Proleter-Doğrultu-12
Transkript
Proleter-Doğrultu-12
İçindekiler İşçi Sınıfının Nesnel Durumu Sayfa 5 Coğrafyamızda Burjuva Sendikacılığı ve Sınıf Sendikacılığı Hareketi Sayfa 55 İşçi sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları Sayfa 77 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi Sayfa 93 Güney Kore İşçi Hareketinin “Geçişmiş Yükselişi” Hochul Sonn Sayfa 113 “Sol” Dalga Nereye Kadar? Sayfa 121 Belge: Siyasal Rejimin Çıkmazı ve Devrimci Görevler Hüseyin Demircioğlu Sayfa 137 Bir Deneme: Marksizmde Kategori ve Karamın Yeri Kavramların Dili Sayfa 149 Ekim Devrimi’nden XIX. Parti Kongresi’ne SB’de Sosyazlim İnşa Sorunları (IV) Sayfa 155 Belge: MLKP II. Kongre Duyurusu ve Çağrısı Sayfa 175 1 Proleter Doğrultu İki aylık Devrimci Sosyalist Teorik ve Politik Dergi Eylül-Ekim Sayı: 12 Sun Yayıncılık Adına Sahibi: Gülseren Olgun Yazıişleri Müdürü: Hatice Duman Yönetim Yeri: Tel: (0212) 512 40 84 Fax: (0212) 519 05 28 Baskı: Ceylan Matbaacılık Dağıtım: Biryay Banka Hesap No: Sun Yayıncılık Yapı Kredi Bankası Sirkeci Şubesi Hesap No: 3570/9 2 SUNU Bu sayımızda işçi sınıfına ve işçi sınıfı hareketine yönelik yazılara ağırlık olarak yer verdik. “İşçi Sınıfının Nesnel Durumu” başlıklı yazı daha çok işçi sınıfının nesnel durumu nu irdeliyor. Dünden bugüne işçi sınıfında meydana gelen çeşitli değişimler inceleni yor. Yazı üzerinde hareket edilecek nesnel zeminin tanımlanması bakımından ayrıca önem taşıyor. “Coğrafyamızda Burjuva Sendikacılığı ve Sınıf Sendikacılığı Hareketi” yazısı işçi sınıfı hareketine sendikal cepheden mücadelesinin olanaklarını tartışıyor. Burjuva sen dikacılığın nasıl kaba bir devlet sendikacılığına düştüğü, ilerici görünümlü sendikaların nasıl sıradan burjuva sendikaları haline geldiği, sendika bürokratlarının ve bürokrat sendikal yapının nasıl işçileri sendikalara yabancılaştırdığı ve tüm bunlar karşısında sınıf sendikacılığı yapma iddiasındaki öncü işçilerin neler yapması gerektiği çeşitli yönleriyle yazıda inceleniyor. Sendikal çalışma yapmakla sendikalist olmanın çokça karıştırıldığı coğrafyamızda işçi sınıfının politik yönden bilinçlendirilmesinin ve politik işçi sınıfı hareketinin örgüt lenmesinin geliştirilmesinin önemi açıktır. “İşçi Sınıfı Hareketinde Öncü Politik Müca delenin Bazı Sorunları” yazısı konuyu bu yönüyle incelemesi bakımından önem taşıyor. EMEP oportünizminin reformist çizgisi devrimci hareketteki sağa savrulmanın önemli bir parçasıdır. Bu reformizme karşı mücadelenin devrimci işçi sınıfı hareketini geliştirmedi ve devrimci hareketin silahlanmasında yararlı olacağına inararak konuya ilişkin yazıya yer verdik. Hochul Sonn imzalı Güney Kore işçi sınıfı hareketini değerlendiren yazı, içerdiği bir çok kavram ve soruna yaklaşım tarzı bakımından bizce yanlış yönler taşıyor. Buna karşın Güney Kore işçi sınıfının militan mücadelesini okuyucularımıza tanıtmak ve uluslararası işçi hareketi deneylerinden öğrenmek gerekliliği nedeniyle yazıyı yararlı görüyor ve yayınlıyoruz. Okuyucularımızın da aynı fikirde olmasını dileriz. Avrupa’da “sol” etiketli bir dizi partinin hükümete gelmesi ve dünyanın çeşitli böl gelerinde “sol”a yönelimin artmasının nedenlerini ve olası sonuçlarını “ ‘Sol’ Dalga Nereye Kadar?” yazısında bulabilirsiniz. Hüseyin yoldaşın anısına, ölüm orucu direnişinde şehit düşmesinin birinci yıldönü münde Eylül ‘94’te yayınlanmış yazısını yayımlıyoruz. Yazı o günün somut politik 3 koşullarını tahlil ediyor ve devrimci görev leri belirtiyor. Yazının O’nun politik tahli lcilik ve yazarlık çabasını devrimci kitleye tan ıtm a işl ev i gör ec eğ in e inan ıy or uz. Hüseyin yoldaşın “can fedalıkta ilk sırayı” alan boy un eğm ez mil it anl ığ ı, devr imc i müc ad el en in sor unl ar ın ı teo rik, pol it ik, taktiksel çözümlerle aydınlatmaya önem vermeyi birleştiren tarzı devrim ve sosya lizm mücadelesine önderlik çalışmalarında marksist leninist komünistler tarafından sürekli yaşatılacaktır. Kavram ve kategoride marksist leninist lit er at ür d ek i önem in e vurg u yap an ve bilimsel bakımdan açıklayıcı olan yazıya bilinç geliştirmeye katkıda bulunacağına inararak yer veriyoruz. “Ekim Devrimi’nden XX. Parti Kong resi’ne SB’de Sosyalizmin İnşa Sorunları” yazı dizisinin dördüncüsüne yer veriyoruz. Bu bölümde sosyalizmde devlet ve hukuku inceliyoruz. Daha çok sosyalist devlet üze rind e dur ul an böl ümd e sosy al ist huk uk kavramının maddi ön koşulu ortaya konu yor. Gel ec ek say ıd a ki yaz ıd a sosy al ist hukuk kavramı ayrıntılandırılarak ele alı nacak. Önc ü part id en önd er part iy e şia rıyl a yürüyen MLKP, 11. Kongresi’ni gerçekleş tirerek önemli bir adım daha attı. İkinci Kongre’nin başarıyla toplanmasını ve bu ves il eyl e yay ınl ad ığ ı duy ur u ve çağr ıy ı hem okuyucularımızın dikkatine sunmak hem de tarihsel bir belge olması sebebiyle yer veriyoruz. Proleter Doğrultu Düzeltme: 11. sayımızda “Bir Devrim Partisinden Toplumsal Reformlar Partisine TDKP başlıklı yazımızda; 1) 66. sayfada ikinci sütun 1. paragraf 5. satırda “…sovyet modern revizyonizmine karşı da tutum aldı. Böylece o teori alanında öncelinin kaba küçük burjuva devrimciliği nin etki alanından uzaklaşarak marksizm-leninizmin genel doğrularını belirli ölçülerde savunan bir örgüt haline geldi” ibareleri yer alacaktı. 2) 68. sayfada II. sütun 2. paragraf 19. satırda “Öte yandan TDKP’nin tasfiyecilikte konaklanmasında, onun bu zaaflarının yanısıra, kolektif siyasal kişiliğine damgasını vuran bürokratik eğilimin, onun kendine özgü örgütsel biçimlenmesinin de payı olduğu kabul edilmelidir. THKO/TDKP-İÖ, “üç dünya” teorisini reddederken, revizyonist “Mao Zedung düşüncesi”ne karşı tavır alırken vb. her zaman eleştirdiği ve kendisinin kesin bir kopuşu temsil ettiğini ileri sürdüğü revizyonist TKP’nin antileninist örgütsel işleyiş tar zını da bir biçimde sürdürdü.” ibareleri yer alacaktı. Teknik bir hatadan dolayı meydana gelen bu eksiklikleri düzeltir, okurlarımızdan özür dileriz. 43 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları Bu sayıda yer alan yazıların bir çoğu işçi sınıfını, nicelik ve yapısal özellikleriy le, sendikal örgütlülük ve mücadelesi ile, pol it ik bil inç ve örg ütl ül ük düz ey iyl e masaya yatırıyor. Coğrafyamızda işçi sını fının devrim ve sosyalizm mücadelesinin bu temel toplumsal unsurunun, tüm toplu mun öncüsü olma durumunda olması gere kirken tarihte ve güncelde genel olarak kend il iğ ind en har ek et in çemb er i içind e kıvranıp durduğunu tespit ediyor. Aynı yazılar özel olarak işçi sınıfı ile onun politik öncüsü komünist partisi ve hatt a devr imc i dem okr as in in tems ilc is i parti ve örgütlerle ilişkilerini sorguluyor ve yukarıdaki sonuca paralel bir gerçeğe ula şıyor: İşçi sınıfı hareketi ile komünist hare ket arasındaki yalıtıklık son bulmuş değil dir. Son 30 yılın siyasal ve toplumsal müca deleler sürecinde kesintisiz bir şekilde işçi sınıfı içinde, her türden devrimci, demok rat ve kom ün ist güçl er in çal ışm al ar ı olm uşt ur. Ne var ki, rev izy on izm in ve reformizmin etkinliğini ve bu akımların örgütlü güçlerini saymazsak, genel olarak sın ıf içind e devr imc i ya da güçl ü bir komünist etkinlik, yanısıra örgütlü güçler oluşamadı. Kimi anlarda yaratılan politik etkinlik ve örgütlülüklerse, "kendisini sınıf içinde üreten" komünist parti çalışmasının kalıcılığına ulaşmamış olmaları ile anıl maktadırlar. Marksist leninist komünistlerin birlik devrimi ile kurdukları parti, diğer pekçok alanda olduğu gibi işçi sınıfı ile komünist hareket arasındaki ilişki alanında, işçi sını fının, tüm toplumun ezilen kesimlerinin 5 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları öncülüğü rolü ile gerçek durumu arasında ki çelişkinin çözümü konusunda da yeni atılımları başlatmıştı. 1996 toplanan İşçi Konferansı ve yakın dönemde toplanan Parti'nin II. Kongre’sinin bu yönde başlatı lan adıml ar ın dah a da hızl and ırı lmas ı yön ünd e kar arl ar ald ığ ı da kam uo yun a yansıyan bilgiler arasında bulunuyor. Atı lan adıml ar küç üms en em ez ama, dah a yürünmesi gereken oldukça uzun bir yol var. Dahası, bu uzun yolun nasıl yürünürse kısalabileceği, Kürdistan'da başlamış dev rimin Batı'daki devrimin tutuşmasıyla bir leşmesi ve zafere ulaştırılmasının, devri min kesintisiz gelişmesinin nasıl başarıla bil ec eğ i prat ikt e çöz ülm es i ger ek en bir sorun olmaya devam ediyor. Bir başka açıdan sorun dosdoğru şu: Kürt ulus al başk ald ır ıs ıyl a başl am ış bir devrimi, tutarlı antiemperyalist demokratik çizgiye oturtacak ve kesintisizce sosyalist devrime geçişi güvenceleyecek sosyalist bir işçi hareketi nasıl yaratılacak? Kürdis tan ayağından başlamış olan antiemperya list demokratik devrimde ve devrimin zafe riyle kurulacak devrimci iktidarda proletar yanın hegemonyasını sağlamak olası mı? Bugünkü haliyle proletaryanın Batı’da ve (Kürdistan'da) devrime önderlik edemeye ceği ve hegemonya sorununu çözmeyeceği sır değil. Ama bugünkü devrimin ve dev rimc i ikt id ar ın kad er i, kez a sosy al izm e kesintisiz geçişin kaderi, her zamankinden daha acil olarak, olmazsa olmaz bir koşula, Türk, Kürt ve ulusal azınlıklardan işçi sını fının devrimin öncüsü ve hegemon gücü haline gelmesine bağlı. O halde, sorunları bu merkezde tartış mak doğru olan. Yani sorun, şurada burada işçi eylemlerinin politikleşmesinden, ya da şurada burada işçi bölüklerinin sınıf bilinci edinmesi –ki her ikisi de pratik çalışma bakımından çok önemlidir– sorunundan çok daha kapsamlıdır artık. Sorundan bu şekilde söz etmek zorunda kalıyor olma mız, bu coğr afy an ın devr im gerç eğ iyl e açık bir çelişkiyi ifade ediyor. Nesnel ger çekliğin bir yönünü ifade eden bu çelişki nin kafalarda aydınlatılmasına gerek var mı, bilinmez, ama bu çelişkinin pratik bir çözüme kavuşması mutlak bir gereklilik. Çelişkinin çözümü, komünist öncü ile işçi sınıfı arasındaki komünist faaliyeti ile işçi hareketi arasındaki ilişki tarzının değişme sine bağlı. Bu değişim içinse bugün sınıf ile öncü arasındaki ilişki tarzının sorgulan mas ı ve sorg ul am an ın prat iğ in önün ü aydınlatacak düzeye yükselmesiyle başla yabilir. Komünist Öncü ile İşçi Hareketi nin Birleşmesi Teorinin ve tarihin öğrettiği, devrimin öznel koşulunun varolması için komünist öncü ile işçi hareketinin birliğinin sağlan ması gerektiğidir. Sorun da burada zaten. Bugün komünist öncü ile işçi hareketi ara sında süregiden ilişki tarzının yanlışlıkları her iki tarafın şikayet konuları halini almış tır. Öncelikle değişim ve dönüşümü sağla nacak nesnenin (işçi sınıfının) yeterince tanınmaması, nesnenin değiştirilmesi çaba sındaki yetersizlikler, dahası çarpıklıkların giderilmesi için her iki tarafa da güçlü bir iradi müdahale kesin bir zorunluluk haline 6 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları gelmiştir. Hem işçi hareketinin devrimci politikleşmesi ve işçi sınıfının devrimin önderi haline gelmesi; ve hem de öncü par tinin önder parti haline gelmesi sorunları nın örtüştüğü, sancılarının çekildiği günü müzde, iradi müdahale her iki taraftan da kaynaklanan sorunların çözümünü hızlan dıracaktır. Müdahalenin ilk anlamı, komünist öncü ile işçi sınıfı ve süregiden işçi hareketi ara sındaki ilişkinin en genel ve tayin edici alanı olan ajitasyon çalışmasıdır. Lenin yüzyılın başında, sosyal demok ratl ar ın içind e bul und uğ u dağ ın ıkl ık ve ekonomizmle sakatlanmış politik faaliyet lerini değerlendirirken, bugün kitle ajitas yonunda yararlanabileceğimiz çok değerli persp ekt ifl er sun uy or. Kon um uzl a ilg il i olan şu; “eğer Rus işçi sınıfı Rus toplu munda olup bitenden habersizse, bunun sorumlusu sosyal demokratlardır. Sosyal demokratlar (Bolşevikler), bütün rezaletle rin geniş, çarpıcı ve hızlı teşhirini örgütle meyi beceremiyorsa, işçilerin durum hak kında açık fikir sahibi olması olanaksız dır”, diyor ve ekliyor; “eğer bu gerçekleşir se, işç il er prot est o etm ey i öğr en ec ekt ir. Kitlelerin eyleme çağrılması enerjik bir politik ajitasyon, canlı ve çarpıcı teşhirler mevcut olur olmaz gerçekleşir.”* Coğrafyamızda işçi sınıfı ve işçi hare ket i ile kom ün istl er ve kom ün ist siy as i çalışma arasındaki ilişkilere yöneltilecek ilk eleştiri buradan başlamalı. Türkiye işçi sınıfı bu coğrafyada yaşa nan siy as i gerç ekl er in bilg is ind en uzak durur bir şekilde, kendi iktisadi ve bir ölçü de siyasi istemleri için kendiliğinden bir mücadelenin dar çemberinde dönüp dolanı yorsa, bunun sorumluluğu öncelikle, sını fın siyasal öncülerine aittir. Bunu biraz sor gulayalım. Politik Bilincin Alanı Teori ve pratik göstermiştir ki, işçi sını fı kendisi ile patronlar arasındaki çatışma alan ınd an, yan i kend il iğ ind en/ikt is ad i mücadele alanından siyasi sınıf bilincine, bütün toplum bilgisine ulaşamaz. Kendili ğinden hareketi içinde işçi sınıfı siyasi sınıf bil inc in in kıv ılc ıml ar ın ı edin ir, devl etl e kendisi ve patronlar sınıfının ilişkilerinde gerçeğin ipuçlarını yakalar. Sınıfın birliği ve day an ışm as ın ın ger ekl il iğ in e ulaş ır. Kapitalist sömürüyü mücadeleyle gerilete bildiğini kavrar. Ama bütün bunlar sınıfın, politik bilince ulaşmasına yetmez. İşçi sınıfı, bu alandaki mücadelesiyle ve buradan edindiği bilgiyle kendiliğinden bilincin dar çemberini aşamaz. Kendisi için bir sınıf haline gelebilmek için kendi dünya görüşü nü edinmesi, eyleminin öncünün bilimsel sosyalizmle aydınlatılması gerekir. Ama, bu dediğimiz gibi işçi sınıfının kendi çaba sıyla, fabrikadaki çatışma ile ulaşabileceği bir durum değildir. Burada devreye mark sizm bilgisiyle, dünya işçi sınıfının sınıf mücadelesinin deneylerinin toplamı olan teo ris iyl e don anm ış, önc ü/ayd ınl ar ın müdahalesine, öncülerin, marksizm bilgisi ni işçi sınıfına taşıyarak, hareketinin önünü aydınlatmasına ihtiyaç vardır. Marksizm İşçi Hareketinin Dışında Doğdu Marksizm işçi sınıfının dünya görüşü, sınıf mücadelesinin genel teorisidir, bilimi 7 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları dir. Ama marksizmin kaynağı işçi sınıfı hareketi, ya da işçi hareketinin kaynağı, marksizm değildir. Marksizmin kaynağı; ekonomi, felsefe ve tarih boyunca oluşmuş sınıflar mücade lelerinin birikmiş bilgisidir. Ve marksizmin oluşturucuları, işleri gereği bilimle uğraşan burjuva aydınlardır. Marks, bilimadamıdır. Hegel felsefesi akımına bağlı bir öğrenci dir. Üniversite kürsüsünde ders verecek düzeye geldiğinde. kapitalist sistemle ide olojik kopuşunu tamamlamış ve bu yüzden burjuva düzen sahiplerince öğretim üyeliği de reddedilmiştir. Art ık Marks'ın önünd e işç i sın ıf ın ın bilincini geliştirme ve kendini tümüyle işçi sınıfına adamak için, "özgür" bir yaşam vardır. Aynı hedeflere yüzünü dönen burju va fabr ik at ör çoc uğ u Eng els'le yany an a geldiklerinde, dünya işçi sınıfı, kendisiyle birl ikt e büt ün ins anl ığ ı kurt ar ac ak olan dünya görüşlerinin, sınıf mücadelesi teori sin in ve diyalektik yöntem ve tarihsel materyalizm kur uc ul ar ın a ve kur uc u eylemlerine kavuşmuş oluyorlardı. Marksizm bir bilim olarak oluşumunu kendi alanında tamamlarken, işçi sınıfı fab rikalarda patronlarla, sokaklarda ise pat ronlar sınıfının değişik kesimleri ve siyasi iktidarları ile iktisadi istemleri için çarpışı yorl ard ı. 1848 devr im kas ırg as ı büt ün Avrupa'yı sardığında, Avrupa işçi sınıfı da, sosy al izm in büt ün önc ek i eğil iml er in in yarattığı kargaşa içinde, gerçek sosyalizm bilimiyle, marksizm'le tanışıyordu. Burju vaziye karşı keskin sınıf savaşımları için de, gerç ek sil ah ıyl a kuş anm a olan ağ ın ı yakalamış bulunuyordu. Yine de marksiz min sosyalizmin diğer eğilimleriyle sert kavg al ar a gir er ek, sın ıf har ek et i içind e anc ak 1870'ler e doğr u heg em ony as ın ı güvencelemesi olanaklı olacaktı. Kuşkusuz bu, bütün ülkelerin işçi sınıf ları marksizmle aynı tarihsel süreçte ve aynı şekilde tanıştı demek olmuyor. Bütün ülkelerde işçi hareketiyle sosya lizmin ve işçi hareketinin birbirlerinden bağımsız varlık sürdürdüğü ve ayrı yollar dan yür üd üğ ü bir dön em olm uşt ur. Bu durum, hem işçi hareketine, hem de sosya lizme/sosyalist harekete zarar vermiştir. Ne zaman ve nerede işçi hareketi ile sosyalizm birleşmişse, -Ekim devrimini yapan Bolşe vik Parti’yi ve Rusya işçi sınıfını hatırlaya lım- her ikisi de sağlam temellere kavuş muşlardır. Bunu farklı bir şekilde ifade edersek; işçi sınıfı ve işçi hareketi, kendini bütün diğer sınıflardan, dahası sermaye ve onun devletinden, partilerinden bağımsız politik bir güç/devrim ordusu haline getire cek silahıyla kuşanmış oluyordu. Sosya lizm bilimi ise, işçi hareketiyle birleştiğin de, kitlelerin elinde kurulu dünyayı yerin den oynatacak ve yeni bir dünyayı kuracak büyük bir güce kavuşuyordu. Pol it ik Bil inc in Alan ı Dış ınd ak i İşçi Sınıfı Bur ad an kend i gerç eğ im iz e dön ec ek olursak, en başta bilimsel sosyalizmin kit lelerin elinde bir silah olamama gerçeği ile yanyana, işçi sınıfının da kendisiyle birlik te bütün ezilenlerin kurtuluşunu gerçekleş tirmek için rehberine sahip olamamanın çaresizliğini yaşıyorlar. Coğrafyamızda 15 yıla yaklaşan ve tüm dünya ezilenleri ve 8 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları özgürlüksever halklarının ilgi ve sempatisi ne gark olan devrime dönüşen ulusal baş kaldırı ve vahşi bir kirli savaş var. Dahası; ulusal başkaldırı, coğrafyamızda antiem pery al ist dem okr at ik devrim i Kürd ist an ayağından başlatalı çok oldu. Öyle ki, baş lamış bir devrimin, anlaşılmadan, kavranıl mad an seyr ed ilm es i olg us uyl a yıll ard ır yüzy üz ey iz. Pol it ik al ar ın a ve prat iğ in e bakılarak, marksist leninist komünistlerin devrimi anlama ve ona uygun davranma bak ım ınd an Türk iy e'dek i diğ er siy as al akımlardan ayırdedici ve öncü konumun yine de önemli sorunlar taşıdığı ve dahası işçi sınıfı (ve tabii diğer ezilenler) nezdin de yeterince açık ve net olarak algılanabil diği iddia edilemez. Ulusal başkaldırının yol açtığı devrimci kriz büt ün boy utl ar ıyl a olg unl aşt ığ ı, Bat ı’yı da etk il ed iğ i hald e devr im in Batı’ya yayılamamasının tek değil, ama asıl nedeni, Türkiye işçi sınıfının bağımsız bir güç olarak siyaset sahnesine çıkarak, hem kendisinin hem de Kürt halkı ve tüm ezilenler adına duruma el koyamamasıdır. Bütün toplumun; Kürt halkının ve diğer ezilenlerin gözü işçi sınıfının üzerindedir. Elbette işçi sınıfı, kendiliğinden bir şekilde bu konuma gelemeyeceğine göre öncüsü, öncü kurmayıyla birlikte ele alınıp değer lendirilecek bir durum bu. O nedenledir ki, artık şapkaları çıkarıp bir kez daha, Türkiye işçi sınıfı nasıl olu yor da, bu coğrafyanın en can yakıcı ger çekl er in in dış ınd a bir hatt a dur ab il i yor? Kom ün ist önc ül er in sın ıf ı içind ek i faaliyeti, niye işçi sınıfını kendi misyonunu oynayacak bir düzeye yükseltemiyor? Bu noktada pek çok gerekçe öne sürüle bilir. Ama hiçbiri, mevcut durumun deva mını istemeyen öncüler için geçerli sayıl mamak zorundadır. Fakat, üzerinde sıkça durulan alandan, işçi sınıfının şu an için sermayenin saldırılarıyla boğuşma duru mundan soruna bir bakış atarsak, bu duru mun –diğer nedenlerini ihmal etmeksizin– tam da bu coğrafyanın en yakıcı gerçeğin den, bir devrim gerçeğinden uzak durma nın sonuçları olduğunu görmek o kadar da zor değil. An’ın devrimci görevlerini ıska layan her kişi, her örgüt, her sınıf, mevcut dur um a tesl im olm akt an başk a bir şey yapamaz. Kuşkusuz iş orada kalmaz. Tesli miyet bütün boyutlarıyla kendini ve kötü sonuçlarını tekrar tekrar üretmeye başlar. Nit ek im, söm ürg ec i faş izm, şov en izm zehirini her fırsatta bütün ezilenlerin bey nine zerkedip, bilinçleri iğdiş ederek kirli savaşın bütün yükünü öncelikle işçi sınıfı na yüklemekte oldukça pervasızca davra nabiliyor. Üç-beş kuruşa mahkum ettiği işç i yığ ınl ar ın ı ulusl ar ar ası serm ay en in vahşi saldırısına mahkum etme küstahlığını sınırsızca gösterebiliyor. Yani Kürt kentle rini boşaltıp dağlarını yakan/bombalayan söm ürg ec i faş izm, işç iy i de metr op ol varoşlarında hayasız, onursuz bir yaşama, fabrikada ve işlikte köleliğe boyun eğmeye mahkum ediyor. Bu derin çelişkide gizlenen gerçeğin ikiyüzü, biri diğerinin sonucudur. Çözümü de, birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu durumdan nasıl kurtulacak işçi sını fı? Devrimin en önüne, bütün ezilenlerin en önün e nas ıl fırl ay ab il ir? Kom ün ist 9 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları öncüler, sınıfı böyle bir konuma çıkarabil mek için ne yapmalı? Politik Bilinç “Dışarı”dan Taşınır Yapılması gereken, birinc i olarak, işçi sınıfını bugünkü durumundan çekip çıka racak boyutta, “dışardan” ona kendi dünya görüşünü taşımak. Ona, politikanın tüm sorunlarının bilgisini taşımak, siyasal ger çekliği bütün boyutlarıyla açıklamak. Böy lece işçi sınıfının bugünkü kendiliğinden/ ekonomist bilincine saldırmak ve devrimci bir dönüşüm sağlamak, sınıfı tüm ezilenle rin önüne geçirecek bilince ulaştırmak. İkincisi; işçi sınıfının bugünkü iktisadi içerikli, ufku ve hedefleri dar eylemine, bilimsel sosyalist açıdan müdahale etmek, onun önünü aydınlatarak işbirlikçi kapita lizme karşı savaşımının ve devlete karşı iktidar savaşımının kaldıracı yapmak. Bu iki alanda, iki bakımdan yöneltile cek saldırı, “dışardan” bilinç taşıyarak, işçi sınıfının tarihsel misyonuna uygun konuma gelmesinin tek emin yoludur. Her iki aland an müd ah al ey i biraz açalım. İşçi sınıfı, kendiliğinden, yani burjuva düşüncenin çerçevesinde hareket eden, bir sın ıf olm akt an çık ac aks a; burj uv az in in eklentisi olmaktan kurtulacak ve kendisi için bir sınıf haline gelecekse, böyle bir bilinci ancak, tüm toplum bilgisine ulaşa rak elde edebilir. İnsanlığın biriktirdiği tüm toplum bilgisine, herhangi bir görüş açısın dan değil, marksizm-leninizmin ışığında ulaşırsa, gerçek bir sınıf bilincine ulaşmış olur. Neden tüm toplum sınıfları arasındaki ilişkinin ve toplumsal yaşamın gerçekleri nin bilgisi ya da politik sınıf bilinci? İşçi sın ıf ı, ürün ü old uğ u kap it al izm in ayn ı zamanda mezar kazıcısı olduğunu, tüm ezi lenlerin kurtuluş kavgasının eninde sonun da kendi omuzlarına kaldığını ve büyük özgürlük yürüyüşünün en başında olması gerektiğini biliyor ve bunu güncelde baskı nın ve sömürünün her önemli örneğinde pratik hareketiyle gösteriyorsa, sınıf bilin cine ulaşmış, tüm toplum bilgisine egemen olmuş demektir. Tüm toplum sınıfları arasında ilişki bil gisine ulaşılacak alansa, politika alanıdır. Yani işçi sınıfı, sınıflar savaşımının bilgi siyl e, yaş ad ığ ı coğr afy ad a sın ıfl ar ar as ı temel ilişkileri, temel siyasi-iktisadi karşıt lıkl ar ı, söm ür ü düz en in in tem el örg üt mekanizması ve egemen sınıfların işçi sını fı ve diğer ezilen sınıflar ve tabakaların üzerindeki baskı aygıtı olan devleti, devlet le yalnızca kendi ilişkileri değil, toplumun diğer kesimlerinin ilişkilerinin bilgisiyle donanmalıdır. Ezilen/sömürge ulus gerçe ğini ulusal devrim, kirli savaş, soykırım ve asimilasyonun yaşamın bütün alanlarına sinmişliğini, sokak infazları ve kayıplar politikasını köylülüğün sefalet ve çaresizli ğinin nedenleri, dinsel gericiliğin ve şeriat çı politik gelişmenin nedenleri; eğitimin özell eşt ir il ip par al ı hal e get irm es in in öğrenci isyanına dönüşmesinin bağlantıları vb. hakkında gerçeklerin bilgisine ulaşması halinde gerçek politik bilinç edinmiş olur. Demek ki, birinci olarak işçi sınıfı ger çeklerin bilgisine, ancak “dışarıdan” ulaşa bilir. Kendi yaşadıklarının bilgisi, işçi sını 10 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları fının aydınlanmasına yetmez. İşçi sınıfı, patronlarla ilişkileri alanından, fabrikadaki sınıf çatışmasından politik bilinç kıvılcım ları edinse de buradan esas olarak ekono mik mücadele bilincine ve sendikal örgüt lülüğe ulaşabilir. Bu “içerden” elde edilen bilinçtir. Politika alanı, devletle diğer sınıf lar arasındaki ilişkiler ise, “dışardan” elde edilen bilinçtir; ki, bu gerçek politik sınıf bilincidir. öncü müdahalelerin çapıyla kimi iyileşme ler gösterse de, işçilerin tek tek patronlarla kapıştıkları bir seyirde yürüyor. Sermaye ve siyasal iktidar, hem ulusla rarası sermayenin istemleri, hem de içteki durumun (Kürdistan’daki kirli savaşın ve tüm coğrafyada topyekün savaşın) ihtiyaç lar ı doğr ult us und a yen i sald ır ı atakl ar ı yaparken, işçi sınıfı buna karşı genel bir direnişe geçemiyor. Bu bir yana, işçi sendi ka konfederasyonları Ekonomik ve Sosyal Konsey’de yerlerini alarak, işbirlikçi kapitalist düzenin üçüncü ayağı rolünü perva sızca oynuyor. İşçi sınıfı ise, kimi cılız iti razlar bir yana, bugünkü ve gelecekteki çıkarlarını ipotek altına alan bu gelişmeye karşı bir ses yükseltemiyor. Oysa ki, işçi sınıfının ücretli kölelik düzeni kapitalizmi tümüyle ortadan kaldır mak görevi vardır. Çünkü, ancak ve ancak kapitalizmi tasfiye ederse sömürüden kurtuluşunu gerçekleştirebilir ve kapitalizmi tasfiye yeteneği yalnızca onda vardır. Bu yeteneği, kendi bilimsel dünya görüşü açı ğa çıkarabilir. Fabrikadaki hareketinin önü bilimsel sosyalizmle aydınlandığında, işçi sınıfı yalnızca güncel çıkarlarıyla uğraşma yacak, gelecekteki çıkarlarını sahiplenerek, kap it al ist sist em in büt ün ün e, serm ay e sınıflarının tümüne ve devlete, yasal düze ne ve siyasal rejime karşı savaşım içine girer. Bu emeğin sermayeye karşı, yalnızca güncel özgürlük mücadelesinin bir gereği değil, gelecek çıkarlarının ifadesi olarak sosyalizm için de savaşımıdır. Bu savaş, eğer bug ünk ü som ut dur um açıs ınd an bakacak olursak, elle tutulur görüngüleriy le emperyalizme, emperyalist sermayeye Yalnızca Kapitalizmin Sonuçlarına Karşı Savaş mı? İkinci olarak; işçi sınıfı kendi sorunla rıyl a, patr onl ar sın ıf ın a karş ı, kap it al ist sömürüye karşı savaşırken de, eğer eylemi nin önü sınıf görüşüyle aydınlanmamışsa, sömürünün ve fabrikada keyfi yönetimin özüne karşı savaşamaz. Sömürü ve baskı nın son uçl arın a karş ı sav aş ab il ir ve her seferinde aynı şekilde, ücret ve iş koşulla rının düzelmesi için zorlu mücadelelere girer. Bu şekilde mücadele ile ancak sömü rüyü biraz geriletilebilir ve en fazla sendi kal örgütlülüğe ulaşabilir. En nihayetinde, bu savaşım esasen bir kısır döngüdür. Ve ücretli köleliğin sürüp gitmesinin önüne hiçb ir eng el dik em ez. Nit ek im sın ıf ın bugünkü hareketi, genelde böyle bir içeriğe ve kapsama sahiptir. Sendikal örgütlülüğü ve mücadelesi de, burjuva bilinç çerçevesi ni aşam ay an düz eyd e. Vahş i kap it al izm koşullarını yeniden vareden; özelleştirme, taşeronlaştırma ve yeni üretim teknikleri uygulamaları işçi sınıfını en başa döndü rüp, sekiz saatlik işgünü, sendika ve sigorta hakkı için savaşımı merkeze almaya itmiş tir. Ama, sözk on us u sav aş ım, kom ün ist 11 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları karşı antiemperyalist demokratik savaşımı dır da. Yani işçi sınıfının kendi geleceğini gözeterek yürüteceği savaş, antiemperya list ve dem okr at ik kar akt er i yan ınd a antikapitalist ögeleri taşır. Sınıf İçinde Politik Faaliyetin Alanı Bunl ard an çık ar ılm as ı ger ek en bir sonuç; komünist partisinin işçi sınıfı için deki çalışmalarında ekonomik mücadele ve onun sorunları esas alınamaz. Lenin’in ifa desiyle, komünistler çalışmaların esasının ekonomik mücadele alanı olmasına izin vermezler. Onlar işçi sınıfının kendiliğin den bilincine hücumu, politika alanından, politik mücadelenin sorun ve görevlerin den yapmalıdırlar. Bu yoldan giderek işçi sınıfın ın pol it ik sın ıf bil inci edinmesini sağlayabilirler. Politik Bilinç İçin Politik Ajitasyon İşçi sınıfı, içinde yaşadığı coğrafyanın iktisadi, siyasi toplumsal gerçekliğinin bil gisini, komünist öncünün, siyasal teşhirle riyle öğrenebilir. Yani, bir baştan bir başa siyasi gerçeklerin açıklanmasıyla, zulmün ve söm ür ün ün en öneml i örnekl er ind en anında haberder olarak, zulme ve sömürü ye uğr am ış kesimlerin sor unl ar ın a ilg i duyabilir. Yalnızca haberdar olmak yetmez. Sosyalist görüş açısıyla gerçeğin yorumuna ihtiyaç vardır. İşçi sınıfı içinde politik aji tasyonun işlevi tam da budur. Bir durum dan, bir olaydan kitleleri haberdar etmek, onlara mücadele yönü göstererek harekete geçme isteği ve coşkusu uyandırmaktır. Politik ajitasyon çok sistemli ve sürekli yapılması gereken bir iştir. Öyle ki, zulmün ve sömürünün her örneğinde, işçi kitleleri nin burjuva basının ve medya tekellerinin düzen içi kalmayı özel olarak kollayarak hazırladığı haber ve teşhir bombardıma nının etkisi altına girmesini önleyebilmeli dir. İşbirlikçi kapitalizmin, faşist ve sömür geci rejimin ideolojik hegemonya kurma olarak kullandığı televizyon ve yazılı basın organlarının yalan ve demagoji bombardı manın etkisini kırarak, onların gizlediği asıl gerçekleri ortaya çıkaracak ve dolayı sıyla işçi yığınlarını gerçeklerin bilgisiyle kuşatacak, politik kitle ajitasyonu, yığınla rın hareketini hazırlayacaktır. Lenin, eğer işçiler zulmün ve sömürü nün çeşitli örneklerinde harekete geçmi yors a, bun un sor uml us u biz iz diy ord u. “Eğer biz, onlara olan bitenin, gerçekliğin “çarpıcı ve hızlı bir şekilde’ teşhirini örgüt ley eb il irs ek, işç il er de prot est o etm ey i öğreneceklerdir. Kitl el er in eyl em e çek il eb ilm es i için, harekete hazırlayacak sürekli, sistem ve kaps am ı gen iş bir ajit asy on olm as ı bir zor unl ul ukt ur. Anc ak o dur umd a, yan i enerjik bir politik ajitasyon, canlı ve çarpı cı teşhirler mevcut olur olmaz kitle eylemi gerçekleşir. Ajitasyonun içeriği, eğer yalnızca işçi lerin nasıl ezilip sömürüldükleri üzerine olursa, bu yetersizdir. Daha doğru ifadeyle, buradan işçi sınıfı politik bir bilinç gelişti rem ez. İşç il er, yan ıb aşl ar ınd ak i emekç i memurların; çocukları ya da kardeşleri, arkadaşları olan öğrencilerin, kayıp yakın larının; devrimci tutsakların, insan hakları sav un uc ul ar ın ın, çevr ec il er in, Berg am a köylülerinin istemlerini ve mücadelelerini, Kürdistan’ın dağını taşını, insan ve hay 12 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları vanl ar ıyl a birl ikt e yok etm ey e çal ış an, barış trenini “terör treni” olarak sunan, 3 bin faili meçhulü, 3 milyonluk göçü sağla yan sömürgeci savaşın gerçekliğini bilmeleri, anlamaları ve kavramaları gerekir. Karşıdevrim güçlerinin fikirleri ve öne rilerinin, karar ve kararnamelerinin, MGK toplantılarında ele alındığı söylenen konu ların ve yapılan açıklamaların gerçekliği nin ne olduğunu devrimci yorumla öğren melidir işçi sınıfı. Pratiğin gösterdiği gibi, bu bilgiyi işçi kitleleri kitaplardan öğrene mez. Bu bilgiyi edinmenin yolu, yaygın kitle ajitasyonudur. Yani; bir durumun, bir olayın, bir hükümet kararının, bir kayıp olayının ya da orman yangınının, göç ola yının, trafik kazasının vb. çok kısa ve özlü, yalın ve çarpıcı şekilde teşhiri/açıklanması; büt ün yap ılm as ı ger ek en. İşç i sın ıf ı ve diğ er emekç il er gerç ekl er in bilg is in e, “anlamadıkları” ve “bilmedikleri” konula rın açıklamasına sözkonusu komünist aji tasyonla ulaşabilirler. “İşçiler geri, anlamaz; işçiler kendile rinden başkalarıyla ilgilenmek istemiyor lar, ya da işç il er kend i sor unl ar ın a bil e sahip çıkmıyorlar ki, kitlelerle ya da örne ğin kayıplarla ilgilensin” diye acı acı yakı nan az militan yoktur. Burada bu militanın, şu yerel örgütün ya da falanca siyasal kuv vetin yığınların siyasal eğitiminin yol ve yöntemlerini bilmediğinden, kendini öncü/ önder ilan etmesine karşın rolünü ve mis yonunu kavramadığından söz etmek gere kiyor. Yani, teorik-politik kitap gibi yazı larda ne dendiği pek de önemli değildir. Pratik, her fikrin, her kişinin ya da siyasi kuvvetin gerçek ölçüsüdür. O da, durumun olumsuz olduğunu söylüyor, gösteriyor. Aynı şekilde, siyasi öncülerin işçi sınıfı na ve diğer emekçilere, belli takvimlerde ya da önemli olaylarda sık sık eylem çağrı ları yaptıkları, ama çağrıların pek çoğunun da yanıtsız kaldığı bilinir, konuşulur. İşçi sınıfı ve emekçilerin bilinç ve örgütlülük düzeyinin geriliği de, bir gerçek olarak sık sık tesp it edil ir. Ne var ki, sözk on us u sonuçla öncü faaliyetin ilişkisi yeterince kurulmaz. Sorun, öncülerin,kitle ajitasyo nunu çok enerjik bir şekilde, her olayda, her önemli gelişmede, devletin her baskı ve işkence ya da yasak örneğinde, burjuva medyanın her çarpıtmasında öncülerin kitle ajitasyonunu yaygınca, sık ve sistemlice örgütlendirmeleriyle çözülür. Güncelde Politik Ajitasyonun Konuları Bu coğrafyada ajitasyonun kapsamının doğru belirlenmesine çok özel bir ihtiyaç var. Başından beri vurguluyoruz, işçi sınıfı sözkonusu olduğunda, ona bütün toplumun öncüsü ve devrimin motoru rolünü oynata cak bir kon um a ulaşm as ı için, en başt a Kürt ulusunun özgürlük, eşitlik ve kardeş lik talebine sahip çıkar hale gelmesi gere kir. O halde ajitasyonun birinci konusu, coğrafyamızda özgürlük mücadelesinin en öne çıkan temel sorunu Kürt ulusal sorunu ve faşist sömürgeci rejimin kirli savaşıdır. Özellikle Türk işçilerin, metropollerin, en öneml i işk oll ar ın ın işç i böl ükl er in in sömürgeci boyunduruğa ve bugünkü uygu lamalarına karşı sesini yükseltmeleri, ulu sal devrime sahiplenerek, devrimin Batı’ya 13 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları yay ılm as ı ve baş ın a kend il er in in geç melerinin ilk adımı olacaktır. Neden ilk adım Kürt sorununda atılma lıdır? Çünkü, faşist zulmün sivri ucu, Kür distan’da Kürt halkının bir kez daha soykı rıma uğratılmasında somutlaşıyor. Bu öyle çıplak bir gerçek ve siyaset sahnesinin kar şıd evr im ceph es i bu gerç eğ in öyl es in e bil inc ind ek i, büt ün kar arl ar ın ı alırk en, bütün politikalarını belirlerken ve bütün iktisadi-siyasi uygulamalarını başlatırken hesaba kattığı, kitlendiği ilk unsur bu. Eğer devletin ve burjuvazinin eylemle rin e ve sözl er in e şöyl es in e bir dikk at yöneltirsek, gerçeğin egemenlerin cephe sinden, özel olarak savaş kurmay heyeti MGK tarafından tam bir açıklıkla tespit edildiğini görürüz. Bir örnek verelim. Fab rika önünde kıyım terörüne karşı direnen işçiye, patron un ya da yard ım ın a koşan jand arm a kom ut an ın ın, “bunl ar PKK’li, bölücü, bunların kışkırtmasına gelmeyin” demesi tesadüfi mi? Ya da cehalet örneği mi? Hayır, bunlar tamamen bir gerçeğin bilinçli ifadeleri. Asıl cehalet, bu gerçeği göremeyen işçi bölüklerinde ve devrime soyunan devrimcilerde. Tesadüf olan, daha bu gerçekleri algılamayanların devrimin öncülüğüne soyunmalarıdır. Bir başk a örn ek; kay ıp devr imc i ve komünistlerin bulunması için bu coğrafya nın tanık olduğu en direngen savaşı veren kayıp analarının, terörist analar ilan edil mesidir. Burada da, düşmanın çok bilinçli olduğunu ve yığınları etkilemek için yürüt tüğü antipropagandanın unsurlarını, kendi çıkarlarını güvenceleyecek olgulardan tes pit ettiğini gösterir. İşt e günc el devr imc i ajit asy on un bu temel sorunların sayısız gerçeklerini, en çarpıcı şekilde yığınların önüne koyması, işçi ve emekçi yığınların çarpılmış bilinç lerini bombardımana tutması gerekir. Faş ist söm ürg ec i rej im in dem okr at olduğu; devlet yenilmez, ordu kutsaldır, polis can güvenliğimiz içindir safsataları nın yerle bir edilmesi, devrimci ajitasyo nun ne kadar sık, etkili ve gerçeklerin bil gisine dayalı bir dolulukta gerçekleştiril mesine bağlıdır. Ve bu coğrafyada yığınla rın düzene karşı artan öfkesi, değişim iste ği, ancak gerçeklerin en geniş teşhiriyle, devrimci ajitasyonun güçlüce örgütlenme siyl e ve öncü örgütlenme aracılığıyla yığınların devrimci eylemine sıçratılabilir. Sus url uk çuk ur un a düş en devl et ve düz en erb ab ı, kirl i sav aş çet es i suçüst ü yak al anm as ın a karş ın bir türl ü düz en in mahkemelerinde bile yargılanamıyor. Çün kü öncü irade yetersizliği yanısıra yığınla rın öfkesi devrimci ajitasyonla yığınların devr imc i eyl eml er in e dön üşt ür ül em ed i. Karanlık eylemleri, genelde pasif protesto eylemleri niteliğinden çıkıp düzen sahiple rin in yak as ın a yap ış an hes ap sorm ay a dönüşemedi. Bugün çeteciler kendi güçle riyle ve kendi geleceklerini gözeterek çık maya çalışıyorlar çukurdan. Tarihin en ağır rejim krizi içinde bunalan, iç çatışmalar, tasfiyeler yaşayan, çürüme ve kokuşmanın içinde debelenen egemen sınıflar ve onla rın faşist devletinin siyasi baskı çemberin den her geçen gün biraz daha kopuşan, ara yış içinde olan, devleti ve rejimi her geçen gün dah a fazl a sorg ul ay an mily onl ar ın Susurluk sonrası eylemlerde olduğu gibi, 14 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları sokağa taşan öfke birikimlerinin yaşandığı dönemde, işçi sınıfının siyasal bilincinde sıçr am al ar yar at am am ak, her bak ımd an sorgulanmalıdır. Bütün yaşananlardan son ra, sendika bürokratlarının eliyle işçi sınıfı hareketinin düzene bir kez daha eklemlen mes i bu sıçr am an ın sağl an am am as ın ın sonucudur. Her iki durumun bir sonucu olarak dev let ve sermaye düzeni MGK’nın komutası alt ınd a, yığ ınl ar ın devr imc i öfk el er iyl e boğulmadan “kurtulma”nın rahatlığında. Ömrünü daha da uzatabilmek için, en başta ezip sömürdüğü yığınların çarpılmış bilinç leri ve “düşürülmüş” haldeki mecalsizlikle rinin sayesinde, kendini “restore” atakları nı yapıyor. Burada varacağımız sonuç; güncel dev rimci ajitasyonun saldıracağı ikinci alan, devletin ve düzenin restorasyon çabaları dır. Restorasyonun karşıdevrimci özünü, zulmün binbir çeşidini, ama özel olarak kanlı biçimlerini tezgahlamakta oldukları nı, bütün görüngüleriyle sergilemek gereki yor. İşçi sınıfı arasında bu iki alanda yürü tül ec ek devr imc i ajit asy on, işç i sın ıf ın ı siyasal bilinç edinmesinde çok önemli iler lemeler sağlayacaktır. İşçi sınıfı arasında politik kitle ajitasyo nun konularının, sınıfa ya da bazı bölükle rine somut bir şeyler vaadetmesi gerekmi yor. Daha doğru bir ifadeyle, sınıfa somut şeyler vaadeden ajitasyon saplantısı, tamı tamına ekonomizmin/sendikalizmin mantı ğıdır. Ve işçi sınıfını, düzenin bir eklentisi olarak kalmaya mahkum etmenin yoludur. Sınıfın, siyasi körlüğünü ve bilinç çar pıklığını kırabilmesi için ona yapılacak en büyük yardım, politikanın en can yakıcı sorunları hakkında onu aydınlatmaktır. İşçi sınıfı, hangi sınıf ya da kesim gadre uğrar sa uğrasın, ilk tepkiyi kendisinin gösterme si gerektiğini öğrenmelidir. Aksi taktirde, kendisiyle birlikte bütün insanlığı kapita list-emp ery al ist barb arl ığ ın koll ar ınd a köleliğe/ölüme mahkum edeceğini öğrenmelidir. 12 Eylül karanlığından ve Kürt ulusal başkaldırısından bu yana yaşananlar, işçi sınıfına bu yakıcı gerçeği anlatabilecek kadar can yakıcı. Yeter ki, bu gerçeklerin bilgisi, sınıfa, komünist kitle ajitasyonuyla ulaşsın. O durumda işçi sınıfı kendi sorun larının dar çemberini aşacak, gerçek politik bilince ulaşacaktır. Sınıfın hareketi devrim ci/pol it ik kar akt er e ulaş ac akt ır. Gerç ek pol it ik bil inc in bir tek ölç üt ü vard ır ve bun u Len in yüzy ıl ın baş ınd a form ül e etmiştir: “Eğer işçiler, hangi sınıf gadre uğruyor; baskıya hedef oluyor olursa olsun, her tür lü zorbalık ve baskı, zor ve suistimal olayı na tepki göstermeyi, hem de herhangi bir açıdan değil de sosyal demokrat (komünist, PD) açıdan tepki göstermeyi öğrenmemiş lerse, işçi sınıfının bilinci gerçek bir politik bilinç olamaz.” Aynı şekilde, işçiler sınıf bilincini edin miş hale gelmek için, dünyada ve bu coğ rafyada olan biten her şeyin, her politik tutumun toplumdaki bütün sınıf ve kesim lerin hareketlerini, amaçlarını, istemlerini tanımalı, bilmeli; öne sürülen her talebin, açıklanan her kararın, atılan her sloganın gizlediği gerçekler hakkında açık seçik bil gi sahibi olmalıdır. 15 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları Komünist öncülerin devrimci kitle aji tasyonu her zamankinden daha yoğun, sis temli ve sürekli olarak bu hedeflere kitlen meli, sözkonusu siyasal gerçeklerin açıkla ması ve sınıf bilinci edinmenin zorunlulu ğu, sınıfın en ileri kesimlerinden hareket halindeki kesimlerinden başlamak üzere, en geniş yığınlarının beynini fethetmelidir. Unutulmasın, egemen sınıfların ideolojik egemenliğinin beyinlerde kırılmasının yolu da yığınların politik eğitimiyle açılacaktır. İşçi sınıfı arasında politik kitle ajitasyo nunun üçüncü alanı, işçi sınıfının polit bir parti olarak örgütlenmesinin sorunları ve görevleri olmalıdır. İşçi Sınıfı Komünist Partide Örgütlenmelidir Bir ülkede komünist hareket doğduğun da, önündeki ilk ve acil asli görevi, işçi sınıfının bir parti olarak örgütlenmesini sağlamaktır. Bugün, bu görevi, başlamış bir devrimin gereksinimleri, hem işçi sınıfı ve hem de kom ün ist önc ü bak ım ınd an, ertelenemez bir şekilde dayatmıştır. O hal de, sorunun bu merkezde tartışılması gere kiyor. Bir yanda; işçi sınıfı bugünkü açmazla rından kurtularak başlamış ulusal devrimi birleşik devrime geliştirmek ve devrimin önder sınıfı haline gelmek için kendi öncü sün e kav uşm ak, siy as i önc ü part is iyl e buluşmak zorundadır. Diğer yandan, mark sist ken in ist kom ün ist part in in de önc ü kiml iğ ind en işç i sın ıf ın ın ve devr im in (öncelikle Batı’ya yayılmasının ve sonraki sürecin) önderi kimliğine yükselmesi gere kiyor. Yani; sınıfın ve hareketinin komünist partisinin önderliğine kavuşmasının sorun larıyla, komünist partisinin öncü konum dan önder konuma yükselmesinin sorunları birb irl er iyl e ört üş üy or vey a birb ir in i tamamlıyor. O halde, parti sorunu komü nistlerin işçi sınıfı içindeki ajitasyon faali yetinin bugün özel bir konusudur. Komü nist öncüler, işçi sınıfı içindeki çalışmala rında parti sorununu, özel yoğunlaştırılmış bir propaganda-ajitasyon ve örgütlenme konusu yapabilirler, yapmalıdırlar. İşçi sınıfı içinde parti üzerine ajitasyon, toplumun en devrimci sınıfının, eğer ken disiyle birlikte tüm insanlığı kurtaracaksa, en başta, bütün burjuva partilerden (gerici, faşist, reformist, dinci vb.) bağımsız siya sal bir parti olarak örgütlenmesi gerektiği fikrinden başlamalıdır. Bu, siyasal bir devrim yapacak her sınıf için olduğu gibi, işçi sınıfı için de olmazsa olmaz bir koşuldur. Len in’in şu sözl er in i anıms atm akt a yarar var; “Tarihte hiçbir sınıf, kendi için den hareketini örgütleme ve yönetme yete neğinde olan kendi politik önderlerini, ken di öncü savaşçılarını yaratmadan egemenli ğe ulaşmamıştır.” Kapitalist-emperyalist sistem de, tepe den tırnağa örgütlü ve silahlı burjuvazinin karşısında, proletaryanın, bağımsız siyasal part is i yoks a, bir hiçt ir. Coğr afy am ızd a yaş an an gerç ekl ikt e zat en bun u acı bir şekilde gösteriyor. Komünist öncülerin işçi sınıfının bütün katmanları arasında bu gerçeği yalın, çıp lak ve çarpıcı bir şekilde açıklaması, işçi yığınlarını uyararak partiye akışı kışkırt 16 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları ması gerekir. İşçi sınıfının çeşitli bölükleri arasında, özel olarak da hareket halindeki kesimleri arasında böylesi bir ajitasyon, marksist leninist komünist partisinin teori si, progr am, strat ej i ve takt ik pland ak i görüşleri ve devrimci ve sosyalist pratiğini tanıtmayla sürmelidir. Hemen burada özel olarak vurgulaya lım. Parti fikri ve bir eylem konusu olarak partileşme atılımı, işçi sınıfının genel ger çekliği içinde, ama özel olarak parti konu sundaki güvensizlik ve önyargıları hesaba katılırsa, hiç de kolay değildir. İşçi sınıfına kendi tarihsel misyonunu kavratmak, bu misyonu oynayabilmesi için önc e, har ek et in i örg ütl ey ip yön et ec ek bağ ıms ız siy as al part is in e sah ip olm as ı gerektiğini anlatmak yetmez. Bu fikrin ve eylemin yaygınlaşmasının aleyhine bir dizi etken var. İşçi sınıfı içinde partileşme aji tasy on un un, aleyht ek i büt ün uns url ar ı hesaba katıp onların aşılmasını sağlayacak zenginlikle bir propaganda ve politik etkin likle birleşmesi gerekir. Bir kere, işçi sınıfı burjuva ideolojisinin egemenlik alanı içindedir. Politik arenada burj uv a part il er in tab an ı olar ak har ek et eden kesim, sınıfın çoğunluğudur. Sınıfın öncü unsurları ise ilerici, antifaşist, dev rimci ve komünist parti ve örgütler içinde ya da etrafına dağılmıştır. Yani işçi sınıfı nın öncü kesimleri de politik-örgütsel par çalanmışlık içindedir. Bu durum, sınıfın en ileri kesimlerinde bile kendine güvensizlik, bir partide toplanmanın zor olduğuna dair güvensizliği körüklüyor. Yine, dünya çapında esen burjuva ide olojik rüzgar, sosyalizmin öldüğünün, pro letaryanın gerileyip değiştiği, komünizmin bir ütopya olarak kalmaya mahkum olduğu fik irl er in i, umuts uzl uğ u ve sın ıf ın güç olmaktan çıktığı fikirlerini yayıyor. Emper yal ist burj uv az in in ideo loj ik ayg ıtl ar ı, bütün bu gerici düşünceleri dünya çapında yayarken, özel olarak devrim alternatifine karşı, kapitalizmin ebedi olduğu ve burjuva demokrasisinden başka seçenek kalmadığı nı propaganda ediyor. Yığınların bilincini iğd iş eden boy utl ard ak i karş ıdevr imc i propaganda, revizyonist ihaneti ve yaşadığı çöküşü, sosyalizmin, proletarya devriminin ve proletarya diktatörlüğünün aleyhine bir veri olarak çok etkili bir şekilde kullanıyor. Gerçekte sosyalist olan Arnavutluk’ta kaşıdevrim ve kapitalist restorasyonun da – belki küçük bir ülke olması nedeniyle dünya çapında kitleler üzerindeki etkisi görece az olsa da– özellikle, işçi sınıfının ve dünya halklarının öncü öğeleri ve komünist ve devimci hareketin kitlesi üzerinde moral bozucu, geriletici rolü küçümsenemez. Coğrafyanın özelindeki olumsuz etken ler de küçümsenemez. M. Suphi TKP’sinin kısa dönemi dışında 50 yıllık sağ oportü nist ve sınıf uzlaşmacı pratik, ‘70’li yıllar da TKP’nin sosyal şoven ve modern reviz yon ist köt ü ünl ü prat iğ i, ‘70’li yıll ar ın halkçı devrimciliğinin işçi sınıfı içindeki çalışmanın ihmaline yol açması işçi sınıfının uzak ve yakın geçmişiyle politik mücadele geleneği zayıflığı vb. nedenler işçi yığınlarının sosyalist/komünist bir partiye güven duyması, böyle bir partide örgütlen me isteğini törpüleyen etkenler olarak orta da duruyor. 