Arıyorum 31 - Arıyorum İTÜ Gazetesi

Transkript

Arıyorum 31 - Arıyorum İTÜ Gazetesi
arıYORUM
istanbul teknik üniversitesi basın yayın kulübü
otuzbirinci sayı, mayıs iki bin on beş süreli yayın ISSN: 1305 - 4785
İTÜ
ASIRLARDIR
ÇAĞDAŞ
PEKİ EŞİT Mİ?
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Rektörlüğü’nün
yayımladığı “Cinsel Taciz
ve Ayrımcılığı Önleme
Yönergesi ile Uygulama
asları(CTAÖYUE)’’ kitapçığı hakkında okulumuz
kulüplerinden,
Kadın
Araştırmaları
Kulübü’yle temasa geçtik.
...SAYFA 10
SANDALYELER DE
21 Nisan tarihinde, İstanbul Teknik Üniversitesi
Stratejik Araştırma Kulübü
(İTÜSAK) tarafından düzenlenen ve Uluslararasıİlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi (TÜRKSAM)
Başkanı Dr. Sinan Oğan’ın
İstanbul Teknik Üniversitesi, teknik bir okul
olmasının yanı sıra inşaatları bitmeyen bir
şantiye üniversitesi aynı
zamanda...
SAYFA 4
Şimdilerde duvarlarda ya da sokaklarda bir
yerlere gizlenmiş USB
bellekler görürseniz hiç
şaşırmayın, USB bellekler sayesinde hiç tanımadığınız insanlar
ile paylaşımda bulunup, bu eşsiz sanat projesine kolayca katılabilirsiniz. ...SAYFA 13
KISIRKAYA:
BARINAK MI
TOPLAMA
KAMPI MI?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından Sarıyer kıyılarında yapımı
tamamlanan ve kısa süre
içerisinde açılması planlanan Kısırkaya Geçici Sahipsiz Hayvan Bakımevi
ve Bahçeli Yaşam Alanı’na
tepkiler çığ gibi büyüyor.
Hayvan Haklarını Koruma
ve Geliştirme Derneği hayvan barınağını yürütmenin
durdurulması ve iptaline
Bir
önceki
sayımızda
başladığımız,
üniversite
içinde kopyacılıktan ödev
yaptırmaya ve intihale kadar her türlü etik dışı sorunu sorguladığımız ve
sorgulattığımız yazı dizimizin bu ikinci ve son
bölümünde Öğrenci İşleri
Dekanı Prof. Dr. Yılmaz
Taptık ve Meteoroloji
Mühendisliği bölümünden
Prof.Dr. Zerefşan Kaymaz
hocalarımızın görüşlerine
yer veriyoruz. ...SAYFA 12
Milliyetçiler ise bu durumdan rahatsız oldukları için
yeni bir afiş hazırlatarak
ertesi gün bunu Merkezi
Derslik binası ve yemekhanenin çeşitli yerlerine
astılar.
...SAYFA 8
BİLİM KURGU VE
BEYAZ PERDE
İTÜ’NÜN BİTMEYEN İNŞAATLARI
ÖLÜ
DAMLALAR
PROJESİ
BİLİMSEL
ETİK
YAZI DİZİSİ
DEVAM
EDİYOR
UÇAR!?
konuşmacı olarak katıldığı «100. Yılında Ermeni
Meselesi: Soykırım Yalanı»
isimli panelin afişleri
kulüple alakası olmayan
iki grup arasında afiş
gerginliği yarattı. Etkinlik
için hazırlanan ve asılma
izni olan afişler, panele katılan konuşmacının siyasi
yönünden rahatsız olan
kişilerce indirildi. İTÜ’lü
itü gazetesi
İTÜ Gönüllülük Kulübü geçtiğimiz ay çalışmalarına yeni bir proje ekledi. Ver Bi’ Pati
Projesi. “Var olanı korumak ve uyum içerisinde kalmak” sloganı ile başlattıkları
bu projede öncelikli
amaçları, kampüsteki hayvanların yaşam
koşullarını
iyileştirmek, standartları yükseltmek ve kampüs
sakinleri ile paylaşabilecekleri bir yaşam alanı sağlamak. SAYFA5
ilişkin dava açarak yargıya
taşıdı.Davanın ilk duruşması 19 Mart 2015 tarihinde 6. İdare Mahkemesi’nde
görüldü.
SAYFA 5
Sözlükteki tanımı evrenin ya da olayların bir
bölümünü konu olarak
seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya
çalışan düzenli bilgi, ilmi
olan bilim, neden, merak
Hep teknik
ve amaç besleyen bir olgu
olarak günümüze kadar
birçok alt dala bölünmüş,
insanların daha iyi yaşam
koşullarına kavuşmasına,
bilinmeyenleri bulmasına ve yeni şeyler öğrenmesine ön ayak olmuştur.
App Teknik
...SAYFA 14
Mühendis olacak ve yaz
okulu yapacak İTÜlüler için
yeni applerle karşınızda.
SAYFA 11
DÜZELTME VE ÖZÜR
30. sayımızda yer alan “İTÜ Mobil” haberinde adı geçen Funda
Bilgin’in adı yanlışlıkla “Funda Dingin” olarak yazılmıştır. Arıyorum Gazetesi olarak kendisinden özür dileriz.
2
ARIYORUM
MAYIS 2015
THE BEE OF VIENNA
ÜÇÜNCÜLÜKLE DÖNDÜ
Bilge Dönmez
[email protected]
Orhan Tüfek
[email protected]
ARIGE Nedir?
ROBOT CHALLENGE NEDİR?
Arı Teknoloji Geliştirme Kulübü, 2012-2013
öğretim yılında “Ümit Yelken” ve “Hasbi Sevinç” isimi öğrenciler tarafından robot tasarlayıp üretmek ve bu robotlarla yarışmalara katılmak amacıyla kurulmuştur. Ancak
tecrübesizlikleri sebebiyle ilk yılında üretim
yapamayan ekip, 1,5 yıldır her dönem, tasarlayıp ürettikleri yeni robotlarıyla en az bir
yarışmaya katılıyor. 2014-2015 Bahar döneminde ise ekip 3 yarışmaya katılarak en yoğun dönemini yaşamıştır.
Şimdiye kadar ağırlıklı olarak “çöp toplayan”
robotlar üreten ekip bu kategorinin mühendislik açısından onlara daha çok şey kattığına inanıyor. Oldukça zorlu ve maliyetli olan
bu kategoride sürekli yeni şeyler üretmeleri
gerektiği için bu kategoriyi tercih eden ekip,
kazandığı tecrübelerle ürettiği son robotu
“The Bee of Vienna” dört renk ayırabilecek
teknolojiye sahip.
Okulda birçoğumuz tarafından ilk kez,
Amerika’da düzenlenen “Model Uydu
Yarışması”nda rekor puanla birinci olduktan sonra duyulan ekip 1,5 yıldır katıldıkları
yarışmaların %80’inden dereceyle dönüyor.
Kurulduğundan beri 7 tane robotu hem tasarlayan hem de üreten ekip, zamanla kazandığı tecrübeler sayesinde kullanılan teknolojiyi her robotunda bir üst noktaya taşıyor.
Avusturya’da kazandığı üçüncülükten sonra
ekip gözünü uluslararası yarışmalara çevirdi.
İSTANBUL
“TAŞERON”
ÜNİVERSİTESİ!
Recep Bayır
bayı[email protected]
Gölet
Yurtları’nda
Bir Taşeron İşçi
İşten Atıldı
Gittiği yarışmaların neredeyse hepsinden ödülle dönen Arı
Teknoloji Geliştirme Kulübü (ARIGE), bu kez de Viyana’dan
üçüncülükle döndü.
T
ürkiye’de katıldıkları yarışmalara göre oldukça farklı bir konsepte olan Robot Challenge için ekip, Ocak ayından itibaren hazırlıklara başlamıştı. Otonom çalışan robotları
yarışmadan yaklaşık bir ay önce hazır olmasına
ve kendi ürettikleri pistte defalarca denemelerine rağmen yaşadıkları talihsizlik yüzünden, robotu son gece sabahlayarak neredeyse yeniden
yapmaları gerekti. Yarışmadan yaklaşık
yarım saat önce bitirilen robotu deneyemeden
yarışa sokan ekip “çöp toplayan” kategorisinde gruplarında yaptıkları yedi maçtan altısını
kazanıp birinden de beraberlikle ayrılarak grubu, diğer gruplardaki rakiplerine göre oldukça
iyi bir puanla birinci olarak tamamladılar. Yaşadığı talihsizliğe rağmen adını finaldeki son
sekize yazdıran ekip; finaldeki üç maçtan sonra
yarışmadan üçüncülükle ayrıldı.
Robot Challenge yarışması, 2004 yılından
beri her yıl Avusturya’nın başkenti Viyana’da
düzenleniyor. Yarışmada, Dünya’nın her yerinden 2000’den fazla robot 14 farklı kategoride yarışıyor. 56 ülkenin katıldığı yarışma,
2004 yılından beri robotik alanda yapılan en
büyük etkinliklerden biri. Bu yıl 11-12 Nisan tarihlerinde düzenlenen yarışmada ülkemizi ve okulumuzu “çöp toplayan” kategorisinde ARIGE ekibinden Talha Gülbudak
(Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği),
Samet Hatipoğlu (Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği), Erkan Şen (Elektronik ve
Haberleşme Mühendisliği), Erdem Şen (Makine Mühendisliği) ve Ümit Yelken (Makine Mühendisliği) temsil etti ve üçüncülükle
döndüler. Birinciliği ve ikinciliği ise “Hydra”
ve “GunSort-2” robotlarıyla iki Rus ekip kazandı.
ARIGE’nin Geçmiş Başarıları
Robot Challenge Vienna (2015) - The Bee of
Vienna (Üçüncülük)
Yıldız Savaşları’15 / YTÜ (2015) (Dördüncülük)
Robot Günleri’15 / ODTÜ (2015) - Çöp Arı
(Puanlama sistemindeki hatadan dolayı
kategori iptal edildi.)
İTÜ
Ayazağa Yerleşkesi’nde hizmet
vermekte olan Gölet Öğrenci
Yurtları projesinde taşeron bir firmaya bağlı resepsiyonist olarak çalışan Birol Tufan’ın
02.02.2015 tarihinde işine son verildi.
İşten çıkarılma nedenini sorduğumuz Birol
Tufan , Gölet Öğrenci Yurtları pojesinin esas
sahibi olan Arı Kültürel A.Ş.’ye bağlı taşeron firma olarak faaliyet yürüten My Servis
Group Yönetim Hizmetleri A.Ş. ‘nin taşeron
işçisi olarak 11.09.2014 tarihinde işe başladığını, işe başladığı tarihten itibaren bağlı
olduğu 4857 sayılı iş kanununa aykırı haksızlıklarla ve hukuksuzluklarla karşılaştığını
belirtti. Karşılaştığını iddia ettiği bu sorunların çözümü için Arı Kültürel A.Ş.’nin genel
müdürü Kudret Sözer ve My Servis A.Ş.’nin
proje müdürü Zafer Korkmaz ile birçok kez
görüştüğünü ancak tespit ettiği sorunlara
bir türlü çözüm üretilmediğini belirtti. Birol Tufan kendisine ve ilgili projede taşeron
işçi olarak çalışmakta olan toplam 48 resepsiyoniste yapılan haksızlıkları ve hukuksuzlukları gündeme getirdiği için işine son verildiğini iddia etti. Konuyla ilgili gerek İTÜ
Rektörlüğü’ne gerekse İTÜ Taşeron Denetleme Komisyonu’na yazmış olduğu dilekçelerde, yapıldığını iddia ettiği hukuksuzlukları
belirtti.
IRL 2014 / İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Çöp Toplayan Kategorisinde
(İkincilik)
CanSat Competition / A.B.D. (2014) (Birincilik)
Yıldız Savaşları’14 / YTÜ - Dalan Arı
(İkincilik)
Öğrenciler de Taşeron Firmadan
Şikayetçi!
Konuyla ilgili olarak görüştüğümüz, 3 yılı aşkın süredir Gölet Yurtları’nda kaldığını belirten Ahmet Mert, yurtta taşeron olarak çalışan
resepsiyonistlere üstleri tarafından kötü muamele yapıldığını, çalışanların yoğun baskıya
uğradığını, bazı zamanlarda 24 saat mesaiye
kalmak için zorlandıklarını belirtti. 3 yılı aşkın
süredir bizzat karşılaştığı, arkadaşlarından ve
çalışanlardan duyduğu resepsiyonistlere yönelik haksızlıkların, hukuksuzlukların, kötü muamelelerin artık son bulması adına Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na dilekçe yazdığını,
yine yurtta kalan diğer öğrencilerin de benzer
girişimlerde bulunduğunu belirtti. Sosyal medya üzerinden de paylaştığı dilekçede resepsiyonistlere yönelik gözlemlenen kötü muameleleri
şu şekilde belirtti:
İTÜ Taşeron Denetleme
Komisyonu nedir?
13 Mayıs 2014 tarihinde Soma’da meydana
gelen maden faciasında SOMA A.Ş.’ye bağlı taşeron işçi olarak çalışan 301 madencinin
yaşamını yitirmesinin ardından yaşanan faciayı bir katliam olarak nitelendiren ve bu
katliama tepki olarak İTÜ Maden Fakültesi’ni
işgal eden İTÜ Öğrencileri’nin talebi üzerine , bu ve benzeri katliamların yaşanmaması için kurulması istenen, çalışma yönergesi
19 Aralık 2014 tarihinde yapılan İTÜ Senato toplantısında kabul edilerek resmi olarak
kurulan komisyondur. Komisyonun amacı
çalışma yönergesinde belirtildiği üzere üniversite içerisinde taşeronluk ilişkisi kapsamında istihdam edilen işçilere iş mevzuatı
hükümleri ile tanınan haklarının yerine getirilmesinin takip edilmesi ve mevcut haklarının geliştirilmesi konularında üniversiteye
danışmanlık görevi yapmaktır. Komisyonun
içerisinde yine çalışma yönergesinde belirtildiği üzere sendika temsilcileri, taşeron işçi
temsilcileri, öğrenci temsilcileri, araştırma
görevlisi temsilcileri bulunmak zorundadır.
ARIYORUM
3
MAYIS 2015
Geçtiğimiz Ay İTÜ’de Neler Oldu?
Bu yıl 12.si İstanbul Teknik Üniversitesi Kapalı Spor
Salonu’nda 2 Nisan 2015’te gerçekleşen Red Bull Paper Wings’in kazananları belli oldu. En uzun mesafede 49 metre mesafe ile Uludağ Üniversitesi’nden
Selman Aydın ve en uzun havada kalma kategorisinde yine Uludağ Üniversitesi’nden Görkhan Emiroğulları finale çıkma hakkı kazandı. Kazananlar kağıt uçaklarını 8-9 Mayıs’ta Avustralya Salzburg’da
dünya finalinde uçurmaya hazırlanıyor.
İTÜ İEE Öğrenci Kolu’nun bu
yıl 4.sünü düzenlediği İTÜ’nün
ilk ve tek oyun sektörüyle alakalı etkinliği olan İTÜ Video Oyun
Festivali(İVOFest) 20-21 Nisan 2015
tarihinde İTÜ Ayazağa Kampüsü
Elektrik Elektronik Fakültesinde
gerçekleştirildi.
24-26 Nisan tarihleri arasında Çevre
Mühendisliği Kulübünün düzenlediği
Sürdürülebilir Ekosistem Günleri düzenlendi. Kongrenin genel başlıkları
olarak gri suyun alternatif bir su kaynağı olarak kullanımı, membran teknolojileri, %100 yenilenebilir enerji, ambalaj
atıklarının geri kazanımı, ekonomik
büyümenin çevresel maliyetleri ve sanat dünyasında çevre algısı gibi konular işlendi.
6 Nisan 2015 günü Mezunlar Derneği
mentorluk programını tanıttı.
İTÜ Müzikal Topluluğu geleneksel sene
sonu gösterisi olarak düzenledikleri
“Hairspray”i
18-21 Nisan tarihlerinde İTÜ Maçka
Mustafa Kemal Amfisinde gerçekleştirdi.
İTÜ Ginova, İTÜ ARI Teknokent, İTÜ Mezunlar Derneği ve Türkiye Fütüristler Derneği (TFD)
işbirliği ile gerçekleşen Hayalden Hayata Gelecek Çalıştayı’nın birincisi 16 Nisan Perşembe
günü SDKM Seminer Salonu’nda “Yaşamın Geleceği” başlığıyla gerçekleşti.
İTÜ Ultimate Frizbi Takımı Hollanda’da
üniversiteler arası turnuvada okulumuzu
temsil etti ve “spirit of the game” ödülünün sahibi oldu.
11 Nisan 2015 günü finali Süleyman Demirel Kültür Merkezinde yapılan ve bu yıl 9.su düzenlenen İTÜRO’15 800 roboto ev sahipliği
yaptı. Yarışmalar Çizgi İzleyen, Basketbol, Mikro Sumo, Yangın Söndüren, Merdiven Çıkan, Labirent, Renk Seçen, Kendini Dengeleyen, Senaryo ve Serbest kategorilerinde gerçekleştirildi.
İTÜ Astronomi Kulübünün düzenlediği ve
Doç. Dr. Kerem Cankoçak’ın sunumunu yaptığı “Genel Göreliliğin 100. Yılı” isimli bilimsel toplantı 28 Nisan Salı günü gerçekleştirildi.
