Untitled - Pamukkale

Transkript

Untitled - Pamukkale
18
18
facebook.com/misternoonline
twitter.com/misternoonline
www.misterno.com.tr
úoLQGHNLOHU
Spor
Oscar 62 - 64
2 18
10 - 16
50 - 53
Müzik
Tarih
Fotoğraf
32 - 36
Moda
6-9
44-49
Sosyal Medya 40 - 42
Künye
3DPXNNDOH7XUL]P$GÕQD
øPWL\D]6DKLEL
&6DGÕN%DEDEDOÕP
*HQHO<D\ÕQ<|QHWPHQi
0JH%DEDEDOÕP%DúNDQ
6RUXPOX<D]ÕøúOHUL0GU
$KPHW$NVR\
Dizi
22 - 23
<D\ÕQ'DQÕúPD.XUXOX
6DGÕN%DEDEDOÕP
0XVWDIDg]GDOJÕo
$Y8÷XU%XUDN'XUX
'U-DOH$NÕQ'HQL]FL
(GLW|U
$OSHUùDKLQ
*UDILN7DVDUÕP6RUXPOXVX
6HoNLQHU%DúVRU÷XQ
.DWNÕGD%XOXQDQODU
0XVWDID6|QPH]D\
øEUDKLP(\LO
6HYJO.DKUDPDQ
+DQGHdLO
øGLO<HQJLO
8PXW&DQ$N\RO
.DG×QODUDg]HO
Oyun
18
58 - 60
5HNODPøOHWLúLP
UHNODP#SDPXNNDOHFRPWU
øOHWLúLP
UHNODP#SDPXNNDOHFRPWU
%DVNÕdD÷UÕ6HULJUDIL(WLNHWøQúDDW
2UJDQL]DV\RQ7HNVWLO6DQD\L7LFDUHW
/LPLWHGùLUNHWL
7HO
)DNV
<D\ÕQ7U8OXVDOVUHOL
%DVNÕ7DULKL0DUW
Teknoloji
66 - 68
3DPXNNDOH'HUJL3DPXNNDOH7XUL]P¶LQ
OLVDQVOÕ\D\ÕQÕGÕUYH7&\DVDODUÕQDX\JXQ
RODUDN\D\ÕPODQPDNWDGÕU3DPXNNDOH
'HUJL¶GH\D\ÕQODQDQ\D]ÕIRWR÷UDIYH
LOOVWUDV\RQODUÕQKHUKDNNÕVDNOÕGÕU'HUJLPL]GH
\D\ÕQODQDQ\D]ÕYHPDNDOHOHUND\QDN
J|VWHUPHNND\GÕ\ODNXOODQÕODELOLU'HUJLPL]GH
\D\ÕQODQDQLODQODUÕQVRUXPOXOX÷XVDKLELQHDLWWLU
%Dü\D]×
Sadık Bababalım
Pamukkale Turizm Yönetim Kurulu Üyesi
Bahar Kapıda
Zorlu havalar yavaş yavaş geride kalıyor nihayet. Güneşli günler çok yakında…
Kışın tüm çetin hava ve yol şartlarına rağmen hiçbir özveriden kaçınmayarak
yolcularımıza hizmet veren başta fedakar kaptan ve kabin memurlarımız olmak
üzere tüm Pamukkale Ailesi’nin değerli bireylerine teşekkürlerimi iletmek
istiyorum.
Kahraman Şehitlerimiz
Zor bir coğrafyada yaşıyoruz. Dolayısıyla geleceğimizle ilgili devamlı türlü
senaryolarla karşılaşıyoruz. Bunları bir kenarda bırakıp bir Türk genci olarak
geleceğimize birlik ve umutla bakmaktan başka bir seçeneğimiz olduğunu
düşünmüyorum. Yüzbinlerce askerini vatan müdafaasında şehit etmiş bir
ecdadın evladıyız ne de olsa. Kudretimiz damarlarımızdaki asil kanda…
Çanakkale Zaferimizi kutluyor; atamızın ve silah arkadaşlarının önünde bir kez
daha saygıyla eğiliyorum.
Emekçi Kadınlarımız
Tek istedikleri insan gibi yaşayabilmekti… Bu en tabii hakları uğruna dünyanın
o döneme dek en büyük örgütlenmesiyle 40.000 emekçi kadının grevi
birilerinin işine gelmedi. 129 emekçi kadının bir fabrikada kilitlenerek çıkarılan
yangın sonrasında can vermesi insanlık tarihinin en vahşi katliamlarından biri
olarak kayda geçti. 103 yıldır bu kahraman emekçi kadınların anısına Kadınlar
Günü biz toplum bireylerine bir şeyleri hatırlatabilme adına kutlanıyor aslında.
Peki halen kadınlarımız hak ettiği biçimde yaşayabiliyorlar mı? Elbette hayır!
Hala bazı ülkelerde kadınların oy kullanma hakları dahi yok; otomobil
kullanmaları yasaklanmış durumda . Ülkemizde kadın nüfusunun %75’i hala
çalışmıyor. 100 kadınımızdan 42’si cinsel ve fiziksel şiddete maruz kalıyor.
Gerçekler ortada! Tüm bu göstergeler Kadınlar Günü’nü daha fazla ürün
sattıracak pazarlama ve reklam kampanyalarıyla değil herkesin kadınlarımızın
hak ettiği şekilde yaşaması için üzerine düşeni yaparak kutlamasını
gerektiriyor. “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” gönülden kutlu olsun…
Sanatçılar Asla Ölmez
Toplumun belli bir kesimine hitap eden bir müzik yapacaksınız, ama
dinleyen dinlemeyen herkes sizi sevecek! Çok az insana nasip olur böyle
bir sevgi. Arabeskin duayeni, Türkiye’nin “Baba”sı Müslüm Gürses’i saygı
ve rahmetle anıyorum.
Değerlerimiz bir bir aramızdan ayrılıyor... Çocukluğumuzdan beri
sahnelerde ve ekranlarda görmeye alıştığımız o karizmatik, babacan
duruşu, usta oyunculuğu hepimizin aklında kalacak Metin Serezli’nin.
Uğurlar olsun…
Güzel bir Mart ayı dilerim…
18
4
18
Moda
Vücut tipinize uygun gelinlik nasıl seçilir?
Düğün sezonu yaklaşmışken o günün kraliçesi olacaklar için en önemli şey
en güzel gelinliği seçmektir. Uzun araştırmalar sonucu her gelin aslında o
gelinliği ilk gördüğünde onun kendi gelinliği olduğunu anlar ve onu seçer.
Yaptığımız bu seçimlerde ideal gelinliği seçmenin püf noktası ise modaya
uygun şeylerden uzaklaşıp kendi vücut tipimize en uygun gelinliği
seçmektir. İşte bu güzel gününüzdeki seçimlerinizi kolaylaştırmak için size
birkaç tüyo…
Armut Tipi
Armut vücut tipinin özellikleri, dar omuzlar, ince bel,
küçük veya orta göğüsler ve gemiş kalçadan oluşur. Bu
vücut tipine sahip gelinlerin gelinlik seçimlerinde
dikkat etmesi gereken özellik dikkati kalçalardan
çekmektir. Özellikle balık gelinlik modellerinden, kalça
kısmı dar olan ve belinde kemer olan gelinliklerden
uzak durmanız gerekir. Kumaş seçimlerinde ise saten
kumaştan mutlaka uzak durmalısınız. Sizin vücut
tipinize uygun olacak gelinlik modeli A kesim veya
kalçadan genişleyen orta kabarıklıkta olan ve göğüs
kısmında dikkat çeken detayları olan gelinlikler
olmalıdır.
Kum Saati
Kum saati vücut tipinin özellikler, geniş omuz, ince bel
ve geniş kalçadan oluşur. Bu vücut tipine sahip gelinler
orantılı bir vücuda sahip oldukları için bir çok modeli
giyebilirler. Yalnızca düz grek gelinlik tipinden
kaçınmanız gerekmektedir.
6 18
Elma Tipi
Elma tip vücut tipinin özellikleri, omuz, bel ve kalçanın
yakın ölçülere sahip olmasıdır. Bu vücut tipindeki
gelinlerin bel bölgesinden kabaran veya A kesim
gelinlikleri seçmeleri gerekir. Dikkati bel bölgesinden
kaçırarak göğüste dekolteye veya farklı kol çeşitleri ile
işlemelere dikkat çekmek gelini daha zarif ve ince
gösterecektir. Saten kumaştan, çok kabarık eteklerden de
kaçınmakta fayda var.
Hande Çil
[email protected]
Minyon Yapılılar
Minyon tipli gelinlerin seçimleri ise vücut hatlarını
ortaya çıkartan sade gelinliklerden yana olmalıdır.
Gelinlikteki abartılı işlemeler, kemerler ve kabarık etekler
boyunuzu daha kısa gösterecek ve sizi daha şişman hale
getirecektir. Üst kısmı vücuda oturan ve etek kısmından
genişleten gelinlik modelleri seçerek daha zarif bir
görüntüye ulaşabilirsiniz.
18
8
Moda
18
10
Mor ve Ötesi
Müzik
1996 yılının Haziran ayında, zamanın kendi çapında sıkı rockçusu, asi delikanlısı, ama her
şeyden önce bütün olasılıkların, şansların ve olayların neden hep tersime olduğunu düşünen
ve bu bunları düşünürken girip çıkmadığım bunalım bırakmayan bir ergeni olarak, İstanbul
İstiklal caddesinde, ellerim cebimde, caddenin büyüsünün verdiği hazla, bir filmin başrol
oyuncusu ya da bir rock star olarak hayallere dalmış bir şekilde yürürken, sadece kulağıma
çarpan o şarkı beni kendime getirebilirdi. O zamanlar benim için sanki dünyanın en büyük
sorunu olan, fakat yıllar geçtikçe o yaşlardaki herkesin ortak paydası durumundaki o sorular
(olasılıklar, şanslar, olaylar neden hep senin tersin???) o anda duyduğm şarkının
sözlerinde yankılanıyordu.Cebimdeki paranın aklıma gelen her şeyi alamayacağım kadar
olduğunu, hatta bineceğim otobüse kadar harcayacağım her kuruşun hesabını bilmeme
rağmen, kulaklarımda çınlayıp beni kendine çeken müziğin kaynağı olan, caddenin en
sevdiğim kitabevi-müzik marketine girdim ve çalan müziğin kime ait olduğunu, almak
istediğimi, mağazayla ilgili olduğunu düşündüğüm ilk kişiye söyledim. Parasını ödeyip elime
aldığım kasetin (evet kaset. cd alabilen ve dinleyen zamanın saygın insanlardan biri değildim.
Ne cd’ye verecek param, ne de bir discmanim vardı… Evdeki tek cd player da üstüne dantel
örtülmüş bir şekilde salonda daha çok dekoratif amaçla duruyordu. Ve ben o zamanlar yemek
saatleri dışında odamdan çıkmıyordum. Ne gerek vardı ki? Salonda ailemle birlikte oturursam
ne istediğim gibi müzik dinleyecektim, ne de kendi kendime daldığım düşüncelerden, bir
beste çıkarma uğraşındayken, anne-babamdan “oğlum iyi misin? Neyin var?” gibi sorularla
rahat bırakılacaktım...) üstünde Mor ve Ötesi – Şehir yazıyordu. “Mor ve Ötesi” neyse de, “Şehir
kesinlikle benim albümümün adı olmalıydı…” diye düşünürken albümün jelatin kabını ne
kadar büyük bir heyecan ve merakla yırtışımı hala unutamıyorum.
“Bu şarkıyı ben yazmalıydım…”
18
Müzik
Albümü walk-man’imde dinlemeye başladığımda aslına bakarsanız ilk
şarkıyla birlikte hayal kırıklığı yaşadım. Ama ben içinde “tesafüden
yalnızsın…” sözünün geçtiği şarkıyı bekliyordum. Kaset içinde şarkı listesine
baktığımda da şarkı adını henüz bulamamıştım ki, 2. sıradaki şarkı aradığımı
bulduğum müjdesini bana vermişti. “olasılıklar, şanslar, olaylar neden hep
senin tersine…” diye başlayan şarkı basit melodisine rağmen, çok vurucu
sözlere sahipti. En azından o yaşlardaki benim için zaten ilk duyduğum anda
albümü almaya sebep olan şarkıydı bu…Düşündüğüm tek şey de “Bu şarkıyı ben
yazmalıydım…” oldu. Mor ve Ötesi’yle tanışmam işte böyle bir ergen hikayesi. Her ne kadar o
zamanların ergen hikayeleri şu anda bana çok saçma gelse de Mor ve Ötesi benim hala çok
severek dinlediğim, hatta Türkiye’de en çok saygı duyurak dinlediğim gruptur. Çoğu kişinin
çok fazla Radiohead taklidi olarak tanımlamasına rağmen, bir Radiohead hayranı olarak bu bile
benim kendilerine verdiğim değerin sebebini artırıyor.
1995 yılında lise öğrencisi 4 genç tarafından kurulan Mor ve Ötesi’ne sanırım ben dahil kimse
grubun adının nereden geldiğini sormadı. Kendileriyle birçok kez sohbet etme fırsatı
yakalamış olmama rağmen, kısa sürede benim için konuşacak çok daha önemli ve merak
ettiğim şeyler olmasından dolayı “grubun adı nereden geliyor???” gibi içi boş bir soruyu sorma
fırsatı bulamadım. Doğrusu aklıma bile gelmedi. Sadece Ultra Violet kelimesinin bir çeşit
Türkçeleştirilmiş versiyonu olduğunu bilmek benim için yeterliydi. Sohbetlerimiz esnasında,
müzikleri dışında beni en çok etkileyen durum, hemen hemen aynı yaşlarda olmamıza rağmen
nasıl oluyor da bu kadar çok şey üretebiliyor olmalarıydı. Gerçekten de grup üyelerinin müzik
dışındaki sosyal, politik, kültürel konulardaki sağlam alt yapılarından etkilenmemek mümkün
değildi. Bu 4 liseli gencin zamanın müzikal ve ticari ilişki paralelindeki şartlarına dahilinde bir
albüm yapması da benim adıma oldukça merak edilen bir konuydu. Sonradan öğrendiğim
kadarıyla, kayıt ve dağıtım dahil birçok masrafın kendileri tarafından karşılanması sonucunda
ortaya çıkmış bir albüm Şehir albümü. Bu şartlar göz önüne alındığında epey emek harcanmış
olduğu anlaşılarak takdir edilmesi gereken bir durum olduğu ortaya çıkıyor.