17 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları 12 Eylül’ün sınıf üzerindeki ideolojik, politik, örgütsel, sendikal alanlardaki tahri batı ve günümüzdeki örgütsüzlüğü dayatan vahş i kap it al izm koş ull ar ın ın bun alt ıc ı atmosferi ile bu atmosferle uyumlu sağcıtasfiyeci akımın legalizmi dayatması, işçi sın ıf ın ın yas ad ış ı kom ün ist part i fikr in i ben ims em es i ve part il eşm e eyl em in in önünde, üstü atlanamayacak engelleri oluş tur uy or. Ayr ıc a 12 Eyl ül dön em in in yol açtığı kuşak kopukluğu da sınıf harekete tind öncü öğelerin komünist ve devrimci harekete akışının sürekli ve hızlı olmasını, sosyalizm inancıyla uzun vadeli mücadele ye doğru olmasını engelleyici rol oynadı. Öte yandan, faşist terör ve burjuvazinin işçi kıyımı törerü, hem çekingenlik yarata rak hem de devrimci öncü işçileri kırpanla yar ak, önc ün ün gel işm es in in önünd e engelleyici oluyorlar. Yanısıra Kürt ulusal devriminin yaşandığı bu koşullarda, şove nizm ve sosyalşovenizmin etkileri de, sınıf hareketinin devrimcileşmesi ve devrimci öncü öğelerin hızla sınıfın komünist partisi etr af ınd a topl anm al ar ın ı zorl aşt ır ıy or, geciktiriyor, güçleştiriyor. Bur ad an var ıl ac ak son uç; kom ün ist öncü, teorik-ideolojik aydınlatma işini işçi sınıfı arasında yoğunlaştırarak, her günkü politik çalışmaların, özel olarak dönemin politik ajitasyon çalışmasının önünü açan önemli bir bileşeni, tamamlayıcısı haline getirmelidir. Politik Ajitasyonun Yöntemine Dair Sorunlar Politik ajitasyonun günceldeki kapsamı ve içeriği belirlenmesi, hedeflerinin belir lenmesidir de aynı zamanda yönteme dair sorunların bir bölümünü burası oluşturur. Ki biz sorunun bu yanını önceki bölümler de ele aldık. Diğer yanını ise, ajitasyonun tanımı ve işlevinden çıkarak nasıl gerçek leştirileceğine verilecek yanıtlar oluşturur. Belk i de, işin bir az tekn ik yanl ar ınd an sözetmek denebilir buna. Ajit asy on, prop ag and a gib i part in in temel çalışma biçimlerinden biridir. Propa ganda gibi ajitasyon da kaynağını, teorik programatik, politik, taktiksel görüş ve tahliller ile, toplumsal yaşamın bütün pratik gerçeklerinden alır. Kendi özgün tarzıyla kitl el er e taş ıy ar ak kitl el er in eğit im inini gerçekleştirir ve kitle çalışmasının diğer temel biçimine, örgütlenmeye (ve eyleme) bağlar. Propaganda, kitlelerin geri unsurla rını eğitip kazanmayı sağlayan bir tarzken, ajitasyon geniş kitleleri hedefleyen, kitle eylemleriyle birlikte kitle eğitiminin temel biçimidir. Ajitasyonu, bir konunun, bir fik rin, bir çağrının ya da bir olayın kitleleri hedefleyerek kısa, çarpıcı ve özlü şekilde açıklanması olarak tanımlamak uygundur. Bu biraz teknik tanımı, eğer yapılan işin işlevini katarak açıklarsak; okuyucu, dinle yici ya da izleyicinin her şeyden önce duy gularını harekete geçirmekten dahası kışkırtmaktan sözetmeliyiz. Kitlelerin istem lerini dile getirirken bile, bunları etkileye rek içeri ğin i ve hed ef in i yüks eltm ey i başarmalıdır. Lun aç arsk i’nin şu çok parl ak dey iş i, belki de ajitasyonu bütün diğer çalışma biç iml er in den ayr ım ın ın alt ın ı çiz er: “Devimci mesajın özünün, bir deyişle ‘kor’ haline gelmesini ve tüm renkleri ile parla 18 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları masını sağlar.” Yani, ajitasyon kısa özlü kon uşm al ar, kıs a ve çarp ıc ı bild ir il er, mesajı çok açık sunan bir afiş ya da şiir vb. olabilir. Ama önemli olan, hitap ettiği kitle yi, bir olaydan, durumdan haberdar eder ken, en önce heyecanlarına hitap edebilme li, mesajını ateşleyici bir maddeye dönüş türebilmelidir. O nedenle ajitasyon, gerçek lerin bilgisini sunarken “on sözcüğü iki sözcüğe sığdırmış” olmalıdır. Hitap ettiği kitlenin beynini ve yüreğini anında fethe debilmelidir. Suçluyu suçüstü yakalayıp, teşhir tahtasına çivileyebilmelidir. Tariften de anlaşılır ki, suçluyu suçüstü edecek “iki sözcük”, rastgele seçilmiş söz cükler olamaz. Açıklanmak istenen gerçe ği, tüm bir toplum bilgisini giydirilmiş ola rak sunabilmeli bu iki sözcük. Gerçeklerin bilgisine dayandırılan bir ajitasyon, teori nin ve sınıf mücadelelerin ilgili deneyleri nin imbikten geçirilmiş bir özetini sunabil melidir. Toplum yaşamının herhangi bir olayını, örneğin Kürt yurtseverlere uygulanan bir zulüm örneğini ele aldığında; sözkonusu olayın içinde gizlenmiş olan sömürge olgu sunu, devletin ve kurulu düzenin soykırım cı politikalarını gösterebilmeli; yine kendi yoksunluklarıyla Kürt halkının yoksunluk larının bunlardan kaynaklandığını yığınla rın bil inc ind e açık hal e get irm el i, ayn ı zam and a bu vahş et e karş ı sav aş ist eğ i uyandırabilmeli ve yığınları harekete hazır layabilmelidir. Eğer işçi sınıfı ve ezilen diğer emekçi ler, devrimci ajitasyonun aydınlatıcı etkisi altına alınırsa, dün ya da bugün zulme ve sömürüye karşı sessiz duran yığınlar hare kete geçmeyi öğrenecek ve harekete geçe cektir. Kaldı ki, süreçteki bölük pörçük, hedefleri sınırlı, ufukları dar pekçok pro test o, göst er i, grev vb. kitl e eyl eml er i anc ak devr imc i ajit asy onl a, zulm ün ve sömürünün ana kaynağına yönelebilir. Bir bir ind en kop uk eyl eml er, küç ük küç ük öfke derecikleri, “gürül gürül akan tek bir sele” dönüşebilir. Sözünü ettiğimiz ajitasyon, aynı zaman da komünist partinin program, strateji ve taktiklerinde somutlaşmış marksizm bilgi sinin sunuluşudur. Siyasi, iktisadi ve top lumsal gerçekliğin her bir örneğinin teşhiri, yığınları herhangi bir düşünceyle değil, herhangi bir görüş açısıyla değil, komünist partisinin, düşüncesiyle, bilimsel sosya lizmle donatılması, yine parti çizgisi doğ rultusunda harekete hazırlanması, hareket halinde de kitlelerin eğitiminin parti görü şü doğrultusunda devam ettirilmesidir. Ajitasyonun hafife alınması durumun da, ne siyasal gerçeklerin bir baştan bir başa etkili teşhiri sağlanabilir ne zulmün ve sömürünün en önemli örneklerinde suçlu lar suç üst ü yak al an ab il irl er. Dağ ın ık ve yetersiz, iyi düşünülüp hazırlanmamış aji tasyon, kitleleri aydınlatıp uyarma ve hare kete geçirme yeteneğine sahip olamaz. Ara sıra yapılan ajitasyon gibi, toplum yaşamı nın ve toplumdaki bütün sınıf ve kesimle rin yaş ad ıkl ar ın ı ele alm ay an ajit asy on çal ışm as ı da etk is iz kalm ay a, işl ev in i oynamamaya mahkumdur. Çünkü bu tür bir ajitasyon çalışması, yığınların her bir kes im in i, diğ erl er in in yaş ad ıkl ar ınd an hab erd ar edem ez. Kom ün ist ajit asy on; Kürdistan’daki soykırımı ve Kürt halkının 19 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları isy an ın ı işç il er in anl am as ın ı, işç il er in sömürülmesini, Kürt yoksullarının anla masını, yine işçilerin, memurların sorun ve mücadelelerini öğrenmelerini, aynı şekilde işçi sınıfının yaşadığı kapitalist vahşeti ve bun a karş ı sav aş ım ı, mem url ar ın ya da öğrencilerin anlamasını olanaklı kılmalıdır. Konumuz işçi sınıfının politik bilinç edinm es in in sor unl ar ı old uğ un a gör e, komünistler baskının, yolsuzluğun, katli amın, rüşvetin, soykırımın, kayıpların ya da infazların herbirinin teşhirini, anında sıcağı sıcağına işçi bölüklerine taşıyabilir lerse, işçi sınıfının gerçek bir politik bilinç edinmesini sağlayabilirler. “Ajitasyon, bu baskının her somut örne ği ele alınarak yürütülmelidir. Bu baskı, topl um un çeş itl i sın ıfl ar ın ı etk il ed iğ in e gör e, kend is in i yaş am ın ve eyl em in en çeş itl i alanl ar ınd a, mesl ek, kam u, özel, aile, din, bilim vb. vb. alanlarında ortaya koyduğuna göre, otokrasinin siyasal teşhi rini bütün yönleriyle örgütlemeye girişme yecek olursak, işçilerin siyasal bilincini geliştirme görevini yerine getiremeyeceği miz apaçık değil mi?” Coğrafyamızda olan biten, yığınların hoşnutsuzluk ve öfke bulutlarını, işbirlikçi kapitalist düzen ve devletin başına yağmur, dolu, kar olarak yağması; emperyalist mih rakların bölgesel çıkmazlarını ölümcül dar beler indirmesi için o kadar çok fırsat yara tıyorlar. Bir Susurluk çukuru, yolsuzluk dosyaları, sonu gelmez pahalılık, işsizlik, Kürdistan coğrafyasının yakılıp yokedil mesine malolmuş kirli savaş; bütün bunlar eski, köhnemiş, kokuşmuş dünyayı sahip lerinin; kanemici sömürgenlerin, sömürge ci faşistlerin ve leş kargası emperyalistlerin başlarına yıkmak için fazla bir şey gerek tirmiyor. Her şey, yığınların gözleri önünde olup bitiyor. Ama komünist ve devrimci ajitasyon, yığınları, olan bitenin gerçekliği hakkında bilgilendirmeye, saldırıya geçe ceği kuvvetleri göstermeye yetmediği için, meydan yine egemen sınıflara kalıyor. Kar şıdevrimci medya tekelleri sokaktaki öfke nin, fabrikadaki grevin, okuldaki boyko tun, meydandaki barış eyleminin içeriğini, reformizmin uyuşturucu ilacını da kullana rak, boşaltıp sahte hedeflere yöneltmeyi başarabiliyor. İşte devrimci ajitasyonun neşter olup keseceği yara bu, bomba olup dağıtacağı uğursuz atmosfer burada. Öyleyse, işinin gereğini bilen, marksizmin bilgisi ve dev rim deneyleriyle siyasal eğitimini yapmış, coğrafyasının iktisadi, siyasi ve toplumsal yapısı tanımayı başarmış, değiştirip dönüş türeceği nesneyi, bütün leyhte ve aleyhte uns url ar ıyl a bil en kom ün ist ajit at örl er görev başına! İşini bilen ajitatörler ne demek? Bunun üzerinde duralım biraz. Lenin, “Ajitasyonu böylesine başarılı yürütünler akıllı ajitatörlerimizden başka ları değildir… Başarılıydık, çünkü gerçeği söylüyorduk” diyor. Demek ki, ajitasyon (propaganda içinde geçerli bir kural bu) gerçeğin tam ve kesin bilgisine dayanmalı. İşte, işini bilen ajitatör olmanın birinci kuralı. Yani bir ajitatör ele alacağı bir konu hakkında tam ve kesin bilgiyi sergileyebil meli. Burjuvazinin görsel ve yazılı basını, toplumsal siyasal ve iktisadi olayları zaten çok yaygın duyuruyorlar. Ama onlar söz- 20 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları konusu olaylara dair kesin gerçeği gizleye rek, duy ur uy orl ar. Çünk ü kes in gerç ek, olayl ar ın det ayl ar ı aras ınd a boğ unt uy a getirerek gizledikleri; kapitalist sömürü, devlet baskısı ya da sömürgeci politikadır. İşte komünist bir ajitatörün, burjuva bası nın gizlediği ve böylece yığınların bilinçle rinin iğdiş edilmesini sağladığı çarpıtmayı açığa vurması –kesin ve tam gerçeği– en yakın ve en çarpıcı bir tarzda sergilemektir. Peki, gerçeğin tam ve kesin bilgisini nasıl elde edecek işini bilir ajitatör? Tam ve kesin gerçeği elde etmenin birkaç boyu tu var. Birincisi marksist bilgi birikimi ve diy al ekt ik yönt em i olayl ar a uyg ul am a yeteneği elde etmiş olmak gerekir. Kuşku suz marksist bilginin ve diyalektik yönte min birçok alandan edinilmiş olması gere kir. Dünya devrimlerinin tarihi, sınıf müca delelerinin tarihsel deneyleri ve ülke tari hinde sınıfsal ve ulusal kavgaların, başkal dırı ve direnişlerin bilgisini de buraya dahil etmeliyiz. Kısaca, ajitasyon için, bir konu yu “tüm toplum bilgisini sunmak” derken kast ed il en bud ur. Tüm topl um bilg is in i mat ery al ist bakış açısıyla özetl ey en tek bilim, marksizmdir. O yüzden tam ve kesin bilginin ilk temeli budur. İkinc i boy ut, marks izm bilg is in in ve ülke gerçekliğinin somutlaştırılmasının ifa desi olan parti program, strateji ve temel taktikleridir. Ajitasyonun hedefi, nihayetin de işçi sınıfını (ve emekçileri) parti politi kalarına kazanmak, parti çizgisinde eyleme çekmektir. Ajitasyon rastgele herhangi bir görüş açısına göre değil, komünist partisi nin görüş açısına göre olacaksa, bir ajitatö rün bun u edinm es i ve gerç eğ in tam ve kes in ifad es in i bu bilg iyl e som utl am as ı gerekir. Üçünc ü boy ut, üzer ind e ajit asy on un örg ütl en ec eğ i kon uy u büt ün yönl er iyl e öğrenmek, gerçeğin tam ve kesin bilgisini sunmanın temelidir. İki alanda bilgi biriki mini edinen, siyasal eğitimini gerçekleşti ren ajitatörlerin teşhir eylemi karşısında, karşıdevrimin hiçbir yalan makinası, uğur suz borazanı dayanamaz. Böyle bir bilgi birikimi kısa zamanda ya da gerekli olduğu her an edinilemez. Ama, eğer güncel durumun gereksinimine, prat ik müc ad el en in hed efl er in e uyg un programlar yapılır ve eğitime girişilirse, sonuç alınacağı görülecektir. İşini bilen ajitatörler, eylem halindey ken de, işin gereklerine harfiyen uymalıdır. Nedir bunlar? Ben her şeyi bilirim; örneğin, zamları teşhir etmenin nesi var ki, diye düşünme melidir. Ele alacağı konuya, bir de eyleme girişmeden önce, titizlikle hazırlanmalıdır. Konuşma ya da yazıda kullanacağı malze mey i, uns url ar ı, olg ul ar ı top arl am al ı ve kullanılabilir hale getirmelidir. Açıkçası, ele alacağı konuyu bütün yönleriyle bilme li ve kavramak zorunda saymalı kendini. Ancak bu şekilde konusuna hakim olabilir. Konusuna hakim bir ajitatör ise, hitap etti ği kitlenin tüm özgünlükleri dahil, her durumda gerçeklerin teşhirinde tam başarı elde edecektir. Dinleyenlerin ajitasyona vereceği tepkileri anında değerlendirmeyi, öfkenin, tepkinin uyanan mücadele isteği nin eyl em e (ve örg ütl enm ey e) kan al iz e edilmesini rahatlıkla başaracaktır. Kendisi nin ayak izl er in e bas ar ak yür üy ec ek 21 İşçi Sınıfı Hareketine Öncü Politik Müdahalenin Bazı Sorunları eylemci ve örgütçülere ortamı son derece elverişli hale getirecektir. Ajitatör hitap ettiği kitlenin durumu, sınıfsal özellikleri, soruna ilgi dereceleri, bekl ent ileri gibi uns url arı hesap ederek konuşmasının içeriğini değilse bile, biçimini, örn ekl erini ve çağr ısının uns url arını anında düzenl eyip gerekl i değişiklikleri yapabilmelidir. Bunu başaran bir ajitatör, konuşma (ya da yazıda) ele aldığı konuda asıl mesajın üzerinde yoğunlaşmayı, ayrıntılarda boğulmamayı ve beklemedik tepkilerle dikkatlerin dağılmamasını sağ layabilir. Yani, açıkçası, konusuna hakim ve konusunu somut koşulları hesaba katarak sunmayı planlamış bir ajitatör hücumunu yönelttiği bilinçleri gerçeğin bilgisiyle aydınlatmayı en kısa yoldan başaracaktır. İşini bilen ajitatör, ajitasyonda kullan dığı dile de hakim olmalıdır. Yazılı ve söz lü olarak kullandığı dilin, temel özellik lerini kavramak, kelime hazinesi gelişkin olmak, deyim ve halk sözl erini bilmek, kavramların bilgisiyle donanımlı olmak; gerç ekl erin bilg isini sunarak suçl uyu suçüst ü yakalayıp kitl eleri aydınl atm a çalışmasının en büyük yardımcısıdır. Hele de yığın ajitasy onund an söz ediyors ak, dilin zenginliklerinden ve olanaklarından yararlanmak, en az gerçeğin bilgisine sahip olm ak kadar öneml idir. Coğr afy amızd a komünist ve devrimci ajitatörlerin zayıf larından biri de, dil alanındadır. Ajitatör lerin eğitim konularından biri, hiç tereddüt süz kendi dilini, yığınların kullandığı dili, dolayısıyla siyasal faaliyette kullanacağı dili kull anm ayı, konuşm a ve yazm ayı öğrenmek olmalıdır. 22 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi TDKP, reformculuk yoluna, başlangıç noktası olarak yasalcı pratikciliğin “teori si”ni yapmakla daldı. Ama, zamandaş ola rak ve yasal partinin henüz pratiğine geç meden önce, reformculaşmasının diğer bir alanı da, kitle hareketlerine müdahale ve kitle çalışmasının politik içeriğiydi. Bu alanda, ‘92-’93’lerden başlayarak ekono mist-sendikalist çizgiye geriledi. Yaklaşık 4-5 yıl, politik çalışmasının içeriği ekono mist-sendikalist nitelikte sürdükten sonra, bu kez ekseninde burjuva demokrasisinin elde edilmesi hedefinin durduğu bir refor mizme evrim gösterdi. Daha doğrusu, eko nomist-sendikalist çizginin, yalnızca faşist diktatörlüğe karşı, devrimci sınıf ve emek çi kitle haraketinin gelişmesini önlemekle kalmadığını, EMEP grubunu büyütmeye de beklediği kadar fayda sağlamadığını anl ay ınc a, gör ec e akt if bir ref orm izm e, “devletin demokratikleştirilmesi, ordunun demokratikleştirilmesi, demokratik anaya sa” politikasında ifadesini bulan bir politik ref orm izm e evr ild i. Şimd i bu ref orm ist çizgide yürüyor. EMEP grubunun, sürecin bu iki nokta sında* birbirine yakın iki reformist politik müdahale ve çalışma çizgisinin niteliğini ve politik işlevini sergilemek devrimci açı dan son derece gerekli ve zorunludur. Ekonomist-Sendikalist Kendiliğindencilik TDKP grub u, sözk on us u dön emd e, mantıksal ve teorik dayanağı kitle kuyruk * Burada okuyucuya kolaylık olsun diye dönemlere ayırma, TDKP politikalarındaki değişikliğe göre yapıldı. 2393 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi çuluğuyla belirlenen, ekonomist-sendika list çizgi izledi. Bu, politik kitle çalışması ve sınıf ve emekçi halk hareketine müda hal ed e önc üy ü, kend il iğ ind en har ek et in geri bilinci, ekonomist-sendikalist bilinci seviyesine uydurma, geriye çekme biçi minde kendisini gösterdi. Kitle hareketine yönelik, ajitasyon şiar ları formüle edip yaymada öncünün rolünü, kendiliğinden hareketin önünde secdeye varmaya indirgedi, kendiliğinden hareketin bilinç seviyesine düşürmeyi öngördü ve uyguladı. Özellikle ‘91’den sonra işçi sınıfı har ek et in d e kitl e grev i dalg as ın ın ger i çekildiği ve duraksamalı gelişmenin yaşan dığı koşullarda, sınıf hareketi tekil, kısmi direnişler ve ağırlıklı olarak ekonomik içe rikli eylemlerle sürerken, TDKP reformcu önderliği ve yazarları, komünist öncü çalış ması nın ajit asy on un u da kend il iğ ind en hareketin ileri sürdüğü bu ekonomik talep ler ve özelleştirmeye ve işçi kıyımına karşı taleplerle sınırlamayı teorileştirdiler. Özgürlük Dünyası’nın oportünist yazar ları, Haziran 1993 tarihli 56. sayıda “Pan kart, Slogan ve Kitle Mücadelesi” başlıklı yazıda şunları söylüyorlar: “…İçerik yığın mücadelesinin talepleriyle uygunsa, yani kitlelerin o anki taleplerini doğru ifade ediyorsa, kaçınılmaz olarak yaygınlaşıp yığınlara mal olacaktır.” “...yığ ınl arı ayağ a kald ıran sloganlar (....) bizz at kitl e müc ad el es in in içind en çıkan belki sınıfın nabzını elinde tutan par ti ve sendikalar tarafından mükemmelleşti rilen, içeriği doldurulan sloganlar olmuş lardır.” “Son yılların kitlesel eylemlerinde ve özell ikl e de ‘93 1 May ıs’ınd a da açık biçimde görüldüğü gibi bugün ‘İş Ekmek Özgürlük’ sloganı ve onun değişik biçimle ri yığ ınl ar ı birl eşt ir en ve bug ünk ü sın ıf hareketinin talepleriyle uygunluk gösteren bir slogandır.” (sf.62) Ayrıca, Özgürlük Dünyası ve haftalık ve günlük yayınlarında bu çevrenin yazar ları, antiemperyalist demokratik devrimin programa ilişkin ve stratejik sloganların, devrimci durum dışında, her zaman propa ganda sloganı olarak ve tali düzeyde tutul maları gerektiği görüşünü vaazedip duru yorlar. Özgürlük Dünyası’nın oportünist yaz arl ar ı; ajit asy on çal ışm as ın a yön el ik özet olarak şu fikirleri öne çıkarıyorlar. – Kitl en in o ank i tal epl er iyl e denk düşen sloganlar kitleler tarafından benim sen ir, bu ned enl e kom ün ist önc ün ün yoğunlaştıracağı ajitasyon sloganları bun larla sınırlı olmalı. – Yığınları ayağa kaldıran sloganlar, bizzat kitle mücadelesinin içinden çıkan sloganlardır. Yani komünist öncü ajitasyon sloganlarını kitle mücadelesinin içinden çıkarmalıdır, komünist öncü bilinçli çalış masıyla üretmemeli ve kitlelere “dayatma malıdır.” – Devr imc i dur um dış ınd a strat ej ik sloganlar ancak propaganda sloganları ola rak kalırlar ve tali düzeyde tutulmalıdırlar. Oportünist yazarların dile getirdikleri düşünceler bunlar. Komünist öncünün çalışmasında, ajitas yon çalışması ve özel etkili biçimi olarak ajitasyon şiarları, kitle eylemiyle bütünlük lü bağı içinde sınıf ve emekçi yığınların 24 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi devrime hazırlanması ve devrim mevzileri ne çekilmelerinde temel bir rol oynayaca kları gibi, kitleleri bilinçlendirmenin temel bir çalışma biçimidirler. Komünist öncünün ve önderliğin göre vi; Lenin’in de vurguladığı gibi kendiliğin den “hareketi programının seviyesine yük seltm ekt ir”. (Ne Yapm al ı?, sf. 59, İnt er Yay ınl ar ı) Bur ad an har ek etl e, kom ün ist öncü, sistemli ve sürekli propaganda, aji tasyon, teşhir çalışmasıyla, her toplumsal olay ve görüngüden yararlanarak, işçi sınıfı har ek et in e sosy al ist ve devr imc i bil inc i taşır. Emekçi halk hareketinin demokratik devrimin kesin zafere ulaştırılması bilin ciyl e müc ad el e etm es in e önd erl ik eder, hegemonya kurmaya çalışır. Bu nedenle komünist öncü; TDKP gru bunun oportünist yazarlarının vaazettiği gibi, özellikle devrimin ilk adımı antiem peryalist demokratik devrimin stratejik slo ganlarının propagandasını yaparken, kitle eylemlerinde mutlaka “tali düzeyde tut mak” sınırlamasına düşmemelidir, düşmez. Temel sloganlar ve hedeflerin sınırlan dırılması, oportünist reformculuğun başlıca tasfiyeci özelliklerinden biridir. Lenin gericilik yıllarında tasfiyecilerin bu konumdan saldırılarına şu sözlerle devrimci hücuma geçiyordu; “Yasadışı partinin ‘önemine ve rolünün küçümsenmesine’ karşı mücadele verme mizi özellikle gerektiren şey, yasadışı ve yasal faaliyetlerin birliğidir. Daha küçük mes el el erd e dah a müt ev az i ölç ül erd e, belirli anlarda, yasal sloganların kısıtlan mamasını daha az uzlaşılmaz yapmaması nı, proletaryanın tarihsel hedefini çarpıt mamasını sağlamamızı bizden istemekte dir.” (Lenin’den aktaran T. Clif, Lenin-Par ti İnşası, sf. 237) Dem ek ki, kom ün ist önc ün ün baş ta gelen görevi ve partinin yasadışı temelinin korunmasının da bağlı olduğu amaç, tarih sel hedefi ve temel sloganlarının korunma sı, sınırlama veya tümden terketme yoluyla tasfiye edilmemesidir. Devrimci durum yoksa, temel sloganlar yalnızca propaganda sloganı ve özellikle tali düzeyde atılmalı, biçimindeki sınırlayı cı bir perspektif, tasfiyeci bir perspektiftir. Lenin, gericilik döneminde bile, tasfiyeci menşeviklerin, demokratik devrimin strate jik slog anl ar ın ı ajit asy on çal ışm as ınd an tasfiye etmeyi vaaz etmelerini, şöyle akta rıyor: “Şimdi de tasfiyecilerin, marks ist slo ganları yumuşatmalarını gözd en geçirelim. (…) Bay L.S. (Tasf iy ec i gaz et e Luç’un yazarı- PD) şöyle yazıyor: ‘…Biz inanıyo ruz ki, ancak, bir yandan işçi sınıfının geli şimini daha da ileriye götürmek bakımın dan temel nitelikte olan, öte yandan yığın lar için ivedilik kazanabilecek, kısmi iste mler olarak ortaya atılmalı, sosyal demok ratlar (komünist öncü iddiasındakiler kas tediliyor- PD) dikkatlerini o istekler üzeri ne topl am al ıd ır. Prav da’nın (Bolş ev ik gazete-PD) ortaya attığı üç istekten sadece biri –sekiz saatlik işgünü– işçilerin günde lik sav aş ım ınd a bir rol oyn ay ab il ir ve oynamaktadır. Öteki iki istek (demokratik cumhuriyet ve toprak devrimi gibi iki stra tej ik tal ep vey a slog an- PD), şimd ik i durumda, uyarma (ajitasyon- PD) konusu 25 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi olarak değil, propaganda konusu olarak iş görebilir.” (abç) Lenin bu aktarmadan sonra, şu devrimci eleştiri hücumuna geçiyor: “Luç neden sekiz saatlik işgünü isteğini kab ul ediy or da ötek il er i redd ed iy or? Neden sekiz saatlik işgününün, işçilerin gündelik savaşımında ‘bir rol oynadığına’ işçiler adına karar veriyor da genel siyasi isteklerle köylü isteklerinin böyle bir rol oynamadığını öne sürüyor. Dert Luç’un alışageldiği üzere kendi liberal darkafalılığını ‘yığınlara’ ‘tarihin akışına’ yükleyen reformculuğunda. Luç, marksist sloganları yumuşatmakta, bu sloganları dar, reformcu, liberal ölçüte uydurmaya çalışmakta ve böylece işçiler arasında burjuva fikirlerini yaymaktadır.” (Tasfiyecilik Üzerine, sf. 268-269) Özgürlük Dünyası’nın oportünist yazar ları da, bugün işçi sınıfı kitle hareketindeki yükselişin inişli-çıkışlı gelişmesi, istenen ve beklenen hızda, güçlülükte ve devrimci likte sıçrama yaşamamasından o denli etki leniyorlar ki, ikiz kardeşleri tasfiyeci Luç yazarları gib i dem okrat ik devrimin tüm stratejik sloganlarını ajitasyon çalışmasın dan tasfiye etmek gerektiğini belirtiyorlar. Tali düzeyde yalnızca propaganda sloganı olarak kullanma lafzını da daha kaba reformcu ÖDP’den lafızda farklı görünmek için söylüyorlar. Evet, işçi sınıfı hareketinin geniş kitle leri tarafından henüz yükseltilmiyor diye ve devrimci durum dışında, devrimin stra tejik sloganlarını ajitasyon çalışmasından tasfiye etmek, düpedüz reformcu işçi poli tikasıdır. Ve Özgürlük Dünyası’nın oportü nist yazarları bilgiçlik taslayarak bu tasfi yeyi savunuyorlar. Ama yalnızca bununla da kalmıyor, reformcu işçi politikasının ekonomist-sendikalist türevini vaaz etme cesareti de buluyorlar. Komünist öncünün ajitasyon çalışması nı ve şia rl ar ın ı o ank i işç i har ek et in in benimsediği talep ve şiarlarla sınırlama, öncü çalışmayı o anki kendiliğinden hare ketin seviyesine indirgemek anlamına gel diği gibi, o anki kendiliğinden hareketin şiarları dışındaki, yalnızca genel veya stra tejik değil, kısmi sloganları da sınırlandıra rak tasfiye etmek sonucunu da doğurur. ‘92-93’ler işçi sınıfının kendiliğinden hare keti, tekil direnişler ve ağırlıklı olarak eko nomik sendikal şiarların yükseltildiği bir mecrada aktı. En ileri şiarlar olarak “İşçi kıyımına hayır”, “Özelleştirmeye hayır” gibi sloganlar öne çıktı. Özgürlük Dünyası yazarları doğrudan işçi kitlelerine yönelik iki saldırı politikasına karşı mücadeleden başk a ajit asy on çal ışm as ı ve slog anla r ı yoğ unl aşt ırm an ın yanl ış old uğ un u, bu dön emd e vaa z edec ek denl i ekon om istsendikalist bir tasfiyeciliğe battılar. Oysa; sosyalist ve devrimci sınıf bilin ci, işçi sınıfına, ekonomik-sendikal müca dele alanının dışından, işbirlikçi tekelci kapitalist toplumun bütün sınıflarının iliş kileri alanından, toplumsal yaşamın bütün alanlarının en çarpıcı gerçeklerinin bilgi sinden götürülmesi gerekir. Bunun en etkili yolu ve aracı örgütlenmiş, süreklileştirile bilmiş politik kitle ajitasyonudur. Ve bu kampanyalar biçiminde de diğer zamanlar da ve özellikle kitle eylemlerinde de, yazı lı-sözlü görsel araçlarla da, konuşma-me 26 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi tinlerle de kısa çarpıcı ve vurgulayıcı slo ganlarla da, sürekli sistemli ve yoğun ola rak yapılması zorunlu başlıca öncü devrim ci gör evd ir. Oport ün ist reform istlerimiz Özgürlük Dünyası yazarlarının ileri sür dükleri gibi, kendiliğinden hareketin az sayıdaki öncü ögelerine yapılan propagan da ile pedagojik işle asla başarılamaz. İşçi sın ıf ın ın dikk at in in kapi tal ist topl umun bütün sınıfları arasındaki ilişkilere, sömü rün ün ve zulm ün en canl ı, en çarp ıc ı örneklerine çekilmesi, bütün sorunlar kar şısında sosyalist ve devrimci sınıf görüş açısıyla tavır alması, eylemlerini geliştir mesi yoluyla eğitilir. Büyük yığınlar sınıf eğitimlerini mücadele okulunda alırlar. Bu mücadeleler içinde, kitlelerin müca delenin içinde kendi deneyleriyle doğrulu ğun u inan dır ılm al ar ıyl a içiç e, kom ün ist önderliğin, vermesi gereken bilinçlendirme çabası ve sloganları, asla kitlelerin o anki ger i bil inç sev iy es iyl e sın ırl and ır ıl a maz. Özg ürl ük Düny as ı’n ın oport ün is t yazarının belirttiği gibi sınırlandırılırsa bu, o an sınıf hareketi ekonomik talepler ve slog anl ar ı yüks elt iy ors a, yaz arl ar ın ın vaazedip TDKP grubunun uyguladığı gibi, öncü adına, ekonomist-sendikalist bir aji tasyon çalışması yapılır, ekonomist-sendi kalist bilinçli sınıf hareketi geriliğe mah kum edilir. Ve bu yolla hiçbir zaman işçi sınıfı hareketi, devrimci politik bir ordu olarak hazırlanamaz ve devrimci politikleş mesi gerçekleştirilemez. İşçi sınıfı, sendika bürokratlarının reformcu partilerin, burjuva politikalarının egemenliğine terkedilmiş olur. Özgürlük Dünyası yazarı, vaaz ettiği bu ekon om ist-send ik al ist işç i pol it ik as ın ı, doğru göstermek için bazı uyduruk reviz yonist teorik dayanaklar da ileri sürüyor: “Ajitasyon sloganları yığınların o anki taleplerini doğru ifade ediyorsa, kaçınıl maz olarak yaygınlaşıp yığınlara malola caktır”, o halde ajitasyon sloganları olarak bunları yükseltmekle yetinmek gerekir. Oysa, o anki kendiliğinden hareketin geri bilinci, elvermese de işçi sınıf hareke tin in topl ums al yaş am ın yak ıc ı kısm i, genel sorunlarını ajitasyon konusu ve slo ganları yapması gerekir ki, öncü konumun da kalınabilsin. Kendiliğinden hareketin önünde secdeye varan, kendiliğinden hare ketin düzeyinden daha ileri gitme(!) diyen artçı, kuyrukçu konuma düşülmesin. İşçi sınıfının kendiliğinden hareketi, sendika bürokratlarının burjuvazinin değişik parti ve akımlarının mahkum ettiği ekonomistsendikalist konumdan, devrimci politik bir kon um a sıçr ay ab ilm es i için, oport ün ist yazarın vaaz ettiğinin tersine o an kendili ğinden hareket, geniş yığınlar tarafından talep haline getirilememiş, slogan olarak henüz benimsenmemiş olsa da, tüm yakıcı topl ums al pol it ik sor unl ar ı, ajit asy on un konusu ve sloganları haline getirmek yal nızca gerekli değil, zorunludur da. Zaten kitlelerin, o anki bilincini tekrar lam akl a, kitl el er devr im bil inc in i alm ış olsalar, önder bir partiye, devrimin öznel koşullarına, devrimci iradeye de gerek kal mazdı. Özgürlük Dünyası’nın oportünist yazarı da öznel koşulların temel rolünü yads ıy an bu kend il iğ ind enc i pers p ekt ifi propaganda ediyor. 27 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi Oport ün ist yaz ar ın geç en sayf al ard a özetlediğimiz diğer uyduruk revizyonist teo rik day an ağ ı da, “Slog anl ar da kitl e hareketinin içinden çıkarlar, kitle hareketi ne dayatılamazlar”! tezidir. Yazar, leninizmin, mücadele biçimleri ne ilişkin temel anlayışlarından biri olan; “mücadele biçimleri keyfice tespit edilip kitlelere dayatılamazlar, kitle hareketinin ortaya çıkardığı biçimlerin genelleştirilip yaygınlaştırılması ve bilinç yoluyla gelişti rilebilirler” anlayışını ajitasyon çalışması na da sözde adapte ediyor, kendince katkı da (!) bulunuyor. Oysa, mücadele biçimlerinin gelişmesi ile, kitle hareketine bilinç taşınması tama men farklı iki konudur. Birincisi, nesnel politik koşullardan kaynaklanır. Öncü tara fından ancak aşama aşama geliştirilebilir ler. İkincisi, yani bilinç ise asla aşama aşa ma verilemez. Burjuvazi tarafından top lumsal yaşamın çatışmalarından, öncü adı na hareket edenlerden, kitleler hangi bilinci edinm işl ers e, o bil inç l e bil inçl en irl er, bilinçleri aşama aşama geliştirilemez. Bir önderlik çalışması olarak bilinçlen dirme, aşama aşama geliştirilmemelidir. Köt ü ünl ü ekon om ist l er in ve ref or mist menşeviklerin aşamalı bilinçlendirme poli tikasının tersine; daha demokratik devrim içindeyken işçi ve yarı proleter kitleler sos yalist devrim ve proletarya diktatörlüğü bilinciyle eğitilmeye çalışılmalı, işçi ve küç ük burj uv a emekç i kitl el er in bil inc i devrimin programı düzeyine çıkarılmalıdır. Bir diğer ifadeyle, komünist öncünün dev rimci perspektifi ve görevi, kendiliğinden “har ek et i progr am ın ın sev iy es in e yük selt”mektir (Lenin), Özgürlük Dünyası’nın yazarının vaaz ettiği kötü ünlü “sosyal-de mokr at (kom ün ist- PD) pol it ik ay ı trad e unionist politikaya indirmek” değil. Buradan komünist öncünün, stratejik sloganlarını yayarken, bunlar henüz geniş yığınlar açısından ajitasyon, eylem direktif vb. sloganları haline gelmemiş sloganlar, henüz propaganda sloganları olarak kalsa lar bile bu, sloganları “tali düzeyde” tutma ması, “öne geçirmesi”, “yoğunlaştırması” gerektiği devrimci sonucu çıkar. İkincisi, ajitasyon çalışmasında, dev rimci durum dönemi dışında da, devrimin stratejik sloganlarının yer almaları gerekti ği devrimci sonucu çıkar. Örneğin, Kürt ulusal devrimi patlak verip sürerken, henüz devrimci durumu yaşamaktan uzak olan işç i sın ıf ı har ek et in e yön el ik çal ışm ad a “Eşitlik, kardeşlik, Kürt ulusuna özgürlük” sloganını ajitasyon sloganı olarak kullanıl mamalı mı? Örneğin, henüz devrimci duru m yokken, Susurluk’la su yüzüne çıkan faşist devletin cellat yüzünü geniş kitlelere sergilemek, geniş kitleleri faşist devlete karşı eylemlere çekmek için, “Kahrolsun faş is t dik t at örl ük” slog an ıyl a aj it as yon yapılmamalı mı? Özgürlük Dünyası’nın, ekonomist-sendikalist aşamalı bilinçlendir me politikasının tersine, bunlar yapılmalı ki komünist öncü devrimci bilinçlendirme önderlik görevini başarıyla gerçekleştirmiş olsun. Üçüncüsü, devrimci bilinçlendirmenin ve sloganların yine mücadele biçimlerinin tersine kitle hareketinden değil, komünist öncünün programı, stratejisi, politika ve taktiklerinden, toplumsal sınıflar arasında 28 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi ki ilişkinin niteliğinin komünist yorumun dan, bilimsel bilgiden üretilmesi gerektiği sonucu çıkar. Özgürlük Dünyası ve EMEP oport ün izm i, kitl e har ek et in in bekl en en devrimci sıçramayı yapmamasından o den li umutsuzluğa kapılmışlar ki, bilinçlendi rmen in, ‘93-’97 dön em ind e ekon om istsend ik al ist ajit asy on ve slog anl arl a, ‘97’den itibaren burjuva anayasal demok ratik ajitasyon ve sloganlarla aşama aşama yapılması, kitle hareketinin o anki bilinç seviyesi dışında ajitasyonun yoğunlaştırıl maması ekonomist ve menşevik aşamalı bilinçlendirme politikasını çıkarıyor, inşa ediyorlar. O denli karamsarlığa kapılmışlar ki, ajitasyon sloganları da kitle hareketin den çıkarılmalı, dayatılmamalı sonucu ken diliğindenci oportünist politikasına varabi liyorlar. Aşamalı bilinçlendirmeyle, sınıfın komünist partisinin öncü rolünü bilinçlen dirici rolü yadsınıp, kendiliğinden hareket düzeyine indirgenmeyle, hiçbir zaman kitle har ek et i devr imc il eşt ir il em ez, devr im e dönüşmesine önderlik edilemez. Yine aji tasyon sloganları da o anki kitle hareke tinden çıkarılırlarsa, o zaman öncülere ihti yaç olmaz, kitle hareketinin kendiliğinden mücadelesiyle yetişen sendikacılar ve sen dikal örgütlenme yeterlidir, EMEP’li dev rimci öncü iddiasıyla ortaya çıkan kadrolar da, iyi birer sendikalist olurlarsa politikala rına daha uygun davranmış olurlar. EMEP ve Özgürlük Dünyası oportüniz mi, aşamalı bilinçlendirme reformist poli tika sıyl a, ‘93-’97 dön em ind e, ajit asy on sloganları olarak, kendiliğinden kitle hare ketinin ulaştığı “İşçi kıyımına hayır” ve “Özelleştirmeye hayır” sloganları dışında kısmi politik sloganların ajitasyon slogan ları olarak geliştirilmelerini bile yadısıyan, kendiliğindenciliğin en geri ve kaba biçimi olan ekonomizme batmayı vaaz etti. Örneğin sözkonusu dönemde, işçi sınıfı hareketi, Kürt ulusal sorununda belirsiz “kardeşlik” sloganı dışında, hemen hiçbir slogan yükseltmedi diye, EMEP ve Özgür lük Dünyası yazarlarının ekonomist anlayı şı, “OHAL, koruculuk, özel timler, JİTEM, kontrgerilla dağıtılsın”, “Kirli savaşa son”, “Kürdistan’a askere gitme” gibi en masu mane politik reform şiarlarını bile reddetti. Oportünistlerin mantığına göre, kitle hare keti ancak ekonomik iyileştirme ve varolan hakları koruma sloganlarının yüks eltebildi ğin e gör e önc ü de kend is in i o düz eyl e sınırlamalıdır ki, kitle hareketiyle bütünle şebilsin! Geçen dönemde komünist gençle rin güzel bir ifadelendirmeyle söyledikleri gibi kitleselleşme adına kitleleşme! Ufk u “İş Ekm ek Özg ürl ük”l e Sın ırl ı İktidar Perspektifsizliği TDKP grubu yine bu reformist anlayışı nın sonucu olarak, ajitasyonda en ileri slo gan olarak, “İş ekmek özgürlük” sloganını yoğunlaştırmakta, daha öteye geçmeyi red detmektir. Hatta öyle ki, bu slogandan daha ileri bir politik hedefi ifade eden slo ganları neredeyse propaganda sloganları olarak telaffuz etmeyi bile yadsımaktadır. Kolayca bilineceği gibi, işsizlik kapita lizmin ayrılmaz yol arkadaşıdır. İşsizlik, kalıcı olarak ve ancak sosyalizm altında gid er il eb il ir. Ama yin e de kap it al izm in yıkıcı sonuçlarından biri olan işsizliğe kar şı iş talebi, bir devrim talebi değil, yaşam koşullarının iyileştirilmesi kapsamında bir 29 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi tal ept ir. Kom ün istl er, elb ett e işç i sın ıf ı hareketi ve emekçi kitleler için yakıcı kıs mi sorunlar üzerine talepler ve sloganlarla ajit asy on yapm ay ı, devr im slog anl ar ı yanısıra ek olarak bu kısmi sloganlarla aji tasyon yoğunlaştırmayı önemserler, bunlar birbirleriyle bağdaşır. Bu kısmi taleplerin, dahası doğrudan eylem sloganları haline geleceğini de bilerek, hem ajitasyon slo ganl ar ı hem de tal epl er olar ak form ül e ederler, eylem sloganları olarak yükseltir ler. Örneğin Özgürlük Dünyası yazarları nın geçen dönem boyunca en ileri ajitasyon sloganları olarak belirledikleri “İşçi kıyı mın a, özell eşt irm ey e hay ır” slog anl ar ı bugün eylem sloganlarıdırlar. Ama –TDKP grubunun yaptığı gibi güdükleştirmeden– kısmi sloganları ajitasyon ve eylem slogan ları olarak yoğunlaştırmak gerekiyor diye demokratik devrimin sloganlarını ajitas yonda reddetmek reformculuktur. TDKP grubunun yaptığı da budur. “Ekmek” slo ganı da herkesin bildiği gibi yaşam koşul larını iyileştirme talebi olarak kısmi bir taleptir, işbirlikçi tekelci kapitalizmin yok sullaştırıcı sonucuna karşı mücadelenin bir talebi ve eylem sloganıdır. “Özgürlük” slo ganı ise kitleler tam bir bilinçle, devrimci bir bilinçle henüz kullanmasalar da dev rimci bir slogandır. Ama Özgürlük Dünyası yazarları, kendiliğinden hareketi benimse diğinden daha ileri giden bir ajitasyonu reddettikleri için, buradaki “Özgürlük” slo ganını da, kendiliğinden hareketin eksik bil inc ind en ötey e kull anm am ay a önem veriyorlar. Örneğin “Faşizme ölüm, halka özg ürl ük” slog an ı yüks eltm em ey i vey a “Faşizme ölüm, Kürdistan’a özgürlük” slo ganını yükseltmemeyi öğütlüyorlar. Dola yıs ıyla, hem iş ve ekmek gib i kısmi ve gen iş kitl el er in hem en her zam an zat en yüks eltt ikl er i kısm i tal epl er i kaps ıy or olması ve hem de “özgürlük” talebinin kit le hareketinin kendiliğinden kavr ayışının ötesine geçmeyen bir tarzda sınırlanması nedeniyle, TDKP grubu ajitasyonunda tek temel şiar olarak yer verdiği “İş ekmek özgürlük” sloganında bulunan “özgürlük” sloganıyla bile reformcu bilinç yayıcıdır. Ki daha önemlisi ajitasyon sloganı olarak, demokratik devrimin stratejik sloganlarını yükseltmeyi Özgürlük Dünyası yazarları nın anlayışı zaten reddediyor. Bu da, neden “İş ekm ek özg ürl ük” slog an ı içind ek i “özgürlük” sloganını bir devrim sloganı bil inc iyl e yaym akt an TDKP grub un un kaçındığını daha iyi açıklıyor. TDKP grubu, stratejik sloganlarla aji tasyon yapmayı, aynı zamanda İşçi Emekçi Sovyetleri Cumhuriyeti veya İktidarı gibi iktidar sloganlarını ajitasyonda kullanmayı (devrimci durum öncesi) tümüyle reddetti ği için, ajitasyon çalışmasında devrimci iktidar perspektifsizliğini de teorileştiriyor. Ki, bu grubun örgütlenmede yasalcılığı, mücadele biçimlerinde ılımlılığı ve barış çılığ ı, saflarını olabildiğince silahlı dev rimc i akıml ard an ayırm a pol it ik as ı vb. reformcu eğilimleriyle, ajitasyonunu dev rimci açıdan sınırlaması ve devrimci ikti dar perspektifsizliğini benimsemesi birbir leriyle aynı doğrultuda uyumlu reformcu politikalardır ve birbirlerini tamamlamak tadırlar. Oysa, örneğin ancak devrimci durum koşullarında “Yaşasın İşçi Emekçi Halk 30 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi Sovyet Cumhuriyetleri Birliği” bir eylem sloganı haline gelse de, devrimci durum öncesi koşullarda, propaganda-ajitasyon sloganı olarak işlev görür. Ve komünist öncünün görevi, işçi sınıfı hareketi, emekçi ve ezilenlerin kitle hareketinin işbirlikçi tekelci kapitalizme ve faşist rejime karşı arayış içinde olduğu koşullarda “Yaşasın İşçi Emekçi Sovyet Cumhuriyetleri Birli ği” sloganını yalnızca propaganda sloganı olarak sınırlamamak, hem propaganda hem de ajitasyon sloganı olarak yükseltmek, kendiliğinden harekete katılan kitlelere bu devrimci iktidar hedefine yürümek bilinci ni verm ekt ir. Hel e bug ünk ü Türk iy e ve Kürdistan koşullarında “İşçi Emekçi Sov yet Cumhuriyetleri Federasyonu”nu bir aji tasyon sloganı olarak da yükseltmek ve yaym akt an kaç ınm ak kısm i slog anl arl a yetinen kaba bir reformculuktan başka bir şey değildir. Özgürlük Dünyası yazarları nın “devrimci durum” dönemi dışında stra tejik sloganları ajitasyon sloganı olarak yaymayı reddeden anlayışı, tam da bu kaba reformcu anlayıştır, devrimci iktidar per spektifsizliğinin hem göstergesi hem sonu cudur. Özgürlük Dünyası’nın kısmi sloganlarla “kitlelerin taleplerine uygun” sloganlarla, kitle hareketiyle bütünleşme beklentisiyle kendinden geçmiş yazarları devrimci ikti dar persp ekt ifs izl iğ i anl ay ışl ar ın ı örn ek verdikleri devrim deneylerine ilişkin tahlil lerde de gösteriyorlar. “‘Emek-Bar ış-Özg ürl ük’. Kos koca Ekim devriminin slogan olarak milyonlar ca Rus işçi ve köylüsünü ayağa kaldıran sınırsız bir güce sahip bir manivela gibi, köhnemiş Rus çarlığı ve otokrasiyi alaşağı etmiş, bütün Avrupa’da savaşa karşı güçle ri birleştirme işlevini yerine getirmiştir.” (Özgürlük Dünyası, s. 56, sf. 61) Önc el ikl e, “Ekm ek, bar ış, özg ürl ük” sloganının Ekim devriminin