Bu Ay Sahnedekiler

Transkript

Bu Ay Sahnedekiler
a
pe
cy
cy
pe
a
Aralık
98
SAYI 87
750.000.-
A
Y
L
I
K
T
İ
Y
A
T
R
O
D
E
R
G
İ
S
İ
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Mustafa Demirkanlı
EDİTÖRDEN Mustafa Demirkanlı/ S. 5
Yayın Sekreteri:
Duygu Atay
HABERLER / S. 6
Yazarlar:
Ahmet Cemal
İZLENİM: GELENEKSEL TİYATRO SEMPOZYUMU VE UNIMA Mustafa Demirkanlı/ S. 8
Ahmet Levendoğlu
SÖYLEŞİ: LEMİ BİLGİN İLE DEVLET TİYATROLARI ÜSTÜNE
Türel Ezici / S. 12
Redaksiyon:
A. Nalân Özübek
İZLENİM: 3. BURSA ULUSLARARASI ÇOCUK VE
GENÇLİK TİYATROLARI FESTİVALİ
Duygu Atay/ S. 16
Katkıda Bulunanlar:
Emre Koyuncuoğlu
Hami Çağdaş
Haluk Işık
Hayati Asılyazıcı
Özdemir Nutku
Türel Ezici
Üstün Akmen
Teknik Müdür:
Erkut Arıburnu
Baskı:
Stil Matbaası
ELEŞTİRİ: TRABZONLU ANTİGONE Hami Çağdaş / S. 24
ELEŞTİRİ: ŞENLİK YERİ GİBİ BİR SAHNEDE MOLIERE Üstün Akmen/ S. 28
ELEŞTİRİ: ANDROKLES İLE ASLAN Nihal Kuyumcu / S. 30
pe
Ofset Hazırlık:
Tiyatro Yapım
cy
İZDÜŞÜM: Ahmet Levendoğlu / S. 23
Tiyatro Kulübü-Satış-Abone:
Sedat Bilgin- Murat Güler
Hukuk Danışmanı:
Fikret İlkiz
a
İZLENİM: ELEŞTİRİNİN VE ELEŞTİRENLERİN
ELEŞTİRİSİ
Nihal Kuyumcu / S. 20
İlki Güneş
Nihal Kuyumcu
Film Çıkış:
Çağdaş
Abone Bedeli: 7.500.000. Kurumlar Abone Bedeli: 9.000.000.-TL
SÖYLEŞİ: MÜJDAT GEZEN TEKRAR TİYATRODA
İlki Güneş / S. 32
SÖYLEŞİ: DÜŞÜNMEK ACIYI GETİRİYOR
Emre Koyuncuoğlu / S. 34
İZLENİM: KAZAN '98 TÜRK DİLLİ
HALKLAR TİYATROSU FESTİVALİ
Hayati Asılyazıcı/ S. 36
Yurtdışı: 150 D M / 7 5 $
Tiyatro Yapım Yayıncılık Tic. ve San. Ltd. Şti.
Firuzağa Mah. Ağahamamı Sok. 5 / 3
TARTIŞMA: ZORUNLU BİR YANIT
Özdemir Nutku / S. 38
Cihangir 8 0 0 6 0 İstanbul
Telefon: (0.212)243 09 37
Fax: (0.212) 252 94 14
KURULTAY İZLEME KOMİTESİ: İZLEME KOMİTESİ RAPORLARI /S. 40
BU AY SAHNEDEKİLER /S. 42
Posta Çeki: Tiyatro Yapım
6 5 5 248
Banka Hesap No: T.İş Bankası,
Cihangir Şb. 197 245
4
EDİTÖRDEN
Mustafa
Demirkanlı
Evet, birinci perdenin sonu, belki de oyun bitti diyemediğimiz için birinci
perdenin sonu dedik.
Buraya nasıl geldik. 1 9 9 1 yılının Şubat ayında perde diyerek başladığımız
Tiyatro.. Tiyatro... macerası, inişli çıkışlı, engebeli yollardan geçerek ama
düzenli olarak yayımlanarak 8 yılını doldurdu.
Bu süre içinde b i r ç o k önemli projeye imza attık. Geriye dönüp
baktığımızda gerçekleştirdiklerimizin hiç de azımsanmayacak boyutlarda
o l d u ğ u n u n farkındayız. D e r g i ' m i z i d o ğ a l o l a r a k , günlük basın veya
g r u p l a r ı n d e r g i l e r i gibi yaygın d a ğ ı t a m a d ı k , b i r ç o k t i y a t r o s e v e r e
ulaşamadık, zaman zaman aksaklıklar yaşadık. Ama, hepsinin ötesinde 8
yılın tiyatro belleğini oluşturduk, tiyatro araştırmacılarına çok önemli bir
arşiv bıraktık.
pe
cy
a
G e r ç e k l e ş t i r d i ğ i m i z projeler içinde, bizim için en önemli olan çocuk
tiyatrosuydu. Yıllar sonra çok daha iyi anlaşılacağını u m d u ğ u m , çocuk
tiyatrosu hareketini başlattık. Eğitim Programı, Kurultay ve Festival ile
çocuk tiyatrosunu tartışılır kılmanın ötesinde sorumlulukların da t e k r a r
gözden geçirilmesine yeni bir zemin oluşturduk.
İşte bu son p r o j e , Dergi'nin birinci p e r d e s i n i n de sonunun geldiğini
g ö s t e r d i . Önceleri kabullenmekte zorlandık, bize oyun bitti gibi geldi,
sonra bir kez daha baktığımızda birinci perdenin bitmiş olduğunu, ancak
ikinci perdede reji aksamalarının bulunduğunu fark ettik.
Önce bir soluk aldık, sonra daha geniş bir soluk alarak ikinci perdedeki
reji aksamalarını gidererek çok daha sağlam bir yapıya o t u r m u ş ikinci
perdenin zilini çalmanın daha doğru olacağına karar verdik.
Yani, bu bir veda yazısı değil, -umarım- ilk planlamalarımıza göre 3 aylık
bir perde arası. Bu süre içinde aksamaları -ki aksamalar, içine girdiğimiz
büyük maddi handikap- gidererek, giderebildiğimiz kadar, daha sağlam
bir yapıda tekrar birlikte olmak.
Kısaca; " 1 . Uluslararası İstanbul Çocuk T i y a t r o s u Festivali v e Eğitim
P r o g r a m ı " ile " 1 . Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı" bizim için büyük
açıklar oluşturdu, bu açıklar da böyle bir ara vermemizi gerektirdi.
Bu açıkları nasıl kapatabiliriz, çok s o m u t bir planımız yok, arıyoruz,
araştırıyoruz. Çözümlerden biri finansör bir ortak bularak yola devam
etmek, bir diğeri... Bilmiyoruz, belki sizlerden çözüme yönelik öneriler
g e l e b i l i r . A m a , b u g ü n için daha fazla yol a l m a m ı z m ü m k ü n d e ğ i l .
Dileğimiz ve amacımız bu üç ayı d e ğ e r l e n d i r e r e k s a ğ l a m bir ikinci
perdede buluşmak. Eğer bunu gerçekleştiremezsek, bu kısa yazı bir veda
yazısı olarak Dergi'nin son sayısındaki yerini almış olur. Olmayacak, ama
olur ki böyle olursa, birinci sayımızdan itibaren sürekli yanımızda olan
herkese, yazılarıyla destek olan yazarlarımıza, ilanlarıyla bugüne kadar
yaşamamızda çok büyük katkıları olan ilan verenlere, ajanslara teşekkür
ederiz.
Bu yazının bir veda yazısı olmadığına inanıyor, inanmak istiyor, 87 nci
sayımızda buluşmak üzere hepinize iyi seyirler diliyorum.
5
Haberler...
KBT Genel Sanat Yönetmeni B u r h a n
Akçin'in yönettiği panele, konuyla ilgili
kalabalık bir dinleyici kitlesi katıldı.
Konuşmacılar, yaratıcı d r a m a n ı n eği­
t i m d e k i ö n e m i , oyunla ö ğ r e n m e , öğ­
r e n m e sürecinde yaratıcı dramanın
kullanım b i ç i m i gibi k o n u l a r d a neler
yapılabileceğini, ilgili bakanlıklar kana­
lıyla bu yöntemin eğitim seferberliğin­
de nasıl kullanılacağına ilişkin bilgiler
verdiler.
İzleyicilerin k o n u ş m a c ı l a r a s o r d u k l a r ı
sorular ise, okullara zorunlu ders ola­
rak konulması düşünülen yaratıcı dra­
m a n ı n u y g u l a n m a a ş a m a s ı n d a nasıl
ö ğ r e t m e n bulunacağı, okullardaki öğ­
r e t m e n e verilecek sorumluluğun da
projeyi çıkmaza sokabileceğini t i y a t r o
kuramcısı yetiştiren okulları bitirenle­
rin pedagojik f o r m a s y o n da alarak
okullara d r a m a ö ğ r e t m e n i olarak ata­
nıp a t a n a m a y a c a ğ ı gibi önemli konu­
lardaydı.
pe
cy
Özel T i y a t r o l a r a Devlet D e s t e ğ i De­
ğ e r l e n d i r m e K u r u l u , 5 Kasım 1 9 9 8
tarihinde Ankara'da t o p l a n a r a k başvu­
r u d a b u l u n a n 1 5 9 özel t i y a t r o n u n
başvurusunu inceleyerek, 3 2 profes­
yonel tiyatroya 7 8 , 1 3 çocuk tiyatro­
suna 4 . 1 0 0 , 11 a m a t ö r tiyatroya
3 . 3 0 0 , 4 geleneksel tiyatroya
0 . 6 0 0 , 4 tiyatroya salon onarımı ve
donanımı için 14 milyar olmak üzere
t o p l a m 1 0 0 milyar devlet desteği ve­
rilmesi kararını aldı.
Özel T i y a t r o l a r a Devlet D e s t e ğ i De­
ğ e r l e n d i r m e K u r u l u ; Kültür Bakanlığı
M ü s t e ş a r Vekili N u r c a n Tokar, Devlet
Tiyatroları Genel M ü d ü r Vekili Rahmi
Dilligil, Güzel Sanatlar Genel M ü d ü r ü
M e h m e t Özel, Tiyatro Sanatçısı ve TİYAP Başkanı Ali Poyrazoğlu, Tiyatro
E l e ş t i r m e n i v e U l u s l a r a r a s ı Eleştir­
m e n l e r Birliği üyesi Hayati Asılyazıcı,
Tiyatro Sanatçısı ve TODER Başkanı
Göksel Kortay'dan oluşmaktaydı.
vatuvarı ö ğ r e t i m görevlisi Hasan Er­
kek, A. Ü. Güzel Sanatlar Bölümü öğ­
r e t i m üyesi Ömer Adıgüzel, yazar Ül­
kü Ayvaz katıldılar.
a
Kültür Bakanlığının
Özel Tiyatrolara
Devlet Desteği
Açıklandı
Devlet Desteği; A, B, C, D olmak üze­
r e , başvuran tiyatrolar d ö r t kategori­
ye ayrılarak değerlendirildi. A kategorisindekiler 4 milyarlık en büyük des­
t e ğ e hak kazandılar. Bunlar; Ali Poy­
razoğlu T i y a t r o s u , A n k a r a S a n a t Ti­
y a t r o s u , Dostlar Tiyatrosu, K e n t e r Ti­
y a t r o s u , O r t a o y u n c u l a r - F e r h a n Şensoy, T i y a t r o İstanbul-Gencay G ü r ü n ,
Tiyatro Stüdyosu, Dönmen Tiyatrosu,
Yeditepe Tiyatrosu-Hadi Ç a m a n ola­
rak belirlendiler. B kategorisinde ise;
Tiyatrokare ve Tiyatro Oyunevi bulunu­
yor.
Diğer tiyatrolar ise, C ve D katogerileri olarak geri kalan desteği aralarında
bölüşüyorlar.
Kocaeli Bölge
Tiyatrosu'nda Yaratıcı
Drama Paneli
K o c a e l i Bölge T i y a t r o s u ' n u n T i y a t r o
Okulu 2 0 . d ö n e m açılışı,7 kasım
1 9 9 8 ' d e Sabancı Kültür Merkezi'nde
yapıldı. Açılış nedeniyle yapılan panele
konuşmacı olarak A.Ü.Devlet Konser-
İsmet Küntay
1 9 9 7 - 9 8 Sezonu
Ödülleri Sahiplerini
Buldu
H e r sezon y i n e l e n e n ve bir s o n r a k i
sezonun ilk
Devlet Tiyatrosu yapımı
yeni yerli oyununun galasında
verilen İsmet Küntay ödülleri, bu yıl da
24 Kasım Salı günü Aziz Nesin Sahnesi'nde s e r g i l e n e n Orhan Asena'nın
"Atçalı Kel M e h m e t " oyununda sahip­
lerine verildi.
En iyi yazar dalında Eşber Yağmurder e l i A n k a r a S a n a t T i y a t r o s u yapımı
"Akrep" oyunuyla ödüle layık görülür­
ken, en iyi y ö n e t m e n dalında da Ada­
let Ağaoğlu'nun "Kozalar", Melih Cev­
det Anday'ın "Ölüler Konuşmak İster­
ler" adlı Devlet Tiyatrosu yapımı kısa
oyunlarıyla Ayşenil Şamlıoğlu'na ödül
verildi.
En iyi kadın oyuncu olarak İBŞT yapımı
A h m e t Hamdi Tanpınar'ın "Huzur"
oyunundaki yorumuyla Bennu Yıldırım­
lar s e ç i l i r k e n , en iyi e r k e k o y u n c u
ödülü de O r t a o y u n c u l a r yapımı "Çok
Tuhaf Bir S o r u ş t u r m a " d a k i yorumuyla
6
Tuncel Kurtiz'e verildi. Ödülleri, Kültür
Bakanlığı M ü s t e ş a r Vekili N u r c a n To­
kar, Hale Küntay ve Devlet Tiyatroları
Genel M ü d ü r ü Lemi Bilgin v e r i r k e n ,
sunuş konuşması Hayati Asılyazıcı ta­
rafından yapıldı.
"Kozalar" ve "Ölüler K o n u ş m a k İster­
ler" oyunlarındaki yönetimiyle en iyi yö­
n e t m e n ödülünü alan Ayşenil Şamlıoğlu, ödül t ö r e n i n d e n s o n r a Tiyatro... Ti­
y a t r o . . . Dergisi'ne şunları söyledi:
"İki ayrı yazarın iki ayrı oyunuyla en iyi
y ö n e t m e n ödülü almış o l m a m , bazıla­
rına t u h a f gelebilirse de, bence öyle
değil. Sonuçta, her iki oyunun da ko­
nuları farklı gibi g ö r ü n s e de, alt me­
t i n l e r i , bakış açıları aynı. İki oyunda
da, t o p l u m u n giderek yok olduğu te­
ması var. Toplum yok oluyor. Çok do­
ğal. Çünkü birey yok oluyor. Bireyleri­
nin tek t e k yok olduğu bir t o p l u m , el­
b e t t e ki yok olacaktır. İki oyunda da
bu d u r u m açıkça belli oluyor.
Ben bir t i y a t r o dili oluşturmaya çalışı­
y o r u m . B u d i l i n , kendi y a z a r l a r ı m ı z a
yönelerek daha iyi oluşturulacağını sa­
nıyorum. Tabii bu yabancı yazarlar söz
konusu olduğunda da geçerli. Onların
y e r e l l i ğ i n i , v e r m e k i s t e d i k l e r i mesajı
evrenselleştirerek, olabildiğince Türk­
çe' okumaya çalışarak seyirciye aktar­
maya u ğ r a ş ı y o r u m . Örneğin şu sıralar
Adana'da D ü r r e n m a t t çalışıyorum. Bu
çok özgün ve zor yazarın söylediklerin­
den, bizim seyircinin alacağı çok şey­
ler var. Yeter ki, evrensel bir boyuta
ulaşsın. İsviçreli D ü r r e n m a t t , aynı za­
m a n d a T ü r k t ü r de ç ü n k ü . Bir de şu
var. Anadolu seyircisi artık yerli oyun
istemiyor. "Bizim bildiğimiz, yaşamımı­
zı dolduran konuları tiyatro yoluyla bi­
ze a n l a t m a y a 'çalışmanızdan' bıktık.
Dünya yazarlarını, onların dünyaya ba­
kış açılarını, yaklaşımlarını ö ğ r e n m e k
istiyoruz" diyorlar ki, bu bizim için çok
sevindirici bir olay. Sanırım bu düşün­
ce, Diyarbakır'da en çok sevilen oyun
yazarının Shakespeare olmasıyla en iyi
ifade biçimini buluyor.
İ t i r a f e d i y o r u m , bu ödülü a l a c a ğ ı m ı
hiç b e k l e m i y o r d u m , ç o k s e v i n d i m .
K e n d i m d e n daha çok, A d a l e t Hanım
için. O da en az benim kadar sevindi.
"Benim bir oyunumun çok değişik bir
reji çalışmasıyla ödül alabileceği,
oyunlarımı düz bulanlara iyi bir yanıt
" d e d i . B u ö d ü l ü n y a z a r l a r a d a , biz
t i y a t r o c u l a r a itici güç olacağına
inanıyorum".
Haberler.
TOBAV İstanbul Şubesi tarafından dü­
zenlenen "Cumhuriyetimizin 75. Yılında
Türk Tiyatrosu" Panelleri 7-8-9 Aralık
tarihleri arasında Afife Jale Sahnesi'nde gerçekleştirilecek.
"Devlet Tiyatroları" paneline konuşmacı
olarak; Raik Alnıaçık, Özgür Erkekli, Er­
han Gökgücü, Müge Gürman, Can
Gürzap, Nesrin Kazankaya ve Orhan
kurtuldu katılıyor.
Paneller dizisinin son günü "Yasal Alan­
da Mücadele" (10.30-13.30) ve " Ti­
yatro Sanatının Ülke Demokrasisindeki
Yeri" (14.00-17.00) konuları tartışıla­
cak.
Meslek örgütlenmeleri - Ulusal Sanat
Konseyi - Türkiye Tiyatro Yasası - Fikir
ve Sanat Eserleri Yasası - Uluslararası
sanat Hukukunun Neresindeyiz? konu­
larının tartışılacağı "Yasal Alanda Mü­
cadeleler" paneli ile öğleden sonra ger­
çekleşecek "Tiyatro Sanatının Ülke De­
mokrasisindeki Yeri" panelinin katılımcı­
ları; Yücel Erten, Ercan Karakaş, Şük­
ran Kurdakul, Tamer Levent, Fikri Sağ­
lar, İstemihan Talay ve Yüksel Yalova.
pe
cy
Üç gün sürecek olan paneller dizisinin
ilk günü 10.30-13.30 arasında "Tiyat­
ro Eğitimi" konulu panel gerçekleştirile­
cek. Panel katılımcıları: Haluk Şevket
Ataseven, Zeliha Berksoy, Okday Koru­
nan, Emre Koyuncuoğlu, Özdemir Nut­
ku, Hilmi Zafer Şahin ve Afşar Timu­
çin. "Tiyatro Eğitimi" panelinde; Eğit­
men sorunu, kaynakları ve çözüm yol­
ları - Öğrenci seçimi ve eğitimi içinde
öğrenci modeli - Akademik eğitimin ne­
resindeyiz? - Yıllık ders planlarının olu­
şumu - Kaynak kitap ve yayın sorunları
- Yüksek öğrenim kurumu ve sanat eği­
timi - Sanat-bilim ilişkisi ve bilimsel sa­
nat sözcüğünün tiyatro kültürümüzdeki
yeri - Tiyatro eğitimi veren okullar arası
ilişkiler ve eğitim, öğretim alanları - Se­
kiz yıllık eğitimde tiyatro - Özlenen stan­
dartlar.
anlayışları - Siyasi erkin müdahaleci tu­
tumu - Sanatsal özgürlük - Ceza yön­
temleri - Memur/sanatçı yaklaşımı Çalışanların ekonomik-sosyal-demokratik alanlardaki sorunları - Sahnelerinsahnelerden yönetilme düşüncesi - Böl­
ge tiyatroları ve yaygınlaşması - Çocuk
tiyatrosu yaklaşımları - Ödenekli tiyatro­
ların gereklilik s e b e p l e r i - Yazar/oyun/oyuncu/yönetmen/tasarımcı sorunları - Özlenen standartlar.
a
Cumhuriyetimizin 7 5 .
Yılında Türk Tiyatrosu
Panelleri
Aynı gün öğleden sonraki ( 1 4 . 0 0 17.00) panelin konusu: "Özel Tiyatro­
lar." Panel katılımcıları; Mehmet Birkiye, Hadi Çaman, Ahmet Levendoğlu ve
Cüneyt Türel. "Özel Tiyatrolar" panelin­
de; Özel tiyatroların Cumhuriyet tarihi­
mizdeki yeri - Ekonomik sorunları - Kay­
nak sorunları - Çocuk tiyatrosu yakla­
şımları - Turne yaklaşımları - Özeleştiri­
ler - Özlenen standartlara ulaşmada
öneri ve yöntemler.
8 Aralık öğleden önce (10.30-13.30)
"Belediye Tiyatroları" tartışılacak. Beklan Algan, Hayati Asılyazıcı, Zeliha
Berksoy, Kenan Işık, Başar Sabuncu,
Hilmi Zafer Şahin, Şükrü Türen ve
Haşmet Zeybek'in katılacağı panelde;
Kuruluşundan günümüzü İ.B.Ş.T. - Be­
lediye tiyatroları - Belediyelerin sanat
ve kültüre yaklaşımları - Belediye tiyat­
rolarında işletme ve yönetim anlayışı Çocuk tiyatrosunun belediye tiyatrolarındaki önemi - Belediye tiyatrolarında
yaygınlaşma ve turne yaklaşımı - Bele­
diye tiyatrolarında y a z a r / r e p e r t u var/oyuncu/yönetmen/tasarımcı so­
runları - Özlenen standartlar tartışıla­
cak.
Öğleden sonraki (14.00-17.00) pane­
lin başlığı: "Devlet Tiyatroları." Yönetim
Son panelin konu başlıkları; Kültür Ba­
kanlığı ve tiyatroya bakışı - Devlet des­
teğinin önemi - Meslek çalışanlarının
T.C çalışma yasalarındaki yeri, tanımı
- Fikir ve sanat eserleri sorunları Meslek hakları ve meslek birliklerine gi­
dişte hukuksal/etik ilkeler.
Paneller Ortaköy dereboyu caddesinde­
ki Afife Jale Sahnesi'nde gerçekleştiri­
lecek.
Yunus Emre Yarışması
Jüri'sinden Kınama
Dört yıldır Bakırköy Belediyesi tarafın­
dan gerçekleştirilen "Yunus Emre Öz­
gün ve Uyarlama Oyun Yazımı Yarış­
ması" bu yıl sonuçların belirlenme aşa­
masında iptal edilmiştir. İptal karşısın­
da Jüri Üyeleri ortak bir kınama yazısı
ile Bakırköy Belediyesi'ni protesto et­
mişlerdir.
Ergin Orbey, Dinçer Sümer, Kenan
Işık, Doç. Dr. Hülya Nutku ve Tuncer
Cücenoğlu'ndan oluşan Seçici Kurul'un
yayımladığı protesto metni şöyledir:
"Bakırköy Belediyesi'nin dört yıldır dü­
zenlediği ve elli yeni oyunun Türk Tiyatrosu'na kazandırıldığı gelenekselleşmiş
'Yunus Emre Özgün ve Uyarlama Oyun
Yazım Yarışması'nın Belediyece iptal
edilmesi, Seçici Kurul Üyeleri olarak
bizleri çok üzmüştür. Belediye Başkanı
Ahmet Bahadırlı'nın onayıyla ilan edilen
ve çok sayıda yazarın katıldığı 1998 yılı
yarışmasının, sonuçlarının belirlenme
aşamasında iptal edilmesi, katılan ya­
zarlara karşı da haksızlık ve saygısızlık­
tır.
Bizler aşağıda imzası olan Seçici Kurul
Üyeleri, bu çok yanlış gelişmenin so­
rumlularını kınıyoruz."
Tiyatro Mie'den Çocuk
Oyunları Dizisi
Tiyatro Mie sahnelemiş olduğu 4
çocuk oyununu kitaplaştırarak çocuk
tiyatrosu yazınına yeni bir soluk katmış­
tır.
Çocuk Oyunları Dizisi; "Kahkahalar Or­
manı", "Şakacı Çocuklar Kampta",
"Komik Çocuklar M a h a l l e s i " ve
"Afacanlar Sirki"nden oluşuyor
a
Demirkanlı
pe
cy
Mustafa
GELENEKSEL TİYATRO
SEMPOZYUMU VE UNİMA
26-28 Kasım 1998 tarihleri arasında
Bolu'da UNİMA tarafından gerçekleştiri­
len "Geleneksel Tiyatromuzun Sorunları
ve Çözüm Yolları" başlıklı sempozyum
bizim de bugüne kadar ihmal ettiğimiz
bir alanla ve alanın sorunlarıyla yüz yüze
gelmemizi sağladı.
30 civarında katılımcının yer aldığı sem­
pozyumda artık yok olmaya yüz tutmuş
bu sanatın ve sanatçının korunmasına
yönelik tartışmaların yanı sıra bir çok
sanatçı da özeleştirisini yaparak çağın
gelişmesine ayak uyduramadıklarından
söz etti.
Genellikle usta-çırak ilişkisinin geçerli ol­
duğu bu sanat alanında yeni çırakların
çıkmaması ve yetişmemesinin var olan
ustaların da yitirilmesiyle tamamen yok
olacağının altı çokça çizildi.
Açılış bildirisini Haşmet Zeybek'in oku­
duğu sempozyum'un diğer bildiri sahip­
leri; Nebi Özdemir, Seyhan Livaneli,
Mustafa Kutlu, R. Şinasi Çelikkol, Ünver
Oral, Selim Gürata, Hayrettin İvgin, Yal­
çın Akçay, Metin Özlen, Ali Meriç, Mevlut Tan, Mustafa Hazım Kısakürek, Or­
han Kurt idi.
Bildirilerin okunmasının ardından yapılan
tartışmalar konunun toparlanmasına
yardımcı olurken birbirleriyle uzak kal­
mış sanatçıların da kaynaşmalarına neden oldu. Tartışmaların ardından çe­
şitli ustaların sergiledikleri kısa gösteri­
lerle oturumlar sona erdi.
Sempozyum'un ardından sempozyuma
konuşmacı olarak katılan bazı konuklara
"Geleneksel Tiyatro'nun yaşama şansı
var mı? Varsa gelişme şansı var mı?
