Türk-Ermeni İlişkileri

Transkript

Türk-Ermeni İlişkileri
TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ
» Selçuklu Dönemi
» Osmanlı Dönemi
» I. Dünya Savaşı Dönemi
» Milli Mücadele Dönemi
» Sevr ve Lozan'da Ermeniler
» Lozan'dan Günümüze
TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ
Ermeniler; Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap
ve Türklerin hakimiyeti altında yaşamışlardır. Ermenileri Bizans'ın
zulüm idaresinden kurtaran ve onlara insanca yaşama hakkını
bahşeden, Selçuklu Türkleri olmuştur. Fatih döneminde ise,
Ermenilere din ve vicdan hürriyeti en üst düzeyde verilmiş, Ermeni
cemaati için dini ve sosyal faaliyetlerini yönetmek üzere Ermeni
Patrikliği kurulmuştur.
Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından
Anadolu'nun bir yerinden diğerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu
kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin
Anadolu'ya girişlerinden sonra; Türklüğün adil, insani, hoşgörülü,
birleştirici töre ve inancından yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme
ve doruğa ulaşma çağı olan 19. Yüzyıl sonlarına kadar süren devir,
"Ermenilerin altın çağı" olmuştur.
Osmanlı Devleti'nin çalışan, liyakatli, dürüst ve üretken her teb'asına
sağladığı imkanlardan Gayr-i Müslimler içinde en çok faydalananlar;
Ermeniler olmuştur. Askerlikten, kısmen de vergiden muaf
tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari işlerde yükselme
fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve
anlaşmış olduklarından dolayı "millet-i sadıka" olarak kabul
edilmişlerdir.
İstanbul Ermeni Patrikliği'nin kuruluşu tarihte eşine zor rastlanır bir
olaydır: Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sekiz yıl sonra,
1461'de Batı Anadolu'daki Ermeni episkoposluğunu, çıkardığı bir
fermanla İstanbul Patrikliği'ne dönüştürmesi, Fatih'in ve Osmanlı
Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün
çok açık bir örneğidir. Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın,
başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne
Fatih'ten önce, ne de sonra görülmüştür.
"Yeni bir bin yıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle
yakın çevremizdeki savaş ortamını göz önünde bulunduracak
olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve
kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi
kavrayabiliriz." diyen günümüzün Ermeni Patriği II. Mesrob'un sözleri
de bu olayın önemini doğrulmaktadır.
Nitekim, Türkçe konuşan, ayinlerini bile Türkçe yapan bu topluluktan
devlet kademelerinde önemli görevlere yükselenler, Bayındırlık,
Bahriye, Hariciye, Maliye, Hazine, Posta-Telgraf, Darphane
Bakanlıkları, Müsteşarlıkları yapanlar ve hatta Osmanlı Devleti'nin
meseleleri üzerinde Türkçe ve yabancı dillerde eserler yazanlar bile
olmuştur.
Ancak Osmanlı Devleti'nin zayıflamaya başladığı dönemlerde, bazı
devletlerin vaatlerine kanan Ermeniler, on binlerce Türk ve
Ermeni'nin ölümüyle sonuçlanan isyan ve katliamlara başlamışlardır
ve bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya çalışmışlardır.
SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE TÜRK - ERMENİ İLİŞKLERİ
VII. yüzyıl sonlarından itibaren Anadolu, Bizans hakimiyetinden
çıkarak, önce Emevilerin, onlardan sonra ise X. yüzyılın sonlarına
kadar Abbasilerin elinde kalmıştır. X. yüzyılın sonlarında Anadolu'nun
tamamına Bizans yeniden hakim olmuştur.
Bizans İmparatoru Vasil II, hayatının son yıllarında Kafkaslar'da
faaliyet göstermiştir. Ermeni Bağratuni hanedanından Gagik I'in
(990-1020) ölümünden sonra bu bölgede karışıklıklar çıkmıştır. Bu
durum Bizans İmparatoru'na başarılı bir müdahale fırsatı vermiştir.
Gürcistan'ın bir kısmı gibi Van bölgesi de Bizans İmparatorluğu'na
dahil olunmuş, Ermeni Ani hanedanlığı ise hayatı boyunca Gagik'in
oğlu ve halefi olan İonnas Smbat'a kalmış, onun ölümünden sonra
ise aynı şekilde Bizans İmparatorluğu'na katılmıştır.
Bizans İmparatorluğu, Ermenilerin yaşadıkları yerleri kendine
katmakla kalmamış, aynı zamanda Ermeni tarihçi Urfalı Mateos'un da
belirttiği gibi "Ermeni milletinin kumandanlarını kendi ev ve
eyaletlerinden çıkarıp götürmüşler"dir.
1047-1048 yılında Selçuklu Veliahdı Hasan, Van Gölü bölgesine
akınlara başlamıştır. Azerbaycan Genel Valiliği'ne atanan İbrahim
Yınal, Tuğrul Bey'den aldığı buyruk üzerine, Kutalmış ile birlikte
harekete geçerek Eylül 1048'de Pasin Ovası'nda Liparit, Aaron ve
Katakalon kumandasındaki Bizans Ordusu'nu bozguna uğratmıştır.
Ölen Bizans İmparatoru Konstantin Dukas'ın (Mayıs 1067) yerine
geçen karısı ile evlenerek iktidarı ele geçiren Romanos VI. Diogenes,
Selçuklulara karşı savaşı derhal ele almış, fakat ordusunun aşırı
güçsüzleşmesi nedeniyle büyük bir güçlükle de olsa çoğunluğu
yabancı asıllı ücretlilerden (Peçenek, Oğuz, Norman, Frank, Ermeni,
Slav, Bulgar, Alman, Hazar, Gürcü) oluşan bir ordu toplamıştır.
Bizans İmparatoru Malazgirt'e doğru yola çıkmadan önce, harpten
dönünce Ermeni mezhebini ortadan kaldıracağına yemin etmiştir.
Bizans imparatorunun ordusu, 26 Ağustos 1071 tarihinde Sultan
Alparslan'ın ordusuna saldırmış, fakat bozguna uğramıştır. Bizans
İmparatorunu esir alan Alparslan, barış imzaladığı Diogenes'i tahta
dönmesi için büyük bir törenle İstanbul'a uğurlamıştır.
Uzun yıllar Bizans hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere Bizanslıların
nasıl davrandıkları konusunu, o dönemleri yaşayanlardan dinlemiş ve
yazmış olan Urfalı Mateos şu şekilde aktarmıştır:
"... Onlar (Romalılar) Katogikosu (Haçik'i), mezhebi için türlü
işkencelere maruz bırakmışlardır. Duyduğumuza göre onlar, onu
ateşle tazip etmişler, fakat o, alevlerin içinden sağ ve salim
çıkıyordu."
"İki yıl sonra (993-994) büyük Roma dükü, büyük bir ordu ile
beraber Ermenilere karşı yürüdü, Hıristiyanların üzerine atılıp onları
kılıçtan geçirdi ve esaret altına aldı. O, zehirli bir yılan gibi her yere
ölüm götürdü ve böylelikle, dinsiz milletlerin yerini tutmuş oldu."
Türkler, Bizanslılarla birlikte kendilerine karşı savaşan Ermenilere
nasıl davranmışlardır? Bizanslıların yaptıkları gibi onları hakir mi
görmüşler, zulüm mü yapmışlar, yoksa kilise ve manastırlarını mı
yakmışlardır? Ermeniler başta olmak üzere, Selçuklu yönetiminde
yaşayan bütün gayrimüslim azınlığa gösterilen hoşgörüyü Urfalı
Mateos şu şekilde kaydetmiştir:
"539 (27 Şubat 1090-26 Şubat 1091) tarihinde Ermeni Katogikosu
Barseg, cihangir sultan Melikşah'ın yanına gitti. Katogikos bazı
yerlerde Hıristiyanların tazyik edildiğini, Allah'ın kiliseleri ile
ruhanilerden vergi istenildiğini ve manastırlarda piskoposların vergi
için tazyik edildiğini görüp, İranlıların ve bütün Hıristiyanların
âlicenap ve tatlı sultanının huzuruna gidip, bütün bunları ona arz
etmeye karar verdi. Sultan, senyor Barseg'i huzura kabul edip, ona
büyük iltifat gösterdi ve onun arzularını yerine getirdi. Sultan, bütün
kilise ve manastırları ve ruhanileri vergiden muaf tuttu ve Ermeni
katogikosuna fermanlar verip onu iltifatla uğurladı."
Bu ifadelerden de açıkça anlaşıldığı gibi Selçuklu Türkleri, Ermenilere
ve diğer gayrimüslim halka Bizanslıların göstermediği hoşgörüyü
göstermiş ve onların dinlerini ve sosyal yaşantılarını korumalarını
sağlamıştır. Bu anlayış, Anadolu Selçukluları döneminde de devam
etmiştir. Gösterilen tüm bu hoşgörülere rağmen, bazen Ermenilerin
Bizanslıların ve Haçlı Seferleri sırasında Haçlıların yanlarında yer
aldıkları da bilinmektedir.
KAYNAK:
Yıldırım, Dr. Hüsamettin; Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara 2000.
