Untitled - Pamukkale
Transkript
Untitled - Pamukkale
18 18 facebook.com/misternoonline twitter.com/misternoonline www.misterno.com.tr úoLQGHNLOHU Spor Oscar 62 - 64 2 18 10 - 16 50 - 53 Müzik Tarih Fotoğraf 32 - 36 Moda 6-9 44-49 Sosyal Medya 40 - 42 Künye 3DPXNNDOH7XUL]P$GÕQD øPWL\D]6DKLEL &6DGÕN%DEDEDOÕP *HQHO<D\ÕQ<|QHWPHQi 0JH%DEDEDOÕP%DúNDQ 6RUXPOX<D]ÕøúOHUL0GU $KPHW$NVR\ Dizi 22 - 23 <D\ÕQ'DQÕúPD.XUXOX 6DGÕN%DEDEDOÕP 0XVWDIDg]GDOJÕo $Y8÷XU%XUDN'XUX 'U-DOH$NÕQ'HQL]FL (GLW|U $OSHUùDKLQ *UDILN7DVDUÕP6RUXPOXVX 6HoNLQHU%DúVRU÷XQ .DWNÕGD%XOXQDQODU 0XVWDID6|QPH]D\ øEUDKLP(\LO 6HYJO.DKUDPDQ +DQGHdLO øGLO<HQJLO 8PXW&DQ$N\RO .DG×QODUDg]HO Oyun 18 58 - 60 5HNODPøOHWLúLP UHNODP#SDPXNNDOHFRPWU øOHWLúLP UHNODP#SDPXNNDOHFRPWU %DVNÕdD÷UÕ6HULJUDIL(WLNHWøQúDDW 2UJDQL]DV\RQ7HNVWLO6DQD\L7LFDUHW /LPLWHGùLUNHWL 7HO )DNV <D\ÕQ7U8OXVDOVUHOL %DVNÕ7DULKL0DUW Teknoloji 66 - 68 3DPXNNDOH'HUJL3DPXNNDOH7XUL]P¶LQ OLVDQVOÕ\D\ÕQÕGÕUYH7&\DVDODUÕQDX\JXQ RODUDN\D\ÕPODQPDNWDGÕU3DPXNNDOH 'HUJL¶GH\D\ÕQODQDQ\D]ÕIRWR÷UDIYH LOOVWUDV\RQODUÕQKHUKDNNÕVDNOÕGÕU'HUJLPL]GH \D\ÕQODQDQ\D]ÕYHPDNDOHOHUND\QDN J|VWHUPHNND\GÕ\ODNXOODQÕODELOLU'HUJLPL]GH \D\ÕQODQDQLODQODUÕQVRUXPOXOX÷XVDKLELQHDLWWLU %Dü\D]× Sadık Bababalım Pamukkale Turizm Yönetim Kurulu Üyesi Bahar Kapıda Zorlu havalar yavaş yavaş geride kalıyor nihayet. Güneşli günler çok yakında… Kışın tüm çetin hava ve yol şartlarına rağmen hiçbir özveriden kaçınmayarak yolcularımıza hizmet veren başta fedakar kaptan ve kabin memurlarımız olmak üzere tüm Pamukkale Ailesi’nin değerli bireylerine teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Kahraman Şehitlerimiz Zor bir coğrafyada yaşıyoruz. Dolayısıyla geleceğimizle ilgili devamlı türlü senaryolarla karşılaşıyoruz. Bunları bir kenarda bırakıp bir Türk genci olarak geleceğimize birlik ve umutla bakmaktan başka bir seçeneğimiz olduğunu düşünmüyorum. Yüzbinlerce askerini vatan müdafaasında şehit etmiş bir ecdadın evladıyız ne de olsa. Kudretimiz damarlarımızdaki asil kanda… Çanakkale Zaferimizi kutluyor; atamızın ve silah arkadaşlarının önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum. Emekçi Kadınlarımız Tek istedikleri insan gibi yaşayabilmekti… Bu en tabii hakları uğruna dünyanın o döneme dek en büyük örgütlenmesiyle 40.000 emekçi kadının grevi birilerinin işine gelmedi. 129 emekçi kadının bir fabrikada kilitlenerek çıkarılan yangın sonrasında can vermesi insanlık tarihinin en vahşi katliamlarından biri olarak kayda geçti. 103 yıldır bu kahraman emekçi kadınların anısına Kadınlar Günü biz toplum bireylerine bir şeyleri hatırlatabilme adına kutlanıyor aslında. Peki halen kadınlarımız hak ettiği biçimde yaşayabiliyorlar mı? Elbette hayır! Hala bazı ülkelerde kadınların oy kullanma hakları dahi yok; otomobil kullanmaları yasaklanmış durumda . Ülkemizde kadın nüfusunun %75’i hala çalışmıyor. 100 kadınımızdan 42’si cinsel ve fiziksel şiddete maruz kalıyor. Gerçekler ortada! Tüm bu göstergeler Kadınlar Günü’nü daha fazla ürün sattıracak pazarlama ve reklam kampanyalarıyla değil herkesin kadınlarımızın hak ettiği şekilde yaşaması için üzerine düşeni yaparak kutlamasını gerektiriyor. “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” gönülden kutlu olsun… Sanatçılar Asla Ölmez Toplumun belli bir kesimine hitap eden bir müzik yapacaksınız, ama dinleyen dinlemeyen herkes sizi sevecek! Çok az insana nasip olur böyle bir sevgi. Arabeskin duayeni, Türkiye’nin “Baba”sı Müslüm Gürses’i saygı ve rahmetle anıyorum. Değerlerimiz bir bir aramızdan ayrılıyor... Çocukluğumuzdan beri sahnelerde ve ekranlarda görmeye alıştığımız o karizmatik, babacan duruşu, usta oyunculuğu hepimizin aklında kalacak Metin Serezli’nin. Uğurlar olsun… Güzel bir Mart ayı dilerim… 18 4 18 Moda Vücut tipinize uygun gelinlik nasıl seçilir? Düğün sezonu yaklaşmışken o günün kraliçesi olacaklar için en önemli şey en güzel gelinliği seçmektir. Uzun araştırmalar sonucu her gelin aslında o gelinliği ilk gördüğünde onun kendi gelinliği olduğunu anlar ve onu seçer. Yaptığımız bu seçimlerde ideal gelinliği seçmenin püf noktası ise modaya uygun şeylerden uzaklaşıp kendi vücut tipimize en uygun gelinliği seçmektir. İşte bu güzel gününüzdeki seçimlerinizi kolaylaştırmak için size birkaç tüyo… Armut Tipi Armut vücut tipinin özellikleri, dar omuzlar, ince bel, küçük veya orta göğüsler ve gemiş kalçadan oluşur. Bu vücut tipine sahip gelinlerin gelinlik seçimlerinde dikkat etmesi gereken özellik dikkati kalçalardan çekmektir. Özellikle balık gelinlik modellerinden, kalça kısmı dar olan ve belinde kemer olan gelinliklerden uzak durmanız gerekir. Kumaş seçimlerinde ise saten kumaştan mutlaka uzak durmalısınız. Sizin vücut tipinize uygun olacak gelinlik modeli A kesim veya kalçadan genişleyen orta kabarıklıkta olan ve göğüs kısmında dikkat çeken detayları olan gelinlikler olmalıdır. Kum Saati Kum saati vücut tipinin özellikler, geniş omuz, ince bel ve geniş kalçadan oluşur. Bu vücut tipine sahip gelinler orantılı bir vücuda sahip oldukları için bir çok modeli giyebilirler. Yalnızca düz grek gelinlik tipinden kaçınmanız gerekmektedir. 6 18 Elma Tipi Elma tip vücut tipinin özellikleri, omuz, bel ve kalçanın yakın ölçülere sahip olmasıdır. Bu vücut tipindeki gelinlerin bel bölgesinden kabaran veya A kesim gelinlikleri seçmeleri gerekir. Dikkati bel bölgesinden kaçırarak göğüste dekolteye veya farklı kol çeşitleri ile işlemelere dikkat çekmek gelini daha zarif ve ince gösterecektir. Saten kumaştan, çok kabarık eteklerden de kaçınmakta fayda var. Hande Çil [email protected] Minyon Yapılılar Minyon tipli gelinlerin seçimleri ise vücut hatlarını ortaya çıkartan sade gelinliklerden yana olmalıdır. Gelinlikteki abartılı işlemeler, kemerler ve kabarık etekler boyunuzu daha kısa gösterecek ve sizi daha şişman hale getirecektir. Üst kısmı vücuda oturan ve etek kısmından genişleten gelinlik modelleri seçerek daha zarif bir görüntüye ulaşabilirsiniz. 18 8 Moda 18 10 Mor ve Ötesi Müzik 1996 yılının Haziran ayında, zamanın kendi çapında sıkı rockçusu, asi delikanlısı, ama her şeyden önce bütün olasılıkların, şansların ve olayların neden hep tersime olduğunu düşünen ve bu bunları düşünürken girip çıkmadığım bunalım bırakmayan bir ergeni olarak, İstanbul İstiklal caddesinde, ellerim cebimde, caddenin büyüsünün verdiği hazla, bir filmin başrol oyuncusu ya da bir rock star olarak hayallere dalmış bir şekilde yürürken, sadece kulağıma çarpan o şarkı beni kendime getirebilirdi. O zamanlar benim için sanki dünyanın en büyük sorunu olan, fakat yıllar geçtikçe o yaşlardaki herkesin ortak paydası durumundaki o sorular (olasılıklar, şanslar, olaylar neden hep senin tersin???) o anda duyduğm şarkının sözlerinde yankılanıyordu.Cebimdeki paranın aklıma gelen her şeyi alamayacağım kadar olduğunu, hatta bineceğim otobüse kadar harcayacağım her kuruşun hesabını bilmeme rağmen, kulaklarımda çınlayıp beni kendine çeken müziğin kaynağı olan, caddenin en sevdiğim kitabevi-müzik marketine girdim ve çalan müziğin kime ait olduğunu, almak istediğimi, mağazayla ilgili olduğunu düşündüğüm ilk kişiye söyledim. Parasını ödeyip elime aldığım kasetin (evet kaset. cd alabilen ve dinleyen zamanın saygın insanlardan biri değildim. Ne cd’ye verecek param, ne de bir discmanim vardı… Evdeki tek cd player da üstüne dantel örtülmüş bir şekilde salonda daha çok dekoratif amaçla duruyordu. Ve ben o zamanlar yemek saatleri dışında odamdan çıkmıyordum. Ne gerek vardı ki? Salonda ailemle birlikte oturursam ne istediğim gibi müzik dinleyecektim, ne de kendi kendime daldığım düşüncelerden, bir beste çıkarma uğraşındayken, anne-babamdan “oğlum iyi misin? Neyin var?” gibi sorularla rahat bırakılacaktım...) üstünde Mor ve Ötesi – Şehir yazıyordu. “Mor ve Ötesi” neyse de, “Şehir kesinlikle benim albümümün adı olmalıydı…” diye düşünürken albümün jelatin kabını ne kadar büyük bir heyecan ve merakla yırtışımı hala unutamıyorum. “Bu şarkıyı ben yazmalıydım…” 18 Müzik Albümü walk-man’imde dinlemeye başladığımda aslına bakarsanız ilk şarkıyla birlikte hayal kırıklığı yaşadım. Ama ben içinde “tesafüden yalnızsın…” sözünün geçtiği şarkıyı bekliyordum. Kaset içinde şarkı listesine baktığımda da şarkı adını henüz bulamamıştım ki, 2. sıradaki şarkı aradığımı bulduğum müjdesini bana vermişti. “olasılıklar, şanslar, olaylar neden hep senin tersine…” diye başlayan şarkı basit melodisine rağmen, çok vurucu sözlere sahipti. En azından o yaşlardaki benim için zaten ilk duyduğum anda albümü almaya sebep olan şarkıydı bu…Düşündüğüm tek şey de “Bu şarkıyı ben yazmalıydım…” oldu. Mor ve Ötesi’yle tanışmam işte böyle bir ergen hikayesi. Her ne kadar o zamanların ergen hikayeleri şu anda bana çok saçma gelse de Mor ve Ötesi benim hala çok severek dinlediğim, hatta Türkiye’de en çok saygı duyurak dinlediğim gruptur. Çoğu kişinin çok fazla Radiohead taklidi olarak tanımlamasına rağmen, bir Radiohead hayranı olarak bu bile benim kendilerine verdiğim değerin sebebini artırıyor. 1995 yılında lise öğrencisi 4 genç tarafından kurulan Mor ve Ötesi’ne sanırım ben dahil kimse grubun adının nereden geldiğini sormadı. Kendileriyle birçok kez sohbet etme fırsatı yakalamış olmama rağmen, kısa sürede benim için konuşacak çok daha önemli ve merak ettiğim şeyler olmasından dolayı “grubun adı nereden geliyor???” gibi içi boş bir soruyu sorma fırsatı bulamadım. Doğrusu aklıma bile gelmedi. Sadece Ultra Violet kelimesinin bir çeşit Türkçeleştirilmiş versiyonu olduğunu bilmek benim için yeterliydi. Sohbetlerimiz esnasında, müzikleri dışında beni en çok etkileyen durum, hemen hemen aynı yaşlarda olmamıza rağmen nasıl oluyor da bu kadar çok şey üretebiliyor olmalarıydı. Gerçekten de grup üyelerinin müzik dışındaki sosyal, politik, kültürel konulardaki sağlam alt yapılarından etkilenmemek mümkün değildi. Bu 4 liseli gencin zamanın müzikal ve ticari ilişki paralelindeki şartlarına dahilinde bir albüm yapması da benim adıma oldukça merak edilen bir konuydu. Sonradan öğrendiğim kadarıyla, kayıt ve dağıtım dahil birçok masrafın kendileri tarafından karşılanması sonucunda ortaya çıkmış bir albüm Şehir albümü. Bu şartlar göz önüne alındığında epey emek harcanmış olduğu anlaşılarak takdir edilmesi gereken bir durum olduğu ortaya çıkıyor. Çıkardıkları ilk albüm ve çektikleri ilk klip olan “yalnız şarkı” (yazının en başında bahsettiğim, benim bütün dikkatimi bir anda üzerine çeken, “bu şarkıyı ben yazmalıydım.” diye düşünmeme neden olan şarkıdır) ile çok az bir dinleyiciye ulaşmış, tabiri caizse “underground grup” teriminin hakkını vererek müzik çalışmalarına devam etmiş grup, henüz ilk albüm raflarda yerini korurken, İstanbul’un “Bronx”, “Captain Hook”gibi mekanlarda çalarak hayran sayısını artırmıştı. 