Nasıl?" sorusunu yönelttik.
Orhan Kurt: Geleneksel Tiyatro'nun ya­
şama şansı yok dersek kendimize ters
düşeriz. Bak burada Sempozyum dü­
zenleniyor ve bu meseleleri tartışıyoruz.
8
biz sağ oldukça, yetiştirdiğimiz öğren­
ciler devam ettikçe tabii ki yaşama şan­
sı da devam edecektir."
Enver Oral: Geleneksel Tiyatro, yalnış
değerlendirmeler sonucu bu güne geldi.
Biz getirdik, kendi gücüyle yaşadı bugü­
ne kadar. En önemli yanlışımız Batı ti­
yatrosuna rakip olarak görmemiz oldu.
İkisinin yeri başka, işlevi başka ancak
yardımlaşabilirlerdi. Bu gerçeği kavrayabilirsek ve gelişmesi için yükü sadece
sanatçılara bırakmayıp devlet olarak da
meselenin üzerine gider, destek verir­
sek yaşamaması için hiçbir neden yok.
Selim Gürata: Geleneksel Tiyatro'nun
konservatif, akademik ve devlet yapısı
içinde olmasına karşıyım. Çünkü, Gele­
neksel Tiyatro halk kökenli, sisteme, dü­
zene karşı siyasi hicvini ve siyasi nükte­
danlığını koruyan bir yapıda. Bu anlam­
da Geleneksel Tiyatro'nun yaşaması,
gelişmesi güncelleşmesi doğrudan doğ­
ruya Geleneksel Tiyatro Ustaları'nın var
t ü r l e r i n i yaşatmaya kalkarsak bir yere
varamayız. Biçim olarak kalabilirler,
ama içerik bakımından günümüze
taşımamız gerekir. Günceli yaşamamız
gerekir. Çünkü gelenek bugün yaşıyor­
san değişimi yakaladığı için yaşıyordur,
d e ğ i ş i m e k a r ş ı d u r a n h i ç b i r şey
yaşayamaz.
olmasıyla, oluşmasıyla d o ğ r u orantılı.
İtalyan sahnelerden vaz geçerek kamu­
sal mekânlara taşımak gerekiyor.
Doç Dr. Nebi Özdemir: Burada bir so­
nuç çıktı ortaya. Çıkan sonuç; Gelenek­
sel Türk Tiyatrosu'nun yok olduğu. Duy­
gusal, romantik bir hareket. Yok olma­
ması için ne yapmak gerekir? Aslında
bu düşünce yanlış. İnsan değişir, dünya
değişiyor, evren değişiyor, hatta güneş
bile değişiyor. İnsanın yaratısı olan kül­
tür neden değişmesin? Değişmek
zorunda ki yaşasın. Değişecek ki kültür
çeşitlensin. Yaşadığımız şartlara ve çev­
reye göre değişiyor. Her ş a r t ve her
dönem kendi insanı, o insanlar da kendi
bağlamını ve dolayısıyla kendi sanatını
ve sanatçısını yaratıyor. Böyle bir or-
t a m d a , bizler içerik ve biçim bakımın­
dan d o n m u ş g e l e n e k s e l T ü r k t i y a t r o
N e yapılabilir s o r u s u n a g e l i r s e k .
Geleneksel t i y a t r o n u n değişen ve
değişmeyen unsurları vardır. Biz bunları
sadece kültürel bir u n s u r u m u z olarak
değerlendirelim, belki Karagöz'den çok
farklı bir ifade biçimi yaratılacak ancak
gölge oyunu her zaman var olacak. İşte
bu ayrımın f a r k ı n a varabilirsek, kabul
edebilirsek Geleneksel Tiyatro'da yaşar
ve gelişir. Yeterki, biz kabul edelim.
UNIMA BAŞKANI MEVLUT ÖZHAN'LA UNIMA VE
GELENEKSEL TİYATRO ÜZERİNE
Sayın Başkan, öncelikli olarak biraz UNIMA'dan bahseder misiniz?
Biz bu Sempozyum'da Geleneksel Tiyatro'nun tamamını aldık. UNlMA'nın faali­
yet alanı gölge oyunu ve kukla, tamamını
almamızın nedeni ise birbirleriyle bağ­
lantılı olması ve çağdaş tiyatroya kaynak­
lık eden bir sanat olmasıdır.
cy
a
- UNIMA, 1929 yılında Polonya'da yapı­
lan bin toplantıda ortaya çıkan bir birlik­
tir. Daha sonra UNlMA'ya (Milletler Ara­
sı Kukla Birliği) dönüştürülmüş, Merke­
zi, Fransa'da bulunuyor. Aşağı yukarı
100 ülkede örgütlenmiş durumda, ör­
gütlenmesi ya UNIMA Milli Merkezi ya
da UNIMA Temsilcisi olarak gerçekleşi­
yor. Genel Kongre, 4 yılda bir yapılıyor,
2 0 0 0 yılında Almanya'da gerçekleşe­
cek.
Sempozyum için beklentileriniz, hedefle­
riniz nelerdi?
Hedeflerinize ulaşabildiniz mi?
pe
Türkiye Milli Merkezi 1990 yılında kurul­
du. Daha önce Temsilcilik olarak faaliyet
yürütülüyordu. Şu anda 87 üyemiz bulu­
nuyor.
Konuyla ilgilenen kamu kuruluşlarını, bi­
lim adamlarını ve sanatçıları bir araya
getirerek konunun tüm boyutlarıyla tartı­
şılmasını sağlamaktı.
UNIMA Milli Merkezi olarak bugüne ka­
dar neler gerçekleştirdiniz?
1991 yılında Antalya'da Kültür Bakanlığı'nın katkılarıyla Kukla Festivali gerçek­
leştirildi. İki yılda bir gerçekleşiyor.
1 9 9 3 yılında Uluslararası yapılmasını
teklif ettik, Bakanlık'da kabul etti. Yani
1993 yılından bu yana iki yılda bir Ulus­
lararası Geleneksel Tiyatro Festivali dü­
zenliyoruz. Bunun dışında Bakanlıkla sa­
natçıların eğitimi seminerleri yapıyoruz.
Ayrıca yeni kukla sanatçıları yetiştirmek
amacıyla kurslar düzenlemeye başladık.
Değişik tarihlerde Bursa'da 3 kez ger­
çekleşti. Ayrıca uluslararası festivallere
sanatçı gönderme işini de UNIMA ola­
rak biz yürütüyoruz. Bunların dışında sa­
natçıların birbiriyle irtibatını sağlamak ve
gelişmeleri duyurmak amacıyla 3 ayda
bir bülten yayınlıyoruz. Son gerçekleştir­
diğimiz ise "Geleneksel Tiyatromuzun
Sorunları ve Çözüm Yollan" başlıklı sem­
pozyum.
Sempozyuma katılımın daha fazla olma­
sını arzu ediyorduk, kurumlar ve bilim
adamları pek rağbet göstermedi. Sanat­
çılarımızdan bile bir çoğu katılıp katılma­
yacağına dair cevap bile vermedi. Örne­
ğin ASSİTEJ'in, ITI'nin, TOBAV'ın katıl­
masını isterdik ama katılmadılar. Fakat
katılım az da olsa oldukça yararlı bir so­
nuca vardığımızı düşünüyorum. Bugün­
den sonra yapılması gereken iş bu öneri­
lerin, Sonuç Bildirisi'nin hayata geçiril­
mesi için çalışmak gerekiyor.
Bir çok katılımcıya sorduğum soruyu si­
ze de yöneltmek istiyorum. Sizin de an­
lattığınız gibi gerek üyelerinizden gerek­
se de diğer kurum ve kuruluşlardan ka­
tılım olmadı. Bir ilgisizlik gözüküyor. Bü­
tün bunları dikkate alarak sormak istiyo­
rum; "Geleneksel Tiyatro 'nun yaşama
şansı var mı? Varsa gelişme şansı var
mı? Nasıl?"
Geleneksel Tiyatro'nun eski biçimiyle ya­
şatılması, tanıtılması mümkün değil. Za­
ten bu işi yapan sanatçıların sayısı çok
9
az. Üye sayımız 87 ama bu işi gerçekten iyi bir biçimde gerçekleştiren sanat­
çı sayısı 8-10'u geçmez. Bunların yaş
ortalaması da 60'ın üzeninde, zaman
içinde tek tek onları da yitirdiğimizde
kimse kalmayacak. Usta-çırak ilişkisi
içinde yeni sanatçılar yetiştiği için onlar­
da ustalarının oyunlarını sergiliyor, bun­
lar artık günümüz insanına pek hitap et­
miyor. Çocuk oyunu diyoruz fakat çocuk­
lara pek hitap etmiyor, çocuklar sadece
Karagöz'ün ve Hacivat'ın hareketlerine
gülüyor, yetişkinlere ise çok basit geli­
yor.
Biz bu sanatı iki biçimde yaşatabiliriz. Bi­
rincisi, klasik halini koruyarak, yani mü­
zelik olarak koruyarak yapabiliriz. Sanat­
çılar bunları bilmeli, uluslararası festival­
lerde, herhangi bir bilimsel toplantıda,
özel günlerde sergilenmeli. İkinci biçim
olarak ise, tipleri bozmadan ama içeriği­
ni d e ğ i ş t i r i p , g e l i ş t i r e r e k , günceli
yakalayarak çağdaş düzeye getirirken,
çağın teknolojisinden de yararlanıp
geniş kitlelere ulaştırma imkânımız
olabilir.
Artık dünya bu sanatı akademilere
taşımış
durumda,
oyuncusu,
dekaratörü, ışıkçısı yani tüm alanların
ayrı ayrı uzmanları var. Fakat biz de tüm
yaratıcılığı bir kişinin eline bırakmak
zorundayız. Oysa bu sanat çok kişinin
yaratıcılığı ile gelişebilir.
UNIMA
olarak
üyelerinizden
beklentileriniz ve şikayetleriniz neler?
D e r n e k l e r d e genelde olduğu gibi
seçimler yapıldıktan sonra tüm işler bir
iki kişinin omuzuna yükleniyor.
GELENEKSEL TİYATRONUN SORUNLARI VE ÇÖZÜM YOLLARI
SEMPOZYUMU SONUÇ BİLDİRİSİ
Kültür Bakanlığı ve UNIMA Türkiye Milli Merkezi'nin işbirliğiyle 2 6 - 2 8 Kasım tarihleri arasında Bolu'da düzenle­
nen Geleneksel Tiyatronun Sorunları ve Çözüm Yolları Sempozyumu'nda sunulan bildiriler ve yapılan tartışma­
lar ışığında belirlenen ve değerlendirme bölümünde sempozyuma katılanlarca onaylanarak ilgili kamu ve özel
kuruluşlarca uygulanması dileğiyle kararlaştırılan çözüm yolları ve öneriler şunlardır:
1- Kültür Bakanlığı'nın finansmanıyla iki yılda bir gerçekleştirilen Uluslararası Geleneksel Tiyatro Festivalleri'nde
Karagöz kukla gösterilerinin yanı sıra ortaoyunu, meddahlık, köy seyirlik oyunları ile geleneksel tiyatro öğeleri
ağır basan çağdaş tiyatro gösterilerine yer verilmeli, daha geniş katılım sağlanmalı, etkili bir tanıtım yapılmalı­
dır.
2- Kültür Bakanlığı Devlet Geleneksel Türk Tiyatrosu Topluluğu Müdürlüğü'nün sanatçı kadroları çıkartılarak fa­
aliyete geçirilmelidir.
3-Tiyatro eğitimi veren yüksekokulların veya konservatuarların birinde geleneksel tiyatro bölümü açılarak bu
konuda sanatçılar yetiştirilmelidir.
4- Özel tiyatrolardan biri Geleneksel Türk Tiyatrosu olarak ihtisaslaşmalıdır.
5- Devlet Tiyatroları veya İstanbul Şehir Tiyatroları bünyesinde Geleneksel Türk Tiyatrosu Sahnesi açılmalı,
mevcut sanatçılardan yetenekli olanlar bu bölümde istihdam edilmelidir.
a
6- Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullardaki tiyatro kollarında geleneksel tiyatro çalışmaları teşvik edilmeli, bu
konuda UNIMA Türkiye Milli Merkezi'yle işbirliğine gidilmelidir.
pe
cy
7- Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullarda geleneksel tiyatro temsilleri verecek sanatçılar UNIMA Türkiye Milli
Merkezi tarafından belirlenmeli ve bu sanatçılara ayrıca kimlik kartı verilmelidir. Ayrıca bu sanatçıların listesi
Milli Eğitim Bakanlığı'na gönderilerek bunların dışındaki sanatçıların gösteri yapmaları engellenmelidir.
8- İstanbul'da Geleneksel Tiyatro Araştırma ve Uygulama Merkezi kurulmalı, bu merkezde araştırma, inceleme
ve eğitim yapılarak sanatçı yetiştirilmelidir. Bu merkez üniversitelerin herhangi birinde de kurulabilir.
9- Geleneksel tiyatro temsillerinde konular güncelleştirilmeli, tipler zenginleştirilmeli ve günümüz teknolojisin­
den yararlanılmalıdır.
10- Yurtdışında yapılan festivallere çok sayıda sanatçının gönderilmesi sağlanmalıdır.
1 1 - Özel Tiyatroları Yardım Yönetmeliği'nde, geleneksel tiyatro sanatçılarının harcamalarına yönelik istenen
belgeler geleneksel tiyatronun özellikleri dikkate alınarak değiştirilmelidir.
12- Kültür Bakanlığı'nca yaşayan t ü m geleneksel tiyatro sanatçılarının eski ve yeni repertuvarlarındaki oyunlar
filme alınmalı, sanatçılarla ilgili belgesel yapılmalı, köy seyirlik oyunlarından tesbit edilenler filme alınmalıdır.
13- Kültür Bakanlığı'na bağlı Kültür Merkezleri eski Halkevleri gibi çalışmalı, yöresinin kültür değerlerini derle­
yip yaşatmalıdır.
14- İstanbul Yıldız Sarayı'nda bulunan Türk Tiyatrosu Müzesi zenginleştirilmeli, gerekirse ayrı bir Geleneksel Ti­
yatro Müzesi kurulmalıdır.
15-Büyük şehirlerdeki müzelerin etnografya bölümlerine geleneksel tiyatro ile ilgili malzemeler alınarak sergi­
lenmelidir.
16- Kültür Bakanlığı'nca daha önceki yıllarda yapılan yarışma sonucu yayımlanan karagöz, kukla ve ortaoyunu
metinlerinin sahnelenmesi sanatçılara tavsiye edilmelidir.
17- Üniversiteler arasında Geleneksel Tiyatro Şenliği ve oynatım yarışması düzenlenmelidir.
10
1 8 - Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları sahnelerinden biri haftada bir gün geleneksel tiyatro günlerine tahsis
edilmelidir.
19- Kültür Bakanlığı'nın UNIMA Türkiye Milli Merkezi ile işbirliği içinde başlattığı Geleneksel Tiyatro Sanatlarının
Desteklenmesi Projesi geliştirilerek sürdürülmelidir.
2 0 - 2 0 0 0 yılının Karagöz Yılı ilan edilmesi sağlanmalıdır. (Milli düzeyde de olabilir.)
2 1 - T R T ve özel televizyon kanallarında ramazan ayı dışında da geleneksel tiyatro programlarına yer verilmeli­
dir.
2 2 - Kültür Bakanlığı geleneksel tiyatro konularında tanıtım filmleri hazırlatarak birkaç dilde dublajını yaptırmalı,
CD roomlarının hazırlanmasını sağlamalıdır.
2 3 - İnternette geleneksel tiyatro sayfası açılması konusunda çalışmalar yapılmalıdır.
2 4 - Güzel Sanatlar Liselerinde geleneksel tiyatro dersleri verilerek öğrencilerin bir bölümü bu sanatlara yön­
lendirilmelidir.
2 5 - İlköğretim ve o r t a ö ğ r e t i m kitaplarında geleneksel tiyatro konularına daha geniş yer verilmesi sağlan­
malıdır.
2 6 - İstanbul'da Topkapı Sarayı'nın girişindeki salonda, Ankara'da da belirlenecek bir salonda haftada iki, üç kez
geleneksel tiyatro gösterileri yapılması sağlanmalıdır. Bu uygulama bütün kentlerde yaygınlaştırılmalıdır.
a
2 7 - Turizm Bakanlığı'nca turistik tesisler uyarılarak animasyon gösterilerine geleneksel tiyatronun dahil edil­
mesi sağlanmalıdır.
pe
cy
2 8 - Mevcut sanatçıların eğitilmesi amacıyla Atölye Tiyatrosu tarzında eğitim seminerleri düzenlenmelidir.
2 9 - Kültür merkezlerindeki salonların geleneksel tiyatro sanatçılarına ücretsiz tahsis edilmesi sağlanmalıdır.
3 0 - Geleneksel tiyatronun yaşatılması için özel sektör desteğinin sağlanmasına çalışılmalıdır.
3 1 - Konuyla ilgili kurum ve kuruluşların (Dışişleri Bakanlığı, Turizm Bakanlığı, Üniversiteler, ASSİTEJ, ITI, vb.)
sempozyuma temsilci göndermemelerinin üzüntüyle karşılandığı ifade edilmelidir.
DÜŞ OYUNCULARI
SATILAN
MAL
GERİ
ALINMAZ
Yazan: Eugen Ruge
Yöneten: Nefrin Tokyay
Oynayanlar: Elvan Boran,
S. Bora Seçkin
Hadi Çaman Sahnesi'nde
her Çarşamba 20.30'da
Gişe Tel: [0212] 246 17 77
11
a
cy
pe
Genç
Cumhuriyet'in
önemli kurumlarından biri
olarak, Muhsin Ertuğrul'un y ö n e t i c i l i ğ i n d e ,
1949'da Ankara'da fiilen
açılan Devlet Tiyatrosu, 2
sahneye, az sayıda sa­
natçı ve destek persone­
le sahipti. 1998'lere ge­
lindiğinde 12 ilde açılan
sahne sayısı 32'ye ulaş­
mış; 600'ü aşan sanatçısıyla, toplam çalışan sayı­
sı 2000'li rakamları bul­
m u ş t u r . Sayısal artış,
pek çok yapısal, yönetsel,
parasal sorunu da bera­
berinde getirmiş; Devlet
Tiyatroları'nın değişen si­
yasi iktidarlar ile yirmi yıl­
da on yönetici değiştir­
mesi; değişimlerin genel­
likle çalışanlar arasında
zarar verici gruplaşma­
larla son bulan krizler
şeklinde yaşanması; kır­
gın, küskün sanatçıların
başka alanlarda varoluş
arayışları, kurumun, ken­
di içinde istikrarı bir türlü
yerleştirememesine ne­
den olmuştur. Sürgit ya­
şanan kaosun doğal so­
nucu olarak, sanat düzeyi
açısından da Devlet Tiyatroları'nda sahnelenen
oyunlar, önemli boyutta
nitelik kaybına uğramıştır.
Bir başka ilginç yön, bu
çok sorunlu dev kuru­
mun, halen, 1949'da çı-
Sayın Bilgin, öncelikle sizi,
tiyatro
sanatı alanında
sahnede
gösterdiğiniz
performanslarla,
aktör
yönünüzle tanıyoruz. Dev­
let Tiyatrosu sahnesinde
izlediğimiz Dostoyevski'nin
"Budala"sında; geçtiğimiz
sezon AST'da sahnele­
nen, Eşber Yağmurdereli'nin "Akrep" adlı oyunun­
da çizdiğiniz kompozisyon­
lar, son derece nitelikli
yorumlardı. "Sanatçı" kim­
liğinizin önemli ikinci boyu­
tu, bir akademisyen olu­
şunuz. Oyunculuk eğitimi­
ne yıllarını vermiş, sayısız
öğrenci yetiştirmiş, ulus­
lararası boyutta ses geti­
ren öğrenci temsillerine
rejisör olarak imza atmış,
sevilen bir hoca, bir pe­
dagog olma özelliğini de
taşıyorsunuz. Bir sanatçıyönetici olarak ise, beş yıl
süre ile H. Ü. Ankara Dev­
let Konservatuvarı Tiyatro
Bölümü'nde
Anasanat
Dalı Başkanı; bir dönem
Ankara Devlet Tiyatrosu
Müdürü sıfatıyla bu pozis­
yonundaki çalışmalarınız;
Bilkent Üniversitesi Tiyat­
ro Bölümü'nce gerçekleş­
tirilen uluslararası tiyatro
okulları
buluşmalarında
yönetici olarak gösterdiği­
niz performans ve alınan
olumlu sonuçlar, yönetici­
lik formasyonunuz hakkın-
Lemi Bilgin İle
Devlet Tiyatroları Üzerine
Türel
karılan kuruluş yasası ile yaşamını sür­
dürmeye çalışmasıdır. 1970'li yıllardan
bu yana üzerinde çalışılan; Devlet Tiyat­
roları'nın merkezi yapısını, ülke düzeyin­
de sanat (tiyatro] üreten özerk birim iş­
letmelere bölmeyi öngören; son şekli
verilip T.B.M.M. ne sunulan yeni yasa
tasarısı, hâlâ kanunlaşmayı beklemek­
tedir. Tasarının, kanunlaşması geciktik­
çe, zamana direnemeyeceği, sorunları
çözme gücünü yitireceği kesindir. Kaldı
ki, değerlendirildiğinde bu yapılanma
modeli bile, kendi içinde, uygulamada
türlü aksaklıklara, ciddi sorunlara yol
açacağı gözlemlenebilen yönler içer­
mektedir. Devlet Tiyatroları'nın birim ti­
yatro uygulamasını başlattığı ve yaygın­
laştıracağı gözleniyor. Dileğimiz, kuru-
Ezici
mun, ulus olarak geleneksel alışkanlığı­
mız olan, uygulamaları başlatalım ilke­
ler, kurallar, kuramlar arkadan gelir
zihniyetiyle, modern işletmecilik anlayı­
şının çok dışında sınama-yanılma yön­
temlerine ve daha boyutlu sorunlara
teslim olmamasıdır.
Kurumların tarihinde, her yeni yönetici
ile açılan yeni dönem, yeni ufuklar yeni
umutlar vaat eder. Bu iyimser yaklaşı­
mın, her şeyden önce, kendi içinde bü­
tünlüğü, uyumu kurmaya zorunlu olan
Devlet Tiyatroları'nın tüm çalışanlarınca
da paylaşılmasını diliyoruz... Devlet Ti­
yatroları üzerine, yeni genel müdür Le­
mi Bilgin ile konuştuk, izlenimlerini, gö­
rüşlerini aldık.
12
da da aşağı yukarı bir fikir vermekte...
Ama sanıyorum ki bu yönünüz ile ilgili
asıl yargı, bir süre önce, "sürpriz" bir
isim olarak genel müdürlüğüne atandı­
ğınız Devlet Tiyatroları'nda görev yaptığ­
ınız süreç içinde oluşacak.
Atanmanız konusunda, kısa bir değer­
lendirme yapar mısınız?
Açıkçası bu atama benim için de sürp­
riz oldu. Teklif edildiğinde kısa bir süre
düşündüm ve kararımı olumlu olarak
bildirdim. Bu bir "iktidar" değil, bir "gö­
rev" değişimiydi bana göre. Sanıyorum
ülkemizde bu iki kavram, her alanda
hep iç içe düşünüldüğü, zihinlerde hep
öyle bir koşullanma yarattığı için bir ta-
kım olumsuzluklar, gereksiz duygusallıklar yaşanıyor. Hiçbir ko­
nuda, hiç kimseye karşı önyargılı değilim. Devlet Tiyatroları, ül­
kemizde sanatsal alanda hizmet üreten bir kurum olarak tüm
çalışanlarıyla, tiyatro sanatının hepimizce malum prensiplerini
izleyerek, kendisinden beklenileni en iyi şekilde vermeye çalışa­
caktır. Sorumluluk, sadece Devlet Tiyatroları Genel Müdürü'nün omuzlarında değildir. Bu kurumda çalışan herkesin
omuz vermesi gereken, total bir sorumluluktur. Tüm arkadaş­
larımın bu bilinçte, bu samimiyette olduğuna inanıyorum, inan­
mak istiyorum.
"İktidar" sözcüğünden çağrışımla, "sanatçı kimliği" ve "iktidar"
kavramını yan yana getirdiğimizde ortaya çıkan tabloyu tanım­
lar mısınız?
a
Sanatçı kimliği özgür bir kimlik. Bu sanatın doğasından gelen,
yaratıcılığın ön koşulu olan bir durum. Devlet Tiyatrosu'nda sa­
natçı olmak, hele de yönetici konumunda bir sanatçı olmak, ol­
dukça zor. O zaman "memur sanatçı", "bürokratik sanatçı" gibi
başka kimlikler çıkıyor ortaya. Sanatçı, bu durumda siyasal ikti­
darla uzlaşma, bir anlamda kendi gerçek kimliğini yitirme tehli­
kesi ile karşı karşıya kalıyor. Bu içsel tehdit altında ya ödünler
vererek doğrudan bir uzlaşmayı kabul ediyor, statükocu bir
kimliği benimsiyor, ya iki arada bir denede bocalıyor ya da radikalleşiyor. Hiçbir koşulda, siyasal iktidar ile resmi bağı olan
hiçbir görevin, sanatçının yaratma özgürlüğünün alanını daralt­
ması kabul edilemez. Tabii ki bu özgürlüğü kullanmanın da ken­
di içinde etik ilkeleri var. Devlet Tiyatroları özerk bir kurum ola­
rak kendi sanatsal problemlerini kendisi çözmeli, kararlarını
kendisi vermeli. Sevindirici olan, bugün Kültür Bakanlığı ile ilişki-
pe
cy
Sanatcı kimliği özgür bir kimlik. Bu sanatın
doğasından gelen, yaratıcılığın ön koşulu olan bir
durum. Devlet Tiyatrosu'nda sanatçı olmak, hele de
yönetici konumunda bir sanatçı olmak, oldukça zor.
O zaman "memur sanatçı", "bürokratik sanatçı" gibi
başka kimlikler çıkıyor ortaya.
lerimizde bu işleyişin esas olması. Bunun dışında bakanlık, ti­
yatronun durumunu, işleyişini beğenmez ise yöneticilerini de­
ğiştirme hakkına sahiptir. Beni de değiştirebilir, fakat görevime
doğrudan müdahale edemez, etmemelidir.
Devlet Tiyatroları, zaman içinde oldukça genişlemiş, çözüm
bekleyen türlü sorunlar yaşayan bir kurum. Sizce, yasası ka­
nunlaşır ise, yapısal, sanatsal, yönetsel sorunları çözümlene­
cek mi?
