marka hukukunda sessiz kalma yoluyla hak kaybı

Transkript

marka hukukunda sessiz kalma yoluyla hak kaybı
MARKA HUKUKUNDA SESSİZ KALMA YOLUYLA HAK KAYBI İLKESİNİN İNCELENMESİ
Marka tescilinin hükümsüzlük halleri, hükümsüzlük talebi ve hükümsüzlüğün etkisi mevzuatımızda 556 Sayılı
KHK’nin 42, 43 ve 44. Maddelerinde düzenlenmiş bulunmaktadır. Marka tescilinin hükümsüzlüğü
Mahkemeden talep edilmekte olup bu taleple açılan dava, geçmişe etkili olarak marka hakkının ortadan
kalkması sonucunu doğuran bozucu yenilik doğuran bir davadır1. Hükümsüzlük davasının açılması
bakımından istisnai durumlar hariç mevzuatımızda genel olarak belli bir süre öngörülmüş değildir.
Marka tescilinin hükümsüzlüğü davasının açılması bakımından marka hukukunda kural olarak belli bir
sürenin öngörülmemiş olması yanında bu kuralın iki istisnası da bulunmaktadır.
Söz konusu istisnalardan biri, tanınmış markalara yönelik açılan davalara 5 yıllık dava açma süresinin
olduğunu öngören 556 Sayılı KHK’nın 42/1-a bendi olup, bu süre hak düşürücü süre niteliğindedir (Aynı
hükmünün devamında bu istisnanın istisnası olarak kötü niyetin varlığı halinde bu süreye bağlı
kalınmayacağı da belirtilmektedir). Ancak diğer markalar itibariyle hükümsüzlük davasının açılmasının hiçbir
süreye tabi olmamasının hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurmaya elverişli olduğu gözetilerek, Yargıtayın2
yerleşik içtihatları uyarınca sadece tanınmış markalar için öngörülen bu süre diğer markalar yönünden
açılan davalara da uygulanır hale gelmiş, bu anlamdaki yasal boşluk doldurulmuştur.
Marka tescilinin hükümsüzlüğü davasının açılması bakımından marka hukukunda kural olarak belli bir
sürenin öngörülmemiş olmasının diğer istisnası ise aşağıda incelemeye alacağımız “sessiz kalma yoluyla hak
kaybı ilkesi”dir.
Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesi ülkemizde 556 Sayılı KHK ve sair mevzuatla tanımlanmış değildir. Ancak
bu ilke Avrupa Topluluğunun 89/104 sayılı Yönergesi m.9 ve Topluluk Markası 40/94 sayılı Tüzüğü m. 53
uyarınca öngörülmüş olup, bu kapsamda belirlenmiş normların ülkemizde mevzuata alınmamış olmasına
rağmen Yargıtay tarafından benimsenmiş olduğu ve dolaylı olarak Türk hukukunda da uygulandığı
görülmektedir.
Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin AB Hukuku bakımından hukuki dayanağı
. AB Marka Tüzüğü (40/94) 53. maddesi uyarınca;
“ Bir topluluk Markası (CTM) sahibi, sonraki tescilli bir topluluk markasının Toplulukta kullanıldığını
bilmesine karşın kesintisiz beş yıl boyunca ses çıkarmamışsa, sonraki markanın tescili kötü niyetli olmadıkça,
bundan böyle önceki tescilli markaya dayanarak sonraki markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesini
isteyemeyeceği gibi sonraki markanın tescil edildiği mal veya hizmetlere ilişkin kullanımına da karşı çıkamaz.
1
Ergun Önen, İnşai Dava, s.117
Yargıtay 11. H.D. 11.09.2000 T. 2000/5607 E. 2000/66034 K. sayılı Kararında “KHK.nın 42. maddesinde Paris
Konvansiyonuna göre tanınmış sayılan marka sahiplerinin hükümsüzlük davasını, tescil tarihinden itibaren 5 yıl içinde
açması gerekeceği belirtilmiş, dava açma hakkının sınırsız sürede kullanılmasının da yasanın ruhu ve hukuk mantığı ile
bağdaşmayacağı gözetilerek bu yasal boşluğun yukarıda sözü edilen tanınmış sayılan markalar için öngörülen 5 yıllık
sürenin, en azından diğer markalar yönünden açılacak davalar için de uygulanarak yasal boşluğun doldurulması
dairemizce uygun görülmüştür.” Denilmek suretiyle yasal boşluk doldurulmuştur.