OSMANLI-ERMENİ İLİŞKİLERİ
Osmanlı devletinin ilk kuruluş yıllarında Ermeniler, genellikle
Çukurova, Doğu Anadolu ile Kafkasya bölgelerinde küçük prenslikler
ve beylikler halinde ve dağınık durumdaydılar. İran, Bizans, Gürcü,
Selçuklu devletleri ve diğer küçük devlet ve beyliklerle karışmışlardı
ve bunların yönetimi altındaydılar.
Ermenilerin Osmanlılarla ilk ilişkileri, çok azınlıkta bulundukları
Anadolu'nun batı bölgesinde başlamıştır. Osman Gazi 1324 yılında
Bursa'yı devlete merkez yaptıktan sonra, Kütahya'daki Ermenilerin
çoğunluğu ve Ermeni ruhani reisliği Bursa'ya nakledilmiştir.
Fatih Sultan Mehmet 1453'de İstanbul'u
aldıktan sonra Ermenilerin Bursa'daki ruhani
başkanı Hovakim'i İstanbul'a getirmiş ve
1461'de yayınladığı bir fermanla Ermeni
Patrikliği'ni kurdurmuştur. Yavuz Sultan
Selim'in 1514-1516'da Güney Kafkasya ve
Doğu Anadolu'yu fethetmesiyle buradaki
Ermeniler de aynı cemaat bünyesine
alınarak İstanbul Patrikliği'ne
bağlanmışlardır.
Tarihlerinde hiçbir devletten ve
hükümdardan görmedikleri ilgiyi Osmanlı
devletinden gören Ermeniler, Türk milletine
samimi olarak bağlanmışlardır. Bu yüzden kısa bir süre içinde çeşitli
yerlerden İstanbul'a göçen Ermeniler büyük bir cemaat oluşturmuş
ve dünyanın en refah içindeki cemaatlerinden birisi haline
gelmişlerdir.
Fatih Sultan Mehmet'ten Sultan II. Mahmud'a kadar 350 yıllık süre
içinde Hıristiyanların ve dolayısıyla Ermenilerin dini ve toplumsal
işlerine kesinlikle karışılmamıştır. "Amira" denilen bankerlerden,
tüccarlardan ve devlet memurlarından oluşan Ermenilerin
yardımıyla; birçok okul, matbaa, kütüphane açılmış, birçok Ermeni
genci öğrenim yapmak ve sanat öğrenmek üzere Avrupa'ya
gönderilmiştir. Aynı dönemde bu haklardan Rusya yönetimindeki
Ermeniler yararlanamamışlardır.
Ermeni Patriği Nerses 1876 yılında Vatandaşlık Meclisi Şurası'na
sunduğu mektubunda, "Şayet günümüze kadar Ermeni milleti,
millet olarak korunduysa ve inancını, kilisesini, dilini, tarihi
ve kültürel değerlerini koruyorsa, tüm bunlar Türk
hükümetinin Ermeni milletine gösterdiği koruma, yardım ve
hayırseverlik sayesindedir. Kader, Ermenileri Türklere
bağlamıştır. Bundan dolayı Ermeniler, devletin savaş ve ağır
sınav günlerinde buna kayıtsızca davranamaz. Aksine her
zaman oldukları gibi ona yardım etmek zorundadırlar.
Vatanını seven Ermeni, devlete yardım ederek, Ermeni
milletinin hizmet ve yardımının en iyisini görecektir."
demektedir. Görüldüğü gibi Patrik Nerses, Ermenilerin Osmanlı
yönetiminde sahip oldukları haklar sayesinde benliklerini muhafaza
ettiklerini belirtmektedir.
Osmanlı devleti, Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile yapmayı vaadettiği
ıslahatları ilân etmiş, ancak gayrimüslimler verilen yeni haklardan
memnun kalmamışlardır. Tanzimat ile gayrimüslimlere askerlik
mükellefiyeti getirilmiş, devlet memuriyetleriyle idari ve askeri
okullara girmelerine izin verilmiştir. Buna dayanarak Ermeniler,
1863'de yürürlüğe giren 99 maddeden oluşan Ermeni Milleti
Nizamnamesi'ni bir fermanla Babıâli'ye onaylatmışlardır.
Osmanlı yönetimindeki diğer gayrimüslim azınlıklar gibi Ermeniler de
her zaman birinci sınıf vatandaş muamelesi görmüşler; askere
gitmedikleri gibi, özellikle ticari hayatta kilit noktaları ellerine
geçirmek suretiyle, toplum içinde ön plana çıkmışlar, zengin
olmuşlardır.
Devlete bağlılıkları, Türk adetlerini benimsemeleri, hatta iyi Türkçe
konuşmaları, Ermenilerin devlete ait resmi veya özel işlere
atanmalarına sebep olmuştur. Bu bakımdan 16. yüzyılda Ermeni
asıllı Mehmet Paşa gibi vezirlik rütbesine kadar yükselen devlet
adamları, 18. yüzyılda Divrikli Düzyan soyundan saray kuyumcuları
ve sonradan Darphane bakanları, Sasyan ailesinden saray doktorları,
19. yüzyılda Bezciyan ailesinden Darphane bakanları, Dadyan
ailesinden Baruthane bakanları devletin en yüksek kademelerinde
görevler yapmışlardır. 19. yüzyılda ve Abdülhamit devrinde ve
sonrasında ise Ermeni dış işleri görevlileri ve bakanlar
bulunmaktadır. Ayrıca birçok Ermeni de Osmanlı devlet adamlarına
danışmanlık yapmıştır.
Ermeniler iddia edildiği gibi soykırıma uğrayan bir topluluk değil,
devletin her kademesinde, her meslekte önemli yerler edinmiş bir
grup olmuştur.
Osmanlı-Ermeni ilişkileri açısından en çarpıcı açıklamalar, bizzat
Türkiye'deki Ermeni cemaatinin önderlerinden gelmiştir. Ermeni
Patriği II. Mesrob, 22 Mayıs 1999 günü Hilton Oteli'ndeki
resepsiyonda yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullanmıştır:
"3. Binyılın eşiğindeyiz. İnsanlık tarihinde yeni bir dönemin
başlangıcını kutlamaya hazırlanıyoruz. Bunun hepimiz için büyük
fırsat olduğunu düşünüyorum. Geleceğimizi kıtaların, kültürlerin ve
halkların birlikteliği düşüyle tayin etme fırsatı...
İnsan hayatına, kişisel hak ve özgürlüklere saygı, adil ve her türlü
şiddetten uzak bir dünya hepimizin ortak özlemi.
Önümüzdeki bu dönüm noktası yalnızca eşsiz bir fırsat değil, aynı
zamanda çetin bir sınav sunuyor bizlere. Geride bırakmaya
hazırlandığımız 2. Binyıl trajik olaylarla doluydu.
Yine de geride bıraktıklarımız arasında hep saygıyla yad edeceğimiz,
önümüzdeki binyıllarda da sevinçle kutlayacağımız nice olaylar yok
değil.
Tıpkı bugün kutladığımız gibi...
İstanbul Ermeni Patrikliği'nin kuruluşu tarihte eşine
rastlayamayacağımız bir olaydır.
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sekiz yıl sonra, 1461'de
Batı Anadolu'daki Ermeni episkoposluğunu çıkardığı bir fermanla
İstanbul Patrikliği'ne dönüştürmesi Fatih'in ve Osmanlı Sultanlarının
gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir
örneğidir.
Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri için
ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih'ten önce, ne de sonra
görüldü.
Yeni bir binyıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle
yakın çevremizdeki savaş ortamını göz önünde bulunduracak
olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve
kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi
kavrayabiliriz.
İmparatorluk sınırları içindeki Ermeni toplumunun hayatını onun örf
ve adetlerine göre düzenleyen Fatih Sultan Mehmet'i, onun
doğrultusunda ülkeye hizmet eden devlet adamlarını ve 1461'deki ilk
İstanbul Ermeni Patriği Bursalı Hovagim'den başlayarak bu makama
sadakatle hizmet eden 83 patriğimizi sevgiyle ve minnetle anıyoruz.
Biz Türkiye Ermenileri, ülkemizde yaşayan en kalabalık Hıristiyan
cemaati olarak 75. yılını coşkuyla kutladığımız Türkiye
Cumhuriyeti'nin aydınlık geleceğine tüm kalbimizle inanıyor ve
yarınlara ümitle bakıyoruz."
KAYNAK:
(1) Çarıkçıyan,Komidos; Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler (1453-1953), İstanbul 1953.
(2) British Documents on Ottoman Armenians (4cilt), 1983, 1989, 1990,Türk Tarih Kurumu
(3) Göyünç, Nejat; Osmanlı İdaresinde Ermeniler, 1983-4)
(4) Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi,
1985
(5) Türk Tarihinde Ermeniler (Tebliğler ve Panel Konuşmaları). 9 Eylül Üniversitesi,1985-6)
(6) Şimşir, Bilal; Osmanlı Ermenileri, 1986-7)
(7) Ataöv, Türkkaya; Osmanlı Arşivleri ve Ermeni Sorunu, 1989
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİNDE TÜRK-ERMENİ
İLİŞKİLERİ
Osmanlıların 1 Kasım 1914'te İngiltere, Fransa ve Rusya'ya karşı
savaşa girmesi, Ermeni komitelerince büyük bir fırsat olarak
görülmüştür. Gönüllü alaylar kurarak Rus saflarına katılan Ermeniler,
Rus işgal kuvvetleriyle birlikte Doğu Anadolu topraklarına
girmişlerdir. Ayrıca, Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yeni isyanlar
çıkartılmış, Osmanlı kuvvetleri arkadan vurulmuş, sivil Türk halkı
büyük bir katliama uğratılmıştır. Bu katliam yalnızca Türkleri hedef
almamış Trabzon civarındaki Rumlar ve Hakkari çevresindeki
Museviler de Ermeniler tarafından katledilmişlerdir.
