psyop 2023 - WordPress.com

Transkript

psyop 2023 - WordPress.com
Psikolojik Harp Ekseninde Kıbrıs Türkleri;Geçmişten Ders
Emete Gözügüzellli*
Dünyamızda teknolojinin büyüyen bir hızla gelişmesi, istihbarat teşkilatlarının da o
derece geliştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu makalede, Kıbrıs’ta yürütülen Psikolojik
Savaş ve Siyasi Savaş konuları ele alınarak Annan planı döneminde cereyan eden
olayların özetle açıklanması hedeflenmiştir.
Siyasi Savaş(PSYWAR) bazen Ahlaki Savaş ya da İdeolojik Savaş olarak
tanımlanmaktadır. Daha çok propaganda ile ilgilidir. Siyasi Savaşın gerçek işlevi
anlaşılmalıdır. Siyasi savaş yeni bir savaş modeli değildir. Ancak son zamanlarda artan
bir eğilimle önem kazandığı görülmektedir. Lakin şu da bir gerçektir ki savaşlar başladığı
dönemden bu yana politik savaşlar her daim eş zamanlı devrede olmuştur. Politik
söylemler yüksek strateji hizmetlerine destek sağlamıştır. Geçmişte savaşlar silah yolu ile
gerçekleşirken politik savaş metotları ile düşman üzerinde huzursuzluk körükleme
çabaları olmuştur. Bugün ise savaş yöntemleri değişirken politik eylemler de değişikliğe
uğramıştır. Barbar kabileler,Truva atı, bildiriler,fısıltılar hepsi de politik savaşın ve hatta
psikolojik savaşın içeriğine giren hadiselerdir. Bu durumda
Psikoljik savaş
tanımlamasına bakıldığı zaman; “bir kişinin veya bir insan gurubunun davranış, düşünce
ve duygularını kontrol etmek, değiştirmek veya yönlendirmek, onları yılgınlığa ve
umutsuzluğa sürüklemek için örtülü bir şekilde hedef kişi veya topluluğa, onların farkına
varamayacağı bir şekilde (üstü kapalı olarak) tatbik edilen tüm yöntemlere verilen ad
olduğu görülür. Bu harbe maruz kalan kitlenin “yılgınlığa ve umutsuzluğa sürüklenmesi
maksadıyla” ve “görülmeyen, algılanamayan” şekilde psikolojik olarak etkileme sanatının
uygulanmasıdır. Psikolojik harp, normal harpten farklı olarak örtülü bir şekilde yani başka
kılıflara sokulmuş biçimde yapılır. Psikolojik savaşın örtülü olmasının nedeni, insanların
bilinçaltını (alt beyin) hedefliyor olmasındandır.”1
“Psikolojik savaşın saldırı ve savunma amaçlı çeşitleri vardır. Stratejik amaçlı psikolojik
savaş ister dost ister düşman görülen ülke için kullanılarak karşı tarafta haberleri ile
güven yaratmak ister. Beyaz propaganda kullanılır ve burada insanların çıkan haberlerin
doğruluğuna inanması istenir. İnsanlar ne de olsa doğru inandıkları gazete, dergi, kurum
açıklamasını dikkate alırlar. Taktik psikolojik savaşta karşı tarafın maneviyatını, direnç
gücünü kırmaya yöneliktir. Bu taktikte “durumun feci olduğunu hemen müdahale
edilmesi gerektiği” gibi halkın moralini bozacak açıklamalar yapılır. Takviye edici
psikolojik savaşta herhangi bir savaş sonrasında halka güven verici, rahatlatıcı, telkin
edici mesajların verilmesidir. Provokasyon tipi psikolojik savaş genelde miting, cenaze
gibi toplu alanlarda aradan birilerinin çıkarak halkı tahrik edici sözler söylemesidir.”2
1
*Öğr.Gör.Akdeniz Karpaz Üniversitesi,Araştırmacı-yazar
Psikoljik Harp, http://www.donusumkonagi.net/haber.asp?id=189&baslik=psikolojik_harp.
2
Prof. Dr. Nevzat Tahran, Pskolojik Savaş (5. baskı), Timaş Yayınları, İstanbul 2004, s. 28-31.
1
Psikolojik savaşı kullanan ülkeler hedef seçtikleri ülkenin ekonomik, siyasi, sosyal kültür
yapısını kısa, orta, uzun vade içerisinde değiştirmek, bozmak çabasındadırlar. Eğitim yoluyla
toplumun davranışlarını değiştirmek, ahlak yapısını bozmak, manevi olarak değerlerini
ortadan kaldırmak (misyonerlik çatısı altında Hıristiyanlık dinini yaygınlaştırmak) için
çalışmalar yapmaktadırlar. Kendini “aşağılayan, Devletine güveni kalmayan” çaresiz bir
toplum yaratmak ve “Batı demokrasi ve medeniyetini üst gerek kendi ırkından
uzaklaştırılması” da hedefler arasındadır.
Psikolojik savaşta önce kurumların yıpratılması da hedeftir, bunu gerçekleştirecek tek yol ise
evvela medya yolunu kullanarak hedef ülkeye veya gruba yıpratıcı bilgiler verile yoluna
gidilmektedir. Yalan yada asılsız haberler ile kamuoyu yönlendirilmek istenmektedir. Mesela
Annan Planında Kıbrıs Türklerine devletiniz, egemenliğiniz devam edecek, yerinden olacak
olan insanlara villalar verilecek gibi…
Hedef seçilen ülkede şüphesiz ki ordu ve polis ve hatta dini değerlere karşı da psikolojik savaş
uygulanır. Toplumun kültürüne dayalı inanç sisteminin değişmesi için mücadele edilir. Bu
yolla kendi dini değerlerini o topluma empoze etmekle içten daha kolay hegemonyalarını
kurabilirler. Tüm bunlara ilaveten yargıya da güvenin yitirilmesi arzulanır.
O halde tüm bu değerlendirmeler sonrasında, Propagandanın da Psikolojik harpte önemli bir
araç olduğu görülmektedir. Propaganda, bireyin ya da grubun fikirlerinin, görüşlerinin,
ideolojilerinin, davranışlarının sözlü, yazılı, sanatsal etkinlikler veya teknoloji yöntemleri ile
etkilemedir.3
Pek çok kaynak, propagandanın bir savaş aracı olarak çok eski tarihlerden bu yana
kullanıldığını ortaya koymaktadır. Türk dünyasına baktığımız zaman Moğol ordularının savaş
alanına gelmeden önce karşı tarafa yani düşman topraklarına adamlarını daha doğrusu
ajanlarını göndererek işgal edilecek olan çevrede Moğolların çok büyük bir ordu olduğunun,
karşı taraftan çok daha güçlü olduklarının, ortalığı yakıp yıktıklarının propagandasını
yaptıkları belirtilmektedir. Bu yolla düşmanın psikolojik olarak çökertilmesi sağlanmakta ve
ardından zafer elde edilmesi amaçlanmaktadır.
Osmanlı’da ise psikolojik harbin farklı bir çeşidi kullanılmakta idi: Fethedilen yerlerin halkına
hoşgörü ile yaklaşarak onları rahat ettirdiklerinin propagandası yapılmakta ve bunun için de
fethetmeyi planladıkları bölgeye daha önce derviş ve tüccarlarını gönderdikleri
anlaşılmaktadır. Aradan yüzyıllar geçse dahi psikolojik harbin bu iki unsurunu sınır ötesi
operasyon yapan ülkelerin ilgili istihbarat dairelerince sıklıkla kullanılmakta olduğu barizdir.
Nitekim,Propaganda, belirli bir grubun düşüncelerini, duygularını ve eylemlerini, genel
nitelikli amaçlar doğrultusunda etkilemeye yönelik olmakla beraber o grubun davranışlarını
değiştirmeyi amaçlayan tüm bilgi, belge, görüş ve doktrindir.4
Propaganda maksadıyla çok değişik teknikler kullanılır. Klasik yöntem beyin yıkama
yöntemidir. İşbirlikçi yazarlar, gazete patronlarına sağlanan çeşitli yardımlar karşılığı basında
oluşturulan manşetler ile yanlış ve eksik haberler, halka nasıl düşünülmesi gerektiğini telkin
eder. Nitekim radyo ve TV yayınları propagandada önemli araçtır. Basında yer alan haberler
doğrultusunda, halkın tepkisi ölçülür ve taban yönlendirilmesi hedeflenir.
3
4
Istvan SebestyenTeleki, Psycjhological warre; as against Hungarian in Rumenia, http://1.mnn.net/-graczar/psycholo.htm.
Prof. Dr.Tahran, Pskolojik Savaş, s. 36.
2
Kaynakları bakımından beyaz, kara ve gri olmak üzere üç türlü propaganda kullanılmaktadır.
Beyaz propaganda benimsetilmek istenen görüşün sadece iyi yanlarının gösterilmesinden
yanadır. Yani doğru haber kullanarak amacına varmak istenir. Malzemesi haberlerdir.
Düşman olarak görülen tarafın tüm açıklarını duyurmayı hedefler. Bu yıkımı gerçekleştirmek
içinde devamla beyaz propaganda devam etmelidir ki insanların zihinlerine birtakım gerçekler
yerleştirilsin. Kara propaganda da zayıf noktalarının vurgulanması başka kaynaklardan haber
çıktı göstererek yalan, iftira, sahte belgeler gibi hileyi kapsayan her doküman, haber kullanılır.
Kaynak kesinlikle gizli tutulur. Var olan gerçek hadiselerden hoşlanmayanların ısrarla bu
propagandaya sarılarak insanları ya da toplumu yanıltmayı hedefler. Hatta düzmece belgeler
düzenlenmesi ile bir fikrin ya da temsilcisinin zaafa uğratılmasıdır. Gri propaganda ise bu üç
yöntemin en etkilisi olup bilinen ve hedef kitlenin rahatlıkla ikna olabileceği doğrular ile
hedef kitlenin bilginin objektif olduğun zannı ile kalkanlarını kaldırmasını sağlayarak kara
propaganda faaliyetlerinin güdülmesinden ibarettir. Aslında burada haber kaynağı belli
değildir ve doğruluğunu da kanıtlamak zordur. Buna karşın yıpratılmak istenen kişi ya da
toplumlar üzerinde “rivayetler” ile saldırı yapılır. 5
Genellikle beyaz propagandada propagandacı kaynak bellidir, gri propaganda üçüncü şahıslar
üzerinden yapılır, örtülüdür. Kara propaganda ise hiçbir kaynağa dayanmayan, var olmayan
bir kaynağa dayandığı gösterilen ya da gerçek kaynakla ilgili sahte propagandadır.
Eğer bir propaganda ile insanların ya da toplumların duyguları etkileniyorsa, başarı elde
ediliyordur. Propaganda da kullanılacak sözler çok önemlidir. İfadeler ya da söylemler doğru
seçilirse başarı çok daha kolay olur. Amaç insanların zihinlerine şüphe yada verilen umut
düşürülmesidir. Gerçekte, yapılan telkinler tekrar ilkesine uygun olarak sık sık tekrar
edildiğinden, propaganda insanların şuur altını etkiler. Örneğin Annan Planı sürecinde
Rumların referandumda “hayır” diyecekleri bilinse de Kıbrıs Türklerine plana “evet” demeleri
için “bir evetle dünyaya bağlan” propagandasının yapıldığı gibi…
İnsanlar toplumları oluşturur. İnsanların duyguları toplumun geleceğini belirler. Milli
duygulardan yoksun bir millet psikolojik savaştan kolay etkilenir. Toplumu etkilemenin de en
güzel yollarından biri kültür ihracının gerçekleşmesidir. Mesela bugün Kıbrıs’ta Türkler
üzerinde var olan “Avrupalılık” kültür savaşı yapılan operasyonların sadece bir parçasıdır.
Türk milletinin kendini Türk değil de “Kıbrıslı” veya “Avrupalı” görmeye yönlendirilmesi bu
planın bir neticesidir. Zira kültür ihracı sempatik bir şekilde, baskı olmadan, uzun vadeye
yayılan bir projedir.
Kültür, demokrasi, gelişme, barış, insan hakları gibi kavramlar bugün psikolojik savaşı
kullanan ülkelerin kendi çıkarlarını korumak ve diğer ulusları kendi menfaatleri yönünde
yönlendirmek için kullandığı en önemli metotlardan biridir. Kısaca, kendi egemenliğini başka
milletler üzerinde gerçekleştirmek isteyenlerin kullandığı metotların başındaki
söylemlerdirler. Bu söylemlerin karşı tarafa enjekte edilerek iç egemenliğin ele geçirilme
operasyonu için başta hedef topluma güven verecek ve onları ikna edecek yöntemler
belirlenir. Çeşitli vakıflar, sivil toplum örgütleri, enstitüler bu operasyonda araç seçilirler ve
buralara maddi yardım hiç düşünülmeden gerçekleştirilir. Kullanılan bu STÖ’leri ile o ülke ile
ilgili gerekli bilgiler derlenir ve halkı nasıl etkileyebilecekleri bir proje yaratılır. Bunda medya
yani teknoloji olmazsa olmazdır. Çünkü bugün toplumlar medya ile oldukça etki altına
alınabiliyor.
5
Prof. Dr. Tahran, Pskolojik Savaş, s. 36-46.
3
Psikolojik Operasyonlar(PSYOP) ise bireylerin, grupların kurumların ve yabancı hükümetin
davranışlarını ve duygularını, tarafsız algılamalarını, hareketlerini etkilemek için seçilmiş
6
bilgi
ve
gösterilen
kişiler
üzerinde
operasyonlar
yapmaktadır.
