stockholm tasarım haftası yeşil binalar zirvesi retro

Transkript

stockholm tasarım haftası yeşil binalar zirvesi retro
CİNSİYET VE TASARIM ÜZERİNE ÇOK SÖZ SÖYLENDİ BUGÜNE DEĞİN. ÖNCE...
TARTIŞMALARIN PEK ÇOĞU MESLEĞİN FARKLI DİSİPLİNLERİNDE FAALİYET
GÖSTEREN KADINLAR ÜZERİNE ODAKLANDI; TASARLAMAK ERKEĞİN EN DOĞAL
YETİSİYMİŞ GİBİ ... LE CORBUSIER’NİN “YANINDAKİ” CHARLOTTE PERRIAND,
CHARLES EAMES’IN “KARISI” RAY EAMES VEYA ROBERT VENTURI’NIN
“EŞİ” DENISE SCOTT BROWN… BÖYLE BAŞLADI “TASARIM DÜNYASINDA
KADIN OLMA” SOHBETLERİ… “HER BAŞARILI ERKEĞİN ARDINDA BİR KADIN
VAR” DÜSTURUYLA İLERLEDİ. HENÜZ 1920’LERDE TASARIM TARİHİNE ADINI
YAZAN EILEEN GRAY BU DÜNYADA HİÇ VAR OLMAMIŞ GİBİ!
STOCKHOLM
TASARIM HAFTASI
AMBIENTE
NE ANLATTI?
SONRA SONRA… FİGÜRANLIKTAN ÇOKTAN KURTULDUĞU DÖNEMDE BİLE
GENLERİNDEN AYRI ANILMADI KADIN TASARIMCILAR. MİMARLIĞIN NOBELİ
DİYE DİLLENDİRİLEN PRITZKER’I ALAN “İLK KADIN” OLMASI BAŞLIKLARA
OTURDU ZAHA HADİD’İN. YETMEDİ... CİNSİYETSİZ HELLO KITTY EFSANESİNİ
TASARLAYAN JAPON TASARIMCI YUKO SHIMIZU’NUN CİNSİYETİNDEN
DEM VURULDU... KADIN TASARIMCILARA ÖZEL SERGİLER AÇILDI; GENLER
ÜZERİNDEN BİR MOTİVASYON DENGESİ KURULDU.
FAKAT NİCEDİR, YENİ BİR DÖNEMDEYİZ... “KADIN TASARIMCILAR” GİBİ DOZU
KAÇIRILMIŞ BİR AYIRIM YAPMAK YERİNE TASARIM YAPAN KADINLARDAN
BAHSEDİYORUZ. AZ SONRA OKUYACAĞINIZ SAYFALARDA GÖRECEKSİNİZ,
TÜRKİYE’DEN FRANSA’DA ÜRÜNLERİNİ SERGİLEMEK İÇİN 6 TASARIMCININ
4’ÜNÜ KADINLAR OLUŞTURUYOR. AYŞE BİRSEL, DEFNE KOZ, İNCİ MUTLU GİBİ
ÖNCÜ YARATICI KADINLARIN ARDINDAN ŞULE KOÇ, MERİÇ KARA, BURCU
BÜYÜKÜNAL, CEREN BAŞGÖZE GİBİ YENİ BİR JENERASYON GELİYOR. HAYATI
DEĞİŞTİRMEYE GÖNÜL VERMİŞ KADINLARIN SAYISI GÜN GEÇTİKÇE ARTIYOR...
TASARIM DÜNYASINDA 8 MART’IN ANLAMI DEĞİŞİYOR.
RETRO-GELECEK
ZAMANI
ì5"!4ª
MART 2014
YEŞİL BİNALAR
ZİRVESİ
Umut Kart
[email protected]
+!,%ª4!3!2)-ª-%2+%:î.î.ª!9,)+ª4!3!2)-ª'!:%4%3î$î2ª0!2!ªî,%ª3!4),-!:
KALEBODUR
HER AÇIDAN
BEKLENMEYENİ
YA R AT I R .
C-Extreme
Çimento, traverten ve
ahşap doku görünümünü
buluşturan fullbody porselen.
Kalebodur’dan.
kale.com.tr
facebook.com/kalebodur
MART/2014
03
Esra Bici Nasır
[email protected]
GÜNER MUTAF
VEDA ETTİ
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nün kurucularından
biri olan Güner Mutaf 13 Şubat 2014 tarihinde hayata gözlerini yumdu.
‘Mekanizma çözümlemesi için Güner
Hoca’ya danışacağım’. Bü cümle ODTÜ
Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü
öğrencilerinin, tasarım stüdyosu
derslerinde sıklıkla kullandığı bir ifade
olmuştur. Geri dönüp bakıldığında Mutaf,
detay ve mekanizmalar konusundaki
uzmanlığı kadar, üretkenliği, zekası,
mütevazi kişiliği, olağanüstü mizah
yeteneği ve hoşgörüsü gibi çok sayıda
özelliği ile beliriveriyor kesiştiği insanların
zihinlerinde şüphesiz.
tasarım stüdyoları, stajlar ve mekanizma
dersleri başta olmak üzere eğitime önemli
katkılarda bulundu.
Pratikle bağını hiç koparmayan bir
eğitimci olan Güner Mutaf, gençlik
yıllarında kendi dalgıç ekipmanını
geliştirdi, müzik aletleri tasarladı, daha
sonra kendi katamaranını yaptı. Teknik
ekipman, kent mobilyası, aydınlatma,
kurumsal ve özel iç mekan tasarımları
gibi konularda birçok tasarım ve
uygulama projesi gerçekleştirdi. Gama
Elektronik, Koleksiyon Mobilya, Dokap
gibi firmalar için tasarım yaptı. Yurtiçinde
ve yurtdışında Hilton, Çırağan, Swiss
Hotel gibi birçok kurum için iç mekan
uygulamaları gerçekleştirdi.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Endüstri
Ürünleri Tasarımı Bölümü’nün iki
kurucusundan biri olan Güner Mutaf,
bir eğitimci olarak öğrencilerine
çevresini bir tasarımcı gözüyle analiz
etmelerini aşılayan, tasarımda kimsenin
fark etmediği detaylara dikkat çeken,
çözümsüz gibi görünen sorunların pratik
çözüm yollarını ustalıkla gösteren bir
hocaydı. Kendisinin vefatı, tasarım
dünyası için önemli bir kayıp olmuştur.
Kendisini tanıtmak, anmak, çalışmalarını
daha çok kişinin bilmesini sağlamak
elden gelen sınırlı çabalar arasında gibi
görünüyor bu acı kaybın karşısında.
Güner Mutaf Kimdir?
Güner Mutaf, 24 Haziran 1947’de
Ankara’da doğdu. Lise yıllarını İzmir’de
geçirdi. 1964 yılında İzmir Koleji’ni bitirdi.
1970 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi
Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden
mezun oldu. 1973 yılında Mimarlık Ana
Bilim Dalı’ndan yüksek lisans derecesini
aldı. Öğrencilik yıllarında Amerikalı
tasarımcı David Munro’nun Mimarlık
Bölümü’nde açtığı seçmeli endüstriyel
tasarım derslerini aldı; ameliyat yatağı
tasarladığı yüksek lisans tezini Munro’nun
danışmanlığında gerçekleştirdi.
Yüksek lisansını tamamladıktan sonra
Mimarlık Bölümü’nde araştırma görevlisi
olarak göreve başladı. 1976’da öğretim
görevlisi oldu; Temel Tasarım derslerine,
Güner Mutaf’ın son dönemde odaklandığı
önemli konulardan biri güneş enerjisini
değerlendirme ve güneş enerjisiyle çalışan
düzenekler oldu. Kırsal bölgeler için
ilkel koşullarda dahi kolay üretilebilecek
güneş ocağı, sebze – meyve kurutma
fırını ve su ısıtma düzeneği projeleri
geliştirdi. ‘Nokta Odaklı Aynalı Güneş
Ocağı’ projesinde Güner Hoca “güneş
takip etme” mekanizmasına odaklandı.
Sistemi sürekli olarak güneşe yönlendiren
motor ile birlikte karmaşık devir düşürücü
düzenekler kullanmak yerine, bir mikro
işlemci sayesinde ayarlanabilen sürelerle
bekleyip çalışan motor, çanağın saatte
15° dönmesini, böylelikle de güneşin gün
boyu izlenmesini sağladı. Proje Birleşmiş
Milletler, SGP. Küçük Destek Programı
tarafından da destek aldı.
Endüstriyel Tasarım seçmeli dersine ve
yaz stajına katkıda bulundu. 1974’ten
itibaren Mehmet Asatekin ile birlikte
Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümünün
kuruluş çalışmalarını yürüttü. 197678 yılları arasında Danimarka’da Royal
Danish Academy of Fine Arts’da Erik
Herlov ile çalıştı; ODTÜ Endüstri Ürünleri
Tasarımı Bölümü için hazırlık çalışmalarını
gerçekleştirdi. 1979’da Endüstri Ürünleri
Tasarımı lisans programının açılmasıyla
birlikte bu bölüme geçti. 1985 yılı Nisan
ayına kadar çok çeşitli dersler verdi. 19851994 yılları arasında ODTÜ’deki tam
zamanlı görevine ara verip profesyonel
çalışmalarına odaklandı. ODTÜ Endüstri
Ürünleri Tasarımı Bölümünden emekli
olduğu 2007 yılı Mayıs ayına kadar
Güner Hoca, 13 Şubat 2014 tarihinde
hayata gözlerini yumdu. Cenazesi 15
Şubat 2014’te onu seven öğrencileri,
meslektaşları, arkadaşları ve ailesinin
derin üzüntüleri eşliğinde Ankara
Karşıyaka mezarlığına defnedildi.
Kendisini sevgiyle ve şimdiden özlemle
anıyoruz.
MART/2014
03
Esra Bici Nasır
[email protected]
GÜNER MUTAF
VEDA ETTİ
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nün kurucularından
biri olan Güner Mutaf 13 Şubat 2014 tarihinde hayata gözlerini yumdu.
‘Mekanizma çözümlemesi için Güner
Hoca’ya danışacağım’. Bü cümle ODTÜ
Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü
öğrencilerinin, tasarım stüdyosu
derslerinde sıklıkla kullandığı bir ifade
olmuştur. Geri dönüp bakıldığında Mutaf,
detay ve mekanizmalar konusundaki
uzmanlığı kadar, üretkenliği, zekası,
mütevazi kişiliği, olağanüstü mizah
yeteneği ve hoşgörüsü gibi çok sayıda
özelliği ile beliriveriyor kesiştiği insanların
zihinlerinde şüphesiz.
tasarım stüdyoları, stajlar ve mekanizma
dersleri başta olmak üzere eğitime önemli
katkılarda bulundu.
Pratikle bağını hiç koparmayan bir
eğitimci olan Güner Mutaf, gençlik
yıllarında kendi dalgıç ekipmanını
geliştirdi, müzik aletleri tasarladı, daha
sonra kendi katamaranını yaptı. Teknik
ekipman, kent mobilyası, aydınlatma,
kurumsal ve özel iç mekan tasarımları
gibi konularda birçok tasarım ve
uygulama projesi gerçekleştirdi. Gama
Elektronik, Koleksiyon Mobilya, Dokap
gibi firmalar için tasarım yaptı. Yurtiçinde
ve yurtdışında Hilton, Çırağan, Swiss
Hotel gibi birçok kurum için iç mekan
uygulamaları gerçekleştirdi.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Endüstri
Ürünleri Tasarımı Bölümü’nün iki
kurucusundan biri olan Güner Mutaf,
bir eğitimci olarak öğrencilerine
çevresini bir tasarımcı gözüyle analiz
etmelerini aşılayan, tasarımda kimsenin
fark etmediği detaylara dikkat çeken,
çözümsüz gibi görünen sorunların pratik
çözüm yollarını ustalıkla gösteren bir
hocaydı. Kendisinin vefatı, tasarım
dünyası için önemli bir kayıp olmuştur.
Kendisini tanıtmak, anmak, çalışmalarını
daha çok kişinin bilmesini sağlamak
elden gelen sınırlı çabalar arasında gibi
görünüyor bu acı kaybın karşısında.
Güner Mutaf Kimdir?
Güner Mutaf, 24 Haziran 1947’de
Ankara’da doğdu. Lise yıllarını İzmir’de
geçirdi. 1964 yılında İzmir Koleji’ni bitirdi.
1970 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi
Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nden
mezun oldu. 1973 yılında Mimarlık Ana
Bilim Dalı’ndan yüksek lisans derecesini
aldı. Öğrencilik yıllarında Amerikalı
tasarımcı David Munro’nun Mimarlık
Bölümü’nde açtığı seçmeli endüstriyel
tasarım derslerini aldı; ameliyat yatağı
tasarladığı yüksek lisans tezini Munro’nun
danışmanlığında gerçekleştirdi.
Yüksek lisansını tamamladıktan sonra
Mimarlık Bölümü’nde araştırma görevlisi
olarak göreve başladı. 1976’da öğretim
görevlisi oldu; Temel Tasarım derslerine,
Güner Mutaf’ın son dönemde odaklandığı
önemli konulardan biri güneş enerjisini
değerlendirme ve güneş enerjisiyle çalışan
düzenekler oldu. Kırsal bölgeler için
ilkel koşullarda dahi kolay üretilebilecek
güneş ocağı, sebze – meyve kurutma
fırını ve su ısıtma düzeneği projeleri
geliştirdi. ‘Nokta Odaklı Aynalı Güneş
Ocağı’ projesinde Güner Hoca “güneş
takip etme” mekanizmasına odaklandı.
Sistemi sürekli olarak güneşe yönlendiren
motor ile birlikte karmaşık devir düşürücü
düzenekler kullanmak yerine, bir mikro
işlemci sayesinde ayarlanabilen sürelerle
bekleyip çalışan motor, çanağın saatte
15° dönmesini, böylelikle de güneşin gün
boyu izlenmesini sağladı. Proje Birleşmiş
Milletler, SGP. Küçük Destek Programı
tarafından da destek aldı.
Endüstriyel Tasarım seçmeli dersine ve
yaz stajına katkıda bulundu. 1974’ten
itibaren Mehmet Asatekin ile birlikte
Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümünün
kuruluş çalışmalarını yürüttü. 197678 yılları arasında Danimarka’da Royal
Danish Academy of Fine Arts’da Erik
Herlov ile çalıştı; ODTÜ Endüstri Ürünleri
Tasarımı Bölümü için hazırlık çalışmalarını
gerçekleştirdi. 1979’da Endüstri Ürünleri
Tasarımı lisans programının açılmasıyla
birlikte bu bölüme geçti. 1985 yılı Nisan
ayına kadar çok çeşitli dersler verdi. 19851994 yılları arasında ODTÜ’deki tam
zamanlı görevine ara verip profesyonel
çalışmalarına odaklandı. ODTÜ Endüstri
Ürünleri Tasarımı Bölümünden emekli
olduğu 2007 yılı Mayıs ayına kadar
Güner Hoca, 13 Şubat 2014 tarihinde
hayata gözlerini yumdu. Cenazesi 15
Şubat 2014’te onu seven öğrencileri,
meslektaşları, arkadaşları ve ailesinin
derin üzüntüleri eşliğinde Ankara
Karşıyaka mezarlığına defnedildi.
Kendisini sevgiyle ve şimdiden özlemle
anıyoruz.
04
Gözde Tüfekçi
[email protected]
PARİS’TE 6 TÜRK
TASARIMCI
Maison&Objet fuarı kapsamında, her sene farklı ülkeden gelecek vaat eden
6 tasarımcının yer aldığı Talents A La Carte (TALC) sergisi, bu sene İstanbul’dan
misafirlerini ağırladı.
olan ve çeşitli firmalar için çalıştıktan sonra
2010 yılında kendi stüdyosunu kuran Koç,
bir ilio ürünü olan ve başarısı sonucunda
kendisine Red Dot ve Design Turkey Üstün
Tasarım Ödüllerini kazandıran “Black
Diamond” isimli koltuk tasarımı ile tanındı
ve bundan sonra da tasarladığı ürünler ile
adından sıkça söz ettirir oldu.
Maison& Objet fuarı organizatörü
“SAFI”nin, Tasarım Dergisi ve Türk Hava
Yolları ile işbirliğinde gerçekleştirdiği sergi
organizasyonunun ön ayağında Türkiye’de
düzenlenen bir yarışma ile, sergide yer almaya
hak kazanan tasarımcılar belirlendi.
Kasım ayında duyurulan bir çağrı ile genç
tasarımcılara açılan başvurular, alanında
uzman profesyonel ve kreatiflerden; İstanbul
Tasarım Bienali Danışma Kurulu Üyesi Özlem
Yalım Özkaraoğlu, Derin Design Tasarım
Geliştirme Departman Başkanı Derin Sarıyer,
moda tasarımcısı Bahar Korçan, Tasarım
Dergisi Genel Yayın Yönetmeni ve mimar Enis
Tibet ve Dilek Öztürk’ten oluşan jüri üyeleri
tarafından değerlendirildi. Ana kriter olarak,
belirli bir tasarımın dilinin olması, özgün ve
yenilikçi olma şartlarının arandığı yarışmaya
toplamda 65 başvuru olurken, iki turda
yapılan elemeler ile finale kalan 6 isme de
ulaşılmış oldu.
Şule Koç, sergide Kale markası ile işbirliğinden
doğan Stone&More doğaltaş koleksiyonu
içinde yer alan “Vertice” ve “Eclipse” serileri
ve kendi ürünü olan “Sofist” oturma birimi ile
yer aldı.
