bilim tarihi ders notları

Transkript

bilim tarihi ders notları
BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ DERS NOTLARI (13.HAFTA)
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRKİYE’DE BİLİM
GİRİŞ
Bilindiği üzere, bugüne değin yapılan bilim tarihi araştırmaları, genellikle Cumhuriyet Dönemi'ndeki bilimsel çalışmaları konu edinmemiştir ve bunun çeşitli nedenleri bulunmaktadır:
1. İçinde yaşamakta olduğumuz bir dönemin, bilim tarihçilerinin ilgisini çekebilmesi
için, öncelikle tarih olması, yani başından sonuna değin geçen sürece hiç değilse üç beş
kuşağın sığması gerekir; aksi taktirde değişim veya gelişim bakımından tarihî değerlendirmeler yapmak olanaksızlaşacaktır. Bu açıdan bakıldığında Cumhuriyet Dönemi'nin yeni
yeni "Tarih" olmaya başladığını söyleyebiliriz.
2. Bugüne değin yapılan çalışmalar sonucunda bilim tarihinin yararları konusunda
yeterli bir toplumsal bilinç oluşturulamamıştır. Bir siyaset tarihi, bir edebiyat tarihi veya
bir sanat tarihi, hâlâ bilim tarihinden çok daha gerekli görülmekte ve bunun bir sonucu
olarak, çağdaş Türk üniversitelerinde bu bölümlerin açılmasına öncelik verilmektedir. Bilim tarihi ise, bugün birkaç üniversitemizin Felsefe Bölümleri içinde eritilmiştir, ancak yarın büyük bir olasılıkla tamamen ortadan kaldırılacak ve böylece Türk Bilim Dünyası'nda
bilim tarihi etkinliğine gereksinim duyulmadığı resmen tescil edilmiş olacaktır.
3. Üniversitelerimizin muhtelif bölümlerinde çalışmakta olan bilginlerimizin kendi
alanlarının tarihi ile ilgilenmemeleri ve ilgilenenlerin ise tarihî araştırmaların gerektirdiği
donanımlardan yoksun olmaları, Türkiye'de bilim tarihi araştırmalarının güçlenmesini ve
kökleşmesini engellemiştir. Türkler'de tarih bilincinin bulunmadığı söylenmektedir; matematikçilerimizin,
astronomlarımızın,
fizikçilerimizin,
kimyacılarımızın,
biyologlarımızın, sosyologlarımızın, psikologlarımızın ve antropologlarımızın tarihle olan
yakınlıklarına veya ilişkilerine bakılınca, bu hükmün doğru olduğuna inanmamak neredeyse imkânsız gibidir.
Sayıları 10'u geçmeyen meslekten bilim tarihçileri ise, bilimsel araştırmalarını, Cumhuriyet öncesi dönemlerdeki İslâm veya Türk bilginlerinin çalışmalarına yönlendirmişlerdir. Burada sıralanan nedenler bir yana bırakılır ve Türkiye'deki bilim tarihi çalışmalarının
geçmişine bakılırsa, bu seçimin nedeni açıkça ortaya çıkacaktır; Türkler'in veya Müslümanların öteden beri uygarlık yaratamayan bir topluluk olduklarının savunulduğu ve kanıtlanmaya çalışıldığı bir düşünce ortamında, öncelikle bu savın doğru mu yoksa yanlış mı
olduğunu araştırmaktan başka bir yol yoktur. TUBA ve TÜBİTAK gibi bilimsel araştırma
kurumları, bilim tarihçilerine ve bilim tarihi araştırmalarına, bugüne değin yeterli ilgiyi
göstermemişlerdir ve gerekçesi ne olursa olsun, bu durumu anlayışla karşılamak mümkün
değildir. Bilim tarihi, şu anda birkaç üniversitenin ufacık anabilim dallarına veya Felsefe
Bölümleri'ne sığınmış durumdadır ve gelişerek Türk bilimsel yaşamındaki saygın yerini
almak için resmî ve gayri resmî kurumların desteklerini beklemektedir.
