opethveruhs i sler i

Transkript

opethveruhs i sler i
Selam,
Editör yazýsýnýn baþlýðý "yeni gelin" olan bi fanzin vardý.
Adýný cidden hatýrlamýyorum. Neyse, bizim yazýnýn
baþlýðý da "Smells Like Teen Spirit" olacaktý ama "Drain
You"nun daha iyi bi þarký olduðunu düþündüðümden
Nirvana’yý iþe karýþtýrmamaya karar verdim. Böyle iyi.
Okuduðunuz þeyin basýlý olarak yayýnlanmasý için
verdiðim çabayla inanýn Guns N' Roses þimdiye üç albüm
yayýnlardý. Ama olmadý. Gunz da albümü hala
yayýnlamadýðýna göre ardýna sýðýnacak bahanemiz var
diyelim.
Dergi içeriðinden editör yazýsýnda bahsetmek pek
anlamlý gelmiyor bana. Zaten okuyunca göreceksiniz.
O nedenle genel çerçeveden biraz bahsedeyim. Salt
metal dergisi deðil Siyah Beyaz. Yani evet metal içeriði
epeyce aðýr basabilir ama bunun için kasmadýk. Ne
varsa o çýktý. Gerçi o Opeth araya nasýl karýþtý
anlamadým ama oldu bi kere :) Her ne kadar yazýda
fazla sözü geçmese de son albümleri çok iyiydi
adamlarýn, dayanamadýk diyelim. Neyse konuyu
daðýtmayalým. Bu tarz dergilerin olmazsa olmaz kliþesi
"sinema sayfalarý" olayýna da girmemiz kaçýnýlmazdý.
"Soldaki o afiþ ne ayak" cümlesini taa burdan
duyuyorum. O sayfayý öyle fantastik afiþlere ayýrdýk.
Hani vakti zamanýnda gerçekleþtirilmiþ ve kan gövdeyi
götürmüþ konserlerin afiþlerinden her sayýda bi tane
atalým dedik.
Michael Jackson’a da ilk sayýda mutlaka bi yazýyla yer
vermek istemiþtim. Ama hayat adil deðil biliyosunuz.
Bi de ben sýkýldým artýk Michael Jackson yazýsý
yazmaktan. Fotoðraf anlatýyor zaten herþeyi.
Periyodu aylýk düþünüyoruz. Aylýk dergi dediðin ayýn
birinde çýkar. Tarihin sarkmasý çok can sýkýcý bi durum.
Aylýk format iyidir. Þebnem Ferah da iyidir. Her ay
albüm yayýnlasa dinlerim.
Altýnda imza olmayan yazýlar bana ait. Görsel tasarým
da bana ait. Her yere adýmý yazmayý sevmediðimden
sadece burada belirteyim dedim. Önümüzdeki maçlarda
durum deðiþebilir ama.
Hatalarýmýz varsa affola. Hoþbulduk...
Selim Varýþlý
[email protected]
GÜLBÝN ERDEM
Melodik ama sert hareketlerle agresifliðin altýný kendine
has epic bir soundla çizen Amon Amarth, tarz olarak
bakýldýðýnda Death Metal’de göze çarpar bir yer edindi.
Fakat yeni jenerasyona uymak için midir bilinmez, kendi
tarzlarýný herkesten ayrý tutarak büyük bir cesaretle
“Viking Metal yapýyoruz” diyerek, kim bilir belki yeni
bir akýmýn da öncüsü oldular. (Editörün Notu: Burada
Bathory ve cenahýný Black Metal’den sayýyoruz)
1992 Ýsveç çýkýþlý grup, ismi için Yüzüklerin Efendisi
filminde yer alan Mount Daðý’ndan (Mordor) ilham almýþ.
Kolaylýkla özdeþleþtirebilirsiniz aslýnda, çünkü ne zaman
kulaklýðýmda son ses açýp dinlesem, kendimi mitolojik
bir savaþýn içerisindeymiþ gibi hissederim. Zaten Viking
ve Ýskandinav mitolojisini müziklerine yansýtmayý misyon
edinen bu grubun en belirgin özelliði de gerek tarzý,
gerekse þarký sözlerinde yer alan bu ironizmi kendilerine
has armonileriyle harmanlayan alt yapýlarý olsa gerek.
1992’den önce grubun elemanlarý bir araya
toplandýklarýnda, sadece eðlenmek ve gürültü çýkarmak
için bu müzikal yolu seçtiklerini söylerken, 1993 yazýnda
ilk demolarý olan ve asla yayýmlayamadýklarý “Thor Arise”
ý kaydederler. Ýçerisinde bir adet Black Sabbath coverý
da bulunan toplam 5 parçalýk demo yeterince baþarýlý
bulunmaz. Yeni prova çalýþmalarý için ümitlerini kýrmayýp
tekrar stüdyoya girdiklerinde ise müzikalite bakýmýndan
ilkine göre daha tatmin edici bir sound yakaladýklarý
EP’leri “The Arrival Of The Fimbul Winter"ýn kayýtlarýný
bitirirler. Kayýtlarýný underground piyasaya sürmek için
çeþitli arayýþlara giren grup, bir müddet bekledikten
sonra ilk plak firmalarý Pulverised Records’la (Singapur)
anlaþýrlar.
Uzun süren çalýþmalarýn ardýndan 1995 Kasým ayýnda
grup, Peter Tagtgren’e (Hypocrisy) ait The Abyss Studios’a
girer ve “Sorrow Throughout The Nine Worlds” adýný
verdikleri albümü kaydeder. Uzun uðraþlarýn ve
çalýþmalarýn ardýndan albüm 1996 yýlýnda piyasaya
sürülerek, grubun dünya çapýnda seslerinin duyulmasýný
saðlar. Grubun bateristi Nico’nun yerine Martin Lopez
geldikten sonra da turne, konser ve organizasyonlara
çýkarak, kariyerleri açýsýndan büyük bir týrmanma sürecini
yakalamýþ olurlar. Daha sonrasýnda bir çok ünlü plak
firmasý ve yapýmcý tarafýndan albüm teklifi yaðmuruna
tutulan ve içlerinden Metal Blade ile anlaþmayý seçen
grup, 1997 yýlýnda ilk albümleri olan "Once Sent From
The Golden Hall"u Peter Tagtgren ile kaydetmek için
yeniden The Abyss Studios'a girerler.
“Once Sent From The Golden Hall”un kayýtlarýndan sonra
gitarist Anders Hansson gruptan ayrýlýr. Bir ay sonra
Deicide, Six Feet Under ve Brutal Truth ile turneye
çýkacaðý için acil olarak gitarist arayýþýna giren topluluk,
kadroya Johan Söderberg’i alýr. 1998 yazýnda grup pek
çok önemli festivalde yer alýr ve hemen hemen ayný
zaman dilimi içerisinde davulcu Martin Lopez, kariyerini
Opeth’de sürdürmek için gruptan ayrýlýr. Yerine Fredrik
Andersson (Marduk) gelir.
Bu grubun son eleman deðiþikliði olmuþtu ve 1999 ÞubatMart aylarý içerisinde tekrar The Abyss Studios’a girerek
“The Avenger” albümü kaydedildi. 7 parçalýk albümün
kayýtlarý esnasýnda herhangi bir prodüktörle çalýþýlmadý.
Death ve Black Metal tarzlarý ile Viking etkileþimi, brutal
altyapý ile saðlamlaþtýrýlarak harika bir albüm ortaya
çýkarýldý. Grup, albümün tanýtýmý için Morbid Angel’ýn
headliner olduðu birkaç festivalde yer aldý.
2000 Kasým ayýnda kýsa bir sürede The
Crusher albümünü alelacele kaydettiler.
Bu albüm Amon Amarth’ýn o zamana
kadar kaydettiði en brutalite dozajý
yüksek albümdü. Bu albüm sayesinde
ülke çapýnda bir çok festivalde çaldýlar,
Danimarka ve Almanya’da ilk kez
headliner olarak sahne aldýlar. Marduk
ve Vader gibi devlerle No Mercy Festival’e
katýldýktan sonra, grubun 2001 Amerika
turnesi kapsamýnda Marduk’a eþlik
edeceði açýklandý. Bu turne sayesinde
grup ilk kez Amerika’da sahne alacaktý.
Ancak turne 2002 Ocak ayýna ertelenince
grup Marduk’u beklemeyip Diabolic
(Tapma-Florida) ile beraber Amerika’da
konserler verdi. Bu konserlerin hemen
ardýndan Ýsveç’e geri dönüp Ýsveç’li
Death/Gore efendisi Vomitory'e Avrupa
turu teklifini kabul ettirdiler.
2002 Aðustos ayýnda grup 2. kez Wacken
Open Air'a çýktý ve þov yaklaþýk 12.000
kiþi tarafýndan izlendi. Wacken’ýn hemen
ertesinde “Versus The World” albümlerini
kaydetmek için stüdyoya girdiler. Peter
Tägtgren stüdyosunu kendisine ayýrdýðý
ve baþka gruplarýn kayýt iþleriyle
uðraþmadýðý için grup, Malmö'deki Berno
Studio'da çalýþmaya baþladý.
Albümün sýnýrlý sayýdaki Viking baskýsý,
grubun hiç yayýnlanmamýþ olan eski
demolarýný içeriyordu ve bu albüm grubun
kariyerindeki kilometre taþlarýndan birisi oldu. Albümün
tanýtýmý için 3 Amerika ve 2 Avrupa turnesine çýkýldý.
Amon Amarth’ýn izleyen
albümü Fate Of Norns da bir
önceki albüm gibi Bernö
Studios da kaydedildi. Bir
röportaj esnasýnda albümler
hakkýnda sorulan sorulara
Mikkonen þöyle bir cevap
vermiþtir. "Biraz klasik
kaçacak ama albümde
yakalanan sound süper ve
þarkýlar diðerlerine göre çok
daha güçlü. Johan
Söderberg'in þarký yazýmýna
katkýsý öncekilere göre çok
daha fazla oldu ve bu da
müziðe yeni bir tat ve bakýþ açýsý kazandýrdý. Stüdyoya
girdiðimizde bir çok þarkýnýn yazýmý henüz
tamamlanmamýþtý ve stüdyoya girince farklý bir þeyler
çýkarabilir miyiz diye merak ettik. Düþündüðümüz gibi
oldu ve Bernö sayesinde müzik çok farklý bir noktaya
geldi. Bu prodüksiyonda diðer hiçbir albümde
harcamadýðýmýz kadar enerji harcadýk."