Elle Decoration Design Award ve A’Design
Golden Award (altın kategori) ödüllerin
de sahibi olan Stone&More Koleksiyonu,
tasarımcının ürün yaklaşımı ve felsefesi ile
de örtüşürken; üretkenlik, sürdürülebilirlik
ve farkındalık yaratmak konusunda doğal
taşı yenilikçi ürün yaklaşımlarıyla günümüz
kullanıcısıyla tekrar buluşturmayı amaçlıyor.
Burcu Büyükünal, Ceren Başgöze, Deniz Duru,
Meriç Kara, Şule Koç ve Umut Demirel’in
yer aldığı sergide, İstanbul’dan ilham alan
ve yaratıcılıklarını farklı alan ve sektörlerde
sürdüren tasarımcıların ürünleri 5 gün
boyunca süren fuar kapsamında ziyaretçilerle
buluştu.
Tasarım alanında yeni yaratıcılık kaynakları
ve coğrafyaların her gün merakla arandığı son
günümüzde, Türkiye ve İstanbul’dan gelen
taze ve farklı bakış açılarına yoğun bir ilgi
yaşanırken, tasarımcılar da kendilerini ifade
etme fırsatı yakaladı.
Yılda iki defa Paris’te düzenlenen ve
geçen seneden itibaren Singapur’da da
gerçekleştirilmeye başlanan Maison&Objet
fuarı, aynı zamanda ticari bir fuar olmasının
getirdiği avantaj ile, tasarımcıların kendini
ifade edebileceği ve yeni kontaklar
Burcu Büyükünal
Şule Koç
Decoration Awards, Design Turkey gibi
ödüllerin sahibi olan Şule Koç, çalışmalarını
İstanbul’da sürdürüyor. Ürün ve mekânsal
tasarım odaklı çalışan tasarımcı; mobilya,
kaplama malzemeleri, aydınlatma, sofra
gereçleri gibi ürün kategorilerinde projelere
sahip.
Farklı sektörlerde gerçekleştirdiği tasarımlar
ile adından söz ettiren ve Red Dot, Elle
Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden mezun
kurabileceği iyi bir kanal olma özelliğini de
taşıyor.
Seçme yetenek olan 6 tasarımcıyı yakından
tanıyalım:
1980 Ankara doğumlu olan Burcu Büyükünal,
2003 İTÜ Endüstri Ürünleri bölümünden
mezun bir tasarımcı. 2002’de ikincilik ödülü
kazandığı World Gold Council Türkiye’nin
düzenlediği takı tasarım yarışmasının
ardından mücevher tasarımcısı olmaya karan
veren ve ardından Ela Cindoruk ve Nazan
Pak’ın mücevher atölyesinde çalışmaya
başlayan Büyükünal, çalışmalarını ikiye
ayırıyor; mücevher tasarımı ve kavramsal
sanat eserleri.
Bu iki alan içerisinde ürettiği işler açısında
aynı tasarım prensipleri üzerinden hareket
etse de, nihai ürün tasarımlarının oldukça
farklı sonuçlar doğurduğunu dile getiren
tasarımcı, mücevheri fonksiyonel bir ürün
gibi görürken, kavramsal çalışmalarında ise
daha çok mücevherin vücut ile olan ilişkisi
MART/2014
05
ve güzellik-estetik kavramları gibi daha çok
algılayış biçimlerimizi sorgulayan ve bunu
araştıran işler ortaya koyuyor.
Tasarımcı, sergide “Origami” ve “Error” takı
koleksiyonları ile “Görünen” isimli eserine
yer verirken tasarımlarının hem kadınlar
hem de erkekler tarafından ilgi gördüğünü
belirtiyor. Takı tasarımının daha çok kadınların
merceği altında olduğunu düşünsek de,
erkek ziyaretçilerden de gördüğü bu ilgiden
hareketle, bu sene bir erkek koleksiyonu da
tasarlamayı düşünüyor.
Çalışmalarını, 2011 yılında Selen Özüs
ile birlikte kurduğu Maden Çağdaş Takı
Stüdyosu’nda sürdüren Büyükünal, aynı
zamanda İstanbul Teknik Üniversitesi, Sanat
Tarihi bölümünde doktora adayı ve çeşitli
yerlerde dersler veriyor.
Ceren Başgöze
Mimar kökenli olan Ceren Başgöze, 2006
yılından itibaren çeşitlli mimarlık ve
tasarım ofislerinde çalıştıktan sonra, yine
mimar kökenli olan eşi Fatih Başgöze ile
kurduğu “Laboratuvar Tasarım” şirketinde
çalışmalarını sürdürüyor. Başlıca olarak,
mekan tasarımı ve uygulaması, mimarlık,
mobilya ve ürün tasarımı alanlarında
hizmet veren Başgöze’nin tasarımlarının
ana mantığı, farklı malzemeleri bir arada
kullanmak ve bu malzemelerin bir araya
gelişindeki ahenk ve uyum tasarımlarının
çıkış noktasını oluşturuyor.
2012-2013 yıllarında oluşturdukları Rönesan
isimli mobilya koleksiyonunda ise çeşitli antik
ve tarihi değeri olan mobilyaları yaptıkları
tasarımların bir parçası olarak kullanan
Laboratuvar Tasarım, bu sayede tarihi yapım
teknikleri ile çağdaş yöntemler ile bir araya
getiriyor. Bu yaklaşımın bir diğer amacını ise,
eskiyi olabildiğince ikincil hammadde olarak
tasarımlar içinde kullanarak yok olmaktan
kurtarmak ve ikinci bir hayat vermek.
TALC sergisinde, bu seriye ait birkaç ürün
sergileyen Başgöze, hem yabancı basın hem
de profesyonellerden gördükleri ilginin, zaten
kafalarında olan yurtdışına açılma ve bu
kanallarda ürün satışı yapma planlarını da
hızlandırdığını belirtiyor.
Meriç Kara
2001 yılında mezun olduğu ODTÜ Endüstri
Ürünleri Tasarımı bölümünden sonra yüksek
lisansını Domus Academy’de yapmak üzere
Milano’ya giden tasarımcı, “eğlenceli”
tasarımları ve sorgulayıcı işleri ile ön plana
çıkıyor. 2003 yılında Benetton’un Trevisio
İtalya’daki İletişim ve Araştırma Merkezi
Fabrica’da yer aldıktan sonra Türkiye’ye
dönerek farklı firmalarla ortak geliştirdiği
projelere imza attı.
değiştirilebilen bir tasarım. Yün keçeden
üretilen halı, 12 adet 80x12 cm ölçülerinde
parçadan oluşmaktadır. Metal bir zincir
yardımı ile pratik olarak yer değiştirip birbirine
bağlanabilen parçalar, kullanıcıya kendi
ihtiyaç ve kişisel zevklerine göre değişik desen
ve form özgürlüğünde bir halıya sahip olma
imkanı veriyor.
Deniz Duru
Profesyonel hayatının daha ilk yıllarından
itibaren uluslararası çeşitli sergi ve yayınlarda
yer alan tasarımcı, 2007 yılında İngiliz
Phaidon Yayınları tarafından en heyecan verici
genç ürün tasarımcıları arasında yer alıyor
ve 2009 yılından itibaren ise kendi tasarım
stüdyosu olan Meriç Kara Design çatısı altında
ilerliyor.
TALC sergisinde, çiçek saksılarından oluşan
ve ilk defa 2010 yılında lanse ettiği “A
Domestic Schizophrenic Project” ile yer alan
tasarımcı koleksiyonun çıkış noktasını şu
şekilde tanımlıyor: “A Domestic Schizophrenic
Project, canlı evcimen bitkilere odaklanıyor.
Yeşilliklerin bulundukları ortamla ya da suyla
kurdukları ilişkileri, bildiğimiz özelliklerini ve
alışkanlıklarını, çevrede gördüğümüz halleriyle
iç mekana transfer etme fikrinden, çok kişilikli
bir ‘saksılar’ birliği ortaya çıktı.
Bazen ihtiyaçtan, doğasından bazen de
değişiklik arayışından şekillendi. Kimi, bir
tablonun yerine gözünü dikti, kimi de çok naif
istekleri artık içinde tutamadı...”
Umut Demirel
2012 yılından beri kendi adını taşıyan
tasarım ofisi ile çalışmalarına devam eden
endüstriyel tasarımcı Umut Demirel, Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Endüstri
Ürünleri Tasarımı bölümünden mezun. Yolda
University Collage Media and Journalism
bölümünde eğitimini tamamlayan Demirel’in
tasarım çalışmalarında, çok ilgi duyduğu fizik,
matematik, geometri gibi bilim dallarının
numerik etkilerini görmek mümkün.
Umut Demirel,“Angle” isimli sürahi tasarımı
ile de dikkatleri çekmiş ve akılcıl tasarlanan
ve üzerindeki açılı çizgileri sayesinde içindeki
sıvıyı dökerken dahi miktarını görebilmemizi
sağlayan sürahi tasarımına imzasını atmıştı.
Tasarımcı, stüdyosu ile mobilyadan ürüne,
ambalaj tasarımından kaplama malzemelerine
kadar birçok farklı ürün grubunda hizmet
verirken, sergide “Layout” halı tasarımı
koleksiyonu ile yerini aldı. Kişiselleştirme ve
tek birimden hareketle birçok sonuç yaratmak
fikirlerinden yola çıkan Layout, desen ve formu
333km isimli çok işlevli bir stüdyonun
kurucusu olan Deniz Duru, kurmuş
olduğu bu oluşumu bir showroom olarak
konumlandırırken, aynı zamanda tasarlanan
ürünlerin canlandırıldığı bir tasarım stüdyosu
ve ürün prototiplerinin hazırlandığı bir atölye
işlevi de görüyor.
2011 yılında stüdyosunu kurarken, tasarım ve
üretim sürecindeki kopuklukların üstesinden
gelmeyi amaçlayan Duru, 333km’nin
tasarımcılar, mimarlar, mühendisler ve
mobilya alanında uzmanlaşmış kişilerin
ortak çalışmaları sonucunu benimsemiş.
Stüdyonun çalışma prensibinde, tasarladıkları
gerek küçük gerekse büyük ölçekli her türlü
üründe, ergonomi ve fonksiyonelliği ön planda
tutuluyor.
Sergide, bu çalışma süreci ve mottosundan
hareketle ortaya çıkan mobilya tasarımları
ile yer alan Deniz Duru, atölyenin yer aldığı
Karaköy gibi tarihi ve ilham verici semtin,
tasarımlara olan yaratıcılık katkılarını da
ziyaretçilerle buluşturdu.
MART/2014
05
ve güzellik-estetik kavramları gibi daha çok
algılayış biçimlerimizi sorgulayan ve bunu
araştıran işler ortaya koyuyor.
Tasarımcı, sergide “Origami” ve “Error” takı
koleksiyonları ile “Görünen” isimli eserine
yer verirken tasarımlarının hem kadınlar
hem de erkekler tarafından ilgi gördüğünü
belirtiyor. Takı tasarımının daha çok kadınların
merceği altında olduğunu düşünsek de,
erkek ziyaretçilerden de gördüğü bu ilgiden
hareketle, bu sene bir erkek koleksiyonu da
tasarlamayı düşünüyor.
Çalışmalarını, 2011 yılında Selen Özüs
ile birlikte kurduğu Maden Çağdaş Takı
Stüdyosu’nda sürdüren Büyükünal, aynı
zamanda İstanbul Teknik Üniversitesi, Sanat
Tarihi bölümünde doktora adayı ve çeşitli
yerlerde dersler veriyor.
Ceren Başgöze
Mimar kökenli olan Ceren Başgöze, 2006
yılından itibaren çeşitlli mimarlık ve
tasarım ofislerinde çalıştıktan sonra, yine
mimar kökenli olan eşi Fatih Başgöze ile
kurduğu “Laboratuvar Tasarım” şirketinde
çalışmalarını sürdürüyor. Başlıca olarak,
mekan tasarımı ve uygulaması, mimarlık,
mobilya ve ürün tasarımı alanlarında
hizmet veren Başgöze’nin tasarımlarının
ana mantığı, farklı malzemeleri bir arada
kullanmak ve bu malzemelerin bir araya
gelişindeki ahenk ve uyum tasarımlarının
çıkış noktasını oluşturuyor.
2012-2013 yıllarında oluşturdukları Rönesan
isimli mobilya koleksiyonunda ise çeşitli antik
ve tarihi değeri olan mobilyaları yaptıkları
tasarımların bir parçası olarak kullanan
Laboratuvar Tasarım, bu sayede tarihi yapım
teknikleri ile çağdaş yöntemler ile bir araya
getiriyor. Bu yaklaşımın bir diğer amacını ise,
eskiyi olabildiğince ikincil hammadde olarak
tasarımlar içinde kullanarak yok olmaktan
kurtarmak ve ikinci bir hayat vermek.
TALC sergisinde, bu seriye ait birkaç ürün
sergileyen Başgöze, hem yabancı basın hem
de profesyonellerden gördükleri ilginin, zaten
kafalarında olan yurtdışına açılma ve bu
kanallarda ürün satışı yapma planlarını da
hızlandırdığını belirtiyor.
Meriç Kara
2001 yılında mezun olduğu ODTÜ Endüstri
Ürünleri Tasarımı bölümünden sonra yüksek
lisansını Domus Academy’de yapmak üzere
Milano’ya giden tasarımcı, “eğlenceli”
tasarımları ve sorgulayıcı işleri ile ön plana
çıkıyor. 2003 yılında Benetton’un Trevisio
İtalya’daki İletişim ve Araştırma Merkezi
Fabrica’da yer aldıktan sonra Türkiye’ye
dönerek farklı firmalarla ortak geliştirdiği
projelere imza attı.
değiştirilebilen bir tasarım. Yün keçeden
üretilen halı, 12 adet 80x12 cm ölçülerinde
parçadan oluşmaktadır. Metal bir zincir
yardımı ile pratik olarak yer değiştirip birbirine
bağlanabilen parçalar, kullanıcıya kendi
ihtiyaç ve kişisel zevklerine göre değişik desen
ve form özgürlüğünde bir halıya sahip olma
imkanı veriyor.
Deniz Duru
Profesyonel hayatının daha ilk yıllarından
itibaren uluslararası çeşitli sergi ve yayınlarda
yer alan tasarımcı, 2007 yılında İngiliz
Phaidon Yayınları tarafından en heyecan verici
genç ürün tasarımcıları arasında yer alıyor
ve 2009 yılından itibaren ise kendi tasarım
stüdyosu olan Meriç Kara Design çatısı altında
ilerliyor.
TALC sergisinde, çiçek saksılarından oluşan
ve ilk defa 2010 yılında lanse ettiği “A
Domestic Schizophrenic Project” ile yer alan
tasarımcı koleksiyonun çıkış noktasını şu
şekilde tanımlıyor: “A Domestic Schizophrenic
Project, canlı evcimen bitkilere odaklanıyor.
Yeşilliklerin bulundukları ortamla ya da suyla
kurdukları ilişkileri, bildiğimiz özelliklerini ve
alışkanlıklarını, çevrede gördüğümüz halleriyle
iç mekana transfer etme fikrinden, çok kişilikli
bir ‘saksılar’ birliği ortaya çıktı.
Bazen ihtiyaçtan, doğasından bazen de
değişiklik arayışından şekillendi. Kimi, bir
tablonun yerine gözünü dikti, kimi de çok naif
istekleri artık içinde tutamadı...”
Umut Demirel
2012 yılından beri kendi adını taşıyan
tasarım ofisi ile çalışmalarına devam eden
endüstriyel tasarımcı Umut Demirel, Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Endüstri
Ürünleri Tasarımı bölümünden mezun. Yolda
University Collage Media and Journalism
bölümünde eğitimini tamamlayan Demirel’in
tasarım çalışmalarında, çok ilgi duyduğu fizik,
matematik, geometri gibi bilim dallarının
numerik etkilerini görmek mümkün.
Umut Demirel,“Angle” isimli sürahi tasarımı
ile de dikkatleri çekmiş ve akılcıl tasarlanan
ve üzerindeki açılı çizgileri sayesinde içindeki
sıvıyı dökerken dahi miktarını görebilmemizi
sağlayan sürahi tasarımına imzasını atmıştı.
Tasarımcı, stüdyosu ile mobilyadan ürüne,
ambalaj tasarımından kaplama malzemelerine
kadar birçok farklı ürün grubunda hizmet
verirken, sergide “Layout” halı tasarımı
koleksiyonu ile yerini aldı. Kişiselleştirme ve
tek birimden hareketle birçok sonuç yaratmak
fikirlerinden yola çıkan Layout, desen ve formu
333km isimli çok işlevli bir stüdyonun
kurucusu olan Deniz Duru, kurmuş
olduğu bu oluşumu bir showroom olarak
konumlandırırken, aynı zamanda tasarlanan
ürünlerin canlandırıldığı bir tasarım stüdyosu
ve ürün prototiplerinin hazırlandığı bir atölye
işlevi de görüyor.
2011 yılında stüdyosunu kurarken, tasarım ve
üretim sürecindeki kopuklukların üstesinden
gelmeyi amaçlayan Duru, 333km’nin
tasarımcılar, mimarlar, mühendisler ve
mobilya alanında uzmanlaşmış kişilerin
ortak çalışmaları sonucunu benimsemiş.
