amerikan - MATURİDİ YESEVİ OTAĞI

Transkript

amerikan - MATURİDİ YESEVİ OTAĞI
T.C.
EGE ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANA BİLİM DALI TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ BİLİM DALI
DOKTORA TEZİ
TÜRK - AMERİKAN İLİŞKİLERİ ÇERÇEVESİNDE
ERMENİ MESELESİ (1918-1923)
Kamil Necdet AR
Danışman
Yrd. Doç. Dr. Hasan MERT
2009
I
Doktora tezi olarak sunduğum “Türk-Amerikan İlişkileri Çerçevesinde Ermeni
Meselesi (1918-1923) ” adlı çalışmanın, tarafımdan, bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı
düşecek
bir
yardıma
başvurmaksızın
yazıldığını
ve
yararlandığım
eserlerin
bibliyografyada gösterilenlerden oluştuğunu, bunların atıf yapılarak yararlanılmış
olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım.
/ /2009
Kamil Necdet Ar
II
DOKTORA TEZ SINAV TUTANAĞI
Öğrencinin
Adı ve Soyadı
Anabilim Dalı
Programı
Tez Konusu
Sınav Tarihi ve Saati
: Kamil Necdet Ar
: Türkiye Cumhuriyeti tarihi
: Doktora
: Türk - Amerikan İlişkileri Çerçevesinde Ermeni
Meselesi (1918-1923)
:
Yukarıda kimlik bilgileri belirtilen öğrenci Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün
…………………….. tarih ve ………. Sayılı toplantısında oluşturulan jürimiz tarafından
Lisansüstü Yönetmeliğinin 30.maddesi gereğince doktora tez sınavına alınmıştır.
Adayın kişisel çalışmaya dayanan tezini …. dakikalık süre içinde
savunmasından sonra jüri üyelerince gerek tez konusu gerekse tezin dayanağı olan
Anabilim dallarından sorulan sorulara verdiği cevaplar değerlendirilerek tezin,
BAŞARILI
DÜZELTME
RED edilmesine
OY BİRLİĞİİ ile
OY ÇOKLUĞU
ile karar verilmiştir.
Ο
Ο*
Ο**
Jüri teşkil edilmediği için sınav yapılamamıştır.
Öğrenci sınava gelmemiştir.
Ο
Ο
Ο***
Ο**
* Bu halde adaya 3 ay süre verilir.
** Bu halde adayın kaydı silinir.
*** Bu halde sınav için yeni bir tarih belirlenir.
Tez, burs, ödül veya teşvik programlarına (Tüba, Fullbrightht vb.) aday olabilir.
Tez, mevcut hali ile basılabilir.
Tez, gözden geçirildikten sonra basılabilir.
Tezin, basımı gerekliliği yoktur.
JÜRİ ÜYELERİ
Evet
Ο
Ο
Ο
Ο
İMZA
……………………………
□ Başarılı
□ Düzeltme
□ Red
……………..
……………………………
□ Başarılı
□ Düzeltme
□ Red
………..........
……………………………
□ Başarılı
□ Düzeltme
□ Red
…. …………
……………………………
□ Başarılı
□ Düzeltme
□ Red
………..........
……………………………
□ Başarılı
□ Düzeltme
□ Red
…. …………
III
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
I
KISALTMALAR
IV
KAYNAKLAR HAKKINDA
VI
GİRİŞ
ERMENİ SORUNUNUN TARİHÇESİ
A. Türk-Amerikan İlişkilerinin Gelişim Süreci
1
B. Ondokuzuncu Yüzyılda Yayılmacı Güçlerin Politikaları
9
1. Yayılmacı Devletlerin Osmanlı Politikası
13
2. Yayılmacı Güçlerin Mücadeleleri ve Ermeni Meselesi
14
C. Ermeni Milliyetçiliğinin Kışkırtılması
20
1. Amerikalı Misyonerlerin Faaliyetleri
24
2. Balkanlardaki Gelişmelerin Ermeni Milliyetçiliği Üzerindeki Etkileri
30
D. Ermeni Ayrılıkçılarının Örgütlenmesi, Komiteler ve Mücadele Yöntemleri 32
E. Müdahaleler ve Reformlar
40
BİRİNCİ BÖLÜM
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE ERMENİ MESELESİ
A. İtilaf Devletlerinin Savaş Amaçları, Gizli Anlaşmalar ve Ermeniler
51
B. Ermeni Örgütlerinin Faaliyetleri
55
1. Birinci Dünya Savaşı Öncesi Ermeni Örgütleri
56
2. Birinci Dünya Savaşında Ermeni Örgütleri
60
C. Ermeni Tehciri
63
1. Birinci Dünya Savaşı Sırasında Rus-Ermeni İşbirliği
63
2. Tehcir Yasası
79
3. Tehcir Uygulaması
82
4.Tehcirin Sonuçları
91
D. Rus İhtilali Sonrasında Kafkasya’daki Gelişmeler
96
IV
İKİNCİ BÖLÜM
ERMENİ MESELESİNİN TÜRK AMERİKAN İLİŞKİLERİ
İÇERİSİNDEKİ YERİ
A. Ermeni Sorununun Amerika Birleşik Devletlerine Taşınması
103
1. Amerikalı Misyonerlerin Faaliyetleri
103
2. Amerika’ya Göç Eden Ermeniler
106
3. İngiliz Propaganda Sistemi
111
4. Büyükelçi Mongenthau ve Ermeni Meselesindeki Rolü
113
B. I. Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti-ABD İlişkileri
123
C. Paris Barış Konferansı’nda ABD
128
1. Paris Barış Konferansı Öncesi Gelişmeler
129
2.1919 Paris Barış Görüşmeleri ve ABD’nin Ermenistan Siyaseti
139
D. Ermeni Meselesinin Amerikan ve Yerel Basına Yansıması
152
E. Türkiye’ye Gönderilen ABD Heyetleri
155
1. King-Crane Komisyonu ve Raporu
155
a.Osmanlı İmparatorluğu’nun Parçalanmasına İlişkin Yaklaşımlar
158
b.Tasarlanan Ermeni Devleti’nin Nüfus Tahminleri
165
2. General Harbord Heyeti Raporu
167
a. Ermeni Halkının Halihazır Durumu
169
b. Siyasi Durum ve Yeni Düzenlemeler için Öneriler
174
c.Türkiye ve Kafkasları Kapsayan Bir Manda Görevinin Koşulları ve İçerdiği
Sorunlar
(1) Harbord Heyeti ve Görev Bölümü
(2) Askeri Sorunlar
187
188
189
d. Sonuçlar
193
(1) Olumlu Nedenler
(2) Karşıt Nedenler
e. Değerlendirme
195
197
201
F. Amiral Bristol ve Türk-Amerikan İlişkileri
209
1. Amiral Bristol’ün Saptamaları ve Görüşleri
210
2. Amiral Bristol’ün Karşıtları
216
3. Amiral Bristol’ü Destekleyenler
221
G. Genel Değerlendirme
225
V
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE SÜRECİNDE ERMENİ MESELESİ VE ABD
A. Ermeni İstilası Girişimleri ve Buna Karşı Tepkiler
227
1. Cenubi Garbi Kafkas Hükümeti
231
2. Ermeni İstila Hareketleri
231
B. Ermeni İstilasına Karşı Türk Milli Mücadelesinin Başlaması
233
1. Mustafa Kemal Paşa’nın Ermeni Tehdidine İlişkin Faaliyetleri
234
2. Erzurum ve Sivas Kongreleri
238
3. Misakı Milli’nin İlanı ve Buna Bağlı Gelişmeler
249
C. Sevr Antlaşması ve ABD Başkanı’nın Türkiye-Ermenistan Sınırını
Belirleme Girişimi
251
D. TBMM Hükümeti’nin Doğu Politikası ve Ermeni Yayılmacılığına
Karşı Askeri Harekat
255
1. TBMM Hükümeti-Sovyet Rusya İlişkilerinin Ermeni Harekatı Üzerindeki
Etkisi
256
2. Ermeni İstilasına Karşı Askeri Harekat
259
3. Türk Harekatı Karşısında ABD’nin Tutumu
263
4. Güney Cephesi ve Ermenilerin Güney Anadolu’dan Ayrılmaları
266
E. Lozan Barış Antlaşmasında Amerikan Politikası ve Ermeni Meselesi
268
1. Lozan Konferansı Öncesi Ermeni Meselesine İlişkin Girişimler
269
2. Lozan Konferansında Ermeni Meselesi
271
3. Lozan Konferansında ABD’nin Konumu ve Politikası
275
4. Lozan Konferansı’nın Ermenileri İlgilendiren Hükümleri
287
F. Türkiye Ermenilerinin Yaklaşımları, Kemal Atatürk’ün Saptamaları
ve Görüşleri
292
SONUÇLAR
299
BİBLİYOGRAFYA
318
VI
EKLER
EK-A : AMERİKAN MİSYONER TEŞKİLATININ YAPILANMASI
EK-B : 27 MAYIS 1915 TARİHLİ GEÇİCİ KANUN
EK-C : 30 MAYIS TARİHLİ SAVAŞ DURUMUNU VE OLAĞANÜSTÜ
SİYASİ ZORUNLULUKLAR NEDENİYLE BAŞKA YERLERE İSKAN
OLUNAN ERMENİLERİN YERLEŞME, İAŞE VE DİĞER KONULARI
HAKKINDAKİ YÖNETMELİK
EK-D : ERMENİ TEHCİRİNDE TOPLANMA MERKEZLERİ VE
SEVK YOLLARI
EK-E : “AMERICAN TASKS IN TURKEY” İSİMLİ DOKÜMANDA
ÖNERİLEN ERMENİSTAN
EK-F: ABD ROMA BÜYÜK ELÇİLİĞİNİN BAŞ YAZISI VE İLİŞİĞİNDE
WİLSON PRENSİPLERİ CEMİYETİ’NİN ABD BAŞKANINA
GÖNDERDİĞİ MEKTUP
EK-G: PARİS BARIŞ KONFERANSINDA ERMENİLERİN İSTEDİĞİ
ERMENİSTAN
EK-H : TASARLANAN ERMENİ DEVLETİ’NİN NÜFUS TAHMİNLERİ
EK-I : MONDROS MÜTAREKESİ SONRASI KURULAN KAFKAS
HÜKÜMETLERİ
EK-J : SEVR ANLAŞMALARINA GÖRE TÜRKİYE
VII
ÖNSÖZ
Türk-Amerikan İlişkileri Çerçevesinde Ermeni Meselesi (1918-1923) adlı bu
çalışmada Ermeni Meselesinin özellikle Birinci Dünya Savaşı sonundan İstiklal Savaşı
ve Cumhuriyetin kuruluşuna kadar olan süreçte Türk-Amerikan ilişkilerindeki yeri ve
etkileri ele alınmaktadır. Ermeni Meselesi aslında 19. yüzyıldan itibaren Avrupalı
yayılmacı güçlerin azınlıkları kullanarak Osmanlı Devleti’ni parçalama politikalarının
bir parçası olmuştur. Bu süreçte henüz Akdeniz ve Ortadoğu’ya açılma girişimleri olan
ABD için aynı yönde bir politika söz konusu olmamakla birlikte ticari çıkarlar ağır
basmaktadır. Ancak ABD’nin Birinci Dünya Savaşına katılarak dengeleri değiştirmesi,
yirminci yüzyıl başından itibaren kendisinin süper bir güç olarak tanınmasını
sağlamıştır.
Başkan Wilson’un savaş daha bitmeden açıkladığı ve savaş sonunda dünyanın
alacağı siyasi yapıya ilişkin “Ondört Prensip” ile Milletler Cemiyeti’nin kurulması
yönündeki çabaları döneme damgasını vurmuştur denilebilir. Böylece ABD savaş
sonrası gerçekleştirilen ve Osmanlı Devleti’nin de kaderinin tayin edildiği Paris Barış
Antlaşmasının adeta baş aktörü olmuştur. Bu süreçte Türk-ABD ilişkilerinin daha
önceki ticari ve misyonerlik ağırlıklı içeriği, siyasi ilişkiler düzlemine taşınmıştır. Bu
dönemdeki,
uzun
yıllar
propaganda
ile
Ermeniler
lehine
Türkler
aleyhine
koşullandırılan Amerikan kamuoyunun baskısının da etkisi ile Ermeni Meselesi
ilişkilerin ilk sırasında yer almıştır. Bu durumun günümüze de yansıdığına tanık
olmaktayız.
Tez çalışmasının içeriği ile ilgili olarak GİRİŞ Bölümünde konunun evveliyatı
genel bir bakış perspektifinden ele alınmıştır. Girişte ondokuzuncu yüzyıldan Birinci
Dünya Savaşı’na kadar olan süreçte Ermeni meselesinin seyri ve gelişmelerin dönemin
yayılmacı güçleriyle olan bağlantısına değinilmiş ve konunun ABD ile olan bağlantısı
dahil geçmişi ele alınmıştır. Burada yayılmacı güçlerinin jeo-politik ve jeo-stratejik
kurgulamaları ile oluşan durum ve bunun iki toplum ilişkilerinde yarattığı sonuçlar
incelenmektedir.
I
Birinci Bölüm (BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE ERMENİ MESELESİ) esas
itibariyle İtilaf Devletlerinin gizli amaçları ve Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtılan
Ermenilerin İtilaf Devletleri ve özellikle Rusya ile olan işbirliğine değinilmiştir. Buna
karşı tedbir olarak yürürlüğe konulan Tehcir ve sonuçları incelenmiştir.
İkinci Bölüm (ERMENİ MESELESİNİN TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ
İÇERİSİNDEKİ YERİ), Ermeni meselesinin Amerika’ya taşınması ile 1918-1919
yıllarını kapsayan Paris Barış Konferansı öncesi ve Konferans sürecinde Amerika’nın
izlediği politikaları ve faaliyetlerini ele almaktadır. Bu dönemde Ermeni ve Ermeni
destekçisi propagandanın Amerikan kamuoyu ve yönetimi üzerindeki etkileri ve bunun
Amerikan politikalarına yansımasına değinilmektedir. Ancak bu süreçte ABD’nin
Anadolu’ya gönderdiği heyetler ve İstanbul’daki ABD Yüksek Komiserinin sunduğu
raporlar özellikle Amerika’nın gerçekleri anlamasında önemli katkıları olmuştur. Bu
bölümde anılan hususlara yer verilmiştir.
Üçüncü Bölüm (MİLLİ MÜCADELE SÜRECİNDE ERMENİ MESELESİ VE
ABD), Türk Milli Mücadelesi, Ermeni meselesinin sonuçlandırılması ve Lozan
Antlaşması sürecinde ABD ile ilişkileri incelemektedir. Bu dönem ABD’de Türk
karşıtlığının azaldığını görmek mümkündür. ABD iç politika malzemesi yapılan ve
Ermeni propaganda ve lobiliciğinin baskılarıyla oluşturan hayalci Ermeni isteklerinin
gerçekçi olmaması karşısında Lozan sonrası dönemde ABD, Ortadoğu’da ulusal
çıkarlarını kaybetmemek için Türkiye ile ilişkilerini yeniden yapılandırmıştır.
Derlenilen belgeler ve incelenen dokümanlar Ermeni meselesinin TürkAmerikan ilişkilerini nasıl etkilediğini yansıtan belgelerden seçilmiştir. Kuşkusuz
bunlar konuyla ilgili tüm belgeler değildir. Ancak Türk-Amerikan ilişkilerinde 1918 ile
1923 yılları arasında Ermeni meselesini yansıtan belgelerden önemli olanlar çalışmaya
dahil edilmiştir. Konumuzu ilgilendiren ve 1960 yılında California Üniversitesi’nde
gerçekleştirilmiş ancak yayınlanmamış bir tezin bu çalışmaya önemli katkı sağladığı
ifade edilebilir. Bunun yanında Ankara’daki ABD Büyükelçiliği arşivleri ile çeşitli milli
kaynaklarımızdan büyük ölçüde yararlanılmıştır. Bu bağlamda Ermeni meselesi
II
hakkında yayımlanmamış veya kamuoyunun bilgisine sunulmamış başka yapıtların
olacağı düşüncesini taşımaktayım.
Bu çalışmamızın hazırlanmasında değerli katkı, destek ve yardımlarından dolayı
Yrd. Doç. Dr. Hasan Mert’e, manevi desteğini her zaman hissettiğim Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. İsmail Aka’ya, konunun
başlangıcında katkılarından ötürü Prof. Dr. Ahmet Özgiray’a, Harp Akademileri,
ATASE Başkanlığı ve Türk Tarih Kurumu ilgililerine, ABD Elçiği Bilgi Kaynakları
Merkezi görevlileri Sn. Betül Gürün ve Gülseven Dura’ya, Bilkent Üniversitesi
kütüphane görevlilerine, dış kaynaklı doküman teminindeki gayretlerinden ötürü Sn.
Oya Hıdır’a ve burada tek tek sayamadığım bütün katkı sahiplerine şükranlarımı
sunarım.
Kamil Necdet Ar
III
KISALTMALAR
A.
: Arşivi
ATBD
: Askeri Tarih Belgeleri Dergisi
A.MKT.MHM : Sadaret Mektubi- Mümimme
ABD
: Amerika Birleşik Devletleri
ABD K.K.
: Amerika Birleşik Devletleri Kara Kuvvetleri
A.g.d.
: Adı Geçen Doküman
A.g.e.
: Adı Geçen Eser
ASAM
: Avrasya Staratejik Araştırmalar Merkezi
ATASE
: Genel Kurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı
ATABE
: Atatürk’ün Bütün Eserleri
BDAGM
: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
BDHK
: Birinci Dünya Harbi Klasörleri
BOA.
: Başbakanlık Osmanlı Arşivleri
Çev.
: Çeviren
DH.
: Dahiliye Nezareti
Dos.
: Dosya
EU
: Erkanı Harbiyeyi Umumiye Riyaseti (Genelkurmay Başkanlığı)
EUM
: Emniyet Umum Müdürlüğü
Gnkur.
: Genelkurmay Başkanlığı
Fih.
: Fihrist
HR SYS
: Hariciye Nezaret Siyasi Kısım
HR.TO
: Hariciye Nezareti Tercime Odası
K.K.
: Kara Kuvvetleri
IV
Kls.
: Klasör
MV
: Meclisi Vükela ( Bakanlar Kurulu)
Ori.
: Orijinal belge kopyası
Prof. Dr.
: Profesör Doktor
TBMM
: Türkiye Büyük Millet Meclisi
TTK
: Türk Tarih Kurumu
Vol.
: Volume ( Cilt veya Dergi Sayısı)
ŞFR.
: Şifre Kalemi
Yay.
: Yayını
V
KAYNAKLAR
H A K K I N DA
Türk - Amerikan İlişkileri Çerçevesinde Ermeni Meselesi (1918-1923) isimli
doktora tezinin hazırlanmasında ağırlıklı olarak Türk ve Amerikan kaynaklarından
yararlanılmıştır. Tez kapsamında anılan dönemde ABD’nin ve Amerikan kamuoyunun
Ermeni meselesine yaklaşımı yansıtılmaya çalışılmış, ABD’nin Ermeni meselesine
ilişkin tutumu ve faaliyetlerine değinilmiş, ayrıca Türkiye’nin de aynı konudaki
yaklaşımları ele alınmıştır. Ermeni meselesinin genelinin yer aldığı Türk – Amerikan
ilişkilerini içeren diğer kaynaklara da başvurulmuştur.
1. Amerikan Kaynakları
“Türk Amerikan İlişkileri Çerçevesinde Ermeni Meselesi (1918-1923)” başlıklı
çalışmanın oluşturulmasında öncelikli olarak Amerikan Dışişleri Bakanlığı arşiv
belgelerinden yararlanılmıştır. Bu belgeler tezin temel noktalarının dayandığı kaynaklar
olmuştur. Amerikan Dışişlerine ait arşiv belgeleri yayınlanmamış ve yayınlanmış olan
belgeler olarak iki başlıkta toplanlanmaktadır. Yayınlanmamış belgeler, Birleşik
Devletler Ulusal Arşivi ( National Arhcives of the United States ) nin belgeleridir. Tez
çalışmasında başvurulan bu belgelerden M 167 ve M 820 başlıklarının altında
kodlanmış mikrofilm belgeleridir. Rulo (Roll) halindeki mikrofilm belgeleri ABD’nin
Ankara Büyükelçiliği bünyesindeki Amerikan Bilgi Kaynakları Merkezi (Amerikan
Information Resource Center)’nde bulunmaktadır. ABD Dışişleri Bakanlığı ile Osmanlı
Devleti ve Türkiye arasındaki ilişkileri içeren belgelerin mikrofilm halindeki bu
kayıtlarından araştırmacılar yararlanabilmektedir.
Çalışma sürecinde geniş ölçüde yararlanılan diğer Amerikan belgeleri ABD
Dışişleri Bakanlığı tarafından yayımlanmış Amerika Birleşik Devletleri Dış İlişkileri
“Foreign Relations of the United States (FRUS)”başlıklı belgelerdir. ABD’nin 30
yıldan daha eski diplomatik ilişkilerini yansıtan bu belgeler basılmış ve ciltler haline
getirilmiştir. Tez çalışmasında FRUS belgelerine önemli ölçüde yer verilmiş ve bu
amaçla ABD Ankara Büyükelçiliği’nin Bilgi Kaynakları Merkezi’nden ve elçilik
kütüphanesinden yararlanılmıştır.
VI
Amerikan belgeleri arasından seçilip tez çalışmasında yararlanılmış olanlar
konumuzla doğrudan ilgili olanlardır. ABD Elçiliğinde araştırmacılar incelemelerine
ilişkin resmi olarak belirlenmiş bir süre olmamakla beraber, uygulamada (güvenlik vb.
mülahazalarla) zaman açısından (bir seferde en çok beş altı günü geçmeyen) sınırlama
olduğu izlenmiştir. Bu durum çalışma süresi üzerinde sınırlayıcı bir etki yaratmakta ve
araştırmacı açısından aşırı yorgunluğa yol açmaktadır.
Amerikan arşivlerindeki belgelere, ilgili dönemin rapor sistemi ve bilgi akışı
mekanizması içerisinde Amerikan yetkililerinin rapor, görüş ve düşüncelerinin yanısıra
Amerikalılar dışındaki ilgili tarafların (Türkler, Ermeniler, İtilaf Devletleri,vb) görüşleri
ve faaliyetleri de yansımıştır. Belgelerden toparlanan bilgiler çalışmanın ağırlıklı
bölümünü oluşturmuştur. Çünkü tezde ele alınan dönem içerisindeki Türk-Amerikan
ilişkilerinde ABD’nin politasına yön verme açısından Türkiye’ye gönderilen heyetlerin
çok büyük etkisi olmuş, buna bağlı olarak da Amerikan heyetlerine ilişkin belgelere
önem verilmiştir.
Değinilenlere ek olarak döneme ilişkin diğer yabancı kaynaklar araştırılmıştır.
Bu bağlamda California Üniversitesinde Amerikan’ın 1919 yılında o dönemde
diplomatik ilişkilerinin kesik olduğu Osmanlı Devleti nezdinde
atadığı Yüksek
Komiser Amiral Bristol’ün konumuza ilişkin büyük etkisinin yer aldığı “Admiral Mark
Bristol and Turkish Amerikan Relations, 1919-1922, University of California, 1960.”
isimli yayınlanmamış doktora tezi yurtdışındaki kaynağından temin edilmiş ve
yararlanılmıştır. Tez mikrofim olarak muhafaza edilmektedir. Bu haliyle Türkiye’nin
her hangi bir şehrine gönderilmesine izin verilmemekte, ancak tezlerin yurtdışından
getirilmesine YÖK adına aracılık eden ULAKBİM adlı kuruluşun denetiminde azami
bir hafta içersinde incelenmesine olanak tanınmaktadır. Bu sınırlı sürede anılan
dokümanın incelenip değerlendirilmesinde güçlük çekilmiştir.
Amiral Bristol’ün dönemin Amerikan politikalarının oluşumunda Anadolu’ya
gönderilen heyetler kadar etkinliği olmuş bir görevlidir. Aslında hem asker, hem de
büyükelçi düzeyinde bir diplomat gibi görev yapmış olan Bristol’ün ikili ilişkiler
içersindeki önemini tarafsızlığı ve gerçekçiliğinde aramak uygun olacaktır. Kendisi
VII
ülkesinin çıkarlarını korumakla birlikte,Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında döneminde
oluşan Türk karşıtlığından etkilenmeyen nadir insanlardan birisidir. Elindeki istihbarat
kaynaklarından geniş ölçüde yararlanmış ve bağımsız yargılar verebilen kişilik yapısına
sahiptir. Kendisinden önceki Elçi Morgenthau gibi Ermeni asıllı elçilik yardımcılarının
kolaylıkla yönlendirebildiği bir istikamete kendini çektirmemiştir.
İncelememizde Ermeni meselesine farklı konumdaki Amerikalıların yaklaşımları
kendi açılarından izlenmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda ağırlıklı olarak 1918-1923 arası
olmak üzere Amerikalı etkin kişi ve heyetlerin faaliyetleri, raporları ve Amerika’nın
Ermeni Meselesine karşı tutumunda dönemin etkin diğer faktörlerine bağlı olarak
Türkiye’ye yönelik politikalarını nasıl şekillendirdiği saptanmaya çalışılmış ve bu
politikalar temelinde ortaya çıkan gelişmeler ele alınmıştır.
Türk-Amerikan ilişkileri çerçevesinde Ermeni meselesine değinen Amerikalı ve
diğer yabancı yazarların kendi dillerinde yazdıkları eserlerinden yararlanılmış, ayrıca
olanaklar içerisinde dönemin Türk-Amerikan ve Ermeni üçlüsünün ilişkilerinin
Amerikan basınındaki yansımalarına da yer verilmeye çalışılmıştır. Amerikan basınının
tamamını içeren kaynaklara ulaşmak mümkün olmamıştır. Ancak geçmişte olduğu gibi
günümüzde de Amerikan basınının en önemli günlük gazetelerinden biri olan The New
York Times ile İngiliz The Times of London gazetesinin elektronik ortamdaki bire bir
aynı baskıları içeren arşivlerinden yararlanılmış ve ilgili haberin yayın tarihi verilmiştir.
Bundan başka anılan ilişkileri basınındaki yansımalarını konu eden eserlere
başvurulmuştur.
2. Türk Kaynakları
Ermeni meselesini ele alan pek çok Türkçe eser incelenmiştir. Bu konuda bir
örnek olarak Esat Uras’ın geniş bir araştırma eseri olan “Tarihte Ermeniler ve Ermeni
Meselesi” isimli kitabı da dahil olmak üzere çok sayıda ciddi araştırma ürünü eserlere
başvurulmuştur.
Ermeni meselesinin 1914-1918 yılları arasını kapsayan döneme ilişkin Osmanlı
belgeleri Arap alfabesi ile düzenlenmiştir. Osmanlıca yazı eğitimi almadığımızdan ötürü
VIII
anılan belgelerin uzman kadrolar tarafından gerçekleştirilen ve günümüz Türkçesine
kazandırılan arşiv belgelerini havi eserlerden kaynak olarak yararlanılmıştır. Bunun için
ilgili kurumlarla temas kurularak arşiv yayınları temin edilmiştir. Bu bağlamda
Genelkurmay Askeri Harp Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığının (ATASE), Türkiye
Büyük Millet Meclisi, Başbakanlık Devlet Arşivleri’nin yayınladığı eserlerdeki arşiv
belgelerinden yararlanılmıştır.
Çalışmalarımızda Harp Akademileri, Türk Tarih Kurumu, Atatürk Araştırma
Merkezi,
TBMM
ziyaret
edilmiş
bu
kurumların
kütüphanelerinde
bulunan
dokümanların ilgili olanlarından yararlanılmış, bazıları ise temin edilmiştir. Buna ilave
olarak Avrasya Stratejik Araştırma Merkezi (Ankara) ziyaret edilmiş bünyesinde
bulunan Ermeni Araştırmaları Merkezi’nin uzman kadroları ile görüşmeler yapılmış,
yayınlarından temin edilmiştir.
Esas prensip konuya ilişkin kaynakların orijinal belge ve bilgilerine ulaşmak
olmakla birlikte bunun mümkün olmadığı durumlarda belge ve bilgileri içeren bilimsel
yayınlardan yararlanılmıştır. Bu bağlamda; Ege, Dokuz Eylül, Bilkent, Ankara
Üniversitelerinin kütüphaneleri ile İzmir ve Ankara Milli Kütüphaneleri başta olmak
üzere diğer pek çok kurumun kütüphane ve kaynaklarından yararalanılmıştır. Özellikle
Türk Tarih Kurumu kadrolarının gerçekleştirdiği ve değişik kaynaklarda yer alan
incelemeler sonucu meydana getirilen eserlere geniş ölçüde başvurulmuştur. Türk basın
haberlerini içeren doküman ve eserlerden de yararlanılmıştır.
Konunun özellikle ortaya çıkarılamamış ABD kaynaklı daha geniş bir veri
tabanı olduğu değerlendirilebilir. Ancak özellikle son otuz yılda Ermeni meselesinin
gerek ABD, gerekse diğer ülkelerde kazandığı siyasi boyutun ve Ermeni diyasporasının
gayretleriyle inceleme dönemine ilişkin pek çok tarafsız kaynağın ortadan kaldırıldığı
veya en azından göz önünden uzaklaştırıldığı görüşünü kuvvetlendirmektedir. 1918
yılında Ermenistan’ın ilk başbakanı olan Kaçaznuninin Ermenice’den çeşitli dillere
çevrilen “Taşnak Patisini’nin Yapacağı Bir Şey Yok” adlı kitabının Avrupa
kütüphanelerinin katologlarında adının olması ancak toplatıldığından raflarda
IX
bulunmaması bunun bir örneğidir. Bu güçlüklere rağmen çalışmada konuyu aydınlatıcı
belge ve eserlere azami yer verilmeye çalışılmıştır.
X
GİRİŞ
ERMENİ SORUNUNUN TARİHÇESİ
A. Türk-Amerikan İlişkilerinin Gelişim Süreci
Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerin Türk dış politikasında öncelikli yeri
günümüzde konumunu korumaktadır. Örneğin Irak’ın işgalinden, Kıbrıs konusuna,
Türk-Yunan ilişkilerinden Bakü-Ceyhan boru hattı projesine kadar çok geniş bir
yelpaze içerisindeki milli meselelerimiz Türk-Amerikan ilişkileri çerçevesinde
değerlendirilmektedir. Özellikle Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından hayati önemi
olan ve daha önce dolaylı olarak ilişkileri etkileyen PKK terörü, ABD’nin Irak’ı işgali
sonrası iki ülke arasındaki güncel ilişkilerde doğrudan ve gündemin ilk sırasındaki
yerini almıştır. Öte yandan 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında iki ülke
arasındaki ilişkilerde önemli bir zirve yapan Ermeni meselesi günümüzde yeniden iki
ülke ilişkilerinde zaman zaman önemli yer tutmaktadır.
Türkiye’nin dış, hatta son yıllarda iyice artan bir yoğunlukta iç politikasının
temel eğilimlerinin belirlenmesinde çok etkin olan ABD ile ilişkiler, İkinci Dünya
Savaşı’nın sonu olan 1945 yılı sonrasında büyük gelişme göstermiştir. 1947 yılında
Truman Doktrini’nin ilan edilmesi, 1952 yılında Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle
birlikte iki ülke arasında siyasi, askeri, ekonomik ilişkilerin yoğunluğunun artmasına
koşut olarak ABD’nin Türkiye üzerindeki etkisi artmıştır. Ancak ilişkilerin geçmişi çok
daha eskilere gitmektedir.
Cumhuriyet öncesine yani Osmanlı-Amerikan ilişkilerine bakıldığında yaşlı ve
dağılma sürecine girmiş bir imparatorlukla genç, dinamik ve güçlenerek genişleyen bir
devletin arasındaki ilişkiler karşımıza çıkmaktadır. Her iki devletin birbirinden farklı iç
dinamiklerinin bulunması, uluslararası konumları ve hedefleri, siyasi ilişkilerin
kurulması, gelişmesi ve sona ermesi sürecini etkilemiştir.
Türk-Amerikan ilişkilerinin geçmişine bakıldığında ilk temasların Magrip
Ülkeleri olarak adlandırılan ve XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ve XIX. yüzyılın
1
başlarındaki dönemde Osmanlı Devleti’nin eyaletleri olmakla birlikte merkezden uzak
olmalarının da etkisiyle özerk konuma sahip Fas, Cezayir, Tunus, Trablusgarp yerel
yönetimleri ile yapıldığı görülmektedir. Anılan yönetimlerle çatışmalar ve anlaşmaların
meydana geldiği bu dönem Amerikalıların ticari ve siyasi çıkarlarını daha doğuya,
Osmanlı Devleti’ne doğru genişletme sürecinde tecrübe kazandıkları bir aşama
olmuştur.
Ticaret günümüzde olduğu gibi 200 yıl öncesinde de ABD’nin can damarını
oluşturmaktaydı. Anavatanlarından binlerce mil uzakta kendilerinin ve ülkelerinin ticari
çıkarlarını yükseltme gayretindeki Amerikalı tüccarlar ve onların girişimci özellikleri
ABD’nin siyasal ilişkilerinin de temelini oluşturmuştu. Osmanlı Devleti ile ABD
arasındaki ilişkilerin kurulmasında ilk adımlar daima Amerikalılar tarafından atılmış,
buna karşı Osmanlı yönetimi daha temkinli davranmıştır. Dış politikalarını ticaret
temeline oturttuklarından kolay risk alabilen Amerikan yöneticileri bir yandan da
güçlendirdikleri donanmaları sayesinde riskleri en alt düzeye indirme başarısını
gösterebilmekteydiler. Öte yandan uzun tarihi geçmişinden kaynaklanan tecrübe ile
anlık değil uzun süreli faydaları ön planda tutan Osmanlı Devleti, bölgeye yeni giren ve
yeterince tanımadığı ABD’ye karşı başlangıçta mesafeli davranmaya çalışmaktaydı1.
ABD’nin Osmanlı Devleti ile kurduğu ilişki XIX. yüzyılın ortalarına kadar,
temelde pazar kaygılarından ve ticareti arttırma çabalarından kaynaklanmıştır. ABD’yi
diplomatik ilişki kurma yönünde harekete geçiren temel faktör, ticari nedenlere
dayanmaktadır. Amerikalı tacirlerin kar edebilmesi, Karadeniz’e açılarak bu bölgede
ticarette bulunmak, İzmir gibi limanlarda Avrupalılarla eşit vergiler ödeyerek ticaret
yapabilmek gibi gayelerin yerine getirilebilmesi ancak diplomatik ilişkilerin
kurulmasına bağlı olduğundan ABD iki ülke arasında diplomatik ilişki kurulana kadar
büyük çaba sarfetmiştir.
İlişkilerin başlangıcında temel girişimler daima ABD’den gelmiştir. ABD’nin
Osmanlı Devleti ile bir ticaret anlaşması yapabilmek için çabalar sürdürmesi, 1820’de
İzmir’de defacto konsoloslar görevlendirmesi, 1830 Antlaşmasından sonra tek taraflı
1
Çağrı Erhan; Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Kitapevi, Ankara, 2001, s.33-74 .
2
olarak İstanbul’da önce maslahatgüzarlık açması sonra bunu elçilik düzeyine çıkarması
bu konudaki örneklerden bazılarıdır. Hatta ABD’de bir Osmanlı temsilciliğinin açılması
için ABD’nin ısrarlı davranması da bu nedenledir. Osmanlı Devleti ise Yunan
ayaklanması sırasında Avrupa’nın hemen tamamını karşısında bulması ve 27 Ekim
1827’de Navarin’de donanmasının Avrupa ülkelerinin ortak donanması tarafından
tahrip edilmesi üzerine kendisine Avrupa dışında müttefik bulma ve donanmasını dış
yardımla tekrar inşa etme gayreti içerisinde idi2. Ancak Osmanlı-Amerikan
Antlaşmasının Osmanlı Donanmasının inşasına ilişkin maddesi Amerikan Senatosu
tarafından kabul edilmemiş, bunun dışındaki maddeleri iki tarafca da onaylanmıştır3.
Osmanlı Devleti ile Amerika Birleşik Devletleri arasında yapılan dostluk ve
ticaret antlaşması 7 Mayıs 1830 tarihinden itibaren yürürlüğe girmişti. Bu anlaşma ile
ABD’ye ilk defa en ayrıcalıklı devletlere tanınan haklar tanınmakta idi. Böylece
Amerikan tüccarları en ayrıcalıklı devletler kadar gümrük vergisi ödeyecekti. Aynı
haklar Osmanlı Devleti için de geçerli olmakla birlikte, Osmanlı Devleti’nin Rusya ile
savaşı, Mora isyanı ve Cezayir’in kaybı gibi sorunlardan ötürü olumsuz etkilenen dış
ticaretine bağlı pratikteki imkansızlıkları dolayısıyla bir kazancı bulunmamaktaydı. Bu
nedenle antlaşma Amerikan çıkarlarına uygundu.
Antlaşmanın ikinci maddesi ile Amerikalılar Osmanlı Devleti’nin herhangi bir
yerinde ticaret merkezleri kurma ve başkonsolos atama hakkını elde etmekteydiler.
Osmanlı Devleti için de aynı hak söz konusu olmakla birlikte Osmanlı Devleti’nin
ABD’de konsoloslosluğu ve ticareti bulunmamaktaydı. Dolayısıyla bu madde de
Amerikalılar lehine işlemekteydi.
Antlaşmanın üçüncü maddesi ile Amerikalılara dinine ve milliyetine
bakılmaksızın kişileri simsar olarak kullanma hakkı verilmişti. Amerikan gemilerine
kendilerinin Osmanlı gemilerine uyguladığı kadar kontrol yapılması sağlanmıştı. Tabi
Osmanlı Devleti ABD’ye ticaret gemisi yollayamadığı için bu da ABD lehine tek taraflı
işleyecek bir madde olmaktaydı.
2
3
Fahir Armaoğlu; Belgelerle Türk Amerikan Münasebetleri, TTK Basımevi, Ankara, 1991, s.1-5.
Çağrı, a.g.e., s.132.
3
Dördüncü madde ile Amerikalılara kapitülasyon hakları tanınmaktaydı. Böylece
Amerikan uyruğundakiler suç işlediği zaman kendi konsolos ve elçileri tarafından
cezalandırılacak ve tercüman (genelde dragoman adı verilen gayrimüslim elçilik
tercümanları) hazır bulunmaz ise Osmanlı mahkemelerinde davaları görülmeyecekti.
Amerikan uyruklulara suç işlemedikçe karışılmayacaktı.
Beşinci madde ile Amerikan tüccarlarının Amerikan bayrağı ile dolaşmasına
müsaade edilmekle birlikte, Osmanlı uyruğundakilerin gemilerine Amerikan bayrağı
çekerek Amerikalılara tanınan haklarda yararlanması söz konusu olmayacaktı.
Altıncı maddeye göre Osmanlı ve Amerikan gemileri karşılaştıklarında
denizcilik kurallarına göre birbirini selamlayacaklardı.
Yedinci madde ile Amerikan tüccar gemilerine Boğazlardan geçerken en
ayrıcalıklı devletlere tanınan geçiş hakkı tanınmaktaydı. Osmanlı Devleti’nin
yasakladığı mallar dışındaki mallarla geçiş serbest olacaktı.
Sekizinci madde ile Amerikan tüccar gemilerinin sahip ve kaptanlarına harp
malzemesi yüklemeleri konusunda zor kullanılmayacağı güvencesi verilmekteydi.
Dokuzuncu madde ise taraflardan birisinin tücari gemileri kazaya uğrarsa
kurtarılan tayfa ve eşyaların en yakın Amerikan Konsolosluğuna teslim edilmesini
düzenlemekteydi4.
Görüldüğü gibi antlaşmanın genelde hükümleri tek taraflıdır. İki taraflı gibi
görünen diğer maddelerin işletilmesinde ise o günün koşullarında Osmanlı Devleti’nin
imkanları el vermediği için antlaşmanın tamamının Amerikan çıkarlarını gözettiği
söylenebilir.
Öte yandan Osmanlı-ABD antlaşmasının gizli maddesinin Amerikan Senatosu
tarafından kabul edilmemesi üzerine ABD Dışişleri Bakanı 6 Şubat 1831’de Padişah’a
sunulmak üzere Osmanlı Reüssülküttab’ına mektup göndermiş ve “Amerikan
4
Mine Erol; Osmanlı İmparatorlu’nun Amerika Birleşik Devletleriyle Yaptığı Ticaret Antlaşmaları,
Damla Matbaacılık ve Ticaret, Konya, 1988, s.14-16.
4
Cumhurbaşkanının Amerikan Hükümetinin yapısından dolayı senatonun onayından
geçmeyen herhangi bir maddeyi onaylamaya yetkisinin olmadığını” belirtmiştir. Ancak
bu yeterli görülmeyerek, durumu açıklamak için aynı yılın Nisan ayında işgüderi ünvanı
ile bir de elçi gönderilmiştir. Elçiden iki ülke arasındaki dostluğun geliştirilmesi ve
pekiştirilmesi için Babıali’ ye yakın bir yerde oturması istenmiştir5.
1830 ticaret antlaşmasından sonra Osmanlı Devleti’ne gelen Amerikan gemisi
sayısında artış olmuş, ticaret hacmi yükselmiştir. Osmanlı Devleti ABD ile 1862 yılında
bir ticari antlaşma daha yapmıştır. Bunun nedeni diğer devletlere kapitülasyonlara ek
olarak bazı ticari ayrıcalıkların verilmiş olmasıdır. Antlaşmanın özünü ayrıcalıklı
devletlere (Fransa, İngiltere, İtalya ) tanınan hak, ayrıcalık ve muafiyetin Amerikan
uyruklulara da tanınması oluşturmaktaydı. Amerikan tüccarı malını bir bölgeden
diğerine götürürken kendisinden geçiş belgesi istenmeyecek, Osmanlı ülkesinden ithal
ettiği tarımsal ürün ve ve sanayi malları için diğer devletlerin ödediği kadar vergi
ödeyecek, yasaklı mallar dışında diğerlerini alıp satabilecekti. Yedi vahit usulu (yer altı
kaynaklarının devlet tarafından işletilmesi) kaldırılacaktı6.
Türk-Amerikan ticareti konusuna Ermeni yazarlar da değinmiştir. Simon
Palaslıyan şöyle yazmaktadır. “Amerika 1890’lardaki ekonomik deprasyonun etkilerini
azaltmak için dış dünya ile olan ilişkilerini genişletme yönünde gayretlerini bir misli
arttırmıştır. Bu politika temelde ABD “Açık Kapı” ( Çin’le ticaret yapan bütün
ülkelerin mallarının bu ülkede hiçbir sınır ve kurala tabi olmaksızın pazarlanabilmesine
bu isim verilmiş, daha sonra diğer ülkeler için de kullanılmıştır ), Doğu Asya ve
Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa’da daha geniş uluslararası rekabete olanak
sağlayacak şekilde denizlerin serbestçe kullanılmasına dayanmaktaydı. Türk-Amerikan
ticaret hacmi 1899’da 6.2 milyon dolardı ve Standart Oil, Singer Dikiş Makinaları,
Amerikan Tütün Şirketi gibi şirketlerin genişleyen uluslararası faaliyetleri uzun vadeli
Türk-Amerikan ikili ilişkilerinin güçlendirmesine büyük katkı sağlamaktaydı. Amerikan
şirketlerinin Osmanlı İmparatorluğunun tamamında artan bu ticari faaliyetleri
sanayileşmiş ülkelerin temel enerji kaynağının kömürden petrole geçişi sürecine denk
5
6
Erol, a.g.e., s.13-14.
Erol, a.g.e., s.19.
5
düşmektedir. Bu durum ABD’yi Rusya, İngiltere, Fransa arasında Ortadoğu ve
Kafkaslardaki petrol rezervleri üzerindeki artan tempoda ilerleyen jeopolitik rekabetin
bir tarafı haline getirmiştir. ABD için Osmanlı Devleti ile ilişkilerde ticari çıkarların
gelişmesi sorunlardan uzak kalmayı gerektiriyordu. Bu durum Osmanlı Hükümeti
yabancı ülkelerin kendi topraklarındaki dokunulmazlıklarına ve ABD’nin “Açık Kapı”
prensiplerine aykırı bir tutum takınmadıkça ABD’nin de diğer sorunlardan
uzak
kalmasını gerektirmekteydi. Osmanlı Hükümeti Avrupalı güçlerin aralarındaki güç
mücadelesinden kendi lehine yararlanma gayretinde idi ve bu ortamda ABD’yi bozulan
ekonomisi ve askeri gücünün düzeltilmesinde Avrupalı güçlere karşı alternatif bir
sermaye ve teknoloji kaynağı olarak görmekteydi. Yirminci yüzyılın ilk on yılında
1900’de 8.3 milyon dolar olan Osmanlı-ABD ticaret hacmi 1907’de 16.4 milyon dolara
Genç Türk Devriminden sonra (İttihat ve Terakki dönemi) 1913’de 25.5 milyon dolara
yükselmişti7. Bu örnekte Ermeni yazarların Osmanlı-ABD ilişkilerinde ABD’nin ticari
çıkarlarının ve Ortadoğu’ya açılma politikalarının öncelikli konu olduğu, diğer
sorunların bu çıkarları olumsuz etkilememesi için Ermenilerin Osmanlı ülkesindeki
sorunları karşısında pek ilgili davranmadığı ima edilmektedir. Aslında Osmanlı Devleti
donanmasını yenilemek ve Avrupalı yayılmacı güçlerin arasındaki rekabet ortamından
yararlanarak bekasını sürdürme ve bu arada ABD’den alternetif bir kaynak ve denge
unsuru olarak yararlanma gayreti ve iki ülke arasındaki artan ticaret hacmi gerçek
olmakla birlikte, bunun Ermeniler tarafından ABD kendi ulusal çıkarları için Ermenilere
karşı kayıtsız kaldı şeklinde saptırılmış yorumlara sık rastlanmaktadır.
Osmanlı Devleti ile ABD arasında ilişkilerin kurulması ve gelişmesi
aşamalarında iki ülke de dönemin İngiltere, Rusya gibi etkin güçlerine karşı temkinli
davranmışlardır. ABD, Osmanlı Devleti’nin bulunduğu bölgeye sonradan girmiştir. Bu
dönem büyük yayılmacı güçler olan İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya gibi ülkelerin
aralarındaki çıkar mücadelesinde dünya siyasi yapısını kendi ulusal çıkarları
doğrultusunda şekillendirme uğrunda Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın pek çok
bölgesinde halklar arasında yarattıkları ve kalıcılık kazanan karşıtlık, hatta
7
Simon Palaslıyan; The United States Responce to the Armenian Genocide, Transaction Publishers, New
Brunswick, New Jersey, 2003, s. 52 .
6
düşmanlıkların şekillendirildiği dönemdir. Geçmişin etkilerinin günümüzde de devam
ettiği görülmektedir.
Bu bağlamda, Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi sürecinde yayılmacı güçler
tarafından uygulanan politikanın esasını, İmparatorluk içersindeki halkların yoğun
propaganda etkisiyle
kışkırtılmaları, ayaklandırılmaları ve daha sonra devletten
koparılmaları teşkil etmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki halkların ayaklandırılmaları ve bunların
başarıya ulaştırılarak bağımsız devletlerin kurulması üç temel öğeye bağlı olmuştur.
Bunları;
(ı) Hedef olarak ayaklanmayı gerçekleştirecek ve ileride kurulacak devletin
nüvesini oluşturacak kitlenin seçilmesi,
(ıı) Ayaklanmanın entelektüel ve operasyonel altyapısını hazırlayacak,
ideolojinin oluşturulması ve örgütlenmenin yürütülmesi için gerekli
kadroların
yaratılması,
(ııı) Yayılmacı güçlerin ayaklanan halklara sağladığı siyasi, iktisadi ve askeri
destekler, şeklinde sıralamak mümkündür.
Türk-Ermeni ilişkileri geniş bir zaman sürecini kapsamaktadır. Özellikle
İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesinden 1877-78 Osmanlı Rus savaşına uzanan
süreçte Osmanlı Devleti içersinde yer alan halklardan Türkler ve Ermeniler arasında
dostluk ve karşılıklı dayanışma temelinde oluşan bağların, bu savaş sonrasında
yayılmacı güçlerin çıkarları doğrultusunda dostluk ve birarada yaşama
temelinden
uzaklaştırılarak uluslararası düzleme çekildiği ve böylece bu iki toplum arasında
sorunların başlatıldığı görülmektedir.
Bu gelişmeler içerisinde Amerikalıların Osmanlı topraklarında yaşayan
Ermenilere karşı duyduğu ilgi XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra artmıştı. Çünkü
Babıali Protestan mezhebini resmen tanımasının ardından başka Hıristiyan halkların
Protestanlaştırmanın önündeki engellerin kalkmasıyla Amerikan misyonerlerinin
7
Ermeniler üzerinde yoğun propaganda yapma olanakları doğmuştu. Böylece geniş bir
misyoner ağı oluşturulabilmişti. Diğer taraftan ABD’ye göç eden ve Amerikan
yurttaşlığını kazanan Ermenilerin sayılarının artmasıyla, bunların Osmanlı Devleti’nde
yaşayan Ermenilere ilişkin yazdıkları ve söyledikleri Amerikan kamuoyunu daha fazla
etkilemeye başlamıştı.
Amerikan misyonerleri Balkanlarda Bulgar ve diğer unsurlar arasındaki
milliyetçi akımları ve ayrılıkçı hareketleri kitap, dergi ve her türlü yayın aracı ile
desteklemişlerdi. Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’nden ayrılmasından sonra da
Amerikan misyonerleri bu ülkede çalışmalarını sürdürmeye çalışmışlar ancak fazla
etkili olamamışlardır. Ermeni isyanlarında ise Ermeni örgütlerine karşı Osmanlı
Devleti’nin aldığı önlemler ve bu sırada meydana gelen olayların Amerikan çıkarlarını
iki şekilde etkilediği söylenebilir. Bunlardan birincisi Amerikan misyonerlerinin olaylar
karşısında duyduğu Ermeni yanlısı tepki idi. Amerikan yönetimi bu konudan uzak
durmayı yeğlemişti. Ancak Amerikan yurttaşlarının doğrudan veya dolaylı şekilde
gördüğü zararlar karşısında Amerikan yönetimi olsun, misyonerler olsun tepki
göstermişlerdir.
Birinci Dünya Savaşı sonunda Türk halkının yaşamakta olduğu toprakları savaş
galibi devletler tarafından istila edilmeye başlanmıştır. Galipler yenilen ülkelerin ve bu
bağlamda Osmanlı Devleti’nin durumunu saptamak için Paris’te bir Barış Konferansı
toplanması kararını almışlardır. Çökmüş İmparatorluğun kaderinde söz sahibi olmak
isteyenler arasında savaşa 1917 yılında katılan Amerika Birleşik Devletleri de
bulunmaktadır. Karşıt cephelerde bulunmalarına rağmen Türklerle savaşmayan
ABD’nin, savaşın sonuçlandırılması ve İtilaf Devletlerini galibiyetlerindeki rolü
nedeniyle Paris Barış Konferansı’nda büyük ağırlığı olmuş ve hakem konumunda
katılmıştır. Konferansa bizzat katılan Başkan Wilson’un 14 maddelik barış programına
göre savaş mağlupları yargılanacak, dünya barışı sağlanacaktır. İlke olarak halkların
egemenliğinin tanınması esastır. Ondört maddeden “Hali hazırdaki Osmanlı
İmparatorluğunun Türk olan aksamına itirazsız olarak hakimiyet temini, ancak Türk
hakimiyetindeki diğer milletlere emniyet içerisinde varlıklarını ve müdahaeden uzak
şekilde gelişmelerinin güvenceye alınması” şeklindeki Türklerle ilgili onikinci maddeye
8
karşın İzmir’e Yunanlıların çıkışına ve Ermenilerin Doğu Anadolu’da toprak isteklerini
gerçekleştirme girişimlerine onay verilmiştir8.
Birinci Dünya Savaşında Osmanlı-Amerikan ilişkileri kesilmiş olmasına karşın
savaş sonrasında Paris Barış Konferansı sürecinde Ermeni meselesi ikili ilişkilerde
önemli yer tutmuştur. TBMM Hükümeti Türkiye üzerinde toprak emeli görülmeyen
Amerika ile dostane ilişkiler arzu etmekle birlikte Başkan Wilson’un Ermenistan
kurulmasını destekleyen çabaları ve ABD’nin Osmanlı dönemindeki ayrıcalıkları tekrar
alması yönündeki gayretleri karşısında Türk Hükümeti buna müsaade etmeceğini ortaya
koymuştur. 1923 sonrasında ise Türk Amerikan ilişkileri inişli çıkışlı ancak daima
gündemin başındaki konumuyla seyrini sürdürmektedir.
İki ülke arasındaki güncel ilişkilerde de kendisini hissettiren ve Ermeni meselesi
diye isimlendirilen konu aslında tek başına Türklerin ve Ermenilerin ikili ilişkilerinden
kaynaklanan bir sorun değildir. Ermeni meselesi Osmanlı Devleti’nin çözülmesinde
görülen tek örnek de değildir. Çünkü 19. yüzyılda Balkan halklarının ayaklanmaları ve
başını Lawrance isimli bir İngiliz istihbarat elemanının çektiği 1916 Arap isyanı ile
Ermeni meselesi arasında benzerlikler kurulabilir.
Ermeni meselesi için olayda pek çok tarafın rol aldığı, ancak sonuçta karşı
karşıya getirilen halkların mağdur olduğu, çatışmalardan çıkar umanların kendi ulusal
emellerine tam ulaşamasalar bile zarar görmedikleri bir jeo-stratejik manevradır
denilebilir. Bu bağlamda Ermeni meselesine siyasi beklentiler değil tarihi gerçekler
yönünden yaklaşılması zorunludur.
B. Ondokuzuncu Yüzyılda Yayılmacı Güçlerin Politikaları
Konunun başlangıcında uluslararası ilişkilerin temelinde ulusal çıkarların etkili
olduğu, çıkarların gerisinde ise özellikle jeo-politik ve jeo-stratejik görüş ve
gereksinimlerin bulunduğunu ifade etmek gerekir. Bu nedenle bir bölgede meydana
8
Seçil Akgün; “Kurtuluş Savaşı Başlangıcında Türk Ermeni İlişkilerinde ABD’nin Rolü” Tarih Boyunca Türklerin
Ermeni Toplumu ile İlişkileri” Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayınları No.628 Kurtuluş Basımevi, Ankara,
1985.
9
gelen çatışma ve benzeri olayların, bölgenin jeo-politik ve jeo-stratejik konumunun
hizmet ettiği taraflar veya güçler açısından taşıdığı değeri dikkate alarak değerlendirmek
çok önemlidir. Bu bağlamda Türk-Ermeni ilişkilerinin temelinde Doğu Anadolu’nun
jeo-politik ve jeo-stratejik konumunun, dönemin süper güçleri açısından taşıdığı önem
yatmaktadır.
İngiliz stratej Mc Kinder’in Kara Hakimiyet Kuramında “Kalp Bölgesi”, “Heartland” olarak tanımladığı Doğu Avrupa ve Kuzey Asya arasında kalan bölge, dünyaya
hakim olmak isteyen güçlerin elinde bulundurması gereken bir bölge olarak
görülmektedir9. Ancak bu geniş bölgenin en değerli ve bir o kadar hassas bölümü
kuzeydeki iki deniz (Karadeniz ve Hazar Denizi) ile güneydeki iki büyük körfez (Doğu
Akdeniz ve Basra Körfezi) arasındaki bölgedir denilebilir. Bu bölgeyi kontrol eden güç,
Eski Dünyanın merkezinde büyük coğrafi üstünlük sağlar ve doğuya doğru İran ve
Hazar Denizi üzerinden Asya’ya genişleme imkanını elde eder. Bu coğrafi avantaj aynı
zamanda kuzeye doğru Doğu Avrupa ve Kuzeybatı Asya üzerinde etkinlik sağlar. Batı
yönündeki etkinlik sahası ise Anadolu, Boğazlar ve Karadeniz vasıtasıyla Balkanlar,
Güneydoğu ve Merkezi Avrupa’yı etkileme imkanını bahşeder. Bu bölgenin etki
alanının Ortadoğu ve Kuzey Avrupa’yı kontrol edecek şekilde daha da geniş olduğu
ifade edilebilir. İşte değinilen bu jeo-politik konum Anadolu ile yakından ilgilidir10. Bu
nedenle 19. yüzyılda dönemin süper güçleri Anadolu’yu ele geçirmenin dünya
eğemenliğine giden yolda çok önemli bir aşama olduğunu bilerek yayılma politikalarını
oluştururken bunu dikkate almışlardır. Jeo-politik bağlamda Ermeni meselesinde etkili
olan dönemin aktörlerinin politikalarına kısaca değinmek yararlı olacaktır.
19. yüzyılın sonuna gelindiğinde dünya nüfusu 1.5 milyar kadardır. Bağımsız
devlet sayısı 53’dür. Nüfusun büyük bölümü köy ve kasabalarda yaşamaktadır. Devlet
sayısının bugünkünün çok altında olmasından anlaşılabileceği gibi, bu dönemde
dünyanın siyasal yapısının temelini sömürge imparatorlukları oluşturmaktadır. Avrupa
devletleri, Asya ve Afrika kıtalarını, Okyanusya’yı paylaşmışlardır. İngiltere, Fransa ve
9
Mehmet Yılmaz; “McKinder’e Göre Tarihin Coğrafi Ekseni”, Kara Harp Akademisi Kısa Süreli
İnceleme Konuları I, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2006, s.3-32.
10
Peter Hopkirk; İstanbul’un Doğusunda Bitmeyen Oyun, Çev. Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları,
İstanbul, 1995, s. 10-11.
10
Hollanda en büyük sömürge ülkeleridir. Bu ülkeleri İspanya ve Portekiz izlemektedir.
Belçika da Afrika’da geniş sömürge topraklarına sahiptir. Birliğini 1870’lerde
tamamlayabilen Almanya, İtalya ile ABD bu oluşuma daha geç katılmışlardır. Rusya
anavatan-sömürge ayırımı yapılmadan yönetilmekle birlikte ülke nüfusunun yarıdan
fazlasını Rusların yönettiği, Rus olmayan farklı statüde diğer kavimler oluşturmaktadır.
Dönemin imparatorluklarından Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya-Macaristan
İmparatorluğunda ise anavatan-sömürge veya diğer ayırımcılıklar bulunmamaktadır.
Osmanlı yönetimindeki Bosna, Libya, Yemen vb. uzak bölgelere gidecek idareciler
İstanbul’dan atanmaktadır. Böyle bir ortamda Osmanlı İmparatorluğunda önce gayri
müslim Balkan kavimleri daha sonra Ermeniler önemli sorun olarak ortaya çıkmıştır11.
Osmanlı Devleti açısından 19. yüzyıl “Yıkılma Devri”dir. Bu yüzyılda Osmanlı
Devleti yaptığı savaşlarda toprak kaybetmesinin yanısıra bilhassa Fransız İhtilali’nin
doğurduğu ulusculuk akımının etkisiyle sınırları içerisindeki farklı uluslar, dış destek
alarak bağımsızlıklarını kazanıp İmparatorluktan kopmuşlardır. Bu durum devletin
dağılma ve çöküşünü hızlandıran önemli bir faktördür. Ulusculuk akımı etkisini önceleri
imparatorluğun müslüman olmayan unsurları üzerinde gösterirken, İmpartorluğun ömrü
sonuna yaklaştıkça müslüman Araplar da bu harekete katılmışlardır. Osmanlı yönetimi
bu yıkılmayı önlemek için çeşitli tedbirlere başvurmuştur. Bunların başında gelen ise
büyük güçler arasındaki ayrılıklar üzerine kurulu denge politikaları olmuştur12.
Ermeni sorununun emperyalizmle (yayılmacılıkla) bağlantısı 19. yüzyılda
Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu topraklar ve nüfus açısından büyüklüğünün kendisini
bu imkanları elde etme peşinde koşan Batılı emperyalist güçlerin esas hedefi haline
getirmesinde yatmaktadır. Batı emperyalizmi Osmanlı Devleti’ni elde etmek için ne
Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda da olduğu gibi büyük göç dalgalarını kullanarak ne
de Afrika’da olduğu gibi psikolojik savaş araçlarını kullanarak kolonize etmek
imkanlarına sahip değildi. Çünkü Osmanlı Devleti ne Amerika, Avustralya ve Yeni
Zelanda’da olduğu gibi düşük nüfuslu ve el değmemiş ülkelerden biri, ne de Afrika gibi
11
Yılmaz Öztuna; “Ermeni Sorununun Oluştuğu Siyasal Ortam” , Osmanlı’nın Son Döneminde
Ermeniler, Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, No.94, Ankara, 2002, s.41-44.
12
Fahir Armaoğlu; 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım Kitapevi, İstanbul, 2001, s. 41-42.
11
ilkel kabilelerin yaşadığı bir kıta durumunda idi. Osmanlı siyasal yapı ve sosyal
kurumları olan ve Avrupa Devletlerinden daha derin tarihe sahip bir konumda
bulunmaktaydı. Ayrıca Müslüman Türkler kendilerini Avrupa ve Hıristiyanlara göre
daha üstün görmekteydiler. Bütün bu nedenler emperyalizmi Osmanlı Devleti’ne
sızmak için yeni yöntemler geliştirmeye yöneltmiştir. Bunlar Osmanlı Devleti ile
ekonomik anlaşmalar yapmak ve özellikle Müslüman olmayan azınlıkları kışkırtmak
üzerine kurulmuştu. Bu nedenlerle ayrı bir Ermeni Devleti kurmak yayılmacı güçler
açısından gerekli görülmüştü13.
1860’lara kadar gerek Batılı Devletlerle yapılan anlaşmalarda, gerekse
İmparatorluğun iç hukukunda Ermenilere ilişkin düzenlemeler yoktu. 1862 yılında
onaylanan Ermeni Ulusal Tüzüğü (Ermeni Milleti Nizamnamesi); Fransa’nın
Katoliklerin, İngiltere’nin Protestanların, Rusya’nın Ortodoksların sözde savunuculuğu
ve hamiliğini yapma girişimleri üzerine bu mezheplerin dışında kalan ve en geniş grubu
oluşturan Gregoriyen Ermeniler için Osmanlı Devleti tarafından oluşumuna izin verilen
bir tasarıdır. Yani bu tarihe kadar bulunulan girişimler, Osmanlı Devleti’nde yaşayan
tüm Hıristiyanlar içindir. Ancak 1870’li yıllarla birlikte artık “Hıristiyan Uyruklar”
deyimi kalkmış, “Ermeni Sorunu” gündeme getirilmişti14.
Bir Ermeni yazarın Ulusal Tüzüğünün Ermenilere sağladığı faydalar hakkındaki
görüşleri şöyledir.
-Batı uygarlığı ve eğitimine doğru bir adım olmuştur.
- Bütün vilayetlerde pekçok kültür kurumları açılmıştır.
- Ermeni dili ve kültürünün gelişmesinde etken olmuştur.
- Daha çok gazete ve dergi yayımlanmıştır.
- Ermeniler seçim usul ve mücadelelerine alışmıştır.
- Kilise mensuplarının hukuku sınırlandırılmıştır.
- Ermenilere toplu şikayette bulunmak ve uygulamaya geçme hakkını vermiştir.
13
Bayram Kodaman; The Eastern Question: Imperializm and The Armenian Community, Türk
Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1987, s.8.
14
Nurşen Mazıcı; Belgelerle Uluslararası Rekabette Ermeni Sorununun Kökeni, 1878-1918, Der
Yayınları, İstanbul, 1987, s.19.
12
- Katolik, Protestan, Gregoryan Ermenilerin bunalımlı dönemlerde birlik
olmalarını sağlamıştır.
- Ermenilerde ihtilal ruhu uyanmış, Ermeni meselesi diplomatik alanlara
taşınmıştır15.
Aslında Ermeni meselesi Türk-Ermeni ilişkilerinden kaynaklanan bir konu
değildir. Sorunun kaynağını dönemin yayılmacı güçlerinin politikalarında ve Osmanlı
yönetimindeki Ermeni azınlığa bu politikalar içerisinde verilen yerde aramak
gerekecektir. Rusya’nın politikası ve bununla bağlantılı olarak Osmanlı toprakları
üzerindeki taleplerine ilişkin temel görüş Büyük Petro’ya dayanmaktadır. Bu görüş
“Rusya’nın siyasi, tarihi ve ekonomik gereklilikleri güneydeki denizler üzerinde
hakimiyet kurmasını gerektirir” şeklindedir. Buna göre dönemin yayılmacı güçlerinin
politikaları şöyledir.
1. Yayılmacı Devletlerin Osmanlı Politikası
Onsekizinci yüzyıldan itibaren Ermeni meselesi ve azınlıkları enstrüman olarak
kullanan ve Osmanlı Devleti’ni parçalama yönünde en fazla etkinlik gösteren üç devlet
Rusya, İngiltere ve Fransa olmuştur. Bu devletlerin Osmanlı Devleti’ne ilişkin
politikaları ise özetle şöyledir.
a.Rusya’nın Osmanlı Politikası
- Osmanlı Devleti’ni zayıflatmak ve zayıf konumunu sürdürmek,
- Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hızlandırmak, bunu başarmak için Osmanlı
yönetimindeki Slavları ve Ermenileri kışkırtmak ve desteklemek,
- Osmanlı Devleti üzerinde protektora (siyasi ve askeri kontrol) kurmak,
- Rusya’nın menfaatleri doğrultusunda Osmanlı Devleti’ni büyük devletler
arasında bölüştürmek,
- Devleti (İmparatorluğu) bütün olarak Rus yönetimi altına sokmak şeklinde
sıralanabilir.
15
Cemal Anadol; Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, Turan Kitapevi, İstanbul, 1982, s.45-46.
13
b. İngiltere’nin Osmanlı Politikası
- İngiltere’nin ekonomisi ve sömürgeleriyle bağlantılı çıkarlarını korumak,
- Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumak, bu nedenle Osmanlı
topraklarının paylaşımını yavaşlatmak,
- 1895 sonrasında ise İmparatorluğu bölmek ve bu bölüşümde iyi pay elde
etmek, Osmanlı Halifesinin Müslüman topluluklar üzerindeki etkisini kırmak,
Hindistan ve diğer petrol rezervlerine ulaşan yolların kontrolunu elinde bulundurmak,
şeklinde özetlenebilir.
c. Fransa’nın Osmanlı Politikası
- 16. yüzyıldan başlayıp 1840’da biten dönem içerisinde kendi çıkarlarına uygun
biçimde Avrupalı güçlerin politikaları arasında dengeler oluşturmak bu arada Osmanlı
Devleti ile iyi ilişkiler kurmak,
- Osmanlı Devleti’nde yaşayan Katoliklerin koruyuculuğunu üstlenmek,
-Tanzimat sonrası Osmanlı’da Fransız modeline benzer reformların yapılmasını
sağlayarak, entellektüellerin ve yönetimin güvenini ve sempatisini kazanmak,
- İmparatorluğun bölüşülmesi halinde iyi bir pay elde etmek şeklindeydi.
Bu devletler Osmanlı Devleti’ne ilişkin projelerini açıkça ilan etmemiş, 19.
yüzyılın başında gerçek amaçlarını kamufle edebilmek için “Doğu Meselesi”ni
yaratarak bunun içerisinde uluslararası bir Ermeni meselesi oluşturarak, Osmanlı
Devleti’nin iç işlerine müdahale etmişlerdir16.
2. Yayılmacı Devletlerin Mücadeleleri ve Ermeni Meselesi
19. yüzyılda zayıflamış olan Osmanlı Devleti’nin çesitli bölgeleri büyük
devletler arasında mücadelelere sahne olmuştur. Bunları;
-Boğazlar üzerinde İngiliz-Rus,
-Balkanlar üzerinde Avusturya-Rusya,
- Mısır üzerinde İngiliz-Fransız,
- Ortadoğu üzerinde İngiliz-Alman mücadeleleri olarak sıralamak mümkündür.
Yayılmacı güçlerin bu mücadelelerinin temelinde Anadolu’nun stratejik değerinin
16
Kodaman, a.g.e., s.2-3.
14
yarattığı cazibe bulunmaktaydı. Bu mücadelelere özetle değinilecek olursa, Rusya’nın
Türk Boğazlarını ele geçirerek Akdeniz’e inmek istemesi karşısında İngiltere, bunu
kendisinin Hindistan ile bağlantısını sağlayan İmparatorluk Yolu’nun emniyeti
açısından risk olarak görmüş ve Rusya’yı sıcak denizlerden özellikle Akdeniz’den uzak
tutmaya çalışmıştır. Rusya açısından ise mesele başlangıçta bu devletin tamamen bir
kara devleti olması idi. Rusya’nın deniz devleti olabilmesi için Baltık Denizi ve
Karadeniz istikametinde genişlemesi gerekiyordu. Bu nedenle politikasını Osmanlı
Devleti aleyhine genişleme üzerine kurmuştu. Öte yandan Mısır ve Ortadoğu’nun
sömürgeleştirilmesinde İngiltere ve Fransa arasında zaman zaman sıcak çatışmalara
kadar varan mücadeleler bulunmaktaydı. Keza Rusya’nın Balkanlar üzerinden Boğazlar
ve Ege Denizine inme girişimleri kendisini, aynı bölgeyi ele geçirme gayretinde olan
Avusturya ile karşı karşıya getirmekteydi. Öte yandan 1888’den itibaren Bismark
sonrası Almanya’da İmparator II.Wilhelm, Osmanlı Devleti’nin Kızıldeniz ve Hint
Okyanusu’na kadar uzanan coğrafyasından
yararlanarak Ortadoğu ve Hindistan’a
doğru genişleme politikası izlemiş ve Osmanlı Devleti ile yakın ilişkide bulunmuştur.
Almanya’nın bu amaçla inşa ettiği İstanbul-Bağdat demiryolu vasıtasıyla Basra
Körfezine ulaşması İngiltere’yi endişelendirmiştir. Sömürgeci güçlerin aralarındaki bu
mücadeleler sürerken, son dönemlerini yaşayan ve büyük güçlerin hedefinde bulunan
Osmanlı Devleti anılan devletlerin arasındaki dengelerde ortaya çıkan zaaflardan
yararlanarak bekasını sağlama mücadelesi vermekteydi17.
İngiltere’nin Ermenilerle ilgilenmesi ticari ve ekonomik çıkarlarına bağlı
olmasına karşın Rusya, İskenderun Körfezi ve Basra Körfezine inebilmek için Doğu
Anadolu’daki Ermenileri kullanmayı planlamaktaydı. Bu noktada her iki yayılmacı
gücün çıkarlarının çatışması nedeniyle Ermenileri kendi amaçları doğrultusunda
kullanabilmeleri için kendilerine özerklik ve bağımsızlık gibi sözler vermeye başladılar.
Bu sözler sonrasında Ermeniler Doğu Anadolu’da Müslüman halka karşı hasmane bir
tutum içerine girdiler. Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla birlikte 1890’lardan
başlayarak Batı’nın onay ve desteği ile organize bir şekilde eylemlere başladılar18.
17
18
Armaoğlu, 2001, s.47-54.
Kodaman, a.g.e., s.8-9.
15
Yayılmacı güçlerin mücadelesinin kızıştığı bir dönemde Osmanlı Devleti’ni zor
durumda bırakmak için ortaya atılan Ermeni meselesinde ilk günden itibaren Hıristiyan
alemini etkilemek için kullanılan en önemli silah; Ermenilerin sırf Hıristiyan olmaları
nedeniyle Müslümanlar tarafından zulme, baskıya katliamlara maruz kaldıkları şeklinde
yürütülen asılsız propaganda olmaktaydı. Örneğin Rusya’da Ermeniler baskı altında
iken, Osmanlı Devletinde Ermeniler her türlü özgürlüğe sahip ve Türklerden daha
ayrıcalıklı konumda idiler. Ermeniler Osmanlı Devletinde en önemli siyasi ve iktisadi
görevlerde, müdür, genel müdür hatta bakan olarak bulunmakta idiler. 19.yüzyılın
başlarına kadar Türklerle uyum ve refah içersinde yaşayan Ermeniler, bu yüzyıldan
itibaren siyasi çıkarlar sağlama peşinde olan Avrupa devletleri tarafından kendi emelleri
doğrultusunda kullanılmışlardır. Bu topluma bağımsızlık fikri aşılanmış ve yavaş yavaş
bir Ermeni meselesi yaratılmıştır19.
Ermeni meselenin ortaya çıkışında Ermenilerin çabalarından çok, dönemin
siyasi konjonktürünü kurgulayan güçlerin Ermenileri kullanmaya gereksinim duyması
rol oynamıştır. 18.yüzyıl ve devamında Avrupa’nın büyük güçlerinin siyasi çıkarları
kendilerini zaman zaman karşı karşıya getirmiş, bazen de çıkarlar ittifakların oluşumuna
yol açmıştır. Osmanlı Devleti değişik zamanlarda Balkanlarda genişleme siyaseti
izleyen Rusya ve Avusturya ile savaşma durumunda kalmış ve büyük kayıplara
uğramıştır. Ancak Rusya’nın Balkanlarda ilerlemesi bir süre sonra AvusturyaMacaristan İmparatorluğunu rahatsız etmiştir. Dönemin sömürge imparatorluklarının
başında gelen İngiltere ise 1787’deki Osmanlı-Rus savaşından itibaren Rusya’nın
devamlı güneye doğru genişlemesinden böylece yakın gelecekte kuvvetli bir Karadeniz
devleti olması ve bir sonraki aşamada Akdeniz’e inerek İngiliz çıkarlarını tehdit etme
olasığından endişe duymaya başlamıştır. İngiltere bu yüzden 1783’den sonra bir yüzyıl
kadar süreyle Osmanlı Devleti’ni destekleme ihtiyacını hissetmiştir. Ancak 1878 yılında
yapılan Berlin Konferansı’dan sonra İngiltere’nin siyasetinde büyük bir değişiklik
meydana gelmiştir. 1880 yılında ikinci defa başbakanlığa gelen Gladstone, İngiltere’nin
bir asır süren Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü koruma politikasını tamamen
19
Ahmet Hulki Saral ; Ermeni Meselesi; Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1970, s.53-54.
16
değiştirmiştir. Bu değişiklikte dini faktörlerin ve Başbakan Gladstone’nun bireysel Türk
karşıtlığının da büyük rolü olduğu ifade edilebilir20.
19. yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında dönemin büyük güçleri, rekabetlerini
ağırlıklı olarak Ortadoğu’da sürdürmekteydiler. Osmanlı Devleti’nin coğrafi, stratejik
durumu ve ekonomik potansiyeli, dünya politikası güden devletlerin dikkatlerinin bu
bölge üzerinde toplanmasına yol açmıştır. Osmanlı İmparatorluğunun kısa bir sürede
çökeceğini değerlendiren Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya hatta İtalya gibi
dönemin yayılmacı güçleri işgallerle, İmparatorluk içerisinde hamilik yaptıkları
toplumları kışkırtarak İmparatorluktan ayırıp kendi amaçlarına hizmet edecek küçük
devletler kurdurarak, kapitülasyonlarla, ekonomik yaptırımlarla ve diğer yöntemlerle
ülkeyi sömürgeleştirme ve ele geçirme politikalarını uygulamaya koymuşlardır21.
Berlin Konferansı sonrasında Uzak Doğu’ya yönelen Rusya, Asya’da İngiltere
ile rekabete girişmiştir. Ancak Rusya’nın 1905 yılında Japonya karşısında aldığı büyük
yenilgi sonrasında 1907’de İngiltere ile Rusya, Asya’daki nüfuz alanları üzerinde
anlaşmaya varmışlardır. Bu tarihten sonra İngiltere, Rusya ve Fransa, Osmanlı
Devleti’nin paylaşımı için projeler yapmışlar ve bunu I. Dünya Savaşı sonrası
gerçekleştirmişlerdir22.
Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne saldırmak için her defasında kullandığı koz,
İmparatorluk içerisindeki Ortodoks toplumları kışkırtarak isyan çıkartmak ve sonra
onları
himaye
bahanesiyle
savaş
açmak
şeklinde
olmuştur.
Ancak
Berlin
Konferansı’ndan sonra Rumeli dışında Balkanların tamamı Osmanlı Devleti’nden
ayrılmış olduğundan savaş açmak için bahane olarak kullanılabilecek argüman
kalmamıştır. Rusya, sıcak denizlere inmek için Balkanlarda bağımsızlıklarını sağladığı
devletlerin kendisine bu konuda taviz vermeyeceğini görmüş, Balkanlar üzerinden Ege
ve Akdeniz’e geçit elde edemeyeceğini anlamıştır. Bu durumda Akdeniz’e inme amaçlı
olarak Erzurum-İskenderun mihverinin kaldığını değerlendirerek, bu mihveri elde
etmek için Ermenilerden yararlanmayı düşünmüştür. Bunun için de Berlin Konferası
20
Kamuran Gürün ; Ermeni Dosyası, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1983,s. 72-75.
Mim Kemal Öke; Yüzyılın Kan Davası Ermeni Sorunu, Aksoy Yayıncılık, İstanbul, 2000, s.37-47.
22
Gürün,a.g.e., s.75
21
17
sonrasında Ermeni ıslahatını özellikle yoğun biçimde gündeme getirerek Ermenilere
karşı koruyucu rolü oynamıştır. Rusya bu amaçla Balkanlarda yaptığına benzer şekilde
Ermenilerin yaşadığı bölgelerde olaylar çıkartma ve bunlara müdahil olma fırsatlarını
kollamış, Ermeni kilisesini kullanmanın yanı sıra ihtilalci komiteleri desteklemiştir23.
Ruslar, 1877-1878 Savaşı sırasında Doğu Anadolu’daki ve İstanbul’daki
Ermenileri geniş ölçüde kışkırtmışlardı. Bundaki amaç bağımsız Ermenistan hayali
kuran Ermenileri destekleme maskesi altında Doğu Anadolu’yu ele geçirmekti. Doğu
Anadolu’nun Rus egemenliğine alınmasındaki diğer bir amaç Osmanlı Devleti
toprakları içerisinde ortaya çıkabilecek bağımsız bir Ermenistan’ın Rusya’da yaşayan
Ermeniler açısında kötü bir örnek oluşturmasını önlemekti24.
Osmanlı Devleti’nde yaşayan kışkırtılmış Ermenilerden yararlanmayı düşünen
diğer ülke İngiltere’dir. Bu bağlamda Osmanlı yönetimine karşı Ermeniler lehinde
ayrıcalıklar koparmak için baskı politikası izlenmeye başladı. İngiliz elçisi Layard
tarafından hükümetinin talimatı ile 1879 yılından itibaren gerek padişaha, gerekse
Babıaliye Anadolu’da Ermeniler açısından kargaşanın devam ettiği, bu nedenle Berlin
Antlaşması uyarınca reform yapılması gerektiği tarzında geniş ayrıcalıklar içeren
müteaddit yazılı ve sözlü notalar verilmiş, bu notalara reformların yerine getirilmemesi
durumunda Osmanlı
Devleti’ne Rusya’dan
gelecek tehlikelere karşı
yardım
25
edilmeyeceği şeklinde tehditler konulmuştur .
Öte yandan İngiltere’de iktidara gelen Liberal Parti ve Başbakan Gladstone,
bağımsız bir Ermenistan kurulması politikasını benimsemiştir. 19.yüzyılın başında
İngilizler bağımsız bir Yunanistan’ın kurulmasını, Ege Denizi ve Boğazların çıkışını
kontrolunun kendisine bağlı bir devlet aracılığı ile gerçekleştireceği düşüncesiyle
desteklemiştir. İngilizlerin Ermenileri desteklemesindeki amaç da aynıdır. Eğer
bağımsız bir Ermenistan kurulacak ise bu devlet İngiltere’ye medyun olmalı, ayrıca
23
Armaoğlu, 2001, s. 45-46.
Genel Kurmay Başkanlığı; Tarihte Türk İngiliz İlişkileri, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1975, s.39.
25
Cevdet Küçük ; Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1986, s.38-43.
24
18
Rusya’nın güneye inmesini engelleyecek bir tampon görevini yerine getirmeli idi26.
İngiltere, Osmanlı topraklarından koparılarak kurmayı tasarladığı kendisine sadık bir
Ermenistan istiyor, Ortadoğu’daki diğer Ermenileri ve bu arada Rusya’daki Ermenileri
de bu oluşuma katarak genişletmeyi planlıyordu. Böylece Ruslarla Ermenileri
çarpıştırmanın yanısıra, Rusya’nın Ortadoğu ve Akdenize ilerleme politikasını
durdurabilecekti27. Değinilen bu siyasi gelişmeler içinde Ermeniler bölgede etkin olma
gayreti içerisindeki dış güçlerin aleti ve aracı olmanın ötesine gidememişlerdir.
Osmanlı Devleti’ndeki gelişmelere genel olarak bakıldığında Bulgaristan’ın da
1878’de İmparatorluktan kopması sonrasında özerklik veya bağımsızlık istikametinde
ilerleme kaydetmeyen tek Hıristiyan unsur olarak Ermeniler kalmıştı. Ancak
Ermenilerin durumu diğerlerinden farklıydı. Çünkü Ermeniler en kalabalık oldukları
Doğu Anadolu dahil hiçbir yerde çoğunlukta bulunmamaktaydılar. Diğer taraftan
yaşadıkları coğrafyanın ulaştırma sistemi ilkeldi, iklim ve arazi koşulları ise güçlükler
içermekteydi. Dönemin yayılmacı güçlerinin küresel olarak daha çok donanmaları ve
donanma destekli seferi kuvvetleri ile etkili olabildikleri dikkate alındığında, Ermenilere
Yunan isyanında olduğu gibi büyük güçlerin geniş çaplı askeri desteğini sağlamak
mümkün olmamaktaydı. Ancak Ermeniler Osmanlı Devleti’nin parçası olan diğer
Hıristiyan unsurların yayılmacı güçlerin desteğiyle İmparatorluktan ayrılmayı
başarmalarından etkilenmişlerdi. Ayrıca Avrupalılar aynı yolu deneme konusunda
kendilerini teşvik etmekteydiler. Koşulların diğer Hıristiyan unsurlara göre elverişsiz
olması nedeniyle böyle bir harekete girişmek aslında toplumsal bir kumar olabilirdi.
Ancak Ermeni tedhiş örgütleri, Ermeni halkı adına karar verme yetkisini kendisinde
görerek bu kumara girmişlerdir. İleride değinileceği gibi Ermeni ihtilal ve tedhiş
örgütleri kurulmuştur. Bu örgütler en son Bulgaristan’da meydana gelen olayları
tekrarlamak istiyorlardı. Bu senaryo sırasıyla; tepki çekecek kanlı bir isyan, “katliam
var” sloganı ile Avrupa ve ABD kamuoylarının ajite edilmesi, büyük devletlerin
26
27
Armaoğlu, 2001, s. 45-46 .
Genel Kurmay Başkanlığı,1975, s. 39.
19
müdahalesinin sağlanması ve sonuçta özerklik veya bağımsızlık elde edilmesi
şeklindeydi. Ermeni olaylarının bütününde bu şablonu izlemek mümkündür28.
C. Ermeni Milliyetçiliğinin Kışkırtılması
Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu’nun değişik
bölgelerine sürülen, savaşlara sürüklenen ve ayırımcılığa tabi tutulan Ermeniler,
Türklerin
Anadolu’ya
gelişinden
sonra
hoşgörülü
ve
birleştici
bir
tutumla
yönetilmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin çalışkan, dürüst ve üretken yurttaşlarına sağladığı
imkanlardan en fazla yararlanan Ermeniler olmuştur. Askerlikten, kısmen de vergiden
muaf tutulan Ermeni toplumu, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari işlerde yükselme
fırsatını elde etmiş, devlete bağlı, milletle kaynaşmış olmalarından dolayı “millet-i
sadıka” olarak isimlendirilmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet 1453’de İstanbul’u aldıktan
sonra Ermenilerin Bursa’daki ruhani Lideri Hovakim’i İstanbul’a çağırarak Ermeni
Patrikliğini kurdurmuştur. Fatih Sultan Mehmet’ten, II. Mahmut’a kadar 350 yıllık
sürede Hıristiyanların ve dolayısıyla Ermenilerin dini ve toplumsal işlerine ve yapılarına
hiç karışılmamıştır. Ermeniler devlete bağlılıkları, Türk adetlerini benimsemeleri, güzel
Türkçeleri sayesinde vezirlik rütbelerine kadar yükselmişler, darphane bakanları, saray
kuyumcuları, doktorları ve diğer pek çok devlet görevlisi yetiştirmişlerdir29. Osmanlı
Devleti döneminde 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos vs.
olmak üzere pek çok yüksek düzey devlet görevlerinde Ermeniler görev almışlardır.
Aslında Türkler ve Ermeniler hem Selçuklu, hem Osmanlı Devletlerinin yönetimlerinde
yaklaşık 850 yıldan fazla bir dönem sorunsuz denilebilecek bir birlikte yaşam
sürdürdüler30. Ancak bu toplumsal kaynaşma Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecine
girmesi sonrasında dış müdahalelerin etkisiyle değişmiştir.
Ermeniler Hıristiyan
olmalarına karşın
Gregoriyen,
Katolik,
Protestan
mezheplerine bölünmüş ve bunlar arasında çekişmeler başlamıştı. II. Mahmut, Fransız
elçiliğinin aracılığı ile 1830 tarihinde Ermeni Katoliklerini cemaat olarak tanımıştır.
28
Sina Akşin; Jön Türkler ve İttihat Terakki, Bilge Kitapevi, İstanbul, 2001, s.31-32.
Gökhan Balcı; Türkler Soykırım Yaptımı?, Truva Yayınları, İstanbul, 2007, s.43-48.
30
Yusuf Halaçoğlu; Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları, Babıali Kültür Yayıncılık: 98, Tarih 8,
İstanbul, 2008, s.17.
29
20
Benzer şekilde İngiltere’nin baskısıyla da 1850’de Ermeni Protestan cemaati bir
fermanla tanınmıştır. Abdülmecit döneminde Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane
bahçesinde okunan Tanzimat Fermanı bütün tebanın can, mal namus gibi doğal
haklarının yanı sıra, vergilendirme ve askerlik hizmetlerinde adalet ilkelerine göre
düzenlenmesini sağlama yönünde ilkeleri saptarken, 1856 yılında ilan edilen Islahat
Fermanı ile Tanzimat Fermanına ek olarak bütün tebanın din ve ırk farkına
bakılmaksızın yasalar önünde eşitliği kabul edilmiştir. İslam olanlar ile olmayanlar
arasındaki eşitsizlik kaldırılmıştır. Ayrıca İslam olmayanlara devlet memurluklarına
atanmak, eyalet meclisleri ve Meclis-i Vala’da temsil edilme gibi siyasi haklar
sağlanmıştır31.
Islahat Fermanı Patriklere verilmiş olan hakları pekiştirmiştir. Ermeniler siyasi
haklar bakımından gelişirken, eşitlik söyleminin arkasında Ermeniler arasında sınıf
savaşımı da başlamıştır. 1856 Islahat Fermanı sonrası 1857, 1859 ve 1860 tarihlerinde
Ermeni Patrikhanesi’nde toplanan Ermeni Meclisleri çeşitli tartışmalar sonrası bir
“Ermeni Milleti Nizamnamesi” hazırlayarak 29 Mart 1862’de Osmanlı Hükümetine
onaylatmışlardır. Bu tüzük Osmanlı Devleti’ndeki Ermenilerin sosyal ve siyasal
konumları açısından yeni bir dönemi başlatmıştır32. Yetmişbir maddenen oluşan tüzükte
esas itibariyle Ermeni vatandaşlarca seçilecek bir Ermeni Meclisi’nin kuruluş şekli ve
görevleri, meclisin ruhani üyelerinin seçimi, seçim şartları, şeçim şekilleri gibi hususlar
ile Ermeni kilisesinin Ermeni cematine karşı görevlerine yer verilmekteydi33.
Bu noktada Osmanlı Devleti’ndeki ulusculuk akımlarına değinmek gerekecektir.
Osmanlı Devleti’nde değişik halklar arasında gelişen ulusculuk akımı Batı Avrupa
kaynaklıdır. Bunun İmparatorluk içerisinde gösterdiği gelişme kendine özgü olmuştur.
Batıda görülen ulusal kökenle bağlantılı ulusçuluktan çok Osmanlı Devleti’nde dinle
tanımlanan millet kavramıyla bağlantılıydı. Devletlerinin kuruluşundan itibaren
Osmanlılar,
Hıristiyan
toplumlarının kendi
varlıklarını
sürdürmesine hoşgörü
göstermişler ve sınırlı özerkliği bulunan millet sistemi içerisinde, din temelinde bulunan
31
Enver Ziya Karal; Osmanlı Tarihi, Cilt VI, TTK Basımevi, Ankara, 1976, s. 5-6.
Halil Metin ; Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, MEB Yayını, Ankara,
2001,s.34-35.
33
Esat Uras; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul, 1987, s.165-171.
32
21
ayrı kimliklere izin vermiş, hatta bu tarz ayrılıkları teşvik etmişlerdir. Her dinsel toplum
yani “millet” geniş özerkliklerden yararlandırılmıştır. Mahkemeler, okullar ve hayır
kurumları din adamı kimliğindeki kişilerin yönetiminde bulunmaktaydı. Sonuçta
İmparatorlukta egemen olanlar İslam olmakla birlikte farklı dinler de varlıklarını
koruyabilmiş ve güçlü ayrı kimlik sahibi olmayı sürdürmüşlerdir34.
Ermenilerde ayrılıkçı fikirlerlerin oluşmasında dış etkenlerin önemi büyüktür.
Osmanlı Devleti’nin siyasi düzeni içerisinde otonom sosyo-ekonomik ve kültürel
yapılardan
oluşan
birer
“alt-kültür”
adası
şeklindeki
“milletlerin”
coğrafi
kompartımanlar halinde olması, bunların aralarındaki ilişkilerin de asgari düzeyde
gerçekleşmesine neden olmuştur. Ancak 19. yüzyıldan itibaren artan ulaştırma ve
iletişim, farklı yöreler arasında bağlantıyı sağlamıştı. Bunun yanında Osmanlı Devleti
üzerinde yoğunlaşan Batı nufuzu ile Avrupa’da gelişen düşünce, felsefe ve ideolojiler
gayrimüslim
cemaatleri
etkisi
altına
almaktaydı.
Batılı
tüccarların
ülkedeki
gayrimüslimleri acente olarak kullanması ve elçiliklerde tercüman (dragoman) olarak
istihdam edilmeleriyle Batılı fikirlerin ilk nüfuz odakları gayrımüslimler olmaktaydı.
18. ve 19. yüzyılda elçiliklerden aldıkları ticaret beratları ve kapitülasyonları suistimal
ederek ticaret sermayesini ele geçiren Rum, Ermeni ve Yahudiler, Osmanlı Devleti’nin
iç ve dış ticaretine hakim olmuşlar, ancak ülkenin sanayileşmesi için girişimde
bulunmamışlardır. Bölgesel gelenek ve görenekleri çok iyi tanımaları, Türk halkının
dilini çok iyi konuşmaları, ticari deneyim ve becerileri, azınlıkları Avrupalılar için
vazgeçilmez ortak konumuna taşımıştır. 19. yüzyıl Avrupasında Sanayi Devrimi ile
vücut bulan, ticaret ve sanayi yaşamının gelişmesi ile güçlenen burjuvazi ekonomik
gücünü siyasal haklarla tamamlamak için milli bir çizgiye yönelmiştir. Osmanlı
Devleti’nde ise iktisadi güç kazanan gayrimüslimler siyasi emellere yönelmişlerdir. Bu
gelişmelere koşut olarak misyonerler siyasi sorun teşkil etmekteydiler. Misyonerler
yabancı diller öğreterek, azınlıklar arasında ayrıcalık fikirleri yaratarak, Batı adet ve
fikirlerini ülkeye taşıyarak Osmanlı milliyetçiliğinin gelişmesini baltalamakta idiler35.
34
Justin McCarty; Ölüm ve Sürgün “Death and Exile” Çev. Bilge Umar, İnkılap Yayınları, İstanbul,
1998, s.5-6.
35
Öke, 2000, s.61-63.
22
Ermeni milliyetçiliğinin uyanışında rol oynayan faktörlerin başında din
faktöründen bahsedilebilir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Gayrimüslim iki büyük
topluluktan (Ortodoks Rumlar ve Gregoryan Ermeniler) biri olan Ermenilere, devlet
içerisinde dini serbestlik ve ayrıcalıklardan başka kültürel ve hukuki anlamda geniş
haklar tanınmıştır. Ancak bu haklar İmparatorluğun zayıflama sürecinde çeşitli
devletlerin kullandıkları vasıta şekline dönüştürülmüştür36.
Hıristiyan Avrupa, Şark meselesinde Osmanlı Ermenilerini kullanmak için önce
bu toplumun bir kısmını Katolik mezhebine çekti. Daha sonra bunları Batı
kapitalizminin Osmanlı ülkesindeki simsarları haline getirerek, hem Gregoryen Ermeni
toplumu, hem de
devlet içerisinde huzursuzluk çıkarttılar. 1830’larda Papalık ve
Fransa, misyonerler aracılığı ile Katolik mezhebine çektikleri Ermenilerin koruyucusu
durumuna geldiler. Bu bağlamda Osmanlı Devleti üzerinde emperyalist emelleri olan
diğer ülkeler de Fransa gibi Ermeni toplumu üzerinde yoğunlaşarak kendi mezheplerine
taraftar çekme gayretlerine yöneldiler37. Rusya Ortodoksların, Fransa Katoliklerin
hamisi rölünü üstlenirken, Amerikan misyonerleri tarafından Protestanlığa kaydırılan
Ermeniler aracılığı ile Amerikan kamuoyunun dikkati Türkiye ve Türkiye Ermenilerinin
üzerine çekilmiştir38.
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşına kadar olan dönemde Osmanlı Devleti’ndeki
Ermenilerin durumlarına bakıldığında bunların sakin bir yaşam sürdüğü, ticaret ve
sanayi ile meşgul olarak hallerinden memnun oldukları izlenmektedir. Askerlikten muaf
tutulmalarından ötürü nüfusları artmakta, toplumsal refahları gelişmekteydi. Ermeni
yazar Varantyan’a göre Ermeniler on dokuzuncu yüzyılda ticaret ve sanat alanında rahat
bir yaşam sürmenin yanısıra devlet hizmetinde de yer almakta idiler. Ayrıca on
dokuzuncu yüzyıl başında Ermenilik Avrupa tarafından bir millet olarak bilinmemekte,
36
Gürün,a.g.e., s.37-38.
Davut Kılıç; “İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin Bağımsızlık Hareketlerine Yönelişi”, Osmanlı’dan
Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001, s.145.
38
Gürün,a.g.e., s.37-38.
37
23
Ermeniler yeryüzüne dağılmış tüccarlar, kendi çıkarlarına bağlı olan kimseler,
Yahudiler gibi yurtsuz, milliyetsiz, serseri ve bahtsız olarak tanınmaktaydılar39.
Ermeni milliyetçiliğini hazırlayan faktörlerin arasında Protestan misyonerlerin
çalışmaları öncelikli bir konudur. Protestan misyonerlerinin Osmanlı Devleti’ndeki
faaliyetlerini 1840’lardan itibaren arttırdıkları görülmektedir. Görünürdeki amaç dini ve
mezhepsel olarak gösterilmekle birlikte esas amaç farklıdır. İngiliz, Fransız ve
Amerikalı misyonerler önceleri Türkleri Hıristiyanlaştırmaya çalışmışlarsa da, bunun
imkansızlığı karşısında Rum ve Ermenileri Protestan yapmaya çalışmışlardır. Anılan
gayretler büyük ölçüde hedefine ulaşmamakla birlikte, misyonerlik çalışmaları Rum ve
Ermenileri, Türk ve İslamiyet düşmanı yapma konusunda çok etkili olmuştur. Osmanlı
Devleti’nde Katoliklerin hamisi olan Fransa ve Avusturya, Ortodoksların hamisi olan
Rusya 1840’dan sonra Suriye ve Lübnan bölgelerinde Hıristiyan ve Müslümanlar
arasında meydana gelen olayların arkasına sığınarak mezhepdaşlarını himaye
bahanesiyle müdahalelerde bulunmaya ve bu yolla nüfuzlarını kuvvetlendirmeye
başladılar. İngiltere de varlığını gösterebilmek için önce Protestan mezhebi yaratma,
daha sonra onların hamisi rölünü oynama yolunu şeçti. Bunun için diğer mezhep ve
dinlerden Protestan tedarikine girişildi. İngiltere, Amerika ve Almanya’dan gelen
Protestan misyonerleri; İngiliz konsoloslarının desteklemesi, para ve diğer çıkarlarla
diğer din ve mezheplerde bulunan halkı Protestan yapmaya giriştiler. Bu bağlamda
Protestan kilisesi ve kolejinin Ermeniler üzerinde büyük etkisi olmuştur40.
1. Amerikalı Misyonerlerin Faaliyetleri
Amerikalı Protestan misyonerlerin Osmanlı ülkesindeki ilk faaliyetleri 1820
yılında başlamıştır.1810 yılında ABD’de üç Protestan kilisesinin üyeleri tarafından
kurulan Amerikan Protestan Örgütü (American Board of Commissioners for Foreign
Missions –kısaca American Board) 1818 yılında Osmanlı topraklarında ve dolayısıyla
Anadolu’da misyon örgütleri kurulması kararını almıştır. 1820 yılında ABD’li iki
misyoner hazırlıklar için Osmanlı ülkesine gönderildi, bunlar Lübnan, Suriye ve
39
40
Uras, a.g.e., s.149-150.
Alper Gazigiray; Ermeni Terörünün Kaynakları, Gözen Kitapevi, İstanbul, 1982, s. 67-68 .
24
Anadolu’yu gezerek Türkler, Araplar, Rumlar, Ermeniler gibi milliyetler hakkında
bilgiler topladılar. Protestanlaştırmaya en uygun toplumun Ermeniler olduğu sonucuna
varan misyonerler 1830’dan itibaren bu alanda yoğunlaştılar. 1832’de İstanbul’da
resmen kurulan ABD misyonerlik örgütünün Anadolu’daki faaliyetlerinin stratejisi dört
başlık altında toplanabilir.
-
Türkçe, Rumca, İngilizce, Ermenice vb. dilleri öğrenme ve öğretme.
-
Dinsel içerikli kitaplarla, her türlü ders kitabının hazırlanması.
- Okul içi ve okul dışı eğitim ve öğretimin, seminer ve konferans şeklinde
düzenlenmesi.
-
Halkla ilişkilerin yürütülmesi41.
İlk yıllardan itibaren geniş bir araştırma gerçekleştiren Amerikan Board
misyonerleri daha çok yerli eğitim kurumları üzerinde durdular. Osmanlı Devleti’ne 14
Ocak 1820’de ilk gelen Amerikalı misyonerler Pliny Fisk ve Levi Parsons bir yıl
İzmir’de kalmış ve buradaki Rum okullarında araştırma yapmışlardır. Daha sonra
Kudüs’e giden Parsons burada Ermeni hacılarla karşılaşır. Bölgeye gelen diğer
misyonerlerden Harrison Dwight o zamana kadar Amerikalıların Ermenilerle ilgili
bilgilerinin bulunmadığını belirtmektedir. Levi Parsons’un ölümünden sonra Jones King
yerini almıştır. Fisk ise Şam, Yafa gibi şehirlerde iki yıl incelemeler yaptıktan sonra
çalışma ve görüşlerini Amerikan Board’a rapor etmiştir. Amerikan Board’un önemli
özelliği çalışma alanı olarak seçtiği bölgelerde özel talimatlarla görevlendirdiği
misyonerlerden düzenli rapor istemesidir. Belli zaman aralıklarıyla seçilen bölgelere
misyoner inceleme gezileri yaptırılmıştır. Yapılan çalışmalar sayesinde Beyrut’ta bir
Amerikan misyon merkezi kurulmuş ve böylece yeni misyoner akımı başlamıştır.
Amerika bölgede daha önce kapütilasyonlar sayesinde etkilerini arttırmış hem Avrupalı
Devletler, hem de Katolik ve Ortodoks misyonerlerle rekabet edebilmek için yoğun
çaba gösterme durumunda idi. Çünkü uğruna bir deniz filosu kuracak kadar önem
verdiği Akdeniz ticareti için kalıcı sosyal ve kültürel nufuza ihtiyacı vardı 42.
41
Bayram Akça ; “Osmanlı Devleti’nin Son Dönemlerinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Anadolu’daki
Misyonerlik Faaliyetleri” Tarihin İçinden, Kültür ve Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.17-21.
42
Erdal Açıkses; Amerikalıların Harput’taki Misyonerlik Faaliyetleri, TTK, Ankara, 2003, s. 36-38.
25
Türkiye’ye gelen Amerikalı misyonerlerin çoğunluğunun bağlı olduğu daha çok
Protestan dindarların bağışlarıyla organize edilen Amerikan Board’un tüzüğüne göre
misyonerlerin amacı “Dinsizler arasında Hıristiyanlığı yaymaktı”. Ancak Osmanlı
Devleti’nde değişik olsa da herkes bir dine mensuptu. Amerikalı misyonerler önce
Müslümanları Hıristiyanlaştırmayı düşünmekle beraber, devletin yasaları ve din
kurallarından dolayı bunun mümkün olamayacağını anlamışlar ayrıca Türkleri
karşılarına almamak için buna cesaret edememişlerdir43.
Misyonerlik faaliyeti bağlamında Osmanlı Devleti’nde, Amerikalı Protestan
misyonerler en etkili gruptur. American Board örgütünün işleyişi coğrafya esas alınarak
belirlenmiş, sınırlı bir alana dağılmış misyonlar şeklinde idi. Bunlar sorumlu oldukları
alanı kontrol altında tutabilmek için, istasyonlar kurmuşlardı. Gerektiğinde bu
istasyonlar uç istasyonlar kurabilmekte idi. İstasyonlar idari birimleri dışında, eğitim,
sağlık hizmetleri ve propaganda faaliyetlerini yürütecek örgüt yapısına sahiptiler44.
Amerikan Protestan Misyonerler Örgütünün ilk istasyonu İstanbul’da kuruldu.
Daha sonra, merkezi Harput olan Doğu misyonu (Harput, Erzurum, Bitlis, Diyarbakır);
merkezi Antep olan Merkezi Türkiye Misyonu (Antep, Urfa, Maraş, Halep, Adana,
Tarsus, Mersin) ve merkezi İstanbul olan Batı Türkiye Misyonu (Trabzon, Merzifon,
Kayseri, Talas, Adapazarı) şeklinde bir örgütlenmeye gidilmiştir ( EK-A ) . Kiliseler
dahil 19. yüzyıl sonunda Osmanlı ülkesindeki misyonerlerin sayısı 540 ulaşmıştı ve
bunların beşte dördü Anadolu’da görev yapmakta idi45.
Gelişen Amerikan Misyoner Örgütünün yirminci yüzyıl başında Osmanlı
Devleti’nin Asya topraklarında 12’si merkez, 270’i ileri istasyon şeklinde geniş bir ağı
oluşmuştu. Ayrıca Board Heyeti 13.000 kişiden oluşan Hıristiyanlaştırılmış yerel halk
ile 114 kilise tesis etmiş durumdaydı. Lise ve daha alt düzeydeki Evangelist okullarında
60.000’nin üzerinde öğrenci bulunmaktaydı. Buna ilave olarak altı üniversite ve teknik
okul işletilmekteydi. Evangelistler Türkleri Hıristıyanlaştırma konusunda başarılı
43
Açıkses, a.g.e., s.36.
Semiha Özel; Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji Hatıraları, Bilge Yayınları,
İstanbul, 2001, s.10-11.
45
Akça, a.g.e., s.19.
44
26
olamamış, buna karşın Ermenileri Protestan mezhebine çekme konusunda mesafe
almışlardır. Protestanların bu faaliyetleri Ermeni Gregoryen kilisesinin dolayısıyla
Ermeni cemaatinin bütünlüğü için tehdit oluşturduğundan Türklerden çok Ermeni
Patriği ve ruhbanlarının tepkisine yol açmıştı46.
Osmanlı Devleti’nde Amerikan misyonerlerinin ilk ağızda uygulacakları çalışma
için koşullar din değiştirmeye uygun olmadığından önce laik din eğitimini, kitapları
kullanma şeklini, tıbbi ve diğer yararlı bilgileri vererek konumlarını sağlama alınca, dini
propaganda (yasak operasyona) başlamışlardır. Amerikan’ın faaliyetlerinde başarılı
olmasının önemli sebeplerinden biri Amerikan Board’un çok sayıda gizli komitesini
Türkiye’ye göndermiş olmasıdır. Bu komitelerin Türkiye’ye gelişlerinde önemli
nedenlerden birisi 1825’den sonra Amerika’daki akademik hareketlerin başarısı sonucu
oluşan yeni bilgilerin diğer ülkelerde de kullanılması yönünde oluşan istek ve taleptir.
Böylece Amerikan Board Osmanlı topraklarında çok sayıda kurum açarak çalışmalarını
yoğunlaştırmıştır47.
Amerikan misyonerlerinin ilk başarısı İstanbul’da Robert Kolejin açılmasıdır.
Bunu Merzifon, Talas, Tarsus ve Bitlis Kolejlerinin açılması izlemiştir. Buralarda
okuyan ve mezun olan gençler Türk düşmanı komiteci ve çeteci olmuşlardır. Böylelikle
mabetler, okullar mezhep propagandalarına katılarak, Ermenileri Protestan yaparak
İngiltere’nin Osmanlı ülkesinde himaye hakkı elde edebileceği küçük bir Protestan
topluluğu oluşturmanın yanında, Ermeni meselesinin yaratılmasında devlete karşı
kullanılacak kadroların yetiştirilmesine başlanmıştır48.
Robert Kolej ilk aşamada Bulgarların bağımsızlık kazanmasında önemli rol
oynamıştır. Çünkü öğrencilerin büyük kısmını Bulgar milliyetçileri oluşturmakta idi.
1878 yılında Bulgaristan’ın bağımsızlığını almasıyla kolej amaçlarından birine ulaşmış
ve diğer misyonu olan Ermeni meselesini destekleme amaçlı olarak Ermeni öğrencilere
yönelmiştir. Öte yandan 1876 yılında Kilikya Ermeni Protestan Birliği’nin isteği üzerine
46
Susan Elizabeth Moranian; The American Missioneries and the Armenian Question, The
University of Wisconsin, Madison, 1994, s. 56-64.
47
Açıkses, a.g.e., s.38-39.
48
Akça, a.g.e., s.20-21.
27
Antep’te Protestan Koleji açılmıştır. Kolejin müfredatında Ermenice ve Ermeni tarihi
önemli bir yer tutmaktaydı. Benzer şekilde açılan diğer okullar Ermeniler üzerinde
milliyetçilik fikrini teşvik etmekteydi49. Bu misyoner okullarına büyük yardımlar
Okyanusun ötesinden, ABD’den geliyordu. Örneğin yalnız 1914 yılında Amerikan
misyoner okullarına yapılan yatırım miktarı 39.524.000 dolar kadardı ( 2007 karşılığı
845.7 milyon $)50. Bu miktar yardımın büyüklüğü hakkında fikir vermektedir.
Amerikalı misyonerler Osmanlı ülkesinde dini yayınlar da yapmışlardır. Bu
amaçla Malta’da kurdukları matbaa ile Rumca, İtalyanca ve Ermenice kitaplar basılmış,
daha önce sayısı az olan Ermenice yayınların sayısı misyonerlerin faaliyetlerini
Ermeniler üzerine yoğunlaştırmasıyla artmıştır. Basılan eserlerde dikkati çeken yön
daha çok Ermeni harfli Türkçe, Grek harfli Türkçe basılmalarındadır. Bunun temelinde
yatan Türkçe konuşan Ermeni ve Rumlara; Ermenice ve Rumca öğretme gayreti idi.
Malta matbaasısında değişik kitap, broşür ve risaleden 350.000 adet basılmış 1833’den
sonra Amerikan Board, matbaanın bir kısmını İzmir’e bir kısmını Beyrut’a taşımış ve
faaliyetlerine devam etmiştir51.
Öte yandan misyoner okullarının ders programlarının içeriğine bakıldığında,
Türklerin ezeli düşman olarak gösterildiği, ahlaki, dini, milli ve gelenekler yönüyle
zayıflatılmaları gerektiği, Türk çiftçisinin borçlandırılarak işini ya da malını yabancılara
devretmelerinin sağlanması gibi amaçların yer aldığı görülmektedir. Ayrıca zengin
Ermenilerin eğitim için Avrupa’ya gönderilen çocukları Avrupa’nın Türklere bakış
açısının etkisinde kalarak adeta düşman olarak yurda dönmekteydiler. Bu yolla
misyonerler hem Batının yayılma politikasının enstrümanı, hem de geleceğin Ermeni
gençlerinin yetiştirilmesinin aracı olmaktaydılar52.
1895-1896 arasında cereyan eden Ermeni isyanını bastırmakla görevli Sadettin
Paşa Ermeni okullarının ayaklanmadaki yerini şöyle açıklamaktadır. “Van’da on dört
49
Kocabaşoğlu Uygur ; Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, 19. Yüzyılda Osmanlı
İmparatorluğundaki Misyoner Okulları, Arba Yayınları, İstanbul, 1991, s.180-185
50
Uygur, a.g.e., s.176 .
51
Açıkses, a.g.e., s.44-45.
52
İlhan Gedik ; “Yeniden Alevlendirilmek İstenen Ermeni “Jenoside-Soykırım” İddiaları ve Osmanlı
Resmi Kayıtları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XIV, Sayı 42, Ankara, 1998, s.703-704.
28
Ermeni Okulu vardır. Birisi Amerikan Protestanlarının, diğerleri Ermenilerindir. Bu
okullarda fen ve diğer derslerden çok Ermenilik şuurunu geliştirmeye yönelik konulara
ağırlık verilmektedir. Anılan okullarda kendi düşüncelerine göre Kafkaslarda, Kafkas ve
Tiflis illeri ile Hazar Denizi’ne kadar olan bölgeyi, Osmanlı Devleti’nde Erzurum, Van,
Bitlis, Diyarbakır, Elazığ ve Adana illerini Ermenistan olarak gösteren haritalarla
öğretim yapılmaktadır”53.
Amerikan misyoner okullarının yoğun faaliyette bulunduğu diğer bölge, Doğu
Türkiye Misyonu’nda özellikle Harput çevresindeki eğitim faaliyetleridir. İlk günden
itibaren eğitim faaliyetleri misyon faaliyetlerinin ağırlık noktasını oluşturmaktaydı.
Eğitimin amacı bölgede elit bir idareci aydın kesim yetiştirerek bölgenin gelecekteki
yönetici kadrolarını hazırlamaktı. İlkokuldan başlayıp akademi denilebilecek yüksek
düzeyde okullar açılması bu düşüncenin ürünüdür. Amerikalı misyonerler eğitim
faaliyetlerinde Ermeniler üzerine yoğunlaşmışlardı. Harput’ta misyonelerin açtığı
okullardan biri ilahiyat (teoloji) okulu olmuştur. Burada Türkçe ve Ermenice dil
dersleriyle dini bilgileri kapsayan bir eğitim uygulanmaktaydı. Görünürdeki amaç
eğitim olmakla birlikte esasta kendi dinlerine insan kazandırmaktı. Diğer misyoner
okulu Kız Hazırlama Okulu’dur. İlahiyat Okulunun 1861’de açılışından üç yıl kadar
sonra açılmış, yeni bir kilisenin inşasıyla eski Protestan Kilisesinin okul haline
dönüştürülmesiyle kızların okulu buraya nakledilmiştir. Diğer misyoner okulu Fırat
Koleji’dir. 1878 yılında ilk kurulduğunda “Ermeni Koleji” olarak isimlendirilmiş, ancak
Osmanlı Hükümeti’nin itirazı üzerine bu isim verilmiştir. Bütün okullar Amerikan
Board tarafından seçilen mütevvelli heyetlerinin kontrolündeydi. Amerikan Board’un
Osmanlı topraklarında diğer okullarda olduğu gibi Fırat Koleji ve denetimindeki
kurumlar Ermeni tarihi, dili ve Ermeni kültürü yaratma konusunda başarılı olmuşlardır.
Bu eğitim kadroları makale, kitap, broşür vb. yayınlarında genellikle Osmanlı Devleti
aleyhine Amerika ve Avrupa’da kamuoyu oluşturulmasında etkili olmuşlardır54.
Amerikan okulları Ermenileri isyana da teşvik etmekte idiler. Buna ilişkin
hususlar yazışmalara yansımıştır. Bu bağlamda Başbakanlıktan Dışişleri Bakanlığına
53
54
Gazigiray, a.g.e., s.70.
Açıkses, a.g.e., 79-170.
29
gönderilen yazıda “Antep’teki Amerikan Okulu Müdürü Fuller ile Doktor Stephan ve
arkadaşlarının ele geçirilen mektuplarından anılan kişilerin Ermenileri isyana teşvik
ettikleri bunların belirtilen gerekçelere dayanılarak konsolosluk aracılığı ile mahkemeye
celbedilmeleri” hususunda görüş sorulmaktadır55. Diğer bir örnek Bitlis’te karışıklık
çıkaran Misyoner George Knapp’tır. Anılan şahsın bu nedenle önce Diyarbakır’a oradan
da Halep’e gönderilmesi sonrasında Amerikan Büyükelçiliği durumu protesto ederek
kendisinin konsolosluk görevlilerine teslimini istemiştir56. Bu örneklerden de
anlaşılacağı gibi Amerikan misyonerleri Ermenilerin devlete karşı kışkırtılmasında rol
oynamışlardır.
Misyonerlerin dikkat çeken özelliklerinden birisi haber toplama ve bilgi edinme
faaliyetleridir. Misyonerler bulundukları yerlerde ve çevre bölgelerinde meydana gelen
olayları bunların nedenlerini bazı siyasi makamlara ve bağlı oldukları merkezlere rapor
etmişledir. Bu bağlamda bazı örneklere bakıldığında Anadolu’da dört yıl ABD adına
misyonerlik faaliyetinde bulunan Fredrick D. Garin “ Osmanlı topraklarında Ermeni
Buhranı ve 1894 Kıtali ile Vukuat-ı Mukaddimesi ve Tafsilatı” adında Ermeni taraflısı
kitap yayınlamıştır. Van’da görevli diğer ABD’li misyoner “Ermeni Buhranı” başlıklı
Sason olaylarını içeren bir kitap kaleme almış ve Londra’da bir çok kişiye nüshalarını
göndermiştir. Bir Merzifon Koleji misyoneri Ermenilerin Ankara’da yargılanmalarını
konu alan bir makaleyi Presbiterian adlı bir İngiliz gazetesinde yayınlamıştır. Van ve
Bitlis’te görevli iki misyoner bölgelerindeki yerel çatışmaları Erzurum’daki İngiliz
konsolosuna rapor etmişlerdir. Osmanlı kıyafeti ile halk arasında dolaşan misyonerler
bağlı bulundukları devletin hedefleri doğrultusunda çalışmışlardır. Bütün bunlardan
dolayıdır ki misyonerler Yakın ve Orta Doğu’daki durumla ilgili İngiliz ve Amerikan
enformasyonunun temel kaynaklarındanbirini teşkil etmişlerdir57.
55
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü (BDAGM) ; Osmanlı Belgelerinde ErmeniAmerikan İlişkileri (1839-1895) Cilt I, Ankara, 2007, s.19-20 (A. MKT.MHM,694/2, Ori. S.260-261.
56
Agd, s.46 (A. MKT.MHM,536/14). Ori. s.302-318.
57
M. Metin Hülagü; “Osmanlı’dan Cumhuriyete Misyoner, Ermeni,Terör ve Amerika Dörtgeninde
Türkiye” Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı, 10, 2001, s.7.
30
2. Balkanlardaki Gelişmelerin Ermeni Milliyetçiliği Üzerindeki Etkileri
Berlin Antlaşması bugünkünün üçte biri büyüklüğündeki Yunan Devleti’nden
başka Romanya, Sırbistan ve Karadağ isimli üç yeni Balkan devleti ortaya çıkarmıştır.
Bunlar Osmanlı Devleti’nden ayrılarak bağımsız oluyorlardı. Ayrıca özerk bir
Bulgaristan Prensliği ile yarı özerk Doğu Rumeli Eyaleti oluşturulmaktaydı. Ancak
Rusya sayesinde bağımsızlıklarını kazanan Balkan ülkeleri dış politikalarında Rusya
yerine Almanya, Fransa ve İngiltere’ye yakın bir yol izlemeleri üzerine Rusya,
Balkanlar’dan ümidini keserek Kafkasya’ya yöneldi. Burada sınır komşusu Osmanlı
Devleti olmaktaydı58.
Öte yandan Bosna-Hersek ve Bulgar ayaklanmaları Ermeni milliyetçiliğini
teşvik eden son bir dönüm noktasını oluşturmuştur. Ayaklanmaların bastırılması sonrası
kendisini Osmanlı Hıristiyan halkının hamisi olarak gören Avrupalı büyük devletler
harekete geçmişlerdir. 1860’da Lübnan, 1868’de Girit ayaklanmaları sırasında bu
devletlerin müdahalesi ile anılan eyaletlere özerklik verilmişti. Ermeniler de 1877-78
Osmanlı-Rus savaşı sonrasında gözlerini galip Rusya’ya çevirdiler. Bunda Rus
Ordusunda görev yapan Ermeni subaylarının önemli payı olmuştur. Subayların
varlılığından cesaret alan Ermeni Patriği, “Rusların işgal ettiği toprakları geri
vermemesi, Ermenilere Bulgarlar’a verilen tarzda özerklik verilmesi gibi” öneriler
içeren bir muhtırayı, Rus Çarına verilmek üzere Rusya’daki Eçmiyazin Katogigos’una
göndermişti. Benzeri dilekçelerin Rus Çarı’na ve Başbakanı’na verilmesi, Edirne’de
bulunan Rus Orduları Komutanlığına heyet gönderilmesi alınan kararlar arasındaydı. Bu
girişimlerden Osmanlı yöneticilerinin haberdar olmamasına özen gösterilmekteydi.
Anılan gelişmeler içerisinde Rus Elçisi İgnatiyef barış görüşmelerine Ermenilerin de
dahil edilmesi talimatını gönderdi. Rus Patrikhanesinin önerdiği, Lübnan’dakine benzer
bir özerklik modeli idi59.
Öte yandan ABD’de yaşayan ve merkezleri New York olan Ermeniler de
mitingler düzenleyerek, basın yoluyla yalan haberler yayarak Bulgarlar gibi muhtariyet
58
59
Öztuna, a.g.e., s.42.
Taner Akçam; İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, İmge Kitapevi, İstanbul, 2002, s.81-83.
31
elde etme gayreti içerisinde idiler. Bu hususta ABD’deki Osmanlı Elçisinin 21 Mart
1893 tarihinde Sadaret makamına (başbakanlık) gönderdiği raporda “Amerika’da
yaşayan Ermenilerin çeşitli bahanelerle ‘kardeşlerimiz katlediliyor’ şeklinde yayınlarda
bulunmaktadırlar. Avrupa gazetelerinde de benzer yayınlar yapıldığı bilinmektedir.
Osmanlı vatandaşı olan Ermenilerin eğer bir şikayetleri var ise bunu ifade etme ve
müracaat hakları bulunmaktadır. Bu bağlamda hiçbir müracaatları olmamasına karşın
bu tarz davranışları Bulgarların elde ettiği muhtariyet yönetimine sahip olacakları
düşüncesiyle gerçekleştirdikleri” ifadeleri yer almaktadır60. Yine Washington’daki
Osmanlı
büyükelçiliğinden
Amerika’daki
Protestan
Ermenilerin
Worcester’de
düzenledikleri mitingde “Osmanlı ülkesinde bir ihtilal çıkararak Hıristiyan miletlerin
dikkatini Ermeniler üzerine çekme kararı aldıkları” hususu 2 Haziran 1895 tarihinde
rapor edilmişti61.
D.
Ermeni
Ayrılıkçılarının
Örgütlenmesi,
Komiteler
ve
Mücadele
Yöntemleri
Bağımsız Ermenistan kurulması sürecinin ilk aşamasında, Osmanlı Ermeni
cemaatinde milliyetçi duyguların yaratılması sonrasında, sıra ayrılıkçı akımların
örgütlenmesine gelmişti. Bu nedenle hepsinin amacı bağımsız Ermenistan olmak üzere,
ilkin Türkiye’de, daha sonra yurtdışında örgütler kurulmaya başlandı. Önceleri gerçek
niyetlerini hayır cemiyeti şeklinde kamufle eden bu cemiyetler, uygun koşulların
oluştuğunu değerlendirdiklerinde açıkça devlete karşı ayaklanmaya yönelmişlerdir62.
Bu gelişmede yurtdışı destek önemli rol oynamaktaydı. Örneğin Amerika’dan
Ermeniler için gönderilen silahların Yunanistan üzerinden Zeytun’a nakledileceğine dair
alınan istihbarat üzerine Sadaret makamınca (başbakanlık) Adana Vilayeti uyarılmıştı63.
1878 yılından sonra bile Osmanlı bürokrasisinde önemli mevkilerde Ermeni kökenli
görevlilerin, parlamentoda milletvekillerinin bulunmasına karşın, Hınçak ve Taşnak gibi
60
; Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri (1839-1895), s.49-50 (Y.PRK: EŞA, 17/19) .
Ori.s.273-275.
61
Agd., s.161-162 (Y.A. HUS,328/60) . Ori. 438-439.