2006 yýlýnda çýkmýþ olan “With Oden On Our Side”
albümlerini izleyen Dünya Turnesi kapsamýnda
çalýþmalarýna baþladýklarý yeni þarkýlarýný, Ýsveç’teki
Fascination Street Stüdyolarý’nda Jens Bogren
prodüktörlüðünde kaydettiler. Metal Blade Records
etiketiyle 17 Eylül de yayýnlanacaðý açýklanan “Twilight
Of The Thundergod” adlý albümün parça listesi de kýsa
bir zaman önce açýklandý. Albümden birkaç anektod
sunmak gerekirse, toplam 10 parçalýk tracklist dahilinde,
tanýdýk simalar bulmak mümkün. Konuk sanatçýlar
arasýnda; Entombed – L.G. Petrov (Guardians Of Asgaard),
Children Of Bodom gitaristi Roope Latvala, Apocalyptica
(Live For The Kill) yer alýyor. Þarkýlarýn sýralamasý ise
þöyle;
01 - Twilight Of The Thundergod
02 –Free Will Sacrifice
03 –Guardians Of Asgaard
04 –Where Is Your Good
05- Vargays Of Miklagaard
06- Tattered Banners and Bloody Flags
07- No Fear For The Setting Sun
08- The Hero
09 –Live For The Kill
10- Embrace Of The Endless Ocean
Grupla ilgili son güncellemeleri www.amonamarth.com
adresinden takip edebilirsiniz. Grubun MySpace adresi
de þöyle: www.myspace.com/amonamarth
Testament’ýn “Low” albümünü hatýrlar mýsýnýz? Grupla beþ stüdyo albümü kaydeden efsanevi gitarist Alex Scolnick’in
ayrýldýðý, yerine bir diðer üstat James Murphy’nin geldiði albümdür. O zamana kadar pata küte Thrash icra eden
topluluk, Murphy’nin kadroya dahil olmasýyla keskin sayýlabilecek bir dönemeç çizmiþ ve buram buram Death Metal
kokan Low albümünü kaydetmiþtir. Ýþin tuhaf taný ise, Murphy Low’un ardýndan ayrýldýðý halde Testament’ýn bir
sonraki albüm olan Demonic’te de Death Metal çizgisini bozmamýþ
olmasýdýr. NBA Allstars ile havada karada kapýþabilecek kapasitede
bir kadroyla kaydedilen “The Gathering” albümünde de pena sallayan
Murphy (arada çýkan Demonic albümünden sonra gruba geri dönüyor)
bu albümün de Thrash çizgisini zorlayan Death Metal kalýplarý
barýndýrmasýnýn baþ sorumlusudur kanýmca (tamam tamam Steve
DiGiorgio’yu unutmadým).
Efendim konuya neden böyle tepeden girdik? Malumunuz yeni Testament
albümü “The Formation Of Damnation” yýllara yollara meydan okuyor.
Bu 2008 model albümde, “The Gathering”in hemen ardýndan gruba
geri dönen Skolnick çalýyor. Ve yýllar önce yaþanan “Skolnick ayrýldý
Murphy geldi, Testament Death Metal oldu abi” mevzusu bu kez tam
tersine cereyan ediyor. The Gathering’deki her notasýndan ayrý kroþe
sallayan Testament yerine, daha Practice What You Preach bi Testament
var. Hatta eski ve yeni soundlar arasýnda eskiye biraz daha yakýn bir
noktada duruyorlar (“ortanýn solu” diye bi kavram vardý di mi :)).
The Gathering bence grubun zirve noktasý ancak yeni albüm de hiç
yabana atýlacak gibi deðil. Hatta bir tur daha dinleyim. Son albümden
bu yana dokuz sene geçmiþ, özledik. Siz de buyrun çekinmeyin.
Entropy Records adýndaki küçük firma, 1993 yýlýnda “And
The Forests Dream Eternally” adlý EP’yi yayýnlarken büyük
ihtimalle ileride olacaklardan habersizdi. Bugün ekstrem
metal dünyasýndaki herkesin tanýdýðý bir isim olan Nergal’in
tek baþýna kaydettiði bu demo, sonradan yeniden
yayýnlanmasýna karþýn çok deðerli olacak ve orijinali
internette uçuk rakamlardan satýlacaktý…
Ýlk albüm Sventevith, 1995 yýlýnda Pagan Records’tan
yayýnlandý. Nergal’e bu albümde Baal Ravenlock adlý
davulcu eþlik etmiþtir. Toplam 7 parça içeren bu albüm,
kuzeyin ekstrem metal adýna en soðuk ve en sert taþlarý
döþediði bir dönemde yayýnlanmýþtýr. Albümde yer alan
“Wolves Guard My Coffin” gibi parçalar da grubun o
dönem yansýttýðý karanlýk havayý çok iyi özetlemektedirler.
1996’da “Grom” yayýnlandýðýnda Behemoth halen
karanlýklardan yeryüzüne bakan ve içindeki hýrsý,
konuþabildiði en iyi dil olan Black Metal ile dýþarý vuran
bir topluluk idi.
Grom’da kadroya bas gitarý üstlenmek üzere Les katýlmýþtý.
Les’in gruba dahil olmasý, Behemoth için o albümle gelen
tek yenilik deðildi. Behemoth, onu ormanýn karanlýk
köþelerinden soðuk daðlarýn zirvelerine taþýyacak olan
yolun önemli bir bölümünü beraber kat edeceði Solistitium
Records ile de anlaþmýþtý.
1997’de yayýnlanan “Bewitching The Pomerania” EP’sinde
Behemoth ilk kez renkli bir kapak kullanmýþtý ve yine ilk
kez kapak albümün yanýnda sönük kalýyordu. O zamana
deðin müziði kadar albüm kapaklarýyla da kendinden söz
ettiren Behemoth, bu kez kapak konusunda yetersizdi.
Ancak EP’deki ilginç ve baþarýlý sound, kapaðý örtecek
kadar iyiydi ve Behemoth artýk kafasýný yer altýndan dýþarý
uzatmaya hazýrdý. Bu EP birlikte davulcu Baal Ravenlock’un
yerini, sonradan Behemoth tarihinde çok önemli bir yer
edinecek olan Inferno almýþtýr.
Inferno’nun bugün halen Behemoth kadrosunda yer alýyor
olmasý da Behemoth için ne derece önemli olduðunu
iþaret ediyor bence. Behemoth belki Inferno kadar iyi bir
davulcu bulabilirdi ama gruba Inferno gibi adapte olacak
bir davulcu bulmalarý son derece zor olurdu sanýrým.
KAOSUN BAÞLANGIÇ NOKTASI
Pandemonic Incantations, 1998 yýlýnýn en soðuk ve en
karanlýk albümlerinden biri olarak literatürdeki yerini
alýrken, Behemoth da ismini Avrupa çapýnda duyurmaya
baþlamýþ, Black Metal dünyasýnda en parlak isimlerden
biri olarak gösterilmeye baþlanmýþtý. Bu albümde bas
gitara Les’in yerine Mefisto geçmiþ ve üç eleman arasýnda
harika bir müzikal uyum yakalanmýþtý; önceki albümlerle
bu albüm arasýndaki müzikal uçurum, bu kanýya
varmamýzýn nedenidir. Kapaðýyla da göz dolduran
Pandemonic Incantations, barýndýrdýðý benzersiz atmosferle
Solistitium Records’un da gözdesi haline gelmiþ ve iyi bir
satýþ grafiði çizmiþtir. Inferno’nun bu albümdeki yeri çok
önemlidir. Gruba müzikal anlamda pek çok þey kazandýran
bu adam, grubun bu albümle yaptýðý sýçramada Nergal
kadar önemli bir role sahiptir. Behemoth, Pandemonic
Incantations ile kaosun baþlangýç noktasýna iþaret etmiþtir.
Bu albüm, her ne kadar ileride olacaklar için ipuçlarý
verdiyse de, bir sonraki adýmda Behemoth ikinci bir
uçurumu daha baþarýyla geçmiþ olacaktýr. Bu uçurumu
geçmek için Behemoth’un çok iyi bir itici gücü de vardýr
artýk: Avantgarde Music…
BAÞLANGICIN SONU
“Satanica”, 1999 yýlýnda Avantgarde Music etiketiyle
yayýnlandýðýnda, geçmiþin karanlýk temelleri üzerine
kurulan yapýnýn beklenenden çok daha güçlü olduðu
görülmüþ ve topluluk, ismini metal tarihine kalýcý olarak
yazdýrmýþtýr. Albüm, gruba, ismini geniþ kitlelere
duyurmasýný saðlayacak bir çok konserin de yolunu açar.
Açýlýþ parçasý “Decade Of Therion”, dönemin metal
marþlarýndan biri olarak günümüze miras kalmýþtýr. Bu
albümün, Behemoth fanlarýnýn sayýsýný katlayarak
artýrdýðýný ve firmanýn yüzünü epeyce güldürdüðünü
düþünmekteyim. Nitekim ülkemizde de bu albüm sonrasý
tanýnmýþtýr Behemoth. Bu albümün Behemoth tarihinde
önemli bir yer teþkil etmesinin nedenlerinden biri de,
grubun ilk kez Pure Black Metal temellerinin yaný sýra
Death Metal etkilerini de müziðine yansýtmýþ olmasýdýr.
Her ne kadar Satanica’da bu etki belli bir düzeyi aþmamýþ
olsa da sonraki albümlerde gittikte artacak ve gruba
muhteþem bir müzikal atmosfer kazandýracaktýr. Ýþte
bugün olacaklarýn iþaretini o zamanlardan veren bir
albümdür Satanica. Satanica ile beraber kadroda yine
deðiþim olmuþ, basist Mefisto ayrýlmýþ ve ikinci gitara
L.Kaos geçmiþtir. Bu adamla ilgili elimde ve internette
fazla bilgi yok, gruptan hýzlý bir þekilde geçip gitmiþ. Her
ne kadar albüm sonrasý ayrýlmýþ ise de, Behemoth’un
geçirmeye baþladýðý evrimin ilk aþamasý olan Satanica’daki
Death Metal etkilerinde L.Kaos’un rolü olduðunu
düþünmekteyim.