Stüdyonun çalışma prensibinde, tasarladıkları
gerek küçük gerekse büyük ölçekli her türlü
üründe, ergonomi ve fonksiyonelliği ön planda
tutuluyor.
Sergide, bu çalışma süreci ve mottosundan
hareketle ortaya çıkan mobilya tasarımları
ile yer alan Deniz Duru, atölyenin yer aldığı
Karaköy gibi tarihi ve ilham verici semtin,
tasarımlara olan yaratıcılık katkılarını da
ziyaretçilerle buluşturdu.
06
Gözde Severoğlu
[email protected]
AMBIENTE’DE
KRİZ YOK!
7-11 Şubat 2014 tarihleri arasında Frankfurt’ta gerçekleşen Ambiente, kendi değerini
kuvvetlendirecek içeriği ile krizin teğet geçtiğini tescilledi. Hiç kimse züccaciye ve
küçük ev aletleri sektöründe 2014’te durgun bir yıl yaşayacağını söylemesin!
Geçen seneki Ambiente’yi hatırladığımızda az
yenilik, bol takdir vardı, yenilikleri beklemeye
almış bir sektör karşımızdaydı adeta. Meğer,
herkes 2014’e hazırlık yapıyormuş. Mutfak,
banyo ve eve dair akıllı çözümler, ‘‘renk ve
ürün dili nereye gidiyor’’a yanıt arayanlar
7-11 Şubat tarihleri arasında Frankfurt’taydı.
Türkiye’den her sene upuzun bir listede üretici
katılım gösteriyor. Listenin başındaki firmalar
inovasyon, yenilikçi ürün yatırımları yaparken,
Ambiente’nin kopyalanmış ürün sergisi
Plagiarism’de kopyalayan firmalar arasında
Türkiye’den isimler görmek üzülmemize
yetiyor.
Disiplin ve düzenin 89 farklı ülkeden sektör
ilgilisini bir araya getirdiği, hazırlıklı olanın
kazandığı bu fuarda, sadece eksik yanlarımızı
görmek pek de yapıcı bir yaklaşım sayılmaz.
Türkiye’den bu senenin en dikkat çekicisinin
Arzum olduğu söylenebilir, geleneklerinden
güç alarak yola çıktığı, patentli ürünü “Okka”
kahve makinesi kahveyi dünyanın dört bir
yanına ulaştırmada işimizi kolaylaştıracağa
benziyor.
Koziol’ün malzemenin sınırlarını zorlayan ve
geometri ile oynayan “Shadow” ve “Kant”
serileri plastik ürünler arasında dikkat
çekiciydi. Mattiussi Ecologia’nın atık yağı
depolamada sunduğu kolaylık ile “Olimax”
her eve lazım dedirtecek türden bir ürün.
Çevreye daha duyarlı bir yaşam kurgusuna
sahip olmamız adına işimizi kolaylaştıracağa
üretime odaklanmak yerine deneysel ve
zanaatkar bir anlayışa hakimdi.
benziyor. AdHoc’un “Bagsy”si sayesinde
gıda ambalajlarını depolama birimi olarak
kullanmaya devam edebiliyoruz. Aynı
zamanda kullanmak istediğiniz kadar gıdayı
tencereye aktarmanızı da sağlayan kapağın,
alıştığımız paket sıkıştırma birimlerinin yerini
alıp almayacağı merak uyandırıyor.
Doğa ve hayvanlardan esinlenilen tasarımların
bu sene odak noktası olacağı söylenebilir.
Studio Surume’nin “Shippo-chair” ile
yarattıkları his bunu destekler nitelikte.
Taburelerin sırtlıkları farklı hayvanların
fizyolojik özellikleri ile kesişiyor. İç mekanlarda
mutluluğu beraberinde getirmeye niyet eden
Giant Flowers firmasının çiçekleri de büyüyüp
kullanıcısı ile aynı boya gelmişe benziyor!
Bu senenin partner ülkesi Japonya oldu.
Geleneklerine bağlılıkları, saygı ve duyarlılık
konusunda gösterdikleri hassasiyeti, sergi
alanının her santimetresinde hissedebildik.
Ahşabın romantizmini ürünleştiren Yukio
Hashimoto tasarımı “Alpha001d” fincanlar,
UNESCO’nun Japon yemek kültürünün
tanıtılmasını ve desteklenmesini sağladığını
tescilleyen “Washoku” kaplar sergilenen
ürünler arasındaydı. Çocuklara odaklanan
“Kaba” kuru boyalar veya parmak izinin akıllı
cihazlarımızın yüzeyinde yarattığı çirkin ve
kirli görüntüyü temizlemeyi kolaylaştıran
KoloKolo, Japon tasarım yaklaşımının
ürünleşmiş halini gözler önüne seriyor.
Fuarın yetenekler (Talents) bölümünde elini
taşın altına koyan, üretim sürecinde aktif rol
almayı seçen genç isimler ile doluydu. Üç
katmanlı kaselerinde yarattığı görsel farklılığın
sırlarını çok paylaşmak istemeyen Jakub
Kabat, heykel niteliğindeki ürünlerinde üretim
sürecinin izlerini yansıtmayı başarmıştı.
Martina Zilova, porselen tabakları ile kobaltın
baskılı geometriler ile buluşturduğu yekpare
ürünlerini sergiledi. Bu sene, Talents seri
Her sene olduğu gibi Trend, Design Plus ve
German Design Award, fuarın yüksek tavanlı
galerisinde yer aldı. Trend sergisinden özetle,
bu senenin daha sessiz ve kaygısız olduğu
söylenebilir. Genç tasarımcılar alışkanlıklar
önermeye devam ediyor ve yeni deneyimlerin
büyük bütçelere ihtiyacı olmadığını söyleyen
ürünlere imza atıyor. Zanaattan gelen
gelenekler renklerin yoğun kullanımında ve
çok fonksiyonlu çözümlere referans olacağa
benziyor.
Fuarın kendi ödül sistemi olan Design
Plus sergisi bu sene de rengi sunumunun
bir parçası olarak kullanmayı tercih etti.
Pension için Gregor Korolewicz’in tasarladığı
“Lucia” şamdan paslanmaz çelik bir levhanın
bükülmesi ile meydana gelen nitelikli bir
ürün. Officeoriginair’in imzasını taşıyan
Royal VKB’nin kürdan ve peçetelerin düzenli
durmasını sağlayan masa üstü aksesuarı,
Konstantin Slawinski’nin yangın ve ilk yardım
ürünlerini depolama alanını estetik bir formda
buluşturan taşıma aparatı sergide dikkat
çekenler arasında. Fredi Dubach’ın Spring
International için tasarladığı “Pizza Raclette”
parti ızgarası yeni bir segment yaratacağa
benziyor. Soren Refsgaard tasarımı “Zig-Zag”
tekrar eden bir geometrinin sunduğu fırsatı
Stelton’nın koleksiyonları arasına yenisini
eklemesini sağlıyor.
MART/2014
07
Yasemin Şener
[email protected]
EKO-MİMAR
MICHAEL PAWLYN
Doğadaki sistemleri inceleyerek, ilham alarak veya onları taklit ederek mimariye
aktaran, doğanın sırlarının mimarlığı ve toplumu dönüştürebileceğini savunan
biomimikri uzmanı, eko-mimar Michael Pawlyn sorularımızı yanıtladı.
Biyomimikrinin mimarideki karşılığı nedir?
Biyomimikri biyolojik organizmaların
farklı koşullara nasıl adapte olabildiklerini
inceleyerek buradan edindiği bilgileri
insanların ihtiyaçlarının çözümlerinde
kullanan bir bilim dalı. Mimarinin geçmişte
biyolojik formlara öykünen pek çok örneğini
gördük. Biyomimikrinin bunlardan farklı
yaklaşımının estetik değil, fonksiyonel olması.
Biyolojide fonksiyonların dağılımından
edindiği bilgiyi mimaride fonksiyonel
buluşlarda kullanıyor.
Biyomimikriye olan ilginiz nasıl başladı?
Eğitim konusunda mimarlık ve biyoloji
arasında kararsız kalmıştım. Mimarlığı
seçmemdeki neden biyoloji alanında yaratıcı
bir potensiyel görememiş olmamdı. Gençlik
yıllarımda, özellikle de Roma Kulübü’nün
“Blueprint for Survival” kitabını okuduktan
sonra çevresel konularda politize olmuştum.
Eden Project üzerinde çalışmak Grimshaw
Architects’e katıldığımda doğadan ilham alan
sürdürülebilir mimarlık konusunda araştırma
yapmak istediğimi anladım. O sıralarda
Schumacher College’de Amory Lovins ve Janine
Benyus tarafından verilen bir haftalık kursa
katıldığımda geride bıraktığım on yıl boyunca
katıldığım seminer ve konferanslardan çok daha
fazlasını o beş günde öğrenmemin de bunda
büyük katkısı olmuştu.
Mimarlar doğadan öğrendikleriyle
sürdürülebilir mükemmellikte yeni bir
dünya yaratabilirler mi?
Önümüzdeki onbeş sene içerisinde üstesinden
gelmemiz gereken üç temel sorun olduğuna
inanıyorum: Birincisi, kaynak verimliliğindeki
radikal küçülmelerin fark edilmesi; ikincisi,
kaynakların lineer, savurgan ve çevre
kirliliği yaratan bir biçimde kullanıldığı
modelden tüm kaynakların kapalı devre bir
döngü içinde kullanıldığı kapalı devre bir
modele geçebilmek; üçüncüsü de fosil yakıt
ekonomisinden solar ekonomiye geçmek. Eğer
birbiriyle bağlantılı bu üç yoldan ilerlemeyi
seçersek biyomimikriden daha iyi bir çözüm
bulamayız.
Michael Pawlyn kimdir?
Michael Pawlyn, doğadan ilhamını alan
çevresel olarak sürdürülebilir projelere
odaklanmak üzere 2007 yılında kendi
mimarlık şirketi Exploration’ı kurdu.
Kendi şirketini kurmadan önce 10 sene
boyunca çalıştığı Grimshaw’da radikal bir
biçimde tasarlanmış bahçe mimarisine
sahip Eden Projesi’ni yürüten takımın
başındaydı. Eden projesi Yusufçuk
böceğinin kanatlarından esinlenilerek
tasarlandı. Pawlyn, Grimshaw’da çevreci
yönetim sitemini getirince, şirket
Avrupa’da bu sisteme geçen ilk mimarlık
ofisi oldu. Pawlyn, sürdürülebilir tasarım
ile ilgili İngiltere birçok farklı kurumda ders
veriyor. Bunlara ek olarak 2007 yılında
Google’ın her yıl düzenlenen “Zeitgeist”
konferanslarında ve 2011 yılında ise
TED Konferanslarında konuşmacı olarak
yer aldı. Michael Pawlyn’in 2011 yılında
Britanya Mimarları Kraliyet Enstitüsü
tarafından yayınlanan “Mimaride
Biomimicry” adlı kitabı, doğanın dehasının
mimaride nasıl kullanıldığına dair örnekler
ve bilgiler içeriyor.
Yaşayan dünya, henüz hiç gün ışığına
çıkmamış tasarım fikirleriyle dolu muazzam
bir kaynak kitap. Üstelik bu konuya
günümüzdeki mevcut bilimsel birikimle ve
geçmişte hayal etmemizin mümkün bile
olmadığı güncel dijital tasarım araçlarının
avantajlarıyla yaklaşabiliriz. Tasarımcılar
geçmişte hiç olmadığı kadar çok yeniden
düşünme fırsatına sahipler ve günümüzde
önümüzdeki milyonlarca yılı dolduracak kadar
çok tasarım çözümü üretiliyor.
Doğada mimariye aktarılabilecek ne tür
sırlar ve çözümler mevcut?
Biyolojik sistemler genellikle çok komplike
ve bileşik niteliktedir. Doğada sıfır atık vardır
ve sistemler lineer değil, döngüsel çalışır. Bu
döngünün parçası olan hiçbir unsur diğerinden
daha önemli değildir. Doğada fosil yakıt yerine
güneş enerjisinden yararlanılır. Biyolojik
sistemlerin tüm bu karakteristik nitelikleri
bizlere binaları, kentleri ve ekonomileri nasıl
dönüştüreceğimiz hakkında bize ışık tutuyor.
08
KADIKÖY’ÜN
TAPTAZE SİMİT ARABALARI
Tasarım Atölyesi Kadıköy’ün, Kadıköy Belediyesi’nin ihtiyacı doğrultusunda
yaptığı açık çağrı sonucunda Can Güvenir’in, Kadıköy’deki Tarihi Petek Fırını’ndan
esinlenip yola çıktığı tasarımı hayata geçirildi.
2013 yılında Kadıköy Belediyesi, Çekül ve
Kentsel Strateji ortaklığında kurulan ve bir
ilçeye ait Türkiye’ deki ilk tasarım atölyesi
olan Tasarım Atölyesi Kadıköy’ün, Kadıköy
Belediyesi’ nin ihtiyacı doğrultusunda
yaptığı açık çağrı ile simit arabası tasarım
süreci başlatıldı. “Simit Arabalarını
Tasarlıyoruz” etkinliği, Kadıköy’ün kimliğine
uyumlu, steril ve kullanımı kolaylaştıran,
semte sembol olabilecek simit satış arabası
tasarlamayı amaçlıyordu. Tasarım sürecinde
düzenlenen iki çalıştay boyunca; genel
seyyar satıcı tasarım kriterleri, mevcut
simit arabalarının eksiklikleri, simitçilerin
beklentileri ve Kadıköy kimliği göz önünde
bulundurularak tasarımlar çalışıldı. Kadıköy
Simit Arabaları bu esaslara dayanarak,
Can Güvenir’in, Kadıköy’deki Tarihi Petek
Fırını’ndan esinlenip yola çıktığı tasarımı
hayata geçirildi.
Kadıköy sokaklarında görmeye başladığımız
simit arabaları, Kadıköy’ün ‘tasarım’ ve
‘kalite’ye değer veren kent kimliğine katkı
sağladığı gibi ulusal bir değer olan simidin
özgün bir şekilde sunulmasını sağlıyor.
Simit arabası tasarımı, Kadıköy’ün yaşayan,
karakterli bir semt olduğu esasına dayanarak
yola çıkıyor. Kendini zamanın akışına
bırakmış, sokaklarından geçen herkesin
görerek standın yanına yöneliyor ve
satışın standın yanından gerçekleşmesi
sağlanıyor, ayrıca simitlerin durduğu
alanın temizliğinde de kolaylık sağlıyor.
Bu sayede yalın ve müşteriyi yormayan bir
sunum tercih ediliyor. Simit arabalarının
fazla hareket gerektirmeyen bir senaryosu
olmasına rağmen, seyyar satış birimi algısını
güçlendirmek için tekerlekleri görünür bir
şekilde kullanılması tercih ediliyor.
içine işlemiş anılar barındıran, değişmez
alışkanlıkları olan, tanıdık yüzler görmekten
hoşlanan bir sokak semti olan Kadıköy
ve bu semtin mevcut sembollerinden biri
olan Tarihi Petek Fırını’ndan yola çıkarak,
tasarıma karakter kazandıran renk ve
malzeme seçimine karar verip, Kadıköy’e
sembol olabilecek bir simit arabası
tasarımını ortaya çıkarıyor. Genel tasarım
kriteri, kent, gıda ve güvenlik dengesinin
birbiri ile ilişkisi olduğu kadar, Kadıköy
Belediyesi’nin kurumsal kimliği ile de aynı
ifade dilini yansıtabilmesi esasına dayanıyor.
Bu sayede, simit arabası tasarımı ile kente
görsel bir sembol kazandırılmış oluyor.
Mevcut simit arabalarının aksine silindirik
bir form tercih ediliyor. Silindirik formu
sayesinde simit alacak kişi bütün vitrini
Hem vitrin içerisindeki sıcaklığın
sirkülasyonunu hem de susamların kolay
temizlenmesini sağlamak amacıyla orta
simit rafı delikli malzemeden tercih ediliyor.
Bu sayede vitrine konan yeni simitler, kendi
sıcaklığıyla vitrindeki diğer ürünleri ısıtıyor
ve bütün susamlar vitrinin alt yüzeyine
düşüyor. Susamları, vitrinin alt yüzeyinin
ortasında bulunan delikli alanın altındaki
çekmecede toplama imkanı sağlıyor. Bu
sayede simitlerin durduğu alanın sürekli
temiz olması sağlanmış oluyor.
Hızlı tüketim ürünü olarak kabul edilen
simidin, sohbet ve paylaşmak temalarını
da içinde barındırması, simite sosyal bir
değer katıyor ve simiti kültürel bir öge haline
getiriyor. Simidin sosyal bir sembol olması
göz önünde bulundurularak, simit arabasının
önünde bulunan silindirik yatay yüzey
sayesinde, simit arabasını sadece bir satış
noktası olmaktan çıkarıp, açık bir sosyal alan
haline gelmesi amaçlanıyor.
Simitçiler, bütün gün ayakta satış yaptıkları
ve bulundukları zemine bastıkları için
yaşadıkları problemler göz önünde
bulundurularak, simit arabasının silindirik
formunu tamamlayıcı niteliğinde, yarım
daire, ahşap bir podyum kullanılıyor.