62
Öke,2000., s. 98-99.
63
Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri (1839-1895) s.32 (A.MKT.MHM, 500/57). Ori.
S.258-260.
32
önemli iki örgütün Osmanlı sınırları dışında kurulması dikkate alındığında bunların dış
desteğine ilişkin kuşku kalmamaktadır. Ayrıca Rusya, İngiltere ve Fransa’nın
Ortadoğu’daki çıkarları göz önüne alındığında bu örgütlerin kurulma amaçları ve silaha
sarılmalarının arkasında kimlerin menfaat sağladığı daha iyi anlaşılabilir64.
Ermeni ayrılıkçılarının örgütlenmelerine ilişkin olarak Fransız Dışişleri
Bakanının 3 Kasım 1896’da yaptığı parlamento konuşmasından bazı bölümlere bakmak
uygun olacaktır. Fransız bakana göre “1878 Ayastefanos, 1881 Berlin Anlaşması ve
Kıbrıs görüşmesi üzerine Avrupa, özellikle İngiltere Ermenilerle yöneldiler. Bununla
birlikte ilk Ermeni hareketi 1885 yılında duyuldu. Fransa, İngiltere ve Rusya’ya
dağılmış Ermeniler örgütlenerek komiteler kurdular. Gazeteler yayımlandı, gösteriler
yapıldı ve etkili propaganda başladı. Bu faaliyetlerin Fransa’da etkileri olmakla birlikte
İngiltere’de daha geniş etkilenme gerçekleştirildi. Bu faaliyetlerde amaç, sürekli olarak
Osmanlı
yönetiminin
haksızlıklarını,
kötülüklerini,
zulümlerini
yayımlayarak
Avrupa’da Osmanlı karşıtı kamuoyu oluşturmak ve müdahale fikrini geliştirerek
Haçlılık fikrini canlandırmak olmuştu”65.
Yabancı gözlemcilerden İngiliz Konsolosu M. Graves, New York Herald Times
muhabiri Sidney Whitman ile yaptığı söyleşide “Ermeni komitecileri ortaya çıkmasa ve
Ermenileri isyana kışkırtmasa idi, hiçbir çarpışmanın olmayacağını ve tek bir
Ermeninin ölmeyeceğini” ifade etmiştir. Whitman, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu
bölgelerinde yaptığı incemeler sonunda yayımladığı kitabında “Osmanlı idaresinde
görülen Ermeni hareketlerinden birinin dahi Rusya’da meydana gelmesi halinde bir tek
Ermeninin sağ bırakılmayacağını” aktarmıştır66.
Berlin Antlaşması’nın 61. maddesine giren Ermeni ıslahatı maddesi ile Rusya,
İngiltere ve Fransa aralarındaki rekabete Ermenileri de katarak, konuya uluslarası bir
nitelik verdiler. Bu durumdan cesaretlenen ve çoğunlukla misyonerler tarafından
kurulan okullarda yurt içinde ve dışında ihtilalci Ermeni partileri ve dernekleri
64
Halaçoğlu, 2008, s.26-27.
Uras,a.g.e., s. 428-429.
66
Uras,a.g.e., s. 426-427.
65
33
kurulmaya başlandı. Hayır cemiyetleri görüntüsü altında oluşturulan bu dernekler kısa
bir süre sonra bağımsız Ermenistan kurmayı amaçlayan terör yuvaları haline dönüştü67.
On dokuzuncu yüzyılda Anadolu’da Ermeniler tarafından başlangıçta yardım ve
dayanışma amaçlı görüntü vermekle birlikte daha sonraları komiteciliğe yönelen
cemiyetlerin bazı cemiyetler öncüleri Kilikya’da kurulan “Hayırseverler Cemiyeti” ve
“”Fedakarlar Cemiyeti”dir. 1860’larda Anadolu’nun güneyinde yapılan bu çalışmaları
on yıl sonra Van’da “Ararartlı”, Muş’ta “Mektep Sevenler”, “Şarklı” ve “Kilikya”
cemiyetleri izlemiştir. Bu cemiyetler daha sonra “Ermeni Müttehit Cemiyeti” adı altında
birleşmişlerdir. Devletin izlediği pasif politikadan da cesaret alan ve artık açık Türk
düşmanlığına yönelen Ermeni komitelerine yenileri eklenmiştir. Erzurum’da kurulan
“Silahlılar Cemiyeti”, Van’daki “İttihat ve Halas”, “Karahaç Cemiyeti”, “Milliyetperver
Kadınlar Cemiyeti”, “Ermenistan’a Doğru”, “Genç Ermeniler Cemiyeti” bunlardan
bazılarıdır. Aradan geçen zaman içerisinde bu cemiyetlerin cesareti cürete dönüşmüş,
sonuçta bu faaliyetler İstanbul’da meyvasını vermiş ve “Ermeni Vatanperverler İttihadı”
amacını açıkça ilan etmiştir. Amaç “Türkiye’de Ermeniler için idari ıslahat istemek ve
yaptırtmak, bu gayeye ulaşmak için her türlü vasıtaya başvurarak özgürlüklerini elde
etmek amacıyla dahili bir kuvvet yaratmaya çalışmak”tı. 1881’de Erzurum’da kurulan
“Şura-yı Ali Cemiyeti” bir süre sonra adını değiştirerek “Müdafi Vatandaşlar Cemiyeti”
haline gelmiş ve çeteler oluşturmaya başlamıştır. Böylece başlangıçtaki hayırseverlik
bitmiş ve cemiyetler komiteciliğe başlamıştır68.
Öte yandan Ermeni örgütlenmesinin bir ayağı da ABD’de oluşturulmaktaydı.
Washington’daki Osmanlı Büyükelçiliğinden Dışişleri Bakanlığına 9 Şubat 1895’de
gönderilen raporda “Ermenilerin merkezi Worcester veya New York’ta Ermeni
komiteleri oluşturdukları ileri sürdükleri amaçlarının Osmanlı Devleti’nde yaşayan
Ermenileri esaretten kurtarmak, görevlerinin Amerika’daki Ermeni hareketini
örgütlemek, Ermenilere eğitim vermek olduğu” şeklindedir. Benzer şekilde hareket eden
ve Kaliforniya’nın Fresno kentinde “Ermeni Vatanperan Cemiyeti” adlı bir komitenin
67
68
Halaçoğlu, 2008, s. 17-18.
Altan Deliorman; Türklere Karşı Ermeni Komitecileri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1980, s.21-22.
34
oluşumu da raporda yar almıştır69. Ermeni komitelerine ilişkin bilgiler bağlamında
Harput, Muş, Diyarbakır’dan Amerika’ya gelen bazı Ermenilerin kiliselerde Türkler
aleyhine konuşmalar yaptıkları, saray, komutan konutları ve askeri kışlaları hedef almak
suretiyle Osmanlı ülkesinde ihtilal çıkarmak için silah satın alarak İstanbul’a
gönderdikleri, ihtilal faaliyetlerinin Marsilya’da yaşayan Portakalyan tarafından
yönlendirildiğine dair Amerika’da yaşayan Türklerden alınan bilgi 30 Kasım 1889’da
Washington’daki Büyükelçilik kanalı ile Dışişleri Bakanlığına bildirilmiştir70.
Diğer taraftan faaliyet sahasını Osmanlı Devleti’nin doğu bölgesi “Türkiye
Ermenistan’ı” olarak seçen yurtdışındaki ilk Ermeni komitesi Hınçak (Çan Sesi)
Kafkasya Ermenilerinden Avadis Nazarbeg ile sonradan evlendiği Maro isimli kadın ve
Kafkasyalı bazı Ermeni öğrenciler tarafından 1887’de İsviçre’de kurulmuştur.
Komitenin çalışmalarında Karl Marks’ın ihtilalci prensipleri esas alınmıştır. Gayesi
Osmanlı Devleti’nin doğu bölgelerinde bir “Ermenistan” kurmak bunu genişletmek,
Rusya ve İran Ermenistan’ı ile birleştirerek büyük Ermenistan kurmaktır. Komitenin
merkezi daha sonra Londra’ya aktarılmış ve adını genel olarak Osmanlı Devleti için
kullanmıştır71. Kuruluş sonrasında Hınçak komitesinin İzmir, İstanbul, Halep gibi
illerde şubeleri açıldı. Hınçaklar, Ermeni meselesinin Avrupa devletlerinin aracılığı ve
müdahalesi ile sonlandırılmasını kabul etmiyor, politik çıkar çatışmalarının komitenin
amaçlarına ulaşmasını önleyebileceği gerekçesini ileri sürüyordu. Komite, Ermenilerin
yaşadığı vilayetlerde örgütün genişletilmesi, güçlendirilmesi ve yeteri kadar güçlü
konuma gelindiğinde ihtilallerle emellerine güç kullanarak elde etmeyi öngörmekteydi.
Bu bağlamda ihtilal için gerekli hazırlıkların yapılması, terör ve suikastler için para
toplanması, ülke içerisinde çeteler kurarak Osmanlı hükümetlerinin zayıf ve güçsüz
düşürülmesi ilkeleri izleniyordu72.
Hınçak komitesinin siyasi programında dördüncü bölüm altında sıralanan
hususlar söyledir.
69
Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri (1839-1895) , s.138-141 (HR. SYS, 2854/81).
Ori. s.400-404.
70
Agd; s. 30-31 (HR: SYS, 2735/24). Ori. s.256.
71
Gültekin Ural ; Ermeni Dosyası, Kamer Yayınları, İstanbul, 1998, s.94-95.
72
İsmet Parmaksızoğlu; Ermeni Komitelerinin İhtilal Hareketleri ve Besledikleri Emeller, DSİ Basım
ve Foto-Film İşletme Müdürlüğü Yayın No.470, Ankara, 1981, s.16-17.
35
“Yakın amaca varmanın tek çaresi ihtilal, yani zor kullanarak, genel isyan
yoluyla Osmanlı Devleti’ne savaş açtırmaktır. Bu faaliyetlerin vasıtaları;
- Propaganda: Basın, kitap, söz vasıtalarıyla millet arasında, bütün çevrelerde ve
özellikle halkın işçi kısmı içinde Hınçak ihtilal fikirlerini yaymak, onların arasında
ihtilal örgütü kurmak, isyan alayları düzenlemektir.
- Terör : Osmanlı idarecilerine, hafiyelere, gammazlara, hainlere, ihanet edenlere
karşı ceza olarak terör uygulamak. Terör, ihtilal örgütünün savunması için bir vasıta ve
halkı müstebitlerin ve alçakların faaliyetine karşı korumak için bir silah olmalıdır.
- Akıncı alayları örgütü: Hükümet askerlerinin, yahut diğer aşiretlerin
saldırlarına karşı koyarak halkı savunmak için daima savaşa hazır bir kuvvettir. Genel
isyan sırasında bu alaylar öncü alayları görevini yapabilirler.
- Genel ihtilal örgütü: Hepsi birbiriyle tam bir birlik oluşturacak şekilde bağlı
olan, düzenli bir bütünlük gösteren, genel ve ortak bir yönde yürüyen, aynı taktiği
uygulayan ve bir merkezi heyet tarafından sevk ve idare edilen çok sayıda düzenli
gruplardan oluşmuştur. Örgütün bütün bölümlerinin güç ve yetkileri, Hınçak
komitesinin örgüt ve faaliyetini gösteren özel bir tüzükle saptanmıştır.
- İsyan alayları örgütü.
- Propaganda, terör ve örgütlenmelerin yanı sıra Osmanlı Devletinin bir savaşa
girmesi, amacın gerçekleşmesi ve genel isyan için elverişli bir durum olarak
öngörülmüştür”73.
Ermenilerin Osmanlı ülkesindeki isyan çıkarma girişimlerini Amerika’dan da
destekledikleri pek çok faaliyetleri olmuştur. Bunlardan bazıları belgelerde yer almıştır.
Bu bağlamda “Amerika’daki Taşnak Komitesinin Sofya’daki Ermeni Komitesinin
yardımıyla Kafkasya-Van üzerinden Osmanlı ülkesine silah sokmak üzere yirmi fesatçıyı
masraflarını
73
ödeyerek
Hamburg’a
gönderdiği”
Washington
Büyükelçiliğinden
Uras, a.g.e., s. 436.
36
bildirilmiştir74.
Yine
Osmanlı
Devleti’nin
Batum
Konsolosluğundan;
Taşnak
Komitesinin her yerde şubelerinin kurulduğu, Cenevre ve Amerika’da komiteler ile
sürekli işbirliği içerisinde oldukları, toplanan yardımların bu komitenin gelir
kaynaklarını meydana getirdiği, bu komitelerin en zengininin Amerika komitesi olduğu
ve Ermenilerin Kafkasya’daki menfaatleri sebebiyle Kafkasya Komitesine doğal olarak
para gönderdikleri, ayrıca Kars ve Batum’a büyük ticari gemilerle silah ve mühimmat
nakledildiğine ilişkin rapor gönderilmiştir75.
Ermenilerin, Osmanlı Devletinin I. Dünya Savaşına katılması sonrasında
amaçlarına ulaşmak için elverişli zamanın geldiği düşüncesiyle Osmanlı-Rus
ordularının Doğu Anadolu’daki çatışması esnasında meydana gelen geniş çaplı isyan ve
düşman ordu ile işbirliğine gitmeleri gibi hareketlerde, bu olayların önceden planlı
olduğu, Hınçak komitesinin yukarıdaki siyasi programından anlaşılmaktadır.
Öte yandan yurt dışı Ermeni örgütlenmesi bağlamında Rus Ermenileri arasında
bazı gizli örgütlenmeler zikredilebilir. Bunların bir takım Ermeni kültürü çalışmaları
kapsamında birleştikleri ortak görüş bağımsızlıktı. Bu örgütler 1890 tarihinde
Federasyon anlamına gelen Taşnaksutyun veya tam anlamı ile Ermeni İhtilal
Cemiyetleri Birliği olarak birleştiler. Bu örgütün kuruluş amacı Tiflis’te bulunan Genç
Ermenistan Derneğini, merkezi Van’da bulunan Armenaganlar-Ermeni Cemiyetini ve
Hınçak’ı birleştirmek ve Türkiye’ye gönderilen çetelere her türlü yardımı sağlamaktı.
Taşnaksutyun ilk hareketler olarak Türkiye’ye çeteler sokmak, Türkiye’de yaşayan
Ermenileri silahlandırmak, köylülere silah kullanmasını öğretmek, çeteler kurmak, çete
başıları yetiştirmek, isyanlar çıkarma amaçlarını gütmekte idi. Ermeni yazar
Varantyan’ın Taşnaksutyun Tarihi adlı yayınında, komitenin “Türkleri, her yerde ve her
türlü koşullar altında vurmayı; gericileri, sözünden dönenleri, Ermeni hafiyelerini,
hainleri öldürmeyi ve intikam almayı” emrettiğini aktarmaktadır. Yine aynı kitapta
74
BDAGM; Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri (1896-1919), Cilt II , Ankara, 2007,
s.189, (HR.SYS, 2734/46) . Ori. s.489.
75
Agd ; s.189-191, (HR.TO, 360/72). Ori. s.490-492.
37
“Ermeni zenginlerinin komitecilikten uzak kaldıkları, bu faaliyetlere gerek Osmanlı
Devleti’nde gerek Kafkaslarda yoksul sınıfın katıldığı” belirtilmektedir76.
Yurtdışındaki Ermeni örgütleri Rusya, İran, Avrupa ve Amerika’daki şehirlerde
şubeler
açmalarının
yanısıra
Osmanlı
topraklarında
da
gizli
örgütlenmeler
gerçekleştirdiler. Armenekan Partisi; İstanbul, Trabzon ve Bitlis’te, Hınçak Partisi;
İstanbul, Bafra; Merzifon, Amasya, Tokat, Yozgat, Arapkir ve Trabzon’da şubeler
açmıştır. Taşnaksutyun ise İstanbul ve Doğu Anadolu şehirlerinde örgütlenmiştir77.
Taşnaklar 1892 yılında bir genel kongre toplayarak programlarını Droshak
gazetesinde yayımladılar. Programda yer verdikleri kullanılacak yöntemler şöyledir.
- Çeteler kurmak ve onları faaliyetlere hazırlamak.
- Her yola başvurarak halkın maneviyatını ve ihtilalci faaliyetlerini arttırmak.
- Halkı silahlandırmak için her yola başvurmak.
- İhtilal komiteleri kurup, aralarında sıkı iletişim sağlamak.
-Kavgayı teşvik etmek ve hükümet yetkililerini, muhbirleri, hainleri,
soyguncuları yıldırmak.
- İnsan ve silah nakliyatı için ulaştırma hizmeti sağlamak.
- Hükümet kurumlarını yağmalamak ve tahrip etmek78.
Görüldüğü gibi Taşnaksutyun komitesinin yöntemleri de Hınçak örgütü gibi
olup, propaganda ve terör üzerine kurulmuştu. Batı bürosu dedikleri bölüm,
faaliyetlerini özellikle propaganda üzerinde yoğunlaştırmıştı. Siyasi çevreleri Ermeni
meselesi ile uğraştırmak, Avrupalı diplomatlara görevlerini hatırlatmak, konuyu
diplomatik çevrelerde yaşatmak, parlamentoların gündemine getirmek, yabancı
devletlerin kabine başkanlarını, önemli kişileri kazanmak, mitingler konferanslar, edebi
gösteriler düzenlemek bu faaliyetlerin ana hatlarını oluşturmaktaydı. Paris’te ProArmenia adlı bir gazete çıkarıldı. Ermeni taraftarları bu gazete etrafında toplandılar.
76
Ural, a.g.e., s.96-97.
Halaçoğlu, 2008, s.19.
78
Gürün, a.g.e..,133-134.
77
38
Diğer taraftan Truşak, Haraç, Alik, Hayrenik, Razmik gibi komite gazeteleri de
Avrupa’da Ermeni taraftarı kamuoyu yaratıyordu79.
1895’de çıkan Sason isyanı Ermeni propagandasının uluslararası boyut
kazanmasında büyük katkı sağlamıştır. Kurulan Uluslararası İnceleme Komisyonu, 20
Temmuz 1895’de yayımladığı raporda Ermenilerin masum olduğunu açıkladı.
Ermeniler, Sason isyanının Babıali üzerinde Avrupa’nın güçlü bir müdahalesine yol
açmaması üzerine aynı yıl içerisinde ağırlıklı olarak Hınçak komitesinin örgütlemesiyle
İstanbul, Divriği, Trabzon, Eğin, Develi, Akhisar, Erzincan, Gümüşhane, Erzurum,
Diyarbakır, Siverek, Malatya, Harput, Arapkir, Sivas, Merzifon, Maraş, Muş, Kayseri,
Yozgat, Zeytun vb 27 yerde olay çıkardılar. Bu olaylarda Türklere ilave olarak
kendilerine katılmayan Ermeniler de öldürüldü. Osmanlı güvenlik güçlerinin isyanları
bastırma yönündeki müdahale ve mücadelesi Batılı Devletleri harekete geçirmiş ve
baskı ile etki altına alınan hükümetin uygulamaları ile suçlu veya suçsuz pek çok kişi
cezalandırılmıştır. Buna karşın terör örgütlerinde yer alıp mahkemelerce mahkum edilen
Ermeniler Batılı ülkelerin uyguladıkları baskı sonunda değişik zamanlarda çıkarılan
Padişah afları ile serbest bırakıldılar. Bu duruma bakıldığında Osmanlı Devleti’nin 1915
tarihine kadar Ermenilerin yalnız teröre karışanları ile mücadele ettiği izlenmektedir. Bu
mücadele batılı ülke diplomatları tarafından takip edilmiş olmasına karşın, suikast
düzenleyen, isyan çıkaran bombalama ve kundaklamalar gerçekleştiren Ermeni
örgütlerine karşı tavır konmaması, bunun yerine ıslahat baskılarının yoğunlaştırılması
anılan devletlerin Ermeni örgütlerini desteklediği veya en azından sempati ile
karşıladığını ortaya koymaktadır. Esasen Batılı devletler ve Rusya’nın birlikte hareket
ederek “Türk mezalimi” propagandası ile Osmanlı yönetimini manevi baskı altına
soktukları anlaşılmaktadır80.
Avrupa devletlerinin olsun Ermenilerin olsun gerçek düşüncelerinin bir takım
haklar sağlanması olmayıp bunun ayrılıkçı örgütlenme olduğu Hınçak, Taşnak gibi
komitelerin karar defterlerindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır81. Ermeni olaylarının
79
Uras, a.g.e.,s. 444-451.
Halaçoğlu, 2008, s.18-20.
81
ATASE; Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri, 1914-1918, Cilt I, Gnkur. Basımevi, Ankara 2005,
s.299-308.
80
39
temelinde Ermeni ihtilalcilerinin propagandası ile eylemlerinin yarattığı dehşet ortamı
ile, Avrupalıların Ermeni toplumunu kışkırtma amaçlı verdikleri boş sözlerin yattığı, bu
durumun doğal olarak Türklerin karşılık vermesine yol açtığı Batılı kaynaklarda da yer
almaktadır82.
E. Müdahaleler ve Reformlar
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının ortaya çıkardığı sonuçlardan biri de “Anadolu
Islahatı”dır. Bu terim; büyük devletlerin Osmanlı Devleti’ne karşı uyguladıkları
politikanın değiştiğini, “Şark Meselesi” olarak adlandırılan Osmanlı Devleti’ni
parçalama siyasetinin Anadolu topraklarına uygulanmaya başlanmasının ifadesidir.
Tanzimattan itibaren “ıslahat”, “imtiyaz” gibi isimler altında büyük Avrupalı devletler
tarafından yürütülen politikanın esas amacı, Osmanlı İmparatorluğunun tasfiyesidir. Bu
bağlamda Rumeli toprakları “ıslahat” adıyla büyük devletlerin giriştikleri faaliyetler
sonunda İmparatorluktan koparılmıştır. Batılı devletlerin destekleriyle imtiyazlar
kazanan Balkan milletleri 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrası bağımsızlıklarını
almışlardır. Aynı devletler Osmanlı Devletini Rumeli’deki tasfiyesini tamamlayınca, bu
defa “Anadolu Islahatı” adı altında, Osmanlının tasfiyesini Anadolu’ya taşımışlardır83.
Böylece Ermeni meselesinde yeni bir safha, yani ıslahat adı altında müdahaleler
başlamıştır. Büyük güçlerin Bâbıali nezdindeki müdahalesi için siyasi alt yapı Berlin
Antlaşması ile sağlanmıştır. 93 Harbi olarak anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sona
ererken İstanbul Ermeni Patriği Nerses Varjebedyan, Eçmiyazin Katogigosu aracılığı ile
Rus Çarından, Rusya’nın Doğu Anadolu’da işgal ettiği toprakları geri vermemesini
istemiştir. Patrik ayrıca Ayastefanos’taki Rus karargahına giderek Grandük Nikola ile
görüşmüş ve Doğu Anadolu’nun Rusya tarafından ilhakını, bu mümkün olmazsa,
bölgeye Bulgaristan’da olduğu gibi özerklik verilmesini, bu da mümkün değilse
Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını ve bu tamamlanıncaya kadar Rus ordusunun geri
çekilmemesini talep etmiştir. Patriğin isteklerinden sonuncusu kabul edilerek Ruslar
tarafından Ayastefanos Antlaşmasına 16. madde olarak konulmuştur. Bu madde
82
Guenter Lewy, The Armenian Massacres in Ottoman Turkey, The University of Utah Press, Utah,
2005, s.28.
83
Küçük, a.g.e., s. 1-2.
40
sayesinde Rusların Kırım Savaşından beri arzuladıkları Osmanlı Devletine karışma ve
özellikle Doğu Anadolu üzerinde nüfuz oluşturma amaçlarına ulaştıkları ifade
edilebilir84.
Ayastefanos görüşmelerinde Ermeni meselesini uluslararası diplomasinin bir
parçası haline getiren 16. madde “Ermenistan’dan Rus ordusunun işgali altında bulunup
yüce devletimize verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane
ilişkilerine zararlı karışıklıklara yer verebileceğinden, yüce devletimiz, Ermenilerin
barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit
kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin, Kürtlere ve Çerkezlere karşı emniyetini
sağlamayı taahhüt eder” şeklindedir85.
Ermeniler anılan 16. madde ile “Ermenistan” diye bir ülkenin varlığı, idaresinin
ıslahat gerektirdiği, Ermenilerin Kürtler ve Çerkezler tarafından tehdit edildiği gibi
hususları yabancı bir güce dayanarak Osmanlı Devletine kabul ettirmiş oluyorlardı.
Ruslar ise Ayastefanos Antlaşmasıyla amaçlarını açıkça ortaya koymuşlardı.
Antlaşmanın 19. maddesine göre Ruslar harp tazminatının bir kısmına karşılık Ardahan,
Kars, Batum şehirleriyle, Beyazıt ve Eleşkirt vadisine yerleşecekti. Böylece Rusya
Ortadoğu istikametinde ilerleme amaçlı önemli bir köprübaşını ele geçirirken aynı
zamanda Ermeniler üzerindeki nüfuzunu da arttırmış olmaktaydı86.
Osmanlı Devleti açısından Rusya ile imzaladığı Ayastefanos Antlaşmasının 16.
maddesi antlaşmanın en ağır koşullarından birisini oluşturmaktaydı. Böylece Rusya’nın
Osmanlı Devleti’nin iç işlerine müdahalesine uygun ortam hazırlanıyor, Ermenilerin
yaşadığı bölgenin özerkliği istikametinde önemli bir adım oluşturyordu. Ancak bu
durum değişik nedenlere bağlı olarak İngiltere’yi rahatsız etmiş ve Fransa’nın da
desteğini alarak Ayastefanos Antlaşmasını tanımadığını ilan etmiştir87.
İngiltere Ayastefanos Antlaşmasıyla Rusların Doğu Anadolu’da önemli stratejik
noktaları ele geçirdiklerini, böylece İngiliz ticareti için hayati önem taşıyan ticaret
84
Öke, 2000, s.102-103.
Uras,a.g.e., s.207-208.
86
Küçük, a.g.e..,s. 4-5.
87
Kemal Çiçek; Ermenilerin Zorunlu Göçü , TTK Yayınları, Ankara, 2005, XVI. Dizi- Sayı 110, s.7-8.
85
41
yollarının Dicle ve Fırat vadisine inmeye çalışan rakip Rusya’nın tehdidine girdiğini
değerlendirerek kendi menfaatleri açısından endişeye kapıldı. Rusya’nın Osmanlı
Devleti üzerinde bu derece egemen duruma gelmesinden rahatsızlık duyan İngiltere,
İstanbul Boğazına donanma gönderdi ve Ayastefanos Antlaşmasını geçerli saymadığını
ilan ederek tüm büyük devletlerin katılacağı bir konferans düzenlenmesini istedi.
Osmanlı Devletinin sıkışık durumundan yararlanan İngiltere, Rusya’nın barış
anlaşmasıyla tayin edilecek Osmanlı ülkesini istilaya kalkışması halinde kendisinin
askeri güçleriyle savunmak üzere ittifak yapmayı taahhüt etmenin karşılığında
Akdeniz’in doğusunda çok stratejik konumda bulunan Kıbrıs adasına asker çıkarmayı
ve adayı yönetme haklarını elde ediyordu. Bunun dışında Osmanlı Devleti Anadolu’da
yaşayan gayrimüslüm tebası için gerekli islahatı yapacağını İngiltere’ye taahhüt
etmekteydi. İngiltere bir taraftan Osmanlı ile ilişkilerinde Rus tehlikesini göstererek
Kıbrıs’ı elde ederken, diğer taraftan aynı gizlilik içerisinde Rusya ile yürüttüğü
pazarlıklarla Ayastefanos Antlaşması’nda kendisini rahatsız eden hükümleri çıkarttırmış
ve Berlin Konferansı, Rusya ile bu mutabakat sonrası başlamıştır88.
Ayastefanos Antlaşmasını tanımayan İngiltere, Berlin’de toplanan konferansta
yeni antlaşmayı Rusya ve Osmanlı Devleti’ne kabul ettirdi. Ayastefanos Antlaşmasının
Ermeni ıslahatı ile ilgili 16. maddesi, Berlin Antlaşmasına 61. madde olarak girdi.
Maddeye göre Ermenilerin bulundukları vilayetlerde yerel gereksinimlere göre
reformlar yapılacaktı. Osmanlı Devleti bu reformları yapacak Batılı Devletler buna
nezaret edecekti89. İşte iki antlaşma arasında Ermeni ile ilgili temel fark, reformların
uygulanma sürecine artık yalnız Rusya’nın değil Rusya’nın yanında diğer Batılı
devletlerin de taraf ve gözlemci konumuna getirilmesi idi. Böylece İngiltere Ermeni
meselesini tamamen Rusların kontrolüne geçerek Doğu Anadolu üzerinden Akdeniz’e
ilerleme politikaları açısından stratejik bir avantaj yakalamalarının önüne geçmiş
olmakta, kendisini etkin kılmaktaydı. Gerçekte de Ermeni ıslahatı konusunda en ısrarlı
Batılı güç İngiltere olmuştur.
88
Bilal Şimşir; “Osmanlı Ermenileri ve Büyük Devletler”, Dokuz Eylül Üniversitesi, Türk Tarihinde
Ermeniler Sempozyumu, Şafak Basımevi, Manisa, 1983, s.123-125.
89
Çiçek, a.g.e., s.8-9.
42
Bu süreçteki Ermeni faaliyetlerine gelince, Ermeniler Berlin Konferansı’na (13
Haziran -13 Temmuz 1878) kilise dahil pek çok heyet gönderdiler, bildiri ve muhtıra
sundular. Sonuçta Berlin Antlaşmasının 61. maddesinde Ermeni meselesi “Babıali,
Ermenilerin oturdukları illerin yeri gereği muhtaç oldukları ıslahat ve düzenlemelerini
gecikmeden yapmayı ve Kürtler ile Çerkezlere karşı emniyet ve rahatlarını korumayı
taahhüt eder ve bu konuda alacağı tedbirleri sırası geldikçe ilgili devletlere
bildireceğinden, adı geçen devletler de bu tedbirlerin yapılmasını gözeteceklerdir”
şeklinde düzenlenerek konu Avrupa devletlerini müdahalesine açık bir hale
getirilmiştir90.
Bu dönemdeki gelişmelerin başlangıcında 8 Ağustos 1878’de İngiltere’nin
Anadolu Islahatına ait teklifleri üç noktada toplanmaktaydı. Bunlar şöyledir.
- Bâbıali tarafından Anadolu kurulacak jandarma kuvvetleri, Avrupalı subayların
komutasında olacaktı.
- Anadolu’nun büyük şehirlerinde merkezi mahkemeler kurulacak ve bunlara alt
kademedeki mahkemeleri denetleme yetkisi verilecekti. Ayrıca merkezi hakim atanarak
verilecek her hüküm hakkında kendilerinin görüşü alınacaktı.
- Her vilayette o bölgenin vergisinden sorumlu bir tahsildar atanacak ve bu
görevli 10 yıl içerisinde tamamen kaldırılması öngörülen aşar vergisinin kaldırılması
işlemine başlayacaktı. Bu memurlar tercihan Avrupalı olacaktı. Anılan reformların
uygulanması için valiler, hakimler ve diğer memurlar belirli süre görevlerinin başında
kalacaktı. Önce sözlü olarak II. Abdülhamit’e iletilen bu istekler daha sonra İngiliz
büyükelçisinin 29 Ağustos 1878 tarihinde verdiği nota ile resmiyete dökülmüştür91.
İngiltere, Doğu Anadolu’da Ermeni özerkliği değil, Avrupa genelinde bir ıslahat
hareketi
görüntüsü
vererek
aslında
bir
çeşit
İngiliz
protektorası
kurmayı
amaçlamaktaydı. Bu amacını açığa vurmamakla birlikte bölgenin kontrolünü ele
geçirmeyi
90
91
düşünüyordu.
Çünkü
Babıali’ye
empoze
ettiği
reformlar
İngiliz
Uras, a.g.e., s.248.
Küçük, a.g.e.., s.19-24.
43
protektorasına yol açabilecek nitelikteydi. Değinilen reform paketi İngilizlerin
amaçlarını gerçekleştirilmesi açısından dört ana başlık altında toparlanabilir.
- Doğu Anadolu’da yeni bir jandarma kuvveti kurulacaktı. Ayrı bir ordu gibi
olacak bu yeni ve bağımsız güç Avrupalı (İngiliz) subaylarca örgütlenecekti. Bu
kuvvetin komutanı da Avrupalı olacaktı. Bölgede yaşayan Ermenileri korumak için
böyle bir kuvvet gerekli sayılmaktaydı.
- İngiliz projesine göre Doğu Anadolu’da yeni bir adliye sistemi oluşturulacaktı.
Bu mahkemelerin başında Avrupalı yargıçlar görev yapacak, bölgedeki bütün
mahkemelerin kararları Avrupalı (İngiliz) yargıcın onayından geçecekti. Bu yargıçlar
Osmanlı yargı organlarını kontrolleri altına alacaklar ve kararlarını veto edebileceklerdi.
- Doğu Anadolu’da vergi sistemi temelden değiştirilecekti. Aşar vergisi
kaldırılacak, bunun yerine İngilizlerin Hindistan’da uyguladıkları vergi sistemine benzer
bir düzen içerisinde maktu bir vergi konulacak; bu vergi para olarak ödenebildiği gibi
mal olarak da ödenebilecekti. Olağanüstü yetkilerle donatılmış bir “süper defterdar”
konumundaki Avrupalı veya İngiliz “vergi görevlisi” hem vilayetin vergi sistemini
tamamen değiştirecek, hem de vilayetin gelirlerini denetim altına alacaktı. Böylece
Ermeniler Osmanlı vergi sisteminden kurtarılacaktı. Sonuç itibariyle bölgede jandarma
komutanı, yargıçlar, deftarlar Avrupalı olacaktı.
- Projede son olarak valilere değinilmekteydi. Yukarıdaki reformların
uygulanması için projenin mimarı Lord Salisbury, valinin Avrupalı olmasını ima
etmekle birlikte açık olarak ifade etmemekteydi. Ama Doğu Anadolu’ya atanacak
valilerin seçiminde İngiliz büyükelçisine danışılacak, atanan vali değiştirilemeyecek en
az beş yıl görevde bırakılacaktı92.
1878 Ağustos’undan itibaren özellikle İngiltere’nin girişimleriyle Avrupalı
devletler Berlin Antlaşmasına konulan 61. maddedeki ıslahatların içeriğini saptamak
için Osmanlı Devleti ile 1895 yılına kadar devam eden müzakarelere başladılar.
Diplomatik görüşmeler 1894 Sason isyanı sonrasında Avrupa, özellikle İngiliz
92
Bilal Şimşir; Osmanlı Ermenileri, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1986, s.31-33.
44
kamuoyunun baskısı sonucu başlamış ve Osmanlı Devleti’nden Ermeniler için
yapılması istenilen reformlar maddeler halinde sıralanmıştır93. Bu bağlamda 28 Nisan
1895’de Rusya, İngiltere ve Fransa tarafından Osmanlı Devleti’ne muhtıra verilmiştir.
Elçilerin bu notasında ıslahat yapılacak vilayetlerin sınırı ilk defa belirlenmektedir.
Böylece “ Vilayeti Sitte Meselesi” ortaya atılmış olmaktaydı. Aslında bu yapay olarak
yaratılmaya çalıştıkları Ermenistan’ın da sınırları olmaktaydı. Bu muhtırada yer alan
hususlar ise şöyledir.
- Ermenilerin yoğun olduğu altı vilayet (Erzurum, Van, Bitlis, Harput,
Diyarbakır, Sivas kastedilmektedir) yeniden düzenlenerek, halk etnik durumlarına göre
ayrı ayrı yerleştirilmelidir.
- Valilerin atanmasında büyükelçilerin onayı alınmalıdır.
- Siyasi olaylara karışmasından ötürü mahkemesi görülen veya hüküm giymiş
olanlarla, adi suçlardan olan cinayetlere katılmış Ermeniler için genel af çıkartılmalıdır.
- İşlediği cinayetler nedeniyle yurt dışına kaçan veya çıkarılan Ermenilerle
birlikte,
korkudan
göç edenlerin
yerlerine
dönmeleri
Osmanlı
Hükümetince
sağlanmalıdır.
- Halen devam etmekte olan adi şuç ve cinayetlerle ilgili davaları ivedilikle
bitirmek üzere her vilayete birer encümen gönderilmelidir. Encümenler bir başkan, biri
müslüman, diğeri Hıristiyan olmak üzere iki üye bir sorgu hakimi ve bir savcıdan
oluşacaktır.
- Hapisanelerin durumunu incelemek üzere İstanbul’dan yüksek rütbeli
memurlar gönderilecektir. Memurlara Hıristiyan ise Müslüman, Müslüman ise
Hıristiyan yardımcı verilecektir.
- Vilayetlerde yapılacak ıslahata yerinde denetim sağlamak üzere büyük
devletlerin uygun görecekleri büyük bir komiser tayin edilecektir. Bu komiser
Hıristiyan ise Müslüman, Müslüman ise Hıristiyan yardımcısı olacaktır.
- Islahatın tamamen ve bütününün uygulamasını denetlemek üzere Babıali’de
sürekli bir “denetleme komisyonu” kurulacaktır. Komisyon, mülki veya askeri yüksek
rütbeli bir görevlinin başkanlığında üç Müslüman ve üç Hıristiyan üyeden meydana
93
Şaşmaz, Musa; “Ermeniler Hakkında Reformların Uygulanması” Osmanlı’dan Günümüze Ermeni
Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001, s.173-174.
45
gelecek, ıslahatla ilgili olarak vilayetler ve elçiler kanalı ile gelen şikayetleri karara
bağlama yetkisi olacaktır.
- Sason, Taluri ve diğer olaylarda zarara uğrayan Ermenilere tazminat
verilecektir.
- Mezhep değiştirmeye ilişkin işler yeniden düzenlenecektir.
- Ermenilere verilen hak ve ayrıcalıklar korunacak ve tamamiyle uygulanacaktır.
Önceki padişahlar tarafından verilen beratlarla 1863 yılında çıkarılan Nizamname-i
Esasiye’nin hükümlerinden Ermeni papaz ve milleti için doğan ayrıcalıklara ve haklara
aykırı ihlallerin kaldırılması için yerel yönetimlere kesin talimatlar verilecektir.
- Altı vilayetin dışında kalan vilayetlerde oturan Ermenilerin menfaatlerini
korumak üzere valilerin maiyetine özel bir Hıristiyan memur atanacaktır. Bu memur
Ermeni halkı tarafından verilen dilekçeleri kabul ederek gereğini yerine getirecektir.
Valiye ve İstanbul’da kurulacak “Sürekli Denetleme Komisyonu”na rapor verecektir.
Bu vilayetler dahilinde, örneğin Adana vilayetinde Haçin ve Halep’te, Zeytun gibi,
halkının ekseriyeti Ermeni olan bazı yerler bulunduğu takdirde, mülki taksimat
değiştirilecektir. Nahiyelerle ilgili islahat planı ayrı bir statü ile idare edilen bu yerlerde
de uygulanacaktır94. Muhtıraya ek ıslahat projesinde yer alan bazı önemli noktalar ise şu
şekildedir.
- Valiler müslim ve gayrimüslimlerden ve ehliyetli olanlardan atanmalıdır.
- Valiler beş yıl süreyle atanmalıdır.
- Vali hangi dinden ise, karşı dinden yardımcısı olamalıdır. Yardımcılar da
valiler gibi irade ile atanmalıdır.
- Kaymakamlıklar valinin inhası ve irade ile atanmalı, kaymakamlıkların bir
kısmı da Hıristiyanlara tahsis edilmelidir.
- Hıristiyan mutasarrıf ve kaymakamların sayısı, vilayetin toplam mutasarrıf ve
kaymakamların sayısının üçte birinden az olmamalıdır. Vilayetlerde olduğu gibi kaza ve
sancaklarda da birer meclis bulunmalı; sancak meclislerini kaza meclisleri, kaza
94
Küçük, a.g.e., s.115-119.
46
meclislerini de nahiye meclisleri seçmelidir. Meclisler bir başkan ikisi müslim, ikisi
gayrimüslim dört üyeden oluşmalıdır 95.
Uslup ve içerik olarak ülke bağımsızlığı ile hiçbir şekilde uyuşmayan bu muhtıra
dönemin büyük devletlerinin kendi amaçları doğrultusunda Osmanlı Devleti’ne karşı
yürüttükleri iç işlerine müdahale politikasının ulaştığı boyutları yansıtmaktadır.
20 Ekim 1895’de reform taslağı son şeklini almıştır. Projede Reform Genel
Müfettişinin atanması ve görevleri, denetleme komisyonunun kurulması, idari
reformlar, nahiyelerin yeniden teşkilatlandırılması, polis jandarma, adli ve mali konular,
Kürtlerin kontrol altına alınması ve diğer konular reform projesi kapsamında idi96.
Ancak İngiltere’nin başını çektiği sözkonusu proje, diğer büyük güçlerce
desteklenmemesi sonucu etkisini kaybetmişti. Çünkü Londra’nın himayesindeki küçük
bir Ermeni devletinin kendisine karşı bir set oluşturma amacını taşıdığını farkeden ve
Bulgaristan örneğinden ders alan Rusya, Osmanlı topraklarında kendisine komşu İngiliz
etkisindeki muhtar bir Ermenistan’ın aynı zamanda kendi uyruğundaki Ermeniler için
de aynı emelleri beslemeleri için uygun ortam yaratacağından ve kendi topraklarında
yaşayan
Ermenilerin
Osmanlı
Ermenileri
ile
işbirliği
aramalarından
endişe
duymaktaydı. Bu nedenle Rusya, Ermeni ıslahatı projesindeki desteğini çekmişti.
Fransa da, Rusya ile ileriye yönelik tasarladığı ittifak ilişkilerini olumsuz etkileyeceği
düşüncesiyle çekimser bir tutum takınmaktaydı. Almanya ise Doğu’daki siyasal ve
ekonomik çıkarları için Osmanlı yönetimi ile ters düşmek istemiyordu. Bu durumda
yalnız kalan İngiltere donanmasını Çanakkale’ye kadar getirmesine rağmen büyük
güçler arasındaki görüş ayrılıkları ve Osmanlı yönetiminin tavizkar olmayan tutumu
karşısında geri çekilmek durumunda kalmıştır. Böylece komitelerin çeşitli zamanlarda
hazırladıkları muhtariyet temelindeki Ermeni ıslahat projeleri geçerliliğini kaybetti97.
Yirminci yüzyıl yaklaşırken uluslararası politik koşullar değişmiş, güçlenen ve
doğu istikametinde yayılma siyaseti güden Almanya’nın tutumu, Rusya ile İngiltere’yi
95
Şaşmaz, a.g.e., s.173-174.
Şaşmaz, a.g.e.,s.174.
97
Bilal Şimşir; British Documents on Ottoman Armenians, (1856-1880) C.1, TTK Ankara 1982, s.2223.
96
47
birbirine yaklaştırmıştı. İngiltere 1895 sonrası Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasını
kabullendiğini ve bu paylaşımda Boğazların kendisine bırakılabileceğini Rusya’ya iletti.
Uzakdoğu’daki anlaşmazlıkları barışçı yollardan halletmeyi kabullenen iki devlet
paylaşımla ilgili prensipleri 1907 yılında Reval Anlaşması ile noktaladılar. Bu gelişme
Ermeni ıslahatı konusu anılan devletlerin Osmanlı Devletine müdahale etmesi için
yeniden bahane oluşturacaktır98.
Balkan Savaşlarının çıkması ve Ege Adalarının Yunanistan’a verilmesi dahil
Batılıların Türkleri Avrupa’dan çıkarma projesinin son aşaması da gerçekleştikten
sonra, Avrupa Devletleri Doğu Anadolu’daki Ermenilere “ıslahat” yapılması talebi ile
Ermenistan yaratma gayretlerini arttırdılar. Bu devletler ıslahat projesi hazırlama
görevini İstanbul’daki Rus Elçiliği baştercümanı Andre Mandelstam’a verdiler99.
Mandelstam projesi;
(ı) İngiltere, Fransa, Rusya tarafından Nisan 1895 tarihinde verilen muhtıra,
(ıı) Ermeni Islahatı hakkında 20 Ekim 1895 tarihinde çıkarılan ferman,
(ııı) Avrupa illleri hakkında Avrupa Devletleri komisyonunca hazırlanan 11
Ağustos 1880 tarihli Kanun,
(ıv) 1913 tarihli İller Kanunu,
(v) Lübnan’a ait kanunlar ve protokoller esas alınarak hazırlanmıştı100. Islahat
projesinde Erzincan, Van, Bitlis, Harput ve Sivas illerinden bir eyalet meydana
getirilmekteydi. Eyalet valisi Avrupalı olacak, valiye memurları atama ve görevden
alma yetkisi verilecekti. Bu illerde yaşayan Ermeniler, askerliklerini Ermenistan’da
yapacaklardı. Özetle projenin amacı görünürde Osmanlı Devleti’ne bağlı bir özerk
Ermenistan oluşturmaktı. Ancak 26 Haziran 1913’de Almanya, Rus Hükümetine
projenin kendilerince tehlikeli görüldüğünü bildiren bir muhtıra verdi. Artık ıslahat
projelerinin arkası kesilmiyor, Avusturya–Macaristan, İtalyan, Rus, Alman, İngiliz ve
Fransız Hükümetleri Osmanlı Hükümetine veya birbirlerinin elçiliklerine sürekli
muhtıralar ve notalar veriyordu. Her ülke çıkarları doğrultusunda bir ıslahat projesinden
98
Y. Hikmet Bayur; Türk İnkılabı Tarihi, C.1/1, TTK. Ankara, 1983, s. 25,28, 40-46, 54.
Altan Deliorman; Türklere Karşı Ermeni Komiteleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1980, s.131.
100
Uras, a.g.e., s.398.
99
48
beklenenin dışında projeler hazırlıyor, Berlin Antlaşmasının 61. maddesinin kapsamını
aşan veya ilgisi olmayan ayrıcalıklar istiyorlardı101.
Mandelstam projesi üzerine Almanya ve Avusturya’nın girişimleriyle bazı
değişiklikler yapıldı. Varılan anlaşmanın esasları şöyledir.
- Ermenistan iki kısma bölünecek, bu bölgelere Avrupa’nın önerileriyle Babıali
tarafından genel müfettişler atanacaktır. Bu müfettişler ve gereginde bütün memurların
görevinden alınması, yerlerine memur atanması, yüksek dereceli memurların ve
yargıçların padişah tarafından atanması için onay yetkisi verilecektir.
- Her bölgede eşit sayılarda Hıristiyan ve Müslümandan meydana gelecek
meclisler oluşturulacaktır.
- Islahatın uygulanması esnasında büyük devletlere denetim hakkı tanınacaktır.
- Memuriyetler Müslüman ve Hıristiyanlar arasında eşit olarak dağıtılacaktır.
- Ermenistan’da yapılacak diğer ıslahat için ilgili devletlerle anlaşması gerektiği
hususu Babıali’ye bildirilecektir.
Babıali ile yapılan müzakeler sonrası son şekli verilen metne göre Doğu
Anadolu’da Erzurum, Trabzon ve Sivas illerinden meydana gelen birinci bölge ile Van,
Bitlis, Harput, Diyarbakır’ı kapsayan ikinci bölgeye Avrupalı iki genel müfettiş
görevlendirilmesi kabul edilmiştir. Bu müfettişler illerinin sivil idare, adliye, polis ve
jandarmasını kontrol edeceklerdi. Güvenlik güçlerinin yetmemesi halinde istek üzerine
hazırlanacak askeri kuvvetler genel müfettişin emrine verilecekti. Bunların dışındakiler
de dahil müfettişlere geniş idari ve adli yetkiler verilmiştir. Bu son şekil Rus
maslahatgüzarı ile Sadrazam Sait Halim Paşa tarafından imzalanmıştır102. Böylece
oluşturulan iki eyalete altı devletin ortak oluru ile birer genel müfettiş atanacaktı. 8
Şubat 1914’de değinilen ilkeleri içeren program hazırlanmış ancak müfettişliklere
getirilecek isimlerin saptanması zaman almıştır. 1914 yılı Temmuz başında Diyarbakır,
Bitlis, Van, Elazığ vilayetlerine Norveçli Albay Hoff; Erzurum, Sivas ve Trabzon
vilayetlerine Hollanda’lı Westernek vali olarak atanmıştır. Ancak Birinci Dünya
101
102
Mazıcı, a.g.e., s.55-56.
Uras, a.g.e., s.396-400.
49
Savaşı’nın çıkması yabancı kaynaklı bu ıslahat programının uygulanmasına imkan
vermemiştir103.
103
Tekin Kurat; “Doğu Anadolu’da Ermeni Sorunu, (1900-1920)” Tarih Boyunca Türklerin Ermeni
Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayınları No.628, Kurtuluş Basımevi,
Ankara, 1985, s.230-231.
50
BİRİNCİ BÖLÜM
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE ERMENİ MESELESİ
A. İtilaf Devletlerinin Savaş Amaçları, Gizli Anlaşmalar ve Ermeniler
Birinci Dünya Savaşı öncesi büyük güçler Ortadoğu’nun paylaşımında uzlaşma
sağlamışlardı. Anadolu ekonomik açıdan nufuz alanlarına ayrılırken çeşitli ihtilaflar
yaşanmasına rağmen sonunda müzakerelerle anılan paylaşım planlanmıştı. Bu bağlamda
1910 yılında Almanya, Rusya’nın kuzey İran’daki nufuzunu kabulüne karşılık Rusya da
Almanya’nın inşa edeceği Berlin-Bağdat demiryolu hattı inşa imtiyazına muhalefet
etmemeyi taahhüt etmekteydi. Ancak Almanya, Rusya açısından tehlikeli olacak şekilde
Doğu Anadolu’da demiryolu hattı döşememe garantisini vermekteydi. Böylece Osmanlı
Devleti’nin ekonomik nufuz alanlarına ayrıştırılma süreci başlamıştı. Bu bağlamda 1913
Mart’ında İngiltere güney Mezopotamya ile Basra Körfezindeki ekonomik kontrolünü
Osmanlı Hükümeti’ne kabul ettirmiştir104.
Rusya, Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması projesinde geçmişten beri sıcak
denizlere açılma isteğinin kilit noktasını oluşturan İstanbul’un ve Boğazların kontrolünü
ele geçirme ve Doğu Anadolu’da kazandığı toprak kazançlarının muhafazası noktasında
kararlıydı. İngiltere ise Fransa ile yaptığı anlaşmalar doğrultusunda payın büyüğünü
almayı, Fransa’yı da bu bölüşümde iyi bir pay sahibi yapmayı planlamaktaydı. Bu gizli
anlaşmalar sürecinde İtalya, harbe İtilaf safında girmesi karşılığında Osmanlı
Devleti’nin
paylaşımına
katılmakta,
hem
politik
hem
toprak
kazançlarıyla
ödüllendirilmekteydi. İngiltere’nin bir diğer manevrası ise Yunanistan’ın İtilaf
Devletleri safına çekmek için Anadolu’nun Ege kıyılarının kendisine verilmesi
sözüydü105.
Öte yandan İngiltere ve müttefiklerinin Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşım
planlarını ve İngiltere’nin Mezopotamya ve Körfez’de ekonomik kontrol kurma
104
Mead Edward Earle; Bağdat Demiryolu Savaşı, Çev. K. Yargıcı, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1971,
s. 142-147.
105
George Lenczowski; The Middle East in World Affairs, Cornell University Presss, New York, 1956,
s.67.
51
amaçlarını izleyen bu bağlamda İngiliz-Osmanlı müzakerelerinden endişe duyan
Almanya, kendi müttefikleri ile bir araya gelerek Osmanlı’nın Asya’da kalan
topraklarında kendilerinin beklentileri olan payların uluslararası kabul görmesi için
harekete geçti. Almanya, Avusturya ve İtalya olası paylaşımda geri kalmamak için
aralarında fikir birliği oluşturmaya çalışmakta idiler. Almanya ve müttefikleri
İngiltere’nin Mısır’da üstlendiği protektora benzeri bir yönetimin kendileri tarafından
Osmanlı
İmparatorluğu’na
uygulanmasını
öngörmekteydiler.
Avusturya,
İtilaf
Devletlerinin bunu kabul etmesi için Rusya’ya Doğu Anadolu’nun, Fransa’ya
Suriye’nin, İngiltere’ye ise Mezopotamya’nın bırakılmasını önermekte idi. Almanya bu
fikir üzerinde Fransa ile 1914 Şubat’ında anlaşmaya varmıştı. Anlaşmaya göre
Almanya, Fransızların Kuzey Anadolu’da demiryolu imtiyazı elde etmelerini kabul
etmekteydi. Benzer uzlaşma Almanya ile İngiltere arasında 1914 Haziran’ında
sağlanmıştı. Berlin-Bağdat demiryolu projesine İngiltere’nin de belirli koşullarda
katılması karşılığında Almanya, Osmanlı Asya’sında ekonomik kontrolu ele
geçirmekteydi. Böylece Almanya, Osmanlı’dan aslan payını almakta ve Osmanlı
Devleti varlığını sürdürdüğü sürece ekonomisi üzerinde hakimiyetini pekiştirmekteydi.
Bu nedenle Almanya, Osmanlıyı askeri açıdan güçlü tutabilmek amacıyla General
Liman von Sanders başkanlığında bir heyeti İstanbul’a göndermişti. Askeri heyetin
varlığı Almanya’nın Osmanlı nezdindeki ekonomik ağırlığına siyasi bir boyut da
eklemekteydi106.
Osmanlı İmparatoluğu’nun paylaşılması konusunun esasını İtilaf Devletleri
arasındaki anlaşmalar teşkil etmektedir. Birinci Dünya Savaşı öncesi İtilaf Devletleri
arasında cereyan eden Osmanlı Devleti’nin paylaşımı amaçlı gizli girişimler
çerçevesinde Londra, Paris ve St. Petersburg arasında teati edilen notalar 18 Mart 1915
tarihinde gizli bir anlaşma ( İstanbul Antlaşması) ile sonuçlandırıldı. Buna göre Rusya;
İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı’nın batı kıyıları ile Midye-Enez
hattının doğusunda kalan Trakya, İstanbul Boğazının doğu kıyılarından Sakarya
Nehrine kadar olan Karadeniz kıyıları ile bu noktadan güneyde İzmit Körfezinde
sonradan belirlenecek bir noktaya kadar uzanacak bir hattın arasında kalan bölgeyi ilhak
106
Nicolas Harry Howard; The Partition of Turkey, 1913-1923, Howard Fertig Inc., Newyork, 1966,
s.50-60.
52
edecekti. Buna karşılık Rusya’nın, İngiltere ve Fransa ile Osmanlı Devleti’ne ilişkin
kabul ettiği hususlar şöyledir.
- İstanbul Müttefikler açısından serbest liman olacak ve Boğazlar üzerinden
yapılacak ticari deniz seyrüseferi serbest olacaktı.
- Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarındaki özel
hakları olduğunu ayrı bir anlaşma yapmak suretiyle tanımayı kabul etmekteydi.
- Arapların oturduğu yerlerde bulunanlar dahil Müslümanlarca kutsal sayılan
bölgeler Osmanlı Devletinden ayrılarak bağımsız bir İslami yönetime bağlanacaktı.
Bu toprak kazançlarının yanısıra Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Çanakkale’ye
taarruzu halinde yardım etmeyi taahhüt etmekteydi. Bu anlaşma İngiltere’nin yüzyıllık
resmi politikasını sonlandırmakta idi. Çünkü anlaşma sayesinde Rusya bir zamanların
güçlü Osmanlı Devletinin başkentine sahip olacak, ayrıca sıcak denizlere serbestçe
geçiş imkanını elde edecekti. İtalya, İttifak Devletlerine savaş ilanı sonrası Rus, İngiliz,
Fransız anlaşmasına muvafakat göstermiştir. İtalya’nın da dahil olduğu diğer bir gizli
anlaşma 26 Nisan 1915’de Londra’da İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında
imzalanmıştır. Bu anlaşma, İtalya’ya İtilaf safında savaşa katılması karşılığı verilecek
ödünleri içermekteydi. Buna göre İtalya’nın Osmanlı Devleti aleyhine kazanımları şöyle
olacaktı.
- 1912 yılından beri İtalya’nın işgalinde bulunan Oniki Ada üzerinde İtalya tam
bir hükümranlık elde edecekti,
- 1912 yılında Lozan’da varılan anlaşma ile Osmanlı Sultanı’nın Libya ile ilgili
kabul edilen ayrıcalıkları İtalya’ya geçecekti.
- Osmanlı Devleti’nin İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından tamamen paylaşılma
durumunun ortaya çıkması halinde bu devletler İtalya’nın Akdeniz’de Antalya vilayeti
ile bunun mücavir alanları elde etme hakkını kabul etmekteydiler. Bu garantileri alan
İtalya 20 Ağustos 1915’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti107.
107
Lenczowski, a.g.e..,s.68-70.
53
Rusya ve İtalya’nın temel taleplerini tatmin etmenin ardından İngiliz ve Fransız
Hükümetleri
Osmanlı
İmparatorluğu’nun
Asya
topraklarını
kendi
amaçları
doğrultusunda düzenlemeye giriştiler. Bu faaliyetler yürütülürken Arapların ulusal
isteklerinin kabul göreceği taahhütleri karşılığı Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’in Osmanlı
Devleti’ne karşı yürütülecek savaşta yardımı sağlanmıştı. Bütün bu düzenlemeler için
Rusya’nın
onayının
ilave
bazı
ödünler
karşığı
alındığı
Skyes-Picot108olarak
isimlendirilen 16 Mayıs 1916 tarihli bu anlaşmaya göre;
- Rusya; Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis vilayetleri ile Muş, Siirt ve Amadiya’yı
içeren İran ve sınırına kadar uzanan Karadeniz’den Musul-Urumiye’ye kadar 60.000
mil karelik bakır, gümüş ve tuz rezervleri açısından zengin bir bölgeyi elde edecekti,
- Fransa, Suriye olarak isimlendirilen bölgenin sahil kesimi, Adana, Antep,
Mardin vilayetleri ile istikbaldeki Rus sınırına komşu olacak şekilde Kayseri, Zara,
Akdağ, Yıldız Dağı, Eğin-Harput’u içine alacak şekilde Kilikya olarak adlandırdıkları
bölgeyi elde edecekti.
- İngiltere, Bağdat dahil güney Mezopotamya ile Akdeniz kıyısında Hayfa ve
Akra limanlarını içeren Filistin bölgesini elde edecekti.
- İngiliz ve Fransız bölgelerinin arasında kalan bölgede Arap Konfederasyonu
veya bir Arap Devleti oluşturulacaktı. Bu bölge de ileri aşamada İngiliz ve Fransız
nufuz bölgelerine ayrılacaktı. Fransız nufuz bölgesi Suriye’nin hinterlandı ile Musul
vilayetini İngiliz nüfuz bölgesi ise Fransız bölgesinin güneyinde kalan Filistin’den İran
sınırına kadar olan alanı içerecekti.
- İskenderiye serbest liman haline gelecek, Filistin’e uluslararası statü
kazandırılacaktı.
Anlaşmanın gizliliği nedeniyle bütün bu düzenlemeler hakkında ne İtalya’ya ne
de Şerif Hüseyin’e bilgi verilecekti. Ancak İtalya gelişmeler hakkında aldığı duyumlar
üzerine, diğer üç devletten 1915 yılında yapılan Londra Anlaşmasındaki kendisine ait
kesin belirlenmemiş payının kendi talepleri doğrultusunda yeniden düzenlenmesini
istedi. St. Jean de Maurienne’de İngiliz, Fransız ve İtalyan başbakanlarının vardığı
108
Anlaşmayı düzenleyen İngiliz ve Fransız müzakerecilerin adları
54
uzlaşmaya göre İtalya; İzmir şehri, Antalya ve Menteşe sancakları, Konya’nın büyük
kısmını içeren bölgede, güney ve batı Anadolu topraklarını elde edecek, İzmir’in kuzeyi
nüfuz sahası olacaktı. St. Jean de Maurienne anlaşması çıkan ihtilal nedeniyle Rusya
tarafından onaylanamadı ve bu Birinci Dünya Savaşı sona ermeden önce yapılan ve
Osmanlı Devleti’nin paylaşımı ile ilgili son gizli anlaşma oldu109.
İtilaf Devletlerinin, aralarında yaptıkları anlaşmalara bakıldığında, Ermenilerin
isteklerine göre değil kendi çıkarlarına göre hareket ettikleri görülmektedir. Burada
Ermenilerin “Büyük Ermenistan” dedikleri Doğu Anadolu, Kafkasya ile birlikte Rusya
tarafından ilhak edilmekte, Kilikya olarak adlandırılan bölgede yer alacak “Küçük
Ermenistan” ise Fransızlara bırakılmaktadır. Bu durumda İtilaf Devletlerince tasarlanan
Ermenistan bölgesi Rusya ve Fransa arasında bölünmektedir. Bu bölünmede Rusya’nın
Kafkasya’daki ihtilalci Ermeni akımlarından duyduğu tedirginlik önemli rol
oynamaktadır. Kilikya’da kurulacak muhafazakar tabana sahip bir Ermenistan ile
ihtilalci ve yıkıcı faaliyetlere yatkın Kafkas Ermenilerinin uzlaşmaz yapılarının ortaya
çıkaracağı mücadele ortamı Rusya’nın çıkarına idi. Ermeni kültürel merkezinin
Fransızların elinde kalması Rusya dahil bütün İtilaf Devletlerini tatmin eden bir çözüm
olmaktadır. Bütün bunlar İtilaf Devletlerinin Ermenilere güven duymadıklarını ve
kendileri için sınırlı bir özerkliği dahi öngörmediklerini göstermektedir110.
B. Ermeni Örgütlerinin Faaliyetleri
İngiltere’nin, Osmanlı Devleti’ne ilişkin uzun vadeli politikalarında 1878’de
Kıbrıs’ta elde ettiği statü bir aşama idi ve bununla yetinmesi beklenemezdi. Bu nedenle
de Osmanlı yöneticileri üzerinde Ermenilere ilişkin reformlarda ısrarlı bir baskı
uygulanmakta idi. Bunların bazıları yerine getirilmekle birlikte İngiliz projesinin
uygulanması halinde Doğu Anadolu’da tam bir Ermeni özerkliği yaratılmaktaydı.
Ancak İngiltere’nin Ermeni meselesine aşırı yoğunlaşması Rusya’yı kuşkulandırmış ve
Osmanlı Devleti’nin doğusunda özerklik içeren bir Ermeni reformunun Osmanlı
Devleti’ne komşu olan kendi topraklarında Ermenileri kışkırtacağı düşüncesi rahatsızlık
109
Lenczowski, s.70-72.
E.E. Adamof; Sovyet Devlet Arşivi Belgelerinde Anadolu’nun Taksimi Planı, Çev. Hüseyin Rahmi,
İstanbul, 1972, s.214-318.
110
55
duymaya başlamıştı. Bunun sonucu Kafkasya Genel Valisi, 1885’de Ermenilere ait 500
kilise okulunu kapatmıştı. Bu Ermeni okulları 1896’da Rus Eğitim Bakanlığı’na
bağlandı ve finansmanı Ermeni kilise malları ile sağlanmaya başlandı. Ermeniler anılan
okulları boykot ederek gizli kilise eğitimlerini sürdürdüler. Böylece Rusların
Ermenilerle arası açıldı111.
Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devleti ve Rusya’daki Ermenilerle ilgili
genel tabloya bakıldığında Kafkasya’da 1881 sonrası Rus hükümeti tarafından Rus
olmayanların kendi eğitim ve diğer ayrıcalıkları üzerine çeşitli sınırlamalar getirilmesi
sonrasında Ermeni kiliselerinin mallarına el konmuş ve Ruslaştırma politikası izlenerek
Ermeni kilisesinin kendi toplumuna ait sağlık, eğitim ve diğer faaliyetleri üzerindeki
yetkileri kaldırılmıştı. 1903 sonrası getirilen kısıtlamalarda ise dini hizmetler için
gerekli olan sınırlı mallar dışında Ermeni kilisesinin tüm emlak ve mal varlığı çeşitli
bakanlıklara devredilmişti. Böylece Rusya’nın 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında izlediği
Ermenilerin hamisi olma politikası, gerek İngiltere’ye karşı duyduğu güvensizliğin
artması, gerekse Ermenilerin Kafkaslardaki hükümet karşıtı anarşik hareketlerinden
ötürü değişikliğe uğramıştı112.
1. Birinci Dünya Savaşı Öncesi Ermeni Örgütleri
Birinci Dünya Savaşı öncesi Ermeni meselesinin ortaya çıkmasının önemli bir
nedeni Rusya’nın Doğu’daki işini büyük ölçüde bitirmiş ve gözünü Boğazlar ve
Anadolu’ya dikmiş olmasıydı. Voronkof Dashkov’un Kafkasya Genel Valiliğine
atanmasıyla Rusya’nın Ermeni politikasında değişim yaşanır ve o tarihe kadar
Ermenilere yönelik yoğun bir baskı politikası sürdüren Ruslar, 1878 dönemini
anımsatan Ermeni savunuculuğuna soyunur113.
Öte yandan Balkan yenilgisi üzerine dış merkezlerdeki Ermeni örgütlerinin
faaliyetlerinde artış görülür. Bunlar Ermeni ıslahatının ele alınması için hükümetler
nezdinde girişimler gerçekleştirirler. İstanbul Patriği de bu girişimler içerisinde yer alır.
111
Çiçek, a.g.e., s.9-10.
Salahi Sonyel; The Ottoman Armenians, University of Oxford, London, 1987, s.107-108.
113
Akçam, a.g.e., s. 179.
112
56
Özellikle Rusya Ermenilerinin faaliyetleri oldukça yoğundur. Türkiye Ermenistan’ı diye
adlandırdıkları Doğu Anadolu’nun işgalini de içeren taleplerle Rusya’ya başvururlar.
Dışişleri bakanı Sazanov işgal talebini kabul etmemekle birlikte ıslahat konusunda
yardım sözü verir114. Bu takiben Birinci Dünya Savaşı öncesi Ermeni örgütlerinin
faaliyetleri yoğunlaşır.
Böylece Birinci Dünya Savaşı yaklaşırken Rus hükümeti yumuşamış ve daha
önce el koyduğu Ermeni kilisesi mallarını iade etmeyi kararlaştırmıştı. Eçmiyazin
Katagigos’unun lideri olduğu bir grup Ermeni, sadece bu malların geri alınması
görüşünde birleşirken, Taşnak Örgütü bu mallarla oluşturulacak fonlarla Ermeni
çocuklarının eğitilmesini istiyordu. Böylece Taşnaklar kendi ihtilalci amaçlarını
gerçekleştirerek Osmanlı İmparatorluğundaki soydaşlarını kurtarmayı hedeflemekteydi.
Diğer taraftan Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı ancak Osmanlı Devleti’nin henüz
tarafsız olduğu dönemde Eçmiyazin Katagigos’u Kafkasya Genel Valisi’ne müracatla
Mandelstam Projesine göre oluşturulan Osmanlı Devleti’nin altı doğu vilayetinin,
Rusya’ya bağlanması isteğinde bulunmaktaydı115.
Dağılma sürecine girmiş Osmanlı Devleti’nin Doğu vilayetlerini Almanlar başta
olmak üzere diğer yayılmacı güçlere kaptırmamak, egemenlik alanını genişletmek artık
Rusya’nın temel politası olmuştu. Bölgeye askeri müdahalede bulunabilmek amacıyla ,
bölge halklarını karşılıklı olarak kışkırtmak bu politikanın önemli bir bölümünü
oluşturmaktaydı. Bu plan doğrultusunda Rus konsolosluk görevlileri ve kışkırtıcıları
bölgedeki Ermeniler ve diğer gruplara bol miktarda silah sağlamaktaydı116.
Aynı dönemde Taşnak Örgütü’nün Osmanlı kanadı, Erzurum’da düzenlediği
kongrede Rusya ile bir savaş durumunda Osmanlı Ermenileri olarak üzerlerine düşeni
yapmalarını istiyor, savaş halinde Osmanlı Devletini destekleyeceklerini fakat
Rusya’daki Ermenilerin davranışlarından sorumlu olmayacaklarını belirtiyordu117.
114
Akçam, a.g.e., s.179.
Kurat, a.g.e., s. 232 .
116
Akçam, a.g.e., s.180.
117
Kurat, a.g.e., s. 232.
115
57
Ancak gelişmeler yukarıdaki söylemlerden farklı olmaktaydı. Osmanlı
Devleti’nin seferberlik ilan ettiği 21 Temmuz 1914 tarihinde Taşnak Komitesi’nin
İstanbul merkezinde bir fevkaladelik görülmekteydi. Komite başkanları toplanarak taşra
şubelerine şifreli talimatlar göndermekteydiler. Hınçak, Ramgavar ve Veragazmiyal
komitelerinde de aynı faaliyetler görülmekteydi. Verilen talimat “Rus Ordusu sınırdan
ilerler ve Osmanlı askeri çekilirse her tarafta eş zamanlı olarak eldeki bütün araçlarla
saldırılacak, Osmanlı Ordusu iki ateş arasında bırakılacak, malzeme ve kurumları
bombalarla yok edilecek, yakılacak, Osmanlı askeri garnizonları işgal edilecek, ikmal
konvoyları vurulacak, eğer tersi olur ve Osmanlı Ordusu ilerlerse Ermeni askerleri
silahlarıyla Ruslara katılacak, birliklerinden firar ederek çeteler oluşturacak”
şeklindeydi118. Bu bağlamda Bitlis Valisi Mustafa Bey’in 18 Eylül 1914 tarihinde
gönderdiği şifreli istihbarat mesajının metninde “Ermeni aydınları arasında son
günlerde alınan karar ve uygulamaların -harbin ilanına kadar sessiz kalınması ve
itaatin korunması, harp ilan edildiğinde ordudaki askerlerin silahlarıyla birlikte
düşman tarafına geçmeleri; Türk Ordusunun ilerlemesi durumunda itaate devam
edilmesi; Türk Ordusunu geri çekilmesi halinde de silahlanıp çete haline gelen şeylere
el konulması ve ilişkileri kesme- merkezinde olduğunun güvenilir ve istihbarat sonucuna
dayandığı Muş Mutasarrıflığından bildirilmiştir” ifadeleri yer almaktadır119. Bu
örnekler Birinci Dünya Savaşı öncesinde Ermeni komitelerinin Ruslarla işbirliği
planlarını doğrulamaktadır.
1918 yılı Temmuz ayında kurulan Ermenistan’ın ilk başbakanı ve Taşnaksutyun
Partisinin kurucularından Ovanes Kaçaznuni, yazdığı anılarında bunu itiraf etmektedir.
Kaçaznuni’nin konuya ilişkin ifadeleri “1914 Sonbaharı başlarında Osmanlı Hükümeti
henüz savaşa girmemiş fakat savaş hazırlıkları içerisinde iken, Güney Kafkasya’da
büyük gürültü içerisinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya
başlandı. Sadece birkaç hafta önce Erzurum’da yapılan kongrede gönüllü birlikler
konusunda alınan olumsuz karara rağmen, Ermeni Devrimci Taşnatsutyun Partisi hem
118
Erdoğan Cengiz; Ermeni Komitelerinin Amal ve Harekat-ı İhtilaliyesi, İlan-ı Meşrutiyetten Evvel
ve Sonra, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1983,130-131.
119
ATASE, Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri 1914-1918, Gnkur. Basımevi, Ankara, 2005, Cilt I,
s.315-316.
58
Ermeni gönüllü birliklerinin oluşturulmasına, hem de bunların Osmanlı Devletine karşı
gerçekleştirdikleri askeri faaliyetlere aktif olarak katılmışlardı. 1914 Sonbaharında
Ermeni gönüllü grupları kuruldu ve bunlar Türklere karşı döğüştüler. Bugün
gönüllülerimiz ön planda olmalı mı? diye sormanın mantığı yoktur. Tarihi olayların
kendine özgü mantığı vardır. Bunun aksi olamazdı. Zira yaklaşık çeyrek asırdan bu
yana Ermeni toplumu belli ve kaçınılmaz bir psikoloji ile beslenmişti. Bu ruh halinin
ortaya çıkması gerekliydi ve gereken oldu” şeklindedir120.
Bunlardan başka ülke dışındaki bazı Ermeni cemiyetlerinin yıkıcı faaliyetlerine
dair bilgiler alınmaktaydı. Bu bağlamda Köstence Başşehbenderliğinden (konsolosluk)
29 Temmuz 1913’de “Romanya'da bulunan Ermeni fesad cemiyeti mensuplarının
Ermeni istiklâli ihtilâl fırkası ismiyle teşkilatlanıp faaliyet alanının İstanbul ve bazı
vilayetlere teşmil eyledikleri; Rusya'dan Anadolu'ya silah araç ve gereçleri sokma
durumu ile yine Romanya'da bulunan Kürtler'in de ayrı hükûmet kurmaları gerektiği
hususunda ikna çalışması yapıldığı hususu ile bütün bu kurumlara karşı tedbir alınması
gereğine” dair dışişleri bakanlığına rapor gönderilmiştir. Bu rapor benzerleri içerisinde
bir örnektir 121.
Osmanlı Hükümetinin seferberlik ilanı sonrasında aşırı Ermeni uçları her yerde
ajitasyon ve isyan hazırlıklarına başlamışlardı. Pek çok Ermeni propagandacı
Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılarak Türk karşıtı propaganda yürütmekteydiler. Bu
Ermeni propanda elemanlarının programları ve talimatları kendilerine İstanbul’dan ve
yurtdışından ulaştırılmaktaydı. Rus, İngiliz, Fransız ve İtalyan sefaretleri ve
konsoloslukları bu zincirde yer alarak sistemin işleyişi kolaylaştırılmaktaydı. Bunun
karşılığında Ermeniler anılan ülkeler namına casusluk yapmakta ve anılan ülkelerin elde
edemeyecekleri istihbaratı zamanında temin etmekteydiler122.
Diğer taraftan savaş öncesinde Ermeni komiteleri hazırlıklarını sürdürmekteydi.
Ermeni çetelerine silah temini için çeşitli kaynaklar kullanılmaktaydı. Bu bağlamda
120
Ovanes Kaçaznuni; Taşnak Partisini’nin Yapacağı Bir Şey Yok, (Çev. Arif Acaloğlu) Kaynak
Yayınları, İstanbul, 2007, s.32.
121
HR.SYS 2767/74 Belge No: 1, http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/
122
Sonyel, 1987, s.287.
59
Ermenilere ülke dışından silah sağlanması batılı devletlerin konsolosları tarafından
yapılmaktaydı. Çeşitli Avrupa başkentlerindeki Ermeni komiteleri veya kişiler bu
silahları sağlamak için gerekli parayı buluyorlar ve farklı yollardan Osmanlı Devleti’ne
sokuyorlardı. Amerika’dan bombayı, İngiltere’den ve Rusya’dan silahları kolaylıkla
sağlıyor ve bunları yabancı teknelerle ülkeye taşıyorlardı. Ayrıca Hıristiyan yolculardan
bu konuda yardım alıyorlardı. Örneğin Giresun’da komisyoncu olan Vahan Badlıyan ve
Kelortin adlı kişilerin Rus Vapurundan çıkarttıkları bir saman balyası vinçten düşünce
400 kadar silah ortaya çıkmıştı. Ermenilere silah sağlanması için Kafkasya Ermeni
Kilisesi, İngiltere’ye 100.000 ruble göndermiş keza Taşnak Örgütü Rusya’dan 200.000
ruble temin etmişti. Ayrıca Amerika’dan büyük meblağlarda para
yardımı
alınmaktaydı123. Bütün bu faaliyetlerin hedefi ise yaklaştığı hissedilen bir genel savaş
ortamında Osmanlı Devleti’nin düşeceği değerlendirilen zayıf durumdan yararlanma ve
ayrı bir Ermenistan düşüncesini gerçekleştirmekti.
2. Birinci Dünya Savaşında Ermeni Örgütleri
Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi kesinleşince, Enver ve Talat Paşalar Ermeni
Patriğinin de dahil olduğu Ermeni cemaatleri liderlerine “Ermenilerin Osmanlı
Devletine sadık kalmaları, askerlik görevlerini yapmaları” yönünde telkinlerde
bulundular. Taşnak liderleri ise Enver ve Talat Paşalarla olan bireysel ilişkilerine
güvenerek ülkeyi yöneten kilit kadroyu Ermenilerin de ortağı olduğu ata topraklarını
birlikte korumaya kararlı olduklarına inandırmaktaydılar. Ancak bu tutumun samimi
olmadığı ve Ermenilerin Osmanlı Devleti’nin dahil olduğu İttifak mihverinden çok İtilaf
Devletlerine yakınlık duydukları görülmekteydi. 1914 sonbaharında eski bir Osmanlı
parlamentosu üyesinin de dahil olduğu pek çok yerli Ermeni, Kafkasya’da Rus askeri
makamları ile işbirliğinde bulunmak için yurtdışına kaçtılar124.
Rusya tarafında ise, Ağustos 1914’de Katagikos Gevorg, Çar II.Nikola’dan
Osmanlı Devleti’nde Ermeniler için hazırlanan reform planının uygulanabilmesi, can ve
123
Türkkaya Ataöv; “Ermeni Terör İlmine Silah Sağlanması”, Osmanlı Belgelerine Dayalı Gerçekler,
TTK, Ankara, 1984, s.169.
124
Richard Hovannisian; Armenia on the Road to Independence, University of California Press, 1967,
s.42.
60
mallarının güvenceye alınması için Osmanlı Ermenilerini kendisinin cömert
koruyuculuğuna almasını rica etmekteydi. Çar ise “Aziz peder cemaatinize söyleyiniz
kendilerini çok parlak bir gelecek beklemektedir” cevabını vermişti. Aslında Rusya
Ermenilerle ilgilenmiyor, ancak onları yayılmacı polikalarının bir aracı olarak
kullanmaya hazırlanıyordu. Türklere karşı nefret aşılanmıştı ve Ermeniler bu körü
körüne düşmanlığın yaklaşan savaşta kendileri için bir trajedi olacabileceğini
kavrayamıyorlardı 125.
Rusların yeni Ermeni planını uygulayan Kafkasya Genel Valisi Kont Vorontsov
Dashkov’un izlediği politika, daha önce ceza almış ihtilalci Taşnak üyelerinin affı ve
bunların Osmanlı ile savaşta kendi saflarında kullanılması yönündeydi. Taşnakların
güvenini sağlayan Dashkov, Almanya’nın savaş ilanı sonrasında Ermeni Ulusal Bürosu
yetkililerine Ermeni gönüllülerden oluşacak bir kolordu kurulmasını önererek bu amaçla
silah, para gibi her türlü desteğin sağlanmasını taahhüt etti. Yine Dashkov’un önerisi ile
Ermeni Ulusal Bürosu, gönüllülerden oluşacak kolordunun harekatının denetimi için bir
komite oluşturdu. Tiflis, Gümrü ve Erivan ağırlıklı olmak üzere dört esas birlik
kurularak kadroları gönüllü personel ile tamamlandı. Bin kişilik ilk silahlı gönüllü
kafilesinin başında Balkan Savaşında Bulgar Ordusu safında Osmanlı Ordusuna karşı
savaşmış komiteci Antranik getirilmişti. Antranik’in grubu kuzey İran’da Rus
kuvvetleriyle birleşirken, diğer üç gönüllü alayı da Osmanlı sınırına harekete geçmişti.
Armen Garo adlı eski bir Osmanlı mebusunun yardım ettiği General Dro’nun
komutasındaki ikinci alay Iğdır istikametinde harekata başlamıştı. Daha sonra bu grup
Van’ı işgal edecek esas birlik olacaktı. Üçüncü ve dördüncü alaylar da batı istikmetinde
ilerleyerek Kars’ın işgaline yönelmişlerdi. Bu gönüllü Ermeni birlikleri Birinci Dünya
Savaşı başında Rus Ordusunda silah altına altında bulunan 150.000 Ermeni’nin
dışındadır 126.
Öte yandan dışarıda Ermeni basını ve Ermeni kuruluşları, bütün güçleriyle
Ermenileri cesaretlendiriyor, gönüllü ve yardım toplama amaçlı gayret harcıyorlardı.
Tiflis’te Epioskopos Mesrup başkanlığında milli büro, Petersburg’daki milli komite
125
126
Sonyel, a.g.e., 1987, s.285.
Hovannasian, a.g.e., s. 43-44.
61
heyeti, Bogos Nubar başkanlığındaki Ermeni kuruluşu, Ermeni kamuoyuna yönelik
propaganda faaliyetlerini yürütüyorlardı. Anılan mihraklar çalışmalarında Fransa ve
İngiltere’yi küçük ulusların, Rusya’yı doğu Hıristiyanlarının koruyucusu olarak
tanıtıyordu. Ermeni komitelerince propagandanın yanısıra planlanan diğer faaliyetler
aşağıdaki başlıklar altında toplanabilir.
- Takım takım, silah ve cephanelerle askerden kaçmak,
- Olaylar çıkarmak, tehdiş ortamı yaratmak suretiyle Türk askerlerini, bunların
ailelerini, köylerini korumak için görevlerini bıraktırarak yerlerine yurtlarına
döndürmek,
-Seferberlik, askeri ulaşım tertibatını güçleştirmek, asker, yiyecek ve cephane
konvoylarını vurmak,
- Ruslar sınırı geçer geçmez silaha başvurarak orduyu iki ateş arasında bırakmak,
- Gönüllü olarak Osmanlı silahlarıyla firar ederek Ruslara katılmak,
-Boşaltacakları köylerde kiliselerini, evlerini, tarım ürünlerini yakmak, yangınlar
çıkarmak,
- İtilaf Devletleri hesabına casusluk yapmak,
- Türklerin moralini bozmak, askerden firar etmeleri için propaganda yapmak127.
Ermeniler dış temas kurma konusunda yalnız Rusya ile yetinmemiş İngiltere’ye
de müracaat etmişlerdi. Bogos Nubar Paşa 12 Kasım 1914’de Kahire’de İngiliz
yetkilileri ile yaptığı temasta “ Kilikya Ermenileri, İskenderun, Mersin ve Adana’ya
yapılması muhtemel bir çıkarmayı desteklemek için gönüllü olmaya hazırdırlar. Dağlık
bölgelerdeki Ermeniler de önemli ölçüde yardımda bulunabilecek; silah ve mühimmat
sağlandığı takdirde Türklere karşı ayaklanacaklardır” diyerek İngilizlere işbirliği teklif
etmekteydi128. Bu bağlamda Bogos Nubar Paşa’nın başkanı olduğu Kahire merkezli
127
128
Uras, a.g.e., s. 602-603.
Öke, 2000, s.133.
62
Ermeni Hayr-hah Cemiyeti’nin görünürdeki amaçlarının ötesinde bir kuruluş olduğu
Mısır ve diğer ülkelerden pek çok komiteciyi, Halep ve Suriye’ye sızdırarak silahli
siyasi eylem amaçlı komiteciler olduğu 4 ncü Ordu Komutanlığı ve Emniyet Genel
Müdürlüğü arasındaki yazışmada belirtilmektedir129.
C. Ermeni Tehciri
Birinci Dünya Savaşı içerisindeki 1915 yılı Osmanlı Devleti açısından çok kritik
gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Çok cepheli ( Çanakkale, Doğu Anadolu,
Kanal, Irak cepheleri) savaşın bütün ağırlığı altında ölüm kalım mücadesi veren
Osmanlı Devleti özellikle Doğu Cephesinde en az cephede olduğu kadar cephe
gerisindeki tehdidin yarattığı büyük sıkıntıları yaşamaktaydı. Bir öz savunma
mekanizmasının işletilmesine olan ihtiyaç gün geçtikçe kendini daha fazla
hissettirmekteydi. Askeri, siyasi koşulların zorladığı bu ortam sonuçta cephe gerisindeki
Ermenilerden harekat alanından ve civarından uzaklaştırılmasını gerektirmişti. Tehcir
(göç) olarak adlandırılan ve yayılmacı güçler ve Ermeni diyasporası tarafından
“soykırım” olarak yansıtılan bu olaya ilişkin hususlar aşağıdadır.
1. Birinci Dünya Savaşı Sırasında Rus-Ermeni İşbirliği
Birinci Dünya Savaşı’nın yaklaştığı günlerde Doğu Anadolu’daki mülki ve
askeri makamlardan Başkomutanlık ve Hükümete kadar iletilen istihbari bilgi akışı
olmaktaydı. Bu bağlamda 14 Eylül 1914 tarihinde Erzurum Vali Vekilinin 3 ncü Ordu
Komutanlığına gönderdiği yazıda Pasinler ilçesindeki Ermenilerin yaşadığı bazı
köylerde sivil polis tarafından yapılan araştırmada elde edilen bilgiler rapor edilmiştir.
Raporda özetle “Rus Hükümetinin ve Ermenileri kendi taraflarına çekerek Doğu
Anadolu Vilayetlerinde istedikleri zaman bir isyan veya karışıklık çıkararak iç
işlerimize karışma ve hükümetimize baskı yapma amacını taşıdıkları bu amaç için çok
para harcadıkları” bildirilmiştir130.
129
ATASE, 2005, Cilt I, s. 459-464
Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, ( ATBD ) Gnkur Basımevi, Ankara, Sayı 81, Belge No. 1808, s.2629.
130
63
Bitlis Valisinden Başkomutanlığa 18 Eylül 1914’de gönderilen şifrede “Ermeni
düşünürleri arasında son günlerde verilen karar icra edilen telkinat: Harp ilanına
kadar sükun ve itaatlerini muhafaza etmek ve harp ilan edilirse ordudaki erlerin
silahlarıyla düşman tarafına iltica etmeleri ve ordumuz ilerlerse sükunetle itaatin
muhafazası ve ordumuz geri çekilirse silahlanıp çete haline geçerek ikmal ve ulaşımı
kesmeleri
yolunda
olduğu
belgelere
geçmiş
özel
bilgilere
istinaden
Muş
Mutasarrıflığından bildirilmiştir” ifadeleri yer almıştır131.
Trabzon Valisinin İçişleri Bakanlığına 8 Ekim 1914 tarihinde gönderdiği
mesajda “ Rusya’da Osmanlı ve Rus Ermenilerinden 800 kişilik bir çete Rus Hükümeti
tarafından silahlandırılarak evvelki gece Batum’dan hareket ederek Artvin taraflarına
gitmiştir. Bunları Artvin ile Ardanuç arasında bölüneceği ve Rus Hükümetinin verdiği
bağımsızlık vaadi üzerine Osmanlı Devleti ülkesinde güvenliği bozmak; halka köylere,
kentlere ve orduya saldırmak amacıyla kurulduğu ve kuvvetlerin mevcudunun 7000’e
çıkarılacağı ve sınırlarımıza saldıracakları haber alınmıştır.” şeklinde bilgilere yer
verilmiştir132.
3’üncü Ordu Komutanlığından Başkomutanlığa gönderilen 10 Ekim 1914 tarihli
şifrede “Rusların Kafkasya bölgesinde Rus ve Osmanlı Ermenileri ile Rumları
silahlandırarak bunları sınırdan geçirdikleri ve Osmanlı bölgesinde çete örgütlenmesini
geliştirmek istedikleri istihbar olunuyor. Bu haberler geçen zaman içerisinde
doğrulanmakta ve birliklerdeki Ermeni askerlerin firarları artmaktadır” ifadeleri yer
almıştır133. Birinci Dünya Savaşı arefesinde ve başlangıcındaki örneklenen bu
gelişmelerden istihbar edilebilenleri Osmanlı Hükümeti tarafından endişe ile
izlenmekteydi.
Osmanlı Devleti’nin savaşa gireceğinin Ruslar tarafından anlaşılmasıyla birlikte
Doğu Anadolu’da Ermeni ayaklanmaları başlamıştı. Ermeni çeteleri Kasım 1914’deki
savaş ilanının öncesinde gerilla savaşına uygun olarak örgütlenmişler ve geniş ölçüde
Rusya tarafından sağlanmış malzeme ve silahları depolamışlardı. Ermenilerin tüfekleri
131
ATBD, Sayı 83, Belge No. 1893, s.2-3.
ATBD, Sayı 81, Belge No. 1809, s.31-33.
133
ATBD, Sayı 81, Belge No. 1810, s.38-39.
132
64
Osmanlı Ordusu birliklerinden daha iyi idi. Bunlar özellikle Ermeni köylerinde
saklanıyordu. Aramalarda pek çok silah ele geçirilmiş ise de daha sonra gelişen olaylar
bunların ancak küçük bir bölümüne ulaşılabildiğini göstermektedir134.
Osmanlı
Hükümetinin
seferberlik
ilanı
sonrasında
Ermeni
komiteleri
faaliyetlerini arttırmış, savaşa girince yer yer planlı, sistemli isyanlar çıkarılmaya
başlanmıştır. 1915 Şubat’ında Tiflis’te toplanan Ermeni milli kongresine Taşnaksutyun
örgütünün temsilcisi sunduğu raporda şu ifadeler yer almaktaydı. “Bilindiği üzere, Rus
Hükümeti savaşın başında Türk Ermenilerini silahlandırmak, hazırlamak ve hatta
isyanlar çıkarmak için ilk ağızda 242.900 ruble vermiştir. Gönüllü birliklerimizin, Türk
zinciri arasından geçerek oradaki ihtilalcilere katılması ve mümkünse, Türk Ordusunun
cephe gerisinde anarşi yaratması ve bu suretle Rus Ordusunun Doğu Anadolu’yu
işgalini sağlamak ve ileri hareketlerini kolaylaştırmak gereklidir”135.
Taşnaklar yalnız Rusya’da değil Osmanlı topraklarına da girerek çeteciler
devşirmişti. Ermeni çeteci birlikleri Ermeni köylerini dolaşarak eleman topluyor ve yerli
Ermenilere Rus işgali altındaki bölgelere göç etmeleri için baskı yapıyorlardı. Çetelere
Osmanlı Ordusundan firar etmiş çok sayıda Ermeni kaçağı geldi, daha sonra bunlar
gerilla savaşı ve eşkiyalık edecek çeteler şeklinde örgütlenip, Kafkasya’da hazırlıklarını
sürdüren Rus ve Ermeni birliklerine katıldılar136.
Tehcir kararına giden gelişmeler içerisinde Ermeni çetelerinin gerek Doğu
Anadolu Harekat Alanı gerekse bunun geri bölgelerinde pek çok yıkıcı faaliyetleri
olmuştur. Bu faaliyetlerin mahiyetinin anlaşılmasında bazı örnekler yararlı olacaktır.
Seferberliğin ilanından sonra uzun zamandır planlanan isyanlardan ilki Zeytun’da
(Maraş) çıkmıştır. Zeytun Ermenileri 17 Ağustos 1914’de komutan ve subayları
kendilerinden olmak üzere Zeytun Fedai Alayı adı altında ayrı bir Ermeni alayı kurmak
istediler. Ancak bu istekleri kabul edilmeyince seferberliğe katılmamaya karar verdiler
ve dağlara çıkıp ayaklanamaya başladılar. Maraş kışlasındaki Ermeni asıllı erler de
silahlarıyla kaçarak oluşturdukları çetelerle özellikle askere ve jandarmaya saldırmaya
134
McCarty, a.g.e., s.201-202.
Uras, a.g.e., s.593-601.
136
McCarty, a.g.e., s.20.
135
65
başladı. Örneğin Zeytun askerlik şubesinden terhis edilen ve köylerine dönmekte olan
100 erkek soyularak öldürüldüler. Köylere saldırıldı. Bu hareket bastırılmasına rağmen
1915 Ocağında yeniden alevlendi. Ermeni çeteleri Zeytun’daki seyyar jandarma
taburuna gönderileceğini haber aldıkları cephaneyi ele geçirmek için pusu kurarak altı
jandarma erini öldürüp, ikisini yaraladılar. Telgraf telleri kesilerek ilçenin haberleşmesi
kesildi. Hükümet konağına ve kışlaya saldırıldı. Yedi yüz kişilik eşkiyanın barındığı bir
manastıra yapılan harekatta Ermeni çeteleri jandarma komutanı ile yirmi beş eri şehit
etti, pek çoğunu yaraladılar. Bu ayaklanmada komiteciler Ermeni halka yaptıkları
bildirilerde ‘İngilizlerin İskenderun’a çıktıkları, Ermenilerin de ayaklanarak hükümeti
zor durumda bırakmak ve seferberlik çalışmalarını aksatmak suretiyle İngilizlere destek
olmalarını” istemişti. Ancak isyan daha sonra bastırılmış çok sayıda silah ele
geçirilmiştir.
Elebaşılarının
bölgenin
zenginleri
ve
hükümet
imkanlarından
yararlandırılanlar olduğu ortaya çıkmıştır137.
Öte yandan Rusya ile harp ilanına kadar Ermenilerin Rusya ve Türkiye’de
faaliyetleri hakkında Doğu Anadolu’da konuşlu 3’üncü Ordu Komutanlığına gelen
bilgiler şöyledir.
(ı) Sınırın Rusya tarafında köy ve kasabalardan Müslüman olanlarında arama
yapılarak toplanan silahlar daha sonra Ermenilere dağıtılmaktadır.
(ıı) Sınırın Osmanlı tarafındaki özellikle sınıra yakın köy ve kasabalarda
yaşayan Ermenileri silahlandırmak üzere Oltu, Sarıkamış, Kağızman, Iğdır’da çok
sayıda silah, cephane bomba yerleştirildiği, Van ve Bitlis’te dağıtılacak silahlarla, daha
sonra alınacak düzenin kararlaştırılması için Rus generali Loris Molikof’un oğlunun
yanında bulunan Taşnak elebaşılarından Malkon ve Ohannes ile birlikte 10 Ekim 1914
tarihinde Van’a gittikleri haber alınmıştır.
(ııı) Rusya’nın İran’daki konsoloslarının İran’daki Ermenilere Türkiye’den ele
geçirilecek yerlerde Ermenistan kurulacağı vaadi ile özellikle Rumiye ve Salmas’ta
yaşayan Ermenileri silahlandırıp Osmanlı sınırından içeri soktukları anlaşılmaktadır.
137
ATASE,1989, s.187-188
66
(ıv) Kafkasya ve Türkiye Taşnak komitesi elebaşılarından bazıları sınır
yakınlarında çete teşkilatları oluşturmaktadır. Bu teşkilatlanma hakkında elde edilen
bilgilere göre Ermenilerin saptanan bazı faaliyetleri şöyledir.
-
Büyük
kısmı
Pasinler,
Erzurum,
Eleşkirt,
Hınıs,
Malazgirt
Ermenilerinden ve asker firarilerinden olmak üzere altı bin Ermeniyi Kağızman’da
toplayarak, Rus Hükümeti tarafından silahlandırıldıkları; Rus memurları ve Ermeni
elebaşıları aracılığı ile Müslüman halktan savaş vergisi olarak yiyecek alınarak üç bin
beş yüzünün 31 Ekim 1914’te İran Azerbaycan’ına gönderildiği, geri kalan kısmının
Kağızman’da kaldığı anlaşılmaktadır.
-
Oltu, Kars, Sarıkamış ve Trabzon’dan firar eden Ermenilerden bin beş
yüz kişilik bir süvari çetesi oluşturularak bundan bin çetecinin Beyazıt ve civarına
gitmek üzere Iğdır, beşyüzünün ise Erzurum, İspir, Çamlıkonak bölgesine gitmek üzere
Oltu’ya gönderildiği teyit edilmiş istihbarat olarak ulaşmıştır.
-
Büyük kısmını Beyazıt, Van ve Bitlis Ermenileri, asker firarileri ve Iğdır
yöresi Ermenilerinin oluşturduğu altı bin Ermeninin Iğdır’da toplanıp, çete şeklinde
örgütlerdirilerek
silahlandırıldıkları
değişik
kaynaklardan
alınan
bilgilerden
anlaşılmaktadır.
-
Türk Ordusunun hareketlerinden Rus Ordusunu haberdar etmek
amacıyla Trabzon, Erzurum, Muş, Bitlis, Van, Sivas ve Kayseri’de casusluk merkezleri
kurulmuştur. Bunlara ilave olarak ateşli silahların Karadeniz üzerinden Türkiye’ye
sokulması ve ihtilal amaçlı aralarında Rus-Ermeni ve Rumların da bulunduğu değişik
icraat komitelerinin kurulduğu, örgütsel yapılanmalar gerçekleştirlmiştir.
-
Sınırdan geçirilen silah ve mühimmatın kullanım fazlası kısmı
Şebinkarahisar, Kayseri ve Sivas’taki depolarda toplanmaktadır138.
3’üncü Ordu Komutanlığının savaş öncesi haber alma kaynakları ile toplandığı
yukarıdaki istihbari bilgilerden, yaklaşan savaşta Rusların, Ermeni çeteleri örgütleyerek
138
ATASE, 2005, Cilt I, s. 409-410
67
harekat alanında Osmanlı Ordusunu arkadan tehdit ederek iki cepheli bir muharebe
içerisine çekmek için gerekli altyapıyı hazırlamakta olduğu görülmektedir.
Yine 3 ncü Ordu Komutanlığının kayıtlarında Rusya’nın harp ilanına kadar olan
süreçte Türkiye’deki Ermenilerin tutum ve davranışlarına ilişkin şu bilgiler yer
almaktadır.
- Ermenilerden yasal olarak askerlik hizmeti için silah altına alınmaları
gerekenlerden Hopa, Erzurum- Hınıs ve Van hattının doğusunda yaşayanlardan çoğu
çağrıya uymayarak Rusya’daki teşkilata katılmak üzere sınırın karşısına geçtikleri
görülmektedir.
- Körpüköy, Hasankale vd. bölgelerde yapılan aramalarda silahlar bulunmuştur.
Ermeni çeteleri Erzurum, Gümüşhane havalisinde Müslümanları katletmiş, postaya
saldırıp gasp etme gibi eylemlere girişmişlerdir.
- Geri bölgede değişik nedenlerle seyahat eden Türk askerleri Ermeni çeteleri
tarafından öldürülmektedir.
- Ermeni erler silahlarıyla birlikte firar etmekte ve Rusya’ya geçmektedirler. Bu
benzeri gelişmelerden dolayı içeride büyük bir ihtilal hareketinin hazırlanmakta olduğu
anlaşılmaktadır. Doğu illerinden Van, Bitlis, Erzurum, Şebinkarahisar birinci öncelikli,
Sivas, Diyarbakır, Kayseri ikinci öncelikli ihtilal merkezleri olarak seçildiği buralarda
örgütlenildiği, seferberlik ilanında Taşnak örgütünün şubelerine bütün şubelerine 13
yaşına kadar erkeklerin komiteye üye kaydedilerek silahlandırılmalarını talimatlarının
verildiği bunlardan bazılarının askeri mahkemede verdikleri ifadelerle saptanmıştır139.
Sivas Valiliği 7 Temmuz 1914’te İçişleri Bakanlığına Amasya'da bomba imal
edip çevre illerdeki Ermeniler'e gönderen, sakladıkları bomba, dinamit ve çeşitli edevat
139
ATASE, 2005, Cilt I , s. 410-411
68
ile birlikte bazı Ermeniler'in yakalandığına ve yine Tokat’ta benzer faaliyetler yürüten
bazı Ermeni zanlıların saptandığına ilişkin telgraf göndermiştir140.
Erzurum Valiliği’nin Beyazıt Mutasarrıflığından alınan bilgilere istinaden
3’üncü Ordu Komutanlığına gönderdiği 31 Ekim 1914 gün ve 740 sayılı yazıda
“seferberlik nedeniyle silah altına alınan köylerde bulunan Ermeni gençlerin Iğdır’da
bulunan
Suryen
çetesine
katıldıkları
ve
toplu
olarak
Rusya’ya
kaçtıkları”
bildirilmiştir141.
Diğer taraftan Hınçaklar, Kayseri’de savaş öncesi Sabahgülyan ve Hamparsum
Boyacıyan liderliğinde örgütlenmişler ve Kayseri’yi bomba imal yeri ve silah deposu
haline getirmişlerdi. Burada Amerika’da bomba imalatı üzerine eğitim görmüş
komiteciler çalışmaktaydılar. Bomba imalathanesinin patlaması sonucu yapılan
aramalarda Kayseri’de imal edilmiş pek çok bomba ele geçirildi. Bundan başka silah
altına çağrılan Ermeni gençleri buna uymayarak kaçmışlardı142.
Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti'nden (Emniyet Genel Müdürlüğü) 15 Şubat
1914’de Bitlis'de zuhur eden Ermeni eşkıyasının Halep ve Dörtyol'da askerlere tecavüz
etmeleri; Kayseri'de bombalar ortaya çıkması; Rusça, Fransızca ve Ermenice yazılı
şifreli muhaberat evrakının muhtemel bir ihtilali haber vermekte olduğundan gerekli
tedbirlerin alınması hakkında Edirne, Ankara, Aydın, Halep Vilayetleri ile Bolu, Karesi,
Kayseri ve Karahisar-ı Sahib Mutasarrıflıklarına gerekli tedbirlerin alınması için telgraf
gönderilmişti143.
Savaş ilan edildiği zaman savaşın yıkımını Türk topraklarına kaydırmak için Rus
ordusu Türk topraklarına girmiş ve Hasankale’ye kadar ilermişti. Bu zamana kadar Türk
ordusundaki Ermeniler ve gerideki Ermenilerin davranışları ise şöyle olmuştur.
“Erzurum’un doğusuna kadar ilerleyen Ermeni çeteleri, Ermeni köylerindeki nüfusu
Rusya’ya naklederek, eli silah tutanları kendilerine katılmaya mecbur etti ve geri
140
DH. EUM. EMN 88/33 Belge No: 1,2,3,4,5 1332.Ş.28 http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/
15.06.2008
141
ATBD, Sayı 83, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1983, Belge No.1899 s.25-26
142
Uras, a.g.e.,s. 603-604
143
DH.ŞFR 50/127 Belge No: 1, 1333.R.13 http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/ 12.04.2008
69
çekilirken Müslüman köylerini yakarak, yıkarak, halkını katlederek imha ediyorlardı.
Türk ordusundaki Ermeni erler her fırsattan istifade ile silahlarıyla Rus ordusuna firar
ediyorlardı. Subay ve doktorların da birçok bilgiyle Rus ordusuna katıldıkları
görülüyordu. Savaşın en buhranlı zamanlarında cephane, batarya ve yedek mevzilerinin
işaretle
düşmana
gösterildiği
çoğu
kez
görülüyordu.
Bu
cümleden
olarak
Pazacur144mevziini işaret ettiği görülen Gümüşhaneli Ohannes oğlu Kirkor, çıkarıldığı
askeri mahkemede suçunu tereddütsüz itiraf etmekteydi. Bazı Ermeni asıllı askerlerin de
savaşın en şiddetli anlarında Türk askerlerini firara teşvik ettikleri ve bu sebepten avcı
hatlarının bozulduğu görülüyordu. İç tarafta bulunan Ermeniler ise yaralı olarak geri
sevkedilen savunmasız askerleri katletmekten çekinmiyorlardı. Ayrıca Rus ordusundaki
Ermenilerle sürekli olarak haberleştikleri ve kendilerinin alacakları durumu
kararlaştırmak ve saptamak üzere casusluk faaliyetinde bulunuyorlardı. Çoğu defa bu
gibi şifreli haberler casusların üzerinde ele geçiyordu. Bu cümleden olarak hem Türk
ordusunun durumundan haber almak ve hem de Rusların Osmanlı memleketlerindeki
Ermenilere silah ve cephane gönderdiklerine delil olarak belgeler ele geçirilmiştir”145.
Doğu Anadolu’nun savunmasından sorumlu 3’üncü Ordu Komutanlığının bu tespitleri
harekat bölgesinde cephedeki düşman kadar cephe gerisinden de büyük bir tehdit
altında olduğunu kanıtlamaktadır.
Birinci Dünya Savaşının ilk aylarında Osmanlı Doğu cephesinde Sarıkamış
Harekatı başlamıştı. Bu harekat 23 Aralık 1914 ile 2 Ocak 1915 arasında soğuk kış
koşulları altında cereyan etmiş ve 60.000’e yakın zayiatla ve başarısızlıkla
sonuçlanmıştı. Bu muharebeler sürecince Türk bölgesindeki Ermeniler her türlü imkanı
kullanarak Rus Ordusuna istihbarat desteği sağlamışlardı. Bu harekat sonrası Rusların
taarruzu başlamıştır. Rus taarruzunun arefesinde de çeşitli bölgelerde Ermeni isyanları
çıkmıştı146. Bu bağlamda Isabel Sommerset ve Lucy Cavendish isimli Ermeni Dostluk
Cemiyeti üyesi iki kişinin The Times London gazetesine gönderdiği yazıda 8000’den
144
Erzurum, Köprüköy, Ortaklar
ATASE, 2005, Cilt I, s.412-413
146
Galip Baysan; Ermeni Meselesi 1915 Zorunlu Göç (Tehcir Olayı) Nedenleri ve Sonuçları,
Üniversiteliler Offset, İzmir, 2005, s.154-155
145
70
fazla Ermeni’nin Ruslar için harekat bölgesinde çarpıştığı haberi verilmektedir147.
Görüldüğü gibi Rus Ordusu’na Türk Ordusunu cephe gerisinden vuran geniş bir Ermeni
desteği sözkonusudur ve bu açık biçimde İngiliz basınında yer almaktadır.
Sarıkamış Muharebelerine kadar yukarıdaki şekil ve yöntemlerle Ruslara hizmet
etmeye çalışan Ermeniler, Türk Ordusunun Rusları sınırın doğusuna attıklarını
gördüğünden genel bir ayaklanmaya cesaret edememekteydiler. Ancak Sarıkamış
Muharebeleri sonrası Türk ordusunun büyük kayıplar vermesi üzerine ilk ihtilal hareketi
Bitlis’te başlamıştır. 9 Şubat 1915’ten itibaren iki hafta süreyle Muş ve Bitlis’in kazası
Hizan’da ayaklanmalar olmuş pek çok asker ve jandarma öldürülmüştür148.
Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi ve Rus Ordusunun sınırı geçerek taarruza
başlaması sonrasında ortaya çıkan isyan, saldırı vb olaylar yukarıdakilerden ibaret
değildir. Saldırılarla ilgili olarak pek çok rapor gönderilmiştir. Bunlardan bazıları
aşağıdadır.
Van’ın, Saray ilçesinden Seyyar Jandarma Tümen Komutanı Kazım Bey’in
(Org. Kazım Özalp) 29 Kasım ve 2/4 Aralık tarihlerinde 3’üncü Ordu Komutanlığına
gönderdiği şifrenin özeti şöyledir “Düşman ilerliyor. Hoşap istikametinde çekileceğiz.
Yakalanan iki casusun ifadelerine göre bugünlerde Van’da isyan çıkacağı anlaşılıyor.
Düşman ele geçirdiği bölgelerde Müslümanların silahlarını toplayıp Ermenileri
donatıyor ve onlardan birlikler oluşturuyor. Tümende silahları alınan Ermeni erlerin
tamamı firar etmiştir”149.
Emniyet Genel Müdürlüğü Başkomutanlık İstihbarat Şube Müdürüne gönderdiği
31 Ocak 1915 tarihli yazıda “İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi’nin İtalyan
Sefarethanesi aracılığı ile belirsiz zamanlarda Eçmiyazin’deki Ermeni Katagigosluğu
ile muhabere yaptığı, en önemli askeri sırların Rusya’nın eline geçmesini
kolaylaştırdığı” bildirilmiştir150.
147
The Times of London, 12 Jan. 1915;
ATASE, 2005, Cilt I, s. 414-416
149
ATBD, Sayı 81, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1982, Belge No. 1812,1813. s.47-54
150
ATBD, Sayı 83, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1983,Belge No. 1901. s.33-36
148
71
11’inci Kolordu Komutanı Hakkı imzası ile Elazığ’dan Harbiye Nezaretine 19
Şubat 1915’te gönderilen şifrede bölgedeki gelişmeler hakkında “Hizan’ın Ahvus
istikametindeki Sekür köyüne firariler için gönderilen jandarmalara Ermeniler
tarafından silahlı saldırı sonrası iki erin şehit edilmesi üzerine kaymakamın emrinde
hazırlanan yeterli kuvvet gönderilmiş, ayrıca çok sayıda Ermeninin toplandığı bilgisi
üzerine bu kuvvet Bitlis ve Gevaş’tan takviye edilmiştir. Ermenilerin Korsu, Sekur,
Arşin köylerinde toplandıklarını, üç günden beri isyancılarla yapılan çatışmalarda altı
jandarmanın daha şehit edildiğini, bir erin yaralandığı”, bildirilmiştir151.
Zeytun olayları üzerine Başkomutan Vekili adına Bronzar (von Shellandorf)
Paşa’nın birliklere gönderdiği 18 Mart 1915 tarihli şifresinde “Küçük bir jandarma
müfrezesinin Maraş ile Zeytun arasında otuz kişilik bir Ermeni çetesinin saldırısına
uğradığı, altı erin şehit olduğu, iki jandarmanın korumasında sevk olunan yeni erlerin
Zeytun Ermenileri tarafından bir kiliseye hapsedildiği, bu bölgede görev yapacak
müfrezelerin daha güçlü teşkil edilmesine” ilişkin talimat yer almıştır152.
Van Jandarma Tümen Komutanlığından Başkomutanlığa gönderilen 19 Mart
1915 tarihli şifrede “Van Vilayeti Şıtak Kazası Ermenilerinin jandarma erlerine ve
karakollara tecavüz ettikleri, telgraf hattını tahrip ettikleri, bu nedenle bölgeye kuvvet
sevkedildiği ve çatışmaların devam ettiği neticeden bilgi verileceği” rapor edilmiştir153.
Başkomutanlığın 25 Şubat 1915 tarihinde askeri ve mülki makamlara
yayımladığı gizli genelgede; Bitlis’te Ermeni asker firarilerinin eşkiyalık yaptıkları,
Halep’te, Dörtyol’da Ermeni çetelerinin asker ve jandarmaya saldırdıkları, Kayseri’deki
Ermeni evlerinde çok sayıda bomba ile Fransızca basılmış ihtilal beyannamelerinin ele
geçirildiği, her köyde silah deposu olduğunun saptandığı bidirilmektedir. Ayrıca Ermeni
personelin silahlı hizmetlerde görevlendirilmemesi, komutanların hükümet emirlerine
direnme ve silahlı karşı koyma ile karşılaşmaları halinde bunları bastırmaları, ancak
151
ATBD, Sayı 83, Belge No. 1902. s.37-40.
ATBD, Sayı 81, Belge No. 1820, s.95-98.
153
ATBD, Sayı 81, Belge No. 1821, s. 99-102.
152
72
tedbirlerin halkı korkutmaması ve sadık yurttaşlara zarar verilmemesi vb. güvenlikle
ilgili hususlar genelgede yer almıştır154.
Birinci Dünya Savaşında en önemli Ermeni isyanı Van’da çıkarılan olmuştur .
Bu eylemde bilinçli olarak Doğu Anadolu’da bağımsız Ermeni Devleti kurmak
amaçlanmaktaydı. Bu isyan için koşullar ve zaman Ermeni komitelerinin lehinedir.
Çünkü komitelerin harekete geçmeleri ve Van’ı işgalleri Rus Ordusunun Osmanlı
topraklarına girmeleriyle başlamıştır. Osmanlı Ordusunun Sarıkamış harekatının ağır kış
koşulları nedeniyle büyük zayiatla sonuçlanması ve Rus Ordusunun harekete geçtiğine
ilişkin haberlerinin yayılması üzerine 5 ve 9 Şubat 1915 tarihlerinde Van ve Bitlis
vilayetlerinin muhtelif bölgelerinde Ermeni çeteleri jandarmaya silah kullanmış,
bazılarını şehit etmiştir. Rus ilerlemesinin devam etmesi ve riskli muharebelerin Van
bölgesine kayması üzerine Van şehrinde Ermeni isyanı başlamıştır. Rus Generali
Maslofski’nin ifadesine göre “12-14 Nisan 1915 tarihlerinde başlayan isyanda
Ermeniler şehirdeki küçük jandarma birliğini katletmişler ve dağıtmışlardır. Bu
gelişmeler üzerine 5. mürettep Osmanlı Tümeni Van’a gönderilmiştir. İç kale ve
şehirdeki Ermenilerin çember içine alınması üzerine bu sefer Rus kuvvetleri
Ermenilerin yardımına gönderilmiştir. 21 Nisan’da Ermeniler Van’daki bankayı,
postaneyi ve resmi binaları yakarak isyanlarını sürdürmüşlerdir. Diğer il ve ilçelerde
de jandarma ile çatışmalar başlamıştır. Bu ortamda Ermeniler Ruslar’dan destek ve
yardım almayı sürdürmüş ve kolaylıkla katliam yapabilmişlerdir. Böylece Osmanlı
kuvvetleri hem cephe hem de cephe gerisinden vurularak Ruslar’ın harekatı
kolaylaştırılmış Ruslar 19 Mayıs’ta Van’a girmeyi başarmıştır. Ruslar gelmeden önce
Türkler şehirden göç etmiş, edemeyenler Rusların girmesi sonrasında Ermeniler
tarafından katledilmiştir155.
Van Seyyar Jandarma Tümen Komutanı ile Van Valiliğinin 16-17 Nisan 1915
tarihli şifreli raporlarında; Van’ın Çatak Kazası Ermenilerinin jandarma karakollarına
ve erlerine saldırıda bulundukları, halka ateş açtıkları, telgraf hatlarını kestikleri, Çatak,
154
Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, TBMM, Kültür Sanat Kurulu Yayınları, No:126, Ankara, (Tarihsiz),
s.2-3.
155
Ergünöz Akçora; Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları (1896-1916), Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı, İstanbul, 1994, s.123-127.
73
Havasar ve Erçek’ten sonra 20 Nisan günü Van’da da saldırıların başladığı, şehirde
silahlı çok sayıda isyancının görüldüğü bildirilmiştir. Yine Van Valisi 22-23 Nisan 1915
tarihinde gönderdiği şifreli raporunda 750 kadar silahlı Ermeni isyancı ile şehirde
çatışmaların sürdüğünü bildirmiştir156.
Van Valisi Cevdet Bey’in 21 Nisan 1915 tarihinde gönderdiği şifreli mesajın
bazı bölümlerinde “şehrin her tarafında ateş sabaha kadar sürmüş, Kaledibi
Mahallesinde yüzlerce olduğu tahmin edilen Ermeni ihtilalcinin gece Van Kalesine
saldırmak üzere toplandıkları anlaşılmıştır. Kaleden karşılık verilmesine rağmen asker
de ağır zayiat vermiştir. Duyun-u Umumiye, Reji, Osmanlı Bankası, yakma teşebbüsleri
başarıya ulaşamamıştır. Ermeni çeteleri şehri kuzey, doğu ve güney cephelerinden
kuşatarak bu istikametlerden gelecek müfrezelerin yardımını önlemek için siperler
kazmaktadırlar. Şehirdeki şiddetli çatışmalar bu siperleri işgal etmiş Ermeni çetelerine
karşı tedbir alma imkanı bırakmamaktadır.” ifadeleri yer almaktadır157. Bu bilgiler
Van’da Ermeni çetecileri tarafından çıkarılan isyanın ne denli büyük boyutlu olduğunu
sergilemektedir.
Diyarbakır Valisi 27 Nisan 1915 tarihli yazısında “Diyarbakır’da yapılan
aramalarda pek çok silah, cephane, askeri elbise, patlayıcı madde bulunduğu şehir
merkezinde 1000’den fazla asker kaçağının ele geçirildiğini” rapor etmiştir158.
Olayların Ermeniler lehine, Türkler aleyhine gelişmesi, 8 Mayıs günü Van’ın
Türk mahallerine hücüm edilerek evlerin yakılmasından sonra şehir henüz tam olarak
düşmeden Van Valisi Cevdet Bey kademeli olarak şehrin terkedilmesine karar verdi. Bu
çekilme sırasında pekçok Türk yollarda büyük işkence ile karşılaştılar. Türklerin
çekilme yolları Van Gölü’nün kuzeyini takip eden Van-Erciş-Ahlat-Bitlis karayolu,
gölün güneyini takip eden Van-Gevaş-Bitlis karayolu ile Van-Tatvan su yolu idi.
Ermeniler bu göç esnasında saldırdıkları Türklere büyük işkenceler yaptılar en talihlileri
katledildi. Gemilerle gidenlerin büyük kısmı, Ermenilerin yaşadığı Çapanak Adası’nın
kıyı köylerinde katledildiler. Böylece savaşın ilk göçüne zorunlu olarak çıkan Türkler
156
ATASE, 1989, s.39-48.
ATBD, Sayı 83, Belge No. 1909, s. 97-100.
158
ATBD, Sayı 83, Belge No. 1912, s.113-115.
157
74
büyük ölçüde yokedildiler159. Van’ı savunmasız yakalayan Ermeni çeteleri Rusların
Van’a girmesiyle sivil yönetim kadrolarını faaliyete geçirmişler, komiteci Aram’ı
Ruslara vali seçtirmişlerdir. Böylece kontrolü ele geçiren Ermeni çeteleri büyük
katliama girişmişlerdir. Komitelerin yayınladıkları kendi bildirilerine göre “Van’da tek
Türk evi kalmamış hepsi yakılmış, yıkılmıştır. Türk olarak sadece 1500 kişi sağ
kalabilmiştir”160. Van’ın Rus işgaline girmesiyle 18 Mayıs 1915 günü Çar, Van’daki
Ermeni halkına bağlılıkları için teşekkürlerini gönderiyordu161.
Ermeni çetelerinin savaş sırasında gerçekleştirdikleri eylemler ve çıkarılan
isyanlar yukarıdakilerle sınırlı değildir. Muş, Çatak, Halep, Suşehri, Dörtyol ve pekçok
yörede Osmanlı askeri birlikleri, postaneleri, jandarma karakolları, askerlik daireleri
saldırıya uğramıştır. Diyabakır bölgesinde çeteler halinde örgütlenen Ermeniler Osmanlı
birliklerine ve Müslüman köylerine saldırmıştır. Savaş başladıktan sonra daha önce
değinilen Zeytun, Bitlis ve Van dışında; Muş, Gevaş, Reşadiye ile diğer kent ve
kasabalarda ayaklanmalar çıkarılmış, Osmanlı birliklerine saldırılar düzenlenmiş ve
bunların tamamı Osmanlı Hükümetinin 27 Mayıs 1915’deki göç kararından önce
başlamışlardır162. Rus kuvvetlerini takviye eden Ermeni çetelerine katılan yerli
Ermeniler içlerinde kadınların da bulunduğu yüzlerce savunmasız insanı gözlerini
oymak dahil pek caniyane yöntemlerle köylerinde katletmişlerdir. Bunlara ait çarpıcı bir
örnek Mahmudin Kaymakamı’nın 15 Mart 1915 tarihinde gönderdiği raporda belirttiği
katliam haberlerinde görülmektedir163.
Yukarıda bazı örnekleri sıralanan bu gelişmeler içerisinde tarih 1915 Mayıs’ına
geldiğinde, Ruslar Doğu Anadolu’da ilerlemekte, İngiliz ve Fransızlar Çanakkale’yi
zorlamakta, güneyde Kanal Harekatı devam etmekte ayrıca bu sıcak dönemde ülke
içerisinde değinilen kritik bir durum yaşanmaktaydı164. Harbin başlamasından itibaren
Ermeni komitelerinin ortaya çıkardığı ve savaşın en zorlu günlerdeki kritik bir hal alan
159
Baysan, a.g.e.,s.159-160.
Akçora, a.g.e., s.XVII .
161
Georges de Maleville; 1915 Osmanlı-Rus Ermeni Trajedisi, Çev. Necdet Bakkaloğlu, Toplumsal
Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 1998, s.29.
162
McCarty, a.g.e., s. 205-206.
163
ATBD, Sayı 81, Belge No. 1819, s. 77-94.
164
Gürün, a.g.e., s.207-208.
160
75
gelişmeler bölgede görev yapan komutanlar, valiler ve devlet örgütü tarafından merkeze
rapor edilmekteydi.
Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi sonrasında Ermeni komitelerinin düşmanla
yaptığı işbirliğine ait istihbarat raporlarının hükümet merkezine ulaşması, ayrıca pek
çok şehir ve bölgede Ermeni komitlerinin çıkardığı ayaklanmaların, ordu ve emniyet
güçlerine düzenlenen saldırıların yaygınlaşması hükümette büyük tedirginlik yaratmıştı.
Ancak olayların durulacağı beklentisinden dolayı kesin tedbirler alınmıyordu.
Ermenileri uyarmak için bazı girişimlerde bulunulmuştu. Bu bağlamda Dahiliye Nazırı
Talat Bey, Erzurum Mebusu Vartkes Efendi’ye “Ermenilerin bu çeşit eylemlere
başvurmaya devam etmeleri halinde şiddetli tedbirlerle karşılaşacakları” yönünde
uyarıda bulunmuştu. Başkomutan Vekili Enver Paşa da Ermeni Patriği ile görüşerek
kendisinden, cemaatine nasihat etmesini istemiş “söz konusu eylemlerin yaygınlaşması
halinde hükümetin sıkı tedbirler almak zorunda kalacağını” hatırlatmıştır165. Fakat
hükümetin nasihatleri sonuç vermemiştir. Van’ın kaybedilmesi üzerine Dahiliye
Nezareti (İçişleri Bakanlığı) benzer durumların diğer vilayetlerde yaşanmasını önlemek
için tedbir olarak 24 Nisan 1915’te vilayet ve mutasarrıflıklara genelge göndererek
Ermeni komite merkez ve şubelerinin kapatılmasını, evrakına el konulmasını,
elebaşıların tutuklanmasını istemişti166.