12 18 Müzik 1999 yılında “Bırak Zaman Aksın” adlı ikinci albümlerini çıkaran grup, albümün yayınlanmasıyla birlikte birçok kişi için Mor ve Ötesi’nin esas elemanı olan Derin Esmer’in (hatta o yıllarda grubu dinlemeye başlayanlardan bazıları daha sonra doğacak çocuklarına çocuklarına Derin adını vermişlerdir.) ayrılıp, yerine Kerem Özyeğen’in dahil olmasıyla son halini almıştır. Kanımca, albümde yer alan 23 adlı şarkı, Placebo’nun alt grubu olarak sahne almalarından sonra bir anlamda Placebo’ya teşekkür mahiyetinde, Placebo soundlu müthiş bir beste olarak dikkatleri çekmektedir. Birçokları için (ben dahil olmak üzere) grubun en iyi albümü özelliğini taşıyan albümle birlikte Mor ve Ötesi’nin hayran kitlesi de şekillenmeye ve Türkiye’nin önemli rock gruplarından biri olarak anılmaya başlanmıştır. Mor ve Ötesi’nin grup olarak attığı en büyük adım ise, 1999 yılının Aralık ayında Placebo’nun İstanbul konserinde alt grup olarak çıkmasıdır. Bu durum grubun kariyerinde de önemli bir adım olarak kabul edilmiştir. Aynı yıl, birçok sanatçının ortak bir çalışmayla katkıda bulunduğu Bülent Ortaçgil tribute albümde “Sen Varsın” isimli Ortaçgil eserini yorumlayarak yer aldı. Mor ve Ötesi’nin resmi internet sitesinde yer alan, bir zamanlar benim de üye olup, aktif olarak yazdığım forum bölümü, Türkiye’nin önemli rock müzik ve alternatif kültür paylaşım ağı olarak bilinir. Çoğu zaman fazlasıyla derin sohbetlerin döndüğü bu bölüm kontrol edilemez şekilde büyüdüğü için aktif haline son verilmiştir. Bu forum sitesi sayesinde Mor ve Ötesi’nin kalıplaşmış, sağlam ve aynı dili konuşan bir hayran kitlesinin oluşması grubu başından beri takip eden hayranlarının ortak düşüncesi olarak devam etmektedir. 2001 yılında en az, ikinci albümleri kadar başarılı “Gül Kendine” isimli albüm, çıktığında Mor ve Ötesi’nin sound’u ve kişiliği tamamen oturmuş ve belirlenmiş olduğu anlaşılıyordu. Çok daha profesyonel kayıtlar ve tonlarla birlikte grup elemanları da o toy hallerini oldukça geride bırakmış, daha olgun birer kişilik olarak karşımıza çıkıtılar. Bu albümle birlikte Türkiye’de alternatif rock müzik süreci daha bir anlam kazanmış ve çıta oldukça yükselmişti. Tüm alterntatif rock müzik yapan grupların önünde bir hedef haline gelmişti Mor ve Ötesi. Mor ve Ötesi Bizimdir Bizim Kalacak… Gül Kendine’den sonra iyi iş çıkarttıklarını bilen grup bir süre yeni albüm yapmasa da Ajda Pekkan şarkısı olan “Yaz” cover’ıyla bir single çıkardı. Bununla birlikte grubu aşırı derecede sahiplenmiş hayranlarında görülen hayal kırıklığı, gözlerden kaçmadı. Çünkü grubun hayranları için alternatif demek, popüler olmayan demekti… Popüler bir cover yaparak alternatif grup olma olgusundan uzaklaşıldığını düşünenlerin bence gerçek düşüncesi, kendilerine ait olduğunu düşündükleri Mor ve Ötesi’ni kimseyle paylaşmak istememeleriydi. Gerçekten de grubun daha çok tanınmak, belki de popüler olmak adına attığı bu adım, Türkiye’de alternatif rock müziğin yönünü belirlemiş grup olmalarıyla çelişen bir durumdu. Gerçekten de “Yaz” şarkısıyla Mor ve Ötesi artık sadece belirli mekanlarda değil, neredeyse tüm disco’larda çalınır hale gelmiş, tabiri caizse Serdar Ortaç şarkısından sonra dinleyebileceğimiz sıradan bir grup sıfatını kazanmış olmalarından dolayı, grubun gerçek dinleyicilerini hayal kırıklığına uğratmıştı… Bununla birlikte 2002 yılında Mor ve Ötesi ilk Türkiye turnesine çıkarak geldiği noktanın hakkını verircesine, tüm ülkede yer alan sevenleriyle kucaklaşmıştı. 2004 yılında “Dünya Yalan Söylüyor” adını verdikleri albüm çıktığında tüm bu konuşulanlar, karşılaştığımız, her yönüyle dört dörtlük olan albüm sayesinde unutuluyordu. Lakin albüme konulan bir cover daha, popüler olma konusunu uzatmaya niyetli kişilerin eline yeterince koz veriyordu. “Sevda Çiçeği” adlı Fikret Kızılok cover’ı albümün müthiş derecede başarılı birçok eserinden biriydi. Bununla birlikte “Mustafa Hakkında Her şey” adlı Çağan Irmak filminin soundtrack’i olan “Bir Derdim Var” isimli eser, tüm zamanların en iyi Mor ve Ötesi eseri olarak kabul edilmekle kalmadı, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi film müziği olarak ödül aldı. 14 18 Müzik Aynı zamanda Blue Jean dergisi tarafından tüm zamanların en iyi Türkçe rock müzik albümü olarak kabul edilen “Dünya Yalan Söylüyor” birçok şarkısında geçen politik göndermelere sahip sözleriyle de Türkiye rock müzik tarihinde en tepede yerini almıştır. 2006 yılına gelindiğinde grup kurulalı 10 yıl olmuş, grubu ilk çıktığında dinlemeye başlayanlar 10 yaş daha büyümüş, hayran kitlesi büyümüş ve değişmiş bir grup olarak “Büyük Düşler” adını verdikleri 4. albümlerini yayınlayan grup Türkiye’de türünün tek örneği olma yolunda büyük yol kat ederek, inanılmaz bir prodüksiyonla kaydedilmiş bir albüme imza attılar. Albümün yayınlanmasından 2 yıl sonra yani 2008’de bir neslin travması olmuş Eurovision şarkı yarışmasına katılarak 7. olan grup şarkının video klibini, yarışma performansları sırasında arka planda oynatarak, o sıralarda Irak’le iyi niyete bağlı!!! İlişkiler içinde olan Amerika ve George W. Bush’a önemli mesajlar vererek gönlümüzün birincisi oluyorlardı. Daha sonra sırasıyla 2008’de “Başıbozuk”, 2010’da “Masumiyetin Ziyan Olmaz” son olarak 2012’de “Güneşi Beklerken” isimli albümlerini yayınlamıştır, Son albümleri “Güneşi Beklerken” grubun süregelen felsefesinin dışında şarkı sözlerine sahip olmasıyla dikkatimi çekmekle beraber yine çok olumlu eleştiriler aldı. Buna rağmen eski Mor ve Ötesi hayranları tarafından kolay benimsenmeyeceği aşikar olduğunu düşünüyorum. 1996 yılından beri önceleri çok büyük hayranlıkla, sonradan ise takdir ile takip ettiğim, her zaman her şekilde yaptıkları işlerin savunucusu ve destekçisi olduğum grubun en çılgın gençlik zamanlarıma denk gelen o ilk 3 albümünü ne zaman dinlesem İstiklal caddesine yolculuk yaparım. Yalnız Şarkıyı hatırlarım ve alırım gitarı elime, do diyez minör basarak başlarım; olasılıklar, şanslar, olaylar neden hep senin tersine? Bunu hala sorma… Yanlış yer ve yanlış zaman Bunlar hep aldatmaca Bunu artık anla… Diskografi : Yıl 1996 1999 2001 2003 2004 2006 2008 2010 2012 16 Albüm adı Şehir Bırak Zaman Aksın Gül Kendine Yaz Dünya Yalan Söylüyor Büyük Düşler Başıbozuk Masumiyetin Ziyan Olmaz Güneşi Beklerken Yazı: Umutcan Akyol [email protected] 18 18 Demet Evgar Biyografi 18 Biyografi Bazı oyuncular filmde üstlendikleri rol ve büründükleri karakter dolayısı ile unutulmazlar… Bu unutulmaz karakterleri ile de başrole tırmanırlar. Çekilen filmin kurgusuna göre bir mizah anlayışı da hakim olmalıdır. Şimdi gündemin ortasında yer alan ve mizah anlayışını komedi ustalığıyla birleştiren bir kişiyi ele almak gerekirse; işte bu kişi Demet Evgar’ dır. Demet Evgar, 1980 Manisa doğumlu oyuncu. 163 cm boyundadır. İstanbul Üniversitesi Tiyatro bölümü mezunu olup oyunculuğuna ilk defa 17 yaşında Manisa'da amatör bir topluluk olan Afsem Tiyatrosunda Roy Cooney'in "Kaç Baba Kaç" adlı oyunuyla başladı. Konservatuvarda öğrenim görürken arkadaşları ile "Tiyatro Kılçık" adında bir topluluk kurdu. Kurulan toplulukta oyuncu ve oyuncu yazarı olarak çalıştı. Kenter Tiyatrosu'nda "Aşk Çemberi" adlı oyunda rol aldı. Demet Evgar, son olarak Türkmax kanalında yayınlanan "1 Kadın, 1 Erkek" adlı televizyon dizisinde "Zeynep" karakteri olarak rol almaktadır. Genç oyuncular Demet Evgar ile Emre Karayel'in müthiş uyumundan destek alan program, kadın-erkek ilişkileri üzerine kurulu hikayeleri ekrana taşıyor. Sabit bir kamerayla çekimleri gerçekleştirilen ve belirli bir kurgusu olmayan kısa hikayeler, ilişkilerde yaşanan komik diyalogları ve olayları yansıtıyor. Güzel oyuncu, Yedi Numara, Aslı ile Kerem, Tatlı Hayat, Yuvam Yıkılmasın, Çınaraltı, Bütün Çocuklarım, Emret Komutanım, Banyo, Beyza'nın Kadınları, Erkekler Ağlamaz, 1 Kadın 1 Erkek, Güneşi Gördüm, Yahşi Batı, Vay Arkadaş. Tiyatro Oyunları: 39 Basamak, Anna Kareninna, Gece Mevsimi, Ayşegül Hindistan'da, Takanlar ve Takılanlar, Aşk Çemberi, Kadınlar da Savaşı Yitirdi gibi dizi ve filmlerde rol almıştır. Afife Tiyatro Ödülleri (2005) Yardımcı rolde Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu - Gece mevsimi, Sadri Alışık Ödülleri En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu - Anna Karenina rolüyle, Lions tiyatro ödülleri Yardımcı Kadın Oyuncu - Gece Mevsimi, 37. Altın Kelebek En İyi Komedi Kadın Oyuncusu, GSU 2006 En İyi Kadın Oyuncu, GSU 2009 En İyi Kadın Dizi ve Sinema Oyuncusu, Savaş Dinçel Tiyatro Ödülleri'nde "En iyi kadın Tiyatro Sanatçısı", 2010 İsmail Cem Televizyon Ödülleri'nde "En iyi komedi dizisi aktristi", 37. Altın Kelebek ödüllerinde de "En iyi kadın komedi oyuncusu", 4. Tiyatro Tiyatro Dergisi Tarafından Düzenlenen 8. Tiyatro Ödülleri'nde "Cimri" oyunundaki rolü ile " Yılın Kadın Oyuncusu", İstanbul Aydın Üniversitesinden "En iyi kadın oyuncu" ve Yıldız Teknik Üniversitesi’ nden "En beğenilen tiyatrocu" ödüllerini almıştır. 18 Demet Evgar, ekranlardaki ‘ bir kadın ‘ idi. O bir kadındı, bir de erkeği vardı… Dizideki isimleri ile onlar tüm toplumun bildiği Zeynep ve Ozan idi. Hikayeleri ile her bölümde farklı farklı izleyicilerinin karşısına gelir, Sıradanlaşmış Türk Kadını- Türk erkeği tiplemesinin dışına çıkarak onları eğlendirirlerdi. Ama kadın; her zaman eğlenmezdi… Erkek tarafından bir türlü gelmeyen evlenme teklifi, Ama beraber yaşamak konusundaki o çok memnun hali; Zeynep’ i allak bullak eder, Bazen çaresizliğe kapıldığı ruh haliyle kafasında sorular dolaşır, dururdu. Böyle zamanlarda yazar, çizer, düşünür, olmadı Ozan’ ı didiklerdi. Sorularını, çıkmazlarını onunla paylaşır, Ve bir teselli beklerdi… Ama zaman zaman Ozan, kadının bu sorularının çözümü olamazdı. İşte o zamanlar birbirlerine ters düşerlerdi; Farklı düşüncelere sahip her insanda olduğu gibi ayrılıklar yaşanırdı. Ama gelin görün ki; birbirlerine alışmışlardı… Kadını erkekten, erkeği kadından daha iyi bilen kimse yoktu; İşte tüm bunlar, onları yeniden birbirlerine bağlıyordu, Yeniden bir kadın bir erkek, evlerinde buluşuveriyordu… Şen şakrak sohbetleri olmazsa olmazlarıydı; Kadın için erkek bir gereksinim, Erkek için kadın her şeydi. İzleyiciler tarafından da öyle içselleştirilmişti ki bu iki kişi; ‘ Bir Kadın Bir Erkek ‘ artık fenomendi… Yazı: İdil Yengil 18 22 Merhamet Dizi Ancak ağlarını örmekte olan kader, onun yolunu yalnız bir burjuva kızı olan Deniz’le kesiştirir ve bu iki kız, o günden sonra birbirine kenetlenirler. Toplumumuzda en çok beğenilen ve geçerliliğini hiç kaybetmeden izleyicilerini ekrana bağlayan, halk diline hitap edişi ve benimsediği samimi tarzıyla göze ve kulağa hitap eden dizilerimizden bahsediyoruz sizin de tahmin ettiğiniz gibi… 2013 yılına damgasını vuracak bir dizidir ‘ Merhamet ‘. Diğerlerinden çok farklı olmayan; hatta kurgusu aynı, sadece karakterleri farklı denilebilecek bir hikaye… Bir fakir kız, bir de genç erkek başrolde. Ve imkansız bir aşk üçgeni; kıskançlık krizleri, pişmanlık, çekememezlik durumları, bilseniz daha neler neler… Oyuncu kadrosunda İbrahim Çelikkol, Özgü Namal, Mustafa Üstündağ, Yasemin Allen ve Burak Hülakü’ nün bulunduğu dizinin gelgelelim konusuna… Deniz, Narin’i şehir yaşamına, Narin de Deniz’i bir dostluğun sıcaklığına alıştırır. Gel zaman git zaman bu iki kız, ev arkadaşlığından, en yakın dostluğa doğru uzanan bir yolda uzun süre el ele yürür. Yolları ayrılsa da elleri hiç ayrılmaz. Deniz’in kıskanç küçük kardeşi Irmak ise, Narin’e kaptırdığı ablasını geri almaya kararlı, İsviçre’de sürdürdüğü rahat ve lüks hayatından feragat edip İstanbul’a kesin dönüş yapar. Irmak tek başına dönmemiştir. Kolunda bir de yakışıklı, başarılı, banka Genel Müdür Yardımcısı Fırat vardır. Fakat Narin, Fırat’ın eski aşkı olduğunu anlar ve Fırat’ın kendisini tanımamış olmasının acısını günlerce çeker. Bir de yetmezmiş gibi çalıştığı hukuk firması Fırat’ın kredi verdiği karanlık bir adam olan Sermet Karayel’in davasını almış ve konu ile Narin’i görevlendirmiştir. Sermet de geçmişten gelen bir karakterdir. Narin yalnızca azmi ve başarısı sayesinde bütün zorluklardan, engellerden sıyrılıp, hiçbir destek ve torpil olmaksızın, kendi çabası ve alnının akıyla bir yerlere gelebilmiş genç bir kadın olacaktır. Acımasız ailesinin ve büyük şehrin darbelerine göğüs gerebilmiş, büyük bir kahramandır. Öykü küçük bir kasabada başlar ve İstanbul’a uzanır. Narin’in İstanbul’a geliş hikâyesi epey çetrefilli olsa da, her nasılsa İstanbul’da talih yüzüne gülmüş, daha ayağını bastığı gün kafasını sokacak bir yer bulmuştur. İstanbul’da birinci ayın sonuna gelindiğinde ise Narin, sonunda bir iş bulmuş ve ev kirasını ödeyebilecek duruma gelmeyi başarmıştır. 