancı içinde yaşamasına rağmen diğer yörelerdeki Çepnilerin de Alevî inancına intisap
ettiklerini söylemek gerekir. Bu durum esas itibarıyla Çepnilerin inanç
noktasına homojen bir durum göstermediklerini de ortaya koymaktadır.
Bu durum Çepnilerin inanç noktasında büyük bir hoşgörü ve anlayışa
220
UKHAD 1 (3) 2015
da sahip olduklarını ve mezhep taassubuna bağlı kalmadıklarına da delil sayılabilir.
Çepniler konusunda çalışma yapan ilim adamlarının ortak görüşü: “Hacı Bektaş Velî, Anadolu’ya gelip yerleştiği Sulucakarahöyük,
Çepnilerin Anadolu’da ilk yurt tutukları yerlerdendir. Hacı Bektaş bu
Çepni köyüne gelip yerleşmiş ve ilk müritleri de Çepniler olmuştur.
Bu durum Çepni boyunun önemli bir kısmının neden Alevî olduklarını göstermesi bakımından dikkate alınmalı “ şeklindedir. Hacı Bektaş
Velî’nin önemli talebelerinden sayılan Güvenç Abdal’ın da Gümüşhane’de iskânı ve yöredeki faaliyetleri dikkat çekicidir. Doğu Karadeniz
havalisinde Güvenç Abdal hakkında nerede ise bütün ahali bilgi sahibidir. Onun yöre insanının eğitiminde ve terbiyesinde önemli hizmetleri
yerine getirdiğine inanılmaktadır.
Doğu Karadeniz bölgesindeki Çepnilerin Sünni inancı çerçevesinde hayatlarını devam ettirdikleri bunun yanında eski Türk inanç izlerini de yaşatmaya devam ettiklerini söylemek gerekir. Özellikle yöre
köylerinde eski Türk inanç izlerini sıklıkla görmek ve uygulamaların
günlük hayata etkilerini gözlemlemek mümkündür. Hatta yöre insanının bazı inanmaları din gibi algıladığın görülmektedir. Bu durum yöre
insanının eski inançlarından vazgeçmediği göstermektedir. Özellikle
kırsal kesimlerde eski Türk inanç ritüelleri daha sık bir şekilde görmektedir.
Çepni Türkmenleri hakkında son yıllarda artarak devam eden bilimsel çalışmalar Çepniler hakkında bilinmeyen ya da yanlış bilinen
birçok meselenin gün ışığına çıkarılmasına vesile olacaktır. Özellikle
Çepni diyarı olarak bilinen Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki üniversitelerin yapılan bu ilmi çalışmaları desteklemek gayesiyle bir “Çepni Araştırma Merkezi” kurmalarının faydalı olacağı görülmektedir. Böyle bir
müessese sayesinde yapılan ve yapılması kuvvetle muhtemel olan ilmi
çalışmaların bir araya getirilmesi daha kolay olacaktır.
221
UKHAD 1 (3) 2015
KAYNAKLAR
Akay İsmail Hakkı, (1935), Çepniler Balıkesir’de, Balıkesir: Balıkesir Halkevi Neşriyatından.
Talas Mustafa; Numan Durak Aksoy, (2009), “Küreselleşme-Yerleşme Çerçevesinde Türk Aleviliği”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş
Velî Araştırma Dergisi, S51, s.147-170
Arslanoğlu İbrahim, (2001), “Alevilikte Temel İnanç Unsurları
ve Pratikler”, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Merkezi Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, VII/20,
Kış, s.33-134.
Azar Birol, (2006), “Bektaşîlik ve Alevîliğin Tarihî Arka Plânı ve
XIII. Yüzyılda Anadolu’nun Genel Bir Görünümüz”, Türk Kültürü ve
Hacı Bektaş Velî, S.39, s.79-94.
Barmanbay Gülçin, (2014), Evliya Çelebi’nin Doğu Karadeniz’de Gördüğü Yerleşim Yerleri ve Bu Yerlerin Günümüzdeki Hâli
üzerine Karşılaştırmalı Bir Araştırma, Giresun üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, (Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, Giresun.
Baş Eyüp, (2011), “Ahmet Yesevî’nin Bektaşîlik, Alevilik Üzerindeki Etkileri ve Osmanlı Dini Hayatındaki İzleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.52: 2, s. 21-53.
Bilgin Mehmet, (2002), Doğu Karadeniz: Tarih-Kültür-İnsan,
Trabzon: Serander Yayınları.
Bilgin Mehmet, (2013), Karadeniz Dünyası, İstanbul: Ötüken
Yayınları.
BOA, DH.MUİ., Dosya No:29/-2, Gömlek No:26, 05/M /1328.
Bobinger Franz; Fuad Köprülü,(1996), Anadolu’da İslamiyet,
I. Baskı, Ragıp Hulusi (çev), Mehmet Konar (yay. hz.), İstanbul: İnsan
Yayınları.
Bostan Hanefi, (2002), XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, Ankara: TTK. Yayınları.
Bostan Hanefi, (2002), “Anadolu’da Çepni İskânı”, Türkler Ansiklopedisi, , C.6, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, s.299-311.
Bulut Halil İbrahim; Murat Çetin, (2010) “Gölyaka Alevilerinin
222
UKHAD 1 (3) 2015
Dini İnanç ve Yaşantıları”, Sakarya: e- makâlât Mezhep Araştırmaları, III/2,Güz, s.165.206.
Cipriani Roberto, (2011), Din Sosyolojisi Tarih ve Teorileri,
Yay Haz: Ali Coşkun, İstanbul: Rağbet Yayınları.
Coşkun Nilgün Çıplak, (2013), “Tahtacılar ve Tahtacı Ocaklarına Bağlı Oymakların Yerleşme Alanları”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş
Araştırma Dergisi, S.68, s.33-54.
Çelik Ali, (1999), Trabzon-Şalpazarı Çepni Kültürü, Trabzon:
Trabzon Valiliği Kültür Müdürlüğü Yayınları.
Çelik Ali, (2000), “Trabzon ve Çepniler”, Trabzon Tarih Sempozyumu Bildirileri, (6-8 Kasım 1998 Trabzon), Trabzon: Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, s. 609-624.
Çelik Ali, (2002), “Çepnilerin Anadolu’nun Türkleşmesindeki
Yeri ve Önemi”,Türkler Ansiklopedisi, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, C.6, s.312-323.
Çiçek Rahmi, (2014), “Karadeniz Bölgesi Çepni Türklerinde
Takvim ve Zamanın Anlamı Üzerine”, Geçmişten Günümüze Alevilik, I. Uluslararası Sempozyumu, C.1, Bingöl: Bingöl Üniversitesi
Yayınları. (263-273).
Dedekargınoğlu Hüseyin, (2011), “Alevilikteki Tanım ve Terimler”, Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S.60, s.379-394.
Demir Necati, (2012), “Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesinde Çepni Türkmenleri İle Güvenç Abdal Ocağı’nın Kurulması”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S.77, s.81-82.
Döğüş Selahattin, (2014), “Türk Halk Kültürü ve Alevilik”, Geçmişten Günümüze Alevilik, I. Uluslararası Sempozyumu, C.I, Bingöl: Bingöl Üniversitesi Yayınları. (203-247).
Duran Hamiye, (2010), “Velâyetnâme’ye Göre Hacı Bektaş Veli”,
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S. 55, s.129-137.
Eröz Mehmet, (1977), Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik, İstanbul: Otağ Matbaacılık.
Fatsa Mehmet, (2006), “Abdalân-ı Rûm’dan Giresunlu Yakup
Halife (Zaviye ve Derbendi), Türk Kültür ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S.39, s.95-114.
Fatsa Mehmet, (2008), Giresun Yöresinde Osmanlı Vakıfları
223
UKHAD 1 (3) 2015
ve Vakıf Eserleri (Dinî-İlmî Hayat ve Sosyal Kurumlar), Giresun:
Giresun Belediyesi Yayınları.
Gültekin Mustafa, (2014), “Sarılar Köyü Çıralık Çepni Alevi Ziyareti ve Türk Ağaç Kültüne Bağlı Bazı İnanç ve Uygulamalar”, Türk
Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S.70, s.73-95.
Gündüz Tufan, (1997), Anadolu’da Türkmen Aşiretleri “Bozulus Türkmenleri (1540-1640), Ankara: Bilge Yayınları.
Güzel Abdurrahman, (1998), Hacı Bektaş Veli, Ankara: Türk
Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı Yayınları.
Kaçar Betül Zahide (2010), Çepnilerde Din ve Sosyal-Kültürel
Hayat (Giresun Örneği), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı Din Sosyolojisi Bilim Dalı, (Basılmamış
Doktora Tezi), İstanbul.
Kaya Mevlüt, (2011), Çepniler Tarihi Serüvenleri ve Giresun-Espiye Yöresinin Kültür Kökenleri, İstanbul: Togan Yayınları.
Kökel Coşkun, (2005), “Güvenç Abdal Ocağı Üzerine Bir Değerlendirme”, Hacı Bektaş Velî, S. 35, s.47-59.
Kuruca Nazım, (2012),“Göç Olgusunun Giresun ve Havalisindeki Yansımaları (Giresun’da Otçu Göçü)”,Halk Kültüründe Göç Uluslararası Sempozyumu (28-28-30 Mayıs 2010), İstanbul: Motif Vakfı
Yayınları. s. 644-656.
Ocak Ahmet Yaşar, (1989), “Alevî”, TDVİA; İstanbul: TDV.
Yayınları, C.II, s.368-369.
Ocak Ahmet Yaşar, (1992), Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal
Sûfilik: Kalenderîler (XIV-XVII. Yüzyıllar), Ankara: TTK. Yayınları.
Ocak Ahmet Yaşar, (1996), Babailer İsyanı Aleviliğin Tarihsel
Alt Yapısı Yahut Anadolu’da İslam Türk Heterodoksinin Teşekkülü, İstanbul: Der Yayıncılık.
Orhonlu Cengiz, (1987),Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskânı, İstanbul: Eren Yayıncılık.
Öz Baki, (1997), Bektaşilik Nedir?, İstanbul: Der Yayıncılık.
Özcan Hüseyin, (2003), Alevi-Bektaşi Kültürüne Bakışlar
Canların Nefesinden, İstanbul: Horasan Yayıncılık.
Pettazzoni R, (1958), “Din İlminde Tarih ve Fenomenoloji”, Çev.
H. G. Yurdaydın, Ankara: İlâhiyat Fakültesi Dergisi, S.1-IV, s.189-191.
224
UKHAD 1 (3) 2015
Rençber Fevzi, (2013), “Alevî Ocakzadelerin Problemleri ve Çözüm Önerileri, The Journal of Academic Social Science Studies International Journal of Social Science Volume 6 Issue 4, p. 681-692.
Sayılır Şeyda Büyükcan, (2012) Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi/journal of Turkish World Studies, XII/I (Yaz), s.563-580.
Selçuk Hava, (2011), “XX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Alevi
Toplumuna Bakışı (Ordu Örneği)”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî
Araştırma Dergisi, S.59, s.71-90.
Sezgin Abdülkadir, (1990), Hacı Bektaş-ı Veli ve BektaşilikAlevilik Üstüne Ne Dediler, İstanbul: Ant Yayıncılık.
SÜMER Faruk (1962), “Ağaç-Eriler” Belleten, C.XXVI, S.103,
s.521-528.
Sümer Faruk, (1992a), Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy
Teşkilatı-Destanları, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları.
Sümer Faruk, (1992b), Tirebolu Tarihi, İstanbul: Türk Dünyası
Araştırma Vakfı Yayınları.
Sümer Faruk (1992c), Çepniler, Anadolu’nun Türkleşmesinde
Önemli Rol Oynayan Oğuz Boyu, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları.
Sümer Faruk, (1993), “Çepni mad.”, TDVİA, İstanbul. Diyanet
Vakfı Yayınları, C.8, s.269-270.
Şahin Halil İbrahim, (2013), Çepniler Tarih İnanış ve Halkbilimi,
Ankara: Altınpost Yayıncılık.
Şerefgil Enver M, (1980), Toponomik Bir Araştırma: Göçler ve
Yer Adları (Türkler, Pomaklar ve Bulgarlar), İstanbul: Türk Dünyası Araştırma Vakfı Yayınları.
Şevket Şakir, (1294), Trabzon Tarihi, İstanbul.
Taşğın Ahmet, (2009), “Safevî-Osmanlı Savaşı’ndan İtibaren
Dinî Söylemin Siyasal Propaganda Aracı Olarak Kullanılması: Dede
Kargın Örneği”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî, S.49, s.209-224.
Tekindağ Şehabeddin, (1967), “Yeni Kaynak ve Vesikaların Işığı
Altında Yavuz Sultan Selim’in İran Seferi”, İstanbul: Tarih Dergisi,
S.22, s.49-76.
Tellioğlu İbrahim (2005),“Doğu Karadeniz Bölgesinin Bugünkü
225
UKHAD 1 (3) 2015
Etnik Yapısına Tesir Eden Göçler”, Çorum: Karadeniz Araştırmaları/
KARAM Yayınları, S.5, s.1-10.
Tellioğlu İbrahim (2007), “Doğu Karadeniz Bölgesinin Türk
Yurdu Haline Gelmesi Hakkında Bir Değerlendirme”, Turkish Studies/
Türkoloji Araştırmaları Volume 2/2 Spring 2007, s.654-664.
Turan Osman, (1996), Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
Turan Osman, (2003), Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul: Ötüken Yayınları.
Türk Hüseyin; Arif Kala, (2014),“Alevilikte Kimlik Sorunun Değerlendirilmesi ve Tartışılması”, Alevilik-Bektaşilik Araştırma Dergisi, S.9, s.45-73.
Uluerler Sıtkı, (2014), “Osmanlı-Safevî İlişkilerinin Başlangıç
Sürecinde Osmanlı’da Kızılbaş Algısı”, Geçmişten Günümüze Alevilik I. Uluslararası Sempozyumu, C.II, Bingöl: Bingöl Üniversitesi
Yayınları. (12-37)
Uyanık Zeki, (2012), “20. Yüzyıl Türk Edebiyatında Alevi-Bektaşi Unsurların Negatif Temsil Edildiği Bazı Eserler”, Türk Kültürü
ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S.62, s.109-136.
Ülkütaşır M. Şakir, (1968), “Tahtacılar”,Türk Kültürü, Yıl: VI,
S.71, s.840-843.
Yalçın Alemdar; Başak Uysal, (2005), “Karadeniz Çepnileri 1:
Taşlıca Köyü”, Hacı Bektaş Velî, S.35, s.29-36.
Yalçın Alemdar; Hacı Yılmaz,(2005), “Güvenç Abdal Ocağı”,
Hacı Bektaş Velî, S.35, s.9-28.
Yalçınkaya Elvan, (2011), Avşar Türkmenlerinin Kastamonu
Çevresindeki İzleri”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma
Dergisi, S.59, s.91-100.
Yıldırım Rıza, (2010), “Bektaşi Kime Derler: “Bektaşi” Kavramının Kapsamı ve Sınırları Üzerine Bir Tarihsel Analiz Denemesi”,
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S.55, s.23-58.
Yörükân Yusuf Ziya, (1998). Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar,
Eklerle Yayına Hz. Turhan Yörükân, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Hüseyin (1961). “Türkiye’nin Dinî Tarihine Umumî Bir Bakış”,
Ankara: İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. IX, s.109-120.
226
UKHAD 1 (3) 2015
Trabzon’da Halk Kütüphaneleri ve
Halk Kütüphanelerinin Şehir Kültürüne Katkısı
Public Libraries in Trabzon and Their Contributions
to the City Culture
Erdinç ALACA*
ÖZET
Bu çalışmanın temel amacı, halk kütüphanesi-şehir kültürü ilişkisini ortaya
koymaktır. Bu ilişki kapsamında Doğu Karadeniz Bölgesi’nin önemli şehirlerinden
biri olan Trabzon‘da bulunan il ve ilçe halk kütüphaneleri hizmetler ve kültürel etkinlikler kapsamında incelenmiştir. Kütüphanelerin, bulundukları bölgelerin kültürel
kalkınmasına sağladığı katkı değerlendirilmeye çalışılmıştır. Çalışmada öncelikli olarak kültür-kütüphane ilişkisi ele alınmış ve bu ilişki kullanıcı ekseninde incelenmiştir. Çalışmada betimleme yöntemi kullanılmış, görüşme tekniğinden yararlanılmıştır.
Araştırmanın sonucunda, Trabzon il ve ilçe halk kütüphaneleri tarafından çeşitli kültürel etkinlikler düzenlediği sonucuna ulaşılmıştır. Bu etkinlikler aracılığıyla bireylerin kültürel gelişimi sağlanmaya ve imkânlar doğrultusunda bireylere ve dolayısıyla
şehrin kültürüne katkıda bulunulmaya çalışıldığı ortaya çıkarılmıştır. Personel eksikliğinin, şehir kültürünün kütüphaneler tarafından desteklenmesini olumsuz yönde
etkilediği anlaşılmıştır. Bunun yanı sıra, bölge halkının kültürel gelişimine katkı sağlanması eksenli daha aktif ve daha yaratıcı kütüphane hizmetlerinin, bölgede yaşanan
sorunların tanımlanması ve bu sorunlara çözüm önerileri getirecek doğrultuda geliştirilmesi gerektiğine ilişkin öneride bulunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Halk kütüphaneleri, Trabzon halk kütüphaneleri, şehir
kültürü, kütüphane hizmetleri
ABSTRACT
The main purpose of this study is to demostrate the relation between the public
library and the city culture. According to this purpose, public libraries in Trabzon,
where is one of the most important city in Black Sea Region in Turkey in terms of its
cultural background, was analyzed with the scope of services and cultural activities.
In addition to this, the contributions of public libraries to the cultural development in
the local area were tried to evaluate in this research. The close relation of the culture and the library was primarily investigated by taking users in consideration. This
qualitative research utilized descriptive method while delivering interviews to the
library managers. During this research, it was clearly indicated that various cultural
* Araş. Gör., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü. İstanbul/TÜRKİYE
227
UKHAD 1 (3) 2015
activities were organized by public libraries in Trabzon. Moreover, with the help of
these activities, it was aimed to contribute to the city culture and individuals’ cultural
development. It is indicated that the lack of professional librarians was the principal
problem for the public libraries in Trabzon to contribute to the city culture. According
to these results, it is essentially offered to libraries that they should improve themselves while being more creative and innovative. And also, it is highlighted by this study
that libraries would need to consider local people first in order to contribute to their
cultural development. and user axis services to contribute to the individual’s culturel
development living in the current region.
Keywords: Public libraries, Trabzon public libraries, city culture, library services
GİRİŞ
Bilmek, bilgiye erişmek, hayal gücünü geliştirmek, üretmek, sorgulayıcı olmak ve kültürel açıdan gelişmek bireylerin bugünü ve geleceği için
oldukça önem taşımaktadır. Tüm bu değerleri bir potada eritebilmek ancak
bilgili bir birey olmakla mümkündür. Bireyler bildikçe daha çok ve farklı
düşünebilen düşündükçe daha çok bilmek isteyen bir yaklaşım içerisindedir.
Nitekim ortaya çıkarılan her ürünün bir düşüncenin, düşünme eyleminin sonucu olduğu varsayıldığında, yaratmak ve yaratılanı ortaya koymak açısından
bilginin ve bilmenin ne derece önemli olduğu anlaşılmış olacaktır.
Tarım ve sanayi toplumundan sonra, yaşadığımız çağ bilgi çağı ve parçası olduğumuz toplum da bilgi toplumu olarak nitelendirilmektedir. Bilginin
makine gücünün önüne geçtiği ve bireylerin bilgiye ve bilgiyi kullanmaya
duyduğu gereksinimin artması neticesinde toplumun bir parçası olan bizler,
gerek kendi çabalarımızla gerekse bilgi sunan kurumların desteğiyle bu gereksinimlerimizi karşılamaya çalışmaktayız. Bu kurumların başında kütüphaneler, çok çeşitli kullanıcı gruplarına hizmet verebilme özelliğinden dolayı
özellikle halk kütüphaneleri gelmektedir. Birey ihtiyaç duyduğu bilgiyi kendi
çabasıyla farklı yollardan elde edebileceği gibi kütüphanelerin bilgiye gereksinim duyan bireyleri bu konuda desteklemesi gerekmektedir.
Bireyin gördüğü eğitim, bilgi, beceri ve kültür seviyesini artırmasında
etkilidir. Eğitimin, ilkokul, lise, üniversite vb. gibi aşamaları olmakla birlikte,
bilgi deposu, kültür yuvası olarak nitelendirilen, bireylere kaliteli hizmet sunmayı amaç edinmiş kurumlar olan halk kütüphaneleri kapsamında ise eğitimin
yaşam boyu sürdüğünü söylemek yerinde bir yaklaşım olacaktır. Halk kütüphaneleri, bulundukları bölgenin kültürel açıdan kalkınması adına kullanıcılara
birçok hizmet sunmakta ve bu sayede kültürel açıdan üstlendikleri görevleri
yerine getirmeye çalışmaktadır.
228
UKHAD 1 (3) 2015
Halk kütüphaneleri, bireylerin yaşam boyu öğrenimini, kişisel gelişimini, çağa ayak uydurabilmesini, geleceğe dair beklentilerini karşılayabilmesini,
bilgi arama ve bilgiye erişme becerisi geliştirebilmesini ve bilgi ile sürekli bir
etkileşim içinde bulunabilmesini sağlayan halka mâl olmuş toplumsal kurumlardır. Milli, üniversite, okul, özel vb. gibi kütüphanelerin aksine halk kütüphaneleri toplumun tüm bireylerine hiçbir ayrım gözetmeksizin hizmet sunduğu için diğer kütüphane türlerine oranla kullanıcı yelpazesi oldukça geniştir.
Herkese eşit hizmet amacının yanı sıra halk kütüphanelerinin önemli bir diğer
amacı ise bulunduğu bölgenin kültürel kalkınmasına yardımcı olmak, entelektüel yapısına katkı sağlamak, gerek geleneksel gerekse yenilikçi hizmetler ile
birey ile bilgi arasındaki bağı sürekli güçlü tutmaktır. Bunu gerçekleştirebilmek için hizmet verilen yörenin ihtiyaçları ve eksik yanları iyi analiz edilmeli,
sorunları tanımlama yöntemi izlenerek daha kaliteli ve kültürel açıdan daha
donanımlı bir toplum yaratabilme amacıyla tanımlanan sorunlara yönelik çözüm önerileri geliştirilebilmelidir.
Toplumsal Açıdan Kültür-Kütüphane İlişkisi
İnsanoğlu yaratılışı gereği topluluk halinde yaşamayı zorunlu bir gereksinim olarak algılamaktadır. Aynı yaşam alanını paylaşan insanlar aslında
şehir toplumu dediğimiz toplum yapısının temellerini atarak ortak bir kültür
birikimini oluşturmaya başlamışlardır. İlişkilerini, hak ve görevleri düzenleyen bir takım ilke ve kurallara göre sürdüren insanlar arasında gerek yasalarla
gerekse gelenek ve göreneklerle şekillenen bu kültür aslında tam anlamıyla
bir şehir kültürü oluşumunun göstergesidir.
Son yıllarda bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerin bireyleri sosyal ve kültürel değerlerinden uzaklaştırarak tek tip bir yaşam tarzına sürüklediği görülmektedir. Buna bağlı olarak toplumun kültürel yapısında
ve şehir kültürünün oluşumunda birtakım aksaklıkların yaşanabileceği ve bireylerin kendilerine bırakılan kültürel mirası koruma ve geliştirme konusunda
ilgisiz ve yetersiz kalacakları öngörülmektedir.
Kültürel mirasın ve şehir kültürü anlayışının yok olmaması kültürel
mirasın korunması, erişimi, sunulması, gelecek kuşaklara aktarılması, bireylerde kültürel farkındalık düzeyinin artırılması, kütüphaneler gibi toplumsal
kurumların yeni hizmetler geliştirmesiyle ve bu hizmetleri geliştirirken bilgi
toplumuna dönüşüm sürecinde sürekli değişen ve gelişen bilgi iletişim teknolojilerinden yararlanmasıyla mümkün olacaktır. Kültürel bellek kurumları
olan kütüphanelerin çağa uygun yenilikçi girişimleri toplum kültürünün yaşatılması için önem taşımaktadır.
229
UKHAD 1 (3) 2015
Bir şehri şehir yapan, o şehri yaşanılır kılan aslında kişinin kendisidir.
Kişilerin kültürel seviyeleri şehrin kültürel yapısıyla doğru orantılıdır. Kişi
kültürel açıdan kendini geliştirmeye eğilimliyse, bu konuda ilgili ve istekli
davranarak kişisel kültür düzeyine ne derece katkı sağlıyorsa şehir kültürünün
oluşmasına da aynı derecede katkı sağlıyor demektir.
Kültür kavramı farklı disiplinler tarafından farklı farklı tanımlanmakla
birlikte, kültür, anlamsal açıdan da oldukça geniş bir kavramdır. Tarım için
ekin anlamına gelen kültür, Tıpta, bir tür mikrop üretimi olarak tanımlanmaktadır. Eleştirme, değerlendirme, zevk alma yetilerini geliştirmiş olan kimseler
için bir sıfat görevi gören kültür kelimesi aynı zamanda belirli bir konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi anlamına gelen tarih kültürü, müzik kültürü gibi
kavramları da nitelemektedir (Turan 1990: 12). Kültür, “insanların toplumsal
ve tarihsel gelişimi içinde yarattıkları her türlü maddi ve manevi ürünlerin
bütünü” olarak da tanımlanmaktadır (Çakın 1986: 11). UNESCO’ya göre; “en
geniş anlamıyla kültür, bir toplumu ya da toplumsal bir grubu tanımlayan belirgin maddi, manevi, zihinsel, duygusal özelliklerin bileşiminden oluşan bir
bütün ve sadece bilim ve edebiyatı değil, aynı zamanda yaşam biçimlerini,
insanın temel haklarını, değer yargılarını, geleneklerini ve inançlarını da kapsayan bir olgu” olarak tanımlanmaktadır (UNESCO 1982).
“Kültür olgusunu, insanoğlunun, tarih sahnesine çıktığı günden bu yana
varlığını koruyarak, yaşamını sürdürmesini ve geliştirmesini sağlayan maddi
ürünleri yaratma süreci olarak düşünmek yanlış olmayacaktır” (Yılmaz 2008:
352). İnsanoğlunun ürettiği, elinden çıkan her şey aslında kültür kavramını
oluşumuna katkı sağlayan parçalardır. Hayatın her alanıyla ilgili olan bu parçaların bir araya gelmesiyle gerçekleşen oluşum aynı zamanda insanlığın kültürel birikimi olarak da nitelendirilebilir.
Toplum ya da halk kültürü incelenirken değinilmesi gereken en önemli
noktalardan biri, halk kültürünü bir bütün haline getiren parçaların ne olduğudur. Halk kültürü; gelenek, görenek, inançlar, bayramlar, törenler, kutlamalar, halk müziği, halk oyunları, halk sporları, çocuk oyun ve oyuncakları,
geleneksel el sanatları, tiyatro, geleneksel giyim kuşam, süsleme, halk resmi,
halk mimarisi, geleneksel lezzetler ve halk edebiyatı gibi parçaların bir araya
gelmesiyle var olan ve zenginleşen bir yapıya sahiptir. Şehir kültürü de, bu
kavramların belirli bir şehri yansıtması sonucu oluşmaktadır. Kültürü oluşturan bu kavramların büyük bir kısmına karşı halkta ilgi uyandırmak ve bu kavramlar kapsamında bireylerin farkındalık seviyelerini yükseltmek konusunda
bilgi merkezlerine de birtakım sorumluluklar düştüğü göz ardı edilmemelidir.
İnsanoğlu üretirken, gereksinimleri doğrultusunda üretmeyi ve ihti230
UKHAD 1 (3) 2015
yaçlarını karşılayabilmeyi göz önünde bulundurmuştur. Bilgi merkezi olarak
adlandırdığımız kütüphaneler de işte böyle bir gereksinim sonucu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu kurumlar toplumsal yaşamın ürünleridir. Kütüphaneler
toplumsal yaşamın gerekli kıldığı bir iletişim aracı olarak nitelendirilmektedir
(Çakın 1986: 9). Gereksinimler sonucu ortaya çıkmış olan bu kurumlar bireyleri kültürel açıdan destekleyen, toplumların kültür düzeyini artırmayı hedefleyen, şehrin kültürel yapısına katkı sağlamayı amaçlayan kuruluşlar olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Tür, derme, kullanıcı grupları bakımından çeşitlilik gösteren bilgi merkezleri, üretilen bilgilerin bireylerle buluşturulduğu bir başka deyişle bilginin
toplumsallaştırıldığı kurumlar olarak nitelendirilebilir. Bilgi merkezleri bilgibirey bağını oluştururken toplumun şekillenmesi ve gelişmesini göz önünde
bulundurmakta, toplum tarafından önemsenen eğitim, kültür ve bilim alanlarıyla da etkileşimde bulunmaktadır.
Kütüphaneler, bulundukları bölgelerin kültürel ve sanatsal değerlerini, daha doğrusu yaşayan ve yaşatılması gerekenleri saptaması, koruması,
beslemesi, halka tanıtması ve bilinmesine katkıda bulunmasını sağlayan ya
da sağlaması gereken toplumsal kurumlardır (Duman 2008: 47). Bu açıdan
bakıldığında, kütüphanelerin toplum kültürüne dolayısıyla şehir kültürüne
katkıları saymakla bitmez. Bireylere okuma alışkanlığı kazandırmak, çeşitli
sosyal aktivitelerle bireylerin kişisel ve sosyal gelişimlerine katkı sağlamak,
bireylere araştırmacı bir kimlik kazandırmak, daha yeniye ve daha farklıya
olan merakı artırmak, bilgiyi herhangi bir kısıtlama ya da engelleme getirmeksizin kullanıcılarının hizmetine sunmak, kullanıcıların hayata bakış açılarını
değiştirmelerine olumlu yönde etki etmek, ekonomik hayata katkı sağlamak
kütüphanelerin şehir kültürüne katkı sağlama yöntemlerinden bazılarıdır. Bireylere yaşamın her evresinde, hangi yaş, cinsiyet, ırktan olursa olsun hiçbir
ayrım gözetmeksizin sosyal, ekonomik, kültürel açıdan destek sağlayarak bireylerin yaşam boyu öğrenimine katkı sağlamak kütüphanelerin, özellikle de
halka en yakın olan ve her kesimin bilgi ihtiyacına karşılık verebilecek yapıda
olan halk kütüphanelerinin görev ve sorumlulukları arasında yer almaktadır.
Çalışma kapsamında özellikle ele alınan halk kütüphanelerinin, doğrudan “kültür” kavramıyla ilgili birçok görev ve işlevleri de mevcuttur. Başta
çocuklar olmak üzere, hizmet verilen yöre halkında okuma kültürü ve kütüphane kullanma alışkanlığı yaratmak ve güçlendirmek, öncelikle bulunduğu
yöre olmak üzere toplumun kültürel ve sosyo-ekonomik kalkınmasına destek sağlamak, toplumda kültürel mirasa, sanata, bilime karşı duyarlılık oluşturmak ve bu bilincin geliştirilmesini sağlamak, somut olmayan yerel kültür
231
UKHAD 1 (3) 2015
mirasının toplanması, düzenlenmesi, korunması, kullandırılması, geleceğe
aktarılmasına katkı sağlamak ve sözlü geleneği desteklemek, kültürler arası diyaloğu geliştirmeye katkı sağlamak, bulunduğu yörenin kültürel, sosyal,
tarihi ve ekonomik yapısı ile ilgili yerel koleksiyon oluşturmak ve hizmete
sunmak, tüm yaş grupları için sanatsal, eğitici ve kültürel etkinlikler düzenlemek, mevcut etkinliklere katılım ve destek sağlamak, kütüphane hizmetlerini
geliştirmek ve yaygınlaştırmak amacıyla çevresindeki diğer kamu kurumları,
yerel yönetimler, eğitim, öğretim, sanat-kültür, sivil toplum kuruluşları ve gönüllü kişilerle işbirliği yapmak halk kütüphanelerinin kültürel açıdan işlev ve
görevlerini oluşturmaktadır (Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2012).
Trabzon’da Halk Kütüphaneleri ve Şehir Kültürü Etkileşimi
Trabzon şehrinin, Orta Asya kökenli Türk kavimlerce kuruluğu düşünülmektedir. Şehrin ilk ismi, “Trapezus” dur ve ismini kent merkezi olan Orta
ve Yukarı Hisar mevkiinin, masa formunu anımsatan bir yapıya sahip olmasından aldığı düşünülmektedir (Kansız 2010: 7).
Avrupa ile Asya’nın İpek Yolu üzerindeki en önemli irtibat noktasında
bulunan Trabzon bu öneminden dolayı tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Tarihsel süreçte kentin; Miletler, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Komnenos’ların egemenliği altına girdiği bilinmektedir. 13.yüzyılın
başlarında kurulup 250 yılı aşkın bir süre hüküm süren Trabzon Komnenos
Prensliği 26 Ekim 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet’ in Trabzon’u fethiyle
sona ermiştir (Kansız 2010: 7).
Tarihi öneminin yanı sıra turizm açısından da önemli bir kent sayılan
Trabzon’da yayla, sağlık, kongre, spor, gençlik, karavan, deniz turizmlerinin
yanı sıra kültür turizmine de oldukça önem verilmektedir. Trabzon önemli bir
tarih kenti olmakla birlikte çok sayıda kültür varlığını da bünyesinde barındırmakta ve bu sayede bir kültür kenti olma niteliği taşımaktadır. Bbu özelliğinin
Trabzon’u bölge illeri arasında ayrıcalıklı kıldığı düşünülebilir.
Ayasofya, Trabzon, Cevdet Sunay ve Trabzonspor müzeleri, Sümela,
Kızlar, Kuştul, Kaymaklı ve Vazelon manastırları, İskender Paşa, Çarşı, Erdoğdu Bey, Yeni Cuma, Orta Hisar, Tavanlı, Ahi Evren Dede camileri, Gülbahar Hatun, Emir Mehmet, Ahi Evren Dede türbeleri, Trabzon, Akçakale ve
Cephanelik kaleleri, Atatürk Köşkü, Bedesten, Taş Han, Vakıf Han, Alaca Han
hanları, Paşa, Meydan, Sekiz Direkli hamamları ve kenti çevreleyen surlar
sivil mimari örnekleri ve çarşılar kentin tarihi dokusunu oluşturmaktadır. Bu
kültürel yapıların yanı sıra şehrin kültürel yelpazesi içerisinde özel ve devlet
tiyatroları, sinemalar ve kültür merkezleri de mevcuttur.
232
UKHAD 1 (3) 2015
“Kültür birikimi ve kuşaktan kuşağa aktarılması aynı zamanda bir bilgi
birikimi ve aktarımıdır” (Anameriç 2008: 54). Bu kültür birikimi ve aktarımı
kapsamında yukarıda bahsi geçen kültürel yapılar arasında bireysel ve toplumsal açıdan kalkınmada oldukça etkili olan, içerisinde bulunduğu toplumun
kültürel değerlerini ön plâna çıkarmayı amaç edinmiş, şehrin tüm kültürel yapısının çekirdeği olma niteliği taşıyan kütüphanelerden de bahsedilmesi gerekmektedir.
Tarih boyunca çeşitli milletlere ve medeniyetlere ev sahipliği yaptığına
değinilen Trabzon şehrinde kültürel mirasın saklanması ve kitapların muhafazası için pek çok sayıda kütüphane kurulmuştur. Fakat bu kütüphanelerin hepsi
günümüze kadar ulaşamamıştır. Sümela Manastırı Kütüphanesi Trabzon şehrinin tarihinde bilinen ilk kütüphanesidir. Kuştul Manastırı Kütüphanesi, Hatuniye Kütüphanesi, Fatih Orta Hisar Camii Kütüphanesi, Orta Hisar Saraç Zade
Kütüphanesi, Fetva Hane Kütüphanesi, Hacı Ahmet Efendi Kütüphanesi, Eski
Kütüphane ve Hacı Salih Efendi Kütüphanesi de Trabzon şehrinin kütüphane
ve kültür tarihinde iz bırakan önemli kütüphaneleridir (Dündar 2001: 306).
Trabzon şehri müze, manastır, cami, köşk vb. gibi kültürel yapılarının
yanı sıra kütüphaneleri ve kütüphaneler kapsamında düzenlenen kültürel etkinlikleriyle de adından söz ettirmektedir. Özellikle Trabzon il halk kütüphanesi
tarafından her yıl düzenlenen onlarca kültürel etkinlik aracılığı ile Trabzon
halkının ilgi ve dikkati kütüphanelere çekilmeye çalışılmakta ve etkinliklere
katılanların hem sahip oldukları değerler hakkında farkındalıkları artırılmaya
hem de bireyler arası kaynaşma ve iletişim güçlendirilerek toplumsallaşma
adına olumlu adımlar atılmaya çalışılmaktadır. Düzenlenen etkinlikler sadece
il halk kütüphanesinin gayretleri ve girişimleriyle sınırlı kalmamakla birlikte
birçok ilçe halk kütüphanesi tarafından kısmen de olsa desteklenmekte ve ilçe
halkının da katılımıyla kültürel etkinliklere hareketlilik kazandırılmaktadır.
İl ve ilçe halk kütüphanelerinin son beş yılı göz önüne alındığında Trabzon İl Halk, Trabzon Çocuk, Akçaabat, Araklı, Arsin, Beşikdüzü, Çaykara,
Hayrat, Of, Sürmene 100. Yıl, Şalpazarı, Tonya, Vakfıkebir ve Yomra ilçe
halk kütüphanelerinin her yıl faal bir şekilde kullanıcılara hizmet sunduğu,
Uğurlu ilçe halk kütüphanesinin 2009 yılından itibaren kapalı olduğu, Akyazı ve Hayrat ilçe halk kütüphanelerinin son beş yıldır faaliyet göstermediği,
Geyikli ilçe halk kütüphanesinin sadece 2010 ve 2011 yıllarında faal olduğu,
Düzköy ve Maçka ilçe halk kütüphanelerinin de 2013 yılı itibariyle herhangi
bir faaliyet göstermediği anlaşılmaktadır.
Trabzon ilçe halk kütüphanelerinin son beş yıllık durumları göz önüne
alındığında zaman zaman bazı kütüphanelerinin yeterince faaliyette buluna233
UKHAD 1 (3) 2015
madığı hatta bazılarının kapandığı, kullanım ve kayıtlı üye sayılarının yıllara
göre dalgalanmalar gösterdiği gözlenmektedir. Ancak buna rağmen il ve ilçe
halk kütüphaneleri için genel olarak olumsuz bir tablo çizilmemekte ve kütüphane müdürleriyle yapılan görüşmeler neticesinde elde edilen bilgiler doğrultusunda kütüphaneler tarafından, bulundukları bölgelere kültürel açıdan katkı
sağlamaya çalışıldığı anlaşılmıştır.
Halk kütüphanelerinde sunulan hizmetler ve hizmetin sunulduğu bireylerin
ayrı düşünülemeyeceği yadsınamaz bir gerçektir. Kütüphanelerin varlığı bireylerin varlığıyla doğru orantılıdır ve bireyler hizmet konusunda ne kadar girişimci ve
istekli olursa kütüphaneler de kendilerini yenilemek, isteklere karşılık verebilmek
ve kurumsal olarak hayatta kalabilmek için o derece mücadele edecektir. Kütüphane hizmetleri, özellikle kültürel hizmetler hem kütüphanelerin, bölge insanının
geleceği ve gelişimi açısından hem de bireylerin kendilerini, içinde bulundukları
toplumu, yaşadıkları çevrenin tarihi dokusunu ve geçmişteki yaşanmışlıkları öğrenmeleri açısından önem taşımaktadır. Bu noktada, hizmet ve birey kavramları
arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılabilmesi için Trabzon il ve ilçe halk kütüphanelerinin kullanıcı ve üye sayılarının ayrıca il ve ilçe genelinde hatta şehirlerarası
düzenlenen kültürel etkinliklerin incelenmesi gerekmektedir.
Tablo 1. 2013 yılı itibariyle aktif olan Trabzon il ve ilçe halk kütüphanelerinin kullanıcı ve üye sayıları
Kütüphane Adı
Kullanıcı
Üye
Sayısı
Sayısı
1
Akçaabat İlçe Halk Kütüphanesi
9734
428
2
Araklı İlçe Halk Kütüphanesi
18343
409
3
Arsin İlçe Halk Kütüphanesi
5200
46
4
Beşikdüzü İlçe Halk Kütüphanesi
6428
189
5
Çaykara İlçe Halk Kütüphanesi
1721
1726
6
Of İlçe Halk Kütüphanesi
9166
455
7
Sürmene 100. Yıl İlçe Halk Kütüphanesi
28987
410
8
Şalpazarı İlçe Halk Kütüphanesi
5634
227
9
Tonya İlçe Halk Kütüphanesi
3438
350
10 Trabzon Çocuk Kütüphanesi
1535
244
11 Trabzon İl Halk Kütüphanesi
31244
1988
12 Vakfıkebir İlçe Halk Kütüphanesi
5058
332
13 Yomra İlçe Halk Kütüphanesi
4681
161
TOPLAM
162413
6965
(Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü)
234
UKHAD 1 (3) 2015
Trabzon il ve ilçe hal kütüphanelerinin 2013 yılına ilişkin kullanıcı ve
üye sayısı istatistiklerine bakıldığında, kültürel ve toplumsal kurumlar olan
halk kütüphanelerinin azımsanmayacak sayıda bireye hizmet verdiği görülmektedir. Ancak yine de ne kadar çok kişiye erişilirse o kadar daha etkili olunacağı ilkesi göz önünde bulundurulduğunda bu sayıların artırılması gerektiği
düşünülebilir. Kütüphanelerin genel olarak kullanıcı ve üye kazanmaları konusunda sorumluluk alarak, yaratıcı ve yenilikçi düşünerek, çözümleyici ve
çözüm önerileri geliştirici bir yapıya bürünerek bu konuda daha istekli olmaları gerektiği düşünülebilir. Kullanıcı sayısı ve kayıtlı üye sayısı artırılmasında Trabzon ilçe halk kütüphanelerinin özellikle il halk kütüphanesi tarafından
gerçekleştirilen etkinlikleri takip etmesi ve bu etkinliklerin bir kısmını kendi
bölgelerinde mevcut imkânlar doğrultusunda kendi yöre halkını davet ederek
gerçekleştirmeye çalışması kültür yuvası olarak nitelendirilen kütüphaneler
ve bölge halkı arasındaki etkileşimi olumlu yönde etkileyecektir.
Trabzon il halk kütüphanesi ve birçok ilçe halk kütüphanesi sahip olunan imkânlar doğrultusunda kültürel etkinlikleri devamlı hale getirmeye çalışmaktadır. Özellikle Trabzon il halk kütüphanesinin çabaları ve çalışmaları bu
bağlamda göz ardı edilemeyecek derecede önem taşımaktadır. Her ne kadar
ilçe halk kütüphaneleri yeterli personel ve il halk kütüphanesi kadar uygun
şartlara sahip olmasa da, kendi imkânları doğrultusunda yöre halkına yönelik birtakım etkinlikler düzenleme gayreti içerisinde olunduğu bilinmektedir.
Trabzon il ve ilçe halk kütüphane müdürleriyle yapılan görüşmeler neticesinde personel yetersizliğinin ortak sorun olarak dile getirilmiş olması gerçekleştirilen kültürel etkinliklerin nicelik ve nitelik açısından istenilen düzeyde
olmadığını kanıtlar niteliktedir. Hatta sadece kütüphane müdürünün bulunduğu, personel eksikliğinin oldukça fazla yaşandığı ilçe halk kütüphanelerinde,
kültürel etkinliklerden ziyade standart hizmetlerin dahi güçlükle yürütüldüğü
bilinmektedir. Güçlüklere rağmen Trabzon ilçe halk kütüphanelerinde gerçekleştirilen bir takım kültürel etkinliklere aşağıda değinilmektedir.
İlçe halk kütüphanelerinde Yunus Emre Sevgi Yılı etkinliği düzenlenmekte ve etkinlik kapsamında düzenlenen şiir yarışmasında ilk üçe giren katılımcılara çeşitli hediyeler verilmektedir, Ahilik Kültür Haftası kapsamında
konferanslar verilerek halkın bu konferanslara katılımı sağlanmaktadır. Halka
yapılan duyurularla birlikte kütüphanelerin dermesine ilave edilen yeni kitapların tanıtımı yapılmaktadır. Neredeyse tüm il ve ilçe halk kütüphanelerinde
kütüphane haftasına ilişkin programlar düzenlenmekte ve yine halkın katılımı
sağlanmaktadır. Kütüphane haftası olması nedeniyle İl Kültür Müdürü ve Belediye Başkanları etkinliklerde halka gerek kütüphanelerin önemi gerekse ilçe
235
UKHAD 1 (3) 2015
yönetimleriyle ilgili konuşmalar yapmaktadırlar. Her yıl, o yıl içerisinde en
fazla kitap okuyan okuyuculara çeşitli hediyeler ve teşekkür belgeleri takdim
edilmekte, kitap sergileri ve kullanıcıların da katılımıyla birlikte kütüphane
gezileri düzenlenmektedir. Kitap okuma saatleri kapsamında kullanıcıların kitap okuma alışkanlıkları geliştirilmeye çalışılmakta, kütüphane ve kitapların
önemine ilişkin konferanslar ve şiir dinletileri gerçekleştirilmektedir. Ayrıca
anaokulu öğrencilerinin katılımı sağlanarak boyama etkinlikleri düzenlenmektedir.
Trabzon il halk kütüphanesi, düzenlediği kültürel etkinliklerle bireylerin ve şehrin kültürel gelişimine ilçe halk kütüphanelerinden daha fazla etki
etmektedir. Merkezde olması, daha geniş hedef kitleye sahip olması gibi etkenlerin yanı sıra ilçe halk kütüphanelerine kıyasla daha fazla personelin bulunması ve kişisel girişimler neticesinde yaratılan maddi kaynaklar sayesinde
Trabzon il halk kütüphanesinde her yıl onlarca kültürel etkinlik düzenlenmekte ve tüm etkinlikler kapsamında halkın kültürel açıdan gelişimine etki etmeye
çalışılmaktadır.
Trabzon il halk kütüphanesinde, yılda iki kez halk sağlığı ile ilgili, yine
yılda iki kez çocuklar ve ailelerle ilgili konularda ve üç ayda bir kez olmak
üzere belirlenen çeşitli konularda konferanslar ve paneller düzenlenmektedir.
Her yıl ortalama sekiz okula gidilerek bu okullarda kütüphane tanıtımları yapılmakta ve öğrencilerin ilgileri kütüphaneler çekilmeye çalışılmaktadır. Kütüphane kullanma alışkanlığının kazanılmasında etkili bir evre olan ortaokul
evresindeki gençlerin kütüphane kullanma alışkanlığı kazandırılması konusunda işlevsellik gösteren bu tür tanıtımlar sayesinde kütüphaneye her yıl yeni
üyeler kazandırılmaya çalışılmaktadır.
Trabzon il halk kütüphanesi tarafından, halkın katılımıyla, yılın belirli
gün ve haftalarında çeşitli konularda video gösterimleri düzenlenip yöre insanının kültürünü ve sahip olduğu değerleri daha yakından ve daha detaylı
öğrenmesine katkıda bulunulmaya çalışılmaktadır. Ayrıca düzenli bir şekilde
yılda altı kez yeni nesillerin zihinsel gelişimine katkı sağlamak, kütüphaneyi sevdirmek, kütüphane kullanma alışkanlığı kazandırmak amacıyla masal
dinletileri gerçekleştirilmekte, minik kullanıcıların katılımıyla da kütüphanekullanıcı etkileşimi sağlanmaya çalışılmaktadır.
Kütüphaneden yararlanan kullanıcılar arasından her yıl yirmi kişiye
çeşitli ödüller verilerek hem kütüphane kullanımına teşvik edilmekte hem de
kullanıcı kitlesinin ilgi ve merakı canlı tutulmaya çalışılmaktadır. Yılın belirli
dönemlerinde kitap okuma saatleri, yarışmalar, sinevizyon gösterimleri, kitap ve karikatür sergileri, boyama, söyleşi gibi etkinlikler düzenlenmekte ve
236
UKHAD 1 (3) 2015
bu etkinlikler kapsamında yörenin kültürel değerleri ön planda tutularak yine
yöre insanının sahip olduğu değerler hakkındaki ilgisinin artırılması hedeflenmektedir. Ayrıca her yıl iki hafta boyunca televizyon ve radyoda kütüphane
tanıtımına ilişkin söyleşiler düzenlenmektedir. Türksesi, Taka, Kuzey Ekspres,
Günebakış, İlkhaber, Hizmet gibi yerel gazeteler, kütüphanelerin ve etkinliklerin halka tanıtımında kullanılmaktadır. Trabzon il halk kütüphanesi, yukarıda
bahsedilen tüm etkinliklerde basını etkili bir şekilde kullanarak aktif kullanıcıların yanı sıra pasif kullanıcıların da ilgisini çekmeye çalışmakta ve kültürel
gelişime, şehir kültürünün gelişmesine katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Kültürel etkinliklere katılımı artırmak üzere, Trabzon il halk kütüphanesi tarafından Vali, Belediye Başkanı, İl Kültür Turizm Müdürü ve Trabzonlu
yazarlar eşliğinde ilköğretim okullarında, şehrin merkezi bir yerinde bulunan
Atapark’ta, Sanat Evi bahçesinde ve halı sahalarda stantlar kurulmakta ve
kütüphanenin üye sayısı artırılmaya çalışılmaktadır. Bu sayede, bir yandan
kütüphanenin tanıtım amaçlı reklamı yapılırken öte yandan Trabzon halkına
kütüphane kavramı ve sevgisi aşılanmaya çalışılmaktadır.
Trabzon il halk kütüphanesi, dünyada 1917, ülkemizde ise 1946 yılından beri kutlanan “Dünya Çocuk Kitapları Haftası” kapsamında etkinlikler
düzenleyerek birtakım faaliyetlerde bulunmaya çalışmaktadır. Kasım ayının
2. pazartesinden başlayarak beş gün boyunca devam eden “Dünya Çocuk Kitapları Haftası” kapsamında çeşitli okullar ziyaret edilerek bu okullarda sinevizyon gösterileri, boyama etkinlikleri, yazarlar ve şairlerle söyleşi, masal
dinletisi, yazar ve kitaplarının tanıtımı ve ödül törenleri gibi etkinlikler halkın
katılımıyla gerçekleştirilmekte ve bu kapsamda yine kültürel değerler ön plana çıkarılmaya çalışılmaktadır.
Trabzon il halk kütüphanesi, Karadeniz Yazarlar Birliği Derneği’nin
desteği ve katkılarıyla “Küçük Yazarlar” başlıklı bir projeyi hayata geçirmiştir.
Bu proje kapsamında Dumlupınar İlköğretim Okulu pilot okul olarak belirlenmiş ve 4. sınıf öğrencilerinin yazmış olduğu hikâyeler sınıf öğretmenlerinin denetimiyle seçilerek küçük yazarların katkılarıyla hazırlanacak olan kitap basım
aşamasına getirilmiştir. Bu çalışmanın sonunda ortaya çıkacak olan kitabın ise
Türkiye genelinde tüm halk kütüphanelerine gönderilmesi planlanmaktadır. Bu
projeyle, gençleri yazmaya teşvik etmek, kütüphane kullanma alışkanlıklarına
katkıda bulunmak, yazı yazma konusundaki yeteneklerinin farkına varmalarını
sağlamak ve Türkiye genelinde kültürel etkileşime ön ayak olmak hedeflenmektedir. Bu sayede her şehir kendi küçük yazarlarını fark etme ve küçük yazarların kalemlerinden dökülecek olan gerek kültürel gerek gündelik konulara
ilişkin yazılarla birlikte halk kütüphaneleri aracılığıyla kendi kültürlerini diğer
237
UKHAD 1 (3) 2015
kültürlerle buluşturabilme olanağı yakalayacaktır.
Trabzon il halk kütüphanesi 20-23 Şubat 2014 tarihinde Ankara’da
gerçekleştirilen Trabzon Günleri’ne katılmış, Trabzon şehrinin kültürel tanıtımı için tarihi yerlerin resimlerinin çizili olduğu kartonların çocuklara dağıtılmasıyla boyama etkinliği gerçekleştirilmiştir. Böylesine bir çabanın yine
kütüphaneler tarafından şehir kültürüne katkı mahiyetinde değerlendirilmesi
ve göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Çocukların, bir yandan dağıtılan boyama kartonlarındaki tarihi yapıları boyarken öte yandan Karadeniz kültürüne
ilişkin türküler dinlemeleri ve aynı zamanda kendilerine takdim edilen Trabzon yöresine özgü minik süs eşyaları ile farklı bir kültürü eğlenceli bir şekilde
öğrenmeleri sağlanmıştır.
Özellikle yerel kültür mirasını korumak, kullanıma sunmak ve hizmet
verilen bölgenin yerel belleğini oluşturmak amaçlarıyla İl Halk Kütüphaneleri’nde “Kent Arşivi” oluşturulmaktadır. İlçe halk kütüphanelerinde ise olanaklar dâhilinde Kent Arşivi oluşturulması mümkündür. Kent Arşivleri için
bölgedeki kişi kurum ve kuruluşlar; yerel araştırmacılar, belediye, üniversite
ve sivil toplum kuruluşları ile diğer kütüphane ve bilgi merkezleri ile işbirliği
yapılması oluşturulacak arşivin zenginliği açısından önem taşımaktadır. Aşağıda kent arşivleri için hangi materyal türlerinden derme oluşturulduğuna da
değinilmektedir.
• Bölgede yetişmiş yazarların hem kendi eserleri hem de onlar hakkında
yazılmış eserler, tıpkıbasımlar, yazarlara ait kalem, daktilo vb. araç-gereçler,
• Çoğaltılmış Fikir ve Sanat Eserlerini Derleme Kanunu uyarınca il halk
kütüphanesine gönderilen yerel ve bölgesel gazeteler,
• Yerel kültürel mirası yansıtan her türlü belge, fotoğraf, harita, yıllık
vb. arşiv malzemesi,
• Şarkı, efsane, masal, atasözü, mani, deyim gibi sözlü gelenek ve anlatımlar ile gelenekler, şenlikler, yerel gösteri sanatları, düğünler, yemekler, el
sanatları gibi somut olmayan kültürel mirasa ilişkin dijital materyal.
• Kütüphanenin bulunduğu bölgenin edebi, tarihi, sanatsal, kültürel,
turistik vb. özelliklerini yansıtan kitap, süreli yayın, kitap dışı materyal gibi
bilgi kaynakları (Kütüphane hizmetleri genelgesi 2012: 22).
Trabzon il ve ilçe halk kütüphanelerinin mevcut imkânları doğrultusunda yöre insanının ve şehir kültürünün gelişimine katkı sağlamaya, büyükküçük organizasyonlar ve etkinlikler aracılığı ile bu yolda ilerlemeye çalıştığı
yadsınamaz bir gerçektir. Ancak daha fazla bireye ulaşmak ve kültürel kalkınmayı daha geniş sahaya yaymak için kütüphanelerin daha aktif olması ve kendilerine daha fazla fırsat yaratması gerektiği düşünülebilir. Bunları yaparken
238
UKHAD 1 (3) 2015
derme, bütçe ve özellikle de personel sorununun çözülmesi gerekmektedir.
İstekli ve azimli kişilerce yürütülmeye çalışılan kütüphane hizmetlerinin geliştirilebilmesi, daha çok kişiye daha kaliteli hizmetler sunulabilmesi ve kültür
mirasımızın kuşaktan kuşağa aktarılabilmesi, yaşatılabilmesi için kütüphanelere daha fazla önem verilmesi ve gelişmesi için uygun şartlar yaratılması
gerekmektedir.
Araştırmanın Amacı, Kapsamı ve Yöntemi
Trabzon il ve ilçe halk kütüphanelerinin kültürel yaklaşımlar konusundaki genel durumlarını ortaya koymak, kültürel gelişime katkı sağlamak açısından yaşanan eksikliklere dikkat çekmek, kütüphanelerin Trabzon şehri ve
halkı için önemine vurgu yapmak, kütüphane-kültür kavramlarını bir potada
eriterek şehir kültürünün oluşmasındaki etkisini ön plana çıkarmak ve kütüphanelerin şehir kültürünü canlı ve ayakta tutabilmeleri için bir takım çözüm
önerileri getirebilmek bu araştırmanın gerçekleştirilmesindeki amaçları olarak sıralanmaktadır. Trabzon il, çocuk ve ilçe halk kütüphanelerinin tamamını
kapsayan bu çalışma kapsamında betimleme yöntemi kullanılarak görüşme
tekniğinden yararlanılmıştır. Ayrıca bu konuyla ilgili literatür taraması yapılarak elde edilen kaynaklardan da yararlanılmıştır.
Sonuç ve Değerlendirme
Tarih boyunca önemli bir kültür merkezi konumunda olan Trabzon’un,
bu konumunu korumasında kütüphaneler önemli rol oynamaktadır. Kütüphanelerin korunması, geliştirilmesi ve bunun için imkânlar ölçüsünde her türlü katkının sağlaması bireyler tarafından özümsenmesi gereken bir görev ve
sorumluluktur. Ancak, toplumun bir parçası olan birey, sadece kütüphaneleri
korumayı ve geliştirmeyi değil, okuyucu olarak kütüphaneleri kullanmayı da
özümsemeli ve alışkanlık haline dönüştürme gayreti içerisinde olmalıdır.
Bireyler farkında olsa da, olmasa da kültürel değerler her daim mevcuttur. Mühim olan, yaşanılan şehrin ve sahip olunan kültürel değerlerin farkında
olunması ve fark edilmesi için çaba gösterilmesidir. Kütüphaneler bireyler ile
kültürel değerler arasında bir tünel, bir bağ, bir aracı görevi üstlenmiştir. Yöre
insanının kültür seviyesini yükseltmesi, kültürel değerlerinin farkında olması
ve o değerlere sahip çıkması aynı zamanda şehrine, şehrinin kültürel yapısına
ve kültürel gelişimine de önem vermesi anlamına gelmektedir.
Trabzon il ve ilçe halk kütüphaneleri, düzenledikleri kültürel etkinlikler
aracılığıyla hem bireylere okuma ve kütüphane kullanma alışkanlığı kazan239
UKHAD 1 (3) 2015
dırmaya, kütüphane sevgisi aşılamaya, hem de kültürel değerlerin tanıtımını
yaparak halkın kültürel gelişimine katkı sağlamaya çalışmakta bu sayede yöre
halkı ve kültür ilişkisini canlı tutmaya gayret etmektedir.
Kütüphaneler milli kültürümüzün yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması hususunda önde gelen toplumsal kurumlardır. Bu amaçla kütüphane
şartlarının iyileştirilmesi gerektiği konusu daima göz önünde tutulmalıdır.
Kütüphane müdürleriyle yapılan görüşmeler sonucunda elde edilen bilgiler, Trabzon ilçe halk kütüphanelerinde en büyük probleminin personel yetersizliği olduğunu ortaya çıkarmıştır. Özellikle ilçelerde gözlenen bu sorunun
çözülmesi ilçe halk kütüphanelerinin daha aktif hale gelmesini sağlamakla
birlikte yöre insanının kültür seviyesine olumlu yönde etki edecektir.
İl ve ilçe halk kütüphanelerinde hizmet geliştirilirken mevcut sorunlara
ve kullanıcı gereksinimlerine karşılık verebilme anlayışıyla hareket edilmesi
gerekmektedir. Bireyler kütüphanelerde kendilerinden bir şeyler bulabildiği
vakit ve hayatı kolaylaştıracak pratik bilgilere ulaştığı, ulaştırıldığı vakit hem
kütüphanenin kullanım oranı artacak hem de birey kütüphane ilişkisi geliştirilmiş olacaktır. Ayrıca, bu hizmetler kültür eksenli olduğu sürece, kütüphanelerin şehir kültürüne katkı sağlaması mümkün olacaktır. Trabzon insanının en
önemli uğraş alanlarının balıkçılık, fındık ve hayvancılık olduğu düşünüldüğünde, özellikle bu alanlara yönelik hizmetler sunulması kullanıcının ilgisini
çekeceği gibi birey-kütüphane ilişkisinin gelişmesine de katkı sağlayacaktır.
Kütüphanelerde, bulundukları yörenin halk oyunları ve türkülerine,
mutfak, giyim kuşam ve dokumacılık kültürlerine ilişkin kurslar düzenlemek,
yörenin ticari ve sosyal hayatı hakkında tanıtıcı etkinlikler düzenlemek ve bu
etkinliklerde bireylere görev ve sorumluluklar vererek etkinlik aracılığıyla
toplumsal kaynaşmayı ve kültürel alışverişi sağlamayı amaçlamak da halk kütüphanelerinin amaçları arasında yer almalıdır.
Halk kütüphaneleri geçmişi günümüze aktaran ve günümüzü de geleceğe aktaracak olan toplumsal kurumlardır. Bu aktarımın iyi ve kaliteli yapılabilmesi halk kütüphanelerinin içerik açısından beslenmesi ve şartların iyileştirilmesiyle mümkün olacaktır. Aksi takdirde, kütüphaneler, birkaç okuyucunun
kitap alıp verdiği basit birer yapı olarak kalacaktır.
240
UKHAD 1 (3) 2015
KAYNAKLAR
Alikılılç, Dündar, (2001), “Tarih boyunca Trabzon havalisinde kütüphaneler”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, (17), s. 305-318.
Anameriç, Hakan, (2008), “Osmanlılarda kütüphane kültürü ve bilimsel yaşama etkisi”. OTAM (Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi
Dergisi), (19), s. 53-78.
Çakın, İrfan, (1986), “Kütüphanenin toplumsal konumu ve işlevleri”,
Türk Kütüphaneciliği, 35(1), s. 8-16.
Kansız, İsmail, (2010), “Trabzon 2010”, Trabzon: Kültür Turizm Bakanlığı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, (2012), Halk Kütüphaneleri Yönetmeliği, http://teftis.kulturturizm.gov.tr/TR,14656/halk-kutuphaneleri-yonetmeligi.
html adresinden 19.03.2014 tarihinde erişildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı (2012). Kütüphane hizmetleri genelgesi.
14 Nisan 2014 tarihinde http://www.bbyhaber.com/bby/wp-content/uploads/
dosyalar/mevzuat/kutuphane-hizmetleri-genelgesi.pdf adresinden erişildi.
Trabzon Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü (2013). Tarihçe. 28
Ocak 2014 tarihinde http://www.trabzonkulturturizm.gov.tr/TR,57607/tarihce.html adresinden erişildi.
Turan, Ş., (1990), Türk kültür tarihi: Türk kültüründen Türkiye
kültürüne ve evrenselliğe, Ankara: Bilgi Yayınevi.
UNESCO, (1998), Action plan on cultural policies for developmant.
23 Ocak 2014 tarihinde http://www.unesco.org/uk/declarations/cultural.pdf
adresinden erişildi.
Yılmaz, Bülent, (2008), “İlkçağ Anadolu uygarlıklarında sosyo-ekonomik ve kültürel yapı bağlamında kütüphane/arşiv kurumu”, Türk Kütüphaneciliği, 13(2), s. 351-376.
TUİK, (2014), Yıllara göre il nüfusları, 09.04.2014 tarihinde http://
www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=1590 adresinden erişildi.