Yapı ve işleyiş olarak Devlet Tiyatroları, dünyada eşi benzeri ol­
mayan bir sanat kurumu. Giderek daha da hantallaşan bu yapı­
nın değişmesi gerekiyor. Tasarının kanunlaşması kısa vadede
birtakım çözümler getirebilir ise de, uzun vadede kurum içinde
köklü çözümler üretmede yeterli olamayacağı düşüncesini taşı­
yorum. Sorunun ancak daha radikal, yapıyı, işleyişi tümden de­
ğiştirmeye yönelik bir reform programı uygulanarak çözümle­
nebileceği kanaatindeyim. Aksi halde, on yıl sonra Ankara'da is­
tihdam edilmiş, devletten maaşlı sanatçı sayısı 800'lere
1000'lere ulaşacak. Bu konuda çalışmalarımız var. Şimdilik bu
kadarını söylemek ile yetineyim.
Devlet Tiyatroları'nın "özerk-birim tiyatro" uygulamasını başlattı­
ğı, bu modeli yaygınlaştıracağı gözleniyor. Özerklik, birimlere,
başındaki kişiler başta olmak üzere son derece ciddi sorumlu­
luklar yükleyen bir yapılanma modeli. Hem çok iyi bir yönetici
olacaksınız hem de sanatsal deneyim ve donanım olarak önem­
senen, profesyonelliği tescil edilmiş bir sanatçı olacaksınız.
Devlet Tiyatrosu'nda birim tiyatroların teslim edileceği, aldığı
parasal desteğin hakkını, hesabını verebilecek; nitelikli oyunlar13
2 0 0 0 ' l i yılların eşiğinde, dünya ölçeğin­
den bakıldığında Devlet Tiyatroları olma­
sı gereken yerde mi? Kuruluşundan bu
yana, adını, misyonunu tanımlayacak bir
sanat
kurumu
karakteri
oluşturabildi
mi?
Gönül isterdi ki her iki soruya da verile­
cek cevap, tereddütsüz "evet" olsun. El­
bette bu, çaba gösterilmedi, hiçbir şey
yapılmadı anlamına gelmiyor. Devlet Tiyatroları'nın tarihine baktığımızda, özel­
likle 1 9 6 0 ' l ı yıllar k u r u m u n en parlak
dönemini yaşadığı yıllar. O dönemin ko­
şulları, imkânları içinde bu doğal bir so­
nuç. İki sahne, kırk kadar sanatçı ile fa­
aliyete başlamış, cumhuriyetin rüzgârını
Ülkede, özlenen, g e r ç e k anlamda de­
mokratik, barışçıl bir sistemin oluşturul­
masına, korunmasına sanat aracılığı ile
katkıda bulunmaktır. Uzun vadede bu,
sanatı üreten ile alan arasında karşılıklı
bir eleştiri-denetim mekanizmasının da
oluşumunu sağlar. Sonuç: Doğru yön­
lendirilmiş, bilinçle seçebilen uygar-dem o k r a t birey ve nitelikli sanat ü r e t i m i
olacaktır. D e m o k r a t i k l e ş m e d e gelinen
aşama ile sanat üretiminin düzeyi ara­
sındaki o r g a n i k bağın varlığı tartışıla­
maz.
Bu portre içinde tercih
sü ne olacaktır?
edilir olma ölçü­
Bu ölçü, seyirci sayısındaki artış, sayısal
yarış değildir. "Şu sezon içinde şu kadar
s a h n e d e , şu kadar seyirciye ulaştık."
saptaması yapılabilir ama, gerçekçi de­
ğildir. G e r ç e k ç i o l a n , g i ş e l e r ö n ü n d e
uzayan seyirci kuyrukları görüntüsüdür.
Bir oyunun sahneden kalkmasına ya da
devamına k a r a r v e r e n , gişe önündeki
s e y i r c i p o t a n s i y e l i d i r . B u n u sağlayan
oyun, batıda olduğu gibi seyircisi tükeninceye kadar, belki de yıllarca oynanabilmelidir. Zaten bu, hedeflenen sanat­
sal düzeyin, başarının da g ö s t e r g e s i
o l a c a k t ı r . Aynı z a m a n d a k a y n a k l a r ı n
Kurum şimdiye kadar bu konuda, bir program dahilinde, sürekliliği
olan ölçme-değerlendirme yöntemleri kullanmamış. Bu önemle
üzerinde durulması gereken, ihmal edilmiş bir konu. Bu konuda da
çalışmalarımız var.
pe
cy
Bu model içinde yöneticilerin sanatsal
konulardaki özgürlüğü esastır, fakat bu,
sanatsal-estetik özgürlüğün denetlene­
meyeceği anlamına gelmez. Sözü edilen
denetim biçimi, hiyerarşik yapıdaki bir
sistemin, klasik denetim biçiminin dışın­
da bir denetim biçimi olarak anlaşılmalı­
dır. Bu işleyişte nitelik ve profesyonellik
ölçüdür. Yönetimdeki beceri ve ürünle­
rin düzeyi ölçüdür. Değerlendirmeyi, de­
netimi büyük ölçüde kendiliğinden sağla­
yacak olan budur. İnsan kaynaklarının,
mali kaynakların kullanımında yönetici­
ler, k u r u m u n genel ilkeleri ve yasalar
çerçevesinde merkezden ö z g ü r d ü r l e r .
Aksi, bir macera olur, kaos yaratır. Bi­
r i m Tiyatro uygulamasını götürecek ye­
t i ş m i ş yönetici-sanatçı potansiyelimizin
yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Bu, risk
almayı gerektiren ciddi bir sorumluluk­
t u r . Sorumluluğun ciddiyetini kavrayabil­
mek için, batıda uygulanan desantralizasyon p r o g r a m l a r ı n a , uygulanış aşa­
malarına bakmak yeterlidir. Bu alanda
göreve talip olan, özellikle genç arka­
daşlarımın, önce c e s a r e t l e n d i r i l m e l e r i ,
sonra da hem kurum olarak verilecek
destek ile -yurtdışında eğitim olanağı gi­
b i - hem de kendi kişisel çabalarıyla gö­
revin gerektirdiği formasyonu kazanma­
ları, yeterliliklerini ispat etmeleri gere­
kir. Bölge tiyatrolarına müdür atamala­
rında, şimdiye kadar ciddi ölçütlerin gözönüne alındığı söylenemez. Özellikle, is­
t i h d a m edilen sanatçıların yeni mezun­
lardan oluştuğu bölgeler, -ki son dere­
ce yanlış bir uygulamadır- deneyimsizli­
ğin getirdiği t ü r l ü zorlukları, mevcut ya­
pı içinde bir yazgı imişçesine yaşamış­
lardır, yaşamaktadırlar.
arkasına almış genç, heyecanlı bir ku­
r u m var karşımızda. Önemseniyor, des­
tekleniyor, yüreklendiriliyorsunuz. Bütün
bunlar çok önemli etkenler. Yıllar içinde
biriken yapısal, yönetsel problemler; tu­
tarlı politikalarla yürütülmeyen yaygınlaş­
ma programları; uygulanan sanat politi­
kalarındaki zaaflar ve tabii, ülkenin için­
den geçtiği kritik dönemlerin doğrudan
yansımaları... Tüm bunlar Devlet Tiyatroları'nın zaman içinde, kendi içinde is­
tikrarlı bir sanat kurumu olabilme şansı­
nı en aza indiriyor. Bu tesbit ve çizdiği­
miz olumsuz tabloya bakıp umutsuzluğa
kapılmaya hakkımız, zamanımız olmadı­
ğını düşünüyorum. Gerçekçi-akılcı yakla­
şıp, s o r u n l a r ı çok a b a r t m a m a n ı n , çö­
zümleri kompleks formüllere dökmekten
kaçınmanın gerektiğine inanıyorum. Ya­
lın düşünerek; t u t a r l ı , sade, basit çö­
zümler üreterek; az konuşup çok iş ya­
parak hedefe daha kolay ulaşabileceği­
mize inanıyorum. Devlet Tiyatroları'nın
farklı renkleri, farklı düşünceleri bir ara­
da barındıran, gerçek bir kurum karak­
t e r i kazanabilmesi i ç i n , hepimizin en
azından asgari müştereklerde birleşme­
miz g e r e k t i ğ i n i , riski-sorumluluğu pay­
laşmamız gerektiğini düşünüyorum. Ti­
yatro sanatının en önemli işlevinden yo­
la çıkarsak, toplumsal hayata yön ve dü­
a
la kuruma,
sanatsal açıdan kaybettiği
kanı
yeniden
kazandırabilecek,
yeterli
sayıda yetişmiş
sanatçı-yönetici potansi­
yeli var mı? Örneğin, hali hazırda Bölge
Tiyatroları 'na
müdür
atamaları
yapılır
iken hangi ölçütler göz önüne alınıyor?
Demokrasi kültürünün,
bilincinin yerleş­
mediği bir toplum
olduğumuz gerçeği
göz önüne alınır ise, birimlerde özerkli­
ğin ölçüsü ne olacak?
zen v e r e n bir k u r u m olması g e r e k e n
Devlet Tiyatroları'nın, demokrasinin ön
koşulu farklı olana saygı ve paylaşım bi­
lincini önce kendi içinde y e r l e ş t i r m e s i ,
özümsemesi gerekir.
Halka hizmet veren bir kurum olarak,
halkın nabzını elinde tutmada Devlet Ti­
yatroları,
bilinçti,
bilimsel programlar iz­
liyor mu? İzleyecek mi?
K u r u m şimdiye kadar bu k o n u d a , bir
p r o g r a m dahilinde, sürekliliği olan ölçme-değerlendirme yöntemleri kullanma­
mış. Bu önemle üzerinde durulması ge­
reken, ihmal edilmiş bir konu. Bu konu­
da da çalışmalarımız var. Büyük ölçüde
halkın vergilerinden oluşan devlet kay­
naklarını - % 1 0 0 oranında bir mali des­
tektir ve batıda en gelişmiş ülkelerde bi­
le devlet, tiyatroya bu oranda bir mali
destek vermez- kullanarak hizmeti hal­
ka g ö t ü r ü r k e n , işi şansa, raslantılara
bırakma gibi bir lüksümüz olamaz. Hal­
ka rağmen bir sanat politikası da düşü­
nülemez. Devlet Tiyatroları'nın varoluş
amacı, daha önce değindiğim gibi, tiyat­
ro sanatı aracılığı ile yüksek bir kültürün
o l u ş t u r u l m a s ı n a katkıda b u l u n m a k t ı r .
14
ekonomik kullanımı sorununa da çözüm
getirecektir.
Türkiye'de tiyatro sanatının,
bizim ger­
çeklerimizi yansıtan, irdeleyen, bize has
bir sanat dalı olarak bir gelenek oluştur­
ması
konusundaki düşünceleriniz neler­
dir?
T i y a t r o n u n k ü l t ü r e l ve e s t e t i k açıdan
t o p l u m u n yaşayışına d o ğ r u d a n katkısı,
t o p l u m l a gerçek anlamda ilişki-iletişim
içinde olması, elbette ki, içinde yaşadığı
t o p l u m u n özelliklerini y a n s ı t m a s ı , yorumlamasıyla mümkün olabilir. Shakespeare, insanı odağa aldığı eserlerinde,
çağının İngiltere'sinin politik, sosyal, kül­
t ü r e l yaşantısının anatomisine yönelir.
Arthur Miller Amerikan toplumunun,
Çehov Rus toplumunun içinden geçtiği
t a r i h s e l koşulların bireyler üzerindeki
yansımalarını aktarır. En önemli ölçü, lo­
kal olandan yola çıkarak evrensele ulaş­
mayı başarabilmek, her coğrafyada or­
tak olan insanlık sorunlarını dile getire­
bilmektir. Dikkat ederseniz bu konuda
olmazsa olmaz olan, öncelikle yazarlık
alanında yapılan nitelikli ü r e t i m l e r d i r .
Devlet Tiyatroları bu sezon, reper-
t u v a r ı n d a , % 6 8 ' l e r d e bir o r a n ı t e l i f
e s e r l e r e a y ı r m ı ş t ı r . B u o r a n yazar­
larımız için, önemli boyutta teşvik özel­
liği de taşımaktadır. Yerel olandan yola
çıkarak evrensele ulaşabilmiş, bize özgü
bir tiyatro geleneği ile dünyada bir yer
edinmek hepimizin özlemi değil mi?
Çağın gerisinde kalma
yerinde
Bilmem anlatabiliyor muyum? Öte yan­
dan festivaller, canlı, dinamik, sürekli
beslenen bir t i y a t r o yaşantısı oluştur­
mada en önemli etkinlik alanlarıdır.
Özellikle, uluslararası katılımlarla, ilginç
mekânlarda, büyük seyirci kitlelerini bir
araya g e t i r e n b u l u ş m a l a r ı n düzenlen­
mesi, kurumun 1 9 9 9 - 2 0 0 0 sezonunda
tehlikesine karşı,
gelişmeleri olabildiğince
ve teknolojinin sunduğu imkânları kullanarak izlemek
zorunda olan bir kurumuz.
gerçekleştirmek üzere projelendireceği
çalışmaların başındadır.
Neden
1999-2000
sezonu?
1 9 9 8 - 1 9 9 9 sezonunun plan ve prog­
ramları, repertuvarı kotarılıp açıklandık­
tan sonra görevi devraldım. Kendi prog­
ramımı uygulayabileceğim süreç olarak,
1 9 9 9 - 2 0 0 0 sezonunu hedeflemem son
derece doğal. Önümüzdeki dönemin, en
azından ilk yarısı, ö n c e d e n belirlenen
p r o g r a m uyarınca yürüyecek. Sezonun
açılışıyla başlayan süreç, sorunlara sağ­
lıklı, pratik çözümlerin arandığı; kurum
içi çalışma birimlerinin revize edildiği;
kurumsallaşmada en önemli etken olan,
samimi-ilkeli katılımcılığı sağlama koşul­
larının yeniden gözden g e ç i r i l d i ğ i bir
pe
cy
Çağın gerisinde kalma tehlikesine karşı,
gelişmeleri olabildiğince yerinde ve tek­
nolojinin sunduğu imkânları kullanarak
izlemek z o r u n d a olan bir k u r u m u z .
Çalışmak, a r a ş t ı r m a k , bilgi t o p l a m a k ,
d e ğ e r l e n d i r m e k , ü r e t m e k ve ü r e t i m i n
sonuçlarını t e s t etmek durumundayız.
Örneğin, d r a m a t u r g i biriminin bir rapor­
t ö r birim olmanın ötesinde, son derece
i ş l e v s e l bir b i r i m özelliği k a z a n m a s ı
gerekiyor. Bunu çok önemli buluyorum.
1 9 9 8 ' i n ilk sekiz ayında, A v r u p a ' d a
yazılan 4 8 0 oyun var. 2 5 0 ' s i r e p e r tuvara alınmış, oynanıyor. Bundan
haberli olmak hiçbir şey ifade etmiyor.
a
Dış dünyada,
tiyatro alanındaki geliş­
meleri
izlemede
kurumun
ciddi
bir
politikası var mı?
15
çalışma düzeni içinde geçecek.
Yönetiminiz
ile
Devlet
Tiyatroları'nda
açılan yeni dönemde izlenecek programı
ana hatları ile açıklar mısınız?
Ben bir siyasetçi değilim. Devlet Tiyat­
roları yönetim koltuğu da iktidar koltuğu
değil. Daha önce de belirttiğim gibi, çok
konuşup büyük laflar etmeyi g e r ç e k ç i
bulmuyorum. Gerçek, t ü r l ü değişimler­
le, devinimlerle sürekli akıyor. Pratikte
sınanmadan, bir sonuca ulaşmama ris­
ki her zaman var olan iddialı t e o r i l e r
ü r e t m e k t e n hep kaçındım. Yirmi yıllık
meslek yaşamım boyunca parolam "söy­
leme, yap." oldu. Öğrencilerim bu
y ö n ü m ü iyi b i l i r . İzleyip, hep b i r l i k t e
g ö r e c e ğ i z . A s l o l a n , halkımız i ç i n , en
doğruyu, en iyiyi, en güzeli gerçekleştir­
me yolunda d o ğ r u t e s b i t l e r , belirli il­
keler çerçevesinde, paylaşarak, içtenlik­
le çaba göstermek.
İsterseniz,
aktör
Lemi
Bilgin
ile
kapayalım
söyleşimizi.
"Akrep" devam
edecek mi?
Son d e r e c e yoğun bir t e m p o içersindeyim. "Akrep" önemli bir oyun ve seyir­
cinin sıcak ilgisi halen devam ediyor. Uy­
gun bir p r o g r a m dahilinde, vaktimin el­
v e r d i ğ i ö l ç ü d e oyunu s ü r d ü r m e y i is­
tiyorum.
Bu yıl Assitej ve Bursa Kültür
Sanat ve Turizm Vakfı tarafından
düzenlenen Uluslararası Çocuk ve
Gençlik Tiyatroları Festivali'nin
üçüncüsü yapıldı. Festival'e,
çocuk topluluk katıldı. Oynanan
oyunlardan çok, Festivalin
cy
düzenleniş biçimi dikkat çekici. Bir
a
ülkemizden beş, yurtdışından ise üç
hafta boyunca, katılımcı grupların
ve gözlemcilerin
-neredeyse- 24 saat boyunca
pe
birlikte tutulmaları, bütün bu süre
içinde çocuk tiyatrosundan başka
hemen hemen hiçbir şey
konuşulmuyor olması, yüze yakın
insanın sadece 'daha iyiyi nasıl
gerçekleştirebiliriz' düşüncesiyle
yatıp-kalkması, düşünce alış verişi,
'bizde böyle, sizde nasıl?'
sorularının tartışılması ve çok ciddi
eleştiri mekanizmasının işlevsel
Duygu Atay
kılınması, festivalin başarısının
doruk noktasıydı. Kanımca bu
festival, bu biçimiyle sürerse -ki
sürecek- Avrupa'da bu konuda
yapılan festivaller arasında, ciddi
biçimde adından söz e t t i r e c e k t i r .
3. B U R S A U L U S L A R A
V E G E N Ç L İ K TİYATRO
16
ASSITEJ ve Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı'nın birlikte dü­
zenledikleri 3. Bursa Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları
Festivali, 1 Kasım 1998 günü saat 14.00'te Tayyare Kültür
Merkezi'nde düzenlenen açılışla başladı. 1-6 Kasım tarihleri
arasında gerçekleştirilen festivale, üçü yabancı olmak üzere
sekiz topluluk katıldı.
Festival topluluklarının yanı sıra, özgün çalışmalar üreten, ulu­
sal ve uluslararası platformlarda kimliklerini, sanatsal ve dü­
şünsel düzeylerini belirlemiş çok sayıda tiyatro insanı da göz­
lemci olarak davet edildiler.
Altı gün boyunca Uludağ'da konuk edilen gözlemciler ve tiyatro­
cular, izlenen oyunlar üstüne görüşlerini belirttiler, tartıştılar.
Bu yılki festivalin bir özelliği de, ASSİTEJ'den bir tiyatro insanı­
nın, oynanan oyunları daha önce banttan izleyerek uzunca ve
detaylı bir eleştirisini yapmış olmasıydı. Böylece, o günkü oyun­
lar akşam ya da sabah kahvaltısından sonra tartışmaya açılır­
ken, tartışmacılara kapsamlı bir eleştirinin sunulabilmesi için,
oyunu izlerken değil de, önceden hazırlık yapılmış olması gibi
önemli bir zaman avantajı tanınmıştı.
a
Birinci gün Tayyare Kültür Merkezi'ndeki açılış kokteylinin ardın­
dan Ankara Deneme Sahnesi'nin, Nurhan Karadağ yönetimin­
deki "Memiş Dayı" adlı oyunu izlendi. Seyirlik oyun biçemi için­
de, biraz didaktik, daha çok görsel yanın ağır bastığı sevimli bir
oyundu. Kostümleri, koreografisi, müziği, masal atmosferi için­
de, içerik olarak birtakım sorulan ortada bıraksa da, çocukları
eğlendirmesi açısından başarılı olduğundan, bence fazla irdelenmeye gerek yok.
cy
İkinci gün iki oyun vardı. İstanbul'dan Tiyatro MİE'nin, Salim
Dörtcan'ın yazıp yönettiği "Komik Çocuklar Mahallesi" ve Çek
Cumhuriyeti'nden Tiyatro VDN'nin "ABC ya da Alenka'nın Rüya­
sı".
pe
Tiyatro MİE, oyunuyla, rejisiyLe, dekoruyla, oyuncularıyla böyle
bir festivale katılabilmek için çok zayıf göründü. Oyundan sonra
yapılan tartışmada da, bu faktörler vurgulandı. Profesyonel ti­
yatro yapan ve bu yolla ekmeğini kazanma iddiasındaki bir gru­
bun, işine biraz daha özen göstermesi gerekir kanısındayım.
R A R A S IÇ O C U K
L A R I F E S T İ V A L İ
Çek Cumhuriyeti'nden VDN Tiyatrosu ise, işitme özürlülere ti­
yatro yapan bir grup. Zaten gruptaki dört oyuncudan üçünün
işitme engelli olması da, özel bir tiyatro karşısında olduğumu­
zun göstergesi. Oyunda, alfabenin tüm harfleri tanıtılırken, aynı
zamanda işitme engelliler alfabesinin harfleri de paralel olarak
tanıtılıyor. Yalnız, ABC'yi bilen izleyici çocukların, engelli de olsa­
lar, kendi alfabelerini de öğrenmiş olacakları gözönüne alındı­
ğında, bir kez daha öğrenmelerinin yararını çözemedim. Bir
başka deyişle, oyunun konusunun gereğini ya da hikmetini anla­
yabilmiş değilim. Doğal olarak sözsüz olan ve büyük ölçüde ak­
robasiye dayanan oyun, yine de işitme özürlüler tarafından ilgiy­
le izlendi.
Üçüncü gün İBŞT'nin, geçen sezondan kalma oyunu "Ne Hepsi,
Ne Hiçbiri" ve Ankara Tiyatro Tempo'nun "İbiş Adında Bir ibiş"
adlı oyunları izlendi. İBŞT'nin oyununu Naşit Ozcan yönetmiş,
Meral Babacan yazmış. İBŞT kadrosunun vaktinin çok sınırlı ol­
ması sonucu, oyun sonrası ancak yarım saatlik bir tartışma ya­
pılabildi. TV reklâmlarının çocukları tüketime özendirmesi gibi
çok önemli bir mesajın işlenmeye çalışıldığı oyun, gerçek ma­
salsı anlatıma feda edildiği için boşa gitmiş. Bin türlü parıltı,
teknik gösteri, oyuncu kalabalığı, bu çok önemli konunun kayna­
masına neden olmuş. Anlatılanların sonunda düşe dayandırıldı­
ğı oyunlar, iletinin izleyiciye teğet geçmesine tutsak olur. Oyun­
dan sonra izleyicinin aklında da, sadece geçirdiği hoş zaman
kalır. Bir de kaba bir didaktizmle, çok şey istemenin neredeyse
insanların mahvolmasına yol açacağı gibi dehşetengiz yorumla17
pe
cy
Aynı gün izlediğimiz, Haluk Yüce'nin ya­
zıp y ö n e t i p oynadığı "İbiş Adında Bir
İbiş", içeriğinden, içerdiği buluşlardan,
oynanış ustalığından, çocuklarla kurdu­
ğu inanılmaz birlikte oynama düşüncesi­
ne kadar, t a m anlamıyla d ö r t d ö r t l ü k
bir gösteriydi. Salona kırktan fazla ço­
cuk almayan Haluk Yüce, önce izleyici­
lerle tek tek tanışarak, yapacağı şeyin
asla bir t i y a t r o olmayacağını, t e r s i n e
onlarla birlikte bir oyun oynayacağını be­
l i r t i y o r d u . Yaklaşık kırk dakika s ü r e n
g ö s t e r i d e , ç o c u k l a r hiç g ü l m e d i l e r .
Onunla birlikte müthiş bir ciddiyetle oyu­
nu kotardılar, terlediler, çalıştılar. Oyun­
da, pardon gösteride, tek oyuncu yok­
t u . 40 çocuk+Haluk Yüce, bize müthiş
bir performans sergiledi. Oyundaki yak­
laşık otuz büyük, gülmekten sandalyele­
r i m i z d e n yuvarlandık. Haluk Yüce'nin
g ö s t e r i s i bize, çocuk t i y a t r o s u n u n ol­
mazsa olmaz ilkelerinden birini daha iyi­
ce ö ğ r e t t i : Eğer yetişkinler de, çocuk
oyunundan küçükler kadar keyif almaz­
sa, o oyun iyi çıkmamış demektir. Bir
de şuna değinmeden geçemeyeceğim.
Haluk Yüce çocukların önünde makyaj
yaparken soruyor onlara neye benzeye­
ceğini. Gelen yanıtların büyük çoğunluğu
"Palyaço" elbette. Ama Haluk Yüce'nin
verdiği yanıtta, bence yaptığı işin asıl
büyüklüğü yatıyor: "Hayır, İbiş" diyor.
Geleneğimizde olmayan, yabancı kültür
dayatmasıyla bütün çocukların sevgilisi
haline gelen palyaçoyu protesto ediyor
Haluk. Karagöz'üyle, kuklasıyla, meddahıyla ve bütün bunları bir oyunun içinde
eritmesiyle, bizden olanı çocuklara ilet­
meye uğraşıyor. Bilinçle, emekle, sev­
giyle yapılan bir uğraşın mutlaka başarılı
olacağının örneğini veriyor Haluk Yüce
ve biz, yetişkinler büyük bir keyifle ayrılı­
yoruz bir 'Çocuk Oyunu'ndan.
a
ra neden oluyorsa bir çocuk oyunu, ya­
rarından çok zararı var demektir.
Dördüncü gün İngiltere'den gelen "Thea t r e Interplay T r u s t " g r u b u , "Yürüyen
Taşlar" adlı oyun, çok farklı bir kültür­
den, bir Japon ozanın dizelerinden ya­
rarlanılarak hazırlanmış. Görsel yanı az,
konusu bize pek bir şey söylemeyen ve
metin anlaşılamadığından, çocuk izleyici­
nin sıkıldığı başarısız bir çalışmaydı. Tar­
tışmalar sırasında geleneksel kibarlığı­
mız nüksettiğinden ve illa bizden olanları
kötüleyip operasyon masasına yatırmak
gibi bir adetimiz olduğundan, fazla üs­
tünde durmadık. İngilizler yaptığına göre
her halde iyidir, biz anlayamadık mantı­
ğıyla 'bırakınız yapsınlar' dedik.