Bütün bu nedenler yüzünden, 80 yıllık Cumhuriyet Dönemi'nde yapılan ve uluslararası bilimsel çalışmaların gelişimine katkıda bulunan bilginlerin ve bilimsel çalışmaların,
basit bir dökümü dahi yapılamamıştır; oysa böyle bir döküm, birçok bakımdan yararlı
olacaktır:
Türkiye'deki bilimsel çalışmaların genel durumu ve gelişim yönü konusunda yöneticileri uyaracak ve Türkiye'deki bilimsel çalışmaların, Çağdaş Dünya'nın gereksinimleri ve
beklentileri doğrultusunda yeniden örgütlenmesi olanağını sağlayacaktır.
Bu dönemde, üniversitelerde ve diğer kurumlarda uygulanan eğitim ve araştırma
programlarının başarısı nesnel bir biçimde belirlenecek ve buna bağlı olarak yapılması
1
gereken çalışmalar rasyonel bir biçimde tasarlanacaktır; meselâ geçmişteki uygulamalar
ve sonuçları, bilim tarihçileri tarafından araştırılmış ve ortaya konulmuş olsaydı, Türkiye'deki üniversite reformları, daha gerçekçi temellere oturtulabilirdi.
Bir ülkenin mevcut bilimsel araştırma kaynaklarını ve olanaklarını, bütün bilimsel
alanlara eşit biçimde yayması olanaksızdır; ülkenin öncelikle gereksinim duyduğu "bilgi+beceri" ile bunların üretim yöntemlerinin kısa bir süre içinde edinilebilmesi için bir
seçim yapması gerekir. İşte Türkiye'nin bilimsel önceliklerinin belirlenmesi ve bunlara
yapılacak yatırımların realist bir bakışla yeniden düzenlenmesi için de böyle bir
çalışmanın yapılması gerekir.
Türkiye'de, bilime dayanmayan bir uygarlığın çağdaş uygarlıklarla yanşamayacağı
ve bunlara ayak uydurma çabalarının başarıya ulaşmaktan uzak kalacağı gerçeğinin açık
olarak kavranması aşamasına Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk
(1881-1938) ile ulaşılmıştır.
Cumhuriyet'in kurulmasından hemen sonra Samsun'da İstiklâl Ticaret Mektebi'nde
vermiş olduğu bir nutukta (22 Eylül 1924), Atatürk, "Dünya'da her şey için, maddiyat
için, maneviyat için, muvaffakiyat için en hakikî mürşid ilimdir, fendir; ilim ve fennin haricinde mürşid aramak gaflettir, cehalettir, dalâlettir. Yalnız, ilim ve fennin yaşadığımız her
dakikadaki sayfalarının tekâmülünü idrak etmek ve terakkiyatını zamanında takib eylemek şarttır." diyerek bilimin önemine ve bilimsel gelişmeleri yakından izlemenin gereğine
dikkat çekmiş ve özellikle eğitim sahasında başlatmış olduğu reformlarla, bu anlayışı yerleştirmeye çalışmıştır. Atatürk'ün girişmiş olduğu reformların sonuçları 20. yüzyılın ikinci
yarısına doğru alınmaya başlanmıştır.
Bilimsel Kurumlar
Türkiye'de Cumhuriyet'ten sonra bilimin yerleşmesi ve bu alandaki gelişmelerin yakından izlenebilmesi için bilimsel kurumların kurulmasına önem verilmiş ve bu maksatla
çeşitli kurumlar açılmıştır. Bunlar, iki grupta toplanabilir:
Üniversiteler
Osmanlılar döneminde, askeri gerekçelerle ve özellikle Fransızların yardımıyla mühendislik, tıp ve harp okulları kurulmuştu. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra, Avrupa'daki modellere uygun üniversite kurma girişimleri olmuş, ancak 1900'e gelinceye kadar bu
girişimlerden bir netice alınamamıştır. Bu yılın Ağustos ayında, İstanbul'da İmparatorluk
Üniversitesi (Dârü'l-Fünûn-ı Şahane) adıyla kurulan yüksek eğitim kurumu, Batılı örneklere uygun olarak oluşturulmuş ilk Türk üniversitesi olarak kabul edilir. Ancak diğer eğitim kurumlarında olduğu gibi, İmparatorluk Üniversitesi'nde de medrese geleneğinin derin izleri görülmektedir.