241
UKHAD 1 (3) 2015
TÜRK MASAL KAHRAMANI CADI KARI VE RUS MASAL
KAHRAMANI BÁBA* YAGA
TIPLERININ KARŞILAŞTIRILMALI ANALIZI
Comperative Analysis of Types of Turkish Fairy Tale Character Cadı
Karı and Russian Fairy Tale Character Baba Yaga
Jale COŞKUN**
ÖZET
Türk masal kahramanı Cadı Karı ve Rus masal kahramanı Bába Yaga tiplerinin
karşılaştırmalı analizinde, Türk ve Rus olağanüstü masal tiplemeleri tipolojik açıdan
karşılaştırarak araştırılmış ve çalışmamızda Türk olağanüstü masal kahramanı Cadı
Karı ile Rus olağanüstü masal kahramanı Bába Yaga karşılaştırılmıştır. Her iki
tipleme olağanüstü masallardaki işlevleri bakımından incelenmiştir. Çalışmamızda
ilk önce bu adın etimolojisine, Cadı Karı ve Bába Yaga tiplemelerinin dış görünüşü ve
özelliklerini araştırdık. Cadı Karı ve Bába Yaga her zaman yaşlı ve çirkin olarak aynı
tipte karşımıza çıkar. Araştırmada Bába Yaga’nın öbür dünya ile ilişkisi olduğunu,
Bába Yaga’nın zamanı kontrol edebildiğini görmekteyiz. Bu da onu yaratılış
mitolojisiyle özdeşleştirir.Karşılaştımalı analizden de anlaşılacağı üzere, dünyanın
yaratılışı, kadın ve çocuklarla ilgili olan Cadı Karı ve Bába Yaga tiplemesi, mutlak
şekilde kötülükle ilgili değildir. Rus olağanüstü masal kahramanı olan Bába Yaga
tiplemesini bu şekilde incelediğimizde, her iki tiplemenin de aynı olduğunu görürüz.
Rus masallarıyla Türk masallarını karşılaştırmalı yöntemle araştırmak her iki dildeki
ortak motif, kahraman, dil üslüp özelliklerinin incelenmesi için yararlıdır. Kültür
ilişkileri açısından olduğu gibi etkileşim açısından da önem arz eden hususların
dil bilimi, poetika, estetik,folklor kuramları açılarından öğrenilmesi yeni araştırma
platformu olarak teori ve uygulama açılarından önemlidir.
Anahtar kelimeler: Masal, Olağanüstü Masallar, Türk ve Rus Olağanüstü
masallar, Mit, Karşılaştırmalı Analiz
ABSTRACT
In comparative analysis of Turkish fairy tale character Cadı Karı and Russian
fairy tale character Baba Yaga , Turkish and Russian magical fairy tales types are
analyzed by typology and in our study Turkish fairy tale character “Cadı Karı” and
Russian magical fairy tale character “Baba Yaga” are compared. Both types are
* Rusçada Bába kabaca kadın / karı anlamına gelir
** İstanbul Aydın Üniversitesi, Rusça ve Çevirmenlik Programı, İstanbul/TÜRKİYE
242
UKHAD 1 (3) 2015
analyzed in terms of function in magical fairy tales. Firstly we studied on etimology
of the name and analyzed the appearence and characteristics of “Cadı Karı” and
“Baba Yaga” types. We always come accross “Cadı Karı” and “Baba Yaga” as old and
ugly as same types. In study “Baba Yaga” is shown related to afterdeath and he can
control the time. And this identifies him with creation myth. As it is understood from
comparative analysis, “Cadı Karı” and “Baba Yaga” is about creation of the world,
women and children, certainly not about badness. When we analyze “Baba Yaga”
type, both character are the same. Comparision of Russian and Turkish fairy tales by
comperative method are helpful for analysis pattern, character, language properties.
Cases of very high concern also in interaction as cultural relations, studying philology,
phoetics, aesthetics and folklore theories, are important in theory and application as
new research method.
Key words: Fairy tale, Magical fairy tales, Turkish and Russian magical fairy
tales, Myth, Comperative analysis
GİRİŞ
Sözlü halk edebiyatının yaygın türlerinden olan masal türlerinden
biri de olağanüstü masallardır. Bu tür masallar bazı kaynaklarda “sihirli
masallar veya büyülü” masallar olarak karşımıza çıkmaktadır. Olağanüstü
masallar diğer masallara göre daha karmaşık olaylarla örülmüştür. Masal
kahramanlarının sayısı daha çok, masalların üslupları ise daha ’’masalca’’
dır. Masal kahramanları olağanüstü nitelikler taşıyabilir. Bu masallarda
’’cadı, dev, cüce, peri, Zümrüdüanka’’ gibi hayali kahramanlar karşımıza
çıkabilir. Eğitici, öğreti ve ders verici nitelik taşırlar.Yapılan iyilikler övülür,
ödüllendirilir.Kötülükler ise cezasız kalmaz. Bu masalların en büyük özelliği
ise mitsel ve mitolojik düşüncenin ürünü olan ayin ve törenlerle ilişkisidir.
Olağanüstü masalların dikkat çekici önemli yönlerinden biri de
mitolojik tiplemelerle ilgilidir. Diğer masal türlerinden farklı olarak, bu
masallarda sıradışı özelliklere sahip tiplemelere daha çok rastlanır. Bunların
başlıcalarından biri de Türk masallarındaki “Cadı Karı”, Rus masallarında ise
’’Bába Yaga’’ tiplemesidir.
Öncelikle”Bába Yaga” adının etimolojisine bir göz atalım: A.Potebnya
“Halk Kültüründe Mit ve Simge” adlı yapıtında, bu konuda şöyle yazmaktadır
“Bu ad Slovaklarda Yezi Baba, Çek’lerde Yedu Baba biçimindedir. Anlamı ise
“zalim”dir. Ruslarda karşılığı Yaga Bába’dır. ’’Yazar, daha sonra bu sözde de
küçük değişiklikler yaparak, anlamını ‘yanmak’ sözcüğüne yakınlaştırmaya
çalışır.
243
UKHAD 1 (3) 2015
(Potebnya, 2007: 161). Ünlü Rus dilbilimcisi Dal ise Yaga Bába
ifadesindeki Yaga’nın ‘yaka, kürk’ anlamına geldiğini söylemektedir. Fasmer
bu sözcüğün Rus diline Türkçe’den geçtiğini öne sürmüştür. (Uspenskiy,
1982: 101). Bába Yaga’nın bir türk tiplemesi olduğuda elmi edebiyatda
gösterilmiştir. (V.V. İvanov, V.N.Toporov, Dünya Halklarının Mifleri
Ansiklopedisi, 1980: 1.Cilt :109)
İncelemeye geçmeden önce Bába Yaga ve Cadı Karı tiplemelerinin
biçimsel görünümlerine ve işlevlerine kısaca göz atalım: Türklerin olağanüstü
masallarında Cadı Karı her zaman çok yaşlı ve çirkin bir kocakarı olarak
betimlenir. Naki Tezel “Türk masalları” adlı yapıtında Cadı Karı konusunda
şunları söylüyor: “Bunlar daima kötülük yapmak için yaratılmışlardır. Başlıca
silahları büyüdür. Küplerine binip, arkalarına sihirli hırkalarını geçirip bir
yıllık yolu bir anda aşarlar” (Tezel, 2008: 16).
Rus kültüründeki bu tür masallardaki Bába Yaga aynı özelliğe sahiptir.
Onun evi ormandadır. Kulübesi kuş ayağı üzerindedir. Bába Yaga’nın kendisi
ise elinde süpürge havada seyahat eder. Ayağı kemiktendir. “Bába Yaga
kostyanaya noga” ifadesi de buradan gelmektedir. Çoğunlukla tek ayak
üzerinde betimlenir. Çevresindeki hayvanlar; fareler, kedi ve ayıdır. Örneğin,
“Üvey Anne ve Kız “adını taşıyan Rus halk masalında üvey anne kocasından
kızı evden kovmasını ister. Koca da onu ormana bırakarak evine döner. Gece,
kız orada kaşa (Ruslara özgü bir yemek) yapar ve onunla farenin karnını
doyurur. Daha sonra ayı gelir. Fare, kızın ayıdan nasıl kurtulacağını gösterir.
Aslında burada karşılaştığımız ayı ve fare, Bába Yaga’nın işlevini tamamlayan
tiplemelerdir. (Rus Halk Masalları, 1975: 113). Bába Yaga tiplemesinin fiziksel
özellikleri ve işlevlerine açıklık getirmek için “Vasilisa Prekrasnaya” (Güzel
Vasilisa) masalına göz atalım: Annesi ölürkenVasilisa’ya oyuncak ölürken
bebek verir. Babası bir süre sonra yeniden evlenir. Üvey anne ve kızları çok
kıskandıkları Vasilisa’yı bir bahane ile onu yok etmeye çalışırlar. Üvey anne
bir gün evde ışık olmadığını söyleyerek Vasilisa’yı Bába Yaga’nın evine
gönderir. Kız oraya giderken önce kırmızı kıyafetli bir doru atlı, daha sonra
beyaz kıyafetli bir kır atlı, son olarak da siyah kıyafetli arap atlı birilerinin
geçtiğini görür. Sonunda Bába Yaga’nın evine varır. Bu evin duvarları insan
kemikleriyle kaplıdır. Duvar köşelerinde de gözleri pırıl pırıl ışıldayan insan
kafaları vardır. Bir süre sonra ormandan korkunç sesler duyulur, ağaçlar
sallanır. Bába Yaga süpürgesiyle uçarak gelir. Kapıya geldiğinde de çevresini
koklayarak homurdanır: “Fu,fu, nereden geliyor bu Rus kokusu geliyor”
Vasilisa, ona buraya niçin gönderildiğini açıklar. Baba Yaga, Vasilisa’ya
evinde bir süre yaşaması için izin verir ve kulübesini temizlemesini buyurur,
244
UKHAD 1 (3) 2015
kendisine yalnızca bunun karşılığında dönüş yolu işin ışık vereceğini söyler.
İşlerin üstesinden gelmesi için Vasilisa’ya bir oyuncak bebek yardım eder.
Vasilisa önce bebeğin karnını doyurmuş, daha sonra ondan yardım istemiştir.
Oyuncak bebek ona yardım eder. Sonunda da Vasilisa, geceleri gözleri ışık
saçan kafayı Bába Yaga’dan alarak evine gitmek üzere yola çıkar. (Tezel,
2008: 122-129). Önce Bába Yaga’nın evinin görünüşüne bakalım: Bu ev
insan kemikleri ile doludur. Bu, Bába Yaga’nın ölülüler dünyası ile ilişkisini
gösterir. K.D. Laoşkin, ‘Bába Yaga ve Tek Ayaklı Tanrılar (Tiplemenin Kökeni
Üzerine)’ adlı makalesinde “Bába Yaga’nın masal kahramanı olmadan önce
ölüm tanrıçası olduğunu”yazıyor. (Laoşkin, 1970: 181). Fakat bu tiplemeyi
daha yakından inceleyecek olursak onun yalnızca ölümle değil, yaratılışla
da bağlantılı olduğunu görebiliriz. Örneğin A.N.Afanasyev, B.A.Uspenski,
A.Potebnya ve diğer bir çok araştırmacı, Bába Yaga’yı yılan tiplemesi ile
karşılaştırmışlardır. (Uspenskiy, 1982: 91). Yılan ise kozmogonik başlangıç​​
gibi, dünya yumurtası ile ilgiliydi. Bu ise başlangıcın, yaratılışın bir işaretiydi.
Hatta Ruslarda bu olguya ilişkin bir deyim olarak kış geldiğinde Bába
Yaga’nın yumurta çıkarmaya gittiğini söylerler. Paskalyada yumurtaları
kırmızıya, sarıya boyamaları da inanışla lgilidir.
Bába Yaga’nın, yaradılışla ilgili işlevi masalda da görülüyor: Vasilisa,
Bába Yaga’nın evine giderken kırmızı, beyaz ve siyah atlılara rastlamıştır.
Bába Yaga’ya onların kim olduklarını sorduğunda Bába Yaga’nın yanıtı
onların kendisine ait atlılar olduğudur. Atlılardan ilki sabah ,ikincisi öğle
vakti, sonuncusu ise gecedir. Demek ki, Bába Yaga zamanın sahibidir. Bu da
onu yaratılış miti ile özdeşleştirmektedir.
Genellikle yılan ve görkemli kadın gibi figürler ise yalnızca Ruslarda
değil, Saka-İskit kültürüne ait mitolojilerde de yaygın olarak kullanılmaktadır.
Bába Yaga’nın evinin kuş ayağı üzerinde olması ise onu kuş kültü ile
özdeşleştirir. B. A. Uspenski “Eski Slav Eserlerinde Filolojik Bulgular” adlı
kitabında, Bába Yaga tiplemesini incelerken, yılan ve kuşun aslında aynı
soydan geldiğini ve her ikisinin de yumurtanın embriyosunun göstergesi
olduğunu belirtmektedir. Cadı Karı’nın küpüne binerek uçması da yine
onu kuş kültüne yakınlaştırır. Bilindiği gibi, Türk mitolojisinde çocukların
koruyucusu Ayzıt veya Umay kuş olarak düşünülürdü. Türk mitolojisinde
kadının güzelliği de genellikle kuşla karşılaştırılırdı. Ayrıca kadınların kuşa
dönüştürülmesi ile ilgili bir çok totemistik efsane de vardır.
Yeri gelmişken, yukarıda da belirttiğimiz konuyla bağlantılı olarak,
Bába Yaga’nın da ‘karga’ya benzetildiğini belirtelim. Bu konuda A.Potebnya,
Slavların, çocuklar diş düşürdüğünde dişi hemen çatıya atarak çürük dişi alıp
245
UKHAD 1 (3) 2015
yerine demir diş vermesi için fareyi ya da kargayı çağırdıklarını yazmaktadır.
(Potebnya, 2007: 165). Karga ya da Bába Yaga’dan demir diş istenmesinin
nedeni, Bába Yaga’nın demirle ilişkilendirilmiş olmasıydı. Örneğin, ayağı
demirdendi. Rus mitolojisinde genellikle demir ya da bakırla ilişkilendirilen
kadın betimlemelerine de rastlanmaktadır. Örneğin,
N. S. Şarapova’nın “Slav Mitolojisi’nin Kısa Ansiklopedisi” adlı
yapıtında ‘Albasta, Lobasta, Lopasta’ gibi mitsel tiplemelere rastlanır. Yazar,
bu tiplemelerin orman ruhu ile ilgili olduğunu yazmaktadır. Şarapova aynı
zamanda, Rusya’nın bazı bölgelerinde Albasta’nın geniş göğüslü, uzun boylu,
çirkin, saçı yeri süpüren kırmızı pençeli bir yaratık olarak betimlendiğini de
belirtir. Bu yaratık, ölülerle, evlilik çağına gelmeden ölen kızların ruhlarıyla
da bağlantılıdır. Burnunun bakırdan ya da tahtadan olduğu düşünülürdü.
Yazar bu sözün etimolojisini, onun Slav kökenli sözcük olduğu varsayımıyla
incelemeye çalışmış ve onuı ‘turna’ sözcüğü ile özdeşleştirmiştir.(Şarapova,
2001: 622). Öncelikle belirtmeliyiz ki, yalnızca Slav mitolojisinde değil, Türk
mitolojisinde de ‘bakır burunlu kadın’ tiplemelerine rastlanmaktadır. Örneğin,
Altay’ların Maaday-Kara Destanı’ndaki Erlik Bey’in kızı, Kara-Kula’nın
karısı Abram- Moos Kara-Taacı yeraltı güçlerinin yer yüzündeki temsilcisidir.
Erlik’in kızı bakır kazana benzeyen bakır küpeli, bakır çaydanlığa benzer bakır
burunlu, kömür gibi kara gözlü, şapkasında baykuş tüyü olan, davulu tozağacı
kabuğundan, canlı yılanı kamçı olarak kullanan, at yerine kara boğaya binen
biri olarak betimlenir. Albastı’nın Türk mitolojisinde yaygın olarak kullanılan
bir tiplemenin adı olduğu açıktır. Biz Albastı tiplemesinin işlevlerini Bába
Yaga ya da Türklerdeki Cadı Karı tiplemesinde görürüz. Bába Yaga hile
yaparak genç kızları, gelinleri ve çocukları kandırır. Naki Tezel’in deyişi
ile “Kendilerine torbalarla verilecek altınlar karşılığında yapamayacakları
kötülük yoktur. Gelin arabasına binerek önceden hazırladıkları zehirli böreği
geline vermekle ve onu zehirleyerek arabadan attıktan sonra gelinliği kendi
kızlarına giydirip, bu kızı damada gelin diye yutturmakta duraksamazlar.
Padişahın kızına aşık olup yırtık pırtık giysilerle çok uzak ülkelerden gelen
fakat kim olduğunu saklayan bir şehzadeye kız kaçırmak için, torba dolusu altın
karşılığında saraya girerek, sultandan kızını istemekte bir sakınca görmezler.
Bu işte başarı elde etmek için her yola baş vurarak kızı kaçırmanın kolayını
da bulurlar. Tatlı dil dökmek, güler yüz göstermek kolaylıkla becerdikleri
işlerdendir” (Tezel, 2008: 19)
Türk masallarındaki Cadı Karı, genç gelinleri yoldan çıkarmaya
çalışır. Rus mitolojisinde ise Bába Yaga’nın genç kızları kandırarak evine
götürmesi ya da çocukları fırında pişirip yemek istemesi motifi yaygın
246
UKHAD 1 (3) 2015
olarak kullanılmaktadır. Cadı Karı’nın çocuklara karşı acımasızlığına az da
olsa Türk masallarında da yer verilmiştir. Örneğin “Dudu Kuşu’ masalında
Cadı Karı, bir yahudinin isteği üzerine, kocası sefere giden, iki oğlu ile
yaşayan gelini yoldan çıkarmaya çalışır. Burada yahudinin gelinden öz
oğullarını öldürmesini istediğine tanık oluruz. Bilindiği gibi yahudi de
aslında Cadı Karın’ın farklı simalarından biridir. Bu anlamda, dolaylı da olsa
çocukların Cadı Karı tarafından öldürülmesi motifi Azerbaycan masallarında
da yer almaktadır. Bu tarz kadın tiplemelerine dünya mitolojisinde çok yer
verilmiştir. Örneğin Sami mitolojisindeki Lamiya, Almanlar’daki Berhta,
Türk mitolojisindeki Albastı ya da Slavlardaki Lopasta tiplemeleri, kadın ve
çocuk düşmanı olarak betimlenir. Almanlar’daki Berhta doğayla, verimlilikle,
elflerle ve ölmüş çocukların ruhları ile bağlantılıydı. Rivayete göre, eski
devirlerde bol ürün veren bir tarlada elflerin tanrısı Berhda yaşarmış. Elfler,
onun buyruğuyla toprak sürerlermiş.. Kendisi de bu işlerde bizzat yer
alırmış.. Fakat bir gün insanlar onu ağır sözlerle aşağılamışlar.. O da aynı
gün orayı terk etmeye karar vermiş. Bir süre sonra mevlüd gecesi çevresinde
çoğu ağlayan çocuklarla Zal sahillerinde hüküm süren, dev bir kadın çıkmış
ortaya.. Bir kayıkçıya kendisini karşı kıyıya geçirmesini emretmiş.. Önce dev
kadın binmiş kayığa., Ardı sıra çocuklar, kara saban ve diğer eşyalar kayığa
yerleştirilmiş. Hepsi bu güzel toprakları terk etmek zorunda kaldıkları için çok
ağlamışlar. Kadın, kayıkçıya çocuklarla ilgilenmesini buyurmuş. Kendisi ise
o sırada sabanı tamir etmekteymiş. Yolculuk sonunda kayıkçıya para yerine
talaş vermiş. Talaş ise altına dönüşmüş. Türk inançlarında da buna benzer
olaylara rastlarız. Kadınlar ve çocuklar Albastı’da görünürler. Eskiden böyle
bir inanç varmış. Kadının, çocuk doğarken ölmesi, onu Al Ana’nın (Hal AnaKötülük Tanrıçası) götürdüğü anlamına gelirmiş. Ya da çocuğu Albastı’dan
korumak için üzerine hal tüyü takarlarmış. Bunun nedeninin Hal Ana’yı yani
Albastı’yı aldatmak olması olasıdır. Türk mit inançlarında da Albastı yalnız
çocuklar ve kadınlara ilişkin bir tipleme öğesi değildi. O ayni zamanda bolluk
ve bereketle de ilgiliydi. İmperiat Xalipova “Kumıkların Mitolojik Nesri”
monografisinde, Albastı karakterinin irdelerken, insanların ve aynı zamanda
hayvanların doğumuna ilişkin olduğu varsayılan Albastı’nın olumsuz yöne
doğru yönlendirilmesinin analık döneminden babalık dönemine geçişle ilgili
olduğunu belirtir. Mireli Seyidov da “Gam, Şaman ve Onun Kökenine Genel
Bakış” adlı monografsinde şöyle yazar: ‘Al sözcüğünün yüce, kırmızı, ateş
anlamları ve Sarı Kız olarak betimlenmesi, onun önceden güneşin bir kanıtı
olduğu düşüncesini akla getirir. Al kadının keçi olarak betimlenmesi ise onu
verimlilikle, güneşle, yazla ilişkilendirir.’ (Seyidov, 1994: 71).
247
UKHAD 1 (3) 2015
Yapılan araştırmalardan yola çıkarsak, dünyanın yaratılışı ile ilgili olan,
zamanla Cadı Karı ve Bába Yaga tiplemesi gibi olağanüstü masallara yansıyan
Küp Karısı, yani kadın ve çocuklarla ilgili olan bu tipleme, başlangıçta kötülük
simgeleri değildi.
Bába Yaga tiplemesi böyle incelendiğinde her ikisinin de (Bába YagaCadı Karı) kökenlerinin aynı olduğu görülmekteditr.
Türk ve Rus olağanüstü (sihirli) masallarının karşılaştırılmasında
ağırlık merkezi genellikle motiflerin üzerine düşmekte ve Türk, Rus
olağanüstü masallarındaki motif eşdeşliği dikkati çekmektedir. Biz bu motif
benzerliğinin yalnız tipolojik özellik olarak göstermek istemiyoruz, cünkü
aynı coğrafiyada ortak kültür değerlerinin olması, aile akrabalığı, göçler de bu
süreci tetiklemiş motiflerin ortaklaşmasında önemli rol oynamışdır.
KAYNAKLAR
Azerbaycan Folkloru Külliyatı. Derleyenler: H. İsmayılov, O. Aliyev.
Beş Ciltte Masallar, 1. cilt Bakı, Seda, 2006, 400s.
Bekki S. Maaday Kara Destanı. Manas yayıncılık, 2007, 560 s.
Tezel N. Türk Masalları. Bilge Kültür Sanat, Ağustos, 2008, 1619,122-129 s.
Seyidov. M. Gam-Şaman ve Onun Kaynaklarına Genel Bakış. Bakı, Gençlik,
1994, 232 s.
Лаошкин К.Д. Баба Яга и одноногие боги (К вопросу о
происхождении образа), с.181-187 / Фольклор и этнография, Л. Наука,
1970. Laoşkin K.D. Baba Yaga ve Tek Ayaklı Tanrılar (Karakterin Kökeni
Üzerine) s.181–187 / Folklor ve Etnografya, L. Nauka,1970.
Мифы Народов Мира, энциклопедия ,1980/ V.V. İvanov, V.N.
Toporov, Dünya Halklarının Mifleri Ansiklopedisi, 1980: 1.Cilt :109
Народные Русские сказки. М., Художественная литература, 1976,
576 с. –Rus Halk Masalları. M. Kurgusal Edebiyat 1976,576 s.
Потебня А. Символ и миф в народной культуре. М, Лабиринт, 2007, 408
с. – Potebnya A. Halk Kültüründe Sembol ve Mit. M, Labirint, 2007, 408 s.
Успенский Б.А. Филологические разыскания в области славянских
древностей. М., Изд. Москoвского университета, 1982, 247 с.- Uspenskiy
B.A. Eski Slav Eserlerinde Filolojik Bulgular, 1982, 247s. Moskova
Üniversitesi Yayınları
Халдипаева И. Мифологическая проза кумыков. Исследование
и тексты, Махачкала, 1994, 212 с. Haldipaeva İ. Kumıklar’ın Mitolojik
248
UKHAD 1 (3) 2015
Eserleri. Araştırma ve metinler, Mahaçkala
Шапарова Н.С. Краткая энциклопедия славянской мифологии. М.
Астрел, Русские словари, 2001, 622 с.-Şaparova N.S. Slav Mitolojisinin
Kısa Ansiklopedisi. M.Astrel, Rusça sözlükler, 2001, 622 Günay Umay
(1983) ‘Türk Masallarında Geleneksel ve Efsanevi Yaratıklar’, H.Ü. Edebiyat
Fakültesi Dergisi, C I, S.1, 1983, s.21-47
P.N.Boratav 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, Gerçek Yayınevi,
İstanbul, 1997
P.N. Boratov Zaman Zaman İçinde, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1958
S. Sakaoğlu , Masal Araştırmaları, Akçağ Yayınları, Ankara, 1999
C.E.Güney, Masallar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992
Tahir Alangu’nun ’’Türkiye Folkloru Elkitabı’’
A.B. Alptekin ’’Hayvan Masalları’’
249
UKHAD 1 (3) 2015
DİVAN-Ü LÜGATİ’T-TÜRK’TEN GİRESUN SOSYAL
ANTROPOLOJİSİNE UZANAN SÖZ VARLIĞI
Vocabulary Ranging From Divan-ı Lügati’t Türk To Giresun Social
Anthropology
Sezai BALCI**
Mevlüt KAYA****
ÖZET
Bu çalışmada, Türk dilinin “Orta Türkçe” döneminde; Kaşgarlı Mahmut
tarafından 1072-1074 yılları arasında yazılmış olan Divan-ü Lügati’t-Türk’te geçen ve
Giresun yöresinde halen kullanılmakta olan sözcüklerin tespiti ve anlam bakımından
karşılaştırılması yapılmıştır. Türkçenin bilinen en eski sözlüğü sayılan ve batı Asya
Türkçesiyle yazılan Divan-ü Lügati’t-Türk, söz konusu tarihlerde Bağdat’ta, TürkçeArapça olarak yazılmıştır. Sözlüğün hazırlanışındaki amacın Türkçenin zengin bir
dil olduğunu Arap coğrafyasına kanıtlamak ve bununla birlikte Türk boylarının
sosyo-kültürel yaşantısı hakkında Türkler dışındaki ulusları bilgilendirmektir. Bu
dayanaklara binaen, Türkçenin en eski söz varlığından bugüne, birçok Türk boyunun
yaşamakta olduğu Giresun yöresinde kullanılan ve Kaşgarlı Mahmut’un divanında
yer alan söz varlığı üzerine bir tespit denemesi amacındaki bu çalışma doğmuştur.
Anahtar Kelimeler: Kaşgarlı, Divan-ü Lügati’t-Türk, Giresun, Kırsal,
Oğuzlar, Antropoloji.
ABSTRACT
This study provides a semantic determination and comparison of lexis which
were mentioned in Divan-ü Lügati’t Türk written in the Period of Middle Turkic
Language by Mahmud al- Kashgari between the years of 1072 and 1074 and are still
in use in Giresun. This dictionary, the known oldest dictionary of Turkish, was written
with Turkish and Arabic script in Baghdad in aforementioned dates. The purpose of
the dictionary is to inform Arap geography about richness of Turkish language and
external factors on socio-culture of Turkish tribes. Therefore, this study has the aim
of determining lexis found in dictionary of Mahmud al- Kashgari and used in Giresun
where numerous Turkish tribes, live sedentarily from the earliest Turkish vocabulary
to today.
Key Words: Mahmud al- Kashgari, Divan-ü Lügati’t Türk, Giresun, Rural,
Oghuzs, Antropology.
* Dr., Giresun Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Giresun / TÜRKİYE
** Okt., Giresun Üniversitesi Eynesil K.N. Meslek Yüksekokulu, Giresun / TÜRKİYE
250
UKHAD 1 (3) 2015
GİRİŞ
Arap dil bilimi üzerine iyi derecede eğitim almış olan Kaşgarlı Mahmut,
eserini oluştururken birçok Türk boyu üzerine geziler yapmış, notlar almış
ve kullandıkları sözcüklerin sosyal yaşantıdaki yerini ve kullanım şekillerini
lehçe farklılıklarıyla ortaya koymaya çalışmıştır.
Bir dile ait sözcüklerin, o dilin kullanıcılarının öz kültürlerinde bıraktığı
izlerin tarihsel süreçte genellikle aynı kaldığının kanıtı niteliğindeki Divan-ü
Lügati’t-Türk, aynı zamanda dillerin tarihsel süreçte tüm değişimlere rağmen
canlı kaldığının da habercisidir.
Divan-ü Lügati’t-Türk adlı eser, kabaca Araplara Türkçenin zenginliğini
göstermek ve Türk dilini yaymak amacının dışında; amacını aşan bir çalışmadır
ki; bugün Türk kültürünü ve sosyal tarihini aydınlatan önemli bir tarihi kaynak
niteliğine erişmiş durumdadır. Özellikle, Kaşgarlı’nın çalışmasında Oğuz
boylarının sıralaması, sayısı, adları, karakteristik özellikleri ve kullandıkları
damgalar, bugün Türk tarihinin en kolay ve genel erişim noktalarından biri
olarak kabul edilmektedir.
Çalışmamız kapsamında, Oğuz boylarının yaşamakta olduğu Giresun
yöresinde bilhassa kırsal bölgelerde Kaşgarlı’nın eserinde geçen yüzlerce
sözcüğün bugün kullanılıyor olması bir dilin, bir soyun kökeninde ne denli
köklü bir yere sahip olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu durumun Türklerin
yaşadığı coğrafyalarda incelenilmesi ve bilimsel analizinin yapılmasıyla,
tarihsel süreçte eski Türk kültürünün İslam’la kaynaşma noktasına açıklık
getirebilecek en önemli eserlerden birinin Divan-ü Lügati’t-Türk olduğu
görülecektir.
Öz kültürel varlığına yabancılaşma yolunda hızla ilerlemekte olan
bir sosyal hayat tarzının, öz değerlerinin akademik araştırmalara ihtiyaç
duyularak öğrenilebildiği yirmibirinci yüzyılda bu tür bir çalışmaya ihtiyaç
olduğu düşünülmüştür. Çalışmanın Giresun yöresiyle sınırlı tutulmasında,
Kaşgarlı Mahmut’un eserinde geçen tarihsel, sosyal ve kültürel ögelerin
çokluğunun yanında, bunların biçim ve anlamca incelenmesinin bir tek
çalışmada toparlanamayacağı gerçeği en önemli etkenlerden biri olmuştur.
Araştırma kapsamında; Giresun kırsalının köylerinin kültürel yönden
incelenip, söz varlığına dair derlemeler elde edilmesi sonucunda yapılan bu
çalışma, Türkçenin geçmiş çağlarla yoğrulmuş kültür örüntüleri içerisine
ne denli kalıcı bir biçimde nüfuz ettiğine dikkat çekmektedir(1). Mehmet
Kaplan’ın “Türkçenin en eski kelimeleri uzak köylerde yaşamaktadır. Türk
Kültürü’nü tanımak için onları da kullanıldıkları cümleyle beraber derlemeye
251
UKHAD 1 (3) 2015
ihtiyaç vardır”(Kaplan, 2004: 42) sözü, bu çalışmanın amaç ve önerilerini en
kapsamlı biçimde izah etmektedir.
Türk kültürünün yöreye erişmesini sağlayan Türk akınlarıyla Giresun
kırsalına yerleşen; yer adlarından şahıs ve hayvan adlarına, meyve adlarından
ağaç adlarına ve bunun dışında soyut veya somut daha birçok unsurları ifade
eden söz varlığının Divan-ü Lügati’t-Türk’ten yöredeki bugünkü kültürel
uzantılarına dikkat çekmek adına, bu çalışma hazırlanmıştır. Böylelikle
Giresun yöresindeki yaygın yerleşimin söz varlığından yola çıkılarak, yörede
yaşamakta olan halkın sosyo-kültürel bağlamdaki derin kökleri ve bu köklerin
mensubiyeti sosyal antropoloji çerçevesinde sunulmuş olunacaktır. Bununla
birlikte, bu çalışmada Kaşgarlı divanında geçen ve yörede kullanılan sözcükler
konusunda bazı eksikliklerin ve gözden kaçan ayrıntıların olabiliceğini de ilave
etmek gerekir. Çalışma, 2005 yılında hazırlanmış olan ve çeviri, uyarlama
ve düzenlemesini Seçkin Erdi ile Serap Tuğba Yurteser’in yaptığı “Kaşgarlı
Mahmut, Divan-ü Lügati’t-Türk”(2) adlı eserin yanı sıra saha araştırmalarıyla
bazı güncel kaynaklar üzerinde temellendirilmiştir.
1. A Harfi İle Başlayanlar
Abaçı: Umacı. Çocukları korkutmak için abaçı keldi: Umacı geldi
denir(Kaşgarlı, 2005: 129).
Giresun: Öcü. Çocukları korkutmak için “öcü geliyor” denir.
Açuqluk/Açukluq kişi: Yüzdeki samimiyet/Cömert, iyi huylu
kişi(Kaşgarlı, 2005: 131).
Giresun: Samimi ve suskun olmayan, sözünün eri ve mert kişi. Bu tür
kişiler için “çok açık biri” diye övgüler yapılır.
Adaqlandı: Nesne ayak sahibi oldu(Kaşgarlı, 2005: 131).
Giresun: Ayaklandı. Ellendi-ayaklandı. Kaybolduğuna inanmak
istenilmeyen bir eşya için söylenir. “Bıçağım elli ayaklı kayboldu”.
Ag: Bacak arasındaki boşluk(Kaşgarlı, 2005: 134).
Giresun: Ağ. Âğ. “Donunun âğsı yırtılmış”.
Agırşuk: İp sarmalı. Ağırşak(Kaşgarlı, 2005: 135).
Giresun: Ağarşak. Aârşak. Ağaçtan yapılan ip sarmalı. “Aârşağım
kırıldı”.
Aglaq: Issız yer(Kaşgarlı, 2005: 135).
Giresun: Avlâng. Avlaâ. Issız, boş arazi. “Ne bağırıyorsun, burası
avlaâ mı?”
Agnadı: At (Tozun ya da başka bir şeyin içinde)yuvarlandı(Kaşgarlı,
2005: 136).
252
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Ağnama. Aânama. Eşek ve atın sırt üstü yatarak yaptığı
hareketler. “Eşşek gibi ağnama/aânama”.
Agruqlandı: O, bu işi külfetli buldu. Bir yükün çok külfetli olduğunu
anlatmak için de bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 137).
Giresun: Ağrılandı. Karnı ağrıdı. Bir işi yapmak istemedi. “Ufacık işe
karnı ağrıdı”.
Aguj(aguz): Doğurduktan sonra inek ya da koyundan gelen ilk
süt(Kaşgarlı, 2005: 137).
Giresun: Ağız. Avuz. Evcil hayvanlarda doğumdan sonra gelen ilk süt.
“Avuzu sağdım”.
Aguladı: O, onun yemeğini zehirledi(Kaşgarlı, 2005: 137).
Giresun: Avlandı. Avulandı. “Koyunlar avu yiyip avulandılar”.
Al çüvit: Parlak ve kırmızımsı turuncu renk(Kaşgarlı, 2005: 138).
Giresun: Kırmızı çivit boyası. “Örtüyü çivit boyasına koydum”.
Ala yıgaç: Sınıra yakın bir yer adı(Kaşgarlı, 2005: 138).
Giresun: Yılgınlık(yığınlık).Yığıntı. Dağ. Giresun’un Espiye ilçesine
bağlı Çepni köyünde bulunan dağ adı: Ala-ma-ğaç(Alamığaç)(KK-4). Dilde
ve kültürde köklü Oğuz geleneklerini yaşatan bu köydeki söz konusu dağın
adı “ala yıgaç”tan dönüşmüştür.
Alang/Alang yazı: Düz ova. “Bu açık kapı” anlamında kullanılan angıl
sözcüğünün göçüşmeye maruz kalmış biçimidir(Kaşgarlı, 2005: 138).
Giresun: Açık yer. Kel kafa. Kel için “alan^g başlı” denir. Bitkisiz,
çorak kalmış yere de “alan^g yer” denir.
Alardı: Talga alardı: Koruk(başka bir meyve de olabilir) kızardı; kişi
yeni alardı: Adamın bedeni alalaştı. Alarmaq(Kaşgarlı, 2005: 138).
Giresun: Alardı. “Göğün yüzü alardı(kızıllandı)”(KK-5).
Alarttı: Ol angar közin alarttı: O, ona göz ucuyla baktı(Kaşgarlı, 2005: 138).
Giresun: Alarttı. “Çocuk her şeyi isteyince annesi ona gözlerini alarttı”.
Alma: Elma(Kaşgarlı, 2005: 139).
Giresun: Alma. Elma. “Bir eğşi alma soy da yiyelim”.
Anaç: “Halkın annesi”ymiş (ümmü’l qavm”) gibi bilgece davranan
küçük kız çocuğu. Bu ad bir sevgi gösterisi olarak verilir(Kaşgarlı, 2005: 142).
Giresun: Anaç. Anne gibi davranan kız. “Büyümüş de küçülmüş, anaç
kız”. Bu sözcük, yörede evcil hayvanları dişi yavrusuna sevgi gösterisi içinde
kulanılır.
Angıladı: Eşyek angıladı: Eşek anırdı(Kaşgarlı, 2005: 145).
Giresun: Angıradı. Ağlayan çocuklara “eşek gibi angırama” denir.
Aqur: Ahır(Kaşgarlı, 2005: 147).
253
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Ahır. Ahur. Afur. Tam. “Keçiler ahıra doluştu”.
Arqa: Sırt, arka(Kaşgarlı, 2005: 150).
Giresun: Arka. Sırt. “Bir arka yükü odun getirdim”.
Arqış: Kervan(Kaşgarlı, 2005: 151).
Giresun: Argış. “Yol uzun, argış atalım”.
Arquçı: İki kişi arasında aracı olan(Kaşgarlı, 2005: 151).
Giresun: Aracı. “Kızla oğlanın aracısı kimmiş?”
Artuq. Artık, fazla(Kaşgarlı, 2005: 153).
Giresun: Artuk. Artık. “Ben senin artukçun muyum(artıkçı: başkasının
artan şeylerini kullanan)?”
Arturdı: Ön yarmaq üze bir arturdı: On paraya bir para daha
ekledi(Kaşgarlı, 2005: 153).
Giresun: Arturdu. Artırdı. “Dün hiç bir şeyi yoktu, şimdi arturdu”.
Aruq: Sıska, zayıf, cılız.(Oguz ve Qıfçaq(3) lehçeleri)(Kaşgarlı, 2005:
153).
Giresun: Aruk. “Aç aruk çalıştı günlerce”.
Aş: Yemek, aş(Kaşgarlı, 2005: 155).
Giresun: 1.Aş. Yemek. 2. Darı veya buğday unundan yapılan bir tür
yöresel yemek. “Aş yap da yiyelim”.
Aşladı: Ol ayaq aşladı: O, kabı (başka bir şeyi de olabilir) onardı(Kaşgarlı,
2005: 155).
Giresun: 1. Ehlileştirilmiş meyve ağacı. “Bu dedemin aşıdır”.2. Bir
sıvıyı diğerine katma. “Çayımı aşla(çayıma su kat)”. 3. Yama yapma. Bir eşya
veya aleti tamir ederken kullanılan kaynaştırıcı madde. “İbriğin delik yerini
aşladım”.
Aşlıq: Aşevi, mutfak. Oğuzlar buğdaya aşlıq der(Kaşgarlı, 2005: 156).
Giresun: Aşana. Aşhane. Mutfak. “Aş, aşanada pişer”.
Aşu: Kızıl toprak; aşıboyası yapmak için kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 156).
Giresun: Aşu. Kızıl boya elde edilen toprak. “Bu toprakta aşu çamuru var”.
Aşuq: İnsanın ayak bileğinde bulunan kemiklerden biri(Kaşgarlı, 2005: 156).
Giresun: Ayak ve el bileğinde bulunan bir kemik. “Elinin aşuğuna
!…” diye kızılır.
At: İsim/Unvan: Bey ona unvan verdi(Kaşgarlı, 2005: 156).
Giresun: Ad. Unvan. “Oğlanın adını dedesi vermiş. Kütükteki adı başka”.
Ayadı: Ol tonın ayadı: o giysisini korudu. Xan angar ayaq ayadı: : Han
ona unvan verdi. Ayar, ayamaq(Kaşgarlı, 2005: 162).
Giresun: 1.Ayama. Ağacı, bitkiyi budayarak, yanını korumaya alıp
büyümesini sağlama. “Kestaneyi ayadım”. 2. Ayama; lakap takma, unvan
254
UKHAD 1 (3) 2015
verme. “Adı Osman, ayaması kopça”. (Her iki “ayama” da seçme, ayıklama
manasındadır).
Azdı: Ol yol azdı: O yolu şaşırdı(Kaşgarlı, 2005: 164)
Giresun: Azdı. Doğru yoldan çıkarak kendine veya başkasına
zulmeden kişi için kullanılır. “Kendini içkiye vererek iyice azdı, çocuğu
dövüyor”.
Azıttı: Ol angar yol azıttı: O, ona yolu şaşırttı(Kaşgarlı, 2005: 164).
Giresun: Azıtmak. “İyice azıttın!”.
2. B Harfi İle Başlayanlar
Baqır: Bakır(Kaşgarlı, 2005: 170).
Giresun: Bakır. “Bakıraç/bakraç” denilen mutfak eşyası muhtemelen
bakırdan üretildiği için bu adı almıştır. “Bakraca süt sağdı.”.
Baqırsuk: Bağırsak(Kaşgarlı, 2005: 167).
Giresun: Baârsuk. “Kızcağız zayıfıktan baârsuk gibi…”
Balçıq: Çamur(Kaşgarlı, 2005: 168).
Giresun: Palçuk. Giresun-Espiye ilçesi yaylası.
Baldır: Dağın zirvesi(Kaşgarlı, 2005: 168).
Giresun: Paldır. Dağ eteği. Yabani bitkilerin bolca olduğu yamaçlar.
“Paldırda orakla elimi kestim”(KK-7).
Baldır: İlkbaharın başında işlenen tarla(Kaşgarlı, 2005: 168).
Giresun: Baldır-an. Yaylalarda ve “cenik”lerde ilkyazda işlenen,
sebze ekilen küçük tarla. Yörede bazı oba ve yaylalara da adını vermiştir:
Baldıran yaylası.
Barça: Tümü, hepsi anlamında kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 171).
Giresun: Barça. Giresun merkez ilçeye bağlı olup, bu adla anılan iki
köy bulunmaktadır: “Barça”, “Barça Çakırlı”.
Barıg: Pis kokan herhangi bir şey(Kaşgarlı, 2005: 172).
Giresun: Barak. Bar. Bir şeyin bekletilmesinden ötürü ortaya çıkan
kötü kokulu bulamaç. “Kapla barak bağlamış!”.
Barq(ew barq): Barq sözcüğü hiçbir zaman yalnız başına kullanılmaz,
ancak ikilemeyle anlamlanır(Kaşgarlı, 2005: 172).
Giresun: Bark. Ev-bark. İkileme şeklinde kullanılır. Giresun’da “evbark olmak” evlenmek anlamında kullanılan bir deyimdir.
Basan: Ölünün cesedi gömüldükten sonra onun adına verilen
yemek(Kaşgarlı, 2005: 174).
Giresun: Tabuttaki ölü. Giresun’da tabutun önüne geçilmez, çocuklar
tabutun alt tarafında bulunmamalıdır, inanışı yaygındır. Aksi takdirde “basan”
255
UKHAD 1 (3) 2015
yani ölü bunları “basar” ve “basuk”(çarpık) olunur.
Basdı: Onu karabasan bastı(Kaşgarlı, 2005: 174).
Giresun: Karabasan. Uykuda kişiyi çiğneyen varlık. “Bu gece beni
karabasan bastı”.
Basıq: Gece baskının yapılacağı yer(Kaşgarlı, 2005: 174).
Giresun: Basuk. Gelişmemiş çocuk. “Küçükken tabutun önünde gitti,
basuk kaldı”.
Basınçaq: Baskı altındaki, eziyet edilen adam(Kaşgarlı, 2005: 174).
Giresun: 1. Basılacak, basılabilecek yer, basıncak. “Yemek artığı
basıncağa dökülmez”. 2. Ezilebilmeye müsait kişi. “Adam tam bir yer basuğu
olmuş”.
Başıl qoy: Başında beyaz leke olan koyun(Kaşgarlı, 2005: 176).
Giresun: Giresun’da başında ve yüzünde beyazlıklar olan koyuna
“başıl” koyun yerine “çil koyun” denmektedir. Bu farklılaşmanın etimolojisi
hakkında bir malumata erişilememiştir. “Çil koyunu sağdın mı?”
Batman: Batman (büyüklüğü bölgelere ve tartılacak şeylere göre
değişen eski bir ağırlık ölçüsü.)(Kaşgarlı, 2005: 177).
Giresun: Yüzyıllar boyunca çeşitli toplumlarda ağırlık ölçü birimi
olarak kullanılmış olan “batman”, bugün Giresun yöresinde sözlü kültürde
“bir şeyin gereğinden fazla ağırlık ve yoğunlukta olması” durumunu ifade
etmede kullanılır. “Çocuk, pantolonunda bir batman çamurla eve girdi”.
Baya oq: Tam şimdi(Kaşgarlı, 2005: 358).
Giresun: Bayak. Bu sözcük yörede “az önce” anlamında
kullanılmaktadır. “Koyundan bayak geldi.”.
Baynaq: Dışkı gübre(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 178).
Giresun: Vaynak. Hayvan dışkısı, hayvan gübresi, kemre, kerme.
Yarım asır öncesine dek yörede “hayvan dışkısı” anlamında kullanılan
“vaynak”, Oğuz lehçesindeki “baynak”tan gelmektedir. “Huyu yaramaz,
vaynak gibi adam”.
Beçkem: Savaş sırasında savaşçıların ayırt edilmesini sağlayan, ipekten
ya da dağ sığırı kuyruğundan yapılan bir tür simge. Oğuzlar buna berçem
der(Kaşgarlı, 2005: 179).
Giresun: Berçem. Perçem. Yörede aynı biçimde kullanılmaktadır.
“Delikanlı perçem vurmuş”.
Beçkemlendi: Er beçkemlendi: Adam savaş günü simgesini takarak
kendini belli etti(Kaşgarlı, 2005: 179).
Giresun: Perçem vurdu. Perçem taradı. “Delikanlı perçem
bırakmış(yapmış)”.
256
UKHAD 1 (3) 2015
Beçküm: Evin sofası(Kaşgarlı, 2005: 179).
Giresun: Peşgü. Yörede eski nesil evin sofasına “hayat” demekte
ancak sobaya “peşgü” demektedirler. Burada “beçküm” ile “peşgü” arasında
bir ilişki olup olmadığı hususu kesinlik kazanmamıştır. “Dedem peşgüyü
kurdu”.
Beg: Bey. Aynı zamanda evinde bir beye benzediği için kocaya da beg
denir(Kaşgarlı, 2005: 180).
Giresun: Bey. Anadolu genelinde olduğu gibi, Giresun’da da hanımlar
eşlerinin adını kullanmak yerine “bey” demeyi tercih ederler. “Beyim eve geldi”.
Bekmes: Pekmez(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 181).
Giresun: Pekmez. Bekmez. Elma, armut, üzüm gibi meyve ve yemişlerin
kaynatılmasıyla elde edilen meyve balı. “Yarın bekmez kaynatacaklar”.
Beküdi: Tügün beküdi: Düğüm sıkılaştı. Herhangi bir şeyin sıkılaşmasını,
sağlamlaştırılmasını anlatmak için de bu sözcük kullanır(Kaşgarlı, 2005: 181).
Giresun: Bekitmek, Bekeltti. Bekitti. Sıkıştırıp, sağlamlaştırdı. “İpi
gererek bekiştirdi”. “Topu kaleye bekitti(çok hızlı vurdu)”. “Kapının kilidini
bekeltti”.
Beküşdi: Beküşdi neng: Nesne sağlamlaştı(Kaşgarlı, 2005: 181).
Giresun: Bekeştürdü. Gerdirerek sağlam hale getirdi. “İneğin ipini
bekeştürdü”.
Beledi: Beşiğe yatırdı(Kaşgarlı, 2005: 181).
Giresun: Beledi. “Çocuğu beledin mi?(beşiğe sardın mı?)”.
Be-ledi: Koyun meledi(Kaşgarlı, 2005: 181).
Giresun: Meledi. “Koyun kuzusuna meledi”.
Belingledi: Er Belingledi: Adam korkuyla sıçrayıp uykusundan
uyandı(Kaşgarlı, 2005: 182).
Giresun: Ani korku, berinnemek, berinlemek. “Çocuk uyku sırasında
çığrışları duyunca berinnedi”.
Bergelendi: Tamar bergelendi: Adamın damarları (kanla) doldu(Kaşgarlı,
2005: 183).
Giresun: Belerdi. İrileşti. “Bu sözü duyunca gözleri belerdi”.
Bertindi: Elig bertindi: El zedelendi yaralandı(Kaşgarlı, 2005: 184).
Giresun: Bertildi. Burkuldu ve ezildi. “Attan inerken ayağım bertildi”.
Bertti: Ol enig elgin bertti: O, onun elini yaraladı(Kaşgarlı, 2005: 184).
Giresun: Bertti. “Çocuğun eliyle oynarken parmağını bertti”.
Bertü: Hırka(Kaşgarlı, 2005: 184).
Giresun: Hırka. Yörede genellikle “paltu” denilir. “Paltusunu verin!”.
Beşiklig: Beşiklig uragut: Bir beşiği olan kadın(Kaşgarlı, 2005: 184).
257
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Beşikli. Beşikli kadın. “İmeceye gidemez, beşikli o kadın!”.
Bezig: Ürperti(Kaşgarlı, 2005: 185).
Giresun: Bezük. Bezmiş. Bezimiş. Ermeden, olgunlaşmadan suyu
çekilerek buruşmaya başlayan meyve ve tahıl ürünleri için kullanılır. “Bu
darılar bezük/bezmiş”.
Bıçgıl: Eldeki, ayaktaki çatlaklar. Topraktaki çatlaklar da bu şekilde
adlandırılır(Kaşgarlı, 2005: 185).
Giresun: Bıçkıl. Pıçgıl. “Adam çok fakir; üstü başı pıçgıl”.
Bıldur: Bir önceki yıl(Kaşgarlı, 2005: 186).
Giresun: Geçen yıl. “Oğlan askerden bıldır geldi”.
Bırqıg: Atın ya da eşeğin homurtusu(Kaşgarlı, 2005: 186).
Giresun: Bıdırı. Çok konuşan kimseye takılan lakap. (EspiyeÇepniköy yöresi)(KK-8)
Bilegü: Bileğitaşı(Kaşgarlı, 2005: 188).
Giresun: Bilevü, bileğü. Bileği taşı. Kılavuz taşı da denir. “Baltayı
bileğüledi”.
Birle: İle anlamına gelen edat(Kaşgarlı, 2005: 190).
Giresun: Bile. “Bile” veya “bile gine” ifadesi yörede “birlikte” anlamı
verir: “Dayısıyla bile gine yaylaya gittiler”.
Bistek: Taranmış ve eğrilmeye hazır pamuk(Çiğil lehçesi)(Kaşgarlı,
2005: 190).
Giresun: Pisik. Pamuk gibi çiçekleri ve tüyleri olan bir tür bitki.
Sevimli çocuklara ve havyalara da yörede “pisik gibi” derler.
Boçı: Bir lavta çeşidi(Kaşgarlı, 2005: 191).
Giresun: Espiye ilçesinde bir yaylanın adı “Bocullu”dur. Bu sözcükle
ilişkili olup olmadığına dair ayrıca bir araştırma yapılmalıdır(KK-7).
Bogım: Parmak eklemi(Kaşgarlı, 2005: 192).
Giresun: Boğum. Bilekteki ve parmaklardaki yatay çizgilerin
aralarındaki dolgun kısımlar. “Bebeğin parmakları boğum boğum dolmuş”.
Borbaş: Borbaş iş: İçinden çıkılamayacak derecede karışlık
olay(Kaşgarlı, 2005: 195).
Giresun: Vaybaş. Karcaş. Terpeşük. Yörede buna “bardabaş” da
denmektedir. “Bardabaşlığın lüzumu yok”. “Çok vaybaş, terpeşük, karcaşuk
işlerle uğraşıyor hep”.
Borbaşdı: İş borbaşdı: Konu karıştı(Kaşgarlı, 2005: 195).
Giresun: Karcaşuk. “Arı gibi karcaştı burası, kavga büyüyor”.
Borsmuq: Porsuk(Kaşgarlı, 2005: 196).
Giresun: Porsuk. “Porsuk bahçeleri delmiş”.
258
UKHAD 1 (3) 2015
Boz: Açık toprak rengi(Kaşgarlı, 2005: 199).
Giresun: Boz. Açık toprak rengi. “Boz enük”: Boz köpek. “Boz
yüğrük”: Yörede bir tür yılan. “Boz armut”: Bir armut türü. Bununla ilgili
bir de atasözü vardır: “Ayının yüz türlü türküsü vardır; yüzü de boz armut
üstünedir”.
Börk: Başlık(Kaşgarlı, 2005: 202).
Giresun: Börk. Börg. Bölg. Kavuk. “Kafasına bölg bırakmıştı”.
Bu: Buğu. Buhar(Kaşgarlı, 2005: 203).
Giresun: Buğu. Buhar. Tütün. Duman. Sis. “Bacası buğlamıyor”.
“Hava bugün buğsuk(sisli)”.
Buçgaq: Köşe ya da benzeri bir şey(Kaşgarlı, 2005: 203).
Giresun: Bıcak yanı; mutfağın bir köşesi. “Çocuklar bıcak yana
geçmesin”.
Budtı: Er tumlugqa budtı: Adam donarak öldü(Kaşgarlı, 2005: 203).
Giresun: Buydu. Çok üşüdü. “Ayaklarım buydu”.
Buduttı: Ol kişini tumlugqa buduttı: O adamın donarak ölmesine neden
oldu(Kaşgarlı, 2005: 203).
Giresun: Buydurdu. Üşüttü. “Çocuğu oralarda buydurdu”.
Buqa: Boğa(Kaşgarlı, 2005: 207).
Giresun: Buva. Öküz yerine kullanılır.
Burış: Deride ya da kumaştaki kırışıklık(buruşma) (Kaşgarlı, 2005: 207).
Giresun: Buruş. Kırışık olan.
Burun: Dağ zirvesi(Kaşgarlı, 2005: 208).
Giresun: Burun. Dağın veya tepenin zor geçit veren yeri. “Burun”
Anadolu’da tek başına veya başka bir sözcükle yan yana olarak sık kullanılan
mevki adlarından biridir. Örneğin, Giresun-Espiye’de Çepni köyünde bir
mevki adıdır(Kaya, 2007: 6,7). Espiye- Keşap karayolu üzerinde mevki adı:
Uluburun/Çamburnu, vs. “Buruna çıkmışlar, zor yetişiriz”.
Buturgaq: Şekli fıstığa benzeyen bir diken. Giysilere ya da benzer
şeylere takılmasına neden olan kancaları vardır(Kaşgarlı, 2005: 211).
Giresun: Puturak. Dış kısmında dişçikler veya dikenler olan bazı
ormansal bitkiler. “Kestane puturağı”. Bunun dışında mecaz/yan anlamda da
kullanılır: “Öyle öfkelendim ki cinim puturağım başıma çıktı”. Bu deyim,
Giresun yöresine özgüdür.
Buxsum: Darıdan yapılan bir içki(darı birası) (Kaşgarlı, 2005: 211).
Giresun: Püsüm. Püssüm. Darı bitkisinin ucundaki saça benzeyen
salkımlar. “Darı püsümü”.
Bük: Fundalık(Kaşgarlı, 2005: 211).
259
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Dere yatağının kenarındaki geniş düzlüklerde güneşi az
gören, çisesi bol çalılıklar. “Bük” mevki adı olarak yörede çok sık kullanılır.
Yörede her derenin üzerinde bu adı taşıyan bir mevki adı bulunması ilginçtir.
Bürçek: At bürçeklendi: Atın perçemi uzadı. İnsanın perçemi uzadığında
da bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 213).
Giresun: Pürçek. Bitkilerde veya eşyalarda salınan uç kısımlar.
“Pancarlar pürçeklendi”.
Bürdi: O, torbanın ağzını büzdü(Kaşgarlı, 2005: 213).
Giresun: Bürdü. Burdu. Ağzını burdu. “Çuvalın ağzını iyice bur,
fındık dökülmesin”.
Bürlendi: Yıgaç bürlendi: Ağaçlar tomurcuklandı(Kaşgarlı, 2005: 213).
Giresun: Pür. Yaylalık bölgelerde iğneli çam ağaçlarına yörede verilen
ad. Giresun-Espiye “Kısapür” yaylası de adını bu ağaçlardan almıştır. Söz
konusu ağaçlarda oluşan ve dallarda salkım şeklinde asılan yeşil tüycüklere
de yörede “püs” denir.
Bürünçük: Kadın peçesi, yaşmak(Kaşgarlı, 2005: 214).
Giresun: Bürüncek. Hanımlarda baş ve ağız kısmını kaplayacak
şekilde takılan örtü. “Al bunu, bürüncek edersin, dedi”.
Bütti: Ot bütti: Ot büyüdü(Kaşgarlı, 2005: 214).
Giresun: Bitmek. Bitti. “Ot bitti”. “Tüy bitti”.
Bütürdi: Ot başıg bütürdi: İlaç yarayı iyileştirdi(Kaşgarlı, 2005: 215).
Giresun: Bitürdü. Bitirdi. “Çam macunu elimdeki yarayı
bitürdü(iyileştirdi)”.
3. Ç Harfi İle Başlayanlar
Çal qoy: Alacalı koyun(Kaşgarlı, 2005: 218).
Giresun: Çal koyun. Üzerinde siyah ve beyaz renk olan koyun. “Çal
koyunu sağdım”.
Çaldı: Kulağıma çaldı(Kaşgarlı, 2005: 218).
Giresun: Çaldı. “Kötü şeyler dedikleri kulağıma çaldı”.
Çalıng: Çalıng yer: Sanki yanmış gibi çorak ve siyah olan, ot bitmeyen
yer(Kaşgarlı, 2005: 218).
Giresun: Çalık. Çal. Çaluk. Verimi düşük, bitki örtüsü zayıf, yüksek
ormanlar için kullanılmaktadır. Yörede “çal” sözcüğü ile ilgili yüzlerce mevki
adı bulunmaktadır. (Giresun Merkez ilçeye bağlı Çaldağ, Espiye’ye bağlı
Çepni köyünde mevki adları: Çal, çalık hozanı buna örnektir.)(KK-8)
Çalpuşlandı: Elig çalpuşlandı: (Meyveyi yerken ya da soyarken)
meyvenin yapışkan özü ele ya da başka bir yere bulaştı(Kaşgarlı, 2005: 219).
260
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Çalpaştı. Çalpadı. Çalpaşturdu. Çerpeştürdü. “Ayranı
çalpaşturdu”.
Çalrattı: Herhangi bir şeyi takırdattı(Kaşgarlı, 2005: 219).
Giresun: Çaldırattı. Bir nesneyi tıkırdatarak ses çıkardı. “Fındığı
karıştırırken çaldırattı”.
Çang: Zil(Kaşgarlı, 2005: 220).
Giresun: Çan^g; çang. Hayvanlara takılan zil. “Çangları duyuluyor,
uzakta değil inekler”.
Çanga: Bir av kapanı çeşidi(Kaşgarlı, 2005: 220)
Giresun: Çangal. Uzun ağaç sırık, fasulye sırığı. Boyu uzun olana
“çangal gibi” denilir.
Çapgut: Çaput, şilte(Kaşgarlı, 2005: 221).
Giresun: Çaput. Parça bez. Yamalık. “Elini kesti, kanı kesmek için bir
parça çaput bağladı”.
Çapturdı: Er qulın suwda çapturdı: Adam kölesini suda yüzdürdü. Ol anıg
boynun çapturdı: O, Onun boynunun vurulmasını emretti. Ol ewin çapturdı: O
evinin yumuşak çamurla sıvanmasını emretti(Kaşgarlı, 2005: 222).
Giresun: Çok çalışmak. Sürünürcesine çalıştırılmak. “Akşama kadar
senin ardında çapıp durdum”.
Çaqır: Mavi(Kaşgarlı, 2005: 222).
Giresun: Çakır. Mavi anlamında kullanılan bu sözcük, yörede yoğun
bir biçimde kadın adı olarak kullanılmaktadır. Göz rengi mavi olanlar için
“çakır gözlü” ifadesi kullanılır.
Çarlattı: O bebeği ağlattı(Kaşgarlı, 2005: 223).
Giresun: Cerletti. Carlattı. Ağlattı. “Şuna takılıp da carlatma”.
Çarun: Çınar ağacı(Kaşgarlı, 2005: 224).
Giresun: Çağman. Çınar ağacı.
Çaxşaq: Dağın zirvesindeki taşlık yer(Kaşgarlı, 2005: 226).
Giresun: Kesinliği bilinmemekle birlikte; Yağlıdere-Alucra arasındaki
bölgenin adı olan “Çakrak” yukarıdaki tanıma uymakta olduğundan ad kökeni
Kaşgarlı divanında belirtilen bu sözcüğe dayanıyor olabilir.
Çaxşu: Şimşir çalısı. Gözle ilgili rahatsızlıkları tedavi etmek için
kullanılır. Özgün dile ait değildir(Kaşgarlı, 2005: 226).
Giresun: Yavşu. Yörede şeklen şimşire benzeyen bir tür yabani ot
bulunmaktadır. Ad kökeni bakımından “çaxşu” sözcüğü ile ilgili olabilir.
Çat: Kuyu: Kuyu(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 224).
Giresun: Çat. Çatak. İki derenin kesiştiği kuytu yer. Yörede “çat” ve
“çatak” sözcüklerinin yaygın olarak mevki ve yer adlarında kullanıldığını
261
UKHAD 1 (3) 2015
belirtmek gerekir. (Bkz: Görele ilçesi Çatak köyü). “Keçiler yayıla yayıla çata
kadar inmiş”.
Çawuş: Savaşta birliklerin düzen içinde durmasını sağlayan ve onların
gereksiz şiddet uygulamalarını önleyen yönetici(Kaşgarlı, 2005: 225).
Giresun: Çavuş. Saygın, adaletli ve iyi olan erkek anlamında kullanılır.
Yörede bu sözcük erkek adı olarak sıkça kullanılmaktadır. Anı zamanda lakap
olarak da sıkça kullanılır. “Çavuş, sen iyi bir uşaksın”.
Çekrek: Çekrek qapa: Tek kat yünden yapılan ince bir kaftan; köleler
tarafından giyilir(Kaşgarlı, 2005: 227).
Giresun: Çekmen. Çobanların kullandığı su ve soğuk geçirmeyen
kolsuz, büyük giysi.
Çeniştürük: Yazın başında olgunlaşan, beyaz-kırmızı renkte, fındığa
benzeyen ve yenilebilen bir meyve(Kaşgarlı, 2005: 227).
Giresun: Çemiş. Kırmızı veya beyaz dutun harmanlanmasıyla elde
edilen kurun gıda.
