Sayı 20 / Mart 2010 - İletişim Fakültesi

Transkript

Sayı 20 / Mart 2010 - İletişim Fakültesi
Atilla Sertel
Öğrenci Konseyi
Her sayımızda bir danışma kurulu üyemizi tanıttığımız köşemizde, bu ay ki konuğumuz
Atilla Sertel. Atilla Sertel ile
gazetecilik mesleğine yeni
başlayacaklara ipucu niteliği
taşıyan bir röportaj gerçekleştirdik.
2’de
Öğrenci Konseyi Seçimleri FAY ve SUSMA isimli
grupların çekişmesine sahne olmuştu. Şimdi
bu iki grup seçim neticesinde bir arada öğrencilerin sesi olmak için mücadele ediyor.
Görevi devralan yeni Öğrenci Konseyi’nin
başkanı Gökhan Altun’la bir röportaj gerçekleştirdik. Grupların koalisyonundan, Öğrenci
Konseyi’nin işlevselliğinden ve projelerden konuştuğumuz Gökhan Altun konseyi ve iyimser
gelecek planlarını bizle paylaştı.
6’da
Ünivers
http://univers.ieu.edu.tr
İEÜ İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi
Toplumsal Cinsiyet ve kadın çalışmaları
üzerine bir merkez: EKOKAM
İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin 8. merkezi olarak kurulan Toplumsal Cinsiyet
Sorunları ve Kadın Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (EKOKAM)
ilk etkinliğini 8 Mart 2010 tarihinde gerçekleştirdi. EKOKAM’ın Müdürü Prof.
Dr. Gülsüm Baydar, ile yönetim kurulu
üyeleri Prof.Dr. Sevda Alankuş, Yrd. Doç.
Dr. Tijen Ersoy Harcar, Öğretim Görevlisi
Itır Bağdadi ile birlikte merkezin kuruluş
amacı ve faaliyetleri üzerine görüştük.
Sarphan Uzunoğlu: EKOKAM Üniversitemizin 8. merkezi olarak kuruldu ve ilk
etkinliğini de 8 Mart 2010 tarihinde gerçekleştirdi. Bu etkinlikle ilgili de sorum
olacak sizlere; ama önce, EKOKAM’ın
kuruluş amacını ve hedeflerini sormak
istiyorum. Gülsüm Baydar: EKOKAM Bundan birkaç ay önce kuruldu ama bundan önce de
bir tarihi var. İsterseniz aramızda o tarihin
en çok içinde olan Itır anlatsın. Itır Bağdadi: EKOKAM’ın merkez olarak
yaptığı ilk faaliyet 8 Mart; ama ondan önce
kadın konulu iki konferans gerçekleştirmiştik. EKOKAM fikri daha önce, üniversitemizde toplumsal cinsiyet çalışmaları yapan
akademisyenlerin böyle bir merkez ihtiyacını hissetmesiyle ortaya çıktı. Çalışmalar
nne Çocuk Eğitim Vakfı bir sivil
toplum kuruluşu olarak şu sıralar
geliştirdiği eğitim programlarıyla, tüm
annelere yaşam boyu sürekli eğitim fırsatı veriyor. Bunun yanında Türkiye’nin
dört bir yanında birçok anne ve çocuğa
eğitim fırsatı oluşturmaya çalışıyor. Eğitim programları süresince yeni eğitim
modellerini ve sürekli gelişen teknolojiyi kullanan ve böylece ihtiyacı olan
herkese çalışma alanları konusunda kaynak olabilecek bir kuruluş. Türkiye’nin
her köşesinde şu eğitimler verilmekte:
Eğitim Yaklaşımımız, Erken Çocukluk
Eğitimi, Aile Eğitimleri, Kadın Destek
ve Okuma Yazma Eğitimleri, Televizyon
Programları, Kırsal Eğitim Programları,
Uluslararası Çalışmalar. Özellikle aile
eğitiminde 3 -11 yaşları arasında çocuğu
olan anneler bu program için hedeflenen
kitle, bunun dışında 3-6 veya 7-11 yaşİçindekiler »
Mart2010 Yıl3 Sayı20
Filmmor kadın filmleri
festivali başladı
Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali, kadınlar ile kadınlar için
sinema yapmak, üretmek ve düşlemek
amacıyla 2003 yılından beri sinema ve
medyada olduğu gibi hemen hemen her
alanda cinsiyetçiliğin, şiddet ve ayrımcılığın olmadığı bir yaşama film sarıyor.
12-21 Mart 2010’da İstanbul’da 10-11
Nisan’da Kars’ta, 17-18 Nisan’da Sinop’ta
olacak.
İletişim2
Öğr. Gör. Itır Bağdadi, Prof. Dr. Sevda Alankuş, Yrd. Doc. Dr.
Tijen Ersoy Harcar, Prof. Dr. Gülsüm Baydar ve Sarphan Uzunoğlu
birkaç yılımızı aldı. Merkez kurulup ardın- kamuyla iletişim. İlki toplumsal cinsiyet
dan faaliyet geleceğine, önce faaliyetlerimiz konularında oryantasyon programında yer
geldi, sonra merkezin kurulması gerçekleşti. almak, seçmeli dersler açmak gibi faaliyetKadın Konferanslarımızdan ilkini 2006, di- leri, ikincisi Türkiye’de ve uluslararası alanğerini 2008 yılında gerçekleştirdik.
da bu konularda çalışmalar yapan kişilerle
Gülsüm Baydar: Hocamız Prof. Dr. Hül- konferans olsun sergi olsun çeşitli faaliyetya Tütek bunun öncülüğünü yaptı; kendisi leri paylaşmayı, sonuncusu ise kamuya açık
şu an bizim danışma kurulu üyelerimizden faaliyetler düzenlemenin yanı sıra benzer
birisi. Merkezin amacına gelince bunun kamu kuruluşlarıyla ilişkiye geçmek gibi
üç ayağı var denebilir. Öğrencilere yöne- çabaları kapsıyor. Bu işe heyecanla başladık.
lik toplumsal cinsiyet bilincini geliştirecek 8 Mart’taki Kadınlık Halleri söyleşisi bunlaDevamı Sayfa 4’de
faaliyetler, akademik içerikli çalışmalar ve rın ilkiydi....
AÇEV’den anne ve çocuklara güzel bir gelecek
A
Dünya Tiyatro Günü
ları arasında çocuğu olan annelere farklı
bir eğitim sistemiyle hizmet verilebiliyor.
Bir diğer eğitim programı olan Kadın
Destek ve Okuma Yazma Eğitimleri’nde
Türkiye genelindeki gönüllü eğitmenler
hafta sonu ikişer saat okuma gruplarına
liderlik yaparak Açev’deki tüm kadınlara okuma yazma öğretiyor. Açev bunun
yanında Sabancı Vakfı Hibe Programları kapsamında “Kadınların Çok Yönlü
Güçlendirilmesi” Projesi ve “Kadınların
Güçlendirilmesi İçin Okuma Yazma”
Projesi gibi, birçok farklı çalışmada da
anneler arasında eğitimi sürekli kılmak
için gelişimini sürdürüyor. Ayrıca başarıyla tamamlamış oldukları projeler
de var; “Bugün Çocuğunuzun Yarını”
Anne Eğitimiyle Çocuk Gelişimine
Destek Projesi, Güneydoğu Anadolu
Bölgesi Yaz Anaokulları ve Aile Destek Projesi, Kaynakları Kısıtlı Ailelerin
Güçlendirilmesi: Cinsel Sağlık / Üreme
Sağlığı ve Anne Baba Eğitimi Modeli,
Cinsel Sağlık-Üreme Sağlığı ve Haklarımız için Okuma Yazma Projesi, “Eğitimde ve Toplumsal Katılımda Cinsiyet
Eşitliğinin Sağlanması” Projesi, AB “Kadın Hakları için Okuma Yazma: Siyasi
ve Sivil Haklar Eğitimiyle Kadının Güçlendirilmesi” Projesi. Son olarak ‘’Ben
de destek olmak istiyorum’’ derseniz,
kısa mesajla ya da bankalar aracılığıyla
bağış yapabilir, [email protected] adresine
mail atıp gönüllü eğitmen olabilir, eğer
bizzat görüşmek istiyorsanız İzmir Bornova’ daki Açev Temsilcilik binasına uğrayabilir, tüm adres ayrıntılarını ve Açev
hakkında her şeyi www.acev.gov adresinde bulabilirsiniz. Tüm annelerimizin
geçmiş 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar
Günü kutlu olsun.
Özge Üçtop
Damla Aktan akademik
kariyer İlerliyor
Azmi ve başarısıyla sadece iş yaşantısında
değil aynı zamanda dostlarının gönlünde
de taht kuran mezun öğrencilerimizden
biri Damla Aktan. Aktan, 2006 yılında
Uluslar Arası İlişkiler ve Avrupa Birliği
Bölümün’den mezun oldu. Şu anda İzmir
Üniversitesi’nde çalışan ve aynı zamanda
idari bir görevde de yer alan Damla, bir
yandan da bütünleşik doktora sınavına
hazırlanıyor.
Kampüs5
Eril meclis “kaderimiz”
olmasın
Her alanda eşitsizliğe ve şiddete dur demek için, dur diyenlerin sesini duyurmak
için Ka-der’deydik. Sadece son günlerde
meclisin içinde değil, eril tohumlu toplumların her alanında rastladığımız cinsiyet ayrımcılığı, eşitsizlik ve kadına yönelik
şiddeti -sözde- alın yazımızdan olağanüstü çabalarıyla silmeye çalışan bir kuruluş
KA-DER (Kadın Adayları Destekleme ve
Eğitme Derneği)...
STK9
İletişim2 z Kampüs3-6 z Edebiyat7 z English8 z STK9 z Kadın10 z İnceleme11 z Medya12 z Kültür-Sanat13 z Dosya14 z Rehber15 z Spor16
2 İletişim
Mart2010 Yıl3 Sayı20
http://univers.ieu.edu.tr
Kadın, bir gölge olmaktan çıkıp,
sekizinci kez beyaz perdede boy gösteriyor
Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali, kadınlar ile kadınlar için sinema yapmak, üretmek ve
düşlemek amacıyla 2003 yılından beri sinema ve medyada olduğu gibi hemen hemen her alanda cinsiyetçiliğin,
şiddet ve ayrımcılığın olmadığı bir yaşama film sarıyor.
F
ilmmor Kadın Kooperatifi kadınların sinema ve medyaya
katılımını, bu alanda
kendilerini ifade edebilme, iletişim ve üretim
alanı yaratabilmelerini
arttırmak ve kadınların
temsil ve deneyimlerini
yaygınlaştırmak için 1221 Mart 2010’da İstanbul’ da Fransız Kültür
Merkezi, Goethe Enstitüsü, İstanbul Modern
salonlarında, ardından
10-11 Nisan’da Kars,
17-18 Nisan’da Sinop’
ta olacak. Ayrıca bu yıl,
Creteil Kadın Filmleri
Festivali (Festival De
Films De Femmes) ortaklığıyla 31 Mart - 6
Nisan tarihleri arasında Türkiye’den kadınların filmleriyle Fransa’da da beyaz perdelerde
boy gösterecek.
Festivalde neler var, diye merak edenler için
işte yanıtı:
Marleen Gorris Toplu Gösterimi, Carole
Roussopoulos anısına, Ermenistan KIN (Kadın) Filmleri Festivali Seçkisi, Jin Jiyan Azadi, Cins Cinsiyet Cinsiyetler, 30 Yıl Sonra 12
Eylül, Sinemada Kadınlar: Melek ya da Şeytan, Masum ya da Fettan ya da Hiç Kimse
bölümlerinde gösterilecek filmlerin yanı sıra
Anneke Smelik’in katılacağı bir panel, yönetmenlerle söyleşiler... İstanbul’ da her akşam
film gösterimleri ve özel etkinliklerle Akşam
Festivali, festival kapanışında 2. Altın Bamya
Ödülleri... 20 ülkeden, yüzlerce kadından
bir türlü tanımlanamayan namus, töre gibi
kavramlara bir itiraz niteliğinde filmler!
Filmmor yapımları, farklı kadın hallerini,
deneyimlerini destekleyerek 1 Ağustos - 1
Ekim 2010 tarihleri arasında çeşitli mecra
ve etkinliklerle atölye katılımcıları tarafından sinema, fotoğraf ve tasarım atölyelerinde
kendi İstanbullarını anlatacak. Kadınların
düşlediği İstanbul’un ortaya çıkarılması dileği ile kadınlar tasarım atölyelerinde cinsiyet
eşitliğine duyarlı şehir işaretlerini hazırlayacak.
Cinsiyet cezalıları ya da beden timsallerinin
adı olan kadın olgusunu yıkmak, yerine düşünen, duyguları olan kadın portresini yaratmak için Filmmor film atölyesi kadınların
bilgi, deneyimlerini buluşturan Film okuma, Hazırlık, Senaryo Sözlü Tarih, Çekim
ve Kurgu, Film Eleştirisi gibi atölyelerden
oluşan Atölyemor ile sinemacı, akademisyen
kadınların danışmanlığında sürdürülüyor
ve her yıl yaklaşık 15 kadına sinema bilgi ve
pratiği edinme olanağı sağlıyor. Gözyaşının
eksik olmadığı bedenlerin sahibi olmak istemeyen kadınların gözünden hayata bakmak
isteyenlere Filmmor Uluslararası Kadın Film
festivali önemle tavsiye edilir.
Seray Özbiçer
Atilla Sertel:
“İzmirli gazeteci zorluklar içinden haberi bulup alandır”
İzmir’in yetiştirdiği önemli basın değerlerinden biri olan Atilla Sertel, ”Gazeteci çok okumalı, araştırmalı, bilgi sahibi
olmalıdır. Bugün ülkemizde bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan çok sayıda meslektaşımız vardır.” diyerek bir gazetecinin nasıl olması gerektiğini, kişisel yaşantısını ve meslek hayatının bilinmeyenlerini Ünivers’ le paylaştı
Rahmetli Onursal Başkanımız İsmail
Sivri’yi saygıyla, sevgiyle anıyorum. Rahmetli Sivri bu federasyonun kurucu genel
başkanıydı. Rahmetli Sivri federasyonu kurdu ve Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı
Nazmi Bilgin’e görevi devretti. Biz bayrağı
Nazmi Bilgin’den 12 yıl sonra aldık. Seçimle gelen ilk Genel Başkan diyebilirsiniz. Ben
federasyona emeği geçen herkese teşekkür
etmek isterim.
Erman Gönülşen: Atilla Sertel’i biraz tanıyabilir miyiz?
Atilla Sertel: Atilla Sertel’i biraz anlatayım. Eskişehir’de doğdum. Memur ailenin
çocuğuyum. İki kız kardeşim var. Babamı
16 yaşında yitirdim. O yaşlardan itibaren
yaşam mücadelesinin içindeyim. Çalışarak
okudum. Ege Üniversitesi Gazetecilik ve
Halkla İlişkiler Yüksek Okulu mezunuyum.
1979’da Milliyet Gazetesi’nde başladığım
gazetecilik yaşamımı Güneş, Yeni Asır,
Hürriyet, Gözlem ve Gazete Ege’de sürdürdüm. Eşim Ziynet Sertel ile 1993 yılında
kurduğumuz Ajansta yayınladığımız İzmir
Söz Gazetesi ile Şehir ve Başkan Dergisi’ni
çok uzun yıllar yayınladık. 26 Mayıs 2009
kongresinde İzmir Gazeteciler Cemiyeti
Başkanı, 27 Eylül 2009 tarihinde de Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı seçildim. Halen bu iki görevi sürdüren
emekli bir gazeteciyim.
Gazetecilik ve Halkla İlişkiler eğitimi almanıza rağmen neden bir dönem politikayı seçtiniz?
1989 yılında Hürriyet Gazetesi’nde rahmetli Çetin Emeç’in işe aldığı ve çok iyi
bir maaş alan gazeteci olmama rağmen o
dönemde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Yüksel Çakmur’un teklifi üzerine daire başkanlığına getirildim. Basın ve
Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı görevi sırasında tanındık, sevildik ve bu süreçte politikaya itildik diyebilirim. 1991 seçimleri
öncesi yapılan önseçimde büyük bölümü il,
ilçe başkanlığı yapmış deneyimli ağabeylerimin arasından, sanıyorum 24 aday adayı
katılmıştı, partililer beni ikinci sıraya seçti.
33 yaşında milletvekili olacaktık. Baraj yüzde 25 idi ve bizim oylarımız yüzde 23.8’de
kaldı. Dönemin popüler isimlerinden sonradan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı
olan Ahmet Piriştina DSP’den karşımızda
aday oldu. DSP’de yüzde 20 civarında oy
aldı. Yüzde 43.8 oy çöpe gitti ve Anavatan
Partisi 800 küsur oyla barajı aşarak dört
milletvekili çıkardı. Neden politikayı seç-
tiniz diye soruyorsunuz. Ben de toplumun
tüm sorunlarını bilen, dile getiren, araştıran, soruşturan aydın gazetecilerin niye milletvekili seçilmediğini sorarım. Her meslek
grubundan insan meclise gidiyor da gazeteciler neden sayıca az kalıyor ben de bunu
merak ediyorum. Örneğin Hakan Tartan
hem vekilimiz, hem bakanımız oldu, şimdi
de Konak Belediye Başkanı. Bundan önceki
belediye başkanımız da Erdal İzgi’ydi. Bu
arkadaşlarımızın başarılar bizim için yüz akı
olmalı diye düşünüyorum.
İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak, İzmir medyası hakkında neler düşünüyorsunuz? İzmir’de basın sektöründe iş
olanağının az olduğu düşüncesi hakkında fikriniz nedir?
İzmir basını çok yetenekli, nitelikli gazetecileri hep bağrından çıkaran, usta çırak
ilişkilerini iyi değerlendiren, üretken bir
basındır. Bugün İzmir’den hangi gazeteciyi
alırsanız alın, İstanbul’da hemen her gazetede görev yapabilecek insanlardır. İzmirli
gazeteci zorluklar içinden haberi bulup
Atilla Sertel
alandır. İstanbul ve Ankara’da ki meslektaşlarından onu ayıran en önemli özellik de
budur. İzmirli gazeteciler zorluklara rağmen
mesleğini sürdürme konusunda kararlı, duyarlı, meslek sevdalısı insanlardır. Ve gazetelerde diğer illere örnek olacak kalitededir.
Habercilikte de, yayıncılıkta da İzmir daima
öncüdür. Ancak ekonomik kriz, iktidarın
basın üzerindeki uygulamaları daralmayı
da beraberinde getirmiştir. İzmir’in gazete
patronları yalnızca gazetecilik yapmaktadır.
İzmirli gazete patronlarını da gerek yaygın
gerekse diğer kent gazetelerinden ayıran en
önemli özellik de budur. Gazeteden para
kazanmak mümkün değildir. Resmi ilanlar
daralınca, kriz nedeniyle ilan verenler de
bütçeyi kesince yerel basın da nefes alamaz
noktaya gelmiştir. Bu durum da işsizliğe neden olmuştur.
Gazeteciler Federasyonu Başkanlığı’na
da seçildiniz ve bildiğimiz kadarıyla Federasyon Başkanlığı ilk defa İzmir’de bulunan bir gazeteci tarafından üstleniliyor.
Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Milliyet, Hürriyet, Güneş, Yeni Asır gibi
kuruluşlarda önemli görevlerde yer almış
biri olarak bu mesleğe gönül veren öğrencilere neler tavsiye edersiniz?
Gazetecilikte son yıllarda çiğnenen bir kural var. Haber yazarken gazeteci kendi yorumunu asla katmaz. Son yıllarda yorum
haber yazılır oldu. Haber iki ayaklı olur,
suçlayan kadar suçlanın da aynı haber içinde söz hakkı olmalıdır. Bu kural sıkça çiğnenmektedir. Biz suçlayalım gerekirse yarın
suçlanan yanıtını verir denmektedir ki bu
son derece yanlıştır. Gazeteci olayı, haberi
yorum katmaksızın olduğu gibi kamuoyuna aktaran olmalıdır. Yorum köşe yazarlarına, yorumculara aittir. Son yıllarda yine
gazeteci televizyonlarda yorum yaparken,
gazetelerde köşe yazarken savcı hatta yargıç
olabilmektedir. Ele aldığı kişiyi, kurumu
önce savcı gibi suçlamakta, sonra yargılamakta ve kitlelerin gönlünde müebbet
hapse mahkum etmektedir. Yargının suçlu bulmadığı ve beraat ettiği nice sanıklar
bazı gazetecilerce televizyon ekranlarında
mahkum edilmiştir. Bu durum mesleğimize
olan inandırıcılığı, güveni zedelemektedir.
Gazeteci çok okumalı, araştırmalı, bilgi
sahibi olmalıdır. Bugün ülkemizde bilgi
sahibi olmadan fikir sahibi olan çok sayıda meslektaşımız vardır. Onların varlığı da
mesleğimizin sıkça tartışılmasına neden olmaktadır. O nedenle genç gazeteci kardeşlerimin çok okuyan, araştıran, sorgulayan
insanlar olması en büyük dileğimdir. Ben
gelecekten umutluyum.
http://univers.ieu.edu.tr
Mart2010 Yıl3 Sayı20
Psikoloji Bölümü sınırları aştı
Kampüs 03
100
kişiye sorduk...
Eczanelerden aldığımız
ilaçların yakında marketlerde
satılacak olması sizin için iyi
olurmu ?
%12 Evet
%78 Hayır
%10 Kararsız
Sizce ülkemizde medyanın
toplum üzerinde önemli bir
etkisi varmı ?
%83 Evet
%11 Hayır
%6 Kararsız
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi, Psikoloji
Bölümü Araştırma Görevlisi Selim Bilgin ve Psikoloji Bölümü 3’üncü sınıf öğrencisi Gözde Gökalp, 25 Avrupa ülkesinde
300bin üyesi olan Avrupa Psikoloji Öğrencileri Topluluğu(EFPSA) Kongresi’ne
konuşmacı olarak davet edildi. Geçtiğimiz yıl aynı kongreden üçüncülükle dönen Selim Bilgin bu kez daha da iddialı.
Kongreye ilk kez katılacak Gözde Gökalp
ise, “Ülkemizin adını Psikoloji alanında
dünyaya duyuracak olmanın heyecanını
yaşıyorum “diyor.