Satanica ile Avantgarde Music’in gözbebeði haline gelen
Behemoth, kendisine gösterilen özeni ve yapýlan yatýrýmý
karþýlýksýz býrakmayarak, 2000 yýlýnda önce Antichristian
Phenomenon EP’sini (bu EP, grubun kendine ait üç
parçasýnýn ve bir video klibinin yaný sýra, David Bowie,
Morbid Angel, Sarcofago ve Mayhem coverlarýný
içermektedir), ardýndan da yeni albümü “Thelema.6”i
yayýnladý. Günümüzde halen ekstrem müzik
dinleyicilerinin dilinden düþmeyen “The Act Of Rebellion”
adlý baþyapýt, bu albümde yer almaktadýr. Bu albümde
Nergal’in vokallerinde önemli bir geliþme görülmekle
beraber, kadroda da ciddi deðiþiklikler göze çarpmaktadýr.
L.Kaos ayrýlmýþ ve ikinci gitara Havoc, bas gitara Dies
Irae elemaný (sonradan Vader’da da pena sallayacak
olan) Novy alýnmýþtýr. Novy bu albümde Behemoth
sounduna ciddi ölçüde etki etmiþ ve grubu iki basamak
daha yukarý taþýmýþtýr. Önceki albümle kendini gösteren
Death Metal etkileri, bu albümde belirginleþmiþ ve grubun
yeni karakteristik soundunu ortaya koymaya baþlamýþtýr.
Artýk ibre Behemoth’u göstermektedir ve yükseliþleri
önlenemez durumdadýr. Onlar da bunun üstüne giderler
ve kariyerlerinin ikinci dönüm noktasý olan “Zos Kia
Cultus – Here And Beyond”u kaydederler…
KÜLT OLMAK
Albüm, ismine nazire yaparcasýna grubu kült statüsüne
taþýr. Sert ve karanlýk besteler, aykýrý düzenlemeler ve
harika bir prodüksiyon albümün genel hatlarýný teþkil
etmektedirler. Thelema.6’deki kadronun korunmuþ olmasý
da bu albümdeki oturaklý soundda etkili olmuþtur. Zos
Kia Cultus, yorumlandýðý her dergiden yüksek notlar alýr
ve satýþ rakamlarý bir kez daha Avantgarde Music’in
yüzünü güldürür. Behemoth bu albümden önce de bir EP
yayýnlamýþtýr. “Conjuration” adýndaki bu EP’de, bir tane
stüdyo kaydý, Nine Inch Nails ve Venom coverlarý ile bazý
live kayýtlar yer almaktadýr. Behemoth, Zos Kia Cultus’tan
sonra yeni bir albüm yapmayýp daðýlsaydý bile metal
tarihinde silinmez bir iz býrakmýþ olacaktý. Ancak onlar
çýtayý daha da yükseltip Death Metal’in sýnýrlarýný zorlayan
muhteþem albüm Demigod’ý kaydettiler. Demigod, bir
ortaçað katedrali görkemiyle metal dünyasýný sarstý.
Hýzýn ve tekniðin sýnýrlarýný zorlayan Behemoth, Towards
To Babylon, Conquer All, Slaves Shall Serve, Demigod ve
Xul gibi parçalarla biz artýk Death Metal yapacaðýz der
gibiydi. Býrakýn çalmayý, dinlerken takip etmesi bile zor
olan riffler ve davul partisyonlarý, Nergal’in buz gibi
vokalleriyle mükemmel bir bütünlük oluþturuyordu. Bu
albümle tüm ekstrem metal piyasasýnýn önünde eðilmesini
saðlayan Behemoth, bir sonraki ile daha da tehlikeli
olacaðýnýn sinyallerini de veriyordu.
Ve beklenen albüm 2007’de geldi. The Apostasy,
topluluðun þu ana kadar yaptýðý en iyi albüm. Bu albüm
için rahatlýkla Behemoth’un “ustalýk devri eseri”
denilebilir. Century Media tarafýndan yayýnlanan albüm,
grubun geçmiþ on yýlýnýn rafine edilip çifte kavrularak
sunulmuþ bir sentezi gibi. Artýk gönül rahatlýðýyla Death
Metal grubu olarak gösterebileceðimiz Behemoth, yeni
albüm kayýtlarýnda olduðunu duyurduðu þu günlerde de
isminden sýkça söz ettirmeye devam ediyor.
Malumunuz Dimmu
Borgir son albümüyle
birlikte Avrupa Metal
piyasasýnýn tepelerine
iyice týrmandý. Son üç
albümdür taþ üstünde
taþ, omuz üstünde baþ
býrakmayan Norveçli
topluluðun, davulda
Hellhammer'ýn racon
kestiði son albümleri In
Sorte Diaboli'nin
beklenen baþarýsýndan
sonra atacaðý yeni adým
merak konusu. Fanlarý,
her albümünde senfonik
sounda biraz daha
yaklaþan grubun, bir
sonraki adýmýnda çizgiyi
geçip Manowar'ýn son albümünde yaptýðý gibi olayý fanteziye
baðlamasýndan endiþeliler. Haliyle böyle bi durum, Dimmu
Borgir gibi bir topluluk için dörtnala giden atýn tökezleyip
yere yuvarlanmasýyla aþaðý yukarý ayný anlama
geleceðinden, geçmiþ baþarýlarýný bile gölgeleyecek
neticeler ortaya çýkarabilir.
Son albümde yer alan "The Serpentine Offering", "The
Fundamental Alienation" (bütün þarkýlarýn "The" ile
baþlamasý fetiþi var evet); bir önceki albüm Death Cult
Armageddon'dan "Eradication Instincts Defined" gibi parçalar
grubun zaten var olan senfonik orkestrasyon mevzuatýný
daha da ön plana çýkaran parçalardý. Kuþkusuz þu haliyle
Dimmu Borgir gerçek bir müzikal þölen niteliðinde. Çizgiyi
fazla bozmadan devam etmelerini umuyorum.
Gelelim Nick Barker - Hellhammer tartýþmalarýna. Hey,
silkinip kendinize gelin, tabii ki Nick Barker! Çünkü
Hellhammer sadece ve sadece gerçek Black Metal gruplarýna
yakýþýr! Ve Dimmu Borgir davayý çoktan satýp ýþýnsal metal
oldu! Hahahaha, tabii ki böyle düþünmüyorum :) Ama
kabul edelim ki böyle düþünen azýmsanmayacak bir kitle
de söz konusu. Esasýnda
ben
de
bu
karþýlaþtýrmada Nick
Barker'ýn tarafýndayým.
Hayýr, beraber kebap
yediðimiz için deðil.
Cidden Dimmu Borgir'a
daha çok yakýþan bir
davulcu olduðu için.
Hellhammer'ýn raconuna
kimsenin diyeceði yok
ama Nick Barker'ýn yeri
çok saðlam benim
gözümde. Nitekim son
albümde her ne kadar
Hellhammer üzerine
düþeni fazlasýyla yerine
getirmiþse de Nick
Barker'ýn yaratýcý
hareketlerini aradý kulaklarým. Barker'ýn Testament'a girip
çýkmasý da ayrý bi efsanedir bu arada. Testament bile
parýltýyý görüp kapmýþ adamý. Amerikan hükumeti Barker'a
sorun çýkarmasaydý (söylenen bu :)) son Testament
albümünde Barker çalacaktý. Olmadý, iþ yine Bostaph'a
düþtü. Olsun, onunla da kebap yedim ben :) (Ne kadar
çok ünlü adamla tanýþtýðýný her fýrsatta ifade etme þeysi).
Neyse konuyu daðýtmayalým. Topluluk Kasým ayýnda yeni
bir DVD yayýnlayacak. "The Invaluable Darkness" adlý DVD,
iki DVD ve bir bonus Audio CD'den oluþuyor. Ýlk DVD'de,
The Invaluable Darkness Avrupa turnesinde kaydedilmiþ
görüntüler yer alýyor. Bu görüntüler 2007 Eylül, Ekim ve
Kasým aylarýnda verilen çeþitli konserlerden seçilmiþ. Ayný
DVD'de sahne arkasý görüntüleri de yer alýyor. Ýkinci DVD'de
ise topluluðun 2 Aðustos 2007 tarihinde sahne aldýðý
Almanya Wacken Open Air - Black Metal Stage þovunun
tamamý yer alýyor. Ayrýca, NRK Studio 19 - P3Session
konserinden görüntüler, bir kaç klip, fotoðraf galerisi ve
daha fazlasý da bu DVD'de. Audio CD'de de NRK Studio 19
- P3Session konserinin tamamý yer almakta. Merak ve
heyecanla bekliyoruz.
“Metal that even your Mom would like"
GÜLBÝN ERDEM
Volbeat’in müzikal duruþundaki güç, saðlamlýk ve yazarken
mütevazý olamayacaðým mükemmeliyetleri aklýmý
baþýmdan çoktan aldý gitti… Ýlk çýkardýklarý albümle
baþlayan beðenim gün geçtikçe artarken, sýklýkla
dinlediðim albümü henüz eskitememiþken, Volbeat’in
2008 model bomba gibi albümü büyük heyecan yarattý
bende. Bu vesileyle grubun bu güne kadarki geçmiþine
göz atalým istedim.
Tarzlarýný “Elvis Metal” olarak adlandýran bu safkan
Rock’n Roll dehalarýndan Michael Poulsen, eskiden
Dominus adlý Death Metal grubuyla tanýnýyordu. Dominus,
10 sene içerisinde 4 albüm yapmýþtý ve bunlardan birinin
ismi “Vol.Beat” idi. 2001’de Dominus’un daðýlmasýnýn
ardýndan Poulsen, yeni grubu Volbeat’i hayata geçirdi.