Çepiş: Altı aylık keçi yavrusu(Kaşgarlı, 2005: 227).
Giresun: Çebiç. Yörede keçi yavrusuna verilen ad. “Çebiç
anasından(sütten) ayrıldı mı?”.
Çepişlendi: Oglaq çepişlendi: Oğlak altı aylık oldu(Kaşgarlı, 2005: 227).
Giresun: Çebiçledi. “Keçimiz çebiçledi(doğurdu)”.
Çepni: Oğuz boylarından yirmi birincisi(Kaşgarlı, 2005: 354).
Giresun: Espiye ilçesine bağlı Çepni köyü başta olmak üzere tarihsel
süreçte Anadolu’da sayıca 40’ı aşkın Çepni köyü bulunmaktadır. Bunların bir
kısmı belde, mahalle veya ilçe olmuştur. Çepni adını taşıyan yerler, Osmanlı
kayıtlarına göre Oğuz boylarından Çepnilerin yerleştikleri ve yaşamakta
oldukları iskan birimleridir. “Çepni” adı, bazı yörelerde “çepne, çetmi, çepne”
gibi değişik yazılışlarla karşımıza çıkmaktadır.
Çer: Bedenin hastalık derecesinde ağırlaşmasını anlatan sözcük. Er
çerlendi: Adamın vücudu ağırlaştı(Kaşgarlı, 2005: 227).
Giresun: Cerledi. Yörede insandan ziyade hastalanarak ölümcül olan
hayvanların içinde bulunduğu durumu anlatmak için kullanılır. “Koyunlar,
zehirlenmiş, bir bir cerlediler”.
Çerletti: Ot anıg közin çerletti: İlaç onun gözünün iltihaplanmasına
sebep oldu(Kaşgarlı, 2005: 228).
Giresun: Cerletti. Hasta edip öldürdü. “Zehirli ot ineği cerletti”.
Çertti: O nesneyi serbest bıraktı(Kaşgarlı, 2005: 229).
Giresun: Çerpti. Serbestçe yuvarlandı. “Sıcaktan ve rüzgârdan
fındıklar çerpti”.
262
UKHAD 1 (3) 2015
Çetük: Dişi kedi(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 229).
Giresun: Çetük. Yabani huylu kedi. Dişi ve azman kedi. “Çocuğu tek
başına ormana yollama, enük çetük dalar”. Yörede “çetük” genellikle “enükçetük” ikilemesi şeklinde kullanılmaktadır.
Çewrüldi: Çevrilen herhangi bir şey için kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 229).
Giresun: Çevrüldü. Kenarları koruma altına alındı. “Çevürke” yörede
küçük sebze tarlasıdır; kenarları hayvanlara karşı koruma altına alınmıştır.
“Çevürkenin kenarı yıkılmış”.
Çıgruq: Çıgruq yer: üzerinde çok fazla yüründüğü, çiğnendiği için
sertleşen zemin(Kaşgarlı, 2005: 231).
Giresun: Çığnak yer. Sıkça ayak basılan toprak. Çok çiğnenmekte
olan yer. “Ekmek çecini(kırıntısını) çığnak yere dökme!”.
Çıla: Ahırda bulunan taze at gübresi(Kaşgarlı, 2005: 231).
Giresun: Cıla. “Küfürbaz” adamlar için kullanılan lakap.
Çılandı: Nemlendi(Kaşgarlı, 2005: 231).
Giresun: Çilerdi. “Kaplar rutubetten çilerdi”.
Çın^grattı: Tıkırdattı(Kaşgarlı, 2005: 233).
Giresun: Çıngırattı. Yörede eskiden beri kullanılan bir çocuk oyuncağı
vardır: “Çıngırik”. Bu adı “çıngıramasından” yani çıkardığı sesten almıştır.
Bu oyuncak, ağaç çubuklardan örülerek içine ses çıkarmasını sağlayan birkaç
nesnenin atılmasıyla elde edilir.
Çıqan: Teyze oğlu(Kaşgarlı, 2005: 233).
Giresun: Yeğen. “Yeğeni ile göle gitti”.
Çıqışdı: O ikisi evden çıkarken birbirleriyle yarıştı. Bu konuda
yardımlaşmayı anlatmak içinde bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 234).
Giresun: Yıkıştı. Yarıştı; güreşti. “Çocuklar çayırda yıkışıyor”.
Çıwı: Bir cin topluluğu. Türkler bir savaş dur umu söz konusu
olduğunda, savaşın iki tarafının ülkelerinde yaşayan cinlerin, elbette bu
tarafların hakanlarının lehine, insanların savaşından önce kavgaya tutuştuğunu
iddia eder. Bu iki cin topluluğundan hangisi kazanırsa, savaştaki zafer de
o cinlerin ait olduğu ülkenin hakanının olacaktır ve hangi cin topluluğu
bozguna uğrarsa, o cinlerin yaşadığı ülkenin hakanı mağlubiyeti tadacaktır.
Türk askerleri savaştan önceki gece cinlerin attıkları oklardan kendilerini
korumaya çalışır ve çadırlarının içine saklanır. Bu, Türkler arasında yaygın
olan bir inançtır(Kaşgarlı, 2005: 235).
Giresun: Çıvızlanmak. Cıvızlanmak. Yörede, cin iliştiği düşünülen ve
buna bağlı olarak huysuzlandığı düşünülen bebekler için kullanılır: “Bu çocuk
durduk yere niye çıvızlanıyor, cin mi ilişti acaba?”.
263
UKHAD 1 (3) 2015
Çiqit: Pamuk tohumu(Argu Lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 236).
Giresun: Çivit. Herhangi bir meyvenin çekirdeği. “Eriğin çividini
tarlaya ekti”.
Çiş Çiş: Bebeği işetmek için kadınların tekrarladığı sözcük; aynı
zamanda at koşturulduktan sonra binici atı rahatlatmak için bu ifadeyi
kullanır(Kaşgarlı, 2005: 238).
Giresun: 1. Çiş çiş: Yörede kadınlar bebekleri çiş ettirmek için söyler.
2. Çik çik: Keçiyi çağırmak yahut yürütmek için kullanılan ifade(Kaşgarlı,
2005: 237).
Giresun: Çı’ Çı’. Ya da kıçı kıçı şeklinde koyunlara çağrılır.
Çit: Kamıştan veya dikenden yapılan duvarımsı; çit(Kaşgarlı, 2005: 238).
Giresun: Çit. Başta fındık dalı olmak üzere bazı ehil veya yabani
ağaçların ince dallarından örülerek yapılan seyyar perde, duvar. Yatay veya
dikey olarak birçok yerde, günlük işlerde kullanılır. “Dedem çit ördü”.
Çoqdı: Quş çıkdı: Kuş aniden yere doğru süzülerek saldırdı(Kaşgarlı,
2005: 240).
Giresun: Çoktu. Koyunların sıcaktan bunalarak serin yerlere gidip,
sürü halinde yatmasına “çoktu” denilmektedir.
Çoqradı: Pınardan su fışkırdı/Tencere kaynadı, gibi anlamları içeren
cümlelerde kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 240).
Giresun: Cokuradı. “Topraktan su çıktı” anlamında kullanılır.
Çomaq: Çomak; ince dal(Kaşgarlı, 2005: 239).
Giresun: Çomak. Çubuk. Yörede “çelik çomak oyunu” oynanır;
çubuklar fırlatılarak havada çomaklarla vurulmaya çalışılır.
Çor: Oğuzlar yoğun, iç içe geçmiş dallara veya yapraklara sahip
bitkilere çor ot der. Sözcüğün kök anlamı budur(Kaşgarlı, 2005: 241).
Giresun: Çor. Kötü hastalık. Dert. Yöresel beddua: “Ağzında çır
çıksın!”. Yemek yiyen birine kızıldığında; “çor yer!” şeklindeki beddua söylenir.
Çöh çöh: Atları yönlendirmek ya da gem vurmak için kullanılan bir
ilgeç(Kaşgarlı, 2005: 239).
Giresun: Cöh cöh. Atın yavaşlaması, su içmesi veya istenilen bir şeyi
yapması için yapılan uyarıda kullanılan sözcük. “Cööh cööh!”.
Çök Çök: Deveyi dizinin üstüne çöktürmek için kullanılan bir
ifade(Kaşgarlı, 2005: 242).
Giresun: Çök çök. Tavuğu durdurup, yere çökerterek yakalamak için
kullanılan sözcük. “Çöök, çöök…”.
Çöküt: Çöküt kişi: Kısa boylu adam(Kaşgarlı, 2005: 242).
Giresun: Çöşüt. Döşüt. Düşüt. Kısa boylu adam. Kısa boylu ve yaşlı
264
UKHAD 1 (3) 2015
kimselere “döşüt” lakabı takılır.
Çömdi: Ördek suda oldukça derine daldı(Kaşgarlı, 2005: 242).
Giresun: Çömdü. Çömeldi. Aşağı eğildi. “Çocuk ağacın dibine
çömdü”.
Çöpre: Eski yıpranmış giysi(Kaşgarlı, 2005: 243).
Giresun: Çöprenti. Çöp yığını haline getirilmiş olan şey. “Çöprentiyi
kenara yığdı”.
Çöpür: Keçi kılı(Kaşgarlı, 2005: 243).
Giresun: Çöpür. Keçi kılı. “Çöpür”den çeşitli dokumalar yapılmaktadır.
“Çörüp çorap ördü”.
Çulıq: Üveyik büyüklüğünde alacalı bir su kuşu(Kaşgarlı, 2005: 244).
Giresun: Çulluk. Derelerde avlanan bir tür eti yenir kuş. “Çulluga ne
zaman gidecekler?”.
Çüvit: qızıl çüvit: Parlak kırmızı renk; al çüvit: Kızıl-turuncu renk; kök
çüvit: Parlak mavi renk; Yaşıl çüvit: Yeşil renk; Sarıg çüvit: Sarı renk(Kaşgarlı,
2005: 246).
Giresun: Çivit boyası. Kök boyası. “Kızılkök boyası”, “yeşil çivit
boyası”.
4. D Harfi İle Başlayanlar
Dag: Atlara ve başka hayvanlara vurulan damga(Kaşgarlı, 2005: 247).
Giresun: Damga. Aşı. Hayvanlara başka sürülere karışmamaları için
vurulan boya. “Yayla zamanı geldi, koyunlar damgalandı(aşılandı)”.
Dede: baba(Kaşgarlı, 2005: 246).
Giresun: Anadolu genelinde olduğu gibi Giresun yöresinde de
“baba” ve “dede” terimleri ortak kullanılabilmektedir. Örneğim, yörede bazı
sülalelerde dedeye, “baba” denilmektedir.
Didek: Tahtırevan perdesi. Gelin, bir yerden bir yere giderken yabancıların
görmemesi için bu örtünün arkasında gizlenir(Kaşgarlı, 2005: 246).
Giresun: Dıvak. Duvak. Gelin duvağı.
5. E Harfi İle Başlayanlar
Edgü: Kılıç kınını yapmak için deri kesmeye yarayan eğri uçlu
bıçak(Kaşgarlı, 2005: 249).
Giresun: Edgi. Evdi. Her ikisi de kullanılmaktadır. Şimşir yahut başka
ağaçlardan yapılan kepçe, kaşık vb. eşyaların oyulma aşamasında kullanılan
oyma aracı. “Şimşir en iyi evdi ile oyulur”.
Egin: Omuz(Kaşgarlı, 2005: 250).
265
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Eğen. Eğin. “Eğnine kazak giy!”:Üzerine kazak giy!
Egrindi: İp eğirdi(Kaşgarlı, 2005: 251).
Giresun: Eğerdi. Eêrdi. “Yünü eğerip ip yaptı”. Yün eğirme aleti, bir
ahşap çubuk ve ucuna geçirilen ahşap tekercikten oluşur.
Egme: Evin kemeri(Kaşgarlı, 2005: 251).
Giresun: Eğme. Eême. Evin ateş yanan köşesi olan “ocakbaşı”nın
girişinde, üst kısımda yer alan yatay ağaç. Bu ağaç, giriş-çıkışı kolaylaştırmak
için çoğu kez yarım açı biçiminde eğri yapılır. Bununla ilgili yörede bir de
deyim vardır: “Eğmenin altına almak”: Hesaba çekmek, yenmek, hakkından
gelmek anlamında kullanılır.
Egsük: Eksik(Kaşgarlı, 2005: 253).
Giresun: Eğsük. Eêsük. Eksük. “Eksük görmek”: Evin mutfağı için
malzemeler almak/Gelin için düğün öncesinde gerekli kıyafetleri satın almak.
“Pazara gelin eksüğü görmeye gittiler”.
Ekkiz: İkiz(Kaşgarlı, 2005: 253).
Giresun: Ekiz. İnsanın, hayvanın ve meyvenin ikiz olanına yöresel
ağızla “ekiz” denir. “Ekiz” Giresun yöresinde sülale ve soyadı olarak da
kullanılan bir sözcüktür;” Ekizoğulları, Ekiz”.
Eletti: ol qagun ewke eletti: O evine kavun getirdi(Kaşgarlı, 2005: 254).
Giresun: Eletti. “Götürdü” anlamında kullanılır. “Babana ceket elet!”.
Eliglik: Eldiven(Kaşgarlı, 2005: 254).
Giresun: Ellik. “Elliklerini tak!”.
Eliqti: Er eliqti: Adam aşağılık ve ahlaksızdı(Kaşgarlı, 2005: 255).
Giresun: Erikük. Erikmek; Azmak. Yörede bu sözcükle ilgili bir deyim
vardır: “Erikenin başına kar yağar”: Azan kişinin başına illa bir felaket gelir.
Em: İlaç(Kaşgarlı, 2005: 255).
Giresun: Em, ilaç, çare. Giresun yöresine özgü bir deyim de vardır:
“Eme yaramak”: İlaç olmak, çare olmak.
Emig: Meme, göğüs. Erkek memesi de bu şekilde adlandırılır(Kaşgarlı,
2005: 256).
Giresun: Emzük. Emzik. Göğüs ucu, ibriğin önündeki su dökmeye
yarayan uzun çıkıntı veya şişenin ucundaki emmede kullanılan uç. “İbriğin
emzüğü kırıldı”. “Çocuk emzüğünü kaybetmiş”.
Enedi(4): O, Koyunun kulağına işaret vurdu(Kaşgarlı, 2005: 259).
Giresun: En vurdu. Hayvanın kulağının ucundan azıcık kesme işlemi.
Buna yörede “en vurmak” denir. Yaylacılık döneminde sürüdeki hayvanların
kulağına en/işaret vurulur. “Çoban koyuna en vurdu”.
Enük: Aslan, sırtlan, kurt, köpek yavrusu(Kaşgarlı, 2005: 259).
266
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Genel olarak köpeğe ve köpek yavrusuna yörede “enük”
denir. “Enük, koyundan uzaklaştı”.
Enükledi: Köpek yavruladı(Kaşgarlı, 2005: 259).
Giresun: Enükledi. “Koyun köpeği enükledi”.
Enges: Sanki yabancıymış gibi sağına soluna bakınan adam(Kaşgarlı,
2005: 260).
Giresun: Den^gdes. Dengesek. Yörede “dengesiz”, avanak, sağı solu
belli olmayan kimseler için kullanılan sözcüktür. “O biraz den^gdestir”.
Erngen: Erngen er: Bekar erkek(Kaşgarlı, 2005: 263).
Giresun: Ergenlik çağındaki kimse.
Erindi: Er işga erindi: Adam, kendisi için sıkıcı olan o işi yapmaya
üşendi(Kaşgarlı, 2005: 262).
Giresun: Erindi. Erinmek. Üşenmek. “Yol uzaktı, gitmeye erindim”.
Genel olarak üşengeç sözcüğü yerine eskiden beri “erincevü” sözcüğü
kullanılmaktadır.
Erleşdi: Olar ekki erleşdi: Onlar birbirleriyle erkeklik konusunda
yarıştı(Kaşgarlı, 2005: 263).
Giresun: Elleşti. Bir yere çıkmak için asıldı; erkeklendi. “Büyük bir
hücumla çatıya elleşti”.
Erngen: Erngen er: bekar erkek(Kaşgarlı, 2005: 263).
Giresun: Ergen. Ergün. Evlenmemiş ancak evlenme çapında olan
erkek. “Ergenlik beyliktir/Ergünlük beyliktir” deyimi yörede evliler tarafından,
bekarlığa övgü için bekar erkeklere söylenmektedir.
Ersek: Fahişe(Kaşgarlı, 2005: 263).
Giresun: Örsek. Öğürsek. “Cinsel arzuları aşırı olan ve bunu
davranışlarına yansıtan” anlamında kullanılır. Ayrıca ineklerin çiftleşme
zamanı içinde bulunduğu davranışlara “öğürseme” denir.
Esrük: Sarhoş(Kaşgarlı, 2005: 267).
Giresun: Esrük. Deli. “O, kafadan biraz esrüktür”.
Esürtti: Sarhoş etti(Kaşgarlı, 2005: 267).
Giresun: Esritti. Esrüttü; Kafayı yedi. “Babası öldükten sonra esritti”.
Eşdi:O, kumu boşalttı(Kaşgarlı, 2005: 267).
Giresun: Eşti; kazdı. “Çocuklar oynarken yolun her yerini eşti”.
Yörede kazılmış yer için; “eşük”, “eşinti” gibi sözcükler kullanılır.
Eşildi:Kum boşaltıldı(Kaşgarlı, 2005: 268).
Giresun: Eşildi; kazıldı. “Evin temeli eşildi”.
Eteklig: Eteklik kumaş(Kaşgarlı, 2005: 270).
Giresun: Eteklik; etek. Yörede her ikisi de aynı anlamda kullanılır.
267
UKHAD 1 (3) 2015
Yörenin türkülerine de girmiş bir sözcüktür: “Espiye’nin yolları/Çok tozuyu
tozuyu/Bembeyaz gömleği var/Etekliği bozuyu”(Bıçak, 1995)
Etlig: Şişman kimse(Kaşgarlı, 2005: 271).
Giresun: Etli. Şişman, etine dolgun. “Biraz etli bir delikanıydı”.
Etmeklendi: Adamın ekmeği çoğaldı(Kaşgarlı, 2005: 271).
Giresun: Ekmeklendi. Parasını ve işini arttırdı. Bu kimseler için
yörede ayrıca, “ekmekli” denilmektedir.
Ewdi: Adam acele etti(Kaşgarlı, 2005: 272).
Giresun: Evdi. Acele etti. “Bu kadar evme, yarın gidersin!”.
Eweklik: İvedilik, acele(Kaşgarlı, 2005: 273).
Giresun: Aceleciliği bir huy haline getiren kimselere ise yörede
“evecük” denir. “Az bekle! Ne kadar evecüksün!”.
7. G Harfi İle Başlayanlar
Gar gur: Gar gur etti. Karnı guruldadı(Kaşgarlı, 2005: 401).
Giresun: Gar gur. Çok kalabalık bir ortamda çıkan karmaşık sesler.
“Birikmişler eve, gar gur ediyorlar”.
8. H Harfi İle Başlayanlar
Heç heç: Atları dizginlemek için kullanılan söz öbeği(Kaşgarlı, 2005: 278).
Giresun: Heş heş. Yörede inekleri sürerken kullanılır.
9. I Harfi İle Başlayanlar
Ingradı: İnledi(Kaşgarlı, 2005: 280).
Giresun: Ingladı. İniledi. İn^gledi. “İnek sabaha kadar in^gledi”.
Ingrattı: İnletti(Kaşgarlı, 2005: 281).
Giresun: İn^gletti. “Kuzunun kulağını sıkarak in^gletti”.
Irgadı: Salladı(Kaşgarlı, 2005: 281).
Giresun: Irgadı; salladı. “Fındık dallarını salladı”.
Irgandı: Sallandı, ağaç silkelendi(Kaşgarlı, 2005: 281).
Giresun: Irgandı; sallandı. “Yer ırgandı”: deprem oldu.
Irgattı: Sallattı(Kaşgarlı, 2005: 281).
Giresun: Irgattı; sallattı. “Kadın çocuklara ağacı sallattı”.
10. İ Harfi İle Başlayanlar
İlenç: İlenç(Kaşgarlı, 2005: 280).
Giresun: İlenç, beddua. “Adam kızına ilendi”.
İlenç: Belli bir meseleden dolayı serzeniş(Kaşgarlı, 2005: 287).
268
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Beddua, ah. “Kadın sabah sabah bir sürü ilenç etti”.
İlendi: sitem etti(Kaşgarlı, 2005: 287).
Giresun: İlendi, beddua etti. “Adam kendine kötülük edenlere ilendi”.
İlişdi: Boy ölçüşdü, meydan okudu(Kaşgarlı, 2005: 288).
Giresun: Takıldı. Sataştı. “Çocuğa ilişerek ağlattılar”.
İm: Askeri birlikler arasında kullanılması için hakanın belirlediği parola;
bu bir kuşun veya silahın adı ya da bambaşka bir sözcük olabilir(Kaşgarlı,
2005: 289).
Giresun: İm; iz. Yörede kaybolan, uzun süre kendisinden haber
alınamayan kimseler için, “imi timi belli olmamak” şeklinde bir deyim
kullanılır. “Kırk yıldır imi timi belli değil!”.
İrkildi: Büyük bir ordu toplandı. /İrkin: yağmur./ irkindi: O kendisi için
mal topladı./irkin: Bir yere birikmiş su(Kaşgarlı, 2005: 291).
Giresun: İrkildi. İrkinti. Toplanmış olan. Birikinti. “Sular kesiliyor, bu
da en son irkintisi/irkildisi”.
İşdonlandı(içtonlandı): Don giydi(Kaşgarlı, 2005: 294).
Giresun: İçdonu giydi. “Yaşlı adam evden çıkmadan içdonu giydi”.
İtegü: Değirmen taşının üzerine yerleştirildiği ahşap çerçeve. Eğer
unun biraz daha kalın olması isteniyorsa bu yükseltilir; eğer ince, beyaz un
isteniyorsa bu alçaltılır(Kaşgarlı, 2005: 294).
Giresun: İtegü. İtevü. Yörede, yukarıdaki anlamıyla aynı şekilde
kullanılır. “Değirmenin itegüsü kopmuş”.
İtinti: İtilen herhangi bir şey(Kaşgarlı, 2005: 295).
Giresun: İtilip kakılmış olan. Dışlanmış olan. “Yetim çocuğu itintikakıntı ettiler”.
İtişti: Karşılıklı olarak birbirini itme, boy ölçüşme(Kaşgarlı, 2005: 295).
Giresun: İtişti. Kavga etti. “Kaynanasıyla çok itişti”.
11. K Harfi İle Başlayanlar
Keçi: Oğuz lehçesi; keçi(Kaşgarlı, 2005: 297).
Giresun: Keçi. Anadolu genelinde olduğu gibi Giresun’un çeşitli
yerlerinde “keçi” adının yaşatıldığı mevki ve çeşitli yer adları bulunmaktadır.
(Bkz: Espiye ilçesine bağlı Keçiköy(yeni adı Güzelyurt). Türk kültüründe
yabani keçi ve geyik kutsal sayılan hayvanlar arasındadır(Kaya, 2014: Çeş.
sayf.)
Kegirdi: Adam geğirdi(Kaşgarlı, 2005: 300).
Giresun: Geğerdi/geğirdi.
Keh keh: Köpekleri çağırmak için çıkarılan ses(Kaşgarlı, 2005: 300).
269
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Geh geh. Yörede inekleri çağırmada kullanılan söz.
Kekre: Develerin(5) çiğnediği acı bir ot(Kaşgarlı, 2005: 301).
Giresun: Doğankent ilçesinde bir yayla adı(Balcı, 2012: 2).
Kelep: Türk yaylalarında biten davarları çabuk semirten bir körpe ot./
Keleplendi: Dağ, kelep otuyla kaplandı(Kaşgarlı, 2005: 301).
Giresun: 1. Kelep; katlanmış, kendine sarılmış olan şey: “İpi kelep
et”. 2. Keleplemek: Atmak, savurmak, fırlatmak: “Elindeki orağı büyük bir
öfkeyle kelepledi”.
Keler: Kertenkele(Kaşgarlı, 2005: 301).
Giresun: Suda yaşayan ve kertenkeleyi andıran sürüngen. “Su akmaz
oldu; keler gözü tıkamış”.
Kem: hastalık(Kaşgarlı, 2005: 302).
Giresun: Hastalıklı. Sakat. Sağlam ve güvenilir olmayan. “Kem adam
değilsin!”.
Keng: Geniş(Kaşgarlı, 2005: 304).
Giresun: Gen^g. Geniş mesafeli. “Gen^g dur (geniş yer aç) da
geçelim!”.
Kengürdi: genişletti(Kaşgarlı, 2005: 305).
Giresun: Gerneşti. Gerinleşti. Kendini genişletti. “Uykudan uyanmış,
gerneşiyor”.
Kepidi: Kurudu. / Kepitti: kuruttu(Kaşgarlı, 2005: 305).
Giresun: Tepidi. Kurudu. “Çorapların tepimiş, giysene!”.
Keriş: Tırmanılabilecek dağ zirvesi. Oğuz lehçesi(Kaşgarlı, 2005: 306).
Giresun: Geriş. Dağlık bölgenin yamacı. Giresun’da “keriş”
sözcüğüyle ilgili birçok yer ve çeşitli mevki adları bulunmaktadır: EspiyeÇepni köyünün eski bir mahallesi; Keçigerişi. Espiye’de köy; Kurugeriş.
Tirebolu ilçesinde köy: Arageriş.
Keriş: Kavgada direnç gösterme. /Keriş: Kavga./Kerişti: kavga
etti(Kaşgarlı, 2005: 306).
Giresun: Giriş. Girişmek. “Adam çocuğuna öyle bir girişti ki!”
Kertik: Ekmeğin ya da benzer bir şeyin çetelesini tutmak için tahtanın
üzerine açılan çentik. Bkz: kertük(Kaşgarlı, 2005: 307)/Kertti/Kertildi:
çentikler açtı/açıldı(Kaşgarlı, 2005: 307).
Giresun: Kertük. Kertilmiş. Kertmek. Kertildi. Bir şeyin üstüne işaret
amaçlı çentik yapmak: “Kadın lastik ayakkabısına kertük yaptı”. Ağaca çentik
yapmak: “Çocuk ağacı kertti”. Yörede “kertil-kertik” sözcükleriyle ilgili yer
adları da bulunmaktadır: Kertilyatak(Kertikyatak) mahallesi(Espiye-Taflancık
köyü).
270
UKHAD 1 (3) 2015
Kes/kesek: herhangi bir şeyin parçası(Kaşgarlı, 2005: 308).
Giresun: Kesek. Küçük ağaç parçası. “Elime kesek battı”.
Kewdi: Adam kekeledi(Kaşgarlı, 2005: 310).
Giresun: Kev kev etti. Gevdi. Geveledi. “Bir de karşıma geçmiş kev
kev ediyor!”.
Kewgek: Kekeleyen kişi(Kaşgarlı, 2005: 310).
Giresun: Kekeç. “Yanında kekeç bir çocuk vardı”.
Kewredi: Onun gücü zayıfladı. Ocak başında ekmeği gevretmek(Kaşgarlı,
2005: 311).
Giresun: Gevredi. Yörede ısınarak zayıflayan, büzüşen ve bu yolla
gevşeyerek bozulan şeyler için “kevredi” sözcüğü kullanılır. “Adam ocak
başında gevredi, uykuya daldı”.
Kewrek: Herhangi bir esnek, yumuşak bitki, örneğin keneotu(Kaşgarlı,
2005: 311).
Giresun: Isınarak solmuş, özelliğini kaybetmiş olan şey. Ağaç mantarının
güneş ısısıyla bozulması haline de yörede “gevremiş şey” anlamında “gavrak”
denir. Bu madde arıcılıkta kullanılmaktadır. “Bayat ekmeği gevretti”.
“Kovanlar için gevrek topladı”.
Kewretti: Onun gücünü zayıflattı(Kaşgarlı, 2005: 311).
Giresun: Çalışmaya alışkın olmayan bir kimsenin aniden ağır işlere
girişmesi sonucunda vücudunda oluşan kas yorulmalarına yörede “gevreme”
denir. “Bu ağır iş onu gevretti”.
Keyik: Herhangi bir şeyin vahşisi demektir(Kaşgarlı, 2005: 312).
Giresun: Geyik. Yabankeçisi. Yörede bir tür mantara da “geyik” adı
verilir. Bunun muhtemel nedeni söz konusu mantarın üst kısmının girinti
çıkıntılarının geyik boynuzunu andırmasıdır. “Kadın geyik toplamış”. “Geyik
öldürmek haramdır”. Anadolu genelinde olduğu gibi Giresun’da da geyikler
kutsaldır ve öldürülmesinin uğursuzluk getireceğine inanılır. Yörede geyikle
ilgili mevki adları da bulunmaktadır: Geyikci; Espiye-Çepni köyü ile Taflancık
sınırları arasında bir mevki adı.
Kez: Oq kezi: Okun üzerindeki çentik; gez(Kaşgarlı, 2005: 312).
Giresun: Gez. Silahın namlu üstündeki hedef almada yardımcı olan
unsur. “Gezden bak, hedef al!”.
Kezig: Dönüşümlü olarak yapılan işte sıra(Kaşgarlı, 2005: 313).
Giresun: Keşik. Sıra. “Keşiğini savmak”; sıra hakkını kullanmak,
şeklinde yörede yaygın bir deyim vardır. “Keşik değirmende olur!” Giresun
yöresine özgü bir atasözüdür.
Kiçidi: Etim kiçidi: Vücudum kaşındı(Kaşgarlı, 2005: 313).
271
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Gidişti. Kaşındı. “Sırtı gidişmek”; canı dayak çekmek:
Yöresel deyimdir. “Başı gidişse imdadına yetişmek” deyimi de Giresun
yöresine özgüdür.
Kirişti: O, belirli bir işe girişme konusunda benimle rekabet etti(Kaşgarlı,
2005: 315).
Giresun: Girişti. Başladı. “Yemek geldi giriş, iş geldi siviş(sıvış,
kaç)”; Giresun yöresine özgü atasözüdür. “Yanına sivişmek(yanına sığınmak”;
Giresun yöresine özgü deyimdir.
Kirtüç: Herkese kin besleyen ve huysuz kişi(Kaşgarlı, 2005: 316).
Giresun: Hırtuk. Sürekli kin besleyerek “hır çıkarmaya” çalışan kişiye
verilen ad. “Hırtuğun tekisin!”.
Köçti: Ordu hareket etti(Kaşgarlı, 2005: 317).
Giresun: Göçtü. Yer değiştirdi. Ani hareket etti. Yörede “göçtü”
sözcüğü felaket hareketlerini anlatmada da kullanılır: “Kıyamet göçüyor
sanki!”. “Ev göçtü(yıkıldı).
Kökerdi: Gök(6) rengini aldı(Kaşgarlı, 2005: 319).
Giresun: Göğerdi. Güverdi. Mavi ve yeşil rengini alan şeyler için
kullanır. “Göğ böğce (yeşil fasulye)”, “göğ fındık(yeşil fındık)”, “göğ
biber(yeşil biber), “göğ boncuk(mavi boncuk)”. Giresun’da ve Türkistan
coğrafyasında benzer olarak eski tarihlerden beri yer adı olarak da kullanır:
Göğtepe(Göktepe); Giresu-Dereli ilçesindedir. Ayrıca yörede “gök” sözcüğü
de “göğ” olarak telaffuz edilir(KK-1).
Kölük: Yük hayvanı, at eşek vs. (Kaşgarlı, 2005: 321).
Giresun: Gölük. Binek hayvanı. At, katır. “Gölükler yayla yükü
götürdü”.
Kömiçe: Sivrisinek(Kaşgarlı, 2005: 322).
Giresun: Gümürcü. Gümülcü. Giresun genelinde sivrisineğe
“gümülcü/gümürcü” denilmekle birlikte, Dereli ilçesinin bazı köylerinde
“dallı üvez” de denmektedir(KK-2).
Kömüç: Gömülü hazine(Kaşgarlı, 2005: 322).
Giresun: Gömü. Gömülmüş hazine. Anadolu genelinde olduğu gibi
Giresun’da da aniden ekonomik durumunu düzeltene “gömü mü buldun?”
diye sorarlar.
Köndi: Bir tahta parçası düzeltildi(Kaşgarlı, 2005: 323).
Giresun: Yon^gdu. Yondu. “Ağacı yondu ve kenarlarını düzeltti”.
Könglek: Gömlek(Kaşgarlı, 2005: 323).
Giresun: Göynek. Gömleğe yörede “göynek” denir.
Körgitti: Gösterdi(Kaşgarlı, 2005: 325).
272
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Görsetti. “Gösterdi” anlamında kullanılan bu sözcüğün
yerine bazen, “salık etti” sözü de kullanılır. “Sen işi bana salık et, ben yaparım”.
Kösürgen: Köstebek(Kaşgarlı, 2005: 327).
Giresun: Köstüköpek. Kösdü. “Köstü/köstüköpek çiti hep delmiş”.
Köt: Kıç(Kaşgarlı, 2005: 327).
Giresun: Köt. Kıç. Giresun yöresinde “köt” sözcüğü mevki adlarında
çokça kullanılır. “Saydaşgötü(Espiye-Çepni köyü)”, Savaşgötü(Espiye-Çepni
köyü)”, gibi. Yörede, bu sözcük bir yerin altı, aşağısı ve sonu anlamında
kullanılmaktadır(bahçenin kötü, gibi). Bundan ötürü, çoğu mevki adlarında
rastlanılması olağandır.
Kötlük: Bir sövgü sözcüğü; “seni gidi yüreksiz” anlamında kullanılır,
gerçek anlamı “seni gidi gulam”dır. (ters ilişki kurmak için sahip olunan genç
oğlan çocuğu ya da köle)(Kaşgarlı, 2005: 328).
Giresun: Kötlük. Muhannet, mızmız ve hassas kişiler için kullanılır.
Yörede sıkça, lakap olarak da kullanılır.
Köwij: Ağacın oyuğu; örneğin söğüdün kurumuş kısmı(Kaşgarlı, 2005: 328).
Giresun: Goğok, goôk. Yörede çocuklara “seni ağaç goğogunda/
goôgunda bulduk” diye takılırlar.
Köyük: Yanan bir şey(Kaşgarlı, 2005: 329).
Giresun: Göğnük. Göönük. “Göğnük koktu, bir şey mi yanıyor?”.
Közedi: O, ateşi maşayla karıştırdı(Kaşgarlı, 2005: 329).
Giresun: Közledi. “Ateşi közleyerek yaktı”.
Közetlik: Korunan, sakınılan bir şey(Kaşgarlı, 2005: 329).
Giresun: Gözetlik. Gözetlenmesi ve kontrolde tutulması gereken şey.
“Koyunu gözetleyin, elin yerine geçmesin!”.
Közetti: O beni bekledi(Kaşgarlı, 2005: 329).
Giresun: Gözüyle takip etti. Kontrol altında tuttu. Uzaktan kontrol
etti. “Kalabalıkta kadını gözetti”.
Küçedi: O, onun malına zorla el koydu. O köle oğlanı cinsel ilişkiye
zorladı, ona kötü davrandı(Kaşgarlı, 2005:331).
Giresun: 1.Kiçedi: Hakir gördü. Dışladı. 2.Kiçenti: Kiçenilen (küçük
düşürülen, aşağılanan kimse). “Sürekli yetimi kiçeyip durdu”. “Hor göre göre
çocuğu kiçenti ettiler”.
Küdti: O beni bekledi gözledi(Kaşgarlı, 2005: 332).
Giresun: Gütmek. Kontrol altında bulundurmak. Takip etmek.
“Babam nerde?... –Bilmem ben, babanı mı gütmüyorum!”.
Küg: Koçun ya da bazı vahşi hayvanların kışa yakın dönemlerde
azması(Kaşgarlı, 2005: 332).
273
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Küy. Kavga çıkarmak. Yörede bununla ilgili bazı deyimler de
vardır: Küy çıkarmak: Kavga çıkarmak. Küy dağarcığı: Sürekli kavga çıkaran,
kavga çıkarmaya meyilli olan. Küy etmek: Kavga çıkarıp, ortalığı karıştırmak.
“Dün gece bir sürü küy etmişler”. “Küyü çıkaran adamın karısıymış!”. “Asıl
küy dağarcığı ihtiyardı”.
Küldredi: Taş qudug içre küldredi: Taş kuyunun içinde ses verdi ve
kuyunun derinliği anlaşıldı(Kaşgarlı, 2005: 333).
Giresun: Küldüredi. Ani gelen su sesi. “Yağmur küldüredi”.
Kürin: İçinde kavun, hıyar ve benzeri şeyler taşınan sepet(Kaşgarlı,
2005: 336).
Giresun: Kürün. Hayvanların su içmesi için çeşme veya pınar önüne
yapılan, ağaçtan oyma, büyük ve uzunca su kabı. “Koyunları kürüne götürdün mü?”
Küye: Güve. Keçe veya keçeye benzeyen şeyleri yiyen böcek(Kaşgarlı,
2005: 337).
Giresun: Güye. Kumaş yiyen bir çeşit böcek. “Sandıktaki çeyizleri
güye yemiş!”
Küz: Sonbahar(Kaşgarlı, 2005: 338).
Giresun: Güz. Giresun yöresinde hatta Anadolu’nun genelinde ve
diğer Türk yerleşim bölgelerinin çoğunda “güz” sözcüğü sonbahar mevsimini
ifade etmek için kullanılır. “Ekinler sarardı, güz geldi”.
Küzük: Bir dokuma tezgahında üst çözgülerin alt çözgülerden
ayrılmasını sağlayan düğümlenmiş iplikler. Aynı zamanda süslü bir kumaş ya da
benzerlerini dokuyan kimseyi anlatmak için de bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı,
2005: 338).
Giresun: Küzü. Dokuma tezgahında ipleri düğümleyen araçlardan
biri. “Küzüyü doğrult!”.
12. L Harfi İle Başlayanlar
Liyu: Kuruduğu zaman sert kil haline gelen çamur(Kaşgarlı, 2005: 339).
Giresun: Lıî. Lığ. Lığî. Batmaya elverişli kuru, yığıntı toprak veya
çamur. “Oralara gitme sakın, batarsın, her tarafı lıî!”.
13. M Harfi İle Başlayanlar
Mah: “İşte; al” anlamına gelen bir ilgeç; bir şey verildiği zaman
söylenir(Kaşgarlı, 2005: 340).
Giresun: Meh. Me’. “Al!” anlamında kullanılır. Hem hayvanlar için
hem de insanlar için kullanılır. Yörede ineğe, “meh meh” diye el uzatılarak
veya uzatılmadan seslenilir. Hatta yörede “ineği meh’lemek(ineği çağırmak)”
274
UKHAD 1 (3) 2015
diye bir söz de vardır. İnsanlara ise bir şey uzatılıp, almaları istendiğinde
“meh/me’” diye seslenilir. “Bu senin, meh!”.
Manıldı: banıldı(Kaşgarlı, 2005: 341).
Giresun: Banıldı. Giresun’da, Anadolu’nun tüm bölgelerinde ve diğer
Türk yurtlarında çoğunlukla kullanılmaktadır. “Bala banıldı”.
Mangradı: Bağırdı(Kaşgarlı, 2005: 341).
Giresun: Angıradı. Eşek gibi anırdı. Ağlayan çocuklar için kullanılır.
“Eşek gibi angırama!”
Maygaq: Paytak(Kaşgarlı, 2005: 342).
Giresun: Maytuk. Maytug. Topallayan kişi için kullanır. “O kız biraz
maytuktu”.
Mayışdı(Yamaşdı): Adam uyuşukluğu nedeniyle yere yapıştı(Kaşgarlı,
2005: 342).
Giresun: Yımıştı. Yere yapıştı. Çok hareketli çocuklara veya büyük
kimselere “yımış!” diye çıkışırlar. “Yeter artık, biraz yımış!”
Murç: karabiber(Kaşgarlı, 2005: 346).
Giresun: Şekli sivri biberi andıran, bir yeri delmeye veya yıkmaya
yarayan bir tür metal marangoz malzemesi. “Burayı ancak murç deler”.
14. N Harfi İle Başlayanlar
Neçe: “kaç” anlamına gelen ilgeç(Kaşgarlı, 2005: 349).
Giresun: Neçe. “Nice” anlamını kast eden, sayıca çok olan, olması
gerektiğini ifade eden çokluk bildirgeci. “Neçe bayramlara yeriş(eriş)”.
Neme: “Bilmem” anlamına gelen bir ilgeç(Kaşgarlı, 2005: 349).
Giresun: Bennem. “Ben bilmem”, “haberim yok” anlamında kullanılan
sözcük. “Deden nerde? ... -Bennem!”
15. O Harfi İle Başlayanlar
Oba: Kavim. Oğuz lehçesi(Kaşgarlı, 2005: 351).
Giresun: Oba. Yaylalarda köy köy ayrılan küçük yerleşim birimleri.
“Bu köyün obası Göbel(Gökbel)’dir”.
Obuz: Engebeli, bozuk arazi(Kaşgarlı, 2005: 351).
Giresun: Obuz. Suyu çok az olan, dereden küçük ve dar, doğal
kanallar. “Fındıklar obuza düşmüş!”.
Oçaq: Ocak(Kaşgarlı, 2005: 351).
Giresun: 1. Ocak. Ateş yanan yer, ev. Yöresel beddua: “Ocağında
yivdin (baldıran, zehirli ot) bitsin!”. “Ocağım tütsün yeter!”. 2. Fındık ağacı
kümelerinin her biri. “Hangi ocakta fındık çok?”. 3. Evliya mezarı. “Ocağa
275
UKHAD 1 (3) 2015
gitti, dua edip dilek diledi”.
Oçaqlandı: Eve ocak yapıldı(Kaşgarlı, 2005: 351).
Giresun: Ocaklandı. “Eve ocak yapıldı”.
Ocaklıq: Ocaklı ev(Kaşgarlı, 2005: 351).
Giresun: Ocağı olan ev. Evin ocağı. Ateş yakılan kısım. “Evin ocağı
tamamlandı”.
Ocaklıq: Ocak yeri(Kaşgarlı, 2005: 351).
Giresun: Ocaklık. Giresun yöresinde bu kısma “ocakbaşı” da
denilmektedir. “Dede ocaklıkta oturur!”.
Ogrı: Bu neng anıg ogrı ol: Bu nesne ondan aşağıdadır(Kaşgarlı, 2005: 352).
Giresun: Ogarı. Okarı; “yukarı” anlamında kullanılır. Kaşgarlı
divanında belirtilen anlamın zıddı olarak kullanılması ilginç olmakla birlikte,
muhtemelen sözcüğün çağlar içindeki anlam değişmesine uğramasının bir
sonucudur. “Okarı gel!”: Yukarı gel!
Ogrıladı: O, nesneyi çaldı(Kaşgarlı, 2005: 352).
Giresun: Arakladı. Giresun’da ve tüm Anadolu’da “çalmak”
anlamında kullanılan bir sözcüktür. “Bir tanesini araklamış!”
Oguz: Bir Türk kavmi; Türkmen. Her biri hayvanlarına vurdukları
ayırt edici bir damgaya sahip yirmi iki koldan oluşur. Bu kollar birbirlerinin
hayvanlarını bu damgalarla tanırlar(Kaşgarlı, 2005: 353).
Giresun: Oğuz. Oğuz boylarından olan. Giresun yöresi, başta Çepniler
olmak üzere çeşitli Oğuz boylarının yerleşik olduğu bir yerleşim yeridir. Bu
boylar çoğunlukla yerleştikleri köy ve mahallelere, dağ ve tepelere hatta yaylalara
ve obalara Oğuz boylarının veya aidiyetinin adlarını koymuşlardır. Bu kültür
miraslarına birkaç örnek vermek gerekir: Çepni köyü(Espiye), Döğer(Dikmen)
köyü (Espiye), Eymür köyü(Tirebolu), Halaçlı köyü(Tirebolu), Kınık
köyü(Şebinkarahisar), Bayındır köyü(Bulancak), Bayrambey köyü(Espiye),
Bayrambey
köyü(Keşap),
Bayramköy(Şebinkarahisar),
Bayramşah
köyü(Keşap), Kınık köyü(Şebinkarahisar), Kınık yaylası(Şebinkarahisar),
Göktepe tepe ve yaylası(Dereli).
Oguzlandı: Oğuz giysisi giydi(Kaşgarlı, 2005: 355).
Giresun: Oğuzlandı; Oğuz gibi davrandı. Ovuzlandı. Ûvuzlandı.
Oğuzlanmak; Giresun yöresinde “Oğuzluğu tutmak” demektir. Oğuz karakter
özelliğini yaşamak, sürdürmek anlamındadır. Yörede yayla-cenik(kışlak)
geleneğini sürdürmek “Oğuzluk etmek” demektir. Geleneklerin sürdürülme
nedeni ise yöre yaşlılarınca “Oğuzluk içün” deyimiyle ifade edilir.
Olıç: Çocuklara sevgi bildirmek için kullanılan bir ilgeç. Olıçım:
Sevgili oğlum. (Karluk lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 355).
276
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Oğluş. Oğluşum. Çocuklara sevgi gösterisinde bulunurken,
büyüklerce söylenir. “Oğluş, gel bana!”.
Oluq/Olaq: Ağaç kütüğünün içi oyularak yapılmış herhangi bir şey.
Örneğin; içinde şıra soğutulan ve hayvan sulamakta kullanılan yalak(Kaşgarlı,
2005: 356).
Giresun: Oluk. Ağacın oyulmasıyla elde edilen, içinden su akan
yapay kanalcık. Yörede çokça bulunan “oluk” kültürü halen yaşatılmaktadır.
Çoğu çeşmelerin adında da esin kaynağı olmuştur. “Çataloluk”: YağlıdereTohumluk yaylasında çeşme; “Taşoluk”: Espiye-Çepni köyünde Kuz
mevkiinde çeşme; “Oluksuyu”: Görele-Şahinyuva köyü; oluk kültürünün
çeşme adlarına yansımasına örnek teşkil eden birkaç unsurdur.
Onguldı: Sökel Onguldı: Hasta iyileşti(Kaşgarlı, 2005: 357).
Giresun: On^gdu: İyileşti. Huzura ve sağlığa kavuştu. Yöresel bir
deyim vardır: “Ah alan on^gmaz!”. Yöresel bir beddua da konuya örnek teşkil
eder: “Allah seni on^gdurmasın!”.
Oprı: Çukur ya da oyuk(Kaşgarlı, 2005: 358).
Giresun: Oyrak. Oyuk. Kazılmış yer, doğal yolla oluşmuş çukur.
Yörede “oyrak” ile ilgili yer adları da bulunmaktadır: Doğankent ilçesi
Oyraca köyü. Bunun dışında, Espiye ilçesinde “İnoyrak” adlı bir mevki de
bulunmaktadır.
Orgaq: Orak(Kaşgarlı, 2005: 361).
Giresun: Orak. Anadolu genelinde olduğu gibi Giresun yöresinde de
kullanılan ot biçe aleti. Ot biçme ve hayvanlara kışlık hazırlama ayına da Orak
ayı(Temmuz) denilmektedir. “Orak ayında kuraklık oldu”.
Osal: Savsak, özen göstermeyen kimse(Kaşgarlı, 2005: 362).
Giresun: Taâsal. Tasal. İş yapma istemeyen, tembelliği huy haline
getirmiş kimse. “Öyle taâsal taâsal gezme, bir işin ucundan tut!”.
Osug: Bir şeyin başka bir şeye uygun olması(Kaşgarlı, 2005: 363).
Giresun: Osma. Usma. Kıyaslamada bulunan kimseye söylenir.
Biriyle kıyaslanmak istemeyen, yöresel deyişle şöyle tepki verir: “Beni ona/
onunla osma!”.
Oş oş: Öküzü su içmeye teşvik etmek için çıkarılan ses(Kaşgarlı, 2005: 363).
Giresun: Coh, coh. Yörede büyükbaş hayvanların su içmesini
sağlamak için çıkarılan ses.
Otlug: Otlug tag:Çimenlik, yeşilliği bol olan dağ(Kaşgarlı, 2005: 364).
Giresun: Otlak. Otlu yer. Otluk. Yörede “otluk” sözcüğü aynı zamanda
otların bir ağaca kubbemsi biçimde sarılarak kışlık ot ihtiyacının karşılanması
için yapılan, görüntüsü dağı andıran yığın için kullanılmaktadır. Buna aynı
277
UKHAD 1 (3) 2015
zamanda “çömen”, “çardıman” gibi adlar da verilir.
Oxşagu: Oyuncak. Aynı zamanda bu kadınlar için de bir lakaptır(Kaşgarlı,
2005: 365).
Giresun: Oôşavu. Oşavu. Okşavu. Bir çeşit çocuk oyuncağı. “Adam
çocuğuna oôşavu yaptı”. Yörede yaşını geçtiği halde yavru gibi hareket eden
koyunlara da “oôşaman/oşaman koyun” denilmektedir.
Oy: Dik yamaçlı, derin vadi(Kaşgarlı, 2005: 365).
Giresun: Oyrak. Arazi üzerindeki dik ve uzun oyuk yer. “Oyrakta
kalan tarlaya güneş vurmaz”.
Oynaş: Evlilik dışı olarak bir adamla sevişen kadın(Kaşgarlı, 2005: 366).
Giresun: Oynaş. Evlilik dışı ilişki yaşayan kadın. “İş zamanı iş, oynaş
zamanı oynaş, demişler!”.
Oyuq: Korkuluk, yolu işaret eden taş(Kaşgarlı, 2005: 366).
Giresun: 1.Oyuk: Oyulmuş, kazılmış yer. Çevresine göre çöküntü
olan yer. “Burası oyukta kalıyor, güneş görmez, fındık etmez”. 2. Oyuk:
Tarlalara ve bahçelere asılan kumaş, korkuluk. Bunlarla yabani hayvanların
ürkütülmesi sağlanır ve verecekleri zarar engellenir. “Eski abamı bahçeye
oyuk ettim”. 3. Oyuk: İşaret. Kazarak yapılan iz, işaret. Bu iki kişinin tarla
veya bahçesi arasında sınırı belli etmek için yapılır. “Oyuktan ötesi sizindir!”.
Ozuşdı: Boy ölçüştü(Kaşgarlı, 2005: 367).
Giresun: Bkz: Osmak, usmak. Kişileri birbiriyle kıyaslamak için
kullanılır: “Kendini bana osdu/usdu!=Benimle boy ölçüştü=Kendini benim
gibi sandı”.
16. Ö Harfi İle Başlayanlar
Öçürdi: O ateşi söndürdü(Kaşgarlı, 2005: 368).
Giresun: Kaçırdı. Kaçurdu. Üfleyerek söndürdü. “Evden çıkarken
ateşi kaçur!”.
Ögreyük: Adet gelenek(Kaşgarlı, 2005: 371).
Giresun: Öğrenük. Öğrenilmiş gelenek veya geleneği öğrenmiş
kimse. “Hem koyunu hem de çocukları yaylacılığa öğrenük”.
Ögür: Koyun, ceylan, cariye, keklik ya da deve sürüsü(Kaşgarlı, 2005: 371).
Giresun: Öôr. Öğör. Ögör. Döl. Yavru mayası. Yavru. Yöresel söylem:
“Kimi inekler iki kere de öğör alıyor”.
Ögürlendi: Atlar bir aygırın eşliğinde sürü oluşturdu(Kaşgarlı, 2005: 372).
Giresun: Öğörsedi. Ögürsedi. Öôrsedi. Hayvanın çiftleşme zamanı
içinde bulunduğu anormal hareketliliğe verilen ad: “İnek öğörsedi”. Sözcük
isim olarak ise, “öğörsek” diye kullanılmaktadır. Azgınlık ve taşkınlık içinde
278
UKHAD 1 (3) 2015
bulunan kişiye kızıldığında da “Öğörsedin mi!” diye çıkışırlar.
Ökünç: Pişmanlık(Kaşgarlı, 2005: 372).
Giresun: Ögünç. “Seni yalnız gönderdiğime çok ögündüm(pişman
oldum)”.
Ölitti: O giysiyi ıslattı(Kaşgarlı, 2005: 373).
Giresun: Hölüttü. Höl etti. Islattı. “Çocuk yağmurda oynarken üstünü
başını hölütmüş!”.
Öng: Ön(Kaşgarlı, 2005: 374).
Giresun: Ön^g. Öy. Öng. Ön. Öyler. Ön^gler. Kişinin hizası. Tarla ve
bahçede çalışırken herkes kendi hizasını takip eder ve iş düzenli yapılmış olur.
Buna “öyler/ön^gler etmek” denir. “Öngler edin, bahçe tez bitsin!”. Ayrıca
yörede ahırda, hayvanların önünde bulunan, yerden yüksek ve uzunca kanala
“ön^glük/öylük/önglük” denir. Bu donanım, hayvanların rahatça beslenmesini
sağlar. “Sapları önglüge attın mı?”.
Öngdün: Ön anlamına gelen bir ilgeç(Kaşgarlı, 2005: 374).
Giresun: Öôneden. Öneden. Öğneden: Önceden, eskiden anlamı ifade
eder. Yörede yaşlılar söze başlarken, “öğneden/öneden” diyerek geçmişi
anlatmaya başlarlar: “Öneden savaş zamanıydı, açlık, açıklık vardı!”.
Ören: Her şeyin “kötü”sü(Oğuz lehçesi). Bu sözcüğün Farsçası viran;
harap sözcüğünden geldiği muhtemeldir. Oğuzlar Farisilerle karıştığı için pek
çok Türkçe sözcüğü unutmuş, bunların yerine Farsça sözcükler kullanmıştır.
Bu sözcük buna bir örnektir(Kaşgarlı, 2005: 377).
Giresun: Meran. Viran, harabe, ören. Yöresel bir beddua: “Allah evini
meran kosun!”. Ören, Giresun yöresinde yer adı olarak da kullanılmaktadır:
“Eynesil ilçesi-Ören beldesi”.
Örgen: urgan. Oğuz lehçesi(Kaşgarlı, 2005: 377). Giresun: Urgan. Irgan. Büyükbaş hayvanların ahırda, boynuna bağlanan
ip. “İneğin boynunu ırganla bağla!”.
Örk: Yular; hayvanı bağlamaya yarayan ip(Kaşgarlı, 2005: 377).
Giresun: Ök. Hayvanları çayırda kazığa bağlarken kullanılan ip.
“Danaları otlağa ök et!”.
Örkledi: Kazığa bağladı(Kaşgarlı, 2005: 377).
Giresun: Öke vurmak. Öklemek. Ök etmek. Hayvanın başını kazığa
bağlamak. “İnekleri çayıra ök etti”.
Örme: Kazak(Kaşgarlı, 2005: 377).
Giresun: Örme. Kazak ve benzeri ipten dokuma kıyafetin geneline verilen
ad. Eskiler yörede halen kazağa “örme” demektedir. “Örme çamur oldu”.
Örtedi: Odunu veya başka bir şeyi yaktı(Kaşgarlı, 2005: 377).
279
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Üteledi. Ütedi. Yörede yakma işlemine aynı zamanda
“ütüledi” de denmektedir. “Kazayla çocuğun saçını üteledi”.
Örteldi: Yakıldı(Kaşgarlı, 2005: 377).
Giresun: Ütülendi. Yandı. “Kibriti çakınca kirpikleri ütelendi”.
Örtmen: Çatı(Kaşgarlı, 2005: 379).
Giresun: Örtmen. Örtme. Çatı. “Baltalar örtmenin altında sokulu, al
da gel!”.
Ösnedi: Bir nesne başka bir nesneye benzedi(Kaşgarlı, 2005: 380).
Giresun: Usnadı. Başka bir şeye benzetti veya başka bir şey gibi sandı.
“Beni başkalarına usma(osma=benzetme)!”.
Öşün: Kürekkemiği(Kaşgarlı, 2005: 380).
Giresun: Öşük. Aşuk. “Ta elinin aşuğuna!”.
Ötlük: Öğüt(Kaşgarlı, 2005: 381).
Giresun: Öğüt. Öğütlemek: Bir konuda kulağını doldurmak veya
nasihat etmek. “Bu çocuğu sen öğütledin değil mi?”.
Ötrüm: Müshil(Kaşgarlı, 2005: 381).
Giresun: Ötürük. İshal. Ötürük vurmak: İshal olmak. “İneklere
yayla yolunda ötürük vurmuş!”. Ötürmek: İshal olmak. “Çocuk iki gündür
ötürüyor”.
Öz: Ağacın özü. Hurma ağaçlarında oluşan, hurma göbeği de denilen ve
tadı süte benzeyen öz gibi(Kaşgarlı, 2005: 383).
Giresun: Ağacın iç kısmı, özü. Yörede sepet ustaları fındık özünden
sepetlerin ağzına sargı, dış kısmından yani kabuğundan ise çubuk elde ederek
sepetin örgüsünü yaparlar. “Bu öz zayıf, bundan sargı olmaz”.
Özledi: Pişirdi(Kaşgarlı, 2005: 384).
Giresun: Özenmek. Pişirmek. Yörenin Espiye ilçesine bağlı
Keçiköy(Güzelyurt) köyünde yoğurt süzmesini ezerek ayran elde etme
işlemine(süzme katığı) “özenme” denilmektedir. “Süzme özenip ayran ettim”.
17. Q Harfi İle Başlayanlar
Qa: Kap. Ancak bu sözcük özel olarak içine sıvı konan kapları anlatmak
için kullanılır. Söz uzatımıyla qa qaça: kap kacak denir(Kaşgarlı, 2005: 386).
Giresun: Kap. Gab. Gab-gacak. Mutfak eşyası; tabak, tas, vb. “Gabıgacağı sepete doldur, al getir!”.
Qaça: Kap(Kaşgarlı, 2005: 386).
Giresun: Bkz. Gab-gacak. Burada kabın küçüğü için “kabcak” denilerek sonradan dönüşümle “gacak” sözcüğünün elde edilmiş
olması muhtemeldir. Yörede “gacak” sözcüğü, günümüzde tek başına
280
UKHAD 1 (3) 2015
kullanılmamakta, “gab-gacak” ikilemesi şeklinde kullanılmaktadır. “Gabıgaca yıka da sohbet edelim”.
Qadır: Sert olan herhangi bir şey. Qadır: Zorba ve haşin bir hakan.
Haqaniler bu sözcüğü saygı belirten bir unvan olarak, qadır xan biçiminde
kullanılır. Bu kullanım Arapçaya da uygundur; çünkü zorbalık güçten ileri
gelir ve zalim bir yönetici arzularını gerçekleştirmek için güce sahiptir.
(Kaşgarlı, 2005: 388).
Giresun: Kada. Gada. “Zor, köklü, büyük zorluk anlamında kullanılır.
Yöresel bir deyim/ünlem olan “Babanın ağzına gada bela!” gadanın
kullanımına bir örnektir.
Qaduldı: Giysi dikildi(Kaşgarlı, 2005: 388).
Giresun: Gadaklandı. Gadakladı. Elbisenin veya başka bir şeyin
söküğünü dikti. “Getir kazağının söküğünü gadaklayalım!”.
Qaduttı: Giysinin dikilmesini emretti(Kaşgarlı, 2005: 388).
Giresun: Gadaklattı. Söküğünü diktirdi. “Kavuğunun söküğünü
gadaklattı”.
Qadıg: Takviyeli, sağlamlaştırılmış dikiş(Kaşgarlı, 2005: 389).
Giresun: Gadak. Dikiş. Yörede “gadak atmak: dikmek” şeklinde
kullanıla bir deyim kullanılmaktadır.
Qadudı: O giysinin işlemesini ya da ek yerini dikti(Kaşgarlı, 2005: 391).
Giresun: Gadadı. Gadakladı. Dikti. “Kadın kocasının çorabının
söküğünü gadadı”.
Qalaç (xalaç): Türkmen(Kaşgarlı, 2005: 392).
Giresun: Halaç. Oğuzların yirmi dört boyundan biri olan Halaçların
adı. Giresun yöresinde, Tirebolu ilçesine bağlı Halaçlı köyünün bir Halaç
boyu yerleşimi olduğu bilinmektedir.
Qaldıradı: Giysi ya da başka bir şey hışırdadı(Kaşgarlı, 2005: 392).
Giresun: Kaldıradı. Kaba kumaş veya benzer bir şeyin hareket
esnasında çıkardığı ses. “Bu giyilir mi, kaldır kaldır ediyor!”.
Qalışmaq: Geride kalmak için çekişen iki adamı anlatmak için
kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 393).
Giresun: Galımak. Birinin seviyesiyle yahut bulunduğu alt konumla
ilgili bir tür iddia ve çekişmede bulunmak. “Beni galıma!”: Benim içinde
bulunduğum olumsuz durumumu kendin için kullanma!” anlamında yörede
söylenen söz.
Qalnguq: Saçta oluşan kepek. Aynı zamanda yapışkan olduğu için
büzülen herhangi bir şeyi, örneğin kürk ya da deriyi anlatmak için de bu
sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 394).
281
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Saçtaki kepeğe yörede “gonak”, “guvak”, “govank” adı
verilmekle birlikte “galuk” da denmektedir. Hatta evde kalan kızlar için kaba
bir tabir olarak kullanılan “galuk” sözcüğü aynı zamanda “galuk-lu” yani
“başı kepekli, evde kalmış, yaşlanmış” anlamında da kullanılır.
Qaltuq: Yaban öküzünün boynuzu. İçi oyulur ve kımız ya da benzer
şeyleri içerken kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 394).
Giresun: Kaltak. Atın eğerinin tahta kısmına verilen ad. Aynı
zamanda hakaret için de kullanılır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken
husus; yukarıda, Kaşgarlı’nın sözlüğünde geçen “qaltuq” sözcüğü ile aynı
menşeli olup olmadığı hususundaki belirsizliktir. Ayrıca yukarıda belirttiğimiz
“qaltuq” sözcüğünün, yörede kullanılan “haltuk” sözcüğüyle yakın ilişkisi
olabilir. “Haltuk”: İnek veya öküzlerinin boynuzlarına bağlanan; hayvanı
boğazından değil de boynuzlarından bağlamada kullanılan kalın ip. Hayvan
bu sayede boğulma tehlikesinden uzak tutulur ve rahat beslenir. Sözcük yapısı
bakımından ve Kaşgarlı’nın eserinde belirtilen anlam şekliyle “qaltuq” ile
“haltuk” arasında ilişki olması ihtimali daha güçlüdür. “İneği haltukladı”.
Qançıq: Dişi köpek. Kadınlara hakaret etmek için de kullanır(Kaşgarlı,
2005: 397).
Giresun: Dişi. Yörede dişi olan hayvanlar için kullanılır. Koyun veya
inek doğurduğunda ilk soru, “erkek mi kancık mı?” olmaktadır.
Qangrıq: Damak(Kaşgarlı, 2005: 398).
Giresun: Kanak. “Kanağını almak” deyimi, yörede aynı zamanda
“-damağına iyi gelen-,sevdiği bir yemeğe doyarak yemekten vazgeçmek,
bırakmak” anlamında kullanılır.
Qanıg: Neşe, sevinç(Kaşgarlı, 2005: 397).
Giresun: Kanak. Bir şeye sevinecek ve mutlu olacak kadar yaşanan
duygu durumuna “ganak/kanak” denilmektedir. Yörede oyundan bıkan çocuğa
“ganaânı aldın mı!” diye çıkışırlar.
Qapaq: Kızlık, bekaret(Kaşgarlı, 2005: 398).
Giresun: Kızlık organı. Yörede iki kız yan yana yattığında
“kapaklaştırıyor musunuz” diye alay edilir.