Psikolojik harpın uygulanmasındaki araçlar ise yazılı ve görsel basın, yani medya,
internet, sinema filmleri, radyo, televizyon, kitaplar gibi etkileşim araçlarıdır.
Atilla Akar, “Derin Dünya Devleti” isimli kitabında “CFR, CIA ve onların kontrolündeki
vakıflar aracılığıyla finanse edilen ya da ‘gizli bordrolar’ından maaş alan bazı yazarlar,
‘sipariş üzerine’ ürünler vermektedirler. ‘Derin dünya’nın bu kadrolu yazarları, özellikle
CFR, Bilderberg ve Trilateral Komisyon gibi örgütlerin stratejisi doğrultusunda ürünler
verirler. Böylelikle gelecekteki derin dünya manevraları için uygun bir entelektüel ortamın
yaratılmasına katkıda bulunurlar. Birçok üçüncü dünya aydını da bunlara ‘tav’ olur.” 7
demektedir.
Amerika’nın bu alandaki çalışmaları çok hızlı bir şekilde ilerlemiş ve daha da
ilerlemeyedevam etmektedir. Özellikle de Tam tayf egemenlik (full spectrum sovereingty)
olarak tanımlanan “ortak düş 2020” projesi Amerika’nın stratejik hedeflerinden biridir. Etkili
askeri güç inşa etmek için tekniksel, doktrinsel, organizasyonel, operasyonel, entelektüel
bütünleşmenin ortak entegrasyonu, 2020 taleplerini kapsamaktadır. Tam tayf egemenlik için
ortak entegrasyon etkileri askeri operasyonlarda büyük avantajdır. Buna etki tabanlı
operasyon denmektedir. 8 Etki tabanlı saldırı operasyonlarının bugün birçok tanımlama ve
kavramları kapsadığı tartışılmaktadır. Amerika’nın Ortak Güçler Komutanlığı (US Joint
Forces Command-JFCOM-) J9’a göre, etki tabanlı operasyon; “çatışmaların tüm düzeyinde
askeri ya da askeri olmayan durumlarının tüm alanının çeşitli uygulamaları ve sinerjisi
boyunca düşman üzerinde etki veya arzulanan stratejik sonuca ulaşmadaki bir süreçtir”
şeklindeki tanımlanırken “etki” kelimesi de “askeri olmayan eylemlerde veya spesifik askeri
sonuçlarda ki psikolojik, fiziksel veya fonksiyonel sonucudur” şeklinde gösterilmesi idi.9
J9 biriminin etki tabanlı saldırı konusunda ilk hedeflerinden biri de rakip veya düşman
gördüğü taraf ile ilgili tüm bilgileri toplamaktır. Zira, düşman hakkındaki bilgiler komutanlara
etki tabanlı operasyonu uygulamada büyük yardımı olacaktır. Düşmanın davranışlarını etki
altına almada ya ikna (psikolojik olarak) ya da zorlama (askeri yöntemlerle) ile yola
getirilmesi hedeflenmektedir. Virginia’daki Alexandria içindeki Savunma Analizleri Enstitüsü
tarafından yapılan çalışmada etki taban kavramı düşüncesine alttan desteğin olması gerektiği
ve yalnızca çatışmalar konusunda değil de barış, barış öncesi, çatışma ve çatışma sonrası tüm
alanları kapsayan alan üzerine odaklanılması lazım geldiği ortaya konmaktadır.10
Etki tabanlı saldırı tarihi ve teoritik süreçte de ortaya konmuştur. Etki tabanlı saldırı, askeri
operasyonların yürütülmesinde önemli sonuçların alınması için komutanlar tarafından
6
7
James A. Hawkins, “Doctrine for Joint Operations”, Joint Puplication 3-53, 5 September 2003.
Pskolojik Harp, http://www.donusumkonagi.net/haber.asp?id=189&baslik=psikolojik_harp.
8
Effect-based-operations-Warfighters. http://www.army.mil/professionalwriting/volumes/volume1/june_2003/6_03_3.html.
9
Effect-based-operations-Warfighters. http://www.army.mil/professionalwriting/volumes/volume1/june_2003/6_03_3.html .
10
"Effects-based Operations White Paper Version 1.0," (Norfolk, VA: Concepts Department J9, US Joint Forces Command,
2001).
Effect-based-operations-Warfighters. http://www.army.mil/professionalwriting/volumes/volume1/june_2003/6_03_3.html.
"New Perspectives on Effects-Based Operations" (Alexandria, VA: Institute for Defense Analyses, 30 June 2001), 2-3.
4
planlanan birçok planın içerisinde de kullanılmıştır. Gerçekte klasik teorisyenlerden biri olan
Çinli Sun Tzu güce başvurmadan savaşsız düşmanı yenebileceğinden ve en iyi savaş
politikasının bir devletin tamamını savaşsız ele geçirmek olduğunu bahsetmiştir. Carl von
Clausewitz de bir Prusya teorisyeni olarak hedeflenen sonuca ulaşmanın en iyi yolu olarak,
askeri üstünlük manasına ve karşı gücün fiziksel yıkımı üzerine odaklanmıştır. Ayrıca açıkça
gücün elementlerinin hepsinin kullanılmasını tanımaktadır. Bu tanımlamaların kökeninde etki
tabanlı saldırı metodu yattığı daha sonraları ortaya konan en önemli açıklamalardandır.
Özellikle hava saldırılarında da etki tabanlı saldırı sistemi tercih edilmektedir.
Amerikan ordusunun etki tabanlı saldırıyı kavramsal çalışmasının kökü Eğitim ve Doktrin
Komutanlığının (TRADOC), Oklahoma Fort Still’de ‘Derinlik ve Eşzamanlı Saldırı Savaş
Laboratuarı’nda başladığı belirtilmektedir. Teknolojik gelişmeler ve etki tabanlı saldırı
fikrinin olgunlaşması için anılan yerde eğitimler düzenlenmektedir. Şimdi ise Amerika
‘Ateşler ve Etkiler Koordinasyon Hücresi (FECC)’ merkezi denilen yerde hedef seçilen bölge
ile ilgili ya ölümcül ya da ölümcül olmayan sonuçlar almayı amaçlayan metotlar üzerinde
çalışılma başlatmıştır.
Amerika’nın etki tabanlı saldırı metodu ile sadece savaş halinde olan ülkeler üzerinde değil,
barış içerisinde olan ülkelerde de kullanılmakta olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu saldırı metodu
ile Tzu’nun da bahsettiği gibi silahsız bir şekilde hedef seçilen ülke üzerinde arzu edilen
sonucun alınması hedeftir. Bu metotlarla hedef ülkede ele geçirilen birçok kişi, kurum, sivil
toplum örgütü, vakıf, bilim adamı, enstitü merkezlerine yardımlar adı altında fonlar
verilmekte ve “demokrasi savaşı” başlatması amaçlanmaktadır. Bunun için hedef ülkenin
basın ve medya kanalları harekete geçirilerek halka algılatılmak istenen mesajlar verilmesi
hedeftir. İşte KKTC’de de Amerikan fonları ile ele geçirilen birçok merci, oluşturulan sivil
ağın özünü otaya koymaktadır. Nitekim etki tabanlı saldırı metodunun bir parçası olan
“Psikolojik Savaş ve Propaganda” Kıbrıs Türkleri üzerinde fark edemeyecekleri bir şekilde
uygulanmıştır.
Büyük güç olmaya aday “ülkelerin” istihbarat birimleri için artık yeni yöntemler ve teknikler
“düşünce kuruluşlarında” üretilerek hedef seçilen ülkenin silahsız ele geçirilmesi
amaçlanmıştır. Bunlar, birçok Amerikan dokümanlarında yer almıştır. 11 Bu proje
kapsamındaki en önemli silahın adı, “Etki Tabanlı Saldırı” metodu olduğu göz önüne
alındığında, “hedef seçilen ülkenin insanlarının düşünceleri ve davranışları istenen yöne
doğru kanalize edilmek istendiği ortaya çıkar. Söz konusu metoda da “etkileme sanatı”
denmektedir.12
Nitekim bu metot bugün kendi ayakları üzerinde basamayan uluslar üzerinde
uygulanmaktadır. Turuncu, kadife, yeşil devrimler bunun bir sonucu olarak gerçekleşmiştir.
KKTC’de ki STÖ’leri, Milli Eğitim Bakanlığı veya siyasi partiler aracılığıyla gençlerimizi
“iki toplumlu” etkinlikler adı altında kamplara veya “eğitimlere” gönderirldikleri dönemlerde
aslında kime hizmet ettiklerini ve kimin bayraktarlığını yaptıklarını göremeyecek kadar
davranışlarının kontrol altına alındığının da bir göstergesi olmuştur.
“Project Democracy” KKTC’de
11
12
Department of the Navy, office chief of the naval operations,2000 Navy Pentagon, 22 December 1997 tarihli doküman.
Effects-based Operations White Paper Version 1.0, (Norfolk, VA: Concepts Department J9, US Joint Forces Command, 2001),
5.
5
Sivil darbe yöntemleri ile demokrasi inşa etme yani “Project democracy” adı altında ülkeleri
ele geçirme operasyonlarına Kıbrıs’ta ki Türkler de hedef olmuştur. Peki “Project
Democracy” nedir?
Amerikalı uzmanların “uyuşmazlığım çözümü”(conflict resolution) çalışmaları ekseninde,
Kıbrıs anlaşmazlığı konusunda yapmış oldukları tespitlerde “Kıbrıs Türklerinin kendi
Devletleri, Anavatanlarına, Türklük kimliklerine” sımsıkı bağlı olması “birleşik Kıbrıs”
önünde engel görülmesi ile sonuçlanmıştır.13 “KKTC Devletinin yıkılması, Kıbrıs’taki Türklük
kimliğinin ortadan kaldırılması, bir “Kıbrıslı milleti”nin yaratılması, Anavatan ile olan
bağlarımızın kopartılması” gibi amaçların belirlenmesi, Sovyetlerin dağılmasından sonraki
döneme rastlamaktaydı. “Demokrasi ihracı” yani “project democracy” Ronald Regan
tarafından ortaya atılmıştı. 1980’lerin başından bu yana 92 ülkede uygulanan14 proje, “yeni
mandacı”ların işbirliği ile stratejik, jeo-politik, jeo-ekonomik, jeo-stratejik önemi olan Kıbrıs
ve Türkiye’de de uygulanması planlanmıştı. Bugün Lozan Antlaşması’na tahammül
edemeyen ülkelerin Türkiye’nin önce çevreden kuşatma altına alınması gerektiği yönünde
alınan karar, Kıbrıs’ın birleştirilmesi ile olabilecekti. Bunun için de, Kıbrıs Türkleri ile
Anavatan Türkleri arasında var olan bağın kopartılması için KKTC’de sessiz bir operasyon
gerçekleştirilmesi hedeflendi. Anılan gaye doğrultusunda “iç yönetim” ve “kurumların” ele
geçirilmesi planlandı. Bu eksende, esasen “sessiz savaş” operasyonu öngörülmüş ve etki
tabanlı saldırı metodu kullanılarak Kıbrıs Türkü etki altına alınmak istenmiştir.
Bilindiği üzere de Rumlar Türklerle eşitlik öngören egemenliği arzulamamaktadırlar. Buna
Batı dünyası da destek olmaktadır. Çünkü Kıbrıs Türkleri hiçbir dönemde Rumlar ile muadil
tutulmamışlardır. Dış unsurlar için de en büyük tehlike, Kıbrıs’taki Türk askerinin varlığı,
adadaki Türklerde ki Anavatan sevgisinin var olması ve Kıbrıs Türklerinin kendilerini Türk
olarak tanımlamalarıdır. Bu vaziyet ise Kıbrıs Türkleri üzerinde yürütülecek psikolojik
operasyonda yıpratılması gereken unsurları ortaya koymaktadır. Kıbrıs’ın 2008’den sonra
birleştirilmesi yönünde yeniden çalışmalar baş göstermeye başlamıştır. Şayet Kıbrıs
birleştirilir ise adadan Türk askeri çıkabilecek, Türkiye Doğu Akdeniz’e hapsedilebilecektir.
Keza, bahse konu hedefler için de adadaki Türk halkının öz Türk kimliği, tarihi, kültürü ve
maneviyatından yoksunlaştırılması çalışmalarının tesirli olması halinde bunu gerçekleştirmek
daha kolay olacaktır
Adada yürütülen operasyonların kökeni oldukça eskiye dayanmaktadır. “Annan Planı
sonrasında plan artık öldü” diye, pek çok yorum yapılmıştır. Ancak, eski Rum lider Vasiliu
2004 yılında Annan Planı öldükten sonra yaptığı açıklamasında “Annan Planı bir hayalet gibi
yeniden ortaya çıkacak” demesi, ilerleyen süreçte yeni bir planın aniden sunulacağına işaret
etmiştir. Gelinen süreçte de görünen odur ki, taraflara yeni bir plan modelini görüşme
safhasına girmiştir.
Bilindiği üzere, BM 11 Kasım 2002 tarihi 156 sayfalık “çözüm” planı taraflara sundu. Bir
hafta içerisinde de tarafların planla ilgili görüşmelere hazır olup olmadıklarını bildirmelerini
istedi. Nitekim, Rum tarafı ve Türk hükümeti 19 Kasım, Kıbrıs Türk tarafı da 28 Kasım’da
planı müzakereye hazır olduğunu duyurdu.