Modern yaklaşımları yansıtan üniversite anlayışını Türkiye'de ilk kez Atatürk geliştirmiştir. Atatürk'ün gerçekleştirmiş olduğu yüksek eğitim reformunu tanımlayan özellikler, laik bir bilim zihniyeti, gözlem ve deneye dayanan bir öğretim ve her türlü dogmatik
anlayıştan kurtulma olarak sıralanabilir.
Bu ilkeler doğrultusunda, 1933'te İmparatorluk Üniversitesi, Almanya'dan Türkiye'ye gelen bilim adamlarının yardımıyla yeniden düzenlenmiş ve İstanbul Üniversitesi ismiyle öğretime açılmıştır. Aynı tarihte Ankara'da da Yüksek Ziraat Enstitüsü'nün kurulduğu görülmektedir. Bundan sonraki yıllarda, Batılı anlamda üniversitelerin sayısı ve niteliği
giderek artacaktır.
Öyle ki, İstanbul Üniversitesi’nin ardından, 12 Temmuz 1944 tarihinde İstanbul
Teknik Üniversitesi, 13 Haziran 1946 tarihinde Ankara Üniversitesi, 25 Şubat 1953 tarihinde Atatürk Üniversitesi, 20 Mayıs 1955 tarihinde Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Ege
2
Üniversitesi, 15 Kasım 1956 tarihinde Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve 1 Ekim 1967 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Türk toplumunu bir bilgi toplumu yapma idealini gerçekleştirmek amacıyla açılmışlardır. 2001 yılı itibariyle ülkemizdeki üniversite sayısı yetmişin
üzerindedir.
Araştırma ve Geliştirme Kurumları
Bu dönemde bilim ve teknoloji alanında gerekli olan atılımları yapmakla görevlendirilen çeşitli araştırma ve geliştirme kurumlarının da açıldığı görülmektedir. Bu kurumlardan bazıları şunlardır:
1.Devlet Meteoroloji İlleri Genel Müdürlüğü:
1925 yılında kurulmuş Başbakanlığa bağlı bir genel müdürlüktür. Amacı, hava tahminleri yapmak maksadıyla meteoroloji istasyonları açmak ve çalıştırmaktır.
2.Refik Saydam Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü:
1928 yılında kurulmuştur. Belli başlı görevleri arasında, aşı ve serum üretme, gıda
ve ilaç kontrolü yapma ve bu konuda çalışacak elemanları yetiştirme sayılabilir.
3.Maden Teknik Arama Genel Müdürlüğü (MTA):
1935 yılında kurulmuş olan MTA, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na bağlı bir
kamu iktisadi teşebbüsüdür. Amacı, işletmeye elverişli maden ve taşocağı alanlarını belirlemek ve verimli bir şekilde işletmektir.
4.Kandilli Gözlemevi:
1911 yılında Fatin Gökmen (1877-1955) tarafından İstanbul'da kurulmuş olan bu
gözlemevinde astronomi çalışmaları, gerçek anlamda, 1947 yılında başlamıştır. Güneş
fiziği bölümü tarafından gerçekleştirilen Güneş lekeleri ve taçküre gözlemleri bugün de
sürmektedir. Gözlemevi günümüzde Boğaziçi Üniversitesi'ne bağlıdır ve Deprem Araştırma Enstitüsü ile Gök ve Yer Bilimi Araştırma ve Uygulama Merkezi'nden oluşmaktadır.
Enstitü'de astrofizik, jeoloji, jeofizik ve deprem mühendisliği anabilim dallarında lisansüstü ve doktora eğitimi yapılmaktadır.