Qapaqladı: Bekaretini bozdu(Kaşgarlı, 2005: 398).
Giresun: Yörede, Kaşgarlı’nın sözlüğündekiyle aynı anlamda
kullanılmaktadır.
Qapaqlıq: Bakire(Kaşgarlı, 2005: 398).
Giresun: Aynı anlamda kullanılmaktadır.
Qaparqan: Kaşıntı ve yüksek ateşe yol açan bir sivilce, kabartı(Kaşgarlı,
2005: 398).
282
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Gabar. Büyük, kızıl ve sulu sivilce. “Sırtında gabar çıkmış”.
Qapdı: Çaldı(Kaşgarlı, 2005: 399).
Giresun: 1. Gapdı. Kaptı. Birden bire aldı. Çaldı. “Her işin gapdıgaçtı işi senin!” 2. Köpek ısırdı. “İt gapdı”.
Qapış: Yağmalamak(Kaşgarlı, 2005: 399).
Giresun: 1. Kapış. Gapış. “Çocuğun oyuncaklarını, uyurken gapış
etmişler”. 2. Kavga; insanlarda ve hayvanlarda dövüş. “Akşam akşam canımı
sıkma, gapışmayalım”, “Köpekler gapıştı”.
Qapturdı: O ona malları çaldırdı(Kaşgarlı, 2005: 399).
Giresun: Gapdurdu. Eşyasını veya parasını çaldırdı; tokatlandı. “O
fırıldak adama herkes parasını gapdurdu!”.
Qaqıldı: Başına vuruldu. Qaqıldı soquldı: O ardı ardına gelen darbelerle
itilip kakıldı(Kaşgarlı, 2005: 400).
Giresun: Kakıldı. İtildi-kakıldı. İtinti kakıntı oldu. Kakıncak oldu.
Sahipsiz veya madden/manen zayıf bir kimsenin güçlüler ve zalimlerce itilip
kakılması, hor görülmesi ve zarara sürüklenmesi durumunda bu deyimler
kullanılır. “Babası öldükten sonra çok itilip kakıldı; kakıncak ettiler onu!”.
Qaqışdı: Birbirlerinin başına vurdular(Kaşgarlı, 2005: 401).
Giresun: Hayvanların baş başa dayanarak kavga etmesi. “İnekler
kakıştı”.
Qara orun: Mezar(Kaşgarlı, 2005: 402).
Giresun: Kara yer. Kara Uruf. Kar yer; “kabir” anlamında kullanılır.
Yöresel bir beddua vardır: “Kara yere git!”. Kara uruf ise, suratı asık ve sanki
“mezardan çıkmış gibi” somurtan kimse için kullanılır: “Eve geldim ki dedem
kara uruf!”.
Qaramuq: Karamuk(Kaşgarlı, 2005: 402).
Giresun: Garamuk. Karamuk. Bitkilerin dışından sızan siyah akıntı
veya tahıl ürünlerinin kararan kısmı için kullanılan sözcük. “Bu yıl darılarda
garamuk var”. “Fındıkların kimisi garamuk olmuş”.
Qarınlıg: koca göbekli adam(Kaşgarlı, 2005: 405).
Giresun: Karınlı. Garınlı; garınnı. İnsanlarda ve hayvanlarda göbeği
şişkin, göbekli kimse için kullanılır: “Garınlı bir adamdı”. “ Bu seferki
ineğimiz garınlı”.
Qarizan:Bunak, yaşlı kimse(Kaşgarlı, 2005: 406).
Giresun: Galeze. Galiza. Sürekli sorun çıkaran kimse için kullanılır:
“Sen tam bir galzesin/galizasın!”.
Qarlattı: Tanrı kar yağdırdı(Kaşgarlı, 2005: 406).
Giresun: Karlattı. Kar yağdırdı. “Hava durduk yerde karlattı”.
283
UKHAD 1 (3) 2015
Qarnaq: Koca göbekli adam(Kaşgarlı, 2005: 406).
Giresun: Karınlı. Kocaman; yöresel ifadeyle “koca gaâruk: karnı büyük”.
Qarşı: Hakan ve sülalesinin ikamet ettiği saray(Kaşgarlı, 2005: 407).
Giresun: Karşı. Karşıya gitmek: Babaevine gitmek. Yöre kırsalında
genellikle baba evi yerine “karşı” ifadesi kullanılır. Burada baba evinin yörede
ne denli saygın bir yerinin olduğu göze çarpmaktadır. “Çocukları evde bırakıp,
karşıya gitti”.
Qart: Yara. Buradan hareketle “huysuz bir adam”a qart er denir(Kaşgarlı,
2005: 408).
Giresun: Gart. Kart. Huysuz ve sorunlu kimseler için kullanılır. Yöre
kırsalında “gart” sözcüğü huyu kötü erkekler için lakap olarak kullanılır:
“Gart Süleyman”.
Qartaldı: Yarasının kabuğu kalktı(Kaşgarlı, 2005: 408).
Giresun: Kartaldı. Gartaldı. Yaşlanan bir ağacın kabuğunun çatlayarak
havaya kalkması veya vücuttaki yara kabuğunun kalınlaşarak açılmasını ifade
etmede kullanılan sözcüktür. “Fındık dalları gartaldı”.
Qasuq: Ağaç kabuğu. Kökü “qas”tır(Kaşgarlı, 2005:410).
Giresun: Gasmuk. Ağaç kabuğu: “Ormandan gasmuk toplayıp ateşi
tutuşturdular”. Aynı zamanda vücut kiri anlamında da kullanılır: “Çocuğun
boynu gasmuk bağlamış”.
Qaş: Herhangi bir şeyin kıyısı ya da kenarı(Kaşgarlı, 2005: 410).
Giresun: Kaş. Gaş. Dağın, tepenin ya da bir çıkıntının kenarı, uç kısmı.
Yörede bu sözcük yer adı olarak da kullanılır(KK-6): “Gaş, Akgaş=Espiye
ilçesi Gülburnu havalisinde mevki”.
Qaşuqlug: Kaşık yapılacak boynuz(Kaşgarlı, 2005: 411).
Giresun: 1. Kaşık yapılacak ağaç. Bu ağaç türü genelde şimşir ve
kestane ağaçlarıdır. Kaşıklar yapılır ve ustası “kaşıkçı” namıyla köy köy
dolaşarak kaşık satar. 2. Kaşıklık. İçine kaşıkları koymak için kullanılan
kap. Yörede bununla ilgili bir deyim/ünlem de vardır: Evden biri komşuya
gittiğinde diğerleri de gelirse, ilk giden kızar ve “kaşıklığı da getirseydiniz
ya!” diye çıkışır. Yani, “bir tek kaşıklık eksik, her şey burada” ifadesi için bu
ünlem cümlesi kullanılır.
Qatıq: Tutmaç yemeğine katılan herhangi bir madde; örneğin sirke ya
da yoğurt(Kaşgarlı, 2005: 413).
Giresun: Katık. Yörede yoğurt ve ayran anlamlarında kullanılan
sözcük. Katık kesmek: Yoğurdu kaynatıp soğutarak elde edilen peynir türü;
çökelek. “Yemeğin sonunda gatık yedik”.
Qatquç: Akrebe benzeyen, insanı sokan bir böcek(argu lehçesi)
284
UKHAD 1 (3) 2015
(Kaşgarlı, 2005: 414).
Giresun: Kıskaç. Kıstınkılıç(Dereli ilçesi yöresi). Önünde akrebe
benzer boynuz veya elleri olan böcek türü. “Kıskaç böcüğü ısırdı”(KK-3).
Qatun: Afrasiyab’ın bütün kız torunlarına verilen isim(Kaşgarlı, 2005: 414).
Giresun: 1. Hatun. Yörede kadın adı olarak, yoğun bir biçimde
kullanılır. 2. Ayrıca meyvelere verilen yöresel adlardan biridir: Hatun kiraz;
ekşi ve iri taneli bir kiraz türü. 3. Yörede sevimli ve verimli kabul edilen
büyükbaş dişi hayvanlara da “hatun” adı konulabilmektedir; hatun inek.
Qavıq/qawıq: Darı kepeği(Kaşgarlı, 2005: 415).
Giresun: Gevük. Kesmük(darı güdenesi) kepeği. “Darı gevüğü olmuş,
üstün başın!”.
Qı: Seslenme sözü. Arapçadaki ya ilgecine karşılık gelir(Kaşgarlı,
2005: 421).
Giresun: Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Giresun yöresinde
de “gıı!” şeklinde kullanılan seslenme sözü, erkekler tarafından eşlerine
çağrılırken söylenir. Çünkü yörede, eski bir gelenek olarak eşler birbirlerinin
adı ile seslenmez. Ancak bugün bu gelenek, yeni nesiller tarafından kullanım
dışı bırakılmıştır. Ancak yörede, “gıı!” sözcüğünün başka bir kullanım alanı
daha vardır ki hala yaşatılmaktadır: İki kadın konuşurken birbirlerine “gıı”
diye hitap ederler. “Senin dilin ne diyor gıı!”. Bu kullanımlar, “kız-gız-gıgııı” dönüşümüne binaen, cinsiyetten kaynaklanan bir hitabet sözcüğü
durumundadır.
Qaznguq: Kazık ya da çivi. Kutup yıldızına temür qaznguq: demir
kazık denir çünkü gök bunun çevresinde dönmektedir(Kaşgarlı, 2005: 421).
Giresun: Kazuk. Demür kazuk. Yörede kullanılan “demirden kazık
olsa fayda etmemek=” deyimi, Kaşgarlı’nın sözlüğünde geçen “temür
qaznguq” ibaresinin tarihsel süreçteki eski kültür köklerine dek inmektedir.
“Demirden kazık olsa fayda etmemek: Sana demirden kazık olsa fayda
etmez!(Sağlam hiçbir şeye sahip olmayan, her şeyi hoyratça kullanıp, yıkan,
bozan kişi için kullanılır).”
Qıdıgladı: Kenarlık dikti(Kaşgarlı, 2005: 422).
Giresun: Gadakladı. Söküğü dikti. “Anası kazağının kolunu
gadakladı”.
Qıftu: Kırkı, kırkma makası(Çiğil lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 422).
Giresun: Kırklık. Koyun ve keçilerin yünlerini veya kıllarını kesmeye
yarayan uzun, iki parça halindeki makas. Yöresel atasözü: “Koyun, kırklık
altında kocar”.
Qılıç: Kılıç. İki kılıç kına sığmaz. Bu atasözü, bir mesele üzerinde
285
UKHAD 1 (3) 2015
tartışan ya da aynı kadını elde etmeye çalışan iki adamın durumunu anlatmak
için kullanılır. Haqaniler bu sözcüğü saygı belirten bir unvan olarak kullanırlar,
tıpkı xılıç xan: işlerini ve düşüncelerini, her şeyi bir kılıç gibi kesip atarak, bir
anda gerçekleştiren han ifadesinde olduğu gibi(Kaşgarlı, 2005: 423).
Giresun: Kılıç. Anadolu’da ve Türklerin yaşadığı diğer bazı
coğrafyalarda “kılıç” sözcüğüne rastlamak mümkündür. Giresun yöresinde
kullanılan “kılıç kırmak” deyimi, “kıran kırana mücadele vermek, savaşmak
anlamında kullanılmakta olup, “kılıç” sözcüğünün yöredeki köklü kullanımına
ir örnek teşkil eder. Ayrıca yörede kılıç, ip ve pala(veya yolluk; yöresel bir halı
türü) dokuma tezgahlarında kullanılan, şekli kılıcı andıran, ağaçtan yapılmış
gerecin adıdır.
Qılındı: Adam her işten biraz yaptı. Bu ifade, biri, kendi sınırlarının
ötesine geçtiğini, haddini aştığını söylemek istiyorsa kullanılır; nitekim üküş
qılınma: haddini aşma, denir(Kaşgarlı, 2005: 423).
Giresun: Gılındı. Gılınmak. Birine, bir konuda ihtiyaç duyduğunu
ifade ederken ezik duruma düşmek. “Bu kadar şey için ona mı gılındın!”.
Qılıq: Hal ve tavır(Kaşgarlı, 2005: 424).
Giresun: Gılık. Durum, o anki hal, mevcut şekil. “Fındık bahçeniz ne
gılık bir bakalım!”.
Qır: Bent/Tek bir kaya kütlesinin oluşturduğu dağ(Kaşgarlı, 2005: 425).
Giresun: Gıran. Kıran. Taşı bol olan ve birçok yeri gören, geçit
niteliğindeki dağ sırtı. Yörede “gıran” sözcüğüne ilişkin birçok mevki adı
bulunur: “Evliya Gıranı”: Espiye-merkezde mevki adı. “Gıranbaşı”: EspiyeÇepniköy’de mevki adı(KK-8). Bu terim yörede hemen hemen her köy ve
yaylada mevki adı olarak geçer.
Qırqtı: O, koyunu kırktı(Kaşgarlı, 2005: 427).
Giresun: Gırktı. Kırktı. Uzayan saçı veya benzer bir şeyi kesti.
“Gırkmak” yörede hem insanlar hem de hayvanlar için kullanılan bir sözcüktür.
“Koyunlar kırkıldı mı?”, “Babası, çocuğun saçını kırktı”.
Qıskaç: İnsanları ısıran küçük, siyah bir hayvan(Oğuz lehçesi)
(Kaşgarlı, 2005: 428).
Giresun: Kıskaç. Gısgaç. Şekli akrebe benzeyen küçük bir böcek türü.
“Kıskaç ısırmış”.
Qısurdı: O, uzun bir şeyi kısalttı(Kaşgarlı, 2005: 430).
Giresun: Gasdı. Gasmak fiili; yörede bir elbiseyi veya benzer bir şeyin
uzun kısmını kat yapıp dikerek yapılan kısaltma işlemini ifade eder. “Çocuğun
gömleğinin kolları uzundu; annesi omuzlarından gasdı”.
Qıyıq: Eğri olarak kesilmiş herhangi bir şey(Kaşgarlı, 2005: 431).
286
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Gıyuk. Gıyık. Ağaçtan elde edilmiş bir araç-gerecin kenarı
veya kenarında bulunan çıkıntılar. “Elime gıyuk geçti”.
Qoltuqladı: Kolunun altına aldı(Kaşgarlı, 2005: 435).
Giresun: 1. Koltukladı. Bir şeyi koltuklarının altına almak. “Adam
fındık sepetini koltukladı”. 2. Koltuklamak: Bir kimseyi bir yere giderken,
yanında götürmek üzere ayaklandırmak. “Sen tek gideceksin, kardeşini niye
koltukladın!”
Qonşı/Qoşnı: Komşu. Oğuz lehçesi(Kaşgarlı, 2005: 438).
Giresun: Gonşu. Gomşu. Komşu. Yörede “gonşululuk etmek” deyimi,
evleri yakın olan kimselerin iyi geçinmesi anlamında kullanılır.
Qongragu: Çanlar(Kaşgarlı, 2005: 439).
Giresun: Çıngıravu. Çan veya çan gibi sesler çıkaran aksesuarlar.
“İneğin boynuna kırk türlü çıngıravu takmışlar”. Genellikle çıngırdayan
şeylere yörede “çıngıravu” denilmektedir.
Qorluq: İçine kımız konulan tulum(Kaşgarlı, 2005: 442).
Giresun: Gorlu. Gorlu katır: Uzun yolda yiyecek, içecek taşıyan, yükü
kaba olan katır. “Gorlu katır gibi” deyimi yörede “sırtına fazla ve kaba yük
almış” olanlar için kullanılır.
Qoru: Dikenli çit(Kaşgarlı, 2005: 443).
Giresun: Gorug. Goruk. Mevyeli ağaçları veya sebzeleri insanlardan
veya zararlı hayvanlardan korumak için etrafına sarılan diken kümelerine
verilen ad. “Kirazı yemesinler, beline goruk asın!”.
Qoş: Herhangi bir şeyin çifti; bir eşi olanı(Kaşgarlı, 2005: 443).
Giresun: Goşmak. Goşug. İkileştirmek. Denkleştirmek. Bir şeyin
yanına aynı türden, diğerine denk bir şey daha getirmek. “Öküz goşmak”: İki
öküzü tarlada çalışmaya hazırlamak. “Beni onunla bir goşma!: Beni onunla
aynı kefeye koyma!”, yöreye özgü deyimlerdendir.
Qoşlundı: Bir koyunun başka bir koyunla bir araya getirilmesi ya da
iki binicinin, koşarken başları aynı hizada olacak biçimde atlarını yan yana
getirmesi gibi iki nesne de bir araya getirildi; birleştirildi(Kaşgarlı, 2005: 443).
Giresun: Goşmak. Goşlamak. “Koyunun çiftleşmesi: Goşlanmak”
şeklinde yöresel bir tabir kullanılmaktadır. Yörede diğer kullanımları ise
şöyledir: “Çift goşmak/Saban goşmak”: Öküzleri sabana vurup tarlaya girmek.
Qova: Kova(Kaşgarlı, 2005: 444).
Giresun: Gufa/Küfe; Kova sözcüğünün yöresel ağızda kullanılış
biçimi. “Suyu yal gufasına dök!”
Qovuq/qowuq. Oyuk. İçi boş şey(Kaşgarlı, 2005: 444); Qovı: İçi
oyulmuş, boşalmış, çürümüş ağaç(Kaşgarlı, 2005: 445).
287
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Goğog. Goğuk. Goğok. İçi oyulmuş yer. Ağacın içindeki
oyulmuş kısma yörede “goğok, ağaç goğogu” denir. Küçüklere, “seni ağaç
goğogunda bulduk” diye takılırlar.
Quçam: Herhangi bir şeyin demeti(Kaşgarlı, 2005: 446).
Giresun: Goşam. Goşama. Bir tutam. Bir parça, biraz. Bir avuç dolusu.
“Ona bir goşam fındık verdiler”.
Quçaq: Bir bohça kumaş(Kaşgarlı, 2005: 446).
Giresun: Kuşak. Kadınların beline bağlayarak içine bir şeyler koyabildikleri
bohça, kumaş. “Kuşağından bir avuç fındık çıkardı ve çocuğa verdi”.
Quçuş: Kucaklaşma(Kaşgarlı, 2005: 446).
Giresun: Gucuş. Kucuş. Kucak. “Gucuşuma gel!” şeklinde çocuğa
çağrılır.
Quduzgun: Kuskun; eyerin kaymasını önlemek için atın kuyruğu
altından geçirilerek eyere bağlanan kayış(Kaşgarlı, 2005: 447).
Giresun: Küsgü. Küskü. Yörede, ortada bir iş varken başka bir işi
araya sokan kimseye “küskü sokma!” derler. Böyle kimselere “küsgü” diye ad
takarlar.
Qulaqlıg: Kulağı olan nesne(Kaşgarlı, 2005: 448).
Giresun: Kulaklı. Kulağı uzun olan insan veya hayvan. Yörede kulağı
uzun olan hayvana “kulaklı”, kısa olana ise “kürüs” derler: “kürüs koyun”.
Qulnadı: Doğurdu(Kaşgarlı, 2005: 448).
Giresun: Gunnadı. Gunladı. Türedi. “Leşin üstünde sinekler
gunnamış!”.
Qulsıg: Huyu köleye benzeyen adam(Kaşgarlı, 2005: 449).
Giresun: Iîsuk. Iğsuk. Kendi başına iş yapamayan, yol yordam
bilmeyen kimse için kullanılır: “Çok ıîsuk/ığsuk bir adam”. Bu sözcük, ayrıca
uyuşuk, yavaş hareketli, otlaktan dönerken eve gelemeyen veya zamansız
gelen hayvanlar için de kullanılır: “Bu inek çok ığsuk!”.
Qulun: Tay. (Kaşgarlı, 2005: 449).
Giresun: Tay. Aynı zamanda dere kenarında yetişen bir otun adıdır. Bu
ot yemeklerde de kullanılır. Giresun-Eynesil yöresinde halen kullanılmakta
olan bir atasözü vardır: “Öyle ağır konuşuyor ki adama kulun attırır!”(“Adama
çocuğunu düşürttürür, düşük yaptırır” anlamında söylenir.
Qunduz: Kunduz(Kaşgarlı, 2005: 449).
Giresun: Kunduz. Ağaçları kemirerek beslenen bir yabani hayvan
türü. Giresun Espiye-Güce ilçelerinin sınırlarında, yaylalık alanda bir yer adı:
“Akgunduz/Akkunduz”.
Qurı qurı: Kısrağın arkasından gelen tayı çağırırken kullanılan
288
UKHAD 1 (3) 2015
ifade(Kaşgarlı, 2005: 451).
Giresun: Bruu, Bruu! Koyunları ve atları yönlendirmek için kullanılan
seslenme sözü.
Qurtuldı: Kadın doğum yaptı(Kaşgarlı, 2005: 452).
Giresun: Gutuldu. Kurtuldu. Kadın doğumunu sağlıklı bir şekilde
yaptı. Doğum sürecinde, doğum yapılan yerin dışında kalan kimseler
tarafından köy ebesine yörede sıkça sorulan bir sorudur: “Gurtuldu mu?”.
Qurugluq: Herhangi bir şeyin kuruluğu(Kaşgarlı, 2005: 453).
Giresun: 1.Guruluk. Kuruluk: Kuru olan şey. 2. Guruluk: Kuruluk,
yakacak şey. Ateşi tutuşturmaya yarayan ince dal kırıklarına yörede “guruluk/
kuruluk” denir.
Qurugsaq: Mide. Kuşun taşlığına verilen ad(Kaşgarlı, 2005: 453).
Giresun: Gursak. Kursak: Mide. “Kursağından kesmek” deyimi
yörede “beslenmesinden feragat ederek birikim yapmak” anlamındadır. Kuşun
veya diğer kanatlı hayvanların midesi. “Tavuğun kursağı dolmuş”.
Quruldı: Adamın eli ya da ayağı kasıldı(Kaşgarlı, 2005: 453).
Giresun: Guruldu. Yörede herhangi bir organın kısmen veya tamamen
kasılmasına “gurulma” denir. “Kolum guruldu!”.
Qurud: Yağı alınmış, kuru peynir, çökelek(Kaşgarlı, 2005: 454).
Giresun: Yağsız ve kuru besin gıdası. Yörede, sıvı seviyesi çok düşük,
kuru ve küçük bir tür armut vardır ve buna “gurud armudu” denilmektedir.
Qusıq: Fındık. Cariyelere verilen bir ad olarak da kullanılır(Kaşgarlı,
2005: 454).
Giresun: Gavsuk. Fındık çotanağına verilen ad. Buna Giresun’un
köylerinde farklı adlar da verilir: Kavsuk: Dereli-Bahçeli yöresi. Gavsun:
Espiye-Çepniköy yöresi. Gavsaldag: Espiye-Keçiköy(Güzelyurt) yöresi,
bu farklılıklara birer örnektir. Yörede fındık çotanağına verilen bu adlarla
birlikte, fındık sözcüğü de Kaşgarlı divanında belirtildiği gibi kişi adı
olarak kullanılmaz. Bunun muhtemel nedenleri ise; yörede Türk kültürünün
tarihsel sürecinde, Kaşgarlı divanında da belirtildiği gibi “cariye adı” olarak
kullanılmasından doğmuş bir anlam kötüleşmesinin etik açısından engel teşkil
etmesi veya yörede geçmişten beri “fındık” sözcüğünün yan anlam olarak
insan ve hayvanın tenasül organındaki yumurtalar için kullanılmasıdır.
Qusıqlıg: Fındığı olan adam. Fındıklı(Kaşgarlı, 2005: 454).
Giresun: Fındıklı. Fındık ağası veya fındık mahsulü çok olan kimse.
Ayrıca Giresun’un Keşap ilçesine bağlı bir köy adı: “Fındıklı”.
Quşgun: Hayvan yemi olarak kullanılan taze kamış. Uşgün sözcüğünün
değişik sesletimi; “ravendiye, ışkın” (karabuğdaygillerden, süs bitkisi veya
289
UKHAD 1 (3) 2015
sebze olarak yetiştirilen, yaprak veya saplarından reçel yapılan, tedavi edici
olarak da kullanılan bir bitki) (Kaşgarlı, 2005: 455).
Giresun: Işgın. Işkın. Yörede başta fındık ağacı olmak üzere, ağaçların
dip kısmında çıkan filizlere “ışgın” denir. “Işgın almak” deyimi yörede
genellikle fındık ağaçlarının dibinde çıkan gereksiz filizleri kesmek eylemi için
kullanılır. Ayrıca mecaz anlamda kullanılır: “Bacaklarım ışgınladı(filizlendi):
Bacaklarımda tüy bitti”.
Quyluşdı: Dağdan sular boşandı. Sürekli ve hızlı bir şekilde
aktı(Kaşgarlı, 2005: 457).
Giresun: Guyuşdu. Guyuldu. Guydu. Yörede en çok kullanımı
yağmur ve ağlamak hali içindir: “Hava bozdu, yarım saat demeden guydu”.
“Babasının dediklerini duyunca hemen guydu(ağladı)”. “Öldüğünü duyunca
olduğu yere guyuldu”.
Quz: dağın güneş almayan, gölgede kalan kısmı(Kaşgarlı, 2005: 458).
Giresun: Guz. Kuz. Kuzeyde kalan yer. Anadolu genelinde yaygın olan
“kuz” sözcüğü; güneşi az gören, gölgede kalan verimsiz yerler için kullanılır.
Zıddı ise; güney, günyüzü sözcükleridir. Güney yerler verimlidir. Giresun
yöresinde hemen hemen her köyde içinde “guz” ve “güney” sözcükleri geçen
dağ, mevki ve mahalle adları bulunmaktadır: Guzbahçe mahallesi: EspiyeÇepniköy’de mahalle adı; Guz sağmanı: Espiye-Direkbükü yöresinde yer
adı. Guz: Espiye-Çepniköy; Güney: Espiye-Çepniköy; Koz(kuz)köy: EspiyeSoğukpınar beldesi; Güneyköy; Espiye ilçesine bağlı köy; Gündenyüz; Dereli
ilçesinde mevki; Guz: Dereli’de ilçesinde mevki adı; Güney(Günîî): Dereli
ilçesinde mevki adı.
Quzgun: Kuzgun(Kaşgarlı, 2005: 458).
Giresun: Kuzgun.
Quz tag: Dağın yalnızca öğleden sonraları güneş gören tarafı; bu taraf
güneşin solunda kalır ve her zaman soğuk ve karlıdır. Şu atasözünde de geçer:
Dağın güneş görmeyen yüzünde kar, koyunda yağ eksik olmaz(=quzda kar
egsümes, qoyda yag egsümes) (Kaşgarlı, 2005: 458).
Giresun: Guz dağ. Guz yer. Kuzeyde kalan verimsiz yükseltiler. “Guz
dağlardan gölge kalkmaz”.
18. S Harfi İle Başlayanlar
Sag yaq: Tereyağı/sagım: bir sağışta sağılan süt(Kaşgarlı, 2005: 463).
Giresun: Sağrak. Saârak. İçinde tereyağı saklanan kapaklı kap.
Yörede eskiden her evde bir tane bulunan bu kap, önceleri ağaçtan oyma olup,
sonradan metal ve plastiğin yayılmasıyla çeşitli maddelerden yapılıp satılmaya
290
UKHAD 1 (3) 2015
başlanmıştır. Başı büyük kimselere yörede “sağrak baş” diye takılırlar. Yörede
ayrıca, “sağrak” sözcüğü yer adı olarak da kullanılmaktadır: “Sağrak Gölü”
Giresun’un turistik yaylalarından biridir. “Sagım” sözcüğü ise bugün yörede
“sağım: bir sağım süt” şeklinde sağılan sütün miktarını belirtir. “Sağlım”
sözcüğü de yörede hayvanların sağıldığı vakitler için kullanılmaktadır:
“Koyun sağlımdan geldi mi?”.
Salturdı: O, paranın bana aktarılmasını ve onun borcu olarak kabul
edilmesini emretti(Kaşgarlı, 2005: 465).
Giresun: Salgun saldı. Ortaklaşa yapılacak işlerin masrafını karşılamak
üzere kişi/aile başına ödenecek bir bedel belirleyerek bunu herkese duyurma
işine yörede “salgun salma” denir. “Mahalle yolunun tamiri için aile başına
yüzer lira salgun salmışlar.”.
Salındı: Salındı otung: Selin getirerek kıyıya attığı odun(Kaşgarlı,
2005: 465).
Giresun: Selinti. Selinti odun. Suyla getirdiği, derenin kenarına
birikmiş odunlar. “Bunlar selinti odun, kolay kolay yanmaz!”.
Sarıg: Herşeyin sarısı(Kaşgarlı, 2005: 471).
Giresun: 1.Sarı olan şey. Sarışın kimse; “tüğsü sarı”. 2. Yörede
eskiden sık kullanılan bir metal türünün adı: Saru. Rengi sarı olan ve çeşitli
araç gerecin yapımında kullanılan, “pirinç” türü metal.
Saplıq: Kılıç veya bıçağa kabza ya da başka bir şeye sap yapmada
kullanılan malzeme(Kaşgarlı, 2005: 469).
Giresun: Saplık. Taşınabilir kesici marangoz aletlerine takılan sap.
“Baltanın saplığı kırıldı”.
Saqırqu: Kene(Kaşgarlı, 2005: 470).
Giresun: Sakırtlak. Sakıtlak. Bir tür kene. Hayvanlara yapışan iri
keneler ayrıca adlandırılır: “İnek sakırtlağı”.
Sardı: Sertçe azarladı(Kaşgarlı, 2005: 470).
Giresun: Sardı. Birine yüklenmek, azarlamak. “Başkasına kızıp bana
sarma!”.
Say: Taşlık zemin(Kaşgarlı, 2005: 479).
Giresun: Say. Taşlıklı, yamaç ve aşağısı uçurum olan yer. “Saydan
altına gitmek” deyimi yörede “uçurumdan düşmek” anlamında kullanılır.
Yörede say ile ilgili köy ve mevki adları oldukça yaygındır: Saydaş: EspiyeÇepniköy’de mevki; Sayca; Giresun merkez ilçede köy. Sayca: Keşap
ilçesinde köy.
Saypadı: O, zenginliğini çar çur etti(Kaşgarlı, 2005: 479).
Giresun: Sıypıttı. Dengesiz hareketlerde bulundu. “Eline biraz para
291
UKHAD 1 (3) 2015
geçince sıypıttı!”.
Sekirtti: Koşturdu(Kaşgarlı, 2005: 480).
Giresun: Seyit! Seyitmek. Yörede “koşmak” fiilinin karşılığıdır:
“Çabuk gel, seyit!”.
Sekü: Kanepe, seki(Kaşgarlı, 2005: 481).
Giresun: 1. Set. Eskiden köy evlerinde kullanılan uzun oturak. “Beş
kişi oturunca set kırıldı”. “Sekü” sözcüğü yörede çoğunlukla “set” biçiminde
kullanılmaktadır. 2. Ayrıca, arazideki tümseklere “set/set yer” denir. “Bizim
bahçenin sınırı şu set yerden başlıyor”. “Sekü” ayrıca Tirebolu’da bir köyün adıdır.
Selçük: Günümüz sultanlarının büyükbabasının adı. Ona Selçük subaşı
da denirdi(Kaşgarlı, 2005: 481).
Giresun: Selcük. Selçuklu hükümdarının yayılarak nüfuz ettiği
coğrafya, malum tarihlerden itibaren Türk kültür hafızasına yerleşmiştir ki;
“selcük” sözcüğü sıkça kullanılmaktadır. Yörede çok gezen kişiye “selcük”
denir. Ayrıca “selcük gibi gezmek” diye bir de deyim vardır: “Her gün selcük
gibi gezeceğine kendi işini yap!”(Espiye-Çepniköy yöresi).
Sır: Bir tür macun Çin kaseleri bununla sıvanır ve sonra boyanır, üzeri
işlenir(Kaşgarlı, 2005: 491); Sırladı: Kaseci kaseyi macunla sıvadı(Kaşgarlı,
2005: 492).
Giresun: Sır. Sıvama maddesi. Sırlamak. Bir şeyi sindirerek sıvama
işine “sırlamak” denir. Örneğin yörede, bir kap delindiğinde onun deliğini
kumaş, plastik gibi şeyleri eriterek veya yakarak sıvama işine “sırlama” denir.
“Adam delik kazanı plastikle sırladı”.
Sırıdı(sarıdı): Köpek pisledi(ıt sırıdı) (Kaşgarlı, 2005: 491).
Giresun: İnek, köpek gibi hayvanların pislemesi “sırıdı” diye tabir
edilir. “İnekler olun ortasına sıvadı!”. Ayrıca, Dereli ve Espiye ilçelerinde
anlatılan şöyle bir rivayet bulunmaktadır: Yörede geçmiş dönemlerde yaşanan
kıtlık afetleri sürecinde köpeklerin aç kalınca çarıkların ipini yedikleri ve
pislediklerinde ise pisliklerinde bu iplerin yer aldığı; bu yolla ortaya çıkan
pisliğe de “sırım” denildiği nakledilmektedir.
Sırıdı: Kız, (Türkmenlerin çadır örtüsü, eyer bezi ve benzeri
şeyleri dikerken yaptığı gibi) keçeyi sık dikişle dikmekte annesine yardım
etti(Kaşgarlı, 2005: 491).
Giresun: Dikti. Kalın iplikle dikti. “Annesi yorgan sırıyor”.
Sibek: Değirmen taşının mili. Bu değirmen taşının etrafında döndüğü
bir demir çubuktur(Kaşgarlı, 2005: 494).
Giresun: Sibek. Değirmen taşının bağlı bulunduğu, taşı döndüren
merkezi demir çubuk. “Değirmenin sibeği çatladı”. “Sibek başlı”: Giresun ve
292
UKHAD 1 (3) 2015
Karadeniz yöresinde yaygın olan bu deyim, kendi bildiğini yapan inatçı kişiler
için kullanılır.
Singdi: Yemek hazmedildi(Kaşgarlı, 2005: 496).
Giresun: Singmek. Yemeğin hazmedilişi. “Yediği yemek canına
singmemek” deyimi, yörede yemek esnasında veya sonrasında yaşanan
huzurluk sonrasındaki psikolojik hazımsızlığı ifade etmede kullanır. (Aynın
zamanda saklanmak yerine de “singdi” sözcüğü kullanılır).
Singek: Sinek(Kaşgarlı, 2005: 496).
Giresun: Sin^gek. Siyek. Yörede aynı şekilde kullanılır.
Singir: Sinir(Kaşgarlı, 2005: 497).
Giresun: Sin^gir. Siyir. Sinir. 1. Vücutta çıkan et benleri. 2. Kızgınlık,
öke. 3. Sinir dokuları.
Sokan Yılan: Büyük, zararsız bir yılan(Kaşgarlı, 2005: 498).
Giresun: Sokaân yılan. Sokağan yılan. Yörede bir yılan türüdür.
Sokma tehlikesi yüksek ve zehrinin keskin olduğu bilinen bir yılan türü.
“Sokağan yılan gibi” deyimi yörede, “herkese söz ve eylemleriyle önemli
zararlar veren kimse” anlamında kullanılmaktadır. Giresun yöresinde bu
anlamlarda kullanılan bu unsurun, Kaşgarlı divanında belirtilen anlamının tam
zıddı olması, sözcüklerin çağlar içinde anlam değişmesine uğrayabilmesinin
bir sonucudur.
Sogıqlıq: Soğuk için hazırlanmış herhangi bir şey(Kaşgarlı, 2005: 498).
Giresun: Soğukluk. Katı yemeğin yanında, sofraya konulan soğuk
şey; hoşaf, yoğurt, vb. sıvı gıda. “Soğukluk olsun diye sofraya yoğurt getirdi”.
Song: Herhangi bir cismin ya da eylemin sonu/sonra(Kaşgarlı, 2005: 500).
Giresun: Song. Son^g. Soğ. Bir şeyin sonu. Yörede sözcüğün
kullanımları: “Soğunda/Songunda: Bitiminde”. “Songu songunda: En
sonunda”. “Songlama: Fındık toplama işinin bitiminde yapılan son yoklamaya
verilen ad”. “Songunku: Sonuncusu”. “Song beşik: En küçük çocuk”.
Sökel: Hasta(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 504).
Giresun: Sökel. Hasta-sökel. Yörede “sökel” tek başına kullanılmayıp
“hasta sökel” ikilemesi şeklinde kullanılır. “Haber almadık, acaba hasta sökel
var mı?”.
Sökittti: Diz çöktürdü(Kaşgarlı, 2005: 504).
Giresun: Söyketti. Söykenmek, yere oturarak yaslanmak anlamında
kullanılır. Yörede, “söykendi, söyketti” gibi ifadeler, ayrıca dizlerini
kırıp yarım biçimde duvara veya bir şeye yaslanan kişinin hareket halini
adlandırmada kullanılır. “Adam duvara söykendi”.
Sökrük: Kadın cinsel organı(Kaşgarlı, 2005: 504).
293
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Sökütülmüş şey. Çıkarılmış şey. Doğmuş, “sökütülmüş”
çocuk. “Sökütmek” sözcüğü yörede bir şeyi çıkarmak, yükseğe eriştirmek, bir
şeyin içinden bir şeyi çıkarmak gibi anlamlarda kullanılmaktadır. “Alçağın
söküttüğü!” söylemi yörede hakaret ifade etmede kullanılır. “Elindeki sepeti
ağacın tepesine söküttü(çıkardı)” cümlesi de “sökütmek” fiilinin yöredeki
farklı bir kullanımına örnektir.
Subıdı: Uzun ve sivri bir şey(Kaşgarlı, 2005: 505).
Giresun: Yüğlü. Bir şeyi yivleyerek ucuna sivri bir eklenti yapma
eylemi. “Yüğlü kazık”.
Subıladı: O, enli olan bir şeyin boyunu uzattı ve kenarlarını
sivrileştirdi(Kaşgarlı, 2005: 506).
Giresun: Yüğüledi. Yüğledi. Yüûledi. Bir şeyin ucunu yontmak veya
başka bir yöntemle incelterek uzun-ince bir çıkıntılı olmasını sağlamak.
“Adam kazıkları yüğledi”.
Suguldı: Su(kaynaktan) veya sütün çekilmesi(memeden)(Kaşgarlı,
2005: 508).
Giresun: Soğuldu. Soğoldu. İnek veya benzeri evcil hayvanların
doğumdan önce sütten kesilmesi durumu. “Evde süt yok, inek soğoldu”.
Sungqur: Yırtıcı kuşlardan birinin adı. Bu togrıl (özgün metinde togrıl
biçiminde –tı kullanılarak yazılmıştır) kuşundan daha küçüktür(Kaşgarlı,
2005: 509).
Giresun: Sungur. Sunkur kuşu. Yörede yoğun bir biçimde iskan etmiş
olan Çepni boyunun onkunu Sunkur kuşudur. Bugün Çepnilerin yaşamakta
olduğu Espiye ilçesine bağlı Çepniköy’ünün en yüksek dağının adı Sungur’dur.
“Sungur’un başına duman çökmüş”.
Suqluq: Yiyecek konusunda açgözlü davranma(Kaşgarlı, 2005: 510).
Giresun: Suluk. Sulug. Yörede, başı boş ve tembel bir şekilde
gezen, başkalarının evine giderek karnını doyurup zaman geçirenlere
“sulukçu” denilmektedir. Deyim olarak, bunların yaptığına; “suluğa gitmek”
denilmektedir. Akşam olunca “suluk”tan evine dönenlere “suluktan geldi”
denilmekle birlikte; yaptıkları işe de “suluklanmak” denilmektedir. “Akşama
kadar suluklanmışlar, evde iş yapmamışlar!”.
Suwlang: suwlang yıgaç: Yapraksız, gözdesinde dal olmayan bir çalı./
düz ve cansız olan(Kaşgarlı, 2005: 512).
Giresun: Zıvlang. Zıvlanğ. Kel kalmış, dalları ve yaprakları kırılıp,
solup dökülmüş ağaç için yörede kullanılan sözcük. İkilemesi ise şöyledir:
“Zıs-zıvlanğ”. “Önce şu zıvlanğları keselim”. “Ağaçların arasında kocaman
bir tanesi “zıs zıvlanğ kalmış!”.
294
UKHAD 1 (3) 2015
Süsüşdi: İki koç birbirine tos vurdular(Kaşgarlı, 2005: 518).
Giresun: Süsüştü. Süsüşme. Büyükbaş veya küçükbaş hayvanların
kafa kafaya vuruşarak kavga etmelerine verilen ad. “İnekler çayırda süsüştü”.
Süzme: Çökelek. Lor peyniri(Kaşgarlı, 2005: 518).
Giresun: Süzme. Bir tür peynir. Çökeleğin kurumadan önceki hali.
Lor peyniri. Ayrıca yörede “süzme”nin ezilerek ve sulandırılarak ayrana
dönüştürüldüğü ve bunun adına da “süzme katığı(ayranı” denildiğini
belirtmek gerekir. Yörede süzmenin konulduğu bez torbaya “süzme torbası”
denilmektedir. Bununla ilgili bir de deyim vardır: “Süzme torbası gibi!”. Bu
deyim, bir kimsenin üzerine bol olan basit bir kıyafeti anlatmada kullanılır.
19. Ş Harfi İle Başlayanlar
Şap: Aceleyi, hızlı hareket etmeyi anlatan bir ilgeç(Kaşgarlı, 2005: 520).
Giresun: Şap. Yalap-şap. Yörede daha çok bu ikileme kullanılır.
Acilen ve özentisiz yapılan işi anlatır: “Yalap şap hemen bitirdi!”.
Şeşdi: Düğümü çözdü. Atın ya da bir hayvanın bağını çözmeyi anlatmak
için de bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 521).
Giresun: Çezdi. Düğümü çözdü. “Enüğü çezdi”: Köpeğin başındaki ipi
çözdü ve onu serbest bıraktı. Çezük: Bağı çözülmüş hayvan. “Enük çezük mü?”.
Şöpik: Meyve yendikten sonra geriye kalan ve atılan kısım(Kaşgarlı,
2005: 521).
Giresun: Gepcük. Göpcük. Meyvenin arta kalan, yenmeyen kısmı.
“Elma gepçüğünü kim attı buraya?”.
20. T Harfi İle Başlayanlar
Tam: Duvar(Kaşgarlı, 2005: 525).
Giresun: Tam. Kenarları duvarla çevrilmiş, üstü kapalı hayvan ağılı.
Ahır. “Koyun tamda mı?”.
Tana: Bu sözcüğün Farsçadaki dane; tohum, tane sözcüğünden
Türkçeleştirildiğini düşünüyorum(Kaşgarlı, 2005: 528).
Giresun: Tene. Darı tanesine yörede “tene” (tane) denir. “Koyuna tene
verdi”.
Tang: Esas kısmı yıkılmış, ama temelleri hala duran, kadim zamanlardan
kalmış her türlü yapı; örneğin bir höyük ya da bir kalenin temelleri olduğu
anlamına gelen toprak yığınları, yükseltiler(Kaşgarlı, 2005: 529).
Giresun: Danğ. Dang. “Kimseye danğ yeri yok”: Köklü bir geçmişe
sahip, asil, kimseye ihtiyacı olmayan, hali vakti yerinde olan kimse için söylenir.
Tamdı: Suw tamdı: Su damladı(Kaşgarlı, 2005: 526).
295
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Damdı. Hissetti. “Öleceği yüreğine dammış”.
Tarıg: Hemen hemen bütün Türk lehçelerinde buğday anlamına gelir
yalnızca Oğuz lehçesinde darı anlamında kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 535).
Giresun: Darı. “Tarlaya darı ektiler”. Darı elde edilen una, “darı unu”;
ekmeğe “darı ekmeği” denilmektedir.
Tarmaq: Pençe. Bir bitkiye de qargaq tarmaqı: karga ayağı denir(Kaşgarlı,
2005: 536).
Giresun: 1. Dırnuk: Yırtıcı. Tırnakları olan ve tırmalayan. “Dırnuk
it”, “Çok dırnuk bir çocuk” deyimleri yöre kullanılışına örnektir. 2. Dırmuk:
Tırmık. Fındık kuruturken harmanda kullanılan dişli alet. “Ağacı keserek
gövdesinden dırmuk yaptılar”.
Tarmaşdı: Birbirlerini tırmaladılar(Kaşgarlı, 2005: 536).
Giresun: Dırmalaştı. Cırmaşdı. “Köpekler sabaha kadar dırmalaşıp
durdular”.
Taş ton: Dışa giyilen giysi(Kaşgarlı, 2005: 538).
Giresun: Dış don. Dış giysiler.
Taşaqlıg: Taşaklı adam(Kaşgarlı, 2005: 538).
Giresun: Taşaklı adam. Mecazi kullanılışı ise “ensesi kalın, arkası
olan, güçlü kimse” anlamına gelmektedir.
Tawar: Canlı ya da cansız mal./Tawar: mal, eşya(Kaşgarlı, 2005: 542).
Giresun: Davar. Yörede “davar” koyun sürüsü için kullanılmaktadır.
“Durumu iyiymiş, davarı varmış”.
Tawraq: Çabukluk, sürat. Tawragın kel: Çabuk gel. (Kaşgarlı, 2005:
544)/Tawrattı: Acele etti(Kaşgarlı, 2005: 544).
Giresun: Davran! “Çabuk ol!” anlamındaki uyarı sözüdür. “Fazla
vakit yok, davran!”.
Taygan: Tazı(Kaşgarlı, 2005: 544); Tuyuq: Gökyüzünün bulutlarla
kaplı olduğu kapalı bir gün(Kaşgarlı, 2005: 600).
Giresun: Tuygun. Yörede yer adı: “Tuygun: Espiye ilçesinin
Soğukpınar beldesine bağlı mahalle. Bu mahalle oldukça yüksek ve yamaçlıdır.
Muhtemelen “tazı gibi tırmanılacak yer veya tazıların bulunduğu yer” veya
yukarıda Kaşgarlı divanında belirtilen “Tuyuq: Gökyüzünün bulutlarla kaplı
olduğu kapalı bir gün” anlamından esinlenilerek bu ad verilmiştir.
Taylang er: Zarif ve güzel, çehresi temiz, giysileri şık kimse. Bu sözcük
genellikle gençler için kullanılır. Taylang yigit: Kibar ve zarif genç(Kaşgarlı,
2005: 545).
Giresun: Daylan. Kusursuz görünümlü, iyi huylu delikanlı: “Daylan
gibi çocuk” .
296
UKHAD 1 (3) 2015
547).
Tegre: Halka; yuvarlak herhangi bir şeyin dış kenarı(Kaşgarlı, 2005:
Giresun: Tigre; havali, etraf, yöre, civar anlamlarında kullanılır.
“Giresun tigresinde yaşayanlar hangi Türk boyundan?”
Tekne: Yalak, yemlik; tekne(Kaşgarlı, 2005: 548).
Giresun: Tekne. Koyunlara yem yedirilen içi oyulmuş uzun ağaç.
“Koyunlar teknenin başına geçti”.
Telü: Deli(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 549).
Giresun: Delü. Deli. “Ne diyor o delü?” Yörede yaşlıların büyük
kısmı halen “deli” yerine “delü” demektedirler.
Temregü: Bir deri hastalığı(Kaşgarlı, 2005: 549).
Giresun: Temrevü. Bir tür deri döküntüsü rahatsızlığı. Yörede buna
çözüm olarak “temrevü duası” okunarak bir otla deri döküntüsü olan yer
çevrilir. “Yanakları temrevü olmuştu”.
Teng: Denk, benzer(Kaşgarlı, 2005: 550).
Giresun: Teng. Ten^g. Tey. Yaşıtı veya dengi olan kimse. “O senin
tengin(teyin) değil!” deyimi genellikle, kendinden küçük biriyle evlenmek
isteyen erkeğe söylenen çıkışma sözüdür. “Tenk” sözcüğü, bir harf
değişikliğiyle(teng-tenk), bugün Tirebolu ilçesine bağlı Eymür köyünde
soyadı olarak da kullanılmaktadır.
Tengdi: Quş tengdi: Kuş süzüldü. Benzer bir şekilde, göğe doğru
atılan ve uzaklaşarak gözden kaybolan oku anlatmak için de oq tengdi sözü
kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 550).
Giresun: Tengdi. Tengildi. Ten^gdi. Ten^gildi. “Elindeki orağı
fırlatınca, orak tengilip gitti”. “Babasına kızıp elindeki kaşığı tengdi”.
Tengri: Tanrı(Kaşgarlı, 2005: 551).
Giresun: Tan^grı. Taâğrı. Yaratıcı. “Tan^grının günü” deyimi “her
gün” anlamında kullanılır: “Tan^grının günü yağmur yapış demeden çalışıyor”.
Tengürdi: Er oq tengürdi: Adam okunu göğe doğru attı ve ok gözden
kayboldu(Kaşgarlı,2005: 552).
Giresun: Tengdürdü. Ten^gdürdü. “Elindeki baltayı büyük bir öfkeyle
ten^gdürdü”.
Tepig: Tekme(Kaşgarlı, 2005: 552).
Giresun: Dekmük. Tekmük. Tekme atma eylemine verilen ad. Yörede
“dekmük oyunu” adlı bir eski oyun olduğu bilinmektedir. Bu oyun, iki kişinin
geri geri açılıp, birden koşarak orta noktada havalanarak birbirlerine tekme
atması biçiminde oynanır ve kim düşerse mağlup sayılır. 1940’lı yıllara dek
oynanan “dekmük oyunu” daha çok gençler tarafından oynanmıştır. Yörede
297
UKHAD 1 (3) 2015
“parayla dekmük oynamak”: (parası çok olmak) diye bir deyim bulunmaktadır.
Tepindi: Ayaklarını herhangi bir nedenle hareket ettirmesini anlatmak
için bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 552).
Giresun: Depinmek. Ayaklarını yere vurmak. “Depinmek” yörede,
bazen ikileme şeklinde de kullanılır: “Çocuk annesinin gittiğini duyunca der
der depindi(ayaklarını yere vurarak ağladı)”. Karlı bir yerin karını eritmek
için üzerinde tepinme işine “düveneklemek” denir. “Çocuklar top oynarken
burayı düveneklemişler”.
Tergeş: Kalabalık oluşmasını sağlayan bir hareketin neden olduğu
sıkışma. Tergeşdi: Birbiri ardına sıralanarak bir dizi oluşturan her şeyi
anlatmak için bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 554).
Giresun: Terpeş. Terpeşük. Karışık ve düzensiz olan. Sıkışık olan.
“Bunları böyle terpeşük atma yere doğru!”.
Terngük: Topraktan sızan su(Kaşgarlı, 2005: 556).
Giresun: Dernük. Derinden gelen, derin olan. “Sesi dernükten geliyor,
aşağı inmiş”. “Su buz gibi, kaynağı dernükte”.
Teşik: Obur; karnı doymasına karşın gözü doymayan kimse(Kaşgarlı,
2005: 557).
Giresun: Deşük. Karnı büyük olan kimse için kullanılan sözcük.
“Önüne geleni yiyor, deşük!”.
Tezek: At gübresi(Kaşgarlı, 2005: 559).
Giresun: Tezek. At ve sığır gübresi. Yörede tezeğe ayrıca “kemre/
kerme” gibi adlar da verilmektedir. “Odun yerine tezek yakıyorlarmış”.
Tezgek: İşten ya da benzeri şeylerden kaçan adam(Kaşgarlı, 2005: 559).
Giresun: Tesçek. Tez-cek. Hemen her şeye alınan, darılan kimseye
yörede “tesçek” denilmektedir. “Bir şaka edelim dedik, darıldı; ne kadar
tesçekmiş!”.
Tezitti: It keyikni tezitti: Köpek vahşi hayvanı kaçırdı(Kaşgarlı, 2005: 560).
Giresun: Terpitti. Kaçırdı. “Koyunları sesiyle terpitti(kaçırdı)”.
“Sürüyü tek başına bırakma, çakal gelir de terpitir!”. Terpmek: Koyun çakalı
görünce terpmiş!”.
Tın: Ruh(nefs) (Kaşgarlı, 2005: 563).
Giresun: Tin. Yörede “tin” sözcüğü yerine “din” sözcüğü
kullanılmaktadır. “Tinsiz” : Ruhsuz (vicdansız anlamında) adam. Ancak
yöresel ağızda söylenişinde genellikle “t”-“d” dönüşümü etkin olduğu için,
“tin” ve “din” sözcükleri birbirine karıştırılmaktadır.
Tıngladı: Dinledi(Kaşgarlı, 2005: 564).
Giresun: Tınglamak. Tın^glamak. Tınglamamak. “Onu hiç
298
UKHAD 1 (3) 2015
tınglamıyor”: Söylediklerini dikkate almıyor, anlamında kullanılan yöresel
deyim.
Tıqdı: O kaba un doldurdu. Bir kabın içine güç harcayarak, bastırılarak,
itilerek konan herhangi bir şeyi anlatmak için bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı,
2005: 564).
Giresun: Tıktı. Tıkızladı. Tıkız etti. Bir şeyi olabildiğince sıkıştırarak
yerleştirmeye “tıkızlamak” denir. “Fındık çuvalının ağzını tıkız et!”.
Tiken: Diken(Kaşgarlı, 2005: 566).
Giresun: Tiken. Diken. Yörede diken, genellikle “tiken” olarak
kullanılır. Espiye ilçesinde “Tikence” adlı, ad kökeni “diken”e dayanan bir
köy mevcuttur.
Tikme: Dikilmiş olan(Kaşgarlı, 2005: 567).
Giresun: Dikme. Yeni dikilmiş meyve fidanı. “Bu kiraz dedenizin
dikmesiydi”.
Tikü: Dilim. 568;Tilge: Bkz. Tikü(Kaşgarlı, 2005: 569).
Giresun: Tiki. Tikü. Yörede tek başına kullanılmamakla birlikte,
“parça tiki etmek” deyimi biçiminde kullanılır. “İnek uçurumdan(saydan)
yuvarlanmış, parça tiki olmuş!”.
Bir tigü: Bir dilim(Kaşgarlı, 2005: 568).
Giresun: Birtige. Bir parça, azıcık. Bu sözcük yöresel ağızda; “bittige,
bittiye, bittiyecük” şeklinde de söylenir. Espiye’nin Keçiköy(Güzelyurt)
köyünde ise “biyicük/biîcük” şeklinde kullanılmaktadır.
Tirilgen: Bu er ol edgü sawın tirilgen: Bu, her zaman iyi bir ünle
yaşayacak olan adamdır(Kaşgarlı, 2005: 570).
Giresun: Tiril. Yörede her konuda disiplinli, özverili ve çalışkan
kimseler için “tiril” sıfatı kullanılmaktadır. “Oğlan çok tiril!”.
Tirsgek: Dirsek. Göz kapağının kenarında çıkan sivilce(Kaşgarlı, 2005: 570).
Giresun: İtdirseği. Göz kapağının kenarında çıkan iltihaplı sivilce,
uçlu kabarcık. “Gözünde itdirseği çıkmış”. Yöredeki halk inanışına göre;
gözünde itdirseği çıkan kişi öncesinde bir köpeğe veya kediye tükürdüğü için
bu olay başına gelmiştir.
Tişedi: Tegirmen tişedi: Değirmen taşının dişlerini biledi(Kaşgarlı,
2005: 570).
Giresun: Dişemek. Değirmenin taşını baltaya benzeyen bir aletle
yontarak tamir etmek. “İhtiyar değirmeni dişedi”.
Tişek: İki yaşındaki koyun(Kaşgarlı, 2005: 571).
Giresun: Şişek. İki yaşına basmış dişi koyun. “Şişekleri sattın mı?”.
Titişdi: Ol manga yung titişti: O, eğirmeden önce yünü taraklayarak
299
UKHAD 1 (3) 2015
temizlemede bana yardım etti. İki kişinin kavga ve rekabeti(birbirlerinin
elbiselerini parçalama, yırtma) de bununla anlatılır(Kaşgarlı, 2005: 571).
Giresun: 1. Didmek: Yünü, yün tarağı ile veya elden geçirerek
yumuşatmak: “Yün ditmek”. 2. Ditmek: Burnunu karıştırmak(burnunu
ditmek). 3. Didişmek: Kavga etmek, itişip kakışmak. “Ne didişip durursunuz!”.
Tizildürük: Ayakkabının ucuna konan bakır pullar(Kaşgarlı, 2005: 572).
Giresun: Dizüncük. Dizincük. “Süslerden dizüncük etmişler”.
“Dizüncük etmek”: yan yana veya art arda dizmek, sıralamak.
Tolgadı: qız yinçü tolgadı: kız inciden küpe taktı. Ol yüng tolgadı: O,
yün çilesi doladı(Kaşgarlı, 2005: 575).
Giresun: Doladı. Dolak: Atkı. Tolga: Başlık. Dolgasız/tolgasız
kalmak: Evsiz barksız kalmak. “Genç yaşında tolgasız kaldı”. Yöre kırsalında
evlenmemiş erkekler için de “tolgasız” sözcüğü kullanılmaktadır.
Tolquq: Şişmiş tulum. Tolquqlandı: Nesne şarap tulumu gibi
şişti(Kaşgarlı, 2005: 576).
Giresun: Tulukuk: Şişik. “Uykusuzluktan gözleri tulukmuş”. “Yarası
iyice tulukmuş”. Karnı şişen inekler için de yörede “tulumsuk/tılımsuk” gibi
sözcükler kullanılır. “İnek fazla yayılmış, karnı tılımsuk olmuş”.
Toma: Toma buxsun: Fıçıda bulunan darı birasının en üste çıkan,
köpüren kısmı(Kaşgarlı, 2005: 576).
Giresun: Toma. Yörede içi dolgun ancak içinden bir şeyler taşacak
nesneler için kullanılan sözcük. “Boklu toma”: sürekli tuvaleti gelen çocuk
için yöre yaşlıları, bu ifadeyi kullanmaktadır.
Tomrum yıgaç: Kesilmiş bir odun parçası(Kaşgarlı, 2005: 576).
Giresun: Domruk. Tomruk: Kesilmiş ağaç. “Dere domrukları
sürdü(götürdü)”.
Tomırdı: Er yıgaç tomurdı: Adam, ağacı yuvarlak biçimde kesti(Kaşgarlı,
2005: 577).
Giresun: Domurdu. Domurmak: Ağacın kuruması için gövdesinin
kabuğunu soyma işlemi. “Gürgeni tomruk etmek için domurdu”.
Tonga: Kaplan. Bu fili katleden hayvandır(Kaşgarlı, 2005: 577).
Giresun: Tonga. Yörede “tongaya düşürmek” diye bir deyim vardır.
Anlamı ise “oyuna getirmek, tuzağa düşürmek”tir. “Çoktan biterdi bu iş; beni
tongaya düşürdüler!”. “Tongaya basmak” deyimi ise yörede “tuzağa düşmek/
oyuna gelmek” anlamında kullanılmaktadır.
Tongaladı: Er tongaladı: Adam kahramanca bir iş yaptı(Kaşgarlı, 2005: 577).
Giresun: Tongaya düşürdü. Tuzağa düşürdü. “Arkadaşını kandırarak
tongaya düşürdü”.
300
UKHAD 1 (3) 2015
Tongıladı: Neng tongıladı: Ağır bir nesne böyle bir ses çıkardı(Kaşgarlı,
2005: 578).
Giresun: Dongıradı. Kaba bir ses çıkardı. Yörede “dongırik arı”
adında bir yaban arısı bilinmektedir. Çıkardığı kaba ses, uğultudan ötürü bu
adla anılmaktadır.
Tongra: Vücut kiri(Kaşgarlı, 2005: 578).
Giresun: Domra. Vücut kiri.
Topraq: Toprak ya da dünya(Kaşgarlı, 2005: 578).
Giresun: Toprak; kara yer; mezar, dünya, ata. Yörede ölenler için şu
deyimler kullanılır: “toprak aldı, toprağa verildi, toprağa girdi, başını toprağa
soktu, toprak çekmiş,…”
Topulgaq: Saz; bataklık otu(Kaşgarlı, 2005: 579).
Giresun: Topuk otu. Kökü sert olan bir tür yabani ot. “Yayladan gelen
koyun yünlerinde topuk otu var”.
Topuz: Topuz yük: Binicinin üzerine rahatça oturamadığı yük ya da
semer(Kaşgarlı, 2005: 579).
Giresun: Topuz. Üzerine oturulduğunda veya yaslanıldığında insanı
rahatsız eden çıkıntılar. İple sarılmış odun yükünün sırtı rahatsız etmesi
durumunda; “Yük topuz olmuş” denilir.
Toqaç: Yassı ekmek. Pide(Kaşgarlı, 2005: 579).
Giresun: Pağaç. Yörede yapılan bir tür ekmek. Eski dönemlere nazaran
unutulmaya yüz tutmuş yayla ekmeği. Bekletildikçe sert ve fazla katı olan bu
ekmek yöresel deyimlere de girmiştir: “Pağaç gibi”: İnsan veya hayvanın eti
veya derisi sıkı olanı için kullanılır.
Toqıdı: O, kapıya vurdu(çaldı) (Kaşgarlı, 2005: 579).
Giresun: Dokundu. Kapıya vurdu. “Dokun bakalım evde kimse var mı?”.
Toqlı: Altı aylık koyun(Kaşgarlı, 2005: 581).
Giresun: Toklu. Kuzudan büyük, ancak yaşına gelmemiş koyun. Dişi
ve erkeğinde aynı terim kullanılır. “Elli tane toklu satmış!”.
Torpı: Henüz bir yaşına gelmemiş buzağı(Kaşgarlı, 2005: 581).
Giresun: Körpe. Yaşına gelmemiş kuzu veya dana. “Bu körpe kaç kilo
gelir?”.
Tos tos: Yumuşak bir şeye, örneğin keçeye ya da kumaşa vurulurken
çıkan sesin yansıması(Kaşgarlı, 2005: 582).
Giresun: Tos tos. Hassas bir yere vurulduğunda çıkan ses. Yörede,
suratını asan kimseler için “tos tos/tos tos olmuş” deyimi kullanılır.
Tögdi: Er tuz tögdi: Adam tuzu ya da başka bir şeyi ezerek
öğüttü(Kaşgarlı, 2005: 583).
301
UKHAD 1 (3) 2015
Giresun: Döğdü. “Mazı(serendir) da darı dövüyorlar!”: Değirmene
götürüp öğütmek için darı hazırlıyorlar. “Darı köteği: darıları tane haline
getirmede kullanılan vurma aleti, kalın sopa”.
Töklündi: Döküldü. Suw töklündi: Su döküldü. /Töklünmek(Kaşgarlı,
2005: 584).
Giresun: Dökündü. Su dökündü: Çişini yaptı. “Adam yolun alt tarafına
inerek su dökündü”.
Töl: Döl. /Töledi: qoy töledi: Dişi koyun yavruladı. /Tölemek(Oğuz
lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 584).
Giresun: Tüledi. “Sandıkta güye(güve) tülemiş”. Bir şeyin ilk kez
ortaya çıkışını anlatmada kullanılan ifade. “Ahırda yılan cücüğü(yavrusu)
tülemiş”.
Töngderdi: Döndürdü(Kaşgarlı, 2005: 585).
Giresun: Döngderdi. Dönderdi. Dönzerdi. “Adam tarlada sabanı zorla
döngderdi”.
Töş: Göğüs kemiği(Kaşgarlı, 2005: 587).
Giresun: Döş. Gögüs. “Döşüm ağrıyor!”.
Töşeklik(töşeglik): Töşeglik barçın: Döşeklik kumaş(Kaşgarlı, 2005: 587).
Giresun: Döşeklik için hazırlanan malzeme; yün ve bez.
Töşeldi: Döşendi(Kaşgarlı, 2005: 587).