Çıkardıkları ilk albüm ve çektikleri ilk klip olan “yalnız şarkı” (yazının en başında bahsettiğim,
benim bütün dikkatimi bir anda üzerine çeken, “bu şarkıyı ben yazmalıydım.” diye düşünmeme
neden olan şarkıdır) ile çok az bir dinleyiciye ulaşmış, tabiri caizse “underground grup”
teriminin hakkını vererek müzik çalışmalarına devam etmiş grup, henüz ilk albüm raflarda
yerini korurken, İstanbul’un “Bronx”, “Captain Hook”gibi mekanlarda çalarak hayran sayısını
artırmıştı.
12
18
Müzik
1999 yılında “Bırak Zaman Aksın” adlı ikinci albümlerini çıkaran grup, albümün
yayınlanmasıyla birlikte birçok kişi için Mor ve Ötesi’nin esas elemanı olan
Derin Esmer’in (hatta o yıllarda grubu dinlemeye başlayanlardan bazıları daha
sonra doğacak çocuklarına çocuklarına Derin adını vermişlerdir.) ayrılıp,
yerine Kerem Özyeğen’in dahil olmasıyla son halini almıştır. Kanımca,
albümde yer alan 23 adlı şarkı, Placebo’nun alt grubu olarak sahne almalarından sonra bir
anlamda Placebo’ya teşekkür mahiyetinde, Placebo soundlu müthiş bir beste olarak dikkatleri
çekmektedir. Birçokları için (ben dahil olmak üzere) grubun en iyi albümü özelliğini taşıyan
albümle birlikte Mor ve Ötesi’nin hayran kitlesi de şekillenmeye ve Türkiye’nin önemli rock
gruplarından biri olarak anılmaya başlanmıştır.
Mor ve Ötesi’nin grup olarak attığı en büyük adım ise, 1999 yılının Aralık ayında Placebo’nun
İstanbul konserinde alt grup olarak çıkmasıdır. Bu durum grubun kariyerinde de önemli bir
adım olarak kabul edilmiştir. Aynı yıl, birçok sanatçının ortak bir çalışmayla katkıda bulunduğu
Bülent Ortaçgil tribute albümde “Sen Varsın” isimli Ortaçgil eserini yorumlayarak yer aldı.
Mor ve Ötesi’nin resmi internet sitesinde yer alan, bir zamanlar benim de üye olup, aktif olarak
yazdığım forum bölümü, Türkiye’nin önemli rock müzik ve alternatif kültür paylaşım ağı olarak
bilinir. Çoğu zaman fazlasıyla derin sohbetlerin döndüğü bu bölüm kontrol edilemez şekilde
büyüdüğü için aktif haline son verilmiştir. Bu forum sitesi sayesinde Mor ve Ötesi’nin
kalıplaşmış, sağlam ve aynı dili konuşan bir hayran kitlesinin oluşması grubu başından beri
takip eden hayranlarının ortak düşüncesi olarak devam etmektedir.
2001 yılında en az, ikinci albümleri kadar başarılı “Gül Kendine” isimli albüm, çıktığında Mor ve
Ötesi’nin sound’u ve kişiliği tamamen oturmuş ve belirlenmiş olduğu anlaşılıyordu. Çok daha
profesyonel kayıtlar ve tonlarla birlikte grup elemanları da o toy hallerini oldukça geride
bırakmış, daha olgun birer kişilik olarak karşımıza çıkıtılar. Bu albümle birlikte Türkiye’de
alternatif rock müzik süreci daha bir anlam kazanmış ve çıta oldukça yükselmişti. Tüm
alterntatif rock müzik yapan grupların önünde bir hedef haline gelmişti Mor ve Ötesi.
Mor ve Ötesi Bizimdir Bizim Kalacak…
Gül Kendine’den sonra iyi iş çıkarttıklarını bilen grup bir süre yeni albüm yapmasa da Ajda
Pekkan şarkısı olan “Yaz” cover’ıyla bir single çıkardı. Bununla birlikte grubu aşırı derecede
sahiplenmiş hayranlarında görülen hayal kırıklığı, gözlerden kaçmadı. Çünkü grubun
hayranları için alternatif demek, popüler olmayan demekti… Popüler bir cover yaparak
alternatif grup olma olgusundan uzaklaşıldığını düşünenlerin bence gerçek düşüncesi,
kendilerine ait olduğunu düşündükleri Mor ve Ötesi’ni kimseyle paylaşmak istememeleriydi.
Gerçekten de grubun daha çok tanınmak, belki de popüler olmak adına attığı bu adım,
Türkiye’de alternatif rock müziğin yönünü belirlemiş grup olmalarıyla çelişen bir durumdu.
Gerçekten de “Yaz” şarkısıyla Mor ve Ötesi artık sadece belirli mekanlarda değil, neredeyse tüm
disco’larda çalınır hale gelmiş, tabiri caizse Serdar Ortaç şarkısından sonra dinleyebileceğimiz
sıradan bir grup sıfatını kazanmış olmalarından dolayı, grubun gerçek dinleyicilerini hayal
kırıklığına uğratmıştı…
Bununla birlikte 2002 yılında Mor ve Ötesi ilk Türkiye turnesine çıkarak geldiği noktanın hakkını
verircesine, tüm ülkede yer alan sevenleriyle kucaklaşmıştı.
2004 yılında “Dünya Yalan Söylüyor” adını verdikleri albüm çıktığında tüm bu konuşulanlar,
karşılaştığımız, her yönüyle dört dörtlük olan albüm sayesinde unutuluyordu. Lakin albüme
konulan bir cover daha, popüler olma konusunu uzatmaya niyetli kişilerin eline yeterince koz
veriyordu. “Sevda Çiçeği” adlı Fikret Kızılok cover’ı albümün müthiş derecede başarılı birçok
eserinden biriydi. Bununla birlikte “Mustafa Hakkında Her şey” adlı Çağan Irmak filminin
soundtrack’i olan “Bir Derdim Var” isimli eser, tüm zamanların en iyi Mor ve Ötesi eseri olarak
kabul edilmekle kalmadı, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi film müziği olarak
ödül aldı.
14
18
Müzik
Aynı zamanda Blue Jean dergisi tarafından tüm zamanların en iyi Türkçe rock
müzik albümü olarak kabul edilen “Dünya Yalan Söylüyor” birçok şarkısında
geçen politik göndermelere sahip sözleriyle de Türkiye rock müzik tarihinde en
tepede yerini almıştır.
2006 yılına gelindiğinde grup kurulalı 10 yıl olmuş, grubu ilk çıktığında
dinlemeye başlayanlar 10 yaş daha büyümüş, hayran kitlesi büyümüş ve
değişmiş bir grup olarak “Büyük Düşler” adını verdikleri 4. albümlerini yayınlayan grup
Türkiye’de türünün tek örneği olma yolunda büyük yol kat ederek, inanılmaz bir prodüksiyonla
kaydedilmiş bir albüme imza attılar.
Albümün yayınlanmasından 2 yıl sonra yani 2008’de bir neslin travması olmuş Eurovision şarkı
yarışmasına katılarak 7. olan grup şarkının video klibini, yarışma performansları sırasında arka
planda oynatarak, o sıralarda Irak’le iyi niyete bağlı!!! İlişkiler içinde olan Amerika ve George
W. Bush’a önemli mesajlar vererek gönlümüzün birincisi oluyorlardı.
Daha sonra sırasıyla 2008’de “Başıbozuk”, 2010’da “Masumiyetin Ziyan Olmaz” son olarak
2012’de “Güneşi Beklerken” isimli albümlerini yayınlamıştır,
Son albümleri “Güneşi Beklerken” grubun süregelen felsefesinin dışında şarkı sözlerine sahip
olmasıyla dikkatimi çekmekle beraber yine çok olumlu eleştiriler aldı. Buna rağmen eski Mor
ve
Ötesi hayranları tarafından kolay benimsenmeyeceği aşikar olduğunu düşünüyorum.
1996 yılından beri önceleri çok büyük hayranlıkla, sonradan ise takdir ile takip ettiğim, her
zaman her şekilde yaptıkları işlerin savunucusu ve destekçisi olduğum grubun en çılgın gençlik
zamanlarıma denk gelen o ilk 3 albümünü ne zaman dinlesem İstiklal caddesine yolculuk
yaparım. Yalnız Şarkıyı hatırlarım ve alırım gitarı elime, do diyez minör basarak başlarım;
olasılıklar, şanslar,
olaylar neden hep senin tersine?
Bunu hala sorma…
Yanlış yer ve yanlış zaman
Bunlar hep aldatmaca
Bunu artık anla…
Diskografi :
Yıl
1996
1999
2001
2003
2004
2006
2008
2010
2012
16
Albüm adı
Şehir
Bırak Zaman Aksın
Gül Kendine
Yaz
Dünya Yalan Söylüyor
Büyük Düşler
Başıbozuk
Masumiyetin Ziyan Olmaz
Güneşi Beklerken
Yazı: Umutcan Akyol
[email protected]
18
18
Demet Evgar
Biyografi
18
Biyografi
Bazı oyuncular filmde üstlendikleri rol ve büründükleri karakter dolayısı ile
unutulmazlar… Bu unutulmaz karakterleri ile de başrole tırmanırlar.
Çekilen filmin kurgusuna göre bir mizah anlayışı da hakim olmalıdır. Şimdi
gündemin ortasında yer alan ve mizah anlayışını komedi ustalığıyla
birleştiren bir kişiyi ele almak gerekirse; işte bu kişi Demet Evgar’ dır.
Demet Evgar, 1980 Manisa doğumlu oyuncu. 163 cm boyundadır. İstanbul Üniversitesi Tiyatro
bölümü mezunu olup oyunculuğuna ilk defa 17 yaşında Manisa'da amatör bir topluluk olan
Afsem Tiyatrosunda Roy Cooney'in "Kaç Baba Kaç" adlı oyunuyla başladı. Konservatuvarda
öğrenim görürken arkadaşları ile "Tiyatro Kılçık" adında bir topluluk kurdu. Kurulan toplulukta
oyuncu ve oyuncu yazarı olarak çalıştı. Kenter Tiyatrosu'nda "Aşk Çemberi" adlı oyunda rol aldı.
Demet Evgar, son olarak Türkmax kanalında yayınlanan "1 Kadın, 1 Erkek" adlı televizyon
dizisinde "Zeynep" karakteri olarak rol almaktadır.
Genç oyuncular Demet Evgar ile Emre Karayel'in müthiş uyumundan destek alan program,
kadın-erkek ilişkileri üzerine kurulu hikayeleri ekrana taşıyor. Sabit bir kamerayla çekimleri
gerçekleştirilen ve belirli bir kurgusu olmayan kısa hikayeler, ilişkilerde yaşanan komik
diyalogları ve olayları yansıtıyor.
Güzel oyuncu, Yedi Numara, Aslı ile Kerem, Tatlı Hayat, Yuvam Yıkılmasın, Çınaraltı, Bütün
Çocuklarım, Emret Komutanım, Banyo, Beyza'nın Kadınları, Erkekler Ağlamaz, 1 Kadın 1 Erkek,
Güneşi Gördüm, Yahşi Batı, Vay Arkadaş. Tiyatro Oyunları: 39 Basamak, Anna Kareninna, Gece
Mevsimi, Ayşegül Hindistan'da, Takanlar ve Takılanlar, Aşk Çemberi, Kadınlar da Savaşı Yitirdi
gibi dizi ve filmlerde rol almıştır.
Afife Tiyatro Ödülleri (2005) Yardımcı rolde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu - Gece mevsimi,
Sadri Alışık Ödülleri En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu - Anna Karenina rolüyle, Lions tiyatro
ödülleri Yardımcı Kadın Oyuncu - Gece Mevsimi, 37. Altın Kelebek En İyi Komedi Kadın
Oyuncusu, GSU 2006 En İyi Kadın Oyuncu, GSU 2009 En İyi Kadın Dizi ve Sinema Oyuncusu,
Savaş Dinçel Tiyatro Ödülleri'nde "En iyi kadın Tiyatro Sanatçısı", 2010 İsmail Cem Televizyon
Ödülleri'nde "En iyi komedi dizisi aktristi", 37. Altın Kelebek ödüllerinde de "En iyi kadın
komedi oyuncusu", 4. Tiyatro Tiyatro Dergisi Tarafından Düzenlenen 8. Tiyatro Ödülleri'nde
"Cimri" oyunundaki rolü ile " Yılın Kadın Oyuncusu", İstanbul Aydın Üniversitesinden "En iyi
kadın oyuncu" ve Yıldız Teknik Üniversitesi’ nden "En beğenilen tiyatrocu" ödüllerini almıştır.
18
Demet Evgar, ekranlardaki ‘ bir kadın ‘ idi.
O bir kadındı, bir de erkeği vardı…
Dizideki isimleri ile onlar tüm toplumun bildiği Zeynep ve Ozan idi.
Hikayeleri ile her bölümde farklı farklı izleyicilerinin karşısına gelir,
Sıradanlaşmış Türk Kadını- Türk erkeği tiplemesinin dışına çıkarak onları eğlendirirlerdi.
Ama kadın; her zaman eğlenmezdi…
Erkek tarafından bir türlü gelmeyen evlenme teklifi,
Ama beraber yaşamak konusundaki o çok memnun hali; Zeynep’ i allak bullak eder,
Bazen çaresizliğe kapıldığı ruh haliyle kafasında sorular dolaşır, dururdu.
Böyle zamanlarda yazar, çizer, düşünür, olmadı Ozan’ ı didiklerdi.
Sorularını, çıkmazlarını onunla paylaşır,
Ve bir teselli beklerdi…
Ama zaman zaman Ozan, kadının bu sorularının çözümü olamazdı.
İşte o zamanlar birbirlerine ters düşerlerdi;
Farklı düşüncelere sahip her insanda olduğu gibi ayrılıklar yaşanırdı.
Ama gelin görün ki; birbirlerine alışmışlardı…
Kadını erkekten, erkeği kadından daha iyi bilen kimse yoktu;
İşte tüm bunlar, onları yeniden birbirlerine bağlıyordu,
Yeniden bir kadın bir erkek, evlerinde buluşuveriyordu…
Şen şakrak sohbetleri olmazsa olmazlarıydı;
Kadın için erkek bir gereksinim,
Erkek için kadın her şeydi.
İzleyiciler tarafından da öyle içselleştirilmişti ki bu iki kişi;
‘ Bir Kadın Bir Erkek ‘ artık fenomendi…
Yazı: İdil Yengil
18
22
Merhamet
Dizi
Ancak ağlarını örmekte olan kader, onun
yolunu yalnız bir burjuva kızı olan Deniz’le
kesiştirir ve bu iki kız, o günden sonra
birbirine kenetlenirler.