2
1/7
Aynı şekilde sonradan tescilli markanın sahibi de, önceki marka sonraki markaya karşı etkinleştirilemese
dahi önceki markanın kullanımına karşı çıkamaz.” 3
. Avrupa Topluluğu’ nun 89/104 Sayılı Yönergesinin 9. Maddesi uyarınca;
Kesintisiz beş yıl süre ile bir marka sahibinin kendi markasının başkası tarafından, bilgisi dâhilinde
kullanılmasına ses çıkarmaması halinde, marka sahibinin artık hükümsüzlük davası açamayacağını ve söz
konusu kullanımı önleyemeyeceğini ön görmektedir.
Yönerge ve tüzükte, “önceki markanın sahibi” denilmekteyse de markanın mutlaka tescilli olması
gerekmemektedir.4
Anlaşıldığı üzere sessiz kalmanın gerçekleşebilmesi için öncelik hakkı sahibinin sonraki markadan veya
kullanımdan haberdar olması gerekmektedir. Burada yeni markanın beş yıldır kullanılmakta olduğunun eski
CTM veya ulusal marka sahibince bilindiğine ilişkin ispat yükümlülüğü de “ses çıkarmamakla rızaya (estoppel
by tolerance) dayalı hak elde etmeye çalışan” yeni marka sahibine aittir. Yeni CTM markası sahibi, kötü
niyetle CTM başvurusunda bulunmuşsa rızaya dayalı hak edinimi iddiasında bulunamaz5. Görüldüğü gibi
sonraki tescil sahibi veya kullanıcının “kötü niyetli” olması halinde “sessiz kalma” gerçekleşse dahi hak elde
edilebileceği kabul edilmemiştir.
Gerek Avrupa Topluluğu’nun 89/104 Sayılı Yönergesinin 9. Maddesi gerekse de AB Marka Tüzüğü (40/94)
53. Maddesinin birlikte yorumlanması sonucu, AB’ de yer alan düzenlemelerin sadece hükümsüzlük haline
ilişkin olmayıp önceki marka hakkı sahibinin marka hakkını ihlal eden tescilsiz kullanımı da kapsadığı
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, sonraki kullanıma beş yıl boyunca sessiz kalan kişi, sonraki markanın
hükümsüzlüğünü talep edemeyeceği gibi, kullanılmasına da engel olamayacaktır. Yine bunun gibi öncelik
hakkı sahibinin tescilli bir markaya dayanması şartı aranmamakta, söz konusu ibareyi ilk kez ihdas ve istimal
eden olup tescilsiz dahi olsa önceden kullanıp kullanmadığı dikkate alınmaktadır.
Sessiz kalmanın kaç yıl sonra hak kaybına yol açacağı ile ilgili kesin bir süre vermek mümkün değildir. 89/104
Sayılı Yönerge ile Alman Marka Kanunu beş yılın geçmiş olması şartını arıyorsa da Türk Hukukunda somut
olayın özellikleri dikkate alınarak daha uzun veya daha kısa sürede hakkın yitirildiği sonucuna varılabilir6
Yukarıda ağırlıklı olarak uluslararası normlar bakımından ele aldığımız ilkenin Türk mevzuatındaki
yansımalarını değerlendirmek gerekirse;
Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin hukukumuzdaki temel dayanağı
Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesi açıkça mevzuatımızda öngörülmemekle beraber, Yargıtay kararları
uyarınca hukukumuzda yer bulmaktadır. Bu ilkenin hukukumuzdaki temelini öncelikle M.K. 2. Maddesindeki
dürüstlük kuralına ve bunun bir uzantısı olan çelişkili davranma yasağı ilkesine ( Venire contra factum
proprium ) dayandırmak mümkündür.