1 Mayıs Cuma günü gerçekleşen Türkiye
Üniversiteler Arası Okçuluk Şampiyonası’nda
okulumuzu temsil eden İTÜ Okçuluk Kulübü Klasik Yay Erkek Takımı (Nurullah Talha Görücü, Yusuf Tolunay Kozan ve Gökberk
Yılmaz) Türkiye ikincisi, Klasik Yay Bayan
Takımı (Gözde Fırtın, Ceren Güngör ve Rüveyda Gargı), Türkiye üçüncüsü ve Klasik
Mix Takımı (Nurullah Talha Görücü ve Gözde Fırtın) Türkiye beşincisi oldu.
ARIYORUM
4
MAYIS 2015
İTÜ’NÜN BİTMEYEN
İNŞAATLARI
ren Elektrik-Elektronik binası da 2014-2015
bahar yarıyılı başlangıcı ile tamamlanmış
olacak. Tüm inşaatlarda hem can güvenliği
hem de çevreyi koruma adına birçok önlem
alıyoruz.” sözlerini kullandı. Karaca’nın bu
sözlerinde bir ay önce yaşanmış olan bu “iş
kazasına” değinmemiş olması, kazanın görmezden gelindiğine yönelik tartışmalara neden oldu.
Melis Yalçın
yalcı[email protected]
7 Ağustos 2014 tarihinde iş güvenliği uzmanlarının çalışması gereken bir alana Avukat Özlem Kahraman Engin atandı. 21 Ekim
2014 tarihinde ise İTÜ Rektörlüğü’nde gerçekleştirilen iş cinayetlerinde hayatlarını
kaybeden işçilerin aileleriyle olan görüşmeden çıkan sonuç kapsamında, işverenler değil işçilerin kusurlu olduğu yönünde bir karar çıktı.
İ
stanbul Teknik Üniversitesi, teknik bir
okul olmasının yanı sıra inşaatları bitmeyen bir şantiye üniversitesi aynı zamanda… Kampüsün merkezinden en ücra
köşelerine varana dek bir inşaat yapısı ile
karşılaşmak mümkün. Bu bağlamda, kampüsün ana kapısından girip de turnikelerden
geçtiğimiz andan itibaren tabiri caizse şantiye alanına da giriş yapmış bulunuyoruz.
Elektronik fakültesinin hemen yanı başındaki laboratuvar inşaatı, fakültenin hemen yanındaki alana yapılan peyzaj çalışmaları, az
ileride eski AVM yeni Kovan olarak bilinen
yapının inşaası, hemen aşağı tarafta Selfiş’in
önü, inşaat fakültesinin arkası, ağaçlı yol,
teknokentler derken kafamızı çevirdiğimiz
her alanda bir inşaat görmemiz mümkün
hale geliyor.
Peki bu inşaatlar devam ederken
İstanbul Teknik Üniversitesi’nde iş
güvenliği ne ölçüde sağlanmakta?
4 Temmuz 2014’te İTÜ’nün web sayfasında
“İTÜ’de İş Sağlığı ve İş Güvenliği İçin Yeni
Adım” kapsamında bir haber yapıldı. Web
sitesinde belirtilen bu yeni adıma göre, İTÜ
olarak iş sağlığı ve güvenliği kapsamında kuralcılıktan ibaret bir yaklaşım sergilemekten
ziyade, iyileştirici ve önleyici bir anlayış esas
alınacak; çalışanların sağlığını ve güvenliğini koruyan, verimi ve kaliteyi arttıracak
methodlar kullanılacak; yapının sorumluluk
alanı gereğince önce işçiler daha sonrasında
da memurlar koruma altına alınacaktı. Ancak haberin yayınlanmasından yaklaşık bir
buçuk ay sonra, 19 Ağustos 2014 günü, Elektrik-Elektronik Fakültesi Ek Bina inşaatında
çalışan işçilerden Melik Yalçın, meydana gelen bir “iş kazasında” hayatını kaybetti. İTÜ
Rektörlüğü’nün olaydan iki gün sonra konu
ile ilgili yaptığı tek açıklama ise yine üniversitenin web sitesinden yayımlanan bir taziye
mesajı oldu. Daha sonrasında 24 Eylül 2014
tarihinde, İTÜ24 ile yapılan bir röportaj sırasında ise rektör Karaca “Şu anda inşaatı sü
Mevcut inşaat alanlarındaki
güvenlik durumu ne?
DBH Global İnşaat’ın İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nin hemen
yanına yapılan Ulusal Yüksek Başarımlı Hesaplama Merkezi inşaatındaki durumu gözlemlediğinizde iş güvenliği konusunda tedbirsizlik hemen göze çarpıyor. Çatıda çalışan
bir işçinin emniyet kemerinin, reflektif yeleği ve baretinin olmaması, ara katlarda çalışan işçilerin baret yerine şapka takıyor olmaları, metal kesim işiyle uğraşan ustaların
koruyucu gözlük takmamaları iş kazaları
için davetiye çıkarmakta. Buna karşın yüklenici firmanın bu durumlara karşı aldığı
bir önlemin olmaması, bir başka işçinin de
hayatını kaybetmesine neden olabilecek durumda.
İTÜ’de inşaat çalışmaları devam
ederken, yeni bir inşaat haberi
daha geldi.
İstanbul Teknik Üniversitesi rektörü Mehmet Karaca, daha öncesinde verdiği röportajlarda görev süresi bitmeden, bir ihtiyaç
olduğunu düşündüğü için İTÜ’ye bir cami
yapacağını açıkladı. Buna karşılık İTÜ öğrencileri sosyal medya üzerinden açtıkları
kampanyada yine ihtiyaç dahilinde bir Budist Tapınağı yapılmasını istediklerini dile
getirdiler.
İTÜ’ye cami:
Müesses Nizam’ın
müesseseleri
meselesi mi?
R
Recep Bayır
bayı[email protected]
ektör Mehmet Karaca’nın röportajında, “İTÜ’ye yakışır, sembol bir cami”
yapılacağını duyurmasının ardından
tartışmalar da başladı. Bir kısım öğrenci
İTÜ’deki mescitlerin yetersiz ve koşullarının
iyi olmadığını, üstelik cuma namazı gibi İslam inancına göre cemaat ile kılınması farz
olan namazlar için mescitlerden herhangi birine sığamadıklarını dolayısıyla kampüse bir
cami yapılmasının elzem olduğunu dile getiriyor. Öğrencilerin önemli bir kısmı ise bir
bilim yuvası olması gereken İTÜ’nün laboratuvarlarının, dersliklerinin, yurtlarının, öğrenci çalışma alanlarının, yemekhanelerinin,
ulaşım olanaklarının yetersiz olduğunu, siyasal iktidarın ve üniversite yönetiminin öncelikli olarak bu ihtiyaçların giderilmesi için
gerekli adımları atması gerektiğini dile getiriyorlar. Rektör Karaca ise cami inşası için
üniversitenin öz kaynaklarının kullanılmayacağını, yapılacak bağışlarla inşa edileceğini
dolayısıyla yapılacak olan bu yapının üniversitenin diğer ihtiyaçlarını karşılamaya bir engel teşkil etmediğini belirtiyor.
Peki Türkiye’deki onlarca üniversitede inşa
edilmekte olan camiler sadece pratik anlamda bir mekan ihtiyacını karşılamaya dönük
olarak mı inşa ediliyor, yoksa meselenin ideolojik-politik bir arka planı da var mı?
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın verilerine göre
Türkiye’de 80’i aşkın üniversitede cami inşaatları sürmekte. Bunların 15 tanesi ibadete açıldı, 50 tanesi de 2015 yılının sonun kadar ibadete açılacak. Örneğin Çanakkale 18
Mart Üniversitesi’nde son 4 yılda kampüsteki mescit sayısı 53’e çıktı, yapımı devam eden
iki caminin de tamamlanmasının ardından
üniversitedeki cami sayısı da 3 olacak. Üniversitenin rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner,
2015 yılının sonuna kadar üniversite içerisinde ibadethane kapasitesinin artacağını
ve Türkiye toplamında 15 bini aşacağını belirtiyor. Prof. Dr. Laçiner’e göre yapımı süren camilerin de tamamlanmasının ardından
ÇOMÜ’nün “Üç Camili Üniversite” sıfatı kazanacağını belirtiyor. Laçiner, camilerin -rektör Karaca’nın da
belirttiği
gibiüniversite
dışı
kaynaklarla
finanse edildiğini
de ekliyor.
ların manevi yönden gelişmesini, camilerden
istifade etmesini istiyoruz.” diyor. Görmez,
ayrıca “Camilerin müesseseleşmesini istiyoruz. Sadece ibadet vaktinde, namazdan önce
açılıp kapanan mekân olmaktan çıkarmak istiyoruz.” diye de ekliyor.
İnşa edilmekte olan camilerin finansmanının üniversitenin öz kaynakları olmadığı, hayır kurumları, yardım dernekleri ve bağışlar
yoluyla sağlanacağı vurgusu ise akıllara Deniz Feneri Derneği’ni getiriyor. Almanya’da
1999’da kurulan Deniz Feneri Derneği’nin
2002-2007 yılları arasında 41 milyon 423
bin 158 avro bağış topladığı biliniyor. Bankalardan çekilen yüksek miktarların emniyete bildirilmesi sonucu kara para aklandığı
şüphesiyle savcılık harekete geçmiş ve şüpheliler hakkında dava açmıştı. Uzantıların
Türkiye’de olduğunu iddia eden ve soruşturmayı “yüzyılın yolsuzluğu” olarak niteleyen
Alman yargısı, dosyayı Türkiye’ye göndermiş ancak sanıklar Türkiye’de birer birer ‘aklanmıştı’. Elbette bu sadece bir örnek... Ancak üniversitelere inşa edilecek herhangi bir
yapının kaynağının hangi kurumlar tarafından ne amaçla finanse edileceğinin kararının
üniversitenin tüm bileşenlerinin karar alma
süreçlerinde aktif yer alması ile alınması halinde kafalardaki ‘bağzı’ şüphelerin giderilebilmesi mümkün gözüküyor.
Yine Görmez’in ‘müesseseleşme’ vurgusu
üniversitelere yapılacak camilerin yalnızca
birer cami olmayacağı endişelerini taşımamıza neden olabilir. Namaz dışında da vakit
geçirilecek, sosyal aktivitelerin artması amacıyla sosyal-kültürel etkinliklerin yapılacağı
‘çok amaçlı’ üniversite camilerinde çeşitli tarikat ve cemaatlerin üniversite yapılanmaları/örgütlenmeleri, bu alanda faaliyet yürüten
‘bağzı ‘ kulüpler ile üniversite öğrencilerinin
iyi niyetli bir şekilde dile getirdikleri ibadethane ihtiyacı talebi istismar edilebilir. Bu şekilde tariflenen camiler ile cemaat-tarikat ağlarının üniversitelerdeki hareket alanı daha
da genişlemeye, bir bilim yuvası olması gereken, bilim ve teknikteki ürettikleriyle sembol yaratması gereken üniversitelerin başka
amaçlara hizmet edeceği endişesi duyulabilir.
Üniversite camilerinin bu yönü kimi görüşlere göre Atatürk döneminde kapatılmış olan
tekke ve zaviyelerin mevcut siyasal iktidarın
eliyle postmodern birer versiyonlarına dönüştürüldüğünde belirtiliyor. Dolayısıyla bu
durum seküler bir toplum ve bilimsel-laik
üniversite noktasında büyük endişelere sebep
oluyor.
Sonuç olarak tartışma daha epey sürecek gibi
gözüküyor. Tüm bu endişelerin giderilerek
İTÜ’ye ‘sembol’ bir cami yapılması ise verili
durumda pek de mümkün gözükmüyor.
Arıyorum İTÜ Gazetesi Yayın Kurulu
Diyanet
İşleri
Başkanı Prof. Dr.
Mehmet
Görmez de üniversite
gençliğinin camilerle buluşmasını önemsediklerini vurguluyor
ve
“Türkiye’de
yaklaşık 20 milyon genç var.
Bu gençlerimize
ulaşmak istiyoruz. Şehirlerdeki
üniversite camilerini önemsiyoruz. Bu camilere
gençlerle iletişim
kuracak din görevlileri görevlendireceğiz. On-
Genel Yayın Yönetmeni ve Koordinatör
Büşra Bayat
Tasarım
Haber Kurulu
Faruk Yılmaz
Meltem Yurttaş
R. Tunahan Moralı
Umur Can Kaya
Alper Kıvanç Ergen
Atakan Çiçek
Esra Tanısalı
Işılsu Yıldırım
Melis Yalçın
Orhan Tüfek
Recep Bayır
Umur Aktürk
Zeynep Deliballı
Reklam Sorumluları
Ahmet Buğra Başer
Bilge Dönmez
Ege Konyalı
Onur Can Sungur
ARIYORUM
MAYIS 2015
İTÜ GÖNÜLLÜLÜK KULÜBÜ Kısırkaya:
“VER Bİ’ PATİ” PROJESİ Barınak mı
yemek yerken insanlara rahatsızlık vermesi
engellenecek. Odakların yanlarına yerleştirilecek su pınarları ile de özellikle sıcak yaz aylarında kedi ve köpeklerin susuz kalmasının
önüne geçilecek.
Ahmet Buğra Başer
[email protected]
İTÜ Gönüllülük Kulübü geçtiğimiz
ay çalışmalarına yeni bir proje ekledi. Ver Bi’ Pati Projesi. “Var olanı korumak ve uyum içerisinde kalmak” sloganı ile başlattıkları bu
projede öncelikli amaçları, kampüsteki hayvanların yaşam koşullarını
iyileştirmek, standartları yükseltmek ve kampüs sakinleri ile paylaşabilecekleri bir yaşam alanı sağlamak.
Projenin planlanan dört aşaması şöyle:
-Beslenmelerinin düzenli hale getirilmesi için
rektörlüğün de izni ile yemekhane ve işletmelerden artan yemekler bir araç yardımı ile
günün belirli saatlerinde alınarak belirlenen
bölgelerde oluşturulan beslenme noktalarına bırakılacak. Bu lokasyonlar için besleme
odakları alınarak hem yemeklerin yerlere dökülmemesi sağlanacak, hem de hayvanların
5
Toplama Kampı mı?
-Hayvanların sağlıklı olması ve kontrollerinin
düzenli yapılmasını sağlamak için her birine
birer sağlık karnesi sağlanacak ve eksik aşılar
tamamlanacak. Diğer kontroller anlaşılan gönüllü veterinerler ve belediyelerin desteği ile
sağlanacak.
-Okula bağışlanan kulübeler belirlenen bölgelere yerleştirilecek.
nu, Derin Ekoloji Derneği, Dört Ayaklı Şe
hir, Bağımsız Hayvan Özgürlüğü Aktivistleri, Yunuslara Özgürlük Platformu, Yeryüzüne Özgürlük Derneği, “Faytona Binme Atlar
Ölüyor” İnisiyatifi, Sarıyer Kent Dayanışması, İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu, Hayvanlara Adalet Platformu ve Kuzey
Ormanları Savunması katıldı.
-Kedi ve köpeklerinde kampüs sakini olduğunu vurgulamak adına her birine İTÜ logolu
tasmalar takılacak.
Proje ile ilgili çalışmalara başlayan gönüllüler,
şimdiye kadar planlarını gerçekleştirmek üzere okulda 1 haftalık bir kermes düzenledi ve
elde edilen gelir ile bahsedilen tasmaların siparişini verdi. Yemekhaneden artan yemeklerin toplanması ve dağıtılması için gereken izni
de alan Ver Bir Pati ekibi, yemekhanenin aktif
olmadığı dönemler için de 650 kg kuru mama
bağışı alarak kampüs hayvanlarının koşullarının iyileştirilmesi için çalışmalarına devam
etmekte.
Recep Bayır
[email protected]
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından Sarıyer kıyılarında yapımı tamamlanan ve kısa
süre içerisinde açılması planlanan
Kısırkaya Geçici Sahipsiz Hayvan Bakımevi ve Bahçeli Yaşam
Alanı’na tepkiler çığ gibi büyüyor.
Hayvan Haklarını Koruma ve Geliştirme Derneği hayvan barınağını yürütmenin durdurulması ve
iptaline ilişkin dava açarak yargıya taşıdı.Davanın ilk duruşması 19 Mart 2015 tarihinde 6. İdare
Mahkemesi’nde görüldü
D
avada Hayvan Haklarını Koruma ve
Geliştirme Derneği adına tarafsız bilirkişilerce keşif yapılması talebinde bulunuldu.
Duruşma sonrası Hayvan Haklarını Koruma
ve Geliştirme Derneği adına konuşan avukat
Kemal Uçar, bu talebi dile getirerek ”Burası barınma yeri değil, daha çok esir toplama
kampına dönüşmüş durumda. Sağlıklı hayvanların bile sağlığını kaybedeceği bir yer
olarak inşa edilmiş. Barınağın kapatılması
için uğraşıyoruz” dedi.
Duruşmaya Yeryüzüne Özgürlük Derneği,
İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyo
Hayvanseverlere göre Kısırkaya hem yönetmeliğe uygun değil hem de tecrit edilen
hayvanların sistematik itlafı için atılmış bir
adım. Hayvanseverler tarafından hazırlanan
ve sosyal medyada yaygınlaştırılmaya çalışılan “Kısırkaya Hayvan Barınağı Gerçekleri”
başlıklı görselde de projenin en başta hayvan
haklarına, daha sonra mevzuata aykırı bir şekilde inşa edildiği, kısa bir süre içerisinde,
sokak hayvanlarının tecrit edileceği, kontrol
ve denetimin sağlanamayacağı bir toplama
kampı haline dönüşeceği belirtiliyor. Projenin İstanbul’un tüm sokak hayvanlarını ilgilendirdiği ve bölgenin ranta açılmasında
projenin bir basamak olduğu değerlendirmelerine yer veriliyor.
