Sayı 1 Ağustos 2014 - Devrimci Halkın Günlüğü

Transkript

Sayı 1 Ağustos 2014 - Devrimci Halkın Günlüğü
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
İÇİNDEKİLER
İÇ İ ND EK İ LER
Devrimci Halkın Günlüğü Neyin Ürünüdür?........................................................................
1
Parti ilkelerini Savun, Kaypakkaya Güzergahında İlerle.
MLM ideolojisiyle Sağ Oportünizme Karşı Dur.!..................................................................
2
Sağ Oportünizme Karşı Durmak Parti Birliği ve İlerlemesinin
Güvencesi Kaypakkayacı Çizgisinin Vazgeçilmez Görevidir!...............................................
27
Parti “ 3. Kongre”sine Karşı Tavrımıza Dair Açıklama ve Açık Çağrımızdır!...........................
35
İlkelere Bağlı ol, Parti Krizini Aşmak İçin Örgütlen,
“3. Kongre” tasfiyeciliğine karşı dur!....................................................................................
37
Halkın Günlüğü’nün “Zorunlu Açıklaması”na Cevabımızdır..................................................
47
Devrimci İtiraz Oportünizmin Önündeki Yıkılmaz Barikattır!................................................
53
“Sınıf Teorisi’nin Dünya-Türkiye-Kuzey Kürdistan’da siyasi durum”
Analizine Eleştirel Bakış........................................................................................................
61
“Tam Bilimselci” Değişimcilerin İlk Yanılgılarına Giriş............................................................
93
Devrim Yolunda, 42. Yılın da Partimize Bin Selam!................................................................
97
Komünizm Amacına Adanmış 17’leri Parti İdeolojisi,
Siyasi ve Politik Özüyle Kavrayalım!.......................................................................................
100
Yeni Demokrasi Aileleri Birliği Açıklama ................................................................................
105
Emperyalist Çarklar Kırılır, Duvarlar Yıkılır.............................................................................
106
Ahlak Daima Sınıfsaldır...........................................................................................................
108
İÇERİDE VE DIŞARIDA SALDIRILARA KARŞI DİRENELİM! .......................................................
111
Saldırılara Birlikte Direnelim...................................................................................................
115
Devrimci
Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI:1 AYLIK SİYASİ DERGİ
ZEMHERİDE KARDELENLER BASIM YAYIN LTD. ŞTİ.
Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Düzgün ALTUN
Yönetim Yeri: Huzur Mah. Arif Sk. No:23/A Ümraniye/İstanbul
Tel: (0216) 612 27 26 e-mail: [email protected]
Dizgi: Zemheride Kardelenler Yayıncılık
Baskı: Basım Yayın Dizim Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti.
Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. B Blok 1.Kat No:366 Topkapı/İstanbul
Tel: (0212) 544 66 34
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Devrimci Halkın Günlüğü
Neyin Ürünüdür ?
Her örgütlenme bir ideolojinin ürünü olduğu gibi sınıfsal, siyasi amaca hizmet eder. Marxizm,
Leninizm, Maoizm bilimsel dünya görüşüyle donanan komünist hareketin bütün örgütlenmeleri devrimci
işçi sınıfı, emeçli köylülük, geniş halk kitlelerinin devrim amacı uğruna mücadele yürütür. Kaypakkaya
güzergahında komünizm ideolojisinin savunucusu ve halkın örgütlenme aracı olan yayın organları bedeller
ödeyerek sansür, yasaklama, engelleme, işkence ve katliamları göğüsleyerek yürüyüşünü sürdürdü. Hiç bir
saldırı bundan sonra da devrimci ilerlemeyi durduramayacaktır. Devrimci Halkın Günlüğü dergisi devrimci
proletaryanın ideolojisinin ve politik mücadelesinin engellenemez sözünün somutlaştığı yayın organlarımız geleneğinin bir devamcısı olarak ortaya çıkmıştır. Sadece faşist türk devletinin azgın saldırılarını
göğüslemekle kalınmamış aynı zamanda her türden burjuva sınıfsal işbirlikçi oportünist akıma karşı Marksizm ideolojisinin yılmaz savunucusu olmuştur. Kaypakkaya yoldaşın sosyal-şovenizm, oportünizme karşı
sürdürdüğü keskin, kararlı mücadele mirasını devir almıştır.Tarihte olduğu gibi bugünde MLM ideoloji
yoğun saldırı altındadır.Oportünizmin tasfiyeciliği devrimci dinamikleri yutma saldırısının pervasızlaştığı
dönemin içindeyiz. Bu sadece dışımızdaki reformist parti ve akımların var olan durumundan değil aynı
zaman da Maoist partide türeyen sağ oportünizmin yaratığı büyük tahribatlar, savrulma bakımından da
böyledir.
Maoist komünistler iki çizgi mücadelesini demokratik merkeziyetçilik bakış açısına bağlı olarak
sürdürür. Klikçi, gurupçu, hesapçı, monolotik tarzı reddeder. Devrimci Halkın Günlüğü proleter devrimci
demokrasinin sözü olacaktır. Birinci sayımızda yer alan açıklama ve değerlendirmelerden anlaşılacağı gibi
Devrimci Halkın Günlüğü zorunlu ihtiyaç olarak doğmuştur. Demokratik merkeziyetçilik ilkesini terk eden
“3.Kongre” çizgisinin sözcüsü olan Halkın Günlüğü gazetesi devrimci muhalefetin fikirlerine yer vermediği
gibi Maoist iki çizgi mücadelesi anlayışını terk ettiklerini en çarpıcı ifadesi olarak kendilerine karşı çıkan,
farklı fikirlere sahip olanlara başka örgütlere gitmeleri için yol göstermişlerdir. Karşı çıkanları her türden
geri ve kötü sıfatla tanımlamış, damgalımşlardır.
İç demokratik kanalların tamamen kapandığı, halka yalan söyleyerek gerçeklerin çarpıtıldığı,
tasfiyenin derinleştirildiği ve Kaypakkayacı devrimci damarın kurutulmaya çalışıldığı kuşatmada Devrimci
Halkın Günlüğü komünist çizgiyi savunma görevini üstlenmiştir. Darbeci, klikçi, hesapçı, anti- demokratik
anlayışa karşı açık ideolojik mücadelenin mevzisi yaratılmıştır.
Eski Halkın Günlüğü, MLM ideolojiyi tahrif eden içi boş klikçi, hesapçı, yurt dışı klığinin sağ
oportünist fikirlerinin organına dönüşmüştür. Yeni ve Devrimci Halkın Günlüğü MLM ideolojisini
savunacak devrim amacına ve çizgisine bağlı kalarak yozlaşmış, çürümüş sınıf işbirlikçi anlayışa karşı
durma görevini yerine getirme gayreti ve kararlılığı içinde olacaktır.
Zorlu bir görevi üstlendiğimizin bilincindeyiz. Devrimci Halkın Günlüğü komünistlerin birlik
anlayışına uygun hareket edecektir. İlkesel bakış açısını asla terk etmeyecektir. Klikçi, gurupçu, ilkesiz
anlayış ve tarzla parçalayan, dağıtanlara karşı, KAYPAKKAYACI çizgide birleşmenin sesi olacaktır.
Emek, ısrar, özveri ve kararlılıkla yaratılan Devrimci Halkın Günlüğünün sahiplenilmesi,
desteklenmesi büyük önem taşımaktadır.
Hatalarımız eksikliklerimiz olacaktır ama hepsini aşacağımıza olan inancımız tamdır. Devrimci
Halkın Günlüğüne sahip çık, destekle, çizgisiyle bütünleş, oku, dağıt, örgütlenerek mücadeleyi geliştir.
Devrimci Halkın Günlüğü
1
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Parti İlkelerini Savun,
Kaypakkaya Güzergahında İlerle,
MLM ideolojisiyle Sağ Oportünizme Karşı Dur!
Türkiye- Kuzey Kürdistan işçi sınıfı, emekçi
köylü, geniş halk kitlesinin devrim uğruna mücadelesine bağlı olmamızın verdiği sorumlulukla içimizi
acıtsa, bizi nefessiz bıraksa da karşılaştığımız
engelleri aşmak için stratejik duruşumuzu halk
kitlelerine açıklama görevimizi yerine getiriyoruz.
Açıklamamızda yer alan bütün yazılarda
anlaşılacağı üzere demokratik merkeziyetçilik
ilkesini çiğneyip iki çizgi mücadelesini sonlandıran
ve darbeciliği bir çizgi haline getirerek Kaypakkayacı partinin ideolojik, siyasi, örgütsel hattını
değiştirdiğini ilan eden “3. Kongre”nin neden
MKP’yi temsil etmediğini açıklamış olacağız.
Bu aynı zamanda uluslararası komünist hareketin parçası olarak partimizin oportünizme karşı
mücadele görevinin yerine getirilmesidir.
Dünya devrimci işçi sınıfının biricik kurtuluş
aracı olan Komünist Partisi tıpkı Marksizm,
Leninizm, Maoizm ideolojisi gibi yerel değil
evrenseldir. Komünizm mücadelesi zengin bir
tarihsel deneyime sahiptir. Sınıf savaşımından elde
edilen bu deneyim enternasyonal proletaryanın
ortak mirası, kurtuluş bilinci anın devrimci savaş
gücüne dönüşen toplumsal olgusudur. Proletarya
diktatörlüğü amacını benimsemek ve bu uğurda
mücadele etmek yalnızca KP aracılığı ile mümkündür. Biz evrimci olmadığımıza göre, devrimci
yol ve yöntemlerle gerici hakim sınıflar iktidarına
son vermek için örgütlenmemiz gerekmektedir.
Devrimci teori olmadan devrimci partinin yaratılması olanaksızdır. Üretim araçları ve sermayenin
özel mülkiyetini elinde bulunduran hakim sınıflara
karşı işçi sınıfının devrimci ideolojisi ile donanmış
halk kitleleri KP aracı ile kurtuluş amacına ilerleyebilir.
Partimizin örgütsel ilkeleri, siyasi amaç ve
ideolojiden koparılamaz. Daima ezilen sınıfların
önder gücü olarak, örgüt ilkelerinin çiğnenemez
olduğunu partimiz savundu. Akılda tutulması gereken önemli nokta şudur: Dünyanın herhangi bir
ülkesinde her parti ve örgütün politik, ideolojik,
siyasi çizgisi sadece dar kendi ulusal sınırları içinde
bir olguymuş gibi ele alınamaz. Bu örgüt ve partiler
uluslararası ideolojik siyasi akımların birer
parçasıdır.
Yeniden ve yeniden keşifler yapmaya
kalkışmıyoruz. Sadece ve sadece KP’nin devrim ve
komünizm davasının biricik önder gücü olarak
sınanmış, benimsenmiş ilkeleri olduğunu hatırlatıyoruz. Elbette örgütsel ilkeler çiğnenemez. Eğer
örgüt ilkeleri ayaklar altına alınırsa o zaman devrim
hareketine önderlik etme niteliğini de yitirir.
Revizyonist akımların da örgütsel anlayışları
vardır. Ama oportünist örgüt anlayışı ile komünist
örgüt anlayışı temelde birbiriyle uyuşmaz.
Oportünist sınıf işbirlikçi akımların parti anlayışı ile
komünistlerin parti anlayışı çelişir ve bu çelişme
ideolojiden bağımsız değildir. Aksi takdirde
Martovlar, Pleahanevlar, Troçkilerle devrimin
büyük örgütleyicisi Lenin’in örgütsel bakış açısı
arasında bir fark kalmazdı. Partimizin örgütsel
anlayışı UKH’in anlayışından farklı değildir. Bu
anlamıyla birçok küçük burjuva devrimci örgüt ve
partilerin örgütsel çizgisi, örgütlenme ilkeleri ile
partimizin örgütlenme ilkeleri ve çizgisinden
farklıdır. Her partinin politik ilkeleri, ideolojik
yapısı, siyasi amacına uygun şekil alır. Marksizmi
çarpıtan, sınıf işbirliği rotasında ilerleyen küçük
burjuva örgüt ve partilerden komünist örgütsel
ilkelere bağlı kalmasını da bekleyemeyiz.
2
Devrimci Halkın Günlüğü
Özcesi MLM bilimini rehber edinen KP
tartışmasız bir netlikte komünist örgütsel ilkelere
sıkı sıkıya bağlı kalmak, tavizsiz olmak zorundadır.
Aksi takdirde devrimci savaşı yönetmesi halk kitlelerini devrim amacı uğruna örgütlemesi düşünülemez. Her meselede olduğu gibi parti aracını da
evrensel uluslararası niteliği ile kavramalıyız. Aksi
takdirde sınanmış örgüt ilkelerini ve disiplinin
önemini anlayamayız. Komünist Partinin genel ve
özgülümüzdeki önemi arasındaki diyalektik bağı
hatırlattıktan sonra yaşadığımız parti krizinin
özüne geçebiliriz.
“3. Kongre”de Bayraklaşan Sağ
Oportünizme MLM İdeolojisiyle
Karşı Durulacak!
Komünist harekette ideoloji temeldir.
Bütün çalışmalarımızın ana damarını ideolojik
mücadele oluşturur. Bir örgütün komünist nitelik
taşıyıp taşımadığının ilk kriteri Marksizm,
Leninizm, Maoizmi benimseyip benimsemediğine
bakmaktır. Bir örgüt Marksizmi benimsememişse,
başka herhangi bir niteliğine bakmaya gerek bile
yoktur. Fakat sadece lafızda Marksizmi benimsediğini ilan etmekte yeterli değildir. Komünist
hareketin ideolojisi, siyasi amacı örgütsel mücadelesi ile uyumlu olmak zorundadır. Aksi takdirde
sadece lafızda Marksizmi benimsemekle kalır ve
komünist olma niteliğini koruyamaz. Tarih Marksizmin temel bakış açısını benimseyip örgütsel
oportünizmle lekelenen çok fazla KP örneğini
bizlere sunar. Partimizin Marksist ideoloji, siyasi
özünü burjuva düşüncelerle lekelemeye koyulan
oportünizme kararlılıkla karşı koymalıyız. İdeolojiye önem vermeyenler, siyasi amaçlar da ortaya
çıkan sınıfsal uzlaşmacılığı kavrayamaz. Devrimci
tavır takınamaz. Her parlayan şeyi altın sanarlar.
Oysa her parlayan şey altın değildir. İdeolojik
savrulma komünizm amacından koparır. Siyasal
hatta burjuva sınıf uzlaşmacılığını belirginleştirir.
İflah olmaz karakterini görünür kılar. Uzlaşmacı
niteliğini gizlemek için ne kadar Marksizmi çarpıtma yoluna başvurursa vursun bunu başaramaz.
Sonuçta devrimci Marksist sloganlar altında burjuvaziyle kolkola girilir.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Türkiye’de bir zamanın devrimci örgütlerinden
gelen bugün burjuva demokrasisini savunmaktan
öteye gidemeyen ÖDP, EMEP ve bunlara yeni
katılan, katılacak olan türevlerinin reformist,
parlamenterist niteliği iyi düşünülmelidir.
Reformizm, parlementerizmin nasılda birbirini
tekrar eden ideolojik ve politik çizgi izlediğini
akılda tutmak zorunludur. Sosyal şovenizmin
(devrim saflarında sosyalist maskeyle gizlenmiş
ezen ulus milliyetçiliğidir, inceltilmiş milliyetçilikte
denir) bir çırpıda Kürt ulusunun devlet kurma
hakkını nasıl silikleştirip kenara atarak ezen ulus
burjuvazisine eline uzattığını, diğer taraftan da bir
elini ezilen ulusun burjuvazisine uzatarak onlara
“Ne mutlu size ki uzlaşma adına kendi devletinizi
kurmaktan vazgeçtiğinizi savunuyorsunuz” demelerinin ideolojik kaynağı bir ve aynıdır. Bütün versiyonlarıyla devrimci işçi sınıfının saflarında türeyen
oportünizmin karakteri burjuva sınıfsal işbirliğidir.
Bilinmeli ki hiçbir koşulda ve şartta burjuva sınıfsal
işbirliği Marksizm çarpıtılmadan yapılamaz.
Devrimci iktidardan vazgeçince Marksizmi
savunamıyorlar, çünkü Marksizm, Leninizm,
Maoizm devrimci iktidar ideolojisidir. Burjuvaziyle
uzlaşmayı reddeder. Burjuvaziyle iyi geçinip
uzlaşan “Marksistler” ise bu amacını sürdürmek
için Marksizmi çarpıtmak zorundadır. Çünkü
oportünizm açıktan Marksizmi reddetmez.
Lenin’in vurguladığı gibi Marksizmin teorik gücü,
Marksizme ihanet edenleri bile Marksist kılıfta
görünmeye zorlar. Çünkü Marksizm milyonlarca
ezilen sınıfların elinde kurtuluş bayrağıdır. Bu
nedenle oportünizmin genel karakterini unutmayalım. Gerek dışımızda gerekse de partimizin içinde
türeyen oportünizmin özü ve amacı aynıdır.
Bildiğiniz gibi EMEP, ÖDP, SİP, SDP, TKP kendilerini
en yaman sosyalist, Marksist olarak tanımlarlar. Bu
reformist partilerin kendilerini nasıl tanımladıklarından çok gerçekte niteliklerinin ne olduğu
önemlidir. Bu partiler ve türevleri Marksizmi bir
maske olarak kullanmaktadırlar. Kautsky’nin başını
çektiği 2. Enternasyonalci partiler, Menşevikler,
Plehanevcular, Troçkistler, Çen tao tao’lar, Çen Due
Su’lar Marksizmi kendilerine maske yapmadılar
mı? Maoizmi reddeden açıktan saldıran Hocacılar
böyle yapmadılar mı? Koordinasyon Komitesi (K.K)
Yurt Dışı Hizbi kendilerini en yaman Marksistler
olarak sunmuyorlar mıydı?
3
Devrimci Halkın Günlüğü
Şimdi “3. Kongre” Kautskycı, Hocacı, Troçkist,
burjuva globalist-küreselleşmeci teorik bulamacı
bayraklaştırarak işçi sınıfına, partimize, Marksizme
katkı yaptığını ilan etmiştir. Oysa partimizin tarihi
bu Kautskyci, Hocacı , Troçkist kırması ideoloji ve
siyasi çizgiye karşı mücadeleyle geçmiştir. Bu kadar
basit midir bir çırpıda 42 yıllık tarihi bir kenara
atmak. (?)
Hem sağ oportünist ideolojinin savunucusu olmak hemde Kaypakkayayı savunmak
olanaksızdır. Kaypakkayacı parti çizgisini terk ettiyseniz kendinizi Kaypakkayacı göstermekten
vazgeçeceksiniz, açık ve dürüst olacaksınız. Size
göre bir Marksizm, size göre bir Kaypakkaya yoktur.
Devlet ve devrim sosyalizm sorunları ve değerlendirmelerinde, proletarya diktatörlüğü sorununda ulusal sorun, ulusal harekete yaklaşımda, ezilen
ulusta devrimci sınıf bilinçli proletaryanın örgütlenme sorunlarında, ezen ve ezilen ulusa mensup
komünistlerin ikili görevleri meselesinde, sınıfların
mevzilenmesi, devrimin itici güçleri, ittifaklar
sorunu, devrimin niteliği, emperyalizm değerlendirmesi ve bütün bunlara bağlı olarak ortaya
konulan devrim stratejisi ve siyasi çizgi konularında “3.Kongre”nin anlayışı ile Kaypakkaya’nın
teorik, siyasi, örgütsel anlayışı uyuşmaz. Bu esasta
partimizin ideolojisi ile sınıf uzlaşmacı oportünist
“3.Kongre”nin parlattığı burjuva ideolojisinin
çatışması ve uyuşmazlığıdır.
“3.Kongre” demokratik merkeziyetçilik ilkesini ve
iki çizgi mücadelesini ortadan kaldıran gurupçu,
klikçi anlayışıyla darbeci olduğu gibi ideolojik
olarak da savrulmuştur. Darbecilik ideolojik savrulmadan besleniyor. “3.Kongre”nin ideolojisine sağ
oportünizm damgasını vurmuştur. İdeolojik savrulma içinde olan çizginin proletarya diktatörlüğü
amacına bağlı kalması düşünülemez. “3.Kongre”
den nesnel koşullara uygun olarak Halk Savaşı
çizgisinin diyalektik gelişimini açığa çıkarmasını
beklemek için Marksizmi hiç bilmemek gerekir.
Halk savaşı anlayışını geliştirmeyi bırakalım savaşı
terk etmenin ilanını gerçekleştirdiler. Çünkü ideolojiye uygun siyasi amaç, siyasi amaca uygun örgüt
şekil alır. Bu üç halka birbirine bağlıdır. Marksizmden sapan parti ne iç demokrasisini kurabilir, ne
devrimci siyasi amaca bağlı kalır, ne de bu uğurda
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
devrimci radikal araçları kullanan örgütlenmelere
bağlı kalır. “3. Kongre” de bağlı kalmamıştır.
Brenştain gibi “hareket her şey amaç hiçbir şey”
anlayışındalar. Değişim bayrağıyla amaç hiçbir
şeydir demektedirler.
“3. Kongre” ideolojik, siyasi, politik çizgide
tanımlanması zor bir eklektizm içindedir. İşine
geldiği gibi davranmayı esas almıştır. Maocu
bayrağı sallayan bu yeni Hocacılar işine geldiğinde
Kautskycilikten işine geldiğinde Troçkicilikten yada
burjuva küreselleşmeci sivil toplumculuktan
devşirdiği teoriyle “yeni” Kaypakkayacılar olarak
karşımıza çıkmışlardır. Eklektizm olguları çelişkileriyle ve hesaplanması güç ve sonsuz yönleri ve
bütün nitelikleriyle ele almayı değil, olguların
sadece işine gelen yanlarını ele almasıyla karakterizedir. Öyle bir değişim fırtınası estiriliyor ki tutarlı
tek teorik bütünlüğe ulaşmak mümkün değildir.
Öznelci eklektik düşünce yöntemiyle kafasındaki
tasarımları kendi dışındaki nesnel olguların yerine
koymuşlardır. Sadece işine gelenleri almak ise
burjuva düşünce yöntemidir. Sınıf çelişkilerini çok
yönlü ele almayıp işine yarayanı alıp gerçekleri
gizlemek burjuva yöntemidir. Oportünizmin
vazgeçmediği yaklaşımdır bu. Örgütsel olarak da
grupçu, klikçi yaklaşımla işine gelen kuralları uygulamak işine gelmeyen kuralları uygulamamak 2.
Kongrenin işbaşına getirdiği MK’nın ve “3. Kongre”
ve önderliğinin ortak belirgin karakteridir. Bu
darbeci anlayış ilkeleri kendilerine uyduruyor.
İkinci Kongre’den “3. Kongre”ye kadar önderlik
eden MK’nın örgütsel çizgisi demokratik merkeziyetçi değil grupçu, klikçi, eklektik ve darbecilikle
lekelenmiştir. “3. Kongre” ise bu çürümüş,
yozlaşmış eğilimin en somut oportünist finalidir.
Sıkça üzerinde durmaya devam edeceğimiz
gibi “3. Kongre”de ilan edilen ideoloji, siyasi ve
politik çizginin şekillenmesinde haberimiz de,
hiçbir katkımız da yoktur. Bu nedenle sadece “3.
Kongre”nin darbeciliğini değil aynı zamanda
partimizin çizgisinden bir sapma olan ideoloji ve
siyasi niteliğini de açıklayacağız.
“3. Kongre” Leninist emperyalizm teorisini
tahrif etmiştir. Daha sonraki açıklamalarımızda
emperyalizm teorisindeki sapmalara yanıt
4
Devrimci Halkın Günlüğü
vereceğiz. “3. Kongre” Kautskynin tekelci kapitalizmi şirinleştiren, insancıllaştıran, barışçıl karakter
kazandıran ultra emperyalizm teorisiyle burjuva
küreselleşmeci-globalist anlayışla buluşmuştur.
“Küresel emperyalizm/Kapitalizm” anlayışıyla
Leninist emperyalizm bakış açısına “yeni” bir evre
getirmiştir. Oysa bu revizyonist teorilerin yeni bir
yanı yoktur.
MKP 2. Konferansı (1981) emperyalizme
yeni aşama getiren Hocacı revizyonist akıma cevap
vermişti. Maoizm düşmanı E. Hocanın emperyalizmin var olan niteliklerini sanki yeni bir olguymuş
gibi emperyalizmi yeniden keşfeden “çok uluslu
şirketler” teorisini tekrar eden “3. Kongre”de
“yeni” şeyler keşfetmiş gibi davranıyor. Bununla
da yetinmiyor, emperyalizm-tekelci kapitalizm
çağında küreselleşmeci burjuva akımın ideolojik
manipülasyonu olan “serbest rekabet ve serbest
ticaret” aldatmaca ve safsatasını da birbiriyle
buluşturuyor.
MKP 2. Konferansı özenle emperyalizme
“yeni” özellikler kazandırmaya çalışan Hocacı
revizyonist akıma ideolojik yanıt vermişti.
Keza 1980’lerde hız kazanan ve giderek
yükselen “küresel kapitalizm” safsatasıyla emperyalizme yeni boyut getiren akıma MKP 1.kongresi
(2002) yanıt verdi. Bu konuda Sınıf Teorisi Sayı : 1
(2003) bakılmasını öneriyoruz.
Partimizin mahkum ettiği Hocacı, Troçkist,
Kautskyci burjuva küreselleşmeci revizyonist ideolojiyi “3. Kongre” “küresel emperyalizm” teorisiyle
bayraklaştırmıştır.
“3. Kongre” de partimizin ideolojisi, siyasi
politik çizgisiyle çelişme halinde ve açıkça
reddeden temel ilkesel sapmalar vardır.
- Proletarya diktatörlüğünü lafızda kabul etse de “
emekçilerin yeni devleti” bakış açısıyla proletarya
diktatörlüğü bakış açısı – ilkesini çarpıtmıştır.
Marksist devlet öğretisinde sapma vardır. Sınıflar,
devlet ilişkisi karıştırılmıştır. Hükümeti iktidar
yapmışlardır.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
- “3. Kongre” işçi-köylü ittifakını reddetmiştir. Bir
anda köylülüğü silmiştir. Köylülüğün azalması
emekçi köylülüğün devrimin itici güçleri arasında
işçi sınıfının ittifak gücü olmaktan çıkarmaz. Emekçi
köylülüğün devrimdeki rolünü inkar etmek
Troçkizmdir. “3. Kongre” Troçkist anlayışı benimsemiştir. Ülkemizdeki Hocacı-Troçkist kırması
çizgiyi temsil eden TKİP, TİKB, MLKP, TDKP gibi
örgütlerin anlayışını “3. Kongre” benimsemiştir.
- Türk devleti emperyalizme bağımlı faşist bir
devlettir. Kürt ulusu boyunduruk altındadır. Faşizm
sürekli bir yönetim biçimidir. Köylülük azalsa bile
feodal üretim diğer ifadeyle basit meta üretimi
olan köylü üretimi belli oranda varlığını korumaktadır. Gerilla savaşı sadece Türkiye değil Kürdistan
ve Orta Doğu’da siyasi gündemleri belirleyen,
halkın devrimci mücadele çizgisini ileri taşımada
kilit rolde önemini korumaktadır. Halk Savaşının
özgün biçimi gerilla savaşı tali duruma düşürülemez. “3. Kongre” Gerilla Savaşını tali duruma
düşürmüştür. “3. Kongre” çizgisi HKO örgütlenmesini tamamen kaldırma karakteri taşımaktadır.
Gerilla savaşının sonlandırılmamasının tek nedeni
parti içindeki bu sağ uzlaşmacılığa karşı gösterilen
dirençtir. Gerilla savaşını sonlandırmasalar da tali
duruma düşürdüler.
S.H.S stratejisi eklektik, öznelci ve temelsizdir. Gerilla savaşını reddeden anti-Maocu bir çok
örgütün bol askeri terminolojiyle süsleyip, kağıt
üzerindeki askeri stratejilerinin bir tekrarıdır. Esas
olarak lafazanca süslenmiş bu strateji savaşamamanın teorisidir. Yeni bir tarafı da yoktur. Gerilla
savaşını tali duruma düşürenler T-K.Kürdistan ve
Orta Doğu’daki siyasi, sınıfsal gelişmelerden
kopmuşlardır. Lafızda devrimci durum tespiti yapılsa da devrimci savaşa hazırlanma ve sürdürme
iradesi ve anlayışından yoksundurlar.
“3. Kongre” 24’lerin hesabını vermeden
nasıl bir savaş stratejisi izleyecekmiş? Önce grupsal
istifaların, bozgunculuğun, teslimiyetin hesabını
vermelidir. Bunların hesabını dürüstçe vermeden
temelsiz taslaklar, içi boş süslü sözlerle devrimci
savaş geliştirilmez. “3. Kongre” bu konuda da parti
ve halk kitlelerinden gerçeği gizlemiştir.
5
Devrimci Halkın Günlüğü
-2011’de MK Kürt ulusal hareketinin
devrimci niteliğini kaybettiği sonucuna varmış ve
KUH’ni reformist olarak tanımlamıştır. Yani yetkisi
olmadan kongre kararını ve anlayışını darbeci
tarzda değiştirmiştir.
Partimiz ulusal sorun ve ulusal harekete yaklaşımda Leninist bakış açısını esas alır.
Ulusal devrimci hareket ile ulusal reformist hareket ayrışımını Komünist Enternasyonalin de benimsediği Leninist içeriğiyle benimsemiş ve savunmuştur. “3. Kongre” KUH değerlendirmesinde partimizin ulusal sorun ve ulusal hareketlerin niteliği,
kimleri
destekleyip
desteklemeyeceğimiz
hususunda reformist ve devrimci ulusal hareket
ayrımına ilişkin anlayışını tahrif etmiştir. Partimiz
şimdiye kadar reformist olarak tanımladığı ulusal
hareketlerin desteklenmesi yönünde anlayışa
sahip olmamıştır. Bizler sadece devrimci ulusal
hareketleri destekleriz.
Israrla ideolojik mücadele verdiğimiz
ulusal sorunda çarpık anlayışa sahip oportünist
bloğa “3. Kongre” de katılmıştır.
-Ezen ve ezilen ulusun burjuvazisini
tamamen tekelci ve komprador gören, ulusal
işletmelerin kalmadığını belirten, köylülüğün
varlığını inkar eden emperyalizmi iç olgu yaparak,
yarı sömürge ülkeler ile emperyalist haydut ülkeler
arasındaki çelişkiyi ortadan kaldıran “3. Kongre”ye
ilerleyen süreçte tümünü saymayacağımız sapmalara gerekli cevaplar verilecektir.
-“3. Kongre” darbecilikle lekelendi.
Parti içi demokrasiyi çiğnedi. Ama kendisini ultra
demokratizmin temsilcisi olarak sunmaktadır.
Pürüzsüz, muazzam, eksiksiz demokratiklik
tasarımlarını okuyanlar bu “yeni” Hocacılara
hayranlıkla bakmayacaklardır. Çünkü pürüzsüz
sosyalizm tasarımları çizenler yeni değildir. Halkların özgürlüğünü tasarımlar, süslü ama içi boş
cümlelerle kurgulamışlardır. “3. Kongre” sosyalizm
değerlendirmesinde, sosyalizm mücadele tarihini
olumsuzluklar üzerinden ele alarak burjuvazinin
yedeğine düşmüştür. “3. Kongre” sosyalist
devletleri adeta ulus ve halkların kör zindanı gibi
görmektedir.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Üstelik yığınla tahrifat, demagoji yapılarak…
En geniş demokrasi olan proletarya
diktatörlüğü anlayışı artık “3. Kongre”nin
demokrasi anlayışını karşılamadığı için “proletarya
diktatörlüğü” yerine “emekçilerin yeni devleti”
diyeceklermiş.
Darbeci, klikçi, bölücü tarzıyla parti içi
demokrasiyi geliştirmeyi bırakalım, korumayı
başaramayan “3. Kongre”nin işçi-köylü halk kitlelerinin devrimci iktidarı olan proletarya
diktatörlüğü-proleter demokrasi anlayışına katkı
(!) yapıyor oluşu tarihsel bir ironidir.
-17’lerin katledilmesine dair soruşturma
sonuçları nerede? 2. Kongre partinin önüne 17’lerin durumunu soruşturulması ve sonuçlarıyla halka
açıklanması görevini koymuştu. “3. Kongre” bu
meselede tek bir cümle bile kurmamıştır. Demek ki
17’ler bu klikçi, tasfiyeci küreselleşmeci baylar için
pek önem arz etmiyor? Demek ki parti önderliği
bunlar için pek önemli değilmiş. Alınan darbenin
nedenlerinin öğrenilmesine de ihtiyaç yokmuş! Bu
örgüt ciddiyetiyle bağdaşmayan bir anlayıştır. İzahı
da yoktur.
-“3. Kongre” ve sağ tasfiyeci klik partimizin tarihinde kimi olumsuzlukları sürekli tekrar
ederek ne kadar adaletli, ne kadar demokratik
olduklarını kanıtlamaya çalışmaktadırlar. Partimiz
daha önce işkence meselesinde özeleştiri vermesine rağmen sürekli işkence meselesi pişirilmektedir. Yoldaşlarımızın katledilmesi, esir alınmasında
düşmanla işbirliğine giren veya doğrudan ajan
olarak tanımlanan ajan ve işbirlikçilerin onurlarının
iade edilmesi uğraşına girenler, 17’lerin katledilmesini soruşturmaya ihtiyaç duymuyorlar. Siz
bırakın açık ve net olan tarihi süreçleri “yeniden”
aydınlığa kavuşturmayı. Ajan N.T ve tayfasının
partiye, halka karşı işledikleri suçlar bellidir. Siz
onlar aracılığıyla katledilen yoldaşlarımızı anlatın.
17’lerin katledilmesini açıklığa kavuşturun.! “3.
Kongre” parti tarihi ve geçmişteki kimi meseleleri,
olumsuzlukları üzerinden işleyerek güvensizlik
tohumları ekiyor.
6
Devrimci Halkın Günlüğü
-Kadın sorunu da sınıfsal değil cinsiyetçi
bakış açısıyla burjuva fikirleri tekrar etmiştir.
Devlet aygıtına “erkek devlet” diyecek kadar Marksizmden uzaklaşmıştır.
“3. Kongre” gelinen aşamada sınıfların
yapısının değiştiğini ileri sürmektedir. Marksizmin
sınıf tahlillerini yeterli görmemektedir. Burjuvazi
bu safsataları on yıllardır tekrar etmekteydi.
Kısacası “3. Kongre”nin emperyalizm,
sosyo-ekonomik yapı tahlili, çelişkilerin ele
alınması, ulusal sorun, ulusal sorunun iktisadi ve
sosyal temelinin açıklanması, örgütlenme anlayışı,
komünizm ideolojisi, Demokratik halk devrimi,
sosyalizm,
komünizm
değerlendirmelerinde
partimizin Marksizm, Leninizm, Maoizm ideolojisi
siyasi anlayışı tahrif edilmiştir.
Özetlediğimiz konular parti için temel
meselelerdir. Bu nedenle karşılaştığımız parti krizi
herhangi bir örgütsel bir meseleden ibaret değildir.
Partimiz tarihinin en kapsamlı ideolojik dönüşüm,
komünist çizgiden sapma tehlikesi ve saldırısıyla
karşı karşıyadır. “3. Kongre” partinin değil, bir
grubun hesaplı, hileli, anti-demokratik yöntemlerle yapılmış kongresidir. Partimizin bu ve benzer
revizyonist ideoloji ve çizgiye verdiği cevaplar
dikkatle incelenmelidir. “3. Kongre”nin söylediklerinde yeni bir içerik yoktur. “Küresel emperyalizm” savunucularına, emekçi köylülüğün devrimci mücadeledeki rolünü inkar eden Troçkistlere,
Hocacılara, proletarya diktatörlüğünü ürkütücü
gören “sosyalistlere” partimiz cevap vermiştir.
Öğrenmesini bilelim. Kaypakkaya güzergahının
Marksist, Leninist, Maoist ideolojik bütünlüğünü
kavrayalım. “3. Kongre” devrim yürüyüşümüzde
bir büküntüdür, aşılacaktır.
Parti İçi Demokrasi Anlayışından
Yoksun “3. Kongre”de Somutlaşan
Darbeciliğe Karşı Neden Mücadele
Etmeliyiz?
Marksistler sınıf savaşımında nesnel gerçeklere
dayanırlar. Masa başı lafazanca kurgular ve
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
gerçeklerden kopuk üstün teorilerden uzaktırlar.
Toplumsal zeminde sınıflara ait olan gerçekleri
neden ve sonuç ilişkisi içinde ortaya koyarlar.
KP’nin kadroları, savaşçıları sınıf bilinçli insanlardan oluşur. Ezilen sınıflara ait olan gerçekleri
aydınlanmamış milyonlara taşırlar. Gerçeklere
dayanan komünistler siyasetini anlatırken hile,
oyunlara başvurmazlar. Burjuva entrikalara
başvurmazlar. Çünkü onlar hakim sınıflarca kurulan ideolojik, siyasi hakimiyetin altında kurtulan ve
bilinçlenen ezilen devrimci sınıfların gerçekleri
görmesi bilinçlenmeleri halinde kurtuluşunu kendi
elleriyle gerçekleştirebileceklerine inanırlar. Ne
kadar gerçekleri yalın ve açık anlatabilirlerse bir o
kadar başarılı olacaklardır. Bu nedenle subjektif
değil, diyalektik materyalist bakış açısıyla
nesneldir.
Oportünizm genel karakteriyle sınıf
işbirlikçidir. Gerçeklere bağlı kalmadığı için, çarpıtmaya başvurur. Çarpıtma ve ilkesizlik ikiz kardeş
gibidir. Yüzeysel, tek yanlı, eklektik ve ilkesizlikle
gerçekleri kendi bilincindeki çarpıtmalara uydurmaya çalışır. Bu yanıyla da idealisttir. Burjuvazinin
yöntemi kitleleri kandırmaktır. Çünkü kitleleri
uyutmadan, bilinçlenenleri baskı altına almadan
kapitalizm sistemini sürdüremez. Gerçekleri
çarpıtan her eğilim hangi biçim altında yaparsa
yapsın burjuvaziye hizmet eder. Oportünizm
gerçeklerden uzaklaştıkça ilkesizliği artar ve
maskesi düşer.
Parti içinde burjuva ideolojisi diğer
ifadeyle oportünizm ile komünist ideoloji sürekli
çatışma halindedir. Var olan herşey çelişki
halindedir. Canlı bir mekanizma olan parti
durağan, monolitik değil çelişkilerle örülüdür. Bu
çelişkinin iki ana yönü vardır: Proleter ideoloji ve
burjuva ideolojisi . Bütün ideolojik, siyasi, örgütsel
meselelerde bu iki ana yön çatışma olarak karşımıza çıkar. Bugün “3. Kongre” ile açığa çıkan çelişkinin
de iki ana yönü vardır. Bir yön burjuvaziye, diğer
yön devrimci işçi sınıfına hizmet etmektedir.
İkisinin doğru olması olanaksızdır. İkisinden biri
yanlıştır.
Oportünizm nesnel olgulara bağlı
kalmayıp, küçük burjuva anlayışıyla öznelciliğe
7
Devrimci Halkın Günlüğü
saplandıkça, parti içinde sekterizmi geliştirir.
Darbeciliğin düşünce yöntemindeki kaynağı
öznelciliktir. Kendi hatalı anlayışının önündeki
engelleri ilkesizce, burjuva yöntemlere başvurarak
kaldırmaya çalışır. Sınıf savaşımının yıkıcı
gerçeklerine dayansa, bu çirkin çürük tarza yönelmez. Fikri zayıf, geçici dalgalanmalara dayananların
geleceği olmaz. Öznelci anlayış, sadece nesnel
koşulları kendi sınıfsal çizgisine uydurmakla
kalmaz, aynı zamanda parti ilkelerini de yozlaştırır.
Ortada ilke bırakmaz. Sekter çizgisiyle sadece öznel
anlayışının hakim olması için, örgütsel ilkeleri
çiğner. Bölünmelere neden olur. Bozgunculuğun,
klikçiliğin esas nedeni olur. Parti de küçük burjuva
oportünist düşünce ve çizgiye karşı mücadele
etmek her komünistin temel görevidir.
“3. Kongre”nin darbeci, tasfiyeci karakteri, parti içindeki oportünizmin ifadesi, burjuva
ideolojisine dayanmaktadır. Burjuva ideolojisine
karşı yeterince mücadele edilmeyen her KP de
oportünizm hakim olmuş, devrim davasına ihanet
açığa çıkmıştır. Bu nedenle partide darbeciliğe,
oportünizme karşı seyirci kalmamız demek, halka
karşı suç işlemektir. Seyirci kalmadık, kalmayacağız!
Parti içi demokrasinin yozlaştırılmasına sessiz
kalınmaz. Demokratik merkeziyetçilik örgütlenme
ilkesini ve iki çizgi mücadelesini rafa kaldıranların
suçları geçiştirilemez. Burjuva globalist- küreselleşmeci Kautskyci, Hocacı, Troçkist bulamacı teorilerin bayrağını kaldıran oportünist “3 Kongre”ye
neden darbeci demekteyiz açıklayalım : “3.
Kongre”nin halka yaptığı açıklamaya bakıldığında
kongrede ideolojik, siyasi, programsal, örgütsel,
stratejik değişimin parti içinde demokratik süreç
işletilerek sonuçlandığı belirtilmektedir. Açıkça
halk kitlelerine partimize yalan söylemiştir, “3.
Kongre”. Komünistler asla halka yalan söylemezler.
Yalan üzerine kurulu bir siyaset izlemezler. “3.
Kongre” de ideolojik dönüşüm gerçekleşti.
Partimizin içinde bulunan pasifist, klikçi, sağ eğilim
kongre süreciyle finalini tamamladı. İdeolojik
dönüşüm diyoruz çünkü İ. Kaypakkaya’nın ideolojik siyasi çizgisini revize etmişlerdir. Bu dönüşüm
parti de demokratik işleyişe uygun tartışılmamıştır.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Hapishanelerde Maoist tutsaklar
örgütlüdür. CPK PARTİNİN BİR PARÇASIDIR.
Merkezi organ tarafından atanan CPK görevini
sürdürmektedir. “3 Kongre” ne parti üye ve organlarının nede hapishanelerde bulunan parti üyelerinin bilgisi olmadan stratejik değişime gitmiştir. Yani
örgütlü alanların iradesine başvurmamıştır. Partinin diğer alanlarında yeterince tartışılmadığını,
nasıl olması gerektiğini açıklamamızda okuyarak
pey der pey öğreneceksiniz. Bu ilkesiz,
anti-demokratik darbeciliğin nedenlerini merkez
organdan talep eden CPK ve dışarıdaki parti
birimine şimdiye kadar tek bir yanıt dahi
verilmemiştir. Yanıt olarak gayri ciddi bir tutumla
çağrılarımız ısrarla cevapsız bırakılmıştır.
Anlaşıldığı gibi bu oportünist değişimden hiçbir şekilde haberimiz yoktur. Kongreye
katılım oldukça düşüktür. Anti demokratik, ilkesiz
yöntemler 1. Kongrede mahkûm edilmişti. Konferans ve Kongreye gidemeyen üyelerin, delegelikleri
yada üyeliklerinin düşürülmesi mahkum edilmişti.
Parti tüzüğünde böyle bir ilke olmamasına rağmen
“3. Kongre” iradesi mazeret bildirerek kongre ye
katılmayan üyelerin delegeliklerini düşürdü.
Grupçu, klikçi, hesapçı anlayışla karar yeter sayısını
aşağı çekmek için delegeliklerin düşürülmesi ibretliktir. Bu tamamen grupçu anlayışlarını kabul
ettirme tutumudur. Karar yeter sayısı tüzüğe göre;
kongreye katılanların yarsının bir fazlası şeklinde
değil, bütün delegelerin toplamının yarısının bir
fazlası karar yeter sayısıdır. “3. Kongre” düşük
katılımı hesaba katarak, katılmayan üyelerin delegeliklerini düşürerek, karar yeter sayısını aşağı
çekti. Böylece kabul ettirilmesi zor bir çok kararı da
grupsal olarak güvence altına almıştır. Bütün kararlar oy çokluğuyla alınmıştır. Bütün bunlar
düşünüldüğünde kongrenin niteliği grupçuluğu,
parmak demokrasisi de anlaşılır.
Hangi tüzük maddesine dayanarak,
katılmayan üyelerin delegeliklerini düşürüp karar
yeter sayısını aşağı çektiniz.?! Bu da darbeciliğin en
güçsüz, çaresiz biçimleridir. Çünkü parti demokrasisi ve tüzüğü bunu reddeder.
Ayrıca kongreye katılamayan delegelerin gerekçe sunmalarına rağmen, kongre
8
Devrimci Halkın Günlüğü
katılmayan bütün üyelerin delegeliklerinin
düşürülmesini değil de, sadece bir kısmının delegeliklerini düşürmesi, ne tüzük ne anlayışımızla
bağdaşmaz. Bu darbeci tarzda bile tutarsızlar.
İlksizce belli hesaplar içinde olanlar ancak böyle
yöntemlere başvurabilirler. Bunlar için tek önemli
şey kendi grupsal anlayışını garanti altına alacak,
riske atmayacak karar yeter sayısına ulaşmaktır.
Parti demokrasisi, tüzüğü darbeci anlayış sahipleri
için önemli değildir.
“3. Kongre”nin Darbeciliğini İki
Çizgi Mücadelesi ve Demokratik
Merkeziyetçilik İlkesi Bakış Açısından İnceleyelim!
Öncelikle belirtmeliyiz ki; İlkelere bağlı
kalan hiçbir önderlik böyle hesapçı burjuva
yöntemlere başvurmaz. Kongreye ne şekilde
gidilmesi gerektiği tüzükte yazılıdır. Klikçi, grupçu
hareket etmeyip, tüzüğe bağlı kalarak kongreyi
gerçekleştirseler o zaman sorun çıkmayacaktı.
Demokratik merkeziyetçilik ilkesine bağlı kalınsaydı kuşkusuz iki çizgi mücadelesi çerçevesinde
komünist ve oportünist çizginin ideolojik netliğide
anlaşılmış olacaktı.
MKP tüzüğünde belirtildiği gibi, parti örgütlenme
ilkeleri şu şekildedir:
•
Parti örgütlenme ilkesi demokratik
merkeziyetçiliktir. Demokratik merkeziyetçilik
ilkesine göre: Parti MK alttan üste doğru demokratik seçimler yolu ile seçilir.
•
Parti için tek disiplin geçerlidir: Azınlık
çoğunluğa, alt organlar üst organlara ve böylece
bütün kademeler merkez komitesine tabidir. MK
ise partiye karşı sorumlu ve tabidir.
•
MK’nın partiye karşı sorumluluğu şu
anlama gelir. Bütün parti yönetici organları düzenli
aralıklarla kendisini seçen örgüt kademelerine
hesap vermekle yükümlüdür. Parti yönetici organları devamlı olarak kendilerini seçen örgüt kademeleriyle temas halinde olur. Demokratik
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
danışma mekanizmasını sürekli olarak işletir.
•
Kongreden sonra parti üst organları olan
MK ihmal etmeksizin, düzenli olarak partiye hesap
vermek zorundadır. Seçildikten sonra ne yaptığı
parti tarafından bilinmeyen, parti sorunlarını
bütün içerikleriyle partiye taşımayan, hesap
vermeyen MK kendilerini seçen örgüt kademelerine karşı görevini yapmamış olur. Parti denilen
mekanizmayı da işletmemiş olmasından kaynaklı
hem kendisi partiye yabancılaşır hem de irade
birliğinin parçalanmasına neden olur.
•
Demokratik merkeziyetçilik örgütlenme
ilkesine göre partimiz iki çizgi mücadelesinin niyetten bağımsız nesnel bir gerçeklik olduğunu kabul
eder. Toplumsal düşüncede çelişki ve iki çizgi
irademize bağlı olmadan yaşamın her alanın da
vardır. Partide bundan muaf değildir. Belirtmiş
olduğumuz disiplin içinde herkes fikir mücadelesi
yürütme hakkına sahiptir. Merkezi önderlik iki çizgi
mücadelesinin doğru araçlarla ve verimli
yürütülmesinin koşullarını yaratmakla sorumludur.
Tüzük bunu emreder!
MKP tüzüğü parti içinde yer alan herkesin
düşüncelerini demokratik merkeziyetçilik ilkesi
içinde ifade etmesini garanti altına almıştır.
Yıllardır savunduğumuz gibi farklı fikirler, doğru
yöntemle ele alındığında parti birliğimizi bozan
değil, bilakis geliştiren güçtür. Oportünist
anlayışların boşa çıkarılması ve komünist fikirlerin
partide kavranması ve güçlenmesinin tek yolu
demokratik merkeziyetçiliğin işlevleştirilmesidir.
Programsal stratejik düzeyde olsa da hiç
kimse fikirlerinden dolayı engellenemez, baskı
altına alınamaz. Hiçbir yönetici organ tüzük kurallarını hiçe sayarak bu fikirleri partiden gizleyemez.
Bu yönteme başvuranlar partiye tabi olmayan
başaramayan küçük burjuvalardır. Kendilerini
partinin sahibi sanan klikçi, grupçu, öznelci çizgilerini partiye dayatan tasfiyecilerdir.
Parti içi demokrasinin gereği olarak, her
parti üyesi parti siyasetini ilgilendiren tüm konularda ideolojik, siyasi tutumunu çalıştığı organda ve
partinin en üst organı olan kongre de ortaya
9
Devrimci Halkın Günlüğü
koyma hakkı garanti altına alınmıştır. Demokrasi
mekanizması işleyen, tartışılarak sonuca gidilen ve
alınan kararlar uygulanmak zorundadır. Alınan
kararı doğru bulmayanlarda kararı uygulamak
zorundadır.
Üst organlara yapılan eleştiri partiden
gizlenemez. Parti içi eleştiriyi bastırmak, idari
tedbirlere başvurmak, ambargo koymak bir taraftan eleştiriyi engelleyip, diğer taraftan grup
anlayışını hakim kılmaya çalışmak, demokratik
merkeziyetçilik ilkesiyle bağdaşmaz. Bu tüzük
ihlalidir; Partiye karşı işlenmiş büyük bir suçtur.
Aynı zamanda partinin iradesine de yapılmış bir
darbedir.
MK birinci dereceden sorumludur. Partide
üyelerin eleştirilerini yapabilecekleri canlı tartışma
ortamı yaratmak zorundadır. Disiplinli bir parti
yaratmak başka türlü olanaksızdır.
Siyasi büro MK’nın aldığı kararları, MK ise
kongre karar ve anlayışını asla değiştiremez. MK
kongrenin karar ve anlayışını değiştirmeye kalkışırsa, parti iradesini çiğnemiş ve darbecilikle lekenmiş
olur. Demokratik süreç işletilerek kongre de seçilen
MK ikinci bir kongreye kadar partiye önderlik eder.
Bir sonraki kongreye demokratik merkeziyetçilik
ilkesine bağlı, tüzüğe uygun olarak partiyi kongreye götürmekle sorumludur. Aktardığımız gibi
kongrenin nasıl yapılacağı tüzükte belirtilmiştir.
Partinin bütün alanlarının tam iradesinin kongreye
yansıtılması gerekmektedir. Demokrasi gereği
ortaya konulan ideoloji, siyasi, politik, stratejik
devrim yolunun parti üyelerine demokratik bir hak
olarak, disiplin içinde tartışılması ve sonuca gidilmiş olması gerekmektedir.
Kongre de alınacak kararlarda hapishanelerdeki üyelerinde oy hakkının olduğunu da hatırlatalım. Hapishanelerdeki üyeler sadece yönetici
organlara seçilemezler ve seçilenler için oy kullanamazlar. Bunun dışında ideolojik, siyasi, politik,
programsal mesellerde oy hakkı vardır. İradeleri
alınmak zorundadır. Tarihimizde partimizin
devrimci çizgide yürümesinde hapishanelerdeki
üyelerin küçümsenemez katkıları olmuştur.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Özcesi MKP’nin demokratik merkeziyetçilik ilkesi bu temel esaslar üzerine oturmaktadır. Bu
ilkeye bağlı kalınmadan iç demokrasi güvence
altına alınamaz. Parti iki çizgi mücadelesi asla
verilenmez. Maoist parti tıpkı iki çizgiyi reddeden
oportünist- revizyonist- partilere dönüşür. Bu
nedenle her tutarlı komünist iki çizgi mücadelesini
öldüren bu ilkesizliğe karşı durmak zorundadır.
“3 Kongre” ana içeriğini belirttiğimiz gibi,
demokratik merkeziyetçilik ve iki çizgi mücadelesi
ilkesini çiğnemiştir. Parti tüzüğüne uygun kongre
gerçekleşmemiştir. Partinin devrim yolu yeterince
tartışılmadan ve partinin tam iradesi alınmadan
değiştirilmiştir. “3 Kongre”nin ideolojik sapmasının
yanında meşruluk sorunu vardır. Parti tüzüğüne
bağlı kalınmadan kongre gerçekleştirilemez. Tüzük
çiğnenerek gerçekleşen kongre meşru olamaz. Çok
daha büyük kaos ve karmaşaya yol açar ve açmıştır
da. Baştan sona darbeci anlayışla gerçekleşen “3
Kongre” revizyonist teorileri bayraklaştırmıştır.
Sormak gerekir MKP’nin hangi tüzük maddesine dayanarak kongreye gelemeyen üyelerin
delegeliklerini düşürüyorsunuz. Böyle bir tüzük
maddesi olmadığı gibi bu tür anti- demokratik
yöntemlerin partinin devrimci anlayışıyla ilgisi de
yoktur. Birde kalkıp UKH‘e, partimize demokrasi
dersi vermeye kalkıyorlar.
Hapishanelerdeki üyelerinizi tecrit ederek,
kimi üyelerin delegeliklerini düşürmek suretiyle,
karar yeter sayısını aşağıya çekerek, iki çizgi
mücadelesinin zemini olan demokratik tartışma
görevini yerine getirmeyerek, hesapçı ve fırsatçı
davranarak nasıl kendinizi partiye kabul ettirebilirsiniz. Moistlerin ilkesiz, tutarsız, parti disiplininden
uzak önderlere ihtiyacı yoktur. Aksine bir an önce
onlardan kurtulmak zorundadır. Aksi taktirde
oportünist önderlikten kurtulmak olanaksızdır.
Körce İtaat Mi? İlkeli Mücadele Mi?
Parti de körce itaat olmaz. Marksist çizgi ile burjuva
çizgi arasındaki mücadelenin önemini anlamayanlar, oportünist burjuva çizginin partide hakim hale
gelebileceğini unutuyorlar. Bunu unutanlar
10
Devrimci Halkın Günlüğü
Maoizmi redde varan Koordinasyon Komitesi ve
yurtdışı hizbini hatırlamalıdırlar. “3.Kongre”nin
ortaya koyduğu çizgi, siyasi amaç, ideolojik bütünlüğünü, MLM bilimin süzgecinden geçirmeyi esas
almak yerine, körce ve kuru bir güven anlayışıyla
Halkın Günlüğü sayfalarında pompalanan
oportünizme baka kalanlar, idealist felsefi anlayışın
etkisinden kurtulamamışlardır. Parti tarihimizde
buna benzer kuru güven ve körce itaat anlayışından kurtulamadıkları için revizyonist Koordinasyon
Komitesi hizbine tavır alamama, onların tasfiyeci,
gayri MLM niteliğini açığa çıkarma ve tanıma
konusunda gecikmelere neden olmamışlar mıydı.?
Bu nedenle büyük dağınıklık çok başlılık ortaya
çıkmamış mıydı.? “3. Kongre”nin klikçi, grupçu,
tasfiyeci pratiği açık ve net olmasına rağmen yılgın,
sessiz itaatkar kalanlar komünist tutumdan uzaklaştıklarını belirtmek zorundayız.
Koordinasyon Komitesi hizbi ( 1976)
birkaç sayfalık bildiriyle ilk İbrahim Kaypakkaya
yolunu değiştirmeye koyulamadı mı? Merkezi
yapının bu ihanetine örgütün gövdesi karşı çıkıp
gayri MLM teori ve stratejiyi reddetmemiş miydi.?
Demek ki merkezi önderliği bilimsel zemine
oturmayan kör bir bağlılık ve itaat etmek devrim
amacına hizmet etmez. Aksine büyük zarar verir.
Parti çizgisini ayaklar altına alan Koordinasyon
Komitesi nasıl ki tasfiyeci, darbeci ve revizyonist
olarak tanımlandıysa bu gün çeşitli farklılıklar
içerse de benzer darbeci tasfiyeci yöntem ve
anlayışla gerçekleştirilen “3. Kongre”nin ideolojik
olarak oportünist, örgütsel çizgi olarak tasfiyeci ve
darbeci olduğu görülmek zorundadır. Çünkü
komünist anlayış darbeciliği reddeder. Üç-beş
Koordinasyon Komitesi üyesinin üç-beş sayfayla
parti stratejisini değiştirmeleri ile partinin tam
iradesi alınmadan, oyun ve hesaplarla yapılan “3.
Kongre”nin yaptığı değişikliliğin anlamı aynıdır. Her
ikisi de partiyi örgütü hiçe sayan anlayışa sahiptir.
Her ikisi de tasfiyeci ve darbecidir. Gıdasını küçük
burjuva ideolojisinden alan bu çizginin partimizde
yeri yoktur.
İlkesizliği çizgi haline getirenler iflah
olmazlar. “İlkesizlik teslimiyet getirir. İlkesizlik
yozlaşmanın ve çürümenin kendisidir. O nedenledir ki en zor koşullar da devrim için yola çıkmış ve
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
komünizm ideasında olan bir parti ilkelerden asla
taviz vermez.(…)’’ bize yön veren yolumuzu aydınlatan tek bir silahımız varsa o da ideolojimiz Marksist, Leninist, Maoist ilkelerimizdir.(…) Ama ilkesizliği “olağanüstü koşullar” özel koşullarla açıklamak(…) koca bir sahtekârlıktır. ( 1. Kongre Muhasebe
Belgesi)
İlkesiz çizgi teslimiyet geliştirdi-geliştiriyor. Sınır tanımıyorlar. Her şeyi kendilerine uyduruyorlar. Kongreye katılmayan üyelerin delegeliklerini düşürüyorlar. “1999 Merkezi konferansın
hatalı kararları üzerine ‘’ ne demişti 1. Kongre: Bu
yoldaşlar ne tez unuttular her şeyi …Aktaralım o
halde “Merkezi Konferans’a katılmayan-katılamayan üyeler hakkında alınan karalar ve izlenen
siyaset aslında olumsuzdur: Parti üyelikleri
düşürülürken burada partinin hataları,eksikleri
görülmemiştir.Kimi üyelere çifte standart uygulanmıştır.” (1.Kongre Muhasebe Belgesi)
Ne yapmıştı merkezi konferans: Üyeliklerini düşürmüştü. Kongre dedi ki; “böyle bir hakkınız
yoktur”. Şimdi kalkıp “3.Kongre “daha beterini
yapıyor. İşine gelene dokunma, işine gelmeyenin
haklarını doğramak tarzıdır. Bu mudur hatalardan
ders çıkarmak.? Böyle davranmayı alışkanlık haline
getirenler Maoist kadrolar olamazlar. Partimiz bu
ve benzer tutumları geliştirenlere karşı duracaktır.
Bundan şüphe duyulamaz.
Marksist kadrolar siyaset üretir. Örgütsel sorunlara
çözüm getirme iradesidirler. MLM kadroda ideolojik sağlamlık, ilkeli duruş tartışmasızdır. Örgütü
kendi haline bırakan, tasfiyeciliği çizgi haline
getirenlerin komünist kadro tipiyle alakası yoktur.