Podyum, simitçilerin bu problemine çözüm
olduğu gibi simit arabası kullanılmadığı
zamanlarda, arabaya bağlı bir şekilde
kaldırılıp kilitlenerek, çekmece ve dolaplara
ulaşımı engelliyor ve bu şekilde arabanın
güvenliği sağlanıyor. Simitçileri olumsuz
hava şartlarından korumak için podyum
alanını kaplayan, simit arabasının formunun
devamı şeklinde, kapalı halde de satışın
devamını sağlayabilecek pencere delikleri
bulunan silindirik branda tercih ediliyor.
Kubbe formundaki tentesiyle görsel bir
bütünlük sağlanıyor.
Tasarım serüvenini tamamlayıp hayat bulan
Kadıköy Simit Arabaları, semt içerisinde
yaşayan, semtle birlikte nefes alan, semtin
dokusunu yansıtan, Kadıköylü kimliğinin
bütünleyici sembollerinden biri haline
geliyor.
MART/2014
09
Yasemin Şener
[email protected]
YEŞİL BİNALAR,
SÜRDÜRÜLEBİLİR YARINLAR…
ÇEDBİK’in düzenlendiği Yeşil Binalar Zirvesi, Türkiye’de ve dünyada sürdürülebilir bina
sektörünün önde gelen paydaşlarını, konferans, panel ve seminerlerde bir araya
getirerek, yapı sektöründe bilgi paylaşımı için nitelikli tartışma ortamı oluşturdu.
İngiltere’nin ‘en yeşil mimarı’ seçilen
ZEDFactory Kurucusu Bill Dunster
Uluslararası Yeşil Binalar Zirvesi’nde sıfır
karbon konutlar üzerindeki çalışmalarını
izleyicilerle paylaşırken, Murat Tabanlıoğlu
Türkiye’de sürdürülebilir ve akıllı yaşamın
öncüsü olacak Bio İstanbul projesini anlattı.
Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği
(ÇEDBİK) tarafından yapı sektörünün
yeşil dönüşümüne liderlik etmek
amacıyla bu yıl üçüncü kez düzenlen
“Uluslararası Yeşil Binalar Zirvesi”, 2021 Şubat 2014 tarihlerinde Swissotel
the Bosphorus’ta gerçekleşti. Cüneyt
Özdemir’in moderatörlüğünde 2 ana salon
ve paralel salonlarda yaklaşık 40 oturumun
gerçekleşitği zirvede konusunda uzman
100’den fazla konuşmacı ağırlandı.
Transparan spiral formuyla Shanghay’ın şehir
siluetinin en ikonik ve çarpıcı binalarından
çevre dostu Shanghai Tower’ın tasarım
direktörü Duncan Swinhoe ve 1.8 milyon
litre yağmur suyunu toplayıp filtreleyerek
yıl boyunca her gün 1000 Afrikalı için temiz
içme suyu sağlayabilecek futbol sahası
Pitch Africa projesinin yaratıcısı Professör
David Turnbull da Uluslararası Yeşil Binalar
Zirvesi’nin önemli konukları arasındaydı.
Ana teması “Sürdürülebilirlik–Sınırları
Aşmak” olarak belirlenen zirvede
yenilenebilir enerji teknolojileri,
sürdürülebilirlik, yeşil finansman, yerel
yönetimler, STK ve meslek odaları, yeşil
bina değerlendirme sistemleri, malzemeinovasyon, yapıda kurallar, teşvikler,
yönetmelikler, sürdürülebilir kentler ve
toplumlar gibi konulara değinilirken,
Türkiye’den ve dünyadan güncel
sürdürülebilir projeler paylaşıldı.
Sürdürülebilir yenilikler...
Zirve’nin 2.günü, 45 ülkede ofisi bulunan
ve sektörün en güçlü inşaat şirketlerinden
Turner Construction’ın sürdürülebilir ve
LEED sertifikalı projelerini yöneten Joseph B.
Marfi, sektör profesyonelleri için Yeşil Proje
eğitimi verdi. WGBC tarafından onaylı olan
bu eğitimin sonunda katılımcılara sertifika
da verildi.
Zirvenin yıldızları…
Zirvenin en çok ilgi gören
konuşmacılarından biri de akıllı kentlerle
ilgili zirvenin en çarpıcı sunumlarından
birini gerçekleştiren İtalyan mimar,
mühendis, eğitimci ve aktivist Carlo
Ratti’ydi. MIT’de öğretim görevlisi
olarak çalışan Carlo Ratti, enstitütü
içinde 2003 yılında kurduğu SENSEable
City Laboratuvarı’nın da yöneticiliğini
yapıyor. Canlılar gibi şehirlerin de
hissedebildiğini ve karşılık verdiğini
savunan Ratti, dünyada benzeri olmayan
laboratuvarında yeni teknolojilerin şehir
hayatını, tasarımını ve şehircilik anlayışını
nasıl etkilendiği hakkında araştırmalar
yapıyor, sensörlerin ve elektroniğin çevre
ve mimariyle ilişkisini inceliyor.
Aynı zamanda kentsel hareketliliğin
geleceğiyle ilgili Singapur’da bir araştırma
merkezi de açan Ratti zirvede yaptığı
sunumda yeni sensör ve elektronik araçlarla
kent kavramına yeni bir bakış açısının
nasıl olabileceğini paylaştı. Dünyaca ünlü
sürdürülebilir mimarlık ve mühendislik
projeleri gerçekleştiren ve büyük cesaret
gerektiren benzersiz işlere imza atan Atelier
One’ın kurucu ortağı Neil Thomas dünya
çapında ses getiren projeleriyle dinleyicilere
ilham verdi.
Yüksekliği 25-50 metre olan yapay
ağaçların güneş paneli, vantilatör ve yağmur
suyunu filtreleme görevi görerek çoklu
çözümler sağlamasıyla sürdürülebilirlik
konusunda uluslararası bir örnek olarak
gösterilen, kendi enerjisini üreten dünyanın
en büyük tropikal bahçesi Gardens by the
Bay Singapore projesinde imzası olan
çevre mühendisi, Atelier Ten direktörü
Profesör Patrick Bellew da zirvenin önemli
konuklarından biriydi.
Zirve’de gerçekleşen bir diğer önemli etkinlik
ise, Ulusal Yeşil Bina Sertifikası’nın lansmanı
oldu. Türkiye’de hedeflenen yeşil dönüşüm
sürecinde önemli rol oynayan ve Türkiye’nin
sürdürülebilir kalkınmasına destek vermeyi
amaçlayan Ulusal Yeşil Bina Sertifikası ile
ilgili tüm detaylar zirvede açıklandı.
Zirve katılımcıları, ÇEDBİK tarafından
Cape Town Dünya Yeşil Binalar Konseyleri
Kongresi’nde imzalanan anlaşmayla
Türkiye’nin de dahil olduğu Yeşil
Okullar Projesi kapsamında ülkemizde
gerçekleştirilecek olan çalışmalar hakkında
da bilgi sahibi oldular.
10
Esen Tezel
[email protected]
OPERA VE TİYATRO AFİŞLERİ SERGİSİ
Devlet Opera ve Balesi için tasarladığı afişler ile grafik tasarım dünyasında
önemli bir yere sahip olan Ardan Ergüven’in sergisi, 14 Mart’a kadar Marmara
Üniversitesi’nde ziyaretçilerini bekliyor.
Grafik tasarım alanında opera ve tiyatro
afişleri önemli bir yere sahip. Türkiye’de
bu alanda Mengü Ertel ile başlayan bir
geleneğin varlığından söz edilebilir.
Yurdaer Altıntaş, Bülent Erkmen ve Savaş
Çekiç gibi isimlerin tasarladıkları afişler
de bu algıyı güçlendirmiştir.
Ardan Ergüven’in ağırlıklı olarak Devlet
Opera ve Balesi ile çeşitli tiyatrolar için
tasarladığı afişler bu anlamda Türkiye’de
görmeye alıştığımız türdeki çalışmalardan
farklı bir konuma sahip. Opera yönetmeni
bir babanın oğlu olan Ergüven, yetiştiği
çevre içinde kendiliğinden oluşan bilgi
birikimini, bu afişleri tasarlayarak
değerlendirmiş.
Afiş tasarımın temel kaygısı, hedef
kitlenin dikkatini çeken, şaşırtıcı,
anımsanabilir ve özgün görüntüler
yaratmaktır. Bu bağlamda ideal bir
afiş tasarımcısı aynı zamanda bir imge
üreticidir. Her şeyden evvel hatırlanabilir
imgeler üretmek, afiş tasarımcısının
başlıca sorumluluğudur. Ergüven’in
tasarladığı afişlere baktığımızda ise
sözünü ettiğimiz bu kaygının izlerini
görebildiğimiz gibi, kimi zaman da
çetrefilli bir diyaloğa hazırlıklı olmamız
gerektiğini hissediyoruz. Başarılı afişler
genellikle kestirme imgeler üzerinden
iletişim kurar. Ergüven’in afişlerinde
bu tür imgelere rastlıyor olsak da, çoğu
zaman izleyiciyi çözülmesi gereken bir
problemle başbaşa bıraktığını görüyoruz.
Diğer taraftan farklı üslupların yer aldığı
bu afişler, yorulmak bilmez bir arayışın
sonucu gibi duruyor. Bunun nedenini
merak ettiğimizde ise aldığımız cevap
aslında grafik tasarımı farklı açılardan
sorgulayan bir tasarımcıyla karşı karşıya
olduğumuzu gösteriyor bize. Ardan
Ergüven, afişlerindeki tasarım mantığını
şu şekilde açıklıyor:
“Benim vurgulamak istediğim nokta
eserin ruhuna sadık kalan bir dil
bulmak. Daha doğrusu farklı eserin
varlığı, öngörülen dilin bir çeşitlemesi
olarak karşımıza çıkar. Tasarımı
gerçekleştiren kişi yeni şeyler
söylemekten korkmamalı. Yeter ki her
defasında hangi gerekçeyle tasarladığına
ilişkin bir ipucu verebilsin. Gerçekte
operanın, müzik, tiyatro, resim, heykel
ve mimarlık gibi alanların bileşiminden
oluştuğunu kabul ettiğimizde muhatap
alınan izleyicinin belirli bir kültürel
donanıma sahip olduğunu biliyoruz;
en azından bu alanlara ilgi duyduğunu
baştan kabulleniyoruz. Seslendiğimiz
kitle ile görüntü arasındaki iletişimin
bu gerçekten yola çıkarak kurulması
karşımızdakileri ne kadar ciddiye
aldığımızı gösterir. Dolayısıyla burada
görsel algı eşiğini kısmen zorlayan,
sorgulayan ve düşünmeye teşvik eden bir
yaklaşımdan söz edilebilir. Bu bağlamda
kulak kadar olmasa da gözün de hayli
tembel olduğunu herkes çok iyi bilir.
Geleneğin sürdürülmesi, eskiye kuru
kuruya bağlanıp onu tekrarlayarak değil,
yadsıma yoluyla bir anlam kazanır.
Kısacası yeniyle kuracağımız ilişkide
önce kendimizi silkelemek zorunda
olduğumuza inanıyorum. Çünkü grafik
tasarım da bu gerçekten payına düşeni
aldığı sürece bir anlam taşır.”
Ardan Ergüven’in Opera ve Tiyatro
Afişleri Sergisi, 14 Mart 2014 tarihine
kadar Marmara Üniversitesi, Güzel
Sanatlar Fakültesi, Grafik Bölümü’nde
ziyaret edilebilir.
MART/2014
11
Beste Sabır
[email protected]
DÖNÜŞEN VE DÖNÜŞTÜREN
MİMARLIK
Binaların yaşı onları korumak için yeterli mi? Peki ne kadarını koruyup ne kadarını
değiştirmeliyiz? Kentsel bellek ne demek? Her tarihi bina illa ki birer müze mi olmalı?
Hiç zaman geçmemiş, iz bırakılmamış gibi parlak bir şekilde dondurulmalı mı?
Yukarıdaki soruların devamının gelmesi
muhtemel: Tarih-mimarlık-işlev-konumrant gibi ilişkilerin içine bir dolu girdi
eklemek mümkün. Özellikle önümüzde AKM
örneğinin anlamlı dönüşümü ve ihtiyaç
(!) paralelindeki yeni işlevi dururken.
Günbegün, kültür merkezinin karakola
dönüşümünü izlerken an itibariyle “işte asıl
-absürd- fonksiyonalizm budur!!” denemek
zor. Binalar, mimarlıklar; yaşanmışlıkların
izlerini taşır, kentsel belleği oluşturur.
Dünyadaki dönüşüm pratiklerinden yeni
tamamlanan birkaçına sunduğu yaratıcı
çözümler itibariyle göz atalım...
Bangkok Üniversitesi’nin 20 yıllık
yurt binası, Supermachine Studio
tarafından yapılan eklemelerle kamusal
bir komplekse dönüşüyor. İnce, uzun
bir sıra blok formunda olan 90 metre
uzunluğundaki yapının içine katılan farklı
aktivite mekanları ile daha çok kullanıcı
yapıyı kullanabiliyor. Yurt binasının
dönüşümü aslında mimarlığın da geri
kazanılabileceğini (recycled) gösteren
kamusal kullanıma devredilen iyi bir örnek.
Madrid’de konumlanan Daoíz ve Velarde
Kültür Merkezi ise kentin endüstriyel ve
askeri mirasının bir önemli bir örneği,
Rafael de La-Hoz tarafından tamamlanan
binanın dönüşümü boyunca ana amaç, yapı
geometrisini, metal strüktürü ve cepheyi
korumak oluyor.
Hamburg’da İkinci Dünya Savaşı sırasında
yapılıp 60 yıl kullanım dışı kalmış
olan ambarın dönüşümü ise, yeniden
işlevlendirmenin en iyi örneklerinden
olabilir. Iba-Hamburg tarafından dönüşümü
gerçekleştirilen yapı, günümüz koşullarına
ve ihtiyaçlarına cevap vermek üzere bir
yenilenebilir enerji kaynağı haline geliyor,
çevredeki yerleşimlerin ısı ve enerjisinin
%85’ini geri dönüştürerek kullanıma
sunuyor. 30 metre yüksekliğindeki ambarın
betonarme kabuğuna çelik bir çerçeve
sistemin eklendiği yapının çatısı, haftalık
100 kW enerji üreten solar paneller için bir
taşıyıcı görevini görüyor. Merkezde ise, iki
milyon litreye kadar su depolayabilen depo
bulunuyor.
Bina bazen yaşamaya devam etmelidir,
yıkılmadan, aynı işlevle. Yeri geldiğinde
işlev değişir, yeni / güncel malzemeler
eklenir, yaşadığı an yani “şimdi” ekleniverir
mekana. Bir “çoğul durum” doğar: “Şimdi
ve geçmişin bir aradalığı”. Tarihi yapılar,
yalnızca geçmişi - anları dondurduğumuz
müzeler değiller. Şimdileri de var, hala
bize değiyorlar, izleri geçmişi yaşatırken
şimdiye köklenen temelleri var.
Koruma ve dönüşüm bu paralelde ele
alındığında üretken, şimdiye değerek
cevap veren çözümler gerekiyor. AKM
örneği bunların hiçbiri ile kesişmiyor çünkü
hiçbir açıklaması yok. Hiçbir mekanda ve
zamanda, bir kültür merkezinin; operadan,
tiyatrodan, buluşma noktası olmaktan,
merkez olmaktan, insanlara dokunmaktan
barikatlarla koparılıp bir depoya / polis
deposuna dönüştüğü hiçbir örnek yok.
Mimarlık insanlara dokundukça yaşar,
izlere bulaşır, şimdiye karışır, zamanlar
arası yolculuğa ve insanlar arası etkileşime,
değiş-tokuşa kapı açar.
12
MART/2014
13
Dilek Öztürk
[email protected]
STOCKHOLM TASARIM HAFTASI
Stockholm Tasarım Haftası ve Mobilya Fuarı İskandinavya ve diğer ülkelerdeki tasarım dünyası arasında bir bağlantı
kurmayı amaç ediniyor. Bu anlamda geleneksel tasarım anlayışından kopmadan, başka ülkelerin geleneklerine
de açık olan fuar, bu sene hem öğrenci hem de profesyonel kategorilerde farklı zonlarla karşımıza çıktı.
2014-15 Mobilya ve
Aydınlatma Trendleri
Bu sene Jan Rungren’in fuarın mobilya
ve aydınlatma bölümü için öngördüğü
trendler dört ana başlıkta toplanıyor. Klasik
trendler daha çok, zarif ve sofistike stilleri
kişisel zenklerle ve bu yıl her fuarda farklı
şekillerde yorumlanışını gördüğümüz
mermerle buluşturuyor. Gizli bahçe teması
hem iç, hem de dış mekanlar için tasarlanan
mobilyalara odaklanıyor. Doğal elementler,
bu sezonun en büyük ilham kaynağı olan
doğaya odaklanıyor. Malzeme doğadan
gelir, mottosu ile ahşap, granit malzeme
ve dokular kullanılıyor. “Aqua Marine”
konseptinde ise, geleneksel stiller su altı
dünyasından motiflerle birleştiriliyor.
İskandinavya’nın geleneksel ahşap
mobilyaları, denizi hatırlatan renklere
boyanıyor.
Onur Konuğu: Gam Fratesi
Bu sene Stockholm Mobilya ve Aydınlatma
Fuarı’nın onur konuğu, Gam Fratesi oldu.
Bu, Danimarkalı Stine Gam ve İtalyan
Enrico Fratesi’nin fuara ilk katılışı değil.