Toplumumuzda en çok beğenilen ve
geçerliliğini hiç kaybetmeden izleyicilerini
ekrana bağlayan, halk diline hitap edişi ve
benimsediği samimi tarzıyla göze ve kulağa
hitap eden dizilerimizden bahsediyoruz sizin
de tahmin ettiğiniz gibi…
2013 yılına damgasını vuracak bir dizidir
‘ Merhamet ‘. Diğerlerinden çok farklı
olmayan; hatta kurgusu aynı, sadece
karakterleri farklı denilebilecek bir hikaye…
Bir fakir kız, bir de genç erkek başrolde. Ve
imkansız bir aşk üçgeni; kıskançlık krizleri,
pişmanlık, çekememezlik durumları, bilseniz
daha neler neler…
Oyuncu kadrosunda İbrahim Çelikkol, Özgü
Namal, Mustafa Üstündağ, Yasemin Allen ve
Burak Hülakü’ nün bulunduğu dizinin
gelgelelim konusuna…
Deniz, Narin’i şehir yaşamına, Narin de
Deniz’i bir dostluğun sıcaklığına alıştırır. Gel
zaman git zaman bu iki kız, ev arkadaşlığından,
en yakın dostluğa doğru uzanan bir yolda
uzun süre el ele yürür. Yolları ayrılsa da elleri
hiç ayrılmaz.
Deniz’in kıskanç küçük kardeşi Irmak ise,
Narin’e kaptırdığı ablasını geri almaya kararlı,
İsviçre’de sürdürdüğü rahat ve lüks hayatından
feragat edip İstanbul’a kesin dönüş yapar.
Irmak tek başına dönmemiştir. Kolunda bir de
yakışıklı, başarılı, banka Genel Müdür
Yardımcısı Fırat vardır. Fakat Narin, Fırat’ın eski
aşkı olduğunu anlar ve Fırat’ın kendisini
tanımamış olmasının acısını günlerce çeker.
Bir de yetmezmiş gibi çalıştığı hukuk firması
Fırat’ın kredi verdiği karanlık bir adam olan
Sermet Karayel’in davasını almış ve konu ile
Narin’i görevlendirmiştir. Sermet de
geçmişten gelen bir karakterdir.
Narin yalnızca azmi ve başarısı sayesinde
bütün zorluklardan, engellerden sıyrılıp,
hiçbir destek ve torpil olmaksızın, kendi
çabası ve alnının akıyla bir yerlere gelebilmiş
genç bir kadın olacaktır.
Acımasız ailesinin ve büyük şehrin darbelerine
göğüs gerebilmiş, büyük bir kahramandır.
Öykü küçük bir kasabada başlar ve İstanbul’a
uzanır.
Narin’in İstanbul’a geliş hikâyesi epey
çetrefilli olsa da, her nasılsa İstanbul’da talih
yüzüne gülmüş, daha ayağını bastığı gün
kafasını sokacak bir yer bulmuştur.
İstanbul’da birinci ayın sonuna gelindiğinde
ise Narin, sonunda bir iş bulmuş ve ev kirasını
ödeyebilecek duruma gelmeyi başarmıştır.
18
Narin durumun hiç de sandığı gibi olmadığını
zamanla anlayacak ve eski aşk küllerinden bir
fırtına şeklinde yeniden doğacaktır. Fakat,
geçmişin gölgeleri Narin’in peşini bırakacak
mıdır?
Her hafta Çarşamba günü Kanal D’ de
izleyicileri ile buluşan ‘ Merhamet ‘ sizlerin de
merhametinize sığınmak için farklı hikayelerini
bu dizide topladı. Kesinlikle izlemenizi tavsiye
ediyor, iyi seyirler diliyoruz…
Yazı: İdil Yengil
18
18
.DELQ0HPXUODU×
<ROFXOXNODU×Q×]×Q.DKUDPDQODU×
Mustafa ARI/İzmir
Bizler Hanımefendi ve
Beyefendilere Hizmet veren
Beyefendileriz. Hayatımın en
önemli dönüm
noktalarındandır bu iş.
Askerliğimi yapıp geldim.
Yine bu işe girdim.
Kopamıyorum bu işten.
Nasıl Bir Dönüm Noktası Bu?
Günümüz gençliğinin büyük bir kısmı üretmeden tüketmeye odaklanmış. Tüm gününü
bilgisayar başında geçiren arkadaşlarım var. Ben hem çalışıyorum hem de hayatın içinde
hayatı öğrenip kendimi buluyorum.
Kendimi Buluyorum Derken?
Kişisel gelişimin temeli bize eğitimlerde öğretildiği üzere insanın “ Kendini Tanımasından”
geçiyor. Sosyal bir ortamda olmayan, insanlar ile iletişim içinde olmayan nasıl böyle bir
öğrenme sürecine girebilir ki? Biz bu işi yaparken hayatın tam orta yerindeyiz. Her gün
onlarca farklı psikolojide insanla karşılaşıyoruz.
Farklı Psikolojide İnsanlara Hizmet Etmek Zor Olsa Gerek?
İşte bu da dönüm noktalarımızdan birisi , farkında olmadan bir süre sonra bakıyorsunuz
ki, o hoşgörü, sabır, insanlara hizmet etmenin mutluluğu kendiliğinden sizde gelişivermiş.
İşimizin püf noktaları “ Güler yüz, Sabır, Hoş Görü ve Disiplin” Çünkü, Mustafa Kemal
Atatürk’ün de söylediği gibi “Nerede karşılıklı sevgi ve saygı varsa, orada itimat ve itaat
vardır. İtimat ve itaatin olduğu yerde disiplin vardır. Disiplinin olduğu yerde huzur,
huzurun olduğu yerde başarı vardır." Büyük bir markanın büyük sorumluluğunu taşıyoruz.
Bizim başarımız bu büyük markadan beklentileri büyük olan yolcularımıza, en iyi şekilde
hizmet vermek.
Ne gibi Beklentiler Bunlar?
Malumunuz markalı bir ürün, ya da hizmet satın aldığımızda beklentilerimiz bizim de
yüksektir. Yolcularımız için de aynı durum söz konusu, bazen yolcularımız otobüsün
tekerinin patlayabileceğini, otobüsümüzün arıza yapabileceğini bile bu büyük markaya
yakıştıramıyor. Bu bize gurur veriyor. Omuzlarımızdaki sorumluluğun ne kadar büyük
olduğunun farkında olmamızı sağlıyor.
Beklentinin büyük olduğunun bilinciyle hizmetinizde fark yaratıyor musunuz?
İşimizin esaslarından biri de “ Hizmette fark yaratmak” Öksüren, hapşıran yolcumuza
ıhlamur ya da ada çayı ikram ettiğimde yüzündeki tebessüm ve memnuniyet paha
biçilemez bir mutluluk.
Uğur ÇAKIRASLAN/Antalya
İnanılmaz bir sinerji var bu
işte. Otobüsün içine çıktığım
zaman kendimi tiyatro
sahnesine çıkmış bir sanatçı
gibi hissediyorum. Sahnede,
yolun sonunda tüm
yolcularımız beni
alkışlayacakmış gibi
hizmetimi veriyorum. Dert,
tasa, üzüntü günlük hayatın
içinde ne sorunum var ise
sahneye çıktığım andan
itibaren otobüsün
dışında bırakıyorum.
Yolcularımız gerçekten
alkışlamasalar bile ,
yüzlerindeki tebessüm sayesinde aslında otobüsün içinde içten içe bir alkış tufanı koptuğunu
hissedebiliyorum. Geçen gün bir gıda mühendisi yolcumuz, ikram yaparken eldivenlerin kullanımıyla
ilgili gösterdiğim özeni ameliyata giren bir doktorun özenine benzetti. Demek ki iyi şeyleri yaptığınız
zaman birileri bunları mutlaka fark ediyor diye düşündüm hemen.
Mustafa AKTAŞ/Uşak
15 gündür kabin memuru
olarak çalışıyorum. Kısa bir
süre olmasına rağmen, bu iş
sayesinde hayatım bir
düzene girdi. Ailem ile
birlikte bu durumdan son
derece mutluyuz. Ne kadar
süre çalışırım bilmiyorum
ama sektörden kopmanın
kolay olacağını sanmıyorum.
Askere giden, ya da başka
işlerde çalışan arkadaşlarımız
bunu özellikle söylüyorlar.
“İşimizi ve yolları çok
özlüyoruz diyorlar.
“ Yöneticilerimiz, birlikte
çalıştığımız kaptanlarımız
işimi öğrenmem konusunda
yardımcı oluyorlar. Tıpkı okul gibi eğitimler alıyoruz. Firmamız sektörde kişisel ve mesleki gelişime
en çok önem veren firmaymış. Bunu daha işe başlarken fark edebiliyorsunuz. İşimin 7.günü hep
beraber kahvaltı yapacağız dendiğinde çok şaşırdım. Meğer her hafta uygulanıyormuş , çalışma
arkadaşlarımız ve yöneticilerimiz ile bir araya gelip kahvaltı yapıyoruz.
18
0DUNDODU×Qg\NV
Otomobil sektörü, diğer sektörlerden soyadıyla belirtilen markaların bolluğuyla
ayrılır. Ama, Audi bu kuralı bozar. Karl Benz’de mühendislik yapan Alman August
Horch, getirdiği teknik yeniliklerin kabul edilmemesi üzerine 1899 yılında şirketten
ayrılır. Dostlarıyla aynı yılın 14 Kasımda Köln’de kendi şirketini kurar ve daha sonra
1904 yılında Zwickau’ya taşınır. Şirketin adı August Horch&Cie’dir.
Kısa süre sonra ortaklarıyla çıkan anlaşmazlıklar sonucu 1909 yılında yeni bir firma
kurar. Ancak Horch adını eski şirkette ürettikleri arabalara verdiklerinden bu adı
kullanamaz. Bunun üzerine dâhice bir kurnazlıkla Almanca “dinliyorum” anlamına gelen
adını Latinceye çevirir. Bu da 1910 Nisanında piyasaya sürülen Audi markasının adına
kaynaklık eder.
“Alpensieger” adı verilen Audi C tipi sayesinde 1911-1914 yılları arasında Avusturya
Alpleri’nde yapılan rallilerde birçok zafer kazanılır. İronik olan ralliye katılan tüm arabaların
üretiminde Horch ekolünün kullanılmasıdır!
Audi
1928 yılında marka, jorgen Skafte Rasmussen tarafından 196 yılında kurulmuş olan ahşap
arabalarda uzmanlaşmış DKW’nın (Dampfkraftwagen) eline geçer. Bu şirket iki otomobil
markasına (Wanderer (1913) ve Horch (Alman pazarındaki en büyük marka)) daha sahip
olarak 1932 de dört halkayla sembolize edilen Auto-Union’la imparatorluğunu ilan eder.
Auto Union kullandığı birbirine bağlı dört halka da bugün Audi’nin logosu olarak
kullanılmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı’na kadar bu dört marka muhafaza edilir. Auto-Union 1937 yılında ilk kez
uygulanan şoka dayanıklılık testlerinde farklılığını gösterir. Savaş sonrasında, Sovyet işgal
bölgesindeki Zwickau tesisi 1958 de sahneye çıkan Trabant’ın yapımına ayrılır. 1949 yılında
Batı Almanya’daki İngolstadt’ta F 89 L’yle DKW yeniden üretime geçer. Doğu Almanya’da
üretilenlerden ayırmak amacıyla, bu araba arabalara Batı ( West) anlamında W damgası
vurulur.
Audi markası kaybolmuştur. Auto-Union, 1958 yılında Daimler-Benz tarafından satın alınır;
marka Audi 72yle yeniden doğduğu 1964 yılında ise marka Volkswagen firmasının eline
geçer. 1969 da NSU’nun alınmasıyla Audi NSU Auto Union AG doğar. Yetmişli yıllar, Audi
50,100 ve 200 yıllarıdır.
1984 yılında dünya ralli şampiyonu olan eşsiz dört çekerli Audi Quattro devrimi ise 1980 de
gerçekleşir. Bu model, şirkete 1972 de katılan ve Volkswagen grubunun yöneticiliğini
yapmakta olan Ferdinand Porsche’nin küçük oğlu Ferdinand Piech tarafından hayata
geçirilmiştir.
Başlıca Modelleri Audi AG (1985), tamamen alüminyum Audi A8 (1994),A4 (1995),A3 (1996)
ve A6 (1997) serisi, spor kupe ATT (1998) ve yine alüminyumdan yapılmış A2 dir. (2000). Bu
son model diğerlerinden “bakım modülü”yle ayrılır. yağ veya ön cam silecek suyu koymak
için sürücüyü kaputu açarak ellerini kirletmek zorunda bırakmaz!
İngolstadt firması , 1998 yılında Lamborghini’yi satın alır. Boğa markası, 1999 yılında 265
adet satılan Diablo dışında bir model üretmez. Sanal bir topluluğa dahil olmak isteyenlere
PlaNet Audi sitesi birçok konuda bilgi vermektedir. Ancak arabalar hariç! Volkswagen,
Louis XIV reklam ajansını 1994 te Audi için kurmuştur.
Audi marka hikayesinin kısa bir özetini geçtikten sonra kendimizi iyice kaptırdığımız bu
markanın gelin beraberce derinlerine inelim…
28
0DUNDODU×Qg\NV
Bazı markalar vardır; tam tabiriyle arzu edilir
toplumlarda;
Başarısı, başarısının verdiği imajı
Ve kişinin markaya ulaşmak için verdiği çabası
bence işin cabası.
Lüks bir yaşamın, hissedilen güzel duyguların
ve özel bir dokunuşun sembolüdür işte Audi…
Tatlı, büyülü bir hissedilişi vardır;
Adeta bu otomobil ile gaza bastığında uçar
gidersin,
Farktır, tarzdır o…
Kendini bırakırsın; yaşarsın bu büyük farkı;
‘ Şans ‘ dersin; tadını çıkarmakta olduğun bu
sürüş keyfine,
Bitmek, tükenmek bilmez Audi’ yle yollar…
Audi altında oldu mu, bitmesin zaten; sana
açılsın tüm kapılar!
Güçtür o; ve sen bu otomobile sahip isen,
Gücün tartışılmaz olur, herkesin bakışları
üzerinde durur,
Sen ise basar, gidersin yanlarından,
An gelir, zaman durur!
AUDİ’ YLE KEYİFLİ SÜRÜŞLER…
Yazı: İdil Yengil
30
18
32
$IJDQ.×]×
)RWRùUDI
18
)RWRùUDI
1950 Amerika doğumlu fotoğraf muhabiri Steve McCurry, National
Geographic Dergisi'nin 1985 yılındaki kapak fotoğrafı olan Afgan Kızı'nı
fotoğraflayan kişidir. Fotoğraftaki kız savaş sırasında öksüz kalmış Şarbat
Gula 'dır ve peştun kökenlidir. Afgan Kızı, Pakistan'daki mülteci
kampındayken Steve McCurry tarafından fotoğraflanmıştır.