ARIYORUM
6
MAYIS 2015
İTÜ IYI BIR
MÜHENDIS
IŞ ADAMI
INSAN
YETIŞTIRIR
Onur Can Sungur
[email protected]
Ahmet Buğra Başer
[email protected]
Bir önceki dönem Mezunlar Derneği Başkanı Erol Bilecik ile keyifli bir İTÜ sohbeti gerçekleştirdik.
Arıyorum’a İTÜ’nün hayatını nasıl etkilediğini ve mentorluk sistemini anlattı.
Lisans eğitimi için Teknik Üniversite’yi tercih
etmenizin özel bir nedeni var mıydı?
Erol Bilecik: Benim yaşam öykümde de bu yanıtı hazır olan sorulardan bir tanesi açıkçası.
Zaman zaman da gerçekten keyifle anlatıyorum. Ben Antakya-Hatay doğumluyum. Belki
de İTÜ’nün klasik öğrenci profillerinden bir
tanesiyim. Çünkü bildiğim kadarıyla İTÜ hala
%65-70 öğrencisini Anadolu şehirlerinden
alan bir üniversitedir. Benim de özellikle ortaokul ve lise dönemlerimde, İTÜ’de okuyup
yaz tatillerinde şehre gelen abilerimiz ablalarımızın sayısı azdı. Abilerimize çok büyük bir
hayranlık duyardım. Onların konuşma biçimleri bile bizi etkilerdi. Nedense ilkokul dönemlerinden bu yana hep elektrik mühendisi olma
isteği vardı. Ağabeylerimizi gördükçe İTÜ’de
okumak ve mühendis olmak benim için hep
olmazsa olmazlardan bir tanesiydi.
Sizin zamanınızla kıyasladığımızda sosyallik
açısında İTÜ’nün şimdiki halini nasıl buluyorsunuz?
Şu an bence fena değil. Ben 81 girişli bir mezunum. Aşağı yukarı 34 yıl öncesinden bahsediyoruz. Sadece sosyallik açısından bakarsak,
yeşil çimlerde oturup muhabbet etmekten ve
müzik yapan arkadaşları dinlemekten başka
bir sosyallik yoktu. Şu an İTÜ bambaşka…
Bağını koparmayan İTÜ’lülerden biri olarak
bu ayrıma rahatlıkla yapabiliyorum.
İTÜ’nün size kazandırdıkları hakkında neler
söyleyebilirsiniz?
İTÜ’nün bana net olarak kattığı birçok şey var.
Bunlardan bir tanesi: sınıf arkadaşımla evlendim, sevgili İnci ile. İş hayatımdaki arayışlarıma son verdi. Aile kökenlerim girişimciliği
tercih eden bir yapıda. Babam mobilyacıydı. O
dönemde herkes kendi işini yapardı, zaten başka bir kavram yoktu. Anadolu’da genelde insanlar girişimciliğe yöneltilirler. İTÜ network
avantajı getiriyor. Bunu iyi kullanan öğrencilerin yapmak istediklerine daha kolay ulaşacaklarını sanıyorum. Yüz bin yaşayan mezunun
çok önemli bir faydası olabilir. Bu anlamda
bana da çok katkıda bulunan, fikirlerini aldığım İTÜ’lüler olmuştu.
Size vizyon katan mezunlar mı oldu yoksa
ders anlatan hocalar mı?
met et, bayrağı biraz daha yukarı çek ve devret.
Burada da 2014 Nisan ayında sevgili Veli Tan’a
devretmiştim. Çünkü bunlar bizim profesyoBen birebir bilgisayar mühendisliği yaptım
nel mesleklerimiz değil ama zorunda kaldığıdemiyorum. Bugüne kadar getirdiğim Index
mız, zorunluluğunu keyifle hissettiğimiz şeyGrubun durumuna baktığım zaman bilgisayar
ler. Bayrağı yukarı çekip daha fazla farkındalık
mühendisliği okumadan da yapılacak işlerden
yaratabiliyorsanız . İTÜ hem iyi bir mühendis,
bir tanesi. Günün sonu
hem iyi bir iş adamı,
itibariyle,
dünyanın
rol Bilecik 1962 yılında hem iyi bir insan
her yanındaki teknoloyetiştirir bunu da
Antalya’da doğdu. İlk, orta ve sizden sonrakilere
jiyi Türkiye’ye getiren
şirketi kurmuş oldum.
lise eğitimini yine Antakya’da ta- hatta daha gençleİTÜ bilgisayar mühenre devretme inanışı
mamladı. 1986’da İTÜ Bilgisayar içerisindeyim.
disliği mezunu olarak
Mühendisliği’nden mezun oldu.
başlangıçta özellikle,
daha az bir sermaye ve
1987’de Nixdorf Computer’de Mentorluk sistemi
daha geniş bir network
nasıl gelişti?
sistem analisti olarak çalışmaya
kullanma kabiliyeti ile
daha analitik düşünen
başladı ve 2 yıl boyunca bu göre- Yönetim kurulunbir beyne sahip oludaki
arkadaşların
vini sürdürdü.
yorsunuz. Bunun hepsi
ortak
görüşüyle
gerçekten İTÜ sayesinortaya çıkmış olan
de olmuştu, hiç abartBilecik 1989 yılında Index en keyifli projelermıyorum.
den bir tanesiydi.
Bilgisayar’ın kurucu ortakların- Hatta öyle güzel bir
Yani sizin hayatınıza
dan olarak firmanın Genel Mü- yapı da oturmuştu
İTÜ şekil verdi diyebifikir olarak 4-5
dürlük görevini üstlendi. Halen ki,
lir miyiz?
arkadaşımızın ortaIndex Grup bünyesindeki Index ya koymuş olduğu
Böyle dersek %100
Bilgisayar A.Ş., Despec A.Ş., Da- fikirdi. Üniversite
doğru tanımla başını
yönetimiyle ve setagate A.Ş., Neteks A.Ş, Neotech natoyla çok keyifli
ve sonunu da köşelemiş
oluruz.
A.Ş. ve Teklos A.Ş.’nin CEO’su- bir diyalogla daha
dur. 2001-2005 yılları arasında, doğrusu ilk etapta
Mezunlar Derneği’ndeiki yüze yakın bir
Türk bilgisayar sektöründeki en menti alma planımız
ki başkanlığınızı anlatır mısınız?
eski sivil toplum kuruluşu olan vardı. İlk başvuran
iki yüzü almak üzere
TÜBİSAD’ın (Türkiye Bilişim tamamıyla elektro2011-2014 yılları araSanayicileri ve İşadamları Der- nik ortamdan almışsında
bulundum...
Bulunduğum
bütün
tık başvuruyu. Uzun
neği) başkanlığını yaptı.
STK’larda içindeki debir müddet keyifle
legasyonu iyi oturttukdevam eden bir yapı
tan sonra çalışmayı bıoldu.
rakmayı kendine hedef belirlemiş insanlardan
Özel sektörlerden gelmiş olan insanlarız. Kenbir tanesiyim. Tabi İTÜ’nün yeri bambaşka
di şirketlerini kuranlar var. Başlangıçta en çok
ama orada da kendi inanışımı bozmamış olihtiyaç duyduğumuz şeylerden bir tanesi bu
maktan çok memnunum. Benim standardım
anlamda büyüklerin bizimle fikirlerini paylaş(eğer farklı bir metodoloji yoksa sivil toplum
masıydı. Eğer bunu da bir İTÜ’lü öğrencinin
örgütünün kuruluş tüzüğünde vs.), üç yıl hizbir İTÜ’lü ağabeyinden, ablasından yapabi-
E
lirse daha değerli olacağına inandık. Çünkü
Onur Can senin aşağı yukarı ne hissettiğini bilemem ama takriben tahmin etme şansım var.
Senin kafanda 10 soru işareti varsa en azından
3 tanesinin net yanıtını bende diyebilirim. Adı
“mentorluk” belki yeni bir kavram ama insanlığın ilk zamanlarında beri devam eden bir şey.
Biz bunu çok iyi formatlamıştık. Çok keyifli
beraberlikler çıktı diye düşünüyorum.
Şu an mezunlarla İTÜ arasındaki ilişkiyi nasıl buluyorsunuz?
Mezunlarla İTÜ arasındaki ilişkinin ilk gün
itibarıyla hem savunan hem de bu konu hakkında daha fazla farkındalık yaratmaya çalışan
insanlardan bir tanesiyim. Diğer üniversitelerle karşılaştırdığımız zaman mezunlarla ilişki
konusunda daha başarılıyız diye düşünüyorum. Diğer üniversitelerin ortalamasının çok
üzerinde… Bu kadar geçmişi ve tarihi, yüz
bin üzerinde mezunu ve geniş bir ağı olan bir
üniversitenin mezunlarla ilişkisinin daha fazla
olması gerektiğini düşünüyorum. Doğru yoldayız ama hala yolumuz var.
Kısaca bir mentorluk yapmanızı istesek, acaba İTÜ’lülere ne tavsiye edersiniz?
Belki mühendislik eğitiminden biraz dışarı
çıkabiliriz ama bir miktar daha fazla hayatı
kucaklayabilecek… KDV’nin yüzde kaç olduğunu, muhtasar beyannamesinin ayın kaçında
yatırılması gerektiği, biraz vergi nedir, ne değildir… İş hayatına hazır öğrenciler yetiştirebilecek kavramlara dokunması gerektiğine
inanıyorum öğrencilerimizin. İşinizin direk
parçası değil ama dolaylı olarak etkileyebilecek
şeyleri, iş hayatınızı kolaylaştıracak şeyleri bilmekte fayda var. Bunun için İTÜ öğrencilerine
tavsiyem, yaz aylarını çok iyi değerlendirmeleri ve iyi bir mentor seçimi yapmaları... Rahatlıkla görüşebileceği, mümkünse İTÜ’lü bir
mentor çok fayda sağlar. İyi bir staj yapmalılar.
Kendi yol haritalarını çıkarmaları konusunda
staj oldukça faydalıdır. Yabancı dil eksikliği
varsa yaz dönemi bunun için de bir ilaç olmalı.
Birden fazla dil yerine tek dil yeterlidir. Yarım
yarım iki dil bilmek yerine iyi akıcı bir İngilizce fazlasıyla yeterlidir. Özetle, yaz dönemi
ıskalanmaması gereken bir dönem gerçekten.
ARIYORUM
7
MAYIS 2015
Flipped Classroom
Onur Can Sungur
[email protected]
TÜRKİYE’NİN İLK VE TEK
FOTOĞRAF MAKİNELERİ
MÜZESİ
Yolunuz bir gün Bakırköy’e düşerse, Bakırköy’ün en sakin ve sessiz
mahallesi olan Osmaniye Mahallesine gidin ve Türkiye’nin ilk ve tek
kamera müzesini ziyaret edin. En eskisinden en yenisine kadar 1100’den
fazla fotoğraf makinesinin, çeşit çeşit fotoğrafların ve bu hobiye dair
aklınıza gelebilecek her şeyin yer aldığı muhteşem bir müze karşılayacak
sizi. 35 yıllık biriktirmenin sonucunda 2005 yılında, uzun yıllar hayalini
kurduğu bu müzeyi hayata geçiren Hilmi Nakipoğlu ile yaptığımız tatlı
sohbeti siz okurlarımız için gazetemize taşıyoruz
Fotoğrafa olan ilginiz nasıl başladı?
“Edilgen bir şekilde sınıfta beklemek ya da o esnada dinlemek değil
de aslında zaten kafalarında birtakım sorularla birlikte daha aktif
olarak derse katılmalarını sağlamayı amaçlayan bir yöntem.”
İ
TÜ Ayazağa Kampüsü’ne 20 dakikalık mesafede bulunan MEF(Modern Eğitim Fen) Üniversitesi, bu eğitim öğretim yılının başında
ilk öğrencilerini kabul etti. Kurucu rektörlüğüne
Muhammed Şahin’in getirildiği üniversite, Türkiye’deki üniversitelerde alışılagelmiş eğitim sistemlerine yeni bir bakış açısı getirdi. Klasik sistemdeki gibi ders anlatıcısının merkezde olduğu
bir eğitim modeli yerine, öğrenci merkezli bir
eğitim modeli olan flipped classroom sistemini,
üniversitenin tüm programlarına uygulayan tek
üniversite oldu.
FLIPPED CLASROOM NEDİR?
Flipped classroom, dersin işleniş sıralamasını
değiştirmeye yönelik, özellikle yeni kuşak için
geliştirilen bir eğitim modelidir. Akademisyenin
sınıfta dersi anlattığı ve sonrasında öğrencilerin
işlenen derse yönelik uygulamalar yapmasının
istendiği geleneksel eğitim modelini tersine çevirmeye yönelik bir sistem olarak tasarlanmıştır.
Önceleri yurt dışında liselerde uygulanan bu
model, İbrahim Arıkan tarafından kurulması
planlanan MEF Üniversitesi’nde uygulanmak
istenmiş, konu hakkında akademisyenlere danışılmış ve “işlemez” cevabı alınmıştır. Bunun üzerine lise ve üniversite öğrencilerinin fikri alınmış
ve model, öğrenciler tarafından çok beğenilmiştir. Yapılan çalışmalar ve değerlendirmeler üzerine “flipped classroom” sistemi ile eğitim hayatına
başlayan MEF Üniversitesi, öğrenci merkezli bu
sistemi, yine öğrencilerin fikirlerini alarak Türkiye ile tanıştırmıştır.
Geleneksel eğitim sistemiyle flipped classroom
sistemi sınıftan önce, sınıfta ve sınıftan sonra
şeklinde üçe ayrılarak karşılaştırılabilir.
‘‘Flipped classroom modelinde ise, sınıfa gelmeden önce internetten akademisyenin hazırladığı
ders anlatım videoları izlenir ve ders kaynaklarına bakılır.’’
Geleneksel eğitim sisteminde, sınıfa gelmeden
önce ders kaynakları incelenerek akademisyenin anlatacağı derse ön hazırlık yapılır. Sınıfta,
akademisyenin anlattıkları dinlenilir ve sınıftan
sonra, verilen ödevler, projeler ve uygulamalar
yapılır. Flipped classroom modelinde ise, sınıfa
gelmeden önce internetten akademisyenin hazırladığı ders anlatım videoları izlenir ve ders
kaynaklarına bakılır. Sınıfta akademisyenin rehberliğinde uygulama yapılarak ders konusu tar-
tışılır. Böylelikle öğrencilerin kafalarındaki
sorular derste bitirilmiş olur. MEF’te bunun
uygulamasını Mimarlık Bölümü Öğretim
Üyesi Yrd. Doç. Dr. Bahar Beşlioğlu ilk ağızdan anlatıyor: “Genel olarak derslerden önce
dersin içeriğiyle ilgili 15-20 dakikalık bir ya
da birden fazla video hazırlıyoruz öğretim
üyeleri olarak… Bunu, öğrenciler derse gelmeden önce izliyorlar. Yine okumalar ekliyoruz onunla ilgili, gerekirse şemalar, görsel
malzemeler ekliyoruz. Bunun yanı sıra yine
derse gelmeden önce sorular ekliyoruz ve bu
sorular doğrultusunda ne kadar anlaşılmış,
hangi konuda ne gibi sıkıntılar söz konusu,
hangi konular anlaşılmamış bu verilere göre
hem bir kanı sahibi oluyoruz hem de öğrencileri gruplandırabiliyoruz. Öğrenciler derse
hazırlıklı gelmiş oluyorlar. Derse geldiklerinde de öncelikle bunu herkesin izleyip izlemediği, bu materyalleri okuyup okumadığıyla
ilgili soru sorduktan sonra duruma göre öğrenciler arasında gruplandırma yaparak onların kendi aralarında tartışmalarını sağlıyoruz.
Daha sonra da hep beraber konuyu tartışıyoruz. Böylece dersin dersten sonra kalan kısmı
öğrencilerin kafalarındaki sorular derste yanıtlanmış olarak dersten ayrılmış oluyorlar.
Yani problem çözme bölümü ders esnasında
halledilmiş oluyor ve aynı zamanda öğrenciler içeriği bilerek geldikleri için kafalarındaki
soruları da düşünecek vakitleri oluyor. Böyle
bir sistem var. Sonraki haftalarda ya da dersi
kaçıran öğrenciler için de o videoları tekrar
izleme şansları oluyor. Yine tartışma platformu var bu “blackboard” dediğimiz sistem içinde. Burada da yine dersten önce ya
da dersten sonra kendi aralarında da, dersin
hocasıyla da bu konuları tartışabiliyorlar.
Öğrencilerin aktif olduğu bir sistem flipped
classroom modeli. Edilgen bir şekilde sınıfta
beklemek ya da o esnada dinlemek değil de
aslında zaten kafalarında birtakım sorularla
birlikte, daha aktif olarak derse katılmalarını
sağlamayı amaçlayan bir yöntem. ”
Şuan ABD’de Teksas Üniversitesi, Vanderbilt
Üniversitesi ve Washington Üniversitesi’nde
ayrıca
Avustralya’da
Queensland
Üniversitesi’nde bu sistemle eğitim veriliyor.
Flipped classroom, bilgisayar ve internet kullanımının üst düzeyde yer aldığı bir eğitim
modeli olarak MEF Üniversitesi’yle birlikte
Türkiye’de de yerini aldı.