Aynı gün Tayyare Kültür Merkezi'nde ya­
pılan ve izleyicinin büyük rağbet göster­
diği açık o t u r u m a , Haluk Yüce, Tülin
Sağlam, Özer Tunca, Salim Dörcan ve
ben katıldık. İlk t u r konuşmalar sırasın­
da, çocuk tiyatrosuyla uğraşan insanlar
olarak, öğrenciler ve eğitimcilerle ara­
mızda nasıl aşılması zor bir boşluk oldu­
ğunu dehşetle ayrımsadık. lyi-kötü ço­
cuk t i y a t r o s u , çocuk t i y a t r o s u n d a zo­
runlu ilkeler, korsan tiyatrolar, devletin
denetlemesi gibi spesifik ve az çok bi­
limsel s o r u n l a r ı izleyicilere anlatmaya
çalışırken, onların dertlerinin çok başka
olduğunu ayrımsadık. Örneğin bir öğret­
menin sorduğu "Ben bir çocuk oyunun
iyi ya da kötü olduğunu nasıl ayırt edebi­
lirim ki? Ancak oyunu gördükten sonra
anlıyorum, o zaman da iş işten geçiyor"
sözünü duyduktan sonra, ayaklarımız bi­
raz daha yere basmaya başladı. Ya şu
söze ne dersiniz: "Bir çocuk oyunu nasıl
zararlı olabilir? Z a r a r d a n kastınız ne­
18
dir?" Okullarında tiyatro yapmak istiyor
ö ğ r e t m e n l e r . Öğrenciler tiyatroyla uğ­
r a ş m a k i s t i y o r l a r , a m a bunun yolunu
bilmiyorlar. İşin tuhafı, söylediğimiz ya
da önerdiklerimiz Bursa'dakilere uymu­
yor. Açık oturuma katılanlardan bir tek
Özer Tunca, Bursa Devlet Tiyatrosu sa­
natçısı. Öyle ya, her ilin derdi farklı. Yi­
ne de açık o t u r u m u n sonunda hepsi te­
şekkür ettiler, bizi duygulandırdılar. Gali­
ba Anadolu, metropollerden çok farklı.
Müthiş bir istek, açlık ve heves seziyo­
r u m küçük bölgelerde. Kurtuluş bura­
larda mı ne?..
Son gün Estonya'dan VAT Theater, iki
s e r ç e n i n özgür yaşamına i m r e n e n bir
kanaryanın özgürlük savaşına ilişkin bir
oyun s a h n e l e ( m i ş ] d i . Böyle d i y o r u m ,
çünkü ben festival kitapçığına bakmasaydım bunun böyle (neyin, nasıl) oldu­
ğunu anlayamayacaktım. Y a r ı karanlıkta
geçen ve ağır bir teksti olan bu oyun­
dan çocuk izleyiciler hiçbir şey anlama­
dılar. Nasıl anlayabilirler ki, biz yetişkin­
ler oyun sırasında sürekli birbirimize 'bu
ne, bu nasıl oldu, bu kim, neden' gibi
sorular yöneltiyorduk. Kısaca, üstünde
fazla durmaya değmeyen, a m a t ö r c e bir
çalışmaydı b u oyun. H e r s e z o n 2 5 0
temsil vermeleri ise, kendinden menkul
bir Estonya gerçeği herhalde.
lemeye başladığımız oyunu biraz buruk
bitirdik.
Bu f e s t i v a l i n o r g a n i z a s y o n u için ASSITEJ'İ, Bursa Kültür Sanat ve Turizm
Vakfı'nı yürekten kutluyorum. Hiçbir ak­
saklığa m e y d a n v e r m e d e n , altı gün
boyunca her şeyi kusursuz idare ettiler.
Özellikle grupları ve gözlemcileri sürekli
bir a r a d a t u t a r a k , festival s ü r e s i n c e
sadece tiyatro ile ilgilenilmesini -zorunlu
olarak ve bizi otelde hapsederek- sağ­
ladıkları için, tebrik etmek istiyorum. Ne
var ki, bütün bu güzelliğe karşın, 'Ah ne
olurdu şu çocuk oyunlarının izleyici yaşı
b e l i r t m e konusu da bu festivalde ger­
ç e k l e ş s e y d i ' diye d ü ş ü n ü y o r u m . B u
şekilde hiç değilse, çocuk deyince 5-14
arası gibi bir garipliğin içine girilmez,
farklı yaş gruplarının birbirlerinin yaşına
ait oyunlarında sıkılmalarının büyük öl­
çüde önüne geçilirdi.
G e l e c e k yılki f e s t i v a l i n d e ş i m d i d e n
heyecanını duyuyor ve bir festival hazır­
layıcısı
olarak
onlara
başarılar
diliyorum.
pe
cy
a
Son olarak Bursa Kültür Sanat ve Tu­
rizm Vakfı'nın hazırladığı ve Özer Tunca'nın yönettiği "Androcles ile Aslan"ı iz­
ledik. Topluluk Bursa'daki genç amatör
oyunculardan oluşuyor. Oyun, bilinen öy­
künün C o m m e d i a d e l l ' A r t e b i ç i m i n d e
sahnelenişi. M a s k l a r l a , oyuncu-müzisyenlerle, ilginç ve çok amaçlı fonksiyonel
bir dekorla görsel yanı ağır basan, ak­
robatik gösterilerle dolu oyun, ne yazık
ki bütün sevimliliğine karşın, bir çocuk
oyunu olamıyor. En slap-stick sahneler­
de bile çocukların gülmemesine çok şa­
ş ı r d ı m . Şaşmaz sezgileriyle ç o c u k l a r ,
oyunda kendilerine ilişkin bir şey olmadı­
ğının ayrımına varıyorlar. Bizde bir adet
vardır. Bir çocuk oyunu eğer çocuklar
t a r a f ı n d a n b e ğ e n i l m i y o r s a , 'zaten bu
çocuk oyunu değil, gençlik oyunu' öz­
rünün arkasına saklanılır. Oysa bu özür
çok daha tehlikelidir. Hele gençler, için­
de kendi sorunlarıyla ilişkili bir konu yok­
sa, hiç beğenmezler o oyunu. Gençlik
sorunludur. Kendi sorunsalını sahnede
g ö r m e y e c e ğ i hiçbir oyunla ilgilenmez,
bulamayacağını bildiği için de tiyatroya
GİTMEZ. Gençlik derken, 1 3 - 1 8 arasını
kastediyorum elbet, 1 8 + değil. 'Hayvan­
lara iyilik yapmayı u n u t m a , bunun kar­
şılığını elbette alırsın bir gün' mesajını
verebilmek için bu kadar dolambaçlı yol­
lara g i d i l m e s e y d i de o l u r d u , diye
düşünüyorum bu oyun için. Ayrıca, kar­
şılık b e k l e m e k de g e r e k m e z e l b e t t e ,
hayvanlara iyilik etmek için. Ah şu didakt i z m ! Belki de, d o ğ r u d a n B e r n a r d
S h a w ' u n t e k s t i alınsaydı daha mı iyi
o l u r d u , Commedia dell'Arte f o r m u n u n
dışında. Neyse, bu yönetmenin t e r c i h i .
A m a biz yetişkinler, çok heyecanla iz­
KRYOLAN
Profesyonel Makyaj Malzemeleri
ACADEMİE
Profesyonel Cilt Bakım Ürünleri
FREED
Dans ve Bale Malzemeleri
DANSKIN
Dans, Bale ve Spor Kıyafetleri
SHOW & KARNAVAL
Malzemeleri ve Aksesuarları
PROFESYONEL SİHİRBAZLIK
Malzemeleri
KOSTÜM ve MASKOTLAR
Sakal, Bıyık, Peruk Yapım Malzemeleri
VİRA KOZMETİK SAN. ve TİC. A.Ş. Merkez: Bağdat Cad. Çuha Çiçeği Sk. Seyhun Ap. No: 4 D. 1 Kızıltoprak-İstanbul Tel: (0-216) 347 30 70-347 71 60 Fax: (0-216) 337 05 25
Şube: Kastel İş Merkezi No: 36 Beyoğlu-İstanbul (Atlas Sineması Pasaj) Kuyumcular ve Antikacılar Çarşısı) Tel: (0212) 293 36 37
a
Kuyumcu
cy
Nihal
pe
ELEŞTİRİNİN VE
ELEŞTİRENLERİN ELEŞTİRİSİ
1-7 Kasım 1998 tarihleri arasında Bursa'da 3. Uluslararası Çocuk Tiyatroları
Festivali yapıldı. Bu festivalin en önemli
özelliği, çocuk tiyatrosu üzerinde çalı­
şan akademisyen, oyuncu, yönetmen ve
oyun yazarlarından oluşan büyük bir
gözlemci topluluğunu bir araya getirme­
si ve bu kişilerin düzenli bir programla
sergilenen tüm oyunları izleyerek eleşti­
rilerini akşam toplantılarında dile getir­
mesidir. Bir metni, bir oyunu bir kişi
eleştirdiğinde doğal olarak bir tek bakış
açısıyla değerlendirirken böyle bir top­
lantıda birçok görüş ortaya konuyor.
Değerlendirenlerden biri oyunu kuram­
sal yönden irdelerken bir diğeri oyuncu
gözüyle, bir başkası yönetmen gözüyle
ele alıyor. Oyunu izleyen çocukların ta­
vırları da izleniyor, hatta [tam olarak
amacına ulaşmasa da] oyun sonrası ya­
pılan söyleşilerle çocukların düşünceleri
izlenimleri de bu toplantılarda referans
olarak gösterilebiliyor.
Birçok eksiği yanlışı olan çocuk tiyatro­
muz için kendine bakması, yeniden de­
ğerlendirmesi, belki bazı düzeltmelere
gitmesi ya da seyirciye amaçlandığı hal­
de iyi geçemeyen durumların saptan­
ması açısından büyük bir fırsat iken, ne
yazık ki eleştiri geleneğimizin olmayışı,
dolayısıyla eleştiriyi değerlendirme, algı­
lama geleneğimizin de olmayışı nedeniy­
le yapılan bu çok önemli toplantılar iş­
lerlik kazanamıyor. Korkarım bu algıla­
ma ve değerlendirme sorunları nedeniy­
le önümüzdeki yıllarda organizasyon ko­
mitesi davet edecek yerli grup bulmakta
büyük sıkıntılarla karşılaşacak. Oysa ki,
bu komitenin bir araya getirdiği nitelikli,
çocuk tiyatrosuyla ilgisi olan bu kadar
çok kişi herhangi bir tiyatro grubu için
büyük bir nimettir. Tabii öncelikle taraf­
lardan birinin eleştiriyi kuralları içinde
her türlü öznellikten uzak yapması, di­
ğerlerinin de eleştiriyi yapıcı yaklaşımla
alması gerekir.
lan konuşmalar doğal olarak ilk izlenim­
lerin dile getirilmesiyle sınırlı kalıyordu
ve zaman zaman konu çok dağılıyordu.
İlk izlenimlerin öznel olması, dolayısıyla
bizde yarattığı duyguların dile getirilmesi
ve konuya yüzeysel olarak yaklaşılması
tehlikesini de beraberinde getiriyordu.
Böyle bir tehlike belki de "eleştiri" söz­
cüğünün olumsuz korkutucu anlamını
pekiştiriyor, yöneltilen eleştirilerin olum­
lu boyutlara taşınmasını kabullenilmesini
güçleştiriyordu. Bu nedenle bu yıl me­
tinler ve oyun kasetleri önceden ulaştırı­
lan kişilerin üzerinde çalışması, düşün­
mesi, ilk izlenim ve anlama aşamaların­
dan sonra değerlendirmeyi yapması çok
olumlu bir yaklaşım olmuştur. Ancak
bütün bu gelişmelere karşın, yine de bu
toplantılarda diğer katılımcıların ilginç,
birbirinden farklı eleştiri yapma ve eleş­
tiriyi değerlendirme, algılama biçimleriyle karşılaştık.
Geçen yıllarda yapılan gündüz izlenen
oyunlar üzerinde hemen o akşam yapı-
Bilimsel verilerden yola çıkarak oyunu
her yönüyle inceleyen, belli bir sistem
20
pe
cy
Geçen yıl yaşanan dağınıklığın önüne ge­
çen, oyun üzerinde belli bir ön hazırlıkla
gelen, metin ve sahneleme düzleminde
ayrıntılı bir rapor hazırlayan hemen he­
men tüm kişilerin eleştirileri ilk madde­
de belirttiğimiz anlayışa giriyordu. Oyun­
lar çeşitli açılardan ele alınarak artı ve
eksileriyle değerlendirilmiş, ileri sürülen
her tezin hesabı verilmişti. Ama buna
rağmen konuşmacıların çoğunun sözle­
rine bir özür ya da benzeri, ortamı yu­
muşatmaya yönelik gönül alıcı sözlerle
başlamalarının açıklaması, "eleştiri" ey­
leminin kişisel boyutlara taşınma korku­
su olmalı. "Ben yanlış anlamış olabili­
rim, dozu biraz kaçırabilirim, eleştirerek
sizi kırarsam şimdiden özür dilerim".
Eğer ileri sürülen düşünceleri bir başka
düşünce ile temellendiriyorsak neden
rahatsızlık duyuyoruz. Örneğin bir oyun­
da çocukların anne-baba ve oyuncakları­
na yönelik tehdit varsa ve bunun peda­
gojik açıdan büyük bir hata olduğu düşü­
nülüyorsa bunun dile getirilmesinde ne
gibi sakınca olabilir? Taraflardan biri pe­
dagojik hata olmadığını veya olduğunu
kanıtlayabiliyorsa sorun yok demektir.
Ya da bir başka oyunda "çalışmak" eyle­
minin iyi bir şey olduğunu çocuklara an­
latacak, gösterecek onları ikna edecek
hiçbir şey yer almıyorsa bunun dile geti­
rilmesi neden rahatsızlık veriyor? Ya da
böyle bir eksik var ya da eksik yok ama
seyirciye geçecek biçimde yapılmamış.
a
üzerinde ilerleyerek ele alan, her ayrıntı­
yı artı ve eksileriyle ortaya koyanların ya­
nı sıra, konuyu didik didik ederek "öküz
altında buzağı arayanlar" da yok değildi.
Genellikle ilk izlenimle sınırlı kalan görüş­
ler içinde "çocukları aptal gezi zekâlı gibi
görerek öyle bir çocuğun bakışıyla oyu­
nu değerlendirenler", "konuya duygusal
olarak saldırgan bir tavırla yaklaşanlar",
"sadece olumsuz yanlarını ön plana çı­
karıp dile getirenler", "sadece olumlu
yanlarını görenler" ve "oyunları "ehven-i
şer anlayışıyla ele alanlar" gözlemcilerin
saptayabildiğimiz yaklaşımlardan bazıla­
rıydı.
Bu eleştirilere verilen yanıtlara baktığı­
mızda ise basite, indirgenmiş üç yanıtla
karşılaşıyoruz. "Haklısınız demek ki bu
şekilde seyirciye geçmiş, konuya bu
doğrultuda bir daha bakmalıyız", "Haklı
olabilirsiniz ama
öyle değil!", "Ta­
mamen yanlış düşünüyorsunuz..."
Bu noktada eleştirilen kişilerin eleştiriyi
algılama, değerlendirme kabullenme bi­
çimleri ve tepkileri yine üç temel yanıt
altında küçük çeşitlilikler gösteriyor.
"Haklısınız demek ki salona bu şekilde
geçmiş, konuya bu doğrultuda bir daha
bakmalıyız diyenler içinde içtenlikle "bu­
nu düşünmemiştim, çok haklısınız" di­
yenler ve seyirciye iyi geçmeyen şeyleri
bu eleştirilerden yakalayarak fark edip
21
İkinci yanıtı veren g r u p t a yer alanları,
yani; "Haklısınız ama
!" diyenlerin
bir kısmı "ülke gerçeklerinin ve bürokra­
tik engellerin arkasına sığınırken diğer
bir bölümü de söz konusu edilen şeyleri
beğenmeyerek. "Eleştiri olsun ama şöy­
le olsun" diyorlardı. Yine bu grup içinde
"Türkiye'de tiyatro yapmak zor, çocuk t i ­
yatrosu yapmak daha da zor bir iş. Ve
zaten bu işi yapan bir avuç kişiyiz." gibi
düşüncelerle kendilerine yönelik bir ayrı­
calığın olmasını isteyenler bu zorlukların
takdir edilmesini beklemeleri de ısrarla
yapılan yanlışları g ö r m e l e r i n i eleştiriyi
olumlu bir boyuta taşımalarını engelli­
yordu. (Yaşanan zorluklar, yapılan yan­
lışlara bir gerekçe olamaz)
arasında bir söz birliği olmaması ise bir
başka ilginç nokta. (Belki de söyleyecek
sözleri yok) Oysa birine yönelik bir eleş­
tiriye kendileri de katılıp yüklenirken aynı
yanlışa
kendileri
de
rahatlıkla
d ü ş e b i l i y o r l a r ve ı s r a r l a kendi yanlış­
larını görmüyorlar.
Bunun nedenleri neler olabilir? Örneğin
kişinin kendi gerçeğini göremeyecek ka­
dar kendine hayran olması, kendini do­
kunulmaz, ulaşılmaz ve kusursuz gör­
mesi nedenlerden biri olabilir mi? Ya da
ortaya çıkan yapıtla özdeşleşerek ona
yönelik her eleştiriyi kişiliğine yapılmış
s a l d ı r ı gibi algılayarak karşı çıkma veya
ortaya çıkan yapıtı öz çocuğu gibi görüp
ona yönelik her t ü r l ü sözü bir aşağılama
gibi görüp çocuğunu savunma içgüdüsü
gibi yani tıpkı "çocuğunuz niye böyle çar­
pık?" gibi bir soruya karşı verilen tepki
gibi, nedenleri de düşünebilir miyiz? Ya
da eleştiri yapan kişilere g ü v e n m e m e
olabilir mi?
Eleştirinin amacı bir s o r u n u açığa
ç ı k a r t m a , s o r u n u n özüne inerek h e m
olumlu hem de olumsuz yanlarını aydın­
latma, sergileme demektir. Nesnel ol­
mak z o r u n d a d ı r ve m u t l a k a t e m e l l e n dirilmelidir. Eleştiri, yaptıklarımıza bir
daha bakma ve yanlışları, eksikleri gör­
me fırsata verir.
Yaptıklarımızın
hesabını çok iyi v e r m i ş s e k t ü m eleş­
tirilere verecek yanıtımız da vardır.
Bu toplantılarda çok belirgin olarak or­
taya çıkan bir ilginç nokta da akademis­
yenlere yönelik "ülke g e r ç e k l e r i n i gör­
m e m e , konuya t e p e d e n b a k m a " gibi
suçlamaların yer alması ve grup içinde
bunun her fırsatta dile getirilmesi. Ünce
b i r i l e r i o t u r u p bir t e o r i yazıyorlar da
daha sonra yapılanların bu teoriye uy­
d u r u l m a s ı bekleniyormuş gibi bir yak­
laşım var. Tiyatrocuların b i r b i r l e r i
pe
cy
"Tamamen yanlış düşünüyorsunuz" di­
yenler konuya daha katı yaklaşarak ya
"Şu kadar yıldır bu işi yapıyorum, eğer
öyle yapmışsam doğru bildiğim için yapmışımdır, burada söylenenlerin çok da
önemi yok" diyerek eleştirenlerle kendisi
arasında her t ü r l ü iletişime kapalı yük­
sek duvarlar ördüler ya da yapılan eleş­
tirileri yükselen bir tansiyonla dinleyerek
anlamaya dahi ç a l ı ş m a d a n "söylenen
hiçbir şeyi kabul etmiyorum" deyip baş­
tan kestirip attılar. Tabii eleştiri meka­
nizmasını "saldırı" ve "savunma" denkle­
mi içinde görenlerin konuşmaları sıra­
sında sık sık bu kelimeleri kullanmaları
da bir tesadüf değildi ve eleştiriden ne
anladıklarını açıklayan küçük birer işa­
retti.
a
düzelteceğini dile getirenler çok az da
olsa grup içinde yer alırken, "haklısınız"
diyerek gerilimi düşürüp eleştirileri aşa­
ğı çekmeyi hedefleyen, bir anlamda çok
iyi "oynayanlar" da vardı.
Nesnel bir eleştiri karşısında söylenen­
leri anlamaya çalışmak, yapılanları bir
kez daha gözden geçirmek, daha iyi bir
çocuk tiyatrosuna giden yolu ve süreci
kısaltacaktır. Bu nedenle gelecek yıllar­
da da bu t o p l a n t ı l a r ı n s ü r d ü r ü l m e s i ,
gözlemcilerin önceden görevlendirilerek
eleştirileri hazırlamaları ve hazırlanan
eleştiriler üzerine tartışmaların açılması
"Türkiye'de Çocuk Tiyatrosu" adına çok
önemli adımlar atılmasına neden
olacaktır. Düzenleyenlere çocuklarımız
adına, çocuk t i y a t r o m u z adına t e ş e k k ü r
ederiz.
GÖNÜL ÜLKÜ • GAZANFER ÖZCAN
Tekrar
sizlerle
M e c i d i y e k ö y Efe Sanatevî
(Eski Hayat Hastanesi)
Tel: ( 0 2 1 2 ) 2 1 2 94 82
AŞK
MEMURU
KOMEDİ 3 PERDE
22
Ahmet
Levendoğlu
Tiyatro Gündeminden İki Olgu
Derginizin Ekim sayısında Esen Çamurdan,
Cumhuriyet'in 7 5 . yaşında tiyatromuzun nerede
d u r d u ğ u n u i r d e l i y o r d u . Yazının s u n d u ğ u
görünüm hiç iç açıcı değildi. Öyle ki, "çağının
oldukça gerisinde, hatta seyircisinin de gerisinde
kaldığı" görüşünde toplanıyordu tiyatromuzun
konumu, Çamurdan'ın değerlendirmesinde. Elle
t u t u l u r v e r i l e r i s a ğ l a m bakış a ç ı l a r ı n d a n
y o r u m l a y a n yazıdaki y a r g ı l a r ı n ç o ğ u n a
katılmamak zor.
paylaştırılan) bir "hak" söz konusu iken, "Bana şu
k a d a r , b e r i k i n e ş u k a d a r v e r i l d i . " yollu
y a k ı n m a l a r ı , bu yönde dedikodu düzeyinde
çarkların ç e v r i l m e s i n i , sanatçı kişiliğiyle
bağdaştırmak olanaksızdır çünkü. İşin şu yanı da
d ü ş ü n ü l m e l i ki, d e ğ e r l e n d i r m e ö l ç ü t l e r i ve
uygulamaları ne denli hakça t e m e l l e r e
o t u r t u l u r s a o t u r t u l s u n , aldığı payı y e t e r l i
görmeyerek hoşnutsuz kalanlar olacaktır.
Konuya böyle bakan biri o l a r a k , bu yılki
desteğin "açıklanışından" üzüntü duyduğumu
söylemeliyim. Çünkü bu, bir "açıklama"dan çok
bir "açıklamama"! Bakın şöyle: "Özel Tiyatrolara
Devlet Desteği Değerlendirme Kurulu'nun (...)
kararlaştırdığı destekler açıklandı. İlk kez bu yıl
bakanlıktan hangi topluluğa ne kadar destek
verildiği, sanatçılar ve t o p l u l u k l a r arasında
tartışma çıkmaması gerekçesiyle açıklanmadı."
(Cumhuriyet, 19 Kasım 1998).
Ancak şunu söylemek isterim ki, bakışımızı
k i m i b a ş k a a ç ı l a r a k a y d ı r ı r ya da b a ş k a
düzlemlere yöneltirsek -iyimserlik gözlükleri
takınaksızın- çizilebilecek olumlu tablolar yok
d e ğ i l . B u n l a r d a n b i r i n i n , oyun d a ğ a r ı
[repertuvar] oluşumlarında göze çarpan nitelik
artışı [hiç değilse nitelik bilincinin artışı) olduğu
söylenebilir.
a
Kasım-Aralık 1 9 9 8 döneminde İstanbul'da
perde açan tiyatrolara bir göz gezdirdiğimizde,
azımsanmayacak sayıda nitelikli oyun karşımıza
çıkıyor. Burada "oyun" derken sözü edilenin
"yapım" değil, "oyun metni" olduğunu belirterek,
görüşümü destekleyecek bir döküm yapayım:
"Atçalı Kel Mehmet", "Barış", "Bir Anarşistin
Kaza Sonucu Ölümü", "Bir Casusa Ağıt", "Cyrano
de B e r g e r a c " , "Derya Gülü", "Godot'yu
Beklerken", "Kafkas Tebeşir Dairesi", "Kısasa
Kısas", " M a r t ı " , "Miss M a r g a r i d a Yöntemi",
"Mutlu Son", "Oyunlarla Yaşayanlar", "Popcorn,
"Yargı", "Yalınayak Sokrates"... Geçmiş yıllara
oranla nitelikli m e t i n l e r i n ağırlığının a r t m ı ş
olduğunu görebiliyoruz, sanırım. [Benim
bilmediğim, sahnede de izlemediğim metinlerden
bu döküme girebilecek başkaları da vardır elbet.]
pe
cy
Tiyatrolar ve tiyatrocular arası tartışmalar ve
ç e k i ş m e l e r o denli rahatsız edici boyutlara
varmış olmalı ki, böylesi bir "önlem" gerekli
görülmüş. Sanatçılar olarak içine düşülmemesi
gereken, üzücü bir durumdur bu, diyorum.
U m a r ı m , "özel t i y a t r o c u l a r " o l a r a k , b u
"açıklamayı" yapma d u r u m u n d a kalanlara
iğnelerimizi y ö n e l t m e z , çuvaldızı kendimize
b a t ı r m a n ı n zamanının geldiğini d ü ş ü n m e y e
başlarız.
* Düzeltme ve özür.
Bir
önceki
sayımızda
Sayın
Ahmet
L e v e n d o ğ l u ' n u n y a z ı s ı n d a n iki s a t ı r dizgi
aşamasında atlanmıştır. Bu hatadan dolayı Sayın
Levendoğlu'ndan ve okurlarımızdan özür dileriz.
Her iki p a r a g r a f ı t a m m e t i n o l a r a k t e k r a r
yayınlıyoruz. Atlanan satırlar italik dizilmiştir.