Türkiye’yi temsil edecekler
İEÜ Psikoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr.
Hakan Çetinkaya tarafından yürütülen
ders kapsamında Psikoloji Bölümü öğrencilerinin, bölüm asistanlarının gözetiminde yaptıkları bilimsel çalışmalar ses
getirmeye devam ediyor. Son olarak Selim
Bilgin ve Gözde Gökalp, araştırmalarıyla
Hollanda’nın Baarlo kentinde 18-25 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek olan
EFPSA Kongresi’ne davet edildi. Alp Giray Kaya, Selim Bilgin, Gözde Gökalp ve Hakan Çetinkaya
Bu yıl 24’üncüsü düzenlenen kongrede Kongrede, Öğretim Görevlisi Alp Giray
araştırmalarını sunacak olan Bilgin ve Kaya danışmanlığında yürütülen “GözleGökalp, 25 ülkeden 7’şer öğrencinin davet nen Eşleşme Örüntülerinin Erkeklerin Eş
edildiği kongrede Türkiye’yi temsil ederek Tercihlerine Etkisi” başlıklı araştırmayla
araştırmalarıyla yarışacak. “Psikolojide ülkemizi temsil edecek olan Gözde GöLaboratuvar Teknikleri ve Enstrümentas- kalp, “Böylesi prestijli bir toplantıya ülyon” dersi kapsamında hazırladıkları araş- kemizden davet edilen yedi kişiden birisi
tırmalarıyla kongreye davet edilen ikili, olmak ve yurtdışında ülkemi ve üniversi300bin üyesi olan topluluğa araştırmala- temi temsil edecek olmak beni çok heyecanlandırıyor ”diye konuştu.
rını sunacak.
Kongrede, yürüttüğü “Cinsel Uyarıl- Öte yandan Psikoloji Bölüm Başkanı Doç.
manın Bilişsel Süreçlere Etkisi” başlık- Dr. Hakan Çetinkaya, öğrencilerin aldıklı araştırmayla ülkemizi temsil etmeye ları araştırma odaklı eğitimin ürünlerini
hak kazanan Bilgin, “İzmir Ekonomi hızla toplamaya başladıklarını dile getireÜniversitesi’nin sağladığı bilimsel zemin- rek, şunları söyledi: “Tüm Türkiye’den sade akademik disiplinden kopmadan öz- dece 7 öğrenci bu konferansa davet ediliyor
gürce çalışmalar yapıyor olmaktan çok ve ikisi İzmir Ekonomi Üniversitesi’nden
büyük keyif alıyorum. Ortaya çıkan çalış- seçiliyor. Psikoloji bölümü olarak hedemalarımızın uluslararası bilim camiası ta- fimiz eğitimimizin nitelik ve kalitesiyle
rafından kabul görüyor olmasından gurur ortaya çıkan araştırmalarımızın ulusal sıduyuyorum” dedi. Bilgin, geçtiğimiz yıl nırları aşarak ülkemiz ve üniversitemizin
da EFPSA’ya “Ulusal Kimliğin Konumu- adını dünyaya duyurması. Bu davetler bize
nun Sosyal Karşılaştırmalar Çerçevesinde gösteriyor ki İzmir Ekonomi Üniversitesi,
İncelenmesi” araştırmasıyla katılmaya hak Psikoloji Bölümü eğitim kalitesiyle ulusal
kazanarak üçüncülük ödülü kazanmıştı. sınırları giderek aşıyor.”
Zor zamanlarda iktisat
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi, 17 Şubat
1923 yılında ilki gerçekleşen 1. İzmir
İktisat Kongresi’ni 77.’inci yıldönümünde
“Zor Zamanlarda İktisat” Sempozyumuyla
andı. Sempozyuma Türkiye’nin dört bir yanından akademisyenler, gazeteciler ve ekonomi uzmanları konuşmacı olarak katıldı.
Ekonomiye yön veren kurum karar vericileri ve akademisyenlerin ve bölge işadamlarının konuşmacı ve katılımcı olarak yer aldığı Zor Zamanlarda İktisat Sempozyumu
başladı. İzmir Ekonomi Üniversitesi, Liderlik ve Yönetişim Merkezi(EKOLİDER)
tarafından gerçekleştirilen sempozyumda
iki gün boyunca geçmişten günümüze
yaşanan krizler ve nedenleri tartışılacak.
Tüm dünyanın içine düştüğü kıskaçtan
çıkış yolları aranacak. İEÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Tunçdan Baltacıoğlu,
gerçekleştirdiği açılış konuşmasında küresel ekonomik krizin etkisinin sürdüğünü
vurguladı. Amerika’nın kendisini toparlamasına karşın krizin, Yunanistan başta
olmak üzere Avrupa Birliği ülkelerinde
etkisinin giderek derinleştiğine işaret eden
Prof. Dr. Baltacıoğlu, “Bu sempozyum,
krizin nedenlerini, tarihsel bağlamı içinde
önceki krizleri de dikkate alarak değerlendirecek.” dedi. Ankara, Hacettepe, Harran, Maltepe, Marmara, ODTÜ, Uludağ,
Sabancı ve Strasbourg Üniversiteleri’nin
Türkiye’de bu yıl mevcut
alışveriş merkezlerine 65
adet ilave yapılacak proje söz
konusu. Ülkemizde bu yıl
Sizce Türkiye’ nin bu
kadar avm ye ihtiyacı varmı ?
%33 Evet
%35 Hayır
%32 Kararsız
Ünivers
İEÜ İletişim Fakültesi
Uygulama Gazetesi
Sahibi
Prof.Dr. Attila Sezgin
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Prof.Dr. Sevda Alankuş
Yayın Kurulu
Öğr.Gör. Burak Doğu
Araş. Gör. Nükhet M. Tayaz
Yazı İşleri
Seray Özbiçer, Halil Türkden
Sarphan Uzunoğlu, Hakan Gözütok,
Anıl Eren Küçük, Erman Gönülşen,
Selin Bayraktar, Özge Üçtop
Mart Sayısı Bölüm Editörleri
Öğr.Gör. Burak Doğu
Araş.Gör. Nükhet M. Tayaz
Görsel Yönetmen
Öğr.Gör. Burak Doğu
Tasarım
Hakan Gözütok
Yer
İzmir Ekonomi Üniversitesi
Balçova
http://univers.ieu.edu.tr
yanı sıra Milliyet Gazetesi, Dünya Gazetesi ve TCMB’nin de konuşmacılarla temsil
edildiği sempozyumu organize eden İEÜ,
EKOLİDER Müdürü Doç. Dr. Hakan
Yetkiner, ortaklaşa etkinlikler aracılığıyla İzmir’i bilim merkezi haline getirmeyi
amaçladıklarını belirtti. Sempozyumun
açılış oturumunda Prof. Dr. Hurşit Güneş,
‘’Ekonomik Krizlerin Siyasi Temelleri’’ konulu sunum yaptı. Milliyet Gazetesi Eko-
nomi yazarı, Marmara Üniversitesi emekli
öğretim üyesi Prof. Dr. Güneş, 1958 den
beri Türkiye’nin girdiği ve yaşadığı krizlerden farklı olarak, içsel dinamiklerden farklı bir kriz yaşandığını söyledi. Bir krizin
temel göstergesinin büyümenin durması
ve işsizliğin artması olduğunu belirten
Güneş, 2010’da Türkiye’de eksi büyüme
olmayacağı için krizin geçmeye başladığını
söyleyebileceğimizi belirtti.
Yerel, aylık süreli yayındır.
Mart 2010
Basım Yeri: Yılmaz Matbaacılık
ve Form 2826 Sokak No: 52
Kat: 3/301 I. Sanayi Sitesi
İzmir (232) 459 97 18 pbx
»
04 Kampüs
Kısa Kısa
AÜ-0
•İzmirİEÜ-3,
Ekonomi Üniversitesi(İEÜ) Bayan
Voleybol Takımı 3’ünü Türkiye Aroma
Ligi’nde haftasonu gerçekleşen müsabakada
Anadolu Üniversitesi’ni 3 – 0(25 – 19,
28 – 26, 25 – 22) yenilgiye uğrattı. Son
galibiyetiyle beraber 15’de 15 ulaşan İEÜ
Bayan Voleybol Takımı kırılması zor bir
rekora imza atmış oldu. İzmir Ekonomi
Üniversitesi(İEÜ) Bayan Voleybol Takımı
3’ünü Türkiye Aroma Ligi’nde hafta
sonu gerçekleşen müsabakada Anadolu
Üniversitesi’ni 3 – 0(25 – 19, 28 – 26, 25
– 22) yenilgiye uğrattı. Son galibiyetiyle
beraber 15’de 15 ulaşan İEÜ Bayan
Voleybol Takımı kırılması zor bir rekora
imza atmış oldu. İEÜ Spor Koordinatörü
Vehbi İşgören bu sezonda 2. Lige lige
yükselmek istediklerini ve bu hedeflerine
emin adımlarla ilerlediklerini söyledi.
Oyun alanım kentim gibi
•projesi
İzmir Ekonomi Üniversitesi, 62 İç Mimarlık
ve Çevre Tasarımı ve 77 Mimarlık Bölümü
2. sınıf öğrencisi, 38 Işıkkent Okulu 4.
sınıf öğrencisi ile katılımcı bir tasarım
süreci sonucunda oyun alanı tasarladı. İki
hafta süren projede, 15 ayrı oyun strüktür
önerisi ortaya çıktı.
Hasırcı, projenin bir diğer bir amacının
da, tasarımcıların bir mekânın potansiyel
kullanıcılarına söz hakkının sıklıkla
verilmediği, hâlbuki “kullanıcı-odaklı”
tasarım yaklaşımı ile tasarım sürecinde
hızla ilerlenebileceği ve böyle süreçlerin,
süreç ve bütçeye yardımcı olmakla beraber,
kullanıcılara da tasarımı etkilemenin
projeye büyük güven ve sorumluluk
duygusu yüklediğini söyledi. Hasırcı
sözlerine, özellikle çocuk mekânlarıyla
ilgili çocuklara fikir sorulmadığını, fakat
hızla değişen bir dünyada çocuklarla
ilgili yaptığımız birçok varsayımın
yanlış olabileceği ve bu gerçeğin çocuk
gelişimini kötü yönde etkileyebileceği
ve yaratıcılıktan uzak mekânların
ortaya çıkabileceğini ekledi. Seminer ve
değerlendirme jürileriyle devam eden
süreçte yaratıcı sonuçlar ortaya çıktı.
•
İEÜ’de , ödüllü AA
fotoğrafları sergisi
İzmir Ekonomi Üniversitesi, Anadolu
Ajansı(AA) Foto Muhabirleri Ödüllü
Fotoğraflar Sergisi’ne ev sahipliği
yapıyor. İEÜ İletişim Fakültesi ve AA
işbirliğiyle düzenlenen sergi ile birlikte,
İletişim Fakültesi Danışma Kurulu’nun
6. toplantısı da gerçekleştirildi. AA
foto muhabirlerinin 1994 ile 2009
yılları arasında farklı kategorilerde ödül
alan fotoğrafları arasından seçilmiş 35
fotoğrafın bulunduğu serginin açılışı
İEÜ fuaye alanında gerçekleşti. Açılış
töreni, AA Yönetim Kurulu Başkanı
ve Genel Müdürü Dr. Hilmi Bengi,
AA Yönetim Kurulu Üyesi Reşat Yazak,
İzmir Ticaret Odası (İTO) Yönetim
Kurulu ve İEÜ Mütevelli Heyeti Başkanı
Ekrem Demirtaş, İEÜ Rektörü Prof.
Dr. Atilla Sezgin, TRT İzmir Bölge
Müdürü Muharrem Acar, RTÜK
Bölge Müdürü Cengiz Karakaşoğlu,
AA Fotoğraf
Haberleri
Müdürü
Abdurrahman Antakyalı, AA İzmir Bölge
Müdürü Muammer Başkan, Konak
Belediye Başkanı Hakan Tartan, Türkiye
Gazeteciler Cemiyeti Federasyonu ve
İzmir Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye
Gazeteciler Federasyonu Başkanı Atilla
Sertel, İletişim Fakültesi Danışma Kurulu
üyesi olan iletişim sektörü temsilcileri
ile çok sayıda davetlinin katılımıyla
gerçekleşti.
Mart2010 Yıl3 Sayı20
http://univers.ieu.edu.tr
Toplumsal Cinsiyet ve kadın çalışmaları üzerine
bir merkez: EKOKAM
Devamı Erkeklik Halleri olarak gelecek. Zaten tek başına kadın sorunu diye bir
şeyden bahsetmek zor. Merkezin ismindeki toplumsal cinsiyet olgusunu vurgulayıp
buna göre adım atmayı tercih ediyoruz. Kadınlık ve Erkeklik Halleri’nin içeriği
neydi? Tam olarak konukların seçilme sebebi neydi?
Sevda Alankuş: Merkezimizin adında dikkat
ederseniz, kadından önce toplumsal cinsiyete
vurgusu var. Ancak, çoğumuz Kadın Çalışmaları yapıyoruz ve kadın sorunları konusuna da özel bir ilgi gösteriyoruz. Bu yüzden
kuruluş sonrası ilk etkinliğimiz 8 Mart’da
oldu. Nasıl olmasın ki? Niye “Kadınlık Halleri” dedik adına? Bu, merkezimizin kadınlık
hallerine daha doğrusu toplumsal cinsiyet
rollerine bakışını da açıklıyor. Ne kadınlara ne de erkeklere daha doğrusu toplumsal
cinsiyet formlarına homojen değil, her biri
kendi arasında olduğu gibi kendi içinde de
farklıklar içeren kategoriler olarak bakıyoruz.
Ancak, aynı zamanda bu hallerin farklarını
çağraz kesen ortaklıklar olduğunu da düşünüyoruz. Örneğin kadın dünyanın her yerinde
şiddet görüyor. Değişen formlarıyla ataerki
kökenli ayrımcılıklara, baskılara maruz kalıyor. “Kadınlık Halleri”nde iki konuğumuz
vardı. Eser Köker ve Aksu Bora. Her ikisi de
feminist çalışmalar yapan akademisyen ve
aktivist. Aksu, neredeyse bütün kültürlerde
ev ile tanımlanan kadının ev hallerinden söz
etti. Eser ise, kadınlar hatırlandığında neredeyse yegane ve özsel bir kıymet olarak öne
çıkarılan anneliği tartıştı. Şimdi bu söyleşiyi tamamlamak üzere, 22 Mart’ta “Erkeklik
Halleri”ni tartışacağız. Yine iki konuğumuz
olacak. Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları
Araştırma ve Uygulama Merkezi’nden Serpil
Üşür ile edebiyat eleştirmeni Ömer Türkeş.
Kuşkusuz toplumsal cinsiyet ketegorilerinin
farklılıklarını ya da ortaklıklarını böyle iki
paneller verebilmek mümkün değil, ama bir
yerden başladık işte.
EKOKAM’ın çıkış noktasında bir akademik bakış açısı mı var, yoksa temel olarak
Türkiye sorunlarına ayağı yere basan bir
bakış açısı mı söz konusu? Kadın Araştırmaları merkezi kadınların hayatına döne
çalışmalar yapacak mı?
Tijen Ersoy Harcar: Evet evet, ikisi de var
kesinlikle. Gülsüm hocanın söylediği gibi.
Kadınsal sorunlara baktığınızda bu bir ağ.
Kadın var, odak o. Ama toplumsal sorunlara
baktığınızda kadın tam ortasında oturuyor.
Odak o. Kadın sorunun çözülmesiyle toplumda birçok sorun çözülebilir. İstihdamı,
eğitimi, hepsini hem akademik yönden inceliyor, hem de toplumun birçok sorununu
çözecek şekilde sosyal etkiye de açık olmasını
hedefliyoruz diye düşünüyorum. Itır Bağdadi: EKOKAM fikri ilk ortaya
çıktığı zaman sadece akademik dünyayla
kendimizi sınırlamanın yetersiz olduğunu
düşündük. Bunun bir de sivil toplum ayağı
ve siyasal odağı olmalıydı. Bu yüzden konferanslarımıza örneğin sivil toplum üyelerini,
yerel yönetici ve siyasetçileri de davet ettik.
Bunun çok başarılı bir çalışma olduğunu
gördük. Bu doğrultuda da devam etmek istiyoruz.
Peki Üniversitelerdeki emsallerinden hangi açılardan farklı olacak EKOKAM?
SA: Türkiye’de kadına yönelik politikalar
bir bakıma zorunlulukla devlet politikalarının parçası haline gelince Üniversitelerde
birbiri ardından Kadım Araştırma ve uygulama Merkezleri kurulmaya başlandı. İlki de
1989’da kuruldu. Sayıları da her yıl artıyor
çok da iyi oluyor. Ama kanımca bir sorun var
bu merkezlerin çoğunluğuyla ilgili. Kadın
sorunlarının kadınlar tarafından araştırılması ya da tartışılması, bunların kendiliğinden
kadın odaklı olması sonucunu doğurmuyor.
Dolayısıyla bu merkezlerde pekala ataerkinin
dilini yeniden üreten şeylere imza atılabiliyor.
Bunu bizimkisi bu anlamda “iyi” de diğerleri “kötü” demek için söylemiyorum, ancak
böyle bir tehlikenin her zaman varlığına işaret etmek için söylüyorum. Ancak yine de bu
çok önemli bir deneyim, bu merkezler içinde
yer alan birçok kadının bizzat kadın sorunlarına ilişkin farkındalığı arttı ve bunları ifade
ederkenki dili değişmek durumunda kaldı,
iyi de oldu. Bu arada elbette Itır’ın söylediği gibi bu merkezleri de üye olan herkesin
aynı şekilde düşünmek zorunda olduğu yerler olarak da görmemek lazım, ancak galiba
mevcut yanlışları tekrarlamamak için de özel
bir özen göstermek lazım. Bizim merkezimize gelince, farkımız ismimizde saklı. Biz
kısaltılmış adımız EKOKAM olmakla birlikte, Toplumsal Cinsiyet Sorunları ve Kadın
Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi
adıyla kurulduk. Yani sorun alanımızı daha
geniş olarak kurduk. İlgili literatürde “seks ve
toplumsal cinsiyet” ayrımını da sorunlu bulanlar bulunmakla birlikte, demek istiyoruz
ki, sadece kadınlar sorunlarla karşılaşmıyor,
toplumsal cinsiyet rolleri sadece kadınlık ve
erkeklik hallerinden ibaret olmadığı ölçüde
yaygın sorun alanları var. Yani özetle konumuzuz diğer merkezlerinkinden farklı, belki
şimdi kadınlık hallerini odağımıza aldık ama,
ileriki yıllarda kadın sorunlarının anlaşılması
için gerekli gördüğümüz “erkeklik halleri” ne
de yoğunlaşacağız, ve hatta bu her iki hale
sığmayan diğer toplumsal cinsiyet kategorileri üzerine de.
Yine bu dönem içinde ya da öteki yıl neler
yapılması planlanıyor ?
GB: Hemen Erkeklik Halleri’nin ardından
Kadın ve Medya başlıklı bir panelimiz olacak. Daha sonra kadın ve diğer disiplinler,
mesela kadın ve mekan, kadın ve ekonomi,
kadın ve siyaset gibi bir seri oluşturarak farklı
disiplinlerle kadınların ilişkileniş biçimlerini
ele alacağız. Yazın bir dizi toplumsal cinsiyet
konulu filmi kamuya açarak açık havada bir
dizi düzenlemek istiyoruz. Kütüphanede de
bir çalışma başlattık. Bizim de topladığımız
yayınlarla toplumsal cinsiyet konularında
var olan az sayıda yayının toplandığı bir köşe
oluşturmak istiyoruz. SA: Gülsüm çalışmalarımızın üç ayağı olduğunu söylemişti. Dolayısıyla yapmak istediklerimizin bir tanesi öğrencilerimize yönelik
eğitimle ilgili. Örneğin, oryantasyon günlerinde sunulan eğitimim içine öğrencilerde
toplumsal cinsiyet ve bundan kaynaklanan
ayrımcılıklar konusunda farkındalık yaratmak üzere, toplumsal cinsiyetle ilgili bir modül eklemek istiyoruz. Bunun dışında bütün
fakültelerde verilen derslerin içeriğinin bu
farkındalığı besleyecek şekilde değiştirilmesine ve konuyla doğrudan ilgili dersler açılmasına çalışacağız. Örneğin, biz halen İletişim
Fakültesi lisans ve Yüksek Lisans programlarında biz “medya ve kadın” konulu dersler
açıyoruz.
IB: Örneğin bizde “Gender Politics” dersi
var. GB: Bizde yok ama ben var olan derslerime
toplumsal cinsiyet konularını katıyorum. SA: Her dersin içerisine toplumsal cinsiyet
konularıyla ilgili bir modül katılmasını sağlamaya çalışacağız kısa vadede. Tabi bu konuda
yeni dersler de açacağız. Bizim Fakültemizde
Medya ve Kadın dersi var örneğin
GB: Bir şey daha var. Üniversitenin toplum
gönüllüleri kulübüyle yaptık biz bu kadınlık halleri söyleşimizi. Biz dışarıya kapalı bir
merkez değiliz. Başka kulüplerin, derneklerin toplumsal cinsiyetle çakışan faaliyetleri
olduğu zaman da katılımlarını isteriz. IB: Kadınla ilgili önyargılar var. Biz bu önyargıları kırmak istiyoruz. Bence kültür en
zor değişen şeylerden biri, akademik araştırmaların da gösterdiği gibi. Öğrenci buraya
geldiğinde 18 yaşında. Diziler izlediğinde vs.
edindiği yargılar var. Biz bu yargıları değiştirmeyi düşünüyoruz. En azından oryantasyon
haftasında bir şeyler yapmayı düşünüyoruz.
Dizilere baktığımızda örneğin birçok şey
görüyoruz. Şiddet gören kadın aşkına sadık
kaldı diye övülüyor vs. Biz bunları ufak da
olsa değiştirebilirsek bu iyi bir şey olur. TEH: Bir şey daha söylemek istiyorum Sevda Hoca’ya ek olarak kısa vadede derslerden
bahsetti. Uzun vadede bu dersleri yüksek
lisans derslerine dönüştürmek de mümkün.