Giresun: Döşendi; öldü, tanrıya teslim oldu. “Son sözlerini söylerken
döşendi”. Döşedi: “Cansız bedenini ince bir yatağa döşediler”.
Tulun: Şakak(Kaşgarlı, 2005: 590).
Giresun: Şakak. Kulak ile göz arasındaki kısım.
Tun: Sakinlik; dinginlik(Kaşgarlı, 2005: 591).
Giresun: Dun; dundar. Sakin ve sessiz, kimsenin görmediği köşe için
yörede bu sözcük kullanılır. “Kimse görmesin diye dundara geçti”.
Tun: Tun ogul: İlk doğan(Kaşgarlı, 2005: 591).
Giresun: Tunay. Yörede sıkça kullanılan bu ad, Türk kültür gelenekleri
bağlamında ilk çocuğu ifade eder. Yöre geleneklerinde “oğul” yalnız erkeği
değil, kız evladı da ifade etmektedir. Anne-babası evladına ağlarken, kız ya da
erkek olduğuna bakılmaksızın “oğul” diye feryat eder. Ancak yörede “Tunay”
adı genellikle erkek adı olarak kullanılmaktadır.
Tuşandı: er adaqı tuşandı: Korkudan adamın ayakları kösteklenmiş gibi
sabitlendi ve bacakları birbirine dolaştı(Kaşgarlı, 2005: 596).
Giresun: Hışandı. Huşandı. Yörede “korkutmak için yapılan hareket”
anlamında kullanılır. “Köpeğe hışanma, seni kapar(ısırır)!”.
Tutug: Cin çarpması(Kaşgarlı, 2005: 598); Tutug: Rehine; teminat
302
UKHAD 1 (3) 2015
(Kaşgarlı, 2005: 598).
Giresun: 1. Dutuk. Büyülenmiş, çarpılmış gibi davranan, suskun,
kendini ifade edemeyen kimse. “Hiç bir iş göremiyor; çok dutuk bu!”.
Yörede, arada bir çalışmada sorun yaşayan aletler için “dutukluk yapıyor”
ifadesi kullanılmaktadır. “Değirmeni tamir ettiler ama arada dutukluk
yapıyor”.2. Dutuk: Esir. “Dutuya almak” deyimi, bir malzemeyi emanet alıp
geri vermemek anlamında kullanılan kinayeli bir deyimdir. “Bizim ipi dutuya
almış adam, hala getirmedi”.
Tutuş: Tartışma, çekişme –özel bir ad anlamına gelen tutuş sözcüğünden
daha sert söylenir(Kaşgarlı, 2005: 599).
Giresun: Dutuş. Tutuş. Kavga, çekişme, sözle veya fiili mücadele.
“Babalarının malını paylaşamayınca bir dutuş ettiler”. Kava edeceklere kızan
birisi “hadi dutuşun!” diye çıkışır. Yörede, edilen kavgayı sonradan anlatan
“kavgaya başladılar” anlamındaki “bir dutuş tutturdular…” deyimini kullanır.
“Dutuş” ile ilgili diğer yöresel deyimler ise şunlardır: “Kıçı dutuşmak: Ne
yapacağını bilememek”. “Dutuşmak: Sabırsızca hareketlerde bulunmak”.
Tuysuqdı: Er tuysuqdı: Adam aldatıldığını idrak etti(Kaşgarlı, 2005: 600).
Giresun: Huysuttu. Huysuzlandırdı. Huysutmak: Şüpheli ve itici
harekette bulunmak. “Elini kolunu sallayıp hayvanı huysuttu”.
Tuyın: Cimri, eli sıkım adam. /Tuyuq: Cimri kimse. /Tuyuq:
Kilitli(Kaşgarlı, 2005: 600).
Giresun: Dutuk; kilitli, kapalı. “Eli dutuk”; cimri. “Birbirilerine çok
dutuk”; birbirini tutan, arkasında duran kişiler için söylenir. “Dutukluk etmek”:
kendi kendine çalışmaz olmak, kitlenmek. “Dutuk adam”; açık olmayan, pek
konuşmayan kişi.
Tü: Tüy(Kaşgarlı, 2005: 601).
Giresun: Tüû. Tü. Tüğ; kıl, saç. “Tüğsü bozuk/tüğü bozuk”:
Kendisinden her türlü adap dışı davranış beklenen kişi için kullanılır. “Kır
tüğ”: Beyaz tüy/saç. “Tüğsü sarı”: Sarışın olan.
Tüge: İki yaşına ulaşan buzağı(Kaşgarlı, 2005: 602).
Giresun: Düve. İki yaşına ermiş inek. “Düve avulanmış(zehirlenmiş)!”.
Tüledi: At(ya da başka bir hayvan) tüledi: At kışlık tüyünü döktü ve
yeni tüy çıkardı(Kaşgarlı, 2005: 603).
Giresun: Tüğlendi. “İnek tüğlendi”: İneğin yeniden tüyü çıktı.
Tülek: Hayvanların kışlık tüylerini döktükleri mevsim. /Tülek: Kışlık
tüylerini döken hayvan(Kaşgarlı, 2005: 603).
Giresun: Tülek. Kanatlı hayvanların tüyü. “Tavuklar buraya hep tülek
dökmüşler”.
303
UKHAD 1 (3) 2015
Türdi: Dürdü. /Türgek: Bohça(Kaşgarlı, 2005: 605).
Giresun: Dürdü. Katladı manasında kullanılır. Yörede kullanılan
diğer biçimleri şöyledir: “Dürmen”: Katlanmış kumaş veya benzer esnek şey.
“Dürmeç”: Katlanmış nesne. “Çadırı dürmen et”.
Tüşük: Miskin, aylak kimse(Kaşgarlı, 2005: 611).
Giresun: Düşük. “Düşük adam”: Değersiz, ahlaksız kimse. Yörede
yemin edilirken de şu söz kullanılır: “En düşük adam olayım ki…”
Tütek: İbrik ya da semaver gibi şeylerin ağzı(Kaşgarlı, 2005: 611).
Giresun: Düdek. Olgunlaşmamış meyvenin sivri ve küçük hali.
Meyvenin “tüttüğü” var olduğu aşamayı ifade eden sözcük. “Düdekleri
yolmuşlar!”.
Tütün: Duman(Kaşgarlı, 2005: 611).
Giresun: Tütün. Yanan herhangi bir şeyin dumanı. “Gözüme tütün gitti”.
Tüwek: Yaş söğüt ağacının dalının kabuğu çıkartılır. Böylece bir üfleme
borusu ortaya çıkar. Bu bir boru gibidir. İçine fındık ya da yuvarlak şeyler
konur ve üflemek suretiyle bu taneleri atarak küçük kuşları vurmak için
kullanılır. Böylesi bir boru kamıştan da yapılabilir(Çiğil lehçesi)(Kaşgarlı,
2005: 611).
Giresun: Tevek. “Tevek” sözcüğü yörede kabak veya salatalık
bitkisinin içi boş olan uzun gövdesidir. Muhtemelen yukarıda verilen, Kaşgarlı
divanında geçen “tüwek” sözcüğünün yörede anlam değişikliğine uğrayarak
kullanılışı “tevek” haline dönüşmüştür. “Kabak tevekleri yola uzamış”.
21. U Harfi İle Başlayanlar
Uçlandı: Bir şey sivrileşti. Ucu oluştu(Kaşgarlı, 2005: 613).
Giresun: Çıban, sivilce gibi iltihaplı kabarcıkların olgunlaşarak
sıvısının uca doğru ilerlemesi durumuna yörede “uclandı” denilmektedir.
“Çıban uclandı”.
Udluq: İnek ahırı(Argu lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 614).
Giresun: Otluk. Hayvanların kışın yemesi için toplanan otların
şadırvan şeklinde birbirine sarılarak bekletilir. Buna “otluk”, “çardıman” veya
“çömen” denilmektedir. “Otluklar kışa hazır”.
Uduzlug: Uyuz olan kimse(Kaşgarlı, 2005: 616).
Giresun: Uyuz. Hal ve hareketleri ağır ve anormal olan kimseye
mecai olarak verilen ad. “Çok uyuz adamdır!”. Yörede “uyuzluk” adında bir
ağaç türü mevcuttur. Üzerinde küçük benekler olan bu ağaç, uyuz hastalığının
insan derisinde bıraktığı izleri andırmaktadır. Dolayısıyla bu adın, bu ağaca
konulmuş olması tesadüf değildir. “Uyuzluk dallarını kesip, ineklere yedirdi”.
304
UKHAD 1 (3) 2015
Ulag: Beyin emriyle bir habercinin hizmetine koşulan ve habercinin
böylesi başka bir ata ulaşana kadar bindiği at(Kaşgarlı, 2005: 618).
Giresun: Ulak. “El ulağı”: Hizmetçi anlamında kullanılan sözcük.
“Git kendin al, senin el ulağın değilim!”.
Uluq: Yağır; atın iki omzu arasındaki bölge(Kaşgarlı, 2005: 620).
Giresun: Uluk. Yörede çoğunlukla yabani hayvanlar olmak üzere
uzun ve büyük vücutlu hayvanların geneline “uluk” denir. “Koca uluk”: Koca
hayvan. Ayrıca hakaret için kullanılır: “Uluk seni!”.
Urı: Urı oglan: Erkek çocuk(Kaşgarlı, 2005: 623).
Giresun: Ura. Erkekler için kullanılan seslenme sözü. “Gel ura
buraya!”.
Urq:/Uruq: İp sözcüğünün kısaltılmış biçimi(Oğuz lehçesinde). Bu,
Arapçadaki ung ve unug (boyun) sözcüklerindeki hafifletmeye benzer(Kaşgarlı,
2005: 623).
Giresun: Urgan. Irgan. Büyükbaş hayvanların boynuna takılan bağ,
kalın ip. “İneğin urganını çözdün mü?”
Urug: Herhangi bir şeyin tanesi. Ekilen tohuma da urug denir(Kaşgarlı,
2005: 623).
Giresun: Uruk. Ur-ufak. Yörede bir şeyin parçalara ayrılması
için kullanılan sözcüktür. “Ekmeği ur-ufak etmişler!”. Ufalamak: Bir şeyi
parçalarına veya tanelerine ayırmak. “Darı ufalamak”: Değirmene götürmek
üzere darıların tanesini çıkarmak.
Usdum: Men ayla usdum: Ben öyle sandım(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı,
2005: 625).
Giresun: Usma. Osma. Kıyaslama yapanlara söylenir: “Beni ona
usma!: Beni onun gibi sanma!”.
Uşaq: Uşaq neng: Küçük olan şeyler(Kaşgarlı, 2005: 626).
Giresun: Uşak. Küçük erkek çocuk. “Bu uşak senin mi?”.
Uyaz: Küçük sivrisinekler.(Oğuz lehçesi) (Kaşgarlı, 2005: 629).
Giresun: Üvez. Küçük sinekler. “Kollarımı üvez ısırdı!”.
22. Ü Harfi İle Başlayanlar
Üdlendi: yılqı üdlendi: Kısraklar kızıştı(Kaşgarlı, 2005: 632).
Giresun: Öğürsedi. Öğörsedi. Büyükbaş hayvanların çiftleşme sürecinde
içinde bulundukları durum. Buna yörede “öğürsemek” denir. “Öğörsek inek”.
Ügridi: Uragut beşik ügridi: Kadın beşiği salladı(Kaşgarlı, 2005: 633).
Giresun: Üğrüdü. Üûrüdü. Beşiği veya benzer bir şeyi sağa sola
hareket ettirmek. “Beşik üğrümek”: Beşik sallamak. “Kardeşlerinin beşiğini
305
UKHAD 1 (3) 2015
hep o üğrüdü”.
Ükme: Üst üste yığılmış, biriktirilmiş herhangi bir şeyi anlatmak için
kullanılır./Ükmek: Yığılmış, biriktirilmiş olan herhangi bir şey(Kaşgarlı,
2005: 635).
Giresun: Yığma. Toparlanarak üst üste yığılmış olan şeyler. “Bahçede
yığma yakıyorlar”.
Üşdi: O, bir delik açtı(Kaşgarlı, 2005: 640).
Giresun: Üşdü. Üştü. Yörede “oyma”, “delme” anlamında kullanılan
sözcük. “Sana dokunursa onun gözlerini üşerim!”.
Ütti: Yaktı(Kaşgarlı, 2005: 642).
Giresun: Üttü. Üteledi. Ütüledi. Ütedi. Bu sözcükler yörede “yaktı”
anlamını karşılamaktadır. “Sobaya yakın durdu, kazağını üteledi”.
23. V Harfi İle Başlayanlar
Va: Reddetme ilgeci(Kaşgarlı, 2005: 644).
Giresun: Va. Tek başına ve ikileme şeklinde yörede kullanılan bu
sözcük, ikileme olarak kullanıldığında “itiraz, reddetme” anlamı verir: “Va
yok!”. Tek başına ise “va!” diye kullanılır: “Va naâber(ne haber)!”
Xalaç: Türkmen(Kaşgarlı, 2005: 645).
Giresun: Halaç. Yörede yerleşik olarak yaşayan bir Oğuz boyunun
adı: Tirebolu-Halaçlı köyü.
24. Y Harfi İle Başlayanlar
Ya: Bkz. Va(Kaşgarlı, 2005: 646).
Giresun: Ya. “Yahu” anlamı veren, itiraza ve redde yönelik cümlelerin
başında kullanılır. “Yaâ sen deli misin!”. “Va” ile de söylenir: “Va sen deli misin!”.
Yah: Evet, peki anlamında söylenen sözcük(Kaşgarlı, 2005: 651).
Giresun: Yah. İç geçirerek, acıyarak söylenen tasdik sözcüğü: “Yah,
annesi ölmüş!”. Kinayeli cümlelerde vurgu sözcüğüdür; onaylayıcı gibi olup
zıddını ima eder: “Yah, en güzel sensin!”. Ayrıca sözcük grubu içinde de yer
alabilir. “Ne demezsin!” anlamındaki şu yöresel çıkış söylemi, bu duruma
örnektir: “Güzellik de sana kaldı, yah anam yah!”.
Yaldrıg(yoldrıg): Tıpkı cilalanmış bir kase ya da benzer bir şey gibi
ışıldayan nesne. Süslenip püslenmiş bir kadına da yaldrıg eşler denir(Kaşgarlı,
2005: 652).
Giresun: Yaldırîk. “Yaldır yaldır etmek”; parlamak. “Yaldırîk”
sözcüğü yörede üzerinde parlayan şeyler bulunan nesneler için kullanılır: “Bu
etek çok yaldırîk”. “Yaldır yaldır etmek”: Yüzüne nur inmiş gibi, yaldır yaldır
306
UKHAD 1 (3) 2015
ediyor yüzü!”.
Yalgandurdı: Er yalgandurdı: Adam birini yalan söylemekle
suçladı(Kaşgarlı, 2005: 653).
Giresun: Yalancı çıkardı. Bir kimsenin söylediklerini yalanladı.
“Durduk yerde yalacı çıkardılar kadını!”.
Yalıglandı: Taquq yalıklandı: Horoz ibiklendi. Atın yelesinin uzamasını
anlatmak için de bu sözcük kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 653).
Giresun: Yaldıklanmak. Hoş görünmek için çaba sarf etme eylemi.
Yaldıkçı: Herkese hoş ve sevimli görünmeye çalışmayı huy edinmiş kişi.
“Yaldıkçının tekidir o!”.
Yalın: Alev(Kaşgarlı, 2005: 653).
Giresun: Yalavu; Ateş. “Ateş yalavu içinde olmak”: Ateşi çok
yükselmek. “Yalavu gibi”: Hızlı, kızgın kimseler için kullanılır.
Yalnguq: Cariye. (Oguz, Qıfçaq ve Suvar lehçeleri) (Kaşgarlı, 2005: 654).
Giresun: Yalkuk. Kabağın veya salatalığın içindeki yumuşak yer.
“Kabak yalkuğu gibi gevşek!”.
Yamag: Yama(Kaşgarlı, 2005: 656).
Giresun: Yamak. Kıyafetin yırtık yerine dikilen parça bez. “Yamaklı
entari”.
Yanıg: Kusma(Kaşgarlı, 2005: 658).
Giresun: Yanıgara. Sığır ve koyunlarda görülebilen bakteri hastalığı.
Yöresel bir beddua: “Ağzında yanıgara çıksın!”.
Yanlıq: Çoban heybesi(Kaşgarlı, 2005: 658).
Giresun: Yemlik. Çobanın, sürüyü otlağa götürürken yanında taşıdığı
yem torbası. “Yemlik yitmiş mi?”.
Yapaqu: Kırpık yün; yapağı(Kaşgarlı, 2005: 660).
Giresun: Yapaâ. Yapağı. Koyundan kesilmiş yün. Bir koyundan alınan
yün. “İki yapağı yünü var”.
Yar: Suların açtığı yarıklar ya da uçurum./yar: Salya(Kaşgarlı, 2005: 664).
Giresun: 1. Yar; toprağın su oranının yükselerek göçmesi sonrası
ortaya çıkan afet. Bu olgu yörede çoğu mevkinin adlandırılmasında esin
kaynağı olmuştur: “Yar Tarla”: Espiye-Çepniköy’de mevki. “Yarın Başı”:
“Espiye-Çepniköy’de mevki. 2. Konuşurken ağızdan istemsiz ve sürekli
gelen su. Bu durumu yaşamakta olan kimselere “yarlı ağız” diye ad takılır.
Ayrıca bebeklerde sık görülen bu duruma karşı “yarlık” adında ipli bir bez
kullanılmaktadır.
Yarım: Herhangi bir şeyin yarısı(Kaşgarlı, 2005: 666).
Giresun: Yarım. Yarıda olan. “Saat yarım”: Gün ortası için kullanılır.
307
UKHAD 1 (3) 2015
“Yarım adam”: Organlarından biri veya birkaçı işlevini yitirmiş olan kişi. “Yarım
olmak”: Sakatlanmak. “Yarım etmek”: Birini sakatlamak. “Yarım olmak”:
Tarladaki işi, herhangi bir nedenden ötürü yarıda bırakmak zorunda kalmak.
Yatıq:/Yatıg: Uyku(Kaşgarlı, 2005: 674).
Giresun: Yatuk. Uyuyan. İşe yaramayan. “Bu piller yatuk, atın!”.
Yatuq: Atılmış, unutulmuş, terk edilmiş(Kaşgarlı, 2005: 674).
Giresun: Yatuvan: Yatalak. Bakımsız kalan. Yöresel bir beddua:
“Allah seni yatuvan etsin!”.
Yawaş: Yawaş kişi: Yumuşak huylu, mülayim kimse(Kaşgarlı, 2005: 675).
Giresun: Yavaş. Sakin ve sessiz huylu olan kişi. “Bu kız çok yavaş!”.
Yaylag: Yayla, yaz otlağı(Kaşgarlı, 2005: 678).
Giresun: Yayla. Giresun yöresinde her köyün bir yaylası bulunmaktadır.
Yazın köylülerin büyük kısmı yaylalara çıkarak, obalara yerleşirler ve
hayvancılıklarını geniş ve suyu bol yaylalarda sürdürürler.
Yaylattı: Yazı geçirmesi için dağa yerleştirdi(Kaşgarlı, 2005: 678).
Giresun: Yaylattı. Yayla yaptırdı. “Torunlarını ve koyunlarını yaylattı”.
Yazlattı: O, koyununa yazı, yaz otlağında geçirtti(Kaşgarlı, 2005: 679).
Giresun: Yazlattı. Yazı geçirmesi için uygun bir yer buldu. Yayla veya
mezralarda hayvanların yazı verimli geçirmesini sağladı. “Koyunu nerede
yazlattın?”.
Yazuq: Günah(Kaşgarlı, 2005: 680).
Giresun: Yazuk. Yazık. Günah. “Ananın ahını alma, yazıktır!”.
Yel: Cin(Kaşgarlı, 2005: 681).
Giresun: Yel; cin veya bilinmeyen doğaüstü zararlı unsur. Yel
bağlama: Cin bağlama. Nedeni bilinmeyen ağrılara karşı yörede “yel bağlama”
uygulaması bulunmaktadır. Bu uygulama, işi bilen birinin bir ipi okuyup
düğümleyerek bilezik şeklinde koluna takması şeklinde gerçekleştirilir. Yel
ağrısının genellikle bileklerde nüksettiği yörede kabul görmektedir. “Kadın
bileğine yel bağlattı”.
Yelü: Tayları bağlamak için kullanılan ip. Kısraklar kımız için sağılacağı
zaman taylar tek bir ipe bağlanır, böylece kısraklar sağılmak için onların
etrafına toplanır(Kaşgarlı, 2005: 682).
Giresun: Yelü. Yalı; yörede eski kullanımı “at yetiştirilen geniş
düzlük” şeklindedir. Hatta bir rivayete göre Espiye ilçesinin “esb(at)-i yelü”
kökeninden geldiği kabul görmektedir. Ancak Espiye adının “Hestia” adından
geldiği yönünde de güçlü deliller bulunmaktadır.
Yem: Yiyecek(Kaşgarlı, 2005: 683).
Giresun: Yem. Hayvanların yiyeceği tahıldan elde edilen yem. Ancak
308
UKHAD 1 (3) 2015
bazen insanlar için de kullanılır ki, bu genelde ikileme şeklinde görülür: “Yem
yiyecek bulamadılar!”.
Yenik: Herhangi bir şeyin hafif olanı(Kaşgarlı, 2005: 684).
Giresun: Yenglik. Yeylik. Ağır olanın karşılığı. “Yükünüzü yeylik
vurun(yapın)!”. “İşi yengliltmek”: Bu deyim yörede “bir işi kolaylaştırmak,
büyük oranda işi bitirmiş olmak” anlamında kullanılır.
Yer: Dünya, yer toprak anlamında kullanılır(Kaşgarlı, 2005: 685).
Giresun: 1.Yer. Sahip olunan arazi. “Yer atadır, satılmaz!”. 2.Toprağın
üstü. “Yazın yaş yere kışın taş yere oturma”. 3.Toprağın altı; mezar, kara yer.
“Kara yer alsın seni!”, “Kara yere git!”: Öl! Anlamında kullanılan yöresel
beddualardır.
Yerük: Çatırtı. Yerük eşler: Cinsel organ(vajina) ile gödenbağırsağını
(rektum) ayıran bölgenin, iki uzuv arasındaki aralığın yırtılmasına maruz
kalan kadın(Kaşgarlı, 2005: 686).
Giresun: Yerük. Aşerme durumuna yörede “yerük” denir. “Yerük
çekmek”: Aşeren kadının ansızın gelen bir şey yeme isteği. “Yerüklü”: Aşeren
kadın. “Yerüklü müsün!”: Durduk yerde canı olmadık bir şeyi isteyen kişiye
söylenen çıkışma sözü.
Yerük Neng: Uzunlamasına yarılarak güzelliğini yitirmiş herhangi bir
şey(Kaşgarlı, 2005: 687).
Giresun: Geêrük. Gerilmiş, çatlamış, ayrılmış ve işe yaramaz hale
gelmiş nesne. “Bu ağaç geêrükmüş, tahta olmaz!”.
Yılgun: Ilgın./Yılgunlandı: Yerde ılgın bitti(Kaşgarlı, 2005: 691).
Giresun: Yılgun. Yörede bir tür yabani ot. Yılgunluk: Espiye ilçesine
bağlı Çepniköy’de mevki adı. “Yılgunluk birkaç defa yandı”.
Yılışdı: Ilıdı(Kaşgarlı, 2005: 692).
Giresun: Ilışdı. Sıvı bir şey ılıdı. Ilıştırdı: Ilıttı. “Abdest suyu
ılıştırmaya gitti”.
Yılqı: Bütün dört ayaklı hayvanlara verilen ad(Kaşgarlı, 2005: 692).
Giresun: Yılkı. Yörede at anlamında kullanılır. Ayrıca hızlı giden
hayvanların hızını tasvir etmede “yılkı gibi gidiyorlar” sözü kullanılır.
Yigrendi: İğrendi(Kaşgarlı, 2005: 695).
Giresun: Yiğrendi. İğrendi. Yiğrendürdü: İğrenmesine neden oldu.
“Çocuğu sütten yiğrendürdüler!”.
Yitük: Başıboş kaybolmuş hayvan(Kaşgarlı, 2005: 697).
Giresun: Yitük. Kaybolmuş insan veya nesne. “Anahtarım on gündür
yitük”. Uzun zamandır ortalarda görünmeyen kişiye kinayeli bir biçimde şöyle
derler: “Gel bakalım yitük, nerdeydin!”. Ayrıca yörede kaçan kızlar için de
309
UKHAD 1 (3) 2015
“yitük” sözcüğü kullanılır. Kaçan kızın nerde olduğunu ailesine haber veren
kişiye “yitükçü” denir. Bu kişi, kızın ailesine gider ve “yitüğünüz bizde!” diye
haber verir(Kaya, 2007: 9).
Yodtı: Kiri silip temizledi(Kaşgarlı, 2005: 698).
Giresun: Yudu. Yıkadı, temizledi. “Elini yu da yemeğe gel!”.
Yogrum: Bir kerede yoğrulacak miktarda un(hamur) (Kaşgarlı, 2005: 699).
Giresun: Yuğrum. Yuûrum. Bir defada yoğurulacak kadar un: “Bir
yuğrum hamur”.
Yolaq: Çöldeki küçük yol(Kaşgarlı, 2005: 700).
Giresun: Yolak. Küçük veya geçici patika yol. Giresun yöresinde
az kullanılan bu terim, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yaygındır: “Evlerinin
önü yoldur yolaktır/Başımızda dönen dektir dolaptır…” şeklinde başlayan ve
içinde “yolak” sözcüğü geçen halk türküsü Şanlıurfa yöresine aittir.
Yoldrıdı: Parladı(Kaşgarlı, 2005: 700).
Giresun: Yaldıradı. Yıldıradı; parladı. “Kazanın dışındaki isleri öyle
bir yıkadı ki kazan yaldıradı”.
Yonındı: Yonga, talaş. Yonuldı: Yontuldu(Kaşgarlı, 2005: 701).
Giresun: Yonuntu. “Ağaçta bir yonuntu var, acaba kim yaptı?”.
Yonga: Ağaç kabuklarının gövdeden sıyrılması işlemi. “Yonga getir de ateş
yakalım!”.
Yorbaş: Bkz. Borbaş(Kaşgarlı, 2005: 702).
Giresun: Vaybaş. Serseri, kendi halinde şımarık davranışlarda bulunan
kimse. “Bu oğlan çok vaybaş, çok!”.
Yöre: Bir şeyin yakın çevresindeki alan(Kaşgarlı, 2005: 705).
Giresun: Yöre. Değirmen taşının kenarlarında kalan una “yöre unu”
denilmektedir. Bu unlarda, daha önce burada öğütme yapan kişilerin darısının
da payı olacağı düşüncesiyle, “yöre unu yenmez, eve getirilmez, getirilse de
hayvanlara verilir” inanışı yörede mevcuttur. Fındık toplarken, “ocağın(fındık
ağacının) yanını yöresini iyi kontrol edin, fındık kalmasın!” gibi cümleler
çokça duyulur.
Yörgedi: Sardı./Yörgendi: Sarıldı./Yörgetti: Sardırdı(Kaşgarlı, 2005: 705).
Giresun: Yörekledi. “Yörek bağı”: Bebeği beşiğe sarmaya yarayan
dokuma kalın ipler. Buna aynı zamanda yörede “belek bağı” da denmektedir.
“Bebeğin yörek/belek bağını kim dokudu?”
Yudı: Yıkadı(Kaşgarlı, 2005: 706).
Giresun: Yudu. Yıkadı. “Dereye inince elini yüzünü yudu”.
Yundı: Yıkandı(Kaşgarlı, 2005: 711).
Giresun: Yundu. Yundu yaykandı. “Yunup yaykanmak”: Vücudunu
310
UKHAD 1 (3) 2015
veya evini kapsamlı bir şekilde yıkama, temizleme işlemini anlatmada kullanılan
deyim. Yörede şöyle bir beddua vardır: “Allah yüzünü yusun senin!”.
Yüng: Yün(Kaşgarlı, 2005: 711).
Giresun: Yün^g. Yüy. “Bu ne yün^gü; koyun mu kuzu mu?”.
Yuq: kasedeki yemek artığı. Bulaşık artığı. Buradan hareketle “uzak bir
akraba”ya yaq yug qadaş; bu ifade “o, bize, yemek artığının kaseye yapışık
olduğu gibi gevşek bir biçimde yapışıktır” anlamına gelir(Kaşgarlı, 2005: 712).
Giresun: Yok. Yog. Bir kaba bulaşan yemek veya başka bir şeyin
bulamacı ya da bıraktığı lekesi. “Tekne hamur yoku olmuş, yıkansın!”.
Yuvug: “Sel suyunun yuvarladığı iri kaya parçaları” anlamına gelen
yuwug sözcüğünün değişik bir sesletimi(Kaşgarlı, 2005: 713).
Giresun: Yıkuk.Yığuk. Sel afetinin zarar verdiği yığıntı ve
yıkılmışlıkları ifade etmek için kullanılır. “Son taşkından sonra burada yıkuk/
yığuk oluştu”.
Yuwlundı/Yuwuldı: Bir şey yuvarlandı(Kaşgarlı, 2005: 714).
Giresun: Yuğlandı. Yuûlandı. Yuvarlandı. “Çocuk bahçeden yuğlandı”.
Yuvga: Katmerli yufka(Kaşgarlı, 2005: 713).
Giresun: Yuka.Yuûka. Yufka, börek. Yörede askere gidecekler için,
düğün için veya herhangi bir şekilde uzun yola gidecekler için hazırlanan açkı,
hamur işi. Önemli kişileri ziyarete giderken eskiden börek hazırlanıp beldeki
bir kuşağa yerleştirerek söz konusu kişiye gidilip hediye edilirdi. Bu işleme
“börek bağlamak” denilmektedir. Ayrıca önemsenmeyen kişinin naz etmesine
tepki veya sitem olarak da şu kinaye sözü söylenir: “Börek mi bağlayalım,
geleceksen gel!”.Bununla birlikte, yörede “yağlı yuka kesmek” deyimi de “bir
konuda sert bir tavır sergiledikten sonra bu tutumundan vazgeçip, yumuşayan
kimselerin hali” için kullanılmaktadır.
Yuwqa: Bir şeyin ince olanı(Kaşgarlı, 2005: 714).
Giresun: Yuka. İnce ve gevşek olan. 1.“Yuka toprak”: Gevşek toprak.
“Yuka yerlere basma!”. 2. “Yüreği yuka”: Hassas olan kimse için söylenir.
“Babasının yüreği yuka, hemen ağlar!”.
Yügrük: Yügrük at: iyi koşan at. Oğuzlar “akıllı ve ferasetli bir alim”e
yügrük bilge derlerdi(Kaşgarlı, 2005: 716).
Giresun: Yüğrük. Yörede daha çok bir konuda hızlı olan, ustalıkla
davranan kişi için kullanılır. “Yemeye yüğrük”: Yemek yemeyi çok sevenler
için yörede kullanılan bir deyimdir.
Yüksek: Yüce dağ(Kaşgarlı, 2005: 717).
Giresun: Yüksek. Yümsek. “Yümseğe çık da seslen, seni o zaman
duyarlar!”.
311
UKHAD 1 (3) 2015
25. Z Harfi İle Başlayanlar
Zaq zaq: Koçları tos vurmaya teşvik etmek için kullanılan bir kışkırtma
ifadesi(Kaşgarlı, 2005: 720).
Giresun: Bük-bük. Koçları kavga ettirmek için kullanılan söz. “Bük
etmek: Koçu kızdırmaya çalışmak” deyimi de yörede kullanılmaktadır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Giresun yöresi iskânının yüzlerce yıllık Oğuz göçleriyle şekillendiğinin
bir göstergesi olan Giresun’un gündelik dili, kırsalda halen yerini korumaya
devam etse de ilçe merkezlerinde unutulmaya başlanmıştır. Bunda
modernleşmenin getirdiği kitle iletişim araç-gereçlerinin rolü büyüktür. Bu
nedenle görsel ve işitsel içerikli medyanın yöre halkı üzerindeki etkisiyle
gündelik dilde “modernleşme” adı altında hızla değişim yaşanmakta ve eski
Türk kültüründen taşınan söz varlığı nostaljiye dönüşmektedir.
Kaşgarlı Mahmut’un eserinde yer alan farklı kategorilerdeki sözcüklerin,
geçmişi aydınlatmada olduğu gibi bugün ve yarın için de önemi büyüktür.
Türk dilinde birçok sözcüğün simgelediği somut ve soyut unsurların eski Türk
yaşantısıyla sabitlendirilmesinin yanlış olduğu, bugünkü Giresun yöresinin
gündelik dilinde yer alan zengin söz varlığından da anlaşılabilir. Kısaca;
yörede kullanılmakta olan eski Türkçe sözcüklerin büyük çoğunluğu bugün
gündelik yaşamda yer alan eşya, araç-gereç adlarını yansıtmıyor olabilir, ancak
yüzyıllarca bu sözcüklerle kodlanmış “duygudurum”lar, değişken olmayan
ruhani değerler ve milli hafızanın ifade edilmesinde bu durum geçerli değildir.
Aynı değeri söz konusu adlardan doğan “isimden-fiil”ler için de kabul etmek
mümkündür. Şöyle denilebilir ki; Divan-ı Lügati’t-Türkte geçen ve Giresun
yöresinde kullanılan eski Türkçe sözcüklerin yöredeki ömrü, sosyal hayatın
getirdiği değişimlere göre biçimlenmektedir. Yer adlarına yansıyan sözcükleri
ise bu kartegoriye tabi tutmak pek mümkün değildir. Bu hususta bazı örnekler
vermek yerinde olacaktır:
(DLT) Qıftu: Yün kırpma, kesme aleti. Giresun’da buna “kırklık” denir
ve hala yöre kırsalında bu alet kullanılır.
(DLT) Oçaqlık: Ocaklı ev. Giresun’un eski evlerinde “ocaklık” adlı
bir böüm vardır. Bugünkü Giresun mimarisinde artık kullanılmamaktadır.
Mevcut eski evlerde görmek mümkündür. Modern bina tarzlarının tercih
edilmekte olması ve eski mimarinin geçerliliğini yitirmesiyle “ocaklık” git
gide unutulmaktadır. Çünkü ihtiyaçlar değişmiş, kültür değişmiştir.
(DLT) Çetük: Dişi kedi. Bugün Giresun yöresinde tek başına kullanılmayan
312
UKHAD 1 (3) 2015
bir sözcük. “Enük çetük” şeklinde ikileme olarak kullanılır. Yani “çetük” tek
başına kullanılmamaktadır ve ikileme hali ise unutulma aşamasındadır.
(DLT) Boz: Açık toprak rengi. Yörede aynı anlamda kullanılmaktadır.
Ancak bugün “boz” yerine daha çok “kül rengi, açık kahve, gri” gibi ifadeler
kullanılmaktadır. Kullanım oranı kırsalla sınırlıdır.
(DLT) Agırşuk: İp sarmalı. Giresun’da “ağarşak” denir. Kullanım
oranının son yirmi yılda oldukça düştüğü gözlemlenmektedir. Buna oranla adı
artık herkesçe bilinmemektedir.
(DLT) Yün^g: Yün. Giresun yöresi ağzında “yüy” biçiminde de
söylenir. “Yün”ü kullanma ihtiyacı her zaman var olduğundan sözcük her
yerde kulanılmaktadır.
(DLT) Yörgedi: Sardı. Çevresini sardı. Giresun’da “yörek bağı” denilen
beşiğe bebek belenirken kullanılan dokuma ipin adı, Kaşgarlı’nın eserinde
geçen bu fiille ilgilidir. Yörek bağı, modern beşiklerin yaygınlaşmasıyla
unutulmaya yüz tutmuştur. Bugün yalnız kırsal kesimde kullanılmaktadır.
(DLT) Tişedi: Tegirmen tişedi. Giresun’da “dişedi” biçiminde söylenir.
Bugün eski tip değirmenlerin giderek azalması ve bakım-onarımının veya
tamirinin unutulmaya başlamasına binaen bu sözcük de yalnız yaşlılar
tarafından bilinmektedir. Darı ununun yerine artık sanayi ürünü olarak üretilen
buğday ununun tercih edilmesi önce değirmeni, sonra da değirmenle ilgili
terimlerin adlarını unutulmaya terk etmiştir.
(DLT) Barça: Tümü, hepsi. Giresun’da Barça ve Barça Çakırlı adında iki
köy bulunmaktadır. Bunlar ihtiyaçtan ziyade yer adı olduğu için, yaşatılması
daha kolay eski sözcüklerdendir.
(DLT) Halaç: Halaçlu adındaki Türk boyu. Tirebolu’da köy adı.
(DLT) Eymür: Eymür adındaki Türk boyu. Tirebolu’da köy adı.
(DLT) Kez: Okun üzerindeki çentik. Bugün silahların üzerinde bulunan
“gez” adı buradan gelmektedir. Oktan silaha geçiş yapılmış, “kez” sözcüğünün
anlamında bir aktarım yaşanmıştır.
(DLT) Köçti: Ordu hareket etti. Giresun’da “göçmek”, yer değiştirmek
anlamında kullanılır. Evini taşıyan ve vefat eden kimseler için “göçtü” tabiri
kullanılır. Bunun dışında yıkılan bir mesken için de “göçtü” ifadesi kullanılır.
Bu da göstermektedir ki; göç Türklerin sosyal yaşantısında eskiden beri
“hareket”i ifade eden değişmez yargılardan biridir.
(DLT) Kökerdi: Gök rengini aldı. Giresun yöresinde hala
kullanılmaktadır. Gök(göğ) Türklerde eskiden beri önem arz eden renklerden
biridir. Yörede yüzlerce yıldır aynı adla anılan ve içinde “gök” geçen birçok
dağ, tepe, mevki ve köy adı bulunmaktadır.
313
UKHAD 1 (3) 2015
(DLT) Oba: Kavim, oba. Giresun’un yayla kültüründe köklü bir Türk
geleneği olarak süregelen yaylacılık kültürüyle ilgili bir terimdir. Yaylalar
birçok köylerin yazlakları olsa da oba genellikle bir köyün, birbirine yakın
birkaç sülalenin birlikte mesken tuttuğu yazlaklardır. Yaylacılık ve obacılık,
yörenin yaşamakta olan ve kökü en derin olan geleneklerindendir.
(DLT) Çıwı: Cin topluluğu. Giresun yöresinde bu biçimiyle bilinmese
de bu sözcükten türemiş bir fiil kullanılır: “çıwızlandı”. “Çocuk dün gece
çıwızlandı”. Bu ifade “çocuğa dün gece cinlerin musallat olduğunu ve çocuğu
rahatsız ettiklerini, bundan ötürü çocuğun korkarak uzun çığlıklar attığı”
anlamında kullanılmaktadır. Ancak, modern yaşamda kırsala hapsolmuş ve
kullanımı kısıtlı hale gelmiş olan “inanışlar” kategorisindeki bu cümleyi
bugün elli-altmış yaşını aşkın kimselerden derlemek mümkün olmaktadır.
Türk diline ve kültürüne kaynaklık eden en önemli eserlerden biri olan
Divan-ü Lügati’t-Türk’te, bu çalışmada görüldüğü üzere; Türk toplumunun
sosyal yaşantısıyla ilgili birçok imge bulunmaktadır. Bunların içinden
toplumun günlük yaşantısı ve bireylerin çeşitli durumlardaki davranış ve
faaliyetleriyle ilgili önemli antropolojik bulgular elde etmek mümkündür.
Kaşgarlı’nın eserinde, çocuk oyunlarından, bir insanın ölüm anına ve
sonrasında yapılan uygulamalara, ziraata, hayvancılığa kadar sosyal yaşamın
birçok alandaki izlerine rastlanabilmektedir. Bununla birlikte söz konusu
eserde, çeşitli gelenek ve uygulamaları içeren kısa ifadelere ve Türklerin
İslam’la kaynaştıkları sürece ayna tutan bilgilere rastlamak mümkündür. Bu
bağlamda çalışmamızdan doğan bazı öneriler bulunmaktadır:
1-Türk kültürünü ayrıntılı bir biçimde öğrenmek ve öğretmek adına
tüm Anadolu kırsalında kapsamlı bir etüt sonrasında sözel ve görsel veriler
elde ederek bunların bilimsel analizleriyle birlikte çalışmalar yapmak gerekir.
2-Divan-ü Lügati’t-Türk’ü, Türkçenin bilinen en eski ve kapsamlı
sözlük olmasından ötürü temel alarak, Anadolu kırsalının tamamında
antropolojik, tarihi, sosyal ve kültürel çıkarımlarda bulunmak: Renk,
meyve, sebze adları ve yansımaları, aile terimleri, coğrafi terimler, insan
ve hayvanın genel davranışlarına ait sözler, seslenmeler ve ünlemler, sevgi
sözleri, dağ, taş, mevki, mahalle, köy, belde ve kaza adlarını, ayrıca bunların
dışındaki sosyal antropoloji alanına giren maddi-manevi tüm unsurların
adlarını ve yorumlanışının eski dönemlerde ve bugünkü biçimleriyle bilimsel
çalışmalarının yapılması gerekir. Böylelikle tarihsel süreçte Türk kültürünün
tanınmasında ve tanıtılmasında kapsamlı bir özü harmanlayarak Türk
sosyal antropolojisinin derin köklerine sağlam bir yöntemle ulaşabilmeyi
kolaylaştıracaktır.
314
UKHAD 1 (3) 2015
NOTLAR
(1) Bu husus yalnız Giresun’da değil Anadolu’nun tüm coğrafi
bölgelerinde gözlemlenebilmektedir. Divan-ü Lügati’t-Türk’te geçen ve
günümüz Anadolu Türkçesinde varlığını korumakta olan binlerce sözcük
bulunmaktadır. Bu konuda ayrıca bkz: Akar, 1999: 106-130.
(2) Eserin tam künyesi: Mahmut, Kaşgarlı (2005), Divan-ü Lügati’t
Türk, Çeviri-Uyarlama-Düzenleme: Seçkin Erdi ve S. Tuğba Yurteser,
İstanbul: Kabalcı Yayınları.
(3) Yöre ağzının Kıpçak lehçesi ile ilişkisi konusunda ayrıca bkz: Can,
2001: 189-194.
(4) DLT’de geçen “en-e-di” sözcüğü ve bunun dışında birçok sözcüğün
Çince kökenli olabileceğine yönelik bir çalışmanın künyesini de burada
nakletmek gerekir: Sertkaya, 2009: 19.
(5) DLT’den Türkiye Türkçesine uzanan süreçte kekre(deve)
sözcüğüyle ilgili sözlü kültürün değerlendirilmesi konusunda ayrıca bkz:
Torun, 2012: 1995-2002.
(6) Gök(kök) sözcüğü DLT’de 22 kez kullanılmıştır. Bkz: Bayat,
2007: 75.
KAYNAKÇA
1.Kitap, Makale Ve Bildiriler
Balcı, Sezai (2012), “Divan-ü Lügati’t-Türk’te Geçen ve Giresun’da
Kullanılan Kelimeler, http://www.dogankentgazetesi.com/makale/yrddocdr
sezaibalci/divan-i-lugatit-turkte-gecen-kullanilan-kelimeler-/17.html, (Erişim
Tarihi: 01.10.2014).
Bıçak, Hüseyin (1995), “Espiye’nin Yolları”, Sekreter Kız Kaset
Albümü, Giresun: Gonca Müzik.
Kaplan, Mehmet (2004), Kültür ve Dil, İstanbul: Dergâh Yayınları.
Kaya, Mevlüt (2007), Bir Çepni Köyü Tarihi Ve Kültürü, Samsun:
Yüksel Ofset.
_____ (2015), “Uygarlıklarda Kutsal Geyik Motifi Ve Geyik Motifine
Bağlı Yer Adları”, Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Karadeniz
Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:11, (Yayın aşamasında).
Mahmut, Kaşgarlı (2005), Divan-ü Lügati’t Türk, Çeviri-UyarlamaDüzenleme: Seçkin Erdi ve S. Tuğba Yurteser, İstanbul: Kabalcı Yayınları.
Akar, Ali (1999), “Divan-ü Lügati’t-Türk ile Anadolu Ağızlarındaki
315
UKHAD 1 (3) 2015
Ortak Unsurlar Üzerine Bir Derleme”, Divanû Lügat’t-Türk Bilgi Şöleni 7-8
Mayıs 1999) Bildirileri, s. 106-130, Ankara: TÜRKSOY ve TDK yayınları.
Özgür, Can (2001), “Doğu Karadeniz Ağızlarında Kıpçakça Üzerine
Tespitler”, Trabzon ve Çevresi Uluslar arası Tarih, Dil, Edebiyat Sempozyumu
(3-5 Mayıs 2001), Cilt: 2, s. 189-194, Yay. Haz: M. Kerim Arslan-A. Mevhibe
Coşar, Trabzon: T.C. Trabzon Valiliği İl Kültür Müdürlüğü Yayınları.
Sertkaya, Osman F.(2009), “Divan-ü Lügati’t-Türk’te Geçen Her
Kelime Türkçe Kökenli midir? Veya Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ü Lügati’tTürk’ünde Yabancı Dillerden Kelimeler”, Dil Araştırmaları, Sayı: 5, Güz
2009, s. 9-38.
Torun, Yeter (2012), “Divanu Lûgati’t- Türk’ten Türkiye Türkçesi
Ağızlarına Deve İle İlgili Söz Varlığı Üzerine”, Turkish Studies, Seri 7/1 Kış
2012, s. 1995-2002.
Bayat, Fuzuli (2007), “Kaşgarlı Mahmut’un “Divanü Lugati’t Türk”
Eserinde Mitolojikdünyamodeli İle İlgili Bazı Kavramlar”, Journal Of Turkish
Linguistics, Volume 1, Number 1, September 2007, s. 74-84.
2.Sözlü Kaynaklar
KK-1: Hatice (Döndü) Çolak, Giresun 1939, Okur-yazar, Ev Hanımı.
(Görüşme: 21.07.2014)
KK-2: Ahmet Çolak, Giresun 1939, İlkokul Mezunu, Emekli. (Görüşme:
09.12.2013)
KK-3: Ayşe Küçükoğlu, Giresun 1939, Okur-yazar değil. (Görüşme:
22.10.2014)
KK-4: Muhittin Güç, Espiye 1939, Okur-yazar, Emekli.
(Görüşme:08.09.2014)
KK-5: H. Kemal Baykal, Giresun 1944, Üniversite Mezunu, Emekli
Memur.(Görüşme: 25.05.2015)
KK-6: Seyfettin Uzun, Giresun 1970, Ortaokul Mezunu, Esnaf.
(Görüşme: 10.06.2014)
KK-7: Emine Kaya, Espiye 1954, Okur-yazar değil, Ev Hanımı.
(Görüşme: 13.10.2014)
KK-8: Fazlı Kaya, Espiye 1955, İlkokul Mezunu, Çiftçi. (Görüşme:
30.11.2014)
316
UKHAD 1 (3) 2015
TRABZON SOSYO-KÜLTÜREL YAŞAMINDA ŞAMANİZM
BAKİYELERİ
Shamanism Relics in Social Cultural Areas of Trabzon
Enver UZUN*
ÖZET
Şamanizm en kapsamlı itikati inanç sistemi olup, Şamanizm, her dinde olduğu
gibi ahlaki ve manevi boyutlu bir dindir. Bu özelliği nedeniyle Şamanizm dünyada
var olan birçok düşünce sistemi ve din üzerinde derin etkiler bıraktığı gibi değişik
halk inançlarında da benzer bir etki yaratmıştır. Bu etki dünyanın değişik coğrafyasında yaşamakta olan Türklerin sosyo-kültürel ve inanç sistemleri üzerinde bu etkisini
sürdürmeye devam etmektedir ki, Trabzon ve havalisinde de Şamanizmcin izlerinin
korunduğunu görmekteyiz.
Bildiğimiz kadarıyla Trabzon’un sosyo-kültürü, gelenek ve göreneklerinin
yanı sıra itikati anlayışında Şamanizmcin bakiyeleri hususu pek dikkat çekmemiştir.
Geçmişimiz ile bu günümüz hatta yarınımız, geleceğimiz arasındaki sağlam köprülerden bazılarının yok olup gitmemesi için Trabzon sosyo-kültürel yaşamında yer alan
Şamanizmcin bakiyelerinin bir hayli fazla olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır.
Anahtar kelimeler: Trabzon, Şamanizm, çaput, ateş, yatır, ritüel.
ABSTRACT
Shamanism is considered as the most extensive belief system. It also includes
spiritual and moral dimensions like other religions. Because of this specificity, it has
influenced strongly many global and religious intellectual system and various beliefs
of people. This effect on the life of Turks worldwide, continues to influence socialcultural background and belief system in different areas of which we can observe
Shamanism relics in Trabzon and its suburbs. As you know beliefs remained form
shamanism attract attention along with customs and social-cultural issue, in Trabzon.
Mast of bridges among the past, present and future are going to be destroyed and beliefs remained form Shamanism are considerable in Trabzon.
Key Words: Trabzon, Shamanism, fire, worn-out cloth, tomb, customs.
* Dr. Araştırmacı, Trabzon / TÜRKİYE
317
UKHAD 1 (3) 2015
GİRİŞ
Yer küresinde yer alan en eski etniklerden birisi olan Türkler bu asırlık
tarihi seyri seferlerinde Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’in zuhurundan
sonra kutsal dinleri benimseyerek yolculuklarını günümüze doğru sürdürmüşlerdir. Ancak Türklerin bu semavi dinlerden önce yer altı ve gökyüzü ile ilgili bir takım ruhlara sitayiş ettiklerini görüyoruz ki, bu inanç panteonunu
yer altı güçlerinin baş tanrısı Erlik, kötü ruhların türeticisi ya da koruyucusu
olup, şer güçlerin remzidir. Onun ile bitmek-tükenmek bilmeyen amansız bir
mücadelede bulunan göklerin hakimi Ülgen vardır ki, o da iyi ruhların yaratıcı ya da koruyucusu, hayırlı güçlerin remzidir. Bu hayır ve şer mücadelesi
ile ilgili inanç anlayışı MÖ. 1000’li yıllardan çok daha önce benimsenmiş ve
toplum nezdinde itibar görmüş ve değişime uğratılmadan sağlam bir şekilde günümüze Şamanizm adıyla taşınmıştır. Zira Gök tanrı Ülgen adına kötü
güçler ile yer yüzünde mücadele misyonunu ifa eden din adamları Şaman,
onların yürüttükleri dini misyon ise Şamanizm olarak adlandırılmış olsa da
ilk dönemler Şaman sözcüğünden pek haberdar değildiler. Daha çok onların
birer kahin olduğu kanaati yaygın olsa da Şamanlığın büyücülükle bir ilgisi
yoktur. “Eski Türkler din adamı olarak geleceği görebilen birisi olarak seçerler”. (Simokotta;I:161). Hatırlatmak gerekir ki, din adamı kelimesiyle Şaman
kastedilmektedir. (Potapov,2012:186).
Günümüzde dahi, Altaylarda yaşamakta olan Merkit, Şorlar, Teleütler,
Tuvalılar, Telengitler, Tuvalılar...vb. pek çok Altay halkları arasında yaşatılmış ve yaşanmakta olan hayır ve şer güçlerin amansız mücadelesi gök tanrı
Ülgen/Umay, yer altı tanrısı Erlik arasında yüzyıllardır Kam (Şaman) misyonunda sürdürülmektedir. Umay gök tengridir. Gökyüzündeki yegâne güç
olup, iyiliğin yaratıcısı, kötülüğün ve kötü ruhların baş düşmanıdır. O, tektir,
doğumsuz ve ölümsüzdür. Bu bakımdan Türklerin tarih öncesi ve sonrası dönemlerdeki inanç sistemleri içerisinde bir başka benzeri yoktur.
Altay Türklerinin inanç misyonunda en belirleyici rol oynayan bu dini
misyon yüklenmiş din adamları ya da bazılarının ifadesiyle büyücü olarak
nitelendirilen şamanlar bu dini misyonun gereğini yerine getirmek için pek
çok ikonografik ritüelleri ifa ederek, büyü ve geleceğe dair öngörülerde bulunmaktadırlar.
Şamanizm en kapsamlı itikati inanç sistemi olup, Şamanizm, her dinde olduğu gibi ahlaki ve manevi boyutlu bir dindir. (Potapov,2012:13) Bu
özelliği nedeniyle Şamanizm dünyada var olan bir çok düşünce sistemi ve
din üzerinde derin etkiler bıraktığı gibi değişik halk inançlarında da benzer
318
UKHAD 1 (3) 2015
bir etki yaratmıştır. Bu etki dünyanın değişik coğrafyasında yaşamakta olan
Türklerin sosyo-kültürel ve inanç sistemleri üzerinde bu etkisini sürdürmeye
devam etmektedir. Bu bağlamda Şamanizmi lokalize bir anlayışın etkisinde
dar bir alan kültürü olarak nitelendirmek olası değilse de belli bir yörenin kültürel değerleri üzerinde Şamanizmin bakiyelerinin de kalmış olduğu gerçeği
ile karşı karşıya bulunmaktayız ki, bu bağlamda Trabzon ve havalisi kültür
varlıklarında da Şamanizmin izlerinin korunduğunu görmekteyiz.
Bildiğimiz kadarıyla Trabzon’un sosyo-kültürü, gelenek ve göreneklerinin yanı sıra itikati anlayışında Şamanizmcin bakiyeleri hususu pek dikkat
çekmemiştir. Bu bağlamda pek çok örnekler zamanın hoyrat acımasızlığında bir bir yok olup gitmektedir. Geçmişimiz ile bu günümüz hatta yarınımız,
geleceğimiz arasındaki sağlam köprülerden bazılarının yok olup gitmemesi
için Trabzon sosyo-kültürel yaşamında yer alan Şamanizmcin bakiyelerinin
bir hayli fazla olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır.
Her ne kadar Şamanizme ait pek çok gelenek Türk halklarının sosyokültür yaşamındaki ortak paydalar olmakla beraber, Trabzon kültürü üzerindeki spesifik algıların bertaraf edilmesi acısından Trabzon kültür varlığının bir
ucunun eski Altay kültürünün bakiyeleri ile şekillendirilmiş olası son derece
önemli bir mevzudur.
Şaman kadınların ayin sırasında giydikleri tören elbiseleri manyak*ların
en önemli aksesuarını değişik renkte, çok sayıdaki çeşitli boyutlu şekildeki
kumaş parçaları ve kurdelelere benzer çaputlar oluşturmaktadır. Altaylarda
bebekleri koruyan ruh Payana’nın sembolik tasviri olarak beşiğe bağlanan
beyaz kumaş parçaları vardır. (Potapov,2012:344). “Manyakın yan kenarına
kırmızı şerit dikilmektedir. (Kumaştan yapılanlar 2 den 3 e kadar, kayıştan
6-9 kadar) Beyaz rengin de temiz ruhların hoşuna gideceğine inanılır”. (Tanyu,1976:135). Benzer geleneksel anlayışı Trabzon’da yaygın görmekteyiz.
Çocuk beşiklerine kırmızı beyaz kurdelelerin bağlanması, çocukların omuz ve
yakalarına kurdele bağlanması ya da dilek tutmak ve adakta bulunmak için yatır mezarlarına ve kutsallığına inanılan su pınarlarının yanı başlarındaki ağaç
ve bitkilere çaput bağlanması Şamanizmin birer bakiyeleridir. Bütün Altay
boyları Yer-Su’ya sitayiş ederlerdi. Özellikle de Tuvalar Yer-Su’yu baş tanrı
sayarlardı”. (Tokarev,1947,I:148,151...vd) Bu nedenle sıkça bu tanrılara yalvarır, sitayiş ederek onlardan dilekte bulunur, arzularına çatmak adına onlara
adaklık sunarlar. “Adak, Tanrıya karşı yapılan vaid (İA.,1905,I:109) “fiiliyatta
Tanrıya, hatta Tanrıdan daha çok yatırlara, evliyalara, taş, ağaç, su kuyu, mağara…vb. muhtelif yerlere türlü, isteklerin gerçekleşmesini temin, ziyaret ve
vaatte bulunuşu ihtiva etmektedir”. (Tanyu,1967:10,12).
319
UKHAD 1 (3) 2015
Yeniseyliler salgın hastalık ruhlarından korunmak için yerleşme yerlerine giden geçit, yol üstüne 50 cm.-1.50 metre aralıklarla şaman çubukları
ya da tahtalar dikiyorlardı. Bazen bu kızılağaç dalı da oluyor”. Karakoyunlular ilkbahar gelince orman ağaçlarına çiçekler bağlarlar, kurban keserler
ve kurban kemiklerini bu ormana gömerler. (Tanyu,1976:137). “XIII. yüzyıl
Moğol istilası üzerine Azerbaycan ve Anadolu’ya yayılmış olan Şamanizm
akidelerinin Rifâî, Yesevî ve Nakşibendi gibi tarikatlar sonucunda bir çok
Anadolu mezarlıklarındaki şey kabir ve türbelerine, iç inançlarla asılan “at
kılları” ve “paçavra”lar iş bu tesirin birer tesiri olarak telakki edilmektedir”.
(Caferoğlu,1958,I-IV:66). Bu bağlamda Trabzon yöresinde beşiklere, yatırlara ve su pınarlarındaki ağaçlara çaput bağlamak yaygın bir inançtır.
Çocuklara şer güçlerin, “cazi “ ya da “Kırm Kocakarısı“ musallat
olarak kötülük yapmaması ya da çocuğu olası kötülüklerden korumak için
çocuk beşiğine çaput bağlanır. Aynı şekilde sevenler sevdiklerine kavuşmak
umuduyla, bilhassa çocuğu olmayan (kısır) kadınların kutsallığına inandıkları
pınarları ziyaret ederek çocuk isteyip, dileklerinin kabulü için yalvarıp dua
ettikten sonra pınar etrafındaki çalı ve ağaçlara çaput bağlamaktadırlar ki, Darıca’da şehirlerarası yol üzerindeki çeşme, Dumankaya’da dere içerisindeki
madensuyu ve yine Dumankayada öksüren çocukların ceviz kökünden ya da
avattan üç defa geçirildikten sonra ceviz köküne ve avat dikenine çaput bağlama gibi inançlar yaygındır. Kutsal ağaç ve kutsal sular olarak kabul edilen
bazı mahaller, daha çok kısır ve çocuğu hasta olan kadınlar tarafından ziyaret
edilmektedir. Çaput bağlama ile ilgili hurafeler, Kuzey ve Orta Asya milletlerinin eski dinleri olan Şamanizm’e ait önemli unsurlardan biridir. Şamanist
Türklerin inanışlarına göre her dağın, her kutlu pınarın, göl ve ırmakların,
kutlu ağaç ve kayaların “İzi” sahipleri vardır. Her ne kadar bu bir hurafe olarak bilinse de birçok kadın, bu yerlere gidip dua ederek ağaca çaputunu, suya
parasını atarsa, hamile kalacağına inandırılmaktadır.
Çocuğu olmayan ve basık olduğuna inanılan kadın kemer halindeki
diken (böğürtlen dikeni) altından geçirilirken “O seni bastı, şimdi sen onu
bas” denilmek suretiyle makasla diken üç yerden kesilir. Aynı işlemin cılız,
bakımsız (basık) çocuklar için de gerçekleştirilmektedir (K.2) ki, etnoğrafik
bakımdan bu oldukça kayda değer bir olay olarak algılanmalıdır.
Maçka Ormanüstü Köyünde bulunan ayazmaya gidilerek dileklerin yerine gelmesi adına dua edilerek dua sonunda ayazma etrafındaki çalılara çaput
bağlanırdı. Yine Yazlık Köyü’ne ait Raşi Tepesi yakınındaki İskobel Yaylasında taştan çanak vardır ki, Parikanlar zamanından beri burası ziyaret edilerek,
dilekte bulunur ve buraya çaputlar bağlanırdı. Aynı şekilde elli yıl öncesine
320
UKHAD 1 (3) 2015
kadar eskiden Mayıs yedisinde Kisarna maden suyu ziyaret edilerek orada
dilek tutulur ve etrafına çaput bağlanma geleneği vardı ki bu geleneklerin Şamanizm’in bakiyeleri olduğundan şüphe yoktur.
Çaput bağlama gelenek ve inancının denendiği bir başka alan ise yatır mezarlarıdır. Şalpazarı›nın Sugören köyüne giderken yol üzerindeki yatır
mezarı bu tip ziyaret yerlerinden birisidir. Söz konusu mezarın olduğu yer
eskilerden ziyaret edilerek zor durumdan çıkmak ve başta çocuk sahibi olmak
adına ziyaret edilen çalılığa çaput asılırdı. Daha sonradan burada yapılan bir
yol çalışması sırasında manevi engellerle karşılanmış ve neticede burada bir
yatır kabri olduğu anlaşılarak bu yatırın kabri düzenlenerek korumaya alınmıştır. Son yirmi yıla kadar bu yatır mezarı ziyaret edilerek duada bulunur ve
kabir etrafına çaput asılırdı. (K.1)
Ortahisarda Büyük Fatih Camii önünde bulunan IV. Aleksi Komnenos’un kabri üzerine 1461 de Trabzon’un Türkler tarafından alınışı sırasında
Hoşoğlan adlı bir kahramanın defin edildikten sonra bu kabrin ziyaretgaha
çevrildiğini görmekteyiz. Yıllarca Müslümanlar bu türbeyi ziyaret ederek türbede bir türlü müşgülatları için dileklerde bulunmuşlardır. Ancak 1916 Rus
işgali sonucunda burada yapılan kazı sonucunda burada Hoşoğlan’ın yanında
aynı zamanda da IV. Aleksi Komnenos’un naaşına da duada bulundukları anlaşılmış ve türbe ziyaretinden vazgeçilmiştir.
Yine çocuklar uyurken güldüklerinde melekler onunla şakalaşır, onunla
oynarlar, bu nedenle çocuklar güler. Eğer cazi karisi onu rahatsız ederse ağlar. (K.2) Buna benzer şekilde Kuzey Teleütlerinde bebek uyurken bir şeyler
söylüyor, gülümsüyor veya rüyasında gülüyorsa o Umayla konuşuyor (dolayısıyla bebek Umay’ı anlayabiliyor) demektir. Tersine, eğer bebek sürekli
ağlıyor, çığlıklar atıyor ve huzursuz ise bu, Umay’ın onun yanından ayrıldığı
ve kötü ruhlar tarafından rahatsız edilip korkutulduğu anlamına gelmektedir”.
(Potapov,2012:340).
Şamanizmin çocuklarla ilgili bakiyelerinden birisi de gelişim bozukluğu yaşayan çocukların gök tanrıya (tengriye) adamak ya da gökteki bazı
güçlerden bu konuda yardım istemek anlayışı vardır ki, bu itikati anlayışın
artık tamamen yok olmuştur. Hele bundan 30-40 yıl öncesine kadar oldukça
yaygın görülen «çocuğu aya verme» geleneği söz konusu idi. Eskiden köylerdeki evlerde ekmek fırınları vardı. Dumankaya Köyünde dolunayda «ananın
ilki» adlandırılan ilk defa yeni doğum yapmış kadın, çelimsiz (gelişemeyen)
çocuğu alıp dışarı çıkar. Çocuğu alıp bir fırın küreğinin üzerine sıkıca bağladıktan sonra dikkatli bir şekilde çocuğu yukarı, yeni doğan aya, gökyüzüne
doğru kaldırılarak üç defa “Ay, ya al, ya dodur!..“; “Ay, ya al ya ver!..”. derdi:
321
UKHAD 1 (3) 2015
Doğrudan böylesi iki-üç olayın şahsen tanığı olmuşum.