değil, Şubat devriminin başlıca sloganı olarak Rus çar lığ ı ve otokr as is in i dev irm ed e kitl el er i sef erb er ett iğ in i vurg ul ay al ım. İkinc is i, Şubat’ta geçici hükümet yoluyla iktidarı ele geçiren Rus burjuvazisi menşeviklerle ve sosy al ist devr imc il erl e itt if ak içind e emperyalist savaşı sürdürünce, “barış” slo ganı başlıca bir slogan olmaya, Ekim dev rimine de işçi, köylü ve asker kitlelerini seferber etmenin aracı olmaya devam etti. Ama, Ekim devr im in in tem el slog an ı, demokratik devrimin çözümlerini de karar lılıkla gerçekleştirecek tek iktidarın ve kur tuluş için tek iktidarın proletarya ve yoksul köylülerin sosyalist iktidarı olduğunu vur gulayan “Bütün iktidar işçi ve köylü sov yetlerine” sloganıydı. Özgürlük Dünyası, devrimci iktidar perspektifsizliğine öylesi ne dalmış ki, Ekim devriminin temel sloga nının “Proletarya ve yoksul köylülüğün sosy al ist ikt id ar ı” old uğ un u gör em iy or, görmek istemiyor! Özgürlük Dünyası, işçi, emekçi kitle hareketinin devrimcileşeceğine karamsar lıkla da beslediği devrimci iktidar perspek tifsizliğini, proletaryanın temel hedefi olan sosyalizm sloganının propaganda sloganı olarak yaygınlaştırılmasını küçümseyerek daha da koyu hale getiriyor, reformcu poli tikaya çıkmazcasına batacağını gösteriyor. “‘İşçi kıyımına hayır’, ‘Özelleştirmeye hayır’ sloganını küçümsemek onun yerine 31 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi ‘Kahrolsun kapitalizm, yaşasın sosyalizm’i geçirmeye çalışmak (…) saf idealizmdir. Elbette, ‘Yaşasın devrim, yaşasın sosya lizm’ her zaman kitle mücadelesinin içinde bir propaganda sloganı olarak kullanılacak tır, ama bütün acil taleplerin önüne geçerek yığ ınl ar ı birl eşt ir ic il iğ i ve ‘müc ad el ey e sevk edici özelliği’nin olduğu dönem ‘dev rimci durumdur’.” (Özgürlük Dünyası, s. 56, sf.62) Elbette EMEP grubunun kısmi talepleri yükseltmekle yetinip sosyalizm propagan dasını (devrim sloganları ajitasyonunu da) küçümseyen reformcu işçi politikası, dev rimci iktidar perspektifsizliği yanısıra, işçi sınıfı hareketini sosyalizm bilinciyle daha demokratik devrim içindeyken eğitip dona tarak, devrimin kesintisizliğini sağlayacak güç olarak hazırlamayı reddeden bir sağ oportünizmi de sergilemektedir. İşçi sınıfı hareketinin kendiliğinden yükseliş içindey ken art an orand a ort ay a çık ard ığ ı önc ü öğeleri ve kendiliğinden hareketin artırdığı mücadeleci işçi kesimini sosyalizm bilin ciyle sürekli eğitmek, demokratik devrim içind eyk en kom ün ist önc ün ün sosy al ist çalışmasının bir boyutunu oluşturuyor. Bu sosyalist görevi (propaganda çalışması ve propaganda sloganlarıyla) sürekli ve sis teml i olar ak yer in e get irm ek, önc ün ün demokratik devrim içindeyken sosyalist çalışmasını eksiksiz yerine getirmek zorun lul uğ un un bir parç as ı olm akl a kalm az. Aynı zamanda, proletarya hareketinin ne denli çok sayıda öncüsü ve ne denli artan sayıda kitlesi sosyalist bilinci alırsa (komü nist öncü bu görevi ne denli tam yaparsa) artan sayıda neferi sosyalist bilinci almış proletarya hareketi demokratik devrimi çok daha tutarlı hale getirebilir. Demokratik devrimde en tutarlıca dövüşmenin yanısıra, kendisini devrimi kesintisizce proletarya diktatörlüğüne vardırmaya hazırlamış olur. Özg ürl ük Düny as ı yaz arl ar ı, o denl i karamsarlığa kapılmışlar ki, aman ne kadar sınırlanmış kısmi taleplerle sınırlı kalmayı başarır ve üstelik kitlelerin o anki talepleri ni aşan sivriliğe düşmezsek o kadar kitlele ri ürkütmeyiz! demeye getiriyorlar. Sosya lizm için müc ad el e bil inc in i laft a bil e küçümseyerek, gerçekte ise tamamen bir yana bırakarak, kesintisiz devrim perspek tifs izl iğ in e sah ip old ukl ar ın ı kan ıtl am ış oluyorlar. Marksist leninist komünistler her somut koşulda kitle hareketini geliştirmeye yara yan işçi ve emekçi kitle hareketinin kısmi isteklerini formüle edip sloganlar biçimin de yayarak-yükselterek, kitle eylemi ola nakl ar ın ı değ erl end irm ed e kull anm ay ı önems erl er. Çünk ü ajit asy on çal ışm as ı ped ag oj i çal ışm as ı değ ild ir, anc ak kitl e hareketinin devrimci eylemiyle birleşen bir ajitasyon ve propaganda çalışması sonuçta devrimi hazırlayabilir. Kitlelerin yalnızca devr imc i prop ag and a ve ajt asy on u en yoğun biçimde alarak değil, yanısıra içinde yer aldıkları devrimci eylemler tarafından eğitilerek, kendi deneyleriyle devrimci slo ganların doğruluğuna inanmalarına önder lik edilerek devrime hazırlanabilir. Burada, komünist ve devrimci hareke tin, kısm i ist ekl er in hang il er in in hang i somut durumda ve yerde işçi ve emekçile rin eylemlerini tutuşturacağını, hangi tak tiklerin devrimci kitle eylemlerini geliştire 32 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi ceğini kavramada, bütün bu bakımlardan kısmi sloganları formüle etme, iyi düşünül müş taktikleri geliştirme, stratejik slogan lara bağlama ve stratejinin hizmetine sun mada, yetenek zayıflıklarını bir kez daha vurgulayalım. Bu zayıflıkları gidermenin önemsenecek devrimci görev olduğu bilin ciyle hareket edilmelidir. Ancak bu zayıf lıkları kullanarak (üstelik kendileri de bu alanda pek yetenekli olmayan, Özgürlük Dünyası yazarları veya yetenekli reformcu lar sloganları olabildiğince sınırlandırılmış kısm i tal epl erl e sın ır lam a ref orm izm in i haklı göstermeye çalışan sağ revizyonist anlayışa karşı komünistler ve tutarlı dev rimciler sonuna değin mücadele etmede ve yenilgiye uğratmada kararlı davranmalıdır lar, davranacaklardır. kal ist çizg i izl ed i mi? Evet, prat ikt e d e izlediği çok rahatlıkla tespit edilebilir. Sözkonusu bu dönem boyunca TDKP, rastlantısal istisnai olaylar hariç, genel bir çizgi ve merkezi olarak, ekonomist-sendi kal ist çizg i izl ed i. Sür ec in başl ar ınd a, Ankara işçi eylemlerinde, Türk-İş yönetici si send ik a ağal ar ın ın ger ic i dis ipl in in in kırılmasına, eylemler sürecinde eleştirilme lerine ve eylem anlarında sloganlarla dev rimci yönelim ve etkiye karşı çıktı. İşçile rin geri bilincinin yol açtığı, sendika ağala rının gerici disiplinine boyun eğmeyi “işçi dis ipl in i” olar ak kuts ad ı. Send ik a üst bürokrasisiyle işçi tabanı arasındaduran ve politik mücadeledeki işlevi de en ileri biçi miyl e ant if aş ist ref orm ist olan send ik a şube platformlarını “dönemin en devrimci kitle örgütlenmeleri” (Devrimin Sesi) ola rak göklere çıkardı, kutsadı. Sendika şube platformlarının çizgisini aşmamayı vaaz etti. Sözkonusu bu dönemde, özellikle döne min (burada dönemleştirme TDKP politi kalarındaki değişime göre kolaylık olsun diye yapıldı) sonlarına doğru gerçekleşen önemli bütün politik kitle eylemlerinde, TDKP grubu, hep işçi sınıfını ve örgütlen melerini, ilgisiz kılmaya, eylemleri karala maya çalıştı. Örneğin, 1995 Gazi Ayaklan ması’nda, TDKP grubu ayaklanmayı pro vokasyon ve katılanları provokasyona gel mekle suçladı. Kutsadığı Demokrasi Plat form u ve Mem ur Send ik al ar ı Merk ez i Koordinasyonu’nun “yurtseverlik” adına Ankara 18 Mart mitingini iptal etmesiyle bu grup ve sendikacıları da uzlaşarak onay verdikleri gibi, bu ayaklanma ekseninde Ekonomizmden Politik Reformizme Eski TDKP grubu ve EMEP oportüniz mi; 1993-’97 yılları arasında ekonomistsendikalist çizgi izledikten sonra, reformiz min ve kend il iğ ind encil iğ in bu en kab a biçiminin, yalnızca antifaşist mücadeleye zarar vermekle kalmadığını, kendi grubu nun geniş işçi kitleleriyle birleşmesini de sağlayamadığını, kendilerine de bir fayda sının olmadığını kendi deneyleriyle daha iyi gördükçe, kendiliğindenciliğin bir biçi mind en diğ er biç im in e geçt il er. Ekon o mist-send ik al ist çizg id en, anay as al demokratizmle belirlenen politik reformiz me terfi ettiler. Şu sor ul ab il ir: ‘93-’97 dön em ind e TDKP grubu pratikte de ekonomist-sendi 33 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi ülke çapındaki yaygın gösterilere katılma dılar, işçi sınıfına, emekçi memurlara katıl ma ve müdahale çağrısı yapmadılar. Yine ‘96 1 Mayıs’ındaki tutumuyla da EMEP, ekonomist-sendikalist bir pratik sergiledi. EMEP’in send ik a bür okr as is i, yorg un “devrimciler”, yasalcı aydınlar ve işçi aris tokr as is i vb. topl ums al tab an ın a denk düşen ekonomist-sendikalist çizgisi yalnız ca militan ve yasadışı çizgideki eylemliliğe küfrederek ve tekelci medyayla ağız birliği içinde “vandalizm” suçlamasıyla yetinme dil er. Tav ırl ar ın ın çarp ıc ı, sev iy es iz ve çür üm üş yan ıydı bu. Pol it ik bak ımd an, EMEP grubu, “İşçilerin kendi talepleri ve sloganları” dediği ekonomik-sendikal çer çevedeki sloganları yükselttikleri söyle mindeki politik çizgiyi kendisi izledi, mer kezi bir politika olarak. Yani, politik tavrı, ekonomik-sendikal sloganları ve ek olarak aynı çerçeveyi aşmayan “İş, ekmek, özgür lük” sloganı atmakla yetinmek oldu. Yine, ‘96 ölüm orucu ve süresiz açlık grevi genel direnişine politik olarak ilgisiz kalan, EMEP’in, Ünaldı işçilerinin ekono mik talepli ve sendikalaşma mücadelesini aşırı yücelten tutumu da ekonomist-sendi kalist çizgisini yansıtıyordu. Örneğin Emek yazarları, Metin Gökte pe’nin katillerinin yargılanmasında, slo ganların, “basın özgürlüğü”nde yoğunlaştı rılması gerektiği yönünde kitleyi eleştire bilm ekt ed irl er. Bu mesl ek i dar gör üşl ü oportünizm, işçiden köylüye değişik emek çi sınıf ve kesimlerden, binlerce devrimci, yurtsever ve sıradan insanın kontrgerilla cin ay etl er iyl e katl ed ild iğ i bu dön emd e, Met in’in katl ed ilm es in e karş ı devr imc i hes ap sorm a eyl eml er i değ il, “yarg ıl a ma”yla yetinen mesleki reformist mücade leden başka bir şey üretebilir mi? ‘97 1 May ıs İst anb ul eyl em ind e de, faşist polis terörüne boyun eğmekten geri durm ad ıkl ar ı gib i, faş ist pol is ter ör üyl e işbirliği yapan sendika bürokratları yanın da saf tuttular. Öğrenci gençliğe yönelik, MHP’li faşist çetelerin saldırıları karşısında kavga kaç kınlığını, üniversite yöneticilerine bürokra tik başvuru ve devrimci hareketin mücad elesinden kopmayı savunmaktan geri dur madılar. Belirgin politik eylemler ve sorunlarda EMEP’in prat ik tut um u, bu ve benz er i örneklerde görüldüğü gibi ekonomist-sen dikalist çizgide olmuş ve devrimci politik yönde asla “sapma”mıştır! EMEP oportünizmi, ekonomist-sendi kalist pratik çizgisini, aynı zamanda lafızda marksist-leninist teorik ilke ve anlayışları bolca tekrarlayarak örtmeyi, bu iki şeyi kabaca birbirine yamayarak, liberal savrul malara karşı bolca marksist laflar ederek tabanını, kadro kitlesini daha kolayca ken dil iğ ind enc il ik bat akl ığ ın a sür ükl em ey i başardı. Ama, ekon om izm ve send ik al izm in, kendi partisine bile kitle kazandıramadığı nı, ÖDP gibi aynı kulvarda yarıştığı küçük burjuva liberal reformcu partinin, yasalcılı ğa elv er işl i iler ic i kes im üzer ind e dah a etkili olduğu görüldükçe, EMEP, tam da tüccar mantığıyla muhasebe yapıp birbirle riyle özdeş iki politika geliştirdi: burjuva dem okr as is i eld e edilm es in i eks en alan anayasal demokratizm politikası ile orta 34 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi burjuvazi ve yerli sanayi ile ittifak ve bur juva gerici muhalefet partileriyle ittifak politikası! Ara Aşama Stratejisi: Anayasal Burjuva Demokrasisi EMEP oportünizmi, ‘97 başından itiba ren daha “aktif” bir reformcu politika tespit etti: “Ordunun, devletin demokratikleştiril mesi”, “demokratik anayasa”. EMEP oportünizmi, dönemin temel tak tiği olarak ifade etse de, maocu ara aşama stratejisi bakış açısıyla ele alıyor sorunu ve dah as ı gerç ekt e bu EMEP’in ref ormc u politik stratejisidir. EMEP lideri ve Emek yazarı bunu şöyle ifade ediyorlar: “Halkın gerçekleri öğrene bilmesi için demokratik anayasa zorunlu dur.” (Levent Tüzel, Demokratik Türkiye İçin Açıklaması, Emek, 28 Mart 1997) “Dem okr at ik devl et (…) ord un un demokratikleşmesi, sermayeye karşı prole ter ve emekçi mücadelesinin önemli mev ziler kazanması anlamına gelecektir.” (A. Cihan Soylu, Demokratik Devlet ve Ordu nun Demokratikleşmesi başlıklı makale, Mercek Köşesi, Emek, 30 Mart 1997) Faşist kurumların, terör ve yasakların kaldırılarak, burjuvazinin faşist olmayan diktatörlüğü altında demokratik hakların demokratik bir anayasayla “güvence” altı na alındığı burjuva demokrasi, EMEP’in pol it ik strat ej is in i oluşt ur uy or. Kend is i, benzetmede utangaç davransa da biz söyle yelim, Yunanistan, Portekiz, İspanya tipi bir burjuva demokrasisine geçişi, EMEP oportünizmi, ara aşamanın politik stratejisi olarak ele alıyor. Yani, faşizmden burjuva demokrasisine geçişi, mücadele stratejisi olarak alıyor, işçi sınıfı ve kitle hareketine, bu stratejik hedef perspektifiyle müdahale ediyor, önderlik etmeye çalışıyor. İşçi sınıfı hareketi ve emekçi kitle hareketinin, Kürt ulus al devr im iyl e birl eş ik bir devr im e dön üş eb il ec eğ ind en, devr imc i sıçr am a yapabileceğinden umudu kesmiş EMEP’in oportünist liderleri, işçi ve emekçi kitle hareketini anayasal demokratik bir burjuva iktidarının kuyruğuna takma, EMEP’i de burjuva demokrasisinin “sol” muhalefeti yapma stratejisi çiziyor, devrim hedefi ve stratejisini tasfiye etmeyi vaaz ediyorlar. EMEP’in “Türkiye’nin burjuva demok rat ikl eşm es i strat ej is i” kaps am ınd a yer alan, faşist kurumların, 12 Eylül Anayasa sı’nın tasfiye edilmeleri ve faşist katillerin yargılanması talepleri, EMEP’in bütünlük lü olarak yönlendirdiği, perspektiften ayrı olar ak ve t ek baş ın a ele alınd ıkl ar ınd a, reform talepleri olarak kitle eylemlerini başlatıp geliştirmenin aracıdırlar. Devrimci ikt id ar persp ekt if in e bağl anm ış tarzd a yürütülen mücadelenin bir parçası olarak, bu antifaşist taleplerle yürütülecek kitle eylemleri, devrimci bir rol oynar, devrimin hazırlığını hızlandırırmanın önemli araçla rından biri olurlar. Ama, “devletin ve ordunun demokratik leşt ir ilm es i” büt üns ell iğ i ve hed ef in e, dem okr at ik burj uv a anay as as ı hed ef in e bağlı olarak ele alınıp, kitle eyleminin önü ne bu talepler ve bu talepleri mücadelenin bağlandığı “devletin demokratikleştirilme si”, “demokratik anayasa” hedeflerine kon duğunda, burjuva demokrasisi kuyruğuna bağlanmış kitle eylemi gelişir. Devrimci ikt id ar persp ekt if i, devr imc i amaç ve 35 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi hed efl er tasf iy e edilm iş olur. EMEP’in rev izy on ist lid erl er in in yapt ığ ı eks iks iz olarak budur. Sözde liberalizme ve emper yal ist yen i düny a düz en in in burj uv a demokrasisi politikasının sol aktörü olmak la eleştirdiği, ÖDP’nin reformcu liberal politik konumuna EMEP liderleri gelmiş bulunuyorlar. Kitleselleşme sorununun basıncı altında sıradan bir militanın ufku günlük mücade leyle sınırlı mantığına hitap eden EMEP liderleri, antifaşist taleplerle kitle mücade lesini geliştirmek nasıl ki devrimci olmak tan çıkarmıyorsa, demokratik anayasa ve mevcut devletin demokratikleşmesi talep leri ve hedefiyle kitle mücadelesini geliş tirm ek de devr imc i olm akt an çık arm az yanıltıcı basit mantığını taşıyabiliyorlar. Oys a, ikis i özd eş şeyl er değ ild irl er. Birincisinde, antifaşist talepleri tekil veya demet halinde kitle eylemlerini geliştirme nin aracı yapmak, tek başına hedefi belirle mez. Bu taleplerle mücadelenin hedefinin ne olacağını, önderlik eden örgütün propa ganda-ajitasyon ve pratik mücadelesiyle hangi hedef doğrultusunda yönlendirmekte olduğu belirler. Eğer çalışmasının perspek tifi işçi sınıfı ve emekçi halkların devrimci demokratik diktatörlüğü ise ve içeriği de buna uygun olan örgüt(ler) tarafından, anti faşist taleplerle kitle eylemleri yükseltili yorsa, o taktirde, mücadele kitleleri devri me hazırlayacaktır, devrimcidir. Yok eğer, önderlik eden örgütler, perspektif olarak, hedef olarak, devrimci demokratik iktidarı değil de, “devletin demokratikleşmesi” ve “demokratik anayasa”yı koyuyorlarsa, – ÖDP ve EMEP’in yaptıkları gibi– o taktir de geliştirilen mücadele, yine faşizme karşı mücadelede de sınırlı bir rol oynar, ama devr imc i bir rol değ il, ref ormc u bir rol oyn ar, burj uv a dem okr at ik anay as al bir karakter taşır. Çünkü, demokratikleştirilecek devlet, işbirlikçi tekelci burjuvazinin bugün faşist olan devletidir. Yarın demokratikleşse de yine aynı sınıfın bu kez “demokratik” dik tatörlüğü olacaktır. Bu hedefte yürütülecek antifaşist talepli eylemler, mücadele, devri me dönüşmek, devrimi tutuşturmak yerine burjuva demokrasisiyle “taçlanacak”, söne cektir. Yine, demokratik anayasa hedefi de, bu antifaşist mücadelenin devrim perspekti fiyl e yür üt ülm es i ger ekt iğ in i redd etm e görüşüdür, perspektifidir. Çünkü, anayasa tekil yasalar gibi şu ya da bu siyasi yasak veya hakkı kapsamakla kalmaz, ekonomiktoplumsal-siyasal bir düzen öngörür, kap sar. Doğrusu, sınıflar mücadelesinde, zafer kazanan sınıfın kazanımları ve egemenliği nin kayda geçmesini ifade eder anayasa. Demokratik anayasa, bugünkü koşullarda işbirlikçi tekelci burjuvazinin devletinin, faşist özelliklerinden arındırılıp, emekçi halklara ve işçi sınıfına bazı demokratik hakl ar ı kaps ay an parl am ent er burj uv a demokras is i biçimindeki bir diktatörlük olarak sürmes i demektir. Peki antifaş ist taleplerle kitle eylemlerinin geliştirilmesi nin önüne hedef olarak demokratik anaya sa konursa, bu demokratik anayasal burju va dikt at örl üğ ü ve sist em in e bağl anm ış kar akt erd e bir müc ad el e değ il de nedir? Dosdoğru, antifaşist taleplerle kitle eylemlerini, demokratik anayasal burjuva 36 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi iktidarına-sistemine bağlamak, “demokra tik haklar”ı elde etmek uğruna, devrimi hazırlamayı tasfiye etmek demektir. EMEP’in revizyonist liderleri, devrimci politik stratejiyi tasfiye ederlerken bunu yalnızca “devletin demokratikleştirilmesi”, “demokratik anayasa” stratejisi politikasıy la yapm akl a kalm ıy orl ar. Bu pol it ik ay ı “devrimci iktidar” talepleriyle örtmekten artık yavaş yavaş vazgeçiyorlar. Parlamen ter yold an, dem okr at ik anay as al yold an halk egemenliği kurmayı, iktidar hedefi olarak koyuyorlar. “…işçi sınıfı partisinin asgari programı (…) halk ın dem okr at ik egem enl iğ in i hedefler (abç) (Özgürlük Dünyası, sayı 86, Teori Taktik ve Günlük Mücadele, sf. 26) “…bağımsızlık ve demokrasi talebiyse, halkın egemenliği talebiyle…” (agy. sf. 38) Yani, işçi sınıfı ve emekçi halkın sovyet tipi, komün tipi devrimci diktatörlüğünü ya da halkın devrimci diktatörlüğünü telaffuz etmeyi bir kenara bırakıp, parlamenter ve anayasal bir literatür olan “halkın egemen liğ i”ni ben ims ey en EMEP lid erl er in in, ÖDP’nin parlamenter liberalizminden, ana yas al burj uv a dem okr at izmd en ne fark ı var? Bu literatürü, EMEP’in yazılı mater yallerinde diyelim ki hukuki kaygılarla da yapıyor değiller, tam tersine yasal da olsa hukuki kaygının pek duyulmadığı, duyul maya da gerek olmayan, sözde çok teorikpolitik dergi Özgürlük Dünyası’ndaki yazı larda kullanıyorlar. Yani bilinçli tarzda ve işçi emekçi halkın devrimci diktatörlüğü hedefini tasfiye etmek için “halk egemenli ği” kavramını kullanıyorlar. Demokratik anayasal stratejiye nitelik olarak uygun bir ikt id ar form ül asy on u inş a ediy orl ar. O zaman ÖDP’yi parlamenter liberalizmle suçlamaları tam bir ikiyüzlülük olmuyor mu? ÖDP’nin din in e k üfr ed en kend is i müslüman olsa bari! Önderlik mi, Kendiliğindenliğe Secdeye Varmak mı? EMEP oportünistlerinin, ‘93-’97 döne mindeki ekonomist-sendikalist, ‘97’den iti bar en kar ar ald ıkl ar ı burj uv a anay as al demokratist çizgisi, bir yanıyla faşist dikta törlüğün sert saldırıları karşısında işçi ve emekçi kitle hareketinin inişli-çıkışlı geliş mesi ve diğer etkenler nedeniyle de dev rimci sıçrama yapmanın zorluklarını yaşa masından, bu durumun baskısı altında kal maları ve karamsarlıklarından geliyorsa, diğer yanıyla öncellerinden itibaren her zaman varolagelen devrimci önderliğin – irad en in rol ün ü küç üms ey en– yads ıy an kendiliğindenci mantıklarından geliyor. EMEP’li oportünist liderler ve yazarlar, öteden beri vurguyu hep nesnel koşullar üzerine yapıyorlardı ve kendiliğinden hare ket i yüc elt iy orl ard ı. ‘93-’97 dön em i ve bugün izledikleri çizgi, pratik tutum vb. yansıdığı gibi, bu ekonomist-sendikalist ve politik reformist çizgilerin kendileri kendi liğindenciliğin oportünist çizgileri oldukla rı gibi, oportünist yazarların doğrudan dev rimin nesnel-öznel koşullar ilişkisini ele alan görüşlerine de yansıyor. Bu, geçmişte böyle olduğu gibi bugün de böyl e. EMEP oport ün izm in in önd e * 1983’te TDKP Ecevit’le ittifak yapılması gerektiğini savunmuştu. 37 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi gel en tems ilc il er ind en A. Cih an Soyl u, Kurtarıcılar yazısında konuya ilişkin şu görüşleri koyuyor: “İşçi sınıfının (…) kendi günlük hare ket i içind e patr onl ar a karş ı ekon om ik mücadele yürüterek ve sendikalarda örgüt lenerek, sosyalizm bilincine ulaşmasının zor olması gerçeği.” (abç.) (Emek, 17 Tem muz 1997) Burada da açıkça yansıdığı gibi, işin lafzında bile, bu iflah olmaz oportünistler zor olsa da kendiliğinden mücadeleyle işçi sınıfının sosyalist bilinci alabileceği görü şüne, bu pespaye kendiliğindenci görüşe sahipler. Bu kendiliğindenci vaazla yetişe cek kadrolar elbette öncü devrimci çabayı temel almayı yadsıyan bir tarzı ve yolu tutarlar. Yin e ayn ı yaz ıd a oport ün ist yaz ar, öncülere olan ihtiyacı, temel bir ihtiyaç öncünün rolünü temel bir rol alarak değil, “yardımcı, tali” bir rol gören şu görüşleri dile getiriyor. “…sosyalist aydın ve devrimci işçilerin yardımına ihtiyaç vardır.” Oysa, devrim kitlelerin eseri olsa da, önc ü part in in rol ü, “yard ımc ı” değ il, önderlik edicidir ve başlıca iki temel rol den birini oynar. Bu gerçek muzaffer ve yenilgi almış sayısız devrimin pratiği tara fından kanıtlandı ve devrim deneylerinden dersler çıkararak, strateji ve taktiklerini, örg ütl enmes in i gel işt ir en burj uv az in in, bugünkü olanakları ve konumu karşısında, işçi sınıfı hareketinin, iktidar mücadelesin de başarıya ve zafere ulaşmasında, komü nist önderlik çalışmasının rolü azalmamış, artmıştır. Oportünizmin Burjuvaziyle Uzlaşma, Üç Dünyacı Politikaları ve Devrimci Hare ketin Kopuşu EMEP oportünizmi, ekonomist kendili ğindenciliğe battıkça, kitleselleşme sorunu nun basıncı ve toplumsal tabanının etkisiy le burjuvaziyle uzlaşma ve hatta üç dünya cı gerici politikalara ve tavırlara yöneldi. Bu, ayn ı zam and a devr imc i har ek ett en hızla kop uş ve düşm anl ıkl a el ele gitt i. Şimdi burjuva anayasal demokratizm bata ğında yüzerken aynı politikaları teorize ederek sürdürüyor. Tıpkı geçmişte TKP ve Aydınlık, bugün ÖDP ve Aydınlık revizyo nistlerinin yaptıkları gibi. EMEP oportünizminin teorik dergilerde yazarlarının, sözde “uzlaşmaz” görünümlü “marksist” lafızları, ekonomist ve anayasal demokratist politik çizginin üzerine kılıfı diye yamadıklarından haberdar olanlar bel ki ilk bakışta bu iddiayı aşırı ve haksız bir eleştiri sanabilirler. Ama, EMEP oportüniz min in, burj uv az in in part il er i, san ay i ve ticaret örgütlenmeleri ve orta burjuvaziyle uzlaşma, “ulusal ve ülke sanayini koruma” politikalarını sergilemek, iki şeyi devrimci hareketin daha iyi kavramasına yarayacak tır. Birincisi EMEP oportünizminin savrul duğu burjuva liberalizmini, ikincisi ekono mist ve reformist kendiliğindenciliğin kaçı nılmaz ve önlenemez olarak burjuva liberal savrulmalara yol açacağını! EP, 1996 yılında üç mitinge, bilinçli bir tavırla katılım çağrısında bulundu ve katıl dı. Ayd ın’da ekm ek zamm ın ı prot est o mitingi örgütleyenler arasında ANAP ve DSP Ayd ın İl yön et ic il er i de vard ı. EP Aydın İl Örgütü de ANAP ve DSP’yle bir 38 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi likte ekmek zammını protesto mitingini örgütleyenler arasında yer aldı. Mitinge katılma çağrısında da bulundu. Ve bu pol it ik ay ı Evr ens el gaz et es ind e savundu. Antep 14 Eylül 1996 mitingi ise Gazi antep Ticaret Odası öncülüğünde örgütlen di. İnşaat Mühendisleri Derneği, Organize San ay ii Bölg es i San ay ic il er i Dern eğ i, Gaziantep Halıcılar Odası da destek verdi ler. Irak’a emp ery al izm in ekon om ik ambargosunu protesto için yapıldı. Mitingi, burjuva demokrat aydın örgütleri (Eczacı lar, mühendis odaları vb.) yanısıra belediye başkanları ANAP, RP, CHP, DSP gibi geri ci faşist burjuva partileri ile EP ve HADEP dest ekl ed il er. Kat ılm a çağr ıs ı yapt ıl ar, katıldılar ve mitingi savundular. 14 Eyl ül 1996 Burs a mit ing in i ise Koç’ların, OYAK’ların desteğinde faşist bir send ik ac ı olan Türk Met al Başk an ı Mustafa Özbek düzenledi. Amacı “Bedel siz oto ithalini protesto edip getirilen yasa yı kald ırm ak”. Must af a Özb ek, Koç ve OYAK Holding’in bu amaç doğrultusunda faşist miting düzenlerken sınıfın ve özel olarak da otomotiv işçilerinin kıyıma uğra tılması tehlikesine karşı tepkisini arkasına almayı ve faşist diktatörlükle, işbirlikçi tekelci burjuvaziyle, işbirliğini güçlendir mekti. Evrensel yazarları faşist Özbek’in burjuvaziyi ve faşizmi kitle desteği artıra rak güçl end ir en oyun un dest ekl em ek gerektiğini savundular. “Büyük patronların” burada söyledikle rinde doğruluk payı var. Gerek bedelsiz ith al at ger eks e Körf ez Sav aş ı sonr as ı Güneydoğu’da sınır ticaretinin engellen mesi esnafı, işçileri, küçük üreticileri vuran uluslararası sermayenin dayatılmasıdır. Bu yüzden de bu mitinglerin desteklenmesi geniş işçi ve emekçi yığınlarının bu vesi leyle de tepkilerini dile getirmesi doğrudur. “Elbette işçiler, esnaflar, diğer emekçi kesimler bu mitinglere katılacak.” (Sabri Durmaz, Patronlara “Kader Cilvesi”, 14 Eylül 1996, Evrensel) Tabi ki bu paragrafta Evrensel yazarı aynı zamanda, Antep orta ölçekli (kısmen büyük) sanayi burjuvazisi ve gerici partilerle, emperyalist tekellerde ekonomik çıkar çelişkisi, nedeni ile girişti ği dalaşta eylem birliği ittifak içinde olmak gerektiğini de vurgulamış oluyor. EP ve Evr ens el yaz arl ar ı böyl ec e mitinglerde sosyal demokrat, gerici, islam cı gerici ve faşist burjuva partileri ile faşist sendikacılarla ittifak yapmayı, Koç’larla, OYAK’larla uzlaşmayı savunmuş oluyor lar. İşçi ve emekçi kitleleri burjuva partile riyle ve sendikacılarıyla eylem birliği yap maya, mitinglerine katılmaya çağırıyorlar dı. Sosyal demokrat, islami gerici, faşist burjuva partileri (CHP, DSP, RP, ANAP) bilindiği gibi burjuvazinin değişik akımla rının temsilcileri ve öncülerdir. Yanısıra işbirlikçi tekelci burjuvazi ve devletin kitle dayanaklarının da başlıca araçlarının önün de yer alıyorlar. Komünist ve devrimci hareket, işçi sını fı ve emekç i ve ezil en kes iml er in kitl e hareketini ancak burjuvazinin devletinden old uğ u kad ar her renkt en part il er ind en bağımsız bir politik çizgide yürütülebilirse, geliştirilebilirse devrimi zafere ulaştırabilir. 39 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi Ülk em izd e Şef ik Hüsn ü TKP’sin in kemalizm kuyrukçuluğu sonraki modern revizyonist TKP’nin burjuvaziye ve özel olar ak sosy al dem okr as i kuyr ukç ul uğ u, hatta devrimci hareket içindeki küçümse nem ey ec ek ölç üd ek i sosy al dem okr as i kuyrukçuluğu bağımsız yani devrimci kitle hareketinin yükselişini daima zayıflatmış ve darbelemiştir. 12 Eylül yenilgisi döne minde bu kuyrukçuluk, devrimci kadroları düzen için öğüten başlıca araç olduğu gibi, bizzat TDKP’de Ecevit’le eylem birliği * biçimindeki tasfiyeci kuyrukçuluk olarak nüksetmiştir. Bugün sosyal demokratlarla işbirliği stratejisini inşa eden, sunan tescilli devlet yandaşı revizyonist Perinçek’tir. EP ve Evrensel yazarları Aydın, Antep mitinglerinde burjuva partilerle eylem bir liği yaparak herşeyden önce Perinçek’lerin, TKP’nin revizyonist burjuva kuyrukçuluğu politikasını izliyorlar. Burjuvazi partilerine kuyr ukç ul uk rev izy on ist pol it ik asıyl a, bağ ıms ız kitl e har ek et i, devr imc i kitl e hareketi geliştirilmesi bir yana, devrimci pot ans iy el i küç ült er ek anc ak ger il et ir. Reformizm ve kendiliğindenciliğin en geri biçimi olan ekonomist-sendikalist çembere mahkum ederek devrimci potansiyeli sön dürür. Öte yandan geçmişten bu yana, sosya lizm iddiasıyla ortaya çıkan karşıdevrimci, modern revizyonist TKP ve Aydınlık-İP işçi sınıfı hareketini sendika bürokrasisinin ve ağalığının kuyruğuna takılma çizgisi izlediler. Bugün Aydınlık-İP revizyonistleri bu revizyonist politikanın şampiyonluğunu yapıyor. Komünist hareket, sendika alt bürokra sisinden reformcu da olsalar bazı sendika larla, faşizme ve tekelci burjuvazinin saldı rısına karşı, eğer işçi sınıfı hareketinin iler letilmesine yarıyorsa ve işçi kitlesinin dev rimci mevzilere çekilmesine yardımcı olu yorsa ancak o taktirde eylem birliğine gire bilir. Onun dışında sendika alt bürokrasisi ne ama özell ikl e send ik a ağal ığ ı olar ak nitelendirdiğimiz sendika üst bürokrasisi ne, karşı uzlaşmaz bir mücadele yürütme zse sınıfı hareketini bağımsız devrimci bir çizgide geliştiremez. Sınıf hareketini sen dik al izm in güçs üzl eşt ir ic i ve çür üt üc ü yönetiminden kurtaramaz. Evr ens el yaz arl ar ı ve EP, işç i sın ıf ı hareketi içinde ekonomist-sendikalist bir çizgide, mücadeleyi komünist öncü adına, sav und ukl ar ı gib i bun a uyg un olar ak reformcu sendika alt bürokratlarıyla uzlaş ma ve eylem birliği çizgisi de izliyorlar. Ama, ekonomist-sendikalist anlayışı onları sendika bürokratlarıyla uzlaşmada daha da geriye itiyor. Kimi zaman Türk-İş yönetici si Meral’lerin ve hatta faşist M. Özbek’le rin kuyrukçusu durumuna düşürüyor. ‘95 sonbahar Ankara gösterilerinde EP yöneti cis i N. Kör oğl u, Evr ens el’de, “Şimd i eylem sürecinde B. Meral’leri eleştirmek yanlıştır” diyerek uzlaşıyor ve B. Meral’in kuyruğuna takılmayı vaaz ediyordu. ‘96’da ise Evrensel yazarları işçilerle işbirlikçi holdinglerin çıkarı ve sendika ağalarının güçl end ir ilm es i için Burs a mit ing in i düzenleyen ve mitingte kirli savaş slogan larını yükselten M. Özbeklerle eylem birli ğine girmeyi, mitinge katılım çağrısıyla faşist Özbeklere kuyrukçuluğu vaaz edi 40 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi yorlardı. Yıldırım Koç’un liberal işçi poli tikacılığına düşüyorlardı. Bununla devrim ci sınıf hareketi değil olsa olsa liberal işçi hareketi geliştirilir. EP ve sendikacıların kitlelerinin olduğu yerlere, burjuva partilerini teşhir etmeye gitm ek sözd e takt iğ iyl e, bu mit ing l er e katılmayı savunmaktır. Ama unutulmamalı ki, bu kuyrukçu sözde teşhir taktiği, burju va partilerin kitle desteğini güçlendirmeye hizmet eder. Geniş kitlelerin en acımasız kapitalizmi savunan parti olarak tanıdığı ANAP’la ekmek zammını protestoda birle şirse bu ANAP’ın yeniden canlandırılması na yol açar. Tıpkı Kutlu revizyonistinin ‘80’li yıll ard a Dem ir el’e eyl em birl iğ i geliştirmesinin Demirel’i yeniden güçlen dirdiği gibi. Her üç mitingte EP’te yansı yan bir diğer şey de “yerelcilik”ten yararla narak kitleselleşme umuduyla yerel çapta burjuva partiler hatta burjuvalarla eylem birliğine girmekten geri durmamak oldu. Ama bu, yaln ızc a burj uv a lib er al kitl e har ek et i üret ir, devr imc i kitl e har ek et i değil. Karabük Demir Çelik deneyi çok iyi gösterdi ki yerel burjuvaziyle işbirliği yal nızca işçi hareketinin potansiyelini söndü rerek liberalleştirir, kapitalizmle kaynaştı rır. Antep ve Bursa mitingleri, emperyaliz me karşı mücadele konusunu kapsıyorlar dı. EP il örgütleri ve Evrensel yazarları, kitlelerin antiemperyalist taleplerini hay kırmak için her iki mitinge de katılma çağ rısı yaptılar. Komünist ve devrimci hareket, elbetteki antiemperyalist talepleri yaymak için, emperyalist ambargoyu protesto için ve “bedelsiz ithalat” dalaşının arkasında yatan gerçekleri açıklamak için mücadele eder. Ama komünist ve devrimci hareket, emperyalist ambargoyu protestoyu, Gazi ant ep san ay i ve tic ar et burj uv az is iyl e, emperyalist uşağı ve emperyalist politika ların savunucusu burjuva partilerle birlikte değil, bağımsız bir tarzda gerçekleştirir. Ki, ancak o taktirde emperyalizme karşı müca del eyl e kend i ülk e burj uv az is ind en de bağ ıms ız bir işç i emekç i devr imc i kitl e hareketini geliştirebilir. Yine, komünist hareket, “bedelsiz itha lat” yasasının, burjuva partiler ve tekellerin it dalaşı olduğunu, işçi kıyımının bizzat yerli tekellerle emperyalist burjuvazinin ort ak suç u old uğ u gerç eğ in i bıkm ad an açıkl ar. Başk a emp ery ali st tek ell erl e it dal aş ınd a Fia t ve Ren au lt emp ery al ist tekelleri ve Koç ile OYAK yerli tekelleri nin kuyruğuna asla takılmaz. Ama Evren sel yazarı İ. Sabri Durmaz, “Ülke sana yii”ni çök ert iy or kayg ıs ıyl a ve işç il er in taleplerini dile getirmeleri için, Koç’lar Oyak’lar için eylem yapan Özbek’in mitin gine katıl çağrısıyla, Fiat-Renault ve KoçOyak tekellerinin-diğer emperyalist tekel lerle çıkar dalaşında-arkasına işçi sınıfı kit lel er in i bağl am ak pol it ik as ın a düş üy or. Ayrıca, yerli tekellerin işçi kıyımı suçunun üstünü örtüyor. EP ve Evrensel yazarları, Antep ve Bur sa mitinglerinde burjuvaziyle eylem birliği içinde antiemperyalist mücadele vermek tavrına düşüyorlar. Revizyonist üç dünyacı tav ırl ar ı yen id en hortl at ıy orl ar. EP’lil er daha geçen yıllarda –kendilerinin de eleş 41 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi tird ikl er i– Brez ily a Part is i’nin düşt üğ ü yere burjuvaziyle ittifak içinde sözde anti emperyalist mücadele revizyonist çizgisine kendileri de düşmüş oluyorlar. Bu tavırlar sonrası süreçte, yaşanan ses sizlik, bir anlık EP’in geçici ve biraz da rastlantısal uzlaşıcı yalpalamasıyla, sessiz likle geçiştiriyor, yanlış izlenimi verdiyse de EP oportünizminin gerçeği böyle değil di. EP’in oportünist yazarları, burjuvaziyle uzlaşma çizgisini ve üç dünyacı gerici poli tikayı teorize etmekte gecikmediler. “Antep orta ve küçük sanayicileri de dahil olmak üzere, küçük esnaf, zaanatkar vb. halk kesimlerinin, Irak ambargosunu ve pazar üzerindeki baskıları ve sıkıntıları dile getiren miting çağrıları oldu. Bu konuda alınacak taktik bir tutumun işçi sınıfı açı sınd an strat ej ik önem i ned ir? Günl ük çıkarları açısından bakıldığında, işçilerin, dün kendilerine karşı en acil talepleri için mücadele ettikleri küçük ve orta sanayici lerin de katıldığı (Özgürlük Dünyası’nın, oportünist yazarı gerçeği biraz çarpıtıyor, orta çaplı sanayici ve tüccarların ve sosyal demokrat belediye başkanının desteklediği değ il, önc ül ük ett iğ i bir mit ingt i ve EP dahil diğerleri onların kuyruğuna takıldı lar– PD.) bir mitingi desteklemeleri anlaşı lamaz. Ama sınıfın ve emekçi sınıfların uzun vad el i çık arl ar ı, part in in strat ej ik bak ış açıs ı göz ön ün e alınd ığ ınd a, sın ıf bilinçli işçilerin, orta burjuvazinin de dahil old uğ u halk kes iml er in in kısm i de ols a antiemperyalist, antitekel taleplerini des tekl em es i, progr am hed efl er i açıs ınd an, ort a b urj uv az in in tar afs ızl aşt ır ılm as ı, bağımsızlık talebini tutarlılıkla savunma, ulusal ve halkçı ekonominin propgandasını yapma konusunda işçi sınıfına olanak sağ lar. En öneml is i, emekç i halk kitl el er i göz ön ünd e, işç il er i, sad ec e kend i dar çıkarlarını savunmakla yetinen bir sınıf olm akt an çık ar ıp topl um un ve ülk en in çıkarlarını gözeten toplumsal mücadelede dikkate alınması gereken bir güç olarak a l g ı l a n m a s ı n ı s a ğ l a r. ” ( b o l d l a r PD’nin) (Mehmet Erdal, Teori, Taktik ve Günlük Mücadele, Özgürlük Dünyası, s. 86, sf. 29). “Berg am a köyl ül er in in taş ıd ığ ı M. Kemal posteri ile, işbirlikçi egemen sınıfla rın elinde şovenizmin ve ırkçılığın bayrağı na dönüştürülmüş Atatürk imajı karşı kar şıya duruyor.” (A. Cihan Soylu, Emek, 31 Ağustos 1997, aç. PD). EMEP’le aynı çizgideki bu önde gelen oportünist yazarları burjuvaziyle uzlaşma ve üç dünyacı işbirliği politikasını teorik dayanaklarıyla savunmada pervasız davra nıyorlar. Program ve strateji sorunu olarak koyuyor ve savunuyorlar. Orta burjuvazi ve politik temsilcilerine tecrit ve karşıdev rimle birlikte savaşanlara da tasfiye politi kası değil tarafsızlaştırma ve geçici ittifak politikası, orta burjuvaziyi halk içinde ele alan görüş, maocu, burjuvaziyle uzlaşma politikasıdır. Yalnızca işçi sınıfının kesinti siz devrim stratejisine karşıt olmakla kal maz, Çin devriminden çok daha farklı ola rak Türkiye’de politik bakımdan da tümüy le gericileşmiş olan bu sınıfla, “taktik itti fak”a girm ek, “tar afs ızl ık” bekl em ek, küçük burjuva liberal işçi politikasıdır. İşçi sınıfının devrimde hegemonyasını baltala 42 Oportünist EMEP’in Reformist Politik Çizgisi yıcı liberal ve gerici “ulusal” “orta” burju vazinin kuyruğuna takarak devrimi refor mize ederek yenilgiye uğratma politikası dır. Ekonomik baskı nedeniyle, emperya listlere ve tekellere karşı, antiemperyalist, antitekel bağımsızcılık ve ilericilik bekle mek, ekonomist gerici bir mantıktır. Burju vaz in in kuyr uğ un a işç i sın ıf ı har ek et in i takmaktan başka bir rol oynamaz. Ama yukarıdaki gerici teorik görüşlerin gün ah ı bun unl a sın ırl ı değ il. Ger ic il iğ i daha fazla gelişmiş olan orta burjuvaziyi desteklemek ile “toplum ve ülke çıkarlarını göz etm ek”, “ulus al-ülk e” ekon om is in i savunmak, “toplumun çıkarını” savunmak pol it ik as ı ger ic i üç düny a teo ris in in “emp ery al izm e karş ı yerl i burj uv az iyl e işbirliği” politikasından başka hiçbir şey değildir. EMEP’li oportünist yazar “önder ler” üç dünyacı bu gerici politikayı vaaz edecek denli revizyonizme batmışlardır. Bu ger ic i pol it ik ayl a par al el olar ak, EMEP’li yazar M. Kemal’in ulusal miras çılığına da soyunuyor, kemalizm kuyruk çuluğunu da vaaz ediyor. Bergama köylü lerinin antiemperyalist mücadelede, yanıla rak bayrak yapmaya çalıştıkları “M. Kemal posteri”ni, EMEP’li yazar, gerçekten ve bilinçle ulusal motif ve miras olarak göre biliyor. Kemalizme karşı yürütülen onca mücadelenin ardından ‘60’ların kemalizm hayranlığına dönmek yalnızca tradeji değil, traji-komikliktir de. EP’li revizyonist yazarların bu üç dün yacı gerici politikasıyla, gerisinden yürü dükleri tescilli işbirlikçi revizyonist Perin çek’in sözd e emp ery al ist Kuzey’e karşı ezilen Güney dünyasını, burjuvazilerini, ülk em iz in burj uv az is i ve devl et in i, MGK’yı savunan gerici politikası arasında ne fark var? Perinçek’in sadık izleyicisi EP’li revizyonist yazarlar bizlere “Perinçek yetiştirmeleri” olarak kara çalacak denli düzeysiz yalancılık yapacaklarına, Perin çek’in gerici üç dünyacı politikalarına düş memeye çaba harcamaları gerekmez miy di? Özg ürl ük Düny as ı’nın rev izy on ist yazarları, burjuvaziyle uzlaşma politikası na battıkça devrimci hareketle “kopuş stra tejisi” adını verdikleri politikayı dile geti rip uyguladılar. Köprüleri bir daha kurma mak üzer e yıkm ay ı uyg un görd ül er ve tabanlarına da benimsetmeye çalıştılar. Bu, bu çevrenin, devrimcilikten kendiliğinden ciliğin değişik türevleri ve yasalcılığa geç mesiyle uyumluydu. Ama Özgürlük Dün yas ı’nın rev izy on ist yaz arl ar ı, kitl es in i devrimci harekete düşmanlık içine sokmak için, daha pervasız kara çalmalara girişti ler: “Terörist sosyalizm”, “gürültü grupla rı”, “gericiler”! Orta burjuvaziye ilericilik atfeden bayların devrimci hareketi nitele meleri kendilerinin bu konuda da TKP-Ay dınlık konumuna gerileyip çürüdüklerin den başka bir şeyi göstermiyor, getirmiyor. EMEP revizyonizmi; kendiliğindenci oportünizmiyle, burjuva anayasal demok ratizmiyle, yasalcılığıyla, üç dünyacı poli tikasıyla, reformizmin bataklığında batma ya özgürdür. Bu özgürlüğüyle, kopuş stra tejisi izlemesi de –kara çalmaları liderleri nin kendi seviyesizliklerini gösterir yalnız ca– biz marksist leninist komünistlere ve tutarlı devrimcilere yalnızca onur verir. 43 Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi” Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketi’nin “Gecikmiş Yükseliş”i * Hochul Sonn** (Çeviren: Hakan Deniz) Güney Kore, genellikle, bir zamanların yard ım a muht aç ülk es in in en baş ar ıl ı NIC’lerden (1) birine dönüşümünden söze den, ekonomik başarı hikayesi olarak tanı nır. Fakat bu başarının, dünyanın en uzun çalışma saatleri ve dünyanın en yüksek iş kazası oranı ile örneklenebilen, Kore işçi sınıfının acımasızca sömürüsü sayesinde olanaklı kılındığına, yorumcuların çok azı dikkat eder. “Zayıf işçi sınıfı” ve Kore’de sınıfsal politikanın yokluğu bu aşırı sömü rüyü kolaylaştırdı. Buna rağmen, 1980’lerden itibaren G. Kore işçi hareketi hızla gelişti. Sonunda, devletin ve sermayenin şiddetli baskılarına rağmen, bağımsız ve ilerici fakat yasadışı send ik al ar ın uzun zam and ır bekl en il en ulus al konf ed er asy on u KCTU (Kor ea n Confederation of Trade Unios=Kore İşçi Send ik al ar ı Konf ed er asy on u) 1995’te kuruldu. Bütün dünyanın bildiği gibi, bu yeni güçlenen hareket ile hükümetin “neoliberal” politikalarının çatışması, Kore tari hindeki ilk genel greve yol açarak hükü metin fiili yenilgisi ile sonuçlandı. Tarihsel Zemin Genelde ilerici hareketler ve özellikle işçi hareketi açısından bir çeşit “Kore istis * Yazı, ABD’de yayınlanan Monthly Review dergisinin, Temmuz-Ağustos 1997 tarih li sayısından alınmıştır. ** Hochul Sonn, Sogang Üniversitesi (Seul, G. Kore) Siyaset Bilimi bölümünde Pro fesör ve Kore İşçi Sınıfı Araştırmaları ve Politikası Enstitüsü Başkan yardımcısıdır. 44 Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi” nası” vardır. G. Kore, iki yönden istisnadır. Bu tür hareketlerin “geçmişteki yokluğu” ve “gecikmiş yükselişi”. 3. Dünya standartlarına göre değerlen dir ild iğ ind e bil e, G. Kor e işç i har ek et i 1980’lere kadar istisnai düzeyde zayıftı. İşçi hareketleri komünizmle bir tutuluyor du ve “sınıf” kelimesi akademik alanda dahi yasaktı. Bunun bir kaç nedeni var. 1. Kore savaşı ve ulusun bunun ardın dan gelen bölünüşünün sonucu olarak ide olojik mücadele alanının aşırı ölçüde darlı ğı. 2. Sendikalar üzerindeki devlet baskısı ve “devlet korporosyoncusu” kontrol. 3. Sanayinin esas olarak küçük fabrika lara dayalı biçimlenişi nedeniyle işçi sınıfı nın dağınıklığı. 4. Ulus çap ınd ak i eğit im tutk us un un sonucu olan yüksek düzeydeki toplumsal hareketlilik ve sınıftaki buna bağlı bireyci leşme. Fak at, 1980’ler in baş ınd a birş eyl er değişmeye başladı. 