Hatta istatistiksel olarak bunları veritabanına
dönüştürmek mümkün. Çünkü bir veritabanımız yok. Ve biz böyle bir veritabanı kurmayı hedefliyoruz. “Toplumsal cinsiyet Araştırmaları” diyorsunuz ama genel olarak bu Kadın araştırmalarıyla özdeşleştiriliyor. Toplumsal
cinsiyet kavramının içerisine LGBTT gibi
topluluklar da alınıp onlarla ilgili çalışmalar da yapılacak mı?
SA: Bu etik bir sorumluluk, insan hakları sorunu aslında. Bu yüzden sadece Kadın Merkezlerinin sorumluluk alanında kalmaması
gerekiyor. Diğer yandan biz zaten Merkezimizin adıyla da tutarlı biçimde, bunu farkındalık yaratmak, araştırma yapmak istediğimiz alanının gereği olarak görüyoruz.
IB: Logomuza zaten baktığınızda bizde hem
kadın hem erkek hem de üçüncü grubu alan
bir şey olacak. Şimdilik böyle bir şey yapmadık ama ilerleyen zamanlarda cesurca bunu
yapacağız gibi gözüküyor. SA: Biliyorsunuz kadınlardan söz etmeye başladığınızda ya da feminist çalışmalar
yaptığınızı söylediğinizde hemen önyargılar
içeren yaftalarla karşılaşabiliyorsunuz. Dolayısıyla bir Kadın Merkezi kurmanın dışlayıcı olduğunu bile düşünenler var. Oysa bu
merkezler bir sorunun varlığına işaret ediyor.
Yani bu merkezlerin hiçbiri dışlayıcılık yapmıyor, bir sorunun varlığının altını çizmek
üzere kadına odaklanıyor. Ama sadece kadınların ayrımcılık, şiddet, eşitsizlik gibi sorunlarla karşılaşmadığının, önce de söylediğim
gibi farklı farklı kadınlık halleri ile erkeklik
hallerinin ya da cinsel tercihlerin varlığı ölçüsünde farklı farklı sorunların yaşandığının
ayırdındayız. Yani böyle bir sorun alanını dışarda bırakmamız, ya da bu sorun alanında
odaklanmamamız mümkün değil. Ancak bu
tür merkezler üyeleri için de bir öğrenme, farkındalık geliştirme ortamı sağlıyor. Örneğin
ben kişisel olarak “kadınlık halleri” üzerine
daha çok düşündüm, çalıştım, diğer toplumsal cinsiyet kategorileri konusunda daha çok
düşünmem, okumam, çalışmam gerekiyor.
http://univers.ieu.edu.tr
Kampüs 05
Mart2010 Yıl3 Sayı20
Bologna süreci hız kazandı
İ
zmir Ekonomi Üniversitesi Avrupa
Yüksek Öğrenim Alanı yaratmayı hedefleyen Bologna Süreci Kapsamı’nda
çalışmalarına hız kazandırdı. Süreç kapsamında İEÜ İçmimarlık ve Çevre Tasarımı
Bölümü Akademisyenleri, sektör temsilcileri, öğrenciler ve mezunlarla toplantılar dizisi gerçekleştirdi. Programın ilk
ayağında İçmimarlık ve Çevre Tasarım
Bölümü akademisyenleri, sektör temsilcileriyle bir araya geldi. Tasarım ofisleri,
firmalar, kamu, özel sektör kuruluşları ve
meslek odalarından geniş katılımın sağlandığı toplantıda sektörün, bölüm mezunlarından beklentileri ele alındı. Toplantının Bologna Süreci’nin ilk aşaması
olan program hedefinin belirlenmesinde
kendilerine ışık tutacağını belirten İçmimarlık ve Çevre Tasarım Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Emre Ergül,
“Bologna Süreci, 4 aşamadan meydana
geliyor. İlk aşama, program hedeflerinin
belirlenmesi. İkinci aşama, Avrupa Birliği kredi transfer sistemine göre derslerin
yenilenmesi. Üçüncü aşama, yenilenen
ders sisteminin üniversite bünyesine dahil edilmesi son aşama ise bir yıllık deneme. Biz öncelikle sektör temsilcileriyle bir
araya gelerek istihdam ihtiyaçları doğrultusunda gerçekçi çözüm önerileri getirmeyi amaç edindik” dedi. Toplantıya İEÜ
Mütevelli Heyet Üyesi Akın Kazançoğlu,
İEÜ Genel Sekreteri Levent Gökçeer, İç-
2006 yılının başarılı mezunlarından Damla Aktan
Azmi ve başarısıyla sadece iş yaşantısında değil aynı zamanda dostlarının gönlünde de
taht kuran mezun öğrencilerimizden biri Damla Aktan.
2005 -2006 eğitim-öğretim yılında lisans
eğitimini Uluslar Arası İlişkiler ve Avrupa
Birliği üzerinden bitirdikten sonra 20062008 yılları arasında okulumuzda Avrupa
Çalışmaları yüksek lisansını yaparak mezun oldu. Şu anda İzmir Üniversitesi’nde
çalışan ve aynı zamanda idari bir görevde
de yer alan Damla, bir yandan da bütünleşik doktora sınavına hazırlanıyor. İdari
boyutta işlerin nasıl yürüdüğünü ve yönetmelikleri pratik hayatta öğrenirken,
diğer yandan da uzun vadeli hedefi olan
akademik kariyer için çalışıyor. Damla’ya
üniversite eğitiminin mesleki yaşamına
artılarını sorduğumuzda ‘’Dersleri alırken
çok söylendik tabii ama, şimdi arkadaşlarımla konuştuğumuz zaman, aslında aldığımız derslerin ne kadar isabetli olduğunu
fark ediyoruz. Verilen ödevlere ne kadar laf
etmiş olsak da, aslında proje hazırlamayı,
sunum yapmayı, dar zamanlarda çok şey
hayata geçirmeyi öğrendik biz. Benim için
aldığım dersler tam ve yerindeydi, çünkü
akademik kariyer yapıyorum ve dört yıl
boyunca hiç fark etmeden de olsa edindiğim bilgiler bana yazdığım makalelerde,
hazırladığım sunumlarda çok büyük fayda
sağlıyor. Aynı zamanda dört yıl boyunca
okuduğumuz her şeyin İngilizce olması
da, o dili pratik olarak kullanmamı ve hakim olmamı sağladı. Böylece yurt dışında
katıldığım konferanslarda hiçbir sıkıntı
yaşamıyorum. İkinci yabancı dilim olan
Fransızca’nın ise bu alan için seçilmiş en
doğru dil olduğunu düşünüyorum çünkü
hali hazırda Avrupa Birliği’nin resmi dili
İngilizce ve Fransızca. Dolayısıyla, bu dilin bu bölüm için ikinci yabancı dil olması
çok doğru bir seçimdi. Her ne kadar zor
bir dil olsa da, bir kez öğrenildi mi, diğer
her dili öğrenmek çok daha kolaylaşıyor
Damla Aktan
gerçekten. Belki de bu dile hakimiyetin
biraz daha artabilmesi için biz mezun olduktan sonra eklenen, daha pratiğe yönelik dersler bizim dönemimizde olsaydı çok
çok daha ileriye de gidebilirdik. Ama ben
yine de kendi adıma, aldığım eğitimden
oldukça memnunum.’’ diyerek üniversitemizde verilen derslerin ve ikinci yabancı
dilimizin olmasının ne kadar yararlı olduğunu bir kez daha vurgulamış oldu. Özellikle akademisyen olmak isteyen öğrenciler için dört yıl boyunca üniversitemizde
verilen eğitimin, mezun olduktan sonra
bile büyük ve geniş bir bilgi hazinesiyle
donatılacaklarını vurguladı. Bunun yanı
sıra Damla üniversite eğitimi boyunca
yaptığı stajların iş hayatında ve akademik
yaşantısı boyunca çok yararlı olduğunu
sözlerine ekledi. Stajını 2004 yılında 3.
sınıfa başlarken İzmir Ticaret Odası’nda
Halkla İlişkiler bölümünde yapan Damla, daha sonra üniversitemizde asistanlık
yaptığı dönemde birçok tanıtımla ilgili ya
da benzeri organizasyonlarda keyifle yer
almış. Geçtiğimiz ay ise doktora yapan
üç arkadaşıyla birlikte Slovenya tarafından düzenlenen “Challenge Future” isimli
uluslararası bir yarışmaya katılmışlar ve
yarı finale kalmışlar. Şu anda söz konusu
yarışmanın ikinci aşaması için proje hazırlamakta ve bu süreçte İzmir Ekonomi
Üniversitesi’nde İşletme Yüksek Lisansı’na
hala devam etmektedir. Damla’nın bugün
en büyük ideali, alan değiştirmek ve İşletme alanında akademik kariyere devam
ederek iki alanı birleştirmek. Ders anlatmayı, yazmayı, konuşmayı ve paylaşmayı
seven biri için bundan daha doğru seçilmiş
bir meslek de olamaz sanırım. Tüm bunları yaparken 21 yıldır baleyle uğraşmanın
ayrı bir keyif olduğunu bize anlatan Damla, küçüklüğünde hep hayalleri olduğunu ve onları birer birer gerçekleştirdiğini
söyledi. Özellikle baleye olan tutkusunu,
4- 5 yaş arası çocuklara bale dersi vererek,
onlara da bu sevgiyi aşılamayı başarmış.
İçi kıpır kıpır, bir o kadar da başarıya ulaşmak için dişini tırnağına takarak çalışan
ve bilgilerini saklamak yerine paylaşmayı
daha çok seven biri Damla Aktan. İzmir
Ekonomi Üniversitesi olarak başarılarının
devamını diliyoruz.
Özge Üçtop
mimarlar Odası İzmir Şube Başkanı Filiz
Ultav, Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Markus Wilsing’in yanı sıra çok sayıda sektör
temsilcisi ve akademisyen katıldı. İEÜ
İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü,
toplantılar dizisine mezunlar ve öğrencilerle devam etti. Yrd. Doç. Dr. Ergül,
mezunların da sektör tecrübelerinden de
faydalanarak Bologna sürecini etkin bir
yönetimle aktarmayı amaçladıklarını söyledi.
Türk delegasyonu
Irak’ta
İzmir Ekonomi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Birliği
Bölümü Öğretim Görevlilerinden
Itır Bağdadi ve Ozan Arslan Irak’ta
geçen hafta yapılan genel seçimlerde
Türk Dışişleri Bakanlığının seçim
gözlem misyonuna katıldılar. Saddam Hüseyin’in 2003 yılında devrilmesinden sonra gerçekleşen bu
ikinci parlamento seçimlerinde Türk
akademiyası, Dışişleri Bakanlığı ve
düşünce kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan 46 kişilik bir delegasyonla Türkiye ABD’den sonra en
fazla temsil edilen ülke oldu.
Şiddetin arttığı bir ortamda gerçekleşen seçimlerde Türk seçim gözlem
misyonu yoğun güvenlik tedbirleri
altında görev yaptı. Irak hükümetinin resmi davetlisi olarak seçimleri
izlemeye giden Türk delegasyonu
Irak halkından ve yetkililerinden yoğun ilgi ve misafirperverlik gördü.
Daha önce Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) seçim gözlem delegasyonları ile değişik defalar
Azerbaycan ve Kazakistan’da görev
yapan Bağdadi ve Arslan Bağdat’ta
görev yaptıkları süre zarfında, düşünce kuruluşları temsilcileri, milletvekilli adayları ve dışişleri mensupları
ile Türkiye- Irak ilişkileri konusunda
fikir teatisinde bulundu.
Bağdadi ve Arslan, Bağdat Büyükelçimiz Sayın Murat Özçelik’in Irak’ı
konu alan akademik çalışmalarda
bulunma yönündeki nazik davetleri üzerine ilerleyen aylarda bölgeyi
tekrar ziyaret etmeyi düşündüklerini
söylediler.
06 Kampüs
http://univers.ieu.edu.tr
Mart2010 Yıl3 Sayı20
Öğrenci Konseyi değişim için umutlu
Öğrenci Konseyi Seçimleri FAY ve SUSMA isimli grupların çekişmesine sahne olmuştu. Şimdi bu iki grup seçim neticesinde
bir arada öğrencilerin sesi olmak için mücadele ediyor.Görevi devralan yeni Öğrenci Konseyi’nin başkanı Gökhan
Altun’la bir röportaj gerçekleştirdik. Grupların koalisyonundan, Öğrenci Konseyi’nin işlevselliğinden ve projelerden
konuştuğumuz Gökhan Altun konseyi ve iyimser gelecek planlarını bizle paylaştı.
döneminde her günümü okulda geçirip herkesin sorunları ile ilgilenmeye çalışıyorum.
Sarphan Uzunoğlu, A. Gökhan Altun
Sarphan Uzunoğlu: Öğrenci konseyi
seçimleri dahilinde biliyoruz ki birçok
olay yaşandı. İki ayrı grup güncel siyaset
tartışmaları çerçevesinde birbirine karşı kampanyalar yürüttü ve şimdi bu iki
grup beraber çalışıyor. Geçmişe bir perde
mi çektiniz, yoksa gerginlik sürüyor mu?
A.Gökhan Altun: Bu tür çekişmeler adil
olan her seçim ortamında yaşanmaktadır.
Propagandalarımız kesinlikle birbirimize
karşı yapılmamıştır. Bizlere verilen süre içerisinde centilmence seçim kampayalarımızı
yürüttük. Bunun sonunda da, Üniversitemiz için rekor sayılabilecek bir oy olan 2000
sayısına ulaştık. Artık iki ayrı grup diye bir
şey söz konusu değil. Yaptığımız toplantılarda katılım üst seviyededir.
Geçen seneki öğrenci konseyi hakkında
ne düşünüyorsunuz? Yaptıkları ve yapamadıklarını belirten bir katalog yayınladılar, onların yapamadıklarına mı yoğunlaşacaksınız yeni projeleriniz mi var?
Öncelikle şunu söylemeliyim ki; geçmiş
seneki öğrenci konseyinden hiçbir arkadaşımız bu seneki konseyimizde yer almamaktadır. Geçen sene konseyin yaptıkları ile
konseye olan inancımız artmış ve bu seneki
rekor oy oranına ulaşmış bulunmaktayız.
Geçen seneki konseyle karşılaştırmalar tabi
ki yapılacaktır. Tabi ki onların başlatmış
olduğu ve öğrencilerimize katkı sağladığına inandığımız projelerin takipçisiyiz.
Bununla beraber; eğitim, beslenme, sosyal,
kültürel ve spor alanında projelerimiz bulunmaktadır.
Öğrenci Konseyi Başkanı olmak ne demektir? Sizden neler bekleyebiliriz? Siz
öğrenci konseyi başkanı olmayı CV’ye
yazılacak bir iş olarak mı görüyorsunuz,
yoksa öğrenci arkadaşlarımla yapacak
çok şeyim var mı diyorsunuz? Öğrenci Konseyi Başkanı, öğrencilerin seçmiş olduğu ve her bölümden birer temsilcinin yer aldığı Öğrenci Konseyinin Başkanlığı yürütmektedir. Rektörün ve tüm Fakülte
Dekanların katıldığı, ayda iki defa yapılan
Senato Toplantılarına katılma ve öğrencilerin isteklerini yönetime sunma hakkına
sahiptir. CV’ye yazılacak bir iş olarak gören bir başkan adayına 22 bölüm temsilcisi
oy vermez. Bir iş görüşmesine gittiğinizde
CV’nizde Konsey Başkanlığı yazması değil,
Konsey Başkanlığı süresince ne yaptığınız
önemlidir. Ben beş senedir Latin Dans Kulübü yönetim kurulu içinde bulundum ve çok
sevdiğim Kulüp Başkanlığı görevini yoğunluk sebebiyle bırakmak durumunda kaldım.
Beşinci senemi geçirdiğim Üniversitemizde,
son senemi de öğrenci arkadaşlarımızın sesi
olmak için harcayacağım. Üç haftalık tatil
Öğrenci konseyi ilk dönemi nasıl geçirdi? Elde edilen kazanımlar nelerdi? Aralık ayının ikinci haftası görevi teslim
aldığımız düşünülürse, ilk dönem çalışmaların projelendirilmesi ve konsey de yer
alan arkadaşlarımızla görev dağılımı yapılması ile başladık. Şuanda kesinleşen ve
onayı çıkan projelerimizi sizlerin aracılığı
ile öğrenci arkadaşlarıma açıklamaktan
gurur duyarım. Çıktı merkezlerinin sayısını artırıyoruz. Bu bilgisayarları M Blok
ve yurt binasına yerleştirip 15 şubata kadar
kullanıma hazır hale getireceğiz. İkinci
dönem “Bölümler Arası Halı Saha Turnuvası” başlayacak. Kulüpler birliğinin
tüzüğünü bitirip onayını aldık ve Kulüp
başkanları ile düzenli toplantılarımıza
başlayacağız. Firuz Catering ile yapılan
görüşmeler sonrasında 5 TL ye menüler
yaptırıyoruz. Akşam 18.00’dan sonra açık
olan restorantımızda dört çeşit yemek 4TL
den satılmaktadır. 4-7 Mayıs tarihleri arasında tüm Üniversite öğrencilerine açık ve
ücretsiz konferans serisi olan “educo fest”
organizasyonu üzerinde çalışıyoruz. Sigara
içen arkadaşlarımız için kapalı sigara alanlarının oluşturulması üzerinde projeler yürütmekteyiz. Bu sene mezun olacak öğrencilerimizide unutmadık. Unutulmayacak
bir mezuniyet balosu hazırlıklarına şimdiden başladık. Aynı şekilde bu sene andaç
fiyatlarını geçen senenin altına çekip, birde
interaktif andaç cd’si hediye edeceğiz. Konsey en çok da bir yerlerden (Alışveriş merkezleri vs.) indirim almakla
görevliymiş gibi gözüküyor. Konseyin
amacı daha çok tüketimi daha ucuza
yaptırmak mı yoksa okuldaki öğrenci
hakları üstünde çalışmak mı? Eğer ikincisiyse bu konuda ne yapılıyor?
Yemek kapasitesinin okulumuzda yetersiz
olduğunda hemfikiriz sanırım. Bunun sonucu olarak, öğrenci arkadaşlarımız çevre
alışveriş merkezlerine gitmektedir. Amacımız tüketimi artırmak değil, zaten yapılması gereken tüketimi; İzmir Ekonomi
Üniversitesi öğrencilerine daha uygun fiyata sunmaktır. Bu sene sadece yemek üze-
rine değil; sinema ve kitapevlerinde de indirim çalışmalarımız yürütülmektedir. Bu
indirimler kesinleştiği zaman okuldaki panolarda afişe edilecektir. Genel olarak baktığınız zaman tüm çalışmalarımız öğrenci
hak ve ihtiyaçlarına yöneliktir. Öncelikle,
Öğrenci Konseyine öğrencilerin inanması
gerekmektedir. Öğrencilerimiz sorunlarını bizlere getirmezlerse biz bu konulardan
haberdar olamaz ve dolayısıyla çözüm üretemeyiz. Kütüphanenin alt katında K200
numaralı oda Öğrenci Konseyine aittir.
Öğrencilerimiz istedikleri zaman gelip
bizlere şikayetlerini veya projelerini getirebilirler.
Ulusal bir konseyler kongresine katıldınız. Gözlemleriniz neler? Bizim konseyimizin ve yetkilerinin sınırları ne ve siz bu
sınırlar içinde ne kadar özgürsünüz? Aralık
ayının
son
haftasında
Kahramanmaraş’da Ulusal Konsey Yönetim Kurulu seçimlerine katıldım. 80 Üniversitenin Konsey Başkanın katıldığı üç
gün süren bir süreçti. Devlet Üniversitelerinin daha yoğun katılım gösterdiği kongrede
de tekrar gördüm ki diğer vakıf üniversitelerindeki konseylere sağlanan imkanların çoğundan mahrum durumdayız. Bunda yeni
kurulmuş bir üniversite olmamız ve yeterli
kampüs alanımızın olmaması da büyük bir
etken. Bizler ilk göreve geldiğimizde “şenliklere kimi getireceksiniz?” sorusu ile karşı
karşıya kaldık. Burda sizin aracılığınızla ilk
defa söylüyorum ki: 9. Bahar Şenliği Öğrenci Konseyi tarafından organize edilmemektedir. Bizim ilk çalışmalarımız şenliği
organize etme yönündeydi. Fakat Öğrenci
Dekanlığından bu konuda destek göremedik. Öğrenci Dekanlığının kendi seçmiş
olduğu “Öğrenci Şenlik Takımı” bu şenliği
organize etmektedir. Diğer Üniversitelerle
Vakıf Üniversiteleri ile karşılaştırdığımızda
yetki ve görev alanı oldukça kısıtlı. Öğrenci
Konseyi olarak bu durumu tersine çevirmeye ve yaptığımız projelerle bu alanı büyütmeye çalışmaktayız. Şunu unutmayalım
ki; okulumuzda okumakta olan 6000 kişi
Öğrenci konseyinin doğal üyesidir. Ne yapıyor isek öğrencilerimiz için yapmaktayız
ve yapmaya devam edeceğiz.
Ekonomi’nin mutfağından lezzetler
D
ünyada uzun zamandır çeşitli üniversite ve enstitülerin programları
arasında yer alan mutfak sanatları, yakın
zamanda ülkemizde de ilgi odağı haline
geldi. Bunda, kültürel yapıdaki değişimin
etkisi olduğu kadar, Türkiye’nin en hızlı
gelişme gösteren sektörünün turizm olmasının da önemli bir payı bulunmakta. İzmir
Ekonomi Üniversitesi Uygulamalı Yönetim
Bilimleri Yüksekokulu bünyesinde yer alan
Mutfak Sanatları ve Yönetimi Programı da
pratik bilgi ve beceri sahibi olmanın yanı
sıra, dünya mutfak kültürlerine hakim şefler ve şef adayları yetiştirmeyi amaçlamakta.
Mutfak Sanatları Yönetimi Bölümü kursiyer şefi Muhammed Orhun Uslu’ya verilen
bir Türk Yemeği tarifini sizlerle paylaşıyoruz. Bu yemek Uslu ailesinin en çok sevdiği
yemeklerden olup Muhammed Orhun’un
annesi bu yemeği özel günlerde yapmakta.