Nitekim Yargıtay eski tarihlerde dahi uygulamada karşılaşılan bu yöndeki ihtilafları MK. 2 anlamında
yorumlayarak çözmekte idi. Yargıtay Ticaret Dairesi 1968 tarihli bir kararında7 “…hak sahibi olan davacı,
3
Karşılaştırılmalı Markalar Hukuku, Av. Kutlu Oytaç, sa:261
Marka HUKUKU 556 Sayılı KHK Şerhi, Cilt II, Yasaman, sa:857
5
D.C. Ohlgart, “Rights Conferred and Limitations”, Conferance on Community Trade Mark, Alicante 30-31
6
Fikri Mülkiyet Hukuku, Ünal Tekinalp, sa:422
4
2/7
hareket tarzı ile hakkın ihlaline zımnen müsaade ettiği takdirde davalının senelerden beri kullandığı ve
tanıttığı markanın iptalini talep edemez. Bu şekilde dava bir hakkın sırf gayrı ızrar eden suiistimali olup
kanun himaye etmez…” Diyerek sorunu MK m. 2 çerçevesinde çözdüğü görülmüştür.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2011 tarihli bir kararında8 ise “…Sessiz kalma yoluyla hak kaybı TTK'nda açıkça
düzenlenmemiş olmakla birlikte, kaynağını "hakkın kötüye kullanılması yasağı"nı düzenleyen MK'nun
2.maddesinden almaktadır. Bu maddeye göre, "Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken
dürüstlük kurallarına uymak zorundadır." "Bir hakkın sırf başkasına zarar vermek için kullanılmasını kanun
himaye etmez." Dürüstlük kuralı, MK'nun "Başlangıç Hükümleri" arasında, hukukun her alanında kendini
gösteren bir ilke olarak düzenlenmiştir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybının doğması ve dava hakkının
M.K.'nun 2.maddesine aykırılık oluşturup oluşturmadığı hususları her olayın kendi özelliğine göre
değerlendirilmelidir…”denildiği görülmektedir.
Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin hukukumuzdaki uygulamasına örnek teşkil edebilecek 1997 tarihli
bir diğer Yargıtay Kararı’nda da9 “Telsim sözcüğü 19.02.1982 tarihinden itibaren tescilli marka olarak
kullanılagelmesine rağmen, yıllar sonra 17.09.1990 tarihinde sözcüğün markadan silinmesi davasının
ikamesi mümkün görülmemiştir…” denmektedir. Bunun gibi, Yargıtay’ ın 2000 tarihli “Telsim” kararı10 ve
2001 tarihli “Mita” kararlarında11 da sessiz kalma yoluyla hak kaybını benimsediği görülmektedir12.
Sessiz kalma yoluyla hak kaybının varlığı değerlendirilirken dikkate alınacak hususlar
Bir somut olayda sessiz kalma yoluyla hak kaybının olup olmadığı belirlenirken bazı kriterlerin varlığı
aranmaktadır.

Öncelikle, hükümsüzlük veya sonraki kullanımın engellenmesi talepli açılan davada, öncelik hakkı sahibi
konumundaki davacının, tescilli veya tescilsiz olarak kullandığı markasına dayanması gerekmekte olup,
mesnet gösterilen markanın mutlaka tescilli olması gerekmemektedir.

Önceki markanın sahibi, sonraki markanın tescil edildiğinden veya kullanıldığından haberdar
olmalıdır13. Davacının kullanımdan daha önceden haberdar olup olmadığı konusunda ihtilaf varsa
bunun değerlendirilmesi somut olaya göre yapılmalıdır.
Sonraki markanın tanıtılması amacıyla yapılan reklamlar, dava açan tacirin dikkatinden kaçmamalıdır.
Davacı ile davalının aynı sektörde faaliyet göstermesi halinde, davacının tedbirli bir tacir gibi
davranarak gerekli dikkati göstererek öğrenmesi beklenir. Tedbirli bir tacirin, gerekli araştırmaları
yapması gerekmektedir14.
Sessiz kalma yoluyla hakkın kaybedilmesi sadece sessiz kalınan kişiye yönelik bir dava açma hakkının
kaybı olup, üçüncü kişiler lehine sonuç doğurmaz ve davacı aynı eylemi gerçekleştiren üçüncü kişiye
karşı markanın hükümsüzlüğü davasını veya tecavüzün men’ i davasını açabilir15.