1980’de, Cumhurbaş kanı Park suikasti ardından gelen birkaç aşamalı askeri darbe sırasında, ordunun resmi rakamlarla 200, fakat iddialara göre 2000 sivili öldürdüğü Kwangju katliamı, G. Kor e’dek i rad ik al har ek etl er i Kor e savaşından bu yana ilk kez canlandırdı. Sonuç özellikle öğrenciler arasında ani bir “Marksizm patlaması”(2) ve radikal hare ketler oldu. Bu hareketler, 1970’lerin ağır, sanayi leşm es i ile yen i ort ay a çık an işç i sın ıf ı içinde yavaşça yayıldı. Küçük fabrikaların baskın olduğu dönemdeki parçalanmış işçi sınıfının aksine, sanayinin yeni koşulların da yüks ek der ec ed e yoğ unl aşm ış büt ün ekonomiyi felç edebilecek stratejik güce sahip, fakat “premodern” iş ilişkileri ve koşullarının acısını çeken bir sınıf ortaya çıktı. Bu yüzden, özellikle Sovyet blokunun çöküşünden sonra dünyanın birçok yerinde marks izm benz er i gör ülm em iş bir kriz içindeyken, G. Kore’de marksizm de işçi sınıfı hareketi de benzeri görülmemiş bir “patlama” ve “yükseliş” yaşadı. Özellikle, askeri hükümetin egemenliğini sürdürme planına muhalefet eden 1987’deki Haziran Halk Hareketi ile kazanılan “demokratik leşme” bu eğilimi hızlandırdı. Baskıcı dev let aygıtının zayıflaması, Kore işçi sınıfının uzun sessizliğini kırıp tüm ülkede sokakla rı doldurduğu tarihi Büyük Temmuz-Ağus tos İşçi Hareketi’ni ateşledi. Bu hareket kısmen, asıl derdi “düzen” ve “ekonomi” olan orta sınıfın düşmanca yaklaşımı yüzünden yenildi. Fakat yenilgi nin asıl nedeni işçi hareketinde merkezi bir örg ütl enm e ve önd erl iğ in olm am as ıyd ı. Hareketin kendisi yeni bir sendikal önder liği ortaya çıkardı. Yeni önderler, insanlık dışı iş koşullarına karşı mücadelede yasal sınırları aşmayı ve bazen şiddet içeren, öz savunma biçimlerini kullanmayı da içeren “mil it an send ik ac ıl ık” ded ikl er i yol u benimsediler. Bu yeni militanlık, Amerikan Askeri Yönetimi’nin Japon sömürgecili ğinden kurtuluşun ardından tabandaki sol cu sendikaları etkisizleştirmek için örgütle diğ i ve tar ih i boy unc a sad ec e hük üm et tarafından kontrol edilmekle kalmayıp aynı zam and a dikt at örl üğ ü dest ekl ey en FKTU’nun (Kore İşçi Sendikaları Federas 45 Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi” yonu- Federation of Korean Trade Unions) uzlaşmacı ve bağımlı yaklaşımı ile keskin bir zıtlık oluşturdu. Örn eğ in, “mil it an send ik ac ıl ık”, Kore’deki en büyük fabrikalardan biri olan Hyundai Ağır Sanayi’sinde devletin şiddet li baskısına karşı her yıl tekrarlanan grevle re yol açtı. Her seferinde devletin yanıtı, onbinden fazla özel görev kuvveti polisini kull anm ak ve sad ec e kar a değ il, den iz gücü ve helikopterleri de harekete geçire rek bilinen çok yönlü ve büyük askeri ope rasyonlar yapmak oldu. 1989’da yasadışı demokratik sendikala rın önd erl iğ i, send ik al ar aras ı bölg es el day an ışm an ın yaln ızc a ayn ı sekt örd ek i send ik al ar ın day an ışm as ınd an çok dah a etkili olduğunu kavrayarak, polis baskısına karşı mücadele etmek için bölgesel temel de örgütlenen Demokratik Sendikalar Ulu sal Konseyi’ni kurdu. KCTU, bu konsey den ortaya çıktı. Soyvet Bloku 1987’de çökmeye başla dığında, doğal olarak radikal hareketler her yerde bu ters akıntının sıkıntılarını yaşar ken Güney Kore’de bunun etkileri bir ölçü de ertelendi. 1990’a kadar, birçok eylemci ve ilerici aydın Perestroyka’nın sosyalizmi güçlendirdiğine inanıyordu. Fakat askeri darbenin başarısızlığı (‘91 yazındaki başa rısız “Kızılordu darbesi”ni kastediyor- çn.) ve Sovyetler Birliği”nin 1991’deki çöküşü, Kor el i rad ik al har ek etl er in en azınd an, marksist bir yeraltı partisi ve açık bir sos yalist parti kurma çabalarının genç alevleri üzerinde, soğuk duş etkisi yaptı. Birçok önder, özellikle de aydınlar, açık beyanat larla hareketi terketti. Fakat işçi sınıfı hareketi farklıydı. Soy vetl er Birl iğ i’nin çök üş ü yen i send ik al militanlığı bastırmadı. Çünkü, işçi hareke tinin dayandığı temel, Sovyetler Birliği’nin ya da dogmatik marksizm-leninizmin varlı ğı değil, Kore kapitalizminin çıplak ger çekliğiydi. Tekelci sermayenin ve sözde “demokra tik” ve “sivil” hükümetin vahşi baskısına rağmen, bu yeni işçi hareketi birçok kahra manca direnişi başarıyla örgütledi ve kilit sanayi dallarında etkisini genişletti. Sonun da, 1995’te Kore’li işçiler FKTU karşısın da, dah a önc e benz er i bul unm ay an KCTU’yu, yaln ızc a dem okr at ik bir işç i hareketi değil, aynı zamanda “gerçekten demokratik bir toplum” yaratma platfor muyla kurdular. Böylece, Kore’de ilk kez bağımsız bir sendika federasyonu oluştu. Genel grev sürecinde KCTU’nun yaklaşık bin sendikaya bağlı yarım milyon üyesi varken, daha eski olan FKTU’nun 1,2 milyon üyesi vardı. Fakat KCTU Kore’nin üç can alıcı sanayi dalında tüm kontrolü elinde tutuyordu. Otomotiv, gemi inşası ve ağır sanayi. Bunun yanında, toplu taşımacılık ile hastaneler, medya ve araştırma enstitüleri gibi kilit önemdeki beyaz yakalı işçiler arasında. Tarihi Genel Greve Sebep Neydi? Kore’deki son genel grevi anlayabilmek için, Gün ey Kor e iş ilişk il er i hakk ınd a temel bilgilere sahip olmak gerekir. Kore çalışma yasalarında da (iş hukuku- çn.) işçilerin temel haklarını sınırlayan birçok premodern, antidemokratik madde vardı. Bunların tipik örnekleri “dört yasak”tır... 1) İş uyuşm azl ıkl ar ınd a “üçünc ü kiş il er in 46 Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi” müdahalesi” yasağı, 2. Hükümet kontro lündeki antidemokratik FKTU’ya tekelci bir egemenlik sağlayan birden çok sendi kanın yasaklanışı, 3) Memurlara ve öğret menlere örgütlenme yasağı, 4) Sendikala rın politik etkinliklerde bulunması yasağı. KTCU önderliğindeki Kore işçi sınıfı bu insanlık dışı sistemi demokratikleştir mek için çok sayıda direniş gerçekleştirdi. Hükümet, sadece antidemokratik iş yasala rını değil, kötü ünlü Ulusal Güvenlik Yasa sı gibi başka kanunları da kullanarak bu direnişleri bastırdı. Bugünkü rejimde, ceza evlerindeki siyasi mahkumların en büyük bölümünü işçilerin oluşturması gerçeği bu durumu açıkça ortaya koyuyor. Fakat, iş uyuşmazlıklarının ekonomik ve toplumsal zararları hızla yükselerek reji min bunları daha fazla sürdüremeyeceği bir noktaya vardı. Bu problemi çözmek ama cıyla, bugünkü sivil hükümet, 1993’deki ilk döneminde büyük bir reform planının par çası olarak çalışma reformu yapmayı dene di. Sermaye özellikle de Kore’nin aile mül kiyetindeki Konglamera’ları (3) olan CHA EBOL’lar buna, yatırım yapmayı reddede rek “serm ay e grev i” ile karş ıl ık verd i. Sonuçta, ekonomi zayıfladı. Ve hükümet reformdan vazgeçerek işçilere karşı eski uygulamalarına geri döndü. Bil ind iğ i gib i, 1980’ler in ort al ar ın a kadar Güney Kore, ucuz ve yüksek disip linli işgücüne dayalı ihracata dönük sana yileşme ile sağlanan hızlı ekonomik büyü menin en başarılı örneklerinden biriydi. Fakat ‘80’lerin sonunda durum değişmeye başl ad ı. Kor e’nin “ulusl ar ar as ı rek ab et gücü” işçi hareketindeki gelişimle hızla yükselen ücretler ve Güneydoğu Asya’da ort ay a çık an ikinc i kuş ak NIC’ler ile Çin’den kaynaklanan rekabet karşısında geriledi. Aynı zamanda ekonomik gelişme nin iki motoru olan devlet eliyle sanayileş me ve CHAEBOL yapısı büyüsünü kaybet meye başladı. Aşırı devlet müdahalesi ve düzenlemesi olumsuz bir etkene dönüştü. Tekil şirketlerden çok, aşırı derecede büyümüş CHAEBOL gruplarının rekabet gücüne dayanan ekonomi giderek daha da verimsizleşti. Sonunda, Uruguay Toplantı sıyla belirginleşen globalizasyondaki ivme lenme büyük ölçüde ihracata dayalı Kore ekonomisinde yeni bir krize yol açtı. Kor el i kap it al istl er, bu yap ıs al kriz i aşmak için, esnek birikme olarak tanınan bir tür “bağımlı Post-Fordist birikim reji mi” olan “yeni iş idaresi stratejisi”ni (4) geliştirdiler. Ayrıca asıl amacının uluslara rası rekabet gücünü artırmak olduğunu ileri sürerek, uluslararası neoliberalizmin Kore versiyonu olan Sekehwa’yı (tam globali zasyon politikası) devlet eliyle ortaya koy dular. Böylece, devlet giderek daha fazla bir “kalk ınm ac ı siv il dikt at örl ük”, dah a açık söylemek gerekirse “önce uluslararası rekabet gücü, sonra demokrasi ve bölü şüm” sloganı ile desteklenmiş bir “ulusla rar as ı rek ab et dikt at örl üğ ü” biç im in e dönüştü. Bu girişimler, işçi sınıfının güçlü dire niş i ile karş ıl aşt ı. Bu yüzd en serm ay e esnek birikim stratejisinin önünü açmak için iş kan unl ar ın ı değ işt irm ek zor und a kaldı. Son olarak globalizasyon politikasını uyg ul am ak amac ıyl a OECD’ye kat ılm a kararı, hükümeti asgari uluslararası norm 47 Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi” lar ı sağl am ak için esk im iş yas al ar ı “modernleştirmeye” zorladı. Bu çapraz ateşin basıncı altında, 1996 yazında, Kim rejim yasalarını birbirine zıt iki ayr ı yönd e düz eltm ey e kar ar verd i. Uluslararası baskıları ve sınıfın taleplerini karşılamak için, memur ve öğretmenlerin örgütlenme hakkı hariç “Dört Yasak”ı kal dırarak “kolektif iş ilişkileri”nde reforma kalkıştı. Aynı zamanda, işten çıkarmayı (5) kolaylaştırarak, sözleşme dışı işçi (6) çalış tırılmasına izin vererek sermayeye “birey sel çalışma ilişkileri”ni sıkılaştırma olanağı tanımaya karar verdi. Kapitalistlerin, Kore’de, işten çıkarma koşulları gibi bireysel iş ilişkilerinin geliş miş ülkelerden daha “ileri” olduğu hakkın daki sızlanmaları sonucunda, Kore ve Batı arasındaki farklılık, yani Kore’de sosyal ref ah ın çok yet ers iz olm as ı hiç dikk ate alınm ad an hük üm et ikn a edild i. Sosy al refah harcamalarının hükümet bütçesine oran ı açıs ınd an Kor e utanç ver ic i bir düzeyde, dünya sıralamasında 132. sırada bulunuyor. Yeni çalışma yasasını emek ve sermayenin katılımı ve uzlaşması ile hazır lay ar ak devl et iş yaş am ınd a Bat ı tarz ı “demokratik toplumsal uzlaşma”yı uygula maya koymayı umut etti. Fakat, KCTU bunu, yeni bireysel iş iliş kilerini kabul edemeyeceği açıklamasıyla yanıtlarken, sermaye de yeni kolektif iş iliş kilerini reddetti. Yeni çalışma yasası tüm sınıf mücadelesinin savaş alanı haline geldi. Genel Grev’de Ne Oldu? İşçilerin de, sermayenin de onayını ala mayınca devlet yasayı onların rızası olma dan değiştirmeye yöneldi. Bu sırada eko nomik kriz ağırlaştı. Ekonomik büyüme yavaşladı. Birçok şirket, özellikle de orta ve küçük ölçekli firmalar büyük oranda ifl as etti. Aynı zamanda, ihracat geriledi ve ticaret açığı iyice büyüdü. Kore harikası buharlaşmış gibiydi. Bu noktada, Kim Young-San hükümeti iki kilit konuda felaket denebilecek strate jik kar arl ar verd i. Ekon om ik dur um un kötüleşmes i ve Chaebol’ların çığlıkları, iktidar bloku içindeki reformcular karşısın da “önce ekonomi” diyen neolibarelleri güçlendirdi. Sonuç ise sermayenin talepleri karşılanırken çalışma yasalarındaki belirle yici yas aklar ın kald ır ılmas ı ref ormun un ertelenmesiydi. Yeni yasa, zaten antide mokratik olan iş ilişkilerinde gerilemeyi ve sermayenin Kore işçi sınıfına karşı devlet destekli vahşi bir topyekün saldırısını tem sil ediyordu. İkinci karar da birincisi kadar önemliy di. Yaklaşan Başkanlık seçimleri ve yıllık toplusözleşme görüşmelerine bağlı bahar direnişleri yüzünden yakın gelecekte yasa yı değiştirememenin korkusuyla, hükümet mümkün olan her yolu kullanarak yasayı 1996 sonundan önce çıkarmaya karar ver di. Dahası, yaklaşan Başkanlık seçimleri sırasında Ulusal Güvenlik Planlama Ajan sı’nı (7) (KCIA’nın yen i adı) işl erl iğ e kavuşturmak amacıyla güçlü muhalefete rağmen, Başkan Kim Young- San, Ulusal Güvenlik Planlama Ajansı yasasını yeni iş kanunu ile birlikte paket olarak çıkarmaya karar verdi. Bu yasa, Kim’in göreve geldi ği ilk yıllardaki siyasal reformlar sırasında yetk il er in i elind en ald ığ ı, ins an hakl ar ı 48 Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi” ihlalleriyle kötü bir ün yapmış olan bu gizli ajansı yeniden kuracaktı. Sınıfın tepkilerinden çekinen hükümet, yeni iş yasası taslağını kendi milletvekille rind en bil e gizl i tutt u. Dah as ı, önc ed en hükümetin taslağına siyasi tutuculukları ve yaklaşan seçimde Chaebol’ların gücünden korkmaları nedeniyle çok sınırlı düzeyde karşı koyan muhalefet partileri aniden tavır değiştird il er. Pol it ik inis iyatifi ele alma çabasıyla ve işçi sınıfına özel bir jest ola rak yasanın 1997’den önce çıkmasına karşı çıktılar. Bu değişim, hükümeti iki antide mokratik yasayı gizli askeri operasyonlar gibi yönetilen bir “kaçak oturum” ile bası na ve muhalefet partilerine önceden haber bile vermeksizin 26 Aralık’ın ilk saatlerin de yasalaştırmaya zorladı. Hükümetin bu küstahça tutumu patla maya hazır barut fıçısını ateşledi. Öncesin de defalarca genel grev tehdidinde bulunan KCTU, genel greve gideceğini açıkladı. Birçokları sonuçtan çeşitli nedenlerle kaygı duy uy ord u. Kitl en in baş ınd ak i KCTU önderliği daha önce denenmemişti. Tatil sezonu nedeniyle zamanlama avantajı yok tu. Ekonomik durumun kötü olması yüzün den kamuoyunun sınıfa karşı tavır alması olasılığı kaygılandırıyordu. Bu nedenle, KCTU önderliği “esnek bir strateji” uygu lamaya karar verdi. Topyekün bir savaş yerine bir tür vur-kaç taktiği olarak çok aşamalı bir genel grev planladı. Sonuç umulandan çok daha başarılıydı. Kitle anında yanıt verdi. Aslında, öfke yük lü işçiler esnek stratejiyi sert bir şekilde fazla uzlaşmacı olmakla eleştirdiler. Bu yönüyle, grevi somut olarak başlatmakta (KCTU’nun devlet baskısı ile tümden yok olabileceği korkusu ile) çekingen davranan genç önderliği, son anda greve zorlayan kitleler oldu. Bunun yanında, FKTU da kit lelerden tecrit olmamak için kendi genel grevini başlatarak greve katıldı. Kim reji minde düşüş içinde olan halk hareketleri de hızla canlandı. İki antidemokratik yasaya karşı ulusal bir cephe örgütlendi ve sadece halk kesim leri değil, “sivil örgütlenmeler” (8) (orta sın ıf tem ell i topl ums al har ek etl er in bir Kor e vers iy on u) de bu ceph ey e kat ıld ı. “Sıradan vatandaşlar”, özellikle de grevle re düşmanca yaklaşan genelde tutucu “yeni ort a sın ıf”, yen i çal ışm a yas as ın ın iş güvencesini yok etmesi yüzünden bu sefer ki grevi destekledi. Polisin şiddetli müda halelerine rağmen hükümeti teşhir etmek için ülkenin her yerinde her gün büyük gösteriler düzenlendi. Temel sanayi dalları felç oldu. Devletin otoritesi neredeyse felç oldu. Kamuoyu, hükümeti şaşkına çevirdi. Yab anc ı dem okr at ik har ek etl er ve işç i har ek etl er ind en ulusl ar ar as ı day an ışm a yağdı. Bu yüzden yasaya aykırı davranışla rın cezalandırılacağına dair peşpeşe uyarı larına rağmen, halka açık bir yerde yaptık ları açlık grevi merkezinden genel grevi yöneten KCTU önderlerini hükümet tutuk layamadı. Duraklamalarla 20 gün süren grevin üç aşam as ı boy unc a KCTU önd erl iğ ind ek i 528 sendikadan 400 binden fazla işçi bir kereden fazla ve günlük ortalama olarak her gün 168 sendikadan 190 bin işçi greve katıldı. Grevlere ve kitle gösterilerine katı lanların toplam sayısı sırasıyla 3.6 ve 1.1 49 Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi” milyonu buldu. FKTU’nun sayıları da bun lara eklendiğinde rakamlar ikiye katlanabi lir. Ancak, KCTU ile rekabet edebilmek için resmi sayıları abarttığından, verilerinin güvenirliğinden emin olan yalnızca FKTU. Bunların yanından 22 ülkede destek göste rileri ve çeşitli yabancı işçi örgütlerinin 223 dayanışma mesajı var. En sonunda, grevin önceden duyurulan 4. aşamasından hemen önce, Başkan utanç verici bir özür dileyişle hatasını kabul etti ği ve çalışma yasasının yeniden ele alına cağına söz verdiği bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Bu işçi sınıfına fiili bir tes lim oluştu. Grevin Olumsuzluğu Yan an kıv ılc ıml ar hal a var. KCTU, savaşın daha bitmediğini söylüyor. Fakat artık durum netleşti, savaş fiilen sona erdi. Kesin olmasa da geçici bir bilanço çıkar mas ın ın vakt i geld i. Söz ver ild iğ i gib i, hükümet muhalefet partileriyle görüşerek iş yasasını düzeltti. Sonuç hükümetin ilk taslağına benziyor. Dört yasak, memur ve öğretmenlerin örgütlenme hakkı hariç kal dırılıyor. Bu nedenle KCTU, Kore işçi sını fının sadece fiili değil resmi temsilcisi hali ne geld i. Se nd ik al ar ın FKT U’d an KCTU’ya geç iş i çokt an başl ad ı. Ayn ı zamanda küçük sınırlamalarla sermayenin isteklerinin çoğu da karşılandı. Demokrasi kampında yer alanların birçoğu savaşımın yoğunluğ u karş ıs ınd a kazan ımın çok az olduğuna inanıyor. Başkan’ın, iş yasalarını muhalefet parti leriyle görüşerek yeniden düzeltme sözün den sonra KCTU önderleri açlık grevini bitirdi ve greve devam etme planını geri çekti. Fakat düzeltilen yasaların işçileri tat min etmemesi ve bireysel çalışma ilişkile rinin kötüleştirilmesi halinde yeni bir grev yapma tehdidinde de bulundular. Beklenil diği gibi, partilerin bir aylık görüşmeleri sonucunda ortaya çıkan yasa hayal kırıcıy dı. KCTU, yasanın Ulusal Meclis’ten geç mes i dur um und a dörd ünc ü gen el grev e gideceğini bildirdi. Fakat, büyük bir CHA EBOL’un iflası ve bununla bağlantılı dev mali skandal ile birlikte üst düzeydeki bir Kuzey Kore’li yöneticinin siyasi ilticası gibi, beklenmedik olaylarla şekillenen yeni politik konjonktür, KCTU’yu bir kez daha söz ünd en vazg eçm ey e zorl ad ı. Yen i iş yas as ın ın değ işt ir ilm es i için sav aş ım ı, yazın yapılan yıllık toplusözleşme görüş meleri döneminde yürütmeye karar verdi. Altın fırsat ve hareketin itilimi kaybe dilmişti. Başkan’ın yasayı yeniden yapma sözünden sonra, grevi erteleme kararının canalıcı bir taktik hata olduğu ortaya çıktı. KCTU’nun, grevin 4. aşamasını başlatma tehdidini ilk geri çekişinden sonraki bir ayda konjoktür ikinci geri adımı da zorla yacak yönde değişti. KCTU, en başta grevi erteleyerek avantajını elden kaçırmasaydı sonuç hükümet ve sermayenin tam teslimi yeti olabilirdi. Bu başarılamasa bile, kaba kuvvet karşısında “kahramanca bir gör kemli son”un yakın gelecekte -muhtemelen yaklaşan Başkanlık seçiminde bir işçi sınıfı aday ı çık ar ılm as ıyl a- har ek et in yen id en yükselişi ile sonuçlanması çok güçlü bir olasılıktı. “Demir tavında dövülür” basit gerçeğini unutarak KCTU önderliği fırsat 50 Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi” elindeyken son darbeyi indirmeyi başara madı. Kazanımlar, Tehlikeler, Görevler (9) Yine de, bu durum grevin taşıdığı tarih sel önemi azaltmaz. Bunun Kore tarihinde ki ilk genel grev, özellikle de politik bir genel grev olması gerçeği tarihsel olarak çok önemlidir. Ayrıca, Kore tarihinde ilk kez, Kore işçi sınıfı devlet ve sermayenin topyekün bir saldırısını yenilgiye uğratma yı başardı. Bugüne kadar işçi sınıfı hareke tinin görülmedik düzeyde zayıf olduğu bir ülkede kazanıldığını gözönüne alırsak bu zaf er in dah a da öneml i old uğ u gör ül ür. Kore aynı zamanda, dışa dönük ekonomik yapısı nedeniyle sermaye tarafından özel likle metropollerde yapısal krizi gidermek için geliştirilen globalizasyon stratejisin den ileri düzeyde zarar gören bir ülkedir. Kore’deki sınıf mücadelesi böylece, ulusal ölç ekt eki mücadelelerin globalizasy on çağınd a etk isiz ve hatt a günd em dışı olduğundan söz eden alışılmış düşünceye meydan okudu. Grev, burjuva politikası hakkında işçi sınıfının gözünü açarak ve sınıfı, kendini politik olarak örgütleme acil gereksinimini kavramaya zorlayarak işçi sınıfı hareketinin “tam gelişiminde” (olgunlaşmasınaçn.) en az 10 yıl kazandırdı. Bununla da kalmayarak demokratik savaşın içindeki diğer halk güçleri üzerinde ulusal düzeyde önderliğini sergileyerek Kore işçi sınıfı ilk defa olarak dar “ortak” çıkarlarını ifade etmenin ötesine geçti ve kendi sınıfı çıkar ları genel olarak halk ın çıkarl arı olarak kavranılan bir tür “hegemon” sınıf olarak davranmaya başladı. Bunun bir sonucu ola- rak, yakın zamanda yapılan ulusal düzey deki bir araştırmaya yanıt veren seçmen lerin % 40’tan fazlası, Aralık’taki Başkan lık seçiminde KCTU Başkanı’na oy verebileceğini söyledi. Son olarak bu grev, ser mayenin küreselleşmesine ve uluslararası neoliberalizm e karş ı savaşm ak için işç i sınıfının uluslararası ittifakı (dayanışması, birlikteliği- çn.), yani “tabandan küresel leşme” yolunda önemli bir dayanak noktası oldu. Aynı zamanda, G. Kore işçi hareketi birçok tehlike ile karşı karşıya. Aşırı iyim serl ikt en uzak durm alıyız. KCTU’nun “endüstriyel korporatizm” ve “işletme sen dikacılığı” (10) tuzaklarına yakalanarak yeni bir CIO olm ası tehl ikesi var. Yeni çalışma yasasının iş güvencesini kaldır ması nedeniyle Kore işçi sınıfı bireycileş me tehlikesiyle karşı karşıya. Küreselleş menin basıncı ve zayıflamış bir ekonomi işçileri “önce ekonomik canlanma” ya da “önce firmayı kurtarmak” propagandasına onay verm eye itebilir. Bunun yanınd a, özellikle Kuzey Kore’deki kötü ekonomik durum gözönüne alınırs a, Koreli işç iler “kızıl kompleksi”nin ve “Kuzey Kore fak törü”nün üstesinden gelmek zorundalar. İşçi sınıfı kendini politik olarak örgütlemek için demokr atikl eşm e sonr ası Kore’de belirleyici siyasal ayrım olan bölgeciliği de yenmek zorunda. Politik olarak örgütlenme başarılsa bile, Batı sosyal demokrasisinde olduğu gibi burjuva politikasına eklemlen me tehlikesi pusuda bekliyor. Sınırs ız ulusl ararası rekabet çağının özell ikl e dezavant ajl ı koşull arınd a, geç harekete geçen Kore işçi sınıfının önünde 51 Güney Kore İşçi Sınıfı Hareketinin “Gecikmiş Yükselişi” belli başlı beş zorlu görev var. İlk olarak, işyerini demokratikleştirmek, çağdışı fab rika despotizmini kaldırmak zorunda. İkin ci görev, “sivil toplum” düzeyinde birleşik bir işçi sınıfı yaratmak ve onun üzerinde hegemony asını kurm ak. Bunun için, KCTU ve FKTU, KCTU önderliği altında tek bir ulusal örgütte birleşmeli. Örgütlü işçi yüzdesinin düşüklüğünü dikkate alarak, birleşik sendika bir yandan kendini örg ütl erk en örg üts üz işç ileri de örg üt lemeli. İşçi sınıfı içindeki bölgesel, sek törel, firm a temelind e, büyükl ere karş ı küçük firmalar şeklindeki çeşitli bölün müşlüklerin üstesinden gelmeli. Üçüncüsü, Kore işçi sınıfı, politik olarak örgütlenmeli. Dördüncüsü, başka yerlerdeki işçi hareket leri gibi, daha radikal sosyalist bir bilinç gelişt irm ekl e kitl e bağl arını korumak arasınd aki zorl u deng eyi korumanın bir yolunu bulm alı. Son olarak serm ayenin küreselleşmesi ile başa çıkabilmek amacıy la ulusl ararası mütt efikl er edinmek için çok çaba harcamalı. Geç harekete geçmiş olsa da, Güney Kore işçi sınıfı, sermayenin baskısından kurtulmuş insanca bir topluma doğru zorlu, fakat sağl am adıml ar atıyor ve atm aya devam etmeli. Çeviriyle ilgili notlar 1. NIC’ler: Yeni gelişmiş ülkeler 2. Siyasal veya ekonomik bir mücadele olarak değil, eğitim yoluyla sınıf atlama anlamında. 3. Yığışım, sermaye grubu ya da top luluğu, holding yakın kelimeler, ama tam karşılamıyor. 4. Yeni yönetim stratejisi de denilebilir. 5. “Geçici işten çıkarma”da (zorunlu ücretli izin gibi) buna dahil edilebilir. 6. Sözleşmeli de olsa geçici (örneğin mevsimlik işçiler. “part-time” çalışma bu “irregular varker” tanımına giriyor. 7. “Ulusal Güvenl ik Planl ama Kon seyi”de denilebilir. 8. “Sivil toplum örgütleri”de denilebilir. 9. Ara başlığı çeviride ekledim. Metin de yok. 10. Bu ikisi sırasıyla “İndustrial Cer poratision) ve “Business Unionizm” olarak geçiyor. “End üstr iyel demokr asi” ve “işyeri sendikacılığı” terimleri uygun görünüyor. 52 “Sol” Dalga Nereye Kadar? “Sol” Dalga Nereye Kadar? Doğu Avrupa’da yeniden “sol”a dönüş yakın dönemene damgasını vurdu. Önce “Doğu” Avrupa'nın tekelci devlet kapita lizmleri bir bir yıkıldı. Komünist etiketli, güçlü (!) partiler tarumar oldu. Çoğu CIA besl em el i, emp ery al izm dest ekl i sağc ı, ekon om ik pol it ik al ar ı açıs ınd an lib er al partiler yeni iktidarın sahipleri ilan edildi ler. Eski komünist partiler kendilerini “ye ni” sürece “uyarladılar”; isimlerini, örgüt leme biçimlerini, programlarını değiştire rek kendilerini yenilediler. Yıkımı büyük gürültülere yol açan eski partiler, çok geç meden serbest seçimler yoluyla bir kez daha yönetimi devraldılar. Bu hızlı gelişme ve dönüşümdeki çabukluk birçok kesimde şaşkınlık yaratmıştı. Farklı tarihi süreçlerin ürünü olsalar da Avr up a'nın her iki yak as ınd ak i “sol”a 18 yıllık Muhafazakar Parti hükümetle rin ardından Tony Blair liderliğinde İngiliz İşçi Partisi ezici bir zafer kazandı. Çok geçmeden Fransa'da da Fransız Sosyalist Parti benzer bir başarıya imza attı. Daha önc e İsv eç, Port ek iz, Yun an ist an'da sol partiler hükümeti ve en son İtalya'da “Zey tin Ağacı Koalisyonu” adı altında “sol” partilerden oluşan bir hükümet koalisyonu kurulmuştu. Böylelikle Avrupa neredeyse tam am en “sol”laşt ı. Avr up a'nın büy ük çoğunluğunda sosyalist, sosyal demokrat, işçi ve benzeri isimleri olan burjuva “sol” partiler ya tek başına hükümet oldular ya da Hollanda, Danimarka, Avusturya, Fin landiya, İrl and a, Lüks emb urg ve Belçi ka'da olduğu gibi hükümet koalisyonları nın ortağı. 53 “Sol” Dalga Nereye Kadar? yönelim benzer iktisadi ve politik oluşum ların yarattığı sonuçların ürünüdür. Fakat Avrupa bir yana dünyanın bir başka bölge sinde Latin Amerika'da en köklü politik gel en ekl er e sah ip Meks ik a'da 70 yıll ık Kurumsal Devrimci Parti'nin aldığı seçim yenilgisi ve “sol” partilerin seçim zaferi ile hükümete gelmesi, “sol” dalganın Avru pa'nın dışında da “muhafazakar”, “sağcı-li beral” hükümetlerin duvarlarını sarsmaya başladığını gösteriyor. “Sol” dalga, yalnızca “sol” tandanslı siyasal partilerin güçlenmesi, bir çok yerde tek başına hükümeti oluşturmaları ya da koalisyon ortağı olmayı başarmaları biçi minde izah edilemez. Yakın süreçte “sol” söyleme ilginin bir hayli arttığı görülüyor. Burjuva bilim adamları arasında “Marks birçok yönden haklıydı“ görüşü yaygınlık kazanmaya başlarken, üniversitelerde de marksizme ilginin arttığından sözedilebilir. “Sol”a ilgi, bu elit entelijensiya ile sınırlı değildir. Che Guevera'nın dünya çapında bir kez daha ilgi odağı haline gelmesi, Che resim ve figürlerinin basılı olduğu her türlü malzemenin derin bir ilgiye mazhar olması ve yine aynı Che'nin 13 yaşındaki ABD'li genç kızların tişörtlerini süslemeye başla ması, '68'in en çok bilinen “gerçekçi ol, imkansızı iste” sloganının yeniden yaygın laşm as ı sad ec e kap it al istl er in her şey i metalaştırdığı gerçeği ile izah edilemez. Tıpk ı Per ul u devr imc il er in ayl ar sür en Japon Büyükelçiliği işgalinin dünya çapın da Tupac Amaru şahsında yarattığı sempati halesinin geçici bir romantizm olarak açık lanamayacağı gibi. Keza yeri gelmişken Meks ik a yerl il er in in isy an çığl ığ ı EZLN’nin adı anılmadan geçilemez. Bütün bunl ard an da anl aş ıl ac ağ ı gib i, farkl ı anlamlar yüklenmiş olmasına karşın “sol”a politik olduğu kadar kültürel ve etik bir yönelimden bahsetmek gerekir. Ama bütün bunların bir toplamı ve sonuçlarının nedeni olarak, birikmiş ve hızla birikmeye devam eden bir devrimci tepkiden ve bu tepkinin karşılığı olarak adı açıklıkla tanımlanma mış bir özlemden söz edilmelidir. Tepk i; son 25-30 yıld ır doz u art ar ak büyüyen ekonomik, ideolojik, politik, kül türel ve etik kapitalist saldırı dalgasının dünya emekçi halklarında ve genel olarak ilerici insanlıkta yarattığı artan hoşnutsuz luğun sonucudur. Özl em; bu hoşn uts uzl uğ un yar att ığ ı arayıştır. Kapitalist Saldırının Tarihsel Arka Planı Dünya kapitalizmi, II. emperyalist sava şın ardından nispeten sancısız bir gelişme dön em in e gird i. Alm any a ve İng ilt er e savaştan yeni çıkmışlardı. Her iki ülke de harap haldeydi. İngiltere ve Fransa savaşın galip tarafında yer alsalar da savaş yılları onların da ekonomilerini yıpratmış, zayıf latmıştı. Diğer Avrupa ülkelerinin durumu da pek farklı değildi. “Üzerinde güneş bat mayan imparatorluk” eski gücünden uzak laşmıştı. ABD, emperyalist liderlik yarışın da öne geçmişti. Savaş yıkıntıları arasında kendine gelmeye çalışan kapitalist Avrupa ülkelerine karşın ABD süreçten güçlenerek kapitalist dünya liderliğini tam anlamıyla ele geçirerek çıkmıştı. 54 “Sol” Dalga Nereye Kadar? Savaşın hemen ertesinde Avrupa ikiye bölünmüş; bir tarafta sosyalist SSCB'nin desteğinde halk cumhuriyetleri kurulmuş Doğu Avrupa, diğer yandan emperyalist ABD hamiyesinde burjuva Batı Avrupa. ABD, sosyalist Avrupa’ya karşı burjuva Avrupa'yı yeniden ayağa dikmek için üstün bir çaba gösterdi. Avrupa'ya yoğun ABD sermaye akışı gerçekleşti. Bu arada Türki ye ve Yunanistan da “bu yardımdan” yarar landılar. ABD liderliğinde, sosyalizme yönelen Doğu Avrupa ülkelerine karşı, sıkı sıkıya kenetlenen kapitalist Avrupa ülkelerinde savaş sonrası ilk on yıl deyim yerindeyse her açıdan bir yeniden imar dönemi oldu. Söz konusu dönemde (1950-60) Avrupa halkl ar ı “ref ah topl um u” dem ag oj is i ile avut uld u. Yaş am koş ull ar ınd a meyd an a gelen kimi iyileştirmeler, işsizliğin nere deyse yok olma seviyesine düşmesi, dahası işgücü eksikliğini giderebilmek amacıyla Portekiz, Türkiye, Yunanistan gibi ülkeler den işgücü “ithalatı”na yönelinmesi, yay gın sosyal güvenlik uygulamaları, işsizlik sig ort as ı, eğit im ve sağl ıkt a emekç il er yararına düzenlemelere gidilmesi, geniş emekçi yığınları arasında burjuva “sosyal devlet”e olan inancı pekiştirdi. Bu dönem de devletin istihdam ettiği işçi sayısı arttı. Devlet KİT'leri giderek çoğaldı. İşsizlik sigortası, hastalık ve sakatlık yardımları ile emeklilik ödenekleri önemli oranda artışlar kaydetti. Bütün bunların sonucunda Avrupa “eski günlerine” dönmekle kalmıyor, eskisinden daha güçlü olma olanaklarını yakalıyordu. Üretimdeki büyük gelişmeler, geri kapita list ülkelere yönelik emperyalist ilişkilerle birleştiğinde Avrupa'nın sanayisi gelişmiş ülkelerinde zenginlik artıyor, bu artış işçi lerin ve diğer emekçilerin yaşam koşulla rında iyileştirmeler biçiminde yansıyordu. 1960'lar ın ikinc i yar ıs ınd an sonr a durum değişmeye başladı. ABD'nin loko mot if old uğ u, mal i piy as al ar ın dol ar a endekslendiği bu sistem '70'lere gelindiğin de önce sarsıldı, sonra çöktü. Aşırı üretim krizi bir kez daha ve kaçınılmaz olarak kap it al ist serm ay e bir ik im in in yak as ın a yapıştı. Petrol krizi ile sarsıntının sonuçları daha da ağırlaştı. Enflasyon yükselmeye, işsizlik önemli artışlar kaydetmeye başladı. Tekeller arası rekabet daha da kızıştı. Ser maye üretim sürecinde eskiye oranla yete rince “kar”lanmamanın sıkıntısına düştü. Kapitalistleri esasen yeni arayışlara iten '70'lerin sonlarındaki ikinci kriz dalgasıydı. 70'ler in ort al ar ınd a hızl an an ve gid er ek tar aft ar topl ay an neo-lib er al ekon om ik politikalar bu ikinci kriz dalgasıyla birlikte doğrudan uygulamaya sokuldu. Neo-libe ral politikalar, basit ve önemsiz değişiklik leri değil kapitalist birikim temelinde kök lü değişiklikleri ifade ediyordu. Yalnızca ekonomik yapıda değil, politika, kültür ve etik alanda derin izler bırakıyordu. 1929 büyük kriz dalgasının ardından ele alınan ama esasen 1945'lerden sonra uygulamaya sokulan keynesci politikalar, yine bir kriz dalg as ı ile terk ed il iy ord u. Kap it al istl er gömlek değiştirme dönemine girmişlerdi. Bu dönemde yaşanan olaylar kapitalistlerin gömlek değiştirmeye başladıklarında bütün toplumsal yapıyı nasıl baştan aşağı etkile diklerini ve bütün toplumsal örgütlenmeyi 55 “Sol” Dalga Nereye Kadar? yeni biçimlere büründürmek için nasıl çır pındıklarını gözler önüne serdi. Dün onlar için zorunlu olan bir çok şey bugün gerek siz hale geliyordu. Sermaye birikimini engelleyen ya da yavaşlatan her şey sökülüp atılmalıydı. Her türlü ‘kaynak‘ sermayenin emrine verilme liydi. Hiç bir gerekçe, sermayenin özgürce serpilip gelişmesinin önüne engel olamaz dı. Eng el olm ay a kalk anl ar “tuzl a buz” olurlardı. Sermayenin kaynak sorununu gidermek için gözünü ilk diktiği yer, her zamanki gibi işçi sınıfının ekonomik ve demokratikpolitik tarihsel kazanımlarıydı. Öncelikle işçi ücretleri reel olarak düşürülmeliydi. Daha az işçiyle, daha yüksek iş verimliliği elde edilmeliydi. İşçilerin kazanılmış eko nomik ve sosyal hakları gaspedilmeliydi. Sosyal güvenlik harcamaları mutlaka azal tılmalı, kapitalistlerin bu konudaki yüküm lülükleri giderek ortadan kaldırılmalıydı. Devlet “gereksiz” bütün yüklerinden arın malıydı. Eğitim ve sağlık gibi emekçiler için devletçe karşılanması zorunlu hizmet lerden devlet derhal elini çekmeliydi. Her iki alan da özelleştirilmeli, böylelikle hem devletin bu iki temel alana yönelik harca maları ortadan kaldırılarak kapitalistlerin hizmetine sunulmalı, hem de özelleştirme yol uyl a tekellere peşkeş çekilmeliydi. Tarım ürünlerine uygulanan sübvansiyon lar kaldırılmalı, yoksullara yönelik her tür lü devl et dest eğ in e son ver ilm el iyd i. Büyük devlet işletmeleri özelleştirilerek kapitalistlerin doymak bilmez iştahlarını gidermede kullanılmalıydı. Devletin görevi “bekçilik” olacaktı. Bunun için polis, ordu ve istihbarat birimleri güçlendirilmeliydi. Çünk ü serm ay en in “kayn ak”lar ın a göz dikenlerin kafası hızla ezilecekti. Kapitalizm, gözü dönmüş bir canavar gibi “para” kokusu aldığı her yere saldırı yordu. Burjuvazi bu saldırganlığının poli tik sözc ül er in i ve pol it ik arg üm anl ar ın ı yaratmakta gecikmedi. Burjuvazinin vahşi politikalarını uygulayacak partiler kısa ara lıklarla iktidara geldi. Reagan ve Thatcher dönemin karakteristik politikacıları olarak boy verdiler. Thatcher'in tek cümlede özet lediği sözler kapitalizmin “yeni” dönemi nin en karakteristik yanını işaret ediyordu. Thatcher; “Toplumsal çıkar yok bireysel çık ar var” diy ord u. Gel işm iş kap it al ist ülk el erd e muh af az ak ar-sağ hük üm etl er kurulurken, emperyalizmin yeni sömürge lerinde normal gelişim sağlanamadığı yer lerde hükümet bunalımları, askeri darbeler ve iç kargaşalıklar yaratma vb. yollarla faşist ya da eskisinden daha gerici yöne timler iş başına getirildi. 1980'lerin sonunda sosyal-emperyalist blokun yıkılmasıyla neo-liberal politikalar düny an ın her tar af ınd a uyg ul an ır old u. Modern revizyonist ülkelerin yıkıntıları üzerinde neo-liberal saldırganlık bir yağ madan öte bir çapul hareketine dönüştü. Modern revizyonist blokun parçalanarak yıkılması ile birlikte kapitalist saldırı ve vahşet, bentleri yıkan nehir yatakları gibi halkları perişan etti. Neo-Liberal Kapitalist Saldırının Yarattığı Sonuçlar: Dümeninde IMF ve Dünya Bankası gibi ABD etkinliğindeki uluslararası finans oli 56 “Sol” Dalga Nereye Kadar? garşisinin bulunduğu, ekonomide neo-libe ralizm, politikada Yeni Dünya Düzeni ve buna uygun “yeni sağ”, “yeni sol”, üretim sürecinde esnek üretim (post-fordizm) ola rak isimlendirilen bu süreç, gelişmiş kapi talist ülkeler ve yeni sömürge ülkeler ara sındaki uçurumun her bakımdan derinleş mesine yolaçmakla kalmadı ama bununla birlikte zenginler ve yoksullar arasındaki uçurumun muazzam boyutlara ulaşmasına neden oldu. Güneydoğu Asya ya da Afrika'da sıkça gör ül en içl er acıs ı sef al et manz ar al ar ı, Newyork, Paris ya da Londra'nın tarihi ve modern dekorunun parçası haline geldi. İşsizlik, artan yoksullaşma, sosyal güven likten yoksunluk, bakıma muhtaç olanlara devl etç e yap ıl an yard ıml ar ın azalm as ı, kimi yerlerde giderek son bulması, milyar larca insanın geleceğe ilişkin hiç bir güven duymamasına, umutsuzluk ve karamsarlığa düşmesine ve bütün bunların bir sonucu olar ak uyuşt ur uc u ve alk ol kull an ım ı, fuhuş, tecavüz ve cinayet gibi olaylarda patlamalar yaşamasına neden oldu. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) yayımladığı “1996 İnsan Gelişme Raporu”, dünya genelinde kapitalist bar barlığın yol açtığı sonuçları sınırlı da olsa ort ay a koy uy or. Kim i burj uv a yaz arl ar “UNDP, yoksulların durumundan dolayı zenginleri suçlayarak sınıf savaşımı propo gandası yapıyor” gibi sözlerle, sınırlı da olsa ortaya çıkan gerçeklerin karşısında ürküntüye kapılmış görünüyorlar. Rapor incelendiğinde ulaşılabilecek en önemli sonuçları kısaca şöyle sıralayabiliriz. 1. Gelişmiş kapitalist ülkeler daha da gelişirken, geri kapitalist ülkelerde karşı laştırmalı gelişme oranı düşmektedir. Her iki ülke grubu arasında uçurum derinleş mekt ed ir. UNDP Başk an ı Jam es Speth, “Göstergeler artık dünyanın zenginler ve yoksullar olarak ikiye ayrıldığını, eskiye oranla çok daha net biçimde ortaya koyu yor” görüşüyle durumu özetlemiş oluyor. Rap or a gör e, düny a nüf us un un yüzd e 20'sini oluşturan en yoksul ülkelerin küre sel gelir içindeki payları yüzde 1,1. Bu oran, 1960'da yüzde 2,3'tü. Bu ülkelerin toplam gelir içindeki payları yarı yarıya düştü. Dünya ülkelerinin en zengin yüzde 20'si ile en yoksul yüzde 20'si arasındaki fark; 1960'da 30 kat iken, 1970'de 32, 1980'de 45, 1990'da 60 kat oldu. Kişi başına milli gelir Mozambik'te 80 dol ar, Çad'da 170 dol ar, Nep al'de 200 dolar, Haiti'de 220 dolar, Bangladeş'te 230 dolar düzeyinde kalırken Japonya'da 27 bin, Almanya'da 24 bin, ABD'de 22 bin 500 dolara tırmandı. Geri kapitalist ülkele rin topl am borçl ar ı 1980'de 685 mily ar dolardan 1993'de 1770 milyar dolara yük seldi. En yoksul ülkelerin toplam borçları 1980-1994 yılları arasında yüzde 400 arttı. Son on yıllık dönemde Latin Amerika'dan Avrupa ve Japonya'ya 500 milyar dolar transf er edild iği belirlenmiştir. Düny a nüfusunun yüzde 10'unu oluşturan geri kal mış ülkelerin dünya ticaretindeki payı yalnızca binde 3'tür. Hammadde fiyatları 1990'lı yıllarda on yıl önceye göre yüzde 45 oranında geriledi. Zenginlerin fiyatları belirleyen güçte olma ları hammadde ihracatçısı durumunda olan 57 “Sol” Dalga Nereye Kadar? yoksul ülkeleri çaresiz bırakıyor. 1960'da 1 ton kahve ile 37,5 ton kimyasal gübre satın alınırken, 1982'de 1 ton kahve ile 1,5 ton kimyasal gübre satın alınabiliyordu. 2. Zengin ve yoksul sınıflar arasındaki uçurum akıl almaz boyutlara ulaştı. Dünya nın en zengin 358 kişinin geliri 2 milyar 300 milyon insanın (dünya nüfusunun yüz de 45'inin) gelirine eşit. Alt ve üst gelir grupları arasındaki denge, 20 yıllık sürede yakl aş ık yüzd e 150 oranınd a yoks ull uk aleyh in e boz uld u. 1995'te yay ınl an an “Dünya Bankası Raporu”ndaki belirleme ler de farklı değil. Dünyada 1 milyar insan, yani her beş kişiden biri yoksulluk sınırı içinde yaşıyor. Bu rakamın 50 yıl içinde 4 katına çıkacağı hesaplanıyor. Her yıl 13-18 mily on ins an yoks ull uk son uc u ölüy or. Geri kapitalist ülkelerde 1.3 milyar insan sefalet içinde yaşıyor. Her yıl 14 milyon çocuk açlıktan ölüyor. Meksika'da en zen gin insanın sahip olduğu 6.6 milyar dolar lık servet 17 milyon insanın gelirine eşit. Microsoft'un sahibi ABD'li Bill Gates'in gelirinin 14.07 milyar dolar olduğu düşü nüldüğünde kaç yoksulun gelirine eşitlene ceğini hesaplamak artık anlamsızlaşıyor. Dünyada her dakikada 47 kişi yoksullar ord us un a kat ıl ıy or. UNDP'nin ABD'li yöneticisi Gustav Speth çıkan veriler karşı sında şaşkınlığını gizleyemiyor. “Küresel bir seçkinler oligarşisi olağanüstü bir ser vet biriktirirken insanlığın yarısı, yani 3 milyar insan hala günde 2 dolardan az bir gelirle yaşıyor. Böyle iki sınıflı bir dünya da yoksul insanlar için öfke ve ümitsizlik zemini hazır. Giderek keskinleşen aradaki fark, insanlık dışı bir görünüm arzediyor.” BM Kalkınma Programı, Temmuz 1996 raporuna göre beş milyonu gelişmiş ülke lerde olmak üzere 100 milyon insan evsiz. 120 milyon insan işsiz, bunların 35 milyo nu gelişmiş ülkelerde. 70 ülkede ortalama gelir 1980 düzeyinin altına indi. 43 ülkede ise 1970 yılındaki düzeyinin de gerisine düştü. 3. Çok ulusl u şirk et (ÇUŞ) olar ak adlandırılan uluslararası tekellerin sayısı 1970'de 7 bin kadar iken bugün 37 bine ulaşmış bulunuyor. Bu 37 bin tekelin dün yaya yayılmış 200 bin şube, acenta ya da üretim birimi bulunuyor. En büyük 200 uluslararası tekelin 172'si ABD, Almanya, Japonya ve Fransa'da konumlanıyor. En büyük 200 tekelin 10 tanesinin yıllık top lam karları (34.8 milyar dolar) geri kalan 180 tekelin yıllık toplam karına (38.6 mil yar dolar) neredeyse eşit. Yatırımları 1983 yılından beri dünya ticaretinden 5, dünya üretiminden 10 defa daha hızlı büyüyor. Uluslararası tekellerin günlük döviz işlem leri 1973 yılında 10-20 milyar, 1983'te 60, 1995'te 1.3 trilyon dolara yükseldi. 19831993 yılları arasında tahvil piyasa hacmi 30 milyar dolardan 500 milyar dolara tır mandı. General Motors'un 1993 yılında yıllık cirosu Danimarka'nın GSYİH'ne denk: 135 milyar dolar, Ford'un cirosu ise Norveç'in GSMH'den dah a yüks ek; (103,5 mily ar dolar) Toyota 85,3 milyar dolarlık cirosuy la 82,5 mily ar dol arl ık Finl and iy a GSMH'ini geride bırakıyor. 1995 yılına gelindiğinde uluslararas ı tekelin cirolarına ilişkin rakamlar daha da büyüyor. Örneğin Japon Mitsubishi tekeli 58 “Sol” Dalga Nereye Kadar? nin yıllık cirosu 180 milyar dolara erişir ken Avusturya GSMH'ye ulaşmış bulunu yor. Dah a gen el bir rak am ver el im. ABD esk i Çal ışm a Bak anl ar ı’ndan Rob ert Reich'in belirttiğine göre ABD'de zenginlik 1975-1995 yılları arasında yüzde 60 büyü müş. Ama bu artan zenginlik nüfusun yüz de 1'inin cebini şişirmiş. 4. Spekülatif amaçlı ekonomik faaliyet lerd e patl am a yaş an ıy or. Düny a fin ans piyasalarında günlük değişim 1986 yılında 290 milyar, 1990'da 700 milyar, 1994'de 1 trilyon doları aşmıştır. “Yalnızca uluslara rası mali işlemlerin toplam değeri, fiziksel mal üretiminin toplam değerinin tam yedi katı büyüklüğünde” (The Wall Street Jour nal). Neo-liberal kapitalist saldırı dalgasının ezilenler cephesinde ve buradan başlayarak bütün toplumsal yaşamda yol açtığı derin tahribatlar hakkında kapitalist çevrelerin endişe dolu sözleri bir çok şeyi özetlemeye yeter. “Günümüzde küreselleşen kapitalizmin, emek ve serm ay e aras ınd a, serm ay ed en yana gerçekleşen büyük bir gelir kayması yaratan yıkıcı bir eğilime” sahip olduğunu söyl üy or kap it al istl er için fik ir üret im i yapan Prof. Heilbroner. IBM, 4 yılda işçi sayısını 122 bin kişi azaltı. İşçi maliyeti üçte bir oranında düştü. ABD Merkez Ban kası direktörü Grens Pen'de bu tip gelişme ler nedeniyle aynı yönde konuşuyor: “Ar tan işsizlik, toplumumuza ciddi bir tehdit oluşt ur uy or.” Clint on'un dan ışm anl ığ ın ı yapmış olan Lauro Tyson; “ABD'de ekono mik büyümenin arkayüzü işçi ücretlerinin düşüşü, eşitsizliklerin büyümesi, zenginyoksul uçurumunun 20 yıl önceye göre çok daha vahim” olmasıdır diyor. Uluslararası tekeller için çalışan ulusla rarası stratejik incelemeler merkezi ekono mistlerinden Edward Luttak her şeyi çok daha açık ve net biçimde ifade ediyor. Lut tak'a göre “kapitalistler daha da zenginle şirk en, işç i sın ıf ı yoks ull aş ıy or. Glob al rekabet insanları öğütüyor, toplumu parça lıyor”. Kapitalistlerin aşırı kar hırsının en üst düzeyde tatmini için uğraş veren burjuva profesörler, devlet adamları ve özel strate jistler aynı noktalarda buluşuyorlar, “Yıkı cı bir eğilim”den, “ciddi bir tehditten” söz ediyor, “insanları öğüt”üp “toplumu parça layan” sistemden bahsediyorlar. Bu söyle min kendisi bujuva cephenin emekçilere yönelik yıllardır süren saldırı dalgasının sonuçları üzerine yeni bir pozisyon alma ihtiyacı duyduğunu gösteriyor. Politikada “Yeni”likler ve “Dalga”lar Sömürünün daha da yoğunlaştırılması, serm ay e bir ik im in in önünd ek i her türl ü engelin kaldırılması, işçi ve emekçilerin yaş aml ar ın ın çek ilm ez hal e gelm es i ile sürüp giden neo-liberal saldırı dalgası koyu bir siyasal gericilikle at başı yürüdü. Her şeyd e old uğ u gib i burj uv az in in büt ün kurumları da sermayenin yeni ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendi. “Sağ” ve “sol” burjuva partiler arasında programatik düzeyde, söylem biçiminde dahi hiç bir ayrım kalmadı. Neo-liberalizm bir tanrı buyruğu kadar kesin ve reddedilemez bir 59 “Sol” Dalga Nereye Kadar? gerçeğe dönüştürüldü. Bütün burjuva parti ler ve sözcüler aynı ses tonuna sahip bir koroya dönüştü. En pespaye “sağ” politika lar büyük yenilikler olarak sunuldu. Devle tin küçülmesi, özelleştirmelerin yapılması, sosyal güvenlik kurumlarının işlevsizleşti rilmesi, eğitim ve sağlığa, tarımsal ürünle re devlet sübvansiyonlarının kaldırılması vb. uygulamalar büyük “özgürlükçü” geliş meler olarak propaganda edildi. Reagan, Thatcher, Özal, bu “yeni”liğin sembolleri oldular. Son 15 yıla damgasını vuran muhafaza kar sağ hükümetler kapitalistlerin ihtiyaç ları doğrultusunda iktisadi, siyasi ve sosyal bir dizi değişiklikler gerçekleştirdiler ve bu yönüyle esasen misyonlarını tamamladılar. İnsanlığın bütün birikmiş-kültürel, sosyalsiy as al kaz an ıml ar ın ı aşır ı kar için yok edip yağmalamaya yönelen kapitalistler, aralarında şiddetlenen rekabetin, bu reka betin bir sonucu olarak hızla büyüyen ve farklılaşan tekniğin, bu farklılaşmanın üre tim süreçlerindeki etkilerinin ve bu etkilen melerin işin örgütlenmesine yansımalarını ve tüm bunlara bağlı olarak toplumun bu yeniliklere uygun siyasal ve sosyal olarak uluslar aras ı tek ell er lih en e bir yeniden düz enl em es in e iht iy aç duy uy orl ar. Bu bakımdan “yeni” sağ misyonunu tamamla yıp “eski”meye başladı. Eski “sol”, muha fazakarların sloganlarını sol sosa batırarak “yeni”lendi. Bunun içindir ki “sol” dalga nın öncü kuvvetleri burjuva partiler ikili bir görevin yerine getirilmesinden sorumlu bulunmaktalar. Birincisi yukarıda burjuva sözcüler tarafından dile getirilen, emekçi ler ceph es ind e hızl a bir ik en öfk en in sön üml end ir ilm es i, ikinc is i topl ums al yaşamın ve örgütlenmenin kapitalistlerin ihtiyacı doğrultusunda yeniden düzenlen mesinin önündeki engellerin kaldırılması. 