Osmanlı Devleti savaşa girmeden kısa bir
süre önce Haziran 1914'te Erzurum'da
Taşnaksutyun komitesi toplanmış ve şu
kararları almıştır:
"İttihat ve Terakki Hükümeti'nin,
Hıristiyan unsurlara ve özellikle
Ermenilere karşı eskiden beri takip ettiği iktisadi, sosyal ve
idari birbirine zıt politika, baskıyı ve ıslahatı uygulama
konusunda gösterdiği aldatıcı hareketleri göz önünde tutan
Taşnaksutyun Kongresi, İttihat ve Terakki'ye karşı muhalefet
durumunda kalmaya, onun siyasi programını eleştirmeye,
kendisine ve teşkilatına karşı şiddetle mücadeleye girişmeye
karar vermiştir."
Osmanlı seferberlik ilan eder etmez, Marsilya'da yaşayan Türk
Ermenileri 5 Ağustos 1914'de bir beyanname yayınlamışlardır. Çeşitli
gazetelerde yayınlanan söz konusu beyannameden birkaç cümle
şöyledir:
"Rus Ermeniler, Moskova orduları saflarında, kardeşlerimizin
cesetleri üzerine yapılan tahkirin intikamını almak için,
vazifelerini yapacaklardır. Bize Türk tahakkümündeki
Ermenilere gelince, hiçbir Ermeni'nin silahı, ikinci vatanımız
olan Fransa'ya ve onun müttefik ve dostlarına
çevrilmemelidir.
(...)
Ermeniler, kime karşı olduğunu söylemeden Türkiye sizi silah
altına çağırıyor; demiryollarının rayları 300.000 kardeşimizin
cesetlerinden geçen II. Wilhelm'in ordularını ezmeye
yardımcı olmak için Fransa ve onun müttefiklerinin ordularına
gönüllü yazılın..."
Savaş başlayınca Ermenilerin Ruslarla işbirliğine giriştiklerini hemen
her kaynakta bulabiliyoruz.
Bu konuda Philips Price şu ifadeleri kullanmaktadır:
"... Savaş patlak verince bu bölgelerdeki Ermeniler (Doğu
vilayetleri kastediliyor) Kafkasya'daki Rus makamları ile
gizlice temasa geçtiler ve geliştirilen bir yer altı teşkilatı ile
bu Türk vilayetlerinden Rus ordusuna gönüllü sevk edilmeye
başlandı..."
Rafael de Nogales şunları yazmaktadır:
"Savaş fiilen başlayınca, Meclis'teki Erzurum Mebusu Garo
Pasdermichan (Pastırmaciyan) üçüncü ordudaki hemen bütün
Ermeni Subay ve askerlerle öte tarafa Rusya'ya geçti. Kısa bir
süre sonra onlarla geri dönerek, köyleri yakmaya, ellerine
geçen bütün masum Müslümanları insafsız şekilde kılıçtan
geçirmeye başladı. Bu kanlı mezalimin zaruri karşılığı,
Osmanlı makamlarının, her halde henüz kaçmayı
başaramadıkları için, halen orduda bulunan Ermenileri
askerlerle jandarmaları silahtan soyutlayarak, onları yol
inşaatında ve malzeme nakliyatında kullanılmak üzere iş
taburlarına nakletmesi oldu."
Clair Price ise şöyle yazmaktadır:
"1908 Anayasası gereğince Enver Hükümetinin askerlik
çağına gelmiş Türkler gibi Ermenileri de silah altına çağırmak
hakkı vardı, ama, silahlı bir karşı koyma, özellikle Zeytun'da
derhal başladı. Doğu hudutları boyunca Ermeniler Rus
ordusuna kaçmaya başladılar. Enver Hükümeti geri kalanların
sadakatinden şüphe ederek onları iş taburlarına sevk etti."
Osmanlı Hükümeti 3 Ağustos'ta seferberlik ilan etmişti. Zeytun'lu
Ermeniler Osmanlı bayrağı altında bulunmayı istemeyerek kendi
subaylarının yönetiminde bir Zeytun Fedai Alayı kurarak bölgelerini
korumak istemişler, tabiatıyla kabul edilmeyen bu talepleri üzerine
30 Ağustos tarihinde fiilen isyan etmişlerdir. Takip sonunda 60 kadar
asi silahları ile yakalanmış ve bir süre sakinlik oluşmuşsa da Aralık
ayında, Zeytunlular yeniden mülkiye memurlarına ve jandarmalara
saldırmaya başlamışlardır.
1915 Mayıs ayına gelindiğinde, Ruslar Doğu Anadolu'da ilerler, İngiliz
ve Fransızlar Çanakkale'yi zorlar ve Güney'de kanal harekatı
yapılırken, ülkenin iç durumu budur. Zeytun, Van ve Muş'ta isyan
çıkmıştır. Van isyanı, şehrin Rusları tarafından işgaline yol açmıştır.
Zeytun ve Muş isyanı devam etmektedir. Ülkenin her tarafı asker
kaçakları ile dolu, her taraf çetelerin saldırılarına maruz, eli silah
tutan Türklerin askere gitmeleri neticesinde meydan Ermenilere
kalmıştır. Devlet bir taraftan savaşırken, bir taraftan da isyanlarla
uğraşmaktadır. Osmanlı böyle bir durumda tehcir kararı almak
zorunda kalmıştır(1).
Türkiye'deki Ermenilerle ilgili olarak savaş içinde alınan bir karar
daha vardır ki, Patrikhane'yi ilgilendirir. 10 Ağustos 1916 tarihli
Takvim-i Vekayi'de neşredilen yeni bir nizamname ile, Türkiye'deki
Ermeni Kiliselerinin Eçmiyazin (Vagrsabat: Erivan'ın batısında) ile
ilgisi tamamen kesilmiş, Sis ve Akdamar Katogikoslukları birleştirilip,
Katogikosluğun merkezi Kudüs'e nakledilmiş ve İstanbul Patrikliği de
bu Katogikosluğa bağlanmıştır. İstanbul Patriğinin ise ancak
mezhepler nezareti ile temas edebileceği hükme bağlanmıştır.
Nizamname ayrıca Patrik seçimi ve Patrikhane Meclislerine de yeni
bir şekil vermiştir(2).
KAYNAK:
(1) Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, sh. 193-209
(2) Gürün, a.g.e., sh. 229
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİ (19191922)
Birinci Dünya Savaşı’nda Türk ordusuna
karşı, Galip Devletler yanında savaştığını
ileri süren Ermeniler, İmparatorluk
topraklrının paylaşılmasıyla ilgili olaral
Paris’te toplanmış bulunan konferansta
sahneye çıktılar ve doğuda Kafkasya’dan
Akdeniz’e kadar uzanan ve Anadolu’nun
hemen hemen yarısını içine alan, “Büyük
Ermenistan” kurma hayallerini savundular. Ermeniler bu emellerini
gerçekleştirmek için, Birinci Dünya Harbi sonlarında Erivan
bölgesinde kurmuş oldukları Ermenisdtan devleti sınırları içinde ve
dışında kalan, özellikle Erivan, Kars ve Nahçıvan bölgelerindeki
Türkleri kitle halinde yok etmeye ya da başka yerlere göçe zorladılar.
Ermenilerin Türkleri katletmesi olayları, Türk Ordusunun Mondros
Mütarekesi hükümlerine göre bölgeden çekilmesi üzerine daha da
yoğunlaştı.
Bölgede yaşayan Türk halkı kendilerini Ermenilere karşı korumak için
milli şuralar kurdular. Bunlar Artvin, Ahıska bölgelerinde Acara Milli
Şura Hükümeti, Kars, Ardahan, Göle bölgesinde Güneybatı Kafkas
Cumhuriyeti, Kağızman Milli Şurası, Kulp, Zenginbaşar, Nahçıvan ve
Ordubad Milli Şuraları idi.
Anlaşma Devletleri ve özellikle İngiltere, Türkiye’nin doğuda Ruslarla
bağlantı kurmalarını engellemek için Dünya Savaşı sonlarına doğru
Azerbaycan, Gürcüstan ve Ermenistan’da oluşan bir Kafkas Bloku
kurmuşlardı.
Kurulan bu Şura Hükümetlerinin komşuları Gürcistan, Azerbaycan ve
Ermenistan 9 Nisan 1918’de Rusya’dan ayrılıp Kafkaslar Ötesi Birliği
Cumhuriyeti’ni kurdular. Arkasından Gürcistan istiklalini ilan edip
Almanların himayesine girince bu Cumhuriyet dağıldı ve üç bağımsız
devlete bölündü.