Bunlar oportünist kadrolardır. Siyaset üretmek,
çözüm bulmak yerine hesap ve onların peşindedirler. 1999 Üyelerin yarısını merkezi organa
seçmişlerdi. Ama bu gerçekten kadro seçmek
değildir. “Avrupa komünistlerin” havasını fazla
soluyan kafaların grup, klik zihniyetiyle, parmak
kaldır -indir hesabıyla ne kadro olunur nede ilan
edilen önderlik partiyle bütünleşebilir. “ 3. Kongre”
ve kadrosu grupçu, hesapçı ve tasfiyecidir. Proleter
devrimci tarzı değil, burjuva tarzı sürdürmektedirler. Yığınla hatalardan öğrenmeye ayak diremektedirler. Tarihimizde yaşanılan hatalar
11
Devrimci Halkın Günlüğü
mahkûm edilmesine rağmen hiçbir şey yaşanmamış, parti bilincimiz yokmuş gibi klikçi, grupçuluğu dayatmaktadırlar. Bunu da MLM çizgi olarak
ifade etmektedirler. Bu düpedüz sahtekârlıktır.
Halka yalan söylemektir.
“3. Kongre” tasfiyeciliği ve darbeciliği
“Kongre iradesinin” arkasına gizleyerek sunuyor.
Bunda artık şaşılacak bir durum yoktur. Lakin
darbeci yöntemi gören ama “yanlıştır” demekten
öteye gitmeyen eleştiriyel bir öz içermeyen, ilkeleri
unutan, kendine güvensiz, rahatına düşkün tutum
ve tarzların Marksist komünist tutumla ilgisi
yoktur. Bunlar bakar kördür. Partici geçinenler, ama
sırt üstü yatarak ortaya çıkan çok başlılığı,
dağınıklığı, partinin radikal araçlarını terk etmesini,
yozlaşmasını umursamıyorlar. Hesapçı, grupçuların
partide yarattıkları başıboşluğun anlamını düşünmüyorlar. Mücadeleyi kendi haline bırakarak,
kendiliğinden sürüklenerek Kaypakkaya güzergahında
yürünebilineceğini
sanmaktadırlar.
Tasfiyeciliği kanıksayan, laçkalığa, başıboşluğa,
ilkesizliğe sessiz kalan yaklaşımlar bu dönemde en
zararlı eğilimdir. Sınıfsal kaynağını küçük burjuvaziden alır. Bunlar için ilkelerin önemi
kalmamıştır. Bir önderlik her alanda partiyi tasfiyeye yöneltiyorsa hile, oyun, darbecilik yapıyorsa
parti içinde kalarak mücadele yürütme siyaseti
doğrumudur? Sorusunu sorma hakkımız vardır.
Eğer “3. Kongre” ve önderliği eleştirilerimizi ideolojik, siyasi, örgütsel, stratejik görüşlerimizi parti
içinde yayma yolunu kapatmamış olsaydı, parti içi
bir tartışma kanalı açmış olsaydı, bütün ısrarlı ve
tutarlı çabamıza bu yönlü cevap vermiş olsaydı, bu
gün bu satırları –halk kitlelerinin gerçeği ama
sadece gerçeği öğrenmeleri için bu satırları
yazmak zorunda kalmamış olacaktık. Çünkü o
zaman sorun parti içinde mutlak bir nihayete
vardırılacaktı. Eğer irademizin alınıp demokratik
olan hakkımız kullandırılmış olunsaydı grupçu,
tasfiyeci, hizipçi kliğin ideolojik dönüşüm saldırısına da yanıt verme hakkımızı kullanmış olacaktık.
Bütün bu engel ve hileli yaklaşımlardan dolayı, açık
ideolojik mücadele yürütmek zorunlu hale
gelmiştir.
“3. Kongre”nin tutumu ne olursa olsun, anlayışımı
hakim kılayım tutumudur. Bu tutumun partimizle
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
ne ilgisi vardır? Halkın Günlüğü Gazetesinde
kendileri dışında herkesi cahil, geri ilan eden damgalayan bu anlayışın komünist tutumla ne ilgisi
olabilir? Unutmayın “3.Kongre” ve önderliğini
dilinden anlaşıldığı gibi oportünistler örgütsel
ilkesizliklerini de en berbat lafazanca şekilde
demokrasi, adalet işleyiş sloganlarını bayraklaştırarak yapmaktadır. Bir yandan demokrasicilik narası
atıyorlar, diğer taraftan suç işler hak-hukuk tanımazlar.
Bir yandan kongreye gelemeyen üyelerin delegeliğini düşürerek salt çoğunluk oranını
aşağı çekerek istisnasız oy çokluğuyla karar yeter
sayısıyla stratejiyi değiştireceksin, diğer taraftan
demokratik haklardan ilkelerden bahsedeceksiniz.
Sizin gerçekten dürüstlüğe ihtiyacınız vardır.
Dürüstlüğünü kaybeden devrimci her şeyini
kaybetmiştir.
Bütün partililer, taraftarlarımız, ileri
sempatizanlar,
dostlarımız
“3.Kongre”
ve
oportünist temsilcilerine sormalıdırlar: Hangi
tüzük maddesine dayanarak kongreye mazeret
bildirerek gelemeyen üyelerin delegeliklerini
düşürdünüz? Bir kısım gelemeyen üyelerin delegeliğini düşürürken, neden diğerlerini düşürmediniz.? Böylesi bir ayrım yapan bir tüzük maddesi var
mıdır?! Madem gelmeyen delegelerin, delegeliğini
düşürme hakkınız var o halde neden gelmeyen
herkesin delegeliğini düşürmediniz?! Bu yaptığınız
tutarsızlık, ilkesizlik değimlidir? Evet bunları sorun
ve cevap isteyin.? Unutmuşlar, hatırlatalım: İlkesizlik teslimiyeti geliştirir. Eğer bunun farkında değillerse dönüp arkalarına bakmalıdırlar.
Tüzük bunlar için önemli değildir. Daha
önceden hesaplayıp grupçu ruhla yaklaştıkları için
asıl amaçları siyasi çizgilerini kabul ettirecek salt
çoğunluk oranını garanti altına almaktır. Yoksa
darbeci hizip ruhuyla ufukları kararmış oportünistlerin çok da umurunda değildir. Kimi üyelerin
kongreye katılıp katılmaması… Onları ilgilendiren
tek şey vardır: Öznelci düşünce ve kararlarını onaylatmaktır. Bu konuda başarılı oldular.
Çünkü yurtdışı örgütü dışında bütün örgütlü
alanlar tasfiye oldu. Hapishaneleri de zaten
12
Devrimci Halkın Günlüğü
tecrit ettiler. Bu kongre MKP’nin değil yurt dışı
örgütünün kongresidir. İzah ettiğimiz gibi delegeliklerin düşürülmesi suretiyle karar yeter sayısı
oranı düşürülmese, düşük katılımlı kongrenin karar
çıkaramayan duruma düşmesi kaçınılmazdı.
Kongrenin yöntemi karar alma anlayışı ve işleyişi
parti tüzük hükümlerine aykırıdır. “3. Kongre” nin
güvenirliğini yitirdiğini belirtiyoruz. Çünkü partiye,
halka yalan söylediler. Soruna doğru ve dürüstçe
açıklık getireceklerini beklemek saflık olur. Beklemeksizin OPK toplanarak suçlu gruptan hesap
sormalıdır. Bütün yanlarıyla açıklanmalıdır.
1999 ‘ da merkezi konferansa katılmayan
üyelerin hiçbir soruşturmaya başvurmadan
üyeliklerinin ellerinden alınmasını MKP 1. Kongresi
mahkum etmişti. Herkes ama herkes tüzüğe
uymalıdır. “3. Kongre” her şeyi kendisine uyduruyor. Menşevikler bile böyle laçka, her istediğini
yapan grup anlayışına sahip değildi.
Aylar geçmesine rağmen “3.Kongre” nin
darbeci önderliği gazete sayfalarında karşı çıkanlara hakaret etmeye devam ediyorlar. Kendi stratejisini anlatmaktan ziyade karşı çıkanlara sayıpdöküyorlar. İç sorununu halen gazete sayfalarında
tek yanlı, iki çizgi anlayışımıza aykırı şekilde sunuyorlar. Demokratik ilkeye uygun tartışma
yürütülseydi böylemi olurdu. Ne kongrede ne de
kongre sonrasında partide eylem ve irade birliğinin
olmadığını bilmek için siyaset bilimci olamaya
gerek yoktur. Halkın Günlüğünde ki yazıları
okumak yeterlidir. Bir yandan her yana dökülen bu
grupçu, hizipçi oportünizm diğer taraftan nitelik
sıçrama “Kaypakkayalaşma , 17 lerleşme”den
bahsetmektedir. Kaypakkayalaşmak için önce ilkeli
olmak gerekir.
“3. Kongre” ye düşük katılım olmuştur. Kongreye
katılması gereken üyelerin çok altında bir oranda
toplanmışsa bu durumu değerlendirmeliydi.
Kongreye katılan üyelerin onayı ile ertelenmeliydi.
Aynı zamanda parti iradesinin toplanmasını sağlayacak örgütsel çalışmayı güçlendirmek; katılanlar
arasında bir komisyon oluşturarak kongreye
katılımın neden düşük olduğunu katılmayan
üyelerin durumunun netleştirilmesini keyfiyet ve
engellemeler varsa ortaya çıkarılmasını sağlaması
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
gerekir. Bu doğru yolu izlemeyip partiyi kendinden
ibaret sanıp, küçük burjuva kibre kapılarak
“gelmeyen gelmez, kararları çıkarmak için çoğunluğa ulaşamıyorsak o zaman gelmeyen üyelerden
bir kısmının delegeliklerini düşürelim ve işin
içinden çıkalım.” anlayışında hareket eden “3.
Kongre” ilkesizliği seçmiştir. Kendisi merkezden
tasfiyeyi partiye dayatmıştır.
Açıkça belirtik belirtiyoruz: Bu darbeci,
tasfiyeci yöntemden vazgeçin. Halka ve partiye öz
eleştiri yapın. Partiye çağrı yapıyoruz. Grupçu,
klikçi, hesapçılığı komünist yaklaşım olarak sunanlardan hesap soralım. Bu her komünistin, her foksiyonerin savunması gereken yaklaşımdır. Kongre
maskesi arkasına sığınarak kendisini sunan
revizyonist, Kautskyci, Hocacı, Troçkist, burjuva
küreselleşmeci “3. Kongre”nin ideolojik, siyasi
çizgisinin MKP’yi bağlamayacağını tereddüde
düşmeden belirtiyoruz.
Her türden oportünizm hangi slogan
altında kızıl bayrak salarsa sallasın partimizi
bağlamaz. MKP’yi bağlayan çizgi ancak ilkelerine
bağlı kalınarak şekillenebilir. Parti iradesini tanıyan,
ideoloji ve çizgisi parti ile netleştiren bir kongre
ancak MKP’yi bağlayabilir. Bizler İbrahim Kaypakkaya yolunu takip ediyoruz. Süleyman Cihanların,
Kazım Çeliklerin, Cüneyt Kahramanların, Cafer
Cangözlerin, 17’ lerin yolunun, partiyi hiçe sayan
hile, oyun, hesaplarla darbeciliği komünist çizgi
olarak dayatan “3. Kongre” nin yolu ile ilgisi yoktur.
Partimizin yolu,
Kautskciliğe, Troçkizme,
Hocacılığa, 2.Enternasyonelin en berbat takipçileri
olan legalist reformculuğa, sosyal şovenizme
meydan okumadır.
“3. Kongre” 17’lerin yolundan saptı. Parti
ağır ve kapsamlı saldırılar altındayken hile, oyunlarla, ilkesizlikle karakterize olan oportünist yurt
dışı kliği partiye ideolojik dönüşüm dayatmıştır.
Partimiz gizlilik şartlarında çalışmaktadır.
Zor koşullarda mücadele eden, üyeleri katledilen,
esir alınan, ömür boyu hapise mahkum edilen bir
partiden bahsediyoruz. Elbette kongreye gidemeyen delegeler olacaktır. Bu delegelerin kongreye
katılamama gerekçeleri doğru yada yanlış,
13
Devrimci Halkın Günlüğü
ciddiyetsiz yada korkakça bulunabilinir. Ayrıca
kongreye katılamayan delegeler arasında MK’ya
üye seçilebilir. Ama kongre iradesi grupsal
anlayışın rahat, engelsiz çıkarmak için –karar yeter
sayısını düşürmek suretiyle- kongreye gelemeyen
üyelerin bir kısmının “mazereti tutarsız” deyip
delegeliklerini
düşüremez.
Tüzüğe
aykırı
anti-demokratik tutum kabul edilemez. Çünkü bu
delegelerin kongreye gelememelerinin samimi
olup-olmadıkları, gerekçelerin doğru olup-olmadığı ancak kongre sonrası yapılacak soruşturmayla netleştirile bilinir. Kongre sonrası ciddiyetle
yapılan soruşturmayla ancak sonuca gidilebilinir.
Doğrusu budur.
Kongreye katılacak delege sayısı önceden
tespit edilir. Önceden tespit edilmiş olan kongreye
katılması gereken delegelerin toplamının yarısından bir fazlasına ulaşmışsa, salt çoğunluk karar
oranına ulaştığı için kongre yapılabilir, ama gerçekten tutarlı, parti iradesini önemseyen, parti
iradesinin yarısının katılmadığı bir kongrenin
verimsiz ve gelecek açısından doğuracağı tehlikeleri ön görerek daha yüksek bir iradenin toplanması
görevini önüne koyar ve kongreyi erteler. Durumun
nedenlerini açıklığa kavuşturduktan sonra kongreye oturabilir. Ama pratik olarak partiden kopmuş
olan yurt dışı kliğinde bu tutarlılık ne gezer. Bırakın
kongreye katılımın düşüklüğünü kendisine dert
edinmeyi, katılamayan üyelerin delegeliklerini
düşürüyor. Hem de kendine göre “mazeretleri
tutarsız” diyerek… Kongreye katılamayanların
delegeliklerinin düşürülmesi apaçık darbeciliktir.
Nasıl kongreye gelemeyen delegeler arasında MK
yada genel sekreter seçilebiliyorsa, çeşitli gerekçelerle gelemeyen üyelerin delegeliklerini düşüremez. Kongre iradesi ancak ve ancak katılmama
gerekçelerini doğru, yerinde ve samimi bulmadığı,
savsaklama ve başka hesapların olabileceği sonucuna varmışsa, bu üyeler hakkında durumlarının
netleştirilmesi için bir soruşturma komisyonu kurar
ve durumlarını yine tüzüğe uygun şekilde
netleştirir. Açık ve nettir: “3. Kongre” demokrasi
bayrağını kaldırdığı oranda darbeci, sekter ve
tasfiyecidir. Lafazanlık yapılarak parti işleyiş ve
çizgisine bağlı kalınamaz.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
PARTİ İÇİ DEMOKRASİYİ ORTADAN
KALDIRMAK İKİ ÇİZGİ MÜCADELESİNİ ENGELLEMEKTİR.
Partimizin iki çizgi mücadelesine yaklaşımı
bilinmektedir. Bilmek yeterli değil onu uygulamaktır bütün mesele… “3.Kongre”nin demokrasi ilkesine bağlı kalmadığını söylemekte sonuna kadar
haklıyız. Klikçilik, gurupçuluğun gerçek niteliğini
parti karşıtlığını göstermeye devam edeceğiz.
Bizler İbrahim Kaypakkaya yoldaşın
revizyonizme karşı verdiği parti içi mücadeleyi esas
aldık. Bütün olumsuzluklarımıza rağmen bu
konuda belli bir ilerleme ve sağlam bilince sahibiz.
Kaypakkaya; parti içi ideolojik mücadelede MLM
bir çizgi izlemiştir. Revizyonist fikirlere karşı tutarlı
ve kararlı mücadele verirken TİİKP revizyonist
yöneticilerini, demokratik merkeziyetçiliği rafa
kaldırarak öne çıkan devrimci kadrolara karşı
açıktan teşhire yöneldiler. Kaypakkaya yoldaşa ise
gizli tertip (komplo)düzenlemeye koyuldular.
Marksist muhalefetin yazılarını partiden gizlediler.
Burjuva ayak oyunlarına hile ve entrikalara başvurdular. Kaypakkaya bütün olanağıyla bu oportünist
çizgiyi anlatmaya yoldaşlarını devrimci çizgide
mücadele etmeye yönelik örgütlemeye çalıştı.
Revizyonist kliğin demokratik yolları tamamen
kapatmasıyla Kaypakkaya önderliğinde MKP’nin
önceli olan TKP(ML) kurulmuştur.
Parti içi iki çizgi mücadelesini zorlamak,
sorunları devrimci yöntemlerle çözmede ısrarcı
olmak, doğru ve olması gerekendir. Fakat; Maoist
iki çizgi mücadelesi ancak ve ancak parti tüzüğü
işletilirse sürdürülebilinir. Aksi takdirde birey veya
bir grubun arzusuyla, ısrarıyla olamaz. Bilindiği gibi
Kaypakkaya’nın ısrarlı iki çizgi mücadelesi komplocu, burjuva hile ve entrikalara başvuran TİİKP
revizyonistleri
tarafından
engellenmişti.
Oportünizme karşı açıktan kızıl bayrak açmak bu
durumda komünistlerin görevidir. Kaypakkaya hiç
tereddüt etmedi. Sorun ilkeseldir ve komünistler
ilkelerden asla taviz vermez.
İki çizgi mücadelesinde benimsediğimiz
Marksist, Leninist, Maoist ilkeli anlayışa rağmen,
14
Devrimci Halkın Günlüğü
partimizde türeyen küçük burjuva oportünizmi şu
yada bu şekilde iki çizgi mücadelesi anlayışımızı
yozlaştırdı. Düşünün kendi öznelci fikirlerini örgüte
dayatan Koordinasyon Komitesi ( 1976), yada yurt
dışı hizbi (1979 ile 1981 arasında )’nin Kaypakkayacı partinin iki çizgi mücadelesi anlayışıyla ne ilgisi
vardır.? Bu gün her satırından oportünizm akan
“3.Kongre”nin de partimizin iki çizgi anlayışıyla
ilgisi yoktur.
Küçük burjuva anlayış öznelcidir. Gerçek
olguların yerine kendi düşüncesini koyan bu
anlayışın örgütsel ilkelere bağlı kalacağını beklemek hayalciliktir. Çünkü oportünizm ilkesiz ve
tutarsızdır. Yaşayış biçimine bağlı olarak düşünce
yönteminde tek yanlıdır. “3. Kongre”nin klikçi
önderleri dünyayı tek yanlı değerlendiriyorlar.
Düne kadar sol sloganlar atarken, fazla zaman
geçmeden sağ yatmaları bundandır. Örgütü
önemsememeleri devrime olan inançlarındaki
kırılmanın ifadesidir. Aksi takdirde partinin tam
iradesine başvurmadan ideolojik, siyasi, örgütsel
çizgide nasıl değişikliliğe gidebilir. Nasıl bu ilkesizliğe karşı çıkıp haklarını savunan ve yanıt bekleyen
üyelerine cevap verme, sorunu açıklama ciddiyetini göstermez! Maonun ifadesiyle bu “kumar
oportünizmi”dir. Küçük burjuva ruh halinin,
istikrarsız iktisadi yaşamın ideolojik ve pratik
yansımasıdır.
Halkın Günlüğü Gazetesinde yoldaşlarını
küçümseyen bu kibirli, çok bilmiş, kendine güvensiz ama kendine çok güvendiğini yansıtan, örgütsel
tutumda anti-demokratik ve sekter, toparlayıcı
değil tasfiyecilerin hangi biçim altında kendini
gösterirse göstersin küçük burjuva karakteristiğiyle
gayri Marksist öz içermektedir.
Tarihimizi, bilinç ve deneyimlerimizi hiçe
sayan anlayış Kaypakkaya güzergahını temsil
edemez. Bir parti sadece lafızda Marksist ilkeleri
tekrar etmekle sonuç elde edemez. Tarihimizde
ideolojik, siyasi çizgi olarak ayrı fikirlere sahip
olmamalarına rağmen parti merkez organının
demokratik ilkeyi işlem dışı bırakmasından kaynaklı ayrılıklar, kopmalar ortaya çıkmıştır. Yönetici
organ her zaman doğru yapar diye bir şey yoktur.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Koordinasyon Komitesi Partinin yönetici organıydı.
Ama kendisi parti karşıtı hizip ve oportünist
merkez haline gelmiş ve parti ile alakası
kalmamıştı. Keza birçok parçalanmada parti önderliğinde ortaya çıkan savrulma, örgütsel
oportünizmi nasıl bir kenara atabiliriz. Örneğin
1.MK işleyişe bağlı kalmamış, örgütsel sekterizme
düştüğü için MKP 1. Kongresinde (muhasebe
belgesinde) mahkum edilmiştir. 1. MK yetkisi
olmamasına rağmen 1. Konferans kararlarını ve
anlayışını çiğnediği için mahkum edilmemiş miydi?
“1.MK(…) daha ilk toplantıda yetkisi
olmadığı halde darbeci bir şekilde konferansın
kararını değiştirmekle örgütsel ilkeyi ayaklar altına
almıştır. Bu açık bir disiplinsizliktir. 1. MK daha ilk
toplantısında yetkisi olmadan konferansın düşünce
ve kararlarını bir kalem darbesiyle değiştirdi,
dolayısıyla usulsüzlük yaptı. 1.MK’nın bu usulsüzlüğü 2. Konferansımızda mahkum edildi.” ( 1.
Kongre Muhasebe Belgesi)
Dün mahkum ettiğini bu gün tekrar edenlere kim neden güvenecek! Şimdi “3. Kongre”nin
önderliğini yapanlar 1. ve 2. Kongrenin karar ve
anlayışını yetkileri olmamasına rağmen 2011’de
değiştirmediler mi.? Bu ilkesizliği ortaya koyan
eleştirileri ise partiden gizlemediler mi.? Bütün
bunlar nasıl inkar edilecek?! Partimizin bu
sahtekârlığı öğrenme hakkı vardır ve öğrenecektir.
“3. Kongre” parti deneyimlerini hiç hatırlamak istememiştir. Partinin tam iradesi alınmadan
kongrenin yapılmayacağını, bunun ilke olduğunu
bilmiyor olamazlar! Geriye tek şey kalıyor, ilkeleri
uygulamamak! Sanki yığınla ilkesizlik, hatalar parti
tarihimizde mahkum edilmemiş gibi yeni ilkesizliklere imza atmanın neyi savunulabilinir. Parti
tarihimizin de gösterdiği gibi nesnel şartları öznelci, idealist düşünce yöntemiyle analiz edenler
örgütsel çizgide sekter olmuştur. 1.MK Konferans
karar anlayışını darbeci bir şekilde çiğnemekle
kalmamış, buna karşı duranlara karşı yıkıcı, sekter
tutum takınmıştır. Bu gün her şeyden önce parti içi
demokrasiyi geliştirme ihtiyacımız vardır. Parti
içinde fikir özgürlüğü olamadan gelişme olmaz.
Mahkum ettiğimiz pratikleri asla tekrar etmeyelim.
15
Devrimci Halkın Günlüğü
“1.MK’nın örgütsel sekterizmi kendisini
daha çok şu noktalarda göstermekteydi. En önemlisi parti Konferansının politik, taktik kararlarını
değiştirerek partiyi sınıf mücadelesinden koparması iken, diğerleri ise aşağıdan gelen eleştirileri
bastırmak yöntemiydi. “ (1.Kongre Muhasebe
Belgesi)
2. Kongrenin görev verdiği MK ile “3.Kongre” ve görev alan önderliği tamda 1.MK’nın
özetlediğimiz çizgisinin en tasfiyeci tekrarıdır.
Çünkü en başta parti içi demokrasiyi yok etmişlerdir. Bir karşılaştırma yapma derdinde değiliz.
Sadece 1. MK’nın mahkum edilen yanlışlarını hatırlatıyoruz. Çünkü “3.Kongre” ve önderliği
verdiğimiz örneği kat kat aşan düzeyde parti
anlayış ve örgütsel ilkelerinden uzaklaşmıştır.
2.Kongrede görevlendirilen MK ve “3.Kongre” darbecidir. Çünkü ilkeleri çiğnemişlerdir.
2.Kongrenin görev verdiği MK 1. ve 2. Kongrenin
karar ve anlayışına bağlı kalmamıştır. Bu ilkesizlik
açık olmasına rağmen “3. Kongre” bunu mahkum
etmemiş bilakis 2011!de darbeci tarzda ilan ettiği
çizgiyi kongrede resmileştirmiştir. Sınıf teorisin de
yansıttığı gibi.
“3. Kongre” parti içi demokrasi ilkesinden
uzaklaşmıştır. Sağ pasifist, tasfiyeci, klikçi ve darbeci MK ya yapılan eleştirilerin partiden gizlendiği
apaçık olmasına rağmen “3. Kongre” de tartışılmamış üstü örtülmüştür. Bu mudur parti demokrasisi? Her halde kalkıp halk kitlelerine “eleştiriler
partiden gizlenmemiştir.” diyemeyeceksiniz.
MK kongre kararlarını değiştiremez.
“3.Kongre” de MK ya hesap sorulmalıydı.! MK’nın
nasıl olurda kongre karar ve anlayışını değiştirmesiyle yarattıkları ideolojik kaosun sonuçları açıklanmalı ve mahkum edilmeliydi. Peki ne oldu? “3.Kongre” suç işleyen MK ya dair tek değerlendirme bile
yapmadı. Kendi kendilerini mahkum edecek
değillerdi. Dün olduğu gibi bu günde yineliyoruz
böylesi durumlarda her komünistin görevi parti
ilkelerini korumak, darbeci tutuma karşı mücadele
etmektir. Aksi taktirde “ MLM örgüt ilkelerinin
ayaklar altına alındığı yerde o örgüt eğer zamanında bu yanlışını düzeltmez ve hata yapan organ ve
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
komitelerinin üzerine gidip hatalarını düzeltmezse,
bu çizgi süreç içerisinde hem partiyi genel çizgisinden uzaklaştırır hem de örgütsel kaos yaratarak
yeni başarısızlık ve hatta yenilgi ve ayrılıklara kadar
götürür.” ( 1.Kongre Muhasebe Belgeleri).
Bilindiği gibi 1.Konferansta 1. MK ya hakim
olan gelişerek dışa vuran yurt dışı hizbi ( Bolşevik
partizan) karakteristik örgütsel çizgisi kendiliğindenci, sağ pasifist, grupçu MK’ ya karşı yapılan
eleştirileri bastıran ve yazılanları partiden gizlemek
şeklindeydi. Bunun yanında ideolojik kaos ve
örgütsel sorunlara neden olan önemli öne çıkan
özelliği 1. MK’nın Konferansın belirlediği anlayış ve
tespitleri
değiştirmiş
olmasıydı.
Örgüte
danışmadan, tartıştırmadan kendi başına grup
ruhuyla değişikliliğe gidilmiştir. Ne oldu?... 1.
Konferansta mayalanan tasfiyeci, oportünist ilkesiz
çizgi revizyonist yurt dışı hizbi olarak mahkum
edildi.
1.MK’nın örgütsel ilkesizliğini alın ve “3.
Kongre”nin örgütsel çizgisiyle hatta “3 Kongre” ye
varmadan 2. Kongrenin görevlendirdiği MK’nın
çizgisiyle karşılaştırın. Somutlaşan oportünizmin
derinliğini görmek zor değildir. Parti bir kliğe, grup
yada bir avuç kadronun her istediğini yapabileceği
bir mekanizma değildir. Partinin en büyük irade
olduğunu kavramayan kibirli, disiplinsiz proleter
demokrasi anlayışından yoksun olan küçük burjuva
devrimciliğinin tutumu daima partiyi parçalamaya
götürmüştür. Partiden onay almadan ideolojik,
siyasi, örgütsel değişimlere gitmek partide kaos
yaratır. Böylesi bir tutum merkezi önderlik tarafından geliştirilmiş yıkıcı bir tasfiyedir.
Partimizde mahkum edilen anti-demokratik darbeci tarzı ve tutumların dökümünü yapmak
istemiyoruz. Fakat 1. MK’nın Konferans kararlarını
çiğnemesi, 2. MK’nın aynı çizgiden kopmaması
örgütü hiçe sayan tutumların yarattığı kaos
parçalanmalardan ders çıkartılmamıştır. “3.Kongre” de darbecilikle lekelendi! Partide iç demokrasiyi öldüren darbeciliğe yer yoktur.
1982’de güçlendirme konferansında MK ya
seçilecekleri bölgeler düzeyinde üyelerin seçimleriyle belirlenmek yerine MK kendisi atamalar
16
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
yapmıştı. Yani MK kendi tercihi doğrultusunda düşünüldüğünde parti tarihinin en şiddetli kriziyle
seçilmesi gerekenleri belirlemişti. Bu ve benzer karşı karşıyayız. Bu mücadele komünist çizgi ile sağ
tüzüğü ihlal eden demokratik olmayan yöntemler oportünizm arasındaki mücadeledir.
partiye zarar verdi. Güçlendirme yerine zarar verdi.
Tarihimizden öğrenelim ve hatırlayalım:
Şimdi bizler “3. Kongre” ye neden ilkelere Partiyi dikkate almayan önderlikler yozlaşarak
–tüzüğe- uymadın? Parti kural ve işleyişine uygun devrim amacından koptular. Parti başına seçtiği
hareket etmedin, bunun hesabını ver dediğimiz MK ya “ oyun ve hile yap” demiyor. “Karar ve
için kitlelere kadar bizi hizipçi, bozguncu göster- anlayışıma uygun önderlik et” diyor. Grupçu, kibirmeye koyuldular. Ama resmi olarak şimdiye bir tek li, klikçi MK ise hizip ruhuyla partiye hesap vermiycevap vermeyi bir türlü başaramadılar…! İşte or. Neler çevirdiklerini ancak “3. Kongre” ile öğrentasfiyeciliğin tarzı budur!
ebildik. Oysa demokratik bir hak olarak bu “yeni”
oportünist teorilerden çok önceden haberimiz
2.Kongre sonrası MK ile “3. Kongre” ve olması gerekirdi. Ama bizlerde halkımızla birlikte
önderliği tıpkı 1. ve 2. MK gibi tüzüğe bağlı gazete sayfalarında açıklanınca öğrendik. Bunda
kalmadıkları için klikçi, dağıtıcı, grupçu ve tasfiyeci bir komünist parti ciddiyeti görüyor musunuz?! Bu
ortak özellikler taşımaktadırlar. “Küresel kapital- ilkesizliği, ciddiyetsizliği, laçkalığı reddettik… Çünkü
izm, emperyalizm” bakış açısını benimseyince parti anlayışı bunu emrediyor. İlkelerden kopanlar
demek ki örgütsel ilkelerde alt-üst oluyor! Oysa teslimiyeti geliştiriyor.
parti bütün anti-demokratik tarzları mahkum
etmiştir. 2. Kongre sonrası MK ve “3.Kongre”nin
“3.Kongre” anın ihtiyaçlarına cevap verme
çizgisi ve örgütsel bakış açısıda şimdiden mahkum niteliği taşısaydı tarihimizde var olan hataları
olmuştur. 2. Kongre önderliği kendiliğindenci, tekrar etmezdi. 1. Konferansta partinin önderliğine
pasifist, grupçu, sağ tasfiyeciliği, darbeci tarzla gelen 1. MK içinde ideolojik sapmasının yanında
bütünleştirdi. Bunu da meşru ve devrimci çizgi tüzüğe bağlı kalmayan eğilim yurt dışı hizbi olarak
olarak gösterdi. Oysa pratikte partinin bütün savrulup gitti. 2.MK’nın tüzüğü çiğneyen tutumu
örgütlü alanlarını tasfiye ettiler. Bu derece partiyi güçlendirmedi. 1983’te ikinci örgütsel yenilmaharetli olduklarını da (!) unutmamak gerekir.
giye götürdü. Keza 1986 -87 ve 1992-94 de partinin
yaşadığı ayrılık ve birliklerde parti tüzüğüne bağlı
Sürekli olağan üstü koşullardan bahsettil- kalmamanın sonuçları ağır oldu. Komünist örgütün
er. 17’lerle aldığımız darbenin arkasına sığındılar. ilkelerinden sapmak kaçınılmaz olarak yozlaşma ve
Darbeci, klikçi hareket tarzlarına olağan üstü zor çürüme yaratır.
koşullarla benimsetmeye kalktılar. Oysa hiçbir
olağan üstü dönem ilkelerden vazgeçmeyi gerekDemek ki sadece lafızda Marksist ideolojiyi
tirmez. Hiç kimseye parti tüzüğünü çiğneme hakkı savunmak yeterli değildir. Parti tüzüğüne bağlı
vermez. Parti tüzüğünü MK da dahil hiçbir organ ve kalmakta zorunludur. Sadece önderliğin ilkelere
üye çiğneyemez. Tüzük dışı çözüm yöntemlerine bağlı kalması da değil, bütün parti organlarının,
başvurulduğu zaman parçalanma, zayıflama ve üyelerinin örgüt tüzüğüne uymamalarını neden
yozlaşma oldu. Yenilgi ve teslimiyet gelişti. Kongre- hayati önemde olduğunu anlatması ve partiyi
Konferans kararlarının MK tarafından değiştirilme- eğitmesi önderliğin görevidir. Fakat bu önderlik
si partide kaos ve kargaşaya neden oldu. 2.Kon- kendisi birinci derece tüzüğü ihlal eden konumgrenin önderliği kendiliğindenci, klikçi, pasifist sağ dayken örgütü nasıl eğitebilir! Kendisi tasfiyeci bir
tasfiyeci MK’sı kongre kararlarını tüzüğe aykırı merkez haline gelmiştir. Bu nedenle MK ya olan
olarak değiştirmemiş olsaydı, “3. Kongre”yi parti- güven zedelenmiştir. Çünkü 2. Kongre sonrası MK,
nin tam iradesine başvurmadan gerçekleştirme kongre kararları tersine kendi fikirlerini merkezi
yoluna başvurmamış olsaydı, bu gün içinde bulun- yayınlar üzerinden benimsetme uğraşını pervasızduğumuz parti krizi olamayacaktı. Üstelik ca arttırdıkça örgüt ile kendi arasında ki mesafenin
gerçekleşen ideolojik dönüşümde kat ettikleri yol
açıldığını görmek bile istememiştir.
17
Devrimci Halkın Günlüğü
Parti kendi haline bırakılmıştır. Alanlar kendi
kavrayış düzeylerine göre parti çizgisinde mücadeleyi geliştirmeye gayret etseler de bu yeterli
olamamıştır. Partideki çok başlılık, grupçuluk alıp
başını gitmiştir. Çünkü MK görevini yapmamıştır.
Tüzüğü çiğnemiştir. Sağ tasfiyeci çizgisiyle bizzat
örgütü dağıtan biricik merkez olmuştur. Aynı
zeminde boylanan “3.Kongre” fiili olarak partiden
koptuğunun farkına bile varamamıştır. Çünkü 2.
Kongre MK’sının darbeci çizgisini olduğu gibi sahiplenmiş kendi suçunu daha büyük utanç verici bir
pervasızlıkla “3.Kongre” de resmileştirmiştir.
Demek ki parti tüzüğü iç demokrasiyi
garanti altına alıyor. İç demokrasi yoksa parti nasıl
gelişebilir?
Yapılması gereken şuydu; tüzüğe uygun
olarak demokratik hak gereği yapılacak değişiklikleri bütün alanlarda tartışmak, parti iradesini
tam yansıtmaktı. 2012 Kasımında alınan darbeden
sonra fırsatçı, grupçu davranıp kendi anlayışını
parmak hesabıyla kabul ettirmek uğraşına girmek
yerine, partinin toparlanması için en geniş çerçevede temel sorunlarda ciddi tartışmalar yürütmek,
en demokratik zeminde partiyi kongreye hazırlamak gerekirdi. MK tartışmasız olarak 16 Kasım
teslimiyeti ve toplu istifalardan birinci dereceden
sorumludur. Halen bir şey olmamış gibi davranmaktadırlar. Yazdıklarına değerlendirme bile
denilemez. Hesap verme diye bir yaklaşımları
yoktur. “3.Kongre” ye proleter demokrasi değil
yurt dışı kliğinin matematiksel parmak demokrasisi
damgasını vurmuştur. Buna rağmen demokrasi
nutukları atılmaktadır. Oysa önce partimizin
demokrasi anlayışına bağlı kalmayı öğrenmeleri
gerekmektedir. Önce yoldaşlarının haklarını korumak gerektiğini öğrenmeleri gerekiyor.
İki çizgi mücadelesinden uzun uzun dem
vuruluyor. Sormazlar mı size o halde MK ya yapılan
eleştirileri neden partiden gizlediniz. Neden ideolojik, siyasi, politik olarak sistemleşmiş fikirleri
içeren çalışmaları partiden gizlediniz. Partiden
gizlenen, kongreye taşınmayan engellenen fikirleri
halka açıklayacağız. Böylece ideolojik mücadelenin
ürkütücü, yıkıcı olmadığını bir kez daha hatırlatmış
olacağız.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
MK iki çizgi mücadelesinin devrimci
yöntemle ele alınması ve partimizi güçlendirecek
öze kavuşması için görevini yapmamıştır. Bırakalım
görevini yapmayı demokratik hakkı engelleyerek
ideolojik mücadelenin önünü tıkamıştır. 2.
Kongrenin görevlendirdiği MK’nın kurallara
uymama, eleştiriyi bastırma yada partililerin
kongreye taşınması gereken görüşlerini engelleme
yetkisi yoktur. Örgütsel çizgide bütün bunları
yapanlar “3. Kongre” de Marksizme “katkı” yapan
ustalar olarak karşımıza çıktılar.
“ Kongre tartışmaları sürecinde herkesin
kendi görüşlerini ( isterse program temelinde)
açıktan ortaya koyması her partilinin görevidir.
Dolayısıyla bu görüşlerin ortaya konulmasını kimse
engelleyemez. Bu Marksist örgütlenmenin temel
ilkelerinden birisidir.” ( Sınıf Teorisi 2003 Sayı:4
Ekim –Kasım sayfa: 75).
Soruyoruz: Partiye taşınması ve kongrede
değerlendirmesi için hazırlanmış çalışmaları
partiden neden gizlediniz?. Sistemleşmiş fikirlere
neden yok hükmünde yaklaştınız? MK’ ya yapılan
eleştiriler neden değerlendirilmesi? Neden sadece
grupsal, oportünist fikirlerinizi önce partiyle
paylaşıp netleştirmeyi değil de özel mülkünüz
haline getirdiğiniz parti yazınında partinin resmi
görüşüymüş gibi propaganda ettiniz? Bu tarzın
Maoist örgütlenme anlayışıyla bir ilgisi yoktur.
Partiye sunulması için yapılan çalışmaların
doğru yada yanlışlığını tartışmıyoruz. Doğru yada
yanlışlığına parti karar verecektir. Bu ideolojik
mücadeledir. Demokratik hakkın kullanılmasında
yaratılan engellerin partiyi ölüme sürüklediğini
belirtiyoruz. Çünkü bütün ideolojik, siyasi eğilimler
ancak ve ancak partide disiplin içinde
tartışılabilinirse, demokratik merkeziyetçilik ilkesi
işlevleşmiş olur. Yoksa demokrasiden yoksun bir
klikçi merkez meydana gelmiş olur. Ancak bu yolla
parti devrim yolunda komünist fikirlerle eğitilebilinir. Ancak bu yolla oportünizme, öznelciliğe,
sekterizme, kendiliğindenciliğe, pasifizme karşı
mücadele edilebilinir.
Hesapçı, dürüstçe olmayan yöntemlere
itibar edilemez. Kaypakkayacı partiye bu çürümüş
18
Devrimci Halkın Günlüğü
tarzları demagojilerle dayatmazsınız. Parmak
hesaplarıyla, oyunlarla ortaya çıkmış stratejilerin
geleceği yoktur. Masa başında kusursuz demokratik bir toplum projesi kurgulamayı değil, önce
partide proleter iç demokrasiyi sağlamanız gerekiyor. MK ne yaptı? Eleştirileri, yapılan çalışmaları
–fikirleri-engelledi. Oyun ve hilelere başvurdu.
Oysa “herkesin kendi görüşlerini disiplin
çerçevesinde ortaya koyması en dürüst ve devrimci tavırdır. Tehlikeli olan gizli kapaklı dahası disiplin
dışı hareket etmektir. Bu ilke MKP’nin tüzüğünde
mevcuttur.(Sınıf Teorisi Sayı:4 say:75 2003).
Apaçıktır ki MK ve “3. Kongre” disiplin dışı
davranmışlardır. Son derece hesaplı ve tehlikeli bir
tarz ve yöntemle oportünizmi hakim hale
getirmişlerdir. Örgütsel olarak suç işlemişlerdir.
İdeolojik olarak “3. Kongre”nin sağ oportünizme
savrulduğuna değindik. “3.Kongre” meşru değildir
ve MKP’yi temsil edemez. Çünkü darbecilikle
kendisini meşrulaştırmaya çalışsa da bu
olanaksızdır. “3. Kongre” sistemleşmiş bir çizginin
sadece resmi ilanıdır. Birden bire doğmadı.
İçimizde bizi çürüten virüs aşama aşama gelişti ve
nihayete erdi. Özü oportünist olduğuna göre MLM
olarak değerlendirilemez. Marksizmden sapmıştır.
Tamda tanımladığımız çizgiye evirildikleri
için partide iki çizgi mücadelesini sonlandırdılar.
Lafızda ise demokrasi nutukları atmaktadırlar.
Oysa demokrasi ilkesi yoksa iki çizgi mücadelesi
yürütülemez. Partide klikçi-grupçu, tekçi fikirleri
hâkim hale getirmeye çalıştıkça partiyi tasfiye
ettiler, kolkola yurt dışı kliği olarak kaldılar ve
keskin sloganlarla yüksek perdeden Marksizm
adına savurmaya devam ediyorlar. Bu parti burjuva
küreselleşmeci, Troçkist, Kautskyci, Hocacı
bulamacından yoğrulan fikirleri çok iyi bilir.
İç Demokrasi Yoksa Hesap Sormak
Olanaksızdır. Canlı Fikir Mücadelesi Şartları Yoksa Oportünizmle Mücadele Edilemez!
İki çizgi mücadelesinin parti için önemi
teorik ve ilkesel olarak tanımlanmıştır.Uygulayacak
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
olan kadrolardır. Bütün açıklık ve netlikle belirtmeliyiz ki 2. Kongrenin görevlendirdiği MK darbeciliği çizgi haline getirmiştir. Merkeziyetçiliğin
demokrasi yanını rafa kaldırmıştır. Parti öznelci,
oportünist fikirlerin prangasına bağlandı. Bu klikçi,
grupçu, bölücü ”önder”lerin merkeziyetçiliği
bildiğini oku merkeziyetçiliğidir. Bu pervasızlığın
son bulması için çaba gösteren yoldaşların eleştiri
ve fikirleri partiden gizlendi. Şayet eleştirilerin önü
engellenmeseydi, fikir mücadelesi yok edilmeseydi
( engelleme anlamında kullanıyoruz-yoksa fikir
mücadelesini durdurmak olanaksızdır-) MK bu
derece pervasız davranamazdı. Çünkü MK’nın
partinin üstünde olmadığını hatırlatmış olurduk.
Sormak gerekmiyor mu (?) hangi hesap ve
yaklaşımla gerilla alanını yalnız bıraktınız?! Tasfiye
olmasını hesapladığınız için mi? Bu teslimiyet genç
deneyimsiz savaşçıların mıdır, yoksa gerillasını
yalnız başına bırakan MK’sının mıdır?! Bu teslimiyet sağ tasfiyeci MK’nındır. Ne yazık ki hesabı
verilmemiştir. Büyük bir lütufta bulunarak “3.
Kongre” de gerilla alanını yalnız bıraktıklarını kabul
etmişler. Peki bu suçu işleyen kadrolar –MK ya ne
oldu. Bu yoldaşlar kongreye oturunca bir önceki
özelliklerinin yok olduğunu mu sanıyorlar. “3.
Kongre” ile temize mi çıktınız?! Madem gerilla
alanını yalnız bıraktığınızı kabul ediyorsunuz, o
halde nedenlerini açıklayacaksınız. Bunu yapan
önderliğe karşı kongrenin tutumunu açıklayacaksınız? Ama nerede? Çünkü ne hesap sorma
nede ders çıkarma derdi vardır. Suçlar meşrulaştırılmıştır. Önce gerilla bölgesini neden kendi
başına bıraktığınızın hesabını vereceksiniz.
Kendiliğindenci, pasifist, sağa yatan, sürüklenen,
karamsar, takatsiz çizginin hangi ideolojik zeminden beslendiğini açıklayacaksınız ki ne kadar tutarlı
olduğunuzu halkımız görsün. Her politik çizgi bir
ideolojiye dayanır. Sürdürdüğünüz çizgi teslimiyeti
geliştirdi. Siz güçlenmeyi değil, teslimiyet ve
çözülmeyi temsil ediyorsunuz. Sağ tasfiyeci
nitelikle çizginin önderleri olduğunuz apaçıktır. O
halde aynı yerde duran sizler nasıl oluyor da “3.
Kongre “ ile Marksist önderler haline geldiniz.?!
“3.Kongre” belgenizle anlaşıldığı üzere partiyi
dağıtan, bölen, gruplaştıran pratiğinizin tek bir
hesabını vermiş değilsiniz. Unutmamalı ki teslimiyetin, bozgunculuğun, grupçuluğun, kendiliğindenci, pasifist, küçük burjuva kafalar“3. Kongre” ile
19
Devrimci Halkın Günlüğü
komünist önderlere dönüşmezler. Eğer gerçekten
ciddi ve samimi hesap verme dürüstlüğünü
göstere bilseler hiçbirinin merkezi önderlikte yer
almayı hak etmediği anlaşılmış olacaktır. Parti
tüzüğü boşuna yönetici organların partiye düzenli
olarak hesap vermesi gerekir dememiştir. Bu
tasfiyeci eğilim partiye açık olmadı, kapalı
davrandılar grupçu anlayışı körüklediler. Oysa tek
devrimci yöntem şudur: Bütün burjuva eğilimlerin
raporlaştırılarak partiye sunulmasıydı. MK çizgine
yapılan eleştirilerin partiden gizlenmemesi.
MK’nın hatalı oportünist çizgisinden vazgeçmesi,
şayet vazgeçmiyorsa partiden proleter tokadı
yemeliydi ve gerekli düzenleme yapılmalıydı.
Çünkü 2.kongrenin MK’sı başarısız ve suçludur.
Parti içi demokrasiyi kaldıran, merkeziyetçiliği
kendi grupsal tasfiyeci anlayışı için kullanan çizgi
“3.Kongre” ile sağ tasfiyeciliğe evrildi ve Kaypakkaya güzergahından saptı.
AÇIK
İDEOLOJİK
MÜCADELE
YÜRÜTMEK DEVRİM AMACINA
BAĞLI KALMANIN ISRARIDIR!
Yoldaşlar;
MKP’nin örgütlenme ilkelerini açıkladık.
Bütün açık ve net kurallara rağmen bölücü,
bozguncu, darbeci, tasfiyeci bir önderlik türeyip
oyun-hilelerle parti krizi çıkarır, oportünizmi hakim
hale getirirse ne yapılmalıdır? Bu hayati derecede
önemli bir sorudur?
Komünistler ayrılıklara, parçalanmalara
karşıdır. Fakat komünistlerin ilkelerden vazgeçerek
oportünizmle birlik siyaseti yoktur. Çünkü politikada uzlaşmak, tavizler vermek olsa da ilkelerde taviz
verilmez. Bu anlamıyla burjuva globalist –küreselleşmeci
kapitalizm
değerlendirmeleriyle,
Kautskyi
dirilten,
politik
siyasi
çizgide,
Hocacı-Troçkist kırması oportünizmi bayraklaştıran
“3.Kongre” çizgisine birlik adına seyirci kalmak
suçtur. Marksistlerin böyle bir örgütsel anlayışı
yoktur, olamazda. Hiç kimse bizi partiyi bölmekle
suçlayamaz. Çünkü bizler partinin bize tanıdığı,
hepimizin gönüllü olarak kabul ettiği onayladığımız
ilkelerini savunuyor ve onlara göre mücadele
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
ediyoruz. Bölücü, bozguncu, hizipçi ve tasfiyeci
olan 2. Kongrenin MK sı ve “3.Kongre”dir. 2.Kongrenin MK içinde kümelenen en tasfiyeci ve sağ
eğilimin bu gün somutlandığı merkez “3.
Kongre”dir. Bu bir eğilim bir çizgidir. Böyle bakıldıktan sonra tek tek bireylerle uğraşmadığımız
kendiliğinden anlaşılır.
•
Birincisi: Demokratik merkeziyetçilik ilkesi
çiğnendiği ve partinin tam iradesine başvurulmadan gerçekleşen “3. Kongre”nin meşru
olmadığını açıkladık.
•
İkincisi: Uluslar arası akım olan
oportünizmin bir parçası “3. Kongre” MLM ideolojisini tahrif etmiş ve partimizin anlayış ve çizgisinden sapmış olduğunu açıkladık. 42 yıldır ideolojik
mücadele ettiğimiz Kauskyci, Hocacı, Troçkist,
burjuva küreselleşmeci 2. Enternasyonel akımların
hamurundan yoğrulan ideolojiyi bayraklaştıranlarla aramızda keskin ve kalın çizgi vardır. “3. Kongre”
bir çırpıda parti tarihini bir kenara atmıştır.
Böylesi bir durumda gelişmeler karşısında
devrimci tutum ne olmalıdır? Kaypakkaya yoldaşın
TİİKP oportünizmine karşı verdiği mücadeleyi
anlattık geçmiş sayfalarda. Kaypakkaya açıktan
bayrak açıp 1972 de partimizin kuruluşuna önderlik edene kadar aktif ideolojik mücadele yürütmüştür. Olanakları ölçüsünde yoldaşlarını
oportünizmin etkisinden kurtarmaya çalışmıştır.
Bu karşı devrimci kontra oldukları apaçık anlaşılan
unsurlar “Perinçek ve tayfası” o dönem Kaypakkaya ya karşı gizli tertiplere başvurmuşlardı. Kaypakkayayı durduramadılar. Hile, oyun, burjuva entrikalar aşıldı ve partimizin bayrağı bedellerle göndere çekildi.
Bizler ideolojik mücadeleyi sürdürdük,
sürdürüyoruz. Bilgimiz dışında gerçekleşen “3.
Kongre” değişimini çok geçmeden öğrendik. Henüz
kitlelere açıklama yapılmadan muhataplarından
demokratik merkeziyetçilik ilkesini çiğneyen bu
duruma açıklık getirilmesi istendi. Fakat aylar
geçmesine rağmen ilgili parti organından hiçbir
talebe cevap verilmemiştir. Halen de tek bir açıklama yapılmış değildir.
20
Devrimci Halkın Günlüğü
Düşünün ki örgütlü olan, iradeleri çiğnenen alanlar ısrarla meseleye cevaplar bekliyor ama
hiçbir şey yok muş gibi cevap verilmiyor. Bu Maoist
partinin örgütsel çalışma yöntemine uymaz. Ahlaki
ve dürüstçe değildir.
Darbeci anlayış sahiplerine beslendikleri
küçük burjuva sınıfsal temel üzerinde boylanan ve
yapılan örgütsel ilkesizlikler iletilmiştir. Açık ve
dürüstçe tüzüğe uygun gerçekleşmediği için
“3.Kongre”nin meşru olmadığı kendilerine belirtilmiştir. Sorununun giderilmesi için parti göreve
çağrılmıştır. Bölücü, darbeci, hizipçi, tasfiyeci
klikten hesap sorulması için partinin tam iradesinin
yansıyacağı OPK’nın geciktirilmeden örgütlenmesi
perspektifi sunulmuştur. Sorunun çözümü için
demokratik kanalların açık olması zorunluluğu ve
önemi ısrarla hatırlatılmıştır. Bu onur kırıcı gelişmeler gerekçe gösterilerek partinin terk edilemeyeceği fikri savunulmuştur. Ama esasta yurt dışı
kliğinin damgasını vurduğu oportünist gurupçu
azınlığa, partiyi temsil etmedikleri açık ve dürüstçe
belirtilmiştir. Bütün bunların yanında soruna
çözüm beklenildiğini ifade edenlere yaman
örgütçüler bunca zamandır tek bir yanıt
vermemişlerdir. Üstelik soruna çözüm getirilmediği
ve yanıt vermemeleri halinde, hukuksuzluk giderilmediği için devrimci bir çaba ve ısrar ortaya konulmaması halinde, halk kitlelerine açıklama yapma
hakkımızın kullanılacağı kendilerine açıkça ifade
edilmesine rağmen…
“3. Kongre”yi temsil eden, başını yurt dışı
kliğinin çektiği bölücü, grupçu, darbeciler ne
yaptı? Uzun zamandır alışa geldikleri yöntemlerini
devreye soktular. Üsten aşağıya örgüt içinde
dedikodu yoluna başvurdular. Örgütsel sorunu
bireyselleştirdiler. Yalana başvurdular. Kimi
yoldaşları hedef haline getirdiler. Kendi önünde
engel olarak gördüklerini sudan bahanelerle ve
işleyişe aykırı olarak üyeliklerini düşürdüler. Haklı
ve meşru talebini ısrarla savunanları hata yapmaya
zorladılar. Partiyi terk etmeleri için çabaladılar.
Çünkü “ uyan uyar, uymayan gider” anlayışıyla
hareket ettikleri açıktır. Gazete sayfalarında karşı
çıkan yoldaşlarına başka partiye gitmeleri şeklinde
yol gösterdiler. Kimin neden, hangi gerekçelerle,
karşı çıktığına değinmeden pervasız ve saygısızca
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
karşı çıkanları bütün geri ve olumsuz sıfatlarla
tanımladılar. Böylece bir yandan parti içi iki çizgi
mücadelesinin disiplin içinde verdiği –verileceği
demokrasi kanalını kapattılar- diğer taraftan gazete
üzerinden partinin örgütlü gücünü, kitlesini
etkileme ve devrimci muhalefete karşı ön yargı
oluşturma taktiğine başvurdular. Kongre açıklamalarına başlamadan evvel –karşı çıkabilecekleri
hesapladıkları için – karşı çıkanlara pervasızca
saldırmaları bundandır. Ama korkunun ecele
faydası yoktur. Kuşatma ve tecrit altında soruna
çözüm bulmaya çalışanları yıpratarak, tasfiyeyi
tamamlamayı ve böylece bütün engellerden
kurtulmayı tasarladılar. Bütün pratikleri bu olguları
kanıtlamıştır.
Demek ki; darbeci ve hesapçı yol ve
yöntemlerle oportünizmi hakim hale getirseler de,
parti içinde demokratik merkeziyetçilik ilkesine
bağlı olarak iki çizgi mücadelesi görevi yerine getirilmiştir. “3.Kongre”nin meşru olmadığını belirtip
parti göreve çağrıldı. Fakat “3.Kongre”nin yönetici
organı bu çağrıları da partiden gizledi. Ne cevap
verilmiş nede çözüm ısrarı ve eleştiriler partiyle
paylaşılmıştır. Bu ilkesizlikler yıllardır yapılanın bir
tekrarıydı. Zaten kendilerine iletilen düşüncelerin
bir kısmını okumuş olacaksınız.
Yoldaşlar;
Devrimci muhalefet iki çizgi mücadelesi
çerçevesinde görevini yapmıştır. Fakat “3.
Kongre”nin darbeci önderliği bir şey yokmuş gibi “
Kumar oportünizmine” devam etti. İki çizgi
mücadelesini engelledi. Demokratik kanalı kapattı
ve muhatap almamayı seçti.
Bu gelişmeler karşısında “3. Kongre”nin
meşru olmadığını örgütlü gücümüzle paylaşmak
bir zorunluluk olmuştur. Devrimci duruş ve görevlerden taviz verilmeden darbeci çizgiye karşı durulması çağrısı yapılmıştır. Kaypakkayacı güzergâhın
taraftarlardan-örgütlü gücüne kadar esas olarak
darbeciliğe, klikçiliğe, ilkesizliğe karşı durulması
yönünde nettir. Elbette halk kitlelerine gerçeklerin
açıklanmasını istemeyen ve gerçeklerden endişe
duyan yoldaşlarımızda vardır.
21
Devrimci Halkın Günlüğü
Partinin yaşadığı büyük sorun ve uğradığı
saldırı karşısında ortaya koyulan net ve dürüstçe
tutumu görev çerçevesinde yanıtlamak yerine
dedikodu yoluyla yalanla-çarpıtma maharetiyle
yıpratmayı seçtiler. Bölücü, klikçi, darbeci “3.
Kongre” orta yerde çıplak kral gibi duruyorken,
parti ilkelerini ve haklarını savunanlar hizipçi
olarak gösterildiler. Hatırlattık ve hatırlatma gereği
duyuyoruz. Biz MKP’liyiz. Hiç bir parti, örgüte
gideceğimiz yoktur. MKP’yi temsil etmeye devam
ediyoruz. Ama siyasi-ideolojik çorbayla öznelci,
eklektik “3. Kongre” kimi temsil ettiği de daha iyi
anlaşılacaktır. Parti hile, oyun, entrika ve hesaplara
başvuranların arkasından gitmez. Hiç kimse hiçbir
şey adına devrim amacına adanmış partililere
dayatılmış ideolojik, siyasi sapmayı kabul etmelerini bekleyemez.
Devraldığı yada var olan çizgisiyle “3.
Kongre” demokrasi kanalını kapatarak görüşlerimizi bastırma yolunu seçti. “İdeolojik sorunların
yada doğru –yanlış sorunları idari emirlerle ve
zorlayıcı önlemlerle çözme çabaları hiçbir işe
yaramadığı gibi zararlıdır.” ( Mao Seçme Eserler Cilt
5 sayfa: 43) diyen Mao’dan bir şey anlamamışlardır. Kongre iki çizgi mücadelesinin açığa
çıktığı en üst organdır. Stratejik programsal fikirler,
raporlar kongreye taşınmadımı bu parti içi
demokrasinin, diğer ifadeyle iki çizgi mücadelesinin engellenmesinin en korkunç ifadesidir.
Görüşler, fikirler “3.Kongre” den gizlenmekle kalınmadı, tam iradeye başvurulmaması yetmiyormuş
gibi “3. Kongre” darbesine karşı içten verilen ideolojik mücadelede aynı hileli, yozlaşmış, grupçu
anlayışla engellenmiştir.
Yoldaşlar;
Anlaşıldığı gibi parti içi demokrasi kanalını
kapattıkları için var olan gerçeklerin kitlelere
açıklanması kararına varılmıştır. Bu sonuç zorunlu
hale gelmiştir. İdeolojik mücadelenin önüne konulan engeller, devrimci olmayan yöntemlere
başvurulması, oportünizmin pervasızlığı, partinin
içinde bulunduğu krizin daha da derinleşmeye
devam etmesi, tasfiye ve çözümsüzlüğün sürmesine bağlı daha büyük tarifhatları engelleme anlayışı
bu görevi önümüze koymuştur. Açık ideolojik
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
mücadele aynı zamanda gerçeklerden habersiz
olan partililere, partisizlere, ileri sempatizan,
savaşçılara, taraftarlara, hukuksuzca, haksızca
tasfiye edilip kenara atılan yoldaşlara yapılmış bir
çağrıdır. Kaypakkayacı ruhla örgütlenme çağrısıdır,
PARTİYE SAHİP ÇIKMA ÇAĞRISIDIR.!
İki çizgi mücadelesi kurallar işletilirse verilir. Fikirler kongreye taşınmıyorsa, partililerin
kongre gündemlerinden haberi yoksa hangi iki
çizgiden bahsedilebilinir? Kongrenin darbeci
sonuçlarına açıklık getirme gereği bile duyulmuyorsa hangi iki çizgiden bahsedilebilinir. Küçük
burjuva anlayıştan beslenenler parti içinde hile ve
oyunlara başvurur. İdeolojik mücadeleyi dürüstçe
sürdürmezler. Kendi fikirlerini hileli yollarla hakim
hale getirmenin hesabını yaparlar. “3. Kongre”nin
yaptığı da budur. Partiye oportünizm hakim olmuşsa, üstelik hile, entrika, oyun varsa, ilkesizlikle
damgalanmışsa, iki mücadele yolu vardır:
•
Birincisi: Oportünizme karşı parti içinde
komünist kadroların düşünce birliğini sağlamak
burjuva
anlayışlara
karşı
mücadelesini
güçlendirmek için aktif ideolojik mücadele
vermek, fakat bu mücadeleyi sürdürmek için
demokratik kanalların açık olması gerekmektedir.