Geleneksel olarak bu tarif Baharın gelişini
müjdeleyen bir festival olan Hıdrellez zamanı pişirilen bir yemek.Ciğer sarma, Türkiye lezzet haritasına Edirne’ den işaretli
bir Trakya mutfağı uygulamasıdır. Aslın-
da ciğer sarmasının uygulama ve malzeme
özellikleriyle bir Rumeli mutfağı ürünü
olduğunu söylemek daha yerinde olur. Zira
sakatatların yöre mutfağında kullanımı oldukça yaygındır. Bu uygulamada da ciğer
ve kuzu gömleği kullanılmaktadır. Eski dönemlerde özellikle Hıdrellez zamanlarında
yapılmaktaydı. Besi hayvancılığın olmadığı
bu dönemlerde küçükbaş hayvanların kuzuladığı dönemlere bahar aylarında bereketin
artmasını, sürüye yeni katılan hayvanlarını
müjdelemek için sahipleri tarafından yapılıp konu komşuya dağıtılırdı. Ciğer sarma
yapılıp dağıtılması bir çeşit statü göstergesi
olarak dahi algı yaratıyordu. Besi hayvancılığın artmasıyla her dönemde körpe kuzu
bulunabildiği için bu yemeğin yapımı daha
yaygınlaşmıştır. Özellikle Osmanlı mutfağı
konseptini taşıyan restaurantların prestijli
yemekleri arasında görülmektedir.
Malzemeler :
Bir takım kuzu ciğeri
Körpe kuzu gömleği
1 Büyükbaş soğan
1,5 su bardağı pirinç
2 Baş taze soğanın yeşil yaprak kısımları
1 yemek kaşığı kıyılmış dereotu
Yarım çay bardağı kuş üzümü
Yarım çay bardağı dolmalık fıstık
1 Çay kaşığı kuru nane
1 Yumurta sarısı
Yarım çay bardağı sıvı yağ
Tuz, karabiber
Kaynar su
Hazırlanışı :
Kuzu gömleğini bir tepsiye alıp üzerine sıcak su ilave edip çözülmesini bekleyin.
Derince bir tavaya sıvı yağı alıp, dolmalık
fıstıklarla ince kıyılmış soğanları pembeleşinceye kadar çevirin.
Küçük kuşbaşı şeklinde doğranmış ciğerleri
ekleyip sürekli çevirerek pişirmeye devam
edin.
Ardından yıkanıp nişastası süzülmüş pirinçleri ilave edin.
Pirinçleri çevirirken ince kıyılmış soğan
yapraklarını, kuş üzümü, kuru nane ve dereotunu ilave edip, baharat ve tuzunu ayar-
Muhammet Orhun Uslu
layın.
Pilav hazırlar gibi kaynar su ilave edip, bir iç
pilav hazırlayıp demlendirin.
Çözülmüş kuzu gömleklerini 15 X 15 cm
gibi ebatlarda bıçakla kesip, içerisine iç harcı boca koyun.
Kuzu gömleğini iç harç taşmayacak şekilde
sıkıca sardırıp, sardığınız taraf alta gelecek
şekilde bir fırın tepsisine dizin.
Üzerine yumurta sarısı sürüp, yüksek hararette ( 180-200 C ) fırında nar gibi oluncaya
değin fırınlayın.
Sıcak veya ılık olarak servise alın.
Muhammed Orhun Uslu
http://univers.ieu.edu.tr
Edebiyat 07
Mart2010 Yıl3 Sayı20
Ölü Erkek Kuşlar / İnci Aral
Mor’u ile Orhan Kemal Roman
ödülünden önce, “Ölü Erkek
Kuşlar “adlı ilk romanı ile Yunus Nadi Roman ödülüne layık
görüldü İnci Aral. Sıradanlığın
ötesine geçmeyi başarmış bir
yazar olan İnci Aral, kadın ve
özgürlüğü, kadın kimliği ve
kadının toplumsal yerini her
romanında ayrı birer motif
gibi inceler, sorgular. Yazmak
ile yazar olmanın birbirine
karıştığı günümüz edebiyat
dünyasında İnci Aral, kadını romanlarına birer konu
gibi giydirmek yerine romanını kadın olgusu için
var eder adeta. Sanattaki
yerinin objeden öteye geçememiş kadın olgusu bir kimyaya dönüşür
İnci Aral’ ın romanlarında.
Kendi benliğinin ve sınırların ölçülebilirliğinin sorgulandığı Ölü Erkek Kuşlar
ise, bir kadın ve iki erkeğin kadın ve erkek olma yolunda sınırlar, öngörmeler,
toplumsal koşullar ile nasıl biçimlendiği irdeleniyor İnci Aral’ın kaleminden.
Mürekkebinde tolumsal yargıların, katılığın, şiddetin belli bir tarihsel dönemin
baskısı ile iletişimsizliğin uzlaşmazlık ve
çözümsüzlüğe dönüşünü yoğuran Aral,
birine tutkulu, ötekineyse köklü bir sevgi
ve evlilik bağı ile bağlı bir kadını kendi
odağına alarak; aşkı, bağımsızığı, mutluluğu, evliliği ve kadın olmayı kadınca
resmediyor okuyucusuna. Bir erkeğin
varlığı ile yokluğu arasında gidip gelen
bir kadının lirik bir dil ile yoğurulmuş
kimyasına tanık olduğumuz Ölü Erkek
Kuşlar’ da İnci Aral, satırlarını okuyan
her erkeği ise ürkütüyor tanık oldukları
cesur, kimi zaman nevrotik kadın kimyasından.
“Yalvarma, ağlama ve yemin etme! Kapılarını kapat; öyle sıkı kapat ki bir daha
kimse, hiçbir zaman senin o zedelenmiş
yalnızlığına adım atamasın. Onu Onar
ve koru, çünkü o senin ve aynı zamanda
benim”
Ve aşk olgusu, boğazda düğümlenmiş
sözlerin aksine öyle yalın, öyle sade çıkıyor ki karşınıza; Ölü Erkek Kuşlar’ı okuyan, tanık olanın içinden kuşlar göçer,
engel olamayız, dedirtiyor.
“Sevmek, lokmanızı çiğnemeyi unutarak
masa başında kalakalmaktır. Sevmek,
sonradan usulca okşamaktır bir elin değdiği yerini saçlarınızın...”
Seray Özbiçer
Çok satanlar
D&R
Pandora
Yakın kitapevi
1 Kayıp Gül
Serdar Özkan
1 Görünmeyen
Paul Auster
2 Muz Sesleri
Ece Temelkuran
2 Muz Sesleri
Ece Temelkuran
3 Kayıp Sembol
Dan Brown
4 Küçük Arı
Chris Cleave
3 Velev ki ciddiyim!
Gülse Birsel
4 Ejderha Dövmeli Kız
Stieg Larsson
5 Aşk
Elif Şafak
5 Kayıp Gül
Serdar Özkan
6 Ay Hırsızı
Sunay Akın
6 Tıbbın Gizemli Tarihi:
Semboller
Zeki Tez
7 Velev ki ciddiyim!
Gülse Birsel
8 Bu Dinciler O Müslümanlara
Benzemiyor
Soner Yalçın
1 Muz Sesleri
Ece Temelkuran
7 Çöküş : Gizli Tarih
Yalçın Küçük
8 Bilimin Henüz Yanıtlayamadığı
Michael Hanlon
9 Ejderha Dövmeli Kız
Stieg Larsson
9 Kontrbas
Patrick Süskind
10 Görünmeyen
Paul Auster
10 Deri : Bedenin Örtüsü
Claude Bouillon
Piraye / Canan Tan
D
izelere dökülmüş en güzel aşk
belki de Nazım Hikmet ve karısı Hatice Piraye’nin. Kitabın baş
kahramanı Piraye de babasının Nazım
Hikmet’e olan hayranlığından dolayı
almış ismini hatta ablasının ismi de
Hatice ama biz Piraye’nin ağzından
onun kendi hayat hikayesine yoğunlaşıyoruz.
Piraye idealleri olan, ismiyle bütünleşmiş, sol görüşlü, özgür, tam bir
İstanbullu olarak tanımlıyor kendini.
Nazım Hikmet’in şiirlerini okudukça
gerçek Piraye ile kendini özdeşleştirip
o da bir gün kendi “Nazım” nı bulacağı ve duygularını dizelerle anlatacağı
günü bekliyor. Piraye okumayı, sanatı
çok seviyor. En büyük hayali konservatuarın tiyatro bölümüne girmekken
daha kitabın en başında kendinden
taviz vermeye başlıyor ve ailesinin is-
tediği Diş Hekimliği Fakültesine gidiyor. İlerde de başına gelecek birçok
istemediği olaydaki gibi bu duruma da
alışıyor Piraye.
İlk önce Arif giriyor Piraye’nin hayatına ama tek paylaştıkları şey onların
deyimiyle şiirleşmek oluyor. Piraye
arkadaşlarıyla gezmenin onlarla rahat
vakit geçirmenin, kendiyle baş başa
kalmanın rahatlığını, mutluluğunu
hiçbir ilişkisinde bulamıyor ve özgürlüğü bununla bağdaştırıyor. Kitabın bir çok okurunu etkilediği kısmı
Piraye’nin Diyarbakırlı Haşim ile karşılaşmasıyla başlıyor. Aşkına yenik düşen Piraye içindeki özgür ruhlu kuşu
kafese kitliyor ve erken yaşta evlenip
Diyarbakır’a gelin gidiyor. Kendisiyle
olan çelişkilerini, sevinçlerini, kızgınlıklarını dizelerle açıklamaya devam
ederken düşünceleriyle uyguladıkları-
2 Kayıp Sembol
Dan Brown
3 Görünmeyen
Paul Auster
4 Bu Dinciler O Müslümanlara
Benzemiyor
Soner Yalçın
5 Cumhuriyet Türk Mucizesi
Turgut Özakman,
6 Kayıp Gül
Serdar Özkan
7 Aşk
Elif Şafak
8 Öfkeli Yıllar
Altan Öymen
9 Ay Hırsızı
Sunay Akın
10 Kapital Manga Cilt II
Karl Marx
nın tezatlığının onda yarattığı etkiyi
rahatça görebilmemizi sağlıyor.
“Diyarbakır, bil ki direnmem sana
değildi. Altın tepside sunulan acı şerbetti beni ürküten. Devrimci ruha sahip Piraye’nin İstanbul’dan kopmak
istememesini yadırgama. Anadolu’nun
en ücra köşelerine bile koşarak gidecek yüreğe sahipti o. Ağalığa, beyliğe
kulaklarını tıkamış, halktan yana, özgürlük aşığı, yüzü insana dönük; ama
deneyimsiz, toy, gencecik bir kız. Anlamaya çalış onu.”
Piraye içinde büyük bir umutla gittiği
Diyarbakır’da törelere yenik düştüğünü, onu Piraye yapan şeyleri kalbinin
derinliklerine gömdüğünü ve geçen her
günde mutluluktan uzaklaştığını bazen anlatıyor bazen hissettiriyor. Kitabın sonunda gerçekleşen beklenmeyen
olay, Piraye’nin dram dolu hayatında
unutamayacakları arasına ekleniyor.
Toplumun her kesiminden beğeniyle
karşılanan Piraye, Canan Tan’ın sade
ve sürükleyici anlatımıyla buluşmuş
etkileyici bir roman.
Türe Şahin
8 English
Mart2010 Yıl3 Sayı20
http://univers.ieu.edu.tr
Flavours from Culinary Arts and Management
T
he field of Culinary Arts, which has
featured in the courses of various universities and institutions for several years,
has also attracted much attention in our country. Tourism, being Turkey’s most rapidly
developing sector together with the changes
in cultural structure, has an important role
in this case.
The aim of the Culinary Arts and Management Program established under the auspices
of Izmir University of Economics, School of
Applied Management Sciences is to develop
practical knowledge and skills, and to raise
chefs and chef candidates that are experts in
world culinary cultures. Since these individuals will be working especially in tourism
and accommodation sector, the culinary art
training should have a quality that develops
communication and managerial knowledge
and skills. This traditional Turkish Recipe was given to
Muhammed Orhun USLU who is a trainee
chef, here in our Culinary Arts Department.
This recipe is a favourite of the USLU family and Muhammed Orhun’s mother prepares this meal for special occassions. Traditionally, this recipe is used for Hıdrellez
which is a Festival that heralds the arrival of
Spring.
Wrapped lamb liver burger is a Thracian cu-
isine listed from Edirne. Actually, it is more
appropriate to say that wrapped lamb liver
burger is from Rumelia cuisine with its application and ingredients. Because the giblets
are very common in the local cuisine. We
are using “ciğer and kuzu gömlek” in this
recipe.
In old times, this meal was prepared especially in Hıdrellez. In those days, fatlings
were not available and when the small cattle
were lambed in springtime, this meal was
prepared by the owner of the cattle and delivered to the neighbors to increase fertility.
Cooking and delivering wrapped lamb liver
burger was even a status indicator. When
fatlings increased, it was easier to find young
lambs in any time of the year so this meal
became widespread. It is one of the most
prestigious meals of the restaurants with Ottoman Cuisine concept.
Ingredients
Lamb liver
Kuzu gömleği
1 big onion
1,5 water glass of rice
Green leaves of 2 fresh onions
1 table spoon of minced dill
Half a tea glass of currants
Half a tea glass of pine nuts
1 tea spoon of dried mint
1 Egg yolk
Half a tea glass of oil
Salt, pepper
Boiled water
Preparation
Take “kuzu gömleği” in a tray,
pour
some hot water on it, and wait until it
dissolves.
Pour some oil in a saucepan and sauté the
pine nuts and finely chopped onions.
Add the livers chopped in small pieces and
sauté the livers
Thoroughly wash the rice and add to the
pan
While stirring the rice add finely chopped
onion leaves, currants, dried mint, dill salt
and pepper.
Add some hot water as if you are preparing
pilaf.
Cut kuzu gömleği measuring around 15 X
15 dimensions and put the filling you prepared generously in it.
Wrap kuzu gömlek firmly and place on the
baking tray wrapped sides down.
Brush gömlek with egg yolk and put it into
the oven in 180-200C cook until well roasted.
Best Served hot or warm.
First national interior architecture students meeting was held
computers for each student.” IUE Board of
Trustees President Demirtaş stated that they
were constructing a new building for the Faculty of Fine Arts and Design as an indication of their trust in students and said that the
building would be an anonymous study of
the students and faculty academicians. Demirtaş stated that not an item, not even the
doors in the building would be standard.
E
conomics Board of Trustees President
Ekrem Demirtaş said, “If you design
good, produce quality, you take place in
the world. Turkey became a regional power
with this young power and creative people.
The aim is Global Power Turkey in 2023.”
Demirtaş congratulated the team that organized the 1st National Interior Architecture
Students Meeting and said, “We are a young
university that trusts youth. In 2001, while
establishing IUE, we thought of a studentoriented university that allocates laptop
Chamber of Interior Architects General President Turhan Tektürk, Chamber of Interior
Architects İzmir Branch Chairperson Filiz
Ultav, Chamber of Architects İzmir Branch
Chairperson Hasan Topal, Eskişehir Anadolu University Head of Department of Interior Architecture Assoc. Prof. Burak Kaptan
and İzmir University of Economics Head of
Department of Interior Architecture Asst.
Prof. Markus Wilsing attended the first session as speakers. The problems of the sector,
the similarities, and differences of architecture and interior architecture are introduced
in the session.
In the second session, Cengiz Bektaş, Tevfik
Balcıoğlu and Nilgün Çarkacı shared their
Support your little brothers and sisters
E
conomics Board of Trustees President
Ekrem Demirtaş said, “If you design
good, produce quality, you take place in
the world. Turkey became a regional power
with this young power and creative people.
The aim is Global Power Turkey in 2023.”
Demirtaş congratulated the team that organized the 1st National Interior Architecture
Students Meeting and said, “We are a young
university that trusts youth. In 2001, while
establishing IUE, we thought of a studentoriented university that allocates laptop
computers for each student.” IUE Board of
Trustees President Demirtaş stated that they
were constructing a new building for the Faculty of Fine Arts and Design as an indication of their trust in students and said that the
building would be an anonymous study of
the students and faculty academicians. Demirtaş stated that not an item, not even the
doors in the building would be standard.
Chamber of Interior Architects General President Turhan Tektürk, Chamber of Interior
Architects İzmir Branch Chairperson Filiz
Ultav, Chamber of Architects İzmir Branch
Chairperson Hasan Topal, Eskişehir Anadolu University Head of Department of Interior Architecture Assoc. Prof. Burak Kaptan
and İzmir University of Economics Head of
Department of Interior Architecture Asst.
Prof. Markus Wilsing attended the first session as speakers. The problems of the sector,
the similarities, and differences of architecture and interior architecture are introduced
in the session.
In the second session, Cengiz Bektaş, Tevfik
Balcıoğlu and Nilgün Çarkacı shared their
ideas with the students in the session entitled The Borders of Architecture and Interior
Architecture Professions. Cengiz Bektaş underlined the importance of teamwork with
the examples in his own life. Bektaş told
that while designing a place, the purpose of
the place should be taken into consideration
and designing procedure must be carried out
with a good team and he underlined the fact
that the profession of interior architecture
had to interact with architecture and other
disciplines.
İzmir University of Economics Dean of Faculty of Fine Arts and Design emphasized
the importance of indoors and said, “Interior Architecture is an architectural design
discipline that does not deal with roof, groundwork, and façade.”
Famous designers like Doğan Hasol, Barbaros Şansal and Yalın Tan attended the event
organized by IUE Department of Interior
Architecture and Environmental Design
students as speakers. Later, a cocktail took
place in Alsancak Railroad Terminal with
the contribution of Konak Municipality.
ideas with the students in the session entitled The Borders of Architecture and Interior
Architecture Professions. Cengiz Bektaş underlined the importance of teamwork with
the examples in his own life. Bektaş told
that while designing a place, the purpose of
the place should be taken into consideration
and designing procedure must be carried out
with a good team and he underlined the fact
that the profession of interior architecture
had to interact with architecture and other
disciplines.
İzmir University of Economics Dean of Faculty of Fine Arts and Design emphasized
the importance of indoors and said, “Interior Architecture is an architectural design
discipline that does not deal with roof, groundwork, and façade.”
Famous designers like Doğan Hasol, Barbaros Şansal and Yalın Tan attended the event
organized by IUE Department of Interior
Architecture and Environmental Design
students as speakers. Later, a cocktail took
place in Alsancak Railroad Terminal with
the contribution of Konak Municipality.
http://univers.ieu.edu.tr
STK 09
Mart2010 Yıl3 Sayı20
KA-DER: eril meclis “Kader”imiz olmasın
S
adece son günlerde meclisin içinde
değil, eril tohumlu toplumların her
alanında rastladığımız cinsiyet ayrımcılığı, eşitsizlik ve kadına yönelik şiddeti
-sözde- alın yazımızdan olağanüstü çabalarıyla silmeye çalışan bir kuruluş
KA-DER (Kadın Adayları Destekleme
ve Eğitme Derneği)... 2009 yerel seçimlerinin vahim sonuçlarına çok da uzak
olmadığımız ve 8 Mart Dünya Emekçi
Kadınlar Günü öncesinde, KA-DER
İzmir Şubesi Başkanı Meltem Onay ile
bir röportaj yaptık. Amacımız basit:
Her alanda eşitsizliğe ve şiddete dur
demek için, dur diyenlerin sesini duyurmak. Bol eşitlikçi ve sıfır şiddetli
günler dileğiyle, iyi okumalar...
Selin Bayraktar: İzmir’de son zamanlarda yaptığınız çalışmalardan kısaca bahseder misiniz?
Meltem Onay: Ben, ilk olarak geçtiğimiz
yerel seçimlerden sonra şube başkanı olarak seçildim. 2009 Ekim ayında ise genel
bir seçimle tekrardan başkanlığıma devam
eden bir sürece geçtim. KA-DER’in misyonu doğrultusunda hareket edebilmesi için
herşeyden önce kendine bazı hedefler belirlemesi gerekiyordu. Bu hedefleri dernek içi
ve dernek dışı faaliyetler olarak ikiye ayırdık. Dernek içinde üyelerin birbirleri ile ilgili yakın ilişkisi ve işbirliğini sağlamak çok
önemliydi. Bu konuda gerek kişisel gerekse
siyasi konulara yönelik eğitim planları yaptık. Dernek dışında bulunan gruplarımız
ise; sivil toplum kuruluşları, siyasi partilerin kadın kolları, semt evleri, halk eğitim
merkezleri, sendikalar, üniversiteler olarak
belirlendi. Bu çalışmalar bizim eğitime yönelik faaliyetlerimiz olacaktır. Bir de hem
yerel yönetimlerle işbirliği içinde olmamız
hem de olası bir seçim sisteminin değişmesi
aşamasında lobicilik faaliyetlerine hız vermemiz gerekiyordu. Şimdi bu konuda çalışmalarımızı hızlandırdık. Bir de çok önemli
bir etkinliğimizi ilk defa 8 Mart 2010’da
yapmayı planlıyoruz. “1.Uluslar arası Kadın Festivali”. Çeşitli ülkelerden parlamenterler, meclis üyeleri, sivil toplum kuruluşu
başkanları, sanatçılar gelecek. Umarım bu
faaliyeti sürdürülebilir kılabiliriz.
KADER’in ilkelerinden biri tüm siyasi partilere eşit mesafede durmak. Peki
bazı olağan dışı durumlarda bu yaklaşımınız değişebiliyor mu?
Ben elimden geldiğince, bütün partilere
karşı eşit mesafede davranmaya çalışıyorum. Kadın sorununun partiler üstü bir
konu olduğunu düşünüyorum çünkü….
Sorun kadın ise, çözümü bulacak olan kişi
de kadındır.
Kadınlar için siyaset okulları kampanyanızın ne gibi başarıları oldu? Kadınlar
bu okullara nasıl katılabilirler?
Siyaset okulu çalışmalarına ilk örnek KADER ile başladı. Şimdi tüm partilerde bu
okul çeşitli etkinlik ve eğitimlerle yapılıyor.
Örnek olmak güzel bir duygu. KA-DER’İn
siyaset okulları çeşitli şehirlerde yapılmaya
devam ediyor. Buraya seçilecek olan kişileri genellikle Genel Merkez belirliyor.
Başvurmak isteyenler İstanbul’a başvuru
formlarını gönderiyorlar. Seçimlerde belirli
kriterler belirleniyor ve seçilenler eğitime
başlıyorlar.