Daha önce 2006 yılında öğrencilerin
işlerini sergilediği Greenhouse bölümünde
yer almışlardı. Bu sene ise, fuar alanının
ortasnda dinlenmek, yemek yemek ve fuar
ortasında bir mola vermek için bir lounge
alanı enstalasyonu tasarladılar. Enstalasyon,
yaşayan objelerden ve antropomorfik (insan
biçiminde) elementlerden ilham almış.
İkili, tasarımlarında Danimarka’nın mobilya
zanaatkarlığını, klasik İtalyan stili ile
birleştirerek, kültürel bir kontrast yaratmaya
çalışmış.
hem şaşırtıcı, hem de hayranlık verici.
Japon mimar ve tasarımcı Natato Nakamura
önderliğinde gelişen malzeme kütüphanesi,
doğadan elde edilen malzemelerin
endüstride kullanılmasına odaklanıyordu.
Malzeme Kütüphanesi/
(Scandinavia Likes Japan)
Oy ya da Açlıktan Öl/
(Carve or Starve)
İskandinavya Japonya’dan sadece
hoşlanıyor olamaz, seviyor olmalı. Bu
yüzden fuarda en ilgi çeken büyük alanı
Japonlar için ayırmış olmalılar.
Öğrenci projelerinin sergilendiği
Greenhouse bölümündeki en dikkat çekici
çalışma, Lund Üniversitesi Endüstriyel
Tasarım Bölümü öğrencilerinin “Carve or
Starve” sergisiydi.
Malzeme kütüphanesi, geleneksel Japon
üretim tekniklerini ve yerel mazelemeleri
gruplandırarak neler yapabileceğinizi
hem görsellerle anlatıyor, hem de
alanda yapılmış örneklere yer veriyordu.
Geleneklerine bağlı Japonların daha önce
ülkelerinin dışına çıkarmadıkları, bir
hazine nitelği taşıyan malzeme ve üretim
tekniklerini, ilk kez Stockholm’de ifşa etmesi
Modern gıda üretimi ve endistriyel
teknikler sonucunda birbirinin aynısı
kimyasal madde içeren yiyeceklerle
besleniyoruz. 2014’te el yapımı
objeler, bizi yediğimiz yiyecekler ve bu
yiyeceklerin kökenleriyle bağlarımızı
yeniden kurabilir mi? Öğrenciler, bu
sorular üzerinden giderek, ıhlamur ağacı
parçaları ve bir bıçak yardımıyla, doğadan
edinilen tohum, sebze-meyve gibi
yiyecekleri pişirme ve yeme tekniklerinin
geliştirildiği el yapımı araçlar
tasarlamışlar. Sergileme alanının zemini
kazılan, oyulan ağaç parçalarından
oluşuyor ve her el aletinin gelişim süreci
fotoğraflar ve şemalarla anlatılıyor.
sesini yükselten okul, mobilya tasarımı
üzerine yüksek lisans yapan öğrencilerine,
sadece çelik kullanarak birer sandalye
tasarlamalarını istemiş. Çelik şeritlerin
belirli aralıklarda dizilmesi, önceden bazı
ölçülerin belirli olması da, okulun çizgisini
yansıtan sade ve minimal ürünlerin ortaya
çıkmasını sağlamış.
De Steel
Oniki
Yetenekli ve yaratıcı bir tasarımcı, bir
gecede ortaya çıkmaz.
Stockholm Mobilya ve Aydınlatma
Fuarı’nın bu seneki en yeni zonu,
tasarım dünyasında yerini belirlemiş 12
İskandinav tasarımcıya ayrılan “Twelve”
di. Harri Koskinen, TAF Architecture,
Folkform, Lisa Hilland, Lukas Dahlen,
Farg&Blanche, Thomas Bernstrad, Louise
Hederström gibi isimleri ve stüdyoları
buluşturan bu yeni alanda sergilenen
çalışmalar, daha çok kişisel ve sanatsal
ifadeyi ön planda tutumuş. Amaç bu
olunca, ürün, mobliya ve tekstil alanında
Tasarımın Helsinki ekolü, Aalto University
School of Arts, Design and Architecture’ın
bu seneki Greenhouse teması bu güçlü
savunma ile başlıyor. Okul, yaratıcılığın
merak, hassasiyet gerektirdiği ve her şeyin
ötesinde kendini tatmin eden, dışarıdan
gelen talepler doğrultusunda gelişmeyen
bir olgu olduğunu naltını çiziyor. Tek
günlük şöhret arayan kelebeklere karşı
tasarımcılardan nev-i şahsına münasır
çalışmalar sergilendi.
Fager & Myllymaki
Yemek ve tasarım ikilisinin İskandinav
ekolünde birleşmesi, hem şehir hayatında,
hem de fuarda kendini farettirecek bir
güzellikte ortaya çıktı. Tasarımcı Jens
Fager ve şef Tommy Myllymaki, Stockholm
Tasarım Haftası’nın bu seneki Design
Bar’ını tasarladılar. Hem sunulan yemekler,
hem de barın tasarımı, İskandinav
geleneklerine dayanıyordu şüphesiz. Güzel
bir sandalyenin her zaman konforsuz
olamayacağı gibi, servis edilen güzel
porsiyonlar da her zaman tatsız olamaz.
Eğer geyik eti servis ediliyorsa, tabak bir
ormanı andıran malzemelerle süsleniyordu.
Fager, restoranın iç mekan tasarımını,
yemeklerin rafineliğinden ilham alarak hem
sade, hem de dikkat çekececek bir noktada
bırakmış.
Yeniden Yorumla
Keçenin Yükselişi
Bu sene fuarın tamamında olduğu gibi
Greenhouse’da da alışkanlıklar ya da
geleneksel malzemelerin ve tekniklerin
modernize edilişini gözlemledik. VIA
University Collage öğrencileri kendi
ülkelerinden ve Japonya’dan ilham
aldıkları Sarah Cramer ve Aners
Engholm’ün tasarladığı “Bendy
Bench” İskandinavya’da sıkça görülen
geleneksel mutfak banklarının yeniden
yorumlanmış hali. Klasik İskandivav
tasarım değerlerinin altını çizdiklerini
söyleyen tasarımcılar, ahşabın
birbirine sarıldığı bankın sırt kısmının,
etrafınızdaki dünyayı da saracağınıza
işaret ediyor.
Fox and Freeze, Belçikalı iki tasarımcıdan
oluşan bir stüdyo. James Van Vossel ve Tom
De Vrieze, Stockholm Mobilya Fuarı’nda
keçe koltukları ile dikkat çekti. Sadece
1 metrekarelik sentetik keçe kullanarak
tasarladıkları koltuk, keçeden beklenmeyen
bir mukavemet sunuyor.
Britt Rasmussen’in tasarladığı “Koruku”
Japon çay kültürü ve İskandinav tasarım
geleneklerini buluşturan bir seri. Porselen
ve mantar, estetik ve fonksiyonelliğe atıfta
bulunuyor.
Keçe mobilyalara bir diğer örnek ise,
Garsnas’ın iki kız kardeş diye tanımladığı
“Emily” ve “Emma” koltukları. İsveçli
tasarım ofisi, keçe üzerine, klasik koltuk
hissi andıran geometrik formlar işleyerek,
malzeme üzerinde daha fazla teknoloji
kullanmış. Ahşap ayakların da organik
formu, sanki bir geyik bacağını andırıyor.
Koltukların yükseklikleri de fonksiyonlarını
tanımlıyor. Yemek, konferans ya da sadece
dinlenme koltuğu olarak kullanılabilen
Emily ve Emma gri, kahverengi ve
İskandinavlardan pek beklenmeyen nar
kırmızı renklerinde tasarlanmış.
14
Onur Mengi
[email protected]
RETRO-GELECEK
2024 yılı nasıl bir yaşam sunacak dersiniz? Ya 2066? Eğer “Her” (Aşk) filminde geçen
zaman ve mekan kurgusu üzerinden yaparsanız, geleceğin geçmişten çok da farklı
olmayacağını söyleyebilirsiniz. Peki ya duygular?
Bugünlerde yaratıcı endüstrilerin tümüne
damgasını vuran retro-futurism akımı (retrogelecek) özünde gelecek kurgusunun,
1960’lara kadar olan zaman diliminde
üretilmesi anlamına geliyor. Biraz öykünen,
biraz da geçmişte ikonikleşmiş tasarım ve
yaşam pratiklerine duyulan özlemi vurgulayan
bu akım, şimdilerde “retro” adı verilen 19401980 arasında sunulmuş modayı, gelecekte
uygulanması muhtemel teknolojilerle
entegre ederek sunan bir tasarım biçimi.
Retro-gelecek ile verilmeye çalışılan diğer
bir duygu da, geleceğe dair bilinmezlik, korku
ve yabancılaşmadan kaynaklanan gelecek ile
geçmiş arasındaki gerilim. Özellikle moda,
mimarlık, tasarım, müzik, edebiyat, film ve
video oyunları gibi sektörleri etkisi altına
alan bu akıma, son dönemde tasarımcılar
önde olmak üzere herkesin konuştuğu Her
filmi üzerinden bakalım. Filmdeki fütürizm
algısına, moda ve mekan açısından bir
gözatalım.
“Being John Malkovich” filmiyle de Oscar
adaylığı olan yönetmen Spike Jonze’un son
uzun metrajlı filmi Her, yakın gelecekte
yaşayan ve yalnızlık çeken bir metin
yazarının, günlük tüm ihtiyaçlarını karşılamak
amacıyle piyasaya yeni sürülen OS işletim
sistemini satın almasıyla başlar ve sistem
sanal operatörüne aşık olmasıyla şekillenir.
İşte tam da burada retro-gelecek vurgusu,
filmin en güçlü eleştirel araçlarından olacaktır.
Derin anlamları şimdilik bir tarafa bırakıp,
kurgulanmış bu gelecekte, biz tasarımcıları
görsel olarak etkileyen birkaç alana gözatalım.
Her filminin kostüm tasarımcısı Casey Storm,
bilimkurgu filmlerinin klişeleşmiş, farklı
form ve dokulardaki gündelik kıyafetler ve
aksesuarları yerine, 1960’lardaki moda
çizgilerini kullanmış. Özellikle yüksek belli
pantolonlar, solmuş pembe, turuncu ve
yeşil tonlarındaki hakim yaka gömlekler ve
çizgili polo yakalar üzerinden bir (geçmiş)
gelecek modası yaratmış. Bu kostümleri
de bir dönemin moda bıyıkları ve yuvarlak
kemik çerçeveli gözlükleriyle tamamlamış.
Casey Storm’a göre, yarattığı bu gelecekte
yaşayan dünya, geçmişin pratiklerinden
çok da kopuk değil. Ancak, kostümlere ve
aksesuarlara bakan birinin kesin olarak
dünde yada şimdiki zamanda bulunduğunu
söylemesi de zor. Kostüm tasarımlarındaki
görsel algı, tıpkı 1950’lerin Broadway dansçısı
ve ünlü Amerikalı film yıldızı Fred Astaire’in
o dönemlerde giydiği benzer yüksek bel
pantolonlar, kolu kıvrık gömlekler gibi. Hatta
1960’larda, Frank Sinatra’yı Tony Rome adlı
filmde benzer kostümler içinde görmüştük.
Genel bir bakışta bu akım ile tasarlanmış
kıyafetlerin, Brazil, Clockwork Orange,
Dark City gibi diğer düstopik filmlerde
ve son dönem filmi The Hunger Games
Catching Fires’da da yer aldığını söylemeden
geçmemek gerek.
Her filminde giysi tasarımları kadar, anlatılan
mekansal kurgu da dikkat çekici. Yine benzer
bir kurguyu, “çok uzak olamayan gelecek”
açılışıyla 17 senedir hala konuştuğumuz,
Her’ün en büyük rakibi Gattaca filminde
görmüştük. 1960’lar klasiği Frank Lloyd
Wright’ın Marin County’deki yapısı ile
California State Polytechnic CLA binası,
modernist tavırlarıyla filmin çekildiği
sahnelere ev sahipliği yapmasıyla kalbimizi
çalmıştı bu film. Her ne kadar gelecekte pille
çalışan arabalara bineceğimizin sinyallerini
alsak da, filmde kullanılan arabalar
1960’lardan gelen Rover P6 modelleriydi
yalnızca. Ürün tasarımcılarının gözbebeği
Van Der Rohe tarafından tasarlanmış
Barcelona Chair’da kurgulanan retro-geleceği
tamamlayan en önemli öğelerdendi. Uzay
yolculukları, güneş panelleri, gelişmiş
bilgisayar sistemleri ve kan testiyle kimlik
tarama yapan turnikeleri ile evet geleceği
tariflerken, aslında geçmişte bir yerlerde
sıkışıp kalmış, kasvetiyle de insana bulunduğu
zamana şükretmesini öğütler gibiydi Gattaca.
Her filminde tariflenen gelecek ise, bu
söylediklerimizin aksine o kadar da karanlık
bir gelecek mekanında geçmiyor. İçten içe
geçmişe öykünen bir gelecek silüeti var
filmde. Ana karakterin film boyunca geçirdiği
duygusal yolculuk ile birebir örtüşerek aslında
tam da isteneni veriyor. Mekansal olarak,
günümüze yabancı olmayan, bugünlerde
kent yaşamında sıkça rastladığımız, iş
kulelerinin ve yüksek katlı konutların içinde/
arasında geçen bir hikaye Her. Şangay/Çin ve
Kaliforniya/ABD olmak üzere iki farklı kentte
çekilen filmde özellikle kullanılan Sugar Bowl
Resort binası, Hollywood ve Western metro
istasyonları, ve Walt Disney konser salonu,
bize mekan algıları hiç değiştirilmeden
verilmiş. Deniz kıyısında kumsalda, teknede,
parkta geçen diğer sahneleri ile de geleceğin
hep söylenildiği gibi uzaydaki yaşam
ünitelerinde geçmeyeceğinin umudunu
veriyor. Film boyunca değişen mekanlarda
en çok dikkat çeken ise, henüz görmediğimiz,
yer seviyesinin yaklaşık 10-15 m. üstünde
giden toplu taşım araçları. Ünlü çizgi film
Jetgiller’den bildiğimiz uçan taşıtlar gibi açık
bir şekilde gösterilmese de, filmin birkaç
sahnesinden gelecekte binalar arasında
dolaşımı sağlayacak bazı taşıtların olacağına
dair ipuçlarını yakalamak mümkün. İç
mekana baktığımızda, vintage yada retro gibi
trendlerin altında, bugünlerde çok da moda
olan 1950-60’ların mekan organizasyonunu
ve ürün tasarımlarını görüyoruz. Aydınlatma
elemanlarından mikrofonlara, mobilyalardan
telefon kulübelerine kadar filmde geçen
birçok farklı mekanda bunlara rastlamak
mümkün. Yalnızca ürünlerde değil,
aynı zamanda döşeme ve desenler de o
dönemlerin tadını yakalamak mümkün.
Filmin mekansal anlatımında diğer göze
çarpan unsur ise, coğrafi olarak güneş
ışınlarının etkisinin azaltılmış olması. Sanki
gelecekte güneş, bugün olduğu kadar parlak
değil ya da filtreleme yöntemiyle geçmişten
gelen yorgun bir ışık kaynağı gibi. Ancak
bunun da teknik olarak, filmin retro-gelecek
havasını güçlendirmek için kullanılan bir araç
olduğunu hatırlayıp, endişelenmemek gerek.
Çünkü benzer güneş algısını Gattaca’da da
görmüştük.
Kısaca, retro-gelecek bize alternatif bir
yol tarifler tasarımda. Bu yolda, tasarım
üzerinden kurgulanmış salt nostalji kadar
unutulmuş “idea”ların hatırlatması da vardır.
Her filminde bahsi geçen kıyafet, ürün, mekan
ve kent yaşamı ile, aslında gelecekte form ve
biçim değiştirmesi muhtemel bir duygunun
(aşkın) vurgulandığının altını çizmek gerek.
MART/2014
15
Bahar Turkay
[email protected]
SOSYAL BİR HİZMET OLARAK
“YENİDEN İŞLEVLENDİRME”
Terkedilmiş binaların yeniden kullanımı ve bina işgallerinin 60-70’lerdeki punk kültüre
kadar giden geçmişi, 90’larda daha sosyal bir merkeze oturdu. Sistem, 2000’lerin başından
itibaren küresel ekonomik krizle birlikte kamusal alana yayılan bir yaklaşıma büründü.
Erasmus University’den sosyolog Hans
Pruijt, “The Logic of Urban Squatting”
makalesinde, bina işgallerini, çıkış
noktaları ve yönelimleri doğrultusunda
5’e ayırıyor; evsizlerin ihtiyacı, alternatif
konut edinme yaklaşımı, ihtiyaçlar
yönünde kütüphane, ucuz kafe gibi
sosyal-kamusal hizmet sağlama,
yıkılmaya terkedilmiş yapıları ayakta
tutma ve 5)politik amaçla protesto
gruplarının merkezi olarak kullanma.
Sistem, Afrika ve Hindistan’da daha
çok barınma ihtiyacı üzerinden
gelişiyor. Avrupa’daysa kentlerdeki
dönüşümlerle birlikte, bina işgalleri/
terkedilmiş binaların yeniden
işlevlendirilmesi ağırlıklı sosyal ihtiyaç
ve kültürel kullanıma açma ekseninde
değerlendiriliyor ve 80’lerden beri
alternatif kültür üreten bir yapıda
gelişiyor.
OBarselona: 2007 verilerine göre 200
adet yeniden işlevlendirilen terkedilmiş
mülkün dörtte biri sosyal merkez olarak
kullanılıyor.