Hilmi Nakipoğlu: Ben 12 yaşından beri
fotoğraf çekiyorum. Annemin çeyiz
sandığını açtım, içindekileri çıkardım.
Birkaç tane fotoğraf kartı, birkaç tane film...
Bu fotoğraflarla başladı ilgim. İnsanlar
fotoğrafları neden bastırıyorlardı eskiden?
Eskiden filmler vardı. Daha eskiden cam
negatifler vardı. Halk dilinde “arabi”
dediğimiz filmler. Kolleksiyonerliğe ise
1970’ten sonra başladım. Birgün baktım
bin yüz küsur tane fotoğraf makinesi
biriktirmişim. Hayalimde müze vardı.
Hedefi olmayan gemiye, rüzgarın da etkisi
olmaz. Hedefi belirleyeceksin ki rüzgar alsın
götürsün seni. Sonunda bu müzeyi kurdum.
Şimdi mobil müze düşünüyorum. Öyle köy
köy, kasaba kasaba gezdirecek adam lazım.
Hani bir bankanın tiyatro reklamı var ya,
jeneratörü çalıştırıyor, tırın arkasından
sandalyeleri
çıkarıyorlar,
sinemayı
kuruyorlar. Ben de onun benzerini mobil
fotoğraf müzesi şeklinde yapma hayalim
var çünkü elimde hala daha 300-400 tane
fotoğraf makinesi var.
Ama mimar ya da mühendis değilim.
Mimarlar estetiğe, mühendisler statiğe dikkat
etmek zorundalar. Ama ben müteahhit
olarak hem estetiğe, hem de statiğe dikkat
etmek zorundayım. İşinizi iyi yapmak
zorundasınız. Boynunuzda veballer var. Asli
meslek olarak müteahhitlik yaptım ama asli
mesleğin kafada bittiğine inanıyorum. Asli
mesleğin yanında 2-3 tane de hobi edinilmesi
gerektiğine… Bu yüzden tüm o saydığım
sanatsal işleri hobi olarak yaptım. Yaptığım
tüm işlerden zevk aldım, her zaman zevk
aldığım işleri yaptım. Bu yüzden, hayatınızı
süsleyin.
“Yapacağınız bir işte önemli olan, sizin
nasıl hissettiğinizdir.”
Böyle bir bakış açısı taşıyan insanları
göremiyoruz etrafımızda. Sizin bu yolu
seçmenizde aileniz size destek oldu mu?
Destek olmadılar ama köstek de olmadılar.
Bu da bir yerde destek sayılır. Ben bu müzeyi
hiç kimseden destek almadan yaptım.
Makinelerimin çoğunu İstanbul’dan, bir
kısmını da seyyar satıcılardan, kimisini
Sirkeci, Çınaraltı’ndan paramla satın aldım.
Ben sigara müptelası olsaydım, hem param,
hem sağlığım giderdi. Oraya harcayacağım
parayı buraya harcamışım.
Zaten gönül
işlerinde para pul ikinci planda kalmalıdır.
Önemli olan sizin ne düşündüğünüz ve
hissettiğiniz olmalıdır.
Koleksiyon kültürü size ne kattı?
“Hayatınızı süsleyin…”
Fotoğraf dışında nelerle uğraştınız?
Ortaokul-lise hayatımda fotoğraf kulübümü
kurdum. Tiyatrolar oynadım. Akşam
Gazetesi’nin tiyatro yarışmalarına, Milliyet
Gazetesi’nin ses yarışmalarına katıldım. Şarkı
da söyledim. Resim yaptım. Görsel sanatların
hemen hemen hepsi ile ilgilendim. Yıllar
sonra da bu okulu, Nefus Nakipoğlu Zihinsel
Engelliler Okulu’nu kurdum. Engellilik bir
tercih midir, bir kader midir? Kimse bunu
tercih etmez. Onların kaderlerine ortak
olmak gerekir. Ateş düştüğü yeri yakar,
söndürmek hepimize düşer. Okulu kurarken
tüm fiziksel yaklaşımları ve estetiği ile ben
ilgilendim.
Dünya sanatını, dünya kültürünü toplamak,
biriktirmek; insanlığa bu anlamda bir müze
ile ulaştırmak, benim iş hayatında daha
eğlenceli, daha motivasyonu yüksek bir insan
olmamı sağladı. Fotoğraf, tiyatro, müzik…
Bunların hepsi hayatımızın parçaları...
Bunlar hayatımızda her şeyin daha zevkli
olmasını sağlar. Ben şimdi eğitim yuvalarının
kurucusuyum. Orada da “Haydi çocuklar,
koleksiyon yapalım!” sloganı ile aşılamaya
çalışıyoruz.
8
21
ARIYORUM
MAYIS 2015
“22-24 Nisan Olayları: AFİŞ GERGİNLİKLERİ”
Nisan tarihinde, İstanbul Teknik
Üniversitesi Stratejik Araştırma Kulübü (İTÜSAK) tarafından düzenlenen ve Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi (TÜRKSAM) Başkanı Dr. Sinan Oğan’ın konuşmacı olarak katıldığı «100.
Yılında Ermeni Meselesi: Soykırım Yalanı»
isimli panelin afişleri kulüple alakası olmayan
iki grup arasında afiş gerginliği yarattı. Etkinlik için hazırlanan ve asılma izni olan afişler,
panele katılan konuşmacının siyasi yönünden
rahatsız olan kişilerce indirildi. İTÜ’lü Milliyetçiler ise bu durumdan rahatsız oldukları
için yeni bir afiş hazırlatarak ertesi gün bunu
Merkezi Derslik binası ve yemekhanenin çeşitli yerlerine astılar.
İkinci afişin asılması karşıt görüşlü iki grup
arasındaki olayların çıkmasına sebep oldu.
Gün içerisinde farklı zaman dilimlerinde üç
öğrenci darp edildi. Saat 18.00 sularında 20-25
kişilik grup tarafından darp edilen öğrenci için
ise Mediko’dan çağrılan ambulans uzun süre
gelmediği için güvenlik görevlileri tarafından
arabayla İstinye Devlet Hastanesi’ne götürüldü. Akşam saatlerinde okulun öğrencisi olmadığı halde okula girerek Merkezi Derslik binasında afişleri söken öğrenci grupları ile güvenlikler arasında yaşanan olaylarda iki güvenlik
görevlisi ile gruptan da bir kaç kişi yaralandı.
24 Nisan’da yaşanan olayla ve rektörlüğün
yaptığı açıklamayla ilgili İstanbul Teknik
Üniversitesi Öğrenim Üyeleri Derneği’nin
www.ituder.org adresinden yaptığı açıklamalar;
“Üniversite, özel güvenlik birimlerinin keyiflerince şiddet uygulayabileceği bir alan
değildir. İTÜDER, 24.04.2015 tarihinde İTÜ
Maslak kampüsünde meydana gelen olaylar çerçevesinde, Özel Güvenlik Birimlerinin
üniversite içerisinde öğrencilere yönelttiği
keyfi şiddet uygulamasını nefretle kınamaktadır. Üniversite, bu birimlerin öğrencilere,
çalışanlara ya da Öğretim Üyelerine gönüllerince saldırabilecekleri bir alan değildir.
İTÜDER’in Üniversite Yönetiminden talebi,
bu saldırganların derhal tespit edilip cezalandırılmalarıdır.İTÜDER YÖNETİM KURULU”
şeklinde oldu.
22 ve 24 Nisan olaylarıyla ilgili rektörlüğün 24
Nisan 16.59’da www.itu.edu.tr adresinden yaptığı açıklamaya ve İstanbul Teknik Üniversitesi
Öğrenim Üyeleri Derneği’nin www.ituder.org
adresinden yaptığı açıklamanın tamamına
aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.
24 Nisan’da yaşanan olaylarla ilgili görgü tanıklarından Erkan Şen’in 24 Nisan
14.37’deki ifadesi;
“ Yaklaşık yarım saat önce medde gerçekleşen
olayın ayrıntılarını yazmak istiyorum ki herkes ne olduğunu bilsin ve bilgi kirliliği olmasın. (başlarken de söyleyeyim İTÜ’de hiçbir
gruba dahil değilim hatta hiçbir grupla konuşmuşluğum dahi yoktur.) Neden yazdığımsa
söz konusu masanın hemen yanındaki masada
oturan biri olmam. Ne oldu peki? Saat 1.30 civarında okula bir TOMA girdi. Olay yok bir
şey yok bu TOMA’nın burada ne işi var diye
düşünüyorduk. Yan masamızda ise üzerinde 1 Mayıs afişleri bulunan bir masada 3 kişi
oturmuş muhabbet ediyordu. Derken Espresso Lab kepenk kapadı. Ne oluyor diye etrafa
bakınırken. Bir anda 40 civarında güvenlik
aniden Espresso Lab kapısından yanımızdaki masaya koşmaya başladı “Al al al!” diyerek
afişleri söktüler. Masadaki çocuklar dahi hiç
kimse bir şey beklemiyordu, sandalyeden
düşercesine koştular. İşlem başarılıydı kırk
TARAFLAR NE DİYOR
İTÜ’lü Milliyetçilerle
yaptığımız röportaja göre:
Öncelikle olayların nasıl başladığını
anlatabilir misiniz?
21 Nisan›da «100. Yılında Ermeni Meselesi:
Soykırım Yalanı» isimli panel yapıldı ve
20Nisan’da bunun için afiş hazırlanmıştı.
Afişler izinli olmasına rağmen söküldü.
Bunları sökenler 7-8 kişilik bir gruptu. Bu
kişiler okulda tanımadığımız ve okuldan
olmadığını tahmin ettiğimiz kişilerdi. Bu
nedenle izinli afişin kaldırılması rektörlüğe
şikayet edildi ve MED’deki afişleri güvenliğin
aldığı, yemekhanedeki afişin ise 2-3 öğrenci
tarafından söküldüğü ortaya çıktı ve
haklarında soruşturma açıldı. Ancak etkinliğin
sökülen afişlerinin üzerine DİP tarafından
düzenlenecek olan «Bir Sınıf Mücadelesi
Olarak Ermeni Soykırımı» panelinin afişleri
asılmıştı. Biz de afişlerin sökülmesi ile yeni
afişler basıldı.
22 Nisan olaylarıysa; 21 Nisan’da gerçekleşen “100. Yılında Ermeni Meselesi: Soykırım
Yalanı”isimli panelin afişlerinin sökülmesiyle
başladı.
Peki 22 Nisan’daki darp olayları nasıl
gerçekleşti?
Olayların yaşandığı sırada SDKM’ye biraz
uzaktaydım tam olarak kaç kişi olduğunu göremedim. Ama bir veya iki kişi yaralandı.
22 Nisan’da İTÜ’lü milliyetçilerden oluşan
ufak bir grup öğlen yemekhanede yemek
yediği esnada bir arkadaşımız dövülüyor ve
yüzünde morluklar oluşuyor. Bu olayla ilgili
soruşturma başlatıldı. Akşam saatlerinde ise
İTÜ’lü milliyetçilerden oluşan bir başka grup
yemekhanede yemek yiyor.Yemekhaneden
çıktıklarında 20 kişilik grup vda peşlerinden
çıkıyor ve arkadaşlarımız Merkezi Derslik ile
Süleyman Demirel Kültür Merkezi arasında
karşılarından da gelen büyük grubu fark
ediyor. Bir anda «Faşizme karşı omuz omuza!»
ve «Faşizmi kendi kanında boğacağız!»
sloganları atan yaklaşık 70 kişilik grup arasında
kalan arkadaşlarımız rektörlük binasına
gitmeye karar veriyor ve rektörlük binasına
doğru koşuyorlar. MED civarında kalabalık
grup arkadaşlarımızın üzerine soda şişeleri
ve sopalar fırlatıyor. Bir arkadaşımız koşarken
SDKM civarında diğer arkadaşların gerisinde
kalıyor ve başına isabet eden soda şişesi
sebebiyle yere yığılıyor. Bu sırada yere yığılan
arkadaşımıza, gruptan yaklaşık 20-25 kişi
saldırıyor. Arkadaşımızın yere yığıldığını fark
eden bir başka arkadaşımız hemen yardımına
koşuyor ancak o da tartaklanıyor. Her ikisinin
de vücutlarının pek çok yerine özellikle de
kafalarına vuruluyor. Grubun dağılmasıyla
ambulans aranıyor ancak uzun süre ambulans
gelmiyor. Güvenlik görevlilerinin arabasıyla
arkadaşımız, İstinye Devlet Hastanesi’ne
götürülüyor. Bu sırada dört arkadaşımız da
ona refakat ediyor. 19.00 sularında getirildiği
hastaneden yaklaşık üç saat sonra taburcu
ediliyor; ancak ilerleyen saatlerde yeniden
hastaneye götürülüyor. Bu kez Okmeydanı
Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne giden
arkadaşımızın burada tomografisi çekiliyor
ve saat 01.00 sularında da buradan taburcu
oluyor. Her iki arkadaşımızda olayla ilgili
polise de ifade verdi.
Peki 22 Nisan akşamında yaşanan olaylar?
24 Nisan’da ise HDP İTÜ Gençlik Organizasyonu olarak biz MED’in dışarısına Ermeni
meselesiyle ilgili afişler astık. Fotoğraflarda ise
1915 olaylarında hayatını kaybeden Ermeniler
ve Hrant Dink vardı. Aynı gün Devrimci İşçi
Partili İTÜ’ler tarafından da MED’e 1 Mayısla
ilgili afişler asıldı.
22 Nisan’daki olaylarda karşı gruptan iki
kişiyi darp ettiğiniz doğru mu?
Okuldan olmayan ülkücü sloganlar atan bir
grup MED’e girip tüm afişleri söktü.
24 Nisan’da yaşanan olayları biraz daha
detaylı anlatabilir misiniz?
MED’in dışarısında HDP-İTÜ olarak bizim
ve DİP-İTÜ’vnün 1915 olayları ve 1 Mayısla
ilgili afişleri vardı. Güvenlik görevlileri DİPİTÜ grubunu uyararak afişlerin kaldırılmasını
istedi, ancak bizim afişlerimiz anmayla ilgili olduğu için bizi uyarmadı ve bize afişlerin
kalabileceğini söyledi. Biz ise DİP-İTÜ grubuna destek olduk. Bunun üzerine güvenlik
görevlileri DİP-İTÜ grubunun etrafını sardı
ve bize de DİP-İTÜ grubuna destek olduğumuz için afişlerimizi sökeceklerini söylediler.
Güvenlik görevlileriyle öğrenciler arasında
küçük sürtüşmeler başladı ancak herhangi
bir darp olayı yaşanmadı. Güvenlik görevlileri DİP-İTÜ afişlerini söktü, bunun üzerine
DİP-İTÜ afişleri yeniden astı. Güvenlik amiri
afişler tekrar asılınca “Afişleri kaldırın yoksa
polis olaya müdahale edecek.” dedi. Ve afişler
kaldırılmayınca güvenlik görevlileri öğrencilere müdahale etti. Arbede yaşandı. Bu sırada
güvenlik görevlisi öğrencilere sandalye attı,
afişler de indirildi. Polis de bu olaylardan sonra öğrencilere müdahale etti ve polis plastik
mermi kullandı. Polis sağduyu çağrısı yaparak
güvenlik görevlilerini sakinleştirmeye çalıştı.
Bunun üzerine öğrenci grubu tekrar MED’e
geldi. MED’in önünde olaylara dahil olmayan
üniversite öğrencileri polis ve güvenlik amirleri ile görüştü. Polisler geri çekildi. DİP-İTÜ
ve bizim tarafımızda afişler 3. kez tekrar asıldı.
22 Nisan’vda MED yaşanan afiş
gerginliğiyle alakanız nedir? Afişleri
sökenlerin ülkücü olduğu ve okul dışından
olduğu söyleniyor?
Ülkü Ocakları haberi sosyal medya üzerinden
alıyor. Biz kendileriyle iletişim kurmadık.
Akşam saatlerinde Ülkü Ocakları’ndan gelen
25-30 kişilik grup güvenlik tarafından okula
alınmıyor ancak zorla giriyorlar. Okula
girdikleri gibi MED’e yöneliyorlar. Burada
bütün afişler söküyorlar. Grup dışarı çıkmak
isterken güvenlik buna izin vermiyor ve
güvenlik coplarla gruba saldırıyor. Grupla
güvenlik görevlileri arasında arbede yaşanıyor.
Olaylarda iki güvenlik görevlisi ve gruptan
4-5 kişi yaralanıyor. Ancak bizim 24 Nisan’da
yaşanan olaylarla hiçbir ilgimiz yok.
HDP İTÜ Gençlik Organizasyonuyla yaptığımız röportaj:
Olayların nasıl başladığını anlatır
mısınız?
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki 22 ve 24
Nisan’daki olayların çıkış sebepleri birbirinden
farklı. 22 Nisan olayları iki karşıt gruplar arasında afiş yüzünden gerçekleşmişken, 24 Nisan
olaylarının genel sebebi güvenlik görevlileri ve
polis ile öğrenciler arasında yaşanan afiş gerginliğiydi.
24 Nisan’da sekiz öğrenci ne zaman
gözaltına alındı?
Afişlerin yeniden asılması üzerine saat beş
sularında polisler geri geldi. Polis grubu dağıtmaya yönelik müdahale de bulundu. Sivil
polisler ve çevik kuvvet öğrencilerin etrafını
MED civarında sardı ve öğrenciler EEB ve
FEB yönüne dağıldı. Bu müdahaleden sonra
sekiz kişi göz altına alındı; göz altına alınanlardan biri Erasmus yapan bir doktora öğrencisi.