Geçtiğimiz sene gerçekleştirdiğiniz
“İzmir’deki göçmen kadınların vatandaşlık haklarının kullanımını destekleme projesi”nin (Matrakap) çıktılarından
biraz bahseder misiniz?
Gerçekten heyecan verici bir çalışmaydı.
Kısaca KA-DER:
Türkiye’de seçimle ve atamayla gelinen
tüm karar organlarında kadınların temsil oranını artırma hedefi ile 1997 tarihinde kurulan KA-DER’in amacı sosyal,
ekonomik ve siyasal yaşamda kadın erkek
eşitliğini sağlamak. Kadın sorunu olarak
tanımlanan hemen her alandaki sorunun
birbirinden bağımsız olmadığını vurgulayan KA-DER, bu sorunların toplumsal
bir sorun olarak görülmesi ve çözülmesi
için gerekli siyasi iradenin ve toplumsal
farkındalığın yaratılması doğrultusunda
baskı unsuru olarak çalışıyor..
Gerçek demokrasi için “kota”
KA-DER, Kota’nın (cinsiyet eşitliği) geçi-
Projenin 4 temel amacı vardı. Göçmen
kadınları vatandaşlık hakları konusunda
bilinçlendirerek kamusal/siyasal yapıya entegrasyonunu sağlamak; göçmen kadınların karar alma ve politik katılım süreçlerine
katılımını desteklemek; kamusal ve siyasal
alana katılımda toplumsal cinsiyet eşitliğini desteklemek; yerel kadın örgütleri,
STK’lar, hemşehri dernekleri arasında bir
iletişimi sağlamaktır. Projenin hedef kitlesi;
İzmir ili Buca ilçesine, Orta Anadolu, Orta
Anadolu, Doğu Anadolu, ve Güney Doğu
Anadolu’dan gelen 75 göçmen kadındı.
Umarım onlara verilen eğitimler “vatandaş
olma” bilincin de etkili olmuştur.
KADER daha çok 2009 yerel seçimlerinden önce yarattığı reklam ile gündemde iz bıraktı. Erdoğan, Baykal ve
Bahçeli’nin -photoshop tekniği sayesinde- omuz omuza poz verdiği bu reklamın
hikayesini bize biraz anlatır mısınız?
KA-DER’in yıllar önce yapmış olduğu
reklamı da hatırlarsınız. Yıllar önce de kadınlar bıyık takmışlar ve “Meclise girmek
için erkek olmak şart mı?” demiştik. Bu
afişler gerçekten ses getirdi. Bütün çalışmalar İstanbul Genel Merkez tarafından
hazırlanıyor. Bizler de bu konuda dağıtım
işlerini üstleniyor, basın aracılığı ile de gerekli duyuruyu yapıyoruz. Bahsettiğiniz
reklam hikayesi, son yerel seçimler için
hazırlanmıştı. Her üç lider “kadınların siyasette olması konusunda, hatta %50 oranında bulunması konusunda hem fikiriz”
demişlerdi. Ancak ne yazık ki, sonuçlar hiç
de arzulandığı gibi olmadı. Ne kadınlar
yerel yönetimlerde belediye başkanı olarak
seçildiler, ne de liderler “cinsiyet ayrımcılığı” konusunda gerekli girişimlerde bulundular...
Vereceğiniz ciddi mesajlar için mizahı
kullanmanız çok etkileyici ve eğlenceli...
Bazen söyleyemediğiniz sözleri, kara mizah
aracılığı ile söylersiniz. Ancak biz ne yazık
ki söylesek de işe yaramadı. Ama bu yaramayacak anlamına gelmiyor. Biraz daha
fazla mücadele etmek gerekecek.
Bu tip tepkisel ve etkileyici çalışmaların
kamu oyu ve politikacılar için etkili olduğunu düşünüyor musunuz? Bu kampanyalardan sonraki seçim sonuçlarını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eğer seçim sisteminde ve parti tüzüklerinde
gerekli düzenlemeler yapılmaz ise sonuçların pek değişeceğini zannetmiyorum. Kadınlar bilinçlendi, şimdi partili kadınların
da sayısı gün geçtikçe daha da artıyor. Her
alanda (muhtar, belediye meclis üyesi, belediye başkanı, milletvekili) kadınların artık
siyasette olma isteklerinin gün geçtikçe artacağını düşünüyorum.
ci bir özel önlem olduğunun altını çiziyor
ve sonuçlarda eşitlik sağlanıncaya kadar
uygulanacak bir seçim tekniği olduğunu
vurguluyor. Dünyada kota uygulayan ülkeler, özellikle kuzey ülkeleri, seçimlerde
kota uygulaması yaparak parlamentolarında % 40-45 ve daha yukarı oranlarda
kadın milletvekilinin meclise girmesini
sağlıyorlar.
Kadınların siyaset alanında sayılarının
artmasının Türkiye’de ve hatta dünyada
önemli ve olumlu bir değişime yol açacağı su götürmez bir gerçek... Sizce erkek
egemen bir siyaset politikası yerine eşit
katılımlı bir ortamın genel anlamda ne
gibi katkıları olur?
Herşeyden önce demokrasi adına bu gereklidir ve olmazsa olmazdır. Düşünün dünya
nüfusunun yarısı kadınlardan oluşuyor.
Ancak kadınlar aynı oranlarda karar verme
konumlarında değiller. Türkiye’de mecliste
550 milletvekili var. Yarısının kadınlardan
oluşması gerekiyor değil mi? Eşitlik adına,
demokrasi adına... Ancak bakın sadece 50
kadın milletvekilimiz var (%9,1). Bir de bu
oran yeni oluştu. Eskiden %4,2 idi. Şimdi
hedef %9 olarak belirlendi. Bakalım zaman
ne gösterecek.
Mecliste veya genel olarak bürokratik
kurumlarda yer alan az sayıda kadının,
erkek çoğunluklu bu ortamlarda erkekleştiği iddia ediliyor. Hatta bazı gazeteler “Meclis kırmızı ruja hasret” gibi
başlıklar altında bu durumu eleştirebiliyor bile... Siz bu duruma nasıl bakıyorsunuz?
Buna pek katılmıyorum. Özellikle son
yıllarda gerek milletvekillerimiz gerekse
bürokrat kadınlarımız gayet bakımlı, kendilerinden emin kişiler. Bu da kadınların
kadın kimliklerini oldukları gibi bulundukları ortama taşıdıklarını gösteriyor.
Sizce belediyeler veya diğer yerel oluşumlar kadınlara uygulanan şiddet veya
diğer eşitsizlikler konusunda yeterli
önlem alıyor mu, bu konuda çalışmalar
yapılıyor mu? Arttırıcı neler yapılabilir?
Siz belediyelerle bunun için ortak bir çalışma yapıyor musunuz?
Meltem Onay
Belediyelerde özelikle son yıllarda kadın
kuruluşlarının baskısı ile ciddi önlemler
alınmaya başlandı. Bu konuda ayrıca çıkan
yasalar da etkili oldu. Kadın sığınma evleri zaman içinde artacaktır. Kadına yönelik
çalışmalar son yıllarda ülkemizde yoğunlaştı. Bu sevindirici bir durum. Bizim derneğimizin bu konuda özel bir çabası yok.
Ancak KA-DER’in misyonu gereği kadın
sorununun olduğu her yerde bulunma ve
katkı koyma adına biz de bu konuda çalışmalar yapan kadın derneklerine yardımcı
olmaya çalışıyoruz. Bizim amacımız, bu
konuda özel önlemler alacak, bu konuda
kararlar alacak kişilerin KADIN OLMASINI sağlatmaktır. İşte o zaman kadının
sorununu ancak en iyi kadınlar anlayabilirler düşüncesinin karşılığını vermiş olabiliriz.
Teşekkürler. Dilerim gelecek nesil, siyasetle
daha çok ilgilenir.
Siyasi
Partiler
Belediye Başkanlığında
Kadın Aday Sayısı
Belediye Başkanlığında
Toplam Aday Sayısı
MHP
AKP
CHP
DTP
DSP
ANAP
DP
SP
LDP
HÖP
ÖDP
EMEP
TKP
BBP
37
18
46
41
62
26
41
39
19
1
3
3
37
6
2946
2946
1964
344
1335
Sayı Vermiyorlar
Hesaplamamışlar
2946
Bağımsız Kadın Aday
Ortak Platformun Adayı
3
5
24
39
39
167
330
Tablodaki veriler 03.03.2009 tarihli partilerin açıklamalarına dayanmaktadır.
10 Kadın
Mart2010 Yıl3 Sayı20
http://univers.ieu.edu.tr
Haberi yapan: Hande Uz, Türe Şahin
8 Mart nasıl doğdu?
T
oplumsal cinsiyet ayrımcılılığının çok
eskilere dayanmasıyla derinleşen; kadınlara yapılan haksızlıkların, eksik ve sorunlu temsillerin kadınların bile fark etmesini engelleyen bir toplumda yaşıyoruz. Fark
etseler bile ataerkil egemenliğin kontrolü altındaki düzeni değiştirmeye çalışmaları ya
da kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik
eylemleri
tarih boyunca pek hoş karşılanmamış tıpkı
“8 Mart”ın da acı olaylar sonucunda doğması gibi.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün
bir diğer ismiyle Dünya Emekçi Kadınlar
Günü’nün tarihçesi 8 Mart 1857’ ye, New
York’ taki dokuma işçilerinin, bir tekstil
fabrikasında düşük ücretleri ve uzun çalışma saatlerini protesto etmek amacıyla
yaptıkları greve uzanıyor. Grev, polislerin
işçileri fabrikaya kilitlemesi; o sırada çıkan
yangın sonucu kaçamayan çoğu kadın işçinin can vermesiyle son buluyor.
Bu ilk direnişten sonra 8 Mart 1908’de binlerce kadın iplik işçisi daha iyi çalışma koşulları, doğum izni, oy hakkı için yürüyüşe
geçti.1910’da Danimarka’nın Kopenhag
kentinde toplanan Uluslararası Sosyalist
Kadınlar Konferansı’nda, Alman Sosyal
Demokrat Partisi üyesi Clara Zetkin, 8
Mart 1857 tarihinde tekstil fabrikasında
ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın Dünya
Kadınlar Günü olarak anılması önerisini
sundu ve öneri kabul edildi.
Bir yıl sonra 19 Mart’ ta Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre’ de Dünya Kadınlar Günü yüz binlerce kadın ve erkeğin
katılımıyla kutlandı. Bir hafta sonra New
York’ta çıkan Triangel yangınında 140 kadın işçinin yanarak ölmesi Amerika’da çalışma koşullarının değişmesini etkiledi.
1912 yılında Amerika’da Massahucettes eyaletindeki yün merkezi sayılan Lawrance’de
işçiler ücretlerinin azalmasını protesto ettiler, bunun üzerine işçiler çalışmamaya
başladı. Grevcilerin yaptığı yürüyüşlerde
kadınların “Hem Ekmek Hem de Gül İstiyoruz” adlı pankartları James Oppenheim’
ın ünlü Ekmek ve Gül şiirine ilham kaynağı
oldu. Bu sloganla kadınlar hem karınlarını
doyurmaya hem de hayattan zevk alabilmek
için boş zamana ihtiyaçları olduğunu belirtmişlerdi.
Ezilen kadınların bu isyanları dünyanın
pek çok yerinde sürdü ve Kadınlar Günü
değişik tarihlerde kutlanmaya devam edildi.
Kesin olarak 8 Mart tarihinin belirlenmesi
1912’ de Moskova’ da toplanan 3.Uluslararası Kadınlar Konferansı’ nda belirlendi. Savaş yıllarında pek fazla etkinliği olamayan
Kadınlar Günü, feminizmin yükselmesiyle
birlikte 60’lı yıllardan sonra daha çok ön
plana çıktı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1975 yılını “Eşit Haklar Gelişme ve Barış
için Uluslararası Kadınlar Yılı”, 1975-1985
dönemini de “Dünya Kadın On Yılı” olarak
ilan etti. Ayrıca 16 Mart 1977’ de 8 Mart’ın
Dünya Kadınlar Günü olarak anılmasını
kabul etti.
Türkiye’de ilk 8 Mart nasıl
doğdu?
Türkiye’de ilk kez 1921 yılında ‘Emekçi
Kadınlar Günü’ olarak kutlanmaya başlanan 8 Mart, 1975 yılında daha yaygın olarak kutlandı ve sokağa taşındı. ‘Birleşmiş
Milletler Kadınlar On Yılı Programı’ndan
Türkiye’nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında
‘Türkiye 1975 Kadın Yılı Kongresi yapıldı.
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonraki
dört yıl boyunca herhangi bir kutlama yapılamadı. 1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Kadınlar
Günü” kutlanmaya başlandı.
Türkiye’de 8 Mart’ın bir emekçi kadınlar
günü olarak kutlanması 1921 yılındaki
Komünist Kadınlar Konferansı’nın aldı-
ğı kararla sıkı sıkıya bağlıdır. 8 Mart’ı ilk
defa Türkiye’de kutlamak amacıyla, komünist kadınlardan iki kız kardeş Rahime
Selimova ve Cemile Nuşirvanova girişimde
bulunurlar ve bir kadın birimi oluştururlar.
Emekçi Kadınlar Günü’ne, bütün dünya
komünistleri gibi, TKP içinde de başından
beri önem verilmiştir.
Bu kardeşlerin kaleme aldıkları yazı da
Türkiye’de 8 Mart’ı ilk olarak nasıl kutlama
girişiminde bulundukları ve bu sürece nasıl
katıldıkları yazıyor. Yazıya göre, Komintern
Kadınlar Sektöründen Klara Zetkin’in imzası ile 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününü nasıl kutlamaları gerektiğiyle ilgili bir
talimatname almışlardır. Bu talimatnameye
göre kapitalist ülkelerde kadınlar öz insan
haklarını istemek amacıyla etkinlikler düzenleyeceklerdir.
İlk 8 Mart’ta Şerif Manatov Dünya Kadınlar Günü’nü önemini açıklayan bir bildiride
bulundu ardından kadınların hiçbir hakkı
olmadığı için, kadınların durumunu düzeltmek ve onlara iş sağlamak için bir kadınlar
örgütü seçildi. Son olarak da B.M.M’ne
Türk kadınları adına bir bildiri gönderildi.
Dolayısıyla Türkiye’de ki ilk 8 Mart kutlaması Komünist Parti tarafından 1921 yılında düzenlenmiş oldu.
Birleşmiş Milletler tarafından yapılan
bir araştırmaya göre;
1- Dünyadaki işlerin %66’sı kadınlar tarafından görülüyor.
2- Buna karşın kadınlar dünyadaki toplam
gelirin ancak %10’una sahipler.
3- Dünya’daki mal varlığının ise % 1’ine
sahipler.
4- Başka bir deyişle dünyadaki işlerin %
34’ü erkekler tarafından görülüyor ama erkekler dünyadaki toplam gelirin % 90’ına ve
toplam mal varlığının % 99’una sahipler.
Türkiye’den Rakamlar:
1-Şehirlerde evli kadınların % 18’i, köylerde
de % 76’sı eşleri tarafından şiddet görüyor.
2- Kadınların % 57,7’si evliliklerinin ilk gününde şiddetle karşılaşıyor.
3- Aile içi suçların % 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor.
8 Mart 2010’da Türkiye’de Düzenlenmiş Etkinlikler:
-Camgöz Sanat “8 Mart Dünya Kadınlar
Günü”nü bir sergi ile kutlandı.
- Dünya Kadın Yürüyüşü, Uluslararası Kadınlar Günü’nün ilan edilmesinin 100. yılı
nedeniyle farklı renk ve biçimlerde bölgesel
yürüyüşler planladı. 2010 eylemi DKY’nin
dört eylem alanı etrafında harekete geçti.
Bu eylemler, ortak menfaat, barış ve sivilleşme, kadın emeği, kadına yönelik şiddet
üzerineydi.
- İstanbul Ticaret
Odası ve Kapalı çarşı Esnafları Derneği’nin
katkılarıyla 8 Mart’ta Kapalı Çarşı’da Tuluyhan Uğurlu, Dünya Kadınlar Günü
Konseri verdi. Konserde Uğurlu, görüntüler
eşliğinde kadının on bin yıllık hikayesini
aktardı.
- 6, 7 Mart tarihleri arasında İstanbul Swiss
Otel’de kadın yöneticiler ve çalışanlar için
“Yetkinlik Geliştirme Platformu” düzenlendi. Psikolog ve yazar Esin Acıman ile
Milliyet Gazetesi Reklam Grup Başkanı
Viki Habif de bilgilerini katılımcılarla paylaşacak. Söz konusu etkinlikte “Yeni Dünya
Düzeninde Gelecek İş Hayatında Kadınlara
Neler Getiriyor?, İş Hayatı ve Kadın Kavramların Tüm Boyutları, Kadın Yönetici
İçin Erkek Ağırlıklı Grupları Yönetme Teknik ve Becerileri, Kadın ve Erkek Yönetici
Profilleri İçin Etik Nedir?, İşkolik Kadın”
gibi konu başlıkları konuşuldu.
- “Kadın Gözüyle” Resim ve Heykel Sergisi 4 Mart Çarşamba günü Dünya Kadınlar Gününe ithaf en Derinlikler Sanat
Merkezi’nde açıldı.
- Lale Ataman Sanat Galerisi’nde de 8 Mart
8 Kadın adlı bir sergi açtı.
Etkinlikler
İngiltere
- 7 Mart 2010 Liverpool, İngiltere’de Kadın
İçin Yürüyüş adlı bir yürüyüş etkinliği gerçekleştirildi.
- 8 Mart’ta ise Brighton, London, Edinburgh,
Manchester, Newcastle ve Cambridge’de
‘Join me on the bridge’ (Köprünün üstünde
bana katıl) kampanyası etkinliği düzenlendi. ‘Savaşa hayır, barışa ve gelişmeye evet.’
sloganlı etkinlikte Uluslar arası Kadınlar
Günü kutlanılıp, konuşmalar yapıldı.
ABD
- 4 Mart
2010’ da
Washington’da Uluslar arası Kadınlar
Günü kutlaması yapılacak. Homa Tavanagar konuşmacı olarak katıldı.
- 4 Mart 2010’da NewYork’ta Çözüm Kadında adlı bir panel düzenlendi.
Avustralya:
-Avustralya’nın Perth şehrinde Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun düzenlediği bir kahvaltı
yapıldı.
- 13 Mart’ta ise Sydney’de Bugünün Kadını
adlı bir seminer verildi.
Pakistan
- 5 Mart ile 8 Mart arasında bir kaya tırmanışı yarışması düzenlendi. Yarışmanın adı,
Pakistan’ın Tüm Kadınları Kaya Tırmanışı
Yarışında. Tırmanış İslamabad’da gerçekleşti.
- Pakistan’da ki bir diğer etkinlik ise Toplumsal Cinsiyet, Fakirlik ve İklim Değişikliği konulu bir panel organizasyonuydu. Bu
organizasyon da Quetta şehrinde gerçekleşecek.
Çin
- Pekin’de 11 Mart’ta 5. geleneksel Dünya
Kadınlar Günü kutlaması gerçekleştirildi.
Japonya
- Japonya’nın çeşitli şehirlerinde 5-7 Mart
arası Kız Çocukları İçin Fırsatlar Yaratma
Kampanyası kapsamında Yoga dersleri veridi.
Bunun haricinde Kenya, Endonezya, Nijerya, Ekvator, Guatemala ve Katar gibi ülkelerde de
Dünya Emekçi Kadınlar Günü
festival ve spor etkinlikleri gibi
çeşitli organizasyonlarla kutlandı.
http://univers.ieu.edu.tr
Mart2010 Yıl3 Sayı20
İnceleme 11
Fuat Keyman: Eşitlik için adalet ve vicdan
Yeni Sol Hareket’in ilk meyvesi olan Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ne katılmayarak hareketin takipçileri arasında şaşkınlığa yol
açan Fuat Keyman İzmir Ekonomi Üniversitesi’ndeydi. Partiye katılmama kararının ardından ilk kez konuşan Keyman kafasındaki yeni sol hareketi ve EDP’ye neden katılmadığını bizlere anlattı.
Selin Bayraktar: Kurulum ve tartışma
aşamalarında aktif olarak yer aldığınız yeni sol hareketin partileşme sürecinde, yani EDP (Eşitlik ve Demokrasi
Partisi)’de yer almamanızın nedeni nedir?
Fuat Keyman: Aslında ben, Ahmet İnsel,
Mithat Sancar ve Erol Katırcıoğlu yeni sol
hareketin başlaması ve Türkiye’ye yayılmasında kullanılan çerçeve metninin yazılmasında faal olarak görev aldık. Bu metin adaletli ve vicdanlı bir Türkiye’ye işaret ediyor;
yani bir refah, kimliklerle ilgili bir tanınma,
bir de özellikle kadınlar ve gençlerle ilgili bir
katılım adaletini içeren yeni bir adalet anlayışı ile aynı zamanda hukuk devleti temelli, demokratik normlara ve insana dönük
olan bir vicdan anlayışını birleştiriyor. Yeni
solun Türkiye’ye yayılmasında etkin olan
temas grubu toplantılarında konuşmacı ve
sözcü olarak görüldük. Bu anlamda ayrılmamız biraz kopma veya uzlaşmazlık gibi
görüldü ve oluşuma destek veren insanlarda moral bozukluğu yaratan bir karar oldu.
Bununla ilgili dün bir toplantı yapıldı, orada bizden umut bekleyen ama ayrılma, yani
partiye girmeme kararımızla ilgili “Niye
böyle oldu?” sorusunu soran insanlara “Ahlaki bir sorumluluğumuz var” yanıtı verildi.
Benim yeni sol hareketine katkı vermemin
temel nedeni Türkiye’de merkez sağ, AKP
hükümeti bu kadar güçlüyken, sol çevrenin
zayıf olması ve bunun bir dengesizlik yaratması, aynı zamanda solun bir aktör, bir fikir
olarak güçlenmesinin Türkiye için önemli
olmasıdır. Bir de ilk defa herkes demokrasi, adalet ve vicdan ekseninde siyasi görüşü
ne olursa olsun bu harekete yaklaştı. Yani
bu eksende bir paylaşım oluyorsa buradan
bir koalisyon değil bir ortak kimlik ortaya
çıkacaktı. Bu kimliğin temel parametreleri
adalet, vicdan, eşitlik ve demokrasi olacaktı.
