O gün Lauro Barcello`nun ofisine girdiğimizde

Transkript

O gün Lauro Barcello`nun ofisine girdiğimizde
UZAKLAR II
UZAKLARII
Dünyanın ucuna yolculuk...
Osman Atasoy www.osmanatasoy.org
B
rezilya sahilleri boyunca
güneye doğru inerken yol
bitmek bilmiyor. Bu
ülkedeki ilk durağımız
Atlantik kıyısındaki
Salvador Bahia olmuştu.
zamandan beri neredeyse 1500 milden fazla
yol kat ettik, hâlâ Brezilya’dayız. Ancak
sonuna geldik sayılır. 150 mil sonra yeni bir
ülkeye, Uruguay’a varacağız. Uzaklar II
okyanusa dökülen Grande Nehri’ne giriyor.
Grande Sul adlı şehir bu nehrin kıyısında
kurulmuş. Nehirde 11 mil ilerledikten sonra
ahşap bir iskeleye yanaşıyoruz. Burası
Okyanus Müzesi’ne ait bir iskele… Bizden
başka iki yabancı tekne daha iskeleye
aborda olmuş.
Biraz sonra 60 yaşlarında iri yarı bir adam
gelerek kendini tanıtıyor. “Hoş geldiniz, ben
müze müdürü Lauro Barcello… Şu
karşıdaki panodan elektrik, su alabilirsiniz.
Müzenin kablosuz internet yayınını
kullanabilirsiniz. Duşlar bahçede… Bunlar
için herhangi bir ücret ödemenize gerek
yok. Burada benim misafirimsiniz,
istediğiniz kadar kalabilirsiniz…”
PROFESÖR BARCELLO
Brezilya’da
bıçaklı saldırı
İskelede Lauro’yla bekleyen Sibel’in yüzünden kötü bir
şeyler olduğu seziliyor. Lauro çantasından büyük bir bıçak
çıkarıp uzatıyor. Sibel hıçkırarak ağlamaya başlıyor.
156 nİsan 2011
Hiçbir mecburiyeti olmadığı halde iskelesini
yabancı denizcilere açan Profesör Lauro’nın
ününü önceden duymuştuk. Lauro sadece
yabancı denizciler tarafından değil,
Brezilya’nın bu küçük sınır şehrinin
sakinleri tarafından da çok sevilen
karizmatik bir kişilik. Burada bir okyanus
müzesi kurulması onun eseri. Müzeden
başka fakir çocukların okutulup iş sahibi
yapıldığı bir denizcilik okulunun
kurulmasına da ön ayak olmuş.
Lauro iskeleye bağlandıktan sonra birkaç
kere daha gelip bir şeye ihtiyacımız olup
olmadığını soruyor. İstanbul’u çok merak
ettiğini, methini çok duyduğu bu şehri ilk
fırsatta ziyaret etmek istediğini söylüyor.
Ertesi gün biz de onu makamında ziyaret
etmek istiyoruz. Yardımcısı ‘kuzine’de
olduğunu söylüyor. Öğleden sonra
gittiğimizde, kısa süreliğine ofisine
geldiğini, sonra tekrar ‘kuzine’ye gittiğini
öğreniyoruz. Kuzinenin Portekizcede de
mutfak anlamına geldiğini biliyoruz. Ancak
burada bir başka anlamı daha olabilir mi
diye düşünüyoruz. Belki de laboratuvar gibi
bir yerdir.
KUZİNE
Görevlilere sorup kuzinenin yerini
öğreniyoruz. Müzenin bahçesinde bir de
hayvan hastanesi bulunuyor. Tedavileri
süren yaralı bir denizaslanıyla penguenin
volta atarak taburcu olacakları günü
bekledikleri havuzun önünden geçiyoruz.
Suya çakılı kazıkların üzerine oturtulmuş,
yeşil boyalı şirin bir kulübenin kapısından
içeri giriyoruz. Profesörün içerde olduğunu
görüyoruz. Elindeki kocaman bıçağı peynir
kalıbına batırmış, iri bir dilim kesiyor. Bizi
görünce seviniyor, yanına oturmamızı işaret
NİSAN 2011
157
UZAKLAR II
Lauro Barcello
ediyor.
İçerisi köklü bir yelken kulübünün zevkle
döşenmiş lokalini andırıyor. Ahşap tekne
maketleri, kürekler, gemici sandıkları,
pirinç dürbünler duvarları süslüyor.
Ortadaki büyük yemek masasının altına bir
Türk halısı serilmiş. Odanın yarıya yakını
mutfak şeklinde düzenlenmiş. İkili
lavabonun yanına büyük boy bir fırın ve
gaz ocağı yerleştirilmiş. Bakır tencereler,
tavalar, sahanlar, uzun saplı kepçeler
duvardaki kancalara asılmış. Ocağın
üzerinde fokurdayan bir kazandan iştah
açıcı kokular yükseliyor.
O gün Lauro’nun sadece deniz bilimleri
profesörü değil, aynı zamanda becerikli bir
aşçı ve iyi bir gurme olduğunu da
öğreniyoruz. Lauro personeliyle günlük
toplantılarını burada yaptığını, ziyaretine
gelen konuklarını gene burada ağırladığını
O gün Lauro Barcello’nun ofisine girdiğimizde, onun sadece deniz
bilimleri profesörü değil, aynı zamanda becerikli bir aşçı ve iyi bir
gurme olduğunu da öğreniyoruz...
anlatıyor. Karnı sevdiği yemeklerle dolu
olduğu zaman daha iyi düşünüyor, daha
doğru kararlar alıyormuş. İştahlı bir adam
olduğundan sık sık karnının acıktığını,
çareyi ofisini mutfağa taşımakta bulduğunu
söylüyor.
SOYGUN
Okyanus Müzesi’ne bağlandıktan birkaç
gün sonra, yolda patlayan mazot
hortumlarını değiştirmek için sintineye
uzanıyorum. Aşağıda çalışırken birinin
güverteye vurduğunu işitiyorum. Sibel
sabah şehre inmişti. Deniz müzesini gezip
Soyguncunun Sibel’i
tehdit ettiği bıçak.
fotoğraf çekecekti. Yarı belime kadar
sarktığım sintineden kalkıp yukarı
çıkıyorum. Lauro ve Sibel iskelede
duruyorlar. Yüzlerindeki ifadeden kötü bir
şeyler olduğu seziliyor. Lauro çantasından
büyük bir bıçak çıkarıp uzatıyor. Sibel