Osmanlı Devleti doğu vilayetleri başta olmak üzere Anadolu’da başlayan
Ermeni isyanlarını aldığı yerel tedbirlerle önlemeye gayret etmiş ancak bu tedbirler
etkin olamamıştır. Bu durumda Ermeniler özellikle Doğu Anadolu’daki savaş
bölgelerinde, cephe gerilerinde, gerek ordu gerekse harp nedeniyle savunmasız kalan
sivil halk için tehdit oluşturur bir konuma gelmiştir. Osmanlı Devleti daha savaş
öncesinde Rusların alacağı Osmanlı topraklarını Ermenilere bırakma ve burada
bağımsızlık sözü verdiği istihbaratını almıştı167.
165
166
Öke, 2000, s.138.
Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s.22-23.
Cemalettin Taşkıran; “Türk-Ermeni İlişkileri, Tehcir Olayı ve Sözde Soykırım” Osmanlıdan
Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001, s.212.
167
76
Ermeni Patriğinin yerel idarelerin davranışları konusunda Başkomutanlığa 8
Nisan’da yaptığı başvuruya karşılık 22 Nisan 1915’de verilen cevapta özetle
Ermenilerin 8 Nisan 1915 tarihi itibariyle Sivas Vilayeti’nde kısmen, Van Vilayeti’nde
tamamen isyan halinde olduğu diğer vilayetlerde de isyan için uygun zamanı
kolladıkları 3’üncü Ordu Komutanlığından Başkomutanlığa gönderilen raporda yer
almaktadır. “Müracaatta yer alan hususların eldeki belgelerle uymadığı, ancak her olay
hakkında inceleme yapıldığı, yurttaşlar için hoşgörülü ve adaletli uygulamaya hükümet
tarafından titizlik gösterildiği, Ermeni yurttaşların Osmanlı Devletine bağlı olmalarına
büyük önem verildiği”, “Ermenilerin öğütlere hakkıyla uymaları, dış yardakçılara kulak
asmamaları, hükümet kovuşturmasının yalnız suç işleyenlere karşı yürütüldüğünü
anlamaları halinde taşkınlıkların başlamadan söndürüleceği” belirtilmiştir168.
Alınan önlemlerde Osmanlı yetkilileri masum vatandaş ile teröristi ayırdetmek
için gayret göstermişlerdir. Bu durum devlet yazışmasına da yansımıştır. Örneğin
3’üncü Ordu Komutanı 11 Mart 1915 tarihli emrinde; halkın hükümete itaat görevi
olduğu gibi, hükümetin de halka sahip çıkma, onları koruma görevlerinin olduğunu,
güvenlik görevlerinin bu esaslara göre yürütülmesini istemiştir169. 4’üncü Ordu
Komutanı ise Zeytun olaylarına ilişkin yayımladığı 10 Nisan 1915 tarihli emrinde
çarpışmalara katılmamış, isyan kışkırtıcılığı yapmamış, kendiliğinden güvenlik
güçlerine sığınan ve silahlarını teslim edenler hakkında işlem yapılmamasını
istemiştir170.
Değinilen bütün gelişmeler ve Doğu Anadolu Harekat Alanından gelen bilgi ve
raporlar Ermenilerin örgütlü bir şekilde Osmanlı Ordusu’nun cephe gerinde büyük bir
tehdit oluşturduğunu ve münferit önlemlerle düşmana karşı yürütülen savunma
harekatının emniyetle devamını sağlama imkanının kalmadığını açık biçimde ortaya
koymaktadır.
Daha önce değinildiği gibi Osmanlı Devleti savaş öncesi büyük devletlerle
yaptığı Yeniköy anlaşmasına göre, doğudaki altı vilayette Ermeni nüfusun yerel temsil
168
Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s.15.
ATBD, Sayı 81, Belge No.1818, s.75-76.
170
Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s.12-13.
169
77
organlarına girmesi ve bölgeyi, iki bölge oluşturularak maaşı dahi belirlenen Norveçli
ve Hollandalı iki genel valinin yönetmesi kararını almıştı. Savaşın çıkması bu
antlaşmanın yürürlüğe girmesini önlemiştir. 1915 Ermeni tehciri, olabilecek bir Ermeni
isyanına karşı düşünülmüş bir tedbir değildir. 1915’te alınan bu karar fiilen ortaya çıkan
isyana ve düşman ordusu ile işbirliğine karşı o günün koşulları içerisinde alınan tatsız,
zor, ancak kaçınılması mümkün olmayan bir karar olarak gözükmektedir171.
Van’ın düşman eline geçmesinden kısa bir süre önce Başkomutan Vekili Enver
Paşa, 2 Mayıs 1915 tarihinde “Van ve civarındaki isyana karşı alınacak önlemler
hakkında” Başkomutanlık Vekaletinden, Dahiliye Nezaretine bir andıç göndermiştir.
Dahiliye Nazırı Talat Bey’e gönderilen bu evrakta “Van gölü etrafında ve Van
Valiliğince belirtilen yerlerdeki Ermeniler isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve
hazır durumdadırlar. Bu toplu halde bulunan Ermenilerin buralardan çıkarılarak isyan
yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim. 3’üncü Ordu Komutanının verdiği bilgiye göre
Ruslar 21 Nisan 1915’te kendi sınırları içerisindeki Müslümanları sefil ve perişan bir
halde sınırlarımızdan içeri sokmuşlardır. Hem buna karşılık olmak hem de yukarıda
belirttiğim amacı sağlamak için ya bu Ermenileri aileleriyle birlikte Rus sınırı içerisine
göndermek, yahut Ermenileri ve ailelerini Anadolu içerisine dağıtmak gereklidir. Bu iki
şekilden uygununun seçilmesiyle yapılmasını rica ederim. Bir sakınca yoksa
isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi, yerine
dışarıdan gelen İslam halkın yerleştirilmesini tercih ederim” şeklinde ifade edilen
öneriler yer almıştı172. Bu tehcir kararının gerekliliği hakkındaki dikkat çekici ilk işaret
olmaktadır.
Fransız araştırmacı Georges de Maleville 1988 yılında Paris’te yayınladığı
“1915 Ermeni Trajedisi” adlı kitapta Enver Paşa’nın görüşüne değinerek “Bu mektup
son derecede önemlidir. Biz Türklerin bunu şimdiye kadar gündeme getirmediğine
şaşıyoruz” ifadelerini kullanmaktadır. Mektup aşağıdaki hususları yansıtmaktadır.
171
172
İlber Ortaylı; “ Ermeniler Neden Göç Etmeye Zorlandı?” Popüler Tarih, İstanbul, Ocak 2001, s.45.
Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s. 34-36.
78
a. Düşmana karşı sempati beslediğinden şüphelenilen halkın yerlerini değiştirme
insiyatifi önce Türkler değil, Ruslar tarafından ele alınmış, fikri yaratan Ruslar
olmuştur. Enver Paşa da Rusların Türkleri (kaldı ki Rusya’daki Türkler Ruslara karşı bir
isyan hareketinde bulunmamışlardı) Osmanlı sınırından içeri sürmelerine karşılık,
Ruslara bir mukabele olarak Ermenileri Rus sınırından içeri göndermeyi düşünmüştü.
b. Enver Paşa Ermeni toplumunun yerini değiştirme düşüncesini Van gölü
etrafındaki Ermenilerin ayaklanmaları ve ihtilal yuvası haline gelmelerinden sonra
gündeme getirmiştir.
c. Enver Paşa, telgrafı gönderdiği tarihte isyan eden Ermenilerle ilgili bir karar
değil, Ermenileri savaşın devam ettiği cephenin ilerisine veya gerisine yerleştirme
konusunda düşüncelerini açıklamıştır.
d. Anılan görüş yalnız Doğu Anadolu’da ve isyan etmiş Ermenileri
kapsamaktadır. Yani bazı mihrakların ileri sürdüğü gibi 1915 yılı başında İttihat ve
Terakki yönetiminin Ermenileri imha gibi bir planı bulunmamaktaydı. 2 Mayıs’ta söz
konusu olan proje değil, bir fikirden ibarettir173. Bu bağlamda Osmanlı Devleti Van’ın
Rus Ordusu tarafından işgaline kadar çıkan isyan ve ayaklanmaları münferit olaylar
olarak ele almış, ancak Ermenilerin Van’da Rus Ordusu ile yaptıkları işbirliği ve
şehirdeki Türk halkını katletme girişimleri bardağı taşıran son damla olmuştur174.
2.Tehcir ( Zorunlu Göç) Yasası
Birinci Dünya Savaşında 1914 yılı sonlarından itibaren Doğu Cephesinde
Sarıkamış harekatının başarısızlıkla sonuçlanması Osmanlı Ordusu aleyhine bir askeri
durum yaratmış ve Ermeni çetelerinin yukarıda belirtilen faaliyetleri sonucunda
ordunun geri bölge emniyeti tehlikeye düşmüştür. Hiçbir ordu cephe gerisinde emniyeti
sağlanmadan savaşı sürdüremez. Birinci Dünya Savaşının başından itibaren Ermeni
azınlığın Ruslar’a sempati duyduğu, fırsatlardan yararlanarak Ruslar’a yardım ettiği ve
hatta oluşturdukları Ermeni gönüllü taburları ile Rus Ordusu ile aynı safta savaşa
173
174
Taşkıran, a.g.e., s.213.
Gazigiray, a.g.e., s.318
79
katıldıkları açıkça görülmektedir. Konuya ilişkin olarak 3’üncü Ordu Komutanlığınca
yapılan değerlendirmelere göre Ermeni çetelerinin cepheyi etkileyen birinci derecede
önemli faaliyet alanları Van, Bitlis, Erzurum, Şebinkarahisar ikinci derecede önemli
faaliyet alanları ise Sivas, Kayseri ve Diyarbakır olarak belirlenmişti175.
Doğu Cephesindeki komutanların, valilerin ve mülki amirlerin raporlarıyla iyice
belirginleşen kritik durum ve Ermeni eylemlerinin durdurulamaması üzerine hükümet
meşru müdafaya dayalı güç koşulları olan önlemlere başvurma zorunda kalmış ve harp
bölgelerine yakın yerlerde bulunan Ermenilerin düşmanla işbirliği faaliyetlerine girişip
Osmanlı Ordusu'nun savunma faaliyetlerini sabote etmesi nedeni ile sınır bölgesindeki
Ermenilerin güney bölgelerine sevk edilmeleri konusunda karar almıştı.
Bu karar sonrası ‘Tehcir Kanunu’ olarak adlandırılan kanun çıkarılmıştır.
Meclis tatilde olduğundan, Bakanlar Kurulu meclisten aldığı yetkiye dayanarak “geçici
kanun” olarak çıkarmıştır. Takvim-i Vekayide yayınlanan No:2189 sayı, 27 Mayıs 1915
tarihli bu kanun şöyledir.
Madde 1: Sefer zamanında ordu, kolordu ve tümen komutanları ve bunların
vekilleri, müstahkem mevki komutanları; halk tarafından herhangi bir şekilde hükümet
emirleri ve yurt savunması ve güvenlik korunması ile ilgili icraat ve tertibata karşı
düşmanlık ve silahla saldırı ve direnme görürlerse, hemen askeri kuvvetlerle şiddetli bir
şekilde yola getirmeye ve saldırı ve direnmeyi kökünden yok etmeye izinli ve
mecburdurlar.
Madde 2: Ordu ve müstakil kolordu ve tümen komutanları askeri gereklere
dayanan veya casusluk hiyanetlerini hissettikleri köyler ve kasabalar halkını tek tek
veya toplu olarak diğer bölgelere gönderip, yerleştirebilirler.
Madde 3: Bu kanun yayın tarihinden itibaren geçerlidir.
175
Ercan Birol; “Tehcirin Askeri Gerekçeleri”, Çeşitli Yönlerden Türk-Ermeni İlişkileri, İstanbul
Üniversitesi Yayını No.4639, İstanbul, 2006, s.286-287
80
Madde 4: Bu kanunun hükümlerinin yürürlüğünden Başkomutan Vekili ve
Harbiye Nazırı görevlidir. 27 Mayıs 1915 (14 Mayıs 1331) 176 ( EK-B) .
27 Mayıs 1915’te çıkarılan “Tehcir Kanunu” Ermenileri değil, Osmanlı
Devleti’ne isyan edenleri kapsamına almaktadır. Kanun metninde Ermeni sözcüğü
geçmemektedir. Osmanlı Devleti’nin Rusya, İngiltere, Fransa gibi dönemin süper
güçleriyle çok cephede bir ölüm kalım savaşı içerisinde iken alınan tehcir kararı radikal
bir karardı. Ancak zorunluluk hissedildiğinde bu tip tedbirleri iki cihan savaşında pek
çok devlet uygulamıştır. Ermeni isyanlarında elinde silah olan asiler dışındakilere
dokunmamaya özen gösterildiği halde, meydana gelen olaylar daha toptan tedbirlerin
gerektiğini kanıtlamıştı177.
Birinci Dünya Savaşının ilk yenilgisi sonrasında istilacı ordulara gösterilen
silahlı Ermeni desteği, Alman Genelkurmayı’nın da tehcir konusunda ısrarlı öneriler
yapmasına yol açmış, kararın alınmasında etkisi olmuştur. Tehcir kararında ordunun
harekat alanında emniyetini sağlamak kadar, Müslümanlar ile Ermeniler arasındaki
çatışmalara son vermek amacı da güdülmüştür. Doğal olarak bu karar uygulanırken aktif
Ermeni militanlarıyla sivil halkın çatışmaya karışmayacak unsurlarının ayırt edilmesi,
içinde bulunulan koşullarda mümkün değildi. Tehcir uygulamasını bazı idareciler
oldukça zayiatsız olarak gerçekleştirebilmiş, bölgelerindeki nüfusu tehcirin hedefi
Suriye ve Mezopotamya’ya aktarabilmişlerdir178.
Tehcir kararının alınmasıyla Osmanlı Devleti ile savaş halinde bulunan İtilaf
Devletleri bir deklerasyon yayınlayarak Osmanlı Devleti’ni suçlu ilan etmişler,
düşmanla işbirliğinin zorunlu kıldığı bu önlemi Osmanlı Devleti aleyhine propaganda
malzemesi olarak kullanmışlardır. Türk aleyhtarı Ermeniler ve misyonerler olayları
Türklerin barbarlığı ve Ermenilerin mağduriyeti olarak yansıtmışlardır. Bunların yanlış
bilgilendirdiği bazı konsoloslar ve Amerikan Büyükelçisi Morgenthau başta olmak
üzere yabancı diplomatlar hükümetlerine doğruluğu şüpheli bilgiler göndermişler ve
176
Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s.64-65.
Türkkaya Ataöv; “Ermeni Sorununu Oluştuğu Siyasal Ortam” Osmanlı’nın Son Döneminde
Ermeniler, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu No. 94, Ankara, 2002, s.59-60.
178
Ortaylı, a.g.e., s.44.
177
81
kamuoylarını tek taraflı olarak etkilemişlerdir. İtilaf Devletleri bu konuyu Türkler
aleyhine ve kendi lehlerine azami ölçüde kullanmışlardır. Bu bağlamda İngiltere
Londra’da kurduğu propaganda merkezi ile bir taraftan dünya kamuoyunu Türkler
aleyhine etkileme amaçlı yayınlar yapmış ve Amerikan yönetimini Osmanlı Devleti ve
müttefiki Almanya’ya karşı savaşa sokmaya çalışmıştır. İngilizler, misyonerler ve
Ermenilerin kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı Morgenthau gibi diplomatlarla
işbirliği yapmışlardır. Ayrıca ABD Başkanı Wilson Amerika’nın savaşa katılmasını
meşrulaştırabilmede ihtiyaç duyduğu kamuoyu yaratmak için bir takım olaylar
bulunması yönündeki talimatı sonrası Morgenthau Ermeni tehciri meselesini ele
almıştır179.
3. Tehcir ( Zorunlu Göç) Uygulaması
Tehcir doğrudan muharebelerin cereyan ettiği cephelerin geri bölge emniyeti
açısından gerekli yerlerde uygulanmıştır. Bunlardan birincisi Kafkas ve İran cephesinin
geri bölgesi olan Erzurum, Van ve Bitlis dolaylarıdır. İkincisi ise Sina cephesinin
gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun bölgeleridir. Ermenilerin bu bölgelerde
düşmanla işbirliği yaptığı ve çıkarma harekatını kolaylaştıracak faaliyetlere yöneldiği
saptanmıştı. Daha sonra bu uygulama Anadolu’nun diğer isyan çıkan, düşmanla işbirliği
ve Ermeni komitecilerine yataklık yapan bölgelerini de içerek şekilde genişletildi.
Başlangıçta Katolik ve Protestan Ermeniler tehcir kapsamına alınmadıkları halde
sonradan bunlardan da zararlı faaliyette bulunanlar sevk edildiler180. Böylece Tehcir
Kanunu’nun yalnız harekat bölgesindeki Ermenilerle sınırlı tutulan ve Orta
Anadolu’daki Ermeni cematine dokulmayan tarzdaki uygulanması çıkan çeşitli olaylar
nedeniyle genişletilmişti. Çünkü Akdağ, Bayburt, Karahisar’da 3’üncü Orduyu günlerce
uğraştıran isyanlar çıkmıştı. Yurdun çeşitli yerlerinde kışlalarda yangınlar çıkarma,
askeri fabrikalara sabotajlarda bulunma girişimleri olmuştu. Bu eylemleri yapan
sabotajcı ve çeteciler sıkıştıklarında Ermeni ve Rum köylerine sığınıyor, kendilerinin
179
Hikmet Özdemir, Kemal Çiçek, Ömer Turan, Ramazan Çalık, Yusuf Halaoğlu; Ermeniler Sürgün ve
Göç, TTK Yayınları Ankara, 2004, XVI. Dizi-Sayı 101, s.66-68
180
Yusuf Halaçoğlu; “Osmanlı Devleti Neden Tehcir Uyguladı? Tehcirle İlgili Gerçekler”, Osmanlı’nın
Son Döneminde Ermeniler, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu No.94, Ankara, 2002, s.106.
82
saklanması ve iaşesi sağlanıyordu. Bu gelişmeler tehcirin kapsamının genişletilmesinde
etken olmuştur181.
Osmanlı
Hükümeti
göçe
tabi
tutulan
Ermenilerin
yolculuk
sırasında
gereksinimlerinin karşılanması ve haklarının kaybolmaması için iki yönetmelik
çıkarmıştır. Bunlardan ilki 30 Mayıs 1915 tarihli harp hali ve olağanüstü siyasal
zorunluluklardan dolayı başka yerlere göç ettirilen Ermenilere ait “emval ve emlak ve
arazinin keyfiyet-i idaresi” adlı olanı Ermenilerin taşınır ve taşınmaz mallarına ilişkindi.
Yönetmelik aşağıdadır.
Madde 1. Nakli gereken halkın gönderilmesinin sağlanması, mahalli memurlar
yönetimine aittir.
Madde 2. Nakledilen Ermeniler taşınabilir tüm mallarını ve hayvanlarını
yanlarında götürebilirler.
Madde 3. Yerleşme yerlerine gönderilen Ermenilerin yolculukları sırasında can
ve mallarının korunmasıyla, yiyecek sağlanması ve dinlenmeleri, yol üzerinde bulunan
idari memurlara aittir. Bu konuda meydana gelecek ihmal ve bilgisizlikten, rütbelerine
göre memurların hepsi sorumludur.
Madde 4. Düzenlenmiş yerleştirme yerlerine giden Ermeniler, durumun gereğine
ve yere göre ya ayrı olarak mevcut köy ve kasabalara eklemek suretiyle inşa edilecek
evlere
veya
hükümet
tarafından
belirlenecek
yerlerde
kurulacak
köylere
yerleştirilecektir. Köylerin sağlığa, ziraat ve imara uygun yerlerde kurulmasına dikkat
olunacaktır.
Madde 5. Yerleşme bölgelerinde köy kurulmasına uygun boş, sahipsiz ve
devlete ait arazi bulunmadığı durumlarda devlet malı olan çiftlik ve köylerin bu işe
ayrılması uygundur.
181
Necati Ökse; “Ermeni Sorununun Doğuşu, Tehcir Kanunu ve Uygulaması”, Tarih Boyunca
Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi, Kurtuluş Ofset Basımevi,
Ankara, 1985, s.274.
83
Madde 6. Ermeni yerleştirecek köy ve kasabalarda yeniden kurulacak Ermeni
köyleri sınırının Bağdat Demiryol ile bağlantı hatlarından en az yirmibeş kilometre
uzakta bulunması şarttır.
Madde 7. İlave edilerek köy ve kasabalara yerleştirilen Ermeniler ile yeni
kurulan köylerde yerleştirilen halkın nüfus kaydına esas olabilecek bir sağlamlık ve
düzenlilikle hane itibariyle her ailenin isim, şöhret, yaş, sanat, geldiği ve yerleştiği yeri
ve aynı şekilde haneyi oluşturan aile bireylerinin ismlerini ve yaşlarını gösteren bir
defter düzenlenecektir.
Madde 8. Ayrılan yerlere yerleştirilen bir kimse bağlı olduğu komisyonunu izni
olmaksızın ve yörenin güvenlik kuvvetinden özel belge almaksızın bölgesinden
ayrılmayacaktır.
Madde 9. Kendilerine ayrılan yere gelen halkın, kesin şekilde yerleşmelerine
kadar, iaşe ve muhtaç olanların evlerinin yapımı da göçmenler ödeneğinden harcanmak
üzere hükümete aittir.
Madde 10. İaşe ve yerleşme konularının sağlanması ve çabuklaştırılması ve
halkın sağlığının korunması ve durumlarının rahatlatılmasıyla ilgili işlerin yapılması,
bölgenin en büyük mülki memurları sorumlu amir olmak üzere, Göçmenler
Komisyonu’na aittir.
Madde 11. İaşe ve iskan konularının sağlanması ve çabuklaştırılması için gereği
kadar ulaştırma, iaşe ve yerleştirme memurunun atanması, Nezaret’ten izin isteme
şartıyla mutasarrıf ve valilere aittir.
Madde 12. Yerleştirilen her aileye eski ekonomik durumları ve o anki ihtiyaçları
gözönünde bulundurularak uygun miktarda arazi verilecektir.
Madde 13. Arazinin ayrılması ve dağıtılması, Göçmenler Komisyon’una aitttir.
84
Madde 14. Ayrılan arazinin hudut ve dönümü ayrılıp, belirlendikten sonra geçici
ilmuhaber karşılığında sahiplerine teslim edildikten sonra tapu ve emlak işlemlerine
temel olabilecek bir düzenlilikte özel defterine kaydolunur.
Madde 15. İhtiyaç sahiplerinden olan tarımla ve sanatla uğraşanlara uygun
ölçüde sermaye veya araç verilecektir182 ( EK-C) .
Bu yönetmelik ile devlet yetkilileri göç işlemlerinin düzenlenmesinde ve göç
esnasında Ermenilere uygarca ve insanca davranılması talimatlarını vermişti.
Yönetmelik aynı zamanda savaş içerisinde bulunulduğu dikkate alınarak Türk memur
ve jandarmasının duygusal etkilerle görevlerini kötüye kullanmamaları hususunu da
içermektedir. Diğer yönetmelik göç ettirilen Ermenilerin “iskan ve iaşesiyle hususat-ı
saireleri” hakkında idi. Bu yönetmelik ile göç edenlerin maddi zarar görmemeleri ve
bıraktıkları malların gerçek değeri üzerinden satın alınarak sahiplerine ödenmesi
önlemler alınmıştır. İçişleri Bakanlığından valilik ve mutasarrıflıklara 11 Ağustos
1915’te gönderilen 452 sayılı ilgili yönetmelik aşağıdadır.
“Erzurum, Adana, Ankara, Aydın, Bitlis, Halep, Bursa, Diyarbakır, Suriye,
Sivas, Trabzon, Elazığ, Musul Valilikleriyle, Urfa, İzmit, Balıkesir, Kayseri, Afyon,
Maraş, Eskişehir, Niğde Mutasarrıflıkları’na Adana, Halep, Maraş, Diyarbakır, Sivas,
Trabzon, Elazığ, Erzurum ve İzmit Emval-i-Metruke Komisyon Başkanlıklarına Şifre:
Nakledilen Ermeniler’in taşınabilir mallarının pek ucuza elden çıkarıldığı veya
şuradan buradan toplanan vurguncuların tekelinde olarak yok bahasına satılarak,
tamamen zarara uğramış olduğu haber veriliyor.
Boşaltılacak bölgelere yabancı, şüpheli ve kimliği bilinmeyen hiçbir kimsenin
girmesine ve gezmesine izin verilmemesi, gelmişler varsa hemen çıkarılmaları.
Bunlardan ucuz mal almışlar varsa satışın bozulması gibi tedbirlere başvurarak
asıl kıymetlerine getirilmelerine gayret olunarak, kesin şekilde gayrı meşru menfaatlere
meydan verilmemesi.
182
Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s. 78-79.
85
Bunların istedikleri eşyayı götürebilmelerine izin verilmesi.
Götürmeyecekleri eşyadan durmakla bozulan eşya ile zaruri ihtiyaçlardan
olanların açık arttırma ile satışı.
Nakledilmemiş eşyadan bozulmayacakların sahipleri adına korunması.
Taşınmaz mallar, kira, ipotek, borcunu ödeyerek devretme ve haciz gibi asıl
sahibinin mülkiyet ve tasarruf bağını ortadan kaldırmayacak sözleşmelerin önlenmesi ve
göç başlangıcından şimdiye kadar yapılan sözleşmelerin geçersiz sayılması.
Danışıklı şekilde düzenlenen sözleşmelere ve akitlere meydan verilmemesi.
Satış ve devir gibi kesin satış işlemlerine izin verilmesi ve tanıdıkların arazi ve
emlak satın almasının engellenmesi gerekir”183. Her iki yönetmelik de tehcir gibi zor,
ancak zorunlu bir kararın yaratabileceği olumsuzlukları önlemek amacına yönelik
olduğunu göstermektedir. Burada Osmanlı yöneticilerin olağanüstü savaş ortamında bile
ülkenin farklı etnik kökenli yurttaşlarına karşı olabildiğince koruyucu davranmaya
çalıştıkları görülmektedir.
Ermeni kafileleri iskan edilecekleri bölgelere sevkedilmek üzere Konya,
Diyarbakır, Cizre, Birecik ve Halep gibi belirli merkezlerde toplandılar. Kafilelerin
muhtemel zorluklarla karşılaşmamaları için kendilerine en uygun güzergahlardan
nakilleri planlandı. Kayseri ve Samsun’dan gönderilenler Malatya üzerinden; Sivas,
Mameratülaziz, Erzurum ve civarından gönderilenler; Diyarbakır-Cizre yolundan
Musul’a sevk edilmişlerdir. Yolların kalabalık olması sancaklarda asayişin bozulması
ihtimalinin belirdiği durumlarda bu güzergahların dışına çıkılmıştır. Urfa’dan Resulayn
ve Nusaybin yoluyla gidenler Arap kabilelerinin saldırılarından korunmak amacıyla
Siverek yolundan gönderilmişlerdir. Batı Anadolu’dan gelen kafileler ise KütahyaKarahisar-Konya-Karaman-Tarsus üzerinden Maraş-Pazarcık güzergahından Zor’a
gönderilmişlerdir. Emniyet açısından mümkün mertebe tren ve nehir yolları
183
Ermeni İhtilafı Belgeleri; s.190-191
86
kullanılmıştır184. Belirlenen güzergah bu olmakla birlikte Ermeni kafilelerinden bazıları
yaklaşık dokuz aylık göç esanasında Konya’dan öteye götürülememiştir. Ayrıca göçün
tamamı Suriye’ye yapılmamıştır. Örneğin Ezine’den gönderilenler önce İzmit’e
yerleştirilmişler, buradan Balıkesir, Konya ve başka yerlere gönderilmişlerdir. Urfa’dan
sevkedilenlerin yerine başka yerlerden gelenler bu şehrin kırsalına iskan edilmişlerdir.
Erzurum’dan gönderilenlerin bir kısmı Kastamonu ve civarına, Merzifonlu Ermeniler
ise Orta Karadeniz sahillerine yerleştirilmişlerdir. Kafileler için Konya, Halep,
Diyarbakır, Cizre’de ana toplanma merkezleri Afyon, Ereğli, Harput, Malatya ve İzmit
gibi yerlerde ara duraklar ve bekleme merkezleri oluşturulmuştur ( EK-D)
185
. Batı
Anadolu’dan sevk edilenlerin hemen tamamı trenle nakledilmişlerdir. Cizre yolu ile
sevkedilenler tren ve şahtur denilen kayıklarla taşınmışlardır. Demiryolu ve nehir
nakliyat imkanının olmadığı durumlarda araba ve hayvana duyulan ihtiyaç yüzünden
zorluklar yaşanmış, hareket aksamıştır186. Dokuz ay süren yalnız bu göçün masraflarını
karşılamak için toplam 2.250.000 kuruş ödenek ayrılmıştır187.
Askeri kaynaklara göre tehcir uygulaması ile Ermenilerden 413.067’si yer
değiştirmiştir188. Osmanlı Emniyet Umum Müdürlüğü’nün kayıtları da buna yakın olup
yer değiştiren Ermeni sayısını 438.758 olarak vermektedir189. O dönemde Osmanlı
Devleti’nde bulunan yabancılar da tehcirle ilgili bilgi derlemişlerdir. Örneğin ABD
Halep Konsolosu Jesse B. Jackson, Şubat 1916 tehcir bölgesinde 486.000 Ermeni’den
bahsetmektedir. Bu sayı Şubat 1916 itibariyle Suriye, G.Doğu Anadolu ve Musul gibi
tehcir bölgelerinde yardım kuruluşlarından yardım alan 485.000 tahmin edilen insan
sayısı ile uyumlu olmaktadır190. Sevkedilen Ermenilerden yeni iskan sahasına
ulaşanların sayısı Emniyet Umum Müdürlüğünün raporlarına göre 382.150 kadardır. Bu
farkın içerisinde bir kısmını yola çıkarılmış olmakla birlikte iskan mahalline varmadan
184
Halaçoğlu, 2002, s.112-113.
Çiçek, a.g.e., s.99.
186
Halaçoğlu, 2002, s.112-113.
187
Yusuf Halaçoğlu; Ermeni Tehciri, Babıali Kültür Yayıncılığı No. 60, İstanbul, 2004, s.87 .
188
ATASE, 2005, s.439-456
189
Yusuf Halaçoğlu; Ermeni Tehciri ve Gerçekler 1914-1918, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2001, s.7475.
190
Özdemir, Çiçek, Turan, Çalık, Halaoğlu; a.g.e., s.75-76.
185
87
tehcirin durdurulması
nedeni ile bulundukları vilayetlerde alıkonanlardır191. Ayrıca
Birinci Dünya Savaşı sonrası Ermeni nüfusu ile ilgili incelemede bulunanların veya bu
konuda yorum yapanların göç edenleri ölenler sınıfına dahil ettikleri anlaşılmaktadır.
Örneğin İngiliz İstihbarat ve Propaganda Dairesince görevlendirilen Mavi Kitap ( Blue
Book)
adlı
propaganda
dokümanında
Arnold
Toynbe
600.000
Ermeni’nin
öldürüldüğünü ileri sürmektedir. Konuya ilişkin belgelere göre yerlerine dönmeyenlerin
büyük çoğunluğunu Ortadoğu, Rusya, ABD, Fransa, Güney Amerika ülkeleri,
Avustralya, Hindistan ve İran’a göç edenler oluşturmaktadır. Denizaşırı ülkelere göç
edenlerin büyük kısmı dönmemiş göç ettikleri ülkelere yerleşmiştir. Ortadoğu dışındaki
ülkere göç deniz yoluyla gerçekleşmiştir. Bu bağlamda Amerikan limanlarına gelen
yolcu listelerine bakıldığında 1900 ile 1914 yılları arasında 51.950 Ermeninin göç ettiği
ancak bu şekilde gidenlerin kayıp listelerine alındığı anlaşılmaktadır192.
Ermeni sevkiyatının kısa zamanda yapılma zorunluluğu ve savaşın getirdiği
olumsuz koşullar, kafilelerin emniyetinin ve iaşelerinin sağlanmasını güçleştiren en
önemli nedenlerin başında gelmiştir. Bu yüzden yollarda ortaya çıkan salgın hastalıklara
bağlı olarak 20 ile 21 bin civarında insan kaybı olduğu tahmin edilmektedir.
Kafilelerden bazılarına özellikle Arap aşiretlerinin Halep-Zor arasında yaptıkları
saldırılar sonunda iki bine yakın Ermeni’nin öldüğü, yine Diyarbakır’dan Zor’a ve
Suruç’tan Menbiç yoluyla Halep’e sevkedilen Ermenilerden iki bin kadarının Urban
aşiretinin saldırılarında soyuldukları anlaşılmıştır. Erzurum-Erzincan arasında bir
kafileye yapılan eşkıya saldırısında beş yüz kişilik kayıp meydana gelmiştir. Diyarbakır
bölgesindeki kafilelerden iki bine yakın insanın eşkıya tarafından kaçırılarak Mardin
civarına götürüldükleri ve bunların yaşamlarına son verdikleri istihbar edilmiştir. Keza
Dersim bölgesinde Erzurum’dan sevk edilen kafilelere yapılan saldırılar sonrası can
kaybı olduğu Erzurum Vilayeti’nden bildirilmiştir. Osmanlı belgelerinden 1915
yılındaki tehcir esanasında dokuz ile on bin civarında Ermeni’nin bölge eşkiyası
tarafından telef edilerek yaşamını kaybettiği anlaşılmaktadır. Bunun dışında öldürülme
kaydına rastlanmamaktadır193. Ermeni kayıpları konusunda pek çok spekülasyon
191
Özdemir, Çiçek, Turan, Çalık, Halaoğlu, a.g.e., s. 77.
Halaçoğlu, 2008, s.72.
193
Halaçoğlu, 2004, s. 78-79.
192
88
yapılmıştır. Konuyu ele alan diğer bir eserde de kayıtlara geçen veya diplomat ve
misyonerlerin tanık oldukları öldürme kayıplarının on, on beş bin civarında olduğu
belirtilmektedir194.
İlk kafilelerde meydana gelen ve bu boyuta ulaşmasını öngörmenin pek de
mümkün olmadığı öldürme ve şiddet olayları karşısında ilave tedbirlerin geliştirilmeye
çalışıldığı Ermeni yanlısı yayınlarda bile yer almıştır. Bunlardan birinde Dahiliye
Nezareti 14 Haziran 1915’de yayınladığı genelgede meydana gelen olaylara reaksiyon
gösterdiği, bunların tekrar etmemesi için Ermenilerin göçü esnasında “aşiretler ve
köylülerin saldırılarından korunması, öldürme ve şiddete başvurma teşebbüsünde
bulunanların şiddetle cezalandırılması” yönünde talimatlar gönderildiği, Erzincan’daki
Alman Kızılhaç’ından bir doktorun “Erzurum’dan sevk edilen müteakip kafilelerin
Erzincan’a emniyetle ulaştığı ve ilk kafilelerden daha iyi durumda gözüktükleri”
şeklindeki ifadeler yer almaktadır195. Diğer bir örnek 16 Temmuz 1915 tarihli Ermeni
kafilelerine saldıran Kürt eşkiyanın izlenmesi ve engellenmesi hakkında Menzil
Müfettişliğinden 3’üncü Ordu Komutanlığına gönderilen yazıda 11 Temmuz 1915’de
Kop Dağı geçişinde meydana gelen bir eşkiya saldırısının bertaraf edildiği iki eşkiyanın
öldürüldüğü, kafilenin kurtarıldığı bildirilmektedir196. Ayrıca askeri ve sivil makamların
önlemleri ile suistimaller önlenmeye çalışılmış, yasa dışılıkları inceleme için dört
tahkikat komisyonu kurulmuş, suçlu görülenler harp mahkemelerinde yargılanmış idam
dahil 1397 kişi ceza almıştır197.
Tehcirin uygulanmasını izleyen diplomat ve misyonerler sevkiyatın süratli ve
düzenli yapıldığını saptamışlar ve gelişmeleri en ince ayrıntısına kadar ilgili
merkezlerine rapor etmişlerdir. Başka bir ifade ile zorunlu göç uygulaması yabancı
diplomatların gözü önünde cerayan etmiştir. Batı bölgelerinde aynı uygulanın
yapılmamasını bu bölgeleri göz önünde olduğu gibi subjektif nedenlere bağlayan
yorumlar vardır. Ancak Ermenilerin çıkarıldıkları bölgelerden Samsun, Trabzon,
194
Çiçek,a.g.e., s.313.
Lewy, a.g.e., s.163.
196
Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s. 164-165
197
Necdet Bilgi; Ermeni Tehciri ve Boğazlayan Kaymakamı Mehmed Kemal Bey’in Yargılanması,
Kök Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Serisi, Ankara, 1999, s.17-18
195
89
Erzurum, Harput, Urfa, Halep, Mersin gibi yerlerde Amerikan konsoloslukları
bulunmaktaydı. Merzifon, Konya, Diyarbakır, Sivas gibi yerlerde ise misyonerler görev
yapmaktaydı. Bazı kereler bu misyonerlerin Ermenilerle birlikte yolculuk etmesine
müsaade edilmekteydi. Bu hususlar tehcirin saklı bir faaliyet olarak yürülmediğini
kanıtlamaktadır198.
Öte yandan Osmanlı ülkesinde yaşayan bütün Ermenilerin tehcire tabi tutulduğu
gibi bir iddia da tamamen yanlıştır. Çünkü tehcir uygulanan vilayet ve sancaklardan
(Ankara, Erzurum, Adana, Bitlis, Halep, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Mamaeratülaziz
vilayetleri ile İzmit, Eskişehir, Canik, Karesi, Kayseri, Maraş ve Niğde sancaklarından
çıkarılan Ermenilerin sayısı o vilayetlerdeki toplam Ermeni nüfusun % 42’sinden azdır.
Çünkü anılan yerlerdeki toplam Ermeni nüfusu 987.569 iken sevkedilenlerin sayısı
413.067’dir199. Ayrıca savaş bölgesi dışındaki Ermenilere tehcir uygulanmamıştır.
Örneğin İzmir’de komiteci 150 Ermeni dışında kentten göç ettirilen Ermeni olmamıştır.
Başlangıçta Katolik ve Protestan Ermeniler kanun kapsamına alınmamış, muvazzaf
subay, sağlık subayı ile bunların aileleri, milletvekilleri, zanaatkar, meslek sahipleri,
tüccarlar, kamu işçileri, öğretmenler vb. meslekler kapsam dışı bırakılmıştır.
Başlangıçta görme özürlüler, yetimler, kadınlar muaflar arasında tutulmuş, misyonerlere
ait olanlar başta olmak üzere yetimhanelerden çocuk alınmamıştır. Hatta Trakya, İzmit,
Konya, Bursa, Kayseri gibi yerlerde komite bağı olmayan Gregoryen Ermeniler de sevk
kapsamına alınmamıştır. Ancak yeni güvenlik gerekçeleri ortaya çıktığında muafların
bir kısmı göçe tabi tutulmakla birlikte bazılarının da sevki durdurulmuştur200.
Osmanlı Hükümeti savaş koşullarına rağmen sevkiyatın bir düzen içerisinde
yürütülmesine ve kafilelerin zarara uğramamasına özen göstermiş bu amaçla elindeki
olanakları zorlayarak bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Buna rağmen cepheye sürekli
asker ve yiyecek ikmali nedeniyle göçmenlerin ulaşımında araç sıkıntısı ve diğer
zorluklarla karşılaşıldığı görülmektedir. Bu bağlamda bazen istasyonlarda yığılmalar
oluştuğu ve ulaşım aracı yetersizliğinden aksamalar olduğu, hasat mevsiminden ötürü
198
Çiçek, a.g.e., s. 51.
ATASE, 2005, s.445.
200
Çiçek, a.g.e.; s.78-80.
199
90
araba ve hayvana duyulan ihtiyaç nedeniyle kafilelerin güçlükle hareket ettikleri
anlaşılmaktadır201.
Osmanlı Devleti’nin uyguladığı zorunlu göçün dışında kalan ancak savaşın
tehlikelerinden korunmak için Kafkasya’ya kendileri göç eden Ermeniler 160.000
civarında kayıp vermişlerdir. Kafkasya’daki tespitlerin doğruluğu kabul edilirse
Anadolu, Suriye ve Kafkaslardaki Ermeni kayıplarının 250-300 bin civarında olduğu
söylenebilir. Ancak bu kayıpların Osmanlı Devleti’nden kaynaklandığını ileri sürmek
yanlıştır. Çünkü salgın hastalıklar nedeni ile Avrupa ülkelerinde meydana gelen ölümler
dahi yüzbinlerle ifade edilmektedir. Savaş dışındaki bölgelerden örneğin Kafkasya’dan
Anadolu’ya sürülen 1.5 milyon müslümandan Ancak 700.000’i Anadolu’ya
gelebilmiştir. Hastalık nedeniyle Osmanlı Ordusununun 1915-1918 yılları arasındaki
kaybı 401.859’dur202.
Sonuç olarak savaş ortamında yer değiştirme esnasında hem savaş alanının
riskleri, eşkiyalık yapılması, ayrıca geçmişte Ermenilerden zarar görmüş intikam
peşinde koşan bazı aşiretlerin bölgelerinden geçen kafileler için yarattığı emniyetsiz
ortam bir kısım yaşamların kaybedilmesine yol açmıştır. Ayrıca Ermenilerin yer
değiştirmesi ve yeni bölgelerde iskan Osmanlı Devleti’nin yakıt, yiyecek, ilaç ve diğer
ikmal maddeleri açısından büyük darlıkların yaşandığı büyük kuraklık ve açlığın hüküm
sürdüğü bir döneme rastlamıştır. Kayıp verenler yalnız Ermeniler olmamış, sadece
Doğu Anadolu’da Osmanlı Ordusunda 90.000 asker büyük kıtlıklar nedeniyle yaşamını
yitirmiş, ayrıca savaş süresince değişik bölgelerden Ermeni göçmenlerin kaybına neden
olan koşullardan ötürü üç ile dört milyon arasında Osmanlı yurttaşı kaybedilmiştir203.
4.Tehcirin Sonuçları
Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı sırasında yalnız göç değil çeşitli nedenlerden
ötürü verdiği kayıplar verdiğine dair Ermeni lobileri ve Ermeni yanlısı çevrelerin
mübalağalı iddiaları vardır. Değinilen koşullarda ölüm kayıtları diye bir şey söz konusu
201
Özdemir, Çiçek, Turan, Çalık, Halaoğlu, a.g.e., s.99.
Halaçoğlu, 2008, s.74-77.
203
Foreign Policy Institute, The Armenian Issue in Nine Questions and Answers, Yayın No.3, Ankara,
1983, s.25.
202
91
olmadığından, kayıplar ancak tahmin edilebilmektedir. Ayrıca 1914 yılında Osmanlı
Ermenilerinin sayısı konusunda değişik kaynaklar arasındaki çelişkiler büyük
boyuttadır. Ayrıca kayıpların yalnız tehcir kaynaklı olduğu düşünülmemelidir. Çünkü
savaş, kuraklık, kıtlık gibi nedenlerle yaşamını yitiren Ermenilerle, tehcir kayıplarını
ayırt etmek mümkün olmamaktadır. Bölgenin Müslüman halkı da açlık, salgın gibi
nedenlerle yaşamlarını yitirmiştir. Ermenilerin tehcir nedeniyle evlerini terketmeleri
kayıplarını arttırmıştır. Öte yandan pek çok Ermeni yaptıkları çete savaşlarında zayiat
vermiş, ayrıca önemli bir Ermeni kaybı, bunların Doğu Vilayetlerinde Rus işgalcileri
desteklemek için girdikleri çatışmalarda meydana gelmiştir204. Ermeni kayıpları
hakkında kesin bilgi olmamakla beraber değinilen nedenlerden dolayı değişik
kaynaklara dayanarak yapılan çalışmalarda Birinci Dünya Savaşındaki Ermeni kaybının
üç yüz bini geçmediği hesaplanmaktadır205. Öte yandan tehcir bölgelerine sevkedilen ile
varanlar dikkate alındığında yollarda açlık, hastalık, saldırı ve diğer nedenlerle yaşamını
kaybedenlerin 50.000 kadar olduğu anlaşılmaktadır. Yani tehcirin Ermeni kayıpları
içerisindeki yeri % 18 kadardır206. Buna karşılık Osmanlı’nın Doğu Vilayetlerinde
1912’den 1922’ye kadar olan dönemdeki Türk ahalinin kaybı 1.189.132’dir. Bu
vilayetlerden Van ve Bitlis’te Türk kayıp oranı % 62, Erzurum’da % 31, Diyarbakır’da
% 26’dır207. Görüldüğü gibi savaş ülkede pekçok kayba neden olmakla birlikte bunun
esas mağduru Türkler olmuştur.
Tehcirin yapıldığı bölgelerde bulunan yabancı gözlemciler harp içerisinde
olmasına rağmen Osmanlı Hükümetinin bu zor işe özen gösterdiğini ve iyi bir şekilde
yürüttüğünü yazmışlardır. Buna karşılık içerisinde Rusya, İngiltere, ABD’nin de
bulunduğu bazı ülkeler ile Batı basını olayları çarpıtarak yansıtmışlardır. Örneğin
ABD’nin Mersin’deki konsolusu bazı aksaklıklara rağmen sevkiyatın düzenli
sürdüğünü ve kafilelere tren bileti sağlandığını bildirmiştir208. Buna karşın İstanbul’da
bölgenin uzağında bulunan ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau olayları tamamen ters
204
Lewy, a.g.e.,s.233.
Gürün,a.g.e., s. 225-227.
206
Yusuf Halaçoğlu; Ermeni Tehciri, Babıali Kültür Yayıncılığı: 60, İstanbul, 2004. s.128-129
207
McCarty, a.g.e., s.272-273.
208
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 167, Vol 510 Roll 539,
867.4016/193.
205
92
bir şekilde ülkesine yansıtmıştır. Konuya ilişkin iddialara göre Morghenthau rüşvetler
vererek satın aldığı bazı Ermenileri ABD’ne göndermiş, ayrıca İstanbul’daki İngiliz,
Rus ve Fransız uyrukluları da kurtarmıştır. Bu asılsız ve gerçekleri çarpıtan durumu
ABD’de bulunan bir Türk 14 Eylül 1915 tarihinde Osmanlı Hükümetine bildirmiştir.
Morgenthau’den başka Ermenilerin katledildikleri iddialarını Avrupa’da yayan ve
söylentileri büyük ölçüde Morgenthau’den alan Lord Byrce ve Arnold Toynbee ile
Alman Protestan papaz Johannes Lepsius olmuştur209. Bu kişilerin yazdıkları daha sonra
sözde Ermeni soykırım iddialarına kaynak teşkil etmiştir.
Diğer taraftan Ermeni komiteleri hakkında büyük beklentiler içerisinde olan
İtilaf
Devletleri
Ermenilere
sağladıkları
destekle
geniş
çaplı
ayaklanmalar
çıkarmalarının ardından tehcir kararı ile savaşta sürekli olarak Osmanlı Ordusunu
arkadan vurma avantajını kaybetmelerine tepki göstermişler ve 25 Mayıs 1915 tarihinde
Havas Ajansı ile yayınladıkları tebliğde, Osmanlı Devleti’ni soykırımla suçlamışlardır.
Osmanlı Devleti verdiği cevapta çıkan isyan ve eylemlere değinmiş bunları İngiliz ve
Rus ajanlarının kışkırttığını belgelere dayanarak belirtmiş, olayların dışında kalanlara
tehcir uygulanmadığını vurgulamıştır210.
Tehcir, savaşın olağanüstü koşullarının getirdiği bir zorunluluk olmuştur.
Osmanlı Hükümeti tehcir sırasında kötü niyetli ve kasıtlı davranışta bulunanlar
hakkında soruşturma açmış, Divanı Harpte yargılamış ve suçlu görülenler ağır cezalara
çarptırılmıştır. Yukarıda değinildiği gibi Osmanlı Vilayetlerinde Ermenilere kötü
davranan, yolsuzluk yapan 1397 kişi soruşturma komisyonlarınca yargılanmış idam
dahil çeşitli cezalar almışlardır211. Mondros Mütarekesi sonrasında tehcir edilen
Ermenilerin eski yerlerine dönmeleri için karar alınmış, bir kısım Ermeniler dönüş
209
Halaçoğlu, 2004, s.123-124.
Dikran Kevorkyan; “Ermeni Meselesinde Tehcire Amil Olan Nedenler” Tarih Boyunca Türklerin
Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayınları No.628, Kurtuluş
Basımevi, Ankara, 1985, s. 300-301.
211
Taşkıran, a.g.e., s.220-221.
210
93
yapmakla birlikte bazıları Batı ülkelerine göç etmiş, bazıları ise iskan edildikleri
bölgelerde kalmayı sürdürmüşlerdir212.
Osmanlı Hükümeti tehcir koşullarının değişmesi üzerine sevkedilenlerin
dönmesi konusunda çalışmalar başlatmış ve hükümetin bu yöndeki düşünce ve
eğilimleri 1918 yazından itibaren Avrupa basını da dahil olmak üzere yayılmaya
başlamıştır. Azınlık basını da hükümetin iyi niyeti karşısında bir kısım isteklerini beyan
etmiştir. Hükümet anılan istekler ilişkin bir kısım işlemlerin tamamalandığını kalanının
da tamamlanacağını ve tamamı hakkında yasal düzenleme yapılacağını açıklamıştır.
Henüz resmi bir düzenleme olmamakla beraber değişik bölgelerde gerekli önlemlerin
alınmıştır. Hatta 25 Ağustos 1918 tarihli bir Ermeni gazetesinde (Jamanak) bir çok
göçmen ailenin İzmit’e ulaştığı, Rumeli’ye geçme izni istedikleri yer almıştır. Yine
başka bir Ermeni gazetesinde (Pojantiyon) hükümetin Konya’daki muhacirlerin
dönmesine izin verdiği ifade edilmiştir213. Osmanlı Hükümeti 1918 yılı sonbaharında
önemli gelişmelerin beklendiği günlerde basınla iyi ilişkiler içerisindedir. Belirli
günlerde basın temsilcileri davet edilerek bilgi verilmektedir. Bu bağlamda Ermeni ve
Rum göçmenleri hakkında bilgiler verilmekte ve bu azınlık basınında yer almaktadır. 23
Eylül 1918 tarihli Verçinlor gazetesi Ermenilerin serbest seyahat etmeleri için
çalışmalar yapıldığını vermekte, olayı değerlendirmekte ve müjde vermektedir.
Mütarakenin arefesindeki dönemde azınlık basınında Türklere ve yönetime karşı
genelde olumlu ve anlayışlı bir hava hakimdir214.
Bu bağlamda daha savaş henüz sona ermeden Osmanlı Hükümeti valilik ve
mutasarrıflıklara Ermenilerin geri dönmelerine izin verildiğini bildiren bir kararname
yayınlamıştır. 28 Ekim 1918 tarihli kararname şöyledir.
1.Savaş durumu dolayısıyla askeri karar ile bir yerden çıkarılarak başka yerlere
sevk edilmiş olan bütün ahalinin çıkarıldıkları yerlere dönmelerine izin verilmesi
Meclis’i Vükela’ca kararlaştırlmış olduğundan dönmek isteyenlere izin verilecektir.
212
Bakar, Bülent; “ Tehcir ve Uygulaması” Çeşitli Yönlerden Türk-Ermeni İlişkileri, İstanbul
Üniversitesi Yayını No.4639, İstanbul, 2006, s.143, s.172.
213
İbrahim Ethem Atnur,Tehcirden Dönen Rum ve Ermenilerin İskanı Meselesi, Atatürk Üniversitesi
(yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Erzurum,1991,s.25-27
214
Atnur, a.g.e., s.10-15
94
2. Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis, Diyarbakır ve Elazığ Valilikleriyle, Erzincan
mutasarrıflığı içerisinde iaşe vasıtalarının yetersizliğinden dolayı, bu yerlerin
halıkından dönmek isteyenler için öncelikle mahalleleriyle haberleşerek, seyahatlerinin
emniyeti ile iaşeleri ve yerleşmeleri vasıtaları sağlandıkça kısım kısım gelmelerine izin
verilmesi gereklidir.
3.Bu karar ülkenin yüksek menfaatleri itibar nazarına alınarak kabul edilmiş
olduğundan, uygulama emrinde kesinlikle kaçınmaya ve gecikmeye meydan
verilmeyecektir215.
Nazır Ali Fethi
Geri dönüş kararnamesi ile yerlerine dönen Ermeni sayısı hakkında açıklama
bulunmamakla birlikte, Mondros mütarekesinden sonra Anadolu’da daha önce
Ermenilerin yaşadığı bölgelerde önemli sayıda Ermeni nüfusun bulunduğu, hatta bazı
bölgelerde işgal kuvvetlerinin desteği ile daha öncekinden fazla sayıda Ermeni nüfus
olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda Kurtuluş Savaşı sırasında özellikle Fransızlar
tarafından Antep, Maraş ve Adana’ya önemli miktar Ermeni’nin getirildiği ve bunlardan
askeri birlikler ve milis kuvvetleri oluşturulduğu bilinmektedir216. Dönen Ermenilere
ilişkin dönemin basınında çeşitli haberler yer almıştır. Bu bağlamda Tarsus’ta çıkan
Ermeni Jamanak gazetesinde Adana’ya dönen Ermeni sayısını 50.000 olarak
vermektedir. Fransızlar ise bunu 120.000 olarak vermektedir. Bunların bir kısmı
Fransızlar vasıtasıyla getirilmiştir217.
İleri gazetesinin 3 Şubat 1920 tarihli sayısında dönen ve iskan edilen Ermeni ve
Rum sayısı 335.883’dür. Bu tarihten sonra da iskan edilenler olmuştur. Osmanlı
Hükümeti’nin daha önce sevkedilenlerin geri dönüşü için karar aldığı Ermenilerin bu
işlemleri 1920 yazı sonlarından itibaren bitmiş, dönecek göçmen kalmamış veya kalsa
bile yeni yerinde iş güç edindiğinden dönmek istememektedir. Dönen göçmenlerin
iskanı için 1.150.000 liradan (yaklaşık 41.4 milyon YTL ) fazla ödenek kullanılmıştır.
Muhacirin Müdüriyeti önemli çalışmalar yapmıştır218. Bundan başka patrikhaneler ve
215
Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, s.190-191.
Halaçoğlu, 2001, s.84.
217
Atnur, a.g.e., s.124-126.
218
Atnur, a.g.e., s.99-105.
216
95
yardım kuruluşlarının da anılan faaliyetlere katkıları olmuştur. Az bir kısım Ermeni
kendi imkanlarıyla dönmüştür219.
Anadolu’da pek çok şehrin 1914 ve 1918 yıllarındaki Ermeni nüfusları
karşılaştırıldığında Anadolu dışına çıkarılan Ermenilerden önemli kısmının geri
döndüğü anlaşılmaktadır. Dönmeyen veya kayıp olarak değişik belgelere geçen
Ermenilerin akibetine bakıldığında eski yerlerine dönmeyenlerden çoğunluğunun
Amerika, Fransa, Güney Amerika ülkeleri, Avustralya, Hindistan, İran ve Rusya gibi
ülkelere göç ettikleri ortaya çıkmaktadır. Gidenlerle İtilaf Devletleri orduları safında
savaşırken ölenlerin sayılarına bakıldığında 1915 öncesinde Anadolu’da yaşadığı
belirtilen Ermeni nüfusuna yakın bir sayıya ulaşılmaktadır. 1914 ile 1920 yılları
arasında göç eden Ermeni sayısı 848.000, 1918 yılı itibariyle Osmanlı ülkesinde
yaşayan ve dönen Ermeni sayısı ise 644.900’dür . Toplam 1.492.900 olmaktadır. Bu
durumda öldüğü iddia edilen kayıpların aslında başka ülkelere göç edenler olduğu, iddia
edildiği gibi büyük Ermeni kayıplarının meydana gelmediği anlaşılmaktadır220.
Ermenilerin
savaş
öncesi
sayılarına
ilişkin
değişik
kaynaklarda
farklılıklar
bulunmaktadır. Osmanlı Devleti’nin 1914 yılı nüfus sayımlarında Ermeni Nüfusu
1.300.000 kadardır. Ermeni Patrikhanesi bir tarafa bırakılırsa farklı yabancı kaynaklarda
bu sayı 1.600.000 civarına kadar çıkmaktadır221. Hangi rakam alınırsa alınsın 1914 ve
1918 yıllarındaki Anadolu Ermeni nüfusları karşılaştırıldığında Ermenilerle ilgili
abartılı kayıp iddialarının gerçeklerden uzak olduğu görülmektedir.
Birinci Dünya Savaşı içerisinde Ermeni meselesini etkileyen önemli bir gelişme
kuşkusuz 1917 yılı Şubat ayında Rusya’da Çarlık rejimine karşı meydana gelen ihtilal
ve bunun sonrasında Ekim’de Bolşeviklerin idareyi ele geçirmeleridir. Buna ilişkin
hususlar aşağıdadır.
D. Rus İhtilali Sonrasında Kafkasya’daki Gelişmeler
Kırım’ın doğusundaki Taman Yarımadası’ndan Hazar Denizi’nin batısındaki
Bakü’nün de üzerinde yer aldığı Apşeron Yarımadası’na kadar uzanan bölge
219
Atnur, a.g.e., s.114-115.
Halaçoğlu, 2008, s.108-109.
221
Halaçoğlu, 2004, s.34-37.
220
96
“Kafkasya” olarak adlandırılmaktadır. Kafkasya’nın karmaşık bir etnik yapısı vardır.
Azeriler, Karaçaylar, Malkarlar, Kumuklar, Nogaylar gibi Türk toplumları; Çerkesler,
Kabartaylar, Abazalar, Lezgiler, Çeçenler gibi Müslüman; Gürcüler, Ermeniler, Svanlar,
Osetler gibi Hıristiyan pek çok unsur yaşamaktadır. On dokuzuncu yüzyılın
başlangıcından itibaren
Rusya Kafkasya’ya
yerleşmiştir. Osmanlı Devleti’nin
Balkanlar’da olduğu gibi Kafkasya’dan da çekilmesi Türk ve Müslüman göçüne yol
açmıştır222. Göçler, savaşlar ve diğer fırsatlar kollanarak Ermenilerin büyük kısmı
Ruslar tarafından Türklerin yaşadıkları vilayetlere yerleştirilmiş, bu Rusya’nın devlet
politikası olmuştur223.
Savaş esnasında Rus işgalinde kalan Doğu Anadolu’daki yerel Türk nüfusun
yarısı zorla göç ettirilmişti. Geride kalanlar ise meskun mahallere yakın yaşayan halk idi
ve özellikle kuzeydoğu Anadolu’daki Erzurum ve Trabzon Rusların doğrudan askeri
denetiminde bulunmaktaydı. Kırsal kesimde göç sonucu Türk nüfusun kalmamasının
temel nedeni Ermeni çetelerinin kolay hedefi olmalarıydı. Göç etmeyip geride kalanları
ise kadın, çocuk, yaşlı olan ve Rus işgal Ordusu için tehdit teşkil etmeyenler
oluşturmaktaydı. Rus Ordusunun kırsal kesimde denetimi bulunmamaktaydı. Kırsaldan
göç edenler ise kötü muamale ve katliama uğradıklarına dair yakınmalarla
gelmekteydiler. Büyük şehirler ve bunların hemen civarı dışında özellikle Van Gölü ile
Rus sınırı arasındaki bölgede Türk- Müslüman nüfus hemen hemen hiç kalmamıştı224.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonu yaklaşırken Rusya’da ihtilal başladı. Çar ve
hükümeti devrildi. Yerine geçen Kerenski Hükümeti Rus Harlemof başkanlığında
Ermeni, Gürcü ve Azeri Türklerinden birer üyenin bulunduğu bir komiteyi Kafkasya’ya
göndererek Transkafkasya Komiserliğini oluşturdular. Bu dönemde Kafkasya’da çeşitli
halklar özerklik elde etme gayreti içerisinde idiler. 1917 Eylül’ünde Tiflis’te Birinci
Dünya Savaşı süresince Ermeni politikası ve Ermeni gönüllülerinin harekatını
düzenleyen Ermeni komitelerinin yerine, yetki ile donatılan yeni bir kurul şeçildi. Bu
222
Öke, 2000, 154-157.
Dursun Yıldırım, Cihat Özönder; Karabağ Dosyası, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.ll B,
Seri III, Sayı A.31, Ankara 1991 s.11.
224
Justin McCarty, Carolyn McCarty; Turks and Armenians, Commitee on Education Assembly of
Turkish American Associations, Washington, D.C., 1989, s.55-57.
223
97
kurulun göreve başlamasıyla birlikte bir Ermeni Ordusu oluşturularak komutası Ermeni
asıllı bir Rus generali olan olan Nazarbeykan’a verildi. Ermeni yönetimi ordularını
güçlendirme girişimde bulunarak Kerenski’den Batı Cephesinde hizmet gören
Ermenilerin Kafkasya’ya gönderilmelerini istedi. Gerekçe olarak ancak bu koşullarda
Kafkasya cephesini koruma imkanlarının olacağını ileri sürdüler225.
Rusya’nın 1917 ihtilali sonrası yeni yöneticileri Kafkas dağlarının güneyindeki
vilayetlerin ve Osmanlılardan alınmış toprakların yönetimini askeri valilikten alıp
Trans-Kafkasya Komitesi’ne devretmişti. 9 Mayıs 1917’de alınan bir kararla Rusya’nın
işgalindeki Doğu Anadolu yönetim kadrolarına Ermenileri getirmişlerdi. Bunun nedeni
devrimle birlikte ordunun kendi kendini terhis ederek Rusya içerisine doğru çekilmesi
ve bölgede askeri güç kalmamasıdır. Buna rağmen yeni yönetim savaştaki elde edilen
kazançları kaybetmemek için bunları Ermenilere bırakmak istemiştir. Böylece Ruslar
Doğu Anadolu’yu Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon vilayetlerine bölerek başlarına
Rusya’dan getirdikleri Ermenileri mülki amir olarak görevlendirdiler. Bu gelişmelere
paralel olarak Tiflis’te toplanan ve değişik eğilimli Ermeni temsilcilerinin aldığı karar
ise, artık Büyük Ermenistan’ın kurulmasıydı. Bu emelleri gerçekleştirmek için yirmibeş
kişiden oluşan bir “Ermeni Milli Meclisi” ile onbeş kişiden oluşan bir yürütme organı
niteliğinde olan “Ermeni Konseyi” oluşturulmuştur. Bu aşamada Doğu Anadolu’nun
tamamen Ermenileştirilmesi sağlanacaktı226. Diğer tarafta Lenin bir yandan “halklara
özgürlük”
sloganını
kullanırken
diğer
yandan
Romanof
İmparatorluğunun
bölünmezliğini savunarak çelişkili bir tutum takınmaktaydı227.
Bu bağlamda Bolşevik darbesi ile Brest Litovks Antlaşması arasındaki dönem
Kafkasya için bir çalkantı ve istikrarsızlık dönemi olmuştur. Bolşeviklerin birleşik,
demokratik Rusya ideallerini sıkça tekrarlamaları Kafkasya’da yaşayan halkların
liderlerinde, kendileri için geçici yerel yönetimlerin yeterli olacağı inancını yaratmıştı.
Zaman ilerledikçe Bolşevikler merkezi hükümetteki etkinliklerini arttırmış ve sınır
bölgelerindeki bağımsızlık fikirlerine müsaade etmişlerdi. Ancak bunun Rusya’dan
225
ATASE, Belgelerle Ermeni Sorunu, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1983, s. 269
Hovannisian, a.g.e.., s.74-83.
227
Hovannisian, a.g.e., s.95.
226
98
ayrılmamak koşuluna bağlı olması gibi bir çelişki söz konusu idi. Bu çelişki 1918
Nisan’ına kadar devam etmiş ve Kafkasya’da yaşayan uluslar anılan tarihte
bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Geçen beş aylık süre Rus politikasından kaynaklanan
sorunlar ve Osmanlı cephesindeki koşullardan çok yerel hükümet örgütlenmelerine
geçiş ile yerel ulusal-dini çekişmelerin egemen olduğu bir dönem olmuştur228.
Öte yandan 11 Ocak 1918’de yayımlanan bir deklerasyonda Rus Ordularının
Doğu Anadolu’dan çıkması dile getirilmekle birlikte bölgenin Ermenilere bırakılması
öngörülmekteydi. Bu yaklaşım Bolşeviklerin Çar’ın mirasını korumak için zaman
kazanmak amacında olduğunu ortaya koymakta ve Lenin’in, Doğu Anadolu Ermenileri
hakkındaki politikasının kendisinin Çarlık Rusya’sının halefi olduğu bilincinin yanısıra,
bu konuda kararlı olduğunu da göstermekteydi. Brest-Litovsk barış görüşmeleri
sırasında 11 Ocak tarihli adı geçen karar Osmanlı temsilcilerine iletilmişti. Buna göre
Ruslar, Çarlık Ordusu tarafından işgal edilen bölgeden çekilecek, ancak Osmanlı
Hükümeti bu bölgenin Ermenilere devredilmesini kabul edecekti. Yönetim Ermeni
ahalinin yerleştirilmesinden sonra topluluğun isteğine göre belirlenecekti229.
Lenin ve yakın arkadaşlarının 1917 yılı Kasım ayında iktidarı ele geçirmesi
sonrasında cephedeki Rus birliklerinin yerini Ermeni birlikleri almaya başlamıştı.
Ayrıca iç bölgelerdeki asayişi sağlamak için “Ermeni Milis Teşkilatı” kurulmuştu.
Rusların bölgedeki şehir ve kasabalara Ermeni memurlar ataması ve Ermenilerin askeri
teşkilatlanmalarına destek sağlamasındaki amaç Brest-Litovks görüşmeleri sonucu Rus
Ordusunun Doğu Anadolu’dan çekilmesiyle bölgede bir “Ermeni Devleti”nin
kurulmasının altyapısının hazırlanması olmaktaydı230. Yine Ermenilerin Doğu
Anadolu’ya yerleştirilmesi sonrası Türk topraklarında oluşturulacak Ermeni yoğunluğu
ile yapılacak bir referandumla Doğu Anadolu Bolşevik Rusya’ya ilhak edilebilecekti231.
Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmeleri Kafkasya’da tedirginlik yaratmış, Azeriler
ve Gürcüler’in dahil olduğu Kafkas ulusları Sovyetlerin idaresine girmek yerine kendi
228
Hovannisian, a.g.e., s.106.
Akdes Nimet Kurat; Türkiye ve Rusya, 1798-1919, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya
Fakültesi. Yay. No:180, Ankara 1975, s.334.
230
Ergün Aybars; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ege Üniversitesi Basımevi, 1984, s.109.
231
Kurat, a.g.e.,s.364.
229
99
kaderlerini kendilerinin sahip olması düşüncesiyle 28 Kasım 1917’de (Trans-Kafkasya)
Maverayı Kafkas adlı bir idare organı oluşturulmuştu. Maverayı Kafkas Komiserliği
Azeri, Gürcü ve Ermeni temsilcilerinden oluşan ve merkezi Tiflis’te bulunacak bir
“federasyon” olacaktı. Bu komiserlik Petrograd’daki Sovyet Hükümetini tanımamakla
birlikte ilişkilerini tamamen kesmiş değildi. 18 Ocak 1918’de Bolşevikler bu meclisi
zorla dağıtmışlar, bunun yerine bir Diyet Meclisi kurmuşlardır. Maverayı Kafkas
Hükümeti’nin özelliği konfederasyon içerisinde üç ulusun iç işlerinde bağımsız
oldukları ancak dış politikaları ortaklaşa belirleneceği bir yapıda olmasıydı232. Ancak bu
yapay oluşum fazla sürmemiş Ermeniler müttefik aramaya, Gürcüler Almanya’ya
yanaşmaya başlamışlar, Azeriler de Osmanlı Devleti’ne yaklaşmışlardı. 26 Mayıs
1918’de Kafkas Konfederasyonu dağılmış ve Gürcistan ile Ermenistan bağımsızlıklarını
ilan etmişlerdir. Almanya Gürcistan’a bir tümen göndererek kritik ekonomik bölgeleri
kontrol altına almıştır233.
Osmanlı Hükümeti 18 Aralık 1917’de Erzincan’da Tiflis’te kurulan Maverayı
Kafkas Komiserliği ile mütareke imzalamasına rağmen Erzincan Garnizon Komutanı
(Fransız asıllı) Albay Morel’in Ermeni yanlısı olması nedeniyle Müslüman halka
Ermeni çetebaşı Murat tarafından her türlü kötülük yapılmış ve yaptırılmıştır. Bunun
üzerine Kafkas Cephesi Türk Orduları Komutanı Rus Kafkas Orduları Komutanına
yapılan mezalim kanıtlarını belirterek, bu durumun önlenmesi için bir mektup
göndermiştir234. Buna rağmen Taşnakların Müslüman halk üzerindeki mezalimleri artış
kaydetmiştir. Bunun üzerine 6 Ocak 1918’de Başkomutanlıktan 3’üncü Ordu
Komutanlığı’na “Ruslarla yapılan ateşkes anlaşmasına göre Rusların saptanan sınıra
kadar geri çekilmesi üzerine kendileriyle temas sağlamak ve bu bölgedeki Türk halkı
Ermenilerin zulüm, öldürme ve yağmalarından kurtarmak için milis kuvvetleri teşkil
edilerek ileri sürülmesi” emri verilmiştir235. Emrin özeti Rus Ordusu ile çatışmamak
koşulu ile temas devam ettirilmeli ve Türk halkı Ermeni zülmünden kurtulmalıdır
anlamındadır. Ancak Rus Ordusu bölgeyi terk etmesiyle Ermeni zulmü artmıştı. Görgü
232
Öke, a.g.e.., s.168-170.
Lenczowski, a.g.e..,s.63.
234
ATBD, (ATBD) Sayı 81, Belge No.1851, s. 269-276
235
ATASE; Tarih Boyunca Ermeni Meselesi, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1979, s.281
233
100
tanıklarının verdiği bilgiler ve alınan istihbarat göre 1’inci Kafkas Kolordu
Komutanı’nın 30 Ocak’ta 3’üncü Ordu Komutanı’na gönderdiği raporda “Erzincan’da
meydana gelen olaylarda pek çok Türk’ün öldürüldüğü Ermenilerin Erzurum-Erzincan
arasını keserek çevre aşiretlerle çarpıştığı, kuvvet gelmediği takdirde Ermenilerin bütün
köy ve köprüleri yakma olasılığının kuvvetli olduğu” bildirilmiştir236.
Erzincan olayları Türk basınına yansımıştır. Bu bağlamda 13 Mart tarihli Sabah
gazetesinde özetle“Ermeni kökenli Miralay Morel isimli Erzincan’daki Rus garnizon
komutanının bilgi ve desteği ile meydana gelen olaylarda Rus Ordusu ile sınırı geçmiş
Kafkas Ermenilerinden Kurulu çetelerin büyük katliam ve şiddet uyguladıkları, ancak
bunlarla birlikte yerli Ermenilerden bir kısmının da kendi komşu ve yurttaşlarına
saldırma gibi eylemlere katıldıkları bu Ermenilerin Osmanlı sayılamayacağı bu
topraklarda oturmaya hakları olmadığı” haber ve yorumu yer almıştır237. Bu olaylar
Ermeni basınında da yer almış ve kınanmıştır. Verçinlor isimli Ermeni gazetesi “bu
olayları ve faillerini Ermenilik meselesi gibi göstermek yanlıştır” derken; Jamanak
gazetesi “Bu çetelerin Ermeni unvanı taşımalarını biz kendimizce büyük bir leke
addederiz. Osmanlı Ermeniliği, Ermeni namını taşıyan bu canavarları hiçbir vakit
Ermeni namıyla tanımaz. Bunlar Ermenilikten değil insanlıktan da hariçtirler”
yorumunu yapmıştır. Bu gazetelerin haber ve yorumlarını Vakit gazetesi sayfa ve
manşetlerine taşımıştır238.
İhtilal sonrası silah bırakıp cepheyi terk eden Rusların Kafkasya Ordusundan
geriye kalanlar Ermeni birlikleri ve gerilla güçleri olmuştu. Osmanlı Ordusu daha ileri
harekete başlamadan önce Ermeniler sahiplenmek istedikleri toprakları bu güçle elde
tutamayacaklarını farketmişlerdi. Çünkü Müslüman halkın yarısının göç etmesi ve
büyük miktarda Türk’ün ölmesi Ermenilerin çoğunluk sağlamasına yetmemişti. Doğu
Anadolu’da ayakta kalan Osmanlı Ordusunun ilerlemesi an meselesi idi. Bunun üzerine
Doğu Anadolu’daki erkek, kadın, çocuk Ermeniler Kafkasya’ya göç ettiler. Bu geri
çekilme esnasında açlık ve hastalık nedenleriyle büyük kayıplar da verdiler. Ancak
236
ATBD, Sayı 81, Belge No.1852, s. 277-284.
Yusuf Tanatmış; Türk Basınında Ermeni Meselesi (1914-1919), Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, ( yayınlanmamış yüksek lisans tezi) Kayseri, 2005, s 24.
238
Tanatmış, a.g.e., s. 22 .
237
101
Ermeniler geri çekildikçe göç eden Türklerden kalan binaları tahrip ettiler,
taşıyamadıkları mahsul ve malları yaktılar. Ayrıca bölgede kalıp da Ermenilerin eline
geçmemiş Türk ve Müslüman halk da öldürüldü. Ermeniler bölgeden ayrıldıkça Türkler
topraklarına geri döndüler ve büyük tahribatla karşılaştılar. Bölgeyi terk etmeyen az
miktarda ve şehirli Ermeni ise geri dönenlerin intikamından Osmanlı Ordusunun
koruması altında kalarak kurtulmuştur. Ermenilerin bu çekilmesi sürecinde Rus sınırına
yakın kuzey bölgedeki Ermeni güçleri direnç gösterdi ise de bu zayıf direniş Osmanlı
Ordusu tarafından kısa sürede kırıldı. Ermeniler düzensiz bir şekilde çekilmeye
başladılar. Bu çekilmede Osmanlı Ordusu’nun hızlı ilerleyişi ve Ermeni çetelerinin
zamanının kalmayışı pek çok Türk’ün yaşamını kurtarmıştır. Yine de Osmanlı Ordusu
Erzincan’a girdiğinde tahrip edilen yüzlerce ev ile çoğu kuyu ve derin olmayan toplu
mezarlara
konulmuş,
hatta
sokaklarda
açıkta
bırakılmış
yüzlerce
cesetle
karşılaşmışlardı. Benzer manzaralar diğer şehirlerde de görülmüştür. Örneğin yalnız
Erzurum’da Ermeniler’in çekilmeden sekiz bin kadar Türk’ü öldürdüğü görülmüştür239.
Rus Ordusunun Doğu Anadolu’yu boşaltması sonrasında Ermeni çetelerinin
yaptığı zulümler ortaya çıktıkça bu durum Türk basınında da yer almıştır. İstanbul’da
yayınlanan 25 Şubat 1918 Sabah gazetesine beyanat veren Hariciye Nazırı Ahmet
Nesimi Bey “Doğu Anadolu’nun Rus askerleri tarafından boşaltılmasından sonra
ortaya çıkan duruma bakıldığında Ermeni çetelerinin Müslüman halka zarar verdiğini,
ordunun bu çetelerle uğraşmak zorunda olduğunu ve bölgedeki çetelerin üç yıldan beri
bazen Ruslara rehberlik ederek bölgenin işgalini teşvik ettiğini, bazen geri çekilme
yollarını kullanmalarını sağladığını, burada bulunan Müslüman unsurunu ortadan
kaldırmak için üç seneden beri akla gelmedik vahşetler sergilediğini” şöylemiştir 240.
239
240
McCarty, Justin/Carolyn, a.g.e..,s.57-58; Honannisian, a.g.e..,s.135
Tanatmış, a.g.e., s. 22
102
İKİNCİ BÖLÜM
ERMENİ MESELESİNİN TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ
İÇERİSİNDEKİ YERİ
A. Ermeni Sorununun Amerika Birleşik Devletlerine Taşınması
Amerikan halkının Ermeni meselesi hakkında koşullandırılması sistemli bir
şekilde yürütülmüştür. Bunun için çeşitli örnekler vermek mümkündür. Bir tanesinde
James B. Gidney şöyle yazmaktadır. “Bu çalışmamdan haberi olan tanıdık herkes
Ermeniler hakkında çocukluğumdan beri çok şey duyduğunu belirtmektedir. Önüne
konan yemeği yemek istemediği zaman annelerin çocuklarına Ermenileri anımsatarak;
‘Ermeniler bunları bulsa ne kadar sevinirler’ veya ‘Ermeniler açlık çekerken bu
yiyecekleri bırakmaktan utanmalısın’ diye çıkıştıktıklarını söylemektedir. Hatta bugün
bile herhangi bir kişinin ‘Ermeniler hakkında tek bildiğim şey onların açlık
çektikleridir’ dediğini duyabilirsiniz. Bu ve buna benzer söylemler onların hikayesini
anlatır. Bir dönemde Amerika’da Ermeniler için yaygın bir sempati oluştu. Bu sempati
misyoner gayretleriyle beslendi, yalnız kiliseler değil gazete ve dergilerde de canlı
tutuldu ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Türklerin zulmü nedeniyle acı çeken
Ermenilere yardım kampanyaları düzenlendi. ‘Ermeniler Hıristiyan oldukları için
öldürülüyorlar’ teması hafızlara yerleştirildi241. Amerika’da bu yargıyı oluşturan en
etkin grup misyonerlerdi.
1. Amerikalı Misyonerlerin Faaliyetleri
Ermeni meselesinin Amerika’ya taşınmasında misyonerlerin rolü büyüktür.
Amerikalı misyonerler Osmanlı İmparatorluğu’na Müslümanlar dahil olmak üzere halkı
Protestan Hıristiyan yapmak amacıyla geldiler. Anadolu’da “American Board of
Commissioners for Foreign Missions” adlı örgüte bağlı olarak çalışan misyonerler
Müslümanların ve Yahudilerin dinlerini, Rumların da Ortodoks mezhebi mensubiyetini
değiştirmede başarılı olamayınca bu görevlerini Ermeniler üzerinde yoğunlaştırdılar.
Misyonerlerle Ermeniler arasındaki ilişkilerin en önemli noktasını Amerika’da Türklere
241
James B. Gidney; A Mandate For Armenia, Kent State University Press, Ohio, 1966, s.41-42.
103
karşı bir kamuoyu yaratmak oluşturmuştur. Misyonerliğe karşı Müslümanların karşıt bir
yaklaşımı olmamış, bilakis direnç Protestan etkisinden tedirgin olan Ermeni
Patrikliğinden gelmiştir. İngiliz ve Amerikan politik etkinliği ve maddi güçle kısa
sürede bu engel aşılmış ve Ermeni milliyetçiliğini körükleyen misyoner okulu sayısı
1845’de 7 iken, 1913’de 450’ye öğrenci sayısı ise 26.000’e ulaşmıştır242.
Amerikan okullarının Ermeni milliyetçiliğine dolaylı desteği, bu düşüncenin
ABD’de kurumlaşmasını ve gelişmesini sağlamak olmuştur. Misyonerler Ermenilerin
ABD’ye gitmesine destek olmuş ve devamlı bir akış sağlanmıştır. Böylece çok sayıda
Ermeni ihtilal örgütü faaliyette bulunma imkanı bulmuş ve önemli yardımlar
toplamışlardır. Amerika’da o dönemde hiçbir Türk cemiyetinin bulunmaması, tek yönlü
bu propagandanın etkinliğini arttırmaktaydı. Böylece Ermeni örgütleri Amerikan
kamuoyunu kendi amaçlarına uygun şekillendirmede önemli etkinlik sağlamışlardı.
Ayrıca Osmanlı topraklarına dönüşlerini ABD pasaportu sahibi olarak yapan Ermeniler,
kapitülasyonların sağladığı ayrıcalıkları istismar ederek ülke içinde de amaçları
doğrultusunda kolaylıkla faaliyet gösterbiliyorlardı243.
Misyonerlerin yabancı ülke kamuoyularında Ermeniler hakkında taraflı ve kin ve
nefret uyandıran faaliyetlerde bulunduklarına ilişkin hususlar Osmanlı Devleti’nin
yazışmalarına da yansımıştır. Osmanlı Washington Büyükelçiliğinden 27 Aralık 1895
tarihinde gönderilen raporda “Amerikalı misyonerlerin Ermeni işlerine müdahalesi
olmaması durumundan Ermeniler lehine yapılan tahriklerin büyük ölçüde azalacağı,
çünkü gerek Avrupa’da gerek Amerika’da Osmanlı Devleti aleyhine kin ve düşmanlık
yaratan nedenlerden birinin Osmanlı ülkesinde ikamet eden misyonerlerin gizli veya
açık
olarak
yabancı
ülkelere
raporlar
göndermelerinden
kaynaklandığı”
belirtilmektedir. Raporda anılan misyonerlerin Boston’daki dini liderlerine yazdıkları
mektuplarda “son altı ay süresince 15.000 Ermeninin katledildiği buna karşın yalnız
2000 Türkün öldüğü” şeklinde ifadeler kullandığına yer verilmektedir244.
242
McCarty, Justin/ McCarty, Carolyn, a.g.e., s.31.
McCarty, Justin/ McCarty, Carolyn, a.g.e., s.32.
244
Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri, Cilt II, (1896-1919) , Ankara, 2007, s.3, Ori.
s.239-240
243
104
Konunun diğer bir yönünü ticari ilişkiler oluşturmaktadır. 1830 yılında ABD ile
Osmanlı Devleti arasında ilk ticaret anlaşması yapıldı ve Amerika’ya da kapitülasyon
hakları tanındı. Bu anlaşmaya göre Amerikan tüccarları Osmanlı İmpatorluğu’nda
simsarlar kullanabilecek, bunlar her din ve ulustan olabilecekti245. Osmanlı toplum
yapısında Türkler asker, çiftçi, kamu görevlisi vb. hizmetlerde idiler. Rumlar denizci ve
tüccar; Ermeniler ise esnaf, zanaatkar, banker, tüccar ve simsardı. Amerikalılar,
azınlıkları kullanabilmek için anlaşmada simsarların her “ulus ve dinden” olabileceği
hükmünü koydurmuşlardı. Böylece Amerika ile gerçekleşen ticaret hacmı arttıkça
Amerikalılar ile iş yapan Ermenilerin sayısı da artış kaydetti. Bunlar değişik yollarla
Amerikan pasaportu elde ediyor, başı sıkışan Amerikan vatandaşlığını ileri
sürebiliyordu. Bu bağlamda Amerikan misyonerliğinin şemsiyesi altında Amerikanlaşan
ve bir ayağı ABD’de olan bir Ermeni toplumu ortaya çıkmıştı. Amerikalı tüccar ve iş
çevreleriyle sıkı iş ilişkileri ve ortaklığı olan bu tüccarlar, Amerika’daki Ermeni
propagandası ve Türk düşmanlığının temel kaynaklarından birini oluşturmuştur. Başka
bir ifadeyle Ermeni propagandasının gerisinde sermaye vardı ve kışkırtıcılardan önemli
bir grup tüccarlar idi246.
Amerika’da Ermeni propagandasını kolaylaştırıcı bir diğer neden çok önceden
beri süregelen Türk ve Müslümanlar hakkındaki yerleşmiş önyargılardı. Webster gibi
bir uluslararası sözlükte Türk tanımına bakıldığında “ikiyüzlü, şehvet düşkünü, vahşi,
acımasız” gibi karşılıklar yer almaktadır. Diğer sözlüklerde de Türk “merhametsiz,
baskıcı” vb. sözcüklerle tanımlanmaktadır. Türkler hakkındaki bu olumsuz imaj uzun
süre içerisinde oluşmuştu. İslam’ın Ortaçağ’daki Hıristiyanlıkla rekabetine kadar
dayanan bu önyargıda İslam korkulan, nefret edilen, Hıristiyanlığa karşı şeytan
tarafından musallat edilmiş bir araç olarak gösterilmişti. Türklerin Avrupa’yı fethi bu
duyguları körüklemiş bıyık ve türbanla şekillendirilen “korkunç Türk” imajı Avrupa’da
annelerin çocuklarını uslu durmaları için korkutmada kullandığı bir yöntem olmuş, bu
önyargılı düşünce Avrupa’yı sarmıştı. On dokuzuncu yüzyıla devreden bu kültürel
245
Fahir Armaoğlu; Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, TTK Basımevi, Ankara, 1991, s.5-6 .
Bilal Şimşir; “Ermeni Propagandasının Amerikan Boyutu Üzerine” Tarih Boyunca Türklerin
Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi, Kurtuluş Ofset Basımevi, Ankara,
1985, s.81-83.
246
105
önyargı Ermeni sorununda Türklere karşıt düşünce ve tutumların fikri alt yapı
oluşumunda kolaylaştırıcı rol oynamıştı. Bu bağlamda ABD ve Kanada’da Ermeni-Türk
anlaşmazlığının en basit algılanma şekli “Türkler tarafından öldürülen Ermeniler”
şeklindeki kabullenme idi 247.
2. Amerika’ya Göç Eden Ermeniler
Amerika’daki Ermeni propagandasının en kesintisiz kaynaklarından biri oraya
göç edip yerleşen Ermeniler olmuş ve bunlar değinilen önyargılardan yararlanmışlardır.
1840’lardan itibaren Anadolu’da çalışan Amerikalı misyonerlerin papaz olmaları için
ABD’ye eğitime gönderdiği öğrencilerden önemli bir kısmı geri dönmemiştir. Ayrıca
misyonerler yalnız papaz yetiştirmek için değil, eğitim amaçlı olarak da farklı Amerikan
üniversitelerine öğrenciler yerleştirmişlerdir. Öğrenim için Amerika’ya gidip yerleşen
bu Ermeni gençleri, Ermeni kolonisinin ilk çekirdeğini oluşturmuşlardır. Misyonerlerin
yetiştirdiği bu eğitimli Ermeni gençleri Türk düşmanlığını yaymak bakımından önemli
başarılar sağlamışlardır. Öte yandan Amerikan tüccarlarının yanında çalışan Ermeni
yardımcıları,
hatta
hizmetçileri
Amerika’ya
çalışmaya
gitmişlerdir.
Osmanlı
topraklarında Amerikalı tüccarın simsarı olarak çalışıp para biriktiren bir kısım Ermeni
daha sonra Amerika’ya göç etmekteydiler. Hatta bu gidenler, arkalarından gönderilen
Ermeni kızlarla evlenerek sayılarını arttırmakta idiler. Böylece Birinci Dünya Savaşı
öncesinde Amerika’da 50.000 kişilik bir Ermeni kolonisi oluşmuştu. Bunlardan ikinci
grubun eğitim düzeyi düşük olmakla birlikte Türk düşmanlığı üzerine kurulu Ermeni
propagandasını bir ticari reklam aracı olarak kullanabilmekteydiler248.
Amerikan basınında Türkler aleyhine yapılan bu propaganda faaliyetleri
Osmanlı Devleti’nin Washington Büyükelçiliği tarafından Dışişleri Bakanlığına
bildirilmiştir. 22 Aralık 1894 tarihli bir raporda durum “Amerikan gazetelerinde hemen
her gün Osmanlı Hükümeti aleyhinde Avrupa’dan gelen düşmanca telgraflarla
Amerika’nın değişik şehirlerinde ikamet eden Ermeniler tarafından Osmanlı Devleti
aleyhine kaleme alınmış yazıların yayınlandığı, bu yazılarda devamlı olarak
247
248
McCarty, Justin/ McCarty, Carolyn, a.g.e.,s.70-74.
Şimşir,1985, s.102-105 .
106
Ermenilerin Hıristiyan olduğu temasının vurgulandığı, Osmanlı Devleti aleyhine en
saldırgan dil kullananların Ayvad, Melkon, Ağamalyan, Haykop, Eğinyan, Hamparsun,
Karabetyan,
Iknayan,
Mıgırdıçyan,
Dadiryan,
Ohannes
Tavşancıyan,
Albert
Kitapcıyan, Bogos Agopyan, Gabriel, Diyonyan isimli sahışlar olduğu” ifadeleriyle
bildirilmektedir 249.
Amerikan halkında yalnız “doğru sözlü Hıristiyan”a güven duymak önyargısının
dışında Ermenilerin iki büyük avantajı bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi değinildiği
gibi Ermenilerin Amerika’nın büyük şehirlerinde yerel gruplar oluşturmuş olmasıydı.
Bunlar seslerini duyurabilmekte, düzenli olarak gazetelere mektuplar göndererek
Amerikan kamuoyunu görüşlerine çekebilmekteydiler. Hatta bunlar Kongre üyelerine
yazmaktaydılar. Böylece uzun bir süre Ermenilerin dışındaki toplum yalnız Ermeni
çevrelerine bağımlı tek kaynakla koşullandırılmışlardır. 1890’larda basındaki okuyucu
mektupları köşelerinde Ermeni görüşlerine yer verilmekte, önemli makaleler Ermeni
toplum liderleri ile yapılan mülakatlarda ileri sürülen görüşlerle uyum halinde
olmaktaydı. Ermeni toplumunun genelde Müslümanlar ve özelde Türkler hakkındaki
olumsuz görüşleri toplumun genelinde paylaşılmaktaydı. Ermeniler kendilerini
“Doğu’nun Yankileri” diye adlandırmaktaydılar. Türklere ise gerek Ermeniler, gerekse
Amerikan ruhban sınıf tarafından kendilerini ifade imkanı verilmemekte, fanatik
Müslümanlar olarak isimledirilmekteydi. Ermenilerin ikinci büyük avantajını ise
Protestan misyonerlerinin raporları ve çeşitli yazılarıyla Ermeniler lehinde yarattıkları
ortam oluşturmuştur250.
Ermenilerin Amerikan basınını Türk karşıtlığı yönünde nasıl kullandıklarını
özellikle New York Times gibi büyük tirajlı gazetelere gönderdiği yazılarla örneklemek
yararlı olacaktır. Örneğin 30 Ocak 1895 tarihli New York Times’da Malden isimli bir
İstanbul’da mukim bir Ermeni Protestan papazının “Türk Hükümeti’nin hoşuna
gitmeyen yazılar yayınladığından” dolayı Avedaper isimli mahalli Ermeni gazetesini
süresiz oalrak yayından men ettiğine dair mektubu yer almıştır251. Yine 17 Ağustos
249
Osmanlı Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri, Cilt I, s.130-131 Orijinal Belge (Ori) s.390-391
McCarty, Justin/ McCarty, Carolyn, a.g.e., s.74-76.
251
The New York Times, 30 January 1895.
250
107
1896’da Londra’da yayınlanan Daily News Gazetesine atfen “Ermenilere karşı
yürütülen zorbalığın merkezinin Sultan’ın ikamet ettiği Yıldız Sarayı olduğu ve Türk
Reform Partisi üyelerini faaliyetlerinden vazgeçirmek için Sultan’ın onayı ile yapıldığı
ifade edilmekte, konuya ilişkin olarak İngiliz Hükümeti’nin diplomatik yazışmanın kısa
sürede başlayacağı ve bunda 100.000 Ermeni’nin öldürülmesine yer verileceği”
şeklindeki haber aynı gazetede çıkmıştır252.
New Times editörüne gönderilen ve isim verilmeden yayınlanan diğer bir
Ermeni mektubunda ise “Bütün Ermeniler yokedilmekte olan Hıristiyan bir ulusu
destekleyen satırlarınıza teşekkür ederek teselli bulmaktadırlar. Bunu ifade ederken
Amerika ve Avrupa’daki dostlarımızı 1895’de işlenene benzer vahşete karşı uyarıyoruz.
Gerçekte Türklere karşı haklarını talep eden çok az Ermeni vardır. Türklere karşı
sayıları çok düşüktür. Geçen yazdan itibaren Sultan’ın Hükümeti sistemli olarak
dirençli Ermeni bölgelerini korkutup toptan bir Ermeni katliamını gerçekleştirmeye
çalışmaktadır. Geçen yıllardan edindiğimiz tecrübeler bize gelecek hakkında fikir
vermektedir. Bu bağlamda 1895’de çarpışan 2000 Ermeniye karşı 100.000 kişilik
düzenli ordu askerinin kullanıldığı bir ortamda yüksek sayıda askerin öldürüldüğünün
bir resmi raporda iddia edilmesi 1895’deki vahşetin tekrarı için mazaret bulma gayreti
olarak
görülmektedir.
Bu
nedenle
içinde
bulunulan
kritik
dönemde
bütün
sevenlerimizden bu tarz felaketlerin önüne geçmek için yakın yıllarda gördümüz gibi
bütün Hıristıyanlık aleminde azami etkinliklerini kullanmalarını beklemekteyiz. Böylece,
Tanrısız Doğu’nun saldırılarına karşı Batı Hıristiyanlığı için kendisini siper etmiş
uygar bir milletin devamına imkan verilecektir”253. Bu tarz haber ve yazılar Ermenilerin
Amerikan basında ne kadar geniş bir dezenformasyona başvurduğunu göstermektedir.
Burada halk üzerinde etkili olacak dini motifler yanında mantık dışı sayılar rahatlıkla
kullanılmakta, merhabet duyguları istismar edilmektedir. Örneğin Sason’da 100.000
Türk askerinin 2000 Ermeni ile çarpışması aşırı bir çarpıtmadır. 100.000 sayısı o
dönemdeki Osmanlı Ordusu’nun barış mevcudunun tamamı olabilir. Ayrıca yukarıdaki
mektubu yazanın belli olmaması konunun diğer kuşkulu yönüdür.
252
253
The New York Times , 18 Aug. 1896.
The New York Times, 4 May 1904.
108
Yine Ermeni asıllı M. M. Mangasarian adlı Amerikalının Chicago’da verdiği
konferansın basına yansıması özetle şöyledir. “Türklerin Ermenileri katliama tabi
tutmasının iki nedeni vardır. Bunlardan ilki Hıristiyan olmalarıdır. Diğeri Ermeniler
Müslüman zulmünden kurtulacakları yönündeki inançlarını ve politik düşüncelerini
serbestçe söylemektedirler. 1500 yıldır Hıristiyanlık öğretisinden ayrılmadan ve İncil’i
Kuran’a
yeğlemiş
olarak
bütün
baskılara
göğüs
gererek
Hıristiyanlıklarını
korumuşlardır. Amerika’nın Ermenilere karşı sorumlulukları vardır”254. Burada da dini
çarpıtmalara başvurulmakta, kamuoyu oluşturacak dindar Amerikan vatandaşları etki
altına alınmaya ve dolayısıyla yönetim etkilenmeye çalışılmaktadır.
Diğer taraftan misyonerler Amerikan kamuoyu ile Ermeniler arasında kuryelik
görevi üstlenmişler ve Amerikan basınında etkili Ermeni propagandası yapmışlardır. Bu
bağlamda 1915 ile 1928 yıllarını kapsayan dönemde yirmiden fazla yüksek tirajlı
Amerikan dergisi Ermeniler hakkında öyküler yayınlamıştır. Bu dergi yazarlarının çoğu
misyonerler, misyonerlik alanı ile ilgili diğer çalışanlar veya misyoner kaynaklı bilgileri
kullanan kimselerdi. Örneklemek gerekirse Amerika’nın tanınmış yayın organları; The
New York Times Current History Magazine otuzbeş, The Missionery Review of Board
onsekiz, The Outlook ondokuz, The Survey oniki, The Living Age üç, The National
Geographic yedi, The Independent ondokuz, The American Review of Reviews oniki,
The Nation onbir, The Contamporary onbeş, The New Republic onüç, The Literary
Digest kırkiki, The World’s Work sekiz ve Asia on makalesinde Ermeni öyküleri
yayınlamıştır255. Örneğin Amerikan Ermenileri direktörü George R. Montgomery imzalı
bir makalede “Sevr Antlaşmasını tadil etmek amacıyla düzenlenen Londra
konferansında Rusya’daki Ermenilerle müşterek kurulacak bağımsız bir Ermenistan
aşamasına gelinceye kadar Ermenilerin daha önce Sevr antlaşmasında belirtilen ve
sınırı Amerikan Başkanı tarafından belirlenen Ermenistan’ın geçici bir hükümet veya
protektora idaresinin kurulması yönünde İtilaf Devletleri başbakanları nezdinde
Amerikan nüfuzunun kullanılması ” Amerikan yönetiminden talep edilmektedir256. Yine
Amerika’daki Ermeni lobisinin etkin isimlerinden Vahan Kardaşyan basında çıkan
254
The New York Times, 24 Feb. 1896
Moranian, a.g.e., s.169-175.
256
The New York Times 26 Feb. 1921.
255
109
makalesinde “Sevr Antlaşmasının revize edilerek Türk Ermenilerinin çıkarlarının
korunmasını” istemektedir257. Bu Türk Ordusunun harekatı sonrası yapılan Gümrü
Anlaşması sonrası belirlenen sınırları yeniden pazarlık konusu yapma girişimi ve
Amerikan kamuoyu ve yönetimini etkileme amaçlıdır. Amerikan basınında Türklerin
nadir de olsa yazıları çıkmıştır. Örneğin Ziya Müftizade Bey isimli bir Türk’ün 1915
Ekim’inde Amerikan basınında çıkan bir yazısında devam eden savaşta Ermenilerin
isyan hareketleri ve asılsız Ermenistan iddiları eleştirilmektedir258.
Öte yandan Alman olmakla birlikte misyoner faaliyetleri içerisinde Ermenilere
destek açısından önemli bir isim Rahip Johannes Lepsius’tur. Kendisi Ermeni sorununu
bir Hıristiyan Müslüman çatışması şekline sokma konusunda çok gayret göstermiştir.
Tehcir kararının alınmasından sonra Alman-Ermeni Cemiyeti başkanı olan Lepsius
çeşitli kanalları kullanarak 24 Temmuz’da İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’da; Amerikan
Elçisi, Patrikhane ve Ermeni örgütlerinden konuyla ilgili bilgi toplamıştır. Ermeni
çevrelerinden topladığı bilgileri Ermeni yanlısı görüşlere yatkın elçilik mensuplarına
aktarmış ve onları topyekun bir soykırıma inandırmaya çalışarak bir Ermeni sözcüsü
gibi davranmıştır. Ermeni Kilisesi ve misyonerlerden sonra Lepsius’un en önemli
kaynağı ABD Elçisi Morgenthau olmuştur. O dönemde Lepsius’un Anadolu’ya gitme
talebi uygun görülmemiştir. Dolayısıyla kendisi Anadolu’yu görmemiş, ancak
Morganthau kendisine kalın bir dosya vermiştir. Yani Lepsius daha sonraki Osmanlı
Devleti’ni karalama amaçlı faaliyetlerinde kullandığı argümanları Morganthau ve kilise
örgütlerinden sağlamıştır. Her ne kadar Lepsius Türklük karşıtı faaliyetlerini ağırlıklı
olarak Avrupa’da yürütmüş ise de bu durum Amerikan komuoyunu da olumsuz
etkilemiştir259.
3. İngiliz Propaganda Sistemi
Ermeni
meselesinde
İngiliz
propaganda
sisteminin
önemli
bir
yeri
bulunmaktadır. Propagandanın savaşın gidişatı üzerindeki etkisini çok iyi değerlendiren
257
The New York Times 23 Jan. 1921.
The New York Times, 18 Oct. 1915.
259
Salahi Sonyel; The Great War and The Tragedy of Anatolia, Türk Tarih Kurumu Ankara, 2000,
s.155.
258
110
İngiliz Parlamento Savaş Araçları Komitesi 1914 Ağustos’unda Wellington House adlı
bir basın bürosu açarak propaganda faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır260. Welligton House,
Amerika, Fransa, Hollanda, İspanya-Portekiz, İskandinavya, İsviçre-İtalya, YunanistanRomanya, Doğu ve İslam ülkeleri olmak üzere sekiz ayrı propaganda bölümü ile resim,
fotograf, film, istihbarat ve dağıtım bölümlerinden oluşan bir örgüttür. Dolayısıyla
propaganda malzemesinin kaynağına dair hiçbir kayıt bulunmamaktadır261.
Bu örgütün amaçlarından biri Birinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa ve
özellikle Amerikan kamuoyunu Ermeni sorununu kullanarak Osmanlı Devleti aleyhine
kışkırtmak ve sorunun içine çekmek olmuştur. İngilizlerin bu propaganda sisteminde
Ermeni konusunda yer alan iki önemli isim James Byrce ve Arnold Toynbee’dir. Bu
bağlamda Osmanlı Hükümeti’nin Ermenilerin tehciri için aldığı karar İngiliz Hükümeti
açısından iyi bir fırsat yaratmıştır. ABD’nin Osmanlı Hükümeti’nin tehcir kararını
protesto ettiğine dair İngiliz Büyükelçiliğinden alınan bilgi üzerine İngilizler, ABD
kamuoyunun desteğini ve bu ülkenin savaşa girmesini sağlamak amacıyla olaydan
propaganda malzemesi olarak yararlanmayı düşündüler. İngiliz istihbarat servisinde
çalışan Lord Byrce, Arnold Toynbee ve Aneuren Williams gibi Ermeni yanlısı ve Türk
karşıtı isimler İngiliz Hükümetine “Ermeni soykırımı” propagandası yaparak Türklere
karşı nefret duygularının arttırılmasını ve böylelikle ABD, diğer tarafsız ülkeler, hatta
Arapların desteğinin sağlanmasını önermekte idiler262.
İngiliz
propaganda
sistemi
tarafından
Ermeni
kaynakları
ile
Ermeni
taraftarlarının ikinci, hatta üçüncü elden toplanan doğrulanmamış hatta imza bile
bulunmayan dokümanları biraraya getirilip resmi bir statü verilerek ‘Mavi Kitap’ isimli
bir kitap yayımlanmıştır. 648 sayfadan oluşan kitabı Lord Byrce oluşturmuş, kendisine
genç akademisyen Toynbee tarafından yardım edilmişti263. Mavi kitabın ilk metni
Toynbee tarafından düzenlenen “Ermenilere Yapılan Mezalim, Bir Milletin Katli” isimli
broşür olmuştur. Orijinal metni bugün bulunmayan kitap, 1975 yılında Amerika’daki bir
260
A.G. Marquis; “Words as Weapons: Propaganda in Britain and Germany During the First World War”,
Journal of Current History, London, 1978, c.3 , s. 468-472 .
261
Gürün, a.g.e., s. 49.
262
Sonyel, 2000, s.144.
263
Erdoğan Cengiz ; Ermeni Komitelerinin Amal ve Harekat-ı İhtilaliyesi, İlan-ı Meşrutiyetten
Evvel ve Sonra , Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1883, s.326.
111
Ermeni yayınevi tarafından yeniden yayınlanmıştır. Kitabın içerisindeki referanslar
dünyanın çeşitli yerlerinde yayınlanan Ermeni gazeteleri ile misyonerlerden aldıkları
bilgileri aktaran Ermeni Mezalimi Komitesidir. Tek başına bu kaynaklar bile
yayınlardaki Türk düşmanlığı konunun ne kadar yoğun olduğu hakkında fikir
verebilir264.
Mavi kitabın yazılış yöntemi hakkında esas bilgileri yine İngiliz yazarları ortaya
koymuştur. Bunlardan biri şöyle yazmaktadır. “Harp Bakanlığı bir sirküler hazırlayarak
subayları düşmanla ilgili savaş olaylarını rapor etmeye davet etmiş, olayların
doğruluğunun gerekli olmadığı, olasılığın yeterli olacağını belirtilmişti”, “vahşet
yalanları en makbul olanlardır. Özellikle İngiltere ve Amerika’da onlarsız harp
yapılmaz. Düşmanın kötülenmesi bir yurt görevi sayılır”265. Görüldüğü gibi ABD’yi
İtilaf yanında savaşa sokabilmek için Ermeni meselesi, “Ermeni Soykırımı” olarak
adlandırılıp, dini yönü ajite edilerek propaganda silahı olarak kullanılmıştır. Mavi Kitap,
ABD’de oldukça etkili olmuştur. Basına yansıyan bu propaganda içerisinde örneğin
1916 yılında Mavi Kitap kaynaklı bilgilerlere göre yayın yapan ‘The New York
Amerika’ adlı yayın kuruluşu, bütün Amerikalılara Hıristiyan İngiltere ve Fransa’yı
barbar düşmanlara karşı mücadelelerinde desteklemelerini önermekteydi266. Keza eski
İngiliz başbakanlarından Asquith ve Baldwin ile McDonald harp sonrasında Byrce’ın
Mavi Kitabı’nın Amerikan halkı ve Başkan Wilson’un harbe katılma konusunda verdiği
kararlarda etkili olduğunu ifade etmişlerdir267.
4. Büyükelçi Mongenthau ve Ermeni Meselesindeki Rolü
Ermeni meselesinde Ermeniler lehinde propagandaya karışan bir diğer isim
ABD’nin
Büyükelçisi
Henry
Morgenthau’dur.
New
York’ta
gayrimenkul
komisyonculuğu yapan bu kişi Başkan Woodrow Wilson’ın seçim kampanyası
esnasında Demokrat Parti’nin mali komite başkanlığını yapmıştır. Wilson’un başkan
seçilmesi sonrasında ilk defa bir Yahudi, büyükelçi olarak atanmış ve bu yolla
264
Gürün, a.g.e.,s.50-51.
Arthur Ponsoby; “Falsehood in War-Time”, Institute for Historical Review, New York, 1971, s.2022.
266
Baysan, a.g.e.,s.191.
267
Sonyel, 2000, s.148.
265
112
mükafatlandırılmıştı. Amerika’ya göçen Alman Yahudisi bir aileden gelmekteydi.
Wilson’un telkinleri ve New York şehri Haham’ı Stephen Wise’ın gayretleri sonucu
kendisine Osmanlı Büyükelçiliği görevi verilen Morgenthau 27 Kasım 1913’de
İstanbul’a gelmiş Şubat 1916’da geri dönmüştür. Sonraları “Büyükelçi Morgenthau’nun
Öyküsü” adıyla kitap yayınlamıştır268.
Morgentau’un kitabında Türklerle ilgili yazdığı bazı düşünceleri şöyledir.
“Gerçekte bütün yabancılar Türklerle birlikte bulunduklarında onların tutumları
hakkında fikir sahibidirler. Türkler, belki aşırı derecede kibar görünebilirler ancak
hiçbir esnekniğe ve mantıklı düşünceye sahip değildirler. Kafalarında Hıristiyanlarda
temiz olmayan birşeylerin olduğu yargısı yatar. Yüzyıllarca Osmanlı’nın tebasına karşı
olan politikasını bu önyargılı kanaat yönlendirmiştir. Bu yabani yığın Orta Asya’nın
ovalarından Mezopotamya ve Anadolu’ya kadar olan bölgedeki ulusları kasırga gibi
silip süpürmüş; Mısır ve Arabistan’ı ve Kuzey Afrika’nın tamamını zaptetmiş ve sonra
Avrupa’ya akarak Balkan uluslarını ezmiş, Macaristan’ın büyük kısmını işgal etmiş,
hatta Rusya’nın güneyinde ileri karakollar kurmuşlardır. Osmanlı Türkleri hakkında
şimdiye kadar bulabildiğim tek şey büyük askeri yetenek ve dehaları olmuştur. Yüksek
komutanlık yeteneği olan pek çok askeri lidere sahip olmuşlardır. Bugün olduğu gibi
geçmişte fetihleri gerçekleştiren ilk Türkler cesur, fanatik ve azimli savaşçılar
olmuşlardır. Eski Türkler politika tarihinin eşkiya tabiatlı olan bölümünün tam bir
resmini temsil etmektedirler. Bizim uygar bir toplumun temeli kabul ettiğimiz
değerlerden yoksundurlar. Alfabeleri, yazma sanatı, kitapları, edebiyatları, sanatları,
mimarileri yoktur. Hiçbir kent insa etmemiş, sürekliliği olan devlet kurmamışladır. Güç
dışında yasa tanımazlar, tarım ve sanayide kurumlaşmaları yoktur. Rahatlıkla
denilebilir ki kendilerinden daha uygar toplumlara saldırarak çapulculuk yapan aşiret
geleneğinden gelen vahşi, yağmalayıcı, at sırtında yaşayan insanlardır. On dördüncü ve
on beşinci yüzyıllarda bu aşiretler büyük bir çoğunlukla Avrupa’nın dini ve uygarlık
kaynağı olan yerlere yayılmışlardır. O dönemlerde buraları barışçıl ve müreffeh
ulusların beşiği olmuştur. Avrupa ile birlikte daha global olarak bakıldığında
Mezopotamya çalışkan büyük bir nüfusu desteklemekte ve Bağdat en büyük ve
268
Baysan, a.g.e., s.193- 194.
113
zenginleşen şehirlerden biri olarak bilinmekteydi. İstanbul, Roma’dan daha fazla
nüfusa sahip bir kent idi, Balkanlar ve Anadolu, pek çok güçlü devleti barındırmaktaydı.
Sonuçta Türkler dünyanın bu bölgesini büyük, yıkıcı bir bir güç olarak silip
süpürmüşledir. Mezopotamya birkaç yıl içerisnde çöl olmuş, Yakın Doğu’daki büyük
şehirler ıssızlaşmış ve insanları köleleşmiştir. Bu gelişmiş uygarlıklar beşyüzyıl önce
Türkler tarafından ele geçirildiğinde sahiplerinin elindekiler alınmış, kendileri hakir
görülmüştür. Dinlerini Araplardan almışlardır, dilleri Arapça ve Farsçadan tranfer
edilen sözcüklerin yardımıyla sınırlı bir edebiyat ortaya koyabilmiştir, yazıları
Arapça’dır. İstanbul’un en gözalıcı mimari anıtı Ayasofya Camisi aslında bir Hıristiyan
kilisesidir. Türk mimarisi olarak adlandırılan şey ise Bizans’tan alınmıştır. İş dünyası,
endüstri daima Rum, Yahudi, Ermeni, Araplar gibi azınlık ulusların elinde olmuştur.
Türkler, Avrupa’nın sanat ve biliminden az şey öğrenebilmişlerdir. Kurabildikleri çok
az eğitim kurumu vardır, cehalet yaygındır269. Bu ifadeler başka bir yoruma gerek
bırakmadan Morgenthau’un Türk karşıtlığı ve önyargısının boyutlarını ortaya
koymaktadır.
Morgenthau’un Osmanlı Devleti’nin son dönemi ve bu dönemin yöneticileri ile
gelişmeler konusundaki görüşleri kitabında şöyle yansıtılmıştır. “Yakın dönemde
Türkler daha entelleltüel ve gelişmeci şuura sahip olma konusunda kendilerini
zorlamaya başladılar. Bazı liderler ‘anayasal düzen’,‘özgürlük’, ‘halkın kendini
yönetmesi’ gibi kavramları gündeme getirdiler. Bu cüretkar yaklaşım müstebit sultanın
(II. Abdülhamit) yönetiminden, sultanın rolünün olmadığı parlamenter sisteme geçiş
ortamını hazırlamıştır. Bu bağlamda ben Talat, Enver, Cemal ve onların
yardımcılarının önderliğindeki Genç Türk hareketinin başta ülkedeki azınlıklara karşı
izlenen tutum olmak üzere Türk yönetim anlayışında dönüşüm olduğunu vurguladım.
Reformların uygulanmakta olduğu Osmanlı Devletinde; Rumlar, Asuriler, Ermeniler ve
Yahudilere artık ‘pis gavur’ olarak bakılmamakta, bütün halklara eşit haklar ve eşit
ödevler verilmekteydi. Yeni rejimin kurulmasını genel bir karşılıklı sevgi ortamı izlemiş,
269
Henry Morgenthau,; “The Turk Reverts to the Ancestral Type”, Ambassador Morgenthau’s Story,
Doubleday, Page&Co. New York, 1918, Chapter XXII., s. 311-315 .
114
Ermeni ve Türklerin birbirini kucakladığı barışma sahneleri görünürde uzun zamandır
aralarında hasımlık olan halkların tam bir bütünleşme gerçekleştirdiği sinyallerini
vermişti. Talat ve Enver, Hıristiyan kiliselerini ziyaret etmiş, şükran günlerinde yeni
düzen için dualar yayınlamış ve Ermeni mezarlıklarını ziyaret ederek yatan Ermeni
şehitleri için göz yaşı dökmüşlerdir. Buna karşılık Ermeni papazları Müslüman Türk
dini cemaatlerine övgülerini sunmuşlardır. Enver Paşa çeşitli Ermeni okullarını ziyaret
ederek çocuklara Müslüman-Hıristiyan çekişmesinin geçmişte kaldığını artık iki halkın
kardeşçe yaşamakta olduğunu şöylemiştir. Asırlar boyunca Osmanlı Ordusuna yalnız
Müslüman olanlar katılabilmekte ve silah taşımaktaydılar. Yeni Genç Türk rejimi
Hıristiyanların
Müslümanlarla
eşit
koşullarda
orduya
katılımlarını
yüreklendirmekteydi. Bu Hıristiyanlar İtalyan ve Balkan savaşlarında subay ve er
olarak becerileri ve gösterdikleri varlıktan ötürü Türk generalleri tarafından
övülmüşlerdi. Ermeni liderlerinin Genç Türk hareketinde gördükleri ve inandıkları şey,
anayasal bir Osmanlı Devleti’nin mümkün olduğu idi. Kendilerinin bilgi ve sanayi
alanlarındaki üstünlüklerinin farkında idiler. Osmanlı İmparatorluğu kendi haline
bırakıldığı takdirde müreffeh bir yaşam süreceklerini, Avrupa’nın denetimi altında ise
güçlü Avrupalı sömürgecilere karşı rekabet güçlüğünden ötürü zorlanacaklarını
değerlendiriyorlardı. II.Abdülhamit’in tahtan indirilmesi ve anayasal sistemin
kurulmasıyla Ermeniler uzun zaman sonra artık özgürdüler. Ancak bu duygular rüya
gibi kayboldu. Avrupa’da savaş başlamadan kısa bir süre önce Türk demokrasisi
ortadan kalktı, devlet gücü Talat ve Enver’in başında bulunduğu bir grubun eline geçti.
Demokrasi beklentilerini bırakmış olarak bu kişiler yeni bir ulusal kavram ortaya
koydular. Bütün Osmanlı yurttaşlarının eşit muamale gördüğü demokratik anayasal
düzen yerine Pantürkist fikri yeşerttiler. Esas itibariyle ülke ‘Türklere ait olsun’
kararını verdiler”270.
Morgenthau kitabının devamında Birinci Dünya Savaşı arefesinde Ermeni
meselesine şöyle değinmekteydi. “Osmanlı Hükümeti kapitülasyonları kaldırdığı zaman
kendilerini yabancı güçlerin baskısından kurtarmanın yanısıra Pan-Türk idealini
270
Henry Morgenthau,; “The Turk Reverts to the Ancestral Type”, Ambassador Morgenthau’s Story,
Doubleday, Page&Co. New York, 1918, Chapter XXII, s.317
115
gerçekleştirmede de mesafe aldılar. Hıristiyan okulları konusunda kendileri ile
yaşadığım zorluklara değindim. Bu okulları kaldırmak veya hiç olmazsa birer Türk
kurumu haline getirmek yönündeki amaçları ırkçı politikalarının bir parçası idi. Bu yeni
konsept aslında geçmişteki barbar fikirlerin canlandırılmasıydı. Talat, Enver ve Cemal
mütevazi ailelerden gelmekle birlikte geçmişteki Osman ve diğer ilk dönem sultanlarına
benzer biçimde azınlıklar konusunda sahip-köle tarzındaki aşırı fikirlere saplandılar.
Talat ve Enver’in liderliğindeki İttihat ve Terakki Partisi Müslüman olmayanları
ortadan kaldırarak imparatorluğu Türkleştirmeye karar vermişti. Bu konsept Enver ve
Talat’tan önce tarihin gördüğü en büyük canavar Abdülhamit’in yaklaşımıdır. 1876’da
tahta geçen Abdülhamit’in saltanatının ilk iki yılında Osmanlı İmparatorluğu,
Balkanlarda pek çok ülke ve Kafkaslarda geniş bir alanı içeren toprak kayıplarına
uğramıştı. II. Abdülhamit Osmanlı’nın elinde kalabilen topraklar için en tehlikeli
noktanın Ermeniler olduğunu gördü. Ermenilerin de Romenler, Bulgarlar, Yunanlılar
ve Sırplar gibi Ortaçağdaki bağımsız devletlerini kurma emellerinin olduğunu, bu isteğe
Avrupa ve Amerika’nın sempati ile baktıklarını biliyordu. Osmanlı-Rus Harbini
sonlandıran Berlin Antlaşması’nın Ermenileri Avrupalı güçlerin korumasına bırakan
bir maddesi bulunmaktaydı. II. Abdülhamit, Ermeni meselesinin tek hal yolunun iki
milyonluk Ermeni toplumunun devlet tarafından planlanıp, yönetilen bir ortadan
kaldırma operasyonuna bağlı olacağını düşünmekteydi. Gerek Avrupa, gerek
Amerika’da bizler 1895-1896 yıllarında 200.000 Ermeninin zalimce öldürüldüğünü
duyduk. Batı’dan yükselen itirazlar bu yöntemin İngiltere, Fransa ve Rusya’nın
müdahalesine yol açacağını gösterince bu sefer toplu bir ortadan kaldırma yerine
küçük çaplı katliamlarla işleyen daha yavaş bir yöntem seçildi. Birinci Dünya Savaşının
başlamasına kadar geçen sürede Ermeni vilayetlerinde zulüm ve cinayetin olmadığı bir
gün bile olmamıştır. Genç Türk rejimi evrensel kardeşlik söylemlerine karşın
Ermenilere huzur getirememiş, 1909’da yeni rejimin kurulmasından birkaç ay sonra
Adana’da 35.000 Ermeni ortadan kaldırılmıştır. Abdülhamit’in fikirlerinin çoğunu
benimseyen bugünün Genç Türkleri onun Ermeni politikasını da kendilerine mal
etmişlerdir. Abdülhamit’in aksine Genç Türkler kendilerini bu politikanın uygulanması
açısından daha rahat bir konumda buldular. İngiltere, Fransa ve Rusya haleflerinin
(Abdülhamit) Ermeni politikaları önünde engel oluştururken bu olanak Çanakkale
116
Savaşı sonrası ortadan kalkmış gözükmekteydi. Genç Türkler bu ülkeleri yendiklerini ve
artık içişlerine müdahale imkanlarının kalmadığına inanmaktaydılar. Bu politika
karşısında itirazı olabilecek yegane güç Almanya idi. Ancak Kayzer İkinci Wilhelm,
bütün Avrupa İngiliz Başbakanı Gladstone’un ikazları ve ısrarlı müdahalesi ile
çınlarken 1898’de İstanbul’da II.Abdülhamit’i ziyaret etmiş ve en yüksek nişanları
göğsüne takmıştı. Bunu yapan Kayzer hala tahttadır ve 1915 itibariyle Osmanlı’nın
müttefikidir. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğundaki Hıristiyanlar iki yüz yıldan sonra
ilk defa 1915’de Türklerin insafına kalmıştı ve Türkiye’yi tamamen Türklerin ülkesi
yapma zamanı gelmişti”271.
Morgenthau’un
kitabından
yapılacak
başka
alıntılarda
şu
ifadelere
rastlamaktadır. “1915’te Ermeni ırkını ortadan kaldırmak 1895 ve diğer yıllardakine
göre bazı güçlükler arzetmekteydi. Hıristiyanlar, 1908 sonrası orduda askeri eğitim
alma ve silahlı hizmet olanağını elde etmişlerdi. Bunun yanısıra ordu dışındakilerin de
silah edinebilme hakkı vardı. Ermeni önderleri ve komiteleri bağımsızlık ve eşitlik
fikirleriyle kendilerini silahlanmaya teşvik etmişlerdi. Bu gelişmeler sonrası Ermeniler
önceki dönemlere göre hem orduda hem de dışarıda silahlı bir toplum idiler. Her Türk
şehrinde silahlı pek çok Ermeni bulunmaktaydı. Van’daki gelişmeler bunların silahları
kendi emelleri istikametinde kullanabileceklerini açığa vurmuştu. Bu nedenle Ermeni
katliamı bu sefer Türklerin geçmişte yaptığı perakende katiller gibi değil bir savaş
ortamının özelliklerine sahipti. Ermenileri ortadan kaldırmak için kendilerini silahtan
arındırmak ve Ermenistan’ı savunmasız bırakmak gerekiyordu. Bunun için çeşitli
yöntemler
uygulandı.
Ermeni
askerlerin
silahları
alınıp
işçi
birliklerinde
görevlendirildiler. Bunlar zor koşullarda çalıştırıldı, bir kısmı ise vuruldu. 1915
ilkbahar ve yazında Ermenilere tehcir uygulandı. İstanbul, İzmir, Halep hariç tutuldu
bunun dışındaki yerlerde yapılan tehcir uygulamasında eğitim, zenginlik, sosyal durum
gibi kıstaslar dikkate alınmadı. 1915 Nisan’ı ile Ekim ayları arasında 1.200.000 kişi
kötü koşullarda Suriye çölüne yolculuğa gönderildi. Anadolu yolları sürgün kafileleri
ile doluydu. Vadi içinlerinden hemen her dağın yamaçlarına kadar uzanan kafileler
271
Henry Morgenthau,; “The Turk Reverts to the Ancestral Type”, Ambassador Morgenthau’s Story,
Doubleday, Page&Co. New York, 1918, Chapter XXII, s.319.