2005’e kadar iki demo ve bir single kaydeden topluluk,
ayný yýl ilk albümleri “The Strength/The Sound/The
Songs”u yayýnladý. Ardýndan 2007’de ikinci albümleri
“Rock The Rebel/Metal The Devil” ile isimlerini
duyurdular. Verdikleri bir çok konser ve çýktýklarý
turnelerin ardýndan yine 2007’de Live: Sold Out adlý
DVD’leriyle hayranlarýna hem müzikal hem de görsel
açýdan bir þölen sundular. Metallica, Megadeth,
Motörhead, Candlemass, Destruction gibi gruplarla turlara
çýkan Volbeat’in 2008 yýlý programýnda da bir çok festival
bulunmakta.
Punk, Hard Rock ve yer yer R&B etkili Heavy/Groove
Metal’in yaný sýra folk ezgilerinin de yer bulduðu müziðiyle
Volbeat, olaðanüstü bir sound elde etmiþ. Melodileri
genel anlamda hayli sert ve güçlü. Dinleyicilerde
postmodern birer Johnny Cash ve Elvis Presley etkisi de
býrakmýyor deðiller. Grubun vokalisti Michael Poulsen’ýn
Elvis Presley’e duyduðu büyük hayranlýk ve onu idolü
olarak görmesi de yakýndan takip edenler tarafýndan
bilinen bir özelliði.
Bekleyiþ geçtiðimiz günlerde sonra erdi ve yeni Volbeat
albümü "Guitar Gangsters & Cadillac Blood"ýn 1 Eylül
itibariyle Mascot Records tarafýndan yayýnlanacaðý
açýklandý. Albüm çalýþmalarýna Jacob Hansen'in
prodüktörlüðünde 31 Mart tarihinde start verilmiþti.
Daha çýkmadan bir çok kiþi tarafýndan yeni albümün ilk
iki albümle ayný tadý verip veremeyeceði tartýþýlýyordu
(ki bu her metal grubu için tartýþýlan bir gelenek haline
geldi /Ed). Buna en güzel cevap, albüm öncesi yayýnlanan
parçalar ve bunlardan birine çektikleri kliple, yine fark
yarattýklarýný kanýtlamýþ olduklarýydý.
Parçalar oldukça keyifli. Albümü öne çýkaran belirgin
özelliklerden biri, kullandýklarý old school gitar riffleriyle
muhteþem bir sound yakalamýþ olmalarý. Albümdeki
dikkatimi çeken noktalar; Hank Williams'dan coverlanan,
zamanýnda Elvis'in de söylediði "I'm So Lonesome I Could
Cry” adlý parça ile Marry Ann’s Place’de Poulsen’a eþlik
eden, Swan Lee grubunun güzel sesli vokalisti Pernille
Rosendahl’ýn parçada yakaladýðý olaðanüstü uyum oldu.
Bu þarkýnýn bir özelliði de, önceki albümde yer alan
“Danny and Luccy”, “Fire Song” ve “Mr. and Mrs.Ness”
gibi þarkýlarýn devam hikayesi niteliðinde olmasý. “Light
a Way”i çok sevmiþ olsam da ilk albümden beni hayli
etkisi altýna alan “Something Else Or…” tadýnda bir
parçaya rastlayamadým. Ancak albüm geneline
bakýldýðýnda, diðerlerine kýyasla daha çok eðlencenin ön
planda tutulduðu bir müzik ziyafeti hazýrlanmýþ.
“Elvis Metal” ibaresinden dolayý bunun ticari bir oyun
olduðunu söyleyenlere de, bütün albüm parçalarýný
baþtan sona dinlemelerini ve grubun müziði çerçevesinde
deðerlendirmede bulunmalarýný tavsiye ederim.
Danimarka’dan çýkmýþ en iyi gruplar arasýnda
gösterebileceðim Volbeat, giderek bizleri umutlandýran
ve gelecekte büyük baþarýlar yakalayacaklarýnýn
sinyallerini veren adýmlar atýyor.
Endüstriyel elektronik ve underground ekskavatörsel
hareketlerden dem vuruyoruz bu sayfada. Bu mevzularýn
dibine vurmuþ birkaç gruptan söz etmek istiyorum. Bunlarýn
baþýnda Hocico geliyor (yazýldýðý gibi okunmuyor ama öyle
okumak daha eðlenceli). Bu heriflerin çaldýðý tarza Aggrotech
deniyor. Bildiðimiz cýpýtýs müziðin pasta cilayla
ambiyanslanarak derinlemesine tribe sokulmuþ hali.
Hastasýyýz. Endüstriyel müziðin post-punk kültürüyle
harmanlanmasýndan elde edilen ve adýna EBM (Electronic
Body Music) denilen tarz içerisinde de oldukça söz sahibi
bir isim Hocico (bu komplike isimli tarzlar dönüp dolaþýp
Kraftwerk ve The Sisters Of Mercy gibi isimlere dayanýr ama
onlara girersek çýkamayýz þimdi). Doksanlarýn ikinci yarýsýndan
itibaren ismini duyuran ve günümüz undergroundunda kült
kabul edilen grup, keþke daha önce tanýþsaymýþým dedirtecek
distortion demiþken, Venom gitaristi Mantas'ýn da bu abilere
sahnede gitarýyla eþlik ettiðini belirtelim.
kadar iyi müzik yapýyor. Bilhassa son albümleri "Memorias
Atras", meraklýsýna tavsiyemdir. (Bi adam bi grubun son
albümünü övüyosa eskileri pek sallamýyodur yargýsýný yýkalým
timi).
Gelelim Scooter’a. Lise yýllarýmdan beri sevgi ve saygýyla
dinlediðim bir elektronik müzik kültü Scooter. Hocico gibi
doksanlarýn ikinci yarýsýnda etkili oldular ve No Fate, Fire,
Hyper Hyper, Let Me Be Your Valentine gibi hitlerle tarzýn
gündemini her daim meþgul ettiler. Her ne kadar þöhretleri
underground sýnýrlarýný çoktan aþmýþsa da, halen çaldýklarý
müziðin kalitesini koruyorlar. Aksanýný duyar duymaz “bu
herif Alman ve ismi Hans olmalý” diyebileceðiniz vokalist
Hans-Peter
Geerdes, grubun
taþýyýcý elemaný.
Ayrýca grubun
kimi parçalardaki
distortion
ihtiyacýný da
karþýlýyor. Cýpýtýs
standartlarýnýn
çok üzerinde
müzik icra eden
Scooter’a da
kulak vermenizi
de azimle tavsiye
ederim. Bi de
Adý geçen diðer iki grupla alakasýz bir tarza sahip olsa da,
London After Midnight’ý ayný baþlýk altýnda deðerlendirmek
istedim. Sýfýr derecede 1 atmosfer basýnçta Ýngiliz olmasý
gereken bu grubun Amerikalý olduðunu öðrenince þaþýrmýþtým
zira hem bir Ýngiliz’den beklenecek müzikal aristokratlýða
sahipler; hem de isimlerini aldýklarý 1927 yapýmý sessiz korku
klasiði London After Midnight filmi 1920’lerin Londra’sýnda
geçmekte (grubun isminde ‘London’ olduðunu fark etmedim
evet :)). Grup, Gothic Rock ve Deathrock tabirleriyle anýlýyor.
Sean Brennan önderliðindeki bu ekip, tarzý içerisinde
dinlediðim en iyi albümlere imza atmýþtýr (bu Brennan’ýn,
hayvan haklarý savunuculuðu ve anti-faþizm gibi konuyla
alakasýz mevzulara dalmýþlýðýnýn yaný sýra günümüz gothic
piyasasýný beðenmeyip “onlar gothic ise biz deðiliz” gibi
tavýrlar içerisine
girmiþliði de vardýr,
biraz Türk metalcisi
modunda takýldýðýný
kabul ediyorum).
Hikayesi The Sisters
Of Mercy’den
Bauhaus’a kadar
uzanan ve bugün
H.I.M gibi gruplarýn
öncülüðünde
kitleleri peþinden
sürükleyen Gothic
Rock olayýnýn yegane zirvesidir benim için London After
Midnight. 1998 tarihli Oddities albümlerini özellikle öneririm.
Bu kadar sözünü etmiþken, film olan London After
Midnight’tan da iki satýr kelam edelim. Ýlk filmini 1915
yýlýnda çeken ve 1931 tarihli Dracula baþta olmak üzere çok
sayýda kült filme imza atarak sessiz sinema döneminin en
önemli yönetmenleri arasýna giren Tod Browning tarafýndan
çekilmiþtir. Bir “lost film”dir (özellikle sinemanýn ilk yýllarýnda
çekilen ve zaman içerisinde kaybolan, arþivlerde ve
koleksiyonlarda bulunamayan filmler böyle adlandýrýlýyor).
Filmin orijinal halinin bilinen son kopyasý altmýþlý yýllarda
bir yangýna kurban gitmiþtir. Kýsaca, evinde öldürülmüþ
olarak bulunan bir Ýngiliz soylusunun ve bu cinayeti araþtýran
polis müfettiþinin çevresinde geliþen olaylar üzerinedir.
Günümüzde internette dolaþan London After Midnight ise
orijinal filmin set fotoðraflarý kullanýlarak 2002 yýlýnda
hazýrlanmýþtýr...
Karanlýðýn hikayesi doksanlarýn sonunda Ankara’da baþlýyor.
Yayýnladýklarý underground kayýtlarla denizsiz þehrin
karanlýðýnda uzun yýllar yanký yapan topluluk, geçtiðimiz
yýl yayýnladýðý ilk albümü “Nothing In Remembrance” ile
yatýþmýþ ruhlarýn yeniden çýðlýklar atarak ayaklanmasýný
saðladý.
Ominous Grief’in karanlýk temalarý yaþamýn bittiði yerde
baþlýyor. Hayal güçlerinin “sonraya” dair yarattýðý siyah
beyaz siluetleri, kristal parýltýsýna raðmen soluk ve soðuk
rüzgarlar estiren görkemli müzikleri üzerine inþa ediyor
Ominous Grief.