Benzer şekilde bu ritüelin değişik bir versiyonunu Şalpazarı’nın Sugören köyünde görmekteyiz. Bu köyde gelişim bozukluğu yaşayan çocuklar
kantarda tartma, uçkurdan, “miras zinciri”nden geçirmenin yanı sıra bir de çocuğu gece kapıya bırakma şeklinde gerçekleştirilirdi. Çocuk, üç gün sabahtan
komşuya getirilerek kantarda çekilirse gelişim bozukluğu gidermiş. Ya da ev
ocaklarındaki (kara ateş) kazan asmaya yarayan kalın kara ateş zinciri (miras
zinciri) halka haline getirilerek çocuk üç defa bu halkadan geçirilir.
Ritüelin bir başka uygulanış şekli olarak dul bir kadının şalvarının uçkurundan çocuğun üç defa geçirilmesi suretiyle geçirilmesinin yanında bir de
çocuğun kapıya bırakılması ritüeli vardır. Gelişim bozukluğu yaşayan çocuk
gece kapıya bırakılır. Ardından üç kez “ecinli ya al ya ver” diye tekrarlanır.
İnanışa göre bu şekilde çocuğa musallat olmuş bir kötü ruh (burada ecinli)
böylece çocuktan uzaklaştırılır. Eğer kötü ruh çocuktan uzaklaştırılamazsa
çocuk ölür. (K.1). Buradaki tek ayrıcalık çocuğun gök tanrıya ya da göklerdeki iyi ruhlar ya da güçlere emanet edilmesi değil, yeryüzündeki iyi ruhlara
emanet edilmesidir. Ancak bu geleneğin de Şamanizmin bir bakiyesi olduğu
gerçektir.
Kültigin Yazıtında “Türklerin yukarıdaki göğü ile kutsal toprak ve su
böyle buyurdu: Yok olmasın Türk halkı, halk olsun. Göklerde canlı insanlar
arasında olduğunuz gibi olacaksınız. İnsanoğlu Gök tarafından belirlenen zamanda ölmek için doğar” (Tsai,I:459,759;II:752) şeklindeki anlayış Gök tanrı
inancının derinliğini göstermesi bakımdan önemli bir durumdur.
Yörede gerek imamların ve gerekse dua okuyan insanların dua sonrasında dua okuduklarının yüzüne tükürme olayı dikkati çeker. Özellikle halk
arasında kara hoca adlandırılan din adamlarının okudukları tuz, şeker ve çocuklara tükürmeleri de bir Şamanizm bakiyesi olmalı. Zira “Şaman, ateşe
hitaben dualar söylerken, zaman zaman da yelpazesine tükürürmüş”. (Katanov,1897:36). Kötü ruhlara karşı tükürmek bir anlamda kötülükleri kovma
düşüncesine yöneliktir.
Trabzon sosyo-kültür yaşamında bir başka Şamanizm bakiyesi ise ölülerin ardınca “dalgın vermek” şeklinde dillendirilen bir ritüel söz konusudur.
Eskilerden beri yakın zamana kadar ölülerin defin sonrasında cenazeye katılan cemaat dağıldıktan sonra imam ölünün baş tarafına gelir. Elindeki asayı
(çubuğa) kabrin baş tarafına dayayıp, ona yaslanarak bir şeyler okur. Söylentilere göre imam ölü ile transa geçer, onunla konuşarak ölüyü öteki dünyadaki yolculuğa hazırlar. Orada sorulacak olan, “rabbin kim, peygamberin kim,
dinin nedir? Gibi soruları ölüye sorar, ölü bunları hatırlamazsa imam ona ne
322
UKHAD 1 (3) 2015
söylemesi gerektiğini söyleyerek ölünün öteki dünya yolculuğunu sorunsuz
tamamlamasına yardımcı olunur. Sonra yerden aldığı bir tutam toprağı üfleyerek kabrin baş tarafına bırakır. Altaylarda Şamanlar ölülerin definlerinde
din adamı olarak yer almasa bile, merasimden sonraki törenlerde önemli rol
üstlenmekteydi. Şaman öleni çağırarak onunla yakınları arasındaki konuşmayı gerçekleştirmekte ve onu başka dünyaya yolcu etmekteydi”. (Potapov,
2012:194).
Aynı şekilde Trabzon yöresinde ölünün defninin üzerinden yedi ve kırk
mevlidi yapılır ki, Şamanizm’de de ölünün ardınca yedi ve kırkıncı günlerde törenler yapılır. Özellikle Telengitlerde sünäzi Şaman tarafından atalarının
anavatanına (ata änäzi yar) veya atalarına (ada öbögö) yolcu edilirdi. Anı
şekilde Şaman ölünün 40. gününde, ölüyü sembolik olarak ölüyü dostlarıyla
akrabalarının toplandığı eve çağırır. (Potapov,2012:194).
Bu tören, ölenin mezarı başında ölümün yedinci günü yapılırdı. Benzer
ritüel Trabzon’da da halen günümüzde yaşatılmaktadır. Ölünü ardınca yedinci
günü ölü evinde toplanarak “yedi mevlidi” ve kırkıncı gün ise “kırk mevlidi”
düzenlenerek Kur’an okunur. Mevlitlerde karanfil yakılması geleneği Şamanizmdeki tütsü geleneğini çağrıştırır. Zira Şamanın davulu ardıç, kayın ağacı
kabuğu (çobra) üzerine konulmuş kor ateşle yakılır. Ayin öncesinde şamanın
davulu da ardıç dumanıyla tütsülenir. (Tanyu,1976:134). Benzer şekilde belli zamanlarda kötülüklerden korunmak düşüncesiyle üzerik yakılarak tütsüsü
vasıtasıyla kötülüklerden kurtulma düşüncesi Türklerde yaygın bir itikadı anlayıştır. Ayrıca Trabzon’da kabirlerde kullanılan tahtaların kızılağaçtan seçilmesinin de Şamanizmdeki kızılağacının kutsallığı ile alakası üzerinde araştırma yapmaya değer bir konudur.
Ölünün evine geri döneceği inancıyla evlerde kırk gün ölünün odasında
ışık yakılır. Güya ölü çıkan odada 40 gün ışık yakılırsa, ölünün ruhu geldiği
zaman karanlıkta kalmaz evini ve odasını daha çabuk bulunduğuna dair hususlar da Zerdüştiliğin bakiyelerindendir.
Eskiden yeni yapılan evlere girmeden önce mutlaka bir horoz kesilirdi.
Halk arasında “horoz kanı akıtmak” şeklinde dillendirilen bu ritüel daha sonra
unutulmuş, ancak beki de sosyal şartların düzelmesine bağlı olarak horoz yerine koyun kesilmeye başlanmıştır. Her ne kadar bu ritüel kutsal ruhlar adına
kan akıtmak gibi bir eylemdir. Zira kesilen horozun özellikle kara olmasına
dikkat edilir. Burada kara horoz kötü ruhların sembolüdür. Bu nedenle evlere
uğursuzluk getirebilecek kötü ruhları evlerden uzaklaştırmak için yeni evlere girilmeden siyah horoz ya da diğer değişik evcil ev hayvanlarının kurban
edilmesi Şamanizmde de görmekteyiz ki, bu ritüelin de Şamanizmin Trabzon
323
UKHAD 1 (3) 2015
kültüründeki bir bakiyesi olarak görülebilir.
Trabzon kültürü içerisinde kötü ruhlardan temizlenme amacıyla yapılan değişik ritüellerden birisi de kurşun döktürmektir. Sürekli çocuk düşüren,
çocuğu olmayan, başında daima belalar ve sıkıntılar olanların üzerinde kötü
ruhların bulunduğu inancı hakimdir. Özellikle bu tür sorunları yaşayan kadınların ya da nazar isabet ettiğine (genellikle çocuklar) inanılanların bunlardan
kurtulmaları düşüncesiyle “kurşun / mum döktürme” adlandırılan bir ritüel
söz konusudur.
Bunun için sorun yaşayan ve çocuğu olmayan kadın evin orta kirişi
altına getirilir. Bunun için ilgili şahıslar kurşun dökücünün önüne oturtulur.
Başı bir örtü ile kapanır. Başları üzerinde tutulan ve içinde su bulunan kaba,
ocakta eritilen kurşun dökülür. Kurşun döküldükten sonra oradakiler hep beraber; “Kem göz çatlasın Nazar değen patlasın” diye beddua ederler. Daha
sonra su üzerinde birikmiş olan erimiş mumlar ya da kurşunlar temizlenerek
alınır. Geri kalan su ile gelin ya da çocuk yıkanır. Bu olaya “kırklama“ adı
verilir. Su üzerinden toplanmış olan mum/kurşunların belli bir şekil almasına
göre yorumda bulunulur. Eritilip dökülen mum ya da kurşunların insan yaşamında iyi kabul edilen nesne ya da varlıklara benzemesi hayra, dileğin kabul
olduğuna yorumlanırken, anlamsız şekillerde olması durumunda kötülüklerin temizlenmediğine karar verilerek bir hocaya mutlaka muska yazdırılır. Su
üzerindeki erimiş mum ve kurşunlar kadının yıkandığı su ile birlikte dört yol
ağzına gömülerek, üç sabah çocuğu olmayan kadın buraya ayak basar. (K.3).
Bu olay Maçka ve yöresinde nazar değmesi ya da geç yürüyen çocuklar için
çok cüzi değişikliklerle uygulanır. Benzer şekilde Altay Türklerinde, özellikle de Kırgızlarda XVII. yüzyıla kadar yaşatılan kut kültürü içerisinde benzer
ritüeli görürüz. Çocuk ve hayvan kutu ateş tanrısı aracılığıyla kadın tanrıca
Umay tarafından gönderilen kut kırmızı renkli bir buz madde şeklinden bacadan inerdi. Kut (canlının ruh ikizi), eğer insana benziyor ise o çocuk kutu,
hayvana benziyor ise hayvan kutu idi. (Potapov,2012:63).
Bilindiği üzere eski Türk inançlarına göre önceleri Türkler, bazı dağ,
kaya, pınar, göl ve ırmak gibi, bazı orman ve ağaçları da kutsal tanımakta
ve bunların “izi”leri (sahipleri) olduğuna inanmaktadır. (İnan,1962:39) Bütün
Altay boyları Yer-Su’ya sitayiş ederlerdi. Özellikle de Tuvalar Yer-Su’yu baş
tanrı sayarlardı”. Şamanlara önem veren Altaylılarda “yer-su” terimi korunmuş (Tokarev,1947,I:148,151...vd); şaman dualarında: “Yer-su’yum bizi yarlıga” diye bu izilere (sahiplere) hitap edilmektedir. (Tanyu,1976:141). Yağmur
(Yağış) ile ilgili olarak mitolojik bir sembol olarak “Yâda / Cada” taşı ile ilgili
inançların önemli bir yer tuttuğu unutulmamalıdır.
324
UKHAD 1 (3) 2015
Yağmura duyulan ihtiyaç nedeniyle değişik Türk halklarınca değişik
yağmur yağdırma merasimleri yapılmaktadır. Bu ihtiyaca binaen ortaya çıkmış olan yağmur yağdırma ritüeli ile ilgili bilgi veren Ahmet Caferoğlu her
ne kadar yöre ile ilgili derlemesinde “yöre aydınlarından aldığı bilgilere göre,
zaten yağmuru bol olan Rize ve Trabzon yöresinde yağmur duasının bilinmediğini kaydetse de (Caferoğlu,1946:XIX) bu ciddi bir bilgi eksikliğidir. Zira
Trabzon ve yöresinde geçmiş dönemlerde sıkça yağmur dualarının yapıldığı
bilinmekte olup, şahsen orta yaş grubuna mensup olanlarla Trabzon’un köylerinde pek çok yağmur duasına katıldığımı hatırlıyorum.
Nitekim konuyu sabitlemek adına 1947 yılında Trabzon’da gerçekleştirilmiş bir yağmur ile ilgili olarak Yeniyol gazetesinde Cetin Alp’in birkaç kez
yağmura duyulan ihtiyacı dile getirdiği yazısında kuraklığın boyutuna atıfta
bulunduktan sonra netice yağmur yağışının ardınca aşağıdaki şu ifadesini görmekteyiz: “Ulu Tanrı’ya ! Yağmur yağdırdığından ötürü Trabzon’un minnet
ve şükranlarımızı arz-ı ile kesb-i şeref eylerim”. (Alp,1947:2,3…vb).
Trabzon’un muhtelif yerlerinde (genelde yaylalarda, düzlük alanlarda
olmak üzere, Tonya, Muhala, Derecik, Sultan Murat…vs.) yağmur dualarının gerçekleştirildiği bilinir. Biz sadece ilginçliği nedeniyle 1940’lı yıllarda
Muhala’da ve Derecikte gerçekleştirilmiş iki yağmur duasını not etmekle yetineceğiz. Yazın kurak gittiği mevsimlerde başta Muhala olmak üzere Metinganiya’nın 7-8 köyü Eşek Meydanı denilen düzlükte toplanarak bu ritüeli
gerçekleştirirdi.
“Köylerdeki eski camilerin birisinde dirlikli bir hocanın mahiyetinde
kuru (kemik) bir at başı bulunurdu. Bu at başı yağmur duaları için saklanırdı.
Yağmur duasına çıkılmadan önce at başının üzerine dualar yazılarak genelde
Arpacı deresinde bir su birikintisine dua okunarak defalarca sokulup çıkarıldıktan sonra at başı sahibine iade edilir. At başı ne kadar çok suya sokulup
çıkarılırsa o kadar iyidir. 70.000 çakıl taşı toplanarak yine dualar eşliğinde
değişik alanlara atılırdı. Yağmur duası için etraftaki saygın hocalardan Serdar Hoca, Şişman Hoca, Şakir Efendi, Osman Efendi (Zorlu), Halit Hoca
(Gedikli), Potonozlu Muhammed Hoca…vs. davet edilerek onların bu törene
katılmaları sağlanırdı. Dua öncesi dargınlar barıştırılır, herkes rızık talebinde bulunur, cünüp olanlar yıkanarak temizlenirler. Sonra Eşek meydanında
toplanan halk ceketlerini çıkarıp ters döndürür, ellerini aşağı sarkık şekilde
tutarak duaya başlanırdı. Dua sırasında kesinlikle konuşulmaz, gülünmez. Söz
konusu hocalardan bazıları işi gereğinden fazla abartarak meydanda yere yüz
üstü yatarak dua edip ağlamaya başlar. Etraftakiler bir birlerine hoca efendinin
yağmur almadan yattığı yerden kalkmayacağını söylerlerdi”.
“ K.1”
325
UKHAD 1 (3) 2015
Derecikteki yağmur duası sonrasında bir hayvan kurban olarak kesilir
ve taşların doldurulduğu torbalar dualar eşliğinde dereye atılır. Kuzular susuz
bırakılarak meletilirken; çocuklar aç ve susuz bırakılmak suretiyle ağlatılırdı.
Yaşlılar bu davranışı Allahın kuzu ve çocukların ağlaşıp, melemelerini görmemezlikten gelmez, onlara merhamet eder ve onların yüzü suyu hürmetine
yağış yağdıracağını söylerdiler. Neticede katıldığım 4-5 yağmur duasının ardınca yağışın yağdığına tanıklık etmişimdir. Yağmur yağışının çok olması durumunda okunmuş taş dolu çuvallar sudan çıkarılır. Yağmur duasının sonunda
şükür duası yapılırdı.
Dede Korkut, Türkmenler arasında “Yağmurcu” olarak tanınır. Yağmur
duaları sırasında yetişkinlerin yanı sıra çocukların gerçekleştirdikleri dinsel
içerikli ritüeller için tinsel bir ayın olup, kökeni Şamanizme kadar dayanır.
Her ne kadar yağmur ritüelleri tarım ve hayvancılık ile geçinmiş olan
atalarımızın yaşam tarzında yaygın bir anlayış olan yağmur yağdırma ayinleri
(duaları) Şamanizmin bir kalıntısı olarak Trabzon folklorunda da belirgin bir
iz bıraktığı bir gerçektir.
Yağmur yağdırma, çaput bağlama, ölümlerle ilgili geleneksel kurallar,
kötü ruhlardan ve büyüden korunma, çocuk ve çocuk sağlığı, kutsal su ve
ağaç, gök tanrı inancı gibi halk inancı içerisinde değişik ritüellerle yaşatılmış
olan Şamanizmin bakiyeleri söz konusudur. Bu tarihi bağ Trabzon folklorunun derinliği ve sağlamlığı acısından önemlidir. Konuyla ilgili olarak bu bağlamda yöremizde bu güne kadar herhangi bir araştırmanın yapılmamış olması
sadece bir talihsizlik olarak görülmelidir.
Şamanist inanca göre “Güneş“, Tanrı’nın bir simgesi olarak görülür ve
Altay Türkleri güneşe yemin ettikleri gibi, onu “Günana“, “Güneşana “ şeklinde ifade ettikleri göz önüne alınırsa esasen güneş merasimlerinin (Godu
godunun) Altay kültürünün bir uzantısı olduğunu rahatlıkla söyleme olanağı
vardır.
Trabzon halk inancında önemli unsurlardan birisi de şüphesiz “Güneş duası”dır. A. Caferoğlu, “Şamanizmle ilgisinden şüphemiz olmayan
‘Güneş duası’na Anadolu’nun Rize ve Trabzon illerinde rastlamaktayız
(Caferoğlu,1946:XIX). “Yayla hayatının haşin iklim şartları, durmadan yağan
yağmurlar daimi siz, bura halklarını, tabiatıyla yağmur yağdıracak herhangi
bir dileğe ihtiyaç hissettirmede, aksini temine zorlamak idi. Bu yüzden, arzulanan tabiat unsuru, bir dereceye kadar çocuk âlemince ilahlaştırılmakta idi.
Bu ise Güneş’ten başka bir şey olamazdı. Ve, tabii olarak, yağmur dualarındaki dilek unsurunu teşkil eden yağmur, yağış yahut da İslami telakkiye bürünen
rahmet, yerini Güneş’e terke mecbur olmuştur. “Anadolu’da tarafımdan tespit
326
UKHAD 1 (3) 2015
edilen varyantlarından birinin adı Güneş duası olduğu halde ‘Babrak bubrik’tir. Muhtevaca pek basit olan bu Güneş duasından halkın haberi yoktur
buna göre de yayılım sahası bulamamıştır (Caferoğlu,1958,I-IV: 71) dese de,
aksine gerek “Güneş duası “ ve gerekse “Babrak bubrik” aynı şeydir. Caferoğlunun ifadelerinin aksine söz konusu bu ritüel halk tarafından oldukça bilinmekte olup, Trabzon’dan ve Rize’ye kadar ki geniş bir alanda yaygın şekilde
uygulanmaktadır.
Trabzon yöresinde eskiden olduğu kadar günümüzde pek yaygın olmasa
da Güneş duasının yaşatılmakta olduğu görülür. Yörede “Guç gucura”, “Gucukura”, “Gus gus gera”, “Gusgudera”, Rize yöresinde ise “Babrak Pubrik
// Paprak Publig” ya da “Publig” şekillerinde telaffuz edilen Güneş duasının
daha çok Maçka, Çaykara’nın Dernekpazarı Nahiyesi’nde ve Rize havalisinde icra edildiğini günümüze kalan ritüel artıklardan anlıyoruz. Caferoğlu’nun
aksine Trabzon yöresindeki “Guç gucura” ile Rize yöresindeki “Babra Pubrik” adlanan Güneş duaları arasında içerik ve ritüel olarak herhangi bir fark
yoktur. En belirgin fark, Babrak Pubrik ritüeli açık bir şemsiye ve düzeltilmiş
bir kuklanın kollarından tutularak gezdirilmesi ile gerçekleştirilirken; Guç gucura ayı postuna bürünmüş öncü bir çocuk eşliğinde bir kaç çocuk tarafından
gerçekleştirilir.** “Şaman, hayvanı hareket ve ses taklit etmekle yetinmez; ayı
olmak için ayı postu giydiği de görülür. Nitekim ayı postunda şaman resimleri
elimize geçmiştir”. (And,1983,III:33).
“Guç gucura”, töreni öncesinde yaylada akşamleyin gençler bir araya
toplanarak kendi aralarında iş bölümü yaparlar. Töreni icra edecek olan gençlerden “çırakmancı” gece eline bir çıra ya da gaz feneri alır, diğer yiyecek
toplamakla görevli grup ise toplanacak yiyecekleri koymak için ellerine torba
ya da değişik kaplar alırlar. Gece yiyecek toplamak için hazırlanmış olan bu
topluluğa bir de kemençeci ve güzel türkü söyleyen bir kişi katılır. Bu genelde
tecrübeli birisi olur. Topluluk kemençe eşliğinde horon oynayıp, türkü söyleyerek obaları ya da yayla evlerini teker teker ziyaret ederler. Evlerin kapısında yere çömelerek bu törenlerde söylenmesi gerekli olan tekerleme türküleri
söylerlerdi. Bu şekilde pek çok evden toplanan un, yağ, şeker ve kaymaktan
oluşan yiyecekler bir yerde toplanır, verilen un, yağ, kaymak ve peynirden
“Lapa” ya da “Hoşmeri // Hoşmeli” adı verilen yöresel yemek hazırlanır ve
orada bulunanlarca bu yemek yenir.
Sürmene yöresinde ise yoğun sis ve yağışlı havayı bertaraf etmenin tek
yolu olarak “Dönme kuymak” yaparak kuymağın yağını “per taşı”na dökmektir. Bu halk ritüelinin gerçekleşebilmesi için köy delikanlıları yollara düşer.
Grubun en öndeki bir teneke çalar. Çıkan yüksek gürültülü ses kuymak za327
UKHAD 1 (3) 2015
manının geldiğini haber verir. Teneke çalan adamın yanında dolanmakta olan
“cazgır” adı verilen şahıs “guza guza gus gunuza” diyerek başlayan tekerlemeyi söylemeye başlar. Söz konusu tekerleme art arda üç kez tekrarlandıktan
sonra hep birlikte amin denir. (Uzun,2011:104).
Güneş duasının biraz daha değişik bir varyantına Maçka’nın Akoluk
köyünde de rast gelmekteyiz:
“ Guza guza
Gut guruza
Allah’tan güneş, kadınlardan kaymak
Verenin teknesine bin bir bereket
Vermeyenunkine de fare düşsun
Amin!.. “ K.2”
“Guçkuçura ne istersin?
Yağ isterim bal isterim,
Allahtan Güneş isterim.
Verisan ver gidelim,
Vermesan kov gidelim,
Verenin teknesine bin bereket
Vermeyanınkine de başım kadar bir pospol (fare)” “ K.3”
Sürmene’de ise bu söyleyiş şu şekildedir:
Guza guza gus gunuza
Allah’tan güneş isteriz
Hatunlardan kaymak
Verene bereket
Vermeyenin kaymağına başım kadar pospol.
Guc gucura ne istersun
Allah’tan güneş isterum
Hatunlardan baş yağ isterum
Verursan ver gidelum
Vermezsan kov gidelum. (Uzun,2011:105,106).
İsmet Zeki Eyüpoğlu Maçka’nın Akarsu [=Larhan] Köyü’nde eskiden
Güneş duasının şu sözler ile yapıldığını belirtir:
328
UKHAD 1 (3) 2015
“Guçkuçura ne istersin?
Yağ isterim, bal isterim,
Allah’tan Güneş isterim.
Ey yaylacı sütanne
Rezil eyleme bizi,
Düşmanların kör olsun,
Guçkuçura ne istersin?
Guçkuçura ne istersin?
Peynir, yağ ve un ver
Yoksa küleğini kıracağım” “ K.3”
“E yaylacı sütana
Teknelerin şen olsun
Pişman eylema bizi
Düşmanların kör olsun
E yaylacı sütana
Yağ isterım bal isterım
Verırsan ver gidelım
Vermezsan kov gidelım.
Gucgucura ne istersin?
Yağ isterım bal isterım,
Verırsan ver gidelım,
Vermezsan kov gidelım.
Usta keserlan yapti
Dört omuzli çatiyi
Ne mutli gözlerime
Yengem açti kapiyi” “ K.4”
Yemekler yenilip, hava durumuna göre eğlence bitmek üzereyken; “Güneşli Gün istemek” için ateşli odunlar gökyüzüne atılır ve “Kırk gün yağmur
oldu, kırk gün de güneş olsun” şeklinde bir temenni ve istekte bulunulduktan
sonra yakılmış olan ateş dağıtılır.
Çaykara Dernekpazarı’nda yapılan güneş duasında ise çocuklar şu ifadeyi kullanırlar:
329
UKHAD 1 (3) 2015
“Allah’tan Güneş isteriz,
Kadınlardan kaymak isteriz,
Verenin ki şen olsun,
Vermeyeninkine fare düşsün.” “ K.5”
Yomra’da söylenen bir “Güneş duası” da şöyledir:
“Guza guza, Gus guruza
Allah’tan güneş isteruz
Hatunnardan gaymak isteruz
Verenun teknesine bereket
Vermeyenun teknesuna başım kadar
Bi kokmiş sıçan düşsun”. (Anonim)
Rize’de yaylalarda çocuklar tarafından yapılan Güneş duası, diğer adıyla “Babra Publig” töreni Anadolu ve Azerbaycan’da görülen “Godu godu”
törenlerine benzer şekilde icra edilir. Tseli süpürkesinin beline bir ağaç geçirirler, bunu bir çocuğa (Çömçe’ye) benzetirler. Bu bebeği eline alan çocuklar,
gruplar halinde yayla evlerini birer birer dolaşarak hep bir ağızdan şu türküyü
söylerler:
“Babra bubrik ne ister
Kaşuk kaşuk yağ ister”.
Bu türküyü söyleyen çocuklara ev sahipleri, kaymak, yağ, un, tuz verirler. Çocuklar bunlardan kazanda “Hoşmere” adı verilen bir yemek pişirirler
ve sisin kalkması, güneşin vurması için ateşe atarlar. Böylece güneş duası
merasimi sona erer. “ K.6”
Trabzon sosyo-kültürü içerisindeki bağın açıklığa kavuşturulmasıyla
birlikte Trabzon’un folklor ve manevi dünyasının çok eskiye dayandığı ve
sağlam bir Türk kültürünü muhafaza etmekte olduğu rahatlıkla fark edilecektir. Trabzon’un tarihi derinliği nazari dikkate alındığında mevcut kültürün tarihi derinlikten de öte bir maziye sahip olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Ortaasya-Trabzon hinderlantındaki kültürel değişimler Trabzon kültürünü her gecen
gün biraz daha zenginleştirerek sağlamlaştırmıştır. Böylece Ulu ecdatlarımızın manevi kültür miraslarından bakiyelere Trabzon kültürünün her alanında
rast gelmek olasıdır ki, bu bağlamda sosyal yaşam içerisinde çok boyutlu olarak Şamanizmin bakiyelerini açık şekilde görme olanağı vardır.
330
UKHAD 1 (3) 2015
NOTLAR
* Manyak; Türkçe prens, değerli demektir. (Nur,1973,I:97).
** Konuyla ilgili geniş bilgi için 17-19 Ekim 2007 tarihinde Bakü’de
sunmuş olduğum “Ortak Türk Geçmişinden Ortak Türk Geleceğine Uluslar
arası Folklor Konferansının Materyalları, “Azerbaycan Milli İlimler Akademisi Folklor Enstitüsü Neşri”, C.5, Bakü. s. 159-165 tebliğe akılabilir.
KISALTMALAR
(İA.) Adak maddesi (1945), Türk (İnönü) Ansiklopedisi, C.I, Ankara:
Maarif Matbaası.
KAYNAKLAR
Yazılı Kaynaklar
Alp Çetin (1947), Yeniyol Gazetesi, Yıl 24, 19 Temmuz / 11 Haziran /
25 Haziran, Trabzon.
And Metin (1983), “Anadolu Halk Dansları ve Halk Tiyatrosunun
Özellikle Hayvan Benzetmeleri Bakımından Asya Kökenleri”, II. Milletlerarası Folklor Kongresi Bildirileri, C.III, Ankara.
Caferoğlu Ahmet (1946), Kuzey-Doğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Yöresi Ağızları, İstanbul: Türk Dil
Kurumu.
_______________ (1958), “Azerbaycan ve Anadolu Folklorunda Saklanan İki Şaman Tanrısı”, İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.V, S.I-IV, “Mars T. Ve
S.A.Ş Matbaası; Ankara.
Tanyu, Hikmet (1976), “Türklerde Ağaçla İlgili İnançlar”, Türk Folkloru Araştırmaları Yıllığı 1975, Ankara.
Tanyu, Hikmet (1967), Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri,
Ankara: “Ankara Üniversitesi Basımevi.
İnan, Abdülkadir (1962), Hurafeler ve Menşeleri, Ankara: DİB Yayını.
Katanov N. F. (1897), Otcet o Poezdke v 1896 godu v Minusinskiy
Okruk Yeniseyskoy Gubernii, Kazan 1897.
Nur Rıza (1973), Türk Tarihi, C.1,İstanbul.
Potapov L. P. (2012), Altay Şamanizmi, Konya: Kömen Yayınları.
Tokarev S. A. (1947), “Prejitki Rodovogo Kulta u Altaytsev Turudı
İnstuta Etnografii Akademi Nauk, SSSR, C. I.
331
UKHAD 1 (3) 2015
Uzun Enver, Trabzon Üzerine Notlar, “Eser Ofset”, Trabzon 2011.
2014
Sözlü Kaynaklar
K.1: Yusuf Aytin, Muhala Köyü, 86, Emekli (ilkokul), Muhala 13. 01.
K.2: Ruşen Ustaalioğlu, Akoluk Köyü, 83, Emekli, Maçka 10. 05.2001.
K.3: İsmet Zeki Eyüboğlu, Maçka,76 Üniversite, Maçka 11. 07. 2001.
K.4: Adnan Durmuş, Maçka, Üniversite, Maçka 05. 06. 2011.
K.5: Hayrettin Bektaş, Trabzon, 27, Gazeteci, Trabzon 02. 03. 2004.
K.6: Zehra Koç, Çaykara / Dernekpazarı. 87, Ev hanımı, Çaykara 09.
03. 2003.
332
UKHAD 1 (3) 2015
TRABZON’DA İCRA EDİLEN HASIR ÖRME VE KAZAZİYE
EL SANATLARINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER
Matting And Kazaziye Handicraft Regarding Assessment
Produced in Trabzon
Fatma YILDIRMIŞ*
ÖZET
Geleneksel sanatlar bakımından Türk kültürü oldukça zengindir. El sanatları,
toplumlar tarafından icra edilmeye başlamış ve yüzyıllar boyu olgunlaştırılarak günümüze gelmiştir. Makaleye konu olan hasır örme ve kazaziye el sanatları da Trabzon
yöresinde uzun zamandır üretilmektedir. Hasır ürünler, Trabzon hasırı olarak ünlenen,
eskiden iki kola takılan bir çift bilezik ve kemer iken günümüzde bilezik, kolye, küpe,
yüzük olarak set hâlinde veya tek tek üretilerek kullanım alanları isteğe göre genişletilmiştir. Tek tip örme şekli olan hasır, üzerine takılan telkâri tokalarla süslenmektedir.
Yörede kazaziye sanatıyla tespih, tespih püskülü, kolye, bileklik, küpe gibi takılar
üretilmeye devam etmektedir. Kazaziyede en fazla top örgüsü, ajur, balıksırtı, yeminli
sürgü, kısa sürgü, şemse ve uzun sürgü kullanılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Trabzon, El Sanatları, Kazaziye, Hasır Örme, Sözlü Kültür, Usta.
ABSTRACT
Turkish culture is very rich in terms of traditional arts. Handicrafts, began to
be exercised by societies and has survived centuries-long ripening. Subject to Article
Matting Bracelet and Kazaziye handicrafts are produced for a long time in the Trabzon City. Matting products, Trabzon Matting Bracelet as renowed, formerly attached
to a pair of two arm bracelets and belts while today bracelet, necklace, earrings, ring
set, as in the case or individual producing areas are expanded according to demand. In
the region, with the art of Kazaziye rosary, rosary tassel, necklace, bracelet, earrings
and this kind of jewelry have been continued to be produced. In Kazaziye, top örgüsü (ball knitting),hemstitch, herringbone, yeminli surgu (fastening) kısa surgu(short
fastening),rosette and long fastening are mostly used.
Keywords: Trabzon, Handicrafts, Kazaziye, Matting, Oral Culture, Master.
* Dr. Trabzon/TÜRKİYE
333
UKHAD 1 (3) 2015
GİRİŞ
Hasır örme ve kazaziye el sanatları bir kuyumculuk sanatı olarak Trabzon yöresinde uzun zamandır icra edilmektedir. Kuyumculuk, altın, gümüş
gibi kıymetli metal ve alaşımlarının eritilerek kalıba dökülmesi ile plaka veya
tel hâline getirildikten sonra kıymetli taşlarla işlenerek süs eşyasına dönüştürülmesine denilmektedir (Özelçi Eceral ve diğerleri, 2009: 124). Altın, gümüş
gibi ziynet eşyalarının üzerine değerli taşlar takıldığı için kıymetli ziynetler
yapma sanatına da kuyumculuk denir (Arseven, 1950: 1183). Kuyumculuk,
zergerlerin elinde ince bir sanata ve aynı zamanda bir kazanç kapısına dönüşmüştür (Dinç ve Çakır, 2010: 24).
Değerli madenler ve taşlar, insanlık tarihî boyunca kimi zaman güzellik, kimi zaman zenginliğin ve asaletin simgesi olarak kullanılmıştır. Takının
tarihî, günümüzden 30. 000 yıl önceye, Üst Paleolitik Çağ’a kadar uzanır.
Ancak uzmanlar, gerçek anlamıyla kuyumculuğun, Mezopotamya’ da, Mısır’
da ve Anadolu’ da, MÖ 4 bin yılın sonlarına doğru başladığını belirtiyorlar.
(…) Altının plastik deformasyonu olma özelliği vardır ve bu daha İlk Tunç
Çağı’nda keşfedilmiştir. Eski çağların ustaları, saf altını döverek zar gibi inceltilebilmiştir. Varak ve varak kaplama denilen bu teknik Mısırlılar, Çinliler,
Yunanlılar tarafından kullanılmıştır. İslam sanatında altın ve gümüş varaklar,
ahşap ve metal eşyanın yanı sıra minyatürlerin renklendirilmesinde, baskı motiflerinde ve elyazmalarında geniş ölçüde kullanılmıştır (Şahin Yukarıkozan,
2009: 38).
Anadolu’nun en önemli ve yaygın kültürü 2500’den sonra Hatti Kültürüdür. Onların ileri bir maden teknolojisi geliştirdikleri, özellikle H. Z. Koşay’ın Alacahöyük kazılarındaki madeni eşya buluntularından sonra anlaşılmıştır. Çorum’un güneyinde bulunan Alacahöyük küçük bir devletin merkezi
olmalıdır. Burada birçok kral mezarı bulunmuş ve bu mezarların bronz, gümüş, altın, elektron ve hatta demirden yapılmış kült ve süs eşyaları ele geçirilmiştir. Bu eşyaların içinde taç, bilezik, saç iğneleri gibi altından yapılmış süs
eşyaları, demirden yapılmış bir bıçak, çeşitli madeni figürler, Anadolu’nun bu
çağda maden teknolojisinin yayıldığı bir merkez olduğu kanısını destekliyor
(Kuban, 1988: 17-18). Eski Türklerden kalma eserlerden elde edilen bilgilerde kuyumcu anlamında “altunçı” (Şen, 2007: 102) teriminin kullanıldığı
görülmektedir. Bu bilgi altının Türklerin tarihînde yerini açıklamaya yardımcı
olacaktır.
Altın, gümüş ve kırmızı renkli doğal bakır, Neolitik Çağ insanının dikkatini çeken ilk madenler olmuştur. Parlak sarımsı rengi ile gün ışığında he334
UKHAD 1 (3) 2015
men fark edilebilen altın, ilk fark edilen madenlerin başında gelmesine karşın,
Anadolu insanı tarafından yaklaşık 10.000 yıl önce işleyip değişik alet ve takı
yapımında kullandıkları bakır, metalurjinin ilk dalı olarak kabul edilmiştir
(Başak, 2008: 19). Doğada yaygın olarak bulunan altın, Yakın Doğu’da ilk
keşfedilen ve işlenen madenlerden biridir. Keşif tarihî kesinlikle bilinemeyen
altının, MÖ 5. ve 6. binden itibaren ufak süs eşyalarında kullanıldığı tahmin
edilmektedir. Altın, dağ ırmaklarının yataklarında, alüvyon birikintileri arasında, ufak külçecikler veya kırıntılar hâlinde bulunur. Pas tutmayan altın,
rengi ve parlaklığı nedeniyle kolayca göze çarpar. Altın dere yataklarından
başka, kuvars kayaların içinde damar hâlinde de mevcuttur. Kayalardaki altını
elde etmek için, kaya parçaları önce çekiçle topaklar hâlinde ufalanır, sonra
topraklar dövülerek toz hâline getirilir. Dere yataklarından toplanan veya kayalar içindeki damarlardan çıkarılan altın parçacıkları, yüzyıllar boyu bu eski
ve basit “tablada yıkama” usulüyle diğer maddelerden ayıklanmıştır. Altın
saf bir maden değildir. Altının içinde daima doğal olarak bir miktar gümüş,
bakır ve demir gibi madenler bulunur. Altın, yumuşak kolay işlenebilen bir
madendir, soğukken de çekiçlenebilir. Altından dövme ve döküm teknikleri
uygulanarak istenen her şekil yapılabilir (Erginsoy, 1978: 8-9). Son yıllarda
teknik ve bilimsel anlamda yer almaktadır (Fırat, 2010: 37).Altın, yumuşak,
parlak, sarı, iletken olması, yoğunluğu ve ticari değeri yüksek, oksitlenmeyen
ve tek başına hiçbir asitin etkileyemediği, kolay işlenebilen soy bir metaldir.
Diğer madenlerin içinde ve kolay çekilebilen ve dövülebilen olması nedeniyle
insanların kullandığı ilk madenlerdendir. Dünyanın en eski altın üreticisi MÖ
3000 de Mısırlılardır. Gümüş, 960 derecede sıvı hale gelen gümüş, doğada
genellikle bakır, çinko veya kurşunla birlikte, bazen de serbest olarak bulunur. Gümüşün maden kayasından ayrıştırılıp saflaştırılması tekniği MÖ 3000
yılı başlarında, Anadolu’da bulunmuş ve buradan yayılmıştır. Değişim aracı
olarak ilk kullanımı ise Lidya uygarlığında olmuştur. Altından sonra en yumuşak metal olduğu için, sertleştirilmesinde bakır kullanılır (Şahin Yukarıkozan,
2009: 20). Doğal bir altın-gümüş alaşımı olan elektrum madeninin içinde de
% 40 oranında gümüş bulunmaktadır. İlk kullanılan gümüş, doğal gümüştür.
Bu maden de altın gibi dere yataklarından toplanır veya bazı kayaların içinde
damar hâlinde bulunur (Erginsoy, 1978: 10).
İnsanlar, hayvan kemiklerini, deniz ve kara yumuşak canlılarının kabuklarını şekillendirerek takı yapmışlardır. Sonrasında süs taşları delinerek
boncuk kolyeler yapılmıştır (Fırat, 2010: 31). Takılar geçmişte; din, tılsım,
büyü, uğur gibi kavramların etkisiyle kullanılmaya başlamış daha sonraları da
takılar, zenginlik ifadesi, hediye ve güzel görünmek gibi anlamlar, görevler
335
UKHAD 1 (3) 2015
kazanmıştır. İnsanlar için dış görünüşleri çok önemlidir ve her insan güzel
görünmek ister. Bu sebeple beğendiği, kendisine yakıştığını düşündüğü nesneleri takar, takıştırır. Böylece takı yaşamın ve kültürel kimliğin bir parçasıdır.
Takılarda motiflerin belirlenmesinde teknik etkili olmaktadır (Güler ve Erkan
Büyükyazıcı, 2008: 631).
Trabzon’un ekonomisine yön veren madencilik atölyelerinin ve zanaatın ne zaman başladığını ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nin en önemli üretim
merkezi olacak şekilde nasıl geliştiğini şimdilik kesin olarak bilemiyoruz
(Belli ve Gündağ Kayaoğlu, 2002: 4). Trabzon ve yöresinin altın “hasır bilezik ve gümüş “Telkâri” işletmeciliği, çok büyük bir olasılıkla, Gümüşhane
madenciliği ile ilişkilidir veya en azından, ondan beslenmiştir (Köse, 1991:
77). Kanuni Sultan Süleyman Han Trabzon’da şehzadelik yaptığı sırada burada bulunan Rum ustadan kuyumculuk öğrenmiştir (Dağlı, 1999: 263).
Hasır Örme Sanatı
Trabzon’un önemli el sanatlarının başında yer alan kuyumculuk, kuyumculuk içerisinde de hasır bilezik örme sanatı gelmektedir. Hasır örme
Trabzon’a ait bir sanattır. Evlerde kadınlar tarafından tamamen el emeği, göz
nuru ile elde örülen hasır bilezikler altın ya da gümüş ince tellerden yapılır.
Gerek altın ve gerekse gümüşten hasır bilezik ve kolye yapılmakta ve ülkemizin hemen her yerine ve dünyanın birçok ülkesine gerek gurbetçi vatandaşlarımızla gerekse ilimizi ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerle taşınmakta ve
tanıtılmaktadır. Hasır bilezik, incecik altın ya da gümüş tellerin ilmek ilmek
örülmesiyle yapılmaktadır.
Tarih içerisinde hasır örgünün ne zaman ve nerede yapılmaya başlandığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Osmanlı döneminde telkâri içerisinde yapıldığına dair görüşler vardır (Erkan Büyükyazıcı, 2008: 32). Hasır örgü tekniğinin ilk olarak Kafkaslar yöresinden Trabzon’a göç eden Türkler tarafından
getirildiği düşünülmektedir. Trabzon’un en eski altın ve gümüş ustalarından
1917 Dağıstan Kubaçi Köyü doğumlu Harun Amitay, kendisiyle yapılan bir
gazete röportajında; “Kubaçi köylülerinin hemen hepsinin tek bir sanatı olduğunu; o sanatın da kuyumculuk olduğunu söylemektedir. Kubaçi’li kuyumcuların yaptığı çok sayıdaki sanat eseri bugün Londra, Paris ve Moskova
müzelerinde sergilenmektedir. Rus ihtilali sırasında Kafkaslardan Türkiye’ye
göç eden bu Türk ustalar, sanatlarını Trabzon’da da devam ettirmişlerdir. Günümüzde, Trabzon yöresinde hasır bilezik ören bireyler bu sanatın kendilerine
Rumlardan kaldığını zannederler” demiştir (Sümerkan, 2008: 38).
Geleneklerini sürdüren Trabzon halkı için önemli yere sahip olan hasır
336
UKHAD 1 (3) 2015
örgü takılar düğünlerin vazgeçilmez takısı olmuştur. Trabzon’un geleneksel
kültür yapısının bir gereği olarak hasır takı düğünlerde mutlaka verilmesi gereken hediye niteliğini halen taşımakta, ekonomik durumu iyi olan ailelerin
hasır takıyı gelinlerine aldıkları gibi bir de gelinin annesine hasır bilezik takma geleneğini sürdürmektedirler (Somel, 1993: 105).
Örme işlemine yeni başlayanlara altın ve gümüş teller pahalı olduğu
için önce bakır teller ile tepe kırma alıştırması yaptırılmaktadır. Temel kürdan
üzerine örülecek kol sayısına göre sarılarak kurulur. Bu kol sayıları,3,5,7,9…
vb. gibi tek sayılardan oluşur. Tek sayılardan oluşturulacak temeldeki ilmek
sayıları her zaman çifttir.
Hasır örmede kullanılan araç ve gereçlerin başında çifte gelir. Tel ilmekleri tutup çekmeye yarayan, ucu üçgen biçiminde sivriltilmiş bir tür özel cımbızdır. İğne, ilk birkaç sıra için örgü şişi görevi yapar. Düzeltme ve ütüleme
işleminde kullanılacak bir diğer alet de tokmaktır. Dövme sırasında hasır örgüye zarar vermeyecek sertlikte bir ağaç malzemeden yapılmış olmasına dikkat
edilmelidir. Mum, örgü sırasında kopan telleri birleştirmek için bir tür ısı kaynağıdır. Eğri boru, mum alevini kaynak yapılacak noktaya üflemekte kullanılır.
Kaynak, birleştirici lehimdir. Tenekâr, kaynakta katalizör görevi yapan bir tür
reçine, borakstır. Trabzon hasır örgüsünün şimşir ağacından yapılan tokmak ile
dövülüp, ek yerlerinin birleştirilmesinin ardından, örgü uçlarını birleştirecek kilit ya da tokayı kuyumcu ustaları atölye ortamında takar. Bu süreçte tel tutulması, tavlama, asitleme, yıkama, kurutma, dövme, kenar düzeltme, toka takılması,
parlatma ve cila gibi aşamalarla atölyelerde hasırın son hâli verilir (Sümerkan,
2008: 42-43). Basit bir sistem olan kilidin görünen yüzeyine çelik kalemler
ile motif yapılır. Buradaki motifler daha çok çizgisel, bitki motifleridir. Ayrıca
kelepçeler parlak taşlar, kazazlık, Telkâri tekniği ile hazırlanmış bitkisel motifler
ile süslenir. Bu işlemin sonunda ürün ya eğer sipariş verilmişse sahibine verilmek üzere ya da vitrinde alıcı beklemeye hazır duruma gelmiştir.
Fotoğraf 1: Hasır Bilezik Örneği
Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış
337
UKHAD 1 (3) 2015
le ki;
Hasırı düzgün ve güzel örmek için dikkat edilecek noktalar vardır. Şöy-
• Trabzon hasır örgüsü yapımında tepe kırma hasır örgüsünün yapımındaki en önemli aşamadır. Bu nedenle Trabzon hasırını örecek kişinin düzgün örebilmesi için el pratikliği kazanması gerekmektedir.
• Tel bittiğinde telin düzgün bir şekilde eklenmesi örgü işleminin kalitesini artırmaktadır. Tel ekleme işlemlerin aynı yüzde yapılarak örgünün düzü
tersi oluşturulur.
• Hasır örgüsünde bir diğer önemli nokta ise kenar dönmeleridir. Kenar dönmeleri, tepelerin dik kırılması kadar önemlidir. Bunun için de için el
pratikliği kazanmak çok önemlidir. Kenar dönmelerinin düzgün olması hasır
örgüsünü estetik açıdan güzel görünmesini sağlamaktadır.
• Hasır örgüsü seyrek örülmeli ama delikli bir görünüm de, hasır örgüsünün kalitesini düşüreceğinden belli bir düzgünlükte örülmesi gerekmektedir
(Okyay, 2008: 26).
•
Fotoğraf 2: Hasırın Örme Aşamaları: Tel Sokma İşlemi.
Fotoğraf 4: Tel Çekme İşlemi
Fotoğraf 3: Tepe Kırma İşlemi
Fotoğraf 5: İğneyle Düzeltme İşlemi
338
UKHAD 1 (3) 2015
Fotoğraf 6: Hasırı Dövme İşlemi
Fotoğraf 7: Tokmak Üzerindeki Hasır
Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış
Hasır örme Takı modellerinde kullanılan toka çeşitleri:
1. Kalem toka: Çelik kalem ile plaka üzerine desen çizilerek oluşturulmaktadır.
2. Telkâri toka: Trabzon’da veya Beypazarı’nda üretilen Telkâriler
kullanılmaktadır.
3. Taşlı toka: Hazırlanacak plakanın üzerine tek tek taşlar yerleştirilir.
Buna el işçiliği de denilmektedir.
4. Hasıra hasır toka: Örülen hasır örgüsünden toka yapılmasıdır.
Fotoğraf 8: Tokalı Bilezik Örnekleri
Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış
Trabzon kuyumcular ve saatçiler odası, bu sanatın adı “Trabzon
hasırı”’dır diye coğrafi işaret tescil belgesi alarak sanatın Trabzon’a ait ol339
UKHAD 1 (3) 2015
duğunu belgelemiştir. Coğrafi işaret tescil belgesinin alınması ilin tanıtımı
açısından olduğu kadar, yöreye yapılan turistik gezilerde yerli ve yabancı turistlere satışının da yoğun olması yörenin kültürel tanıtımı ve ekonomisi için
önemlidir.
Trabzon hasırı eskiden iki kola takılan bir çift bilezik ve kemer olarak
kullanılırken günümüzde bilezik, kolye, küpe, yüzük olarak set hâlinde veya
tek tek üretilerek kullanım alanları isteğe göre genişletilmiştir.
Fotoğraf 9: Hasır Takım Örnekleri
Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış
Maddi kültürdeki yerini alan kuyumculuk ürünleri sözlü kültürde de
kendini göstermektedir. Mânilerde, atasözlerinde, bilmecelerde altının, bilezik gibi çeşitli takılardan bahsedildiğini görürüz. Mânilerde:
Altun yüzük barmakta
Su çalkalanur ırmakta
Bir güzel yar sevmişum
Şu karşıki konakta (Ciravoğlu, 2009: 90).
340
UKHAD 1 (3) 2015
Ağacın depelüsü
Gızların küpelüsü
Gelin olsun gız olsun
Sevülü cilvelüsü (Karaca, 2000: 388).
Altuni bozdurayim
Gerdana dizdireyim
Sen yağmur ol ben bulut
Peşimde gezdireyim (Çelik, 2005: 188).
Barmağunda yüzükler
Kolunda bilezukler
Al kara vur yüzune
Nedur bu güzellukler (Durgun, 2005: 410).
Belindeki ak kemer
Tel iledir tel ile
Hayde desem sevgilim
Gelir misin ben ile (Çelik, 2005: 303).
Cebumde altun saat
Binduğum gırmizi at
Sevdum da alamadum
Nası olayim rahat (Duman, 2011: 100).
Dört kat zencir bi kolye
On da bilezik dedi
Mobilya altın saat
Küpeleri ekledi
Babam beni kırmadı
Olsun yaparuk dedi (Cihanoğlu, 1997: 53).
Emine’m senin için
Düştüm ben bu yollara
Bilezik yakışıyor
Hau güzel kollara (Çelik, 2005: 286).
341
UKHAD 1 (3) 2015
Garadeniz’ın gızi
Goysun eline gına
Taksın altun kemeri
Oyle celsın yanıma (Duman, 2011: 123).
Giderum yaliyali
Felikam da boyali
Altun takarum sağa
Her biri gatirnali (Ciravoğlu, 2009: 139).
Hau sarı saçlara
Altun dizeyim altun
Verdum başlık parası
Garini satun aldım (Eyüboğlu, 2008: 93).
İndim yalı yoluna
Bastım fındık dalına
Bir çift bilezik yaptım
O yârimin koluna (Ciravoğlu, 1943: 12).
Martinim omuzumda
Üç tane bilezuklan
Aldatıylar gızlari
Bi küpe bi yüzüklan (Çelik, 2005: 447).
Parmağunda yüzüğun
Taşi olayım taşi
Kolunda bilezuğun
Olayım arkadaşı (Durgun, 2005: 416).
Seni nenen taradi
Altunlarlan donatti
Helbette nazlanırsın
Sevdaliların arttı (Duman, 2011: 122).
Tüfeğum omuzuma
Yedi bilezuğilen
Ben aldarum kizlari
Bir gümüş yüzuğlan (Çelik, 2005: 454).
342
UKHAD 1 (3) 2015
Atasözlerinde:
• Altının kıymetini sarraf bilir (Ciravoğlu, 2009: 48).
• Deveden kazaz olmaz (Aksoy, 2009: 39).
Bilmecelerde:
•Sarudur safran gibi
Okunur Gur’an gibi
Ya bunu bileceksin
Ya bögece öleceksin (altın/okunur: tapılır, sevilir anlamındadır. ) (Karaca, 2000: 433).
•Edden kantar
Altun dartar (kulak) (Karaca, 2000: 436).
•Mini mini, küçük sini (Başgöz, 1993: 42).
Sarıdır safran gibi
Okunur Kur’an gibi. (Altın) (Başgöz, 1993: 43).
Sarıdır safran gibi
Okunur Kur’an gibi
Ne vallahi zerdali
Ne billahi şeftali. (Altın) (Başgöz, 1993: 43).
•Sarı keçi yarda oynar
Yar yıkılır yerde oynar. (Altın) (Başgöz, 1993: 44).
•Sarıdır özü, güldürür yüzü. (Altın) (Başgöz, 1993: 44).
Hasır Örme Sanatı Hakkındaki Geleneksel Bilgi ve Görüşler
Ustalar, hasır örme sanatının Trabzon’daki tarihiyle alakalı şunları anlattılar:
Fatih Sultan Mehmet’in 1461 yılında Trabzon’u fethiyle, Gümüşhane’de bulunan gümüş madenlerinin işletilmesi ve çıkan ham gümüşün hayvanlar sırtında Trabzon Limanı’na getirilmesi, buradan da gemilerle genelde
İstanbul ve diğer liman şehirlerine ulaştırılması, Trabzon ticaretine ve kuyum
mesleğine önemli katkılar sağlamıştır. Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethi anısına üzerinde Trabzon yazılı gümüş sikkeler bastırması da Trabzon kuyumculuğunun önünü açan nedenlerdendir. Daha sonra Trabzon’da şehzade
olarak bulunan Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın kuyumcu
yanında çalışmaları, o dönemde Trabzon Kuyumculuğunun geldiği noktayı
göstermektedir. Evliya Çelebi de anılarında Trabzon Kuyumcu ustaları ile İstanbul kuyumcu ustalarının aynı olduğunu, Trabzon Kuyumcularının ürettiği süs eşyalarının Osmanlı Sarayını süslediğini anlatmaktadır. Bu dönemde
Trabzon Kuyumculuğu genellikle gümüşten küpe, yüzük şeklindedir. Bu şe343
UKHAD 1 (3) 2015
kilde gümüşten yapılan süs takılarına cam ve diğer taşlar da eklenirdi. Yavuz
Sultan Selim dönemimde Batum’un fethiyle birlikte kültürel karışım oluşmuş,
Kafkas el sanatları ile Trabzon el sanatları birbirlerini etkilemeye başlamıştır.
Böylece Trabzon Kuyumculuğu çeşitlenmiş ve Trabzon’a has Hasır ortaya
çıkmaya başlamıştır. 1917 yılından önce Rus Çarlık orduları ile Karadeniz’e
gelen Kafkasyalı ustaların geri gitmemesi ve Trabzon’da yerleşmesiyle Hasır
örücülüğü önemli gelişim göstermiştir. Bu dönem Trabzon Kuyumculuğunun
yeniden doğmasıdır. Kafkasyalı Türk ustalar Trabzon’da hasırı öğretmiş ve
yaşamasını sağlamışlardır. Böylece Trabzon’un tek ticari markası olan Trabzon hasırı doğmuştur. Bu gün Kafkasya’da bunun benzerlerinin görülmesi bu
nadide el sanatının, Türk el sanatı olduğunu doğrulamaktadır (KK-1).
Hasır örgü Kafkaslardan 1900’lü yıllarda Trabzon’a geldi. Trabzon’un
en eski ustalarından Dağıstan Kubaçi köyünden Harun ustadan bizzat kendisinden öğrenilmiştir. Hasır örgü tekniğinin ilk olarak Kafkaslar yöresinden
Trabzon’a göç eden Türkler tarafından getirildiği düşünülmektedir. Trabzon’un en eski altın ve gümüş ustalarından 1917 Dağıstan Kubaçi Köyü doğumlu Harun Amitay, kendisiyle yapılan bir gazete röportajında; “Kubaçi
köylülerinin hemen hepsinin tek bir sanatı olduğunu; o sanatın da kuyumculuk olduğunu söylemektedir. Kubaçi’lilerin yaptığı çok sayıdaki sanat eseri
bugün Londra, Paris ve Moskova müzelerinde sunuma açılmıştır. Rus ihtilali
sırasında Kafkaslardan Türkiye’ye göç edenler oluyor, bunlarla birlikte Kubaçi köylüleri Trabzon yöresine yerleşiyor. Sanatlarını Trabzon’da da devam
ettirmişlerdir ve Trabzon’da bu sanatın yayılmasına vesile oluyorlar (KK-2).
Fotoğraf 10: Hasır Takım Örneği
Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış
344
UKHAD 1 (3) 2015
Hasır bileziğin Rumlardan kaldığını söylemek yanlıştır. Kafkas Türklerinden gelmiştir. Ama şöyle bir şey var ki Rumlarla Türkler iç içe yaşamışlar.
Burada sanatı kim kime öğretti, kim geliştirdi, bu konuda kesin bilgiler yok.
Trabzon’da kadınlara bunları size kim öğretti diye sorduğumda onlar Rumlardan öğrendik derlerdi. Ama Rus işgalinde Türkler buraları terk etmişler, belki
geri döndüklerinde Rumlardan öğrenmiş olabilirler (KK-2).
Bu sanatlar kadın süsleme sanatı olarak değil savaş zırhı olarak yapılmış. Su geçirmiyor, süngü geçmiyor, o derece kalınmış. Bir küpe, bir kolye,
bir bilezik hâline gelene kadar telin mikronu inceliyor. Rumların Türklerle
kardeşçe yaşadığı dönemlerde birbirleriyle alışverişte bulunmuşlar, birbirine
bu gelenek geçmiş olabilir (KK-2).
Osmanlı Dönemi’nde Müslüman kadının sokağa çıkması, kuyumcuya
gidip altın ya da gümüş tel alması, aldığı teli ördükten sonra kuyumcuya geri
getirmesi sosyal olarak mümkün olmadığından, o dönemde hasır örme işini
genellikle gayri müslim kadınlar yapmaktaydı. Bu durum Cumhuriyet dönemine kadar devam etmiştir. Cumhuriyetle birlikte cinsler arasındaki ayrımcılık kalkmış, Türk kadını da sosyal hayatta yerini almıştır. Böylece Türk kadını, telkâri yenin (hasırın) olmazsa olmazı olan örme işine el atmış ve Trabzon
Hasırının bugünlere gelmesinde önemli görevler üstlenmiştir. Altın ve gümüşü dantel gibi işleyen ilk Müslüman Türk kadınları arasında Melahat Hanımın
adı günümüze kadar gelmiş ve anılarda yer almıştır. O günlerden bugüne adları kalan hasır ustaları arasında Dağıstanlı Hacı Mehmet ve Kafkasyalı İbrahim
Horololu’nun adları hâlâ yaşamaktadır (KK-1).
Hasırın yapılımı konusunda şunları söyleyebilirim. 0,32 mikron kalınlığında 22 ayar altın, 900 ayar gümüş tel ile yapılıyor. Bunlarım mikronları
değişebiliyor. Artık 14 ayar da altın yapılmaya başlanmıştır (KK-2).
Fotoğraf 11: Hasır Bilezik ve Gerdanlık
Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış
345
UKHAD 1 (3) 2015
Ustalar mesleği nasıl icra ettiklerini izah ederken işin inceliklerini, hasırı örmeye nasıl başladıklarını, kazançlarıyla neler yaptıklarını, meslek ile
ilgili küçük anılarını anlatmayı da ihmal etmediler.
Ben hasırla ilk olarak başladım. Ben her şeye merak ederdim. Yirmi
dört yaşımda başladım ama sekiz, on iki yaşında annesinden öğrenerek başlayanlar var. Benim başlamam tel kırma, tepe dönmeler çok hoşuma gitmişti.
Merakla başladım. Çöpü bile çok kıymetli bir sanat (KK-2).
Ben bu işe oğlum beş aylıkken başladım. Yirmi iki senedir bu işe başladım, amcamın kızından öğrendim. Çocuklarımı büyütmek için bu işe başladım. Yeni evliydim. Bu iş çok kişiye ekmek verdi. Çok evi geçindirdi. Ben
hem evimi geçindirdim hem çocuklarımı büyüttüm hem de eşim il dışında
üniversite okuyordu, ona haçlık gönderiyordum. Köyde köy işi de yapıyordum her fırsatta bilezik de dokudum (KK-3).
Bir gelin ancak bir ay gelinlik yapar. İkinci ay hasır örer, kendisi öğrenmek ister. Ev hanımlarına özgü bir sanattır. On üç yaşlarındayım, teyzelerim,
annem hasır örüyorlar, bütün işleri bana yaptırıyorlar. Onlar işlerini yapıyor,
parasını alıyorlar, ben hiçbir şey yapmıyorum. Yetmişli yıllar, annemin cımbızını aldım, ıssız bir yer seçtim. Kendi kendime başladım ama yapamadım.
Dayımın kızlarına yalvardım, onlar öğrettiler. Bakıra siyah gümüş diyorlardı.
İlk kazandığım parayla, bir buçuk lira, elbise ve sandalet aldım. Kendi kazancım bana aşırı mutluluk verdi. Paranın tadını alınca durur musun? O yazı gümüş örerek geçirdim ve öğrendim. İkinci yaz tatilinde altın örmeye başladım.
Okula giderken de geceleri altın örerdim ama hiç elişi yapmadım, dantel, örgü
öremedim. Hep gümüş ve altın ördüm. Bu benim içimde özlem kaldı (KK-4).
Telimizi kuyumculardan temin ederiz. O da bize siparişine göre telimizi istenilen boyutlara göre yazarak bize verir. Bizde onlara göre örüp sonra
kuyumcumuza iade ederiz. En fazla bir hafta süreyle bitmesi istenir (KK-3).
Teli alıyorsun, küçük bir kartona başlıyorsun. Tepe kıra kıra örüyorsun. Bitirince kesip, tokmakla dövüyorsun. Kuyumcu onu atölyede kaynak
yapıyor, klips takıyor, altın suyuna batırıyor, satıyor. Burada önemli olan tepe
kırmalarını düzgün yapmaktır. Çünkü tel çabuk kırılır, kuyumcu bunu pek
istemiyor. Onlar sonra atölyede kaynak oluyor (KK-3).
Hasırı kullanmak da zordur. Günlük kullanmaya gelmez. Çünkü tepeler
kullanırken kırılabilir, o zaman da bir özelliği kalmaz. Hasırı kuyumcudan
alırken pahalı alıyorsun, sürekli de kullanamıyorsun. Ama insanlar gösteriş olsun diye alıyorlar. Anneler illa ki kızlarını evlendirirken hasır takımı istiyorlar.
Bence çok gereksiz. Bozdurmaya kalksan çok ucuza bozuyorlar. Yatırım için
hasır yapılmaz. Bu hasırı yurtdışına gönderiyorlar. Trabzon kültürünü yaşat346
UKHAD 1 (3) 2015
ma için bile insanlar alıyor. Biz göre göre bıktık (KK-3).
Fotoğraf 12: Gümüş Hasır Gerdanlık
Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış
Bilekliklerde 20 cm. gerdanlıkla 40 cm’ dir. Sonra şimşirle meydana getirilen tokmak dediğimiz gereçle onu dövüp daha düz olmasını sağlıyoruz. Amaç
kuyumcumuza buna daha iyi bir şekilde sunmak. Tokmak şimşirden oluyor.
Şimşir sert ağaç kolay kolay kırılmaz. O hâldeyken bile benimki yıllardır kullana kullana kırıldı. Sonrası kuyumcuya kalıyor o bunu güzel bir şekilde tasarlayıp insanların beğenisine sunuyor. Sonra kendisi bize emeğimizin karşılığını
vererek ördüğümüz siparişin güzelliğine göre bize tekrar tel veriyor (KK-3).