5.Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE):
1950 yılında kurulmuş olan kamu iktisadi teşebbüsüdür. Amacı, savunma ve sivil
sanayi ihtiyaçlarını planlamak, ekonomik bir şekilde üretmek ve pazarlamaktır.
6.
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK):
1956 yılında kurulmuş, başbakanlığa bağlı, kamu tüzel kişiliği olan bir kurumdur.
Amacı, atom enerjisinin Türkiye'de barışçı a-maçlarla ve ülke yararına kullanılmasını sağlamak, bu yönde temel ilke ve politikaları belirlemek, program ve plan yapmak, nükleer
maddelerin kullanılmasına ilişkin esasları koymak ve nükleer konularla ilgili mevzuatı hazırlamaktır.
7.
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK):
TÜBİTAK, 1963 Temmuzunda yayınlanan bir kanunla kurulmuştur. Amacı pozitif bilimlerin her dalında temel ve uygulamalı araştırmalar yapmak, yaptırmak, desteklemek
ve teşvik etmektir. Bugün kuruma bağlı altı araştırma gurubu vardır: a)Matematik, fizik
3
ve biyoloji, b)Mühendislik, c)Tıp, d)Veterinerlik ve hayvancılık, e)Tarım ve ormancılık,
Bilim adamı yetiştirme.
Kurum, 1966 yılından başlayarak bilim ve tekniğe dünya çapında katkılar yapan ve
ulusça övülecek eserler veren Türk bilim ve teknik adamlarına her yıl "Bilim Ödülleri" dağıtmakta, lise ve üniversite öğrencilerinin katıldığı proje yarışmaları düzenlemekte ve bilim sevgisini yaygınlaştırmak ve geniş kitleleri bilimsel ve teknolojik gelişmelerden haberdar etmek için Bilim ve Teknik adıyla aylık bir dergi yayınlamaktadır.
8) TUG (TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi)
Türkiye'de bilimsel astronomi ve astrofizik çalışmalarının yapıldığı ilk gözlemevi,
1935 yılında, Alman astronom E.F. Freundlinch tarafından İstanbul Üniversitesi'nde açılmıştır. Buradaki çalışmaları, 1944'de Ankara Üniversitesi'ndeki, 1962'de Ege ve Ortadoğu
Teknik Üniversitesi'ndeki ve 1982'de ise Boğaziçi Üniver-sitesi'ndeki çalışmalar izlemiştir.
Bu üniversitelerdeki gözlemevlerinde çok sayıda araştırmacı yetişmiş ve uluslararası
düzey yakalanmaya çalışılmıştır. Ancak burada kullanılan teleskoplar görece küçük çaplı
olması ve bu gözlemevlerinin kuruldukları yerlerde iklim koşullarının gözleme elverişli bulunmaması nedeniyle yeni bir gözlemevine duyulan ihtiyaç zaman içerisinde artmıştır. Bu
nedenle, uygun bir yerde ulusal bir gözlemevinin kurulması düşüncesi gündeme gelmiş ve
1965'ten bu yana bu düşünce astronomlar tarafından geliştirilmiştir. Bu amaç doğrultusunda, Antalya'nın Saklıkent ilçesinde bulunan, Bakırlıtepe'de ulusal gözlemevinin inşasına başlanmış ve TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi adı verilen bu gözlemevi, 5 Eylül 1997'de
hizmete açılmıştır.
9.Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK):
Başbakanlığa bağlı karma bir yüksek kurul olan BTYK, bilim ve teknoloji alanlarındaki araştırma ve geliştirme politikalarının ekonomik kalkınma, sosyal gelişme ve milli güvenlik hedefleri doğrultusunda belirlenmesi, yönlendirilmesi ve eşgüdümünün sağlanması
amacıyla Gebze’de kurulmuştur.
10. Ulusal Metroloji Enstitüsü (UME):
Bir ülke içinde yapılan ölçümlerin uluslararası alanda tanınmasını sağlamak için her
türlü uygunluğun onaylanmasını ve organize bir belgelendirme sistemini yürütecek bir
ulusal ölçüm (metroloji) sistemine gerek duyulmaktadır. Türkiye Ulusal Metroloji Sisteminde ilk adım 1992 yılında TÜBİTAK bünyesinde Ulusal Metroloji Enstitüsü’nün (UME)
kurulmasıyla atılmıştır.