Onlarý tam bir Black Metal grubu olarak tanýmlamak
mümkün deðilse de parçalarýnda Black Metal’in karanlýðýna
sýðýnýyorlar çoðu zaman. Müzik literatüründe “ekstrem
metal” olarak adlandýrýlan genellemeye Ominous Grief’i
de dahil etmek mümkün. Soyut öðeleri somut görsellikle
son derece baþarýlý bir biçimde buluþturan topluluk,
parçalarýný sadece dinletmeyi deðil “yaþatmayý” amaçlayan
konserler dizisi üzerinde titiz ve yoðun bir hazýrlýk çalýþmasý
sürdürüyor þu sýralar.
Henüz albümleri bile yayýnlanmamýþken, internette
baþýboþ dolaþan parçalarýnýn mp3.com listelerinde Dimmu
Borgir’ý bile geride býrakarak artarda zirveye yerleþmesi,
grubun potansiyelinin açýk bir örneði aslýnda.
Albümlerinden de anlaþýlabileceði üzere Ominous Grief,
ýþýðýn henüz çekildiði uzun ve karanlýk bir yolculuðun ilk
adýmlarýnda þu an. Ve bu uzun yolda, onlarýn yalnýzlýðýnda
kendi gölgesinden izler bulacaðýndan þüphesi olmayan
azýmsanmayacak bir takipçi kitleleri var.
Topluluðun da dile getirdiði gibi, daha karanlýk olmadý...
Adým Kerem Göðüþ. 1977
doðumluyum ve dünyalýyým.
Bilgisayar grafiklerine, teknolojiye
ve tabiata kendimi bildim bileli
merakým vardýr ve çalýþmalarýmýn
temalarýna etki eden elementler de
bunlar. Kullandýðým 3D programlarýný
kitaplar yardýmýyla kendi kendime
öðrendim. Hayatýmý kazanmak için
grafik tasarým ve dizgi iþleri yaptýðým
sýrada ABD’li bir müzisyen olan
Michael Gabriel’dan albüm kapaðý
illüstrasyonu ve tasarýmý için teklif
aldým. Daha sonra Avusturyalý flüt
virtüözü Karin Leitner için albüm
kapaðý illüstrasyonlarý hazýrladým.
Bunu amatör bir grup olan Blackfield
Asylum takip etti. Son olarak da 3
kez Grammy adayý olan David
Arkenstone ile 2007 sonlarýnda
tamamladýðýmýz Myths & Legends
çalýþmamýzý yaptýk. Diðerlerinin
aksine Myths & Legends’da DVD videolarda çalýþtýk. Ýngiltere
ve Çin’in çok satan dergileri 3D World Magazine, Advanced
Photoshop Magazine, CGM China dergilerine çalýþmalarýmla
ilgili makaleler yazdým. 3D World Magazine, “The Wishing
Tree” adlý çalýþmamý Image Of The Month (ayýn resmi) seçti.
Bundan sonra ülkemde de bir dergi bu çalýþmama yer verdi
saðolsunlar (Digital Arts). Son olarak Litvanyalý Amparo 3D
firmasý için mimari görselleþtirme, Hollywood’da yer alan
Interlace Media ve Far Star Productions için logo tasarýmý
ve illustrasyonlar hazýrladým. Yabancý forumlarda düzenlenen
yarýþmalarda 20’den fazla ödül kazandým. Halen 3D üzerine
kendimi eðitmeye ve çalýþmalar yapmaya devam etmekteyim.
Daha fazlasý için web sitemi ziyaret edebilirsiniz
www.keremgogus.com
Death Metal denilince Avrupa’da aklýma gelen ilk ülke
Hollanda. Evet Ýsveç’in olaya katkýsý yadsýnamaz ancak
Hollandalýlar bana her daim daha samimi gelmiþtir.
Hollanda’da Death Metal olayýnýn
öncüsü, yaratýcýlýk abidesi topluluk
Pestilence’dýr (evet Thanatos daha eski
bi grup ama Pestilence’ýn yaptýðý
etkiden çok uzaklar). Seksenlerin ikinci
yarýsýnda kurulan ve ilk albümü “Mallevs
Maleficarvm”u 1988’de yayýnlayan
topluluk, bu tarihten itibaren bir çok
benzer soundlu gruba öncülük edecek
ve ismini bir daha silinmemecesine
metal tarihine yazdýracaktýr. Kapaðýndan
prodüksiyonuna kadar tamamen eski
usül Thrash tabanlý Death Metal
soundunu yansýtan albümün dört kiþilik
kadrosunda, Pestilence tarihinin üç
önemli beyin adamýndan ikisi yer
almaktadýr. Bunlar efsane gitarist Patrick
Mameli ve basist Martin Van Drunen’dir.
Ýlk albüm Pestilence diskografisinde
genelde es geçilir ancak esasýnda
diðerlerinden aþaðý kalmaz. Grubun
1988 tarihli “The Penance” adlý demosunda clean vokal yer
almýþsa da, ilk albümde “brutal vokal Death Metal’in
þanýndandýr, yavaþtan ayarý verelim” diye düþünülerek
cleanden brutale geçiþ formatlý bir vokal kullanýlmýþtýr.
Topluluðun daha ilk albümden Roadrunner ile çalýþmýþ olmak
gibi önemli bir avantajý da vardýr. Ýlk albüm Roadrunner’ý
memnun etmiþ olacak ki “hadi gençler gazý kesmeyelim”
diyerek hemen ikincisini isterler. Bir yýl aradan sonra gitara
grubun üçüncü beyin adamý olacak olan Patrick Uterwijk
geçer ve bu derbi maçý kadrosu gibi ekiple “Consuming
Impulse”, 1989 yýlýnda raflara dizilir. Davulda Marco Foddis
sabittir. Consuming Impulse, Pestilence denilince akla gelen
üç kiþilik beyin takýmýnýn (üç silahþörlerin) bir arada olduðu
tek albüm olmasý açýsýndan önemlidir. “Out Of The Body”
ve “Chronic Infection” gibi Death Metal marþlarý bu albümde
yer almaktadýr. Grubun “Avrupa’nýn Death’i”, Mameli’nin
de Avrupa’nýn Chuck Schuldiner’ý olarak gösterilmesini
saðlayan albüm budur.
Güzel olan her þey gibi bu üçlünün mutlu birlikteliði de fazla
uzun sürmez. Consuming Impulse’ýn ardýndan Martin Van
Drunen gruptan ayrýlýr ve sonradan kült statüsüne ulaþacak
bir baþka Hollanda’lý Death Metal topluluðu olan Asphyx’i
kurar. Drunen’in ayrýlmasýnýn ardýndan Pestilence, Tony
Choy’u kadroya alýr (Choy sonradan Atheist’e katýlacaktýr).
Pestilence’ýn ne kadar çok oluþumu etkilediðini, sürekli
“sonradan” ifadesini kullanmamdan da anlayabilirsiniz.
Tarihler 1991’i gösterirken efsanevi albüm “Testimony Of
The Ancients” yine Roadrunner etiketiyle yayýnlanýr. Testimony
“ipin koptuðu” albümdür. Kadroya Kent Smith adlý bir de
klavyeci alýnmýþ ve örneðine pek rastlanmayan bir hareket
yapýlarak Death Metal albümünde klavye kullanýlmýþtýr (o
dönem henüz yumuþatýlýp adýna “melodik” etiketi yapýþtýrýlmýþ
Death Metal formlarý türememiþti). Hatta tamamen klavyeye
ve akustik partisyonlara dayanan kýsa parçalara yer verilmiþtir.
Buna raðmen albümden müthiþ bir bütünlük okunmaktadýr.
“Land Of Tears”, “Twisted Truth” ve “Prophetic Revelations”
gibi ayarý çok iyi verilmiþ besteler, grubun daha önce hiç bu
kadar öne çýkarmadýðý yaratýcýlýðýný ön plana koymaktadýr.
Grubun bu ciddi ilerleyiþinde yeni eleman Tony Choy’un
önemli rol oynadýðý ortadadýr. Bu albümden sonra kendisini
Atheist’in 1991 tarihli Unquestionable Presence ve 1993
tarihli Elements albümlerinde de destan yazarken
dinleyebilirsiniz.
Eminim hiç kimsenin, Roadrunner’ýn bile Pestilence’dan
beklemediði hareket, Spheres gibi anlaþýlmasý zor bir albüm
yapmalarýydý. 1993 tarihli albümde üstat Mameli, müzikal
anlamda farklý boyutlara geçip bugün bile anlaþýlmasý güç
besteler üretmiþ, bir diðer üstat Uterwijk ise hiç sesini
çýkarmamýþ ve “Mameli iyice uçtu, fazla müdahale etmemek
lazým” diye
düþünüp rüzgara
uymuþtur. Ortaya
çýkan netice,
k o l a y
özümsenmeyen
progresif ve aðýr
bir
albüm
o l m u þ t u r.
S p h e r e s ,
yayýnlandýðý
günden bugüne
pek çok komplike
müzik grubu
tarafýndan örnek
a l ý n m ý þ t ý r.
Amerika’da
Cynic’in Focus
albümü ne ise,
Av r u p a ’ d a d a
Pe s t i l e n c e ’ ý n
Spheres’ý ayný mantýða sahiptir. Spheres’da yeni basist Jeroen
Paul Thesseling ne kadar etkili olmuþtur bilemiyorum ama
Tony Choy’un Testimony’deki etkisi kadar olduðunu
sanmýyorum.
Spheres gibi bir albümün, Pestilence gibi bir topluluðun son
albümü olmasý aslýnda hazin bir durum. Tam “hamdýk piþtik
olduk” aþamasýný tamamlayýp süper orijinal ürünler ortaya
koyabilecekleri bir dönemde daðýlmýþlardýr. Spheres’ýn
ardýndan 1994’te Mind Reflections adlý bir best of yayýnlanýr
ve Pestilence ismi metal sahnesinden geri dönmemek üzere
çekilir. Mameli daha sonralarý metal-jazz sentezi türünden
çýkmaz sokaklara sapmýþ olsa da; bu yýl, basta Tony Choy’un,
davulda Sean Reinert’in (Death’in Human, Cynic’in Focus
ve Aghora’nýn kendi adýný taþýyan albümlerinde baget sallamýþ
önemli bir isim), vokalde de Tony Jelencovich’in (Ýsveç’li
topluluk Transport League’in kurucusu) olduðu C-187 adlý
grubuyla ‘Collision’ adýnda daha modern soundu bir albüm
hazýrladý.