OHollanda: Sistem Ekim 2010’da
yasadışı olarak tanımlansa da gelen
tepkiler sonucu mahkeme bina işgalinin
zorla sonlandırılmasını hakim kararına
bağladı.
Oİngiltere: Eylül 2012’de yasayla suç
kapsamına alındı. BBC’nin 2011’deki
raporuna göre, Birleşik Krallık’ta 20.000
işgal ve halen 650.000 boş emlak
bulunuyor.
Oİtalya: İşgal sonucu fazla sayıda sosyal
merkez aktif olarak kamu hizmetinde.
Torre Galfa’da (Milano) “Macao” isimli
bir grup sanatçı tarafından sanat merkezi
kurmak üzere 96’da gerçekleştirilmiş
olan 32 katlı binanın işgaliyle ilgili tahliye
kararı, Mayıs 2012’de yüzlerce insanı
Milano sokaklarına döktü.
OBerlin: Duvarın yıkılmasıyla
sanatçıların öncülüğünde kültür hayatına
katılmış pek çok proje var ve bazılarında
alternatif sanat topluluklarının halka açık
kullanımları uluslararası medya-kamuoyu
ilgisi aldıkça, süreç yasallaşabiliyor.
OHamburg: 1835’te tiyatro olarak inşa
edilen Rote Flora, 1989’da uzun süredir
kullanılmayan bir mekan olarak işgal
edildi, alternatif sanat etkinlikleri için
merkez oldu. Aralık 2013’teki yıkım
kararının gördüğü geniş katılımlı tepki
sonucu şimdilik yıkımdan vazgeçildi.
İstanbul’da Gezi olayları sonrasında
mekanların kamusal kullanımı konularını
tartıştığımız dönemde “Don Kişot”la
tanıştık. Park forumlarından hareketle,
Kadıköy Yeldeğirmeni’nde yarım kalmış
bir inşattan ibaret terk edilmiş bir bina,
yeniden işlevlendirildilerek mahalle
sakinleri için ortak yaşam alanına
dönüştürüldü. Ekip sosyal bir mekan
yaratma, çevrede yaşayanlara kollektif
hizmet verme ve tanımlı sistemlerin
dışında bir yapıda insanların bir arada
bulunması yaklaşımıyla oluşan projenin,
Gezi süreci sonrasında toplum tarafından
daha iyi anlaşıldığını belirtiyor ve
sahiplenilmesinin önemini vurguluyor. İlk
aşamasından sonra kendi kendine evrilen
bir süreç söz konusu ve ekipten ayrılanlar
var. Diğer taraftan, kollektif hizmet
vermek üzerine kurulu ve mahallelilerin
kullanabileceği örnekler duyuldukça, bir
takım yeni denemelerle karşılaşabiliriz.
Sosyal problemlere mimarlık içinden
çözüm arayan ve alıştığımız sistematikten
farklı bir mimarlık yapma biçimiyle
çalışan Herkes için Mimarlık Derneği’nin
yürüttüğü Atıl Köy Okulları Projesi ise
farklı bir yapıya sahip, ilham verici bir
“yeniden işlevlendirme”. Proje, taşımalı
eğitim sistemine geçilmesiyle boşa çıkan
yüzlerce köy okulu binasının yeniden
işlevlendirilmesi üzerine. Dernekten Cenk
Hasan Dereli, sadece Ordu ilinde 300
adet böyle bina oldduğunu belirtiyor.
İhtiyaçların çok çeşitli olduğu bu
bölgelerde, doğru sorular sorulduğunda
binaların yeniden değerlendirme
imkanlarının önü açık. İlk olarak OrduTokat sınırındaki Kargı’da yarım kalmış bir
okul binasıyla başlanıyor. İl Milli Eğitim’in
yönlendirmesiyle, doğrudan mimarlık
öğrencilerinin inşaatına katıldığı bir süreç
hayata geçiriliyor. Şu ana kadar çevre
okul için müzik-resim atölyesi, üniversite
su sporları merkezi, köy müzesi, kreş
gibi, yine eğitim odaklı farklı ihtiyaçlar
doğrultusunda işlevlendirilmek üzere
projelendirilebilecek, destek ihtiyacında 5
adet atıl eski köy okulu binası var derneğin
önünde. Mülkiyeti Eğitim Bakanlığı’nda
olan bu atıl binalarla ilgili önce o ildeki
Milli Eğitim Müdürlüğü’yle, Kaymakamla
ve Valiyle görüşülüyor. Genelde dernek
üyeleri kendi “memleketlerindeki”
ihtiyaçtan yola çıksa da, Tekirdağ Keşan’da
olduğu gibi orada yaşan ve okulda
birşeyler yapmak isteyen kişilerin derneğe
başvurduğu örnekler de var. Hepsinin
hikayesi ayrı...İhtiyaç orada yaşayanlarla,
gençlerle, çocuklarla sohbet ederek,
oranın imkanlarını-imkansızlıklarını ortaya
koyarak, yerleşim yerinin dinamiklerini
keşfederek belirleniyor, yerel yönetimlerle
diyalog alanları açılarak birlikte çalışılıyor.
Dernek, sayısı artan yeni yerlerin
keşfinden önce ellerindeki projelere
fon/destek arayıcı içinde. Dereli, kırsal
alanlarda ilginin yönlendirilebileceği çok
fazla alan olduğu, projelerin gerçekleşme
sürecinde yeni diyalog alanları açmanın,
dolayısıyla etkiyi yaygınlaşmanın daha
mümkün olduğu görüşünü paylaşıyor.
16
Gözde Severoğlu
[email protected]
MUTFAKTA İNOVASYON VAR
LifeCare, her sene Ambiente’de mutfak için önerilen ürünler arasında en inovatiflerini
kullanıcı oyları ile seçiyor. Sergi alanında önemli şefler ile beraber etkileşimli bir ortam
yaratarak ürünün kullanıcıya detayları ve yapabildikleri ile aktarılmasını sağlıyor...
Bağımsız bir girişim olan LifeCare,
‘‘Kitchen Innovation of the Year’’ ödülleri
ile tüketici dostu ürünlerin objektif bir
bakış açısı ile değerlendirilmesini sağlıyor.
Aday gösterilen ürünler, pazar araştırması
yapan bir şirketin liderliğinde gerçekleşen
tüketici değerlendirmeleri doğrultusunda
ödüle layık görülüyor. Mutfak mobilyası
veya ekipmanı, büyük veya küçük
elektrikli aletler, mutfak aksesuarları,
pişirmeye yönelik çözümler sunuyorsanız,
tasarladığınız ürünün aday gösterilmesi
mümkün. Ödüle layık görülmesi için
kullanıcı değerlendirmesinde yüksek oy
alması bekleniyor. Bu değerlendirmede
fonksiyonellik, kullanım kolaylığı, ürünün
yarattığı fayda, inovasyon, tasarım
ve malzeme kalitesi, ekolojik kaygılar
başta geliyor. Sonuçları Ambiente
boyunca sergilenirken, etkileşimli alanda
kullanılarak izleyicilere gerçekçi bir ortam
yaratılıyor.
Ödül sisteminde beş farklı kategori yer
alıyor. Altın ödülün tam karşılığı olan
Best of the Best kazananlardan Fissler’in
“Bionic” bıçakları keskin yüzeyinin
kenar çizgisini doğal ve kullanım
sırasındaki ihtiyaçtan yola çıkarak kulp ile
birleştiriyor. Malzemenin üretim kalitesi
ile kesişimi sonucu kuvvetlendiriyor
ve ödülü beraberinde getiriyor. Kolay
açılıp kapanışı, eksi derecelerde
gıdayı saklamanıza fırsat verişi, öğle
yemeklerinizi taşımanıza yardımcı oluşu
ile “Leifheit Fresh&Slim” kapların yanında
Bauknecht’in “FlexiCook” indüksiyon ocağı
çevreci, kullanıcı odaklı ve inovatif tasarım
yaklaşımı ile ödüle layık görülen ürünler
arasında. “Tielsa”nın kullanıcı odaklı
mutfak önerisi ve Philips’in akılcı çorba
yapma makinesi iyiler arasındaki en iyi
olmayı hakeden ürünlerden.
Diğer kategoride ödül alan ürünler
arasında günlük hayatınızı kolaylaştıracak
birçok öneri bulunuyor. “Eat Better”,
“Live Better” diyen AMC’nin “Pure1”,
set içindeki farklı fonksiyonlara sahip
bıçakların malzemesi sayesinde kolay
kullanılabilir ve malzeme kalitesi, tasarım
yaklaşımı ile harmanlanarak ödülü
beraberinde getirmeyi başardı. AMT
Gastroguss’un susuz pişirme sistemi
benzer kriterleri ile ödüle layık görülenler
arasında.
ASA’nın çay saatine yönelik hazırlanan
servis ve hazırlama seti, zarafetini
inceliğine, sağlamlığını malzemesine
borçlu. Malzeme ve tasarım kalitesine
ek olarak, makinede yıkanabilir oluşu
malzeme ve tasarım kategorisinde özel
mansiyon ödülünün sahibi olmasında
etkili oldu. Franke’nin “Hydros” evyesi,
yemek hazırlama sürecinde destekleyici
fonksiyonel parçaları ile ayırt edici.
GEFU’nun Spiral Fix doğrama birimi ile
dilimlenen sebzeler etkileyici sunumlar
için işinizi kolaylaştırmaya hazır. Kullanıcı
güvenliğini önemseyen bu tasarım
çözümünün yıkama ve kullanım kolaylığı,
ödül ile tescillendi. Yine aynı markanın
“Spirelli” doğrayıcısı da kullanım kolaylığı
ile aynı kategoride ödüle layık görülen
ürünlerden bir diğeri. “Gehring My” bıçak
serisi ile malzeme ve zanaat kesişimini
gözler önüne seriyor. KitchenAid’in
“Artisan” mikseri, 6 litrelik hacmi ve yüksek
performanslı motoru ile firmanın 95. yaşını
nitelikli bir ürün ile kutluyor ve ödüle layık
görülüyor. NEFF’in “Slide&Hide” fırını,
kapağı ile kullanıcısının hayatına kolaylık
getirmeyi başardığını tekrar hatırlatıyor
ve sahip olunmak istenen bir ürün olmayı
sürdürüyor. Rösle “Fancy” pişirme ve
kahvaltı seti ile, Röndell “Comfort “rendesi
ile, “WOLL” tencereleri ile, “Live better
Live longer” diyen Zepter akıllı, çok yönlü
pişirme birimi ile, Vitamix profesyonel
meyve sıkacağı ile, “VICTORINOX” bıçak
serisi ile kullanıcı gözünde başarısı
tescillenen ürünler arasında.
Onlarca ürün arasında Türkiye’den
Silverline’nın yenilikçi 2 ürününü
görmek gurur verici. SilverSwitch
davlumbazı, inovasyon, ekolojik kaygılar,
fonksiyonellik ve kullanım kolaylığı ile,
“Alya Premium” davlumbaz ise yenilikçi
ürün dili, fonksiyonellik ve kullanıcı odaklı
çözüm önerisi ile ödüle layık görüldü.
MART/2014
17
Özlem Yalım Özkaraoğlu
[email protected]
YENİ BİR ETKİNLİK:
MEKAN VE OLASILIKLAR
Mekânsal iletişim ve tasarım alanında yeni yaklaşımlar sunmak üzere yepyeni bir
etkinlik olarak oluşturulan “Mekân ve Olasılıklar” sergi ve konferansları, yaratıcı
etkinlikler için tanıdık bir mekanda, Karaköy Rum Okulu’nda gerçekleşecek.
İlk gününde “Perakendede Mekânsal
Yaklaşımlar”, ikinci gün boyunca
“Müze ve Sergilemede Kurgu” ve 3
gününde de “Mekânsal İletişimde
Araçlar” alanlarına odaklanacak etkinlik
daha çok profesyonellere yönelik olarak
tasarlanmış: Perakende sektöründe
hizmet veren mimar ve tasarımcılar,
karar vericiler, firmaların pazarlama ve
satın alma sorumluları, müze ve kültür
yapılarının tasarımcıları, mimarları,
yöneticileri, küratörler, akademisyenler,
iletişim alanında hizmet ve fikir üretenler,
etkinlik kapsamındaki konferans ve
sunumlardan en büyük yararı görecek
kesimler olarak öne çıkıyor.
Bu kez yepyeni bir alanda yepyeni bir
etkinlik için hazırlanıyor Karaköy Rum
Okulu. Mekânsal tasarım çözümleri
alanında yılların birikimine sahip olan
Terminal Design tarafından , Jotun
desteği ile düzenlenecek Mekân ve
Olasılıklar kapılarını 3 Nisan günü
açacak ve etkinlikler 3 gün sürecek. Her
günü farklı bir tema altında ele alınan
etkinlik süresince, alanında dünyaca ünlü
isimlerin gerçekleştireceği konferanslar
düzenlenecek ve mekânsal tasarım
yaklaşımları sunulacak.
Etkinlik süresince, Atilla Kuzu, Levent
Çırpıcı, Aziz Sarıyer, Durmuş Dilekçi ve
Salih Küçüktuna, Nilüfer Kozikoğlu, Yalın
Tan ve Jeyan Ülkü, Yeşim Bakırküre gibi
konusunda yetkin tasarımcı ve mimarların
kendilerine ayrılmış alanlar için ürettikleri
tematik tasarımlar ziyaretçiler tarafından
izlenebilir olacak.
Diğer yandan konferans konuşmacıları
gerçekten iddialı isimlerden oluşuyor.
Etkinliğin yıldız konuşmacısı, aynı
zamanda Uluslararası Scenography
Bienali’nin kurucu Yönetmeni olan Prof.
Üwe R. Brückner. Brückner’in en öne
çıkan eseri Münih BMW Müzesi. Ayrıca
2012 Avrupa Müze Ödülüne layık görülen
Köln’deki etnolojik Rautenstrauch-Joest
Dünya Kültürleri Müzesi projesi de Atelier
Brückner tarafından gerçekleştirilmiş. Kendi
deneyimlerini paylaşacak olan mimar,
ülkemizde çok az bilinen “Scenography”
(Senografi) alanına dikkat çekecek.
Etkinlik kapsamında, her gün mekan
başlığı ile, renk kullanımından ışık ve
ses deneyimlerine kadar pek çok farklı
alanda sunumlar gerçekleştirecek diğer
konuşmacılar şöyle:
Almanya’daki Stuttgart Mercedes-Benz
Müzesi işinden hatırlayacağımız, Prof.
Tobias Wallisser, Almanya ADC (Sanat
Yönetmenleri Kulübü), New York ADC,
ADC Global, World Media Festival, Best
Architects, Animago Ödülü, Prix Leonardo,
Finalist Clip Attack, Goethe Enstitüsü
Video Sanat Ödülü ve Intermedia Globe
Gold gibi ödüller alarak medyal senografi
konusunda projeler gerçekleştiren
Tamshick Media+Space GmbH firmasının
CEO’su ve kreatif yöneticisi Marc
Tamschick, Frick Müzesi Pied-a-Terre,
Joni Moisant Weyl Galeri’de yer alan
Gemini Gel, Arizona ve California’da yer
alan Saguaro Otelleri gibi konut, otel,
ticari ve kültürel projeleri form, ışık ve
renk elemanlarını farklı deneyimlerle
birleştirerek hayata geçirmiş olan ve New
York’ta kurulmuş Stamberg Aferiat tasarım
firmasının kurucu ortakları Peter Stamberg
ve Paul Aferiat, Londra Retail Week’te
mağazacılık, mağaza tasarımı ve görsel
sunum hakkında editörlük yapan John
Ryan, perakende deneyiminin etkin hale
getirilmesi için marka konumlandırma,
kimlik ve perakende tasarım danışmanlığı
konularında Londra’da hizmet veren
Dalziel and Pow firmasının kreatif
yönetmeni Alastair Kean, ve New York’ta
30 yılı aşkın süredir mimari ve teatral
alanlarda projeler gerçekleştirmiş ve aynı
zamanda konser salonlarından, perakende
mekânlarına kadar uzanan bir aralıkta
aydınlatma projeleri yaparak ödüller almış
olan Fisher Marantz Stone firmasının
başkanı Charles Stone.
Etkinliğin web sitesi
“www.mekanveolasiliklar.com”
bugünden itibaren yayında olacak ve
detaylı program buradan takip edilebilecek.
Katılımcılar gün içerisindeki etkinlikleri
ücretsiz olarak izleyebilecek, sadece
konferans programı için kayıt gerektiğini
hatırlatmakta fayda var.
(*) Scenography: Türkçe’ de
‘Senografi’olarak kullanılan ve daha çok
sahneleme sanatı olarak bilinen alan,
aslında çok daha kapsamlı bir uygulama
alanını temsil ediyor. En geniş hali ile,
performans mekanlarını alan ve yapısal
gerekliliklerin yanı sıra ses , ışık, kostüm,
sergilenecek öğeler, derinlik. Koreografi,
senaryo vb. gibi unsurlar da gözetilerek
tasarlama sanatı olarak tanımlanabilir.
18
Onur Mengi
[email protected]
MODA VE MODA KENT
Dünyanın birçok köşesinde, 2014 yılının ilk moda haftalarını geride bıraktığımız
şu günlerde neden bazı kentlerin moda endüstrisi ile anıldığını, niye bu kentlerin
diğer kentlere göre daha moda olduklarını merak ettik.