Ama bu sonuçta siyasi bir hareket, bu nedenle bunu yansıtacak bir parti girişimi de
elbet olacaktı. ÖDP’den ayrılan grup, 10
Aralık grubu, SHP’liler ve Alevi Bektaşi
Derneği üyeleri bu oluşumda var olduklarını belirttikleri için bir partileşme süreci başladı. Yeni solun temas grubu toplantılarıyla
yayılma ve partileşme süreci paralel olarak
işledi. Belli bir dönemden itibaren biz bu
partileşmenin yeterince tartışılmadığı, ilkeler temelinde konuşulmadığı, partinin başarılı olması için yeterli zamanın olmadığı
ve bu anlamda bu partileşme sürecinin bir
olgunluk seviyesine ulaşmadığı kaygısını
hep anlattık. Yeni sol bir ortak kimlik ola-
rak iyi gidiyordu ama bunun partileşmesi
süreci, arkadaşlarımız ne kadar iyi çalışsa
da yeterli bir zamana yayılmadan, yeterince
denenmeden, olgunlaşamadan çok hızlı bir
şeklide gelişiyordu. Biz yine oranın sözcüleri olarak devam edeceğiz. Ama bunun direk
siyasete yansıması olan EDP’de kurucu veya
üye olarak yer almayacağız. Genel anlamda yeni sol toplantılarında
ve bireysel olarak yazı ve konuşmalarınızda işçi sınıfı, emekçi ve sendikal haklar gibi konulardan bahsetmediğiniz için
bazı kesimlerden eleştiri alıyorsunuz. Bu
eleştirirli haklı buluyor musunuz?
Aslında kurulan partinin ve yeni sol hareketin içinde sendikalardan gelenler var. Bu
yüzden çok haklı bir eleştiri olarak görmüyorum. Ama yeni sol hareketin kapitalizmi
yeterince aşamaması ve eleştirmememsi
üzerine bir tartışma oldu, yeterince emek
eksenli olmadığı yönünde de... Fakat bu
eleştiriyi yapan arkadaşlar da yeni sol grubun içinde olup eleştiriyi içeriden yaptılar.
Partiye üye olmadılar ama grubun içinden
eleştirilerine devam ediyorlar. Bana göre
adalet, vicdan ve eşitlik ilkeleri solu kapsıyor. Bu anlamda benim bir sorunum yok.
Gruptaki herkes hazırlanan ortak metnin
yeterli olduğunu söyledi ve uzlaşıldı. Emek
ve işçinin yeterince temsil edilemediği eleştirisi yapılabilecek bir eleştiri haklı bir eleştiri çünkü onu söyleyenler yeni sol içinde
hala yer alıyorlar. Fakat bir ortak uzlaşma
olarak üç kavram etrafında bir ortak kimliğin hem Türkiye’yi yakalamakta; orta sınıf,
emek sınıfı ve diğer kimlikler için bir fayda
sağlayacağını düşündük. Eşitlik aslında eski
bir kavram, ama sol eksende düşünülmesi
gereken ve yeniliği olan bir kavram. Çünkü
bugün önemli olan farklılıkların yarattığı
eşitlik talebinin ne kadar kabul edilebileceği veya edilmeyeceğidir. Aleviler Sünnilerle, gayri Müslimler Müslümanlarla,
Kürtler Türklerle eşit olmak istiyorlar mesela. Yani herkes kendi farklılığını koruyor
ama kimlikler arasında bir eşitlik olmasını
istiyor, anayasaya bağlı eşit yurttaşlık diye
isimlendiriyoruz biz bunu. Tekel işçilerine
baktığımızda çalışmak istiyorlar, fakat ona
“Senin aldığın bir para ve işin var, bak burada işi olmayan var” deniyor. Bizim burada bu iş güvencesini bir eşitlik kavramında
kabul etmemiz gerekiyor. Bu yüzden eşitlik
kavramı işçi sınıfına, emeğe referans hem de
Türkiye’nin bugünü ve daha iyi yönetiminde önemli bir kavram. Bu eşitliği de adaletli
ve vicdanlı olarak kurarız. Daha demokratik bir Türkiye için orta
sınıfların rolünü önemli görüyorsunuz.
Laik ve muhafazakâr orta sınıfların
yanında Kürt orta sınıfının, gerilimin
gittikçe arttığı son günlerde, demokrasi
için elinden gelen sizce ne olur?
Yeni sol hareketin ve EDP’nin yapacağı
önemli işlerden biri de Türkiye’deki Kürt
sorununu toplumsal güven inşa edecek şekilde demokratik zeminde tartışmak ve
çözmektir. Bu anlamda ne DTP ne BDP
kendileri isteyerek Türkiye’nin partisi olamazlar; sadece Kürt aktörlerden bu sorunu
çözmeyi beklemek çok gerçekçi değil. Ama
belli hareketleri eklemleyerek Türkiye’nin
genel sorunlarını tartışabilen partiler olabilirler. O yüzden de orada bizim gibi insanların rolü çok önemli; bu yapılırken de orta
sınıflara, yani Türkiye’nin geneline hitap
edecek şekilde bir söylemin ve politikanın
gelişmesi gerekiyor. Elbette burada kırılmalar oluyor. Ben hem akademisyen hem de
kamusal entelektüel olarak Kürt sorununa
baktığım zaman, Kürt vatandaşlarımızın
net olarak PKK’nın kendilerinin geleceği
olmadığını kabul ettiklerini görüyorum.
Yani Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlarımızın geleceğinde PKK yok. Doğuda oyların yüzde 95’ini alan AKP ve BDP’ye eleştiri yapılması için bazı kırılmalar yaşanması
gerekiyor. Bu kırılmalar Kürt sorunu temelinde var, fakat hala zayıf. Bu anlamda Kürt
sorununu bir terör sorunundan çıkartıp,
farklılıklar içindeki eşit vatandaşlıkla ortak
kimliği nasıl oluşturacağımız sorusuna çekmek lazım. Bu ufak kırılmaların yanında
PKK’nın hala gücü var. İşte bu kırılmayı
orta sınıflar yaratabilir. Orta sınıfın üyeleri hem ekonomik, hem kentleşme, hem de
kimlik olarak incelediğimiz zaman çıkıyor.
Aynı şeyi laiklik temelinde de görüyoruz.
Bugün muhafazakârlaşmayı tartışıyoruz.
Çünkü refah devletinden AKP’ye geçiş ve
bu geçiş sürecinde Anadolu’da yaşanan dönüşüm onun kendi orta sınıflarını yarattı. O
orta sınıflar Avrupa Birliği’nden dolayı hem
Avrupalaşmış orta sınıflar, hem de küreselleşiyorlar. Bu nedenle muhafazakârlaşma ya
güçlenecek, ya da demokratikleşme ve sekülerleşmeye doğru gidecek. Burada da yeni
sol gibi hareketler önemli oluyor.
Son zamanlarda “sol” gibi kavramların
anlamları sürekli değişiyor, içleri boşaltılıp dolduruluyor. Tıpkı bunun gibi İzmir
Selin Bayraktar ve Fuat Keyman
de uzunca bir süre “solun kalesi” diye tabir edildi. Fakat son yaşanan olaylardan
sonra pek de öyle olmadığını gördük, çok
farklı bir sol anlayışı varmış meğerse...
Bu durumda siz İzmir’i “neyin” kalesi
olarak tanımlıyorsunuz?
Esasında İzmir ile ilgili genel olarak muhafazakarlığı sadece suni muhafazakarlık olarak
değil de farklı olanla zorunlu bir ilişkiye giren ve kendini kapatan bir hareket tarzı olarak görürsek böyle kaleler oluşmaya başlar.
Mesela Kayseri suni muhafazakârlığın, Diyarbakır etnik muhafazakarlığın, Trabzon
ise bu küreselleşmeden dışlanarak tepkici
muhafazakarlaşmanın kalesi olmuş kentlerdir. İzmir ise laik muhafazakârlığın simge
kentlerinden biridir. Böyle gördüğümüz zaman burada soldan ziyade, kimliği koruma
temelinde bir muhafazakârlaşma var. Bu
anlamda İzmir’in pozisyonu sol değil laik
bir kimlik temelinde muhafazakârlaşmadır
ve milliyetçileşmedir. Fakat bu görünürde
doğru olmakla birlikte, İzmir’i hem tarih,
hem de bu yeni soldaki temas grupları temelinde incelerseniz farklı bir şeyler var. Yeni
sol düşüncenin Türkiye’de örgütlenmesi
sürecinde aktif olarak, en fazla temas grubu
kurulan illerden bir tanesi de İzmir’dir. Bu
nedenle “İzmir muhafazakardır, içine kapanmıştır” gibi totalleştirmek de yanlış. Bir
de 2008’de Le Monde Diplomateque’te çıkan bir İzmir yazısında Philip Mansel, “İzmir eş zamanlı olarak Akdenizlidir, Avrupalıdır, moderndir ve kozmopolittir” diyerek
bunun İzmir’in ayrıştırıcı ve özgün olarak
kendisini tanımlamada kullanabileceği
bir özelliği olduğunu belirtir. Mansel, bununla birlikte İzmir’in tarihi boyunca belli
dönemlerde yaşadığı tepkici milliyetçiliği
ve dışlanma hissini göz ardı etmemenin gerekli olduğunu söylüyor. Ama İzmir’in gücü
ve güzelliği, hep bu dönemlerden sonra bu
dört kimlik ekseninde kendisini yeniden
bulmuş, inşa etmiş ve keşfetmiştir. Buna
dayanarak, bugün İzmir’in yaşadığı muhafazakarlaşma ve içine kapanmanın daha çok
bugüne ait olduğunu; bunun aşabileceğini
ve kendini yeniden keşfedebileceğini söyleyebiliriz. Yani İzmir’in yeni sol içindeki en
çalışkan illerden biri olması ve Mansel’in
tarihsel olarak İzmir’e verdiği umut ışığı
önemli noktalardır. İzmir muhafazakarlaşma ve tepkici milliyetçilik tarafını, yeni
sol gibi hareketlerin yaygınlaşması ve orta
sınıflardaki toplumsal sözleşmenin güçlenmesiyle aşacaktır.
12 Medya
Mart2010 Yıl3 Sayı20
http://univers.ieu.edu.tr
İlham verici oluşum:
Kitschcraft
“Kitsch” her ne kadar değersiz sanat olarak anılsa da
Kitschcraft grubu için kimin ne düşüneceğini umursamadan müzik yapmak; para kazanmak ya da orijinal
olmak gibi kavramlardan çok daha önemli. İnsanın
kendisini ucuz bir sanat eseri gibi hissetmekten öteye,
yüzeyselliğe kendi müzikleriyle karşılık veren Kitschcraft grubu bir ananasa güneş gözlüğü takıp, tepesine
spotu çakıyor ve akıllara Kitschcraft’ ın da sorguladığı
Sanat nedir, nasıl yapılır?, sorusunu getiriyor.
G
ökhan Kantar ve Özüm Özülgen
nam- ı diyar Joel Knox ,”With love
and respect” sloganıyla kimin ne düşündüğünü umursamadan, “Pop senin duymak
istediğin şeydir!” diye haykırıyor şarkılarında. Popüler kültürden tutun da bireyin
insanlaştırmaya çabaladığı günümüz değerlerini kendi potalarında eriterek müziğe
ve hayata geniş bir perspektiften bakmaya
başlamış,“ poptronic ” altyapılı elektronik
müziğin merkezindeki isim haline gelmeye
aday Kitschcraft’ ın eti kemiği diyebiliriz bu
iki isim için.
Pop senin duymak istediğin şeydir!
Kitsch Konsepti
Sözlük anlamıyla “ Kitsch” her ne kadar
değersiz sanat olarak ele alınsa da Gökhan
ve Özüm( Joel Knox) için Kitsch konsepti
kimin ne düşüneceğini umursamadan müzik yapmak için bir araç haline geldi. Bu
araç Kitschcraft için üretim kaygılarından
uzak, aynı zamanda özgürlük anlamına da
geliyordu. Sanatı ve sanatçıyı hangi çevrenin ciddiye aldığını sorgulayan Kitsch
konsepti şarkılarında Pop senin duymak
istediğin şeydir!, diye bağırıyordu adeta .
Üreten insanın sahip olmak istediği orijinal
olmak, para kazanmak gibi amaçlar Kitsch
konsepti için değersiz şeylerdi ve onların tek
kaygısı canının istediğini yapmaktı...
“Okumak istiyorsan oku, yazmak istiyorsan
yaz...boyamak istiyorsan karala, ne dinlemek istiyorsan onu dinle! Sonuçta, pop senin duymak istediğin şeydir!
...Bir ananasa güneş gözlüğü takıp, tepesine
spotu çaksan ve fotoğrafını çeksen bu sanat
olur mu? Peki bu kimin umurunda? Olmazsa olmasın, eğer fotoğrafı çeken mutluysa? ...”
“The girls in the summer dresses” üretim
süreci
Özgürlük...İçimizdeki ilhamı tetiklemek
için her zaman hazır!!!
Şarkı üretim süreci konseptüel olan Kitschcraft için 2002 YILI özgürlüğün vermiş
olduğu his ile “ The girls in the summer
dresses ” üretim sürecini tetikleyen en büyük etken oldu. Kitschcraft’ın en sevilen
şarkılarından “Still at large” ise Marliyn
Monroe’ unun gizli yaşamına göndermeler*
taşıyordu.
*what’s this about you going russia/ to
study a well-known drama/what’s all about
with the c.p./here comes bob to wash you
gently.
“...Şarkı üretim sürecimiz her zaman konseptüel oldu. Bir konu hakkında saatlerce
sohbet ettikten sonra genelde bir gecede
çıkardı şarkı…
...Başka bir şarkımızdan önce ise Yusuf Atılgan’ ın Anayurt Oteli romanından konuştuğumuzu hatırlıyorum…
O sıralar ve takip eden dönemde Türkiye’
de bizim müziğimizle ilgilenebilecek bir
plak şirketi ya da prodüktör olmadığı için
bu konuda biraz karamsardık. Bulabildiğimiz en iyi bakış açısına sahip plak şirketi ise;
etnik elektronik bir takım sentezler peşinde
kendini kabul ettirmeye çalışıyordu. Her ne
kadar içimize sinmese de onlarla dirsek teması halindeydik...”
Hakan Özer
Kendi konseptini yaratan bir grup/müzisyen parmakla sayılacak kadar az iken;
Kitschcraft’ın 80’ lere yaptığı göndermeler
Hakan Özer’ in dikkatini çekti ve...
“...2003 sonunda Hakan Özer’ le tanıştık.
Bizi dinleyip tanışmak istemiş. Koşa koşa
gittik. (Hakan Özer lise yıllarından beri
hayranlık duyduğum, örnek aldığım Jingle
House’ un mimarlarından genius bir müzisyen/prodüktördür) Hakan TR’ de çalışmak
isteyebileceğimiz belki de tek prodüktördü.
Uzun uzun sohbet ettik. Çok onur vericiydi...”
“...Web sitemizi yayına aldıktan kısa bir
süre sonra uluslararası bir teklif aldık. Amerika ve Kanada’ da iki küçük label’ ı olan bir
yapımcı bizimle ilgilendi. Daha önceki referanslarından daha büyük bir işe kalkışmak
Kitschcraft
niyetindeydi ve grup olarak bizi seçmişti.
Biz prodüktör olarak Hakan’ la çalışmak istedik ve Hakan Özer bunu kabul etti...”
Araya giren hayat, Kitschcraft için son değil, bir başlangıç oldu:
“Fakat iş ciddiye binince, deadlinelar vs.
üstümüze gelinmeye başlandı. Ardından
Hakan worldwide bir proje için henüz yeterince hazır olmadığımız konusunda çok da
zorlanmadan bizi ikna etti. Biz de Miami
Music Conference’ ta yapılacak lansmanımıza iki ay kala yapımcımıza teşekkür ettik.
Bu kararı alırken herşeyin daha iyi olacağını
düşünmüştük.”
Etkinlik & Partiler
Kitschcraft, 360, İndigo, Suada, Ghetto ve
The Hall gibi İstanbul’ un kaliteli eğlence
mekanlarında sahne alırken, bir yandan da
İstanbul Bianel’ in kapanış partisi ve IAF. 3
İnternational Animasyon Festival Party gibi
pek çok gece de yer alarak kendisine kemik
bir hayran kitlesi yaratmayı başardı.
Mute Record ile anlaşma yapabilecekleri
hayali ile 30’ un üzerinde şarkı üreten Kitschcraft, 2007 yazında 7 şarkılık “Waking up
the leopar ” ı yayınladı ve durmak nedir bilmeyen bir konseptin yaratıcısı grup üyeleri
Tennessee Wiliams’ a ithafen “In the bar
of the Tokyo” ile 2007 yılında yayınlanan
Electro Trip Vol.1 adlı albüm çalışması için
kolları sıvamışken ardından ansızın gelen
bir ayrılık ile Kitshcraft dinlenme sürecine
girdi...
2008 yazına kadar süren bu ayrılık yorgun
ve kızgın ruh hali ile kaydedilen “Past” ve
“Rabbits and Tears” şarkıları ile Kitschcraft’
ı klasikleşmiş eğlenceli soundu için geçiş
oldu ve 2008’ in Aralık ayında “İn Your
Face” Kitschcraft hayranlarının kulaklarının pasını silmek için dinleyicisyle buluştu.
Univers Turu
2009 yılı Kitschcraft için Ghetto, 360 ve
The Hall konserleriyle dopdolu devam
ederken Depeche Mode grubundan gelen
güzel haber Kitsch konseptinin üstündeki
tozun silkelenmesi için yetti de arttı bile!!!
Tour of Univers turnesiyle Türkiye’ ye gelecek olan Depeche Mode, grup üyeleri,
ajansı ve tur menejerleri dinledikleri bir
çok grup arasından Kitschcraft’ı seçmişler
ve onlardan son anda iptal edilen 14 Mayıs akşamı Santral İstanbul’ da gerçeklecek
Depeche Mode ile aynı sahneyi paylaşmayı
teklif etmişlerdi. Dünyanın en ünlü dergilerinden birinde editörlük yapan Uğur
Alkapınar kendi kişisel sitesinde ise “Tour
of Univers” turnesinin iptali için Depeche
Mode konseri iptal edildiğinde en çok ben
üzüldüm, diyor ve ekliyor.
*”Dave Gahan hastası olduğum için değil,
ön grup olarak sahneye çıkacak Kitschcraft’i
o büyük sahnede göremeyeceğim için üzüldüm. Henüz albümleri olmasa da (muhtemelen Türkiye’de değil, yurt dışında çıkacak
zaten ilk albümleri) belli bir çevrede oldukça popüler olan Kitschcraft özel partilerde
ve özel mekânlarda konserler veriyor. Joel
Knox ve Gökhan Kantar’dan oluşan bu
elektronik pop grubunun müzikleri hem
derinlik hem de eğlenceyi bir arada sunuyor. Bir an önce http://www.myspace.com/
kitschcraft adresinde onları keşfedin. Pişman olmayacaksınız!”
Bu onura layık görülen Kitschcarft, 2009
sonuna kadar 6 şarkı daha yayınlamayı
planlıyor.
Onları dinlerken çıkardığım kılıfımı, şarkı
bitişinde kendi kıymetimi bilmek için tekrar tekrar giyiyorum. Kitschcraft, “...Beware, beware of the Vulgar...” diyor “Pagan
Truth” adlı şarkısında ve bana kanatlarımla
huzur ve mutluluk dağıtan bir ilahe olduğumu anımsatıyor. Beni kıymetli kılıyor...
Sizi de kıymetli kılması için;
“ Love and Respect”
Seray Özbiçer
Bafta tarihinde ilk kadın yönetmen
Oscar’ ın en önemli habercisi sayılan Amerikan Yönetmenler Birliği, ‘ En İyi Yönetmen
‘ ödülünü 63 yıllık tarihinde ilk defa bir kadın yönetmene verdi. ‘ En iyi Yönetmen’
dahil 6 dalda ödül kazanan, Savaşı erkeklerin hırsları, karakterleri üzerinden giderek,
savaşanların erkekler olduğunu, magdur rölünün ise kadınlara kaldığı fikrini arkasına
alan ‘ The Hurt Locker’ ile Kathryn Bigelow, Bafta’ da bir ilke imza attı.
K
urumsal adıyla The British Academy of
Film and Television Arts; İngiliz Film ve
Televizyon Sanatları Akademisi, bir anlamda
da Oscar’ ın Birleşik Krallık’ taki dengi olan
BAFTA, 1947’ den beri film, televizyon,
çocuk film ve televizyon eserleri ile iletişim
ödülleri dağıtan ve David Lean, Alexander
Kor da, Carol Reed,Charles Laughton, Roger Manvel gibi isimler tarafından kurulan;
1958 yılında da Televizyon yapımcıları ve
yönetmenleri locasıyla birleşerek Film ve
Televizyon kulübü haline gelen Kurumsal
adıyla The British Academy of Film and Television Arts; İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi, bir anlamda da Oscar’ ın
Birleşik Krallık’ taki dengi olan BAFTA, 22
Şubat 2010 gecesi Londra’ nın merkezindeki
Royal Opera House’ da gerçekleşti.
Quentin Tarantino, Kate Winslet, Dustin
Hoffman Audrey Tautou’ nunda aralarında
bulunduğu birçok ünlü oyuncu, yönetmen
ve film endüstrisi yetkilisi törene katılırken, Bafta’ nın bu yılki süprizi Kathryn
Bigelow’un Irak’ta savaşın ortasında kalmış
bir bomba imha ekibini konu alan filmi
‘The Hurt Locker’ ile Amerikan Yönetmenler Birliği/ Directors Guild of America,
tarafından verilen En İyi Yönetmen ödülü
dahil olmak üzere 6 dalda ödül kazanması
oldu. Bilim kurgu, aksiyon ve korku türlerinde çalışan Bigelow 1987 yılında ‘ Near
Dark ‘ ile adını duyurmuş olan Bigelow,
Bafta ödüllerinde tarihinde ilk defa “En İyi
Kadın Yönetmen” ödülüne layık görüldü.