7
Yargıtay Ticaret Dairesinin 551 Sayılı Eski Markalar Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde verdiği 30.04.1968 T. ve
13837/2562 Sayılı kararı
8
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2011/11-59 K. 2011/271 T. 4.5.2011
9
Yargıtay 11. HD 10.03.1997 T. Ve 9094/1587 E. Sayılı karar
10
Yargıtay 11. HD 12.03.2000 T. Ve 8169 E., 1726 K. Sayılı karar
11
Yargıtay 11. HD 17.09.2001 T. Ve 4321 E., 6860 K. Sayılı karar
12
Marka Hukuku, Yasaman, sa.858
13
Karahan, Haksız Rekabet Davalarında Zamanaşımları ve Sessiz Kalma Nedeniyle Hak Kaybedilmesi İlkesi, s:302;
Karahan, Gerçek Kişi Unvanlarının Korunması ve Sessiz Kalma Nedeniyle Hakkkın Kaybı İlkesi, s:281
14
Ticari İşletme Hukuku, Poroy/Yasaman, no.206-208; Ticari İşletme Hukuku, Arkan, s.130-132
15
Pollaud-Dullian, Droit De La Propriete Industrielle, sa.684 (Marka Hukuku, Yasaman, sa.859 yollamasıyla)
3/7


Öncelik hakkı sahibinin kullanıma bir süre katlanmış olması aranmaktadır. Burada bahsedilen sürenin
ne kadar olacağı yönünde AB Hukukunda beş yıllık bir süre belirlenmişse de hukukumuzda uygulamada
genel bir belirleme yapılmış değildir. Burada “sessiz kalınan sürenin” her marka için genel geçer
mahiyette niceliksel bir tespitinin bulunmaması ilkenin uygulamasındaki en büyük belirsizliktir. Bu
itibarla bu sürenin belirlenmesinde somut olayın özelliklerinin değerlendirilmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Bu sürenin belirlenmesinde de esas alınacak olan dürüstlük kuralıdır.
Sessiz kalma yoluyla hak kaybının gerçekleşip gerçekleşmediği incelenirken, öncelik hakkının sahibinin
sonraki tescil veya kullanımdan “haberdar olduktan sonra” izlediği tavır değerlendirilmelidir. Öncelik
hakkı sahibinin hangi eylemlerinin sessiz kalma sayılmayacağının belirlenmesi bakımından AB
hukukunda bazı unsurlar dikkate alınmaktadır. Paris İstinaf Mahkemelerinin son içtihatlarına göre ilgili
AB Yönerge ve Tüzüğü aracılığıyla belirlenen beş yıllık süre içinde markanın kullanılmasına önceki
marka hakkı sahibi tarafından itiraz edilmesi, kullanımı gerçekleştirene bir ihtarname çekilmesi veya
kullanıma rıza gösterilmediğinin belirtilmesi “sessiz kalınmadığı” kanaati için yeterli görülmemiş ve beş
yıllık süre içinde dava açılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Ancak mevzuatımız uyarınca beş yıl gibi
belirlenmiş bir süre de bulunmadığından “sessiz kalma” veya “katlanmamanın” gerçekleşip
gerçekleşmediği her somut olayın kendi özellikleri içinde değerlendirilmelidir.
Doktrinimizde yer alan bir görüşe göre de, sadece ihtarname gönderilmesi, ihtarnameyi gönderenin
artık markanın kullanımına katlanmadığı anlamına gelmemektedir. Zira taraflar arasındaki görüşmeler
devam ettiği sürece, karşı tarafın kullanımına devam etmesi yüksel bir ihtimaldir. Kullanımın daha fazla
devam etmesini istemeyen kişi bu arzusunu açıklayan bir ihtarname göndermişse de makul bir süre
içinde bu iradesini dava yoluyla göstermelidir16.