13 yaşındayken fotoğraflanan Şarbat Gula keskin bakışları ve yeşil gözleriyle, seksenli yıllardaki
Sovyet-Afgan savaşının ve mültecilerin tüm dünyaya yayılan simgesi olmuştur. Fotoğraf aynı
zamanda yayın dünyasında en fazla bilinen fotoğraf unvanına sahip olmakla birlikte Leonardo
da Vinci'nin Mona Lisa'sına benzetilmiş ve halk arasında "Afgan Mona Lisa" olarak
adlandırılmıştır.
Sonradan fotoğrafçı Steve McCurry Afgan Kızı'na ulaşmaya çalışmış fakat başarılı olamamıştır.
Bu süreç; taliban rejimi dolayısıyla, savaş sebebiyle ve de batılı medyaların Afganistan'dan
çıkarılmasıyla- 15 yıldan daha uzun sürmüş, Gula'nın kimliği bilinmezliğini korumuştur. Afgan
kadınların isimlerini yabancıya söylememelerinden dolayı da Afgan Kızı'nın kim olduğu
bulunamamıştır; uzun yıllar kimliği ve kendisi merak edilmiştir.
2002 yılında National Geographic ekibi ve fotoğrafçı, Şerbet Güle'yi bulmak için Afganistan'a
gitmiştir. Pakistan'daki mülteci kamplarını gezen ekip Gula'nın erkek kardeşini tanıyan birine
rastlamıştır. Böylece 1992'de mülteci kampından ayrılıp ülkesine dönen Gula'ya, Afganistan'ın
ücra bir bölgesinde ulaşılabilmiş ve fotoğrafın göz irisinin biyometri teknolojisi ile incelenmesi
sonucu Şarbat Gula'nın bulunan kişi olduğu kesinleşmiştir. 80'lerin sonunda evlenip üç kız
çocuğu sahibi olan, bir kız çocuğunu da bebekken kaybeden Şerbet Gula 2002 yılındaki
National Geographic'nin Nisan sayısında dergiye tekrardan kapak olmuştur. Steve McCurry
uzun araştırmaları, yüzlerce insan ve hikayeleri dinlemesi sonucu Afgan Kızı'nı tanıyan birinin
izine rastlayabildiğini söylemiştir. 30 yaşındaki Şarbat Gula'nın görüntüsü için ise; "Ben onu hep
küçük bir kız olarak hayal ediyordum. Onu tekrar bulduğumda 30 yaşındaydı. 30 yaşındaki hali
beni şoke etti. Çok zor bir hayatı olmuş. Bu yüzünden okunuyordu. Bu değişimi görmek beni
gerçekten çok şaşırttı" demiştir. Fotoğrafın büyüsü için ise; "Şerbet'in güzelliği ile sorunlarının
tezatlığı bir kombinasyon oluşturdu. Zıtlığın bir aradalığı söz konusu, ve bence bu durum ilgi
çekici geliyor. Güzel, küçük bir kız. Ama büyük sorunları var. Gözleri ve yüzündeki ifadenin
yoğunluğu çok önemli" demiştir.
34
18
)RWRùUDI
Steve McCurry; 1950’de Philadelphia’da doğdu. 1985’te National Geographic dergisinde kapak
olarak yayımlandığı günden bu yana dünya çapında ün kazanmış “Afgan Kızı” fotoğrafıyla
tanınan fotoğrafçı, sinema eğitimi aldı ve fotoğraf kariyerine The Daily Collegion gazetesi için
fotoğraf çekerek başladı. 1979’da Hindistan’a giderek bağımsız çalışmaya başlayan McCurry; o
günden bu yana pek çok çatışmanın merkezinde oldu. Afganistan kontrolündeki Pakistan
sınırını geçerken giysilerinin içinde saklamayı başardığı film rulolarıyla bu çatışmayı belgeleyen
ilk fotoğrafçı olarak tüm dünyada kabul gördü. İran-Irak Savaşı ve Körfez Savaşı ile birlikte,
Beyrut, Kamboçya, Filipinler, Sri Lanka ve Afganistan’daki savaş alanlarında da çalışmalarını
sürdürdü. Magazine Photographer of the Year, World Press Photo, Olivier Rebbot ve Robert
Capa gibi seçkin ödüller kazandı. Aralarında Looking East, Sanctuary, Monsoon ve South
Southeast’in de bulunduğu yedi kitabı yayımlandı. Sanatçı, 1986’dan bu yana Magnum
Fotoğraf Ajansı’na bağlı olarak çalışıyor ve günden güne alanında gelişim göstererek yeni,
taze, güncel başarılara imzasını atmaya devam ediyor…
Afkan Kızı’ nın ilginç yaşamını, çekilen bu fotoğrafın o çok merak edilen öyküsünü ve National
Geographic fotoğrafçısı Steve McCurry’ i daha iyi tanımak için hakkında bilinmesi gerekenleri
temel noktalara değinerek özetlemek gerekirse;
Herhalde dünyanın en tanınmış fotoğrafıdır...
Fotoğrafı Steve McCurry çekti.
Bu fotoğraf McCurry'in kariyerini de, hayatını da değiştirdi; o artık dünyaca ünlü bir fotoğraf
sanatçısı oldu.
Ondan önce gazeteciydi...
Her şey...
1984 yılında başladı.
McCurry Afganistan'dan kaçan mültecilerin Pakistan sınırında kurduğu kampta genç Sharbat
Gula'yı görüp deklanşöre bastı.
Genç Afgan kızının delip geçen gözleri, korku içindeki bakışı çok etkileyiciydi.
Peki...
İyi de...
Böyle ortamlarda böyle binlerce fotoğraf çekilebilir; bu fotoğrafın diğerlerinden farkı neydi?
CIA idi...
Amerikan psikolojik harp merkezi, Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgalini bu fotoğrafla
simgeleştirdi.
Muazzam bir örtülü faaliyetle Afgan kızının fotoğrafı bir sanat eseri haline getiriliverdi.
Bilinçaltına sesleniyorlardı aslında; bakın Kızıl Ordu Afgan kızını nasıl korkutuyor!
Evet...
Doğru...
Savaş, insanoğluna hangi büyük acıları yaşatmadı ki!?
Ve sonra...
McCurry 2002'de Sharbat Gula'nın bir daha fotoğrafını çekti: Mutluydu!
Öyle ya, Afganistan ABD bombalarının altındaydı….
KAYNAK: http://birgunbiryerde.blogspot.com/
36
18
.DG×QODU*Q
Bugün 8 Mart…
Emekçi Kadınlar günü…
Yani sırf kadınlar günü değil. Kadınların emek sarf edenlerinin günü!
Emekçi kadınlar gününün tarihçesine şöyle bir bakalım isterseniz…
8 Mart 1857’de New York’ta bir dokuma fabrikasında çalışan 40 bin işçi, 16
saatlik işgününün 10 saate indirilmesi ve ücretlerde artış yapılması talebiyle
greve başlar.
40 bin kadın işçinin örgütlediği bu grev o zamana kadarki en kitlesel kadın eylemlerinden biridir.
Eylemi durdurmak isteyen polis kadın işçilere saldırır, fabrika yönetiminin de desteğiyle binlerce
işçiyi fabrikaya kilitler. Bu sırada çıkan yangında içeride kilitli kalan işçilerden 129’u yanarak can
verir.
Sonuçta, 1910 yılında Danimarka'nın Kopenhag kentinde toplanan 2. Uluslararası Sosyalist Kadın
Konferansı'nda Clara Zetkin'in önerisiyle 8 Mart "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak ilan edilir.
Bu savaşım büyük ölçüde kazanılmış olsa da hâlâ dünyanın birçok yerinde kadınlar ucuz işgücü
olarak görülüyor. Bu durum kimi Batılı ülkelerde bile böyledir. Kadın her yerde “kadınlığını
bilmek” zorunda bırakılır. Maalesef hala. “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik
etmeyeceksin!” görüşü süregeliyor.
1910’dan bu yana 8 Mart, dünyanın her yerinde emekçi kadınların savaşım günü olarak kutlanır.
Ancak bizim ülkemizde her şeyi çığırından çıkarma âdeti olduğundan mıdır nedir, bu günün
anlam ve önemi amacından biraz uzaklaşmış.
Bazen öyle ilanlar görüyoruz ki, Kadınlar Günü olması nedeniyle indirimler mi istersiniz ya da
kampanyalar sürpriz çekilişler, partiler daha neler neler...
Emekçi Kadınlar Günü, kadınların eşitlik uğruna çektiği acıları unutturmamak adına bir gün
olmalı. Bunun yanında, insanların kadın konusunda bilinçlenmesi için tüm bir yıla yayılacak
çalışmalara başlanmalı diye düşünüyorum.
Değil erkekler, okumuş yazmış kadınlarımız bile ne yazık ki kadınların bugüne kadar eşitlik
konusunda verdiği savaşımdan haberdar değil. Özellikle ülkemizde, son dönemde artarak
devam eden kadına şiddeti de bu platformda değerlendirmekte yarar var.
8 Mart Emekçi Kadınlar Günü, kadınların göbek atıp zil takıp oynayacağı bir gün asla değildir.
Ya da Sevgililer Günü gibi kadınlara çiçekler, böcekler alınacak yemeğe çıkılacak gün hiç değildir.
Hele hele makyajla dayak yemiş görüntüsü verilen ünlülerin resimlerini yayınlamak hiç değildir.
Şunu unutmamak gerekiyor. 8 Mart, emekçi kadınların tarihteki direniş ve sınıf savaşımından
doğmuştur. Evinde hizmetçisi, analık görevini bile yapmadan, süslenerek, bu günü alışverişte
geçiren, çocuklarına dadı tutup, kadınlar adına ahkam kesenlerin günü asla değildir.
Tüm emekçi kadınların kadınlar gününü kutluyor, hepsine saygı ve sevgilerimi
18 sunuyoruz.
.DG×QODU*Q
KADINLAR GÜNÜNE ÖZEL…
Kadınlardır hayatı anlamlı kılan
Onlardır yaşamı güzelleştirip, yaşama sevinci ve
enerji ile dolduran…
Varlıkları mucize gibidir; baktıkça hayran olası gelir insanın
Bakan bir daha bakar bu mucizevi yaradılışlarına…
Hani bazı zamanlar özeldir kadınlarımız için…
8 Mart gibi onları temsil eden günler mesela.
Bu değerli günde; tüm kadınların ruhlarını okşamak gerekir,
Sevgi sözleriyle şımartmak belki de varoldukları için…
Sadece varlıkları bile erkeklerin yaşama sebebidir.
‘Olmazsa olmaz’ tanımı burada devreye girmiş olsa gerek…
Her erkeğin hayatına bir kadın; her kadının güzelleştireceği bir erkek
Gerçek bu, şaşırmamak gerek!
Siz kadınlar; güzelsiniz, itiraf ediyoruz hep bir ağızdan!
İhtiyacımız var size ve de o eşşiz sevginize…
Dünyaları önünüze sersek yetmez belki de;
Ama bir gerçek var ki; çok mutluyuz sizinle…
ERKEKLER DER Kİ; İYİ Kİ VARSINIZ!
8 Mart coşkusu her toplumda, her kültürdedir.
Kadınlar; her zihinde, her yürekte ve her bedendedir.
Hayat böyle renkli, böyle zindedir;
Bugün özeldir, güzeldir, yaşamaya değerdir!
Duyduk duymadık demeyin!
Kadınlar günü bugün;
Bu coşkuyu beraberce izleyin,
Onlara sevginizi tüm benliğinizle verin!
Bir gün için herkes susacak, kadınlar
konuşacak.
Sevgiyle, coşkuyla, heyecanla, umutla…
Siz erkeklere önerimiz; onları dinleyin ve
hissedin;
Hissedin ki; bu muhteşemlik size de geçsin, sevgi
ile ruhunuz yenilensin!
İçtenlik, özveri, anlayış, sadakat,
Mutluluk, umut, tutku, heyecan,
Sevgi, saygı, fedakarlık, yaşama sevinci;
Hepsi sizinle, iyi günlerde olsun…
18
Kadınlar gününüz kutlu olsun!
Bugün etrafınız sevdiklerinizle dolsun;
Her daim güçlü kalacak, insanları gücüyle sarıp sarmalayacak
kadınlarımıza,
‘Siz hep varolun’ sözü de bizden olsun!
Yazı: İdil Yengil
18
Sosyal Medya
Sosyal medya günümüzde insanlar arasında belki de en çok konuşulan, onlar
tarafından en çok kullanılan ve yararlı sayılan kavram… Adeta yeni bir trend.
Medya; geleneksel olmaktan çıkıp sosyallik boyutunu kazandıktan sonra tüm
toplumlarda bu sosyal boyut etkilerinin yansımaları görülmeye başlanmıştır.
İnsanlar dijital çağa uygun davranışlar sergileyerek dijital düşünmeye, dijital
okumaya, dijital konuşmaya, dijital çalışmaya daha ilginç olarak dijital uyumaya
ve uyanmaya başlamışlardır. Teknolojide görülen bu değişimler ortaya çıkan
yenilikler ve teknoloji ile sağlanan güncellemeler bireyleri günümüzde bambaşka bir dünyaya
taşımıştır. Artık her şey elimizin altındadır ve en çok yakındığımız mesafe kavramı da bu gelişmeler
sayesinde ortadan kalkmıştır. İnternetin ortaya çıkışı ve bu denli gelişimi ile bağımlılık ve bağlılık
kavramları da hepimiz için değişmiştir. İstediğimiz her şeyin elimizin altında olması, özlediğimiz
insanların bize Messenger uzaklığında olması vb. sahip olduğu özellikleriyle sosyal medya eşsizdir.
Gelelim sosyal medya kullanıcılarına; başka bir deyişle bağımlılarına… Şöyle bir çevremize
baktığımızda; herkesin evinde en az 1 bilgisayar bulunmakta. E bu sosyal medya çılgınlığının
yaşandığı dönemde çocuk, genç, yetişkin, yaşlı herkes mutlaka internet üzerinden en az bir hesapa
sahip. Her yaştan kullanıcılar olduğu gibi; her meslekten de alıcıları vardır sosyal medyanın…
Facebook, twitter, instagram ve daha bir sürü sosyal ortam var birbirlerimizin hayatını izlemek için.