Ustalar işin püf noktasını anlatırken “Bu işte yön önemlidir.” İfadesini
kullandılar. Bu ifadenin neyi kastettiği sorulduğunda;
Yöndeki kastımız bileziğimizin bize göre en iyi yerden görünmesi hâlidir. Bu kişiden kişiye değişir. Bazılarında bu durum olmazken bazıları bunun
onu daha iyi gösterdiğine inanır (KK-3).
Tabi bu iş biraz ince sonuçta elinizde bir tel var bunun kesilme imkânı
çok fazla çünkü ufak bir zedelenmede telimiz anında kesilebilir. Titizlik istenen bir meslek. Bileziğimizi çelikten üretilen çifte denilen bir gereçle örüyoruz. Ucu sivri olan bu gerecinde iyi olmasına dikkat ederiz ne kadar iyi olursa
bileziğimiz o kadar güzel olur körelmiş bir uçla onu örmek telimizin zedelenmesine ve bileziğimizin hoş görünmemesine yol açar (KK-3).
Birkaç yıl dokumayı bıraktım, dinlenmek istedim. Sonra tekrar başladım ama uzun süre elimi tekrar alıştırmaya çalıştım. Bu işi herke yapabilir.
Yaptıkça eli alışır, düzelir. Bu iş yapmak için çok becerikli olmaya gerek yok.
Ben herkese tavsiye ederim. Herkes yapsın, evine katkıda bulunsun (KK-3).
347
UKHAD 1 (3) 2015
Bu sanatı paylaşmadığım kimse kalmadı. Hiç unutmam, çok fakir bir
öğrenciydi. Hayatımda hiç kimseden ücret almadım. İnsanlar para kazanıyorsa o bana yetiyor. O fakir kadın eğer kızıma öğretirsen ben sana bir çuval patates getirecem dedi, ben onu da almadım, kızına öğrettim. Öğrettiğim insanlar
ahlaklı olacak, çalışkan olacak. Sonuçta adamın altınını alıp kaçabilir (KK- 4).
Biz çocuk yaşta yaparken ciddiyetine varamadık. Dayımın kızıyla hasırlarımızı teslim etmek üzere çarşıya gidecektik. Bir sepet kiraz topladık. Altın çantamızı kiraz sepetinin üzerine koyduk. Bir yandan kiraz yiyoruz bir
yandan gidiyoruz. O arada çanta düşmüş, bir baktık altınlar düşmüş. Allah’tan
yaşlı bir teyze bulmuş. Çantanın içinde fotoğraflarımız varmış, tanımış, akşam
bize getirdi. Bizim günümüz mahvoldu, biz ağlıyoruz (KK-4).
Fotoğraf 13: Hasır Gümüş Gerdanlık
Fotoğraf 14: Hasır Takımı
Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış
Kazaziye Sanatı
Kelime manası ipek işleyen, ipek satan demektir. Fakat bir sanata ad
olmuştur (Kuşoğlu, 2006: 127). Trabzon’da “kazazlık veya kazaziye” adlarıyla kullanılan bu sanat, ibrişim üzerine sarılan çok ince altın ve gümüş tellerle oluşturulan metal ipliklerle yapılan bir örgü sanatıdır. Kazazlığın tarihî
ile ilgili farklı görüşler vardır. Kaynak taraması sırasında elde edilen bilgilerle
kazazlığın tarihî konusunda 16. yüzyıla kadar tarihlenen ürünlerde kazaklık
tekniklerinin kullanıldığı belirlenmiştir. Bu bilgiye dayanarak kazazlığın ta348
UKHAD 1 (3) 2015
rihînin daha eski olduğunu söylemek mümkündür. Geçmişte kazazlık tekniği
ile oluşturulan ürünler, tespih kamçısı, şalların kenarına, feslere, eldiven ve
çeşitli ürünlerde püskül, giysilerde düğme, at koşum takımlarında, deri ürünlerde fonksiyonel aksesuar olarak kullanılmıştır. Kazaz örücülüğü tekniklerini
sadece kuyumculukla ilgili alanlarda değil, Ham maddesi farklı diğer alanlarda da görmek mümkündür. Bunlar arasında deri ürünler, tekstil ürünleri de yer
almaktadır (Erkan Büyükyazıcı, 2008: 36-37).
Kazazlık sanatı kendisiyle görüşülen ustalardan elde edinilen bilgilere
göre günümüzde Trabzon’da yalnızca 3 aile tarafından sürdürülmektedir. Teknik özellikler yönünden araştırılıp incelenmesi, belgelenmesi bu nedenle de
büyük bir öneme sahiptir.
Trabzon’da günümüzde kazazlık sanatı ile tespih, tespih kamçısı olarak üretilmeye devam etmektedir. Son yıllarda takıya olan yoğun talep ile kazazlık sanatı ile üretilen takılar büyük ilgi görmektedir. Yörede bu işi yapan
kişilerin az olması bu işi maddi kazanç sağlamak için yapan bireyler için de
avantajlıdır. Çünkü bu işi yapan kişi sayısı az olmasından rekabet ortamının
da olmaması nedeniyle kazançlıdır. Ayrıca gümüşten yapılan ürünleri her kesinden aile alabildiğinden günümüzde bu iş ile üretilen ürünlere talep artmıştır. Bu işi meslek edinen ustalar ile çalışan elemanları arasında güvene dayalı
bir ekip işi olduğu, yapılan sipariş teslim edilirken işçilik parasının hemen
alınması bu işin ekip arasında güvene dayalı bir iş olduğunu göstermektedir
(Okyay, 2008: 33).
Tamamen el işçiliğiyle yapılan kazaziye önce 24 ayar saf altın veya
bin ayar saf gümüş, 0,08 mikron kalınlığında ince tel haline getirilir. Saç teli
kalınlığındaki bu tel, bir çıkrık yardımıyla ibrişim( bugünkü adıyla ipek iplik) üzerine sıkı bir yay gibi sarılarak belli bir esneklik ve kalınlığa ulaşır.
Bu kalınlığa getirilen tel, kazaziye sanatının ana ham maddesidir. Bu telden
tamamen tel örgü teknikleri kullanılarak değişik parçalar üretilir. Tasarlanan
ürüne göre bu küçük parçacıklar birleştirilerek takıya dönüştürülür. Kazazlık
eskiden sadece tespihlerin ucuna imame yerine takılan püskül (kamçı) olarak yapılıyordu. Günümüzde bu kullanım alanı dışında gelişmeler göstererek
değişik takı tasarımları yapılarak üretilmeye başlanmıştır. Modern ve klasik
kolyeler, küpeler, bileklikler, kolye uçları, kol düğmeleri, giyim süslemelerinde düğme, kemer, 33’lük ve 99’luk tespihler yapılmaktadır. Ayrıca gümüş
tel yerine çeşitli renkte iplikler (koton, muline, pamuk, sim vb.)kullanılarak
nakış, giyim ve takı alanlarında çeşitli tasarımlar yapılmaktadır.
349
UKHAD 1 (3) 2015
Fotoğraf 15: Gümüş Kolyeler
Kaynak Kişi: Fatma Yıldırmış
Kazazlığı düzgün ve güzel örmek için dikkat edilecek noktalar vardır.
Şöyle ki;
• Kazazlık tekniğinin ilk aşaması telin iplik üzerine düzgün sarılması
gerekmektedir. Telin düzgün sarılmaması durumunda yapılan teknikler kullanılmamaktadır.
• Çıkrıkta hazırlanan tel ile teknikler üretilir. Bu tekniklerden kısa sürgü, uzun sürgü ve top örgüsü teknikleri tığ adı verilen özel bir araç üzerinde
örülerek, balıksırtı tekniği ise çelik tel üzerinde örülerek hazırlanır. Daha sonra tığ ve çelik tel tekniğin içerisinden çıkarılır.
• Balıksırtı tekniği; temelde oluşturulan ilmeler yapılacak zincirin özelliğine ve büyüklüğüne göre sayısı değişir. İğne ile oluşturulan bu ilmelerin
arası eşit bir şekilde ayrılır. Örme sırasında normal bir şekilde örülmeli ne çok
sıkı ne çok gevşek olmalıdır. Balıksırtı tekniğinin içinde kalan teli aşağı yukarı zorlanmadan çekiştirebilmelidir. Örülen iplik bitmesi durumunda iplik örgü
işleminin iç tarafına alınmaktadır. İplik eklemelerinde, ipliğin bittiği sıranın
sağ tarafından 1cm aşağıdan iğne girilmekte, girilen iğne alttan yürütülerek
350
UKHAD 1 (3) 2015
biten ipliğin çıkacağı yerden çıkarılarak örme işlemine devam edilmektedir.
Ayrıca önceki biten ipliğin içe alınan sarkan ucu örme işlemi sırasında en az
1 cm içten yürütülmelidir.
• Kısa sürgü tekniği tığın üzerinde örülür. Bu tekniğe başlarken iğneye
tekniği işlenmesini bitirecek uzunlukta tel takılır. Örgü için kafes kurulur. Bu
kafes göre her işleme grubu 4’lü oluşturana kadar sarılır.
• Top, bu teknikte kafes kurumu çok önemlidir. Oluşturulan kafes eşit
aralıklarda değilse iğne ile iplikleri kaydırarak düzgün bir şekilde oranlanmalıdır. Çünkü boncuğun üzerine kurulan kafesin düzgün olmaması durumunda boncuğun işlemesini bozar. İşleme sırasında boncuğun üstünde ve altında
açıklığın olmaması gerekmektedir.
• Top örülürken belli bir sıra tamamlama şartı yoktur. Önemli olan
boşlukların görünmemesidir. Bu teknikte iplik bitmesi durumunda iplik eklenebilir ama bu sanatı yapan kişiler ekleme yapmadan çalışmaktadırlar.
• Uzun sürgü, kısa sürgüye benzer bir kafes kurulur. Kısa sürgü gibi
her sıra 4’lü iplik grubu oluşturularak örülür. Sürgü tekniklerinde ekleme yapılmaz.
• Ajur, tel sarımı önemlidir. Sarılan bu tel kırılmamalıdır.
• Şemse Düğümü, makromedeki aşk düğümüdür. Yapacağımız düğümde tel sırası kadar tel yürütülerek yapılan düğümler, düğüm oluşturulup daha
sonra dolanarak kat sayısı artırılan düğüme göre daha düzgün olmaktadır.
• Kazazlık uzun süre ara verilmeden yapılmalıdır. Ara verilmesi durumunda tekniklerin işlemleri unutulabilmektedir.
• Ürün oluşturma aşamasında, üretilen parçalar tasarıma göre mumlanmış naylon iplik ile dikilerek birleştirilir. Burada sarkan naylon tüycükler
çakmakla yakılarak temiz bir görünüm kazandırılır (Okyay, 2008: 45-47).
Kazazlık örgü teknikleri ve yapım aşamaları ise şöyledir.
Balıksırtı Tekniği: Gümüş kazazlıkta, yapılan tekniklerden ürün oluşturulduğunda bu teknikleri taşıyan zincirdir. Balıksırtı tekniğini yapabilmek
için hazırlanacak ipliğin kalınlığı için; 1,2 veya 3 kat overlok ipliği çıkrığa gerilerek üzeri gümüş ya da altın tel ile sarılır. Balıksırtı tekniği, 2,3,4,5,6 düğüm
genişliklerinde, istenilen uzunlukta örülür. İplik bittiğinde ekleme yapılarak
örme işlemine devam edilir.
351
UKHAD 1 (3) 2015
Fotoğraf 16: Balık Sırtıyla Örülmüş Kolye Ucu
Fotoğraf 17: Balık Sırtının Genel Görünüşü
Kaynak Kişi: Trabzon Olgunlaşma Enstitüsü Arşivi
352
UKHAD 1 (3) 2015
Kısa Sürgü Tekniği: Kısa ve uzun sürgü tekniğini yapabilmek için hazırlanacak ipliğin kalınlığı için; 1,2 veya 3 kat ovarlok ipliği çıkrığa gerilir,
üstü gümüş ya da altın tel ile sarılır. Ürün oluşturma sırasında iki teknik arasında bağlantı sağlayan köprü görevindedir. İğneye yapılacak sürgü tekniğini
tamamlayacak uzunlukta tel takılmaktadır. Tığ üzerinde iğne aracılığıyla çeşitli şekilde dolanan iplik ile kafes oluşturulur. Oluşturulan bu kafes, başlangıç
ipliği takip edilerek her yönde 4 sıra oluşturularak tamamlanır. Bu teknikte
balıksırtı tekniğinde olduğu gibi iplik ekleme durumu yoktur.
Uzun Sürgü Tekniği: Sürgü tekniğini yapabilmek için hazırlanacak
ipliğin kalınlığı için; 1,2 veya 3 kat ovarlok ipliği çıkrığa gerilerek üzeri gümüş ya da altın tel ile sarılarak hazırlanmaktadır. Ürün oluşturma sırasında
iki teknik arasında bağlantı sağlayan, köprü görevindedir. Bu teknik de kısa
sürgü gibi tığ üzerinde yapılır. Uzun sürgünün kafesi kısa sürgü tekniğine göre
daha karmaşıktır. Bu teknikte de kısa sürgüde olduğu gibi tığ üzerinde kafes
oluşturulur. Oluşturulan bu kafes kısa sürgüde olduğu gibi başlangıç ipliğini
takip edilerek her yönde 4 sıra oluşturularak tamamlanır. Bu teknikte balıksırtı
tekniğinde olduğu gibi iplik ekleme durumu yoktur.
Fotoğraf 18: Dövme İşlemi Yapılmış Kısa ve Uzun Sürgüler
Kaynak Kişi: Trabzon Olgunlaşma Enstitüsü Arşivi
Yeminli Sürgü: Yörede bu sürgüyü sadece bu meslek aracılığıyla gelir
sağlayan ustalar bilmektedir. Kazazlık örücülüğün yaygınlaşmasını istemediklerinden bu tekniğin yapılışı bilinmemektedir.
Top Örgüsü Tekniği: Top örgüsü tekniğini yapabilmek için hazırlanacak ipliğin kalınlığı için; 1,2,3,4,5,6,7,8,9 veya 10 kat ovarlok ipliği çıkrığa
gerilebilir. Bu kat sayısı topun büyüklüğüne göre değişiklik gösterir. Tahta
353
UKHAD 1 (3) 2015
veya plastik boncuğun içerisine örülecek ipliğin ucu geçirilir. İçine iplik geçirilen Bu boncuğun içine tığ yerleştirilerek sıkıştırılır. Sıkıştırılan bu boncuğun
üzerine işlenilecek kafes oluşturulur. Daha sonra oluşturulan bu kafes iplik
takip edilerek boşluk kalmayacak şekilde örülür. Görünümü Türk işindeki hasır iğne görünümündedir. Bu örgünün büyüklüğü içeride kullanılan boncuğun
büyüklüğüne göre değişiklik gösterir.
Ajur: Ajur (ajör) tekniğini yapabilmek için 5 kat naylon iplik çıkrığa
gerilir. Bu ipliğin üzerine 20-25 mikron kalınlığındaki gümüş tel sarılır. Elde
edilen bu tel ajur yapımında kullanılır. Bu teknik kolye ucunda, tespih püskülünde, zincir arasında kısa sürgü ile birlikte kullanılır.
Fotoğraf 19: Ajur Tekniği ile Yapılmış Kolye Uçları
Kaynak Kişi: Trabzon Olgunlaşma Enstitüsü Arşivi
Şemse Düğümü: Makrome düğüm çeşitlerinden aşk düğümü yaygın
olarak kullanılmaktadır. Aşk düğümünün kazazlıktaki adı şemşe düğümüdür.
Kazazlıkta kullanılan araç ve gereçler şunlardır: Birincisi çıkrıktır.
Kazazlık tekniğinin yapılabilmesi için ibrişim veya naylon iplik üzerine tel
sarılması saylayan alettir. Diğer bir önemli olan aletler ise tığlardır. Çeşitli
boylarda olup farklı ürünleri yapabilmek için kullanılır. Top yapımı ve örgü354
UKHAD 1 (3) 2015
sünde, kısa-uzun sürgünün yapılmasında kullanılır. Bir diğeri ajur tekniğinde
tellerin sarılmasına yarayan sarmakçadır. Bir diğer alet olan çelik teller zincir
örgüsünün yapılmasında yardımcıdır. İğneler hazırlanan telleri tekniklerin yapımında kullanılan bir diğer araçtır. Bir diğer önemli olan alet ise makaslardır.
Makaslar ürünün yapımının her aşamasında kullanılır. Kargaburunlar ise örgülerin yapımında iğnelerin geçmediği durumlarda ve düzeltmelerde kullanılmaktadır.1
Fotoğraf 20: Tespih
Fotoğraf 21: Kolye Takımı
Kazaziyede kullanılan araç gereçler, kazaziyede uygulanan teknikler usta öğretici olan Serpil
Doruk’un verdiği bilgilerden derlenmiştir.
1
355
UKHAD 1 (3) 2015
Fotoğraf 22: Kolluk
Fotoğraf 23: Kadife kazaz kolye- kazaz taşlı küpe,
356
UKHAD 1 (3) 2015
Fotoğraf 24: Tespih
Fotoğraf 25: Kazaz Kolye
357
UKHAD 1 (3) 2015
Fotoğraf 26: Top dizili kolluk ve küpe
Kazaziye Sanatı Hakkındaki Geleneksel Bilgi ve Görüşler
Kazaziyenin Trabzon’daki tarihi ile ilgili ustalar şu bilgileri aktardılar:
Kazaziyede yapılan şemsler aşk düğümleri Selçuklu atmalarında, gemici düğümlerinden esinlenerek yapılıyor (KK-4). Kazaziye Rumlardan kalan
bir sanat dalı, zibka, mintan, fesfeşal gibi giysilerde süsleme olarak kullanılmış. Tesbih başları, kırbaç, kol düğmesi olarak kullanılmaktadır. Kazazlığı
Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Rumların ve Kazazların yaptığı söylenmektedir. Kazazların Müslüman soydan geldiği söylenir. Kazazlığın başlarda üç
aileden yayıldığı söylenir. Bu üç aile Trabzonlu yerlilerdir (KK-2).
Yeminli sürgü denilen bir sürgü var. Bir grup aile bunun nasıl yapıldığının öğrenilmesini istemiyor. Dörtlü sürgünün altılısı ve daha çok modern şeylerde kullanılıyor. Onlar yemin ediyor kimseye öğretmemek üzere. Bundan
dolayı yeminli sürgü denildi. Şimdi yemin bozuldu, halk eğitim merkezleri
bunu öğrencilere öğretiyor (KK-2).
358
UKHAD 1 (3) 2015
Fotoğraf 27: Gümüş Kolyeler
SONUÇ
El sanatları, yüzyıllardır bir geçim kaynağı olarak üretilmiştir. El sanatı ürünleri insanın hayata bakışını, beğenisini, duygu ve düşünce dünyasını
yansıtan bir araç olarak sanayileşmenin ve modanın etkisiyle eski önemini
kaybetmiştir.
Kuyumculuk alanında meydana getirilen ürünler, Türk sanat ve zevkini
hayranlık uyandıracak biçimde yansıtır. Altın ve gümüş kullanılarak yapılan
takı ve süs eşyaları toplumun sosyal ve ekonomik yapısı hakkında bilgi de verir. Trabzon’da teknolojik gelişmelere rağmen hasır ve kazaziye teknikleriyle
takıların elde yapılması yörenin el sanatları arasında önemli bir yere sahiptir.
Geleneksel bu tekniklerin yörede ne zamandan beri yapıldığı hususunda kesin
bir bilgiye ulaşılamamıştır. Takıları örme işi anneden kıza geçerek günümüze
kadar gelmiştir. Kuyumcu ustaları ve özellikle hasırı ören kadınlar arasında
yazılı bir anlaşma yoktur. Karşılıklı güvene dayalı olan örücü kadın ile kuyumcu ilişkisi yıllarca sürer, hatta örücü kadın kuyumcuya güvenebileceği
başka örücü kadınlar da götürür. Görüşmeler sırasında örücü kadınların tek
şikâyetinin kendilerine verilen ücretin azlığından olduğunu tespit ettik. Hasırın kuyumcu tarafından çok pahalıya satılmasına rağmen kendilerinin el emeğinin hakkının verilmediğini düşünmektedirler. Bunun yanı sıra kendilerine
göz rahatsızlıkları veya bel boyun rahatsızlıkları sorulduğunda da bunların
normal olabileceğini, para kazanabilmek için bunlara katlanmak zorunda olduklarını belirttiler. Buradan çıkan sonuç aslında tamamen el işçiliğine dayanan bu sanatı icra eden bu insanların az ücret almalarına rağmen kanaatkâr olduklarıdır. Ayrıca Trabzon’da yapılan ürünlerden en çok hasır bileziğin tercih
edildiği ve bunda da bu takının düğün geleneklerinin ayrılmaz bir parçası ol359
UKHAD 1 (3) 2015
duğu görülmektedir. Yapılan inceleme sonucunda Trabzon yöresinde bulunan
Trabzon hasırı ürünlerin bilezik, gerdanlık, küpe, kolye, yüzük, kemer olduğu
belirlenmiştir. Trabzon hasır örgüsünün pek çok ailenin geçim kaynağı olduğu görülmektedir. Hasır örgüsünde ustalaşmış bu bireyler sipariş alarak ev
ekonomisine katkı sağlamakta, ustalaşmış genç kızlar ise çeyiz hazırlamasına
ekonomik kaynak sağlamaktadırlar. Trabzon Hasırını örme işi atölye ortamı
dışında, evde veya komşu gezmelerinde de örülebilmesi yaygınlaşmasını sağlamaktadır. Trabzon ilinin ilçe ve köylerinde özellikle Akçaabat ilçesindeki
Mersin köyündeki kadınlar genellikle geçimlerini Trabzon hasırı örerek kazanmaktadırlar.
Kazazlık sanatı kendisiyle görüşülen ustalardan elde edinilen bilgilere
göre günümüzde Trabzon’da yalnızca 3 aile tarafından sürdürülmektedir. Teknik özellikler yönünden araştırılıp incelenmesi, belgelenmesi bu nedenle de
büyük bir öneme sahiptir.
Trabzon’da günümüzde kazazlık sanatı ile tespih, tespih püskülü, kolye, bileklik, küpe olarak üretilmeye devam etmektedir. Son yıllarda takıya
artan talep ile kazazlık sanatı ile üretilen takılar büyük ilgi görmektedir. Yörede bu işi yapan kişilerin azdır. Ustalar parmakla gösterilir durumdadır. Bu
durum, bu işi maddi kazanç sağlamak için yapan ustalar açısından oldukça
avantajlıdır. Çünkü bu işi yapan kişi sayısı az olmasından rekabet ortamının
da olmaması nedeniyle kazançlıdır. Kazaziyede en fazla top örgüsü, ajur, balıksırtı, yeminli sürgü kısa sürgü, şemse ve uzun sürgü kullanılmaktadır.
KAYNAKLAR
Aksoy, Ömer Asım, (2009), Bölge Ağızlarında Atasözleri ve Deyimler
II, 4. Baskı, Ankara: TDK Yayınları.
Arseven, Celal Esad (1950), Sanat Ansiklopedisi, c. 3, İstanbul: Milli
Eğitim Basımevi.
Başak, Oktay (2008), “Taş Çağı’ndan Tunç Çağı’na Anadolu’da Maden
Sanatın Gelişimi ve Kullanımı”, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, (21), 15-33.
Başgöz, İlhan (1993), Türk Bilmeceleri 1, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Belli, Oktay, Kayaoğlu, İ. Gündağ (2002), Trabzon’da Türk Bakırcılık
Sanatının Tarihsel Gelişimi, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
Büyükyazıcı, Meral Erkan (2008), Trabzon İlinde Altın ve Gümüş İşlemeciliği, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü.
360
UKHAD 1 (3) 2015
Cihanoğlu, Selim (1997), Trabzon’da Oynanan Horonlar, 1. Baskı,
Trabzon: Eser Ofset Mat.
Cihanoğlu, Selim (1998), Kemençe Metodu, 1. Baskı, Trabzon: Eser Ofset.
Ciravoğlu Tevfik Vural (1942), “Halk İçin”, İnan Dergisi, (2), 20-25.
Ciravoğlu, Tevfik Vural (1943), “Halk ve Fındık”, İnan Dergisi, (7), 9-12.
Ciravoğlu, Tevfik Vural (2009), Trabzon Folkloru, İstanbul: Türkmenler Mat.
Çelik, Ali (2005), Mânilerimiz ve Trabzon Mânileri, 1. Baskı, Ankara:
Akçağ Yayınları.
Dağlı, Yücel (1999), “Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nde Trabzon”,
Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri (6-8 KASIM 1998), (255-269), Trabzon: Trabzon Belediyesi Yayınları.
Dinç, Ahmet ve Çakır, Ramazan (2010), “ Türkmenlerde Kuyumculuk
Sanatının ve Takıların Tarihi Gelişimi ve Türkmen Kadını”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, X(1), 23-34.
Duman, Mustafa (2011), Trabzon Halk Kültürü, 1. Baskı, İstanbul: Heyamola Yayınları.
Durgun, Hasan Hüsnü (Ed. )(2005), Geçmişten Geleceğe Çaykara Dernekpazarı, İstanbul: Seçil Ofset.
Eceral, Tanyel Özelçi ve diğerleri (2009), “Kuyumculuk Kümeleri: İstanbul Kapalıçarşı İle Dünya Örneklerinin Karşılaştırmalı Değerlendirmesi”,
Ekonomik Yaklaşım, 20 (70), 121-143.
Erginsoy, Ülker (1978), İslam Maden Sanatının Gelişmesi (Başlangıcından Anadolu Selçuklularına Kadar), İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Eyüboğlu, İsmet Zeki (2008), Karadeniz Aşk Türküleri, 3. Baskı, Trabzon: Serander Yayıncılık.
Güler, Mediha ve Büyükyazıcı, Meral (2008), “Beypazarı Takılarından
Tılsımın Folklor Açısından İncelenmesi”, 38. ICANAS, 1 (1) içinde 623-634,
Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları.
Karaca, Sabahattin (2000), Her Yönüyle Dünden Bugüne Ağasar-Şalpazarı, 1. Baskı, İstanbul: Göksu Grafik.
Kuban, Doğan (1988), 100 Soruda Türkiye Sanatı Tarihi, 5. Baskı, İstanbul: Gerçek Yayınevi.
Kuşoğlu, Zeki (2006), Resimli Ansiklopedik Kuyumculuk ve Maden Terimleri Sözlüğü, (İkinci Baskı). İstanbul: Ötüken Neşriyat A. Ş.
Okyay, Gülden (2008), Trabzon Yöresi Geleneksel El Sanatlarından Hasır Örgüsü ve Kazazlığın Araştırılması ve Öğretim Programı Önerisi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
361
UKHAD 1 (3) 2015
Somel, K. Dide (1993), “Hasır Bileziğin Öyküsü”, Trabzon Dergisi (7),
102-105.
Sümerkan, M. Reşat (2008), Trabzon Yöresi Geleneksel El Sanatları, 1.
Baskı, Trabzon: Serander Yayınları.
Şahin Yukarıkozan, Necibe (2009), Beypazarı Gümüş Kolyeleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
Şen, Serkan (2007), Orhon, Uygur ve Karahanlı Metinlerindeki Meslekler Bağlamında Eski Türk Kültürü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ondokuzmayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Fırat, Yeter (2010), Mardin İli Gümüş Telkâri Kadın Takıları, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
Ek 1. Kaynak Kişilerin Listesi:
KK- 1 Emine Sakallıoğlu, Trabzon 1963, Lise Mezunu, Usta Öğretici,
(Görüşme: 26. 02. 2014)
KK-2 Gülşen Erdemir, Trabzon 1954, Lise Mezunu, Kurs Hocası, (Görüşme: 25. 06. 2012)
KK-3 Nuriye Sevim, Trabzon 1968, İlkokul Mezunu, Ev Hanımı, (Görüşme: 14. 03. 2014)
KK-4 Elvin Çabuk, Trabzon 1975, Lise Mezunu, Usta Öğretici, (Görüşme: 25. 04. 2012)
362
UKHAD 1 (3) 2015
- DERLEMELER 1835 NÜFUS DEFTERİNE GÖRE GAYRİMÜSLİM SÜLALE
ADLARI VE HANE REİSLERİNİN ADLARI
Adnan DURMUŞ*
Gümüşhane… hümayuna merbut Maçika kazasından… olunca karara… nüfus zükûr ahali nefer reayanın… Fi 1251 M 29.
1 - Kariye-i İSBELA Tabî Kaza-i Mezbur. 106 kişi (erkek) 29 hane
Keşiş. Orta boylu kara sakallı KUNKUNOĞLU Kostantin veledi Kiraki. Sin (Yaş) 55.
Orta boylu kara sakallı ZEBURİNOĞLU Baratkuan veledi Yani. Sin 40.
Uzun boylu aksakallı HOMOĞLU Ayliya. Sin 75.
Orta boylu kara sakallı TEKFUROĞLU Vasil. Sin 70.
Uzun boylu kara bıyıklı KIRANYOSOĞLU Nikola. Sin (yaş) 50.
Uzun boylu ter bıyıklı KURCİ/KIRCIOĞLU Haralenbi. Sin 20.
Uzun boylu kara sakallı ZİBOĞLU Kostantin. Sin 60.
Orta boylu kara bıyıklı KURSİMİOĞLU Mithal. Sin 40.
Kısa boylu sarı bıyıklı KOSDANOĞLU Dimitri. Sin 40.
Orta boylu kara bıyıklı PİROĞLU Kostantin. Sin 29.
Orta boylu kara sakallı KİNOYOSOĞLU Banayot. Sin 60.
Uzun boylu kara bıyıklı AYVAZOĞLU Paradis. Sin 25.
Uzun boylu sarı bıyıklı KULİDOĞLU Nikola. Sin 40.
Orta boylu kara sakallı MANOSOĞLU Sava. Sin 50.
Uzun boylu yer bıyıklı YAKOFOĞLU Yakov. Sin 20.
Uzun boylu KEŞOĞLU ter bıyıklı Hırisandos. Sin 20.
Uzun boylu kır sakallı SOKERONOĞLU Lefter. Sin 70.
2 – Kariye-i HAMURYA Tabî Kaza-i Mezbur 251 Kişi (erkek) 36 Hane
Orta boylu aksakallı ABAZOĞLU Yani. Sin 70.
Orta boylu aksakallı MANATOĞLU Yani. Sin 70.
Orta boylu aksakallı CEHZEDOĞLU Yor.
Uzun boylu kır sakallı AVRAMOĞLU Haralenbi. Sin 60.
* Araştırmacı yazar. Trabzon/TÜRKİYE
363
UKHAD 1 (3) 2015
Uzun boylu kara bıyıklı KORVAL(I)OĞLU Banayot. Sin 45.
Orta boylu kır bıyıklı HANÇEROĞLU Nikola veledi Yani. Sin 60.
Orta boylu aksakallı MAZMANOĞLU Lefter veledi mersum Yani. Sin 70.
Orta boylu aksakallı EKALİCOĞLU Kostantin. Sin 80.
Orta boylu kır bıyıklı KURSİM ABOSTOLOĞLU Bartekon. Sin 55.
Orta boylu kara sakallı MARASOĞLU Kostantin veledi Haralenbi. Sin 60.
Orta boylu kır sakallı YABANCIOĞLU Paradyos veledi Yordam. Sin 62.
Orta boylu kır sakallı MUSAOĞLU(MOİS) Banayot. Sin 60.
Orta boylu kır sakallı KURUMAZOĞLU Yani veledi Dimitri. Sin 70.
Orta boylu aksakallı YESEFOĞLU (YUSUFOĞLU)Yor. Sin 70.
Orta boylu kır sakallı KALDAVAROĞLU Lefter veledi Banayot. Sin 60.
Orta boylu aksakallı ĞALAYCIOĞLU Lazar. Sin 70.
Orta boylu kır sakallı KOZONOĞLU Yor veledi Haralenbi. Sin 60.
3 – Kariye-i ZANİHA Tabî Kaza-i Mezbur. 211 kişi (erkek) 44 Hane
Keşiş. Orta boylu sarı sakallı CEBELLAKOĞLU İstadyos veledi Yor.
Sin (yaş) 45.
Orta (boylu) aksakallı ANURİKOĞLU Kostantin. Sin 60.
Orta boylu aksakallı EFSEROĞLU Yor veledi Yani. Sin 60.
Orta boylu kara bıyıklı CEKTEREOĞLU Abostol veledi Yani. Sin 24.
Uzun boylu sarı bıyıklı YANAKOĞLU So… veledi Yani. Sin 40.
LİKOĞLU şabbı emret (sakalsız) İstatyos veledi Tortor. Sin 13.
Orta boylu aksakallı KİRAZİOĞLU İstofor veledi Haralenbi. Sin 60.
Uzun boylu kara bıyıklı LEFZALIOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 41.
Orta boylu aksakallı SANALUROĞLU Yor veledi Yani. Sin 60.
Orta boylu kara bıyıklı AVRAİLOĞLU Yor. Sin. 21.
Uzun boylu aksakallı TERASİOĞLU Yesif veledi Yani. Sin 65.
Orta boylu aksakallı diğer TOZANOĞLU Lefter veledi Kostantin. Sin 56.
Orta boylu sarı bıyıklı TOKUZOĞLU Yani veledi Yesif. Sin 33.
Orta boylu sarı bıyıklı SAMBAZAROĞLU Dimitri veledi Karadis. Sin 45.
Orta boylu kara sakallı TARAB(A)OĞLU Yani veledi Kiraki.
Orta boylu köse bıyıklı HACIVENİKOĞLU Kostantin veledi Nikola. Sin 65
Orta boylu kara bıyıklı İSBO/İSYOOĞLU Dimitri. Sin 40.
Uzun boylu sarı bıyıklı BELUT/BULUTOĞLU Kosti İskon veledi
Bera. Sin 55.
Uzun boylu sarı bıyıklı BOLİSOĞLU Tostom veledi Kosti. Sin 59.
Orta boylu kır bıyıklı DORCİOĞLU Nikola veledi Yani. Sin 60.
364
UKHAD 1 (3) 2015
Orta boylu bıyıklı KABASAKALOĞLU Yor veledi Kostantin. Sin 35.
Orta boylu sarı bıyıklı VESYINOĞLU? Ayliya veledi Yor. Sin 40.
Orta boylu sarı bıyıklı LEFKUROĞLU Yani veledi Kosti. Sin 40.
4 – Kariye-i BONDİLA Tabî Kaza-i Mezbur. 461 Kişi 59 Hane
Orta boylu kara sakallı FETVACIOĞLU Banayot veledi Abostol. Sin 40.
Orta boylu sarı bıyıklı AZAMOĞLU Yor. Sin 50.
Orta boylu kır bıyıklı KEŞOĞLU/KAŞOĞLU Kosti veledi Yani. Sin 50.
Orta boylu kara sakallı MAROĞLU… veledi Yor. Sin 40.
Uzun boylu kır bıyıklı YORİZOĞLU Haralenbi veledi Yor. Sin 55.
Orta boylu aksakallı ŞEMBOOĞLU Abostol. Sin 70.
Orta boylu aksakallı MAZANDAOĞLU Vasil. Sin 65.
Orta boylu sarı bıyıklı KARAKUSOĞLU Kosti. Sin 45.
Orta boylu sarı bıyıklı KARAFULOĞLU İsdadyo. Sin 42.
Orta boylu aksakallı BARAHİOĞLU Son oğlu Bolenyod. Sin 75.
Orta boylu sarı bıyıklı MADENOĞLU Kosti veledi Yor. Sin 50.
Orta boylu kır bıyıklı BOCOĞLU Abostol veledi Yor. Sin 55.
Orta boylu kır bıyıklı TUTANOĞLU Yani veledi Yor. Sin 50.
Orta boylu aksakallı ÇAKIROĞLU Kosti veledi Banayot. Sin 100.
Orta boylu aksakallı KARAKIZOĞLU Banayot. Sin 70.
Orta boylu sarı bıyıklı KUYRUKOĞLU Yor veledi Kostantin. Sin 40.
Orta boylu kır bıyıklı KOK/KUKOĞLU İstadiyo veledi Lefter. Sin 50.
Orta boylu kır sakallı ZAÎLOĞLU Yordam. Sin 55.
Orta boylu kara bıyıklı SONOĞLU Yor. Sin 45.
Orta boylu aksakallı ÇİFİLOĞLU Bolis veledi Yor. Sin 70.
Orta boylu kır sakallı SINDIKOĞLU Banayot veledi Vasil. Sin 50.
Orta boylu sarı bıyıklı MARNOSOĞLU Banayot. Sin 35.
Orta boylu kara sakallı KINIKOĞLU Tanaş. Sin 50.
Orta boylu kara sakallı ÇAKALOĞLU İstofor veledi Yor. Sin 50.
Orta boylu kara sakallı KUYRUKOĞLU Baraskon. Sin 45.
Orta boylu sarı bıyıklı ÇATOĞLU İstadios veledi Son. Sin 42.
Orta boylu sarı sakallı BELAOĞLU Keşiş Yor veledi Banayot. Sin 35.
Orta boylu aksakallı BASOĞLU Yani veledi Minmal. Sin 65.
Orta boylu kumral bıyıklı BALCIYANİ Veledi İstadios. Sin 40.
Orta boylu kara sakallı ZİGANİDOĞLU Yani veledi Haralenbi. Sin 50.
Orta boylu sarı bıyıklı SALİDOROĞLU Abostol veledi Yor. Sin 35.
Orta boylu sarı bıyıklı KUNDUZOĞLU Nikola veledi Yor. Sin 45.
365
UKHAD 1 (3) 2015
Orta boylu kara bıyıklı SELOĞLU Tanaş veledi Nikola. Sin 50.
Orta boylu kara bıyıklı VARTANOĞLU İstofor veledi Banayot. Sin 45.
Orta boylu kara bıyıklı BESAMİLOĞLU Kostantin veledi Yor. Sin 40.
Orta boylu sarı bıyıklı TADNAZOĞLU Yani veledi Manderes. Sin 45.
Orta boylu kara bıyıklı TELEKOĞLU Yani veledi Yor. Sin 30.
Orta boylu kır bıyıklı ARANOĞLU Yor veledi Yani. Sin 50.
5 – Kariye-i HAMSİKÖY 341 Nüfus (erkek) 60 Hane
Orta boylu aksakallı KÖKLÜOĞLU Tortor veledi Yani. Sin 70.
Orta boylu kır sakallı ZEFTEROĞLU Bolhezon veledi Yor. Sin 60.
Orta boylu sarı bıyıklı KAVAKOĞLU Haralenbi veledi Bolheron. Sin 30
Orta boylu aksakallı KOKNASOĞLU Tortor veledi Yani. Sin 60.
Uzun boylu kır sakallı TERANEGİLOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 60.
Orta boylu sarı bıyıklı SANDIÇOĞLU Yani veledi Banayot. Sin 45.
Orta boylu kara bıyıklı TİMUR/DEMİROĞLU Yor veledi Yani. Sin 45.
Orta boylu kara bıyıklı CAMLIOĞLU Haralenbi veledi Kostantin. Sin 40.
Uzun boylu kır sakallı ALTEROĞLU Kostantin veledi Yani. Sin 60.
Orta boylu kır sakallı ZEKİROĞLU Yor. Sin 60.
Orta boylu kara bıyıyklı TOBALOĞLU (Tonbal) Banayot veledi Yani.
Sin 45.
Uzun boylu kara bıyıklı CİFİLOĞLU Tortor veledi Abostol. Sin 50.
Orta boylu sarı bıyıklı SANOĞLU Dimitri veledi Abostol. Sin 50.
Orta boylu kara bıyıklı KAÇARİOĞLU Vasil veledi Yor. Sin 40.
Orta boylu kara bıyıklı CANİDOĞLU Kosti veledi Vasil. Sin 45.
Orta boylu kır sakallı ANATENOĞLU Abostol Sin 60.
Orta boylu sarı bıyıklı MURUSOĞLU Kostantin veledi İstogor. Sin 45.
Orta boylu aksakallı MARATOĞLU Kostantin. Sin 70.
Orta boylu kır sakallı KALYOROĞLU Yor veledi Lefter. Sin 60.
Uzun boylu aksakallı ZENBOOĞLU Kosti veledi Son. Sin 70.
Orta boylu ter bıyıklı BOSNAKOĞLU Yor veledi Kosti. Sin 23.
Orta boylu kumral bıyıklı BARASOĞLU Kosti veledi Banayot. Sin 55.
Orta boylu kır bıyıklı DİĞİNOĞLU Harlenbi veledi Yani. Sin 50.
Orta boylu kır bıyıklı TATAROĞLU Son veledi Yani. Sin 60.
Orta (boylu) kır sakallı LONKOĞLU İstadiyos veledi Yor. Sin 60.
Kısa boylu kır sakallı diğer KUŞOĞLU Keşiş Yani veledi Yor. Sin 67.
Orta boylu kır sakallı MAKUSOĞLU Abostol veledi Yani. Sin 68.
Orta boylu kır sakallı ZELZELEOĞLU Yani veledi Haralenbi. Sin 70.
366
UKHAD 1 (3) 2015
Kısa boylu sarı bıyıklı BOLHOZOTOĞLU Yani. Sin 50.
Kısa boylu kır sakallı DARANCIOĞLU Yani veledi Son. Sin 80.
Orta boylu kara bıyıklı DERİKOĞLU Banayot. Sin 31.
Orta boylu kır sakallı LİYAZOĞLU Yor veledi Son. Sin 69.
Orta boylu kır bıyıklı KOTOĞLU Haralenbi veledi Kosti. Sin 50.
Kısa boylu aksakallı EMİRAOĞLU Tanaş veledi Yor. Sin 70.
Orta boylu kır sakallı MOİSOĞLU Yani. Sin 75.
Orta boylu kır sakallı KİRAOĞLU Yor veledi Abostol. Sin 70.
Uzun boylu sarı bıyıklı KARASONOĞLU Kostantin veledi Yor. Sin 40.
Orta boylu kır sakallı LİYAROĞLU Abostol veledi Haralenbi. Sin 50.
Orta boylu kara bıyıklı KAHANOĞLU Aylıya. Sin 28.
6 – Kariye-i KAPIKÖY Tabî Kaza-i Mezbur. 290 Nüfus (erkek) 62 Hane
Orta boylu kumral bıyıklı KIRTIL Veledi Dimitri. Sin 42.
Kısa boylu kır sakallı SAVELOĞLU Abostol. Sin 60.
Kısa boylu kara sakallı MURUZOĞLU Yani veledi Dimitri. Sin 50.
Orta boylu kara bıyıklı BANABADOĞLU Haralenbi veledi Banayot.
Sin 45.
Orta boylu sarı bıyıklı AKRİTOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 40.
Uzun boylu kır sakallı KİVDARAKOĞLU Nikola veledi Abostol. Sin 55.
Kısa boylu kara bıyıklı TERTİR (Titrek, Felçli)Andon veledi Abostol.
Sin 55.
Orta boylu kır bıyıklı DELOROĞLU Yani veledi Kosti. Sin 60.
Uzun boylu kır sakallı SİYAMOĞLU Yor veledi Andon. Sin 60.
SALONOOĞLU şabbı emred Banayot veledi Yor. Sin 16.
Uzun boylu kır sakallı ĞARİLOĞLU (Ğaryel?) Yor veledi Abostol. Sin 70.
Orta boylu ter bıyıklı CAHNİOĞLU Yor veledi Abostol.
Orta boylu kır sakalı AZAMOĞLU Azam veledi Nikola. Sin 65.
Orta boylu kır sakallı YANAKOĞLU Abostol veledi Nikola. Sin 55.
Uzun boylu kır sakallı KALBAKOĞLU Yani veledi Haralenbi. Sin 55.
Orta boylu aksakallı HACIKOĞLU Vasil veledi Yor. Sin 80.
Orta boylu sarı bıyıklı SONİROĞLU Yani. Sin 40.
Orta boylu kır sakallı ÇALBAKOĞLU Kosti veledi Nikola. Sin ?
Orta boylu kır sakallı BARASKOTOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 45.
Orta boylu kır bıyıklı ĞALBAOĞLU Osib veledi Yor. Sin 45.
Orta boylu kır sakallı HACİKMARATOĞLU Yani. Sin 60.
Orta boylu kara bıyıklı ARNAĞUTOĞLU Savbir veledi Azam. Sin 50.
367
UKHAD 1 (3) 2015
Orta boylu sarı bıyıklı ÇOKALOĞLU Yani veledi Nikola. Sin 30.
Kısa boylu sarı bıyıklı TESNOOĞLU Lefter veledi Banayot. Sin 50.
ANUROĞLU şabbı emred Kostantin veledi Mosin. Sin 13.
Orta boylu sarı bıyıklı DİRİŞGİLOĞLU Yani veledi Banayot. Sin 30.
Orta boylu sarı sakallı VARTANOĞLU Yesef veledi Bankal. Sin 50.
Orta boylu sarı bıyıklı KİRVAOĞLU Yani veledi Lefter. Sin 30.
Orta boylu aksakallı BARHAROĞLU Kosti veledi Yani. Sin 70 ?
Uzun boylu kır sakallı KIRAL(İ)OĞLU Yor veledi Kosti. Sin 60.
Orta boylu aksakallı KURŞUNOĞLU Ayliya veledi Yani. Sin 70.
Uzun boylu kır sakallı MANATOĞLU Bolinzot veledi Bazhar. Sin 65.
Orta boylu kır sakallı YOLCUOĞLU Yor veledi Yesef. Sin 60.
Orta boylu kara bıyıklı KANBUROĞLU Yor veledi Lefter. Sin 30.
KALKAHİSOĞLU Yani veledi Nikola. Sin 8.
Orta boylu kara bıyıklı LAVRENDİSOĞLU Ğorayil veledi Yani. Sin 25.
Orta boylu kır bıyıklı TEREKOĞLU (Serek?) Tortor veledi Son. Sin 42.
Orta boylu sarı bıyıklı ANDORSUOĞLU Yor veledi Gerso Andeso. Sin 38.
Kısa boylu kara bıyıklı MAMATOĞLU Boro veledi Kostantin. Sin 42.
Orta boylu sarı bıyıklı AKRİBOĞLU Totor veledi Nikola. Sin 40.
7 – Kariye-i SAHANOY Tabî Kaza-i Mezbur. 147 Nüfus (erkek) 23 Hane
Orta boylu ter bıyıklı KOTİLOĞLU Ğorğor veledi İstefan. Sin 25.
Orta boylu aksakallı SERHOŞOĞLU Andronik veledi Kostantin. Sin 70.
Orta boylu aksakallı BOLİNZOTOĞLU Yani. Sin 75.
Orta boylu sarı bıyıklı CERAKANOĞLU Cerakan. Sin 40.
Orta boylu aksakallı HARAZOĞLU Davli. Sin 80.
8 – Kariye-i OLASA Tabî Kaza-i Mezbur. 146 Nüfus (erkek) 22 Hane
Orta boylu kır sakallı BARABANOĞLU İstadyo veledi Yor. Sin 70.
Orta boylu ASTAMAOĞLU kır bıyıklı Yani veledi Banayot. Sin 70.
Orta boylu sarı bıyıklı ARSALANOĞLU Ayliya veledi Dimitri. Sin 55.
Orta boylu aksakallı KERLUTOĞLU Banayot. Sin 80.
Orta boylu kara sakallı MİNMANCIOĞLU Yanis veledi Yor. Sin 55.
Uzun boylu sarı bıyıklı TASANCIOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 25.
Orta boylu sarı bıyıklı TUZANECİOĞLU Nikola veledi mersum Yani. S 30.
Orta boylu kara sakallı CİRANOĞLU Yani veledi Nikola. Sin 50.
Orta boylu sarı bıyıklı AKTAROĞLU Yani veledi Haralenbi. Sin 28.
368
UKHAD 1 (3) 2015
Orta boylu sarı bıyıklı TUTANOĞLU Kostantin veledi Abostol. Sin 28.
Orta boylu sarı bıyıklı BORANOĞLU Banayot veledi Yor. Sin 30.
Orta boylu kara bıyıklı KARAYILANOĞLU Yor veledi Bereskon. Sin 50.
Orta boylu kır bıyıklı ATMERCİOĞLU Yor veledi Sava. Sin 60.
Uzun boylu kır bıyıklı EFZETOĞLU Yani veledi Totos. Sin 50.
Uzun boylu kır bıyıklı KOLACABAKOĞLU Abostol veledi Nikola.
Sin 50
10 – Kariye-i CANBUR 132 Nüfus (erkek) 49 Hane
Orta boylu kır bıyıklı AKZOLOĞLU Kostantin Sin. 45.
Orta boylu sarı bıyıklı TOSANOĞLU Haralenbi. Sin 35.
Orta boylu kara bıyıklı ĞOROĞLU Dimitri veledi Yani. Sin 35.
Orta boylu aksakallı LOLOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 65.
Orta boylu sarı bıyıklı KURUNBACIOĞLU Banayod veledi Haralenbi. S 30
Uzun boylu kara bıyıklı TADOĞLU Kostantin veledi Haralenbi. Sin 35.
Şabbı emred İSOOĞLU Yor veledi Vasil. Sin 16.
Uzun boylu sarı bıyıklı TENDAROĞLU Banayod veledi Tanaş. Sin 28.
Uzun boylu sarı bıyıklı KOLCUOĞLU Yor veledi Haralenbi. Sin 35.
Uzun boylu kara bıyıklı ÇOLAKOĞLU Yor veledi Mosin. Sin 26.
BERANKONOĞLU Lefter veledi Yor. Sin 10.
Karındaşı sarı bıyıklı SON Veledi mersum. Sin 35.
Uzun boylu sarı bıyıklı PANGADOĞLU Kostantin veledi Abostol. Sin 30.
Orta boylu aksakallı KERMANOĞLU Yor veledi Yani. Sin 65.
Şabbı emred MARANDİOĞLU Yor veledi Kostantin. Sin 15.
Uzun boylu ter bıyıklı ŞONBOOĞLU Yani. Sin 20.
Orta boylu kır bıyıklı MENDEROĞLU veledi Amira. Sin 50.
Orta boylu aksakallı BACANAKOĞLU Yor veledi Hırisandos. Sin 65.
Orta boylu sarı bıyıklı TARANCIOĞLU Yor veledi Ayliya. Sin 30.
Orta boylu sarı bıyıklı ĞOZALOĞLU Kostantin. Sin 45.
Orta boylu kır bıyıklı diğer LOLOĞLU Todor veledi Yor. Sin 50.
12 – Kariye-i AĞURSA 150 Nüfus (erkek) 35 Hane
Kısa boylu aksakallı ANZODOĞLU Yor. Sin 77.
Orta boylu ter bıyıklı KATMACIOĞLU Kostantin Yordam. Sin 20.
Orta boylu kır sakallı YORZAVOĞLU Dimitri. Sin 57.
369
UKHAD 1 (3) 2015
Orta boylu kır sakallı BALUHERONOĞLU Kiraki. Sin 55.
Orta boylu kır bıyıklı KOLYOR Haralenbi. Sin 40.
Orta boylu kır sakallı AYLİYAOĞLU Yor. Sin 60.
Orta boylu kır sakallı SONOĞLU Lefter. Sin 50.
Orta boylu aksakallı YORZERİOĞLU Anut. Sin 80.
Orta boylu kır bıyıklı BERMAKOĞLU Kostantin veledi Ayliya. Sin 55.
Orta boylu kır sakallı KESENBUROĞLU Yordan. Sin 53.
Orta boylu kır sakallı ÇOKAROĞLU Yani veledi Yani. Sin 48.
Orta boylu ter bıyıklı PARSOĞLU Dimitri veledi Son. Sin 25.
Orta boylu Kara bıyıklı KOSTOROĞLU Yor veledi Yani. Sin 57.
Orta boylu kara sakallı NİKOLAOĞLU Andon. Sin 49.
Orta boylu kır sakallı KAKOŞİM Nikola Veledi Anderya. Sin 52.
Uzun boylu sarı sakallı KIROĞLU Yani veledi İskor. Sin 60.
Orta boylu aksakallı ZEKİROĞLU Andon…
Orta boylu sarı bıyıklı MARSOĞLU Andon veledi Koso. Sin 55.
Orta boylu kır sakallı KOZBOOĞLU Ayliya veledi Yor. Sin 52.
13 – Kariye-i PAPARA 35 Nüfus (erkek) 7 Hane
Orta boylu sarı bıyıklı YANAKOĞLU Nikola. Sin 48. (KUMAN-KIPÇAK)
Orta boylu sarı bıyıklı BUKAROĞLU Totor. Sin 49.
14 – Kariye-i LARHAN. 246 Nüfus (erkek) 32 Hane
Orta boylu kır sakallı MARALOĞLU Hırisostom veledi İstofor. Sin 65.
Orta boylu kır sakallı TERĞOANOĞLU Andon veledi Ğorğor. Sin 58.
Uzun boylu aksakallı KOZMOĞLU Karason. Sin 70.
Orta boylu kır sakallı KERAYLIOĞLU Andon veledi Yani. Sin 75.
Uzun boylu sarı bıyıklı ÇALIKOĞLU Nikola veledi Tor. Sin 38.
Orta boylu kara bıyıklı SONOĞLU Ayliya. Sin 48.
Orta boylu kara bıyıklı HERBOVOĞLU Ğorğor. Sin 35.
Orta boylu aksakallı HACAROĞLU Kostantin veledi Yani. Sin 70.
Orta boylu aksakalı ÖKSÜZOĞLU Trandafil. Sin 60.
Orta boylu sarı sakallı ÇAKIROĞLU Kostantin veledi İstofor. Sin 52.
Orta boylu sarı sakallı KÖPEKOĞLU Mobi veledi Nikola. Sin 45.
(NOGAY)
Orta boylu kara bıyıklı İSAKOĞLU Kostantin veledi Andon. Sin 45.
Uzun boylu kara bıyıklı LAMARNUSOĞLU İstofor. Sin 46.
370
UKHAD 1 (3) 2015
Uzun boylu kara bıyıklı KROMLUOĞLU Yani veledi Nikola. Sin 30.
Orta boylu kara sakallı CERCİOĞLU Nikola veledi Zanil. Sin?
Orta boylu kır sakallı KUCANİOĞLU Kostantin veledi Yor. Sin 63.
Orta boylu kara bıyıklı KİNKOSOĞLU Kostantin. Sin 35.
15 – Kariye-i ZANOY nam-ı diğer Kozma 150 Nüfus 27 Hane
Orta boylu kara sakallı MANDIRACIOĞLU Yani. Sin 40.
Orta boylu kara bıyıklı SANAROĞLU Yor veledi Lefter. Sin 45.
Orta boylu kır bıyıklı SOYTARIOĞLU Nikola veledi Karaki. Sin 26.
Orta boylu aksakallı KAZAKOĞLU Yani veledi Aleksandiris. Sin 70.
Orta boylu kumral bıyıklı KUMULOĞLU Abostol veledi Haralembi. Sin 50.
Uzun boylu kara bıyıklı RESNİOĞLU Hırisostom veledi Son. Sin 60.
Orta boylu kır sakallı KANCİOĞLU Abostol veledi Kostantin. Sin 60.
Orta boylu kır bıyıklı EMİRAOĞLU Lefter veledi Yani. Sin 49.
Uzun boylu sarı bıyıklı ABACIOĞLU Yor veledi Nikola. Sin 55.
Uzun boylu kır sakallı DEVECİOĞLU Yani veledi Tanaş. Sin 60.
Orta boylu kumral bıyıklı SEFİLHUZİOĞLU Kostantin. Sin 45.
Orta boylu kara bıyıklı ENDERYAOĞLU Yor. Sin 35.
Orta boylu kır sakallı ÇİRANOĞLU Yor. Sin 67.
16 – Kariye-i KODİLA 119 Nüfus (erkek) 18 Hane
Orta boylu köse sakallı ÇALIKOĞLU Totor. Veledi Yor. Sin 25.
Orta boylu kır bıyıklı KA(R)ZANCIOĞLU Lefter veledi İstofor. Sin 56.
Orta boylu kara sakallı SOYLUOĞLU Nikola veledi Totor. Sin 32.
MANATOĞLU şabbı emred Yani veledi Kostantin. Sin 15.
Orta boylu aksakallı ZERAMİRİLOĞLU Ayliya veledi Sin. 90.
Orta boylu ter bıyıklı ANZODOĞLU Kostantin. Sin 25.
Uzun boylu sarı bıyıklı KORKAOĞLU Nikola veledi Kostantin. Sin 55.
Orta boylu sarı bıyıklı KIRIMCIOĞLU Ayliya veledi Yordam. Sin 45.
Orta boylu aksakallı RODAMOĞLU Ayliya. Sin 98.
Uzun boylu kır bıyıklı diğer KÖMÜRCÜOĞLU Nikola Yordam. Sin 60.
17 – Kariye-i İSKOBYA 67 Nüfus (erkek) 11 Hane
Uzun boylu kır sakallı KOTOĞLU Son. Sin 52.
Orta boylu kumral bıyıklı TUFANOĞLU Banayod veledi Nikola. Sin 35.
371
UKHAD 1 (3) 2015
Orta boylu aksakallı KALOYOROĞLU Nikola Yor. Sin 80.
Orta boylu aksakallı HOROZOĞLU Laradyos veledi Baratkon. Sin 60.
Orta boylu aksakallı KULKAOĞLU Yor veledi Kostantin. Sin 95.
Orta boylu kır bıyıklı KALOZOĞLU Yor veledi Lefter. Sin 50.
18 – Kariye-i HORTOKOB. 205 Nüfus (erkek) 42 Hane
Orta boylu kır sakallı BOZOĞLU Yani veledi Lefter. Sin 62.
Orta boylu kumral bıyıklı ZOĞRAFOĞLU Nikola veledi Son. Sin 36.
Orta boylu aksakallı KINGUOĞLU Mihail veledi Yor. Sin 80.
Orta boylu aksakallı ÇAKIROĞLU Yor veledi Haralenbi. Sin 60.
Uzun boylu kır sakallı ACIOĞLU Banayod veledi Yani. Sin 45.
Orta boylu kır sakallı EGO Veledi Kostantin. Sin 55.
Orta boylu aksakallı ANDEROĞLU Aleksandıris veledi Hrisostom.
Sin 76.
Orta boylu sarı bıyıklı MANOLOĞLU Son veledi Kostantin. Sin 45.
Orta boylu aksakallı KURDBOĞANOĞLU Haralenbi Veledi Lefter.
Sin 80.
Orta boylu aksakallı LİKOĞLU Yor veledi Mihail. Sin 62.
Orta boylu sarı bıyıklı ŞABANOĞLU Kostantin veledi Banayod. Sin 30.
Orta boylu kara bıyıklı KARAMANLIOĞLU Kostantin. Sin 40.
Orta boylu kır sakallı KARAMOĞLU Kiraki. Sin 60..
Uzun boylu kara bıyıklı AYLİYA Veledi Yor. Sin 40.
Kısa boylu kara bıyıklı KORAİL Veledi İstadiyos. Sin 30.
19 – Kariye-i GALYAN 250 Nüfus (erkek) 37 Hane
Orta boylu aksakallı MOSAİLOĞLU Keşiş Musa veledi Yani. Sin 70.
Uzun boylu kara bıyıklı HAVYAROĞLU Yor veledi Nikola. Sin 40.
Orta boylu aksakallı PARÇALOĞLU Yani veledi Sepmayer? Sin 75.
Orta boylu aksakallı HARTERCİOĞLU (Haritacı) Kostantin veledi
Hrisostom. Sin. 65.
Orta boylu sarı bıyıklı ERDAĞANOĞLU Abostol veledi Yesif. Sin 40.
Uzun boylu kır sakallı MANATOĞLU Abostol. Sin 60.
Uzun boylu kır sakallı HAZAROĞLU Yesef veledi Yor. Sin 75.
Orta boylu aksakallı MARSOĞLU Dimitri veledi Yordam. Sin 90.
Orta boylu kır sakallı diğer HAZAROĞLU Vasil veledi Yesef.
Uzun boylu sarı bıyıklı DANAKOĞLU Totor veledi Banayod. Sin 50.
372
UKHAD 1 (3) 2015
Orta boylu aksakallı YAKOFOĞLU Haralenbi veledi Andon. Sin 90.
Orta boylu kır sakallı ZENLUROĞLU Dimitri veledi Haralenbi. Sin 80.
Orta boylu sarı bıyıklı ÇAKMAKOĞLU Nikola veledi Menhatel. Sin 40.
Orta boylu sarı bıyıklı ÇOTOZOĞLU Nikola veledi Yani. Sin 40.
Orta boylu sarı bıyıklı LOTOĞLU Abostol veledi Yor. Sin 45.
Orta boylu kır sakallı KUŞTULOĞLU Nikola veledi Yor. Sin 65.
Orta boylu kır sakallı ARSLANOĞLU Son veledi Totos. Sin 90.
Uzun boylu kır sakallı PAYANCIOĞLU Beraskon. Sin 85.
Orta boylu kır bıyıklı HARSENENOĞLU Son veledi Kostantin. Sin 40?
Orta boylu kara bıyıklı YORSİLOĞLU Haralenbi veledi Yor. Sin 40.
Orta boylu kır sakallı ZİBİNOĞLU Banayod veledi Yesef. Sin 65.
Uzun boylu aksakallı KANBUROĞLU Yesef veledi Yamandi. Sin 85.
Orta boylu kır bıyıklı DOSMAOĞLU Tirit veledi Kostantin. Sin 55.
Uzun boylu kır sakallı ŞAHİNOĞLU Banayod veledi Karak. Sin 95.
Uzun boylu kır bıyıklı NANBUOĞLU? Yor veledi Yani. Sin 50.
Uzun boylu kara bıyıklı SEVASTOĞLU Abostol veledi Yor. Sin 36.
Orta boylu kara bıyıklı KILINÇCIOĞLU Yani veledi Nikola. Sin 40.
20 – Mahalle-i ARMENOS Tabî Mezbur Karye-i GALYAN 639 Nüfus (erkek) 91 Hane
Uzun boylu kır sakallı KUŞTULOĞLU Anatyos. Sin 60.
Orta boylu sarı bıyıklı diğer KILINÇÇIOĞLU Banayot. Sin 44.
Uzun boylu kara bıyıklı AKSARAHİOĞLU Ayliya. Sin 35.
Orta boylu kara bıyıklı SALİNANOĞLU Yani. Sin 35.
Uzun boylu aksakallı KUŞMEROĞLU Yanasa veledi Yor. Sin 75.
Orta boylu aksakallı BANİCOĞLU Haralenbos. Sin 56.
Orta boylu aksakallı MAHANOĞLU Nikola veledi Haralenbos. Sin 80.
Orta boylu kara bıyıklı DANUROĞLU Yesif veledi Kostantin. Sin 45.
Orta boylu kır sakallı KARABİLİNAOĞLU Kostantin veledi Yor. Sin 60.
Orta boylu kara bıyıklı CAHİLOĞLU Kostantin veledi Baskal. Sin 46.
Orta boylu sarı bıyıklı KALBAZANOĞLU Haralenbi veledi Kostantin. S 45
Orta boylu sarı bıyıklı TEKFUROĞLU Andon. Sin 49.
Orta boylu kır sakallı SEVASTOMOĞLU Atadios. Sin 60.
Orta boylu sarı bıyıklı SEFİLOĞLU Haralenbos veledi Abostol. Sin 40.
Orta boylu kır sakallı KUŞOĞLU Mebadzi veledi Vasil. Sin 80.
Orta boylu aksakallı ŞEYTANOĞLU Haralenbi veledi Musa. Sin 80.