Ek: Geçtiðimiz yýl Amerika’lý firma Metal War Productions
tarafýndan Pestilence’ýn 1988 ve 1989 tarihli iki konserinin
bootleg kaydý, “Chronicles Of The Scourge” adýyla gruptan
izinli olarak sýnýrlý sayýda basýldý. Ýlgilenenler
www.metalwarprod.com adresini ziyaret edebilirler.
kaliteyi korumayý baþarmýþtýr. “Asphyx” öncekilere kýyasla
hiç de yabana atýlacak bir albüm deðildir. Grup bu
albümden sonra sürekli eleman sorunlarý yaþamasýna
raðmen 1996’da önce “God Cries” albümünü, hemen
ardýndan ayný yýl içerisinde “Embrace The Death”i yayýnlar.
Üstelik bu iki albümdeki gitaristler bile farklýdýr. Prodüksiyon
artýk ister istemez daha modern olsa da yine de Asphyx
müziðini taþýmak için yeterlidir. Müzikal anlamda çýtayý
hiç düþürmemelerine ve Century Media’nýn inatla grubu
desteklemesine raðmen Asphyx hiçbir zaman olmasý
gereken yere gelememiþ, saðlam bir çýkýþ
yakalayamamýþtýr.
Asphyx, Martin Van Drunen’in Pestilence’dan ayrýldýktan
sonra kurduðu topluluktur. Ýçinde yer yer Doom
atraksiyonlarý da görülen ilk albüm “The Rack”, 1991
yýlýnda Century Media tarafýndan yayýnlanýr. Bugün özlemle
andýðýmýz keskin ve koyu gitar tonlarýna sahip kirli
prodüksiyonlu “doksanlar amele Death Metal soundu”nun
en önemli örneklerinden biri olan The Rack’te; Drunen’e,
grubun kurucu kadrosunu oluþturan gitarist Eric Daniels
ve davulcu Bob Bagchus eþlik etmiþlerdir. Her ne kadar
albümden bir yýl sonra yayýnlanan
“Crush The Cenotaph” EP’sinde
daha temiz bir prodüksiyon
yapmaya uðraþýp (midyata pirince
gitmeye çalýþýp) eldeki bulgurdan
olmuþlarsa da; ayný yýl yayýnlanan
ve kadroya Ron Van Pol adlý
basçýnýn dahil olduðu “Last One
On Earth” albümünde durumu çok iyi toparlarlar. Ýlk
albümdeki boðuk tonlar bu kez tizleþtirilerek iyice
keskinleþtirilmiþ ve jilet gibi bir sound elde edilmiþtir
(bu soundu örneklemek için aklýma gelen ilk albüm
Death’in Scream Bloody Gore’u). Bence bu albüm
doksanlarda yapýlmýþ en “kendine yakýþan”
prodüksiyona sahip Death Metal albümüdür. Klasik
düz Asphyx stili korunmakla beraber “Serenade in
Lead” ve “Food for the Ignorant” gibi ilk albümün
çok üstünde bestelere yer verilmiþtir.
Ýþte hikayenin bundan sonrasý biraz ilginç. Esas
adam Martin Van Drunen ve kurucu kadrodan Bob
Bagchus, ikinci albümden sonra gruptan ayrýlýrlar.
Bir baþlarýna kalan Eric Daniels ve Ron Van Pol
(normalde grubu daðýtmalarý beklenirken) kadroya
davulcu Sander Van Hoof’u alarak (sonradan bir
diðer Hollanda’lý topluluk olan God Dethroned’un
ikinci ve üçüncü albümlerinde de çalacaktýr) grubun
kendi adýný taþýyan üçüncü albümünü 1994’te
yayýnlarlar. Century Media halen grubun arkasýndadýr
zira ciddi kan kaybýna raðmen grup müziðindeki
Orijinal kadrodan Daniels ve
Bagchus 1998’de Soulburn adý
altýnda “Feeding On Angels”
albümünü yayýnlarlar. Bu abuk
isim deðiþikliði sanýrým bir grup
için olabilecek en önemli
olumsuzluklardan biridir. Neyse
ki Feeding kadrosu 2000 yýlýnda
yayýnladýklarý “On The Wings
Of Inferno”da yeniden Asphyx
ismini kullanarak durumu
kurtarýrlar.
Son albümün ardýndan tekrar daðýlan Asphyx, geçtiðimiz
aylarda, Almanya’nýn önemli metal festivallerinden Party
San Open Air’de çalmak üzere yeniden bir araya geldi.
Devamýný getirirler mi bilinmez…
Grubun 1989 yýlýnda Banished adlý baþka bir grupla plak
formatýnda ikiþer parçalýk bir EP yayýnladýðýný da ekleyelim.
Ayrýca, Theo Loomans’ýn, Asphyx’in Last One On Earth
albümünde çaldýktan sonra kurduðu Death Metal grubu
Swazafix, doksanlarýn baþýnda Ankara’da konser vermiþtir.
Loomans, 15.09.1998 tarihinde geçirdiði trafik kazasýyla
hayata veda etmiþtir.
Sam Raimi'nin yönettiði, Bruce Campbell'ýn
baþrolü oynadýðý Evil Dead üçlemesinden kelam
edelim. Ormana giden gençlerin kötü ruhlarý
uyandýrmalarý ve bunu müteakip ruhlar tarafýndan
kesilip biçilmeleri þeklinde geliþen bir hikayeye
sahip Evil Dead. Gerçi üçüncü filmde olay
tamamen baþka bi boyuta geçip esas oðlan Ash'in
(Campbell) orta çaðda Arthur ve Henry'nin
savaþýnýn ortasýna düþmesine kadar uzanýyor.
Evil Dead serisini güzel ve özel kýlan noktalar,
yaratýklarýn son derece baþarýlý tasarlanmýþ
olmasý, filmde en beklenmeyen, en olmayacak
olaylarýn sýkça yaþanmasý ve bunlarýn filmin genel
örgüsünden hiç kopmadan sürebilmeleri olarak
gösterilebilir. Örneðin ikinci filmde, kendine
isyan edip saldýrganlaþan elini keserek yerine bir
elektrikli testere geçiren Ash'in, sonraki filmde
bu testere ile Arthur'un lanetli kuyusunda
yaratýklarla dövüþmesi gibi.
Sinema dünyasýnda daha ziyade Spiderman'in
yönetmeni olarak tanýnan üstat Sam Raimi'nin
bence esas baþarýsýný ortaya koyduðu filmler Evil
Dead serisidir. Sýrasýyla 1981, 1987 ve 1992
yýllarýnda çekilen bu üç film, korku ve gerilim
öðelerinin yoðunluðuyla esasýnda bu kategoride
deðerlendirilse de, özellikle ikinci ve üçüncü
filmde üstadýn konuyu hafif bir absürdlükle
yansýtmasý da gözden kaçmamalý. Üçüncü filmin
zaten bambaþka bir ortamda geçiyor olmasý da
buna etken olabilir.
Ülkemizde "Kötü Ruh" adýyla DVD'lerini
bulabileceðiniz film, korku sinemasý tarihinde
kendine köþesine kurulmuþ gerçek bir baþyapýt.
Ýzleyelim izletelim.
Eski Mýsýr eskide kalmayýp bugün de varlýðýný
sürdürseydi, muhtemelen seksenyedincisi
hüküm sürecek olan hanedanlýk, teknik ve
özgünlük açýsýndan zirveye oynayan bu
gruba Mýsýr'ýn tanýtýmýna (!) olan katkýsýndan
dolayý piramit þeklinde firavun liyakat
madalyasý takardý.
Death Metal’in Imhotep’i Karl Sanders ve
ekibi, henüz “Annihilation Of The Wicked”ýn
yarattýðý meþe odunu etkisinden bünyeyi
kurtaramamýþken, balta sapý kývamlý yeni
albümleri "Ithyphallic" ile genç
dimaðlarýmýzý fitillenmiþ yorgan yününe
çevirdi. Müziðe harcadýðý performansý "we
worked like bitches" cümlesiyle kýsaca
özetleyen üstat Sanders, solo albümünde
de komple eski Mýsýr temalý filmlerin
müziklerini icra edip ayarý daha bi derinden
vererek, sözünü ettiði "bitch" kavramýna
yeni bir boyut getirmiþti. Nile albümlerinde
parçalara provitaminli bebek mamasý misali
yedirdikleri eski Mýsýr atraksiyonlarýný, iþin
içine metali karýþtýrmadan saf ve acýsýz
olarak servis ettiði solo albümüyle Sanders
bir kez daha Amerikan mutfaðýnýn ne derece
lezzetli olduðunu göstermiþti biz fanilere.
Gerçi albümde kimi yerlerde hafiften Düþ
Sokaðý Sakinleri formatý hissedilmiyor deðil
ama en azýndan ortada habire “yelken”
diyen bir vokalist yok :) Öte yandan, bilenler
için Ulver’in Kveldssanger albümüyle de
benzeþen yönleri var Sanders’in solo
çalýþmalarýnýn.
Eski Mýsýr mevzuatýyla çocukluðundan beri
ilgilendiði söyleyen Sanders (iyi ki bizden
de þarkýlarýnda gazoz kapaklarýyla oynanan
oyunlarý ya da legolarý anlatan gruplar
çýkmadý), parçalarýnda anlattýðý konularý,
benzeri gruplara göre çok daha detaylý
araþtýran ve "ne söylediðini bilen" bir
müzisyen (tabii ki gore gruplardan
doktorculuk oynamalarýný beklemiyoruz
ama kendince "özgün" lirikler yazan
gruplarýn bir kýsmýnýn yazdýklarýna pek de
hakim olamadýklarý malumunuz).
Parçalarýnda anlattýðý konularla ilgili çok
sayýda kitap okuduðunu ve geniþçe bir
arþive sahip olduðunu belirten Sanders,
liriklere de en az müzik kadar önem veren
müzisyenlerden (ki son yýllarda Death
Metal’de böyle müzisyenlerin sayýsý azaldý).