İki çizgi mücadelesi, demokratik merkeziyetçilik
ilkesine bağlı olarak disiplinin işlemesi ve düşüncenin hile ve oyunlarla engellenmemesi gerekmektedir. Demokrasi kanalı, diğer ifadeyle iki çizgi
mücadele yolu kapalı olursa ideolojik mücadele
sürdürülemez. İki çizgi mücadelesi engelleniyor.
Eleştiri ve fikirlerin partiden gizlenmesi, kongreye
taşınmaması bunun kanıtıdır. “3. Kongre” sonrası
pratik tutum bunun son kanıtıdır.
•
İkincisi: Özetlediğimiz gibi demokrasi yolu
kapanmış grupçu-klikçi, darbeci, hesapçı tarzla
oportünizm Marksizm, Leninizm, Maoizm olarak
kitlelere sunuluyor ve devrim amacına ihanet
ediliyorsa, komünistlerin görevi açıktan meydan
okumaktır. Kaypakkaya yoldaş böyle yaptı. Bu
tutum Marks, Engels, Lenin, Stalinin, Maonun
tutumudur. İlkelerden asla taviz vermediler.
Onların hareket yönünü ne pahasına olursa olsun
takip edeceğiz.
22
Devrimci Halkın Günlüğü
Halk kitlelerine açık ideolojik mücadelenin
sürdürülmesi anlayışı ve kararlılığı özetlediğimiz iki
temel üzerinden şekillenmiştir. Yıllarca oyalamacı
taktiklerine kanarak yanıt beklenemezdi. Hocacı,
Troçkist, Kautskyci fikirlerin bulamacından oluşan
teoriye sessiz kalınamazdı. Çünkü parti önderliği
hizipçi bir grubun elindedir. Demokrasi yolunu
kapattıkları için devrimci muhalefetin partiye
ulaşma olanağı yoktur. Geriye tek ve doğru yöntem
kalıyor; Açık ideolojik mücadele vermek. “3.
Kongre”nin oportünist niteliğini açıklamak, devrim
amacına bağlı olarak partiyi burjuva eğilimlerden
temizlemek ve kendi ayakları üzerine dikmektir.
Demokratik tartışma yolu kapatılmamış olsaydı
içten ideolojik mücadeleyi sonuna kadar götürmekten asla geri duramazdık. Fakat parti içi ideolojik
mücadele olanağı tanınmamıştır. Bu nedenle kitlelere açık, ideolojik mücadele ihtiyacı açığa çıkmıştır.
“Ne olursa olsun parti birliği” diyenler su
katılmamış oportünistlerdir. Grupçu, klikçi, tasfiyecilikle parti birliğinin sağlamayacağını görmek
istemeyenlerdir. İdeoloji ve örgütsel ilkelerin
önemini
kavramayanlardır.
Komünistler
oportünist-tasfiyeci saldırıyı göğüslemek zorundadır.
“3. Kongre”nin ideolojik sağ sapmasını
darbeci çizgisini görüp sessiz kalanlar, deyim uygun
düşürse sırt üstü yatanlar Maoist partili olma
vasfından uzaklaşmışlardır. İlkesizliklere seyircilik
komünistlerin tutumu olamaz. Bu durumda olan
yoldaşların kendi hatalarını görüp, öz eleştiri
yaparak devrimci tutumu güçlendirme mücadelesine tutuşmaları gerekmektedir. Hatadan dönmek,
silkelenip doğruyu sahiplenmek erdemli bir tutumdur. Komünistlerin şahsi kaygıları olamaz. Kaygılara
kapılanlar küçük burjuvadır.
Kitlelere Gerçekleri Açıklamak
Partiye Ve Devrim Amacına
Zararlımıdır?
Gerçekler bize zarar veremez. Çünkü Marksistler
gerçeklere bağlı hareket ederler. Küçük burjuvazinin sınıf tavrı gerçeklere bağlı değil anın çıkarlarına
bağlıdır.Parti içinde küçük burjuva düşünce
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
yönteminin güç kazanmasının maddi temeli vardır.
Bunda şaşılacak bir yan yoktur. Proleter devrimci
anlayışa dayanarak hatalı –yanlış burjuva eğilimlere karşı duracağız. Gerçeklerin devrimci sınıflar
tarafından bilinmesi devrimci amaca zarar vermez,
aksine güçlendirir.
Demokratik merkeziyetçiliğin işlemediği,
oportünizmin hakim olduğu durumda partimizin
ilke ve amaçlarını sahiplenmek ve açık ideolojik
mücadele yürütmek parti birliğini sağlayacak tek
yoldur. Bazı yoldaşlarımızın “ parti zarar görür”
kaygısı gerçekçi değildir. Çünkü bölücü, darbeci,
klikçi önderlik ortada parti ve parti anlayışı bırakmamıştır. Tasfiyecilik dibe vurunca artık gruplar
koalisyonundan da bahsedilemez. Parti hesapçı bir
grubun elindeyken grupçuluk, yıkım ve dağılma
getirmişken, hangi parti birliğinden bahsedilebilinir. Bu yoldaşlar açık ve ideolojik mücadelenin
ancak partiyi ilkeleriyle bütünleştirebileceğini
yeterince kavramamışlardır. Ancak bu yöntem ve
tutumla parti grupçu tasfiyecilerin elinden kurtulabilinir. Bölücü ve hizipçi olan yurt dışı kliğinin başını
çektiği “3. Kongre”dir. Tarifi zor bir durum vardır.
Kongre parti birliğini değil parçalanmasının
merkezi olmuştur. Çünkü anti-demokratiktir.
“3.Kongre”nin çizgisini savunmuyoruz. Düşük
katılımlı kongrede bütün kararlar oy çokluğuyla
çıktığına göre kongreye katılanların bir kısmı da
“3.Kongre” çizgisini savunmuyor. Kongreye
katılmayan üyeler savunmuyor o halde hangi parti
birliğinden bahsedilebilir. Bir azınlık grubun partinin aldığı darbeden, alanların tasfiyesinden yararlanarak demokratik sürecide hakkıyla tamamlamadan, hile ve oyunlarla kendi oportünist fikirlerini
hakim kılmasıdır. Bu mudur parti birliği?! Kuşkusuz
bu durum birliği değil var olanında dağılma ve
parçalanma sürecine girdiğini gösteriyor. Bu
nedenle özgüvenle ve tereddütsüzce “3.
Kongre”nin partimizi temsil etmediğini açıklamaktan duyacağımız bir kaygı yoktur, olmayacakta.
Çünkü Maoist partili olma görevimizi yerine getiriyoruz. Yakınmıyoruz. Devrimci amacımızın önüne
çıkan engellin niteliğini açıklıyoruz. Kararlılığımızı
ifade ediyoruz. “Halk kitleleri gerçekleri
öğrendiğinde parti zarar görür” kaygısı taşıyanlar
devrimin yaratıcı gücü olan kitlelerin ne olduğunu
anlamayanlardır. Parti içi demokrasiyi işlevli kılan,
23
Devrimci Halkın Günlüğü
ideolojik mücadeleyi içte başaran parti ideolojik
fikir mücadelesini kitlelere taşımaktan geri
durmaz. Ancak bu yolla devrimci fikirlerin kitlelerce benimsenmesi mücadelesi verilebilinir.
Kaygıya kapılacak olanlar küçük burjuva
sınıf tavrını partide hakim kılmak için hileli yollara,
oyunlara başvuranlardır. Sarsılacak olanlar
partileşemeyen, Marksist ideolojiyi kavramayan
sallantılı kişilerdir. Komünistlerin gerçeklerden
sarsılma durumu yoktur. Küçük burjuvalar etkilenir
diye partinin karşılaştığı en kapsamlı sınıfsal
uzlaşmacı ideolojik dönüşüm saldırısına, darbeciliğe sessiz mi kalacağız.? Üstelik alay edercesine
bu sessizliği “parti zarar görür” sözü arkasına mı
gizleyeceğiz.? Açıktır ki bu Maoist partililerin
tutumu değildir.
Gerçekleri açıkladığımızda partiyi temsil
etmeyen “3. Kongre”nin önderliği kaygılanacaktır.
Bu da iyidir. Bizler parti ilklerini esas alan mücadeleyi savunuyoruz. İlkesizliği çizgi haline getiren
oportünizmin ideolojik niteliğini açıkladığımızda
parti zarar görmez. Aksine gözlerine kül serpilen,
uyutulan, kafaları bulanan, savrulmanın eşiğinde
olanları sarsacaktır. Partimizin devrimci rotası güç
kazanacaktır. Ancak bu yolla parti oportünizm
kamburundan kurtulabilir. Oportünist burjuva
safsatalar ancak komünist kararlılıkla göğüslenebilir. Bu nedenle açık ideolojik mücadele yürütmek
“3. Kongre” tasfiyeciliğinin önüne dikilmiş barikattır. Meydan okumadır. Partinin başını eğmesi için
boynuna asılmış değirmen taşını söküp atmaktır.
Bu mücadele İbrahim Kaypakkaya güzergahında kanla yoğrulan devrimci geleceğin kendini
yeniden yaratmasıdır. Merkezden aşağıya yayılan
ideolojik savrulma ve parti çizgisine ihanet etmiş
“3. Kongre” ve önderliğine devrimci damarın
meydan okumasıdır. Devrimci muhalefetin
kendine açtığı yol bu anlama gelmektedir. Çünkü
onlar Kaypakkayacı partide kendilerine meydan
okuyacak devrimci potansiyelin kalmadığına
kendilerini inandırmışlardır. Bu nedenle pervasız
hoyratça davranmışlardır. Oysa parti tarihimizde
Marksist çizgiyi yozlaştıran, çarpıtan, hizip yapan
önderliklere partinin tabanı devrimci kadrolarıyla
örgütlü kitlesiyle daima meydan okudu.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Bugünde devrimci mirasına sahip çıkıyor. Üzülecekler ama gelenekte devrimcilik var. .!
Grupçu, bölücü, sağ tasfiyeci “3. Kongre”
ve önderliğinin bu gün dedikodu yolu ile
sürdürdüğü çarpıtma ve dedikoduları ortadan
kaldırmanın yolu açık ve dürüstçe ideolojik, politik
meseleleri açığa kavuşturmaktır. Bir kez daha
demokratik merkeziyetçilik örgütlenme anlayışına
uyulmadığı zaman partide ortaya çıkan grupçu,
klikçi hile ve oyun yozlaşmanın nedenini göstermek zorunda kaldık. Açıklanan gerçeklere Kaypakkaya çizgisini sürdürenler asla seyirci kalamaz.
Partili, partisiz bütün militanlar herkes kendi
alanında parti çizgisi ve ilklerinin aktif savunucusu
ve örgütleyicisi olmak zorundadır. Çünkü bu aynı
zamanda bir taban hareketidir. Burjuva küreselleşmeci, sivil toplumcu, karamsar ve yılgın düşüncelerle kafası çorba kasesine dönen, örgütsel ilkeleri
paçavraya çeviren yurt dışı kliğinin tasfiyeci
“3.Kongre”sine Kaypakkayacı devrimci muhalefetin tabandan verdiği yanıttır. Bu nedenle hata ve
eksiklerden korkumuzda yoktur. Çünkü doğrunun
izinde eksiklerden kurtulmayı başaracağız.
“3.Kongre” Oportünizmine Meydan
Okumak Ayrılık Anlamına mı
Gelir?
Partide tek disiplin geçerlidir. Partide çok
başlılığa, farklı disiplin anlayışıyla hareket eden
gruplara izin verilemez. Bütün çabamız parti
disiplinine bağlı mücadele etmektir. 2. Kongre MK
ve onun çizgisini takip eden tam içeriğiyle açıklığa
kavuşturan “3. Kongre” ilkesizliği, grupçuluğu esas
aldı. Bu nedenle parti ilkeleri ve çizgisinin savunulması amacıyla bir yol açılmıştır.
Marksist
ideolojiyi
tahrif
eden
oportünizmle partide bir yol ayrımına girildi. Fakat
bu asla partiyle bir ayrılık ilanı değildir. MKP’yi
temsil ediyoruz ve etmeye devam edeceğiz. Bu
kongre bir grubun kongresidir, bölücüdür. Anlaşılması kolay bir politik gelişmedir. Fikirler ve eleştiriler partiden gizlendiği ve parti iradesi çiğnendiği
için partiye açık çağrı yapılma yoluna başvurulmuştur. Bu bir ayrılık değildir. Kaypakkayacı hareketi
24
Devrimci Halkın Günlüğü
bölen, parçalayanların kim olduğunu göstermektir.
Şayet ayrılması gerekenler varsa hile, entrika,
darbeciliğe başvuranlardır. Maoist partiliyiz.
Devrimci mücadele çizgimizi koruduk ve bütün
çaba ve yeteneğimizi ortaya koymaya da devam
edeceğiz. Elbette “3. Kongre” anlayışını savunmadık, savunmayacağız. Bilinmeli ki ideoloji
bilinçle benimsenir. Partide olmak gönüllülüğe
dayanır. Dayatma, hesap ve oyunlarla kimseye
ideoloji benimsetilemez. Demokrasi hakkı
kaldırılarak merkeziyetçilik ilkesi tesis edilemez.
Merkeziyetçiliğin kabulü ve meşruluğu ancak
demokrasi ilkesi tam işlerse gerçek anlamını bulur
ve partide irade ve eylem birliği sağlanabilir. Ne
yazık ki bütün çabalara rağmen “3. Kongre” halen
anti-demokratik ilkesiz tutumlara devam etmektedir.
Parti birliğinin sağlanması için herkes üzerine düşeni yapmalıdır. OPK’nın örgütlenmesi
çağrısı başarıya dönüştürülmelidir. Aksi taktir de
çözüm bulmak olanaksızdır. Sekter, yıkıcı, grupçu
tutum ve tarzlar örgütlenme anlayışımızla
bağdaşmaz. İçten pazarlıkçı, grupçu azınlıktan
hesap sormak ve partiyi yeniden örgütlemek
zorunludur. Bu iki olgu birbirine bağlıdır. Açılan yol
bu amaca hizmet edecektir. Demokratik bir süreçle
bütün eksikleri açığa çıkaracak devrimci perspektifi
yaratacağız. Bütün grupsal eğilim ve tarzlara karşı
amansız olacağız.
Kimler hangi hakla, hangi yetkiyle parti
çizgisinde canını vermekten sakınmayan tutsak
Maoist partililere demokratik merkeziyetçilik
ilkesini savundukları için “MKP den ayrıldınız”
diyebilir. Kimler demokratik fikir belirtme haklarını
savundukları için Maoist partililere “ Siz artık
MKP’li değilsiniz” diyebilir!? Bunu diyemezler
çünkü Maoist partililer devrimci çizgide bulundukları alanlarda tereddütsüz durmaktadırlar.
Partiden kopan “3. Kongre” ve önderliğidir. Buna
bağlı olarak iki ayrı grup iki ayrı çizgi sürdürülemez.
Parti öznelci, darbeci çizgiyi bertaraf edecektir.
Açılan yol ayrılık değil partiyi yeniden örgütlemenin yoludur.
İdeolojik mücadelenin bastırılıp engellendiği bir parti komünist niteliğini koruyamaz.Parti
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
yıllardır demokratik merkeziyetçilik ilkesi üzerine
yığınla değerlendirme yapmıştır. Açık ideolojik
mücadele yürütmemizin politik zorunluluğunu
açıkladık. Bu nedenle bir ayrılık değil demokratik
hakları gasp edilmiş olan Maoist partililerin Kaypakkayacı partiye olan açık çağrısı olarak kavranmalıdır. Örgütlü yapıyı ve görevleri asla zaafa uğratmadan açık-kapalı bütün mücadele alanlarında
parti gücü olarak “3.Kongre” darbeciliğine meydan
okunmalıdır. Partiden ayrılmayı değil klikçi, bölücü,
tasfiyeci sağ sapmaya tabandaki örgütlü gücümüzle karşı koyuyoruz. “3. Kongre” meşru değildir.
Kaypakkaya güzergahında açık ve dürüstçe ilkeli
mücadele yürüten partililer başta olmak üzere
bütün örgütlü alanlar darbeciliğe karşı devrimci
tutumunu ortaya koymalıdır. Devrimci tabanın
kendisini örgütlemedeki açık iradesi olacak bu
tutum sanıldığından çok daha önemlidir. Her
örgütlü alan parti ilkelerini savunmalıdır. Tutumunu açıklamada tereddüt etmemelidir. Açık
ideolojik mücadelenin tek amacı vardır: Sağ
sapmaya karşı partinin eylem ve irade birliğinin
yeniden tesis edilmesidir. MKP’ liyiz ve partinin
birliğini savunuyoruz. Sağ çizgide değil nesnel
şartlara uygun ilerlemesini açığa çıkaracak Kaypakkayacı parti çizgisinde yürüyeceğiz.
“3. Kongre” ve önderliği parti birliğini değil
grupçuluğu benimsemiştir. Şayet eylem ve irade
birliğini esas almış olsaydılar aylardır CPK’ya ve
diğer partililere cevap vermiş olurlardı. Bu nedenle
yoldaşlarımız her iki tutumu çok iyi değerlendirmelidir. Kimin partiden yana kimin partiyi
böldüğü açık değimlidir. Örneğin hiçbir şeyden
haberi olmayan tutsak Maoist partililer neden “3.
Kongre” den sonra neden MKP den ayrılacaklarmış. Tutsaklar parti ilkelerini savunduklarını
tereddütsüz ilan ettiler. “3.Kongre” ye sağ
oportünist ve darbeci tanımını yaptılar. Diğer
örgütlü alanlarda devrimci tutumlarını geliştirdiler
ve geliştirmeye de devam edeceklerdir. Bu ayrılığı
değil birliği, revizyonizmi değil Marksizmi savunma
tutumudur. Dağınık olan parti gücü toparlanacak
devrimci savaş çizgisinde ilerleyecek. HKO
savaşçıları, Maoist militan gençlik, Maoist kadınlar,
sempatizanlar, parti kitlemize çağrımız nettir: Parti
ilkelerini savun Kaypakkaya güzergahında ilerle.
MLM ideolojisiyle sağ oportünizme karşı dur.!
25
Devrimci Halkın Günlüğü
Partinin örgütlenme ilkelerini savunmamıza ayrılık
diyenler yanılacaklardır. Çünkü devrimci çizgi
manipülasyon, çarpıtma, hile ve entrikalarla
durdurulamaz. Elbette zorlanacağız ama engelleri
aşacağız. Bütün partililerin iradesinin yansıyacağı
OPK’nın örgütlenmesi zorunludur. Bu demokratik
merkeziyetçi örgütlenme ilkesinin gereğidir. Açık
ideolojik mücadele bir yandan bir azınlığın- yurt
dışı kliğinin kongresi olan darbeciliği göstermek
diğer taraftan dağılan, gruplara bölünen, partiyi
örgütlemektir. Her bir yoldaşın yapabileceği
önemli görevler olacaktır.
Yoldaşlar;
Temel perspektifimiz bulunduğumuz
örgütleri terk etmek değil, aksine örgütlerimizi
savunmak ve korumaktır. “3.Kongre”nin neden
meşru olmadığını her bir yoldaşa anlatmaktır. Parti
içi demokrasiyi işletmeden kendisini ilan eden
merkeziyetçiliğin komünist örgütlenme esaslarına
aykırı olduğunu kavratmaktır. Açık ideolojik
mücadele en zor şartlarda parti içi demokrasiyi
yeniden kuracak devrimci merkezdir.
Başta Maoist partinin bütün örgütlü
gücüne partiye sahip çıkması; daima fedakârlık ve
büyük özveride bulunarak partimizi koruyan parti
kitlesiyle bütünleşerek devrimci çizgide sağ
tasfiyeciliğe karşı mücadeleyi yükseltmeye ÇAĞIRIYORUZ.
Değerli Dostlar, Yoldaşlar;
Partimiz 2007’ de gerçekleştirdiği
2.
Kongre ‘’Maoizmle ilerleyip halk savaşıyla
kazanacağız ‘’ şiarı şiarımızdır. Bu şiarla yolumuza
devam edeceğiz. Partimizin 2. Kongresinin önüne
koyduğu şu temel görevler:
Halk savaşı diyalektik bütünlüğü içinde,
gerek merkezi halka olan kızıl siyasi iktidarlar için
köylü gerilla savaşı ve gerekse de onun bir parçası
olarak her bir görev dağınık değil, ideolojik ve
siyasal
çizginin
somutta
birleştirilmesi
çerçevesinde bir planlamayı şart koşar. Plansız
yürüyüş kör bir yürüyüştür. Karanlıkta el yordamı
ile görevler yerine getirilemez. Parti ve
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
önderliğindeki güçlerin faaliyetlerini merkezileştiremeyen ve merkezi görev dinamizmi etrafında koordine edemeyen dört bir yana yumruk
sallayışlar, komünist faaliyetin ruhuyla çelişir.
Devrimci savaş ve onun her bir somutta ele alınışı
da elbette esnekliği yadsımayan somut gelişmelere
bağlı olarak şekillendirmesini bilen, yeni gelişmelerle ilerleten bir plan dahilinde ele alınmalıdır. 2.
Kongre çizgimizin her alanda iktidarlaşması için
temkinli ilerleme taktiğine uygun, partimizin tüm
örgütlü alanlarının önüne görev olarak koyduğu bu
7 politik –taktik görevi doğru kavrayıp pratikte
uyguladığımızda göreceğiz ki en başta halkımızın,
şehitlerimizin ve yoldaşlarımızın bizden bekledikleri haklı istemlerini yerine getirmiş olacağız.
1 . Kongremizin işaret ettiği 5 temel nokta
eksenindeki görevlere iki temel görev daha ekleyerek 2. Kongre önderliğimiz, her alana ilişkin uygulayacağı yedi ana görevi belirledi.
1-Önderliği kurumsallaştırmak ve derinleştirmek,
2-Partinin ideolojik ve siyasi seviyesini yükseltmek,
3-Düşmanın marjinalleştirme politikasına karşı
kitleselleşmek,
4-Parti örgütlenmesini oturtmak ve derinleştirmek
5-Gerilla birliklerinin nicel ve nitel olarak seviyesini
yükseltmek,
6-Araştırılması gereken görevleri sonuçlandırmak,
7-Deşifrasyonun önüne geçmek,
Bu görevler ekseninde alanlardaki örgütlenmeyi güçlendirerek ve kaldığımız yerden Maoist
bilinç ışığında halk savaşını yükselteceğiz.
Parti ilkelerine bağlı kal halk savaşıyla iktidarlaş!
Yaşasın Marksizm, Leninizm, Maoizm!
Yaşasın Halk Savaşı!
Yaşasın Partimiz MKP!
Biz kazanacağız, halk kazanacak, halk savaşı
kazanacak!
Yaşasın Parti Birliği
MKP ÖRĞÜTLENME KOMİTESİ
26
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Sağ Oportünizme Karşı Durmak,
Parti Birliği ve İlerlemesinin Güvencesi,
Kaypakkayacı Çizgisinin Vazgeçilmez Görevidir!
Politik sorunlar ancak ilkeler doğrultusunda hareket edilmesi gerektiğinden kimsenin itirazı
olmaz. Lakin politik bilincin en geri seviyeye geldiği
politik ilkeleri pekte önemsemeyen anlayışın
alenileştiği koşullarda sorunları çözme iradesini
geliştirmek bir o kadar zorlaşır. Ortaya çıkan parti
krizine gösterilen yaklaşımlardan anlaşıldığı üzere
örgüsel oportünizmin var olan sorunları prangası
haline getirdiği anlaşılmaktadır.
Oportünist bütünün aşılmasının tek yolu
detaylı tartışa bilmek hatalar karşısında irade
oluşturmak, ilkeli tutumu benimsemektir. İki doğru
yoktur. Bizler daima doğrunun yada diğer ifadeyle
gerçeğin savunulması için bütün benliğimizle işe
koyulmanın önemini vurguladık. Gerçekler hiçbir
zaman devrimci tarihsel ilerlemeye tezat oluşturmadı. Bu nedenle var olan gerçeği - doğruyu - bir
kenara bırakarak, üstünü örterek, günü kurtarabilmek adına geleceği karartanlar daima
oportünistlikle lekelendiler. Bu lekeden kurtulamayanlar hiç bir zaman devrimci geleceğin temsilcisi olamadıkları gibi daima engelli haline geldiler.
Çünkü gerçekler inatçıdır ve ergeç vazgeçilmez
yazgısıyla kitlelerin elinde can bulurlar. Ortası
olmayan keskin çelişkilerle örülü bu olguyla karşı
karşıyayız. Ya darbeci oportünizmi reddetmek
yada hiçbir içeriği olmayan soruna zerre kadar
katkı ve açıklayıcılık getirmeyen anlayışları yanlış
karşısında dünü gibi itaate çağıran "yanlışa yanlışla
karşılık verilmez" diyerek darbeciliği meşrulaştırıp
oportünizmin halkası haline gelmek...Evet açıkça
söylüyoruz bunun ortası yoktur. Zaten felsefi
olarak ortada kaynaştırıcı rol oynadığını sananlar
şu yada bu eğilime hizmet ettiğinin farkına
varamazlar çoğu zaman.Net olmak yada ortada
oynamanın zararlı ayrıştırıcılığını kim =
belirleyecek ve ayrıştıracak. 2012 Eylül S.T 'de
açıkça kendisini ilan eden ve “3. Kongre” ile
zirveleşen darbeci oportünist sağ tasfiyeci anlayışı
reddedip reddetmeyeceği tamamen bu yapının
görevidir. Var olan gerçeklerin devrimci gücüne
inanılarak örgütsel zorunluluk gereği bu oportünist
-darbeci anlayışın gelişim seyrini örgütlü güce
açıklamak tarihsel bir sorumluluk olarak görüldü.
Çünkü dayatılan ideolojik politik çizgiye onur kırıcı
bir şekilde kabul etmek yada terk etmek...
Her ikisi de devrimci çözüm yöntemi
içermediğinden yanlıştır. Politik ideolojik sorunlar
sessizlikle geçiştirilemez bu birincisi. İkincisi de
sorunlar terk etmekle çözülmez. Sorunları çözen
tek güç örgütün kendisidir. İdeolojik olarak devrim
amaç ve stratejisinde oportünizmin çizgi olarak
hâkimiyeti komünist çizgi ile yürümeyi olanaksız
hale getirir. Komünistlerin ne pahasına olursa
olsun oportünistlerle birlik anlayışı yoktur
olamazda. Unutulmamalı ki hiç bir sorun gizli
kalamaz kalmamıştır da. Sorunları tek tek dedikodulardan öğrenmek, karmaşık içinden çıkılmaz
gereksiz tartışmalara sürüklenmenin engellenmesinin tek yolu var olan sorunların çekincesiz
paylaşılması gerçeklere uygun hareket edilmesidir.
Örgüt gerçeklerden korkmaz gerçekler halkı
rahatsız etmez onları yılgınlığa sürüklemez. Aksine
oportünizme karşı bilinçlendirir öfkelendirir.
Devrimciler bana bu gerçeği neden açıkladın şimdi
diyemez. Oportünist darbeci tasfiyeciliğe karşı
durulması çağrısı varsa bu bir gerçekliğe
dayanıyorsa- ki işin ilginç yanı kimse bu olguya
itiraz etmiyor. Bundan korkulmaz. Sorulması gerek
ilk soru bu virüsün nedenleri. 2) Gelişimi ve karakteri. 3) Bu virüsten nasıl kurtulabiliriz olmalıdır.
Örgüte başvurmak devrimci olana sarılmak
27
Devrimci Halkın Günlüğü
oportünist tarz ve çizgiye karşı durmaktır. Bazı
yoldaşlar "bizimle mi çözeceksin, yada bizimle mi
karşı duracaksın" diyebilirler. Çok açık ve net
elbette sizinle karşı durulacaktır. Çünkü Kaypakkayacı parti eğer devrimci çizgisini koruyabilmişse
tamda bu devrimci örgüt gücü sayesindedir.
Elbette bu güç yanlışın karşısında duracaktır yeter
ki gerçeğe hâkim olsun.
KP kendi kuralları içinde iç demokrasisini
işletir. Sınırsız bir demokraside yoktur zaten.
Sürdürdüğümüz tartışmanın da bir disiplini vardır
ve olacaktır. Bazıları bunu anlamakta zorlansalar
da sonunda kavrayacaklardır. Şimdiye kadar ideolojik siyasi politik olarak parti anlayışından sapan,
ideolojik darbe niteliği taşıyan tespitlere karşı
ideolojik mücadele verilmiştir. Fakat erksiz bir
ideolojiyle mücadeledir. Çünkü parti ile paylaşılması engellenmiştir. İdeolojik mücadelenin amacına ulaşabilmesi için iki çizgi güvencesi olan
demokratik işleyişin olması gerekir. Eğer demokrasi güvencesi yoksa ( ki bu devrimci pratikle kanıtlanmıştır) parti ölü ve donuk bir mekanizmaya
dönmüş demektir. Bu nedenle parti ile buluşmayan bütün ideolojik çalışmalar amacına ulaşmaması bakımından erksizdir. Eğer bu ideolojik, siyasi,
politik çalışmalar KP 'nin darbeci elitleri elinde
çekmecelerde küflenmeye terk edilmişse, KP iç
demokrasisi son bulmuştur. Bütün bu olgulara
rağmen sorunların geniş çerçevede kimseye taşınmadığı bilinmiyor değildir. Fakat KP en üst boyutta
darbeci tarzda en temel kurallarını çiğneyerek ve
temel stratejik değişime gider ve sonuçları halka
açıklanırsa iradeleri yerle bir edilenlerin bu
anti-demokratik ilkesiz ve MLM anlayışıyla asla
bağdaşmayan sonuç ve çizgiye karşı aynı ölçüde
haklarını kullanma yetkileri vardır. Çünkü
anti-demokratik tarzda kurallar çiğnenerek bir
sonuca gidilmiştir. İdeolojik, politik, siyasi yanları
olan temel bir meseledir. Bu nedenle açıkça
"demokratik işleyişle tam iradeyle gerçekleşti
"nidaları eşliğinde araçlarla halk kitlelerine ifade
etme hakkı doğar.Emin olun ki bugün devrimci
yayın organında darbeciliği mahkûm eden
komünist anlayışın ifade edilmemesi mevcut koşulların zorluğu subjektif olanaksızlıkların sonucudur.Tutarlı hiç bir devrimci KP'nin ilkeleriyle,
oportünizme karşı durmanın,darbeciliği mahkum =
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
etmenin yanlış, ilkesiz olduğunu ileri süremez.
Burada savunulan KP ilkeleri, mahkum edilen ise
değişim teorisini devrimci savaş alanlarını terk
etme siyasetiyle buluşturan, MLM emperyalizm
teorisini tahrif en darbeci, sağ pasifist tasfiyeci
oportünizmdir. Devrim amacına bağlı sorumlulukla
soruna yaklaşma ve çözme iradesinin açığa çıkarılması, hatanın giderilmesi KP'nin demokrasi ilkesinin güvence altına alınması ve artık proleter
kaynağa bulaşan oportünist ideolojik lekelerin
tahribatların düzeltilmesi de eklenerek düzeltilmesi için ortaya konulacak en üst ve tutarlı çabadır.
Eğer tam iradenin yansıtılması zorunlu
ilkesine bağlı kalmayıp parti demokrasisini yok
ederek devrimin yolu değiştirilmişse en üst boyutta bir sorun ortaya cıkmış demektir. Bu mesele
herhangi bir örgütsel sorunla karşılaştırılamaz.
Böyle bir sonuç karşısında KP ilkelerini savunmak
bu ilkesizlik karşısında tavrını ve tutumunu ortaya
koymak halkın devrimci amacına bağlı kalma
sorumluğunun bir gereğidir. Böylesi bir durumda
KP iç birliğini parçalayan demokrasisini yok eden
ilkesizlere ve bu bataklıktan çıkma çağrısı yapılmasının yanında ilk başta geniş örgütsel çevresiyle
sorundan haberdar etmek ve bu ilkesizliğe karşı
durmaya çağırmak temel bir haktır. Ortada apaçık
bir darbe olmasına rağmen halen sadece "muhataplarına eleştiri yürütülme genelle tartışmamalı,
çünkü tüzük kuralı böyle emrediyor "diyen
yoldaşlar vardır. Bu anlayış son derece hatalıdır ve
karşısına çıkan temel sorunun ciddiyetini ve çözüm
yöntemini kavramaktan da uzaktır. Esas olarak
ideolojik netlik taşımayan, çizgide güvensiz, politik
ilkeleri de öylesine işine geldiği gibi hatırlayan
oportünist anlayışına kurban eden bir öze sahiptir.
(Öğrendiği kadar ve politik deneyimi kadar bu
meseleyi sadece sıradan bir sorunmuş gibi gören
dürüst yoldaşlar bunun dışındadır). Birincisi; bu
anlayış böyle bir krizde darbenin parti tüzüğünde
yeni olup olmadığına bakmıyor. Parti tüzüğünde
demokratik haklar yok sayılarak tam irade yansıtılmadan kongre olmaz demektir. Tutarlı olanların
önce bunu mahkûm etmesi ve bu ilkeyi savunması
gerekmiyor mu?(!) Devrimci işçi sınıfına halk kitlelerine karşı böylesine büyük bir suç varsa -ki olduğu
apaçıktır- o halde nasıl olurda bu suça karşı örgütü
göreve çağıran, sorumluluğa davet edenlere=
28
Devrimci Halkın Günlüğü
"yanlışa yanlışla cevap veriyorlar" diye ithamda
bulunabilinir! Parti tüzüğü açıkça parti tüzüğünün
çiğnenmez olduğunu ve her partilinin bu ilkeleri
savunmasını emrediyor."Tüzüğe uygun içte
tartışmalı " fikrini savunduğunu sanan
yoldaşlarımız acaba apaçık meşruluğu olmayan
darbeci oportünist “3.Kongre”nin sonuçlanmasından sonra iradesi çiğneniyor ve partililerin ne
olursa olsun bu anti-demokratik Kongrenin karar
ve iradesine uymak zorundadırlar diyen bir tüzük
maddesi gösterebilirler mi? Tabi ki gösteremezler.
Ama biz diyoruz ki KP'nin tüzüğü tam irade
alınmadan demokratik süreç işletilmeden
Kongrenin yapılmayacağını güvence altına da
gösteriyoruz. Nerede tutarlılık.(!) Bu söylediklerine
kendileri inanıyorlar mı acaba. Güya tüzük kurallarından bahseden ama esasa örgütsel oportünizm
ve ideolojik kırılmaların nasiplerini alan ve ilkesizlikleri de pek önemsemedikleri başı belli olan bu
eğilim, darbeye karşı tavır ve tutum çözüm yolu;
noktasında tek söz söylemezken halen "yanlışa
karşı yanlışla cevap verilmez" kendi aranızda çözün
yada "içten muhataplarıyla tartışın" şeklinde
kendilerini ifade etmektedirler. Gerçekten bu
yoldaşlar parti tüzüğünü savunduklarına kimi
inandırabilirler. Bu anlayış darbeci oportünizme
nasıl karşı durulması tüzük ilkelerini savunma
zorunluluğu üzerine tavır geliştirmek yerine, bu
sorun geniş çerçevede örgütte tartışılmasının
korkusuna kapalıdır. Nedense burada tüzüğü hatırladılar. Böyle bir darbeciliğin nasıl gerçekleşebildiği
üzerine düşünmekten çok bu sorunun tartışılmasının endişesini duyuyorlar. Çünkü gerçeğin
öğrenilmesinden korkuyorlar, çünkü gerçeğin
üstünü öreterek birlik sağlanabileceği oportünist
zehirli anlayıştan etkilenmektedirler. Çünkü hep
böyle davranılmıştır. Bu nedenledir ki böylesine
tarihsel süreçte örgüte başvuran anlayışı tüzük
kurallarıyla karşılama yoluna başvuruyorlar. Bu
değerli yoldaşlarımız gerçekten tüzüğümü
savunuyorlar?(!) Hayır. Çünkü en af edilmez,
mutlak suretle politik, siyasi tavır gerektiren bir
suçtur. Darbeye karşı geçiştirmeci, üstünü örten
"aman kimse duymasın" tavrına girenler hangi
tüzüğe bağlıdırlar. Acaba bilmediğimiz iki ayrı
tüzük mü vardır. En geniş çerçevede gerçeklere
bağlı kalarak örgüte başvurulmasına"darbecilerle
aynı anlayışa düşüyorsunuz" diyenanlayış hatalıdır.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
.Darbeci öznelci oportünizm örgüte başvurmaktan
ziyade örgütün demokratik işleyişini felç etmiştir.
Elbette birçok kez sineye çekilen anti-demokratik
çalışmalar olmuştur. Ama bahsini ettiğimiz parti
krizini bunlarla karıştırmamak gerekir. Burada
demokratik hakları, kuralları savunmak için örgüt
gücüne başvurulmaktadır. Fakat "aman bu tartışmayı genelleştirmeyelim" diyen anlayış -ne kadar
masum olursa olsun- örgüt ilkelerini savunamayacağı, iç demokrasisini pekte önemsemediği açıktır.
Çünkü gerçeği savunmayı partinin gelişmesine,
güçlenmesine ve birliğine uygun olmayacağını
sanmış olmalılar ki darbeyi değil de "aman kimse
duymasın" telaşına kapılmış ve gerçeğin üstünü
süslü ve kurallı tüm tumturaklı sözlerle bezenmiş
şalla örtmeye koyulmanın yararının ne olduğunu
bize anlatabilmiş değiller. Gerçeklerin üstünü
örtüp kendi aralarında uzlaşanların politik tutarlılığı yoktur, her dönemin adamı olmayı seçerek
tasfiyeciliğe hizmet ederler. Darbeci oportünizm
karşısında durarak örgütü bilinçlendirmeyi değil
darbeciliğe boyun eğmeyi, sürüklenmeyi devrimci
politika olduğunu savunanlar. KP demokratik
hakları rafa kaldırarak tüm iradeyi yansıtmayan bir
değişime gitmesinin başlı başına KP olmayı
tartışmalı hale getirdiğini görmemektedirler. Bu
ciddi bir politik geriliğin ifadesidir. Bu önemli
meselenin üzerinde yoğunlaşmak krizi aşmak için
konulması gereken tavrı ortaya çıkarmak yerine,
gerçeklerin gizli kalması derdine düşmek kabul
edilemez. Evet tüzüğü savunuyoruz bu nedenle
darbeci oportünizme karşı durulması için
mücadele edilmektedir. Kendi iradelerini savunamayan hakları yok edilmiş olanların haklarına
sahip çıkmakta tereddüt gösterenler- ki bu ilkelere
karşı olan tereddüttür.- oportünizmin yolunu daha
da genişletirler. Bu eğilim en korkunç tüzük
çiğnemesi olan darbeye ağzıaçık bakarken güya
tüzüğe bağlı kalmanın arkasına sığınmak gerçeği
örtmeye çabalarken partinin daha da büyük
darbeler yiyeceğini ve daha da savrulacağını
görmüş olacağız.
29
Devrimci Halkın Günlüğü
"Yapılan darbedir" Demek Bir
Tavır Mıdır?
Biliyoruz ki oportünizm Marksist geçinerek Marksizmi çarpıtır. Ortada bir savaş varsa savaşın var
olduğunu kötü ve yıkıcı olduğunu söylemek pek bir
işe yaramaz. Savaşı sonlandırmak barış ve huzuru
sağlamak için savaşmak gerekir. II. Enternasyonalin
kötü ünlüleri olan otoriteleri Marksist tumturaklı
ifadeleriyle emperyalist savaşı kabul etmişlerdi,
ama onlar bunu söylerken aynı zamanda
"Demokratik bir barış" ileri sürerek "kendi" burjuvazilerine karşı savaşmayı reddetmişlerdi. Bolşevikler ise barış için savaşmayı seçmişlerdi. Bazı
yoldaşlar bu önemli geri dönüşü olmayan sorun
karşısında "yapılan darbe yanlıştır" demektedirler.
İlk bakıldığında bu yoldaşların çok önemli bir şey
yaptıkları, sanılabilir. Sonuçta doğru bir şey söylemek elbette küçümsenemez. Fakat tanımını yeterli
değildir. Demezler mi KP' inde darbe yapılmışsa bu
darbeye karşı yapılması gereken nedir? Marksist
bu meselede ne olmalıdır. Çıkış yoluna dair önerin
nedir? Ne yazık ki bu yoldaşların “darbe” dedikleri
affedilemez suça karşı bir çözüm ve tavırları yoktur.
Aksine " yanlışa yanlışla cevap verilmez" "böyle
tartışmak zararlı" "sorunların çözüm yolu yöntemi
belli" demeleri dışında fikirleri olmamıştır. Oysa
anti-demokratik ilkesel olarak iç demokrasiyi
parçalayan darbeci oportünizm suç işlemişse kesin
olarak buna karşı tavır olmalıdır. Mücadele
olmalıdır. Partiyi aydınlatma olmalıdır. Bu yoldaşlar
var olan oportünist, parçalayıcı, tasfiyeci duruma
karşı yapılması gerekenden bahsetmiyorlar bile..
Aksine oportünizme karşı durmaların gerçekleri
açıklayıp yapıyı irade bildiğine çağırmalarından
endişeleniyorlar. Darbeye tasfiyeciliğe "darbe"
demekle yetinmek bir tavır değildir. Şayet bu
yoldaşlar bu durumun darbe, ilkesizlik, tasfiyecilik
diyorsa devrimci tavrın etrafında kenetlenmek
zorundadırlar. Fakat bu anlayış darbeye darbe
demesine rağmen uysallık öneriyor. Netleşmek için
doğruları tartışmayı değil, üstünü örtmeyi seçiyorlar. Bu oportünizmdir.Bazı yoldaşlar bu meselenin
önemini kavramadığından bölünme parçalanma
endişelerinden kaynaklı gerçekleri tartışma ve
öğrenmekten ürkmelerini anlamak mümkündür.Ama bunu tüzük perdesiyle yapılması
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
tutarlı değildir. Bu eğilimin kendi politik, ideolojik
kırılmasını bir kez daha bu meselede dışa vurduklarını bilmek zorundayız. Darbeci tasfiyecilik varsa
ona karşı mücadele zorunludur. Bu mevcut sonuç
fiili bir parçalanma ve tasfiyedir zaten. Sanırım
uysallık öneren yoldaşlar darbeciliğin tüzüğü
kökten reddetme pratiği diğer ifadeyle tüzüğü rafa
kaldıran en üst boyuttaki ret ve ihlalin hakları gasp
edilen partililerin iradesini yansıtmalarını doğuran
bir ihlal olduğunu bilmiyorlar. Bu mesele karşısında
"bizde doğru bulmuyoruz katılmıyoruz, darbe
kabul edilemez" demek yeterli değildir. Bunları
söyledikten sonra gerçekleri gizlemeye koyulmak
kendi güçsüzlüğünü, iradesizliğini örgütün iradesizliği sanarak "olan olmuş yuvarlanıp gidelim" tavrına bürünmenin tutarlı tavırla ilgisi yoktur. Bu
düpedüz çelişkidir, politik, siyasi açıdan ise
oportünizmdir. Savaşın varlığını söyleyip savaştan
kurtulmak için savaşmadan barışın borazanlığını
yapmakla eş değerdir.
Tas�iyeciğe, Darbeci Oportünizme
Karşı Durmak Hizip midir (?)
İki anlayış vardır. Birincisi; örgütten
gerçekleri gizleyerek kendi aralarında meseleyi
tartışma adına kötürümleştiren ve yozlaşarak
sürekli hareketi eritenler. Bu eğilim aynı zamanda
iç demokrasiyi de öldüren ve ideolojik mücadeleyi
rafa kaldırmakla karakteriye olmuştur. İkicisi;
Temel ve önemli bütün sorunları partiye gecikmeden taşımanın iç demokrasiyi güçlendirmenin,
ideolojik mücadeleyi güvencelemenin, birlik ve
disiplini sağlamanın ve partiyi işlevleştirmenin
biricik yolu olduğunu savunan anlayıştır. Bazıları
her dönemde komünist maskesiyle yozlaşmış tavır
ve tarzları suçları partiyi parçalayacağını ileri sürerek gizlediler. Fakat tarihsel deneyimlerimizde
sabit olduğu gibi bütün parçalanmalar gerçekler
partiden gizlemenin sonucunda gerçekleşmiştir.
Bugünde Kaypakkayacı partinin karşılaştığı en
önemli ideolojik dönüşüm kavşağında karşımıza
çıkan sorunun gerçek boyutlarıyla tartışılmasından
korkan oportünist bir anlayış vardır. Hiç kuşku yok
ki darbeci oportünizmde "kendi aramızda çözeriz"
diyeceklerdir.Yıllar sonra eğer mahkûm edilebilinirse komünist hareket, halk kitleleri ancak
30
Devrimci Halkın Günlüğü
duyabileceklerdir. O zaman şu cümlede eklenecektir, "Ne yazık ki darbeci tasfiyeciliğe karşı komünist
kadrolar yeterince ve kararlıca mücadele edemediler, partinin sağa savrulmasına dolaylı katkı
sundular." Söylemekte hiçte haksız sayılmazlar...
Var olan hakikati gizlemenin proleter devrimci
mücadelenin nasıl zararına olabileceği yönünde
temellendirmesi
olabilecek
bir
komünist
düşünemeyiz.
Biz partimizin gücüne belirleyiciliğine
inanıyoruz. Örgütün kabul etmediği bir şeyi zorla
dayatma olanağı yoktur. Eğer gerçekten amaç
kavranırsa güçlenerek çıkılacağından kimsenin
kuşkusu olmasın... Tartışmaktan, gerçekleri öğrenmekten korkanların varlığına rağmen bu süreçten
kaçış yoktur.
KP'sin de darbe olduğunu açıklayan
anlayışa hizip denmez. İdeolojik, politik amaç için
gizli ilkesizce bir çalışmadır hizip. Oysa KP'de darbeye karşı tutarlı durmanın öneminden ilkelerden,
açıklıktan ve devrimci ilkeli irade oluşturmaktan
bahsediliyor. Ayrılma parçalanma değil karşı
durma ve çözüm yolundan bahsediliyor. Bu nasıl
hizip olabilir? Ama darbeyi dayatan anlayışın
öznelci, tasfiyeci olduğunu ifade ettiği doğrudur.
Söylenenler tepeden tırnağa açıklık anlayışıyla
işlenmektedir. Kişiden kişiye gruptan gruba değil,
aksine bu tartışmaya kendisini "layık görmeyen"
ama gücün kendisinde olduğunu anlamak isteyenlerinde -az sayıda da olsa- olduğu örgütün
gücüyle yapmaktadır. Bu var olan felsefeci anlayışa
darbeciliğe karşı parti anlayışını, ilkelerini ortaya
koyma mücadele yöntemi ve karşı duruşun iradesini oluşturmanın gelecek açısındaki önemli ihtiyacı
açığa çıkarma çabasıdır. Bahsedildiği gibi darbeyi
pekte önemsemeyen genel bir irade oluşması
halinde bu tartışmanın da son bulmuş olacağı
kendiliğinden anlaşılır. O zaman oportünizm ve
darbeciliğin tamamıyla kanıksanmış KP çizgisi
haline geldiğini şimdiden tarihe not düşerek ifade
etmemiz yerinde olacaktır.
Bir yerlere savrulma ayrılma değil, aksine
ortak iradeyle doğru devrimci amaç ve ilkelerde
ısrar ederek çözüm arayışını dile getirmektedir.
İradeyi hiçe sayanların yol ve adres gösterme
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
durumları da şaşırtıcı olmayacaktır.
Darbeciliğin KP’nin ilkeli devrimci
tutumuymuş gibi karşılayanların tasfiyeciliğe tutarlı tavır takınacaklarını da beklemek hata olur. İdeolojik olarak kırılgan ve kararsız olanların politik
sorunlarda kararlı olmadığı kanıtlanmış bir
doğrudur. Hiçbir yere gitmeden devrimci görevlerini yaparak, iç disiplinini koruyarak, dik durmak
darbeci tasfiyeci oportünizme hayır demektir.
Sorunun kendisini anlamaktan, çözüm geliştirmekten ziyade bu açıklamanın sorun olduğunu
göremeyip hizip ya da farklı tanımlamalarla saman
alevi gibi parlayıp iç disiplini bir çırpıda olumsuzluğa uğratmaya kalkışanların örgütsüz yaşama
olan eğilimlerini dışa vurdukları da açığa çıkmıştır.
Buna izin verilmeyeceği de bilinmelidir. Bir sorun
üzerine süren tartışma ne derece sert olursa olsun
bu d... ki devrimci duruşumuzu askıya almayı
gerektirmez. Herkes söylediğini söyler ve mesele
bir sonuca bağlanır.
Cpk Anlayışını Açıklamakla İlkesel
Hataya Mı Düştü… (?)
Konuyla ilgili bir dizi çalışma vardı. Ocak
2014 tarihli söz konusu anlayış öz olarak Cpk`nın
darbeci oportünizme karşı takındığı tutumlu
anlayışını yansıtmaktadır. Elbette bu görüşler
açıklanmadan bütün partililerin görüşünün
alınmasını gerektiğini belirten eleştiriler olduğu
anlaşılıyor. Kendileri açısından haklılık payı olabilir,
fakat bu kollektif bir karardan ziyade iradeleri
dışında gerçekleşmiş darbeci bir stratejik, ideolojik
değişimin birinci derece de muhatabı olarak kendi
anlayışını gerçeklerle birlikte açıklama ihtiyacından
doğmuştur. Bu aynı zamanda ideolojik, politik,
stratejik değişimin içeriğine dair soruların muhatabı olmadıklarını açıklama zorunluluğudur. Çünkü
Cpk zerre kadar bilmediği stratejik çizgiyi ideoloji
ve siyasi amacı savunamazdı. İstese bile bunu
yapamaz.. Buna rağmen ulaşa bildiği oranda
olanakları ölçüsünde sorulmaya çalışılmıştır.
Darbeci sağ oportünizme Cpk`nın anlayışının
açıklanması sadece genel ile bir tartışmanın değil,
aynı zamanda bütünsel bir netleşme sürecinin
üretilmesi anlamı taşımaktadır. Cpk`nın meseleye
31
Devrimci Halkın Günlüğü
yaklaşımı örgütsel duruşunun bir gereğidir. Sorunlara köklü değişime yaklaşımını ortaya koymak için
bütün partilileri onayını alma zorunluluğu yoktur.
Cpk`nın anlayışını açıklamasını bir işleyiş hatası
olarak göstermek hatalıdır. Cpk köklü değişimden
haberdar olmadığını açıklamamazlık edemeyeceğini belirtmiştir. Çünkü bilmedikleri bir ideolojik
doğrultunun ve pratiğin açıklayıcıları ve uygulayıcıları olamayacaklarının bilinmesinin tarihsel
bir sorumluluk olduğunu değerlendirmiştir.
Nitekim Cpk`nın darbeciliğe net tavrına karşı
gerçeği halının altına süpürelim kendi aramızda
konuşalım,yanlışı
yanlışla
cevaplamayalımla
formüle eden ve eleştiren yoldaşlar da vardır.
Burada bir yok sayma, danışmama, yetki
aşımı ve irade çiğnemesi söz konusu değildir.
Örgütsel işleyişin nasıl olduğu bilinmektedir. Cpk
anlayışını önce muhataplarıyla herhangi bir cevap
verilmemiştir. Sonradan genel olarak geniş örgütsel yapısıyla paylaşmıştır. Bu tarihsel sorumluluk
karşısında yoldaşlarına itaati önerenlerde olacaktır.
Kararlı ve tutarlıca ilkeleri savunarak darbeciliği
söküp atmayı zorunlu gören ve tereddütsüz
mücadele edenlerde olacaktır.Açıklamış olduğumuz eğilimlerde hatalı ve doğru olanlar net olarak
anlaşılmaktadır.
Yeni
stratejiyi
bilmediklerini
açıklamaları yanlışa yanlışla cevap
vermek mi oluyor...(?)
İdeoloji, mücadele ve amaca bağlılığın temeli can
damarıdır. Önüne koydukları her teoriyi ya da ideolojiyi yutacak koyunlar değildir. Kadrolar elbette
birinci sorun darbeci oportünizmdir. Bu örgütsel
olguya gösterilen tavır aynı zamanda tutarlı belirleyen önemde olduğu apaçıktır. Bazı yoldaşlar,
ideolojiyi ve siyasal anlayışı ilkesel olduğunu unutmuşlardır. Tüzüğü rafa kaldırarak stratejik, ideolojik, siyasi, politik değişim olmuş, halen bazı
yoldaşlar sorunu genelle tartışmak doğru değil
diyorlar. Peki demokratik olarak şekillenmesi sürecine katılmadığı bu strateji Cpk nasıl
savunacak.Eğer kuralsa kongreden sona herkesin
bu stratejiyi savunması gerekiyor. Peki Cpk bu
darbeci anlayışı açıklamadığını bir an düşünelim.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Yoldaşlarımız kavramak uygulamak için bu stratejinin ne mezem bir içerikte olduğunu kime soracaklar. Kuşkusuz Cpk`ya soracaklardır. Peki Cpk
bilmediği teoriyi nasıl açıklayacaktır. Kaldı ki ortaya
çıkan anlayışı oportünist buluyorsa- ki buda açığa
çıkmıştır- Cpk onur kırıcı durumu kabul ederek
oportünist
anlayışlarla
birlikte
darbeciliği
savunacaktır. Buna da komünist tutum denilecek
öyle mi.(?) Boynumuzdaki halkayı ağırlaştırmaya
çalışan oportünist politik görüşlerin çürüdüğü
buradan anlaşılıyor. Fakat devrimci tutumu bataklığa çekenlerin bu itaatkar ultra-ilkeli yardımseverliği kabul edilmeyecektir. Henüz stratejinin kendisi
açıklanmadan H.G’nin sayfalarında sırf ön olmak
için ''karşı çıkanlara'' yapılan hakaretlere
yoldaşların yaptığı eleştiriler bile bu meselenin
tartışma durumunun olmadığını gösteriyor mu?
Buradaki mesele oportünist çizginin aynı zamanda
darbeci olduğu gerçeğinin Cpk tarafından açıklanmış olmasıdır. Eğer ilkelere bağlı ol, parti krizini
aşmak için örgütlen”3. Kongre” tasfiyeciliğine karşı
olur. Başlıklı yazıda meseleyi açıklamamış olsalardı,
hiç kuşkusuz bu dedikodu yolu ile yayılmasının
yanında belgeler üzerinde tartışma ve sorulan
sorulardan Marksizmi tahrif eden bu teoriden
haberlerinin olmadığını açıklamak zorunda
kalırlardı.
Kaldı ki hakları kökten ve bütünüyle çiğnenenlerden''tüzük gereği'' deyip, her şart altında
oportünizmin savunulmasını istemek komünist
tutum değildir. Tasfiyeciliği meşrulaştırmaktır.
Komünist kadroların ideolojik, siyasi görüşlere
sahip olmadığını söylemektir. ”3. Kongre” çizgisini
kavra kavrat deniliyor. Acaba herkes teorisyendi de
biz mi bilmiyoruz. Herkes olduğu yerde okuyarak
mı (?) kavrayıp-kavratacak. Zorunlu olarak bütün
çıplaklığıyla tartışmak zorundadır. Herhangi bir
sorundan bahsedilmiyor, 42 yıllık siyasi, ideolojik,
politik çizginin değişiminden bahsediyoruz.
Çelişkilerin giderilmesi için sorulacak ve tartışılacaktır. Ki bunu sürdürmek normal olarak sorumluluk gereğidir. Cpk’nın bilmediği “3. K.”nin çizgisinin
açıklayıcısı durumunda olmadığını belirtmesi,
açıklaması kesin bir açıklıkla meşrudur. Asıl bu
olguyu gizlemesi oportünizm olurdu. Bu köklü
sorunun herhangi bir örgütsel soruna indirgeyerek
oldu-bittiyle ortaya çıkmış olan “3.Kongre”
32
Devrimci Halkın Günlüğü
çizgisinin tartışmasız benimsenmesini olanaklı
görmüş olmalı ki ''aman genelle tartışmayalım''
kaygısına kapılan eğilimin varlığını vurguladık. Oysa
ne darbeci pratiği ne de ortaya çıkan ''tam bilimselci'' oportüzmi gizlemek olanaksızdır. Bu nedenle
amaç ve politik güç ve gelişme bakımından en
doğru tutum en geniş ve demokratik bir tartışma
yürütmek için katılımcı bir çaba göstermelidir.
Vahiyle inmiş gibi önümüze çıkan
bilmediğimiz stratejiyi öğrenmenin ve oportünist
sapmaları ortaya çıkarmanın yolu kollektif bir
anlayış ruhuyla tartışmaktan geçer. Tarihsel
süreçlerde, Marksist politik mücadele deneyimlerinin gösterdiği gibi örgütsel oportünizme karşı
ancak örgütle durulur. Sorunların dar çerçeveden
çıkıp geniş çerçevede tartışmaya ihtiyaç duyması
azınlık gurubun darbe ile iç demokrasiyi tahrip
etmesinin getirdiği bir sonuçtur. Darbeci çizginin
tam iradeyi yansıtmayan ve halka açıklanan
sonuçları, eleştiriyi, örgüt ve ilkesini dikkate almamasından ileri gelmiştir.
İlkelerin önemini kavrayan, darbeciliği
reddeden KP güç kazanmış demektir. Ne darbeciliğin varlığını açıklamak, ne de bilmediğimiz
stratejiyi tartışmak oportünizmin içeriğini açıklamak yanlış değildir. Bırakalım bunun yanlış olmasını
bu ilerlememizin vazgeçilmez anahtarıdır. İdeolojik-politik sorunlara ilgisiz eleştirmekten uzlaşmayı
herkese gül uzatmayı devrimci siyaset olarak
göremeyiz. Bu eğilimin” 3.Kongre”nin darbeci
oportünizmine karşı aynı uzlaşmayla yaklaşıp
devrimci ilkeli mücadele çizgisinde ısrar eden
politik doğrultuyu yolundan saptırmak, tutumunu
uysallaştırmak
çabasına
girmesi
şaşırtıcı
olmamıştır.
Parti Birliğini Ve Disiplinini Korumak Uzlaşmaktan Değil, İlkesizliğe, Darbeciliğe, Pasi�izme Karşı
Durmaktan, Yalana Karşı Doğruyu
Gerçeği Savunmaktan Geçer…
KP’sin de ve geniş örgütlü gücünde
gerçeklerin kendilerine açıklanmasından
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
çekinenlerin olması bir hayli tuhaftır. Bu da akılda
tutulması gereken bir gerçektir. Fakat unutulmaması gereken diğer yanı ise darbeciliğe karşı durulmasında tereddüt taşımayanların varlığıdır. Şimdiye kadar yığınla sorun olmasına rağmen genel bir
açıklama yoluna gidilmemesi kuralların bir
gereğidir. Fakat ortada tam irade alınmadan ortaya
çıkartılan bir darbe gerçeği durunca geniş çerçevede açıklama yoluna gidilmemesi sadece ve sadece
dayatılan tasfiyeyi, politik ilkesizliği durdurma
ısrarıdır. Bu olguya rağmen''Parti Birliği ''adına ya
da ''Parçalanma Değil Birlik Zamanı'' ya da çeşitli
gerekçe ve kılıflarla süslenmiş gerekçelerle darbeci
oportünizmin üstünü örtmeye, sessizlikle
geçiştirmeye koyulmak yanlış ve tehlikeli boyutta
parçalayıcı bir tutum ve yaklaşımdır. Yanlış ve
ilkesiz alanla uzlaşmak kızıl tutumu lekeler. Parti
birliğini asla sağlamaz, bilakis kısa vadede birlik
görüntüsüne bürünse de gerçekler çelişkileri
görünür kılar ve daha büyük zararlara neden olur.