hıçkırarak ağlamaya başlıyor.
Havuzluğa geçip bir bardak su istiyor.
Birkaç yudum içince biraz duruluyor.
Sonra anlatmaya başlıyor. Deniz müzesini
dolaşmış, bol bol fotoğraf çekmiş. Müzeden
çıkınca omzundaki çantanın çekildiğini
hissetmiş. Arkasına döndüğünde genç bir
adamın çantasını almaya çalıştığını
Uzaklar II’nin rotası...
158 NİSAN 2011
UZAKLAR II
Grande Sul sahilinde
gün batımı.
Uzaklar II
hedefİne ulaştı
Fransız denizciler, soyguncuya direndiği için Sibel’i eleştiriyor.
Halbuki ben Sibel’in doğru yaptığını düşünüyorum. Belki mantıklı
hareket etmemişti ama onurlu bir davranışta bulunmuştu.
görmüş. Vermemek için direnmiş. Bir süre
karşılıklı çekişmişler. Adam kocaman bir
bıçak çıkarmış. “Bıçağı böğrüme dayayınca
bir an duraladım. Elimden çantayı alıp
kaçmaya başladı.” Sibel de arkasından
koşmuş. “Köşedeki bisikletine atlayıp hızla
pedallara bastı. Arkasından koşmaya
devam ettim. Bir ara geri dönüp bana baktı.
O sırada bisikleti tökezledi, elinden bıçağı
düşürdü.” Sibel eğilip yerden bıçağı almış.
Üç sokak boyunca adamı kovalamış. Bir
yandan da bağırarak yardım istiyormuş.
Dünyanın en sert suları
önümüzde uzanıyor.
160 NİSAN 2011
Kaldırımda yürüyenler olmasına rağmen
kimse yardımına koşmamış. Bir ara
elindeki bıçağı soyguncuya fırlatmayı
düşünmüş, ama mesafe giderek
açılıyormuş. Tutturamayacağını anlamış.
Sonunda adamı gözden kaybetmiş.
Çantasında bir miktar para, cep telefonu
ve fotoğraf makinesi varmış. Bütün
fotoğraflarımızı Canon’un G 9 modeli
fotoğraf makinesiyle çekiyorduk. Üstelik
içinde çok miktarda da çekilmiş fotoğraf
bulunuyordu. Üzülmemesini söylüyorum.
Ama onun asıl üzüldüğü başka bir şeymiş.
“Herkes benim soyulduğumu anladı, fakat
bir allahın kulu yardıma gelmedi,” diyor.
Olayı öğrenen komşu teknedeki yabancı
denizcilerin Sibel’i eleştirdiklerini duyunca
şaşırıyorum. Fransız denizciler, “Bizim
başımıza gelse hiç direnmezdik.
Üzerimizde ne varsa çıkarır verirdik,”
diyorlar. Hâlbuki ben Sibel’in doğru olanı
yaptığını düşünmüştüm. İnsanca bir tepki
göstermişti. Soyguncunun üzerinde başka
bir silah bulunabilirdi. Kendisine zarar
verebilirdi. Evet, belki mantıklı
davranmamıştı, ama onurlu bir davranışta
bulunmuştu. Aklıma bir düşünürün
söyledikleri geliyor. “İnsanın mantıksız
olması iyidir. ‘İnsan’ mantıksızdır.”
Okyanus Müzesi’nin iskelesinde üç
hafta su gibi akıp geçiyor. Bir sabah
erkenden kalkıp Profesör Lauro’yla
vedalaşıyoruz. Bizden önce İstanbul’a
giderse araması için yakın arkadaşım Haluk
Kutay’ın adresini veriyorum. Tekneye
dönüp koltuk halatlarını çözüyoruz.
Uzaklar II iskeleden avara ediyor. Pruvasını
yeniden açık denize çeviriyor. MBY
Siz Brezilya seyrimizi okurken biz de
hedefimize ulaştık. Uzaklar II Horn
Burnu’nu döndü. Üçümüz de çok
mutluyuz...
Dünyanın ucundaki Horn Burnu’nun
cazibesine kapılmışız bir kere. Bundan
kurtuluş yok. Dev bir mıknatısın çekimine
kapılmış gibi iki yıldır ona ulaşmaya
çalışıyoruz. Uzaklar II önce Akdeniz’i,
sonra Atlantik Okyanusu’nu geçiyor.
Arjantin’in Mar del Plata Limanı’ndan
sonra okyanusların ürkütücü şahı Güney
Okyanusu başlıyor.
Artık Horn Burnu’yla aramızda 1300
mil var. Dünyanın en sert suları
önümüzde uzanıyor. Bu mesafeyi
aşmanın kolay olmayacağını biliyoruz.
Eski denizciler 40 derece güney
enlemine “Kükreyen Kırklar” adını
takmışlar. Rüzgâr Uzaklar II’nin
çarmıhlarında kükremeye benzer sesler
çıkararak esiyor.
50 derece enlemine “Uluyan Elliler”
denmiş. Burada rüzgâr bir başka türlü,
vahşi hayvanlar gibi sesler çıkarıyor.
Görünmez eller tekneyi direğinden
tutmuş hoyratça sarsıyor. Deniz
bildiğimiz denize benzemiyor. Tekne
dağlık bir arazide ilerler gibi, bir zirveden
inip diğerine çıkıyor. 40 derece enleminin
altında kanun, 50 derecenin altında Tanrı
yokmuş. Eski denizciler böyle demiş.
Ama Tanrı Uzaklar II ve mürettebatını
yalnız bırakmıyor.
HORN BURNU
9 Mart 2011 sabahı pruvamızda siyah bir
burun beliriyor. Okyanusun ortasına
bırakılmış heybetli bir piramidi andırıyor.
Ya da oturan bir Buda heykelini... Ya da
başsız bir aslanı… Sessizce orada
duruyor. İşte burası Horn Burnu!
Sular güneyden gelen ölü denizlerle
kalkıp iniyor. Sanki görünmez bir dev
nefes alıp veriyor. Uzaklar’ın önünde gri
göğüslü yunuslar yüzüyor. Arkamızdan
burnunu sudan çıkarmış meraklı
denizaslanları geçiyor. Üstümüzde sert
bakışlı albatroslar çark ediyor.
Biraz sonra burnu bordalıyoruz. Sibel
kamaraya inip demlikten doldurduğu
bardağı uzatıyor. İnce belli bardaktan
dumanlar yükseliyor. İçinde taze
demlenmiş Türk çayı var. Tam
tavşankanı dedikleri kıvamda… Horn
Burnu’na karşı çayımı yudumluyorum.
Çok şükür…