Kültür Bakanlığı'nın Özel Tiyatrolara Devlet
Desteği, başlatıldığından beri üzerinde çokça
tartışılan bir olgu. Desteğin dayandığı ölçütler,
bu ö l ç ü t l e r i n d e ğ e r l e n d i r m e l e r e ne d e n l i
yansıdığı, Değerlendirme Kurulu'nun oluşumu,
d e s t e ğ i n t a k v i m i , p r o f e s y o n e l t i y a t r o l a r ile
amatör ve çocuk tiyatroları arasında
değerlendirme oranları vb. konular, hemen her
yıl polemiklere neden oldu. Ben, ödeneklerin
kesilmesi-azaltılması
ya
da
haksız
cezalandırmalara kalkılması gibi kimi girişimlere
karşı çıkarılan seslere açıkça katıldım elbet.
Ama, dağıtım oranları-tutarları üzerine koparılan
yaygaralardan, herhangi bir "tiyatrocu" olarak
da, bir özel tiyatronun sanat yönetmeni olarak
da uzak durdum hep. Paylaşılan [ya da
[Yanılmıyorsam, genelde olduğu gibi, ev
sahibine saygılı konuktan beklenen nezakette
görüşlerdi bunlar; "Güzel bir çalışma oldu, ekiple
iyi anlaştık.', "Çok yetenekli oyuncularımız var."
türünden. Oysa burada Lawrence Till, sanırım ilk
kez, sözünü sakınmadan ve s u l a n d ı r m a d a n ,
kanımca ülkemiz oyuncusunun başlıca "özrünü"
masaya yatırıyor.]
[ 6 . Sözlü o y u n l a r ı n (...) bir özelliği de
gerçekçiliğe,
özdeşleşmeye
dayanmayan
kişileştirmeye
başvurması,
her
yönüyle
"göstermeci" tiyatro özelliğini taşımasıdır.]
23
a
pe
cy
24
Hami
Çağdaş
TRABZO
Trabzon, yıllardır "kültür kenti" kimliğine sahip olmuş bir kent.
Trabzon Devlet Tiyatrosu da on yılı aşkın bir süredir sahneledi­
ği oyunlarla bu kimliğe olumlu katkılarda bulunuyor. Bu yıl Dev­
let Tiyatroları'nın tek antik oyunu Trabzon sahnesinde seyirci
karşısına çıktı. Sophokles'in "Antigone"si, Coşkun Irmak'ın yoru­
muyla sahnelendi.
Trabzon'un yerlileri için "Antigone" hiç de yabancı değil. Trab­
zonlu gazeteci yazar Ömer Güner, Trabzon Lisesi öğrencileri­
nin bu oyunu 50 yıl önce sahnelediklerini söylüyor.
Yönetmen Coşkun Irmak, ilginç bir yol izlemiş oyunu sahneler­
ken. Oyun antik dönemdeki gibi sahneye getiriliyor. Oyuncuların
kostümleri ve giydikleri kothornoslar, hatta aktörlerin yüzlerini
boyamaları antik tragedya dönemindeki gibi. Bu görsel bağlılı­
ğın aksine bazı karakterlere yorumlar getiriyor Irmak: Özellikle
Kahin Theiresias'da bu yorumu en uç noktalara kadar taşımak­
ta.
Oyunda çok başarılı bir sahne düzeni görüyoruz. Koronun ve
oyuncuların yerleştirilmesi, oldukça durgun olan tragedya sah­
ne trafiğinin seyirciyi rahatsız etmemesini sağlıyor. Koronun
giysilerinden, teker teker çalışıldığı belli olan hareketlerine ve
mimiklerine kadar her şey, oyunun iskeletinin koro tarafından
üstlenilmesini sağlamış. Böylece oyunculara hareket imkânı da
vermiş yönetmen. Tüm oyuncuların erkek oluşu, yüzlerine sür­
dükleri boyalar ve kostümler, izleyenlerin antik Yunan'da bir
tragedyanın nasıl sahnelendiğini de görmelerini sağlıyor.
pe
cy
a
Sophokles'in "Antigone"yi bir komutan olarak Somos seferine
gidip geldikten sonra yazdığını belirtiyor tarihler. Devamı gibi
görüldüğü Oidipus'tan önce yazıldığını da. Bu tragedya daha
çok Aiskhylos'un "Thebai Önünde Yedi Komutan" tragedyasının
devamı gibidir. Olayları onun bıraktığı yerden alarak sürdürür.
Sophokles klasik trajediye insan unsurunu katan ilk yazardır. İn­
sanları iradeleriyle (tanrılar tarafından yönetilmiş olsalar bile]
sahnede görürüz. Antigone bu iradenin en somut biçimde yan­
sıdığı bir oyundur.
NLU A N T I G O N E
Tiyatro:
Trabzon Devlet Tiyatrosu
Yazan: Sopnokles
Çeviren: Sabahattin Ali
Yöneten: O. Coşkun Irmak
Dekor -KostümTasarımı: Nalan Türkoğlu
Işık Tasarım: Şükrü Kırımoğlu
Müzik: Tunay Uzuner
Dans Düzeni: Ozan Yıldırım
Oyuncular:
Buğra Koçtepe, Canberk Uçucu, Durukan Ordu,
Erdinç Gülener, Barış Bağcı, Engin Özsayın , İlkay
Akdağlı, M. Ali Toklu, Ö. Hüsnü Turat, Me hmet
Serimer, Mesut Yüce, Uğur Keleş
Oidipus'tan sonra Thebai'nin yönetimi için çarpışan Polyneikes
ile Eteokles, sonunda birbirlerini öldürürler ve şehrin yönetimini
Kreon ele geçirir. Kreon Eteokles'in törelere uygun bir biçimde
gömülmesini, düşmanla işbirliği yapan Polyneikes'in ise gömülmeyip açıkta çürümeye terk edilmesini emreder. Antigone ise
bu karara isyan edecek ve kardeşini gömecektir. Kreon aynı
zamanda oğlu Haimon'un karısı olan Antigone'nin diri diri gö­
mülmesini emreder. Babasına isyan eden Haimon Antigone'nin
yanına giderek intihar eder. Bütün bu olanları duyan anne Euridyke de kendini asar. Tıpkı Oidipus'da olduğu gibi tanrıların
çizdiği kader yerine gelmiş ve Kreon kibrinin cezasını görmüş­
tür.
Oyunun sahneye konulmasında ve oyunculuktaki tartışmasız ba­
şarıya karşılık, karakterlerin yorumunda bir karmaşa görülü­
yor. Yönetmen Coşkun Irmak, Antigone ile Kreon arasındaki
çatışmayı "akıl ve yasaların oluşturduğu kent devleti kültürü ile
din ve gelenekler temelinde oluşan kabile kültürü arasındaki ça­
tışma" olarak gördüğünü belirterek "Türkiye'de gerici hareket­
ler demokrasiyi tehdit ederken, 'başkaldırma, kaderine razı ol,
yoksa tanrılar seni cezalandırır' diyemeyiz. Tragedyalardan da
vazgeçemeyeceğimize göre yeni bir yorum yapmalıyız" diyor.
Bunu yaparken de özellikle Theiresias'ı 'yorumlayarak' biçimsiz
bir hale getiriyor.
İtirazlarımı dile getirmeden önce tragedyanın başkaldırma de­
yip demediğine bir bakmak gerekiyor. Tragedyalar, bilindiği gibi,
tanrılara yapılan törenlerden doğmuştur. Ana çizgiyi kendisin­
den üstün olan bir şeyle savaşan, başkaldıran insanlar oluştu25
pe
cy
a
eden bir koro ile karşıkarşıya kalıyoruz.
Koro, aynı zamanda hakikin vicdanını
[kamuoyunu] temsil etmektedir. Bu yüz­
den yargılarındaki gel gitler önemli. Bu­
nun yansıtılmasında da başarılı olunu­
yor. Özellikle Kreon ile Haimon'un tartış­
masında, bu başarı en üst düzeyde ger­
çekleşiyor.
rur. Bu üstünlük ahlâki değerler olabilir,
tanrılar ya da yarı tanrılar olabilir, hatta
kişinin vicdanı ve ihtirası olabilir. Kahra­
manımız bu savaşta yenilse de kazansa
da seyircinin mutlaka alacağı bir ders
olur. Tanrılar insanın kaderini çizmişler­
dir. İnsanoğlu kibriyle, gururuyla, göste­
rişli yaşamıyla tanrılarla boy ölçüşmeye
kalkışırsa, tanrılar onu cezalandırır.
Ama önce insanoğluna bir aracıyla me­
sajlarını iletirler.
Sophokles'in oyunlarında Oidipus ve
Kreon grurları ve kendilerini tanrılara
eşit görmeleri nedeniyle cezalandırılır.
"Antigone"de de Kreon tanrıların hakkını
kullanmaya kalkışmış; bir ölüyü, [bu ölü
Oidipus'un oğludur, yani tanrılarla ilişkisi
olan bir soydan gelmektedir] mezarsız
bırakmak istemiştir. Oyunun ilk sahnele­
rinde Thebai'nin kurtarıcısı Kreon'un ko­
nuşmalarında bu büyüklenmeyi görürüz.
(Aynı büyüklenme Oidipus'un başlangı­
cında da vardı.) Antigone ise tanrıların
düzenini sürdürmek istemektedir. Tanrı­
ların sesi ise kahin Theiresias'da karşı­
mıza çıkar, o kaderi işaret eden biridir,
tıpkı Oidipus'a işaret ettiği gibi Kreon'a
da tanrıların kararını bildirir. Kahin Tresias'ı Oidipus'tan da tanımaktayız. Mito­
lojideki çoğu kahin gibi gözleri görmez,
demek ki içine dönüktür ve tanrıların
gözüyle görmektedir. Oidipus'ta aslında
gerçeği söylemek istemez ama zorla
söyler. Bu oyunda da aynı izleğe tanık
oluruz. Kader onun ağzında biçimlen­
mektedir. Bu nedenle onu bugüne gön­
dermeler yaparak bir şarlatan olarak
göstermenin ne oyunun metni ne de
iletmek istediği mesaj içinde bir yeri
vardır. Çünkü Theiresias tanrıların sesi­
dir. Biz seyirci olarak kaderin onun ağ­
zıyla aktarıldığına tanık oluruz.
Görüldüğü gibi "Antigone"de başkaldıran
Antigone değildir, başkaldıran ve ceza­
landırılan tanrıların yetkisini kendisinde
sanan Kreon'dur. Ailesinin tüm fertleri­
ni kaybederek yalnızlığa mahkûm edil­
miştir. Unutmayalım ki intihar etmez ve
oyunun sonunda yaşayan ve diğerlerince yalnız bırakılan biri olarak görürüz
onu. Kreon'un akıl toplumunu, yasayı,
Antigone'nin gericiliği ve gelenekselciliği
temsil ettiği konusundaki yargılarını me­
tinde hangi noktaya dayandırdığını kes­
tirmek güç. Kreon yasayı değil, bildiği
gibi yasa koyan diktayı temsil ediyor.
Ölünün gömülmemesini emrederek ken­
disine karşı çıkabilecek olanların da so­
nunu işaret ediyor. Antigone'nin istediği
ise kardeşinin her yurttaş gibi gömülmesidir. Bu yolla Kreon'un kayıtsız şart­
sız egemenlik isteğini kesmek istemek­
tedir. Yani bir anlamda geleneklerin ge­
tirdiği yasayı temsil eden Antigone olu­
yor.
Koro, Sophokles'in konumlandırdığı yer­
de. Yani yalnız onaylayan değil itiraz
26
Yönetmenin sahnelemedeki başarısı,
çok üst düzeyde gerçekleşen oyuncu­
luk; bu zorlama yorumla bence yara alı­
yor. Bu aksak r i t m i n doğmasında
önemli bir neden de yorumun bazı oyun­
cularla sınırlı kalması. Buğra Koçtepe,
Kreon'daki o gereksiz gururu, diktatör­
lük eğilimlerini başarıyla yansıtıyor. Sesi
ve sahnedeki duruşu seyircide bu izle­
nimlerin doğmasını sağlıyor. Oyunun bü­
yük ölçüde yükünü üstlenen oyuncular­
dan biri olan Canberk Uçucu, "Antigone"de geleceğin usta bir oyuncusunu
müjdeliyor, ancak daha önce de belirtti­
ğim gibi Theiresias'da bugüne gönder­
meler yapması ve kahini bir şarlatan
olarak y o r u m l a m a s ı çok gereksiz
kaçıyor. Kaldı ki, Uçucu burada da çok
başarılı bir kompozisyon çiziyor. Diğer
bir başarılı oyuncu ise Durukan Doğu.
Özellikle Ismene'nin acılar içindeki karar­
sızlığını, Muhafız'ın abartılı gülünçlüğünü
başarıyla sahneye taşıyor. Koroyu oluş­
t u r a n oyuncular ise h e r h a n g i bir
sıralama yapmaksızın teker teker çok
başarılılar, buna birlikteliklerini boz­
madan ulaşmaları da çok önemli. Seyir­
ci sağdan ikinci ya da soldan üçüncü
diye bir seçme yapmıyor. Özellikle, Dev­
let Tiyatrosu'nda böyle bir işi başarmak
gerçekten alkışlanmaya değer.
Son söz müziğe dair. Yıllardır, deyim
yerindeyse bu kadar 'cuk oturan' bir
müziğe
rastlamamıştım.
Tunay
Uzuner'in uzun bir çalışma sonucu
yarattığı belli olan bu müzik, gerek antik
dünyayı gerekse oyunun akışındaki
değişmeleri, ustalıkla yansıtıyor; kişilik­
lerin arkasındaki fonu yakalamamızı
sağlıyor. Seyirciyi bir büyülü dünyaya
taşımayı da başarıyor Uzuner. Müzis­
yenlerin sahnede yerleştirilmesi, genç
müzisyenlerin icradaki başarıları övgüye
değer [bu başarılı sanatçıların da isim­
leri broşürde yer almalıydı].
T i y a t r o s e v e r l e r i n Trabzon'un "Antigone"sini izlememeleri önemli bir
kayıp. Devlet Tiyatroları yönetiminin bu
oyunun özellikle büyük kentlerimizde
gösterimini sağlaması gerekiyor. Bir
önemli nokta da klasik tragedya olarak
t a s a r l a n a n bu oyunun, antik tiyat­
rolarımızda da sahnelenerek; en azın­
dan mekân ve oyun birlikteliğinin oluş­
turulması güzel bir uygulama olacaktır
kanısındayım. "Antigone", Trabzon­
lular'ın yüz akı olacak bir oyun.
27
pe
cy
a
a
pe
cy
Üstün Akmen
ŞENLİK YERİ GİBİ BİR SAH
28
Turgay Nar tarafından kaleme alınan "Güz Bitiminde Moliere ya
da Kibarlık Budalası" adlı oyun İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Şehir Tiyatroları'nda sahnelendi. Oyunun konusuna kısaca deği­
nelim: Unutulmuş eski bir tiyatro kumpanyasının oyuncuları, yü­
reklerinde "bir çiçeği koparmadan dalından verebilme" umudu­
nu ve nahifliğini taşıyarak, yıkılmak üzere olan bir ahşap konak­
ta güz bitiminin hemen ardından gelecek kışın korkusuyla yaşa­
maktadırlar. İçlerinde habis bir ur gibi büyüyen kimsesizlikleri­
nin ürkütücü sessizliğinde, eski günlerde sahneledikleri bir oyu­
nu yeniden oynamaya karar verirler. Turgay Nar'ın deyişiyle
"Anka'nın yeniden dirilmek için rüzgârda savrulan küllerini topla­
maya çalışması gibi bir çırpınıştır bu". Kendilerini Moliere'in bü­
yülü evrenine bırakırlar.
Turgay Nar, oyunu nasıl yazdığını anlatırken Moliere'i içinde
gönlü zengin insanların yaşadığı yıkık konağa konuk ettiğini söy­
lüyor. "Bunu yaparken de kavramların, değerlerin, duyguların
birbirine karıştığı, aşklarımızın birer çocuk cesedine, sevişme
dilimizin bile yılan kılçığına dönüştüğü bir dünyanın mahşer ka­
osunda yağmurlu bir iğde dalının güzelliğini ve avucumuzdan
ölümcül bir kayganlıkla her an düşüp dağılabilecek yüreğimizin
şiirini aradım" diye de ekliyor.
pe
cy
a
Oyunu sahneleyen M e h m e t Ulusoy ise oyunu Giorgio Strehler'in varlığını sürekli duyumsayarak yönettiğini anlatıyor ve de
Strehler'den öğrendiklerini dikkatle uygulayarak, alışılagelmiş
sahne özelliklerini bir tersyüz ediyor. Ulusoy'un hemen t ü m
oyunlarındaki sahne üstü devinimine, yine bezler, örtüler, kuk­
lalar, masklar, alçalan yükselen t a b a n , efekt gibi öğeler renk
katıyor. Sahne yine bir şenlik yeri gibi. Düş gücü, gerçek, fan­
tezi, alegori bir kez daha iç içe geçiyor. Gene imgelemi gözlem­
le destekleyen bir sanat anlayışı içindedir Ulusoy. İzleyiciye gö­
rüneni estetikle, dekorla, kostümle, vücut devinimleriyle yansıt­
tıklarını diyalogla birleştirip bütünlük kazandırıyor. Komedideki
ana t e m a olan kurgu, bir saat titizliğiyle işleniyor, yansıtma
farklılığı bile kolayca algılanıyor.
NEDE MOLIERE
Tiyatro:
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu
Uyarlayan:
Yöneten:
Dekor
ve
Tasarımı:
Mask
Nar
Mehmet
Tasarımı:
Kostüm
Kukla
Turgay
Ulusoy
Nurullah
Nihal
Tasarım:
Tuncer
Kaplangı
Saim
Bugay
Oyuncular:
Z i h n i G ü k t a y , Avni Yalçın, M e h m e t K e s k i n o ğ l u ,
Şükrü Türen, Nikmet Körmükçü, Berrin Koper,
D o l u n a y S o y s e r t , Esin U m u l u K a r a b a ğ , Güzin
Özyağcılar, M u r a t G a r i p a ğ a o ğ l u , C a n E r t u ğ r u l ,
Şevket Avşar.
Yorgagi'de M e h m e t Keskinoğlu inanılabilirliği ve yaratıcılığı ye­
rinde bir oyun sunmakta. Keskinoğlu, etkili oyun gücünü pek
güzel sergiliyor. Çizdiği tiplerde olayları fevkalade ciddi algılıyor
ve de ciddi yönlere mizahçı gözle eğiliyor. Kimi zaman izleyiciye
ulaştırmak istediği ciddiyet, izleyicinin kafasında olayın komik
unsurlarıyla birlikte gelişiyor. Güzin Özyağcılar, uyarıcı gücün
doğruluğunu kanıtlar gibi. Özyağcılar, uyarıcılarını sürekli kont­
rol ediyor ve her hangi bir etkiye anında tepki veriyor. Berrin
Koper, Pervin olarak da, dans hocasında da, Nicole kimliğinde
de karakterlerin ayırımını yapabilmekte ve sonuçta canlandırdı­
ğı karakterleri kuşatmakta. Diğer bütün oyuncular ve dansçılar
olayın bütünlüğünü aktarıcı etmen görevlerini pek güzel yerine
getiriyor.
Nurullah Tuncer'in sahne tasarımı, sahne üzerindeki olayların
sürekli bir değişim, bir metamorfoz geçirmesine pek güzel yar­
dımcı olmuş. Oyunu izlerken aklıma birden, "Hamlet"in 1. Per­
desindeki şu sözler geldi: "Babam! Babamı görüyorum / Hani
n e r e d e , Lord H a z r e t l e r i ? / Beynimin gözlerinde, H o r a t i o " .
Tuncer'in tasarımı da bu beynin gözlerine yöneliyor. Gordon
Graig. "...sandalyeler öyle bir yerleştirilmeli ki, adeta konuşsun­
lar" diyor ya, t a m öylesine yerli yerinde bir tasarım Tuncer'inki.
Oyuncuların üzerine o t u r m u ş şık bir kostüm gibi. Övünülecek
bir t a s a r ı m .
Kısacası, izleyicinin gülerken olayların doğruluğunu ya da yanlış­
lığını çabucak algıladığı ve kendisine kimi soruları sorup, yanıt­
larını bulduğu ilginç bir çalışma bu. Hem de yönetmeninden
başlayarak o y u n c u s u , d r a m a t u r g u , müziği, giysisi, k o r e o g rafisi, ışığı ve diğer teknik ekibi yanı sıra kuklaları, masklarıyla
başarıyı yakalamış bir çalışma. Bence, Genel Sanat Yönetmeni
Kenan Işık'ı da ayrıca kutlamalı.
29
a
cy
pe
Nihal
Kuyumcu
ANDROKLES İLE ASLAN
Tiyatro:
Bursa Büyükşehir Belediyesi
Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı
Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu
Yazan: Aurand Harris
Çeviren: Leyla Tepedelen
Yöneten: Özer Tunca
Dekor Tasarımı: Özer Tunca
Kostüm Tasarımı: Fatma Çelenk Yeğin
Müzik: Ecevit Esen, Erbil Aydınlı
Dans: Nalan Başkır
Mask: Haluk Yüce
Oyuncular: Bülent Uçar, E. Ertan Akman, Müge
Açıkdüşünenler, Serdar Yeğin, Levent Yılmaz,
Alperen Kırhan.
30
Yukarıda çok kısa olarak özelliklerini
anlatmaya çalıştığımız "Commedia
dell'arte", tiplemeleriyle, gülmece anla­
yışı ve oyunculuk tarzıyla, anlaşılacağı
gibi özellikle çocuk seyirci için çok çeki­
ci bir tiyatro biçimidir. A. Harris bu
öğeleri çok iyi kullanarak, tiyatro grubu
da bu öğelerin sahnelenmesinde hakkı­
nı vererek çok hoş oyun ortaya çıkar­
mışlar. Örneğin Arlecchino oyunun rit­
mini canlı tutar, son derece çevik, ak­
robatik hareketlerle yükseklere tırma­
nır, elleri üzerinde yürür, Pantaione
ağırdır, ama öfke anında inanılmaz bir
çeviklikle hareket eder. Oyuncularda
genel olarak sürekli bir hareket, koşuş­
turma görülür, ama bu koşuşturma
belli bir düzen içinde sürer. Her oyun­
cu sahneye yeni bir oyuncu girdiğinde
yerini ona bırakmaya, onun oyununu
kesmemeye dikkat eder. İzlediğimiz
oyunda Aslan'la Androcles'in karşılaş­
ması sırasında, Amcanın yüzbaşı ile
Androcles'i arama sahnesinde, Aslan
Androkles ve aşıkların kovalama sah­
nesinde belli bir sıra, belli bir ritm için­
de hareketler gelişiyor, bu da çocuk
seyircinin sahneyi, oyuncuları ilgiyle bü­
yük bir heyecanla takip etmesine yar­
dım ediyor. Çocuk seyirci için bir başka
çekici öğe ise "lazzi" olarak adlandırılan
oyunun akışının kesilerek yapılan hare­
kete ya da söze dayalı skeçler, yani;
bir eylemin tekrarlanarak gülünçleştirilmesi ve sözcüklerle yapılan oyunların
kullanılması, örneğin; Androcles'in
aşıklara mektup taşıma sahnesi, hem
sözcük oyunlarının yer aldığı hem de
müthiş bir aksiyonun ortaya konduğu
bir sahne olarak yer alıyordu. Bu hızlı
tempo içinde oyunun dönüm noktası
sayılabilecek kölenin aslanın eline ba­
tan dikeni çıkartmaya çalıştığı ve köle
ile aslanın kafeste karşılaştığı sahneler
son derece yalın bir anlatıma sahipti
ve gayet net bir şekilde çocuklara geçi­
yordu. Özellikle eline diken batan asla­
nın sergilediği tavırlarda, davranışlarda
eminim birçok çocuk kendini gördü.
pe
cy
Commedia dell'arte'yi "usta işi oyun"
olarak adlandırabiliriz. Bu adlandırma
"usta" olarak nitelendirilen oyuncudur.
Doğaçlama, Commedia dell'arte'yi di­
ğer sahneleme biçimlerinden ayıran ve
ona kendine özgü karakterini veren en
önemli özelliktir. Oyuncular sahneye
çıkmadan önce sadece birkaç dakika
baktıkları oyun taslağına göre oyunu
oyun sırasında geliştirirlerdi ve bu tas­
laklar oyun sırasında da gerekirse ba­
kılması için sahne girişlerine asılırdı.
Commedia dell'arte'nin bütün komedi­
lerinde, yaşlı adamlar (Pantaione, Dott o r e ] , uşaklar [Arlechino, Pulcinella]
aşıklar [Orazio, Flavio, Isabella, Flaminia] ve Yüzbaşı gibi temel karakterler
vardır. Oyunun akışı içinde, oyun kesin­
tiye uğratılarak tekrarlardan oluşan sö­
ze ve harekete dayalı "lazzi" denilen gü­
lünç durumlara yer verilir. Giysileri belli
renk ve biçimlerle sınırlandırılmıştır.
1550'den 1750'lere kadar varlığını
sürdüren "Commedia dell'arte", sabit
karakterleri, maskları, büyük jestleri,
doğaçlama komedileri ve her sınıftan
geniş seyirci kitlesiyle tiyatro tarihinin
en renkli dönemlerinden birini oluştu­
rur." 1
Pantaione yaşlı zengin cimri amca, ro­
mantik aşıklar Isabella ile Lelio, kendini
beğenmiş beceriksiz Yüzbaşı ve Aslan
seyircilere takdim edilerek "oyun içinde
oyun" başlar.
a
"Androcles ile Aslan", Bernard Shaw'ın
bir aslan ile insan arasındaki dostluğu
anlatan bilinen öyküsüdür. Bu sevimli
öyküyü Aurand H a r r i s , Commedia
dell'arte'nin bazı öğeleriyle süsleyip,
"özgürlük" kavramını öne çıkararak ye­
niden kaleme almış. Bursa'da sahnele­
nen bu oyun için hemen, tipleri, mask­
ları, son derece hareketli oyunculuğu
ve müziği "ile Commedia dell'arte'nin
doğaçlama dışındaki tüm öğelerinin
kullanıldığı B yaşından büyük tüm in­
sanlar için hazırlanmış güzel bir çocuk
oyunu örneği diyebiliriz.