Her zor ve sancılı dönemde ''Birlik adına''
gerçekleri gizleyenler oldu. Çelişkileri konuşmayı
dahi ötelemeyi ''birlik” adına meşrulaştıranlar
oldu. Ama bu oportünist anlayışın daima parti
sorunlarını ağırlaştırdığını ve parçalamalara
kırılmalara neden olduğu görüldü. Gerçeği gizlemek yani, çelişkiler doğurduğu gibi var olanları da
keskinleştirir. Güveni zedeler. İdeolojik siyasi
oportünizme seyirci kalmak “Yanlış görüyorum”la
yetinmek örgütsel sorunda darbeciliği meşrulaştıracağı gibi Parti birliğini asla sağlamaz ve
oportünizmin batağına saplanılır. Çünkü ilkelere
bağlı davranılmadığından da bu böyledir. Çünkü
yalana seyirci kaldığı için birliği sağlayamaz. Açık
olmadığı, uzlaştığı, partiyi geniş örgütlü gücü
küçümsediği K.P. değerlerinden uzaklaştığı,
yozlaştığı, çürümüş tarz ve tutumlara itiraz
etmediği için birliği değil parçalanmayı derinleştirir. Fakat her zaman ki gibi oportünizm
uzlaşmacılığını
''Parti
Birliği''
ideolojisine
büründürür. Bu anlamıyla uysallık önerenler
çözüm yolunu ortaya koymak zorundadır.Darbeci
anlayışa karşı hangi MLM tavrın ve devrimci perspektifin gösterilmesi gerektiği üzerine Cpk ya
söyledikleri bir şey yoktur. Tabi darbeyi meşrulaştırma dışında bir içeriği olmayan ''Yanlışa karşı
yanlışla cevap verilmez.'' vb söylemleri saymazsak.
Demokratik haklarımız ve ilkeler böylesi kararsız
33
Devrimci Halkın Günlüğü
anlayışlarla nasıl savunulabilinir. Parti ilkelerini,
demokratik haklarını savunanlara iki cümleyle
''Yanlış yaptıklarını'' söylemeyle yetinmek sadece
kendi tavrını “3.Kongre “darbeciliğinden yana
yakmaya yarar. Sorumluluk duymanın bir gereği
olarak Cpk’nın hangi konuda ''yanlış'' yaptığını
açıklamayı
gerektirir.
Öncelikle
darbeci
oportünizme karşı Marksistlerin tavrı ne olmalıdır.
Sorunun çözüm yolunu koyarak eğer varsa Cpk’nın
yanlışını detaylandırmak her yoldaşının özgürlüğü
dahilindedir. Aksi taktirde pek çabuk telaşlanarak
darbeciliği görmezden gelerek H.G’de ifade edilen
''ya uyun ya gidin'' çizgisinin parçası durumuna
gelinir. Bu önemli tarihi dönemeçte ''olanlar
vardır'' ama ''karşı çıkmayın kaderinize razı olun''
görüşü parti birliğini korumak değil, oportünist
darbeciliği korumaktır. Bilinmelidir ki Kaypakkayacı
partinin bu tarihsel dönemeci öyle gölgede
bırakılıp yıllar sonra üzerinde konuşulabilecek
şekilde kendi haline bırakılacak bir geçici çelişme
değildir. Bu oportünist ve proleter devrimci
çizginin mücadelesidir. Tabi ki yazılan sözler tarihe
kazındı ve bir daha kimse sökemeyecektir. Proleter
çizgi anlayışını gerçekler üzerinde ifade etmeye
devam edecektir.
Bütün yoldaşların ortak fikri darbeci
anlayışı yanlış bulmuş olmalıdır. Açıkladığımız gibi
darbeye darbe demek örgütsel bir sorunda çözüm
değildir. Cpk’nın ortaya koyduğu çözüm perspektifini ileri taşımak gerekmektedir. İrade birliği
oluşturmak ve yanlışın karşısında durmak parti
birliğini korumanın birinci yoludur.
Darbeyi yanlış bulan bütünün içinde küçük
bir eğilim böylesine bir sorun karşısında şaşkınlığa
düşmüştür. Bir eğilimde geniş tartışmayı doğru
bulmamanın yanında niyetten bağımsız çözüm
yolu olmadığı, işin darbeyi pratik olarak meşrulaştıran bir çizgidir. Bir kısımda bölünme parçalanma endişesiyle bir nevi ''şimdi bunları bize niye
açıkladınız'' anlaşılması güç tavrındandır. Meselenin ciddiyetini parti ilkeleri bakış açısıyla kavrayan
ve Cpk’nın anlayışında somutlaşan eğilim darbeciliğe karşı kararlı durulması gerektiğinden tereddüdü yoktur. Parti krizinin aşılması için bütün
gücünü ortaya koymaya devam edecektir.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Sorunu bir güvensizliğe dönüştüren,
açıklamayı kuralsızlığının, örgütsüz yaşam gerekçesi haline getirmeye çalışanların pratikleri hem
olumsuz örnekler olarak bilinmelidir, buna izin
verilmeyecektir. Daima örgütlü gücü ve iradesine
inananlar bu sorunun nasıl yürümesi gerektiğini
açığa çıkarmanın size bağlı olduğunun bilincindedir. Ocak 2014 tarihli çalışmada ifade edilen de
budur. CPK darbeciliğine karşı durmanın tasfiyeciliğe karşı durmak olduğunun bilincindedir. Buna
bağlı olarak darbeciliğe karşı dururken “3.Kongre”
çizgisinin genel olarak tartışılması ve netleşmenin
sağlanması doğru olacaktır. Öncelikli olarak 1)
Ocak 2014 tarihli çalışmada belirtildiği gibi bir karşı
duruş vardır. Darbeci çizgi karşısında durulması
yönündeki tutum ve değerlendirmemiz; 2) Parti
ilkelerine bağlı bu devrimci tavır ve karşı koyuşun
birer iradesi gücü ve kollektif irade için değerlendirme ve fikirlerinize ihtiyaç vardır. Bu fikirler
tutumun sürdürülmesi perspektifini netleştirecek
içerikte olmalıdır. Bu konuda ki netleşme önemlidir.
KAYPAKKAYACI PARTİNİN DENEYİM VE ÇÖZÜM
ANLAYIŞINA UYGUN SORUNLARIN ÜSTESİNDEN
GELİNECEĞİNE İNANALIM. HER YOLDAŞ KENDİNİ
ÇÖZÜMÜN BİR GÜCÜ OLARAK GÖRMELİDİR. PARTİ
DEMOKRASİSİNİ
KORUYAMAYANLAR
HALK
DEMOKRASİSİNİN ÖNDER GÜCÜ OLAMAZLAR.
Yoldaşlar;
Sonuç olarak Partimizin 2007’ de
gerçekleştirdiği 2. Kongre kararları ile yolumuza
devam edeceğiz. ‘’Maoizmle ilerleyip halk savaşıyla kazanacağız ‘’
Canımız Halk Savaşına Feda Olsun!
Yaşasın Partimiz MKP!
Yaşasın Halk Savaşı!
Yaşasın Parti Birliği!
Biz Kazanacağız, Halk Kazanacak, Halk Savaşı
Kazanacak!
MKP Hapishane Parti Komitesi
CEZAEVİ PARTİ KOMİTESİ ( CPK )
34
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Parti “ 3. Kongre”sine Karşı Tavrımıza Dair
Açıklama ve Açık Çağrımızdır!
21. yy proleter devrimlerine önderlik
edecek UKH’ın fonksiyonunu oynamaması dünya
proleteryası, ezilen uluslar ve halkların üzerindeki
emperyalist haydutluğu artırmaktadır. Fakat
emperyalist barbarlığa karşın rüzgar ezilen
dünyadan yana esiyor. İsyan halkın emekçi ellerinden yeniden kalıba dökülmektedir. Türkiye - Kuzey
Kürdistan’da kitlelerin öfkesi kabardı. Normal
zamanlarda sömürü ve baskıya “alıştırılan” halk
artık ayaktadır. Kitlelerin kendinden patlayan
öfkesini, direnişini devrim amacıyla bütünleştirip
geliştirmek
komünist
hareketin
görevidir.
Komünist Parti önderliği olmadan ezilen sınıfları
kurtuluşa taşıyacak devrimin zaferi olanaksızdır.
Devrimci krizin olgunlaştığı bu tarihi dönemde
kitlelerin gerisinde sadece düşmanın kitlelerin
gerisinde kalan komünist hereketin hızla eksikliklerini gidermesi gerektiği açıktır. Marksizm ideolojisiyle donanmış disiplinli ve bütün saldırıları
göğüsleyebilecek kadar sağlam parti olmadan sınıf
savaşımında önderlik yapılamaz. Toplumsal pratikte kanıtlanmış örgütsel gerçekler bilinse de yaşanmakta olan parti krizini ortadan kaldırmıyor. Fakat
sorun ağır, engeller ne kadar büyük olursa olsun
aşılabileceğine sonsuz inanıyoruz. Biliyorsak sınıf
mücadelesinde sadece düşmanın fiili saldırıları
karşı koymak yeterli değildir. Aynı zamanda
içimizde türeyen çeşitlli oportünist eğilimlere
çizgiye karşı da kararlı mücadele etmek gereklidir.
MLM ideolojisinde sapmalar olbileceği gibi örgütsel ilişkileri yerle yeksan oprtünist sağ-sol çizgilerle
ortaya çıkabilmektedir. Parti tarihimiz bu gerçeği
fazlasıyla kanıtlamaktadır.
Kaypakkayacı 72 kızıl güzergahı devrimci
iktidar amacında kesintisiz ilerledi. Ağır bedeller
ödedi, büyük acılara katlandı. Karşımıza çıkan
büküntüleri aşmayı, düşmanın amacını ve
saldırılarını boşa çıkarmayı başardı. Partiyi devrim
yolunda koparmayı başaramadılar. En zor kuşatmaları aşmayı başaran Kaypakkayacı partinin,
bugün karşısına çıkan darbeci tasfiyeci engelide
aşacağına kuşkumuz yoktur.
Parti bir bütündür. Açık-kapalı olan ve
bütün ötgütleri için MLM ideolojisi, program,
strateji ve aynı tüzük ilkeleri geçerlidir. Bütün parti
organları var olan örgütlü gücümüz gibi hapishane
örgütü de bu ilkeleri iyi bilmektedir. MLM ideoloji
yerine burjuva ideolojisi konamayacağı gibi hiçbir
organ, birey, mültecileşmiş grup tarafından Maoist
örgüt anlayışı ve ilkeleri rafa kaldırılamaz. Kongre
ve konferanslarda tüzük kuralları çerçevesinde
gerçekleştirilmek
zorundadır.
Açıklamamızla
doğrudan ilgisi olacağı için bunları hatırlatmak bir
ihtiyaçtır.
Bilindiği
gibi
“MKP
3.kongresini”
“demokratik süreç işletilerek tamamlandığını”
halka açıkladı “3. Kongre önderliği.” “Parti iradesinin yansıtıldığı bir kongreyi tamamladık” dese de,
bu açıklamalar gerçeği yansıtmamaktadır. “3.
Kongre” iradesi-önderliği devrimci işçi sınıfına,
emekçi köylülük ve geniş halk kitlerine yalan
söylemiştir. Halka ve yoldaşlarına açık ve dürüst
olmayanlar Kaypakkayacı parti çizgisinden
sapmışlardır.
“3.kongre” ile MKP’nin devrim yolu
program, tüzük, ideolojik anlayışında stratejik
değişimler oldu. Söz konusu değişimden CPK ve
hapishanedeki bütün parti üyeleri hiçbir şekilde
sözlü-yazılı haberdar edilmemişlerdir. (MKP tüzüğü
madde 7) “ Hapishanelerde parti üyelerinin
kongrelerde parti organlarına seçme ve seçilme
hakkı olmamakla beraber kendilerine sunulan alt
kongrelerde gündem maddeleri üzerinde görüş
belirtme ve kararlara ilişkin oy hakkı vardır” demektedir. Demek ki halka açıkladığı gibi “3. Kongreye”
partinin tam iradesi yansıtılmamıştır.
35
Devrimci Halkın Günlüğü
“3. kongre” olması gerekenin olması, gerekenin altında katılımla (oranını kendileri açıklamalıdırlar) gerçekleşmiştir. Kitlelere açıklandığı gibi
istisnasız bütün kararlar oy çokluğuyla alınmıştır.
Dahası şu yada bu gerekçe ile kongreye katılamayan üyelerin delegeliğinin düşürülmesi
görülmemiş bir şeydir. MKP tüzüğüne göre kongrede de olsa kararlar toplantıya katılanların değil
toplam üye/delegelerin salt çoğunluğuyla alınır.
Düşürülmüş olan delege sayısındaki oran, karar
yeter sayısında düşürdüğünü söylemeye gerek bile
yoktur.
Çok açıkça anlaşıldığı gibi CPK ve ona bağlı
parti üyelerinin hiçbir karar ve değişimden haberlerinin olmamasıyla sınırlı değil. Alanların temsil
edilmemesi, düşük-oldukça düşük- katılımla birlikte düşünüldüğünde kongrenin kendi demokratik
işleyişi, temel ilkeleri çiğnemeleri bakımından da
darbecidir. Gerek kapalı-açık alanlar, gerek askeri
alanlar parti güçlerinin aldığı darbelerin ve
tasfiyenin sorumlusu olan bu çizgisi CPK sağ
pasifist darbeci oportünizm olarak tespit etmiştir.
CPK “3. Kongre” darbesinden sonra
hapishane örgütünün somut olarak çiğnenen
iradesine dayanarak parti önderliğinden-yapılan
darbeye açıklık getirmesi için talepte bulunmuştur.
Uzun zaman- aylarca- geçmesine rağmen CPK’ya
hiçbir yanıt verilmemiştir. CPK anlayışını ifade eden
“İlkelere bağlı ol. Parti krizini aşmak için örgütlen
“3. Kongre” tasfiyeciliğine karşı dur!” , “Devrimci
itiraz oportünizmin önündeki yıkılmaz barikattır”
ve “Sağ oportünist darbeci tasfiyeciğe karşı
duralım
görevlerimizi
kavrayalım
partiyi
koruyalım” başlıklı yazılar kaleme alındıktan bir
süre sonra sözlü olarak “3.Kongre” usulüne uygun
tamamlanmıştır” ifade edilmesi dikkat çekici
olduğu kadar ciddiyetten yoksundur.
Sağ tasfiyeci, darbeci anlayış sahipleri
pervasızca CPK’nın ısrarlı sorularını yanıtlamamaları (fiili olarak muhatap almamak şeklinde tutumlarını tanımlamak daha doğru olacaktır. Gazete
üzerinden karşı koyuşları hesaplayarak ) kendi
ifadeleriyle öngörmüşlerdir. Herkesi “dogmatik,
gelenekçi, gizli gündemi olanlar, geri anlayış sahipleri”vb-vs ifadelerle Maoist anlayışa asla uygun
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
düşmeyen metotla ve bakış açısıyla gelecek eleştirileri bastırmaya koyulmaları gibi, bütün neden ve
sonuçları nedeniyle CPK,” 3.kongreyi” neden sağ
pasifist, darbeci, tasffiyeci değerlendirdiğini bütün
hapishane örgütlü gücüne, bununla birlikte
dışarıdan partiye ve örgütlü gücüne açıklamayı
tarihsel bir sorumluluk olarak değerlendirmiştir.
Halka açıklanan “3. Kongrenin” anti demokratik
darbeci anlayışına karşı açık ideolojik mücadele
vermek zorunlu olmuştur.
Ayrıca talep ve eleştirileri dikkate almak
yerine, izah ettiğimiz tavır CPK’nın değil de sanki
tek tek bireylerin karşı koyuşu ve görüşleriymiş gibi
yansıtma ve yayma çabaları da eklenince CPK bu
açıklamayı
yapma
ihtiyacı
duymuştur.
Oportünizme, darbeci tasfiyeciliğe karşı duruşumuzu hizip olarak göstermeye çalışanlar gerçeği
gizliyor. CPK’nın ve dışarıda aynı tavırda olan
yoldaşları parti ilkeleri ile darbeci tasfiyeciliğe karşı
durmaları hizip değildir, olamaz. Darbeciliğe karşı
partiyi savunmaya ve devrim amacına bağlı kalmaya devam edeceğiz.
Gerçekler inatçıdır ve gizlenemezler.
Çağrımız açık ve nettir. Gerçekten parti iradesinin
tam olarak yansıtılacağı OPK darbeci çizgi mahkum
edilerek parti krizinden çıkalabilinir. Halka açıklanan stratejiye açık ideolojik mücadele verilecektir.
CPK bu anlamıyla “3.Kongre”nin ideolojik, siyasi,
örgütsel, oportünist teorilerine ayrıntılı yanıt verecektir.
CPK’nın
gönderdiği çağrıya cevap
verilmemiştir. Parti içi kanalları tamamen kapatmakla birlikte gayri-ciddi cevaplarla parti ilkeleri
çiğnenmiştir. Devrimci kültürden yoksun olanlar
devrim ve komünizmin önünde engel olanlardır.
Dün olduğu gibi bugünde oportünizme karşı
mücadele ederek, parti birliği sağlanacaktır.
Cezaevi Parti Komitesi
36
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
İlkelere Bağlı ol, Parti Krizini Aşmak
İçin Örgütlen, “3. Kongre” tas�iyeciliğine
karşı dur!
Bütün oportünist akım ve eğilimlerin
temeli toplumsal maddi üretim temeli üzerinde
var olan sınıflardadır. Komünist hareketin temeli,
dayanak gücü devrimin itici güçleri olan işçi sınıfı,
köylülük, küçük burjuvazi, geniş halk kitleleridir.
Eğer şu yada bu farkla küçük burjuvazinin radikal
unsurları burjuva demokrasisi hayranlığıyla halen
Türkiye-K.Kürdistan’da göz dolduruyorsa, bu
oprtünizmin güçlü olduğunu gösterir. Dünya
komünist partilerinde ortaya çıkan biçimsel çeşitlilik gösteren oportünist eğilimlerin özünde aynı
olduklarını unutmamalıyız. Devrim amacının
iktidarı almaksızın gerçekleşmeyeceği, ezilen
sınıflara özgürlük ve demokrasi gelemeyeceğini
unutan küçük-burjuva sosyalizmi; reformist, parlementerist karakteriyle MLM’i çarpıtmaya devam
ediyor. Ezilen sınıflar ölümün meydan okuyarak
isyan etselerde reformist, parlementerist akımlar
daima amacına uygun davranmaktadırlar. Komprador burjuvazi ve büyük toprak sahibi sınıflar ve
onların gerici devleti yıkılmadan halklara özgürlük,
kardeşlik mümkün olabileceği yalanını, aldatmacasını tekrar edip dururlar. Taksim -gezi parkı- halk
hareketi kitlelerin devrimci başkaldırı ruhunu
filizlendirdi. Bugün küçük burjuva devrimci
örgütlerin önemli bir kısmı, Kürt ulusal hareketi
Gezi ruhunu yerel seçimlerin ruhu yapacaklarını
söylüyorlar! Kentlerde halkın kendini yönetebileceğinin propagandif yaklaşımlarından ziyade,
kendilerini buna inandırmış olmaları ve sisteme
karşı gelişmekte devrimci isyan ruhunun yerel
seçimler ve parlementer reformist hayallerle
boğulamak istendiği apaçıktır. Bütünüyle bu
yaklaşım yerel seçimlerin devrimci sınıf mücadelesini ileri taşıma aracı olması kavrayışından uzaktır.İki farklı yoldur bu: Halkın devrşmci isyanını,
başkaldırısını, ayaklanmasını devrimci amaca
uygun örgütlemek, ileri taşımak, daha büyük
çatışmalara hazırlamak, yada bütün demogojik
söylem ve çarpıtmalarla isyan ruhunu seçimlere,
parlemento kürsülerine taşımak…
Devrimci proleter mücadelenin güçsüz
olduğu dönemde küçük burjuvazinin bir sııf olarak
burjuva demokrasisinin hayaliyle kapitalist
düzenin bir destek gücü halinde olması şaşırtıcı
olamaz. Ama sömürücü düzende hiçbir beklentisi
kalmayan milyonların olduğunu ve sayılarınında
hızla artığını, artmayada devam edeceğini görmeyenler devrimci sınıf bilincinin kitlelere taşınmasının
ne derece önemli olduğunun ayırdına varamazlar.
İşbirlikçi sınıfların rantcı, bürokratik faşist cumhuriyet diktatörlüğü altında neredeyse yüzyıldır inleyen halkımıza, kürt ulusuna, çeşitli azınlıklara
demokrasi vaat edilmektedir. Demokrasi vaadi
küçük burjuva sosyalizmini cezbediyor, beklentiye
sokuyor ve sınıf uzlaşmacı çizgisini hiç olamadık
kadar belirginleştiriyor. Sürekli reformlar peşinden
koşmaktan, devletin çelişkili, çalkantılı, çatışmalı
düzenleme ve reorganizasyonları üzerine sonu
gelmeyen, ama çoğunlukla gayrı marxist tanım ve
tespitlerle, pratik yaklaşımlarla devrimci siyaseti
sürdürdüğünü sanıyorlar. İlkeli mücadeleden
ziyade günü kurtarmaya koyuluyor ve reformizm
yolunda devrimci lafzı maske olarak kullanarak
ittifaklara giriyor. Hatta ilerledikçe devrimci lafzıda
bir kenara atmaktan çekinmiyorlar. Bu nedenledir
ki Kürt ulusunun yeniden Türk devletine entegrasyonu olan “barış” sürecinin, bu entegrasyonun
Türkiye cephesi örgütü olan HDK-HDP’nin aktif
katılımcıları olan “komünist” devrimci hareketlerin
kendilerini “Kürt halkının destekçileri” olarak
tanımlamaları şaşırtıcı olamaz.Teorik olarak Türkiye- Kürdistan’ın, yada Türkiye, Türkiye-kürdistan’ın
37
Devrimci Halkın Günlüğü
devrim hareketi olarak kendilerini tanımlamaya
devam etselerde onlar bu tavır ve pratikleriyle türk
halkının “önder gücü” ama Kürt halkının “destekçisi” olmanın ne büyük bir çelişki ve oprtünizm (Kürt
ulusunun devlet kurma hakkını öteleyen, üstünü
örten içeriğiyle komünistlik adına bunun parçası
olanlar inceltilmiş milliyetçilik de denilen sosyal
sovenizm batağına batmışlardır)olduğunu anlamamazlıktan geliyorlar.
Devrimci iktidar hedefinden uzaklaşmış
reform ve gerici düzenin devlet biçimi üzerine
politika sürdürüş tarzıyla kendini tüketen
küçük-burjuva sosyalist akımlar devrimin değil
burjuva demokrasi çemberinde hapis olmuş
durumdadırlar.
Dünyada isyan dalgası gelişiyor. Afrika ve
Ortadoğu’da
–türkiye
ve
Kürdistan
da
Ortadoğu’nun bir parçasıdır- ortaya çıkan devrimci
duruma uygun konumlanmak bir yana,
oportünizmin tamda yalpalayan kararteristik çzigileri bu tarihi dönemde çok daha belirgin açığa çıktı,
çıkmaya da devam edecektir. Türkiye ve Kürdistan’ın devrim hareketinin içsel ayrışımı reform
diyenler ile devrim diyenlerin ayrışımıdır. Genel
olarak bütün hatlarıyla oportünizm ile komünist
çizginin çatışması ve yol ayrımı durmaksızın
gerçekleşiyor. Maoist hareketin içinde gerçekleşen
ideolojik çelişki ve çatışmanın temelide buna
dayanıyor.
İlkeler Çiğnenerek Devrimci
Perspektif Yaratılamaz.
Sınıf mücadelesinde keskin dönemeçler vardır,
eğer önümüze çıkan bu keskin dönemeçlerde
esnek olduğunuz kadar kararlı ve casur olmazsanız
uçurumdan yuvarlanmanız kaçınılmaz olur. Maoist
hareketin önüne keskin virajlardan biri daha çıktı.
Uçurumun dibine düşenler kalkıp düze çıkamk
yerine partiyi bütünüyle kendileriye birlikte karanlığa sürüklemek gayretindedirler. Elbette bunu
başaramayacaklardır.
Daha önce çeşirli kereler belirtiğimiz gibi
oportünizmin genel karakterini açıklarken aynı
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
zamanda içsel bir sorun olduğunu vurgulamıştık.
Yani oportünist eğilimleri sadece dışımızdaki hareketlerde değil, içimizde de aramalıyız. Politik
sorunları gelip geçici, yada birey, grup, grup
tutumu olarak değil toplumdaki sınıfsal temeline
bağlı olarak ekonomik içerikleriyle bir çizgi olarak,
eğilim,
akım olarak incelemeyi öğrenmeliyiz.
Bugün maoist harekette ortaya çıkan her önemli
sorunun kayanağında bunlara bağlı bir süreç vardır.
Sonuçlar birden bire oluşmaz; doğuşu, gelişimi ve
sonuçlanma diyalektik hareketine uygun gelişir.
Türkiye-K.Kürdistan(geniş anlamda Kürdistan) da gelişmeye başlayan devrimci duruma yanıt
verebilecek KP’ne olan ihtiyaç apaçıktır. Çünkü
ezilip sömürülen proleteryanın halk kitlelerinin
kurtuluşu için KP’den başka aracı yoktur. Bütün
hatalı ve eksik yanlar, bütün oprtünist lekeler
silinmeden sağlam, kararlı, disiplinli bir parti olmak
olanaksızdır. Hiçbir şekilde yalpalamaya, karamsarlığa kapılmaya gerek yoktur. Çünkü ezilenler
isyan halindedir. Canlarını vermekten kaçınmayacakları koşullar oluşmuş tur. Devrim amacına bağlı
kararlı ve tutarlı olan hareketin güçlenmesi kaçınılmazdır. Fakat devrimci mücadele lafızda değil
gerçekten devrimci MLM perspektif, gerçekten
adanmışlıkla ileriye doğru taşınabilir. Dikkat ederseniz devrimci durumdan bahsediyoruz. Sınıf hareketinin genişleme potansiyelinden, gelişmeden,
hareketin güçlenme dinamiklerinden bahsediyoruz.Gözden kaçırılması olanaksız bir gerçek daha
vardırki maoist hareketin içinde güçlenen, bir çizgi
haline gelen, sağ pasifist tasfiyeci çizgi, örgütsel
olarak dağınık disiplinsiz karakteriyle epey bir
zamandır devrimci koşulların gelişimine rağmen
tasfiyecilikten, güçsüzlükten, dağınıklıktan, iddasızlıktan, savrulmadan bahsedip durmaktaydı. Onlar
tasfiyeci çizgilerini devrimci hareketinin genel
tablosunun yıkıntıları arasına gizlemeye çalışırken
öz olarak partiyi tüketiyor ve dağıtıyorlardı.
Tasfiyeci eğilim kendi gücünü adeta devrimci dinamiklerin sürekli tasfiye edilmesi üzerine oturtmuştur.. İdeolojik, siyasi savrulma örgütsel sorunlarda
kendisini göstermiştir. Politik oportünizm parti
gücünün tüketilmesinde kesintisiz bir çizgi izler.
Bunu anlamak için daha uzağa gitmeden 1994’ten
günümüze uzanan gelişimi çeşitli biçimleriyle
incelemek, değerlendirmek meseleyi anlamak
38
Devrimci Halkın Günlüğü
açısından yeterli olacaktır. 1994 bölünmesini
ortaya çıkaran politik sorunlar bilinmektedir. 1994
bölünmesi ve sonrasında partinin durumu KHK ve
KDH’nin ezilmesi sonrası parti içi mücadele, C.
Kahraman’ın şehit düşmesinden sonra KHK’nin
çizgisinin fiilen sonuçlanmasının getirdikleri… Parti
tarihinin en derin tasfiyeci sürecinden sonra
gerçekleşen 2002 1. Kongre ve 17’lerin kaybıyla
alınan yenilgi(darbe) ve günümüze uzanan sürecin
oportünist ve devrimci çizginin analizi yapılmadan,
üzerine düşünülmeden bugün partinin içinde
bulunduğu kriz anlaşılamaz. Hatalı eğilimlerin
kökeni bu tarihin içindedir. 1.ve2.kongre bütün
yanlarıyla doğru ve eleştrisiz kabul eden anlayışlar
hatalıdır. Bugünkü parti krizinin köksüz, gelişimsiz
ve aniden ortaya çıkan sonuçlar olarak görme
hatasına düşmek idealizme tekabül eder. Politik
çizgide oportünist, kuralsız, sekter olanlar devrimci
perspektifleri yaratacak tutarlılığa sahip olamazlar.
Birbirine bağlı iki hakikattir bu.
Sağ Pasi�ist Tas�iyeci Çizginin İlkesizliği ve Parti Krizinden Çıkış Yolu.
Yıllarca KP disiplini, ilkeleri hakkında
yapılan tekrarlar bugün yaşanılan parti krizine
çözüm değildir. Bugün devrimci kavrayışla ilkelere
bağlı tavır takınma, devrimci çizgiyi pratikte
sürdürme sınavıyla karşı karşıyadır herkes… Nasıl
bir sorunla karşı karşıya kalındığı bilinmezse çözüm
üretilemez. Maoist harekette dönüşüm ilerleme ve
eğitimdir. Bu dönüşüm aynı zamanda teori ve
pratiğin uyumudur. Bizler tasfiyeci lafazanlar gibi
bıktırıcı felsefi tekrarlar yapmayacağız. Partinin
içinde bulunduğu krizi anlatmaya çalışacağız.
Çözüm yolunu sunacağız. Bütün partilileri, örgüt
gücünü sorunun özünü kavramaya davet etmekle
birlikte, krizi aşmak için çok daha fazla kararlı
olmaları gerektiğini hatırlatacağız. Tekrar olsada
söyleyelim meseleyi kişi, grup yada kişiler üzerinden değil, ideolojik, siyasi, politik çizgi, eğilim
olarak ele almalıyız. 42 yıllık kaypakkayacı hareketin devrim yolu “3.Kongre” ile değiştirildi. H.G.
sayı:74-2014 ‘de yayınlanmasıyla hepiniz gibi bizlerde bu köklü değişimi öğrenmiş olduk. Kafamıza
yediğimiz balyozla sersemliğimiz geçtikten sonra
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
önümüze serilen manzarayı gözlerimiz seçmeye
başladı: ENKAZ.
Elbette parti kongresi devrim yolunu
değiştirmek de dâhil herşeyi değiştirme yetkisine
sahiptir. Fakat her kongrenin MLM temelde
gerçekleşebileceği fikri temelde yalnıştır. Örgütsel
ilkeler bakımından kongre partinin en üst
organıdır; strateji, temel örgütsel hattı belirleme,
ideolojik, siyasi doğrultuyu karara bağlama, tüzük
kurallarını belirleme iradesine sahiptir. Kongre
devrimci perspektifi açığa çıkarıp atılıma önderlik
etme iradesini ortaya çıkarabileceği gibi,
oportünist kulvara evrilip burjuva rotayı da seçebilir. Kongrenin MLM içerikle tamamlandığını belirleyen ise ideolojik olarak MLM, siyasi açıdan
proleterya diktatörlüğüne bağlı, politik olarak
devrim yolunun- (strateji, temel doğrultuyu, temel
arçları içine alır) nesnel şartlara, sınıfsal mevzilenmeye uygun olması bütün bu saptama ve amacın
mutlak suratle partinin tam iradesinin güvencelenerek, yani üyelerinin, örgütlerinin iradesinin
yansıtılmasıyla gerçekleştirilmesi zorunluluğudur.
Parti iradesinin tam yansıtılmasında bir sorun
yaşanmayıp, ama devrime ihanet eden kongrelerin
sayısı enternasyonal işçi sınıfının mücadele tarihinde hiç te az değildir. 1956’da Rusya komünist partisi 20. Kongresi buna yeterli örnektir. Devrim amacına bağlı kalan stratejik, taktik ve örgütsel olarak
çözüm iradesi olan önceki kongrelerin
aksine(1956) RKP 20. kongresi bir ihanet iradesi
olmuştur. Demek oluyor ki kongreye tam iradenin
tam yansıtılmasının zorunluluğunun yanında
içeriğinde ne olduğuda önemlidir. Bir komünist
parti kongreye giderek yada gitmedende sosyalizm
yolundan sapmış iflah olamz şekilde oportünizm
batağına batmışsa zaten komünistlerle yolları
ayrılır. Örneğin 1. Emperyalist savaş (1914-18)
koşullarında alman sosyalistleri başta olmak üzere
B. Avrupa sosyalist partilerinin teorik olarak
program ve asgari hedeflerinde bir sorun yoktu,
ama bu Marksist amaç ve programlarına rağmen
bu sosyalist partiler savaşta “vatan severlik” adı
altında “kendi” burjuvazilerini destekleme kararı
aldılar. Bu partiler oportünist doğrultusunu ister
kongre ile ister ise kongreye gitmeden belirlesin
burjuvazi ile kol kola girdikleri için devrim amacına
ihanet etmiş oldular. Bu sosyalist partilerin
39
Devrimci Halkın Günlüğü
pragramları, onların oportünist, ihanetçi çizgilerine engel olamamış tarihin çöp sepetine etılmalarının koruyucusu olamamıştır.
Tam
iradenin
yansıtılmadığı
kongre meşru değildir!
Hem bireylerin hemde şu yada bu partinin
kendisi-kendiler- hakkında ne söyledikleriyle değil,
gerçekte onların ne olduklarına bakılarak bir
sonuca varılır. Kongrenin tüzük kurallarına (ilkedir
bunlar) uygun gerçekleşmesi zorunludur. Eğer
daha önce ki kongrede güvence altına alınmış hak
ve sorumluluklar çiğnenerek yeni kongre
gerçekleşirse başlı başına parti ilkelerine en üst
organ aracılığıyla ihanet etmiş olur ki böyle bir
partinin komünist niteliği tartışmalı hale gelir.
Kongre tam iradenin yansıtılmasının yanında
içeriğinin, devrimci siyasi amaç, komünist ideoloji,
devrimci örgütsel doğrultuya sahip olması gerektiğini belirtmiştik. “3.kongrenin” “strateji, temel
taktikler, kısa ve özcesi devrimin yolu komünist
partinin niteliğini belirlemez, etkilemez” anlayışında ortaya çıkan katıksız oportünizmdir. Anlaşılan
kendisini komünist ilan eden herkesi komünist
olarak kabul etmemizi söylüyorlar. Bu menşeviklerin “ kendisini partili hisseden herkesin partili
olduğu, partili kabul edilmesi gerektiği” örgütsel
oportünist anlayışını hatırlatıyor. Bu anlayışın 42
yıllık Kaypakkayacı partinin strateji, bu doğrultuda
devrimci savaş içinde gizlenen ilerleyecek olan
görüşüyle asla uyuşmadığı açıktır. Bu sapmanın
eleştrisi ayrıca yapıldığı için hatırlatarak geçiyoruz.
Meselemiz kongre ve tam iradenin yansıtılması
zorunluluğunun hiçe sayılmasıdır. Tam örgütsel
iradeyi yansıtmadan çeşitli hesap, fırsat, kişisel öç
almalarla bezenmiş yaklaşımlarla gerçekleşen
kongrenin MLM niteliği olamaz. Örgüt kuralları
çiğnenerek sağlam, devrimci perspektif ortaya
çıkarılamaz ancak ve ancak burjuva yöntemlere
oportünizm baş vurma ihtiyacı duyabilir. Bugün
“3.kongre” ile ortaya çıkan parti krizinde, ortaya
atılan köklü değişimden önce bu değişimin ilkelere
uygun olarak tam irade yansıtılarak gerçekleştirilip-gerçekleştrilmediğidir. Tartışılması gerekli ilk şey
budur! Bu sorun öncelikle açığa kavuşturulmadan
hiçbir şey demokratik bir biçimde tartışılamaz
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
bile… Çünkü merkez organ da dâhil hiç kimse örgüt
kurallarını çiğneyemez.
Bildiğiniz gibi RSDİP 2.konresinden(1903)
sonra Tüzük kurallarını çiğneyerk İskra merkez
yayın kuruluna yapılan koptasyonn(atama) ve bir
dizi suç ve ilkesizlekten sonra derinleşen çelişki
çözülemeişti. Lenin’in tavizsiz ilkeli karşı koyuşu
sonucu RSDİP ilkesizliği kabul etmeyerek bölünmüştü. Kökeninde ideolojik, siyasi fikir ayrılıkları
olsa da bu sorun örgütseldi. Demek ki kimi tarihsel
süreçlerde örgütsel sorunlar ideolojik sorunların
önüne geçebilir ve partide bölünmelere neden
olabilir. Menşevikler, Plehanovcular tüzük kurallarını çiğneyerek merkezi yayın organını ele
geçirmeyi ve oportünist fikirlerini yaymanın
merkezi yapmaya kararlıydılar. Ne oldu? Tüzük
kurallarını –ki bu aynı zamanda bütün partililerin
iradesi demektir- Leninistler sahiplenerek
oportünizme geçit vermediler. Bölünme oldu.
Demekki parti için tüzük kuralları bir kenara bırakılmayacak kadar önemlidir. Çiğnenemez kurallar
olması bundandır. Bu kurallara bağlı kalmaksızın
parti olabilmek olanaksızdır. Bunları derinlemesine
kavramayanalar kendilerini partinin sahibi; sonsuz
yetkilere sahip “ yaratıcılar” kendilerine göre işleyiş ve kurallar yaratarak dağıtıcı tasfiyecilikle karakterize olurlar.
*”3.Kongre” ….PARTİ’nin tüzük ilkelerini
çiğneyerek lekelenmiştir, gayrı meşruluk ve
yaratılan parti krizi
Maoist partinin tüm üyelerin katılımıyla
veya delegeler usulüyle kongre yapabilir. Hangi
yöntemle-iki yöntemden hangisiyle yaparsa yapsın
partinin tam iradesini yansıtmak zorundadır. Belirlenmiş süre zarfında alanlarda alt kongrelerde
gündemlere bağlı olarak tartışmalar yürütme,
iradeyi açığa çıkarmak zorundır. Alt kongrelerde
tartışılmayan programsal, satratejik, örgütsel
doğrultu meselelerinin kongrenin dar bileşeni-sadece delegelerle tartışılıp karara bağlanması
düşünülemez. Örneğin alanlarda hiç gündeme
gelmeyen, tartışılmayan, ama kongrede sadece
delegelerce tartışılıp örgütsel temel değişikliklilere
gidilmesi karara bağlanması demek kongre yolu ile
yapılmış bir darbe niteliği taşır.
40
Devrimci Halkın Günlüğü
Çünkü böylesine akıldışı, gayri bilimsel bir yol
partililerin iradelerinin çiğnenmesiyle kalmaz,
örgütsel bölünmeye, parçalanmaya, tasfiyeye
götürür. Demek ki hangi boyutta değişiim olursa
olsun, ister stratejik doğruldu ister tüzük, isterse
kimi saiyasi, programsal meselelerin karara
bağlanması olsun, partinin tam iradesinin
alınmasını zorunlu kılar. Çünkü parti yüzüğü
kongrenin yapılış şeklini belirlemiştir. Partililerin
demokratik hakları güvenceye alınmıştır. Örneğin
..P Tüzük ‘ünde “parti üyelerinin hakları;7)hapishanelde parti üyelerinin kongrelerde parti organlarına seçme ve seçilme hakkı olmamakla beraber
kendilerine sorulan alt kongrelerde gündem maddeleri üzerinde görüş belirtme ve kararlara ilişkin
oy hakkı vardır” demektedir. Demekki Maoist
hareket bütün mücadele alanlarındaki partilililerin
haklarını tam güvence altına almıştır. Bu güvenceyi
hiç kimse, hiçbir organ yok sayamaz ve görmezden
gelemez.
Tam iradenin yansıtılması ne demektir?
Kongre gündemine bağlı olarak ideolojik, programsal, stratejik, örgütsel doğrultuyu, tüzük meselelerinde parti üyelerinin demokratik hakları gereği
tartışma yürütme, iradelerini belirtmesi, değişimlere, diğer deyişle gündemdeki meselelere yönelik
iradenin açığa çıkarılması ve netleştirilmesidir.
Güvenlik ve zorunlu engellemeler dışında bütün
parti üyelerinin bu sürece dâhil olması zorunludur.
Kongre öncesi alt kongrelerin yapılması ihtiyacı
buradan gelir. Amerikayı yeniden keşfetmiyoruz
dünyadaki kp’lerin bunca deneyimi varken bu
derece ilkesizliklerle boğuşmak tarihsel bir ironidir.
Tartışma süreci sürdürülmeden parti iradeasinin
açığa çıkarılması düşünülemez bile… Program
değişikliği olacaksa parti örgütleri bu değişimden
sadece haberdar olmaları değil değişim hakkındaki
olumlu-olumsuz oy hakkını, yaklaşımını da belirtmesi gereklidir. Bu demokratik hak sonuna kadar
işletildikten sonra kongrede delegelerin-ki bu aynı
zamanda bütün örgütlerde bulunan parti üyelerinin delegelerde temsil edilmesidir-çoğunluk
oylarıyla karara bağlanmışsa kimse bu kongrenin
örgütsel demokratik işleyiş açısından meşru
olmadığını ileri süremez.Ortaya çıkan kongre
çizgisinin aksine fikirlere sahip yoldaşlar kongre
çizgisini doğru bulmamasına rağmen-azınlıkta
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
kaldıkları için ya kongre iradesine ve çizgisine uyar,
çalışırlar, yada dürüstçe, namusluca ayrılırlar.
Peki, tam irade yansımamışsa ne olacak?
Bu ne anlama gelir? Yukarıda iradenin tam yansıtılmasını açıkladık. Şayet tam irade yansımamışsa,
demek ki kongrede karara bağlanan rogramsal,
stratejil, örgütsel meseleler bütün alanlarda parti
üyelerince tartışılmamış, gizlenmiştir. Parti üyelerinin bir kısmının demokratik hakları- (tüzükte
güvence altına alınan 7. Madde) çiğnenerek,
iradeleri üzerinde silindirle geçilerek belli bir kesim
tarfından tüzük kurallarının hiçe sayılamsı, tam
iradeyi yansıtmayan değişimlerin karara bağlanmasıdır. Programsal, stratejik köklü değişimler bu
ilkesizlik yoluyla gerçekleşmişse tek açık ifadeyle:Darbeçiliktir!!! Hiç kuşku duyulmasın ki
komünistler asla darbeci oportünizme geçit
vermezler.
MKP “3.kongre”sinin kamuoyuna açıklanan sonuçlarının içeriklerinin önceden önemli
oranda parti üyeleri tarfından tartışılmamıştır.
Tartışılmasını bırakın bu köklü değişimden haberleri bile olmamıştır. Bir oldu bitti ile sonuçlanan
kongre olduğu apaçıktır. Elbette bu stratejinin
çoğunluk kararıyla çıktığı kamuoyunda deklere
edilenlerden anlaşılmıştır. Bu konuda da sonraki
süreçte değerlendirmeler yapılacaktır.
MKP “3.kongre”sinin köklü değişiminden
hiçbir şekilde hapishanelerdeki parti üyelerinin
haberdar olmadığı “3.kongre” sonuçlarının deklere
edilmesiyle açığa çıkmış anlaşılmıştır. Yani bir
önceki sayfada aktarılan “parti üyelerinin hakları”
başlığıyla 7. madde “MKP tüzük” bölümünde
garanti altına alınmış haklarını hiçe saymıştır.
Kararlar hakkında oy hakları bulunan parti üyelerinin mevcut programsal değişim kararı üzerinde
kesin etkisi olacağını bilen darbeci oportünizm bu
değişim planını gizlemiştir. Belki bu inanılması güç
gelişmeyi açıklamaya çalışan satırlar okundukça
yoldaşlarımız şaşıracaklardı.Ama şaşkınlık ne yazık
ki gerçeği yerinden oynatamıyor. Politik ilkeler
bakımından kongrenin herkes tarafından bilinen
son, nihayi yetkisine dayanarak ilkesizce iradesini
çiğnediği partililerin kucağına “3. Kongre” yeni bir
strateji bırakmıştır. Tam iradenin
41
Devrimci Halkın Günlüğü
yansıtılmamasının bu örneği tek başına “3.kongre”nin meşru olmadığını kanıtlar. Diğer açıdan
partililer arasında yeterince tartışılmadığı, söz
konusu değişimin temellendirmesinin temellendirmesini hiç bilmediklerini eklersek durumun ne
kadar trajik, ne kadar gayrı MLM, ne kadar ilkesiz
ve fırsatçı olduğu anlaşılır. Düşünebiliyormusunuz
20-30 yıldır parti saflarında mücadele eden partililer hiçbir şeyden ama tam anlamıyla açıklanan
köklü değişimden hiçbir şekilde haberi olmadan
aniden kucaklarında yeni bir progaram ve staretejiyi bulmuş olmalarının gülünçlüğünü. Biraz kendine
saygısı olan herkes bu yaklaşımın aynı zamanda bir
aşağılama içerdiğiini hemen görür. “3.kongre”
partililere “sizin iradenize gerek yok”, “sizin bu
parti için bir değeriniz yok” demiştir fiili olarak…
Meydanı boş bulanpartinin aldığı darbelerden
yararlana ve önderliğe soyunan bu tasfiyeci
grubun dayattığı bu değişimin meşruluğu yoktur.
Strateji değiştirmede maharatli olan bu
yoldaşlarımızın parti tüzüğünü bilmeyecek kadar
bilgisiz olmadıkları açıktır. O halde geriye;
yaşanılan dağınıklıktan, alınan darbelerden dolayı
partinin yaşadığı önderlik krizinden yararlanarak
tasfiyeci çizgiyi partiye dayatmaları kalıyor. Tasfiyecilik kendisini kongre yolu ile kendisini dayatmış ve
son darbesini vurmuştur. İdeolojik dönüşüm
dayatmasına karşı, devrimci dinamiğin direnci,
tasfiyaci pasifist çizgiyi engelleyecek tek barikattır.
Şu bilinmeli ki partinin toparlanması için
demokratik süreç işletilerek krizden çıkarmak
varken adeta şaşkınlık verecek derecede pervazsızlıkla, partiye hançeri sapladılar.
Değerli yoldaşlar parti tarihini bilen herkes
hatırlayacaktırki hapishanelerde tutsak yoldaşların
mücadeleye büyük emeği, katkısı ve değeri vardır.
Parti önderliği birçok dönem tutsak yoldaşlara
karşı görevini yerine getiremesede yine de partiye
olan bağlılıklarında kırılma yaşamadan parti
ruhunu kuşanan tutsakların yartığı bir tarih
vardır.Ne yazık ki bugün olduğu kadar hiçbir zaman
yok sayılmadılar. Ama sağ pasifist çizgi sahipleri bu
aşağılamayı kabul etmeyenleri ilkelerine sahip
çıkarak haklı, devrimci karşı koyuşlarına tanık
olacaklar. Öfkelenselerde bundan kaçış yok.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
“3.kongre” tam iradeyi temsil etmediği için meşru
değildir. Hiçbir –kongrede dâhil- partililerin iradesini çiğneyerek stratejik değişim yapamaz. Yoldaşları
parti çizgisinde kenetlenmeye, önüne hedef
koyarak tam iradenin yansıtılarak yaratacağı
devrimci perspektifin ortaya çıkarılması için
kararlıca mücadeleye çağırıyoruz. Maoist hareket
gerilla savaşının siperkerini kızıllaştıranların,
işkencehanelerde, hapishanelerde, ÖO’da direnen
ve savaşanların ruh verdiği partidir. Hapishanelerdeki yoldaşlarını hiçe sayıp, üstünden geçen irade
devrimci değildir; su katılmamış tasfiyeci
oportünizmdir. Parti’ye yabancılaşmış ve çürümüş
bu çizgide direniş ve Halk Savaşı bilinci yoktur.
Sadece ve sadece içi boş felsefi tekerlemeler
ruhunu kaybetmişlerin yakınmaları güçsüzlük
edebiyatları vardır. Bu çizginin bilincinde
hapishaneden firar edip çatışarak ölümsüzleşen M.
Zeki Şerit’in politik çizgi bilinci yoktur. Hapisahaneden çıkıp görev başına koşan 1986’da konferansa
giderken
şehit
düşen-9
delegeyoldaşlarımızın bilinci bu çizgide asla yoktur. Engellenemez kızıl irade, başeğmez savaşçı ve önder
Baba Erdoğan’ın hapishane firarından dağ zirvelerine uzanan gerillla ruhunun bilinci de yoktur,
bunlarda. Pasifist tasfiyeci oportünizmin bilincinde
ajan ve işbirlikçilerin açığa çıkarılıp ezilemesi sürecinde partimiz dört bir yandan kuşatılmışken daha
önce yoldaş gözüken ama düşmandan daha
düşmanca davrandığı, dostaların bile kuşku yayıp
ve yıpratma yaptığı şartlarda hapishanelerde 1996
ÖO’u direnişini zaferle taçlandırılmasının partimiz
için taşıdığı anlam ve önem de yoktur bu bilinçte…
20 Ekim 2000 ÖO’u direnişinin önderleride olan
çıktıktan sonra 1.kongrenin mimarları olan 2005’te
vahşice katledilen 17’lerin mücadele tarihi üzerine
düşünme derleri yoktur bu tasfiyeci çizginin.Eğer
biraz düşünmüş olasaydılar hapishanelerden
dağlara ve bütün mücadele alanlarına bağlanan bir
yol olduğunu görmüş olurlardı. Bu devrimci savaş
ve direniş çizgisidir. Parti’ye yabancılaşmış olanların görebileceği bir şey değildir! Eğer biraz parti
bilincine sahip olsaydılar ve düşünseydiler tutsak
yoldaşların partiden koparılmasının mümkün
olmadığınıda görmüş olurlardı. Tüm engeller,
kuşatma, tecrit, tredmana rağmen eylem ve irade
birliğinden koparılamayan tutsak yoldaşlarımız
önderliğe soyunmuş tasfiyeci azınlık tarafından
42
Devrimci Halkın Günlüğü
bir çırpıda “silindi”(!). F tipi tecrit, tredman, sistemi
devrimcileri örgütten koparma projesiydi. Bunu
asla başaramadılar. Fakat “3.kongre”“tam bilimselci” oportinist önderler takımı çok planlı olarak
tutsakların iradesini hiçe sayarak parti için bir
anlam taşımadıklarını ilan etmiş oldular. Fakat
tasfiyeciler bir şey daha unuttu; hangi büyük süslü
laflarla ortaya çıkılırsa çıkılsın parti iradesi üzerinde
bu derece hoyratça tepinen tutsakları “unutup” bir
kenara fırlatan, aşağılayan çizgiye parti kitlesi,
halkımız, sempatizan yoldaşlarımız itibar etmeyeceklerdir.
Eger siz değerli yoldaşlar bu oportünist ilkesizliği
“sineye çekelim” her dönemin insanları olamayı
tadalım diyorsanız-diyecekseniz , partiyi ölü bir
cesete çevirmeye çalışanlara kan taşımış
olacaksınız. Ama bunu kabul etmeyeceğinize olan
inancımıza dayanarak parti iradesinin tam açığa
çıkarılması va parti krizinin aşılması için “tam bilimselci” pasifist tasfiyeci akıma karşı durmak zorunludur diyoruz. Örgüt ilkeleri çiğnenerek asla
devrimci stratejiler yaratılamaz. Stratejileri uygulayacak olan örgüttür. Gözü kendinden başka bir
şey görmeyen tasfiyeci azınlık partinin kendisini
dağıtmaya koyulmuştur. Çünkü iradesini çiğnedikleri yoldaşlara açıkça-uymuyorsanız çekip
gidersiniz- deme tavrı bütün anlayışta dışa
vurmuştur. H.G. sayı 72, 73, 74’ü okuyan herkes
karşı duranlara yapılan tanımlamarı hatırlayacaklarıdır. Bu anlayışa tereddütsüz karşı çıkıyoruz.
Varsın hırsla öç alırcasına devrimci çizgide sebaat
edenleri “ dogmatik, sekter, subjektif, gizli gündem
ve palanları olanlar, sisli hava yartanlar, gelişmeyi
engelleyenler, art niyetliler, hastalıklı itiraz kültür
taşıyıcıları, herşeye karşı çıkanlar hatta bilmeden
karşı çıkanlar” vb. vs. olarak tanımlasınlar! Neye
karşı çıktığımızı çok iyi biliyoruz varsın onlar
tasfiyeciliğe karşı duran parti kitlesini küçümsesin
ağız büksünler. Küçük burjuva devrimci örgütlerin
sevinçleriyle- ne yapacaklard!- kendilerini avuta
dursunlar. Biz neye, hangi çizgiye karşı çıktığımızı
biliyoruz. Örgüt iradesi hiçe sayılarak stratejinin
değiştirilemeyeceğini öğreteceğiz. Parti sorunlarına bu derece ilgisiz kalan partilililerin bu tarihsel
deneyimi devrimci bilinçlerinin önemli yerine
oturtacaklardır.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Parti İradesini Hiçe Sayan Çizginin
Gelişimi ve “3.Kongre”nin Politik
İlkesizliğiyle Olan Uyumu.
Hiçbir şey olmaz, oluşmaz. Tasfiyeci
“3.kongre”sinin parti iradesini hiçe sayan sonucu
parti içerisindeki gelişimle uyumludur. Gazete
sayfalarına yansıdığı gibi partide ciddi fikir
ayrılıkları vardı. Bu sadece ideolojik siyasi meselelerdeki fikir ayrılığı değil örgütsel sorun ve çizgide
de var olan çatlaklara, parçalanmalara, bırakmalara neden olan fikir ayrılıklarını barındırıyordu.
Örgütsel bilinci kötürümleştirip yozlaştıran bu sağ
çizgi sahiplerinden, anlayışından başkası değildir.
Tasfiyeci eyilimin belirgin karakteri. Tüzük kurallarına uymayarak oportünist fikirlerini, partinin
fikirleri. Kendi kararlarını, partinin kararlarıymış
gibi sunmasıdır. Ne kadar önderlik etme görevini
yerine getirmeyip örgütsel sorunlara müdahale
etmediyse, aynı oranda içte halledilmesi gereken
sorunları gazete sayfalarına taşıdılar. Önemli
oranda parti’ye karşı güvensizliğin gelişmesine
neden oldular. Oysa merkezi yayın organları parti
çizgisine mutlak uyumlu devrimci amaç ve
mücadelenin organlarıdırlar. İç sorunların gizemli,
akıl erdiremez lafazanlıklarla sıralandığı organlar
değildir, gazeteler. Bu rezaleti yapanlar diğer taraftan örgütün altını oyan ortada kural anlayış bırakmayarak örgütü parçalayanlara tavır bile takınamayanlardır. Örgüte yabancılaşan tasfiyeci çizgi
bütün eleştrileri ciddiye almaksızın aynı tarzla suç
işlemeye devam etmiştir. “3.kongre”nin tamda bu
çürümüş ve yabancılaşmış anlayışı zirvesi
olduğunun kanıtı ise kongre açıklaması yapılmadan, demokratik haklarının bir gereği kendilerine hak ölçüsünde karşı çıklın yoldaşları nasıl da
“kötü birer engel olduklarını”açıklamaya başlamalarıyla daha iyi anlaşılmıştır.Oysa tüzük kurallarına
iç sorunların gazetelere taşınması suçtur. Bütün
ihlallere, parti çizgisine, kongre karar ve anlayışlarına aykırı kamuoyuna açıklanan tespit, değerlendirmelere yönelik gerekli eleştri ve uyarılar
yapılmasına rağmen ciddiye almamışlardır. Bu
sorunlara dair cevap ve açıklama isteyen
yoldaşlarına, ilgililere tek bir cevap verme, tek bir
açıklama çabasına tanık olunmamıştır.Bulundukları mevkiler canı istedikleri herşeyi yapabilecekleri
43
Devrimci Halkın Günlüğü
bir çiftlik sanan yozlaşmış ve yabancılaşmış,
komünist önderlik kabiliyetinden yoksun bir
azınlığın partiyi kendisindenibaret sanmış olduğu
gerçeği geri dönülmez biçimde kanıtlanmıştır.
“3.Kongre” gibi tasfiyeci ve darbeci değil
de parti iradesinin tam yansıtıldığı kongre kararlarını MK değiştiremez. Kongre kararları ya kongre
yolu ile yada kongreye gitmeksizin değiştirilmek
istenilen kararın bütün partiye sunulması yolu ile
değiştirilebilinir. Bu temel işleyişi bilmeyeniniz
yoktur. Belirtiğimiz ilkeyi akılda tutarak aşağıdaki
örneği karşılaştırın ve parti iradesini çiğnenmesinin
bir örneği olup-olmadığına siz karar verin.
Partimizin 1.ve2.kongrelerinde Kürt ulusal
hareketi değerlendirilmişti. Ulusal hareketin
değerlendirme temellendirmesini komünist enternasyonalin 2.kongresinin(1920) kabul etmiş
olduğu reformist ve devrimci ulusal hareket
ayrışımında göz önünde bulundurulacak kıstaslara
dayandırmıştı. Enternasyonal komünist hareketin
benimsediği bu Leninist teze bağlı olarak
1.ve2.kongre ulusal hareket değerlendirmesinde
Kürt ulusal hareketini devrimci ulusal hareket
olarak değerlendirmişti.
Peki, ne oldu? Birden bire gazetelerden
ulusal hareket değerlendirmesini değiştiğini
okuduk. Bir çırpıda devrimci ulusal hareket değerlendirmesi değişmiş, reformist ulusal hareket
tanımı yapımıştı. İlke tanımayan tasfiyeci eğilim hiç
tereddüt etmeden kongre anlayış ve kararlarını
hiçe sayara Kürt ulusal hareketini reformist olarak
tanımladı. Yani kongre değerlendirmeleri üzerinde
tepindiler. Partililerin haberi varmıydı ?! Yok!
Gerçektende partiye başvurmadan kongre değerlendirmesini bir çırpıda değiştirmişlerdi. Bunun suç
olduğunu hatırlatan devrimci eleştrilere cevabını
ise oynak kalemleri ile gazete sayfalarından verdiler: Merkezi kararları olduğu hatırlatmasında bulunarak. Fakat partinin devrimci gücü bu hatalı ve
ilkesiz değişikliği benimsemediği de apaçıktır.
Devam edelim: Peki Kemalist ideolojinin
hâkimiyetini yitirdiği tespitinde bulunulurken
partiye baş vuruldumu? Hayır. İşbirlikçi Türk büyük
burjuvazisinin ve büyük toprak sahibi sınıflarının
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
en ırkçı, en milliyetçi, en gerici, en talancı ve
kanlı-fetihçi ideolojinin hâkim sınıf ideoloji
olduğunu benimseyen 1.ve2.kongre değerlendirmelerini nasıl rafa kaldırabildirler. Elbette kimsenin
haberi yoktu. Partiye danışmaya gerek bile
duymadılar. Bütün kapsamlı eleştrileri dikkate bile
almadılar. Bu yönlü partiye yazılımış değerlendirmeleri gizlediler. Partlilere dağıtmadılar. Peki, yerine
hangi ideolojiyi koydular? İrticacı(yani geriye
dönüşe ve şeriata özenen, geri dönmek anlamında) ılımlı ıslamcı,cemattci din ideolojisini koydular.
Kemalizmin özü olan; İslam dini ile harmanlanıp,
kutsallaştırılan(türk-islam) faşist türk milliyetçi
ideolojiyi bir kenara atmış oldular. Emperyalizmin
işbirlikçi hâkim sınıflar ideolojisinin yerine
“cemaat-akp koalisyonunun İslam orijinli” ideolojisini koydular. (demek ki bunlara göre parti ve
cemaatlerde ideoloji yaratıyormuş. Oysa ideoloji
yanlızca ve yanlıcza sınıflara aittir. Proleterya bir
sınıf olarak doğmasaydı bugün dahiler bile böyle
bir ideoloji-proleter idelojiyi yaratamazlardı.).
İşbirlikçi büyük burjuvazi ve büyük toprak sahibi
sınıfların faşist diktatörlüğüyerine de baş düşman
tespiti olarak “irticacı-cemaatçi-akk koalisyonu
olarak, cemaat-akp diktatörlüğü”nü koydular.
Şimdi akp tarihin çöplüğüne gitmek üzeredir.
Cemaat ise chp ile kol kola girmiştir. Bütün bu
gerici partiler, cemaat gibi gerici odaklar emperyal
babalarına hizmet etme yarışını sürdürüyorlar.