New York, Los Angeles, Berlin, Londra,
Milano, Paris ve İstanbul... Her sene yazkış moda haftalarını heyecanla bekliyoruz.
Neden mi? Yalnızca tasarımcıların giysi
tasarımları ile değil, sahne tasarımları,
düzenlenen şovları, organizasyonları,
çarpıcı reklamları ile tek bir mekândan
tüm kente nüfuz ediyor moda, sonra da
tüm dünyada yankı buluyor da ondan.
Diğer sektörleri işin içine dahil edip,
büyüyor, gösteriye dönüyor. Fotoğrafçılar,
müzisyenler, yazarlar, grafik tasarımcıları,
hatta mimarlar herkes gösteriye katılıyor.
Şovların yapıldığı günlerde sokakta
yürümek bile moda oluyor. Bazı kentler
diğerlerine göre daha moda diyoruz
çünkü değişiyorlar, yenileniyorlar, canlı
kalmayı başarıyorlar. Mekansal kurgularını
da trendlere göre belirliyorlar. Öyle ki
moda dediğimiz olgu, tasarıma bu kentler
üzerinden sıçrıyor. Bunu bazen moda
haftası ile yaparken, bazen ördüğü yapılı
çevresiyle başarıyorlar. Kimi zaman ünlü
bir moda tasarımcısı yaşıyor bu kentte,
kimi zaman da ünlü bir butik açılıveriyor…
Burada modadan kasıt, daha çok talep
edilen, arzulanan ve “hip” olan aslında.
İçinde bulunduğumuz post-modern, diğer
değişle yaratıcı, ekonomik yapılanma
içinde moda, varlığını sürdürebilmek için
tasarım ve yenilik odaklı bir endüstriye
evriliyor. Bütün bunlar kentte geçerken,
moda endüstrisi üzerinden moda olmak,
kentsel gelişmenin en önemli parçası
olarak karşımıza çıkıyor. Peki hangi
kentler bu işi iyi yapıyor?
The Global Language Monitor (GLM) isimli
medya-analisti Amerikalı bir firmanın,
yakın geçmişte yaptığı bir araştırmaya
göre, Londra önceki yılların en moda kenti
olan New York’un bayrağını elinden almış.
Yöntem olarak, internet üzerinden, Twitter
ve Facebook gibi sosyal medya, blog ve
sanal haberleri tarayan bu araştırma, bizim
savımızı da destekler nitelikte. GLM moda
direktörü Bekka Payack, dünyanın moda
merkezi New York’un bu ani ama kısa
düşüşünü tamamen o dönemlerin en çok
konuşulan konularının Kate Middleton ve
Londra Yaz Olimpiyatları olmasına bağlıyor.
Hal bu mecralar üzerinden popülerlik
yaratmaya dönünce, moda haftalarının,
moda merkezleri ve kümelenme gösteren
belirli mahalle ve bölgelerin tanıtımının
yapılması ve bilinirliğinin arttırılmaya
çalışılması, global ölçekte birer büyük
kentsel araca dönüşüyor. New York bunu
en iyi başaranlardan. Global ölçekte ses
getiren, American Vogue ve Women’s
Wear Daily dergileri ile Pratt, Parsons ve
Fashion Institute of Technology moda
tasarım okulları da bu araçların en başarılı
örnekleri. Bu resim içinde New York,
diğer Amerika kentlerinin toplamının 16
katı büyüklüğünde bir moda üretimine
sahipken, Los Angeles ise 5 kat büyüklüğü
ile New York’un peşinden geliyor. Onun da
bir başarısı kendi kentsel promosyonunu
yapacak, California adı altında kendi
kitlesel markalarını üretebilmek. Tıpkı
Yves Saint Laurent Paris, Donna Karan
New York’ta olduğu gibi.
Bu kentlerin, Paris ve Milano’yu geri de
bırakmalarının arkasında ise, ellerindeki
finans merkezlerini de güçlü tutarak
endüstriyi beslemek yatıyor. Tarihsel
moda kent merkezi kurgusunun da
böylelikle biraz erimeye başladığını
söyleyebiliriz. GLM’nin açıkladığı diğer
moda endüstrisi ile moda olan kentler
arasında ise, İtalya’dan Roma ve Floransa,
İspanya’dan Barselona ve Madrid,
Brezilya’dan Sao Poula ve Rio de Janeiro,
Almanya’dan Berlin, Belçika’dan Antwerp,
Çin’den Hong Kong, Arjantin’den Buenos
Aires, Endonezya’dan Bali, Avustralya’dan
Sydney, Güney Afrika’dan Johannesburg,
Japonya’dan ise Tokyo var.
Türkiye’deki mekansal yapılanmada
ise, İstanbul’un Nişantaşı ve Beyoğlu
yerleşimleri başı çekiyor. Tasarımın
yapıldığı atölyelerden ziyade, moda
vitrinlerinin mutlaka prestijli kent
merkezlerinde yeralma eğiliminde olduğu
görülüyor. Ünlü Türk moda tasarımcıları
bu bölgelerde yer seçerken, endüstriye
hizmet eden servis sektörleri de hemen
yanı başına konumlanıyor. Moda haftaları
ve alışveriş çılgınlıkları da en çok
buralarda yaşanıyor. Bahsedilen rakamlar
ise yerel ve yabancı yaklaşık 350 firmanın
moda haftalarında İstanbul’a geldiği.
Bunun yanında 3500’ü yurtdışından olmak
üzere 65.000 ziyaretçisi olduğu biliniyor.
Moda endüstrisi üzerinden moda olma
umuduyla yola çıkan İzmir, özellikle hazır
giyim, haute couture, gelinlik ve abiye
üretim ve ihracat potansiyeli çok yüksek
olmasına rağmen, işin modanın herşeyden
önce bir tasarım işi olmasının gözardı
edilmesi, pazarlaması ve kentin modaya
hizmet eder yapısının çok geri planda
bırakılması sebebiyle malasef oldukça cılız
bir ses olarak kalıyor. Durum böyle olunca,
Türkiye ölçeğinde İstanbul her zaman biz
tasarımcılar için cazibeli en moda kent
olarak yerini alıyor.
Ulusal bir politika olarak ABD’ye dönüp
baktığımızda, Los Angeles’ın moda
endüstrisindeki yapılanmasının her zaman
New York’a bir alternatif olarak geliştiğini
görüyoruz. Umarız benzer bir yol da
İzmir ve İstanbul için çizilebilir. Böylece
Türkiye’den 2 moda kent çıkarabiliriz ne
dersiniz?
MART/2014
19
Sanem Odabaşı
[email protected]
TASARIMDA KAHVE KÜLTÜRÜ
“Kahvenin midenize inmesiyle birlikte bir kargaşa başlar. Fikirler, Büyük Ordu’nun
taburlarının savaş alanındaki manevraları gibi hareket eder ve savaş başlar.
Hatırlanan şeyler dört nala gelir, beraberinde rüzgarla. ”
Bu cümleler, kahveye olan düşkünlüğüyle
bilinen Balzac’ın “Kahvenin Hoşlukları ve
Acıları” adlı yazısından. Sadece Balzac
için de değil üstelik, dünyadaki çoğu insan
için kahve bir bağımlılık, zevk ve keyif.
Kimisi için 40 yıllık hatır sahibi, kimisi
için de fikirleri uyandırmaya yarayan
bir içecek. Hal böyle olunca da yiyecek/
içecek endüstrisinin de başında geliyor,
bu endüstrinin ucu da gerek üretim
safhası olsun gerek tüketim aşamasındaki
sunumlarıyla olsun tasarım sektöründen
geçiyor. Kahve makinaları, kupalar,
termoslar, kahve paketleri… Hepsinde bir
tasarım süreci gözlenebilinir.
üzerine silindir şeklindeki pressi
yerleştirerek kahve filtreleme işlemini
gerçekletirebiliyorsunuz.
Kahve Bardakları
Söz konusu kahve olunca kahve bardakları
da mevzuudan nasibini alıyor. Tasarımcı
Yukihiro Kaneuchi kahvenin bardağın
içinde bıraktığı izlerden ilham alarak kendi
hayal dünyasını bardaklara yansıtmış.
Kupaların içerisine baktığınızda kahverengi
renkte görüntüler, manzaralar yer alıyor;
tıpkı kahve lekeleri gibi.
Kahvenin üretimi dünyada her ülkede
farklı. Böylelikle tüketim şekli ve yapılışı
da aynı oranda değişiklik gösteriyor. Türk
Kahvesi’nin de geçtiğimiz Aralık ayında
UNESCO tarafından İnsanlığın Somut
Olmayan Kültürel Mirası listesine alınması
Türkiye açısından da oldukça önemli
bir gelişme oldu. Türk Kahvesi yapımı
için üretilen makinalardan da en çok ses
getireni Arçelik’in Telve adlı ürünü oldu;
2004 yılında piyasaya sürülen ürün,
gerek uluslararası düzeyde gerekse yerel
anlamda oldukça kabul görülen bir ürün
haline geldi. Bunla beraber birçok firma
da kendi türk kahvesi makinalarını üretti.
Türk Kahvesi kültürünü geleneksel yapım
aşamasıyla bir üst seviyeye taşıyan güçlü
tasarımlardan biri de “Kahve Altı” adındaki
proje ; pişirme sürecini müşteriye bırakıp,
suyu ve kahveyi düzeneğin içine koyduktan
sonra altındaki jeli yakar yakmaz kahvenizi
pişirmeye başlıyorsunuz.
Dünyada birçok marka ve tasarım var
kahve makinası üzerine. Aralarından
kendilerini farklı kılan ürünler ise daha çok
pratik, az alan kaplayan ve taşınması kolay
ürünlerden oluşuyor. Her problem kısa
zamanda ve en kolay şekilde çözebilmek
tasarımın işi. Bunla yüzden kahve kupaları
da makinanın bir parçası haline gelerek
tasarıma dahil oluyor. Artık kahveyi
yaptığınız ve kahveyi içtiğiniz alet bir
olmuş durumda.
“Pour Mason” evde, iş yerinde
veya dışarıda kendinize kahve
Son zamanlarda en büyük ilgiliyi çeken ürün
ise “Joco” bardaklar oldu. Bu bardaklar geri
dönüştürülebilen malzemelerden üretilmiş
olmasıyla hem çevreci, hem de kağıt bardak
üretimini azaltmak için tüketicilere mesaj
gönderir nitelikte. Birçok rengi bulunan Joco,
cam bardaktan içilen kahvenin tadının da
farklı olduğunu savunuyor.
Ambalaj Tasarımı
Kahve ambalajları geçtiğimiz birkaç yılın
ambalaj tasarımı konusunda tasarımcıların
oyun alanı oldu. Birçok farklı grafiksel
yaklaşımları, materyal kullanımları
gördüğümüz tasarımlar özellikle kahve
ambalajlarında kendini gösterdi.
hazırlayabileceğiniz şık ve el yapımı bir
tasarım. Sıcak su ve kahveyi cam bardağın
kapağındaki filtreye döküyorsunuz ve
kavanoz şeklindeki bardağa süzülerek
dökülen kahvenizi hazırlıyorsunuz.
Bir başka pratik uygulama ise 2014
yılının başında piyasaya sürülen “Gino”
adlı ürün, elinize aldığınız mug ve
üzerine yerleştirdiğiniz el yapımı cam
filtre ile kahvenizi kısa sure içersinde
hazırlayabiliyorsunuz.
El yapımı tasarımlara örnek bir başka
ürün ise “Canadiano”. Ceviz, Kiraz ya da
Akçaağaç ahşabından üretilen (hangi kahve
türünden hoşlanıyorsanız ona göre ahşap
seçimini yapıyorsunuz) bardak için filtre
kapaklarını mugların üzerine koyarak,
kahvenizi hazırlayabiliyorsunuz. İhtiyacınız
olan sadece Candaiano kapaklar, sıcak su,
mug ve kahveniz.
Evde kullanılabilecek ve yer kaplamayan
kahve makinası tasarımlarının başında
ise “Aeropres” geliyor. Telegraph’ın
da en iyi 10 kahve makinası listesine
giren Aeropress kahve makinaları,
uzun ve silindirik yapısıyla fazla yer
kaplamayan, parçaları kolayca sökülüp
takılabilen bir ürün. Yine kahve kupanızın
“Velocita” (italyanca anlamı “hızlı”
demek) adlı kahve markasının ambalajları
kuryelerin etiketlerinden, bantlarından
ve posta pullarından esinlenerek
oluşturulmuş. Kahvenin tazeliğini
vurgulamak adına her bir paket ekspres
kurye paketi gibi ambalajlanıp el yapımı
pullar ile etiketleniyor.
Bir diğer ambalaj tasarımı ise “Velo”. Velo
Fransızca’da bisiklet anlamına geliyor. Marka
sürdürülebilirlik kapsamında hem kahve
üretim metodlarını bu yönde kullanıyor
hem de ambalajı geri dönüştürülebilir
malzemelerden hazırlıyor. Aynı zamanda
kahvelerin dağıtımı bisikletlerle sağlanıyor;
böylece bütün sürece yansıyan bir
sürdürülebilirlik hareketi görmek mümkün.
20
Beste Sabır
[email protected]
İLETİŞİM KURAN KENT
Mimarlığı sadece görme, işitme, koklama duyularımızla algılamıyoruz, onunla
dokunsal olarak da etkileşime geçiyoruz. Programlama dili geliştikçe etkileşimli
cepheler ve mekanlar artıyor, çevremizle daha aktif bir şekilde iletişim kuruyoruz.
Lisbon Mimarlık Trienali için hazırlanan
kısa film “Saklambaç” (Chupan Chupai)
yapılı çevre, tasarım, teknoloji gibi
konular üzerine odaklanıyor. Trienal’deki
“Muhteşem Gelecek” bölümünde sergilenen
Factory Fifteen yapımı 12 dakikalık
animasyon film, Hindistan’da hayali bir
akıllı kentte çocukların saklambaç oyunuyla
başlıyor. Oyun boyunca kenti ve gizli
kalmış mekanları keşfeden çocuklar, kent
ve teknoloji etkileşiminde dijital kentle
etkileşime giriyor, dokunarak kentle farklı
bir bağ kuruyor. Çocukların çevreleriyle
ve kentle etkileşiminin, mimiklerin ve
işaretlerin altını çizerek programlanabilen
bir çevreden bahseden filmde şehir
ve teknoloji arasında simbiyotik bir
ilişki sonucunda doğan organik ve bir
anlamda vahşi gelişim, çocukların oyunu
paralelinde kentin mimarisinde okunuyor.
Trafik ışıklarını, elektrik şebekeleri ve
finansal ağları organize eden karanlıkta
kalan kontrol sistemlerini de alt metinde
vurgulayan film boyunca çocuklar işaretler
paralelinde kentle iletişim kuruyor.
ziyaretçilere çok sensörlü deneyimler
yaşatmak, ölçek paralelinde görüş,
dokunma, ses, anının mekan, malzeme,
ışık algımızdaki etkilerini sorgulamak.
Asıf Khan’ın tasarladığı Sochi Kış
Olimpiyatları girişinde konumlanan Sochi
binasının (Sochi’s Selfie Building) cephesi
ise üç boyutlu fotoğraflar yoluyla insanlarla
iletişim kuruyor. Üç boyutlu bir ekran
olarak tasarlanan bina cephesi 10.000 adet
kumanda aygıtı sayesinde cephe yüzeyini,
ziyaretçilerin üç boyutlu portresiyle
kaplıyor.
Kengo Kuma ve Alvaro Siza’nın nisan
ayına kadar Londra Royal Academy of
Arts’da ziyaret edilebilen “Mekanları
Hissetmek” sergisi ise, çeşitli mimarlık
pratiklerine dair enstelasyonların bir araya
gelmesinden oluşuyor. Tema paralelinde
mekan ve hissetmek üzerinde temellenen
sergideki çalışmaların dokunduğu konular:
Mimarlığın temel elemanlarını keşfetmek,
Hayal gücü, hafıza, algı kullanıcıyla
iletişim kurup bir araya geldiğinde çok
güçlü etkiler ortaya çıkabiliyor. Filmde
geçen bir replikte çocuk kulağını ağaca
dayar ve “dinle, kentin kalp atışlarını
duyabilirsin” diyor. Mekanlar giderek daha
çok etkileşim kurmaya, veri toplamaya,
cevap vermeye başlıyor. Konuşmanın yanı
sıra dokunsal olarak, belki de sadece aynı
mekanda bulunarak iletişime geçeceğimiz
yüzeyler ve deneyimler ortaya çıkıyor.
Ve mimarlık, tasarım formun çok daha
ötesinde, bir bütün şeklinde deneyimlenen
iletişim kurulan bir yaşam kesiti haline
dönüşüyor.
* Filmi izlemek için:
http://vimeo.com/84978203
MART/2014
21
F.Dilek Himam-Er
[email protected]
TEKERLEKLER VE KENTLER
Küresel dünyada bir yerden bir yere gitmek zorlaşmaya başladıkça insanlar alternatif
ulaşım biçimleri bulmaya başladı. Alternatif ilerleme yolları arasında bireysel
sistemleri ile arzulanan yere kısa sürede ulaşımın daha zevkli hale geldiği söyleniyor.
Ulaşım araçlarının modernizasyon süreci
ile birlikte insanoğluna özgürlük ve
konfor kazandırdığı düşünüldü ama 21.
yüzyılda mevcut ulaşım araçları artık
birer tehlike unsuru olarak görülüyor.