Oyunumuz seyirci kapılarından oyuncu
ve müzisyen topluluğunun salona gir­
mesiyle başlar. Bir çocuk tiyatrosu için
olabilecek en olumsuz şartlara karşın
(ki bunlar; kötü akustik, büyük bir salon
ve iki balkon, uzaktan görülen sahne ve
salondaki başlangıcı göremeyen bal­
kondaki seyircilerin olması) canlı müzik
ve hareketli oyuncularla koca salon bir
anda bir panayır yerine dönüşür... Ge­
lenler bir Commedia dell'arte toplulu­
ğunun elemanlarıdır. Bir dizi akrobatik
hareketler sergiledikten sonra bir oyun
sergileyeceklerini duyurarak hazırlıklara
başlarlar. Sahne düzenlenir. Rollere
uygun masklar takıldıktan sonra oyu­
nun taslağı, gerektiğinde oyuncuların
bakmaları için sahnede yer alan özel
yükseltinin iki yanına iliştirilir ve oyunun
kişileri; Arlecchino köle Androcles,
Baştan sona sahnede oyunun kurgusu
içinde tüm kahramanlar belli bir sava­
şım sergilediler ve değişimler belli bir
süreç içinde meydana geldi. Özellikle
köle Androcles'in sergilediği özgürlük
için verdiği uğraşı, oyunun iletilerinden
biri olan, dünyada herkesin eşit yaratıl­
dığını, herkesin özgür olması gerektiği­
ni gayet iyi anlatıyordu. Bu nedenle so­
31
nunda aslanın öğüt verir gibi bir iki
cümleyle de olsa bir şeyler söylemesi,
oyunun belki de tek rahatsız edici nok­
tası. Çocuk oyunlarımızda sıkça karşıla­
şırız böyle sonlarla. Verilen bu anahtar
cümle çocukları o noktaya yönlendirir.
Çıkışta oyunun iletisini sorduğunuzda
hemen bu cümleyi yakalar söylerler.
Eğer böyle bir sona yer verilmezse,
belki çocuklar da özgür olacaklar oyu­
nu bütünü içinde değerlendirerek ken­
dileri için önemli olan bir başka noktayı
dile getireceklerdir.
Oyunculuk açısından oyunun tüm ele­
manları başta Androcles ve Isabella ol­
mak üzere Pantaione, Yüzbaşı, Aslan
ve Lelio tempoyu hiç düşürmeden çok
iyi bir performans sergileyerek baştan
sona oyunun ilgiyle izlenmesini sağla­
mışlardır. Zaman zaman müzisyenlerin
sahnede yer almaları enstrümanlarıyla
oyuna katılmaları oyundaki canlılığı da­
ha da pekiştirmiş, bir çocuk oyunu için
canlı müziğin önemini bir kez daha or­
taya koymuştur.
Dekor olarak sahnede yer alan yükselti
bazen aşıkların evi, bazen ormandaki
in, bazen de basamaklarıyla sahnedeki
aksiyonu destekleyen bir araç olarak
son derece işlevseldi. Ormanın oyuncu­
ların ellerindeki dallarla oluşturulması,
duvar sahnesi basit ama yaratıcı idi.
Kullanılan maskların sahnede çocukla­
rın gözü önünde takılması özellikle kü­
çük seyircilerin korkmasının önüne ge­
çen olumlu bir yaklaşım. Ancak salon­
daki kötü akustik ve maskların oyuncu­
ların ağızlarını kapatması zaman za­
man seslerin balkona kadar (belki, sa­
lonun arkalarına da] ulaşmasına engel
oluyordu.
Oyun sırasında, salondaki yetişkin se­
yircilerin de çocuklar kadar zevk aldığı­
nı, hatta onların kocaman kahkahaları­
nın arada çocukların seslerini bastırdı­
ğını gördük.
Sonuç olarak "Bursa Büyükşehir Bele­
diyesi Bursa Kültür ve Sanat Vakfı Ço­
cuk ve Gençlik Tiyatrosu" grubu çocuk­
larımız için çok güzel bir çalışma orta­
ya koymuşlar. Başta yönetmen Özer
Tunca olmak üzere tüm gruba çocuk­
lar adına teşekkür ediyor, Bursa'lı ço­
cuklar kadar yetişkinlere de bu güzel
oyunu kaçırmamalarını öneriyoruz.
1 Kerem Karaboğa, İhsan Özçıtk Çev. Ve derleme
"Commedia D e l l ' A r t e " M i m e s 5, Tiyatro/Çeviri/Araştırma Dergisi 1 9 9 4 İstanbul, s.
227-253
sadece biz varız.
- Müjdat Gezen Tiyatrosu
ve MSM Oyuncuları. İki
ayrı topluluk. İkisi de sü­
recek mi?
Sekiz yıllık aradan sonra
t e k r a r tiyatro yapmaya
karar veren Müjdat Ge­
zen, yıllarını tiyatroya ver­
miş tiyatro emekçileri ve
MSM öğrencileriyle Yayla
Sanat Merkezi'nde, Rıfat
Ilgaz'ın ölümsüz yapıtı
"Hababam Sınıfı"yla sah­
neye döndü.
M.G.- İkisi de sürecek.
Tabii Müjdat Gezen Tiyat­
rosu, "Hababam Sınıfı"nın
göstereceği grafiğe göre
şekillenecek. MSM oyun­
cuları da, haftanın belli
günlerinde burada oyunla­
rını sergileyecekler.
Bu d ö n ü ş ü n n e d e n i n i ,
kimlerle çalıştığını, neden
bu oyunu seçtiğini Müjdat
Gezen'e ve oyunun yönet­
meni Savaş Dinçel'e sor­
duk.
- Uzun zamandır sahnede
görünmüyordunuz.
Ne
kadar oldu gerçekten?
- Yeniden sahneye dön­
meye karar vermenizin
nedeni?
M.G.- Tiyatroyu özledim.
"Hababam
pe
cy
- Peki neden
Sınıfı"?
Çocuk yaşında sahneye çıkan Müjdat Gezen,
1960
yılında profesyonel tiyatro yaşamına başladı.
Vefa
Lisesi ve İstanbul belediye konservatuvarında
okudu. Çok sayıda film ve tiyatro oyunlarında rol
aldı, TV skeçleri yazıp oynadı. 1962 yılından
başlayarak altı kez özel tiyatro kurdu.
1982-91
arasında konservatuvarda öğretmenlik yaptı.
1991
yılında Kadıköy'de "Müjdat Gezen Sanat Merkezi"
adıyla ücretsiz eğitim veren sanat okulunu açtı.
Sanatçının, tiyatro, mizah ve çocuk kitabı dallarında
yirmi beş yapıtı bulunuyor, halen MSM'yi yöneten
Gezen, sekiz yıllık aradan sonra "Hababam Sınıfı" ile
tiyatroya dönüş yapıyor
a
M.G.- Sekiz yıl oldu. Bun­
ca zamandır da hocalık
yapıyordum okulumda..
M.G.-Neden o l m a s ı n ?
"Hababam Sınıfı", profes­
yonel sanat yaşamımdaki
Oyunu yöneten Savaş Dinçel, "Hababam Sınıfı"nın
bir üyesi olduğunu söyle­
dikten sonra, öğrencileri
ve dostlarıyla aynı oyunda
çalışmanın keyfini vurgulu­
yor ve "Hababam Sını­
fının diğer üyeleriyle, yani
oyuncularla konuşmamı
salık veriyor.
Oyunun en önemli karak­
terlerinden biri olan İnek
Şaban rolünü üstlenen
Günay K a r a c a o ğ l u Ço­
ruh'a soruyorum;
- Dört yıldır MSM'de oku­
yorsun ve şimdi hocala­
rınla aynı sahneyi paylaşı­
yorsun. Nasıl bir duygu
bu?
Müjdat Gezen Tekrar Tiyatroda
İlki
ilk göz ağrılarımdan biri. 1966'da Ulvi
Uraz'da oynamıştım. 1968'de kendi ti­
yatromu kurduğumda bu oyunla aç­
mıştım perdeyi. Aradan otuz yıl geç­
miş, yeniden uyarlayıp sahneliyoruz
"Hababam Sınıfı"nı. Öyle bir oyun ki
bu, hemen herkese seslenir. Çünkü
yaşamında hiç okula gitmemiş hemen
hiç kimse yoktur. Herkesi bir yerinden
yakalayan bir büyüsü vardır "Hababam
Sınıfı"nın. Cumhuriyetin 75. yılında öğ­
retmenlerimize ve kendisi de öğret­
men olan Rıfat Ilgaz'ın anısına...
- Oyuncu kadronuz nasıl?
M.G.- Kadroda üç kuşak bir arada.
Yaşlılar, orta yaşlılar ve gençler. Dün­
yanın en yaşlı aktörü Nejdet Mahfi Ayral ve 18 yaşındaki gençler birlikte oy­
nuyorlar. Aynı sahnede buluşmaları
çok hoş bir şey.
Güneş
- Öztürk Serengil de bu oyunda olacak­
tı sanırım...
M.G.- Öztürk Serengil'in rahatsızlığı
çok arttı. Bu yüzden hem onu hem iz­
leyiciyi daha fazla üzmeyelim istedim.
Bir komedyenin tekerlekli sandalyeyle
sahnede olması üzücü bir şey.
G.K.Ç.- Her şeyden önce tam profes­
yonel olamıyorsun, çünkü karşındaki
hocan. Bir öğretmen-öğrenci ilişkisi
sinsice sürüyor, ama su yüzüne çıkmı­
yor. Müjdat Hoca ile aynı sahneyi pay­
laşmak, bir dört yıl eğitim daha alıyor­
muş hissine götürüyor insanı.
yaptınız
- Bir bayan, hatta bir anne olarak inek
Şaban oynamak nasıl oluyor?
M.G.- Oyunun tamamını uyarlayarak
güncelleştirdim. Bazı yerlerini aynen
bıraktım, yeni tipler ekledim. Dörtte
üçü değişti diyebilirim. Ama bunları Rı­
fat Ilgaz'ın ilkelerine sadık kalarak yap­
tım.
G.K.Ç.- Müjdat Hoca bana bu rolü tek­
lif ettiğinde paniğe kapıldım. Çünkü bu
karakter artık şablon olmuş. İnek Şa­
ban deyince Kemal Sunal geliyor akla.
Ama tiyatroda hep kadın oyuncular oy­
namış bu rolü. Bu açıdan bakınca, ra­
hatlıyor insan biraz.
- Gösteriler Yayla
mi sürecek?
Yönetmen asistanı Özlem Türkad'a da
bir sorumuz var;
- Metinde
mı?
güncelleştirmeler
sanat Merkezi'nde
M.G.- Yerleşik tiyatro olarak burada
32
- "Hababam Sınıfı"ndan bahseder misiniz?
Ö.T.- Bana kalırsa herkes bir süre "Hababam
Sınıfı"nda okumuştur. Hocalarımız bize okul anı­
larını anlatırlarken, oyundaki karakterlerden, Tu­
lum Hayri'den, Kalem Şakir'den pek de farklı ol­
madıklarını görüyoruz. Onlar bu sınıfın birer ele­
manı. "Hababam Sınıfı", bir genel isim ve her­
kes bu öyküye dahil.
- Müjdat Gezen gibi Türkiye'nin en önemli
komedyenlerinden
biriyle
yaşanılan
prova
sürecinde, mutlaka hoş şeyler olmuştur. Biraz
anlatır mısınız?
Ö.T.- Müjdat Hoca, Düdük Ekrem adlı bir beden
eğitimi öğretmenini oynuyor. Mizansen gereği
çocuklar tarafından omuza alınıp, yerdeki min­
derin üstüne atılması gerekiyor. Hoca bundan
çok tedirgin oldu. Düşeceğinden, bir yerini in­
citeceğinden korkuyordu. Sonunda ikna edildi ve
minderin üstüne atıldı. Bu kez de minderden
kalkmak bilmedi ve bütün sahneyi provada min­
derin üstünde yatarak oynadı.
- Oyunda güncel espriler de var mı?
pe
cy
a
Ö.K.- Var sayılmaz ama, politik anlamda oyunun
yazıldığı tarihten bu yana fazla değişiklik ol­
madığı için içerik güncelliğini koruyor.
Teşekkür eder, basarılar dileriz.
33
"Düşünmek sonsuz acıyı
getirir. Düşünmüyorsan
acı y o k t u r . " Bu sözler
ürettikleriyle çok tartışıl­
mış a n c a k kabul gör­
m ü ş , çağdaşımız olan
bir tiyatro adamı Heiner
Müller'in. Son kırk yıllık
dönemde yazdığı drama­
tik metinler göz önünde
bulundurulacak olursa,
Müller; Bertold Brecht'in
bıraktığı noktadan bayra­
ğı kapan ve kalıplaşmış
tiyatro kavramına özellik­
le yazdığı metinlerle sü­
rekli "saldıran" kişi olarak
tiyatro tarihine imzasını
atmıştır. İşinde var olan
"karamsarlığın" gücü, iz­
leyiciyi hem çeker hem
de belli bir uzaklıkta tu-
lararası istanbul Tiyatro
Festivali kapsamında yer
alan B e r l i n e r Ensemble'ın "Arturoi Ui"sini sah­
neleyen ekiple geldi. Gö­
revi, Heiner Müller'in bu
rejisini yazar öldükten
sonra yeniden sahnele­
mekti. Gösteri sırasında,
İstanbul Büyükşehir Bele­
diyesi Şehir T i y a t r o s u
Genel Sanat Yönetmeni
Kenan Işık, P l a m p e r ' e
gelecek sezon repertuar­
larına Müller'in bir oyu­
nunu almayı düşündükle­
rini söylemiş, kendisine
de sahnelemesini teklif
etmiş. 0 da, Müller'den
"Misyon"u önermiş. Oyu­
nun çevirisini Ergün Işıldağ yapmış.
Düşünmek Acıyı Getiriyor
Emre
a
yeni oyunlar yazmadı. O yazdığı me­
tinlerde geleneksel tiyatro gramerinin
güvencesini reddederken, sürekli ye­
ni yapılar oluşturup, sonra bunları
kendisi yeniden bozdu. Metinleri özel­
likle tarihi tek boyutlu algılama şartlanmışlığını yıkmaya yönelik olarak
kurgulamıştır. Öte yandan eserleri bi­
çim ve içerik olanak yalın ve duygusal­
dır.
pe
cy
tar. Metinlerinde ve oyunlarında olan
biteni onaylayan ama aynı zamanda
rahatsız eden, şaşırtırken bir yandan
da baştan çıkaran özellikleri bir ara­
da bulursunuz. Klasik oyunlara, tari­
he göndermeler yapan metin parça­
cıklarını birbiri içine dahiyane bir bi­
çimde geçirmiş olan Müller'in yapıtla­
rını hayranlıkla okurken, onların ra­
hatsız edici, hatta kışkırtıcı bir enerji
yaydığını fark edersiniz.
Koyuncuoğlu
Müller için düşünme süreci, sonuç
kadar önemlidir. Her oluşturduğu iş­
te (yazdığı metinler ve sahne prodük­
siyonları) önceden oluşmuş sanatsal
yapıları ve perspektifleri zorladığı gö­
rülür. Bu okuyucu/izleyici açısından
huzursuz bir durum yaratır. Çünkü
bir anlamda hepimizin korktuğu şey,
değişimin ta kendisidir. İşte bu nokta­
da, Müller için çatışma ve kazanım
arasındaki fark ortaya çıkar. Çatış­
ma; parazit yaratarak ve yıkıcılık üre­
terek kendini var ederken, kazanımın
ya da başarının uyuma ve tamamlan­
maya ihtiyacı vardır. Heiner Müller
konuyu şöyle açıklıyor: "Çatışma nok­
talandığı anda, başarı olup bitenin
üzerine gelip yerleşir. Eğer başarı
sağlanmıyorsa, ortada yalnızca çatış­
ma kalır. Bu istenen değildir. Başarı
aslında, seyircinin çatışana güven ve­
ren alkışlarıdır. Bu da karşı konulmaz
bir uyumdur."
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir
Tiyatrosu'nda "Misyon" oyununu yö­
neten Paul Plamper, 1 9 7 2 doğumlu.
Sanatçı t i y a t r o hayatına Berlin'de
Humbold Üniversitesi Tiyatro Bilimi
eğitimini yarıda bırakıp, reji asistanı
olarak Peter Zadek'in yanında çalış­
maya başlayarak atılmış. Plamper ti­
yatroda ilk eğitmeninin Zadek daha
sonra da Heiner Müller olduğunu
söylüyor. Berliner Ensemble'da Harold Pinter'in "Ayışığı'nı, Shakespeare'in "Venedik Taciri" ve "Antonius
ve Kleopatra"sını sahnelemiş. Müller'le birlikte "Arturoi Ui" ve Müller'in
ölümüne kadar "Germania-3"ü çalış­
mışlar. Martin Wuttke ile Müller'in
"Dörtleme"sini sahneledikten sonra
Werner Schrötter'la Charlie Chapline'in " M . V e r d e u x " s u n u sahneye
uyarlamışlar. Robert Wilson'la Ber­
told Brecht'in "Okyanus Uçuşu"nu da
çalışan Plamper'in, Berliner Ensemb­
le'da sahnelediği kendi rejileri de var.
Heiner Müller, var olan tiyatro için
Paul Plamper İstanbul'a ilk kez, Ulus34
Heiner Müller oyunlarından
"Misyon"u seçtiniz?
neden
"Misyon"da genç üç adam bir ütopya­
yı gerçekleştirmek için mücadele veri­
yorlar. Görevlerini tamamlayamadan
öldükleri için her gece bir devrim
oyununu oynamaya başlıyorlar. Bu
oyun tamamlanamadığı için sürekli
tekrar edilmek zorunluğunda kalıyor.
Beckett'in metinlerinde olduğu gibi.
Ben de çözemediğim problemlerimle
sürekli yaşarım, onlar içimi acıtan ya­
ralardır. Bu üç kahraman için de aynı
şey geçerli. Bu nedenle, bu oyun be­
ni etkiliyor. "Misyon"un içinde büyük
bir hayâl kırıklığı var. Heiner Müller
zaten kendisi için "Ben umutsuzluk
meleğiyim" der. "Misyon"un benim
için başka önemi; bu tek başıma yap­
tığım ilk Heiner Müller rejim. Bu oyun
diğer Heiner Müller oyunlarından bi­
raz daha farklı olarak, oyunu anla­
mak için gerekli olan tüm tarihsel bil­
gileri içeriyor. Seyircinin ön bilgiye da­
ha az ihtiyacı var. Bu da "Misyon"u
t e r c i h e t m e n i n bir başka nedeni.
Müller'in diğer metinlerini biraz elit
b u l u y o r u m . " M i s y o n " d a yer alan
"Asansördeki Adam" gibi bölümler
bence Alman dilinde yazılmış en ba­
şarılı metinler arasında sayılabilir.
Heiner Müller'in oyunları için "yönet­
meni bir hayli zorlayan oyunlar" sıfatı
yakıştırılır. Siz bu konuda ne düşünü­
yorsunuz?
Provalardan
gördüğüm
kadarıyla;
Türk kültürüne ait davranış-hareket
biçimlerini belki bunları içermeyecek
bir oyunculuk tekniğiyle çalıştığınız hal­
de, saklı tutuyorsunuz. Bu sahnede
bir kültür alışverişi üretmiyor mu?
nin kurguyu fark etmesi ve kendi açı­
sından irdelemesi taraftarıyım.
Hiçbir sorunla
Tiyatro net, açık ve özgür bir yer ol­
malı. T i c a r e t m e k a n i z m a l a r ı n d a n
kolay kolay e t k i l e n m e m e l i . Sahne
üzerinde de fantezilerimi gerçekleşt i r e m e y e c e k s e m , t i c a r i bir hesaba
gireceksem, o zaman fantezimi sat­
mış ve ö l d ü r m ü ş o l u r u m . D ü r ü s t ,
açık, net ve özgür olmalıyım. Fan­
tezilerimi sahneye getirmek için uğ­
raşmalıyım. Rüyalar da öyledir. Ütop­
yalar da öyledir. İşte böylelikle oyunun
da konusuna g e l m i ş olduk. "Misyon"da ütopyasına, politik geçmişine
ihanet eden a n t i k a h r a m a n l a r var.
H e i n e r M ü l l e r ' i n s o r u s u ise ş u :
"Neden
ütopyalar
gerçekleşt i r i l e m i y o r ? " En t r a j i k ve en derin
tiyatro sorusu.
karşılaşmadınız mı?
Tiyatrodaki organizasyon problemleri
dışında bir problemim olmadı. Alman­
ya'da Berliner Ensemble'da daha fazla
para var ve orada dekorla daha fazla
çalışma imkânım oluyor. Burada tiyat­
ro çok büyük olduğu için, prova zama­
nım daralıyor. Ancak, teknisyenler ve
diğer ekip inanılmaz koşullarda çalışı­
yorlar. Kısaca, çok çalışıyorlar. Elle­
rinden geleni yaptıklarını ve bizimle
birlikte heyecanlandıklarını düşünüyo­
rum.
İstanbulda geçirdiğiniz süre içerisin­
de sizi şaşırtan bir şey oldu mu?
istanbul, tarihinden dolayı birçok etnik
grubun bir arada yaşadığı bir kent.
Bunu mimarisinden de fark edebiliyor­
sunuz. Halen bu şehirde birçok "çö­
zülmemiş zıtlıkların" yer olduğunu dü­
şünüyorum. Bu da beni bu oyunu yö­
netme aşamasında oldukça etkiledi.
Keskin karşıtlıklar üzerinde çalıştım.
Bunların aralarındaki bağları da anlat­
maya çalışmadım. Beraber uyumlular
mı? Evet. Seyirci bu karşıtlıkları birbi­
rine bağlamak zorunda. Ancak, Türk
tiyatrosunda her şeyin açıklayıcı oldu­
ğunu g ö r d ü m . T i y a t r o d a ü r e t i l e n
uyum seyirciye bire bir aktarılıyor. Se­
yirci hazır ve düşünme payı bırakma­
yan olana yönlendiriliyor. Ben seyirci­
pe
cy
Benim için ilginç olan iki kültürün bir­
biriyle karşılaşması ve çarpışması.
Çok somut bazı tiyatro sorunlarını
oluşturuyor. Türk sanatçılarla tartış­
malarımız oldu. Bu tartışmalar aslın­
da Alman ve Türk kültürleri üzerinde
yapılan temel tartışmalardı. Örneğin;
Türk oyuncular bir şey sunuyorlar,
ben sevmiyorum, tartışmaya başlıyo­
ruz. Ve bir noktada buluşuyoruz. Tar­
tışmayı somut bir sonuçla bitiriyoruz.
Ben bir diktatör değilim. Provalarda
aktörlerle benim aramda bir diyalog
oluşuyor. Bu diyalog bir sonuç üreti­
yor. Onun bir beğenisi var, benim de
var. Bir kaynaşmanın, bir iç içeliğin
yaşanması gerekiyor.
şey öğreniyorum, çünkü o deneyimli
bir sanatçı ve halen de öğrenmeye
açık, sürekli deniyor. Bu bana çok he­
yecan veriyor. Çalıştığım genç oyun­
cular da çok yetenekli oyuncular. Bu
proje benim için çok keyifli oldu.
a
Neden zor bulduklarını anlıyorum.
Müller tiyatro sanatçılarından çok faz­
la iş ister ve aynı zamanda da onlara
olabildiğince özgürlük tanır. Bu özgür­
lükle ne yapacağını bilmeyenler için
Müller, tabii ki çok zor. Benim için
tam tersi geçerli. Bana ne kadar öz­
gürlük verilirse, o kadar işim kolayla­
şıyor.
Ortak çalışmalarımızın çok verimli
geçtiğine inanıyorum. Böyle harika
oyuncularla karşılaşmaktan çok mut­
luyum. Ayla Algan'la çalışmak haya­
tımda yaşadığım en keyifli deneyimler­
den biri oldu. O benim kahramanım.
Ona hayranım. Ayla Algan'dan çok
Yaptığınız işlerde -ki bunlardan biri H.
Müller metnini sahneye uyarlamakseyirciyi düşünüyor musunuz?
Peki ütopyalarınızı en azından sah­
nede gerçekleştirebiliyor musunuz?
Deniyorum. Bütün gücümle sahne
üzerinde
gerçekleştirmeyi
çabalıyorum.
Bunu
yapıp
yapamadığıma
başkaları
karar
verecek. Ütopyalara ihanet meselesi,
toplumun gerçeğe tahammül etme
m e s e l e s i n e d ö n ü ş t ü . Bana öyle
geliyor ki; t o p l u m , devlet öyle or­
ganize olmuş durumda ki; yaşayabil­
mek için ütopyalarından ödün vermek
zorundasınız. Zengin ve yoksul arasın­
da büyük bir uçurum olan Türkiye gibi
ülkelerde Almanya'ya göre bu tema
çok daha önem kazanıyor.
Berliner Ensemble, Heiner
Müller'in ölümünden sonra
üretecekleri ütopya adına
birçok sıkıntı yaşadı. Siz bu
belirsizlikler
içinde
ken­
dinize bir çıkış yolu bulabil­
diniz mi?
Yaptığım işler yolumu belir­
ler. Her prömiyer sonrası
büyük bir hayâl kırıklığı ve
ufak
bir
depresyon
geçiriyorum. Yine yapmak
istediğime yaklaşamadım
ve istediğim gibi olmadı,
diye. Hayâlim bu değildi,
d i y o r u m kendi k e n d i m e .
Herkes çok beğeniyor ama
ben kafamda olan isteğime
ulaşma yolumda devam
ediyorum...
35
cy
a
Türk Dilli Halklar Tiyatro
adlı oyundan bir sahne
Festivali'ne
ev sahipliği yapan
Hayati
Tataristan'ın
Kemal
Tiyatrosu'nun
sergilediği
"Kâhin"
Asılyazıcı
pe
KAZAN '98 TÜRK DİLLİ
HALKLAR TİYATRO FESTİVALİ
Tataristan Özerk Cumhuriyeti başkenti
Kazan'da 27 Mayıs - 3 H a z i r a n
1 9 9 8 günleri arasında "Türk Dilli Halk­
lar Festivali" düzenlendi. Türkiye'den
Ankara Devlet Tiyatroları'ndan bir oyun
bir de t i y a t r o eleştirmeni çağrıldı.
Festivale eleştirmen olarak Hayati Asıl­
yazıcı katıldı.
İlk gün festivalin açılışı yapıldı. Prog­
ramdaki sıralamaya göre bütün toplu­
luklar izleyicilere tanıtıldı. Tiyatro gös­
terileri iki ayrı tiyatroda yapıldı. Her iki
tiyatroda günde iki değişik topluluk
oyun sergiliyordu. Ne ki, bizler ancak
iki oyun seçmek durumundaydık. Baş­
ka zaman yoktu. 12'de ve 18'de gös­
terilen oyunları seçiyorduk. Her ülke­
nin oyununu görme olanağımız vardı.
Açılış, Kemal Tiyatrosu'nda gerçekleş­
tirildi. Cumhurbaşkanı ve Kültür Baka­
nı açılışa yetişemeyince; açılış konuş­
malarını Kültür Bakanlığı Müsteşarı IIduz Tarhanov yaptı.