13
14
Broome, Yeşil Hat Üzerine Köprüler
http://209.85.135.104/search?q=cache:JoVgIFuF7XkJ:rbec.undp.org/cpr/show/8628CAF2-F203-1EE9B5157E3784293038+ye%C5%9Fil+hat+%C3%BCzerine+k%C3%B6pr%C3%BCler&hl=tr&ct=clnk&cd=1&gl=tr.
Mustafa Yıldırım, “Project Democracy” Sivil Örümcek Ağında, Ulus Dağı Yayınları, 9. basım, Ankara, Aralık 2005, s. 22.
6
Nitekim, Amerika, İngiltere, AB yetkililerinin, planın sunulmasını “Kıbrıs için tarihi bir
fırsat ve kaçırılmaması gereken bir çözüm planı” olarak akredite etmeye başlamaları,
gerçekte, Kıbrıs Türkleri üzerinde yoğun bir propaganda baskısı yaşanılacağı sürecin
sinyallerini de göstermekteydi.
GKRY Politis gazetesi kendi adına AC NIELSEN-AMER araştırma şirketine yaptırdığı anket
sonuçları bize Rumların bir “birleşik Kıbrıs” federasyonuna hazır olup olmadıklarını açıkça
göstermekteydi.
18-65 yaş grubu arasında gerçekleştirilen ankette;
“Bugün tartışıldığı şekilde iki bölgeli bir federasyonun sizler şahsen lehinde mi yoksa
aleyhinde misiniz?” sorusu sorulmuş ve katılımcıların % 47’si “aleyhinde”, % 25 “lehinde”
yanıtını vermişti.
Ankette yer alan diğer sorulardan biri de;
“Tüm göçmenlerin evlerine dönmeyeceği bir çözümü kabul edelim mi etmeyelim mi”
sorusu idi. Bu soruya da % 67.3’ü “etmeyelim” derken “% 27.2’si “edelim”, % 5.5’i ise
“bilmiyorum” diye cevap vermişti.
Rum Halkı bu şekilde düşünürken gerçekte siyasi partilerin esas düşünceleri bizleri daha net
bir sonuca götürecekti. İşte bu ankete cevaplarda bulunan Rum siyasi partilerinin oranları
şöyleydi:15
ADİK: % 79 Hayır etmeyelim, % 12.9 Evet, % 7.6 Bilmiyorum
AKEL: % 66.5 Hayır, % 28.3 Evet, % 5.2 Bilmiyorum
DİKO: % 64.9 Hayır, %29.3 Evet, % 5.8 Bilmiyorum
DİSİ: % 67 Hayır, % 25.7 Evet, % 7.2 Bilmiyorum
EDİ: % 35.5 Hayır, % 64.5 Evet
KİSOS: % 64.2 Hayır, % 33.1 Evet, % 2.7 Bilmiyorum
NEO: % 70.5 Hayır, % 29.5 Evet
Çevreciler: % 70.8 Hayır, % 17.5 Evet, % 11.7 Bilmiyorum
15
6 Ekim 2002, Rum basın özetleri, Politis gazetesi.
7
Anket sonuçlarından da anlaşılacağı üzere, Rum siyasi partilerin hepsinin tüm Rum
göçmenler geri evlerine dönmesini şiddetle desteklemeleri, Rumların iki kesimli iki toplumlu
bir federal çözümü desteklemediği, üniter bir çözümü savunduğunun açık göstergelerinden
biri olmuştur.
2002 yılından 2004 Nisan ayına kadar planla ilgili yapılan tüm kamuoyu araştırmalarında
Rumların plana “hayır” diyecekleri oldukça iyi biliniyordu. Mega TV ve Antenna TV planla
ilgili Rum halkının nabzını ölçen programlarında en az % 62 oranında ki halkın planı
reddettiği ifade ediliyordu.16 Nilsen ve Amer Rum şirketleri Politis gazetesi adına yaptıkları
araştırmalarda da en az % 52 oranında Rum’un planı reddi ortaya çıkarıyorlardı.17 CYMAR
Market Research Ltd’nin 14-17 Kasım tarihlerindeki kamuoyu yoklamasında Rum halkının %
73 aydın kesiminin planı reddettiği 18 ifade edilirken, Eleftheros Tipos isimli Yunan
gazetesinin de hem Yunanistan hem de GKRY’de planla ilgili yaptığı kamuoyu araştırma
sonuçlarında her iki halkın ezici çoğunluğunun “ohi” yani reddi ifşa ediliyordu.19 Rumların
planı reddetmenin de ötesinde, herhangi bir şekilde Türk idaresi altında yaşamayı da
reddettiklerini gösteren kamuoyu araştırmaları da vardı. % 81 oranındaki Rum hiçbir şekilde
Türk idaresini istemiyorlardı.20
11 Aralık 2002’de revize edilen Annan Planı taraflara sunulduğunda Rum tarafında plana olan
itirazlar o kadar daha artmış ve Rumların % 86’sının plana karşı olduklarını ortaya çıkaran
kamuoyu açıklaması açıklanmıştı. 21 Kısa bir zaman sonra gerçekleşen yeni bir ankette de
Rumların % 63’ü Annan Planını mahvedici bulduğunu ifşa ediyorlardı. 22
Peki Rum tarafının Annan Planına “hayır” diyeceğini Batılı güçler, Amerika, BM ya da
İngiltere bildiği halde neden Türk tarafında oluşturulan propaganda faaliyetlerinde Türklerin
“evet” demesi için mücadele ediyorlardı?
GKRY’nin AB’ne girmesini milli hedef olarak tanımlayan dönemin Başbakanı Simitis, 16
Nisan 2003’te Rumların AB’ye alınması ile “ENOSİS’i başardık” sözünü dile getirmesi
arasında bir bağ kurulmalı mıydı?
Rum tarafının plana sürekli itiraz etme sebeplerini DİSİ Milletvekili Yorgo Yeoryiu Mahi
gazetesine verdiği demeçte açıkça ifşa etmişti;
“Sömürgecilerin adada kalışının güvencesi- Kıbrıs Rum tarafı için bu madde çok tehlikelidir.
Tümünün Kıbrıs’ terk edeceği ve geldikleri ülkeye geri dönmeleri için gerekli tazminatın
ödeneceği yönünde madde ile değiştirilmeli. Tüm göçmenlerin geri dönüş haklarının
kısıtlanması, Mal-mülk ve tazminatlar konusu, garantörlük ve güvenlik konuları, yeni devletin
Kıbrıs Cumhuriyetinin bir gelişimi olduğuna net şekilde yer verilmemesi, üç yıllık geçici
başkanlık ve eş başkanlık...”23
16
17
18
19
20
21
22
23
16 Kasım 2002, Rum basın özetleri, Politis.
17 Kasım 2002 Rum basın özetleri, Politis.
19 Kasım 2002, Rum basın özetleri, Alithia.
22 Kasım 2002, Rum basın özetleri, Mahi.
24 Kasım 2002, Rum basın özetleri, Politis.
11 Aralık 2002, Rum basın özetleri, Simerini.
21 Aralık 2002, Rum basın özetleri. Fileleftheros.
24 Kasım 2002, Rum basın özetleri, Mahi.
8
Planla ilgili olumlu bulunan açıklamaları da Rum tarafı özellikle de “tek egemenlik ve yeni
devletin dağıtılamaz olduğu, tek uluslararası kimlik, tek Kıbrıs vatandaşlığı, adadan askerden
arındırılması, önemli sayıda Rum’un Rum idaresi altındaki topraklara geri dönmesi, serbest
dolaşım hakkı, diğer toplumda olacak Rumların siyasi haklarının tesisi, Türk idaresi altında
yaşayacak Rumlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi” olarak açıklamıştı. Ne ilginçtir ki
bugün müzakere sürecinde bu konular Kırbıs Türk tarafınca kabul edilir konuma getirilmiştir.
. Kıbrıs’ta Yürütülen
Psikolojik Harp
Mustafa Yıldırım Sivil Örümcek Ağında kitabında bir ülkeyi içten kuşatmak isteyen Yabancı
ülkenin bu amaca ulaşmak için aşağıdaki şu yolları izlediğini ortaya koymaktadır:
1- Kamuoyu oluşturuculara (aydınlar, köşe yazarları, yazarlar, bilim adamları, dernek ve
vakıf üyeleri) yönelik ülke içinde ve dışında, masrafları kendi karşılayarak (NED, IRI,
NGI gibi), konferanslar, toplantılar, paneller düzenleyerek katılımcılarla doğrudan ilişki
içine girerler. Amaç ise düşünce ve örgütlenme özgürlüğü adı altında yeniden yapılanma
düşüncesini kabul edilmesi.
KKTC’de birçok aydın, köşe yazarları, yazarlar, üniversitelerdeki akademisyenler, dernek ve
vakıf üyelerine maddi yardımlar yapılarak yeniden örgütlendirilmeye gidilmesi hedeflenmiş
ve uygulanmıştır.
2- Alt örgütler yoksa, uzaktan yönlendirilebilecek bir ilişki ağı altında insan hakları
dernekleri, …. koruma dernekleri … platformların örgütlenmelerin kurulması.
KKTC’de de “birleşik Kıbrıs” söylemi için Platformlar kurulmuştur. Bu Memleket Bizim
Platformu Annan Planı döneminde kurdurulmuştur. 2008 Ocak ayında ise “Barış Platformu”
kurdurularak Kıbrıs Türklerinin Annan Planı döneminde olduğu gibi “birleşik bir Kıbrıs,
askersizleştirme” söylemlerinin kuvvetlendirilmesi hedeflenmiştir. Yaratılan “birleşik Kıbrıs”
söylemi medya kanadı ile tüm taraflara duyurulması planlanmıştır.
3- Propaganda aygıtları haline gelen radyo, televizyon, gazete, dergileri devreye sokulur.
Bilimsel ve magazinsel içerikli, insan hakları ilkeleri üstüne ve ihlalleri üstüne yayınların
yoğunlaştırılması.
KKTC’de yerel basının birçoğu Annan Planı döneminde ve sonrasında “evet” yönünde
kullanılmıştır. Verilen umut propagandaları aralıksız sürmüştür. Annan Planı ile birçok
hakların elde edileceği belirtilmiştir.
4- Casuslar yerine yayın muhabirleriyle yerinden bilgi edinmek için yaygın bir yayıncı
eğitim programı gerçekleştirilir.
“Uyuşmazlığın çözümü, demokrasi inşası” gibi alanlarda Kıbrıs Türklerine eğitim
programları verilmiştir. Bunu da Amerikalı uzmanlar gerçekleştirmiştir.
9
5- Bilimsel ve toplumsal konferansların çoğaltılması ve yerel vakıf ve “think tank”
derneklerin kurulması.
Birleşik Kıbrıs hedefi için iki toplumlu temaslar çerçevesinde Kıbrıs Türklerine kurdurulan
barış grupları, gençlik, kadın gruplarında “think tank” çalışmaları gerçekleştirilmiştir.
6- İşadamları derneklerinin, sendikalarının kurulması, var olanların içine bilim
adamlarıyla sızılması. Siyasi partilere eğitim programlarıyla, particilik dersleriyle
yaklaşarak kadroların yönlendirilmesi, gençliğin düşünce özgürlüğü ve siyasi katılımcılık
propagandasıyla örgütlenmesi.
KKTC’de barış grupları arasında ticaret odası,İşadamları dernekleri veya grupları da
oluşturulmuş ve kitle tabanı yönlendirmede kullanılmıştır.
7- Amerikan televizyonlarının yerli şubeleriyle ve bağlantıda olduğu hedef ülke
televizyonlarıyla
yayına
geçilmesi,
eksik-yanlış
bilgilendirmeyle
kitlelerin
yönlendirilmesi, yerel medya ile eğitim-konferans-gezi düzenleyerek kalıcı bağlar
oluşturulması.
Kıbrıs Türklerinin iki toplumlu etkinlikler adı altında düzenlenen organizasyonlarda özellikle
de gençlere burslar verilerek eğitim kamplarına, gezilere, festivallere yönlendirilmiş ve
Rumlarla ve ya yabancılarla temasta olması hedeflenmiştir.
8- Etnik kışkırtıcılık yapılması: Etnik ayrılıkları güçlendirmek için geçmiş kültürlerin
hatırlatılması amacına yönelik toplantıların yapılması, Ulusal bütünlüğü bozmaya yönelik
yerel tarih, yerel kültür araştırmaları adı altında en eskiye özlem yaratılması.
Kıbrıs Türklerinin Anavatandaki Türklerden farklı olduğu, geçmişte Rumlar ile iç içe huzurlu
yaşayabildiğine dair yayımlar yapılmakta, konferanslar düzenlenebilmektedir. Bu yolla
“Kıbrıslılık” kimliği ve “ortak kültürü” hedeflenmekte ve var olan tarihi bağların kopartılması
amaçlanmaktadır.
9- Yanlış ve eksik bilgilendirme için: toplumun akıl denetimini ele geçirmek için yoğun
propaganda ve yanlış bilgilendirmeyle etnik sürtüşmeyi önleyen merkezi yönetimlerin
yıpratılması, toplumsal kimliği karıştırmak için tarihsel gerçekleri tahrif ederek, yeni
kimlik yaratılması (Türk–Çerkez–Kürt-Laz). Dinselliğe dayalı kimlik yaratılması (ŞiiSünni-Alevi) ve dinsel ayrılıkları kullanarak cepheler oluşturulması, dinler arası diyalog
adı altında ve din özgürlüğü (turban gibi) unsurlarını kullanarak devlet ile dindarlar
arasında çatışma yaratmak.