Peki, bu anlayışların Kaypakkayacı partinin proleter
devrimci, sınıflar, siyasi anlayışıyla bir bağı var
mıdır? Tabi ki yoktur. Ne yazık ki, partiden habersiz,
partinin görüşü haline getirildi!
Akp
hükümetini
“akp-cemaat
diktatörlüğü” tespitiyle baş düşman yapanlar,
iktidar yapanlar bunu parti’ye sordular mı?
Kocaman bi hayır. Peki, 2. Kongre’nin böyle bir
tespiti var mıydı? Yok! Kaypakkayacı parti’nin
kongre değerlendirmelerini hiçe sayanlar aynı
zamanda tutarsız gayri MLM tespitlerle, Marksizmin devlet öğretisini de çarpıttılar. İktidar olan
sınıflardır. Hükümet hangi biçim alırsa alsın devletin sadece bir parçasıdır. Akp çöp sepetine
gittiğinde, hükümetin “ ele geçirmiş olduğu bir
devletin olmadığ”nı yada hükümetin devlet üstü,
sınıflar üstü “orduyu tasfiye eden” bir nitelik
taşımadığı ve taşıyamayacağını oportünizm
44
Devrimci Halkın Günlüğü
anlamış olacaktır. Bu teoriler MLM devlet öğretisinin en rezil, en çapsız çarpıtılmasıdır. Parti’nin
çizgisine, anlayışına da aykırıdır.
Kapitalizm çağında tek tanrının sermaye
olduğunu söyler marxizm. Sermaye modern sanayi
üretimin bir kategorisidir. Kapitalist üretimin
gerekkli aşaması olduğu gibi sosyalizmde de
üretimin-toplumsallaştırılmış
içeriğiylebir
kategorisidir. İlkesiz tasfiyeci eğilim sermayeye
yenikimlik ve ideolojiler “ kazandırdı” “kemalist
sermaye” “yeşil sermaye” (bu durumda hristiyan,
alevi, ortodoks, êzidi, kadın , erkek sermayeside
var demektir.) tanımlamalarını p..ye “kazandırdı”.
“Akp-cemaat diktatörlüğü ve dinci devlete
gidiş” tespitler yapılırken parti’nin haberi varmıydı? Elbette yoktu. Bütün bunlar 1. ve 2. Kongre
değerlendirmelerine aykırıydı. Bu tespitlerin
değiştirilmesi için parti iradesine başvurmak
zorunludur. Fakat tasfiyeci tarz ilkeleri çoktan bir
kenara attığı, kendi oportünist görüşüne uygun
herşeyi değiştirmeye koyuldu.
Parti’nin resmi görüşüne aykırı bu tarz
karışıklığa, fikirsel ideolojik karmaşaya neden oldu.
Bu suçları işleyen parti çizgisine aykırı tespitlerde
bulunan oportünist eğilimin yarttığı bu ideolojik
kaosa karşı duran, eleştiren yoldaşlara açıklama
yapmak yerine gazete sayfalarından “ maoistlerin
merkezi tespiti bu şekildedir, yöntemde hatalar
bile olsa herkes uymak zorundadır” diye yazabilmişlerdir. Tasfiyeci çizginin oportünist içeriğine ışık
tutan kapsamlı eleştriler bu konuda da parti’den
gizlenerek çekmecelere küflenmek üzere atılmıştır.
Böylece demokratik bir hak olarak parti içi ideolojik mücadelenin önünde de işleyiş dışı bir barikat
oluşturulmuştur.
Bunca açık saldırı ve oprtunist kuralsız
tespitlere rağmen parti çizgisini savunamayan,
örgüt İlkelerini koruyamayan, oportunizm ile
parti’nin proleter devrimci çizgisini birbirinden
ayırmasını bilmeyen partililerin olduğu potansiyele
“3.kongre” sonucu “müstehaktır” denilebilir! Bu
utanç verici ilgisizliği, tavırsızlığı ve ilkesiz iteat
tavrını bir kenara bırakmak gereklidir.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
İç meseleleri sürekli gazete sayfalarına
taşıdılar. Kongre anlayışını çiğneyerek oportünist
tespitler yaptılar. Ama bütün alanlarda örgütü
kendi başına bırakmayıda ihmal etmediler.
Bozguncu tasfiyeciler onlarca parti çalışanını
mücadeleden koparırken değişimlerde pek
maharatli bu “önderlik” tavır takınmayı bırakalım,
yine gazete sayfalarında “yoldaşlık” güzellemeleri
yaptılar. Bu “önderler” takımı, ne gerillada yaşanan
teslimiyeti, ne de partiyi sırtından hançerleyen
bozguncu istifacı tasfiyeciliğin nedenlerini partiye
açıkladılar. Bunu sorgulayan, açıklama talep edenlere cevap bile verilmemiştir. Demek oluyorki,
örgütsel olarak laçka, ilke-kural- tanımayan,
savaştan uzaklaşan, ideolojik siyasi olarak parti
çizgisini yozlaştıran, eline geçirdiği kurum ve
konumu, araçları tasfiyeci anlayışını yaygınlaştırmak için-parti anlayışı olarak sunarak- uzun
zamandır partide ideolojik kaosun yaratılmasına
neden olmuşlardır. Parti’yi tasfiye etmenin en iyi
yolu ideolojik kaosu derinleştirmektir. İdeoloji
bütün çalışma ve amaçların can damarıdır.
Oportünizim can damarımızda akan kanı zehirleyerek, fikirlerini korsanca proleter damara enjekte
ederek beynimizi felç etmeye koyuldu. Buna karşı
daima direndik, bugün de direneceğiz. Direnmekle
kalmayacak
bizi
zehirlemeye
yeminli
oportünizm’den arınacağız. Anlamış olduğunuz
gibi parti krizinin temelinde önderlik krizi vardır.
Tasfiyeci virüs tepeden aşağı inmekte devrimci
dinamiği esir almaya yönelmektedir.
Pasifist sağ tasfiyeci çizgi parti’nin aldığı
darbelr, bozgunculuk, bırakmalar(hepsi birbirine
bağlıdır. İdeolojik kaos yaratılıp, parti ruhu öldümü,
ilkeler toprağa gömüldümü parçalanma kaçınılmazdır.Bunların hepsinin olduğunu açıkladık. )
sonrası eline geçirdikleri fırsatla parti’nin tam
iradesine başvurma gereği bile duymadan,
çoktandır örgüt anlayışına, çizgisine ve ruhuna
yabancılaşan azınlık tarafından parti’nin devrim
yolu değiştirildi. Bütün bunlardan habersiz olan bu
köklü değişim kararını etkileyebilecek oranda
partililerin kucağına yeni stretejiyi oturmuştur. Bu
nedenle “3.Kongre” sonucu sıraladığımız gelişime
utanç verici toplanma biçimine uyumludur.Tasfiyeci pervazsız eğilim yaptıklarıyla övünmektedir.
Komünistler gözünü açmaz ve iradelerine sahip
45
Devrimci Halkın Günlüğü
çıkmazlarsa ideolojik körlüklerinin kurbanı olarak
parti’ye saplanan hançerin sapında, onların eli
olmuş olacaktır.
Değişim darbe pratiğiyle gerçekleşmiş ve
halka açıklanmıştır. Artık tasfiyeci darbeci, ilkesizlikte tutarlı “önderler” takımından bir düzeltme,
demokratik haklarının güvencesinin ne olduğunu
sormak anlamını yitirmiştir. Artık dar ilgililer
arasında sürdürülecek bir tartışmayı geride bırakmış olduğumuz açıktır. En üst seviyede iradeyi
çiğneyenlerden çözüm beklemek ölüncül hata
olacaktır. Sadece ilgili alanlarda değil, bütün parti
kitlesiyle tartışmak zorunludur. Tasfiyaciliğe karşı
durmanın tek yolu buradan geçer. Bütün parti
gücüyle, karşı durulmaksızın bu parçalayıcı tasfiyeci dalgayı kırmak olanaksızdır. Bu nedenle hiçbir
tereddüt duymadan, ne yaptığımızı bilerek açıkça
tartışmalı, meselenin özüne yoldaşlarımıza,
halkımıza açıklamalıyız. Ayrıca ideolojik, programsal, stratejik meselelerde yapılan çalışmaların
partililere taşınması için işleyişe uygun çalışmalarını sunanların çalışmaları parti’den gizlenmiştir.
Adeta parti’nin kural tanımaz sahipleri olarak
davranmayı normallaştirmişlerdir. Sıcak mücadele
alanlarından uzaklaşmış, yabancılaşmış tarz ve
çalışmayı devrimci görevmiş gibi yutturmayı
başarmışlardır. Kongre gündemine taşınması için
yapılan bir kısım çalışmaların gizlendiği kongrenin
gündemine alınmamış oloduğu anlaşılmıştır.
Teorik, stratejik, politik sorunlara dair çalışmalar
örgütsel doğrultuyu geliştirme ve güçlendirme
amacıyla ortaya çıkarılmış perspektiflerin muhataplarına ne olduğuna, ne olması gerektiğine dair
cevap dahi verilmediği anlaşılmıştır.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
ilerleyeceğine karar vermek tamamen elinizdedir.
Tasfiyeciliğe meydan okunmadan bir adım dahi
ilerlemeyeceğini tekrardan hatırlatıyoruz. Onlar
azınlıktır. Parti tabanı devrimcidir. Kitleler devrimcidir; ploleter amaca, devrimci savaş çizgisine yanıt
vereceklerdir. Yapılması gereken örgütlere, kurumlara sahip çıkmak, tasfiyeciliğe meydan vermemektir.
Parti somut, nesnel şartlara uygun
değişimi gerçekleştirecektir. Ama değişimleri tam
iradenin yansıtılmasıyla yapacaktır. Oportünizmin
pervasızlığana bakarak tepkiyle parti’den kopmak,
karamsarlığa kapılmak, ne yapacağını bilmemek,
boyun eğmemek, teslimiyet ve parçalanmaya izin
vermek devrimci amaca ihanet olur. Görevlere
sarılmak, mücadeleyi geliştirmekten asla geri adım
atılamaz. Buna bağlı olarak; parti’nin tam iradesinin nesnel şartlara uygun ortaya çıkaracağı devrimci perspektif için parti ilkelerine bağlı, devrimci
çizgide yoldaşları birleşmeye, darbeci pasifist
oportünist tasfiyeciliğe karşı durmaya çağırıyoruz.
Bu derece kibir, boşvermişlik ve örgüt
gücünü hiçe sayan, adeta cevap alınamayan ve
ulaşılması mümkün olmayan, ama iç meseleleri
gazetede yazmakta maharetli; yıkımın, güçsüzlüğün, dağınıklığın, bolluğunu yazmakta çok
istikrarlı bu tasfiyeci eğilim-akım tamamen planlı
asla masum değerlendirilmeyecek son darbeyle
rolünü tamamlamıştır.
Parti’nin kızıl güzergahdamı ilerleyeceği,
yoksa pasifist sağ oportünist çizgi sahiplerinin eline
tamamen teslim edilip rotadan çıkması yolunda mı
46
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Halkın Günlüğü’nün
“Zorunlu Açıklaması”na Cevabımızdır.!
Temmuz 2014 tarihinde Halkın Günlüğü
gazetesi “Devrimci Kamuoyuna Zorunlu Açıklama”
yaptı. Bu açıklamada, bir süre önce yakında
devrimci basın cephesinde yayın hayatına başlayacağını açıklayan Devrimci Halkın Günlüğü (D.H.G)
dergisi devrimci anlayışta yeri olmayacak düzeyde
hedef alandı.
Devrimci Halkın Günlüğü dergisi komünistdevrimci cepheden gelen her türlü eleştiriye
açıktır. Kendi hatalarını kabul etmekte çekinmeyecektir. Doğru olanı kabul edecek ve savunacaktır.
D.H.G Marksizmin, teorik, siyasi, örgütsel çizgisini
savunan yayın organıdır. Dost ve düşman güçlerini
birbirinden ayırmasını bilen ve hangi metotlarla
yaklaşması gerektiğini pratik hattıyla da tanıtlayan
Kaypakkaya güzergâhından gelmektedir. Yeni
ortaya çıkmış bir yayın organı değildir. Bilakis
açıklamamızda da belirttiğimiz gibi MLM devrimci
basın organlarının bir devamıdır. Bu anlamıyla DHG
İbrahim Kaypakkaya’nın önderlik ettiği komünist
çizginin 1972’den günümüze teorik, felsefi, siyasi
ve örgütsel savunucusudur. Devrimci proletaryanın komünizm yürüyüşünde büyük amaca uygun
mücadelesini kararlılıkla sürdürecektir. Yapacakları
konusunda büyük, içi boş laflar etmeyi değil,
açıklamış olduğu yayın çizgisine uygun görevlerini
yerine getirme sorumluluğunu esas almaktadır.
D.H.G’nin neden bir ihtiyaç haline geldiği
yayın hayatına başladığı için anlaşılmıştır. Bu
nedenle bu meselenin üstünde durmaya gerek
görmüyoruz. Fakat henüz yayına başlamadan
H.G’nin saldırıya geçmesine yanıt vermek zorunlu
olmuştur. H.G bilindiği gibi bir süreden beri MLM
bilimsel bakış açısını, ilkelerini çarpıtan,
yozlaştıran, tahrif eden, İ. Kaypakkaya
çizgisinden kopan, sol lafazanlıkla maskelenmiş sağ
oportünist- revizyonist tasfiyeci çizginin organı
durumuna gelmiştir. D.H.G ideolojik, siyasi, politik
içeriğiyle Kaypakkaya güzergâhında türeyen sağ
sapmaya yanıt verecektir. Bu eğilime karşı
mücadele edecektir. H.G bu gerçeği gayet iyi bilmektedir. Onu öfkeyle saldırganlaştıran, Maoist
yaklaşımdan uzaklaştıran, hile ve manipülasyon,
olumsuz algı oluşturmaya iten gerçek budur. Fakat
hile ve entrikalar gerçekleri ortadan kaldırmaz.
Çünkü gerçekler inatçıdır.
H.G’nün henüz yayına başlamayan D.H.G
hakkında açıklama yapması, düzeysiz yakıştırmalarda bulunması doğru ve devrimci bir yöntem
değildir. Komünist Partilerde bölünme, kopmalar
olabileceği gibi önderliği MLM çizgiye ihanet
edebilir; yada bir döneme kadar komünist olan
çizgisini değiştirip burjuva hatta savrulabilir. Politik
mücadeledeki çelişmeler devrimci yöntemle ele
alınmalıdır. Revizyonistler burjuvazinin bayat
yöntemlerine, komünistler ise Marksist yöntemler
ile çelişkilere yaklaşırlar. Marksizmin oportünizmerevizyonizme karşı mücadele görevi ilkeseldir,
ötelenemez!
H.G’nün D.H.G ile olan çelişkisi nedir.?
Hangi açıdan kendilerini ilgilendirmektedir.?
Tutarsız gerekçelerle dergimiz hakkında neden
olumsuz algı oluşturma çabasına girmektedir.?
Bunu yapmak yerine halk kitlelerine çelişkinin
özünü açıklamanız gerekmez miydi.? Anlaşılıyor ki
gerçekleri gizlemek, yığınla boş laf arasına
düşmanın kullandığı dil ve üslupla komünist
devrimcileri damgalamak, üstelik bunu D.H.G’ ne
karşı yaptıkları “zorunlu açıklama” da vurgulamak,
bu yaman “Maoist”lerin ne derece Kaypakkayacı
47
Devrimci Halkın Günlüğü
çizgiden ulaklaştığını göstermesi bakımından ibret
verici olmuştur.
Bakalım her konuda kibirlice metodoloji
sunan bu açıklamadan hakaret ederken ve damgalarken bile “adalet” ve “demokrasi” kavramlarına sarılan bu “adalet” şampiyonları neden “zorunlu açıklama” yapmışlar?
H.G söz konusu açıklamasında şunları
söylüyor:
“Zira gazetemizin ismi gazetemizle ilişiği
olmayanlar tarafından kullanılmakta, bu vesile ile
gazetemiz haklarını savunma anlamında bu açıklamayı yapma ihtiyacı duymaktadır.
Birincisi; gerçekleri gizleme telaşına
düşünce H.G’nün benzerlik kavramları da alt-üst
olmuştur. D.H.G dergimiz ile H.G ismi aynı değildir.
Sadece isim açısından değil içerik açısından da aynı
değildir. İkinci olarak da örneğin “Özgürlük Yolu” ile
“Toplumsal Özgürlük” yada “Öncü Partizan”, “Partizan Sesi”, “Partizan Gençlik” ile “Partizan” isimleri
aynımıdır.? Bu isimler aynı olmadığı gibi H.G ile
D.H.G ismi de aynı değildir. “ Gazetemizin ismi
kullanılıyor” diye açıklama yapmak gerçeklerle
bağdaşmamaktadır. Her şeyden koptuğunuz gibi
tarihte yaptığımız doğru eleştirilerden de mi
koptunuz!? Kaypakkaya hareketinde yaşanan
bölünmede bir kanat “Partizan” ismini “mülkiyetine” almak istemişti. H.G henüz devrimci çizginin
organı iken yakın sürece kadar bu hatalı anlayışlara
doğru eleştiriler yürütmüştü. Bu kadar erken unutmayın! Siz masa başında burjuva demokratizminizle sosyalizmde “KP diktatörlüğünü KP mülkiyetini”
kaldıracağınızı savunuyorken aynı isim olmamasına
rağmen isim mülkiyetçiliğine soyunmanız sırıtan
bir çelişki değil midir.?
Manipülasyonlara başvurmak burjuva
yöntemlerdir. D.H.G ile çelişkiniz ne ise onu
açıklayın. Açıklama yapma gerekçeniz gerçeklerden kopuk düpedüz safsatadır. H.G’nün bu düzeysiz açıklamasında hangi genellemeye bağlarsa
bağlasın karalama ve hedef göstermeleri
kendimize söylenmiş olarak alıyoruz. Bakın H.G ne
diyor:
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
“Her bir birey için sanal ortamın rahat
ulaşıla bilir olması ve bu şekilde çeşitli fırsatlar
sunması yaşamı ciddiye almayan, kuralları ve
ilkeleri olmayan bireylere de istediğini hiçbir bedel
ödemeden söyleme rahatlığını da ulaştırıyor.”
H.G ne dediğini bilmiyor. “İsim kullanması”
gerekçesiyle başlayıp demagojik göndermelerle
devam ediyorlar.
Birincisi: D.H.G internet sayfasına yayına
başlama duyurusu dışında içerik yazılarını
koymamıştır. Peki, bu “yeni adalet anlayış sahipleri” daha yayına başlamayan dergimizi nasıl böyle
düzeysiz tanımlayabiliyorlar?! D.H.G’nün “ İlkeleri
olamayan, bedel ödemeyen” lerin bir ilanı olarak
göstermek hangi “İlkeli, adaletli” tutumun göstergesidir.? İnternette dönen her türlü kirli bilginin
D.H.G dergisi ile nasıl bir bağını kuruyorsunuz?
Eğer sizinle ilgili bir yazısını okumuş olsaydınız,
değerlendirme ve bunun üzerinde söz hakkınız
doğardı. Ama “İsim mülkiyeti”nden başlayıp ilgisiz
bağlantılarla olumsuz algı yaratmaya çalışmanız
Maoist çizgiye uyan yaklaşımlar değildir. Ama sizin
bir süreden beri sadece görünürde Maocu
olduğunuz için bu yaptıklarınıza da şaşmıyoruz.
Ayrıca Kaypakkayacı çizgiden gelen, savunucusu ve
sürdürücüsü olacağını ilan eden, D.H.G ancak
bedeller ödeyen ve bedel ödemeyi, acılara katlanmayı göze alabilenler tarafından oluşturulabilinir.
Bu gerçeği akılda tutarak devrimci yerinize uygun
düşen seviyeli yaklaşımlar göstermelisiniz.
H.G MLM çizgi savunuculuğundan kopunca komünistlere, henüz yayına başlamamış
dergimizin emekçilerine hakaret etmeyi kendisinde bir hak görüyor. İçindeki zehri kusuyor.
Dergimizi ve emek verenleri itibarsızlaştırmak için
her yola başvuruyor. Meseleleri şahsileştiren,
çizgiyi değil bireyleri hedef alan, damgalama ve
düzeysiz ithamlarda bulunan, devrimci değil, karşı
devrimci dili kullanan yozlaşmış anlayış sahipleri
daima ideolojik mücadeleyi burjuva yöntemlere
tercih etmişlerdir. D.H.G tasfiyeci çizginin karakteristik niteliklerini gayet iyi biliyor olduğundan ideolojik mücadele silahını elinden bırakmayacaktır,
asla yozlaşmış anlayışların seviyesine de düşmeyecektir.
48
Devrimci Halkın Günlüğü
H.G şöyle devam ediyor: “Bir süredir
Maoist Kaypakkaya güzergahının yapı taşlarına
yönelik amansız bir karalama ve yırtma faaliyeti
gözlemlenmektedir. Ki siyasi takatten yoksun bu
karşı cephenin menfi faaliyeti kamuoyu bilgisi
dahilin de olup alenen izlenendir.”
Şu unutulmamalı; hile ve yalana başvuranlar iflah olmazlar. Halkın devrimci mücadelesinde
son derece zararlı örnekler oluştururlar. Ama
oportünizm çarpıtmaya başvurmadan da kendisini
var edemez.
Sormak istiyoruz H.G’ne “İdeolojik siyasi
geleneğimiz hiçbir tartışmadan ve devrimci sorumluluklardan geri adım atmaması” bu mudur? Bu
mudur Maoist ideolojik mücadele ve yayıncılık
anlayışı? Bu anlayışın Kaypakkayacı çizginin
yaklaşımıyla zerre ilgisi olmadığı açıktır. Maoistler
kendi içinde ayrılanlara, bölünmelerde dahil hiçbir
örgüt, parti, çevreyi “karşıt cephe” olarak tanımlamazlar. Sizlere ne yaptık da D.H.G’nü “karşıt
cephe” olarak ilan ettiniz?! Madem bizim kim
olduğumuzu bilmiyorsunuz ( Burada açıkça yalan
söylemektedirler) ne tez ve nasıl bizi “karşıt cepheye” koydunuz. Açık ve nettir ki H.G Kaypakkayacı
ideolojik, siyasi hattan kopmuştur. Kabul etmekte
zorlansanız da çizginizi tanımladık ve bu gerçekleri
de söylemeye devam edeceğiz.
Herhangi bir devrimci örgüt ve partiyi
karalamak ve yıpratmak düşman faaliyetidir. Marksistler dost güçlere ancak eleştiri yürütürler. H.G
kendisini kaybetmişçesine henüz birinci sayısı
çıkmamış, hiçbir yazısı yayınlanmamış dergimizi
“karalama ve yıpratma” faaliyeti ile suçlaması
devrimci ahlaki ölçülere sığmaz. Bu bir çaresizlik,
telaş, ne yapacağını bilmeme üzerine oturtulmuş
saldırganlığın ifadesidir.
D.H.G’nün içeriğinden de anlaşılacağı gibi
Kaypakkaya güzergahına saldırmıyoruz aksine
Maoist hareketin yapı taşlarına yönelik tarihinin en
büyük ideolojik dönüşüm saldırılarına karşı
durmaktayız. Dergimiz MLM ideolojisini savunmaktadır. H.G gibi bir süreden beri sağ oportünist
tasfiyeci anlayışların sözcüsü olmayacaktır.Bu
anlamıyla dergimizi Kaypakkaya güzergahına
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
saldıran bir yayın olarak göstermek halkı kandırmak, açıkça yalan söylemektir. Yalan ve demagoji
ile dergimizi hedef haline getirme çaresizliği dönüp
H.G’nü vuracaktır. Halkımız ve bütün devrimci dost
güçler bu karalamaların temelsiz olduğunu göreceklerdir. Bu sağ oportünistlerin üstünden atladıkları
çelişkilerin özünü açıklama sorumluluğumuzu
yerine getireceğiz.
Politik çelişmeleri devrimci metotlarla ele
almak, sorumlu ve dürüstçe yaklaşmak yerine
çelişmelerin üstünden atlamayı, yok saymayı,
anti-demokratik yöntemlere sarılarak devrimci
ilkeleri ayaklar altına alacak boyutta saldırganlaşmak H.G’ne bir şey kazandırmayacaktır. Faşist Türk
devleti duruyorken komünistleri kendisine düşman
gibi gösterme aymazlığından vazgeçilmelidir. Böyle
bir ölçüsüzlük kabul edilemez.
Bakalım D.H.G neyle suçlanyor; Güya “İsim
kullanılması” açıklaması ama ne ararsan var!
“Bazen içten gelişen örgütsel mücadelelerde son tahlilde ayrılma, kopma gibi ciddi zaaflara
düşerek olumsuz bir rol oynamaktadır. H.G gazetesi olarak parçası olduğumuz gelenek bugün
düşmanın tasfiyeci saldırılarına denk düşen bir
örgütsel tasfiyecikle malumdur”
Sormak gerekiyor “parçası olduğunuz
geleneği” ( Üstelik siz gelenekçi olmadığınızı
tekrarlayıp durdunuz, gelenekçilerin engellenmelerini sıraladığınızı unuttunuz galiba) tasfiye eden
kimdir.? D.H.G henüz çıkmadan “geleneğinizi” nasıl
tasfiye etmiş olabilir. Siz alışmış olduğunuz gibi
tasfiyeci safsatalarınızı halka, dostlara, henüz
meselenin özünü fark etmeyen yoldaşlara yutturabileceğinizi mi sanıyorsunuz?
Demek sizin “atılım döneminiz” de karşınıza bir engel çıktı ve bu engelin adı da Devrimci
Halkın Günlüğü’dür. Hiçbir kaygı duymadan, ahlaki
bir ölçü taşımadan D.H.G dergimizin çıkışını kendiniz açısından “düşmanın tasfiyeci saldırısına denk
düşen bir örgütsel tasfiyecilik” olarak tanımlıyorsunuz.
49
Devrimci Halkın Günlüğü
İşte tam da bu yüzden Kaypakkayacı harekette türeyen hesapçı, hileci ve tasfiyeci çizgiyi
deşifre etmek, gerçekleri açıklamak için dergimiz
görevini yerine getirecektir. Anlaşılıyor ki sağ
oportünist tasfiyeci çizginiz karşısında duran
herkesi kendinizle düşman olarak tanımlıyorsunuz.
Ne oldu birden? Demagojik demokratizminiz
yerlere
göklere
sığdıramadığınız
“adalet
anlayışınız” birden bire çöktü. Bu telaş niye!
Tasfiyeciler hile ve oyunlara başvuranlardır. Tasfiyeciler fırsatçı olanlar ve iki çizgi
mücadele anlayışını rafa kaldıranlardır. Tasfiyeciler
Maoist hareketin bütün alanlarında istisnasız
örgütsel yapıyı parçalayan, kopmalara, bırakmalara neden olanlardır. Tasfiyeciler ilkesizliği işleyiş
haline getirerek teslimiyet çizgisini geliştirenlerdir.
Yüzlerce yoldaşlarımızı mücadeleden koparan ama
hesap vermeyen sanki bir şey olmamış gibi
davrananlardır tasfiyeci olanlar. Üstelik bütün
alanlara tasfiyeyi yaşatmasaydılar bugün sol
lafazanlıkla maskelenmiş MLM ilkelerini, ideolojisini tahrif eden sağ oportünist – revizyonist çizgi
bayraklaştırılamazdı.
Ayrıca savunuculuğunu yaptığınız çizgiye
karşı çıkanlara başka örgüte gitmeleri yönünde
“yol gösteren” sizin sayfalarınız değil miydi? Ne
zaman Kaypakkayacı güzergahta oportünist,
tasfiyeci, gayri Marksist anlayışlara - çizgiye karşı
çıkan yoldaşlarına hangi demokratik ilke ve işleyişe dayanılarak gazete sayfalarından kapı gösterilmiştir. Sizin anladığınız monolitik, tekçi tarzla
Maoistlerin iki çizgi anlayışı yan yana konulamaz.
Demek ki hiçbir politik ilke ve anlayışta yeri olmayacak içerikte gazete sayfalarında kibirlice, karşı
çıkan yoldaşları “başka örgüte gönderme” saygısızlığınız karşılığını bulmamıştır. Sesini kesmeye
çalıştığınız Maoistler sizin ideolojik, politik
özünüzü ortaya koymanın aracını da ortaya
çıkarmışlardır. Endişenizin büyük olması bundandır. Çünkü maske düşecektir. İki gün öncesine
kadar beraber olduğunuz yoldaşlarınızı bir çırpıda
düşman görmeniz sizlerin zayıflığınızı, hemde
MLM anlayıştan ne kadar uzaklaştırdığınızı gösterir
sadece.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
H.G’nün dil, üslup ve anlayışına dikkat
edin. Bakın nasıl devam ediyor.
“Bugün ortalığa düşen bir arkadaş devrimci norm ve hukuksal süreci bir kenara iterek, bir
kurumun iç bütünlüğüne dair çeşitli söylentiler
yayarak, Maoistler içerisindeki merkezi bütünlüğü
parçalama gayreti saf edip, hapishanelerdeki
Maoist tutsakların isimlerini dahi kendi kirli gayesi
içerisinde kullanmaktan çekinmeyen gayri resmi
politik bir çaba içerisine girmiş gözüküyor.”
H.G devrimci bir basın organımıdır yoksa
dedikodu toplama merkezimidir? İdeolojiyi, çizgiyi
değil dedikodulara dayalı gerekçeler ileri sürmektedirler. Bu gülünç gerekçelerle açıklama yapan bir
devrimci yayın merkezi olarak tarihe geçtiler.
Bunlar içimizi acıtsa da ifade etmekten kaçınmayacağımız gerçeklerdir. Ciddi her politik kurumun asla
içine düşmeyeceği bir tutumdur. Ancak politik
ciddiyetten, kurumsal yaklaşımdan, işleyişten
uzaklaşan, kişisel hırslarının daralmış dünyalarının
esiri olanların fütursuzluğuyla yapılabilecek bir
açıklamadır.
Devrimci bir basın organı toplum içindeki
dedikoduları muhatap almaz. Partilerin, örgütlerin
muhatabı bireyler olamaz; ancak kurumlar olabilir.
Kulağını mahalle dedikodularıyla dolduran H.G’
nün kurumsal yaklaşımı, işleyişini kaybedip üstüne
vazife olmayacak içerikle herkesi düşman ilan
etmesinin birbiriyle bağlantısı vardır.
Üstelik D.H.G dergimize yönelik açıklamasında bu dedikodulara yer vermesi, açıklamasının
gerekçeleri haline getirmesi tamda H.G’nün
dedikodu merkezi haline gelerek ilkesel tutumda
yozlaştığını göstermektedir.
Eğer mahalle dedikoduları H.G’nün dediği
gibi “Maoistler içerisindeki merkezi bütünlüğü
parçalama” boyutundaysa o zaman söz konusu
“Maoist merkezi bütünlük” de bu dedikoduların
bir parçasıdır. Eğer dedikodularla Maoistler
merkezi boyutta parçalanıyorsa varsın parçalansınlar. Zaten böylesi durumda olanlara Maoist denilemez. Herkes bilmelidir ki her hangi birpolitik güç
dedikodularla değil ideoloji ile politik sorunlardan
50
Devrimci Halkın Günlüğü
bölünebilir, parçalanabilir. Politik çelişkilere ilkesel
yaklaşmayıp, çelişmeleri iç çözüm yollarında ele
almadan gazete sayfalarından ilan eden, damgalayan, başka yapılara gitmeleri için yol gösteren en
çarpıcı örneklerinin merkezi haline gelen H.G’nün
savunduğu anlayış tasfiyeye neden oldu-olur.
Birliği parçalar, parçalamıştır. Kulağını mahalle
sokağına dayayıp, gözlerini monitöre kilitleyip
dedikoduları depolayarak açıklamalarına taşımak,
değerlendirmeler yapmak devrimci bir tarz
değildir. Parçalanmaya hizmet eder.
Bizi H.G’ nün resmi açıklamaları ilgilendirir.
Mahalle dedikodularını bırakıp ideolojik, politik
olarak ortaya koyduklarımızla ilgilenirlerse bir
nebze olsun kendilerini gereksiz, fuzuli meşguliyetlerden kurtarabilirler. Kendilerinden de bunu
bekliyoruz.
Diğer bir konu; Kimdir “Ortalığa düşen
birkaç arkadaş” kimdir bu “Kirli gayesi” olanlar?
Bumudur Kaypakkayacı güzergahı halen temsil
ettiğini iddia eden H.G’ nün “devrimci norm”u ?!
Kendinizi kaybetmeyin ve devrimci kimliğinize
uygun davranın. Anlaşılan sol lafazanlıkla sağa
yatınca aynı hızla “devrimci norm” unzdan
şimdiden uzaklaştınız.
Yazdıklarınızın altında kaldınız. Marksistler
politik, ideolojik nedenlerden dolayı yaşanılan
çelişki ve bölünmede meseleyi eğilim olarak ele
alır. Bireyleri hedef alarak devrimcilere “ortalığa
düşen birkaç arkadaş” şeklinde seviyesizce
yaklaşımlardan kaçınırlar. Nasıl ki H.G’ünde bir
süreden beri sağ tasfiyeci oportünist-revizyonist
sol lafazanca “teori”yi döktürenlere “kendini
kaybetmiş üç-beş lafazan” demek sorunu ele
almada hiçbir şekilde çözüme yardım etmeyecek
ve doğru olmayacaksa, H.G’de komünistlere
hakaret etmeyi bırakmalıdır. Devrimci bir yayın
organı bırakalım devrimcilere, toplumda sıradan
insanlara da böyle hitap etmemelidir.
Komünist – devrimci mücadele de ısrar
edenlere “kirli gaye içerisinde” kiler tanımı yapan
H.G düşmanın dilini kullanıyor. Bu hatalı anlayış ve
tarzından vazgeçmelidir.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Ayrıca H.G Maoist tutsaklar adına
konuşmamalıdır. Kimsenin Maoist tutsakların
isimlerin kullanma cüreti olamaz. Pürüzsüz
demokratizminizin çerçevesine sığmayan Maoist
tutsakların sesini H.G’ünde neden kestiniz?
H.G’nde “Tutsak Partizan” köşesini neden
kaldırdınız?! Sansür koydunuz. Sizin yayınlamadığınız yazılara da sayfalarımızda yer vereceğiz. H.G’ nün mevcut çizgisi tarihimizi ideolojik,
siyasi, politik olarak inkâr üzerine oturmuştur. Eğer
tarih ve devrimci geleneklerimizi gerçekten temsil
etmiş olsaydınız sayıp - döktüğünüz yığınla düzeysizliği konuşmak zorunda kalmazdık bile.
H.G bulanık suda balık avlamaya çalışıyor.
Aksi taktirde şu cümleleri kuramazdı: “Bugün internet ortamında şaibeli yazılarla süslenmiş, tutsaklarımızı, şehitlerimizi ve tarihimizden kesintilerin
yapıştırılarak sunulan ilanlarla karşı karşıyayız.”
D.H.G ilanı bu yaman “ Maoistleri” bu
kadar öfkelendirmişse, yayınlanmasında artık ne
olur kestirmek zordur. Soruyoruz “şaibeli yazılarla
süslenmiş” derken kastettiğiniz nedir?. Her metnin
ideolojik, siyasi, politik, edebi içeriği olur. Taşıdığı
içeriğe göre değerlendirilir. Yazının “şaibeli” olanı
ne demektir. H.G burjuva yöntemlere özenmemelidir. D.H.G’ nü düşman gibi gösterip “şaibeli” ilan
etmeniz sizin boynunuza asılan değirmen taşı
olmuştur.
Tanımıyormuş gibi davranıp halka yalan
söylemeyin. Kendinizi de, yoldaşlarımızı da aldatmayın. Halkı, yoldaşları kandırmak ciddi bir suçtur.
Kimdir bu “şaibeli” ilan verenler? Kimdir
bu Kaypakkaya tarihini sahiplenenler? Siz onları
tanımıyor musunuz?
H.G iki günde unuttuysa ve yoldaşlarını bir
çırpıda “şaibeli”, “kirli gayesi olanlar”, “ortalığa
düşenler”, “düşmanın tasfiyeci saldırılarına denk
düşen” saldırıları yapan düşmanlar olarak ilan
ettiyse o zaman hatırlatalım kimdir bunlar:
Bunlar
Kaypakkayacı
çizgide
yirmi-otuz-kırk yıldır mücadele yürütenlerdir.
Gerilla mevzilerinde savaşan, hapishanelerde
51
Devrimci Halkın Günlüğü
Ölüm Oruçlarında, barikatlarda, düşmanın her
türden saldırısına karşı direnenlerdir. Gençler,
kadınlar, Maoist tutsaklardır. Her mücadele
aşamasından geçen sınanmış komünistlerdir. MLM
ideolojik içeriğe, siyasi amaca uygun görüşlerini
ortaya koyan Maoist çizginin birer militanıdırlar. Bir
çok alanda her düzeyde görev alan birlikte
mücadele ettiklerinizdir. Bu kadar hızlı unutmayınız
ve “karşıt cephe” olarak tanımlamanız tasfiyeciliği
hangi boyutta sürdürdüğünüzün kanıtı olmuştur.
Demagoji yapmak H.G’ nün son dönem
tarzı haline geldi. Önce yığınla tanımlama yapıyor,
sonrasında da bakın ne diyor:
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
D.H.G’nün dayandığı ideolojik, siyasi,
politik çizgiyi H.G test edemez. Aksine MLM biliminin, siyasi çizgisinin üstünde tepinmeye başlayan
H.G’ nün yeni çizgisinin Maoist eleştiri terazisinde
tartılmaya ihtiyacı vardır. Bu nedenle kendilerine
önerimiz şudur: Zamanınızı dedikodulara, internet
ortamının gerçekçi olmayan bilgileriyle fazla harcamayın. Kaypakkaya güzergahında “yeni” çizginizle
yarattığınız yozlaşma ve tasfiyeciliğin sözcülüğünü
yapmanın tarihsel hatasını kabul edin ve özeleştiri
verin. Yoldaşça çağrımızı devrimci temelde değerlendirin.
Devrimci Halkın Günlüğü
“İlkelerimiz gereği devrimci değerleri
sahiplenmek ve devrimci politikaları yaşamsal
alanlarda örgütleyen yeni kişi yada grupların ilkesini ve neyi amaçladıklarını netleştirmeden, öte
yandan bu kişi yada grupların örgütsel bütünlüklerini güvenilir olduğunu görecek politik, siyasi
hareketliliğini görmeden bir belirleme yapmak
istemiyoruz”
Gerçekten bu açıklamada yer alan satırların birbiriyle tutarlı yanı var mıdır.(?) Her hangi
bir parti, yapı, kurum, gazete henüz tanımadığı
herhangi bir dergi hakkında değerlendirme
yapamaz. Peki H.G nasıl oluyor da aynı ismi
taşımayan dergi hakkında “ismimizi kullanıyorlar”
bahanesiyle yığınla tanımlamaca, karalama yapabiliyor. Böylemi devrimci değerleri sahipleniyorsunuz.? İyisimi siz önce devrimci değerlere nasıl
bağlı kalınacağını öğrenmelisiniz. Sağ tasfiyeciliğin
merkezi haline gelerek devrimci değerlere bağlı
kalınamaz.
Kaldı ki hakkında seviyesiz ithamlarda
bulunma cüretinde bulunduklarınızı çok iyi
tanıyorsunuz. Tanımaktan öte açıktan tehdit
ediyorsunuz. Yeri geldiğinde “sonuçlarına
katlanırsınız” tehditlerinize de değineceğiz. Fakat
önce devrimci tutarlılıktan yoksun karakteristik
ilkesizliğinizin açığa çıkarılması gerekmektedir. Bir
yandan tehdit ediyorsunuz, bir yandan tanımıyormuş gibi yaprak “karşıt cephe” olarak “şaibeli”
olarak göstermeye koyuluyorsunuz.
52
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Devrimci İtiraz Oportünizmin Önündeki
Yıkılmaz Barikattır!
Komünistler neye karşı çıktıklarını bilirler.
KP içinde burjuva ideolojisi ile proleter ideoloji
çatışma halindedir. Bütün ideolojik çatışmanın
temelinde burjuva ve proleter sınıfların damgası
vardır.Modern çağın kaçınılmaz gerçeğidir
bu.Bugün maoist parti de ortaya çıkan ideolojik
çatışma ve çelişkinin özü tam da bu gerçeğe uygunluk taşır.Devrimci proleter çizgi ile tasfiyeci
oportünist çizginin çatışması kendisini bütün
içerikleriyle dışa vurmuştur. Esas olarak içte var
olan,ama ilkesizce dışa taşan hatta çoğunlukla
Parti ideolojisi,siyasi kavrayışına uyumlu olmayan
tespitler düzeyinde kitlelere yansıdığı bilmeyenimiz yoktur.İçerde konuşup hala yoluna konulması
gereken,kimi politik sorunların anlaşılmaz şekilde
sayfalara döküldüğü süreçlerden geçtik-geçiyoruz .
Sürekli kendi iç sorunlarını yansıtan, tasfiyecilikten,
dağınıklıktan parçalanmışlıktan, iddiasızlıktan,
devrimci-hareketin aldığı darbelerden, yılgınlıktan,
ruhsuzluktan bahsedip duran bir Parti halka güven
veremez, gelişemez, örgütlemesini genişletemez.
Sürekli güç kaybeder sorunlarıyla boğuşmaya
devam eder. Uzun zamandır yapılan tamda bundan
başka bir şey değildir.
“3.Kongre” ideolojik siyasi perspektifin
geliştirilmesi ve örgütsel sorunların giderilmesinin
iradesi mi oldu,sorunları derinleştiren,yol ayrımlarını keskinleştirip,ayrımlarını aydınlatan işaret
fişeği mi oldu.”3.Kongre “ partiyi güçlendiren,
zayıflayan
bağları
onaran,güveni
tazeleyen,dağınıklığı önleyerek,tasfiyeciliğe kızıl bir
barikat mı oldu.? yoksa yabancılaşmayı,parti’den
uzaklaşmayı en son sınırına vardırmanın iradesi mi
oldu?! Kongre öncesi tam iradenin yansıtılması
için yapılması gereken iç tartışmaları yapmayarak
Parti ve Ordu ismi dışında ideolojik, siyasi,
örgütsel hatta bütünüyle değişime giderek karşımıza çıkan “3.Kongre“yi Maoist partiyi geri dönülemez şekilde kaotik bir tartışmanın içine itti.Kendisini tam bilimselci olarak sunan” 3.Kongre” iradesi
ne yazık ki MLM politik ilke ve deneyimlerden,örgütsel yöntemlerde gayrı bilimsel olduğunu
hemen dışa vurdu.Bunun sonuçları hiç şüphesiz
ağır olacaktır.Bu gelişme daha fazla ideolojik kaos ,
daha fazla kısır tartışma ,daha fazla ayrışım,daha
fazla disiplinsizlik kopma ve savrulmanın tetiklenmesidir. Denile bilir ki “3.Kongre” yi yeni bir
tasfiyeci sürecinde fitilini ateşledi. Önce stratejiyi
değiştir sonra kitlelere açıkla ve tartıştır! Partinin
önüne bir tartışma süreci koy... Bu tek kelimeyle
politik oportünizmdir.Örgütsel oportünizmin özü
itibarıyla tasfiyecidir.sürekli demokrasiden,disiplinden ilkelerin öneminden bahsetmesine
rağmen ,bütün bunları öteleyen sol sekterizmle
işte yıkıcı olur,tasfiyeciliği derinleştirir.
H.G gazetesi 72,73,74. sayılarında dışa
vuran''tam bilimselci'' değişimci tasfiyeciliğin
örgütsel sekterizmini anlamak zor değildir.Çünkü
örgütsel demokrasi çiğnenerek yapılmış olan
stratejik,programsal,örgütsel, hat değişikliğinin''tam bilimsel ''liğini anlatmaktan, bu değişimin
tasfiyeci ilkesizliğine karşı çıkan yoldaşlarını damgalamakla işe başlamıştır.72,73, sayılarında ''dogmatik,öznelci,sekter,kaba, gelişmeye ayak direyen,art niyetliler'' vb tanımlamalarına cevap
vermiştik.
H.G Sayı:74(2014) “3.Kongre” bildirisi
vardı.Aynı gazete sayısında perspektif sayfasında
“3.Kongre”nin stratejisini anlatmaya zaman
ayırmak yerine değişimin önünde engel çıkaranlara ayırmışlar “değerli” vakitlerini.Oysa değişimi
53
Devrimci Halkın Günlüğü
gerçekleştirmişsiniz, korku neden!Mademki bütün
engeller
aşıldı;
“dogmatik,sekter,öznelci,dar
deneyici,sisli hava yaratanlar,gelişmeye ayak direyenleri,gelişmeyi istemeyenleri her şeye itirazden
,hiç bir şey beğenmeyen, geri kafalıları”,aştınız bu
telaş niye?!
İradesi olan fonksiyonerlerin haklarını
çiğneyen,hiçe sayan ''tam bilimselci'' tasfiyeci tarz
ve çizgi her değerlendirmenin başına diyalektik
materyalist felsefenin temel anlayışını sıralayarak
''geri kafalı diyalektik yöntemle düşünemeyen,değişime ayak direyen'' yoldaşlarına parti
kitlesine felsefe dersi vererek pervazsızca
yoldaşlarını aşağıladıklarını düşünmek bile istemiyorlar. Stratejiyi darbe ile değiştiren azınlık dışında
hiç ama hiç kimse Maoist partide diyalektik
düşünemiyormuş(!) Bu da öğrenildi! sadece ve
sadece diyalektik materyalizmi sabah uyandığımızda yeni bir devrim yolunu(program, sıtrateji,temel
örgütsel hat,siyasi amaç ve ideoloji'yide kapsar)
değiştiren yoldaşlarımız kavramıştır.Bu değişime
eleştiri getiren karşı duranlar ise gayrı MLM ,gayrı
diyalektik ilan edileli çok oldu! Açık olarak
bilinilmelidir ki bu yaklaşım bütün eleştirileri
bastırmanın burjuva yöntemidir. Tasfiyeciliğe,
bozgunculuğa,ihanete karşı durmak isteyen
yoldaşların devrimci eleştiri ve mücadelesini boşa
çıkarmanın yöntemi ve yaklaşımıdır.Parti içinde sol
sekter olan tasfiyeci çizgi darbecilikle yaptığı
değişimin bütün yollarını deneyerek kabul ettirmeye çalışıyor. 42. yılında KAYPAKKAYA’cı hareket bu
savruk tasfiyeciliği reddedecek kadar felsefi derinliğe politik olgunluğa ve siyasi kararlılığa sahiptir.
Söz konusu yazılarda değiştirilen Stratejiye
kaşı çıkanları ne kadar olumsuzluk varsa onlarla
nitelendirmiştir. ''Karsı çıkmayın !'' denilmekte dir.
42 yıllık hareketin devrim yolunu değiştiren bu
yazarlar,iradesi olan fonksiyonel yoldaşlarının
örgütlü alanlarının bu stratejik değişimden bi
haber olması ile pek ilgilenmiyorlar. Üstelik zerre
kadar bilgisi olmayan yoldaşlarının söz konusu
kongre belgelerinin- basımı yapılmış dağıtılmış
kitabı okunmamışken hatta ve hatta gazete
sayfalarında yapıla bilecek özet ve değerlendirmeleri bile okumamışlarken ''tam bilimselci'' yazarlar
bütün enrjileri ile kendinden boşalırcasına
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
değişime karşı-özünde bu oportünizme karşı
durmaktır,duranları mahkum etmeye koyulmuşlardır. Çünkü kendileri de gayet iyi biliyor
olmalılar ki bir kp de darbe yöntemi ile değişikliğe
gidilmez, gidilemez. Biliniyor ki sabah uyandığın da
kendi iradelerinin üstün de tepinerek partinin
devrim yolunun değiştirildiğini öğrenenler bu
aşağılanmayı kabul etmeyeceklerdir. Yine bilinmeli
ki ''tam bilimselci'' denilen belgeler okundukça
yoldaşlar sahip oldukları teorik kapasiteleri ile karşı
koyacaklardır. Bu gerçeği bilen ''tam bilimselci''
yazarlar, kendilerine karşı gelişecek olan eleştiri
tufanına kendince- özünde ölçüsüz,ilkesiz ve
saldırganca- bentler örmeye çalışmışlardır. Fakat
nafiledir! gerçekler demogojik söylemlerle örtbas
edilmez.Oportünist kıvraklıkla komünistlerin
gözlerine kum serpilemez.
Evet itiraz ediyoruz, etmeğe de devam
edeceğiz. Çünkü devrimci işçi sınıfının engellenemez mücadelesinin başarısının olmazsa olmazlarından olan bir görevi de oportünizme karşı
mücadele etmektir.Her dönemin adamı olanlar
yada kendi hata, yetmezlik ve ilkesizlikleriyle
yüzleşmek yerine parti tarihini çarpıtan yada
mahkum ederek kendini kanıtlamaya çalışanlar,
zor ve dağınık dönemlerde partiyi toparlamak
yerine fırsatlardan yararlananlar partiye önderlik
edemezler. Onlar '' itiraz etmeyin!'' dese de, itiraz
edenleri süslü laflarla, içi boş tekerlemelerle
lanetleseler de devrimci amaca uygun sözünü
söyleyecek ve tarihe not düşürülecektir.
Asla hiç bir zaman sadece eleştiren
olmadık. Sadece iyi olanı sahiplenip,kötü olanı,
başarısızlığı başkaldırılarına mal etmedik.''Dün
bizimdi gün bizim gelecekte bizim olacak''şiarına
uygun olarak parti tarihini bütün yönleriyle sahiplendik,sahipleneceğiz.Başarılar bir bireyin, eğilimin
değil partinindir.Buna bağlı olarak başarısızlıkta
partinin dir.O halde ” 3.Kongre “değişimine, hattına karşı duran parti içindeki eğilimini hedefe oturtmanın derin önemini ve anlamını kavramak gerekir.Bilinmeli ki bu telaş hali bu ölçüsüz damgalama
çabası, burjuva tarzın zehirli okları sadece kongrede karşı çıkan yoldaşlara yapılmıyor.Hatta bu eleştiri özü itibarıyla kongre bileşeninde karşı çıkanlara
yapılmadığı da apaçıktır.Karşı çıkışın dinamiği olan
esasta parti tabanını, kongreye yansıtılmayan
54
Devrimci Halkın Günlüğü
iradenin
potansiyeli,hapishaneler,
pratik
mücadelenin yürütücülerinin devrimci eleştirisinin
önünü almak için saldırmaktadır.
Bu amaçladır ki “3.Kongre” stratejisi henüz
açıklanmadan gazete sayfalarında karşı çıkanlar''dogmatik,gelişimin önünde engel,sübjektif,geri
kafa,cahil,gayri diyalektik düşünenler,idealist,her
şeye itiraz edenler,dar deneyimciler art niyetliler,gizli gündemleri alanlar,sisli hava yaratanlar''olarak
damgalandılar.(H. G. Sayı: 72,73,74 2014
bak)gerçekten karşı çıkanlar bu karakterde midirler?! Mücadelede yıllarını veren gerilla alanında
bulunan hapishanede can bedeli direnen
yoldaşlarımız günümüze kadar 42 yıllık parti çizgisine bağlı kaldıkları için gerçekten gelişmenin
önünde engel haline mi geldiler.Gerçekten bu
yoldaşlarımız ''gayrı MLM'' olarak bu partinin
gelişmemesi için mi dağlara gittiler,hapishanede
gözünü kırpmadan ölüm bantlarını taktılar,direndiler,direnmeye devam ediyorlar.Suçlumudur
bu yoldaşlarımız!Açıktır ki sağ tasfiyeci oportünizm
partiye o derece yabancılaşmıştır ki devrimci
eleştiriyi , devrimci tutumu,tavrı partili olma
haklarını kendi başarısı için zorunlu görmektedirler. Bu nedenledir ki iradelerini çiğnedikleri
yoldaşlarının yapabilecekleri karşı koyuşu zayıflatmaya koyulmuşlardır.Hem de burjuva yöntemlerle...
Parti içinde var olagelen oportünist anlayış
ile proleter devrimci anlayış arasındaki mücadeleyi
perdeleyerek sorunun darlık, gerilik,kavrayışsızlık,sorunu bilmeden kavramadan karşı koyan
sübjektivizme ve itiraz hastalığına kendini meşrulaştırmaya çalışan bu çizginin örgütsel olarak
dağıtıcı , tasfiyeci ,siyasi açıdan yalpalayan,uzlaşmacı karakter taşıdığı apaçıktır. Çünkü parti
hukuku ve demokrasisini, tüzük haklarını çiğnemiş
olmalarına rağmen haklarını çiğnedikleri üyelerinin kaçınılmaz karşı koyuşlarındaki haklı eleştirileri
zayıflatmaya , perdelemeye,önceden içeriğini
boşaltmaya yönelmişlerdir.Tam da tasfiyeci çizginin
başladığı yerden,yoldaşlarına engelleyici barikat
görüp kötülük tanımlamalarıyla donattığı yerden
başlayarak itiraz ediyoruz.Tüzük ilkelerini çiğnenmesindeki politik oportünizme karşı koymayacak
kadar korkak değiliz.Eğer ilkelerinizi savunacak
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
cesarete sahip değilseniz, siyasi devrimci amaca
bağlı kalamazsınız.
HG Sayı:74(2014)''ilerleme azmi ve itirazcı
kültür''başlığı ile bir yazı çıktı.72,73,74, HG
sayılarındaki anlayışları ileri taşıyarak sürdürdü''art
niyetliler''e
karşı
''kendini
savunacak
güçte''(!)olduklarını hatırlatmayı ihmal etmedi.”3.K.” köklü değişimine karşı çıkanları(itinacı
kültür) le açıklamaya koyulmuştur.Fakat ideolojik
mücadelenin böylesine basitleştirerek kültürel
kronik bir alışkanlık seviyesine çekerek sorunun
ciddiyetini asla ve asla ortadan kaldıramayacağı
kalemi pek oynak yoldaşlarımızın bilmesi
gerek.İdeolojik mücadele alışkanlık haline gelmiş
bir karşı koyuş boşu boşuna enerji tüketilen
lafazanlık değildir.Kültürel bir durum olarak ise asla
açıklanamaz.Hele hele ki devrimci eleştiri ile
karşısında duranların ideolojik,siyasi anlayışını
küçümseyen görmezden gelen ve kendince
kıvrak,ölçüsüz,saldırganca tanımlamalarıyla işi
kaytarmaya çalışıp böylesine köklü bir değişimi
ilkesizce gerçekleştirdikleri şartlarda devrimci
eleştiri'' her şeye itiraz edenler''düzeyinde
açıklayamaya kalkmak ancak gerçekleri örtmeye
çalışan burjuva siyasetlerin tarzı olabilir.Hatta ve
hatta karşı çıkanların fikirlerini açıklamaksızın
onları neye karşı çıktıklarını bilmemekle itham
etmek pervazsız küçük burjuva kendini bilmezsizliği beğenmişliğin ifadesidir.Eğer lafazanlıkla
devrime önderlik edilebilinseydi gerçekte bütün laf
ebesi küçük burjuva aydınlar oturduğu yerden
çoktan devrim yapmışlardı.
Söz konusu HG gazetesi yazısında''itirazcı
kültür'' n içimizde var olduğunu belirttiği çeşitli
örneklerle anlatılmış.Nasılmış(itirazcı kültür)e
sahip olanlar bakalım.
''Kendisini özeleştirinin dışında tutan
sadece tarihin başarılı yanlarında ortaklık... eden
.Çarpık bilinç ve anlayıştır... Bu kesim her olumsuzluğu kendi dışında arar(...)Bu kültür bir bakıma ve
yer yer alışkanlığada düşmüştür .İtirazcı kültür.Kavrayıştan da bağımsız olarak karşı çıkmayı adeta
meslek edinmiştir.(Bak hele ... Karşı çıkma
mesleğimiz varmışta haberimiz yokmuş bundan).
55
Devrimci Halkın Günlüğü
İlk refleksi karşı çıkmak , eleştirmek,beğenmemek
olur. Karşı çıktığı şeyi inceleme,anlama öğrenme
zahmeti duymadan karşı çıkar peşinen (...)Bu
bahsettiğimiz kültür taşıyıcıları mücadele tarihi
boyunca izlediği seyir açısından itiraz profilini
çıplak şekilde ortaya koyar.(Boynundan büyük
laflardır bunlar.Bir zahmet itiraz profilimizin
gelişim seyrinin sıralamasını yapar mısınız?Sayın
yazarların haberleri yok.Parti değerlendirmelerinde ''bilmeden,etmeden,cahilce karşı koyan
kadro ve üyelerimin bir oranlaması yoktur . böylesine ciddi bir tehlikeyi(!)P......nin hiç görmediğini
bunu ana gündemine hiç almadığını da bilmiyor
olamaz.Bizlerde azımsanamayacak uzunlukta bir
mücadele deneyimine sahibiz.Her şeye itiraz eden
ciddi bir kadro,üye profiline tanık olmadık.Anlaşılan kendi kafalarında P... tarihi oluşturan bu
yoldaşlarla aynı partide mücadele yürütmemişiz(!).parantezi kapatıp dinleyelim nasıl
devam ettiklerini).”Birleşememe aynı pencereden
bakmaya çabalamama baktığı pencerenin
kuyunun ağzı olduğunu bir türlü idrak edememe
hep aynı pozisyonda bakma...Statükoyu sürdürme
(K ...P.... de statükoyu sürdürme ne anlama
gelir?Demek ki P..... çizgisini sürdürmek statükoyu
sürdürmekmiş!!! NE dediğini bilmemektir
bu).Değişim gibi zorlu bir işten kaçınıp kolaylığa
baş vurma”(HG 2014 SAYI: 74 perspektif )
Bitmedi devam ediyor.Değerli okuyucu
''tam bilimselci'' değişimciler dışında Maoist harekette ne kadar zararlı eğilim unsur var olduğunu
iyice kavrasın diye sayıp, dökmeye devam ediyorlar . DİNLEYELİM.
“Karşı çıkmayı hüner sanmak,statüko ve
kalıplarının arkasına sığınacak savunmaya geçmek
değişmezlere sahip olmak bilimsellikten uzak
durup manevi ve duygusal bağlılık taşımak,ezbere
dayalı karşı çıkış göstermek,bütün bu çerçevede
kendisini dışta hissetmek ve birleşip bütünleşememe hastalığı vs. bu itirazcı kültürün diğer
özellikleridir.”
Komünistlerin vahiyle inmiş kitapları
yoktur.Her şeyi değiştirmeyi marifet sanan ya da
değiştirebileceğini sananların ''değişmezlere sahip
olmak ''saldırısını yuvarlak kavramlarla niçin
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
kullandıkları açıktır,ama diğer açık olan ise bu
yoldaşların tüzük kurallarını hiçe saydıkları
üzerinde tepindikleridir.Evet bizim için tüzük ihlal
edilemez.itiraz
eden,ilkeleri
hatırlatan
yoldaşlarımızı kuyunun dibindeki kurbağaya
dönüştürmeden önce iyi düşünüp bunu öğrenmeniz gerekmez miydi?!Yukarda uzunca anlattığımız bütün tanımlamaları getirip bir yere
bağlıyorlar.Yani halk kitlelerine gelişmelerden
bihaber olan iradesi olan fonksiyon erler
yoldaşlara diyorlar ki bunlara itiraz edenler
devrimci eleştiri ile örgüt ilkelerini çiğnenemez
olduğunu söyleyenlerin karşı kuyusu ''hastalıktır''itibar etmeyin!Zaten bunların mücadele profilde böyledir.Bunlar geri ve dogmatiktirler diyerek
olmayan çarpıtmalar yaparak '' itirazcı kültür'' ün
bağlandığı son darbeyi(!) İNDİRİYOR. Şöyle diyor:
Parti “3.Kongre”sindeki bu köklü değişiklikler ve yenilikler anlaşılır biçimde belli bir eleştiriye maruz kalsa da genel olarak itirazcı kültürün bir
itiraz ve eleştirisi vardır.''