Kâhin
Galiaskar Kemal Devlet Akademik Ta­
taristan Tiyatrosu, açılış oyunu sergile­
di. Oyunun yönetmeni Marsel Salimcanov Ocak 9 8 ' d e sahneye koyduğu
"Kâhin" çok kalabalık bir oyun. Yazarı
Zülfat Hakim. Yönetmen Salimcanov,
SSCB Halk sanatçısı, ünlü ve dördün­
cü kuşak diye nitelenen sanatçılar ara­
sında da en ünlülerinden b i r i . Kazan'daki en büyük Kemal Tiyatrosu'nda
çok başarılı çalışmalar yapıyor. Yeni
bir oyun "Kâhin". 1997-98 tiyatro dö­
neminin en çok ilgi g ö r m ü ş , yankı
uyandırmış bir yeni yapıtı. Kolektif bir
tiyatro ve güçlü kadrosuyla etkili bir
oyun sergilediler. Konusu ilginç; yerleş­
miş bir geleneğin değişik boyutlu bir
oyunu. Her oyun gibi insanı anlatıyor,
felsefi problemleri inceliyor ve yaşam­
da insanların karşılaştıkları olayları ir­
deliyor. Yer yer farsa kaçan yorumuyla
insan yaşamındaki felsefi boyutları çı­
karıyor.
36
Dul Kadının Gemisi
Kerim Tinçurin Dram ve Komedi Tiyat­
rosu'nda, kadın yazar Irina Grekova'nın
yazdığı "Dul Kadının Gemisi"ni izledik.
Burası daha küçük bir tiyatro. 1 9 3 3
yılında yukarıda da anlattığım oyunun
sahnelendiği, adını taşıdığı Galiaskar
Kemal Tiyatrosu'na bağlı olarak açıl­
mış. 1938'de "6'lı Kolhoz-Sovhoz Tiyat­
rosu"
"Dul Kadının Gemisi"nde, 1943-1963
yıllarını kesit olarak almış ve beş yalnız
kadının yaşamını anlatıyor. Beş kadın
da aynı evde, psikolojik bunalımlarını,
tüm dertlerini, kaygılarını, ortaklaşa ya­
şarlar. İlginç boyutta aktarılıyor oyun.
Yorumu da güzeldi, oynanışı da. Çok il­
ginç bir anlatım yeğlenmiş. Her bir ka­
dının acı bir tragedyası vardır. Lorca'nın kadınları gibi.
Safiulla
Tataristan Almetyev Dramatik Tiyatro­
su, Mansur Gilazov'un "Safiulla" adlı
oyununu sundu. İyi bir topluluk, elli yıllık
bir t i y a t r o . Tiyatronun Genel Sanat Yö­
n e t m e n i , T a t a r i s t a n Halk Sanatçısı Kâ­
mil Veliyev. Oyunu, T a t a r i s t a n Devlet
Sanatçısı Fail Ibragimov sahneye koy­
m u ş . Ev sahibi olarak festivale T a t a r
yazarlarının oyunlarıyla katıldılar.
N e r o n Oynuyor ya da Şeytan'ın
Komedisi
Azerbaycan Devlet Gençler Tiyatrosu,
Genel S a n a t Y ö n e t m e n i Atakişeyev'in
s a h n e l e d i ğ i M a c a r yazar M i k l o ş Hubai'nin "Neron Oynuyor ya da Şeytan'ın
Komedisi" ile katıldı festivale. Adı gibi
genç bir topluluk. N e r o n oyununda ka­
ra mizah var. İ m p a r a t o r N e r o ' n u n tah­
ta kanlı çıkışını ve düşüşünü anlatıyor.
Fakat N e r o n ' u n ö l ü m ü Roma'yı kanlı
t e r ö r d e n ve cinayetlerden k u r t a r m ı y o r .
O sanki insan doğasında ve t o p l u m d a
var olan k ö t ü g ü ç l e r i n s i m g e l e n i ş i n e
çevriliyor.
E. K o k o v a ' n ı n s a h n e y e k o y d u ğ u bu
oyun üç ' m i s t e r i u m ' d a n oluşuyor. Ayrı­
ca, her bir m i s t e r i u m 1 8 . yy.'da Sayanu-Altay t o p r a ğ ı n d a y a ş a m ı ş olan bu
eski ( k a d i m ) T ü r k l e r i n y a ş a m ı n ı an­
dırıyor.
Veba
Kazakistan'dan "Gabit M u s r e p o v " adlı
Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu katıldı tiyat­
ro festivaline. Çağdaş Kazak yazarla­
rından Akim Tarazi'nin "Veba" adlı oyu­
nunu sergilediler. İlginç konusuyla ol­
d u k ç a s e r t bir m e s a j ı vardı o y u n u n .
Önce, insanın (birey olarak) t o p l u m
karşısındaki rolü ü s t ü n e konuşuluyor.
Bireyin t o p l u m s a l yaşamı içinde edindi­
ği alışkanlıkların davranışların t ü m ü
t a r t ı ş ı l ı y o r . S e ç i c i k u r u l ( j ü r i ) en iyi
oyun ödülünü, "Veba"ya verdi.
Şafak V a k t i Bir Kızın Ağlaması
Çuvaş Devlet A k a d e m i k T i y a t r o s u
olarak bilinen K. Ivanov T i y a t r o s u , N.
Sidorov'un "Şafak Vakti Bir Kızın Ağ­
laması" adlı oyunuyla ilgi uyandırdı. Bu
t i y a t r o oyun ve yorumlarında gerçekçi
s a n a t anlayışını k a r a k t e r i s t i k özellik
olarak alır. Bir d ö n e m e t n o g r a f i k
konuları içeren oyunlar sergiledi. Şimdi
d a h a ç o k p s i k o l o j i k d e r i n l i k l e r i olan
oyunları r a m p ışıklarını çıkarıyor.
Geri Dön, Dostum Benim, Geri Dön!
Tuva Özerk Cumhuriyeti, (Tuvin de de­
niyor, Tuvalar da); V. Kok-Ool adlı Mizikal-Dramatik Tiyatrosu, "A. Oorjak, H.
Şirin - Ool" adlı yazarların birlikte yaz­
dıkları "Geri Dön, D o s t u m B e n i m , Geri
Dön!" adlı müzikli oyunla katıldı. İlk kez
böyle özgün kurgusu olan bir oyun izle­
dik. Dünyanın her festivaline götürülse
olağanüstü ilgi g ö r ü r . Bu festivalin de
en ilginç oyunlarından biriydi.
cy
a
Aşkın Yaşı Yoktur
Başkırdistan, M a c i t Gafuri adlı Akade­
mik D r a m a t i k T i y a t r o s u , Nail Gaitbayev'in yazdığı "Aşkın Yaşı Yoktur" oyunu
ile katıldı festivale. Başkırdistan Tiyatrosu'nda biçem (üslûp) o l u ş m u ş , çizgi­
sini bu b i ç e m i ç e r i s i n d e r o m a n t i k
oyunlara ağırlık v e r m i ş . İzlediğimiz
oyun, bu savlarını doğruluyordu.
t a r Ulusal Tiyatrosu biçemiyle oynuyor­
lar. İzlediğimiz T a t a r i s t a n Ufa Devlet
"Nur" Tiyatrosu, klasik T a t a r oyun ya­
zarı Gayaz Ishaki'nin "Güz" adlı oyunu,
çok büyük bir başarı ile oynandı ve ola­
ğanüstü ilgi g ö r d ü .
Ateşin Gözyaşları
Hakas D r a m a t i k Tiyatrosu, K a r i m Çaco'nun "Ateşin Gözyaşları"nı sergiledi.
pe
Güz
Burada bir de T a t a r Tiyatrosu var, Ta­
"Şafak
Vakti
Bir
Kızın
Ağlaması"
adlı
oyunundan
bir
sahne.
37
Kral Lear
Y a k u t i s t a n Özerk C u m h u r i y e t i , P.
Oyunski Devlet Akademik Tiyatrosu ile
tiyatro festivaline katıldı; A. Borisov'un
y ö n e t t i ğ i "Kral Lear"i s u n d u l a r . Top­
luluğun t ü m sanatçıları Moskova Tiyat­
ro Okulu'ndan çıkışlıydılar.
Kuzguncuktu Fazilet
Türkiye, bu t i y a t r o festivaline A n k a r a
D e v l e t T i y a t r o l a r ı ' n d a s e r g i l e n e n Yıl­
maz Karakoyunlu'nun "Kuzguncuklu
Fazilet" adlı müzikli oyunla katıldı. Erdal
Küçükkörmükçü'nün yönettiği oyun,
geleneksel t i y a t r o m u z u n kimi çizgilerin­
den yararlanıldığını g ö s t e r i y o r d u .
Tartışma
Özdemir
Nutku
ZORUNLU BİR YANIT
lik yapıyorum", diye göz boyamaya kalk­
mamalıdır. Oyun, bir yeraltı garajında ya
da bir zemin kat otoparkında geçer. Tabori böyle istiyor; çünkü casuslar açısın­
dan yabancılaşmayı getirecek en önemli
mekân budur. Çalışkur kalkmış bunu yü­
rüyen mumları (!) olan bir kilisede geçir­
tiyor. Oysa Zucker (Şeker) Yahudi asıllı
olduğundan kilise çok t e r s bir mekân­
dır. Ya o oyunun t ü m anlamını başka
bir yöne kaydıran Maggie'nin erotik sah­
neleri! M u r d o c h da, Çalışkur'un saptırıl­
mış yorumunda olduğu gibi filozof görü­
nüşlü bir insan değil, c e b e r r u t , dediğim
dedik, bencil ve pis bir heriftir. Bence
Çalışkur her şeyden önce bu oyunla na­
sıl bir mesaj verilmesi gerektiğini sapta­
malıydı. Üstelik yönetmen, casus eskisi
bu insanların konuşmalarında kodlar
kullanmalarını ya da Tabori'nin yabancı­
laştırmaya başvurmak için kodlara da­
yalı B r e c h t v a r i t u t u m u n u a n l a m a k t a n
uzak kalmıştır.
1. Bu oyuna çeviri ödülü v e r i l m e s i n e
karşı olan Cüneyt Çalışkur karşı çıkış
nedenini jüri üyelerinin çeviriyi okuma­
dıkları varsayımına d a y a n d ı r m a k t a d ı r .
Burada da konunun uzmanlarınca yapıl­
ması koşulunu ileri sürmektedir. Cüneyt
Çalışkur'un, çeviri m e t i n l e düzeltilmiş
metin arasındaki farkı ortaya koyarken
kendisine uzman (!) o l a r a k Fransızca
m ü t e r c i m i seçmekle konuya ne kadar
uzmanca yaklaştığı anlaşılmaktadır. Üs­
telik, kendisi de Almanca bilmediği hal­
de, metnin kendisini zorladığını benim
m e t n i kendime göre düzenlediğimi ve
k o d l a r a yer v e r d i ğ i m i s ö y l e m e k t e d i r .
Oyunu anlamayan, Tabori'nin kodlarını
kavrayamayan bir kimsenin kendine iki
numara büyük gelen bir oyuna talip olup
onu sahnelemeye y e l t e n m e m e s i gere­
kir. Eğer oyunu a n l a m a d ı y s a oyunun
gerçek anlamını vermeyen şeyleri "yeni­
2. Çalışkur işin içinden çıkamayınca,
Devlet Tiyatrosu d r a m a t u r g i bürosunda
Almanca bilen d r a m a t u r g v a r k e n , ne­
den gidip metni Fransızca çevirisinden
izleyen bir m ü t e r c i m bayana başvuru­
yor? Üstünde durulacak konulardan biri
de bu! Dürin Tunç adlı bir d r a m a t u r g u
kimse tanımıyor. Bence Çalışkur en bü­
yük yanlışı burada yapmış. George Ta­
bori'nin Almanca yazdığı ve benim öz­
gün Almanca metinden çevirdiğim oyu­
nu, Fransızca çevirisinden takip e t m e
yanlışına düşmemeliydi. Böyle ciddi iş­
lerde özel ilişkileri karıştırmamak gere­
kir. Eğer oyunu anlamadıysa, Devlet Tiyatrosu'nun Almanca bilen d r a m a t u r g ­
larına b a ş v u r m a l ı y d ı ya da k e n d i s i n e
empoze edilmemiş olan bu metni sah­
nelemeye kalkışmamalıydı.
pe
cy
a
Negatif Dergisi'nin Haziran ' 9 8 sayısı
birkaç gün önce bir d o s t u m u n evinde
elime geçti. Dergide Dilek Girgin Can'ın
hazırladığı ödüllere ilişkin söyleşi bölü­
münde yer alan bazı açıklamalar cevap
hakkımı k u l l a n m a m ı z o r u n l u kılmıştır.
Ancak dergiyi aradığımda Negatif Dergi­
si'nin kapandığını söylediler. Bunun üze­
rine yazımı başka bir dergide yayımla­
mak zorunda kaldım. Konu, Avni Dilligil
çeviri ödülüne lâyık görüldüğüm Alman­
ca orijinal metinden çevirdiğim ve 1 9 9 4
yılında M i t o s / B o y u t yayınları tarafından
basılan "Bir Casusa Ağıt" adlı yapıt üze­
rine oyunun yönetmeni, oyuncu Cüneyt
Çalışkur ile Fransızca m ü t e r c i m i Dürin
T u n ç ' u n bu k o n u d a k i h e z e y a n l a r ı d ı r .
Özellikle, kendisini d r a m a t u r g sanan Dü­
rin Tunç'un eleştiri ile kabalığı birbirin­
den ayırt edemeyen t u t u m u n u kınamak
gerekir. Bu t u t u m Devlet Tiyatrosu aile­
sine de zarar verici özellikler içermekte­
dir.
3. Çalışkur, "bazı isimler f i r m a kabul
38
ediliyor", diyerek laf atmış. Bugüne dek
Orta Almanca'dan, m o d e r n Almanc a ' d a n b i r ç o k kitap ç e v i r d i m . İngiliz­
ce'den çevirdiklerimle birlikte otuza ya­
kın çevirim var. Bunların on beşi oyun
çevirisi... Oysa bugüne kadar Devlet Tiyatroları'nda biri altmışlı yıllarda (Dürr e n m a t t , Göktaşı), diğeri de "Bir Casu­
sa Ağıt" olmak üzere sadece iki çevirim
oynandı. İnsaf, eğer öyle olsaydı bugün
birçok çevirimin de oynanmış olması ge­
r e k i r d i . Sonra şu da iyice bellenmeli;
ben firma değil, konusunda başlı başına
uzman, bu sanata yarım yüzyılını vermiş
bir k u r u m u m .
4. Çalışkur'un pervasızca yazdığı gibi,
bugüne dek hiçbir çevirimi kendime gö­
re biçimlendirmedim. Üstelik, bazı piya­
sa çevirmenlerinin yazarın içeriğini anla­
madan yaptıkları yanlış çevirilere, metin­
le ilgisi olmayan uydurma çevirilerle ya­
pıtı aşağılara ç e k e n l e r e de karşıyım.
Özellikle de, metni anlamadan sahneye
oyun koyanlara daha da karşıyım.
5. Gelelim Fransızca m ü t e r c i m i Dürin
Tunç'un görüşlerine: Dürin Tunç zaman
zaman yönetmenle benim çeviri ödülü
a l a b i l e c e ğ i m k o n u s u n d a şakalaştığını
söyleyerek baştan beni bu ödüle lâyık
g ö r m ü ş sağ olsun. Ama kendi işini cid­
diye almadığı da açık seçik ortada; yö­
n e t m e n yanındayken üç günde hem
dramaturgiyi hem de metindeki düzelt­
meleri halletmiş. Ayıptır Dürin Tunç, bu
yapılan işin ciddiyetini hafife almaktır.
Üç g ü n d e b ü t ü n bunları çözebildiğini
söylemek bu sanata yıllarını vermiş biri
olarak beni, sanırım birçok sanatçıyı,
özellikle de Devlet T i y a t r o s u ' n d a işini
ciddiye alan insanları üzecektir. Bu işi
ciddiye almayan sizi, kurumun da ciddi­
ye almayacağını düşünüyorum. Bu ne­
denle çeviri ödülüne lâyık görülmemi si-
zin deyiminizle "eşek şakası" olarak gör­
müyor, sizin söylediklerinizi bir "eşek şa­
kası" olarak kabul ediyorum.
7. Daha ilk başlarda oyunun afişinde
çevirmen olarak adımın yer almamış ol­
ması Telif Hakları Kanunu ile çelişen bir
d u r u m d u . İ s t e s e m , ne yazık ki, oyunu
sahneye koyan Çalışkur'un bu t u t u m u
yüzünden eleştirir ve oyunu temsil eden
kurumdan çekebilirdim. A r t niyetle de­
ğil, aceleye gelen bir unutkanlıkla böyle
olduğunu düşünmekle hata ettiğimi şim­
di daha iyi görebiliyorum. Ülkemizde, ne
y a z ı k k i , y a r ı m b i l g i ile ç e v i r m e n ,
d r a m a t u r g , yönetmen ve üstelik kendi
kuramını da b e r a b e r i n d e g e t i r i y o r m u ş
gibi davranan cehalete dayalı bir t u t u m
var, bu özellikle dramaturginin öneminin
yeni yeni kavrandığı tiyatromuza zarar
verebilir kaygısını da t a ş ı m a m a neden
oluyor.
8. Oyunu s e y r e t t i ğ i m gala gecesinde,
yoruma katılmadığım ve çevirimde
yapılan bazı u y d u r m a değişiklikler Almanca'dan Fransızca'ya düzeltme
pe
cy
a
6. Şakanız bununla da kalmıyor, çeviri
ö d ü l ü n ü n yalnızca S h a k e s p e a r e gibi
"edebi" metinlere verilmesi konusunda
a h k â m k e s m e n i z i , 1 9 9 0 ' d a , h e m Al­
man Yazarlar Birliği hem de halk jürisi
t a r a f ı n d a n A l m a n dilinde yazan en iyi
oyun yazarı sayılan Tabori'ye bir dil uzat­
ma olarak değerlendiriyorum. Üç gün­
lük bir çalışmasıyla kendine d r a m a t u r g
payesi veren Dürin Tunç bu noktada bi­
linçaltını ortaya koyarak ödülün, drama­
t u r g a [yani kendisine] ya da ekibe veril­
mesini öneriyor. Oysa Ödül'ün adı konul­
muş: "Çeviri Ödülü". Ve bu ödül, oyunun
temsilinden d ö r t yıl önce, kitap olarak
basılan metne verilmiştir. Başkalarının
sırtından geçinen asalak düşüncesinin
tipik bir ifadesi. Ama şunu da sizlere iç­
tenlikle ifade e t m e l i y i m ki, üzerinden
beş ay g e ç m e s i n e r a ğ m e n tıpkı sizin
düşüncelerinizi nasıl basın yoluyla öğr e n d i y s e m , bu ödülü de basın yoluyla
öğrendim ve henüz ödülü aldığıma iliş­
kin ne bir belge ne de bir t ö r e n gerçek­
leşti, maalesef ülkemizde başarıya çel­
me takıp, sonuca bakmamanın tipik ör­
neği burada da karşımıza çıkmakta, t i ­
yatronun bir ekip işi olduğunu savunan­
lar çevirmeni dışlamak, ödülün sahibine
ulaşıp ulaşamadığını takip etmek yerine,
kendi sığ g ö r ü ş l e r i n i g ü n d e m e almayı
yeğ tutmaktadırlar.
39
yapan kişinin kendi toplumuna uygun ol­
sun diye yaptığı transpozisyonların öz­
gün metne dahilmiş gibi kabul edildiğini
g ö r d ü m . Cüneyt Bey, anlamadığı yerler­
de oyunun çevirmeni olarak bana neden
başvurmadı? Hadi vakti yoktu, diyelim.
Neden Devlet Tiyatroları'nın A l m a n c a
bilen bir d r a m a t u r g u y l a çalışmadı?
Dışardan bir kişiyi alarak ona da Devlet'in c e b i n d e n e k s t r a ü c r e t ö d e m e k
için mi? Yoksa başka nedenlerden mi?
Ama bütün sorun bir noktada düğüm­
leniyor. Yarım yamalak bilgileriyle ken­
dilerine payeler verenler yüzünden, ül­
kemizde bir d e ğ e r l e r k a r m a ş a s ı d ı r
gidiyor. Bunun önüne geçecek bir tek
şey var. Sizler ve sizin gibi davranmayı
alışkanlık edinenlerin haddini bilmesi...
Metni anlamak için yanlış kılavuz seçen
yönetmen, metni düzelttiğini sanan
m ü t e r c i m bir araya geldiğinde üç günde
d r a m a t u r g i y i çözen g a r i p bir ikili
oluşuyor... Ne demişler, kılavuzu karga
olanın ... Sizlere tek ö n e r i m : KENDİNİZİ
BİLİN!.. Çünkü sizlerin egosunun üstün­
d e v e s i z l e r d e n d e ü s t ü n TİYATRO
SANATI var...
1 . Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı İzleme Komitesi
" 1 . Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı" Sonuç Bildirisi'nde yer alan çocuk tiyatrolarında denetim/değerlendirme modelinin
oluşturulmasına yönelik Haluk Işık'ın önerisini de tartışmaya açıyoruz.
ÇOCUK TİYATROSUNDA DEĞERLEN­
DİRME MODELLERİ
Üstüne Görüşler, Öneriler
Haluk Işık
Başta Sayın Mustafa Demirkanlı olmak
üzere, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin
yürüttüğü, içeriği kadar sunumundaki
incelik ve özenle de dikkat çeken çalış­
maları çok önemsiyorum. İzmir Devlet
Tiyatrosu'ndaki yoğun işlerim nedeniyle,
fiziksel katılımla bulunamamanın sıkıntı­
sını, yazarak gidermekten başka çarem
yoktu. Bu yılki etkinliklere katılmak için,
elimden geleni yapacağımın bilinmesini
isterim. 1 9 9 8 - 1 9 9 9 süreminde, 12
sahnede çocuk oyunları sahnelenen bir
yazar olarak bunu görev sayıyorum.
3. Öngörülen yapılanma modelinde, de­
ğerlendirmede nesnellik sanatsal özgür­
lük ve bağımsızlığa saygı, yapılanmadaki
güvenirlik ve en geniş temsilin sağlan­
ması, üstünde tartışılması gereken en
önemli konulardır. Düşünce ve yaratım
özgürlüğünün sürekli tehdit altında bu­
lunduğu günümüzde, peşine düştüğü­
müz hiçbir yapılanma modeli, iyi niyetle
de olsa, bu tehdidi çocuk tiyatrosuna
da taşımaya aracı olmamalıdır. Bunun
önüne geçmenin ilk adımını, yapılanma
modeli içinde yer alacak unsurların seçi­
mindeki ölçütleri kesin biçimde sapta­
mak olarak görüyorum. Bilimsel ya da
sanatsal yetkinliğini ürünleriyle kanıtla­
mış, çocuk tiyatrosunu kalıcı ve sürekli
bir eylem alanı olarak benimsediğini ça­
lışmalarıyla gösteren, yer aldığı yürütme
organlarında belli bir süre görev (örne­
ğin iki yıl) yapacağını bilen, yukarıda say­
maya çalıştığım niteliklere sahip kişi ve
topluluk temsilcilerince seçilmiş unsur­
lar dışında yapılanmanın dışarıdan gele­
cek müdahalelerle zedelenmemesi gözetilmelidir. Bunun yolu, tam bağımsızlık
ve özerklikten geçmektedir. Çocuk tiyat­
rosunu esenlikli bir duruma, kendilerini
çocuk tiyatrosuyla var edenler getirebi­
lir. Otomatiğe bağlanmış sözgelimi bir
"Bakanlık Ödeneği" bugün çok yararlı
olabilir. Ancak dönemler, yöneticiler ve
"zihniyetler"deki sapmalar, böyle bir
ödeneği bir yaptırım ve dayatma aracı­
na dönüştürebilir.
cy
a
Bildirdiğiniz gelişmeler sevindiricidir. Ge­
lişmelere ve sunulan model önerilerine
ilişkin görüşlerimi, maddeler halinde ve
yinelemeye düşmeden açıklamaya çalı­
şacağım:
da en büyük zaafı ve yoksunluğudur. Bu
nedenle, acilen ve hemen "söz verenle­
re" kesin olarak saptanmış ve izleneceği
kesin olarak dile getirilmiş bir "takvim"
dayatılmalıdır. Sürüncemede kalmama­
sı, yaşamda karşılığını bulması ve uygu­
lama sonuçlarının elde edilmesi için, bu­
nu bir zorunluluk olarak görüyorum. El­
bette burada "hız" ile "telâş" arasındaki
ince çizgiyi gözetmek zorundayız.
pe
1. Çocuk tiyatrosunun günümüzdeki en
önemli sorunları, "Uzmanlaşma", "Ku­
rumsallaşma ya da Örgütlenme" ve "Süreklilik"tir. Bu sorunları aşmak için, geç­
mişten bugüne yaşanan deneyimler, içtenlikli yapılanma önerilerine bile, kuş­
kuyla bakmama yol açıyor. Modellerin
hazırlanması, teknik-hukuksal-parasal
vb. konularda yetkin bir altyapıyı barın­
dırması, modellerin yaşamda karşılık
bulması, zedelenmemesi ya da "kullanıl­
maması" ve sonunda kalıcılık taşıması
anlamında, çocuk tiyatrosuyla uğraşan­
ların pek de başarılı olduğu söylenemez.
Bu belirlemeler, kuşkusuz titizlikle hazır­
landığı açık olan Sayın Demirkanlı'nın ve
Sayın Erkek'in önerisiyle ilgili değil, bugü­
ne değin yapılanlara yöneliktir. Dahası,
15 yıldır yazarak çocuk tiyatrosuyla da
kendini tanımlamaya çalışan birinin özeleştirisidir. Küskünlük, dışlanma, tekel­
leşme, sonunu getirememe gibi olum­
suzluklarla tükenen her çalışma, önce­
likle çocuk tiyatrosuna zarar vermiştir.
İçinde bulunduğumuz çalışmaların, geç­
mişten çıkarılan derslerle, ülkemiz ço­
cuk tiyatrosu eylemini nitelikte ve nicelik
olarak olumlu anlamda değiştireceğine
inanıyorum.