Kıbrıs Türklerinin kendilerini Türk görmemeleri için yapılan tüm iki toplumlu etkinliklerde,
değiştirilen tarih kitaplarında da ana maksat yeni bir kimlik yaratılması amacıdır. Yanlış ve
eksik bilgilerin basın yolu ile halka verilmesi hedeftir. Örneğin yerel basınlarımızdan
bazılarının ısrarla “Türkiye ve Türk askeri aleyhtarı” yayımlar yapması bunun bir izahatıdır.
10
10- Yerinde yönetim taleplerinin artmasını sağlayıp devletin zayıflatılmasını sağlamak,
yolsuzluk olaylarının medya yardımıyla abartarak topluma aşağılık duygusunun
yerleştirilmesi, halkın çaresizliğe itilmesi.
Devletin zayıflatılması yönünde pek çok çalışmalar yapılmakta ve insanların kendi Devlet ve
kurumlarına inanmasının önüne geçilmek istenmektedir. Bu yolla, Batı kültür ve devlet
sisteminin “düzen ve adalet” getirdiği, kendi sistemlerinin de “adaletsiz, düzensiz” olduğu
mesajı algılatmak istenmektedir.
11- Borç ekonomisinde sıcak paranın da yardımıyla dalgalanmalar yaratıp, uluslar arası
tefecilere piyasanın açılmasını sağlamak.
Kıbrıs’ta da bir tefecilik ağı mevcuttur. İnsanların sunulan kolay banka kredi seçeneklerine ilk
etapta kanarak yüksek meblağda borçlara girmesi tefecilerin işine yaramakta olduğu
gözlemlenmektedir.
12- Merkezi devlete güvensizlik yaratmak için ekonomide bunalım dönemleri yaratılarak
umutsuzluk içinde olan yerel sanayicilere sempozyum, konferanslar düzenleyerek devlet
merkezine karşı güvensizlik aşılanması.
Devletin ekonomisinin kötüye gittiğine dair, birçok iş camiasının iflas etmeye doğru
yöneldiğine dair KKTC basınında oldukça fazla haberler yer almıştır.
13- İşadamlarına örgütlenmelerinin de etkisiyle serbest ekonomi düzeninin kabul
ettirilmesi.
Kıbrıs’ta iki toplumlu etkinlikler adı altında bir araya getirilen işveren ve işçilerin
örgütlendirilerek, serbest ekonomi için Rumlarla birleşme şartı yönünde bir inanç yaratılmak
istenmiştir.
14- Ulusal sanayinin yıkılması için sanayileşmenin ve enerji kaynaklarının yıkıma
uğratılması, yönünde toplum ile devlet arasında çatışmayı körükleyecek şekilde çevreci
akımlar, örgütlerin desteklenmesi ve ulusal madenciliğin, doğal kaynakların
işletmeciliğini yabancı şirketlere verilmesini sağlamak.
Özelleştirme çabası içine belli siyasi partiler girmiştir.
15- Devlet egemenliğine sahip çıkacak olan ulusal ORDU’nun geriletilmesi için,
kışkırtmalara başvurularak, ordu yönetimlerinin günlük siyasete çekilmesi, ordu içinde
politik tartışma ortamı yaratılması, ordu ile halk arasında cepheleşme oluşturulması en
önemlisi ordu ya olan güvenin zayıflatılması.
Kıbrıs’ta Ordu’ya güven ve itimadın kaybolması için birçok atılımlar yapılmaktadır.
Anayasa’nın geçici 10.maddesinin değiştirilerek polisin askerden alınıp içişleri bakanlığına
bağlanması talep edilmektedir. Oysa bu hüküm adadaki ateşkesin varlığını tescil eden bir
hüküm olmakla beraber Türk askerinin adada bulunma hakkını gösteren maddedir.
11
16- Ulusal bunalımlar yaratarak devletin elindeki en önemli güç olan para kaynaklarının,
bankaların, devlet şirketlerinin kapatılması, yabancı şirketlerin egemenliğine geçmesi,
ekonomik bunalımlar sonucunda ağır sanayi işletmelerinin, enerji ve iletişim
kurumlarının “özelleştirme” adı altında yabancı şirketlere yok pahasına devredilmesi,
ekonomik bağımsızlığı pekiştirecek büyük projelerin önlenmesi.
KKTC’nin tanınmamış bir ülke olması ve ekonomisinin de büyük oranda Anavatan
Türkiye’ye bağlı olmasından ötürü bu konuda herhangi bir müdahale olamamıştır.
18- Silahlı gücün zayıflatılması için ekonomik bunalımlar bahane edilerek yeni alımların
engellenmesi,
Kıbrıs’ta var olan Türk askerinin her koşulda varlığı Anavatan tarafından sağlandığı için bu
konuda bir sıkıntı söylenemez.
19- Devlet yönetimini ele geçirmek: Seçim darbesi ortamı yaratmak için kitle gösterileri
düzenlenmesi, sürecin hızlanması için halkı ikna edici etnik çatışmaların düzenlenmesi,
ölümle sonuçlanan kışkırtmalarla etnik ya da mezhepsel kimliklerin kemikleştirilmesi,
Ülkede önceden kurdurulan “Bu Memleket Bizim Platformu” gibi oluşumların meydanlarda
yaptıkları gösterilerde hükümetlere baskı yapma hedeflenmiştir. Örneğin I. Kurucu
Cumhurbaşkanı rahmetli Rauf Denktaş’ın başkanlığı döneminde gerekleştirilen Annan
Planına “evet” mitinglerinde eylemciler saraya yürüyerek “istifa” çağrısında
bulunabilmişlerdir. Bugün ise Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası gibi oluşumlar TC Elçiliği
önünde her fırsatta eylem yaparak Türkiye aleyhtarlığı tutum sergileyebilmektedir.
20- Medeniyetler arası diyalog programını kullanarak din kültürünün parçalanması,
ulusal dayanışmayı yok edecek şekilde azınlık din kurumlarıyla, ulusal egemenliğin
karşısında ortak, dinsel cephe oluşturulması ve Batı’nın dinsel kurumlarının güdümünde
eritilmesi.24
KKTC’de İslam dinini savunmak yobazlık olarak gösterilmeye çalışılmakta iken Rumların
ülkemiz içinde kiliselerde ayin yapması,buraları tadil etmeleri normal gösterilmeye
çalışılmaktadır.
Yukarıda izah edilen bu metotlarla beyin yıkama operasyonları için “yaygın bir barış atağı
görüntüsü altında, tarihsel gerçekler unutturulup, ilgili ülkeyi var eden tarih tersine
döndürülür”25. Nitekim KKTC’de de öne sürülen en büyük söylem “Barış” sloganı olmuştur.
Komşu devletler ile bağ varsa, bu bağın koparılarak “ayrılığın derinleştirilmesi için özel
operasyonlar yapılmıştır”. 26 Bu izahat, bugün Anavatan ile bağların koparılması yönünde
yürütülen harekâtın en ince noktasıdır. Aynı zamanda sokaklara döktürülen ve “barış
çığlıkları” attırılan halkın üzerinde yürütülen operasyonun da açık bir göstergesidir. “Siyasal
partilerin yabancı ülkelerin siyasal partileriyle görüş alışverişinde bulunmaları, konferanslar
düzenlemeleri olağan karşılanabilir. Ne ki, yabancı bir siyasal partinin bir ülkeye gelip, bir
yerel partiyi desteklemek, belediye seçimlerin yönlendirmek üzere etkinliklerde bulunması
24
25
26
Yıldırım, Sivil Örümcek Ağında s. 41-44.
Yıldırım, Sivil Örümcek Ağında s.44-45.
Yıldırım, Sivil Örümcek Ağında s.44-45.
12
egemenlik alanında saldırı olarak değerlendirilebilir. İşin içine “enstitü” ve “stiftung” ya da
“foundation” nitelikli örgütler girerse, yakınlaşmalar think tank ile siyasal parti arasında
kurulan bir tür yardım ya da “teknik destek” ve her ne olarak nitelendirilirse nitelensin
kitabına uygun olacaktır.”27
Annan Planı sürecinde dönemin GKRY Amerikan Büyükelçisi Michael Klosson’un yalnızca
KKTC topraklarında köy köy gezerek Annan Planına “evet” çağrısında bulunması, görüştüğü
insanlara barış ve demokrasi mesajı vermesi, AB temsilcilerinin aynı görevlerle etkinliklerde
bulunması şüphesiz ki % 65 evet’in çıkmasında etkili en önemli faktörler olduğu kadar
gerçekleştirilen operasyonu da açıkça ortaya koymaktadır. Gerçekte, Annan Planında yapılan
açık müdahale aslında KKTC Devletinin egemenliğine açık bir saldırıyı da ortaya
koymaktadır.
Kıbrıs’ın birleştirilmesi ve KKTC Devletinin ortadan kalkarak Anavatanla bağların
koparılması yönündeki proje Annan Planı sürecinden önce oluşturulmuştur. İki toplumlu
etkinlikler, Amerika, BM ve Batılılar tarafından en etkin silah olarak görülmüştür. Annan
Planı sürecinde de Kıbrıs Türkleri üzerinde seçilen en önemli propaganda aracı da “BARIŞ”
sloganı olmuştur.
İki Toplumlu
Proje Ağlarının Uçları
Annan Planı sürecinde, Batılı güçler, BM ve Amerika’nın ekseninde kurdurulan
“barışgrupları”nın tarihi oluşumu 2002 yılının öncesine dayanmaktadır. 1989 yılında temelleri
atılan bu faaliyetlerin sonucunu 2002 BM planı ile görülmüştür. Annan planı döneminde ve
öncesinde yapılan bazı çalışmalardan kısaca örnek verelim;
Bu Memleket Bizim Platformu
Annan Planı’na “evet” denilmesi yönünde önce KKTC’de 41 örgüt bir araya gelerek “Barış”
için “Evet” propagandasının en güçlü savunucusu oldular.
27
Yıldırım, Sivil Örümcek Ağında s.47.
Not: Amerika ordusunda planların ve stratejilerin değerlendirildiği güvenliği sağlanmış gizli ve özel odaya “think tank” adı, ordu dışında ise
ilk kez 1950’lerde yine ordu ile bağlantılı olarak kurulmuş olan özel şirket görünümlü “RAND Corporation” adı örgüte devredilmiştir.
13
İki Toplumlu Projenin Tarihi Şeması
Öğretmenlerden, sanatçı ve yazarlara, hatta belediye çalışanlarına kadar büyük bir geniş
alanı kapsayan bu örgütler AB ve BM ve de Amerika “projeleri” kapsamında “Birleşik
Kıbrıs” mücadelesini sonuna kadar yürütmüştür.
Tüm Kıbrıs Ticaret Birliği Formu: “Birleşik Kıbrıs” yaratılmasında işçilerin hakları,
dolaşım özgürlüğü ve çalışma imkânı yaratılması sloganları ile ciddi anlamda
örgütlenmesi hedeflenmişti.
1995’te kurulan birlik, Kıbrıs’ın güney ve kuzeyindeki ticaret sendikalarını kapsamakta
idi. Buna göre SEK, PEO, PASYDY, ETYK, POED, OELMEK, DEOK, POAS, OLTEK,
TURK-SEN, DEV-IS, KTAMS, KTOS, KOOP-SEN, BES, KTOEÖS’ün katılarak
oluşturduğu Ticaret Birliği Formu 16-18 Ocak 1995 tarihindeki ortak toplantılarında şunu
deklere etmişlerdi:
14
“Çalışan sınıf ve tüm Kıbrıslıların çıkarları için Kıbrıs sorunu hızlı bir şekilde
çözülmelidir. Kıbrıs sorunun çözümü federal demokratik sistemde, Doruk antlaşmaları ve
BM organizasyonun ilgili kararları temelinde olmalıdır. Ticari birlik Kıbrıs’ın tümünde
çalışan işçi sınıfının daha iyi refah, ekonomik ve kültürel büyümesinin güvenilir bir Kıbrıs
çözümü ile mümkün olacağına inanmaktadırlar. Ticari birliğin iki toplum arasında
işbirliği ve karşılıklı anlamanın ilerletilmesine yardımcı olacağına, dolayısıyla da
“şovenizmden” sakınılarak politik partiler olduğu kadar Kıbrıs’ın diğer profesyonel
organizasyonlarının da ilişkilerini geliştirilmesi için çağrıda bulunmaktadır.”
Anılan toplantıdaki deklarasyondan iki yıl sonra aynı forum 17-19 Mart 1997 tarihleri
arasında Lefkoşa’da “Kıbrıs’ın gelecekte AB’ne üyeliğinde çalışanlar üzerine etkisi”
konusunda bir “çalışma konferansı” düzenledi. Buna, Kıbrıs’ın Ticaret Birliği, SEK,
PEO, PASYDY, ETYK, POED, OELMEK, DEOK, POAS, OLTEK, TURK-SEN, DEVIS, KTAMS, KTOS, KOOP-SEN, BES, KTOEÖS destek verdi. Toplantı sonunda yine bir
deklarasyon yayımlandı. Bu deklerasyonlarda dolaşım özgürlüğü esas vurgulardan biri
oldu. Bunun ardından bugüne kadar çalışmalar sürmektedir.