Gözaltına alınmaları polis değil güvenlik yaptı, hatta polis öğrencileri gözaltına almaya çok
sıcak bakmadı. Güvenlik görevlileri yasak olduğu halde öğrencileri ters kelepçeledi. Olaylar hiç ilgisi olmayan bir öğrenci de bu olaylar
sırasında gözaltına alındı ve kendisinin darp
raporu da var. Güvenlik görevlileri öğrencilere
küfretti ve öğrencileri darp ettiler. Gözaltına
alınan öğrenciler Pınar Mahallesi’ndeki Asayiş Büro’ya götürüldü. Orada ifadeleri alınarak
serbest bırakıldılar.
Ahmet Buğra Başer [email protected] Bilge Dönmez [email protected] Orhan Tüfek [email protected]
22 Nisan’da yaşanan afiş gerginliklerinden
hemen sonra yaşanan bir diğer afiş gerginliği ise 24 Nisan’daydı. Bu kez olaylar iki karşıt
grup arasında değil, öğrenciler ile güvenlik
görevlileri ve polis arasında yaşandı. Bir grup
öğrencinin öğle arasında toplanacağı duyumunun alınması üzerine polisin TOMA ile
birlikte okula girmesi, öğrencileri şaşırttı.
Öğlen saatlerinde 1915 anması için Merkezi
Derslik binası önünde toplanan, 24 Nisan ve
1 Mayısla ilgili afişler asan gruba ilk müdahale güvenlik görevlilerinden geldi. Güvenlik
görevlileri öncelikle afişlerin toplanmasını talep edip ardından afişleri toplamaya başladı.
Öğrenciler de buna izin vermeyince güvenlik
görevlileriyle öğrenciler arasındaki gerginlik
büyüyerek arbedeye dönüştü. Polisin de dahil
olmasıyla arbede giderek büyüdü. Sekiz öğrenci gözaltına alındı ve ifadeleri alınan öğrenciler akşam saatlerine doğru serbest bırakıldı.
Olayların durulması üzerine 16.30 sularında
yeniden bir araya gelen grup ise afişlerinin bir
kısmını yeniden asıp 22 Nisan’da yaşanan olayla ve ülkücülerin ağırlıklı olduğu üniversiteler
üzerinden faşizm ile ilgili açıklama yaptıktan
sonra olaysız dağıldı.
tane güvenlik 4 afişi sökmüştü. Daha sonra
güvenlikler MED’in girişinden gelen maskeli
gaz bombaları taşıyan polisle birleşip MED’in
girişine yakın olan başka bir masadaki afişlere
yöneldiler. Bu sefer afişleri tutan insanlar vardı orada ve coplarla onları uzaklaştırıp afişleri
söktüler. Cop yiyenlerden bazıları da güvenliklere vurdu ve kısa süreli bir arbede çıktı. Bu
sırada gördüğüm şey elinde copları bulunan ve
toplamda 80 kişiyi bulan güvenlik ekibinden
2 kişi öğrencilere sandalye attı. Sonra polisin
bastırmasıyla iki grup birbirinden ayrıldı. Espresso Lab’ın önünde duran güvenlik ekibinin
başı olduğunu tahmin ettiğim iki kişiye (sivil
giyimli elinde telsiz emir veriyordu) tepkimi
göstererek; “Abi ne yapıyorsunuz adamların
suçu neydi? Pankart sökmek için 40 güvenlik
3 adama saldırmak nedir? Burada olay çıkartana kadar dün kapıları tutsaydınız.” dedim.
Verdiği cevap birinin; “Biz de emir kuluyuz.”
oldu. Öteki ise “Dün görev değişimine denk
geldi girmişler ama 2 kişiyi hastanelik etmişler, bi’ görseniz çocukların halini...” dedi. “Kim
etmiş?” deyince “Aynı grup bunlar.” dedi. “Aynı
grup olduğunu nerden biliyorsunuz? Gördünüz mü?” deyince “Onlarmış!” dedi. “İyi de
bu adamların bir kaçını tanıyorum. Bunlar
okul öğrencisi. Girmek için neden turnikeden atlasın? Kartını okutur geçer.” deyince bir
şey diyemedi. Sonuç olarak benim gördüğüm
şu 40 güvenlik + polis ve TOMA 3 adamın
oturduğu masadaki afişi sökmek için MED’in
içine saklanıp aniden çıkarak baskın yaptı.
İki güvenlik öğrencilere sandalye attı. Polisin
birini de elindeki gaz silahını çalkalarken
gördüm bu arada, sanki deodorant sıkacak. Ve
bütün bu olay sonucunda okulun huzurunu
ve insanların keyfini bozmak pahasına 7 afiş
indirilerek destan yazıldı arada öğrenciler
dayak yedi.”
ARIYORUM
MAYIS 2015
YÖK mü Bunun Çaresi?
Kaldıracağız dediler ama...
Melis Yalçın
[email protected]
YÖK: Yüksek Öğretim
Kurumu’nun Hayatımıza Girişi
1982 Anayasası’nın kabulü ile birlikte ünivversitelerde yeni bir dönemin de kapıları açılmış oldu. Anayasanın 131. Maddesi, yüksek
öğrenimi planlamak, denetlemek ve düzenlemek amacıyla bir yeni kurumun varlığını tanımlayıp Yüksek Öğretim Kurumu’nu kurdu.
Anayasanın özel yetkilerle donattığı Yüksek
Öğretim Kurumu, öğretim elemanlarının yetiştirilmesinden, üniversitenin ne zaman açılıp kapanacağına, rektör atamalarına, gerekli
gördüğü taktirde üniversite öğrenimine ara
vermeye, düzene aykırı hareket edenlerin üniversite ile ilişiğinin kesilmesine varana kadar
üniversitenin tüm işlerinde yetki sahibi olan
bir kurum oldu. Yirmi dört üyeden oluşan
YÖK kadrosunun üyelerinin yedisi cumhurbaşkanı, altısı Bakanlar Kurulu, biri Genelkurmay, ikisi Milli Eğitim Bakanlığı ve sekizi
de Üniversiteler Arası Kurum tarafından belirlenmesi gerektiği de yine maddede yer alan
esaslardan biriydi. Böylelikle üniversitenin
kaderi, üniversite dışındaki insanların inisiyatifine bırakıldı.
Çare “Tek Tip Öğrenci” diyen YÖK
YÖK’ün ilk başkanı olan İhsan Doğramacı, 23
Aralık 1983 tarihli, 1981 Yükseköğretim Reformu ve İki Yıllık Uygulama Sonuçları, başlıklı broşürde, “Cumhuriyet tarihimizde 1933
Üniversite Reformu’ndan sonra yüksek öğretim kurumlarından köklü bir bünye değişikliği gerçekleşmiş olmaktadır.” derken aslında
YÖK’ün gelecek icraatları hakkında da bilgi
veriyordu. Zira sonraki yıllarda gerçekleşecek
olan “tek tip öğretim üyesi” ve “tek tip öğrenci derneği” gibi çalışmalar, Doğramacı’nın da
bahsettiği köklü değişikliklere ilk örnekler
olarak karşımıza çıktı.
1986-1987 yıllarında 6 Kasım’da gerçekleştirilen “YÖK’e Hayır!” yürüyüşleri, 1980
Darbesi’nin ardından engellenen öğrenci
hareketlerinden sonra yeni bir öğrenci ayaklanmasının sinyallerini veriyordu, YÖK ve
hükümet ise kol kola girerek öğrenci ayaklanmalarına engel olmak adına “Tek Tip Öğrenci
Derneği” çözümünü hayata geçiriyordu. Bu
proje, “Her üniversitede tek bir dernek kurulacak, kurulan dernekler rektör tarafından denetlenecek ayrıca üniversiteye kayıt yaptıran
herkes bu derneklerin doğal bir üyesi olacak.”
diyordu. Tüm bu kısıtlamalara rağmen öğrenciler YÖK’e karşı durmaktan vazgeçmediler
ve projenin yürürlükten kaldırılmasını sağladılar.
Öğrencilerin, akademisyenlerin üniversite
iradesini tanımayan YÖK’e karşı duruşları
her dönemde devam etti. Bunun neticesinde, İkinci Özal Hükümeti programı, YÖK
Kanunu’nun değişeceğini, günün koşullarına
uyum sağlayacağını vaad etse de durum değişmedi. Sonrasında Özal’ı takip eden Akbulut,
Yılmaz, Demirel, Çiller hükümetleri de YÖK
sisteminin kaldırılacağını dile getirseler de
hiçbir zaman YÖK kaldırılmadı, bu döneme
dek varlığını sürdürmeyi başardı.
YÖK’ün 50/d Silahı
1980 Darbesi’nden sonra hazırlanan 1982
Anayası’nın 131. Maddesi’nin belirttiği temeller üzerinden hareketle YÖK, üniversitelerin iç işlerine kolayca müdahale edebilme
ve kendi istediği doğrultuda yönetme şansına
sahip bir kurum olarak varlığını sürdürüyor
ve bugün hala üniversitelerin kendi nüvesini
tanımayıp her koşulda üniversiteye karışmaya
devam ediyor. Şubat 2011’de yürürlüğe giren
torba yasa kapsamındaki 50/d maddesine göre
araştırma görevlilerinin, öğrenim süreleri boyunca sınırlı burslu olarak yorumlanması ve
22 Haziran 2012’de İTÜ Rektörlüğü’ne gönderilen YÖK yazısında belirtilen; lisans ve doktora çalışmalarını tamamlamayan araştırma
görevlilerinin görevlerinin bitmesi gerektiğini
belirtmesi bu durumun en somut verilerinden. Yüzlerce araştırma görevlisini madur
eden bu kararla YÖK, bir kez daha doğrudan
üniversiteye müdahale ettiğini göstermiş oldu.
YÖK’ün Rektörü mü Üniversitenin
Rektörü mü?
Bu zamana kadar yapılan rektörlük seçimlerinde YÖK, son beş ayda otuz dört üniversitenin on ikisinde birinci seçilen rektör adaylarını alt sıralara taşıdı. Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan ise bu rektör adaylarından,
Çanakkale 18 Mart, Muş Alparslan üniversitelerinde en çok oyu alanı değil, YÖK’ün birinci
sırada sunduğu adayları rektör olarak seçti.
İstanbul Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Yunus
Söylet’in Ak Parti’den milletvekili adayı olması üzerine, geçtiğimiz günlerde yeni rektörü
belirlemek için üniversitede rektörlük seçimi
yapıldı. Yapılan seçim sonucunda 1202 oyla
seçimi kazanan aday Prof. Dr. Raşit Tükel
birinci olurken eski rektör Yunus Söylet’in
danışmanı Mahmut Ak 908 oyla ikinci oldu.
YÖK’ün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a
gönderdiği sıralama ise bu doğrultuda olmadı.
YÖK’ün listesinde birinci sırada Mahmut Ak
yer alırken ikinci sıra Prof. Dr. Raşit Tükel’e
verildi.
Prof. Dr. Raşit Tükel’in ikinci sıraya alınmasına tepki gösteren öğretim görevlileri ve öğrenciler çeşitli açıklamalarda bulunup Raşit
Tükel’in yalnız olmadığının altını çizdiler.
İTÜ Öğrenci Konseyi’nden
Açıklama
Daha önceki rektörlük seçimlerinde aynı sıkıntıyla karşılaşan ve birinci aday olan Prof.
Dr. Muhammed Şahin yerine, Prof. Dr. Mehmet Karaca’nın rektör olarak atandığı İstanbul
Teknik Üniversitesi’nin Öğrenci Konseyi de
Prof. Dr. Raşit Tükel’e olan desteklerini şu şekilde belirtti:
“İstanbul Üniversitesi’nde yapılan rektörlük
seçimlerinde en yüksek oyu alan Raşit Tükel’in
Yüksek Öğretim Kurumu tarafından ikinci sırada sunulmasının şaşkınlığı ve üzüntüsü içe-
risindeyiz. Bizler İTÜ Öğrenci Konseyi olarak
üniversitelerin demokrasinin yaşatıldığı ve
yükseltiği yerler olmasını arzu ediyor, sandık
iradesine saygı duyulmasını bekliyoruz. Artık
rektörlük seçimlerinde en yüksek oyu alan
adayın atanıp atanmayacağını dert etmek yerine, başta öğrenciler olmak üzere üniversitelerin diğer bileşenlerinin seçim sürecine nasıl
dahil edilebileceğini tartışmak istiyoruz.”.
İTÜ Asistan Dayanışması’ndan
Raşit Tükel’e Destek ve Dayanışma
Mesajı:
Özgür, demokratik, katılımcı ve özerk üniversite için İstanbul Üniversitesi yönetimine aday
olan ve rektörlük seçimlerinde 1202 oy alarak
birinci olan Prof. Dr. Raşit Tükel’i tebrik ediyoruz. Bu sonuçla, Raşit Hoca artık İstanbul
Üniversitesi’nin rektör adayı değil, REKTÖRÜDÜR. İÜ’lü akademisyenlerin iradesi bu
yöndedir. Bu iradenin çiğnenmesi, akademisyenlerin taleplerini ve demokratik bir
yönetimin gereklerini hiçe saymaktır. Olması
gereken, seçimi kaybeden diğer adayların bu
iradeye saygı göstererek adaylıktan çekilmesi,
Raşit Tükel’in tek aday olarak YÖK’e sunulması ve Cumhurbaşkanı’nın sandık iradesinin
gereği olarak atamayı yapmasıdır. Aksi davranışlar, İÜ bileşenleri ve kamuoyu açısından
gayrimeşru olacak ve bu duruma karşı her
türden demokratik mücadele biçimini meşru
kılacaktır.
İTÜ’de 2008 rektörlük seçiminden bu yana
yaşananlar, İÜ’de yapılacak atamanın sonuçları açısından ibret vericidir. 2008 yılındaki
seçimlerde, Muhammed Şahin’in ikinci olmasına rağmen rektör olarak atanması sonrası etkin bir karşı duruş sergilenememiştir.
2012 yılında ise, Muhammed Şahin birinci,
Mehmet Karaca ikinci seçildiği halde Mehmet
Karaca rektör olarak atanmıştır. Bu durum,
akademisyen iradesine saygının önemini ve
üniversitenin demokratik işleyişinin herkese
lazım olduğunu ironik bir şekilde gözler önüne sermiştir. 2008’deki karşı duramayış ve otoritenin gücünden yararlanan kişinin bu sefer
otoritenin mağduru konumuna düşmesi, hiç
bir tepki oluşmamasına ve anti-demokratik
anlayışın kanıksanmasına neden olmuştur.
Bu yaşananların sonucunda İTÜ, gerek idari
gerekse akademik işleyişte tarihinde hiç görmediği kadar tepeden inmeci ve baskıcı bir
yönetim anlayışıyla, iş barışı ve akademik nesnelliğin ortadan kalktığı bir “üniversite” haline dönüşmüştür. İTÜ’nün içler acısı durumu,
ulusal medya aracılığı ile birçok defa kamuya
yansıdığından bilinenleri bu yazıda tekrar etmeye gerek duymuyoruz.
İstanbul Üniversitesi’nin üniversite olarak kalabilmesi için, başta İÜ bileşenleri olmak üzere tüm demokrat kesimlerin, Raşit Tükel’in
resmen de rektör olabilmesini sağlamak gibi
önemli bir görevi vardır. Bu görevi başarıyla
yerine getirmek adına, İÜ bileşenlerinin sorumluluk alarak kararlı bir duruş sergileyeceğine inanıyor; İTÜ Asistan Dayanışması
olarak güçlü bir şekilde dayanışma halinde
olacağımızı belirtiyoruz.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan rektörlük seçim sonuçlarını
açıkladı:
Oluşturulan kamuoyu, Raşit Tükel’in yaklaşık 300 oy fazla alması, Tükel’in rektör olarak
seçilmesine yetmedi ve İstanbul Üniversitesi
rektörü Mahmut Ak oldu. İstanbul Üniversitesi öğrencileri büyük bir direnç göstererek
Mahmut Ak’ı rektör olarak tanımadıklarını
dile getirdiler. Bununla birlikte diğer üniversiteler de İstanbul Üniversitesi’nin bu duruşunun yanında olduklarını gösterdiler.
Prof. Dr. Raşit Tükel nasıl bir
üniversite istediğini şöyle kaleme
alıyor:
Nasıl bir üniversite?
Üniversite, akademik özerkliğin bir koşulu
olarak, neyi öğreteceğine, neyi araştıracağına
ve araştırma ve öğretimin kimin tarafından
yapılacağına kendisi karar vermelidir. Üniversitede bilgi, hiyerarşik bir ast-üst ilişkisi
üzerinden üretilemez. Bilimsel özgürlükler
kullanılırken, toplumun gereksinimleri ve önceliklerini temel alınmalı, araştırma alanları
bilimsel gelişmeler doğrultusunda seçilmeli,
eğitim ve öğretim programları ve müfredatlar akademik gelişmelere uygun olarak düzenlenmelidir. Üniversitede bilim insanları
liyakat temel alınarak seçilmelidir. Üniversite
öğrencilerinin eleştirel, sorgulayıcı düşünmeyi öğrenmeleri, yaratıcılıklarını geliştirmeleri
eğitimin temel amaçlarından olmalıdır.
Demokratik, katılımcı, özgür ve özerk bir üniversite için…
İstanbul Üniversitesi’nin Seçilmiş Meşru Rektörü Prof.Dr. Raşit Tükel, İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi
9
ARIYORUM
10
MAYIS 2015
İTÜ ASIRLARDIR ÇAĞDAŞ
PEKİ EŞİT Mİ?