18 Narin durumun hiç de sandığı gibi olmadığını zamanla anlayacak ve eski aşk küllerinden bir fırtına şeklinde yeniden doğacaktır. Fakat, geçmişin gölgeleri Narin’in peşini bırakacak mıdır? Her hafta Çarşamba günü Kanal D’ de izleyicileri ile buluşan ‘ Merhamet ‘ sizlerin de merhametinize sığınmak için farklı hikayelerini bu dizide topladı. Kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyor, iyi seyirler diliyoruz… Yazı: İdil Yengil 18 18 .DELQ0HPXUODU× <ROFXOXNODU×Q×]×Q.DKUDPDQODU× Mustafa ARI/İzmir Bizler Hanımefendi ve Beyefendilere Hizmet veren Beyefendileriz. Hayatımın en önemli dönüm noktalarındandır bu iş. Askerliğimi yapıp geldim. Yine bu işe girdim. Kopamıyorum bu işten. Nasıl Bir Dönüm Noktası Bu? Günümüz gençliğinin büyük bir kısmı üretmeden tüketmeye odaklanmış. Tüm gününü bilgisayar başında geçiren arkadaşlarım var. Ben hem çalışıyorum hem de hayatın içinde hayatı öğrenip kendimi buluyorum. Kendimi Buluyorum Derken? Kişisel gelişimin temeli bize eğitimlerde öğretildiği üzere insanın “ Kendini Tanımasından” geçiyor. Sosyal bir ortamda olmayan, insanlar ile iletişim içinde olmayan nasıl böyle bir öğrenme sürecine girebilir ki? Biz bu işi yaparken hayatın tam orta yerindeyiz. Her gün onlarca farklı psikolojide insanla karşılaşıyoruz. Farklı Psikolojide İnsanlara Hizmet Etmek Zor Olsa Gerek? İşte bu da dönüm noktalarımızdan birisi , farkında olmadan bir süre sonra bakıyorsunuz ki, o hoşgörü, sabır, insanlara hizmet etmenin mutluluğu kendiliğinden sizde gelişivermiş. İşimizin püf noktaları “ Güler yüz, Sabır, Hoş Görü ve Disiplin” Çünkü, Mustafa Kemal Atatürk’ün de söylediği gibi “Nerede karşılıklı sevgi ve saygı varsa, orada itimat ve itaat vardır. İtimat ve itaatin olduğu yerde disiplin vardır. Disiplinin olduğu yerde huzur, huzurun olduğu yerde başarı vardır." Büyük bir markanın büyük sorumluluğunu taşıyoruz. Bizim başarımız bu büyük markadan beklentileri büyük olan yolcularımıza, en iyi şekilde hizmet vermek. Ne gibi Beklentiler Bunlar? Malumunuz markalı bir ürün, ya da hizmet satın aldığımızda beklentilerimiz bizim de yüksektir. Yolcularımız için de aynı durum söz konusu, bazen yolcularımız otobüsün tekerinin patlayabileceğini, otobüsümüzün arıza yapabileceğini bile bu büyük markaya yakıştıramıyor. Bu bize gurur veriyor. Omuzlarımızdaki sorumluluğun ne kadar büyük olduğunun farkında olmamızı sağlıyor. Beklentinin büyük olduğunun bilinciyle hizmetinizde fark yaratıyor musunuz? İşimizin esaslarından biri de “ Hizmette fark yaratmak” Öksüren, hapşıran yolcumuza ıhlamur ya da ada çayı ikram ettiğimde yüzündeki tebessüm ve memnuniyet paha biçilemez bir mutluluk. Uğur ÇAKIRASLAN/Antalya İnanılmaz bir sinerji var bu işte. Otobüsün içine çıktığım zaman kendimi tiyatro sahnesine çıkmış bir sanatçı gibi hissediyorum. Sahnede, yolun sonunda tüm yolcularımız beni alkışlayacakmış gibi hizmetimi veriyorum. Dert, tasa, üzüntü günlük hayatın içinde ne sorunum var ise sahneye çıktığım andan itibaren otobüsün dışında bırakıyorum. Yolcularımız gerçekten alkışlamasalar bile , yüzlerindeki tebessüm sayesinde aslında otobüsün içinde içten içe bir alkış tufanı koptuğunu hissedebiliyorum. Geçen gün bir gıda mühendisi yolcumuz, ikram yaparken eldivenlerin kullanımıyla ilgili gösterdiğim özeni ameliyata giren bir doktorun özenine benzetti. Demek ki iyi şeyleri yaptığınız zaman birileri bunları mutlaka fark ediyor diye düşündüm hemen. Mustafa AKTAŞ/Uşak 15 gündür kabin memuru olarak çalışıyorum. Kısa bir süre olmasına rağmen, bu iş sayesinde hayatım bir düzene girdi. Ailem ile birlikte bu durumdan son derece mutluyuz. Ne kadar süre çalışırım bilmiyorum ama sektörden kopmanın kolay olacağını sanmıyorum. Askere giden, ya da başka işlerde çalışan arkadaşlarımız bunu özellikle söylüyorlar. “İşimizi ve yolları çok özlüyoruz diyorlar. “ Yöneticilerimiz, birlikte çalıştığımız kaptanlarımız işimi öğrenmem konusunda yardımcı oluyorlar. Tıpkı okul gibi eğitimler alıyoruz. Firmamız sektörde kişisel ve mesleki gelişime en çok önem veren firmaymış. Bunu daha işe başlarken fark edebiliyorsunuz. İşimin 7.günü hep beraber kahvaltı yapacağız dendiğinde çok şaşırdım. Meğer her hafta uygulanıyormuş , çalışma arkadaşlarımız ve yöneticilerimiz ile bir araya gelip kahvaltı yapıyoruz. 18 0DUNDODU×Qg\NV Otomobil sektörü, diğer sektörlerden soyadıyla belirtilen markaların bolluğuyla ayrılır. Ama, Audi bu kuralı bozar. Karl Benz’de mühendislik yapan Alman August Horch, getirdiği teknik yeniliklerin kabul edilmemesi üzerine 1899 yılında şirketten ayrılır. Dostlarıyla aynı yılın 14 Kasımda Köln’de kendi şirketini kurar ve daha sonra 1904 yılında Zwickau’ya taşınır. Şirketin adı August Horch&Cie’dir. Kısa süre sonra ortaklarıyla çıkan anlaşmazlıklar sonucu 1909 yılında yeni bir firma kurar. Ancak Horch adını eski şirkette ürettikleri arabalara verdiklerinden bu adı kullanamaz. Bunun üzerine dâhice bir kurnazlıkla Almanca “dinliyorum” anlamına gelen adını Latinceye çevirir. Bu da 1910 Nisanında piyasaya sürülen Audi markasının adına kaynaklık eder. “Alpensieger” adı verilen Audi C tipi sayesinde 1911-1914 yılları arasında Avusturya Alpleri’nde yapılan rallilerde birçok zafer kazanılır. İronik olan ralliye katılan tüm arabaların üretiminde Horch ekolünün kullanılmasıdır! Audi 1928 yılında marka, jorgen Skafte Rasmussen tarafından 196 yılında kurulmuş olan ahşap arabalarda uzmanlaşmış DKW’nın (Dampfkraftwagen) eline geçer. Bu şirket iki otomobil markasına (Wanderer (1913) ve Horch (Alman pazarındaki en büyük marka)) daha sahip olarak 1932 de dört halkayla sembolize edilen Auto-Union’la imparatorluğunu ilan eder. Auto Union kullandığı birbirine bağlı dört halka da bugün Audi’nin logosu olarak kullanılmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’na kadar bu dört marka muhafaza edilir. Auto-Union 1937 yılında ilk kez uygulanan şoka dayanıklılık testlerinde farklılığını gösterir. Savaş sonrasında, Sovyet işgal bölgesindeki Zwickau tesisi 1958 de sahneye çıkan Trabant’ın yapımına ayrılır. 1949 yılında Batı Almanya’daki İngolstadt’ta F 89 L’yle DKW yeniden üretime geçer. Doğu Almanya’da üretilenlerden ayırmak amacıyla, bu araba arabalara Batı ( West) anlamında W damgası vurulur. Audi markası kaybolmuştur. Auto-Union, 1958 yılında Daimler-Benz tarafından satın alınır; marka Audi 72yle yeniden doğduğu 1964 yılında ise marka Volkswagen firmasının eline geçer. 1969 da NSU’nun alınmasıyla Audi NSU Auto Union AG doğar. Yetmişli yıllar, Audi 50,100 ve 200 yıllarıdır. 1984 yılında dünya ralli şampiyonu olan eşsiz dört çekerli Audi Quattro devrimi ise 1980 de gerçekleşir. Bu model, şirkete 1972 de katılan ve Volkswagen grubunun yöneticiliğini yapmakta olan Ferdinand Porsche’nin küçük oğlu Ferdinand Piech tarafından hayata geçirilmiştir. Başlıca Modelleri Audi AG (1985), tamamen alüminyum Audi A8 (1994),A4 (1995),A3 (1996) ve A6 (1997) serisi, spor kupe ATT (1998) ve yine alüminyumdan yapılmış A2 dir. (2000). Bu son model diğerlerinden “bakım modülü”yle ayrılır. yağ veya ön cam silecek suyu koymak için sürücüyü kaputu açarak ellerini kirletmek zorunda bırakmaz! İngolstadt firması , 1998 yılında Lamborghini’yi satın alır. Boğa markası, 1999 yılında 265 adet satılan Diablo dışında bir model üretmez. Sanal bir topluluğa dahil olmak isteyenlere PlaNet Audi sitesi birçok konuda bilgi vermektedir. Ancak arabalar hariç! Volkswagen, Louis XIV reklam ajansını 1994 te Audi için kurmuştur. Audi marka hikayesinin kısa bir özetini geçtikten sonra kendimizi iyice kaptırdığımız bu markanın gelin beraberce derinlerine inelim… 28 0DUNDODU×Qg\NV Bazı markalar vardır; tam tabiriyle arzu edilir toplumlarda; Başarısı, başarısının verdiği imajı Ve kişinin markaya ulaşmak için verdiği çabası bence işin cabası. Lüks bir yaşamın, hissedilen güzel duyguların ve özel bir dokunuşun sembolüdür işte Audi… Tatlı, büyülü bir hissedilişi vardır; Adeta bu otomobil ile gaza bastığında uçar gidersin, Farktır, tarzdır o… Kendini bırakırsın; yaşarsın bu büyük farkı; ‘ Şans ‘ dersin; tadını çıkarmakta olduğun bu sürüş keyfine, Bitmek, tükenmek bilmez Audi’ yle yollar… Audi altında oldu mu, bitmesin zaten; sana açılsın tüm kapılar! Güçtür o; ve sen bu otomobile sahip isen, Gücün tartışılmaz olur, herkesin bakışları üzerinde durur, Sen ise basar, gidersin yanlarından, An gelir, zaman durur! AUDİ’ YLE KEYİFLİ SÜRÜŞLER… Yazı: İdil Yengil 30 18 32 $IJDQ.×]× )RWRùUDI 18 )RWRùUDI 1950 Amerika doğumlu fotoğraf muhabiri Steve McCurry, National Geographic Dergisi'nin 1985 yılındaki kapak fotoğrafı olan Afgan Kızı'nı fotoğraflayan kişidir. Fotoğraftaki kız savaş sırasında öksüz kalmış Şarbat Gula 'dır ve peştun kökenlidir. Afgan Kızı, Pakistan'daki mülteci kampındayken Steve McCurry tarafından fotoğraflanmıştır. 13 yaşındayken fotoğraflanan Şarbat Gula keskin bakışları ve yeşil gözleriyle, seksenli yıllardaki Sovyet-Afgan savaşının ve mültecilerin tüm dünyaya yayılan simgesi olmuştur. Fotoğraf aynı zamanda yayın dünyasında en fazla bilinen fotoğraf unvanına sahip olmakla birlikte Leonardo da Vinci'nin Mona Lisa'sına benzetilmiş ve halk arasında "Afgan Mona Lisa" olarak adlandırılmıştır. Sonradan fotoğrafçı Steve McCurry Afgan Kızı'na ulaşmaya çalışmış fakat başarılı olamamıştır. Bu süreç; taliban rejimi dolayısıyla, savaş sebebiyle ve de batılı medyaların Afganistan'dan çıkarılmasıyla- 15 yıldan daha uzun sürmüş, Gula'nın kimliği bilinmezliğini korumuştur. Afgan kadınların isimlerini yabancıya söylememelerinden dolayı da Afgan Kızı'nın kim olduğu bulunamamıştır; uzun yıllar kimliği ve kendisi merak edilmiştir. 