Nitekim, Etki Tabanlı Saldırı kapsamındaki filimin başlangıcı adada kapıların açılması,
dolaşım özgürlüğünün yeniden kazanılması ve ‘Birleşik Kıbrıs’a gidilmesi için ekilen
tohumların yavaşça baş göstermeye başladığı yıllara geliyordu. 2003’te KKTC
makamlarının kapıları açma kararından sonra sınırların açılması, mayınların temizlenmesi
konusunda yapılacak siyasi baskılar ve sivil toplum örgütlerinin faaliyetleri bu ağın diğer
kollarıydı. Çünkü “dolaşım özgürlüğümüz” kısıtlı diye sivil toplum örgütlerine empoze
edilen beyin yıkama operasyonun sonucunu seslerini yükselten örgütler 24 Nisan 2003’te
kapıların açılmasını sağlamıştı. İlginç olan husus bir yıl sonra aynı tarihte adada eş
zamanlı referandum yapılmasıydı.
Barış grubu çalışmalarına Sanatçıların Grubu(Artists' Group) da eklendi. Daha sonra
Yönetim Çalışmaları Kurumu-Sivil Toplum Araştırma Merkezi (Association of
Management Studies - NGO Resource Center)28 kuruldu.
Önce çalışan sendikalarla başlayan hareket 1999 Aralık ayına gelindiğinde Yönetim
Çalışmaları Merkezi adı ile bir Sivil Toplum Örgütü (STÖ) kurdular, ardından da Ocak
2000’de sivil toplum örgütünün merkezini açtılar.
Kurulan ‘Sivil Toplum Örgütü (STÖ) Araştırma Merkezi’ şu şekilde tanımlanmaktaydı:
Merkez, “Kıbrıs içerisinde güçlü bir sivil toplumun yaratılmasında aktif katılım için
“birincilerin” (öncülerin) gelişimi için kaynakların ve insanların seferber edilmesi,
yenilikçi yönetim fikirlerinin yayılmasında öncü bir katalizör hale gelmesi, kamu ve özel
kuruluşlar, sivil toplum örgütleri için araştırma ve tam olanaklı bir yönetim çalışma
merkezi sunularak ilgili mercilerin eğitilmesi, onlara danışmanlık yapar pozisyonda
olunması, kısaca sivil toplum örgütleri için destek ve hizmet sağlamada anahtar bir durum
haline gelmesidir” .
28
http://y2p.org/nqcontent.cfm?a_id=684.
15
Amaçları, sivil toplum örgütlerinin etkinlikleri ve verimliliklerinin sürekli gelişmesi, aynı
zamanda ihtiyaçlarına uygun teknik eğitimler ve çağdaş bir yönetimin sunulmasına
yardımcı olmak şeklinde belirtildi. Devamla, sivil toplum örgütleri için tavsiye ve destek
sağlamak (toplantı yeri, sekreterlik servisi, vb), elektronik ve basılmış medya imkânları
ve seminerler sunmak, kamu derslerine kadar büyük bir alanda toplum ve sivil toplum
örgütlerini yenilikçi yönetim fikirlerinin yayılmasında bir kanal haline gelmesini
sağlamak niyeti öne sunuldu. Gruba üyeliği genişletmek, adadaki ekonomik, çevre ve
sosyal konularla alakalı projelerle birleşiminin geliştirilmesini desteklemek, çalışmaların
adadaki toplumları kapsamasını ve desteklemesini sağlar pozisyona getirerek gereken
saygıyı kazanmak, daha iyi iletişim sinerjisinin yaratılması amacı ile benzer kurumlar
içerisinde STÖ’nün çalışmaları için referansın merkezi haline gelmek amaçları da
açıklandı. Bunlar bir STÖ’nün kanabileceği çok güzel söylemler ve icraatlardı. Nitekim
farkına varılmadan birçok STÖ’müz kontrol altına alınmaya başlanmıştı.
Anılan STÖ merkezinin diğer STÖ’lere birçok kolaylıklar sağlayacakları ifade
edilmekteydi. İnternet ağlarının kurulmasından ve kendi ofis ekipleri ve araçlarının
kullanılabileceği(bir kütüphane, toplantı ve konferans odası kolaylıklarını bu merkeze
yapılacak kayıtlar ile bu olanaklardan yararlanabilecekleri) belirtilmekte idi. Nitekim
STÖ Araştırma Merkezi yerel organizasyonlar, UNDP/UNOPS, USAID teşviki ve de
İngiliz Konseyinin projeleri ile kuruldu. Bu merkezde de “gönüllü” olarak çalışacak
kişilerin de yer alabileceği belirtildi. KKTC’deki merkezin adı da Management Center
oldu.
Kıbrıs’ın tümündeki Sivil Toplum Kuruluşlarını kendi bünyesine çekerek amaçlarını
gerçekleştirmeyi hedefleyen merkez alt komitelere bölünerek faaliyetlere başladı.bazı
komiteler;
İki Toplumlu İlişkiler Komitesi: Kıbrıs Türk toplumunun sivil toplum grupları ile
iletişimin kurulup tesis edilmesi, tüm iki toplumlu grupların bir veritabanı geliştirilmesi,
iki toplumlu gruplar arasındaki bilginin yayılmasını kolaylaştırmak ve bir merkezi kanal
haline gelmek, merkezin iki toplumlu projeleri olduğu kadar diğer iki toplumlu gruplara
ve çalışmalara da imkân vermek, iki toplumlu çalışma içerisinde uluslararası
organizasyonlar ile iletişimi korumak,
İletişim Komitesi: Kurulan merkez ile ilgili bilgileri kamuoyuna aktarma ki Kıbrıs’taki
tüm STÖ’lerin çalışmasının bir veritabanını korumak ve yaratmak, STÖ’lerin ihtiyacı
olan bilgilere ulaşmaları için kütüphane olduğu kadar STÖ’nün araştırma web sitesinin
yenilenerek geliştirilmesi, bireyler ve gruplar uluslararası ve yerel organizasyonlar ile
ilişkileri teşvik etmek ve ilerletmek,
Danışmanlık ve Eğitim Merkezi: Tüm Kıbrıs boyunca STÖ’ler için yönetim ve
organizasyon konularında eğitim sağlanması ile Sivil Toplum Örgütlerinin kapasitesini
artırmak, STÖ’lerin kurumsal gelişimi ve kuvvetlendirilmesini ilerletmek, gelişmekte
olan demokrasi içerisinde Üçüncü Sektörün rolünün farkına varılmasını sağlamak,
Kaynak ve Yönetim Komitesi: Bu kaynakların dağıtımı ve etkili yönetimi için uygun
mekanizma olduğu kadar kendi aktivitelerinin başarısı için insan kaynakları ve uygun
finansal merkeze sahip olmayı sağlamak, finansörler ile var olan ilişkileri geliştirmek ve
16
finansın yeni potansiyel kaynaklarını tanımlamak, bir bütün olarak merkez ve tüm
komiteler için finansal bütçeler hazırlamak,
Çalışmalar ve Araştırma Komitesi: STÖ alanı içerisinde eşgüdüm sağlamak ve
ilerletmek, STÖ gelişimi ve sivil toplum alanı içerisinde komisyon araştırmaları yapmak.
Komitelerin dışında iki toplumlu etkinliklere ağırlık verildi. İki Toplumlu Forum (Bicommunal Forum) kurulması düşünüldü. İki toplum adına olabilecek tüm etkinlikler
listelenmişti. Anılan listede her iki tarafta yaşayan sağırlar bile eklenmişti. Nitekim İki
toplumlu Sağırların buluşması (Bi-Communal Meetings of the Deaf) adı altında ilk
etkinlik Ekim 2002’de gerçekleşti. Daha sonra Pergama Parkında 2 Şubat 2003’te ağaç
ekimi için bir araya getirildiler. “Sessizliğin sesi” adı ile slogan yaratıldı ve her iki
toplumun sağırlarının “barış, kardeşlik ve uyum” içerisinde birbirleri ile bağ kurması
hedeflendi.
Batılıların “uyuşmazlık” olarak değerlendirdikleri mevcut durumun ancak iki toplumun
birbirini anlaması ve bir araya gelmesi ile çözümlenebileceği savı yaratıldı. Sağırlar için
öne sunulan slogan ise: “Kıbrıslılar Sağırların sesini duydu-biz barış istiyoruz” şeklinde
idi. İki toplumlu etkinliklerde çekilen ve diğer insanlara propaganda malzemesi olarak
sunulan resimlerin gayet profesyonel bir şekilde çekilerek iki toplumu internet ağı olan
“teac4peace” sitesinde bunlar resim edildi. Öreğin biri Türk diğeri Rum iki genç sağırın,
(kız ve erkeğin) birbirine içten sarılması resmedildi. Bu şekildeki resimleri gören diğer
kesimlere “Biz bir bütünüz, ayrı değiliz, barış istiyoruz…” algılaması verilmek istendi.
Bu çalışmalar 2003 yılında devam etti. Şubat 2003’te Pazar günü Pergama Parkı’nda
toplanan iki toplumlu sağırlarına ağaç diktirilerek yakınlaşmanın sürmesi sağlandı.
Çalışmalar devam etmektedir.
17
Barış grupları yalnız bunlarla kalmıyordu. Mendel Merkezi’nde İki Toplumlu Araştırma
Grubu (Bi-communal Research Group at Mendel Center)kuruldu. UNOPS tarafından
finans edildi. Burada sağlık konusunda iki toplumun doktorlarının yakınlaşıp ortak
çalışma yapması hedeflendi. Anılan merkezde, Boyun kanserinin engellenmesi amacıyla
Biyomedikal Bilimler için iki toplumlu bir program oluşturuldu. Nitekim 2000 yılından
bu yana HPV ile ilgili projelerde Biyomedikal bilimler için Mendel merkezinde bazı
bilim adamları ve doktorlar bir araya getirildi.29
Diğer taraftan KIBRIS HPV Seminerlerinin bir dizi etkinlikleri başlatıldı. Amaç iki
toplumun doktorlarını insancıl konularda bir araya getirerek Rum yönetimine entegre
etmekti. Bu amaçla 1. Kıbrıs HPV semineri 2 Aralık 2002’de Kleopatra Hotel, II. Kıbrıs
HPV semineri 14 Ekim 2004 Intercollege, 3. Kıbrıs HPV semineri ise 21 Ocak 2006’da
Intercollege’de düzenlendi. Sanatçılar, engelliler, doktorlar Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin
Rumlarla yakınlaşarak bütünleşmeleri için yeterli değildi. Kadınlar da bunda oldukça
önemli role sahipti. Bu amaçla İki toplumlu Kadın Sivil Toplum Örgütlerinin Grupları(Bicommunal Women NGOs Group) oluşturuldu.
Uyuşmazlığın
Çözümünde
Toplantı: Oxford Buluşması
Yurt
Dışındaki
İlk
Birinci adımda, sessiz bir müdahale hedeflenerek önce anılan taraflara “yardım” sağlandı.
Nihayetinde 1993’ün sonlarında “çok başarılı” olarak tanımlanan iki toplumlu bir
uyuşmazlığın çözümlenmesi toplantısı (conflict resolution workshop) İngiltere’deki
Oxford’da yapıldı.
29
http://www.mendelcenter.org/HPV%20Projects.htm.
18
Oxford’da taraflar bir araya getirilmeden önceki süreçte, Amerikalı uzmanlar da iki
toplumlu yakınlaştırma programlarının gerçekleşmesi için Kıbrıs’a gelmişlerdi.
Bunlardan biri de Multi Track Diplomasinin eş kurucularından olan Dr. Louis
Diamond’du. Diamond’un, 1990 yazında Kıbrıs’a gelme kararı aldığı belirtildi. Zira
adada Diamond’un bir görevi vardı. Kıbrıs’taki iki toplum arasında muhtemel
uyuşmazlığın belirlenme çalışmaları ile ilgili bir araştırma yapacaktı. Bu araştırmaların
sonucunda ise, uyuşmazlığın çözümlenme çalışmaları(conflict resolution workshop) için
bir zemine ulaşılmasında, iki taraf üzerinde uygulanacak çalışma metotları için buna
destek verebilecek kişiler belirlenecekti. Bunun için adada BM Ofisi ile yakın temaslar
kurulacak ve onlardan yardım alınacaktı. Diamond, adadaki BM’nin de desteğini alarak,
her iki tarafta gerekli temas ve incelemeleri yaptı. Sonuçta, BM desteği ile yeşil hat
üzerinde her iki tarafın katılımı ile “yerel barış aktiviteleri” başlatıldı. Bu Diamond’un ilk
girişimiydi. Bu çalışmalardan topladığı raporlar ile tekrar Amerika’ya döndü. Daha sonra
Daimond’un daha güçlü bir ekiple adaya dönmesi istendi.
Diamond ve beraberindeki büyükelçi John McDonald eşliğindeki ulusal eğitim
laboratuarcıları (National Training Laboratories) “güçlü ve etkileyici” bir ekip ile adaya
döndü. Amaçları, önceden seçilen tarafların isimlerine barış inşa etme (peace building) ve
uyuşmazlığın çözümlenmesi teorisi ve uygulamaları(conflict resolution theory and
practice) konularında toplantılar düzenleyerek eğitim dersleri vermekti.
Kasım 1992’de ilk iki toplumlu Uyuşmazlığın Çözümlenmesi (conflict resolution)
toplantısı Ledra Palace’da düzenlendi. Akabinde, BSC yani iki Toplumlu İdari Komitesi
(Bicommunal Steering Committee) adadaki tarafların “barış inşa etme” projelerini
koordine etmek için oluşturuldu.
Daha sonraları BSC, tüm iki toplumlu Uyuşmazlığın Çözümlenmesi çalışma
toplantılarının organize merkezi haline geldi. Aynı yıllarda ki uyuşmazlığın
çözümlenmesi çalışmalarında bulunan diğer yabancı kursiyerler de BSC ile birlikte
hareket etmeye başladılar. Benzer olarak dışarıdan gelerek adada “barış inşa etmek”
isteyen ziyaretçiler de BSC ile iletişime geçerek çalışmalara destek oldular.