Meltem Yurttaş
[email protected]
Geçtiğimiz günlerde İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)
Rektörlüğü’nün yayımladığı “Cinsel Taciz ve Ayrımcılığı
Önleme Yönergesi ile Uygulama Esasları(CTAÖYUE)’’ kitapçığı hakkında okulumuz kulüplerinden, Kadın Araştırmaları Kulübü’yle temasa geçtik.
Kadın Araştırmaları Kulübü:
Ü
ç dönemdir aktif olan bu kulüp, kulüp
toplantılarını yalnızca bayanlarla yapıyor. Yoğun okul dönemleri dışında
haftalık atölyeler, tartışmalar yapıyorlar. Bunun
dışında 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı
Uluslararası Mücadele Günü ve 8 Mart Dünya
Kadınlar Günü’nde kampüste mor hafta ilan
ediyor ve çeşitli paneller, tartışmalar, film gösterimleri organize ederek kampüsün gündemini bu yönde belirlemeye çalışıyorlar.
“Kadın araştırmaları kulüplerinde, bir
öğrenci temsilcisinin daimi olarak kurulda bulunmasının gerektiğine inanıyoruz.”
Kitapçığın içeriği konusunda eksiklikler olduğunu düşünen kulüp üyeleri: “Özellikle her ko-
şulda her iki tarafa da psikolojik danışmanlık
sağlamak önemlidir. Psikolojik destekle tacizi
gerçekleştirenin davranış değişikliğine gitmesini sağlamaya çalışılmalıdır. Diğer önemli
hususta birçok üniversitenin cinsel taciz ve ayrımcılığı önleme kurulunda olduğu gibi kurulda üniversitenin kadın çalışması yapan öğrenci
kulüplerinden bir öğrenci temsilcisi bulunması
gerekliliğidir’’ şeklinde konuşuyor.
Kitapçıktaki “disiplin suç ve cezaları” bölümündeki ceza yeterliliği konusuna değinildiğinde
bahsi geçen cezaları kesinlikle yeterli bulmamakla birlikte, bu cezalardan taciz edenin öğrenci olamayacağına dair bir sonuç çıktığını
belirttiler. Aynı zamanda diğer üniversitelerin
cinsel tacizi önleme yönergelerinde cezalar
kısmı, taciz edenin öğrenci olma ihtimaline
göre de düzenlenmiş olduğunu ve İTÜ’nün bu
konudaki eksikliğinin ne derecede ciddi oldu-
ğuna değindiler. Üstelik ceza kısmında sadece
tecavüz hakkında cezai yaptırım bulunduğunun ve taciz konusunda herhangi bir madde
olmadığını fark etmemizi sağladılar.
“‘Toplumsal Cinsiyet’ içerikli bir ders
zorunlu olmalı.”
Kitapçığın tek başına yeterli olup olmadığı hususunda aynı zamanda yan eylemlerde bulunulmasına dikkat çeken kulüp üyeleri “toplumsal cinsiyet” içerikli bir dersin zorunlu olması
gerektiğini, kadınların tacize ayrımcılığa uğradıklarında başvurabilecekleri, psikolojik yardım alabilecekleri bir merkezin oluşturulması
gerektiğini düşündüklerini söylediler.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin cinsel taciz
ve ayrımcılık konuları karşısındaki tutumunu
sorduğumuzda geçmişte yaşanan örnekler üzerinde konuşmayı tercih etiiler: ‘’Geçen bahar
yarıyılı döneminde kütüphaneye yakın olan
yurtların birinde barınan bir bayan öğrencinin yaşadığı olayı sosyal medyada paylaşması
ve birçok kadının bu durumdan rahatsız olduğunu dile getirmesiyle bizim de haberimiz
olmuştu. Taciz suçunu işlemek üzere arabalı
bir erkek kampüse giriyor (burada bir güvenlik zafiyeti olduğu aşikâr, daha sonra okul ile
alakalı olmadığı öğrenildi) ve kadın yurtlarının
önünde cinsel taciz, laf atmak gibi fiiller işleyerek kadın öğrencileri taciz ediyor. Rektörlüğün
gelen tepkiler üzerine aldığı önlem o bölgede
güvenlik sayısını ve devriyeyi arttırmak oldu ki
bu da aynı şekilde kadınların rahatsız olduğu
bir durum yarattı. Hala okula arabayla giriş çıkışlar bir denetime tabi değil. Bir diğer konu da
geçen sene erkek öğrencilerin kadın yurtlarına
yaptıkları bir yürüyüş sonrasında cama çıkan
kadınlara veya dışarı çıkan kadınlara yurt müdürlüklerinin ve güvenliklerin tavrı oldu. Burada erkek öğrencilere hiç bir uyarı yapılmazken,
kadınlara içeri girmeleri gerektiği yoksa haklarında soruşturma açılacağı söylendi. Buradan
görülüyor ki cinsiyet eşitliği üniversitemizde
yaygın bir fikir olarak varlığını sürdürmüyor.
Yalnızca yönergeler çıkarmak da yeterli değil.
Onları işletmek de önemli ve bu noktada İTÜ
yönetiminin henüz bir adım attığını göremedik. Özellikle LGBTİ bireylere yönelik ayrımcılık hala devam etmekte. Kulüp açma olanakları
yaratılmıyor. Gerçek eşitlik için cinsiyet kimliklerine, cinsel yönelimlere karşı üstü kapalı
biçimde uygulanan “görmezden gelme” politikasından vazgeçilmeli. Onların yaşadığı taciz
sorunu kadınların yaşadığı taciz sorunundan
ayrı tutulmamalı.’’
Öğrencilerin tutumu söz konusu olduğunda
benzer bir durumla karşılaşıyoruz. Toplumsal
cinsiyet rolleri gereğince “teknik=erkek işi”
olarak görüldüğünden öğrenciler arasında ayrımcılığın ve tacizin oldukça yüksek seviyede
olduğunu belirten kulüp üyeleri, savlarını örneklerle desteklemeyi ihmal etmediler. “Kimya laboratuvarlarında şakayla karışık “bulaşık
kadınların işi” deyip deney aletlerini kadınlara
temizletmeye çalışan asistanlar… Her yılın ilk
kar yağdığı gün aslında toplu bir kartopu şölenine dönecek bir etkinliği kadınları taciz etmek
ve dalga geçmek amacıyla kullanan erkek öğrenciler…”
“Görünür olmayan tacizi görünür kılmaya çalışıyoruz.”
İnsanları cinsel taciz ve ayrımcılık konuları
hakkında bilinçlendirmek hakkında neler yaptıklarını sorduğumuzda: ‘’Dönem içinde okumalar ve tartışmalar yapıyoruz. Onun dışında
okul içinde afiş çalışmaları ile görünür olmayan tacizi görünür kılmaya çalışıyoruz. Yani en
çok yaygın kanı olan “Benim sınıf arkadaşım,
sevgilim, öğretmenim, akrabam; beni taciz etmez.’ algısını kırmak gerektiğini düşünüyoruz.
Birçok istatistik gösteriyor ki tacize uğrayan
insanların büyük bir kısmı bunu en yakınındaki insanların yaptığını belirtiyor. Ancak bu
konuda daha çok insana ulaşmak için bazı yeni
yöntemler denemek istiyoruz.’’ diyorlar.
ARIYORUM
11
MAYIS 2015
Hep teknik
App Teknik
İ
yisiyle kötüsüyle bir yılı daha bitirdik sayılır. Bahar geldi, ağaçlar yeşerdi, çiçekler açtı.Daha da iyisi dersler bitti, bahar şenlikleri başladı. Hepinize iyi eğlenceler ve bütünlemesiz finaller
dilerim. Gelecek yıl görüşmek üzere...
FARUK YILMAZ,
[email protected]
Kod Yazma Yardımcısı
Bilimsel Arama Motoru
C4DROID
Wolfram Alpha
(Android)
(Android-IOS-WinPhone)
Bilgisayar okuyanlar iyi bilir. Her hafta yetiştirmeniz gereken
bir ödev vardır ve bu ödevlerden başınızı kaşımaya bile fırsatınız
kalmaz. Diğer dersleri geçseniz bile c++ dersini geçmek başlı
başına büyük bir sorundur. Sürekli kod yazmanız gerekmekte,
dahası hocanın istediği şekilde de çalışması gerekmektedir. İşte
bu uygulama ile telefonunuzdan c/c++ dilinde kod yazabilirsiniz.
Program sadece yazmakla kalmıyor kodunuzu compiler bile ediyor.
Kantinde, ringde hatta metroda bile çalışıyor; çünkü program internet
bağlantısı olmadan bile yazdığınız programı derleyebilip hatalarınızı
gösterebiliyor.
Wolfram alpha Mathematica yazılımının
üreticileri tarafından geliştirilmiş özel bir
arama motorudur. Arama motoru dediysek
de bildiğiniz arama motorlarından değil,
bilimsel arama motoru. Uygulama mantıksal
ve matematiksel ifadeleri anlayabiliyor
ve kendisine yöneltilen sorulara yeterli
doğrulukta cevaplar verebiliyor. Matematik,
fizik, kimya, finans, müzik, mühendislik,
sağlık gibi pek çok bilim dalındaki soruları
cevaplayabiliyor. En sevindirici tarafı ise
matematik becerisinin mükemmel olması…
Programı açtığınızda matematikle ilgili
her şeyi sorup cevabını alabileceğiniz
bir bilgisayar alt yapısıyla karşı karşıya
kalıyorsunuz. Sadece arama yerine denklemi
yazıyorsunuz ve sonucu göstermesini
bekliyorsunuz. Uygulama integral ve
diferansiyel denklemler çözebiliyor, dahası
grafik bile çizebiliyor. Canınız sıkılınca
“What are you doing?” diye sorduğunuzda,
“I am doing computation for the World.”
diye bir cevap alıp yapay zeka ile sohbete
başlıyorsunuz.
Eğitim Portalı
Kitap Tedarikçisi
Udemy
Bookwire
(Android-IOS-WinPhone)
(Android-IOS)
Herhangi bir kişinin herhangi bir konu hakkında eğitim verebileceği
veya eğitim alabileceği bir eğitim platformu Udemy. Program,
eğitmenlere kurumlara bağlı kalmadan bireysel olarak eğitim
verebilecekleri bir ortam sağlıyor. Şimdi bile birçok farklı konuda
20.000’e yakın kurs barındıran uygulamada, derslerin konularında da
bir sınır yok. Web tasarımından yogaya, fotoğrafçılıktan spora kadar
hemen her konuyu bulabilmek mümkün. Sitedeki derslerin dörtte üçü
ücretsiz, diğerlerinin fiyatı ise 12 ile 399 dolar arasında değişiyor.
Eğer ders vermek isterseniz Udemy paranızın yüzde 30’unu kendine
saklayıp, kalanı sizlere bırakıyor. Aynı anda birden fazla kurs almanın
mümkün olduğu uygulamada kursların sonunda Udemy sertifikası
alabiliyorsunuz. Udemy hem bir şeyler öğrenmek isteyenlere hem de
öğretmek isteyenlere yönelik oldukça eğlenceli bir platform.
Kütüphaneyi kullananlar bilir popüler kitapları
ödünç almanın ne kadar zor olduğunu…
Bazen bir kitap için bir aya yakın beklemeniz
gerekebilir. İTÜ kütüphanesinden kitap
isteğinde bulunabilirsiniz fakat bürokratik
işlemlerle uğraşmak istemediğiniz için fazla
ilgilenmiyor olabilirsinizi. Bunun farkına varan
yönetim Bookware uygulaması ile çok kolay
bir şekilde kitap isteği yapılmasını sağlamayı
amaçlıyor. Uygulamayı indirdikten sonra
karşılaştığınız ve kütüphanenin satın almasını
istediğiniz kitabın arkasındaki barkodu okutarak
ya da ISBN’sini girerek kolayca kitap isteğinde
bulunabiliyorsunuz. Kitap isteğinde bulunmak
isteyen İTÜ mensupları için Kullanıcı adı:
itubip şifre:itu2015 olarak belirlenmiştir.
Elektronik Hesaplayıcı
ElectroDroid
(Android)
Elektronikçi arkadaşlarımın işine yarayacağını düşündüğüm kolay ara yüzlü bu uygulama mühendis adaylarının üzerinden
hesaplama yükünü bir nebze almış oluyor. Uygulama güç hesaplama,
direnç renk kodları hesabı, entegre hesapları, pinler, pil ömrü hesaplama,
kondansatör hesapları gibi karışık hesapları otomatik olarak yapıyor. Dahası program Türkçe dil desteği de sağlıyor.
ARIYORUM
12
MAYIS 2015
ÜNİVERSİTELERDE
BİLİMSEL ETİK
YAZI
DİZİSİ
2
Bir önceki sayımızda başladığımız, üniversite içinde kopyacılıktan ödev yaptırmaya ve intihale kadar her türlü etik dışı sorunu sorguladığımız
ve sorgulattığımız yazı dizimizin bu ikinci ve son bölümünde Öğrenci İşleri Dekanı Prof. Dr. Yılmaz Taptık, Meteoroloji Mühendisliği bölümünden Prof. Dr.
Zerefşan Kaymaz ve yine Meteoroloji Mühendisliği bölümünden Ar. Gör. Emine Ceren Kalafatoğlu hocalarımızın görüşlerine yer veriyoruz
İ
nsanlar bunu
neden yapıyor
sualini sormakta
fayda görüyorum.
Bunların saltnot
hevesinden
yapıldığı
düşüncesinde
değilim. İnsanlar
bunu eğitim
öğretimin içinde
bulunduğu
değerler
çerçevesinde yapıyorlar. Bu bütünleşik bir olay…
Öğretim üyesi her yıl aynı ödevleri veriyorsa,
öğretim üyesi öğrenciye bireysel olarak üzerinde
çalışacağı sualler vermiyorsa bu takdirde bunun
gerçekleşmeme olasılığı çok yüksek. Ben bir
soru verdiğimde bunu sınıftaki 8 kişinin yapacağı, geri kalan 38 kişinin de bu ödevi o 8 kişiden
kopya çekeceğine eminim. Ben genellikle verdiğim ödevi öğrencinin araştırmasına yönelik veririm. Gelecek derse kadar şu soruları yapın diye
ödevler vermem. Herkesin kendi ödevini kendi
yapacağından emin olsam belki. Bunun yerine
hemen hemen her dönem takım çalışmasına
dayanan proje ödevleri veriyorum. Verdiğim
ödevle ilgili var olan literatürü çok iyi tanırım ve
herhangi birisi kopyala-yapıştır yaptı ise bunu
anlarım.
“Öğretim üyeleri kendilerinizi
yenilemek zorundadırlar.”
Benim bu konuda ilk baltayı vuracağım kişi öğretim üyesidir. Öğretim üyesi rol modeldir. Rol model
öğrenciye gelecekte nasıl olacağını gösteren kişidir.
Teknik Üniversite bu kadar zengin bir öğretim üyesi
kadrosuna sahip… Her biri ayrı nitelikte insanlar.
Herkesin başka yeteneklerini kendinde toplayarak
öğrencinin kendine bir rol model oluşturduğunu
görmek isteriz. Ancak maalesef bu böyle olmuyor.
Çünkü artık öğretim üyeleri eğitimi rutine bağlanmış bir şekilde yürütüyorlar. Yani üzülerek söyleyeceğim şey, öğretim üyelerinin bir kısmı 15-20
senelik sararmış ders notlarından ders anlatmaya
çalışıyorlar. O kağıtlarda yazanlar yanlış değildir,
yanlış olamaz. Ancak bu durum sizin kendinizi yenilemediğinizi gösterir. Karşınızdakinin, geleceğe
hazırlanan kişinin hakkınızdaki görüşü olumsuz
olacaktır.
İkinci bir konu, öğrenci etik davranışın dışına nasıl
çıkıyor? Her toplumun içinde etik dışı davranışlar
sergileyen insanlar vardır. Bunun bugün itibari
ile yaklaşık olarak İTÜ’de lisans, yüksek lisans ve
doktorada 30 bin öğrenci var. Güncel öğrencilerden 16 bini lisansta. 16 bin lisans öğrencisinde bu
söylediğiniz aykırılıkların miktarı %1-2’yi geçmez.
Burada olayın bu boyutuna takılmak gereksizdir.
Bu 30 bin öğrencinin tertemiz ufak tefek muzurluklar dışında üniversitede işi karıştıran 1000 kişi var.
Önüme gelen adamlar %99 aynı adamlar. Bu adamlar 4 yıl boyunca sorunlu. Bu 1000 kişi 30 bin kişinin
hayatı ile oynuyor. Kayıtlarla konuşmak gerekirse,
ders satmak 150 liradan başlıyor. Hiç kendi ihtiyacı
olmayan derse yazılıyor, sonra dolan kontenjanları
birisi add diğeri drop ediyor ve işi bitiriyorlar. Bunu
paralı ya da parasız hiçbir şekilde yapmak doğru
değil. Tek sorun yetersiz kontenjan gibi görünüyor
ders seçimleri sırasında... Bu yetersiz kontenjanlar
da, tamamen lüzumsuz adamların gidip o derse
kaydolmalarından ve asıl alacak olanlara yer kalmamasından kaynaklanıyor. Çocuklar ortalıkta dolaşıp
o dersi almaya çalışıyor.
“Bir mühendis neyi aradığını, nereden bulacağını ve bulduğunda nasıl
faydalanacağını bilen adamdır.”