Mondros Mütarekesinden sonra bir generalin komutasında Kars’a
gelen İngiliz birliği, başlangıçta Milli Şura’yı kabul etmişti. Fakat 13
Nisan 1919’da Şura’yı basarak dapıttılar ve bölgenin idaresini ellerine
aldılar. 29 Nisan 1919’da ise Kars’a Ermeni askerlerini getirerek
idareyi Ermenilere devrettiler. Böylece Ermeniler İngilizlerin
yardımıyla Türk topraklarına girdiler ve Güneybatı Kafkas ile
Nahçıvan Şura Hükümetlerinin bölgelerini işgal ettiler.
Ermeni çeteleri işgal ettikleri bölgelerdeki Türkleeri katletmeye
devam ederken silahlı kuvvetleri ile de hudutlarını genişletmek için
hazırlıklarını sürdürdüler, İngilizlerden yeteri kadar asker yardımı
aldılar, Batı Anadolu’da Yunanlıların Milen Hattından ikinci işgal
harekatına başladıkları gün (22 Haziran 1920) Ermeniler de doğudan
batıya Oltu Bardız’a doğru taaruza başlamışlardı.
Oltu bölgesinde çok kanlı çarpışmalar oldu ve Kuvayi Milliyenin
yaptığı baskınlar sonucunda Ermeni taarruzları kırıldı.
Bardız bölgesinde ise Kuvvayi Milliye, üstün Ermeni kuvvetleri
karşısında tutunamayarak geri çekilmek zorunda kaldı. 9uncu Türk
Kafkas Tümeninin karşı taarruzları ile bu bölgedeki Ermeniler de
bozguna uğratıldı.
Tümeninin karşı taarruzları ile bu bölgedeki Ermeniler de bozguna
uğratıldı.
Ermenilerin Türk topraklarının işgalleri sırasında, Gürcülerde
İngilizlerin yardımıyla önce Ahıska’yı işgal ettiler. 1920 Şubat ayı
içinde ise Şavsat’ı, Ardanuç’u ve Ardahan’ın bir kısmını işgal ettiler.
Batum’u da işgal etmek üzere hazırlandıkları sırada bölge halkının
İngilizlere müraacatı üzerine işgal edemediler ve Batum civarı
İngilizlerin kontrolünde kaldı.
3 Mayıs 1920’de Sovyet Kızılordusunun Gürcistan üzerine yürümesi
karşısında Batum’da bulunan İngilizler, Gürcüleri Bolşeviklere karşı
direnmeyi teşvik maksadıyla 7 Mayıs 1920’de Artvin’deki kuvvetlerini
çekerek burasını Gürcülere teslim ettiler. Ayrıca Gürcistan’ın
ekonomik çıkarlarını sağlama bağlamak kaydıyla, daha önce
tarafsızlığını ilan ettikleri Batum’u da Gürcistan’a terk ettiler.
Ermenilerin gerek yukarıdaki Türkler aleyhini geliştirdikleri olaylara,
gerekse Haziran 1920’den itibaren Oltu bölgesinde başlattıkları
taarruz ve işgal hareketlerini TBMM Hükümeti olarak artık bir son
vermenin zamanı gelmişti. Ayrıca bu sıralarda siyasi yönden Ruslar
ile başlayan ilişkileri geliştirebilmek bakımından, direkt olarak
sınırdan bağlantı kurmak ve işgal altındaki Türk topraklarını
kurtarılmak zorunlu bir hal almıştı.
Doğu Cephesinde harekata katılabilecek Türk Kuvvetlerinin durumu
şöyle idi:
Mondros Ateşkes hükümlerine göre doğudaki Türk kuvvetlerinin,
Kafkasya ve İran’ı boşaltıp 1878’den sonraki sınır gerisine
çekilmesinden sonra 9 uncu Ordu lağvedilmiş ve yerine 15 nci Kafkas
Tümenleri ile 12 nci Piyade Tümeni ve Erzurum Mustahkem
Mevkiinden oluşan bu kolordunun Doğu Cephesindeki konuşu
şöyleydi:
15 nci Kolordu Karargahı ve Bağlı Birlikleri Erzurum’da; 11 nci Kafkas
Tümeni Doğu Beyazıt-Van-Erciş Bölgesinde, 12 nci Piyade Tümeni
Horosan doğusunda ; 3 üncü Kafkas Tümeni Trabzon bölgesinde; 9
uncu Kafkas Tümeni Erzurum- Hasankale bölgesinde bulunuyorlardı.
Bunların dışında Kuvvayi Milliye ruhu ile teşkil edilen Çoruh Grubu
Gürcülere karşı Artvin bölgesinde, 1 nci ve 2 nci Grupları Karadeniz
kıyılarını korumak üzere Arhavi ve Rize bölgesinde, Pontus çetelerine
karşı mücadele veren 3 ncü Grup Trabzon’da, 4 ncü Grup
Gümüşhane’de, Alpaslan Grubu Giresun bölgesinde bulunuyor idi.
Ermeni Kuvvetleri: Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru Türk
ordusuna bir çok kez yenilerek parçalanmış olan Ermeni ordusu,
İngilizlerin desteği ile yeniden düzenlenmekteydi. 15 nci Kolordu
Komutanlığı’nın istihbaratına göre, üç piyade tümeniyle bir süvari
tugayı ve kolordu topçusundan oluşan 7 nci Ermeni Kolordusu’nun
15 Mayıs 1919’daki konuşu da şöyleydi:
7 nci Kolordu Karargahı ve bağlıları Erivan’da; bir piyade tümeni
Erivan çevresinde diğer bir piyade tümeni Gümrü (Leninakan), bir
tümeni de Kars çevresinde bulunuyordu.
Yukarıda açıklanan amaçların gerçekleştirilmesi için Kazım Karabekir
Paşa komutasındaki Doğu Cephesi Komutanlığı birlikleri, TBMM'den
aldığı yetkiyle 28 Eylül 1920'den itibaren Sarıkamış-Kars-Gümrü
(Leninakan) genel doğrultusunda taarruza başladı. 29 Eylül'de
Sarıkamış, 30 Ekim’de de Kars geri alındı. İleri harekatını sürdüren
Türk kuvvetleri, 7 Kasım 1920'de Gümrü’deki son Ermeni direnişini
kırarak, doğuda ilk zaferini kazandı.
Ermenilere karşı girişilen bu harekat sonunda tesbit edilen iki taraf
kayıpları şöyleydi:
Türk Kayıpları : Toplam 6 şehit, 21 yaralıdan ibaretti.
Ermeni Kayıpları : 51'i Kars'ın işgaliyle ilgili harekat ve
muharebelerde olmak üzere, toplam 95 ölü, yine Kars'a yapılan
harekatta, içlerinde biri bakan olmak üzere bir kısım yüksek
memurlarla birlikte üçü general ve çeşitli rütbede 50 subayla, sayılan
500'ü bulan er esir edilmişti.
Gümrü (Leninkan) Barış Antlaşması (3 Aralık 1920)
TBMM' Hükümeti kuvvetlerinin Doğu Cephesinde askeri alanda
Ermenilere karşı elde etmiş olduğu zafer üzerine, 28 Kasım 1920'de
Gümrü de toplanmış bulunan Türk ve Ermeni delegeleri arasında 2/3
Aralık 1920'de Gümrü Antlaşması imzalandı.
17 Kasım 1920'de yenilgiyi kabul ederek mütareke istiyen
Ermenilerden mütareke şartı olarak biner mermisi ile birlikte 2000
tüfek, 3 batarya seri ateşli dağ topu, koşulu 40 makinalı tüfek alındı.
Bu Antlaşma gereğince doğuda tesbit edilen sınır sonradan Moskova
ve Kars Antlaşmaları ile de kabul edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin
Doğu sınırdır. Bununla Türk toprakları olan Kars İl’i anavatana
kavuştuğu gibi Ermeni işgalindeki Iğdır ve Tuzluca İlçeleri de, Kars
İl'i sınırları içinde olarak Türkiye'ye bırakılmış oluyor.
Antlaşma'nın 18 nci Maddesi’ne, göre, bu Antlaşma iki tarafın
hükümetlerince onaylanacak ve suretleri Ankara'da, teati edilecekti.
Fakat Antlaşma'nın imzasından bir gün sonra Ermeni Taşnak
Hükümeti ortadan kaldırılmış ve Ermenistan, Kızıl Ordu tarafından
işgal edilmişti. Bu yüzden Gümrü Antlaşması da onaylanamamıştı.
Bunun yerine, önce 16 Mart 1921'de Moskova Antlaşması, daha
sonra 13 Ekim 1921'de Türkiye - Sovyet Rusya ve Ermenistan
arasında Kars Antlaşması imzalanarak yürürlüğe girmiştir. Kars Antlaşması hükümleri Moskova Antlaşması hükümlerinin aynıdır.
Doğu Cephesi Komutanlığı'nca Ermenilere karşı girişilen harekatın
zafere ulaşmasıyla doğuda Ermeniler ile imzalanan Gümrü Antlaşması, ANKARA HÜKÜMETİ'nin ilk siyasi anlaşmasıdır. Ermeniler, bu
ve diğer anlaşmalarla Sevr Anlaşmasını reddetmişler ve bugünkü
Türk-Ermeni sınırını kabul etmişlerdir (*).