1994 yılına gelindiğinde bu kez Fulbright Komisyonu (Fulbright Commission) kendi
uyuşmazlığın çözülmesi (conflict resolution) çalışmalarını başlattı ve BSC de bunlara
belirlenen katılımcıları ile her türlü desteği sağladı. Nitekim Ekim 1994’te BSC yapmış
olduğu çalışmalardan ötürü Amerika tarafından onurlandırıldı. 1993 ve 1994 yılları
boyunca BSC’nin gerçekleştirdiği iki toplumlu faaliyetler, ara bölgenin her bir tarafında
“birleştirici panel” eksenindeki tartışmaları hedefliyordu, ancak bu aktivitelerin
gerçekleşmesi sınırlıydı. 1995 yılından itibaren, her iki toplumdan gelen geniş bir
katılımla bazı kültürel faaliyetler, ara bölgedeki Ledra Palace Hotel’de düzenlenen
etkinliklerle sonuçlandı. BSC’nin destekçileri yani üyeleri her iki taraftan 6 kişinin
katılımı ile oluşmuştu. Bu kişilerin görevi Uyuşmazlığın Çözümlenmesi (conflict
resoluiton) çalışmalarına destek vermekti.
Çalışmalara katılan taraflara verilen mesajlarda adadaki uyuşmazlığın sona ermesi için
her iki taraftan seçilen kişilerle ‘diyalog’ kurdurulması ve uzmanların yönlendirecekleri
ara formüllerde buluşulup, ikna edilmesi hedeflenmekteydi. Kıbrıs Türklerine genel
olarak işlenen temada KKTC Devletinin tanınmasının imkânsız olduğu, en iyi çözümün
adada oluşturulacak federal bir Kıbrıs’ta birlikte yaşamın olabileceği konusuydu.
19
Amerikalılar, Kıbrıs halkının “Ortak kültür ve geçmişi paylaştıklarını, bu nedenle
kendilerinin ‘Kıbrıslı’ olduğu” temalarını işlemekteydi. İlerleyen bölümlerde Amerikalı
uzmanların gençleri nasıl etki altına aldıkları da görülecekti.
Adadaki çalışmalar devam ederken, iki toplumdan seçilen kişilerin kuracakları ortak sivil
toplum örgütleri yaratılması da hedeflenmişti. Bu maksatla, İki Toplumlu Sivil Toplumun
Kuvvetlendirilmesi ve Uzlaştırılması Bürosu (Bureau of Bi-Communal Reconciliation and
Strengthening of Civil Society) kurulması kararı alındı. Bu yolla büronun girişimleri ile
Türk ve Rumların bir arada ortak aktiviteler yapması kararlaştırıldı. Örneğin, 15 Mart
2000 yılında, Büro, “Türk-Yunan ilişkilerinde Basının Rolü” konulu bir tartışa paneli
düzenlemişti 30 .Demokratik Parti Toplantısı (Rally Party) iki toplumlu sivil toplumun
kuvvetlendirilmesi ve uzlaştırılması bürosunu yaratma amacını şöyle belirtti:
“Kıbrıs Türk ve Rumları arasında iki toplumlu iletişimi desteklemek ve bu grup
vatandaşlarına destek verileceğinin altını çizmek, Kıbrıs toplumunun gelenek ve çok
kültürlü yapısını dikkate alarak bir siyasi dilin geliştirilmesine katkı sağlayarak, “Kıbrıs
Cumhuriyeti”nin çok kültürlü yapısını ilerletmek için dersler, panel tartışmaları ve diğer
programları içeren aktivitelerin düzenlenerek uzlaşmanın gerekliliği fikrinin
ilerletilmesini sağlamak” olarak belirtildi. Bu maksatla, büro, yabancı elçilikler ve
STÖ’leri ile işbirliğine giderek iki toplumlu iletişimi sağlamaya ve diğer Kıbrıs siyasi
partileri ile bu alanda çalışmalarda bulunmak için faaliyetlere başlama kararı aldı. Ayrıca,
büro, bu amaçla Kıbrıs-Alman Formunu kurarak kendi vatanı dışında yaşayan
“Kıbrıslıların” iletişimini sağlamayı hedefledi. Büro’nun başında iki toplumlu etkinliklere
büyük destek veren Glafkos Klerides’in kızı Keti Klerides yer almakta idi. Büro’nun
üyeleri Latinler, Ermeniler, Maronitleri, Kıbrıs Türkleri ve Rumlarını kapsayan tüm
“Kıbrıslılar”ı içerdiği ve tüm kültür gruplarından farklı siyasi partilere kadar her alanı
kapsadığı görüldü. Buradaki amaç da görüleceği üzere “Kıbrıs Cumhuriyeti” çatısı
altında, çok kültürlü bir mozaiğin bulunduğunu göstermeye çalışarak, özellikle de Kıbrıs
Türk ve Rumları arasında “uyuşmazlığın” giderilerek, Kıbrıs Türklerini anılan sahte
devlete entegre etmek olduğu açıkça anlaşılmaktaydı.
Çalışmalar adada bu şekilde devam ederken diğer taraftan Birlikte Bulunma ve Yeninden
Birleşme için Vatandaş’ın Hareketi (Citizen's Movement for Re-unification and coexistence) kuruldu. Burada da “Barışı İlerleten Gençlik, FOSBO grubu, yeni Kıbrıs
Derneği” gibi alt birimler oluşturuldu. Vatandaşların Grubu (Citizens Group),
Federasyon için Vatandaşlar (Citizens for Federation) grupları ardı ardına ihdas edildi.
Tüm bu amaçlar doğrultusunda Amerika, BM, AB, GKRY fonları ile kurulan komiteler
süratle arttırıldı. Barış grubu olarak “Kıbrıs Türk ve Rum Toplumlarının Yeninden
Yakınlaşması Komitesi” (Committee of the Rapprochement of the Turkish and Greek
Cypriot Communities.) 31 bunlardan biriydi. Bu amaçla toplam 11 köy arasında bir
birliktelik sağlandı ve komitenin 11 köyü kamuoyuna duyuruldu.
Bu bölgesel komiteler ile “uyuşmazlığın giderilmesi” kılıfı adı altında yakınlaşma
faaliyetleri eksenine sokuldular. Bu yolla, daha kapılar açılmadan, adadaki Kıbrıs
Türklerinin kapıların açılması yönünde el altından harekete geçmesi sağlandı. Zira
30
31
http://y2p.org/nqcontent.cfm?a_id=601.
http://y2p.org/nqcontent.cfm?a_id=1672.
20
Rumlar ve Batı, Kasım 2002’de sunulan Annan Planı arifesinde cereyan edecek “barış”
mitinglerinde “kuzeyin kontrol edilebilmesi” ve halkın “barış, dolaşım özgürlüğüne vb.”
Sahip olması için “sloganlar” yaratmaya koyuldu. Gerekli alt yapı çalışmaları
tamamlandıktan sonra, 8 Temmuz 2002’de “Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarının
uzlaşmazlığın giderilmesi komitesi” kurduklarını açıkladılar. Bu çalışma karma köyler ve
Kıbrıs Türk köylerine yakın olan Rum köyleri arasında uygulandı.
13 Ekim 2002’de Pergama Parkında Cemil Küfi adına gerçekleştirilen iki toplumlu Baf
Arkadaşlık Festivalinden bazı resimler;
21
Yukarıdaki resimlerde, Kıbrıs Türkleri ve Rumların “adanın bölünmüşlüğü” gerekçesi ile
yıllarca bir araya gelemediklerinden duydukları ıstırap anlatılmak istenmektedir.
Kültürlerin kaynaşması, ortak kültürün Türk ve Rumlar arasında var olduğunu göstermek
maksadı ile de “Kültürler Boyunca Uyuşmazlığın Dönüşümü” Conflict Transformation
Across Cultures (CONTACT) yaratıldı.. Kurulan bütün grupların hemen hemen Kıbrıs
Türk tarafından seçilmesi şüphesiz tesadüf değildi. KKTC’deki Kıbrıs Türk Elektrik
İşverenler Sendikası (Cyprus Turkish Electricity Employees Union- El Sen) elektrik
çalışanlarının ekonomik haklar ve sosyo-kültürel yapının geliştirilmesi ve korunması için
kendini ön plana atarak BM, ABD projelerine destek vererek, “barış hareketlerine” açıkça
destek verdi. Şüphesiz ki, Kıbrıs’taki Türkleri “barış” taraftarı haline getirmek maksadı
ile yapılan çalışmalar, kurulan komiteler veya gruplarla bitmemişti. Tüm bunlara DALİ
belediyesi İki toplumlu Komitesi de eklendi. Mayıs 2000 yılında anılan komite sessizce
kuruldu. Dali ekibinin kurulması ile hemen iki toplumlu faaliyetler başlatıldı. Ortak
kültürel faaliyetler kapsamında oluşturulan grubun ilk çalışması 1994 yılında Niyazi
Kızılyürek ve Panikos Chrysanthou tarafından çekilen “Duvarımız” adlı belgeselin ilk
kez Dali’de gösterime sunulması ile gerçekleşti. Anılan gösterimi Dali’de izlemek için
22
adanın kuzey ve güneyinden siyasetçiler davet edildi. Filim gösterildikten sonra iki tarafın
politikacılarının tartışmasına açıldı.
1997 yılına gelindiğinde Niyazi Kızılyürek ve Panikos Chrysanthou Türkiye’de
İstanbul’da Türk-Yunan komitesi tarafından iki senede bir “iki halk arasının daha iyi
anlaşılmasını teşvik etmek için” çaba sarf eden siyasetçi, sanatçı, akademisyenleri
kapsayan Abdi İpekçi ödülüne layık görüldüler ve İpekçi ödül dağıtımlarında ilk kez iki
“Kıbrıslı”nın ödül alması ile sonuçlandırıldı. 1997 yılında Maria Chrysanthou imzası ile
“İki Kıbrıslı İpekçi ödülü ile mükafatlandırıldı” başlıklı Kıbrıs Haber Ajansında
yayımladığı yazısında “İstanbul’da kalış süresinde Chrysanthou ve Kızılyürek Rum
Ortodoks Kilise Patriği Bartholomeos ile de görüştükleri” yorumunda bulunması hayli
dikkat çekiciydi.32
CNA’ya konuşan Niyazi Kızılyürek aldıkları ödülden duydukları memnuniyeti dile
getirirken, buna ilaveten “... fakat özellikle de bu Türkiye ve Yunanistan içerisinde filimin
sunumu için kapılar açılacaktır” demesi oldukça düşündürücüydü. Zira daha sonraları
adada filmin ulusal yayım kanalımızda neşredilmesi ile durum anlaşılacaktır. Kızılyürek
devamla,“Eğer birileri Kıbrıs sorununu Türkiye’de bir tabu olarak düşünürse, ödülün
verilmesi ile konu hakkında bir tartışmanın açılacağına bir şans vereceğini ve Kıbrıs
sorununda Türkiye’de ilk kez bir Kıbrıs Türk ve Rum’un bir araya gelerek ‘barış’
konusunda savunma yaptıkları” yorumunda bulunacaktı.
Maria Chrysanthou ilgili yazısında “Duvarımız” filminin Yunanistan’daki Atina
Polytechnic ve Amerika’da New York Üniversitesi ve Harvard gibi birçok yerde
izlendiğini ve çok olumlu yorumlar yapıldığını belirtirken, “Duvarımız” bir Fransız
Alman kanalı olan ARTE ve Alman ZDF kanalında “iki grup arasında anlayış ve
dostluğun ilerletilmesi” amacı için sunulduğunu iddia etmişti. Filme BBC 9 haberleri,
Avrupa TV ağı Euro-haberleri özel bir oturum ile “Duvarımız”ı gösterime sundukları
ifade edilirken “Bu yılın sonunda sinemalarda Kıbrıs’ta filimin gösterilmesi
beklenmektedir” yorumunda da bulunmuştu.
2007 yılına gelindiğinde KKTC’nin ulusal yayın kanalı olan Bayrak Radyo
Televizyonu’nda 33 29 Mart 2007 gecesi “Duvarımız” belgeseli yayımlandı. Daha önce
1997 yılında anılan belgesel BRT’de yayımlanması istenmiş ancak dönemin makamları
tarafından kabul görmemişti.zira Türk askeri işgalci görünüyordu. Mayıs 2000’den de
anlaşılacağı üzere “Duvarımız” adlı filim daha o dönemde Dali’deki toplantıya katılan
KKTC’deki bazı siyasilerin belgeseli izlemesi ile vukuu bulmuştu.
Sonuçta tarafların anılan belgesel üzerinde uzlaştıklarının en güzel göstergesi, filmin 2007
yılında 29 Mart akşamı KKTC’nin ulusal yayın kanalı Bayrak Radyo Televizyonunda
gösterime sunulması ile sonuçlanmıştı. Belgeselin içeriği:
32
http://www.hri.org/news/cyprus/cna/1997/97-06-02.cna.html.