15 yıldır “sağa” dümen kıran burjuva siy as al oluş uml ar “aşağ ıd an” bask ın ın dayanılmaz ağırlığı altında “sol”a dümen kırmaya yöneldiler. '70'li ve '80'li yıllarda sağ politikalar o denli yaygınlaştı ki eski kavramlarla gelişmeleri ifade edebilmek bile neredeyse olanaksız hale geldi. Burju va ideolojik saldırı, beyinleri bu yönde de esir aldı. Muhafazakar tutucu sağ partiler liberalizmin bayraktarlığına soyundu, “sol” partilere de yalnızca liberalizmin kuyruk çuluğu düşüyordu. Bu dönemde gerçekte revizyonist adı “Komünist” partiler “sol” partilerin, yani sosyal-demokrat, sosyalist ve işçi partilerin boşalttığı kulvara yerleşti. Süreç yeni bir aşamaya doğru evriliyor: Bu evr ilm en in bel irl eyic i esas fakt ör ü işsizlik, açlık ve sefalet içinde kıvranan ve yaşam koşulları her gün biraz daha bozulan mily onl ar ın neo-lib er al izm e duyd ukl ar ı şiddetli tepkidir. Son yıllarda “sol” partile re giderek daha fazla oy veren milyonlar, neo-liberal yıkım politikalarına karşı duy gularını ifade ediyorlar. Kazanılmış hakla rına sahip çıkmak, patronlara meydanları bırakmadıklarını göstermek, “kader”lerrine razı olmayacaklarını anlatmak için “sol” partilere oy verdiler, “sol” partiler de onla rın bu yönlü istemlerine sahip çıkar görün düler. “Sürpriz” oylar bu nedenle büyüdü. Ama bu “sürpriz” sonuçların aslında bekle nen bir gelişme olduğu son bir kaç yıldır dünya çapında yaşanan işçi, çiftçi, öğrenci mücadeleleri incelendiğinde de daha iyi 60 “Sol” Dalga Nereye Kadar? anlaşılır. Fazla uzağa gitmeden kapitaliz min en gelişmiş olduğu Avrupa ülkelerine bakmak yeterli bir veri sunar. Belçika’da jandarmaya barikat kuran çiftçilerin, yine Yunanistan ve Fransa'daki eylemleri, Fran sa'da 1995'te gerçekleşen büyük çaplı işçi öğrenci eylemleri ve büyük genel grev vb. olaylar Avrupa'nın bir çok bölgesinde irili, ufaklı biçimde boy göstermişti. Denilebilir ki, “sol” partilere yönelik yaşanan “sürp riz” bu şiddetli tepkinin sandığa yansıması dır. 4. Uzun vadeli faiz oranları yüzde 7'yi geçmeyecek. Mastricht Anlaşması Avrupalı emekçi halklar için Neo-liberal saldırının daha da körüklenmesi anlamına geliyordu. Zira alı nan kararların her biri Avrupalı emekçilere yönelik hak gasplarının artmasına neden olduğu gibi, emekçilerin yaşam düzeyleri nin daha büyük bir hızla düşmesinden baş ka birşey de ifade etmiyordu. Örneğin bur juva ekonomisi bakımından bütçe açıkları nın GSYİH'nin yüzde 3'ü düzeyine çekil mesi demek toplumsal yaşamda emekçiler lehine bir dizi düzenlemeye son verilmesi anlamına gelir. İlaç yardımının kaldırılma sı. İşsizlik yardımları ödeme süresinin ve miktarının kısıtlanması bunlardan bazıları dır. Mastr icht'te fin al e yakl aş ılm as ıyl a daha sıkı biçimde uygulamaya konulmak istenen kararın Avrupa emekçilerinde tep kiy i hızl and ırd ığ ın ı bel irtm ek ger ek ir. Örneğin kamu açıklarının GSMH içindeki payı 1994 yılında bir hayli yüksekti. Bu oran Fransa'da yüzde 6, İngiltere'de yüzde 6.5, İtalya'da yüzde 9, Portekiz'de yüzde 5.7, İsveç'te yüzde 10.4, İspanya'da yüzde 6.6, Yunanistan'da yüzde 12.5 düzeyindey di. Fransa'da önemli bütün devlet işletme leri bir kaç yıl içinde özelleştirmişti. Bun lardan bazıları; Total, BNP, Credit local de France, Rhöne-Poulene (1993), ELF, Agu itaine, VAP, Renault (1994), Seita (1995) tamamen ya da kısmen özelleştirildi. Bu oranda demiryolları (SNCF), havayolları (CNAF), şehiriçi taşımacılığı (RATP) da Mastrich Anlaşması’na uyum gerekçesiyle özelleştirilecek kurumlar arası alındı. “Sol” Dalga ve Avrupa Emperyalist-kapitalist rekabetin büyü mesi, emperyalist ülkeleri rakiplerine bir çok bakımdan engel olan, kendileri için ise sın ırs ız (siz söm ür ü okuy un) özg ürl üğ ü sağlayan bölgesel işbirliklerine yöneltti. Bu emperyalist “yeni yaşam alanlarından” biri NAFTA'dır. “Kuzey Amerika Serbest Tic ar et Antl aşm as ı” ABD, Kan ad a ve Meks ik a'dan oluş uy or. AET'nin kab uk değiştirerek AB'ye dönüşmesi aynı ihtiya cın ürünüdür. Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya gibi “güçlü” AB ülkeleri Rusya'nın sınırlarına kadar bütün Avrupa'yı tek bir pazara, “yaşam alanı”na dönüştürüyorlar. Avrupa'nın bu yapılanması Mastricht Anlaşmasıyla yeni bir yol aldı. Anlaşma sonucu, AB ülkeleri 1999 yılı sonuna kadar şu gerekleri yerine getirme kararı aldılar: 1. AB üyeleri bütçe açıklarını GSYİH'in yüzde 3'ü düzeyine düşürecekler. 2. Devlet borçları GSYİH'nın yüzde 60 düzeyine çekilecek. 3. Enflasyon yüzde 3 oranını aşmaya cak. 61 “Sol” Dalga Nereye Kadar? Bir başka örnek de yaşlılık aylığı kap samında verilebilir. Çıkarılan yeni yasalar yaşlılık aylığı hesaplarında en iyi 10 yıl değil, 25 yıl hesaplanıyor. Tavan yaşlılık aylığı hakketmek için gerekli katkı süresi 37.5 yıldan 40 yıla çıkarıldı ve ilaç paraları iadelerinde kısıntıya gidildi. Alm any a, Frans a, İsp any a, İtaly a ve İngiltere'de yapılan bir araştırmanın sonuç ları Avrupa halklarının neden “sol”a yönel diklerini çıplak biçimde ortaya koyuyor. Adı geçen ülkelerdeki insanlara “Aşağı daki on konuda hangisi sizi en çok endişe lend ir iy or?” sor us u sor ul uy or. Sor ul ar a verilen cevapların yüzdeleri şöyle; Avrupalı emekçilerin en büyük sorunla rı işsizlik. Ankete göre işsizliğin hemen ardından suç ve şiddet (ahlaki yozlaşma), sonra da fakirlik ve sosyal eşitsizlik (fiziki yozlaşma) geliyor. Anketi yapanlar diğer sonuçlarıyla birlikte Avrupalıların karam sar old uğ u yarg ıs ın a var ıy orl ar. Ank et sonuçlarına göre Almanya'nın yüzde 76'sı, İsp any an ın yüzde 48'i, İtaly a'nın yüzde 66'sı hükümetine güvenmiyor. İngiltere'de ise seçim sonrasında halkın yüzde 72'sinin hükümete güvendiği ortaya çıkmış. Yine aynı ankete göre halkın büyük çoğunluğu (Alm any a yüzde 81, Frans a yüzde 77, İspanya yüzde 62, İtalya yüzde 63, İngilte re yüzde 42) ekon om in in dur um und an endişe ediyor. Avrupa halklarının son yıllarda karşı karş ıy a kald ıkl ar ı sor unl ard an baz ıl ar ı biraz daha yakından incelendiğinde, neden bu denli “endişeli” oldukları daha iyi anla şılır. Fransa'da son onbeş yılda işsizlik oranı yüzde 5'den yüzde 13 sınırlarına dayandı. Bu, 3.5 milyondan fazla Fransızın işsiz olduğu anlamına geliyor. Yıllara göre Fransa'da işsizlik oranı Yıl Yüzde 1975 4 1980 6.2 1985 10.2 1990 8.9 1994 12.5 1996 12.8 Fransa'da yüksek işsizlik oranları mer cek altına alındığında sorunun bir başka boyutu görülür. Fransa'da işsizlerin önemli bir bölümü 16-25 yaş arası gençlerden olu şuyor. (yüzde 23.2) Bu oran da gösteriyor ki 25 yaşın altındaki her dört genç Fransız dan biri işsiz. Yine bir başka önemli nokta da işsizliğin en fazla kalifiye olmayan düz işçiler arasında görülmesi. Kalifiye olma yan düz işs izl er aras ınd a işs izl ik oran ı yüzde 21.5, işsizliğin nispeten düşük oldu ğu kesim ise kalifiye kol işçileri (10.2). Çok somut bir örnekle Avrupa sermaye sinin işsizlik sorununu ele alış tarzını göre lim. Electrolux; dalında lider, mali durumu çok iyi, kar oranının ise bir hayli yüksek olduğu belirtiliyor. Buna karşın patronlar 12 bin işçiyi işten atma kararı aldılar. Bu karar alınır alınmaz firmanın hisse senetle ri borsada yüzde 14 yükseldi. İşten atma kararının “savunma” değil “saldırı” amaçlı olduğu çok açık. Patronlar pervasızca hare ket ediyorlar ve aşırı kar hırsı sınırsız bir saldırganlığa dönüşüyor. 62 “Sol” Dalga Nereye Kadar? Yaln ızc a işs izl ik değ il yoks ull aşm a olgusu da Avrupa halkları için her geçen gün daha da büyük önem kazanıyor. Fran sa'da onbeş yıl içinde GSYİH yüzde 30 büyürken, toplam ücretler alım gücü olarak yüzde 23 arttı. Birim işgücü maliyetlerinde yıllık artış oranı 1980'de yüzde 13, ‘88'de yüzde 4, ‘90'da yüzde 3,5, ‘94'de ise yüzde 1,5 olarak gerçekleşiyor. Şirketlerin amor tisman hariç net karları ise yüzde 121'lik bir artış gösterdi. Bir başka hesaplamaya göre 1994-’96 yılları arasında Fransa'nın 25 büyük tekeli, karlarını beşe katladılar. Buna karşın çalışanların yüzde 60'ı ortala ma ücretin altında aylık alıyor. Tek başına bu rakamlar bile sefalet ve zeng inl iğ in nas ıl hızl a karş ı kut upl ard a biriktiğini gösteriyor. Bugün burjuva ölçü lere göre Avrupa'da 50 milyonu aşkın kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyor, ve bu rakam her yıl bir milyon artıyor. Fransa'da 500 bin kişi evsiz, 1,5 milyon insan sağlık koşullarına uygun olmayan evlerde yaşı yor. 1 milyon kişi yılda 4.500 dolar yardım alarak “idare” edebiliyor. Bir başka bulgu da Frans a gerç eğ in in ayn as ı ner ed eys e. Yüksekokullarda okuyanların yüzde 49'u zengin çocuğu ve işçi çocuklarının oranı sadece yüzde 6. Fransa'da yüzde 20'lik en üst tabaka gelirin yüzde 43,8'ini alıyor. En alttaki yüzde 20'lik kesime ise kalan yüzde 6,1. En zengin bu yüzde 20 mülkiyetin de yüzde 68,8’ini elinde bulunduruyor. “İng ilt er e'de Eşitl iğ in Dur um u” adl ı The İnstitute of Fiscal Studies'in yayınladı ğı rapordaki belirlemeler ise İngiliz işçi ve emekç il er in gid er ek köt ül eş en yaş am koşullarını gözler önüne seriyor. Raporun önsözünde ülkenin son 20 yılına damgasını vuran en önemli olayın gelir dağılımında büyüyen uçurum olduğu ileri sürülüyor. Rapor'da 1983-93 yılları arasında toplu mun en düşük yüzde 5'inin ücretlerinde herhangi bir değişim olmazken, en zengin yüzde 5'in gelirlerinde yüzde 50 artış orta ya çıktığı belirtiliyor. 1961-93 yılları ara sında reel ücretlerde artış yüzde 30 düze yinde kalırken en zengin yüzde 5'in gelirle rindeki artış yüzde 45'ten fazla. 1970'lerde yoks ull uk sın ır ın ın alt ınd ak il er nüf us un yüzde 6'sını oluşturuyorken bugün bu oran yüzde 20 düzeyine ulaşmış bulunuyor. En yoksul yüzde 10 GSMH'nın yüzde 3'ten daha azını alırken, en zengin yüzde 10 GSMH'nın yüzde 33'ten fazlasını alıyor. Bir başka belirleme de İngiltere 'de böl geler arasında büyüyen eşitsizliktir. Galler ve İskoçya en fazla yoksullaşan bölgeler olarak öne çıkıyorlar. Bir başka yazının konusu olmakla bir likte sermayenin temerküzündeki artışın tekellerin artan etkinliğinin Avrupa sınıfsal ve sosy al yaş am ınd a önemli son uçl ar doğ urd uğ u ve doğ urm ay a dev am ett iğ i belirtilebilir. Alm any a'da (1987) san ay i işl etm e lerinin bind e 3'ü (1000) topl am san ay i işl etm el erin in yıll ık cir os un un yüzd e 43,4'ünü gerçekleştiriyorlar. Demek oluyor ki binde 3, yüzde 99,7'nin toplam cirosu nun yar ıs ın ı üret iy or. Yin e bu bind e üç çalışanların yüzde 39,4'ünü istihdam edi yor. 1950'de 886 bin 500 zanaatçı işletme faaliyet gösteriyor, 1986'da bu rakam 489 bin e düş üy or. 1950'de tar ım sektör ünd e 63 “Sol” Dalga Nereye Kadar? çalışanların sayısı ise 1 milyon 646 bin 751, 1988'de bu rakam 1 milyon eksiliyor ve 665 bin 517'ye düşüyor. Keza 1971'de 173 bin 576 olan perakende ticaretle uğra şanların sayısı 1988'de 73 bine geriliyor. Zanaat, tarım ya da perakende ticaretin deki işletme ya da çalışanlar sayısındaki bu önemli düşüş iki temel sonuç doğuruyor. Tek ell er küç ük işl etm elere yaş am şans ı bırakmadan hızla büyüyor. İkincisi kapa nan küçük işletme sahipleri ve aileleri işçi lerin saflarına akıyor. Gelişme iki yönlü oluyor. Tekellerin sayısı artıkça küçük üretimle uğraşanların sayısı düşüyor, işsizlerin sayısı da büyüyor. Küçük üretimin hızlanan tasfiyesi ile işçileşenler, hemen iş bulamıyor. İşçileşmek iş bulmak anlamına gel miyor. Büyüyen gerçekte işsizler ordusu dur. Daimler Benz'le ilgili birkaç veri duru mu açıkl am ay a yet er. Dai ml er Benz'in cirosu 1993'te 97 milyar 737 milyon DM, 1994'te 104 milyar 75 milyona çıkarken çalıştırdığı işçi sayısı 366 bin 736'dan 310 bin 551'e düşer. Bir başka Alman sanayi devi Simens AC için de aynı şeyler söyle nebilir. 1993'de 81 milyar 648 milyon DM olan ciro 1995'de artarak 88 milyar 763 milyon DM'ye yükselir. Buna karşın işçi sayısı 391 binden 373 bin 800'e geriler. indirileceğini, KDV oranlarının azalacağı nı, ücretlerin yükseleceğini, büyük çaplı özelleştirmelerin durduralacağını, emekli lerin haklarının korunacağını vb. bir dizi konuda emekçilerin haklı telaplerinin kar şılanacağını ileri sürdü. İngiliz İşçi Partisi lideri Blair, Jospin kadar “bonkör” davranmadı. Neo-liberal politikalara esasen sadık kalacağını, ama bu pol it ik al ar yür üt ül ürk en yoks ull ar ın haklarının korunacağını vaad etti. 18 yıllık muhafazakar cendereden sonra Tony Blair İng il iz emekç il er i için en azınd an bir nefeslenme molası olarak algılandı. Jospin nispeten klasik sosyal-demokrat söylemle amacına ulaşırken, Blair pespaye neo-liberal politikaları “yeni-sol” olarak sahiplendi. “Yeni sol”, “ekonominin kendi kur all ar ı çerç ev es ind e işl em es in e özel önem verilmelidir“ düşüncesindedir. Her şey bu düstura uygun olmalıdır. Bunun için teşv ikl er ver ilm el i serm ay en in “güv en” içinde hareketi sağlanmalı, üretim süreci nin yeni durumuna uygun olarak eğitim yeniden örgütlenmeli, sermayenin lehine olmak üzere “siyasi istikrar” mutlaka sağ lanmalıdır. İskoçya ve Galler'de yerel mec lislerin oluşturulması, Kuzey İrlanda soru nunun çözümü için bazı adımlar atılması bu aranan “istikrar” ihtiyacının ürünüdür. İngiliz ve Fransız emperyalistleri dünya çap ınd a şidd etl en en rek ab et kavg as ınd a etkin olmak ve öne geçmek için çok yönlü bir çabanın içindedirler. Fransa, ABD'nin tazyikleri sonucu Afrika'daki pazarlarını birer birer kaybetmekte, sözün doğrusu; Afrika'dan sökülüp atılmaktadır. İngiltere bug ün e değ in sürd ürd üğ ü ABD eks enl i Vaadler ve Gerçekler Fransız Sosyalist Partisi lideri Jospin, Fransızların en öncelikli sorunlarını çöz meye yönelik vaadlerde bulunarak sürdür dü seçim kampanyasını. Jospin, 700 bin kişiye yeni iş mikanı sağlanacağını, hafta lık çalışma süresinin 39 saatten 35 saate 64 “Sol” Dalga Nereye Kadar? politik duruşu kısmen değiştirerek daha rekabetçi kendi deyimleriyle “kişilikli” bir dış pol it ik a izl em ek ist iy or. ABD'den “bağ ıms ız”laşm ak ist ey en İng ilt er e ile Fransa AB'de hem daha etkin olmak hem de diğ er ulasl ar ar as ı rek ab et alanl ar ın a hazırlıklı girmenin çabaları içindedirler. Son birkaç yılda kapitalistlerin aşırı kar hırsı gibi, emperyalistlerarası rekabet de adet a dizg inl er ind en boş andı. Her bir emperyalist ülke açısından emperyalist-ka pit al izm in “eşits iz gel işm e yas as ı”nın “mağdurları” olmamak, şiddetlenen reka betten başarıyla çıkmak için bir dizi iç ve uluslararası önlem alma ihtiyacı kaçınıl maz hal e geld i. SSCB'nin yık ılm as ıyl a dünyanın yeniden paylaşımı gündeme gel di. Önceden Balkanlar’da kozlarını paylaş tı emperyalistler. Bugünlerde sıra Kafkasya ve Ortaasya'da. Enerji kaynaklarını (petrol, doğalgaz) denetleyenlerin rakiplerine göre üstünlük elde edecekleri açıktır. Buna karşı hegemonya savaşında rakip sayısının artığı da bir başka gerçektir. Bu dur umd a “güç”lenmek, ülke içinde siyasi “istikrarı” eld e etm ek emp ery al ist burj uv az i için öncelikli bir konu haline gelmiştir. Emper yalist burjuvazinin “sol” hükümetleri bu ihtiyaca cevap verebildikleri ölçüde ikti darda kalmaya devam edeceklerdir. Fransa ve İngiltere'deki çiçeği burnunda söz kon us u “sol” hük üm etl er in işç i ve emekç il er in leh in e hen üz cidd iy e alın ır hiçbir adım atmadıkları ortadadır. Halkla rın yaş am ınd a öneml i hiçb ir değ iş im olmadı. Fransız “sosyalist” hükümetinin ilk icraatı, “yüksek gelir grubu”ndan alaca ğını iddia ettiği ek vergilerden vazgeçmesi oldu. Büyük çaplı özelleştirmelere karşı olduğunu, bu nedenle, kapatılması planla nan otomobil fabrikasına ilişkin kararın iptal edilmesi için düzenlenen kampanyala ra aktif olarak katılan Fransız sosyalistleri, daha iktidarlarının ilk günlerinde söz konu su fabrikanın kapatılmasına onay verdiler. İngiliz İşçi Partisi ise icraatlarıyla kendisi ne umut bağl ay an herk es i şaş ırtm ay a devam ediyor. Devlet yönetimine ilişkin büt ün öneml i bür okr at ik atam al ard a Muhafazakar Partilileri tercih etmesi Blair yanlılarını bile çileden çıkarmış durumda. “Sol dalga”nın ardındaki itici kuvvetin emekç il er in bir ikm iş tepk is in in old uğ u, kimi “sol” hükümet değişikliklerinin bu tepkinin oyların rengine yansıma gerçeğini ifade ettiğini belirttik. Ama aynı zamanda seçilen “sol” partilerin, burjuvazinin çıkar larını savunan diğer siyasal partilerden farksız olduğunu ve esasen ömürlerinin uzunluğunu emekçilerin acil sorunlarına yaklaşım tarzları olduğu kadar emperya list-kapitalist burjuvaların ihtiyaçlarını ne ölçüde karşılayacaklarının belirleyeceğini vurguladık. Bir kez daha belirtilmelidir ki, söz konusu partiler, emekçilerin taleplerini ne karşılama isteğindedirler ne de prog ramları ve yaklaşım tarzları ile böyle bir yeteneğe sahip olabilirler. Onların görevi emekçileri aldatmak ve birikmiş öfkeleri nin herhangi bir patlamaya yol açmadan sönümlenmesini sağlamaktır. Aynı zaman da sermayenin çıkarları doğrultusunda top lumsal yaşamın, ihtiyaç duyulan alanların da yeniden düzenlenmesi için adımlar atıl masına hizmet etmektir. 65 “Sol” Dalga Nereye Kadar? Bütün bunların toplamından ne sonuç çıkarılabilir? “Sol” partileri hükümete geti ren sorunlar çözülmek bir yana daha da ağırl aş ar ak varl ıkl ar ın ı kor uy ac akl ard ır. İşsizlik artacak, ücretlerin düşme eğilimi sürecek, eğer işçi sınıfı ve emekçiler tara fından önü kesilmezse sosyal güvenlikle ilgili hak gaspları devam edecek, özelleş tirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma kon ul ar ınd a işç il er leh in e herh ang i bir gelişme olmayacak, çiftçiler her zamanki gib i mağd ur edil ec ek, evs izl er in say ıs ı büy üc ek, sosy al yaş amd ak i çür üm e ve çözülme her zamankinden daha çok etkili olacak vb. örtüşmediği görülüyor. Yapılan bir anket çalışmasında halkın yüzde 80'i özelleştir meye taraftar değil ve özelleştirilen büyük KİT'lerin tekrar devletleştirilmesini des tekliyor. Nüfusun yüzde 43'ü ve İşçi Parti si'ne oy ver enl er in yüzd e 61'i Sosy al ist Planlamadan yana görüş bildiriyor. Halkın yüzde 76'sı ise sınıf mücadelesinin sürdü ğünü kabul ediyor. “Komünist” partilerin klasik sosyal-demokrat partilere dönüştüğü kimse için sır değil. (Gerçekte ideolojik düzl emd e kom ün ist sıf at ı taş ım ay ı hak eden ama pratik etkinlikte genelde başarılı olmayan kardeş partileri nitelemenin dışın da tut ar ız.) Kez a “sol” send ik al ar ın da (Fransa'da sendikalaşma oranı yüzde 9'a kadar düştü. İngiltere'de ise 1975'lerden bu yana sendikalar, toplam üye sayısının yüz de 50'sini kaybetti.) “eski tarz”da işçileri aldatma şanslarının önemli ölçüde zayıfla dığı açık. Zira burjuvazi ile işçiler arasında uzlaşma köprüsü rolü oynayan eski sendi kal anlayışın zemini giderek ortadan kalkıyor. Uzlaşmaya yanaşmayan ve saldırganlı ğı her geçen gün artan burjuvaziye karşı “uzlaşma” beklentileri, sadece zavallılığın dışa vurumu anlamına gelir. İşç il er in tal epl er in i yer in e get irm ey e aday ve bu yönd e müc ad el ec i send ik al anlayış ile yine aynı paralelde sınıfın genel olarak iktisadi ve siyasi çıkarlarına sahip çıkacak politik akım ve partilerin etkili olma şansı artıyor. Günümüzde söz konusu edilen “sol dal ga” onu taşıyanları bir kenara fırlatarak, “sol” koldan ilerleme potansiyeli taşıyor. “Dalga”nın mevcut “sol”dan daha “sol”a doğru açıkça eğilim gösterdiği ve göster Günlerin Getirdiği Emperyalist burjuvazinin mevcut “sol” partilerin emekçi halklara yönelik kapita lizmin vahşi saldırılarına karşı doğal olarak kor uy uc u etk in tedb irl er alam ay ac ağ ı / almayacağı ortada. O halde emekçilerin yakıcı, güncel ve derhal çözüm bekleyen talepleri hangi siyasal platformda ifadesini bulacak. Doğal ve kaçınılmaz olarak söz konusu “sol” partiler parçalanarak yeni sol partilerin doğumuna yol açacaklar ya da – eğer varlarsa– daha “uç”taki sol partiler etkinlik kazanacak. Avrupa'daki sol tandanslı partilerin ser mayenin çıkarları doğrultusunda çaba gös teren klasik burjuva partileri olduğu gerçe ği Avrupalı emekçiler tarafından anlaşıldı ğında, daha doğru ifadeyle bu bilince çıka rıldığında Avrupa'da siyasal arayış hızlana caktır. Daha bugünden İşçi Partisi'ni des tekleyen İngiliz işçi ve emekçileri talepleri ile İşçi Partisi'nin “yeni sol” programının 66 “Sol” Dalga Nereye Kadar? mey e dev am edec eğ i ner ed eys e kuşk u götürmez bir gerçek. Burada sorun daha “sol”da kimin dur duğu. Avrupa açısından “euro-komüniz min” günümüzdeki uzantılarının ve yanısı ra kom ün ist sıf at ın ı hak eden part il er in gelişme potansiyelinin her zamankinden daha fazla olduğu ileri sürülebilir. Ayrıca bir başka gelişme olarak da Fransız Komü nist Partisi vb. gibi köklü geleneklere sahip part il er in içind e işç i sın ıf ın ın çık arl ar ı ekseninde politika yapmaya yönelen grup lar ın, platf orml ar ın doğm a koş ull ar ının daha fazla olanaklı hale gelişi, en azından bu tip gelişmelerin nesnel zemini olgunlaş mış bulunuyor. Demek oluyor ki “Avrupa solunu” önümüzdeki dönem parçalanma bekliyor. Bu parçalanma bir ayrışmanın ve yeniden farklı tarzlarda birleşmenin ola naklarını yaratabilir. Sol adına konuşan, politika yapan her olgun sendika, dernek, parti vs. bu parçalanma, ayrışma, oluşum ile karşı karşıya gelmekten kaçınamazlar. Bu ayrışma ve parçalanma sürecinin ilerici bir nitelik taşıdığını, kom ün istl er in bu sür eci doğr u tarzd a değ erl end ir eb ilmes i gerektiğini belirtmek gerekir.* “Sol”a yönelimin yakın tarihi süreçte hızlanarak süreceği anlaşılıyor. Bu yöneli mi yar at an madd i koş ull ar değ işm ed iğ i sürece de bu eğilim devam edecek. “Sol”a yönelim belli başlı üç biçimde uç ver iy or. Bir inc is i; parl am ent er “sol” partilerin güçlenmesi şeklinde gerçekleşi yor. İkincisi; kitlesel ve militan grev ve gösterilerde yankısını buluyor. Güney Kore işçi sınıfının militan direnişi bunlardan biri. ABD'deki UPS grevi bunun en güncel örneği. Üçüncü; Meksika, Arnavutluk ve çoktanberi devam eden Kürdistan devrimi ve silahlı ayaklanmaları ile tepkinin silahlı “şiddet”i de kapsayacak biçimde gösteril mesi olarak açıklanabilir. Doğ ald ır ki, “sol”a yön el imd e etk il i olmaya çalışacak komünistlerin bu yöneli min her üç biç im ind en de bul und ukl ar ı yer e ve zam an a gör e yar arl anm as ın ı, değerlendirip kullanmasını bilmeleri gerekir. Bir inc i biç im in işç i sın ıf ı ve gen iş emekçi yığınları parlamenter yolla burjuva sist em e yen id en bağl am a yol u old uğ u, ikinci gelişmenin kendiliğindenci ve düzen sınırlarını aşmadığı ve ancak devrimci ve komünist öncünün önderliği ile devrimci sonuçlara vardırılabileceği, üçüncü biçimin daha çok küçük burjuva önderliklerin dam gasını taşıdığı ve devrimci patlamaların kesin zafere ulaştırılamadan sönümlendiril mesi tehlikesini gündemde tuttuğu bilince çıkarılmalıdır. Ama bunların hiçbirisi başta üçüncü ve ikinci biçim olmak üzere kitlele rin “sol”a yönelik eğilimlerini kesintisiz ve proleter devrimlere dönüştürülmesi koşul larını artırdığı, artırmakta olduğu gerçeğini karartmaz. İşçilerin ve emekçilerin “sol”a yönelik bu açıl ıml ar ı kuc akl an am azs a açıkt ır ki yozlaşma kaçınılmaz olacaktır. Bu siyasal yozlaşmanın kaynağı umutsuzluk ve çare sizliktir. Bunun da anlamı açık; “sol”a doğ ru giderken en sağa ulaşmak. Yani faşizmin Avrupa semalarında bir kez daha hortlama sı. Faşizm Tehlikesi 67 “Sol” Dalga Nereye Kadar? Avrupa bakımından faşizm tehlikesinin dah a bug ünd en öneml i bir yer tutt uğ u gör ül üy or. 1972'de küç ük rad ik al sağ örg ütl er in birl eşm es iyl e kur ul an Front National’nın (Milli Cephe) 1984'de Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Fransa çapında yüzde 11 oy almasından sonra son seçim lerde (1996) yüzde 15 oy toplaması tahli kenin boyutlarını ortaya koymaya yeterli dir. FPÖ (Özg ür Avust ury a Part is i) 1987 seçimlerinde yüzde 9,7 oy aldı. 1990'da bu oran yüzde 16,6'ya çıktı. 1994 seçimlerin de ise yüzde 22,6 oy oranına ulaştı. Belçi ka'daki Vlooms Blach (VB) ‘92 seçimle rinde parlamentoya 12 milletvekili sokma yı başardı. İtalya Toplumsal Hareket (MSI) genel olarak yüzde 5 oy oranına sahipti. Özellikle yoksul Güney kesiminde taban buluyor. 1993 aralık genel seçimlerinde yüzde 10 oy oranını aştı. Roma, Napoli gibi büyük kentlerde yüzde 30 oranında oy topladı. Frans a, Belç ik a ve Avust ury a'dak i faşist partilerin temel sloganları neredeyse ayn ı. FN “Önc e Frans ızl ar” diy or. FPÖ “Viyana Viyanalılarındır” şiarını yük seltiyor. VB Fransızları takip ediyor, onla rın da sloganı “Önce Belçikalılar”. Her üç partinin aldıkları oy oranları dikkate alındı ğında bu ırkçı-milliyetçi sloganların etki gücü daha iyi anlaşılır. Faş ist part il er in güçl enm es in e ned en olan sorunlar ile, “sol” partilerin yelkenle rin i şiş ir en tal epl er in yol açt ığ ı sor unl ar aynıdır: İşsizlik, yoksulluk, evsizlik, gele ceğ e olan güv ens izl ik, ahl ak i ve fiz ik i çürüme vb. Farklı olan farklı çözüm yolla rına yönelimdir. Faşist partiler “yabancı” düşmanlığı temelinde propoganda yapıyor lar. Bur ad ak i “yab anc ı”da kast ed il en in “yab anc ı işç i” old uğ u açıkt ır. İşs izl iğ in ned en i yab anc ıl ar gitt ikl er ind e her şey düzelecektir. Bu söylemin arkasında Avru pa’nın burj uv a devl etl er i vard ır. Faş ist hareketlerin devletle bağlantıları defalarca ortaya çıkmıştır. Faşist parti yöneticilerinin bir çoğunun bulundukları ülkenin istihrabat örgütleriyle doğrudan bağı olduğu açığa çıktığında her zaman olduğu gibi kamu oyundan gizlemeye çalışıldı. Ama Gladio skandalları patladığında bir çok ülkedeki faş ist part in in doğrudan NAT O eliyl e örg ütl end iğ i bell i old u. Kontrg er ill an ın mil it er güçl er i olar ak kull an ıl an faş ist gruplar, emperyalist-kapitalist burjuvazinin ikiy üzl ü ve saht ek arl ığ ın ı bir kez dah a ortaya koydu. Faşist partilerin daha da güçlenmesinin önündeki en büyük engel olarak Avrupa halklarının demokratik bilinci gösterilebi lir. Faş izm in Avr up a ve düny a çap ınd a yarattığı tahribatın zihinlerde bıraktığı iz henüz tazeliğini korumaktadır. Hem bu olgular hem de (20'li, 30'lu yıl larda olduğu gibi) sistemli politik bir akım olmanın ötesinde dağınık tepki gruplarını andıran faşist hareketlerin halkların talep lerini formüle edecek bir toplumsal model sunamamaları faşizmin önündeki nesnel engellerdir. Kabul edilmelidir ki '“sol” dan etkili bir çıkış olmaması halinde, her şeye karşın faşist partilerin güçlenmeye devam edec eğ i ve bur ad an har ek etl e “sol dal ga”nın bir sağ, faşist “dalga” halinde belir 68 “Sol” Dalga Nereye Kadar? mesi halinde şaşırmamak gerektiği belirtil melidir. Almanya'da işsiz 4 milyon 447 bin kişi den bir i olan Nic o “Bu böyl e gitm ez, Almanlar işten çıkarılıp yerlerine yabancı ları alıyorlar”. Ya da 16 yaşındaki Patrick, “yabancılar veba kadar tehlikeli” diyor. “Veba kadar tehlikeli” faşizmin bir kez daha Avrupa halklarının başına bela olma ması Avrupalı komünistlerin, devrimcile rin, ilericilerin militan antifaşist mücadele siyle gerçekleşebilir. Faşist hareketlerin, en kudurgan temsilcileri oldukları emperya list-kapitalizmin sonuçları üzerine dema gojilerinin işçi yığınları üzerinde ciddi bir etkide bile bulunmasını engellemenin tek yolu, işçi sınıfı hareketine komünist hare ketin devrimci önderlik görevlerini başa rıyla gerçekleştirmesinden geçecektir. 69 Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler – Hüseyin Demircioğlu – Son dönemlerde, devletin yüksek kade mel er ind e ve siy as al part i sözc ül er in in açıklamalarında da görüleceği gibi rejim oldukça sıkıntılı dönemler yaşıyor. Kuşku suz, bu sıkıntının odağında “Kürt Sorunu” ve Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi bulun maktadır. Gerek iktisadi olgular bakımın dan ve ger eks e siy as al pl and a, baz en dol ayl ı ve baz en de dol ays ız bir etk id e bulunan Kürt ulusal sorunu artık uluslara rası bir sorun olarak da TC'yi derinden sarsmakta ve zora sokmaktadır. Verili somut siyasal koşullar da göster mektedir ki, bütün faşist ve gerici partiler, itibarların ı ve güv en il irl ikl erin i kaybet mekle kalmamış, gerekli kitle desteğini de öneml i ölç üd e yit irm işl erd ir. Son yer el seç iml erd e RP ve MHP'nin oyl ar ınd ak i görece yükselme, en başta mevcut büyük partileri düşündürmüş ve nedenleri üzerin de durmaya yöneltmiştir. Mevcut politika ve icraatları gözönünde alındığında; bütün partilerin geleneksel politikalarının iflas ettiği, siyasal partilerin tekmili birden bir kokuşma, içten içe çürüme ve yozlaşma için e gird ikl er i, ahl ak i bir çök ünt ün ün yaşandığı ve halktan soyutlandıkları orta dadır. Refah Partisi, siyasi yaşamından henüz bir yönetme deneyimi bulunmadığından ve mevcut kirlilik ve kokuşmadan yeterince nasiplenmediğinden bu yönüyle diğer par tilerden ayrılmaktadır. Ancak, RP'yi asıl konuşturan faktörler; onun sahte eşitlik, “Adil düzen” masalını tekrarlaması, mev cut siyasal rejimin dışında bir oluşum ola rak kendini tanıtmaya çalışması ve toplum sal çelişkilere, haksızlıklara yer yer dokun 70 Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler mal ard a bul unm as ınd and ır. MHP ise, tamamen ırkçılık bayrağını dalgalandırıp, PKK düşmanlığını temel alan bir anlayışla saldırgan bir şovenizm taraftarlığı yaparak mevcut potansiyeli kanalize etmeye çaba harcıyor. Halihazırda hiç bir parti %25'leri aşabi lecek bir oy potansiyeline sahip değildir. Bunun en belirgin nedeni Kürt sorunudur. Kürdistan'da yükselen mücadele tüm dev let kurumlarının yanısıra, siyasal partileri de eritmiş ve gerçekliklerini tüm çıplaklı ğıyla dışa vurmuştur. Şimdilerde Karayal çın da dah il tekr arl an an “ya bit ec ek ya bitecek” nakaratı, nerdeyse mevcut gerici ve faşist partileri bitirme noktasına getir miş bulunurken, Kürt ulusal kurtuluş güç lerinin giderek güç kazandığı açıktır. Daha açık anlatmak gerekirse, “milli mutabakat” iflas etmiştir. MGK başkanlı ğınd ak i pol it ik a ve dir ekt ifl erl e işl ey en parl am ent o ve koa lisy on; çöz üms üzl ük, açmazlık ve handikaplarla karşı karşıyadır. 70 yıldır zorla halka dayatılan kemalist resmi ideoloji de aynı şekilde sorunlara yanıt olamadığı gibi, faşist bürokrasi ve ideo logl ar d a art ık bun u sav un am az durumdadır. Ne idüğü belirsiz olan kema lizm; kah ırkçı, kafatasçı ve turancılığa karşı gibi gösterilerek yığınlara “sol” ola rak sunulmaya çalışılmış ve bunda zaman zaman da başarılı olunmuş, kah dinsel ide oloj iy e day al ı şer ia tç ı güçl er e panz eh ir old uğ u söyl en er ek, söz üm on a lai kl iğ in teminatı olarak gösterilmiş ve yine çoğun lukla komünizmin gelmesinin esas engeli olarak kemalizmin daha fazla savunulması ist enm iş ve bund a da gör ec e ve takt ik başarılar elde edildiği görülmüştür. Faşist rejim, sermaye ve onun ideolog ları kemalizm aracılığıyla gerek sağa ve gerekse “sol” olarak bilinen pek çok çevre yi aynı potada eritmeyi başarmış ve sömü rü düzenini bu şekilde sürdüregelmiştir. Doğr us u, Türk iy e'nin gel en eks el “sol”u uzun yıll ar kem al izm'in der in etk il er in i taşımış ve politik mücadelede bir türlü ide olojik bağımsızlığını kazanamamıştır. Bu durum, ancak 1970'li yılların başında İ. Kaypakkaya tarafından aşılabilmiştir. Geleneksel “sol”un kemalizm'in etkisini taşıması herşey bir yana, yığınların ve işçi sınıfının siyasal bilincini karartmış ve pers pektifsiz bırakmıştır. Uzun yıllar revizyo nist TKP ve işç i part i(ler i)si, kem al izm bayrağıyla yürümüş ve onu “sol” olarak tanıtmaya araç olmuştur. Son on yıllık bir süre içinde yükselen Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi (KUKM) kemalizmin ipliğini pazara çıkarınca, pek çok devr imc i çevr en in yan ıs ır a, rad ik al islamcılar da bayrak açtı. Gelinen noktada kemalizmin sefaleti yaşanmakta ve iflas kabul edilen bu “ideolojinin” hiç bir olu şum tarafından cesaretle savunulamadığı görülmektedir. On yıllardır okullarda, askeri kışlalarda ve diğer resmi kurumlarda beyinlere şırın ga edilen kemalizmin, militarizmin elinde bir zor sopası olarak işçi ve emekçi yığın lara karşı kullanıldığı görüldükçe, kimseler tarafından savunulamaz bir duruma gelme si kaçınılmaz oldu. Resmi ideolojinin iflası ve yıkımı, üni versite ve diğer kurumların yanısıra, burju 71 Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler va ideologlarını da yeni arayışlara yöneltti. “İkinci cumhuriyetçiler”, bir kısım alevi dernekleri ve bazı islamcı çevreleri bu yeni arayışların kapsamı içerisinde yer almakta dır. Kez a “mis ak-ı mill i”cil ik “ülkenin bölünmez bütünlüğü” üzerinde and içerek var olmaya çaba harcayan, Cem Boyner başkanlığındaki “Yeni Demokrasi Hareke ti” vb. oluşumlar da aynı çizgi üzerinde bulunmaktadırlar. Açıktır ki, siyasal rejim ve sermaye, değişen koşullara uygun düşecek yeni poli tik arayışlar içindedir ve deneme yoluyla hangi oluşumun güç olabileceğini bekle mektedir. Son dönemlerde pek çok resmi kuru mun öne sürdüğü “din ve devletin barışma sı” yönündeki arayışın en güçlü olasılık olarak öne çıktığı söylenebilinir. Bu çözü mün iki ayağından birini devletten giderek kopan radikal islamın yeniden devlete bağ lanması oluştururken, diğerini de Kürt Ulu sal Mücadelesi'nin ayrılma yönündeki iste minin boğulması ve değişik ulus ve etnik kökene bakılmaksızın “üniter devlet” anla yışının kotarılması oluşturmaktadır. Bel irtm ek ger ek ir ki siy as al rej im; yığınların nabzını elinde tutmak için bir yandan politik atmosferi koklamakta, diğer yandan da buna uygun düşecek çözüm ara yışlarına ağırlık vermektedir. Peki, nedir bu yeni koşullar ve değişen atmosfer? Şimdi de bulguları değerlendir meye çalışalım. Ort ad oğ u’n un başt a ABD ve diğ er emperyalist devletler bakımından önemi gözönüne alındığında, Türkiye'nin bölge için oldukça büyük bir yer kapladığı görü lecektir. “Yeni Dünya Düzeni”nin her ne kadar “ölü doğan bir bebek” olarak, düzen sizlik olduğu kanıtlandıysa da, emperya listler bu politikadan vazgeçmiş sayılmaz lar. “Yeni Dünya Düzeni” ABD'nin “koru yucu” şemsiyesi altında, tam bir hegemon ya içind e söm ürg e ve bağ ıml ı ülk el er in hizaya gelmesi demekti. ABD'nin bilgisi olmadan yaprak kıpırdamayacak, taş yerin den oynamayacaktı.! “Körfez savaşı”nın ard ınd an Irak'a ders ver ilm iş ve hiz ay a get ir ilm işt i. Ezil en ulusl ar ın kurt ar ıc ıs ı kes il en ABD ve diğ er emp ery al istl er, Güney Kürdistan topraklarında “tampon bölge” kurmak suretiyle uydu bir Kürdis tan'ın inşası için koşulları olgunlaştırıp, gerekli vizeyi de kamuoyuna sunmuşlardı. Körf ez sav aş ınd a Türk iy e, tam am en emperyalist efendilerin buyruğuyla sonu belirsiz bir maceraya girişti. Nasıl olsa “bir koyup üç alacak”lardı. Emperyalist plan; Musul ve Kerkük'ün de dahil olduğu bu zengin petrol bölgesini Irak'ın deneti mind en kop ar ıp Türk iy e'nin den et im in e vermeyi öngörüyordu. Ancak, emperyalist lerarası uzlaşmaz çıkar çelişkileri, ganimeti payl aşm ad a kend in i dış a vur unc a plan gerçekleşmedi. Çekiç Güç'ün bu bölgeye konumlandı rılması baştan itibaren Türkiye kerhen des tekl ed i. Zir a, ikt is ad i-siy as i ve ask er i bağımlılık bunu dayatıyordu. Türkiye ege men sınıfları “Birleşik bir Kürdistan”ın oluşumuna karşı olduklarını, hatta Güney Kürdistan'daki gelişmelerin dahi kendileri ni huzursuz ettiğini her vesileyle ifade ede rek, Kuz ey Kürd ist an'ın kend il er ind en kop ar ılm a iht im al in in kab ull en em ez bir 72 Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler durum olduğunu belirtip, bu hususta bir çıkar çatışması bulunduğuna ilişkin efendi lerine serzenişte bulundular. Sonuçta Türkiye; zengin koca tarafın dan fena halde aldatılmış, “Körfez sava şı”nda her türlü uşaklık rolüne karşın, bıra kalım “üç alma”yı, savaştan dolayı pek çok olanaktan yoksun kalmış, Irak'a uygulanan emperyalist ambargodan da birinci derece den olumsuz etkilenerek derin bir iktisadi krize yuvarlanmıştı. Gerek ABD'yi gerekse diğer emperya listleri asıl kaygılandıran PKK'ydi. Zira PKK bir türl ü hiz ay a gelm ey ip, “Yen i Düny a Düz en i”ne kaf a tutm ay a dev am ettikçe bunun emperyalistlerin çıkarına ters düşeceği ortadaydı ve bu durum “uydu bir Kürdistan” için baş engel teşkil etmektey di... PKK'nin bu özellikleri onun pek çok devlet tarafından “terörist” ilan edilmesine gerekçe yapılıyordu. Nitekim, Türkiye'nin “terörizme karşı mücadele”de yalnız bıra kılmaması ve her türlü silah, askeri araç ve teçhizatla donatılması, emperyalistlerin en temel görevlerinden birisiydi. Türkiye'nin sık sık efendilerinden “terörizmin bitiril mesi” amacıyla yardımla birlikte süre iste mesinin temelinde bu anlayış yatmaktadır. Şayet, PKK teslim alınır, radikalizmden arındırılır ve uysallaşırsa, o durumda “uy du Kürd ist an” plan ı dah a kol ay yaşam bulacak ve Talabani-Barzani işbirlikçileri nin sahip oldukları “itibar”da kendilerine tanınacaktı. Bütün bu dış ilişki ve çelişkilerin Türki ye'yi derinden etkilediği, iç kamuoyunun, bas ın ve bür okr as in in bu sor unl ar a ilg i duyduğu, tartıştığı ve çözüm önerileri üze rinde hesapların yapıldığı, gelişmelerden görülmektedir. TC'nin “terörizmin kökü nün kazınması” amacıyla efendilerine biç tiği sürenin tutmaması, KUKM'nin bıraka lım teslim alınmasını, her türlü şiddet ve zorbalığa karşın giderek daha geniş bir ala na yayılması, hesapları alt üst etmektedir. Gel in en nokt ad a Kürd ist an Ulusal Sorunu; Türkiye'nin gerek iktisadi ve siya si, gerek toplumsal ve yaşamsal tüm birim lerini derinden sarsmaktadır. Bunca güçlü bir devlet geleneği, küçümsenemez ordu ve militarizm (bütün uydurma kahramanlıkla ra bakılmazsa) tam anlamıyla bir çözülme ve yenilgi psikozu içindedir. Kısacası; “üç beş çapulcu” devlete ve siyasal rejime diz çökt ürm üş; ord u, bür okr as i, ist ihb ar at birimleri ve parlamento çözümsüzlük ve acizlikle işin içinden nasıl çıkılacağının hesabını yapmaktadır. Gen elkurm ay ve MGK'nın “alç ak yoğ unl ukt a sav aş” itir af ı bil e dur um u anl atm ay a yetm em ekt e, onl arc a sav aş uçakları ve helikopterler, tanklar, dağın t aş ın may ınl anm as ı, yak ıl an orm anl ar, yıkılan ve talan edilen köyler, ilçeler ve iller, onbini aşan insan kaybı, ekonomik iflasın yanında siyasal erkin içine girdiği der in ve kaps aml ı bun al ım, gerç ek bir savaşın tablosunu en çıplak şekliyle gözler önüne sermektedir. TC artık Kürt ulusunu yönetemez duru muna düşmüştür. Tersini söylersek, Kürt Ulusu eskisi gibi yönetilmek istemeyip, bağımsızlığını haykırmaktadır. Sömürgeci lik zinciri giderek zayıflamakta, kopmaya yüz tutmaktadır. 