Ne kadar zekice!'' itirazcı kültür'' ün niçin
anlatıldığını böylelikle anlamış olduk.Tüzük kurallarının ayaklar altına alındığını bunu kabul edilemez olduğunu söyleyenlerin durumunu 'itirazcı
kültürle '' açıklayıp bitirdiler! Demek ki ''tam bilimselci'' değişimci yoldaşlar,karşı çıkmayı meslek
edinmiş hastalıklı itirazcı kültürün taşıyıcı olanların” 3.Kongre” çizgisine karşı çıktığını belirtip işin
içinden çıktı.Sanırım her okuyan üstüne almayarak
kafasındaki hayali art niyetlilerin varlığına var
olabileceğine kendilerini inandırması gerekir.Bu
söylenenleri unutabilsin ama bu dahice saptamaların sağ tasfiyeciliğin ayaklarına taş düşürdüğünü
anlamak zor değildir.
KAYPAKKAYA cı hareketin 42 yıllık çizgisi
asla ''statükoyu koruma'' çizgisi değildir .Tespitlerinde programmında devrim yolunda eskimiş
olanların yenilenmesi günün koşullarına uygun
cevap verebilecek içeriğe kavuşturulması ihtiyacı
elbette vardır.Öfkesini boşaltırcasına parti çizgisine
bağlı olarak karşı koyana devrimci eleştiri kendini
bilmezce ''statükoculuk''olarak damgalamayı haklı
çıkarmaz ,çıkaramaz.
56
Devrimci Halkın Günlüğü
Söz konusu değişim köklüdür.İdeolojik,siyasi,politik önemi vardır.Böylesi bir değişimde başlı
başına köklü devrimci ideolojik mücadeleyle ancak
giderilmesi ve düzeltilmesi gereken yanlar
olduğunu kim inkar edebilir.İdeolojik mücadele
yürütülmeden parti çizgisinde netleşme,arınma ve
kızıl güzergah net olarak açığa çıkarılmaz.Lakin
''tam bilimselci''(!)” 3.Kongre “ye dayanarak
hapishaneler, örgütlülüğünü hiçbir biçimde bu
değişimden haberdar etmeden, kaçınılmaz olarak
bu değişime etkisi apaçıkken tam iradenin yansıtılmasının zorunluluğu görmezden gelinerek darbeci
şekilde yaptığı değişimi karşı konulamaz şekilde
ilan etmiştir.İdeolojik mücadeleyi her türlü burjuva
anlayışa uygun olabilecek tarzla ''hastalık,alışkanlık'' seviyesine çekerek kültürle açıklamaya
çalışmıştır. İdeolojik mücadeleyi(HG sayı: 74,
2014) ''hastalıklı kültürle''açıklayan tasfiyeci akım
bir kp için ideoloji mücadelenin, demokrasinin ,
örgütsel kuralların ne anlama geldiğini hatırlamak
istemiyorlar.Düştükleri ilkesizlik,battığı çamur
deryasını gül bahçesi göstermek için gerçekliği
olmayan tanımlamalarla karşı duran oportünizme
barikat olmaya çalışan devrimci çizgiye saldırıyorlar.Söz konusu yazıları okuyan taraftar,ileri
sempatizan,sıradan okuyucu''kimmiş bu hastalıklı
itirazcı kültür sahipleri'' kimmiş bu ''sisli hava
yaratanlar'' kimmiş bu''art niyetliler'' demekten
kendini alamazlar.Sahiden kimdir bunlar.örneğin
Hap...... lerde onca yatan on,yirmi yıldır direnen
yoldaşlarımız mıdır bu'' hastalıklı itirazcı kültüre ''
sahip olanlar?!! Çünkü darbeci anlayışa ,pratiğe
itiraz ediyorlar.
İdeolojik
Mücadele,
Kültürel
Hastalık Sorunu Değildir.
Değerli yoldaşlarımız bilinemez hayali bir
Parti dünyası kafasında yaratmasın. Maoist partide
itiraz hastalığına kapılan kimsede yoktur.Fakat
bugün çok ciddi ortaya çıkan ideolojik dönüşümün
içinde proleter ve oportünist çizginin çatışması
vardır. Burjuva düşünce ile proleter düşüncenin
çelişki ve çatışması partinin program,strateji,siyasi
tespit amaç,ideoloji meselesinde karşı karşıya
geldiği,gelecektir de.Bu çelişki kültürel hastalık
sorunu değildir.Devrimci çizgide yürümek
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
isteyenler ile partiyi bir bütün olarak köklerden
koparmak isteyenlerin mücadelesidir.Her karşı
koyuşun sınıfsal ideolojik muhtevası vardır.Şayet
karşı koyuşumuz proleter ideolojik içerikten
yoksunsa oportünist olarak damgalama hakları
vardır.Fakat ideolojik siyasi temellendirmelerimiz
devrim amacına bağlı gerçeklere uygun ve tutarlıysa ve devrimci pratiğimizle bütünleşmişse
oportünizmin lafazanlıklarını silip süpürür.Onlar
“hastalıklı kültür , gerilik'' olarak değerlendirebilirler devrimci eleştirilerimizi ,ama bu saldırılar
gerçek olanı değiştirmez.
Her yenilik devrimci değildir! Her
değişimin olumlu olumsuz yanları vardır.Karşı
devrimci yenilikler, devrimcilere ihanetlerin çok
çabuk unutulduğu anlaşılıyor.Paçanda Nepelde
yeni bir yol deniyordu. Devrime ihanetle
sonuçlandı .Yeni dedikleri yol burjuvaziye giden
yolun döşenmiş taşları oldu.BERNŞTHEİN ' de
yenilikçiydi,KAUTSKY'de
marxizme
yenilik
getirmemiş miydi?KUROŞ ÇOU 'da yenilikçi değil
miydi.Bolşevik tarihini üzerinde tepindiklerinde
onların burjuvaziye nasıl engellenemez bir coşkunlukla koştuklarını MAO görebilmişti.Parti tarihinde
1976,1978,1980 lerde yenilikçiler çıkmadı
mı?Mesele yenilikçi midir.Oportünizmin en militan
Marxist söylemlerle iddialı ve yenilikçi olarak
ortaya çıktığını bilmeyenimiz var mıdır?Bu meseleyi ''yenilikçi,gelenekçi,değişimci,değişime karşı
duranlar'' biçiminde tartışamayacağız.Böylesine
böyle bir dar kafalılık ancak oportünist kavrayışa
sahip olanlar dile getirebilir.Parti Kongresi tüzük
ilkelerine uygun yapılmak zorundadır.İdeolojik,programsal,stratejik meseleler ancak parti
tüzüğüne bağlı kalınarak gerçekleştirilen Kongre ile
çözüme kavuşturulabilinir..”3.Kongre” tüzük (ilkeler) kurallarını çiğnemiştir!Tüzük'te belirtilmesine
rağmen bu stratejik değişimde Hapishane fonksiyon erlerinin bırakalım görüşlerini almayı haberdar
etmeyi bile gerek duymamışlardır.Şayet tam irade
yansıtılmış olsa çokluk kararıyla alınan bu köklü
değişim kararı da alınmamış ya da değişim içeriği
böyle olmayacaktı! Fakat herşey alt üst edildi.Bu
gerçekler ortada iken,şimdi bizler demagojik
ifadelerle ''hastalıklı karşı koyma kültürü '' nü
tartışacağız?Yoksa “3.Kongre” 'nin neden tüzük
ilkelerine bağlı kalmadan darbeci şekilde parti'nin
57
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
devrim yolunu isim dışında nasıl her şeyi değiştirdiklerini tartışacağız. Kuşkusuz ikincisini tartışacağız.”3. Kongre” iradesi çiğnenenlerin karşı koyuşunu nasıl engelleyecek?! Emin olun ki ilkesiz ,
tutarsız, savruk,dağıtıcı yenilikçilik perdesi ile
devrimci çizgiden uzaklaşan oportünist eğilim ve
akımlara karşı duracağız.Sık sık deniliyor ki
''bilmeden incelemeden neden karşı çıkıyorsunuz''
insanın aklıyla alay etmek gibi... Bizde diyoruz ki
bilmesi gerekenler tam irade için bütün fonksiyon
erleri bilmesi gerekenler nasıl oluyor da bilinmiyor.Nasıl oluyor da yedi yabancı gibi sonradan
öğreniyorlar? Yoksa bütün iradi fonksiyon erlerin
bu
teorik,ekonomik,siyasi,politik
değişimleri
bilmesi gerektiğini bunları bilmeksizin bir
değişimin olmayacağını önceden hatırlamadınız
mı? Peki bu temel nasıl hatırlamadınız ?! Bu ilkesizliğe bu örgüt kurallarını hiçe sayışınıza karşı
çıkışımızı nasıl ''hastalıklı itiraz kültürü''ile açıklayabilirsiniz?! Bütün bu gerçeklere rağmen her cümleye ''bilimsellikle''bu arada bilimde sınıfların
elindedir.Başlayıp demokrasi ile bitiren felsefeci
anlayışın komünist örgüt ilkelerinden yoksun
olduğunu rahatlıkla belirte biliriz.
bundan yararlanmak isteyenlerin varlığına’’ işaret
etmek gerçekten tek kelime ile devrimci eleştiriyi
bastırmak karşı duranları yıpratmak amaçlıdır.Bu
kabul edilemez.
“3.Kongre”vesilesiyle gündeme gelecek
art niyetli eleştiriler karşısında veya sisli hava
yaratıp bunlardan faydalanmak isteyenlerin
saldırılarına karşı partimizi savunacak militanlar
her alanda mevcuttur.Ne saldırıya uğramaktan ne
de iftiralara mağruz kalmaktan korkuyoruz(HG
sayı:74 2014 pers....)
Hiçbir şekilde değişimden haberdar
olmayan,iradesi hiçe sayılan alan ve foksiyonerlerin nasılda tartışmasız “3.Kongre”nin stratejisinin
kabulü beklene bilir? Karşı çıkanları ise ‘’hastalıklı,
itirazcı kültür’’ taşıyıcıları olarak damgalayacaksınız.”3.Kongre”nin bu sağ tasfiyeci çizgisi
dayatmayla bir şey kabul ettiremeyeceği açıktır.Bu
duruş parti çizgisinden uzaklaşmak,savrulmadır.
DÜŞMANCA KARALAMA İLE eleştiriyi
birbirinden ayırmak zor değildir.Eğer düşmanca bir
yönteme baş vurulmuşsa zaten buna eleştiri denilmez.O halde eleştiride niyet aramak yerine
söylenene bakılır.Yazıda ''hastalıklı itirazcı kültür''
'den başlayıp ''art niyetli eleştirilerle bitirmek ve
buna sisli hava yaratabilecekleri '' ni eklemek hangi
amaca hizmet ediyor.Örneğin ''art niyetli'' eleştirilerin ölçüsü nedir?Bunu kimler ve hangi kriterlere
göre tespit ediyor? Bizim eleştirilerimizi hangi
kategoriye koyuyorsunuz. ''sisli hava yaratma''
durumu olabilir mi?
“3.Kongre” çizgisine karşı durup eleştirenleri tanımlayıp ‘’ art niyetli,sisli hava yaratıp
‘’Sisli hava yaratanlar’’ ‘’yaratmak isteyenler’’ kimdir? Komünistler sisli hava yaratmazlar,
onlar sisli olanı açık hale getirirler.Şayet düşman
saldırılarından bahsediyorsanız – ki onlarda açıktıro halde bunu açıkça ayıracaksınız.Dört bir yanınız
‘’itirazcı hastalıklı kültür sahipleri sisli hava
yaratanlar saldıranlar’’la çevrildiği yaygarasını
koparmayı bırakacaksınız.Madem partinin en zayıf
olduğu dönemde darbeci yöntemle,ilkesizce
yaptığınız köklü değişimle övüneceksiniz korku
niye? Kendi cesaretinizin propagandasını kendiniz
yapıyorsunuz. Bırakın cesaretinizi başkaları
övsün.O halde bu değişime karşı yükselecek
eleştirilere karşıda cesur durun!Damgalamak son
derece haksız,doğru olmayan tanımlamalara
başvurmak da ne oluyor?Bu hakkı nereden alıyorsunuz? “3 Kongre” size kendiniz dışındaki parti
gücüne,hakaret etme,onları istediğiniz şekilde
tanımlama hakkını mı tanıyor?
‘’3.Kongre”kararları
veya
çizgisinin
kavranıp kavratılmasının bir belli süreç kapsayacak.
Hareket bu süreci kendi içinde tartışacaktır.’’ ( H.G.
Sayı:74 2014)denmektedir. Anlaşılıyor ki tartışmaktan kasıt herkesin söyleneni kabul etmesidir.
Partiden habersiz , Parti için yapılan değişimi
kavratma tartışmalarına başlamanız sizin örgüt
denilen muazzam aracı hiç mi hiç kavramadığınızı
çıplak göstermiştir.Bu vesile ile kalıcı şekilde öğrenilmiş olunacaktır ki, her türden programsal
,stratejik, örgütsel değişimlerin esas olarak Kongre
öncesi tartışıldığını çoğunun Kongre öncesinde
hangi yönde kararlaştırılacağının netleştiğini Parti
tarafından organ ve alt Konferanslar aracılığıyla
58
Devrimci Halkın Günlüğü
netleşen örgütsel doğrultu ve stratejik kararların
Kongre de son haline kavuşturularak resmileştiği
öğrenilecektir. Bu sürecin sonunda Kongre
sonuçlanınca hareketin tartışması değil bütün kısır
gereksiz tartışmaları bir kenara bırakarak –çünkü
öncesinden tartışmış demokratik haklarını kullanmış oldukları için – Kongrenin kararlarını ısrar ve
kararlılıkla uygulamaya koyuyorlar. “3.Kongre”ise
öncekarar alıp alıp örgütsel her şeyini – ismi dışında – değiştiriyor,sonrasında da ‘’tartışın,kavrayın,itaat edin’’ diyor.Yüksek perdeden konuşmayı seven
, ama asla KP önderliğini yapamayacağı bir anlayış
ve tutumla örgüt’ü hiçe sayan tasfiyeci oportünizm
karşısında dimdik durmaya Partiyi ve haklarımızı
savunmaya devam edeceğiz.Olağanüstü olsa da
tam iradenin yansıyacağı bir yeni oturumla işlenen
suçun açığa çıkarılması ; hata ve eksikliklerin açığa
çıkarılması ,devrimci perspektifin açığa çıkarılması
tek geçerli yoldur.
Demokrasi ilkesini rafa kaldıranlar ‘’ eleştiri hakkı parti içinde vardır, ama tavır alma hakkı
yoktur.’’ ( H.G. Sayı : 74 2014 B.can ) demektedirler.Disiplini işleyen KP ‘ de çok doğru olarak eleştiriler demokratik haklar çerçevesinde yerine getirilir.
Eylem ve irade birliği zorunludur. Peki ‘’ tavır alma
yoktur’’ diyenler kendileri temel ilkeleri
çiğnemişse nasıl olacak? Adı KP olan ve özün de
bir avuç insanın oturup parmak hesaplarıyla
gerçekleştirdiği örgütsel hat, program,strateji
değişikliği bir darbe pratiğiyle değiştirilmişse buna
nasıl tavır alma hakkı doğmaz.Kongrenin meşruluğu yoktur.Çünkü; tam irade bütününde tartışılmayan ,bilgi sahibi olmadıkları bir strateji kabul
edilmiş ve harekete dayatmaya başlamıştır.Elbette
ilkelerimizi savunacağız. Değişimin ancak tam
iradenin yansıtılacağı bir sonuçla, diğer ifadeyle
Parti ile yapılabileceğini bilmeyenlere öğreteceğimizi söylüyoruz.Bazıları Parti denilince sadece
kendilerini, birbiriyle uyumlu oportünist takımı
olarak anlıyor.Yani kendilerini Partinin sahibi olarak
görüyorlar.
İradeyi hiçe sayanlar parti iradesi olarak
konuşamaz.Bilmediğimiz bir strateji ve programı
savunamayız.Gönüllü olarak savaş kurallarına
uyduğumuz hareketin amacına bağlıyız.Dar bir
grup ‘’tam bilimselci’’olarak ortaya çıksa da
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
kuralları çiğneyerek parti adına , Partiye rağmen
hattını değiştiremez. Hiç kuşkusuz kim olursa
olsun,hangi seçkin,bilgiç ve kendini beğenmiş
önderler takımı olursa olsun böyle bir durumda
kendisini kabul ettiremez.Çünkü; önderlikler parti
üstü değil, ancak ve ancak partiye tabi oldukça
önderlik edebilirler.Önderler partiye karşı görevlerini ideolojik,politik siyasi açıdan yerine getirdikleri çok yönlü devrimci persfektifiyle partiyi
eğitip ileri taşıdığı oranda gerçekten önderliği hak
ederler.”3.Kongre”ise parti yi sonu şimdiden kestirilemeyecek bir karmaşaya kaosa sert ve keskin
çelişkilere sürüklemiştir.Proleter devrimci önderlik
partiyi
bir
kenara
bırakarak
particilik
yapamaz.”3.Kongre”nin bunu bilmesi gerekir.
Tam iradenin yansıtılması doğrultusunda
olağanüstü bir çözüm yoluna başvurmaktan başka
çözüm yolu yoktur.Maoist harekete bulaşan kiri
pası, darbeci oportünist anlayışı söküp atmak için
bütün gücüyle çalışmak tutarlı her komünistin
görevidir.Herkesi aptal yerine koyanlar yanılacaklardır.’’Beğenmeyenler gider’’tavrıyla olup-bittiye
getirip stratejiyi değiştirenler bilmeli ki komünistlerin gidebileceği bir yer yoktur.Devrimci işci
sınıfına emekçi,köylülük geniş halk kitlelerinin
devrim amacına bağlı bütün devrimci değişimlere
açık anlayışıyla bir görevini yerine getirme ısrarıyla
komünist
çizgide
yürüyeceklerdir.Hiç
bir
oportünist anlayış kızıl güzargahta ilkelerle hareket
edenleri sarsamaz. Oportünizm Partide ki yol
ayrımını utanç verici bir sahtekarlıkla büyük bir
kaos ve darbeyle gerçekleştirmiştir.Güvensizlik
yayan savruk karamsarca tasfiyeciliğin varlığından
yakınan sürekli şikayet eden saflarda dağınıklığı
laçkalığı yaygınlaştıran bozgunculara yoldaş deyip
,arkasından gözyaşı döken , partinin görüşü amacı
perfektifi değil, kendi görüş ve amacını esas alan
bu darbeci anlayışın uzun süredir at oynattığı
etabın sonuna gelindi. Pasifist sağ tasfiyeciler tam
iradenin alınmasına gerek duymadan partinin
devrim yolunu değiştirerek son darbesini vurdu.’’
Tam bilimselciler’’ stratejiyi değiştirmekle
kalmadılar ,bunun önünde duracak devrimci
çizgiye saygısızca saldırmaya başladılar.Söyledikleri’’art niyetliler’’ tüm yaşamını devrim
mücadelesine adamış yoldaşlarımızdan başkaları
değildir.Onların şahsında mahkum edilmek istenen
59
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
devrimci çizgidir.Bunu asla unutmayalım.Eğer
dürüst, açık ,ilkeli değilseniz komünist olamazsınız.
Hukuk,irade çiğnenerek azınlığın,çoğunluğa hükmetme dayatma’da bulunma cüreti
devrimci amacı ileri taşıma değildir:Tasfiyeciliktir!
Partinin komünist kadroları, foksiyonerleri devrimci sezgilere sahip parti kitlesi tasfiyeciliği kabul
etmeyecektir.Tam bir güvenle mücadelemizi ileri
taşıyacağız, yılgınlığa,karamsarlığa,dağıtıcılığa,ilkesizliğe yer yoktur.Tasfiyecilik sahtekarca parti nin
idolojik dönüşümünü tamamlayarak kaypakkayacı
devrimci damarı kesmektedir.Fakat nafiledir.Tasfiyeci dayatmalara karşı dik duracak devrimci dinamik buna izin vermeyecektir.
Demokratik hakkımızı kullanarak darbeci,tasfiyeci “3.Kongre” nin çizgisine karşı duruyoruz.’’ Devrimci değişim Parti ile yaratılır’’ Şiarına
uygun olarak ‘’ tam bilimselci’’ oportünizme karşı
durma görevimizi yerine getireceğiz. Ayrıca bu
görevi dar bir çevre tarafından değil bütün yoldaş
ların tutarlı ve kararlı mücadelesiyle başarılabileceğini tekrar belirtmek istiyoruz.
60
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
“Sınıf Teorisi’nin Dünya-Türkiye-Kuzey
Kürdistan’da Siyasi Durum” Analizine
Eleştirel Bakış.
Başlığından da anlaşılacağı gibi S.T’nin de
ileri sürülen kimi sapmalara yanıt vermekle
yetineceğimiz için başlı başına Dünya, Türkiye ve
K.Kürdistan’da durum tespitlerini bütünüyle
değerlendirmeye varan genişlikte olmaycaktır
söyleyeceklerimiz. Esas amacımız ST’de ortaya
çıkan oportünist eğilimin ideolojik siyasi zayıflığına
dikkat çekmektir.
Proleter komünist hareket bilimsel teorik
donanımındaki yıkılmaz gücü gerçekleri olduğu
gibi yaklaşmaktan alır. Şayet olgulara tüm çıplaklığıyla ve olduğu gibi yaklaşmayı başaramamışsanız
geleceği temsil etme iddianızda, düşünsel teorik
zayıflık ortaya çıkmış demektir. Partimizin teorik
olarak taşıdığı yetersizlikler kuşku yok ki mücadelenin her alanında ortaya çıkmaktadır. Komünist
ideoloji temeldir ve saçmalıkları taşımayacak kadar
gerçeği temsil etmektedir. Proleter hareket
komünist ideolojinin ışığında devrimci pratik
içerisinde kendisini eğitir. Şayet Marksist-LeninistMaoist ideolojiden uzaklaşmış, siyasi berraklığını
kaybetmiş teorik tahlillerle kitlelerin karşısına
çıkarsanız, politik olarak savrulur oportünist bir
yapı haline dönüşürsünüz. Partimizin ideolojik,
siyasi, politik çizgisi, geleneği ve iç tutarlılığının
ortaya çıkardığı mücadele kararlılığı oportünist
eğilime izin vermez.
Daha önce değindiğimiz, kimi meselelerde
ifade ettiğimiz gibi partimizin ideolojik seviyesinin
yükselmesi, teorik sapmalarla devrimci sınıf bakış
açısından uzaklamasıyla başarılamaz. “Açık
düşünebilenin ifadesi de açıktır” der Şop Bahaver.
Ne yazık ki ST’nin 15. Sayı (2011 Eylül) sında ortaya
çıkan siyasi ideolojik bütünlükteki karmaşa
partimizin düşüncesinin net olmadığını tüm
çıplaklığıyla ortaya çıkarmıştır. Açık düşünmeyen (
ki bunun anlamı devrimci sınıf bakış açısından
uzaklaşmaktır ) Partimizin ifadelerindeki muğlaklık
oportünist eğilim olarak daha açık hale gelen
anlayışı partide ideolojik mücadeleyi zorunlu hale
getirmiştir.
Eleştirilerimiz sadece sapmalara karşı
değil, örgüt ilkelerinin en açık şekilde çiğnenmesi
ve önderlerin kendilerini partinin üzerinde bir güç
olarak görmelerinin somut ifadesi olan ilkesizlikleri
de kapsayacaktır. Buradan hareketle teorik olarak
ifade edilen ama pratikte yaşama “geçirilemeyen”
“ilerleme sağladık” denilen meselelerde dahi
halen Komünist Partinin bilimsel, örgütsel ilke ve
işleyişinden ne kadar uzaklaşıldığı da bir nebze
olsun anlaşılmış olacaktır.
ST neden zamanında ve düzenli çıkmıyor?
Halen ideolojik, siyasi ve politik olarak kendisini
ifade edemeyen Komünist Parti işçi sınıfı hareketine ve kitlelere önderlik edemez, komünist kadrolar eğitemez, parti aracını güçlendiremez ve yenilgilere uğramasının süreklileşeceğini partimiz yeterince anlamamışsa, ideolojik mücadelemizin değeri
de yeterince anlaşılamaz.
Bu anlamıyla yeterli düzeyde ciddiyetle ve
zorunluluğu kavranmış olsa mevcut güçle ST’nin
düzenli çıkması zor değildir. Açık olarak söyleyebiliriz ki parti önderliğimiz Marksist ideolojinin önemini yeterince kavrayamamıştır. Konuya yazının
içerisinde değineceğiz.
Dünyadaki siyasi durumu genel anlamda
değerlendirmek, bu eleştirel çalışmanın konusu
değildir. ST’nin yaptığı siyasi değerlendirmelerin
61
Devrimci Halkın Günlüğü
ideolojik siyasi zayıflığını göstermek olarak belirtmiştik, çalışmanın amacını. Komünistler her
toplumsal sorunu proleterya ve burjuva sınıf çıkarları bakımından incelerler. Toplum ve doğada
çelişkisiz hiçbirşey yoktur. Herşey diyalektik zıtlık,
birbiriyle mücadelesi içinde, karşıt kutuplar içinde
incelenmek zorunda olduğu gibi modern dünyada
sınıf savaşımında işçi sınıfı ve emperyalizm bakış
açısı içeriğine uygun olarak ortaya koymak zorunlu
bir görevdir. Bu anlamıyla dünyanın sömürülen
halklarını, ezilen uluslarını ve dünya işçi sınıfını,
emekçi köylülerini vahşice sömüren ve zor yolu ile
ezen tekelci burjuvazinin amaçları anlatılırken
elbette asla ezilip sömürülen sınıfların çıkarları,
savaşımları ve devrimci kararlılıkları unutulamaz.
Komünistler bir olguya sadece bir taraftan
bakmazlar. Her olay ve olguya bütün kapsamı
bütün yanlarıyla bakmayı esas alırlar. Bunun
anlamı şudur; Olay ve olguların ortaya çıkışı,
gelişimi ve sonlanması diyalektik sıralamasını
bilimsel açıklıkla takip edebilme, açığa çıkarma ve
doğru sonuçlara varma yeteneğinde olabilmektir.
Tekellerin emrinde satın alınmış kalemşorlar, burjuva liberalleri, devasa basın yayın sahibi
olan tekelci şirketler, emperyalist gruplaşmaları,
dünya üzerinde emperyalist grupların birbirleriyle
rekabetleri, dünyadaki zenginlikleri sömürmede
vardıkları ortak çalışmaların kapsamı, derinliği ve
içinde taşıdıkları çelişki, çatışma, vahşi rekabet ve
birbirini dışlama güdüsünü yansıtmaktadırlar. Hem
de bu genel bilgileri şu ya da bu düzeyde kendini
Marksist gösteren analistlerden çok daha iyi
yapmaktadırlar. Asıl mesele ise şudur: Tekelci
burjuvazinin yaydığı ekonomik krizin hareket yönü
ve derinleşmesi ya da zorunlu olarak krizleri
aşmanın aracı, emperyalist gruplar şu anda dünyada sürdürdükleri bölgesel savaşların bir dünya
savaşına varıp varamayacağı yönünde açık fikirlere
sahip olmaktır. Tekelci kapitalizmin gelişim seyri,
taşıdığı uzlaşmaz çelişkinin sürdürülemez
oluşunun dünyada işçi sınıfına, halk kitlelerine,
ezilen ve sömürülen yarı sömürge ülkelere getireceği “geleceğin” ne olduğunu doğru tespit
edebilmektir.
II. paylaşım savaşından sonra 20. yüzyılın
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
ikinci yarısının ortalarında daha derinleştirilerek
sürdürlen ideolojik saldırının temelinde savaş
sadece komünistlerin istediği, AB ve ABD ‘nin
özgürlüğün
merkezi
olduğunu,
dünyanın
özgürleşmesi için komünizmden kurtulması gerektiğini ve bundan sonra sorunların savaş yoluyla
çözülemeyeceğ,i Alman faşizminin dünyada yarattığı yıkımın sorumlusu da “Ruh hastası, psikopat”
Hitler idi.! Böylece 1930’lar da başlayan ekonomik
krizin bir dünya savaşına erişmesinin iç gelişimini
gizleyerek savaşın nedenini bir “Ruh hastası psikopat”a bağlayarak büyük ideolojik perdelenmeyi
günümüze kadar sürdürebilmişlerdir. Tekelci
kapitalizmin 1930’lardaki ekonomik krizi sadece
zor, fetih, imha ve insan aklını zorlayan yöntemlerle insanlığı öğüten bir savaşın ortaya çıkmasıyla
tanımlanamaz. Emperyalizmin dünya halklarının
tek kurtuluş yolu olarak ortaya çıkan ve kıpkızıl
parlamakta olan sosyalizm bayrağını indirme
amacının en öne geçtiği bir savaş olarak tanımlamak zorundadır. Dünya halklarının kanını akıtan,
zenginliğini yok eden kapitalist barbarlığın bu
savaşından sonra, 20. yüzyılın ikinci yarısında
emperyalist güçler barışı, demokrasiyi ve diyalog
ve uzlaşmayı benimsiyor dedikçe dünyanın yarı
sömürge ülkelerinde savaşlar yürüttüler, darbeler
düzenlediler, ülkeleri açıktan işgal edip bombaladılar. Son 60 yılda ikinci dünya savaşında ölen
insan sayısından fazla insan öldürdüler.
Dünyada sosyalist devletlerin içinde
kapitalizmin restore edilmesi ve resmi olarak
yıkılışını ilan ettikten sonraki son 20 yılda emperyalizmin dünya halkları ve ezilen uluslarına karşı
saldırısını dahada pervasızlaştırmıştır. Burjuvazi
dünyaya “Komünizm öldü” ilanında bulunsa da,
ölen komünizm değildir. Ölmekte olanın tekelci
kapitalizmin kendisi olduğu gün gibi ortadadır.
2008’den beri ABD’de patlak veren ve dünya
ölçeğinde giderek derinleşmekte olan ekonomik
kriz, dünyanın birçok bölgesinde siyasi iktidarsızlığı
ortaya çıkarmıştır.
ABD, Rusya, Çin ve AB içinde var olan
emperyalist gruplaşmaların dünya üzerindeki
paylaşım rekabeti sahte gülücüklerin yayıldığı,
barış elçileri görünümlerindeki uyumlu toplantı
pozlarını sona erdirdiği bir döneme girilmiştir.
62
Devrimci Halkın Günlüğü
Dünya tekellerinin yaşadığı ekonomik krizin iflaslar
geçirdikleri koşullarda son 10 yıldaki kaosta
büyümeye devam eden tek sektör savaş sanayi
tekelleri olmuştur. Dünyanın emperyalist tekelci
devletleri Rusya, Çin, Fransa, AB, Almanya,
İngiltere, İspanya, İtalya başta olmak üzere ve
emperyalistlerin kuklaları olan yarı sömürge
devletler hızla silahlanma yarışına devam etmektedirler. Türkiye devleti de silahlanmaya devam eden
ülkeler arasındadır. Hiç kuşkusuz barışçıl bir
dünyaya doğru gidilmiş olması halinde, dünya
devletleri tarihte hiç olmadık kadar teknolojik,
biyolojik, nükleer, kimyasal silahlarla donanmazlardı.
Daha
büyük
tartışmasız
mutlak
egemenlikler kurmak, ekonomik zenginlikleri
bütünüyle ele geçirip daha büyük emperyalist
blokları safdışı etme ve onları da kendi pazarlarına
dönüştürmek için emperyalizm savaşlara hazırlanmaktadır.
Dünya ve kapitalizmin tarihi bölge ve tek
tek ülkeleri işgal etme, zor yolu ile bölge ve ülkeleri
denetim altına alıp mutlak egemenlik kurmanın
ortaya çıkardığı koşullarda, daima daha büyük
çelişkilerin filizlendiğini ve daha büyük savaşlara
evirdiğini göstermektedir.
Leninizmin emperyalizmin teorisi 21.yy da
tüm açıklığıyla kendi doğruluğunu korumaktadır.
Günümüzde burjuva bakış açısının etkisi altında
kalan “barışçıl ve insancıl” ikiyüzlü sahtekarca
söylemleri halk kitlelerini, dünya ezilen sınıflarını
yanıltma amaçlı ideolojik saldırılar olduğunu ayırt
edemeyen her türden oportünist akımlar dahil
dünyadaki çelişki ve çatışmaların bir dünya savaşına evrilemeyeceği gibi kesinlik içeren tespitlerde
bulunabilmektedirler. Bunu söylerken emperyalizmin son 60 yılda her zaman bölgesel savaşları
yürüttüğünü unutmaktadırlar.Yine bunu söylerken,
Irak, Afganistan işgalini, 2011’de Kuzey Afrika ve
Orta Doğu’da ortaya çıkan devrimci durum
sonrasında emperyalist güçlerin Tunus, Mısır,
Yemen, Bahreyn, Libya ve şuanda Suriye’deki
gelişmelere hangi araçlarla katıldıklarını unutuyorlar. Suriye gibi küçük bir ülkede devam eden halk
ayaklanmaları Esad diktatörlüğünün yıkılması için
halk kitlelelerinin devrimci ayaklanmasını kendi
amaçları doğrultusunda kullanmak için her türlü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
yöntem ve yolu deneyen tekelci burjuvazinin
dünya ölçeğindeki rekabet ve çelişkilerini Suriye
gibi bir ülkede nasıl ortaya çıktığını unutuyorlar.
Halkı diktatörlerden kurtaracağını söyleyen ABD ve
fino köpeği Sarkoz Fransasını Esad diktatörlüğü
altında ezilen Kürt ulusunun taleplerini görmezden
gelerek, her açıklamalarında “Suriyenin toprak
bütünlüğünü önemsiyoruz” demelerinin altında
Suriye’yi yeniden yapılandırarak Lübnan, Ürdün,
Beyrut kısacası büyük Filistin toprakları olan ülkelerdeki siyasi, politik yapılanmaları etki altında
tutmak ve İran’a yapacakları saldırının ön temizliğini gerçekleştirmektir. Bunu yaparken Kürt
ulusunun haklarını tanımamak yönünde gerek
Arap milliyetçilerine gerekse Türk devletine verilen
taahhütler, Suriye kuşatmasında Türk devletinin
saldırganlığını açıklamaktadır. Evet, küçük ve
önemsiz gözüken Suriye üzerinde ortaya çıkan
emperyalist kamplar arasındaki çelişki ve dalaş
dünya ölçeğindeki çelişkilerin bir görünümü
niteliğindedir.
Kapitalizmin krizi, ABD’nin başını çektiği
emperyalist kampın dünyadaki egemenliği uğruna
bölgesel olarak veya tek tek ülkeleri işgal etmeyi
normal bir hak gibi göstererek, diğer emperyal
blokların alanını, Pazar payını daraltmayı, onları
çevrelemeyi başarmış ve tehdit boyutunu arttırmış
olması ancak savaş yoluyla ortadan kalkabilir.
Dünyada emperyalistler arası soluklanma ve
“barış” molası sonlanmıştır. Tüm veriler daha
büyük savaşın koşullarını olgunlaştırmaktadır.21 yy
savaşlar, ayaklanmalar ve devrimler yüzyılı olacaktır. Bu anlamıyla Maoistler “emperyalistlerin kendi
aralarındaki çelişkileri bu süreçte savaş yöntemleriyle çözmeleri uygun değildir” gibi saçmalıkları
dillendirmekten ziyade emperyalizmin tüm
yönleriyle bir dünya savaşını olgunlaştıran dinamiklerini anlatmak zorundadırlar. ST emperyalist
bloklar arasındaki çelişkiler ve çelişkileri çözme
aracı olan savaş hakkında ne demektedir?“Emperyalizmin ortak sistemsel kaygılarda birleşmesi”
ne anlama gelmektedir? Denge ve uyumun korunması subjektif yani politik güçlerin karar verebilecekleri bir mesele midir yoksa tamamen nesnel
koşulların ekonomik temeli üzerinde mi şekillenmektedir? Savaşlar kötü niyetli komutan ve
hükümetlerin işi midir? Yoksa kapitalizmin ,
63
Devrimci Halkın Günlüğü
emperyalizmin içsel ekonomik gelişiminde savaşlar
krizleri aşmanın vazgeçilmez aracı mıdır.?!
“Emperyalist bloklar arası çelişkiler keskinleşse de içinden geçtikleri süreç emperyalist
blokların aralarındaki çelişkileri savaş yöntemiyle
çözmelerine uygun değildir. Bir taraftan sistemin
yapısal finans krizin derinliği ve bunun emperyalist
blokları ortak sistemsel kaygıda birleştirmesi, diğer
taraftan bu nesnel zemindende bağımsız olmayan
sosyal patlamalar korkusu yada tehdidi emperyalistler arasında belli bir denge yada uyumun korunmasını koşullamaktadır.” ST Sf: 8 Sayı:15 2011
ST’de çıkan bu görüşler hatalıdır. Emperyalist savaşların içsel nesnel temelini anlamayanlar
ya da gerçeği gizlemek isteyenler ancak böyle
konuşabilir. Her ne kadar “yakında bir paylaşım
savaşı gözükmemektedir” Sf:8 desede. Hemen
aynı sayfada “ortaya çıkacak muhtemel koşullar
emperyalist güçlerin yeni bir paylaşım savaşına
girmesine kapı aralayabilir’’ demektedir. Hem o
hem bu olasığını işlerken içinden geçilen süreçten
kaynaklı emperyalistlerin savaş yöntemiyle sorunları çözemeyecekleri kesinliğini koyabilmektedir.
Hemde şu gerçeklere dayanarak : “Finans krizinin
derinliği, sistemle kaygılar sosyal patlamalar korkusu-tehdidi” ve benzeri gerekçeler sıralanarak
emperyalist güçler arası bir “uyum ve denge zorunluymuş ” denmektedir.
Birincisi: Emperyalist savaşlar tekellerin
içine düştükleri ekonomik krizi buna bağlı olarak
siyasi istikrarsızlığı ve krizi aşmak, dünya ölçeğinde
tamamlanmış ekonomik pazarlar üzerindeki denetimi yeniden paylaşmak için savaşların kapitalist
üretimin zorunlu sonucu olduğunu biliyoruz.
İkincisi: Ekonomik krizler emperyalist bloklar
arasındaki uyumu arttırmaz, bilakis derinleştirir.
Daha büyük ve güçlü olan blokların daha zayıf ve
güçsüz olan emperyalist bloklar üzerinde baskı
oluşturmaya dünyadaki egemenlik ilişkisinde
kendilerine yedeklenmesi gerektiği siyasetini daha
fazla ve şiddetli dayatmaları ortaya çıkar. Çünkü
tekelci burjuvazinin iradesiyle ekonomik krizlerin
uyum, uzlaşma ve benzeriyle ortadan kalkması
durumu söz konusu değildir. Sistemsel “kaygılardan” çok ortaya çıkmakta olan devasa işsizlik
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
derinleştikçe kıtlığa varan ekonomik tükeniş,
üretimin durmasının, aşılmasının yollarını emperyalizm savaşlarla çözmeye kalkar. Hiçbir sosyal
patlama endişesi emperyalist savaşları durduramaz. Bu anlamda ST’de ileri sürülen gerekçeler
teorik sapma olarak değerlendirilebilinir.
1909’da II. Enternasyonel bir Avrupa
savaşının kapıda olduğunu ve devrimlerin güncelleştiği tespitini yaparken burjuvazi bu olgulardan
habersizdi denemez. Buna rağmen I. Paylaşım
savaşı çıktı ve devrimler kaçınılmaz hale geldi,
zaferle taçlandı.
Tekelci burjuvazinin kan emici blokları
arasında uyumu ve dengeyi belirleyen nesnel
koşullar ve üzerinde boy veren krizleri, sosyal
patlamaları sistem kaygısı taşıyan “akıllı” yöneticilerin öngörüleri değil, bizzat ekonomik paylaşım, bu
paylaşım uğruna fetih, istila ve doymaz kar hırsıyla
dünyayı yeniden paylaşma rekabeti belirlemektedir. Kapitalizm başka türlü sistemi sürdüremeyeceği içindir ki savaşa başvurmaktadır. Savaş yoluyla
çelişkileri çözme kavramı muğlâktır. Savaş yolu ile
Pazar alanlarını genişletme daha fazla kar elde
etmek için savaşa başvurma gerçeği asla gözden
kaçırılamaz.
Bilindiği gibi Kautsky 1914-15 savaşında
emperyalist blokların bu büyük yıkımdan doğru
dersler çıkardıklarını, artık dialog ve uzlaşma yolu
ile sorunları çözeceklerini ifade ediyordu, ama
dünya I.paylaşım savaşından çok daha büyük bir
savaş daha gördü. Bunun dışında ise emperyalizm
dünyanın ezilen ulus ve halklarına karşı sürekli
savaş halini sürdürmüştür.
S.T. “emperyalist bloklar arasında savaş
çıkması güncel değildir” derken sunduğu gerçekler
ve kesinlik ifadesiyle emperyalizmin tarihsel
çelişkisi ve gelişim seyrine ters saptamalarda
bulunmuştur.
S.T. esas enerjisini emperyalizmin neden
bölgesel savaşlar sürdürdüğünü ve bir dünya
savaşını kendi çelişkisi içinde nasıl taşıdığını anlatmaya harcamalıdır. Bırakın burjuva idologlar daimi
“barışçılar” 3.Dünya savaşının çıkmayacağını
64
Devrimci Halkın Günlüğü
anlata dursunlar. Bırakın tüm dünyada emperyalist
güçlerin ve uydu devletlerinin tam hızla silahlandığı koşullarda “barış” için silahlandıklarını,
savaş yoluna başvurmayacaklarını anlatsınlar. Ama
gerçek savaş sirenleri çalmaya devam edecektir.
S.T’nin dünya siyasi değerlendirmesinde eleştirilmesi gereken birçok yan vardır. Fakat hepsine
uzun uzadıya değinmeye koşullarımız el vermemektedir. Ama belirtmeden geçemeyeceğimiz bir
hususta S.T’nin K.Afrika, Ortadoğudaki devrimci
halk ayaklanmalarını değerlendirişindeki çarpıklıktır. Ağzında birçok laf geveledikten sonra söylediklerinin son noktası şudur: “Ortadoğu ve K.Afrika’da ki halk ayaklanmalarının emperyalizmin
bölgeyi yeniden düzenlemenin bir oyunu olduğu”
tespitine varmış olmasıdır. S.T bunu her şeyden
fazla dillendirdiğine göre K.Afrika ve Ortadoğu’da
devrimci sürecin ortaya çıktığını söylememesi
gerekir. Gerçi söyledikleri hali hazırda bu anlama
gelmektedir.
Türkiye devirmci hareketinin ezberci,
dogmatik felsefi yapısındaki pratik ve teorik
saptamaların bir benzerini yapan ST’nin K.Afrika,
Ortadoğudaki halk ayaklanmaları ortaya çıkan
devrimci durum karşısındaki görüşlerini zaman
geçirmezsizin gözden geçirmesi gerekmektedir.
ST’nin saptaması halk kitlelerinin devrimci istekleri
uğruna devrimci tarzla diktatörlüklere karşı ölümü
göze alarak meydan okumaları ve binlercesinin
katledilmesindeki nesnel devrimci koşulları doğru
görmeyenler komünist bakış açısına sahip değillerdir. ST’nin meselelere bakışının yarattığı sonuç
ifadesini şöyle bulmaktadır. “Her değişim yada
yenilik ileri dönük değildir ve olmlu anlam taşımaz.
Örneğin; Tunus, Mısır, Libya’da değişen iktidarlar
bu olumluluğu taşımaz” Halkın Günlüğü 10 -20
Şubat 2012 Sayı : 30
Aynı ST AKP hükümeti döneminde yapılan
“değişimlerin” halkın bilincinde olumluk yarattığını
söylemektedir. Ortadoğudaki değişimlerin ise
olumlu bir tarafı bulunmuyormuş.
Birincisi: Halkın meşru demokratik
talepleri uğruna ayakalanması, diktatörlerin
yıkılmasını, emperyalist kukla devlete ve egemen
sınıfları varolandan daha demokratik değişimlere
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
zorlamasını ve bu isteklerinin bir kısmını da elde
etmesi devrimcidir. Bu değişime, devrim olmadı
diye gerici yada “olumluluk taşımaz ” denemez.
Tek partili bir faşist diktatörlükte çok partili bir
parlementer demokrasi istemek halkı özgürleştirmez, ama bu talepler ilericidir ve desteklenir.
Ordunun siyaset üzerindeki etkinliğinin azalmasını
istemek halkı özgürleştirmez ama talep daha
demokratik ve meşrudur. Ayaklanan halkın
devrimci- demokratik isteğidir.
Açlık, yoksulluk, baskı ve zulüm son
bulsun, demokratik ve adaletli bir düzen istiyorum
demekle halk kitleleri özgürleşmez bunu biliyoruz.
Halk kitlelerinin özgürlüğü olmayacak yerde
araması sadece onların eksik hatalı sınıf bilinçsiz
yanını gösterir, ama asla onların devrimci
olmadığını göstermez. Ayaklanmaları ve değişimi
canları pahasına tanklara karşı direnerek istemeleri olumludur ve devrimcidir. Kadınların alanlarda
erkeklerle direnip savaşmalarının devrimci bilincini
kim nasıl yatsıyabilir. Fakat ST dogmatikçe halk
ayaklanmalarını emperyalizmin bir oyunu gibi
sunmaktan geri durmamaktadır.
Gazi mahallesinde faşist saldırıya karşı
direnişe geçen halk kitleleri sosyalist parti direktifiyle sokaklara çıkmadılar. Komünist değillerdi.
Direnirken faşist Türk ordusunu alkışlayıp “Asker
buraya” demekteydiler. Direnen Gazi de şehit
düşen halkımızı, halk evlatlarını devrimci hareket
halen anmaktadır. Peki; zulme, baskıya, yoksulluğa
isyan eden daha demokratik bir düzen için
ölümüne direnen Arap halkı neden devrimci
değilmiş ve olumluluk taşımıyormuş?
Emperyalist güçler yada tek tek partiler
devrimci durumu yaratıp halk kitlelelerini aylara,
yıllara varacak ayaklanmalara sürükleyemezler.
Devrimci süreçler tek tek emperyalist ülke, parti ve
sınıfların iradelerinin dışında ortaya çıkan nesnel
bir durumdur.
Faşist burjuva feodal diktatörlüklerde
taleplerin burjuva çerçevede kalması halk ayaklanmalarının ilerici olmadığı, devrimci öz taşımadığı
anlamına asla gelmez. Komünistler demokratik
değişimlerin özsel içeriğinin ne anlama geldiğini
65
Devrimci Halkın Günlüğü
halk kitlelerine daima anlattılar. Suriye de, Esad
diktatörlüğüne karşı halk kitlelerinin çok partili
sistemi istemesi, parlementonun işlevselleşmesi,
ordunun ve denetiminin son bulması, kadın
haklarında düzenlemelerin yapılmasının talep
edilmesi, farklı dini gruplara veya ulusal yapıların
haklarının tanınması, özetlersek daha özgür ve
adaletli bir toplum arzusuyla ayaklanmaları ve
diktatörlüğü değiştirmek için canlarını vererek
zorlamalarına devrimci değil demek için Marksist
–devrimci durum- devrimci süreçler teorisini hiç
bilmemek gerekir. Suriyede Kürt ulusu baskı altındadır. Aynı şekilde ulusal olarak Kürtler kendilerini
Demokratik Özerk bir statüde şimdilik yaşama
hakkının tanınmasını istemektedirler. Aktif olarak
ayaklanmalara katılmamaları Batı Kürdistanlılara
elbette unutulmayacak bir leke yapıştırmıştır. Ama
buna rağmen beşer- onar öldürülmekten de kurtulamamaktadırlar. Zira herşeye karşın Kürtlerde
örgütlü bir güç olarak Esad diktatörlüğünü
demokratik değişime zorlamaktadırlar. Kürt
ulusunun taleplerinin halen devrimci olduğunu
unutanlar elbette hatalı sonuçlarla herekesi
herşeyi emperyalizmin bir oyunu oyuncağı olarak
görmeye devam edeceklerdir. ST, Ortadoğu, K.
Afrika devrimci halk ayaklanmalarının sadece
emperyalizmin bölgesel çıkarları çerçevesinde,
işbirlikçi kukla devletleri yeniden düzenlemeleri,
ayaklanma koşullarından yararlanma somut
durumdan yola çıkarak meseleleri açıklamaya
kalkarken; nesnel koşulların ortaya çıkardığı
devrimci krizin (devrimci durumun) ekonomik
temeli ezilen sınıfların devrimci hareketlenmesi
halk kitlelerine kazandırdıkları deneyim pratikten
öğrenme, eğitilmelerini sağlayan savaşımını
görmezlikten gelmektedir. Oysa emperyalizmin
yarı sömürgelerde ayaklanmalar sonrası yapmak
istedikleri değişimleri açıklamak için nesnel
devrimci durumu bütünlüklü analiz etmek gerekmektedir.
Günümüzde Kuzey Kürdistanda burjuva
talepler uğruna serhildana kalkan Kürtlerin
(Newroz kutlamaları, şehit gerillaların uğurlama
törenlerine katılan halk kitlelerinin katledildiği
bütün gösteriler hatırlanmalıdır) ölüm pahasına
taleplerini dillendirmelerine, sokakları feth etmeleri nasıl ki devrimci diyoruz Orta Doğu, Kuzey
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Afrika da ki halk ayaklanmalarına da demeliyiz!
Halkın devrimci isyanı komünistlerin varlığı yada
yokluğuyla açıklanamaz, bilakis komünistlerin
kendisi ve ayaklanmalarda nesnel koşulların ortaya
çıkardıklarıyla çok kolaylıkla açıklanabilir.
Ortadoğudaki halk ayaklanmalarının
içinde olan (hali hazırda kürtlerin 4 ülkede savaş
verdikleri unutulmamalıdır) Kürdistanın devrimci
durumu görülmeden hiçbir politik taktik, siyasi
tespit, Türkiye ve Kürdistan devrimci -devrimperspektif haline gelemez. Partimiz Kürdistanın,
Ortadoğu ve Afrikada ortaya çıkan devrimci durumun bir parçası olduğunu anlayamamış, yapılan
tespitlerden anlaşılmıştır. Çünkü partimizin harıl
harıl kaynayan bir devrimci volkan enerjisi taşıyan
Kürdistana yüzünü dönmeye niyeti yoktur. !!!
Masa başı burjuva libarellerin bakış açısıyla
harmanlanmış toplama kes-yapıştır bilgilerle kaba
dogmatik teorilerle bugün Ortadoğu ve Kuzey
Afrikadaki halk ayaklanmalarını değerlendirmektedir. Örneğin Suriye de nesnel gelişmelerin Türkiye
ve Kürdistan devrim sürecindeki etkilerini analiz
eden bir çalışmaya rastlamak mümkün gözükmemektedir. Çünkü partimiz K.Kürdistan’da komünist
mücadelenin devrimci enerji ve kalkışma ruhunu
taşıyan Kürt halk kitleleriyle bütünleşmeden örgütlenemeyeceğiğni kavrayamamıştır. Suriyedeki
gelişmeler, Ortadoğudaki ayaklanmalar, Türk
burjuvazisini ilgilendirdiği kadar (“Suriye bizim iç
meselemiz ” diyen R.Tayyip in sözü hatırlanmalıdır)
partimizi ilgilendirmiyor ama şu bilinmelidirki;
Suriyedeki sistemsel siyasi, politik gelişmeler tüm
bölgeyi etkileyecek düzeyde önemlidir. Uluslararası bir sorun olarak Kürt ulusal sorunu her
bakımdan çok daha yaygın konuşulacak olmasının
yanında ülke devrimimizin, devrim mücadelemizin
bir parçası olarak partimizin sorunudur. Partimiz,
K.Afrika ve Ortadoğu halk ayaklanmalarını
emperyalizmin bir oyunu nitelerken bu sorunun
bir parçası olduğunu asla düşünmüyor. Ortadoğu
da haklı taleplerinden dil ucuyla bahsedip emperyalizmin bölgesel düzenlemesine dair haddinden
fazla tekrara düşerken devrimci ayaklanmalarının
ülkemiz (Türkiye ve Kürdistan) devrimiyle ilişkisi,
etkileri ve olası sonuçları üzerine tek söz bile etmiyor-edemiyor.Çünkü Güney Kürdistan’da ezilen,
66
Devrimci Halkın Günlüğü
yeni katliamların tehlikesi altında olan Kürt
ulusunun Kuzey Kürdistan da Kürt halkını dolayısıyla da Türk halkını ilgilendirdiğini düşünemiyor.
Partimiz yazınlarındaki yerel yönetimler ve kültürel
çalışmalara yer verdiği kadar Orta Doğu’daki
gelişmeler veya ayaklanmaların komünist harekete
sağlayacağı olanaklar, ortaya çıkardığı gerçeklere
yer vermiyor. Şayet partimiz Dersim dışında bir yeri
görmemeye devam ederse yaşadığı iç tasfiyeyi
durduramayacak ve gözleri gerçekleri göremez
hale gelecektir.
Şayet Kürdistan ve Türkiye devriminin
önder gücüyüz demeye devam ediyorsak, bizzat
kitlelerin elleriyle taşınan devrimci sürece nasıl
seyirci kalabilriz? Kalmamalıyız, kalmayacağız…
Seyirci kalma durumu Kürdistanı tamamıyla ulusal harekete havale etme bakış açısının bir
sonucudur. Teorik olarak her ne kadar bu olgu
kabul edilmemiş olsa da, ne yazık ki sadece Türkiye
işçi sınıfını temsil eden bir partiye dönüşen
sosyal-şovenist tutucu politik kavrayışla bilimsel
enternasyonel örgütlenme ihtiyacını reddeden
pratiğiyle Kürdistan’dan kopmuştur. Bu nedenle
Kürdistan’daki devrimci süreci doğru değerlendiremediği gibi, devrimci sürecin bir parçası durumuna
gelmemektedir. Oportünist, ezen ulusun devrimci
hareketinin bakış açısının etkisi altında kurtulamayan kavrayış tabiki Kürdistan’nın aynı zamanda
ortadoğuda ki gelişmelerin bir parçası olduğunu
umursamaz
“Marksist Devrimci Durum Kavrayışı Üzerine” isimli çalışmada konu daha geniş işlenmişti.
Bu nedenle daha fazla uzatmadan söz konusu çalışmaya bakılmasını da önemsiyoruz. Partimizin
Afrika ve Orta Doğu da ki halk ayaklanmalarını
değerlendirmeleri Marksist kavrayıştan uzaktır.
Düzeltilmesi gerekmektedir. Doktriner teorilerden
çok kitlelerin ayağa kalktığı devrimci koşullara
bakmalıyız. Gerçek çıplak olarak karşımızda
durmaktadır. .(Daha önce sunduğumuz çalışmada
devrimci durum kavrayışındaki hatalara işaret
etmiştik.)
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
S.T’nin “Türkiye –Kuzey Kürdistan’da Siyasi Durum” Değerlendirmesindeki Burjuva Etkiler.
Emperyalizm ve işbirlikçi faşist kukla Türk
devletinin tarihsel süreçteki kanlı geçmişini ve
gelişimini detaylı anlatmak bu yazının konusu
değildir. Buna rağmen tekelci burjuvazinin
işbirlikçisi Türk egemen sınıflarının ideolojik, politik
ve siyasi iktidarını günümüz açısından irdelerken
tarihe uzanmak zorunda kalabiliriz.
Materyalist diyalektik görüş açısı, üst yapı
kurumu olan partileri, siyasi yapıyı, kültür ve
ahlakı, dini, toplumun ekonomik alt yapısını
inceleyerek yanıtlar. Bizlerde 21. Yüzyılın ilk
çeyreğinde emperyalizmin üzerinde at koşturduğu
politik ve siyasi güçleri kendi amaçları doğrultusunda şekillendirip kalıba döktüğü üst yapı
kurumlarının kendi aralarındaki çatışmaları ve
benimsedikleri ideolojik içeriğin dayandığı temeli
açıklamayı esas alarak meseleleri analiz edeceğiz.
Neden nasıl ele alacağımızı belirtiyoruz.
Çünkü Parti önderliğimiz, devrimci
anlayışımızın tersine siyasi partilerin arasındaki
rekabeti esas alarak toplumun ve ideolojilerin
değişimini, iktidarların el değiştirdiğini vb. biçimde
ele almıştır. İşte bu nedenle burjuva partilerde ve
aralarındaki rekabetten bahsederken burjuva-feodal sınıf iktidarını ve dayandıkları ekonomi temeli
unutmaktadırlar. Söz konusu tespitleri değerlendirmeye geçmeden Parti tüzük ilkelerini Parti
Üye’lerin (PÜ) hatırlatması zorunludur.Çünkü
ancak ve ancak kongrelerde değiştirilebilecek ,
yada netleştirilebilecek meseleler parti önderliği
tarafından çiğnenmiştir.Şayet Parti önderliği kendi
başına programsal yada bir önceki kongrelerin
belirlediği kararları ortadan kaldırabiliyor, yeni
program ve tespitler oluşturabiliyorsa Parti’ye ne
gerek vardır!!! KP’nin tüzük ilkelerini çiğnemek
suçtur!!! Parti karşısında hesap vermeyi gerektirir.
Partiden büyük önderler yoktur. Kim olursa olsun
tüzük ilkelerine uygun hareket etmek zorundadır.
67
Devrimci Halkın Günlüğü
Kendisini partiden üstün gören anlayış pratiklerin
mahkûm edilmesi, özeleştiriye davet edilmesi
zorunludur. Şayet programsal ve tüzüksel değişikliklere gitmek, yeni stratejik belirlemeler yapma
ihtiyacı varsa partiyi hiç geçiktirmeden kongreye
taşımak gerekir. Fakat kongreye taşımaktan çok
kendi fikirlerini partinin fikir ve görüşleriymiş gibi
savunmaya başlamak düpedüz partiye darbedir.
Hali hazırda darbecilik eleştirileri ve tartışmalarıyla
yıllarını tüketen bir hareketin çıkardığı onca dersin
varlığından söz ediyorken partinin ideolojik siyasi
anlayışına ters yönde tespitlerde bulunulması,
devrimci çizginin muğlâklaştırılması, Oportunist
eğilimin darbe yaparak ortaya çıkışı hak ettiği
cevabı alacaktır. Masumane tespitler olarak değerlendirmekten ziyade partimizin içinde ki
oportünist bakış açısının kural ve ilke tanımadan
konu ettiğimiz fikirleri partimizin görüşleriymiş gibi
yansıtılmış olmasıdır. Önderlik suç işleyerek kendi
görüşlerini tek ve mutlak doğru olarak sunabilir
ilkeli komünistler, PÜ’lerini tüm partiyi oportünist
eğilimi ve tüzüğü çiğneyenleri ve işleyenleri
tanımaya ve tavır takınmaya davet ediyoruz.
Parti tüzüğü şunu söyler : “MK konferans,
kongre karar ve anlayışlarını değiştiremez”. MK
önderlik olarak hiçmi siyasi, politik değerlendirme
yapamaz diye sorulabilinir. Elbette MK siyasi
değerlendirmeler yapmak zorunda olduğu gibi
partiyi ve devrim gücünü yönetmekle sorumludur.
Bu görevine bağlı olarak perspektif sunmak zorundadır da. Lakin MK’nın tüm siyasi, politik, programsal, tespit ve perspektifleri kongre-konferanslar da
belirlenen program tüzük, strateji ve kararlara
uygun olmak zorundadır. Kongrenin “kara”dediği-şeye MK’nın ”ak” deme yetkisi yoktur.
“Karayı”,”ak” yapması için Kongre’ye gitmesi gerekmektedir.Örneğin: Kaypakkayacı Hareket kırk yılı
geçkindir Türk egemen sınıflarının egemen ideolojisi Kemalizm olarak ifade edilen faşist ideolojidir.
