Mescid-i Aksa Yangını… Ve Arka Plan… Dr. Usame

Transkript

Mescid-i Aksa Yangını… Ve Arka Plan… Dr. Usame
Mescid-i Aksa Yangını… Ve Arka Plan…
Dr. Usame Al-Aşkar
Siyonist İsrail’in Kudüs’ün hem doğu hem de batı yakasındaki kontrolünü tamamen
sağlamasından yaklaşık 2 yıl sonra 21 Ağustos 1969 yılı Perşembe günü Avustralyalı
Siyonist Michael Denis Ruhan’ın faili olduğu yangın, sadece bir yangın olmayıp arka
planında pek çok şeyi gizliyordu. Bu yangın, Kıble Camiinin doğu kanadının büyük
bir bölümünü yok etmişti. Öyle ki Kıble Camii, Selahattin Eyyubi’nin, Nureddin
Zengi anısına fethin nişanesi olarak Kudüs’e getirttiği tarihi minberi içerisinde
barındırıyordu.
Öte yandan yangın, Selahattin Eyyubi mihrabına ve dört tarafı büyük surlarla çevrili
olan Mescid-i Aksa’nın avlusunun güney doğu köşesine yakın bir yere inşa edilen
Ömer Camiine de hasar vermişti. Aynı şekilde eski motiflerle süslü çini ve
mozaiklerin bulunduğu Kıble Camiinin tavanına kadar da ulaşmıştı. Ayrıca Kıble
Camiinde bulunan Zekeriya Mihrabına, kırklar makamına ve camiinin temel 7 sütun
ve kemerinden 3 tanesine de zarar vermişti. Yangın, kurşunla kaplı iç ahşap kubbe ile
işlemeli alçıları, kalem işlerini, hat yazılarını ve tezhip desenlerini de neredeyse yok
etmiş, camiinin renkli camlarla süslü, ahşap ve alçı desenli 48 penceresinde, kıymetli
Acem halılarının tamamında, üzerinde kandillerin taşındığı ve sütunlarının taçları
arasında uzanan süslü ahşap köprülerde de hasarlar meydana getirmişti. Mihrabın
üzerinde bulunan ve doğu yönüne doğru 23 metre boyunca uzanan İsra Suresinin
yaldızlı mozaiklerle süslü ilk ayetinin bulunduğu kitabe de bu yangın esnasında yok
olmuştu.
Her şey, planlanmış bir komployu işaret ediyor ve tavanda çıkan bu yangın, suçun asıl
failinin Michael Denis olmadığını gösteriyordu. Yangın kasten çıkarılmış, itfaiyeler
yakın olmasına rağmen bölgeye mümkün olduğunca geç gelmişlerdi. Öyle ki,
Ramallah, El-Halil, Nablus ve El-Cenin bölgelerinden gelen Filistinlilere ait itfaiyeler
bile yangının çıkarıldığı bölgeye işgal devletine ait itfailerden daha önce ulaşmışlardı.
Siyonist araştırmacılar, resmi araştırmalarda bu yangının elektrikten kaynaklandığı
bahanesine yönelmişlerdi. Daha sonrasında Filistinli mühendisler tarafından yangının,
fanatik bir Siyonist tarafından gerçekleştirildiği gerçeğinin ortaya çıkarılması ile işgal
devleti, herhangi bir yandaşı olmaksızın bu suç için Denis Ruhan’ı tutuklamak
zorunda kaldı. Ve çok geçmeden bu tehlikeli durumdan sıyrılmak adına bu failin
“deli” olduğu bahanesini piyasaya sürdü.
Ancak Siyonist Ruhan, haftalar sonra akıl sağlığının yerinde olduğunu ve bu
fanatikliğinin, aşırılık yanlısı Yahudi zihniyetinden kaynaklandığını doğruladı. Ayrıca
Zekeriya Kitabı yani “Eski Ahit” gereğince; yapılan bu eylemin yapılması gereken
dini bir görev olduğunu ve Allah’ın bir elçisi olarak bu eylemi gerçekleştirdiğini ilan
etti.