Önceden hayatları deşifre etmek ya da bir şekilde bir başkasının öğrenmesi ayıp karşılanırken artık
kendimiz yayıyoruz her halimizi internette. Durumumuzu ve ruh halimizi anlatan iletiler, fotoğraflar
ve hatta o anda bulunduğumuz yere, yediğimiz şeye kadar…
Ve bizim en merak ettiğimiz konu; Ünlülerin yaşamı! Nereye gidiyorlar? Kiminle takılıyorlar? Ne
yemişler? Ne içmişler? vs… Çoğu ünlüde bu merakımızı görmezden gelmiyor ve her anlarını
paylaşıyorlar. Ancak bazen ortaya çok ilginç fotoğraflar çıkabiliyor…
18
Özellikle sanatçılar, online ortamda yoğun bir şekilde paylaşımlarda bulunmakta ve günümüz
teknoloji dünyasında ulaşmak istedikleri yere hızla gelmek için uğraşmaktadırlar. Kimdir bu
ünlülerimiz; isterseniz gelin şöyle bir kim ne yapıyor diye bakalım bakalım…
18
Sosyal Medya
Güzel şarkıcı Rihanna; her anını hayranlarıyla paylaşmayı seviyor. Twitter'daki
27 milyon takipçisi ile nerdeyse her anını paylaşıyor. Bu sefer de
Instagram'dan fotoğraflarını paylaşan ünlü yine
çok konuşuluyor.Sosyal medyayı en aktif ve
etkili şekilde kullanan sanatçıların başında
gelen Tarkan, Sevgililer Günü‘ne özel
sürprizleriyle hayranlarını mest etti.
Tarkan, Sevgililer Günü‘nün erken saatlerinden itibaren
kendisinin seçtiği birbirinden güzel aşk şarkılarını, saat başı Resmi
Facebook Sayfası üzerinden paylaşmaya başladı. Hayranlarının
büyük ilgisini çeken bu paylaşımlar, on binlerce yorum alırken,
Tarkan da bu esnada hayranlarından gelen mesaj ve yorumlara birebir dönüş yaptı.
Sevenlerine Sevgililer Günü‘ne özel asıl sürprizin günün ilerleyen saatlerinde olacağını belirten
sanatçı, akşam saatlerinde resmi YouTube kanalına yüklediği video ile sosyal medyayı salladı.
Sanatçının ’İkimizin Yerine’, ‘Beni Anlama’ gibi şarkılarını akustik olarak seslendirdiği, hayranları
için Sevgililer Gününe özel mesajını da içeren video, Facebook, YouTube ve Twitter gibi kanallar
üzerinden yüz binlerce kez yorum alıp, paylaşılarak büyük bir viral etki yarattı.
Twitter’ın popüleritesinin hızla artmasından sonra markaların ve sanatçıların yanında
politikacılarda bu sosyal ağı etkin biçimde kullanmaya başladı. Ülkemizde tüm siyasi partilerin
genel başkanları sosyal medyada kendilerini ifade etmeye çalışıyorlar. Özellikle Abdulah Gül
sosyal ağları etkin biçimde kullanırken, bir kez de YouTube’da canlı sohbet yayınına katılmıştı.
Dünya politikacılarının takipçi sayıları da sanatçılardan aşağı kalmazken, pek çok sanatçıyı da
geride bırakır oldu. Fransız haber ajansı AFP, Twitter’da en etkili olan liderleri araştırdı. İlk 10
içerisinde Türkiye’den Abdullah Gül yer alırken, Recep Tayyip Erdoğan 12. olabildi.
Listede Çin’den Dalai Lama ve Suudi Arabistan’dan Muhammad Al-Arifi dini liderler olarak göze
çarparken, Bill Gates’te iş dünyasından bu listeye giren tek kişi oldu.
Diğer bir sosyal medya sever ünlümüz olarak; Gökçe Bahadır’ dan bahsedebilmekteyiz. ‘Kayıp
Şehir ‘ filmiyle ekranlarda başarısıyla bir kez daha göz kamaştıran oyuncu, sosyal medyada da
ekranlarda olduğu gibi beğeni toplamaya, hayranlarının yorumlarını almaya devam ediyor.
Leman Sam, İvana Sert, Şevval Sam, Hülya Avşar,
Aysun Kayacı, Murat Boz, Beren Saat, Ebru Şallı,
Sezen Aksu gibi ünlüler ve Melih Gökçek, Abdullah
Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu gibi
siyasetçiler sosyal medyayı aktif şekilde
kullanmaktadırlar.
Hangimiz kullanmıyoruz ki değil mi? Artık hepimiz
birbirimizle online olarak iletişim kuruyor ve de bu
yolla kolayca anlaşıyoruz. Bilgisayar hayatlara
girdiğinden beri gidişat tamamen değişti; insanlarda
dijital ortam merakı ve sosyal medya çılgınlığı oluştu.
Tüm bunlar sebebi ile ‘ özel hayat ‘ denen kavram
neredeyse özel olmaktan çıkıp dijital mecralara
yayıldı.
Yazı: İdil Yengil
18
18
45
Didier Drogba
Spor
Galatasaray bu sene bomba gibi transferler ile karşımıza çıkıyor. İşte o çok konuşulan isimler
ve onların başarı hikâyeleri… Sneijder’ in ardından şimdi de Didier Drogba bizlerle…
"Galatasaray'ın yeni transferi Didier Drogba, herkesin bildiği gibi dünya futbolunun son
dönemde yetiştirdiği sayılı santrforlardan biri.
11 Mart 1978 günü Fildişi Sahili’nin en büyük şehri ve eski başkenti Abidjan’da dünyaya gelen
Didier Yves Drogba Tébily, beş yaşındayken ailesi tarafından eski bir futbolcu olan Fransa’daki
amcasının yanına gönderildi ancak üç yıl sonra aile özlemi yolunu tekrar ülkesine çevirdi. Anne
ve babasının işlerini kaybetmesinin ardından bir kez daha amcasının yanına gitmek zorunda
kalan Didier, daha sonra ailesinin de göç etmesiyle onlarla birlikte yaşamaya başladı.
Ülkesindeyken her gün otoparkta oynadığı futbolu yerel genç takımlar ile yeşil sahaya taşıyarak
farklı bir boyuta geçen genç oyuncu, Levallois kulübünde kariyerine başladı. Genç Takım’daki
golleriyle dikkat çekse de, A Takım teknik direktörünün gözüne girmeyi başaramadı. Buna
karşın, üniversitede muhasebe okumak için şehir değiştirdiği 1997 yılında Fransa Ligue 2
takımlarından Le Mans’a transfer oldu ve bir anlamda sınıf atladı.
Sakinlikten uzak aile yaşantısı nedeniyle düzenli antrenman yapmakta sıkıntı çeken ve sıkça da
sakatlanan Drogba’nın bu tempoya tam anlamıyla alışması, dönemin teknik direktörü Marc
Westerloppe’a göre tam dört yıl sürdü. 1999 yılında ilk profesyonel kontratını imzalayan
Drogba, Malili eşi Alla’nın ilk çocuğunu doğurmasıyla birlikte yeni sorumlulukların getirdiği
yeni hedeflere sahip oldu. Nitekim daha sonra “Isaac’in doğumu hayatımın dönüm noktası oldu,
beni güçlendirdi” diyecekti. Bu doğrultuda 1999–2000 futbol sezonunda ikinci ligde 30 maça
çıkıp 7 gol atsa da, bir sonraki sezon yaşadığı sakatlık nedeniyle formasını Gabonlu oyuncu
Daniel Cousin’e kaptırdı ve 11 maçta kaldı. Bu 11 maçta da kanatlarda forma giydiği için gol
atamayan fakat buna rağmen geri dönüş yapmayı başararak 2001–02 sezonunun ilk yarısında
22 maçta 6 gol atan Fildişili oyuncu, devre arasında bir barajı daha aşarak 1998 yılında
antrenmanlara çıktığı Ligue 1 temsilcisi Guingamp’a transfer oldu. Profesyonel futbola geç
adım atan Drogba, böylece 23 yaşında ilk kez kendini üst seviyede gösterme fırsatına sahip
olacaktı.
18
Spor
Fabrice Fiorèse’i Paris Saint Germain’e kiralayan, Stéphane Guivarc'h’ın da
sakatlanarak futbolu bırakmasıyla hücum gücünü iyiden iyiye yitiren Guingamp’a
ünlü Fransız teknik adam Guy Lacombe’un ısrarlı tavrıyla transfer olan Drogba iyi
başladığı serüvenin devamını aynı ölçüde getiremedi ve devreyi 11 maçta 3 golle
tamamladı. İkinci sezon ise rüya gibi yaşanacak, Drogba bundan sonraki
adımlarını hızlı atarak oyuna katılmakta geç kalmasının yarattığı mesafeyi
kapatacaktı. Yeni sezonun daha ilk maçında değişti Drogba’nın kaderi.
Olympique Lyon karşısında 3-1 yenik götürdükleri maçta yeni teknik direktör Bertrand
Marchand tarafından son 20 dakikada sahaya sürülen “Abidjan’lı Çocuk”, son dakikada attığı
golle Roudourou Stadyumu’nu sevince boğdu ve takımda daha önemli bir role terfi etti.
2002–03 sezonunda ligde 34 maçta 17 gol, Fransa Kupası’nda 3 maçta 4 gol atan yetenekli
oyuncu, Guingamp’ın tarihinin en iyi derecesiyle (7.) bitirdiği sezon sonunda 3,3 milyon £
karşılığında “hayallerinin takımı” Marsilya’ya transfer oldu.
Marsilya’da da rüyayı sürdürdü Drogba. Ligde 35 maçta attığı 19 golle gol krallığında üçüncü
olurken Şampiyonlar Ligi grup aşamasında beş, takımını finale taşıdığı UEFA Kupası’nda da
tam altı gol kaydetti. 3. Tur’da 1-0, 0-0’lık skorlarla eledikleri Dnipro karşısındaki tek golün sahibi
oydu, son 16’da Liverpool ağlarını her iki maçta da havalandırdı, Çeyrek Final’deki Inter Milan
eşleşmesinde 180 dakikada tek gol vardı, onundu. Newcastle United ile oynanan Yarı Final’de
iki gol, yine ondan. Fransa’da yılın futbolcusu seçilen Drogba’nın, bir sezonda efsaneleri arasına
girdiği Marsilya’dan, kopuşu da erken olacaktı. Milan’da Maldini neyse, Marsilya’da o olmak
istiyordu Drogba, bunu da sık sık ifade etmekten çekinmiyordu. Fakat öyle teklifler geliyordu ki,
kulüp reddetmekte zorlanıyordu. 2003 yılında Rus milyarder Roman Abramovich tarafından
satın alınan Chelsea, onun olağanüstü performansına kayıtsız kalamayan kulüplerden biriydi ve
bu transfer için tam 44,5 milyon doları gözden çıkarmışlardı. Rio Ferdinand ve Juan Sebastian
Veron’dan sonra en pahalı transfer olarak yolunu tuttuğu Premier Lig’de Drogba’yı o güne
kadarki en büyük sınavı bekliyordu. Ya beklentilerin altında kalarak hayal kırıklığı yaratacak ya
da artık dünya çapında bir yıldız olarak kabul edilecekti.
18
18
Spor
Chelsea’deki ilk sezonunda sakatlıklıklar nedeniyle önce 5, sonra 3 hafta
takımdan ayrı kalan Drogba, son üç hafta yine sakatlığı nedeniyle forma
giyemese de bunların dışındaki tüm karşılaşmalarda sahadaydı. Ligde 27 maçta
forma giyen yıldız oyuncu 10 gol kaydedip dört asist yaptı; Şampiyonlar Ligi’nde
ise 9 maçta 5 gol kaydetti. Liverpool ile oynanan Lig Kupası Finali’nin uzatma
dakikalarında attığı golle o maça da damgasını vurdu. O sezon Chelsea, 50 yıl
aradan sonra, tarihinde ikinci kez şampiyonluğa ulaşırken Drogba takımın
birinci forvetiydi.
İngiltere’ye uyum sıkıntısı çekmemişti Fildişili oyuncu. Ancak 2005– 2006 sezonu çok daha iyi
başlayacaktı onun için. Arsenal ile oynanan Community Shield maçında 2-1’lik galibiyeti onun
iki golü getirdi. Sezon
genelinde ise performansı hemen hemen aynı oldu. Ligde 12, FA Cup ve Şampiyonlar Ligi’nde
attığı birer gol eklenince yine sezonu 16 golle kapattı. Milli takım formasıyla da 9 maçta 7
gollük performans sergileyen yıldız isim, bir yılda toplam 50 maça çıkarak futbola ilk başladığı
yıllardan o güne geldiği nokta ile parmak ısırttı. Ancak bu kadarla kalmayacaktı, daha da
yükselecekti bu grafik. 2006–2007 sezonunda Drogba tam 61 maça çıktı. Ligde sadece
şampiyonluk garantilendikten sonra iki maçta Jose Mourinho tarafından dinlendirildi, diğer
tüm maçlarda sahadaydı. Onu gol kralı yapan 20 gollük performansına Şampiyonlar Ligi’nde 6,
FA Cup’ta 3, Lig Kupası’nda 4 gol ekledi ve Maviler adına bir sezonda toplam 60 maçta forma
giyip 33 gol kaydetti. Bu performans, Chelsea tarihinde 1984–1985 sezonunda Kerry Dixon’un
ardından 30 gol barajını geçen ilk isim yaptı onu. Milli formayla oynadığı tek maçı da boş
geçmedi. Sezon sonunda ülkesinde eski futbolcumuz Kader Keita’nın, tüm Afrika’da Samuel
Eto’o’nun önünde yılın futbolcusu ödüllerine layık görülürken, Premier Lig’de Cristiano
Ronaldo’nun ardından yılın en iyi ikinci oyuncusu seçildi. Artık tüm dünyanın gözdesiydi o,
mahallerde top oynayan çocuklar biraz da Drogba’ydı.
Didier Drogba, 2010– 2011 sezonunda ise 36 maçta 12 gol kaydetti. 36 maçın 30’una ilk 11’de
çıkarak toplam 2791 dakika (%81) forma giyen ünlü yıldız, 12 golünün yanı sıra 14 de asist
yaparak Manchester United’lı Nani’nin ardından bu alanda ikinci sırayı aldı. Drogba aynı
zamanda attığı gollerle Premier Lig’de takımına en çok puan kazandıran üçüncü oyuncu oldu.
Fildişili oyuncunun bu sezonki Şampiyonlar Ligi bilançosu ise 2 gol, 2 asist olmuştu.