En İyi Film, En İyi Yönetmen, En Orijinal
Senaryo, En İyi Montaj, Ses ve Sinematografi dallarında aldığı 6 ödülle Bigelow
“The Hurt Locker” filmi ile eski eşi James
Cameron’ ın ‘Avatar’ filmini geri de bıraktı.
Amerikan Yönetmenler Birliği’nin son 61
yılda en iyi yönetmen ödülüne layık gördüğü yönetmenlerden yalnız altısının Oscar’ı
kazanamamış olması da Bafta’ nın Oscar
ödüllerinin olası sahipleriyle ilgili bir ipucu niteliğinde. ‘ The Hurt Locker ‘ ile 6
dalda ödül alan Bigelow, beraberinde de 82
yıllık Oscar ödülleri tarihinin dördüncü kadın yönetmen adayı olarak Copallo, Wertmüller ve Champion’ a verilmeyen ‘ Erkek’
Oscar’ın oyununu bozacak mı?,sorularını
da akıllara getiriyor.
Seray Özbiçer
Kathryn Bigelow
http://univers.ieu.edu.tr
Kukla ustaları İzmir’de
İ
zmir’de kukla sanatının gelişmesine
katkı sağlayan ve bu yıl 4.sü düzenlenen İzmir Uluslararası Kukla Günleri
11-21 Mart tarihleri arasında gerçekleşiyor. Almanya, Avusturya, Bulgaristan,
Çek Cumhuriyeti, Fransa, Gürcistan, İngiltere, İspanya, İtalya, Macaristan, Tayvan ve Türkiye’den katılacak sanatçıların
oyunları İzmir’deki kültür ve sanat merkezlerinde ve Forum Bornova’da sergilenecek. Ayrıca 13-14 Mart tarihlerinde 2.
Forum Bornova Kukla Oyunu Yarışması
tüm kukla severlere açık olacak.
Kukla
deyince
çoğumuzun
aklına Gepetto’nun Pinokyo’su, Susam
Sokağı’nın Kermit’i geliyor. Aslında
Kuklaların birçok çeşidi ve uzun bir
geçmişi var. Ama değişmeyen yönü oyunun içeriğine tüm hayal gücünün katılabilmesi; bu bazen sosyal ya da politik
konularda göndermeler yapan bir kukla
olabilirken bazen de tiyatro oyuncusundan bir farkı olmayan etkileyici bir
kahraman olabilir. İnsan davranışlarının
tüm çıplaklığıyla yansıtılabildiği kukla
sanatının ilk olarak nerede ortaya çıktığı kesin olarak bilinmese de Fransa’daki
Louvre ve Hindistan’daki Yeni Delhi
müzelerinde M.Ö. 40.000 yıl öncesine
ait kuklaya benzeyen figürler bulunmaktadır. Eski Yunan tarihinde kukla gösterilerinin yapıldığı ve Mısır’da ipli kukla
oynatan insanların varlığı bilinmektedir.
Kuklacılık, Avrupa’da 18. ve 19. yüzyıllarda ön plana çıkmış, daha çok önem
kazanmıştır. Anadolu’ya ise kuklacılık
göçlerle gelmiştir. Canlı kukla olarak sayabileceğimiz oyuncuların çıplak karınlarına yüz çizmeleriyle hayat bulan Aşuk
Kültür-Sanat 13
Mart2010 Yıl3 Sayı20
Halil Türkden
Medya ve İletişim Bölümü
BİRAZ CHOMSKY
BİRAZ DA MARADONA
B
ve Maşuk, Çaput Adam, Kepçe Kadın,
Kodu Gelin gibi ilkel kuklalarla oluşan oyunlar, kuklacılığın başlangıcında
önemli yere sahip. En bilinen ve sevilen
kuklalarımız genelde iğneleyeci, alaycı,
yalancı, patavatsız gibi özelliklere sahip
olan karakterler. İbiş ve Karagöz bunlara
en iyi örnek.
Birçok kukla tekniği olmasına rağmen
yukarıdan iplerle, aşağıdan değneklerle
ve kuklanın içine el sokularak oynatılan,
en çok kullanılanlardan. Ayrıca Japonların Bunraku dedikleri çok emek gerektiren kuklada; üç kukla oynatıcısı, bir
kuklanın nefes alıp vermesine, gözlerini
kırpmasına kadar en ince detayların gösterilmesini sağlamaktadır. Türk kültürünün yansıması Orta Oyununu ve hayal
perdesinin en önemli isimleri Karagöz ve
Hacivat’ı da unutmamak lazım.
Ülkemizde kukla sanatıyla ilgili şimdilik
eğitim alınabilecek fazla bir yer bulunmamakta. Üniversitelerin Sahne Sanatları bölümünde sadece kukla tarihi ve tasarımı dersleri varken yurt dışında kukla
sanatı dört yıllık akademik eğitime dayanmaktadır. İzmir Uluslararası Kukla
Günleri, unutulmaya yüz tutmuş kukla
sanatının hatırlanması ve gelişmesi için
atılan güzel bir adım.
İyisi ve kötüsüyle kadınsal kısalar
13 yıldır farklı kadın
sorunlarını gün yüzüne çıkarmayı başaran
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri
Festivali,
“KÖTÜLÜK” temalı Kısa Film
Yarışması düzenliyor.
6–13 Mayıs 2010 tarihleri arasında izleyicilerle buluşacak olan
festival, kısa filmin
gelişmesine
katkıda
bulunmanın yanı sıra,
toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulanmasına
ve filmlerde kadın bakış açısının geliştirilmesine olanak sağlamak amacıyla Çankaya
Belediyesi’nin katkılarıyla gerçekleşecek.
Festival 2010 yılında;
şiddeti,
yoksulluğu,
savaşları, göçleri, ekonomik krizleri, emek
sömürüsünü ve dünya
yüküyle sıkıntıyı eteğinde taşımaya zorlanan kadınlara atfedilen
‘kötülüğü’ sorgulayacak. Peki, bu nasıl bir
kötülük? Uçan Süpürge haber sitesinde şöyle
açıklıyor:
Kötülüğün bazen öznesi, bazen de nesnesi olarak tarif edilen
kadınlar…
Büyücü,
cadı, iffetsiz, muhteris,
lezbiyen, dedikoducu,
fahişe, azınlık, küfürbaz, edepsiz, rahat,
özgür, küstah, söz dinlemeyen, kahkaha
atan, eviyle ve çocuğuyla ilgilenmeyen,
yuva yıkan, hak arayan, kadınları örgütleyen, kötü yola düşen ve düşüren… Lilith,
Havva, Delilah, Medea, Leydi Macbeth,
Salome, Marie Antoinette, Jean D’arc,
Justine, Hürrem Sultan, Carmen, Mata
Hari…
Sinema da kadınlara atfedilen bu rollerin
yansıtıcısı olmayı seçti. Yalnızca Hollywood ve Yeşilçam değil, her ülkenin sinemasında kadının kimliği aynıydı: Femme fatale, yani vamp, yani ölümcül kadın, yani
kötü kadın… Üvey anneler, kaynanalar,
metresler, hırslı iş kadınları, sigara ve içki
içen kadınlar,
sarışın kadınlar, sınıf atlamak için kadınlığını kullanan kadınlar, azgın kadınlar,
doyumsuz kadınlar, ağına düşürdüğü erkeklerin kanını emen kadınlar, yuva yıkanlar, fındıkkıranlar… Phyllis Dietrichson, Gilda, Şangaylı Kadın, Mavi Melek,
Matty Walker, Catherine Tramell…
Bir kez daha düşünelim: Bu hikayelerde
gerçekten kötü olan kim?
Toplam ödül 5 bin TL
10 dakikayı aşmayan “kötülük” temalı
filmler Burcu Aykar Şirin, Gülden Treske ve Seçil Büker’den oluşan seçici kurul
tarafından değerlendirilecek ve kazananlar 6 Mayıs’ta, Festival’in açılış töreninde
açıklanacak.
Yarışmada “Birinci Film”e 2.500
TL,“İkinci Film”e 1.500 TL ve “Üçüncü
Film”e de 1.000 TL para ödülü verilecek.
Başvuruların 9 Nisan’da sona ereceği yarışmayla ilgili ayrıntılı bilgi için:
www.ucansupurge.org/kadinfilmlerifestivali
irbirinden alakasız, alanlarında
fenomen olmuş, eğlenceli ve her
gün hayatın farklı alanlarında karşımıza çıkan iki güzel insandan biraz bahsetmek istedim. Biraz Chomsky, biraz
da Maradona... ABD dış politikasının
önde gelen muhaliflerinden, dilbilim
profesörü. Anarşist ruhlu akademisyen...Dilinin kemiği olmayan,eğlenceli
bir filozof ve radikal bir entelektüel...
Mürekkebi tükenmeyen bir kalem..Yahudilerin nefret ettiği bir Yahudi; Noam
Chomsky. 1965’ten beri ABD dış politikasını eleştiren Chomsky, “Uluslararası
terör nedir?” sorusuna “Amerikan ordusu” cevabını vermiş. Chomsky, İletişim
öğrencilerinin sık sık karşısına çıkan
temel meselelerden rızanın üretilmesi ve
güdümlü gerçeklik yaratılmasında medyanın rolünü sık sık vurgulamış ve medyayı iktidarla ilişkilendirmekten kaçınmamıştır. “Medya gündem yaratır, bunu
yaparken de güçlü bir zümreye hizmet
eder. Amacı da insanların daha az düşünmesini sağlamaktır “diyen adamdır
O. Guardian’ın, hakkında “Uygarlık tarihinde en çok alıntı yapılan on kaynaktan biri Shakespeare, biri İncil, biri de
Noam Chomsky’dir” yazdığı adamdır.
“Eşitlik olmadan demokrasinin olmaz.
Demokrasi içindeki insanların oyuncu
değil izleyici olduğu bir sistemdir” sözlerini sarf eden düşünürdür. Entelektüellerin binlerce yıldır süregelen görevinin
insanları pasif, itaatkar, cahil, ve güdümlü hale getirdiğini düşünür Chomsky.
Dolayısıyla, karizmatik bir konuşmacı olmadığını, zaten böyle bir yeteneği
olsa da bunu kullanmak istemeyeceğini,
amacının ikna etmek değil; insanların
kendileri için düşünebilmelerini sağlamak olduğunu söyleyen adam.
Diego Armando Maradona adı geçtiğinde onun düşmanı, kendini bilmez bir
avuç insan taklidi dahil herkes o anda
ayağa kalkıp ellerini kalplerine götürmeli. “Şükürler olsun, onunla aynı dünyada yaşadık!” Onu oynadığı zamanlarda
seyretmenin eşsiz şansına sahip olmuş
olanlar daha da ileri gitmeliler, ellerini
Tanrı’nın elleri gibi açıp dua etmeliler:
“Lütfen daha çok Maradona, daha çok
futbol, yani daha çok mucize!” İcabında oyun kuralları değiştirilmeli: Basketboldaki gibi futbolda da antrenörler
istediği kadar oyuncuyu istediği kadar
değiştirmeli. Yine de Maradona daha
fazla yorulmamalı, sadece bir frikik, bir
korner ya da sadece birkaç dakikalığına
topu sürmesi ve neticeyi değiştirmesi
için sahaya dönmeli. Bugün can çekişen
ve bizlere futbol diye yutturulmaya çalışılan danışıklı dövüşün yerine futbolun
İsa’sı, Che Guevera’sı sahaya dönmeli ve
futbola ihtişamını, çocuksuluğunu, büyüsünü, cennetselliğini, itibarını iade
etmeli.
Kesinlikle abartmıyorum, bunda tereddüt edenler sadece 1986 Dünya
Kupası’nda 5 maçta 5 gol, 5 asist ve en
az beş yüz elli beş büyülü bilek hareketini izlesinler sadece. Gördüklerine inanamayanlar ise Eric Cantona’ya kulak versin: “Müzikte Mozart, şiirde Rimbaud
ne ise Maradona da futbol için odur.”
14 Dosya
Mart2010 Yıl3 Sayı20
http://univers.ieu.edu.tr
Aydınlığa adanmış bir Hayat
Oysa bir ritüeldir ölmeden önce yazmak, hayatını
aydınlığa adayanlar için...
T
ürkiye’de gazeteci olmak insanın başına
birçok sıkıntı açar. Kimisi sermayeye
ve iktidarlara yakın olur, dostlar kazanır,
kimi gazeteci ise fikirlerini korkmadan söyleyerek birilerini rahatsız eder ve düşman
edinir . Sonrasında ise bazen bedenler gider,
ama isimler ve fikirler hüküm sürer.
Yıllar sonra cesaretle fikirlerini söyleyen
bir gazeteci, bir aydın haline gelecek olan
Ahmet Taner Kışlalı bütün masumiyetiyle
10 Temmuz 1939’ da Tokat’ın Zile ilçesinde hayata gözlerini açtı. Babası 1. Dünya
Savaşı’nda İngilizlere esir düşmüş; Kilis’de,
Maraş’da silahlı çatışmalara girmiş ve İstiklal Madalyası kazanmış; daha sonra genç
cumhuriyet ile beraber Ziraat Bankası’nda
veznedar olarak çalışmaya başlamış Hüseyin
Bey, annesi Türkiye Halkı’na okuma yazmayı öğretmek için seferber olan Mustafa Necati’ nin Millet Mektepleri’nde henüz onaltı
yaşında öğretmenliğe başlamış olan Lütfiye
Hanım’dır . Ahmet Taner okuma – yazmayı
Kuvvacı, Devrimci annesinden öğrenirken
Mustafa Kemal’in Devrimini ve sonrasını
da yine annesinden öğrenmiştir . Sakin, anlayışlı bir çocuktur. İlkokulda sınıfın en atak
öğrencisidir, adeta zehir gibidir. Yıllar sonra
siyasetin ihtiyaç duyacağı ve içine çağıracağı
Ahmet Taner Kışlalı profilini oluşturmaya
çocukluk döneminde başlamıştır. Sakin ve
atak ... Ailenin üçüncü çocuğudur. En küçük olanıdır. Çocuksu duruşu, narinliği,
kırılganlığı nedeniyle ailesi, ağabeyleri Mehmet Ali ile Mahmut’u İstanbul’a Galatasaray Lisesi’ne gönderirken Ahmet Taner’in
evden ayrılmasını istememiş ve O’nu Kilis
Ortaokulu’na göndermiştir . Ortaokulda da
atak bir öğrencidir.
Lise Günleri
Bu durum İstanbul’daki lise günlerinde de
devam etmiştir. Kabataş Lisesi’ndeki tartışmalarda da hep O ön plandadır. Lisede alan
seçimi yaparken tercihini fen sınıfından
yana kullanmıştır. Fen öğrencisi olmasına
rağmen lisede şiir, edebiyat, kompozisyon
ve Fransızca’ya yatkınlığı ve bu konulardaki
başarısı ile biliniyordu. Özellikle bir öğretmeniyle arasındaki ilişki bambaşkaydı . Kabataş Lisesi’nde üç yıl boyunca ders aldığı
Behçet Hoca’sı... Yıllar sonra Kültür Bakanlığı koltuğuna oturduğu dönemde Kabataşlılar yemeğinde arkadaşı Erkök Avcıoğlu’na
‘’Behçet Hocaya danışmanlık teklif edeceğim, incinirse diye tereddüt ediyorum’’
demiştir. Kabataş Lisesi’nde bir dönem de
Öğrenci Başkanlığı için adaylığını koymuş
ancak arkadaşı Çarşambalı Orhan’a kaybetmiş, seçimi kaybetse de seçim dönemindeki
dürüstlüğü ve centilmenliğiyle konuşulan
isim olmuştur. Ayrıca iyi fiziği , basketbolu iyi oynaması ve özenli giyimiyle öğrenci
arkadaşlarının dikkatlerini de üzerine toplamıştır.
Mülkiye ve Fransa
Kabataş Lisesi’nden mezun olduktan sonra
yolu Ankara’ya, Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi’ne düşer. Üniversite öğrenciliği döneminde gazeteciliğe de adımını
atmıştır. Yeni Gün Gazetesi’nde spor muhabirliği yapmaktadır. Spora yabancı birisi değildir. Hem iyi bir basketbolcu hem de koyu
bir Fenerbahçe taraftarıdır. Bu sürecin devamında Yeni Gün Gazetesi’nin yazı işleri müdürlüğüne kadar yükselmiştir. Mülkiye’deki
lisans öğreniminin ardından Fransız bursuyla Sorbonne üniversitesine doktora yapmak
için gitmiştir. Tez konusu, 1960 devrimi
sonrası Türkiye’deki siyaset açısından son
derece ilgi çekicidir:
“Modern Türkiye’deki siyasi güçler ...” Sorbonne Üniversitesi’nde Maurice Duverger
gibi ünlü bir siyaset bilimcinin asistanlığını
yapması da akademik kariyeri açısından son
derece önemli bir dönemdir. Fransa yıllarının bir başka önemi de Bordeux’lu Nicole
ile tanışması olmuştur. Yani Nilgün ile... Nicole yıllar sonra kendi isteği ile Müslüman
olacaktır gerekçesini ise Ahmet Taner Kışlalı şöyle aktarmaktadır : Hem Türk , hem
Müslüman olmak istiyorum ...Ben Tanrı’ya
inanırım. Senin Tanrı’n ile benimki farklı
değil ki! Çocuklarımız iki toplum arasında
kalmamalı...” İlk evliliğini yapmıştır Nicole
Kışlalı ile 1968 yılında . İki de çocukları olmuştur Altınay ve Dolunay adında. Ne yazık
ki Nilgün Kışlalı’yı yıllar sonra Türkiye’de
birlikte geçirdikleri bir trafik kazasında kaybedecektir. Sorbonne döneminde Fransa’da
bir dizi öğrenci ve işçi konferansı vermiş ;
Avrupa Türk Öğrenci Federasyonu ve Paris
Türk Öğrenci Birliğinde yöneticilik yapmış
; Hıfzı Topuz ve Abidin Dino gibi isimlerle
tanışma fırsatı bulmuştur.
Türkiye’ye Dönüş , Üniversite , Siyaset
Sorbonne Üniversitesi yıllarından sonra Hacettepe Üniversitesi’nde Siyaset Sosyolojisi
öğretim üyesi olarak göreve başladı. Bir süre
sonra Hacettepe Üniversitesi’nden ayrılarak
askere gitti. Askerlik görevini tamamlamasının ardından Hacettepe Üniversitesi’ne
dönmek istedi. Ancak geçtiğimiz günlerde
yaşamını yitiren; İhsan Doğramacı ‘nın rektörlüğünü yaptığı Hacettepe Üniversitesi,
Kışlalı’nın üniversiteye dönüş talebini reddeti. Nedeni ise kesin olmamakla birlikte (
Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Işık Kansu’ya
göre ) Kışlalı’nın “ Dünyadaki Gençlik Hareketleri ” başlıklı doçentlik teziydi. Ahmet
Taner Kışlalı aradığı ortamı Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nde bulacaktı, daha özgürlükçü,
daha demokrat bir alanda . Hem kimler yoktu ki Siyasal’da : Prof. Dr. Muammer Aksoy
, Prof. Dr. Bahri Savcı , Prof. Dr. Cahit Talas
ve niceleri ... 1972 yılında doçentlik unvanı aldı. Bu sırada Yankı Dergisi’nde yazdığı
yazılarla da dönemin CHP Genel Başkanı,
halkçı söylemleriyle fırtınalar estiren Bülent
Ecevit’in de dikkatini çekmişti. 1977’de Bülent Ecevit yönetimindeki CHP’den İzmir
milletvekili seçildi. Bülent Ecevit’in kurmaya çalıştığı 1977 azınlık hükümeti meclisten güvenoyu alamayınca Adalet Partisi,
Milliyetçi Hareket Partisi ve Milli Selamet
Partisi’nin ikinci Milli Cephe Hükümeti’ni
kurmasının ardından Güneş Motel olayı ya
da 11’ler olayı olarak bilinen ve Ecevit’in
“Kumar borcu olmayan 11 milletvekili arıyorum ” sözüyle onbir milletvekilinin ( Orhan Alp , Tuncay Mataracı , Şerafettin Elçi
, Mete Tan , Güneş Öngüt , Ahmet Karaaslan , Hilmi İşgüzar , Enver Akova , Ali Rıza
Septioğlu , Mustafa Kılıç , Cemalettin İnkaya ) Adalet Partisi’nden bakanlık vaadiyle Chp’ye geçmesi sonrası düşürülen ikinci
Milli Cephe Hükümeti’nin yerine 1978’de
Ecevit başbakanlığında kurulan hükümette
Kültür Bakanlığı görevine getirildi Ahmet
Taner Kışlalı. Kültür Bakanlığı dönemi de
kendisinin alçakgönüllülüğünün, nezaketinin ve demokrat düşüncesinin egemen olduğu bir süreçtir. Sanatçılara: “Kültür Bakanı olarak emrinizdeyim” diyebilecek kadar
nazik ve mütevazı bir bakan olmuştur Kışlalı. Artık dönem itilip kakılan yazarların,
sanatçıların, düşün insanlarının olduğu ve
baskıcı iktidarlar tarafından sanatçıların hor
görüldükleri dönem olmaktan çıkmıştır.
Kışlalı bunu başarabilmiş belki de tek bakandır. Kültür Bakanlığı döneminde Ulusal
Kültür adlı bir dergi çıkarılmıştır Kültür Bakanlığı tarafından. Bu dergiyle beraber Kışlalı insana, kültüre ve devrime bakış açısını
şöyle özetlemektedir : “Geri kalmış ülkelerin
genellikte kıt olan kaynakları içinde en bol
malzeme insandır. Üstelik diğer kaynakları
harekete geçirebilecek güç de gene o insan
öğesidir. Bu nedenle, geri kalmış ülkelerin
Ahmet Taner Kışlalı
devrimleri, her şeyden önce insanı değiştirmeye, daha etkili, daha bilinçli bir ‘yeni
insan’ yaratmaya yönelik, insanın düşünce
ve davranış biçimlerini değiştirmeye yönelik bir ‘kültür devrimi’ olmak zorundadır.
Geri kalmış ülke devrimcileri, bu yeni insanı yaratabildikleri ölçüde başarıya ulaşırlar.”
Bakanlığı dönemi güllük gülistanlık geçmemiştir Kışlalı’nın . Sağ medyada sürekli Eşinin Fransız bir Hristiyan olması gündemdedir. Kışlalı o durumu şöyle aktarıyor : “Bir
yurtdışı resmi gezi dönüşümde, her zamanki gibi uçağın merdivenlerinin ucundaydı.