2002 yılında National Geographic ekibi ve fotoğrafçı, Şerbet Güle'yi bulmak için Afganistan'a gitmiştir. Pakistan'daki mülteci kamplarını gezen ekip Gula'nın erkek kardeşini tanıyan birine rastlamıştır. Böylece 1992'de mülteci kampından ayrılıp ülkesine dönen Gula'ya, Afganistan'ın ücra bir bölgesinde ulaşılabilmiş ve fotoğrafın göz irisinin biyometri teknolojisi ile incelenmesi sonucu Şarbat Gula'nın bulunan kişi olduğu kesinleşmiştir. 80'lerin sonunda evlenip üç kız çocuğu sahibi olan, bir kız çocuğunu da bebekken kaybeden Şerbet Gula 2002 yılındaki National Geographic'nin Nisan sayısında dergiye tekrardan kapak olmuştur. Steve McCurry uzun araştırmaları, yüzlerce insan ve hikayeleri dinlemesi sonucu Afgan Kızı'nı tanıyan birinin izine rastlayabildiğini söylemiştir. 30 yaşındaki Şarbat Gula'nın görüntüsü için ise; "Ben onu hep küçük bir kız olarak hayal ediyordum. Onu tekrar bulduğumda 30 yaşındaydı. 30 yaşındaki hali beni şoke etti. Çok zor bir hayatı olmuş. Bu yüzünden okunuyordu. Bu değişimi görmek beni gerçekten çok şaşırttı" demiştir. Fotoğrafın büyüsü için ise; "Şerbet'in güzelliği ile sorunlarının tezatlığı bir kombinasyon oluşturdu. Zıtlığın bir aradalığı söz konusu, ve bence bu durum ilgi çekici geliyor. Güzel, küçük bir kız. Ama büyük sorunları var. Gözleri ve yüzündeki ifadenin yoğunluğu çok önemli" demiştir. 34 18 )RWRùUDI Steve McCurry; 1950’de Philadelphia’da doğdu. 1985’te National Geographic dergisinde kapak olarak yayımlandığı günden bu yana dünya çapında ün kazanmış “Afgan Kızı” fotoğrafıyla tanınan fotoğrafçı, sinema eğitimi aldı ve fotoğraf kariyerine The Daily Collegion gazetesi için fotoğraf çekerek başladı. 1979’da Hindistan’a giderek bağımsız çalışmaya başlayan McCurry; o günden bu yana pek çok çatışmanın merkezinde oldu. Afganistan kontrolündeki Pakistan sınırını geçerken giysilerinin içinde saklamayı başardığı film rulolarıyla bu çatışmayı belgeleyen ilk fotoğrafçı olarak tüm dünyada kabul gördü. İran-Irak Savaşı ve Körfez Savaşı ile birlikte, Beyrut, Kamboçya, Filipinler, Sri Lanka ve Afganistan’daki savaş alanlarında da çalışmalarını sürdürdü. Magazine Photographer of the Year, World Press Photo, Olivier Rebbot ve Robert Capa gibi seçkin ödüller kazandı. Aralarında Looking East, Sanctuary, Monsoon ve South Southeast’in de bulunduğu yedi kitabı yayımlandı. Sanatçı, 1986’dan bu yana Magnum Fotoğraf Ajansı’na bağlı olarak çalışıyor ve günden güne alanında gelişim göstererek yeni, taze, güncel başarılara imzasını atmaya devam ediyor… Afkan Kızı’ nın ilginç yaşamını, çekilen bu fotoğrafın o çok merak edilen öyküsünü ve National Geographic fotoğrafçısı Steve McCurry’ i daha iyi tanımak için hakkında bilinmesi gerekenleri temel noktalara değinerek özetlemek gerekirse; Herhalde dünyanın en tanınmış fotoğrafıdır... Fotoğrafı Steve McCurry çekti. Bu fotoğraf McCurry'in kariyerini de, hayatını da değiştirdi; o artık dünyaca ünlü bir fotoğraf sanatçısı oldu. Ondan önce gazeteciydi... Her şey... 1984 yılında başladı. McCurry Afganistan'dan kaçan mültecilerin Pakistan sınırında kurduğu kampta genç Sharbat Gula'yı görüp deklanşöre bastı. Genç Afgan kızının delip geçen gözleri, korku içindeki bakışı çok etkileyiciydi. Peki... İyi de... Böyle ortamlarda böyle binlerce fotoğraf çekilebilir; bu fotoğrafın diğerlerinden farkı neydi? CIA idi... Amerikan psikolojik harp merkezi, Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgalini bu fotoğrafla simgeleştirdi. Muazzam bir örtülü faaliyetle Afgan kızının fotoğrafı bir sanat eseri haline getiriliverdi. Bilinçaltına sesleniyorlardı aslında; bakın Kızıl Ordu Afgan kızını nasıl korkutuyor! Evet... Doğru... Savaş, insanoğluna hangi büyük acıları yaşatmadı ki!? Ve sonra... McCurry 2002'de Sharbat Gula'nın bir daha fotoğrafını çekti: Mutluydu! Öyle ya, Afganistan ABD bombalarının altındaydı…. KAYNAK: http://birgunbiryerde.blogspot.com/ 36 18 .DG×QODU*Q Bugün 8 Mart… Emekçi Kadınlar günü… Yani sırf kadınlar günü değil. Kadınların emek sarf edenlerinin günü! Emekçi kadınlar gününün tarihçesine şöyle bir bakalım isterseniz… 8 Mart 1857’de New York’ta bir dokuma fabrikasında çalışan 40 bin işçi, 16 saatlik işgününün 10 saate indirilmesi ve ücretlerde artış yapılması talebiyle greve başlar. 40 bin kadın işçinin örgütlediği bu grev o zamana kadarki en kitlesel kadın eylemlerinden biridir. Eylemi durdurmak isteyen polis kadın işçilere saldırır, fabrika yönetiminin de desteğiyle binlerce işçiyi fabrikaya kilitler. Bu sırada çıkan yangında içeride kilitli kalan işçilerden 129’u yanarak can verir. Sonuçta, 1910 yılında Danimarka'nın Kopenhag kentinde toplanan 2. Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansı'nda Clara Zetkin'in önerisiyle 8 Mart "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak ilan edilir. Bu savaşım büyük ölçüde kazanılmış olsa da hâlâ dünyanın birçok yerinde kadınlar ucuz işgücü olarak görülüyor. Bu durum kimi Batılı ülkelerde bile böyledir. Kadın her yerde “kadınlığını bilmek” zorunda bırakılır. Maalesef hala. “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin!” görüşü süregeliyor. 1910’dan bu yana 8 Mart, dünyanın her yerinde emekçi kadınların savaşım günü olarak kutlanır. Ancak bizim ülkemizde her şeyi çığırından çıkarma âdeti olduğundan mıdır nedir, bu günün anlam ve önemi amacından biraz uzaklaşmış. Bazen öyle ilanlar görüyoruz ki, Kadınlar Günü olması nedeniyle indirimler mi istersiniz ya da kampanyalar sürpriz çekilişler, partiler daha neler neler... Emekçi Kadınlar Günü, kadınların eşitlik uğruna çektiği acıları unutturmamak adına bir gün olmalı. Bunun yanında, insanların kadın konusunda bilinçlenmesi için tüm bir yıla yayılacak çalışmalara başlanmalı diye düşünüyorum. Değil erkekler, okumuş yazmış kadınlarımız bile ne yazık ki kadınların bugüne kadar eşitlik konusunda verdiği savaşımdan haberdar değil. Özellikle ülkemizde, son dönemde artarak devam eden kadına şiddeti de bu platformda değerlendirmekte yarar var. 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü, kadınların göbek atıp zil takıp oynayacağı bir gün asla değildir. Ya da Sevgililer Günü gibi kadınlara çiçekler, böcekler alınacak yemeğe çıkılacak gün hiç değildir. Hele hele makyajla dayak yemiş görüntüsü verilen ünlülerin resimlerini yayınlamak hiç değildir. Şunu unutmamak gerekiyor. 8 Mart, emekçi kadınların tarihteki direniş ve sınıf savaşımından doğmuştur. Evinde hizmetçisi, analık görevini bile yapmadan, süslenerek, bu günü alışverişte geçiren, çocuklarına dadı tutup, kadınlar adına ahkam kesenlerin günü asla değildir. Tüm emekçi kadınların kadınlar gününü kutluyor, hepsine saygı ve sevgilerimi 18 sunuyoruz. .DG×QODU*Q KADINLAR GÜNÜNE ÖZEL… Kadınlardır hayatı anlamlı kılan Onlardır yaşamı güzelleştirip, yaşama sevinci ve enerji ile dolduran… Varlıkları mucize gibidir; baktıkça hayran olası gelir insanın Bakan bir daha bakar bu mucizevi yaradılışlarına… Hani bazı zamanlar özeldir kadınlarımız için… 8 Mart gibi onları temsil eden günler mesela. Bu değerli günde; tüm kadınların ruhlarını okşamak gerekir, Sevgi sözleriyle şımartmak belki de varoldukları için… Sadece varlıkları bile erkeklerin yaşama sebebidir. ‘Olmazsa olmaz’ tanımı burada devreye girmiş olsa gerek… Her erkeğin hayatına bir kadın; her kadının güzelleştireceği bir erkek Gerçek bu, şaşırmamak gerek! Siz kadınlar; güzelsiniz, itiraf ediyoruz hep bir ağızdan! İhtiyacımız var size ve de o eşşiz sevginize… Dünyaları önünüze sersek yetmez belki de; Ama bir gerçek var ki; çok mutluyuz sizinle… ERKEKLER DER Kİ; İYİ Kİ VARSINIZ! 8 Mart coşkusu her toplumda, her kültürdedir. Kadınlar; her zihinde, her yürekte ve her bedendedir. Hayat böyle renkli, böyle zindedir; Bugün özeldir, güzeldir, yaşamaya değerdir! Duyduk duymadık demeyin! Kadınlar günü bugün; Bu coşkuyu beraberce izleyin, Onlara sevginizi tüm benliğinizle verin! Bir gün için herkes susacak, kadınlar konuşacak. Sevgiyle, coşkuyla, heyecanla, umutla… Siz erkeklere önerimiz; onları dinleyin ve hissedin; Hissedin ki; bu muhteşemlik size de geçsin, sevgi ile ruhunuz yenilensin! İçtenlik, özveri, anlayış, sadakat, Mutluluk, umut, tutku, heyecan, Sevgi, saygı, fedakarlık, yaşama sevinci; Hepsi sizinle, iyi günlerde olsun… 18 Kadınlar gününüz kutlu olsun! Bugün etrafınız sevdiklerinizle dolsun; Her daim güçlü kalacak, insanları gücüyle sarıp sarmalayacak kadınlarımıza, ‘Siz hep varolun’ sözü de bizden olsun! Yazı: İdil Yengil 18 Sosyal Medya Sosyal medya günümüzde insanlar arasında belki de en çok konuşulan, onlar tarafından en çok kullanılan ve yararlı sayılan kavram… Adeta yeni bir trend. Medya; geleneksel olmaktan çıkıp sosyallik boyutunu kazandıktan sonra tüm toplumlarda bu sosyal boyut etkilerinin yansımaları görülmeye başlanmıştır. İnsanlar dijital çağa uygun davranışlar sergileyerek dijital düşünmeye, dijital okumaya, dijital konuşmaya, dijital çalışmaya daha ilginç olarak dijital uyumaya ve uyanmaya başlamışlardır. Teknolojide görülen bu değişimler ortaya çıkan yenilikler ve teknoloji ile sağlanan güncellemeler bireyleri günümüzde bambaşka bir dünyaya taşımıştır. Artık her şey elimizin altındadır ve en çok yakındığımız mesafe kavramı da bu gelişmeler sayesinde ortadan kalkmıştır. İnternetin ortaya çıkışı ve bu denli gelişimi ile bağımlılık ve bağlılık kavramları da hepimiz için değişmiştir. İstediğimiz her şeyin elimizin altında olması, özlediğimiz insanların bize Messenger uzaklığında olması vb. sahip olduğu özellikleriyle sosyal medya eşsizdir. Gelelim sosyal medya kullanıcılarına; başka bir deyişle bağımlılarına… Şöyle bir çevremize baktığımızda; herkesin evinde en az 1 bilgisayar bulunmakta. E bu sosyal medya çılgınlığının yaşandığı dönemde çocuk, genç, yetişkin, yaşlı herkes mutlaka internet üzerinden en az bir hesapa sahip. Her yaştan kullanıcılar olduğu gibi; her meslekten de alıcıları vardır sosyal medyanın… Facebook, twitter, instagram ve daha bir sürü sosyal ortam var birbirlerimizin hayatını izlemek için. Önceden hayatları deşifre etmek ya da bir şekilde bir başkasının öğrenmesi ayıp karşılanırken artık kendimiz yayıyoruz her halimizi internette. Durumumuzu ve ruh halimizi anlatan iletiler, fotoğraflar ve hatta o anda bulunduğumuz yere, yediğimiz şeye kadar… Ve bizim en merak ettiğimiz konu; Ünlülerin yaşamı! Nereye gidiyorlar? Kiminle takılıyorlar? Ne yemişler? Ne içmişler? vs… Çoğu ünlüde bu merakımızı görmezden gelmiyor ve her anlarını paylaşıyorlar. Ancak bazen ortaya çok ilginç fotoğraflar çıkabiliyor… 18 Özellikle sanatçılar, online ortamda yoğun bir şekilde paylaşımlarda bulunmakta ve günümüz teknoloji dünyasında ulaşmak istedikleri yere hızla gelmek için uğraşmaktadırlar. Kimdir bu ünlülerimiz; isterseniz gelin şöyle bir kim ne yapıyor diye bakalım bakalım… 18 Sosyal Medya Güzel şarkıcı