Bir başka örnek… Bundan 2 yıl önce kayıtların ilk
gününe girdik. Kayıtlar açıldı 5 dakika sonra sistem
kitlendi. Tüm kayıtları durdurdum sistemi kilitle-
yenleri tek tek buldum. 30 tane 1. Sınıf öğrencisi.
Hepsini buraya çağırdım. “Neden yaptınız?” dedim.
Bir program yazmışlar. Dakikada 1000 kez enter tuşuna basıyor. Sürekli olarak. “Abilerimizden böyle
gördük.” dediler. Ceza vermeden o sefer geçirdik.
Ertesi yıl tek bir kişi yine bizi kilitledi. Onu da buldum. Kendisi ile uzun uzun konuştuk, anlattık. Galiba artık bulaşmadan devam ediyor hayatına. Bütün
bunların hepsi etik dışı davranışlar kategorisinde. Bu
bir anlayış meselesi… “Bir insan üniversiteye neden
gelir?” Üniversite bir öğrenme mecrasıdır. Ben hiç
birinize bir şeyleri ezberletip, beş dakika sonra unutacağınız bilgileri kafanıza sokmak için burada değilim. Ben size düşünmeyi öğretmek istiyorum. Kafayı
çalıştırmayı öğretmek istiyorum. Bir mühendis neyi
aradığını nereden bulacağını ve bulduğunda nasıl
faydalanacağını bilen adamdır. Okuduğunu anlama
kapasitesi bakımından Türkiye çok gerilerde.
İki türlü öğrenme vardır.
Uyuma yönelik öğrenme kendin için yeterli olan kadarına çaba gösterdiğin öğrenmedir.
Yani hayatınızda hep bir hedef var, o hedefe nasıl
ulaşacağınız birileri tarafından deşifre edilmiş ve
o doğrultuda gidiyorsunuz, önemli olan en kısa
zamanda cevabı bulmak, problemin nasıl çözüleceğini öğrenmek değil.İkinci şekil, kendini
geliştirmek için öğrenmektir. Kendinizi ne yönde
geliştirmek istiyorsanız o yönde konulara eğilmeniz
şeklindeki öğrenmedir. Önemli olan insanların
kendi istekleri doğrultusunda ilerleyebilecekleri bir
yola girmeleridir. Bunun iyi analiz edilmesi gerekir.
Eğer iyi analiz edilebilirse, işte o zaman bu etik dışı
faaliyetler en aza inecektir. Ama bundan herkesin
tamamen vazgeçeceğini beklemek saçmalıktır. Kopya çekmenin en basit tarifi başka birinin hakkını
gasp etmektir. Bu durum birçok şeye sebep olur. Hiç
hak etmediği halde o dersten geçmek, o dersin ortalamasını etkileyerek başka insanların ders durumlarına müdahalede bulunmak, sürekli olarak bunları
yapmak suretiyle hakkı olanların bazı pozisyonlara
gelmesine engel olmak vs. Benim dışarıdan, biraz da
büyüteçle bakarak durum hakkındaki değerlendirmem bu. Bunu alışkanlık haline getirmek artık olayı
farklı konumlara getirmek demektir.
“İnsanları mecbur bırakmayacaksınız.”
1998 yılında üniversitede ilk etik dersini açan kişiyim. Sınıf 200 kişi. Ben derslerimi anlatıyorum.
Gruplara ayırdım öğrencilerimizi. Dünyada iş etiği
ile ilgili çalışma dosyaları verdim ve sunumlara hazırlanmalarını söyledim. Bir grup verdiğim dosya
dışında da bazı araştırmalarda bulundu. Bir fabrika atık temizleme merkezi kuruyor fakat tüketim
maliyetlerini çok arttırıyor. Bu yüzden tesis bunu
gündüz çalıştırıp gece kapatıyor. Bu durumu sınıfta
tartışıyoruz. Bir grup “Biz gelecek haftaya kadar bu
konuya hazırlanalım.” dedi ve bir sonraki hafta teatral bir şekilde buna hazırlandılar. En son aşamada
durumu ileten mühendisin buna karşı çıkmak nedeni ile işten atılması durumu söz konusu edildi.
“Napalım?” dediler. Ben de “Siz ne yapardınız?” dedim. Öğrencilerden biri “Ben az önce size babamın
hayatını oynadım.” dedi. Babası aynı durumla karşı
karşıya kalmış. “Peki baban ne yaptı?” dedim. “Hiçbir şey yapamadı çünkü iki tane çocuk okutuyor. Bir
şey diyemeden devam etmek zorunda kaldı.” dedi.
İşte… İnsanları mecbur bırakmayacaksınız. Bu absürt olayların engellenmesinin yolu birinci planda
hocadan geçiyor. Hocanın ilk görevi dersi sevdirmektir. Ders içi motivasyonu arttırmaktır. Bu olay
gerçekleştiği zaman bu gibi etik dışı durumların
önüne geçilmiş olunur. Ama hiçbir zaman sıfırlanmaz. Mesele ben 5 yıldır o bahsettiğimiz bin kişiyi
değiştiremiyorum. Ama eğitim bu gibi sorunların
üzerinden inşaa edilemez. Bu insanlar sistemin
içindeki çürük elmalardır. En iyisi bu elmaları
ayıklamaktır. Bunu da sizin yaptığınız gibi arkadaşlarınızı uyararak yapmak en iyisidir. Kendi toplumunuza böyle bir mesaj vermeniz çok önemli.
Prof. Dr. Yılmaz Taptık
Öğrenci İşleri Dekanı
bakış açısına sahip öğrencilerin sadece kendi
geleceklerine zarar verdiklerini görmeleri
gerekir. Diğeri ise, kopya çekmeden bir şeyler
yapmaya çalışan arkadaşlarının haklarını
yemiş olduklarının farkında olmamaları veya
farkında iseler de bunun onların umurunda
olmamasıdır.
“Yanlış bir şey yapılmışsa,
yapan kişi bu yanlışının
yaptırımına katlanmalıdır.”
P
roblem sadece öğrencilerden
kaynaklanmıyor. Öğrencileri aldığı
notlara göre değerlendiren bir sistem
var önümüzde. Bu neden, pek çok
irdelenmesi gereken nedenin yanında
en ön sıraya oturuyor ve çok önemli bir
faktör. Öğrenci notu ile tüm geleceğini
şekillendireceğini düşünüyor. Evet, tabii ki
öğrenciyi değerlendirmek için öğrencilerin
aldıkları notlar bir değerlendirme aracı,
ama öğrencinin yeteneğini kavramak ve
ortaya çıkarmak için yeterli değil. Kendi
kendine çalışarak düşük not almış olan
öğrencilerin yaptıkları bire bir çalışmalarda
ve araştırmalarda, kopya ile notu yüksek
olan öğrencilerden, daha iyi performans
sergilediğini görebiliyoruz. Buna ilaveten;
öğrencilerin diğer ders yüklerinin çok olması
ve çalışmaya o dersin gerektirdiği kadar
zaman ayıramaması, öğrencilerin aldıkları
dersi mecburen almak ve okumak zorunda
hissetmeleri ve dolayısıyla çabucak geçerek
kurtulmak istemeleri kopya nedenlerinden
bazıları. Daha birçok sebep sayılabilir ve
bu nedenlerin derinlemesine irdelenmesi
gerektiğine inanıyorum. Hatta bizim
üniversitemizde de var mıdır bilemiyorum
ama bazen kopya çekmeyi bir macera veya
başarılması zor bir engel olarak görerek
yakalanmadan kopya çekmekten heyecan
duyan öğrencilerin de olduğunu duyuyorum.
Karşısındakini kandırdığını düşünerek
eğlenen, bundan hoşlanan öğrencilerin de
olduğunu düşünüyorum.
“Öğrenci yaptığı işten, “öğrenmekten”,
zevk almalıdır.”
Bu tür aşırı durumlar hariç bu konuda tüm
sorumluluğu öğrenciye yüklemenin bir
çözüm olduğunu düşünmüyorum. Öğrenci
yaptığı işten, “öğrenmekten”, zevk almalı.
Zevk alarak yaptığı bir şeyden kopya çekme
gereğini duymaz. Bunun yanı sıra ödevler,
projeler, sınavlar ilgi çekici, heyecan verici,
iddialı, uğraştırıcı ama aynı zamanda zevk
verici ve öğrencinin sınıfta öğrendiklerini
ortaya koyucu, kabiliyetini ortaya çıkarıcı
şekilde olmalıdır. Öğrenci ödevlerini,
projelerini, sınavlarını kendisi yaptığında
tattığı heyecan ve gururun, aldığı zevkin her
şeyin üstünde olduğunu görmeli.
Kopya konusunda en çok üzüldüğüm
şeylerden biri de öğrencilerin kopya
çekmeleri ile övünüyor ve karşılarındakini
kandırdıklarını düşünüyor olmalarıdır. Bu tür
Kopya çekmelerini nasıl önlemeliyiz?
Bence öğrencinin kopya çektiğini tespit
etmek, göstermek ve ceza vermek bunu
önlemek için yeterli değil. Cezadan ziyade
nedenlerini anlayıp etkili, caydırıcı tedbirler
almanın yolunu bulmanın daha doğru
olacağını düşünmekteyim. Burada ortaya
çıkan çok doğal bir soru, “Kopya çekmeden
öğrenimini sürdürenlerin haklarını nasıl
korumalıyız?” sorusudur. “Hangi ceza ile
kopyayı önleyelim?” sorusu olmamalıdır.
Öte yandan kopya çekmek bir suçtur, doğru
olmayan bir davranıştır ve sonuçta bu
durumdan mağdur olacak masum insanlar
vardır. Dolayısıyla buna teşvik edici fırsatlar
da verilmemelidir. Bugünkü üniversite
sistemimizde kopya çekene bakıyorsunuz,
bazen hiç ceza verilmediği oluyor veya bir
caydırıcılığı yok. Bunun da doğru olduğunu
düşünmüyorum. Yanlış bir şey yapılmışsa,
yapan kişi bu yanlışının yaptırımına
katlanması gerekir. Sonuçta yapılan hareket
bilinçli bir harekettir. Farkında olmadan
kimse kopya çektim diyemeyeceğine göre...
Öğrenciler günümüzde sanıyorum kopya
çekme işlemini çok masumane ve doğal ve
olağan görüyorlar. Bugünkü sosyal medya
ve teknik ortamda kopya çekmenin tonlarca
türü gelişmiş vaziyette. Hangi birini, nasıl
engelleyeceksiniz? Dolayısıyla aslında görev
öğrencilere, bunu yapmanın doğru olmadığı
anlamalarını sağlamak ve onlar da bu bilinci
canlandırmak olmalıdır. Yapan kişi bundan
rahatsızlık duymalı; doğru olmadığı için
rahatsızlık duymalı; başkasının hakkını
yediği için rahatsızlık duymalı; bundan
bir şey kazanamayacağı için rahatsızlık
duymalı; insanları yanılttığı için rahatsızlık
duymalı; annesini babasını, öğretmenlerini,
arkadaşlarını, daha da önemlisi kendisini
kandırdığı
için
rahatsızlık
duymalı;
kopya çekerek yaptığını aslında çalışarak
yapabileceğini göremediği için rahatsızlık
duymalı; bu şekilde kendine olan güvenini
zedelediği için rahatsızlık duymalı vs vs vs…
Bunun yanlış olduğunu kavramaları, olayın
kapsamının bu çağda artık mezuniyetten
yıllarca sonra gülerek anlatacakları “hey gidi
günler hey” vakası olmadığını görmeleri
gerekir.
Prof. Dr. Zerefşan Kaymaz
Meteoroloji Mühendisliği
ARIYORUM
13
MAYIS 2015
Ölü Damlalar Projesi
Orhan Tüfek
[email protected]
Şimdilerde duvarlarda ya da
sokaklarda bir yerlere gizlenmiş
USB bellekler görürseniz hiç
şaşırmayın, USB bellekler
sayesinde hiç tanımadığınız
insanlar ile paylaşımda bulunup,
bu eşsiz sanat projesine kolayca
katılabilirsiniz.
New York’ta yaşayan Alman sanatçı ve blog
yazarı Aram Bartholl’un geliştirdiği projeyle,
hiç tanımadığınız insanlar ile dosya ve bilgi
alışverişinde bulunurken eğlenme şansına da
erişebilirsiniz. İlk olarak New York’ta duvarlara gizlenen 5 USB bellek ile başlayan proje
şu anda Almanya’dan İtalya’ya, Kanada’dan
Senegal’e, hatta Türkiye’de Çanakkale Kayalar köyüne bile uzanmış durumda. Paylaşımda bulunmak ve projeye katılmak ise oldukça
vbasit: bir nokta belirlemek ve buraya USB belleği metal kısmını dışarda bırakacak şekilde
sabitlemek ve içinde herhangi bir belge paylaş
mak… Paylaşılan belge bir video, resim ya da
metin olabiliyor; bu konuda kısıtlama mevcut
değil, tabi ki etik değerler içinde kaldıkça. Belleğin gizlendiği noktanın, diğer insanları da
bilgilendirilmesi için Bartholl’un oluşturduğu
www.deaddrop.com sitesine kayıt olunması
ve belleğin bırakıldığı yerin kaydedilmesi ise
yeterli olmakta. Böylece bırakılan USB belleğe bilgisayarını bağlayan kişi kolayca paylaştığınız verilere erişebilecektir. Proje hakkında
daha fazla bilgi edinmek için veya projeye bir
USB belek de siz koymak için www.deaddrop.
com sitesini ziyaret edebilirsiniz.
Ölüm Damlalar projesi insanların arasında
paylaşım faaliyetlerini geliştirerek insanlara eşsiz bir sanat projesi sunmuş olsa da bazı
durumlarda kötü durumları da ortaya çıkarmıştır. Bütün insanların ölü damlalar noktasına sınırsız erişim ve paylaşımda bulunabilmesi nedeniyle ölü damlalar içinde bir takım
illegal paylaşımlar ya da virüslü dosyaların da
paylaşılması söz konusu olmuştur. Nitekim
Toronto’da bulunan bir ölü damlalar noktasında uyuşturucu kullanımı ile bilgiler ve pornografik içeriğin paylaşıldığı görülmüştür.
Ayrıca daha önceden belirlenen ölüm damlalar noktalarının da başka insanlar tarafından
tahrip edilmesi ya da çalınması da söz konusudur. Türkiye’de İzmir’in Bornova ilçesinde
ve Konya’da bulunan ölü damlalar noktası sitede mevcut olarak görünmesine rağmen çalınma ya da bozulma nedeniyle kullanılamaz
durumdadır.
Ölü Damlalar Aslında Nedir?
Ölü damlalar doğrudan karşılaşma gerektirmeyen ve gizli konumu kullanarak iki kişi
arasındaki öğeleri takas etmek ya da paylaşmak için kullanılan bir casusluk yöntemidir.
Ajanlar, daha önceden belirlenmiş bir noktaya belge ya da takas edilmek istenilen şeyleri bırakarak karşı tarafa bu takas ürünlerini
herhangi bir temas gerektirmeden aktarmada
kullanmışlardır. Ölü damla yerleri, halkın ya
da polisin fark etmemesi için gizli yerler olarak seçilmişlerdir. En yaygın olarak kullanılan
noktalar olarak ise duvarlar arasındaki tuğla
araları ya da ağaç oyuklarıdır.
Ölü damlalar yöntemi ajanlık faaliyetlerinde
anlık yakalanmaların önlenmesinde yararlı olsa da kusursuz değildir. Operatörler biri
ele geçirildiğinde, bu konumu açığa çıkarılabilmekte ya da karşı taraf gözetim altında tutulurken diğer taraf yakalanabilmekteydi. Ölü
damlalar ile bilgi paylaşımı çevrimiçi yani internet ile paylaşımın mümkün olmadığı, özellikle 2. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş döneminde çokça popüler olmuş ve ajanlar tarafından
kullanılmıştır.
ARIYORUM
14
MAYIS 2015
BİLİM KURGU VE BEYAZ PERDE
S
Zeynep Deliballı
[email protected]
özlükteki tanımı evrenin ya da
olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve
gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilmi olan bilim,
neden, merak ve amaç besleyen bir olgu
olarak günümüze kadar birçok alt dala
bölünmüş, insanların daha iyi yaşam
koşullarına kavuşmasına, bilinmeyenleri bulmasına ve yeni şeyler öğren-
mesine ön ayak olmuştur. Bilim bize
gerçekte olan ama görünemeyen şeyleri buldurmaya çalıştığı için insanları
her yönüyle cezbeder. İnsanlar da olabilecek ihtimaller için hayal kurmaya
başlayıp daha sonra bunları düşünceye
dökünce ortaya “Bilim Kurgu” çıkar.
Köklerini mitolojiden alan bilim kurgunun ilk eserlerine 2.Yüzyıldan itibaren rastlanır. 2. yy’da Lucian’ın True
History ‘si, 1001 Gece Masalları ‘ndaki
bazı hikâyeler, 10. yy’da The Tale of the
Bamboo Cutter, 13. yy’da Ibn al-Nafis
‘in Theologus Autodidactus ‘u, Cyrano de Bergerac ‘ın Voyage de la Terre à
la Lune ‘u, ve 17. yy’da Des états de la
Lune et du Soleil bunlara örnektir. 18.
Yüzyılda artık bir edebiyat türü olarak kabul gören bilim kurgu asıl büyük
patlamasını 19. Yüzyılda yapmıştır.
culuk (1864), Aya Seyahat (1865), Denizler
Altında Yirmi Bin Fersah (1870), Seksen
Günde Devr-i Âlem (1873) olmuştur. Bu
kitaplar daha sonra sinemaya aktarılıp büyük
başarı sağlamıştır.