Tespitini benimsemişken MK yada SB kalkıp bir
anda
“Kemalistler tasfiye oldu”, “Kemalizm
egemen ideoloji olmaktan çıktı’’diyemez. Neden
diyemeyeceğini açacak olursak; Çünkü partimizin
1972’ den beri benimsediği bu devrimci Marksist
analizler 1 ve 2. Kongre’de sürdürülmüş ve resmi
görüş olmayada devam ettirilmiştir. O halde önderliğimiz “Fethullah Gülen faşizmi“
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
‘’Kemalist ideoloji yerine Türk egemen sınıfların
ideolojisi haline geldi’’ tespitini partimizin görüşü
haline getirmek istiyorsa önce bu anlayışı kongrede netleştirmek zorundadır. Bu ve benzeri
anlayışların, kongreye değil de basına taşıyor ve
partimizin fikirleriymiş gibi sunuyorsa suç işliyor,
darbeci –duruma düşüyor demektir.
Burdan yola çıkılarak yapılan tespitlerin
doğruluğu yada yanlışığı bir yana- ki oportünizm
apaçıktır-öncelikle tüzük ilkeleri çiğnenmiştir. MK,
SB partinin hangi anlayışlarını çiğnemiştir.
1-) Kemalizm olarak ifade edilen ideolojinin
emperyalist işbirlikçi milliyetçi Türk egemen
sınıflarının ideolojisidir tespiti partimizin resmi
anlayışıdır. MK, SB partimizin söz konusu anlayışını
ve tespitini kongreye gitmeden değiştiremez.
2-) Kürt ulusal hareketinin değerlendirilmesin de
partimiz PKK’yi devrimci ulusal hareket olarak
tanımlamıştır.Bir hatırlatma yapalım: Reformist
ulusal hareketlerin komünistlerce desteklenmeyeceğini- hatırlatarak, günümüzde çoğunlukla ulusal
hareketinin eksenine girip kuyrukçuluk yapan
TDH’nin “PKK reformisttir ” değerlendirmesine
rağmen kapsamlı bir eleştiri ve özeleştirisi yoktur.Madem ki PKK reformisttir.Devrimci “Marksistlerin” HDK’da ne işi var?! Kendi tespitlerine dahi
uygun davranmadıkları açıktır. Oportünist önderlik
1.ve2. Kongre’nin ulusal hareketin niteliğine dair
tespitini Kongre’ye gitmeden değiştirmiştir.
3-) Ulusal sorunun proleter devrimin bir parçası
olduğu bakış açımız bilinmektedir. K.Kürdistanda
(Kürdistan) ulusal sorun çelişkisi ve çözümü için
“özel program uygulanması” nda bahsedilmektedir.(Sayfa28-29 S.T) öncelikle program oluşturulacaksa bu ancak kongre ile gerçekleştirilebilinir.
İkincisi: programların ortaya çıkarılması ihtiyacı
varsa içeriği belli olmayacak şekilde programların
uygulanacağından bahsetmek parti işleyini
çiğnemektir. Ayrıca program olarak kabul edilip MK
– SB tarafından sözü edilen programın Parti
tarafından kabul edilip – edilmeyeceğini nereden
bilmektedirler.?! Tasarlanan herneyse kabul
edilmediğinde halk kitlelerine ne cevap verilecektir.Şunu mu diyeceğiz: Kâğıt kalemi eline aldığında
68
Devrimci Halkın Günlüğü
lafazanlık yapan yoldaşlarımızın saçmalıklarıydı.
Partimizce kabul edilmedi.
4-) 1993 DPK da çeşitli kavramlar üzerine tartışmalar yürütülmüş ve “ Faşist Türk Devleti” kavramı
benim senmiştir. Fakat MK, SB “Faşist Türk Devleti,
Faşist Kemalist Diktatörlük“ vb. kavramları
kaldırmıştır.Yerine “T.C”, “T.C Devleti” kavramlarını
geçirmiştir. Önderliğimiz 93 OPK’sını kendi tarihi
olarak görmemiş olmalı ki benimsediği kavramlarıda parti iradesine danışmadan değiştirmiştir. Faşist
Türk Devleti olarak yazdığımız yazılar değiştirilerek
“ TC Devleti“ yazılmaktadır. Benimsenen kavramlar
parti yazınımızda açıkca anlaşılmaktadır.
O halde şöyle bir soru yöneltelim: Almanya ve Fransa’dan bahsedilerken “Almanya yada
Fransa Cumhuriyeti Devletimi deniliyor?” Yukarıda dört madde altında belirttiğimiz tespitlerde MK
– SB, Parti tüzüğünü çiğnemiştir. Sıradan bir PÜ’nin
tüzük ihlalinden bahsetmiyoruz. Bahsettiğimiz
MK-SB’nin tüzüğü ihlal etmesi ve suç işlemesiyle
partinin harekete geçmesi gerekmektedir. Bugün
bu derece anlayışlarımızı değiştiren MK-SB yarın
partimizi burjuvazinin kapısından içeri sokmak için
çalışmayacağını kimse söyleyemez. Oportünizm
ilkesizliği ilke haline getiren bir eğilimdir. KP’nin
önderliğini tek bir mesele de bile ilkelerini
çiğnemesi asla görmezden gelinmeyecek ciddi bir
gelişmedir. Bu temel gerçeği kavrayamanlar KP’ni
ve disiplini devrimdeki rolünü Parti ve önderlik
ilişkisinin devrimci biçimini-içeriğini asla anlayamamışlardır.
Tüzük şunu söyler: Hapishanelerde parti
üyelerinin kongrelerde parti organlarına seçme ve
seçilme hakkı olmamakla birlikte, kendilerine
sunulan alt kongrelerde gündem maddeleri
üzerinde görüş belirtme ve kararlara ilişkin oy
hakkı vardır. Gündemler hakkında bilgilendirilmeleri ve görüşlerinin alınması zorunludur.Tam bu
meselelerde hapishanelerde ki parti üyeleri
bilgilendirilmediği gibi zor koşullar altında ideolojik
, politik siyasi tespit önerilerle katkı sunma çabaları
önderlik tarafından engellenmiştir. Mevcut durum
bunu ifade ediyor !!! Öneri ve eleştirilerin parti
merkezine ulaştırılmaması, merkeze ulaşanların ise
parti iradesinden gizlenmesi nasıl bir kuşatma
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
altında olduğunun anlaşılmasının yanında, henüz
demokratik ve ilkeli işleyen bir KP haline
gelmediğimizin de açık göstergesidir. Sormakta
tereddüt etmiyoruz, kimin fikirleri kimlerden
gizleniyor.Bu yetki nereden gelmektedir?!!
Yukarıda dört madde altında belirttiğimiz
tespitlerde MK-SB Parti tüzüğünü çiğnemiştir.
Sıradan bir PÜ’nin tüzük ihlalinden bahsetmiyoruz.
Partimizin anlayışlarına ters, ilkelerini
çiğneyerek kamuyona sunulan çizginin özsel
içeriğinin oportünist tasfiyeci olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Tutarlı Marksistler asla örgütsel
ilkelerini çiğnemezler, çünkü onlar çok iyi bilirler ki
bilimsel olarak kabul edilen,tarihsel deneyimlerle
de sabit olan örgütsel ilkelerine sıkı sıkıya bağlı
olunmadan disiplinli bir örgüt olunamayacağı gibi
kendi iç demokrasisi ve özgürlük sınırlarını asla
koruyamayacağını, bu durumun partiyi dağıtmaya ,
anarşizme, başı boşluğa her grubun parti çizgisine
değil kendi doğrularını savunmaya götüreceğini ve
bunun da tasfiyecilik olduğunu çok iyi bilirler. Peki
MK-SB ne yapıyor? Yılda bir kez merkezi yayın
organını çıkarıyor çıkardığı bu yayın da Partinin
değil kendi oportunist görüşlerini yaymaya
çalışıyor.
Gazete MLM ideoloji, politik, siyasi bilincin
kıvılcımını kitleler bilincinde çıkmıyorsa proleter
mücadeleye bir yararı yoktur. Gazetenin özellikle
2011 de başlayan çizgisi devrim hareketinin
merkezi yazının, merkezi örgütlenme aracı olmaktan çok toplama fikirlerin yayınlandığı, Marksizm
karşıtı fikirlerin gırla yayıldığı, ama aynı şekilde
devrim ruhunda, şehitlerimizden, Halk Savaşından,
hapishane direnişlerinden, hareketimizin devrimci
gelenek ve ruhundan uzaklaşılmaktadır.
Çeşitli küçük burjuva aydınların fikirlerini
yayınlanmasıyla, hatta partili yazarların köşelerini
bireysel k.burjuva aydının bireysel diliyle yazmaya
vardırması ibretlik gelişmelerdir. Zannediliyorki
biçimsel olarak radikal gazetesi tadında bir yayın
çıkarırsak çok başarı sağlanır. Partinin bir yayın
organı olduğu çoktan unutulmuştur.
69
Devrimci Halkın Günlüğü
Hapishanelerde komünistlere-devrimcilere yapılan saldırılar gazetede yer almazken çeşitli
dünya devrimlerine mal olmuş tarihi günlerden
bahsedilmezken bahsedilsede devrim önderlerinin
resimleri bile konulmazken, gerillaya ait neredeyse
göze hitap eden resim ve söylem ortadan
kakmışken, sayfaların yarısı tamamen burjuva
içerikli, k.burjuvazinin yüzeysel biçimsel duygu ve
algısına hitap eden resimlerle doldurulmaktadır.
Sözde gazeteyi okunur yapacaklarmış! Gazeteyi
okunur yapmamız önemliymiş! Elbette bu da son
derece gereklidir, ama okuyucuya Marksist bilime
götürüp- götürmediğimizin çok daha önemli
olduğunu oportunizm unutuyor.
Parti yazınında ortaya çıkan oportunist
çizgi elbette MK-SB nin çizgisidir. Yapılmakta olan
eleştirileri dikkate alıp değerlendirmek yerine HG
sayfalarında “Maoist Parti teorik ideolojik
tartışmaları geride bırakmıştır. Mesele pratik uygulamadadır.” Şeklinde ifadesini bulmaktadır. KP de
ideolojik mücadelenin teorik sapmaların ve
çelişkilerin durağan değil “sonsuz” olduğu gerçeğini bile çiğneyerek ideolojik tartışmaların tamamlandığı sonucuna varmaktadır. Peki ne adına?
Elbette yapılan eleştiriler, programsal ve stratejik
önerileri engelleme adına!
Aynı şekilde ön sayfalarda izah ettiğimiz
gibi tüzüğümüzü çiğneyerek değiştirdikleri
anlayışları mutlak olarak kabul edilip savunulması
için Halkın Günlüğü sayfalarında “Kemalist
diktatörülüğün tasfiye olduğunu” yerine “ Akp
faşist diktatörlüğün geçtiği” tespitini partinin
merkezi kararı olduğu ve bu kararı uymanın zorunluluğu yazılmaktadır. Peki neden? Çünkü MK –SB
nin tüzük ihlalini yapmasının suç olduğunu
oportünist sapmaların partinin anlayışıymış gibi
sunulamayacağını, kabul edilemez olduğunu
belirten eleştirilerimiz mevcuttur. Eleştirilerimizi
PÜ’lerle paylaşmak yerine kırk yılı geçgin parti
anlayışını savunanlara ültümaton verilmektedir.
İlkesizce kendini partinin üstüne koyan bu
oportünist pratik sahipleri elbette mahkûm olacaklardır.Çünkü gerçeğin üstüğünü örtme çabaları
sonsuza kadar devam edemez.Çok rahatlıkla
anlaşılacağı gibi, belirttiğimiz yaklaşımlar ve pratik
çizginin işleyiş ve bakış açımızla ilgisi yoktur.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
İşçi sınıfı ve emekçi köylülerin devrimci
iktidarı uğruna savaşan partimizin önderliği PÜ’lerinin haklarını çiğnediğinde kendisine tartışmasız
olarak uyması gereken ilkeleri ihlal ettiğinde şu
gerçek su yüzüne çıkar: MK-SB partimizi yönetemez, devrime önderlik edemez. MK-SB içindeki
oportunist eğilimi bu ilkesizliği kongreye taşınarak
mahkûm edilmek zorundadır. KP’nin bir avuç
k.burjuva şefin iki dudağı arasında yönetilecek bir
araç olmadığını bilmeyenler öğrenmelidir. Fikirlerinizin doğruluğun kabul edip, halk kitlelerine
taşımamızı istiyorsanız, öncelikle fikirlerinizi bize
anlatmanız ve kongre ve partimizin resmi anlayışı
haline getirmeniz gerekir. Masa başında teori
üreterek partiye yeni anlayış, strateji ve programlar dayatamazsınız. Günümüzde olduğu gibi
MK-SB, partiyi hiçe sayarak kendini dayatabilir,
ama fikirlerini devrim hareketinde, halk kitlelerinin
ellerin de maddi bir güce dönüşeceğini hiç kimse
ileri süremez.
Örnek vermek gerekirs; Teorik olarak hiçte
geri olmayan hapishanlerde, MK-SB’nin anlayışının
ifadesi olan önceki sayfalarda belirttiğimiz ve daha
da belirteceğimiz anlayışını benimsememektedir.
Bilakis oportünist tasfiyeci çizginin ideolojik siyasi
düşüncesi olarak değerlendirmektedir. Bu
anlamıyla ( S.T 2011 Eylül) da çıkan “Dünyada
T-K.Kürdistan’da siyasi durum değerlendirmesi” ni
olumlayan paylaşımlarda – bulunabilenler arasında – olumlayan yoktur. Partimizin hapishane
alanını dikkate alma gibi bir yaklaşımı yokmudur.
Hapishanelerde bulunan PÜ’lerin bakış açısıyla
parti merkezinin bakış açısı arasında meydana
gelen bu uçurumun anlamı büyük olsa gerek. Öte
yandan MK-SB’nin oportünist eğilimine karşı
sürdürebileceğimiz ideolojik mücadelenin merkezle değil bizzat parti ile verilmesi gerektiğini belirterek ideolojik, siyasi tespit öneri ve eleştirilerimizin PÜ’lerle ulaştırılmasının önündeki engellemeler
kaldırılmalıdır. Pratik olarak yazılanların PÜ’lerine
taşınmadığı ortaya çıkmıştır.
Belirttiğimiz önemli hususlardan sonra
S-T’de çıkan sapmalara geçebiliriz. MK-SB’nin özet
tespiti şudur: “İrticai hortlamanın başını çeken AKP
iktidarı altında muhafazakar dinci, totoriter,
baskıcı, faşist diktatörlük derinleşmektedir. Esas
70
Devrimci Halkın Günlüğü
tehlike veya baş düşman olan klik bugün artık
Kemalist CHP – Ordu kliği değil! , siyasi islam modelinde ki veya çatısı altında ki ABD uşağı AKP
kliğidir.
Özellikle önümüzde ki sürecin baş tehdidi
Akp iktidarının dinci, gerici terörcü faşist
diktatörlüğüdür.( Sınıf Teorisi Sayı : 15 Syf:27)
Bizler bakışaçısını daha netleştirerek
halkımızın diliyle lafı dolandırmadan açık ve net
söylersek MK-SB artık Türk devletine faşişt Kemalist diktatörlük denemez, Kemalist diktatörlük
sonlandı. Yerine Akp faşist diktatörlüğü geçti
demektedir. Nasıl ve ne biçim bir el değişikligi
oldugu anlatılmıyor. Kemalizim olarak ifade edilen
ideolojininde milliyetçi Türk egemen sınıflarının
ideolojisi olmaktan çıktığı belirtilmetedir. Nasıl ve
hangi toplumsal dönüşümle Kemalist ideolojinin
ezen Türk ulusal toplumunda eğitim, siyaset, politika, kültür, felsefi düşünüşünde nasıl ortadan
kalktığı asla anlatılmıyor. Sadece ideolojik olarak
son buldugunu belirtiyor. Bakınız MK-SB’ne diyor?
“Temel sınıf ideolojileri... /… Siyasal ideolojik şekillenişte nüanslar gösterirler. Bu nüans
ayrışım “Kemalist idelojiyi” benimseyen klik ve laik
karşıtı olarak bilinen “ılımlı İslam” tabelalı dini
irtica akımı veya Kemalist devlet yerine dini
esaslara dayalı devlet biçimini amaçlayan dini
motifli “ideoloji” şeklinde değerlendirilebilinir.”
Devam edelim.
“Akp bugüne kadar ki süreçte iktidarlaşma
anlamında küçümsenemez bir yol aldı…/…Akp
iktidarı iyice hatta sağlamca oturduğu .../… 50.000
bin kişilik özel ordu projesi de Akp’nin mevcut
Kemalist ordu yerine “kendi ordusunu” oluşturmak plan ve düzenlemeleri” SF:21
Alıntıda da görülecegi üzere AKP’nin
iktidarlaştığı belirtilmektedir. Öyleki kendi özel
ordusunu oluşturabilecek kadar kendine has sınıf
iktadarı sahibiymiş AKP!: Oldu olası bari AKP savaş
ağası kliği olarak ilan edilebilinirdi.(!) 800 bin kişilik
faşist Türk ordusu “atıl duruma düştüğüne” sevinmeliyiz. (!) Yoksa partimizin belirlemelerine göre
sadece ve sadece faşist AKP diktatörlüğüne zehirli
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
oklarımızı öfkeyle savurmalıyız diye insan düşünmeden edemiyor. Öyle ya, 800 bin kişilik ordu ile
savaşmaktansa 50 bin kişilik özel orduya karşı
savaşmak daha kolaydır. Şayet Kemalist ordu
yerine kendi özel ordusuyla savaş yürütmüş olsaydı
gerçekten bu yararlı bir gelişme olurdu. Ne yazıkki
gerilla savaşı veren partimizin MK-SB’si mevcut
düzenlenmeleri birbirinden ayıramayacak kadar
burjuva liberallerin güncel gazete saptama ve
propaganda diliyle analizler yapmaya başlamıstır.
Tekrar ve sıkıcı olsa da alıntılar yapmaya
devam edelim.
“İktidar dalaşının düğümlendiği somut odak;
geleneksel Kemalist devlet modeli emperyalizmin
yeni dönem çıkarlarına uygun olarak güncellenmesi eyleminde, devlet iktidarının el değiştirilmesi
veya iktidar sınıflarında yeni aktörlerin ( cemaat
örgütlenmesine oturan ve “ılımlı İslam“ eşarbı
takmış olan ABD kuklası AKP ) devreye sokularak
eski iktidar sınıflarından bir kesimin ( AB uşağı
stalikocu Kemalist kesmi ) tasfiyeye tabii tutulması
noktasıdır.” (Sınıf Teorisi 2011 Sayı: 15 SF:24)
Basitleştirerek söylersek Türkiye egemen
sınıfları arasında devlet bir elden diger ele
gecmiştir. Diğer bir deyişle Kemalist olan egemen
sınıfın bir kesimin elindeki devlet ABD’ci, Fethullahcı, AKP’ci, İslamcı egemen sınıflar tarafından
zorla alınmıştır, denmektedir. Bu kadar basit yani!
... Tarihte devletler bir sınıfın elinden bir diğer
sınıfın eline geçtiler, ama bu daima kanlı oldu.
Demek ki masa başında oportünizmin eli ile devlet
el değiştirebiliyor. Bir sınıfıntan diğer sınıfın eline
geçebiliyormuş!
“Kemalizm, komprador Türk büyük burjuvazisinin
ve orta burjuvazisinin ve orta burjuvazinin sağ
kanadının ideolojisidir.” İbrahim Kaypakkaya
Özet
olarak
yaptığımız
alıntılarda
anlaşıldığı gibi MK-SB Türkiye-K.Kürdistan siyasi
durum değerlendirmesinde Kemalist kliğin tasfiye
olduğunu, dolayısı ile Kemalizmin tasfiye edilmiş
olduğunu söylemektedir.
71
Devrimci Halkın Günlüğü
Şu çok açık bilinmelidir ki önderimiz İ.KAYPAKKAYA yoldaşın Kemalizm tahlilinden başlayarak
günümüze varan 40 yıla aşkın mücadele
tarihimizde Kemalizmin tasfiye edildiği tespiti bir
ilki temsil etmektedir. Bu anlamıylada son derece
önemlidir. İdeolojik, siyasi arka planına bakılması
zorunludur. Yapılmış olan siyasi durum değerlendirmesinin gerçeklerle ilgisi yoktur. Denilebilirnirki ekonomik temelden kopup bu derece yüzeysel değerlendirmenin Kaypakkayacı hareketin net
ve açık olduğu meselelerde ortaya çıkmasını nasıl
açıklamak gereklidir. Açık ve tek kelime ile
partimizin içinde uc veren oportünist eğilimin
ideolojik politik dışa vurumu olduğunu soyleyebiliriz. Oportünist eğilimin önce Kemalizmi tasfiye
eder, dolayısıyla bir süre sonra faşizmi sonlandırır.
Kemalizm yada MK-SB’nin tanımlanmasıyla “ AKP
faşist diktatörlüğünün” önümüzdeki yada sonraki
seçimde hükümeti kaybetmesi durumunda hem
faşizm hemde Akp diktatörlüğü son bulmuş olur!
“Kemalizmin faşizmle bağdaşmaması bir
yana Kemalizm bizzat faşizm demektir”İbrahim
KAYPAKKAYA madem Kemalizm tasfiye oldu o
halde burjuva demokrasisi ülkemizi gülbahçesine
çevirecektir! Bu arada faşizmin burjuva demokrasisin bir yönetim biçimi olduğunu hatırlamak gereklidir. MK-SB’nin ileri sürdüğü darbeci fikirlerini
partimizin resmi fikirleri haline gelmesi ve savunulması halinde kısa sürede strajesini ve temel
taktiklerini değiştirmesini gündemleştirmesini
zorunlu kılar.
Kemalizmin ne olduğunu kavramayanlar
önderimiz İ.KAYPAKAYA Yoldaşa yeniden başvurabilir. Yinede bizler kemalizm denilen ideolojiden
ne anladığımızı özetlemeye konumuz açısından
gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Dini İrtica Akımı Yada Din İdeolojisi Kemalist İdeolojinin Yerini
Alabilir Mi?
Türkiye, faşist Kemalist diktatörlük devlet
sınırlarında Türk, Kürt ulusu ve çeşitli azınlıklar
bulunmaktadır. Proleter ve emperyalizm devrimler
çağı olarak tamınlaman 20. yüzyılın nesnel
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
koşullarına bağlı olarak sosyalist devrim,
yani diğer bir deyişle işçi, emekçi ve köylülerin
devrimci proleter diktatörlüğü dışında kalan biçimde bağımsızlığını kazanmış ama özünde emperyalzmin, yarı sömurge durumuna gelmiş dünya
ulusları şeklinde temel ekonomik, siyasi realiteye
bağlı olarak Türk devleti şekillendirildi.
Emperyalizmin kapitalizmin son aşaması
olarak ortaya çıktığında ve dünyada girmediği ülke,
pazar kalmadığı koşullarda sosyalist ülkeler dışında
hiç bir ülke emperyalizmden bağımsız olmadı
-olamazdı. Türkiye gibi önemli, Bolşevik devrimci
iktidarının sınırlarında bulunan bir ülkenin istisna
olarak emperyalizmden bağımsız olacağını düşünmek MLM'nin emperyalizm anlayışını yadsıtmak
demektir.
1914-1918 paylaşım savaşı sonrası
emperyal galip devletler tarafından
Kürdistan
dört devlet arasında paylaşıldı, bölüşüldü. Daha
önce Osmanlı hanedanlığı egemenliği altında olan
uluslardan Arapların geri, feodal parçalı koşullarından yararlanıldı ve Araplar çeşitli parçalara
bölündü. 1920'lerde Irak, Suriye gibi ulusal
devletler yapılandırıldı. İngiltere’nin denetiminde
İran devleti tahkim edildi. Elbette Orta Doğu ve
Afrika yeniden şekillendirilirken savaşdan yeni
çıkan teslimiyet koşullarını kabul eden, sömürge
derekesine inen Osmanlının merkezi olan İstanbul’da konuşlanan İngiliz, Fransız güçler tarafından
Kemalist, faşist Türk devleti yapılandırıldı. Bolşevik
devriminin zaferi ile emperyalizm ve sosyalizm
olarak 2’ye bölündü. Güya diğer tarafdan
komünizme karşı emperyalist güçlerin şekillendirdiği Orta Doğu, Afrika, Türkiye ve dünya siyaseti...
Ulusal sorun, ulusal bağımsızlık sorununun doğuya
kaydığı ve Bolşevik Devrimi ile Rus çarlığı altında
ezilen 16 ulus ve onlarca azınlığın sosyalizm
bayrağı ile bağımsızlığını kazanmış olması yeni ve
engellenemez bir süreci ortaya çıkarmıştı.
İşte bu koşullar altında anti-komünizm
bayrağı ile çok kısa sürede emperyalizm kuklası
yarı sömürge ulus devletler “Bağımsız görünümleri” ile ortaya çıktılar. Fakat biçimde bağımsız ulus
olarak gözüken bu devletler esas olarak, emperyalizme ekonomik, askeri,politik ve siyasi olarak
72
Devrimci Halkın Günlüğü
bağımlıydılar. Tıpkı Suriye, Irak, İran gibi Türk devletide bu yarı sömürgelerden biridir. Kemalist ulusal
hareket emperyalizmle iş birliği halinde Türk devletinin yarı sömürge statüsüne öncülük etmesi
bakımından işbirlikçi Türk burjuvazisi büyük toprak
sahipleri sınıflarının siyasi temsilcisi olarak Türk
devletinin kurucu önderi olarak benimsenmiştir.
Partimiz M.Kemal'in emperyalist işbirlikçi
Türk devletinin yapılanmasının kuklası olduğundan
zerre kadar şüphe duymadı. Bu anlamıyla daha
detaylı tarihsel gelişim sürecini anlatmayı gerekli
bulmuyoruz. Fakat M.Kemal ile özdeşleşen ideolojinin sınıf karakterlerinden bahsetmek gereklidir.
Gerçekten MK-SB'nin söylediği gibi
“Devlet bir sınıfın elinden diğer bır sınıfın eline mi
geçti ”? Bu devletin el değistirme süreci tamamlanırken ve yine kendi değimleriyle “AKP
devletleşirken” haliyle atıl duruma düşen ezilen
işbirlikçi “komprador” sınıfların bir kesiminin atıl
yada tasfiye olmasını geniş halk kitleleri tarafından
fark edilmesi gerekir. Çünki iktidar ve devletin el
değiştirmesini halkdan gizlemek mümkün değildir.
Türk devleti emperyalizm ile işbirligi
halinde şekillendirilirken, Türkiye’de egemen
sınıflar hangisiydi? İşbirlikçi (komprador) Türk
burjuvazisi ( o dönem esasını ticaret burjuvazisi
oluşturuyordu. Çünkü sanayi yok denilicek kadar
azdı) Ve büyük toprak ağaları Osmanlıdan Cumhuriyet’e evrilen ittihak teraki kadroları Cumhuriyetin bürokratik kapitalizmin rantçı devletin pay
sahipleri olan askeri- sivil bürokrasi. Ayrıca devlet
bürokrasisi daima egemen olan emperyalist
işbirkliçisi Türk büyük burjuvazisi ve toprak ağaları
sınıfına hizmet etmişlerdir. Marksist materyalist
diyalektik bilim her Marksiste şunu öğretir. Bir
toplumda ekonomik olarak egemen olan sınıfların
düşüncesi, felsefesi, kültürü, politikası o toplumda
egemen hale gelir. Bir diğer öğrettiği ise
şudur:Devlet, egemen olan sınıfların elinde diğer
sınıf-sınıfları baskı altında tutma aracıdır. Örneğin;
burjuvazinin elinde, işçi, köylü k.burjuvaziyi sürekli
denetim altında tutarken, işçi sınıfı, emekçi köylü
iktidarında ise devlet burjuvaziye karşı kullanılır. O
halde Türk devleti kurulduğu ilk günden bu güne
emperyalizmin işbirlikçisi Türk burjuvazisi büyük
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
toprak sahiplerinin elinde kukla bir devlettir. Yönetim biçimi faşizimdir! Emperyalizmin bölgesel
denetimi, Kürt ulusunun ve çeşitli milliyetlerden
azınlıkların mutlak baskı altına alınması, komünist
hareketin yok edilmek istenmesi, en ufak toplumsal devrimci mücadelenin filizlenmemesi için
sınırsız şiddet, zindan, daragaçları, katliam ve
soykırım demek olan Kemalist diktatör sistemin
tanımı Faşizimdir...!
Ekonomik, siyasi, tarihsel bir olgu olarak
büyük burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin
oldugu bir toplumda küçük burjuvazi iktidar
olamaz. Kemalizmi devrimcı gören TKP revizyonizminden tutalımda, kentlerde küçük mülk sahipleri
olan dükkancılar, tabelacılar, esnaflar, zanaatçılar,
atölyeciler kırda küçük toprak sahipleri, kır ve kent
küçük burjuvazisin iktidarda olduğunu bu sınıfların
temsilcinin Kemalizm yani “devrimci küçük burjuva iktidarı” olduğunu söyleyip revizyonizmin ideolojik, siyasi anlayışını tekrar eden DHKP/C gibi
küçük burjuva örgütlerin aksine partimiz, Kemalizm olarak ifadesini bulan ideolojinin emperyalist
işibirlikçi Türk büyük burjuvazisi ve büyük toprak
sahiplerinin ideolojisi olduğunu ta başından tutarlı
bir şekilde savunmaktadır.
Daha açık ifadeyle Kemalist dikdatörlük
faşist karakteriyle, ideolojik bütünlüğü ile günün
en yalın ifadesi emperyalizm çağına uygun olarak
sınırsız faşist Türk milliyetçiliğidir. Türk
milliyetçiliğinin ideolojik kurgusu masa başında
M.Kemal ve ittiatcı kadrolar tarafından üretilen
topluma şırıngalanan bu ideoloji olarak tanımlanamaz. Türk milliyetçiliğinin toplumun biricik
egemen ideolojisi haline gelmesi Türk egemen
sınıflarının emperyalizmle tartışmasız işbirliği
içinde dayandıkları ekonomik temelin ifadesinden
başka birşey değildir. Türk burjuvazisi ve büyük
toprak sahipleri neye dayanmaktaydılar? 1915
Ermeni soykırımı ile Ermeni ulusuna ait sermaye ve
üretim güçlerinin tümü devlet eli ile Türk egemen
sınıflarına kalmışdır. Toprakları bölüşülmüştür.
Cumhuriyetin ilanından sonra devlet sınırları
içinde kalan, sınırları emperyalist güçler tarafından
çizilen ve Türk devletinin faşist denetimi altında
bırakılan Kürdistan (kuzeyi). Kürt ulusunun zenginliğinin sömürülmesi, azınlıkların yok sayılması ve
73
Devrimci Halkın Günlüğü
sömürülmesi, milyonlarca Kürt yoksul köylüsünün
ucuz iş gücü pazarına sürülmesi ve tekelci burjuvaziye akan kârların artı değer temellerinden birincisini oluşturmasıdır. Ezen Türk burjuvazisi ve
büyük toprak sahiplerinin ayrıcalıklı durumunun
devam ettirilmesi yukarıda izah ettiğimiz sömürü
için zorunluydu. Bu nedenledir ki ezen Türk
ulusunun mutlak egemenliğini korumak ve bu
faşist egemenliğin meşruluğunu Türk halkına
benimsetmesi gerekmekteydi. Türk egemen
sınıfların ezen Türk ulusal varlığı içinde imtiyazlı
durumunu korumak, karlarına kar katmak,sınırsız
bir fetih ve büyüme arzusuyla emperyalizme
hizmetini sunarken Kürt ulusuna soykırım uyguladı. Azınlıkları yok etti. Tamamen ekonomik
temele dayanan bu fiili sonuçların ideolojik ifadesi
şu oldu: Tüm diller Türkçe, tüm uluslar Türktür.
Türklerden başka uluslara bu devlet sınırları içinde
yaşam hakkı yoktur. Güneş dil teorisi 1930’larda
ortaya çıktığında esas itibarı ile Türk egemen
burjuvazisine büyük toprak sahiplerinin elinle olan
devlet aracıyla siyasi temsilcileri olan Kemalist
hükümetle fiili olarak ‘’güneş dil’’ teorisinin temelini gerçekleştirmişlerdi. Geriye sadece faşist
egemenlik biçiminin sürdürülmesinin ideolojik
ifadelerini daha da derinleştirmek kalmıştı. Çünkü
1930’lara gelindiğinde Kemalist diktatörlük ezen
Türk ulusu adına Kürdistan da on binlerce Kürt
halkını katletmiş, soykırım uygulamıştır. Unutmayalım ki milyonlarca insandan meydana gelen bir
ülkede olan Kürdistan köylülükte dâhil üretimsel
olarak bitirilmiştir. İğneden- kaleme, helvadan-una
kadar tüm tarımsal mamullerin satışı esas olarak
emperyalist-işbirlikçi Türk burjuvazisini zenginleştirirken Kürdistan yoksulluğun en derinine
sürüklenmiştir. Zor yolu ile iktidarı kurulan ve
pekiştirilen Türk burjuvazisi, büyük toprak sahipleri
sınıflarının ekonomik içsel karakteri Kürt ulusunu
mutlak baskı altına almak keza çeşitli azınlıkları
baskı altına almak ve sömürmek; diğer yandan
tekelci burjuvazinin Türk devleti sınırları içindeki
çıkarlarını korumak ve hizmet etmek, jandarmalığını yapmaktır. Yönetim biçiminin faşizm
olduğunu tekrardan belirtelim.
Ezen ulus imtiyazına bağlı faşist
diktatörlüğün ideolojik içeriği Kemalizim olarak
adlandırılan Türk milliyetçiliğidir:.!
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Türk milliyetçiliği, emperyalist işbirlikçi büyük Türk
burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin daimi
ideolojisidir.
O halde Kemalistlerden yola çıkarak
ekonomik temel açıklanamaz, ancak ve ancak
ekonomik temele inilerek karşılıklı sınıfların
mevzilenmesi ile Kemalistler açıklanabilinir. Aynı
şekilde günümüzde de egemen sınıfların siyasi
temsilcileri de açıklanmak zorundadır. Kemalizim
olarak ifadesini bulan Türk milliyetçiliği, Türk
egemen sınıfların ideolojisi olarak konulduktan
sonra 1920’lerden beri sürdürülen siyasetin ve
toplumda egemen olan ideolojinin içsel özelliğini
ve biçimlerini anlamak kolaylaşacaktır. Türk
milliyetçiliği Türk olmayan ulusları kendi egemenlik
kurduğu devlet sınırları içinde yok sayan, sadece
Kürt ulusunu soykırıma uğratmak ve sınırsızca
sömürmek değil, diğer azınlıkları yok etmek,
sınırları dışında olan uluslar üzerinde egemenlik
kurma, fetih ve istila arzusunu daima diri bir hak
olarak tutar. Ezen Türk ulusu ayrıcalığıyla,Türk
olmayan ulus ve azınlıkların aşağılanması, kültür,
dil, tarih ve coğrafyalarının tahrip edilip, talan
edilmesini kendisine hak görüyor. Eğitimde Türk
ulusunu diğer uluslar üzerinde ki hakimiyetini bir
hak olarak sunan miliyetçi, fetihçi bir temele
oturtarak Türk olmayan uluslara öfke ve nefret
duygusunu, düşüncesini en yaygın düşünce haline
getir.Türk olmayanların dillerini barbarca yasaklar.
Politik alanda örgütlenmesini ortadan kaldırır. Bu
gün Kürt ulusu üzerinde sürdürülmekte olan inkar
ve imha savaşının temeli Kemalist diktatörlüğünün
kuruluş temelidir. Kısaca özetlediğimiz politik,
siyasi, felsefi, dinsel bütün egemen sınıfların,
hâkim ideolojisi olarak Kemalizm hâkim ideolojidir.
Kemalizm olarak ifadesini bulan faşist, gerici ideolojinin sembolik olarak Kemal, Ahmet yada
Mehmet ismi ile anılmasının bu durumda hiçbir
önemi yoktur. Egemen olan büyük Türk burjuva,
toprak sahiplerinin milliyetçi ideolojisi toplumun
derinliklerine kadar nufüz etmiştir. Mevcut ideolojinin yerini başka bir ideolojiye bırakması demek
Türk egemen sınıflarının ekonomik temele dayalı
olarak amaçlarının değişmesi demektir. Böylesine
bir değişime rastlamayı bırakalım Türk
milliyetçiliğinin daha da geliştiğini söylemek
abartılı olmayacaktır.
74
Devrimci Halkın Günlüğü
Bu anlamıyla ister tek parti dönemindeki Kemalist
hükümet, ister 20. yüzyılın ikinci yarısından
günümüze faşist diktatörlükteki tüm hükümetler
Türk
milliyetçiliğinin
siyasi
temsilciliğini
yapmışlardır. Hak ettikleri gibi hangi görüntü altında gelirlerse gelsinler Kemalistler denmesinin
nedeni budur. Çünkü; Kemalizm burjuva milliyetçi
çıkarların en açık, en gerici, ırkçı, faşist ifadesidir.
Şu yada bu nüans farkıyla bir dönem hükümet olan
partilerin egemen sınıfları milliyetçi çıkarlarına ters
davranması mümkün değildir, olamazdı da. Ne terk
parti döneminin statükoculuğuna karşı (ki kendileri
de zamanında CHP üyeleriydi) “Yenilikçi ve
özgürlükçü demokrat” ( tıpkı bugün ki Akp gibi) ,
DP Menderes hükümeti, isterse halkçı , (su kullananın, toprak işleyenin) diyen, faşist B.Ecevit
hükümeti, isterse "tüm Müslümanlar kardeştir"
teranelerini dillendiren müslüman Kürde karşı
savaş sürdüren Erbakan hükümeti olsun. İsterse
milli görüşün babası Erbakan'ın öğrencileri olan
herkese özgürlük ve demokrasi vaad eden Akp
hükümeti dönemi olsun. Bu arada Demirel , Turgut
Özal,Tansu Çiller hükümetlerini de asla unutmamak gerekir.Tüm ama tüm bu hükümetlerin ortak
amaçları egemen emperyalist işbirlikçi Türk burjuvazisi ve büyük toprak sahiplerinin imtiyazlı
varlığını korumak, milliyetçi çıkarları ne pahasına
olursa olsun güvence altına almaktır.Büyük teorik
analizler yapıp lafı dolandırmaya hiç gerek yoktur.
Sadece ve sadece son elli yılda Türk ulusal
egemenliğinin, Kürt ulusu üzerinde nasıl, hangi
araçlarla
ve
hangi
siyasal
temsilcilerle
sürdürüldüğüne bakmak yeterli olacaktır. Tüm
siyasal- politik yapının Kemalist olduğunu anlayama yeterde artarda. Çünkü egemen sınıf ideolojisi
sadece azgın anti-kominizm içeriğine sahip
değildir. Aynı şiddetle Türk olmayan ulusların
reddi, imha ve soykırımına vardırılan felsefi
içeriğine de sahiptir. Hükümet olan tüm partilere
bakıldığında sistemli sürdürdükleri görevlerinin
başında kürt ulusuna karşı savaşma, komünistleri
yok etmek, emperyalizmin jandarmalığını yerine
getirmek , Türk , Kürt , Laz , Çerkez , Rum , Gürcü ,
Pomak vb. çeşitli halklardan halkımızın emperyalizm ve yerli uşakları sınıflarının çıkarları uğruna
sömürülmesini karantina altına almaktır.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Din Ortaçağın Egemen İdeolojisidir.
Kapitalizmin henüz ortaya çıkmadığı
ortaçağda, egemen feodal monarşilerin ideolojisi
olan din ve tanrı egemen sınıfların fetih
savaşlarının meşruyetini ifade eden gerekçelendiren metinsel araçları haline getirmişti. Feodal
beylerin, monarkların, sultanların topluma
hükmetmesi bir tanrı vergisi olarak kabul edilmişti.
Fakat ezilen sınıflarda eşitlik adelet için zulme karşı
savaşımında dinsel biçimler altında ortaya çıktılar.
Lakin modern çağın ortaya çıkmasıyla din artık
toplumun geçerli tek ideolojisi olmasından çıktı.
Kapitalizmin ortaya çıkması gelişen bilim, teknoloji, sanat ve felsefe de karşılığını buldu. İşçi sınıfı ve
burjuvazisi arasındaki çelişki ve çatışma ideolojik
özünü ekonomik üretim temelinden almaktaydı.
Tüm felsefi akım ve eğilimleri bir kenara koyarsak
kapitalizmin gelişmesi ile birlikte ulusal pazarlar ve
ulasal bilinç ortaya çıktı. Milliyetçilik kapitalizmin
gelişmesinin belli bir evresinde ortaya çıkmıştır.
Burjuvazinin tartışmasız olarak egemen olduğu
toplumsal koşullarda ulusal çıkar ve bütçesi burjuvazinin sınıfsal çıkarlarını temsil eder. Burjuvazi
feodal monarşi ile anlaşıp silahlarını işçi sınıfına
çevirdiği tarihten günümüze milliyetçi ideolojinin
ulusal savaşların biricik ideolojisi olmakla kalmadı,
ama aynı zamanda emperyalizm çağında milliyetçilikte ki kapitalizmin en gerici, en vahşi güçlerin
elinde üstün ırk ideolojik içeriğine vardırılarak
faşizmin en vazgeçilmez ideolojisini oluşturdu.
Ulus devletlerinin ortaya çıktığı 17.,18.
yüzyıldan günümüze burjuva milliyetçiliği din ideolojisiyle harmanladı. Egemen sınıfların elinde
ezilen ulus ve halkların istila ve sömürülmesinde
bir araç olarak kullanıldı. Emperyalizmin çağında
tekelci burjuvazinin işbirlikçisi olgun kukla ulusal
devletlerde egemen olan işbirlik sınıfların ideolojisi
yalnız başına din olamaz. Tüm ulusal devletlerde şu
ya da bu oranda burjuva milliyetçiliği egemen
ideoloji felsefe idealizmle harmanlanarak toplumun egemen ideolojisi olarak ortaya çıkar. Teokratik şeriatla yönetilen faşist İran diktatörlüğünde ki
tüm dinsel içerik Fars burjuvazisi ve büyük toprak
sahiplerinin milletçi çıkarlarına hizmet edecek
75
Devrimci Halkın Günlüğü
şekildedir. Dinsel yaklaşımın ulusal bağımsızlığı
yadsımaz. Ulusalcılığı reddetmez, çünkü ortaçağda
ve öncesinde uluslar ortaya çıkmış değildi. Fakat
günümüzde suni islam ideolojisi nasıl ki Türk devletinin Kürt ulusuna karşı sürdürdüğü savaşta
egemen sınıfların elinden Türk milliyetçiliğinin
savaşı kutsallaştıran çok önemli bir araç haline
gelmişse: Aynı şekilde İran da, Fars milliyetçiliğinin
elinde Şii İslam ideolojisi İran burjuvazisinin Kürt
ulusuna karşı sürdürdüğü savaşın ideolojik aracı
haline gelmiştir. Burada baskın ideolojik içerik
dinsel değil milliyetçi özdür. Ekonomik olarak
burjuvazinin başka ulusları fetih etme, işgal ve
sömürme eğilimin iktidar biçimlerinin ideolojik
olarak milliyetçilik ve din felsefi inancıyla harmanlanmıştır.
Açıktır ki Türkiye'de “Kemalist kliğin tasfiye
edilmesiyle Kemalist ideolojinin son bulduğunu ve
onun yerine irticacı, ılımlı yeşil İslam ideolojisinin
geçtiğine” dair MK-SB'mizin tespiti hatalıdır.
Çağımızın ekonomik temeline ters, yüzeysel ve
çarpık anlayış felsefi idealizmin bir ifadesidir.
Çünkü siyaset, kültür, politika mevcut değişimleri
ekonomik değişimlerle açıklamaktan ziyade bilimsel değişikliklerden yola çıkarak “üst yapı kurumlarının değiştirdiğini, Türk devletinin bir sınıfın
elinden bir diğer sınıfın eline geçebildiğini
söyleme” hatasına düşmüştür.
Kemalist ideoloji olarak tanımlanan Türk burjuvazisi ve büyük toprak sahibi sınıflarının egemen Türk
milliyetçi ideolojisi din karşıtı bir ideoloji değildir.
Yukarıda aktardığımız gibi Türk egemen milliyetçi
ideoloji din ile iç içe geçerek sınıfsal çıkarlarını
koruyan en iyi araçlardan birisi haline getirilmiştir.
1920'lerden beri devam eden felsefi, yönetimsel
anlayışın öz olarak değişmediği çok açıktır. Faşist
Türk Devlet'i farklı bir devlet değildir. İslam dini
devletin tekelindedir. İslam dini devletin resmi dini
haline getirildiği içindir ki Alevi, Ezidi, Keldani,
Hıristiyan, Musevi vb dinlerin milliyetçi çıkarlar için
baskı altına alınmıştır.Laik bir devlet olmadığı için
toplumda insan ile tanrı arasında olan inanç
dünyasını denetim altına almış ve 5 bakanlığın
bütçesinden daha fazla bütçe ayırarak çeşitli
inançlara sahip insanlardan oluşan toplumun
vergilerini sunni İslam devlet kurumundan Diyanet
İşleri bakanlığına ayırmıştır-ayırtmaktadır.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Fakat Kemalist solcular “Devletin laik olduğunu ve
koruyucusunun da Türk ordusu ile CHP'nin”
olduğunu ileri sürmektedirler. Bu yapılan ve gerici
propagandanın amacını anlamamız zor değildi.
Ama MK-SB 'nin ülke de sadece laik klik olarak CHP
ve Orduyu “işaretlemesi” TKP revizyonist
anlayışının partimize sirayet etmesi olarak değerlendirilebilir. Ne demişti MK-SB, “..Kemalist ideolojiyi benimseyen klik ve laik karşıtı olarak bilinen
ılımlı islam ....irticacı akım” (S.T 2011 Sayı : 15
Sfy:27)
CHP ve Ordu laik klik olarak konulurken
“AKP laiklik karşıtı şeriat düzeni getirmeye çalışan
klik olarak” konulmaktadır. Açıktır ki Parti'miz kırk
yıl sonra " Amerika”'yı yeniden keşfetmiştir. Türk
Devlet'inin laik olduğunu ve temsilcisinin de ordu
ve CHP olduğunu ilan etmiştir. Cumhuriyet
mitinglerine katılan sıradan kitlenin " Türkiye laiktir
laik kalacak!" sloganı günümüzde tebessümle
karşılayıp şeriat korkusuyla doldurulmuş kitlelerin
çığlıkları komünistlerce de ifade edilmesi tarihin
bize ironisi olsa gerek.
Faşist diktatörlükte İslam dini devletten
özgürleşmelidir! Sloganı ilericidir ve gereklidir.
Çünkü burjuva demokrasilerinde devletin resmi
dini olmaz. Devlet sınırlarında bulunan çeşitli dini
inançlara " eşit" mesefade yaklaşır-biçimsel bile
olsa - Türk devleti gibi İslamı devletin resmi dini
haline getirip diğer dini inançlar üzerinde baskı
aracı haline getiremez. Fakat laik olmayan faşist
diktatörlük karekteri gereği Türk egemen
sınıflarının milliyetçi çıkarlarına uygun olarak tek
ırk, tek devlet, tek dil demekle kalmadı tek din (
İslamiyet ) dediler. Kemalist kadroların devleti
yönettiği dönemde dâhil günümüze kadar devam
eden yönetim biçimi değişmemiştir. Sadece Türk
olmayan ulus - azınlıkların asimile edilmesiyle
yetinilmemiş farklı dini inançlarda asimile edilmiştir. Bu sistem, devlet politikası olarak uygulanmıştır. Türk devletinin günümüzde Aleviliği bir din
olarak kabul etmemesi devletin laik olup
olmadığını açıklamaktadır.
Bu durumda olmayan "laikliği" hiç bir klik
temsil edemez. CHP-faşist Türk ordusu tarihsel
olarak ezen ayrıcalıklıTürk ulusunun emperyalist
76
Devrimci Halkın Günlüğü
işbirlikçi egemen sınıflarının milliyetçi temsilcisi
olduğu gibi aynı zamanda faşist devlet dini olan
sunni İslam’ında en koyu temsilcisi ola gelmişlerdir.
Çünkü Kemalizm olarak tanımlanan Türk egemen
sınıflarının ideolojik bütünlüğü Türk islam sentezine dayanır. Türk devletinin tek egemen ulusu "
Türk" egemen dini ve "islam " dır. Burjuva ve feodal
sınıfların uzaklaşarak emperyalizmin hizmetine
girmiş oldukları yarı sömürge bir ülkenin tarihsel
ideolojik bütünlüğünde hiç bir yanıltıcı teori bu
gerçeği silemez.
İslamiyet’in teorik olarak özgürleşmediğini söylemek doğru olacaktır. Çünkü islamiyet egemen
sınıfların çıkarlarını koruması amacıyla, diğer
dinlerin baskı altına alınması ve ideolojik baskı
aracı haline getirmiştir. Faşist Kemalist diktatörlük
Kürt ulusuna karşı sürdürdüğü savaşta daima İslam
dininden yararlanmıştır. Son otuz yıllık savaşta,
cuma hutbelerinin ideolojik savaş merkezleri
tarafından hazırlanarak merkezi olarak tüm camilere yollandığını Türk milliyetçiliğinin “kutsal”
metinlerle halk kitlelerine sunulduğu ideolojik
merkezler olduğunu hiç kimse unutmamalıdır.
Komünist harekete ve Kürt ulusuna karşı savaş
yürüten faşist Türk devleti savaşın esas vurucu
gücü olan ordusunun aynı zamanda yeşil kuşak
projesinin uygulayıcaları arasında olduğunu belirtmeliyiz. Yeşil kuşak denilen anti-komunizm üzerine
kurulu projenin aşırı İslamcı akımların ortaya
çıkmasını içerdiği gibi milliyetçiliği yücelten ve
komünizme karşı savaşmayı kutsallaştıran bu
toplumsal yapının şekillendirilmesi için din ideolojisinin bir afyon gibi kullanılması gerekmekteydi.
1960-70 lerde sadece Afganistan yada Pakistan,
Mısır, Filistin, Yemen, Suudi Arabistan'da İslamcı
anlayışlar-akımlar geliştirilmedi. Türkiye'de de aynı
amaç doğrultusunda özgün koşulları içinde yeşil
kuşak projesi uygulandı. 12 Eylül 1980 AFC'den
sonra Türkiye tarihinde en fazla imam hatip okulu
kuran kursları ilahiyat fakülteleri, İslamcı basın
yayın camilerin yapımlarının hızla artması herşeyi
açıklar. Laik olarak sunulan faşist Türk ordusunun
kendi dini olan suni islamın komünist harekete ve
KUH'ne karşı kullanmak için nasıl geliştirildiğini
bilmeyenler araştırmalıdır. Öğretmenlerden çok
diyanet işlerinin başkanlığının bütçesinden atanan
imamların Kürdistan da çoğunlukla MİT'in birer
elemanı gibi çalıştığını da hatırlatalım.Kısaca
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Türk egemen sınıflarının ideolojisi Sünni İslam la
harmanlanmış, komünizm karşıtı azgın Türk
milliyetçiliğidir. Bu anlamıyla da laik olanlarla
olmayanlar ayrışımı yapmak yersizdir. Egemen
sınıflar kullandıkları araçların denetiminden
çıkması, aşırıya kaçması, sınıfsal çıkarlarına zarar
verecek duruma gelmesi halinde zor yolu ile olsada
bastırır, yeniden düzenler. Devleti yöneten
başbakanlarını, ordu kurmaylarını, yüksek
bürokratlarını gerektiğinde ölüm döşeğine
yatırdıkları gibi denetim dışına çıkan, çeşitli
cemaat, İslami örgüt yapı ve çevreleri de düzene
sokmaktadırlar.
Türkiye'de hangi tarihi dönemde hangi
ideolojik söylem nüans farklılıklarına, ister “laik”
gözüken CHP ve türevleri, ister “muhafazakar
islamcı demokrat” olarak kendisini tanıtanlar olsun
tüm hükümütlerin ortak noktası; emperyalist
işbirlikçi Türk egemen sınıflarının ideolojisinin
Sünni İslam’la kutsallaştırılan Türk milliyetçiliğinin
en katı biçimde savunmuş olmalarıdır. Günümüz
de hiç kimse sosyal demokrat başbakan B.Ecevit ,
“Müslüman demokrat” olarak T.Erdoğan'ın,
MHP'den daha az Türk milliyetçisi olduğunu kanıtlayamaz. Çünkü iktidar olan gerici sınıfların çıkarlarını koruyamayan hiç bir politik güç devleti yönetemez, ona izin verilemez. Emperyalist iş birlikçi
sınıfların milliyetçi çıkarlarını temsil etmeyen bir
hükümet, emperyalizmin çıkarlarını da temsil
edemez. Ekonomik, askeri, politik, siyasi olarak
emperyalizme bağlı olan bir ülkedeki hükümetler
dünya ekonomik, denge ve çıkarlarına uygun belirlenir.
Egemen sınıfların egemen ideolojisi topluma hâkimdir. Kemalizmle adlandırılan Türk
milliyetçi ideolojisi devletin sadece askeri, sivil
bürokrasisi ve CHP tarafından temsil ediliyor
demek egemen sınıf ideolojisinden hiç birşey
anlamamak demektir. Bu durumda esas
tartışmamız gereken halka hayati derecede önemlidir. Türk milliyetçi ideoloji ekonomik alt yapı
olarak Kürt ulusun baskı altına alınması, azgınca
sömürülmesi ve çeşitli azınlıklar üzerinde de aynı
amaç doğrultusunda baskı kurulmasıdır. Günümüz
de egemen sınıflarının milliyetçi çıkarlarına 1920'li
veya 30’lu yılların söylem biçim ve tarzıyla
77
Devrimci Halkın Günlüğü
savunulacağını ancak toplumların durağan bir kitle
olduğunu savunanlar inanabilir. Örneğin; 1930'larda Kemalist ittihatçı kadrolar "Bu ülke Türklerindir,
herkes Türk olmak zorundadır. Olmayanlar Türklerin köleleri olacaktır.” Şiarı ile Türk milliyetçiliğini
savunuyorlardı. Kürdistan daki egemenliği zor yolu
ile kurmaktaydılar. Günümüzde ise yüz yıllık bir
savaşımın sonunda 500 binden fazla Kürt soykırıma uğratıldı. Azınlıklardan binlercesinin katledildiği, zorla göç ettirildiği, yüz yıllık savaşımdan
sonra yığınla demokrasi, adalet, özgürlük ve
kardeşlik vaadlerine rağmen yine aynı şekilde Türk
egemen sınıflarının imtiyazlı varlığının devam
ettiğini görmekteyiz. Yine ne pahasına olursa olsun
Kürdistan denetim altındadır. Kürtlere karşı imha
savaşı sürdürülmektedir. Burjuva ideolojisi, fetihçi,
istilacı,
yağmacılığa
dayanır.
Egemenliğin
sürdürülmesini, kârını kolaylaştırıp arttıracak her
aracı kullanmaktan çekinmez. 21. yy da faşist Türk
burjuvazisi ve büyük toprak sahibi sınıfların,
Kürtlerin varlığını kabul etmek zorunda kalmışlarsa
bu onların demokratlığından değildir. Kürtlerin
yüzyıldır savaşmış olmalarındandır. 500 binden
fazla Kürdün kanıyla toprağın sulanmış olmasındandır. Bu gün Kürtlerin varlığının kabulü Kürt
ulusunun baskı altına alınması, imtiyazlı Türk
burjuvazisinin varlığının aynen devam ettirilmesinin bir aracı haline getirilmişse hiç kimse bunlara
olumlu payesi biçemez. Bugün sınıfsal çıkarların
savunucuları hangi kılıkta olursa olsun bu anlamıyla Kemalistlerdir. “Arjantin’de de olsa Kürt devletine karşı çıkarız” diyen Türk başbakanın fettullahcı, nakşibendici olmasının bir önemi yoktur. Ya da
kelimenin tam anlamıyla Türk hükümeti olan siyasi
partinin nakşi tarikatının sadık üyeleri olmalarının
bir önemi olamaz. Olsa olsa Sünni İslam’ın
emperyalist işbirlikçi Türk egemen sınıflarının
milliyetçi ideolojisinin bir parçası olduğunu
görmeyenlere daha fazla göstermiş olur.
Kemalistler Ne İstiyordu?
Azınlıkları asimile etmek, Kürt ulusunu
denetim altına almak ve Türkleştirmek… Bu,
milliyetçi Türkçü egemenliğe karşı çıkanlara ise
soykırım yapmak Kürdistan’ın ekonomik zenginliklerini sömürmek; neredeyse bağımsızlığını
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
– yarı sömürge anlamında-kazanmamış ulus
kalmamışken (bir elinin parmakları sayısında ulus
henüz bağımsızlığını kazanmadı) ikiyüz devlet yer
yüzünde kurulmuşken 21.yy da Türk egemen
sınıflarının siyasi temsilcisi hükümeti 1920’ler deki
amacı gerçekleştirmiyor mu? Hiç kuşkunuz
olmasın ki tarihte hiç olmadık düzeyde vahşi
yöntemlerle aynı amacı gerçekleştirmektedir. Türk
hükümetinin iç işleri bakanının Hocalı Katliamının
anmasına katılıp milliyetçiliği körüklemesi “hepiniz
Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz” sloganları altında
Ermeni ulusuna karşı nefret, öfke, kin ve saldırganlığı kışkırtması İslamcı kimlikli Türk milliyetçiliğin
Kemalist karekterli en güzel ifadesidir. Her olgu
sınıf çıkarları bakımından değerlendirilmek zorundadır. Hangi söylem ve demogojik çarpıtmaya
başvurulursa vurulsun 1920’lerde Kemalistlerin
sürdürdüğü sınıfsal çıkarları ile 21. yüz yılın ilk
çeyreğinde Türk hükümetinin sürdürdükleri arasında amaçsal bir fark yoktur. Yöntem ve araçları
değişmiştir hepsi o kadar! Bu nedenle “Kemalist
klik tasfiye oldu Kemalist ideolojinin yerine, dinci,
şeriatçı” demek gerçekleri çarpıtmaktır. Bugün
Türk hükümetinin “tek devlet, tek dil, tek ırk, tek
din, tek bayrak” olarak sürdürdüğü kanlı politika
1920’lerden bu yana sürdürülen Kemalist politakaların kendisidir. AKP, Türk egemen sınıfları istila,
vahşet ve kanla koruyan Kemalistler kadar Kemalisttir. Sadece on yıllık AKP döneminde binlerce Kürt
katledilmiştir. Peki ne adına ?!! Tabi ki Türk egemen
sınıflarının
K.Kürdistan’daki
egemenliğini
sürdürmesi adına. “İslamcı demokratik”, “nurculuk” Kemalist amaçlardan ayrıysa Kemalizm nedir
?!!
Türk dilinin tabi ki Türkçe olmayan dillerin
yasak olmasının eğitim ve öğrenimin ortadan
kaldırılmasının ulus ve azınlıkların yok sayılmasının
herhangi bir dinsel ideoloji ile açıklamak mümkün
olamaz. MK –SB, nin günümüzde egemen olan
sınıfların ideolojisinin ılımlı İslam motifli irticai
akım olarak tanımlaması materyalist kavrayıştan
uzak bir tespittir. Eğer din kardeşliği esas alınsaydı,
nurcu tarikat lideri Amerika da CIA tarafından
korunan merkezinden mücadele eden Kürtlerin
imha edilmesi için fetva çıkarmazdı !Hem de
Kürtlerin ezici çoğunluğu Müslüman olmasına,
hatta nurculuk tarikatının kurucularının Kürt
78
Devrimci Halkın Günlüğü
olmasına rağmen. Tartışmasız bir olgu olarak din
egemen sınıfların elinde toplumu uyuşturmak için
bir araçtır. Nurcu tarikatına sadık müridleri ve AKP
hükümeti el değmemiş Türk milliyetçisidirler. Ve de
günümüz de Kemalizmin en sadık temsilcisidir.
Kemalizmi temsil etmek sembolik sloganlar atmak,
19 Mayıs, 23 Nisan, 29 Ekim, 30 Ağustos kutlamalarını yapmak değildir. Aksine emperyalizmin
işbirlikçi Türk burjuvazisi ve büyük toprak sahibi
sınıfların milliyetçi çıkarlarını her yolu deneyerek
korumak, kanlı yöntemlere başvurmaktan çekinmemek ve bu amacı meşru bir hakmış gibi başta
Türk ulusu olmak üzere çeşitli milliyetlerden,
azınlıklardan halkımıza anlatmak, gerçekleri
çarpıtarak kitleleri kandırmak ve destekçileri durumuna getirmektir. CHP Atatürkçü sloganlar atmakla meşgulken, AKP Kemalizmi uygulayan en faşist
hükümettir. Bu nedenle değme Kemalist denmeyi
hak ediyor.