(*) Görgülü, İsmet; Ana Hatlarıyla Türk İstiklal Harbi, Kastaş Yayınevi, 2. Baskı 1999, s.5360
SEVR VE LOZAN ANTLAŞMALARINDA ERMENİLER
Osmanlı Devleti'nin savaştan yenik çıkmasıyla imzalanan Sevr
Antlaşması, Ermenileri bir kez daha umutlandırmıştır. Bu antlaşmada
Ermenistan'ın özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanınması
öngörülmekte, sınırın tespiti ise ABD Cumhurbaşkanı Wilson'ın
takdirine bırakılmaktadır. Sevr Antlaşması'nı geçersiz kılan ve
Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan
Antlaşması'nda ise Ermeniler hakkında hiçbir hüküm yer
almamaktadır.
1920 yılı sonlarında Doğu Anadolu Cephesi'ndeki Türk ileri
harekatının başarılı sonuçlara ulaşması üzerine, Milletler Cemiyeti,
İngiliz Temsilcisi Lord Robert Cecil, Ermenilerin durumunu düzeltmek
ve Ermenilerden geriye kalanları sözde karşılaşacakları tehlikeden
kurtarmak amacıyla gereken önlemleri almak ve Türkiye'de zaman
ve şahıslara göre değişmeyen bir durumu yaratmak için öneri
vermiş; Genel Kurul da toplantıya çağrılmıştır. Bu toplantıda, ilgili
hükümetlerle anlaşarak Ermeni sorununu acele bir çözüm bulmak ve
Ermenilerle Türkler arasındaki çatışmayı sona erdirmek için bir
devletin görevlendirilmesi ve bu konuda bir rapor hazırlanması
amacıyla bir komisyon kurulması kararı verilmiştir.
27 Şubat 1921'de Londra'da bir konferans toplandı. Bu konferansta
Ermeni delegelerinden Boghos Nubar ve Aharunyan da dinlenmiştir.
Her iki Ermeni delegesi de, Sevr Antlaşması'nın yürürlükte kalması
için direnmişler ve bunun için pek çok neden göstermişlerdir. Ermeni
delegeleri, Kilikya için özerklik istemişlerdir. Fransız delegesi,
Kilikya'daki durumun değiştirmenin güç olacağını, ancak Fransız
Hükümetinin buradaki azınlıklara önem vereceğini söylemiştir.
Konferansın önemli sonuçlarından biri Türkiye topraklarında
"bağımsız bir Ermenistan" kurulması yerine, Ermeniler için Doğu
Anadolu'da bir "ocak kurulması" kararının çıkmasıdır.
Londra Konferansı'nda, Sevr Antlaşması'ndaki hür ve bağımsız bir
Ermeni devleti yerine, ortaya ne olduğu belirsiz bir "ocak" sözcüğü
çıkmıştır. Bu değişik sözcük, Türklerin yönetimi altındaki Ermenilere
özerklik sağlamak amacıyla Amerikalı misyonerler tarafından bir
uzlaşma şekli olarak ortaya atılmıştır. Milletler Cemiyeti, 21 Eylül
1921'de bu ocağın Türkiye'den ayrı ve bağımsız olmasına karar
vermiştir.
Ermeni delegeleri, "ocak" kararına karşı çıkmışlar; bağımsız, birleşik
ve bütün bir Ermenistan kurulması amacını savunmuşlardır. 1922
yılında Paris'te toplanan İngiltere, Fransa ve İtalya dışişleri bakanları,
1921 yılı Mart ayında Londra'da toplanan konferansta kurulmasına
karar verilen Ermeni yurdunu konuşmuşlardır. Milletler Cemiyeti'nin
de bu konudaki kararına uyulacaktır. Ancak bu tarihten önce, 16
Mart 1921'de Moskova Antlaşması; sonra da Kafkas
Cumhuriyetleriyle Türkler arasında 13 Ekim 19121'de Kars
Antlaşması; Fransızlarla da 20 Ekim 1921'de Ankara Antlaşması
yapılmıştır. Kilikya'nın Türklere verileceği anlaşılmaktadır.
Lord Curzon, Nisan 1921'de Lordlar Kamarasında; "Kilikya'da
çoğunluk İslamlarda ve Türklerde olduğundan, Kilikya'nın
Türkler terk edilebileceğini" söylemiştir. Bu durum Kilikya'daki
azınlıklar adına Paris Barış Konferansı'nda protesto edilmiştir.
26 Mart 1922'de İngiltere, Fransa ve İtalya Dışişleri Bakanları,
Paris'te bir toplantı yaptılar. Sevr Antlaşması'nın Ermenilere tanıdığı
haklar kalkmış ve bağımsız bir Ermenistan yerine ilk defa Londra
Konferansı'nda milli bir Ermeni yurdu teşkili projesi ortaya atılmıştır.
İngiltere, bu milli yurdun (ocak) Kilikya'da, Fransızlara göre de Doğu
Anadolu'da kurulmasını önermiştir. Bu toplantıdan da özetle şu karar
çıkmıştır:
"Ermenilerin durumumu, bunların karşı karşıya kaldıkları
müthiş felaketler ve müttefik devletlere karşı savaşta
yaptıkları yardımlar dolayısıyla göz önünde tutulmalıdır. Bu
nedenle Ermenilerin korunması ve durumlarına bir çare
bulunması için milli bir ocak kurulması amacıyla Milletler
Cemiyeti'nin yardım etmesi rica olunur."
Böylece Paris'te toplanan Müttefik Devletler Dışişleri Bakanları, Sevr
Barış Antlaşması ve Londra Konferansı isteklerinden ayrılarak işi en
sonunda Milletler Cemiyeti'ne aktarmışlardır.
Türk ordusunun Garp Cephesi'nde 26 Ağustos 1922 tarihinde
başlayan ve 30 Ağustos 1022'deki Başkomutanlık Meydan
Muharebesi'yle sonuçlanan zaferinden sonra, 11 Ekim 1922
tarihinde, Mudanya Antlaşması imzalanmış ve Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti delegeleri, İtilaf Devletleri tarafından 28 Ekim 1922'd6e
İsviçre'nin Lozan Şehrinde yapılacak barış konferansına davet
edilmiştir.
Ermeni sorunu Lozan'da "Azınlıklar Sorunu" arasında görüşülmüştür.
Azınlıklar için ileri sürülen maddelerin özeti şöyledir:
a. Türkiye'de azınlıklara dil, din ve benzeri konularda bazı haklar
sağlanmalı ve bu haklar Milletler Cemiyeti tarafından
denetlenmeli.
b. Hıristiyanlar askerlik yapmamalı, buna karşılık para olarak
bedel vermeli.
c. Din ve mezhep ayrıcalıklarının aynen kalmalı.
d. Azınlıklar için genel af çıkarılmalı.
e. Seyrüsefer serbestliğinin tanınmalı.
f. Yerlerinden göç etmiş olan Ermenilerin eski yerlerine tekrar
dönmelerine izin verilmeli.
g. Ermenilere Doğu Anadolu'da ve Kilikya'da bir yurt verilmeli.
Lozan Konferansı'nın 13 Aralık 1922 tarihli toplantısında azınlıkların
korunması konusunda İngiliz delegesi Lord Curzon, yaptığı
konuşmada şunları söylemiştir:
"Şimdi Ermenilerden söz edeceğim. Bunlar yalnız birkaç
batından beri karşılaştıkları, medeni alemi dehşete düşüren
zulümlerden dolayı değil, fakat gelecekleri hakkında
kendilerine verilmiş olan güvence nedeniyle göz önüne
alınmaya layıktır.
Şimdi bir Sovyet Cumhuriyeti olan Erivan'da bir Ermeni
hükümeti vardır. Bana söylediklerine göre burada 1.250.000
nüfus mevcuttur. Her taraftan gelen göçmenlerle sıkışıklık
artmış ve artık kimseyi alamaz bir hale gelmiştir. Diğer
taraftan Kars, Ardahan, Van, Bitlis, Erzurum'daki Ermeniler
zarar görmüşlerdir.
Fransızlar Kilikya'yı boşaltırken buradaki Ermeni halk da
korkudan Fransız ordusunu izlemiştir. Şimdi bunlar
İskenderun, Halep, Beyrut şehirlerinde ve Suriye'nin Türkiye
sınırı boyunca dağınık bir haldedir. Sanıyorum ki, evvelce üç
milyon olan bu Ermenilerden şimdi Anadolu'da 130.000 kişi
kalmıştır. Pek çoğu Kafkasya'ya, Rusya'ya, İran'a ve diğer
komşu ülkelere dağılmışlardır. (...) Her halde geleceğin
Türkiye'sinde, gerek Anadolu'da ve gerek Rumeli'nde pek
fazla bulunacak Ermenilerin güvenlik ve korunmaları için
antlaşmaya özel maddeler konulması gerekecektir.
Şimdi bir Ermeni yurdu kurulması için gerek Ermeniler ve
gerek Ermenileri sevenler tarafından yapılan isteklerden söz
edeceğim. Ermenilerin kendi topraklarında oturmak
istemeleri çok doğaldır. Ermenistan Cumhuriyeti toprakları,
buna yetmez. Bu nedenle Türkiye'deki Ermeniler için, ister
kuzeydoğu ve ister Kilikya'nın güneydoğusunda bir arazi
verilmesi isteniyor. Durum, bu isteklerin yerine getirilmesini
evvelkinden daha zor bir hale getirmiştir. Fakat biz Türk
delegelerinin bu konudaki görüşlerini öğrenmekle mutlu
olacağız."