117
ilerlemekteydi. Eminim tarih böyle bir dehşet görmemiştir. Geçmişte büyük denilen
katliamlar bunun yanında önemsiz kalır. St.Bartholome katliamında 30.000 kişi
hayatını kaybetmiş idi. İspanya’da Ferdinand ve İsabel 160.000 Yahudiyi sürmüştü.
Ermenilerde ise 600.000 belki 1.000.000 kişi ortadan kaldırılmıştır”272.
Yukarıda bazı alıntıları yapılan kitabı, Morgenthau ABD’ye dönüşünden iki yıl
sonra yazmıştı. Kitap Amerikalıların nesiller boyu bir ulus ve ülkeye bakış açılarının
şekillendirilmesinde etkili olmuştur. 1920’lerde Amerikan kamuoyunun belirgin
özelliklerinden biri haline gelen ve bugüne kadar uzanan Türk karşıtlığının önemli bir
unsuru olan Morgenthau’nun kitabı İttihat ve Terakki Hükümetinin Birinci Dünya
Savaşını ileri sürerek Ermeni azınlığa karşı planlı soykırım uyguladığı iddialarının
kaynağını oluşturmaktadır.
Kitap 1920’li yıllardaki siyasi kararlarda da etkili olmuştur. Morgenthau’un
öyküsünün oluşumunu anlamada öncelikle kendisinin, dostu ve sırdaşı ABD Başkanı
Woodrow Wilson’a yazdığı 26 Kasım 1917 tarihli mektup önemlidir. Morgenthau,
ABD Başkanına amacından bahsetmekte ve görüşler içeren önerisini Başkanın onayına
sunmaktadır. Morgenthau niyetini şöyle açıklamaktadır. “Açıkça savaş karşıtı olanların
yanısıra, savaş hakkındaki görüşlerdeki aşırı değişkenlik, savaşı destekleyenlerde ise
inanç ve kararlılıklarında görülen zafiyete bağlı olarak, yazmayı tasarladığım kitapta
Almanya’nın yalnız Türkiye ve Balkanlar’a sızma politikasını değil böyle bir
mekanizmanın dünyanın farklı ülkelerindeki uygulamalarını da teşhir etmek istiyorum.
Çünkü Türkiye’de Almanya’nın şeytani ruhunun ortaya çıkardığı dehşet saçan
savunmasız Ermeni ve Asurilerin katliama uğradıklarını görmekteyiz. Olayın bu
ayrıntısı ve Almanya’nın sessiz kalışı inananıyorum küçük kent ve kasabalarda yaşayan
Amerikalılarda savaşın diğer yönlerinden çok daha fazla ilgi ve dikkat uyandıracak ve
bu savaşın mutlak bir zaferle sonuçlandırılması konusunda bilinçlendirecektir.
Hükümetin savaş politikası adına bir zafer kazanmamız için yasal çerçevede her türlü
272
Henry Morgenthau; “The Murder of a Nation”, Ambassador Morgenthau’s Story, Doubleday,
Page&Co., New York, 1918, Chapter XXIV, s.338-339 .
118
adım atılmalı, araçlar kullanılmalıdır”273. Görüldüğü gibi mektupta “Ambassador
Morgenthau’s Story” (Büyükelçi Morgenthau’un Öyküsü) adlı kitabın temel amacının
propaganda olacağı açıkça belirtilmektedir.
Morgenthau’un Başkana yazdığı bu mektubun üzerinden geçen bir yıl içerisinde
“Büyükelçi Morgenthau’un Öyküsü” adlı çalışma kaleme alındı ve Amerikanın önde
gelen ve tirajı 120.000 olan dergilerinden The World’s Work’te tefrika haline getirildi.
Ayrıca toplam tirajı 2.630.256 olan bir düzinenin üzerindeki büyük gazetelerde bazı
bölümleri yayımlandı. Kitap olarak Doubleday, Page&Co. ( New York) Yayınevinin
etkili bir reklam kampanyası ardından piyasaya sürüldü. Bir yılda 22.234 adet satıldı.
Kitap beklenilenden çok amacına ulaştı. Morgenthau’ya eserinin film hakkı olarak
Hollywood’tan 25.000 Dolarlık teklif geldi. Fakat Morgenthau senaryo aşamasında
Wilson’un bu yaklaşımı desteklemediğine ilişkin mektubunu alınca geri adım attı. Bir
yıldan az bir zaman önce Morgenthau, Başkan Wilson’un onay vermesi sonrası The
World’s Work dergisi yazarlarından Burton J. Hendrick’in ön temaslarına olumlu yanıt
vermesiyle tasarısını gerçekleştirmeye koymuştu. Başkanla yazışmaların da ortaya
koyduğu gibi “Büyükelçi Morgenthau’un Öyküsü” başlangıçtan itibaren Başkan
Wilson’un öyküsünün de parçası olmuştu. Morgenthau’un Amerikan halkını savaşın
zaferle sonuçlanması gerektiğine inandırmak için Alman ve Türk karşıtı kitap yazması
Wilson’un politikasına daha geniş destek sağlamak amacına yönelikti274. Yani
Morgenthau’un düşüncesine göre yazacağı öykü bir savaş dönemi propagandası aracı
olarak planlanmış, İtilaf Devletlerinin savaş gayretlerine destek olarak düzenlenmişti.
Kitabın nasıl ve kim tarafından yazıldığı dikkate değer önemli bir konudur.
“Büyükelçi Morgenthau’un Öyküsü” isimli kitabın tarihçesiyle ilgili kaynaklar
iki ayrı koleksiyonda korunan belgelerdir. Bunlardan ‘Henry Morgenthau Belgeleri’
olarak bilinen koleksiyon Washington’daki Kongre Kütüphanesinde, diğeri New York
Hyde Parktaki Franklin Delenore Roosevelt Başkanlık Kütüphanesinde “Henry
Morgenthau Jr. Belgeleri” arasındadır. Binlerce belge bulunan iki koleksiyona en
273
Heath W. Lowry; The Story Behind Ambassador Morgenthau’s Story, The Isis Press, İstanbul,
1990, s.7-8.
274
Lowry, 1990, s.10-13.
119
önemlileri Pulitzer Ödülü sahibi tanınmış gazeteci, biyografi yazarı ve tarihçi Burton J.
Hendrick’e ait olan basılı evrak ve yayımlanmamış belgeleri de eklemek gereklidir.
Çünkü Morgenthau’un adını taşıyan kitabıyla ilgili projesini başlatabilmesi için
Wilson’un onayından başka Burton J. Henrick’in profesyonel kalemine ihtiyacı vardı.
Kitap fikrinin gerçekte ilk defa 1916 Nisan’ında Morgenthau’ya bu konudan bahseden
Hendrick’in düşüncelerinde oluştuğu görülmektedir. Morgenthau’un söz konusu
kitabının dayandığı kaynaklar ise ayrı bir tartışma konusudur. Bu kaynaklardan en
önemlisi Morgenthau’un İstanbul’a ayak bastığı 27 Kasım 1913 ile ayrıldığı 1 Şubat
1916 tarihleri arasında tuttuğu günlüğüdür. Yazdıklarından ve özellikle Agop S.
Andonyan adlı Türk Ermeni sekreterine dikte ettirdiğine ilişkin ifadelerinden anlaşıldığı
gibi Morgenthau her günün olaylarını Andonyan’a anlatıyor, Andonyan da bunları
daktilo ediyordu. Morgenthau’un günlüğünde İttihat ve Terakki liderleri Sait Halim
Paşa, Enver Paşa ve Talat Bey ile yapılan temaslar ilişkin çok ayrıntılı ifadelerle,
“Büyükelçi Morgenthau’un Öyküsü” kitapta yer alan toplantı ve görüşmelere ilişkin
ifadeler arasında benzerlik azdır. Her şeye rağmen kitabın temel kaynak olarak anılan
günlükteki kayıtlara dayandığı kuşkusuzdur. Günlük tutmanın dışında Morgenthau’un
Amerika’daki aile bireylerine elden ele geçirerek okumaları için uzun haftalık
mektuplar yazma alışkanlığı vardı. Bu mektuplar yine özel sekreteri Andonyan
tarafından hazırlanmakta, hatta çoğunlukla Morgenthau’un 11 Mayıs 1915 tarihli
mektubunda
belirttiği
gibi
bizzat
Andonyan’ın
kaleminden
çıkmaktaydı.
Morgenthau’un sözcükleri şöyledir. “oturup sakin bir biçimde mektup dikte ettirmenin
imkansızlığından Andonyan’a günlüğümü tutmasını ve kendi değerlendirmelerini de
katarak bunun suretini çıkarmasını söyledim. Bu tabii beni hataların sorumluluğundan
da kurtarmaktadır”. Kitap sonuçta temel doküman olarak kullanılan Morgenthau’un
günlüğü ve mektuplarının bir sentezi olarak ortaya çıkmış, her iki kaynakta çeşitli
yerlerinde Morgenthau’ya gönderilen veya kendisinin Washington’a gönderdiği
raporlarla desteklenmişti. Bütün bunlar kitabın çerçevesini oluşturmaktaydı275.
Kitap Hendrick isimli bir yazar tarafından kaleme alınmış, kendisine
Morgenthau ile elçilik görevinden beri yanında olan Hagop S. Andonyan yardım
275
Lowry, 1990, s.16-18.
120
etmişlerdi. Andonyan elçilik tercümanı yani dönemin tabiri ile “dragoman”dır. Görevi
süresince günlük yaşamının her aşamasında Morgenthau ile birlikte olan Robert Kolej
mezunu bu Ermeni genci, görevi sona erince Morgenthau ile Amerika’ya birlikte
dönmüştür276. Morgenthau 9 Ocak 1918’te dışişleri bakan yardımcısına Andonyan
hakkında yazdığı mektupta “sizin de bilginiz olabileceği gibi Başkan’dan bir kitap
yazma görevi aldım. Bay Andonyan bu görevde bana yardım etmektedir. Kendisinin
Doğu hakındaki değerli bilgisi ve üstün tecrübesiyle sunduğu hizmet benim açımdan
vazgeçilemez bir mahiyettedir”demektedir. Buradan çıkan üç nokta; Andonyan’ın
ABD’lerine geliş nedenlerinden biri Morgenthau’ya destek olmaktı, yazımında görev
aldığı kitapla ilgili çalışmalar anılan tarihte başlamıştı, Andonyan ABD’nde askerlik
yükümlüsüydü. Morgenthau’un 1918 yılı günlük randevu defterinde Andonyan adına üç
kayda rastlanmaktadır. (i) 26 Nisan tarihli kayıt “Yale Kulubünde Andonyan’ı
talimatlandırdım ve çıkacak kitabın ilkinci bölümünün ilk taslaklarını inceledim. (ii) 17
Nisan “Gün boyunca Andonyan ve Hendrick’i talimatlandırdım”. (iii) 9 Eylül 1918
tarihinde iki kelimelik bir not düşülmüştü “Andonyan ayrıldı”. İleriki tarihlerde
Morgenthau belgelerinde 16 ve 20 Aralık 1920 tarihli iki mektupta rastlanmaktadır.
Andonyan, Morgenthau’ya İstanbul’dan gönderdiği mektuplarda ABD Başkanının
kendisini
Kemalistler
ile
Ermeni
güçleri
arasında
arabuluculuk
yapmakla
görevlendirildiğine dair söylentilerin bulunduğunu eğer doğru ise kendisine hizmet
edebileceğini yazmaktadır277.
Osmanlı başkentinde konuşulan Türkçe, Fransızca, ve diğer yerel dilleri
(Rumca, Ermenice vb.) bilmeyen Morgenthau’nun resmi ve özel temaslarındaki diğer
yardımcısı Arshag K. Schamavonian adlı bir Ermeni idi. Anılan şahıs bütün resmi
görüşmelere katılmanın yanısıra, Amerikalı iş adamları ve misyonerleri dahil yapılan
toplantılara katılmış, bunların yasal işlerini takip etmiş, ayrıca Washington’a gönderilen
bütün resmi telgrafları kaleme almıştır. Bu kişinin Morgenthau üzerindeki büyük etkisi
daha sonraları aralarında geçen özel yazışmalara da yansımıştır. Morgenthau, New York
Herald gazetesine verdiği mülakatta “Görevim çevremdeki olayları derinliğine
öğrenmek olmalıydı. Doğu’yu çok iyi bilen elçilik hukuk danışmanı Bay Schmavonian’ın
276
277
Lowry, 1990, s. 20-21.
Lowry, 1990, s.21-22.
121
yardımlarıyla birkaç hafta içerisinde bu görevi başarabileceğime inanmaktayım”.
Morgenthau
ile
Schamavonian arasındaki
ilişki
Morgenthau’un
Türkiye’den
ayrılmasıyla sona ermemiştir. 1917 yılında Başkan Wilson’un Morgenthau’u Avrupa’ya
göndermesi ve Schamavonian’ın bir kez daha kendisine tercüman olarak katılmasıyla
yeniden biraraya geldiler. Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişkilerin kopması sonrasında
Schamavonian Washington’a atandı ve 1922’de ölümüne kadar ‘özel danışman’ olarak
görev yaptı 278.
Türk karşıtlarının propagandalarına rağmen zor koşullara ve olanaksızlıklara
karşın tehcir edilen Ermenilerin düzen içerisinde yeni yerleşme merkezlerine
ulaştırıldığını doğru olarak bildiren yabancı misyon elemanlarına da rastlanmaktadır.
Örneğin Amerika’nın Mersin Konsolosu Edwin Natan 30 Ağustos 1915’de
Morgenthau’a gönderdiği raporda Tarsus’tan Adana’ya kadar güzergahın Ermenilerle
yoğun bulunduğunu, Adana sonrasında trenle yolculuk yaptıklarını, kalabalık yüzünden
izdiham yaşandığını, ancak buna rağmen görevlilerin işi düzenli şekilde yürüttüğünü,
şiddete ve düzensizliğe yer verilmediğini, göçmenlere yeteri kadar bilet sağlandığını,
muhtaçlara yardımda bulunulduğunu belirtmiştir. Diğer bir Amerikalı, ABD’nin
Mameratülaziz Konsolosu Lesly Davis 23 Ağustos 1915 tarihinde Morgenthau’ya
gönderdiği mektupta Ermenilerin il merkezi ve köylerinde cinayetler işlediklerini
anlatmaktadır279. Morgenthau ait gözüken yazılarda ise görev kanallarından gönderilen
bu dokümanlara nedense rastlanmamaktadır.
Ermenilerle ilgili olarak Başkan Wilson’un dayandığı bilgi kaynakları Amerikan
Board Heyeti ve Henry Morgenthau olmuştur. Morgenthau, Üsküdar’ın ötesine
geçmemesine karşın gerek yayınladığı anılarında, gerekse dışişlerine gönderdiği
raporlarında
Türklerin
Ermenilere
mezalim
yaptığını
iddia
etmiştir.
Oysa
Morgenthau’nun haber kaynakları Patrikhane yetkilileri ve dragoman Schamavonian ile
elçiliğin Ermeni çalışanlarıydı280. Buraya kadar değinilen hususlardan da izlendiği gibi
Morgenthau’un ismini taşıyan kitap ve dokümanlar aslında ABD Elçiliğinin Ermeni
278
Lowry, 1990, s.22-25
Halaçoğlu, 2004, s.77-78
280
Joseph L. Grabill; Protestans Diplomacy and the Near East: Missionery Influence on American
Policy, 1810-1927, University of Minnessota Press, 1971, s.100.
279
122
asıllı çalışanları tarafından düzenlenmiştir. Bu kayıtlar aracılığı ile Türkiye karşıtı
propaganda ve dezenformasyon amaçlı faaliyeleri yürüten bazı çevreler kendisinin
Birinci Dünya Savaşı döneminde İstanbul’da bulunmasından yararlanarak, gerçek
olmadığı halde olaylara tanık olduğu izlenimini vermişlerdir. Böylece Morgenthau’nun
kitabı Jön Türklerin Ermenilere önceden planlı soykırım uyguladığı konusunda kaynak
haline getirilmiştir.
B. Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti-ABD İlişkileri
Türk-Amerikan ilişkilerinin başlangıcı bir bakıma Ermeni-Amerikan ilişkileri
için de başlangıç olmuştur. ABD, bağımsızlığını kazanması sonrasında hem
bağımsızlığını korumak hem de ülkenin sahip olduğu zengin kaynaklara bağlı olarak
yeniden Avrupa’nın sömürgesi olmamak amacıyla 1823’de temel noktası “Amerika
Amerikalılarındır” ifadesinde yerini bulan Monreo Doktrini’ni benimsemiştir281. Bu
doktrin ABD’nin eski dünyanın politikasına uzak kalmasını öngörmekteydi. Bu
bağlamda ABD bir taraftan kendisini Avrupa’nın toprakları üzerindeki sömürgecilik
emellerinden uzakta tutarken, diğer taraftan Avrupa ülkelerinin giriştiği hızlı
sömürgecilik olgusunu görmezlikten gelme gibi ikilem içerisine girmiştir. Öte yandan
ABD, Avrupa’daki değişik Hıristiyan mezheplerinin yarattığı kaosu göz önünde tutarak,
tutucu yapıdan uzak Protestanlık mezhebini desteklemiştir. Protestan misyonerliğinin
doğuşu ABD’nin kendi kıtası dışında yayılmasındaki en önemli araç olmuştur282.
Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan politikaların genel çerçevesine
bakıldığında ABD’nin Avrupa merkezli uluslararası politikalara yönelmesi yalnız
Ermeni sorununun gelişimi ile sınırlı olmayıp, esasta yirminci yüzyılın küresel
boyuttaki uluslararası ilişkilerini etkileyen gelişmeler sözkonusudur. Bu bağlamda
ABD, yirminci yüzyıl başlarına kadar Avrupa ile ilişkilerinde Monreo Doktrinine bağlı
bir politika izlemiştir. Buna göre ABD, Avrupa Devletlerinin kendi sistemlerini Batı
yarımküresine doğru genişletmelerini kendisi açısından tehdit olarak görmekte, kendisi
281
Foster R. Dulles; America’s Rise to World Power 1854-1954, New York 1963, The Mississippi
Valley Historical Review, Vol. 42, No. 2 (Sep., 1955), s.9.
282
Şenol Kantarcı; “Türk-Amerikan İlşikileri ve Ermeni Sorunu”, Dünden Bugüne Türk Ermeni
İlişkileri, Lalezar Kitapevi, Ankara, 2006, s.591.
123
de Avrupa’nın içişlerine karışmama prensibine bağlı kalmaktaydı. Ancak yirminci
yüzyıl yaklaşırken yeni sanayileşmiş ülkenin ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak,
hammadde kaynakları elde etmek, küresel pazarlarda rakiplerine karşı etkin bir
konumda olmak, genişleme siyasetine girme zorunluluğunu beraberinde getirmekteydi.
1890’lardaki genişleme politikasının taraftarlarının başında gelen Amiral Thayer
Mahan,
hiçbir
ülkenin
özellikle
büyük
devletlerin
yalnızlık
politikası
izleyemeyeceklerini savunmaktaydı. Mahan Amerika’nın güçlü ekonomisinin dış
kaynak ve pazarları ele geçirmesinin güçlü bir donanma gerektirdiğini ileri
sürüyordu283.
ABD’nin Ortadoğu’daki ekonomik çıkarlarının başlangıcı on dokuzuncu
yüzyılın başlarına kadar uzanmaktadır. ABD tarafından 1811’de İzmir’de bir Amerikan
ticaret odası kurulmuş ve 1830’da Osmanlı Hükümetinden “en fazla müsadeye mazhar
ülke” statüsünü alarak bir de ticaret anlaşması imzalanmıştır. Amerika’nın Osmanlı
Devleti’ne sattığı silah ve cephane dahil artan bir ticareti olmuş, ayrıca Ortadoğu’daki
ticari çıkarlarını korumak için 19. yüzyıldan itibaren Akdeniz’de daimi deniz filosu
bulundurmuştur284.
6 Nisan 1917’de ABD’nin Almanya’ya savaş açması, Amerika’nın Ortadoğu
politikasını kısmen etkilemişti. Amerika’nın savaşa katılması Osmanlı Devleti’ndeki
çıkarları ile bağlantılı değildi. Amerikan Board Heyeti, Amerika ile Osmanlı Devleti
arasında başlayacak bir savaş durumunda misyonerlik faaliyetlerinin zarar göreceği,
Anadolu içerisinde dağılmış misyonerlerin yurt dışına çıkarılacağı veya en azından
enterne edileceği, misyonerlik kuruluşlarının mallarına el konulacağı ve bir daha
Anadolu’da misyonerliğin geri gelmemecesine ortadan kalkacağı, bu durumda
Ermenilere de yardım edemeyeceklerini değerlendirerek yönetim üzerinde lobi faaliyeti
yapmış ve başarılı da olmuştur285. Osmanlı İmparatorluğu’nda faaliyette bulunan pek
çok Amerikan misyoner okulu ve hayır kurumu vardı. Özellikle 1915 sonbarından
itibaren Anadolu ve Suriye’de dağınık olarak yaşayan Ermenilere yardım eden
283
Dulles, a.g.e., s.9-35.
Armaoğlu, 1991, s.50
285
Moranian; a.g.e.,s.246.
284
124
“American Commitee for Armenian and Syrian Relief” adlı örgütünün çalışmalarını
sürdürmesi Amerikan kamuoyu açısından önem taşımaktaydı. Bu örgütün adı 1919’dan
itibaren “Near East Relief Organization” (Yakın Doğu Amerikan Yardım Komitesi)
adını almıştır286.
Bu örgüte değinmek gerekirse, Paris Barış Konferansı Dörtler Konseyi adına
Kafkasya (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan) ve Türkiye’nin doğusunda ekonomik ve
yardım faaliyetlerinin koordine ve icrasında görev yapmak üzere Albay Haskel
başkanlığında bir heyet kurulmuştur. Bu bölgede aynı zamanda yüksek komiser sıfatıyla
görev yapan Albay Haskel’in maiyetine 24 Amerikalı subay atanmış ve bunlar Tiflis’te
kendisine katılmışlardır. Bölgedeki bütün Amerikan yardım kuruluşlarını emrine alan
“Near East Relief” yönetimi altı görev bölgesi şeklinde örgütlenmiştir. Herbert Hoover
başkanlığındaki Avrupa ve Yakın Doğu’yu içeren Amerikan İaşe ve Yardım Heyetinin
ast unsuru olarak yapmıştır. Karargahı Tiflis olan kuruluşun Trabzon ve Erzurum bölge
başkanlığına Albay Daley, Kars bölge başkanlığına Yarbay Warren, Erivan bölge
başkanlığına Yarbay Francis, Gümrü bölge başkanlığına Binbaşı Davis, Karakilise
bölge başkanlığına Binbaşı McDonald, Batum bölge başkanlığına Binbaşı Vance
MacSweetney getirilmiş diğer subaylar anılan bölgelerde görev almışlar böylece yardım
faaliyetleri askeri bir yönetim altında yürütülmeye başlanmıştır287.
Misyoner örgütlerinin
ABD’yi
Osmanlı Devleti ile savaşa sokmama
gayretlerinin yanında Osmanlı yönetiminde de ABD’ye karşı sıcak bir tavır görülmekte
ve her iki devlet arasında doğrudan bir çıkar çatışması bulunmamaktaydı. Ancak
Osmanlı Devleti’nin İttifak Devletleri tarafında savaşa girmesi ABD karşısındaki
Alman savaş gücünü arttırmış olduğundan Osmanlı- ABD ilişkileri doğal olarak koptu.
Sonuçta İtilaf Devletlerinin Orta Doğuya ilişkin savaş amaçları ABD’nin de Barış
Konferansına katılmasına yol açtı288.
286
Ercüment Kuran,; “Amiral Bristol Raporu ve ABD’de Türk Aleyhtarı Propagandanın Tarihçesi”,
Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001, s.189.
287
The New York Times, 22 Sep. 1919 .
288
Lawrence Evans; Türkiye’nin Parçalanması ve ABD Politikası (1914-1924), (Çev. T.Alaya,
Ö.Uğurlu, N. Uğurlu) Örgün Yayınevi, İstanbul, 2003, s.28-31.
125
Birinci Dünya Savaşı sona ererken Başkan Wilson, kurulacak yeni dünya
düzenini yalnız Avrupalı yayılmacı güçlerin eline bırakmamak için ondört noktayı
içeren ve Wilson Prensipleri olarak anılan bir barış deklerasyonu yayınlamıştı. Wilson
Prensiplerinin ilk dört maddesinde uluslararası bir örgütün meydana getirilmesi, açık
diploması, denizlerin serbestliği, ticari engellerin kaldırılması ve silahsızlanmaya yer
verilmekteydi. Böylece ABD siyasal yalnızlık politikasını bırakarak yeni dünya
sisteminin kurulmasına talip olmakta idi. Burada dikkati çeken önemli husus
diplomaside şeffaflık prensibiyle ABD’nin daha önce İngiltere, Fransa ve Rusya
arasında yapılan özellikle Osmanlı Devleti’ni parçalama temelindeki gizli anlaşmalara
karşıt bir gönderme yapmış olmasıdır289.
Birinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki gelişmeler içerisinde Ermeni meselesinin
Amerikan politikasında önemli bir yeri olmuştur. Değinildiği gibi Birinci Dünya
Savaşında ABD ile Osmanlı Devleti arasında ilişkiler kopmuş, ancak ABD savaş
halinde bulunduğu Almanya’nın müttefiki olan Osmanlı Devleti’ne savaş açmaktan
çekinmiştir. Bunun esas nedeni ülkede devam eden misyonerlik faaliyetlerinin zarar
görmemesi düşüncesidir. Birinci Dünya Savaşı sonrasına kadar süren Amerikan
misyonerlerinin Osmanlı ülkesindeki faaliyetleri ve buna olan Amerikan devlet desteği,
azınlıklar arasında milliyetçi fikirlerin uyandırılması ve ayrılıkçı akımların oluşmasının
yanında
barış
görüşmelerinin
başlamasıyla
Washington’un
dış
politikasını
yönlendirmeye kadar uzanan farklı boyutlar kazanmıştır290.
Yukarıda da değinildiği gibi, Birinci Dünya Savaşının sonuna kadar Amerikan
kamuoyu ve politikasını etkileyen Amerikan kaynaklı belgeler, ABD’nin İstanbul’daki
Büyükelçisi Morgenthau’nun tamamen misyonerlerin raporlarına dayalı tarafsızlık ve
doğruluktan uzak belgeler olmuştur. Morgenthau, kendisine Ermenilerin Doğu
Anadolu’daki faaliyetleri hakkında verilen Osmanlı raporlarını ‘ırkçı’ olduğu
gerekçesiyle dikkate almamıştır. Morgenthau, ırk olarak Türklerin aşağı, Ermenilerin ise
üstün ırk olduğu fikrine saplanmış, Büyükelçi Morgenthau’un Öyküsü adlı kitabında
289
The Avalon Project, President Woodrow Wilson's Fourteen Points,
www.yale.edu/lawweb/avalon/wilson14.htm- 9k – 20.12.2007.
290
Öke, 1991, s.188-189.
126
Türkleri “aptal, korkak, tembel” gibi ifadeler kullanarak tanımlamıştır. Bu zihniyette
oluşu kendisinin olaylara bakış açısını da temelden etkilemiştir. Morgenthau ve onun
gibiler kendi inançları doğrultusunda kitap, konferans gazete makaleleri gibi değişik
yayın araçlarını kullanarak Amerikan halkını yanıltmışlardır. Öte yanda bunların
doğrulayıcısı Türkler aleyhine destek toplayan ruhban sınıfı olmuş, her zaman
Ermenilerin Hıristiyanlığı ön plana çıkarılmıştır291.
ABD’nin Birinci Dünya Savaşına katılmasıyla birlikte harbin sonunda izlenecek
politikaların temel prensipleri oluşturulmaya başlanmıştır. Bu bağlamda ilgili ABD
kurumlarınca hazırlanan 22 Aralık 1917 tarihli memorandum Ermenileri de
kapsamaktaydı. Savaşın hedefleri ve barış koşullarına ilişkin olarak hazırlanan ve
Amerika’nın harp sonrası plan ve hazırlıklarını içeren bu doküman “Osmanlı
İmparatorluğunda yaşayan etnik grupların baskı ve kötü yönetimden kurtarılması
gerektiği gerekçesiyle, Ermenistan için en azından bir otonom yönetimi, Filistin, Suriye,
Mezopotamya ve Arabistan için uygar ulusların himayesini” öngörmekteydi292.
Görüldüğü gibi Arap toprakları için ileride manda adı konulacak yönetim biçimi
düşünülürken, Ermeniler için bağımsızlığa kadar uzanabilecek özerk bir yönetim
öngörülmekteydi.
Öte yandan Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşını Mondros Mütarekesi (30
Ekim 1918) ile son verirken mütarekeye Ermenilerle ilgili olarak konulan maddeler
şöyleydi.
Madde 4- İtilaf Devletlerine ait harp esirleri ile Ermeni esir ve tutukluları
İstanbul’da toplanarak kayıtsız şartsız İtilaf Hükümetlerine teslim edileceklerdir.
Madde 11- İran’ın kuzeybatısında bulunan Osmanlı birliklerinin harpten önceki
sınırın berisine ivedilikle alınması emredilmiş olup uygulanacaktır. Kafkasya’nın bir
kısmındaki diğer Osmanlı Birliklerinin de bölgeyi boşaltmaları talimatı verilmiştir.
291
McCarty, Justin/Carolyn, a.g.e., s.91
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume I,
US Goverment Printing Office, Washington, 1942, s.52.
292
127
Kalanlar da bölgeyi terkedecektir. Gerektiğinde bu durumun gerçekleştiği İtilaf
Devletlerince yerinde denetlenecektir.
Madde 24- Altı Ermeni vilayetinde karışıklık olursa İtilaf Devletleri bu
vilayetlerin herhangi bir kısmını işgal etmeye yetkilidirler293.
Görüldüğü gibi İtilaf Devletleri savaşın bittiği noktada Ermenilere ilişkin
projeleri için ilk işaretleri vermişlerdi. Mondros Ateşkes Anlaşmasından Paris Barış
Konferansına uzanan süreçte İtilaf Devletlerinin ve Amerika’nın merkezini oluşturduğu
dünya siyasi konjoktürü, ABD’yi Ermeni meselesine daha fazla müdahil olmaya
yönlendirmiştir. Mondros Mütarekesi sonrasında Manchester Guardian’dan alıntı yapan
The New York Times İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Cecil’in Ermenilerin korunacağını
ve karışıklık durumunda Ermeni Vilayetlerini işgal haklarını kullanacaklarını
vurgulayan bir açıklamasını yayımlamıştır294.
C. Paris Barış Konferansı’nda ABD
Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, galiplerin barış koşullarını saptamak ve
bunları kaybedenlere kabul ettirmek gibi bir durum ortaya çıkmıştı. Savaşın sonu Rus,
Alman, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarının da sonunu getirmişti.
Savaşan tarafların toplam kayıpları 37 milyon kişi olup, kayıpların 8.5 milyonunu ölü,
16 milyonunu yaralılar oluşturmaktaydı. Böyle yıkıcı savaşın arkasından galip
devletlerin diplomatları Ocak 1919’da Paris yakınlarındaki Versay Şatosunda Dünya
Savaşını sonlandıracak barış anlaşmasını görüşmek üzere toplandılar. Çalışmalar
başladığında savaş öncesi dünya siyasi haritasının çok büyük değişikliğe uğrayacağı
belli olmuştu. Savaşın insan yaşamı ve parasal olarak ortaya çıkan yüksek maliyeti
görüşmelerin güçlüğünü de oluşturmaktaydı. Barış görüşmeleri sonrasında ortaya çıkan
barış anlaşmaları daha sonraki yıllarda zıt analizlerin, karşıt görüş ve tartışmaların
293
294
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 167, Roll 5 .
The New York Times , 2 Nov. 1918 .
128
kaynağını oluşturmuştur. Örneğin pek çok tarihçi ve çağdaş yorumcu Versay
Anlaşmasının Mussolini ve Hitler’in yükselişine neden olduğunu işaret etmişlerdir295.
Paris Barış Konferansı uluslararası alanda çok geniş çaplı ilk büyük barış konferansı
olmuştur. Bu konferansa ABD ve özellikle Başkan Wilson damgasını vurmuştur.
Böylece on dokuzuncu yüzyılda ABD politikasına hakim olan Monreo doktrini bir
tarafa bırakılarak ABD de diğer yayılmacı güçler gibi dünya politikasına ağırlığını
arttırma ve nufuz alanlarına sahip olma gayretlerine daha çok yönelmiştir.
1. Paris Barış Konferansı Öncesi Gelişmeler
Birinci Dünya Savaşı’nda sonun yaklaştığı günlerden Paris Barış Konferansı’nın
başladığı 1919 yılı başına kadarki süreçte ABD’nin konferansta izleyeceği Ermeni
politikalarını etkileme amaçlı çalışmalar olmuştur. Bunlardan bir tanesi 1 Ekim 1918
tarihinde ABD’nin Fransa’nın Nantes kentindeki konsololosluğu tarafından dışişlerine
gönderilen bir dokümandır. Bu doküman esas olarak savaş öncesi Çarlık Rusya’sının
İstanbul’daki elçiliğinde dragoman olan daha sonra Petrograd hukuk fakültesinde
uluslararası hukuk profesörlüğü yapan Andrea Mandelstam’ın Paris’te Fransızca olarak
basılan “Le Sort de L’Empire Ottoman” (Osmanlı İmparatorluğu’nun Ruhu) adlı
kitabına atıf yapmaktadır. Raporu düzenleyen B. Ravndal, Türkler hakkında
Mandelstam kadar kötümser olmadığını, ancak kendisinin de Türklerin mevcut
koşullarda kendilerini yönetme konusunda hazırlıksız oldukları ve yönetimleri altındaki
diğer ulusal grupları yönetmede yetersizliklerine ilişkin görüşlerini paylaştığını
belirtmektedir. Ravndal’a göre Türkiye için sağlam ve çıkar gütmeyen harici bir
yönetimin bir süre uygulanması gereklidir. Ravndal’a göre eğer Almanlar savaştan galip
çıkmış olsalardı Türkiye, İngiliz yönetimindeki Mısır’a benzer bir statüye dönüşecekti.
Aynı dokümanda “La Voix de L’Armenie” ( Ermenilerin Sesi) adlı Ermenilerin yayın
organı konumundaki gazeteden alıntılara yer verilmiş olup özeti şöyledir. “Ermeni
sorunu için gerekli olan çözüm kuruluş aşamasında otonom, bir sonraki aşamada
bağımsız bir Ermenistan devletidir. Başlangıç aşamasında destek İtilaf Devletleri
295
http://www.nvcc.edu/home/cevans/Versailles/Index.html 10.01.2008 .
129
içerisinde Yakın Doğu konusunda en az çıkar gözeten bir ülkeden, örneğin ABD’den
gelmelidir. Yeni devlet altı vilayet Van, Erzurum, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas ile
Kilikya’yı içermelidir. Buradaki Türkler, Tatarlar296 ve göçebeler yeni Ermeni rejimini
ya kabullenecekler veya ayrılacaklardır. Ermenistan tarihteki topraklarına kavuşmalı
batıda Toros dağlarından Sivas vilayetini içine alacak şekilde Çoruh Nehrini takiben
Batum’da denize döküldüğü yer, doğuda Ağrı Dağı ile Van’ın 50 mil doğusundaki bir
nokta, güneyde Diyarbakır, Antep ve İskenderun Körfezine kadar olan sahayı
kapsamalıdır. Bu alan Ermenistan’a Mersin ve Batum limanlarını sağlayacaktır. Ayrıca
Barış Konferansı Kafkasya’da Ermenilerle meskun bölgeleri bu yeni devlet topraklarına
ekleyebilir. İstikrarlı bir Ermenistan kuruluşunu tamamlayıncaya kadar dış güçlerin
denetimi gereklidir. Bu konuda Ermeniler Amerika’ya güvenmekte olup, Barış
Konferansı’nın imzacı taraflarınca ABD’ye manda görevi verilmelidir. İki üç nesilden
beri Amerikan misyoner okullarında kız ve erkek öğrencilerin titiz bir eğitim almaları
bu konuda katkı sağlayacaktır”297.
Yukarıdaki ifadelerde Barış Konferansı öncesinde ABD politikasını etkileme
yönünde çabalar görülmektedir. Bu bağlamda ABD diplomatik temsilciliklerinin
Ermenilerin kendi lehlerine kamuoyu yaratma amaçlı yayınlardan etkilendikleri ve
bunları kendi kanallarından üstlerine iletme gibi bir yol izledikleri anlaşılmaktadır.
Öte yandan Osmanlı Devleti’nin Mondros Ateşkes sözleşmesi ile savaştan
çekilmesinden hemen sonra (13 Kasım 1918’de) bir Ermeni komitesi Roma Elçiliği
aracılığı ile ABD’ye bir memorandum iletmiştir. Barış konferansı öncesinde verilen
memorandum Ermenilerin siyasal yapı ve diğer konulardaki beklentilerini içermekte,
kendilerinin savaş öncesi ve savaş esnasındaki sıkıntıları belirtilmekte ve harpte İtilaf
Devletlerinin yanında savaştıklarını ileri sürerek, esas itibariyle bir Ermeni Devletinin
296
"Tatar" sözcüğü, çeşitli zamanlarda değişik anlamlarda kullanılmıştır. Ruslar, yüzyıllar boyunca,
Rusya Avrupa'sında yaşayan Türk soylu Müslümanlar için, batılı yazar ve araştırmacılar, Türkistan'da ve
Karadeniz'in kuzeyinde yaşayan Türkler için, Osmanlılar ise, on altıncı yüzyıldan başlayarak kuzey
Türkleri için kullanmışlardır . (http://tr.wikipedia.org/wiki/Tatarlar#cite_note-Ozturkler-0) ( 30.11.2008)
Tatarlar aslında Türk soyundandırlar. Ancak bazı Batılı kaynaklarda Tatar ve Türkler ayrı gösterilmeye
çalışılmaktadır. Barış Konferansında siyasi sınırlar yeniden belirlenirken coğrafi nüfus esaslı
değerlendirmelere başvurulduğundan, bu tarz girişimlerin arkasında Türk çoğunluğun sayısını düşük
gösterme gibi gayret olabilir.
297
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 167, Roll 536, 867.00/41.
130
kurulmasını istemektedir. Genel istekleri; kendilerine toprak verilmesini, bu bölgede
Osmanlı idaresinin tamamen sonlandırılmasını, İtilaf Devletlerince Ermeni Devletinin
tanınmasını, Rusya Ermenistan’ı ile Osmanlı Devleti içerisinde Ermenilerin yaşadığı
bölgelerin (sözde Türkiye Ermenistan’ı) birleştirilerek bağımsız bir Ermeni devleti
oluşturulmasını içermektedir. Başkan Wilson, kendisine sunulan memorandumu “sevgili
bakanım Ermenilere karşı büyük ilgim ve onlar için beslediğim güçlü sempatimi
belirtir, ekteki müracata uygun kanalları kullanarak imkanımız dahilindeki şeyleri
gerçekleştireceğimiz şeklinde cevap vereceğinizi ümit ediyorum” yazısı ile dışişlerine
göndermiştir298. Görüldüğü gibi daha Barış Konferansı arefesinde Ermeniler ABD
nezdinde Osmanlı topraklarını da içine alan büyük bir Ermenistan emelinin arkasına
düşmüşler ve harp esnasında vatandaşı oldukları Osmanlı Devleti’ne karşı savaştıklarını
resmen açıklamışlardır.
Barış konferansı öncesinde ABD diplomatik çevreleri de hazırlıklar yapmıştır.
Bu bağlamda 1916-1917 yıllarında ABD’nin İstanbul konsolosu olan ve 1918 yılında
ABD’nin Lahey diplomatik temsilciği görevinde bulunan Adolphus Van H. Engert
tarafından 23 Aralık 1918’de hazırlanan gizlilik dereceli andaçta, barış sonrası için
düşünülen düzen içerisinde Osmanlı Devleti’ne ilişkin hususlara yer verilmiştir. Burada
Türk Devleti’nin Anadolu dışına taşmaması ve başkentinin Bursa, Konya, Ankara veya
kolaylık sağlayacaksa Üsküdar olması öngörülmektedir. Engert, Türkiye’nin doğu
sınırının saptanmasının zor olduğuna, bunun için bölgenin yerinde görülüp ek bilgi
toplanmasına gerek olduğuna işaret etmiş, yine de anılan sınıra ilişkin başlangıç
referansı olarak Karadeniz kıyısındaki Ordu ile Akdeniz kıyısındaki Mersin kentlerini
birleştiren sanal hattı önermiştir. Dokümanda Türkiye’nin daha fazla Kürt nüfusu
barıdırması halinde bu sınırın Ermenistan topraklarına halel getirmeyecek şekilde
doğuya biraz genişletilebileceği ifade edilmektedir. Ergert, Kürt nüfusun Türkiye
tarafına göç etmeleri konusunda teşvik edilmeleri, hatta zorlanmaları gerektiğine vurgu
yaparak bunun her türlü protesto ve direnmeye karşı gerçekleştirilmesinin zorunlu
olduğunu, aksi takdirde Ermenilerin Türk çoğunluğun eline terkedileceği ileri
sürmüştür. Doküman Türklerin başka güçlerin yönetiminde kendi yönetimlerinden daha
298
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume II,
US Goverment Printing Office, Washington, 1942, s.271-272.
131
rahat olacakları, Osmanlı Devleti’nin bölünmesinin temelinde Türklerin yönetim
yeteneklerinin olmamasının bulunduğu gibi hususlara yer vermektedir. Ayrıca Türklerin
yönetimindeki her yerde kapitilasyonların etkinlikle korunması yoksa Türkiye’de
yaşayan hiçbir yabancının can ve mal emniyetinin sağlanamayacağı, Türkiye’nin ancak
Batılı bir güç tarafından yönetildiği takdirde yeniden barbarlığa kaymasının önleneceği
bu dokümanda belirtilen görüşler arasındadır299.
Engert’e göre bağımsız bir Ermenistan kurulması kaçınılmazdır. Ermeniler
yüzyıllar süren baskılara uğramışlardır. Böyle olmasa bile kendilerine özel ihtimam
gösterilmeli ve Batılı güçlerin yeniden yapılandırma prensipleri çerçevesinde iki
milyonluk farklı dili olan bu etnik gruba yurt sağlanmalıdır. Bu bağlamda Ermeniler’in
bir kısmı Kafkaslar’dan Akdeniz’e, Karadeniz’den Mezopotamya’ya ulaşan bir
imparatorluk isteğindedirler. Bu bölgede önemli sayıda Ermeni bulunmasına ve
konunun bazı bölgeler için tarihi geçmişinin bulunmasına karşın, böyle büyük bir
bölgenin bu kadar küçük bir nüfusa bırakılması mantıksızdır. Pratik amaçlar için
dünyadaki Ermenileri (ki farklı ülkelerde yaşayanlardan çoğunun Ermenistan’a göç
etmesi şüphelidir) barındıracak ve normal gelişim ve genişlemelerine olanak sağlayacak
nispeten küçük bir alan yeterlidir. Ermenilerin sayıca en çok olduğu yerler Erzurum,
Van ve Bitlis Vilayetleri ile Kafkasya’daki belirli bölgelerdir. Ermenistan oluşturmak
için eski Osmanlı-Rus sınırının takip edilmesi bir zorunluluk değildir. Daha uygun
koşullar, tamamen yeni sınırların saptanmasıyla sağlanabilir. Ülkenin nüvesini Erzurum
Vilayeti oluşturabilir. Buna Van ve Bitlis ve belki Mameratül-Aziz (Elazığ)
Vilayetlerinin kuzey bölümleri ile Diyarbakır ve Sivas Vilayetlerinin bazı kısımları
dahil edilebilir. İtiraf etmek gerekirse Ermenistan’ın Karadeniz kıyılarına ilişkin güçlü
bir talebi bulunmamaktadır. Ancak kendisine Trabzon Vilayeti verilerek deniz çıkışı
sağlanmalıdır. Trabzon’da Rumların ve Gürcülerin yaşıyor olması ve bunların kendi
anayurtlarından epeyi uzakta bulunması nedeniyle kendi ülkelerine bağlanma
olasılığının zayıflığı bu konunun gerçekleşmesine katkıda bulunabilecektir. Ermeni
yönetimindeki Rum ve Gürcülere, çok geniş olmamak kaydıyla dini ayrıcalıklar ve
ekonomik imtiyazlar tanınabilir. Keza Ermeniler’in de Türklere göre daha akıllı, zeki
299
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536,
867.00/87 A.
132
ırk olmalarına rağmen kendilerini yönetme konusunda birdenbire üstün bir yeterlilik
göstermeleri ve muhtemel tehlikelere açık bir coğrafyada kendilerini korumak için
gerekli geniş bir politik deneyim sahibi olmaları beklenmemelidir. Ermeniler, kendi
ayakları üzerinde duruncaya kadar tavsiyeye ve yardıma ihtiyaçları vardır. Bu nedenle
kendilerini himaye edecek güç bulunmalıdır ve en uygun iki aday ABD ve İngiltere’dir.
Türkiye söz konusu olduğunda, yıllardır Amerikan eğitim kurumlarının burada görev
yapmış olması ABD için tercih nedeni olmalıdır300.
Paris Barış Konferansı öncesi Ermenistan konusunda ABD diplomatik
çevrelerine ait bir diğer belge Fransa’daki Nantes kentinde bulunan Amerikan
konsolosluğu tarafından 2 Aralık 1918’de hazırlanıp dışişleri bakanlığına gönderilen
“Amerikan Tasks in Turkey” (ABD’nin Türkiye’deki Görevleri) başlıklı yazıdır301.
Yazıyı gönderen 1912 yılında İstanbul’da ABD konsolosu ve Levant Ticaret Odası
onursal başkanı G. Bie Ravndal’dır302. Anılan kişi kendi gözetiminde Mr. George
Wadsworth isimli konsolos yardımcısına hazırlattığı Osmanlı İmparatorluğu’nun
parçalanmasına ilişkin bir haritayı yazı ekinde göndermiştir (EK-E). Burada Akdeniz
kıyısındaki Alanya doğusundan Sivas’ı da içine alan Rusya ve İran sınırlarına kadar
uzanan ve Karadeniz çıkışı bulunan büyük bir Ermenistan tasavvur edilmektedir303.
Görüldüğü gibi daha barış konferansı başlamadan ABD diplomatik çevrelerinde
bir Ermenistan fikri ve hazırlığı vardır. Amerikan görüşleri ile Ermeni istekleri arasında
parelellikler olmasına karşın nasıl bir Ermenistan kurulacağı konusunda netlik yoktur.
Amerikalılara ulaştırılan Ermeni istekleri vardır, ancak bu aşırı isteklerin gerçekçi
olmadığının bazı Amerikalılar da farkında olup, Ermenilerin azınlıkta oldukları bir
bölgede devlet kurmalarına ve himayesiz olarak ayakta kalabilmelerine pek sanş
verilmemektedir.
300
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820,Vol 383,Roll536,867.00/87A
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536,
867.00/41 .
302
The New York Times, 30 Nov. 1912.
303
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536,
867.00/41.
301
133
Diğer taraftan İstanbul’daki ABD Ataşesi ve Ermeni ve Suriye Yardım
Komitesinin temsilcisi Luther R. Fowle imzasını taşıyan 18 Aralık 1918 tarihli bir yazı
ile ekinde ABD Başkanına hitaben yazılmış bir mektup Roma’daki ABD Elçiliği
tarafından Washington’a iletilmiştir. Yazıdaki ifadelere göre İstanbul’da Türkler’den
bazı tanınmış isimler, iş çevreleri ve entellektüelleri “Wilson Prensipleri Cemiyeti”
adında bir dernek oluşturmuşlardır. Bu hareket bütün İstanbul basınınını da (onbeş
gazete) kapsamaktadır304.
14 Ocak 1919’da Milli Mücadele arefesinde İstanbul’da gazeteci yazar, profesör,
doktor ve avukatlardan oluşan Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin kurucuları: Halide Edip
Hanım, Celalettin Muhtar Bey, Ali Kemal Bey, Hüseyin Hulusi Bey, Refik Halid Bey,
Ragıp Nurettin Bey, Celal Nuri Bey, Necmettin Sadık Bey, Cevat Bey, Mahmut Sadık
Bey, Ahmet Emin Bey, Yunus Nadi Beydir. Wilson Prensiplerinin 12. maddesinin
yarattığı umutla kurulan cemiyet 5 Aralık 1918’de Başkan Wilson’a gönderdikleri
muhtıra ile dikkatleri çekmişlerdir. Faaliyetleri kısa süren bu cemiyet 7 Mayıs 1920
tarihinde ikinci kez Başkan Wilson’a İstanbul’daki yüksek komiser aracılığı ile mektup
göndermişlerdir305. Amerikan ilişkileri açısında bu cemiyet Wilson prensiplerinin
uygulanacağı varsayımına inanan çeşitli aydın ve bürokratlar tarafından aynı dönemde
kurulmuş başka cemiyetlere göre en ön planda olanıdır.
Wilson Prensipleri Cemiyeti bu hazırlıkları kapsamında, ABD Başkanına
göndermek üzere bir dilekçeyi imzaya açmıştı. Bunlara göre ABD, mevcut koşullarda
Türk Devleti açısından mahzurları en az olan ülkedir. Bu grubun bir kısmı Amerika’nın
Türkiye’ye karşı dostça davranacağı ve her yönden yeterli bir Türk Hükümetinin etkin
yönetimine kavuşuncaya kadar böyle bir desteğe ihtiyaç olduğuna inanmaktadırlar.
Ancak bu olgunun hiçbir resmi yönü bulunmamaktadır. Ayrıca bu projenin ABD
Hükümeti’nin konuya ilişkin yaklaşımı belli olmadan herhangi bir partinin politikası
olarak benimsenmesi mümkün değildir. Yine de anılan hareketin mensupları güçlü bir
partileşmeye gidebileceklerdir. Bu bağlamda Türkiye için nihai karar ne olursa olsun
304
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536,
867.00/45 .
305
Ayışığı,a.g.e.; s.17
134
ABD ve İtilaf Devletleri, ABD’nin Türkiye’nin kontrol ve denetimine ilişkin tedbirler
alması halinde Türk Wilsoncular hareketinden destek alabileceklerdir. Türkiye’de farklı
sınıflardan insanların ülke geleceği açısından ABD halkı ve hükümetinden yeni ve
olumlu şeyler için beklentileri vardır306. Bu ve benzeri hususları içeren Wilson
Prensipleri Cemiyetinin Başkana gönderilmek üzere kaleme aldığı mektup İstanbul’daki
Amerikan ataşesi aynı zamanda Ermenistan ve Suriye’ye Yardım Komitesi mali
sorumlusu Luther R. Fowle aracılığı ile ABD Roma Büyükelçiliği’ne iletilmişti. Roma
Elçiliği de bunu yazı ile ABD dışişleri bakanlığına göndermişti. Elçiliğin yazısı ve
mektubun orijinal metni EK-F’dedir.
Wilson Prensipleri Cemiyeti Başkan Wilson’a hitaben yazdıkları mektupta
Türkiye’de yurtseverlerin ve entellektüellerin ulaştıkları kanaate göre Türkler tarafından
teşebbüs edilecek herhangi bir sistemin tarihi gelişmeler ve etnik önyargılardan dolayı
bir despotizme dönüşme ihtimali olduğunu ifade etmişler, bu nedenle halkın, devlet
idaresinde tecrübeli
bir dış gücün
belirli bir süre yönlendirmesine gereksinim
duyulduğunu ileri sürmüşlerdir. Mektupta bu görevin yapısında pek çok ayrılıkları,
amaçları ve yöntem farklılıklarını içeren çok uluslu bir komisyon yerine tek bir ülke
tarafından gerçekleştirilmesinin yerinde olacağı vurgulanmıştır307. Görüldüğü gibi gerek
Ermeniler gerekse Türkler’in aydın tabakası ABD’den manda üstlenmesi yönünde
beklenti içindedirler. Ancak amaçlar farklıdır. Ermeniler bağımsız bir çok geniş bir
bölgede azınlık olan Ermeniler tarafından kurulacak bağımsız bir Ermenistan’ı himaye
ve destek düşünürken, Türkler savaş sonrası ortaya çıkan sosyal travmanın da etkisiyle
kendi yönetimlerine güvenlerini kaybettiklerinden uygun koşullar oluşuncaya kadar
imkanları olan bir gücün mandasına girmeyi düşünmektedirler.
Savaş sonrası 1919 yılında Paris’te toplanan Barış Konferansı öncesinde Wilson
kurulacak Milletler Cemiyetinin anayasa taslağını hazırlamakla uğraşmıştır. Bu
bağlamda Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarının dağılması
sonrasında ayrılacak parçaların Milletler Cemiyeti yönetimine alınmasını içeren bir
306
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536,
867.00/45.
307
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536,
867.00/45.
135
mutabakat sağlanmıştı. Milletler Cemiyetinin yaratılması, barış koşullarını belirlemek
durumunda bulunan ve bu örgütü barışın temelleri olarak sayan devletler tarafından
görünüşte onaylanmıştı. Bu bağlamda Milletler Cemiyetinin savaşla ele geçirilen
topraklar konusundaki yaklaşımı Alman sömürgeleri ile Osmanlı İmparatorluğunun
Türklere ayrılacak kısmı dışındaki toprakların eski sahiplerine geri verilmeyeceği
şeklinde idi. Çünkü bu toprakların halkları kendi başlarına bağımsız devlet kurma
olanağına
sahip
değildi.
Bunlar
üzerinde
manda
yönetimleri
kurulması
düşünülmekteydi. Manda yönetimi için kısaca, anılan ülkelerin ticaret, uluslararası
ilişkiler, çalışma, ırklar arası eşitlik vb. gibi konularda Milletler Cemiyeti adına görev
yapacak devletlerin denetimine konulması denilebilir308.
Wilson tarafından savaş henüz bitmeden ilan edilen barış prensiplerinden
Osmanlı Devleti’ne ait olan onikinci maddesi “Türklere ait olan kesimden Osmanlı
Devleti’nin egemenlik haklarından emin olarak yararlanması sağlanmalı, fakat
Osmanlı egemenliğinde bulunan diğer halkların da yaşamlarından emin olarak
bağımsız bir usul dairesinde ilerlemeleri teminat altına alınmalı, Çanakkale bütün
milletlerin ticaret gemilerine devletlerin garantisi altında açık bulundurulmalıdır”
şeklindeydi309. Bir ABD inisiyatifi olan Milletler Cemiyetince manda yönetiminin
uygulanacağı bölgeler olarak Alman sömürgelerinden başka Suriye, Ermenistan,
Mezopotamya, Filistin ve Arabistan düşünülmekte idi310.
Diğer taraftan Türk Milletinin lehine gibi görünen 12. maddeyi ilan etmiş olan
Wilson, İzmir’in işgaline kayıtsız kalmış, bundan başka asılsız soykırım söylentileri
nedeniyle Osmanlı Hükümetine telgraf göndererek “Ermenilere yapılacak her türlü
tecavüzden Osmanlı Devleti’nin sorumlu tutulacağı ve 12. maddenin geçersiz
sayılacağı” şeklinde gözdağı vermiştir311.
Osmanlı Devleti, Türkler ve Ermeniler arasındaki meselede Amerika’da
Ermenileri tutan politik ve kamuoyu ortamı içerisinde Birinci Dünya Savaşı sona
308
Evans, a.g.e..,s.92-93
Evans, a.g.e., s.80
310
Evans, a.g.e., s.100
311
Ayışığı, a.g.e.; s.38
309
136
erdiğinde ABD’yi meşgul eden önemli konu “Ermenistan” mandasının kabul edilip
edilmeyeceği noktasına gelmişti. Çünkü İngiltere, ordusunun Kafkasya ve Doğu
Anadolu sınırlarından çekilmesini planlamaktaydı. Fransa ise Skyes-Picot Anlaşması
uyarınca Suriye ve “Güney Ermenistan” addettikleri Çukurova’ya asker göndermekle
yetineceğini açıklamıştı. İngilizler Kafkasya’dan çekilmiş, Fransızlar, İngilizlerin
bıraktığı boşluğu doldurma konusunda uzak durmuşlardı312. İngiltere açısından
Kafkasya’da Rus iç savaşından galip çıkacağına inandıkları Kızılordu ile karşılaşmak bu
arada Ermenistan mandaterliğini yüklenmek menfaatleri ile çatışmaktaydı. Keza
Ermenistan’ın sınırlarının çizilmesi İtilaf Devletleri arasında bir uyuşmazlık konusu
olma eğilimine girmişti. Bu koşullarda İtilaf Devletleri bazı ekonomik menfaatler
karşılığında Ermenistan konusunu Amerika’ya devrederek konudan sıyrılma gayreti
içerisine girmişlerdi313. İngiltere çoğunluğu Müslüman olan bir bölgenin Ermenilere
bırakılmasının ve ileride bunun korunmasının eldeki güçleri ile mümkün olamayacağını
görmekte, Ermenistan’ın mandaterliğini ABD’nin üstlenmesine çalışmaktaydı. Bu
bağlamda İtilaf Devletlerinin hepsi en azından Başkan Wilson’ı Ermenistan sınırlarının
çizilmesi hususunda ikna edip Ermeni konusunun içine çekmeye çalışmışlardı314.
ABD Başkanını Ermenistan mandasını üstlenmeye ikna etmek için en çok
İngilizler gayret göstermiştir. Bu bağlamda İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un
Başkan Wilson için hazırladığı raporda askeri gücü ve mali kaynakları olmayan
Milletler Cemiyetinin böyle bir görev alamayacağı, manevi ve maddi imkanlarıyla
insanlık namına bu görevin ABD’den beklendiği belirtilmekte ve Yüksek Konseyin
(İngiltere, Fransa, İtalya) Ermenistan’ın mandasını üstlenmesini Wison’dan rica ettiği
belirtilmektedir. İstekler şöyle maddelenmiştir.
a. Başkan Wilson’dan Türkiye ile yapılacak anlaşma taslağında belirtilen
sınırlamalar dahilinde Ermenistan’ın mandasını üstlenmesini rica etmek.
312
Osman Olcay; Sevr Anlaşmasına Doğru, (Çeşitli Konferans ve Toplantıların Tutanakları ve Bunlara
İlişkin Belgeler), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara, 1981, s.7.
313
Olcay, a.g.e., s.361-363.
314
Öke, 2000, s.207-209.
137
b. ABD’nin manda konusunda cevabı ne olursa olsun ABD Başkanının taslak
anlaşma metninde belirtilen Ermenistan’ın sınırlarını saptama konusunda
hakemlik görevini üstlenmesi.
c.Ermenistan’a ilişkin olarak aşağıda belirtilen maddenin Barış Anlaşmasına
ithali.
“Türkiye ve Ermenistan ve diğer yüksek akit tarafları Türkiye ile Ermenistan
arasındaki sınır meselesinde ABD başkanının Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis
Vilayetlerini kapsayacak bölge bağlamında hakemlik yapması ve bunu kabul etme
hususunda mutabıktırlar. Bu durum bağımsız Ermenistan’ın deniz çıkışını imkan veren
koşulları da içerir”315.
Barış Konferansı Dörtler Konseyinin 13 Mayıs 1919’daki tutanaklarında yer
alan ifadelere göre İngiliz başbakanı Llyod George ABD’nin Ermenistan’ın mandasını
üstlenmesini teklif etmiştir. Öneride Fransa’nın Kuzey Anadolu, İtalya’nın Güney
Anadolu’da manda üstlenmesi, Yunan isteklerine Başkan Wilson’un önerilerine göre
cevap verilmesi yer almıştır. Llyod George ayrıca, ABD’nin İstanbul ve Boğazların
mandasını üstlenmesi konusunda ümidini belirtmiştir. Buna karşılık Başkan Wilson
ülkesine dönünceye ve kesin yargıya varıncaya kadar ABD’nin manda üstlenmesi
konusunda tutum belirleyemeyeceğini beyan etmiştir316.
Bu bağlamda Barış Konferansını yönlendiren Dörtler Konseyi (ABD, İngiltere,
Fransa, İtalya) görüşmelerinde Lloyd George, ABD’nin mandaterlik üstlenmesi konusu
belli oluncaya kadar Osmanlı Devletinin Türklerden alınacak bölge sınırlarının
belirlenmesini önermiştir. Başkan Wilson da Avusturya örneğinde olduğu gibi Osmanlı
Devletinin terketmesini öngördükleri bölgelerin önceden fiilen ayrılmasını daha sonra
315
Armenia, Draft Despatch to President Wilson, The National Archives of the United States, Microfim
Publication, M 820, Vol 383 Roll 409, 185.5136/7.
316
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 536,
867.01/24 .
138
bu fiili durumun barış anlaşmasıyla kabul ettirilmesini önermiştir. Wilson bu ayırma
işleminin Mezopotamya, Suriye ve Ermenistan’ı kapsayacağını işaret etmiştir317.
2. 1919 Paris Barış Görüşmeleri ve ABD’nin Ermenistan Siyaseti
Birinci Dünya Savaşı devam ederken yayılmacı güçler savaş sonrasında elde
edecekleri kazançların paylaşımlarını içeren gizli anlaşmalar oluşturmaktaydı. Bu
devletlerin amacı Osmanlı İmparatorluğu’nun yalnız Müslüman olmayan bölgeleri değil
Türk halkının anayurdu olan Anadolu’nun da paylaşılması planlarının kapsamındaydı.
Gizli anlaşmaların açığa çıkması savaşın sonunda gerçekleşti, Rusya’da iç
savaşın çıkmasıyla yönetime gelen Bolşeviklar gizli anlaşmaları açıkladı. Bu anlaşmalar
çerçevesinde Rusya’ya Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis ve Güneydoğu Anadolu’da bir
bölge verilecekti. Skyes-Picot Anlaşması savaş sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’na
kabul ettirilen Sevr Antlaşmasının temelini oluşturmaktaydı. Gizli anlaşmaları açıklayan
Rusya’ya anılan anlaşmalarda paylar verilmişti. ABD ise başlangıçta Monreo Doktrini
anlayışına bağlı olarak kıtasından çıkmamış bu anlaşmalarla ilgilenmemiş ve bunlardan
savaşa katıldıktan sonra bilgi sahibi olmuştur318.
Ocak 1919’dan itibaren Ortadoğu’nun geleceğinin düzenlenmesi dahil pek çok
konuda barış görüşmelerinin yapılacağı Paris, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen
delegelerin akınına uğramıştı. Dünya haritasının yeniden çizileceği bu kente
Ermenilerin de dahil olduğu gruplar, savaşın galibi Müttefiklere tezlerini sunmak üzere
haritalar, istatistikler vb. dokümanlarla sıraya girmişler, bu meyanda bilimadamları,
diplomatları, propaganda ekipleriyle kulis faaliyetlerini yoğunlaştırmışlardı. Ermeniler
Paris’e iki delegasyonla katılacaklardı. Bunlardan birincisi, Mısır eski maliye ve
dışişleri bakanının oğlu, Mısır devlet demiryollarının müdürü Bogos Nubar Paşa’nın
başkanlığındaki Ermeni Ulusal Birliği idi. Müttefiklerce Ermenilerin resmi temsilcisi
olarak kabul gören bu heyetin yanı sıra Erivan grubu Taşnak liderlerinden Ermeni Milli
Meclisi başkanı Avedis Aharonian başkanlığından bir diğer Ermeni heyeti de
317
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume
VI, US Goverment Printing Office, Washington, 1946, s.675.
318
Seçil Akgün; General Harbord’un Gezisi ve Anadolu Raporu, Tercüman Tarih Yayınları, İstanbul,
1981,s.32-33.
139
görüşmelere katılacaktı. İki grubun arasında fikir birliği bulunmamaktaydı. Aharonian
Ermenistan Cumhuriyeti’nin taleplerini altı Osmanlı vilayeti ile Karadeniz’e bir çıkış
koridoru olarak belirlerken Bogos Nubar bununla yetinmeyerek “Büyük Ermenistan”
kurmak için Çukurova ve Akdeniz’e çıkış elde etmek konusunda ısrarlıydı. Ancak bu
ikili grup müttefiklere karşı tek bir ses olabilmek için ortak bir program benimsemişler
ve Bogos Nubar’ın taleplerinde birleşmişlerdi319. Bu günlerde İtilaf Devletlerine
özellikle Ruslara verdikleri büyük desteği anlatmak için Bogos Nubar The Times of
London gazetesine verdiği beyanatta Dünya Savaşı’nda Rus Ordusunda çarpışan
150.000 Ermeni’den başka Nazarbayef komutasında 50.000 kişilik bir gücün
Kafkasya’da Türklere karşı savaştığını belirtmiştir320.
Mondros Mütarekesi ile Türk topraklarında yabancı himayesi görüşü
gelişmekteydi. Konferansa şahsen katılmaya karar veren ABD Başkanı Wilson
kendisine özgü fikirler üretmekteydi. Savaş galibi ülkelerin başarılarını Amerika’ya
borçlu olmalarından kaynaklanan bir güvenle konferansta ağırlığının olacağı
inancındaydı. Konferans çalışmalarını yönlendirmek üzere Amerika Başkan ve Dışişleri
Bakanı, İngiliz, Fransız, İtalyan Başbakan ve Dışişleri bakanlarıyla iki üst düzey Japon
temsilciden oluşan bir “Onlar Konseyi” oluşturuldu. Mart 1919’da bunun da bir adım
ötesine geçilerek Başkan Wilson ile üç başbakan; Lloyd George, Clemancau ve
Orlando’dan oluşan “Dörtler Konseyi” kuruldu. Wilson, Birinci Dünya Savaşını
sonlandıracak konferansa “toprak kazancı gözetmeme” prensibini kabul ettirerek bunun
yerine manda yönetimini öneriyordu. Manda konsepti uygulanacağı ülkeleri üç grupta
ele alarak geliştirilmekteydi. Bunlar toplumların kültürel, sosyal ve coğrafi koşulları göz
önüne alınarak A,B,C mandası olarak sınıflandırmaktaydı. A mandası eskiden kendisi
devlet kurmuş, uygar olmakla birlikte ulusculuk esasında örgütlenmemiş halklar
üzerinde kurulacaktı. Bu gruba bağımsızlık tanınmakla birlikte geçici süreyle mandater
ülkenin yönetimi öngörülüyordu. Bu tarz manda eski Osmanlı İmparatorluğu toprakları
319
Mim Kemal Öke; Ermeni Sorunu 1914-1923, TTK Yayını, VII: Dizi-Sa 126, Ankara, 1991, s. 136137.
320
The Times of London, 30 Jan, 1919.
140
için düşünülmüştü. İkinci (B) ve üçüncü (C) grubu Alman sömürgelerinin bir kısmını
kapsayan tropikal bölgeler ile Afrika’nın çok geri bölgeleri için tasarlanmıştı321.
A Mandasının özellikleri ise mümkün olduğu kadar çabuk kalkınma sağlanması
için işleyecek bir sistemi öngörmekteydi. Hükümet işlevi olanaklar olduğunda yerel
insan kaynaklarıyla yerine getirilecekti. Askeri kara ve hava kuvvetleri, deniz üsleri ve
tahkimat kurulacaktı. Düzenin sağlanması amacıyla askeri personeli mandater devlet
tarafından sağlanacak, yerel jandarma güvenlik gücü olacaktı. Vicdan özgürlüğü ve
dinsel serbestlik, yurttaşlar arasında din-ırk ayırımı olmaması prensiplerine bağlı
olunacaktı. Manda
yönetimini üstlenecek devlete kendi
yurttaşlarına manda
yönetiminde tanıdığı yerleşim, mülk edinme, ticaret yapma haklarını Milletler
Cemiyetine bağlı devletlerin yurttaşlarına da tanıyacak kendi yurttaşlarına ayrıcalık
vermeyecekti. Ancak manda yönetimine alınan ülkelerin doğal kaynaklarının
geliştirilmesi
için
sağlanabilecekti
322
Milletler
Cemiyetine
üye
ülkelerin
yurttaşlarına
ayrıcalık
.
Öte yandan ABD’nin katıldığı ve esas nüvesini Dörtler Konseyinin oluşturduğu
Paris Barış Konferansı başladıktan kısa bir süre sonra Ermeni başvuruları da
başlamıştır. Ermeni Cumhuriyeti Delegasyonu adıyla (başkanı Avetis Aharonian,
üyeleri Dr. Ohachanian ve Papadjanian isimli kişilerden oluşan) bir Ermeni heyeti 12
Şubat 1919’da konferans başkanlığına bir ön muhtıra sunmuştur. Muhtırada Birinci
Dünya Savaşında Rusya ve İtilaf Devletlerine olan katkılarını sıraladıktan sonra
Ermenilerin İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki gizli anlaşmalar doğrultusunda sözde
Türkiye Ermenistan’ı olarak adlandırdıkları Doğu Anadolu’nun Fransa ve Rusya
arasında paylaşılmış olduğunu görmekten dolayı büyük üzüntüye kapıldıkları ve
cesaretlerinin kırıldığına değindikten sonra Doğu Anadolu’yu Osmanlı Devleti’ne
321
Akgün, 1981, s.47-48.
Edward Mandell House/ Charles Seymour; What Really Happened in Paris? The Story of Peace
Conference, Charles Scribner's Sons Publication, New York. 1921, s.117.
322
141
bırakan Brest-Litovks anlaşmasının iptalini ve bağımsız Ermenistan’ın ilanı talep
etmişlerdir323.
Bundan kısa bir süre sonra Ermenistan heyetinin 26 Şubat 1919’da konferansa
sundukları memorandum toprak taleplerini gösteren bir harita ile başlamaktadır (EK-G).
Bu memorandum anılan haritada gösterilen bölgelerin tarihsel ve demografik olarak
Ermenilere ait olduğunu iddia eden görüşler ile Ermeni ve Ermeni yanlısı kaynakların
nüfus istatistiklerine dayandırılmıştır. Burada Kilikya’nın coğrafi olarak yüksek Ermeni
platosu dedikleri Doğu Anadolu’nun bir devamı olduğu ve bu bölgenin Suriye ve
Anadolu’dan ayrı olduğu iddia edilmektedir. Bölgenin tarihi olarak da Ermeni geçmişi
olduğu ileri sürülmektedir. Savaştan önce Çukurova’da 200.000 Ermeniye karşılık
Türklerin 78.000 ve Türkmenler ile göçebe Kürtlerin 60.000 olduğu iddiası yer
almaktadır. Ermenilerin Aryan ve Hiristıyan, ırk olarak çalışkan, enerjik ve üretken,
oldukları belirtilmektedir. Kendilerinin Batılı özelliklerine karşın Türkler ve Tatarlar
gibi Doğulu ve geri kafalı toplumlarla iç içe yaşama durumundadırlar. Kendilerinin Batı
ile süratli irtibat yollarına sahip olmaları için Akdeniz’le bağlantıları olması gereklidir.
Aksi takdirde kendilerini Asyalı ırkların kuşatmasından kurtaramayacaklardır324.
Muhtıranın diğer bölümlerinde Ermeniler, ağırlıklı olarak talep ettikleri altı
vilayette Dünya Savaş öncesinde Türk ve Müslümanlara göre nüfuslarının sayısal
üstünlüğü olduğuna ilişkin iddialar ileri sürmüşlerdir. Hatta bu durumlarını 1876’daki
Bulgaristan
ile
karşılaştırarak
onların
bağımsızlığını
kazandığındaki
sayısal
konumlarının kendilerinden daha ileride olmadığını göstermeye çalışmışlardır. Ermeni
iddialarına göre Türkiye ve Kafkas Ermenistan’larının 1914 itibariyle toplam nüfusu
5.860.000’dir. Bunun 3.211.000’i Hıristiyandır. Hırstıyanlardan da 2.699.000’u
Ermenidir. Ayrıca Türkiye’nin ve Kafkasyanın diğer bölgelerindeki Ermeni nüfusu
toplamı 948.000, İran’daki Ermeniler 140.000’dir. Dünyanın uzak bölgelerindeki
683.000 (İstanbul, Avrupa Türkiyesi, Rusya, Mısır, Amerika vs.) Ermeniler de dahil
edildiğinde toplam Ermeni nüfusu 4.470.000’dir. Yalnız Türkiye Ermenistan’ında 1914
323
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383, Roll 409,
185.5136.
324
The Armenian Question Before the Peace Conference , The National Archives of the United States,
Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 409, 185.5136.
142
yılı itibariyle 1.403.000 Ermeni, buna mukabil 943.000 Türk vardır. Ayrıca 447.000
Rum, Rus, Nasturi bulunmaktadır. Kalanı Türkmen, Tatar, Kürt vb. müslüman
gruplardır. Yani Ermeni ve Hıristiyan çoğunluğu söz konusudur. Buna mukabil 1876’da
Bulgaristan Türklerden kurtarılmadan önce bu bölgede 1.130.000 bini Bulgar olan
1.209.000 Hıristiyan’a karşı 774.000’ni Türk 1.119.000 Müslüman bulunmaktaydı.
Sadece altı Ermeni vilayeti söz konusu olduğunda 1914’te bu vilayetlerde 666.000’ni
Türk 1.178.000 Müslümana karşı 1.018.000’ni Ermeni, 1.437.000 Hıristiyan
yaşamaktaydı325.
Yukarıdaki iddialara dayanarak Ermeni Ulusal Delegasyonu isimli Ermeni
heyeti Paris Barış Konferansında savaşta İtilaf Devletlerine olan katkılarını öne sürmüş,
geçmişte Ruslardan ve Türklerden gördükleri baskılar vb. yakınmaları dile
getirmişlerdir. Heyet başkanı Bogos Nubar Paşa bağımsız Ermenistan’a ilişkin toprak
taleplerini şöyle sıralamıştır.
a. Maraş Sancağı dahil olmak üzere Kilikya bölgesi, altı vilayet olarak
adlandırdıkları Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Harput, Sivas vilayetlerinin tamamı ile
Trabzon vilayetinden verilecek Karadeniz bağlantısı.
b. Kafkas Ermenistan’ının Osmanlı Devleti bölgesindeki Ermenileri de içerecek
şekilde genişletilerek tek bir Ermeni Devleti’nin oluşturulması. Bunun gerekçesi olarak
Bogos Nubar, talep edilen bölgede nüfus çoğunluğunun Ermeni olduğunu ve
Ermenilerin % 80-90 oranında ekonomiyi ellerinde bulundurduklarını iddia etmiştir326.
Ermeni meselesinin görüşüldüğü dönemde misyonerlerin faaliyetleri de etkili
olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrasına kadar Amerikan misyonerlerinin Osmanlı
Devleti’nde faaliyetleri ve bunun arkasındaki devlet desteği, azınlıklar arasında
milliyetçi fikirlerin uyandırılması hariç genelde kültürel düzeyde kalmışsa da, barış
görüşmelerinin başlamasıyla güçlü bir ivme kazanmış ve ABD’nin dış politikasını
etkileyecek konuma gelmiştir. Amerikan Board Heyeti Başkanı James L. Barton dünya
325
The Armenian Question Before the Peace Conference , The National Archives of the United States,
Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 409, 185.5136, Annex 5, s.35.
326
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume
IV, US Goverment Printing Office, Washington, 1943, s.147-157.
143
uluslarını (i) başkalarını yönetmeye muktedir olanlar (ii) kendi kendini yönetenler (iii)
her ikisinden de aciz olanlar şeklinde üçe ayırmakta; ilkine Amerikalıları, ikincisine
Ermenileri, üçüncüsüne Türkleri örnek vermekteydi. Bu sınıflandırmaya göre
Amerikalıların Ortadoğu’daki misyonları azınlıkları kendi düşüncelerine göre baskı
altında tutan Türklerden kurtarmak olmalıydı. Savaş kazanılmış ancak azınlıkların
özgürlüğüne kavuşma süreci tamamlanmamıştı. Amerikan Board yöneticileri Başkan
Wilson’a baskı yaparak kendisinden Birinci Dünya Savaşı gibi bir Haçlı seferinin
sonuçlandırılmasını beklemekteydi. Amerika’daki misyonerler ve dinci çevreler
Wilson’un şahsında kendilerine yakın bir müttefik bulduklarından emindi. Wilson,
yetiştiği çevre ve arkadaş grubu olarak kendi içlerinden çıkmış bir liderdi. Bu açıdan
yaklaşıldığında Wilson’un Ermeni ve Rumlara karşı zaafı doğal görülmelidir. Board
misyonerinden başka Başkanın diğer bilgi merkezi eski İstanbul Büyükelçileri Henry
Morgenthau, yukarıda bahsi geçtiği gibi Üsküdar’a bile geçmediği halde Ermeni
Patrikhanesi ve Ermeni asıllı baş tercümanın haberlerine dayanarak Türklerin
Ermenilere mezalim uyguladığını iddia etmiştir. Burada en önemli olan yanlışlık ise, bu
dezenformasyonun Amerika’da en yetkili kişiye ulaşabilmesi ve bunun Türkiye’ye
ilişkin kararlarda bir zemin olarak algılanmasıdır. Rus Ordusu’nun ilerlemesi ile ortaya
çıkan Ermeni mezalimi hakkında haberler Amerika’ya ulaştığında James Barton, Bogos
Nubar’a bu konuda endişe etmemesini çünkü kendilerinin Türkleri Amerikan
kamuoyunu kandökücü bir ulus olarak tanıttıklarını ve bu bilgilere önem
verilmeyeceğini yazarak kendisini rahatlatmaktaydı327.
Öte yandan Başkan Wilson’un düşüncesi Paris Konferansının sistematiğini savaş
öncesi ilan ettiği 14 prensip üzerinde geliştirirken, büyük ideali bunu Milletler
Cemiyetine de onaylatmaktı. Bu yolla küçük devletlerin ezilmekten kurtulup halkların
egemenliğinin oluşturulabileceği inancında idi. Bundan ötürü Wilson ülkesinde
Başkanın görevi başında bulunması geleneğine rağmen tepkileri de göze alarak
ülkesinden uzaktaki Paris Barış Konferansına katılmaya karar verdi. Konferansta
Osmanlı Devleti’nden özellikle 1914–15 olaylarına bağlı olarak Amerika’ya göç etmiş
Ermenilerin durumlarını çözme konusunda kararlılık taşımaktaydı. Değinildiği gibi
327
Öke, 1991, s. 141-143.
144
Amerika’ya yerleşen bu göçmenler Amerikan kamuoyunda büyük etkiler yaratmış,
konu Türk-Ermeni sorunu olmaktan çıkıp Müslüman-Hıristiyan mücadelesi ortamına
getirilmişti. Sözde mağduriyet ve ezilen çok sayıda Hıristiyan için eylem bekleniyor,
Müslüman ülkede Hıristiyanların karşılaştıkları baskıya son verilmesi, zulmün
durdurulması, önlenmesi isteniyordu328.
Yine barış görüşmeleri sırasında ABD’li iki gazetecinin Başkan Wilson ile
Paris’te yaptığı mülakatta Wilson, barış konferansının temel konusunun Anadolu’nun
paylaşımı olduğunu söylemişti. Amerikan halkına Ermenistan’ın ve Boğazların
mandasını üstlenmeyi önermeye hazır olduğunu belirten Başkan, Amerika’nın
Ermenistan’a olan sempatisinden ötürü mandanın getireceği yükün Kongre tarafından
benimseneceğini, ancak Boğazlar için manda üstlenmenin şüpheli olduğunu ifade
etmişti. Mülakatın devamında Wilson, ABD’nin Ermenistan ve Boğazların mandasını
üstlenmesiyle dünyanın bu bölümünü kontrol eden stratejik bir bir konum elde
edeceğini belirtmişti329.
Ermeni meselesindeki bu gelişmelere bağlı olarak Dörtler Konseyi, Ermeni
vilayetleri dedikleri ve sınırları ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın uzlaşmasına göre
saptanacak bölgede manda rejimi kurulmasına ilişkin bir mutabakata varmıştı330.
Dörtler Konseyinin Osmanlı İmparatorluğuna verilecek şekil konusunda hazırladığı
taslak planda iki seçenek bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi İstanbul ve Boğazlar
üzerinde tam Amerikan mandası kurulması, ikincisi ABD’nin Anadolu üzerinde gevşek
bir manda idaresi kurması, Sultan ve hükümetinin İstanbul’da kalmasına müsaade
edilmesi idi. Ancak her iki seçeneğin ortak yönü ABD’nin Ermenistan ve Kilikya
bölgesi için manda görevini üstlenmesini öngörmesiydi331.
Öte yandan Barış Konferansı devam ettiği süreçte ABD’yi etkileme amaçlı
Ermeni propagandasında artış kaydedilmiştir. Bu bağlamda kendilerini Amerikan
328
Akgün,1981, s.46-47 .
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 409, Vol 383,
185.5136/31.
330
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume V,
US Goverment Printing Office, Washington, 1946, s. 622.
331
Agd, s. 770.
329
145
Ermenileri Ulusal Derneği olarak adlandıran merkezi New York’ta olan bir Ermeni
kuruluşu o sırada Paris’te bulunan ABD Dışişleri Bakanı Robert Lansing’e 12 Nisan
1919 tarihinde gönderdiği
“Should America Accept Mandate for Armenia?” adlı
propaganda broşüründe 26 Şubat 1919’da Ermeni Ulusal Delegasyonunun Paris Barış
Konferansına sunduğu görüş ve talepleri desteklemiş ve ABD’nin Ermeni mandasını
kabul etmesi durumunda ABD’den beklentilerinin;
-
Daimi bir hükümet kurulması konusunda danışmanlık hizmeti sağlanması,
-
Ermenistan’a yerel istikrarı sağlamada katkıda bulunması için kısa süreli
olarak iki-dört alay kadar bir kuvvetin gönderilmesi,
-
Ermeni Hükümetine ülkelerine dönecek 1,5 milyon Ermeninin ekonomiye
kazandırılması konusunda yardımcı olunması,
-
300.000 civarında ana-babasız çocuğun bakımında destek sağlanması,
-
Ermenistan’ın ulaşım sistemi, limanlar, şehir ve kasabaların sağlık alt yapısı
gibi ihtiyaçlarının karşılanması için teknik destek sağlanması olduğunu
belirtilmiştir332.
ABD Dışişleri Bakanı Frank L. Polk 26 Mayıs 1919 tarihinde Paris’teki ABD
delegasyonuna gönderdiği telgrafta Başkanın da görüşü doğrultusunda “Ermenistan’ın
mandasının yüklenilmesi konusundaki propagandanın erken ve mantıklı olmadığının
Mira Sivaslı isimli Ermeni Ulusal Derneği temsilcisine bildirildiği” yer almıştır. Ancak
aynı telgrafta Paris’teki delegasyondan Bogos Nubar’dan Amerikan kamuoyuna yönelik
ABD’nin Ermenistan mandasını yüklenmesi amaçlı propagandanın arttırılması ve
hızlandırılması konusunda Londra’dan kendilerine ulaştırdığı yeni talebine verilecek
cevap için ABD’nin resmi bir itirazının olup olmadığını hususunda görüş
istenmektedir333. 4 Haziran 1919’da delegasyondan gönderilen cevapta Nubar ve
Pastırmacıyan’ın ABD’deki temsilcileri Sivaslı’yı Amerikan mandası konusunda
propaganda yapmakla zaten görevlendirdiklerini bu maksatla ayrıca iki temsilciyi de
yola
çıkardıklarını
belirtmektedir.
Bunların
amacının
Ermenistan
mandasının
332
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 541, Vol 515,
867B.00/89 s.12.
333
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 541, Vol 515,
867.01/33.
146
yüklenilmesi konusuna sıcak bakmayan Lodge, Taft (ABD’nin bir önceki başkanı) ve
Hughes gibi etkin isimleri ikna etmek olduğunun öğrenildiği yer almaktadır334.
Diğer taraftan bazı Türk çevrelerinde Mondros Mütarekesinden sonra ortaya
çıkan koşullarda Osmanlı Devleti’nin geleceği için çözüm seçeneklerinden önemli birisi
Amerikan yardımı (aslında manda kastedilmektedir) olmuştur. Dönemin Türk aydın ve
yöneticilerinde etkili olan bu görüşe göre uygun koşullar sağlanabilirse Amerikan
mandası benimsenebilirdi. Bu konuda Amerika’nın tercih edilmesinin nedenleri;
Amerika’nın Avrupa Devletleri gibi sömürgeci olmadığı; terhis edilen ordu sonrasında
çok az bir güçle ülkenin savunulamayacağı; Amerika’nın laik yapısının Osmanlı
ülkesindeki farklı ırk, din ve mezhepleri kolaylıkla bir arada tutabileceği, Amerika’nın
iyi niyetinin yanında olanaklarının geniş olduğu; Türkiye’nin kalkınması için yabancı
sermaye ve yabancı uzmanlara ihtiyacının olduğu; Türkiye’nin toprak bütünlüğünün
korunması; kötü ekonomik koşullar nedeniyle Avrupa dışında yardım edebilecek
yegane ülkenin Amerika olması, azınlıkların yabancı müdahalesine yol açmalarını
önlemek gibi fikirlere dayanmaktaydı335.
ABD kaynaklarında Türklerin müracatları da yer almaktadır. Raşit Saffet Bey’in
(yazar, gazeteci, milletvekili, Lozan Anlaşmasında Türk Heyeti katip ve genel sekreteri)
kaleme aldığı ve Profesör George G. Harron tarafından ABD’nin Bern Elçiliğine verilen
buradan da ABD Paris Barış Komisyonuna gönderilen memorandumda özetle savaşta
Ermenilerin dünya savaşında Ruslarla olan işbirliğine gönderme yapılmış, savaşta 350
bin civarında Ermeni kaybına karşılık iki milyon Türk’ün yaşamını yitirdiği ifade
edilmiştir. Ayrıca Ermenilerin altı vilayettteki 1919 başı itibariyle 800-900 bin kadar
olan nüfusu ile 4.5 milyonluk Türk nüfusuna egemen bir konuma getirilmesinin bölgede
sorun çözme yerine sorun yaratacağı belirtilmiştir336.
334
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 541, Vol 515,
867.01/33.
335
Metin Ayışığı; Kurtuluş Savaşı Sırasında Türkiye’ye Gelen Amerikan Heyetleri, TTK Yayınları
XVI. Dizi-Sayı 98, Ankara, 2004, s. 9-11
336
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 536, Vol 383
867.00/38.
147
Amerikan kayıtlarında bulunan bir diğer doküman Milli Kongre Cemiyeti337
tarafından İngilizce olarak bastırılan “The Turco-Armenian Question-the Turkish Point
of View” adlı bir broşürdür. Burada Ermeni meselesinin tarihi süreçteki aşamaları, bu
bağlamda devlete karşı işledikleri suçlar ve diğer provokasyon hareketlerine
değinildikten sonra, savaşta Ermenilerin Doğu Anadolu’daki nüfuslarının azaldığına
ilişkin iddialarına karşın Müslümanların kayıplarını yansıtan istatistiklere yer
verilmiştir. İstatistikte Ruslar tarafından işgal edilmeden önce ve sonra bölgedeki
Müslüman nüfusun kıyaslaması yapılmıştır. Rusların işgali sonrası Ermeni çetelerinin
yaptıkları saldırı ve mezalim nedeniyle Erzurum Vilayetinde Müslüman nüfusun % 71,
Bitlis’te % 70, Trabzon’da % 87.5, Van’da % 65, Erzincan’da % 63 oranında azaldığı
belirtilmekte ve bu vilayetlerde işgal öncesi 2.295.669 olan Müslüman nüfusun
499.034’ünün evlerini terkederek göç ettiği, 579.824’ünün akibetinin bilinmediği ve
1919 itibariyle bu vilayetlerdeki toplam Müslüman nüfusun sayısının 1.249.470 olduğu
vurgulanmaktadır338.
Diğer taraftan Paris Barış Konferansı devam ederken ABD kaynakları Türk
kamuoyunda konuya ilişkin gelişmeleri izleyerek kendi kanallarına bilgi akışı
sağlamaktaydı. Bu bağlamda 1915–16 yıllarında ABD’nin İstanbul Konsolos Vekili
olarak görev yapan 1917’den sonra da İsviçre’nin Bern kentinde aynı görevde bulunan
Samuel Edelman, Paris’teki ABD delegasyonuna Türklerin liberal kanadından kişilerle
yaptığı görüşmeleri 27 Mayıs 1919 tarihindeki raporuna dahil etmiştir. Burada Türklerin
liberal kanadının eski İttihatçılardan farklı olduklarına yer verilmektedir. Özetle bu
grubun Arabistan ve Ermenistan’ın imparatorluktan ayrılmasına rıza gösterdikleri,
Arabistan’ın kaybından ötürü endişelerinin olmadığı, Ermenistan’a gelince dünya
konjontürünün yeni bir Ermenistan yaratma fikrini benimsediğinin farkında olduklarını
ancak bu durumun gerçekleşmesi halinde Ermeni Devleti topraklarında kalan Kürt
337
İstanbul, 1918 Milli Talim ve Terbiye Cemiyeti'nin oluşturduğu dönemin bazı aydınlarının katıldığı bir
kuruluştur. Milli Kongre Fırkası’nın başkanı Esat Paşa, tarafından kurulmuştur. Amaçları Türkler
aleyhine propaganda faaliyetlerine karşılık vemek, azınlıkların emellerine karşı mücadele ve manda,
himaye vs. kabul etmemek idi. İstanbul'da Meclis-i Mebusan'ın kapatılması sonucu Fırkanın faaliyeti sona
ermiştir.
Metin Ayışığı; Kurtuluş Savaşı Sırasında Türkiye’ye Gelen Amerikan Heyetleri, TTK Yayınları XVI. DiziSayı 98, Ankara, 2004, s.15-16
338
The Turco-Armenian Question-the Turkish Point of View, The National Archives of the United States,
Microfim Publication, M 820, Roll 409, Vol 383 , 185.5136/6 .
148
nüfus ile Ermeniler arasında kaçınılması mümkün olmayan çatışmaları önlemek için
yıllarca bir mandater ülkenin güçlü ordusunun himayesine ihtiyaç duyulacağını ileri
sürmektedirler. Liberal Türkler modern devlet konseptine uygun olarak ülkenin iyi
işlemeyen bürokrasisini düzelterek etkinleştirecek ve ülke kendi ayakları üzerinde
durabilecek konuma geldiğinde daimi bir işgale yönelmeyip ülkeden ayrılacak bir
mandaterlik koşuluna bağlı olarak Türk İmparatorluğu’nun geleceği açısından manda
sistemini uygun görmekte, bunun gerçekleştirilmesini ABD’den beklemektedirler.
Çünkü ABD bir mandater ülkeden beklenen idealist yaklaşıma sahiptir. Ayrıca Türkler
ticaret ve finans konularında ABD’nin başarısına güvenmektedirler339.
Türk liberallere göre Amerika’nın Türkiye’ye büyük askeri güç göndermesi gibi
bir gereklilik yoktur. Ermeni, Yunan ve Arap meseleleri halledildikten sonra iş Türklere
kaldığında bu halk çok uysaldır ve gerekecek tek şey Amerikan subayları tarafından
yönetilen etkin bir jandarma gücü olabilir. Manda yönetimi için ilk aşamada 5000
Amerikalı yeterli olacaktır. Bu bağlamda İngilizlerin Mısır’da uyguladıkları sistemin
benzeri rahatlıkla Türkiye içinde uygulanabilir. ABD’nin manda üstlenmesinde sorun
yaşandığı takdirde Türklerin tercihi İngiltere’dir. Böylece en azından bir Anglo-Sakson
himayesi sağlanmış olacaktır. Ancak Fransa ve İtalya’nın eline düşme ihtimalinden
endişe duymaktadırlar. Ayrıca ülkenin değişik manda güçleri arasında paylaşılmasına
koşulların uygun olmadığı, böyle bir durumun ülkeyi kaosa sürükleyebileceği görüşünü
taşımaktadırlar340.
Görüldüğü gibi Türklerin liberal kanadı bir Amerikan mandasına olumlu
yaklaşmakta; İtilaf güçlerince bağımsız bir Ermenistan kurulacağına muhakkak gözüyle
bakmakta ve buna itirazları bulunmamaktadır. Çekinceleri böyle bir durumda yerel
çatışmalar olacağı buna bağlı olarak büyük askeri güç bulundurma gibi aslında
Türkiye’yi ilgilendirmeyen bir gerekçe ileri sürmektedirler. Üzerinde durdukları diğer
husus manda yönetiminin tercihan ABD olacak şekilde tek bir devlet tarafından
339
Liberal Turkish Views on the Mandotory System, The National Archives of the United States,
Microfim Publication, M 820, Roll 541, Vol 515, 867.01/35 .
340
Agd.
149
üstlenilmesine yöneliktir. Bu yaklaşım Wilson Prensipleri Cemiyetinin görüşleri ile
büyük benzerlik içerisindedir.
Öte yandan Paris Barış Konferansındaki Amerikan delegasyonunun Başkan
Wilson için hazırladığı 24 Mayıs 1919 tarihli muhtıra “Türk İmparatorluğu’nun” kuzey
bölümünün (Türklerle meskun bölgeler) siyasi yapılanmasının nasıl olması hususunda
bazı seçenekleri ortaya koymaktaydı. Bunlardan birincisi Sultanın sembolik güçle
İstanbul’da bırakılmasıdır.
Yapılan değerlendirmede “Hilafetin İstanbul’da bırakılmasıyla burası Avrupa
barışı için ölümcül entrikaların merkezi haline gelecektir. Bu durum imparator olarak
Sultanın
saygınlığının
korumasına
uygun
ortam
yaratacaktır.
Osmanlı
İmparatorluğu’nun eski parçaları Ermenistan ve Arabistan’ın serbestçe gelişmesi
sürekli olarak Osmanlı’nın hakimiyetinin dirileceği korkusuyla engellencektir. Bu
nedenle Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılarak 8 Ocak 1918 tarihli Amerikan
deklerasyonu çerçevesinde ulusal bir Türk Devletinin kurulması gereklidir” ifadeleri
kullanılmıştır341.
Muhtırada yer alan ikinci seçenek Anadolu’nun Yunanistan, İtalya ve Fransa
arasında paylaşılmasıdır. Bu seçenek için yegane gerekçe Londra Anlaşmasının yerine
getirilecek olmasıdır. Müslümanları en fazla incitecek durum bu olup, Osmanlı
İmparatorluğu’nun Türklere ait bölümünde bir Türk Devleti kurulmasını da imkansız
kılacaktır. Ayrıca Saint-Jean de Maurienne anlaşmasına göre İtalya’nın İzmir üzerindeki
emelleri, Yunanistan ile arasındaki mevcut gerilimi tırmandıracaktır. Yine İtalyanların
Ereğli ve Kuzey Anadolu’daki diğer ham madde kaynaklarına ilişkin beklentileri bu
bölgeler için iddiası olan Fransa ile aralarında sorun yaratacaktır.
Yukarıdaki gerekçelere bağlı olarak Türkiye; Boğazlar, Anadolu’nun Türklere
ait bölümü ve Ermenistan olarak üçe bölünmeli, tercihan ABD olacak şekilde tek bir
gücün manda yönetimine bırakılmalıdır. Çünkü ABD,
Ermeniler tarafından kabul
341
Memeorandum for the President Wilson upon the Settlement of the Northern Portion of the Turkish
Empire, The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 409, Vol 383,
185.5136/32 .
150
edilen yegane güç olup, Ermenistan için gerekli işleri başarabilir. İstanbul’un
kontrolünün her hangi bir Avrupalı devlete bırakılması kendi aralarında sorunların
çıkmasına yol açacaktır. Keza Anadolu bölgesi de, yönetim kolaylığı ve kalkınmanın
gerçekleştirilebilmesi gibi nedenlerden ötürü Amerikan mandasına bırakılmalıdır. İkinci
seçenekte ABD, Boğazlar Bölgesi ve Yunan bölgesi dışında kalan Anadolu parçası
üzerinde kurulacak Türkiye’nin mandasını üstlenmeye istekli olabilir. Ancak Boğazlar
ve Ermenistan’ın mandası kesin olarak ABD tarafından üstlenilmelidir. Anadolu’nun
kalanı için Fransız mandası istenmeli veya en azından maliyenin ve jandarma güçlerinin
denetimi Fransa’ya bırakılmalıdır. Fransa’nın kabul etmemesi durumunda İngiltere bu
göreve davet edilmelidir 342.
Değinilen hususlara ilişkin olarak Barış Konferansı Dörtler Konseyince Osmanlı
İmparatorluğu’nun bazı parçalarının manda sistemi altında gelecekte alacağı yönetim
yapısı hakkında araştırma yapılması kararı alınmıştır. Bu bağlamda Başkan Wilson,
Lloyd Geoge (İng.), M.Clemenceau (Fr.), M.Orlando (İt.) arasında 25 Mart 1919’da
sağlanan mutabakat çerçevesinde Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılacak örneğin
Filistin, Suriye, bunun doğusundaki Arap Ülkeleri, Mezopotamya, Ermenistan, Kilikya
ile muhtemelen Anadolu’daki bunlara ilave edilebilecek bazı bölgelerin halklarının
kalkınmalarını sağlayacak, Milletler Cemiyeti adına hareket eden ülkelerin manda
yönetimine bırakılması konferansın bir amacı olarak belirtilmiş ve bunun 30 Ocak
1919’da ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, ve Japonya tarafından benimsenen kararlar
çercevesinde yerine getirilmesi benimsenmiştir. Bu kararlardan Türkiye’yi ilgilendiren
altıncı madde “Dörtler Konseyinin daha önce Osmanlı İmparatorluğu yönetimindeki
bazı toplumların bir manda ülkesi tarafından kendilerine geçici süreyle yönetimsel
yardım ve destek sağlandığı takdirde kendi kendilerine yeterli bağımsız devletler
olabilecekleri değerlendirilmektedir” şeklindedir. Bunun üzerine 15 Nisan 1919’da
Dışişleri Bakanı Lansing’in önerisiyle H.C.King ve Charles S. Crane, yukarıda
beliritilen konularda yerinde araştırma yapmak üzere görevlendirilmişlerdir. Başkanın
Lansing’e gönderdiği yazıdan da anlaşılacağı gibi başlangıçta bu görev için dört ülkenin
342
Memeorandum for the President Wilson upon the Settlement of the Northern Portion of the Turkish
Empire, The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 409, Vol 383,
185.5136/32 .
151
görevlilerinin katılımı ile kurulacak bir komisyon üzerinde anlaşmaya varılmış ise de
daha sonra ABD yalnız kalmış, görev tamamen Amerikalı bir komisyon tarafından
yerine getirilmiştir343.
Dörtler Konseyi olarak Milletler Cemiyeti adına Osmanlı İmparatorluğu
topraklarında inceleme ve araştırma yapma görevinde ABD’nin yalnız bırakılmasının
nedenleri olmalıdır. Belirtilen tarihte gerek İngiltere, gerek Fransa Orta Doğu’daki
Osmanlı topraklarını daha önce aralarında vardıkları Londra Anlaşması çerçevesinde
(Mezopotamya, Filistin İngilizler, Suriye ve Çukurova Fransızlar, Güney Anadolu
İtalyanlar tarafından) işgal etmişlerdi. Dolayısıyla bu bölgelerin geleceğine ilişkin zaten
yapılacak ilave bir şey kalmamıştı ve nufuz sahaları de fakto olarak gerçekleştirilmişti.
Geriye azınlıkta olmalarına karşın yalnız Ermeniler için Doğu Anadolu ve Çukurova
(Kilikya) bölgelerinde bağımsız bir Ermenistan kurulması kalmıştı. İngiltere ve Fransa
böyle bir Ermenistan’ın kendi işgal ettikleri bölgeler ile Rusya arasında bir tampon
işlevi görmesini istemekle birlikte bu suni devleti ayakta tutabilecek güçlerinin
olmadığının farkındaydılar. Harp sonrası ordularını büyük ölçüde terhis etmiş bu
ülkelerin Rusya’da gün geçtikçe güçlenen bir Bolşevik devletle mücadele etme gibi bir
seçenekleri bulunmamaktaydı. Bu nedenle bağımsız Ermenistan’ın kurulmasını
istemekle beraber bunu koruyacak haminin ABD olmasına gayret etmekteydiler.
Böylece kendi güçlerinin yetmediği yerde ulusal politikalarını gerçekleştirmiş
olacaklardı. Barış konferansının bu aşamasına büyük ölçüde damgasını vuran ABD’nin
iki önemli faaliyeti kendisinin Ortadoğu’da üstleneceği yükümlülüklere ilişkin
gerçekleri yerinde saptayarak belirlemeye çalışması olmuştur. Bu faaliyeleri KingCrane ve General Harbord Komisyonları yürütmüştür.
D. Ermeni Meselesinin Amerikan ve Yerel Basına Yansıması
Mondros Mütarekesi sonrasında azınlık basınının daha önceki yumuşak tutumu
yerini şiddetli saldırılara bırakmıştır. Ermeni katliamları, Rum tehciri gibi konulara
girilmiştir. İtilaf Devletleri azınlıklar lehinde icraat sağlamak için baskı yaparken bu
343
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume
VII, US Goverment Printing Office, Washington, 1947, s.745-748.
152
durum Avrupa ve azınlık basını tarafından da sürdürülüyordu. İttihat ve Terakki’ye
karşı olan Türk basını da ( Sabah, Peyam-ı Sabah, Alemdar, Yeni İstanbul) aleyhte
yazılar yazmakta, Milliyetçileri İttihatçıların devamı gördüklerinden karşıt yayın
yapmaktadırlar. Bunlara göre Ermeni ve Rumlara tavizler verilirse Avrupa’nın baskısı
hafifletilir, bağımsızlığımız korunmuş olurdu344. Damat Ferit Hükümeti Ermeni tehciri
yargılamalarını hem Ermeniler ve İngilizlere yaranma hem de karşıtı olduğu İttihatçıları
cezalandırma aracı olarak görmekteydi345. İstanbul basını da genelde İttihat ve Terakki
düşmanlığı yapmakta, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in davası hakkında da yanlış
ve suçlayıcı haberler düzenlemekteydiler. Mütareke dönemi basınına bakıldığında
büyük ölçüde Mütarekenin olumsuz ve Türkler aleyhine olan havası hakim olduğu
görülmektedir346. Bu yolla Mütareke basını Ermeni meselesinde gerçekler ve ülke
menfaatlerine karşı bir tutum sergilemekteydiler.
Öte yandan Paris Barış Konferansı’nın öncesi ve devamı süresince Ermeniler
Amerikan basınından kendi amaçları doğrultusunda yararlanmak için gayret
göstermişlerdir. Bu bağlamda gerek kendileri, gerekse kendilerini destekleyen kişi ve
gruplar aracılığı ile makaleler yazılmış, haberler yapılmıştır. Buna ilişkin bazı örnekler
şöyledir.
Ermenistan Geçici Başbakanı Sikhatissian Paris’te bulunan Ermeni delegasyonu
aracılığı ile gönderdiği mesajda ABD’ye çağrıda bulunarak “İtilaf Devletleri
birliklerinin derhal Ermenistan’a sevkedilmesi konusunda Fransızlara ısrar edilmesini,
kendi durumlarının kritik olduğunu İtilaf güçlerinin askeri yardım ve cephane
göndermesini istemektedir. Ermeni delegeleri başka kaynaklardan aldıkları haberlere
göre Türk askeri hareketlerine değinmekte ve ancak etkili bir müdahale ile Türk-Kürt
entrikasının önlenebileceği” vurgulanmaktadır347.
344
Atnur, a.g.e., s.17-18
Necdet Bilgi; Ermeni Tehciri ve Boğazlayan Kaymakamı Mehmed Kemal Bey’in Yargılanması,
Kök Sosyal ve Staratejik Araştırmalar Serisi, Ankara, 1999, s.58
346
Bilgi, a.g.e., s. 75-81,
347
The New York Times 25 Aug. 1919,
345
153
26 Ağustos 1919 tarihli The New York Times gazetesinde Lovat Fraser isimli
kişi Amerika Ermenistan’ın yegane ümidi manşetli yazısında “İngiliz birliklerinin
Kafkaslardan geri çekilmesi sonrasında Ermenilerin katliamla karşı karşıya kalacakları
ve bunun için hiçbir mazeretle mazur gösterilemeyeceği bir Amerikan mandasının
gerekliliği” konusunu işlemiştir348.
21 Aralık 1919’da imzasız bir yazıda Amerikan Komitesinin on üyesinin
Türkiye için bir Amerikan mandası üstlenilmesini protesto ettiği manşete verilmekte,
Başkan Wilson’a başvuru ibaresi kullanılarak “Yeni Ermenistan Cumhuriyeti’ne
ekonomik yardım ile sivil ve askeri destek sağlanmalı”denilmektedir. Haberin içeriğinde
Başkana on imzalı telgraf gönderildiğine yer verilmekte, “Üç milyon Ermenininin
açlıktan ölmemesi ancak ABD’nin gecikmeksizin sağlayacağı gıda, cephane ve lojistiğe
bağlıdır. Amerikan halkı açısından Yakın Doğu’daki yıpratıcı bir mandanın
üstlenilmesini doğru bulmuyoruz, böyle bir yönetimle güç kazanacak Türkler manda
yönetimi sonrası yeniden geçmişteki cinayetlerine başlıyacaklardır” ifadeleri yer
almaktadır349.
Osmanlı
İmparatorluğunda
Türk
unsuru
dışındaki
etnik
toplulukların
durumlarına ilişkin Paris Barış Konferansı’nın devam ettiği 1919 yılında Türk basınına
fazla haber yansımamıştır. Bunun nedeni olarak Osmanlı Devleti ile yapılacak barış
konusunda İtilaf Devletleri arasında yapılan müzakerelerde Ermenistan mandası,
Anadolu direnişi, İzmir sorunu ile İstanbul ve Boğazların geleceği gibi konulara daha
fazla ağırlık verilmiş olması gösterilebilir. Buna ABD’nin Türkiye’ye verilecek biçim
konusunda düşünceleri ile yüklenebileceği sorumlulukları açıklamamış olması da
eklenebilir. Emperyalist güçlerin Osmanlı Devleti’ni parçalama konusunda azınlıklar
araç olduğundan paylaşımın sonuçlandırılması zorunlu konuların başında manda sorunu
gelmekteydi. Manda sorununun ilk ve önemli olan bölümü Ermenistan’a verilecek statü
olmaktaydı. Ancak azınlıklar ile ilgili olarak 4 Ekim 1919 tarihli Peyam gazetesinde
İngilizce Near East dergisinin başyazısına yer verilmiştir. Burada barıştan söz edilirken
“ Arabistan, Irak ve Suriye zafer hakkı olarak Türk yönetiminden ayrılmıştır.” ifadesi
348
349
The New York Times, 26 Aug. 1919.
The New York Times, 2 Dec. 1919.
154
kullanılmakta, ateşkes koşullarına uygun olarak Adana’nın işgal edildiğine değinilerek
“Ermenistan, Bitlis, Mameratülaziz, Erzurum, Kürdistan da; Diyarbakır ve Van
vilayetlerini içermektedir. 2.5 milyon halkın 650.000’i Hıristiyan Ermeni, 250.000’i
diğer Hıristiyan gruplar, 1.600.000’i Müslümanlardır”şeklinde yerel taksimat ve nüfus
sayılarına yer verilmekteydi. Bundan başka Türk, Kürt, Ermeni ve Arapları ayıran hatlar
söz konusu edilmekte, Ermenilerin müstakil bir “Ermenistan Cumhuriyeti” , Kürtlerin
kendilerini yönetene kadar manda, Arapların ise Irak ve Halep’i içeren bir Garp
İmparatorluğu talep ettiklerine yer verilmekteydi. Yine İngiltere Başbakanı Lloyd
George verdiği ve 11 Kasım 1919’da Yeni Gün gazetesinde çıkan bir söylevinde İtilaf
Devletlerinin “Rumların, Arapların, Ermenilerin yaşadıkları memleketlerde kötü idareye
(Osmanlı yönetimi) son vermek için mutabakata vardıklarını” beyan etmekteydi350.
Azınlıklar konusu Türk basınına yansıyan şekliyle süreklilik göstermemiş, İtilaf
Devletleri arasında Türkiye meselesi görüşülmeye başlandığında ele alınan konu veya
devlet adamlarının konuşmalarında üzerinde durulan sorun olarak kendisini
göstermiştir. Bu dönemde Batı basını kaynaklı bu tarz haberler aslında Osmanlı
Devleti’nin nasıl paylaşılacağının emarelerini gayriresmi olarak vermekteydi.
E. Türkiye’ye Gönderilen ABD Heyetleri
Paris Barış Konferansında İtilaf Devletleri ABD’nin kendi ulusal çıkarları
doğrultusunda Yakın Doğu’da sorumluluklar üstlenmesi için diplomatik çabalar
harcamışlardır. Amerika’da bu isteklerin kendi ulusal çıkarları açısından uygunluğunu
saptamak ve izleyeceği politikaları oluşturmak için Türkiye’ye değişik zamanlarda
değişik kariyeri olan heyetleri inceleme amaçlı olarak göndermiştir.
1. King- Crane Komisyonu ve Raporu
Paris Barış Konferansında müttefikler Türkiye’nin yeni siyasi yapılanmasına ışık
tutacak bilgilerin derlenmesi ve önerilerin yapılması amacıyla tasarladıkları araştırma
komisyonu için yalnız ABD üye görevlendirmiş olmasından ötürü doğal olarak sunulan
350
İzzet Öztoprak; Kurtuluş Savaşında Türk Basını, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara,
1981, s. 60-62
155
sonuç raporu tamamen Amerikan kaynak ve görüşlerine göre düzenlenmiştir. Rapor iki
üyesinin ismi ile “King-Crane Raporu” olarak anılmaktadır.
Komisyonun üyelerinden Dr. Henry Churchill King, 1858 yılında Michigan’da
dünyaya gelmiştir. Oberlin Koleji başkanlığı yapmış Amerika’da teoloji, eğitim ve
psikoloji alanlarında çeşitli yapıtlarıyla tanınmış bir eğitimcidir. 1918-1919 yılları
arasında Fransa’da Young Men's Christian Association (YMCA) adlı bir kuruluşun dini
faaliyetlerinin direktörü olarak çalışmış, 1919 da Türkiye Manda Komisyonu üyeliğine
atanmıştır. Charles R. Crane ise 1858 yılında İllinois Eyaleti Şikago kentinde dünyaya
gelmiştir. Bu kentte 25 yıl süreyle imalat sanayinde çalışmıştır. 1917 yılında Başkan
Wilson’un Rusya Özel Diplomatik Komisyonunun üyesi olan Crane 1919’da Türkiye
Manda Komisyonu üyeliğine atanmış, daha sonra 1920-1921 yıllarında ABD’nin Çin
Büyükelçiliği görevini yürütmüştür351.
Eski Osmanlı İmparatorluğunun Suriye, Mezopotamya ve Anadolu gibi bir çok
bölümünde incelemeler yapan King-Crane Komisyonu Paris’te bulunan Başkan
Wilson’a ilk olarak 20 Haziran 1919’da Kudüs’ten rapor göndermiş, sonuç raporunu ise
28 Ağustos 1919’da sunmuştur. Rapor içeriği; önsöz, (i) Suriye raporu, (ii)
Mezopotamya raporu (iii) Eski Osmanlı İmparatorluğu’nun Arapça konuşmayan
(Küçük Asya) bölümleri raporu (iv) Ek harita, (v) rapora ek gizli bölümlerden
oluşmuştur. Eski Osmanlı İmparatorluğu’nun Arapça konuşmayan bölümlerine ilişkin
rapor (i) Barış Konferansınca gerçekleştirilen faaliyet, (ii) Osmanlı İmparatorluğu’nun
çıkarcı bölüşümü ve sömürüsünün yaratacağı tehlikeler,(iii) Osmanlı İmparatorluğu’nun
uygun bölüşümü hakkında yaklaşımlar, (iv) Öneriler, alt bölümlerini içermektedir. Türk
İmparatorluğu’nun uygun bölüşümü hakkında düşünceler ise, bağımsız Ermenistan
sorunu,
Ermeni
Devletinin
nüfus
tahminleri,
Bağımsız
Boğazlar
Devleti
(Constantinopolitan State) sorunu, Türk Devleti sorunu, Rumların sorunları başlıkları
altında sıralanmıştır352.
351
http://www.hri.org/docs/king-crane/(1.01.2008 ).
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference 1919,
Volume XII, US Goverment Printing Office, Washington, 1947, s.751.
352
156
King-Crane Raporu’nda konumuzu ilgilendiren hususlara yukarıdaki sırayı takip
ederek raporun kendi başlıkları altında değinilmiştir. Yukarıda belirtilen başlıklar
altında geçen ancak konumuzu ilgilendirmeyen hususlara değinilmemiştir. Bu sıra
içerisinde konular yerinde yapılan incelemeler, yerel halk ve yerel kuruluşların istek ve
görüşleri, yapılan müracatlar, komisyonun düşünce ve önerileri şeklinde sunulmaktadır.
King-Crane Raporu’nda Ermeni meselesine ilişkin hususlar ilk olarak birinci bölüm
olan Suriye bölümünde yer almaktadır. Amerikan Komisyonunun Suriye’de gezdiği
bölgeler dört başlık altında rapor edilmiştir. Bunlar sırasıyla Güney Bölgesi (İngiliz
askeri yönetiminin kontrolü altındaki Filistin ve Batı Ürdün hattı), Doğu Bölgesi (Arap
askeri güçlerinin kontrolündeki Suriye’nin tamamı ile doğu Ürdün hattı ve Lübnan
sınırı), Batı Bölgesi (Fransız askeri yönetimindeki Lübnan Akdeniz sahilinde
İskenderun kuzeyine kadar olan bölge) ile Kuzey Bölgesi (Fransız askeri yönetimindeki
Kilikya) olarak isimlendirilmiştir. Suriye’de inceleme yapılan bölgelerde çeşitli heyetler
bölgedeki siyasi yapının alacağı şekil konusunda (İngiliz, Fransız, Amerikan mandası
veya bağımsızlık, Siyonist Programı gibi) tercihlerini belirten hususlarda komisyonla
görüşmeler yapmışlar ve yazılı müracatlarda bulunmuşlardır. Bu bağlamda heyete
Kilikya’nın Ermenistan’a bağlanması yönünde üç dilekçe verilmiştir353.
Raporun temel noktalarda komisyonun ulaştığı özet görüşleri başlığı altında
Kilikya ile ilgili olarak;
a. Bölgenin Kilikya’nın Suriye’nin bir parçası sayılamayacağı, konunun eski
Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkçe konuşulan bölümleriyle ilgili bölümde ele
alınmasının uygun olacağı belirtilmiştir,
b. Ayrıca nüfus istatistiklerinin değişkenliğine rağmen bölgede savaştan önce
Müslüman nüfus oranının belirgin biçimde Ermenilerden yüksek olduğu, savaş
sonrasında da bunun bir miktar arttığı yer almıştır. Yine raporun genel düşünceler
başlığı altında Suriye sınırlarının bu isimle adlandırılacak bölgenin genel olarak
saptanmasından sonra bir sınır özel komisyonu tarafından belirlenmesinin gerekli
olduğu, Araplar tarafından düzenlenen Şam Konferansında Kilikya’yı Suriye’nin bir
353
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference 1919,
Volume XII, US Goverment Printing Office, Washington, 1947, s.754-761 .
157
parçası olarak gösteren iddianın ne tarih ne ekonomi ne de konuşulan dil faktörleri
açısından haklı gösteren hiçbir bulgu olmadığı belirtilmiştir354.
Görüldüğü gibi komisyon raporunda yer alan görüşler Ermeniler tarafından
Kilikya hakkında ileri sürülen bu bölgenin Ermenistan’a bağlanması yönündeki
iddialarla ters düşmektedir. Raporda anılan bölgenin Ermenistan’ın bir parçası
olamayacağının yanısıra Suriye’nin bir parçası kabul eden iddiaların da yanlış olduğu
vurgulanmaktadır.
King-Crane Raporunun Anadolu’ya ilişkin bölümü üçünçü bölüm olup Eski
Osmanlı İmparatorluğu’nun Arapça konuşmayan (Küçük Asya) bölümleri raporu
başlığı altında sunulmaktadır. Bu bölümün başında Barış Konferansının komisyondan
beklentisinin Ermenistan, Kilikya ile Anadolu’nun Osmanlı İmparatorluğu’ndan sürekli
olarak ayrılması muhtemel parçalarının saptanması ile bunların koloni tarzında olmayan
bir manda yönetimine bırakılmalarına ilişkin esasların belirlenmesi olduğu belirtilmiştir.
a. Osmanlı İmparatorluğu’nun Parçalanmasına İlişkin Yaklaşımlar
King-Crane Raporunun “Osmanlı İmparatorluğu’nun Gerçekçi Bölünmesine
İlişkin Yaklaşımlar” (Consideration Looking to A Proper Division of the Turkish
Empire) başığı altında III. kısmında yer alan hususlar konumuzu doğrudan ilgilendiren
hususları içermektedir. Bu kısımda genelde Türkler açısından olumsuz ifadeler
görülmektedir. Raporda Anadolu’nun bölünmesinin iki temel nedene dayandığı,
bunlardan birincisinin Türk yönetiminin yanlışlıkları ve katliamlar, ikincisi Türkiye’nin
bulunduğu dünya çapında önemli stratejik konumuna karşın içinde bulunduğu büyük
çaplı yetersizlik olduğu ileri sürülmektedir. Rapora göre Türk Hükümetleri diğer
halklara karşı olumsuz ve höşgörüsü zayıf tutum içerisinde olmakta, bu toplumların
kendi yollarında ilerlemelerine müsaade edilmekle birlikte hor görülmekte, baskı ile
karşılaşmakta ve ekonomik sömürüye maruz kalmaktadırlar. Yasalar iyi olmasına karşın
yönetim genelde başarısızdır. Yozlaşma, rüşvet, yağma alışılmış istismar yollarıdır.
Türkler dışındakiler için bu durum daha da kötüdür. Bu toplumlar için hiçbir güvence
354
Agd, s.781, 789.
158
bulunmamakatdır. Sultandan en küçük mutasarrıfa kadar yöneticilerde görülen
yozlaşma, adaletsizlik, gizli şiddeti içeren baskıların iki-üç yüzyıllık bir geçmişi vardır.
Bu hususlardan ötürü bağımsız bir Ermeni devletinin kurulması Barış Konferansı’nın
amaçları arasındadır. Bu nedenle Albay Haskell Ermenistan’a Dörtler Konseyinin
yüksek komiseri olarak atanmış, Tümgeneral Harbord Başkan Wilson tarafından
Ermenistan’daki koşulları araştırmak için görevlendirilmiştir. Ermenilerde, Müttefikler
tarafından bağımsız Ermenistan kurulması yönünde beklenti mevcuttur. Barış
Konferansı’nın bu kararında Ermeni katliamına ilişkin sürdürülen incelemeler etkin
olmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’den ayrılacak bir Ermenistan seçeneğinde uygun
yaklaşım; anılan coğrafyadaki bütün ırklar ve dinleri kapsayan, nüfusun tamamına eşit
haklar tanıyan,
bunun yanında müttefik ülkeler arasından belirlenecek bir ülke
tarafından üstlenilecek manda yönetimi olabilecektir355.
King-Crane raporunun üçüncü bölüm IV. kısmı olan “Ortaya Çıkan Problemler”
başlığı altında Ermeniler için hangi nedenle Türkiye’den ayrı bir yaşam alanı gerektiği
görüşüne yer verildikten sonra eski Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşımı sürecinde
kurulacak bir Ermeni Devleti’nin ortaya çıkaracağı sorunlar ele alınmıştır. Raporun bu
kısmının birinci alt başlığında “The Problem of a Seperate Armenia” başlığı altında
sıralanan bu hususlar aşağıdadır.
(1) Ayrı bir Ermenistan kurulmasının gerekçelerine yukarıda değinilmiştir.
(2) Ayrı Ermenistan Devleti kavramı.
Taraflarca yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için önerilen devletin
özelliklerinin iyi bilinmesi gereklidir. Böyle bir devlet, Ermeni azınlığın çoğunluk
üzerinde bir yönetim kurması amacıyla önerilmemektedir. Çünkü bu durum Türkler
açısından çok adaletsiz kabul edilecek ve toplumlar arasında kin ve hasımlılıkları
tırmandıracaktır. Bu durum aynı zamanda Ermenileri de daha başlangıçtan itibaren
yanlış ve savunulamaz bir konuma sokarak hiç arzulamadıkları bir durumla karşı
karşıya bırakabilir. Keza anılan koşullar Ermenileri ifrata varacak bir güç kullanımı
yönünde tahrik edebilir. Dolayısıyla Ermenilerin azınlıkta olduğu bir Ermeni Devleti,
Ermeniler açısından uygun bir sınav olmayacaktır. Öte yandan ortaya çıkacak tablo
355
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference 1919,
Volume XII, US Goverment Printing Office, Washington, 1947, s. 810-814 .
159
müstakbel bir manda yönetimini tamamen olmasa bile çok etkisiz bir konuma
getirecektir.
Ancak Ermenilere tam güvenlik içerisinde yaşayabilecekleri kesin bir bölge
sağlanmalı ve bir daha asla Türk yönetimine terk edilmemelidirler. Böyle bir alan
zorlama yapılmadan Ermenilerin göreceli olarak nüfuslarını arttırabilecekleri, Türkleri
ise bulundukları yerleri terk etmeye yönlendirecek bir bölge olmalıdır.