73 Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler 10 yıldır devam etmekte olan kirli sava şın faturası oldukça ağırdır. Bu faturaya en büyük itiraz Türk tekelci sermayesinden gelm ekt ed ir. Serm ay e öneml i bir paz ar kaybıyla yüzyüzedir. Başta tüketim nesne leri gelmek üzere, pek çok metanın Kürdis tan'da satılmasının yolları giderek ortadan kalkmaktadır. Beyaz ve kahverengi eşya ile tekstil ürünleri pazarı daraldıkça, sermaye nin kar oranları da düşme kaydetmektedir. Üstelik, yıllardır Kürdistan'dan Türkiye'ye akmakta olan artıklar ve kar transferleri de durmuş bulunmaktadır. Aynı şekilde, Tür kiye ekonomisini besleyen önemli bir ham madde kaynağı da durmuştur. Her ne kadar sermaye, sürmekte olan savaşa karşı sesini yükseltmeye çalışıyorsa da bu, onların olası bir “Bağımsız Kürdis tan”a yeşil ışık yaktıkları anlamına gelme mektedir. Sermayenin talebi daha çok “kıs mi haklar”ın tanınması ve savaş giderleri nin kısıtlanması yönündedir. Türk tekelci sermayesi, “Misak-ı Milli” sınırlarının ve “Ülkenin bölünmez bütünlüğü”nün korun masını esas alan ve bunda ısrar eden bir çözümü isterken, bir kısım burjuva demok ratik taleplerin tanınması eğilimini taşı maktadır. Onlar, Kürtlere eğitim-öğretim ve kültürel haklarını vermekle “ülkenin birliği”nin korunacağı hesabı ile ehveni-şer tutumunu benimsiyorlar. Sermayenin çıkarı; Kürdistan'daki ham madde ve artıkların transferinin devamını, ucuz işgücü olanaklarından yararlanma ve kend i ürünl er in in bu paz ard a serb estç e dolaşımını gerektirmektedir. Hükümette Revizyon ve Kabine Değişikliği Neye İşaret Kürt Ulusal hareketi giderek, uluslara rası düzeyde kendisinden daha sıkça söz ettirmekte, evrensel bir çok kurum soruna ilgi duymaktadır. TC'nin yoğun olarak işle diği suçlar ve insan haklarının hayasızca çiğn enm es i, “kend i topr akl ar ın ı sav aş uçaklarıyla bombalaması” ve daha pek çok ins an i boy ut un sıkç a ihl al edilm es i, bu kur uml ar ın ilg is in i çekm ekt ed ir. Alm an menşeli askeri araçların Kürt halkına karşı kull anm as ı ves il es iyl e uyg ul an an kıs a erimli ambargolar, ABD'nin askeri yardım ları insan hakları ihlalinin kaldırılmasına endekslemesi ve ambargo tehditi, Ortadoğu sorununda TC'nin işlevi, olası bir “Kürt Devl et i” proj es in in hay at a geç ir ilm es i, Kıbrıs sorununda TC'nin haksız bir zemin de ısrar etmesi ve vb pek çok uluslararası sorun gözününde bulundurulduğunda, hiç kuşkusuz TC'nin dış ilişkileri ve politikası önem kazanacaktır. Ancak unutmadan belirtelim ki, emper yalistlerin bütün bu sorunlara ilgi duyması nın tem el ned en i onun ins an hakl ar ı ve ulusl ar ın bağ ıms ızl ığ ın ı sav unm as ınd an kaynaklanmamaktadır. Bu, tamamen bir çık ar ve heg em ony a kurm akl a ilg il id ir. Emp ery al istl er in asıl dest ek sund uğ u gücün TC olduğu unutulmamalıdır. Yaptı rım tehditlerinin altında daha fazla taviz kop arm ak ist em i yatm akt ad ır. Hay at i önemde olmadıkça TC, zaten tavizde sınır tanımaz bir esnekliğe, (bağımlılığın da bir sonucu olarak) zaten sahiptir. Her şeyin iç içe geçtiği, kimin elinin kimin cebinde olduğu, at izinin it izine karıştığı bu karmaşık ilişkiler yumağında elbetteki sorunları ve ilişkileri doğru kav 74 Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler ramak ve tahlilde bulunmak oldukça güç tür. TC'nin Dış işl er i Bak anl ığ ı ve faş ist bürokratlarının bu karmaşık ilişkiler içinde değiştirmesi ne tesadüfi bir olay ve ne de basit bir kabine değişikliği olarak görüle mez. Bunun altında daha çok TC'nin ve emperyalistlerin çıkarlarının bir çatışma dönemine girdiği, emperyalist baskıların daha fazla yoğunlaşacağı yatmaktadır. Hik met Çetin'in uluslararası tekeller ve lobiler le içli dışlı olması bir güvensizlik kaynağı olarak görülmekteydi. Ve Çetin'in bu güç ler in tal im atl ar ın ın dış ın a çıkm ay ac ağ ı sezileri, O'nun değiştirilmesine vesile ola rak görülebilir. Burada, emperyalistlerin “Kürt politika sı”nın da görece bir değişikliğin gözlem lendiği diğer bir faktör olarak belirtilebili nir. Bu değişikliğin daha çok, TC'nin uygu ladığı şiddet ve savaşın zayıflatılması ve giderek terkedilmesi yönünde kendini dışa vurduğunu belirtmek abes olmasa gerek!.. Mümtaz Soysal'ın Dışişler Bakanlığı’na terfi edilmesini daha çok belirtmeye çalış tığ ım ız bu karm aş ık ilişk il er in son uc u olduğu söylenebilinir. Yanısıra, Soysal'ın özell eşt irm ey e karş ı tut um u ve sor un a engel çıkarma girişimlerinin de bu şekilde ortadan kalkacağı hesabı yapılmıştır. Soy sal, bugüne değin, her ne kadar burjuva liberal bir aydın intibasını vermişse de, O'nun ırkçılık düzeyine varan milliyetçiliği ve Kürt sorunundaki tutuculuğu Dışişler için biç ilm iş kaft an olar ak gör ülm es in e neden olmuştur. Mümtaz Soysal, uşak ve uydu basın ve medya tarafından “Batı kar şıtlığı”, “antiemperyalist fikirlere sahip” biri olarak tanıtıldıysa da bu gerçek dışıdır. Soysal, antiemperylist bir niteliğe sahip değildir. O'nun bazı reformlar yanlısı oldu ğu, devletin ve siyasal rejimin dikenlerin den kısmen de olsa arınması gerektiği ve “sosyal demokrasi” (!)yi savunduğu söyle nebilir. Bu nitelikler ve özellikler itibariyle Soys al, Dış işl er i’nd e TC'nin çık arl ar ın ı daha çok savunacak, yer yer emperyalistle rin haks ızlıklarına tutum alarak çıkışlar yapacak ve fakat klasik dışişleri politika sından da ayrılmayacaktır. Emperyalist baskılara rağmen Irak'la diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi doğrul tusunda çaba içine girecek ve en önemlisi de Kürt düşmanlığı tutumunu en açık şekil de dışa vurup, olası bir “Kürt Devleti”nin oluş um un a eng el olm ay a çal ış ac akt ır. Mümtaz Soysal'ın Dışişleri Bakanlığı'na atanmasına bir başka faktör de, SHP için deki muhalif kanadın dizginlenmesi yat maktadır. Koalisyonun koltuk destekçisi ve “kirli savaş”ın ortağı SHP; tüm kamuoyu baskısına, yoğun oy kaybına ve kendi taba nının itirazlarına rağmen kirliliğe, siyasi yozlaşma ve çürümeye, sermaye ve faşiz min tal epl er in e yan ıt olm ay a dev am etmektedir. Son revizyonunda bunu gözö nüne serdiği açıktır. SHP, oy kaybının ger çek nedenini araştırma yerine, artan milli yetçilik ve şovenizm dalgasına o da kendi ni kaptırmış ve mitinglerde daha fazla Kürt düşmanlığı politikasıyla oy kaybının önle neceği hesabı içindedir. Koa lisy on un gid er ek zay ıfl am as ı ve milletvekili istifalarının bir türlü bitmek bilmemesi sonucu, bu kez faşist MHP'nin de fiilen koalisyona eklemlendiği ve Tür 75 Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler keş'in sık sık T. Çillerle gizli görüşmeler yap ar ak takt ikl er verd iğ i bil inm ekt ed ir. Hatta öyle ki, MHP ve bazı bağımsız mil letvekillerinin SHP'siz bir koalisyon planı yaparak, olası bir erken seçimle DYP ile ittifak içine girebileceği dahi düşünülmek tedir. MHP zaten başlangıçtan itibaren faşist kirli savaşın önemli bir dinamiği durumun dad ır. Pek çok kadr os u, Kürt ill er ind e korucubaşı, özel tim komutanıdır. Yine, son yerel seçimlerde karakol ve polis okul larındaki sandıklarda, tüm oylar MHP'ye atılmıştır. Ordu içinde, ikinci ve üçüncü derecedeki subayların önemli bir bölümü MHP'lidir. Zaten Kürt düşmanlığı ile artan şovenizm ve ırkçılık da en fazla MHP'nin işine yaramakta, güç kazanmasını sağla maktadır. Ord un un da çöz ülm e, mor als izl ik ve gerilla karşısında tutunamayıp dağılmayla yüzy üz e kalm as ı, gid er ek kirl i sav aş ın çoğunlukla sivil faşist odaklar tarafından yürütülmesi planını daha çok öne çıkar maktadır. MGK'nın son on yılın dökümünü yaptı ğı “Kürt raporu” bu çözümsüzlüğü bir kez daha ortaya koymaya yetmektedir. Bu süre içinde toplam 960 köyün yakı lıp harabeye çevrildikten sonra boşaltıldığı, yalnızca operasyonlara 987 trilyonun har candığı ve savaş faturasının 4.2 katrilyon olarak tahmin edildiği, operasyonlar sonu cu yüzbinlerce hektar ormanın yakıldığı ve bu durumun doğal ekolojik dengeyi bozdu ğu; pek çok mağara ve tarihi kültür mirası nın yok olduğu, MGK'nın raporunda itiraf edilmektedir. TC ve Gen elkurm ay ’ın kend i ins an kayb ın ı dev aml ı olar ak düş ük göst er ip, öldürülen gerilla sayısını yüksek gösterme si ve bu şekilde psikolojik savaş üstünlüğü nü elinde tutarak moral kazanmaya önem verdiği bilinmesine karşın, yine de verdiği rakamların tüyler ürperten boyutta olduğu ortadadır. Buna göre; 244 subay, 621 astsu bay, 930 uzman çavuş, onbaşı, 5644 er ve 275 emniyet mensubu olmak üzere toplam 7614 kişinin yaşamını yitirdiği yazılmakta dır. Bu say ıl ar a 4036 köy kor uc us u da ekl en inc e 11.750 (onb irb in) kiş il ik bir ord uy u sav aşt a kayb ett iğ i bizz at MGK tar af ınd an kab ul edilm ekt ed ir. Bu sür e içinde 2 savaş uçağı, 3 helikopter, 5 savaş tankı devre dışı kalmış ve binlerce sakat insan bu ayıbı taşıyarak savaşa devam edil mesi istenmiştir. Savaşta gerilla ve KUKM kayıplarının dök üm ü de şöyl e sır al anm akt ad ır: 6443 ger ill a, 3330 PKK yanl ıs ı (ki bunl ar ın çoğunluğu PKK sempatizanı bile sayılma yacaktır) aynı süre zarfında 13.000 gerilla nın sakat kaldığı ve onbinlerce kişinin de gözaltına alınarak çoğunun tutuklandığı da, MGK'nın raporu arasında yer almaktadır. (Kaynak Özgür Ülkeye aittir) Bu sayıların da kanıtladığı gibi, gerilla ve Ulus al Kurt ul uş Müc ad el es i “üç beş çap ulc u” ile ifad e edilm ey ec ek kad ar büyük, donanımlı ve yetkindir. MGK'nın kendi denetimine aldığı ve hizaya soktuğu burjuva basını, bu kirlilik içinde promosyon savaşı ile kupon verme ye devam etmektedir. Kokuşmuş ve köhne miş burjuva siyasal rejim kadar, basın da kirl enm iş, yozl aşm ış ve köhn em işt ir. 76 Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler Onyıllardır milyonlarca işçi ve emekçiyi, yığınları terörize eden, karayı ak gösteren ve insan beyni ve yüreğini teslim alarak kirliliğe alıştıran basın ve medyadır. Günü müzde medyadan daha fazla, insanı afyon layıp uyuşturan başka bir nesneden bahse dilemez. Şay et 10 yıld ır dev am eden “kirl i savaş”ın acı ve dram at ik son uçl arı hala bil inm iy ors a ve hal a bu kör kuy un un, “devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü” adı altında saklanarak anlaşılması sağlana mıyorsa bunun en baştaki nedeni medyadır. Şayet bu medya, İngiliz basın kuruluşu BBC'nin İsrail askerlerinin Filistinli bir gerillanın kolunu nasıl kırdığını saptadığı gibi saptasaydı, ve aynı yayın kuruluşunun Falkl and Adal ar ınd ak i İng il iz vahş et in i tarafsız ortaya koyma tutumunu benimse miş olsaydı acaba kirli savaş hala bu denli savunulabilinir miydi? ABD'nin Vietnam vahşetini izleyen bir gazetecinin, askerlerin yaşlı bir Vietnamlı kad ın ın baş ın a day att ıkl ar ı sil ah ı vey a küçük bir çocuğun arkadan nasıl kurşun landığını görüntülemesi savaşın kaderini ABD’nin aleyhine değiştirmeye yetmedi mi? TC, ABD'nin Vietnam'daki uygulamala rın ın da, İsr ai l'in mazl um Fil ist inl il er e uyguladığı terörün de beterini Kürdistan'da uygulamaktadır. Ne var ki medya, kör ve sağır yaşamakta ve sermayenin buyrukla rından ayrılmamakta ayak direttikçe sava şın vahşet tablosunu yığınların öğrenmesi ne olanak yoktur. Basın kuruluşları; televizyon ve gazete ler tekelci sermayenin ellerindedir. Serma ye, bu kuruluşlara kar amacının yanısıra, kurulu sistemin korunması görevi yükle miştir. Pek çok basın kuruluşu devlettten kredi alarak ayakta durmaktadır. Böyle bir ilişki ister istemez basına diyet, borç öde me yükl em ekl e kalm am akt a, ideo loj ik etk inl ik sağl am an ın da vazg eç ilm ez bir aracı durumuna getirmektedir. Köşe yazar ları, gerçeği ortaya koyma, doğru haber yayma ve yazma, inceleme ve sorgulama yerine, sahibinin sesine göre şekillenmekte ve ona uygun konuşmaktadır. Bir kısım bağımsız ve demokrat basın, hem gücü itibariyle ve hem de siyasal reji min ağır bask ıl ar ın a mar uz kald ığ ınd an yeterli etkinliği ortaya koyamamaktadır. Faşist rejimin muhalif basına yönelik saldı rıları, ağır cezalar uygulaması ve kapatarak milyarlık para cezalarına tabi tutması da egem enl er in tah amm üls üzl üğ ün ü ort ay a koymaktadır. Son bir yıl içinde, pek çok akademisyen, araştırmacı yazar, sendikacı ve aydın “terör suçlusu” olarak tanımlan mış ve cezaevlerine kapatılmıştır. Onlarca devrimci ve sosyalist dergiye uygulanan ağır para cezaları ve kapatma davaları yet miyormuş gibi yazıişleri müdürleri de olur olmaz bahanelerle tutuklanıp cezalandırıl maktadır. Faşist rejimin ve sermayenin bu taham mülsüzlüğü ve siyasal saldırıları, onun bir avuç egemenler dışında milyonlarca işçi ve emekçiye ve Kürt ulusuna uyguladığı dik tatörlüğün bir sonucudur. Devlet ve rejim sermayeye demokrasi, milyonlarca işçiye, emekçi memurlara ve tüm halka koyu bir baskı, terör, işkence ve tutuklama uygula maktadır. Bu terörü kınayan, ona destek ve 77 Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler güç vermeyen her kurum, kişi, çevre ve parti hemen soruşturma ve kovuşturmalara maruz kalmaktadır. Parl am ent o; en açık dej en er asy on a, yozl aşm ay a ve kok uşm uşl uğ a örn ekt ir. Kendisi generaller tarafından kapatıldığın da ve göstermelik parti kapatmaları günde me geldiğinde avazı çıktığı kadar bağırıp, yakınan burjuva faşist parti liderleri, asker lerin papucunu dama atarcasına cuntacı, darbeci ve yasaklayıcıdırlar. 2 Nisan darbe si bunlardan biridir. MGK'nın buyruğuyla DEP milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılarak vekilliklerinin düşürülmesi... ardından hepsinin apar-topar tutuklanarak sorg ul anm as ı, burj uv a parl am ent on un sah ip old uğ u “dem okr as i”(!) anl ay ış ın ı gözler önüne sermektedir. Koa lisy on hük üm et i, örn eğ in e end er rastlanan bir pişkinlikle alttan yığınları ve işçi sınıfını, “demokratikleşme paketi” ile oyalamakta, açıkça alay etmektedir. Onla rın demokratikleşme dediği, tıpkı 141 ve 142'nin kaldırılarak, yerine daha baskıcı ve terörcü bir yasa olan “anti-terör yasası” örneğinde olduğu gibi, yeni faşist yasa ve kar an am el er çık ar ıp ezil enl er i terb iy e etmenin bir aracı durumuna getirmekten başka ne olabilir ki? Hele hele işçi sınıfı suskunluğunu koru dukça, memurlar sustukça kısacası, tüm halk yığınları geniş ve kitlesel bir direniş ve mücadele ortaya koymadıkça, burjuva zinin; ezilenlerin lehine düzenlemelerde bulunmasına ve demokratik haklar tanın masına hemen hemen hiç olanak yoktur. Özg ürl ük ve dem okr as i müc ad el es i, tüm yığınların sınıfsal kavgası ve direni şiyle başarılı olabilir. Kazanılmış haklar her dön emd e müc ad el e son uc und a eld e edilmiş ve hiçbir zaman burjuvazi tarafın dan hed iy e edilm em işt ir. Bu bağl amd a, koa lisy on un “dem okr at ikl eşm e” mas al ı kimseyi aldatıp, rehavete götürmemelidir. Diyelim ki, basına yönelik baskılar ve verilen cezaların kaldırılması ve olası bir “bas ın aff ı” anc ak, cidd i ve kar arl ı bir mücadele sonucunda hayat bulur. Yazarla rın, sendikacıların ve aydınların susturul masını amaçlayan bu yaptırımların boşa çıkarılması tamamen bir kampanya sonucu yap ıl ar ak, oluşt urul ab il ec ek cidd i bir kamuoyu baskısı bu yasayı iptal edecek ve rafa kaldıracaktır. Yoksa, siyasal rejimin hiçbir gereklilik yokken, kendisinin çıkart tığı bir yasayı iptal etmesi ve o yasadan hüküm giyenleri salıvermesi düşünülemez. Türk egemenlik sistemi, başka KUKM, olmak üzere hem işçi sınıfına ve hem de emekçi memur hareketine yönelik oldukça kapsamlı bir saldırı, susturma ve sindirme içind ed ir. Bu sald ır ıl ard an gençl ik ve kadınlar da nasibini almaktadır. Rejim, tüm kötülüklerin, zamların ekonomik bunalı mın nedeni olarak, Kürt Ulusal Mücadele sini göstermekte ve bunu vesile yaparak, herkesin fedakarlık yapmasını istemekle kalmayıp devlete itaat edilmesini empoze etmektedir. Bir yandan bankalara, ve tekel ci sermayeye ucuz faizle kredi verirken, diğer yandan da 1 milyona yakın işçinin bağıtlanmış toplu iş sözleşmesi farklarını ödememekte, “zorunlu tasarruf fonu” adı altında toplanan paraları zamanı geldiği halde iade etmeyip el koymakta ve memur larla alay edercesine 1 kg peynir dahi alı 78 Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler namayacak kadar komik bir “zam”la onları açlıkla yüzyüze bırakıp “fedakarlık” iste mektedir. Bir yandan teslim alınan sendikalar ve onl ar ın bür okr at başk anl ar ı arac ıl ığ ıyl a sınıf, eylemsizliğe ve hareketsizliğe sürük lenirken, diğer yandan da özelleştirme sila hı ile işçi sınıfının sendikal kazanımları ve örgütlülüğü dağıtılarak kanatları yolunmak istenmektedir. Özelleştirme planı devreye konulduğundan bu yana pekçok işletme, işyeri ve belediye de bu fırsattan yararlanıp yüzbinlerce işçiyi işinden etmiştir. Henüz özelleştirme gerçekleşmediği halde, bunca işçinin işten atılması düşündürücüdür. Yal nızca belediyelerde bile Mart'tan bu yana 50 bini aşkın işçinin iş akdinin feshedilme sinin özelleştirmeyle direk bir bağı bulun madığı ortadadır. Görüldüğü gibi, hem özel tekelci ser maye ve hem de kamu sektörü özelleştir meyi bahane edip, sınıfın en yiğit, mücade leci ve deneyimli kesimini üretim dışına atmakta ve bu şekilde sınıfın eylemi dina mizmini içten içe zayıflatmayı amaçlamak tadırlar. İşçi sınıfı, sermaye ve siyasal rejimle bir hesaplaşmaya girmez, kitlesel bir eylem ortaya koymaz ve somut iktisadi ve siyasi tal epl erl e meyd anl ar a dök ülm ezs e dah a kaps aml ı bask ıl arl a yüzyüz e kal ac akt ır. İşçi sınıfı, sendikal gericilik barikatını mut lak a yıkm al ı ve send ik al bür okr as in in rejimle danışıklı dövüşünü deşifre etmeli dir. Sendikal bürokrasinin, işçi sınıfı içinde ki burjuva ajanlar veya onların gizli temsil cileri olduğu unutulmadan sınıfın, ilk dar beyi bu kesime vurması, küçümsenemez bir başarı ve ilerleme olacaktır. İşçi sınıfı, kendi gücüne güveni esas almadıkça, inisiyatifi ele geçirmedikçe ve kendi öz sınıf talepleriyle meydanlara çık mad ıkç a, işt en atılm al ar a, zor çal ışm a koşullarına ve rejimin yoğun saldırılarına set çekemez. İşçi sınıfı, Kürt Ulusal Müca delesine destek vermeyi bir demokrasi ve özgürlük sorunu olarak görmelidir. Zira Kürt ulusunun özgürlüğe kavuşması, işçi sınıfının, demokrasi ve siyasal özgürlük mücadelesine de hizmet edecektir. İktisadi ve Siyasal Bunalım, Devrimci ve Sosyalist Güçlere Yeni Olanaklar Sunu yor Bir ülkede; siyasi ve iktisadi göstergele rin istikrarlı seyretmesi, toplumsal huzur suzluk ve hoşnutsuzluğun kendini dışa vur mam as ı, egem enl er in nef es bor ul ar ın ın açık ve sistemin herhangi bir ciddi tehditle yüzy üz e olm ad ığ ın a işar ett ir. Bu tür durumlarda siyasi iktidar kendini kolaylık la üretebilir. Devamlılığından zorlanmadan ilerleyebilir ve alttan yığınları yönetmekte pek fazla engelle karşılaşmaz. Mevcut gösterge ve toplumsal görüngü ler Türk egemenlik sisteminin huzur ve istikrarını değil, bunalım içinde olduklarını ve yönetmekte hayli zorlandıklarını göster mektedir. Ne var ki, derin iktisadi ve siya sal bunalım, sınıf çatışmaları ve bir dev rimci ve sosyalist alternatifle birleşemezse, işçi sınıfı ve diğer muhalif toplumsal dina mikler, bir eylem dalgası ile faşist iktidarı tehdit etmekten uzaksa; daha da önemlisi, öznel (subjektif) koşullar yetersiz ve elve rişli değilse bu durum; en başta mevcut 79 Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler iktidarların büyük bir tehdit altında olma dığını ifade eder. Türk siyasal rejiminin durumu da, verili konjonktürde buna benzer bir durum gös term ekt ed ir. Sist em i pekç ok hast al ık kemirmekte, ateşi yükselmekte ve fakat bütün bunlar onu ölüme ve yıkıma götüre cek düzeyden uzaktır. Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesi kendi öz dinamikleriyle önemli bir mesafe sağlamış; taleplerini, sömürgeci egemenlik sistem in e day atm ış, ancak işçi sınıfı ve emekçilerin gerekli desteğini kazanamadı ğından hedefine ulaşamıyor. Bundan dış koşulların da etkisi ve rolü unutulmamalı dır. İşçi sınıfı; özelleştirme, işsizlik ve sen dikasızlık saldırısına maruz kalmasını, enf lasyonun getirdiği önemli geçim sıkıntıları na rağmen, hala bir direniş ve mücadele kararlılığı sergilemiş değildir. Korku yıl gınl ığ ı aşam am ış, güc ün e güv ens izl iğ i yıkamamış ve devrimci ve sosyalist hare ketlerden uzak durmaya devam eden işçi sınıfından bilinçli ve iradi bir mücadele kararlılığını beklemek abestir. Gerek işçi sınıfımız ve gerekse emekçi memur hareketinin, onca saldırı ve dayat malara, yaptırım ve haksızlıklara rağmen güçli bir karşı koyuş ortaya koyamaması kendi başına irdelenmeye muhtaçtır. Sınıfın tam bir hareketsizlik ve eylem sizlik içinde olduğunu ileri sürmek yanlış olacaktır. Hatırı sayılır eylemlilikler, yer yer polis ve diğer militarist güçlerle lokal düzeyde karşı koyması ve iktisadi hakların kazanımı için ülke çapında eylemlere baş vurması gözardı edilemez gelişmelerdir. Zaten sınıfın bilinç düzeyi, örgütlenmede aldığı mesafe, dayanışma kültürü, deney ve tecrübe zenginliği, sendikal bürokrasi ve gericilik tarafından pasifizm ve reformcu öğelerle sisteme bağlanması ve özellikle de marksis-leninist donanıma sahip bir öncü den yoksunluğu, siyasal rejimi sarsacak eylemler ortaya koymasına engeldir. Gerek özgürlük ve demokrasi mücade les ind e kend ind en söz ett ir en devr imc i har ek et ve ger eks e, kom ün ist zem ind e yeralan politik oluşumlar olsun (mevcut durumlarıyla) sınıfa ve emekçilere gerekli güv en i verm ekt en uzakt ır. Dem okr at ik devrimci hareketlerin bazı bireysel eylem lerine rağmen, sahip olduğu kültür ve ahla kın yanısıra, çarpık demokrasi bilinci, hot zotçuluğu ve kitlelere güvensizliği, yanlış strateji, program ve taktiklerle birleşince bu durum, işçi sınıfı ve emek cephesinin kend il er ind en uzak durm as ın a ned en olmaktadır. Bu kesimin kendi saflarında cereyan eden şiddet girişimleri ve yer yer silah kullanılması da sınıfın tepkisini çek mektedir. Komünist saflarda yeralan ve marksiz mi leninizmi temsil eden grup, hareket ve “parti”lerin bütün siyasal olgunluk, yerleş miş sosyalist kültür, ahlak ve mücadelede işçi sınıfını temel almaları tek başına yeter li değildir. İyi niyetli ve samimi tüm uğraş lara rağmen hala marjinallikten kurtulama mal ar ı, işç i sın ıf ı ve emekç il er e yet erl i güveni vermekten uzak olmaları, düşündü rücüdür. Toplumsal olaylara ve siyasal rejimin içinde bulunduğu genel ve kapsamlı buna lımların yarattığı olanaklara rağmen ML'le 80 Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler rin bir güç olamamasının nedenleri üzerine yoğunlaşmak ve marjinalliği aşmak önem taşımaktadır. Faşist siyasal iktidarın hemen hemen hergün yeni saldırılara başvurması na, kazanılmış kısmi hakları rafa kaldırma sına ve yeni iktisadi ve siyasi yaptırımlar devreye koymasına karşın sosyalistlerin her somut durumu iyi değerlendirip taktik ler geliştirdiğini söylemek ham hayal olur. Karşıdevrimin her bir saldırısı, devrimci ve sosy al ist takt ikl erl e yan ıtl anm ad ıkç a ve yığınların beklentilerine karşılık verilme dikçe, komünistlerin görevlerini ve tarihsel sorumluluğunu yerine getirdiği söylene mez. Açıkç a söyl em ek ger ek irs e, nesn el koşulların sunduğu herbir olanağın mark sist-leninistler tarafından yeterince değer lendirilemediği ve bu durumun da işçi sını fının güvensizliğine neden olduğu açıktır. İşçi sınıfı yazımızdaki iç tutarlılığa ve teş hir ve propoganda da neleri nasıl kullandı ğımızdan ziyade, pratiğimize bakıyor. Han gi toplumsal olaya karşı, nasıl bir pratik ve eylem sergilediğimiz işçi sınıfını daha faz la ilgilendiriyor. Taktik savaşımda, devrim ci mücadele araçlarını yerli yerinde kulla nıp kullanmadığımız, bu araçların işçi sını fı tarafından benimsenip benimsenmediği, enflasyon, işsizlik, zamlar, faşist yasalara karşı mücadele vb. vb. gibi somutluklarda, ML'lerin hangi somut siyasal eylem progr amları geliştirdikleri ve hangi kampanyala rı örgütledikleri işçi sınıfı ve emekçileri örgütlemede önem taşımaktadır. Sözgelimi faşist rejim ve bürokrasinin gerçekleştirdi ği yolsuzluk ve hızsızlıkların ve tekelci serm ay ey e peşk eş çek il en trily onl ar ın, somut olarak ve belgeleriyle gözler önüne sergilenmesi ancak bir kampanya ile sağla nır. Aynı dur um, sağl ık eğit im ve kirl i savaş için de geçerlidir. Bunların yerine get ir ilm es i gör ev i, sosy al ist önc ün ün sorumlulukları arasındadır. Somut siyasal kampanyalar ve bu kampanyalarda kullanı lan propaganda ve ajitasyon araçları ve etkin bir dil, işçi sınıfının örgütlenip öncü ye güven duymasını sağlamada önemli bir yere sahiptir. Ne var ki, marksisit-leninist hareketle rin (kimi yerel çalışmalarını saymazsak) güçlü, birleşik kampanyalar gerçekleştir diklerini söylemek oldukça güçtür. Kısaca sı, bu alanda izlenen politika; “deve kuşu misali”ni anımsatır türdendir. Devrimci-demokratik saflarda olduğu gibi, marksist-leninistler bakımından da eylem birliği, sınıf çıkarlarını gözetme ve devl et in sald ır ıl ar ın a karş ı ort ak tut um alma ve ortak savaşımı geliştirme bilinç ve sorumluluğu yanlış ve çarpıktır. Bu çarpık lık da yığınları olumsuz etkilemekle kal mamakta, uzak durmaya sevketmektedir. Her grubun kendini beğenmesi ve beğen dirmeyi esas alması, grupsal rekabetin her zeminde kendisinden sözettirmesi, sınıfın şimşeklerini üzerine çeken bir başka konu dur. Bu anlayış, işçi ve emek cephesini de grupl ar a bölm ekt e ve karş ıdevr im ve mücadelede gücünün zayıflamasına neden olmaktadır. Marksist-leninistlerin (en azından bir böl üm ün ün) ort ak irad e ort ay a koym a yönündeki samimi çabaları, işçi ve emekçi leri de heyecanlandırmakta, ilgi ve desteği ni almaktadır. Birlik yönünde atılan her 81 Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler som ut adım, hiç kuşk u yok k i, mevc ut olumsuzluk ve handikapların önemli bir bölümünü aşacak, sınıfın sosyalistlere bes lediği güvensizliği giderecek ve öncü ile sınıfın ayrı duruşunu önemli ölçüde yok edecektir. Birlik; mevcut koşulların, devri me sunduğu olanakları daha iyi görecek, değ erl end ir ec ek ve kan al iz e edec ekt ir. Marjinal bir yapının kendi olanaklarıyla baş ar am ad ığ ın ı, ort ak sosy al ist irad e kolaylıkla başaracak ve toplumsal olaylara müd ah al e etm ed e yol alac akt ır. Siy as al kampanyaların hayat bulması, siyasal teş hir görevinin yerine getirilmesi ve propa gand a ve ajit asy on un etk il i, cezb ed ic i gücünün ortaya konması; güçlü bir irade ve ML'ler in birl iğ in in sağl anm as ıyl a dah a başarılı olacaktır. Sosyalist saflardaki dağınıklığın kısmen gid er ilm es i, işç i sın ıf ın ın küm el end iğ i işletme ve fabrikalarda kendini konuştur makla kalmayacak, buralarda yoğunlaşarak bir kale haline getirmeyi başarmada daha büyük olanaklara sahip olacaktır. Fabrika ve işl etm el er in feth ed ilm es i ve üret im disiplini içinde işçi sınıfının örgütlenmesi, devr im ord us un u enin e ve der inl iğ in e yetkinleştirecektir. Parti kültürü ve fikrinin geliştirilmesi, siyasal olgunluk ve tutarlılığın yerleştiril mesi, bilinçte ve örgütlenmede daha önem li mesafelerin alınması, en başta teori ile prat ik aras ınd ak i gör ec e kop ukl uğ a son verecek, sınıfın bütün olanaklarını merke zileştirip harekete geçirecektir. Mevc ut dur umd a; var olan devr imc i olanakların devrime kanalize edilememesi nin temel nedeni, güçlü ve tutarlı bir siya sal oluşumun bulunamamasından kaynak lanmaktadır. Siyasal rejim ve devletin içine girdiği yıkım, ekonomik darboğaz, siyasal bunalım, kangrene dönüşen pekçok soru nun bir türlü aşılamaması, muazzam çürü me, yozl aşm a ve hoşn uts uzl uk, gid er ek devrime kanalize etmektedir. Siyasal parti ler, kitl el er i kend il er in e bağl am ad a ve inandırıcı olmaktan her geçen gün daha fazla uzaklaşmaktadır. Bütün bu veriler, sosyalistlere daha büyük görevler yükle mekte ve sorumluluğunu arttırmaktadır. Kitle mücadelesinde esas engel haline gel en pas if izm ve sağc ıl ığ ın aşılm as ı, öncünün içinde bulunduğu zaafların gide rilm es i ve yen i ufukl ar ın açılm as ı için, somut eylem planları ve güçlü kampanya larl a tüm araçl ar ın devr ey e kon ulm as ı gerekmektedir. Nesnel koşulların yarattığı elverişli durumu değerlendirmek ve devri me kan al iz e etm ek pol it ik önc ünün en temel görevidir. Ve bunu başarmak, öznel koşulları işlevine kavuşturmak elimizdedir. Devrimci Yaşam Dergisi Eylül 1994 82 Siyasal Rejimin Açmazı ve Devrimci Görevler 83 Marksizmde Kategori ve Kavramların Yeri, Kavramların Dili Bir Deneme Marksizmde Kategori ve Kavramların Yeri, Kavramların Dili 1- Kavrayışın ve pratiğin dayanak noktaları olarak kategori ve kavramlar Tart ışm as ız kab ul ett iğ im iz olg u şu: Kategoriler ve kavramlar doğayı yeni den şekillendirme –ki bu fiili bir gelişme dir– ve kavrama sürecinde oluşurlar. Kate goriler ve kavramlar, insanların kavrayış faaliyetinin veya hareketinin birer aracıdır lar. Bu olg uy u, tart ışm as ız bir gerç ek yapan nedir? Bu sorunun cevabını kavra ma sürecinin gelişme seyrinde görüyoruz. İnsanların doğa hakkında kapsamlı ve der in bilg iy e sah ip olm al ar ı, böyl el ikl e doğa üzerinde etkide bulunmaları, doğanın olanaklarının (güçlerinin) insanın varlığını sürdürebilmesi için kaçınılmaz olan gerek sinimlerine tabi kılınması, işte bu kavrayı şın vey a bil inçl enm en in (bil inçl il iğ in) amacıdır. Bilinçlenme veya kavrayış oldukça kar maşık bir süreçtir. Ama bütün karmaşıklı ğına rağmen bu süreci birbirini takip eden –tam aml ay an– iki aşam ad a topl ar ız. a) Duyumsal kavrayış, b) Teorik düşünme. a) Duy ums al kavr ay ış aşam as ı: Bu, insanın bütün –beş– duyum organlarıyla pasif değil aktif-canlı; pratik faaliyet için deki gözlemidir. Doğadaki ve de toplum daki süreçleri ve gelişmeleri salt bu şekilde gözlemlemekle en fazlasıyla gerekli mater yaller toplanmış olur, ama bu materyallere dayanarak gerçek üzerine derin bir bilgiye sahip olmak henüz sözkonusu değildir. Bu aşamada; canlı gözlem, bilimsel-gerçek kavrayışın bir önkoşulunu oluşturur. 84 Marksizmde Kategori ve Kavramların Yeri, Kavramların Dili Duyumsal kavrayış aşamasında nesne ler üzerine doğadaki ve toplumdaki süreç ler ve gelişmeler üzerine önemli bilgiler elde etmiş oluruz. Ama bu bilgiler/veriler yüz eys eld ir-gözl eml en en in yüz ey ind ek i gelişmeler hakkındaki bilgilerdir. Dolayı sıyl a kavr ay ış sür ec in in bu aşam as ınd a yani duyumsal kavrayış sürecinde önemli olanl a öneml i olm ay an, zor unl u olanl a tesadüfi olan, genel olanla münferit olan arasında bir ayrım koyacak durumda ola mayız. Bilincin veya kavrayışın (idrakın) amacı bu ayrımı/farkı koymaktır. Aksi tak dirde insanın doğayı, onun yasalarını tanı ması ve onu kendine tabi kılması bir hayal dir. b) Teorik düşünme aşaması: İlk aşama da, duyum organlarımız vasıtasıyla elde ettiğimiz materyali belli bir düzene sok mak, orad ak i yüz eys el gör ün üml er in in altındaki gerçeği; özü, zorunluluğu; neden selliği, belli bir yasaya uygunluğu bulup çık artm ak için (bil inc e çık artm ak için) kavrayış süreci devam ettirilir ve yeni kav rayış araçlarıyla bir üst aşamaya çıkartı lır. Bu üst aşamayı veya kavrayış/bilinçlen me sürecinin ikinci aşamasını soyutlama ve genelleme oluşturur. Böylelikle soyutla ma ve genelleme teorik düşüncenin araçla rı olurlar. Bilinç, beynin bir ürünüdür, bir fonksi yon ud ur, yüks ek der ec ed e örg ütl enm iş madde olarak beyin bilincin, düşünmenin organıdır. Beynin –tabii ki burada sözko nusu olan, insan beynidir– soyutlama ve genelleme faaliyeti ile objektif dünyanın yas al ar ı keşf ed il ir. Nesn el er in içt e gizl i kalan, öze tekabül eden bağları, ilişkileri açığa çıkartılır. Soyutlama ve genelleme, kavr ay ış ın old ukç a etk il i bir er arac ıd ır lar. Soy utl am ayl a doğ ad a ve topl umd a süreçlerdeki ve gelişmelerdeki önemli olan ile önemli olmayan, zorunlu olan ile tesa düfi (raslantı) olanı ayrıştırırız. Genelleme de bize nesnelerin ve görünümlerin (geliş melerin) iç temel ve bağını, nedenini ve yasasını ve bütünselliklerini ortaya çıkart mamıza olanak sağlar. Genelleme olmaksı zın bilimsel kavrayış da olmaz. Gen ell em en in son uçl ar ı tesp it edil ir (saptanır). Bunlar anlamlarını kavramlarda, kat eg or il erd e, yas al ard a vs. bul url ar. Örneklersek; kavram olarak "devrim"de onun esas ve özgül içeriği genelleştirilmiş tir. Kavram olarak "işçi sınıfı" veya "burju vazi" de bu sınıfların esas ve özgül yönleri, bu sınıfların her birini bir diğeri karşısında karakterize eden özellikleri genelleştiril miştir. Kavram olarak "insan" da, bütün ins anl ar a özg ül ne vars a onl ar ın heps i genelleştirilmiştir. Demek oluyor ki, kategoriler ve kav ramlar, insanın soyutlama ve genelleştirme faaliyetinin sonucudur. Kavram ve katego riler, bilince çıkartılanların ifade formları dırlar. Kavram ve kategoriler, kavrayışın düğ üm nokt al ar ıd ır. Çünk ü kavr am ve kategoriler nesnelerin doğadaki ve toplum daki süreçlerin gelişmelerin en önemli ve esasa özgü yönlerini ifade ederler. Kavr am ve kat eg or il erd e, ins an ın (düş ünc es in in) obj ekt if düny ay ı hang i ölçüde özümlediğini görürüz. Çünkü kav ram ve kat eg or il er ins an düş ünc es in in kaz an ıml ar ın ı, obj ekt if düny an ın özün e sızma derecesini, bu alandaki ilerleyişini 85 Marksizmde Kategori ve Kavramların Yeri, Kavramların Dili ifade ederler. Yanıltıcı olmayanlar; kavram ve kategoriler, salt safi düşüncenin ürünü değildirler. Kavram ve kategoriler, insanın sadece teorik değil, aynı zamanda pratik faaliyetinin de ürünleridirler. Dolayısıyla; ins an ın prat iğ i ne denl i kaps aml ı/der in; zengin olursa, insanın pratiğindeki tekno loji ne denli yüksek seviyede olursa, doğa dak i ve topl umd ak i gel işm el er in özün e inme; onların iç, en önemli bağlarını ortaya çıkarma daha çok olanaklı olur ve böylece yeni ve daha derin anlamlı kategori ve kav ramlar oluşturulur veya sözkonusu alanda ki kavram ve kategoriler daha da kapsam laşırlar; yani sözkonusu olayın içeriği, özü kategori ve kavramlarla daha kapsamlı ola rak tanımlanabilir. İlkel toplumdaki insa nın, kend in i doğ a güçl er in e tab i kılm a sürecinden bugüne gelen gelişmesi; doğaya tabi olmaktan, onu kendine tabi kılması, onun bilinçlenmesinin ve bunu da bir dizi kavram ve kategorilerle ifade etmesinin sürecidir. Öyle ki, insan, doğa yasalarını, o objektif yasaları tanımak ve kendi çıkarı için onlardan yararlanmak durumuna çok tan gelmiştir. Yasalar ise; ister toplumda isterse de doğada olsun, ancak ve ancak kategori ve kavramların yardımıyla tanım lanabilirler. Bu anlamda Lenin şöyle der: "…kategoriler, … dünyanın kavranma sının aşamalarıdır, ağdaki düğüm noktala rıdır; bu noktalar ağı kavramaya ve ona hakim olmaya yardımcı olurlar." (Lenin; "Aus dem Phil os oph isch en Nachl ass", Dietz Verlag Berlin, 1958, s. 97) Kategorilerin ve kavramların oluşması na götüren yol, uzun ve karmaşıktır: Bu yolda; veya bu süreçte kavrayış ve pratik iç içe geçmiş, kaynaşmıştır. Pratikten kastedi len, özellikle üretim faaliyetidir. Kısacası, kategori ve kavramların oluşumunun temel ve çıkış noktası pratiktir. Öyleyse; bir kate goriyi teorik olarak formüle etmeden, bir kavramı bilimsel olarak formüle etmeden önce, objektif gerçeklik sürecinde; dünya nın fiilen özümlenmesi sürecinde uzun ve karmaşık bir yolun/mesafenin katedilmesi gereklidir. Kavr am ve kat eg or il er in içer ikl er i objektiftir. Çünkü onlar gerçek dünyayı, kendi (dünyaya) özgü bağlamlarıyla yansı tırlar. Yani kavram ve kategoriler objektif dünyanın fotoğraflarıdır. Kategori ve kavramlar tarihi bir karak ter taşırlar. Onlar tarihi koşulların ürünü dür; insanlığın pratik faaliyetinin ve kavra ma faaliyetinin, tarihi gelişme seyri içinde doğarlar. Kat eg or i ve kavr aml ar ın tar ih i bir karakter taşımaları, maddi koşulları doğdu ğunda yeni kavram ve kategorilerin oluştu rulacağı anlamına geldiği gibi, yine maddi koşulları doğarsa mevcut kavram ve kate gorilerin gelişecekleri ve değişime uğraya cakları anlamına da gelmektedir. Öyle ki, bu gelişim ve değişim sürecinde birtakım kavram ve kategoriler –insanın kavrayış ve pratik faaliyetinin seyri içinde– daha fazla anlamlı, daha belirgin anlamlı. Demek oluyor ki, kavram ve kategorile rin gelişmesi tamamen kavrayışın genel bir yasasına tabidir. Bu yasa, insan bilgisinin; bilinçlenmenin görece gerçeklerden geçe rek mutlak gerçeğe doğru gelişme yasası dır. Böylelikle veya bu süreç içinde idrakın gelişmesinin her bir yeni tarihi aşaması 86 Marksizmde Kategori ve Kavramların Yeri, Kavramların Dili kavram ve kategorilerimizi daha da somut laşt ır ır, der inl eşt ir ir ve bunl ar ın herb ir i görece gerçekleri ifade ederler ve her bir kavram ve kategori mutlak gerçeğe doğru katedilen yolun ileri aşamalarını oluşturur lar. Görüyoruz ki, kavram ve kategoriler kavrayışımızın dayanak noktalarıdırlar. Biz onl ar ı, gerç eğ in doğr u tan ıml anm as ı ve kavranması için dayanak noktaları olarak kullanırız. Pratiğimizi belirleyen düşünce lerin her biri, ifadelerini belli yasalarda, kavramlarda ve kategorilerde bulmaktadır lar. O halde; kendini kavram ve kategori lerde, teorilerde ve yasalarda (kavram ve kategoriler için söylediklerimiz teori, yasa, hipotez, düşünce vs. için de geçerlidir) ifa de eden siyasi düşüncemiz yanlış ise bizim pratiğimiz de yanlış olur veya yanlış faali yete sürükler. ğin kategorileri de dahildir) oldukça genel karakterde olan kavramlardır. Felsefede kat eg or il er doğ ad a ve topl umd a her bir sürecin, her bir hareketin yönlerini ve iç bağlamlarını genelleştirirler. Örneğin; içe rik, biçim, çelişki, nicelik, nitelik, ölçü vs. Bunlar materyalist diyalektiğin kategorile rinden sadece bazılarıdır. İster tek tek bilim dallarına özgü kav ram ve kategoriler olsun, isterse de felsefe de kavram ve kategoriler olsun, bunların hepsi –yukarıda belirttiğimiz gibi– tarihi karakter taşırlar. Yani bunlar, ister özgül, ist ers e de en gen el kar akt erl i ols unl ar, süreç içinde; insan bilgisinin, bilincinin gelişmesine paralel olarak gelişmişlerdir. İnsanlık tarihi veya insanlığın bilgilenme tarihi aynı zamanda kategori ve kavramla rın gelişme tarihidir. Objektif dünya, sadece, insan bilincin den bağımsız oluşuyla tanımlanamaz. Bu, sorunun bir yönüdür. Sorunun diğer yönü de, objektif dünyanın sürekli hareket ve değişim içinde olduğudur. O halde burada sözkonusu olan, objektif dünyanın sürekli gelişme ve değişim içinde insan iradesin den bağımsız olarak var olmasıdır. Her an, insan iradesinden bağımsız olarak objektif dünyada bir şeyler ölüyor, eskiyor, bir şey ler doğuyor vs. Dünyanın bu şekilde kavra nışı; gelişim ve değişen-hareket içinde olan dünya olarak kavranışı diyalektik materya lizm ile metafizik materyalizm (idealist düny a gör üş ü-fels ef e) aras ınd ak i tem el farklılıktır. Demek oluyor ki, objektif dünya geliş me ve değişim içindeyse, kavram ve kate goriler de objektif gerçeği yansıtıyorlarsa; 2) Materyalist diyalektikte gelişme ve değişmenin kategori ve kavramları Her bir bilim dalının kendine özgü kav ram ve kategorileri vardır. Örneğin politik ekonomi biliminde "meta", "para", "işgü cü", "emek", "artıdeğer" vs. fizikte "ışık", "kitle" vs. sözk on us u her bir bilim için temel olan kavramlar, o bilim dalının kate gorileri olarak adlandırılırlar. Her bir bilim dalının kendine özgü kav ram ve kat eg oril eri fels efed e kullanılan (felsefi) kavram ve kat eg oril erd en ayırt edilmelidir. Çünkü birinci durumdaki kav ram ve kat eg or il er özg ün iken, ikinc i durumdakiler (felsefi) geneldirler: Felsefe de kategoriler (buna materyalist diyalekti 87 Marksizmde Kategori ve Kavramların Yeri, Kavramların Dili yani gelişen ve değişen dünyanın her bir gelişim ve değişimini yansıtıyorlarsa, onlar da –kavram ve kategorilerde– gelişim ve değişim içindedir. Aksi takdirde gelişen gerçekliği; değişen objektif dünyayı; deği şen ve gelişen-hareket içinde olan doğa ve toplumu değişimleri, gelişmeleri ve hare ketleri içinde yansıtamazlar. Buna göre, sadece değişen, gelişen kategori ve kav ramlar, hareketli-akıcı kavram ve kategori lerle teçhizatlanmış bir düşünce, gelişen gerç ekl iğ i doğr u olar ak yans ıt ır. Marks şöyle diyor: "… Maddi üretim biçimlerine tekabül eden sosy al ilişk il er i üret en ins anl ar ın düşünce ve kategorileri, yani tam da bu sosyal ilişkilerin soyut ideal ifadesini de üretirler. Öyleyse kategoriler, ifade ettikleri ilişkiler ne kadar ebedi iseler, o kadar ebe didirler. Onlar, tarihi ve geçici ürünlerdir." (K. Marks, P.W. Annenkov'a Mektup, 28 Aral ık 1846, Fels ef en in Sef al et i, s. 15, Alm.) Marks'ın kapitalist üretim biçimini ana liz ediş in e bakt ığ ım ızd a, diğ er şeyl er in yanısıra şunu da görürüz: Marks tarafından formüle edilen her bir ekonomik kategori ve kavram, belli tarihi bir ilişkiyi, olguyu ifade eder. Ve toplumsal ilişkilerdeki her bir hareket ve değişim, kategori ve kav ramlara da yansır. Yani kategori ve kav ramlardaki hareket, karşılıklı etki ve birbir lerinin yerini alma; bir kavram ve kategori nin diğer bir kavram ve kategoriye dönüş mes i topl ums al ilişk il erd ek i har ek et ve değişimi yansıtır. Kavr am ve kat eg or il er in diy al ekt iğ i şöyledir: Her bir kavram ve kategori ve bunların bütünü, objektif dünyanın (doğa ve toplumda) her bir görünümünün (yansı masının) bağlam ve karşılıklı bağımlılığını yansıtır, açığa çıkartır, fotoğrafını çeker, kavram ve kategorilerin bu özelliği; diya lektiği dikkate alınmazsa objektif dünya; gerçeklik kavranamaz. Kısaca belirtmek gerekir ki; kavram ve kategorilerin tarihi felsefe ve bilimlerin gelişme tarihidir. Felsefenin gelişme tarihi ni, akımlarını incelemek, aynı zamanda kategorilerin ve kavramların tarihini de incelemek anlamına gelir. Her bir filozof kavram ve kategorileri felsefe anlayışına göre tanımlamıştır. 3- Kavram ve kategorilerin somut kullanımı Bilimsel kavrayış ve teori ile pratiğin sıkı bağı açısından, kavram ve kategorile rin somut kullanımı, zorunlu bir önkoşul dur. Yanl ış; soy ut kull an ım biz i yanl ış sonuçlara; teori ve pratiğe götürür ve biz bunu Türkiye sınıf mücadelesi pratiğinde görüyoruz. Kavram ve kategoriler, somut, belli bir durum, gelişme üzerine kullanıl dıkl ar ınd a vey a som utl aşt ır ıld ıkl ar ınd a kavrayış ve pratiğin dayanak noktaları ola bilirler. Dolayısıyla kavram ve kategorile rin somut kullanım sorunu, aynı zamanda teorinin pratik ile bağı sorunudur. Kavram ve kategoriler üzerine bilgi sahibi olmak vey a diy al ekt iğ in kat eg or il er in i çok iyi tanımak teorinin pratik ile bağlam birliği için bir garanti değildir. Biz, kavram ve kategorileri gerçekten çok iyi tanıyabiliriz, bil eb il ir iz, ama onl ar ı, anal iz in, som ut gelişmelerin/süreçlerin araçları olarak kul 88 Marksizmde Kategori ve Kavramların Yeri, Kavramların Dili lanamazsak çok kolayca-belki de farkına varmadan canlı pratikten kopmuş oluruz. Bu kopuş bizi, kendimize özgü bir hayal dünyası kurmaya götürür ve biz o dünyada gerçekleri değil, görmek istediğimizi görü rüz. Bu oldukça nostaljik bir dünyadır. 89 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları Ekim Devriminden 19. Parti Kongresi'ne SB'de Sosyalizmin İnşa Sorunları IV Sosyalizmde Devlet ve Hukuk Sovyet Devletinin Gelişmesi lüğü ve sosyalizmin inşası, kapitalizmin çöküşünün kaçınılmaz olduğunu ifade edi yordu. Teori pratiğe geçirilmişti. Hem de başarıyla. "Burjuvazi, üretim aletlerini, yani üre tim ilişkilerini yani bütün toplumsal ilişki leri sürekli devrimcileştirmeden varola maz" (Marks/Eng els; Seç ilm iş Yaz ıl ar ı, C.1. S. 26, "Komünist Manifesto”, Alm.) "Devasa üretim ve dağıtım araçlarını (har ik al ar yar at ır gib i) ort ay a çık art an modern burjuva toplum, davet ettiği yeraltı güçleri üzerinde artık hakimiyet kurama yan cadı ustasına benziyor" (A.g.k. S.28) "Üret ic i güçl er" eng ell er i aşınc a,"... bütün burjuva toplumu alt üst ederler, bur juva mülkiyetin varlığını tehlikeye sokar lar... Burjuvazinin, feodalizmi yerle bir Bu ve bundan sonraki makalemizde, birbiriyle içiçe geçmiş iki sorunu ele alaca ğız: Sosyalizmde devlet ve hukuk sorunu. I- Sorunun Anlamı Üzerine Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in öğre tisi temelinde dünyanın ilk sosyalist toplu mu kuruldu. Sosyalist toplumsal ilişkiler üzerine yükselen bu yeni toplumda sömürü yoktu. Yeni insanın yaratılması, toplumun kom ün izm e doğr u gel işm es i için büt ün maddi koşullar sürekli geliştiriliyordu. Bu toplum; sosyalist sovyet toplumu veya top lum düz en i, prol et ary an ın, köyl ül üğ ün, aydınların zihni gücünün devasa bir geliş mesinin esas ve temel koşuluydu. Büyük Ekim Devrimi, kurulan proletarya diktatör 90 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları ettiği silahları, şimdi bizzat burjuvaziye karşı yönelmiştir" (A.g.k. s.29). "Öyleyse, büyük sanayinin gelişmesiyle burj uv az in in ayakl ar ı alt ınd ak i tem el, onun, ürettiği ve ürünlere el koyduğu temel çekilmektedir. O, herşeyden önce kendi mezar kazıcılarını üretiyor. Onun çöküşü ve proletaryanın zaferi, aynı anda, kaçınıl mazdır" (A.g.k. s.35). Bunl ar, kap it al ist topl um un gel işm e yasalarıdır. 148 sene önce Marks ve Engels tarafından formüle edilen bu yasaları, bin bir türlü denemeye rağmen hiçbir güç orta dan kald ır am am ışt ır, hiçb ir güç onl ar ı değiştirememiştir. "O zamana kadar (Marks'a kadar olan dönem kastediliyor- çn.) tarih ve politika üzerine görüşlerdeki keyfiyet ve kaos, yeri ni şaşılacak derecede bütünlüklü ve ahenk li bilimsel bir teoriye bıraktı; bu teori, top lumsal yaşamın bir formundan üretici güç ler in büy üm es in in son uc u olar ak başk a yüksek bir formun nasıl geliştiğini gösteri yor" (Lenin, seçilmiş eserleri (2 ciltlik), C. I, s. 65, Berlin 1955, Alm.) Marks izm; Marks, Eng els, Len in ve Stal in'in öğr et is i, topl ums al ilişk il er in gelişme tarihini ve yasalarını açığa çıkart mış ve kuramlaştırmıştır. O, aynı zamanda toplumun nasıl ve hangi yönde gelişeceğini de araştırmış ve yasalarını formüle etmiştir. Marksizm, bir bütün olarak politik ekono minin, tarihin, felsefenin, hukuk ve ahlak anlayışının çözümlenemez görünen karma şık sorularını cevaplandırmıştır. "Marks'tan önceki 'sosyoloji' ve tarih yazımcılığı, en iyi durumda, parça parça toplanmış işlenmemiş gerçeklerin bir top lamının ve tarihi sürecin münferit yönlerini anlatan bir birikim bırakmıştır. Marksizm, toplumsal ekonomik formasyonların doğu şunun, gelişmesinin ve çöküşünün süreci nin kapsamlı, bütün yönlü araştırılmasının yol un u göst erd i; bun u birb ir iyl e çel işk i içindeki bütün eğilimlerin toplamını araştı rarak ve toplumun çeşitli sınıflarının tam anl am ıyl a sapt an ab il ir yaş am ve üret im ilişkilerine dayandırarak, münferit "hakim" düşüncelerin seçim veya yorumunda sub jektivizmi dışlayarak ve maddi üretici güç ler in o aşam as ınd ak i ist isn as ız büt ün düşüncelerin ve bütün eğilimleri köklerini göstererek yapmıştır. İnsanlar, kendi tarih lerini kendileri yaparlar... Marks, tarihin bilimsel araştırmasının... yolunu göstermiş tir" (Lenin; "Karl Marks", C. 21, S. 45/46 Alm.) Marks, devl et ve huk uk un bil ims el araşt ır ılm as ın ın da yol un u göst erm işt ir. Marks'tan önce burjuva hukuk bilimi acı nac ak, zav all ı bir dur umd ayd ı. Birk aç örnek; A. Comte: "Hukuk kelimesi bugünkü siyasi dilimizden çıkartılmalıdır... bu her iki teolojik-metafizik kavramlardan birisi (hukuk/diğeri (neden) gibi ahlak dışıdır, anarşiktir, akıl dışıdır ve sofistiktir. Tanrı sal bir tabana oturmayan pozitif bir devlet te huk uk düş ünc es i ger iy e dön üş üms üz olar ak yok olup gid er... Yan i hiçk ims e daima görevini yerine getirmekten başka hakka sahip değildir." G.F. Hegel: "Hak (hukuk- çn.), esasen kutsaldır.. Herşeyden önce hukuk, herşey den önce, özgürlüğün doğrudan doğduğu dolaysız var oluştur". 