Lord Curzon, bundan sonra bu sorunun ayrıntılarıyla incelenmesi ve
kesin önerilerin bildirilmesi için bir tali komisyon kurulmasını
istemiştir. M. Barer ve Marki Garoni de aynı ilkeler üzerinde
düşüncelerini söylemişlerdir.
Türk delegasyon başkanı İsmet İnönü, diğer konular hakkında
ayrıntılı belgelere dayanan açıklamalar yaptıktan sonra, özellikle şu
hususları belirtmiştir:
"Türk milleti ve Türk hükümeti, çıkarılan isyanları daima sabrı
tükendikten sonra bastırma önlemlerine başvurmuş ve
isyancılara karşılık vermiştir. Ermenilerin Türkiye'de
karşılaştıkları bütün kötülüklerin sorumluluğu, kendi
hareketlerine aittir. 1909 yılındaki Adana olayları ve yine
Dünya Savaşı'nda Anadolu'nun birçok vilayetlerinde çıkarılan
isyanlar aynı trajedinin korkunç bir devamıdır. Belirtilen
olaylardan da anlaşılacağı gibi Osmanlı Devleti içindeki gayri
müslim unsurlar, yüzyıllardan beri rahat ve refaha yaşadıkları
memleketin yöneticilerinin iyi duygularını suistimal
etmedikçe Türkler bunların haklarını hiçbir zaman inkar
etmemişlerdir.
Türk Hükümeti ve milletinin insanlığa uymayan hiçbir
hareketinden bugüne kadar bir şikayet nedeni bulamamış
olan Musevi cemaatinin gösterdiği örnek, Rum ve Ermeniler
hakkındaki üzücü olayların suçunun bizzat bunlara ait
bulunduğunu ispat etmeye yeter. Bu nedenle tarih, azınlıklar
sorunun iki esaslı etkenin gözden uzak tutulmamasını
öğütlüyor.
Evvela bazı devletlerin azınlıkları korumak bahanesiyle
memleketin içişlerine karışma arzusu konusundaki dış politik
etki ve bu suretle arzulanan karışıklığın kışkırtmalar yapmak
ve karşılıklar çıkarmak suretiyle meydana gelmesi; ikincisi
böylece cesaret verilen azınlıkların bağımsız devlet kurmak
için kurtulmaya karşı eğilim ve isteklerinin bilinmesi üzerine
meydana gelen iç politik etkenler.
Ermenilere gelince: Türkiye'yle Ermeni cumhuriyeti arasında
yapılan antlaşmalarla güçlendirilmiş olan ilişkiler, Ermeni
cumhuriyeti hükümeti tarafından yapılacak herhangi bir
kuşatma olanağını ortadan kaldırmıştır. Diğer taraftan
Türkiye'de kalmaya karar vermiş olan Ermeniler, iyi vatandaş
olarak yaşamanın kesin lüzumunu artık göz önünde
bulundurmalıdırlar. Sonuç olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi
delegeleri şu düşüncededirler:
a. Türkiye'deki azınlıkların durumunun düzeltilmesi her
şeyden evvel her nevi yabancı karışmasıyla gelecek
kışkırtmaların giderilmesine bağlıdır.
b. Bu amaca ulaşmak için her şeyden evvel Türk ve Rum
halkının karşılıklı değiştirilmesi gerekir.
c. Karşılıklı değiştirme önlemlerinin uygulanmasından
hariç tutulacak olan azınlıkların güvenlikleri ve
ilerlemeleri için en iyi güvence; gerek kanunlardan ve
gerekse Türk vatandaşlığından ayrılmış olan bütün
cemaatlar hakkında Türkiye'nin vereceği garanti
olacaktır."
Lozan Barış Antlaşması'nda Ermeni sorunlarına değinilmemiş
olduğundan hayal kırıklığına uğrayan Ermeni delegeleri, tutulacak yol
hakkındaki gerekli konuşmaları yaptıktan sonra, İtilaf Devletleri'nin
Lozan'da Ermeniler için gösterdikleri gayretler uygun bir sonuç
vermemişse de bu girişimlerin uygun bir zamanda tekrarlanması için
politik ilkelerin sürdürülmesine karar alınmıştır. Ermeni delegeleri,
Lozan'dan ayrılırken konferansa katılan devletlere bir bildiri
vermişlerdir. Bildiride özetle şöyle denilmektedir:
"Ermeni delegeleri, Lozan Konferansı komisyonlarının
açıklamalarından ve basında yayınlanan barış antlaşması
projesinden İtilaf Devletlerinin Ermeni sorunlarını yüzüstü
bırakmış olduğunu anlamıştır. Ermeni sorununun
çözümlenmemiş olarak kalmasının Ermenilerin durumunu
daha kötü bir hale getirmiş olduğunu göz önüne koymak
isteriz.
Versay Antlaşması, Sevr Antlaşması, 1921'de yapılan Londra
Konferansı ve 1922'deki Paris Toplantılarında Osmanlı
İmparatorluğundan bazı azınlıkları kurtarmak ve Ermenilere
bir yurt sağlamak için kararlar alınmıştır. Savaş içinde,
müttefikler tarafından savaşçı bir unsur; savaştan sonra da,
müttefik olarak tanınan Ermenilere Lozan'da verilen sözlerin,
yapılan vaatlerin yerine getirilmesini sağlayacak bir şey
kararlaştırılamamıştır. Bu koşullar altında Ermeni delegeleri
olarak, Ermeniler namına, devletlerden bir defa daha hak ve
adalet yolundaki acılarına bir çare bulunması için bir karar
verilmesini rica ederiz. Böyle bir barışın doğuda devamlı
olmayacağını belirtiriz."
Ermeni Cumhuriyeti Heyeti Başkanı A. Aharonyan, 9 Ağustos 1923
tarihinde Milletler Cemiyeti'ne başvurarak Lozan Barış
Antlaşması'nda Ermenilerin varlıklarının da kabul edilmediğini
söyleyerek, Ermeni sorununun Milletler Cemiyeti'nin gündemine
alınmasını rica etmiştir. Yine Ermeniler, 9 Ağustos 1923 günü
Müttefik Devletlerin temsilcilerine bir protesto göndererek Lozan
Barış Antlaşması'nda Ermenilerin göz önüne alınmadığından ve sanki
Ermeniler yokmuş gibi imza edildiğinden yakınmışlar; bu
antlaşmanın ne barışa ne de hak ve adalete yaramayacağını
savunmuşlar ve bu antlaşmaya karşı olduklarını belirtmişlerdir.
KAYNAK:
Uras, Esat; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, sh. 701-738
LOZAN'DAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE CUMHURİYETİ-ERMENİ
İLİŞKİLERİ
Ermeni sorununu tamamen ortadan kaldıran Lozan Anlaşması'nda
itilaf devletleri tarafından yüzüstü bırakılan ve Türkiye'deki taleplerini
gerçekleştirme şanslarını kaybettiklerini anlayan Ermeniler, yeniden
Rusya'ya dönmüşlerdir. Türklerle tarihi düşman saydıkları Rusya'nın
sıcak denizlere inme politikasını hesaba katan Ermeniler, bu ülkenin
her ne şart altında olursa olsun Ermenileri koruyacağını sanmışlardır.
Bu düşünce üzerine bir program yapan Ermeniler, şu ilkeler üzerine
çalışılmasını kararlaştırmışlardır:
a. Sovyet Ermeni Cumhuriyeti'nin içerideki rejimden ayrı
olarak, ekonomi ve kültürünü pekleştirmek.
b. Bütün dünyaya dağılmış bulunan Ermenilerin milli
duygu, dil, din, kültür ve amaçlarını yaşatmak ve
korumak.
c. Avrupa devletlerinde ve Milletler Cemiyeti'nde Ermeni
istek ve iddialarını sürdürmek ve bunun için fırsat
kollamak.
d. Ermeni halkı ve göçmenleri için hayır kurumlarının
yardımlarını sağlamak; anasız ve babasız çocukları
yetiştirmek, muhtaç ve hasta olanlara gereken yardımı
yapmak.
Bu programı uygulamak ve Avrupa'da
yaşayan Ermenilerin katkılarını
sağlayabilmek için bir örgüt kurulması
düşünülmüş; ancak bazı çevreler,
komitelerin yeniden işe karışmalarından
çekinmişlerdir. Buna rağmen Taşnak
Komitesi, "Birleşik ve Bağımsız Ermenistan"
isteklerini sürdürmüştür.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra Sovyet
Rusya ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 17
Aralık 1925 tarihinde bir saldırmazlık paktı
yapılmıştır. Bu pakt 20 yıla yakın yürürlükte
kalmış, ancak 2. Dünya Savaşı'nın patlak
vermesi üzerine Sovyet Rusya Dışişleri
Bakanı Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi'ne nota vererek, anlaşmanın
geçersiz olduğunu bildirmiştir.
Eşzamanlı olarak, ABD'deki Ermeni diasporasının bazı güçlü isimleri
bu ülkenin başkanı Harry S. Truman'a bir dilekçe vermişlerdir.
Taşnak komitecilerinin verdirdiği ve eski hesapların karıştırılmaya
çalışıldığı dilekçede; dönemin ABD Başkanı Voodrov Wilson'ın
1920'de sınırlarını çizdiği Ermenistan haritasının yeniden kabul
edilmesi için ABD'nin Birleşmiş Milletler'e öneri götürmesi istenmiştir.