Değinilen hususlar anılan koşulların oluşturulması için sağlam bir mandater güce
gereksinim olduğunu göstermektedir. Çünkü yardım görmeden bu coğrafyada böyle bir
devlet yaşama geçemez. Bu nedenle Türkiye’den ayrılacak bir Ermeni Devleti adaleti
bütün halk kesimlerine ulaştırabilen çağdaş donanımlı bir manda hükümetinin
yönetimine bırakılmalı ve bu yönetim Ermeniler çoğunluğu elde edinceye veya
Türklerin sayısı Ermeniler’den daha az hale gelinceye kadar görevini sürdürmelidir. Bu
durum tamamen Ermeni niteliği kazanmış bir hükümetin ortaya çıkarılması için uzun
süre beklenmesi anlamını taşımaktadır. Bu gerçek kaçınılmazdır. Mevcut koşullar başka
bir alternetifi savunmayı mümkün kılmamaktadır.
(3) Devlet bağlamında manda terimi bir anlamda bu yükümlülüklerin ABD
tarafından yerine getirilmesini gerekli kılmaktadır. Manda yönetimi kısa vadeli olamaz.
Bu ifade manda görevine karşı mazeret olarak görülmemeli, ancak öngörülemeyen
koşulların oluşumu halinde hem Ermeniler, hem de manda yönetimi çok istekli bile olsa
gerçek bir Ermeni Devletinin kısa bir zaman sürecinde kurulamayacağı algılanmalıdır.
Ermeniler gerçek bir çoğunluk oluşturuncaya kadar güvenli bir hükümet etme erkini
kazanamazlar. Keza Ermeni halkının kendi içerisinde bütünleşme sağlayarak bölünme
eğilimlerine karşı koyacak sosyal yapı kazanması için de belirli bir zaman maliyeti söz
konusudur. Manda yönetimi başından itibaren Ermenilerin artan yoğunlukta yer
alacakları hükümetlerini kurma konusunda tamamen hazır konuma gelinceye ve
kendilerini koruma imkanı kazanıncaya kadar sürmelidir.
(4) Söz konusu manda yönetimi noktasında görüldüğü kadarıyla Ermeniler de bir
Amerikan mandasını arzu etmektedirler. Bu seçenek Amerika’nın müttefikleri
tarafından da kabul görmektedir. Türkler ise ayrı bir Ermeni Devleti arzu etmemekle
160
beraber bir Ermenistan kurulacaksa bunun mandasını Amerika’nın üstlenmesini tercih
etmektedirler.
(5) Amerika’nın Ermenistan’ın mandasını üstlenmesini haklı kılan hususlar ve
koşullar ise şöyle sıralanabilir. Ermenilerin bu yöndeki gerçek arzuları; müttefiklerin
Ermenistan’ın bir manda yönetimine konulması konusundaki destekleri; Ermenilerin
yukarıda değinilen nedenlerden kaynaklanan uzun süreli bir manda yönetimine olan
istekleri ve bütün ihtilalci komitelerden vazgeçmeleri; Ermenistan’ın başarılı
kalkınmasına imkan sağlayacak yeterli bir bölge sağlanması; Türkiye’de Ermenistan ile
sınırlı bir Amerikan mandasının yaratacağı güçlükler. Bu koşulların sonuncusu hariç hiç
birisinin yoruma gereksinimi bulunmamaktadır.
(6) Ermenistan’ın büyüklüğü ve sınırları; Genel Danışman Dr. Lybyer’in
doğrulukla ifade ettiği gibi Komisyon’un Ermenistan’ın büyüklüğü ve sınırlarına ilişkin
kanaatleri bu konudaki diğer tartışmaları sonlandıracaktır. Burada rapora yansıyan
hususlar aşağıdadır.
(ı) Ermenilere belirli bir yurt tahsis edilmeli ve bağımsız devlet olma yolunda en
kısa sürede organize edilmelidirler. Aksi takdirde kendilerini bugüne kadar dünya
gündeminde bulunmalarının nedeni olan güvenliklerini ve istikrar ortamını sağlama
gerçekleştirilemez.
(ıı) Ermenistan’a tahsis edilecek bölge hem Türkiye, hem de Rus topraklarından
sağlanmalıdır. Çünkü ondokuzuncu yüzyılda meydana gelen savaşlar Ermenistan’ı bu
iki imparatorluk arasında bölmüştür.
(ııı) Ermenilerin 1894-96, 1908-9, 1915-16 yıllarında meydana gelen
katliamlardaki kayıpları dikkate alınırsa bugün sahip olduklarından fazla toprak
üzerinde hak iddiaları kabul edilebilir. Kayıpları ise bir milyon olarak tahmin edilebilir.
(ıv) Ermeni Devletinin yaşama geçirilebilir olmasının önemli koşulu kendilerine
aşırı toprak tahsisi yapılmaması gerekliliğidir. Bunun gerekçeleri şöyledir.
161
-
Türkler, Kürtler ve diğer gruplar kızgınlığa sevk edilmemelidir. Bu durumda
anılan grupların Ermenilerle olan düşmanlığının tırmanmasının yanında
Milletler Cemiyetine karşı hasmane bir tutuma girebilirler.
-
Ermenilerin hali hazırda yeterli hükümet etme kapasitesine sahip oldukları
konusu kuşkuludur. Buna karşın Ermeniler üzerinde de ne şimdi ne de
gelecekte başka unsurların egemenlik sahibi olması düşünülmemelidir.
-
Milletler Cemiyetinden veya mandater devletten Ermeni azınlığının zaman
içesinde nüfusunu arttırması ve kendilerine bırakılacak geniş topraklara sahip
olabilmeleri için hali hazırdaki çoğunluğun baskı ve diğer yöntemlere
başvurarak azınlık haline dönüştürülmelerini beklemek aşırı bir istektir.
-
Ermeni çoğunluğu yaratma projesinin hiçbir uygulanabilirliği bulunmayıp,
Ermenilere çok geniş topraklar tahsis edilirse kesinlikle işgal edip ellerinde
tutamazlar.
-
Aslında önerilen Ermenistan iki Müslüman halkın (Azerbaycan, Türkiye)
yaşadığı bölgeler arasında bir tampon bölge olarak geliştirilmelidir. Bu
durum nüfusca yoğun ve homojen, ayrıca geniş kaynaklara sahip bir devlet
tarafından gerçekleştirilebilir. Ermenistan’ın ise makul bir sürede böyle bir
yükü taşıyacak hale gelmesi öngörülmemektedir.
(v) Karadeniz’den Akdeniz’e uzanan bir Ermenistan projesinin gerçekleştirilmesi
imkansız olup, böyle bir şey planlanmamalıdır. Bu durum yukarıda değinilen
sakıncaları barındırır. Ayrıca aşağıdaki hususlar dikkate alınmalıdır.
- 1914 ve 1894 öncesinde Ermeniler anılan bölgede %25’i geçmeyen azınlıktılar.
Eğer kendilerine bölge çoğunluğunu kontrol yetkisi verilirse hem Wilson prensipleri
hem savaşın amaçlarıyla çelişkili durum oluşacaktır. Bu bağlamda iddia edildiği gibi
bölgedeki Ermeni nüfusunda bir milyonluk bir eksilme olduğu varsayılsa dahi yine de
Ermeni nüfus, toplam nüfusun üçte birini geçemeyecektir.
162
- Öte yandan tarihten beri bu bölgeyi yönetmiş bir Ermenistan olmamıştır.
Haritaların veya belgelerin gösterdiği gerçek Ermenistan bir zamanlar Hazar Denizine
ulaşmış, Karadeniz’e yaklaşmakla birlikte tam ulaşamamış, Akdeniz’e ise hiç
yaklaşmamış bir yüksek plato ülkesidir. Küçük Ermenistan ise Orta Çağda Ermenileri
her tarafa dağıtan ve kendilerini her yerde azınlık durumuna getiren doğudaki
topraklardan sürülen veya kaçan Ermenilerin sığındıkları Kilikya bölgesidir. Bu nedenle
her iki bölge için de yapılan talepler emperyalist istekler olup, tarihi gerçekleri saptırma
mahiyetindedirler.
- Ermenilerden eski yerlerine döneceklerin varsayımı üzerine kurgulanan geniş
bölgeli Ermenistan’da kendileri nüfusun ancak %10’nu oluşturabileceklerdir. Bölgeye
önemli ölçüde bir Ermeni göçü gerçekleşşe ve bunların yerleştiği toprakları Türkler terk
etse bile nüfusun ancak dörtte birini oluşturabilmektedirler. Bu durumda manda
yüklenen devletin bu azınlığı koruması son derecede zor bir hale gelecek, ileride
toprağın sahibi ve egemeni olacak bugünün azınlık, hali hazırdaki çoğunluğun gözünde
bugünden çok daha itici bir konuma gelecektir.
- Avrupa ülkeleri, Ermenistan mandası görevine zorluğu nedeniyle istekli
olmayacaklarından bu görev ABD’ye bırakılmalıdır. Burada Amerikan kamuoyu
önemlidir. Çünkü Amerikan halkı bu sürece ikna edilir, ancak sonuçta ortaya çıkan
durum bir haksızlığa dönüşürse, kamuoyunun da niyetleri değişecektir. Bu bağlamda
büyük Ermenistan kurgusunda gerçekte bir Ermeni Devleti oluşmayacağından; Ermeni,
Türk, Kürt karışımından oluşan bir yapı ortaya çıkacaktır ki bu oluşumda ülke
düzeninin sağlanması, dışardan gelecek işgallere karşı savunulması gibi yaşamsal
konular güçlü bir manda devletinin desteği olmadan gerçekleşemeyecektir. Bu durum
hem hiçbir zaman hükümet olamayacak Ermenileri, hem de hiçbir zaman
Ermenistan’dan ayrılamayacak mandater ülkeyi hayal kırıklığına uğratacaktır356.
(6) Buna karşın Türkiye, Rusya topraklarındaki yüksek arazi kesimlerini içine
alan ve Karadeniz’e çıkışı olan küçük ölçekli Ermenistan; gerek kurulma, gerek bekası
açısından iyi bir şansa sahip olacaktır. Rusların 1917’de Türklerden ele geçirdiği bölge
356
Agd, s.819-822.
163
yaklaşık olarak Ermenistan için Türkiye’den koparılacak parça olabilir, hali hazırda
Rusya’daki
Ermenistan
bölgesi
buna
ilave
edilelerek
“Küçük
Ermenistan”
oluşturulabilir. Bu oluşum sonrası teknik ekipler, iç ve dış ulaşımın önündeki fiziki
engelleri ortadan kaldırmayı başarabilirler. Bu seçeneğe ilişkin mülahazalar şöyledir.
- Türkler anılan bölge tarihi Ermenistan olduğundan dolayı haklı bir şikayette
bulunamazlar. Çünkü öldüğü iddia edilen bir milyon Ermeni nüfus yerine konulabilse
tahsis edilen bu bölgede Ermeniler nüfusun yaklaşık yarısını oluşturabileceklerdir.
Ayrıca küçük Ermenistan toprakları üzerinde yaşayan ve savaşta Ruslar yaşam
bölgelerine gelmeden önce bölgeden kaçmış olan Türklerin kalanlarının da küçük
ölçekli Ermenistan bölgesinden çıkarılması büyük Ermenistan’a seçeneğine göre daha
kolay olacaktır.
- Ermeniler birkaç yıl içerisinde nüfusun çoğunluğunu oluşturabilirler, küçük
Ermenistan’da daha başlangıçtan itibaren yönetime katılımları daha geniş olur, böylece
kendi hükümetlerine sahip olmada süratli bir eğitim ve dönüşüm sürecini yakalamış
olurlar.
- Daha küçük bir alanda Ermeni etnik alt yapısının oluşturmadaki kolaylık
manda yönetim süresinin kısalmasını sağlayacaktır. Bu durum mandater devlet
açısından daha az askeri güç ve daha az maliyet anlamına gelecektir.
- Büyük bir alanda Ermenistan yaratma ihtimalinde ortaya çıkan kuşkular,
ufatılmış bir Ermenistan seçeneğinde çok daha azaltılmış olacaktır. Ermeniler bir süre
sonra azınlık konumundan çıkacaklarından mandater devletin de görevdeki başarı
beklentisi artacaktır. Böylece daha büyük bir bölgede azınlık olmanın yaratacağı
koşullara bağlı olarak sürekli ekonomik ve politik destek sağlama gerekliliği ortadan
kalkacaktır.
- Bu seçenekte emniyetli sınırlara sahip olmak ülke savunmasında daha büyük
avantajlar bahşedecektir. Ama bir ucu Akdeniz’e kadar uzanan bir Ermeni Devleti pek
çok yerde hassas bölgeleri içeren, uzun sınırları olan ve farklı özellikteki arazisinin
uluslararası bağlantılar kurmada yaratacağı kalıcı güçlüklerden ötürü çok zor bir
164
seçenektir. Ayrıca böyle bir devletin varlığı Türkler ve Araplar nezdinde kışkırtma
olarak algılanacaktır. Öte yandan küçük Ermenistan’ın ekonomik açısından fırsatları
daha büyük olacaktır. Gıda, yakıt, barınma yerel olarak sağlanabilecek ve üretim fazlası
ile diğer mallar tedarik edilebilecektir. Türkiye Ermenistan’ında Ermeniler eskiden beri
geçimlerini iyi sağlamakta hatta varlıklı durumda bulunmaktadırlar. Ama şimdilerde
yüklü vergilere ve sık soygunlara maruzdurlar. Buna karşın Rus Ermenistan’ında yalnız
koşulların uygun olduğu dönemlerde gelişme göstermişlerdir. Tasarlanan küçük
Ermenistan bölgesi Erzincan-Erzurum üzerinden Anadolu-İran, Kafkasya ; Trabzon’dan
başlayan yol güzergahı ile İran Körfezine doğru uzanan ticari yolları barındırmaktadır.
Bu bağlamda Kars, Erivan, Erzurum, Muş ve Van bu sistem ağının odak noktalarını
oluştururlar. Ulaştırma, ticaret ve imalat sanayi ihracatı için değerli katkılar sağlarlar.
- Üzerinde durulan ve Ermeniler için en akla yatkın yaklaşım, kendilerine içten
dostluk anlayışı çerçevesinde ancak hayalci değil, gerçekçi fırsatları sunabilmektir.
Çünkü çok fazlanın sahibi olarak, çok fazla kaybetme
tehlikesi ile karşı karşıya
kalabilirler. Ermeniler ölçeği daha gerçekçi bir bölgede güvenle yapılanabilirler, onların
bu başarısı karşısında Anadolu halkı bütünleşerek başarılı bir devlet ortaya
koyamazlarsa Kilikya’yı da Ermenistan’a bağlamanın önünde engel kalmamış olur.
b.Tasarlanan Ermeni Devleti’nin Nüfus Tahminleri
King-Crane raporunun sonundaki eklerde büyük ölçekli ve küçük ölçekli iki
Ermeni Devleti seçeneğinde ortaya çıkan nüfus istatistiklerinin karşılaştırmasına yer
verilmiştir (EK-H). Bu istatistiklerde 1914, 1920, 1925 yıllarında küçük Ermenistan
olarak adlandırılan bölge ile büyük Ermenistan olarak adlandırılan bölgelerin
komisyonun düşüncelerine göre oluşturulan nüfus isatistikleri ile nüfus hareketlerine
ilişkin varsayımlar üzerine kurulu senaryolar karşılaştırılmaktadır. Bu sayısal
değerlendirmeler de dahil King-Crane Raporunun Ermenilere ilişkin bölümü genel
olarak değerlendirildiğinde uzun dönemden beri yürütülen Ermeni propagandasının
komisyon üzerindeki etkisi izlenilmektedir. Çünkü raporun üslubunda Türklük ve Türk
yönetimi karşıtı Ermeni yanlısı, taraflı bir anlayış kendini hissettirmektedir. Ermenilere
devlet yaratma fikri aslında bu dezenformasyonun sonucu ortaya çıkmış görünmektedir.
165
Ancak komisyon Ermenilerin iddia ettikleri bir Ermenistan’ın ne tarihi, ne de o dönemin
gerçekleriyle bağdaşmadığını anlamış ve Ermenistan adı altında talep edilen bölgelerde
Ermenilerin azınlık olduğunu belirtmiştir. Gerçeklerden uzak azınlığa dayalı bir Ermeni
Devleti’nin mandasının ABD tarafından üstlenilmesinin zorluğu da sık vurgulanmıştır.
Raporda küçük ölçekli Ermenistan olarak tasarlanan ve Türkiye’den Rus Ordusu’nun
Birinci Dünya Savaşı’nda işgal ettiği bölgeleri kurulacak Ermenistan’a bırakan görüşte
bile Ermenilerin çoğunluk olmadığına yer verilmekte, Ermenileri azınlık olmaktan
kurtarmanın yolunun Türkleri bölgeden çıkarmak olduğu ima edilmektedir. Görüldüğü
gibi savaş sonrası önemli ölçüde Ermeni yanlısı propagandanın etkisinde kalarak ön
yargılı olarak görev icra eden King-Crane Komisyonu bile Ermeni taleplerinin
yersizliğini ve siyasi, askeri, ekonomik vb. pek çok nedenden ötürü bunları yerine
getirmenin imkansızlığını saptamıştır.
King Crane Komisyonunun Başkan Wilson’a sunduğu raporda “Amerika’nın
yalnız Ermenistan mandası ile yetinmeyerek, Boğazlar da dahil olmak Suriye ve Filistin
dışında üzere tüm Osmanlı İmparatorluğu’nın mandasını üstlenmesini” önerdiği
“İmparatorluğu oluşturan bütün halklarda bu görüşün kabul gördüğü” haber olarak
Amerikan basınında yer almıştır357.
Öte yandan Başkan Wilson Dörtler Konseyinin üyeleri Llyod George,
Clemancau, ve Orlando’nun önerileriyle manda fikrine sıcak bakmaya başlamış olarak
27 Haziran’da ABD’ne geri döndü. Manda işleriyle yakın Doğu Yardım İşeri Yöneticisi
Herbert Hooper’ı görevlendirmek istedi. Ancak bu yaklaşıma karşı gerek kamuoyunda
gerekse senatoda önemli bir direnç mevcuttu. Hooper’ın kendisi de mandanın neden
olacağı sorunların farkında idi358. Bu ortamda Herbert Hooper 27 Haziran 1919’da
Başkan Wilson’a ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya Hükümetlerinin müşterek olarak
temsilen defakto Ermeni Hükümeti ile ilişkilerde tam yetki ile donatılmış geçici bir
komisyonun görevlendirilmesini önermiştir. Yapılan öneriye göre anılan heyetin görev
alanı (Rus ve Türk Ermenistan’ı olarak adlandırdıkları) Doğu Anadolu ve Kafkasya
bölgelerindeki yardım faaliyetleri, yerlerini terkedenlerin evinlerine dönmesi, bölgenin
357
358
The New York Times, 31 Aug. 1919.
Akgün, 1981, s.58 .
166
siyasal geleceği gibi konularda gözlemlere dayalı olarak öneriler geliştirilmesi olacaktır.
Diğer hükümetlerin de uzlaşması sonrası de fakto Türk ve Ermeni hükümetleri, anılan
heyetin atanması ve yetkileri hususunda haberdar edilecekti. Bu görev için Herbert
Hooper tarafından önerilen General Harbord’ın 5 Temmuz 1919 tarihinde ataması
yapılmıştır359. Başkan Wilson’ın heyetten beklentisi ABD’nin Türkiye’nin herhangi bir
bölgesinde manda üstlenip üstlenemeyeceği konusunda vereceği karara yardımcı
olmasıdır. Bu durum kendisinin konferansın Dörtler Konseyine gönderdiği telgraftan da
anlaşılmaktadır360.
ABD Başkanınca görevlendirilen heyet şöyle oluşmaktaydı. Tümgeneral James
J. Harbord, Tuğgeneral Frank R. McCoy, Tuğgeneral George Van Horn Moseley, Tabip
Albay Henry Beuwekes, İstihkam Yarbay John Price Jackson, Hakim Yarbay Jasper Y.
Brinton, Piyade Yarbay Edward Bowditch, Dz. Yarbay W.W. Bertholf, Kurmay Binbaşı
Lawrence Martin, Piyade Binbaşı Harold Clark, Ordonatım Yüzbaşı Stanley
K.Hornbeg, William B. Poland ( ABD’nin Belçika ve Kuzey Fransa yardım heyeti
başkanı), Prof. W.W. Cumberland, (ABD Barış Komisyonu ekonomik danışmanı), Eliot
Grinnell Mears (Ticaret Bakanlığı temsilcisi) diğer subay, memur, tercüman ve idari
personel. Heyetin görevi İstanbul, Batum ve Ermenistan’daki çeşitli bölgeler, Kafkasya
ve Suriye’de araştırmalar yaparak, ABD’nin ileriye yönelik çıkarları ve alabileceği
sorumlulukları istikametinde anılan bölgelerin siyasi, askeri, coğrafi, idari, ekonomik ve
diğer faktörlere göre değerlendirmesini rapor etmekti361.
2. General Harbord Heyeti ve Raporu
General Harbord Heyetinin görevlendirildiği sırada Türkiye’deki Ermenilerin
risk altında bulunduğu, Türklerin İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinin acısını
Ermenilerden çıkarmak için hazırlandıkları yönünde söylentiler yayılmaktaydı. Ayrıca
Rus sınırına sürekli yığınak yapıldığı, buradan Türklerin saldırı hazırlığı içerisinde
oldukları şeklinde söylentiler bulunmaktaydı. Sorun yalnız Ermenilerin de yaşadığı
359
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace Conference, Volume
VII, US Goverment Printing Office, Washington, 1946, s.31, 43.
360
Agd, s.193.
361
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US Goverment Printing
Office, Washington, 1934, s.827-828
167
Doğu Anadolu bölgesinde değil, Gürcistan ve Azerbaycan’da da yaşanmaktaydı.
Savaştaki göçlerden ötürü bölgede artan nüfus kalabalığına bağlı olarak açlık, sefalet ve
artan sağlık sorunları yaratmaktaydı. Bu durum Hooper tarafından bölgeye inceleme
yapmak üzere gönderilen Yüzbaşı Green tarafından bildirilmişti362. Başkan Wilson bu
olayların yansımasıyla haberlerin doğruluğu ve abartmaların boyutları konusunun da
saptanmasını beklemekteydi. Görevlendirdiği General Harbord ABD Ordusunun en
liyakatli ve herkesin beğenisini kazanmış komutanlarından idi363.
General Harbord ve heyeti 24 Ağustos 1919’da Türkiye’ye ulaşmış ve 16 Ekim
1919 tarihinde sonuç raporunu vermiştir. Rapor, heyetin izlediği görev güzergahı ve
görülen bölgeler ile başlamaktadır. İlk aşama gemi ile İstanbul’a varıştır. Buradan
Bağdat demiryolu ile (raporda Kilikya olarak adı geçen) zengin Çukurova bölgesinin
merkez şehri Adana’ya gidilmiştir. Bölgede yerleşim merkezi olarak Tarsus ile Mersin
limanı görülmüştür. Buradan demiryolu ile önce Halep’e sonra Mardin’e ulaşılmış ve
ziyaret edilmiştir. Mardin’den itibaren yolculuğa otomobille devam edilmiş yol
güzergahı Diyarbakır, Harput, Malatya, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars, Erivan ve
Tiflis’i takip etmiştir. Buradan Batum ve Bakü’ye trenle gidilmiştir. Ermenistan
başkenti Erivan, Gürcistan başkenti Tiflis ve Azerbaycan başkenti Bakü görüldükten
sonra İngiliz işgal kuvvetleri karargahının bulunduğu Batum ziyaret edilmiştir. Öte
yandan heyetin bir diğer kısmı arabayla Ulukışla’dan Sivas’a ve buradan da Merzifon
üzerinden Samsun’a gitmiştir. Müteakiben önce Trabzon’a sonra Erzurum’a
ulaşılmıştır. Erzurum’dan sonra atla Horasan’a, Beyazıt’a ve Erivan’a, Erivan’dan da
İran sınırının yanındaki Nahcıvan’a gidilmiştir. Eçmiyazin’deki Ermeni Katagigos’u
Kevork V, geçmişi M.S. 301 yılına uzanan tarihi katedralde ziyaret edilmiştir. Görev
Anadolu’nun hemen tamamı ile Kafkasya bölgesini kuzey-güney ve doğu-batı
istikametlerini kapsayacak şekilde icra edilmiştir. Van ve Bitlis dışında Ermenilerin
yaşadığı bütün vilayetler heyetin tamanı tarafından ziyaret edilmiştir. Zaman darlığı
nedeniyle gitme imkanı bulunamayan iki vilayet için Yüzbaşı Niles’ın anılan
vilayetlerde Ağustos ayında atla dolaşarak yaptığı izleme gezisi sonunda verdiği
raporlar esas alınmıştır. Bu raporlar heyetimizin komşu bölgeler ile Azerbaycan,
362
363
Akgün, 1981, s.64
Gidney, a.g.e.,s.171
168
Ermenistan ve Gürcistan’daki gözlemleriyle uyumludur. Yolculuğun geri dönüş
bacağında önemli tütün ihraç limanı Samsun ile İran’a uzanan tarihi İpek Yolu’nun
başlangıcı olan Karadeniz’deki Trabzon limanı ziyaret edilmiştir. Anadolu ve
Kafkasya’yı kapsayan görev sürecinde bölgede egemenlik sahibi hükümet yetkililerinin
yanısıra bireysel olarak Türk, Ermeni, Rum, Tatar, Gürcü, Rus, İranlı, Yahudi, Arap,
İngiliz, Fransız kişiler ve gidilen yerlerde yerleşmiş bulunan Amerikalılar ile
görüşülmüştür. Bu bağlamda ABD tarafından desteklenen farklı eğitim kurumları, din
ve hayır kuruluşlarının görüşlerinden de yararlanılmıştır. Sonuç raporu (ı) Ermeni
halkının geçmişi ve hali hazır durumu (ıı) Siyasi durum ve yeni düzenlemeler için
öneriler (ııı) Manda yönetiminin yol açacağı koşullar ve sorunlar (ıv) Manda
yönetiminin
üstlenilmesinin
olumlu
ve
karşıt
nedenleri
başlıkları
altında
hazırlanmıştır364. Raporda Ermeniler dahil bölge halklarının 1919 yılındaki dönemsel
durumuna şöyle değinilmektedir.
Aşağıda anılan raporun metni kendi başlıkları takip edilerek sunulmuştur. KingCrane Raporu Suriye ve Mezopotamya dahil bütün Osmanlı İmparatorlu’nu kapsamakta
iken Harbord’un Raporu esas olarak Doğu Anadolu’yu tamamen, Kafkasya’yı büyük
ölçüde kapsamakta ve bu yönüyle Ermeni meselesi ile daha bağlantılı görülmektedir.
a. Ermeni Halkının Halihazır Durumu
Harpten önce bile Türk Ermenistanı olarak iddia edilen bölgede Ermeniler
çoğunluğu oluşturmaktan uzaktılar. Bugün için geçmiş dönemde hayatta kalan ve
yerlerini terkeden Ermeniler yerlerine dönmüş olsalar ve buna karşılık Türk halkının
verdiği büyük kayıplar dikkate alınmasa dahi yine de herhangi bir yerde çoğunluğu
sağlamaları şüphelidir. Halen Türk Ermenistan’ında (altı vilayet) 270.000 Ermeninin
yaşadığı tahmin edilmektedir. Bunların 75.000’ini savaşta Suriye ve Mezopotamya göç
ettirilenlerden eski yerlerine dönenler oluşturmaktadır. Geriye kalanları ağır bir tempoda
diğer bölgelerden dönmüş olanlar ile çeşitli nedenlerle yerini terketmeyenler
oluşturmaktadır. Kafkasya’da 300.000 civarında Türkiye’den göç etmiş Ermeni
bulunmaktadır. Ayrıca Yakındoğu’nun değişik bölgelerinde önceden göç etmiş önemli
364
James B. Harbord; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US
Goverment Printing Office, Washington, 1934, s.842–843.
169
sayıda Ermeni yaşamaktadır. Diğer taraftan Türkiye ve Rusya’daki yetimhanelerdeki
çocuk sayısının fazlalığı yetişkinlerin uğradığı önemli kaybı göstermektedir. Heyetimiz
yetimhanelerde mutsuz savaş yıllarından geriye kalan acınacak durumda bulunan hem
Türk hem de Ermeni binlerce küçük yaşlarda insan görmüştür. Türkiye’deki 25
Amerikan misyoner istasyonunun raporlarına göre 15.000 ailesi olmayan çocuk ABD
yardımı almaktadır. Amerikan yardımından faydalananların sayısı Kızılay’dan yardım
alanlara göre iki misli fazladır. Ayrıca Kafkaslarda değişik yardım kuruluşlarının
himayesinde 20.000 çocuk bulunmaktadır. Heyetin inceleme yaptığı bölgelerde 50.000
civarında ailesiz çocuk, hükümet veya diğer yardım kuruluşlarından himaye
görmektedir. Ayrıca sayıları yarım milyon civarında olan göçmen Ermeni New York,
Pennsylvania ve Ohio kadar bir alanda yeni bir yaşam kurma yolundadırlar. Bu rakam
diğer bölgelerdeki Ermenilerin dönüşleriyle artabilecektir. Kafkasya’daki göçmenlerin
durumu acınacak haldedir. Bunlar Amerikan yardım kuruluşlarının sınırlı yardımları
veya bölgede yaşayan ekonomik durumu daha iyi olan akrabalarının katkılarıyla
geçinmektedirler. Genelde üzerlerinde son dört yıldır giydikleri paçavraya dönmüş
giysiler vardır. Bu kitlenin % 80’i sıtma, % 10’u zührevi hastalıklar ve neredeyse
tamamı açlığa bağlı hastalıklara duçardırlar. Ayrıca pisliğin yol açlığı tiksindirici deri
hastalıkları ve özellikle çocuklar arasında yaygın olan göz hastalıkları görülmektedir.
Hastaneler bu vakalardan kaynaklanan yüksek hasta yoğunluğuna sahiptir. Rus
Ermenistan’ında sık sık yer değiştiren göçmenler Albay Haskell’in organize ettiği
toplama kamplarında toplanmaktadırlar. Kış mevsiminde ölümler artacaktır. Bölgede
kış mevsimleri son derecede sert geçmekte olup, yakıt çok sınırlıdır, barınma imkanları
yetersizdir. Kinin ilacının bir poundu (453.5 gram) 30 dolardır (bu miktarın 2007 yılı
itibariyle satın alma gücü 360.55 $’dır)365. Sınırın Türk tarafındaki yerlerine dönen
Ermeniler mülk durumlarını düzeltmekte, bazı koşullarda kira yardımı dahi
almaktadırlar. Ancak genelde geride bıraktıkları ev ve mallarını zarar görmüş olarak
bulmaktadırlar. Kış için Türk Hükümetinin sağlayabildiği sürekliliği fazla olmayan
yardımlar ile Amerikan Yardım kuruluşunun yardımlarına bağımlı durumdadırlar.
Bölgede yaşayan Türk köylülerinin de durumu pek farklı değildir. Her iki halk da kış
karşısında eşit derecede savunmasız ve kötü durumdadırlar. Hekim ve ilaç yoktur.
365
http://www.measuringworth.com/calculators/uscompare/result.php (14.01.2008 ).
170
Köyler yıkıntı halindedir. Bunlardan bazıları Ermenilerin bölgeden kaçması veya
çıkarılmaları sırasında, bazıları Rus Ordusunun Türkiye içinde ilerlemesi esnasında,
bazıları Rusya’nın çöküşü sonrası bölgeden çekilen Ermeni çeteleri tarafından bu hale
getirilmiştir. Harbe giden Türk köylüsünün % 20’den azı geri dönebilmiştir. Yirmi ile
otuz beş yaş arası erkek nüfusun yokluğu dikkat çekicidir.Yalnız tifüsten 600.000 Türk
askeri yaşamını yitirmiştir. Yetersiz hastane hizmetleri, ikmalin çok zayıf kalması ölü
sayısını arttırmıştır.
Savaş döneminde Rus ve Türk Ordularının ileri ve geri hareketlerinin cereyan
ettiği bölgedeki koşullar feci durumdadır. Hiçbir yerde uzun süreden beri tarım
yapılmamış olup, toprak yabani bitkilerle örtülmüştür. Harabeye dönmemiş köy veya
şehir kalmamış gibidir. Arazi ağaçsızdır. Savaşın amansız doğası yanında, tarafların
ilerleme ve çekilme hareketleri esnasında yapılan karşılıklı misillemelerden çok,
genelde kerpiçten yapılan binaların ağaç olan parçaları sökülerek yakıt olarak
kullanılmış ve böylece evler tahrip olmuştur. Savaş alanı dışında kalan ancak tehcir
uygulanan Ermeni köylerindeki tahribata Türkler yol açmıştır. Buna karşın Ermenilerin
Rusların ayrılmasıyla onların yerini almaları sonrasında Türklere yaptıkları gaddar
misilleme aşikardır. Günümüzde bölgenin yeniden inşasındaki zorluk bölgenin uzun
geçmişindeki vahşi doğa koşullarına göre biraz daha kolay gözükmektedir.
Rusların makadam şoseler inşa ettiği yerler, hatta Türklerin genelde savaş
sırasında inşa ettikleri ve heyetimizin kullandığı yollar geçişe müsait ve bazıları iyi
durumdaydılar. Ancak bütün şoseler bakımsızlık nedeniyle kısa sürede bozulacaklardır.
Bir vakitler motorlu araç trafiğine hayli uygun olan bölge, deve kervanlarına, harap
arabalara bağımlı eski ulaşım koşullarına doğru kaymaktadır. Öküz temel çeki
hayvanıdır. Antik dönemlerde halı ve mücevherlerin İran’dan Karadeniz’e oradan da
Batı pazarlarına çıkış yolu olan Erzurum-Trabzon arasında iyi bir şose yolu vardır.
Güncel yük taşıma ücreti ton başına 145-150 dolar (2007 karşığı 1798 dolar) kadardır.
Görev güzergahının Türkiye’deki bölümünde eşkiyalıkla ilgili şeyler işitmemize
karşın hiçbir olumsuzlukla karşılaşılmamıştır. Etkinliğinin zaman zaman yetersiz
olduğu ifade edilmekle birlikte Türk hükümeti halkını kontrol edebilmekte ve
171
yönetebilmektedir. Ancak diğer tarafta bir zamanlar Rusya’nın polis devlet yönetiminin
hüküm sürdüğü bölgede Rus kontrolunun kalkmasıyla ortaya çıkan gevşek güvenlik
ortamına bağlı olarak pek çok bölgede can ve mal emniyeti bulunmamaktadır.
Heyetimiz Rus Ermenistan’ında Kürtlerin ateşi ile karşılaşmış, bazı motorlu araçlar
mermi isabeti almış ve ekibin yarısı köylerinden Ermenilerin sürdüğü ve yeniden
köylerine dönmek isteyen Müslümanların elinde bir akşam süre ile rehin kalmışlardır.
Azerbaycan’da da heyetimize ateş açılmıştır. Transkafkasya demiryolunda soygun
amaçlı olarak tren yolu tahripleri sık görülmektedir. Trenimizin emniyeti için tedbir
olarak Gürcü Hükümeti katarların belirli mesafede önünden giden ikaz lokomotifleri
koymuştur. Şehirlerarası yollar, hatta banliyö semtleri emniyetli değildir. Gürcistan ve
Azerabaycan’da hemen herkes tüfek taşımaktadır. Yollarda seyahat edenleri durdurma
veya gelişigüzel ateş etme teşebbüsleri olmaktadır.
Kafkasya’ya yapılan yardım Kongre tarafından onaylanan yüz milyonluk sabit
ödenekten ayrılmaktadır. Bu yardım müttefik ülkelerdeki yardım faaliyetleri ile Yakın
Doğu Amerikan Yardım Komitesi aracılığı ile sürdürülen yardımları kapsamaktadır.
Her koşulda Kafkaslardaki yardım örgütü normalin üzerinde bir gayretle görevini
sürdürmektedir. Bu kuruluş sayesinde göçmenler açlık ölümlerinden kurtarılmış ve
bölgede Amerika’ya karşı tarihinde görülmedik bir sempati oluşmuştur. Şimdi bu
yardımlar pejmurde Kürt, makul Gürcü, şüpheci Azeri ve ağırbaşlı Türk, herkesi
kapsayacak şekilde genişlemektedir. ABD Başkanının ondört maddeli prensipleri
bölgede geniş ölçüde yankı yapmıştır. Heyetimizin temaslarında Basra’nın vahşi
Arabından, Dağıstan’ın dağlısına, Türk milli hareketinin Erzurum ve Sivas’taki gururlu
ve yetkin liderlerine ve on dakika önce bizi Ermeni zannederek üzerimize ateş açan
göçebe Kürde kadar herkes kendi kaderini belirleme konusuna
değinmiştir. Yerel
görevlilerin rüşvet sağladığı şeklindeki bazı suçlamaların doğru olduğu anlaşılmaktadır.
Aynı sıkıntılı koşullarda olmalarına karşın Hıristiyanların, Müslümanlara göre
kayırıldığı iddialarına sıkça rastlanmaktadır. Tecrübe noksanı ve eksik iletişime bağlı
olarak Amerikalı görevli ve çalışanların
görev etkinlikleri
yeterli değildir.
Ödeneklerinin yetersizliğinin bilincindeki kamu görevlisi genç Amerikalılar açlığın
tehdit ettiği bir göçmen nüfus karşısında normal emek piyasasında alışık olunmayan bir
172
vicdan ve cömertlikle çalışmaya yönelmekte, bu gayretleri kendilerinin saygıyla
anılmasını sağlamaktadır. ABD yardım kuruluşlarının görevlileri hakkında sistematik
olmayan metodlarla çalıştıkları şeklindeki eleştirilere karşı en iyi cevap Amerika’nın
büyüklüğü ve itibarını yücelten bu yurttaşlarının, canı gönülden katkılılarıyla başarılan
iş olmaktadır. Kafkasya’daki yardım faaliyetlerini yeniden organize eden Albay Haskell
şimdi daha iyi sonuçlar almaktadır. Kendi imkanlarıyla ürün hasadı yapabilene kadar
halkın desteklenmesine gerek vardır ve bu nedenle yardım faaliyeti devam etmeli, bu
amaç için
kaynak yaratılmalıdır. Eğer zirai ekim için tohum sağlanabilirse 1920
Ağustos’unda ürün alınabilir. Arzulanan bu ıslah çalışması toprağına yeniden dönenlere
uygulanabilir.
Türkler ve Ermeniler kendi hallerine bırakıldıkları takdirde birlikte barış
içerisinde yaşayabileceklerini göstermişlerdir. Aynı topraklar üzerinde beş yüzyıl yan
yana yaşamış olmaları, birbirlerine bağımlılık ve karşılıklı çıkar birliğinin süphe
götürmez göstergesidir. Yaşlı ve devlet tecrübesi olan Erzurum Valisi bize Abdülhamit
dönemindeki olaylar öncesi kendi gençliğinde Türkler ve Ermeniler’in barış ve güven
içerisinde yaşadıklarını belirtmiştir. Bu dönemlerde Hac ziyaretine giden bir Türk
ailesini ve mallarını Ermeni komşusuna emanet etmekteydi, keza yolculuğa çıkacak
Ermeni değerli her şeyini Türk arkadaşına emanet ederdi. İfadelere göre öldürme
olayları İstanbul’dan yönlendirilmişti. Amerikan misyonerleri bize 1915 yılında tehcir
uygulamasına katılmayan bazı Türk yetkililerinden bahsetmişlerdir. Tehcir genelde
Enver Paşa, Talat Bey ve Cemal Paşanın lider kadrosunu oluşturduğu İttihat ve Terakki
Partisi’ne mal edilmektedir. Mütarekeden itibaren başkentte bu konuyla ilgili olarak bir
mahkeme kurulmuş, üst düzey görevi olmayan bir kişi asılarak idam edilmiştir. Talat,
Enver ve Cemal kaçmışlardır. Haklarında harp hukukuna aykırı davranışlarından ötürü
ciddi suçlamalar bulunan bir grup insan Malta’da İngilizler tarafından gözaltında
tutulmaktadırlar. İngilizler tarafından bunlar hakkında yasal bir hüküm verilmemiş olup
sadece kişisel özgürlükleri kısıtlanmaktadırlar. Bazı duyumlara göre Enver Bey
Kafkasya’da bir takım işler planlamaktadır. Güvenilir bir Fransız kaynağına göre
kendisi iki ay kadar önce Tiflis’te bulunmuş ve hükümet yetkilileri ile görüşmeler
yapmıştır. Enver, Türklerin gözünde kendi çabası ile karışıklıkların yaygın olduğu
173
ortamdan yükselmiş, Osmanlı sarayı ile evlilik yoluyla bağ kurmuş, askeri kabiliyeti ile
ün yapmış bir kahramandır. Azerbaycan’da ve Ermeni sınırındaki karışıklıklara yol açan
Müslüman çeteciler büyük ihtimalle Enver tarafından yönetilmektedirler .
Ermenilerden bölgede kalanların bulundukları yerlerde yollar ve arazi neredeyse
insan eli değmemiş bir yapıya dönmüş durumdadır. Açlıktan ölümler Amerikan
yardımları sayesinde önlenebilmektedir. Köy ve kasabalar harabe halindedir.
Kafkaslarda eşkiyalık kol gezmekte, ilaç ve giyim eşyası bulunmamakta, buna karşın
ağaçtan yoksun, kömür olmayan bölgede kış koşulları yaklaşmaktadır. Türkiye’deki
evlerine
dönen
Ermenilerin
yaşamları
bakımından
herhangi
bir
tehlike
bulunmamaktadır. Ancak belirli bölgelerden çekilen yabancı güçlerin subaylarınca
kendilerine yapılan tedirgin edici öneriler, kendilerinin önceden var olan kuşkularını
arttırmıştır. Öte yandan Yunanlıların çıkmasıyla İzmir’de meydana gelen olaylar da
Türkiye’de yaşayan Hıristiyanlar açısından yaşam riski oluşturmuştur. Çünkü Türklere
göre İzmir’e Yunanlıların çıkışı mütareke koşullarının kasıtlı olarak ihlalidir ve
muhtemelen daha sonra yapılacağı konusunda hiçbir garantisi olmayan saldırıların
başlangıcı olarak algılanmaktadır. Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki karışıklıklarda
yabancı güçlerin sorumlulukları büyüktür. Bu bağlamda tehcir ve öldürmeler esnasında
silahı olmayan ve binlercesi Rus, Fransız ve Amerikan ordularında çarpışmış cesur
Ermeniler herkesin silah taşıdığı topraklarda bugün yine silahsızdırlar366.
b. Siyasi Durum ve Yeni Düzenlemeler için Öneriler
Avrupalı hükümetlerin kendisiyle eşitlik ilkesine göre ilişki yürütmeye
çalıştıkları Osmanlı İmparatorluğu’na hakim olan sefalet, açlık, harabeye dönen ortam,
savaşın ardındaki sıkıntılar, hiçbir gücün mani olamadığı zulmün yol açtığı politik
koşullara çözüm ararken, bu koşullarda nasıl bir reform gerçekleştirilebileceği öncelikli
araştırma konusudur. Varlığı devam eden hükümet yapısı halkına; yaşam güvencesi
verebilen, özgürlük sağlayan ve çağdaş dünyanın beklediği mutluluğu sunabilen bir
yapıya dönüştürülebilir mi? Paris Barış Konferansının Osmanlı İmparatorluğu’na ilişkin
366
James B. Harbord; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US
Goverment Printing Office, Washington, 1934, s.843-851.
174
17 Haziran tarihli son toplantısındaki görüşmelerde Osmanlı Hükümeti Sadrazam
Damat Ferit Paşa tarafından kötü bir şekilde temsil edilmiştir. Kendisi konferansta
bölgede olumsuz ortamın ortaya çıkışının “insan vicdanını titreten günahları işleyen” ve
“Anadolu’nun yıkıntı yığınına getiren” Osmanlı Hükümetlerinin uygulamalarından
kaynaklandığını itiraf etmiştir. Konferansta sadrazamın temsil ettiği imparatorluğun
bekasına ilişkin ricalarına karşın Onlar Konseyince verilen cevapta bunun çağdaş
gereksinmeleri karşılayabilecek ve geçmişteki suçların zararlarını telafi edecek
reformların gerçekleştirilmesi olasılığına bağlı olduğu hususuna değinilerek “Meydana
gelen değişim sürecinde Türk yönetiminin gelmesiyle birlikte ne Avrupa ne Asya ne de
Afrika ülkelerinde refahın azalmadığı bir örneğe rastlanmamıştır. Yine Türk
yönetiminin çekilmesinin ardından maddi ve kültürel gelişmenin artmadığı bir ülke
örneğine de rastlanmamaktadır. Avrupa’daki Hıristiyanlar olsun, Suriye’deki,
Arabistan’daki, Afrika’daki Müslümanlar olsun Türklerin girdikleri yeri tahrip etme
dışında bir icraatlarını görmemişlerdir. Harp kazandıkları yere barışı geliştirme gibi
bir özellikleri görülmemiştir. Bu yönde yeteneklerinin olduğu söylenirse yalandır.
Ermeniler değinilen nedenlerden dolayı Türklerden bıkmışlardır ve artık Türklere böyle
kontrolsuz başka bir ortam verilmeyecektir” ifadelerine yer verilmiştir.
Öte yandan Rusların Kafkaslardan elini çekmesinden sonra bölge kontrolden
uzak bir görünüm sergilemektedir. Kafkasya bölgesi etnografik olarak dünyanın en
karmaşık bölgelerindendir. Bütün çağlar boyunca insanlığın önemli yollarını
barındırmıştır. Asırlar boyu burada kökenlerinden ayrı düşen etnik gruplar
konaklamışlar ve genelde göç dalgaları ‘Büyük Kafkasya’ merhalesini takip etmiştir.
Buna bağlı olarak bu küçük bölgede, kırk farklı alt gruba ayrılmış beş temel etnik grup
mevcuttur. Bunlardan dokuzu göreceli olarak daha yakın tarihlerde bölgeye
gelmişlerdir. Otuzbiri ise bölgenin eski halklarıdır. Entegrasyonları daha fazla olan
Gürcüler ve Tatarlar dışında anılan gruplar birbirinden ayrılması güç biçimde
karışmışladır. Uygarlıkları dağlı yabanilerden, en yüksek düzeyde kişilere kadar değişen
çeşitlilik gösterir. Kırk farklı ırktan en önemlileri Gürcüler, Azeri Tatarlar ve
Ermenilerdir.
175
Birbirine komşu üç küçük cumhuriyette yaşayan bölge halkları bir Kafkas
Konfederasyonu oluşturmuşlardır. Gürcistan Hıristiyandır ve eski Gürcistan kökenli
nüfus çoğunluktadır. Azerbaycan halkı Tatar olup Müslümandır. Ermenistan Çarlık
Rusya’sının eski Ermeni vilayetlerinden oluşmaktadır. Halkın önemli bölümünün Asya
Türkiye’sinde yaşayan Ermenilerle akrabalık bağları bulunmaktadır. Bu cumhuriyetler
Türkiye dışında kimse tarafından tanınmamıştır. Ermenistan Cumhuriyeti, Barış
Konferansındaki faaliyetleriyle Rusya Ermenistan’ı ile Türkiye’den (Van, Bitlis,
Diyarbakır, Harput, Sivas, Erzurum) altı vilayet ve Kilikya’yı içine alacak birleşik bir
Ermenistan kurma gayreti içerisindedir. Ancak bu geçiş sürecinde yerlerinden ayrılan
Ermeniler evlerine dönüp bütünlük sağlanıncaya ve meclis oluşturulup kalıcı bir
hükümet kuruluncaya kadar bir süper gücün mandasını istemektedirler. Gürcistan ve
Azerbaycan Barış Konferansından Kafkasya’nın tamamını ilgilendiren tartışmalı
sınırların düzenlenmesini ve bağımsızlıklarının tanınmasını istemektedirler.
Rusya’nın enkazından kalan alt yapının üzerine kurulmuş hem Azerbaycan, hem
Gürcistan devraldıkları uygarlık, yönetim ve ekonomik sistemlerin başlangıçtan itibaren
kendilerine ait olduğu kanaatindedirler. Rus kilisesinden daha eski kiliseye sahip ve
Rusya’nın 1802’de ülkelerini ele geçirmesinden önce bin yıl süre ile Tiflis’te hüküm
süren Ermeni orijinli Gürcü bir hanedan geleneğinden gelen Gürcüler mantıklı bir
toplum özelliği göstermektedirler.
Gürcüler Bolşevizmden büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Kendi devrimleri
sonrasında kırmızı bayraklar asılmış, topraklar bedelsiz kamulaştırılarak köylülere
dağıtılmıştır. Bu gelişme aslında hem köylü hem de toprak sahibi açısından yararlı
olmamaktadır. Azeriler soy olarak Tatar, din olarak Müslümandırlar. Azerbaycan’ın
farklı topografik yapısı ve ürün çeşitliliği, kendisini diğer Kafkas cumhuriyetlerine göre
dış yardıma daha az bağımlı kılmaktadır. Azerbaycan olsun, Gürcistan olsun Kafkas
Dağlarının güneyinden gelen Denikin güçlerinin terör ortamında bulunmaktadırlar.
Gürcistan kuzey sınırında küçük bir orduya sahiptir. Azerbaycan ise Hazar Denizindeki
hücümbotların saldırılarından sakınabilmek için General Denikin ile zımni bir anlaşma
içerisindedir.
176
Rus Ermenileri ile Türkiye’deki Ermeniler hısımdırlar ve 1878’de Rus
hakimiyetine girmişlerdir. Ermeniler Rusların davranış biçimlerini ve adetlerini
benimsemişlerdir. Sahip oldukları zenginlik ve yeteneklerine bağlı olarak Rus
hakimiyetindeki Kafkaslarda ağırlıklı konuma sahip olmuşlardır. Rus idaresindeki bölge
başkenti Tiflis, New York ve İstanbul’dan sonra en fazla Ermeni nüfusa sahip şehirdir.
Ermeniler Denikin’e ve yeniden kurulacak bir Rusya fikrine sıcak bakmaktadırlar.
Ancak (Denikin’e rağmen) Gürcistan ve Azerbaycan’la birleşmeyi redetmeleri Kafkas
Konfederasyonunun çökmesine yol açmıştır.
Kafkaslarda Rus uygarlığı hakimdir. Değeri olan herşeyin temelinde Rus parası
ve ekonomisi yatmaktadır. Bu ortak özelliklerin yanısıra Kafkas ülkeleri ulaşım
açısından da birbirine bağımlıdırlar. Gürcistan’ın başkenti Tiflis’ten batıda Karadeniz
kıyısındaki Batum’a doğuda Hazar Denizi kıyısında Azebaycan başkenti Bakü’ye,
güneyde Ermenistan başkenti Erivan’a demiryolu bağlantısı vardır. Rus demiryolu
standardında inşa edilen demiryolu, merkezi Tiflis olan ve üç ucu farklı ülkede biten
üçlü bir ulaştırma sistemidir.
Kafkas demiryolları Rus hakimiyeti döneminde tek bir yönetim sistemi
içerisinde, atelyeler, (lokomotif ve vagon) işletme makineleri, merkezi yönetim
anlayışına uygun işletilmekteydi. Şimdilerde Gürcistan demiyolu atelyelerini,
Azerbaycan yakıt olarak kullanılan petrolü denetiminde bulundurmakta ve üç ülkenin
demiryollarında çalıştırabildikleri makine sayısı kendi imkanlarıyla sınırlı olmaktadır.
Bu üç ülkenin arasında karşılıklı güven olmadığından katarların bir ülkeden diğerine
düzenli tarife ile çalışabilmesi bir dış devlet güvencesi olmadan gerçekleşememektedir.
Gürcistan, Ermenistan’a yapılan yük taşımasına rahatlıkla ambargo koyabilmekte ve
coğrafi avantajı sayesinde bu ülkenin demiryolu nakliyatının içeriğini izleyebilmektedir.
Yakıt ikmalini denetiminde bulunduran Azerbaycan ise, Ermenistan’a karşı Gürcistan
ile işbirliği yapmaktadır. Demiryolu bu nedenlere bağlı olarak yerel mekanizmalarla
etkin ve rantabl işletilememektedir. Demiryolu hatları ve makineleri süratle elden
çıkmaktadır. Gürcistan’ın Ermenistan üzerindeki denetim avantajına örnek vermek
gerekirse Ermenistan’a komşu ülkelerin oluşturduğu sürekli tehdide rağmen Gürcistan
177
kendi toprakları üzerinden bu ülkeye silah ve mühimmat nakliyatına müsaade
etmemektedir.
Batı değerlerine göre bu üç hükümet tamamen etkisiz, itibarını kaybetmiş ve
rüşvetin egemen olduğu bir durumdadırlar. Hepsi önemli mali sorunlarla karşı
karşıyadırlar. Dini farklılıklara, etnik olanlar da eklendiğinde bu ulusların müşterek bir
kontrol mekanizmasının dışında bulunması karmaşık bir durumu yaratmaktadır. Bu
devletlerden Ermenistan ve Azerbaycan’ın, Gürcistan üzerinden gerçekleşen demiryolu
bağlantısı dışında Karadeniz’e çıkışları bulunmamaktadır. Bu üç hükümet arasında
ortak bir para sistemi, posta ve gümrük birliği olmadığı gibi yukarıda değinilen
demiryolu sistemi üzerinde de ortak bir işletme organizasyonu yoktur, ayrıca sürekli
sınır anlaşmazlıkları mevcuttur.
Azebaycan iyi bir yönetim kadrosu oluşturacak elit bir tabakadan yoksundur,
Gürcistan kendisini Bolşevisme karşı koruyamamaktadır, Ermenistan ise harabeye
dönmüş olup açlık çekilmektedir. İncelemelerimizin tamamı bu ülke halklarının
hepsinin güvenilir bir dış gücün manda yönetimini olumlu karşılayacakları yönündedir.
Rus Ermenileri eğer bugün Rusya yeniden toparlanabirse Rus mandası yönünde oy
verebilirler. Rusya ile geçmişinden beri barışık olmayan Gürcistan, geçmişten gelen
bağımsızlığını geri almaya çabalamaktadır. Tatar ve Müslüman olan Azeriler,
Hıristiyanlara güvenmemekte ve kendilerini Türkiye’ye bağlı hissetmektedirler. Ancak
entelletüel kesim Hıristiyan ülkelerle olan ilişkiler bağlamında Türkiye’yi aklına
getirmemekte ve bir dış kontrolün kaçınılmaz, hatta gerekli olduğu görüşünü
taşımaktadırlar. Heyetin kanaatine göre coğrafi, ticari ve nesiller boyu kazanılan
alışkanlıkların sonucu olarak Kafkaslarda barış, düzen ve etkinliğin sağlanması ihtiyacı
ve ekonomik duruma bağlı olarak bir manda sistemi gerekli olmanın ötesinde her açıdan
zorunluluktur. Bölgenin mandasını üstlenen güç hali hazırda belirsiz olan sınırları
kaldıracaktır. Bu üç ülkenin sınırlarının nihai olarak belirlenmesi veya hükümetlerinin
kurulmasına
ilişkin
hususlara,
bağımsızlık
olmasa
bile
otonomi
isteklerini
çağrıştıracağından mevcut koşullarda değinilmemelidir. Bu ülkelerin kendilerini
yönetebilme, aralarında uyumlu ve dostça ilişkiler kurabilme potansiyeli mandater güç
tarafından yönlendirilmelidir. Ancak manda üstlenen devlet için burada yapılan görevin
178
mahiyetini takdir etmeyen ve nankör zihniyetteki kişiler üzerinde uzun sürecek bir
vesayet rejimi çok pahalıya mal olabilir ve yeniden toparlanacak Rus diplomasisinin
saldırılarına konu olabilir. Böyle bir durum bölgedeki mandater güce Dünya barışına
katkıda bulunma ve ezilen halkların rehabilitesi gibi
manevi haz dışında pek şey
sağlamayacaktır.
Milletler Cemiyeti sözleşmesi “geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı olan
belirli bazı toplumların belirsiz süreyle manda yönetiminde bulundurulmalarını”
öngörmektedir. Bu durum İmparatorluğun önceden belirli derecelerde parçalanmasını
tanıma anlamını taşımaktadır. Sanık sıfatındaki Osmanlı Hükümetinin Barış
Konferansına verdiği cevap, imparatorluğun bir kısmı veya tamamında süratli bir
gelişme sağlanacağı anlamında yorumlanamaz. Fiilen gerçekleşen bölünme ve işgaller
karşısında Türkler, Barış Konferansının haklarında vereceği hükme göre bütün
İmparatorluğun tek bir manda altına verilmesini yeğleyeceklerdir. Bu isteğin
karşılanması Türk taleplerinin diğer güçlerin çıkarları ve eğilimleri ile aynı doğrultuda
olmalalarına bağlıdır ki bu da pek çok açıdan zayıf bir olasılıktır.
Ermenistan ve Kafkasya bölgelerinin kendisine komşu olan Anadolu, İstanbul
ve onun hinterlandı Rumeli’yi dışarıda bırakarak manda yönetimine konulması bunu
üstlenecek gücü olumsuz koşullarla karşı karşıya bırakacak ve bunda ısrar yüksek bir
maliyet getirecektir. Böylece yasa ve düzenin muhafazası, can ve mal güvenliği
açısından mevcut belirsizlik hali değişmeyecek, nihai başarı ise son derecede şüpheli
olacaktır. İstanbul’un Osmanlı Devleti’nin kontrolunda bulunması gerçekte manda
görevini üstlenen devletin önünde engel oluşturacaktır. Çünkü asırlar boyunca bu
coğrafyanın insanı İstanbul’u otoritenin merkezi olarak algılamaya alışıktır. En
entelektüel ve başarı beklentisi olan Ermeniler bile bunu başkentte aramışlardır.
Kuramsal olarak Eçmiyazin’deki Katagigos’a bağlı gözükmekle birlikte İstanbul
Ermeni Kilisesi, İstanbul gibi bir mevkide bulunmakla Ermeni toplumunun politik lideri
konumundadır. İmparatoluktaki her toplum, sayısı oranında başkentte temsil
edilmektedir. Savaş öncesi Ermenilerin ülkenin ücra köşeleri dahil her tarafına iş
ilişkileri ve ticari faaliyet yoluyla ulaşmış 150.000 insanı bulunmaktaydı. Gelecekteki
Ermeni yurdunun endüstriyel ve girişimci insangücü gereksinimi bu insanlara bağımlı
179
olacaktır. Ulaşım ve ticaret merkezi ise İstanbul’dur. Gemi izin belgeleri hesabı
yapıldığında İstanbul’un savaştan önce Avrupa’nın en önemli limanı olduğu
görülmektedir. Pek çok basiretli iş adamına göre de dünyanın üçüncü büyük ticari şehri
olmaya adaydır. Ancak nesiller boyu süren alışkanlığı manda yönetimi altına alınmayan
bir İstanbul, finansal ve politik akımlar için de girdap olacaktır. Taviz koparma, finansal
entrika, siyasi istismar ve iç çekişmeler geçmişte olduğu gibi gelecekte de etkili
olacaktır.
Böyle
bir
durumda
İstanbul
uluslararası
uyumlu
bir
denetim
mekanizmasından yoksun kalacaktır. Yönetim birliği ve etkinlik, hantal yapı nedeniyle
gerçekleşemeyecektir. Bu nedenle yönetim fonksiyonları varılacak mutabakatla
mümkün olduğu kadar bir liderlik altında toplanmalıdır. İstanbul’da kurulacak hükümet
konusunda galip devletler arasında varılacak bir uzlaşma halinde dahi; her devletin ayrı
ayrı kendi politikaları yönünde hareket etmeleri ve Türkiye’den çıkar beklenileri
karşılığında kendisine yanaşmaları yönünde bu ülkeleri teşvik eden bir ortam
oluşacaktır. Bu nedenle gerçek bir kontrol sistemi oluşturulmalıdır, yetkisiz bir
sorumluluk
Doğu
mentalitesindeki
bir
ülkede
kaos
anlamına
gelir.
Ancak
Amerikalıların isteksiz olduğu kanaati varsayıldıkça manda görevi, farklı kaynaklardan
beklenen bir güvence arayışı olmaktadır. Bu gelişmeler içerisinde Türkler yabancıların
faaliyetleri
karşısında
talihsiz
imparatorluklarının
geleceği
için
üzüntüye
kapılmaktadırlar. Eş zamanlı olarak İstanbul’un kontrolunu elinde bulundurmadan
Ermenistan’ın mandasını üstlenen bir yönetim ise zaafa uğrayacak, ticari kalkınma
sınırlanacak, yerel ve sınır şikayetlerini çözümleme Türklerin güvenilir olmayan
siyasetine bağımlı imtiyazlı çevrelerin etkisinde kalacaktır. Hatta uç bir olasılık olarak
Ermenilerin Batı Dünyası ile irtibatı kopabilecektir. Raporda belirtilen sakıncaları
önlemek için Müttefiklerin (İtilaf Devletleri) Boğazlar’ın bir manda yönetimi altına
konulması konusundaki duyarlılıkları açıktır.
Ermenistan ile Kafkasya için bir manda yönetimi, Boğazlar ve Anadolu için
diğer bir manda yönetimine ihtiyaç olduğu kabul edildiğinde bunların tamamının bir
ülke tarafından üstlenilmesi konusunda görüşler, düşünceler mevcuttur. Eğer manda
yönetimi farklı ülkeler tarafından uygulamaya konulursa, bu durumda ortaya çıkacak
frenlenemeyen kıskançlıklar, nefret, abartılmış ayrılıkçı eğilimler ve ekonomik
180
güçlükler başarısızlığı kaçınılmaz kılacaktır. Bütün yanlışlıkları ve köhneleşmiş haline
bağlı olarak Türk İmparatorluğu’nda politik düzeninin işlemesi güçlü bir mandater
gücün varlığına gereksinim hissettirmektedir. Bu bağlamda mücavir alanlarda yaşayan
komşu halkların durumları da söz konusunu olup, bu konuyla doğrudan bağlantılıdır.
Türk İmparatorluğu ve Kafkasya üzerinde tek bir manda aynı zamanda en ekonomik
çözümdür. Hiçbir mantıklı tasarım Kafkasya’daki ve Ermenistan’daki demiryollarının
Anadolu bağlantısı olmadan gelişmesini ve etkin biçimde yararlanılmasını ümit edemez.
Ermenistan’ın yüksek dağlık bölgesini takip eden doğal karayolları uygun sekilde
muhafaza edilse dahi çok maliyetli ve güçlük arzeden bir ulaşım sistemidir. Ayrıca
Anadolu’yla bağlantı olmaması halinde bu sistemin işlemesi mümkün değildir. Uzun
yılların yanlış uygulamaları aynı derecede yüksek maliyetle sürdürülemez. Bu
olumsuzluk ancak her iki bölgenin (Anadolu ve Kafkasya-Ermenistan) birlikte
denetimi ile önlenebilir. Boğazların, Anadolu’nun ve Ermenistan’ın farklı güçlerin
denetiminde olduğu bir siyasi yapıda Ermeni üreticileri ve ihracatçılarının Yakın Doğu
ticaretinden eşit pay beklentileri olamaz.
Ermenistan dönüşü İstanbul’daki Ermeni Patriği, Ermeni Protestanları ve diğer
Ermeni cemaat başkanları bizi arayarak Ermeni meselesinin Ermenistan’ın hudutlarıyla
sınırlı olarak çözülemeyeceği, kendilerinin Türk İmparatorluğunun diğer bölgelerini de
içeren bir manda yönetimi altına girmeye istekli olduklarını belirtmişlerdir. Mamafih bu
liderler 15 Ekim 1919’da müştereken gönderdikleri yazılı metinde “imparatorluğun
farklı ulusları tek bir manda gücünün yardımından faydalanabilirler” dedikten sonra
Ermeni ve Türkleri aynı yönetim yapısı içerisine yerleştirmenin Ermeni ideallerini
yıkacağını “çünkü bireysel hakların garantisinin, ulusal hakların özellikle Ermeni
ulusunun amaçlarının garantisi anlamını taşımayacağını, Türk İmparatorluğu’nun
tamamını iyi bir hükümete kavuşturmanın tek başına Ermenileri kendi anayurtlarına
toplanmaya teşvik etmeyeceği, dağınık bölgelerde yaşamaya devam edecekleri gibi”
argümanları ileri sürmüşlerdir.
Eski bir yüksek dereceli Osmanlı hükümet üyesi ve aynı zamanda ülkesini
Avrupa’nın çeşitli mahkemelerinde temsil etmiş bir diplomatın da dahil olduğu bir grup
üst
düzey
Türk,
1914’de
ülkelerinin
gerçek
bağımsızlığının
gerçekleştiği
181
(kapitülasyonların kaldırıldığı yıl) durum ile İmpartorluğu ABD mandasına verilmesi
seçenekleri arasında rahatlıkla ikincisini tercih ettiklerini ve Türkiye’nin aydın, eğitimli
insanları adına da konuştuklarına inandıklarını ifade etmişlerdir.
Heyetimiz, Türklerin İtilaf Devletleriyle yaptığı ateşkeste belirtilen koşulların
ülkelerinde çıkar gözetmeyen bir mandater ülke tarafından gerçekleştirilmesine
itirazlarının olmadığını açık bir şekilde gözlemlemiştir. Böylece en az yabancı askeri
güçle ateşkes koşulları yerine getirilebilir. Ülkeden parça koparılarak oluşturulacak
herhangi bir bölgesel siyasi oluşum ise yıllar süren güçlü bir işgal kuvvetinin varlığına
bağlıdır. Ulusal bütünlükten yana Ulusalcı Parti veya Ulusal Savunma Partisi’nin
(Müdafayı
Hukuk)
amacı,
başkanı
Mustafa
Kemal
Paşa’nın
belirtiği
gibi
İmparatorluğun topraklarının bütünlüğünü çıkar beklentisi olmayan tercihan Amerika
gibi bir ülkenin mandası içerisinde korumaktır.
Heyetimiz Sivas’ta iken Temmuz ayında Erzurum’da, Eylül ayında Sivas’ta
birer kongre gerçekleştirmiş olan anılan partinin liderleriyle toplantı yapmıştır. Bu
hareket tehlike içerisinde oldukları ileri sürülen Ermenilerin kaderiyle ilgilenenler için
endişe kaynağı oluşturmuştur. Hareketin lideri Türk Ordusu’nun eski bir generali,
Çanakkale’de yönettiği kolordu ile ün kazanan genç ve üstün yetenekli Mustafa Kemal
Paşa’dır. Bu hareketi yönetmek için ordudan istifa etmiştir. Amacına ulaşmak için
imparatorluğun mandasını üstlenme arzusunda olan İtilaf güçlerinden birinin ( İngiltere
kastediliyor) etkisine girmiş Ferit Paşa Hükümetinden kurtulmayı hedeflemiştir. Sultana
karşı bağlılık gösteren ulusalcı lider cüretkar bir davranışla başkent ile ülkenin telgraf
haberleşmesini kesmiş ve iletişimin tekrar kurulmasını hükümetin istifasına bağlamıştır.
Ekim ayında Damat Ferit hükümetinin düşmesi ülkede esasları Türk yetkililerince
belirlenen ulusal hareketin ağırlığının arttığını işaret etmektedir. 15 Ekim 1919’da
yayımlanan bildiride Mustafa Kemal “Ulusal Parti tarafsız bir yabancı ülkenin
yardımının gerekliliğini anlamaktadır. Amacımız ateşkesin yapıldığı tarih itibariyle
ortaya çıkan Türkiye’nin gelişmesini güvenceye almaktır. Yayılmacı planımız yoktur
ancak kanaatimiz o dur ki Türkiye iyi bir yönetim sayesinde zengin ve müreffeh bir ülke
olabilir. Mevcut hükümet yabancı müdahalesi ve entrikaları ile zayıflamıştır.
Tecrübelerimize göre Amerika’nın yardım edebilecek yegane ülke olduğuna inanıyoruz.
182
Ermenilere karşı bir olumsuzluğun meydana gelmeyeceğini taahhüt ediyoruz.”
ifadelerine yer vermektedir.
İzmir’deki Yunan işgalinde yaşanan olaylar ve Avrupalı bazı güçlerin ürettiği
eylem ve propagandaya bağlı oluşan huzursuzluk, ateşkesi müteakip büyük bir aradan
sonra Türk toplumunu karışıklığa çekmiştir. Heyetimiz önceden bütün Osmanlı
İmparatorluğu güçlü bir askeri işgal ile kontrol altına alınmadıkça yaşanan süreçte Paris
Barış Konferansından Türkiye’den toprak koparılarak bir Ermenistan devleti yaratma
istikametinde çıkacak bir kararın Hıristiyanlar açısından toplu bir katliam sinyali
olabileceğinden korkmaktadır. Türkler ve Ermeniler bir manda yönetimi altında komşu
olabilirler. Hali hazırda Ermenilerin duygusallıkları ne olursa olsun bağımsız bir
Ermenistan için Türkiye topraklarını bölmekte hiçbir mantık bulunmamaktadır. Türk ve
Ermenileri tek bir devlet tarafından üstlenilen bir manda bölgesinde bulundurmakla
sorunların önlenmesi mümkün iken ayrı bir Ermenistan soruna davetiye çıkarmak
olabilir. Böylece birbirlerine komşu olacaklardır. İki veya üçlü bir manda sisteminin
uygulanması ise bu toplumları hasım haline getirir. Bu durumda aralarındaki küçük
farklılıklar zaman alıcı diplomatik temasları gerektirecek, ayrıca hükümet işlevlerinin
ayrı ayrı kurulacak mekanizmalar içerisinde yürütülmesi maliyet müessiriyet açısından
olumsuzluklar yaratacaktır. Tek manda sisteminde ise sınırların alacağı nihai şekil
ertelenebilir. Bu husus Heyetimiz tarafından önemli addedilen bir konudur367.
Osmanlı
İmparatorluğu’ndan
bir
Ermenistan
oluşturulması
durumunda
Ermenistan olarak tasavvur edilen bölgede daha önce göç eden Ermenilerin yerlerine
dönmeleri halinde bile Türkler nüfus çoğunluğunu korumaktadır. Bu durum, (her ne
kadar vilayet sınırları ile oynandığı veya bir kısım Ermeni’nin yaşamını yitirdiği
şeklindeki iddialar kabul edilse bile) tehcir öncesinde dahi Türklerin nüfus çoğunluğuna
sahip olduklarını göstermektedir. Ermeniler tahmin edilen nitelikleri, din ve etnik
azimleri ve kültürlerine rağmen genelde birlikte yaşadıkları diğer ırklarla geçinemezler.
Komşuları arasında Rusya veya Polonya’da Yahudilerin toplumsal konumuna benzer
biçimde güçlü ve seçkin etnik özellik taşırlar. Kendisine yüklenen para cezasını
367
Harbord James B.; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US
Goverment Printing Office, Washington, 1934, s.843-859 .
183
kendisinden geri ırkların; banker, komisyoncu, kredi verenlerinin üzerine yıkabilirler.
Belki haklılık payı fazla olmamakla birlikte Yakın Doğu’da Ermeni için yaygın duygu
“Ermeni hiçbir zaman yasal olarak haksız duruma düşmemekle birlikte, ahlaki açıdan
hiçbir zaman haklı değildir” şeklindedir. Pek çok örnekte olduğu gibi kendi yaşamlarını
Ermeni suçlularını koruma uğruna riske etmiş Amerikan misyoneri bile bunu bir kural
gereği sayarak daha cana yakın, ancak ağır kanlı ve zevkine düşkün Türk kadar,
Ermeni’den hoşlanmaz. Ermeni, kan dökmede masum sayılmaz, çok eskileri bugüne
taşıma özelliği olan hafızasında misilleme kaçınılmazdır ve fırsat yakaladığında bunu
çekinmeden yapar. Irk olarak Ari ırktan olan Kürtlerle akraba olmakla birlikte, Kürtler
kendilerinden nefret eder. Kürtler heyetimize göz yaşları içerisinde başvurarak
kendilerini köylerinden süren Ermenilerden korumamızı, evlerine dönmelerini ve
yaşadıkları yüksek yaylalara yaklaşan şiddetli kışa karşı yardım etmemizi istemişledir.
Kürtler, Rus İmparatorluğunun çökmesi sonrasında Rus Bolşeviklerin de desteği ile
Ermeni çetelerinin kendilerini çok vahşi bir şekilde katlettiklerini anlatmışlardır.
Benzer müracatlar Erzurum halkı tarafından da yapılmıştır. Halk binlerce Türkün
yokedildiği yakılmış evleri göstermiştir. Hasankale’de yerel yetkililer ovada Ermeniler
tarafından tahrip edilen köylerin sayısını 43 olarak vermişlerdir. Batum’daki İngiliz
konsolosu Steven’a göre bu beyanlar Ermenilerin de temsil edildiği bir araştırma
komisyonu tarafından doğrulanmıştır. Bakü’de 2000 Azeri’nin Mart 1918’de Ermeniler
tarafından öldürülmesine karşılıklı Kasım 1918’de 4000 Ermeni Azeriler tarafından
öldürülmüştür. Bu gerçekler ışığında Heyetimiz açısından Ermenilerin kendilerini
yönetme kapasitelerinin saptanması, bir denetim mekanizması altında teste tabi
tutulması gerekli bir konudur. Yüzyıllara varan bir baskı nedeniyle kalpleri intikamla
dolu bir Ermeni azınlığın Müslüman bir çoğunluğu yönetme yetkisi ile donatılması
büyük endişeleri de beraberinde getirecektir.
Bazı çevrelere göre Ermenilerin elit
olanları çeşitli nedenlerle kaybedilmiştir. Kendi ana yurtlarında düzen yeniden
kurulduğunda diğer ülkelere göç eden bu kitle geri dönecektir. Ancak bu durum
gerçekleştiğinde müreffeh ülkelerde uzun süredir yerleşmiş varlıklı ve etkin Ermenilerin
her ne kadar bağımsız bir Ermenistan için seslerini yükseltseler bile ilkel koşullarda
bulunan tarihi ana yurtlarına geri dönecekleri kuşkuludur. Ermeni istekleri, beklentileri,
gelenekleri ve hatta tarihin eski dönemlerinde işgal ettikleri doğrulanmış yerlerle ilgili
184
taleplerine dayalı keyfi ve yanlı olarak Anadolu’da sınır düzenlemesi ve hali hazırdaki
nüfus gerçeğininin dikkate alınmaması hata olacaktır. Çünkü bu durumda hem Anadolu,
hem de Ermenistan mandasını üstlenen ülkeler hükümet etme işlevine ancak
Karadeniz’den Akdeniz’e kadar
uzanan güvenilir yabancı askeri güçler tarafından
kordon altına alınmış bir bölge oluşturma sonrasında başlayabilir. Bugüne kadar var
oldukları konumlarına dokunmadan ve aralarında sınır ilan etmeden iki halkı kontrol
edecek
tek
bir
gücün
yetkili
kılınması
seçeneğinde
bu
tarz
sorunlarla
karşılaşılmayacaktır. Sınırları belirlemenin ertelenmesi ve değinilen tarzda iki tarafı
kapsayan birleşik bir otorite oluşturulması görüşüne, önyargıyla yaklaşanların bakış
açısı farklı olmaktadır. Bu yaklaşıma göre hükümranlığının sonuna gelmiş Türkler’de
değişim
söz
konusu
olmayıp;
yine
kana
susamış,
kendini
yenileyemeyen,
intikamcıdırlar. Bu nedenle Ermenistan’ın Türkiye’nin bir parçası olması düşünülemez.
Yüzyıllar süren acılar Türkiye ve Ermenistan’ın ebediyen birbirinden ayrılması
sayesinde sona erdirilebilecektir. Ermenilerin Milletler Cemiyetine (Dünya Mahkemesi)
davalarını sunmada hiçbir çekinceleri olmamalı, kendileri yönetmenin yanısıra
başkalarını da yönetecek kapasitede olduklarını kanıtlamalıdırlar. Bu suretle Büyük
Güçlerin (ABD, İtilaf Devletleri) buyruğu ile plebisit yapılarak Ermenistan’ın bugünkü
toprakları ile Anadolu’daki Ermenistan bölgesi birleştirilip hem Ermenistan hem de
Ermenistan’ın velinimeti durumundaki ülkeler için daha büyük güvenlik ve imkanlar
sağlanarak manda sona erdirilebilir368.
Sonuç itibariyle Ermenistan’a görevlendirilen Amerikan Askeri Heyetinin
mevcut koşullar çerçevesinde Ermenistan ve Kafkasya için önerisi tek bir büyük güç
tarafından yerine getirilen manda yönetimidir. Ermeni meselesi Ermenistan’da
çözümlenemez ve şu soruların cevabı verilemeden nihai bir sonuca varılamaz. Türkiye
ile ilgili ne yapılmalıdır? Bundan sonra Rusya ne yapacaktır?
Bu sorulara nihai çözümler getirilmesine yönelik yukarıda sıralanan nedenler
çerçevesinde Heyetin kanaati Ermenistan ve Kafkasya’nın mandasını üstlenecek ülkenin
368
Harbord James B.; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US
Goverment Printing Office, Washington, 1934, s. 859-861.
185
aynı zamanda Anadolu, Rumeli ve Boğazların mandasını da üstlenmesi gerektiği
şeklindedir. Türkiye Ermenistan’ının sınırları ile Rus Ermenistan’ı, Gürcistan ve
Azerbaycan arasındaki dahili sınırlar bugünkü şekliyle muhafaza edilmelidir. Bunlar
üzerinde manda yönetiminin idari yapılanması, mandater ülkenin halledeceği bir
ayrıntıdır. İyi yönetim vilayetler ile başkent (yerel ve merkez yönetimler) arasında ne
sıkı ne de gevşek olmayan bir otorite dağılımı ile sağlanabilir. Manda yönetimi
bakımında doğal bir bölümlenme; Rumeli, Boğazlar, Anadolu, Ermenistan ve
Kafkasya’nın kalan bölgesi şeklinde olabilir. Türk İmparatorluğunun tek bir manda
hükümetinin denetimine bırakmak; bölmeye göre daha kolay ve önemli ölçüde
ekonomik hareket tarzıdır. Bütün İmparatorlukta Amerikan mandasının kabulü ile
sonuçlanabilecek bir plebisitin gerçekleşme olasılığı gayet güçlüdür. Suriye ve
Mezopotamya ise gerek Ermeni meselesinin halli açısından, gerek Heyetimizce görev
talimatı kapsamında algılanan Amerika’nın Yakın Doğu’daki sorumlulukları ve
menfaatleri açısından yaşamsal olarak düşünülmemelidir. Çünkü bu bölgeler zaten
İngiltere ve Fransa tarafından işgal edilmiş olduğundan Arabistan konusunda olduğu
gibi bizim ilgi alanımızın dışındadır. Heyetimizin kanaati Ermeni meselesinin Boğazlar,
Anadolu, Türk Ermenistan’ı ve Kafkasların müştereken mandasını üstlenecek tek bir
mandaterin aracılığı ile çözülebileceğidir. Yakın Doğu’da uzun yıllardır yaşayan
Amerikalıların dikkate alınması gereken görüşleri de Heyetimizin bu görüşleri
doğrultusundadır. Yakın Doğu’da yerleşik Amerikalılar tek bir ses olarak Ermenistan,
Kafkasya ve Boğazların sorunlarının birbirinden ayrılmaz parçalar olduğunu
düşünmektedirler.
Heyetimiz değinilen bölgelerin tamamını içerecek tarzda tek bir mandanın
üstlenmesi noktasında değişik çevrelerden teşvik gören aday bir ülkenin, en az bir nesil
boyunca kararlı politikalar uygulayabilmesi için en yetenekli çocuklarını politik
mülahazalardan arınmış bir liderlik altında görevlendirmesi gerekeceğine inanmaktadır.
Bu bağlamda sadece partizanlıktan uzak, istikrarlı politikaların devamlılığı bu insanların
kendi ülkelerindeki kariyerlerini bırakarak Doğu ülkelerinde ağır işleri üstlenmelerini
sağlayabilir. Çıkar gözetmeyen bir ülkenin böyle bir manda görevi üstlenmesinde güçlü
bir özveri yaklaşımı olduğu kadar, dünyanın savaşlarla sorunlu bu bölgesinde
186
uluslararası dünya barışına katkı sağlama duygusu ve Milletler Cemiyeti Anlaşması
üzerinde mutabık kalan ülkelerin ortak iradesi de rol oynayacaktır.
Yaşadığımız dönemde görülen propaganda ve reklamın etkisi geçmişte hiç
bugünkü kadar hissedilmemiştir. Manda üstlenme bağlamında yukarıda değinilen
koşullarda beklentilerin yöneldiği ülke için, ‘diğer bütün ülkelerin dışişleri teşkilatları
ve bütün kilise dünyasından kendisi üzerinde yöneltilerek odaklanmış spot ışıkları
altında uluslararası sahneye
çıkmaktadır’ denilebilir. Bu durumdaki hiçbir ülke
başarısızlığı taşıyamaz veya Birinci Dünya Savaşı sonrası büyüyen en ciddi ve zor bu
sorunu bir defa üstlendikten sonra aldığı görevden çekilerek sıyrılamaz. Bu nedenle
uzun süreli olarak partizan politikaların, çıkarların dışında kalabilme veya istikrarlı bir
duruş gösterme gibi konuları gerçekleştirme yeteneğine sahip olmayan uluslar
koşularına değinilen böyle bir manda yönetim görevini üstlenmemelidirler369.
c. Türkiye ve Kafkasları Kapsayan Bir Manda Görevinin Koşulları ve
İçerdiği Sorunlar
Hazırlanan rapor esas itibariyle değinilen bölgelerin yeniden canlandırılması
görevini üstlenme konusunda niyetli her ülke tarafından müracat dokümanı olarak
yararlanılabilecek özet hususları içeren, konunun koşulları ve sorunları hakkında
aydınlatıcı bir çalışma ortaya koyma gayretidir. Ülkemiz (ABD) açısından konuya
bakıldığında, dünya ülkelerinin bu görevi yerine getirilmesi için ülkemizi davet etmesi
noktasında sorumluluğumuzun ne olacağının anlaşılması gereklidir. ABD açısından
böyle bir görevin anlamının ne olacağı konusunda bilinçli olmak konunun önemli bir
yönünü oluşturmaktadır. ABD için geçerli olan sorunlar bu görevi üstlenme olasığı olan
başka bir ulus için aynı olmayabilir. Pek de sempatik olduğu söylenemeyecek
Avrupanın, dünya açısından ideallere bağlılık veya özveri gibi gösterişli iddiaları bir
tarafa bırakılırsa Amerika’dan Yakın Doğu için beklentileri Küba ve Filipinler’de
gösterilen üstün standartlar olmaktadır ki, bunlar da halkın kalkındırılmasından çok ham
madde kaynakları ve ticaret imkanları olmaktadır. Aramızda coğrafi uzaklık, uzun
zamandan beri Avrupa’nın olaylarından kendimizi soyutlama, özelinde Türklerle
369
Harbord James B.; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US
Goverment Printing Office, Washington, 1934, s.861-862 .
187
ilişkilere indirgenen entrikalara karışmamamızdan dolayı sahip olduğumuz saflık,
dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan Müslüman nüfusun görüşlerine kulak vermemiz,
Osmanlı Devleti’nin büyük dış borçlarından kaynaklanan herhangi bir finansal
beklentimizin olmaması, Amerika’ya diğer hiçbir büyük devletin sahip olmadığı geniş
bir vizyon ve avantaj sağlamaktadır. Görevimizin önemli bir bölümü, ülkemizin Yakın
Doğu’da manda üstlenmeye davet edilmesi halinde bunun ülkemiz açısından ortaya
çıkacağı durumun ne olacağını ortaya koymaktır. Heyetimiz bir taraftan sorunları bütün
olarak göz önünde bulundururken, diğer taraftan bölgedeki zorlukların aşılmasına
ilişkin bilimsel değerlendirmelere ulaşma amaçlı değişik konularda araştırmalar
yapmıştır.
(1) Harbord Heyeti ve Görev Bölümü
Çalışmaların tümü bütünün birer parçasını oluşturmaktadır. Bu konuların
araştırılmasında aşağıdaki görev bölümü uygulanmıştır.
(a) Siyasi faktör ve sorunlar: Ordudonatım Yüzbaşı Stanley K. Hornbeck, ABD
K.K.
(b) Türkiye ve Kafkaslardaki hükümetler: Yarbay Jasper Y. Brinton ABD
Gnkur. Başkanlığı
(c) Türkiye ve Kafkaslardaki ticaret ve sanayi: Prof. Dr. W.W. Cumberland
(d) Kamu sağlığı ve hıfsısıhha: Tabip Albay Henry Beeuwkes, ABD K.K.
(e) Nüfus, sanayi ve diğer olanaklar, bakım: İstihkam Yarbay John Price
Jackson ABD K.K.
(f) İklim, doğal kaynaklar, hayvancılık endüstrisi ve tarım: Piyade Yarbay E.
Bolwditch ABD K.K.
(g) Manda yönetiminin askeri sorunları: Tuggeneral Van Horn Moseley, ABD
Gnkur. Başkanlığı
(h) Anadolu ve Kafkasya’da ulaşım ve iletişim: Mühendis B. Poland370.
370
Harbord James B.; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US
Goverment Printing Office, Washington, 1934,s.863-864 .
188
(2) Askeri Sorunlar:
Ülkemiz çok yakın zaman öncesinde gençlerini denizaşırı savaşa göndermiştir.
Ulusun kalbi uzak diyarlarda asker olarak hizmet eden evlatlarının katılımını
gerektiren her girişime karşı duyarlıdır. Bu nedenle askeri sorun içeren bir manda
yönetimine halkımız ihtiyatla yaklaşır.
Türkiye ve Kafkasya üzerindeki bir manda görevinin ordu ve donanma açısından
ortaya çıkacağı konulara geçmeden aşağıdaki noktalara dikkat edilmelidir.
(a) Hali hazırdaki işgal kuvvetlerinin çekilmesiyle ortaya çıkabilecek
karışıklıkların bastırılması ve hükümet işlevinin başlatılması .
(b) Manda bölgesinin kırsal alanında güvenlik gücü örgütleninceye kadar
düzenin korunması.
(c) Yerel güvenlik güçlerinin örgütlenmesi ve eğitimine yardım.
(d) Toplum üzerinde caydırıcı etki yaratacak bir ihtiyat gücü oluşturularak;
toplumsal olaylarla ortaya çıkabilecek acil hallerde yerel güvenlik güçlerinin
takviye edilmesi ve tarihin başlangıcından beri güçle korunan devlet erkinin
hissettirilerek manda yönetiminin itibarının korunması.
Manda hükümeti hali hazırda bölgeyi işgal altında tutan yabancı birliklerin geri
çekilmesinin en erken döneminde ve Türkiye ile Kafkas hükümetlerinin sahip olduğu
daimi askeri tesislerin mümkün olan en erken zamanda lagvedilmesiyle birlikte görevi
devralmalıdır. Diğer büyük devletlerin ve bölgeden çıkar beklentisi olmayan halkların
daveti ile manda görevini kabul edecek olan ABD askeri birliklerine karşı bir direnç
beklenilmemektedir. Tersine sıcak bir karşılama olacaktır. İşgal edilecek ülkenin dış
güçlere karşı savunması diye bir şey ise söz konusu değildir. Konuya ilişkin bazı
hususlar aşağıdadır.
(ı) Hali hazırdaki durum gözönüne alındığında; İzmir’i işgal eden beş Yunan
tümeni dışarda bırakılacak olursa Rumeli, Boğazlar, Anadolu ve Kafkasları işgal altında
189
tutan Karadeniz Ordusu ve Kilikya’daki kuvvetler İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan
hükümetlerinin 50.000 kişilik askeri gücünden oluşmaktadır. Aynı bölgede mandater
hükümetin uygun göreceği zamanda Türkiye ve Kafkas hükümetlerinin terhis edilecek
askeri güçlerinin toplamı 92.000 kadardır. Türk jandarmasının sayısı 30.000
civarındadır. Türkiye’nin insan gücü kaybı ürkütücü boyuttadır. Pek çok kişi işsizdir ve
silahlıdır. Manda görevinin devralınmasına bağlı olarak manda işgal güçlerine, yerel
kuvvetlere karşı ciddi bir düzensizlik düşünülmemektedir.
(ıı) Etkili bir yerel güvenlik gücü oluşturma süreci sayılabilecek altı ay ile bir yıl
arasındaki süreçte küçük garnizonlar demiryollarının yanında ve meskun bölgelerle
teması olmayan yerleşim birimlerinde özellikle de etnik gruplar arasında gerilim
bölgeleri olan eski sınır bölgelerinde konuşlandırılmalıdır. Bu durum farklı uluslardan
insanlara eski yerlerine dönme, evlerini yeniden inşa etme, kendilerini yeni koşullara
alıştırma sürecinde emniyet sağlayacaktır. Bir tarafta bazı bölgelerde yasa dışı
haydutların mevcudiyeti, diğer tarafta uzun bir savaş sonrasında Doğu ülkelerinin
(Osmanlı Devleti ve Kafkas Cumhuriyetleri) ordularını terhis etmelerinden kaynaklanan
gelişmeler yerel güvenlik güçleri örgütlenmesini tamamlayıncaya kadar belli sayıda
Amerikan askerinin sürekli kullanılmasını gerektirecektir. Bu süre zarfında sivil halkın
silahtan arındırılması gerçekleştirilebilecektir.
(ııı) Mandater ülkenin birinci görevi bütün ülkede can ve mal güvenliğini
sağlamaktır. Bu sonuca ulaşmada ilk adımlar yasadışı haydutluk ve kasabalar dışındaki
bütün suçları bastıracak kırsal yerel güvenlik güçlerinin kurulmasına yönelik olmalıdır.
Askeri bir örgüt yapısındaki bu güç bütün suç türlerinde tutuklama yetkisi ile
donatılmış, yasal kararları uygulayacak barış zamanında görevlerine uygun olmalıdır.
Sonuçta bu gücün ademi merkezi sevk ve idaresi ve küçük birimler halinde kullanma
gerekliliği söz konusudur. Bu durumda güvenlik güçleri federal yönetimin bir unsuru
olmalı yerel yetkililerle işbirliği yapmalı, ancak onların emrinde olmamalıdır. Bu gücün
personeli mevcut durumdaki jandarmanın en iyi elemanları olmalı, ayrıca terhis edilen
orduların liyakatli personeline de yer verilmelidir. Uzunca bir zaman bu gücün üst
düzeydeki subayları Amerikalı olmalı ancak yerel subayların nitelikleri yeterli
görüldükçe personel tamamen yerli insan kaynaklarından sağlanabilmelidir. Yerel
190
emniyet birliklerinin gücü şehirler dışındaki bütün görevleri devralacak ve Amerikan
birliklerini mümkün olan en kısa zamanda serbest kalmalarını sağlayacak düzeyde
olmalıdır. Yerel güvenlik güçlerinin örgütlenmesi ile eş zamanlı olarak etkin bir şehir
polis örgütü de hizmete başlamalıdır.
(ıv) Komşu bölgeler arasındaki halkın belirgin olmayan toplumsal yapıları,
göçmen Arap ve Kürtlerin yasadışılıkları ve geçmişteki yanlış davranışların yol açtığı
karşılıklı intikam duygularının izole edilmesi gibi şeylerin en az bir nesil boyunca
etkinliğini koruyacağı bilinmeli ve gerek duyulduğunda yerel güvenlik güçlerini takviye
edecek ihtiyat birliği elde bulundurulmalıdır. Böyle bir gücün toplumsal psikoloji
üzerinde yaratacağı etki önemlidir. Bu gücün varlığı barış koşullarındaki bir asayiş
gücünün baş edebileceği boyutları aşan organize karışıklıkların önüne geçecektir.
Anılan birlik, başkentin yakınında konuşlanmalı ve seferi görev kuvveti olarak
eğitilerek
ihtiyaç
duyulan
bölgelere
gönderilmelidir.
Birliklerin
özellikleri
kullanıldıkları amaçlara uygun olmalıdır. Seferi görev kuvveti olarak deniz piyadesi ve
topçu birlikleri en iyi seçenektir. Toplum üzerinde yaratacağı güç gösterisi bakımından
süvari tercih edilmelidir. Küçük ve etkin bir hava gücü de bunlara dahil edilmelidir.
Çünkü uçak yalnız hızlı bir ulaşım aracı olmayıp, bunun uzak mesafelerde yaşayan yarı
vahşi
toplulukların
arasındaki
küçük
sorunları
çözmedeki
yararlı
katkısı
azımsanmamalıdır. Bahse konu ülke Meksika’yı anımsatmakta olup, ülkemizdeki sınır
süvarisi görevine göre farklılık göstermemektedir. Ayrıca bir alay çapındaki bir
demiryolu işletme birliği gereklidir. Manda güçlerinin görevlerinin ilk aşamalarında
genel sağlık koruma ve çevre sağlığını tehdit eden temizleme faaliyetleri için ilave
sıhhiye birliklerine gereksinim olacaktır.
Manda yönetimi birliklerinin sayısına ilişkin tahminler 25.000 ile 200.000
arasında değişmektedir. Koşullar çok çabuk değiştiğinden bugünün askeri güç
kullanımına ilişkin planlar altı ay içerisinde değerini kaybedebilir. Mandanın üstlenme
zamanı belirsizliğini korumaktadır. Ayrıca askeri gücün niceliğine ilişkin yapılan
tahminler büyük oranda yaklaşık sayılardır. Bu kuvvet özel bir kuruluşa sahip olmalıdır.
Bugünün mevcut koşullarında birkaç yüz ilave subayla desteklenmiş toplam 59.000
mevcutlu iki Amerikan tümeninin yeterli bir güç olacağı değerlendirilmektedir. Bu güç
191
bir hava birliği, 75 mm.lik namlu çapını aşmayan bir motorlu topçu alayı ile sınırlı bir
topçu birliği, asgari ölçüde özel kuvvetler, dört standart sıhhiye birliği, dört süvari alayı
ile mandater hükümetin komutan atayacağı generalinin takdirine bağlı bazı ilave
unsurları da ihtiva etmelidir. Anılan gücün çapı iki yılın sonunda önemli ölçüde, üçüncü
yıl sonunda ise % 50 oranında azaltılmalıdır. Daha sonraki aşamada daha düşük bir
tempoda bir miktar daha kuvvet azaltımına gidilebilir. Ancak bu küçültmenin boyutu bir
tümenin altına düşmeyecektir.
Yukarıda belirtilen ordu birliklerinin yıllık azami maliyeti;
88.500.000 $ (2,280,736,421 $)371
- Birinci yıl için
- İkinci yıl sonunda tahminen 59.000.000 $ (1,520,490,947 $)
- Üçüncü yıl sonunda
44.250.000 $ (1,140,368,210 $) olacaktır. Sonraları
bu sayı azalacak ve toplam yerel gelirler maliyetin önemli bir bölümünü
karşılayabilecektir372.
Giderlerimizi karşılamak için bugüne kadar bölgedeki hükümetlerin terhis etmiş
olduğu orduların önce dönemlerde desteklenmesinde kullandıkları deniz ve kara kuvveti
bütçelerinin olanaklarından kısmen yararlanabilir. Hatırlatmak gerekirse Dünya Savaşı
öncesi
Türkiye
kara
kuvvetleri
için
61.000.000$’lık,
deniz
kuvvetleri
için
5.000.000$’lık bütçe ödeneği ayırmaktaydı.
Donanmanın
tertiplenmesi;
birliklerin
ulaştırma
ihtiyaçlarını
süratle
karşılayabilecek şekilde başkentte (İstanbul) bir deniz üssü ile İzmir, Mersin, Batum ve
Bakü’de birer üs olacak şekilde yapılmalıdır. Bir alayı bir defada taşıyabilecek
kapasitede bir hafif ulaştırma birliği, başkenteki üsde daimi konuşlu bulundurulmalıdır.
Hem caydırıcı görüntü vermek hem de ulaşım hatlarının korunması için dört ile altı
muhrip (savaş gemisi) gereklidir. Bu güce yeterli olabilecek yüzer kömür, onarım ve
hastane gemisi imkanları sağlanmalıdır. Başkentteki üs gemisi ile muhripler dışında eski
371
İlk sayı Amerikan dolarının 1919 yılı itibariyle değeri, ikinci sayı satınalma gücü olarak bunun 2006
yılındaki karşılığıdır.
372
James B. Harbord; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US
Goverment Printing Office, Washington, 1934, s. 864-866.
192
yapım gemiler gereksinimi karşılayabilir. Türk donanmasının otuz yaş üzeri olan
gemilerinin mürettebatı Amerikalı personel ile değiştirilerek rahatlıkla kullanılabilir.
Donanma gücünün oluşturulması ilave federal ödenek gerektirmeyebilir.
Gemiler ve personeli mevcut yapıdan tedarik edilebilir. Tek ek maliyet Yakın Doğu
limanlarındaki bakım masrafları ile ülkemizdeki bakım masrafları arasındaki maliyet
farkı olacaktır.
Manda hükümetine uygun bir kara ve deniz gücünün başlangıçtan itibaren
tahsisi önemlidir. Dünyada itibarın önemli olmadığı hiçbir yer yoktur ve dünyanın
hiçbir yeri devamlı güce dayanarak yönetilmemiştir. Ancak mandater ülke işin başında
bizim kaynaklarımız ve özelliklerimiz hakkında tamamen ilgisiz bir topluluk için
gereksiz riski kabullenemez.
d. Sonuçlar
Heyetimiz inceleme faaliyeti için ziyaret ettiği bölgede daima toplumsal
değerleri ön planda tutmuştur. Fransa’dan ayrılmamızdan birkaç ay önce Kafkaslarda
Türk Ordusunun özellikle eski Osmanlı-Rus sınırı boyunca taarruz edeceğine dair acil
raporlar alınmıştır. Heyetimizin Türkiye’deki gezi programı bu haberlerin doğruluğunu
yerinde görmek ve mümkün olduğu takdirde bu girişime engel olacak tepkiyi
gösterecek tarzda planlanmıştır. Karadeniz’den İran’a kadar olan Türkiye sınırını
kapsayacak şekilde yaptığımız incelemede bu raporları doğrulayacak hiçbirşey
bulunamamıştır. Türk Ordusu sınır boyunca yığınak yapmış değildir. Teşkilatı ise
çekirdek kuruluşa çevrilmiştir. Ülkede gerek asker, gerek sivil insan sayısının azlığı
ürkütücü düzeydedir. Güzergahımız üzerinde ziyaret ettiğimiz her belli başlı şehirde
Türk yetkilileri ile toplantılar düzenledik. Geçmişte kendileriyle pek çok kere görüşülen
Hıristiyan toplumlar da inceleme kapsamına alınmıştır. Bu bağlamda kendi
misyonerlerimize ve yerel Hıristiyanlara Amerika’nın ilgi alanı ve araştırdığı konular
vurgulanmıştır. Her vesile ile Ermeni tehciri, ölümleri ve hayatta kalan Ermenilerin geri
dönmesi görüşülmüş, Türk yetkililerinin diğer konularla birlikte ülkelerinin dünya
önünde muhakeme edildiği hususunu anlamalarına çalışılmıştır. Barış Konferansının
193
insiyatifi ile gerçekleştirilen Heyetimizin bu gezisinin Hıristiyanların can ve mal
güvenlikleri açısından önemli manevi etkisi olmuştur.
Bir daha vurgulamak gerekirse eğer Amerikan Hükümeti Heyetimizin ziyaret
ettiği bölgede bir manda görevi üstlenirse bunu uluslararası göreve karşı güçlü bir
sağduyu ve en azından Milletler Cemiyetinin beyan ettiği bütün tarafların bu yöndeki
arzularından dolayı yerine getirecektir. Böyle zor bir görevin koşullarını önceden
güvence altına almadan kabul etmek başarıya daha baştan öldürücü darbe vurmaktır.
ABD bu görevin kabulünün sonrasında değil öncesinde, konunun ele alındığı hazırlık
aşamasında kendi koşullarını ortaya koymalıdır. Çünkü herhangi bir Amerikalının ülke
yönetiminde uygun gördüğü değerler, mevcut çok yönlü çıkar çatışmaları ortamında
diğer görüşlerle ters düşebilir. Bu bağlamda uluslararası her türlü zorluk
önceden
aşılmalıdır. Fikrimize göre resmi anlaşmalar bağlamında İngiltere ve Fransa gerekli
taahütlerde
bulunmalı,
Türkiye
ve
Kafkasların
yönetimi
konusunda
saygı
göstereceklerine ilişkin Almanya ve Rusya’nın oluru alınmalıdır.
Bu bağlamda önemli görülen noktalar aşağıdadır.
-
Türk İmparatorluğunun dış ilişkileri üzerinde tam denetim olacaktır. Bu
ülkeye büyükelçi, süreli diplomatik misyon, bakan veya diplomatik unsurlar
görevlendirilmeyecek ve karşılığı Türkiye’nin dış diplomatik irtibatı olmayacaktır.
-
Devletin yüksek çıkarlarına ters düşen özel ayrıcalıklı imtiyazlar yeniden
gözden geçirilmeye tabi tutulmalıdır.
-
Manda yönetimi açısından arzu edilmeyen imtiyazlara bağlı olarak görevin
başlaması mümkün olmamakta ise bunlar iptal edilmelidir. Gerektiğinde bundan zarar
görenlere tazminat verilebilir.
-
Bazı amaçlara göre düzenlenen devlet gelirleri sistemi terkedilmelidir. Bütün
gelirler Hazine denetiminde olmalı bütün kredi çevreleri ödeme makamı olarak
Hazineyi muhatap almalıdır.
-
Osmanlı genel borçlar yönetimi (Duyun-u Umumiye) lagvedilerek
Türkiye’nin mali sistemi üzerindeki yabancı denetim durmalı, Osmanlı finansal
194
denetimini
elinde
tutan
çevrelere
yakın
bazı
kişiler
danışman
olarak
görevlendirilmelidir.
-
İmparatorluğun dış taahütleri birleştirilmeli ve ödemeler için kaynak
ayrılmalıdır.
-
Türkiye’den Suriye, Mezopotamya vb parçaları alan ülkeler buralardaki
onarım ödemelerine ilişkin sorumlulukları ve dış taahütlerden kaynaklanan borçlarının
makul bir bölümünü üstlenmelidirler.
-
Türkiye ile mevcut ticari anlaşmalar ( kapitülasyonlar) feshedilmelidir.
-
Mandater hükümet tarafından saptanacak tarih öncesinde bütün yabancı
hükümetler ve askeri birlikler manda yönetiminin yürürlüğe gireceği bölgeyi
boşaltmalıdır.
Bu önlemlerin pek çoğuna kolaylıkla olur alınması söz konusu değildir. Osmanlı
İmparatorluğu üzerinde mali denetimi elinde bulunduran pek çok ülke bunun elinden
alınmasına kayıtsız kalmayacaktır.
Gerçekte
Türkiye’nin
mandasını
üstlenecek
ABD,
bu
ülkenin
mali
politikalarının yabancı ülkeler tarafından kontrol edilmesine sıcak bakamaz. Borçların
belki ana paradan da biraz indirim yapılarak ödeme planına bağlanması bir protesto
fırtınasının kopmasına yol açabilir, fakat bunda ısrarlı olunmalıdır. Aksi takdirde
Amerikan yönetiminin itibarı zedelenecektir.
Heyetimiz ABD’nin Yakın Doğu’da bir manda üstlenmesini önermeyi uygun
bulan bir görüşe sahip değildir. Bu bağlamda altı hafta süren gezimiz süresince bölge
halklarıyla kesintisiz temas sonucu elde edilen bilgilere dayanarak konuya ilişkin
olumlu ve karşıt nedenler aşağıda özetlenmiştir373.
(1) Olumlu Nedenler
(a) Milletler Cemiyetinin kurucularından olan Amerika mandater ülke olmanın
yükümlülüklerini ve sorumluluklarını kabul etme durumundadır.
373
James B. Harbord; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US
Goverment Printing Office, Washington, 1934, s.866-869 .
195
(b) Tarihin başlangıcından itibaren dünyanın kavşak noktası olan bu bölge
bulaşıcı savaş hastalığına tutulmuş olup, manda için bugün bazı milyonların harcanması
geleceğin savaşlarında milyarları sarfetmekten iyidir.
(c) Yakın Doğu çağımızın en insancıl atılımı olanaklarını temsil etmektedir.
Amerika buna en uygun ülkedir. Maddi kalkınmanın yanısıra halkların gelişmesine de
ağırlık veren yaklaşımımız Küba, Porto-Riko, Filipinler ve Havai örnekleriyle
kanıtlanmıştır.
(d) Anılan halklar Amerika’yı tercih etmekte ve ümitlerini Amerika’ya
bağlamaktadır.
(e) Amerika zaten Türkiye ve Kafkasya’nın açlık çeken halklarına yardım
amacıyla milyonlar harcamaktadır. Bu yardım kontrollü bir şekilde sürdürülebildiği
takdirde daha geniş olanaklar sunabilir. Bu bölgede mandater ülke kim olursa olsun
bizden bu yükümlülüklerimizin devam ettirilmesi beklenecek ve büyük olasılıkla maddi
kalkınmanın sermayesi tarafımızdan sağlanacaktır.
(f) Amerika Ermenilerin yegane ümididir. Düşündükleri bir ikinci devlet
İngiltere’den; topraklarında milyonlarca Müslümanın yaşıyor olması nedeniyle ulusal
çıkarlarını bu uğurda feda edebileceği endişesiyle çekinmektedirler. Türkler ise
İngiltere’nin emperyalist siyasetinden ve bayrağını çektiği her yerde
yerleşme
girişiminden korkmaktadırlar. Amerika’nın mandater devlet olması yalnız bölge
halkının değil büyük devletlerin de kendilerinden sonraki tercihleridir. Amerika’nın
gücü yeterli, mazisi temiz ve göreve talip olma nedenleri şeffaftır.
(g) Beş yılı aşmayacak bir başlangıç döneminden sonra manda yönetimi, kendi
mali yükümlülüklerini üstlenecektir. Demiryollarının yapımı sermayemizin önünde yeni
olanaklar getirecektir. Bundan başka ABD yalnız manda yönetim bölgesinde değil,
coğrafi yakınlıktan ötürü Rusya ve Romanya ile de ticari avantajlar sağlayacaktır.
Amerika Küba ve Panama’da yaptığı gibi bu hastalık ve kirlilik yuvasını
temizleyecektir.
196
(h) Bu müdahale, halkımıza bir tür eğitim sağlayacak, dünya siyasi ortamını
tanıtacak, yeni bir ruh ve enerji ile parlak bir örnek sunacaktır.
(ı) Manda sistemi Ermeni ve diğer Hıristiyanların daha fazla öldürülmelerine son
verecek, Türk, Kürt ve Rumlara adaleti getirecektir.
(j) Bu uygulama Amerika’nın dışarıdaki güç ve itibarını arttıracak ve ülkede
Yakın Doğu’nun yeniden oluşturulmasına yönelik ilgiyi güçlendirecektir.
(k) Misyonerlerimiz ve kolejlerimizin de varlığı nedeniyle ülkemiz ile bölge
arasında duygusal bir bağ söz konusudur.
(l) Amerika bölgede manda sorumluluğunu üstlenmediği takdirde uluslararası
kıskançlık çekişmeleri Türklerin kötü olan yönetimlerine devam olanağı verecektir.
(m) “Tanrı Caine sordu Kardeşin Abel nerede? O da bilmem onun bekçisi
değilim”
(n) İşte bütün dünyanın Amerika’nın diğerlerinden daha iyi yapacağını dile
getirdiği bir iş. Amerika bunu başaracak para ve insan gücüne sahip, kendi halkını da
yoksul bırakmayacak. Geleneksel kendi içine çekilme (Monreo) politikası Amerika’yı
Dünya Savaşına katılıp başarı sağlamasının önünde bir engel oluşturmadı. Şimdi
“Amerika yeni ve zor görevleri üstlenme cesaretinden yoksun mu? Denmesine olumlu
bakacak mıyız?
(2) Karşıt Nedenler
(a) Amerika savaş nedeniyle büyüyen çok daha öncelikli ve yakın dış
yükümlülükler ve ülke içi sorunlarla karşı karşıyadır.
(b) Yüzyıllardır bu bölge militarizm ve emperyalizmin savaş zeminini
oluşturmuştur. Çıkar ihtirası olan devletler bölgenin denetimini ele geçirmek için her
yolu deneyeceklerdir. Bu durumda Monreo Doktrini ile ters düşmemiz ve de Rusya ile
karşı karşıya gelmemiz söz konusu olacaktır. Bu bölgede manda üstlenmek Amerika’yı
197
Eski Dünya (Avrupa ve Asya’nın) siyasetinin içine çekecek ve geleneksel Doğu
Yarımküresi siyasetimizle ters düşecektir.
(c) Yardımseverlik önce kendi ülkemizde başlamalıdır. Amerika’nın belirgin
sınırları olan nufuz alanında pek çok sorun bizi eyleme çağırmaktadır.
(d) Amerika’nın bölgede etkili olan olumsuz siyasi, sosyal ve ekonomik
koşulların oluşmasında hiçbir katkısı olmamıştır. Bu durum kendisine yapılan davetin
reddedilmesi için güçlü bir gerekçedir.
(e) Amerikan yardımseverliği ve bağışları dünya çapındadır. Ancak boyutlarının
ötesinde bir politika bizim zor durumlara karışmamıza ve bir tükenme noktasına
götürebilir.
(f) Başta İngiltere ve Rusya olmak üzere diğer güçler Ermeni sorununa sürekli
ilgi göstermişlerdir. İngitere bu konuda hem tecrübe hem hükümet olarak uygundur.
Ayrıca maddi olanakları ve eğitilmiş insan gücü açısından yeterlidir. Ermenilerin
beklentilerini fazla sıcak görünmemekle birlikte İngiliz yönetimi güvenlik ve adaleti
sağlayabilir.
(g) Manda üstlenilmesi ülkemiz açısından ordu ve donanma güçlerinin
arttırılmasına bağlı olarak ağır bir mali yük altına girecektir. Pek çok Amerikalı kötü ve
mikrobik hastalıkların bulunduğu bir ülkede görev yapacaklardır. Yapımı büyük güçlük
arzeden ve yatırım gerektiren demiryollarının uzun yıllar sonunda bile karlılığı ile
masrafları karşılaması şüphelidir. Devlet güvencesi olmadan demiryolları için bölgede
sermaye yatırımı olmaz
(h) Maneviyatımız ve gücümüz bize kendi ülkemizin batısı ve güneyindeki
topraklarımızda yerel işletmeler aracılığı ile faaliyet alanları yaratabilir. Yakın Doğu’ya
müdahale bizle muhtemel düşmanlarımız arasında Antantik gibi bir doğal kalkanın
sağladığı stratejik avantajdan mahrum bırakabilir. Adil davranma konusunda
kazandığımız saygınlığımız zarar görebilir. Bu kadar uzak mesafede manda görevinin
198
denetimi zor hatta imkansız olabilir. Dünya siyasetinde tecrübe kazanma dersek, bu
konuda da daha ileri eğitime ne ihtiyacımız ne de arzumuz bulunmaktadır.
(ı) Barış ve adalet bizim olduğu kadar başka büyük devletler aracılığı ile de
güvence altına alınabilir.
(j) Manda görevi üstlenilmesi Amerika kıtası ve Uzak Doğu’daki gelecekteki
çıkarlarımız için elde bulundurulması gereken gücümüzü azaltacaktır. İstanbul ile
irtibatımızın sürdürülmesi diğer deniz güçleri özellikle Cebelitarık, Malta vb. gibi
seyrüsefer güzergahında kritik noktaları elinde bulunduran İngiltere’nin insafına gerek
duyacaktır.
(k) Türklerin bile yardım kuruluşlarına (Amerikan kuruluşları) savaş döneminde
ve tehcir esnasında duyarlı davranıldığı düşünülürse diğer mandater ülkelerin de ( İtilaf
Devletleri kastediliyor) bunlara karşı saygılı olacağı söylenebilir.
(l) Barış Konferansı Türk Hükümeti’ni bir manda yönetimi altına girebileceği
konusunda haberdar etmiştir. Milletler Cemiyetinin tamamen
itibarını yitirmiş bir
hükümetin denetim dışı yönetimine müsaade etmeyeceği bilinmelidir.
(m) Amerika’nın sorumluk ve ödevleri öncelikle kendi halkı ve en yakın
komşularıyla başlar. Eğer ülkemiz bu maceraya girerse bu en azından bir nesil sürecek
süreç olacaktır. Maliyet konusunda Kongre Türkiye ve Kafkasya’dan elde edilen
gelirlere ek olarak gereksinim olan bir kaynak bulmalıdır374. Hesaplanan ek kaynak
miktarları (ABD doları) aşağıdadır.
İlk yıl
Genel Hükümet
100.000.000
Ulaşım-demiryolu
20.000.000
Yardım, yerine dönme, eğitim vb.
50.000.000
Ordu-donanma
88.500.000
Çevre sağlığı
17.000.000
374
James B. Harbord; Papers Relating to the Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US
Goverment Printing Office, Washington, 1934, s. 869-873 .
199
Toplam
275.000.000
İkinci yıl
Genel Hükümet
75.000.000
Ulaşım-demiryolu
20.000.000
Yardım, yerine dönme, eğitim vb.
13.000.000
Ordu-donanma
50.000.000
Çevre sağlığı
7.264.000
Toplam
174.264.000
Üçüncü yıl
Genel Hükümet
50.000.000
Ulaşım-demiryolu
20.000.000
Yardım, yerine dönme, eğitim vb.
4.500.000
Ordu-donanma
44.250.000
Çevre sağlığı
6.000.000
Toplam
123.750.000
Dördüncü yıl
Genel Hükümet
25.000.000
Ulaşım-demiryolu
20.000.000
Yardım, yerine dönme, eğitim vb.
4.500.000
Ordu-donanma
44.250.000
Çevre sağlığı
3.000.000
Toplam
97.750.000
Beşinci yıl
Genel Hükümet
15.000.000
Ulaşım-demiryolu
20.000.000
Yardım, yerine dönme, eğitim vb.
4.500.000
Ordu-donanma
44.250.000
Çevre sağlığı
Toplam
Genel toplam
2.000.000
87.750.000
756.014.000 $
2007 yılı itibariyle karşılığı (19,823,482,428. $)
200
Bir Amerikalı için Yakın Doğu’yu görmeden bu bölgenin tamamında ülkemizin
sahip olduğu saygı ve sevgiyi kolayca farkına varmak mümkün değildir. Hakkaniyete
bağlı çizgimizden dolayı sahip olduğumuz saygınlık veya bizi Büyük Savaşa taşıyan
dini algılarımıza bakarak, aynı maneviyatın bizi bu çatışmadan doğan büyük
problemlerin çözümü gibi bir noktaya yöneltmeye yeterli olacağı düşüncesine
kapılmamak gerekir. Yakın Doğu’da birbirine benzeyen tek inanca (tek tanrılı) bağlı
Hıristiyan, Müslüman, Yahudi ve diğer inançtakilere veya prens olsun köylü olsun
insanlara verdiğimiz bir yüzyıldırdan beri devam eden bencillikten uzak, tarafsız
misyonerlik ve eğitim etkimiz dahi bu konuda yeterli olduğumuza işaret etmez.
Anayurttan uzaktaki Amerikalılar için bu gayretler çok memnuniyet vericidir. Ancak
sadece böyle bir inanca sahip olmanın ciddiyeti ile büyük meseleler hakkında karar
vermek ağır bir sorumluluğu da beraberinde getirir. Duygusal bir ortamın davetiyle
yüklenilmesi muhtemel sorumluluklar bir nesilden az olmamak üzere üstlenilecektir.
Ancak bunun getireceği zahmetli koşullarda dünyanın bize karşı inancını kaybetmesi
gibi bir bedelin ödenmesi ile karşılaşılabilir. Öte yandan manda görevini üstlenmeyi
redetmemiz halinde bizim için nedenler ne derecede makul olursa olsun, bu durum
milyonlarca insan tarafından girdiğimiz harbin yüklediği görevimizi tamamlamadığımız
ve ümitlerini kırdığımız şeklinde algılanacaktır. Saygıyla arzolunur.
J.G. Harbord
Tümgeneral, ABD KK.
Heyet Başkanı
e. Değerlendirme
General Harbord’un sunduğu raporun ana metni yukarıdaki şekildedir. Raporun
hazırlandığı zaman dilimine bakılacak olursa bu dönem Amerikan kamuoyunda
Türklere karşı duyguların son derecede düşmanca olduğu bir döneme rastlamaktadır.
Raporun bazı ekleri basılmamıştır. (Basılan ekleri; Ek-C, Anadolu ve Rumeli Müdafayı
Hukuk Cemiyetinin teşkilatı ve görüşlerine ilişkin olarak Mustafa Kemal Paşa
tarafından General Harbord’a ulaştırılan memorandum, Ek-D, General Harbord’un bu
memorandumu aldığına ilişkin cevabı, Ek-E Sivas Kongresi Beyannamesi, Ek-F Temsil
Heyetinin ABD Senato Başkanına gönderdiği mektup ve İstanbul’daki ABD Yüksek
201
Komiseri Amiral Bristol’ün ABD dışişleri Bakanına gönderdiği mektuplardan
oluşturmaktadır)375.
Raporun esası olan ana metin incelendiğinde bazı hususlar dikkati çekmektedir.
Raporun uslubunda Heyetin göreve başlama sürecinde Amerkan kamuoyu gibi
kendilerinin
de
o
dönemde
başta
İngiltere
olmak
üzere
Batı
kaynaklı
desenformasyonun, kontrolü Ermenilerin eline geçmiş Morgenthau gibi görevlilerin,
misyonerlerin ve bizzat Ermenilerin yoğun Türk düşmanlığı propagandasının etkisi
altında kalmış oldukları hissedilmektedir. Ancak yerinde yapılan araştırma ve
incelemeler Ermenilerle ilgili iddiaların gerçek olmadığını ortaya koymuş ve bu husus
raporun pek çok yerinde vurgulanmıştır. Öte yandan meydana gelen şiddet olaylarının
tek taraflı değil karşılıklı olmasına dikkat çekilmiştir. Heyet (İngiltere, Fransa gibi)
Avrupalı güçlerin emperyalist emellerinin farkındadır. Bu bakımdan rapor eğer anılan
güçlerin teşviki ile ABD’nin Anadolu ve Kafkasya’da bir manda üstlenmesi durumunda
bunu ABD’nin ulusal menfaatleri açısından değerlendirmekte ve diğer ülkelere karşı
ileri sürecek koşulları incelemektedir.
Heyet
raporunda
yalanlanmakta, ayrıca
Ermenilerin
Türkler
hakkındaki
saldırı
iddialarını
talep edilen büyük Ermenistan’ın hayal olduğuna yer
verilmektedir. Ne kadar gayret edilirse edilsin Ermenistan diye adlandırılan bölgede
Türklerin geçmiş dönemlerden beri her zaman ve koşulda ezici bir çoğunluk
oluşturduğu
Heyet
tarafından
anlaşılmış
ve
çoğunluğun
azınlık
tarafından
yönetilmesinin bir dış gücün desteği ile bile gerçekleşmeyeceği belirtilmiştir. Harbord
Heyeti diğer Batılı ülkelerin Osmanlı Devleti’ni aralarında paylaştırma gayretlerini
görmekte ve bunun yanlışlığına dikkat çekmektedir. ABD heyeti parçalanan bir
Türkiye’nin sorun kaynağı olacağı düşüncesi ile manda yönetiminin Rumeli, Boğazlar,
Anadolu ve Kafkasya bir bütün olacak şekilde tek manda yönetiminde birleşmesini
gerçekçi bulmaktadırlar. Bu yaklaşımın altında ABD’nin bölgede manda yönetimini
kabul etmesi halinde bunun sağlayacağı çıkarların bütününe sahip olma düşüncesi
bulunabilir. Bu yönüyle rapor King-Crane Raporundan farklılık arzetmektedir. King375
Harbord, a.g.d..,s.875-889.
202
Crane önerisi üç ayrı bölgenin ayrı eyaletler olarak manda yönetimine konulmasını
öngörürken, Harbord sınır ayrımı yapılmadan tek mandanın uygun olacağını
belirtmiştir. Harbord Raporu parçalanmış bir Türkiye’nin farklı bölgerinde aralarında
kendilerinin de bulunduğu farklı devletlerin manda yönetimlerinin yaratacağı aynı
coğrafya’daki rekabet kaosunu olumsuz karşılamaktadır. Rapor, Ermeni gerçeğini
yerinde inceledikten sonra ABD’nin desteği ile Türkiye’den toprak koparılarak
Kafkasya’daki Ermenistan ile birleştirilmesinin gerçekçi olmadığına değinmiş,
Ermenistan’ın ABD’nin mandasına alınmasını önermemiştir.
Öte yandan heyetin İstanbul ve Anadolu’da yaptığı görüşmeler özellikle Mustafa
Kemal Paşa ile Sivas’ta, Kazım Karabekir Paşa ile Erzurum’da yaptığı görüşmelerde
ülkede yaşanan yoğun sorunlara tanık olmuştu. İstanbul’da etkisi bulunmayan bir
hükümet, buna karşın Anadolu’da gayrımeşru ilan edilmiş bir eylem vardı. Yapılan
görüşmeler Anadolu hareketinin başarı yolunda yürüdüğünü açıkça göstermekteydi.
Heyet Anadolu’daki süre zarfında sanılanın aksine güvenlik içerisinde olmuştu. Halbuki
Ermenistan’da ateşle karşılanmışlar ve heyetin yarısından çoğu bir gece alıkonulmuştu.
Tek başına bu kıyaslama bile Anadolu’daki milli hükümetin otoritesini kanıtlamaktaydı.
Heyetin Anadolu’da görüştüğü yöneticiler manda kabul edebileceklerini ifade ederken,
bu manda düşüncesi ile Amerika’nın düşündüğü manda birbirine zıt görünüyordu.