91 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları Hegel'e göre hukuk, "ide olarak özgür lüktür". Burjuva hukuk bilimi Hegel'in bu ve buraya aktarmadığımız bir dizi hiçbir ş ey ifad e etm ey en, hiçb ir bil ims el yan ı olm ay an kavr aml ar ın a day anm akt ad ır. Burjuva hukuk bilimi hala Hegel'i aşama mıştır. Birisi hukuku tarihten siliyor, diğeri de "ide", yani son kertede madde ötesi ilişkide veya toplumun maddi ilişkilerinin ötesinde arıyor. Marks şöyle diyor; "Ben im araşt ırm am ı, devl et forml ar ı gibi hukuk ilişkilerinin de kendi kendine kavr anm ay ac ağ ı, ins an zihn in in gen el gel işm es iyl e kavr an am ay ac ağ ı, bil ak is maddi yaşam ilişkilerinden kaynaklandık ları... sonucuna götürüyor." (Politik Ekono minin Eleştirisine Katkı" Önsöz, seçme. yazılar. C.1. s. 337. Alm.) Hal böyl e olm as ın a rağm en, huk uk konusu burjuvazinin marksizme, somutta da Sovyet devletine; proletarya diktatörlü ğüne en çok saldırdığı bir konuydu. Burju vazi, güya açık bir alan bulmuştu. Mantık şu; Madem ki, herşey bir sınıfın çıkarları için düzenleniyor, o halde hukuka ne gerek var. Nasıl olsa başkalarının yaşama hakkı yok! Sosyalist hukuk anlayışı veya prole tarya diktatörlüğünde hukuk anlayışı red dedildi. Burjuvazi ve onun emrindeki her türden revizyonistler, proletarya diktatörlü ğün ü (sosy al ist devl et i) huk uks uzl uğ un devleti, barbarlığın ifadesi olarak damgala dılar. Tabii ki bu karalamanın gerçekle hiç bir ilişkisi yoktu. Sosyalist devlet, proletarya diktatörlü ğü, toplumsal ilişkileri hukuksal düzenle me dışında asla ve asla ele alamaz. Hukuk sal düzenleme olmaksızın proletarya dikta törlüğü; sosyalist devlet düşünülemez. "Açık ki burada aynı ilke, meta müba delesini –şayet eşit değerlerin mübadelesi söz konusuysa– düzenleyen ilke hakim. İçerik ve biçim değişmiş, çünkü değişmiş koşullar altında hiç kimse kendi emeğin den başka birşey veremez ve çünkü diğer taraftan, kişisel tüketim araçlarından başka hiçbir şey tek tek bireylerin mülkiyetine geçemez. Tüketim araçlarının, üreticiler aras ınd a payl aş ım ın a gel inc e; (bur ad a) eşdeğer metaların mübadelelerinde olduğu gib i ayn ı ilk e hak imd ir; ayn ı mikt ard a emek bir formda, başka bir forumdaki aynı miktarda emekle mübadele edilir. Aynı hak (hukuk- çn.) burada –ilkeye göre ilke ve pratik çelişki içinde olmasalar da– met a müb ad el es ind e eş değ erl er in mübadelesi ortalama olarak (münferit bir dur um için değ il) var olurk en burj uv a hukuktur. Bu ilerlemeye rağmen, bu aynı hukuk daima bir burjuva engel ile mahsurludur. Üretcilerin hakkı, hizmetlerine (çalışmaları sonucu ürettikleri ürünlere- çn.) göre oran saldır; eşitlik, aynı ölçüyle emekle, ölçül mekten ibarettir. Birisi, fiziki veya zihni olarak diğerin den daha üstündür. Yani aynı zaman içinde daha çok emek (ürün- çn.) üretir veya daha çok çalışabilir; ve ölçü olarak hizmet gör mesi için emek, genişlemeye veya yoğun luğ a gör e bel irl enm el id ir. Aks i takt ird e ölç ü alam az. Bu eşit hak, eşit olm ay an emek için eşit olmayan haktır. O, sınıfsal farkl ıl ık tan ım az. Çünk ü herk es işç id ir. 92 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları Ama o, sess izc e, eşit olm ay an bir eys el yeteneği ve bundan dolayı, üretme yetene ğini doğal imtiyaz olarak tanır. Bu, dolayı sıyla bütün hukuk gibi içeriğine göre eşit sizliğin huk uk ud ur. Hak, doğ as ı gereği, sadece eşit ölçünün kullanımında var ola bilir, ama eşit olmayan bireyler (ve onlar, eşit olmasalar, farklı bireyler olamazlar) sadece aynı ölçüyle ölçülebilirler... Ayrıca; bir işçi evlidir, diğeri değil, birinin diğerin den daha çok çocuğu vardır vs. Toplumsal tüketim fonuna eşit katkı ve eşit payda, fiilen biri diğerinden daha fazla alacaktır... Bütün bu uygunsuzluklardan (eksiklikler den- çn.) kaçınmak için hak, daima eşitsiz olmalıdır. Ama bu uygunsuzluklar, komünist top lumun ilk evresinde –tam da kapitalist top lumdan uzun doğum sancılarıyla nasıl çık tıys a– kaç ın ılm azd ır. Huk uk, ekon om ik şekillenmeden toplumun ekonomik şekil lenme tarafından belirlenen kültür gelişme sinden hiçbir zaman daha yüksek olamaz" (Marks, Marks-Engels Seçme Yazıları C.II. s. 15/16, Gotha Programının Eleştirisi, Alm.). Sorun burada bütün çıplaklığıyla açık lanıyor. Sosyalist toplumun ne derece inşa edildiği, komünist toplumun ikinci evresi ne ne derece yaklaşıldığı, komünist toplu mun ilk evresinde (sosyalizmde) Marks'ın belirttiği gibi var olan burjuva hukuk ufku nun ne denl i aşıld ığ ıyl a eş anl aml ıd ır. "Böylelikle; komünist toplumun ilk evre sinde (bu mutad olarak sosyalizm olarak tanımlanıyor) 'burjuva hukuk' tam olarak yok edilm em işt ir, bil ak is, kısm i olar ak, sadece elde edilmiş ekonomik altüst oluşa tekabül eden, yani sadece üretim araçlarına ilişk in olar ak yok edilm işt ir. Burj uv a hukuk; üretim araçlarını tek tek bireylerin özel mülkiyeti olarak tanıyor, sosyalizm (ise) onl ar ı ort ak mülk iy et yap ıy or. Bu noktaya kadar ve sadece bu noktaya kadar 'burj uv a huk uk' ort ad an kalk ar. Ama o, diğer kısmında var olmaya devam eder. Toplumun üyeleri arasında ürünlerin ve emeğin paylaşımında düzenleyici olarak var olm ay a dev am eder. 'Çal ışm ay an yememelidir'; bu sosyalist ilke çoktan ger çekleştirildi; 'aynı miktarda emeğe aynı miktarda ürün'- bu sosyalist ilke de çoktan gerçekleşitirildi. Ama bu henüz, komünizm değildi ve bu eşit olmayan bireyler için eşit olmayan (fiilen eşit olmayan) emek mikta rını eşit miktarda ürünler olarak (dağıtan) 'burjuva hukuku' henüz yok etmiyor. Marks, bu bir 'uyumsuzluk'tur diyor. Ama o, komünizmin ilk evresinde kaçınıl mazd ır. Çünk ü ütopy ay a düşm eks iz in, ins anl ar ın, kap it al izm in yık ılm as ınd an hemen sonra hukuk normları olmaksızın toplum için çalışmayı öğreneceklerine ina nılamaz. Çünkü kapitalizmin yok edilme siyle böyle bir değişim için ekonomik ön koşullar hemen ortaya çıkmazlar. 'Burjuva huk uk' norml ar ınd an başk a norml ar da yok. Bu noktaya kadar, üretim araçlarına olan toplumsal mülkiyeti koruyarak işve rimliliğinin eşitliğini ve üretimin bölüşü mündeki eşitliği koruma görevi olan devlet zorunlu olacaktır. Kapitalistler, sınıflar kalmadıktan sonra ve bundan dolayı baskı altında tutulacak sın ıf kalm ay ınc a devl et ölec ekt ir. Ama devl et tam am en ölm em işt ir. Çünk ü fii li 93 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları eşits izl iğ i tey id eden 'burj uv a huk uk'un muh af az as ı dev am edec ekt ir. Devl et in tamamen ölmesi için, eksiksiz komünizme ihtiyaç vard ır". (Len in, Seçm e Eserleri, CII. (2 ciltlik), S. 330/331, Devlet ve Dev rim Alm.) Buradan da anlaşılıyor ki komünist top lumun ilk evresi olan sosyalizmde, devlet ve hukuk bir zorunluluktur ve önemli olan, sadece bu zorunluluğu görmek değildir. Önemli olan devlet ve hukuk anlayışının, sosyalizmin inşasında zorunlu araçlar ola rak ne derece doğru geliştirilip ve kullanıl dığıdır. Bu anlamda sovyet tecrübesi, biz lere veya daha sonraki nesillerin sürekli incelenmesi ve sonuçlar çıkartılması gere ken bir kaynaktır. Marks ve Lenin'in yukarıya aktardığı mız anlayışlarında kalıcı bir devletten ve onun hukuk anlayışından bahsedilmiyor. Sözkonusu olan, adı üstünde komünizmin ilk evresi, yani sosyalizm. O halde sosya lizm kap it al izmd en kom ün izm e geç işt e yaşanılması mutlak olan bir geçiş dönemi dir. Öyleyse bu geçiş dönemine takabül eden devlet ve hukuk da geçicidir. Her ne kadar sosyalizmde kapitalizmin, giderek azalması, etkisini yitirmesi gere ken bir takım özellikleri hala varsa da sos yalizm, kapitalizmden temelden nitel ola rak farkl ıd ır. Her ne kad ar sosy alizmd e "burjuva hukuk"un ufku henüz aşılmamış sa da bu, sosyalizmde burjuva hukuk anla yışının hak im old uğ u anl am ın a gelmez. Burjuva hukuk anlayışının izlerini de taşı yan bu hukuk, geçiş döneminin hukukudur, sosyalist hukuktur. Bu hukuku oluşturan ve ona uygulanma olanağı sağlayan tek güç de prol et ary a dikt at örl üğ üd ür; sosy al ist devlettir. Proletarya diktatörlüğü altında, sosya list hukuk çerçevesinde sınıf mücadelesi yen i forml ar alır. Bunl ar, gen el olar ak bilindiği gibi iç savaştır; sömürücü sınıfla rın veya kalıntılarının direncini kırmak ve bastırmaktır; küçük burjuvazinin, özellikle de köylülüğün tarafsızlaştırılmasıdır, yeni insanın eğitimidir, yeni disiplin eğitimidir. Sın ıf müca del es in in bu ve benz er i forml ar ın a karş ı müc ad el ed e prol et ary a diktatörlüğü, amaca uygun yöntemleri kul lanır. Sosyalist hukuk bu alanda önemli bir rol oynar. Burjuva hukuk ve onun bir ifa desi olarak mahkeme, karşıdevrimci güçle rin direncini yok etmekte ve sosyalist disi plini geliştirmekte önemli bir araçtır. "Proletarya diktatörlüğü... Sömürücüle rin, kap it al istl er in, topr akb eyl er in in ve onların maşalarının direncini kırmak için acımasız sert, seri ve kararlı güç kullanma yı önkoşul yapar... Ama proletarya dikta törlüğünün özü sadece zor kullanmaktan ve genel olarak zordan ibaret değildir.. pro letarya diktatörlüğü... sömürücüler karşı sında sadece zor değildir, hatta esas itiba riyle zor da değildir." [Lenin Seçme Eser leri (2 ciltlik). C.II. S. 557 (Macar İşçileri ne Selam"), s. 569 (Büyük İnisiyatif] Stalin, "Leninizmin sorunları üzerine" yazısında proletarya diktatörlüğünün temel yönlerini şöyle formüle eder: "1. Proletaryanın iktidarı, sömürücüle rin bastırılması için ülkenin savunulması için, başka ülkelerin proleterleri ile bağla rın pekiştirilmesi için, bütün ülkelerde dev rimin zaferi ve gelişmesi için kullanılır. 94 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları 2. Prol et ary an ın ikt id ar ı, emekç i ve sömürülen yığınların burjuvaziden nihai ayrılması için, proletaryanın bu yığınlar ile ittifakının pekiştirilmesi için, bu yığınların sosyalist inşaya çekilmeleri için bu yığınla rın proletarya tarafından devletsel yönlen dirilmeleri için kullanılır. 3. Proletaryanın iktidarı, sosyalizmin örgütlenmesi için, sınıfların ortadan kaldı rılması için sınıfsız topluma, sosyalist top luma geçiş için kullanılır. Proletarya dikta törlüğü, bütün bu üç yönün birleşmesidir" (C.8, s. 27. alm.) Aynı yerde Stalin, devamla şöyle diyor: "Bu yönlerden birisi proletarya diktatörlü ğünün yegane karakteristik özelliği olarak gör ül em ez vey a ters i; bu özell ikl erd en sadece birisinin dahi olmaması, kapitalist kuşatma koşullarında proletarya diktatörlü ğünün diktatörlük olmaktan çıkması için yeter. Bundan dolayı bu üç yönden hiçbiri si dışlanamaz, şayet proletarya diktatörlü ğü kavr am ın ın çarp ıt ılm as ı tehl ik es iyl e karşı karşıya kalınmak istenmiyorsa, sade ce bu üç yön, birlikte, bize, proletarya dik tatörlüğünün tam ve tamamlanmış bir kav ramını verir" (s. 27-28). Aynı yerde Stalin, proletarya diktatörlü ğünün temel görevlerinin ve sorunları çöz medeki metodların somut koşullar tarafın dan belirlendiğini de anlatır. "Prol et ary a dikt at örl üğ ün ün çeş itl i süreçleri, özgün formları, çeşitli çalışma metodları vardır. İç savaş periyodunda dik tatörlükte zor özelliği özellikle göze çarpar. Ama bund an içs av aş pery od und a inş a çalışması yapılmaz sonucu asla çıkartıla maz. İnşa çalışması olmaksızın içsavaşı sürdürmek olanaksızdır: Sosyalizmin inşa sı sürecinde/aşamalarında –tersine– dikta törlüğün barışçıl, örgütsel ve kültürel çalış ması, devrimci yasallık vs. özellikle göze çarpar. Ama bundan da, inşa sürecinde dik tatörlükte zor özelliğinin ortadan kalktığı veya kalkabileceği sonucu asla çıkartıla maz. Bask ın ın org anl ar ı; ord u ve diğ er örgütler, şimdi, inşa döneminde iç savaş sür ec ind e old uğ und an dah a az ger ekl i değildir. Bu organlar olmaksızın diktatör lüğün birazcık da olsa teminat altına alın mış bir inşa çalışması olanaksızdır. Devri min şimdilik sadece bir ülkede zafere ulaş tığı unutulmamalıdır. Kapitalist kuşatma var olduğu müddetçe bütün sonuçlarıyla birlikte müdahale tehlikesinin de var olaca ğı unutulmamalıdır" (s. 28). Demek oluyor ki, - Sömürücülerin direncini kırmak için - Kap it al ist kuş atm ay a, müd ah al ey e karşı mücadele için - Sosyalist inşa için; (ekonomiden kül türel çalışmaya kadar vs.) güçlü olan bir proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç vardır. Bu, var olmanın olmazsa olmaz ön koşulu dur. "Güçlü ve devasa bir proletarya dikta törlüğü - bu, şimdi bizim ölen sınıfların son kalıntılarını yok etmek ve hırsızlıkları nı boşa çıkartmak için ihtiyaç duyduğumuz şeydir" (Stalin, C.13, s. 188, Alm.). "Güçlü ve devasa bir proletarya dikta törlüğü" sosyalist hukuk olmaksızın düşü nülemez. Bundan, proletarya diktatörlüğü yasalarla sınırlandırılmış bir güçtür sonucu çıkartılmamalı . Proletarya diktatörlüğü hiçb ir yas ayl a sın ırl and ır ıl am az. Onun 95 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları yas as ı devr im in ger eks in iml er id ir. Ama bundan da proletarya diktatörlüğünün hiç bir yasa tanımadığı sonucu çıkartılmamalı dır. Proletarya diktatörlüğü kendi yasaları nı oluşturur, bu yasaları kullanır, onlara uyulm as ın ı tal ep eder ve uym ay anl ar ı cezalandırır. Bu anlamda sosyalist hukuk olmaksızın proletarya diktatörlüğü de ola maz. Proletarya diktatörlüğü anarşi ve düzen sizlik değildir. Tersine proletarya diktatörl üğü sıkı disiplinli kendi sıkı ilkelerine göre hareket eden güçtür. Proleter devrimin görevlerini çözümle mek göreviyle karşı karşıya olan proletarya diktatörlüğü; sosyalist devlet, aynı zaman da tarihin tanımış olduğu en yüksek, en gelişmiş demokrasinin de ifadesidir. "Sovyet düzeni, işçiler ve köylüler için en yüksek ölçüde demokratizmdir ve aynı zam and a o, burj uv a dem okr at izm iyl e kopuş ve demokrasinin yeni bir evrensel tipinin doğuşu anlamına gelir. Bu proleter demokrasidir veya proletarya diktatörlüğü dür" (Lenin, C.33, S. 34, "Ekim Devrimi nin Dördüncü Yıldönümü", Alm.). Sömürücü sınıfların kalıntılarını baskı alt ınd a tutm ak, dış müd ah al ey e karş ı savunmayı güçlendirmek, sosyalist mülki yeti korumak ve bunun için organlar oluş turmak, aynı zamanda insanlık tarihinin tanıdığı en gelişmiş demokrasiyi kurmak, işte bu proletarya diktatörlüğü ile sosyalist demokrasinin diyalektik birliğidir. Bütün bunlar, bundan sonraki makalede ele alaca ğımız gibi, Stalinist Anayasa'da ifadesini buluyorlar. Her koşul altında hukuk, siyasi ilişkile rin bir formudur. Bu form, hukukun karak terini belirler: K. Marks, P. A. Annenkow'a yazdığı mektupta şöyler diyor: "Üret im in, dol aş ım ın ve tük et im in gelişmesinin belli aşamalarını veri olarak ele alırsanız sosyal kurumlaşmanın, aile nin, kastların veya sınıfların örgütlenmesi nin, kısaca burjuva toplumun (societe civi le) buna uygun bir formunu elde edersiniz. Böyle bir toplumu veri olarak ele alırsanız, buna uygun bir siyasi durum (etat politi que) elde edersiniz ki bu, sadece, bu toplu mun resmi ifadesidir" (Marks-Engels, Seç. yazıları, C.I, 1953 s. 414. Alm.) Marks'ın aşağıya aktaracağımız anlayı şında taban-üst yapı ilişkilerinin yanısıra hukukun kaynağını ve özünü görüyoruz: "İktidar, hukukun tabanı olarak görülür se... hukuk, yasa.., sadece, devlet gücünün dayandığı.. başka ilişkilerin ifadesi olur. Bireylerin maddi yaşamları –ki bu, asla onların iradelerine bağımlı değildir– birbir ler in i karş ıl ıkl ı olar ak etk il ey en üret im biçimleri ve dağıtım formları devletin reel tabanıdır ve özel mülkiyet ile işin bölün müşlüğünün zorunlu olduğu bütün aşama larda ve bireylerin iradesinden tamamen bağımsız olarak bu böyledir. Bu gerçek ilişkiler asla devlet gücü tarafından yaratıl mam ışl ard ır. Onl ar, dah a ziy ad e devl et gücünü yaratan güçtür. Bu ilişkiler altında hakim olan bireyler, –iktidarlarının devlet olarak kurumlaşmak zorunda olduğunu bir ken ar a bır ak ırs ak– bu bell i ilişk il erl e koşullanan iradelerine devlet iradesi olarak yasa olarak genel bir ifade verirler, bu, içe riği sürekli bu sınıfın ilişkileriyle koşullan 96 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları mış –özel ve polisiye hukukun (medeni hukuk çn) çok parlak bir şekilde gösterdiği gibi– bir ifadedir" (Marks-Engels, C.3, s. 311, Alman İdeolojisi, Alm. ). Pol it ik a mülk iy et e bağl ıd ır, sın ıfs al karakterli mülkiyet varlığını siyasi iktidarla sürdürebilir. Bu bir irade beyanıdır, şu sınıf veya bu sınıf adına. O halde yasa, bu irade bey an ın ın ifad es id ir. Bu ayn ı zam and a huk uk ve yas an ın keyf iy et in bir ifad es i olmadıklarını, tam tersine, yasa ve hukuku üretici güçlerin gelişme seviyesinin üretti ğin i (gel işm e sev iy es in e tek ab ül eden hukuk ve yasa) gösterir. Marks, burjuva toplumda hukuku, zen ginlerin, özel mülk sahiplerinin imtiyazı olarak tanımlar, (Bkz. Kutsal Aile, S. 123, C.2, Alm.). Marks ve Engels, Komünist Manifes to'da burjuva hukuku şöyle açıklarlar. "... Hukukunuz, sadece sınıfınızın yasa seviye sine çıkardığı iradedir. Bu, içeriği sınıfını zın maddi yaşam koşullarında verili olan bir iradedir" (Marks-Engels, seç. yazılar. C.I, S. 41, 1975, Alm.). Bütün üst yapılar gibi hukuki üst yapı da; bir bütün olarak hukuk da son kertede toplumun ekonomik yapısının üretim iliş kilerinin sınıfsal karakteriyle açıklanır. "Elimd e Nap ol yo n'un Cod e'si (1804 tarihli Fransız medeni yasası, bu 1907'de Napolyon'un medeni yasası olarak yeniden düzenlendi- çn.) var. O, modern burjuva toplumunu üretmedi. 18. yüzyılda doğan ve 19. yüzyılda gelişmesine devam eden burjuva toplum, medeni yasada, daha çok sadece yasasal bir ifade bulmaktadır. O, toplumsal ilişkilere artık tekabül etmeyince sadece bir balya kağıt olur.. eski yasalar yeni toplumsal gelişmenin temeli olamaz lar" (Marks, C. 6, S, 245, 25 Şubat 1849 tarihli ve 231 numaralı "Neue Rheinische Zeitung"daki makalesi). Öyleyse, toplumun ekonomik gelişme sin e tek ab ül etm iy orl ars a, çok güz el mod ern yas al ar da anl ams ızd ır. Huk uk veya hukuki üst yapı, toplumsal ilişkilere tekabül ettikleri müddetçe anlam kazanır lar. O halde sosyalist toplumda da hukuk, toplumsal gelişmenin ifadesi olmak zorun dadır. Sosyalist hukuk proletaryanın dev letsel iradesinin ifadesidir; sosyalist hukuk yoksa proletarya diktatörlüğü de yoktur. Hukuk ve yasa, sosyalist devrimin ilerletil mesi, sınıfsız topluma giden yol önündeki engellerin yıkılması için kullanılır. Devlet gibi hukuk da komünist toplu mun ikinci aşamasında; en yüksek aşama sınd a ölüp gid ec ekt ir. Ama o zam an a kadar, insanların, özel yasalar olmaksızın yaşamasını ve toplumu ilerletmesini öğren miş olmaları gerekir. Ve devlet gibi hukuk da, özel düzenlemeler, zorlama olmaksızın yaşamasını öğrendikten, böyle bir yaşam tarzı normal yaşam tarzı olarak görüldük ten sonra ölüp gidecektir. Ama o zamana kadar, yani proletarya diktatörlüğünde sıkı dis ipl in, den etl em e, yas al önl eml er; bir bütün olarak sosyalist hukuk kaçınılmaz dır. Marks ve Engels geçiş dönemi devleti olarak proletarya diktatörlüğü sorununu teorik olarak açıklamışlardı. Onların bu konudaki teorik açıklamaları Lenin ve Sta lin tarafından, özellikle de Stalin tarafından 97 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları sovyet pratiğinde sınanmış ve geliştirilmiş tir. Lenin ve Stalin devlet üzerine düşünce lerini yanlış görüşlerle mücadele içinde geliştirmişlerdir. Örneğin Kautsky şöyle diy ord u. Marks bir büt ün olar ak devl et mekanizmasının yıkılmasını değil, sadece onun bürokratik-askeri yönünün yıkılması nı benimsiyordu! Proletarya diktatörlüğün den, "öcü"den korkar gibi korkan revizyo nistler ve sosyal demokratlar, burjuva dev letin giderek demokratikleştiğinden bahse diyorlar ve proletaryanın böyle bir devleti ele geçirmekle sosyalizmi kuracağını vb. savunuyorlardı. Anarşistler de bir bütün olarak devlet olgusunu reddediyorlar, onu hemen yok etm ey i hed efl iy orl ard ı. Bun un ötes ind e troçkistler ve buharinciler, tek ülkede sos yalizmin inşa edilemeyeceğini savunarak daha başta Sovyetler Birliği'nde inşa edilen devletin sosyalist devlet olmadığı anlayı şından hareket ediyorlardı. Lenin ve Stalin, bütün bu ve benzeri yanlış görüşlere karşı mücadele ederek ve pratik içinde sosyalist devleti kurarak, sos yalist hukuku geliştirerek mücadele etmiş lerdir. Bizim sorunumuz da bu mücadele nin sonuçlarını; sovyet devletinin ve huku kunun gelişmesini bu ve bundan sonraki makalede incelemektir. nom ik tem el üzer in e etk is i kon us und a tam am en yen i ve old ukç a güç sor unl ar ortaya çıkmıştı. Sovyet proletaryası tarihin o zamana kadar görmediği yeni koşullarla karşı karşıyaydı. Söz konusu olan, toplu mun tamamen yeni tarzda sosyalist şekil lendirilmesiydi. Bu şekillendirmede sosya list devlete ve hukuka devasa rol düşüyor du. Sovyet devleti ve onun tarafından oluş turulan sovyet hukuku, daha baştan karşı devrimci iç ve dış güçlere karşı mücadele içind e gel işm ey e başl am ışt ı. Prol et ary a diktatörlüğü pekiştirilip ülkede sosyaliz min inşası başarıyla sürdürülürken, sovyet devletinin ve hukukunun oynadığı rolde bütün çıplaklığıyla açığa çıkıyordu; sosya lizmin inşasında sovyet devleti ve hukuku yaratıcı bir güçtü. Stalin, sovyet devletinin gelişmesini, onu iki evr ey e ayır ar ak inc el er. Sovy et devleti, gelişmesinin bu her bir evresinde farklı görevlerle karşı karşıyaydı. Görevle rinin farklılığı, somut koşullardan kaynak lanmaktaydı. Sovyet devletinin ilk evresi, Ekim Devrimi’nden sömürücü sınıfların tasfiye edildiği döneme kadar olan süreci kapsamına alır. Bu evreyi kendi içinde de üç ayrı aşamaya ayırmak mümkündür. Biz bunu yapmayacağız. Ama böyle bir ayrı mın maddi temeli olduğu için belirtmekle yetineceğiz. Birinci evrenin ilk aşaması Ekim Devri mi’nden yeni politik ekonomiye (1921, ilk baharı- NEP) geçişe kadar olan dönemi kapsar. İkinci aşama, yeni politik ekonomi nin uygulanmaya konmasından sınıf olarak kulakların tasfiyesinin başlamasına kadar olan dönemi (yoğun kolektifleştirmenin II. Sovyet Devletinin Gelişmesi Ekim Devrimi’yle proletaryanın siyasi iktidarı ele geçirmesinden sonra, kendi dik tatörlüğünü kurmasından ve üretim araçla rının sovyet devletinin (halkın) eline geç mesinden sonra üst yapı kurumlarının eko 98 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları sürdürüldüğü 1929 yazına kadar) kapsar. Üçüncü aşama ise 1929 yazından, kırdaki (ve geride kalan sanayi burjuvazisi) sömü rücü sınıfların tümüyle tasfiyesine kadar olan dönemi kapsar. Sovyet devletinin ikinci evresi, sözko nusu sömürücü sınıfların tasfiyesinden sos yalizmin nihai inşasına kadar olan dönemi kapsar. Bu evreyi iki aşamaya bölebiliriz. Birinci aşama, sömürücü sınıfların tasfiye sinden Stalinist Anayasa’nın ilanına kadar olan dön em i kaps ar. İkinc i aşam a ise 1936'dan Stalinist Anayasa koşullarındaki sovyet devletinin gelişmesini ve de komü nizme geçiş koşullarının tartışıldığı, sadece ve sadece tartışıldığı dönemi kapsamına alır. çıkarı için baskı altında tutarken, bizim devl et im iz, söm ür en azınl ığ ı emekç i çoğunluğun çıkarı için baskı altında tutu yor. İkinci fonksiyon, ülkenin, dışarıdan gelen baskılara karşı savunulmasıydı. Keza bu noktada da o görünüşte eski devletleri anıms at ıy ord u. Ama bur ad a öneml i bir fark(var): ülkelerini silahla koruyan eski devletler bunu, sömüren azınlığın zengin likl er in i ve imt iy azl ar ın ı kor um ak için yap arl erk en biz im devl et im iz emekç i çoğunluğun kazanımlarını dışardan gelen bask ınl ar a karş ı kor uy ord u. Üçünc ü bir fonksiyonu da vardı: Yeni sosyalist ekono min in embr iy onl ar ın ın gel işm es in i ve insanların sosyalizm ruhuyla eğitilmelerini amaçlayan devlet organlarımızın iktisadiörgütsel ve kültürel-eğitici faaliyeti. Ama bu yeni fonksiyon bu evrede önemli bir gelişme gösteremedi" (XVIII. Parti Kong resi’ne sunulan Siyasi Rapor, C. 14, s. 228, Alm.). Sovyet devletinin gelişmesinin bu ilk evresinde gündeme gelen veya onun ilk evresini karaterize eden sorunlar çözüme ulaştırıldı mı? Şimdi buna bakalım. Sovy et devl et i, gel işm es in in büt ün bir inc i evr es i boy unc a, gid er ek azal an dozajda olsa devrilen sınıfların direncini kırmakla uğraşmıştır ve bu görevi başarıy la yerine getirmiştir. Kapitalistler ve büyük toprak sahipleri mülksüzleştirildikten son ra, eski imtiyazlarını yeniden elde etmek için sürdürdükleri mücadele sovyet devleti tarafından acımasızca bastırılmıştır. İç ve dış düşmanların beyaz terörüne karşı devri min kızıl terörüyle cevap verilmiştir. Kızı lord u bu müc ad el e içind e kur ulm uş ve 1- Gelişmesinin İlk Evresinde Sovyet Devleti Bu konuda Stalin şöyle diyor: "İlk evre, Ekim Devrimi’nden sömürü cü sınıfların tasfiyesine kadar olan dönem dir. Bu dönemin esas görevi, devrilen sınıf ların direncini bastırmaktı, müdahalecilerin baskılarına karşı ülke savunmasının örgüt lenmesiydi. Sanayiin ve tarımın yeniden inşasıydı, kapitalist unsurların tasfiyesi için koş ull ar ın haz ırl anm as ıyd ı. Dol ay ıs ıyl a devletimiz bu dönemde iki esas fonksiyonu yerine getiriyordu; ilk fonksiyon ülke için de devrilmiş sınıfların baskı altında tutul malarıydı. Bu noktada devletimiz, görü nüşt e esk i devl etl er i anıms at ıy ord u. Bu devletlerin fonksiyonu direnenleri baskı altına almaktan ibaretti, ama bizim devleti mizin onlardan temel farkı, eski devletler, sömürülen çoğunluğu sömüren azınlığın 99 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları gelişmiştir ve o, sovyet devletinin, sovyet ülkesinin iç ve dış düşmana karşı savunul ması için güçlendirilmiş ve modernleştiril miştir. Sömürücü sınıfların iktidarı yıkılmış, proletarya diktatörlüğü kurulmuştu, ama bu kapitalistlerin ve toprak beylerinin eko nomik olarak tamamen tasfiye edildikleri ve sosyalist devletin ekonomik olarak çok güçlü olduğu anlamına gelmiyordu. Örne ğin san ay id e sosy al ist sekt ör ün pay ı 1924'te yuvarlak olarak yüzde 76'ydı. Bu oran 1925'de yüzde 82'ye çıktı. Herhalü karda bu dönemde sanayide kapitalist sek törün payı yüzde 25 ila yüzde 20 arasın daydı. Bu oran, küçümsenemez bir payın ifadesiydi. Ayrıca bu dönemde sosyalist san ay i mod ern değ ild i, esk i tekn ol oj i hak imd i. Öyl ek i sav aş ın ned en old uğ u yık ımd an dol ay ı san ay i üret im i hen üz savaş öncesi seviyesine ulaşamamıştı. Bu dönemi –somutta da 1924 yılını– kastede rek Stalin sanayinin durumunu şöyle açık lıyordu. "O dönemde sanayimiz, özellikle ağır sanayi acınacak durumdaydı. Tedricen eski haline getirilmesine rağmen, üretimi, savaş öncesi seviyesine henüz gelmemişti. Taban olarak eski, geri ve yetersiz bir tek niğe sahipti. Ama o, sosyalizme doğru geli şiyordu. O zaman sanayimizde sosyalist sektörün payı yaklaşık yüzde 80'di. Ama kapitalist sektör, ne de olsa, sanayinin yüz de 20'sinden azını kapsamıyordu. (SSCB Anayasası Taslağı üzerine, S. 59, C. 14, Alm.). Tarımın durumu sanayinin durumundan dah a da köt üyd ü. Yin e o dön em i –1924'ler– kastederek Stalin tarımın duru munu şöyle açıklıyordu: "Tarımımız hiç de iç açıcı bir resim ser gilemiyordu. Toprakbeyleri sınıfı tasfiye edilmesine rağmen tarım kapitalistleri sını fı, kulakların sınıfı hala önemli bir faktörü oluşturuyordu. Genel anlamıyla tarım o zaman geri ortaçağ tekniği ile küçük köylü bireysel işletmelerinin sınırsız bir okyanu sunu anımsatıyordu. Bu okyanus içinde münf er it nokt al ar, adac ıkl ar, kolh oz ve sovhoz ekonomileri vardı ama onlar eko nomimiz açısından henüz birazcık da olsa önem taşımıyorlardı. Kolhoz ve sovhoz ekonomileri zayıftılar. Kulak ise güçlüydü. O zamanlar biz kulakların tasfiyesi üzerine değil, sınırlandırılması üzerine konuşuyor duk" (Stalin, a.g.k., s. 59). (Sanayi ve tarımda sosyalizmin geliş mesi daha önceki makalelerde ele alındığı için burada aynı şeyleri tekrarlamak iste miyoruz.) Açık ki bu dönemde tarımın durumu, sanayinin durumundan da kötüydü. Düş man kırsal alanda daha güçlü, proletarya diktatörlüğü ise daha zayıftı. Ticaretin durumu da hiç iç açıcı değildi. Met a cir os und a sosy al ist sekt ör ün pay ı yüzde 50 ile yüzde 60 arasındaydı. Geriye kalan yüzde 50 ila yüzde40 oranındaki pay, tüccarların, spekülatörlerin ve başka özel tüccarların elindeydi (A.g.k., s. 59). Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evre sind e ve özell ikl e de devr imd en hem en sonraki yıllarda ekonomide çeşitli ekonomi formları bir arada var olmuşlardı. Patriar kal köylü ekonomisi, küçük meta üretimi, özel iktisadi kapitalizm (kulakların ve ulu 100 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları sall aşt ır ılm am ış işl etm el er e sah ip olan kapitalistlerin ekonomisi); devlet kapitaliz mi (yabancı kapitalistlere verilen imtiyaz lar sonucu doğmuş olan ekonomileri) ve sosyalist sektör. Bu beş iktisadi formu, sos yalist ekonomi, küçük meta ekonomisi ve kapitalist ekonomi diye üç ana grupta top layabiliriz. Daha o dönem devrimci altüst oluşun doğrudan siyasi bir sonucu olarak tek tek sın ıfl ar ın dur um und a tem el değ işm el er olmuştu. İşçi sınıfı ezilen sınıf olmaktan çıkmış, hakim sınıf olmuştu. O, artık diğer emekçilerle birlikte devlet tarafından top lumsallaştırılmış olan üretim araçlarının sah ib i kon um und ayd ı. Bun un ötes ind e emekçi köylülük, büyük kapitalistlerin ve büyük toprak beylerinin boyunduruğundan kurtulmuştu, toprağa, hayvana ve envante re sahip olmuştu. Sosyalist devlet, emekçi köylülüğü, bütün olanaklarını seferber ede rek destekliyordu. Sovyet kırında orta köy lülük merkezi bir konuma gelmişti. Ama milyonlarla ifade edilen emekçi köylü kit leleri, bir bütün olarak sosyalist gelişme yoluna henüz girmemişti. Onlar bu dönem de hala kapitalist unsurları üreten küçük köylü meta ekonomisinin taşıyıcısı konu mundaydılar. Sanayi ve tarımın eski haline getirilme si bu evrenin en önemli görevlerinden biri siydi ve bu görev 1927'de başarıyla sonuç landırıldı. Bu görevin yerine getirilmesin den sonra Bolşevik Parti XIV. Parti Kong resi'nin tarihi nitelikteki kararları ışığında sovyet ülkesinin sosyalist sanayileştirilme si için devasa çalışmayı başlattı. Sosyalist san ay il eşm en in gerç ekl eşt ir ilm es i ayn ı zamanda kırsal alanda kapitalist unsurların tasfiyesinin maddi koşullarının da hazırlan ması ve tasfiyenin gerçekleştirilmesi anla mına geliyordu. Sovyet devleti bu görevle ri başarıyla yerine getirmiştir. Böylelikle bir bütün olarak kapitalist unsurların tasfi yesi koşullarının hazırlanması, sovyet dev letinin gelişmesinin ilk evresinde başarıyla tamamlanmış ve sınıf olarak kulakların tas fiyesine girişilmişti. Bu dönemde işçi sınıfı ve emekçi köylülük sovyet toplumunun iki temel sınıfı konumuna gelmişlerdi. Burju vazi artık temel sınıf değildi, ama bu onun sınıf olarak tamamen yok edildiği anlamı na gelmiyordu. Yukarıda da belirtildiği gibi ekonomide hala küçümsenemeyecek bir ağırlığı vardı. Bu, özellikle kulaklar (diğer adıyla zengin köylülük- köy burjuvazisi) için daha ziyade geçerliydi. 1928'de sovyet kır ınd a kul akl ar ın say ıs ın ın 5,6 mily on civarında olması bu gerçeği yansıtıyor. Stalin, XVI. Parti Kongresi'ne sunduğu siyasi raporda diğer şeylerin yanısıra şöyle diyordu. Sınıf olarak kulakları tasfiye etme pol it ik as ın a geç iş, kol ekt ifl eşt irm en in yoğun gerçekleştirilmesi, 1929'un ikinci yar ıs ınd a büt ün ceph el erd e sosy al izm in taarruza geçmesi hazırlanmıştır. Stalin'in bu son uc a varm as ın ın madd i ned enl er i şunlardı: - İşçi sınıfının aktivitesi artmıştır. - Bolşevik parti milyonlarca emekçi kit le nezdinde görülmemiş bir otoriteye sahip olmuştur. - Yoksul ve orta köylü kitlelerinin akti vitesi de giderek artmıştır. - Bu köylü kitlesinin kolektif inşaya radikal bir katılımı gündeme gelmiştir. 101 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları - Bir büt ün olar ak sovy et devl et in in başarıları özel olarak da sanayi alanındaki ve tarımdaki (kolhoz ve sovhoz çiftlikleri nin kurulması ve gelişmesi) başarılar körün görebileceği, sağırın duyabileceği boyutla ra varmıştı. - Kırsal alanda sovyet ekonomisi kol hoz ve sovhoz ürünleriyle kulakların ürün miktarını aşacak duruma gelmişti ve böyle likle kırsal alanda ekonomi, bireysel çiflik lere dayanmaktan kolektif çiftliklere (kol hoz ve sovhoz) dayanmaya geçiyordu. Sovyet ülkesinin içinde bulunduğu eko nom ik ve siy as i dur um, bu evr ed e esas sorunun kapitalizm ile sosyalizm arasında ki mücadele olduğunu göstermektedir. Bu sorun "kim kimi" yok edecek sorunuydu. Bu mücadelede devrik sınıflar sadece ken di güçl er in e değ il, yab anc ı serm ay ey e, emperyalist ülkelerin desteğine de güveni yorlardı. O dönemdeki enternasyonal duru mu göz önüne getirelim. Sovyet devleti kapitalist okyanusta bir adaydı, dört bir yanı düşman devletlerle – taktik açıdan Türkiye cephesi hariç– sarıl mıştı ve proletarya diktatörlüğünü yıkmak için 14 emperyalist devlet sovyet ülkesine karş ı yerl i karş ı-güçl er i dest ekl ey er ek fiilen müdahale etmişlerdi. Mücadelenin son uc u bil in iy or: Sovy et devl et i büt ün imkanlarını harekete geçirerek, beyaz terö re devrimin kızıl terörüyle cevap vererek düşm an güçl er i yenm iş ve hak im iy et in i korumuştu. Sovyet devletini bu mücadele sinde, enternasyonal işçi hareketi yalnız bırakmamıştı. Sovyet devletinin gelişmesinin bu ilk evresind e hang i temel sorun u çözmekle karşı karşıya olduğunu Stalin'in nasıl for müle ettiğini yukarıya aktarmıştık. O kısmı burada da verelim. "Bu dön em in esas gör ev i, devr il en sınıfların direncini bastırmaktı, müdahale cilerin baskılarına karşı ülke savunmasının örgütlenmesiydi; sanayi ve tarımın yeniden inşasıydı, kapitalist unsurların tasfiyesi için koşulların hızlandırılmasıydı." Sovy et devl et in in, gel işm es in in ilk evresinde hangi ana yönde ilerleyeceği bu temel göreve bağlıydı. Aynı yerde Stalin bu tem el gör ev in sovy et devl et in i iki esas fonksiyonla karşı karşıya bıraktığını tespit ediyordu. Birinci fonksiyon, ülke içinde devrilen sınıfların direncinin kırılması ve onların baskı altına alınmalarıydı. İkinci fonksy on, dış sald ır ıl ar a karş ı ülk en in savunulmasıydı. Ayrıca üçüncü bir fonksi yon da vardı, o da, devlet organlarının ikti sadi örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyetini içeriyordu. Sovyet devleti devrilen sınıfların baskı altına alınışını çok çeşitli tarzda gerçekleş tirmişti. Ama bunların içinde en önemlisi, en göze batanı, sınıf düşmanlarına karşı sürdürülen askeri mücadeleydi. Gelişmesinin bu evresinde Sovyet dev let i, ekon om ik güc ünd en ziy ad e ask er i gücüne dayanıyordu. Bundan dolayı askeri baskı altına alış, devrilen sınıfların eski konumlarını elde etme denemelerinin aske ri güçle parçalanması, karşıdevrimin beyaz ter ör ün e karş ı, devr im in kız ıl ter ör ü bu dönemin, bu dönemdeki sovyet devletinin baskı altına alma fonksiyonunun karakte ristik bir özelliğiydi. 102 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları Bu alanda alınan bütün tedbirleri, bura da ele almanın anlamı yok, önemli gördü ğümüz bir kaç noktayı belirtmekle yetine ceğiz. Daha Aralık 1917'de Lenin'in talimatı üzerine "Karşıdevrim ve Sabatoja Karşı Mücadele İçin Bütün Rusya Olağanüstü Kom isy on u" kur ul ur. (We-Çe-Ka). Bu örgütün faaliyeti oldukça önemli ve başarı lıydı; bu örgütün faaliyeti vasıtasıyla bir dizi karşıdevrimci örgütün tasfiye edilme leri, kadetlerin, sosyal devrimcilerin, anar şistl er in ve başk a ant is ovy et ik kompl o gruplarının ayaklanmaları ve komploları nın açığa çıkartılması ve yenilgiye uğratıl maları ve dış güçlerin casusluk ve sabotaj faaliyetlerinin açığa çıkartılması gerçekleş tirilmişti. 1918 yılında genel mecburi aske ri hizmet yürürlüğe kondu. Bunun ötesinde ve en önemlisi yüzbinlerce gönüllü, iç ve dış düşmana karşı mücadele için Kızılor du’ya katıldı. Böylelikle Kızılordu, üç mil yonluk bir insan gücüne sahip oldu. Bunun ötesinde yukarıda da belirttiği miz gibi kulaklara karşı taarruz XV. Parti Kongresi’nde Stalin'in direktifiyle başlatıl dı. Ve yoğun kolektifleştirmeye başlandı. Sovyet devleti bu alanda bir dizi olağanüs tü tedbiri uygulamaya koydu. Örneğin ceza yasasının 107. maddesi gereği kulakların tahıl fazlasına el kondu ve bunun yüzde 25'i kır yoksullarına verildi. Ve takip eden zam an içind e de kırs al aland a kul akl ar, sanayi alanında da geriye kalan kapitalist ler mülksüzleştirildiler. İç savaştan, iç ve dış karşıdevrimci güç ler in yen ilg iy e uğr at ılm as ınd an sonr a casusluk ve sabotaj faaliyeti, emperyalist ülkelerin genç sovyet devletine karşı yıkıcı mücadelelerinin temel biçimlerinden birisi oldu. Sovyet önderlerinin öldürülmesi, fab rik al ard ak i, işl etm el erd ek i, ulaş ımd ak i sabotajlar, iç karşıdevrimci örgütlerin mali olarak desteklenmesi vb. bu türden faali yetl er in kaps am ın a gir iy ord u. Büt ün bu türd en karş ıd evr imc i faa liy etl er açığ a çık art ılm ış ve etk is iz hal e get ir ilm işt i. Genç sovyet devletinin, dünyanın ilk işçi ve köyl ü ikt id ar ın ın fırt ın al ı gel işm es i önünde hiçbir engel duramıyordu. Böyle likle sovyet devleti, gelişmesinin bu ilk evresindeki temel fonksiyonlarından ikin cisini de –"ülkenin dışardan gelen baskıla ra karş ı savunulmas ı"– baş arıyla yerine getirmiş oluyordu. Genç sovyet devleti, kendi gerçeğini, müc ad el e son uc u kap it al ist-emp er yal ist dünyaya kabul ettirdi. II. Sovyet Kongresi 8 Kasım 1917'de barış kararnamesini kabul etti ve savaşan ülkelere silahların bırakıl masını önerdi. Sovyet devleti daha 1921'de İng ilt er e ile tic ar i bir anl aşm a yapt ı. O dönemin önemli uluslararası konferansla rında (Cenevre, Den-Haag vs.) Sovyet dev letinin temsilcileri, dünyada barış ilkelerini aktif bir şekilde savundular. 1924-1925 yıl lar ın d a ABD'nin dış ınd a büt ün öneml i kapitalist/emperyalist ülkeler sovyet devle tiyle diplomatik ilişkiler kurdular. Bunlar, genç sovy et devl et in in gel işm es in in ilk evresinde, barış politikasında ve kendini savunmada elde ettiği devasa başarılardı. Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evre sinde söz konusu olan üçüncü fonksiyona gelince: Burada dikkati, sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresi üzerine Stalin'den 103 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları aktardığımız anlayışa çekmek istiyoruz. Orada üç fonksiyondan bahsediliyor ve ilk iki fonksiyonda sovyet devleti "görünüşte eski devleti anımsatıyor" tespiti yapılıyor du. Ama üçüncü fonksiyon için böyle bir tespit yapılmıyor ve bu dönemde bu alan daki görevlerin yeterince yerine getirilme diği belirtiliyor. Bunun böyle olmasının maddi nedenleri vardı. Önemli olduğu için biraz açalım. Bu fonksiyonuyla sovyet devleti eski devletleri anımsatmıyordu. Çünkü bu fonk siyon (devlet organlarının iktisadi-örgütsel ve kült ür el-eğits el faa liy et i) yen i tipt en devlete; sosyalist devlete özgü olan fonks iyondu ve ancak ve ancak sosyalist toplu mun gelişmesine paralel olarak gelişebilir di. Veya sovyet devletinin bu fonksiyonunu yer in e get irm es iyl e sosy al ist topl um un gelişmesi birbirini karşılıklı olarak etkile yen diyalektik bir bütünü oluşturuyordu. Demek oluyor ki bu fonksiyon, sosyalist devrimin temel özelliklerinden birisiydi ve eski ekonomik yapının devrimci-radikal dön üş üm ün e yen i, sosy al ist ekon om ik yapının da keza devrimci-radikal oluşturul masına yönelikti. Stalin'in belirttiği gibi bu fonksi yon, "yen i sosy al ist ekon om in in embriyonlarının gelişmesini ve insanların sosyalizm ruhuyla eğitilmelerini amaçla yan" bir fonksiyondu. Sovyet devletinin gelişmesinin ilk evre sinde, devletin iktisadi-örgütsel ve kültü rel-eğitsel faaliyeti tam anlamıyla gelişe memişti. Çünkü bütün ülkede bütünlüklü sosyalist bir ekonomi henüz yoktu/kurul mamıştı ve buna bağlı olarak da sovyet devleti henüz ekonominin bütün alanların da bütün iktisadi yaşamda örgütleyici ve yönlendirici konumda değildi. Bu koşullar da veya bu fonksiyonun yerine getirebil mesi için ortamın hazırlanması gerekiyor du. Bu, yukarıda da belirttiğimiz gibi, eko nominin bütün alanlarında kapitalist unsur lar ın tasf iy es in in gerç ekl eşt ir ilm es iyd i. Bunun için gerekli hazırlık iki yönde geliş me göstermişti. a- Sanayiin eski haline getirilmesi ve bunu aşarak sosyalizme maddi temel teşkil edecek olan en önemli sektörlerin –örneğin ağır sanayinin– çok yönlü gelişmesini sağ lamak. b- köylülerin kolektif işletmelerde birli ğini sağlamak. Ancak bu iki noktada yoğunlaştırdığı mız sor un un devr imc i-rad ik al çöz üm ü, Sovyet devletinin gelişmesinin ilk aşama sındaki üçüncü fonksiyonunu yerine getir mesinin ön koşulunu hazırlamış olacaktı. I. Dünya savaşı ve iç savaş döneminde ülk e ekon om is i tam am en yık ılm ışt ı. 1920'de (Sovyet Kongresi'nde), ekonomi nin en azından eski haline getirilmesini sağlamaya yönelik bir dizi tedbir alındı. Lenin'in bütün Rusya'nın elektriklendiril mesi planı da ("Goelro-planı") bu dönemde yürürlüğe kondu. Bu plana göre, on senede 30 büyük elektrik santralı inşa edilecekti. Nitekim 1925-1927 yılları arasında böylesi bir dizi santral inşa edildi. (Taşkent, Eri van, Şatura vb.) Dinopropetrowsk'ta büyük bir demir döküm işletmesi 1925 yılında üretime başladı. İlk traktör ve otomobil fabr ik as ı bu dön emd e kur uld u. (Stal in İşletmesi vb). Tarımsal alandaki devletin faa liy et i san ay i alan ınd ak in i dah a ger i 104 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları seviyede takip ediyordu. İç savaştan sonra yaklaşık 20 milyon hektarlık bir alan ekile miyordu. Tarımsal üretimi arttırmak için teslim zorunluluğu yerine doğal vergi geti rildi. Böylelikle bireysel emekçi köylüler teşvik edildiler. Ama kırsal alanda tarımın gelişmesi için alınan bütün tedbirlere rağ men tarımın gelişmesi sanayinin gelişmesi nin gerisinde kaldı. Birinci beşyıl planının uygulanmaya konduğu dönemde (başlan gıçt a) ülk ed e 25 mily on bir eys el köyl ü işletmesi vardı. Kırsal alanda geri teknolo jinin aşılması, sosyalist dönüşümün başla tılm as ı sosy al ist san ay in in kur ulm as ın a bağlıydı. Bu oldu ve sovyet devleti elde ettiği modern tarım teknolojisine de daya narak kırsal alandaki devrimini –kolektif leştirme kulakların mülksüzleştirilmesi– başlattı. Ama bu sözkonusu üçüncü fonks iyonun, devletin gelişmesinin ilk evresinde yerine getirildiği anlamına gelmemelidir. Sovyet devleti, iktisadi-örgütsel ve kültü rel-eğitsel faaliyetine gelişmesinin ilk evre sinin sonunda başladı, ama bu faaliyet ger çek anlamıyla, devletin gelişmesinin ikinci evresinde gerçekleştirildi. 