Rihanna; her anını hayranlarıyla paylaşmayı seviyor. Twitter'daki 27 milyon takipçisi ile nerdeyse her anını paylaşıyor. Bu sefer de Instagram'dan fotoğraflarını paylaşan ünlü yine çok konuşuluyor.Sosyal medyayı en aktif ve etkili şekilde kullanan sanatçıların başında gelen Tarkan, Sevgililer Günü‘ne özel sürprizleriyle hayranlarını mest etti. Tarkan, Sevgililer Günü‘nün erken saatlerinden itibaren kendisinin seçtiği birbirinden güzel aşk şarkılarını, saat başı Resmi Facebook Sayfası üzerinden paylaşmaya başladı. Hayranlarının büyük ilgisini çeken bu paylaşımlar, on binlerce yorum alırken, Tarkan da bu esnada hayranlarından gelen mesaj ve yorumlara birebir dönüş yaptı. Sevenlerine Sevgililer Günü‘ne özel asıl sürprizin günün ilerleyen saatlerinde olacağını belirten sanatçı, akşam saatlerinde resmi YouTube kanalına yüklediği video ile sosyal medyayı salladı. Sanatçının ’İkimizin Yerine’, ‘Beni Anlama’ gibi şarkılarını akustik olarak seslendirdiği, hayranları için Sevgililer Gününe özel mesajını da içeren video, Facebook, YouTube ve Twitter gibi kanallar üzerinden yüz binlerce kez yorum alıp, paylaşılarak büyük bir viral etki yarattı. Twitter’ın popüleritesinin hızla artmasından sonra markaların ve sanatçıların yanında politikacılarda bu sosyal ağı etkin biçimde kullanmaya başladı. Ülkemizde tüm siyasi partilerin genel başkanları sosyal medyada kendilerini ifade etmeye çalışıyorlar. Özellikle Abdulah Gül sosyal ağları etkin biçimde kullanırken, bir kez de YouTube’da canlı sohbet yayınına katılmıştı. Dünya politikacılarının takipçi sayıları da sanatçılardan aşağı kalmazken, pek çok sanatçıyı da geride bırakır oldu. Fransız haber ajansı AFP, Twitter’da en etkili olan liderleri araştırdı. İlk 10 içerisinde Türkiye’den Abdullah Gül yer alırken, Recep Tayyip Erdoğan 12. olabildi. Listede Çin’den Dalai Lama ve Suudi Arabistan’dan Muhammad Al-Arifi dini liderler olarak göze çarparken, Bill Gates’te iş dünyasından bu listeye giren tek kişi oldu. Diğer bir sosyal medya sever ünlümüz olarak; Gökçe Bahadır’ dan bahsedebilmekteyiz. ‘Kayıp Şehir ‘ filmiyle ekranlarda başarısıyla bir kez daha göz kamaştıran oyuncu, sosyal medyada da ekranlarda olduğu gibi beğeni toplamaya, hayranlarının yorumlarını almaya devam ediyor. Leman Sam, İvana Sert, Şevval Sam, Hülya Avşar, Aysun Kayacı, Murat Boz, Beren Saat, Ebru Şallı, Sezen Aksu gibi ünlüler ve Melih Gökçek, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu gibi siyasetçiler sosyal medyayı aktif şekilde kullanmaktadırlar. Hangimiz kullanmıyoruz ki değil mi? Artık hepimiz birbirimizle online olarak iletişim kuruyor ve de bu yolla kolayca anlaşıyoruz. Bilgisayar hayatlara girdiğinden beri gidişat tamamen değişti; insanlarda dijital ortam merakı ve sosyal medya çılgınlığı oluştu. Tüm bunlar sebebi ile ‘ özel hayat ‘ denen kavram neredeyse özel olmaktan çıkıp dijital mecralara yayıldı. Yazı: İdil Yengil 18 18 45 Didier Drogba Spor Galatasaray bu sene bomba gibi transferler ile karşımıza çıkıyor. İşte o çok konuşulan isimler ve onların başarı hikâyeleri… Sneijder’ in ardından şimdi de Didier Drogba bizlerle… "Galatasaray'ın yeni transferi Didier Drogba, herkesin bildiği gibi dünya futbolunun son dönemde yetiştirdiği sayılı santrforlardan biri. 11 Mart 1978 günü Fildişi Sahili’nin en büyük şehri ve eski başkenti Abidjan’da dünyaya gelen Didier Yves Drogba Tébily, beş yaşındayken ailesi tarafından eski bir futbolcu olan Fransa’daki amcasının yanına gönderildi ancak üç yıl sonra aile özlemi yolunu tekrar ülkesine çevirdi. Anne ve babasının işlerini kaybetmesinin ardından bir kez daha amcasının yanına gitmek zorunda kalan Didier, daha sonra ailesinin de göç etmesiyle onlarla birlikte yaşamaya başladı. Ülkesindeyken her gün otoparkta oynadığı futbolu yerel genç takımlar ile yeşil sahaya taşıyarak farklı bir boyuta geçen genç oyuncu, Levallois kulübünde kariyerine başladı. Genç Takım’daki golleriyle dikkat çekse de, A Takım teknik direktörünün gözüne girmeyi başaramadı. Buna karşın, üniversitede muhasebe okumak için şehir değiştirdiği 1997 yılında Fransa Ligue 2 takımlarından Le Mans’a transfer oldu ve bir anlamda sınıf atladı. Sakinlikten uzak aile yaşantısı nedeniyle düzenli antrenman yapmakta sıkıntı çeken ve sıkça da sakatlanan Drogba’nın bu tempoya tam anlamıyla alışması, dönemin teknik direktörü Marc Westerloppe’a göre tam dört yıl sürdü. 1999 yılında ilk profesyonel kontratını imzalayan Drogba, Malili eşi Alla’nın ilk çocuğunu doğurmasıyla birlikte yeni sorumlulukların getirdiği yeni hedeflere sahip oldu. Nitekim daha sonra “Isaac’in doğumu hayatımın dönüm noktası oldu, beni güçlendirdi” diyecekti. Bu doğrultuda 1999–2000 futbol sezonunda ikinci ligde 30 maça çıkıp 7 gol atsa da, bir sonraki sezon yaşadığı sakatlık nedeniyle formasını Gabonlu oyuncu Daniel Cousin’e kaptırdı ve 11 maçta kaldı. Bu 11 maçta da kanatlarda forma giydiği için gol atamayan fakat buna rağmen geri dönüş yapmayı başararak 2001–02 sezonunun ilk yarısında 22 maçta 6 gol atan Fildişili oyuncu, devre arasında bir barajı daha aşarak 1998 yılında antrenmanlara çıktığı Ligue 1 temsilcisi Guingamp’a transfer oldu. Profesyonel futbola geç adım atan Drogba, böylece 23 yaşında ilk kez kendini üst seviyede gösterme fırsatına sahip olacaktı. 18 Spor Fabrice Fiorèse’i Paris Saint Germain’e kiralayan, Stéphane Guivarc'h’ın da sakatlanarak futbolu bırakmasıyla hücum gücünü iyiden iyiye yitiren Guingamp’a ünlü Fransız teknik adam Guy Lacombe’un ısrarlı tavrıyla transfer olan Drogba iyi başladığı serüvenin devamını aynı ölçüde getiremedi ve devreyi 11 maçta 3 golle tamamladı. İkinci sezon ise rüya gibi yaşanacak, Drogba bundan sonraki adımlarını hızlı atarak oyuna katılmakta geç kalmasının yarattığı mesafeyi kapatacaktı. Yeni sezonun daha ilk maçında değişti Drogba’nın kaderi. Olympique Lyon karşısında 3-1 yenik götürdükleri maçta yeni teknik direktör Bertrand Marchand tarafından son 20 dakikada sahaya sürülen “Abidjan’lı Çocuk”, son dakikada attığı golle Roudourou Stadyumu’nu sevince boğdu ve takımda daha önemli bir role terfi etti. 2002–03 sezonunda ligde 34 maçta 17 gol, Fransa Kupası’nda 3 maçta 4 gol atan yetenekli oyuncu, Guingamp’ın tarihinin en iyi derecesiyle (7.) bitirdiği sezon sonunda 3,3 milyon £ karşılığında “hayallerinin takımı” Marsilya’ya transfer oldu. Marsilya’da da rüyayı sürdürdü Drogba. Ligde 35 maçta attığı 19 golle gol krallığında üçüncü olurken Şampiyonlar Ligi grup aşamasında beş, takımını finale taşıdığı UEFA Kupası’nda da tam altı gol kaydetti. 3. Tur’da 1-0, 0-0’lık skorlarla eledikleri Dnipro karşısındaki tek golün sahibi oydu, son 16’da Liverpool ağlarını her iki maçta da havalandırdı, Çeyrek Final’deki Inter Milan eşleşmesinde 180 dakikada tek gol vardı, onundu. Newcastle United ile oynanan Yarı Final’de iki gol, yine ondan. Fransa’da yılın futbolcusu seçilen Drogba’nın, bir sezonda efsaneleri arasına girdiği Marsilya’dan, kopuşu da erken olacaktı. Milan’da Maldini neyse, Marsilya’da o olmak istiyordu Drogba, bunu da sık sık ifade etmekten çekinmiyordu. Fakat öyle teklifler geliyordu ki, kulüp reddetmekte zorlanıyordu. 2003 yılında Rus milyarder Roman Abramovich tarafından satın alınan Chelsea, onun olağanüstü performansına kayıtsız kalamayan kulüplerden biriydi ve bu transfer için tam 44,5 milyon doları gözden çıkarmışlardı. Rio Ferdinand ve Juan Sebastian Veron’dan sonra en pahalı transfer olarak yolunu tuttuğu Premier Lig’de Drogba’yı o güne kadarki en büyük sınavı bekliyordu. Ya beklentilerin altında kalarak hayal kırıklığı yaratacak ya da artık dünya çapında bir yıldız olarak kabul edilecekti. 18 18 Spor Chelsea’deki ilk sezonunda sakatlıklıklar nedeniyle önce 5, sonra 3 hafta takımdan ayrı kalan Drogba, son üç hafta yine sakatlığı nedeniyle forma giyemese de bunların dışındaki tüm karşılaşmalarda sahadaydı. Ligde 27 maçta forma giyen yıldız oyuncu 10 gol kaydedip dört asist yaptı; Şampiyonlar Ligi’nde ise 9 maçta 5 gol kaydetti. Liverpool ile oynanan Lig Kupası Finali’nin uzatma dakikalarında attığı golle o maça da damgasını vurdu. O sezon Chelsea, 50 yıl aradan sonra, tarihinde ikinci kez şampiyonluğa ulaşırken Drogba takımın birinci forvetiydi. İngiltere’ye uyum sıkıntısı çekmemişti Fildişili oyuncu. Ancak 2005– 2006 sezonu çok daha iyi başlayacaktı onun için. Arsenal ile oynanan Community Shield maçında 2-1’lik galibiyeti onun iki golü getirdi. Sezon genelinde ise performansı hemen hemen aynı oldu. Ligde 12, FA Cup ve Şampiyonlar Ligi’nde attığı birer gol eklenince yine sezonu 16 golle kapattı. Milli takım formasıyla da 9 maçta 7 gollük performans sergileyen yıldız isim, bir yılda toplam 50 maça çıkarak futbola ilk başladığı yıllardan o güne geldiği nokta ile parmak ısırttı. Ancak bu kadarla kalmayacaktı, daha da yükselecekti bu grafik. 2006–2007 sezonunda Drogba tam 61 maça çıktı. Ligde sadece şampiyonluk garantilendikten sonra iki maçta Jose Mourinho tarafından dinlendirildi, diğer tüm maçlarda sahadaydı. Onu gol kralı yapan 20 gollük performansına Şampiyonlar Ligi’nde 6, FA Cup’ta 3, Lig Kupası’nda 4 gol ekledi ve Maviler adına bir sezonda toplam 60 maçta forma giyip 33 gol kaydetti. Bu performans, Chelsea tarihinde 1984–1985 sezonunda Kerry Dixon’un ardından 30 gol barajını geçen ilk isim yaptı onu. Milli formayla oynadığı tek maçı da boş geçmedi. Sezon sonunda ülkesinde eski futbolcumuz Kader Keita’nın, tüm Afrika’da Samuel Eto’o’nun önünde yılın futbolcusu ödüllerine layık görülürken, Premier Lig’de Cristiano Ronaldo’nun ardından yılın en iyi ikinci oyuncusu seçildi. Artık tüm dünyanın gözdesiydi o, mahallerde top oynayan çocuklar biraz da Drogba’ydı. Didier Drogba, 2010– 2011 sezonunda ise 36 maçta 12 gol kaydetti. 36 maçın 30’una ilk 11’de çıkarak toplam 2791 dakika (%81) forma giyen ünlü yıldız, 12 golünün yanı sıra 14 de asist yaparak Manchester United’lı Nani’nin ardından bu alanda ikinci sırayı aldı. Drogba aynı zamanda attığı gollerle Premier Lig’de takımına en çok puan kazandıran üçüncü oyuncu oldu. Fildişili oyuncunun bu sezonki Şampiyonlar Ligi bilançosu ise 2 gol, 2 asist olmuştu. Bir sonraki sezon öncesi uzun süre Türkiye’de gündemi meşgul eden Chelsea’li süperstar, son olarak kulübünde kalmış ve Maviler ile son bir sezon daha geçirmekte karar kılmıştı. O son sezon, ligde çok etkili bir Drogba izlemedi Chelsea taraftarı. Önceki yıllara oranla daha az sahaya çıktığı Premier Lig’i 5 golle tamamlayan oyuncu, yine de asıl hünerini diğer organizasyonlarda sergileyerek takımı adına sezonun kilit adamı olmayı başardı. FA Cup finalinde Liverpool filelerine gönderdiği golle takımını kupaya taşıyan Drogba, UEFA Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kazanan Chelsea’nın, kaleci Petr Cech ile birlikte en büyük direnişi gösteren oyuncusuydu. 