33
Bilindiği üzere, Bayrak Radyosu, 25 Aralık 1963 tarihinde Rumların ada Türklerini Kıbrıs Cumhuriyeti’nden dışlaması
üzerine, Kıbrıs Türkünün sesini dünyaya duyurmak amacıyla mücahitler tarafından küçük bir garajda akülerle yayına
başlamıştır. Barış Harekâtı’nın gerçekleştirildiği 1974 yılı sonrasında yeni bir yapılanma içine giren Bayrak Radyosu, 1976
yılında televizyon yayınını da başlatmıştır. 1983’te KKTC’nin kurulması ile birlikte çıkarılan bir yasa ile özerk bir kurum
statüsüne kavuşarak, “Bayrak Radyo Televizyon Kurumu (BRTK)” adını almıştır. BRTK’nın yatırım projelerine Türkiye
tarafından önemli mali destek sağlanmaktadır.
23
Belgeselde adadaki Türkiye ve Türk askeri işgalci, Türk Mukavemet Teşkilatı(TMT) ise
vahşet yapan bir kuruluş olarak anlatılmakta idi.
Bununla ilgili belgeselde geçen bazı konuşmalar şu şekilde idi;
“Bu adi mahluk Türk Mukavemet Teşkilatı, meyhanede Rumlara hizmet ettiğim ve
Hıristiyanları sevdiğim için beni dövdü...”
“Türkiye 1974’te garantörlük hakkını kullanarak Kıbrıs’a müdahale etti. Anayasa ile
toprak bütünlüğünü koruyacaktı, barış getirecekti. Ama ne var ki ordusunun barışı, istila,
cinayet, işgal ve tecavüzdü.”
“Türkler bizi esir aldılar. Bir Türk subayı geldi, hepsini kurşuna dizin dedi. Dipçiklerle
bizi dövmeye başladılar. Daha sonra kurşunlar yağmaya başladı. Eşim, oğlum ve
yanımdakiler yere düştü. Bir Türk, kucağımdaki çocuğumu alıp yere savurdu. Bu arada
Türkler tecavüz etmek için genç bir Rum kızını yakaladılar. Yere yatırıp, tecavüz
ettiler...”
Yukarıda verilen izahatlar anılan belgeselde yer almış ve Türk milletini aşağılayıcı, Rum
propagandasını yapacak şekilde hazırlanmıştı.
Eylül 2001’e gelindiğinde adanın kuzey ve güneyinden gelenlerle yine iki toplumlu
sosyal etkinlik düzenlendi. Yaklaşık 80 kişilik sosyal amaçlı etkinlik Pergama’da (ara
bölge) gerçekleşti ve iki köylü ahali yeninde bir araya getirildi.
Yapılan çalışmalarda en dikkat çekici bölümlerden biri de Kasım 2001’de Güney’deki
Dali Belediyesi 550 Dali Ortaokul öğrencisine “Türk ve Rum arkadaşlık ve dostluğunun”
ilerletilmesi maksadı ile şiir ve resim içeren mektup yazma yarışması düzenlemesi oldu.
Yarışma sonunda belirlenecek mektupları, KKTC’deki Dali kökenli Kıbrıs Türk
çocuklarına gönderme kararı alındı. Daha sonra, Şubat 2002’de ise Dali Belediye’sinde
“iki toplumlu faaliyetlerde belediyelerin rolü” konulu bir konferans düzenlendi. Mart
2002’de Yunanistan ve Türkiye’den iki belediye başkanının kendi tecrübeleri ile ilgili
açık konuşma toplantısı yapılması tasarlandı.
Tüm bunlar gerçekleşirken 2003’te kapıların açılmasından sonra daha rahat bir araya
getirilen tarafların maksadı yeni Kıbrıs Türk gençlerini etkilemekti. Psikolojik harp
kıskacındaki Kıbrıs Türklerine sunulan algılama yabana atılacak şekilde değildi. Özellikle
de KKTC’deki iktidarın 2003’te değişmesi ile dengeler tamamen değişmeye başlayacaktı.
Zira iki toplumlu yasaklar tamamen kaldırılmıştı.
Adadaki barış gruplarının oluşturulmasında KKTC’deki federasyonlar, sendikalar,
dernekler, gençlik grupları, akademisyenler, doktorlar, mimarlar, sanatçılar, işçiler,
işadamları gibi bir milletin tabanını teşkil eden en önemli unsurlar tek tek ele geçirilmek
isteniyordu. Buna yatkın olan bazı dernekler arkalarına bakmadan Rumlarla yakınlaşmaya
hazır olduklarını her fırsatta göstermekteydiler. Nitekim Sosyal ve ekonomik hakların
geliştirilmesi ve savunulması maksadı ile Devrimci İşçi Birliği Federasyonu (DEV-IS
Revolutionary Trade Unions Federation) Kıbrıs’ta barış için çözüm çalışmalarına katılma
kararı alanlardan oldu. Bundan böyle iki toplumlu etkinliklerin ilerletilmesi
24
çalışmalarında, “işçi yakınlaşmasının” da GKRY’deki işçilerle bir arada sağlanması
amaçlandı ve “barış”ın en şiddetli savunucuları oldular34.
Tüm bu oluşturulan grupların şüphesiz ki kendilerine göre bir çalışma alanları vardı.
Ancak büyük bir etki oluşturan FOSBO Grubu (FOSBO Group) daha da detaylıca ele
alınmalıydı.
FOSBO Devrede!
1996 Nisan’da kurulan FOSBO’nun (Fondation Suisse de Bons Offices) amacı
“farklılıkların (disputes) barışçıl çözümünü ilerletmek ve çatışmalarda/uyuşmazlıklarda
güç kullanımını engellemek” idi. FOSBO grubuna göre uyuşmazlık olan yerlerde barış
inşa edebileceğine inanılıyordu, daha doğrusu görünürdeki görevi buydu. FOSBO da
“Kıbrıs’ta üçüncü taraflara(STÖ) yardım ederek soruna taraf olan iki kesim arasında
konuşmaların başlamasına, iletişimin kolaylaşmasına destek olmak istemektedir”
görüşünü öne sürdü ve Kıbrıs’taki operasyonlara katılan taraflardan biri oldu. FOSBO
Kıbrıs grubunun kurulduğu yıllarda, hedefledikleri etkileşimin ve iletişimin kurulmasının
zor olduğunu bildikleri belirtilmişti. Ama denemekten çekinmediler ve harekete geçtiler.
FOSBO’nun kuruluşu ilk olarak 1994 yılında Paul-Rene Martin(Lozan eski Belediye
Başkanı ve Parlamento üyesi) tarafından başlatıldı. Ekiplerini hem İsviçre hem de dış
ülkelerdeki kişilerle oluşturdu. Amaçları olarak da “barışın ilerletilmesi için STÖ’lerle
çalışmalarda bulunmak ve iletişimde olmak” olarak belirendi. FOSBO bir özel kuruluştu.
Kendilerini hiçbir hükümet, siyasi ya da dini organizasyona bağlı değiller gibi
göstermekteydiler. Ancak FOSBO İsviçre Dışişleri Bakanlığı ile devamlı temas
halindeydi. FOSBO bir uyuşmazlığı engelleme ve karar (conflict prevention and
resoluiton) kuruluşu idi. Nitekim dünyadaki birçok sorun ve anlaşmazlık olan bölgelerde
faaliyette bulunmak gayesi ile çalışmalara başladılar. Çatışan taraflar arasında uzlaşmanın
sağlanmasını kendilerine “misyon” olarak belirlediklerini her daim belirttiler. Zira
anlaşmazlık içinde olan tarafların içerisindeki sivil toplum örgütleri ile “barış için
işbirliği” propagandası ile temaslara geçiyorlardı.
Yıl 1994’tü. Kıbrıs Türkleri üzerinde hedeflenen projeler kapsamında iki toplumlu
etkinliklerin küçük ama emin adımlarla sürdüğü bir yıldı. Amerika, batı dünyası bunun
telaşı ve çabası içerisinde hiç yılmadan Kıbrıs Türklerini var olan Devletlerinden
vazgeçirmek maksadı ile etki tabanlı saldırı sistemi üzerinde çalışmakta ve “barış”
sloganını nasıl Kıbrıs Türklerine empoze edeceklerinin yollarını düşünmekteydiler. İşte
1994 yılında İsviçre’den bu projeye destek verecek bir kişi çıktı. Adı; Paul-Rene
Martin’di35. İsviçre’de önde gelen isimlerden biriydi. Bu maksatla, FOSBO adında bir
merkez kurulmasının ilk adımlarını attı. Nitekim1996 Nisan’da FOSBO kuruldu. Amacın
dünyadaki diğer STÖ’lerle irtibat haline geçerek sözde “anlaşmazlık ve uyumsuzlukları
ortadan kaldırmak ve barış inşa edilmesi” için çalışmalarda bulunmak olduğu ileri
sürüldü. Kendilerini de hiçbir hükümet, siyasi ya da dini organizasyon ile bağlantılı
34
İki toplumlu etkinliklerin gerçekleştirilmesi adı altında KKTC’deki sivil toplum örgütleri ile kurulan yakın temasın öncüleri BM,AB ve ABD
yetkilileri olmuştu. Zira anılan ülke yetkilileri önce ikili temaslarla KKTC’deki STÖ’lerle yakın ilişkiler kurmuşlardı. Bunun ardından
sundukları maddi yardımlar ile “ittifak” yaratmayı başarmışlardı. Kurulan yakın temaslarda Kıbrıs Türklerinden adaya barış getirilmesi
için misyonlar vermişlerdi. Kimileri, inisiyatif grupları, kimileri kadın örgütleri, kimileri ise çevre vb derneklerini kuracak ya da var olanı
güçlendireceklerdi. O nedenle maddi fonlar asla çekinmeden özdeki amaç için sunuldu.
35
Lozan eski belediye başkanı ve parlamento üyesi
25
olarak tanımlamadılar, ancak projelerinde hep İsviçre Dışişleri Bakanlığı bünyesinde yer
alarak onlarla koordineli çalışmalar yaptılar.
FOSBO’nun gündemine Kıbrıs da yerleştirildi. Nitekim anlaşmazlık içinde olan tarafların
sivil toplum örgütleri “barış için işbirliği” sloganı ile bir araya getirilmesi kararlaştırıldı.
Adadaki taraflar ile temaslara geçilmesi için, Nisan 1997’de İsviçre Dışişleri Bakanlığı
sponsorluğu sağlandı. Akabinde, Haziran ayında FOSBO Başkan yardımcısı ve Genel
Sekreteri François de Vargas anılan ortak toplantı için davette bulunmak maksadı ile
Kıbrıs’a geldi. Keza, iletişimin sağlanmasında daha önce adada çalışmalarda bulunan
Amerikalı uzman Profesör Benjamin Broome öncü rol oynadı. Broome daha önce,
Kıbrıs’ta iki yıl boyunca “barış inşa etmek” görüntüsü altında iki toplumlu temasların
projesini belirleyen kişilerdendi.
Yapılan hazırlık nihayetinde 6-11 Ağustos 1997’de İsviçre’de Les Diablerets’deki Alpes
Vaudoises köyündeki Grand Hotel’de toplantı gerçekleşti. Toplam katılan sayı 35 idi. 7
Kıbrıs Türkü, 7 Kıbrıs Rum’u, 6 Yunan, 5 Türk (bir Türk sonradan katılmayı iptal etti)
katıldı. Anılan toplantı kararı oy birliği ile alındı. Bu toplantı gerçekleşeceği sıralarda
Lyon’da iki toplum lideri de görüşmelerde bulunmaktaydı. Nitekim İsviçre’de ki FOSBO
çatısı altında yapılan bu toplantıya ilk kez Türkiye ve Yunanistan’dan da temsilcilerin
katılımı ile bir seminer düzenlendi.
FOSBO’nun toplantısı şüphesiz ki Kıbrıs’ta “barış inşa” etmekle uğraşanların ilk
toplantısı olmayacaktı. Ancak Türkiye ve Yunanistan’dan da katılımın sağlanması ile ilk
olacaktı. Organizatörler Kıbrıs konusundaki bu yapılacak tartışmanın önümüzdeki süreçte
“barış inşa” etmek için verilecek mücadelede attırılacak “barış çığlıklarına” yeni bir adım
atmanın heyecanındaydılar. Gerçekten de gaye “barış mıydı?”
Konuyu biraz daha irdeleyelim ve FOSBO toplantısında neler oldu bakalım:
Paul-Rene Martin, FOSBO başkanı olarak 6 Ağustos 1997’de Çarşamba günü öğleden
sonra İsviçre saati olarak 18.00’de oturumu açtı. İsviçre Dışişleri bürosundan bir temsilci
olan Barbara Thevoz açılış konuşmasına eşlik etti. 5 gün süresince François de Vargas ve
Benjamin Broome’a 6 kişi yardımcı oldu. Uygulanacak projenin adı “Problem çözümü ve
Dizaynı için Etkileşimli Yönetim Sistemi” (IM) olarak belirlendi. Çalışma sonunda birçok
öneri katılımcılar tarafından sunuldu.
FOSBO grubu bünyesinde bir araya getirilen kişilerin, yaratılan atmosferden ötürü bir
“işbirliği yakalama avantajı elde ettiklerini” düşünmeleri hedeflendi ve bu da sağlandı. En
azından bu psikolojinin beyinlerine yerleştirmesi arzulandı ve başarıldı. KKTC’deki Türk
askerinin varlığı tartışmaların eksenine oturdu, aynı zamanda güneydeki Rus füzeleri de
gündeme getirildi. Bu iki konu ile anılan misyonu üstlenen organizatörler, katılımcılara
“tarafsızlık var” şeklinde bir mesaj vermek istediler. İlaveten, adanın AB’ne girişi
senaryolarından dolaşım özgürlüğüne, Kıbrıs sorununda federal çözüm bulunması
konusundan, güven yaratıcı önlemlere kadar birçok konunun ele alınması sağlandı.