Bir sonraki sezon öncesi uzun süre Türkiye’de gündemi meşgul eden Chelsea’li süperstar, son
olarak kulübünde kalmış ve Maviler ile son bir sezon daha geçirmekte karar kılmıştı. O son
sezon, ligde çok etkili bir Drogba izlemedi Chelsea taraftarı. Önceki yıllara oranla daha az
sahaya çıktığı Premier Lig’i 5 golle tamamlayan oyuncu, yine de asıl hünerini diğer
organizasyonlarda sergileyerek takımı adına sezonun kilit adamı olmayı başardı. FA Cup
finalinde Liverpool filelerine gönderdiği golle takımını kupaya taşıyan Drogba, UEFA
Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kazanan Chelsea’nın, kaleci Petr Cech ile birlikte en büyük direnişi
gösteren oyuncusuydu. 7 maçta 6 golle kapattığı turnuvanın özellikle final maçındaki
performansıyla, arkasında yıllar boyunca hatırlanacağı bir maç daha bırakarak takımından
ayrıldı. “Abidjan’lı çocuk” olarak gelip ismini ezberlettiği Avrupa’dan da…
Geçtiğimiz ay Galatasaray kadrosuna katılan Wesley Sneijder ile Didier Drogba’nın, futbolda
son dönemin en önemli süperstarlarından ikisi olması dışında da bazı ortak özellikleri var.
Wesley Sneijder, 2010 Şampiyonlar Ligi Finali’nde taraftarların seçimiyle “En Değerli Oyuncu”
olurken, Drogba ise son Şampiyonlar Ligi Finali’nde UEFA’nın “En Değerli Oyuncu” ödülünü
kazandı.
Didier Drogba, başarılarla dolu kariyerinde birçok ödül ve unvanın da sahibi oldu. Afrikalı
yıldızın, evinde küçük çaplı bir müzeye sahip olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.
49
Drogba'nın bugüne dek kazandığı ödül ve unvanlardan bazıları ise şunlar:
UEFA Kupası Gol Kralı: 2003- 2004, Premier Lig Altın Ayakkabı: 2007, 2010, Afrika Uluslar Kupası
Gol Kralı: 2012, Afrika Uluslar Kupası En İyi Takım: 2006, 2008, 2012, PFA Yılın Takımı: 2006-07,
2009- 2010, FIFA/FIFPro Dünya XI: 2007, UEFA Yılın Takımı: 2007, Ligue 1 Yılın Oyuncusu:
2003- 2004, Afrika'da Yılın Futbolcusu: 2006,
2009, Fildişi Sahili Yılın Oyuncusu: 2007, 2012, BBC - Afrika'da Yılın Oyuncusu: 2009, Chelsea Yılın
Oyuncusu: 2010, Time Dergisi Top 100: 2010, FA Community Shield Maçın Adamı: 2005,
Lig Kupası Finali Maçın Adamı: 2007, FA Cup Finali Maçın Adamı: 2007, UEFA Şampiyonlar Ligi
Finali Maçın Adamı: 2012
2002’den bu yana ülkesinin milli takımında da forma giyen (92 maç 59 gol), dünya futboluyla
az çok ilgili herkesin yakından tanıdığı bir isim olan Didier Drogba, pozisyonunun gerektirdiği
tüm özelliklere ve fazlasına sahip olan komple bir santrfor. Gerek hava hâkimiyeti, gerek
bitiriciliği, gerekse etkili frikikleri ile yıllardır hayranlıkla izlediğimiz ve her şeyden öte aslında
kendisini anlatmaya çok da lüzum bırakmayan, Taraftarının “Mavi Fil” lakabını taktığı Didier
Drogba, artık Parçalı forma giyiyor ve gollerini Galatasaray için atacak."
Yazı: İdil Yengil
Çanakkale Zaferi
Tarih
18 MART ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ
51
Çanakkale Savaşı, I. Dünya Savaşı sırasında
1915-1916 yılları arasında Gelibolu
Yarımadası'nda Osmanlı İmparatorluğu ile
İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara
muharebeleridir.
İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu'nun
başkenti konumundaki İstanbul'u alarak
İstanbul ve Çanakkale boğazların kontrolünü
ele geçirmek, Rusya'yla güvenli bir tarımsal ve
askeri ticaret yolu açmak, Alman
müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak
İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk
hedef olarak Çanakkale Boğazı'na girmişlerdir.
Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri
çekilmek zorunda kalmışlardır. Savaş
sonucundan iki taraf da çok ağır kayıplar
vermiştir.
Çanakkale Cephesi’nin deniz harekatı (Boğaz’ın
zorlanması), kuşkusuz sıradan bir askeri
harekat, ya da muharebe olayı değildir.
Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle,
İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege
Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve
çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem
ve değer açısından daima birlikte mütalaa
edilmiş ve edilmektedir.
Her iki boğaz da klasik ve dar çerçevede sadece
Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya
bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil,
Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden
Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de
bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini ve
büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan,
daha geniş anlamdaki jeopolitik konuma
sahiptir. Boğazların sahip olduğu bu durum,
dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan
etkilerini bugün de korumaktadır. Bu
nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası
ilişkilere yön vermede daima odak noktası
olmuşlardır.
18
Tarih
Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ve Asya ülkeleri
arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle, askeri hareketler,
sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle Boğazlar,
dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere
sahne olmuştur.
Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya’nın,
“Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası”, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma
emelleri; İngiltere’nin, “denizlere egemen olan dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak,
özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep
Türk boğazlarında düğümlenmektedir.
Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon “İstanbul bir anahtardır.
İstanbul’a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek
olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır” demekle, Fransa’nın Boğazlar
üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır.
Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da
gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir.
Nitekim Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların
güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin
egemenliği altına girmesidir” demekte ve bu durumun önlenmesi için, İstanbul’un alınmasını
önermektedir.
Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle
ilgili bir notasından haberdar edilen İngiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir.
Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve
baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri
safına kaymasında büyük bir etken olmuştu.
İşte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, İngiliz ve Fransızlar’ı İstanbul’u almaya
ve Ruslar’dan önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin
açılmasında başlıca etken olmuştur. Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın
sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları
üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden İngiltere’nin bu cephenin
açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur.Nitekim İngiliz Donanma
Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur.Gerçekten o,
bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit
ve sadece “sınırlı bir cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla
donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini
sanmıştı.Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. İngilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve
askerini sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek manevi gücünü görmezlikten
gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de
beklemedikleri amansız cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına,
karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.
Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’nda sadece bu cephede başarı elde etmiş ve tarihinin en
büyük savunma savaşını kazanmıştır. Tüm dünyada Türklerin saygınlığı artmış, haklı mücadelesi
kabul görmüştür.
53
Türk askerleri Çanakkale Savaşı’nda
olağanüstü bir mücadele örneği
sergileyerek her ne pahasına olursa olsun
düşmana geçit vermemiştir. Bu büyük zafer,
Mili Mücadele ruhunun bütün yurtta
artmasına sebep olduğu gibi, sömürge
altında bulunan dünya toplumlarının bile
“milli kurtuluş fikri” taşımasına sebep
olmuştur. Bu fikir, ileriki yıllarda sömürge
altında bulunan ülkelerin bağımsızlık
mücadelesine girmelerini sağlamış,
sömürgeci devletlerin işini zora sokmuştur.
Zor mücadelelerle yoğrulan milletin
içerisinden büyük kahramanlar çıkmıştır.
Tarihin her sayfasında çokça bulunan bu
kahramanlar, son yüzyıla girildiğinde ise,
zor ve meşakkatli günlerimizin artması
sebebi ile bir hayli sayıları fazladır.
Çanakkale kara savaşlarının kazanılmasında
hayati rolleri olan kişileri hemen hemen
tüm Türk halkı bilir.
Çanakkale savaş bölgesini gezmeye giden
bir kişi, kara savaşlarının kazanılmasında
büyük rolleri olan bir Mustafa Kemal, bir
Yahya Çavuş, bir Mehmet çavuş gibi isimleri
rehber hocalarından ayrıntısıyla sıkça duyar.
Bu şahıslardan yani, 18 Mart deniz savaşı kahramanlarından gelin şimdi bir kaçını zikredelim,
bugünün anlam ve önemini laiğiyle yaşayalım ve de zihinlerimizde canlandıralım…
18 Mart kahramanı olarak ta bilinen Cevat Paşa, Çanakkale boğazındaki tüm istihkâmların
komutanıdır. Mahiyetinde bulunan istihkâmların stratejilerini, sahte istihkamların ve
projektörlerin yerlerini, seyyar projektör yerlerini, deniz mayınların yerlerini ve derinliklerini,
Nusret mayın gemisinin hareketini ve mayınları dökeceği bölgenin tayinini, "Allah'ın izni" ile,
en iyi şekilde sağlayan komutandır. Apaçık zaferin en büyük payı kendisine aittir.
Çanakkale Boğazı Mayın Grup Komutanı ve kılavuzu Hafız Nazmi bey; Boğaza döşenen mayın
tertibatını en iyi bilen kişi, Nusret mayın gemisinin kılavuz kaptanı, ayrıca, 12-13 Mayıs gecesi
İngiliz Goliath gemisini batıran muaveneti-milliye muhbirimizin kılavuz kaptanı; yani
Çanakkale kahramanlığını hak etmiş bir vatan evladıdır.
18
Bir diğer kahramanımız ise; Yüzbaşı Tophaneli Hakkı Bey’ dir. Nusret mayın gemisi kaptanı
olan Hakkı Bey, 7-8 Mart gecesi komutanlarından aldığı 26 tane mayını istenilen mevkilere ve
istenen derinliklere dökerek üşman donanmasının boğazdan geçmesini engellemiş ve üç dev
savaş gemisinin batmasına vesile olmuştur.Ve bahsedeceğimiz son, ama bu zaferin en önemli
ve gözdelerinden olan Yüzbaşı Ramazan Ağa; Çanakkale Çimenlik kalesinde bulunan yerden
15 metre yüksekliğindeki burcu üzerinden 35,5 lik en az yüz ton ağılığındaki eski topu, yaptığı
basit düzenekle ve herkesin şaşkın bakışları arasında burçtan indirip, yüzlerce metre ilerideki
Anadolu Hamidiye Tabyasına nakleder. Orada bulunan diğer toplarla entegreli bir şekilde
kullanılmak üzere yerine monte etmeyi başarır. Selahattin Adil Paşa, hatıralarında bahsetmiş
olduğu 65 yaşındaki Ramazan Ağa, fazla bilinmemekle beraber gerçek bir Çanakkale
kahramanıdır.
Yazı: İdil Yengil
18
Reklam
18
18
Reklam
18
Oyun
Sosyal medya günümüzde insanlar arasında belkide en çok konuşulan, onlar
tarafından en çok kullanılan ve yararlı sayılan kavram… Adeta yeni bir trend.
Medya; geleneksel olmaktan çıkıp sosyallik boyutunu kazandıktan sonra tüm
toplumlarda bu sosyal boyut etkilerinin yansımaları görülmeye başlanmıştır.
İnsanlar dijital çağa uygun davranışlar sergileyerek dijital düşünmeye, dijital
okumaya, dijital konuşmaya, dijital çalışmaya daha ilginç olarak dijital uyumaya
ve uyanmaya başlamışlardır. Teknolojide görülen bu değişimler, ortaya çıkan
yenilikler ve teknoloji ile sağlanan güncellemeler bireyleri günümüzde bambaşka bir
dünyaya taşımıştır.
Artık her şey elimizin altındadır ve en çok yakındığımız mesafe kavramı da bu gelişmeler
sayesinde ortadan kalkmıştır. İnternetin ortaya çıkışı ve bu denli gelişimi ile bağımlılık ve
bağlılık kavramları da hepimiz için değişmiştir. İstediğimiz her şeyin elimizin altında olması,
özlediğimiz insanların bize Messenger uzaklığında olması vb. sahip olduğu özellikleriyle
sosyal medya eşsizdir.
Candy Crush
Artık İnternet, hayatlarımızda başroldedir. Bu başrol oyunculuğu onu her geçen gün daha
güçlü yapmakta ve online gelişim, değişim bu bağlamda; günümüz sosyal medyasında
zorunlu kılınmaktadır.
İnternet ortamında zaman geçiren her birey; sağlanan olanaklardan haklı olarak
yararlanmak istemektedir. Madem ki bu mecra, insanlara sınırsız özgürlük sunuyordu;
öyleyse bu sosyal medya oyunu da kurallara göre oynanacaktı...
Oyun demişken; tam da burada konumuza değindik sanırım. Online bir ortamda zaman
nasıl geçirilir, fikri olmayan yoktur heralde. Chat odalarında sohbet, alışveriş, müzik, oyun
derken zaman geçer gider…
Çoğunluğun boş zamanlarını keyifli bir şekilde değerlendirmek için seçtiği bir yoldur bu
oyunlar. İnsanlara birbirinden farklı deneyimler katarak onları her defasında daha da
özgürleştirir ve bir adım sonrası için meraklandırır. Bu duyguları sayesinde de diğer
oyunlara yelken açıp, yeni dünyalar keşfederler sevgili kullanıcılarımız, oyun
bağımlılarımız…
Candy Crush; tam ismiyle Candy Crush Saga da, bu zevkli oyunlardan bir tanesidir işte.
Günümüz insanlarının eğlence aktivitelerindendir. Zaman burada geçer; balonları
patlatma adeta vazgeçilmez bir alışkanlık haline dönüşür.
Oyun özelliklerinden bahsedecek olursak; siz okuyucularımızı bilgilendirmek adına şunları
söyleyebiliriz; acıktıran tatlı grafikler, oynaması kolay ve eğlenceli ama tam anlamıyla usta
olunacak bir mücadele,100'den fazla seviye, puan tablosu, seviyelerin tamamlanmasıyla
kilitleri açılan öğeler, zorlayıcı seviyelerde yardımcı olacak güçlendiriciler ve tılsımlar,
Facebook sürümüyle sorunsuz eşitleme hakimdir.
İletişimin yönünün ‘ Candy Crush’ ta canım bitti, rica etsem gönderir misin? ‘ e kaydığı bu
ortamda tüm sosyal medya ve oyunseverlere iyi oyunlar diliyoruz…
59
18
Kelimelik
Oyun
iPad, iPhone ve iPod Touch akıllı cihazlarınızı kullanarak oynayabileceğiniz
Kelimelik oyunu, tur tabanlı oynanan ve yedi harf kullanarak kelimeler
türetebileceğiniz eğlenceli bir kelime oyunudur.Kelimelik oyunundaki
amacınız, 15' e 15' lik tasarlanmış bir alanda geçtiğiniz her turdan sonra
değişen yedi harfi kullanarak alanda bulunan en fazla puan kutucukları
üzerinde kelimeler oluşturmak olacaktır. Oyuna e-posta adresiniz ile
kayıt olarak, Facebook hesabınız veya rastgele şekilde giriş yapabilirsiniz.
İnternet bağlantısı üzerinden online bir şekilde oynayabileceğiniz Kelimelik oyunu
kullanıcılarına diğer kelime oyunlarına göre daha sakin bir oynama tarzı sunmaktadır.