Bu çerçevede yukarıda da örnek gösterilmiş bulunan 2011 tarihli Hukuk Genel Kurulu Kararına17 konu
somut olay itibariyle şöyle bir değerlendirme yapıldığı görülmektir;
“…O halde, davacı-k.davalının 556 Sayılı KHK'nin 42.maddesine dayalı olarak açmış olduğu işbu marka
hükümsüzlüğü davasında sessiz kalma yoluyla hak kaybının doğup doğmadığının belirlenmesi
gerekmektedir… Öncelikle belirtilmelidir ki, işletme adı, ticaret unvanı ve tescilsiz marka gibi işaretlerin
işlevleri birbirinden farklı olmakla birlikte hepsinin ortak özelliği işletmeyi, taciri ve mal veya hizmetleri
diğerlerinden ayırt edici niteliğe sahip birer "tanıtma vasıtası" olmaları ve TTK'nun 56. vd. maddeleri
uyarınca işaret sahibine haksız rekabete karşı koruma sağlamalarıdır. Çünkü, haksız rekabet hukukunun
konusu, dürüstlük ilkesine aykırı ticaret yöntem ve uygulamalarına karşı emek ilkesi uyarınca işletmesel
çabayı, birikimi ve yatırımı kapsayan emeğin korunmasıdır. Bu bakımdan da öncelikli marka hakkı
sahibinin bir başkası tarafından daha sonra gerçekleşen tescilsiz ve tescilli marka kullanımına sessiz
kalarak icazet veren davranışlarda bulunup bulunmadığı her somut olayın kendi özellikleri içinde
değerlendirilmelidir. Davacı-k.davalı tarafından 1993 tarihinden itibaren davalı-k.davacı aleyhine açılan
davalarda … davacı-k.davalının öncelik ve üstün hakkının varlığı nedeniyle bu tür bir kullanımın haksız
rekabete yol açtığı kabul edilerek ticaret sicilinden terkinine hükmedildiğine göre, davacı-k.davalının
tanıtma işareti niteliğindeki "K..." ibaresinin kullanımına karşı sessiz kaldığından söz edilemez. Davacık.davalının söz konusu işaretin aynı zamanda tescilsiz hizmet markası olarak da kullanımının önlenmesi
için ayrı bir dava açmaması nedeniyle, aynı süre içerisinde bu ibarenin davalı-k.davacı tarafından
tescilsiz ve daha sonra da tescilli marka olarak kullanımına icazet verdiği ve hükümsüzlük davası
açmayacağı izlenimi yaratmasına rağmen işbu davayı açmış olmasının, önceki davranışı ile çelişki
oluşturup karşı tarafta yarattığı güven nedeniyle çelişkili davranma yasağı (Venire contra factum
proprium ) ilkesi uyarınca MK'nun 2.maddesi ile düzenlenen dürüstlük kuralına aykırılık oluşturduğu da
16
17
Marka HUKUKU 556 Sayılı KHK Şerhi, Cilt II, Yasaman, sa:857
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2011/11-59 K. 2011/271 T. 4.5.2011
4/7
kabul edilemez. Çünkü, davacı-k.davalı 1993 tarihinden itibaren açtığı davalarda temel iddia olarak
"K..." kelimesi üzerinde öncelik ve üstün hak sahibi olduğunu iddia etmiş ve kesinleşen mahkeme
kararları ile de bu iddiasını kanıtlamıştır.”
Anılan 2011 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararında bahsi geçen somut olay çerçevesinde;
marka olarak kullanılan ibarenin marka tescilinden evvel ticaret unvanı olarak kullanılmasına söz
konusu marka ibaresi üzerindeki önceki hak sahibi tarafından karşı çıkılmış ve hukuki yola başvurulmuş,
dava açılmış ise, bu dahi öncelik hakkı sahibinin söz konusu kullanıma sessiz kalmadığını
göstermektedir. Zira öncelik hakkı sahibi tarafından ilk kez kullanılmaya başlanan ibarenin gerek ticaret
unvanında gerekse tescilli marka olarak sonradan üçüncü kişilerce kullanılması –her ne kadar ticaret
unvanı ve marka tescilinin fonksiyonları ve sahibine sağladığı haklar bakımından farklı olduğunun
kabulü gerekiyorsa da- iki kullanımın da “tanıtma vasıtası” olma özellikleri bakımından yakındır.
Özellikle bu yakınlık belli bir malın üretilmediği hizmet markalarında daha da belirginleşmektedir.

Sonraki marka kötü niyetli olarak tescil edilmiş veya kullanılıyor olmamalıdır. Zira sonraki tarihli marka
kötü niyetle tescil edilmişse hükümsüzlük davası açılması belli bir süreye tabi değildir (556 Sayılı KHK
m.42/1-a). Tescil sırasında iyi niyetli olmak aranmakta olup, sonradan öncelik hakkının varlığının
öğrenilmesi kötü niyet olarak kabul edilmemektedir18.
Kötü niyetin hiçbir zaman koruma görmeyeceği esasından hareketle, doktrin ve Yargıtay içtihatlarının
yorumlanmasından kötü niyetin varlığı halinde sessiz kalmanın her halükarda diğer şartlar gerçekleşse
bile kabul edilemeyeceği anlaşılmaktadır.