7 maçta 6 golle kapattığı turnuvanın özellikle final maçındaki performansıyla, arkasında yıllar boyunca hatırlanacağı bir maç daha bırakarak takımından ayrıldı. “Abidjan’lı çocuk” olarak gelip ismini ezberlettiği Avrupa’dan da… Geçtiğimiz ay Galatasaray kadrosuna katılan Wesley Sneijder ile Didier Drogba’nın, futbolda son dönemin en önemli süperstarlarından ikisi olması dışında da bazı ortak özellikleri var. Wesley Sneijder, 2010 Şampiyonlar Ligi Finali’nde taraftarların seçimiyle “En Değerli Oyuncu” olurken, Drogba ise son Şampiyonlar Ligi Finali’nde UEFA’nın “En Değerli Oyuncu” ödülünü kazandı. Didier Drogba, başarılarla dolu kariyerinde birçok ödül ve unvanın da sahibi oldu. Afrikalı yıldızın, evinde küçük çaplı bir müzeye sahip olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. 49 Drogba'nın bugüne dek kazandığı ödül ve unvanlardan bazıları ise şunlar: UEFA Kupası Gol Kralı: 2003- 2004, Premier Lig Altın Ayakkabı: 2007, 2010, Afrika Uluslar Kupası Gol Kralı: 2012, Afrika Uluslar Kupası En İyi Takım: 2006, 2008, 2012, PFA Yılın Takımı: 2006-07, 2009- 2010, FIFA/FIFPro Dünya XI: 2007, UEFA Yılın Takımı: 2007, Ligue 1 Yılın Oyuncusu: 2003- 2004, Afrika'da Yılın Futbolcusu: 2006, 2009, Fildişi Sahili Yılın Oyuncusu: 2007, 2012, BBC - Afrika'da Yılın Oyuncusu: 2009, Chelsea Yılın Oyuncusu: 2010, Time Dergisi Top 100: 2010, FA Community Shield Maçın Adamı: 2005, Lig Kupası Finali Maçın Adamı: 2007, FA Cup Finali Maçın Adamı: 2007, UEFA Şampiyonlar Ligi Finali Maçın Adamı: 2012 2002’den bu yana ülkesinin milli takımında da forma giyen (92 maç 59 gol), dünya futboluyla az çok ilgili herkesin yakından tanıdığı bir isim olan Didier Drogba, pozisyonunun gerektirdiği tüm özelliklere ve fazlasına sahip olan komple bir santrfor. Gerek hava hâkimiyeti, gerek bitiriciliği, gerekse etkili frikikleri ile yıllardır hayranlıkla izlediğimiz ve her şeyden öte aslında kendisini anlatmaya çok da lüzum bırakmayan, Taraftarının “Mavi Fil” lakabını taktığı Didier Drogba, artık Parçalı forma giyiyor ve gollerini Galatasaray için atacak." Yazı: İdil Yengil Çanakkale Zaferi Tarih 18 MART ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ 51 Çanakkale Savaşı, I. Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir. İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti konumundaki İstanbul'u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazların kontrolünü ele geçirmek, Rusya'yla güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı'na girmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Savaş sonucundan iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir. Çanakkale Cephesi’nin deniz harekatı (Boğaz’ın zorlanması), kuşkusuz sıradan bir askeri harekat, ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir. Her iki boğaz da klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini ve büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik konuma sahiptir. Boğazların sahip olduğu bu durum, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bugün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuşlardır. 18 Tarih Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle Boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur. Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya’nın, “Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası”, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere’nin, “denizlere egemen olan dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir. Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon “İstanbul bir anahtardır. İstanbul’a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır” demekle, Fransa’nın Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır. Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir. Nitekim Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir” demekte ve bu durumun önlenmesi için, İstanbul’un alınmasını önermektedir. Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen İngiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir. Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük bir etken olmuştu. İşte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, İngiliz ve Fransızlar’ı İstanbul’u almaya ve Ruslar’dan önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin açılmasında başlıca etken olmuştur. Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden İngiltere’nin bu cephenin açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur.Nitekim İngiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur.Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı bir cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı.Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. İngilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’nda sadece bu cephede başarı elde etmiş ve tarihinin en büyük savunma savaşını kazanmıştır. Tüm dünyada Türklerin saygınlığı artmış, haklı mücadelesi kabul görmüştür. 53 Türk askerleri Çanakkale Savaşı’nda olağanüstü bir mücadele örneği sergileyerek her ne pahasına olursa olsun düşmana geçit vermemiştir. Bu büyük zafer, Mili Mücadele ruhunun bütün yurtta artmasına sebep olduğu gibi, sömürge altında bulunan dünya toplumlarının bile “milli kurtuluş fikri” taşımasına sebep olmuştur. Bu fikir, ileriki yıllarda sömürge altında bulunan ülkelerin bağımsızlık mücadelesine girmelerini sağlamış, sömürgeci devletlerin işini zora sokmuştur. Zor mücadelelerle yoğrulan milletin içerisinden büyük kahramanlar çıkmıştır. Tarihin her sayfasında çokça bulunan bu kahramanlar, son yüzyıla girildiğinde ise, zor ve meşakkatli günlerimizin artması sebebi ile bir hayli sayıları fazladır. Çanakkale kara savaşlarının kazanılmasında hayati rolleri olan kişileri hemen hemen tüm Türk halkı bilir. Çanakkale savaş bölgesini gezmeye giden bir kişi, kara savaşlarının kazanılmasında büyük rolleri olan bir Mustafa Kemal, bir Yahya Çavuş, bir Mehmet çavuş gibi isimleri rehber hocalarından ayrıntısıyla sıkça duyar. Bu şahıslardan yani, 18 Mart deniz savaşı kahramanlarından gelin şimdi bir kaçını zikredelim, bugünün anlam ve önemini laiğiyle yaşayalım ve de zihinlerimizde canlandıralım… 18 Mart kahramanı olarak ta bilinen Cevat Paşa, Çanakkale boğazındaki tüm istihkâmların komutanıdır. Mahiyetinde bulunan istihkâmların stratejilerini, sahte istihkamların ve projektörlerin yerlerini, seyyar projektör yerlerini, deniz mayınların yerlerini ve derinliklerini, Nusret mayın gemisinin hareketini ve mayınları dökeceği bölgenin tayinini, "Allah'ın izni" ile, en iyi şekilde sağlayan komutandır. Apaçık zaferin en büyük payı kendisine aittir. Çanakkale Boğazı Mayın Grup Komutanı ve kılavuzu Hafız Nazmi bey; Boğaza döşenen mayın tertibatını en iyi bilen kişi, Nusret mayın gemisinin kılavuz kaptanı, ayrıca, 12-13 Mayıs gecesi İngiliz Goliath gemisini batıran muaveneti-milliye muhbirimizin kılavuz kaptanı; yani Çanakkale kahramanlığını hak etmiş bir vatan evladıdır. 18 Bir diğer kahramanımız ise; Yüzbaşı Tophaneli Hakkı Bey’ dir. Nusret mayın gemisi kaptanı olan Hakkı Bey, 7-8 Mart gecesi komutanlarından aldığı 26 tane mayını istenilen mevkilere ve istenen derinliklere dökerek üşman donanmasının boğazdan geçmesini engellemiş ve üç dev savaş gemisinin batmasına vesile olmuştur.Ve bahsedeceğimiz son, ama bu zaferin en önemli ve gözdelerinden olan Yüzbaşı Ramazan Ağa; Çanakkale Çimenlik kalesinde bulunan yerden 15 metre yüksekliğindeki burcu üzerinden 35,5 lik en az yüz ton ağılığındaki eski topu, yaptığı basit düzenekle ve herkesin şaşkın bakışları arasında burçtan indirip, yüzlerce metre ilerideki Anadolu Hamidiye Tabyasına nakleder. Orada bulunan diğer toplarla entegreli bir şekilde kullanılmak üzere yerine monte etmeyi başarır. Selahattin Adil Paşa, hatıralarında bahsetmiş olduğu 65 yaşındaki Ramazan Ağa, fazla bilinmemekle beraber gerçek bir Çanakkale kahramanıdır. Yazı: İdil Yengil 18 Reklam 18 18 Reklam 18 Oyun Sosyal medya günümüzde insanlar arasında belkide en çok konuşulan, onlar tarafından en çok kullanılan ve yararlı sayılan kavram… Adeta yeni bir trend. Medya; geleneksel olmaktan çıkıp sosyallik boyutunu kazandıktan sonra tüm toplumlarda bu sosyal boyut etkilerinin yansımaları görülmeye başlanmıştır. İnsanlar dijital çağa uygun davranışlar sergileyerek dijital düşünmeye, dijital okumaya, dijital konuşmaya, dijital çalışmaya daha ilginç olarak dijital uyumaya ve uyanmaya başlamışlardır. Teknolojide görülen bu değişimler, ortaya çıkan yenilikler ve teknoloji ile sağlanan güncellemeler bireyleri günümüzde bambaşka bir dünyaya taşımıştır. Artık her şey elimizin altındadır ve en çok yakındığımız mesafe kavramı da bu gelişmeler sayesinde ortadan kalkmıştır. İnternetin ortaya çıkışı ve bu denli gelişimi ile bağımlılık ve bağlılık kavramları da hepimiz için değişmiştir. İstediğimiz her şeyin elimizin altında olması, özlediğimiz insanların bize Messenger uzaklığında olması vb. sahip olduğu özellikleriyle sosyal medya eşsizdir. Candy Crush Artık İnternet, hayatlarımızda başroldedir. Bu başrol oyunculuğu onu her geçen gün daha güçlü yapmakta ve online gelişim, değişim bu bağlamda; günümüz sosyal medyasında zorunlu kılınmaktadır. İnternet ortamında zaman geçiren her birey; sağlanan olanaklardan haklı olarak yararlanmak istemektedir. Madem ki bu mecra, insanlara sınırsız özgürlük sunuyordu; öyleyse bu sosyal medya oyunu da kurallara göre oynanacaktı... Oyun demişken; tam da burada konumuza değindik sanırım. Online bir ortamda zaman nasıl geçirilir, fikri olmayan yoktur heralde. Chat odalarında sohbet, alışveriş, müzik, oyun derken zaman geçer gider… Çoğunluğun boş zamanlarını keyifli bir şekilde değerlendirmek için seçtiği bir yoldur bu oyunlar. İnsanlara birbirinden farklı deneyimler katarak onları her defasında daha da özgürleştirir ve bir adım sonrası için meraklandırır. Bu duyguları sayesinde de diğer oyunlara yelken açıp, yeni dünyalar keşfederler sevgili kullanıcılarımız, oyun bağımlılarımız… Candy Crush; tam ismiyle Candy Crush Saga da, bu zevkli oyunlardan bir tanesidir işte. Günümüz insanlarının eğlence aktivitelerindendir. Zaman burada geçer; balonları patlatma adeta vazgeçilmez bir alışkanlık haline dönüşür. Oyun özelliklerinden bahsedecek olursak; siz okuyucularımızı bilgilendirmek adına şunları söyleyebiliriz; acıktıran tatlı grafikler, oynaması kolay ve eğlenceli ama tam anlamıyla usta olunacak bir mücadele,100'den fazla seviye, puan tablosu, seviyelerin tamamlanmasıyla kilitleri açılan öğeler, zorlayıcı seviyelerde yardımcı olacak güçlendiriciler ve tılsımlar, Facebook sürümüyle sorunsuz eşitleme hakimdir. İletişimin yönünün ‘ Candy Crush’ ta canım bitti, rica etsem gönderir misin? ‘ e kaydığı bu ortamda tüm sosyal medya ve oyunseverlere iyi oyunlar diliyoruz… 59 18 Kelimelik Oyun iPad, iPhone ve iPod Touch akıllı cihazlarınızı kullanarak oynayabileceğiniz Kelimelik oyunu, tur tabanlı oynanan ve yedi harf kullanarak kelimeler türetebileceğiniz eğlenceli bir kelime oyunudur.Kelimelik oyunundaki amacınız, 15' e 15' lik tasarlanmış bir alanda geçtiğiniz her turdan sonra değişen yedi harfi