Orta boylu aksakallı GARİBANOĞLU Banayot. Sin 65.
373
UKHAD 1 (3) 2015
Orta boylu aksakallı ÇAKALOĞLU Nikola veledi Kostantin. Sin 110.
Orta boylu aksakallı METERYAOĞLU Yani. Sin 75.
Uzun boylu aksakallı TURNAOĞLU Yani veledi Ayliya. Sin 65.
Orta boylu kara sakallı ALİSYAOĞLU Keş Yani veledi Yor. Sin 40.
Orta boylu kır sakallı BİNYAKOĞLU Haralenbi Yani. Sin 65.
Orta boylu kır sakallı KENASOĞLU Yani veledi Nekir. Sin 70.
Orta boylu kır sakallı KAHYAOĞLU Yor veledi Andon. Sin 65.
Orta boylu kır sakallı LONGOSOĞLU Haralenbi veledi Yor. Sin 55.
Orta boylu sarı bıyıklı ŞAKAROĞLU Yor veledi Yani. Sin 56.
Orta boylu kır sakallı ZOHRONOĞLU Haralenbi veledi Yor. Sin 65.
Orta boylu kara sakallı CEBEBOĞLU Andon veledi Banayot. Sin 95.
Orta boylu sarı bıyıklı SİSAMOĞLU Banayot veledi Yor. Sin 50.
Orta boylu kır sakallı EMİRAOĞLU Banayot veledi Vasil. Sin 90.
Uzun boylu kır sakallı SİFİNOĞLU Yani veledi Andon. Sin 60.
Orta boylu kır sakallı AVŞARINOĞLU Kostantin veledi Yor. Sin 69.
Orta boylu kır sakallı SOTKESENOĞLU Yani. Sin 69.
Orta boylu kır sakallı KIRCIMANOĞLU Andon veledi Nikola. Sin 70.
Orta boylu kır sakallı ELÇİOĞLU Lefter veledi Yor. 65.
Orta boylu kır sakallı YAMAKOĞLU Ğorğor veledi Nikola. Sin 75.
Orta boylu kır sakallı RANBOOĞLU Yani veledi Banayot. Sin 70.
Orta boylu sarı bıyıklı TORNİKOĞLU Yor veledi Sevastom. Sin 45.
Kısa boylu kır sakallı YANCIOĞLU Dimitri veledi Kostantin. Sin 80.
Orta boylu kır sakallı ŞERASEROĞLU Yani veledi Kostantin. Sin 65.
Orta boylu kara bıyıklı YAMAND(İ)OĞLU Yor. Sin 45.
Orta boylu sarı bıyıklı DİMRANOLOĞLU Yor veledi Kostantin. Sin 35.
Orta boylu aksakallı CİNELOĞLU Abostol veledi Yesif. Sin 80.
Orta boylu aksakallı KARAMANİOĞLU Yani. Sin 79.
Uzun boylu kır sakallı KANGOLOĞLU Keşiş Yani veledi Yesif. Sin 65.
Orta boylu aksakallı KARABACAKOĞLU Nikola veledi Avenkin. Sin 85.
Orta boylu sarı bıyıklı TORAMANOĞLU Nikola veledi Ayliya. Sin 35.
Orta boylu sarı bıyıklı KASRANOĞLU Yani veledi Ayliya. Sin 49.
Orta boylu kır sakallı KEŞOĞLU Avenkin veledi Yor. Sin 55.
Uzun boylu aksakallı MURUZOĞLU Son veledi Andronik. Sin 75.
Orta boylu sarı bıyıklı diğer MURUZOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 48.
Uzun boylu kır sakallı SAKALLIOĞLU Kostantin veledi Yor. Sin 55.
Uzun boylu aksakallı ZİNİLOĞLU Ayliya veledi Abostol. Sin 65.
Orta boylu kara bıyıklı İNCİOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 50.
Orta boylu kır bıyıklı KANGELOĞLU Haralenbi veledi Yani. Sin 48.
374
UKHAD 1 (3) 2015
Orta boylu kır sakallı SERKULOĞLU Dimitri veledi Yani. Sin 55.
Uzun boylu aksakallı AĞURSEMANCIOĞLU Kostantin veledi Abostol. Sin 75.
Orta boylu kara bıyıklı KIRCIOĞLU Tezar veledi Musa. Sin 45.
Uzun boylu aksakallı ÇODAROĞLU Yor veledi Lefter. Sin 75.
Orta boylu kır sakallı AZİBOĞLU Kostantin veledi Yani. Sin 55.
Orta boylu sarı bıyıklı KEFALOĞLU Ğorğor veledi Nikola. Sin 52.
Orta boylu kır bıyıklı ŞANBAKOĞLU Lefter veledi Yani. Sin 48.
Orta boylu aksakallı AKŞİROĞLU Nikola veledi Aksir. Sin 90.
21 – Kariye-i KOSPİDİYOS. 308 Nüfus (erkek) 51 Hane
Uzun boylu aksakallı ŞALVAROĞLU Banyod veledi Yordam. Sin 70.
Orta boylu kır bıyıklı SONOĞLU Lefter. Sin 45.
Orta boylu kır bıyıklı ÇAROĞLU Yor veledi Yani. Sin 60.
Kısa boylu kır sakallı TEBBAOĞLU Kostantin veledi Yani. Sin 70.
Orta boylu kır sakallı HANLAROĞLU Kostantin veledi Yani. Sin 70.
Orta boylu kır sakallı CERANOĞLU Atkor veledi Totor. Sin 70
Kısa boylu aksakallı ZELESENOĞLU Yor. Sin 90
Uzun boylu kır sakallı CERANKONOĞLU Anorbenon. Sin 72.
Orta boylu aksakallı DİLENOĞLU Lefter veledi Yor. Sin 73.
Uzun boylu kır sakallı KODALAKOĞLU Kostantin veledi Yani. Sin 51.
Orta boylu sarı bıyıklı SALAFUNDOĞLU İstofor veledi Yor. Sin 35.
Orta boylu sarı bıyıklı ÇAKRAKOĞLU Yani veledi Yor. Sin 55.
Orta boylu kır bıyıklı YAMANOĞLU Kostantin veledi Yani. Sin 51.
Orta boylu aksakallı MİRASOROĞLU Lefter veledi Kostantin Sin 80.
Uzun boylu aksakallı BARĞOROĞLU Yor veledi Nikola. Sin 92.
Kısa boylu kra bıyıklı ĞURTOĞLU Banayod veledi Yani. Sin 27.
Uzun boylu kır bıyıklı ŞEROĞLU Trandafil veledi Son. Sin 52.
Orta boylu sarı bıyıklı EMRUDOĞLU Nikola veledi Kostantin. Sin 49.
YORMANOĞLU şabbı emred Yor veledi Yani. Sin 16.
Uzun boylu sarı sakallı AĞURSAOĞLU Keşiş Yor veledi Simiyon. Sin 35.
22 – Kariye-i ZURHA (s. 140, 141) 95 Nüfus (erkek) 40 hane
Orta boylu ter bıyıklı MARANGOZOĞLU Yor veledi Son. Sin 25.
Orta boylu kumral bıyıklı ZURANCIOĞLU Revzar veledi Totor. Sin 30.
Orta boylu kara bıyıklı BİNDAZİOĞLU Yani veledi Yordam. Sin 31.
375
UKHAD 1 (3) 2015
Orta boylu ter bıyıklı TONBAROĞLU Yordam veledi Dimitri. Sin 24.
Orta boylu kır sakallı NEVALECİOĞLU Yani veledi Nikola. Sin 70.
Orta boylu kara bıyıklı KARALEBOSOĞLU Yor Nikola veledi mersum. Sin 30.
Orta boylu kır sakallı BONUROĞLU Son. Sin 75.
Orta boylu aksakallı ÇULCUOĞLU Yordam veledi Yani. Sin 100.
Uzun boylu kumral bıyıklı CORCONAROĞLU Darnivam. Sin 50.
Uzun boylu kumral bıyıklı NİFİDSAROĞLU Avakim. Sin 50.
Orta boylu kumral bıyıklı TOBALOĞLU Yor veledi Totos. Sin 40.
Orta boylu kumral bıyıklı DANYOOĞLU Abostol. Sin 55.
Orta boylu ter bıyıklı BEŞİKOĞLU Yani veledi Totor. Sin 25.
Orta boylu kara bıyıklı BANURYALİOĞLU Yani. Sin 35.
Orta boylu aksakallı KALKANOĞLU Beraskon. Sin 101.
Not: Bu defterdeki
Köylerde; 806 Sülale, 553 Sülale Adı 4467 erkek nüfus 805 hane
vardır.
376
UKHAD 1 (3) 2015
SAMSUN HAVALİSİNDE TÜTÜN ETRAFINDAKİ SÖZLÜ
KÜLTÜR VE ETNOGRAFİK MİRAS
Serap CENGİZ*
GİRİŞ
Samsun ili Karadeniz sahil şeridinin orta bölümünde Yeşilırmak ve Kızılırmak nehirlerinin Karadeniz’e döküldükleri deltalar arasında yer alır. Yeryüzü şekilleri bakımından farklı topografik yapıya sahip olan Samsun; güneyi
dağlık kesimlerle kaplıyken dağlık kesimle kıyı şeridi arasında yaylaların yer
aldığı bir bölgedir.
Coğrafyaya konu olan mekân, insanın yaşadığı yakın çevreden kâinatın
tümüne kadar genişletilebilir. Bu bağlamda ekonomik kalkınmada coğrafya
faktörünün çok önemli ve etkili bir unsur olduğunu söyleyebiliriz. Samsun ili
başta deltalar olmak üzere iç kısımlardaki Lâdik, Vezirköprü ve Havza gibi
bölgeleri içine alıp verimli topraklara ve zengin bitki örtüsüne sahiptir. Bu sebeple ilin ekonomisinde tarımın payı oldukça fazladır. Bölgede buğday, mısır,
şekerpancarı, fındık, tütün, çeltik başlıca tarım ürünlerini oluşturur. Bafra ve
Çarşamba ovalarında diğer ürünlerin yanında sebze yetiştiriciliği de yapılır.
Tütünün Tarihsel Süreç İçerisindeki Gelişimi
Günümüzde yüz yirmiden fazla ülkede ekimi yapılan tütünün tarihi
sekiz bin yıl öncesinde dayanır. 15.yüzyılın sonuna kadar sadece Amerika
kıtasında yerliler tarafından bilinen tütün, Avrupa’da 1492 yılında Christof
Colomb’un Amerika’yı keşfe çıkması ile birlikte bütün dünyaya yayılır. (Yılmaz, 2007:3).
Christof Colomb ve arkadaşlarının Asya’ya ulaşmak için çıktıkları yolculuklardan birinde Tobago adasında yaşayan yerlilerin, bir bitkinin yapraklarını sararak bir çubuğa yerleştirdiklerini, daha sonra da bu bitkinin sarılmış
yapraklarını yakarak çubuk vasıtasıyla dumanını içine çektiklerini görürler.
Bunun sonucunda da bu işleme tabaco adını verdiklerini görüp kaydederler.
Yerliler bu bitkiyi barış çubuğu tüttürme törenleri gibi özel günlerde kullanırlar. Törenlerin yanı sıra bu bitkiyi sağaltıcı, tedavi etme yöntemlerinde de
kullandıkları görülür. Bu durum tabaconun kısa sürede Avrupa’ya girmesine,
erkenden kullanılmasına ve yayılmasına sebep olur. (Yılmaz, 2007:3).
Tütün Türkiye’ye 1601-1605 yılları arasında İngiliz, Venedik ve İs* KTU Türk Dili ve Edebiyatı Lisans Öğrencisi/TRABZON
377
UKHAD 1 (3) 2015
panyol gemici ve tacirleri tarafından İstanbul yolu ile gelmiş, yani Avrupa’ya
gelişinden 50 yıl sonra yurdumuzda kullanılmaya başlamıştır. Ancak tütün tarımının ne zaman başladığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Tütün tohumu
Rumelili tüccarlar tarafından Avrupa’ya getirilmiş ve ilk tütün tarımı Makedonya, Yenice, Kırcaali’de başlamıştır. (Mercimek, 2007: 139).
Tütünün Türkler tarafından bilinmesi üzerine yaklaşık 400 yıl geçmiştir. Geçen bu süre zarfında, tütün sadece ekonomik katkı sağlayan bir ürün
olmayıp sosyal, kültürel yönü itibariyle de önemli bir ürün olarak tarımda
yerini almıştır.
Reji İdaresinin Kuruluşu
Reji İdaresi kuruluşundan kaldırılışına kadar, tütüncülüğün tarihinde
önemle üzerinde durulması gereken bir mevzuudur.
Müşterekü’lMenfaa İnhisar-ı Duhan-ı Devlet-i Aliye-i Osmaniye ya da
Memalik-i Şahane DuhanlarıMüşterekü’lMenfaa Reji İdaresi isimleriyle de
anılan bu şirketin imtiyazı Duyûn-ı Umûmiye İdaresiyle 1882’de başlayan görüşmeler sonucunda 27 Mayıs 1883 tarihinde yapılan bir anlaşma ile Osmanlı
Bankası Müdürü Emil Deveaux’a verilir. Böylece Viyana’da Anstald Kredi
ve Grubu, Berlin’de Banker S. Bleichroeder ve grubu ile Osmanlı Bankası
ve ortaklarının katılımıyla oluşturulan Reji Şirketi 14 Nisan 1884’te faaliyete
geçer. (Oktar, 2007: 46).
Reji Şirketi şartnamesi gereğince süresi 1914 yılında sona ermek üzere
30 yıllık anlaşma yapılır. Bu idarenin merkezi Dersaadet’tir. Bu şirketle ilgili
ortaya çıkacak adlî ya da ticarî sorunların çözümünde Osmanlı mahkemeleri
yetkili kılınır.
1875 yılında Osmanlı Devleti Kırım Savaşı ile başlayan iç ve dış borçlarını ödeyemeyeceğini açıklayınca alacaklı devletler Osmanlı’ya büyük tepki
gösterirler. Ödeme takvimine ve Osmanlı’nın maliye sistemine güvenmeyen
bu devletler Duyûn-ı Umûmiye vasıtasıyla belirlenen borcu almaya çalışırlar.
Artık Osmanlı üreticisinden vergileri Osmanlı’nın kendi bünyesinde bulunan
memurlar değil yabancı devletlerin ortaklığı ile kurulmuş olan Reji İdaresi
toplayacaktır. Osmanlı Devleti’nin üreticileri en önemli gelir kaynakları olan
tütünü, tuzu ve alkolü Reji’nin belirlemiş olduğu fiyattan satacak Reji’den
izinsiz üretim yapamayacaktır.
Osmanlı Devleti’nde tüketilecek tütün Reji’nin kapsamına alınmış olup
ihraç edilecek tütün ise serbest bırakılır. Ancak bazı iddialara göre Reji tütün
ihracatçılarının durumunu zorlaştırmak için bürokratik engellemeler koyar.
Bunlardan birincisi tütün ekimi için Reji’den ruhsat alma zorunluluğudur.
378
UKHAD 1 (3) 2015
Reji her tarla ve her yıl için üreticiden ayrı dilekçe ister. Şirket şartnamesinin 6. maddesinde ruhsatın bedelsiz olduğu yazsa da yol parası, pul parası,
arzuhâlci parası, vekâletname parası gibi bazı giderler köylünün belini büker.
Üreticinin çoğunluğu okuma yazma bilmez. Dilekçenin içeriğini bildiğine ve
kabul ettiğine dair tasdik gerektiği için oturduğu mahallenin muhtarına ya da
imamına gitmek zorunda kalır. Bu durum da üreticinin arkasında mali külfet
bırakır.
Tütün üreticisinin karşılaştığı zorluklardan bir diğeri ise ambar ve tütünün ambara teslimi konusudur. Reji Şartnamesinin 16. maddesine göre tütünün toplanacağı ambarların yapımı Reji Şirketine aittir. Reji Şirketi tarafından
nizamname gereğince kurulan ambarlar, tütün ekimi ve hasadının yapıldığı
yerden on ambar alması gerekir. Ancak çoğu zaman bu kural sadece kâğıt
üzerinde kalır ve gerçekleşmez. Bu durumda ambarsızlık nedeniyle Reji’ye
teslim edilemeyen tütünlere Reji hiçbir karşılık ödemeden sahip çıkar. Her
yılın ağustos ayında ambara teslim edilemeyen tütün kaçak sayılır ve ürüne
el konulur. Üstelik mevcut Reji ambarlarının hiç de sağlıklı koşullara uygun
olmadığı da bir başka gerçektir. Durum böyle olunca halk isyan etmeye başlar
ve ardından tütün kaçakçılığı, kolcu güçleri gibi konular gündeme gelir.
Halk ya tüm bu olumsuzluklara büyük cesaret ve güçle karşı koyacak
ve ayakta kalmaya çalışacaktır ya üretimden vazgeçerek bulunduğu yeri terk
edecektir, ya da kaçakçılık gibi yasal olmayan bir yolu seçecektir.
Reji idaresinin kuruluşu ile birlikte ülke genelinde meydana gelen yasaklamalar sonucunda halk yönetime karşı çıkar ve bunun akabinde halk, sözlü kültür geleneğinin bir parçası olan “ayıngacı” türkülerini yakar. Halk müziği repertuarında bu örnekleri temsil eden türkülere “Baskın Türkleri” denir.
(Şenel, 2007: 361).
“Baskın Türküleri” genel bir söyleyişle, dönemi içindeki yasaklamalara
karşı gelerek suç işleyen ya da herhangi bir olayla bağlantılı olarak aranan,
ihbar edilen; takip sonucu yeri belirlenen kişi ya da grupların, yine dönemi
içindeki güvenlik güçleri ile yaptıkları çatışmaları anlatan ezgilerdir. Bu tür
havalar, halk ağzında “baskın havası”, “baskın türküsü”, “kol havası”, “kol
bastı havası”, “kolcu havası”, “kolcu türküsü”, “kolcu oyunu” vs. gibi isimlerle de adlandırılırlar. Bu türküler derlendikleri yörelerin müzik karakterlerini ve ağızlarını da yansıtan türkülerdir.
Tütün kaçakçılarına da halk arasında “ayıngacı” ya da “ayınkacı” denilir. Halk ağzında “ayınga/ayanga/ayınka” olarak adlandırılan “tütün” kimi
yörelerde “kaçak tütün” anlamında da kullanılır.
1911 yılında Reji Şirketinin kaldırılması ve 7 yıl süreyle bir devlet inhi379
UKHAD 1 (3) 2015
sarının kurulması kararlaştırılır. 1912 yılında da “Tütün Tekeli” kanun tasarısı
hazırlanır. Ancak bu sürede de Trablusgarp ve Balkan Savaşları başlar ve ordu
tarihte bir kez daha Reji Şirketinin karşısında çaresiz kalır.
29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilânıyla yabancılara verilmiş olan Reji
ve benzeri birtakım imtiyazlar yeniden gözden geçirilir. 1923 yılının 17 Şubat-4 Mart tarihleri arasında İzmir İktisat Kongresi’nde bu konu görüşülüp
görüşmenin sonucunda Reji İdare ve Usulünün İlgası ile tütün ziraat ve ticareti serbest bırakılır.
13 Haziran 1923 tarihinde Reji Şirketi ile hükümet arasında bir anlaşma
yapılır ve ertesi yıl 30 Temmuz 1924 tarihinde şirketin imtiyazı iptal edilerek,
bütün malları ve taahhütleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne geçer.
Samsun’da Tütün ve Tütüncülük
Osmanlı döneminde Samsun bölgesinde tütün üretimi, önceleri Hıristiyan köylüler tarafından yapılıyorken; Lozan Antlaşmasıyla birlikte Yunanistan ve Bulgaristan’dan gelip bölgeye yerleşen göçmen vatandaşlar tarafından
yürütülür. Samsun kenti 19.yüzyıldan itibaren çevresinde tütün ekiminin başlaması ile birlikte önemli bir merkez haline gelir. (Erler, Edinsel 2011:230).
Kaynaklar neticesinde yaptığımız saha çalışması sonucunda Batı Trakya Türklerinin tütün tarımını nasıl yaptıklarını, bugüne değin bir tarım ürünü
olarak işlenen tütünün geçirdiği değişimleri, sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda bölgeye ve çiftçiye sağladığı kazanımları inceledik.
Saha çalışmasının yapıldığı bölgeler ve kaynak kişilerin bulunduğu yörede diğer hanelerde tütün tarımı yapan aileler şu şekildedir:
Yukarıçinik Köyü:Kutoğulları (Ali Karabölük), Çakıroğullar (Ali Peker), Pirağlılar (Mustafa Peker), Körağalılar (Mehmet Şencan), Sarafoğlu (
Hüseyin Zengin), Recephocalı (Osman Zengin), Kalemcilo (Hasan Cengiz),
Tüfeklininkiler (Mehmet Keskin)
Kozluca Köyü:Muradoğulları, Ahmet Ağa, Vezneci Hüseyin Efendi
Tepecik Köyü: Çelikoğulları, Mısıroğulları, Yomralılar, Kocabıçaklılar
Ailede tütüncülüğün ilk hangi aile ile başladığını sorduğumuzda verilen
yanıtlar mübadele göçleriyle yerleşen Batı Trakya Türklerinin tütüncülükle
uğraştığını doğrular niteliktedir.
“Ben gözümü açtığımda, ailede herkes tütüncülük yapıyordu. Kendimi bildiğimden beri tütüncülükle uğraşırız. Babama tütüncülüğün geçmişini
sorduğumda dedemi anlatırdı. Dedem buraya mübadele göçüyle yerleşmeden
önce şehirde bakkalı ve manifaturacı dükkanı varmış. Dedemin babası köye
geleceksin diye ısrar edince dedem tası tarağı toplayıp Kozluca köyüne gel380
UKHAD 1 (3) 2015
miş. Dedem burada hayvancılık, değirmencilik, tütün tüccarlığı yapmış. Bir
çok işle uğraşsa da dedemin asıl mesleği tütüncülük imiş sonrasında da zaten
babamı ve diğer çocuklarını yetiştirip köyde tütüncülüğe devam etmiş. Dedem de dedemin babası da memleketten tütüncü olarak gelen mübadillerdir.
Köyde de Muradoğulları olarak bilinirler. Ben de bu ailenin içinde büyüdüm,
yetiştim.” (K.K:6)
“İlk olarak bu köyde tütün tarımına hangi aile başladı bilmiyorum ama
dedemden öğrendiğim kadarıyla memleketten geldikten sonra tütün ekimine
hemen başlanmış. 1925 yıllarına tekabül ediyor.” (K.K:2)
Tütün Tarımının Aşamaları
Tütün üretimi, dikiminden hasadına kadar büyük sabır, gönül ve bilhassa ihtisas işidir. Bu nedenle, tütün ekiminde yetişmemiş bir üreticinin, bu meşakkatli işin inceliklerini bilmeyen kimsenin de kaliteli tütün elde edebilmesi
mümkün değildir.
Tütünün tohumunu özel yastıklarda fide haline getirmek, zamanı gelince onları tarlaya dikmek, sulamak, çapalamak, tepe kırması denilen uç
kısımlarını kesmek, ilaçlamak, kırmak, toplamak, iplere dizmek, kurutmak,
balyalama ve satışa hazırlama gibi oldukça ihtisas gerektiren bölümleri vardır.
Samsun Kent Müzesi’nde şehrin kültürel mirasını içinde barındıran tütün tarımı için ayrılan bölümde tütün tarımının aşamaları şu şekilde anlatılmaktadır:
Ekim: Karadeniz Bölgesinde tütün ekimi genellikle Mart ayında başlar.
Güneye bakan ve gölge olmayan fidelikler hazırlanır. Tütün fazla su sevmediği için fide yastıklarının süzek olması gerekir. Tohumlama yapıldıktan sonra
üstlerine yanmış koyun gübresi serpilir. Üstü bastırılır. Önce sık aralıklarla az
suyla fidelendikçe 2-3 günde bir bol suyla sulanır. Üstü örtülür. Boyu 10-15
cm uzunluğuna varan fideler parmağa dolandığında kırılmıyorsa ekim aşamasına geçilir.
Dikim: Dikim zamanı Karadeniz’de genellikle Mayıs-Haziran aylarına
denk gelir. Fide çekildiğinde ele gelmeyecek şekilde 15-20 cm ara bırakılarak
dikilir. Dikildikten hemen sonra can suyu verilir. Dikimden 10-15 gün sonra
hafifçe ilk çapalama yapılır. İlk çapadan aynı süre kadar sonra daha derin olan
ikinci çapalama gerçekleştirilir.
Kırım: Tütün olgunlaştığı zaman kırım adı verilen hasat işlemine geçilir. Tütün yapraklarının sararması, yaprak yüzeyinde kurbağalaşma denilen
sarı kabarcıkların belirginleşmesi olgunlaşma belirtileridir. Aynı anda olgunlaşan yapraklara “el” denir. El toplanırken kırıldığında çıt sesinin çıkması da
381
UKHAD 1 (3) 2015
olgunlaşmasının bir diğer göstergesidir. Kırım zamanı sabahın erken saatlerinde yapılır. Her kırımda 4-5 el toplanır. Kırılan tütün yaprakları, damarları
birbiri üzerine gelecek şekilde toplanarak küfelere ya da selelere yerleştirilir.
Dizme: Dizme işlemi 30-40 cm uzunluğunda tütün iğneleriyle yapılır.
Yapraklar tam ortasından delinerek dizilir. Bu aşamada yapraklarının boylarının aynı olmamasına dikkat edilir. Tütünler yaprak yaprak elde dizilir. Tütün
dizili ipler kargılara bağlanır. Bu kargılar da kurutma işlemi için hazırlanan
çerçevelere yerleştirilir.
Kurutma: Kurutma işlemi tütünün kalitesi ve randımanı üzerinde oldukça belirleyicidir. Yapraklar serada kurutulmayacaksa ya yere serilir ya da
ızgara adı verilen çerçevelere yerleştirilir. Kuruyan tütünler toplanarak üst
üste konulur ve 10-15 gün bekletilir.
Yaptığımız saha çalışmasında tütün işçileri tütün tarımının aşamalarını
bize şu şekilde anlatır:
“Mart ayında tütün tohumu bahçeye fide şeklinde dikilir. Ekilen fide
kabarık olmaması için dövülür, bu sırada gübresi de atılır. Eğer yağmur yoksa
fideler sulanır. Yağmur varsa sulamaya gerek yoktur. Tütün 2-3 yaprak olduğunda suni kemresi vurulur ve tütün büyütülür. Mayıs ayında tütünler tarlaya
ekilmek için hazır hale gelir. Haziranda ekimi başlar. Ekim 20-25 gün sürer.
Önce tütünün çapası kazılır sonra kırılıp dizilir. Ağustosa kadar bu işlem biter.
Çok zorlarsan Eylülün onuna kadar da kırabilirsin tütünü ancak havalar soğuduğunda o tütün bir şeye yaramaz. Tütün fazla yağmuru sevmez. Tütünün en
son aşaması da tonga bağlamaktır. Tonga bağlandıktan sonra tonga yuğulduktan sonra tütün artık satışa hazırdır.” (K.K:6)
“Tohumu atılan tütün bahçe kıyılarında, dere kenarlarında olur. Dere
kenarlarına ekilmesinin nedeni tütünün suyun kıyısında çabuk büyümesidir.
Tütün tohum halinde ekildikten ve biraz büyüdükten sonra tarlaya dikilir.
Mart ayında tohum ekilir, 15-20 gün sonra handalhandal sulanmaya başlanır.
Tütün yüze çıktığı zaman, uç vermeye başladığı anda handalın içindeki kötü
otlar temizlenir. En son büyüdüğünde de tütün yonulur ve tarlaya dikime götürülür. Ancak tütünün hepsi bir anda yonulmaz. O gün tarlaya ne kadar tütün
ekeceksen o kadar tütün fidesi alınıp tarlaya dikilir.
Martta başlayan tütünün ekimi Haziranın onuna kadar biter. Ekim bittikten sonra çapası yapılır. Temmuzun on beşinde, yirmisinde kırımı başlar.
Kırım bittikten sonra da tütün ipe dizilir. İpe dizilen tütün aranda kurutulur.
Sonbaharda iplerin içinden kötü otlar ayıklanır ve tütün istif yapılır. Son olarak da tonga yapılıp tütün odasına konulur, satışa hazır hale getirilir.” (K.K:5)
382
UKHAD 1 (3) 2015
Tütün Tarımında İş Bölümü
Çiftçilik mesleğinin pek çok dalında olduğu gibi tütüncülükte de iş bölümü, bireylerin iş verimini ve iş süresini önemli ölçüde etkileyen unsurların başında gelmektedir. İş bölümü sayesinde tütün emekçileri omuzlarındaki
yükleri birbirleriyle paylaşarak işlerinin daha çabuk ve zahmetsiz bir şekilde
bitmesine olanak sağlarlar.
Yaptığımız saha çalışmasında iş bölümünün büyük ölçüde aile fertleri
üzerinde etkili olduğunu ve bu geleneğin çocuktan yetişkinine kadar bütün
ailede nesilden nesile aktarıldığını gördük.
“Tütün kalabalığı sever. Bana göre bir ailede tütün yapmak için en az
dört kişi gerekir. İki kişi su dökse ardından da biri fide atsa tütüncüye çok
yararı dokunur. Üç kişi de dikici olsa işin yüzde ellisi bitmiş demektir. Tek
kişi bunların hepsini bir anda yapamaz, çok zahmetli olur. Önce öküzlerle
karık çekilir. Karık da önceden çapayla temizlenir. Sonra da yamka vurularak
birinci kişi birleme ikinci kişi ikileme yapar. Evin küçük çocukları fide döker,
iki üç kişi de arkasından tütünü eker. Ben dokuz yaşında tarlaya fide ekerek
girdim. İş bölümü de yaşa ve tecrübeye göre verilir.” (K.K:6)
“Dokuz yaşında fide dökmeye başladım. Tarlada ilk olarak fide dökülür
daha sonra dikim yapılır. Fide dökme işlemi diğer işlere göre daha kolaydır bu
sebeple çocuklara yaptırılır.” (K.K:5)
Tütün İşçileri ve Çalışma Saatleri
Tütüncülük; çapalama, kırma, dizme işlemleri gibi dışarıdan artı iş gücüne ihtiyaç durulan üretim faaliyetleri arasındadır. Tarlaların ölçeklerine ve
büyüklüklerine göre bir tarlada on beş yirmi işçinin çalıştırıldığı yapılan saha
çalışmalarında da kaynak kişiler tarafından aktarılır.
Tütün tarımının süreçlerinde gerçekleşen her adım için farklı yerlerden
mevsimlik işçiler getirilir. Bu işçilerin getirildikleri bölgelere bakıldığında o
adımda ihtisas yapmış kalifiye işçilere ev sahipliği yapması ön plandadır. Bu
sebeple işçiler tütüncüler tarafından bilinçli olarak belirli bölgelerden seçilir.
Örneğin; tütün tarımında hız ve pratiklik gerektiren bir işlem olan dizme işleminde bölge halkı arasında Trabzonlu işçiler tercih edilirdi. Buna ek olarak
yine kırma ve dizme işlemleri için özellikle kadın işçiler tercih edilirken tarlayı sürme ve hayvanlarla su çekme gibi fiziksel güç gerektiren işlemlerde erkek
işçi tercih edildiğini görüyoruz.
Günün sıcak saatlerini evlerinde tütün dizerek geçiren tütün işçileri,
günün çalışmaya elverişli zamanlarını tarlada tütün kırarak değerlendirirler.
Bunun için tütün ekimi ya da kırımı güneşin işçileri doğrudan etkilemeyeceği
383
UKHAD 1 (3) 2015
sabahın ilk ışıklarında ve akşam serinliğinde yapılır.
“Dedemin zamanında on beş işçi getirilirdi. O zaman tütün tarlamız
epey büyüktü. Köydeki her hane işçi getirmezdi tarlanın büyüklüğü ve işin
yoğunluğuna göre işçi sayısı da değişirdi. İşçiler yanımızda 2-3 ay kalırdı.
Genellikle tütün ekiminde ve kırımında işçi alırdık. Ekseri Trabzon’dan işçi
getirirdik. Özellikle tütün dizimi için Trabzonlu işçiyi tercih ederdik. Tokat
Erbaa’dan işçi getirdiğimiz de olmuştu. Genel itibariyle erkek işçi alırdık.
Çünkü eşekle su çekmek, sepetle tütün getirmek kadınları zorlayan kısımdı.
Tütün diziminde ve kırımında kadın işçileri tercih ederdik.
İşçiler ip başına para alıyorlardı. O zamanın parasına göre bir ip yirmi
beş kuruş, elli kuruş ederdi. Tütünün kilosu da üç buçuk liraya gidiyordu. En
çok alan on bin lira alıyordu. Bir ton tütün on bin liraydı. O zamanlar para da
kıymetliydi tabii. Tütün parasıyla çok nişan, düğün yaptık.
Tarlaya akşam beşte gittiğimiz de olurdu. O zamanlarda köye ekmek de
gelmezdi. Öğlen on iki de ekmek mayalar öğleden sonra üçte fırına atar bir buçuk
saate de çıkarırdık. Ekmeğimizi alıp yarım saatlik yola, ırmak kenarına giderdik.
Orada da fideyi çekip akşam altı buçuk trenini beklerdik. O tren bir nevi bizim
zamanımızı belirleyen bir araçtı. Trene göre yola çıkardık, tepede tarlalarımız
uzaktı. Trenle eve geldikten sonra işimiz bitmiyordu tabii eve geldikten sonra bir
de inek sağardık. Akşam yatmadan önce de yarın için içinöğlenlik hazırlardık.
Akşam tütünü dizme işimiz yediye sekize kadar devam ederdi.” (K.K:6)
“Biz işçileri Asarcık’tan getirirdik. Getirilen işçiler hayvanları ile gelirlerdi. Eşeğin, atın, öküzün sırtlarına dörder sekizer tane ağzı dar teneke bağlardık. Tenekelerin içinde bize su taşırlardı. Onlar su taşırken biz tütünü dikerdik. Sadece işçiyi değil işçilerin hayvanlarını da doyururduk. Hatta geceye
yatıya kalırlardı, onlara yatak sererdik. Sabah oldu mu herkes tarlaya inerdi. O
yüzden tütünden elde edilen gelir çok da bize kalmazdı. İşçilerin masrafları da
belimizi bükerdi. Şimdi bu zahmeti çekmiyoruz. Köyde su var, hortumu bağladığımızda ne işçiye ne de hayvana ihtiyacımız kalıyor. Ancak şimdi de tütün
yapacak adam yok. O zaman herkes bıkmış, bunalmış tütünden. Bugün kimse
tütün işçiliğine yanaşmıyor. Böyle olmasının nedeni de tütün işçiliğinin çok
zor ve zahmetli olmasındandır. On iki on üç saat işçinin çalıştığını düşünün.
Sonunda elde edilen para tatmin de etmiyor üstelik.” (K.K:1)
“Tütün diziminde farklı işçi, çapa kazılırken farklı işçi alınırdı. Köylü
de nerede hangi işçi var onu bilir ona göre işçisini alırdı. Biz genelde işçileri
şehre yakın yerlerden alıyorduk. Samsun içinde İlyasköy’den ilçede Ladik’ten
şehir dışından ise Tokat’tan işçi getiriyorduk. Her işçinin yapacağı, yaptığı iş
farklıydı. Bizim için işçi seçiminde en önemli koşul çalışkan olmasıydı. Sabah
384
UKHAD 1 (3) 2015
ezanı okunduğunda herkes yatağından kalkardı. Gün ışırken tütünü yonmaya
başlardık.” (K.K:5)
“Önceden hortum yoktu. Atlara, eşeklere, öküzlere su taşınması için
fıçı bağlıyorduk. Bu su dereden çekilirdi. Hayvanları günde en az elli kere
dönüyordum. Bu işlemi biz yapardık, bunun için işçi getirmezdik. Biz işleri
dizme aşamasında alırdık. Bunun için de işçinin elinin hızlı ve pratik olmasına
dikkat ederdik. Bunun yanında ihtiyaç sahibi mi ona da bakardık.” (K.K:3)
Tütünün Saklanma Koşulları
Coğrafi koşulları gereği nemli bir bölge olan Samsun yöresinde hassas bir bitki olan tütünün, üretim aşamasının ardından muhafaza edilmesi de
önemli unsurların başında gelir. Tütünün fazla yağmurda çürüyen aşırı sıcaklarda yanan doğası gereği saklanması için özel alanlar ve şartlar gereklidir.
Bunun için kimi ailelerde evin içinde ayrı bir tütün odası temin edilirken kimi
ailelerde de evin dışında tütün mağazası yaptırılır. Oda ve mağazalarda aranan
özellikler; nemden uzak, hava sirkülasyonunun sağlandığı ve güneş ışığından
az etkilenecek şekilde konumlandırılmasıdır.
“Biz tütünümüzü evin odasında saklardık yalnız bu odanın rutubetli
olmamasına özen gösterirdik. İmkanı olanlar tütün için evin dışında ayrıca
mağaza yaparlardı.” (K.K:2)
“Her evin ayrı tütün odası vardır. Bu odanın ilk koşulu rutubetli olmamasıdır, tütün küflenebilir. Odanın yeri muhafazalı olmalıdır, yel almamalıdır.
Tütünü müspet bir yere asarsan tütün küflenir, kıymeti olmaz. Kurutma zamanında da tütün güneşe konulur. Ancak tütün öyle hassas bir bitkidir ki ne çok
sıcağı ne de çok yağmuru sever. Çok sıcak olduğunda tütün yanarken fazla
yağmurda da çürümeye gider. Bu sebeple hava güneşli olduğu zamanlarda
tütünler boyunduruklardan tutulup güneşe çıkartılır yağmur olduğu zaman da
arana çekilir.” (K.K:1)
“Tütün doğa olaylarından en çok yağmurdan etkilenir, çok yağmuru
sevmez. O yüzden tütüncünün gözü hep bulutlarda olur. Bugün dikkat edin,
tütüncülerin hâlâ o alışkanlıkları vardır. Hava tahminini herkesten önce yaparlar. Çünkü ufacık bir yağmurda tütün çürüyebilir, bütün emek zayi olur.
Gecenin ikisinde üçünde yağmur yağdığı vakit çok defa boyundurukları çektiğimiz olmuştur. Hassas bir bitki olan tütün için bu sebeple ayrı bir oda temin
ederdik. Tütünü oda sıcaklığında tongalar halinde kuruturduk. Tonga haline
getirilmesinin nedeni tütünün çok kuruduğunda nane gibi ufaklanmasıdır.
Tonga haline getirilen tütün biraz nemli olur ve ufalanmazdı. Tonga tütünün
sıkıştırılıp hava almaması için yapılan bir işlemdir.” (K.K:5)
385
UKHAD 1 (3) 2015
Tütünün Satışa Sunulması
Çiftçilik genel itibariyle kırsal kesimde insanlığın eski çağlardan bu
yana geçimini sağladıkları toprak üzerinde yapılan işlemler sonucu elde edilen ürünlerin takasına ve satışına dayanan meslek dalıdır. Bu noktada belirli
bir coğrafi bölgede üretim mallarının satışı hususunda o ülkenin ekonomik
durumu önemli faktörler arasındadır. Gelişmiş bir ülkede çiftçinin üretim mallarına iyi fiyatlar biçilirken ekonomik durumu kötü olan ülkelerde üreticiler
tekellerin ve kartellerin boyundurukları altına girmektedir. Osmanlı’nın dış
borçlanmaya gittiği sıkıntılı dönemlerinde kurulan Duyun-i Umumiye tarafından el konulan ve ucuz fiyatlarla yabancı sermayelere aktarılan üretim malları arasında tütün de yer almaktaydı. Yabancı ülkeler borçlarını direkt olarak halktan mallarına ucuz fiyat biçerek tahsil ediyordu. Bunun için yabancı
firmalar bölgelerde sıkça bulunuyordu. Samsun bölgesinde de yapılan tütün
satışında tekele bağlı tütün eksperlerinin yanında yabancı menşeili firmalar
üzerinden satış yapan tüccarların varlığının bu borçlanmadan miras olduğunu
söyleyebiliriz.
Tekele bağlı eksperlerin aldıkları tütün için vaat ettikleri ödeme biçimi,
tütün emekçisinin bir yıl boyunca zahmetini çektiği işçiliği karşılar nitelikte
değildi. Genel olarak tütün için biçilen ücret, belirlenen takvimin sonrasında
veriliyordu. Yabancı tüccarlar ise ödeme takvimine uyuyor, bu durum da yöre
halkının gözünde cazip bir hâl alıyordu. Samsun bölgesinde faaliyet gösteren Fahrettin Gözoğlu, Karagözoğlu gibi yerli tüccarların yanında Avusturya
firması diye anılan yabancı eksenli firmalar da o bölgede rekabete dahildi.
Derlemeler sonucunda ürününü satacak olan tütüncünün yabancı tüccarların
belirlenen ödeme takvimine uyması sebebiyle ürünleri onlara teslim ettiğini
görüyoruz.
Tütün emekçilerinin ürünlerini satışa sunarken paranın tahsili hususunda gösterdiği seçicilik, eksperler tarafından da ürün kalitesi noktasında ortaya
çıkmaktadır. Tütün, kalitesine göre eksperler tarafından derecelendirilir ve bu
derecelendirmeye bağlı olarak tütüne tütünün dibi, dip başı, doruğu, doruk altı
gibi farklı fiyat aralıklarını belirten isimler verilir.
“Tütün tarımı bittikten on beş gün bir ay sonra tüm köyün tütünü fiyatlandırılıyor ve radyoda Karadeniz Tütün Piyasası bugün açılıyor diye anons
yapılıyordu. O zaman televizyon yoktu evlerde. Haberleri radyolardan dinlerdik. Fiyatlar açıklandıktan sonra tekel eksperi köye geliyordu. Eksper tütünün
fiyatını söyledikten sonra isteyenler ekspere tütününü verip kontratı imzalıyordu. Parasından tatmin olmayanlar da tüccara veriyordu tütününü.
Tütün parası kontrat kesildikten bir ay sonra alınıyordu. Bu bizim yap386
UKHAD 1 (3) 2015
tığımız dönemde geçerliydi. Bizden önce tütün yapan emekçiler bir yıl sonra
alıyorlarmış parasını. Söz ettiğim zaman dilimi otuz yıl önce. Tütüne mayısta
başlanıyorsa haziranda ücreti alırlarmış. Yaklaşık olarak on üç ay ellerine para
geçiyormuş.
Para bugünkü gibi hemen harcanmazdı, kıymetliydi. O para ya evde
ya da bankada saklanır bir sene boyunca o parayla ihtiyaçlar görülürdü. Yetmediği zamanlarda bankalardan avans alınır sonraki sene yine tütün parasıyla
o borç kapanırdı. O dönemde bankalar tütün parasını almaya üç ay varken
faizsiz avans diye koçanbaşına para verirdi köylüye. Tütün eksperleri içinde
Karagözoğlu, Fahrettin Gözoğlu ve Avusturya Firması vardı. Biz daha çok
Fahrettin Gözoğlu’na, Nazmi ekspere tütünümüzü verirdik.” (K.K:2)
“Tüccarın ofisi şehirde oluyordu. Biz onun ofisine gidip fiyatları öğreniyorduk ya da tüccarın kendisi köye gelip tütüne bakıyordu. Baktığı tütüne
göre tütünün kalitesine fiyat biçiyordu. Yalnız tütüne bakmaya sadece tekel
eksperi gelmiyordu, tüccar da oluyordu çoğu zaman. Tüccar da tütünün kalitesine ve kendi verebileceği miktara göre fiyat biçiyordu. Tütün kendi arasında A grat B grat C grat diye ayrılıyordu. Gratlar tütünün kalitesini gösteren
ifadelerdi. Tütünün dibi, dip başı, doruğu, doruk altı vardı. Tütünün en iyisi
doruk altı olanıydı. Birinci el, ikinci el, üçüncü ele göre tütün doruklanıyordu.” (K.K:3)
“Herkesin tütün parasını alma zamanı farklıydı. Tütün parası alındığında köydeki diğer hanelere gidip ekmek, helva dağıtılırdı. Biz gelen ekmekten, helvadan kimin ne zaman tütün parasını aldığını anlardık. Tütün parasıyla
kızlarımı evlendirdim ben. En büyük kızımı evlendirdiğimde yüz üç tonga
tütün yaptım. Ondan sonrakinde de yüz dört tonga yapmıştım. Bugün yüz üç,
yüz dört tonga tütün yapsan çok rahat bir evi düzersin ama o zamanlar tütün
bugünkü gibi kıymetli değildi. Yüz üç tonga bugünün parasıyla yirmi milyar
ediyor.” (K.K:4)
“Tüccarların ilk işi tonga halinde olan tütünün arasından birkaç tütün seçerek tütün için fiyat biçmeleridir. Tüccarın gelmesi tütüncü için çok
önemlidir. Müthiş bir heyecan olur evde. Bir nevi emeğimiz onun elindeydi.
Tüccarın tongadan nereden hangi tütünü seçeceği belli olmazdı. Kıyıdan da
çekerdi, ortasından da. Tütünün iyi de olsa gözden kaçan kötü ot olsa tüccar
şüpheli bakardı. Tüccar bir anlamda okullarda müfettişin okula gelip öğrenciyi ve öğretmeni teftiş etmesi görevini üstleniyordu. İyi tütünü tüccar hemen
anlardı. İyi tütünün güzel bir sarısı vardır. Biz ona nar sarısı, altın sarısı deriz.
Renginden başka zifiri de yumuşak olurdu. Tütün ele geldiğinde haşur huşur
ses çıkarmazdı. Tütünün daha vogonlarda kururken bile belli olurdu iyi mi
387
UKHAD 1 (3) 2015
kötü mü olduğu. Tüccar gelmeden de kendi yaptığımız tütün hakkında kendi
aramızda konuşurduk. Hemen hemen tüccarla aynı fiyatı biçmeye çalışırdık.
Tüccar hemen ödemesini yapmazdı. Ödeme de elden olmazdı. Bize verilecek olan para ekseriyetle Ziraat Bankasına yatırılırdı. Kimi tüccar on beş
gün sonra kimi tüccar da iki üç ay sonra parayı teslim ederdi. Türk tüccarlar ve
tekel eksperleri dışında yabancı tüccarlar da vardı. Yabancı tüccarlar diğerleri
gibi tütüncüyü bekletmezdi, neyse emekleri hemen verirdi ücretlerini. Biz de
genel itibariyle tütünümüzü yabancı tüccarlara verirdik.
Tütün parasıyla önce borçları öder kalan parayla da bir dahaki tütün
ekimine kadar geçinirdik. Köyde biz sadece tütün tarımıyla ilgilenmiyorduk
inek de bakardık. Gelirimiz sadece tütüne bağlı değildi. İnekten sağılan sütü
satıp bakkaldan çayımızı, şekerimizi, yağımızı alırdık. Buğday, mısır, sebze
de ekerdik. Onlar da ihtiyaçlarımızın büyük kısmını karşılardı.” (K.K:5)
“Tütünüm ismini koçanlar çıkarıyorlardı. Evlere filanca yerde tütün
alışverişi var diye kağıt gelirdi. İsmi verilen yere giderdik ardından bir iki
ay sonra alım için duyuru yaparlardı. Koçanlarda tütünlerimizin fiyatları yazardı. Şimdi koçan yerine fiyatları kartonlara yazıyorlar. Fiyatı beğeniyorsan
tüccara satıyorsun, beğenmezsen sen tüccar arıyorsun. Tütünün iyiyse zaten
senin tüccar aramana gerek kalmıyordu. Tüccar iyi tütüne her zaman baş fiyat
verirdi. Tüccar tütünün kalitesini tütünün iyi kurumasına göre anlardı. Tongalar arasında seçme yapar tütünün içinde haşere var mı diye bakardı.” (K.K:1)
Tütünde İmece Usulü
Anadolu’yu Anadolu yapan yegâne özellik, yüzyıllar boyunca çeşitli
medeniyetlere ev sahipliği yapmasının yanında bu medeniyetlerin kültürlerinin sentezi sonucu eşsiz bir birikime sahip olmasıdır. Üzerinde yaşayan halkın misafirperverliği, cana yakınlığı ve içten samimiyeti pek çok milletlerce
gıpta ile bakılan özelliklerdir. Bu özelliklerden biri de komşusunu gözetmek
ve zorda olana yardım etmektir. Halkın her alanda olduğu gibi üretim faaliyetlerinde de gösterdiği yardımlaşma ve dayanışma onların arasında sarsılmaz
bir bağın kurulmasını ve omuzlarındaki işlerin hafiflemesini sağlamaktadır.
Tarlada işi az olan emekçi komşusunun tarlasına koşar onların işlerinde çalışır
ve bu iletişim karşılıklı olarak ihtiyaç duyulan dönemlerde tekrarlanır. Tütün
tarımında ekimde ve dizme işlemlerinde karşımıza çıkan imece usulü de bu
yardımlaşmanın ürünüdür.
“Köyde yapılan bütün işlerde olduğu gibi tütünde de imece usulü vardı. Köy halkı çuvalına tütününü doldurur, komşuya gider orada hem kendi
tütününü hem de komşusunun tütününü dizerdi. İmece usulü daha çok kır388
UKHAD 1 (3) 2015
ma aşamasında olurdu. Senin tarlada işin az ise komşunun tütününü kırmaya
giderdin. Dizerken herkes kendi tütününü dizerdi. İmece usulü olması iyiydi çünkü o zaman sadece işe odaklanmazdık, sohbet de ederdik öbür türlüsü
güçtü. Sabahtan akşama kadar tütünle ilgilendiğimiz için çok bunalıyorduk.
Tütün dizerken gittiğimiz yerlerde hem çayımızı içer hem de sohbet ederdik.
Radyo dinlediğimiz zamanlar da olurdu. Arada sesi güzel olanlar türkü okurdu. Hanımlar mani söylerdi.” (K.K:4)
“Kimin tütünü önce biterse o bitmeyene gider yardım ederdi. Onlar gelip bize yardım edin demezdi. Biz zaten bilirdik kimin ihtiyacı olduğunu, o
bizim boynumuzun borcuydu.” (K.K:6)
“Biz bir iki kere komşuyla ortak ektik. Bir onun tarlasına bir bizim tarlaya diktik. İhtiyaca göre bu sıra değişirdi. İmece usulü sadece dizimde ya da
kırımda olan bir şey değildi. Biz ekimde de birbirimize yardımcı oluyorduk.
Koşullara göre, kişilere göre ihtiyaç da değişiyordu.” (K.K:5)
Yöre Halkını Tütüne Sevk Eden Nedenler
“Samsun’da tütün yetiştiriciliğinde öncelikli olarak Hıristiyanların istihdam edildikleri anlaşılmaktadır. Samsun kırsalında tütün üretimi yapan
Hıristiyan köyler, zamanla bu köylere komşu Müslüman yerleşkelerini etkilemeye başlamıştır. Tütün üretiminin her tür arazi şartlarında ve özellikle verimsiz alanlarda gerçekleştirilebilen karlı bir iş olması, Müslüman çiftçilerin
de zaman içinde dikkatini çekecektir.” (Erler, 2009: 185).
Yaptığımız saha çalışmalarında da yöre halkını tütüne sevk eden nedenler arasında bölgenin coğrafi koşullarının uygunluğunu ve tütün mahsulünün
diğer ürünlere nazaran daha yüksek kar getirişini söyleyebiliriz.
“Ekmeğini yiyeceğimiz başka bir uğraş yoktu. Tarlaya her ne kadar
buğday, mısır eksek de tütün kadar para getirmezdi. Tütüne bütün köyün ihtiyacı vardı.” (K.K:5)
“Önceden insanlar çok fakirdi. Şimdi öyle değil, insanlar zenginleşti. Önceden bugünkü kadar iş imkânı da yoktu, köylü tütün yapmaya muhtaçtı. Biz
burada iki üç can 1500 ip tütün yapıyorduk. Bu memlekette 2000-2500 ton tütün
yapanlar oldu. Tütünü fazla yapan kazanıyordu. Tütün parasıyla gelinime sekiz
bilezik yaptım, bir torun okuttum, hâlâ da okutuyorum. Bugün tütün tarlasına
sadece mısır eksem kazandığım para nedir ki tütün öyle mi? Bu sene yaptığım
tütünden 15.000 lira kazandım. Hem tütün tarlasında sadece tütün de yetiştirmiyoruz. Tütünün altına pancar ektiğimde tütüne ve tarlaya hiçbir zararı dokunmuyor. Her anlamda tütünün getirisi diğer tarım ürünlerine göre daha iyi. Zor bir iş
ama bugün yaptığında yine de karşılığını alıyorsun.” (K.K:1)
389
UKHAD 1 (3) 2015
Tütünün Sona Ermesinin Nedenleri
Tarımın ana geçim kaynakları arasında yer aldığı Anadolu’da tarihten
bugüne farklı bölgelerde birçok tarım ürünü denenmiştir. Bu ürünler arasında
halka kar getiren ve devamlılığı olan tarım ürünlerinin yetiştirilmesine devam
edilmiş kar getirmeyen ürünlerden ise vazgeçilmiştir. Üretilmeye başlandığı
tarihten itibaren Samsun ve çevresinin tütüne gösterdiği ilgi de değişiklikler
gösterir. İlk olarak Osmanlı’da Duyun-i Umumiye ile birlikte ortaya çıkan
rejinin etkisiyle karı düşen tütünün yetiştirilmesinde gözle görünür bir azalma
gözlenir. Cumhuriyet’in ilanı ve devam eden süreçte de önemli bir gelir kaynağı olan tütün üretiminde zaman içinde izlenen yanlış devlet politikalarının
etkisiyle azalmalar görülür. Bu nedenlere ek olarak yapılan saha analizlerinde
bölge halkı kırsaldan kente göçün ve yok olmaya yüz tutmuş tütün üreticiliği
kültürünün de tütüncülüğü olumsuz etkilediğini söyler.
“O dönemde bankadan para bir kooperatiften çıkardı. Ancak bankadan
bankaya para alırdık. O para da tütünü sattığımız zaman kesiliyordu zaten.
Devletten bu anlamda destek alamadık. Destek göremediğimiz için tütüncülük bitti. Sonraki süreçte de binalar dikildi, ortalıkta tarla kalmadı. Herkes
şehre göç etti, köyde insan kalmadı.” (K.K:6)
“Devlet sahip çıkmadı. Köylüye belli bir miktarda tütün yapmaları için
kota konuldu. Köylü elinde tütün olsa da o kotayı aşamadı. Köylü emeğinin
karşılığını alamadığını görünce de tütünü bırakıp başka işlere yöneldi.” (K.K:5)
“Tütünümüz hükümet tarafından Almanya’ya Fransa’ya İngiltere’ye
pazarlanamadı. Pazarlanamadığı gibi hükümetin elinde kaldı. Devlet zarara
uğrayınca da tütüne kota getirildi. Aile başına sen 500 kg sen 700 kg tütün
yapacaksın denildi. Hâl böyle olunca hem fiyatlar düştü hem de tütünden elde
edilen gelir azaldı. O dönemde iktidarda Süleyman Demirel vardı. Hatta o dönemde Süleyman Demirel televizyonda tütün yerine mısır, kabak ekin tütünü
satamıyoruz, zarar ediyoruz demişti. Kabak, mısır ekilir de kabaktan mısırdan
elde edilen gelirle geçinilebilir mi? Tütünün bitmesindeki en büyük neden
hükümetin tütüncüyü desteklememesidir. Köylü ne kadar yorulsa da zahmet
çekse de o tütünü yapıyordu. Bu uygulamalarla tütüncüyü küstürdüler. Biz
de tütünden vazgeçmek zorunda kaldık. Öncesinde tütün parası yirmi milyar
iken kota konulduktan sonra sekiz dokuz milyara düştü. Tütün bittikten sonra
da bir kısmı sanayiye giderek ekmeğini kazanmaya çalıştı bir kısmı da hayvancılık yaparak. Çoğunluğu da şehre yerleşerek iş bulmaya çalıştı. En son
sene hesap yaptık. Bütün masrafları çıkardık, işçiye verilen parayı da saydık
bizim elimize sadece 150 lira kaldı. 2005 senesinde tütünü tamamıyla bıraktık.” (K.K:3)
390
UKHAD 1 (3) 2015
Sözlü Kültür İçerisinde Tütünün Yeri
Kültür en genel tanımıyla doğanın yarattıklarına karşılık, insanoğlunun
yarattığı her şeydir. Diğer bir deyimle kültür, insan gruplarına has bir olay
olup; bir toplumun üyesi olarak insanoğlunun öğrendiği (kazandığı) bilgi, sanat, gelenek-görenek ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan
karmaşık bir bütündür.
İnsan gücüyle birebir hemhâl olan tütün de kültürün bir parçası olup bugüne değin gelişen sosyal kültürel malzemenin taşınmasında rol oynayan bir
tarım ürünüdür. Tütün, ilk vatanı olan Amerika’da mabedlerde yakılıp, törenlerde kullanılırken; dünyada hızla yayılıp Türkiye’de tarımı yapılan ve bunun
yanında geniş bir istihdam hacmi yaratan tütün haline gelmiştir. Bu yayılma
sadece tütün tarımının nasıl yapıldığına dair tecrübeleri ve adımları göstermez. Kültür sistemi içinde yer alan ve kesintisiz devam eden bu etkileşim
sonucunda tütün sözlü kültür geleneğine ait dolu bir miras da bırakmıştır. Bu
minvalde imece usulünün payı olduğunu da söyleyebiliriz. İmece usulü ile bir
araya gelen tütün üreticileri bir yandan işlerine devam ederken diğer yandan
sözlü kültüre ait olan mani, fıkra, türkü, hikâye gibi pek çok eseri seslendirerek kültür birikiminde ve aktarımında önemli bir yere sahip olurlar.
“Kış gecelerinde çok eğlence olurdu. Babam hiçbir şey olmazsa bize
hikâye okurdu. Aslı ile Kerem hikayesi, Sürmeli Bey’in hikayesi, Hasan Hüseyin’in Cenkleri, Hz. Yakup’un Oğulları, Helvacı Güzeli, Kahveci Güzeli…
Neler neler vardı eskiden. Babam Kerem ile Aslı hikayesini bir gecede okurdu
bize. O hikayeleri seslemeyi çok severdik.
Oyun oynadığımız zamanlar da olurdu. Kim oyunda yenilirse şeker alır
alınan şekerle de helva çekerdik. Çekilen helvayı da bütün gelen misafirlere
ikram ederdik. Yanında çay da olurdu tabii. Eskiden dert, tasa, sevinç, keder
hepsi bir arada dinleniyordu. Televizyon çıktığından beri kimse kimseyi dinlemiyor.” (K.K:6)
SONUÇ
Yapılan tüm saha çalışmalarıyla tütün ve tütüncülüğün Samsun yöresindeki tarihçesini, sosyo-ekonomik özelliklerini, sözlü kültür mirasını ve yöre
halkı tarafından tütün tarımından vazgeçilmesinin nedenlerini inceledik.
Osmanlı döneminde Samsun yöresinde Hıristiyanların yapmış olduğu
tütün ekimi, bölgede yaşayan Müslümanlar tarafından öğrenilen bir faaliyet
haline gelir. Bölgenin tamamına yakınının bu faaliyeti benimsemesiyle birlikte de tütün üreticiliği zaman içerisinde yörenin karakteristik özellikleri arasına
girer. Tütün yetiştiren halk, geçimini sağlamada yeni bir kapı açarak bu pazar391
UKHAD 1 (3) 2015
da önemli bir yer edinir. Fedakârlık ve yoğun çalışma temposu isteyen tütün
üretimi faaliyeti bu çabaya giren yöre insanını ortak bir paydada birleştirir ve
birlikte üreten halk, sözlü kültür içerisinde de kendi özgünlüğünü ortaya koyar. Geçimini tütüncülük ile sağlayan bu aileler nişanlarını, düğünlerini dahi
elde ettikleri mahsulün satışıyla gerçekleştirir. Bu da tütünün bölge halkı için
oldukça önemli bir yere sahip olduğunun göstergesidir.
Tüm bu veriler ışığında tütüncülüğün sadece bir üretim faaliyeti olmadığını net bir şekilde söyleyebiliriz. Günümüzde tütüne dair devlet politikasının olmayışı ve tütüncülüğün eskisi kadar desteklenmemesi gibi nedenlerle
halk, kârı düşen tütünden vazgeçerek kendine başka geçim kaynakları bulma
umuduyla şehre göç eder. Bunun sonucunda diğer tarım ürünlerinde olduğu
gibi tütün ve tütüncülük sektörünün de yabancı eksenli firmalara yöneldiğini
ve ülkenin tütün sektöründe dışa bağımlı hale geldiğini de söyleyebiliriz.
Tütün tarımının bitmesi sadece ekonomik anlamda bir geriliğin değil
sosyo-kültürel anlamda tütüncülük mutfağının da sona erdiğinin göstergesidir. Bu sorunun çözümü olarak Türkiye genelinde oluşturulacak yeni bir tütün politikasıyla halkın tütüne teşvik edilmesi sağlanabilir. Bu teşvikin beraberinde ülke genelinde olacağı gibi Samsun yöresinde de tütün üretimi eski
günlerindeki canlılığını yakalayacaktır. Ülke dışa bağımlı hale geldiği tütün
sektöründe yeniden kenti tütününü üretecek ve bunun yanında ürettiği malları
diğer ülkelere ihraç ederek ekonomide önemli bir atılım gerçekleştirecektir.
Halk, kırsalda yeniden tütün yetiştirerek geçimini sağlamaya devam edecek
ve kente göç halk tarafından bir seçenek olarak görülmeyecektir. Bütün bunların yanında tütün ve tütüncülüğün bitmesiyle sözlü kültürün yok olma ihtimali de ortadan kalkacak ve yeniden bu sözlü kültür mirası gelecek nesillere
aktarılmaya devam edecektir.
KAYNAKLAR
Yazılı Kaynaklar
Erler, M. Yavuz; Edinsel, Kerim (2011), “Samsun’da Tütün Üretimi
(1788-1919)” Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.4, S.18, s.230-247.
Mercimek, Vakıf (2007), “Türkiye’de Tütün”, Tütün Kitabı, s.139-151.
Oktar, Tiğinçe (2007), “Osmanlı Devletinde Reji Şirketinin Kurulmasından Sonraki Gelişmeler”, Tütün Kitabı, s.45-55.
Şenel, Süleyman (2007), “Ayıngacı Türkleri”, Tütün Kitabı, s.361-370.
http://soruncevapliyalim.com/samsun/9946-samsunun-cografi-konumu-ve-ozellikleri.html (24.04.2015).
392
UKHAD 1 (3) 2015
Sözlü Kaynaklar
NO
ADI
SOYADI
DOĞUM
TARİHİ
DOĞUM YERİ
MESLEĞİ
EĞİTİM
DURUMU
K.K.1.
Bagiye
ÇIKMAZ
1929
BÜYÜKLÜ
Ev Hanımı
____
K.K.2.
Şaban
CENGİZ
1963
YUKARIÇİNİK
Esnaf
İlkokul
K.K.3.
Ertan
CENGİZ
1966
YUKARIÇİNİK
Esnaf
İlkokul
K.K.4.
Esma
CENGİZ
1933
YUKARIÇİNİK
Ev Hanımı
____
K.K.5.
Zeynep
AK
1945
TEPECİK
Ev Hanımı
İlkokul
K.K.6.
Asiye
EREN
1944
KOZLUCA
Ev Hanımı
İlkokul
393

Benzer belgeler