Mustafa Kemal Nutukta “herhangi bir devletin fenni, sanayi, iktisadi muavenetini
memnuniyetle karşılarız”376 ifadesi ile esas olanın yardım sağlamak olduğunu, bunun
manda olmadığını vurgulamaktaydı.
Kazım Karabekir Paşa anılarında Heyeti Temsiliye üyesi Husrev Bey’in
Harbord Heyetinin Sivas’taki temaslarına değinen ve içeriğinde Erzurum’a gelecek olan
heyet hakkında bilgiler içeren telgraf gönderdiğine değinmektedir. Telgrafın özet
içeriği“Heyetin yazılı sorular sorduğu, bunlardan önemli olanların konuşulan dil,
halkın etnik yapısı, siyasi partilerin adetleri ve faaliyetleri olduğu yer almıştır. Buna
herkesin Türkçe konuştuğu, Türkler ve Kürtlerin ayrılmaz Müslüman kardeş oldukları ,
faaliyeti olan tek partinin Hürriyet ve İtilaf Partisi olduğu şeklinde cevaplar verilmiştir.
Amaç ne İslam Birliği ne de Turancılıktır. Tek amaç mütareke esnasındaki sınırlar
376
Nutuk cilt I, s.112 .
203
içerisinde kalan Müslümanlari ayırmamak, hür bir hükümet kurmaktır. Halk milli
hareketi desteklemekte, Ferit Paşa Hükümeti ve onu destekleyen İngilizlerden nefret
etmektedir. İzmir’in işgali İngilizlerden büsbütün soğumaya neden olmuştur. Türklerin
Avrupalılardan ağzı yandığı için yalnız Amerikalılardan yardım beklemektedir”
şeklindedir. Demiryolu, tarım vb pek çok konularda sorular sorulmuştur377. Burada
Milli Hareketin Amerikalılara karşı izlediği politikanın başta İzmir işgali olmak üzere
Türk Milletinin uğradığı haksızlıkları ortaya koymak ve hareketin amaçları hakkında
çeşitli spekülasyonlara engel olarak Amerikan yetkililerine Türk Milli politikası
hakkında açık mesajlar verme gayreti görülmekte ve işgalci Avrupalı emperyalist
güçlere karşı duyulan güvensizlik karşısında Amerika bir denge unsuru olarak
gösterilmektedir. Kazım Karabekir Paşa Harbord Heyeti ile yaptığı görüşmelerde
“Amerikan sermayesinin Amerikan askeri güvencesi olmadan bölgeye gelmesi halinde
riskli bir durum oluşabileceği yönündeki” Harbord’un görüşlerine böyle bir şeyin
mümkün olmadığı ayrıca askeri güçle Türk milletinin tahakküm altına alınamayacağını
vurgulamıştır. Doğu Anadolu’nun tarihte Ermeni devleti yıkılarak alınmadığına değinen
Karabekir Paşa, Taşnak komitelerinin halkı düşünmek için serbest bırakmadığını,
kendilerinin düşmanlıktan vazgeçmeleri emperyalist devletlerin politikalarına alet
olmayarak Türklerle anlaşmaları gerektiğini anlatmıştır. Bu arada General Harbord’un
-Erzurum’da Ermeniler Türklerden fazla imiş, şimdi hiç Ermeni kalmamış!
tarzıdaki sözüne Belediye Başkanı
- Mezarlıklar burada Erzurum’un ölüsü de Türk dirisi de! Cevabını vermişti378.
Bu görüşmeler Harbord Heyetinin gerçekleri görmesi açısından yararlı olmuştur.
Eylül 1919 ortalarında Sivas’a gelen ve Mustafa Kemal Paşa ile 20 Eylül’de
görüşen Harbord Heyeti incelemelerinin sonuçları gizli tutulmak istenmekle birlikte 2425 Ekim tarihli Londra ve Paris çıkışlı haberlere göre Heyetin genellikle Ermenistan
mandaterliğini olumlu karşılamadığı gazetelere yansımıştır. İkdam gazetesinin 27 Ekim
1919 tarihli baskısındaki haberlere göre Heyetin asker ve sivil üyeleri arasında
377
378
Kazım Karabekir; İstiklal Harbimizin Esasları, Timaş Yayınları, İstanbul, 1990, s. 141-144
Age, s. 167-172
204
mandanın kabulü veya reddi konusunda mutabakat sağlanamamıştı. Askeri üyeler
manda karşıtı tutum alırken bunun nedenini Ermenistan’da askeri güç bulundurmanın
zorluğuna bağlamışlardı. Hatta bu konuda “Amerikanın mevcut koşullarda Doğu’ya
göndermek isteyebileceği miktarın çok üzerinde bir güç” gerektiğine değinilerek
“bunun belki de milyonu aşan bir güçe gereksim göstereceği” ileri sürülmekteydi. Sivil
üyeler ise “Türk İmparatorluğu’nun bütününü içeren bir mandanın kabulüne
taraftardılar. Bunlar Amerika’nın manda üstlenmesinin kendi dış ticareti açısından son
derecede iyi ve yararlı olacağını ve demokrasinin gelişmesi için Birleşik Devletlere
fırsat sağlayacağını savunmuşlardır379.
General Harbord 1919 Ekim ayı sonunda Paris’e varmış ve haber Albayrak
gazetesinde “General Harbord Paris’e vasıl olmuştur” başlığı ile yer almış, devamında
heyetin bazı üyelerinin manda lehinde askerlerin ise (büyük çoğunlukla) Amerika’ya
getireceği yükler açısından karşısında olduğu ve raporun Başkan Wilson’a
gönderileceği yazılmıştı. Amerika’da rapor hakkında görüşler netlik kazanmamakla
beraber 1920 başlarında Ermeni propagandası dünyada artık eski etkinliğini kaybetmiş,
İzmir’in işgali sonrasında Türklerin maruz kaldığı haksızlıklar dile getirilir olmuştu.
Amiral Bristol, Amerika’yı Ermeni propagandası konusunda uyarmakta, Lord Curzon
dahi “Ermenilerin masum kuzular” olmadıklarınına değinip, “oldukça vahşiyane”
saldırılarda bulunduklarını ve bunun belgeli olarak kanıtlandığını söylüyordu380.
1919 Ağustos’unda Ermenistan’daki durumu inceleme ve bölgenin mandasını
üstlenmenin
fizibilite
çalışmasını
yapmak
üzere
Başkan
Wilson
tarafından
görevlendirilen General James Harbord mesele hakkında kesin tutum belirlememiş
mamafih olumlu ve olumsuz nedenleri ortaya koymuştur. Ancak rapor böyle bir manda
üstlenilmesinin beş yılda 750 milyon dolarlık maliyet( 2007 satın alma gücü ile 19.8
milyar $)ve 200.000’e kadar çıkabilecek sayıda bir askeri güce gereksinim gösterdiğini
ortaya çıkarmıştır. Böylece Harbord Raporu aslında bir Ermenistan mandasının kapısını
kapatmıştı.
379
380
Öztoprak, a.g.e., s.87-88
Akgün,1981, s.153.
205
Türkiye’de Amerikan mandasının uygulanması ve Doğu Anadolu’ya ilişkin
konularda köklü bir kanaate ulaşan heyetin çalışmaları rapor halinde Amerikan
Senatosuna sunulduktan sonra, rapor temelinde Kongre tarafından hazırlanan inceleme
neticesinde gerçekleşme olanağı bulunmayan Ermenistan tasarısı geri çekildi. Bu
sonucun alınmasında General Harbord’un yerli ve yabancı pek çok kişi ile yaptığı
temaslar önemli olmakla birlikte bunların içerisinde Mustafa Kemal Paşa ile yapılanı en
etkileyici olanıdır. General Harbord raporunda yer alan gerçekler Amerika aracılığı ile
dünyaya duyuruldu. Harbord Raporu’nun da etkisi ile dünya kamuoyu, Türk-Ermeni
ilişkilerine ve Türk Kurtuluş Savaşına daha sağduyulu bakmaya başlamıştır381.
Harbord’un raporu Amerikan basınına da yansımıştır. Örneğin New York Times
gazetesinde Harbord Heyetinin sivil üyelerinin yalnız Ermenistan’ın mandasınının
üstlenilmesinden yana olduklarına rağmen heyet üyelerinin çoğunluğunun böyle bir
girişimi Amerika açısından uygun görmediğini Generalin Başkan Wilson’a raporunu
sunduktan sonra açıkladığını yazmaktadır382.
Harbord gezisinde çok önemli bir yer tutan temas heyetin Mustafa Kemal Paşa
ile görüşmesi Sivas’ta olmuştur. Harbord Heyetinin İstanbul’dan yola çıktığında Sivas
Kongresi toplantı halindeydi. Harbord Sivas’a gelmeden önce heyetten bir binbaşı ile
yüzbaşı önceden Sivas’a gelerek Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Beyle irtibat kurmuş,
heyetin görüşme isteğini iletmişlerdi. 20 Eylül’de Sivas’a varan heyetle görüşme 21
Eylül’de Vali’nin verdiği yemek sonrasında gerçekleşmişti. İkibuçuk saat kadar süren
görüşmede soru üzerine Mustafa Kemal Ermeni katliamı diye ileri sürülen iddiaların
abartma olduğunu ifade ederek esas İzmir’de işlenen cinayetlerin müttefik
temsilcilerinin gözü önünde cereyan ettiğini anlatmıştır383. General Harbord milli
mücadelede başarılı sağlanamazsa ne yapmayı düşündüklerini sorduğunda Mustafa
Kemal Paşa “Bir millet mevcudiyetini ve istiklalini temin için kabili tasavvur olan
teşebbüsat ve fedekarlığı yaptıktan sonra muvaffak olur. Ya muvaffak olamazsa demek,
o milletin ölmüş olduğuna hükmetmek demektir. Bineanaleyh, millet berhayat oldukça
381
Akgün,1981, s.159-161.
The New York Times, 23 October, 1919.
383
Akgün, 1985,s.110.
382
206
ve teşebbüsatı fedakaranesine devam eyledikçe ademi muvaffakiyet mevzu bahis
olamaz” şeklinde cevaplandırmıştır384. Harbord görüştükleri konuları yazılı olarak
iletmesini istemesi üzerine Mustafa Kemal Paşa bunun kendisine görev dönüşü
Samsun’da verileceğine söz verdi. General Harbord hazırladığı ve ABD Senatosuna
sunduğu rapora bu muhtırayı ek olarak koydu385. Harbord’a ulaştırılan muhtıranın
Ermenilerle ilgili bölümleri şöyle idi.
“General Harbord'a Verilen Muhtıra 24 Eylül 1919
--Eski zamanlardan beri ortak bir hayat yaşadığımız Müslüman olmayan unsurlar,
İtilaf devletleri tarafından kendilerine gösterilen teveccühten cesaret alarak, millet ve
devletin itibar ve haklarına açık hücumlara başladılar.
...
Kendileriyle çok uzun bir zaman bir arada yaşadığımız Müslüman olmayan
vatandaşlarımız (Ermeniler, Rumlar, Yahudiler vs.) hakkında en iyi niyetlerle samimi
duygular beslemekten ve onları da bizimle tam bir eşitlikte düşünmekten başka bir
görüşümüz veya hissiyatımız yoktur. Mutlak surette inanıyoruz ki, eğer memleket, ta
içinde şimdiye kadar faaliyette bulunan kötü tesirler ve telkinlerden kurtulursa,
İmparatorluğun çeşitli ırkları birbirleriyle tam bir barış içinde yaşacaklar ve ortak, mesut
ve müreffeh bir hayat süreceklerdir.
...
Merkezi Erivan olan Ermeni Cumhuriyeti'ne karşı dostça olmayan hiçbir
niyetimiz yoktur.... Bu yeni devletteki Ermeniler, Ermeni müfreze kumandanının
emirleriyle, Müslüman unsuru imha etmek üzere faaliyette bulunuyorlar. Bu emirlerin
suretlerini gözlerimizle gördük. Erivan'daki Ermenilerin, Müslümanları imha siyaseti
güttükleri ve bu kanlı vahşet dalgasının sınırlarımıza kadar genişlediği, sınırlarımızın
karşı tarafının ölümden kaçan sayısız Müslümanla dolu olmasıyla da teyit edilmiş
oluyor. Diğer taraftan, Erivan hükümeti, sınırın berisine top ateşi açmak suretiyle
doğrudan doğruya tahrik faaliyetlerine de kalkışmıştır. İngilizler, bu hareketlerin
cereyanı esnasında, bir yandan Ermenilerin Müslümanlara karşı tutumlarını teşvik
384
385
Nutuk, Cilt I s.172–173.
Akgün, 1981, s.113–114.
207
ettiler, hatta onları bu konuda kışkırttılar, diğer taraftan Ermenilerin tecavüzlerini bize
sayıp döktüler ve bunları tahammül edilemez hareketler olarak nitelediler ve bu komşu
devlete saldırarak misillemede bulunmaya bizi zorladılar. Fakat biz hakikatin kendini
göstereceğinden emin olarak Ermeni tahriklerine tahammül ettik ve İngilizlerin
öfkelerini fark etmemiş göründük. Hakikaten, bizi Ermenilere saldırmaya teşvik eden ve
bu şekilde kendi birliklerini o topraklara gönderebilmelerini sağlayacak bir ortam
yaratmayı planlayan İngilizlerin tutumlarını meydana çıkarabileceğimizi düşündük.
İngilizlerin bütün bu manevraları, Kafkasya'yı boşaltmaları mecburiyetini hissettikten
sonra, onların subay ve temsilcileri tarafından başlatıldı.
...
Erzurum ve Van'daki Müslümanların ve bilhassa sınır bölgelerinde yaşayanların;
Ermenistan'da cereyan eden katliama dair her gün aldıkları haberler ve ölümden kaçan
ve ağlanacak vaziyette olan mültecilerin manzarası karşısında, büyük heyecana
kapılmaları çok normaldir. Galeyanın artmasına bir sebep de Ermenilerin sınırlarımız
karşısında topçu ateşi tatbikatı yapmalarıdır.”386.
Mustafa Kemal Paşa’nın bu muhtırasını da içeren ABD Heyeti raporu
Wilson’un açık diplomasi prensiplerine de atıf yapmıştır. Ancak Suriye, Filistin ve
Mezopotamya’nın, Fransa ve İngiltere tarafından aralarındaki eski gizli anlaşmalara
göre paylaşılmasının gerçekleştiği ve anılan devletler tarafından o tarihte zaten işgal
edildiği için bu oldu bittiyi kabullenmiş görünmelerine karşın, aynı parçalama siyasetini
Türkiye’nin diğer toprakları için doğru bulmamaktadırlar. Heyet bölgede kurulması
muhtemel bir manda yönetiminin güçlüklerine dikkat çekmektedir. Bu bağlamda
Rusya’daki gelişmelerin Kafkaslara yöneldiğini gören ABD Heyeti, İtilaf Devletlerinin
çıkarlarına
hizmet
edecek
bir
manda
üstlenmenin
yanlış
olacağı
kanaatini
taşımaktadırlar. Ayrıca anılan heyet Mustafa Kemal Paşa ve diğer milli kurtuluş
hareketi liderleri ve halkla yaptıkları görüşmelerde mandanın Türkler tarafından kabul
edilmeyeceğini ve milli kurtuluş mücadelesinin başladığını anlamışlar, bu koşullarda
manda üstlenmeleri halinde kendilerinin müşkül duruma düşeceğini görmüşlerdir.
386
Atatürk’ün Bütün Eserleri (ATABE), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2000, Cilt 4, s. 106, 108, 111 .
208
E. Amiral Bristol ve Türk-Amerikan İlişkileri
Amerikan diplomasi tarihinde donanma çok önemli bir rol oynamıştır. Bu alanda
pek çok seçkin deniz subayına değişik ve önemli görevler verilmiştir. Ancak yirminci
yüzyılda diplomasi alanında Amiral Mark L. Bristol’ün düzeyinde bir başarı ve liyakat
örneğine rastlanmamaktadır. Amiral, ABD ile Türkiye arasında diplomatik ilişkilerin
kesik olduğu 1919-1927 yıllarını kapsayan sekiz yıllık sürede İstanbul’da ABD Yüksek
Komiseri olarak görev yapmıştır. Bristol’ün görev süresi; dünya çapında uluslararası
barış konferansları, bir büyük savaş, nüfus mübadeleler vb. gibi önemli gelişmelere
tanık olunan bir dönemdir. Görevinin en zor yönü kendisinin Türkiye’de görev yaptığı
dönemde Amerikan kamuoyunda Türk karşıtı duyguların zirveye ulaşmış olmasıydı.
Ancak Mark Bristol kendi çevresi ve görev alanında Türk Amerikan ilişkilerinin adil
bir temele oturtulmasında kimsenin gösteremediği performans sergilemiştir387. Bu
açıdan Bristol’ün Türkiye’de görev yaptığı 1919-1927 yılları arasındaki Türk-Amerikan
ilişkilerinde özel bir yeri ve konumu bulunmaktadır. Her ne kadar bu dönemde iki ülke
arasında resmi diplomatik ilişkiler bulunmasa da Bristol adeta bir büyükelçi
fonksiyonunu yerine getirmiştir.
Bristol’ün Kurtuluş Savaşı sürecinde Türk-ABD ilişkilerindeki rolü incelenirken
1919 yılı ile 1920-1923 dönemleri ayrı ele alınmalıdır. 1919 yılı savaş sonrası barış
konferansı sürecinin başladığı, ABD’nin Yakın Doğu politikalarının Avrupalı
emperyalist güçlerin etkisi altında şekillendirilmeye çalışıldığı bir yıldır. Osmanlı
Devleti’ni galip devletlerin paylaşımını esas alan barış koşullarının oluşturulduğu ve
gelişmelerin yayılmacı güçler arasındaki çıkar mücadelesini doruk noktasına çıkardığı,
bu ortamdan son derecede rahatsız olan Türk aydınlarının Amerika’yı kurtarıcı olarak
gördükleri 1919 yılında, ABD görevlendirdiği heyetlerle yerinde incelemeler yaparak
olayları daha gerçekçi olarak algılama imkanını bulmuştur. Bu bağlamda Amiral Bristol
en az King-Crane ve General Harbord Heyetleri kadar belki de daha fazla ABD
yönetimi üzerinde olsun, diğer çevrelerde olsun (İtilaf Devletleri, Türkler, misyoner
teşkilatları, insani yardım kuruluşları vb) etkili olmuştur. 1919 Türklük karşıtı
387
Peter Michael Buzanski; Admiral Mark L. Bristol and Turkish-American Relations, 1919-1922,
(yayınlanmamış doktora tezi) University of California, Berkeley, 1960, s.ii-iii .
209
propaganda yapan ve bundan çıkar da sağlayan misyoner örgütleri ve insani yardım
kuruluşları gibi grupların bağımsız bir Ermenistan kurulması ve bunun mandasının
ABD tarafından üstlenilmesi yönünde yoğun propaganda ve girişimlerinin zirve yaptığı
bir yıldır. Bu arada bir yandan gerçekler, diğer taraftan popülizm arasında kalan ABD
yönetiminin kararlı bir politika oluşturma konusunda zorlandığı hatta yanılgılara
düştüğüne tanık olunmaktadır.1920 ve sonrasında yokolma tehlikesine karşı tepki
olarak doğan Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı ve bunun sonuçlarının alındığı bir dönemdir.
Bristol’ün bu dönemde de etkin politik çabaları olmuştur. Bu noktada konuya Türk
Amerikan ilişkilerinin belki de en fazla önem kazandığı 1919 yılında ABD Yüksek
Komiseri Amiral Mark Bristol’ün faaliyetleri ile devam etmek uygun olacaktır .
1. Amiral Bristol’ün Saptamaları ve Görüşleri
Daha önce değinildiği gibi, Amerika Birinci Dünya Savaşında Osmanlı
Devleti’ne çeşitli nedenlerle savaş ilan etmemiştir. Amerikan iş çevreleri ve Protestan
kilisesinin Osmanlı Devleti’nde sahip olduğu çok miktarda mal ve mülkün zarar
görmesi, Amerikan Board Heyetinin faaliyetlerini sürdürmesi konularında sıkıntı
yaşanması ihtimalleri bu konuda önemli nedenlerdir. Bir diğer neden Osmanlı
Devleti’nin İç İşleri Bakanı Talat Paşa’nın ABD’ne karşı dostane bir tutum içerisinde
olmasıdır. Ancak çok önemli bir diğer neden İtilaf Devletlerinin Başkan Wilson’u
Osmanlı Devletine karşı savaş açmaması konusunda izledikleri politikalardır. İtilaf
Devletleri Osmanlı Devleti’nin paylaşmayı planlandığından, savaş sonrası ABD’nin bu
paylaşıma müdahil olmasına sıcak bakmamışlardır. ABD tarafından 8 Nisan 1917’de
Sultan’a ABD’nin Almanya ile savaş halinin başladığı bildirilmiştir. On iki gün sonra
Türklerin girişimi ile diplomatik ilişkiler kesilmiştir. ABD Elçiği, Amerika ile ilgili
konuları yürütmesi için İstanbul’daki İsveç Büyükelçiliğini, Osmanlı Elçiliği de
İmparatorluğa
ilişkin
konular
için
Washington’daki
İspanyol
Büyükelçiliğini
yetkilendirmiştir388.
Amiral Bristol, ABD ile arasında diplomatik ilişki bulunmayan Osmanlı
Devletinde farklı bir statü altında görevlendirilmiştir. Bu görev diğer savaş sonrası İtilaf
388
Buzanski, a.g.e., s.1-2.
210
Devletlerinin yaptığına benzer şekilde diplomatik ilişki kurmadan politik gözlemci
statüsünde olmuştur. Görev unvanı “Türkiye nezdinde Amerika Birleşik Devletleri
kıdemli deniz subayı” idi. “Amerikan yurttaşlarını ve çıkarlarını her zaman ve her yerde
kollamak ve yardımcı olmak” gibi bir görev tanımı vardı. Ancak normal resmi temaslar
İsveç Elçiliği aracılığı ile sürdürülmekteydi. Bristol, Ocak 1919’da İstanbul’a
geldiğinde mağlup olmuş, tamamen olmasa bile işgal ve silahsızlandırmaya tabi
tutulmuş bir ulusla karşılaşmıştır. İtilaf güçlerinin tam kontrolu ele geçirmiş olmakla
birlikte savaş sonrası ganimet paylaşım mücadelesi içerisinde olduklarını, Türklerin ise
İtilaf Devletlerine karşı hasmene, Amerikalılara karşı dostane bir tutumda olduklarını
saptamıştır389.
Amiral Bristol Kurtuluş Savaşı’nın kazanılarak İtilaf güçlerinin etkisinin
sonlandığı güne kadar geçen sürede Yakın Doğu’daki İtilaf güçleri arasında fazla bir
dayanışmanın olmadığını görmüştü. Bu dönemde müttefikler emperyalist amaçlar
gütmekte, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan Osmanlı Devleti’nin mirasını
aralarında paylaşmaya çalışmaktaydı. Ancak Mark Bristol Amerikan prensipleri ve yasa
temelinde adalet, fırsat eşitliği ve açık diplomasi gibi ilkeleri gözettiğinden yabancıların
bu tarz politikalarının karşısında olmuştur.
Savaş sonrası dönemin en büyük güçlüğü gerçekçilikten uzak yaklaşımların pek
çok yerde hakim olmasıdır. Mustafa Kemal Paşa’nın nihai zaferi sonrasında bir
Amerikalı muhabir yazısında “Türkiye ile ilgili ihmal ve Amerika’daki Türk önyargısı
hükümetin elini kolunu bağlamış ve ‘korkunç Türk’ olarak yansıtılan misyoner
algılaması, Yakın Doğu’daki sorunlar hakkında kamuoyumuzu yanıltmıştır” ifadelerini
kullanmıştır. Bu bağlamda Amiral Bristol anılarında ABD’nde verdiği konferanslarda
gerçekleri yansıtmanın imkansızlığından söz etmiş ve “Yakın Doğu’ya ilişkin olarak
kim gerçekleri açıklamaya kalkarsa Türk yanlısı olmakla suçlanmıştır” ifadesini
kullanmıştır. İstanbul’daki Amerikan Kız Koleji Müdüresi Mary Patrick de aynı
durumla karşılaşmış ve “Amerika’da Türkler lehine tek kelime sarfetmenin imkansız
olduğunu, politika uğruna kendisinin de gerçekleri dile getiremediğini ve sessiz
kaldığını” belirtmiştir. Bu tek yanlı tablonun ortaya çıkmasında suçlanması gerekenler
389
Buzanski ,a.g.e.,s.8-9.
211
misyonerler ve Yakın Doğu İnsani Yardım Kuruluşu çalışanlarıdır. Ancak hem insani
yardım çalışanları, hem de misyonerlerin arkasında gizlenen esas güç organize Ermeni
lobileridir. Bu lobiler Ermeni meselesini Batılı ülkelerde organize etmekle birlikte,
ABD’nin eski Almanya Büyükelçisi James W. Gerard ile işin profesyoneli Ermeni
Vahan Cardashian’ın (Kardeşyan) liderliğindeki faaliyetleriyle ağırlıklı olarak
Amerika’da etkin olmuşlardır390.
Dr. Barton’un, Mark Bristol’e 6 Mayıs 1921 tarihinde gönderdiği mektupta yer
alan ifadeleri şöyledir. “Ermenilerin Türkler tarafından katledildiği şeklindeki yalan
haberlere en çok itirazı olan benim. Ancak açıklaması gerçekten kolay olmayan bir
durumdan da söz etmek gerekir. Bütün yanlış enformasyonu hayali olarak üreten
Kardeşyan isimli, Yale Üniversitesi mezunu, Wall Street’te bürosu olan zeki bir
avukattır. Kendisi Gerard’ı başkanı gösterdiği ancak hiç zaman biraraya gelmemiş bir
komite hikayesi uydurmuştur. Antetli kağıt kullanan ve Ermenistan Tanıtım Bürosu
adını taktığı sözde bir kurumu kendi amacı doğrultusunda kullanmıştır. Aslında işi
organize eden tek başına kendisidir. Kardeşyan’ın Gerard ve Londra’da yaşayan
Pastırmacıyan isimli iki kişi dışında pek fazla teması bulunmamaktaydı. Bir seferinde
Kardeşyan yakın Doğu Yardım Örgütü ve misyonerlerini, Ermenistan’ın geçmişten
bugüne en büyük düşmanı ilan eden ve kendilerini Başkan Wilson ile birlikte Ermenileri
çarmıha gerdikleri vb. suçlayıcı ifadeler kullanılan bir broşür çıkardı. Kendisi
Ermenistan hakkında en son ve tam bilgilere sahip olduğu iddiasını öne sürüyor ve
Senatör Lodge, Başkan Wilson, Dışişleri Bakanlığı ve diğer kuruluşlarla yakın
ilişkilerini sürdürüyordu. Gerard (eski Berlin Elçisi) destekçisi idi. Kardeşyan’ın bu
hain propagandasını nasıl durdurabileceğimiz konusunda Ermeni liderleriyle
görüşmeler yaptık. Kendisi hiçbir zaman olmayan katliamlardan bahsediyor,
Ermenistan ve Türkiye hakkında müthiş bir desenformasyon kullanıyordu. Bu kişiye
kamuoyu önünde karşılık vermeyi düşünmüyorduk. Çünkü bu durumda insanlar bizim
aramızda ağız dalaşı yaptığımızı söyleyebilir, böylece uğrunda çaba sarfettiğimiz pek
390
Buzanski, a.g.e., s.85-86.
212
çok şey zarar görebilirdi391. Bu mektup, Türk karşıtı, Ermeni yanlısı propaganda
makinesinin işleyişi hakkında fikir verebilir.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Ermeniler bağımsızlık elde etme konusunda
ısrarlı etkinliklerde bulundular. Bu amacın gerçekçi olup olmadığı ise kimse tarafından
bilinemezdi. Çünkü Paris Barış Konferansı bağımsız bir Ermenistan yaratılması dahil
Türk meselesine eğildiği zaman çok geçti. Türk milli mücadele hareketi bağımsız bir
Ermenistan için koşulları ortadan kaldırmıştı. Bu nedenle Batı Dünyası idealizm ile
gerçekçilik arasında tercih yapma durumunda idi. Eğer bağımsız bir Ermenistan
isteniyorsa bu savaş anlamına gelmekteydi. Amerikan halkının Ermenistanla ilgili bu iki
seçeneğin farkında olduğu söylenemez. ABD’de Bakanlıkları Ermenistan için verilen
binlerce dilekçe vererek sürekli meşgul edenler bunun gerçekleşmesinin tek yolunun
savaştan geçtiğinin farkında değillerdi. Öte yandan Ermenilere ilişkin olarak
yabancıların yaptığı kışkırtmalar Türkleri daha çok darıltmaktan başka bir şeye
yaramamaktaydı. Amerikan Yüksek Komiseri Bristol bu gelişmeleri çok iyi kavramıştı.
Kendisi ABD’ye gönderdiği raporlarda eyleme geçirilemeyecek sözlerin Ermenileri
riske sokabileceği gibi, Amerikalılara karşı da olumsuz hisler yaratabileceğini
vurgulamıştır. Bu gayretlerine rağmen Amiral Bristol’ün tek başına Amerikan halkının
büyük çoğunluğunun hissiyatına karşı durması mümkün değildi. Bristol’ün Amerika’nın
geleneksel prensipleri ve çıkarları doğrultusundaki içten gayretleri Yakın Doğu
konularıyla ilgili olanların çok azı tarafından anlaşılabilmiştir. Bristol’ün ikilemi
Amerikalıların bu gerçekleri anlamaması ve Ermeni meselesine tek yönlü olarak
bakmasıydı. Öte yandan Barış Konferansında İzmir, Antalya ve Kuzey Anadolu’nun
Türklerden alınmaması fakat Ermenistan, Suriye, Mezopotamya, Kürdistan, Filistin
bölgeleri yaratılarak bu bölgelerin kesinlikle Osmanlı İmparatorluğundan ayrılması
üzerinde mutabakat sağlanmıştı. Bu temel kararlar uyarınca Paris Barış Konferansındaki
temsilciler değişik uluslardan gelen taleplerle karşılaştılar. 3 Şubat 1919’da Başbakan
Venizelos Yunanistan adına taleplerini sundu. Esas isteği Trakya ve Batı Anadolu idi.
Şubat’ın sonunda Rusya ve Türkiye’den koparılacak parçalarla büyük Ermenistan
kurulmasına ilişkin talepler geldi. Dörtler Konseyi bu iki mesele ile karşılaşınca
391
Buzanski, a.g.e., s.122-123.
213
müzakereciler arasında önceden hakim olan birlik beraberlik görüntüsü kaybolmuştur. 3
Şubat sonrasında savaş zamanının müttefik dayanışması artık geçmişte kalan bir şey
olmuştu392.
Başkan Wilson’un Paris’ten ABD’ne dönüşü sonrasında konferansta Türkiye ile
yapılacak anlaşma konusunda bir ilerleme kaydedilemedi. Wilson ise Yunanlıların
İzmir’i işgaline rıza göstererek daha önce açıkladığı ve Barış Konferansı Dörtler
Konseyinde de yinelediği bütün prensiplerini çiğnemiş, Türkiye konusunda deneyimli
Heck, Ravndal ve Bristol gibi önemli danışmanlarını dışlamış oldu. Doğal olarak
danışmanları Başkan Wilson’dan görüşleri konusunda kendilerini aydınlatmasını
isteyerek onüç önemli noktadaki anafikrini sordular. Bu sorulardan üçü (Ermenistan
bağımsız bir devlet olacak mı?, Rusya, kendi sınırları içerisinde kalan Ermenistan’dan
vazgeçmesi konusunda zorlanacak mı? Kilikya Ermenistan’a dahil edilecek mi?)
Ermeni meselesini ilgilendirmekteydi. Wilson’dan cevap alınamadı. Çünkü cevapları
kendisi de bilmiyordu. Bu sırada gelişme gösteren Türk milli hareketi Türkiye’nin
toprak bütünlüğünü ileri sürüyor ve bağımsız bir Ermenistan Devleti’ne karşı
muhalefetini ortaya koyuyordu. İtilaf Devletlerinin Türkiye ile anlaşma metni hazırlama
konusunda görülen yavaşlık bu konudaki yetersizliklerinden değil birbirlerine karşı
duydukları güvensizlikten kaynaklanmaktaydı. Bu durum özellikle İngiltere ile Fransa
için geçerliydi. Her iki ülke de Wilson’ı ve Amerikan’ın gücünü kendi ülkeleri
açısından en uygun şekilde sonuçlandırabilmek için kullanmaya çalışıyorlardı393.
Paris Barış Konferansı’nda müzakerelerde ilerleme kaydedilemez ve öneriler,
karşı önerilerle zaman geçerken, görüşlerine müracat edilen ABD delegasyonu
Washington’dan verilen talimat olmadığından mevcut durumda kendileri için görüş
açıklamanın mümkün olmadığı cevabını vermekteydi. İtilaf Devletleri’nin müracatlarına
“Amerikan halkının ne yapacağı konusunun cevap bekleyen bir soru olduğu” şeklinde
cevap verilmekteydi. Buna Başkan Wilson’un rahatsızlığı da eklenince müttefiklerin
ABD’den Türkiye ile anlaşma akdi konusunda fazla beklentileri olamazdı. Paris’te
resmi görüşmeler durma noktasına gelmekle birlikte gayrı resmi pazarlıklar devam
392
393
Buzanski, a.g.e.,s.87-88.
Buzanski, a.g.e.,s.92-93 .
214
etmekteydi. Dışişleri bakan yardımcısı Frank Polk’un Ekim 1919’da Paris’te
gözlemlediği ve üstlerine rapor ettiği gibi “Türkiye’ye ilişkin bir mutabakata varılması,
bunun İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan arasında gerçek anlamda toprak yağması
ve paylaşım için son fırsat olarak algılanmasından ve hepsinin aşırı isteklerinden
dolayı çok güç” gözükmekteydi. Polk, Paris’e varışıyla bu duruma tanık olduktan sonra,
İstanbul’dan gönderdiği raporlarla üstlerini aylardan beri uyaran Biristol’ün “Anadolu
ve Boğazlar için izlenecek en iyi politikanın bu bölgeleri bir bütün halinde tutulması ve
bunun sorumluluğunun bir devlete verilmesi” şeklindeki görüşünü benimsemişti. Bu
esnada Amerikan Kongresi Versay Anlaşmasını onaylamamıştı. Bu durum ABD
yetkililerinde
Türkiye’yi
içeren
bir
anlaşmanın
dışında
kalma
düşüncesini
oluşturmuştur. Diğer taraftan çoğu zaman İtilaf Devletleri Türkiye’nin parçalanmasına
karşı olan Amerikan görüşlerini dikkate almaktan kaçınıyordu 394.
İstanbul’da bulunan Mark Bristol, İtilaf Devletleri ile ABD arasındaki 1919
yılının ilk yarısında cereyan eden diplomasinin ayrıntılarından haberdar değildi. Ancak
kendisini konuya süratle adapte eden Bristol, Türkiye’de ve dışarıdaki farklı grupların
Yakın Doğu meseleleri hakkındaki görüşlerini kolaylıkla öğrendi. Bu bağlamda Yakın
Doğu’ya ilişkin konularda misyoner, insani yardım kuruluşu çalışanları, Ermeniler ve
Rumların yaklaşımları ile Türkiye’deki yaşayan Amerikalıların ve iş adamlarının
görüşlerinin tamamen farklı olduğunu saptamıştır. Türkiye’ye varışından itibaren politik
ortamı daha da iyi kavrayan Bristol, İtilaf karşıtı önyargılarında yanılmadığını (İzmir’in
işgalini yerinde incedikten sonra) olaylar ve müttefiklerin eylemleriyle işledikleri
suçları izleyerek anlamıştır. Bristol’ün yazışmalarına bakılır ve bunlar bir avukat
brifingine benzetilirse, kendisinin iki müşterisinden birisinin ABD diğerinin Türkiye
olduğu söylenebilir. Bristol her ikisinin de çıkarlarını gözetmeye çalışmıştır. Göreve
başmasından bir ay sonra Türkiye’nin küçük parçalara bölünmemesi doğrultusunda
görüşler geliştirmiştir. 1 Mart 1919 tarihindeki raporuna “Şimdi kuvvetle vurgulamak
istiyorum ki bu ülkeyi bölmeye ilişkin her fikir kesinlikle yanlıştır” şeklinde not
düşmüştür. Amirale göre küçük parçalara ayrılmış bir imparatorluğun savunması
bütünlük sağlayan bir yapıya göre çok daha zordu. Bristol’e göre ülkede “yalnız bir
394
Buzanski, a.g.e.,s.96-98.
215
etnik grubun tek başına yaşadığı ve bu nedenle bu ırka tahsis edilebilecek konumda bir
bölge” yoktur. Ülke dışında kitaplar ve gazetelerden elde edilen yanlış fikirler vardır.
Bu da Osmanlı İmparatorluğunda yalnız bir etnik grubun yaşadığı değişik bölgeler
bulunduğu, buna bağlı olarak da etnik grupların arasındaki hatlar esas alınarak Türkiye
bölünebileceğidir. Ancak Bristol’ün doğrulukla belirttiği gibi farklı etnik gruplar bütün
Türkiye sathında iç içedirler. İmparatorluğu parçalanması halinde her egemen bölge bir
ırk tarafından yönetilecek olursa, böyle bir durum etnik gruplar arasındaki çekişmeyi
hiçbir zaman ortadan kaldırmayacak ancak daha ufak topluluklar halinde ve yan yana
yaşayan grupların duygularını bir ulus çatısında birleşmeleri halinde çatışma ortamı da
kalkacaktır. Bristol’e göre Türk Devletinin bütünlüğü, dinin politikadan soyutlanması
dahil azınlık grupların arasındaki etnik farklılıkların en alt düzeye indirildiği iyi bir
yönetim biçimi altında korunmalıdır395.
Amiral Bristol’ün 28 Ocak 1919’da İstanbul’a gelişi ile Amerikan yanlısı
akımlar
(Amerikan
mandası)
güçlenmiştir.
Bu
dönemde
Amerikan
yardım
kuruluşlarının faaliyet gösterdiği yardıma muhtaç bölgelerde dahil anılan kuruluşlar
ekonomik çıkar sağlamak için ticari delegasyon görevi yapmakta idiler. Türkiye’deki
Amerikan yetkilileri, iş adamları tüm ülkeyi içerecek bir Amerikan mandası taraftarı
idiler. Amiral Bristol hükümetini yalnız Ermenistan ile sınırlı pahalı bir manda yerine,
tüm Türkiye’de barışcıl yöntemlerle uygulanabilecek ve ucuza mal olacak bir mandayı
kabul ettirmeye çalışıyordu396. Amiral Bristol’ün çalışmalarının da etkisiyle bu sırada
İstanbul’da aralarında asker, politikacı ve yazarların da olduğu pek çok insan Amerikan
mandaterliğini savunuyor, İtilaf devletlerinin Türkiye üzerindeki niyetlerini gördükten
sonra bunu onur kırıcı bir barışa yeğliyorlardı.
2. Amiral Bristol’ün Karşıtları
Amiral Bristol Osmanlı Devletinin bir bütün halinde bırakılmasına yönelik
hareket tarzını benimsemesinden ötürü Türk taraftarı olmakla suçlanmıştır. Bu
bağlamda İtilaf Devletlerinin parçalama siyaseti doğrultusunda çalışan ve Türkiye’nin
395
396
Buzanski, a.g.e.,s.100-104 .
Ayışığı, a.g.e.; s.39
216
Ermenistan gibi bağımsız bölümlere ayrılmasını isteyen çevreler Amiral Bristol’ü
düşman kabul etmişlerdir. Öte yandan Bristol, Amiral Sims’e gönderdiği 18 Mayıs 1919
tarihli yazısında “Ben Yakın Doğu’daki ırklardan hiçbirinin taraftarı değilim. Çünkü
inanıyorum ki bir çuval içerisine Türk, Rum, Ermeni, Asuri konulup çalkalansa ilk
çıkana bakarak bunlardan kimin hangisi olduğunu söyleyemezsiniz” demiştir397.
Richard Hovannisian, Marjorie Housepian gibi Ermeni akademisyenlerin
yazılarında Bristol’ü sürekli Rum karşıtı, Ermeni karşıtı, Türk yanlısı şeklinde tanıtma
alışkanlığı vardır. Amiral Bristol 3 Mayıs 1919’da Edward C. Moore’a gönderdiği
mektupta “ben bu ülkede hiçbir etnik grubun tarafını tutmuyorum. Hepsi evrensel bir
eğitim çağdaş bir uygarlığın gereksinimi içerisindedirler. Dünya barışının geleceği bu
farklı etnisitenin çağdaş kalkınmanın nimetlerinden yararlanması ile mümkün
olacaktır” ifadelerini kullanmıştır. Amiral Bristol’ün yukarıda bu ve diğer örneklerdeki
yazışmaları, ifade ve görüşleri nedeniyle Türk yanlısı ve azınlık (Ermeni, Rum) karşıtı
olarak tanıtılması mümkün müdür? Bristol ile zıt diğer bir isim Henry Morgenthau’nun
aynı konuda yani bölge halkları hakkındaki ifadeleri ise “Türklerin Hıristiyanlara
‘inanmayan
köpekler’
olarak
davranmalarını
sürdürmelerini
korkaklığımızla
cesaretlendirecekmiyiz? Biz karşı saldırıda bulunmayacak ve bunu yapmalarına izin
verecek miyiz? Eski, kibar, uygar Hıristiyan halkı Türklerin pençesinden kurtarmak için
kalıcı önlemler alınmayacak mıdır?” şeklindedir. Aslında Morgenthau Osmanlının
Hıristiyan tebasının nesiller boyu kendilerini yöneten Türklerden üstün konumda
olduklarını Türkleri pençelerinde tuttuklarını bilmekteydi. Bu ikisi arasındaki farka
gelince Bristol’ün Hıristiyan-Müslüman arasındaki eşitlikçi fikirleri Morgenthau’da
yerini Hıristiyan şampiyonluğuna bırakmaktadır, denilebilir398.
Günümüzde Amiral Bristol’ü “Türkofil” olarak isimlendirecek derecede
karşıtlarından
birisi
Ermeni
kökenli
Amerikalı
yazar
Levon
Maraşlıyan’dır.
Maraşlıyan’a göre Ermenilerin finans, ticaret ve imalat alanlarında üstün becerileri
bulunmaktaydı. Bunlar ise Türkiye ve Yakındoğu’da Amerikan sermayesinin girmek
397
Buzanski, a.g.e.,s.104-106 .
Heath W. Lowry; “American Observers in Anatolia CA. 1920 The Bristol Papers”, Armenians in the
Ottoman Empire and Modern Turkey, Boğaziçi University Publications, Ankara, 1992, s.43-46 .
398
217
istediği alanlardı. Türkler ise iş dünyasında beceri sahibi değillerdi. Bristol’ün gözünde
Ermeniler ( Rumlar ve Yahudiler) Amerikalı işadamları için büyük bir rekabetin
kaynağını oluşturmaktaydı. Buna karşın Bristol savaş alanlarında üstün, ama ticaret
dünyasında acemi olan Türklerin Amerikalı finansör ve işadamları karşısında kolay
kandırılabilir
olacaklarını
değerlendirmiş
olabilir.
Bu
koşullarda
Ermenilerin
yokedilmesi, Türklerin Yakındoğu’ya egemen kılınması şeklindeki Amerikan
politikalarını desteklemesi doğaldır. Bu nedenle Maraşlıyan “Bristol ve Dışişlerinin üst
düzey yetkilileri kesinlikle Türk yanlısı idi” ifadesini kullanmaktadır399. Ancak bu
açıklamanın mantıklı olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Çünkü Amerikan
sermayesi yalnız ticari sermayeden ibaret değildir. Ermenilerin zanaat ve küçük
ticaretten öte büyük girişimleri olduğunu söylemek mümkün değildir ve o dönemde her
koşulda Ermenilerin dünya çapında etkin olan Amerikan sermayesi karşısında çok
büyük bir rekabet gücü oluşturması düşünülemez. Bu savlar olsa olsa Bristol’ün çok da
fazla Ermeni yanlısı olmayan görüşlerini zayıflatma amaçlı olabilir .
Maraşlıyan’ın döneme ilişkin diğer bir yorumu Amerikanın özellikle Amiral
Bristol’ün Ermeni bağımsızlığı yönündeki Avrupa diplomasisine muhalefetinin altında
ABD’nin
yabancı
Pazar
arayışında
daha
aktif
olmasını
düşünmesinden
kaynaklanmaktaydı. Bağımsız bir Ermenistan’ın Osmanlı topraklarından önemli bir
kısmını içermesi planlanmıştı. Bu topraklar azgelişmiş Türklerden alınarak çalışma
dünyasına yakın Ermenilere verilmesi durumunda Ermenilerin Amerikan sömürüsüne
Türkler kadar hoşgörülü olmayacaktı. Böylece geniş bir Ermenistan hangi yönetim
biçiminde olursa olsun Amerikan sermayesine daha az açık bir hale gelecekti. İngiliz,
Fransız ve İtalyanlar Sevr Antlaşması ile perçinlenen ekonomik politikalarını dayatmayı
başarırlarsa Amerikan iş çevreleri dezavantajlı bir konuma gelecekti. Dolayısıyla
kapitalist bir dünyada deneyimsiz Türklerin egemenliğindeki bir ülke Amerika
sermayesine kapılarını serbestçe açabilirdi. Sonuçta Milliyetçileri (TBMM ile
gerçekleşen Türk yönetimi ) kazanmak Amerikan çıkarlarına uygundu ve onların
öncelik verdikleri şeyleri kabul etmek bunun anahtarı idi. Bu iki şey “Ermeni toprak
isteklerini gömmek ve Türkiye’de yaşayabilir bir Ermeni nüfusunun kurulmasını
399
Levon Maraşlıyan; Ermeni Sorunu ve Türk Amerikan İlişkileri 1919-1923, ( Çev. Şen Süer) Belge
Yayınları, İstanbul, 2000, s.28–29.
218
önlemek. Bu Türk öncelikleri Amerika’nın çıkarlarına uyuyordu”400. Görüldüğü gibi
Maraşlıyan Ermenilerin beklediği bir Amerikan politikasının uygulanmamasını sürekli
olarak eleştirmektedir. Ancak bu yaklaşımın, azınlığın çoğunluk üzerinde egemen
kılınması demek olan Sevr Ermenistan’ın karşısındaki bütün fikirlere karşı bir
suçlamadan öteye anlam taşımadığı açıkça görülmektedir.
Öte yandan 1919 yılı süresince Ermenistan’ın bağımsızlığı ve özerk olmasını
takıntı haline getirenlerin yoğun gayretleri ile Bristol’ün karşı karşıya gelmemesi
mümkün değildi. Ermeniler taleplerini Barış Konferansına taşıdıklarında, Başkan
Wilson’a Ermenistan’ın 45.000 asker ve bir miktar malzeme dışında başka bir
ihtiyacının olmadığı bilgisi verilmişti. Bunu takip eden gün “Ermeni Bağımsızlığı için
Amerikan Komitesi” isimli Ermeni lobisi tarafından James W. Gerard aracılığı ile
kendisine iki dilekçe ulaştırılmıştı. Konusu bağımsız Ermenistan olan birinci dilekçeyi
75 piskopos, 32 eyalet valisi, 200 kolej ve üniversitenin başkanları imzalamıştı. Aynı
amaçlı ikinci dilekçede 20.000 Protestan rektor, din adamı ve Katolik papazının adı yer
almaktaydı. Ermeni lobisinin bu girişimlerini Wilson o dönem için “vakitsiz ve
mantıksız” bulduğunu 12 Mart 1919’da Lansing’e gönderdiği yazıda belirtmiştir401.
Ermeni lobisinin Amerikan yetkilileri üzerinde baskısının artması üzerine
dönemin bazı ünlülerinin Ermenistan için “kararlı” eylemler sergilenmesi yönündeki
mektubuna dışişleri bakanı Lansing’in cevabının402 bir bölümü şöyledir. “Hayretle
görmekteyim ki ABD Başkanı Ermenistan’ın bugünkü durumundan sorumlu
tutuluyormuşcasına bir duygusallık yaratılmaktadır. Bu manada Bay Hughes, Senatör
Lodge ve Senatör
Root
Ermenistan’a birlikler
gönderilmesini
savunuyorlar
diyebilirmiyim? Eğer böyle değil idiyse önerileri nedir? Ermenistan’a Amerikan
birliklerinin gönderilmesi fikrinizi acaba Amerikan halkı da benimsemekte midir?
Türkiye ve Rusya ile aramızda savaş hali olmadığına göre Başkanının anayasal
yetkilerini
aşarak
asker
göndermesini
mi
öneriyorsunuz?
Eminim
Ermeni
sempatizanlarının Kongreden Başkana böyle bir yetki sağlamadan çok az şey
400
Maraşlıyan, a.g.e., 30-33.
Buzanski,a.g.e.,s.108.
402
(Robert Lansing’in 30 Eylül tarhinde James Gerard’a gönderdiği mektup) a.g.e.,s.109,127.
401
219
yapılabileceğini anlıyorsunuzdur”. Diğer taraftan İstanbul’da bulunan Amiral Bristol
Amerika’daki Ermeni taraftarı yoğun propagandadan pek haberdar değildi. Kendisi
bağımsız bir Ermenistan fikrine ve bunun mandasını tek başına ABD tarafından
üstlenilmesine karşı idi. Bu tutumu kendisini misyonerler ve bır kısım insani yardım
kuruluşu çalışanları ile karşı karşıya getirmekteydi. Amerika’nın Ermenistan’da manda
üstlenmesi Amiral Bristol’ün resmi ve özel yazışmalarının çoğunluğunda konu
edilmiştir. Bristol 6 Ağustos 1919 tarihinde dışişleri bakanına gönderdiği mektupta
‘Başkan Wilson’ın Ermenistan mandasını üstlenmesi yönündeki gayretlerin arkasında
İngiltere, Fransa ve Yunanistan’ın kötü niyetli etkilerinin bulunduğunu’ belirtmiştir.
Bristol, 19 Aralık 1919’da (American Armenian Relief Organization başkanı) Vail
Stebbins’e gönderdiği yazıya göre, İtilaf Devletleri izledikleri politikalarla ABD’nin
Yakın Doğu olaylarının içine çekmeyi, ABD’nin Türkler ile Bolşevikler arasında bir
tampon bölge oluşturmasıyla Osmanlı Devleti’nin doğu bölgelerini İngiltere ve
Fransa’nın
batısını
ise
Yunanistan’ın
sömürmesini
güvence
altına
almayı
tasarlamaktaydılar. Eğer Amerika bir Ermenistan mandası üstlenirse savaş galiplerince
Türkiye’nin bölünmesinin koşulları da yaratılmış olacaktı. Böylece İngiltere tehlikeden
uzak bir şekilde Mezopotamya ve G. Doğu Anadolu’nun zengin petrol yataklarına el
koymuş olacaktı. Diğer bir örnek, Albay Haskel’in Kafkasya’ya yardım faaliyetlerinin
yürütülmesi için yapılan ataması sonrası Amiral Bristol üstü Amiral Benson’a
gönderdiği raporda “albayın yalnız Amerika değil İtilaf güçlerini temsil etmesinin
altında gizli amaçlar aranması aranmalıdır. Ben açıkça bu devletlerin bizi
Ermenistan’a çekerek kendilerinin Türkiye’nin kalanını paylaşma konusunda serbest
kalma gayretinde olduklarına inanıyorum” ifadelerini kullanmıştır403.
Amiral Bristol’ün Ermenistan mandasının ABD tarafından üstlenilmesine
şiddetle karşı çıkmasına bağlı olarak misyoner teşkilatları da Amiralin kendi
faaliyetleriyle ilgili çıkarların korunmasını gerektiği gibi
yapmadığını düşünmekte
idiler. Bu nedenle 1921 sonunda kendisinin görevden alınması için çaba harcadılar,
ancak başarılı olamadılar. Dışişleri kendisinin Amerikan çıkarlarını korumda izlediği
yolu onayladı ve Ermeni meselesindeki muhalefetini kabul etti. Pek çok Amerika
403
Buzanski, a.g.e.,s.111.
220
işadamı ise Bakanlığa Bristol’ü destekleyen mektuplar gönderdiler veya bu amaçlı
ziyaretler yaptılar404.
Bristol’ün Amerikalıları Ermeni mandası fikrinden uzaklaştırma gerekçelerinden
önemli birisi bunun aslında uygulanabilir olmaması idi. Meseleye ilişikin olarak
General Harbord kadar derinliğine araştırma yapamamıştır. Ancak kendisinin güvendiği
bir istihbarat sistemi vardı ve buna dayanarak değerlendirmeler yapmıştır. Bristol,
Dışleri Bakanına 3 Ekim 1919’da gönderdiği telgrafta Ermenistan’ı korumanın 150.000
asker gerektireceğini o dönemde henüz tamam olmayan Harbord raporuna yakın bir
biçimde değerlendirmişti. Ermeni meselesine kendisini veren Bristol daha önceki
Türkiye Komiseri Lewis Heck’e dişişleri bakanlığında görev verilmesi sonrasında 8
Temmuz 1919 tarihinde yazdığı mektupta “ Allahaşkına sanki Ermenistan varmış gibi
yerleşmiş yaygın kanıyı insanların kafasından çıkarın. Ben Amerika’nın Ermenistan
mandasını kabul etmesinin yaratacağı felaketten daha büyüğünü tasavvur edemiyorum.
Keşke bende bu gerçekler konusunda insanları ikna edecek kadar etkin gücüm olsaydı”
ifadelerini kullanmıştı405. Bristol İtilaf Devletlerinin Türkiye üzerindeki kontrolünü
azaltmaya da gayret etmekte idi. Sultan’ın Hükümeti’nin İtilaf Devletlerinin kuklası
olduğunu gören Bristol Amerika’nın daha geniş ekonomik ilişkilerine imkan verecek
dostluk ortamının sağlanması için Milli Kurtuluş Hareketinin karşısında olmayı yanlış
buluyordu406.
3. Amiral Bristol’ü Destekleyenler
Bağımsız Ermenistan’ın imkansızlığını gören yalnız Amiral Bristol değildi.
Daha önce değinilen Harbord Raporu da konunun uygulanabilir olmadığını ortaya
koymaktaydı. King-Crane Raporu aynı noktaya değinmiştir. Dışişlerinin Osmanlı
İmparatorluğu ile ilgili uzman kadrosu da Amiral Bristol’ün Ermenistan ve manda
konularındaki görüşlerine katılıyordu. Bu bağlamda ABD’nin İstanbul’daki komiseri
Ravndal aynı görüşleri içeren telgraflar göndermiştir. Ravndal’ın halefi Lewis Beck de
bağımsız Ermenistan fikrine itiraz eden pek çok mesaj göndermişti. Bristol’ün Lewis
404
Thomas A. Bryson; “Admiral Mark L. Bristol, an Open-Door Diplomat in Turkey”, International
Journal of Middle East Studies, Vol. 5 No. 4. Sep. 1974, s. 455.
405
Buzanski, a.g.e.,s.111-112.
406
Thomas A. Bryson, a.g.e.; s. 459 .
221
Heck’e 8 Temmuz 1919 tarihinde gönderdiği mektupta belirttiği gibi Ermeni meselesine
olan duygusal yaklaşımlarıyla Türkiye’ye gelen pek çok insani yardım kuruluşu
mensubu koşulları yerinde gördüğünde gerçekleri kavramaktaydı. Robert Kolej Müdürü
Dr. C.F.Gates Anadolu’da geniş bir gezi yaptıktan sonra dönüşünde toplum önünde
“her kim Ermeni ve Türk meselesinin bağımsız bir Ermenistan kurularak çözüleceğine
inanıyorsa çok büyük hata işler” demiştir. Kendisinin Osmanlı Devleti’ne ilişkin
görüşleri Amiral Bristol ile örtüşmekteydi. Öte yandan Paris’te bulunan Dışişleri Bakan
Yardımcısı Frank Polk, 14 Ekim 1919’da Amirale gönderdiği kişiye özel mektupta
“Şunu söylemek zorundayım ki Ermenistan konusunda önyargılar sonucu içine
düştüğümüz mantıksız işler yapma fasit dairesinden kurtulamamaktayız. İngiltere,
Fransa, İtalya ve Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğunun altını oyma yöntemlerine
tanık olduktan sonra bu devletin bütünlüğünü bir çeşit manda yönetimi altında
korumanın gerekliliğine daha fazla inanıyorum” demektedir 407 .
Amiral Bristol insani yardım kuruluşlarının yürüttüğü propagandanın gerçekleri
yansıtmadığını, bilakis Amerikalıları aldattığını ifade etmiştir. 29 Eylül 1919 tarihinde
günlüğüne düştüğü notta Bristol, Board Heyetinden Dr. Peet isimli görevliye bu
propagandanın durdurulmasını istediğini not düşmüştür. Ancak eğer propaganda
durursa bu kurumların toplumsal acındırma yolu ile topladıkları paranın kaynağının
kuruması ve programlarının parasız kalması gibi bir sonuç doğabilecekti. Çünkü
Amerikalılar,
Türklerin
Ermenilere
zulmettiğini
işittikçe
büyük
paralar
bağışlamakaydılar. Bristol bunun tek yanlı yapılmamasını Yunanlıların ve Ermenilerin
Türklere yaptığı eziyetlerin de Amerikan kamuoyuna yansıtılmasını istemekteydi.
Ancak Dr.Peet bu çağrıya yanaşmamıştı408.
Bu gelişmeler bağlamında, İtilaf Devletleri’nin entrikalarına tanık olan Mark
Bristol Osmanlı İmparatorluğu’nun tamamında bir Amerikan mandasını yeğlemekteydi.
Genel kabul görmesi için bu mücadelesini aşama aşama yürüten Bristol ilk aşamadaki
temaslarında Türkiye’nin bir manda yönetimine bırakılmasından bahsetmekteydi.
Birkaç ay sonra ikinci aşamada mandater devletin kaynakları ve diğer potansiyel
407
408
Buzanski, a.g.e.,s.112-113.
Buzanski, a.g.e.,s.114-115.
222
imkanlarının güçlü olması gerektiğini ileri sürerek en mantıklı çözüm olarak bu manda
görevinin ABD’ne verilmesini savunmaktaydı. Bristol’ün bu programı Türkiye’deki
Amerikalıların büyük çoğunluğundan destek görmüştü. 22 Haziran 1919’da gönderdiği
haftalık raporunda Bristol planını “ Eğer ABD kendisinin savaşa girmesine neden olan
yükümlülüklerini yerine getirmek istiyorsa Türkiye’nin tek manda altında muhafaza
edilmeli ve bu sonucun alınması gerçekten gerekli görülürse dünya barışı adına bunu
tek başına üstlenmelidir.” şeklinde açıklamaktaydı. Görüldüğü gibi burada bağımsız bir
Ermenistan’dan hiç söz edilmemiştir. Öte yandan Bristol’ün Osmanlı Devleti’nin
tamamını kapsayacak manda planı üzerinde misyoner örgütleriyle bağı olmayan
Amerikalıların tam desteği bulunmaktaydı. Amerika’nın Bristol’den önce İstanbul’da
görev yapan komiserleri Lewis Heck ve Bie Ravndal Amerika’nın Osmanlı Devleti’nin
tamamı
üzerinde
manda
yönetimi
kurmasının
yararları
hakkında
Dışişlerini
bilgilendirmişlerdi. Aynı yaklaşımı Robert Kolej Müdürü, C.F. Gates, İstanbul
Amerikan Kız Lisesi Müdiresi Mary Mills Patrick de sergilemişlerdir. 1919 yılının
bahar ve yaz aylarında Osmanlı İmparatorluğu’nun tamamına uygulanacak bir manda
projesine Türkler pek çok yabancıdan daha sıcak bakmaktaydı. Daha önce değinildiği
gibi bu amaç için Wilson Prensipleri Cemiyeti kurulmuştu. Halide Edip Adıvar ile
Amiral Bristol arasında yapılan ve 3 Ekim 1919’da Bristol’ün günlük anılarına yansıyan
şekliyle bu cemiyet ABD’yi bölgedeki resmin içerisine alarak İmparatorluğu kurtarma
gayesi güden İttihat ve Terakki karşıtı orta sınıf aydınlardan oluşmaktaydı. Bu grup
ABD’ni Orta Doğu’da çıkar gözetmeyen yegane büyük güç olarak görmekteydi409.
Mark Bristol 1922 yılı ortalarına kadar ABD’nin Osmanlı Devleti’nin mandasını
üstlenmesi konusunda çaba harcadı. Ancak uygun zaman gelmiş ama geçmişti. Ulusalcı
hareketin doğmasına, gelişmesine ve güç kazanmasında İzmir’in Yunanlılar tarafından
işgali yol açmıştı. Bu hareket Anadolu’nun içerisinde örgütlendikten 13 Eylül 1919’da
Sivas’ta “Ulusal Sözleşme” olarak isimlendirilen bir bağımsızlık beyannamesi
yayınladı. Bundan sonra Türk halkının büyük bölümü için Amerikan mandası artık
cazibesini
kaybetti.
Ulusalcılar
ülkelerinin
Türk
olan
bölgelerini
yabancı
hakimiyetinden kurtarma konusunda kararlı idiler. 1919 yılı sonunda Bristol’ün
409
Buzanski, a.g.e., s. 116-118 .
223
gayretlerine rağmen artık bir Amerikan mandası için zaman geçmişti. Bristol’ün
planlarında bağımsız bir Ermenistan’ı engelleyen bir şey yoktu. Ama ileri sürdüğü iki
olmazsa olmaz koşul vardı. Önce Ermeni halkı bir bağımsızlığı taşıyacak kadar olgun
ve eğitimli olmalıydı. Dış ülkelerde yaşayan Bogos Nubar, Vahan Kardeşyan gibi
kişiler Ermenistan’ın 1918’den beri bağımsızlığa hazır olduğunu ileri sürmekle beraber
(Ermeniler daha Birinci Dünya Savaşı devem ederken Erzurum’da 13 Şubat 1918’de bir
bağımsızlık bildirgesi yayınlamışlardı410) Ermenistan’daki halkın bir kısmı bundan pek
emin değildi. İkinci koşul Ermenilerin bağımsız Ermenistan olarak adlandırılan bölgede
çoğunluğu sağlamış olmalarıydı. Yüksek Komiser Amiral Bristol böyle birşeyin hiçbir
zaman gerçek olmayacağını anlamıştı. Ayrıca Mark Bristol propaganda sözcüklerini
kabullenmek yerine Ermenilerden iddialarını kanıtlamalarını istemekteydi
411
.
1920 yılından sonra gelişme gösteren Türk Milli Kurtuluş hareketi, TürkAmerikan ilişkileri dolayısıyla bunun bir parçası olan Ermeni meselesinde yeni bir
dönemdir denilebilir. 1920 başında İtilaf Devletleri bütün gayretleriyle Türkiye ile
yapılacak barış anlaşmasını şekillendirmeye çalıştılar. 1920 başında 1918 Ekim’de
imzalanan Mondros ateşkes anlaşmasının imzalandığı döneme göre pek çok şey
değişmişti.
ABD Parlamentosu
Almanya
ile aktedilen
Versay Anlaşması’nı
onaylamamıştı. ABD Başkanı ciddi bir rahatsızlık geçirmiş ve görevini tam olarak
yerine getiremez bir duruma düşmüştü. Dışişleri Bakanı Robert Lansing değişmiş,
yerine Bainbridge Colby getirilmişti. Başkan Wilson, baş danışmanı Albay House ile
ters düştüğünden aralarındaki ortak mesai bitmişti. Amerika’da bu değişiklikler olurken
Anadolu’da Fransızlar, İngilizlerin kendilerine bıraktığı Çukurova ve Güneydoğu
Anadolu’yu işgal etmişlerdi. Çukurova’ya giren Fransızlar bölgedeki Ermenileri askere
kaydetmiş, Ermeniler de ayırım yapmaksızın Türkleri öldürmüştü. Bu durum Türklerin
ulusal tepkisine yol açmıştı. Ulusalcılar Batı Anadolu’dan Yunanlıları sürecek güce
henüz ulaşmadığından önce güneyde Fransızlarla mücadeleye karar verdi. 21 Ocak’ta
Maraş’ta kaybeden Fransızlar gayet süratli bir şekilde birer birer işgal ettikleri diğer
yerleşim merkezlerini de kaybettiler. Ancak bu gelişmelere rağmen İtilaf Devletlerinin
410
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 540, Vol 514
867.00/20 .
411
Buzanski,a.g.e..,s. 119-120.
224
eski Osmanlı İmparatorluğu’nu aralarında paylaşma amaçlarında bir değişme olmadığı
gibi bu gaye düşüncelerinde birinci önceliğini korumaktaydı. Bir seri toplantı sonrası
1920’de Sevr anlaşması ortaya çıkarıldı. Sultan bu koşulları çok ağır ve ağır ceza
mahiyetindeki anlaşmayı imzalamaya zorlandı412.
Denilebilirki ABD ile ilişkilerin en fazla önem kazandığı ilk yıl 1919 yılıdır. Bu
yıl Paris Paris Konferansı’nın toplandığı ve Osmanlı Devleti’nin geleceği için karar
vereceği bir dönem olması nedeniyle çok önemlidir. Bu süreçte Osmanlı
İmparatorluğunu parçalama girişimleri en yüksek noktasına ulaşılmıştı. Azınlıklardan
Ermeniler emperyalist devletlerin şemsiyesi altında bundan pay alabilmek amacıyla
propagandalarını yoğunlaştırmış ve Paris Barış Konferansına büyük Ermenistan
talepleriyle gelmişlerdi. Amerika’da da yoğun bir Ermeni propagandası yürütülmekte
insani yardım adına bundan pek çok kuruluşta beslenmekteydi. Bu kuruluşlar doğal
olarak bağımsız Ermenistan fikrini desteklemişlerdir.
1919 yılı süresince ABD desteği ile Ermenistan kurulması ve mandasını
ABD’nin üstlenmesi konusunda gerek Ermenilerin gerek İtilaf Devletlerinin Başkan
Wilson üzerinde etkili olma çabaları görülmektedir. Karar organları, hükümet çevreleri
bu konuda büyük baskı altına alınmıştır. Çünkü Amerikan kamuoyunun büyük
çoğunluğu uzun bir propaganda süreci sonunda mezalime uğrayan Ermeniler ve cani
Türkler hikayesine inandırılmıştır. Ayrıca pek çok etkili çevre ve kişinin yönetim
üzerinde bu paralelde girişimleri yoğunluk kazanmıştır. Doğruları yerinde saptamanın
önem kazandığı bu dönemde ağırlıklı olarak askerden oluşan ABD Heyetleri
Anadolu’yu
ziyaret
etmiş
yapılan
incelemeler
gerçeklerin
hiç
de
Ermeni
propagandasında iddia edildiği gibi olmadığını ortaya çıkarmıştır.
G. Genel Değerlendirme
Amerika Birleşik Devletlerine Paris Konferansı sürecinde önce Türkiye’nin,
daha sonra Boğazlar ve Ermenistan mandasının üstlenilmesinin önerildiği daha önce
belirtilmiştir. İstanbul ve Boğazların tarafsız bir komisyon tarafından idaresi
konusundaki mutabakat sonrasında geriye kalan müstakil bir Ermenistan mandasının
412
Buzanski, a.g.e., s. 132-133
225
Amerikan çıkarları açısından mahzurları konuyu yerinde incelemek için gönderilen
heyetler ve diğer Amerikalı yetkililer tarafından saptanmış ve bu durum rapor edilmiştir.
King-Crane, General Harbord ve Amiral Bristol gibi heyet ve görevlilerin birleştikleri
nokta Türkiye’nin bütünü üzerinde bir mandadan yana olmalarıdır. Çünkü bütün bu
kişiler İtilaf Devletleri’nin sorunsuz gözüken Anadolu’yu parçalıyarak nüfus alanları
kurmaları buna karşın, oluşturulacak sorunlu ve yapay bir Ermenistan’ın sorumluluğunu
ABD’ye yıkmalarının Amerikan çıkarları açısından yaratacağı riskleri görmüşlerdir.
Bristol’ün raporlarından anlaşıldığı kadarı ile kendisi Ermeni kıyımı olarak büyütülen
meselenin aslında politik amaçlar doğrultusunda bir psikolojik savaş yöntemi olarak
kullanıldığının ve bunun altında İtilaf Devletlerinin Anadolu’yu yağma planının
yattığının farkına varmıştır. Ayrıca Amiral Bristol’ün başkanı olduğu bir İtilaf
Devletleri heyetinin Barış Konferansına verdiği raporun Türkler lehine olması ve
Yunan işgalinin yarattığı şiddet ve zulmü ortaya koymasının bu sonucun alınmasında
katkısı olmuştur.
ABD’nin Türkiye üzerinde bir manda üstlenmesi konusunda ise yönetimde bir
görüş birliği söz konusu değildir. Başkan Wilson seçim kaygıları ve politik
mülahazalardan dolayı istekli gözükmesine karşın, Türkiye’yi daha iyi anlamış olan
Senato ile Wilson arasında Türkiye’ye ilişkin Amerikan politikaları açısından tam bir
mutabakat gerçekleşmemiştir. Burada Amerikan yöneticilerinin bir kısmının İngiliz ve
Fransızların olanaksızlıkları nedeniyle gerçekleştiremedikleri Ermenistan projesini
Amerika’nın üstüne yıkma girişimini hissetmesinin etkili olduğu söylenebilir. Çünkü
İngiltere’nin, Amerika’yı Kafkaslar ve Ermenistan üzerinde manda üstlenmesi
konusunda teşvik etmesindeki amaç Rusya’ya karşı Türkiye’nin yerine başka bir
tampon yaratmaktır.
Türk Kurtuluş Savaşının onurlu bağımsızlık mücadelesi ve özellikle bu
hareketin önderi Mustafa Kemal Paşa’nın ortaya koyduğu ilkeli politikalar ABD ve
diğer Batılı ülkelerde Türkler hakkındaki maksatlı propagandanın etkisini çok azaltmış
ve Amerikan kamuoyunun yönetim üzerinde Ermenistan konusunda baskısı
hafiflemiştir. Bu durumun ABD’nin herhangi bir manda üstlenmeden kaçınmasında
etkili olduğu söylenebilir.
226
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE SÜRECİNDE ERMENİ MESELESİ VE ABD
A. Ermeni İstilası Girişimleri ve Buna Karşı Tepkiler
Mondros Mütarekesinden sonra 7 Aralık 1918’de Antakya, 11 Aralık’ta Dörtyol,
17 Aralık’ta Mersin, Tarsus, Adana bölgeleri Fransızlar tarafından işgal edildi. İngilizler
işgal ettikleri Antep, Maraş, Urfa’yı aralarında önceden yaptıkları gizli anlaşmalar
gereği 1919 yılı Ekim-Kasım aylarında Fransızlar’a devrettiler. Bu bağlamda yerli
Ermenilerden oluşan 400 kişilik bir Fransız
taburu 11 Aralık 1918’de Dörtyol’a,
aralarında çok sayıda Ermeni’nin bulunduğu 1500 Fransız askeri, 17 Aralık 1918’de
Mersin’e girmiş, bu birliklerin bir bölümü Tarsus ve Adana’yı işgal etmiştir. Bu olayın
perde arkasında emperyalist emeller yatmaktaydı. Çünkü o dönemde tekstil sektöründe
Hindistan ve Mısır’dan kolaylıkla pamuk hammaddesi elde ederek bu sektörün patronu
olan İngiltere karşısında zayıf kalan Fransa için pamuk deposu olarak bilinen
Çukurova’ya sahip olmak büyük bir önem taşımaktaydı 413.
Fransız işgal kuvvetlerinin içerisinde Ermeni lejyonerleri önemli yer
tutmaktaydı. Bunlar Türk halkına karşı yoğun ve sistemli şiddet hareketlerine başladılar.
Köy baskınları, yağma, ırza geçme olayları meydana geldi. Ermenilerin bu hareketleri
İngiliz ve Fransızların aralarındaki yazışmalarda bile yer aldı. Toynbee “Fransızlar
Doğu Lejyonuna Ermenileri almakla sorumsuz davranmışlar ve olaylara seyirci
kalmışlardır” yorumunu yapmıştır. Olayların boyutu o kadar büyüktü ki Fransızlar bile
bu lejyonerlerden ondokuzunu harp divanına çıkarmış, ikisi hakkında ölüm cezası
verilmişti. Aslında Fransızlar işgal ettiği bölgelerde nüfus yapısını kendileri açısından
sağlamlaştırmak için Ermeni göçmenler getirmişler ve işgal ettikleri bölgeyi Ermenistan
olarak isimlendirmişler, atadıkları yüksek komisere “Suriye ve Ermenistan Yüksek
413
Gürbüz Evren; “Adana’da 2 Saat 15 Dakikalık Ermeni Cumhuriyeti”, Bütün Dünya Dergisi, Ankara,
Mart 2007, s.29-31.
227
Komiseri” ünvanı vermişlerdi. Önemli idari görevlere Ermeniler atanmış, böylece
gizliden bir Ermeni işgali ve eşkiyalığı başlamıştı414.
Kafkaslardaki duruma gelince Rusya’nın ihtilal sonrası Birinci Dünya
Savaşı’ndan çekilmek için Osmanlı Devleti’ne barış önermesinin ardından 3 Mart
1918’de Brest-Litovks anlaşması imzalanmış ve Osmanlı Devleti
Kars, Ardahan,
Batum ve Erzurum’u Ruslardan geri almıştı. Bu durum Transkafkasya Demokratik
Federatif Cumhuriyeti’ni oluşturan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan arasında
anlaşmazlık konusu oldu. Ermeniler, Osmanlıların Ruslardan geri aldıkları toprakların
kendilerine ait olduğu iddia etmekte birlikte diğer iki halkı kendi taraflarında
görmemekten dolayı tepkili davranıyorlardı. Bu anlaşmazlık temelinde devrimcilerin
kendi aralarındaki çatışmaların da etkisiyle Transkafkasya Demokratik Federatif
Cumhuriyeti dağıldı ve üyelerinin herbiri bağımsızlıklarını ilan etti. Bunu takiben iki
yıllık ömrü olan Demokratik Ermenistan Cumhuriyeti kuruldu, başbakanlığına Taşnakçı
Ovanes Kaçaznuni getirildi. Kuruluşunu takiben Ermenistan genişleme amaçlı olarak
komşuları ile çatışma çıkarmıştır. Gürcistan’a saldıran Ermenistan yenilince
İngiltere’nin arabuluculuğu ile ateşkes imzalanmış, keza 1919’da Azerbaycan’a
saldırarak Şuşa civarını işgal eden Ermenistan, Azerilerin karşılık vermesiyle 1920’de
buradan çıkarılmıştır415.
Taşnak Partisi’nin kontrolündeki Ermenistan, Rusların yardımıyla oluşturdukları
ve Rus silahları ile donattıkları ordularına güvenerek yalnız Azerbaycan değil, Türkiye
aleyhine de bir genişleme politikası izlemeye başladı. Ermenilerin topraklarına katmak
istedikleri Türk bölgesi, stratejik önemi olan Kars vilayeti ile bunun kazalarıydı.
Batum, Kars ve Ardahan (Elviye-i Selase/Üç sancak) henüz Türkiye’ye katılmamıştı416.
414
Abdurrahman Çaycı; Türk- Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını,
Ankara, 2006, s.79-80.
415
Serdar Palabıyık; “Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan ile Sorunları”Ermeni Sorunu Temel Bilgi
ve Belgeler, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Ankara, 2007, s.234.
416
Mehmet Saray; Ermenistan ve Türk Ermeni İlişkileri, Atatürk Araştıma Merkezi, Ankara, 2005,
s.84.
228
1. Cenubi Garbi Kafkas Hükümeti ve Şura Hükümetleri
Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri ile anlaşma zemini ararken Doğu Anadolu’da
21 Ekim 1918’de Brest-Litovsk Antlaşması gereğince Osmanlı Devleti’ne iade edilen
Kars, Ardahan, Batum dışında Kafkasya’da bulunan ordulara çekilme emri verilmişti.
Bu emir sonrası 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi gereğince Osmanlı
Ordusu Kafkasya’yı ve görünürde ise Elviye-i Selase’yi tahliye edecekti. Bu durum
Kafkasya’da Batum’dan Nahcivan’a kadar olan bölgedeki halkın kendi kaderi ile
başbaşa kalması anlamını taşımaktaydı.
Mondros Mütarekesiyle birlikte Ermeniler Birinci Dünya Savaşı sonlarında 28
Mayıs 1918’de kurdukları Ermenistan sınırları içerisinde ve dışında özellikle Erivan,
Kars, Nahcivan bölgelerindeki Türk ve Müslümanları kitle halinde öldürmeye ve göç
ettirmek için şiddet uygulamaya başlamışlardı. 1919 yılı Şubat ayında 9 ncu Türk
Ordusu Güney Kafkasya ve Üç Sancaktan 1914 sınırına çekilince sınıra komşu
bölgelerdeki Türk ve Müslüman halk kendilerini korumak ve savunmak üzere Türk
Ordusunun da yardımı ile Batum’dan Nahcivan’a kadar uzanan bölgelerde milli şura
hükümetleri kurdular ve Rus ve Ermenilerden kalan silahlarla milis güçleri
oluşturdular417.
Bu bağlamda ilk kurulanlar Ahıska ve Aras Hükümetleri olmuştur. Yine
Osmanlı Ordusu çekilirken Kars’ta “Kars İslam Şurası” adıyla bir milli hükümet
kurulmuş ve 14 Kasım 1918’de ilk kongresini yapmıştır. Osmanlı Ordusu’nun çekilmesi
sonrasında 30 Kasım 1918’de Kars İslam Surası’nın davetiyle Orduabad, Doğu Şüregel,
Ahıska, Ahılkelek bölgelerinin temsilcilerinin de katılımı ile Batum’dan Orduabad’a ve
Ağrı Dağından Azgur’a kadar halkının çoğunluğu Türk olan bölgede merkezi Kars
olmak üzere ismi Cenubi Garbi Kafkas Hükümeti Muvakkitesi (EK-I) (5 Kasım 1918 12 Nisan 1919) olan “Milli Şura Hükümeti” kurulması kararlaştırılmıştı418. Bu
gelişmeler olurken Mondros Mütarekesini ileri süren İngilizler 11 Kasım 1918’den
417
ATASE; Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi (1919-1921), Üçüncü Cilt, Gnkur. Basımevi, Ankara,
1995, s.69
418
Ahmet, Ender Gökdemir; Cenubi Garbi Kafkas Hükümeti, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara,
1998, s.63-69
229
itibaren 9’uncu Ordudan Kars’taki müstakem mevkileri teslim almaya başlamıştı. Bu
sırada “Milli İslam Şurası” Kars iç kalesini alabilmişti419. Bunun devamında 13 Ocak
1919’da 200 kişilik bir İngiliz müfrezesinin eşliğinde İngiliz Askeri Valisi Temperley
ve 50-60 kadar Ermeni ile İngilizler tarafından oluşturulan bir hükümet heyeti, General
Beach yönetiminde Kars’a gelmiştir. General ve askeri vali, Milli Şura Hükümeti
yöneticilerini çağırarak “İngiltere Hükümeti adına Ermeni Karganof’un Kars Valisi
olarak atandığını ve kendisine itaat edilmesini istediklerinde; Milli Şura Hükümeti
üyeleri tamamen Müslüman halktan oluşan Kars Vilayetine bir Ermeni vali atamak ve
bu şekilde İslam ahaliyi Ermenilere katlettirmenin İngiliz tarihine yakışmayacağını,
kendilerinin Ermenileri kabul etmeyerek hayatlarını feda edeceklerini ve Kars tarihini
İslam kanı ile yazdırarak, namusları ile öleceklerini” bildirmişlerdir420. Milli Şura
Hükümeti’nin bu direnmesi 12 Nisan’a kadar devam etmiş, bu tarihte İngilizler güç
kullanarak Milli Şura Hükümeti’ni dağıtmışlar, İngilizlerin tutukladığı hükümet üyeleri
Malta’ya sürgüne gönderilmişlerdir421. Böylece Kars fiilen Ermenistan Cumhuriyetine
katılmış oluyordu.
Ancak Amerikan Yardım Kurulunun yardımları olmasa Ermeniler bölgeyi işgal
edemezdi. Bu yardımlar çok zor şartlarda yaşayan Müslümanların Hıristiyanlara hasetle
bakmalarına sebep olmakla düşmanlığın artmasına vesile olmuştu. Bölgedeki İngiliz
temsilcisi Rawlinson’un ifadesiyle Kars’ta her zaman için nüfusun büyük çoğunluğunu
Türkler, Azeriler ve Tatarlar oluşturuyordu, ancak Ermeniler de bulunmaktaydı. Hakem
rolüyle bölgeye gelen İngilizlerin Kars’ı Ermenilere vermeleri hem onları kışırtmış, hem
yeni kavgaların sebebi olmuştu. Rawlinson’a göre bu, Yüksek Konsey’in hatalarından
birisiydi 422.
419
Gökdemir, a.g.e., s.75
Gökdemir ,a.g.e., s.87-88
421
Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, (1919-1921) , 1995, s.78.
422
Rahmi Doğanay; “Mondros Mütarekesinden Sonra Kars ve Yöresinde Ermeni Faaliyetleri”, Fırat
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi,
http://74.125.77.132/search?q=cache:cuuX3PaxGyoJ:yordam.manas.kg/ekitap/pdf/Manasdergi/sbd/sbd8/
sbd-8-01.pdf+Kars%27ta+Amerikan+Heyetleri&hl=tr&ct=clnk&cd=9&gl=tr (01.01. 2009)
420
230
Bu olaylar İngilizlerin Kafkasya’ya ilişkin siyasetlerini iyice açığa çıkarmıştı.
Gelişmeleri izleyen 15 nci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın General
Harbord Heyetine de bildirdiği gibi Ermeniler, İngiliz nufuzu ile Kars’ta güçlerini
arttırıp, Ermeni yönetimini bölgenin her tarafına yerleştirdikten sonra Türkleri imha
ederek nüfus olarak çoğunluğu sağlamaya yönelik mezalim uygulamasına başladılar. Bu
nedenle bölgenin asayişi bozulmuş, her gün yüzlerce, binlerce Türk’ün kanı akıtılmaya
başmıştı. İngilizlerin bu yardım ve desteği Ermenileri şımartmış, mezalimlerini
arttırmıştır. Ermeniler Kars’la sınırlı kalmayarak; İngilizlerden Sarıkamış, Kağızman ve
Ardahan’ı da alarak daha geniş bir bölgeye yerleşmişlerdir423.
2. Ermeni İstila Hareketleri
Kars bölgesini İngilizlerden teslim alan Ermeniler, Türklerin direnmelerine
karşın Iğdır-Sarıkamış-Kağızman ve Tuzluca’yı ele geçirerek sınıra gelmişlerdi. Türk
Ordusunun 1914 sınırına çekilmesi sonrasında sınırın ilerisinde kalan Türkler kendi
aralarında örgütlenmişlerdi. Diğer tarafta Nazarbayef komutasında sekiz bin kişilik bir
Ermeni kuvveti, Erivan, Çıldır, Gümrü, Kars, Göle, Ardahan, Iğdır, Kağızman ve
Sarıkamış bölgesine yerleşmişti. Yirmibine çıkacağı tahmin edilmekteydi. Ayrıca eski
çeteci Antranik’in emrinde üç bin kadar Taşnak çetecisi vardı (Bu sıralarda Rus
Bolşevik Ordusu, Kuzey Kafkasya’da Denikin Ordusu’nu yenerek güneye doğru
ilerlemeye başlamıştı). Bölgenin yerli halkıyla Ermeniler arasında çarpışmalar eksik
olmuyordu. Ermeni çeteler ele geçirdikleri bölgelerdeki halkı öldürüyor veya göçe
zorluyordu424.
Lehlerine gelişen ortamdan yararlanan Ermeniler önce köylere baskın yapıp,
köylülerin ellerindekileri almış, sonrasında öldürmelere başlamış, kaçanları ise takip
ederek Kars istikametinde çekilmeye zorlamışlardı. Gayeleri “Türk’süz bir Ermenistan”
yaratmaktı425. Kafkaslarda Türk sığınmacılarının durumu acınacak haldeydi. Kars’a
yığılan 25.000 sığınmacı Ermeni çetelerinin kıyımına uğramaktaydı. Hatta İngiliz Alb.
423
Kazım Karabekir; İstiklâl Harbimiz, Emre Yayınevi, İstanbul, 1995, s.307.
İhsan Sakarya; Belgelerle Ermeni Sorunu, ATASE Yayınları, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1983.
s.381.
425
Saray, a.g.e.,s.84.
424
231
Rawlinson Ermenilerin insanlık dışı eylemleri hakkındaki raporunda, Kars’ı Ermenilere
veren İngilizlerin vicdanen sorumlu sayılması gerektiğini bildirmektedir.426. Buna
karşın yine İngilizler Mondros Mütarekesini ileri sürerek Türk askerinin bölgeye
girmesine izin vermediği için 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa
katliama müdahale edememiş, İngilizlerden katliamın önünün alınmasını istemiştir427.
Ermenilerin 1919 Nisan’ında Kars’ı ele geçirmelerinden sonra başlayan katliam Eylül
sonlarına kadar devam etmiş Kars şehrinde ve çevresinde öldürülen insan sayısı
30.000’i bulmuştur. Ardahan ve Sarıkamış bölgelerindeki katliam da eklendiğinde 1920
yılı başında bu sayı 45.000’e çıkmaktaydı428. Türkiye’den yardım alamayan bölge halkı
feci durumunu duyurmak için Kars milletvekili Bekir Sıtkı Bey aracılığı ile Amerikan
yetkililerine mektup göndermiştir. Bekir Bey mektubunda Ermeni katliamını ve
eziyetini anlatmış, vahşetin durdurulmasını istemiş, ancak cevap veren çıkmamıştır429.
Bu arada İngilizler yoğun bir propaganda uyguladıkları Ermenileri,Türk
hedeflerine doğru yönlendirmişlerdi. Amaçları Mondros Mütarekesine ters düşmeden
Anadolu’yu ve Kafkasya’yı ele geçirmekti. Mondros Mütarekesi’nde aşayişi sağlamak
için İtilaf Devletlerine müdahale ve işgal yetkisi alınmıştı. Ermeniler tahrik edilerek
müdahalenin gerekçesi hazırlanabilirdi. Bu bağlamda bölgede yaşayan ve Türklerle
çatışma isteği olmayan Ermenilere, İngilizler tarafından “ siz Türkleri öldürün, silah ve
cephane bizden” sözleri verilmekteydi
430
. Bu gelişmeler göstermektedir ki Mondros
Mütarekesi istismar edilerek; Doğu Anadolu’da İngilizler, Çukurova ve G.Doğu
Anadolu’da ise Fransızlar Ermenileri kullanarak kendilerine kalıcı nufuz alanları
kurmak ve bunu koşulların elverdiği oranda genişletme çabalarına girişmişlerdi.
Halbuki İtilaf Devletlerinin bir yandan Ermenilere vermek, aynı zamanda da
Kürdistan ve Pontos Devleti kurmak istedikleri Doğu Anadolu, Doğu Karadeniz ve
Çukurova coğrafyasında Türkler çoğunlukta idi. Ermeniler, mütarekede bıraktığımız üç
sancaktaki Şura Hükümetlerini dağıtarak birçok yerde sınırlarımıza kadar ilerlemişlerdi.
426
Mc Carty,1998. s. 247–249
Karabekir, 1995, s.68.
428
Saray, a.g.e.,s.201-205.
429
Karabekir, 1995, s.295.
430
Karabekir, 1995,s.308–309.
427
232
Yurtlarının kaybedilmesi tehlikesi karşısında Doğu Vilayetlerinin aydınları Vilayat-ı
Şarkiyye Müdafa-i Hukuku Milliye Cemiyetini kurdular. Doğu illerinde cemiyetin
şubeleri açıldı. En önemlisi Erzurum şubesi idi431.
Öte yandan kaçtıkları, saklandıkları bölgelerden dönen Ermeni komitecilerinin
ulusal onurumuzla oynayan hareketleri, saldırıları, aşırılıkları İstanbul’da da artmıştı.
Resmi çevrelerin İttihat ve Terakki yönetimini kötülemek ve İtilaf Devletlerine
yaranmak için “800.000 Ermeni öldürüldü” şeklindeki herhangi bir kayıt ve belgeye
dayanmayan, güya eski idare ve hükümeti eleştirmek amacıyla sarfedilen haince ve
mantıksız ifadeler daha sonra Osmanlı Devleti aleyhine karşı belge olarak kullanıldı.
Paris Barış Konferansına katılan Sadrazam Damat Ferit, Ermenistan için geniş bir
bağımsızlık kabul ediyor, hiçbir esasa dayanmadan Toroslar’ı Türkiye’nin doğal sınırı
olarak
benimsiyordu.
Bundan
başka
savaş
sırasındaki
suçların,
katliamların
sorumluluğunu İttihat ve Terakki Cemiyetine yüklemek, halkı ve hükümeti sürü gibi
gösterme suretiyle siyasi bir benzetme yapıyordu432. İstanbul Hükümeti’nin Doğu
Anadolu’da bir Ermenistan kurulmasına onay vermesi de Doğu Anadolu halkı üzerinde
derin etkiler yaratmaktaydı.
B. Ermeni İstilasına Karşı Türk Milli Mücadelesinin Başlaması
Ulusal Kurtuluş hareketinin her ne kadar tek bir işgale veya tehdide karşı
yürütüldüğü söylenemez ise de Ermeni istilasına karşı direniş bu mücadelenin ilk temel
taşıdır denilebilir. Bu hareketin içerisinde Ermeni meselesi kilit bir yer tutar. Batılı
Devletlerin Türkiye’nin paylaşım planlarını yaptıkları dönemde tehlikeyi gören Türk
ulusu, kaderine sahip çıkmak için önce “Müdafayı Hukuk” cemiyetlerini kurarak Ulusal
Kurtuluş Savaşı’nın zeminini oluşturmaktaydı. Müdafayı Hukukun anlamı, Osmanlı
Devleti’nin
yüzyıllar
içerisindeki
yanlışlarından
sorumlu
tutulan,
Mondros
Mütarekesi’nin haksız uygulamasıyla zulüm ve adaletsizlik baskısı altında ezilmek,
sömürge yaşamına zorlanarak cezalandırılmak istenen Türk Ulusu’nun; ulusal, bağımsız
bir devlet kurarak yaşama hakkını, Osmanlı Hükümetine, İmparatorluğun diğer
431
Fahri Belen; Türk Kurtuluş Savaşı; Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı, Cumhuriyetin 50. Yıldönümü
Yayınları:13, Ankara, 1973, s.89 .
432
Uras, a.g.e., s.652-653.
233
unsurlarına ve bu hakkı tanımayan Birinci Dünya Savaşı’nın galibi ülkelere karşı fiili
bir mücadele sonucu elde etmesidir. Ulusal bilincin önce “Redd-i İlhak” cemiyetleri ile
ortaya çıkışı sonrasında hareketin ilk aşamasında cemiyetler, yerel kongreler aracılığı ile
aynı gaye etrafında toplanılmıştır. Daha sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin
çatısı altında birleşen Milli Mücadele ruhu ulusal boyuta kavuşmuştur433.
1. Mustafa Kemal Paşa’nın Ermeni Tehdidine İlişkin Faaliyetleri
Değinilen gelişmeler olurken 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkan ve bir müddet sonra
Havza’ya intikal eden Mustafa Kemal Paşa Erzurum Kongresi’ne katılıncaya kadar
geçen sürede de Ermeni meselesini yakından takip etmiş ve gerek ast, gerekse üst
makamlara Ermeniler hakkında bilgilendirici veya direktif mahiyetinde yazışmalarda
bulunmuştur. 30 Mayıs 1919 tarihinde 15’inci Kolordu Komutanlığına Ermenilerin
Kars ve Sarıkamış’ta 10.000 asker yığdıklarına dair aşağıdaki telgrafı göndermiştir.
“Vali Münir Bey’den 29 Mayıs tarihli aldığım şifrede sıhhat derecesi henüz
doğrulanmamış kaydıyla Ermenilerin Kars ve Sarıkamış’ta on bin asker yığdıkları ve
Antiranik’in de otuz bin kadar kuvvetle Van tarafına inmekte olduğu bildiriliyor.
Bilgilendirildiğiniz açık olan bu haberin kaynağı ve doğruluk derecesi hakkındaki
araştırma ve görüşlerinizin bildirilmesini rica ederim.
Evvelce de arz ettiğim gibi, siyasi vaziyetimizi ben çok karanlık görüyorum.
İtilaf Hükümetleri, atalarımızdan kalan meşru hakkımız olan toprakları çiğnemeyi
Hıristiyanlık adına bir hizmet sayıyorlar. Bu cümleden olarak Ermenilere
vilayetlerimizi peşkeş çekmeleri de (...) ihtimal bulunuyor. Böyle bir vaziyette İngiliz
birliklerinin İzmir’de Yunanlılarla Rumlara yaptıkları gibi bu cephede de Ermenilere
öncülük edeceği çok muhtemeldir. Ve böyle bir hareketle zorla yerleşmiş olan mahalli
ahali ile muhacirleri bir kere daha yerlerinden oynatmak ve bu şekilde azınlığın
çoğunluğa hakim olma teorisini uygulamak kendilerince uygun görülebilir. Bergama
buna bir misaldir. Kanaatimce böyle bir hali biz düşmanlık olarak görmeye ve
saymaya, meşru topraklarımızı ve milli bağımsızlığımızı kurtarmak için mecburuz...
9’uncu Ordu Kıtaları Müfettişi Mustafa Kemal 434.
433
Öke, 2000, s.214–215
Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara. 1991. s.
27–28.
434
234
Bu telgrafla Mustafa Kemal Paşa İtilaf Devletleri bir yandan Pontus senaryosunu
kurgularken diğer taraftan Türkiye’nin doğusunda çok geniş bir parça kopararak
Ermenistan kurma çalışmalarını da sürdürdüğü, bu oyunu bozmak ve yurdu korumak
için savaşmaya hazır olunması gerektiğini ilk günden vurguluyor ve bölgedeki Türk
Ordusu’na hazırlıklı olmaları için mesaj gönderiyordu.
Yine Mustafa Kemal Paşa Havza’dan 3 Haziran 1919 tarihinde Paris Barış
Konferansı’na katılma hazırlıkları içerisinde olan Osmanlı Hükümeti’nin sakıncalı
tutumlarına dikkat çeken bir telgrafı vali ve komutanlara göndermişti.
“Komutanlara ve Valilere
…
Paris’e gitmeye hazırlanan heyetin (Barış Görüşmeleri Heyeti) görüşüyle milli
vicdanın kesin talebi arasında tam uygunluk şarttır. Aksi takdirde millet, gayet zor
vaziyette ve telafi edilemez oldubittiler karşısında kalabilir. Bu endişeyi doğuran
sebepler şunlardır: Sadrazam Paşa hazretleri, bilinen açıklamasında, bir Ermeni
özerkliği esasını kabul etmiş olduğunu bildirdi. Bunun sınırını belirtmedi. Bundan doğu
vilayetleri halkı tabii ki üzüldü ve durumun açıklanmasını istemek zorunda kaldı.
Toplanmış olan Saltanat Şurası’nda da hemen herkese milli bağımsızlığın korunmasını
ve milletin mukadderatının bir milli şuraya verilmesini istediği halde, yalnız hükümetin
dayandığı İtilaf ve Hürriyet Fırkası adına Reis Sadık Bey’in yazılı ifadesinde
İngiltere’nin himayesi teklif edildi. Geniş bir Ermenistan özerkliğini ve devletin bir
yabancı himayesini kabul etmesi meselelerinde milli arzu ile şimdiki hükümetin görüşü
arasında mutabakat olmadığı görülüyor. Sadrazam Paşa hazretleriyle beraberinde
hareket edecek olan heyetin milletin haklarını savunmada takip edeceği esaslar ve
program milletçe bilinmedikçe arz edilen noktalarda endişeye düşmekten kaçınılamaz.
Bu suretle vilayetlerdeki ve çevrelerindeki Müdafai Hukuku Milliye, Reddi İlhak
cemiyetlerinin temsilci heyetleri ve henüz teşkilatını tamamlayamayan yerlerde de
belediye heyetleri Sadrazam Paşa hazretlerine ve doğrudan doğruya Padişaha
telgraflarla müracaat ederek, milli tam bağımsızlığın dokunulmazlığının ve milli
çoğunluğun haklarının korunmasının milletçe esas şart olduğunu açıklamalı ve buna
235
göre gidecek heyetin savunma esaslarının millete resmen ve açıkça bildirilmesini
istemelidir.
Mustafa Kemal”435
Mustafa Kemal Paşa’nın bu tamiminde Ermeni meselesi hakkında Hükümetin
yürüttüğü gizli politikanın tehlikesine dikkat çekmekte ve milli meseleler konusunda
politika oluştururken çoğunluğun haklarının korunması, şeffaflık gibi noktalara
değindikten sonra aslında yakın bir gelecekte Ermeni meselesinin boyutlarının
büyüyeceğini vurgulamaktadır.
Mustafa Kemal Paşa’nın dikkat çektiği diğer bir konu temelde misyoner bir
örgüt olan Amerikan Board Heyetine bağlı Merzifon’daki Amerikan Kolejine ait
istihbarat bilgileridir. İstihbarata göre Ermeni terörü ile Amerikan misyonerleri arasında
organik bir bağ söz konusudur. 6 Haziran 1919’da Harbiye Nezareti’ne gönderilen
telgrafın metni aşağıdadır.
“Merzifon kazasındaki Rumlarla İngiliz subayları hakkındaki istihbarata ek
olarak bu defa Amasya sancağından aldığım bilgide ancak tehcir sırasında Merzifon’da
esasen çokça kalan Ermenilerin bu kez başka yerlerden de gelenler ve göçten dönenler
yüzünden miktarlarının daima artmakta olduğu ve bunların dışardan da satın almaya
teşebbüs etmeleri ve iki ay önce Patrikhaneden gönderilen Bedros ve Lerzon adında
eğitim görmüş iki genç Ermeni’nin siyasi meselelerle uğraştıklarının duyulduğunu,
Merzifon Amerikan Mektebi’ne getirilen eşya sandıklarının üzerinde Otoman Amerikan
markaları görüldüğünden bunların herhalde silah olduğunda şüphe bırakmıştır.
9’uncu Ordu Müfettişi Tuğgeneral M. Kemal ”436.
Mustafa Kemal Paşa Havza’dan sonra Amasya’ya gelmiş ve 12 Haziran 1919’da
Amasya Genelgesi’ni yayımlamıştır. 16 Haziran 1919’da 15’inci Kolordu Komutanı
Kazım Paşa’ya gönderdiği telgrafta Ermeni meselesine ilişkin olarak aşağıdaki
hususlara değinmiştir.
435
436
Nutuk/Söylev, Cilt 1, TTK Basımevi, Ankara, 1986, s.38-41.
Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, E.U. Basımevi, Ankara, Eylül 1953, Sayı:5, Vesika No:101 .
236
“Doğu vilayetleri halkının, Ermeni çetelerinin acımasızlığına ve taarruzlarına
hedef olmuş, en büyük felaketi görmüş bir unsur olmak sıfatıyla, birlik ve fedakarlık
lüzumunu en önce takdir ettikleri iftiharla görülmektedir. Fakat Anadolu’nun öteki
tarafları böyle değildir. Siyasi zümrelerin şimdiye kadar menfaatleri uğrunda halkı
oyuncak kabul etmiş olmaları, ahalide her türlü teşkilata karşı bir tür çekingenlik
doğurmuştur”437
.
Yine Mustafa Kemal Paşa 24 Haziran 1919 tarihinde Ermeniler hakkında elde
ettiği istihbaratı 15’inci Kolordu Komutanlığına göndermiştir.
“Doğu vakaları hakkındaki istihbarat aşağıdadır:
1. Ermeni Hükümeti Cumhuriyesi’nin hali hazırda üç tümen askeri varmış,
gönüllülerden bir dördüncü tümen kurulması arzu olunuyormuş. Fakat kimse icabet
etmediğinden mümkün olmamış.
2. Mevcut tümenler iki taburlu ikişer piyade alayından mürekkep olup taburda
dört makineli tüfek ve iki dağ topu varmış; bütün Ermeni ordusunda altı adet sahra topu
bulunuyormuş.
3. Tümenlerin mevcudu sekiz yüz eri geçmemiş olup sahra toplarının hayvanları
olmadığından katırla harp edilmekte imiş.
4. Ermenistan Harbiye Nazırı eski Rus generallerinden Nazarıekov imiş..”438.
Anadolu’da geniş bir bölgeye 9’uncu Ordu Müfettişi olarak atanan Mustafa
Kemal Paşa, İstanbul Hükümeti’nin baskılarına karşı 7/8 Temmuz gecesi görevlerinden
istifa ederek ulusal hareketin başına geçmişti. 8 Temmuz 1919’da Komutanlara durumu
bildirirken Ermeni meselesine de değinen aşağıdaki telgrafı göndermişti.
“Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve Yunan ve
Ermeni emellerine kurban etmemek için açılan milli mücahede uğrunda milletle
beraber serbest surette çalışmaya resmi ve askeri sıfatım artık mani olmaya başladı. Bu
mukaddes gaye için milletle beraber nihayete kadar çalışmaya mukaddesatım adına söz
437
Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler IV, ATASE Yayınları, Ankara, 1996, Belge No. 13, s.40-44.
Nimet Arslan; Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri Türk İnkilap Tarihi Enstitüsü Yayını,
Ankara, 1964,s.44-45; ABE c.3, s. 119
438
237
vermiş olduğum için pek aşığı bulunduğum yüce askerlik mesleğine bugün veda ve istifa
ettim. Bundan sonra mukaddes milli gayemiz için her türlü fedakarlıkla çalışmak üzere
sinei millette mücadele eden bir fert olarak bulunmakta olduğumu tekmil Müdafaai
Milliye ve Reddi İlhak cemiyetlerine ve mülkiye merkezleri ile askerlik şubeleri
vasıtasıyla vatanın en ücra köşesine kadar tebliğ ve anlatılmasına aracılığınızı ve hızlı
vatanperverane yardımlarınızı hasseten rica ederim”439. Bütün bu yazışma ve
muhabere, ülkenin çok kötü olan genel durumunu ve bunun önemli bir kısmını
oluşturan Batılıların Ermenistan projesine karşı ilgilileri bilgilendirme ve ileriye yönelik
tedbirlerde ön alma amacına yöneliktir. Bu sırada İzmir Yunan işgaline girmiş ve pek
çok acı tecrübe edinilmişti. Doğuda benzeri Ermeniler aracılığıyla gerçekleştirilmek
istenmekte, Türkiye’nin batısı Yunanistan’a doğusu Ermenistan’a verilerek özellikle
İngiliz çıkarlarına uygun siyasi yapılanmanın koşulları oluşturulmaktaydı.
Daha sonraki aşamalarda başkanlıklarına Mustafa Kemal Paşa’nın seçildiği
Erzurum ve Sivas Kongreleri toplanmış ve Türklerin yaşadığı topraklar için
bağımsızlığı benimseyen, azınlıklar için ayrıcalığı reddeden kararlar alınarak yurt
çapında direnme hareketi başlamıştı. Bu örgütlenme çerçevesinde Güney Doğu
Anadolu’daki düşmana karşı direnişi düzenlemekle görevlendirilmiş ve şiddeti artan
Türk direnişi karşısında Fransa güç duruma düşmüştü440.
2. Erzurum ve Sivas Kongreleri
Erzurum Kongresini en çok meşgul eden konulardan birisi manda meselesi
olmuştur. Mondros Ateşkes Anlaşmasından itibaren Osmanlı Devleti’nin geleceği
konusunda ortaya çıkan değişik çözüm önerilerinden birisi Amerikan mandasının
benimsenmesi olmuştur. Mustafa Kemal Paşa Erzurum Kongresinde bulunduğu esnada
kendisine ve Kazım Karabekir Paşa’ya “Amerikan mandası” telkin eden telgraf ve
mektuplar gönderilmiştir. Bunlardan eski Beyrut Valisi ve Wilson Prensiplerini
benimseyen Milli Ahrar Fırkası yöneticilerinden Bekir Sami Bey, 25/26 Temmuz
1919’da M. Kemal Paşa’aya gönderdiği telgrafta “tam bağımsızlığın arzu edildiğini,
ancak bu aşamada ülkenin çok parçalara bölünebileceğini; o halde iki üç ili
439
440
ATBD, Mayıs 1981, Sayı 79, Belge 1734 , s.22-24
Çaycı,a.g.e.; s.81
238
kapsayacak bağımsızlık yerine tüm ülkenin toprak bütünlüğünü güvence altına alacak
Amerikan mandasının daha iyi olacağı” ileri sürülmekteydi. Kendisi İstanbul’daki
ABD Yüksek Komiseri Amiral Bristol ile görüşmüş ve amiral bu isteklerin “birkaç
kişinin değil milletin isteği olarak duyurulması gerektiğini” söylemiş, ABD Başkanı
Wilson ile Senato ve Kongreye başvurulmasını önermiştir441.
Türkiye’de Amerikan Mandasının bir çare olarak görülmesinin nedenlerini
özetlemek gerekirse; (ı)Türkiye’nin parçalanmasını önlemek, (ıı) Yabancıların
azınlıkları bahane ederek müdahale etmesinin önüne geçmek, (ııı) Türklerin
kendilerinin devamlı bir yönetim kurup kalkınamayacakları kanaati, (ıv) Türkiye’nin
kalkınması için yabancı sermayeye ve değişik alanlarda uzmanlara duyduğu gereksinim,
(v) Kapitülasyonların varlığı ve devletin ağır borç altında olması . Buna karşı Amerika;
Avrupalı devletler gibi sömürgeci zihniyet taşımadığı, laik ve milliyetsiz bir kimliğinin
oluşu, iyi niyetli ve geniş imkanlara sahip olduğu gibi düşüncelerle tercih
edilmekteydi442.
İngiltere ve diğer İtilaf Devletlerinin yetkililerinin tutumlarından ülkenin
parçalanacağını anlayan kesimler kurtuluşu Amerika’da bulduklarını yazmaktaydılar.
Bu bağlamda Ahmet Emin Yalman 22 Ağustos 1919’da Peyam gazetesinde yayınlanan
makalesinde “Türkiye’ye gerekli olan yardımı kim yapacaktır? Başlığı altında isim
vermeden Amerikan mandasını savunmaktaydı443.
Erzurum Kongresi’nde dört delege (Ömer Fevzi, İbrahim Hamdi, Ali Naci,
Yusuf Ziya Beyler) kongreye sundukları programlarının bir maddesinde “Doğu
Anadolu’da Amerikan veya İngiliz mandalarından birisinin yol gösterici olacağını”
belirtmişlerdir. Öte yandan Erzurum Kongresi sırasında King-Crane heyeti henüz
İstanbul’da idi. Amerikan mandası taraftarı pek çok kişi mandanın kabulünü öneren
telgraflar çekerek kongreyi etkileme gayreti içersinde idiler444. İstanbul’da bulunan
441
Ayışığı, a.g.e.;s. 40-41
Mine Erol; Türkiye’de Amerikan Mandası Meselesi ( 1919-1920), İleri Basımevi, Giresun, 1972,
s.42-44
443
İzzet Öztoprak; Kurtuluş Savaşında Türk Basını, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara,
1981, s. 82-83
444
Ayışığı, a.g.e., s.41
442
239
10’uncu Kafkas Tümen Komutanı Kemalettin Bey gönderdiği mesajında “Amerika’nın
Türkiye’yi mandası altına almayı kabul ettiğini, koşulların henüz belli olmadığını,
Ermeni mandasını istemediklerini, Osmanlı Hükümeti’nin Anadolu’dan korktuğunu, bu
durumun İngilizlerin öfkesini, Amerikalıların takdirini çektiğini” belirtmekteydi. Yine
Sivas’tan 3’üncü Kolordu Kurmay Başkanının komutan adına gönderdiği telgrafta
“Amerikan mandası gerçekleşiyor, Amerikalılar tercih edilmelidir. Anadolu’da bazı
kayıt ve koşullarda bu mandayı kabul etmek üzere Amerikalılarla temasa geçilmelidir”
ifadeleri yer almaktaydı445.
Mandaya ilişkin gelen bu haberler, Mustafa Kemal Paşa’ya 20’nci Kolordu
Komutanı Ali Fuat Paşa tarafından bildirilmekteydi. Yürütülen propagandanın
Anadolu’daki milli örgütler üzerinde etkili olduğunu gören M. Kemal Paşa aşağıdaki
görüşlerini Ali Fuat Paşa’ya şifreli telgrafla göndermiştir.
“1. Sözü edilen Amerikan manda yardımlarının çok dikkatli olarak incelenmesi
ve milli amacımızla karşılaştırılması çok önemlidir. İstanbul’da çalışan örgütlerin
amacı ulusun birliğini, devletin bütünlüğünü, bağımsızlık ve egemenliğinin sağlanması
noktasında düşünülen ve gösterilen şekillere göre; Amerikan mandasının kabulü
halinde bu amaçlar saklı kalabilir mi? Bağımsızlık ve egemenliğe hiçbir surette zarar
gelmemek kaydıyla Amerikalıların iktisadi ve teknik yardımlarını beklemekten kötülük
doğmayabilir. Bunun için pek pahalıya mal olacak bu ince noktayı daha önce temasta
bulunduğu bildirilen İngiliz ve yetkili kişilerle bir kere daha etraflıca görüşerek
güvenliğe bağlanması veya yakınlık derecelerinin saptanması gerekir. Bu yapıldıktan
sonra doğu illerinde, ardından Sivas Kongresinde görüşülmek üzere vakit geçirmeden
bildirilmesini dilerim.
2. Milli değere bağlı ve uygun olmayan kararlar, hiçbir zaman millet gözünde
iyi görülmeyeceğinden, vatani ve milli yazgılarda milli vicdana yansımış bulunan
görevimizi iyi yapmak için milli dileğin birleşmesini beklemeden hiçbir surette yetkili
görünmemiz doğru değildir. Bundan ötürüdür ki, yabancılarla bağlantı ve ilişki
kurulmasının kongre kararlarına dayanması ve millet adına yapılmasını öngörmekteyiz.
445
Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk; Komutan, İnkılapçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, Gnkur. Basımevi,
Ankara, 1988, s.190-191
240
Hamdolsun ki vatanımızdaki ulusal akım pek ziyade gelişmiş ve güçlenmiştir. Bu durum
bizleri daima bu noktaya çekiyor ve çağırıyor.
3. Şurası göz önünde tutulmalıdır ki ülke ve milletin kaderi hakkında Amerika
veya herhangi bir devletle anlaşmaya yetkili olabilecek bir hükümet ancak, milli
egemenlik ilkesini ve bir ulusal şuranın varlığını kabul eden ve ona dayanmayı uygun
gören bir hükümettir. Şu takdirde merkezi hükümeti kuracak kişilerin kesinlikle bu
nitelikte olması gereklidir. Bizce olduğu gibi, oradaki çalışmanızda da bu noktanın
sağlanmasına yönelmelidir,
4. Yakında Kongre kararlarını göreceksiniz. Gözlerinizden öperim”446.
Telgrafta Mustafa Kemal Paşa mandayı reddetiğini, ayrıca ülke ve milletin
kaderi hakkında bir yabancı devletle anlaşmaya ancak milli egemenlik ilkesini kabul
etmiş ve ulusal bir meclise dayanan bir hükümetin yetkili olabileceğini, ne İstanbul
Hükümeti ne de başka örgütlerin bu konuda yetkili olmadığını açıklamaktadır. Bütün bu
gelişmeler sonrası Ulusal Kurtuluş hareketinin fikir alt yapısı ve siyasi hedeflerinin
oluşturulduğu kongrelerden ilki olan Erzurum Kongresi kararları aşağıdadır.
ERZURUM KONGRESİ KARARLARI
(23 Temmuz -7 Ağustos 1919)
Madde 1. Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz
Madde 2. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı
Hükümeti’nin iş yapamaz duruma gelmesi halinde Millet topyekün olarak kendisini
savunacak ve direnecektir.
Madde 3. Vatanı korumaya ve istiklali elde etmeye İstanbul Hükümeti muktedir
olamadığı takdirde bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu
hükümet üyeleri Milli Kongre tarafından seçilecektir (Sivas Kongresi ). Kongre toplantı
halinde değilse, bu seçimi Heyeti Temsiliye yapacaktır.
446
Akçakayalıoğlu , a.g.e., s.191-192
241
Madde 4. Kuvayı Milliye’yi tek kuvvet olarak tanımak ve milli iradeyi hakim
kılmak esastır.
Madde 5. Hıristiyan azınlıklara siyasi egemenlik ve sosyal dengemizi bozacak
ayrıcalıklar verilemez.
Madde 6. Manda ve himaye kabul olunamaz.
Madde 7. Milli Meclis’in derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis
tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır. Kongre sonunda tüzüğü
aracılığı ile fikir ve çalışma esaslarını saptadıktan sonra bir Temsil Heyeti seçmiştir 447.
Erzurum Kongresi kararlarına bakıldığında aslında hepsinin bir şekilde Ermeni
meselesi ile ilgisi görülür. Çünkü kararın bütünü Ermenilerin talep ettikleri bağımsız bir
Ermenistan’ı, Ermenilere siyasi dengeyi bozacak haklar tanınmasını, milli iradenin
önüne geçilmesini ve manda yönetimi kurularak Ermenilerin lehine oluşacak koşulların
oluşturulması reddetmektedir. Kongre kararları Doğu illerinin hiçbirisinin Osmanlı
topraklarından ayrılmayacak bir bütün oluşturduğu, saltanatı, hilafeti, vatanı
kurtarmanın milli iradeye dayanmakla mümkün olacağı hükümlerini taşımaktaydı.
Ayrıca ileride Misakı Milli olarak alınacak kararların esasını oluşturan Mondros
Mütarekesi’nin imzalandığı andaki sınırlar içerisinde parçalanmaz bağımsız bir devletin
kurulması kararı alınmıştır. Bundan başka çeşitli doğu illerinin kurduğu cemiyetler
birleştirilerek Doğu Anadolu Müdafayı Hukuk Cemiyeti oluşturulmuştu. Cemiyet
tüzüğünün içeriğinde en önemli hususlar ise diğer illerle birlik sağlanamadığı takdirde
doğu illerinin kendi başlarına silaha sarılacağı, hükümet Doğu Anadolu’yu
gözetmeyerek bırakırsa geçici hükümet kurulacağı, kongre kararlarına aykırı
davranışların ulusa ve yurda hiyanet sayılacağı şeklindeydi448.
Amerikan mandası kongrenin gündemine getirilmiştir. Erzurum Kongresi
sürecince ve hatta Kongre kararlarının açıklanmasından sonra dahi İstanbul’dan ve
Sivas’tan Amerikan mandasının kabulünden başka kurtuluş çaremizin kalmadığı
447
448
Şevket Süreyya Aydemir; Tek Adam, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1971, İkinci Cilt, s.113-114
Belen, s. 99
242
hakkında etkili kişiler tarafından tekrarlanan telkinlerde bulunulmuş ve Mustafa Kemal
Paşa’yı bu hususta bir çok muhabere yapmaya sevketmiştir449. Erzurum Kongresi
Müdafayı Hukuk meselelerini bir karara bağlamak ve bir temsil heyeti oluşturma
görevini yapmıştır. Böylece milli hareketin bir merkezi ve önderi olacaktı. Bu önder
Mustafa Kemal Paşa idi.
Ermeni meselesi Erzurum Kongresinden sonra toplanan Sivas Kongresi’nde de
ele alınmış ve kararlarına yansımıştır. Bu kongreye Erzurum’dan hareketle katılan
Mustafa Kemal Paşa ve heyeti riskli bir yolculuktan sonra Sivas’a ulaşmıştı. Kongreyi
engellemek ve Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklamak için İstanbul Hükümeti çok çaba
göstermişse de başarılı olamamıştır450. Bu ortamda kongre yabancı himaye (manda)
tartışmalarına çekilmeye çalışılmıştır. Bu süreçte manda taraftarları Mustafa Kemal
Paşa’ya baskıda bulunmuşlardır.
Örneğin Amerikan mandasının savunucularından Halide Edip 10 Ağustos’ta
Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı mektupta siyasi durumun had safhaya geldiğini,
Türkiye’de mandaterlik meselesinin Amerikan Senatosuna teklif edilmesi gerektiği,
İngiltere’de Morrison gibi bazı meşhur kişilerin Amerika’nın Türkiye’de manda
almasına taraftar olduklarını belirtmekte, ayrıca bu durumun ehven-i şer olarak
görülmesinin nedenlerini sıralamaktaydı”451. Ancak görüleceği gibi bu tarz dilekler
ustalıkla atlatılmıştır.
Amerikan mandasını destekleyen tanınmış kişilerden Ahmet İzzet Paşa ise
hazırladığı ve Kongreye gönderdiği muhtırada hilafetin ve Boğazlarla İstanbul’un
Osmanlılarda kalmasını, Anadolu’daki Rumların Balkanlardaki Türklerle mübadelesini
savunuyordu. Ayrıca Irak ve Suriye’nin özerk olarak Osmanlı idaresine bırakılması bu
muhtırada yer alıyordu. Burada manda fikrinin savunucularının hayalcilikleri göze
çarpmaktadır. Çünkü bu kişiler Arap illeri ve imparatorluk hayali uğruna Doğu
Anadolu’dan fedakarlık yapmaya hazır görünüyorlardı. Ancak bu pazarlıkların taşıdığı
tehlikelerin bilincinde olan ve kurtuluşu kurulacak Türkiye gerçeğinde arayan kadrolar
449
Kazım Karabekir; İstiklal Harbimizin Esasları, Timaş Yayınları, İstanbul, 1990, s.96
Aydemir, a.g.e., s.126
451
Ayışığı, a.g.e., s.48
450
243
Mondros Mütarekesindeki sınırları benimsemişlerdi. Mandacıların King Crane Heyetine
sunduğu Doğu Anadolu’da Ermenilere toprak verilebileceğine ilişkin yazısına karşılık
Heyeti Temsiliye bir karış bile toprak verilmeyeceğini kesin bir tavırla belirlemiştir452.
Sivas Kongresinin 8 Eylül 1919 tarihinde gerçekleşen dördüncü oturumunda İsmail Fazıl
Paşa, Bekir Sami ve İsmail Hakkı Beyler tarafından kongreye verilen Amerikan mandası
konusundaki muhtıra yoğun tartışmalar sonrasında geri çekilmiştir453.
Kongrenin kapanışının ardından Damat Ferit Paşa Hükümetine karşı uygulanan
Anadolu ile iletişimi kesme girişimi sonuç vermiş ve 30 Eylül’de Ferit Paşa
sadrazamlıktan düşmüştür. Bu gelişme Amerikan basınına da yansımış ve haberi
“Türkiye İtilaf Devletleri için Büyük Sorun Haline Geliyor” başlığı ile veren The New
York Times Gazetesi olayı Genç Türk Partisi’nin (Jön Türk) yükselişi olarak göstermiş
ve “Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da 300.000 kişilik orduya sahip olduğu
İstanbul’un Anadolu üzerindeki kontrolünü kaybettiği ve hali hazırda bu ordu ile başa
çıkacak elde bir güç bulunmadığı, İtilaf Devletlerinin bu gelişim karşısında yeteri kadar
birlik olup buna müdahaleleri konusunda şüpheler olduğu”na yer vermiştir454.
Amerikan basınının bu tarz haberleri yorumlandığında Türk milli hareketinin gücü
hakkında fikir sahibi olmaya başladıkları ve Türklerin direnecekleri bir Ermenistan
mandasını üstlenmenin veya Türkleri tatmin etmeyen çözümlerin zorla uygulamanın
mümkün olamayacağı konusunda kendi kamuoylarının dikkatini çektikleri söylenebilir.
Erzurum Kongresinin tüzüğü ve esas amaçları Sivas kongresinde de kabul
edilmiştir. Ancak Erzurum Kongresinde bölgesel örgütlerin oluşturduğu ‘Vilayatı
Şarkiye Müdafayi Hukuk Cemiyeti’ yerini ülke çapında temsil eden örgütler aldığından
‘Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyeti’ almış, ‘Vilayatı Şarkiye’ yerine
‘vatanın bütünü’ şeklinde ifadeler kullanılarak cemiyet bütün Türkiye’nin direnme
örgütü halini almıştır455. Sivas Kongresi sonucunda Damat Ferit Paşa'nın istifası
Anadolu hareketi açısından siyasal bir zaferdir. Kongre sonunda milli hareketin
esaslarını içeren aşağıdaki beyanname yayınlanmıştır.
452
Ayışığı,a.g.e., s
Belen,a.g.e., s.113-115
454
The New York Times, 7 Oct. 1919.
455
Aydemir, a.g.e., s.126-128
453
244
SİVAS KONGRESİ BEYANNAMESİ
30 Ekim 1918 tarihinde ve mütareke imzalandığı sıradaki sınırlar dahilinde
bulunun ezici bir İslam çoğunluğunu barındıran topraklar içindeki Osmanlı toprakları
hiçbir suretle bölünemez bir bütün oluşturur.
Osmanlı topluluğunun bütünlüğü, Milli İstiklalin sağlanması, saltanat ve hilafet
makamının dokunulmazlığı için Kuvayı Milliye’yi amil ve milli iradeyi hakim kılmak
esası kesindir.
Vatanın neresinde olursa olsun bir işgale ve Rumluk, Ermenilik teşkili gibi
teşebbüslere karşı birlik halinde savunmak ve direnmek esası meşrudur.