kullanarak alanda bulunan en fazla puan kutucukları üzerinde kelimeler oluşturmak olacaktır. Oyuna e-posta adresiniz ile kayıt olarak, Facebook hesabınız veya rastgele şekilde giriş yapabilirsiniz. İnternet bağlantısı üzerinden online bir şekilde oynayabileceğiniz Kelimelik oyunu kullanıcılarına diğer kelime oyunlarına göre daha sakin bir oynama tarzı sunmaktadır. Bunun yanında çoklu cihaz desteği özelliğine sahip olan oyuna birden fazla cihaz kullanarak hesabınıza giriş yapabilir ve oyunlara istediğiniz yerden devam edebilirsiniz. Ayrıca aynı anda 20' ye kadar oyun açabilir, bekleme yapmadan oyununuza devam edebilir, Facebook arkadaşlarınızı oyuna davet edebilir ve hatta onlar ile oynayabilir, oyunu oynarken karşınızdaki kişi ile sohbet edebilir ve daha önceden oynamış olduğunuz oyunları görebilirsiniz. Tamamen ücretsiz bir şekilde oynayabileceğiniz Kelimelik oyununu Türkçe olarak kullanabilirsiniz. HER DAİM EĞLENCE SİZİNLE OLSUN! ONLINE OYUNLAR İLE DE ZAMANINIZ DOLSUN! Yazı: İdil Yengil 18 Kültür Sanat Sunuculuğunu Steve Martin ile Alec Baldwin’in üstlendiği 7 Mart’taki Oscar töreninde birbirinden ünlü isimler de ödül verecek. Tam bir görsel şölenle sahiplerini bulan Oscar heykelleri bu yıl da heyecanla bekleniyor. Oscar Töreni Oscar ödüllerinin tarihine bakılacak olunursa; Oscar olarak bilinen Akademi Ödülleri’ nin sinema alanında verilen dünyanın en prestijli ve en eski ödülleri olduğu söylenebilir. Her yıl dağıtılan Oscarlar ilk kez 1927 yılında kurulan ve merkezi Beverly Hills, California da bulunan profesyonel bir organizasyon olan Academy of Motion Picture Arts and Sciences (AMPAS) tarafından 1929 yılının mayıs ayında dağıtıldı. Pricewaterhouse 1935 yılından itibaren Oscar ödüllerinin gizli oylama sürecini yönetiyor. Organizasyon 1941 yılından itibaren ise gizli zarf sistemiyle çalışmalarını sürdürüyor. Oscar’ın dağıtıldığı ilk yıllarda bir filmin ödüle aday olabilmesi için ödülün verileceği yıldan bir önceki yılın temmuz ayının 31’ine kadar Los Angeles’da vizyona girmesi gerekiyordu. Fakat daha sonra bir yılın 12 ayını da kullanmak adına 1932/1933 Oscar ödüllerine aday olan filmlere 17 aylık bir adaylık süresi tanındı. 1934 yılından itibaren ödüllerin verildiği senenin bir yıl öncesindeki süre içinde gösterime giren filmler Oscar’a aday olma hakkını kazandı. Oscar ödül töreni 1954 yılına kadar çoğunlukla Perşembe geceleri gerçekleşiyordu. 1955-1958 yılları arasındaki ödül törenleri Çarşamba günleri sahiplerini bulurken 1959'dan 1999 yılına kadar kadar, birkaç istisna haricinde, ödüller pazartesi geceleri dağıtıldı. Oscar ödüllerinin dağıtımı 1999 yılından günümüze Pazar geceleri yapılıyor. Bu yılın Oscar adaylarına gelindiğinde; stüdyolara ya da oyunculara prestij kazandırdığı düşünülürse Akademi’nin ve bu organizasyonun ödül sisteminin dünyadaki film endüstrisini derinden etkilediği söylenebilir. Film stüdyoları genelde çektikleri filmlere oy toplamak için bir çok pahalı pazarlama ve reklam kampanyası yapma yolunu seçiyor. Akademi her ne kadar stüdyolar tarafından yapılan reklam ve promosyon kampanyalarının ve uygulanan pazarlama taktiklerinin önünü kesmeye çalışsa da bu tarz aktiviteler oylama sonuçlarını etkiliyor. Özellikle 80’li yıllardan itibaren sadece maddi çıkarlar düşünülerek çekilen filmlerin kitleleri etkilemeyi başarsa da gerekli derinliğe sahip olmadıklarını düşünen eleştirmenlerden olumlu puan alamadığı görüldü. Orijinal adı 'The Academy of Motion Picture Arts and Sciences' olan Akademi 6000 oyuncu ve sinema emekçisinden oluşan bir organizasyon. Her yıl dağıttığı ödüllerle tanınsa da Akademi'nin genel hedefi sinema sanatının gelişimine katkı sağlamak. Akademi ayrıca sinema sektörü içindeki profesyonellerle halkın birlikte gerçekleştirebileceği eğitsel aktiviteler düzenliyor.Akademi 1927 yılının Mayıs ayında prodüksiyon yöneticileri ile sinema dünyasının tanınmış isimlerinden oluşan 36 kişilik bir grupla çalışmalarınabaşladı. Ünlü organizasyonun ilk başkanı Douglas Fairbanks idi. Fairbanks'den sonra Frank Capra, Bette Davis, Jean Hersholt, George Stevens, Robert E. Wise, Karl Malden, Arthur Hiller and Robert Rehme gibi isimler başkanlık koltuğuna oturdu. Akademinin şimdiki başkanı Frank Pierson ise koltuğu 2001 yılında devraldı. 18 ‘ Oscar ‘ isminin nereden geldiği açıklanacak olursa; Ona 'Akademi Heykelciği' diyen de var, 'Altın Ödül' ya da 'Üstün Başarı Heykeli' de. 'Weekly Variety' dergisinin 'Demir Adam' olarak nitelendirdiği ödüle biz daha çok 'Oscar' diyoruz. 1928 yılında doğan Oscar heykelciğinin üzerinde film makarasının üzerinde elinde haçlı askerlerinin kullandığı bir kılıç taşıyan bir şövalye bulunuyor. Şovalyenin üzerinde durduğu makaranın beş tekerlek parmağı aktörler, yazarlar, yönetmenler, yapımcılar ve teknik ekip olmak üzere Akademinin orjinal kollarını temsil ediyor. 3,8 kg ağırlığındaki heykelcik MGM'nin baş sanat direktörü Cedric Gibbons tarafından tasarlandı. Gibbons'ın asistanı Frederic Hope orijinal siyah mermer zemini yaratırken heykeltraş George Stanley tasarımı bir heykel çizgilerine dönüştürdü. California Bronz döküm enstitüsü ise ilk Oscar heykelciğini 24 karat altınla kapladı. Peki, dünyanın sinema alanında en prestijli ödülü sayılan heykelciğin ismi nereden geliyor? Akademi’de bir süre kütüphane görevlisi olarak çalıştıktan sonra yapımcılığa başlayan Margaret Herrick'in heykelciğin üzerindeki adam figürünü amcası Oscar’a benzettiğini söylemesi üzerine heykelciğe bu ismin verildiği söyleniyor. 1934 yılındaki altıncı ödül töreninin ardından Hollywood’un ünlü köşe yazarı Sidney Skolsky yazısında o yıl “En İyi Kadın Oyuncu” dalında ödüle layık görülen Katharine Hepburn'ün aldığı ödülü Oscar olarak nitelendirerek heykelciği ilk kez bu isimle tanımlamış oldu. Akademi Oscar ismini 1939 yılına kadar resmi olarak kullanmadı. Ve işte Oscar bazı durumlarda farklı şekillerde sahiplerine sunuldu. Örneğin 1930'lu yıllarla 1950'li yıllar arasında ödüle layık görülen çocuk oyunculara heykelciğin minyatür replikaları verilirken vantrilok Edgar Bergene ağız kısmı hareket edebilen ahşap bir Oscar heykelciği sunuldu. Ayrıca Walt Disney’e, ödül kazandığı yapıtı Snow White and the Seven Dwarfs için biri standart boyutta olmak üzere yedi minyatür heykelcik takdim edildi. 1942-1944 yılları arasında 2. Dünya Savaşı sırasında ekonomiye katkı sağlamak açısından Oscar'ın yapımında altın yerine plaster kullanıldı. 1945 yılında heykelciğin mermer tabanı metale dönüştürülürken 1949 yılında heykelcik 501’den başlayarak numaralandırılmaya başlandı. İlk Oscar Ödülü töreni, 16 Mayıs 1929'da Hollywood Roosevelt Otel Blassom Room'da yapıldı. Gecenin biletleri 10 dolardan satıldı ve törene 250 kişi katıldı. Ödül töreninin yapıldığı gece saat 23.00'te basına açıklanan sonuçlar için 1940 yılından bu yana zarf sistemi uygulanıyor. Kültür Sanat Daha fazla merak ettiğiniz şey mi var? Öyleyse devam edelim… Ödüller, 1966 yılında da ilk olarak televizyondan renkli olarak yayınlandı.Oscar ödüllerinin yayın hakkını 1971 ile 1975 yılları arasında NBC satın aldı ve 1972 yılındaki 42'nci Oscartöreni tüm dünyaya canlı olarak ulaştı.İlk 15 yıl boyunca otellerin toplantı ve balo salonlarında yapılan törenler, katılımcı sayısındaki artışla büyük salonlara taşındı. Tarihi boyunca sadece üç kez ertelenen Oscar Töreni, 1938 yılında Los Angeles'taki sel dolayısıyla bir hafta geç yapıldı. 1968 yılında da Martin Luther King'e saygı dolayısıyla ertelenen tören, 1981'de Ronald Reagan'a suikast girişimi nedeniyle 24 saat ertelendi. Siz okurlarımızı daha da bilgilendirmek adına hemen araya bir ek bilgi yerleştirilecek olursa; Oscar ödülü alması için bir filmin 40 dakikadan uzun olması, Los Angeles ili sınırları içinde en az bir sinemada paralı gösterimin gerçekleşmiş olması ve gösterimin arkası arkasına 1 hafta sürmüş olması gerekmektedir. Akademi, mesleğinin son yıllarını yaşayan çok yaşlı ya da çocuk oyunculara, sakat rollerine çıkanlara ve ABD toplumunu eleştiren filmlere ödül vermesiyle tanınıyor. Her yıl işi bittikten sonra katlanıp Valencia’da bir depoda tutulan kırmızı halıyı altı kişi yan yana dizilerek açıp seriyor. Akademi’nin malı olan halı 75.5 metre uzunluğunda. Uzun yıllar Çin Tiyatrosu'nda yapılan Oscar Törenleri, Kodak Tiyatrosu'nda yapılıyor. Konuklar da törenden iki saat önce salona alınıyor. Sizlere son bilgilendirici not verilecek olursa; Oscar ödüllerinin 24 dalda dağıtıldığını belirtmek gerekir. ‘En İyi Erkek Oyuncu’, ‘En İyi Kadın Oyuncu’, ‘En İyi Film’, ‘En İyi Yönetmen’ ve ‘En İyi Senaryo’ ödülleri de en büyük ödüller sayılmakta ve ülkemizde de Oscar ödül coşkusu yaşanmaktadır. Yazı: İdil Yengil 18 Play Station 4 Teknoloji Oyun tutkunlarına yeni haberler var… Geliştirilmiş özellikleriyle Play Station 4; artık bizlerle, tüm evlere alınmak üzere beklemekte…Endüstrinin en yaratıcı beyinleriyle birlikte çalışan PlayStation 4, nefes kesici ve benzersiz oyun deneyimleri sunuyor. DUALSHOCK 4 kumanda ve PlayStation 4 kamerasının bir araya gelerek oluşturduğu yepyeni deneyimlerle büyülenmeye hazır olun. Dahili hareket sensörlerinin, daha hassas ikili analog çubukların ve dokunmatik kontrollerin tadını çıkarın. Önündeki ortamın derinliğini algılayan ve kumandanın konumunu takip eden iki lensli kamerayla sınırsız oyun olasılığına sahip olun. Ps3 256 MB lik XDR Ram teknolojisini kullanmaktaydı ve bu bildiğimiz RAM’lerden çok daha yüksek hızda bir bellek hızı anlamına geliyordu. Ps4 ise yeni bir teknoloji olan XDR2yi kullanacak ve 1GB hızında olacak. Çok daha yüksek performanslı Ps4ler bizi bekliyor! Son olarak hakkında bilgi sahibi olduğumuz Playstation 4 özellikleri kendi içinde 3D desteği sayesinde oyunları 3D oynama şansına sahip olacağız. Kullanılacak disk teknolojisi ise ya Blue-Ray yada HVD adı verilen yeni bir teknoloji olacak. HVD teknolojisi ile 100 GB’lik diskler kullanılabilecek. ‘ Bu kadarını da görmedik; teknolojinin böylesi, pes doğrusu! ‘ diyen herkes buraya… Günümüz teknolojisine uyarlanmış özellikleri ile Htc One; dikkatleri çekiyor. HTC One Tamamı metal, açıklık içermeyen gövdeden oluşan ince fakat tatminkar bir kavrayış sağlayan inceltilmiş kenarlara ve ödün vermeyen tasarıma sahip bir telefondur. 