BİLİM ADAMLARI
Cumhuriyet döneminde bilime katkıda bulunmuş ve uluslararası bilim ödüllerine lâyık görülmüş çok sayıda Türk bilim adamı vardır. Bunlardan başlıcaları şunlardır:
Hulusi Behçet
Hulusi Behçet (1889-1948) deri hastalıkları üzerine ihtisas yapmıştır. Uzun yıllar incelemiş olduğu bir hastasından elde ettiği bulgulara dayanarak 1947 yılında Behçet Hastalığı'nı (Morbus Behçet) tanımlamıştır.
Cahit Arf
Cahit Arf’ın (1910 - 1997) matematik dünyasında tanınması "Hasse-Arf Teoremi" ile
başlar. Sentetik geometri problemlerini, cetvel ve pergelle çözülebilir olup olmadıklarına
4
göre sınıflandırmayı tasarlayan Arf, Fransız matematikçi Galois ve Jordan'ın gruplar kavramından, özellikle cebirsel denklemlerin çözümünde grup kavramının uygulanmasına
ilişkin çalışmalarından yararlandı. Eski Yunandan beri üzerinde çalışılan üç problemden
biri olan cetvel ve pergel kullanmak suretiyle bir açının eşit üç parçaya bölünüp bölünemeye-ceği meselesi ile ilgilenmiş ve yalnızca ikinci dereceden cebirsel denklemlere indirgenebilen problemlerin cetvel ve pergel yardımı ile çözülebileceğini saptamıştır. Bunun
için, çözülebilen tüm cebirsel denklemlerin bir listesini çıkarması gerekiyordu. Çalışmalarını yalnızca kuramsal matematikle sınırlamayıp matematik çözümlerinin mekanik problemlere uygulanmasının en iyi örneklerini verdi.
Ahmet Cemal Eringen
Sürekli ortamlar mekaniğine ilişkin deneysel ve kuramsal çalışmaların öncülerinden
olan Ahmet Cemal Eringen (1921), 1960'dan sonra bütün çalışmalarını sürekli ortamlar
mekaniği üzerinde yoğunlaştırarak bu bilim dalının öncülüğünü yaptı. 1962'de yayınladığı
bir eseri ile bu alana temel bir yapıt kazandırmıştır.
Feza Gürsey
Özellikle kuramsal fizik alanındaki çalışmaları ile tanınmış olan Feza Gürsey (19211992), araştırmalarını atom çekirdeğini oluşturan parçacıklar arasındaki temel etkileşimlerin ve bu parçacıkların iç yapısının incelenmesi üzerinde yoğunlaştırmıştır.
Behram Kurşunoğlu
1959 yılında iki değişik nötrinonun varlığını keşfeden Kurşunoğlu (1922), modern
kuantum teorisi ile ilgili çalışmalar yapmış ve elementer parçacıklar için iç ve dış simetriyi
teklif etmiş ö-nemli bilim adamlarımızdandır. "Genelleştirilmiş İzafiyet Teorisi" adını verdiği çok geniş kapsamlı bir teori üzerinde de uzun yıllar boyunca çalışmıştır.
Orhan Asım Barut
Matematiksel fizik, yüksek enerji fiziği ve parçacık fiziği alanlarındaki çalışmaları ve
katkılarıyla tanınmış olan Barut (1926-1994), dönemin en önemli bilim adamlarından
biridir. Kuantum mekaniğinin grup gösterimlerini dinamik problemlerine, saçılma matrisi
kuramını da parçacıkların elektromanyetik ve zayıf etkileşimlerine uygulamıştır. Elektrondan daha karmaşık sistemlerin, örneğin protonun göreli anlatımı için sonsuz bileşenli spiral grup denklemlerini geliştiren Barut, maddenin yapısını, tam kararlı iki parçacık olan
elektron ve nötrinolar arasındaki elektromanyetik etkileşimlere bağlayan basit bir madde
modeli önermiştir.