Yargıtay’ ın 2006 tarihli “Gas” kararı19 bakımından kötü niyeti değerlendirmek gerekirse, Yargıtay bu
kararında; davacının tanınmış olduğunu iddia ettiği “Gas” markasının davalının marka tescili yaptığı
sırada (1992 ve 1995 tarihlerinde) Türkiye’ de tanınmış olduğunu ispat edemediğinden, davalının bu
markanın varlığından haberdar olduğu veya olması gerektiği ortaya konamadığı için kötü niyetin ispat
edilemediği dolayısıyla tescil tarihinden 10 yıl sonra açılan bu davada davacının sessiz kalma yoluyla
hak kaybına uğradığını belirtmiştir.
Yargıtay burada kararlarında yaygın olduğu üzere, Paris Sözleşmesi anlamındaki tanınmışlığı dar
yorumlayarak yer bakımından Türkiye’ deki tanınmışlığı, zaman bakımından ise davalının tescil
tarihindeki tanınmışlığı dikkate almıştır.
Ancak doktrindeki bir görüşe göre; haksız marka tescili yapan başlangıçta kötü niyetli olsa dahi, marka
hakkı ihlale uğrayan kimse kendi kusuruyla ve uzun süre sessiz kalarak, karşı taraftakine bu eyleminin
caiz olduğu izlenimini vermişse, sessiz kalma sebebiyle hak kaybı ilkesi uygulama alanı bulacaktır.
Çelişki yasağı olarak ifade edilen yaklaşıma göre; karşı tarafta hukuken kabul edilebilen bir güven
duygusu uyandırdıktan sonra davranışını değiştirmek veya yeni ve fakat öncekinden tamamen farklı bir
davranışta bulunarak karşı tarafı hukuken elverişsiz bir konuma sokmak hukuken himaye edilemez.
Böylece çelişkili bir davranış kanunen var olan bir hakkın fiilen ve hukuken kaybedilmesi sonucunu
doğurur20
18
Oğuzman/Barlas, Medeni Hukuk, sa.164
Yargıtay 11. HD T. 09.03.2006 E.2005/2888 K.2006/2381 sayılı karar
20
Ahmet Battal, Marka Hakkına Tecavüz Davalarında Dava Hakkının Kötüye Kullanılması, Ticaret Hukuku ve Yargıtay
Kararları Sempozyumu Bildiriler-Tartışmalar sf.48, XVIII, 22.06.2001 (Av. Emre Kurt, Yargıtay’ın 09.03.2006 Tarihli GAS
Kararının Değerlendirmesi başlıklı makale yollaması ile)
19
5/7
Keza, Yargıtay’ın kötü niyet olduğu takdirde her halükarda sessiz kalma yoluyla hak kaybının
olmayacağı yönündeki genel görüşüne istisna teşkil edebilecek 14.06.2012 tarihli “Tiger” kararında21
da“ Her ne kadar yukarıda açıklandığı üzere 556 Sayılı KHK’nın 42/1-a bendi uyarınca kötü niyetli tescil
halinde hükümsüzlük davası süreye tabi değilse de, bu hakkın kullanılmasının sınırı da MK. 2.
Maddesidir” diyerek kötü niyet olsa bile sessiz kalma yoluyla hak kaybının kabul edilebileceğine işaret
ettiği görülmektedir. Bu kararda davacının, dava konusu tescillerin yapıldığı tarihte tanınmış olup
olmadığı, davalının davacının yurtdışındaki markalarının varlığından haberdar olmuş olabileceği
ihtimalleri üzerinde durulmak yerine, “davacı-karşı davalının Türkiye’ de yapmış olduğu 1983 tarihli
marka başvurusundan davalı- karşı davacıya ait marka mesnet gösterilerek TPE tarafından “ayakkabı”
emtiası çıkarılmıştır. Buna karşılık davacı-karşı davalı hükümsüzlük davası açmamıştır. Aradan 23 yıl gibi
bir zaman geçtikten sonra davacı-karşı davalının hükümsüzlük davası açması MK. M.2 ile bağdaşmaz”
diyerek kötü niyetten ziyade sessiz kalma olgusuna dikkati çekmiştir. Burada Yargıtay’ın sessiz kalma
ihmali eyleminin ne surette gerçekleştiği, bu eylemin mahiyetine ve ağırlığına göre bir değerlendirme
yaptığı anlaşılmaktadır. Bu kararla Yargıtay, daha önceki kararlarında yaygın olduğu üzere, sessiz kalma
yoluyla hak kaybı ilkesini kötü niyetin korunamayacağı ilkesi ile sınırlandırmak yerine, 2012 tarihli
kararında tersten bir okuma yaparak, kötü niyetin korunamayacağı ilkesini sessiz kalma yoluyla hak
kaybı ilkesi ile sınırlandırmıştır.