18 BlinkFeed™ özelliği sayesinde kendi canlı ana ekranınızı oluşturabilirsiniz. Tek yapmanız gereken güncel olarak görmek istediğiniz sosyal ağlar, haberler ve beslemeleri seçmek, böylece hepsi telefonunuzda canlı akış olarak görüntülenir. Dünyanızın nabzı artık avucunuzun içinde…Ortalama bir akıllı telefondan arkadaşlarla müzik veya video paylaşmak sinir bozucu bir deneyim olabilir. Minik bir hoparlör en hareketli parçayı bile yavanlaştırır. Fakat HTC One'ın BoomSound™ özelliği tüm bunları değiştiriyor. Dahili ses yükselticileri ile önde bulunan çift stereo hoparlörler, diğer telefonların hiçbirinde olmayan daha yüksek, keskin ve zengin sesler sunuyor. HTC'nin süper hassas kamerası ile %300 daha fazla ışık yakaladığınızda, muhteşem bir fotoğraf çekmek çok daha kolaydır. HTC One, fotoğraf kalitesinde büyük bir artış sunar: daha fazla netlik, kontrast ve ayrıntı. Dahası, en zorlu fotoğraf çekimini bile kurtaracak ara ışık ve düşük ışık performansa sahip… Dünyanın ses kısma düğmesi bulunmuyor. Bu yüzden gürültülü ve kalabalık bir ortamdayken telefonda konuşmak zor olabilir. HTC One bu sorunu Sense Ses ile çözüyor. Ortam gürültüsünün yüksekliğini algılayan iki dahili mikrofon, gürültüyü telafi etmek için çağrı sesini dinamik olarak arttırır. Yaşasın netlik. HTC ONE sayesinde hayat artık çok fonksiyonel ve eğlenceli… 18 Teknoloji BlackBerry Z10 Blackberry z10 ile hayatlar değişiyor, insanlar günden güne gelişiyor ve geliştikçe mutlu oluyor… Yeni klavye yazılımında tuşlamadan yazmak şeklinde tabir edilen bir yöntem kullanılıyor. Klavyede yazı yazarken, sistem sıradaki kelimeleri tahmin ederek klavyede belirli harflerin üzerinde küçük puntolarla yerleştiriyor ve bu harfe basılı tutarak yukarı doğru parmağınızı kaydırdığınızda otomatik olarak kelime metin alanına gönderiliyor. BlackBerry Peek mini bir bildirim merkezi gibi çalışıyor. Parmağınızı ekranın altından yukarı doğru sürükleyerek bir süre tuttuğunuzda en önemli bildirimleriniz ikon şeklinde karşınıza geliyor. Sağa doğru parmağınızı kaydırdığınızda ise tüm bildirimleriniz BlackBerry Hub altında ekrana geliyor. Gelen SMS, anlık mesajlaşma, takvim, cevapsız çağrı, sosyal ağlardan güncellemeler gibi bildirimlere pencereden ayrılmadan göz atabiliyorsunuz. PlayBook modelinden de hatırlayacağımız akıcı görev yöneticisi BB10 işletim sisteminde BlackBerry Flow olarak karşımıza çıkıyor ve adı gibi uygulamalar arasında takılmadan geçiş yapabiliyor. Bu açıdan Android'in Project Butter sistemine de rakip oluyor. Daha birçok ilgi çekici nitelikte fonksiyonel özelliğe sahip Blackberry’ nin bu yeni modeli; mağazalarda alıcılarını bekliyor. Siz de: ‘ Telefonum yeni teknolojiyi bana yansıtsın! ‘ diyenlerdenseniz, buyrunuz yerlerinizi alınız efendim… Yazı: İdil Yengil 18 .DG×QODUDg]HO Çalışan hanımların en büyük sorunların biridir. “Bugün ne pişireceğiz” Sabahtan başlayan bu düşünce eve gelene kadar devam eder.Eşe dosta telefon ederiz, karşıklı fikir alışıverişlerin de bulunuruz...Hem pratik olsun, hem az malzeme olsun, hem de gözlerimiz midemiz bayram etsin isteriz…Pamukkale Dergi için hazırladığımız tarifler tüm bu isteklerinizi karşılar güzellikte ve lezzette… Çok kısa bir zamanda ve çok az malzeme ile sizde sevdiklerinize muhteşem lezzetler hazırlayabilirsiniz… Güzel bir Mart ayı geçirmeniz dileğiyle... Sevgiler Tijen Aktay http://www.lezzetibol.com mail: [email protected] BAHARATLI PATATES Malzeme ½ kg taze patates Sos için ½ çay bardağı zeytinyağı 2 diş ezilmiş sarımsak 1 çay kaşığı pul biber 1 çay kaşığı kırmızı toz biber 1 çay kaşığı karabiber 1 çay kaşığı kekik Tuz Yapılışı Patatesleri kabuklarıyla üzerinde toprak kalmayacak şekilde iyice yıkayın. Elma dilimi şeklinde dilimleyin. Sos için gerekli olan malzemeleri derin bir kapta karıştırın. Üzerine patatesleri ekleyip harmanlayın. Yağlı kağıt serdiğiniz tepsiye dizin. Önceden ısıtılmış 180-200 derecelik fırında kızarıncaya kadar pişirin. Püf Noktaları Baharatlı Patatesi taze patatesin yanı sıra dondurulmuş patates ile de hazırlayabilirsiniz. BEYAZ ÇİKOLATALI MUS Malzeme 170 gr Beyaz çikolata 2 yumurta akı 100 gr labne peyniri 150 ml krema Yapılışı Beyaz çikolatayı benmari usulü eritin. Ocaktan alıp üzerine labne peynirini ekleyip karıştırın. 2 yumurta akını kar beyazı haline gelinceye kadar çırpın. Ayrı bir kapta soğuk kremayı 2-3 dk kadar çırpın. Peynirli çikolatanın üzerine kremayı ekleyip mikser ile çırpın. Üzerine yumurta akını spatula ile 2-3 seferde yavaşça karıştırarak ekleyin. Kuplara malzemeyi paylaştırın. Buzdolabında 1 saat dinlendirdikten sonra servise sunun. Püf Noktaları Beyaz Çikolatalı Mus tarifini kuplara paylaştırırken aralarına ince dilimlediğiniz çilek vb meyve ilave edebilirsiniz… FIRINDA KREMALI TAVUK BAGET Malzeme 6 tavuk baget 150 ml krema 1 kereviz sapı (var ise) 2 diş ezilmiş sarımsak 2 yemek kaşığı zeytinyağı ½ limon suyu 1 dal biberiye Tuz, karabiber, pul biber, kekik Yapılışı Kremayı, sarımsağı,ince doğradığınız kereviz sapını, limon suyunu, zeytinyağını, tuz ve baharatları derin bir kapta karıştırın. Bagetleri fırın kabına dizin. Üzerine hazırladığınız sosu gezdirin. Biberiye dallarını ve limon dilimlerini yerleştirin. Üzerini yağlı kağıt ile kapatıp önceden ısıtılmış 200 derecelik fırında 40 dk pişirin. Süre dolduktan sonra üzerindeki yağlı kağıdı alıp 20 dk daha pişirin ve sıcak olarak servise sunun. Püf Noktaları Kremalı tavuk bageti hazırlarken damak tadınıza göre istediğiniz taze baharatları ilave edebilir, Baget’in yanı sıra kanat ile de hazırlayabilirsiniz… ELMALI TARTE TATİN Malzeme 1 tane (büyük yaprak) Milföy 3-4 elma 50 gr tereyağı 80 gr toz şeker Üzerine Çırpılmış krema Yapılışı Elmaların kabuklarını soyup çekirdeklerini çıkarın ve orta kalınlıkta dilimleyin. Fırına girebilen tavaya tereyağını ve şekeri ekleyip karıştırın. Tereyağı eriyip şeker hafif esmerleşene kadar kavurun. 18 Üzerine elmaları düzgünce dizin. Kısık ateşte elmalar az yumuşayana kadar (5-6 dk) pişirin. Derin dondurucudan çıkarıp oda ısısında yumuşattığınız 1 yaprak milföyün üzerine az un serpin. Tavanızın büyüklüğünde milföyü açın. İlk sıcaklığı gitmiş olan karamelli elmaların üzerini milföy ile kaplayın. Önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında kızarıncaya kadar pişirin. Çırpılmış krema veya vanilyalın dondurma ile servise sunun. Püf Noktaları Elmalı Tarte Tatin’i mutlaka sert yeşil elma ile hazırlamalısınız. Aksi taktirde elmalar pişerken çok yumuşayacak ve dağılacaktır. Kaybettiklerimiz MÜSLÜM GÜRSES ANISINA… Müslüm Gürses Ölümdü yolları ayıran; Kaderdi bu yolda pusu kuran… Herkesin ‘ Baba ’ lakabıyla çağırdığı kişi, Gitmişti çaresizce arkasına bakamadan… Kendine özgün müzik tarzı ile hayranlarıyla vedalaştı ekranlarda, Onlar bakakaldılar, kalakaldılar bu haber karşısında, Müslüm Gürses’ çiler ağladılar, ‘ Baba gitti ‘ diye yakındılar; Bazıları ise; ‘ başımız sağolsun ‘ diye sosyal medyada yazdılar durdular… Umut dünyası diye boşuna demeyiz ya hani… İşte hastanede bulunan kalabalık ta umutlarla, dualarla kuşatmıştı çevreyi. Ta ki son ana kadar; Tekrarlanan ‘ İnanıyoruz, ümit ediyoruz o yeniden ayağa kalkacak ‘ sözleri… Ama gel gör ki; biz buna hayat diyoruz… Bir ömür dediğin ne kadarlık bir zaman dilimidir ki? Sevdiklerimiz yanımızdayken düşünmeyiz böyle şeyleri, Ama bir tanesi bile aramızdan ayrıldığında; zaman durur, bizler hüzne boğuluruz sanki! Ey hayat; yaşadığımız gibi öleceğiz biliyoruz. Ama bazı ölüm haberlerinde de çok sarsılıyoruz… Biz yaşıyoruz ya şimdi; Baba’ mız da olsaydı keşke diyerek Çıkıyor ağzımızdan; ‘ Son Pişmanlık Neye Yarar? Her şeyin Bedeli var! ‘ sözleri… Yazı: İdil Yengil 74 18 Sinema ‘ Başarılı film kendisinden bahsettirir kardeşim! ‘ diyen herkesin 22 Şubat’ ta sinemalarda yerini alacağını biliyoruz. Hele de oyuncu kadrosuna bakıp bu filmi izlemeyecek yahut beğenmeyecek kişilerin olduğunu hiç mi hiç düşünmüyoruz… Şimdi hazırsanız; bakalım bakalım bu filmin konusuna, izin verelim Kelebeğin Rüyası hepimizin rüyası olsun… Zonguldak' ta yaşayan, iki genç şair Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu, yeni yeni modernleşen bu madenci kentinde memuriyet hayatlarını sürdürürken, bir yandan da sanatla, edebiyatla ve en çok da şiirle iç içe yaşamaktadırlar. Ayakları üzerine yeni kalkan genç Cumhuriyet, bir yandan modernleşme çabasındayken, aynı yıllarda Avrupa' da da çetin bir savaş yaşanmaktadır. Belediye Başkanı' nın kızı Suzan' ın Zonguldak’ a geri gelmesiyle Rüştü ve Muzaffer' in şiire olan inancı daha da artar. Henüz lise öğrencisi olan Suzan, çevrenin istememesine rağmen iki gençle yakın arkadaş olur. Fakat 1940' lı yılların vebası olan verem, iki genç insanın da sağlığını gitgide tehdit etmektedir. Rüştü ve Muzaffer' in hem kendi gelecekleri, hem de dünyanın gidişatı hayra alamet değildir... Yönetmenliğini ve senaristliğini Yılmaz Erdoğan' ın üstlendiği filmin yapımcılığı BKM' ye ait. Çekimler Zonguldak ve İstanbul' da gerçekleştirilen yapım aynı zamanda Zonguldaklı madencilerin de öyküsüne değiniyor. Oyuncu kadrosunda Erdoğan' ın yanı sıra Mert Fırat, Kıvanç Tatlıtuğ, Belçim Bilgin, Taner Birsel, Ahmet Mümtaz Taylan gibi genç-usta pek çok isim de yer alıyor. 18 $üN.×UP×]× Aşk kırmızı, rengini sen seçemezsin; aşk seçer. Ne kadar anlam yüklü, sihirli, bir o kadar da aşıkların kafasını karıştıran bir söz… İki kadın, bir adam… Adam ikisiyle de beraber, adam ikisine de aşık, iki kadın da vazgeçilmez; bu yüzden kafası bir hayli karışık. Yani aşk zor… Filmin konusu ve karakterler şöyledir ki; Ferhat ve Zeynep evli ve mutlu bir çifttir. Karlıdağ çiftinin dışarıdan mutlu görünen evliliği, hayatlarına Fırat' ın yıllar öncesinde kalmış ilk aşkı Nazlıgül' ün yeniden girmesiyle alt üst olacaktır. Zeynep bir gece bile ayrı kalmaya dayanamadığı kocasının eski aşkı Nazlıgül ile karşılaşmasına ve yüreğinde küllenmiş bu aşkın yeniden alevlenmesine engel olamaz. Ferhat ile Nazlı birbirlerine karşı koyamazlar; ertesinde Zeynep de aldatıldığını öğrenir. Şimdi üçünün de yüreği acı ile yanar. Bir zamanlar o adamın ilk aşkıyken, şimdi "öteki kadın" olmanın sancısını çeken Nazlıgül' ün karşısında, çok sevdiği kocasının ihanetine uğrayan ve onu başka bir kadınla paylaşmanın imkansızlığını sorgulayan Zeynep vardır. Ferhat ise çok sevdiği ve vazgeçemediği bu kadının arasında arafa düşmüş gibidir. Üç kişilik bir aşkı yaşamak mümkün müdür? Sadakat bu aşk üçgeninin neresindedir? Aynı adamı seven iki kadının çatışmasını konu alan film, tutkulu dolu olduğu kadar aşkın hüzünlü ve yıkıcı yönüne de beyazperdeye taşıyor. Sefiller Senaristliğini ve yönetmenliğini Osman Sınav' ın üstlendiği filmin başrollerini Nurgül Yeşilçay, Ezgi Asaroğlu ve Tayanç Ayaydın paylaşıyor. Kadrodaki diğer isimlerse Teoman Kumbaracıbaşı, Sait Genay, Şebnem Dilligil, Renan Karagözoğlu ve Güneş Çağlar Hüseyin’ dir. 18 Müthiş bir efsane; kesinlikle izlemeye değer bir hikaye… Etkileyici bir serüven olma özelliği taşıyan ‘ Sefiller ‘; 1 Mart’ ta vizyona giriyor, izleyicileri ile buluşuyor. Jean Valjean olarak bilinen 24601 nolu mahkum, hapishaneden salınır. Kendisine yeni bir hayat kurmak ister ama müfettiş Javert'in gölgesi onu daima takip etmektedir. Fransız Devrimi'nin arifesinde geçen hikaye ihtilalin her iki tarafının da yüzünü gözler önüne serer. Ünlü yazar Victor Hugo'nun aynı isimli ünlü edebiyat klasiğinden uyarlanan Les Miserables (Sefiller), Jean Valjean'ın ölümsüz hikayesini beyazperdeye taşıyor. Oscarlı sinemacı Tom Hooper'ın yönetmenliğinde çekilen filmin oyuncu kadrosu ise Hugh Jackman, Russell Crowe, Anne Hathaway, Helena Bonham Carter ve Amanda Seyfried gibi birbirinden ünlü isimlerden oluşuyor. Sizden Gelenler 18 18 18