Bunun yanında çoklu cihaz desteği özelliğine sahip olan oyuna birden fazla cihaz
kullanarak hesabınıza giriş yapabilir ve oyunlara istediğiniz yerden devam
edebilirsiniz.
Ayrıca aynı anda 20' ye kadar oyun açabilir, bekleme yapmadan oyununuza devam
edebilir, Facebook arkadaşlarınızı oyuna davet edebilir ve hatta onlar ile oynayabilir,
oyunu oynarken karşınızdaki kişi ile sohbet edebilir ve daha önceden oynamış
olduğunuz oyunları görebilirsiniz. Tamamen ücretsiz bir şekilde oynayabileceğiniz
Kelimelik oyununu Türkçe olarak kullanabilirsiniz.
HER DAİM EĞLENCE SİZİNLE OLSUN! ONLINE OYUNLAR İLE DE ZAMANINIZ DOLSUN!
Yazı: İdil Yengil
18
Kültür Sanat
Sunuculuğunu Steve Martin ile Alec Baldwin’in üstlendiği 7 Mart’taki Oscar
töreninde birbirinden ünlü isimler de ödül verecek. Tam bir görsel şölenle
sahiplerini bulan Oscar heykelleri bu yıl da heyecanla bekleniyor.
Oscar Töreni
Oscar ödüllerinin tarihine bakılacak olunursa; Oscar olarak bilinen Akademi
Ödülleri’ nin sinema alanında verilen dünyanın en prestijli ve en eski ödülleri
olduğu söylenebilir.
Her yıl dağıtılan Oscarlar ilk kez 1927 yılında kurulan ve merkezi Beverly Hills,
California da bulunan profesyonel bir organizasyon olan Academy of Motion
Picture Arts and Sciences (AMPAS) tarafından 1929 yılının mayıs ayında dağıtıldı.
Pricewaterhouse 1935 yılından itibaren Oscar ödüllerinin gizli oylama sürecini
yönetiyor. Organizasyon 1941 yılından itibaren ise gizli zarf sistemiyle
çalışmalarını sürdürüyor.
Oscar’ın dağıtıldığı ilk yıllarda bir filmin ödüle aday olabilmesi için ödülün
verileceği yıldan bir önceki yılın temmuz ayının 31’ine kadar Los Angeles’da
vizyona girmesi gerekiyordu. Fakat daha sonra bir yılın 12 ayını da kullanmak
adına 1932/1933 Oscar ödüllerine aday olan filmlere 17 aylık bir adaylık süresi
tanındı. 1934 yılından itibaren ödüllerin verildiği senenin bir yıl öncesindeki
süre içinde gösterime giren filmler Oscar’a aday olma hakkını kazandı.
Oscar ödül töreni 1954 yılına kadar çoğunlukla Perşembe geceleri
gerçekleşiyordu. 1955-1958 yılları arasındaki ödül törenleri Çarşamba günleri
sahiplerini bulurken 1959'dan 1999 yılına kadar kadar, birkaç istisna haricinde,
ödüller pazartesi geceleri dağıtıldı. Oscar ödüllerinin dağıtımı 1999 yılından
günümüze Pazar geceleri yapılıyor.
Bu yılın Oscar adaylarına gelindiğinde; stüdyolara ya da oyunculara prestij
kazandırdığı düşünülürse Akademi’nin ve bu organizasyonun ödül sisteminin
dünyadaki film endüstrisini derinden etkilediği söylenebilir. Film stüdyoları
genelde çektikleri filmlere oy toplamak için bir çok pahalı pazarlama ve reklam
kampanyası yapma yolunu seçiyor. Akademi her ne kadar stüdyolar tarafından
yapılan reklam ve promosyon kampanyalarının ve uygulanan pazarlama
taktiklerinin önünü kesmeye çalışsa da bu tarz aktiviteler oylama sonuçlarını
etkiliyor. Özellikle 80’li yıllardan itibaren sadece maddi çıkarlar düşünülerek
çekilen filmlerin kitleleri etkilemeyi başarsa da gerekli derinliğe sahip
olmadıklarını düşünen eleştirmenlerden olumlu puan alamadığı görüldü.
Orijinal adı 'The Academy of Motion Picture Arts and Sciences' olan Akademi
6000 oyuncu ve sinema emekçisinden oluşan bir organizasyon. Her yıl dağıttığı
ödüllerle tanınsa da
Akademi'nin genel hedefi sinema sanatının gelişimine katkı sağlamak. Akademi
ayrıca sinema sektörü içindeki profesyonellerle halkın birlikte
gerçekleştirebileceği eğitsel aktiviteler düzenliyor.Akademi 1927 yılının Mayıs
ayında prodüksiyon yöneticileri ile sinema dünyasının tanınmış isimlerinden
oluşan 36 kişilik bir grupla çalışmalarınabaşladı. Ünlü organizasyonun ilk başkanı
Douglas Fairbanks idi. Fairbanks'den sonra Frank Capra, Bette Davis, Jean
Hersholt, George Stevens, Robert E. Wise, Karl Malden, Arthur Hiller and Robert
Rehme gibi isimler başkanlık koltuğuna oturdu. Akademinin şimdiki
başkanı Frank Pierson ise koltuğu 2001 yılında devraldı.
18
‘ Oscar ‘ isminin nereden geldiği açıklanacak olursa; Ona 'Akademi Heykelciği' diyen de var, 'Altın Ödül' ya da
'Üstün Başarı Heykeli' de. 'Weekly Variety' dergisinin 'Demir Adam' olarak nitelendirdiği ödüle biz daha çok
'Oscar' diyoruz. 1928 yılında doğan Oscar heykelciğinin üzerinde film makarasının üzerinde elinde haçlı
askerlerinin kullandığı bir kılıç taşıyan bir şövalye bulunuyor. Şovalyenin üzerinde durduğu makaranın beş
tekerlek parmağı aktörler, yazarlar, yönetmenler, yapımcılar ve teknik ekip olmak üzere Akademinin orjinal
kollarını temsil ediyor.
3,8 kg ağırlığındaki heykelcik MGM'nin baş sanat direktörü Cedric Gibbons tarafından tasarlandı. Gibbons'ın
asistanı Frederic Hope orijinal siyah mermer zemini yaratırken heykeltraş George Stanley tasarımı bir heykel
çizgilerine dönüştürdü. California Bronz döküm enstitüsü ise ilk Oscar heykelciğini 24 karat altınla kapladı.
Peki, dünyanın sinema alanında en prestijli ödülü sayılan heykelciğin ismi nereden geliyor? Akademi’de bir
süre kütüphane görevlisi olarak çalıştıktan sonra yapımcılığa başlayan Margaret Herrick'in heykelciğin
üzerindeki adam figürünü amcası Oscar’a benzettiğini söylemesi üzerine heykelciğe bu ismin verildiği
söyleniyor. 1934 yılındaki altıncı ödül töreninin ardından Hollywood’un ünlü köşe yazarı Sidney Skolsky
yazısında o yıl “En İyi Kadın Oyuncu” dalında ödüle layık görülen Katharine Hepburn'ün aldığı ödülü Oscar
olarak nitelendirerek heykelciği ilk kez bu isimle tanımlamış oldu. Akademi Oscar ismini 1939 yılına kadar
resmi olarak kullanmadı.
Ve işte Oscar bazı durumlarda farklı şekillerde sahiplerine sunuldu. Örneğin 1930'lu yıllarla 1950'li yıllar
arasında ödüle layık görülen çocuk oyunculara heykelciğin minyatür replikaları verilirken vantrilok Edgar
Bergene ağız kısmı hareket edebilen ahşap bir Oscar heykelciği sunuldu. Ayrıca Walt Disney’e, ödül
kazandığı yapıtı Snow White and the Seven Dwarfs için biri standart boyutta olmak üzere yedi minyatür
heykelcik takdim edildi. 1942-1944 yılları arasında 2. Dünya Savaşı sırasında ekonomiye katkı sağlamak
açısından Oscar'ın yapımında altın yerine plaster kullanıldı. 1945 yılında heykelciğin mermer tabanı metale
dönüştürülürken 1949 yılında heykelcik 501’den başlayarak numaralandırılmaya başlandı.
İlk Oscar Ödülü töreni, 16 Mayıs 1929'da Hollywood Roosevelt Otel Blassom Room'da yapıldı. Gecenin
biletleri 10 dolardan satıldı ve törene 250 kişi katıldı.
Ödül töreninin yapıldığı gece saat 23.00'te basına açıklanan sonuçlar için 1940 yılından bu yana zarf sistemi
uygulanıyor.
Kültür Sanat
Daha fazla merak ettiğiniz şey mi var? Öyleyse devam edelim… Ödüller, 1966
yılında da ilk olarak televizyondan renkli olarak yayınlandı.Oscar ödüllerinin
yayın hakkını 1971 ile 1975 yılları arasında NBC satın aldı ve 1972 yılındaki
42'nci Oscartöreni tüm dünyaya canlı olarak ulaştı.İlk 15 yıl boyunca otellerin
toplantı ve balo salonlarında yapılan törenler, katılımcı sayısındaki artışla
büyük salonlara taşındı.
Tarihi boyunca sadece üç kez ertelenen Oscar Töreni, 1938 yılında Los Angeles'taki sel
dolayısıyla bir hafta geç yapıldı. 1968 yılında da Martin Luther King'e saygı dolayısıyla ertelenen
tören, 1981'de Ronald Reagan'a suikast girişimi nedeniyle 24 saat ertelendi.
Siz okurlarımızı daha da bilgilendirmek adına hemen araya bir ek bilgi yerleştirilecek olursa;
Oscar ödülü alması için bir filmin 40 dakikadan uzun olması, Los Angeles ili sınırları içinde en
az bir sinemada paralı gösterimin gerçekleşmiş olması ve gösterimin arkası arkasına 1 hafta
sürmüş olması gerekmektedir.
Akademi, mesleğinin son yıllarını yaşayan çok yaşlı ya da çocuk oyunculara, sakat rollerine
çıkanlara ve ABD toplumunu eleştiren filmlere ödül vermesiyle tanınıyor.
Her yıl işi bittikten sonra katlanıp Valencia’da bir depoda tutulan kırmızı halıyı altı kişi yan yana
dizilerek açıp seriyor. Akademi’nin malı olan halı 75.5 metre uzunluğunda.
Uzun yıllar Çin Tiyatrosu'nda yapılan Oscar Törenleri, Kodak Tiyatrosu'nda yapılıyor. Konuklar da
törenden iki saat önce salona alınıyor.
Sizlere son bilgilendirici not verilecek olursa; Oscar ödüllerinin 24 dalda dağıtıldığını belirtmek
gerekir. ‘En İyi Erkek Oyuncu’, ‘En İyi Kadın Oyuncu’, ‘En İyi Film’, ‘En İyi Yönetmen’ ve ‘En İyi
Senaryo’ ödülleri de en büyük ödüller sayılmakta ve ülkemizde de Oscar ödül coşkusu
yaşanmaktadır.
Yazı: İdil Yengil
18
Play Station 4
Teknoloji
Oyun tutkunlarına yeni haberler
var… Geliştirilmiş özellikleriyle
Play Station 4; artık bizlerle, tüm
evlere alınmak üzere
beklemekte…Endüstrinin en
yaratıcı beyinleriyle birlikte çalışan
PlayStation 4, nefes kesici ve
benzersiz oyun deneyimleri sunuyor.
DUALSHOCK 4 kumanda ve PlayStation 4
kamerasının bir araya gelerek oluşturduğu yepyeni deneyimlerle büyülenmeye hazır olun.
Dahili hareket sensörlerinin, daha hassas ikili analog çubukların ve dokunmatik kontrollerin
tadını çıkarın. Önündeki ortamın derinliğini algılayan ve kumandanın konumunu takip eden
iki lensli kamerayla sınırsız oyun olasılığına sahip olun.
Ps3 256 MB lik XDR Ram teknolojisini kullanmaktaydı ve bu bildiğimiz RAM’lerden çok daha
yüksek hızda bir bellek hızı anlamına geliyordu. Ps4 ise yeni bir teknoloji olan XDR2yi
kullanacak ve 1GB hızında olacak. Çok daha yüksek performanslı Ps4ler bizi bekliyor!
Son olarak hakkında bilgi sahibi olduğumuz Playstation 4 özellikleri kendi içinde 3D desteği
sayesinde oyunları 3D oynama şansına sahip olacağız. Kullanılacak disk teknolojisi ise ya
Blue-Ray yada HVD adı verilen yeni bir teknoloji olacak. HVD teknolojisi ile 100 GB’lik diskler
kullanılabilecek.
‘ Bu kadarını da görmedik; teknolojinin böylesi,
pes doğrusu! ‘ diyen herkes buraya…
Günümüz teknolojisine uyarlanmış özellikleri
ile Htc One; dikkatleri çekiyor.
HTC One
Tamamı metal, açıklık içermeyen gövdeden
oluşan ince fakat tatminkar bir kavrayış
sağlayan inceltilmiş kenarlara ve ödün
vermeyen tasarıma sahip bir telefondur.
18
BlinkFeed™ özelliği sayesinde kendi canlı ana
ekranınızı oluşturabilirsiniz. Tek yapmanız
gereken güncel olarak görmek istediğiniz
sosyal ağlar, haberler ve beslemeleri seçmek,
böylece hepsi telefonunuzda canlı akış olarak görüntülenir. Dünyanızın nabzı artık
avucunuzun içinde…Ortalama bir akıllı telefondan arkadaşlarla müzik veya video paylaşmak
sinir bozucu bir deneyim olabilir. Minik bir hoparlör en hareketli parçayı bile yavanlaştırır.
Fakat HTC One'ın BoomSound™ özelliği tüm bunları değiştiriyor. Dahili ses yükselticileri ile
önde bulunan çift stereo hoparlörler, diğer telefonların hiçbirinde olmayan daha yüksek,
keskin ve zengin sesler sunuyor.
HTC'nin süper hassas kamerası ile %300 daha fazla ışık yakaladığınızda, muhteşem bir
fotoğraf çekmek çok daha kolaydır. HTC One, fotoğraf kalitesinde büyük bir artış sunar: daha
fazla netlik, kontrast ve ayrıntı. Dahası, en zorlu fotoğraf çekimini bile kurtaracak ara ışık ve
düşük ışık performansa sahip…
Dünyanın ses kısma düğmesi bulunmuyor. Bu yüzden gürültülü ve kalabalık bir ortamdayken
telefonda konuşmak zor olabilir. HTC One bu sorunu Sense Ses ile çözüyor. Ortam
gürültüsünün yüksekliğini algılayan iki dahili mikrofon, gürültüyü telafi etmek için çağrı
sesini dinamik olarak arttırır. Yaşasın netlik. HTC ONE sayesinde hayat artık çok fonksiyonel ve
eğlenceli…
18
Teknoloji
BlackBerry Z10
Blackberry z10 ile hayatlar değişiyor, insanlar günden güne gelişiyor ve geliştikçe mutlu
oluyor…
Yeni klavye yazılımında tuşlamadan yazmak şeklinde tabir edilen bir yöntem kullanılıyor.