Hem sayıca çok fazlalaştılar hem de
çevresel faktörlerden dolayı artık kentler
insanlardan çok taşıt araçları ile dolup
taşmış durumda. Arabaların bir zamanlar
bireylere sağlamış olduğu konfor,
hız ve mobilite, bugün artık büyük
metropollerde bir yerden bir yere gitmek
isteyenler için adeta birer işkence.
Şehirlerde artan trafik dolayısıyla
da seyahatlerde hareket kabiliyeti
sağlayacak bireysel transport araçları
önem kazanıyor.
Kayarak ilerlemenin akla getirdiği ilk
bireysel araçlar aslında kaykaylar ve
patenler. Kaykaylar biraz daha 20.
yüzyılın ortalarında sörf yapan gençler
tarafından ortaya çıkan araçlar ve bugün
daha ziyade sokak sporlarının önemli
bir parçası. Bazı ülkelerde kent içi
ulaşım için kullanılsa da birçok ülkede
kaykaycılar için belirlenen rampalar
dışında kaykayın bir ulaşım aracı olarak
kullanılması tehlikeli ve yasak.
18. yüzyılda ortaya çıkan patenler ise
tarih olarak kaykaylardan daha eski ve
en az kaykaylar kadar kullanımı beceri
istiyor ama yeni jenerasyon paten
tasarımları biraz daha konforlu. Denge,
tekerlek ve hız kontrolü sistemleri ile
yetişkinler için de kullanım kolaylığı
sağlanmış. 1990’lı yılların en bilindik
paten markalarından biri de “inline
skate” modeli olarak bilinen “rollerblade”
olarak hatırlanacaktır.
Genel kullanım kolaylığı açısından
kaykay ve patenden farklı olarak 2001
yılında Ginger olarak tanıdığımız ve yeni
adıyla Segway isimli araçlar bireysel
transport araçları içinde önemli bir yere
sahip olmaya başlıyorlar. İçindeki yazılım
ve donanım sayesinde kullanıcısının
dengesindeki en ufak değişikliklere göre
hareket eden bu aletler, yeni modelleri
ile daha da hassas hale getirilerek
gitmek istediğiniz yere göre komut
verebileceğiniz işletim sistemleriyle
geliştirilmekte. İlk olarak Dean Kamen
isimli tasarımcı tarafından geliştirilen
bu araçların büyük şehirlerdeki trafiği
önemli oranda azaltacağı düşünülmüş.
“Dinamik stabilizasyon” olarak
tanımladıkları teknolojik konseptleri ile
tekerlekli ve uzun bir direksiyona sahip
bu araçların ilk olarak Amerika’da ortaya
çıkması da tesadüfi olmasa gerek.
İnsanın yürüme eylemine göre
uyarlanmış olan bu araçlar ilk ortaya
çıktıklarında bir tasarım harikası
olarak görülmekteyken ardından
yaşanan dağıtım sorunları sebebiyle
en gereksiz tasarım nesneleri arasında
görülüyorlar. Ancak son yıllarda düşük
enerji harcamaları, şarj edilebilmeleri
ve park sorunu yaşatmama özellikleri
bugün dünya kentlerinde keyifli ve
çevreci bir transport aracı olarak
yeniden kullanılmaya başlandı. Hatta
dev otomobil firmaları için bile geleceğin
ilham veren bireysel transport araçları
arasında görülüyorlar.
Tasarımcılar şu anda bu araçların yeni
operasyon ve güvenlik sistemlerine
sahip daha az yer kaplayan modelleriyle
için çalışıyor. Hatta katlayıp yanınıza
alıp arabanıza yerleştirebileceğiniz,
cep telefonunuza uyumlu modelleri
piyasaya sürülmüş durumda. Bu anlamda
bisiklet, paten ve kaykay karışımı olan bu
araçlar çevre dostu ve benzinle çalışan
taşıtlara alternatif kahramanlar olarak
adlandırılmakta. Bu araçlar plansız
kentsel mekanlar için hala bir güvenlik
riski taşısa da, daha insancıl ve sağlıklı
teknolojilere sahip olmaları sebebiyle
yeni ulaşım senaryoları için biraz daha
huzur verici.
22
Bikem de Montebello
[email protected]
HELYOTROPİK
VE ANİSOPTERA
İşte Maison & Objet (24-28 Ocak), ve Première Vision (18-20 Şubat) fuarlarının
2015 yaz söylemi: Hafif, uçuşkan, sevinçli, enerji dolu, gösterişli, ışıltılı ve
dayanılmayacak kadar sıcak.
Design Lab’in Mars için geliştirdiği tek bitkilik,
portatif robot seralardan (The Little Prince).
Dubai’de yapılan yarısı su üstünde yarısı
suyun 10 metre altında, duvarları mercan
ve balık dolu okyanusa açılan Water Discus
sualtı otelinden ya da Octopus Studio’nun
gerçekleştirdiği birbirine geçmeli kürelerden
oluşan akvaryum tasarımlarından. Çarpıcı
referanslardan biri Kaliforniyalı tasarımcı
Adam Walacavage’in birçok versiyonu
bulunan ahtapot avizeleri. Gözünüzde daha
çok canlandırmak istiyorsanız Daft Punk ‘in
“Random Access Memories” video klibini
You Tube’dan indirmeniz yeterli.
Trendleri şekillendirenlerin buldukları en
güzel semboller, helyotropik yani güneşe
başını dönen bitkiler, koskaca sapsarı
ayçiçekleri ve güneşli havalarda uçmayı
seven, dinlenmek için büzüleceğine,
özgür kanatlarını geniş geniş güneşe açan
anisoptera yani yusufçuk, nam-ı diğer
helikopter böcekleri.
Helyotropik konseptinde hayat enerjisi
taşıyan birçok görsel var. Bu konsepti kısaca,
bir taraftan hippy-chic, bir taraftan retro,
bir taraftan 1950’lerin Capri’sine, Riviera ve
Akdeniz sahillerine özlem duyan daha çok
Kaliforniya’dan,Trina Turk tasarımlarından,
Los Angeleslı parti organizasyon şirketi
Gypset Event’in dekorlarından ilham alan,
çarpıcı mavi, yeşil, turuncu ve sarıların, bir
kaleidoskoptaki dansı olarak ifade edebiliriz.
Première Vision da bu konseptler etrafında
dönüyor, onları kumaşa ve modaya uyarlıyor.
Sarı rengi ve güneşin getirdiklerini bir de
hafiflik ve ucuşkanlıkla birleştirip , sarı
bir yusufçuğu sezon sembolü yaparak ön
plana çıkartıyor. (Marc Jacobs 2013 kış
defilesinde, podyum bir güneş topunun önüne
kurulmamış mıydı?)
Helyotropik ön plana çıkıyor ancak esasında
Maison ve Objet trend üçlemesinin bir
parçası. Çıkış noktası “yeni -başka yerler“
(elsewhere- fuarın ana teması) arayışımızdan
geliyor. Bu henüz ulaşılmamış ufukların
açılımları, ya güneşin altında enerji veren
herşeyle kucaklaşmak, ya doğanın dinlendirici
maddeselliğini bir meditasyon yolculuğuna
dönüştürmek, veya çok çok çok uzaklara
uzayda, çok çok derinlere okyanusların
dibinde varmaya çalışmak şeklinde.
Landscape konsepti derin düşünceyi şiirsel
doğada bulmaktan geçiyor. Çin bahçelerinin
optik oyunlarından, birbiri üzerine bir
masal kitabının sayfaları gibi açılan değişik
manzaralarından Doğu’nun kargacık burgacık
bir taş önünde bile hayret ve saygıyla
secde eden bilgeliğinden esinleniyor.
Hem fiziksel, hem spiritüel bir kaçıştan,
maddenin gerçekliğinin gücü, bir mermerin
damarlarını incelerken çıkabileceğimiz ve
ancak zihin gözümüzün görebileceği dağ, göl,
doğa manzaralarından oluşan yolculuktan
bahsediyor. En güzel örneklerinden biri,
Michael Anastassiades’ in tasarımı, yapısı
itibariyle sert ama teknolojinin gücüyle kağıt
Fuarın sergilediği tekstiller, boşluğu saran
kumaşlar, kalın transparanlar, içi hava dolu,
pofuduk, incecik uçuşkan dokumalarla hem
kuş kadar hafif, hem de ışıltılı iplikleri, disko
payetleri, çiçekli işlemeleri ve emprimeleriyle
bir o kadar da eğlenceli. Tüm kumaş
seçeneklerinde hafif ama volümlü, yumuşak
ama elektrik gibi çarpan, doğal ancak aynı
zamanda yapay malzemelerle birleşen, ilginç
bazen provokatif bileşimler sözkonusu.
gibi incelip bükülebilen beyaz mermer diskler
(Miracle Chips) . Ya da Nao Tamura’nın
Venedik silueti ve binalarının sudaki
yansımalarını gösteren üfleme cam “Flow T”
aydınlatmaları.
Beyond konsepti ise derinlik ve uzaklıklardan,
gidebileceğimiz en uç sınırlardan bahseden,
teknoloji ile doğayı birleştiren, alışılmamış,
hatta bazen biraz ürkütücü bir estetik
yaratan, sea-punk, space-punk, artık nasıl
adlandırmak isterseniz, denizkızlarıyla dolu
sürrealist ve fantazmagorik bir konsept.
Nelerden mi etkileniyor? Örneğin Electrolux
Première Vision, renk skalasını efervesan,
yumuşak, bir tül perde arkasındaymış gibi
buğulu hatta sanki küllü tutarken, renk
kombinasyonlarını sarı-beyaz, beyaz-mavi,
mor-yeşil, kan portakalı -yeşil, yeşil-mavi,
pembe-yeşil olarak belirliyor.
Dipnot: Première Vision, Ekim 2014 itibariyle
İstanbul’da, Maison ve Objet ise, Amerika
çıkarmasını Mayıs 2014 ‘te Miami’yle yapacak
olmasıyla dünyadaki etkilerini arttırıyor.
MART/2014
Logo Tasarımı
Epodder’in logo
tasarımının yapılmasını
amaçlayan “Eğitimde
ve Psikolojide Ölçme
ve Değerlendirme
Derneği Logo Tasarım
Yarışması”nın son başvuru
tarihi 30 Nisan 2014.
Her katılımcının en çok
üç eserle katılabildiği
yarışmaya, üniversitelerin
ön lisans, lisans, yüksek
lisans ve doktora
öğrencileri başvurabilecek.
Daha fazla bilgi için
www.epodder.org adresini
ziyaret edebilirsiniz.
Kütüphane için
Logo
Aydın İl Halk Kütüphanesi
Logo Tasarım Yarışması,
Aydın İlk Halk
Kütüphanesi’nin ülkemizde
ve dünyada tanıtılmasını ve
bilinirliğinin artırılmasını
amaçlıyor. Yarışma,
anlaşılabilir, özgün, estetik
ve akılda kalıcı bir şekilde,
Aydın İlk Halk Kütüphanesi’ni
temsil edecek özgün
tasarımlı logosunu arıyor.
Son başvuru tarihi 21 Mart
2014 olan yarışma, Türkiye
ve K.K.T.C.’deki tüm fakülte/
bölümlerin önlisans, lisans,
lisansüstü öğrencileri, tüm
lise öğrencileri ile konuya ilgi
duyan yetişkinlere açık.
Pijama
Tasarımı
8 Mart
8 Mart Kadınlar Günü “Çocuk
Evlilikleri” Afiş Tasarımı
Yarışması’nın amacı,
toplumumuzda önemli
bir gündem maddesi olan çocuk evlilikleri. Fiziksel
ve psikolojik açıdan büyük
tehlikelerle karşı karşıya
kalınan ve gelecek nesillere
de olumsuz şekilde yansıyan
bu evliliklerin sakıncaları
ve sonuçlarını içeren
bilinçlendirme vurgusu,
kampanyanın temelinde yer
alıyor. Son başvuru tarihi ise
6 Mart 2014.
Electrolux
Design Lab
Sağlıklı evler yaratmak
temasıyla düzenlenen
Electrolux Design Lab 2014
yarışmasının bu yıl öne çıkan
tasarım başlıkları; Yemek
Keyfi, Çamaşır Bakımı ve
Hava Temizleme. Birinciye
5000 Euro para ödülü ve
Elektrolux’te 6 ay ücretli staj
imkanı sunan yarışma, tüm
tasarımı bölümleri öğrencileri
ve bu bölümlerden yeni
mezun olanların (2013)
katılımına açık.
Serap Alp
[email protected]
Karton
Ambalaj
İstanbul Ağaç Mamulleri ve
Orman Ürünleri İhracatçıları
Birliği değişen teknolojiye
ayak uyduran ve çevre dostu
karton ambalaj ve karton
stantların tasarlanması
ve bu alanlardaki genç
tasarımcıların ülkemize
kazandırılması amacıyla
“Karton Ambalaj ve Stant
Tasarım Yarışması”nı
düzenliyor. Yarışma, Türkiye
Cumhuriyeti sınırları
içindeki üniversitelerin,
Endüstri Ürünleri Tasarımı
veya Endüstriyel Tasarım
Bölümleri’nde lisans ve
lisansüstü düzeyinde eğitim
gören tüm öğrencilerin
katılımına açık. Yarışmaya
son başvuru tarihi 28 Şubat
2014 olup, sonuçlar 11 Mart
tarihinde açıklanacak.
Kariyer Moda Okulu
önderliğinde ve Türkiye
İç Giyim Sanayicileri
Derneği (Tigsad) katılımıyla
gerçekleştirilen ”Kumaş
Tasarım’’ yarışmasında,
genç tasarımcı adaylarının
pijama tasarımları yarıştı.
Sektör ve moda dünyasından
isimleri bir araya getiren
yarışmada, Tigsad Kurucu
Üyesi Bahri Özdinç, Astaş
Yönetim Kurulu Üyesi Oktay
Aşçı, Moda Tasarımcısı Erol
Albayrak ve Stylist Nil Uzun
juri üyesi olarak yer aldı.
Moda Haftası
Her yıl moda severlerin
heyecanla beklediği
“Mercedes-Benz Fashion
Week - Istanbul Presented
by American Express”in
tarihleri açıklandı.
Dünyanın dört bir
yanından moda sektörünün
ileri gelen isimleri,
10-14 Mart tarihleri
arasında, Antrepo
3, Tophane’de sergileyecek.
Organizasyona katılacak
marka ve tasarımcı
bilgilerinin yanı sıra
etkinlik, sunum ve defile
tarihlerini içeren takvim
de önümüzdeki haftalarda
açıklanacak.
23
Karbon Fiber
OlimpusFRP, ad3D
printing, TEPCO, CMC
Centro Materiali Compositi,
Architetti, Coesum,
Communication Marketing
Composite Materials ve
Superstudio Group’un
düzenlediği 3. Karbon Fiber
Yarışması’na katılmak
için son 3 gün... Karbon
fiber malzeme özelliklerini
(hafiflik, dayanıklılık,
şekillendirme gibi)
kullanarak yeni tasarım
ve ürünler geliştirmek
temasıyla düzenlenen
yarışmanın ödül töreni
İtalya’nın Milano şehrinde
yapılacak. Yarışmaya 1970
ve sonrası doğumlu veya
18 yaşını doldurmuş olan
tüm istekliler katılabilir.
Ayrıntılı bilgi için
[email protected]
Tasarım Bienali
2. İstanbul Tasarım Bienali,
İstanbul Kültür Sanat Vakfı
tarafından “Gelecek Artık
Eskisi Gibi Değil” başlığıyla,
Zoë Ryan küratörlüğünde
18 Ekim-14 Aralık
2014 tarihleri arasında
gerçekleştirilecek. İlki 2012
yılında gerçekleştirilen
İstanbul Tasarım Bienali’nin
gördüğü ilginin, 2014
yılında da sürmesi
bekleniyor.
Yayın Türü: Aylık Sahibi: Kaleseramik Çanakkale Kalebodur Seramik A.Ş. Koordinasyon: Kale Tasarım Merkezi
Editör: Umut Kart (sorumlu) Katkıda Bulunanlar: Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık;
Emre Senan, Özge Güven, Nurhan Seyrekbasan Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur,
Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan
Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre
Senan Baskı: Veritas Baskı, Yeşilce Mahallesi Diken Sokak No: 34. Levent-İstanbul Tel: 0212 294 50 20 İletişim: Kale
Tasarım Merkezi-Silahtarağa Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 2/6 34060 Eyüp/İstanbul, Tel: 0212 311 75 68, 0212 371 53 95
[email protected], [email protected] Kale Tasarım Merkezi’nin ücretsiz tasarım gazetesidir.
www.kaletasarimmerkezi.com

Benzer belgeler

Tasarım Gazetesi - Kale Tasarım Merkezi

Tasarım Gazetesi - Kale Tasarım Merkezi “SAFI”nin, Tasarım Dergisi ve Türk Hava Yolları ile işbirliğinde gerçekleştirdiği sergi organizasyonunun ön ayağında Türkiye’de düzenlenen bir yarışma ile, sergide yer almaya hak kazanan tasarımcıl...

Detaylı

Tasarım Gazetesi Haziran sayısı için

Tasarım Gazetesi Haziran sayısı için sürdüren tasarımcıların ürünleri 5 gün boyunca süren fuar kapsamında ziyaretçilerle buluştu. Tasarım alanında yeni yaratıcılık kaynakları ve coğrafyaların her gün merakla arandığı son günümüzde, Tü...

Detaylı