Nile ismini almalarýnýn hikayesini ise
Sanders þöyle anlatýyor:
"Gruba ne isim vereceðimize karar
verememiþtik, bir arkadaþýmýz 'ortadoðu
müziðini seviyorsunuz, e çaldýðýnýz müzik
de bunu çaðrýþtýrýyor, neden gruba Nile
ismini vermiyorsunuz' dedi. Biz de "neden
olmasýn" dedik." Yaratýcý bir fikir olduðu
aþikar.
Sanders de çocukluðunda ailesinden
müzisyen olmamasý için baský görmüþ
isimlerden. "Hey bu þekilde hareket ederek
nereye varacaðýný sanýyorsun oðlum? Hiç
gerçekçi deðilsin. Kendine 'gerçek' bir iþ
bulmalýsýn!" Kimi zaman Sanders gibi
müzisyenlerin, baþarýlarýný kýsmen bu tip
baskýlarýn onlarý hýrslandýrmasýna borçlu
olduklarýný düþünmüyor deðilim.
Nile, demo dönemlerinde Amerikan Death
Metal sahnesi için gayet vasat bir grup iken
ilk albümleriyle müthiþ bir sýçrama yaparak
birinci ligde oynamaya hak kazanmýþtý.
Dönemin ünlü firmalarýndan Hammerheart
(eskiden Hammerheart vardý hakkaten;
yeni ve ümit veren gruplarý pavyonda nöbet
tutan Nuri Alço misali izleyerek, isimleri
biraz duyulduðunda hemen “eski
kayýtlarý”ný toparlayýp yayýnlamak gibi bir
politikalarý vardý) Nile’ýn ilk iki demosunu
remasterdan geçirip yayýnlamýþtý. O
kayýtlarla grubun ilk albümünü
karþýlaþtýrýnca arada uçurumlar olduðunu
görmüþtük. Muhtemelen bir gece Sanders’in
rüyasýna giren ak sakallý firavun II.
Tutankamon, “Sanders come on” diyerek
hak yolu göstermiþti kendisine.
Hammerheart’a ne olduðunu merak edenler
için; Türkiye’nin dýþ politikasýyla kapýþacak
kadar kötü þirket politikalarý nihayetinde
iflasýný getirmiþti firmanýn :)
Metal Hammer Dergisi'nin Nile'ý neredeyse
Engin Ardýçvari bir yorumla "Death Metal'in
Iron Maiden'ý" olarak tanýmlamasý konusunda
ne düþündüðü sorulduðunda, biraz da sert
bir üslupla "bunun ne demek olduðunu
bilmiyorum, lanet Ýngiliz basýný süslü
cümleler kuruyor ama bunun bizim için bir
anlamý yok" yanýtýný veriyor Sanders. Artýk
boku çýkan bu "falanca tarzýn Metallica’sý",
"filancanýn Maiden’ý" benzetmeleri sizde
de tazyikli istifra isteði uyandýrmadý mý?
Tipik Amerikan senatörü edasýyla
yorumlarýnda elmayý armutla karþýlaþtýrmayý
çok seven Ýngiliz metalcilerine aðýzlarýnýn
payýný geniþ geniþ vermiþ Sanders. Polonya’lý
Death-Black topluluðu Behemoth’un
Demigod albümünde konuk sanatçý
olmasýnýn ardýndan da Behemoth için
“Avrupa’nýn Nile’ý” (buyrun buradan yakýn)
tabiri kullanýlmýþtý örneðin.
Ünlü Yunan davulcu George “sekiz silindirli”
Kollias ile çalýþmalarý konusunda ise "Kollias'ý
bize Derek Roddy (Nile’da da baget sallamýþ
olan ünlü Amerikalý davulcu) önerdi. Kollias
ve grubu Atina'da ön grubumuz olarak
çalmýþlardý ve kendisini oradan tanýyorduk.
Derek onu önerince birkaç videosunu izledik
ve onunla çalýþmaya karar verdik" diyor
Sanders. Kollias'ýn normalde Yunanistan'da
yaþadýðýný, provalar ve turne hazýrlýklarý
için ABD'ye geldiðini de ekliyor.
"Turnelerde þampuan bulamadýðým zaman
saçlarýmý bira ile yýkadýðým oluyor, bu
gerçekten iþe yarýyor" þeklinde Tankardvari
bir yaklaþýmla metal müzisyeni olmanýn
getirdiði hayat tecrübelerini de paylaþýyor
Sanders.
Artarda patlattýðý “serin sulardan kýzgýn
kumlara atlar gibi” albümleriyle Death
Metal camiasýnda parabolik bir yükseliþ
grafiði çizen Nile, müziði kadar saðlam
duruþuyla da uzun yýllar ve albümler boyu
firavunlar diyarýnýn kumlarýný modern
dünyaya savuracak gibi görünüyor…
O P E T H
V E
R U H
Opeth, ismini Wilbur Smith'in Sunbird (Güneþin Kuþu) adlý
kitabýndan almýþtýr. Bu romanda Opet adýnda bir ay þehri yer
almaktadýr. Grup üyeleri bunu Opeth'e çevirirler. Opeth Ýsveççe
"Opeh" olarak okunur.
1995 yýlýnda grubun ilk albümü "Orchid" piyasaya sürüldü.
Albümün prodüksiyonu Ýsveçli ünlü müzisyen Dan Swanö'ya aitti.
Grubun Death Metal temelli müziði, jazz ve folk etkileri içeriyor,
sürekli ilerici bir yapýda ilerleyen riffler albümü sýradan bir
albüm olmaktan öteye taþýyordu.
Grup, ilk albümden hemen sonra 1996 Nisan ve Mayýs aylarýnda
ikinci albümü üzerine çalýþmalara baþladý. Prodüksiyonu yine
Dan Swanö üstlenmiþti. 1996 içinde çýkan ikinci albüm
"Morningrise", beþ þarký içeriyordu ve þarký süreleri on dakikanýn
üzerindeydi. Grup, Orchid'de kullandýðý Death Metal, Progressive
Metal, jazz ve Folk etkilerini þarkýlara daha iyi oturtmuþtu.
Birçok hayrana göre, grubun en iyi eseri olan Morningrise, riff
zenginliði açýsýndan metal müzik tarihinde önemli bir albümdür.
Ayrýca, Opeth'in en uzun parçasý olan Black Rose Immortal bu
albümde yer alýr. Söz konusu þarký 20 dakikayý aþkýn uzunluktadýr.
1997'de üçüncü albüm "My Arms, Your Hearse" yayýnlanýr. Bu
albümde lirikler alýþýlagelen Opeth havasýndan farklý yazýlmýþtýr
ve þarkýlar daha kýsadýr. Albüm, sert ve karanlýk atmosferi ile
deneysel elementlerin daha seyrek kullanýmý nedeniyle Opeth'in
en brutal albümü kabul edilir. Özgün bir albüm olan My Arms,
Your Hearse, öldükten sonra dünyaya sevgilisini görmek için ruh
olarak dönen bir adamýn yaþadýklarýný anlatmaktadýr.
Opeth'in dördüncü albümü "Still Life", 1999 yýlýnda yayýnlanýr.
Önceki albümle benzerlikler taþýyan bir albümdür. Morningrise'daki
müzikal yapýnýn daha dengeli bir biçimde þarkýlara yedirilmesi
ve Åkerfeldt'in temiz vokallerde kendini iyice geliþtirmesi,
albümü önemli Opeth albümleri arasýna sokmuþtur. Albüm,
S Ý S L E R Ý
köyünden dini görüþleri nedeniyle sürülen bir adamýn, sevdiði
kýz Melinda'yý almak için geri dönmesi fakat sonunda iki karakterin
de hayatlarýnýn son bulmasýný anlatýr. Hikayesinin antichrist
görüþler içerdiði iddialarý, Mikael Åkerfeldt tarafýndan kýsmen
doðrulanmýþtýr. Albümde yer alan Face Of Melinda adlý þarký,
daha sonra Åkerfeldt'in 2003'te doðan kýzýna isim kaynaðý
olmuþtur. Öte yandan þarkýnýn Melinda Åkerfeldt için yazýldýðý
söylentisi doðru deðildir.
Grup, 2001 yýlýnda, Music For Nations etkiketiyle Blackwater
Park adlý beþinci albümünü yayýnlamýþtýr. Opeth'in kariyerinde
dönüm noktasý olarak anýlan albüm, grubun müziðine tamamen
progresif öðeleri yedirmeye baþladýðý ilk albümdür.
Prodüktörlüðünü Porcupine Tree'den Steven Wilson'ýn yaptýðý
albüm büyük baþarý yakalamýþtýr. Blackwater Park'ý, 2002'de
"Deliverance", 2003'te ise "Damnation" albümleri izlemiþtir.
Deliverance, Blackwater Park ve Still Life albümlerinden etkileri
taþýrken; Damnation, Åkerfeldt'in çok sevdiði 70'ler Progressive
Rock gruplarýna bir nevi saygý albümü olarak görülmektedir.
Katatonia'dan Jonas Renkse'nin fikri üzerine kardeþ albümler
olarak kýsa süre aralarla yayýnlanan Deliverance ve Damnation
da grubun baþarýsýný devam ettirdiði albümlerdir. Özellikle
Damnation, içerdiði dinlendirici ve yoðun Blues ve Progressive
Rock etkili þarkýlarýyla, Opeth'in sert yüzünden hoþlanmayan
dinleyiciler tarafýndan da beðeniyle karþýlanmýþtýr.
Opeth, 2005 yýlýnda Music For Nations'un kapanmasýnýn ardýndan
Roadrunner Records'a geçmiþtir. Aðustos 2005'te çýkan "Ghost
Reveries" albümü, grubun Extreme Progressive Metal türünde
baþarýsýný devam ettirdiðini göstermiþtir. Topluluðun liriklerinde
ilk defa okültizm iþlediði albümdür...
Son albümü “Watershed” ile bu derginin iflah olmaz bir
Opethsevmez olan editörünü bile baþtan çýkaran Opeth, çok
tehlikeli adýmlarda ilerlemeye devam ediyor.