Klavyede yazı yazarken, sistem sıradaki kelimeleri tahmin ederek klavyede belirli harflerin
üzerinde küçük puntolarla yerleştiriyor ve bu harfe basılı tutarak yukarı doğru parmağınızı
kaydırdığınızda otomatik olarak kelime metin alanına gönderiliyor.
BlackBerry Peek mini bir bildirim merkezi gibi çalışıyor. Parmağınızı ekranın altından yukarı
doğru sürükleyerek bir süre tuttuğunuzda en önemli bildirimleriniz ikon şeklinde karşınıza
geliyor. Sağa doğru parmağınızı kaydırdığınızda ise tüm bildirimleriniz BlackBerry Hub
altında ekrana geliyor. Gelen SMS, anlık mesajlaşma, takvim, cevapsız çağrı, sosyal ağlardan
güncellemeler gibi bildirimlere pencereden
ayrılmadan göz atabiliyorsunuz.
PlayBook modelinden de
hatırlayacağımız akıcı görev
yöneticisi BB10 işletim sisteminde
BlackBerry Flow olarak karşımıza
çıkıyor ve adı gibi uygulamalar
arasında takılmadan geçiş
yapabiliyor. Bu açıdan Android'in
Project Butter sistemine de rakip
oluyor.
Daha birçok ilgi çekici nitelikte
fonksiyonel özelliğe sahip
Blackberry’ nin bu yeni modeli;
mağazalarda alıcılarını bekliyor.
Siz de: ‘ Telefonum yeni teknolojiyi
bana yansıtsın! ‘ diyenlerdenseniz,
buyrunuz yerlerinizi alınız efendim…
Yazı: İdil Yengil
18
.DG×QODUDg]HO
Çalışan hanımların
en büyük sorunların
biridir. “Bugün ne
pişireceğiz” Sabahtan
başlayan bu düşünce eve
gelene kadar devam
eder.Eşe dosta telefon
ederiz, karşıklı fikir
alışıverişlerin de bulunuruz...Hem pratik olsun,
hem az malzeme olsun, hem de gözlerimiz
midemiz bayram etsin isteriz…Pamukkale Dergi
için hazırladığımız tarifler tüm bu isteklerinizi
karşılar güzellikte ve lezzette…
Çok kısa bir zamanda ve çok az malzeme ile
sizde sevdiklerinize muhteşem lezzetler
hazırlayabilirsiniz…
Güzel bir Mart ayı geçirmeniz dileğiyle...
Sevgiler
Tijen Aktay
http://www.lezzetibol.com
mail: [email protected]
BAHARATLI PATATES
Malzeme
½ kg taze patates
Sos için
½ çay bardağı zeytinyağı
2 diş ezilmiş sarımsak
1 çay kaşığı pul biber
1 çay kaşığı kırmızı toz biber
1 çay kaşığı karabiber
1 çay kaşığı kekik
Tuz
Yapılışı
Patatesleri kabuklarıyla üzerinde toprak
kalmayacak şekilde iyice yıkayın. Elma dilimi
şeklinde dilimleyin. Sos için gerekli olan
malzemeleri derin bir kapta karıştırın. Üzerine patatesleri ekleyip harmanlayın. Yağlı kağıt serdiğiniz
tepsiye dizin. Önceden ısıtılmış 180-200 derecelik fırında kızarıncaya kadar pişirin.
Püf Noktaları
Baharatlı Patatesi taze patatesin yanı sıra dondurulmuş patates ile de hazırlayabilirsiniz.
BEYAZ ÇİKOLATALI MUS
Malzeme
170 gr Beyaz çikolata
2 yumurta akı
100 gr labne peyniri
150 ml krema
Yapılışı
Beyaz çikolatayı benmari usulü eritin. Ocaktan alıp
üzerine labne peynirini ekleyip karıştırın. 2 yumurta akını
kar beyazı haline gelinceye kadar çırpın. Ayrı bir kapta
soğuk kremayı 2-3 dk kadar çırpın. Peynirli çikolatanın
üzerine kremayı ekleyip mikser ile çırpın. Üzerine
yumurta akını spatula ile 2-3 seferde yavaşça karıştırarak
ekleyin. Kuplara malzemeyi paylaştırın. Buzdolabında
1 saat dinlendirdikten sonra servise sunun.
Püf Noktaları
Beyaz Çikolatalı Mus tarifini kuplara paylaştırırken
aralarına ince dilimlediğiniz çilek vb meyve ilave
edebilirsiniz…
FIRINDA KREMALI TAVUK BAGET
Malzeme
6 tavuk baget
150 ml krema
1 kereviz sapı (var ise)
2 diş ezilmiş sarımsak
2 yemek kaşığı zeytinyağı
½ limon suyu
1 dal biberiye
Tuz, karabiber, pul biber, kekik
Yapılışı
Kremayı, sarımsağı,ince doğradığınız kereviz
sapını, limon suyunu, zeytinyağını, tuz ve
baharatları derin bir kapta karıştırın. Bagetleri
fırın kabına dizin. Üzerine hazırladığınız sosu gezdirin. Biberiye dallarını ve limon dilimlerini yerleştirin. Üzerini yağlı
kağıt ile kapatıp önceden ısıtılmış 200 derecelik fırında 40 dk pişirin. Süre dolduktan sonra üzerindeki yağlı kağıdı alıp
20 dk daha pişirin ve sıcak olarak servise sunun.
Püf Noktaları
Kremalı tavuk bageti hazırlarken damak tadınıza göre istediğiniz taze baharatları ilave edebilir, Baget’in yanı sıra kanat
ile de hazırlayabilirsiniz…
ELMALI TARTE TATİN
Malzeme
1 tane (büyük yaprak) Milföy
3-4 elma
50 gr tereyağı
80 gr toz şeker
Üzerine
Çırpılmış krema
Yapılışı
Elmaların kabuklarını soyup
çekirdeklerini çıkarın ve orta
kalınlıkta dilimleyin. Fırına
girebilen tavaya tereyağını ve
şekeri ekleyip karıştırın.
Tereyağı eriyip şeker hafif
esmerleşene kadar kavurun.
18
Üzerine elmaları düzgünce dizin.
Kısık ateşte elmalar az
yumuşayana kadar (5-6 dk) pişirin.
Derin dondurucudan çıkarıp oda
ısısında yumuşattığınız 1 yaprak
milföyün üzerine az un serpin.
Tavanızın büyüklüğünde milföyü
açın. İlk sıcaklığı gitmiş olan
karamelli elmaların üzerini milföy
ile kaplayın. Önceden ısıtılmış 180
derecelik fırında kızarıncaya kadar
pişirin. Çırpılmış krema veya
vanilyalın dondurma ile servise sunun.
Püf Noktaları
Elmalı Tarte Tatin’i mutlaka sert yeşil elma ile hazırlamalısınız. Aksi taktirde elmalar
pişerken çok yumuşayacak ve dağılacaktır.
Kaybettiklerimiz
MÜSLÜM GÜRSES ANISINA…
Müslüm Gürses
Ölümdü yolları ayıran;
Kaderdi bu yolda pusu kuran…
Herkesin ‘ Baba ’ lakabıyla çağırdığı kişi,
Gitmişti çaresizce arkasına bakamadan…
Kendine özgün müzik tarzı ile hayranlarıyla vedalaştı ekranlarda,
Onlar bakakaldılar, kalakaldılar bu haber karşısında,
Müslüm Gürses’ çiler ağladılar, ‘ Baba gitti ‘ diye yakındılar;
Bazıları ise; ‘ başımız sağolsun ‘ diye sosyal medyada yazdılar durdular…
Umut dünyası diye boşuna demeyiz ya hani…
İşte hastanede bulunan kalabalık ta umutlarla, dualarla kuşatmıştı çevreyi.
Ta ki son ana kadar;
Tekrarlanan ‘ İnanıyoruz, ümit ediyoruz o yeniden ayağa kalkacak ‘ sözleri…
Ama gel gör ki; biz buna hayat diyoruz…
Bir ömür dediğin ne kadarlık bir zaman dilimidir ki?
Sevdiklerimiz yanımızdayken düşünmeyiz böyle şeyleri,
Ama bir tanesi bile aramızdan ayrıldığında; zaman durur, bizler hüzne
boğuluruz sanki!
Ey hayat; yaşadığımız gibi öleceğiz biliyoruz.
Ama bazı ölüm haberlerinde de çok sarsılıyoruz…
Biz yaşıyoruz ya şimdi;
Baba’ mız da olsaydı keşke diyerek
Çıkıyor ağzımızdan; ‘ Son Pişmanlık Neye Yarar? Her şeyin Bedeli var! ‘
sözleri…
Yazı: İdil Yengil
74
18
Sinema
‘ Başarılı film kendisinden bahsettirir kardeşim! ‘ diyen herkesin 22 Şubat’ ta
sinemalarda yerini alacağını biliyoruz. Hele de oyuncu kadrosuna bakıp bu
filmi izlemeyecek yahut beğenmeyecek kişilerin olduğunu hiç mi hiç
düşünmüyoruz… Şimdi hazırsanız; bakalım bakalım bu filmin konusuna, izin
verelim Kelebeğin Rüyası hepimizin rüyası olsun…
Zonguldak' ta yaşayan, iki genç şair Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu, yeni yeni
modernleşen bu madenci kentinde memuriyet hayatlarını sürdürürken, bir
yandan da sanatla, edebiyatla ve en çok da şiirle iç içe yaşamaktadırlar. Ayakları üzerine yeni
kalkan genç Cumhuriyet, bir yandan modernleşme çabasındayken, aynı yıllarda Avrupa' da da
çetin bir savaş yaşanmaktadır. Belediye Başkanı' nın kızı Suzan' ın Zonguldak’ a geri gelmesiyle
Rüştü ve Muzaffer' in şiire olan inancı daha da artar. Henüz lise öğrencisi olan Suzan, çevrenin
istememesine rağmen iki gençle yakın arkadaş olur. Fakat 1940' lı yılların vebası olan verem,
iki genç insanın da sağlığını gitgide tehdit etmektedir. Rüştü ve Muzaffer' in hem kendi
gelecekleri, hem de dünyanın gidişatı hayra alamet değildir...
Yönetmenliğini ve senaristliğini Yılmaz Erdoğan' ın üstlendiği filmin yapımcılığı BKM' ye ait.
Çekimler Zonguldak ve İstanbul' da gerçekleştirilen yapım aynı zamanda Zonguldaklı
madencilerin de öyküsüne değiniyor. Oyuncu kadrosunda Erdoğan' ın yanı sıra Mert Fırat,
Kıvanç Tatlıtuğ, Belçim Bilgin, Taner Birsel, Ahmet Mümtaz Taylan gibi genç-usta pek çok isim
de yer alıyor.
18
$üN.×UP×]×
Aşk kırmızı, rengini sen seçemezsin; aşk seçer.
Ne kadar anlam yüklü, sihirli, bir o kadar da
aşıkların kafasını karıştıran bir söz…
İki kadın, bir adam… Adam ikisiyle de beraber,
adam ikisine de aşık, iki kadın da vazgeçilmez;
bu yüzden kafası bir hayli karışık. Yani aşk
zor…
Filmin konusu ve karakterler şöyledir ki; Ferhat
ve Zeynep evli ve mutlu bir çifttir. Karlıdağ
çiftinin dışarıdan mutlu görünen evliliği,
hayatlarına Fırat' ın yıllar öncesinde kalmış ilk
aşkı Nazlıgül' ün yeniden girmesiyle alt üst
olacaktır.
Zeynep bir gece bile ayrı kalmaya
dayanamadığı kocasının eski aşkı Nazlıgül ile
karşılaşmasına ve yüreğinde küllenmiş bu
aşkın yeniden alevlenmesine engel olamaz.
Ferhat ile Nazlı birbirlerine karşı koyamazlar;
ertesinde Zeynep de aldatıldığını öğrenir.
Şimdi üçünün de yüreği acı ile yanar. Bir
zamanlar o adamın ilk aşkıyken, şimdi "öteki
kadın" olmanın sancısını çeken Nazlıgül' ün
karşısında, çok sevdiği kocasının ihanetine
uğrayan ve onu başka bir kadınla paylaşmanın
imkansızlığını sorgulayan Zeynep vardır. Ferhat ise çok sevdiği ve vazgeçemediği bu kadının arasında
arafa düşmüş gibidir.
Üç kişilik bir aşkı yaşamak mümkün müdür? Sadakat bu aşk üçgeninin neresindedir? Aynı adamı
seven iki kadının çatışmasını konu alan film, tutkulu dolu olduğu kadar aşkın hüzünlü ve yıkıcı yönüne
de beyazperdeye taşıyor.
Sefiller
Senaristliğini ve yönetmenliğini Osman Sınav' ın üstlendiği filmin başrollerini Nurgül Yeşilçay, Ezgi
Asaroğlu ve Tayanç Ayaydın paylaşıyor. Kadrodaki diğer isimlerse Teoman Kumbaracıbaşı, Sait Genay,
Şebnem Dilligil, Renan Karagözoğlu ve Güneş Çağlar Hüseyin’ dir.
18
Müthiş bir efsane; kesinlikle izlemeye değer bir hikaye… Etkileyici
bir serüven olma özelliği taşıyan ‘ Sefiller ‘; 1 Mart’ ta vizyona giriyor,
izleyicileri ile buluşuyor.
Jean Valjean olarak bilinen 24601 nolu mahkum, hapishaneden
salınır. Kendisine yeni bir hayat kurmak ister ama müfettiş Javert'in
gölgesi onu daima takip etmektedir. Fransız Devrimi'nin arifesinde
geçen hikaye ihtilalin her iki tarafının da yüzünü gözler önüne serer.
Ünlü yazar Victor Hugo'nun aynı isimli ünlü edebiyat klasiğinden
uyarlanan Les Miserables (Sefiller), Jean Valjean'ın ölümsüz
hikayesini beyazperdeye taşıyor. Oscarlı sinemacı Tom Hooper'ın
yönetmenliğinde çekilen filmin oyuncu kadrosu ise Hugh Jackman,
Russell Crowe, Anne Hathaway, Helena Bonham Carter ve Amanda
Seyfried gibi birbirinden ünlü isimlerden oluşuyor.
Sizden Gelenler
18
18
18

Benzer belgeler