Söz konusu “Tiger” kararının incelenmesinde dikkati çeken diğer bir nokta, kararda davacının dava
açmasını “davalı markası için emek sarf edip masraf ve yatırımlar yaparak ticari çevrelerde tanıtmak
suretiyle kendisine ait yeni bir değer oluşturduktan sonra söz konusu değerin yok edilmesi” olarak
tanımlamıştır. Bu tanımlamadan, ikinci tescili yaptıran davalının markasına rıza gösterildiği zannıyla
markaya yaptığı yatırım ve emeğin de dikkate alındığı, bu çerçevede davacının dava açmasının “hakkın
kötüye kullanılması” sayıldığı anlaşılmaktadır.
Sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğramanın sonuçları
Sessiz kalmanın hukuki sonuçlarından ilki sessiz kalan, diğeri ise fiiline sessiz kalınan üzerinde doğurduğu
sonuçlardır. Sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğrayan taraf aynı zamanda hakkını ileri süremediği tarafta bir
kazanılmış hak sahipliği doğurmaktadır. Dolayısıyla sessiz kalan bu fiiliyle karşı tarafa bu hakkını ileri
süremeyeceğinden hak kaybına uğradığı gibi, fiiline sessiz kalınan da kullanımı neticesinde sessiz kalana
karşı bir kazanılmış hakka kavuşmaktadır. Bu kazanılmış hak nedeniyle, sessiz kalan önceki hak sahibinin
“sessiz kalınan süre” sonunda bu hakkı ileri sürmeye kalkışması da hakkın kötüye kullanılması olarak kabul
edilmektedir. Burada önemli olan, marka sahibinin veya öncelik hakkı sahibinin marka üzerindeki hak
kaybının mutlak bir hak kaybı olmadığı, sadece sessiz kalınan ihlal açısından nispi bir hak kaybı olduğu,
dolayısıyla marka sahibinin diğer hak ihlallerine ilişkin talep ve dava ikame etme haklarının devam ettiğidir.
Av. Ece Eyigün
İstanbul Barosu-39872
21
Yargıtay 11. H.D. 14.06.2012 T. 2010/8788 E. 2012/10516 K.
6/7
Kaynakça:
556 Sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname
Medeni Kanun
Yargıtay Kararları Dergisi
Marka Hukuku, Erdal Noyan
Ergun Önen, İnşai Dava
Karşılaştırılmalı Markalar Hukuku, Av. Kutlu Oytaç
Marka HUKUKU 556 Sayılı KHK Şerhi, Cilt II, Yasaman
D.C. Ohlgart, “Rights Conferred and Limitations”, Conferance on Community Trade Mark, Alicante
Fikri Mülkiyet Hukuku, Ünal Tekinalp
Karahan, Haksız Rekabet Davalarında Zamanaşımları ve Sessiz Kalma Nedeniyle Hak Kaybedilmesi İlkesi
Karahan, Gerçek Kişi Unvanlarının Korunması ve Sessiz Kalma Nedeniyle Hakkkın Kaybı İlkesi
Ticari İşletme Hukuku, Poroy/Yasaman
Ticari İşletme Hukuku, Arkan
Pollaud-Dullian, Droit De La Propriete Industrielle
Fikri Mülkiyet Hukuku Davalar ve ihlaller, İstanbul Barosu Yayınları
Oğuzman/Barlas, Medeni Hukuk
Ahmet Battal, Marka Hakkına Tecavüz Davalarında Dava Hakkının Kötüye Kullanılması, Ticaret Hukuku ve Yargıtay
Kararları Sempozyumu Bildirililer-Tartışmalar sf.48, XVIII, 22.06.2001 (Av. Emre Kurt, Yargıtay’ın 09.03.2006 Tarihli GAS
Kararının Değerlendirmesi başlıklı makale yollaması ile)
7/7

Benzer belgeler