JULES VERNE
Bilim kurgu deyince akla ilk gelen isimlerden olan Jules Verne’in bilim kurguya olan
tutkusu daha küçük bir çocukken gemileri seyredip hayaller kurmasıyla başlamıştır. Hatta
rivayet edilir ki; 12 yaşındaki Jules gemide
tayfalık yapmak için kaçmıştır, babası onu
yakaladığında “bundan sonra yalnız hayal
dünyasında seyahat edeceğine” dair ailesine
söz vermiştir. Yıllar sonra Verne evlenmiş ve
borsada bir işe başlamıştır ancak maceracı ruhundan hiç bir şey kaybetmemiştir; borsacılık
yaparken aynı zamanda edebiyat, coğrafya
ile ilgilenmiş; astronomi, meteoroloji ve fizyoloji alanlarındaki deneyleri, keşifleri
yakından takip etmiştir. Fransız baloncu
Nadar ile tanışmak Verne için dönüm noktası
olmuştur. O sıralar adını “Dev” koyduğu
sıcak hava balonu yapmaya çalışan Nadar
ile tanışan Verne, ondan romanı için gerekli
teknik bilgileri alıp ilk romanı olan “Balonla
5 Hafta” adlı eserini yazmış, kitabın basım
süreci ne kadar zorlu olsa da Verne romanını
1863 yılında yayımlatıp bir anda büyük bir
başarı elde etmiştir. Kitabın başarısından
sonra borsacılığı bırakıp tamamen edebiyata
yönelen Verne; birçok başarılı bilim kurgu
eseri yazmıştır. Bunların içinden en başarılı
olan romanları; Dünyanın Merkezine Yol-
B
ugün bilimkurgu sinemasında köşe taşı olarak adlandırabileceğimiz filmlerin tabanında; Jules Verne, H.G
Wells, Arthur C. Clarke ve Phillip K. Dick gibi büyük yazarların
ve dolayısıyla da bilimkurgu edebiyatının yattığını söyleyebiliriz.
Bu eserlerden ilham alarak yüzlerce uyarlama bilim kurgu kitabı
yazıldı, yüzlercesi sinemaya uyarlandı ve uyarlanmaya devam etmektedir. Ancak bazı bilim kurgu
uyarlamaları var ki onlar sinema
tarihine isimlerini altın harflerle yazdırmıştır Şimdi gelin bilimkurgu edebiyatı-sinema birlikteliğinin en iyi örneklerine bakalım.
Her sinema türü gibi bilim kurgu sineması
da edebiyattan beslenir. Nitekim ilk bilim
kurgu filmi de yine bir edebi beslenmedir. 1902 yılında Georges Melies tarafından
yazılan ve yönetilen “Aya Yolculuk” filmi
Jules Verne’nin yazdığı “Ay’a Seyahat” ve
H. G. Wells’in yazdığı “Aydaki İlk İnsanlar”
romanlarından uyarlanmıştır. Yaklaşık 14 dakika süren bu filmde bir grup bilim adamının
Ay’a gitmek üzere planlar yapması, sonunda
başarılı olarak Ay’a gitmeleri ve burada
başlarına gelen olaylar anlatılmaktadır. Film
kullandığı özel efektleriyle de sinema tarihinde bir ilktir.
Jules Verne’nin “Seksen Günde Devri Âlem” kitabı dünyada en çok okunan
kitap olmuştur ve 3 kez beyaz perdeye
uyarlanmıştır. En çok bilineni 2004 yapımı
Jackie Chan’in başrolünde oynadığı filmdir.
Bu uyarlamada da diğer iki filmde olduğu
gibi kitabın konusuna sadık kalınarak İngiliz
mucit Phileass Fogg’un 80 günde dünyayı
gezme çabası anlatılmaktadır. Film aynı zamanda tarihin en çok zarara uğrayan filmi
olmuştur.
Bilim kurgu kitapları genelde temelini bilimsel gerçeklerden alıp üstüne hayalden bir
bina inşa eder. Ancak Jules Verne’nin eserleri
bilimle başlayıp bilimle bittiğinden ve hayale
çok yer vermediğinden onun bilim kurgu
yazarı olarak değil de yalnızca “bilim yazarı”
ya da “teknoloji yazarı” olarak anılması
gerektiği iddia edilir.
H. G. WELLS
Herbert George Wells, birçok edebiyat
türünde eserler vermesine rağmen bilim
kurgu romanlarıyla daha çok tanınır ve Jules
Verne ile birlikte bilim kurgunun babası
kabul edilir. En bilinen ve beğenilen bilim
kurgu eserleri: Zaman Makinası(1895),
Görünmez Adam (1897), Dünyaların
Savaşı(1898) olmuştur.
Wells’in “Zaman Makinası” kitabı iki kez
sinemaya uyarlanmıştır. Konusu kitapla
birebir aynı olan filmlerde, bilim adamı ve
mucit olan kahramanımızın azimle çalışarak
zaman makinesini icap edip farklı zamanlara yaptığı yolculuklar anlatılmaktadır. İlk
olarak 1899’dan 2030’lara, oradan da 800.000
yıl sonrasına yolculuk yapar. Bu milyonlarca yıl uzaklıktaki gelecekte, insanoğlunun
iki düşman ırka bölündüğünü fark eder ve
kendini acımasız bir savaşın tam ortasında
bulur. Eserin iki uyarlaması da çok başarılı
bulunmuştur. Kitabın ve filmlerin de verdiği
mesaj açıktır; “Biz ne kadar kendimizi
teknolojik olarak ilerletsek de, savaş olduğu
müddetçe gelecekten hiç umut beklenmemelidir.”
“Görünmez Adam” kitabı da ilk olarak
1933 yılında beyazperdeye aktarılmış daha
sonra 1940’ da devam filmi gösterime
girmiştir. Filmde kitapla paralel olarak;
görünmez olmanın yöntemini bulan ve
bu sırrı kendi üzerinde deneyen bir bilim
adamının görünmez olduktan sonra
yaşadıkları anlatılır. İlacın etkisiyle görünmez olan adam, artık formülü tersine çevirip
eski haline geri dönememektedir. Yüzünü
sargı bezleriyle kaplayıp gözlüğünü takarak
İngiltere’nin küçük bir köyüne yerleşir. Burada kendisini eski haline döndürebilecek
deneyleri uygulamaya başlar. Ancak sonuçlar son derece ürkütücü olacaktır; çünkü
onu görünmez yapan ilaç aynı zamanda
kurbanını yavaş yavaş delirtmektedir de...
Wells’in diğer bir başarılı kitabı olan
“Dünyaların Savaşı” filmi 2005 yılında ünlü
yönetmen Steven Spielberg tarafından sinemaya uyarlanmıştır. Filmde kitapta olduğu
gibi Marslıların dünyayı işgali anlatılır. Önce
Londra yakınlarına meteor benzeri nesnelerin düşmeye başlar. Silindir biçimindeki
kapsüllerin içinden çıkan Marslılar, inşa ettikleri üç ayaklı devasa savaş makinaları ve
ellerinde bulunan ısı ışını gibi teknolojik silahlarla kısa sürede insanları öldürmeye ve
dehşet saçmaya başlarlar. Film gişede büyük
bir hasılat rekoru kırarak dünya çapında 591
milyon $ hasılat elde etmiştir.
İlham kaynağı Jules Verne olan Wells,
onunla teknolojiye önem verme konusunda
hemfikirdir ancak Verne’nin eserleri
olayların bilimsel olarak nasıl olabileceğini
anlatmaya çalışırken Wells’in eserlerinde
teknik ve bilimsel konular baştan savma
bir şekilde geçiştirilir. Wells’in “Aydaki
İlk İnsanlar” kitabını ve Jules Verne’nin
“Aya Yolculuk” kitaplarını ele aldığımızda,
Wells’in derdinin aslında teknolojik
gelişmelerin nerelere kadar ilerleyebileceğini
göstermek değil, Aydaki hayatın nasıl
olabileceğine dair düşünceler üretmek
olduğunu görürüz.
BULUT ATLASI/CLOUD ATLAS
David Mitchell’in 2004 yılında yayımlanan filmle aynı ismi taşıyan
romanından sinemaya uyarlanan Bulur Atlası, 2012 ABD-Almanya
ortak yapımı bir bilim kurgu filmidir. Yönetmenliğini ve senaryosunu,
Matrix Üçlemesi ve V for Vendetta gibi sinema tarihinin en iyi filmlerine
imza atmış Wachowski Kardeşler ve Tom Tkywer üsttlendiği filmin
başrollerinde Tom Hanks, Hugo Weaving, Halle Berry, Jim Sturgess,
Hugh Grant gibi oyuncular yer almaktadır. Film sıra dışı geriye dönüş
ve ileriye atlama teknikleriyle farklı dönemlerde yaşamış altı ayrı karakterin hikayesini anlatır. Hikayeler farklı görünebilir ama aslında amaç
hep aynıdır ve aralarında ince bağlantılar vardır ve eğer 171 dakikalık
uzun süresine dayanıp, sıkılmadan izleyebilirseniz size mükemmel bir
son sunma vaadini vermektedir.
Bulut Atlası filminin konsepti resmi olarak şöyle açıklanmıştır:
« Bireylerin davranışların geçmişteki, günümüzdeki ve gelecekteki
diğer bireylerin yaşamları üzerindeki etkileri üzerine bir araştırma, katil
bir ruhun kahramana dönüşmesi ve bir iyiliğin asırlar boyunca dalgalanarak bir devrime ilham olması. »
ARIYORUM
15
MAYIS 2015
FRANKENSTEIN
Mary Shelley tarafından edebiyat dünyasına
kazandıran Frankenstein, çoğu insan
tarafından korku romanı olarak bilinse de
aslında bir bilim kurgu ve felsefi roman
türüdür. 1816’da yazılmış olan roman; tıp
öğrencisi olan Victor Frankenstein’ın ceset
parçalarından oluşturduğu ölü vücudu, elektrik akımı vererek canlandırmayı başarmasını
ve daha sonra yaşadığı iç hesaplamayı anlatır.
İlk olarak 1910 yılında sinemaya uyarlanan
“Frankenstein” daha sonraları da pek çok kez
sinemaya uyarlansa da en iyi uyarlama 1931
yılında James Whale’ın yönetmenliğini yaptığı
film olmuştur. Filmde, her ne kadar romanın
vermek istediği “Tanrıya başkaldırma, kendini
ona eş değer görme” vb. alt metinler, yaratık
filmi yapma arzusunun içinde kaybolsa da
fantastik ve bilim kurgusal öğeleri o zamanın
teknolojisiyle mükemmel yansıtmasıyla
akıllarda kalmıştır.
2001: BİR UZAY
DESTANI/2001: A
SPACE ODYSSEY
2001: Bir Uzay Destanı filmi 1968
yılında Stanley Kubrick tarafından
yönetilen bir bilim kurgu filmidir.
Ünlü bilim kurgu yazarı Arthur C.
Clarke’ın “The Sentinel” adlı kısa
hikayesinden esinlenen Kubrick yazarla kafa kafaya vermiş ve senaryosunu beraber kaleme alıp ortaya
mükemmel bir bilim kurgu filmi
çıkarmıştır. Filmde Kubrick üç parçalı bir anlatım tercih etmiş ve maymundan mekanikleşen
insana oradan da yeni bir insan formuna evrilen türü ele almıştır. Film döneminin çok
ötesindeki görsel efektleri ve yaratıcı uzay mekiği tasarımları gibi pek çok özelliğiyle bilim
kurgu sinemasında yeni bir çağ açmıştır.
GERÇEĞE ÇAĞRI/TOTAL
RECALL
Oscar ödüllü filmin hikâyesi Philip
K. Dick in “We Can Remember It For
You Wholesale” adlı kısa hikâyesine
dayanmaktadır. 1990 yılında sinemaya
uyarlanan filmin yönetmenliğini Paul
Verhoeven yapmıştır. Başrollerini Arnold Schwarzenegger ve Sharon Stone’un
oynadığı filmde, Mars’a dair rüyalar
gören Douglas’ın insanları Mars’a tatile
yollayan “Rekall” adlı şirkete başvurması
ve bu yolculukta gerçek kimliğinin ortaya çıkması anlatılır. 2084 yılında geçen
film “En İyi Görsel Efekt” dalında Oscar
kazanmıştır.
AZINLIK REPORU/THE
MINORITY REPORT
ŞEY/THE THING
Şey, 1982 ABD yapımı bilim kurgu ve
korku filmidir. Şey aslında 1951 yapımı
Christian Nyby filmi “The Thing from
Another World”un yeniden yapımıdır.
Ancak yeniden çekimde 1951 yapımına
esin kaynağı olan John W. Campbell, Jr.’ın yazdığı “Who Goes There?”
romanına daha sadık kalınmıştır. Filmde,
şekil değiştirebilen bir uzaylı yaratığın
buzda donduktan sonra canlandırılması
daha sonra Antartika’daki bir bilimsel araştırma istasyonuna sızıp Norveçli araştırma ekibini öldürmesi ve
devamından gelişen olayları anlatılır. Film
2011 yılında 1982 yılındaki filme paralel
olarak yeniden uyarlanmıştır.
DR. GARİPAŞK/DR.
STRANGELOVE
Dr. Garipaşk (İngilizce orijinal adı:
Dr. Strangelove or: How I Learned to
Stop Worrying and Love the Bomb /
Dr. Garipaşk veya: Nasıl Kaygılanmayı
Bırakıp Bombayı Sevmeyi Öğrendim)
Peter George’un “Kırmızı Alarm” isimli
romanından uyarlanan, yönetmenliğini
Stanley Kubrick’in yaptığı 1964 yapımı
bir bilim kurgu/politik hiciv/komedi
filmidir. Filmin başrolünde oynayan Peter
Sellers üç farklı rolde oynamıştır. Soğuk
savaş dönemi USA-SSCB ilişkilerini kara
bir mizahla ele alan film, teknolojinin
insanın elinde nelere kadir olacağı söylemiyle sonlanır.
Total Recall filminin büyük başarı
yakalaması nedeniyle ikinci filmi
çekilmek istenmiş ancak sonradan planlar
değişince Philip K. Dick’in “The Minority Report(Azınlık Raporu)” eseri Steven
Spielberg’in yönetmenliğinde 2002 yılında
sinemaya uyarlanmıştır. Başrolünde
Tom Cruise’un oynadığı film, 2054’ün
Amerika’sında geçmektedir. Filmin konusu; Dedektif John Anderton, psişik
güçlere sahip kahinler ve bazı teknolojik aygıtlar sayesinde cinayetleri daha
işlenmeden önce fark edip suçluları yakalayan özel bir polis biriminin başındadır.
Anderton’ın kusursuz işlediğine inandığı
sistem, birdenbire tersine döner.
Anderton’ın şefi olduğu birim, cinayet
suçlamasıyla onun peşine düşer. Avcı artık
av olmuştur... İnsanın kendi kaderini belirleyip belirleyemeyeceği sorunsalı üzerine
eğilen film, yola çıktığı hikayenin üzerine
koyarak bilim kurgu başyapıtlarından biri
olmuştur.
BIÇAK SIRTI/BLADE
RUNNER
Yönetmenliğini Ridley Scott’ın yaptığı,
başrolünde Harrison Ford’un oynadığı
1982 yapımı BIÇAK SIRTI filmi, Philip K.
Dick tarafından yazılan, 1968 senesinde
yayınlanan “Android’ler Elektrikli Koyun
Düşler Mi?” adlı bilim kurgu romanından
uyarlanmıştır. Blade Runner
kaçak
Replikant’ları (yapay insan/android) avlayan avcı demektir. Filmde, yıllarca “blade
runner” olan Rick Deckard’ın tam yorulup emekli olmaya karar verdiği zaman,
çaldıkları bir uzay gemisiyle dünyaya beş
Replikant’ın geldiğini öğrenmesi ve milyonlarca insanın yaşadığı bir şehirde bu beş
Replikant’ın peşine düşmesi anlatılır. Film
vizyona girdiği zaman izleyiciler tarafından
pek tutulmasa da zamanla bir kült olmuştur.
B
MAYMUNLAR
CEHENNEMİ/PLANET OF
APES
Fransız yazar Pierre Boulle’nin 1964
yılında yayınlanan bilim kurgu romanı
Maymunlar Gezegeni, 1968’de ilk olarak
sinemaya “Maymunlar Cehennemi”
adıyla uyarlandı. Filmde, bir grup astronotun yaptıkları bir uzay yolculuğu sonunda maymunların hüküm sürdüğü bir
gezegene düşmeleri ve orada maymunlar
tarafından esir alınmaları anlatılır.
ilim kurgu sinema için büyük bir hazinedir; tüm gizemi ve gizemli
olduğu kadar gerçekçi olmasıyla da insanları kendine çeker. Sayısız
bilim kurgu eseri sinemaya aktarılmıştır ve aktarılmaya devam edilmektedir. Görülüyor ki bilim kurgunun konuları insanlar hayal ettikçe ve
araştırdıkça asla tükenmeyecektir ama unuttuğumuz çok önemli bir şey var
ki o da; Acaba dünya böyle kirlenmeye devam ettikçe, bilimin bu hızlı ilerlemesinin bir değeri olacak mıdır?
16
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
kafePi_reklam_sayfasi.pdf
1
27.03.2015
16:51:18
ARIYORUM
MAYIS 2015

Benzer belgeler