2. Bakanlıklar, okullar, kurumlar ve ko­
nuyla ilgili örgütlenmelerin, dönemlere,
yöneticilere ve "zihniyetlere" göre, yakla­
şım değişkenliği gösterdiği bir gerçek­
tir. Kalıcılık ve süreklilik, bilindiği gibi ül­
kemizin tüm kurumlarında ve her alan­
4. Oluşturulmaya çalışılan bu yapılanma
içinde, "amatörlük" maskesinin altında,
kayıtdışı para peşine düşmüş hiçbir
"korsan" yer almamalıdır. Kavram ola­
rak çocuk tiyatrosunun "amatörce yapı­
lamaz" bir sanatsal eylem olduğu dü­
şüncesinde birleşmek gerekmektedir.
Kendi içinde yazar-oyuncu-yönetmen...
haklarına saygılı olduğunu belge ve ça­
lışmalarla kanıtlama yanında; sanatsal
eylem sırasında izleyici hakkını gözettiği­
ni, estetik-düşünsel niteliklerle donatıl­
mış ürünlerini sunmadaki yetkinliğiyle
göstermek ve çocuk tiyatrosunu sürekli
bir eylem alanı olarak kabul ettiğini kalı­
40
cı ve soluklu bir tiyatro serüveniyle ka­
nıtlamak "profesyonelliğin" ve yapılanma
içine kabul edilmenin ölçütleri sayılmalı­
dır. Böyle bir yapılanma, "amatörlüğe"
sığınmış her türlü "cinayete" karşı mü­
cadele edeceğini en önemli ilkelerinden
biri olarak kabul etmeli ve göstermeli­
dir.
5. İçtenlikle ve "tam amatör" toplulukla­
rın, yapılanmaya kabul süreci, belirli bir
zaman dilimi içinde (örneğin 3 yıl) izlen­
meli ve yukarıda sayılmaya çalışılan
"profesyonellik" niteliğine kavuştuktan
sonra, yapılanmaya kabul edilmelidir.
Bu durum, topluluklar kadar, çocuk
oyun yazan, çocuk oyun yönetmeni, ço­
cuk oyuncusu... için de geçerli olmalı­
dır. Bu bir "tekelleşme" değil, devingen
ve yeni çocuk oyunu emekçileri kazan­
mak yolunda, bilimsel-sanatsal ölçütler­
den başka hiçbir yerden medet umma­
yan bir öneridir. Sınanma noktasını, ka­
lıcılık, süreklilik, yöntemde bilimsel uygu­
lamada sanatsal ilerleme ve elbette
"ürün" oluşturmaktadır.
6. Böyle bir yapılanma, üniversitelerin
tiyatro bölümlerinde ödenekli ya da ödeneksiz tiyatro topluluklarında mutlaka
bir çocuk tiyatrosu birimi kurulması adı­
na, kararlı ve ısrarcı dayatmada bulun­
malıdır.
7. Böyle bir yapılanma, yalnızca var ola­
nı değerlendirmekle kalmamalı, süreli
yayınlarla, tiyatro buluşmalarıyla, düzen­
li bilimsel ve sanatsal etkinliklerle, ço­
cuk tiyatrosunu geliştirme yolunda çalış­
malıdır. Yapılanmanın kendi içinde oluş­
turacağı "denetleme" organı, coşkuyla
başlatılan bu yapılanmanın giderek sön­
mesini, rutin hale gelmesini, arabesk
ilişkilerin yapılanmaya egemen olma
tehlikesini, adil ve demokratik değerlen­
dirme niteliğinin zedelenmesini engelle­
yecektir.
8. Yapılanma kendini var ederken, acil
eylem planı hazırlanmalıdır. Bu planın
birinci maddesi, okullarda sürmekte
olan çocuk oyunu cinayetlerinin önüne
geçmek olmalıdır. Milli Eğitim Müdürlük­
leri bünyesinde oluşturulan "komisyon­
larda", en az 2 çocuk oyunu emekçisi­
nin yer alması sağlanmalıdır. Okul mü­
dürleri, yıl boyunca okullarındaki tiyatro
etkinliklerini, dışardan gelen toplulukları,
oynama gün ve saatlerini sürekli bu ko­
misyona bildirmeli, oyun metni kadar
sahnelenen oyunun niteliği de izlenerek
gözlemlenmelidir. Böylece "Korsan" ti-
yatrolar belirlenebilir ve bir başka okul­
da yeni bir cinayet işlemelerinin önüne
geçilebilir. Burada söz konusu olan
sanatsal-düşünsel "sansür" değil, çocuk
oyununun nasıl yapıldığına dair sanatsald ü ş ü n s e l " d e ğ e r l e n d i r m e " d i r . Bu
konuda Milli Eğitim Bakanlığı'na öneri
getirilmelidir. Bu, çocukları olduğu
kadar, yazar oyuncu vb.'nin haklarını da
koruyacak ve yapılanma kendini var
edene kadar, bugünden çocuk tiyat­
rosuna müdahele edecek bir öneridir.
1 1 . Sayın Demirkanlı'nın "yeterlilik
puanı" önerisini, yeterlilik alamayan top­
lulukların, hazırlanacak nitelikli rapor ve
öneriyle ya da önerilerle aydınlatılması
ve bundan sonraki çalışmalarında -eğer
kalıcı ve sürekli bir çocuk tiyatrosu ey­
pe
cy
a
9. Böyle bir yapılanmanın ASSİTEJ'in de
daha etkin ve yaygın hale gelmesini sağ­
layacağını bekliyorum, diliyorum.
1 0 . Sayın Erkek'in "Yeni kurulacak
çocuk tiyatroları kurulma izni için Em­
niyet ve Maliye'nin yanı sıra ÇOTİDEK'e
de başvurmalıdır" önerisine: a) Sanatın
ve sanatsal yapılanmaların "izne" bağlı
olmaması gerektiğine, b) Yapılanmanın
değerlendirme ölçütünün "ürün" olması
ve daha sonra topluluğu değerlendir­
mesi düşüncesine inandığımdan katıl­
mıyorum.
41
lemini kabul ediyorsa!- yol gösterilmesi
koşuluyla destekliyorum.
12. Sayın Demirkanlı'nın, "Yeterlilik Bel­
gesinin Milli Eğitim ve Kültür Bakanlık­
larından verilmesi önerisinin, sanatın
özgürlüğü ve bağımsızlığı açısından tar­
tışılmasını öneriyorum. En büyük kay­
gım, böyle bir belgenin, değişecek
dönem ve "zihniyetlere" göre ucuzlatılmasıdır.
Başarı dileklerimi yineliyor, emeği
geçenleri sevgiyle selamlıyorum.
Saygılarımla.
Ay S a h n e d e k i l e r
Tiyatro: Kocaeli Bölge Tiyatrosu
Yazan: Mehmet Başaran
Yöneten: Burhan Akçin
Dekor Tasarım: Erhan Demiray
Müzik: Ahmet Yol, Mustafa Pehlivan
Oynayanlar: Ayhan Tanrıver, Bekir Annıak
Cenan Çamyurdu, Ertuğrul Yemenoğlu, Ahmet
Toplar, Ali Savaşçı, Sermin Alçınkaya, Naci
Uzman, Levent Mengilli, Köksal Damlıca,
Berna Bozkurt.
Tiyatro: İstanbul Devlet Tiyatrosu
Yazan: Dersu Yavuz Altun
Yöneten: Ayşe Lebriz
Dekor Tasarımı: Nurettin Özkönü
Müzik: Faris Akarsu
Işık Tasarım: Halit Akgün
Koreografı: Erdal Uğurlu
Oyuncular: Eda Yapanar, Gözde Gülbay, Erdem
Ergin, Bülent Arslan, İbrahim Ulutan, Dilek
Atabey, Sinan Çalkonoğlu.
Mehmet Başaran'ın aynı adlı öyküler kitabından
yola çıkılarak oyunlaştırılan ve Köy Enstitüleri
dönemini eksen alan oyunda, çok partili
Oyun, yabani bir at sürüsünün içinde yeni
doğan minik tayın, sürünün peşinden koşarken
yorgunluktan uyuya kalması ile başlar. İki panayır
soytarısının bulduğu tay, panayırın renkli dünyası ile
büyülenir. Patronun egemen olduğu bu dünyadan çok
etkilenen tay, orada kalmanın bedelini özgürlüğünü
kaybetmekle öder. Sirkte çalışan iyi yürekli palyaçonun
yardımıyla kurtulan tayı ve arkadaşını, serüvenler
beklemektedir.
Tiyatro: Müjdat Gezen Tiyatrosu
Yazan: Rıfat Ilgaz
Uyarlayan: Müjdat Gezen
Yöneten: Savaş Dinçel
Müzik: Melih Kibar
Dekor-Kostüm: Barış Dinçel
Oynayanlar: Itri Koşar, Taner Ergör, Günay
K. Çoruh, Şevket Çoruh, Caner Güler, Ayten
Soykök, Abdullah Kaya, Lale Oraloğlu, İlhan
Daner, Müjdat Gezen, Erdoğan Tuncel, Serdar
Orçin, Nejdet Mahfi Ayral, Şeyla Halis, Öznur
Onur, Bülent Şakrak, Filiz Küçük, Dilşat Bozyiğit, Mine
Bıçakçı, Petek Güney, Ahu Türkpençe, Aysel Dinçer,
Rezzan Dağseven, Berke Üzrek, Ercü Turan, Yerkan
Kahraman.
cy
a
Bu
pe
döneme girilmesiyle birlikte bu okullar üstüne oynanan
korkunç oyunlar, öğretmenler üstüne kurulan baskılar,
eğitimin, sisteminin sistematik bir biçimde yozlaştırılması
anlatılıyor. Hükümet kanadının devrimci öğretmenleri
birer birer tasfiyesi, sürülmeler, yıpratmalar, tehditler ve
bunlara karşı inatla, yürekten direnen öğretmenler.
Üstüne çok şeyler söylenen, yazılan,çizilen Köy Enstitüleri
dramı, bu oyunla bu kez de ramp ışıklarına çıkmış oluyor.
Tiyatro: Kocaeli Bölge Tiyatrosu
Yazan: Ülkü Ayvaz
Yöneten: Burhan Akçin
Dekor-Kostüm Tasarım: Erhan Demiray
Işık tasarım: Rıza Bilkay
Oyuncular: Bekir Annıak, Cenan Çamyurdu, Ahmet
Toplar, Sermin Alçınkaya, Ali Savaşçı, Naci Uzman,
Levent Mengilli, Köksal Damlıca, Berna Bozkurt.
Rıfat Ilgaz'ın unutulmaz oyunu uzun yıllar sonra yeniden
sahnede. Müjdat Gezen ve arkadaşları bu tiyatro klasiğini
genç bir kadroyla gerçekleştiriyorlar. Daha önce
defalarca filme de çekilen oyun, bundan çok önce yazılmış
olmasına karşın konusu öğrencilerden oluştuğu için
hemen her zaman geçerli. Herkesin şöyle ya da böyle
mutlaka okulla ilgili bir anısı vardır. Bu açıdan her seyirci
oyunda kendinden bir şeyler buluyor. Öğretmenleri ve
arkadaşlarıyla geçen okul yılları, yıllar sonra belleğimizden
yitip gitse de onları bir oyun biçiminde sahnede görünce
anılar tazeleniyor.
Kentten köye geze geze temsiller veren bir tiyatro grubu,
ilk kez hiç alışık olmadıkları bir kente gelirler. Bu kent bir
uzay çağı kentini andırmaktadır. Her şey beton, demir,
alüminyum ve plastik yığını halindedir. Geometrik
caddeler, uzay istasyonu gibi çarşılar, antenler ve
elektronik düzen arasında bocalarlar. Oysa onlar,
izleyicilerine doğayı, hayvanları, çiçekleri, insanları
anlatmaya alışmışlardır. Bu kentte toprak bile yoktur,
bocalarlar, şaşırırlar. Bu arada, beton duvarların
arasında sıkışıp kalmış, topraksızlıktan ölmek üzere olan
bir papatya gözlerine ilişir. Papatyayı kurtarmak
gerekmektedir. Ama bu yapay kentte ne su ne de toprak
kalmıştır. Papatya'nın ölümüne ağlarlarken döktükleri
gözyaşı, çiçeciği kurtaracak hayat suyu haline gelir.
42
Bu Ay S a h n e d e k i l e r . . .
Tiyatro: Bakırköy Belediye Tiyatrosu
Yazan: Nazım Hikmet
Yönetmen: Müşfik Kenter
Dekor Tasarımı: Ayçın Tar
Giysi Tasarımı: Gönül Sipahioğlu
Oyuncular: Ayşe Demirel, Turgay Kantürk, Edip
Saner, Emre Kınay, Nurhayat Atasoy Munis
Düşenkalkar, Cihan Bıkmaz, Fidan Tek, Orhan
Aydın, Şefik Kıran, Çetin Etili, Sait Genay, İlter
Genay, Yonca Cevher, Yalçın Avşar, Defne
Şahin, Ali Atay Enis Üçer, Ömer Çandarlı,
Cumhur Arat, Durul Bazan, İlhamı Erdoğan,
Didem Alpay/ı, Sarp Akkaya...
Tiyatro: Tiyatro Oyunevi
Yazan: Miguel de Cervantes Saavedra
Yönetmen: Mahir Günşiray
Dramaturg: Çetin Sarıkartal
Dekor Tasarımı: Claude Leon
Giysi tasarımı: Refika Tarcan
Oyuncular: Mahir Günşiray, Boğaçhan Süzmen,
Dikmen Seymen, Evren Yazıcı, Tümay Nazik,
Ece Eroğlu, Banu Akgün, Ayça Damgacı.
İspanya'dan Anadolu'ya kadar uzanan, Akdeniz
kültürü etkileşimi, kullanılan atasözlerinden
tiyatro biçimlerine kadar birçok şeyin ortak
Bir ulusun yaratılış destanı olan Kuvayi Milliye çökmüş,
düşmanlar tarafından kuşatılmış bir imparatorluktan,
onurlu çağdaş ve adil bir ulus yaratmanın dönüm noktası
olan Kurtuluş Savaşı'nı bu savaşımı veren insanları
öyküleri aracılığıyla hümanist ve duygusal bir dille, kanlı
canlı insan portrelerini çizerek verir. Bir yandan kronolojik
çizgiyi izleyerek gelişen destan, Kurtuluş Savaşı tarihini
oluşturan adsız kahramanların öykülerini canlı bir
anlatımla sergileyerek ruhunu kazanır, somutlaşır.
a
Tiyatro: Trabzon Devlet Tiyatrosu
Yazan: Haldun Taner
Yöneten: Ergün Uçucu
Dekor-Giysi Tasarımı: Hakan Dündar
Işık Tasarımı: Seyhun Ayaş
Müzik: Tünay Uzuner
Koreografı: Rengin Taş
Oynayanlar: Arzu Balcı, Engin Özsayın, Cem
Balcı, Ünsal Coşar, Barış Bağcı, Mehmet
Serimer, İlkay Akdağlı, Erdinç Gülener, Şebnem Koçtepe,
Elif Şeker, İclal Karaduman, Oktay Gözpınar, M.Ali Toklu.
pe
cy
olması, Hikaye-i Don Kişot'un da, bize ait bir yorumla
oynanabilmesini olanaklı hale getiriyor. Silahşör Don
Kişot'un bu sahnelemede bir Tiyatroşör' olması ve diğer
oyuncuların, ünlü romandan bir uyarlamayı 'oynamalarıyla'
yer yer oyundaki aşklar, şiddet, gerçekle birbirine karışır.
Oyunla gerçek, ayırt edilemez bir hal alır. Artık Kavuklu ve
Pişekar, Don Ouijote Ve Sancho Pansa olarak
karşımızdadırlar.
Bir eşeğin ve gölgesinin kiraya verilmesiyle, kiralayan ve
kiralayan arasında çıkan tartışma, giderek bir ülke sorunu
haline dönüşür. Eşekçiler ve gölgeciler olarak ikiye ayrılan
bir ülke halkı, soruna üretim aracı ve üretim aracına sahip
olanlarla olmayanlar arasındaki sorun olarak görme
eğilimine girerler. Sonuç, emek-üretim aracı ilişkisinde, bir
tür Kafkas Tebeşir olayına dönüşür. Silah üreticileri,
medya patronları, siyasi partiler, tekkeler, tarikatlar
oyunun alt katmanlarının içinde yer alırlar.
Tiyatro: Tiyatro Alkış
Yazan-Yöneten: Birol Engeler
Müzik-Koreografi: Oktay Şenol
Dekor-Kostüm: Pınar Ergönenç
Işık: Ertuğrul Özdal
Efekt: Özer Atik
Oyuncular: Birol Engeler, Hilmi Erdem, Burcu
Saraçoğlu, Oktay Şenol, Okay Şenol, Tarkan Yılmaz
Oyunun kahramanlarından İbiş bencil ve yalancı bir köylü
çocuğu, Memiş ise iyi niyetli, kentli bir aile çocuğudur. Bir
çocuk tiyatrosuna gitmek üzere aynı gün yola çıkan bu iki
çocuk, rastlantı sonucu arkadaş olurlar. Her ikisi de
kendilerini için önem taşıyan şeylerini kaybetmişlerdir.
Kara kara ne yapacaklarını düşünürlerken, yardımlarına
iyilik ağacı yetişir. Onlara bir kese dolusu altın veren ağaç,
kaybettikleri şeylere kavuşmalarını diler. Oysa çocukların
arası, bu parasal yardımdan sonra açılır. İki arkadaş,
birtakım serüvenler yaşadıktan sonra, yine barışırlar.
43
Bu Ay S a h n e d e k i l e r . . .
Tiyatro: Diyarbakır Devlet Tiyatrosu
Yazan: Memet Baydur
Yöneten: Harun Özer
Dekor Tasarım: Orhan Alpaslan
Işık Tasarımı: Selim Yıldız
Oyuncular: Şuayip Ünsal, Çetin Azer Aras, Sertel
Uğur, Turgay Kılıç, Gürkan Görbil, Harun Türköz, Ali
Çelik
Tiyatro: Düş Oyuncuları
Yazan: Eugen Ruge
Çeviren: Leyla Serdaroğlu
Yöneten: Nefrin Tokyay
Kostüm: Çağla Köseoğulları
Oyuncular: Elvan Boran, S. Bora Seçkin
Süpermarkette karşılaşan bir erkekle kadının
yaşamayı düşledikleri ama onları çevreleyen
tüketim dünyasının baş döndürücü hızı içinde bir
türlü başaramadıkları ilişkilerinden hareketle
yabancılaşma, bellek yitimi ve iletişimsizliği konu
edinen, Alman yazar Eugen Ruge'nin oyunu, ilk
kez 1 9 9 0 yılında Bonn Tiyatrosu'nda
sahnelenmiş. Türkiye'de ise ilk kez sahneleniyor.
pe
cy
a
Gaziantep'ten İzmir'e yük taşıyan bir kamyon dağın
başında ıssız bir yerde bozulur. Kamyonun şoförü, muavini
ve yükü indirip, bindiren iki hamal bilmedikleri bu yerde
kamyonu tamir edip yollarına devam etmek isterler.
Tesadüfen oradan geçen iki köylüden yardım beklerler.
Oyunun genel akışı böyle. Bu akış içerisinde köylü-şehirli
kavramları, köy kültürü, kent kültürü, gurbet, özlem,
çaresizlik, yalnızlık, ekmek parası, her şeyin para olmaya
başladığı bir düzende unutulmaya yüz tutan "insanlık
onuru", kavramları hakkı verilerek gözler önüne seriliyor.
Tiyatro: Tiyatro Mie
Yazan: Salim Dörtcan
Yöneten: Salim Dörtcan
Dekor-Kostüm Tasarım: Siber Nihal, Ebru
Arıksoy
Müzik: Tarık Çakar
Koreograf: Ömer İnanç
Oyuncular: Özgür Şahin, Başar Tuğut, Zeynep
Sağlam, Aslıhan Göktepe, Hüseyin Ekiz, Salim
Dörtcan
Tiyatro: Diyarbakır Devlet Tiyatrosu
Yazan: Güngör Dilmen
Yöneten: Özel Aydın
Dekor Tasarımı: Fatma Görgü
Kostüm Tasarımı: Fatma Görgü
Işık Tasarımı: Selim Yıldız
Müzik: Kemal Günüç
Oyuncular: Nermin Uğur, Selda Özer, Neşe
Baykent, Veda Yurtsever İpek, Dilara Keyf
Günüç,
"Komik Çocuklar Mahallesi" oyununda medyatik
kahramanlara özenen iki çocuk yaşadıkları
mahallede şiddet kullanarak diğer çocukların
oyun alanlarını ele geçirip, oyunlarını bozmak
ister. Zor duruma düşen diğer çocuklar ne
yapacaklarını bilemez. Büyüklerinden yardım
ister, çocuklardan birinin dayısı onlara akıllarını
kullanmalarını, aklın gücü her zaman yeneceğini
anlatır. İki grup arasında çekişme başlar, akıllı olanlar
diğer çocukları yola getirmek için plan yapar. Seyircileri
kahkahaya boğacak serüven başlamıştır...
Anlatı Tiyatrosu'nun iyi örneklerinden biri olan oyun; kadın
sorunlarına feminel bir bakış açısından çok, bir birey
olarak kadının, Hitit Uygarlığı'ndan, Kurtuluş Savaşı
yıllarına dek gördüğü göç, savaş, acı karşısındaki
psikolojisini anlatıyor. Oyunun ana karakteri Kibele, Ana,
Bacı ve Eş olan kadının dileğini şöyle özetliyor: "Hepsine
yeter cömert memelerim, birlikte yaşamayı bir
öğrenebilseler". "Doğa" ile "Tabiat Ana" arasındaki fark,
bu oyun izlendikten sonra daha iyi anlaşılacaktır.
44
Bu Ay S a h n e d e k i l e r . . .
Tiyatro: Tiyatrokare
Yazan: Paul Portner
Uyarlayan: Mr. Web Yaratım Grubu
Yöneten: Nedim Saban
Dekor-Kostüm Tasarım: Dilek Aydın
Oynayanlar: Çiçek Dilligil Öztoprak, Şafak Sezer,
Şoray Uzun, Deniz Oral, Hilmi Erdem, Hülya
Karakaş (İ.B.Ş.T. izniyle)
Tiyatro: Dormen Tiyatrosu
Yazan: Bernard Slade
Çeviren ve Uyarlayanlar: Haldun Dormen, Kemal
Uzun
Yöneten: Çetin Akcan
Dekor Tasarım: Nilgün Gürkan
Kostüm Tasarım: Güler Yiğit
Oynayanlar: Nuri Gökaşan, Ayçıl Yeltan, Haldun
Dormen, Ayşe Çakar, Gülen Karaman, Ali Altuğ,
Birgül Sekmen.
Bir kuaförde geçen "Şen Makas"ın finali,
seyircinin oyunculara yönelttiği sorular doğrultusunda her
gösterimde farklı olabiliyor. Büyük bir doğaçlama yeteneği
gerektiren oyunun eğlenceli atmosferinde işlenen cinayeti
çözümlemek için seyircinin katılımının beklendiği bu
interaktif komedide, izleyiciler oyunculara istedikleri
soruları sorabiliyorlar.
Yaşlanan ve hastalanarak belki de son aylarını
yaşayan, ünlü ve başarılı olmayan bir TV yazarının
ailesi ve dostlarıyla ilişkisini konu edinen oyunda,
aslında yaşamı hiç de ciddiye almayan yazarın yakınındaki
insanlar tarafından görüşleri aktarılıyor. Başarısızlığını
koca ve baba olarak da göstermiş olan Scottie, müthiş
ironisiyle ölüme bile yan bakarken, çevresinde oluşan
sevgi seliyle son günlerini mutlu geçirecektir. Bu mutluluk,
doğumgününde oğluyla bir baba olarak anlaşmasıyla
doruğa çıkar...
cy
a
Tiyatro: Gönül Ülkü & Gazanfer Özcan Tiyatrosu
Yöneten ve Uyarlayan: Engin Gürmen
Yöneten: Çetin Akcan
Oynayanlar: Gönül Ülkü, Gazanfer Özcan, Gül
Gülgün, Engin Gürmen, Eda Özel, Berna
Terzierol, Bora Sivri, Savaş Akova, Şensel
Uykal, Onur Özbekrem.
pe
Kocası tarafından aldatıldığını zanneden özel bir
klinik sahibi Semra Hanım kendisine iş için
müracaat eden Halim Bey'i kocasını kıskandırmak amacı
ile işe alır ve komik olaylar birbirini takip eder.
45
cy
a
pe
ÇÜNKÜ HERKESİN BİR
AİLESİ VAR.
İdeal aile otomobili!
Rahatlığıyla!
Performansıyla!
Güvenliğiyle!
Siena kendi kategorisinde
Siena size iki güçlü motor
Siena, aile otomobillerinde
serisinin yeni ürünü, italyan tasarım
iç hacimin en elverişli
seçeneği sunuyor: 1.4 litrelik
global güvenlik anlayışının da
geleneğinin en şık örneklerinden biri.
kullanıldığı otomobiller arasında
motoruyla Siena EL ve 1.6 litrelik
öncülüğünü yapıyor. 4 Milyon
Yüzlerce prototip üzerinde çalışılarak
yer alıyor. 500 litrelik bagajı,
16 valflı motoruyla Siena HL.
km'den fazla test edilen Siena,
yaratıldı. En zorlu testlerden geçirildi.
bir üst sınıf otomobillerin
Bu motorlar, otomobil
dünyanın bütün önemli
Ve şimdi, en gelişmiş robot teknolojisi
bagajlaRIyla yarışıyor. Siena standart
teknolojisindeki en son
güvenlik testlerinden
kullanılarak, Türkiye'de üretiliyor.
hidrolik direksiyon, isteğe bağlı
yenilikleri yansıtıyor. En yüksek
başarıyla geçti. Hava yastığı,
polen filtreli klima gibi zengin
verimi, tam ihtiyaç duyduğunuz
ABS önlemlerini isteğe bağlı
konfor donanımlarına da sahip.
anda, en ekonomik şekilde
olarak sunan Siena, yangın
almanızı sağlıyor.
ve hırsızlığa karşı da
en gelişmiş sistemlerle
korunuyor.
pe
cy
a
Biena, F i a t ' I N "dünya otomobilleri"
Aileleriyle
birlikte
herkesi,
Fiat
Sienaı, ile tanışmaya
Fiat'IN önerdiği motor yağı.
Tofaş-Fiat
Bayileri'ne
bekliyoruz
a
cy
pe
Herkesin
bir hayali vardır!
Pencerelerinizin ne kadar eskidiğinin farkında mısınız?
Su sızdırıyor, ısı kaybediyor, gürültüyü aynen içeriye
alıyor... O artık değişmek istiyor, o artık bir Pimapen
olmak istiyor! Eskiyen pencerelerinizin sesine kulak
verin... Onları hayallerinin "pen"i Pimapen'le tanıştırın.

Benzer belgeler