Azınlıkların hak eşitlikleri kabul, ancak milli egemenlik ve sosyal dengeyi
bozacak esaslar reddedilir.
Hükümet bir dış baskı karşısında mülkün herhangi bir parçasını terk zorunda
kalırsa buna karşı bütün tedbirler alınır ve kararlar verilebilir.
İstiklal ve milliyet esasına riayet gösteren dış iktisadi ve teknik yardımlar kabul
edilir.
Merkezi Hükümet milli iradeye tabi olmalıdır. Milli Meclis toplanmalıdır.
Cemiyetin bir Temsil Heyeti vücuda getirilmiştir456.
Sivas Kongresi kararları da bir bütün olarak egemen ve bağımsız bir Türkiye
resmini çizmiş, Türk toprakları üzerinde bir Ermenistan kurulması, Amerikan
mandasının kabulu gibi akım ve girişimlerin karşısında olmuş, bağımsızlık karakterinde
bir belgedir. Ayrıca Sivas Kongresi dağınık bir durumda birbirinden ayrı çalışan milli
direniş unsurlarını birleştirmiştir. Kongre ayrıca Anadolu’da gelişen milli hareketle
İstanbul Hükümeti arasında bir güç dengesi sağlamış, Anadolu’daki sivil ve askeri
yönetim bu kongre sonrasında başvurabilecekleri bir makama kavuşmuşlardır. Sivas
Kongresi ümitsizliğin etkisiyle birçok aydın kesimin düşüncesi olan Amerikan mandası,
456
Aydemir, a.g.e.,s.129-130
245
İngiliz himayesi gibi eğilimleri değiştirmiştir. Ulusta bir güven hissi oluşmaya başlamış
ve ulusal hareketin liderliğine Mustafa Kemal Paşa getirilmiştir. İhtilalci bir karakter
taşıyan kongre İstanbul Hükümeti’nin boyun eğdiği Mondros Mütarekesinin uygulama
şeklini redderek, işgallere karşı konulacağını ilan etmiş, Amerikan mandasını
reddetmekle de koşulsuz bir bağımsızlık istediğini ortaya koymuştur. Aralık ayına kadar
Sivas’ta kalan Temsil Heyeti 27 Aralık’ta Ankara’ya gelmiştir.
Erzurum ve Sivas Kongrelerini yaptıktan sonra Heyeti Temsiliye Başkanlığına
seçilmiş olan Mustafa Kemal Paşa, İtilaf Devletlerinin başlayan milli kurtuluş
hareketinin dış desteğini kesmek için doğuda Bolşeviklerle birleşilmesine engel olmak
için Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’dan oluşan bir Kafkas bloku kurarak
Türkiye’yi soyutlama planlarını anlamıştı. Bunun için doğuda gecikmeden yapılacak bir
taarruzla Bolşeviklerle irtibatın kurulmasını istiyordu. Bu maksatla 6 Şubat 1920’de
15’inci Kolordu Komutanlığına gönderdiği yazı ile taarruz planı hakkındaki
direktiflerini bildirmişti. Bu direktifte siyasi durum açıklandıktan sonra;
-
Doğu Cephesinde seferberlik yapılması,
-
Yeni Kafkas Hükümetleriyle özellikle Azerbaycan ve Dağıstan gibi İslam
hükümetleriyle görüşülerek bize karşı tutumlarının açığa kavuşturulması,
-
Memleket içerisinde örgütlenmenin güçlendirilmesi, silah, cephane ve
malzemenin teslim edilmeyerek gerekirse bunun için silah kullanılması,
En önemli görev olarak da, İtilaf Devletleri’nin zaman kazanmasına imkan
verilmemesini istiyordu457.
Heyeti Temsiliye Ermenistan’a taarruz kararı verdiği zaman batıda Yunanlılarla,
güneyde Fransızlarla savaşlar devam etmekte, ülke batıdan, güneyden ve doğudan
çevrilmiş ve içeride kritik yerler işgal edilmişti. İtilaf Devletlerinin Türkiye ile barış
istekleri askıya alınmıştı. Barışın uzamasının nedenleri Türkiye’nin haksız bir barışı
457
ATASE; Türk İstiklal Harbi, Üçüncü Cilt, Doğu Cephesi (1919-1921), Gnkur. Basımevi, Ankara,
1995, s.61
246
kabul etmeyerek, gerektiğinde silahla karşı koyacağının anlaşılmasıydı. Öte yandan
Bolşevik ihtilali ile ortaya çıkan gelişmeler de Türkiye ile barışı geciktiren nedenler
arasındaydı. Bolşeviklerle temas eden milletler ya Bolşevikleşmiş veya silahla karşı
koymuşlardı. Türkiye de bu iki seçenekten birisini seçme durumunda idi. Rusya,
Türkiye’nin Batılılar tarafından parçalanmasından tedirgin oluyor, Boğazların ve Batı
Anadolu’nun işgali ulusal çıkarlarıyla ters düşüyordu. Türkler Bolşeviklere karşı tavır
alırlarsa İtilaf Devletleri’nin bazı ödünler vermesi gerekecek, örneğin işgal ettikleri
toprakları geri verme durumunda kalacaklardı. Bu önemli kararı alamadılar. Türklerin
haklarını vermek yerine yoketmeyi tercih edip dayanaklarını kırma girişimlerine
giriştiler. Bunun için Türkiye’nin çevrilerek soyutlamayı gerekli görülmekteydi. Zaten
İtilaf Devletleri ve Yunan askeri güçlerince Türkiye’nin Anadolu’nun batısı, güneyi ile
Suriye, Irak ve İran taraflarından çevrilmesi gerçekleştirilmişti. Karadeniz anılan
güçlerin donanmalarının denetiminde idi. Tek bağlantı kuzey doğu olmaktaydı. Türkiye
Kafkaslar üzerinden gelecek bir Bolşevik hareketini kolaylaştırdığı takdirde Anadolu,
Suriye, Irak, İran hatta Hindistan yolları açılmış olacaktı. Kafkas cephesini kapatacak
askeri güçleri ve üsleri bulunmadığından bu istikameti kapamanın çözümünü Kafkas
milletlerinden bir set oluşturmada aradılar. Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’ın
bağımsızlıklarını tanımak suretiyle onları yanları çekmeye çalıştılar. Hatta bir miktar
kuvvet gönderdiler. Amaç Kafkas milletlerinin Bolşeviklerle çatışmasını sağlamak diğer
taraftan bu milletlerin Türklerle ve Bolşeviklerle birleşmesinin önünü tıkamaktı.
Sonuçta İtilaf Devletleri kendi subaylarının emir komutasında kurulacak sömürge
orduları ile Kafkas milletlerini elde tutarken muhtemel Bolşevik istilasına karşı önlem
de almış olacaklardı. Türkler açısından anılan bu Kafkas seddinin kurulmasına mani
olmak esas hedef olmaktaydı. Bu nedenle yukarıda belirtilen tedbirleri alma
zorunluluğu bulunmaktaydı458.
Buraya kadar izlendiği gibi Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin başlangıcı aslında
Ermeni tehlikesinin iyice belirginleşmesine bağlı olarak Doğu Anadolu’da verilmiştir.
Erzurum Kongresi tamamen Ermeni tehdidine karşı ortaya çıkan bir hareket iken Sivas
Kongresinde Ermeni tehdidini de içeren daha geniş ve ülke çapında beliren tehdide karşı
458
ATASE; Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.63-66
247
kararlar alınmış, Erzurum’da bölgesel karakterdeki kararların alındığı kongreyi Sivas’ta
ulusal çapta bir kongre izlemiştir. Bütün bunlara rağmen henüz Ermeni tehdidine karşı
askeri bir çözümü uygulayabilecek bir ulusal kurum ve mekanizma henüz oluşmuş
değildir. Bu siyasal oluşum Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla
gerçekleşmiştir.
Milli mücadelenin bu evresinde Türkiye’de görev alan İngiliz yüksek komiserler
ve komutanlar Anadolu’da gelişen bu ulusal direnci değerlendirebilmelerine karşın
Başbakan Lloyd George’un yanlış politikasını değiştirememişlerdi. Özellikle Sivas
Kongresi sonrasında İstanbul’daki İngiliz yetkilileri gerçekleri görmeye başlamışlardı.
Galthrope bir raporunda “Birkaç hafta öncesine kadar İngiliz subayları büyük nüfuz
sahibi idiler, artık bunları geri almak gerektiğini sanıyorum. Hep milliyetçiler
geleceğinden bugünlerde büyük heyecan duyulan seçimlerin yapılması iyi bir şey
olmayacaktır. Fakat milli hareketi durdurmak için açıkça harekete geçmek Türk iç
işlerine karışmak olacaktır ki bu da Wilson prensiplerine ve Türk Anayasası’na
aykırıdır. Biz Meclisin İstanbul’da toplanmasına engel olsak bile, içeride toplanmasını
ve ihtimal Anadolu’da müstakil bir hükümet kurmalarını önlemek elimizde değildir”
ifadelerini kullanmaktaydı459.
1919 sonlarında İngiliz yüksek komiseri olan Amiral De Robek ise Sivas
Kongresinin yapılışından sonra 1920 yılı Şubat’ına kadar gönderdiği raporlarda şu
hususlara dikkat çekmişti. “Alınan istihbarata göre milli hareket Anadolu’da bağımsız
bir cumhuriyete doğru gelişmektedir. İstanbul Hükümeti’nin kabul edeceği bir anlaşma
barış ve huzur getirmeyecektir. Çünkü milliyetçiler onu kabul etmeyeceklerdir. Mustafa
Kemal’in nüfuzu gittikçe artmaktadır. Taze kuvvet olmaksızın Türkiye’ye hoşlanmadığı
bir anlaşmayı kabul ettirmek, bugün için sekiz ay öncesine göre daha güçtür. Türk
milliyetçileri
Türkiye’nin
Türklere
kalmasını
istiyorlar.
Yabancı
himayesini
reddediyorlar. Onlar İmparatorluğun ölümünü değil, yeni bir hayat sözleşmesini imza
etmek kararındalar”
459
460
460
. Galthrope’un ve diğer İngiliz yetkililerinin bu görüşlerine
Sabahattin Selek; Anadolu İhtilali, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1964, İkinci Cilt , s.463
Selek, a.g.e., s.464 .
248
karşın 16 Mart 1920’de İstanbul’un fiilen işgal edilmesi ve Osmanlı Meclisi’nin
dağıtılması İngiliz politikasındaki çelişkileri göstermektedir.
3. MisakıMilli’nin İlanı ve Buna Bağlı Gelişmeler
Gerek milli kongrelerin kararları gerek Mustafa Kemal Paşa ve yakın
arkadaşlarının
gayretleriyle
(Mustafa
Kemal
Paşa’nın
Meclisin
İstanbul’da
toplanmasının sakıncalarına dikkat çekmesine rağmen) Ayan Meclisi ve Meclisi
Mebusan 12 Ocak 1920 tarihinde İstanbul’da açıldı. Seçimlerde çoğunlukla Müdafayı
Hukuk Grubu adayları kazandı. Bu üyeler İstanbul Meclisi’nde üstünlük sağladılar.
Meclis Sivas Kongresinde hazırlanan MisakıMilli (Ulusal Ant) metnini kabul etti ve 17
Şubat 1920 tarihinde açıkladı. Bir bağımsızlık bildirisi olan MisakıMilli’nin Ermeni
meselesine doğrudan değinen ikinci maddesinde “halkı, ilk serbest kaldıkları zamanda
genel oylarıyla anavatana katılmış olan üç sancak ( Kars, Ardahan, Batum) için
gerektiğinde yeniden serbest genel oya müracatı kabul ederiz” şeklinde idi. Meclis bu
çalışmalarını sürdürürken İngiliz siyasi temsilcisi Osmanlı Hükümetine “Yunanlılara ve
Müttefiklere karşı davranışların düzeltilmesini ve sözde Ermeni kırımının durdurulması
gerektiğini bildiren ve istekleri yerine getirilmezse barış koşullarının yeniden
değiştirileceği tehdidi ile sözlü ültimatom” vermişti. MisakıMilli’nin ilanı sonrasında
müttefiklerin Meclisi Mebusan’ın Anadolu’daki milli harekete destek verdiği şeklindeki
yargıları İstanbul’un (16 Mart 1920) fiilen işgali ile sonuçlanmıştı461.
16 Mart 1920’de İstanbul’un kesin işgali, bu sırada işgal kuvvetlerinin hoyrat ve
kanlı davranışları Mebusan Meclisi üyelerinin de bulunduğu ileri gelen kişilerin
hakarete varan muamelelerle tutuklanmaları, sürgüne gönderilmeleri Anadolu davasında
tek yolun ulusun kendi hakkını ancak kendisinin savunması olduğunu gösteriyordu.
Mustafa Kemal Paşa İstanbul’un işgali ile birlikte Ankara’da “yüksek yetkilerle
donatılmış bir Millet Meclisi” için davetini yaptı. Bunun için komutanlarla fikir
birliğine vararak bir tebliğ yayınladı. İstanbul’daki Meclisten katılanlar ve vilayetlerden
seçilenlerle birlikte mebuslar Ankara’da toplandılar. Meclis için toplantı yeri olarak
seçilen binada üç ay öncesinde Fransız bayrağı dalgalanıyor ve hemen karşısındaki
461
Cihat Akçakayalıoğlu; Atatürk; Komutan, İnkılapçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, Gnkur. Basımevi,
Ankara, 1988, s.240-248 .
249
Şehir Bahçesi’nde Fransız askerleri bulunuyordu. İstasyon binası ise İngiliz askerlerinin
işgalinde idi. Bu ortamda 23 Nisan 1920’de Meclis açılmıştı. Bu olayla birlikte yabancı
bayraklar ve askerler de kaybolmuştu462.
Bir tarafta İstanbul’un işgali söz konusu iken aynı gün Heyeti Temsiliye Başkanı
Mustafa Kemal Paşa 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’dan doğu
hareketı için görüşlerini istemişti. Karabekir Paşa, 28 Mart 1920 tarihinde Mustafa
Kemal Paşa’ya gönderdiği mesajda Kafkaslardaki Bolşevik Ordularının güney
istikametinde yaklaşmasını ve kışın geçmesini beklerken Nisan ayı ortalarındaki bir ileri
harekat için hazırlıklar yapacağını bildirmişti. Harekatın hedefi Brest Litovsk
Anlaşmasıyla Ruslar’dan geri alınan Elviye-i Selaseyi ele geçirerek Aras nehrine kadar
olan bölgede kontrolü sağlamaktı463. 26 Nisan’da yani Meclis’in açılışından üç gün
sonra Kazım Karabekir Paşa Meclis Başkanlığına Bolşevik Ordusu’nun Kafkasya’ya
inmesi ve Azerbaycan’a direnişsiz kabul edilmesi, ayrıca bu kuvvetlerin Azerbaycan
üzerinden Gürcistan’a yönelmeleri üzerine bölgeye askeri harekat düzenlenmesine
müsaade edilmesini öneren bir mesaj göndermişti464. Ancak Mustafa Kemal Paşa
kendisine 6 Mayıs’ta bulunulan süreçte siyasi koşulların bu harekat için uygun
olmadığını bildiren cevabi mesaj göndermişti. Bu şifrede;
(1) Paris Barış Konferansı’nın hakkımızda alacağı kararlar kesinlik kazanıncaya
kadar İtilaf Devletleri’nin bizimle olan anlaşma zeminini olumsuz etkileyecek bir
ortama iç ve dış durumumuzun uygun olmadığı,
(2) Bolşeviklerle ilişkilerimizi etkileyecek koşullar açıklık kazanmadan
sınırlarımızın saptanması ve bize sağlayacakları destek konularında mutabakat
sağlamadan fiilen kendileri ile birlikte bir hareket anlamına gelen böyle bir girişimin
erken olacağı,
462
Aydemir, a.g.e., 229-236 .
İsmet Bozdağ; Kazım Karabekir, Paşaların Hesaplaşması, Emre Yayınları, İstanbul, 1992, s.7374,76 ; ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.62.
464
Kazım Karabekir; İstiklal Harbimiz, Emre Yayınları, İstanbul, 1995, Cilt 3, s. 1413-1421 ;
ATASE,Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi , s.63
463
250
(3) Ermeni olayları bütün Hıristiyan alemini aleyhimize sevkeden nedenlerin en
önemlilerinden olduğu dikkate alınacak olursa hali hazırda Ermenilere karşı bir
hareketin son dönemlerde kısmen lehimize işleyen siyasi koşulları belirli bir süre
durduracağı ve özellikle Amerikan kamuoyunu aleyhimize çevrilmesi gibi durum
yaratacağına değinilmiştir. Ayrıca bu durumun bütün ülkeleri İngiltere’nin ülkemiz için
uygulamaya koymaya çalıştığı hareket tarzına sıcak bakmaları gibi sakıncalı bir duruma
neden olacağı düşüncesiyle Ordumuzun şimdilik Ermenistan’a taarruzu yerine yerel
milis güçleriyle direnilmesinin uygun olduğu şeklinde bir cevap verilmiştir465.
Ermeni harekatının ertelenmesi diplomatik nedenlere dayanmaktadır. Rusya ile
ilişkilerin Ankara lehine bir zemine oturtulması beklenmektedir. Diğer taraftan uzun
olmayan bir süre önce bölgede incelemeler yapan ve Türkler hakkında olumlu görüşler
içeren raporlar veren Amerikan heyetlerinin bulunulan süreçte değer taşıyan bu olumlu
katkılarının zarar görmemesine de önem verilmektedir. Buna karşı Kazım Karabekir
Paşa kısa bir süre sonra 9 Mayıs’ta Ermeni harekatı için Millet Meclisi Başkanlığına
yaptığı müracaatını benzer gerekçelerle yinelemişti466.
C. Sevr Antlaşması ve ABD Başkanının Türkiye-Ermenistan Sınırını
Belirleme Girişimi
1920 yılı başlarında değinilen gelişmeler olurken Ermenilerin politik çabaları
yoğun biçimde devam etmekteydi. Andonyan başkanlığındaki Ermeni Cumhuriyeti
delegeleri ile Bogos Nubar’ın başkanlığındaki Milli Ermeni Heyeti delegeleri Paris
Barış Konferansı’nda Ermeni amaç ve isteklerini savunmakta, bir taraftan da İstanbul
Ermeni Patriği Zaven Avrupa’nın çeşitli kentlerinde çalışmalarını sürdürmekteydi. 1926 Nisan 1920 tarihleri arasında İtalya Başbakanı Nitti’nin başkanlığında San Remo’da
Osmanlı Hükümeti’yle yapılacak barış anlaşmasına son şekli verildi. Başkan Wilson’un
kararı ile Amerika bu konferansta resmi olarak temsil edilmemekle birlikte, Roma’daki
elçisi gayrı resmi olarak görüşmelere katıldı. Ermenistan konusu ayrı olarak ele alındı.
İtilaf Devletleri, ABD’ye Ermenistan sınırları konusunda aralarında bir mutabakat
olmadığını bildirdiler. Bundan daha önemli olarak İtilaf Devletleri, ABD’nin
465
466
Karabekir; İstiklal Harbimiz, 1995, Cilt 3, s .1502-1503 .
Karabekir, 1995, C.3, s.1518-1526 .
251
Ermenilere güçlü dış destek sağlanmazsa Türklerin kendi elinden alınarak Ermenilere
verilecek bölgeden vazgeçmeyeceklerini, kendilerinde ise bu gücün olmadığını
bildirdiler ve iki istekte bulundular. Bunlardan ilki Başkan Wilson’un bağımsız
Ermenistan’ın batı ve güney sınırlarının saptanması konusunda hakemlik yapmasını,
ikincisi ise Ermenistan’ın mandasını ABD’nin üstlenmesi idi. Wilson Ermenistan’ın
sınırlarının saptanmasında hakemliği kabullenmesi açısından bir tereddüt yaşamamakla
birlikte parlamento onayı gerektiren Ermenistan mandasının üstlenilmesi noktasında
karşıt görüşe sahip Kongre ile çatışmaya girmekten kaçınarak konuyu Kongre
gündemine getirmedi. Ancak birkaç ay sonra dışişleri bakanı Colby Başkan’dan
Kongreyi “Ermeni mandasının kabulu istikametinde zorlayacağını” buna ilişkin
görüşlerini bildirmesini isteyen bir not aldı. Wilson’un fikrini ne değiştirmiş olabilirdi?
Yine de Colby Başkana daha önce General Harbord ve Amiral Bristol’ün raporlarına
dayanarak bu öneriyi Kongreye getirmemesi şeklinde görüşünü bildirdi. Buna rağmen
Başkan 24 Mayıs’ta konuyu Kongreye taşıdı ise de 1 Haziran 1920 itibariyle önerisi
kabul edilmedi467.
Öte yandan İtilaf Devletleri aralarında mutabakat sağlamaları sonrasında 10
Ağustos 1920’de Osmanlı Hükümeti’ne Sevr Barış Antlaşması’nı imzalattılar. Bu
duruma göre Ermeniler bağımsız geniş bir toprağa sahip olacaklardı. Antlaşmanın
Ermenilerle ilgili altıncı kısmında yer alan maddeleri şöyle idi.
Madde 83: Türkiye, Ermenistan’ı Müttefik Devletler gibi özgür ve bağımsız
olarak tanır.
Madde 89: Osmanlı Devleti ile Ermeniler ve diğer imzacı devletler, Erzurum,
Trabzon, Van, Bitlis, vilayetlerinde Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırın
saptanmasını ABD Başkanı’nın hakemliğine bırakır ve onun vereceği kararla
Ermenistan’ın denize çıkışına ve bu çıkışa komşu Osmanlı toprakları üzerinde askeri
düzenlerin kaldırılmasıyla ilgili bütün hükümleri kabul etmeyi kararlaştırmışlardır.
467
Buzanski, a.g.e., s.139-144.
252
Madde 90: Madde 89 gereğince saptanacak sınır, bu vilayetlerin kısmen veya
tamamen Ermenilere bırakılmasını gerektirdiği takdirde, Osmanlı Devleti bu karar
tarihinden geçerli olarak bırakılan arazi üzerindeki bütün hak ve tasarruflarından
vazgeçtiğini şimdiden belirtir. Bu antlaşmanın Türkiye’den ayrılacak araziye
uygulanacak hükümleri, bu araziye de uygulanacaktır. Ermenilerin egemenliğine verilen
arazi nedeniyle Osmanlı Devleti’ne ait yükümlülüklerin veya iddia edebileceği hakların
cinsi ve oranı, bu antlaşmanın 8 nci kısmının 241 ve 244 ncü maddeleri uyarınca
sağlanacaktır.
Madde 91: Ermenilere geçen arazi dolayısıyla Osmanlı Devleti ile Ermeniler
arasında, mevcut kurallara göre saptanacak sınırı arazi üzerinde göstermek üzere bu
kararların alınmasından 15 gün sonra oluşum biçimi daha sonra belirtilecek olan bir
sınır saptama komisyonu kurulacaktır.
Madde 92: Ermenistan’ın Azerbaycan, Gürcistan ile olan sınırı, ilgili devletler
tarafından anlaşma suretiyle saptanacak; ilgili devletler, bu sınır içerisinde kendi
aralarında anlaşamazlar ise büyük devletler tarafından yapılacak ve sınırın üzerindeki
arazi uygulaması kendilerine ait olacaktır.
Madde 93: Ermeni Hükümeti ırk, dil ve din bakımından kendisinden ayrı
bulunan azınlıkların haklarını korumak için büyük devletlerin gerekli görecekleri
hükümleri diğer devletlerle yapılacak bir anlaşmaya dahil edilmesini kabul edecektir468.
ABD Başkanı Wilson Sevr Barış Antlaşmasından sonra hakem olduğu
Ermenistan sınırları için 22 Kasım 1920’de Müttefik Kuvvetler Yüksek Konsey
Başkanlığı’na gönderdiği mektupta “Verilen bir karara göre Türkiye ile yeni kurulan
Ermenistan arasında sınırların saptanmasında, hakemlik görevi şahsıma verilmiştir. Bu
görevde iki tarafın da çıkarlarını gözetmeye çalıştım. Bu sınırın Erzurum-Trabzon-Van
468
Türkiye Büyük Millet Meclisi Kütüphanesi; Es. No. 1339-153 ; Remi S. M. 130,
(Sevr Andlaşması metni "Sevr - Devlet-i Aliye ile Sulh Muahedesi - 10 Ağustos 1920"
başlığı altında Konya'da Öğüt Matbaası'nda 1336 - 1920 de basılmıştır Antlaşma tasdik
edilip Takvim-i Vekayi veya Düstur'da yayınlanmadığı için bu Türkçe basılı metin
Fransızca metnin tercümesidir. Fransızca olan ve Büyük Millet Meclisi kitaplığındaki
nüsha "Traite de Paix entre les Puissances Alliees et Associees et la Turquie signe le 10
août 1920 â Sevr(Texte Français, Anglais et İtalien)" başlığını taşımakta ve Esas No,
1932-1308, Remiz: S. M. 543'de kavıtlı bulunmaktadır.)
253
ve Bitlis vilayetlerinin sınırı olması gerekir kanısındayım. Kotur’un güneybatısından
itibaren Ermenistan sınırı, Van Gölü’nün güneyine kadar gelir. Bitlis ve Muş
Şehirlerinin güneybatısından geçer. Bu hat, Hakkari Sancağı’nı tamamen Türkiye’ye
bırakır; yani, Siirt Sancağı’nın tamamına yakını, Van Vilayeti’nin yarısı Türkiye’de
kalır. Siirt ve Hakkari’de çoğunluklar aşiretler vardır.
Buraları
Ermenilere
vermenin
onların
çıkarlarına
uygun
olmayacağı
kanısındayım. Bu nedenle Ermenistan’ın Zap Ovası hakkındaki isteklerini uygun
bulmuyorum. Doğu yönünde, Bitlis ve Muş’tan başlayarak, batı sınırı Bitlis ve Erzurum
Vilayetlerinin arasından geçer. Bu sınır Ermenilere iyi güvenlik sağlar. Ermenilerin
denize çıkış almasını, Ermenilerin gelişmesi açısından zorunlu gördüğüm için Trabzon
Vilayeti’ni tümüyle Ermenistan sınırlarına katmayı uygun gördüm. Giresun ve Ordu
Vilayetlerinin nüfusunun tümü Türk ve Müslüman olduğundan buraları Türkiye’ye
bıraktım. Ermenistan sınırlarına mücavir sahanın askerden arınması sorunu çok güçtü.
Ancak, Sevr Antlaşması’nın 177nci maddesi gereğince Osmanlı Devleti, sınırları
içerisinde bulunan bütün askeri tesisleri kaldırmak zorunluluğundadır. Bu surette
askerden arındırmak için ayrıca karar almaya gerek yoktur. Saptadığım bu sınırlar
içerisinde Ermenilerin yerleşerek medeniyete hizmet yapacakları kanısındayım”
ifadelerini kullanmıştır469. Mektubun içeriği ve üslubundan ABD Başkanı’nın Anadolu,
Türkler ve Ermeniler hakkında bilgisinin olmadığı anlaşılmaktadır. Türkiye’nin yok
olması anlamını taşıyan bu kararın uygulanamacağını gelişmeler göstermiştir.
Öte yandan İtilaf Devletleri özellikle İngiltere ile Fransa, arasındaki güvensizlik
ortamında Wilson’u kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak Türkiye meselesinin içine
çekmeye çalışmışlardır. Ayrıca ABD’nin Türkiye ile ilgili olarak konunun dışında
kalması, gerek çıkarları gerekse kendi kamuoyu baskısından dolayı güçtü470. Bu
koşullarda yukarıdaki kararda da görüldüğü gibi Başkan Wilson’un daha önce kendisine
verilen gerçekçi raporlara rağmen Ermeni propagandasının ve Amerikan kamuoyu
baskısının etkisinde kaldığı görülmektedir. Ermenistan mandasını üstlenme önerisi
Kongre’den dönen Wilson, popülist bir yaklaşımla bunu telafi edebilmek için sınırların
469
470
Sakarya, a.g.e., s.387-388.
Buzanski, a.g.e.., s.92-93.
254
saptanması konusuna dahil olmuştur. Wilson her ne kadar Ermenilerin istediği gibi
Karadeniz’den Akdeniz’e uzanan bir Ermenistan öngörmemekle birlikte, sınırları
gerçeklerden tamamen uzak ve her yönüyle hissi olarak saptadığında kuşku yoktur.
Wilson’un sınır tespiti sonrası Sevr Antlaşmasındaki Ermenistan haritası ortaya
çıkmıştır. (EK- J )
Diğer taraftan İstanbul’da bulunan Amiral Bristol, “Sevr Antlaşması ile
Avrupalı ülkelerin Osmanlı toprakları üzerinde ekonomik denetim sağlamasının
ötesinde bir amacı olmadığını ve başarabilirlerse Amerikalıların bu alanda
dışlanacağını, ama her koşulda bu anlaşmanın onaylanmasının mümkün olmadığını”
yazmaktaydı. Öte yandan Sevr Antlaşmasının imzalanması esnasında Ermenistan da
Bolşevik Rusya ile anlaşma imzalamak zorunda kalmıştı471.
D. TBMM Hükümeti’nin Doğu Politikası ve Ermeni Yayılmacılığına Karşı
Askeri Harekat
Ermeni meselesinde TBMM Hükümeti’nce yürütülen politika aslında Doğu
Cephesi ve Güney Cephesi olarak iki bölümde ele alınabilir. Güney Cephesinde
yürütülen harekat Fransızlara karşı yürütülen harekatın içerisinde mütalaa edilmek
gerektiğinden, ağırlıklı olarak Doğu Cephesi üzerinde durulacaktır.
1.
TBMM
Hükümeti-Sovyet
Rusya
İlişkilerinin
Ermeni
Harekatı
Üzerindeki Etkisi
Ermeni yayılmacığına karşı 6 Haziran 1920’de Ankara’daki Millet Meclisi
Kazım Karabekir Paşa’nın Türk savunmasını güçlendirmek amacıyla sınırlı bir harekat
teklifine müsaade etmiş, ancak harekat başlamadan ertelenmişti472. Nedeni bu sırada
Sovyetlerle ilişkilerde bazı pürüzlerin ortaya çıkmış olmasıydı. 15 Haziran’da
Ankara’ya ulaşan Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin’in mektubunda Türkiye aleyhine
bazı öneriler bulunmakta idi. Örneğin mektubun dördüncü maddesinde “Türkiye
Ermenistan’ında, Kürdistan’da, Batum arazisinde, Doğu Trakya’da Türk ve Arapların
471
472
Buzansky, a.g.e., s.163 .
ATASE,Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.102-104; Bozdağ, a.g.e.., s.89-91.
255
birlikte bulundukları yerlerde milletlerin kendi geleceklerini tayinini kendilerine
bırakmak”, yine sekizinci maddesinin bir bölümünde “Ermenilere karşı bir hareket
yapılmaması, Türkiye ile Ermenistan arasındaki kesin sınırın saptanması amacıyla
yapılacak görüşmelerde Sovyetlerin arabuluculuğuna başvurulması”na ilişkin ifadeler
yer almıştı473. 19 Temmuz’da Moskova’ya varan Türk Heyetinden eski Ermeni
vilayetlerinden Bitlis, Van, Muş’un Ermenilere bırakılması talep edilmişti. Ruslar,
Erivan’daki Taşnak orijinli hükümeti devirmek için Ermeni olayını ele almak ve ileride
denetimlerine gireceğine inandıkları Ermenistan’ın topraklarını Doğu Anadolu’nun bazı
bölgelerini de kapsayacak şekilde genişletmeye gayret ediyorlardı. Bu tutumun bir diğer
nedeni Bolşeviklerin Batı ülkelerindeki Ermeni lobilerine ve kamuoyuna mesaj vererek
kendi kötü ekonomik durumları için yardım sağlayabileceklerini umdukları İngiltere ile
yakınlaşma niyetleri idi474.
Harekatın ertelenmesini fırsat bilen Ermeniler 19 Haziran’dan itibaren Zengibar
ve Nahcıvan, Oltu ve diğer Türk bölgelerine taarruz ettiler. Özetle anılan bölgedeki
yerel Türk yönetimlerinin milis güçleri ile direnmeye çalıştığı bu saldırılardan etkilenen
ve mezalime uğrayan Türk halkının çoğu perişan bir şekilde güneye göç etmiştir.
Ermenilerin bu saldırıları yaz boyunca sürmüştür475.
Bu koşullarda tasarlanan Türk taarruzundan önceki siyasi duruma bakıldığında
Türkiye ile Sovyet Rusya arasında karşılıklı anlaşma ve yardım konularını görüşmek
üzere Moskova’ya gitmek için Erzurum’da bulunan Bekir Sami ve Yusuf Kemal
Beylerden oluşan Türk Temsil Heyeti Temmuz ayında Kafkaslar üzerinden Rusya’ya
ulaşan kara yolunun uygun ve emniyetli olmaması nedeniyle Karadeniz’i geçip 1920
sonlarında Moskova’ya ulaşabildi. Sovyetler, Ermeni ve Gürcü anlaşmalarıyla meşgul
olduğundan görüşmeler 10 Ağustos’tan önce başlayamadı. Sovyet-Ermeni anlaşması
imzalandıktan sonra başlayan Türk-Sovyet dostluk ve yardımlaşma müzakereleri imza
aşamasına geldiğinde Çiçerin, Van ve Bitlis illerinin Ermenilere verilmesini sözlü
olarak talep etmişti. Bunun para ve malzeme yardımı koşuluna bağlı olmadığını askeri
473
Karabekir, 1995, Cilt 4, s.1661-1662.
Öke, 2000, s. 228-229.
475
ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.112-127.
474
256
harekatta işbirliği için düşünüldüğünü belirtmişti476. Bu politikanın arkasında Ermenileri
tutan Batılı sosyalistleri memnun etme fikri yatmaktaydı. Türk-Sovyet işbirliği için
Moskova müzakereleri sırasında ileri sürülen bu teklif karşısında Mustafa Kemal Paşa
Misakı Milli’ye dayanarak Sovyet isteğini kabul etmedi. Bu karar 21 Ekim 1920’de
Moskova’da bulunan Bekir Sami Beye bildirildi. Kars’ın işgali öncesi Doğu Cephesi
Komutanlığı’nı ziyaret eden Sovyet Büyükelçisi Ermenilere Türkiye’den toprak verilme
isteğinin bir yanlışlık sonucu olduğunu açıkladı477. Sovyetlerin oyalayıcı hareketleri, o
dönemde siyasi ve askeri bakımdan güçlükler yaşayan Millet Meclisi Hükümeti
üzerinde olumsuz etki yarattı ve anlaşma imzalanamadan Türk Heyeti geri döndü.
Anlaşma taslağı ancak 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşması olarak imzalanabilmiştir.
Diğer taraftan Sovyet Rusya’nın işbirliği konusunda gösterdiği isteksizliği ve
Kafkaslardaki aldığı haber, rapor ve çeşitli istihbarat kaynaklarını değerlendiren 15nci
Kolordu Komutanı ve yeni askeri yapılanma sonrası Doğu Cephesi Komutanı olan
Kazım Karabekir Paşa 11 Ağustos 1920 tarihinde bölgedeki genel siyasi ve askeri
duruma ilişkin olarak şu hususları Ankara’ya bildirmekteydi.
(1) Dünya çapında önem kazanan Bolşeviklik hareketi başarıya ulaşmaktadır.
(2) Sovyetler en büyük ve en kuvvetli desteği ve yardımı sağlamak maksadıyla
bizimle ittifak ve irtibat sağlanmasına karar vermişlerdir.
(3) Polonya cephesindeki durum dolayısıyla Kafkaslardan 10’uncu Ordu ve
11’inci Ordu’nun Süvari Kolordusu Polonya cephesine kaydırılmış ve
11’inci Ordu Azerbaycan’da durumu korumak için Ermenistan ve Gürcistan
ile bir anlaşma yapmıştır.
(4) Bolşevikler
Ermeni
delegelerini
Moskova’ya
çağırıp
müzakerelere
giriştikten sonra elverişli durum meydana gelince, Kafkas cephesine yeterli
kuvvet gönderip Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı Sovyet idaresini
kabule zorlayacaktır.
476
477
T.C. Başbakanlık Arşivi, Bakanlar Kurulu Kararı, Katalog no: 16687. 02/09/1920 .
ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.190.
257
(5) Bolşevikler Türkiye ile olan irtibatını kısmen kuvvet, kısmen de siyasetle
sağlamaya çalışmaktadır.
(6) Ermeniler bir taraftan Rusların Polonya cephesindeki başarıları, diğer
taraftan
Nahcıvan’daki
Türk-Rus
işbirliğini
dikkate
alarak
aceleci
davranışlardan uzak durmaktadırlar.
(7) Gürcistan’daki durum da Ermenistan’da olduğu gibidir. Bu iki hükümet
Ruslarla geçici anlaşma yapmalarına rağmen Türklerden daha fazla
Ruslardan çekinmektedirler.
Bu hususlara ilave olarak Kazım Paşa, Azerbaycan ve Karabağ’da toplanmakta
olan Kızılordu’nun Ermenistan’a karşı muhtemelen 21-25 Ağustos arasında taarruza
karar verdiğini bildirmişti478. Ancak İngiliz destekli Rus generali Wrangel’in Kırım’a
çıkarılması nedeniyle bu durum gerçekleşmemiş ve bunun üzerine Ankara askeri bir
harekat için karar verme fırsatı çıkmıştı479. Karar faktörlerinden diğeri Gürcülerin
muhtemel tutumu idi. Ancak Ermenilerin, Gürcülerle de ilişkileri sorunlu olduğundan,
siyasi koşullar bir askeri harekata uygundu.
2. Ermeni İstilasına Karşı Askeri Haraket
Batı Cephesi’nde Sevr hükümlerini kabul ettirmek için Yunanlıların giriştiği
harekat durmuş, Adana cephesinde Fransızlara karşı başarı gösteren harekata girişilmiş,
İtilaf güçleri Batum’u boşaltmış, batıda Bolşevikler Polonyalılara mağlup olmuş ve
İngilizler, Bolşeviklerle yaptığı görüşmeleri kesmişti. Böylece 1920 yılı Ağustos ve
Eylül aylarında Türk-Ermeni meselesinde ne Batılı müttefiklerin ne de Bolşeviklerin
müdahale edebilecekleri bir ortam kalmamıştı. Bu koşullar değerlendiren Genelkurmay
Başkanlığı’nın doğuda taarruza geçilmesi önerisi Meclis tarafından uygun karşılanmış
ve Bakanlar Kurulu 20 Eylül 1920’de Doğu Cephesi Komutanlığı’na aşağıdaki
direktifini bildirmişti480.
478
ATASE; Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.145-146.
ATASE; Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.147
480
ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi,s.155-156
479
258
(1) Doğu Ordumuz hemen Kars istikametinde taarruz edecektir. Harekat birinci
devrede Kağızman-Selimköy-Merdenek hattına kadar ilerleyecektir. Bununla birlikte bu
hat kesin olmayıp, taarruz başlangıçtan itibaren durum elverdiği takdirde doğuya doğru
sürdürülmelidir. Asıl amaç Ermeni silahlı kuvvetlerini imha etmektir. Bunun için
taarruzun baskınla başlaması gereklidir ve Ermenilere daha önceden herhangi bir
şekilde duyurmaktan kesin olarak sakınılmalıdır. Silahsız Ermeniler aleyhine her türlü
tecavüzden kesin olarak kaçınılacaktır.
(2) Gürcülerin tarafsızlığını sağlamak için kendilerine uygun ve hatta arazi
isteklerini kabul edileceği konusunda ümit verici bir hareket tarzı tutulması lazımdır.
Doğu Cephesi Komutanlığı bu maksatla Gürcülerle münasebete girişmeye yetkilidir.
Elviye-i Selase bölgesindeki Gürcü işgal bölgesine tecavüz edilmeyecektir. Ancak buna
rağmen Gürcülerin karşı harekat ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır. Ermenilere
karşı yapılacak taarruz harekatı Gürcülerle münasebetlerin alacağı şekle bırakılmalıdır.
(3) Esası Büyük Millet Meclisi’nce kararlaştırılmış olan bu kararname, Bakanlar
Kurulu’nca kabul olunmuş, Genelkurmay Başkanlığı kanalıyla Doğu Cephesi
Komutanlığına bildirilmişti481.
Harekat öncesi Ermeni ordusu ( dört tümen üç süvari alayı) ile Türk kuvvetleri
birlik olarak eşit düzeyde idi. Ermeni çeteleri ise Türk ordusunun desteğindeki
aşiretlerden teşkilat olarak üstün durumdaydı482. Muharebe gücü olarak eşit bir kuvvete
karşı yapılacak bu harekatın başarılması yüksek bir komutanlık sanatı ile harp
prensiplerinin etkin kullanılmasını gerektirmekteydi. Bu açıdan Türk Ordusu üstün
bulunmaktaydı.
Bu nisbi muharebe gücü koşullarında Genelkurmay Başkanlığı’nın emrinin
alınmasıyla 23 Eylül 1920 tarihinde Doğu Cephesi Komutanlığı da ast birliklerine
yayınladığı cephe harekat emrinin özetini Genelkurmay Başkanlığına bilgi olarak
göndermişti. Emir “27 Eylül 1920’de 9 ncu Kafkas ve 12 nci Tümenlerle Sarıkamış
istikametinde taarruza başlanacaktır. Başlangıçta Karakurt-Sarıkamış-Allahuekber Dağı
481
482
ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.156-157.
Karabekir, 1990, s. 266
259
hattı işgal olunacak, Oltu bölgesinde şimdilik değişiklik yapılmayacaktır. Harekatın
zamanından önce duyulmaması için aşiret alayları 27 Eylül’de toplanmaya çağrılacak ve
yeterli kuvvet toplandıktan sonra Kağızman istikametinde taarruzla Kağızman ele
geçirilecektir. Sarıkamış taarruzu devam ederken Nahcivan’daki müfrezenin Kızıl
kuvvetleriyle beraber Şahtahtı’nı ele geçirmesi için planlanan görev Sağ Kanat
Grubu’na harekattan biraz önce verilecektir” şeklindedir. Bu planlama yapılmış
olmasına karşın 24 Eylül’de yani Türk taarruzunun arefesinde Ermeniler 9 ncu Kafkas
Tümeni cephesine taarruz ettiklerinden harekat ancak 28 Eylül’de başlayabilmiştir483.
Harekat özetle şöyle cerayan etmiştir. Önce Bardız bölgesinden başlayan Ermeni
taarruzlarının kırılmasıyla Ermeniler kayıp verdiler. Bundan sonra Türk Doğu Cephesi
birliklerinin Sarıkamış istikametinde başlattığı taarruz gelişme kaydetti. 30 Eylül
1920’de Sarıkamış kurtarıldı. Bu tarihten itibaren taarruz tertibatını yenileyen Doğu
Cephesi birlikleri 9 Ekim’de Kağızman’ı kurtardı. Ermeniler 14 Ekim günü cephenin
kuzeyinden (9 ncu Kafkas Tümeni bölgesi) Sarıkamış’ı geri alma hedefli bir karşı
taarruz yaptılarsa da 12’nci Tümenin de müdahalesi ile taarruzları kırıldı, kayıp vererek
çekildiler484.
Sarıkamış’ın işgalden kurtarılması üzerine Ermeniler Sovyet Hükümeti’ne
başvurarak harekatın durdurulması, tekrarlanmaması ve Türk Ordusu’nun eski sınıra
çekilmesi konularında her türlü girişimin yapılmasını istemişlerdi. Türk Ordusu’nun
ileri harekatı Gürcüleri de telaşlandırmış ve seferberlik ilan etmişlerdi. Gürcüler de
Ermeniler gibi Ruslara müraacat ederek Mustafa Kemal Paşa ile dostça devam eden
ilişkilerinin zarar görmemesi için girişimlerde bulunulmasını ve harekatın amacının ne
olduğunun ortaya çıkarılmasını istemişlerdi. Bunun üzerine Gürcüleri yatıştırmak için
bu harekatın Gürcistanla bir ilgisinin olmadığı garantisi verilmiştir. Gürcülerin
tarafsızlığını sağlamak için girişimler yapılmış bu bağlamda Türk temsilcisi Hilmi
Bey’e aşağıdaki mesajları Gürcü yetkililerine iletmesi görevlendirilmiştir. Bunlar
sırasıyla;
483
484
ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi ,s.157.
ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.145-146, 157-186 .
260
(1) Taarruzdan amacımız; kan dökücü Taşnak çeterini ortadan kaldırarak,
bölgede barış ve huzuru süratle sağlamak,
(2) Türk Hükümeti’nin Gürcistan’a karşı hiçbir fena niyet ve maksadı
olmadığını kendileriyle daima dostane münasebetler kurmak istediğini bildirmek,
(3) Ermenistan’ın Türkiye aleyhine genişlemesinin Türkiye’ye olduğu kadar
Gürcistan’a da zarar vereceğini anlatmak,
(4) Türkiye, Ermeni ulusuna karşı olmadığını, kan dökücü Taşnak çetelerinin
ortadan kaldırılmasından sonra; bağımsız, barışsever bir Ermeni ulusu ve hükümetinin
varlığının arzu edilmekte olduğunu açıklamak,
(5) Gürcistan’ın İngiliz müdahalesinden kurtulması arzusunu iletmek,
(6) Türkiye ile Gürcistan arasında askıda kalan meselelerin çok dostane bir
şekilde halledileceği, bu maksatla Ankara’ya hemen bir heyetin gönderilmesinin arzu
edildiğini bildirmek şeklindedir. Bu konuları işleyen Hilmi Bey, Ardahan’daki Gürcü
memurlarıyla yaptığı samimi ve inandırıcı girişimleriyle kendilerinin telaş ve
şüphelerini giderdi. Bu dönemdeki bir diğer siyasi gelişme ise, daha önce değinilen
Sovyet Rusya’nın Moskova müzakereleri sırasında Türkiye’ye karşı Van ve Bitlis
hakkında ileri sürdüğü isteklerin Sarıkamış’ın kurtarılmasının verdiği güven ortamında
ve MisakıMilli tezine dayanılarak kabul edilmediğinin Moskova’ya bildirilmesidir485.
Sarıkamış’ın kurtarılması sonrasında Genelkurmay Başkanlığı “Kars’ın ve Kars
savunmasına yarayan arazi kesiminin ele geçirilmesinin askeri durumun bir derece daha
düzeltilmesi bakımından uygun ve gerekli görüldüğü ve aksine bir görüş yoksa icrasını”
Doğu Cephesi Komutanlığı’ndan istedi486. Genelkurmay Başkanlığı’nın bunu takip eden
diğer direktifinde Doğu Cephesi Komutanlığına “Kars harekatının askeri bakımdan
Ermeni Ordusunun Kars’ta direnmesi halinde büyük kısmı ile yok etmek, buranın ele
geçirilmesiyle askeri durumu esaslı olarak düzeltmek ve Gürcülerin ileri harekete
geçmelerini önlemek; siyasi bakımdan Ermenilerle aramızdaki düşmanlığın barış
485
486
ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.186-190 .
ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi , s.191
261
yoluyla halledilmesi gibi imkanları sağlayacağını” belirterek, elde edilen fırsattan
yararlanılarak harekatı sürdürmenin Bakanlar Kurulu kararı olduğunu” bildirdi487.
Sonuçta Doğu Cephesi Komutanlığı’nın Kars’ı kurtarmak için 28 Ekim 1920’de
başlattığı taarrruz harekatı başarı ile gelişmiş etkili olmayan Ermeni direnişi karşısında
31 Ekim 1920’de Kars’a ulaşan Türk kuvvetleri şehirdeki Ermeni Ordusu’nu üç saat
gibi kısa bir zamanda yenerek esir etmiş bir kısmı ise kaçmıştı488. Kars’ın alınmasıyla
ile 60 kadarı rütbeli, 1200 Ermeni esir alınmış, ayrıca yararlanılabilecek 377 top ile pek
çok silah, makinalı tüfek, mühimmat ve harp teçhizatı ele geçirilmişti489.
Bu aşamadan sonra Genelkurmay Başkanlığının yeni bir direktifi ile Gümrü
istikametinde taarruzlarını sürdüren Doğu Cephesi birlikleri bir seri muharebe
sonrasında Gümrü’yü de ele geçirdi. Bunun üzerine Ermenilerin barış istemeleri ile 26
Kasım’da başlayan görüşmeler 2/3 Aralık’ta sonuçlanarak antlaşma imzalandı. Bu
antlaşmada belirlenen sınır daha sonra (16 Mart 1921) Moskova, (13 Ekim 1921’de)
Kars Antlaşmaları ile tescil edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü Gürcistan,
Ermenistan ve Nahcıvan ile olan sınırını oluşturmaktadır490. Milli Hükümetin
imzaladığı ilk resmi antlaşma olan Gümrü Antlaşmasına göre MisakıMilli’nin doğuda
hedeflediği sınırlar gerçekleşmiş oluyordu. Bu antlaşmaya göre 10 Ağustos 1920’de
İstanbul Hükümeti tarafından aktedilen Sevr Antlaşması ile Ermenilere bırakılan
Türklerin yaşadığı doğu illeri ve 1878 Berlin Antlaşması ile Rusya’ya bırakılan ve daha
sonra da (1919-1920) Ermeni işgalini yaşayan Iğdır ve Kulp ilçeleri dahil Kars dolayları
anayurtlarına kavuşmuştur. Buna ilave olarak Ermenistan Hükümeti, Sevr Barış
Antlaşmasının hükümlerini geçersiz saydığını ilan etmekteydi491. Doğu taarruzu,
Anadolu ihtilalinin ilk askeri zaferidir. Mecliste ve memlekette büyük yankılar
yaratmıştır. Bu zafer ile Milli Mücadelenin ve İstiklal Savaşının bir cephesi kapanmış,
Anadolu ihtilalinin 1920 ortalarında maruz kaldığı tehlikelerden sonra prestiji yükselmiş
oluyordu. Asıl savaşı batıda yapacak olan Türk Ordusu, artık gerisinden emin olarak
487
ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.191-192.
ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.201-213.
489
Karabekir, 1990, s. 278
490
ATASE, Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi, s.214-235.
491
Aybars, a.g.e., s.228-229.
488
262
savaşabilecek ve doğudaki birliklerden bir kısmını Batı Cephesine nakledilebilecekti.
Ayrıca Rusya’dan gelecek yardımlar için yol açılmış olmaktaydı492. Bu zaferin sonunda
doğu’da ulusal hedefleri gerçekleştirmesinin, güvenliği tam olarak sağlamasının
yanısıra Ermeni meselesi her iki ülkenin mutabakatı ile sonlandırılmış, iki ülke sınırı
belirlenmişti. Doğu’da milli hedeflere ulaşılması ve siyasi sonuç elde edilmesiyle bu
süreçte Doğu Cephesine tahsisli gücün Kurtuluş Savaşı’nın diğer önemli cephesi Batı
Cephesine kaydırılarak, İtilaf destekli Yunan tehdidine karşı kullanılmasına ve bu
cephenin önemli ölçüde takviyesine olanak sağlanmıştır.
3. Türk Harekatı Karşısında ABD’nin Tutumu
Doğu Cephesinde bu gelişmeler olurken hem Washington, hem de diğer Avrupa
başkentlerinde Ermenistan yaratma projesinin ümitsizliği henüz belirginleşmemişti.
Kazım Karabekir Paşa’nın Gümrü’yü ele geçirmesinin ardından Milletler Cemiyeti
karıştı. Milletler Cemiyeti Konseyi 26 Kasım da Başkan Wilson’a müracaatta bulundu.
Bu seferki müracaat ABD’nin Ermenistan mandasını üstlenmesi önerisinin bir tekrarı
olmayıp, Amerika’nın özel ilişkilerini kullanarak Ermenilerin topluca ortadan
kaldırılmasının önlenmesini sağlamasıydı. Wilson bu mesajı aldığında Dışişleri Bakanı
Colby Bainbridge’e şu ifadelerle cevap vermesini önerdi “Milletler Cemiyeti
Konseyi’nin vaki talebine ABD Hükümeti olarak verdiğimiz bu cevapta Kongrenin
ABD’nin Ermenistan’a ilişkin olarak sorumluluk üstlenilmesi konusundaki isteksizliğini
belirtmek
mecburiyetindeyiz”.
Ancak
bu
cevabın
Cumhuriyetçi
muhalefetin
suçlamalarına neden olacağı düşüncesi ile Bainbridge Senato’nun tutanaklarında
Ermenilerin güvenliği açısından hakkında ‘derin endişelerini’ dile getirdiğini Wilson’a
hatırlattı. Keza Bainbridge, Kongre’nin son krizde Ermenistan’a yardım hakkında hiçbir
şey yapmamasına rağmen Wilson’un önerdiği böyle bir cevabın kendilerini inciteceğini
düşünmekteydi.
Bundan
başka
Bainbridge
Kongre’nin
“geçmişte
sorumluluk
üstlenilmesini reddetmekle birlikte, gerçek anlamda bir isteksizlik beyanında
bulunmadığına” dikkat çekti. Colby Bainbridge Milletler Cemiyeti’ne verilecek cevap
için alternatif seçenekleri araştırdı. Bunlardan birisi İngiltere, Fransa ve İtalya’nın ABD
ile müşterek bir önlem alınması konusunda ne kadar azimli olduklarını anlamak için bir
492
Selek, Sabahattin; Anadolu İhtilali, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1964,Cilt 1, s.311-312
263
zemin yoklaması yapılması idi. Wilson’un arkadaşı Frederick Jones Bliss ile görüşmeyi
müteakip Colby, ABD’nin arabuluculuk üstlenmesini ve eski büyükelçi Morgenthau’a
bu görevin verilmesinin uygun olacağına inanmaktaydı. Wilson, Colby ve Bliss’in
önerisine rıza gösterdi ve birkaç gün sonra Milletler Cemiyeti’ne bu yönde bir cevap
verildi. Başlangıçta Morghenthau’un ismi arabulucu olarak telaffuz edilmedi, ancak iki
hafta sonra Morgenthau’un ismi deklere edilmekle birlikte konseye kendileri tarafından
Başkan’a arabuluculuk girişiminin kimlerle ve nasıl yerine getirilmesi hususunda her
hangi bir önerinin sunulmadığı hatırlatıldı493.
Başkana Ermenistan’ın Sovyet denetiminde olduğunun rapor edildiği 26 Aralık
tarihine kadar Milletler Cemiyeti’nden bir cevap gelmedi. Milletler Cemiyeti
İstanbul’daki Amerikan Yüksek Komiseri’nin diğer İtilaf Devletleri Yüksek
Komiserleri ile birlikte konuyu ele almasını önerdi. Konsey Başkanı Paul Hymans’a
göre Milletler Cemiyeti’nin bu cevabı İngiliz Hükümeti’nin önerisi üzerine kaleme
alınmıştı. İngilizler Mark Bristol’ün bağımsız bir Ermenistan fikrine karşı olan
tutumunu çok iyi bildiklerinden Milletler Cemiyeti’nin 26 Aralık’taki bu cevabı bir
noktada Ermeni meselesinin göreceli olarak gündemden düşürülmesi anlamına
gelmekteydi. Şüphesiz İstanbul’daki yüksek komiserlerin Ermenilere yardım konusunda
hiçbir güçleri yoktu. Wilson bunun üzerine Milletler Cemiyeti’ne verdiği cevapta
“Cemiyetin yaklaşımının kendisine problemi dondurma yollarının araştırıldığı intibaını
verdiğini” ifade etmiştir. Wilson 18 Ocak 1921’de Milletler Cemiyeti’ne gönderdiği
diğer bir cevapta İtilaf Devletlerini yalnız Ermenistan’daki değil Yakın Doğu’daki diğer
çatışmalar ve Rusya sınırı boyunca görülmekte olan istikrarsız koşullar nedeniyle de
suçlamıştır. Başkana göre sorunun çözümü, kaynağına inmekle olabilir. Yoksa
Kemalistlerle veya Ermenilerle görüşmeler yapmanın bir anlamı bulunmamaktadır.
Barış konferansı sürecinde Avrupa’ya yapılan uyarılarda olduğu gibi Kemalistlerin
sorunu Sevr Antlaşması’dır ve ABD bu antlaşmanın düzenlenmesine hiçbir şekilde
katılmamıştır. Ermenilerin sorunu ise Bolşevik Rusya’dır. Wilson’a göre Rusya’nın
düşmanlığı yalnız Kafkasları değil, Polonya’yı da kapsamaktadır. Wilson Bolşevikleri
“vahşi ve diktatör azınlıklar” olarak algılamakla birlikte kendilerine alınacak yabancı
493
Buzanski, a.g.e..,s.164-166
264
askeri önlemlerin sorunu çözmede katkısı olacağını düşünmemektedir. Wilson’a göre;
eğer İtilaf Devletlerince Türklere itiraza açık Sevr Anlaşması dayatılmasa, Ruslara ise
Rusya’nın toprak bütünlüğü konularında gerekli garantiler verilmiş olsaydı üç sorun;
Ermenistan, Kemalistlerin denetim dışı kalmaları ve Rus sınırı boyunca meydana gelen
çatışmalar önlenmiş olabilirdi494.
Ermenistan’ın yenilmesi ile Sevr ilk büyük yarasını almış oluyordu. Diğer
taraftan Wrangel’in komutasındaki Bolşevik karşıtı Rus güçlerinin Güney Rusya’daki
yenilgisi
Ankara-Moskova ilişkilerinin
pekişmesine katkıda bulundu.
Ermeni
meselesinden kurtulan Milli Hükümet Doğu Cephesindeki güçlerini diğer bölgelere
kaydırabilirdi. Ermenilerle savaşın pek de beklenmeyen bir diğer sonucu Amerikan
kamuoyunun gerçekleri görerek Türkiye lehine dönmeye başlamasıdır. Savaş sırasında
Kars’ta bulunan bir Amerikan Heyetinin savaşın sorumluluğunu Ermenilere yüklemesi
ve raporlarında Türk Ordusu için disiplinli olduğu, soykırım yapılmadığı ifadelerini
kullanması bunda önemli etken olmuştur495. Bu heyet Amerikan ‘Near East Relief’
Örgütü’dür. Kars’tan Amiral Bristol’e gönderdikleri 31 Ekim tarihli telgrafta “Kars’taki
Amerikalıların hepsi iyi ve Türk Ordusu bize mükemmel ilgi ve ihtimam gösteriyor.
Örgütümüzün çalışmalarına daha önce olduğu devam etme konusunda serbestiz. Türk
askeri çok disiplinli ve herhangi bir katliam yaşanmamıştır” ifadeleri yer almıştır496.
4. Güney Cephesi ve Ermenilerin Güney Anadolu’dan Ayrılmaları
Ermenilerle dolaylı olarak ilgisi olan diğer cephe güney cephesidir. Güney
Anadolu’da milli cephelerin kurulmasının temel nedeni Mondros Mütarekesi’nin İtilaf
Devletleri tarafından tek taraflı, haksız ve yanlış uygulanarak bölge topraklarının işgal
edilmiş olmasıdır. Fransızların Adana, Urfa, Maraş ve Antep’i işgali ve Ermenilerle
işbirliği yaparak sömürge yönetimi usullerini uygulamaya kalkışmaları bölgesel
savunma tertiplerinin alınmasına ve milli güçlerin örgütlenerek mücadeleye başlamasına
494
Buzanski, a.g.e., s.166-168.
Metin, Halil; Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, Milli Eğitim Bakanlığı ,
Düşünce Eserleri Dizisi 20, Ankara, 2001, s.172-173.
496
Kazım Karabekir; İstiklal Harbimizin Esasları, 1990, s. 279.
Heat W. Lowry; American Observers in Anatolia CA. 1920, The Bristol Papers , Armeniens in the
Ottoman Empire, Boğaziçi University Publications, Ankara, 1992, s. 51
495
265
neden olmuştur. Ermenilerin bütün bu illerde Fransızlardan yüz bularak halka karşı
yürüttükleri tehdiş hareketleri toplumsal tepki ve galeyana yol açmıştır. Yerel halkın
milis kuvvetleri şeklinde örgütlenerek az miktardaki görevli Türk subayının ve yerel
liderlerin komutasında yürüttükleri silahlı mücadele karşısında Fransızlar uzun müddet
dayanamamış; Adana, Maraş, Antep, Urfa’yı boşaltmış ve 30 Mayıs 1920’de ateşkes
anlaşması yapılmıştır. Sakarya Zaferi sonrasında TBMM Hükümeti’nin etkinliği
konusunda hiçbir tereddüdü kalmayan Fransızlar, kapitülasyonlardan da vazgeçerek 20
Ekim 1921’de Ankara Antlaşmasını imzalamışlardır. Bu anlaşma sonucu Fransa ile
silahlı çatışmalar sona eriyor ve Türkiye’nin Hatay dışında bugünkü güney sınırı
çizilmiş oluyordu. Ankara Antlaşması ile Fransa Anadolu’daki Türk Devleti’nin
varlığını tanımış olmaktaydı. Ayrıca silah, cephane malzeme sağlanmasında yalnız
Ruslardan değil, güney bölgemizden de bunların sağlanmasının yolu açılıyordu497.
Türkiye,
Fransızlarla
yürüttüğü
görüşmelerde
Çukurova
Ermenilerinin
korunacağına ilişkin kesin garantiler vermiş ancak 1 Aralık 1921 tarihinde Fransızlar
bölgeden ayrılmadan önce yetmişbinin üzerinde Ermeni kendi istekleriyle Çukurova ve
Güneydoğu Anadolu’yu terketmişlerdi. Bunların çoğunluğu Fransız işgalinde bulunan
Suriye’ye yerleşmiştir. Ankara’nın İtilaf Devletleri’nin büyük üyelerinden biri
tarafından tanınmış olması İtilaf cephesindeki birliğin bozulduğu anlamını da
taşımaktaydı. Ayrıca Yunanlılar üzerinde moral bozucu bir etki bırakmıştı498.
Ermenilerin verilen garantiye rağmen bölgeden ayrılmalarındaki belki de tek etken
büyük çoğunluğunun Fransız üniforması içerisinde ülkelerine karşı savaşmış olmasıydı.
Bir yanda Çukurova’daki Amerikan misyonerlerin Ermeni göçmenlerin İstanbul’a nakli
için planlar yapmalarına, diğer yanda Fransız diplomat Franklin Boullion Ulusalcılarla
yaptığı görüşmeler sonrası Çukurova’ya dönüşünde Ermenilerin zarar görmeyeceğine
dair güvence tazelemesine rağmen Çukurova’nın Fransızlar tarafından boşaltılacağı
haberleri duyulur duyulmaz Ermenilerin çoğunluğu ayrılmaya başladı499. Ermenilerin
G.Doğu Anadolu ve Çukurova’dan Fransızlarla birlikte ayrılmaları ile bu bölgelerdeki
sorunlar köklü bir çözüme ulaşmış oluyordu.
497
Aybars, a.g.e., s. 229-234.
Buzanski, a.g.e., s.171.
499
Buzanski ,a.g.e., s.180.
498
266
Ermeniler Doğu ve Güney Cephelerindeki boyutta olmamakla birlikte Batı
Cephesinde de Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni meşgul etmişlerdir.
Yunanlılar İngiltere’nin başı çektiği Batılı ülkelerin desteği ile Batı Anadolu’dan
İstanbul’a kadar uzanan bölgeye göz dikmişler, yarattıkları işgal hareketi pek çok
insanın ölümü ile sonuçlanmıştı. Bunun dışında Anadolu’da yaşayan Rumlar aracılığı
ile Pontus Rum Devleti kurma girişiminde bulunmuşlardı. Ermeniler gerek Batı
Anadolu’nun işgali, gerek Pontus Rum hareketinde Yunanlılarla işbirliğine gitmiş, bu
bölgelerde maddi ve manevi yıkım yapmışlardı. Yunanlılar Anadolu’dan çekilirken
kendileri ile işbirliği yapan Ermenileri de beraberlerinde götürmek mecburiyetinde
kalmışlardı500. Böylece Batı Anadolu’daki Ermenilerin önemli bölümü de diğer
bölgelerde olduğu gibi Türkiye’den kendi insiyatifleri ile ayrılmış oluyordu.
Mustafa Kemal Paşa 1 Mart 1922’de Meclisin üçüncü yasama yılını açarken
yaptığı konuşmada Ermeni meselesine değinerek “Ermeni meselesi denilen ve Ermeni
milletinin gerçek olmayan isteklerinden çok, dünya kapitalistlerinin iktisadî yararlarına
göre çözülmek istenilen mesele, Kars antlaşması ile, en doğru şekilde çözüme
ulaştırılmış oldu. Yüzyıllardan beri dostluk içinde yaşayan iki çalışkan halkın iyi
ilişkileri memnuniyetle yeniden kuruldu” ifadelerini kullanmıştır501. Mustafa Kemal
Paşa’nın ifadeleri Ermeni meselesi gibi gösterilen konunun temelinde bu iki halkın değil
emperyalist güçlerin menfaatlerinin yattığını vurgulamaktadır.
E. Lozan Barış Antlaşmasında Amerikan Politikası ve Ermeni Meselesi
Buraya kadar olan gelişmelere bakıldığında İtilaf Devletlerinin Birinci Dünya
Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmaları karşılığı Ermenilere verdiği söz olan
Doğu Anadolu’da bir Ermenistan kurulması projesini Sevr Antlaşması ile hayata
geçirme girişiminde bulunduğu, ancak Anadolu’da başlayan Milli Mücadele’nin buna
izin vermediği, Kazım Karabekir Paşa komutasında 28 Eylül 1920’de başlayan Doğu
Seferi ve bunun sonunda 2/3 Aralık 1920’de imzalanan Gümrü Antlaşması’nın bu
500
Mehmet Saray; Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2005,
s.111
501
Ali Sevim, M.Akif Tural, İzzet Öztoprak; Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi. Ankara, 2006, Cilt 1, s.236-259
267
projeyi ortadan kaldırdığı görülmektedir. Bu bağlamda İtilaf Devletleri Ankara
Hükümeti’ne anlaşma tekliflerinde bulunmuş ancak sonuç alamamışlardı. Bundan
dolayı İtilaf Devletleri ve Ermenilerin son umudu Lozan Konferansı’na kalmıştı.
Ermeni sorunu Konferansın birinci döneminde önemli ve İtilaf Devletlerinin üzerinde
durduğu konulardan birisi olmuş, ancak aşağıda izleneceği gibi Türk heyetinin kesin
tavrı nedeniyle bir sonuç elde edememişlerdi. Ayrıca bir sonuç alabilmeleri için
umutları da yoktu.
Türkiye Lozan Konferansı süresince izleyeceği açık ve kesin bir politika
oluşturmuştu. Başbakanlık Lozan Konferansı’na katılacak Türk Heyeti’ne konferans
süresince izleyeceği 14 maddelik bir talimat vermişti. Talimatın birinci maddesi “Şark
Hududu: Ermeni yurdu sözkonusu olamaz. Olursa görüşmelerin kesilmesini gerektirir.”
Bu kararda görüldüğü gibi Türkiye konferansta Ermenilere yurt verilmesi konusunda
İtilaf Devletleri’nin ısrarcı olmasını görüşmelerin kesilmesi için yeter neden saymıştır.
Türk Heyetine görüşmeleri kesme yetkisi tanınan diğer iki konu Boğazların durumu ve
kapitülasyonlar konularıdır. Ermeni yurdu isteğini kesin olarak reddedecek olan Türk
heyeti, Türkiye’yi terk etmiş Ermeni nüfusun kitleler halinde dönüşüne de karşı çıkacak,
diğer gayrımüslim azınlıklara verilecek haklar ve ayrıcalıkların aynısı Ermenilere de
verilerek ilan edilecek genel aftan yararlandırılacaklardı502.
1. Lozan Konferansı Öncesi Ermeni Meselesine İlişkin Girişimler
Doğu Cephesindeki askeri harekat ile Lozan Konferansı aralığında Ermeni
meselesinin izlediği aşamalara bakıldığında aslında Türkiye’nin Doğu sınırlarının
Lozan Antlaşmasından önce yapılan antlaşmalarla zaten saptandığı görülmektedir. 1920
sonlarına doğru Doğu Cephesindeki Türk ileri harekatının başarıyla sonuçlanması
üzerine Ermenilerin durumunu düzeltmek amacıyla İngiltere’nin girişimi ile Milletler
Cemiyeti toplantıya çağrılmıştır. Toplantıda Ermenilerle Türkler arasındaki çatışmayı
sona erdirmek için bir devletin görevlendirilmesi ve bu konuda bir rapor hazırlanması
amacıyla komisyon kurulması kararı verilmiştir. Bunun üzerine 27 Şubat 1921 tarihinde
Londra’da bir konferans toplandı. Konferans’ta daha önce Paris Barış Konferansı
502
Mustafa Çufalı; “Lozan Konferansı ve Antlaşması’nda Ermeni Sorunu”, Dünden Bugüne,Türk
Ermeni İlişkileri, Lalezar Kitapevi, Ankara, 2006, s.539-540 .
268
görüşmelerine katılan Ermeni heyetlerinin başkanları Bogos Nubar ve Avedis
Aharonian dinlendiler. Her ikisi de Sevr Antlaşması’nın yürürlükte kalması için
direndiler. Ermeni delegeleri Kilikya için özerklik istiyorlardı. Fransız delegesi
Kilikya’da durumu değiştirmenin güç olduğunu, ancak Fransız Hükümeti’nin buradaki
azınlıklara önem vereceğini beyan etti. Konferansın gündemindeki Ermenilere ilişkin
dokuzuncu maddesi özetle “Bugüne kadar verilen sözler, Türkiye Ermenilerine Doğu
Anadolu’da bir yurt kurma hakkı vermektedir. Bu bağlamda Milletler Cemiyeti’nin
Ermenilere ayrılacak haklı ve uygun bir yer için vereceği karara uyulmalıdır”
şeklindeydi503.
Londra Konferansı’nda Sevr Antlaşması’ndaki bağımsız Ermeni Devleti yerine
ne olduğu belli olmayan bir “yurt/ocak” sözcüğü çıkıyordu. Bu değişik sözcük
Türklerin yönetimi altındaki Ermenilere özerklik sağlamak amacıyla Amerikalı
misyonerler tarafından bir uzlaşma şekli olarak ortaya konmuştu. Milletler Cemiyeti bu
yurdun Türkiye’den ayrı ve bağımsız olmasına karar vermişti. Ermeni delegeleri yurt
ifadesinin yer aldığı karara karşı çıkıyorlar, bağımsız ve birleşik bir Ermenistan
kurulmasını savunuyorlardı. 26 Mart 1922 tarihinde Paris’te biraraya gelen; İngiltere,
Fransa ve İtalya dışişleri bakanları 1921 yılı Mart ayında Londra Konferansı’nda
görüşülen Ermeni yurdunu konuşarak bu konuda Milletler Cemiyeti’nin kararına
uyulmasını kararlaştırdılar. İngiltere anılan Ermeni yurdunun Kilikya’da, Fransızlar ise
Doğu Anadolu’da kurulmasını öngörüyorlardı. Sonuçta konunun yeniden Milletler
Cemiyeti’nce ele alınması kararı verildi. Halbuki bu tarihe gelinceye kadar Ermeniler ve
Sovyetlerle Moskova ve Kars Antlaşmaları, Fransızlarla Ankara Antlaşması yapılmış ve
Kilikya’nın da Türklere iade edileceği belli olmuştu504.
Gümrü ve Kars Antlaşmalarında Ermeniler daha önce Sevr Antlaşmasıyla Doğu
Anadolu’da toprak taleplerinden vazgeçtiklerini kabul etmelerine rağmen, Erivan
Hükümeti’ni temsilen Aharonyan ve Hadisyan ile Ermenistan dışındaki Ermenileri
temsil ettiklerini iddia eden Osmanlı Devleti’nin eski dışişleri bakanı Gabriel
Norodukyan ve Leon Paşalıyan isimli kişiler İngiltere, Fransa, Amerika ve Rusya
503
504
Sakarya,a.g.e., s. 429
Sakarya, a.g.e., s.430
269
temsilcilerinin desteğini alarak Lozan Konferansı genel kurul görüşmelerine katılma
girişiminde bulunmuşlar, ancak Türk temsilcilerin buna itiraz etmesiyle genel kurul
görüşmelerine girememişlerdir. Ancak Ermeni temsilcileri yeni girişimleri sonucu Batılı
ülkelerin desteği ile azınlıklar komisyonunda dinlenme sözü almışlar ve bunu fırsat
bilerek Konferans toplanınca katılımcılara muhtıra vererek eski iddialarını abartılı
şekilde dile getirmişlerdir. Bu muhtıradan bazı alıntılar aşağıdadır.
Türkiye Ermenistanı’nın kurtulması Müttefiklerin ve Amerika Birleşik
Devletleri’nin savaş gayelerinden biri olmuştu. Bu sebep hükümet temsilcileri
tarafından savaşta açıkça bildirilmiştir. Bu ilişki ile verilmiş kararlar şunlardır.
a. Ermenistan Milletler Cemiyeti Nizamnamesinin 22’nci maddesi ve bunun
bitiş bölümü, Sevr Antlaşması, Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanının
hakemliği ile saptanmıştır.
b. 1921’deki Londra Konferansı’nda Yüksek Meclis, Türkiye Ermenistan’ı için
milli yurdun (ocağın) gereğini belirtmiştir.
c. 26 Mart 1922’de üç devlet (İngiltere,Fransa, İtalya) dışişleri bakanları konseyi
çeşitli devletlerin Ermenilere ilişkin görev ve vaatlerini yinelemiştir.
d. 1921’de Milletler Cemiyeti genel kurulu oybirliğiyle Ermeni milli ocağının
gerçekleşmesini istemiştir.
e. Son olarak 22 Eylül 1922’de Milletler Cemiyeti genel kurul toplantısında
(Türklerle ticaret anlaşması yapılırken Ermeni ocağı kurulmasından vazgeçilmemesi)
hakkında verilmiş karar vardır. Yukarıda açıklanan 22nci madde bağımsızlıklarını elde
eden Filistin, Irak, Suriye hakkında uygulandı. Fakat Ermeniler hakkındaki vaadlerTürkiye Ermenilerinin durumu göründüğünden daha kötü olmasına rağmen henüz
yerine getirilmemiştir. Konunun devamında Ermenilerin maruz kaldığı her zaman dile
getirilen sorunları sıralanmıştır. Muhtırada Amerika Birleşik Devletleri Başkanı
tarafından çizilen sınırların uygulanmasını istemek zamansız görünmekle birlikte
saptanan bu sınırlar içerisinde bir Ermeni ocağı kurulması ve denize çıkışının
270
sağlanması gibi isteklere yer verilmiştir505. Konferansta İngiltere, Fransa, İtalya ve
Amerika çeşitli şekillerde Ermeni isteklerinin kabulüne çalışırken, Sovyet Rusya farklı
bir tutumla Türkiye’den ayrılan Ermenileri Sovyet Rusya’da yerleşmeye çağırmıştır506.
2. Lozan Konferansında Ermeni Meselesi
Türkler ve İtilaf Devletleri arasındaki meselelerin Lozan Konferansı’nda
halledileceğini haber alan Ermeni Cumhuriyeti ve Ermeni milli heyetleri harekete
geçmiş ve konferans öncesi Ermeniler çeşitli faaliyetler yürütmüşlerdi. Bu bağlamda;
-
İki heyet arasında, Ermenileri ilgilendiren istek ve iddialar üzerinde bir
mutabakat ve söz birliğine varılmıştı.
-
Son kez İtilaf Devletleri Yunanistan ve Yugoslavya nezdinde girişimlerde
bulunuldu.
-
Ermeniler hakkında kamuoyu oluşturulmuş ülkeler harekete geçirildi. Lozan
Konferansı’nı etkilemek için Ermeni destekçileri propagandaya başladı.
-
Türk delegeleriyle müzakere için aracılar ve çareler arandı.
-
Heyetin görüşlerinin Milletler Cemiyeti’ne yeniden bildirilmesine çalışıldı.,
-
Ermenileri taraftarı bütün yabancı kuruluşların Ermenileri desteklemeleri
için temsilcilerini Lozan’a göndermeleri sağlandı.
-
Heyetlerinin Lozan Konferansı’na yetkili üye olarak katılımını sağlama
yönünde girişimler yapıldı. Bu amaçla Ermeni Cumhuriyeti ve Ermeni Milli
Heyetinden Londra’ya temsilciler gönderildi.
Bu hazırlıklar kapsamında Ermeniler İngiliz, Fransız görevlileri ile temaslarda
bulundularsa da umdukları ilgiyi bulamadılar. Bunların hedefleri (ı) Birleşik ve
505
506
Uras, a.g.e., s. 712-714.
Uras, a.g.e., s. 733-734.
271
bağımsız bir Ermenistan’ın gerçekleştirilmesi, (ıı) Geçici bir çözüm olarak bir miili
yurdun kurulması, (ııı) Lozan Konferansı’na kabulleri şeklindeydi507.
Lozan Konferansında Ermeni meselesi azınlıklar başlığı altında gündeme
gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun son iki yüzyıldaki ayrışma ve parçalanması
azınlıklar üzerine kurulmuş senaryo ile gerçekleştirilmişti. Bu politikanın arkasındaki
büyük devletler için olsun Türkler için olsun mesele objektif değil, politika gereği
konuşulacak idi. Büyük devletler bu politikayı Sevr Antlaşması’nda saptamışlardı.
Sevr’den beri her fırsatta azınlıklara ait hukuktan Türkleri suçlama amaçlı
bahsetmişlerdi. Lozan’da da Türk Heyeti konunun bu maske altında tartışılmasına
muhatap oldu. Ancak ulusal Türk Devleti’ne karşı Osmanlı Devleti’ne karşı
uyguladıkları politikayı uygulayamadılar. Diğer ülkeler tarafından da kabul edilmiş
azınlık hukukunun ötesinde bir noktaya taşıyamadılar. Türk Heyeti soy ve dil
azınlıklarına ayrıcalık kabul etmedi. Diğer ülkelerde bunu bu şekliyle kabul ettiler508.
Konferans sürecinde Ermeni meselesine ilişkin gelişmelere bakıldığında, Lozan
Konferansı’nda Lord Curzon, ele alınan azınlıklar konusunu bütün dünyanın yakından
izlediğini ve konunun tarihçesinde müttefiklerin Türkiye ile harp amaçlarından birinin
Anadolu’daki Hıristiyan azınlıkları himaye etmek ve mümkün ise kurtarmak olduğunu
beyan etmiştir. Hele Ermenilere verilen garantinin Berlin Antlaşması’na kadar geri
gittiğini belirttikten sonra himaye görmesi gerekenleri; Rumlar, Yahudiler, Asuriler,
Gildaniler, Nasturiler olarak saymıştır. Ermeniler üzerinde uzun olarak durmuş, onlara
Doğu Vilayetlerinde veya Kilikya’nın güney taraflarında yurt istemiştir. Bunlara ek
olarak üç şey daha istemiştir; (ı) çok geniş genel af, (ıı) askerlikten makul bir bedel ile
muaf olma (ııı) serbest gidip gelme. Curzon bunlara ilave olarak Milletler Cemiyeti’nin
daimi denetimi ve bir temsilcisinin bulunmasının gerekliliğini anlatmıştır. Amerikan
delegesi de Ermenilere yurt verilmesini destekleyen belgeler saymıştır509.
Bu tarz istekler karşısında Türk Heyeti Başkanı İsmet Paşa konunun tarihi
gerçeklerine değindikten sonra Türkiye ile Ermenistan arasında antlaşmanın mevcut
507
ATASE; Tarih Boyunca Ermeni Meselesi, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1979, s. 454–456
M. Cemil Birsel; Lozan, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1998, İkinci Cilt, s.271
509
Birsel, a.g.e., s. 272-275
508
272
olduğu, ayrı bir Ermenistan’ın hayal bile edilemeyeceğini belirtmiş, ayrıca azınlıklar
için bir komisyon kurularak Türkiye’nin iç işlerine müdahale edilmesinin ülke
bütünlüğü ve bağımsızlığına aykırı olduğundan kabul edilemez olduğunu bildirmiştir.
Azınlıkların askerlikten muaf tutulmasının ise bir ülkenin yurttaşları arasında
ayırımcılık yaratacağı nedeniyle kabulünün mümkün olmayacağını beyan etmiştir510.
Buna rağmen Lord Curzon Ermeni yurdu meselesinde ısrar etti. Curzon, Ermenilerden
bahisle “bu yurt Türk hakimiyetine halel getirecek bir siyasi muhtariyet değil,
kendilerinin soylarını dillerini kültürlerini koruyacakları bir toplanma yeri olacaktır,
Türk kanunları ve bir Türk genel valisi idaresinde bir yer istiyorlar” şeklinde istekler
ileri sürmüştür. Ancak bu tarz istekleri her seferinde İsmet Paşa gerekçeleri ile birlikte
geri çevirmiştir511. Bu bağlamda 13 Aralık 1922’deki oturumda İsmet Paşa Türkiye’nin
görüşünü dile getirirken konunun yakın tarihteki gerçeklerine değindikten sonra
konuşmasının bir bölümünde, “Ermenilere gelince: Türkiye ile Ermenistan Cumhuriyeti
arasında yapılan anlaşmalarla takviye edilmiş ilişkiler Ermeni Cumhuriyeti tarafından
yapılacak herhangi bir kışkırtma olanağını ortadan kaldırmıştır. Diğer tarafatan
Türkiye’de kalmaya karar vermiş Ermeniler iyi vatandaş olarak yaşamanın kesin
lüzumunu artık gözönünde bulundurmalıdır. Türkiye’deki azınlıkların durumunun
düzeltilmesi herşeyden evvel her nevi yabancı müdahalesiyle gelecek kışkırtmaların
giderilmesine bağlıdır” ifadelerini kullanmıştır512. İsmet Paşa bu sözleri ile Ermeni
meselesinin yabancı müdahalelerden kaynaklandığını, iyi yurttaş olmak isteyen
Ermeniler için Türkiye’nin her zaman güven ve teminat verdiğini vurgulamakta, İtilaf
Devletleri’nin konferansta Türkiye’nin bu iç işine geçmişte olduğu gibi karışmalarının
önünü kesmeye çalışmaktaydı.
Ermeni meselesi Lozan Barış Antlaşması’nda kapitülasyonlar, Boğazlar gibi
konular kadar ağırlıklı olarak ele alınmış bir konu değildir. Lozan Antlaşması çok taraflı
ilişkileri düzenleyen genel bir hukuki çerçevedir. Buna göre Türkiye-Ermenistan
ilişkileri ikili ve özel ilişkilerdir. Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler Lozan
Antlaşması öncesinde 2 Aralık 1920’de Gümrü’de imzalanan Türkiye-Ermenistan Barış
510
Birsel, a.g.e., s. 276.
Birsel, a.g.e., s.281-283.
512
ATASE; Tarih Boyunca Ermeni Meselesi, s.460-461.
511
273
Antlaşması’nın 16 Mart 1921’de Moskova’da imzalanan Türkiye-Sovyet Rusya Dostluk
ve Kardeşlik Antlaşması’nın ve 13 Ekim 1921’de Kars’ta imzalanan Türkiye ile
Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan arasında Dostluk Antlaşması’nın konusu
olmuştur. Her ne kadar Gümrü Antlaşması Sovyetlerin Güney Kafkasya’yı işgali
üzerine onaylanarak yürürlüğe girememiş ise de diğer iki antlaşma geçerliliğini
korumaktadır. Anlaşılacağı gibi Ermeni meselesi Lozan Antlaşması öncesinde
çözümlenmiş bir konudur. Lozan sürecindeki Ermeni çabaları yeni bir politik ve
diplomatik deneme olup başarılı olmamıştır513.
3. Lozan Konferansı’nda ABD’nin Konumu ve Politikası
İtilaf Devletleri Birleşik Devletleri müzakerelere davet ettiğinde, Amerikalılar
kendilerinin Türkiye ile bir savaşa katılmadıklarını Mondros Mütarekesi’nin tarafı
olmadıklarını bu nedenle nihai barış görüşmelerine katılmak ve siyasi konulara ve
sınırlara ilişkin düzenlemelerin yapılacağı bu görüşmelerde sorumluluk almak gibi bir
isteklerinin olmadığı belirtmişlerdir. Birleşik Devletler Konferansa Orta Doğu’daki
Amerikan çıkarları ile sınırlı bir katılım istemekteydi. Kasım 1922 başında Amiral
Bristol Dışişleri Bakanı Evans Hughes’a yazdığı mektupta “ABD kapitülasyon
rejiminin bir tarafı ve geniş bir yararlanıcısı olarak pasif bir tutum takınarak çıkarlarına
ilişkin konuları İtillaf Devletlerinin eline bırakamaz” ifadelerini kullanmaktaydı. Bu
görüşler doğrultusunda Dışişleri Amerikan çıkarlarının korunması için üç aşamalı bir
politika izledi. Bu aşamalardan birincisi konferansa gözlemci göndererek Amerikan
çıkarlarının görüşmelerde olumsuz etkilenmediğinden emin olmak, ikincisi Avrupalı
müttefiklere Amerikan çıkarlarını içeren bir liste vermek ve üçüncü olarak ABD yeni
Türk Hükümeti ile uygun bir zamanda ikili anlaşma görüşmeleri yapma konusunda
niyetini açıklamak şeklinde idi514.
513
Gündüz Aktan; “Lozan Barış Antlaşması ve Ermeni Sorunu”, Ermeni Sorunu Temel Bilgi ve
Belgeler, ASAM, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Ankara, 2007, s.24–24.
514
John M. Vander Lippe; “The ‘Other’ Treaty of Lausanne: The American Public and Official Debate on
Turkish-American Relations”, The Turkish Yearbook, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1993, Vol,
XXIII, s.44-45
274
Gerçekten de Birinci Dünya Savaşı’nda Amerika ve Osmanlı Devleti birbirlerine
savaş ilan etmemiş olması, Osmanlı Devleti’nin de sadece diplomatik ilişkilerini
kesmekle yetinmesinden dolayı ABD, Lozan Konferansı’na taraf değil gözlemci olarak
katılmıştır. Ancak görüşmeler sürecince Amerika gözlemciliğin çok ötesinde bir tutum
sergileyerek aktif bir rol oynamıştır. Amerika’nın bu niteliği dolayısıyla hem başta
İngiltere olmak üzere müttefikler ( İngiltere, Fransa, İtalya) hem de Türk Heyeti
Amerika’nın ağırlığını kendi tarafına çekmeye çalışmıştır. Türkiye’nin uluslararası
yaşama katılmasının belgesini oluşturan Lozan Konferansı Türk-Amerikan ilişkilerinde
ilginç bir aşamadır. Amerika bu antlaşmayı imza etmeyeceğinden müttefiklerin elde
ettiği şeyleri Türkiye ile imzalayacağı ikili anlaşmalara geçirmeyi istemekteydi. Bu
nedenle Türk-Amerikan Antlaşması Konferansın son günlerinde gerçekleşme yoluna
girmiştir. Bu noktada ABD politikalarına değinmek yararlı olacaktır
(1) Konferans öncesi belirlenen ve ABD’nin Londra, Paris ve Roma
büyükelçiliklerine gönderdiği Amerika’nın politikasının esasları şöyle idi.
(a) ABD, Osmanlı Devleti ile savaş halinde olmadığından Türkiye ile yapılacak
barış antlaşmasını imzalamamakla beraber, Müttefiklerin Türkiye ile görüşmelerini
Amerika’nın çıkarlarını dikkate almadan yürütmeleri imkansızdır.
(b) Bu yolun izlenmemesi Amerika’yı bir olup-bitti karşısında bırakmak
olacaktır. Bu ise Amerika’yı Müttefiklerin elde ettiği avantajların gerisinde bırakacaktır.
(c) Yukarıda değinilen hususlardan dolayı;
(ı) Amerikan çıkarlarının niteliği kapsamı konusundaki açıklamaları içeren bir
muhtıra İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerine sunulacaktır.
(ıı) Çıkarlarımızın korunması için gözlemcilerimiz gereken her anda
müdahalede bulunacaktır. Kapitülasyonlara saygı, eğitim kurumlarının korunması vb.
konularda Müttefiklerle ortak çıkarlarımız söz konusu olduğunda gözlemcilerimiz
görüşlerini hemen açıklayacaklardır.
275
(ııı) Amerikan çıkarlarının korunması için Türkiye ile ilk fırsatta bir antlaşma
yapacağız. Böyle bir antlaşmanın müzakerelerine başlanmasını gerekli kılan garantiler
Türkiye tarafından verildiğinde delegasyon tam yetki ile donatılacaktır.
(2) Talimata yansıyan Amerikan çıkarları aşağıdadır.
(a)
Kapitülasyonlar:
Dışişleri
bakanlığı,
Türklerin
kapitülasyonların
devamına şiddetle karşı çıkmasını anlayışla karşılamakta ve Müttefikler’in de ABD
açısından değer taşımayan ödünler karşılığında takasa gideceğini tahmin etmektedir.
Bununla birlikte ABD, Amerikan yurttaşlarının korunması için kapitülasyonların
devamında ısrar etmelidir.
(b) Amerika’ya ait hayır, eğitim ve din kurumlarının korunması: Osmanlı
Hükümeti’nin 1907’de kabul etttiği liste güncelleştirilmeli ve Türkiye bunları tanıyarak,
bu kurumların mülkiyet hakları kabul edilmeli, 1914 yılında kapatılmış kurumların
yeniden açılmasına ve yeni okulların faaliyete geçirilmesine, buralarda İngilizce’nin
kullanılmasına ve vergilendirme ile gümrük resmi bakımından Osmanlı kurumlarının
ayrıcalıklarından yararlanmasına izin verilmelidir.
(c) Amerikan Ticari çıkarlarının korunması: Amerika’nın Ağustos 1920’de
Sevr’de imzalanan Üçlü Anlaşma ile Müttefiklerin nüfuz bölgeleri elde etmelerine karşı
olduğu belirtilmeli ve “Açık Kapı” ilkesinin devam ettirilmesi, vergilendirme
bakımından kapitülasyon sistemi terkedilecek olursa yerine tatmin edici garantilerin
sağlanması istenmelidir.
(d) Zararların Tamiri: Burada 1914’den itibaren Türk makamlarının illegal
hareketlerinden doğan zararların (!) tazmini öngörülmekteydi.
(e) Azınlıkların Korunması: Talimatta üzerinde en fazla durulan konulardan
birisi idi. 1915’deki tehcir sonrası Anadolu’da çok az sayıda Hıristiyan kaldığı için
geride kalanların korunması hususunda etkin bir formül bulmanın zor olacağı ifade
ediliyordu. Anadolu’daki Hıristiyan azınlıklar ile Yunanistan’daki Müslüman azınlıklar
için en iyi formülün bunların değişimi olduğu belirtilmekle birlikte, İstanbul’daki
276
Hıristıyan azınlık meselesinin Amerika açısından özel bir ilgi konusu olduğu ve bu
nedenle bunların korunması için gerekli etkinin kullanılacağı belirtiliyordu.
Ermeni meselesinde ise konferansta Ermenilere bir “yurt” (homeland/home)
515
sağlanması meselesinin ortaya atılabileceği, ancak Rusya’da koşulların düzelmesinden
sonra Rusya Kafkasları’nın Türkiye’den ayrılan Ermeniler için en iyi sığınma yeri
olacağı ifade ediliyordu.
(f) Boğazlar Meselesi: ABD, Boğazlar’ın savaş halindeki statüsü ile ilgili
değildir ve Avrupa’nın büyük devletlerinin veya Türkiye’nin “muharip” oldukları
durumlara karışmak istememektedir. Fakat Amerika barış zamanında Boğazlar’ın ticaret
ve savaş gemilerine açık olması ve gemilerin İstanbul’a ve Karadeniz’e geçmeleri için
etkin garantilerin sağlanmasıyla özellikle ilgilenmektedir. Amerika’ya göre Karadeniz
bir ticaret yolu idi ve yalnız Türkiye ve Rusya’nın kontrolu altında olmazdı.
(g) Milletlerarası Mali Kontrol: Bu kısımda Duyunu Umumiye idaresinden ve
bu konudaki milletlerearası komisyon’dan söz edilerek, Türkiye’nin Amerika’dan borç
istemesi halinde, bu borcun Duyunu Umimiye ile konsolide edilerek Amerika’nın da
Duyunu Umumiye Komisyonu’na katılması istenmekteydi.
(h) Arkeolojik Araştırmalar: Türkiye’de arkeolojik araştırmalar yapmaları için
Amerikan kurumlarına izin verilmesi üzerinde ısrarla durulmaktaydı.
(i) Diğer Konular: Amerikan Hükümeti’nin Türkiye ile tabiyet ve posta
anlaşmaları da yapmak istediği bildirilmekteydi.
Talimatın sonunda, Boğazların serbestisi ile azınlıkların korunmasına verilen
önem bir kere daha vurgulandıktan sonra, Türkiye ile ayrı bir antlaşma arzusu da
belirtiliyor ve yakın Doğu’yu bir savaş alanı haline getiren ve diğer devletler arasında
mevcut rekabetlere dahil olunmaması tavsiye edilmekteydi516.
515
Belli bir etnik gruba sınırlı özerklik tanınan belli bir bölge
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, 1923, Vol. II. Goverment Printing
Office, 1938, s.881-883.
516
277
Bunlar içerisinde Amerikan misyonerlerinin en çok önem verdikleri konu,
Amerikan hayır, din ve eğitim kurumlarının korunmasıdır. Azınlıkların korunması ve
bununla ilişkili olarak Ermenilere bir yurt verilmesi ve kapitülasyonlar, misyonerlerin
ilgilendikleri diğer konular olmuştur517.
Lozan konferansında Ermeniler kendilerini destekleme açısından Amerikan
misyoner örgütleri Amerikan Board ve Near East Relief’e güveniyorlardı. Board
Heyetinden Barton, Londra’da Ermeni heyeti ile görüşmüştü. Ermeni heyeti Lozan
Konferansı’na dilekçe vermeyi umuyordu. İlk önce talep edecekleri yerler, Amerikan
Başkanı’nın saptadığı sınırlar dahilindeki kendilerinin Ermeni vilayetleri dedikleri bölge
ile Trabzon’dan alınacak yerlerden oluşmaktaydı. Bu mümkün olmazsa, Rus
Ermenistan’ını ve Van’ın (gerçekte Van bölgesi Çarlık Ordularının terk etmesi
sonrasında yeniden Türklerin eline geçmişti) büyük bir kısmını isteyeceklerdi. Bu
düzenleme onların denize çıkışını sağlayacak, Tatarlar, Gürcüler, Kürtler ve Türkler
arasında sıkışıp kalmaktan kurtarmış olacaktı. Bunların hiçbirisi olmaz ise Fransa’nın
Milletler Cemiyeti’nden manda yönetimini aldığı ancak Ankara Antlaşması ile
Türkiye’ye iade edilen Suriye kuzeyinde Maraş, Antep, Urfa ile İskenderun’u içerecek
bölgeyi
arzulamaktaydılar.
gerçekleşmesi
konusunda
Sonuncu
ümitli
seçeneği
tercih
etmekle
gözükmemekteydiler518.
birlikte
Burada
bunun
Ermenilerin,
Anadolu’da incelemeler yapan General Harbord ve diğer heyetler ile Amiral Bristol’ün
bağımsız Ermenistan görüşüne karşıt rapor ve görüşlerinden haberdar oldukları için
geçmişte olduğu gibi din istismarı yapabileceklerini düşündükleri misyoner örgütleri
aracılığıyla ABD heyetini yönlendirme gayreti açıkça görülmektedir.
Lozan Konferansı’nda ABD’yi temsil eden delegasyonu ABD’nin Roma
Büyükelçisi Richard Washburn Child, Bern Orta Elçisi Joseph C. Grew ve İstanbul’daki
Yüksek Komiseri Amiral Mark Bristol oluşturmuştur. Değinildiği gibi bu heyete yalnız
gözlem yapıp rapor etmeleri, talimat almaksızın herhangi bir bağlayıcı tutum
517
Ömer Turan; “Lozan Konferansı’nda Amerikan Misyonerleri”, 80. Yılında 2003 Penceresinden
Lozan Sempozyumu, TTK, Ankara, 2005, s.209.
518
Turan, a.g.e., 210-211
278
almamaları, hiçbir şekilde komisyon veya komite başkanlığını kabul etmemeleri
talimatı verilmiştir519.
Lozan görüşmeleri için verilen talimattan Amerika’nın Ermeni meselesinde aktif
olmayacağı anlaşılmaktaydı. Ermeni meselesi azınlık haklarının korunması ile
ilişkilendiriliyordu. Bu politika Ermenileri tatmin etmiyor ve Başkan Wilson ve Harding
tarafından kendilerine verilmiş sözlerin tutulmasını istiyorlardı. Buna bağlı olarak
Ermeniler Lozan görüşmeleri öncesinde kamuoyu oluşturmak ve Amerika’yı kendi
emellerine hizmet edecek bir politika izlemesini sağlamak için yoğun propaganda
faaliyeti yürütmüşlerdir. Ermeni dernekleri hemen her şehirde kiliselerin desteği ile
toplantılar düzenlediler ve konuyu din meselesine dönüştürmeye çalıştılar520. Konferans
öncesi
Ermeni
dernekleri
yayınladıkları
deklerasyonda
aşağıdaki
çağrıları
yapmaktaydılar.
(1) Son savaşta Ermeniler Müttefiklerden birisi olup, aynı idealleri
paylaşmışlardır,
(2) Sadakatlerinin sonucunda, Ermeniler yok olmanın eşiğine varan görülmemiş
bir mezalime maruz kalmışlardır.
(3) İtilaf Devletleri ve ABD, Ermenilere ve çocuklarına güvenli bir toprak sözü
verdiler. Ermeniler bu haklardan başka bir şey istemiyorlar.
(4) Güvenli bir vatana sahip olacakları inancıyla, Amerikan halkı bu biçare
ırktan geri kalanları kurtarmak için milyonlarca dolar bağışladılar.
(5) Bir ulusun çağrısına verilen bu olağanüstü ilgi, verilen sözler tutulmadığı
takdirde heba olup gidecektir.
(6) İtilaf Devletleri Türk milliyetçileri ile bir anlaşma yapmaya hazırlanıyorlar ki
bu anlaşma Ermenileri kısıtlama olmaksızın Türklerin kontrolüne sokmaktadır.
519
Turan, a.g.e., s.209
Kemal Çiçek; “Amerikan Ermeni Derneklerinin Lozan Görüşmeleri Esnasındaki Faaliyetleri”, 80.
Yılında 2003 Penceresinden Lozan Sempozyumu, TTK, Ankara, 2005, s.120.
520
279
(7) Ermenilerin korunması sorumluluğu Milletler Cemiyeti’ne bırakılmaktadır.
Bildirinin devamında “Her kim ve nerede yaşıyorsan: şu anki durumun kritik
olduğuna inanıyorsanız aşağıdakilerin tümünü veya birini yapınız” denilmektedir.
Bunlar şöyledir. (ı) Resmi gazetenize veya eyaletinizin Kongre üyelerinden birine veya
daha fazlasına derhal yazınız. (ıı) Eyaletinizin senatörlerine yazınız. (ııı) Şahsen
tanıdığınız her Senato ve Kongre üyesine yazınız (ıv) Ermenilerin korunması için kilise
ve derneklerden kararlar çıkartınız ve Kongreye gönderiniz. Mektuplarınızda;
Ermenilerin daha fazla zulme ve işkenceye maruz bırakacak eylemlere karşı
duygularınızı ve endişelerinizi, Ermenilerin Türk hakimiyetine bırakılmasına kesinlikle
karşı olduğunuzu, Ermenilere güvenli bir ülke sağlanması gerektiğini, Ermeni ülkesinin
yönetimini hangi organ üstlenirse üstlensin ABD’nin buna olumlu yaklaşmasını
vurgulayınız. Bu bildiri doğrultusunda faaliyetlerini yürüten Ermeni dernekleri
kamuoyu oluşturma ve örgütlenmede başarı gösterdiler. Temsilciler Meclisi Başkanı
Yates, Dışişleri Bakanı Hughes’a gönderdiği mektupta seçim bölgelerinden binlerce
mektup aldığını yazmaktaydı521.
Diğer taraftan Ermeni meselesine en fazla destek vermiş olan Amerikalı
misyonerler, ülkelerinin Lozan Konferansı’na gözlemci değil aktif üye olarak katılması
gerektiği düşüncesindeydiler. Bunun için ABD yönetimine başvurmuşlardı. Ancak 5
Ekim 1922’de dışişleri bakanı Harding’ten Amerika’nın gözlemci statüsü ile konferansa
katılımı sayesinde Amerikan çıkarlarının korunabileceği cevabını aldılar. Bunun üzerine
misyonerler Amerikan Board Heyeti’nden James L. Barton’un konferanstaki Amerikan
delegasyonuna danışman olarak alınmasını istediler, bu istek yerine getirildi. Ayrıca
Barton dışişlerinden izinle Amerikan Board’un İstanbul’daki temsilcisi William W.
Peet’i yardımcısı olarak aldı. Bu iki ismin yanısıra Lozan’da Caleb F. Gates
(İstanbul’daki Robert Kolej müdürü) ve George R. Montgomery misyonerlerle irtibatlı
kişilerdi. Hele Montgomery Ermenistan-Amerika Cemiyeti adına Lozan’a gelmişti ve
açıktan Ermenilerin avukatlığını yapmaktaydı522. Bu durum Ermenilerin Lozan’daki
ABD delegasyonunu önemli ölçüde etkileri altına alabildiklerini göstermektedir.
521
522
The National Archives of the United States, M 167, Roll 539, 867.4016/816.
Turan, a.g.e., s.210
280
Konferans süresince Amerikan delegasyonundan Barton ve diğerlerleri Ermeni ve
Rumlarla çeşitli görüşmeler yapmışlardır. Hatta İsmet Paşa ile de özel görüşme
yapılmıştır. Bu görüşmelerde ABD delegeleri, ABD misyonerlik kurumları üzerinde
yoğunlaşmışlardı523.
Amerikan Heyeti özellikle (Board Heyeti personeli) Barton ve Peet, konferansın
resmi gündemine taşımadan Türkiye’den Ermeniler için bir yurt (home) tavizinin
koparılıp koparılamayacağını hususunu özel görüşmeler ve zemin yoklamaları ile
araştırmıştır. Bu bağlamda Türk gazetecilerinden Ahmet Şükrü Beyle iki defa görüşme
yapmışlar, ancak bunun mümkün olmadığı kanaatine varmışlardı. Öte yandan 26
Kasım’da Lozan’a varan Amiral Bristol ile görüşen Barton’a Bristol, Amerikan
kurumlarının tam bir dini özgürlük ve misyonerlik haklarına sahip olarak varlıklarını
sürdüreceklerini söyler. Misyonerlerin taleplerini, kurumlarının çalışmalarını elinden
geldiğince destekleyeceğini bildirir ve Türklerle dürüstçe konuşulmasını ister. İsmet
Paşa ile 27 Kasım’da özel olarak görüşen Child, İsmet Paşa’dan Amerikan kamuoyuna
yönelik olarak Amerikan kurumlarının varlıklarını devam ettirebileceklerine ilişkin bir
beyanat vermesini ister. İsmet Paşa devletin kanunlarına tabi olmaları koşulu ile bahse
konu beyanatı vereceğini bildirir. İsmet Paşa ertesi gün Amerikan heyetinden konu ile
ilgili diplomata Türkiye’deki özel okullarla ilgili kanunu anlatır. Türklerin talebi makul
ve meşru bulunur524. Bu girişimde Amerikan heyetinde kendi kamuoylarını tatmin
etmenin yanısıra kendi ulusal çıkarlarını koruma çabaları görülmektedir.
Lozan Konferansında Amerika, ulusal çıkarlarının korunması yönünde politika
oluştururken, Ermenileri de bunun kapsamına almıştır. Ancak Ermenilere bir yer
verilmesi konusunda Amerika ısrarlı görünmemektedir. Türkiye doğu sınırlarının
Sovyet Rusya ve Ermenistan’la daha önce yapılan antlaşmalarla belirlendiği ve Ermeni
meselesinin aslında çözümlendiği gerçeğinin farkında olan Amerika, Türkiye’den
Ermeniler için toprak ayırmanın imkansızlığını görmekte ve kendi açısından azınlık
haklarının korunmasına ağırlık vermektedir.
523
524
Turan, a.g.e., s.216.
Turan, a.g.e.,s.217-218.
281
Bütün bunlara rağmen Lozan Konferansında Ermeni meselesi Türkiye ile
Amerika’yı karşı karşıya getiren konulardan olmuştur. 30 Ekim 1922 tarihli talimata da
yansıdığı gibi Amerika Ermeni meselesinde ümitsiz olup, Rusya’da koşullar
düzeldikten
sonra
Anadolu’dan
ayrılan
Ermenilerin
Kafkas
Ermenistan’ına
yerleştirilmesini çözüm olarak görmekteydi. Konferanstaki ön temaslar Ermeni
meselesinin ortaya atılması bakımından Amerika için ümit verici emareler
göstermemiştir. Amerikan delegasyonu başkanı Child 21 Kasım 1922’de Celalettin Arif
Beyle yaptığı görüşmede, Celalettin Bey Ermeni meselesine de değinmiş ve hem
kamuoyu hem de Millet Meclis’indeki ortamda Ermenilere veya diğer bir azınlığa
toprak verilmesinin imkansız olduğunu söylemiştir525.
Lozan Konferansı sürecinde Ermeniler gerek Amerikan Hükümeti gerek
Lozan’daki ABD Delegasyonu’nu etkileme çabaları süreklilik göstermiştir. 24
Kasım’da İsviçre Ermenileri delegasyon başkanı Child’ı ziyaret ederek kendisinden
Ermeni meselesini Konferans’ta savunmasını istemiştir. Child konunun Milletler
Cemiyeti’ni ilgilendirdiğini dolayısıyla meselenin savunmasının da ona ait olacağını
ifade etmiştir. Ermeni heyeti ısrarını sürdürünce Ermeni meselesinde yalnız
Amerika’nın
değil
başkalarının
da
destek
olması
gerektiğini
ve
konunun
propagandasının iyi yapılmasını önermiştir526. Bu nedenle Child Kasım ayı sonlarında
Ermeni meselesini ele alarak Ermenilere bir ‘yurt’ verilmesi için zemin yoklamaya
başlamıştır. Bu faaliyetinin devamında 12 Aralık tarihli oturumda Müttefik delegeleri
ile İsmet Paşa arasında Ermenilerin durumunun tartışılması üzerine söz alarak uzun bir
konuşma ile Ermenilere bir “yurt” verilmesini desteklemiştir. Amerika’nın Ermeni
meselesi konusundaki ilgisini belirten Child, Müttefiklerin bir “sığınacak yer, barınak”
sağlama konusunda pek çok sefer güvence verdiklerini ileri sürerek buna ilişkin olarak
İngiltere Başbakan ve dışişleri bakanının konuşmaları, Fransa Cumhurbaşkanı’nın
Kilikya Ermeni piskoposuna mektubu, Müttefik Yüksek Konseyi’nin ve Milletler
Cemiyeti’nin 1921 ve 1922 yılı Mart aylarındaki kararlarına atıf yapmıştır. En sonunda
525
Fahir Armaoğlu; “Lozan Konferansı ve Amerika” Belleten Cilt 4, Sayı, 212-214, Türk Tarih Kurumu,
Ankara, 1991, s.516.
526
Armaoğlu,1991, s.516
282
Child, Müttefiklerden yurt meselesine çözüm bulmadan Konferans’tan ayrılmamalarını
istemiştir527.
Amerikan delegasyonu 22 Kasım’da Washington’a Müttefiklerin “Ankara’nın
toprak isteklerine kesinlikle karşı olduğunu bildiklerinden, Ermeniler için toprak talep
etmeye istekli olmadıklarını” bildirmiştir. Buna karşı dışişleri bakanlığı eski Osmanlı
Ermenilerinin Kafkas Ermenileri ile birleştirilmesi fikri üzerinde durulduğunu, ancak
mevcut ekonomik durum nedeniyle bunun gerçekleşmesinin mümkün görülmediğini
belirtmiştir 528.
Ermeniler
konferansta
etkili
olabilmek
için
yürüttükleri
propaganda
faaliyetlerini Türk Heyeti üzerinde de sürdürmeye çalıştılar. Bu bağlamda İsmet Paşa ile
görüşüp Türkiye dışında kaldıklarını iddia ettikleri 700.000 Ermeni için yurt isteyip,
Türkiye’de kalan mallarını söz konusu ettiler. Ermeni meselesinin görüşülmeye
başlamasıyla birlikte resmi görüşmelerin dışında özel görüşmelerle de Türk Heyeti
üzerinde baskı kurulmaya çalıştılar529.
Öte yandan Lord Curzon ve Child’dan başka Konferans’ta Ermenileri
destekleyen diğer bir isim Yunan heyeti başkanı Venizelos olmuştur. Venizelos Rum
azınlığından ve Ermenilerin acıklı durumundan söz etmesi üzerine İsmet Paşa; “Mösyö
Venizelos Küçük Asya’nın Yunanlılarca işgal edilişinin Ermeniler için yeni acılar, yeni
talihsizlikler kaynağı olduğunu şüphesiz görmezlikten gelmektedir. Bu zavallı halk zorla
silah altına alınmış Yunan Ordusu saflarına katılmıştır. Ermeniler cepheye gönderilmiş
ve Türklere ateş etmeye zorlanmışlardır. Bozgundan sonra çok büyük yakıp yıkmalara
girişilmiştir. Üstelik Yunan makamları işlenmiş bütün suçları Ermenilerin üzerine
atmak için kasıtlı propagandalar yapmaya koyulmuşlardır. Daha sonra, Yunanlılar
Asya’dan çekilip gittikleri zaman Ermenileri de birlikte sürüklemişlerdir. Dünyada
Ermenilerin
başına
gelenlere
herkesin
önünde
acımaya
cesaret
edebilecek
hükümetlerden en sonuncusunun, Ermenilerin başına gelen talihsizliklerin doğrudan
527
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, 1923, Vol. II. Goverment Printing
Office, 1938, s.920-922
528
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, 1923, Vol. II. Goverment Printing
Office, 1938, s.902-903.
529
Çufalı, a.g.e..,s.541-542.
283
yaratıcısı durumundaki Yunan Hükümeti’nin olacağını kabul etmek zorunludur”
şeklinde sert bir cevap vermiştir530.
İsmet Paşa’nın bu tarihi konuşmasından sonra Ermeni konusu genel kurul
görüşmelerinde bir daha konuşulmamıştır. Bunun üzerine Ermeniler ve destekçileri alt
komisyonlarda mücadeleye başlamıştır531. Tali komisyonda bulunan Rıza Nur Bey Türk
Heyetinin
hazır
bulunmayı
reddettiğini
söyledi.
Müttefikler
Türkiye
hazır
bulunmayabilir, ancak Müttefiklerin bunları dinlemelerine mani olamayacağını ileri
sürdüler. Türk Heyeti Müttefikler dinleyebilir, ancak oturum tutanakları, konferans
tutanakları olamaz cevabını verdi. Rıza Nur Bey konuya siyasi boyut verilmesini ileri
sürerek komisyonu terk etti. Meselenin devamında ısrar edilmeyerek Ermeni yurdu
meselesi kapanmış oldu532.
Lozan Konferansı’na değinen Kaçaznuni düşüncelerini“ Lozan Konferansında
ilk defa “yurt” sözcüğü kullanıldı. Sevr Antlaşması tamamen unutulmuştu. Bağımsız
Ermenistan değil özerk iller bile anılmıyordu. Yalnız etnik bir yurt. Bunun Ankara’ya
karşı barış amaçlı verilen son taviz olduğu ifade ediliyordu. Yıl sonunda yurt bir talep
değil dost önerisi olarak Türklerin insaflı dikkatine sunuluyordu. Kibar ve nazik Türkler
bu öneriyi geri çevirmek zorunda kaldıkları için üzüntü duyduklarını ifade ettiler.
Müttefikler bütün imkanları tükettik, mümkün olan olmayan her şeyi yaptık ve bahtsız
Ermeniler için bundan daha fazlasını yapamayaız diyorlardı. Çiçerin Türkiye
Ermenilerinin geride kalanlarına Kırım, Volga kıyılarında ve Sibirya’da sığınak
vermeyi önerdi. Devlet bir yurda dönüştü o da Sibirya’da bir koloniye, dağ fare bile
doğuramadı” şeklinde ifade etmiştir533.
Lozan Antlaşması’nda isteklerinin yer almamış olması Ermenilerde hayal
kırıklığı yaratmıştı. Ermeni delegelerinin Lozan’dan ayrılmadan konferansa katılan
devletlere verdikleri bildiride “Ermeni delegelerince, Lozan Konferansı komisyonları
açıklamaları ve basında yer alan anlaşma projesinden Ermeni sorunlarının yüzüstü
530
Gürün, a.g.e.,s.301
Saray, a.g.e.,s.114.
532
Bilsel,a.g.e., İkinci Cilt, s. 287-288.
533
Kaçaznuni, a.g.e., 71
531
284
bırakıldığı anlaşılmıştır” denildikten sonra özetle İtilaf Devletlerine savaşta verdikleri
desteği sıralamış bundan dolayı verdikleri kayıp ve uğradıkları zararlara değinmiş,
kendileri için çare bulunması yönünde karar verilmesini istemişlerdir. Bundan başka 9
Ağustos 1923’te Lozan Barış Antlaşmasında Ermeni varlığının dikkate alınmadığı
iddiası ile Ermeni meselesinin Milletler Cemiyeti’nin gündemine alınmasını
istemişlerdir. İstekleri dayanaksız bulunmuş kabul edilmemiştir534.
Lozan Antlaşması’nın tamamlanmasından sonra, Joseph Grew ve İsmet Paşa
Ankara Hükümeti ve Birleşik Devletler arasında müstakil bir antlaşmanın hazırlanması
için Lozan’da kaldılar. İki hafta içerisinde önemli detaylar üzerinde mutabakat
sağlanarak 6 Ağustos’ta iki ülke arasında “Dostluk ve Ticaret Antlaşması” imzalandı.
Bu antlaşma ile diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ABD de kapitülasyonların
kaldırıldığını bunun yerine yeni ticari, hukuki ve diplomatik düzenlemenin getirildiğini
kabul etti. Lozan Konferansı’nın başlangıcında dışişlerinin talimatlarına uygun olarak
içerisinde misyonerlerin ve eğitim kurumlarının muhafazası ile Türkiye’de adalet işleri
de devam eden değişiklilere de değinen hükümleri kapsayacak şekilde düzenlendi.
Dostluk ve Ticaret Antlaşması yeni kurulan Türk Hükümeti ile ABD arasında normal
diplomatik ve ticari ilişkilerin kurulması anlamına gelmekteydi. İnönü’ye göre Grew
kendisine Türkiye ile ilişkilerin kurulması için yaklaşmış, kendisi de Türk dış
ilişkilerinin
normalleştirilmesi
yönünde
Avrupalılar
için
kullanılan
anlaşma
terminolojisini ABD için de kullanmıştı535.
İmzalanan antlaşmanın onaylanması sürecinde muhalefet görülmekteydi. Başkan
Harding’in ani ölümü de antlaşmanın Senato’ya sevkini dokuz ay geciktirmişti.
Senato’ya sevki sonrası 1927’ye kadar konuya ilişkin müzakereler ve terimlere ilişkin
karşıt görüşler sürdü. Antlaşmanın karşıtları üç nokta üzerine yoğunlaşmışlardı.
Birincisi kapitülasyonları yeniden canlandıracak düzenlemelerin yapılmadığı ve
Türklerden yeterli ödün alınmadığı gerekçesi ile Grew ve dışişlerini Türklere karşı
yumuşak olmakla suçlanmıştır. İkinci nokta antlaşmanın Türkiye’deki Hıristiyanların
korunmasına ilişkin açık hükümler içermemesi ve onların namına bu korumayı
534
535
ATASE; Tarih Boyunca Ermeni Meselesi, s.469-470
Lippe, a.g.e., s. 49-50
285
gerçekleştirecek yabancı müdahalesine imkan sağlamamış olmasıydı. Üçüncü nokta,
“antlaşmada Amerikan ticari çıkarlarının korunması sağlanmıştır ama bunun için
Amerika’nın Hıristiyanlara karşı manevi yükümlülüklerinden ödün verilmektedir”
şeklindeydi. Buna karşılık antlaşmayı destekleyenler Amerika’nın Avrupalılara
sağlanan bütün hakları elde ettiği, yalnız ticari değil adli çıkarların da korunduğu
bundan daha fazlasını sağlamanın mümkün olmadığı şeklinde idi. Lozan Antlaşması’nın
bağımsız Ermenistan’ı içermemesi karşıtların en büyük argümanlarındandı. Bu ortamda
karşıt komite ve lobilerin gayretleri daha etkili oldu ve sonuçta Lozan’da imzalanan ikili
anlaşma ABD Senatosu tarafından onaylanmadı536. Bunun yerine ABD ile 17 Şubat
1927 de Amiral Bristol’ün Amerikan Dışişleri adına imzaladığı diplomatik ilişkiler ve
konsoloslukların kurulmasına ilişkin anlaşma yapılmıştır. Metinde imza günü yürürlük
tarihidir537. Bir grup misyoner ve bağış kurumu eksenli lobinin 1923’deki TürkAmerikan antlaşmasını engellemesi karşısında Türkiye ile Amerikan ticaretinde ortaya
çıkan tehlike Yüksek Komiser Amiral Bristol’ün gayretleriyle önlenmiş ve bu süreçte
kendisi geçici anlaşmalarla Amerikan ticari ilişkilerinin sürekliliğini sağlamıştır538.
1923 yılının gelişmelerinin Amerikan basınında da yer aldığı ve Türk başarısının
neden ve sonuçlarını konu eden makale ve değerlendirmeler yazıldığı görülmektedir. Bu
dönemde Türkiye’yi parçalama politikaları iflas eden Batılı güçler Türkiye’yi kendi
çıkar ve ideolojilerine çekmeye çalışmışlardır. Kapitülasyonların kaldırılmasına karşı
çıkan ABD ise, Türkiye’deki ekonomik ve kültürel çıkarlarını geliştirme ve yenilerini
elde etme gayreti izlemiştir539.
4. Lozan Konferansı’nın Ermenileri İlgilendiren Hükümleri
Ermenilere ilişkin özel bir hüküm taşımayan Lozan Antlaşması’nın diğer
azınlıklarla birlikte Ermenileri ilgilendiren maddeleri azınlıkların korunması başlığı
altında aşağıdadır.
536
Lippe, a.g.e., s.52
Turkey n1; ( no long title in original)
turkey.usembassy.gov/uploads/images/wPWEIfJmdqkPgvMl42JGaQ/11be1109.pdf – (09.01.2009)
538
Thomas A. Bryson; “Admiral Mark L. Bristol, an Open-Door Diplomat in Turkey”, International
Journal of Middle East Studies, Vol. 5, No. 4. Sep. 1974, s. 467
539
Osman Ulagay; Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, Yelken Matbaası, İstanbul, 1974, s.233
537
286
AZINLIKLARIN KORUNMASI
MADDE 37: Türkiye, 38 nci Maddeden 44 ncü Maddeye kadar olan Maddelerin
kapsadığı hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiç bir kanunun, hiç bir
yönetmeliğin (tüzüğün) ve hiç bir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla
çelişir olmamasını ve hiç bir kanun, hiç bir yönetmelik (tüzük) ve hiç bir resim işlemin
söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir.
MADDE 38 : Türk Hükümeti, Türkiye'de oturan herkesin, doğum, bir ulusal
topluluktan olma [milliyet, nationality], dil, soy ya da din ayırımı yapmaksızın,
hayatlarını ve özgürlüklerini korumayı tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir.
Türkiye'de oturan herkes, her inancın, dinin ya da mezhebin, kamu düzeni ve
ahlak kurallarıyla çatışmayan gereklerini, ister açıkta isterse özel olarak, serbestçe
yerine getirme hakkına sahip olacaktır.
Müslüman olmayan azınlıklar, bütün Türk uyruklarına uygulanan ve Türk
Hükümetince, ulusal savunma amacıyla ya da kamu düzeninin korunması için, ülkenin
tümü ya da bir parçası üzerinde alınabilecek tedbirler saklı kalmak şartıyla, dolaşım ve
göç etme özgürlüklerinden tam olarak yararlanacaklardır.
MADDE 39 : Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları,
Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık [medeni] haklarıyla siyasal haklardan
yararlanacaklardır. Türkiye'de oturan herkes, din ayırımı gözetilmeksizin, kanun önünde
eşit olacaktır.
Din, inanç ya da mezhep ayrılığı, hiç bir Türk uyruğunun, yurttaşlık haklarıyla
[medeni haklarla] siyasal haklarından yararlanmasına, özellikle kamu hizmet ve
görevlerine kabul edilme, yükseltilme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş
kollarında çalışma bakımından, bir engel sayılmayacaktır.
287
Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın
ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı
hiç bir kısıtlama konulmayacaktır.
Devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçeden başka bir dil konuşan Türk
uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından
uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.
MADDE 40 : Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem
hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve
aynı güvencelerden [garantilerden] yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri
ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar
ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve
buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak
konularında eşit hakka sahip olacaklardır.
MADDE 41 : Genel [kamusal] eğitim konusunda, Türk Hükümeti, Müslüman
olmayan uyrukların önemli bir oranda oturmakta oldukları il ve ilçelerde, bu Türk
uyruklarının çocuklarına ilk okullarda ana dilleriyle öğretimde bulunulmasını sağlamak
bakımından, uygun düşen kolaylıkları gösterecektir. Bu hüküm, Türk Hükümetinin, söz
konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır.
Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyruklarının önemli bir oranda
bulundukları il ve ilçelerde, söz konusu azınlıklar, devlet bütçesi, belediye bütçesi ya da
öteki bütçelerce, eğitim, din ya da hayır işlerine genel gelirlerden sağlanabilecek
paralardan yararlanmaya ve pay ayrılmasına hak gözetirliğe uygun ölçülerde
katılacaklardır. Bu paralar, ilgili kurumların yetkili temsilcilerine teslim edilecektir.
MADDE 42: Türk Hükümeti, Müslüman olmayan azınlıkları aile durumlarıyla
[statüleriyle, aile hukukuyla] kişisel durumları [statüleri, kişi halleri] konusunda, bu
sorunların, söz konusu azınlıkların gelenek ve görenekleri uyarıca çözümlenmesine
elverecek bütün tedbirleri almayı kabul eder.
288
Bu tedbirler, Türk Hükümetiyle ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda
temsilcilerinden kurulu özel komisyonlarca düzenlenecektir. Anlaşmazlık çıkarsa, Türk
Hükümetiyle Milletler Cemiyeti Meclisi, Avrupalı hukukçular arasından birlikte
seçecekleri bir üst hakem atayacaklardır.
Türk Hükümeti, söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve
öteki din kurumlarına tam bir koruma sağlamayı yükümlenir. Bu azınlıkların
Türkiye'deki vakıflarına, din ve hayır işleri kurumlarına her türlü kolaylıklar ve izinler
sağlanacak ve Türk Hükümeti, yeniden din ve hayır kurumları kurulması için, bu
nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan hiç birini
esirgemeyecektir.
MADDE 43 : Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları,
inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı herhangi bir davranışta bulunmaya
zorlanamayacakları gibi, hafta tatili günlerinde mahkemelerde hazır bulunmaları ya da
kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi yerine getirmemeleri yüzünden haklarını
yitirmeyeceklerdir. Bununla birlikte bu hüküm, söz konusu Türk uyruklarını, kamu
düzeninin korunması için öteki Türk uyruklarına yükletilen yükümler dışında tutar
anlamına gelmeyecektir.
MADDE 44 : Türkiye, bu kesimin bundan önceki maddelerdeki hükümlerin,
Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu ölçüde, uluslararası nitelikte
yükümler meydana getirmelerini ve Milletler Cemiyetinin güvencesi [garantisi] altına
konulmalarını kabul eder. Bu hükümler, Milletler Cemiyeti Meclisinin çoğunluğunca
uygun bulunmadıkça, değiştirilemeyecektir. İngiliz İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve
Japon Hükümetleri, Milletler Cemiyeti Meclisinin çoğunluğunca razı olunacak herhangi
bir değişikliği reddetmemeyi, işbu andlaşma uyarınca kabul ederler.
Türkiye, Milletler Cemiyeti Meclisi üyelerinden her birinin, bu yükümlerden
herhangi birine aykırı herhangi bir davranışı ya da böyle bir davranışta bulunma
tehlikesini Meclise sunmaya yetkili olacağını ve Meclisin duruma göre, uygun ve etkili
289
sayacağı
yolda
davranabileceğini
ve
gerekli
göreceği
yönergeleri
[talimatı]
verebileceğini kabul eder.
Türkiye, bundan başka, bu maddelere ilişkin olarak, hukuk bakımından ya da
uygulamada, Türk Hükümeti ile imzacı öteki devletlerden herhangi biri ya da Milletler
Cemiyeti Meclisine üye herhangi bir başka devlet arasında görüş ayrılığı çıkarsa, bu
anlaşmazlığın, Milletler Cemiyeti Anlaşmasının 14 ncü Maddesi uyarınca uluslararası
nitelikte sayılmasını kabul eder. Türk Hükümeti böyle bir anlaşmazlığın, öteki taraf
isterse, Milletlerarası Daimi Adalet Divanına götürülmesini kabul eder. Divanın kararı
kesin ve Milletler Cemiyeti Anlaşmasının 13 ncü maddesi uyarınca verilmiş bir karar
gücünde ve değerinde olacaktır540.
Görüldüğü gibi Lozan Antlaşmasında Ermenilerle ilgili özel hükümler yoktur,
genel nitelikte hükümler vardır. Lozan Antlaşması Ermenileri de kapsamına alan
uyrukluk koşulları ise şöyledir.
MADDE 28. İşbu Antlaşmanın hükümleri uyarınca Türkiye’den ayrılan
ülkelerde yerleşmiş Türk uyrukluları hukuken ve yerel yasaların öngördüğü koşullarda,
bu ülke hangi devlete bırakılmışsa o devletin uyruğu olacaklardır.
MADDE 29. Onsekiz yaşını aşmış olup da Türk uyrukluğunu yitiren ve 28.
madde uyarınca hukuk açısından yeni bir uyrukluk edinmiş kişiler iş bu Antlaşmanın
yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak, iki yıllık süre içerisinde Türk uyrukluğunu
seçebileceklerdir.
MADDE 30. İşbu Antlaşma uyarınca, Türkiye’den ayrılan bir ülkede yerleşmiş
olan halkın çoğunluğundan soy bakımından ayrı olan, onsekiz yaşını aşmış kimseler,
işbu Antlaşmanın yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak iki yıllık süre içerisinde halkın
çoğunluğunu seçme hakkını (droit d’option) kullanan kişinin soyundan olan
devletlerden birinin uyrukluğunu, bu devletin rızası olması koşulu ile edinebileceklerdir.
540
Düstur: Üçüncü Tertip. Cilt 5: 11 Ağustos 1339-19 Teşrinevvel 1340 - 13-357 s. 36-42 .
290
Antlaşmanın 35 nci maddeye kadar olan bölümünde ise taşınmazlar ile aile
bireylerinin uyrukluluğuna ilişkin ayrıntılar düzenlenmiştir541. Lozan Antlaşmasının bu
düzenlemeleri ile Ermenilerden isteyenlerin Türkiye’ye dönebilmesi imkanı tanınmıştır
Sonuç itibariyle konferansa katılan dört büyük devlet azınlık hakları
çerçevesinde Türkiye’nin doğu veya güney bölgesinde bir Ermeni yurdu kurulması
amacıyla hareket etmişlerdi. Hatta Curzon konferansın toplanmasının amaçlarından
birinin bu sorunun halledilmesi olduğunu açıklamıştı. Bu çerçevede özellikle İngiltere,
Fransa ve ABD birlikte hareket etme kararı vermişlerdi. Konferansta İngiliz ve
Fransızlar siyasi çıkarlar elde etme amacını güderken Amerika’nın azınlık hakları
üzerinde fazla durmasında misyonerlerin ve Amerikan basınının yaptığı Türk aleyhtarı
propagandanın etkisi olmuştur. İngiltere’nin baskısına rağmen azınlık haklarını
denetleyici olarak Milletler Cemiyeti, Türkiye’nin iç işlerine karıştırılmamıştır. Ancak
İngiltere’nin Ermeni yurdunu Türkiye’ye kabul ettirme konusunda fiziki güçleri
olmadığından bu amacı Milletler Cemiyeti aracılığı ile gerçekleştirme girişimlerinde
bulunmuştur. Çünkü Kafkaslar ve Anadolu’da bir bölgesel savaş için İngiliz askeri gücü
yeterli değildi, ayrıca yeniden bir savaş için ne İngiliz askeri makamlarının ne de
kamuoyunun isteği vardı542.
Lozan’da İngiliz delegasyonu tercümanı olan Andrew Rian konuya ilişkin
görüşlerinde, “Ermeni milli yurdu konulu konferans, büyük tartışmalara yol açmasına
karşın ciddi bir konu değildi. Bu konu bir vitrin dekoru olarak ortaya atılmıştı. Bu
meselenin içi de, gerçekte mağaza vitrinlerinde gördüğümüz teneke süt kutuları kadar
boştu” ifadelerini kullanmıştı543. Böylece 1920 yılında Doğu Cephesindeki askeri
harekat sonrası imzalanan Gümrü ve daha sonra imzalanan Moskova ve Kars
Antlaşmaları ile son nokta konulan Ermeni meselesi Lozan Konferansı’nda gerek
Ermeniler gerekse Batılı Devletler tarafından ümitsizce diriltilmeye çalışılmışsa da
bunda başarılı olamamışlardır.
541
Düstur: Üçüncü Tertip. Cilt 5: 11 Ağustos 1339-19 Teşrinevvel 1340 - 13-357 , s.31-33.
Mustafa Sıtkı Bilgin;“Lozan Konferansı’nda Ermeni Meselesi: İtilaf Devletlerinin Diplomatik
Manevraları ve Türkiye’nin Karşı Siyaseti”, BELLETEN Dergisi, 254, Cilt: LXIX - Sayı: 254 - Nisan
2005, s. 90.
543
Ahmet Gürel; Yabancı Kaynaklarda Ermeni İlişkileri, Umay Yayınları, İzmir, 2006, s.137.
542
291
F. Türkiye Ermenilerinin Yaklaşımları, M. Kemal Atatürk’ün Saptamaları
ve Görüşleri
Ermeni meselesinin ardındaki gerçek yine Ermenilerin kendileri tarafından dile
getirilmiştir. 1918 yılı Temmuz ayında kurulan ve 13 ay yönetimde kalan Ermenistan
Devleti’nin ilk başbakanı Taşnak (Taşnaksutyun) Partisi’nin ileri gelen yetkililerinden
Ovanes Kaçaznuni’nin 1923 yılında Parti’nin Bükreş’te yaptığı toplantıda sunduğu
rapor bu konuda önemli bir belgedir. Kaçaznuni konferans raporunda geçmiş dönemin
itirafı mahiyetinde bir özeleştirisini yapmıştır. Çekilen acılardan Taşnak Partisi’nin
sorumlu olduğunu açık yüreklilikle saptayan Kaçaznuni, raporunun sonunda
Taşnaksutyun’un kendisini feshetmesi ve siyasi platformdan uzaklaşması gerektiğini
savunmuştur544.
Kaçaznuni, Taşnaksutyun Konferansı’na katılan delegelerin önyargılardan
sıyrılarak konuya yaklaşmalarını isterken Birinci Dünya Savaşı’ndan Lozan
Konferansı’na uzanan süreci Ermeni meselesi açısından inceleyerek bazı saptamalarda
bulunmaktadır. Bunlar şöyledir.
a. Dünya Savaşı öncesinde gönüllü silahlı birliklerin oluşturulması hata idi.
b. Kayıtsız şartsız Rusya’ya bağlanmışlardı.
c. Türklerden yana olan güç dengesini hesaba katmamışlardı.
d. Türkiye savunma içgüdüsü ile hareket etmişti.
e. 1918 sonlarındaki İngiliz işgali Taşnakların umudunu yeniden kabartmıştı.
f. Ermenistan’da Taşnak diktatörlüğü kurmuşlardı.
g. Denizden denize Ermenistan projesi gibi emperyalist bir talebe kapılmışlar,
bu yönde kışkırtılmışlardı.
h. Müslüman nüfusu katletmişlerdi.
544
Kaçaznuni, a.g.e., s.5-7
292
i. Ermeni terör eylemleri Batı kamuoyunu kazanmaya yönelikti.
j. Taşnak yönetimi dışında suçlu aranmamalıydı.
k. Taşnak Partisi’nin artık yapacağı bir şey yoktu; intihar etmeliydi.
Kaçaznuni’nin bu saptamaları bazılarını şaşırtmakla birlikte yenilgi sonrasında
Ermeni devlet adamları ve tarihçilerinin çoğu aynı değerlendirmeleri yapmış, 1921
sonrası Ermeni aydınları açısından özeleştiri dönemi olmuştur545. 1921 sonrasına ait bir
kısım Taşnak belgeleri soykırımın temelsizliğini, Çarlık Rusyası ve Batı emperyalizmi
tarafından Türkiye’ye karşı nasıl kullanıldıklarını, işgal sırasındaki Ermeni mezalimini
ve buna karşı Türk Ordusu’nun verdiği haklı savaşı belgelemektedir.
Öte yandan Türkiye’de yaşayan Ermeniler, Türk milliyetçilerinin Anadolu’da
Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki mücadelenin başladığı 1919 yılında Kadıköy’deki
bir Ermeni okulunda kurulan ve müdürünün ismi ile anılan “Karabetyan Cemiyeti” ni
kurmuşlardı. Okulun müdürü Bedros Zeki Karabetyan İstanbul’un işgalini görünce göz
yaşlarını tutamadığını ifade etmiştir. Çevresindeki Türkiye’ye bağlı Ermenileri
toparlayan Karabetyan kısa sürede cemiyet kurarak bir direniş örgütü olan “Karakol
Cemiyeti” ile işbirliği yapmaya başlamıştır. Ermeni komitecilerinin tehdidine rağmen
Karabetyan Cemiyeti milliyetçilere silah, para ve cephane kaçırma işlerinde yardım
etmiştir. Avrupa devletleri Lozan’da Türkiye’nin karşısına “Ermeni yurdu” savı ile
çıkınca Karabetyan Cemiyeti 24 Kasım 1922’de aldığı bir kararla “Türk-Ermeni Teali
Cemiyeti”ne dönüşerek, Ermeni meselesinde görüş ve tutumlarını içeren bir muhtıra
hazırlamışlar, Lozan’da kendilerini ilgilendiren konular görüşülürken Türk Ermenileri
olarak tavır sergilemişlerdir. Türk Ermenileri önce Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf
göndererek “dış ve iç bütün kışkırtmaları dışlayarak Türk yurttaşlığına samimi
duygularla kalpten bağlı olduklarını” ve “ her türlü zorluğa rağmen azimle, kararlılıkla
milli hükümete bağlılık ve sadakat ettiklerini” bildirmişlerdi. Dernek İsmet Paşa’ya
gönderdikleri başka bir telgrafta “Türkiye Ermenilerinin yazgısı ile ilgili olan Lozan
Konferansı’nda Ermeni hukukunun koruyucu devletimiz tarafından savunulmasının
545
Kaçaznuni, a.g.e., s.10-11.
293
meşruiyetini onaylıyoruz” sözcüklerini kullanmakta ve İsmet Paşa’ya bu görevi yerine
getirmeyi kabul etmesinden dolayı şükran duygularını dile getirmekteydi546.
Türk-Ermeni Teali Cemiyeti bir de muhtıra hazırlamıştır. Mıgırdıç Agop isimli
bir Türk-Ermeni Teali Cemiyeti üyesi tarafından diğer üyelerle eşgüdüm sonrası
cemiyet adına kaleme alınan muhtıra Osmanlı döneminde Türk-Ermeni ilişkilerine
değindikten sonra muhtıranın amacının “Türklerle Ermeniler arasında sanıldığı gibi
vahim bir düşmanlık bulunmadığını” anlatmak olduğunu belirtmektedir. Muhtırada
değinilen
konular
arasında
Agop
1915’deki
göç
ettirmenin
zorunluluktan
kaynaklandığına ve bunun Türk Devleti’nin öz savunması olduğuna değinmiştir. Yazara
göre karşılıklı üzücü durumların sorumlusu 19. yüzyıl emperyalistleri ve komitecilerdir.
Türklerle Ermenilerin yüzyıllarca barış içerisinde yaşadığını belirten Agop bunu
değiştirmek isteyenlerin Ermenileri isyana zorlayan gerçekleri göremeyen Ermeni
çetecileri ve bunları kışkırtan emperyalistler olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca olayın
temelinde büyük ölçüde Ermeninin Ermeniye zulmünün yattığına değinmiş, Türkiye
Ermenilerinin kesin tavrını “bir komiteci Ermeniyi bir Türk yurtseveri hangi gözle
görürse, Türk Ermenisi de aynı gözle görür. Türkiye karşıtı gayretleri doğrudan Türk
vicdanı ile kınar” sözleriyle dile getirmiştir547.
Bu gerçeklerden Türk Ermeni Teali Cemiyeti’nin mütareke yılları boyunca,
Anadolu
hareketini
desteklemiş
olduğu
ve
vatanın
bütünlüğünü
savunduğu
anlaşılmaktadır. Cemiyet zaferden sonra da faaliyetlerini devam ettirmiş, Mustafa
Kemal Atatürk'e, TBMM'ye tebrik ve bağlılıklarını ve iyi dileklerini bildirmişleridir.
Ayrıca cemiyet, yapılan yeniliklere ve inkılâplara oldukça olumlu yaklaşmış ve 1926
yılında "Medeni Kanun" un kabulünden sonra, kanunla verilen kişilik, aile, miras, ve
diğer özel hukuk ilişkilerine dayanan hakları amaçlarına en uygun ve yeterli bularak bu
kanunun kabulünden duydukları memnuniyeti beyan etmişler ve yayınlamışlardır548.
546
Öke,2000.,s.257-258
Öke,2000, s. 258-260.
548
Cafer Ulu; Türk-Ermeni Teali Cemiyeti ve Nizamnamesi, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü,
Ermeni Araştırmaları, Sayı 12-13, Kış 2003-İlkbahar 2004.
547
294
Türkiye ve Lozan Konferansı’na katılan büyük devletlerin mutabakatı ile
düzenlenen yeni Türk-Ermeni ilişkilerinde Ermeniler, gayrımüslim azınlık olarak
tanımlanmış ve antlaşmanın 37 nci ve 45 nci maddeleri arasında hükümlerle yer alan
dini, kültürel, eğitim ve diğer faaliyetlerinde serbest hareket edebilmeleri sağlanmıştır.
Lozan Antlaşması’nın üçüncü bölümünde “azınlıkların himayesi” başlığı altıda yer alan
anılan hükümlere göre iç hukukta yapılacak düzenlemeler anlaşma esasları ile uyumlu
olma durumunda idi. Ancak yeni Cumhuriyetin bütün yurttaşları hakkında uygulamaya
başladığı eşitlikçi politikalarına gönülden inanan azınlıklar, sırası ile Lozan’da sağlanan
ayrıcalıklardan feragat etmeye başlamışlardır. İlk feragat edenler Yahudiler olmuş, bunu
Ermeniler izlemiştir. Protestan, Katolik ve Gregoryen mezheplerine mensup
Ermenilerden oluşan komisyon 1925 yılında yaptıkları müteaddit toplantılar sonrasında
Adliye Vekaletine başvurmuşlardır. Komisyon İsviçre Medeni Kanununun getirdiği laik
düzende ayrıcalık istemenin yersizliğini bu nedenle Lozan Antlaşmasının azınlık
haklarından vazgeçtiklerini 17 Ekim 1925’de yazılı olarak Cumhuriyet Hükümeti’ne
bildirmiştir. Ermenilerden sonra aynı mealde müracaat, Rumlar tarafından da
yapılmıştır549. O dönemde Türkiye’deki görevi devam eden Amiral Bristol’ün ABD
dışişleri bakanlığına 24 Aralık 1926’da gönderdiği rapora konuyu “Ermeniler söz
konusu davranışlarında samimi idiler. Çünkü Türk Hükümeti ile olan ilişkilerinde
yabancıların yeniden müdahil olmasını istemiyorlardı” şeklinde yansımıştı550.
Lozan ile başlayan yeni dönemde Ermeni meselesinin ortadan kalktığı
izlenmektedir. Çünkü savaşlar nedeniyle Ermeniler bir çok ülkeye dağılmış,
Türkiye’den toprak talep eden Ermenistan bağımsız bir devlet olmaktan çıkmıştı.
Ermeni sorununu yaratan Rusya, İngiltere ve Fransa gibi devletler Lozan’a galip gelen,
yeni ve güçlü bir Türk Devleti’nin kurulması sonrasında Ermenilerle ilgilenmekten
vazgeçmişlerdi. Lozan’ı izleyen yaklaşık yirmi yıl içerisinde Ermenilerden çok az,
Ermenistan’dan ise hiç bahsedilmemiştir. Ancak Diaspora Ermenilerinin Türkiye
aleyhine faaliyetleri olmuştur. Bunun çarpıcı örneği ABD’nin 6 Ağustos 1923 tarihinde
Lozan’da Türkiye ile imzaladığı Dostluk ve Ticaret Antlaşması’nın Ermenilerin yoğun
549
Ali Arslan, Halil Bal, Cafer Ulu; “Türkiye Cumhuriyeti’nde Ermeniler”, Çeşitli Yönlerden TürkErmeni İlişkileri, İstanbul Üniversitesi Yayını No. 4639 İstanbul, 2006 s.209-210 .
550
The National Archives of the United States, Microfim Publication M.353 21 .
295
lobi faaliyetleri nedeniyle Kongre tarafından onaylanmaması ve Türkiye ile diplomatik
ilişkilerin ancak 1927 yılında kurulabilmiş olmasında görülür. Ermenistan ise Sovyet
Cumhuriyeti olması sonrasında siyaset sahnesinden kaybolmuş, ülkede yoğun bir
kolektifleştirme programı uygulanmış, Komünistler dışında tüm siyasi güçler ve
özellikle Taşnaklar tasfiye edilmiş, diğer Sovyet toplulukları gibi dünya ülkeleri ile
teması kesilmiştir551.
Bu noktada büyük önder Atatürk’ün Türkiye’deki azınlıklara ilişkin saptamaları
konumuz açısından önemlidir. Türkiye üzerinde oynanan oyunların ve uygulanan
psikolojik savaşın araçları durumuna gelen azınlıkların Osmanlı İmparatorluğu’ndaki
konumlarına Mustafa Kemal Paşa şöyle değinmektedir. “Hiçbir millet, milletimizden
ziyade yabancı unsurların inanç ve adetlerine saygılı olmamıştır. Hatta denilebilir ki
diğer din sahiplerinin geçmişine ve milliyetine riayetkar olan yegane millet bizim
milletimizdir. İstanbul’un fethinden beri, Müslüman olmayanların mazhar bulundukları
bu geniş imtiyazlar milletimizin dinen ve siyaseten dünyanın en müsaadekar ve
civanmert bir milleti olduğunu ispat eden bariz delildir”552. Azınlıklara ilişkin
saptamalarının yer aldığı başka bir beyanatında Atatürk “Osmanlı Devleti’nin son
dakikaya kadar gösterdiği manzara şu idi: Memleket dahilinde bütün Hıristiyan
unsurlar, esas unsurun üstünde birçok istisna ve imtiyazlara sahip. Bu unsurlar, devleti
mahvetmek için her türlü hususi teşkilata sahip ve haricin daimi teşviklerine ve
himayesine mazhar. Devlet ve hükümet ise bunu menetmekten aciz. Çünkü bütün bu
imhakar teşebbüslerin dayanak noktası hariçte bir takım kuvvetli devletler idi. Hariçteki
devletler hem bir taraftan dahildeki unsurları, devlet ve memleketi tahrip etmeye ve bir
takım istiklaller meydana getirmeye teşvik ediyor, harekete getiriyor, bir taraftan da
onların nam ve hesabına müdahale ediyor, çalışıyor bu suretle bütün dünya nazarında
Osmanlı Devleti’nin hiçbir kıymet, fazilet ve haysiyeti kalmıyor, devlet haysiyeti namına
hiçbir şey kendinde kabul edilmiyor, adeta himaye ve vesayet altında bir toplum gibi
farz olunuyordu” ifadelerine yer vermekteydi553. Bu ifadelerinde Atatürk, Osmanlı
551
Ömer Engin Lütem; “Lozan’dan Sonra Ermeni Sorunu”, Ermeni Sorunu Temel Bilgi ve Belgeler,
ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Ankara, 2007, s.33-34.
552
Nutuk, Cilt 2, s.639.
553
Öke, 2000, s.243-244.
296
dönemini işaret ederek dış güçlerin parçalama siyasetlerini değinirken yayılmacıların
amaçları doğrultusunda kendilerini kullanan dış güçlerin tahriklerine kapılan
azınlıkların mensup oldukları Türk milletine karşı içine düştükleri tarihi hataları da
vurgulamış oluyordu.
Türkiye tehcir etme zorunluluğunda kaldığı Ermenilerin büyük çoğunluğunu
kabule hazırdı. Hatta Suriye ve Mezopotamya’ya gönderilen sürgünlerin önemli bölümü
1919 Aralık ayı itibariyle Anadolu ve İstanbul’daki yerlerine geri dönmüşlerdir554. Bu
durum hakkında Kurtuluş Savaşı günlerinde 24 Şubat 1921’de bir Amerikalı gazeteciyle
yaptığı görüşmede Ermenilerle ilgili soru üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği
cevap şöyle idi.
“Düşmanca ithamlarda bulunanların sürdürdükleri büyük mübalağalar dışında
Ermenilerin tehcir meselesi şunlara inhisar etmektedir.
Rus Ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman
Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde
bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü
karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış
gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız bir şekilde katlediliyor,
gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm
sürüyordu.
Bu cinayetleri işleten ve saflarına eli silah tutabilen Ermenileri katan çeteler,
silah, cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin sulh zamanından beri
kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan bilistifade ve bu maksada
matuf olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden
yapıyorlardı.
İngiltere’nin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva
gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkarı, Ermeni
554
Hikmet Özdemir; “Ermenilerin Uyrukluk Sorunu”, 80. Yılında 2003 Penceresinden Lozan
Sempozyumu, TTK, Ankara, 2005, s.107 .
297
ahalinin tehciri husususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize haklı bir
ithamda bulunamaz.
Bize karşı yapılmış olan iftiralarının aksine tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve
bunlardan ekserisi şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine
dönmüş olurlardı555”.
Atatürk’ün bu ifadelerinde; Ermenilerin dış güçler tarafından devlete karşı
kışkırtıldıkları, çetelerin kontrollerine aldıkları Ermenilerin, cephe gerisinde hem ordu
hem de sivil halka karşı terör ve vurma eylemleri yaptıklarına işaret edilmektedir.
Burada tehcirin savaşın getirdiği bir savunma refleksinden kaynaklandığına yer
verilmektedir. Özellikle son cümleleri ile Atatürk’ün Ermenilerin terk ettikleri yerlerine
geri dönmelerine karşı olmadığı bilakis bunun gerçekleşmesinden memnunluk duyacağı
şeklinde bir mesaj vermeye çalıştığı söylenebilir.
555
Atatürk’ün Milli Dış Politikası, C.I, 1919-1923, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1981, s.272273
298
SONUÇLAR
Ermeni meselesi Osmanlı İmparatorluğu’nun dış güçler tarafından parçalanması
sürecinde diğer azınlıklar gibi Ermenilerin de devlete karşı kışkırtılmasıyla
başlamaktadır. Ermeni meselesinin başlangıcını her ne kadar Osmanlı Devleti ile
Avrupa’lı emperyalist devletler oluşturmuş ise de daha sonra Türk-Amerikan
ilişkilerinin de önemli bir parçası olmuştur. Ermeni meselesi Türk-Amerikan
ilişkilerinde güncelliğini XXI. yüzyılın başında da korumaktadır.
Ermeni meselesinin geçmişi ondokuzuncu yüzyıla uzanmaktadır. Ondokuzuncu
yüzyıl ve yirminci yüzyılın başında dönemin emperyalist güçlerinin ekonomik ve dünya
hakimiyeti mücadelesi büyük ölçüde Osmanlı toprakları üzerinde cereyan etmiştir.
Emperyalist ülkelerin Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyan halkların hamiliğini
üstlenme çabaları aslında ulusal politikalarını Ortadoğu’da uygulama imkanı sağlama
amacına yöneliktir. Ermeni meselenin ortaya çıkışında Ermenilerin isteklerinden çok,
dönemin siyasi konjonktürünü kurgulayan güçlerin Ermenileri kullanmaya gereksinim
duyması rol oynamıştır.
Ermeni meselesi 1878 Berlin Antlaşması ile uluslararası mahiyet kazanmıştır.
Çünkü 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının ortaya çıkardığı sonuçlardan biri de “Anadolu
Islahatı”dır. Bu terim; büyük devletlerin Osmanlı Devleti’ne karşı uyguladıkları
politikanın değiştiğini, “Şark meselesi” olarak adlandırılan Osmanlı Devleti’ni
parçalama siyasetinin Anadolu topraklarına uygulanmaya başlanmasının ifadesidir.
Tanzimattan itibaren “ıslahat”, “imtiyaz” gibi isimler altında büyük Avrupalı devletler
tarafından yürütülen politikanın esas amacı, Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesidir. Bu
bağlamda Rumeli toprakları “ıslahat” adıyla büyük devletlerin giriştikleri faaliyetler
sonunda imparatorluktan koparılmıştır. Batılı devletlerin destekleriyle imtiyazlar
kazanan Balkan Milletleri 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrası bağımsızlıklarını
almışlardır. Aynı devletler Osmanlı Devletini Rumeli’deki tasfiyesini tamamlayınca, bu
defa “Anadolu ıslahatı” adı altında, Osmanlı’nın tasfiyesini Anadolu’ya taşımışlardır
299
Ermeni meselesine bazı emperyalist devletler müdahil olmakla birlikte aslında
meselenin arkasında dönemin iki büyük gücü vardır, Rusya ve İngiltere. Ruslar, Çar I.
Petro’dan beri aynı zamanda bir deniz devleti olmak ve nüfuz alanlarını genişletmek
için Karadeniz’i ve Boğazları ele geçirerek “sıcak denizlere” yani Akdeniz’e çıkma
siyasetini gütmüşler ve bu amaçla Balkan halklarını Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtıp
kendi denetimlerinde küçük devletler kurarak Ege Denizi’ne çıkış elde etmeye
çalışmışlardır. Ancak kuruluşları sonrasında bu devletlerin İngiltere ve Almanya’ya
yaklaşmaları Rusya’yı Akdenize inmek için başka alternatif stratejiler geliştirmeye
yöneltmişti. Bu strateji Doğu Anadolu’dan bir koridor elde ederek İskenderun
Körfezi’ne ulaşmaktı. Bunun için Rusya kendisine bağlı bir Ermenistan projesini
gerçekleştirmeye çalışmakta idi. Rusya görünürde Ermeni özerkliği gibi söylemlerde
bulunsa bile esas itibariyle Ermeniler sayesinde Doğu Anadolu’yu ele geçirip bölgeyi
kendi egemenliğine alma gayretinde olduğu anlaşılmaktadır.
Dönemin sömürge imparatorluklarının başında gelen İngiltere ise 1787’deki
Osmanlı Rus savaşından itibaren Rusya’nın devamlı güneye doğru genişlemesinden
böylece yakın gelecekte kuvvetli bir Karadeniz devleti olması ve bir sonraki aşamada
Akdeniz’e inerek İngiliz çıkarlarını tehdit etme olasılığından endişe duymaya
başlamıştır. İngiltere bu yüzden 1783’den sonra bir yüzyıl kadar süreyle Osmanlı
Devleti’ni destekleme ihtiyacını hissetmiştir. Ancak 1878 Berlin Konferansı’ndan sonra
İngiltere’nin siyasetinde büyük bir değişiklik meydana gelmiştir. İngiltere bir asır süren
Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü koruma politikasını tamamen değiştirmiştir.
Rusya, İskenderun Körfezi ve Basra Körfezine inebilmek için Doğu
Anadolu’daki Ermenileri kullanmayı planlamaktaydı. İngiltere için kendine bağlı bir
Ermenistan kurarak Rusya’nın Doğu Anadolu üzerinden İskenderun Körfezine yani
Akdeniz’e inişinin önünde bir tampon devlet yaratma gayretleri söz konusu idi. Bu
noktada iki yayılmacı güç çıkarlarının çatışması nedeniyle Ermenileri amaçları
doğrultusunda kullanabilmeleri için kendilerine özerklik ve bağımsızlık gibi sözler
vermeye gerek duymaktaydılar. Bu sözler sonrasında Ermeniler Doğu Anadolu’da
Müslüman halka karşı hasmane bir tutum içerine girdiler. Osmanlı Devleti’nin
zayıflamasıyla birlikte 1890’lardan başlayarak Batı’nın onay ve desteği ile organize bir
300
şekilde eylemlere başladılar. Denilebilir ki Ermeniler ondokuzuncu yüzyıldan itibaren
Batılı emperyalist devletlerin siyasi çıkarlarının bir aracı olarak organize edilmişlerdir.
Yirminci yüzyıl yaklaşırken uluslararası politik koşullar değişmiş, güçlenen ve
doğu istikametinde yayılma siyaseti güden Almanya’nın tutumu, Rusya ile İngiltere’yi
birbirine yaklaştırmıştı. İngiltere 1895 sonrası Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasını
kabullendiğini bu paylaşımda Boğazların kendisine bırakılabileceğini Rusya’ya iletti.
Uzakdoğu’daki anlaşmazlıkları barışçı yollardan halletmeyi kabullenen iki devlet
paylaşımla ilgili prensipleri 1907 yılında bir anlaşma ile noktaladılar. Çünkü İngiltere
açısından artık politikada değişimin koşulları oluşmuştu. Ege’de İngiltere denetiminde
bir Yunanistan kurulmuş, Doğu Akdeniz’i kontrol eden Kıbrıs adası Osmanlı’dan
savaşsız ele geçirilmişti. Yani Boğazlardan Ege ve Akdeniz’e çıkacak bir Rusya’nın
önünde yeteri kadar derinlik ve engel kuşağı oluşturmuştu. Fakat doğuda aynı durum
sözkonusu değildi. Doğu Anadolu üzerinden İskenderun’a ve petrol zengini
Ortadoğu’ya yayılma eğilimi gösteren Rusya’ya karşı İngiliz çıkarlarıyla uyumlu olan
seçenek tampon işlevi görecek ve kendisine medyun bir Ermeni Devleti idi. Böylece
Akdeniz’e çıkmaya çalışan Rusya’nın karşısında Boğazlar çıkışında Yunanistan ile bir
tampon oluştururken, doğuda da başka bir tampon devletle aynı ortam hazırlanabilirdi.
Bu nedenle İngiltere kendi çıkarları doğrultusunda müstakil bir Ermeni politikası
izlemiştir. Sömürgeci güçlerin aralarındaki bu mücadeleler sürerken, son dönemlerini
yaşayan ve büyük güçlerin hedefinde bulunan Osmanlı Devleti’nin ise bu devletlerin
arasındaki dengelerde ortaya çıkan zaaflardan yararlanarak bekasını sağlama mücadelesi
vermekten başka bir seçeneği pek bulunmamaktaydı.
Görüldüğü gibi bu jeo-politik ortamda Ermeni meselesi kesinlikle Türk ve
Ermenileri ilgilendiren konuların ortaya çıkardığı bir mesele değildir. Osmanlı
Devletinin Hıristiyan tebası Rumlar, Balkan halkları Batılı güçler tarafından nasıl isyana
kışkırtıldılar ise, aynı kışkırtma yöntemlerine Ermeniler için de başvurmuşlardır. Ancak
Ermenilerin diğerlerine göre iki hassas yönü bulunmaktaydı. Birincisi yaşadıkları hiç bir
yerde çoğunluk değildiler. İkincisi yaşadıkları coğrafyanın denizden uzaklığı Batılı
güçlerin diğer Hıristiyan unsurlar için denizden kolay sağladığı benzer desteğin
kendilerine ulaşmasına olanak sağlamamaktaydı. Bu nedenle Balkan ulusları gibi bir
301
başarı şansları daha başından itibaren yoktu. Bunu göremeyen Ermeniler, kendileri için
birşeyler yaptıklarını zannederek aslında emperyelist güçlere hizmet etmişler ve
kayıplara ve hayal kırıklığına uğramışlardır.
Ermeni milliyetçiliğinin uyanışında rol oynayan faktörlerin başında din
faktöründen bahsedilebilir. Osmanlı Devletinin kuruluşunda gayrimüslim iki büyük
topluluktan (Ortodoks Rumlar ve Gregoryan Ermeniler)biri olan Ermenilere, devlet
içerisinde dini serbestlik ve ayrıcalıklardan başka kültürel ve hukuki anlamda geniş
haklar tanınmıştır. Ancak bu haklar imparatorluğun zayıflama sürecinde çeşitli
devletlerin kullandıkları vasıta şekline dönüştürülmüştür.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ABD ile tanışması ve ilişkilerin gelişmesi Avrupa
ülkelerinden farklıdır. Çünkü Avrupa’daki savaşlar ve toprak kazançları yerine bu
ilişkilerin merkezini ticari ilişkiler ve misyonerlik faaliyetleri oluşturmuştur.
1830 yılında ABD ile Osmanlı Devleti arasında ilk ticaret anlaşması yapıldı ve
Amerika’ya da kapitülasyon hakları tanındı. Bu anlaşmaya göre Amerikan tüccarları
Osmanlı İmpatorluğu’nda simsarlar kullanabilecek, bunlar her din ve ulustan
olabilecekti. Osmanlı toplum yapısında Türkler asker, çiftçi, kamu görevlisi vb.
hizmetlerde idiler. Rumlar denizci ve tüccar; Ermeniler ise esnaf, zanaatkar, banker,
tüccar ve simsardı. Amerikalılar, azınlıkları kullanabilmek için anlaşmada simsarların
her “ulus ve dinden” olabileceği hükmünü koydurmuşlardı. Böylece Amerika ile
gerçekleşen ticaret hacminin artması Amerikalılar ile iş yapan ve Amerikan pasaportu
taşıyan Ermenilerin sayısında artışa yol açmıştır. Ayrıca Amerikan misyonerliği bir
ayağı ABD’de olan Amerikanlaşan bir Ermeni toplumu yaratmaktaydı. Amerikalı tüccar
ve iş çevreleriyle sıkı iş ilişkileri ve ortaklığı olan bu tüccarlar, Amerika’daki Ermeni
propagandası ve Türk düşmanlığının temel kaynaklarından birini oluşturmuştur. Başka
bir ifadeyle Ermeni propagandasının gerisinde sermaye vardı ve kışkırtıcılardan önemli
bir grup tüccarlar idi.
Türk-Amerikan ilişkilerinin, özellikle Cumhuriyete kadarki dönemde en ağırlıklı
konusu misyonerlik faaliyetleri olmuştur denilebilir. Amerikalı Protestan misyonerlerin
Osmanlı Ülkesindeki faaliyetleri 1820 yılında başlamıştır.1810 yılında ABD’de üç
302
Protestan kilisesinin üyeleri tarafından kurulan Amerikan Protestan Örgütü (American
Board of Commissioners for Foreign Missions–kısaca American Board) Lübnan, Suriye
ve Anadolu’yu gezerek Türkler, Araplar, Rumlar, Ermeniler gibi milliyetler hakkında
bilgiler topladılar. Protestanlaştırmaya en uygun toplumun Ermeniler olduğu sonucuna
varan misyonerler 1830’dan itibaren bu alanda yoğunlaştılar. Gelişen Amerikan
misyoner örgütünün yirminci yüzyıl başında Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarında
geniş bir ağı oluşmuştu. Board Heyeti kiliseler tesis etmiş durumdaydı. Lise ve daha alt
düzeydeki Evangelist okullarında binlerce öğrenci bulunmaktaydı. Evangelistler
Türkleri Hıristiyanlaştırma konusunda başarılı olamamış, buna karşın Ermenileri
Protestan mezhebine çekme konusunda mesafe almışlardır.
Ermeni milliyetçiliğini hazırlayan faktörler arasında Protestan misyonerlerin
çalışmaları önemlidir. Bu misyonerlerin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki faaliyetlerini
1840’lardan itibaren arttırdıkları görülmektedir. Görünürdeki amaç dini ve mezhepsel
olarak gösterilmekle birlikte esas amaç farklıdır. Amaç Amerikan’ın Ortadoğu’daki
çıkarlarını geliştirmek ve korumaktır. Misyonerlik çalışmaları Rum ve Ermenileri, Türk
ve İslamiyet düşmanı yapma konusunda çok etkili olmuştur. Bu bağlamda Protestan
kilisesi ve kolejinin Ermeniler üzerinde büyük etkisi olmuştur. Sonuçta bu gelişmeler
Osmanlı Devleti’ni zayıflatmış, emperyalist güçlerin konumunu güçlendirmiştir.
Öte yandan Amerikan halkının Ermeni meselesi hakkında koşullandırılması
sistemli bir şekilde yürütülmüştür. Ermeni meselesinin Amerika’ya taşınmasında
misyonerlerin rolü büyüktür. Misyonerlerle Ermeniler arasındaki ilişkilerin en önemli
noktasını
Amerika’da
Türklere
karşı
bir
kamuoyu
yaratmak
oluşturmuştur.
Misyonerliğe karşı Müslümanların karşıt bir yaklaşımı olmamış, bilakis direnç
Protestan etkisinden tedirgin olan Ermeni Patrikliğinden gelmiştir. İngiliz ve Amerikan
politik etkinliği ve maddi güçle kısa sürede bu engel aşılmış ve Ermeni milliyetçiliğini
körükleyen misyoner okulu sayısı 1845’de 7 iken, 1913’de 450’ye öğrenci sayısı ise
26.000’e ulaşmıştır.
Amerika’da Ermeni propagandasını kolaylaştırıcı bir diğer neden çok önceden
beri süregelen Türk ve Müslümanlar hakkındaki yerleşmiş önyargılardı. Türkler
303
hakkındaki ondokuzuncu yüzyıla devreden kültürel önyargı Ermeni meselesinde
Türklere karşıt düşünce ve tutumların oluşumunda kolaylaştırıcı rol oynamıştı. Bu
bağlamda ABD ve Kanada’da Ermeni-Türk anlaşmazlığının en basit algılanma şekli
“Türkler tarafından öldürülen Ermeniler” şeklindeki kabullenme olmuştur. Amerikan
halkında Hıristiyan oldukları için kendilerine güven duyma önyargısının dışında
Ermenilerin iki büyük avantajı bulunmaktaydı. Bunlardan birincisi Ermenilerin
Amerika’nın büyük şehirlerinde yerel gruplar oluşturmuş olmasıydı. Bunlar seslerini
duyurabilmekte, düzenli olarak gazetelere yazarak Amerikan kamuoyunu görüşlerine
çekebilmekte hatta kongre üyelerine yazmaktaydılar. Böylece uzun bir süre Ermenilerin
dışındaki toplum yalnız Ermeni çevrelerine bağımlı tek kaynakla koşullandırılmışlardır.
Ermeni toplumunun genelde Müslümanlar ve özelde Türkler hakkındaki olumsuz
görüşleri toplumun genelinde paylaşılmaktaydı. Türklere ise gerek Ermeniler, gerekse
Amerikan ruhban sınıf tarafından kendilerini ifade imkanı verilmemekte, fanatik
Müslümanlar olarak isimlendirilmekteydi. Ermenilerin ikinci büyük avantajını ise
Protestan misyonerlerinin raporları ve çeşitli yazılarıyla Ermeniler lehinde yarattıkları
ortam oluşturmaktaydı.
İngiliz propaganda sistemi de Amerikan kamuoyunu etkileyen önemli araç
olmuştur. İngilizler tarafından doğrulanmamış hatta imza bile bulunmayan dokümanları
biraraya getirilip resmi bir statü verilerek ‘Mavi Kitap’ isimli bir kitap yayımlanmıştır.
Kitabın içerisindeki referanslar dünyanın çeşitli yerlerinde yayınlanan Ermeni gazeteleri
ile misyonerlerden aldıkları bilgileri aktaran Ermeni Mezalimi Komitesidir. Bu gibi
propagandanın temel amacı ABD’ni Almanya’ya ve Osmanlı Devleti’ne karşı bir
savaşın içine çekmekti. Bu propaganda kitabı bile Ermeni meselesi için referans olarak
kullanılmıştır.
Ermeni sorununda Ermeniler lehinde propagandaya karışan pek çok isim vardır.
Bunlardan önemli birisi ABD’nin İstanbul’daki Büyükelçisi Henry Morgenthau’dur.
New York şehri Haham’ı Stephen Wise’ın gayretleri sonucu kendisine Osmanlı
Büyükelçiliği görevi verilen Morgenthau 27 Kasım 1913’de İstanbul’a gelmiş Şubat
1916’da geri dönmüştür. Kitap Morgenthau ABD’ye dönüşünden iki yıl sonra
“Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü” adıyla yayınlamıştır. Türkler hakkında iftiralarla
304
dolu olan kitap Amerikalıların nesiller boyu bir ulus ve ülkeye bakış açılarının
şekillendirilmesinde etkili olmuştur. 1920’lerde Amerikan kamuoyunun belirgin
özelliklerinden biri haline gelen ve bugüne kadar uzanan Türk karşıtlığının önemli bir
unsuru olan Morgenthau’nun kitabı İttihat ve Terakki Hükümetinin Birinci Dünya
Savaşını ileri sürerek Ermeni azınlığa karşı planlı soykırım uyguladığı iddialarının
kaynağını oluşturmaktadır. Ancak daha sonra kitabın esas yazarlarının kendisinin
Ermeni yardımcıları olduğunu ortaya koyan kitaplar yayımlanmıştır.
ABD, bağımsızlığını kazanması sonrasında hem bağımsızlığını korumak hem de
ülkenin sahip olduğu zengin kaynaklara bağlı olarak yeniden Avrupa’nın sömürgesi
olmamak amacıyla 1823’de temel noktası “Amerika Amerikalılarındır” ifadesinde
yerini bulan Monreo Doktrini’ni benimsemiştir. Bu doktrin ABD’nin eski dünyanın
politikasına uzak kalmasını öngörmekteydi. Ancak Birinci Dünya Savaşı sonrası
oluşturulan Amerikan politikalarının genel çerçevesine bakıldığında ABD’nin Avrupa
merkezli uluslararası politikalara yönelmesi yalnız Ermeni sorununun gelişimi ile sınırlı
olmayıp, esasta 20.yüzyılın küresel boyuttaki uluslararası ilişkilerini etkileyen
gelişmeler sözkonusudur. Bu bağlamda ABD, 20. yüzyıl başlarına kadar Avrupa ile
ilişkilerinde Monreo Doktrinine bağlı bir politika izlemiştir. Ancak 20. yüzyıl
yaklaşırken yeni sanayileşmiş ülkenin ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak, hammadde
kaynakları elde etmek, küresel pazarlarda rakiplerine karşı etkin bir konumda olmak,
genişleme siyasetine girme zorunluluğunu beraberinde getirmekteydi. Bu dönemde
ABD, Batı’nın güçlü devletleri kadrosunda yerini almaya hatta onların ilerisine
geçmeye çalışmıştır. Ancak sömürgeci emperyalistlerin silahlı, kan dökücü ve pahalı
yayılma politikalarını modası geçmiş bularak yeni yöntemler geliştirmiştir. Amerika
insani değerlere vurgu yapan yayılma politikalarına yönelmiş ve dikkati çekmeden
faaliyet gösteren misyoner örgütleri ve eğitim kurumlarıyla Yakın Doğu’da konumunu
güçlendirmiştir. Bölgedeki ulusal çıkarları ve ticari ilişkilerini geliştirmek için Açık
Kapı politikasını geliştiren ABD, diğer silahlı işgal kuvvetleri ile Yakın Doğu’ya
girerek sömürgeci yüzlerini gösteren yayılmacı güçlere karşı oluşan tepkilerden kendi
çıkarları doğrultusunda yararlanma yolunu seçmiştir. Bunda da başarılı olmuş, yarattığı
toplumsal psikolojik etkenler nedeniyle Kurtuluş Savaşı öncesi Türk aydınları ve pek
305
çok etkin çevreler ABD’yi, Türkiye için kurtarıcı olarak görmüşler ve Amerikan
mandasını savunmuşlardır.
ABD’nin 6 Nisan 1917’de Almanya’ya savaş açması, Amerika’nın Ortadoğu
politikasını kısmen etkilemişti. Ancak Amerika’nın savaşa katılması Osmanlı
Devleti’ndeki çıkarları ile bağlantılı değildi. Amerikan Board Heyeti, Amerika ile
Osmanlı Devleti arasında başlayacak bir savaş durumunda misyonerlik faaliyetlerinin
zarar göreceği, bu durumda Ermenilere yardım edemeyeceklerini değerlendirerek
yönetim üzerinde lobi faaliyeti yapmış ve başarılı olmuştur. Çünkü Osmanlı
İmparatorluğu’nda faaliyette bulunan pek çok Amerikan misyoner okulu ve hayır
kurumu vardı. Bunların çalışmalarını sürdürmesi Amerikan kamuoyu açısından önem
taşımaktaydı. Misyoner örgütlerinin ABD’yi Osmanlı Devleti ile savaşa sokmama
gayretlerinin yanında Osmanlı yönetiminde de ABD’ye karşı sıcak bir tavır görülmekte
ve her iki devlet arasında doğrudan bir çıkar çatışması bulunmamaktaydı. Ancak
Osmanlı Devleti’nin İttifak Devletleri tarafında savaşa girmesi ABD karşısındaki
Alman savaş gücünü arttırmış olduğundan Osmanlı-ABD ilişkileri doğal olarak koptu.
Sonuçta İtilaf Devletlerinin Orta Doğuya ilişkin savaş amaçları ABD’nin de Barış
Konferansına katılmasına yol açtı.
Denilebilirki başlangıcından itibaren yirminci yüzyılın ortalarına kadar olan
sürede Türk-ABD ile ilişkilerinin en fazla önem kazandığı dönem 1919-1920 yılları
olmuştur. Bu zaman Paris Konferansı’nın toplandığı ve Osmanlı Devleti’nin geleceği
için karar verileceği bir dönem olması nedeniyle çok önemli idi. Bu süreçte Osmanlı
Devleti’ni parçalama girişimleri en yüksek noktasına ulaşmıştı. Ermeniler emperyalist
devletlerin şemsiyesi altında bundan pay alabilmek amacıyla propagandalarını
yoğunlaştırmış ve Paris Barış Konferansına büyük Ermenistan talepleriyle gelmişlerdi.
Amerika’da da yoğun bir Ermeni propagandası yürütülmekte insani yardım adına
bundan pek çok kuruluş beslenmekteydi. Bu kuruluşlar doğal olarak bağımsız
Ermenistan fikrini desteklemişlerdir.
Diğer taraftan Paris Barış Konferansına katılan Ermeni heyeti savaşta İtilaf
Devletlerine olan katkılarını öne sürmüş, geçmişte Ruslardan ve Türklerden gördükleri
306
baskı vb. yakınmaları dile getirmişler, Ermenistan’a ilişkin şu toprak taleplerini
yapmışlardır.
a. Maraş Sancağı dahil olmak üzere Kilikya bölgesi, altı vilayet olarak
adlandırdıkları Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbakır, Harput, Sivas vilayetlerinin tamamı ile
Trabzon vilayetinden verilecek Karadeniz bağlantısı.
b. Kafkas Ermenistan’ının Osmanlı Devleti bölgesindeki Ermenileri de içerecek
şekilde genişletilerek tek bir Ermeni Devleti’nin oluşturulması. Yani büyük Ermenistan
Ermeni meselesinin Paris’te görüşüldüğü dönemde misyonerlerin faaliyetleri de
etkin olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sonrasına kadar Amerikan misyonerlerinin
Osmanlı İmparatorluğu’nda faaliyetleri ve bunun arkasındaki devlet desteği, azınlıklar
arasında milliyetçi fikirlerin uyandırılması dışında genelde kültürel düzeyde kalmışsa da
barış görüşmelerinin başlamasıyla güçlü bir ivme kazanmış ve ABD’nin dış politikasını
etkileyecek konuma gelmiştir. Misyonerler ve dinci çevreler kendi görüşlerine göre
Birinci Dünya Savaşı gibi bir Haçlı seferinin sonuçlandırılmasını beklemekteydi.
Amerika’daki Wilson’un şahsında kendilerine yakın bir müttefik bulduklarından
emindiler. Wilson, yetiştiği çevre ve arkadaş grubu olarak kendi içlerinden çıkmış bir
liderdi. Board misyonerinden başka Başkan eski İstanbul Büyükelçileri Henry
Morgenthau’un haberlerine dayanarak Türklerin Ermenilere mezalim uyguladığını iddia
etmiştir. Bu durum Türkiye’ye ilişkin Amerikan politikasında dezenformasyonun
boyutlarını büyüklüğünü göstermektedir.
Diğer taraftan 1919 yılı süresince bir Ermenistan kurulması ve bunun mandasını
ABD’nin üstlenmesi konusunda gerek Ermenilerin gerek İtilaf Devletlerinin Başkan
Wilson üzerinde etkili olma çabaları görülmektedir. Karar organları, hükümet çevreleri
bu konuda büyük baskı altına alınmıştır. Çünkü Amerikan kamuoyunun büyük
çoğunluğu geçmişten gelen uzun bir propaganda süreci sonunda mezalime uğrayan
Ermeniler ve cani Türkler hikayesine inandırılmıştır. Ayrıca pek çok etkili çevre ve
kişinin yönetim üzerinde bu paralelde girişimleri yoğunluk kazanmıştır. İtilaf Devletleri
özellikle İngiltere Barış Konferansı’nda tasarladıkları bağımsız Ermenistan’ın
mandasını ABD’nin üstlenmesine gayret etmişlerdir. Çünkü Ermenistan kurmayı
307
tasarladıkları bölgede Ermenilerin çoğunlukta olmadıklarının farkında idiler. Yapay bir
Ermenistan’ı ayakta tutmanın yüksek bedeli olduğunu hesaplamaktaydılar. Sonunda
Barış Konferansı Dörtler Konseyince Osmanlı İmparatorluğunun bazı parçalarının
manda sistemi altında gelecekte alacağı yönetim yapısı hakkında araştırma yapılması
kararı alınmıştır. Başlangıçta bu görev için dört ülkenin görevlilerinin katılımı ile
kurulacak bir komisyon üzerinde anlaşmaya varılmış ise de daha sonra ABD yalnız
kalmış, görev tamamen Amerikalı komisyon tarafından yerine getirilmiştir.
Dörtler Konseyi olarak Milletler Cemiyeti adına Osmanlı İmparatorluğu
topraklarında inceleme ve araştırma yapma görevinde ABD’nin yalnız bırakılmasının
nedenleri vardır. Belirtilen tarihte gerek İngiltere, gerek Fransa Orta Doğu’daki Osmanlı
topraklarını daha önce aralarında vardıkları Londra Anlaşması çerçevesinde
(Mezopotamya, Filistin İngilizler, Suriye ve Çukurova Fransızlar, Güney Anadolu
İtalyanlar tarafından) işgal etmişlerdi. Dolayısıyla bu bölgelerin geleceğine ilişkin zaten
yapılacak ilave bir şey kalmamıştı ve nüfuz sahaları de fakto olarak gerçekleştirilmişti.
Geriye azınlıkta olmalarına karşın yalnız Ermeniler için Doğu Anadolu ve Çukurova
(Kilikya) bölgelerinde bağımsız bir Ermenistan kurulması kalmıştı. İngiltere ve Fransa
böyle bir Ermenistan’ın kendi işgal ettikleri bölgeler ile Rusya arasında bir tampon
işlevi görmesini istemekle birlikte bu suni devleti ayakta tutabilecek güçlerinin
olmadığının farkındaydılar. Harp sonrası ordularını büyük ölçüde terhis etmiş bu
ülkelerin Rusya’da gün geçtikçe güçlenen ve Kafkaslara yönelen Bolşeviklerle çatışma
gibi bir seçenekleri bulunmamaktaydı. Bu nedenle bağımsız Ermenistan’ın kurulmasını
istemekle beraber bunu koruyacak haminin ABD olmasına gayret etmekteydiler.
Böylece kendi güçlerinin yetmediği yerde ABD’yi kullanarak ulusal politikalarını
dolaylı da olsa gerçekleştirmiş olacaklardı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılması sonunda, Türk çoğunluğu bulunan
topraklar üzerinde bağımsız bir Türkiye’nin bırakılması gerektiğini ilân eden Wilson
yönetimi, “Türkiye’nin Yeniden Kurulması” konusunda bir komisyon teşkil etmişti. Bu
komite, her ne suretle olursa olsun, büyük çoğunluğu ile Türk bulunan Doğu
Anadolu’da bağımsız ve muhtar bir Ermenistan kurulmasını reddediyordu. Fakat,
Amerika’da Ermeniler çıkarına yapılan abartılmış propagandalara kanmış ve kapılmış
308
olarak Paris Konferansı’na gelen Wilson, orada da Lloyd George, Clemanceau ve
Orlando’nun paraleline düşmüştü. Manda formülü ile Türk topraklarını büyük
lokmalara parçalayıp aralarında paylaşmaya kalkışan İtilâf Devletleri’nin liderleri,
Amerika’ya da kurulacak Ermenistan’ın manda yönetimini, bir de Boğazlar ve İstanbul
üzerinde teşkili düşünülen mandayı bırakmışlardı.
Barış konferansının bu aşamasına büyük ölçüde damgasını vuran ABD’nin iki
önemli faaliyeti kendisinin Ortadoğu’da üstleneceği yükümlülükleri gerçekleri yerinde
saptayarak belirlemeye çalışması olmuştur. Bu faaliyetleri King-Crane ve General
Harbord Komisyonları yürütmüştür. Paris Barış Konferansında müttefikler Türkiye’nin
yeni siyasi yapılanmasına ışık tutacak bilgilerin derlenmesi ve önerilerin yapılması
amacıyla tasarladıkları araştırma komisyonu için yalnız ABD üye görevlendirmiş
olmasından ötürü doğal olarak sunulan sonuç raporu tamamen Amerikan kaynak ve
görüşlerine göre düzenlenmiştir.
King-Crane Raporunda Kilikya ile ilgili olarak; bölgenin Suriye’nin bir parçası
sayılamayacağı, eski Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkçe konuşulan bölümleriyle
birlikte ele alınmasının uygun olduğu, ayrıca nüfus istatistiklerinin değişkenliğine
rağmen bölgede savaştan önce de Müslüman nüfus oranının belirgin biçimde
Ermenilerden yüksek olduğu, Araplar tarafından düzenlenen Şam Konferansında
Kilikya’yı Suriye’nin bir parçası olarak gösteren iddianın ne tarih ne ekonomi ne de
konuşulan dil faktörleri açısından haklı gösteren hiçbir bulgu olmadığı saptamaları yer
almıştır. Yani ABD’nin ilk araştırma komisyonu Kilikya’nın Ermenistan’a bağlanması
yönündeki Ermeni iddialarını çürütmektedir. Rapor, Ermeni iddialarında yer alan
Karadeniz’den Akdeniz’e uzanan bir Ermenistan’ın yaşama şansının olmadığını
belirtmektedir. Ancak Ermenilerin nüfuslarını arttırabileceği, Türklerin ise terk
etmesinin kolay olduğu bir alanda Ermenistan kurulmasını, Ermenilere çoğunluk
sağlayıncaya kadar mandater bir gücün destek vermesini önermektedir. Bunun uzun
süre alacağı değerlendirilmektedir. Amerikan kamuoyundaki Ermenilere karşı olan
duygusal yaklaşım, Paris Barış Konferansının siyasi atmosferini tatmin etme gibi
kaygılar hissedilen bu rapor dahi en azından iki şeyi daha ortaya koymaktadır; büyük
Ermenistan’ın mümkün olmadığı, kurulması tasarlanan bölgede Ermeni çoğunluğunun
309
bulunmadığı. Eğer bir Ermenistan kurulacak ise Ermenileri yoğunlaştırma, Türkleri
seyrekleştirmek gerekecektir. Bu ancak güçlü bir dış destek gerektirir. Raporun anlamı
kamuoyu baskısı ve İtilaf Devletlerinin teşviki ile ABD’nin Ermenistan mandasını
üstlenmesi uzun süreli ve külfetli bir sorumluluk olacaktır şeklindedir.
Barış Konferansı’nda Ermenistan mandasını üstlenmesi için epeyi baskıya
maruz kalan ve dezenformasyonla oluşturulan ABD kamuoyunun tercihlerinin farkında
olan Başkan Wilson konuyu yerinde incelemek üzer bir heyet daha görevlendirmiştir.
Ermenistan üzerinde de bir Amerikan mandasının uygun olup olmadığını incelemek için
bölgeye gönderilen General Harbord’un rapor ve gözlemleri sonucunda, Amerika’nın
Ermenistan üzerinde bir mandaterliğine iyimser bakmadığı ortaya çıkmaktadır. Heyet
Ermenistan üzerinde bir mandayı tek başına kabul etmeye karşı idi. Zira idari, askeri,
demiryolu, yardım ve sağlık harcamaları dahil böyle bir teşebbüsün beş yıl için toplam
maliyeti 756.014.000 dolardı (2007 karşılığı 19.8 milyar dolar). Wilson’un 59 bin
askere ve 756 milyon dolara lüzum gösteren Harbord raporunu aldıktan sonra Ermeniler
lehine bir mandanın kabulünü nasıl olup da, Senatoya tavsiye ettiği normal mantıkla
anlamak mümkün değildir. Ancak Amerikan seçimleri yaklaşmaktadır. ABD
kamuoyunda Türk düşmanlığının en yüksek Ermenilere merhametin en yüksek olduğu
bir dönemde Wilson’un bu yaklaşımından Ermeni meselesinin Amerika’da daha o
dönemlerde bile iç politika malzemesi yapıldığı sonucu çıkmaktadır. Yine Harbord
raporuna göre bu yardım, Amerikan Kongresinin müttefik ülkeler için ayırdığı ve henüz
harcanmamış milyonlarca doların Transkafkaslar’a düşen kısmı ile yapılıyordu.
Yakındoğu Yardım Komisyonunun (Near East Relief) bağışları da bu yardım için
kullanılıyordu. Bu arada Amerikan halkının yapmış olduğu bağışlar da söz konusu
edilmekteydi. Bu yardımlar sayesinde mülteciler açlıktan kurtarılmış, bu bölgede
Amerika adı o zamana kadar hiç erişmediği bir yüksekliğe ulaşmış, sevgi kazanmıştı.
Ancak bu yardımların tüm unsurlara aynı oranda dağıtıldığını söylemek mümkün
değildir. Yerel görevlilerin yardım masraflarında yaptıkları ayrıcalık incelemeye
değerdi. Hıristiyanları, Müslümanlara karşı kayırmaları için yapılan yakınmalara sık
rastlanıyordu.
310
Amerika, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele döneminde Türkiye ile
ilişkilerinde dikkatli bir politika izlemiştir. Amerika’nın Türklere gösterdiği yakınlık
sebebiyle, Ankara Hükümeti de, Anadolu’daki Amerikan okul ve misyonerlerine iyi
davranmaya çalışmıştır. Ankara Hükümeti’nin bu tutumundan faydalanan birçok
Amerikan cemiyeti, Anadolu’da ve Kafkasya’da faaliyetlerde bulunmuştur. Bu
bağlamda başta Amiral Bristol olmak üzere, General Harbord, Albay Haskel ve Daily,
King-Crane gibi Amerikan Heyetlerin Kafkasya Bölgesinde çalışmaları görülmüştür.
İstanbul’a ABD yüksek komiseri olarak 1919 başında atanan Amiral Mark
Bristol, Yakın Doğu’ya ilişkin konularda misyoner, insani yardım kuruluşu çalışanları,
Ermeniler ve Rumların yaklaşımları ile iş adamı, Türkler ve Türkiye’deki yaşayan
Amerikalıların görüşlerinin tamamen farklı olduğunu saptamıştır. Türkiye’ye varışından
itibaren politik ortamı daha iyi kavrayan Bristol, İtilaf karşıtı önyargılarında
yanılmadığını (İzmir’in işgalini yerinde inceledikten sonra) olaylar ve müttefiklerin
eylemleriyle işledikleri suçları izleyerek anlamıştır. Bristol’e göre ülkeyi (Türkiye)
bölmeye ilişkin her fikir kesinlikle yanlıştır. Amirale göre küçük parçalara ayrılmış bir
imparatorluğun savunması bütünlük sağlayan bir yapıya göre çok daha zordu. Bristol’e
göre ülkede “yalnız bir etnik grubun tek başına yaşadığı ve bu nedenle bu ırka tahsis
edilebilecek konumda bir bölge” yoktur. Ülke dışında kitaplar ve gazetelerden elde
edilen yanlış fikirler vardır. Bu da Osmanlı İmparatorluğunda yalnız bir etnik grubun
yaşadığı değişik bölgeler bulunduğu, buna bağlı olarak da etnik grupların arasındaki
hatlar esas alınarak Türkiye bölünebileceğidir. Bu gelişmeler bağlamında, İtilaf
Devletleri’nin entrikalarına tanık olan Mark Bristol Osmanlı İmparatorluğu’nun
tamamında bir Amerikan mandasını yeğlemekteydi. Genel kabul görmesi için bu
mücadelesini aşama aşama yürüten Bristol ilk aşamadaki temaslarında Türkiye’nin bir
manda yönetimine bırakılmasından bahsetmekteydi. Birkaç ay sonra ikinci aşamada
mandater devletin kaynakları ve diğer potansiyel imkanlarının güçlü olması gerektiğini
ileri sürerek en mantıklı çözüm olarak bu manda görevinin ABD’ye verilmesini
savunmaktaydı.
Bristol’ün
bu
programı
Türkiye’deki
Amerikalıların
büyük
çoğunluğundan destek görmüştü. Bu dönemde Türk aydınları “Türk Wilsoncular
Cemiyeti” adı altında bir cemiyet kurmuş ve Osmanlı Devleti’nin Amerikan mandası
311
altında bütün olarak muhafazasını savunmuşlardı. Yani Bristol ile Türk liberalleri görüş
birliği içerisindeydiler denilebilir.
Diğer taraftan Bristol’ün doğrulukla belirttiği gibi farklı etnik gruplar bütün
Türkiye sathında iç içedirler. İmparatorluğu parçalanması halinde her egemen bölge bir
ırk tarafından yönetilecek olursa, böyle bir durum etnik gruplar arasındaki çekişmeyi
hiçbir zaman ortadan kaldırmayacak ancak daha ufak topluluklar halinde ve yan yana
yaşayan grupların duygularını bir ulus çatısında birleşmeleri halinde çatışma ortamı da
kalkacaktır. Bristol’e göre Türk Devletinin bütünlüğü, dinin politikadan soyutlanması
dahil azınlık grupların arasındaki etnik farklılıkların en alt düzeye indirildiği iyi bir
yönetim biçimi altında korunmalıdır. Amiral Bristol Osmanlı Devletinin bir bütün
halinde bırakılmasına yönelik hareket tarzını benimsemesinden ötürü Türk taraftarı
olmakla suçlanmıştır. Bu bağlamda İtilaf Devletlerinin parçalama siyasetini
doğrultusunda çalışan ve Türkiye’nin Ermenistan gibi bağımsız bölümlere ayrılmasını
isteyen çevreler Amiral Bristol’ü düşman kabul etmişlerdir. Öte yandan Bristol Yakın
Doğu’daki ırklardan hiçbirinin taraftarı olmadığını, zaten bu coğrafyadaki uzun kültür
birlikteliğinden ötürü Türk, Rum, Ermeni, Asuri gibi farklı etnik gruptan insanları ayırt
etmenin kolay olmadığını ifade demiştir. Görüldüğü gibi Bristol daha gerçekçi
değerlendirmeler yapmıştır.
Burada dikkati çeken konu Ermeni meselesinde ABD resmi çevrelerinde fikir
birliği bulunmamasıdır. Belgelerden görüldüğü kadarı ile Ermeni politikası ve
değerlendirmeler konusunda iki taraf bulunmaktadır. Bunlardan birisi Amerikan
kamuoyunda baskı gruplarını içeren Müslüman barbar Türklere ders verilmesi
gerektiğine inanan, Türkiye’deki Ermenilerin bağımsız devlet biçiminde örgütlenmesini
isteyen kesimdir. ABD’nin Türkiye ve Yakın Doğu’da sorumluluklar alması ve
Türkiye’nin manda altına alınmasını savunmuşlardır. Bunlar arasında misyonerler,
yardım kuruluşları üyeleri bazı parlamenter ve eski büyükelçiler bulunmaktaydı. Diğer
kesim bu baskı gruplarının karşısında yer alan ticaret ve iş çıkarlarına öncelik veren
gruptur. Aslında bunu gerçekleri görenler ve bunları saptıranlar şeklinde ayırmak
mümkündür. Gerçekleri saptıranlar tarafında Ermeni mezalimi iddiaları ile ABD
halkından bağış toplayarak kaynak sağlayan misyoner örgütleri bulunmaktadır. Bu
312
örgütler Ermenilere ilişkin gerçeklerden uzak talepler için lobi faaliyetleri yürütmekte,
ayrıca Amerikan kamuoyunu Türkler aleyhine işlemektedirler. Bu bağlamda medyadan
önemli destek alınmaktadır. Morgenthau gibi bilgi sahibi olamayan ve konulara Ermeni
yardımcılarının ağzıyla yaklaşan meslekten diplomat olmayan ABD büyükelçisi gibi
bazı kişiler Ermeni iddialarını desteklemişlerdir. Uzun süre propaganda faaliyeti yürüten
bu çevreler Amerikan kamuoyunu büyük ölçüde yanıltabilmişlerdir. Diğer tarafta
General Harbord, Amiral Bristol gibi gerçekleri çekinmeden yansıtan bazı görevliler de
bulunmaktadır. Bunlar olayları duygusal baskılardan uzak, objektif biçimde
değerlendirmektedirler. Bunların objektif davranmalarının önemli bir nedeni asker
oluşlarında aranmalıdır. Çünkü askerler mesleki edinimlerinin yanısıra, popülist
kaygılarla davranan politikacı veya bireysel veya cemaat çıkarlarına dayalı kaygılarla
davranan ticaret ve misyonerlik çevreleri gibi davranmamakta, gerçekleri politik baskı
olmadan daha objektif ortaya koyabilmektedirler.
Konunun diğer yönü Türk Kurtuluş Savaşının Doğu Anadolu’daki cephesidir.
Birinci Dünya Savaşı sonuna yaklaşıp Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri ile anlaşma
zemini ararken Doğu Anadolu’da 21 Ekim 1918’de Brest-Litovsk Antlaşması gereğince
Osmanlı Devleti’ne iade edilen Kars, Ardahan, Batum dışında Kafkasya’da bulunan
ordulara çekilme emri verilmişti. Osmanlı Ordusu’nun çekilmesi sonrasında 30 Kasım
1918’de Kars İslam Şurası’nın davetiyle Orduabad, Doğu Şüregel, Ahıska, Ahılkelek
bölgelerinin temsilcilerinin de katılımı ile Batum’dan Orduabad’a ve Ağrı Dağından
Azgur’a kadar halkının çoğunluğu Türk olan bölgede merkezi Kars olmak üzere ismi
Cenubi Garbi Kafkas Hükümet-i Muvakkitesi (5 Kasım 1918 -12 Nisan 1919) olan
“Milli Şura Hükümeti” kurulmuştu. Ancak yerel Milli Şura Hükümeti 12 Nisan’a kadar
devam etmiş, bu tarihte İngilizler güç kullanarak bu hükümeti dağıtmışlardır.
Kars bölgesini İngilizlerden teslim alan Ermeniler, Türklerin direnmelerine
karşın Iğdır-Sarıkamış-Kağızman ve Tuzluca’yı ele geçirerek sınıra gelmişlerdi.
Ermeni kuvvetleri, Erivan, Çıldır, Gümrü, Kars, Göle, Ardahan, Iğdır, Kağızman ve
Sarıkamış bölgesine yerleşmişti. Bu kuvvetin sayısının yirmibine çıkacağı tahmin
edilmekteydi. Ayrıca üç bin kadar Taşnak çetecisi vardı. Bölgenin yerli halkıyla
Ermeniler arasında çarpışmalar eksik olmuyordu. Ermeniler ele geçirdikleri
313
bölgelerdeki halkı öldürüyor veya göçe zorluyordu. Bu arada İngilizler yoğun bir
propaganda uyguladıkları Ermenileri Türk hedeflerine doğru yönlendirmişlerdi.
Amaçları Mondros Mütarekesine ters düşmeden Anadolu’yu ve Kafkasya’yı ele
geçirmekti. Doğu Anadolu’da İngilizler, Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’da ise
Fransızlar Ermenileri kullanarak kendilerine kalıcı nüfuz alanları kurmak ve bunu
koşulların elverdiği oranda genişletme çabalarına girişmişlerdi.
Doğu Anadolu’nun Ermenilere verileceğinin hissedilmesi bölge halkı üzerinde
büyük bir heyecan ve tedirginlik yaratmış ve direniş için ilk önce “Doğu Anadolu
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” oluşturulmuştu. Samsun’a çıkışından itibaren 9 ncu Ordu
Müfettişi Mustafa Kemal Paşa Ermeni meselesindeki gelişmeleri yakından izlemiş ve
girişimleriyle ilgili makam ve adresleri uyarmıştır. 1919 Ağustos ve Eylül’ünde
toplanan Erzurum ve Sivas Kongreleri Osmanlı Devleti’nin 30 Ekim 1918’deki
Mondros Ateşkes anlaşmasının imzalandığı tarihli hattı esas alarak bunun içerisinde
kalan ve ezici çoğunluğu Türk olan bölgenin bölünemeyeceğini kabul etmiş, her türlü,
manda ve himaye fikrini reddetmiştir. Daha sonra Misak-ı Milli adını alacak bu
prensipler Anadolu’daki gelişmeler üzerine İstanbul’da son defa toplanan Osmanlı
Meclis-Mebusanı tarafından kabul edilip ilan edilmesi İstanbul İngilizler tarafından
işgal edilmesine yol açmıştı. Bu sırada Güneydoğu Anadolu ve Çukurova’da Fransızlara
karşı başlayan halkın silahlı direnişi sürmekteydi.
Bir tarafta İstanbul’un işgali, Ankara’da Millet Meclisi’nin kurulması gibi
gelişmeler olurken, diğer tarafta Kazım Karabekir Paşa 28 Mart 1920 tarihinde Meclis
Başkanlığına Bolşevik Ordusu’nun Kafkasya’ya inmesi ve Azerbaycan’a direnişsiz
kabul edilmesi, ayrıca bu kuvvetlerin Azerbaycan üzerinden Gürcistan’a yönelmeleri
şeklindeki gelişmelere bağlı olarak üzerine bölgeye askeri harekat düzenlenmesine
müsaade edilmesini önermişti. Ancak Mustafa Kemal Paşa kendisine 6 Mayıs’ta
bulunulan süreçte siyasi koşulların bu hareket için uygun olmadığını bildiren cevabi
mesaj
göndermişti.
dayanmaktadır. Rusya
Ermeni
harekatının
ile ilişkilerin
ertelenmesi
diplomatik
nedenlere
Ankara lehine bir zemine oturtulması
beklenmektedir. Diğer taraftan uzun olmayan bir süre önce bölgede incelemeler yapan
ve Türkler hakkında olumlu görüşler içeren raporlar veren Amerikan heyetlerinin
314
bulunulan süreçte değer taşıyan bu olumlu katkılarının zarar görmemesine de önem
verilmektedir.
1920 yılı başlarında Kafkaslarda bu gelişmeler olurken Ermeniler Barış
Konferansında isteklerini almak için yoğun gayret içerisinde idiler. İtilaf Devletleri,
ABD’ne Ermenistan sınırları konusunda aralarında bir mutabakat olmadığını bildirdiler.
Bundan daha önemli olarak İtilaf Devletleri, ABD’nin Ermenilere güçlü dış destek
sağlanmazsa Türklerin kendi elinden alınarak Ermenilere verilecek bölgeden
vazgeçmeyeceklerini, kendilerinde ise bu gücün olmadığını bildirdiler ve iki istekte
bulundular. Bunlardan ilki Başkan Wilson’un bağımsız Ermenistan’ın batı ve güney
sınırlarının saptanması konusunda hakemlik yapmasını, ikincisi ise Ermenistan’ın
mandasını ABD’nin üstlenmesi idi. Wilson Ermenistan’ın sınırlarının saptanmasında
hakemliği kabullenmesi açısından bir tereddüt yaşamamakla birlikte parlamento onayı
gerektiren Ermenistan mandasının üstlenilmesi noktasında karşıt görüşe sahip Kongre
ile çatışmaya girmekten kaçınarak konuyu Kongre gündemine getirmedi. Ancak birkaç
ay sonra General Harbord ve Amiral Bristol’ün raporlarına dayanarak dışişleri
Ermenistan önerisini Kongre gündemine getirmemesini telkin etti ise de fikrini
değiştiren Başkan 24 Mayıs’ta konuyu Kongreye taşıdı. Ancak 1 Haziran 1920
itibariyle öneri kabul edilmedi. Önerinin kabul edilmemesinde kuşkusuz Harbord ve
Bristol’ün raporlarının büyük etkisi olmuştu. Başkan yine de 10 Ağustos’ta Osmanlı
Hükümeti’ne kabul ettirilen Sevr Antlaşmasındaki Ermenistan sınırını saptamıştır.
Bu sıralarda Türkiye ve Kafkaslardaki koşullara bakıldığında Batı Cephesi’nde
Sevr hükümlerini kabul ettirmek için Yunanlıların giriştiği harekatın durduğu, Adana
cephesinde Fransızlara karşı başarı gösteren harekatın devam ettiği, İtilaf güçlerinin
Batum’u boşalttığı, batıda Bolşeviklerin Polonyalılara yenildiği ve İngilizler’in
Bolşeviklerle yaptığı görüşmelerin kesildiği siyasi bir konjoktür yakalanmıştı. Böylece
1920 yılı Ağustos ve Eylül aylarında Türk-Ermeni meselesinde ne Batılı müttefiklerin
ne de Bolşeviklerin müdahale edebilecekleri bir ortam kalmamıştı. Bu koşullar
değerlendiren Genelkurmay Başkanlığı’nın doğuda taarruza geçilmesi önerisi Meclis
tarafından uygun karşılanmış ve Bakanlar Kurulu 20 Eylül 1920’de Doğu Cephesi
Komutanlığı’na askeri harekatla Kars dahil üç sancağın kurtarılması direktifini vermişti.
315
Kısa sürede Kars, Sarıkamış, Ardahan, Oltu Ermeni çetelerinden kurtarıldı. Askeri
harekatın ilerlemesi karşısında Ermeniler barış istediler ve 2 Aralık 1920’de Gümrü
Antlaşması imzalandı. Böylece 10 Ağustos 1920’de İstanbul Hükümeti tarafından
aktedilen Sevr Antlaşması ile Ermenilere bırakılan Türklerin yaşadığı doğu illeri ve
1878 Berlin Antlaşması ile Rusya’ya bırakılan ve daha sonra da (1919-1920) Ermeni
işgalini yaşayan Iğdır ve Kulp ilçeleri dahil Kars dolayları anayurtlarına kavuşmuştur.
Buna ilave olarak Ermenistan Hükümeti, Sevr Barış Antlaşmasının hükümlerini
geçersiz saydığını ilan etmekteydi. Doğu taarruzu, Anadolu ihtilalinin ilk askeri
zaferidir. Mecliste ve memlekette büyük yankılar yaratmıştır. Güney Cephesinde
Fransızların yenilmesi ve Suriye’ye çekilmesi ile Çukurova ve Güneydoğu
Anadolu’daki Ermeniler de bölgeden birlikte ayrılıp Suriye’ye gitmişlerdir. 20 Ekim
1921’de Fransa ile Ankara Anlaşmasının imzalanması ile artık yeni Türk Devleti’nin
içerisinde Ermeni meselesi olan çözülmemiş bir meselesi kalmamış oluyordu. Ayrıca bu
gelişmeler özellikle Amerikan kamuoyunda hatta diğer Batılı ülkelerde bile Türk
karşıtlığının yerini sempatiye dönüşmesinde etken olmuştur. Yani Lozan başlarken eski
Türk karşıtlığı her yerde yumuşamıştı denilebilir.
Lozan Konferansına gözlemci statüsü ile katılan Amerika, ulusal çıkarlarının
korunması yönünde politika oluştururken, Ermenileri meselesini de bunun kapsamına
almıştır. Ancak Ermenilere bir “yurt” (yer) verilmesi konusunda Amerika ısrarlı
görünmemektedir. Türkiye doğu sınırlarının Sovyet Rusya ve Ermenistan’la daha önce
yapılan antlaşmalarla belirlendiği ve Ermeni meselesinin aslında çözümlendiği
gerçeğinin farkında olan Amerika, Türkiye’den Ermeniler için toprak ayırmanın
imkansızlığını görmekte ve kendi açısından azınlık haklarının korunmasına ağırlık
vermiştir. Sonuçta Ermeniler azınlık haklarını dışında yurt veya ayrıcalık tanınmamıştır,
ABD ise Lozan sonrası Türkiye ile ilişkilerini ikili bir anlaşmayla düzenlemiştir.
Lozan sonrası Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu yeni Cumhuriyetin eski
teokratik yapıdan uzak, pozitif hukukun uygulandığı çağdaş bir toplum ve devlet yapısı
kazanması Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerini etkilemiş, kendileri azınlık olmayı
terkederek normal yurttaş olma yönünde müracaat etmişlerdir. Lozan’da dini temele
dayalı azınlık anlayışı da böylece kalkmıştır.
316
Türk-Amerikan ilişkileri çerçevesinde Ermeni ilişkilerinin 1918 ile 1923 yılları
arasında
seyrine
ondokuzuncu
bakılarak
yüzyıldan
yapılacak
itibaren
son
değerlendirme
Ortadoğu’ya
açılma
ABD’nin
özellikle
politikasında
Avrupalı
emperyalistler gibi asker ve donanma kullanmayıp yerine misyonerleri kullandığı
izlenmektedir. Ancak misyoner okulları ve faaliyetleri zamanla bir din mücadelesine ve
devlete karşı isyanların organize edildiği, azınlıkların milliyetçiliklerinin kışkırtıldığı
odaklar halini almış, bunun sonucunda birlikte yüzyıllardır komşu olarak yaşayan
insanlar birbirini kırmaya başlamış, sosyal fay hatları oluşmuştur.
Ermeni meselesinin Amerika’ya bu zihniyetteki Ermeniler tarafından taşınmış
olmasına Türklere karşı diğer önyargılarda eklenince 1919 yılında Amerikan yönetimi
Barış Konferansında Ermeni yanlısı bir tutum takındı ise de yerinde incelemeler yapan
ve objektif raporlar veren Amerikan Heyetleri olumsuz önyargıları büyük ölçüde
dengelemiştir. Aynı zamanda bu tarz raporların İtilaf Devletlerinin ABD’yi kendi
çıkarları doğrultusunda yönlendirdiğinin ABD yönetimince anlaşılmasında önemli rolü
olmuştur. Gerçeklerle daha fazla tanışan ABD ise kendi ulusal menfaatlerini Türkiye ile
işbirliğinde görmeye başlamıştır.
317
BİBLİYOGRAFYA
ARŞİV KAYNAKLARI
Armenia, Draft Despatch to President Wilson, The National Archives of the
United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 409, 185.5136/7.
Harbord James B.; Peace Commission Files 184.02102/5 Papers Relating to the
Foreign Relations of the United States 1919; Volume II, US Goverment Printing Office,
Washington, 1934.
Liberal Turkish Views on the Mandotory System, The National Archives of the
United States, Microfim Publication, M 820, Roll 541, Vol 515, 867.01/35 .
Memeorandum for the President Wilson upon the Settlement of the Northern
Portion of the Turkish Empire, The National Archives of the United States, Microfim
Publication, M 820, Roll 409, Vol 383, 185.5136/32 .
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, 1923, Vol. II.
Goverment Printing Office, 1938.
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace
Conference, Volume I, US Goverment Printing Office, Washington, 1942.
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace
Conference, Volume II, US Goverment Printing Office, Washington, 1942.
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace
Conference, Volume IV, US Goverment Printing Office, Washington, 1943.
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace
Conference, Volume V, US Goverment Printing Office, Washington, 1946.
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace
Conference, Volume VI. Washington, 1946.
318
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace
Conference, Volume VII, US Goverment Printing Office, Washington, 1946.
Papers Relating to the Foreign Relations of the United States; The Paris Peace
Conference, Volume VII, US Goverment Printing Office, Washington, 1947.
The National Archives of the United States,Microfim Publication, M 167, Roll 5
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol
383 Roll 536, 867.01/24.
The Armenian Question Before the Peace Conference, The National Archives of
the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 409, 185.5136.
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol
383, Roll 409, 185.5136.
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll
541, Vol 515, 867B.00/89 .
The National Archives of the United States, M 167, Roll 539, 867.4016/816.
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll
541, Vol 515, 867.01/33.
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll
536, Vol 383 867.00/38.
The Turco-Armenian Question-the Turkish Point of View, The National
Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll 409, Vol 383 ,
185.5136/6 .
The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820, Roll
540, Vol 514 867.00/20
The National Archives of the United States, M 167, Roll 539, 867.4016/816.
319
The New York Times, 30 January 1895 .
The New York Times , 18 Aug. 1896 .
The New York Times, 24 Feb. 1896.
The New York Times, 4 May 1904.
The Times of London, 12 Jan. 1915 .
The New York Times, 18 Oct. 1915 .
The New York Times , 2 Nov. 1918.
The Times of London, 30 Jan, 1919,
The New York Times 25 Aug. 1919,
The New York Times 26 Aug. 1919.
The New York Times, 7 Oct. 1919.
The New York Times, 22 Sep. 1919
The New York Times 2 Dec. 1919 .
The New York Times 26 Feb. 1921 .
The New York Times 23 Jan. 1921 .
YAYINLANAN ARŞİV BELGELERİ
Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler IV, ATASE Yayınları, Ankara, 1996.
ATASE, Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri 1914-1918, Cilt I- VIII,
Gnkur. Basımevi, Ankara, 2005.
Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Gnkur Basımevi, Ankara, Mayıs 1981, Sayı 79
320
Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Gnkur Basımevi, Ankara, 1981, Sayı 81, Belge
No.1851.
Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Gnkur Basımevi, Ankara,1981,Sayı 81, Belge
No.1852.
Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Gnkur. Basımevi; Ankara, 1983, Sayı 83,
Belge No.1899 .
Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri Cilt IV. Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara. 1991.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü (BDAGM) ; Osmanlı
Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri Cilt I (1839-1895), Ankara, 2007.
Başbakanlık
Devlet
Arşivleri
Genel
Müdürlüğü
(BDAGM);
Osmanlı
Belgelerinde Ermeni-Amerikan İlişkileri, Cilt II, (1896-1919) ,Ankara, 2007.
Harp tarihi Vesikaları Dergisi, E.U. Basımevi, Ankara, Eylül 1953, Sayı 5.
Türk-Ermeni İhtilafı Belgeleri, TBMM Yayın No. 126.
T.C. Başbakanlık Arşivi, Bakanlar Kurulu Kararı, Katalog no: 16687.
02/09/1920.
KİTAPLAR
AÇIKSES, Erdal; Amerikalıların Harput’taki Misyonerlik Faaliyetleri, TTK,
Ankara, 2003.
ADAMOF, E.E.; Sovyet Devlet Belgelerinde Anadolu’nun Taksimi Planı,
Çev. Rahmi H., İstanbul, 1972.
AKÇAM, Taner; İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, İmge Kitapevi, İstanbul,
2002.
321
AKÇAKAYALIOĞLU, Cihat; Atatürk Komutan, İnkılapçı ve Devlet Adamı
Yönleriyle, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1988.
AKÇORA, Ergünöz; Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları (1896-1916), Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1994.
AKGÜN, Seçil; General Harbord’un Gezisi ve Anadolu Raporu, Tercüman
Tarih Yayınları, İstanbul, 1981.
AYIŞIĞI Metin; Kurtuluş Savaşı Sırasında Türkiye’ye Gelen Amerikan
Heyetleri, TTK Yayınları XVI. Dizi-Sayı 98, Ankara
AKŞİN, Sina; Jön Türkler ve İttihat Terakki, Bilge Kitapevi, istanbul, 2001.
ANADOL, Cemal; Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, Turan Kitapevi, İstanbul,
1982.
ARMAOĞLU, Fahir; 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Genişletilmiş Onikinci Baskı,
Alkım Kitapevi, İstanbul, 2001 .
ARMAOĞLU, Fahir; Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, TTK Yayını
Ankara, 1991.
ARSLAN, Nimet; Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Türk
İnkilap Tarihi Enstitüsü Yayını, Ankara, 1964.
ATASE; Tarih Boyunca Ermeni Meselesi, Gnkur. Basımevi, Ankara, 1979
ATAÖV, Türkkaya; Osmanlı’nın Son Döneminde Ermeniler, TBMM Kültür
Sanat ve Yayın Kurulu No.94, Ankara, 2002.
AYIŞIĞI, Metin; Kurtuluş Savaşı Sırasında Türkiye’ye Gelen Amerikan
Heyetleri, TTK Yayınları XVI. Dizi-Sayı 98, Ankara, 2004.
ATASE, Türk İstiklal Harbi, III ncü Cilt Doğu Cephesi, Gnkur. Basımevi,
Ankara, 1995.
322
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2000, Cilt 4,.
ATATÜRK, Mustafa Kemal; Nutuk, TTK Basımevi, Ankara, 1986.
AYBARS, Ergün; Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ege Üniversitesi Basımevi,
1984.
AYDEMİR, Şevket Süreyya; Tek Adam, İkinci Cilt, Remzi Kitapevi, İstanbul,
1971.
BALCI, Gökhan; Türkler Soykırım Yaptımı?, Truva Yayınları, İstanbul, 2007.
BAYSAN, Galip; Ermeni Meselesi 1915 Zorunlu Göç (Tehcir Olayı)
Nedenleri ve Sonuçları, Üniversiteliler Offset, İzmir, 2005.
BAYUR, Y. Hikmet; Türk İnkılabı Tarihi, C.1/1, TTK. Ankara, 1983.
BELEN, Fahri; Türk Kurtuluş Savaşı, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı
Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Yayınları:13, Ankara, 1973.
BİLGİ, Necdet; Ermeni Tehciri ve Boğazlayan Kaymakamı Mehmed Kemal
Bey’in Yargılanması, Kök Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Serisi, Ankara, 1999.
BİLSEL, M. Cemil; Lozan, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1998.
BOZDAĞ, İsmet; Kazım Karabekir, Paşaların Hesaplaşması, Emre
Yayınları, İstanbul, 1992 .
ÇAYCI, Abdurrahman; Türk-Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, Atatürk
Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 2006.
ÇAĞRI, Erhan; Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge
Kitapevi, Ankara, 2001.
ÇİÇEK, Kemal; Ermenilerin Zorunlu Göçü , TTK Yayınları, Ankara, 2005,
XVI. Dizi- Sayı 110.
323
DELİORMAN, Altan; Türklere Karşı Ermeni Komitecileri, Boğaziçi
Yayınları, İstanbul, 1980.
EARLE, M.E; Bağdat Demiryolu Savaşı, (Çev. K. Yargıcı) Milliyet Yayınları,
İstanbul, 1971.
Erol, Mine; Türkiye’de Amerikan Mandası Meselesi, ( 19191-1920) İleri
Basımevi, Giresun, 1972.
EROL, Mine; Osmanlı İmparatorlu’nun Amerika Birleşik Devletleriyle
Yaptığı Ticaret Antlaşmaları, Damla Matbaacılık ve Ticaret, Konya, 1988.
EVANS, Lawrence; Türkiye’nin Parçalanması ve ABD Politikası (19141924), (Çev. T. Alaya, Ö. Uğurlu, N. Uğurlu) Örgün Yayınevi, İstanbul, 2003.
Foreign Policy Institute; The Armenian Issue in Nine Questions and
Answers, Yayın No.3, Ankara, 1983.
GAZİGİRAY, Alper; Ermeni Terörünün Kaynakları, Gözen Kitapevi,
İstanbul, 1982.
Genel Kurmay Başkanlığı; Tarihte Türk İngiliz İlişkileri, Gnkur. Basımevi,
Ankara, 1975.
ATASE; Geçmişten Bugüne Türk-Ermeni İlişkileri, Genelkurmay Basımevi,
Ankara, 1989.
GİDNEY, James B.; A Mandate For Armenia, Kent State University Press,
Ohia, 1966.
GÖKDEMİR, Ahmet, Ender; Cenub-i Garbi Kafkas Hükümeti, Atatürk
Araştırma Merkezi, Ankara, 1998.
GRABİLL, Joseph L.; Protestans Diplomacy and the Near East: Missionery
Influence on American Policy, 1810-1927, University of Minnessota Press, 1971.
324
GÜREL, Ahmet; Yabancı Kaynaklarda Ermeni İlişkileri, Umay Yayınları,
İzmir, 2006.
GÜRÜN Kamuran; Ermeni Dosyası, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara
1983.
HALAÇOĞLU Yusuf; Ermeni Tehciri, Babıali Kültür Yayıncılığı: 60,
İstanbul, 2004.
HALAÇOĞLU, Yusuf; Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları, Babıali
Kültür Yayıncılık:98, tarih 8, İstanbul, 2008.
HENDRİCK, J. Burton; Ambassador Morgenthau’s Story, Detroit Michigan
News, 1918.
HOUSE, Edward Mandell/ Seymour, Charles.; What Really Happened in
Paris? The Story of Peace Conference, Charles Scribner's Sons Publication, New
York, 1921.
HOVANNİSİAN, Richard; Armenia on the Road to Independence, University
of California Press, 1967.
HOPKIRK, Peter; İstanbul’un Doğusunda Bitmeyen Oyun, (Çev. Harmancı
Mehmet) Sabah Kitapları, İstanbul,1995.
HOWARD, N. Harry; The Partition of Turkey, 1913-1923, Howard Fertig Inc,
Newyork, 1966.
KARABEKİR, Kazım; İstiklal Harbimizin Esasları, Timaş Yayınları, İstanbul,
1990.
KARABEKİR, Kazım, İstiklal Harbimiz, Emre Yayınları, İstanbul, 1995.
KAÇAZNUNİ Ovannes, Taşnak Partisini’nin Yapacağı Bir Şey Yok, (Çev.
Acaloğlu Arif) Kaynak Yayınları, İstanbul, 2007.
325
KARAL, Enver Ziya; Osmanlı Tarihi, Cilt VI, TTK Basımevi, Ankara, 1976.
KOCABAŞOĞLU, Uygur; Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika, 19.
Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğundaki Misyoner Okulları, Arba Yayınları,
İstanbul, 1991.
KODAMAN, Bayram; The Eastern Question: Imperializm and The
Armenian Community, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1987.
KURAT, Akdes Nimet; Türkiye ve Rusya, 1798-1919, Ankara Üniversitesi Dil
Tarih Coğrafya Fakültesi. Yay. No:180, Ankara 1975.
KÜÇÜK, Cevdet; Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya
Çıkışı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1986.
LENCZOWSKİ, George; The Middle East in World Affairs, Cornell
University Presss, New York, 1956.
LEWY Guenter, The Armenian Massacres in Ottoman Turkey, The
University of Utah Press, Utah, 2005.
LOWRY, Heath W.; The Story Behind Ambassador Morgenthau’s Story,
The Isis Press, İstanbul, 1990.
LOWRY, Heat W.; American Observers in Anatolia CA. 1920, The Bristol
Papers, Armenians in the Ottoman Empire, Boğaziçi University Publications, Ankara,
1992.
MARAŞLIYAN Levon; Ermeni Sorunu ve Türk Amerikan İlişkileri 19191923, (Çev. Şen Süer) Belge Yayınları, İstanbul, 2000.
MAZICI, Nurşen; Belgelerle Uluslararası Rekabette Ermeni Sorununun
Kökeni, 1878-1918, İstanbul, 1987.
McCARTY, Justin/ McCARTY, Carolyn; Turks and Armenians, Commitee on
Education Assembly of Turkish American Associations, Washington, D.C., 1989.
326
McCARTY, Justin; Ölüm ve Sürgün “Death and Exile” (Çev. Bilge Umar),
İnkilap Yayınları, İstanbul, 1998.
METİN, Halil; Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları;
MEB Yayını, Ankara, 2001.
MORANİAN, Susan Elizabeth; The American Missioneries and the
Armenian Question, The University of Wisconsin, Madison, 1994.
OLCAY,
Osman;
Sevr
Anlaşmasına
Doğru,
(Çeşitli
Konferans
ve
Toplantıların Tutanakları ve Bunlara İlişkin Belgeler), Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara, 1981.
ÖZTOPRAK İzzet; Kurtuluş Savaşında Türk Basını, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, Ankara, 1981.
ÖKE Mim Kemal; Ermeni Sorunu 1914-1923, TTK Yayını, VII: Dizi-Sa 126,
Ankara, 1991.
ÖKE, Mim Kemal; Yüzyılın Kan Davası Ermeni Sorunu, Aksoy Yayıncılık,
İstanbul, 2000.
ÖZDEMİR, Hikmet- ÇİÇEK, Kemal- TURAN, Ömer- ÇALIK, RamazanHALAÇOĞLU Yusuf; Ermeniler Sürgün ve Göç, TTK Yayınları Ankara, 2004, XVI.
Dizi -Sayı 101.
ÖZEL, Semiha; Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji
Hatıraları, Bilge Yayınları, İstanbul, 2001.
PALASLIYAN, Simon; The United States Responce to the Armenian
Genocide, Transaction Publishers, New Brunswick, New Jersey, 2003.
PARMAKSIZOĞLU, İsmet; Ermeni Komitelerinin İhtilal Hareketleri ve
Besledikleri Emeller, DSİ Basım ve Foto-Film İşletme Müdürlüğü Yayın No.470,
Ankara, 1981.
327
SAKARYA, İhsan; Belgelerle Ermeni Sorunu, ATASE Yayınları, Gnkur.
Basımevi, Ankara, 1983.
SARAL, Ahmet Hulki; Ermeni Meselesi; Genel Kurmay Basımevi, Ankara,
1970.
SARAY, Mehmet; Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, Atatürk Araştırma
Merkezi, Ankara, 2005.
SELEK, Sabahattin; Anadolu İhtilali, Birinci ve İkinci Cilt, Kastaş Yayınları,
İstanbul, 1964.
SEVİM Ali, TURAL M.Akif, ÖZTOPRAK İzzet;
Atatürk'ün Söylev ve
Demeçleri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi,
Ankara, 2006.
ŞİMŞİR, Bilal; British Documents on Ottoman Armenians, (1856-1880) C.1,
TTK Ankara 1982.
ŞİMŞİR, Bilal; Osmanlı Ermenileri, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1986.
SONYEL, Salahi; The Ottoman Armenians, University of Oxford, London,
1987.
SONYEL, Salahi; The Great War and The Tragedy of Anatolia, Türk Tarih
Kurumu Ankara, 2000.
ULAGAY, Osman; Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, Yelken
Matbaası, İstanbul, 1974.
URAL, Gültekin; Ermeni Dosyası, Kamer Yayınları, İstanbul, 1998.
URAS, Esat; Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları,
İstanbul, 1987.
328
YILDIRIM, Dursun/ ÖZÖNDER, Cihat; Karabağ Dosyası, Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü Yay.ll B, Seri III, Sayı A.31 ,Ankara 1991.
YILMAZ, Mehmet; “McKinder’e Göre Tarihin Coğrafi Ekseni”, Kara Harp
Akademisi Kısa Süreli İnceleme Konuları I, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul,
2006.
MAKALELER
AKÇA, Bayram; “Osmanlı Devleti’nin Son Dönemlerinde Amerika Birleşik
Devletleri’nin Anadoulu’daki Misyonerlik Faaliyetleri” Tarihin İçinden, Kültür ve
Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2006.
AKGÜN Seçil; “Kurtuluş Savaşı Başlangıcında Türk Ermeni İlişkilerinde
ABD’nin Rolü” Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri
Sempozyumu, Atatürk Üniversitesi Yayınları No.628 Kurtuluş Basımevi, Ankara,
1985.
AKTAN, Gündüz; “Lozan barış Antlaşması ve Ermeni Sorunu”, Ermeni
Sorunu Temel Bilgi ve Belgeler, ASAM, Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Ankara,
2007.
AKTAR, Yücel; “Ermeni Mezalimine ve Soykırım İddialarına İlişkin Kavram
Karmaşası” Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara, 2001.
ARMAOĞLU, Fahir; “Lozan Konferansı ve Amerika” Belleten Cilt 4 Sayı, 212214, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1991.
ATAÖV, Türkkaya; “Ermeni Terör İlmine Silah Sağlanması”, Osmanlı
Belgelerine Dayalı Gerçekler, TTK, Ankara, 1984.
BAKAR, Bülent; “ Tehcir ve Uygulaması” Çeşitli Yönlerden Türk-Ermeni
İlişkileri, İstanbul Üniversitesi Yayını No.4639, İstanbul, 2006.
329
BİLGİN, Mustafa Sıtkı;
“Lozan Konferansı’nda Ermeni Meselesi: İtilaf
Devletlerinin Diplomatik Manevraları ve Türkiye’nin Karşı Siyaseti”, BELLETEN
Dergisi, 254, Cilt: LXIX - Sayı: 254 - Nisan 2005.
BİROL, Ercan; “Tehcirin Askeri Gerekçeleri”, Çeşitli Yönlerden TürkErmeni İlişkileri, İstanbul Üniversitesi Yayını No.4639, İstanbul, 2006.
BRYSON, Thomas A.; “Admiral Mark L. Bristol, an Open-Door Diplomat in
Turkey”, International Journal of Middle East Studies, Vol. 5 No. 4. Sep. 1974.
ÇUFALI, Mustafa; “Lozan Konferansı ve Antlaşması’nda Ermeni Sorunu”,
Dünden Bugüne, Türk Ermeni İlişkileri, Lalezar Kitapevi, Ankara, 2006.
DULLES, Foster R.; “America’s Rise to World Power 1854-1954”, New York
The Mississippi Valley Historical Review, Vol. 42, No. 2, Sep. 1955.
EVREN, Gürbüz; “Adana’da 2 Saat 15 Dakikalık Ermeni Cumhuriyeti”, Bütün
Dünya Dergisi, Ankara, Mart 2007.
GEDİK, İlhan; “Yeniden Alevlendirilmek İstenen Ermeni “Jenoside-Soykırım”
İddiaları ve Osmanlı Resmi Kayıtları", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt XIV,
Sayı 42, Ankara, 1998.
HALAÇOĞLU, Yusuf ; “Osmanlı Devleti Neden Tehcir Uyguladı? Tehcirle
İlgili Gerçekler”, Osmanlı’nın Son Döneminde Ermeniler, TBMM Kültür Sanat ve
Yayın Kurulu No.94, Ankara, 2002.
HÜLAGÜ, M. Metin; “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Misyoner, Ermeni , Terör ve
Amerika Dörtgeninde Türkiye”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Erciyes
Üniversitesi, Sayı 10, 2001.
KEVORKYAN, Dikran; “Ermeni Meselesinde Tehcire Amil Olan Nedenler”
Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk
Üniversitesi Yayınları No.628 Kurtuluş Basımevi, Ankara, 1985.
330
KILIÇ, Davut; “İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin Bağımsızlık Hareketlerine
Yönelişi”, Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,
2001.
KURAT, Tekin; “Doğu Anadolu’da Ermeni Sorunu, (1900-1920)” Tarih
Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk
Üniversitesi Yayınları No.628 Kurtuluş Basımevi, Ankara, 1985.
LOWRY, Heath W.; “American Observers in Anatolia CA. 1920 The Bristol
Papers”, Armenians in the Ottoman Empire and Modern Turkey, Boğaziçi
University Publications, Ankara, 1992.
LİPPE, John M. Vander; “The ‘Other’ Treaty of Lausanne: The American Public
and Official Debate on Turkish-American Relations”, The Turkish Yearbook, Siyasal
Bilgiler Fakültesi , Ankara, 1993, Vol, XXIII.
LÜTEM, Ömer Engin; “Lozan’dan Sonra Ermeni Sorunu”, Ermeni Sorunu
Temel Bilgi ve Belgeler, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü, Ankara, 2007.
MARQUİS, A.G.; “Words as Weapons: Propaganda in Britain and Germany
During the First World War”, Journal of Current History, London, 1978.
MORGENTHAU, Henry; “The Turk Reverts to the Ancestral Type”,
Ambassador Morgenthau’s Story, Doubleday, Page&Co. New York, 1918. Chapter
XXII.
MORGENTHAU,
Henry;
“The
Murder
of
a
Nation”,
Ambassador
Morgenthau’s Story, Doubleday, Page&Co., New York, 1918, Chapter XXIV.
MALEVİLLE, Georges de; 1915 Osmanlı-Rus Ermeni Trajedisi, Çev. Necdet
Bakkaloğlu, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 1998.
ORTAYLI, İlber; “ Ermeniler Neden Göç Etmeye Zorlandı?” Popüler Tarih,
Ocak 2001.
331
ÖKSE, Necati; “Ermeni Sorununun Doğuşu, Tehcir Kanunu ve Uygulaması”,
Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk
Üniversitesi, Kurtuluş Ofset Basımevi, Ankara, 1985.
ÖZDEMİR, Hikmet; “Ermenilerin Uyrukluk Sorunu”, 80. Yılında 2003
Penceresinden Lozan Sempozyumu, TTK, Ankara, 2005.
ÖZTUNA,
Yılmaz;
“Ermeni
Sorununun
Oluştuğu
Siyasal
Ortam”
,
Osmanlı’nın Sön Döneminde Ermeniler, Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları,
No.94, Ankara, 2002.
PALABIYIK, Serdar; “Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan ile Sorunları”
Ermeni Sorunu Temel Bilgi ve Belgeler, ASAM Ermeni Araştırmaları Enstitüsü,
Ankara, 2007.
PONSOBY, Arthur; “Falsehood in War-Time”, Institute for Historical
Review, New York, 1971.
ŞAŞMAZ,
Musa;
“Ermeniler
Hakkında
Reformların
Uygulanması”,
Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001.
ŞİMŞİR, Bilal; “Osmanlı Ermenileri ve Büyük Devletler”, , Türk Tarihinde
Ermeniler Sempozyumu, Dokuz Eylül Üniversitesi , Şafak basımevi, Manisa, 1983.
ŞİMŞİR, Bilal; “Ermeni Propagandasının Amerikan Boyutu Üzerine” Tarih
Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Atatürk
Üniversitesi, Kurtuluş Ofset Basımevi, Ankara, 1985.
TAŞKIRAN, Cemalettin; “Türk-Ermeni İlişkileri, Tehcir Olayı ve Sözde
Soykırım” Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,
2001.
332
TEZLER
ATNUR, İbrahim Ethem; Tehcirden Dönen Rum ve Ermenilerin İskanı
Meselesi, Atatürk Üniversitesi (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Erzurum,1991.
BUZANSKİ, Peter, Michael; Admiral Mark Bristol and Turkish Amerikan
Relations, 1919-1922, (yayınlanmamış doktora tezi) University of California, 1960.
MORANİAN, Susan Elizabeth; The American Missioneries and the
Armenian Question, The University of Wisconsin, (Doktora Tezi), Madison, 1994.
TANATMIŞ, Yusuf ; Türk Basınında Ermeni Meselesi (1914-1919), Erciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, ( yayınlanmamış yüksek lisans tezi) Kayseri,
2005.
ELEKTRONİK YAYINLAR
DOĞANAY, Rahmi; Mondros Mütarekesinden Sonra Kars ve Yöresinde
Ermeni Faaliyetleri, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi,
http://74.125.77.132/search?q=cache:cuuX3PaxGyoJ:yordam.manas.kg/ekitap/p
df/Manasdergi/sbd/sbd8/sbd-8-01.pdf+Kars%27ta+Amerikan+Heyetleri&hl
=tr&ct=clnk&cd=9&gl=tr 02.01.2009
DH.EUM. EMN 88/33 Belge No: 1,2,3,4,5
http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/ 12.04.2008
DH.ŞFR 50/127 Belge No: 1, 1333.R.13 http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/
12.04.2008
DH.EUM. EMN 88/33 Belge No: 1,2,3,4,5 1332.Ş.28
http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/ 15.06.2008
HR.SYS 2767/74 Belge No: 1, http://www.devletarsivleri.gov.tr/kitap/
http://www.hri.org/docs/king-crane/ 11.01.2008 .
http://www.forumturkiye.com/arsiv/index.php/t-22591.html 08.03.2008
http://www.measuringworth.com/calculators/uscompare/result.php 14.01.2008
www.aaalsozluk.com/goster.php?g=wilson+prensipleri+cemiyeti 20.06.2008
http://www.nvcc.edu/home/cevans/Versailles/Index.html
10.01.2008
333
EKLER
1
2
KAYNAK: Erdal Açıkses; Amerikalıların Harput’taki Misyonerlik Faaliyetleri, TTK, Ankara, 2003, s.403
3
EK-B’nin devamı
4
5
6
7
EK- E: AMERICAN TASKS IN TURKEY İSİMLİ DOKÜMANDA ÖNERİLEN
ERMENİSTAN
Kaynak: The National Archives of the United States, Microfim Publication, M 820,
Vol.383, Roll 536
8
EK-E’nin devamı AMERICAN TASKS IN TURKEY
isimli ABD Dökümanının Başyazısı
9
EK-F
10
11
12
13
14
15
16
E K–G PARİS BARIŞ KONFERANSINDA ERMENİLERİN İSTEDİĞİ
ERMENİSTAN
Kaynak : The Armenian Question Before the Peace Conference , The National Archives
of the United States, Microfim Publication, M 820, Vol 383 Roll 409, 185.5136.
17
18
19
20
EK-J SEVR ANTLAŞMASINA GÖRE ERMENİSTAN
21
Kaynak:D.B.R. Atlas Harita Servisi, Tarih Atlası, İstanbul, 2004
ÖZET
Türk - Amerikan İlişkileri Çerçevesinde Ermeni Meselesi (1918-1923) isimli bu
çalışma Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden başlayarak Kurtuluş Savaşı sonuna kadar
olan süreçte Ermeni meselesinin Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkilediği hususuna
odaklanmıştır. Yaklaşık ikiyüzyıldır süregelen Türk-Amerikan ilişkilerinde Ermeni
Meselesi iniş çıkışlı bir seyir izlemiştir.
Ermeni Meselesi aslında ondokuzuncu yüzyılda Avrupalı yayılmacı güçlerin
azınlıkları
kullanarak
Osmanlı
Devleti’ni
parçalama
ve
tasfiye
projesinden
kaynaklanmıştır. Bu dönem aynı zamanda, ABD’nin henüz yayılmacı politikaları söz
konusu olmamakla birlikte ekonomik çıkarları doğrultusunda Akdeniz ve Ortadoğu’ya
açılma girişimlerinin ve Osmanlı Devleti ile ilişkilerinin başladığı dönemdir.
Türk-Amerikan ilişkilerinin, başlangıçtan Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar olan
dönemde, en ağırlıklı konusu misyonerlik faaliyetleri olmuştur. Ermeni meselesinin
Amerika’ya taşınmasında misyonerlerin rolü büyüktür. Misyonerler Amerikan halkını
sistemli bir şekilde koşullandırarak Türk karşıtı bir kamuoyu yaratmışlardır.
ABD’nin Birinci Dünya Savaşına katılarak dengeleri değiştirmesi yirminci
yüzyıl başından itibaren kendisinin süper bir güç olarak tanınmasını sağlamıştır. Öte
yandan Başkan Wilson’un Birinci Dünya Savaşı daha bitmeden açıkladığı ve savaş
sonunda dünyanın alacağı siyasi yapıya ilişkin Prensipler ile Milletler Cemiyeti’nin
kurulması yönündeki çabaları döneme damgasını vurmuştur. Böylece ABD savaş
sonrası gerçekleştirilen ve Osmanlı Devleti’nin de kaderinin tayin edildiği Paris Barış
Konferansı’nın adeta baş aktörüdür. Ermeni meselesi, Paris Barış Konferansı öncesi ve
Konferans sürecinde, Türk Amerikan ilişkilerinin belirleyici faktörü olmuştur.
Bu süreçte uzun yıllar asılsız propaganda ile Ermeniler lehine Türkler aleyhine
koşullandırılan Amerikan kamuoyu baskısının, Ermeni örgütlerinin yoğun çabalarının ve
Anadolu’da çıkarları doğrultusunda risk almaksızın Türkiye aleyhine Büyük Ermenistan
kurulmasını hedefleyen İtilaf Devletlerinin ABD nezdindeki girişimlerinin Amerikan
Yönetiminin Türkiye’ye yönelik politikalarında etkili olduğu görülmüştür.
22
Konferans süresince, ABD’nin kurulacak Ermenistan’ın mandasını üstlenmesi
yönündeki iç ve dış baskılar karşısında durumu yerinde incelemek için bölgeye
gönderdiği heyetlerin ve İstanbul’daki ABD Yüksek Komiserinin sunduğu raporlar,
Ermeni iddiaları ve talepleri ile tasarlanan Ermenistan Projesinin gerçek dışı olduğunu
ortaya koymuştur.
Türk Milli Mücadele hareketi ile birlikte ABD’de Türk karşıtlığının azaldığını
ve bunun Türkiye lehine Amerikan politikarına yansıdığını görmek mümkündür. Lozan
Konferansı ve sonrası dönemde ABD, Ortadoğu’daki ulusal çıkarlarını korumak
amacıyla Türkiye ile önceleri ticari ve misyonerlik faaliyetleri ile sınırlı olan ilişkilerini
yeniden yapılandırmış ve siyasi boyuta taşımıştır.
Lozan Barış Antlaşması’yla başlayan ve 1970’lere kadar geçen dönemde Ermeni
Meselesi Türk-Amerikan ilişkilerinde söz konusu olmamıştır. Ancak 1970’lerden
itibaren artan bir yoğunlukta günümüze kadar uzanan Ortadoğu’daki jeo-politik
gelişmeler ve “Şark Meselesinin” canlandırılması sonucu konunun yeniden TürkAmerikan ilişkilerinde yer aldığına tanık olmaktayız.
23
ABSTRACT
The thesis (study) titled the “Armenian Issue Within the Framework of TurcoAmerican Relations (1918-1923)” focuses on the effects of the Armenian Issue on the
Turco-American Relations in the period between the end of World War I (WWI) and
end of the Turkish Indepedence War.
The Turco-American Relations have a background two-century long and during
this period the Armenian Issue has followed a route which has had many ups and
downs.
In essence the Armenian Issue was based on the emperialist powers’ project
which aimed the partition and extermination of Ottoman Empire by exploting local
ethnic minorities in the 19th century.
This time frame also coincides with the begining of contacts between the
Ottoman Empire the United States (US). US had no emperial and expensionist policies
during this period, however taking into account her vital economic interests, she took
many steps in order to expend into the Mediterranean and Middle East, which
eventually led to relations with the Ottoman Empire.
Missionary activities had always been the main subject in the Turco-American
relations from the very begining untill the formation of Turkish Republic. Meanwhile
missioneries had a large role in transfering the Armenian Issue to America. They
systematically conditioned the American people and created anti-Turkish public
opinion.
The US changed the international power balance by participating to WWI and
this provived her a unique opportinity to be recognized as a world wide superpower.
Thus US gained an enormous potential to interfare international affairs. Before the
WWI came to an end, President Wilson declared his principles regarding to the post war
political structure of the world. Wilson’s Principles and his efforts in order to establish
the League of Nations sealed the post war period. Based on these facts, the US acted as
24
the principal actor of the Paris Peace Conference.In addition the Armenian Issue
became the determining factor of the Turco-American relations before and during the
Paris Peace Conference.
During this process the anti-Turkish American public opinion which was created
by utilizing a long lasting groundless propaganda. The intensive efforts of Armenian
organizations and the attemps directed to American Administration by the Allies who
aimed to form, without any risk to themselves, a Great Armenia based on their national
became very influential in US policies towards Turkey.
Having been exposed to the domestic and foreign pressures to assume the
mandate of the projected Armenia during the Conference, the US sent envoys to the
region in order to investigate the situation locally. The reports of the US envoys and the
US High Commissionar in İstanbul clearly revealed that the Armenian project formed
on the bases of Armenian allegetions and demands was unrealistic.
In parallel to the Turkish Indepence War, the negative attitude against Turks in
America decreased drastically and as a result of this, US Turkish policy was positively
influenced .
During and after the Lausanne Peace Conference, the US restructured her
Turkish policies in order to preserve her national interests. In the new US policy,
biletarel relations gained more political dimensions in place of former relations which
had mainly remained in the limits of missionaries and commerce.
After the Lausanne Treaty The Armenian Issue never became a factor in TurcoAmerican relations up to the 1970s. However as a natural reflection of current jeopolitical developments and the revitalization of the Western orijin “Eastern Question”,
for some decades we have withnessed that this apparently closed subject has been
reopened .
25
DR. KAMİL NECDET AR
1.KİMLİK BİLGİLERİ
Doğum Yeri / Tarihi: İstanbul, 3 Haziran 1949
Adres: 2040/4 sok. Flamingo A.18 D.48
Karşıyaka-İzmir
Tel. 0232 3244002,
GSM. 0532 2914021
Mavişehir 35540
2. EĞİTİM DURUMU:
(Eğitim Kurumları, Süreleri ve Temel Eğitim Konuları)
a. İlk Öğretim:
(1) 1955–1960 Reşat Nuri Güntekin İlkokulu, Kadıköy/ Koşuyolu-İstanbul
(2) 1960–1963 Selimiye Askeri Ortaokulu, Üsküdar-İstanbul
b. Orta Öğretim:
1963–1966 Kuleli Askeri Lisesi, Çengelköy-İstanbul
c. Yüksek Öğretim:
(1) 1966–1969 Kara Harp Okulu, Ankara
(Askerlik mesleğine ilişkin profesyonel eğitim ve öğretim, eğitim-öğretim
teknikleri, psikoloji, hukuk ve sosyal bilimler, fen bilimleri).
(2) Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
(Mezuniyet 1994)
d. Lisansüstü Eğitim
(1) 1973–1976 Kara Havacılık Okulu, Güvercinlik-Ankara
(Sabit ve döner kanatlı uçak pilotaj eğitimleri).
(2) 1978 ABD Kara Havacılık Okulu, Alabama
(Uluslararası havacılık eğitimi)
(3) 1980-1982 Kara Harp Akademisi, Yenilevent-İstanbul
(a) Kamu yönetimi,
(b) Uluslararası ilişkiler,
(c) Atatürk İlke ve İnkılapları, konularında yüksek lisans düzeyinde eğitim.
(Askeri bilimler, yüksek seviyede planlama, yönetim bilimleri, jeo-politik, jeostrateji,
harp tarihi, askeri coğrafya, harp hukuku, Atatürk İlke ve İnkılapları)
(4) 1983 Silahlı Kuvvetler Akademisi Yenilevent-İstanbul
26
(Yüksek seviyede müşterek kuvvet planlaması, yönetim bilimleri,
uluslararası ilişkiler, jeo-politik, jeo-strateji, siyasi tarih).
(5) 1986 NATO Koleji, Bavyera / Almanya,
(Uluslararası askeri ve stratejik konularda akademik çalışmalar).
(6) 1999 NATO Koleji, Bavyera / Almanya,
(Uluslararası ilişkiler, jeo-politik ve jeo-strateji konularında üst düzey
akademik çalışmalar)
(7) 2000–2006 Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çalışma
Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümünde tamamlanmış doktora çalışması.
(8) Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Türkiye Cumhuriyeti
Tarihi konusunda doktora çalışması
3. GÖREV VE HİZMETLER :
a. Harp Okulu mezuniyeti sonrası çeşitli birliklerde komutanlık, eğitim başta olmak üzere
çeşitli askeri görevler ile değişik hava, arazi ve vazife koşullarında pilotaj görevleri.
b. Kurmay subay olarak komutanlık, büyük birliklerde çeşitli kurmay görevleri ve
kurmay başkanlıkları.
c. 1984–1988 NATO Avrupa Yüksek Komutanlığı Karargahı (SHAPE) Mons /
Belçika’da NATO’nun uluslararası askeri ve siyasi ihtiyaçları doğrultusunda askeri bütçe ve
altyapı projelendirme faaliyetlerinin yürütüldüğü kaynak yönetim şube müdürlüğü.
d. Belçika Kralı dahil çok üst düzey katılımlı NATO toplantıları, seminerleri ve
karargah çalışmalarında SHAPE proje subaylığı.
e. NATO’nun Avrupa’nın değişik ülkelerinde konuşlu kurum ve karargahlarında
gerçekleştirilen 70’den fazla toplantı ve grup çalışmasına SHAPE temsilcilisi olarak katılmak.
f. 1993–1994 K.Irak’taki koalisyon güçlerinde eş komutanlık ve Türkiye askeri
temsilciliği. Bu dönemde askeri görevlerinin yanı sıra askeri diplomatlık ve insani yardım
faaliyetleri.
g. 1998–1999 İzmir’de konuşlu NATO karargahında üst düzey yöneticilik, bu süre
zarfında yurtiçi ve yurtdışında pek çok uluslararası toplantı ve karargah çalışmalarında
temsilcilik.
h. 2000-2002 Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümünde öğretim
görevlisi olarak çeşitli fakülte ve yüksek okullarda ders ve konferanslar hazırlamak, vermek.
h. 2001 yılında Ege Bölgesinin tarihi, kültürel, ticari potansiyelini tanıtım amaçlı olarak
yılında gerçekleştirilen OECD ülkeleri büyükelçilerinin davet edildiği etkinlikte planlama,
tanıtım, temsil ve tercüme faaliyetlerini planlama ve yürütmek.
i. 2001–2002 Uluslararası Çalışma Teşkilatı’nın sponsorluğunda Ege ve Dokuz Eylül
Üniversitelerinin de katıldığı okul çağındaki çocukları eğitime kazandırma projesinin planlama
27
ve alan çalışmalarında gönüllü çalışmalara katılma, İzmir’in değişik iş kollarında ve semtlerinde
alan çalışmaları geçekleştirmek.
j. 2002–2007 İzmir Özel Amerikan Lisesi’nde Milli Güvenlik Bilgisi Dersi öğretmenliği.
k. İzmir’de üniversiteler, halk eğitim merkezleri, televizyon kanalları ve sivil toplum
örgütlerinin düzenlediği değişik konulardaki seminer, panel vb. etkinliklere konuşmacı ve
konferansçı olarak katılım.
4. YABANCI DİL BİLGİSİ :
İngilizce : Ana dil düzeyinde
Fransızca : İyi (özellikle anlama ve okuma)
Almanca : Orta
5. BİLİMSEL YAYINLARI
Küreselleşme Sürecinde Türkiye’de Ücretlerin Gelişimi , KAMU-İŞ Ankara, 2007
28

Benzer belgeler