Sovyet Rusya, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Ermenilerle ilgili yeni bir
politika izlemeye başlamıştır. Bu politikaya göre; Sovyet Ermenistan
Cumhuriyeti'nde toplanmak üzere bütün dünyadaki Ermeniler
ayaklandırılacak, Türk düşmanlığı düşüncesi yeniden alevlendirilecek
ve böylece Doğu Anadolu Rusların eline geçecekti. Bu amaçla yoğun
bir propaganda çalışmasına girişilmiş, Sovyet Rusya rejiminin
iyilikleri sayılıp dökülmüş ve Sovyet Ermenistan'ındaki Ermenilerin
mutluluğu abartılarak yayılmıştır. Yine aynı amaca uygun olarak,
diaspora Ermenilerini aldatmak bulundukları ülkelere ajanlar
gönderilmiş, Ermeni dernekleri kurulmuştur. Ermeni davasının bir
insanlık ve adalet sorunu olduğu ileri sürülerek, büyük devletlerden
bu konuda aracı olmaları istenmiştir.
Sözü edilen süreçte yürütülen bazı çalışmalar şunlardır:
— 1945 yılı Aralık ayında ABD'nin başkenti Washington'da, Ermeniler
tarafından "Adalet" isimli bir Amerikan komitesi kurulmuştur.
Komünist eğilimli şahısların kurduğu bu komite, bir bildiri
yayınlayarak Anadolu'nun Doğu bölgelerinin Ermenistan
Cumhuriyetine geri verilmesi ve Wilson tarafından çizilen TürkErmeni sınırının uygulanmasını istemişlerdir.
— Eçmiyazin (bugünkü Vagrsabat: Erivan'ın batısında) Katogikosu
VI. Kevork Çörekçiyan, SSCB Devlet Başkanı Stalin, ABD Başkanı
Truman ve İngiltere Başbakanı Atlee'ye birer muhtıra vermiştir. Bu
muhtıralarda, eski iddialar tekrarlanılarak, Doğu Anadolu
vilayetlerinin Sovyet Ermenistan'ına katılması istenmiştir.
— Rusya'nın Suriye ve Lübnan'daki çalışmaları ise şöyledir: Sovyet
Rusya, Suriye ve Lübnan'ın zayıf yönetiminden yararlanarak bu
ülkelerdeki Ermeni çalışmalarının yoğunlaşmasını sağlamış,
Ermenilere yardım perdesi arkasında onları kışkırtmıştır. Sovyet
Rusya diplomatları tarafından yönetilen bu çalışmalar için Halep,
Şam, Beyrut ve daha bir çok yerde merkezler açılmıştır. Aynı
çerçevede, öğretmeleri Rusya Ermenilerinden oluşan birçok okul
açılmış, bu okullara ajan olarak subaylar da sokulmuştur. Bütün bu
çalışmaların sonucunda 30 bini Lübnan'da olmak üzere 100 bin kişilik
bir Ermeni örgütü meydana getirmiştir. Sovyet Büyükelçisi Solod,
Moskova eğilimli Ermeni Hrant Devyan başkanlığında bir komünist
partisiyle Şam'da "Ermeni Dostlar Derneği'ni kurmuştur. Suriye ve
Lübnan'daki bu örgütler, "bağımsız bir Ermenistan kurmak vaadiyle
Anadolu'nun doğusunu Sovyetler Birliği'ne bağlamak" amacını
gütmüşlerdir.
— 1946 yılı Ocak yılında Beyrut'a gelen bir Sovyet diplomatı, Lübnan
ve Hatay Ermenileri temsilcileriyle ayrı ayrı konuşmuş ve onlara
Sovyet Rusya'nın direktiflerini bildirmiştir.
— Lübnan Ermeni Komitesi, 16 Mayıs 1946'da BM Güvenlik
Konseyi'ne bir telgraf çekerek "Bir buçuk milyon Ermeni'nin
öldürülmesiyle sonuçlanan olaylar sırasında Türkler tarafından istila
edilen topraklarımıza ve zorla alınan mallarımıza karşılık adı geçen
topraklarımızın Sovyet Ermenistan'ına katılmasını istiyoruz" demiştir.
— Paris'te faaliyet gösteren Ermenistan savunma komitesi, 1946 yılı
Haziran ayında Fransız Dışişleri Bakanlığı ile birlikte dört büyük
devletin dışişleri bakanlarına birer muhtıra vererek, Kars ve
Ardahan'ın Sovyet Ermenistan'ına katılmasını istemiştir.
— Sovyet Rusya, dışarıdaki Ermenileri kandırmaya çalıştığı gibi,
içerideki Ermenileri de çeşitli yollardan etki altına almaya çalışmıştır.
Bu çerçevede, 20 Şubat 1946'da Moskova'daki Politeknik Okulu'nun
salonunda Ermeni heyeti delegelerine Ermeni İlimler Akademisi
muhabir üyelerinden Civenof'un bir konferans vermesi sağlanmıştır.
Civenof konferansta, Van, Bitlis, Elazığ, Erzurum, Sivas ve Trabzon
illerinin Ermenistan'ın sınırları içinde bulunduğunu savunarak
Ermenilerin toptan öldürülmelerinden söz etmiş ve Avrupa'daki
büyük devletleri bu olaya seyirci kalmakla suçlamıştır. Rusların
Ermenilere gösterdiği ilgiyi öven Civenof, Sevr Antlaşması gereğince
Ermenilere verilen Doğu Anadolu illerinin daha sonra Türklerin
saldırısına uğradığını ve Taşnaksutyun komitecileri tarafından
imzalanan Gümrü Antlaşması'yla Türklerin eline geçtiğini söylemiştir.
— Milli Ermeni Konseyi, 17 Haziran 1946'da "Ermeni Haklarını
Savunma Derneği" isimli bir Amerikan derneğine New York'ta 800
kişilik bir ziyafet vermiş; burada Türkler tarafından zorla ele
geçirildiği iddia edilen Doğu Anadolu illerinin Sovyet Ermenistan'ıyla
birleştirilmesi amacıyla dünyaya dağılmış bulunan 1.5 milyon
Ermeni'nin BM kuruluna başvurması kararı verilmiştir.
— 29 Temmuz 1946'da Erivan'da bir basın toplantısı düzenleyen
İngiliz-Sovyet derneği delegelerinden Bochon, Sovyet gazetecilerine
şöyle demiştir: "Ermeni tarihini bilen her İngiliz, Ermenilerin çektiği
ıstırabı bilir ve onlara sempati duyar. Bu yakınlığı, memleketimize
dönünce İngiliz kamuoyunun genel görüşü haline getirmeye
çalışacağız."
— Amerika'daki Ermenilerin Konseyi, 1946 yılı Eylül ayında,
"Ermeniler ne istiyor?" başlıklı bir broşür yayınlamıştır. Broşürde,
Ermenilerin nüfuslarının çoğaldığı ve Türkler tarafından ele geçirilen
toprakların boş olduğu iddia edilerek şöyle denmiştir: "Ermeniler
topraklarının kendilerine geri verilmesi için yalnız adaletin yerine
getirilmesini istiyorlar."
— Türk-Ermeni Sorunu Savunma Komitesi, 15 Ağustos 1946'da
BM'deki 21 milletin delegelerine bir mesajla başvurarak, Ermeni
iddialarını BM gündemine getirmeye çalışmıştır.
— 24 Nisan 1965'te Fransa'daki Ermeni Kilisesi'nde Mon Senyör
Manukyan'ın yönetiminde bir dini tören yapılmıştır. Aynı günün
akşamında bir yürüyüş düzenleyen Eski Muharipler Derneği,
Fransa'daki Meçhul Asker Anıtı'na bir çelenk koymuştur. Ertesi gün
de Notia Dome Kilisesi'nde bir başka ayin düzenlenmiştir.
— "Ermeni Ölülerini Anma Günü" olarak ilan edilen 24 Nisan
1969'da, İngiltere'de yaşayan genç Ermenilerden oluşan bir grup,
Türk elçiliğinin önünden geçerek Türkiye'yi protesto etmişlerdir.
— Türk düşmanlığı, Amerika üniversitelerinde de kendini
göstermiştir. Agop Kevorkyan ismindeki bir Ermeni zengini, New
York Üniversitesi'ne 30 milyon TL bağışlamak suretiyle üniversitenin
"Doğu Enstitüsü"nü kapattırarak yerine "Ermeni Dili ve Tarihi
Enstitüsü"nü kurdurmuştur.
— Latin Amerika'daki Ermeniler, 24 Nisan 1965'te Brezilya'nın Sau
Paulu kentinde Yer Değiştirme Kanunu'nun çıkarılışının 50.
Yıldönümü dolayısıyla bir gösteri düzenlemişlerdir. Aynı gün,
Brezilyalı Ermeniler tarafından kaleme alınan "1915 Ermenilerin
Macerası" isimli piyes sahnelenmiştir.
— Türkiye Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın ABD'yi ziyaret ettiği 2
Nisan 1967'de The New-Times Gazetesi'ne Ermeni iddialarını
savunan bir ilan yayınlanmıştır. Amerika Milli Ermeni Komitesi
tarafından verilen ilanda; Ermeni sorununun BM gündemine alınması
istenmiştir.