Bu dönemde çok değerli bilim tarihçileri de yetişmiştir.
Abdülhak Adnan Adıvar
Cumhuriyet döneminin ilk bilim tarihçisi Abdülhak Adnan Adıvar'dır (1882-1955).
Ünlü romancılarımızdan Halide Edib Adıvar'ın kocası olan Adnan Adıvar, Fransa'da yaşadığı yıllarda yayımladığı La Science chez les Turcs Ottomans (Paris 1939) adlı eseri ile
Osmanlılar dönemindeki bilimsel uğraşlara ışık tutmuş ve bu alanda yapılan araştırmaların ne kadar yetersiz olduğunu göstermiştir. Adnan Adıvar, Türkiye'ye döndükten sonra,
bu eserini İstanbul'daki elyazmalarını da inceleyerek düzeltmiş ve genişletmiş ve Osmanlı
Türklerinde İlim (İstanbul 1943) adıyla Türkçe'ye tercüme etmiştir. Yaklaşımındaki öznelliğe ve bazı yönlerinin çürütülmesine rağmen, bugüne kadar bu konuyu işleyen daha mükemmel bir eser yazılamamıştır.
Türkiye'de bilim tarihi alanında ilk metin çalışması, Adnan Adıvar'ın da katıldığı bir
çalışma topluluğu tarafından yapılmıştır. Arapça metni, elde mevcut olan üç nüshayı karşılaştırmak suretiyle Şerefettin Yaltkaya tarafından kurulan ve Abdülhak Adnan Adıvar ile
5
Henry Corbin tarafından Fransızca'ya tercüme edilen bu çalışma, XV. yüzyıl Osmanlı düşünürlerinden ve matematikçilerinden Molla Lütfi'nin Sunak Taşının iki Katının Alınması
Hakkında adlı küçük bir risalesidir ve 1940 yılında Paris'te Fransızca olarak yayımlanmıştır. Arapça metinle Fransızca tercümesinin baş tarafına Adıvar ve Corbin tarafından yazılan 33 sayfalık geniş girişte, Molla Lütfi'nin hayat öyküsüne, risalenin kapsamına, probleminin tanıtılmasına, oluşturduğu geleneğe ve bazı yanlışlara ilişkin bilgiler verilmiştir.
Adnan Adıvar'ın bilim tarihimiz açısından önemli olan diğer bir eseri de 1944 yılında
İstanbul'da yayımlanan Tarih Boyunca İlim ve Diridir. Bilimlerdeki ve özellikle fizikteki
yeni gelişmelerden sonra Batı'da yeniden gündeme gelen din ve bilim ilişkilerini, tarihi
gelişimi içinde inceleyen bu eser, zengin içeriği nedeniyle genel bilim tarihi görünümündedir.
Adıvar'ın Türk kültür hayatını yönlendiren ve çoğu zaman unutulan en önemli çalışmalarından birisi de, bir süre İslâm Ansiklopedisini yayımlayan kurula başkanlık yapmasıdır. 1913-1938 yılları arasında Leiden ve Londra'da Encyclopaedia of islam : A
Dictionary ofthe Geography, Ethnography and Biography of the Muhammadan Peoples
adıyla dört cilt ve bir ek halinde İngilizce olarak basılan ve İslâm medeniyetini tanıtan bu
ansiklopedi, Türk bilginlerinin de dikkatini çekmiş ve 1939'da Ankara'da toplanan I. Türk
Neşriyat Kongresi'nde, Türkçe'ye çevrilerek yayımlanması gündeme gelmiştir. Alman tavsiye kararı doğrultusunda yayını gerçekleştirmeyi üstlenen Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Adnan Adıvar'ın başkanlığında bir kurul oluşturmuştur. Ancak kurul çeviriyle yetinmediği ve özellikle Türkler hakkında yeni maddeler eklenmesine ve bazı maddelerin de genişletilmesine karar verdiği için
(ve diğer teknik nedenlerden ötürü), ansiklopedi, beşinci ve on ikinci ciltleri iki kısım
olmak üzere toplam on üç cilde ulaşmış ve ancak 1988 yılında, yani ilk cildinin yayımından tam 48 sene sonra tamamlanabilmiştir. İslâm Ansiklopedisine Adnan Adıvar da bazı
maddeler yazmıştır. Bunlar arasında en önemlileri, Ali Kuşçu, Ebu'l-Kâsım Zehrâvî,
Fârâbî, Hârizmî, İbn Bâcce, İbn Haldun ve Kınalızâde maddeleridir.