Benzer belgeler

devamı... - OsmanAtasoy.org

devamı... - OsmanAtasoy.org UZAKLARII Dünyanın ucuna yolculuk...

Detaylı

Eski bir cezaevi kolonisi olan Anchieta`da

Eski bir cezaevi kolonisi olan Anchieta`da UZAKLARII Dünyanın ucuna yolculuk...

Detaylı

Dünyanın ucuna yolculuk

Dünyanın ucuna yolculuk UZAKLARII Dünyanın ucuna yolculuk...

Detaylı

Rio De Janeiro - OsmanAtasoy.org

Rio De Janeiro - OsmanAtasoy.org UZAKLARII Dünyanın ucuna yolculuk...

Detaylı

Hasar karaya çıkınca anlaşılıyor. Şaft ve pervane

Hasar karaya çıkınca anlaşılıyor. Şaft ve pervane kıçtan takma motor bağlı. Baştan uzattığım halatı bağlayıp yol veriyorlar. Ama ileriye doğru değil de yana, karşı sahile doğru

Detaylı

Dünyanın Ucuna Yolculuk

Dünyanın Ucuna Yolculuk Biraz sonra arkasından kara dumanlar çıkaran bir teknenin tam yolla tam üzerimize doğru gelip, etrafımızda dönmeye başladığını görüyoruz. Üzerinde “Moroccan Navy”, Fas Donanması yazan bir hücumbot…...

Detaylı