— Cumhurbaşkanı Sunay'ın Paris gezisi sırasında da bu kez
Fransa'daki Ermeniler gazete yoluyla propaganda yapmışlardır. Hrant
Samuel imzasıyla yayınlanan makalede şöyle denilmiştir: "Paris
Ermenileri, General Sunay'ı misafir ederek vatanına karşı hürmet ve
saygılarını açıklamışlar; Türk Cumhurbaşkanı'na karşı tezahüratta
bulunmuşlardır. Yalnız şurasını belirtmek isteriz ki, bu, Ermenilerin
Türkiye'den bir istekleri yok demek değildir. Durmadan haklı
davamıza, sükunet içinde ve siyasi yollardan yürüyerek mücadele
edecek ve bir çözüm yolu bulmaya çalışacağız."
— Avrupa gezisine çıkan Patrik I. Horen, Kıbrıs'ta Makarios ile
görüşmüştür. Bu görüşmenin hemen ardından Kıbrıs basınında
kışkırtıcı yayınlar başlamıştır. Bu sırada merkezi Lübnan'da bulunan
Ermeni Ramgavar Partisi, kuruluşunun 45. Yıldönümü dolayısıyla
yayınladığı bir bildiride; ulaşmak istedikleri amacın "Ermenilere ait
olup, Türkler tarafından ele geçirilen toprakları saptamak;
Ermenilerin bağımsızlık ve hürriyet çabalarını yine hür ve demokratik
bir anlayış içinde gerçekleştirmek" olduğunu açıklamıştır.
— Ermeni komitecileri, kendi varlıklarını ve çıkarlarını koruyabilmek
için, bulundukları ülkelerde yürüyüş, konferans ve protestolar
yaparken, İstanbul Ermeni Patriği Başpiskopos Şinork Kalusyan, bu
tür olaylara karşılık olmak üzere 6 Şubat 1967 ve 4 Nisan 1967'de
dünya kamuoyuna birer açıklama yapmıştır. Kalusyan açıklamasında,
Lozan'dan sonra "Ermeni Sorunu" diye bir şeyin kalmadığını ve
gelişmeleri üzüntüyle karşıladığını belirtmiştir.
— Lübnanlı Müslüman ve Hıristiyan Araplar, 1969 yılında sözde
Ermeni katliamının 54. Yıldönümünü birlikte anmışlardır. Lübnan
hükümeti, yas tutmaları için 24 Nisan'da Ermeni memurlarına izin
vermiştir. 24 Nisan 1969'da Türkiye ve İsrail aleyhinde gösteriler
yapılmıştır.
— Ermenilere yapıldığı iddia edilen katliamın 60. Yıldönümü
dolayısıyla Fransa, Amerika, Almanya ve Yunanistan'da büyük
gösteriler yapılmıştır. Bu gösteriler öncesinde söz konusu ülkelerin
hükümetleri Türklerin korunmasına yönelik tedbirler almak zorunda
kalmışlardır(1).
— 1965'ten sonra, çeşitli ülkelerdeki Ermenilerin Türkiye aleyhine
başlattıkları karalama kampanyasıyla dünya ve Türkiye kamuoyunda
varlığını hissettiren sözde Ermeni Sorunu, 1970'li yıllardan itibaren
yurtdışındaki Türk temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine
dönüşmüştür.
Gurgen (Karekin) Yanikan adlı bir yaşlı Ermeni'nin 27 Ocak 1973'de
Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos
Bahadır Demir'i katletmesiyle başlayan "Bireysel Ermeni Terörü",
1975'den itibaren "Örgütlü Ermeni Terörü"ne dönüşmüştür.
Türkiye'nin dış temsilciliklerine yönelik Ermeni saldırıları, 1980'den
sonra yoğunluk kazanmıştır. Ermeni teröristler, 21 ülkenin 38
kentinde, 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere
toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir.
Bu saldırılarda 42 Türk diplomatı ile birlikte 4 yabancı hayatını
kaybetmiş, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu şahıs da yaralanmıştır.
1984'ten sonra Ermeni terörü sahneden çekilmiş; yerini, bir süredir
işbirliği içerisinde oldukları bölücü terör örgütü PKK'ya bırakmıştır.
— 1. Dünya Ermeni Örgütleri Kongresi, Paris'te 3 - 6 Eylül. 1979
tarihinde toplanmıştır. Terör örgütü ASALA'nın önemli bir güçle
katıldığı ve etkin rol oynadığı Kongre, Fransa'daki Ermeni ihtilâlci
güçler üzerinde etkili olmuştur. Bu kongrenin amacı; "dünyadaki
Ermenilerin bir fikir ve bir bayrak altında toplanması, siyasi ortamın
değerlendirilerek toprak taleplerine yönelinmesi" şeklinde
özetlenebilir.
— 21-28 Nisan 1980 tarihini Kızıl hafta olarak ilan eden PKK ile
Ermeniler, 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü
olarak birlikte andılar. 8 Nisan 1980'de Lübnan'ın Sidon kentinde
ortak bir basın toplantısı düzenleyen PKK ve ASALA, bu çakışlarının
tepkiyle karşılanması üzerine ilişkilerini illegal alanda gizli olarak
yürütme kararı aldılar. Bu toplantının ardından 09 Kasım 1980'de
Türkiye'nin Strazburg Başkonsolosluğuna, 19 Kasım 1980'de ise
THY'nin Roma bürosuna yönelik saldırılar PKK ve ASALA terör
örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenildi.
— 1983 Lozan Kongresi, önemli gelişmeler sonucunda toplanmıştır.
Terör büyük boyutlara vardırılmış, dünya kamuoyu giderek
Ermenileri ve teröristleri kınama durumuna gelmiştir. Özellikle toplu
katliam şekline varan eylemler, Ermenilere en yakın ve destekçi
devletleri bile tedirgin etmeye başlamıştır. Kongre, "Ermeni siyasi
görüşlerini birleştirmek ve tek doğrultuda hareket etmelerini
sağlamak" amacıyla böyle bir ortamda toplanmıştır. ASALA'nın
katılmadığı, şiddet yanlılarınınsa azınlıkta kaldığı kongre sonunda;
Taşnak ve ASALA'da bölünmeler görülmüştür.
— 7-13 Temmuz 1985'de Sevr'de toplanan ve adına "III. Dünya
Ermeni Örgütleri Kongresi" denilen kongrede ise temel amaç,
hazırlanan "Ermeni Anayasası"nın kabulü olmuştur. Kongrede,
Ermenileri dünya çapında temsil edecek bir "Birliğin" oluşturulmasına
çalışılmıştır. ASALA'nın katılmadığı ve yoğun eleştirilere uğradığı
kongrede, Taşnakların temsil niteliği uzun tartışmalara sebep
olmuştur.
— 04 Haziran 1993'te Batı Beyrut'taki PKK merkezinde, Hınçak
Partisi, ASALA ve PKK'nın katıldığı bir toplantı gerçekleştirilmiştir.
— 6-9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen
toplantılarda Türkiye'yi yakından ilgilendiren önemli kararlar
alınmıştır. Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu ve Ermeni parti
yetkililerinin yanı sıra 150 civarında gencin katıldığı toplantılarda şu
kararlar alınmıştır:
•
•
•
•
•
•
•
•
Şimdilik Türkiye'ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.
Ermeni toplumu gittikçe büyümüştür ve ekonomik yönden
güçlenmektedir.
Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada
(sözde) soykırım daha iyi bilinmeye başlanmıştır.
Ermenistan devleti kurulmuştur; atalarının intikamını
alacaklardır ve her geçen gün toprakları genişlemektedir.
Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkelerin de Karabağ'da
sürdürülen savaşta Ermenileri haklı bulmuşlardır; bu fırsat iyi
değerlendirilmeli ve Karabağ'da savaşan Ermeni gençlerine
yenileri katılmalıdır.
Türkiye'de (PKK terör örgütü ile yapılan mücadele
kastedilerek) iç savaş devam edecektir; ekonomi sıfır
noktasına gelecektir; vatandaş baş kaldıracaktır.
Türkiye bölünecektir.
Türkiye'de Kürt devletinin kurulacaktır.
•
•
•
Ermeniler, Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve
Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler.
Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin eline
geçecektir.
Bu arada, Lübnan ve diğer ülkelerdeki Ermeni Parti ve
kuruluşlarına Ekim-Kasım-Aralık 1992 ayları içinde toplanan
paranın büyük bölümü ile Yunanistan'dan veya Yunanistan
aracılığı ile temin edilen silahların ve paranın kalan bölümü ile
alınan gıda maddelerinin, Karabağ'da savaşan Ermenilere
ulaştırmak üzere Ocak 1993 ayı başlarında hava yolu ile
Ermenistan'a gönderildiği bilinmektedir.
— 1984'ten sonra Türkiye'ye yönelik terör hareketlerini PKK'ya
bırakan Ermeni komiteleri, sözde iddialarını Ermeni diasporası
aracılığıyla sürdürmeye devam etmişlerdir. ABD'nin bazı eyaletleri ve
Ermenileri destekleyen başta Fransa gibi Avrupalı ülke
parlamentolarından "sözde Ermeni Soykırımı"nı kabul eden yasaların
çıkmasını sağlamışlardır. Bu süreç halen devam etmektedir.
KAYNAK:
(1) Sakarya, Em. Tümg. İhsan, Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara 1984,
2. Baskı, sh. 439-474.

Benzer belgeler