O saatler, yangın haberlerini duyan Filistinlilerin gönüllerindeki Mescid-i Aksa’nın
önemini test etmek için bir fırsat oldu. Ve Aksa tamamen kül olmadan önce yangın
ateşini söndürmek amacıyla gerek elleri gerekse farklı araçlar ile Aksa’ya su taşıdılar.
Yakın bir zamanda gerçekleşen 1967 Arap – İsrail savaşında Arapların yaşadığı
hezimete rağmen yine de halk ayakta kalmaya, direnmeye devam etti. Bu durum Arap
toplumunun ve Müslümanların kalplerinde öyle bir aleve dönüştü ki, bu alev
insanların evlerinden çıkıp sokaklara dökülmelerine sebep oldu. İnsanlar içlerindeki
öfkeyi boşaltacak, kalplerinde biriken kini kusacak bir yol aramaya başladı. Tam da
bu sebeple Arap liderler, 24.09.1969’da Fas’ın başkenti Rabat’ta bir araya gelip bir
toplantı gerçekleştirdiler. Bu toplantının sonunda, “Mescid-i Aksa’nın, ümmetin ortak
değeri olduğunun ve ümmetin birliğinin tek sembolü olduğunun” açık mesajını veren
İslam Konferansı Örgütünü kurdular. Ayrıca Kudüs’ün özgürlüğüne garanti vermeyen
hiçbir Filistin meselesi çözümünü kabul etmeyeceklerini, üstelik haziran savaşı öncesi
duruma geri dönecekleri hususunda kararlı olduklarını açıkça ilan ettiler. Bizler ise
hala söylenen bu sözlerin gerçekleştirilmesini beklemekteyiz.
Öte yandan bu yangına karşı koyulan tepkiler, bu tepkileri çok iyi okuyan ve suç
işlemekten zevk alan siyonistlerin hayal gücünü okşadı. Böylece katliamlarla Mescidi Aksa’yı yahudileştirmek için düzenli operasyonlar başladı. Tıpkı 1990 veya ikinci
intifadanın başladığı 2000 yılında olduğu gibi... Yahudi yerleşimciler, askerler ve
Yahudi turist grupları ile Mescid-i Aksa’yı hem mekan hem de zaman olarak
bölebilmek için sistematik bir şekilde baskınlar ve operasyonlar düzenlemeye
başladılar; utanç duvarı inşa ettiler, yahudi yerleşimcilere toprak ve mesken sahibi
olmaları için hukuk dışı yollar kullandılar ve Kudüs’ün yerlilerini, Filistinlileri
topraklarından ve evlerinden zorla çıkardılar.
Elimizde Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı özgürlüğüne kavuşturacak gerçek bir başarı
kredisi bulunmadığı sürece yani daha gerçek bir ifade ile; acziyet çemberine sıkışıp
kaldığımız, siyasi iradesizliğe sahip olduğumuz, Aksa’nın özgürlüğünü bizlere
sunacak çalışmaları alevlendirecek dini değerlerin üzerini örttüğümüz müddetçe
yaşanan bu olaylar, bizim için her sene yeniden acı ile hatırlanan ve yıldönümleri
kutlanan elim olaylardan öteye geçemeyecektir. Ki bu bizim, siyasi ve toplumsal
açıdan güçsüzlüğümüzün göstergesidir. Kudüs’ün, dış politika gündemimizde
önceliklerimiz arasında olmaması muktedir olamayışımızın ifşasıdır. Gücü yeten
herkes, sahip olduğu sorumlulukların en başına Kudüs’ü koymak zorundadır.
Kudüs’ten yükselen feryat, bizleri uçuruma sürükleyen bu inişi durdurmak için
müdahalede bulunmamız gerektiğine işarettir.
O Kudüs ki, kökleri en derinlere uzanan asırlık bir ağaç misali; göğe ulaşmaya çalışan
dallarıyla bizim sahip olduğumuz gücü veya zafiyeti, mevcudiyetimizi veya var
olamayışımızı tarih sahnesinde aşikar edecek bir hakikat aynasıdır.