BÝLGE TÝMUR
"Herþey 1985'te baþladý". Bir zamanlar,
bugün olduðu kadar büyük bir firma
olmayan Roadrunner, New Jersey'li "üç
Tony'ler", Tony Portaro (gitar-vokal), Tony
Bono (bass) ve Tony Scaglione (davul)'un
ilk albümü Power and Pain'i yayýnladýðýnda
takvimler 1985'i gösteriyordu.
Whiplash'in "geleneksel" kurallara uygun
olarak Thrash icra ettiði son albüm olan
Ticket To Mayhem, old-school Thrash
fanlarýnýn arþivlerinde, web sitelerinde,
trade ve satýþ listelerinde kült statüsünün
üst basamaklarýný iþgal etmektedir. Diðer
Whiplash albümleri gibi bu albüm de çok
zor bulunmakta ve internetteki açýk
1985'ten geleceði görebilen tek yapýt "Back artýrma sitelerinde ikinci el CD ve plaklarý
To The Future" deðildi. Seksenler, ciddi fiyatlarla satýlmaktadýr.
dinleyiciler ve müzik endüstrisi açýsýndan
ciddi devrimlere tanýklýk etmiþtir. Bunlarýn Ýkinci albümle birlikte "üç Tony'ler" serisi
kimileri çýktýðý dönemde etkisini bozulmuþ, davulcu Tony Scaglione ayrýlmýþ,
göstermiþken (bakýnýz Metallica - Master yerine Joe Cangelosi geçmiþtir. Gruba
Of Puppets, Megadeth - Peace Sells), sonradan vokalist olarak katýlacak olan
kimilerinin deðeri de seneler sonra adam ise Whiplash tarihinde kalýcý bir iz
anlaþýlmýþ (Atheist - Piece Of Time, býrakacak ve onlarý Thrash sahnesinin en
Artillery - Terror Squad, Coroner - R.I.P.) kült topluluklarýndan biri haline
yapýldýðý dönem itibarýyla ciddi etkiler arz getirecektir.
etmemiþtir. Power and Pain'i de bu ikinci
kategoride deðerlendirmek mümkün. BÝR DEVRÝN BAÞLANGICI:
Whiplash, ilk albümünün deðerini ikinci INSULT TO INJURY
albümüyle daha net ortaya koyan bir Glenn Hansen, kesin olmamakla birlikte
topluluktur; 'Power Thrashing Death' gibi 1988 yýlýnda gruba katýlmýþtýr (tarih
gaz parçalara raðmen…
konusunda kesin bir kaynaða ulaþamadým,
bu bilgiyi eski bir ABD'li dinleyici verdi).
ACI ÝÇÝN FIRST CLASS BÝLET
Elemanýn gruba dahil olmasýndan, üçüncü
Ticket To Mayhem, 1987'de yine albüm Insult To Injury'nin çýkýþýna kadar
Roadrunner'dan çýktý. Ýlk albümdeki çið olan süre, Whiplash tarihinin en enteresan
hava kaybolmuþ, vurduðu her notanýn bölümüdür. Bir vokalistin, yeni geldiði bir
hesabýný bilen, ancak halen hýrs dolu ve grubun müziðine ne derece etki
hýrçýn müzik yapan bir Whiplash gelmiþti. edebileceði bilinmez ancak üçüncü
Grubun þarký sözleri daha vurucu albümde tamamen farklý bir Whiplash
anlatýmlara yönelmiþtir. Ýlk albümdeki 'Red ortaya çýkmýþtýr. Bu albümde grubun artýk
Bomb' gibi derdini direk anlatan isimlerin özellikle Thrash yapmak gibi bir gayretinin
yerini "Walk The Plank" (çivili tahta olmadýðýný, yapabilecekleri en iyi ve en
üzerinde yürümek) ya da Snake Pit (yýlan orijinal müziði yapmaya uðraþtýklarýný ve
çukuru) gibi eleþtirisini dolaylý yoldan dile ortaya çýkan þeyin de Thrash kalýplarý
getiren parçalar almýþtýr. Albümün en içerisinde deðerlendirilebileceðini fark
önemli parçalarýndan biri, 1987 yýlýnda etmek mümkün. Hansen'in vokalleri müziðe
yayýnlanmýþ bir Thrash albümü için fazlaca çok çok farklý, neredeyse epik denebilecek
cesur sayýlabilecek "Last Nail in The bir hava vermiþtir. Portaro'nun hýrçýn vokal
Coffin"dir. Zira albümün ikinci parçasýnýn stiline karþýn Hansen, son derece olgun
slow (neredeyse ballad formatýnda) olmasý ve her notasýna hakim bir vokal ortaya
o dönem her Thrash albümünde görülen koymuþtur. Kanýmca Hansen'in bu olgun
bir özellik deðildi. Az önce bahsettiðim tavrý, diðer elemanlarý da etkilemiþ ve
"deðerin sonradan anlaþýlmasý" mevzusuna müziklerine farklý bakýþ açýlarýyla yön
güzel bir örnek vereyim. Ýnternetteki vermiþlerdir.
bootleg ortamlarýnda dolaþtýðýmda, en zor
bulunan ve en çok aranan Whiplash bootleg Bugün progresif Thrash olarak adlandýrýlan
(resmi olmayan) konser kayýtlarýnýn, türün yaratýcýlarýndan ve en önemli
aðýrlýkla bu albümden parçalar içeren temsilcilerinden biri olarak Whiplash'i
kayýtlar olduðunu gördüm. Yeri gelmiþken gösterebiliriz. (zaten günümüzde her þeyin
belirteyim, bir çok topluluðun aksine, önüne bir isim takýlýyor, progresif Thrash,
Whiplash'ýn bootleg kayýtlarý internette techno Thrash vs. gibi). Her ne kadar
bile son derece zor bulunmaktadýr ve olayýn "progresif" kýsmýný sadece bir
ABD'li traderlar (diðer dinleyicilerle kaset, albümlerinde ortaya koymuþ iseler de, o
cd, plak vs takas edenler) haricinde bir albüm, fitili ateþlemek için fazlasýyla
rastlamak çok zordur.
yeterliydi bence. Gerçi bu "fitil" konusunda
Helstar ve Coroner gibi topluluklarýn da
katkýsý yadsýnamaz ancak Whiplash'ýn yeri
hep ayrý olmuþtur. Insult To Injury,
kesinlikle zamanýnýn ötesinde bir
albümdür…
ZAMANIN ACIMASIZ GALÝBÝYETÝ
Whiplash, Insult'tan sonra biri "demo-live
toplama" formatýnda olmak üzere dört
albüm daha yayýnlamýþtýr. Ancak bu toplam
yedi albümlük kariyer, bence Insult To
Injury'de bitiyor. Ne yazýk ki Insult To
Injury ile bir sonraki albüm olan 1996
tarihli Cult Of One arasýndaki altý yýl,
Whiplash'tan, baþta efsane vokalist Glenn
Hansen ve grubun deðiþmez basisti Tony
Bono olmak üzere pek çok þey götürmüþtür.
Grup bu dönemde firmasýný da deðiþtirmiþ
ve Massacre Records'a geçmiþtir. 1996 ve
sonrasýnda çýkan albümler için kötü
diyemem. Ancak sonradan çýkan albümlerin
hiç biri, ilk üç albümün tadýnda ve
h a v a s ý n d a d e ð i l d i r. W h i p l a s h
standartlarýnýn altýnda albümlerdir. Tabii
bunlar kiþisel görüþler, o albümleri de
dinleyip çok sevenler çýkabilir. Ancak
genelde de beðenilen, el üstünde tutulan
albümler eskilerdir. Insult'tan sonra Joe
Cangelosi'nin yerine tekrar ilk davulcu
Tony Scaglione geçmiþse de bu durum iki
elemanýn yokluðunu telafi etmeye
yetmemiþtir kanýmca. Cult Of One, beþ
kiþilik bir kadro ile yapýlmýþ olmasýna
raðmen, üç kiþi ile hazýrlanan bir Ticket
To Mayhem'in yanýnda sönük kalmaktadýr.
Cult Of One sonrasý, Sit Stand Kneel Pray
(1997 - Massacre), Thrashback (1998 Massacre), Messages In Blood (demolar ve
live kayýtlar, 1999 - Displeased) adlý
albümler yayýnlanmýþ ve Whiplash, metal
tarihinin en parýltýlý sayfalarýnda kalýcý bir
iz býrakarak daðýlmýþtýr. 1990 sonrasý
dönemde çeþitli daðýlmalar ve
toparlanmalar yaþayan topluluk, efsane
"Tony üçlemesi"ne 1998 yýlýnda tekrar
kavuþup Thrashback gibi bir albüm
yapmasýna raðmen, piyasanýn eskiye göre
çok deðiþmesinin de etkisiyle,
tutunamamýþtýr. Thrashback, sýký bir geri
dönüþ için yeterli denilebilecek bir
albümdü belki ama çýkýþ yýlý itibarýyla eski
albümler gibi ilgi görmesi imkansýzdý.
Thrash Metal tarihinin þimendifer
topluluklarýndan biri olan Whiplash'ý kýsaca
tanýtmaya çalýþtým. Þu noktaya kadar grubu
merak etmenizi saðladýysam, bundan
sonrasýný internette araþtýrmanýzý tavsiye
ederim. Whiplash, gerçekten keþfedilmesi
gereken bir topluluk…

Benzer belgeler

Untitled

Untitled Aklýma direkt olarak David Gilmour geldi. Ve bilirsiniz David Gilmour’u çaðrýþtýran herhangi bir þey kötü olamaz. Týpký bu efsane grup, AC/DC’nin yapacaðý nerdeyse hiçbir þeyin kötü olamayacaðý gibi.

Detaylı

THE KING IS GONE

THE KING IS GONE arasında şüphesiz en iyisi “They Don’t Care About Us” idi. İnanılmayacak kadar kısa bir zamanda marş haline gelen bu parça, geri kalanını pek beğenemediğim o ikinci kaseti o haliyle bağrıma basmamı...

Detaylı