Buradaki insanlara bu konuları açtıranların gerçekte niyetleri, yapılan tartışmalar ile
katılımcılara siyasi çözüm önerisi getirmek değildi, güya, tarafların birbirlerinin
yaklaşımlarını bakış açılarını anlamaları yani “empati” yaparak konulara bakmaları
26
hedeflenmiş ve bu yolla iki toplumun “ıstırapları”nın belirlenerek ortak projeler ile nasıl
yakınlaşabilecekleri ve taraflar arasında “yeniden güven inşa” etmeleri tasarlandı.
Toplantıda, Kıbrıs Türkleri dünya tarafından tanınmamanın verdiği ıstırabı dile getirdiler
(Bu tespitleri öğrenen yetkililer, ileride sunulacak Annan Planında “bir evet’le dünyaya
bağlan” propagandasını sunacaklardı).
FOSBO’daki Kıbrıs Türkleri kendilerine gösterilen “sıcaklıktan” memnundular... Onların
“ıstırap” hissettikleri konuları ise “anlayışla” karşılayan Batılılar ve Amerikalı öncüler
oradaki Kıbrıs Türkleri için bir çıkış yolu gibi gösterilmek istenmişti ve bu başarıldı...
Batı bir anda Kıbrıs Türkünü düşünür hale gelmiş ve “dost” olarak hafızalara yerleşmişti.
Ne de olsa Kıbrıs Türkünü Avrupa’ya çağırıyor, dinliyor, maddi yardım yapıyordu!...
Peki, orada olan Kıbrıs Türklerinin ele aldıkları diğer konular nelerdi? Ülkelerinin
“tanınmamışlığından” ötürü Türkiye Cumhuriyeti pasaportu ile seyahat etmek zorunda
oldukları, Türk parası kullandıkları, Türk posta adresi ile dünyayla iletişime geçebildikleri
belirtildi ve bunun kendileri için büyük bir sorun olduğu açıklandı. Keza, gerek turizm ve
ekonomik durumlarının gelişemediğinden duydukları sıkıntıları da anlatmışlardı.
Katılımcı Kıbrıs Türkleri, Rumların “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak AB’ne girmesi halinde
ise “Kuzey Kıbrıs” ve Türkiye’nin dışarıda kalacağını ve bunun durumu daha da
kötüleştireceğini söylemişlerdi. Genç Kıbrıs Türklerinin ülkeyi terk etme eğiliminde
olduğu ve Anadolu’dan gelenler ile doğan boşluğun doldurulmak istendiği (yerleşikler
dedikleri Türkler için bu kavram denilmektedir), bu göç politikası ve adadaki Türk
askerinin varlığından ötürü uluslararası toplumun tanınmayı gerçekleştirmediği bunun da
Rum tarafının ekonomisine yaradığını belirtmişlerdi. Oradaki katılımcıların bu sözleri
adeta TC’yi ve o dönemde Devlet savunmasını yürüten, Türk ordusunun meşru varlığını
savunan kişilere yönelikti.
Bazı Kıbrıs Rumları ise “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin AB’ye girmesinin Kuzeyin sonuçta
yararına olacağını belirtmişlerdi. Birçok Kıbrıs Rum’u adadaki “Türk askeri ve
yerleşikler” konusunun saldırgan politika olduğunu ifade etmişti. Bunun sonucunda da
Rum tarafının askeri gücünü artırmaya gittiği ve “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin münhasır
uluslararası tanınmasını güçlendirmeye çalıştıklarını söylemişlerdi.
Organizatörler her iki tarafın bu tanımlamaları ile hem Kıbrıs Rum ve Yunanlıların hem de
Kıbrıs Türk ve Türklerin korku ve endişelerini anlamalarını istediklerini ifade etmişlerdi.
Dış unsurlar, Barış gruplarına Alman-Kıbrıs Formu(DZF) 36 German-Cypriot Forum
kurarak adadaki iki toplumun yeniden kaynaşması ve iki Almanya’nın birleşimi gibi bir
Kıbrıs yaratmak için oluşturuldu. Bu formun da “Barış” kavramı en önemli silahıydı.
Fransa ve Almanya örneği her daim batı tarafından sunulan bir örnek olmakla birlikte,
bunun Kıbrıs’ta da gerçekleşmesi için çaba sarf edilmesi planlanmıştı. DZF formu da
Türk-Yunan “dostluğu” inşa etmek için harekete geçti.
HADE
36
Kıbrıs Alman Formu, önceki bölümlerde açıklanan “İki Toplumlu Sivil Toplumun Kuvvetlendirilmesi ve Uzlaştırılması
Bürosu” tarafından önerilmiş ve kurulması kararlaştırılmıştı.
27
Tüm bu çalışmalar kurulan forumlarla bitmemişti. Ortak magazin kurulması için
FOSBO’da başlatılan girişimler sonlanmış ve HADE adında iki toplumlu Magazin
(HADE: Bicommunal Magazine)37 yaratılmıştı.
Öte yandan, Bölünmüşlüğe Uzanan Eller (Hands Across the Divide) adındaki kadın
örgütü 2001 yılının Mart ayında kuruluş hazırlıkları yaptı ve resmi olarak da Şubat
2002’de kuruldu. Gönüllü kadın hareketi, Kıbrıs sorununda kadınların bakış açısını
değiştirmek için kurulmuştu. Yeşil hat boyunca iki toplumlu kadın etkinliklerini artırmayı
amaçlayan örgüt, Kıbrıs dışındaki aynı misyondaki kadın örgütleri ile de bağlantı
içerisindeydi. “Çok kültürlü” bir yapı ve barış mücadelesi verdirtmek için
kurdurulmuşlardı. AB’ni destekleyerek acilen Kıbrıs konusunun çözümü için mücadeleyi
benimsediler. Federal bir çözümü savundular.
Şüphesiz ki bu etkinliklerin temelinde Amerika’nın projesi yatmaktaydı. Barış’a katkı
yapması için oluşturulan gruplar bitmek bilmiyordu. Harvard Grubu (Harvard Group),
Hasna-Kıbrıs Ofisi (Hasna - Cyprus Office), Kimlik Seminerler Grubu (Identity Seminars
Group), Multi-Track Diplomasi için Enstitü- Girişimler: Kıbrıs (Institute for Multi-Track
Diplomacy-Initiatives: Cyprus), Dünya Meseleleri Enstitüsü (Institute of World Affairs)
anılan çalışmaların devam etmesi için çalışmaktaydı.
Dünya Meseleleri Enstitüsü/Kurumu(IWA)
IWA’nın başkanı, Dr. Hrach Gregorian’dı. 1997 yılından itibaren Kıbrıs barış inşa
ediciler ile temas ve çalışmalar içerisindeydi. Birçok bölünmüş yerlerde Avrupa, Afrika,
Orta Doğu ve Kıbrıs’ta da ofisleri vardı. 1998’e gelindiğinde iki toplum arasında iletişimi
organize etmek için internet temelinde ilk altyapı kuruldu. ABD elçisi Keneth Brill ve
Halkla İlişkiler sorumlusu Judith Baroody, KKTC’den Mustafa Anlar, Derviş Besimler,
Fatma ve Bekir Azgın, Güney’den Yiannis Laouris and Harry Anastasiou, Kıbrıs’taki
TFP koordinatörleri ile birlikte çalışan Dr. Hrach Gregorian USIP bağışları ve USAID
yardımları ile çalışmalara başladılar ve bir site kurdular. Hazırlanan fonlarla, internet yolu
üzerinden yapılan toplantılar desteklendi. Bu çalışmada, Maryland üniversitesinin
Negotiation Simulation Projesi (ICONS) ve uluslararası iletişim ağı kullanıldı. Hedef kitle
ise genç liderler, gazeteciler, akademisyenler ve öğrencilerdi.
Dr. Yiannis Laouris ile Dr. Harry Anastasiou 1994 yıllarından itibaren İngiliz Yüksek
Komiserliği ile yazışmalarda bulunarak iki toplumlu etkinliklerin artırılması için
çalışmalar yapmaktaydılar.38
Kıbrıs’ta oluşturulan barış grupları hemen hemen bütün alanlarda inşa edilmişti. İki
toplumun sözde kaynaşması ve barış getirilmesi maksadı ile kültürlerimiz aynı olduğu
iddiaları da zihinlere yerleştirilmeliydi. Din, dil, adet, görenek, ırk, tarih olarak
birbirinden farklı olan bu iki toplum bilindiği halde nedense yönetici Rum tarafı olmak
üzere KKTC’deki Türklerle iletişime geçerek ortak vatan mücadelesi vermesi için
örgütleniliyordu. İşte tüm bu oluşturulanlara ilaveten Kıbrıs’ın Kültürlerarası Merkezi
(Intercultural Center of Cyprus) kuruldu.
37
38
http://www.dzforum.de/tr/index.php.
İngiliz Komiserliğinin orijinal yazışma metinleri kitabın sonundaki Ek’in belgeler bölümünde yayımlanmıştır.
28
Kültürlerarası merkezin görevi eşitlik ve etkili dayanışma, tolerans ve evrensel anlayışın
ilerletilmesi olarak tanımlanıyordu. İnsan hakları ve kültürlerarası dostluklar konusunda
toplumları ve grupları karşılıklı anlayış içine sokmaya çalışacaklardı. Merkezi Rum
tarafında Limasol’da idi. Limasol, güney Lefkoşa, Mağusa ve Atina’da şubeleri vardı.
Bu maksatla Tiyatro Eğitim Kurumu Kıbrıslı kuruluşlara iki toplumlu aktivitelere katkısı
hedeflendi. Sanatla ilgilenen Kıbrıs Türkleri de buna destek olacaktı.
Meral Akıncı o günlerde yaptığı basın açıklamasında şöyle diyordu:
“UNOPS ile 75 bin 60 ve 24 bin 500 Kıbrıs Liralık iki kontrat imzaladık. Bu iki kontrat
sayesinde merkezin kurulması için gerekli demirbaşın alımı, ev kirası, çalışan 3 kişinin
maaşı, telefon ve elektrik harcamaları, bilgisayar ve laboratuarın döşenmesi ve diğer
harcamalar karşılandı. Bu kontratlardan biri 31 Eylül 2003'te, diğeri ise 31 Ekim 2004'te
bitti."UNOPS ile yapılan harcamalarda Annan Planı ile ilgili bilgilendirme ve
propagandaya milyonlarca dolar harcanmıştır. Yeni açıklamalara göre de UNOPS'un iki
toplumlu programlar ötesinde kişi ve örgütleri Annan Planı'nın propagandası için
referandumdan önceki son haftada dahi finanse ettiği kanıtlanır. Buna göre, UNOPS,
Annan Planı ile ilgili bilgilendirme ve propaganda amacıyla dağıtmış olduğu paralar,
"Bütün Kıbrıs'la Birlikte Vatandaş İnisiyatifi" adlı örgüt aracılığıyla yapıldı. Bu olayın
gün ışığına çıkması ile KAYAD Başkanı Meral Akıncı para aldıklarını itiraf etti.
Şüphesiz ki, KKTC’de “Barış, Rum kardeşliği” yaratma çalışmaları ekseninde adada
faaliyet yürüten yalnız KAYAD gibi dernekler değildi. Annan Planı sürecinde adaya
“barış ve çözüm” gelsin diyen sendikalar da bu etkinliklerde ön planda yer aldı. Yazar
Mustafa Yıldırım’ın “Sivil Örümceğin Ağı” tanımlamasında Amerika’nın hegemonyasını
ve çıkarlarını gerçekleştirmek için hedef seçtikleri devletlerde demokrasi, insan hakları,
barış savları ile açık bir şekilde verdikleri mücadele kurulan sendika, dernek, enstitü,
vakıflarla gerçekleştirilen işbirliği kanadı ile görülemeyen algılanamayan bir şekilde
gerçekleşmekteydi. Volkan gazetesinde de yayımlanan belgelerde yazılanlar bu
operasyonları açıkça kanıtlamaktaydı.
.PRIO,Oxford,Amerika’daki SIT gençlik kampları ve pek daha çok projeler ve örgütler
ortak kültür,ortak vatan ve birleşik Kıbrıs mücadelesini verdiler.
Tüm bu özetlenen proje ve çalışmalar neticesinde Kırbıs Türkleri Annan planına evet
oyu,Kıbrıs Rumları ise hayır oyu vermesi ile sonuçlanmıştı. Başta da belirttiğim üzere
Kıbrıs Rumlarının hayır diyeceğini iyi biliyorlardı. Anketler her şeyi açıkça
göstermekteydi. Ancak onlar Türk tarafına evet dedirttikleri takdirde Anavatandaki Türk
halkı gözünde Kıbrıs Türklerini düşürebileceklerdi. Araya mesafe girmesini
sağlayabileceklerdi. Bugün Kıbrıs Türkü müzakere masasında Rum tezlerinin kabul
ettirilmesi baskısı altındadır. AİHM’i Türkiye’yi 1974 Barış Harekatını gerçekleştirdiği
için 90 milyon euroya mahkum etmiştir. Tüm bunlar, Türkiye’nin Kıbrıs’ı gözden
çıkarmasını ele alması için yapılmaktadır. Lakin Türk hükümetinin bu konudaki duruşu
Kıbrıs’tan taviz vermeyeceği beklentisi adada hakimdir. Bir kısım kişi ise bu koşullarda
birleşme ile Kıbırs’ın taviz olarak verileceğini düşünmektedir. Plan süreci yaklaştıkça
kampanya,fısıltı,yayımların da bu derece geçmişe benzer şekilde devam edeceği
görülecektir.
29