2- Gelişmesinin İkinci Evresinde Sovyet Devleti Bu konuda Stalin şöyle diyor: "İkinci evre şehirde ve kırda kapitalist unsurların tasfiyesinden sosyalist ekonomi sisteminin tam zaferine ve yeni anayasının kabulüne kad ar olan dön emd ir. Bu dön em in esas görevi, bütün ülkede sosyalist ekonominin örgütlenmesiydi ve kapitalist unsurların son kalıntılarının tasfiyesiydi, kültür devri minin örgütlenmesiydi, ülkenin savunul ması için tamamen modern bir ordunun örg ütl enm es iyd i. Sosy al ist devl et im iz in fonksiyonları da buna göre değişti. Ülke içinde askeri baskı fonksiyonu yok olmaya yüz tuttu-yavaş yavaş öldü. Çünkü sömürü yok edildi. Artık sömürü yok ve bundan dol ay ı bask ı alt ınd a tut ul ac ak kims e de yok. Baskı fonksiyonu yerine devlet, sos yalist mülkiyeti, halk mülkünü hırsızlardan ve tal anc ıl ard an kor um ak fonks iy on un u aldı. Ülkenin dış baskınlardan askeri olarak korunması fonksiyonu tamamen muhafaza edildi. Bundan dolayı Kızılordu da, donan ma da, keza yabancı casusluk servisleri tarafından ülkemize gönderilen katillerin, zarar vericilerin, casusların açığa çıkartıl ması ve cezalandırılması için zorunlu olan ceza organları, milli emniyet hizmeti de kaldı (varlığını sürdürdü- çn.). Devletin iktisadi-örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyet organlarının fonksiyonu muhafaza edildi ve tamamen geliştirildi. Şimdi devletimizin ülke içindeki esas görevi, barışçıl iktisadiörg üts el ve kült ür el-eğits el faa liy ett ir. Ordumuza, ceza organlarına ve milli emni yet hizmetine gelince; artık onların sivri ucu ülke içine değil, bilakis dışarıya, dış düşmanlara yöneliktir. ... Şimdi biçiminde ve fonksiyonlarında ilk evresinin sosyalist devletinden önemli ce farklı olan, tarihin tanımadığı tamamen yeni, sosyalist bir devlete sahibiz” (C. 14, s. 228/229). Önc e, bir inc i evr ed en ikinc i evr ey e geçişin nasıl olduğuna bakalım. Bu geçişin nasıl olduğu birçok açıdan önemlidir. Soru şu: bu sıçramalı bir geçiş miydi, yoksa ted rici bir geçiş miydi? 105 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları Önc e söz kon us u sür ec in koş ull ar ın ı belirtelim: - Sanayi ve tarımın eski haline getiril mesi, işlev görür hale getirilmesi ve kapita list uns url ar ın tasf iy es i için koş ull ar ın hazırlanm as ı büt ün bunl ar 1929 sen es i sonunda sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresinin görevleriydi. Bunlar aynı zaman da ülke içi görevlerdi. - Sovyet devleti kapitalist unsurları tas fiye görevini, sınıf olarak kulakları tasfiye politikasına geçiş sürecinde yoğun kolek tifleştirme ile çözümledi. Devrilen sınıfla rın baskı altında tutulması görevi de bu politika temelinde yükselmekteydi. Yani devrilen sınıfların en dinamik kalıntısı olan kulaklar, bu politika temelinde nihai olarak tasfiye edildiler. - Sınıf olarak kulakların yoğun kolektif leştirme bazında tasfiye edilmeleri aynı zamanda, sovyet devletinin yeni bir temel görevle karşı karşıya kaldığı anlamına da geliyordu. Bu yeni görev, sovyet devletinin gelişmesinin ikinci evresindeki görevlerdi. Bu görevlerin neler olduğunu Stalin'in söz leriyle yukarıya aktardık. Bu geçiş, sovyet devleti, gelişmesinin ilk evresinden ikinci evresine nasıl geçti, bu sürecin içeriği neydi? Burada söz konusu olan, eski bir nite likten yeni bir niteliğe geçiştir. Bu sıçrama lı bir geçiş miydi, yoksa tedrici bir geçiş miydi? Bunu açıklamak için Stalin'in bir anlayışını buraya aktaralım: "Patlamalar için coşku duyan yoldaşla rın bilgisine; söylenmesi gereken şu: Patla ma vasıtasıyla eski bir nitelikten yeni bir niteliğe geçiş, sadece dilin gelişme tarihin de kullanılmaz değildir. Bu, taban ve üst yapıyla ilgili başka toplumsal görünümler de de her zaman kullanılamaz. Bu, düşman sınıflara bölünmüş bir toplumda mutlak geç erl id ir. Ama bu, düşm an sın ıfl ar ın olmadığı bir toplum için mutlaka geçerli değildir. 8-10 sene içinde ülkemizin tarı mında burjuva, bireysel köylü ekonomile rine dayanan düzenden sosyalist kolektif ekonomi düzenine geçişi gerçekleştirdik. Bu, kırda burjuva ekonomik düzeni tasfiye eden ve yeni bir düzeni; sosyalist düzeni yaratan devrimdi. Ama bu alt üst oluş pat lama ile değil, yani mevcut iktidarın dev rilmesi ve yeni birinin kurulmasıyla değil, bilakis kırdaki eski burjuva düzenden yeni düzene tedrici bir geçişle gerçekleşti. Bu gerçekleşebildi, çünkü, o, yukarıdan bir devrimdi. Çünkü alt-üst oluş, köylülüğün esas kitlesinin desteğiyle mevcut iktidarın inisiyatifi sayesinde gerçekleştirildi." (Sta lin, C. 15, s. 221-222, Marksizm ve Dilbili mi, Alm.) Sovyet kırındaki söz konusu alt-üst oluş bir devrimdi ve bu devrim sovyet toplumu nu yeni nitel bir duruma götürmüştü. Ama bu devrimci alt-üst oluş, mevcut siyasi ikti darın (yeni sovyet devletinin) yıkılması ve yeni bir siyasi gücün örgütlenmesiyle ger çekleştirilmemişti. Bu bir sıçramaydı ve bu sıçramayla sovyet toplumu, bu sıçramayı örgütleyen sovyet devleti tarafından, onun inisiyatifinde yeni nitel bir duruma gelmiş ti. Bu sıçrama, bolşevik parti önderliğinde sovyet devleti tarafından gerçekleştirilen tedrici bir geçişin ifadesiydi: Kırsal alanda ki burjuva ekonomi düzeninden yeni sos 106 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları y a l i s t e k o n o m i d ü z e n i n e t e d r i c i geçiş. Burada, kapitalist unsurların tasfiye sin in koş ull ar ın ın acel ey e get ir ilm ey en, seb atl a, itin ayl a, sab ırl a sürd ür ül en bir hazırlığı sözkonusuydu. Bu hazırlık bağla yıcı öneme haizdi. Milyonlarca köylü kitle sinin siyasi olarak ikna edilmesi, kolektif ekonomiye geçiş için zorunlu maddi temel lerin yaratılması –tarımda teknoloji vs.– proletarya, geniş köylü yığınlarının kolek tifleştirme hareketinde –bu yukarıdan dev rimd e– kend in i tak ip edec eğ in e emin olmalıydı. İşte bundan dolayı sürekli hazır lıktan bahs ediliyordu ve sovyet devleti, sınıf olarak kulakları yoğun kolektifleştir me temelinde tasfiye politikasına geçişin koşullarını başarıyla hazırlamış ve geçişi sağlamıştır. Bir dah a Stal in'in sovy et devl et in in gelişme evrelerini tespitine dönelim: Sta lin, sovyet devletinin gelişme evrelerinin sınırlarını şöyle belirliyor: İlk evre: Ekim devriminden sömürücü sınıfların tasfiyesine kadar olan dönem. İkinci evre: Kırda ve şehirde kapitalist unsurların tasfiyesinden sosyalist ekonomi sist em in in zaf er in e ve yen i anay as an ın kabulüne kadar olandönem. Stalin burada şehirde ve kırda kapitalist uns url ar ın tasf iy es i ayr ım ın ı yap ı yor. Bun un anl am ı var. Bun un anl am ı "SBKP(B) Kısa Tarihi"nde şöyle anlatılı yor: "Sınıf olarak kulakların tasfiyesi politi kasına geçişe kadar parti, tasfiye amacıyla kapitalist unsurlara karşı ciddi bir taarruzu daha ziyade şehirde, sanayi alanında sür dürdü. Önce, tarım, köy, sanayinin, şehrin gerisinde kaldı. Bundan dolayı taarruz, bir yerd ek i sald ır ı kar akt er in i taş ıy or, tam değildi, genel karakterde değildi. Ama şim di, köyün geriliği geçmiş içinde kaybolur ken, köylülüğün kulakların tasfiyesi için mücadelesi bütün açıklığıyla öne çıkarken ve parti, kulakların tasfiyesi politikasına geçerken, kapitalist unsurlara karşı sürdü rülen taarruz genel karakter kazanıyordu; bir yerde sürdürülen taarruz, bütün cephe de sürdürülen taaruza dönüştü." (s. 386, Alm.) Bu genel karakterli taarruz veya sınıf olarak kulakların tasfiyesi, sovyet toplu munun yeni bir aşamaya geçtiğinin ifade siydi. Bu, sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresindeki sovyet toplumundan nitel olarak farklı bir aşamadaki, sovyet devleti nin gelişmesinin ikinci evresindeki sovyet toplumuydu. Bu, artık gerçek anlamıyla sosy al ist aşam ad a olan topl umd u. Bu, Ekim Devrimi’ne eş değer olan bir durum, bir sıçramaydı: "Bu, olağanüstü derinlemesine (giden) bir altüst oluştu, toplumu eski nitel duru mundan yeni nitel durumuna bir sıçramay dı, etkileri bakımından Ekim 1917'nin dev rimc i alt-üst oluş un a eşd üş en bir alt üst oluşt u." (SBKP/B Kıs a Tar ih i, s. 380, Alm.) Buradan çıkartılması gereken bir sonuç şudur: Bolşevik parti önderliğinde ve sov yet devleti tarafından örgütlü olarak ger çekleştirilen sovyet toplumunun eski nitel durumundan yeni nitel duruma geçmesi, aynı zamanda sovyet devletinin de geliş mes in in, ilk evr es ind en ikinc i evr es in e geçişinin bir ifadesiydi; sovyet devleti de 107 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları gel işm es in in ilk evr es ind ek i nit el dur u mundan gel işm es in in ikinci evresindeki yeni nitel durumuna geçiyordu. Böylelikle, sovyet devletinin ve toplu munun gelişmesi, birbirini karşılıklı olarak etkileyen bir ve aynı sürecin ifadesi olu yordu. Peki bu yukarıdan devrim hangi temel sorunları çözmüştü? Bu sorunun cevabını SBKP(B) Kısa Tarihi'nden aktaralım. "Bu devrim bir vuruşla sosyalist inşanın üç temel sorununu sonuçlandırdı. a) O, ülkemizde sömürücü sınıfın sayı ca en çok olanını, kulaklar sınıfını, kapita lizm in rest or asy on un un kal es in i tasf iy e etti. b) O, ülk em izd e say ıc a en kal ab al ık olan sınıfı, köylüler sınıfını, kapitalizmi doğuran bireysel iktisat yolundan toplum sall aşt ır ılm ış, kol ekt if, sosy al ist ikt is at yoluna götürdü. c) O, sovyet iktidarına, ulusal ekonomi nin –tarımda– en geniş ve çok önemli ama çok da geri alanında sosyalist bir taban verdi. Böylelikle ülkemizde kapitalist resto rasyonun son kaynakları yıkıldı ve aynı zamanda yeni, belirleyici, sosyalist ulusal ekonominin inşası için zorunlu olan koşul lar yarattı." (S. 380-381) (Tabi yoğun kolektifleştirme sürecinde, sorunun kavranmadığı bölgelerde önemli hatalar da yapılmıştı. Bu hataların kaynağı orta köylülüğe karşı tavrın yanlış anlaşıl ması ve orta köylülüğün, bazı bölgelerde kulaklara uygulanan politikaya maruz kal masıydı. Bu durumu kulaklar da kışkırtma metoduyla kendi çıkarları için kullanmış lardı. Parti hatayı zamanında gördü ve yan lış anlamayı düzeltti. Bu gelişme SB'nde sosyalizmin inşasında önemli olmadığı için üzerinde durmayı gerekli görmüyoruz.) Bu üç temel sorunu çözümleyen devri min sonucu neydi veya bu üç temel sorun çözümlenince ne türden bir değişim ger çekleşmiş oluyordu? "Açık ki, kel im en in esk i anl am ıyl a geç iş dön em in i art ık ger id e bır akt ık ve bütün cephede doğrudan ve tam gelişmiş sosyalist inşa dönemine girdik. Açık ki biz, artık, sosyalizm dönemine girdik. Çünkü şimdi sosyalist sektör, sosyalist toplumun tamamlanmasından ve sınıf farklarının yok edilm es ind en hen üz uzakt a olunm as ın a rağmen, bütün ulusal ekonominin bütün iktisadi kaldıraçlarını elinde tutmaktadır." (Stalin, C. 13, s. 5, Alm.) Stal in, sovy et ülk es in in, devl et in in gel işm es in in yen i nit el aşam as ın ı böyl e karakterize ediyordu. Yukarıda belirtilen üç temel sorunun çözümlenmesinin sonucu buydu. Peki sovyet devletinin gelişmesinin ilk evresinden ikinci evresine geçiş sürecinde –örn eğ in 1930'un ilk yar ıs ınd a– kırs al alanda parti ve devlet önünde duran göre vin esası neydi? Bunu Stalin şöyle saptıyor: "…Tarımın kaderi ve temel sorunlar, art ık şimd i, bir eys el köyl ü ekon om il er i tarafından değil, bilakis kolektif ekonomi ler (kolhozlar- çn.) ve sovyet ekonomileri (sovhozlar- çn.) tarafından belirlenmekte dir… …kırsal alanda ekonomik dönüşümler olmuştur ve bu bize, köyü yeni bir yola, 108 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları kol ekt ifl eşt irm e yol un a sevk etm ey i ve böylece sosyalizmin başarılı inşasını sade ce şehirde değil, bilakis kırda da teminat altına almayı başardığımızı iddia etmemize bir neden olmaktadır." (C. 12, s. 253, Alm.) Kırsal alandaki alt-üst oluşun önemini ve bu alandaki kararlılığı Stalin şöyle açık lıyordu: "Kırda, sovyet ve kolektif ekonomilerin dah a da gel işt ir ilm el er i sor un un biz im bütün inşamız açısından en acil sorun oldu ğunu detaylı anlatmaya… gerek yok. Şim di köylülüğün eskiden yeniye, kulak köleli ğinden özgür kolektif ekonomiksel yaşama doğru devasa, radikal bir dönüş yaptığını körler dahi görüyorlar. Artık eskiye dönüş yok. Kulaklık (zengin köylülük- çn.) çökü şe mahkumdur ve tasfiye edilecektir. Geri ye sadece bir yol kalıyor; kolektif ekono milerin yolu." (A.g.k. 292) SBKP(B)'nin XVI Parti Kongresi, tarihi bir kongreydi. O, tarihe, sosyalizmin bütün cepheleri de taarruzunun kongresi olarak geçti: – "…san ay im iz in art ır ılm ış gel işm e temposu…" – "…kolektif ve sovyet ekonomilerinin artırılmış gelişme temposu…" – "…Şehirde ve kırda kapitalist unsur ların hızlandırılmış, iktisadi püskürtülme si…" – "… Sosyalist inşa için kitlelerin hare kete geçirilmesi…" – "Kapitalizme karşı kitlelerin harekete geçirilmesi…" (Stalin, a.g.k., s. 271) Bu gelişmelerin sonucu olarak, 1930 yılından itibaren sovyet devleti, iktisadi, örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyetine kap samlı yönelmeye başladı. Çünkü, böyle bir faaliyetin maddi koşulları artık oluşmuştu ve bu alandaki faaliyet sovyet devletinin en önemli faaliyeti olmuştu. Şimdi başa, sovyet devletinin gelişme sinin ikinci evresi için Stalin'den aktardığı mız anlayışa dönelim. Sovyet devletinin gelişmesinin ikinci evresindeki temel görevi "…Bütün ülkede sosyalist ekonominin örgütlenmesi, kapita list unsurların son kalıntılarının tasfiyesi, kültür devriminin örgütlenmesi, ülkenin sav un ulm as ı için tam am en mod ern bir ordunun örgütlenmesi…" Bu görevler yerine getiriliyor ve devlet giderek daha yoğun bir şekilde iktisadi, örgütsel ve kültürel-eğitsel faaliyete yöne liyor. Çünkü bu faaliyetin maddi koşulları oluşuyor. Temel görevin değişmesi devletin fonk siyonlarının değişmesini de beraberinde getiriyor. Değişen birinci temel fonksiyon: "Ülke içinde askeri baskı fonksiyonu yok olmaya yüz tuttu. Yavaş yavaş öldü. Çünkü sömürü yok edildi. Artık sömürücü yok ve bundan dolayı baskı altında tutula cak kimse de yok. Baskı fonksiyonuyerine devlet, sosyalist mülkiyeti, halk mülkünü hırs ızl ard an ve tal anc ıl ard an kor um ak fonksiyonu aldı." Bu fonksiyon değişimi gerçekleşti ve devlet bu alandaki görevini de yerine getir di: Düşman unsurlar, yıkıcı faaliyetlerini devlet ve kolektif mülkiyete zarar verme ye, çapulculuğa, hırsızlığa yöneltmişler di: Düşman unsurlar, saldırılarını özellikle, sosyalist üretim ilişkilerinin temelini oluş 109 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları turan toplumsal mülkiyete yöneltmişler di. Bundan dolayı da toplumsal mülkiyeti korumak, hırsızlığa, çapulculuğa, sorum suzluğa karşı mücadele önplana çıkmıştı. Bu arad a şun u da bel irt el im: Sosy al ist bilinçlenmesi yeterli olmayan, hala burjuva kapitalist düşünce kalıntılarına sahip olan emekçiler bir taraftan düşman unsurların toplumsal mülkiyete saldırılarını –sorunu kavr am ad ıkl ar ı için– kol ayl aşt ır ıy orl ar, onlara alet oluyorlar, diğer taraftan da dev letin bu alandaki faaliyetini bilinçsizlikten dolayı zorlaştırıyorlardı. Bunun içindir ki, toplumsal mülkiyeti koruma mücadelesi ayn ı zam and a bir eğit im ve tut uml ul uk mücadelesiydi. İkinci temel fonksiyon: "Ülkenin dış baskınlardan askeri olarak korunması fonksiyonu tamamen muhafaza edildi." Kapitalist kuşatma altında olan sovyet devleti, bu alandaki görevini sadece yerine getirmekle yetinmedi; bu alandaki görevini kapsamlaştırdı ve ordusunu daha da güçlü kıldı. II. Dünya Savaşı'nın sonucu, bunu yeteri kadar kanıtlıyor. Üçüncü temel fonksiyon: "Devletin, iktisadi-örgütsel ve kültüreleğits el faa liy et org anl ar ın ın fonks iy on u muhafaza edildi ve tamamen geliştirildi. Bu alandaki faaliyet, sovyet devletinin gelişmesinin ikinci evresinde belirleyici bir anlam kazandı. toplumun sosyalist şekil lenmesi ilerledikçe bu alandaki faaliyet de o derece önemli oldu. Aslında bu alandaki faaliyet, sosyalizmin temel ekonomik yasa sını ifade ediyordu. Bu konuda Stalin şöyle diyor: "Çok gelişmiş teknoloji bazında sosya list üretimin devamlı mükemmelleştirilme si ve kesintisiz büyümesiyle bütün toplu mun sürekli artan maddi ve kültürel gerek sinimlerinin azami olarak yerine getirilme sinin teminat altına alınması." (C. 15, s. 291, Alm.) Sovy et devl et i büt ün faa liy et in i bu temel ilkeyi gerçekleştirmeye yöneltmiş ti: Kap it al ist uns url ar ın büt ün alanl ard a tasfiyesinden ve sosyalizmin bütün alanlar da zaferinden sonra iktisadi-örgütsel ve kült ür el-eğits el faa liy et devl et in tem el gör ev i olm uşt u. Bu gör ev in üst es ind en gelinmeksizin sosyalist ilerleme olanaksız dı. (Bu alandaki faaliyet için sanayi ve tarı mın sosyalistleştirilmesi makalelerine, 2. ve 3. makalelere bakınız.) Bütün bu gelişmeler hukuki ifadesini Stalinist Anayasa'da (1936) buldu ve Stali nist Anayasa, Sovyet toplumunun sınıfsal yap ıs ın ın tam am en değ işt iğ in in ve bu değişme temelinde sovyet halkının ahlakisiyasi birliğinin sağlanmış olduğunun açık kanıtı olmuştu. Bundan sonraki makalede bu gelişmeyi sovyet hukukunu- sosyalist hukuku ele alacağız. 110 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları EK AÇIKLAMA - Komünizme Geçiş ve Devlet Sorunu SB'nde sosyalizmin inşasını etkilemedi ğinden dolayı burada ele almadığımız bir nokt ay ı bel irt el im: Kap it al ist kuş atm a altında komünizme geçme ve devlet soru nu: Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin inşası başarıyla ilerliyor ve bu süreç içinde yeni sor unl ar günd em e gel iy ord u. Günd em e gel en sor unl ar tart ış ıl ıy or ve son uçl ar a varılıyordu. O dönem tartışılan sorunlardan birisi de kapitalist kuşatma altında komü nizme geçilip geçilmeyeceği, şayet geçilir se devletin ne olacağıydı. Tartışmaya Sta lin de katılır ve tartışılan sorunları "SSCB Sosyalizmin Ekonomik Sorunları" eserinde ele alır. Orada ele alınan konulardan birisi de komünizme geçiş sorunudur. Bu sorun Stalin'in ölümünden sonra ve genellikle de önceleri "Stalinist" olup da yani marksist leninist olup da sonra bundan vazgeçerek "antistalinist", "antimarksist" olanlar tarafından Stalin'e ve onun nezdin de de marksizm-leninizme saldırmanın bir aracına dönüştürüldü. "Vay efendim, Stalin komünizmde de devleti savunuyor. Oysa kom ün izmd e devl et olm az" vs. Bur ad a söyl enm es i, hem de açıkç a söyl enm es i gereken söz şu: "Bre dangalaklar, akılsız başınıza yeni mi geldi, marksist-leninist düşünceleri savunurken Stalin'in bu konu daki anlayışını bilmiyor muydunuz?" Tabi ki biliniyordu. Ama sorun bu değil, sorun marksizm-leninizme saldırı olduğu için Stalin'in bu konudaki anlayışı sadece bir vesile. Stalin, bu sorunu ilk kez XVIII. Parti Kongresi'ne sunduğu siyasi raporda "Teori nin Baz ı Sor unl ar ı" başl ığ ı alt ınd a ele almıştır. Komünizme geçmekte acele eden ler vardı. "Sosyalizmi inşa ettik, sömürücü sınıflar kalmadı, o halde komünizme geçe lim" diyenler vardı. '50'li yılların başında sürdürülen "Ekonomi Tartışması"na katı lanlardan Jaraşenko da aynı soruyu günde me getirdi. Stalin, SB'nin o günkü gelişme seviye siyle komünizme geçecek durumda olma dığ ın ı sür ekl i vurg ul am ışt ır. Öyl e ki, o komünizme geçişin değil, geçişi hazırla manın koşullarından bahsetmiştir. "Kom ün izm e geç iş i ilan etm ek için değil, komünizme gerçek geçişi hazırla mak için en azından üç temel önkoşul yeri ne getirilmelidir." (Stalin, C. 15, s. 316, Alm.) Stalin, koşullardan,yerine getirilmesi gereken ön koşullardan; komünizme geçi şin değil, komünizme geçişi hazırlaması gereken ön koşullardan ve bunların SB'de henüz olmadığından bahsediyor. Komünizme geçiş ve geçişin hazırlığı bir ve aynı şey değildir. Bunun içindir ki, Stalin geçişin değil, geçişi hazırlayan ön koşull ard an bahs ediyor. Stalin, SB'nin komünizm e geçişin hazırl ığına hazır olmadığını tespit ediyor ve önkoşullar yerine getirild iği, yani komünizm e geçişin hazırlığını içeren ön koşullar yerine getiril diğind e SB'nin kapitalist sist emin var olduğu, (onun kuşatması altında) komüniz me geçebileceğini, ama bunun koşullu bir geçiş olacağını tespit ederek, böyle koşullu bir geçişte devletin, kapitalist kuşatmadan/ 111 SB'de Sosyalizmin İnşası Sorunları tehl ikeden dolayı –sadece bu nedend en dolayı– var olacağını savunmuştur. Durum bundan ibaret, Stalin, komüniz me geçiş konusunda antimarksist teorilerin üretildiği bir ortamda, bu antimarksist teorilere/düşünc elere karş ı mücadele etm e gereğini görmüştür. Tartışmanın kendisi teorik bir tartışma olarak kaldığı ve sovyet devletinin geliş mesini etkilemediği için onu burada ele alm adık. [Bu konu için Bkz: SBKP(B) XVIII. Part i Kongr esi Belg eleri (veya Stalin'in aynı kongredeki siyasi raporu), SSCB'de Sosyalizmin Ekonomik Soruları ve Komünistl erin Görevl eri "Marks ist Teoriye Katkıda J.V. Stalin", (I. Okçuoğ lu)] 112 MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı İşçiler, Emekçiler, Gençler, Devrimci ler, Yoldaşlar Büyük emeklerle yaratılan ve örnek bir devr imc i irad en in ürün ü olan Part im iz, şimdiye değin kazanmış olduğu başarıları na, bir yenisini daha ekledi. Sınıf düşmanı nın giderek yoğunlaşan ve adeta kesintisiz hale gelen saldırılarına, bu saldırılar sonu cunda verdiğimiz ağır kayıplara karşın, II. Kongremiz 7-12 Ağustos 1997 tarihinde başarıyla toplandı. Partimiz, Kongre zafe rimizlehaklı olarak övünebilir ve övünme lidir de. Faşist rejime bu yolla da meydan okuyoruz! II. Kongremiz, görkemli Ölüm Orucu ve SAG zaferinin 1. yılına denk geldiği için, özelde Ölüm Orucu ve SAG şehitleri, genelde ise Parti, devrim ve komünizm şehitlerinin anısına, salonu süsleyen şehit lerimizin bakışları altında, Enternasyonal Marşı eşliğinde, saygı duruşuyla 7 Ağus tos’ta resmen başladı. Coşkulu, olgun ve düzeyli bir atmosferde süren çalışmalarını, Enternasyonal Marşı ve savaş sloganlarıy la 12 Ağustos’ta tamamladı. 6 gün, 16 otu rum ve 70 saat süren Kongremiz, faşist düşmanın yoğun saldırıları sonucu verdiği miz ağır kayıplar nedeniyle olağanüstü bir özell ik taş ıd ığ ı gib i, Part im iz in en zor koşullarda bile Kongre platformunu topla yabilecek yapıda olduğunu da gösterdi. Partimizin yarattığı gelenekler bakımın dan, bu durum özellikle önemlidir. HHH Uluslararası Durum Raporu’nu görüşen Kongremiz; emperyalist-kapitalist sistemin ekonomik ve siyasi durum ve gelişme eği limini kaps amlı olarak değerlendirerek, 113 MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı komünistlerin dünya çapındaki görevleri nin altını çizdi. Günümüzde, proleter dün ya devriminin nesnel koşulları ile öznel koşulları arasındaki uçurumun doldurulma sı ve her ülkede işçi sınıfının komünist öncü müfrezelerinin oluşturulup pekiştiril mes in in, yaş ams al önem in i vurg ul ay an Kongremiz; bu görevin yerine getirilmesi nin, burjuvazinin ideolojik saldırıları ve modern revizyonizmin yeni biçimlerinin yanı sıra, maoizm, troçkizm ve her renkten rev izy on izm e karş ı kar arl ı ve uzl aşm az ideolojik savaşımdan geçtiğinin altını çiz di. Bu bakımdan, Partimizin özel bir rol oynayarak, proletarya enternasyonalizmi bayrağını yükseltmenin bugün her zaman kind en dah a büy ük bir önem taş ıd ığ ın ı belirledi. Dünya politikasında Türkiye’nin duru munu ve bölgemizde emperyalistler arası çelişkileri tahlil eden Kongremiz, strateji ve taktiklerimiz açısından gerekli sonuçları çıkardı. Türkiye ve K. Kürdistan gibi, dün yanın gerçekten de stratejik bir bölgesinde bulunan bir coğrafyada devrim yapma ve prol et ary an ın ikt id ar ın ı kurm a hed ef in i önüne koyan Partimizin, yalnızca Türkiye ve K. Kürdistan halklarının değil, bölge proletaryası ve halklarının da yazgılarını etkileyecek ve değiştirecek bir rol üstlendi ğine işaret etti. Türkiye ve bir yere kadar bölge devriminin umudu demek olan Parti mizin, yalnızca Türk gericiliğinin değil, onun stratejik bağlaşıkları olan emperyaliz min ve siyonizmin de hedefleri arasında olduğuna, zira Türkiye ve Kuzey Kürdistan devr im in in gerç ekl eşt ir ilm es in in, düny a emperyalizmine indirilmiş çok ağır bir dar be olacağına vurgu yapan II. Kongremiz; ABD başta gelmek üzere belli başlı emper yalist devletlerin Ortadoğu bölgesine iliş kin politikalarının ve taktiksel manevraları nın yakından izlenmesini, bölge ülkelerinin ve bu ülkelerdeki komünist ve devrimci hareketlerin yakından tanınmasını, bütün bu faktörlerin Türkiye ve Kuzey Kürdis tan’dak i gel işm el er in bölg e ülk el er i ve devrimci hareketi üzerindeki etkilerinin hesaba katılmasını gerekli ve zorunlu gör dü. HHH İç Siy as al Dur um ve Siy as al Takt ik Rap or u’nu değ erl end ir er ek onayl ay an Kongr em iz; Birl ik Kongr em iz in siy as al öngörü ve perspektiflerinin 3 yıllık pratikte sınanarak doğrulandığını özel olarak sapta dı. Sömürgeci yarı-askeri faşist diktatörlü ğün tarihinin en büyük ve en derin rejim bun al ım ıyl a karş ı karş ıy a old uğ un a, bu bun al ım ort am ınd a ger ic i egem en sın ıf kliklerinin iç çelişki ve çatışmalarının arttı ğına, Kürt ulusal kurtuluşçu devrimin yanı sıra, Batı’da gelişmekte olan komünist ve devrimci güçleri ezmek için diktatörlüğün kendisini iç savaşa göre konumlandırdığına ve artan şekilde tahkim ettiğine, ordunun rolünün giderek daha fazla arttığına dikkat çekt i. Kongr em iz; devr im in günc el bir sorun olduğunu bir kere daha vurgularken, devletten kopuş ve arayış sürecinde bulu nan işçi ve emekçiler cephesinde devrimci bir kitl e har ek et i gel işt irm en in acil bir görev olduğunu, tasfiyeciliğe ve reformiz me karşı bir barikat oluşturarak, komünist, devrimci ve yurtsever güçlerin birleşik ve merkezi örgütlülüğü ve ortak savaşımının 114 MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı devrimci bir çizgide yürütülmesinin gerek liliğini belirledi. Egemen sınıflar ve faşist diktatörlüğün kendini dayatan temel sorunları çözme güç ve yeteneğine sahip olmamasını ve devri mimizin çok belirgin olan eşitsiz gelişme sini, iç siyasal durumun özgünlüğünü belir leyen unsurlar olarak ele alan Kongremiz; Türkiye’nin geleceğinin ve kaderinin Kür distan’da süren ulusal kurtuluşçu devrimin, Batı’daki devrimci işçi hareketiyle birleş mesine bağlı olduğunu yeniden vurguladı. Batı’da belirli bir anlamda var olan bu cep henin, siyasal nitelik bakımından devrimci bir sıçrama gerçekleştirmesi, birleştirilip örgütlendirilerek derinleştirilmesi ve yeni müc ad el e biç iml er iyl e güçl end ir ilm es i sorununun, taktiğimizin kilit sorunu olma ya dev am ett iğ in i bel irl ed i. Part im iz in, bundan sonra da dikkatini, güç ve enerjisi ni, devrimci iradenin bu can alıcı sorunu nun çözümüne yöneltmesi, bütün politika lar ın ı ve prat ik devr imc i çal ışm al ar ın ı burada tekrar ve tekrar sınavdan geçirmesi, taktik planımızın güncel hedefinin, genel grev ve genel direnişin örgütlenmesi, bun ların öznel koşullarının olgunlaştırılması olarak bir kez daha somutlayan Kongre miz, gerek böyle bir genel grevin-direnişin gerçekleşmesi durumunda oluşacak dev rimci ortamı, gerekse de siyasal durumun şimdiden iç savaşa evrilen yönünü hesaba katarak, taktiğimizin aynı zamanda, önü müzdeki bu dönemin ihtiyaçlarını şimdi den gözeten, dönemin mücadele ve örgüt birimlerini ve bunlardan birisi olarak silah lı mücadeleyi hazırlayan bir hattan ilerle mesi gerektiğini de yeniden vurguladı. Par tim iz, bu haz ırl ık gör evl er in i baş ard ığ ı ölç üd e dön em i kaz an ac ak ve devr imc i cüretle, ileri atılışını sürdürecektir. HHH Birlik devrimimizin ürünü olan partimi zin, 3 yıllık ideolojik, siyasal ve örgütsel alandaki pratiğini, Partimizin gelişim çiz gisini değerlendiren Kongremiz; * Birlik Kongresi ile resmileştirilen ide olojik, siyasal ve örgütsel birliğin, ilkeli ve sağlam bir birlik olduğunun pratikte de kanıtlandığını, kaynaşma sürecinin sağlıklı şek ild e işl ey er ek tam aml and ığ ın ı, bu bakımdan ciddi sorunların esasen yaşan madığını ve gerçekleştirilemez denilenin geri dönülmezcesine başarıldığını; * Part im iz in, kur ul uş und an bu yan a sınıf mücadelesinin en önemli kopuşmala rında izlediği siyasal ve örgütsel çizginin, MLKP isminin geniş işçi ve emekçi yığın larında yankılanmasını getirdiğini, Gazi ayaklanması, kayıplara karşı mücadele, 1 Mayıslar, Ölüm Orucu ve SAG direnişleri, barikat savaşları, gençlik eylemleri denilin ce akla MLKP’nin geldiğini, kritik anlarda, Partimizin, devrimci kuvvetler arasından öne çıktığını; * Partimizin, bu dönemdeki en önemli çat ışm a anl ar ınd a, siy as al öng ör üs üyl e, devrimci iradesi, ataklığı ve cüretiyle yal nızca öncü niteliğini göstermekle kalmadı ğını, ama aynı zamanda yığınlara yönelik poltika yapma tarzıyla da gruplar dünya sından kesin kopuşu sağladığını ve bu yol la da önder parti mayasının atıldığını; * Bu 3 yıllık pratikte devrimci güçler arası dayanışma ve ortak mücadeleyi yük seltme pratiğinde üstlendiği öncü rolün ve 115 MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı ısrarın, partimizin komünist niteliğini oldu ğu kadar, olgunluğunun ve önderlik yete neğinin düzeyini de gösterdiğini, ilerici, yurtsever ve devrimci güçlerle ilişkilerimi zi düzenlemede de yeni bir ilişki, üslup ve davranış çizgisini geliştirdiğini; * 3 yıll ık prat iğ im iz in, sad ec e birl ik devrimini gerçekleştiren güçlerin ve birlik devriminin niteliksel düzeyini dosta düş man a göst erm ekl e kalm ad ığ ın ı, ayn ı zamanda parti nitelemesini ve MLKP ismi ni ne kadar hakettiğini de kanıtladığını; * Partimizin sürekli büyüme, gelişme, ve kur uml aşm a yol und an ilerl ey er ek bugünlere geldiğini; birkaç yılda kalıcı çok şey yarattığını; kendilerini yenileyemeyen, yar at ıc ı ve irad i davr an ıp, müc ad el en in gerçek ihtiyaçlarını kavrayıp üst düzeyde karşılayamayanların acınası durumlarından bütünüyle farklı, apayrı bir gelenek yarattı ğını; hemen her alanda yeni bir tarzı ve süreci geliştirmeye çalışarak, azımsanma yacak başarılar sağladığını; siyasal, örgüt sel ve düş üns el pland a yen i yönt eml er, yen i bak ış açıl ar ı ve yen i ilişk i tarzl ar ı oluşt urd uğ un u; dön em in iht iy açl ar ın a uygun yeni biçimler geliştirme ve uygula mada cesur ve yaratıcı davrandığını; * Part im iz in ve Kom ün ist Gençl ik Örgütümüzün, faşist düşmanın bütün saldı rı, imha ve tutuklamalarına karşın gelişim lerini kararlılıkla sürdürdüklerini, bedel ödeme yolundan bugünlere gelmelerinde şehit ve tutsak yoldaşların katkılarının özel bir rol oynadığını belirledi. Partimizin gelişimini, önderliğin ve par tinin çalışmalarını kapsamlı olarak değer lendiren ve onları eleştirel bir şekilde genel olarak olumlayan Kongremiz; karşı karşıya olduğumuz sorunları saptayarak, geliştirme perspektiflerini ortaya koydu. Pozitif ve negatif öğeleriyle, başarı ve kazanımlarıyla old uğ u kad ar, eks ik ve kus url ar ıyl a da insan ömrü için bile az olan, ama partilerin tarihi bakımından çok kısa kabul edilmesi gereken geride kalan dönemin somut veri leri gösteriyor ki, MLKP, devrimin önderi ve örg ütl ey ic is i olar ak, prol et ary a ve emekçi yığınların özgürlük ve sosyalizm özlemlerini seslendiren, gerçek yığın hare ketine dayanan, proletaryanın öncü siyasal kurmayı, önder ve öncü savaşçı partisi ola rak konumlanacak bütün potansiyellere, yönelim, irade, cesaret, bilgi ve birikime sah ip, bu uğurd a kend in i ort ay a koy an, gelişen ve geleceği temsil eden bir güç olduğunu söz götürmez bir biçimde ortaya koymuştur. Ve doğal olarak kendisini, geli şip belirginleşen geleceğiyle tanımlamada haklı olduğunu da göstermiştir. Partimizin büyük bir siyasal atılımı gerçekleştirdiğini saptayan Kongre, örgütsel bakımdan buna paralel bir gelişme hattı tutturamadığımızı belirledi ve bu durumun aşılmasının mut lak zor unl ul uğ un u vurg ul ad ı ve bun a uygun bir hareket planı geliştirdi. Karşı karşıya olduğu sorunları, gelişip büyüyen, siyasal ve örgütsel bakımdan ileri atılan, moral, disiplin, örgütlenme ve eylem gücü yükselen, ilerici, anti-faşist ve devrimci güçler arasında güven ve umut yaratan, gelişmekte olan bir partinin sorunları ola rak gören Kongremiz, açıkça ilan eder ki, Partimiz bunları esas olarak ve büyük ölçü de aşabilecek görüş açısı, güç ve iradeye sahiptir. 116 MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı Part i çal ışm al ar ın ın büt ün yönl er in i değ erl end ir en, som ut yön el iml er im iz i belirleyen Kongremiz; düşmanın yoğunla şan saldırılarını, artan kayıplarımızı, dikta törlüğün kendini sürekli tahkim etme çaba sın ı; iç sav aş takt ikl er i ve yönt eml er in i daha yaygın kullanmasını, egemen sınıfla rın, emperyalizmin ve siyonizmin bölge politikasını göz önünde tutarak; Partimizin vuruş gücünü ve manevra yeteneğini arttı racak, gelişen tekniği hakkıyla kullanacak, kur uml aşm ay a özel bir önem ver ec ek, yığın hareketine daha fazla bağlanacak, parti tarzını daha fazla yerleştirecek, bolşe vikleşme çabalarını hızlandıracak, kısacası önder bir parti olarak gelişebilmesi için, partimizin daha yüksek bir temelde yeni den örgütlendirilmesi ve bu yolla cüretle ileri atılmasını kararlaştırdı. Kuşkusuz, bu bir yen id en tekr ar olm ay ac akt ır. Bun un baş ar ıl ab ilm es i için Part im iz in, ger id e kalan kendi pratiğini de aşması ve kendini bir üst düzeyde üretmesi gerekmektedir. Bunun başarılabilmesi, önder kadrolarımız başt a gelm ek üzer e büt ün yold aşl ar ın Marksizm-Leninizm’i kavrama düzeylerini olduğu kadar, onu Türkiye ve Kürdistan devriminin stratejik ve taktiksel sorunları nın çözümünde yaratıcı bir biçimde kullan ma ve kitlelere önderlik etmede ustalaşma düzeylerini ve partiyi devrimin önderi ola rak yükseltmelerine bağlıdır. HHH Kongremiz, bilimsel sosyalizmle işçi sınıfı hareketi arasındaki mesafenin kapa tılmasını ve Partimizi edimsel olarak da proletaryanın ileri ve sınıf bilinçli öğelerini saflarında toplayan bir güce dönüşmesini, karşı karşıya bulunduğumuz, son derece öneml i bir diğ er gör ev olar ak yen id en belirledi. Bu görevi yerine getirmenin bir dizi tarihsel ve güncel zorluklarını vurgula yan Kongremiz, bu zorlukların bilincinde olarak proletaryanın ileri ve sınıf bilinçli öğelerini kazanmak için sistemli bir çaba harcamanın ve bunu başarmanın mutlak zorunluluğunun altını çizdi. Uluslararası den ey im in ve ülk em iz den ey im in in bu alanda pek çok veri sunduğunu göz önünde tutan Kongremiz; başka alanlarda sergile diğimiz devrimci cüret, irade, inisiyatif ve yaratıcılığı, belirgin zaaflarımızın varlığını sürdürdüğü bu alanda daha fazla sergile memiz gerektiğini, emperyalizmin, burju vazinin, revizyonizmin ve sendika bürok rasisinin önümüze diktiği engellerin ve bu görevin yerine getirilmesinin zorluklarının bizi durdurmasına ya da yolumuzdan sap tırmasına izin verilmemesini vurguladı. Yoldaşlar, II. Kongr em iz, başt a part i önd erl iğ i olmak üzere tüm parti örgütlerimizi, parti kitlemizi, komünist gençliğimizi, Birlik Kongr em iz in gen el persp ekt ifl er i ve II. Kongremizin belirlemeleri ışığında daha fazla devrimci irade, daha fazla inisiyatif, daha fazla yaratıcılık ve daha fazla özve riyle görev başına çağırır. Unutmayalım ki, değişik ulus ve ulusal azınlıklardan Türki ye proletaryası, emekçileri ve gençliğine dayanabildiği, onların en ileri öğelerini saf larında örgütleyebildiği ve onların devrim ci potansiyelini harekete geçirebildiği tak tirde partimiz, önüne koyduğu görevleri hakkıyla yerine getirebilecektir. II. Kong 117 MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı remiz, partimizin yeni atılımlarının ifadesi olsun! İşçiler; Faşizm ve sermayenin saldırılarına kar şı mücadeleyi yükseltelim, ortak mücade lemizi engelleyen sendika ağa ve bürokrat larına dur diy el im! Faş izm, sermaye ve gericiliğin bizleri bölmek için kullandığı mill iy etç il ik, mezh epç il ik, bölg ec il ik ayrımlarına karşı “İşçilerin Devrimci Birli ği” şia rın ı yüks elt el im. Emp ery al izm e, faşizme ve gericiliğe karşı devrim ve sos yalizm için başkaldıralım ve bu savaşımın önc ü ve önd er güc ü part im iz MLKP’yi daha fazla sahiplenelim ve dünyamızın bu bölg es ind e kom ün izm in kız ıl bayr ağ ın ı yükseltelim! Öyleyse, genel grev ve genel direniş hattından yürüyerek, faşist rejimin bütün hesaplarını bozalım ve çok yönlü saldırılarını birleşik bir devrimle püskürte lim! Türkiye’nin geleceğinin ve kaderinin Kürdistan’da süren ulusal kurtuluşçu devri min Batı’daki devrimci işçi hareketiyle bir leşmesine bağlı olduğunu unutmayalım! Kürt ulusu; Sömürgeci faşist diktatörlüğün ulusal boyunduruğuna başkaldırın, haklı ve meş rudur. Kendi ulusal devletini kurma hak kın, her ulus gibi senin de en doğal hakkın dır. Partimiz, bu hakkın en tavizsiz savunu cusudur. Kürt ulusal kurtuluşçu devrimine kendi bağımsız kimliği ve proleter sınıf persp ekt if iyl e kat ıl an Part im iz, Bat ı’da devrimci işçi hareketinin yükseltilmesini siyasal taktiğinin temel sorunu olarak gör mektedir. Devrimin eşitsiz gelişiminin ken disinin de dengesiz olduğunu unutmadan, halklarımızın birleşik devrimini örgütleye lim! Kongremiz, Türkiye işçi sınıfının ve emekç il er in in kahr am an Kürt halk ıyl a sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı birleşik cephesinin örülmesinin yaşamsal önemine işaret eder! Gençler Faşizm ve gericilik, siz gençlere sömü rü, zulüm, açlık ve işsizlikten, uyuşturucu ve fuhuştan öte bir şey vermiyor, veremez de. İliklerine dek çürümüş bu kontrgerilla cumhuriyeti, yalnızca bugününüzü karart makla kalmamakta, size ait olan geleceği nizi de yıkıma uğratmaktadır. Bugün ve gelecekte sömürüsüz ve sınıfsız bir dünya istiyorsanız, partimizin ve onun ideolojik ve politik önderliğindeki Komünist Genç lik Örgütü’müzün(KGÖ) saflarında birle şin! Kendi geleceğinize sahip çıkın! Türk militarizminin barbarca saldırılarının aleti olmayı reddederek, askere gitmeyin! Unut mayın ki, gençlik gelecektir; gelecek ise devrimde ve sosyalizmdedir. Öyleyse dev rim ve sosyalizm kavgasında daha büyük yığınlar halinde yer alın, komünizmin kızıl bayrağı altında toplanın! İşçi ve emekçi kadınlar; Ezilen ve sömürülen milyonların yarısı nı oluşturan siz işçi ve emekçi kadınlar, sömürücü sistemin varolduğu her yerde old uğ u gib i, coğr afy am ızd a da, kend i erkek sınıf kardeşlerinize kıyasla daha faz la acı çekiyorsunuz. Bu faşist rejim, erkek sınıf kardeşlerinize olduğu gibi, size de, yoksulluk, cehalet, hastalık ve fuhuştan başka birşey getirmiyor. Devrim, özgürlük ve sosyalizm için erkek sınıf kardeşleriniz le birlikte yıkılmaz bir duvar örün. Parti miz MLKP’nin safl ar ınd a örg ütl en er ek, 118 MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı emperyalizme, faşizme ve kapitalizme kar şı yürütülen devrim ve sosyalizm kavgası na daha güçlü katılın! Emekçi memurlar; Faşist rejimin siz emekçi memurlara da verebileceği birşey yoktur. Sizi kapı kulları olarak gören faşizm, yıllardır 657 pranga sıyla insan olma onurunuzu ayaklar altına aldı ve almaya devam ediyor. Ekonomik, sosyal ve politik yaşamın her sorununda kendinizi ifade etme ihtiyacınız var iken, bunu dillendirdiğiniz her ortamda yasaklar la, sürg ünl erl e, copl arl a karş ıl aşt ın ız. Ancak bunlar yine de sizleri yıldırmadı, kendi örgütlülüklerinizi kurdunuz ve geliş tirdiniz. Ne var ki, yaşam bunun yeterli olmadığını gösterdi. 657 prangasının par çalanması ve grevli toplu sözleşmeli sendi ka mücadelenizi ve örgütlülüğünüzü dev rimc i bir çizg id e gel işt ir er ek, kur ul an reformcu tuzakları aşarak, işçi sınıfı ve diğer emekçilerle birlikte genel grev ve genel direnişi yükseltin! Partimiz safların da örgütlenin! İlerici aydınlar, sanatçılar; Sürmekte olan sınıf mücadelesinde bir taraf olduğunuzu unutmayın! Faşist reji min, devrimci ve emekten yana aydınları, kültür ve sanat emekçilerini, şiddet, sansür ve ekonomik yaptırımlar yoluyla cezalan dırma ve susturma çabasını daha güçlü ola rak boşa çıkarın! Kendi alanınızda devrim ci bir sınıf cephesi yaratın! Komünizmin kız ıl bayr ağ ı alt ınd a topl an ar ak, part il i aydın ve sanatçı kimliğinizi yükseltin! Cumartesi anaları, şehit, tutsak ve kayıp yakınları; Sizlerle haklı olarak övünüyoruz. Tür kiye ve Kürdistan işçi sınıfı ve halklarının devrimci onuru olmakla kalmadınız, aynı zam and a, söm ürg ec i faş ist dikt at örl üğ e karşı yürütülmekte olan güncel kavganın da öneml i bir bil eş en i dur um und as ın ız! Yeni örgütlülüklere giderek, savaşımınızın uluslararası boyutunu güçlendirerek, birlik ve dayanışmanızı yükseltin! Komünist, devrimci ve yurtsever özgür tutsaklar; Fiziksel olarak tutsak olsanız da, zihin sel olarak tümüyle özgür olan siz devrimci tutsakların, bundan sonra da, devrim ve sosyalizm kavgasında seçkin bir rol oyna maya devam edeceğinizden eminiz. Dev rimci savaşımın tüm alan ve cephelerinde ki kavgaya güç ve ilham kaynağı olmaya devam ediyorsunuz! Siz devrimin, ulusal kurtuluşun ve komünizmin yiğit evlatlarıy la gurur duyuyoruz! Yurtdışındaki göçmen işçiler, emekçi ler; Türkiye ve Kürdistan devriminin ulus lararası sesi-soluğu olma çabanızı artırarak sürdürün! Faşist diktatörlüğün çirkin ve iğrenç yüzünü, yaşadığınız ülkelerdeki işçi ve emekçilere gösterin! Yaşadığınız ülke lerde işçi ve emekçilerin faşizme ve kapita lizm e karş ı yür ütt üğ ü kavg ay a kat ıl ın! Komünizmin kızıl bayrağı altında toplana rak, ülkemiz devrimine ve partimize çok yönlü desteğinizi artırarak sürdürün! Parti mizin saflarında birleşin! Komünist, devrimci ve yurtsever örgüt ler; Faşizme, emperyalizme ve şovenizme karş ı, devr imc i birl iğ in oluşt ur ulm as ı, 119 MLKP II. Kongre Duyuru ve Çağrısı yaşamsal önemini koruyor. Ortak düşmana karş ı birl eş ik ve dah a üst bir sald ır ıy ı örgütlemenin yolunun buradan geçtiğini, yaşam fazlasıyla doğruladı. Gelin, süreci tıkayıcı, reformizmi ve tasfiyeciliği güç lendirici adımlardan kaçınarak, yeni bir ilişki, üslup ve davranış çizgisini geliştire lim. İvedi ve yakıcı bir görev olarak antifaşist devrimci cepheyi yükselterek zaferi yakınlaştıralım! İşçiler, emekçiler, gençler; Faşist rejim hiçbir sorununuzu çözemi yor. Tek çıkar yol olarak terör ve sömürüyü daha da yoğunlaştırmakta görüyor. Bugün egemen sınıfların mevcut siyasal rejimin çerçevesi içerisinde yönetememe durumu nun ötesinde, cumhuriyetin temel ilkeleri nin yönlendirdiği devlet sorgulanıyor. Dev let iyiden iyiye mafyalaşmış ve çeteleşmiş tir. Liderleri, hükümetleri, meclisi ve sözde bağımsız yargısıyla, faşist diktatörlüğün yönetici tepesi MGK’yı gizleyen bir incir yapr ağ ı olan serm ay e egem enl iğ in in bu politik kurumlarının tamamen işlevsizleş meleri muazzam bir çürümeyi de berabe rinde getiriyor. Burjuva partiler umut ola mıyor. Hükümetler büyük bir hızla eskiyor. Gen er all er in day atm as ıyl a kurd ur ul an ANASOL-D’de, karşı-devrim içi çatışma lar ın der inl eşm es in i önl ey em ey ec ekt ir. Faşist rejimin sorunlar yumağının artması na bağlı olarak devrim daha da güncelleş miştir. Devrim ve sosyalizmden başka kur tul uş yol u yokt ur! Öyl eys e gen el grev, genel direnişe kilitlenerek, faşist diktatör lüğ ün sald ır ıl ar ın ı püsk ürt er ek part im iz MLKP’nin önderliğinde zafere doğru yürü yelim. Kardeşler, kafamıza, yüreğimize ve kollarımıza vurulan köhne zincirleri kıra rak, göky üz ün ü feth ed el im; söm ür ü ve zulümden arınmış, savaşsız ve silahsız bir dünya için yıldızlara ulaşalım! Yaşasın partimiz MLKP! Kahrolsun faşizm, kapitalizm ve emper yalizm Yaşasın devrim, yaşasın sosyalizm! Yaşasın II. Kongremiz! II. Kongre kararlarıyla kuşanalım, yeni zaferlere uzanalım! 120 7-12 Ağustos 1997 MLKP II. Kongresi