Salih Zeki gibi, Adnan Adıvar da bilim felsefesi ile ilgilenmiş ve daha ziyade İngilizlerin kullanmış oldukları felsefe diline âşinâ olabilmek için Bertrand Russell'ın (1872-1970),
tümevarım, tümdengelim, doğru ve yanlış, sanı, felsefî bilginin sınırları, felsefenin kıymeti
gibi konuları tartıştığı The Problems of Philosophy (Londra 1911) adlı eserini Felsefe Meseleleri (İstanbul 1935) adıyla Türkçe'ye tercüme etmiştir.
Aydın Sayılı
1952 senesinde, Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi'nde, bilim tarihi kürsüsünü kurarak
bilim tarihçiliğinin Türkiye'de yerleşmesini sağlayan Aydın Sayılı (1913 - 1993), eğitim
reformları sırasında Atatürk tarafından yurt dışına gönderilen öğrenciler arasında bulunmaktadır. Harvard Üniversitesi'nde bilim tarihi alanının kurucusu olarak tanınan George
Sarton'ın yanında doktorasını tamamladıktan sonra, Türkiye'ye dönmüş ve hayatını,
Türklerin Ortaçağ'da yürütmüş oldukları yoğun bilimsel araştırmaları aydınlatmaya adamıştır. Ulaşmış olduğu sonuçlar, Ortaçağ bilim tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek
değerdedir. The Observatory in islam, Ebû Nasr el-Fârâbî'nin Halâ Üzerine Makalesi, Uluğ
Bey ve Semerkand'daki İlim Faaliyeti Hakkında Gıyâsüddin-i Kâşî'nin Mektubu,
Abdülhamid İbn Türk'ün Katışık Denklemlerde Mantıkî Zaruretler Adlı Yazısı ve Zamanının
Cebri, Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp, Copemicus and
His Monumental Work ve Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir adlı eserleri tarihçiler tarafından büyük bir ilgi ile karşılanmış ve kullanılmıştır.
6
Kendimizi Sınayalım
1) Bilim Tarihi araştırmalarnın, genellikle Cumhuriyet Dönemi'ndeki bilimsel çalışmaları konu edinmeme nedenlerini açıklayınız.
2) Cumhuriyet'in kurulmasından hemen sonra Samsun'da İstiklâl Ticaret Mektebi'nde
vermiş olduğu bir nutukta (22 Eylül 1924), Atatürk, "Dünya'da her şey için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyat için en hakikî mürşid ilimdir, fendir; ilim
ve fennin haricinde mürşid aramak gaflettir, cehalettir, dalâlettir. Yalnız, ilim ve
fennin yaşadığımız her dakikadaki sayfalarının tekâmülünü idrak etmek ve
terakkiyatını zamanında takib eylemek şarttır." Bu cümleyi yorumlayınız, mürşid
ile kastedilen nedir?
3) Türkiye’nin başlıca araştırma geliştirme kurumlarının adlarını ve kısaltmalarını
açıklayınız.
4) Önemli Türk Bilim Adamlarına örnekler veriniz.
5) Prof. Dr. Erdal İnönü’nün “Cumhuriyet Döneminde Bilim Tarihi’nin Önemi ve Anlamı” adlı konuşmasını okuyunuz ve Cumhuriyet Dönemindeki önemli bilim reformlarını açıklayınız.
7

Benzer belgeler