Güneş gözlükleri ile saklanmaya çalışılan kızarmış, şişkin gözler. Dudaklarında zorlama
bir gülümseme. “Ahmet boşanalım” dedi,
“benim yüzümden senin siyasal kariyerini
yıkacaklar!” Meğer sağcı basın yokluğumda
bir kampanya başlatmış.“Kültür Bakanı´nın
Hıristiyan karısı” neler yapmış neler... Koca
bakanlığı Hıristiyanlık için kullanan O.
Hatta müzelerdeki ikonaları çaldırtıp yurtdışına kaçırtan da O... Evinde yabancı bir
kültüre “teslim olmuş” bir Kültür Bakanı.
Sekiz sütun “haberler”... Ve zihnimden silinmeyen köşe yazılarından örnekler... “İkonalar ve Kokonalar”, “Madam Kislali”, daha
niceleri ... Alçakgönüllülükle bezenmiş bakanlığında bunlarla da uğraşmak zorunda
kaldı, Ahmet Taner Kışlalı .
1980 Darbesi Sonrası
1979 ‘da çoğunluğunu Ecevit’in onbirlisinin
oluşturduğu milletvekilleri hakkında gündeme gelen yolsuzluk iddiaları ve akabinde
düşürülen Ecevit Hükümeti‘nin yerine gelen
Milli Cephe Hükümeti döneminde yaşanan
12 Eylül 1980 darbesiyle TBMM’nin feshedilmesi sonucu milletvekilliği düşen Kışlalı,
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi kadrosuna katıldı . Bir yandan da Cumhuriyet
Gazetesi’nde yazmaya başlamıştı. Öğretmenlik aşkını geri kazansa da hayatının aşkı
Nilgün’ü bu dönemde kaybetti . Nilgün
Kışlalı’yı yaptıkları bir trafik kazasında kaybetti. Kışlalı kaza anıyla ilgili şunları aktarmıştı: “Dev tenorun olağanüstü sesini , arabada dağlardan geçerken, çok yüksek tonda
dinlemekten hoşlanırdı (Nilgün). Ölüme
yaklaştığımız dakikalarda ise kasetçalardan
süzülüp içimizde birşeyleri titreten müziğin
sözleri kulaklarımdan bir türlü gitmiyor:
“Yine mevsimler geçecek / Yine yapraklar
düşecek / Giden sevgililer geri gelmeyecek”
Bu denli acı bir kayba rağmen eşinin cenazesinin ertesi günü üniversitede kolu sargıda
derse girebilecek kadar sorumluluk sahibi
bir öğretmendi Ahmet Taner Kışlalı. Gerek
ADD Genel Başkan Yardımcılığı yaptığı
dönemde gerekse ÇYDD için Anadolu yollarına düştü Kışlalı. Amacı halka Atatürkçülüğün dogma değil sürekli devam etmesi
gereken bir devrim olduğunu anlatmaktı.
Ve son ...
Nisan 1997’de ikinci eşi Nilüfer Kışlalı ile
evlendi . 22 Eylül 1999’da Nilhan Nur doğdu.
Ahmet Taner Kışlalı 21 Ekim 1999 sabahı
Cumhuriyet Gazetesine son yazısını faksladı. Yazının başlığı: “Kınıyorum” . Yazısında
Gata’daki öğretim yılı açılışında Atatürk’üm
ve Türkçe’m başlıklı açılış dersini veren Tuğgeneral Prof. Yalçın Işımer’in açılış konuşmasını eleştiren , yaylım ateşine tutan Recai
Kutan ve Avni Özgürel için bu “Kınama”.
Konuşmanın yerden yere vurulan kısmı:
“-Türkçe ninnilerle büyüdük, dualarımız da
Türkçe olacak...’’
“- Tanrı her yerdedir, her şeyi bilir. Kuşkusuz Türkçeyi de...’’
“- Din adamları bin yıl boyunca Kuran’ı
Türkçeye çevirtmemiş, ibadetin Türkçe yapılmasına rıza göstermemişlerdir.
Atatürk’ten başka hiçbir devlet adamı neden Türkçe değil de Arapça ? diyememiştir,
bugün de diyememektedir. Tanrı kişilerin
bireysel ihtirasını, ulusal çıkarların önüne
koymasın.
Amin...’’
İşte bu konuşmayı yaylım ateşine tutanlar
içindi Kışlalı’nın kınaması.
Bu yazıyı faksladıktan beş dakika sonra Kışlalı evden çıktı, arabasını ısıtıcaktı bir aylık
kızı ve eşi için ... Ve saat 9.40 , İran terörüne bir aydınımızı daha kurban verdik ...
Arabasına konulan bombanın patlamasıyla,
evinin önünde...
Fikirleri nedeniyle artık kimsenin acı
çekmemesi dileğiyle...
Anıl Eren Küçük
http://univers.ieu.edu.tr
•
SİNEMALAR,
FİLM GÖSTERİMLERİ
Desem
Karanlıktakiler
Rehber 15
Mart2010 Yıl3 Sayı20
Sanat Yönetmeni:
Kurgu:
Tür: Komedi
99 dk.
2009 ~ Almanya
2- 8 Nisan
Duman
Yollarda
Yeni Filmler
Yüreğine Sor
26 Mart Cuma
Funda Arar
2 Nisan Cuma
Yönetmen; Çağan Irmak
Oyuncular: Meral Çetinkaya, Erdem
Akakçe, Derya Alabora, Rıza Akın,
Şebnem Dilligil, Durul Bazan
Senaryo: Çağan Irmak
Görüntü Yönetmeni: Gökhan Tiryaki
Sanat Yönetmeni: Murat Güney
Tür; Psiko-Dram
2009, Türkiye
12-18 Mart
Yönetmen : Yusuf Kurçenli
Senaryo : Yusuf Kurçenli
Müzik : Kalan/Ayşenur Kolivar , Ayşe
Önder
Yapım : 2010, Türkiye
Tür : Dram
Gösterim Tarihi : 12 Mart 2010
Sıla
Karşıyaka Oda Tiyatrosu
16, 17, 23, 24 Mart
Yoksun
Anadolu’nun Kayıp Şarkıları
Avatar
Yönetmen : Nezih Ünen
Müzik : Nezih Ünen
Yapım : 2010, Türkiye , 96 dk.
Tür : Müzikal / Belgesel
Gösterim Tarihi : 12 Mart 2010
9 Nisan Cuma
Hayko Çepkin
Konak Melek Ökte Sahnesi
16-20, 23-27 Mart
Alis Harikalar Diyarında
Yönetmen: James Cameron
Oyuncular: Sam Worthington, Sigourney Weaver, Michelle Rodriguez, Zoe
Saldana, Giovanni Ribisi
Senaryo: James Cameron
Müzik: James Horner
Görüntü Yönetmeni: Mauro Fiore
Tür: Aksiyon / Macera / Bilim-Kurgu /
Gerilim
166 dk.
2009, ABD
26 Mart- 1 Nisan
Soul Kitchen
Yönetmen: Fatih Akın
Oyuncular:
Senaryo: Fatih Akın, Adam Bousdoukos
Görüntü Yönetmeni: Rainer Klausmann
Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü Karşıyaka
Ragıp Haykır Sahnesi
30, 31 Mart
Saakrca
Konak Melek Ökte Sahnesi
21, 28 Mart
16 Nisan
Yönetmen : Tim Burton
Senaryo : Linda Woolverton , Lewis
Carroll (Kitap)
Görüntü Yönetmeni : Dariusz Wolski
Müzik : Danny Elfman
Yapım : 2010, ABD
Tür : Fantastik / Çocuk / Macera /
Gençlik / Aile
Gösterim Tarihi : 5 Mart 2010
•
•
TİYATRO
İzmir Devlet Tiyatrosu
Şerefine İnsanoğlu
•
OPERA & BALE
İzmir Opera ve Balesi
Şehitler Orotoryosu
20 Mart
Bir Tenor Aranıyor (Müzikal)
22, 23 Mart
Rus Bestecileri Gecesi (Konser)
25 Mart
KONSER
Ozee
Gökhan Tepe
19 Mart Cuma
Kuşlar Mahkemesi
Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi
25, 26 Mart
Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi
18-21, 25-28 Mart
Bir Yaz Gecesi Rüyası (Baler)
İzmir Prömiyeri
27, 30 Mart
16 Spor
http://univers.ieu.edu.tr
Mart2010 Yıl3 Sayı20
Sayfa: Erman Gönülşen
Araştırma ödevi onu Türkiye’ye getirdi
Bu sezon Aroma Bayanlar Voleybol 3. Ligi’nde zirve hesapları yapan Ekonomi’nin Sultanları’nın tek yabancı
oyuncusu olan Çek Cumhuriyetli orta oyunucu (middle
blocker) Lena Karafiatoua, Ünivers spor sayfasına okulumuzun takımıyla tanışmasından, kendi kişisel yaşamına kadar gayet samimi açıklamalarda bulundu.
Erman Gönülşen: İlk olarak sporla uğraşan her kişiye sorulan tanıdık bir soruyla başlayalım. Voleybola nasıl başladın? Voleybola başlamanda önemli
rol oynayan bir olay ya da bir kişi var
mıydı?
Lena Karafiatoua: Öncelikle voleybola
başlamam biraz kısmet diyebilirim. Çocukken ilkokul yıllarımda okulumuz da
bazı özel voleybol kursları vardı. Arkadaşlarım gitmeye başlayınca ilk başlarda
ilgimi çekmemesine rağmen daha sonra
bende katıldım ve voleybola adım attım.
Sosyal yaşamda Lena nasıl biridir? Voleybol dışında neler yapmaktan hoşlanır bizimle paylaşır mısın?
Hayatımdaki her şeyin sporla bağlantılı olduğunu söylemek isterim. Kayak, dağcılık,
yüzme ilgilendiğim diğer spor dalları. Bunların dışında kültürel yaşamdan hoşlanıyorum. Kültürel yaşamımda neler yapıyorum;
modern dramları izlemek için tiyatroya giderim, ülkemdeki önemli dans gruplarının
performanslarını takip ederim ve bununla
birlikte müzelere gidip tarihe yolculuk yapmaktan hoşlanırım.
Ülkemize ve takıma geliş hikayenin
biraz tesadüfle başladığını biliyorum.
Türkiye gelişinin ilginç hikayesini bize
anlatır mısın?
Bu olayda benim hayatımda voleybola başlamamın ardından gelişen ikinci kısmetti.
Ülkemde üniversite birinci sınıftayken Türkiye ve Avrupa Birliği hakkında bir araştırma
yapmam gerekiyordu. İnternette bu konu
hakkında birçok site ve gazetede makale okudum. Bu yaptığım araştırma benim kültürünüzle tanışmamı gerçekleştiren ilginç olaydı.
Türkiye’yi tanıdıkça, araştırdıkça çok beğendim ve Erasmus programıyla buraya gelmeye
karar verdim. Şimdi bu programa çok teşekkür ediyorum. Çünkü “Erasmus” sayesinde, buradayım Türkiye’yi tanıyorum, Türk
kültürünü hissediyorum ve öğreniyorum ve
İEÜ Voleybol takımında oynuyorum.
Lena biraz da voleybol takımı hakkında
konuşalım. Bu sezonki performansınız
hakkında neler düşünüyorsun? Kendi
ülkenden kilometrelerce uzaktaki bir
yerdesin. Elbette takıma uyum için belli bir dönem geçirdin. Peki şu anda takım içindeki arkadaşlık ortamı nasıl?
Şunu söylemeliyim, kendimi çok şanslı hissediyorum. Çünkü öyle bir takıma
geldim ki, takımda yer alan arkadaşlarımın hepsi çok iyi oyuncular ve hepsi de
mükemmel kişiliğe sahip insanlar. Bu
da bizim sadece takım içinde değil sosyal yaşamda da çok iyi arkadaş olmamızı
sağladı. Takımın performansına gelince,
beklide bu sezon bizden bu performansı
beklemiyorlardı. Fakat takım içindeki arkadaşlık ruhu ve özverili çalışmalarımız
sonucunda şu anda geldiğimiz nokta ga-
yet iyi ve sezon sonunda burada şampiyon olup 2. ligde olacağız.
Voleybol kariyerinde uzun ve kısa vadede ki hedeflerin neler?
Elbette hedefim voleybolda yeteneklerimi geliştirmek. Şu anda voleybol oynuyorum, çünkü oynarken zevk alıyorum fakat
bunun çok uzun süreceğini düşünmüyorum. Gelecekte okuduğum bölüm üzerine meslek hayatıma devam edeceğim.
Şu anda Türkiye’de reklamcılık üzerine eğitimine devam ediyorsun. Birçok
sporcu üniversite eğitimini kendi geleceklerini garanti altına almak için tamamlıyor. Senin gelecekteki kariyerin
hakkındaki planların ve bölümün hakkındaki düşüncelerin neler?
Reklamcılık istediğim ve severek okuduğum bir bölüm. Voleybolu gelecekteki
kariyerimde ilk olarak düşünmüyorum.
Ülkemde yer alan bazı önemli PR ajanslarının birinde çalışmak en büyük hayalim.
Son olarak Türk voleybolu hakkında konuşalım. Bu sezon Türk takımlarının performansları hakkındaki fikirlerin neler?
Türkiye Avrupa çapında önemli üç kulübe sahip. Fenerbahçe Acıbadem, Eczacıbaşı Zenitiva ve Vakıfbank Güneş Sigorta T.T. Bunlardan özelikle Fenerbahçe
son iki yılda yaptığı yatırımlarla Avrupa
Voleybolu’nda söz sahibi olmaya başladı
ve bu sezon ortaya koyduğu performansla bunu gösterdi. Gamova gibi bir dünya
yıldızı öncülüğünde bu sezon gerek Avrupa İndesit Şampiyonlar Ligi, gerekse Aroma Bayanalar 1. Ligi’nin en etkili takımı
konumunda.
Avustralya açık tenis turnuvası
A
vustralya Açık tenis turnuvası ilk olarak
düzenlendiği 1905 yılından itibaren
her yıl Ocak ayında Melbourne Park’ta düzenlenmekte. Dört dünya Grand Slam Tenis
Turnuvalarından ilkidir. 2009 sezonunun
kadınlarda galibi Serena Williams iken erkeklerde Rafael Nadal olmuştur. 2010 sezonunda ise tek bayanlarda Serana Williams ve
Alman Justine Henin arasında oynanan final
mücadelesinde 6-4, 3-6, 6-2’lik setlerle yine
Serena Williams kazanmış. Williams 5. kez
Avustralya Açık kazanan ilk bayan oyuncu
olarak tarihe geçmiştir. Bu şampiyonlukla
Williams 12.Grand Slam şampiyonluğunu
kazanmış oldu. Turnuvanın favori isimlerinden İsveç Roger Federer ise final maçında, İskoç rakibi Andy Murray’i 3-0 yendi.
İsviçreli tenisçi, rakibini 6-3, 6-4 ve 7-6’lık
setlerle mağlup etti ve Avustralya Açık’ta 4.
xxxxx
şampiyonluğuna ulaştı. Federer’in kariyerinde 22 Grand Slam finali bulunmakta. Rafael Nadal bu senenin de favorisiyken Murray
karşısında oynadığı çeyrek final mücadelesinde dizinden sakatlanarak turnuvaya dra-
matik bir şekilde veda etti. Tek bayanlarda
ise Rus Dinara Safina, vatandaşı Maria Krilenko ile yaptığı maçın ilk setinde sakatlanarak turnuvadan çekildi. Safina geçen yıl da
ABD’li Serena Williams’a finalde elenmişti.
Avustralya’da ki Türk sporcularımız
D
ünya sıralamasında
280. Türkiye klasmanında ise birinci sırada yer alan sporcumuz
Çağla Büyükakçay ve
yine Türkiye sıralamasında yıldızlar kategorisinde
birinci sırada yer alan
Melis Sezer Avustralya
Açık Tenis Turnuvası
için Melbourne`deydiler.
Çağla Büyükakçay dünya sıralamasındaki puanını arttıracak puanlar toplamak amacı ile
Avustralya`da Uluslararası Tenis Federasyonu`nun
Melis Sezer (ITF) düzenlediği bir
dizi turnuvaya katılarak maçlar yaptı. 16
yaşındaki Melis Sezer ise, Avustralya Açık
Tenis Turnuvasında, yıldızlar kategorisinde korta çıktı. Çiftlerde genç bayanlar
kategorisinde mücadele eden Melis Sezer
ve Rumen partneri Cristina Duni, ikinci
turda elenerek, turnuvaya veda etti. Melis Türkiye`deki puanları gereği Grand
Slamler’e ana tablodan girme hakkı elde
etti. Melis, bundan önce katıldığı Grand
Slamler’de ana tablodan girmeyi başaramamıştı, ilk kez bir Türk tenisçi yıldızlar kategorisinde ana tablodan bir Grand Slam’de
oynama hakkı elde etti. Milli tenisçimiz
Marsel İlhan’da turnuvada ana tabloya
çıkma hakkı kazandı. Ancak Şili’li rakibi
Fernando Gonzales’e yenilerek turnuvaya
veda etti.
Erman Gönülşen
Medya ve İletişim Bölümü
Duraklama Anları
Y
aklaşık bir buçuk aylık aranın ardından
futbol heyecanı, Süper Lig ve Bank Asya
1. Lig umuduyla tekrar perdelerini açtı. Devre
arası transfer döneminde takımlar kadrolarını
eksikleri ve bütçeleri doğrultusunda revize etmeye çalışırken, kuşkusuz bu periyodu en hareketli geçiren takım Bucaspor oldu. Mart ayı
adına öne çıkaracağımız en önemli olay elbette
Altay’da kötü gidişin ardından görevi bıraktığını açıklayan Fuat Yaman’ın istifası olacak.
ALTAY: Çok iyi başladığı sezonda ilk yarının
son haftalarına doğru deplasmanda 2-0 kaybettiği Konyaspor maçıyla başlayan Altay’ın
kötü gidişi yine 2-0’lık Karşıyaka mağlubiyetiyle dibe vurdu. Siyah-beyazlı ekip bu periyotta kaybedilen puanlar sonucu ikincilikten
altıncılığa kadar düşerek lider Karabükspor’un
12 puan gerisinde kaldı. Bu sonuçlar elbette
skora bağlı bir futbol döngüsünün hüküm
sürdüğü ülkemizde teknik direktör Fuat
Yaman’nın kredisini tüketti. İstifa eden Fuat
Yaman’nın ardından gelecek olan hocayı gerçektende sıkıntılı bir süreç bekliyor. Takımı
sıfırdan tekrar ayağa kaldıracak ve amiyane
tabirle “gaz verebilecek” bir isme ihtiyaç var.
Bu isim kim olur şimdiden söylemek güç ama
yönetimin bu konuda titiz davranması ve takımı tekrar en azından play –off’a taşıyabilecek
bir isme emanet etmesi gerekiyor.
KARŞIYAKA: Ümit Turmuş yönetiminde istikrarı yakalamaya başlayan Karşıyaka derbide
Altay’ı 2-0 yenerek hem moral, hem de play
off’a kalma yolunda umut tazeledi. Şu anki
ligin gidişatına bakarsak Karşıyaka eğer ki ilk
ikiden çıkmak istiyorsa seri galibiyetlere ihtiyacı var. Yeşil – kırmızılı ekip puan tablosuna
baktığında eminim kendi evinde Adanaspor
ve Giresunspor maçlarında kaybettiği beş puana çok üzülüyordur. Kadro dışı bırakılan Güney ve Serdar’ın yokluğu hissedilse de Ümit
Turmuş’un tavrı net. Bana kalırsa bu zorlu
maratonda bu oyunculara ihtiyacı olmasına
rağmen mevcut kadroda son haftaya kadar Süper Lig’i kovalamak için mücadele verecektir.
GÖZTEPE: Mucize bir şekilde çıktığı yükselme grubuna, tıpkı klasman grubunda olduğu
gibi iyi bir başlangıç yapamadı. Devre arası
transfer döneminde kadrosundan 11 isimle
yollarını ayıran sarı kırmızılı ekip, teknik direktör Erol Azgın’nın, “hepsine kefilim”dediği
yedi isimle kadrosunu revize etti. Ancak deplasmanda 2-1 kaybedilen Güngören Bld maçı
ve grubun ayağa iyi pas yapan ekiplerinden
İskederunspor’la kendi evinde 0-0 berabere
kaldığı karşılaşmalar henüz takıma katılan
yeni oyuncuların uyum sürecini aşamadıklarını gösterdi. Özellikle İskenderun maçında,
sağanak yağıştan dolayı Alsancak Stadı’nın
emektar zemini adeta bir havuzu anımsatırken
futbol adına bize hiçbir ipucu vermedi. Bu nedenlerden dolayı Göztepe’nin bu grupta henüz
neler yapabileceği hakkında ahkâm kesmek
için henüz erken olduğunu düşünüyorum.
BUCASPOR: Ligin ilk yarısının sonlarına
doğru yakaladığı iyi form durumunu sezonun
ikinci devresine de yansıtmayı başaran Bucaspor, ligin iç saha performansı olarak iyi takımlarından biriydi. Artık buna bir de dış sahada
da oynadığı iyi futbol ve aldığı puanlar eklenince meyvesini ligin ikinci sırasına çıkarak
aldı.. Özelikle kendi evinde Süper Lig patentli
rakibi Konyaspor’u 3-1 yendiği maç bize artık
bu takımın ligin sonuna kadar şampiyonluk
mücadelesinin içinde rahatlıkla olabileceğini
gösterdi. Giden oyuncuların boşluğunu doldurmak için transfer edilen Mehmet Polat,
Murat Karakoç, Patrick Mbemba (kiralık) ve
Cem Kargın gibi Süper Lig’in tozunu yutmuş
isimlerin katkısı elbette olacaktır.

Benzer belgeler

Sayı 17 / Kasım 2009 - İletişim Fakültesi

Sayı 17 / Kasım 2009 - İletişim Fakültesi grupların çekişmesine sahne olmuştu. Şimdi bu iki grup seçim neticesinde bir arada öğrencilerin sesi olmak için mücadele ediyor. Görevi devralan yeni Öğrenci Konseyi’nin başkanı Gökhan Altun’la bir...

Detaylı