Sını�lar ve Devlet İlişkisi: Türkiye’de Devlet 2011’de El Mi
Değiştirdi?
Partimiz emperyalizm çağında yarı
sömürge ülkelerde egemen sınıfların yapısı,
demokrasinin faşist karekteri, sınıflar ve devlet
ilişkisi, egemen sınıflar ve egemen ideoloji… KP’nin
proleterya diktatörlüğü uğruna mücadelesinde
stratejik HALK SAVAŞI silahıyla mücadele etmede
açık ve nettir.
Her olguyu somut temeli üzerinde
başlangıç, gelişme ve sonuçlanma gelişim hareketi
içinde inceleme ilkesine MK-SB’nin bağlı
kalmadığını tekrar vurgulayalım. TDH’de k.burjuva
oportunizminin yüzeysel tespitlerinin sosyal şoven
çizginin bugün reformculuk ve parlamenterizmle
tamamlandığını görmeyen kalmışsa tekrar etmiş
olduk. Oportünizmin karekteristik yapısı sınıf
işbirliği olduğu için ilkeleri esas almaz.Bugün söylediğini yarın unutması bundandır. En temel mesele
de yüzeysel, gayri Marksist felsefi, siyasi belirlemeler yapması sadece sınıfsal pozisyonu egemen
burjuvaziye yakınlaşmasına hizmet ettiği gibi işçi,
emekçi ve köylü halk kitlelerinide yanıltır. Devrimci
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
enerjisini tüketmede rol oynar. Oportünizm
çağımızda MLM’yi çarpıtmadan burjuvazinin görevini yapamayacağını unutmamak gerekir. Bu
anlamıyla da oportünizme karşı mücadele
vermeden ne faşist diktatörlüğe nede emperyalizme karşı mücadele edilebilinir. Partimizin içinde
ki oportünist eğilime karşı ideolojik mücadele
devrim hareketinin zorunlu vazgeçilmez görevidir.
MK-SB’nin söz konusu siyasi, ideolojik değerlendirmelerini masum, ön görüsüz birer hata
olarak değerlendiremeyiz. Açık ve net olarak
oportünist çizginin devrimci MLM çizgiyi burjuva,
refomcu, parlamenterist, tasfiyeci rotaya sokma
girişiminin ideolojik politik ifadeleri olarak değerlendiriyoruz. Çünkü sınıfların devletle olan ilişkisi,
devlet aracının tarihsel kullanımı, hükümetlerin
devlette ki yeri, egemen ideolojinin ekonomik
temelinin birbirine karıştıran çizginin Marksist
devrimci iktidar yolunda ilerlemekten çok burjuvaziye hizmet edeceği ortadadır.
MK-SB, “…devlet iktidarının el değiştirmesi… İktidar sınıflarında yeni aktörlerin (ılımlı
İslam-Akp)…eski iktidar sınıflarından bir kesiminin
(AB’ci statükocu kemalist kesim ) tasfiyesi “ (S.T
2011 Sayı:15 Syf:24 ) gerçekleşti denmektedir.
Peki, bu iktidar değişikliği nasıl oldu? İktidar da
olan sınıflardan bir kesim iktidarlarını nasıl bıraktılar. Somut olarak bu sınıfların en büyük temsilcilerinden birkaç örnek gösterile bilinir mi? Asla
gösterilmemiştir. Gösterilemez de! MK-SB’nin
değerlendirmesi tıpkı TKP revizyonizminin 1950
sonrası özellikle ikinci dönem ve 27 Mayıs faşist
askeri
darbesi
dönemlerinde
Türkiye’nin
kapılarının DP hükümeti ile (onlar da Demokrat
parti ( DP ) iktidarı, Menderes Diktatörlüğü demekteydiler) emperyalizme açıldığını, Kemalist devrimin tasfiye ettiğini, Kemalist devrime karşı olduğunu,
Kemalist devletçi kapitalizmi uygulasaydı sosyalizme varılacağını; Fakat Demokrat Parti
diktatörlüğünün kapitalist pazara açıldığını söyleyerek Kemalist devrimin koruyucusu Türk ordusu
yanında saf tutmuşlardı.1960’lı yıllardan sonra
Kemalizmin sol ideoloji olduğu safsatası
revizyonist TKP artıkları ve “Kemalist aydınlar”
tarafından geliştirildi.M.Belli, H.Kıvılcımlı’dan
küçük burjuva devrimci örgütlere kadar 1970-1971
de Türk ordusundan devrimci darbe beklemenin
79
Devrimci Halkın Günlüğü
özündeki ideolojik kavrayış budur. Nihayet ABD’nin
en sadık uşağı olan DP hükümeti (oportünizme
göre DP-Menderes diktatörlüğü) emperyalistlerin
kararı ile yıkıldı. Ve Menderes’in boynuna İmralıda
urgan geçirelerek idam edildi. O gün Kemalist
devrim tasfiye edildi diyenler yanılmışlardı. Bugün
“ Menderes’in takipçisiyiz” diyen Erdoğan
hükümetinin Kemalizmi tasfiye ettiğini söyleyenlerde yanılmaktadırlar.
Gerçekten Türkiye’de iktidar da olan
sınıfların bir kesimi tasfiye oldu mu? Devlet bir
elden diğer ele geçti mi? Türkiye’de somut olarak
iktidar da olan emperyalizmin işbirlikçisi büyük
Türk burjuvazisi ve toprak sahibleri sınıflarının
toplandığı yer TUSİAD’dır. TUSİAD kendisini sivil
toplum kuruluşu olarak tanıtmasada yukarıda izah
ettiğimiz işbirlikçi sınıfların toplanma klubüdür. K.
Kürdistan’nın zenginliğini emen, Türkiye toplam
sermayesinin esasını elinde bulunduran, emperyalizmin yerel temsilcileri – taşeronları durumunda
olan TUSİAD’ın en belirgin ve herkesçe bilinen
sermaye grupları yerli yerinde durmaktadır.
Ekonomik verilerde bunu ispatlamaktadır.
Türkiye’de servet el değiştirmedi. Aile şirketleri,
servetlerini arttırarak en tepe yerlerini korumaktadırlar. Hatta bırakalım dolar milyarderlerinin
sayısının artmasını ( “Forbes dergisi” her yıl Türkiye’nin en zenginleri listesini yayınlamaktadır),
36’dan, 28’e düşmüş olan (2012 verilerine göre )
milyar dolarcıların sayısı tekelci kapitalizmin
gerçeğine uygundur. Yani en zenginler listesinde
daralma olurken, zenginler arasın da ki makasta
genişlemiştir. En zengin yüzün içinde ilk sıradakilerle son sıradakiler arasında ki zenginlik – servet
oranı açılıyor. Listede bilindik aile şirketleriyle
yarışan yada onları geçen “Anadolu sermayesi”
dediklerinin milyar dolarcılar arasında isimleri
yoktur. Son elli yılın tarihine bakıldığında daima
servetlerinin tekelci burjuvazinin işbirlikçisi aile
şirketlerinin Türk burjuvazisinin en büyükleri
oldukları ve olmaya devam ettikleri görülecektir.
Söylendiği gibi AKP “Anadolu”, “İslami sermayeyi “
temsil etmiyor… İktidarda olan sınıflara hizmet
ediyor ve temsil ediyor. Tekrardan hatırlatacak
olursak Sabancı’lar, Koç’lar, Eczacıbaşı, Doğuş,
Doğan, Boyner, Alarko, vd. Adını saymaya gerek
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
duymadığımız sermayesini ve kâr oranını sürekli
büyüten en büyük tekelci burjuvaziye bağımlı
şirketler yerli yerinde durmaktadırlar. En açık
ifadeyle Türkiye-K. Kürdistan’ın tüm zenginliğine el
koyan emperyalist işbirlikçi büyük türk burjuvazisi
ve toprak sahipleri sınıflarının aynı zamanda Türkiye ve K.Kürdistan’da iktidar da olan sınıflar olduklarına kimse karşı çıkamaz.
Şayet denildiği gibi iktidar da olan büyük
Türk burjuvazisinin bir kısmının tasfiye edilmiş
olsaydı. En büyük sermaye gruplarının somut
olarak batması, sermaye ve üretim araçları
üzerinde ki mülkiyetlerini kaybetmesi demekti.
Verilere bakıldığında böylesi bir gelişmenin
olmadığı hemen görülür. O halde devlet iktidarın
“eskiyi temsil eden statükoculardan”(Bu durum da
partimiz yenilikçi ve özgürlükçü olduğunu kabul
ediyor) ılımlı İslam ideolojisini benimseyen ( Ilımlı
İslam özgürlükçümüdür? değilse faşisttir! Faşist
olanlar yeniyi temsil edemez ve baskıcı, zorba,
sömürücü, yağmacıdırlar). MK’nin kavrayışıyla
statükocudur. Ilımlı İslam maskeli irticacı kliğin
eline iktidarların geçmesi gibi bir durum
gerçekleşmiş olamaz!
Devlet egemen sınıfların elinde, toplumun
diğer tüm sınıfrlarını baskı altında tutma aracıdır.
Devleti Türk egemen sınıfları aynı amaçla kullanmakta, halkımıza kan kusmaktadırlar. Günümüzde
egemen sınıfların birbirleriyle çatışması sonucunda devletin el değiştirmesi durumu söz konusu
olmadığı gibi emperyalizm bölgesel çıkarlarına
uygun şekilde Türk devletini dizayn etmiştir-etmektedirler. Devlet sınıflar üstü değildir ve
olamaz.Devletin bir elden diğer bir ele geçmesi,
tarihte daima kanla ve devrimle olmuştur. Feodalizm ile burjuvazinin 18 yy’dan Paris Komün’üne
(1871) kadar ki tüm çalışmalarında devletin bir
elden başka bir ele geçmesi zor yolu ile gerçekleşti.
Komünden sonra ve proleterya diktatörlüğünün
burjuva – feodal devletin paramparça edilmesi
zorunluluğu pratikte kanıtlandı. 20 yy’da ise tüm
yarı
sömürge
devletlerin
emperyalizmin
egemenliği altında olmasından kaynaklı bu
devletlerin daima emperyalizmin birer kuklası ve
işbirlikçileri olan egemen sınıfları ellerinde
tutulduğunu asla akıldan çıkarmamak gerekir.
80
Devrimci Halkın Günlüğü
Emperyalizm, yarı sömürgelerde bir avuç işbirlikçi
sınıfa dayanır. Bu nedenle toplumun ezici çoğunluğu olan işçi ve emekçi köylü halk kitlelerini derinden sömürerek kaynaklarını kurutmak için zor
yönetimine başvurur. Bunun için kitleleri devlet
aracıyla baskı altına alıp ezer. Türkiye’de bu görevin
ordu eliyle sürdürülmesi bir tesadüf değil. Emperyalizmin yarı-sömürgelerdeki ekomonik, siyasi ve
askeri politikasının temel biçimidir. Faşist Türk
ordusunun halk kitlelerini mutlak denetime almak,
K.Kürdistan’da Kürt ulusunu prangaya vurmak için
daima silahlarını kullandı. Sürekli savaş hali faşist
Türk ordusunun Türkiye’nin devlet yönetimindeki
yetkisini arttırdı. Emperyalist çıkarları tehlikeye
düşüren toplumsal gelişmelere, komünist harekete
karşı silahını kullanmakla kalmadı, faşist Türk
ordusu yeri geldiğinde faşist karakterli demokrasiyide egemen sınıfların siyasi temsilcisi hükümetleri
devirmek siyasetini yeniden devreye soktu ve
düzenleme görevinide yerine getirdi. Halk kitlelerini baskı altında tutulmasının aracı olan bu faşist
devlet ve devletin etkin silahlı gücü ordu, siyasetin
istemeyen uçlarını törpülerken Türk devleti asla
egemen sınıfların arasında bir elden diğer bir ele
geçmedi.
Baskıya uğrayan hatta idam edilen, siyasi
yasak getirilen burjuvazi ve büyük toprak sahibi
sınıfların temsilcisi – doğrular kendileri değildir-şu
yada bu akım belli sürelerde yeniden hükümet
oldular. Türkiye burjuva siyaset alanı fazlasıyla
örnekle mevcuttur. Çeşitli sermaye gruplarının,
rantçı Türk devletinin olanaklarından daha fazla
yararlanması (halkın vergilerinden) kâr oranlarını
ve sermayelerini arttırmaları her zaman mümkündür. Sermeyenin kendi içindeki rekabet, entrika, komploları tartışmıyoruz. Devletin bir sınıf
elinden bir başka sınıf iktitarı eline geçipgeçmediğini tartışmaktayız.
Burjuva feodal sınıflara ideolojik olarak
her hangi bir partinin taraftarları olarak bakılamaz.
Burjuvazinin tek ideolojisi kârdır. Bu nedenle
burjuva siyasetinin çeşitli eğilimlerin içinde hangi
parti emperyalizmin bölgesel çıkarlarını Türk
egemen sınıflarının halkı sömürmesini, kârını
artırmalarını en iyi şekilde sağlıyor ve
halkımızıkandırıp gerektiğinde zora başvuracaksa
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
hükümete taşınır ve desteklenir. Kitleler gözünde
tehşir olan, güven kaybeden -ki bu zorunludur.
Çünkü; o gerçeklere değil sömürüye dayanmaktadırlar. Hükümetler değiştirilir halk kitlelerini bir
dahaki seçime kadar kandıracak yeni hükümet
getirilir, olmadı parlamento ortadan kaldırılır. Tüm
bu değişimler sermaye grupları arasındaki rekabet
daima Türk büyük burjuvazisi ve büyük toprak
sahiplerinin milliyetçi çıkarları doğrultusunda
gerçekleşir. Elbette önemli siyasal gelişmeler
emperyalizmden bağımsız gerçekleşemez.
28 Şubat 1997 darbesinde (post modern
darbe denilen) milli görüşçü Erbakan ve koalisyon
hükümetini tekelci medya, ordu işbirliğiyle yıktılar.
Milli görüşçü akımın içinden emperyalizmin en
sadık uşakları olucak AKP çıktı. İçeriği boşalmış
“dış güçler”, “İslam birliği” söylemleri yerine muhafazakar demokrat, değişimci, özgürlükçü, ılımlı
İslamcı vb. vb… Yığınla söylemle ortaya çıkan AKP,
tabi ki tekelci burjuvaziye hizmetini kusursuz
yerine getirmektedir. Nasıl ki 1997 ile 2002 arası
hükümet değişimlerinde devlet el değiştirdi
diyemiyorsak, AKP döneminde de devletin bölgesel ve dünyada ki gelişme ve çıkarlara uygun
düzenlenmesine bakarak devlet el değiştirdi denemez.
Hükümetler iktidar değil, sadece devletin
yürütmesinde devletin bir parçasıdır. Devlet ancak
zor yolla yıkılır ama hükümetler seçim yolu ile (
yada askeri darbelerle ) değiştirilir. O halde devletin düzenlenmesini bakılarak sınıflar tahlil edilemez, ancak sermayenin ve üretim araçlarının özel
mülkiyeti elinde bulunduran egemen işbirlikçi
sınıfların mevcut durumunda büyük bir oynama,
kanlı bir çatışma, kayıp yaşanıp yaşanmadığı ve bu
sınıfların işçi sınıfı ve emekçi köylü halk kitlelerinin
karşısındaki konumuna bakılarak analiz edinilebilinir.
MK-SB’nin anlamadığı şudur: Türk devleti
yüz yıllık süreçte, ta başından beri anti-Komunist,
azınlıklara, Kürt ulusuna karşı savaşa göre şekillendi. Sovyetlerin resmen yıkılmasından sonra
emperyalizm sadece kendi içinde yeni düzenlemelere gitmekle kalmadı, tam bir özgürlük ve
demokrasi temsilcisi rolünde yarı sömürgelerde
81
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
ki darbeci genarallerin yargılanmasından tutalımda Gladyo örgütlemelerinin işe yaramaz kısımlarının tasfiye edilmesine kadar bir dizi yeni
yapılandırmada rol oynadı. Türk devletinin komunizme karşı savaşta akla hayale gelmeyecek düzeyde vahşİ ve sınırsız yöntemlere başvuran Türk
GLADYO’sunun kirlenen, artık işe yaramaz denetim
dışına çıkan kısımlarının tasfiye edilmesine, devletin el değiştirmesi yada eski “statükocu” (CHPordunun ve sınıfların bir kısmının iktidarını kaybetmesi – CHP ve ordu olarak konuyor) iktidarının
kaybedilmesi , “yeni muhafazakar demokrat İslami
şeriatçı akımın temsilcisi AKP’nin iktidara gelmesi”
olarak tanımlanamaz. Böylece parlementoyu
iktidar yapmış oluyorlar. Bu ülkede üç askeri darbe
olduğunu unutuyorlar.
bilinen uslup ve biçimlerle savunup zor yöntemleri
ile de uyguluyorduysa, günümüz açısından da
değişen şartlar, verilen yüz yıllık mücadele,
halkımızın kanıyla kazandıkları değerlerin artık
inkar edilemez şekilde toplum da kabul edildiği
koşullarda Türk egemen sınıflarının iktidarının
devam edilmesi uğruna farklı araçların devreye
sokulması, Kemalizm denilen ideolojinin dayandığı
temel araçları dini biçimlerle , yeni yöntem ve
araçlarla, hatta ve hatta Kemalizmin diktatörlük
olduğunu söyleyerek Kemalist diktatörlüğün
amaçlarını faşist yöntemlerle sürdüren Sünni
İslamla yoğurulmuş Türk milliyetçi ideolojiyi de
aynı şekilde savunmaktadır. Amaç daima aynıdır.
Sadece söylem ve savaş araçları yenilenmiş,
hizmetlerine sunulmuştur.
Oysa günümüzde Orta Doğuda ve bölgesel
olarak Türk devleti emperyalist güçlerin elinde
görevini yapacak düzeyde yapılandırılmıştır. Kürt
ulusuna karşı sürdürülen imha, inkar politakasının
en vahşi yöntem ve yeni araçlarla sürdüren bu
“yeni” yapıdır. Faşist Türk ordusunun kirli, posası
çıkmış paşalarının tutuklanmasının iktidarın el
değiştirmesiyle ilgisi asla yoktur.
Türk
milliyetçiliği;
Temeli
üretim
araçlarının özel mülkiyetine sahip sınıfların fetih,
ulusal ayrıcalık, sınırsız kâr, başka ulusları baskı
altına alıp istila etme eğilimidir. Kemalizmin Türkçü
ideolojisi egemen sınıf ideolojisidir. 5-10-100
generalin tasfiye edilmesiyle ortadan kalkabilecek
bir ideoloji değildir.
Burjuva siyasetinde çeşitli partilerin
benimsediği ideolojik nüans farkları; Toplumun
ezilen milyonlarının çoğunluğunun henüz burjuva
partilerinin benimsenmiş oldukları fikirleri kabul
etmelerinden kaynaklıdır.Hükümet ve muhalefet
partilerinin rekabetlerine, yalan ve entrikalarına
bakılarak bazı siyasi partilerin bir süre sonra dibe
vurmasıyla “egemen sınıfların bir kısmının tasfiye
olduğunun” sonucuna varmak burjuvazinin ne
olduğunu bilmemektir. Unutmayalım ki tekelci
burjuvaziye bağımlı egemen sınıfların temsilcisi
olarak bir yada birkaç dönemde seçilen hükümet
ihtiyaca cevap vermediği oranda – kanlı yöntemler
de dahil – düşürülür, değiştirilir. Bu anlamıyla da
egemen sınıflar eşittir, hükümetler yada çeşitli
siyasi partiler değildir. Yani egemen sınıf iktidarı
eşittir parlemanto hiç değildir.
Türk egemen sınıfları nasıl ki 1930’lar da
çıkarları gereği Kemalizm denilen Türk milliyetçi
ideolojiyi (bugün demokrat gözüken burjuva
kalemşörleri tarafından dâhil faşist görülmektedir.)
Tekellerin tekelleştiği dünyanın en büyük
tekellerinin istila ettiği ve diğer büyük tekeller
tarafından bölüşüldüğü koşullarda, emperyalizme
göbekten bağımlı Türk bujuvazisi ve büyük toprak
sahibi sınıflarının çeşitli emperyal gruplara bağımlı
olmasına bağlı olarak birbirleri arasında kanlı
çatışmalara girmeleri gibi bir durum söz konusu
değildir. Çelişkiler ve sertleşen rekabetler dün
olduğu gibi günümüzde de mevcuttur. Fakat iktidar
olan sermaye ve üretim araçlarının mülkiyetini
elinde bulunduran egemen sınıfların “CHP ile
AKP’nin durumuna yada Türk devletinin reorganizasyonunda generallerin bir kesimin tasfiye
edilmesine bakılarak” bir kısmının tasfiye edildiğinin hiçbir maddi temeli yoktur.
S.T’nin iktidar ve devlet ilişkisin de ne
anladığını şu kısa satırdı görmek mümkündür. Ki
“Türkiye-K.Kürdistan siyasi değerlendirmesine”
damgasını vuran anlayıştır.”AKP”diyor S.T “ Bugüne
kadar süreçte iktidarlaşma anlamında küçümsenemez bir yol aldı”(SF:21 )
82
Devrimci Halkın Günlüğü
Ulusal ve çeşitli k.burjuva devrimci hareketlerin çoğunluğu tıpkı TKP oportünistleri ve
savrulan Kemalist oportünist artıklarının egemen
sınıfları, Türk devletinin değil Menderes-DP
hükümetini “baş düşman” ilan etmeleri gibi bugün
AKP hükümet olarak değil iktidar olarak baş
düşman ilan edilmiş, sınıflar üzerine yerleştirilmiştir. Ne yazık ki devlet, hükümet ve egemen
sınıflar ilişkisinde ideolojik siyasi bakış açısı net
olan Kaypakkayacı harekette aynı koroya
katılmıştır. Bu teoriye göre “ AKP devletleşmiştir”!
“AKP iktidarlaşmıştır.”AKP, devletin kurumları olan
“polis-ordu-yarıgıyı” ele geçirmiştir. Vb – vs…
Sürüp giden iktidarlaşma teorileri ile halk kitlelerinin sınıfsal bakış açısından devletin faşist
diktatörlükle değişmez amaç ve görevlerinin
daima halkı ezmek olduğu gerçeğinden saptırarak
asıl hedefin bir iki seçim sonrası – ihtiyaç kalmaması halinde – yok olabilecek bir hükümet
olduğunu söylemektedirler.
Modern devlette günün ihtiyaçlarına göre
daima düzenlemeler olur. Komünistler egemen
sınıfların elinde halk kitlelerini ezmek için
kullandıkları devlet aracının”yürütmesinde”olan
hükümetin, siyasi partinin, polis, yargı, orduda
hangi kadrolaşmaya gittikleriyle uğraşmazlar. Bu
hükümetlerin en demokratik görünümlü düzenlemeler ışığında yaptıkları kadrolaşmalar olsa bile
devletin halk kitlelerine kan kustuğu gerçeğiyle
ilgilenir ve kitlelere anlatırlar. Komünistler,
emperyalizmin egemen olduğu kukla bir devlete
egemen gerici sınıfların diktatörlüğünün biricik
sahipleri olduğunu anlatmaktan kendisini koparıp
tekelci burjuvazinin uşağı AKP hükümetini asla
iktidar olarak göstermezler.
S.T 2002 Kasımında hükümet olan AKP’nin
hangi temel ekonomik ve siyasi değişimlerle iktidar
olduğunu iktidarlaştığını anlatmak durumundadır.
“Ergenekon ” operasyonuyla başlayan GLADYO’cu
generallerin bir kısmını ( Bir kısmının yeniden
düzenlenen gladyonun içinde durmaktadır.)
Kemalist egemen sınıfların ve özü en saldırgan
ırkçı, Türk milliyetçiği olan ( iktidarda olan sınıflar )
toplum da egemen ideoloji olan Kemalizmin nasıl
tasfiye olduğunu anlatmak durumundadır. Şayet
Kemalizmi sadece tutuklanan generallerle CHP
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
temsil ediyorsa toplumun egemen ideolojisi ne
idi? Nedir?! Burjuvazinin elinde ki bu silahın
hamuru din ile mayalıdır. Din ideolojisi hiçbir koşulda çağımızda milliyetçilikten arınmış şekilde
egemen ideoloji olamaz. Çünkü bu durumda
burjuva milliyetçi sınıfların kâr, istila, genişleme ve
başka ulusların ülkesini talan etme amaçlarına
hizmet etmez.
S.T’ye sorumuz şudur: Şayet egemen
sınıfların faşist milliyetçi ideolojisi olan Kemalizmi
ve iktidarda ki sınıfların bir kısmını “ AKP iktidarı”
tasfiye ettiyse o halde AKP iyi bir iş başarmıştır!
Çünkü milliyetçi ideoloji ezilen sınıfların ve
ulusların düşman ideolojisidir. Bu durumda
komünistlerin işi AKP’yi baş düşman ilan etmesimidir ?! Bundan proleteryanın çıkarı nedir?
İkinci soru şudur: Şayet Kemalist ideoloji
Türk milliyetçiliğinin en saldırgan en kanlı biçiminin
ifadesiyse, bundan daha farklı bir milliyetçilik
olanaklımıdır? Milliyetçilik dünyanın heryerinde
egemen sınıfların çıkarlarına hizmet eder. Bu
kavramın iki anlamı yoktur. Bugün hiç kimse “ılımlı
İslamcı”,”demokrat muhafazakar” AKP hükümetinin Türk milliyetçisi olmadığını ileri süremez. Milliyetçiliğin biraz laikçi tonda mı, yoksa İslami-dini
tonda mı savunulduğuyla ilgilenmiyoruz. Egemen
sınıfların tarihsel durumu ve amaçlarını hangi
araçlarla sürdüğüyle ilgileniyoruz. 1920’lerden
günümüze Türk egemen sınıflarının çıkarlarının
aynı temel üzerinde büyüdüğünü görmeyenler
sadece burjuva reformlarına gözlerini dikmiş dar
kafalılardır. Eğer aklı başında herkez bugün AKP
hükümeti tarafından sürdürülen politikaların,
amaç bakımından 1920-30 yada 1950-60 yıllarıyla
karşılaştırma zahmetine katlanırlarsa emperyal
işbirlikçi Türk egemen sınıflarının amaçlarının aynı
olduğunu görecekler. Bu nedenle diyoruz ki Türk
egemen sınıflarının milliyetçi ideolojisi Kemalizm
ılımlı İslam maskeli AKP hükümeti ile çok daha
harmanlanmış şekilde sürdürülmektedir.
Unutulmamalıdır ki ideoloji kapsayıcıdır.
Felsefe, kültür, din, hukuk, siyaset üst yapı
düşüncelerini içine alır. Asla durağan değildir.
Toplumsal gelişmelere parelel ideolojiyi de daima
yeniden üretilir. Ancak dar kafalılar düşüncenin
83
Devrimci Halkın Günlüğü
üretim temelinin değişimine, gelişimine, sınıf
savaşımının engellenemez hareketine uygun
olarak değiştiğini göremeyip ideolojinin sabit
durağan soyutlamalar olduğunu savunanlar ancak
Kemalizmin 1920’lerdeki gibi kavram ve söylemlerle savunulabileceğini savunurlar. Kemalizm yada
burjuva ideolojisi daima sınıfların karşılıklı
uzlaşmaz çatışması ve toplumun genel alt yapı
durumuna göre pozisyon aldığına göre burjuva
milliyetçiliği 2012 de, 1920’li kavramlar ve düşünüş
ile savunulamaz. Bu nedenledir ki egemen
sınıfların egemen ideolojisi olan Türk milliyetçiliği
bugün toplumsal ihtiyaçlarına uygun dile getirilmektedir. “Biz yaradılanı yaradandan ötürü seviyoruz”,”tüm Müslümanlar kardeştir ”diyenler pratik
olarak “Yaşasın Türk Devleti’nin kutsal çıkarları”,
egemen sınıflarının çıkarı anlamına gelir. Bu
sloganlarla, çoğunluğu Müslüman Kürt ulusunu
katletmeye devam ediyorlar.
İşçi Sınıfı, Emekçi Köylüler, Geniş
Halk Kitlelerinin Gündeminde
Şeriat Tehlikesi Yoktur.
Türkiye ve Kürdistan’da ezilen sınıfların
sömürülmesi, Kürt ulusu ve azınlıkların baskı altında tutulması zor yolu ile gerçekleşirken aynı
zamanda ideolojik savaş verilmektedir. Egemen
sınıfların kendi aralarındaki rekabet ve çelişkisi
entrikalarla devam etmektedir. Türkiye’de de tüm
dünyada olduğu gibi hiçbir önemli siyasal, politik
mesele, emperyalizmden bağımsız ele alınamaz.
Mesele böyle konulduktan sonra Türk hükümetinin emperyalizmin bir kuklası olduğuda kendiliğinden anlaşılır. Günümüzde ABD ve AB emperyal
blokları Türkiye’de şeriat esaslarına, uygun bir
devlet düzenine geçmeyi desteklemektemidirler?!
Desteklerler mi? yada Türkiye K.Kürdistan’da şeriat
dini esaslarına uygun devlet yönetimine geçmeye
müsait mıdır? Tam bunlar analiz edilmeden siyasal
partilerin kitleleri uyutmak için dile getirdikleri
söylemlere bakılarak “din yada irtica” nın güncel
tehlike olduğunu tespit etmek burjuva siyasetçilerinin yapay propagandalarının seviyesine düşmektir.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
S.T “Kemalist devlet yerine dini esaslara
dayalı yönetimini amaçlayan din motifli ideoloji” (
ST Syf:27) olarak yaptığı tanımlamayla açıktan
“Din- irtica akımı” nın , “irticai eskiye dönüş”
iktidar olduğunu söylemektedir. Söylenen şudur :
“Kemalist egemen sınıflar devrildi” , “Kemalizmin
ipliği pazara çıkarıldı” tespiti yapan S.T’ye bakılırsa
iktidarda olan irticai akımdır. Bu durumda din
esaslarına uygun devletin tesis edilmesi gerekmektedir. Nedense on yıllık AKP hükümeti döneminde
faşist diktatörlüğün yapısını değiştirecek bir durum
söz konusu değildir. Peki, S.T’nin söz konusu
tespitlerinin anlamı nedir? Partimizin Marksist
kavrayışı üzerinde tepinen bu yüzeysel oportünist
bakış açısının tutarlı tarafı yokken nasıl oluyor da
partimizin anlayışıymış gibi merkezi yayınlarda
ortaya çıkıyor ?!
Hali hazırda “laik ordu” irtica akımını “tehlike olmaktan çıkarmamışken” ST’nin “irtic” yı
keşfetmesinin teorik
“derinliğini” nerede
aramalıyız. Oportünizm olmasın mı? Çünkü Kemalizmin aşıldığını söyleyen her -kes- eğilim bu ülkede
demokrasinin geliştiğini dillendirmeye başlamaktadır. Milyonlarca Kürt ulusuna mensup insanın
faşist diktatörlük altında inim inim inlemesinin
oportünizmin demokrasi çıtasında yeri yoktur!
Onlar kendilerine sunulan reform, değişim ve
kırıntılarla meşguldürler.
Bilindiği gibi TKP oportünizmi Kemalist
hükümeti, sosyal-şovanist ideolojik politik çizgisi
ile daima destekledi. Laikliğin olmadığı bir devlette
faşist Türk ordusunun, Kemalist asker, sivil
bürokrasiyi laikliğin bekçisi olarak ilan etti. “Kara
Kuvvetler” olarak irtica tehdidini daima ideolojik
söyleminin içinde taşıdı. TKP’nin amacı özündeki
ilericilik adına ulusalcı maske ile Türk egemen
sınıflarıyla işbirliğine girmekti. Oportünizm (Revizyonizm) Kemalizme devrimcilik rolünü yüklerken
halk ayaklanmaları biçimindeki Kürt İsyanlarını
“kara kuvvetler, irtica akımı” olarak tanımladı. Hiç
kuşku yok ki eskiye dönüş mümkün değildi, fakat
oportünizm yedeklendiği faşist diktatörlükte
ilericilik olduğunu kabul ettirmek için gericilik
tehlikesini sürekli işaret ediyordu.
84
Devrimci Halkın Günlüğü
2002 Kasımında hükümet olan AKP’nin ek
bir şey yapmasına gerek yoktu. Faşist
diktatörlüğünün askeri vurucu gücü ordu eli ile
toplumun beynini uyuşturmak için yeteri kadar
İmam Hatip, kuran kursu, camii, cemaat evleri, gizli
ödeneklerden cemaatlere sermayenin akıtılması,
cemaatlerin siyasal partilerde kendilerine yer
bulmalarını, emperyalist güçlerin –özellikle ABDnur tarikatını dünya ölçeğinde kullanacak kadar
geliştirmesi ve Türkiye – K.Kürdistan’da etkinliğini
artırmasına olanaklar sunduğu koşullarda devletin
muazzam bir bütçe ile Sünni İslam dinini tekelinde
bulundurduğu devlet düzeninde geriye dönüş
(irtica) tehlikesi yoktur. Çünkü zaten laik olmayan
dinin devletten özgürleşmediği koşullarda din Türk
milliyetçiliği ile harmanlanmış ve Kemalizmin
ruhunu oluşturmuştur. Burada asıl olan dinin
devlet denetiminde olmasıdır! Bu anlamıyla ST’nin
“irtica akımı devlet düzenini değiştirecek” (yaptığı
tespitlere bakılırsa değişmesi gerekiyor) tespiti
temelsizdir. Oportünizmdir.
ST. “esas tehlike…, baş düşman… bugün
Kemalist CHP-ordu kliği değil siyasal İslam modelinde ki ABD uşağı AKP kliğidir.” (ST. SF: 20)
demiştir. Bu durumda “AKP diktatörlüğü ”denilen
“İslamcılığın” Kemalist klik denilen klikten daha
faşist, gerici olması gerekir. Veyahut Türk
ordusunun tasfiye olmuş, işlev dışı kalmış olması
gerekir. Yukarıdaki alıntı yaptığımız yazıya kaleme
alanların Marksist devlet teorisini yerle bir ettiklerini söylemek durumundayız. Tutarlı komünistler
böylesi saçmalıkları elinin tersi ile itmelidir, itecektir de. Ordu –eşittir CHP demek hatalı olduğu gibi
faşist Türk ordusunun emperyalizmin denetiminde
bir ordu olduğunu ve tüm tarihi Ermeni, Kürt
uluslarına, azınlıklara, komünistlere karşı savaşmak
olduğunu unutuyorlar. Devlet içinde ordunun rolü
unutulmuştur.
ST.’nin “Ordu asıl tehlike değil” dediği 2011
Eylülden sonra henüz altı ay geçmeden bu ordu
K.Kürdistan’da hava saldırılarıyla 34 kürt köylüsünü
kimyasal silahlarla katletti. Sistemli kimyasal silah
kullanarak gerçekleştirdiği saldırılarda 2012 kış
ayları içinde 250’ye yakın Gerilla katledildi. Çok
doğru… Türk ordusu ihtiyaçlara göre yeniden
dizayn edildi. S.T’nin tehlike olmaktan çıkardığı
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
ordu komutanına Kürtler ‘’kimyasal Necdet’’
demektedirler. Çünkü sistemli kimyasal silah kullanan saldırıların sorumlusudur. Bu durumda
CHP’nin pozisyonuna bakılarak Kemalizm tasfiye
oldu tartışmasına girmek anlamsızdır. Sınıflar ve
egemen ideolojileri apaçık dururken siyasi partilerin demogojik slogan vari söylemleri ve pratikleri
ile sınıflar tahlil edilemez. İdeolojinin içeriği
anlaşılamaz.
TKP oportünizmin ve Perinçek’çi teorilerin
kırması anlayışların partimizde yeri yoktur. Bırakın
irtica akımıyla, “cumhuriyetin elden gittiği ile”,
“yapay gericilik şeriat tehlikesi ile” oportünizm
oyalansın. Onların külliyatında “kara kuvvetler”
dedikleri “suni –irtica tehlikesi’’ varken pratikte
Türk ordusu hayranlığı ve Kemalizm ortaklığı
mevcuttur! Yaklaşımımız açık ve net olmalıdır.
Milliyetçi Türkçü egemen ideolojinin şu yada bu
nüans farkıyla kitlelere sunulmasının özsel içeriğini
tahlil etmenin ayrı gerici amaçlar uğruna işleyen
değişim safsatalarını tahlil etmeliyiz.
Komünistler
en
gelişmiş
burjuva
demokrasinin ezilenlerin özgürlüğü anlamına
gelmediğini, yıkılmasının zorunlu olduğunu çok iyi
bilirler. Bu nedenledir ki para babalarının,
hırsızların, tefeci tüccarların, kodomanların,
hortumcuların, bütün zenginlerin çıkarlarının
koruyacak demokrasi ve özgürlük rüzgârlarının
estirilmesinin bizim açımızdan anlamı bellidir.
Zamanımız yetmez ama evet biçimiyle “olumlu
şeylerde oluyor” türünden cümleler kurmaya
ayırmayacağız faşist diktatörlükte tüm iyi gözükenlerin halkımızı baskı altına almak, ezmek ve bilincini bulandırmak, sömürüyü derinleştirmek için
yapmak zorunda olduklarını çok iyi biliyoruz.
MLM’ler olguları sınıfsal bakış açısıyla
değerlendirirler. Gerçeklerden asla vazgeçmezler.
Bu temel halka esas alınarak düşünülürse
günümüzde toplumu esir alan egemen ideolojinin
milliyetçilik olduğu anlaşılır. Din ile harmanlanmış
Türk milliyetçiliğinin toplumun derinliklerine nufuz
ettiğini Türkiye’nin birçok ilinde Kürt tarım işçilerine, esnaflarına, demokratik hak alma amaçlı
protestocu kitleye azgın milliyetçi saldırılarla
anlaşılmaktadır. Faşist Türk devleti milliyetçiliği
85
Devrimci Halkın Günlüğü
ilkokuldan başlayarak topluma şırıngalamaktadır.
Politika, kültür, siyaset, medyada, sanatta fışkıran
milliyetçiliğin detaylarını sunmak konumuzu
kapsamıyor. Fakat ST’nin “AKP’nin Kemalist devleti
dini temellere dayalı bir devlete dönüştürme
yönelimlerinde”
tespitinden
sonra
Türk
milliyetçiliği değilde “dini irtica”yı baş tehlike ilan
etmesi ve AKP’ye karşı “irtica odağı” olarak
mücadeleye çağırması partimizin anlayışını cumhuriyet
mitinglerindeki
sloganlarla yakınlaştırırken, milliyetçiliğin başlıca tehlike olduğu
gerçeğinden uzaklaştırmıştır.
Türkiye
de
burjuva
siyasetinde
laik-batıcı-modern gözüken CHP, ve Cumhuriyet
karşıtı irticacı yada Kemalist devrim düşmanı
olarak sunulan sağcı-dinci kanat DP’den AKP’ye
varan cephe arasında sunulduğu gibi sistem, yönetim ve Türk milliyetçiliği konusunda pek bir fark
yoktur. İki faşist kanat kendilerini demokrat,
özgürlülçü kılıflarda, çatışmalı zeminde (laik-dinci)
sunarken halk kitleleri her dönem burjuva feodal
diktatörlüğün bir kliğine siyasal yönelim bakılımından yedeklenmişlerdir. Oysa her iki kanat aynı
sınıfların diktatörlüğünü temsil etmektedirler. Her
iki kanat egemen Türk milliyetçiliğinin azılı temsilcileridir.
Çok partili sisteme geçildikten sonra
1950’lerde D P(Demokrat Parti) “Kemalist devrim
karşıtı” olarak sunuluyordu. Elbet bu saptama kuru
bir yalandı! Menderes Bayar ikilisi CHP’nin etkin
kadroları kanlı devlet yöneticileriydiler. Azınlıkların
yok edilmesi, Kürt ulusuna uygulanan soykırımın
altında bu faşist devlet yönecilerininde imzaları
vardır. 1937-38 Dersim Kürt soykırımında Celal
Bayar ve Menderesin makamı ve imzalarına
bakmak yeterlidir.
Bugün AKP’nin içinde otuz-kırk yıllık
siyasetçiler ANAP, MHP, DYP gibi sağ, laik ve batıcı
gözüken, özünde faşist olan partilerden gelenlerin
yanında “sol-demokrat, özgürlükçü, batıcı”
gözüken faşist CHP, DSP ve türevlerinden gelenler
de yer almaktadır. “Dünün modernistleri” Kemalistleri bugün AKP’de irticacı mı oldular ?! Kemalizm’i
tasfiyemi ettiler? Bütün bunlar egemenlerin topluma sundukları değişim yalanlarından başka bir şey
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
değildir. Burjuva siyaseti kendi çıkarlarını korumak
için milliyetçiliği asla bırakmadığı gibi çıkarları
gereği her kılıfa girer. Gerekli olanı kullanmaktan
hiç çekinmez. Tıpkı katı Kemalist gözüken faşist
Ecevit’in Fetullah Gülen’i el üstünde tutması gibi…
Çünkü atası Atatürk aynı şekilde tarikat ve cemaat
önderlerini yanında toplamaktan geri durmamıştır.
Bu nedenle faşist generallerin yönetimindeyken en
fazla kuran kursu, imam hatip okullarının açılmasına “Kemalist olmayan faşist generaller yaptı”
denemiyorsa burjuva feodal siyasetin temsilcileride milliyetçilikten koparılamaz. Hem modern,
hem
Müslüman-muhafazakâr
gözükenler
Müslüman kitlelerinin denetim altında tutulmasının siyasetini yürütüyorlar. Türk milliyetçiliğini
derinleştirip anti-komünizm siyasetini dini duyguları kullanarak kitlelere benimsetiyorlar. Faşist Türk
ordusu eliyle komünizme karşı mücadele
derneklerinin başında büyütülen Fetullah Gülen
bugün ABD elinde çok daha geniş – büyük cephede
kullanılmaktadır. “Cemaat iktidar oldu” türü
kavramlar saçmadır. Egemen sınıflar taş gibi
yerinde durmaktadır. Milliyetçi çıkarlar en vahşi
Kemalist eğilimlerle daha fazla İslamiyet’e
bulandırılarak sürdürülmektedir.
Burjuva siyasetinde çıkarlar gereği bugün
burada olan yarın öbür tarafa geçebilir, anlayışı
pratiği vardır. CHP’ye gelen MHP, DYP (DP) ,
ANAP’lılara şaşırmak mı gerekiyor ?! Ne Erbakan,
nede “milli görüş” gömleğini çıkardık diyen
Erbakan’ın öğrencileri AKP başbakanları emperyalizmden bağımsızdırlar! Ezilen sınıfları her dönem
bu yada şu burjuva eğilimi arkasına yedeklemek
siyasetinin gerçek içsel özelliğini asla gözden kaçırmamak gerekir. Komünistlerin görevi farklı dille
konuşan, ama aynı pislik içinde olan gerici parti ve
hükümetlerin aynı amaçlar için çırpındıklarını
kitlelere anlatmaktır. Onların demogojik söylemlerinden, vaadlerinden demokrasi, değişim beklemek proleter sınıf mücadelesine ihanettir.
Gerek batıcı-laik gözüken kamp, gerekse
İslamcı muhafazakâr sağcı gözüken kamp olsun…
Her ikisi bir paranın iki yüzü gibidir. Ne kadar farklı
zırvalıklar ederse etsinler hükümet olduklarında
emperyalizmin
denetimi
altında
faşist
diktatörlüğün işleyen çarkında aynı amaçla
86
Devrimci Halkın Günlüğü
çalışmaktadırlar. “Cumhuriyet” tarihi bu gerçeği
fazlasıyla kanıtlamıştır. Her iki kampı ezilen
sınıflara karşı komünist hareketi yok etmek
azınlıkların asimile edilmesinde, Kürt ulusuna karşı
devam ettirilen imha savaşında bütünleştiklerini
asla unutmamak gerekir.
O halde AKP ve CHP’nin ne söylediğinden
çok Türk egemen sınıflarının ekonomik çıkarlarının
nasıl korunduğuna bakılması gerekmektedir.
Egemen sınıflar halk kitlelerini ideolojik
olarak yönlendirmek, sınıfsal düşüncelerini köreltmek için her yolu denemektedirler. Korkular,
tehlikeler, yapay değişimler, özgürlük vaadleri itina
ile yaratırlır.! Hatırlanmalıdır… Faşist Türk devleti
28 Şubat 1997’de MGK’da irtica tehlikesinin
olduğunu ilan etmişti, lakin irtica gelmedi, ama
Kürt ulusuna karşı savaş kanlı şekilde sürdü.
Hapishanelerde onlarca devrimci, komünisti
katleden süreci hazırladılar. Ekonomik kriz ile
halkımız yarı yarıya yoksullaştı ve İMF programı
sorunsuz uygulandı. Bugün “irtica”dan bahseden
yok. Cumhuriyet gazetesi dâhil bu söylemi terk
etti. Ne yazık ki ST’nin (2011 Eylül) sayısında
merkez irticanın baş tehlike olduğu tespitini 28
Şubat 1997’den onbeş yıl sonra yineledi. Partimizin
bu tespiti aynı zamanda egemen sınıfların siyasi
temsilcileri ve devlet bürokrasisinin aralarında ki
çelişki ve demogojik söylemlerin çeşitli yeniden
yapılandırmaların komünist hareket üzerinde ki
büyük etkisini açığa çıkarmıştır. Acı ama gerçek
budur!
Ulusal Hareket, Kürt Ulusal Sorunu
ve Görevlerimiz.
Emperyalist güçler 1918-20 ‘lerde
böldükleri ve 4 devletin egemenliklerine teslim
ettikleri Kürdistan 21.yy’da da emperyalist güçlerin
denetimi altında ulusal bağımsızlığı – burjuva
anlamında – engellenmektedir. Kürt ulusal sorunu
yerel değil bir dünya sorunudur. Çünkü emperyalizm çağında özellikle Orta Doğu da haritaların
masa başında çizildiği ve mutlak denetim kurdukları bölgede ulusal sorun gibi önemli bir mesele
ekonomik-politik, siyasi açıdan emperyalizmden
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
bağımsız düşünülemez.
Kürt ulusunun kendi devletini kurma
hakkını kayıtsız- şartsız tanımanın beraberinde
Türkiye –K.Kürdistan proleter devriminin zaferi için
verdiğimiz mücadelede ikili enternasyonel görevlerinin yerine getirilmesi gerekmektedir. Kürt
ulusal sorunu sadece ulusal hareket üzerinden
değerlendirme dönemi çoktan geride kalmıştır.
Ulusal sorunun proleter devrim sorunu olduğu
temel gerçeğinin ne anlama geldiğinin devrimci
temelde kavranması zorunludur. Proleter devrimci
hareket dışında ulusal hareket bir olgu olarak
vardır. Ezilen Kürt ulusunun ulusal hareketi çeşitliliği ile bilinmektedir. Bizler ulusal hareketin Kürt
halk kitleleri üzerindeki etkilerini dikkate almadan
mücadele yürütemeyiz. K.Kürdistan da burjuva
milliyetçi etkileri Kürt halkı üzerinde parçalama
görevi elbette Kürt komünistlerinin görevidir.
Başka herhangi bir ulustan; Irak’ta Arap yoldaşlar,
İran’da Fars yoldaşlar, Suriye’de Arap yoldaşlar,
Türkiye’de Türk yoldaşlar ve bu ülkelerdeki çeşitli
azınlıklardan yoldaşlar K.Kürdistan’da burjuva
milliyetçiliğine karşı mücadele edemezler. Bu
görevleri ancak Kürt komünist yoldaşlar yapabilir.
Çünkü ezen uluslara mensup komünistler ezen
ulusun baskısına karşı savaşma görevini yerine
getirmek zorundadırlar. Özel olarak komünist hareketin ikili görevini yerine getirmesi için görevleri
doğrultusunda örgütlenmeleri gerekir.
Açık ve net olarak ulusal hareket kendi
pratik ve ideolojik bütünlüğü içerisinde değerlendirildiği gibi Kürt ulusal meselesi kendi tarihsel
gerçekliği, nesnel koşulları üzerinde başlı başına
değerlendirmeyi gerektirir. Bununla birlikte
K.Kürdistan’da komünist hareketin durumu ise ayrı
değerlendirilmek zorundadır. Bu aşamada K.Kürdistan ulusal harekete bırakıldı. Komünist hareketin
olmadığı ve bu nedenle Türkiye –K.Kürdistan devriminde komünistlerin ikili görevlerini yerine getirmediği kabul edilmek zorundadır.
S.T değerlendirmelerinde halen Kürt ulusal
sorunu ulusal hareketin üzerinden tartışıyor.
K.Kürdistan’da komünist hareketin örgütlenmesi
sorununa dair program ve perspektif yoktur. Kürt
ulusal hareketine (KUH) teslimiyet ve tasfiye
87
Devrimci Halkın Günlüğü
dayatılıyor. Türk devletinin tüm yönleriyle Kürt
ulusuna karşı savaşta desteklendiği çok açıktır.
İmha ve katliam devam etmektedir. Ulusal hareketin uzlaşma çabalarına silahla yanıt verilmektedir.
Olasıdır ki ulusal hareket uzlaşma yolunda bir
sonuca varır ve devrimci niteliğini kaybeder. Bu
tamamıyla pratik bir süreçtir. Fakat partimiz ulusal
hareketin devrimci niteliğini uzlaşma arayışına
bakarak yitirdiğini saptaması hatalı olur. Uzlaşma
arayışını analiz etmek ve eleştirmek görevken
ulusal hareketin pratik olarak egemen uluslara
karşı savaştığı ve komünist hareketi fiili olarak Kürt
işçi ve emekçi köylüleri arasında örgütlenmesine
engellediğine dair bir tespit yokken – ki yoktur.
“Ulusal reformist hareket” olarak tanımlamak
hatalıdır. Ulusal hareket üzerinde devam eden
kuşatmalar, süren savaşın niteliğine bakıldığında
var olan kongrede anlayışımızı değiştirmemizi
gerektirecek bir gelişme yoktur. Ulusal devrimci
hareket tanımlamamızın esası ulusal hareketin
ezen ulusa karşı demokratik meşru talepleri için
baskıya karşı savaşması ve komünist hareketin
ezilen sınıflar arasında çalışmasına engel çıkarmamasıdır. Komünistlere karşı savaşan bir ulusal hareket devrimci olarak görülemez. Fakat çok açıktır ki
K.Kürdistan’da, Kürt ezilen sınıfları içinde örgütlü
komünist hareket yoktur. Bu anlamıyla Kürt ulusal
hareketi, ona karşı savaşmasıda, engellemeside
güncel bir mesele değildir. Dersim pratiğinde
ortaya çıkan saldırılar ise sistematik değildir. Bu
anlamıyla S.T nin “Reformist ulusal hareket”
olarak tanımlaması hem işleyiş açısından (Kongre
kararı gerektirir ), hemde politik, siyasi gerçeklik
bakımından hatalıdır.
T.D.H’nin en önemli açmazlarından birisinin ulusal hareketin tasfiyesi yada devrimci çizgisinin terk etmesi, diğer bir söylemle savaşını
sonlandırıp, Türk egemen sınıfları ile geri taleplerle
uzlaşıp ulusal bağımsızlık talebini yozlaştırması
sonucunda doğacak boşlukta “Kürtlerin sınıf hareketlerine yöneleceğini” -Ki burada hareket kendisini kastediyor- düşüncesindedir. Bu oporünist
anlayış kendi başarısızlığını ideolojik, siyasi, politik
çizgisine bakmak, kendisine öz eleştirel bakmak
yerine başarısızlığının nedenlerini ulusal hareketinin başarısı ve varlığı ile açıklamaktadır. Ulusal
hareket olmasa K.Kürdistan’da milyonlarca kitleyi
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
örgütleyeceklerini sanmaktadırlar. Oysa milyonlarca emekçi, köylü, işçi barındıran ülke olan Kürdistan’da ulusal hareketin saflarında savaşan onbin
gerilla gücü, iki buçuk milyon oy (oy verenlerin
hepsi Pkk’li değildir) toplayan politik bir güçtür.
Peki, geri de kalan milyonlarca Kürt yoksulların
içinde nasıl oluyor da komünist örgütün halen tek
örgütlenmesi yoktur? Bu durum asla ulusal hareketin varlığı ve gücü ile açıklanamaz. Komünist
hareket K.Kürdistan’da ulusal hareket kadar güçlü
olmayabilirdi ama çelişkilerin şiddetli yaşandığı
yerde en azından belli düzeyde örgütlülükleri
olurdu. Komünist Hareket Kürt işçi sınıfı ve emekçi
köylülerine hitap etmediğini halen anlamak istemiyor. Milyonlarca emekçi, köylü ve işçi için onların
dilinden, kültüründen özgün koşulları içinde hiçbir
şey demeden kendi saflarına katılabileceklerini var
sayıyor. Olmaz, olması da mümkün değildir. Hatırlanacağı gibi 1999 A.Öcalan’ın yakalandıktan sonra
uzlaşmacı çizgisini ilan etmesinden itibaren
yaşanan morel bozukluğu ve belli oranda ortaya
çıkan tasfiyecilik rüzgarında Kürt Hareketi’nin
çözülme yaşayabileceğini ve devrimci çizgisini
korumak isteyenlerin sınıf hareketine katılabilecekleri konuşulmaktaydı. Bu sığ ve k.burjuva
yaklaşımın hiçbir tutarlı yanı olmadığı anlaşıldı.
Elbette Kürt hareketinden kopan binlerce militan
vardır ama sınıf hareketine katılan kaç kişi
duydunuz?! Hatta ayrılıp devrimci duruşlarını
koruyan çevre, gruplar bile sınıf hareketine
katılmıyorlar. Çünkü K.Kürdistan’da gelişen politik
bilinç Kürt devrimcilerinin sınıf hareketine katılmaya değil sınıf hareketini K.Kürdistan’da örgütlemenin zorunlu olduğunu ve bu görevin kendilerine
ait olduğunun bilincine varmışlardır. Türkiye
–K.Kürdistan proleter devrimi için Kürt, Türk ve
çeşitli azınlıklardan işçi sınıfının enternasyonel
görevleri ile mücadele etme perspektifleri
olmadığı için devrimci enerji ve potansiyel erimeye
devam etmektedir.
Ne yazık ki S.T’de kürt ulusal hareketinin
uzlaşma arayışlarının sonuçlanması halinde iki
eğilim ortaya çıkacağını söylerken birincisinde,
yani tasfiyeciliğin derinleşeceğini, ikincisinde ise;
“diğer taraftan mücadeleden yanaolan kitlelerin
yeni arayışlara girmesine yol açacak sınıf hareketine katılmaları gündeme gelecektir.
88
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Boşluğun doldurulması önümüzde bir görevdir.”
(S.T Syf=29)
Partimiz K.Kürdistan’da kitleler arasında
örgütlü değilse, bu kitlelerin tümünün ulusal hareketin denetiminde olduğu için değil, politika
üretmediği içindir. Komünist program ve perspektiflere kendisini kapattığı sosyal şovenizme düştüğü
içindir. Mevcut haliyle kitlelerin sınıf hareketine
katılabileceğini söylemek proleter görevleri ertelemektir. Çünkü hazırlıklı olmak için örgüt şarttır.
Proleteryanın örgütten başka aracı yoktur.
Örgütümüz var yaklaşımı ile tekrara düşerse bir
komünist hareket örgüt yaratmanın ne olduğunu
anlamamış demektir. Kavrayışsızlıktandır ki
yanlışlığı ortaya çıkmış düşünceyi tekrar ediyor. S.T.
“Neymiş: PKK tasfiye edilirse kitleler boşlukta kalır
ve sınıf hareketine katılırmış”! Neden boşlukta
kalacakmış ki? Egemen sınıflar, KUH ne güne
duruyor ki?! Dün devrimci zeminde kitleleri
örgütleyen hareket dönüşüncede reformist çizgide
kitleleri örgütleyebilir hatta daha kolay ve yaygın
şekilde. Hemde anti-Marksist felsefi düşünceyi
K.Kürdistan’da yaygınlaştırarak. Evet, örgüt yoksa
yürütebileceğimiz bir politika da yok demektir.
Dolayısıyla boşluğu doldurmak mümkün olmadığı
gibi süreci hazırlıklı olmakta oportünist kavrayışla
mümkün değildir.
Tekrar etmekte sakınca yoktur. Ulusal
hareketin hangi haklar üzerinde uzlaşacağını
çerçevesi ve biçimi üzerinde tartışmanın zamanı
değildir. Asıl mesele proleter görevlerimiz üzerine
tartışma yürütmek ve hazırlıklar yapmaktır.
Kuzey Afrika, Orta Doğu’da devrimci halk
ayaklanmalarının dayandığı nesnel koşulların
benzeri K.Kürdistan’da mevcuttur. Bakışımızı,
devrimci enerjimizin mayalandığı yere çevirmek
görevdir. K.Kürdistan’ın devrimci volkanında
büyümeyi başaramayan KP’nin devrime hazırlanması, halk kitlelerini devrime seferber etmesi
olanaksızdır. Bu tespit abartılı değil nesnel koşulların varlığı çelişkinin kaynama zemininin somut
tahlilidir.
Ne
seyretmek
ne
ezilen
milliyetçiliğine savrulmak, tek yol proleter
ulus
kızıl bayrakla kitlelere gitmektir. K.Kürdistan’da
halk kitlelerinin cehennemi sömürü koşulları
içinde sınıfsal dünyasının üzerine ezilen ulus
milliyetçiliğinin serptiği toprağı kaldırmayı ancak
KP başarabilir.
Ya sosyal şovenizmi mahkum edecek,
pratikte verilecek öz eleştiriyle atılım sağlayacak
yada tasfiyeci sürecin içinde yok olacak. Tasfiyecilik
oportünist zeminde güçleniyor. Zemini kurtarmak
için çelişkilerin en yoğun olduğu yerden devrimci
halk savaşı ile yanıt vermek zorunludur. Tüm bu
görevler başarılmazsa ulusal hareketin kuyruğunda sürünmekle Kürt halkına karşı görevlerin
yapıldığını söyleyen sosyal-şoven oportünist cepheye adım adım katılmak kaçınılmaz hale gelir.
Bu gün üzerinde tartışılan olgu devrimin
temel sorunudur. O halde içeriği belli olmayacak
şekilde kamuoyuna “özel programla” K.K ürdistan’da çalışacağız demenin haklı bir tarafı yoktur.
Neden? Çünkü KP‘nin örgütlenme sorunları özel
değildir. Olsa olsa şimdiye kadar görülmemiş ve
başarılmamış, yada yeni ortaya çıkan nesnel koşulların daha açık anlaşılmasıyla birlikte program ve
pesrpektifini geliştirip programını ihtiyaca cevap
verecek hale getirmiş olsun. Buna bağlı olarak
temel taktik ve stratejik yönelim belirlenir. Buna da
asla “özel program” v.b denemez. Şu nedenledir ki
kamuoyuna içeriksiz vaadlerde bulunmanın zararları büyüktür. Hatalıdır! Mesele tüm detayları ile
parti içinde tartışıldıktan sonra kongereye taşınmalı ve netleştirilmelidir. Ancak bu aşama tamamlandıktan sonra örgütsel perspektifine uygun
olarak ideoloji ve siyasi açıdan açıklamalarda
bulunur. ST’nin “özel programla K.Kürdistan’da
biçimlenmelidir.” Derken meseleyi derinden
kavradığı ve ciddiyetle yaklaşıldığı söylenemez.
Çünkü proleter görevler hakkında KP’nin yapması
gerekenler üzerine hazırlanan rapor parti ile
paylaşılmamıştır. Konuya bağlı olarak tüm çalışmalar parti ile paylaşılmamıştır. O halde ideolojik
mücadeleyi tıkayan, çalışmaya değer veremeyen,
çalışmanın ideolojik, siyasi hatları –sapmalarıvarsa merkez tarafından cevaplanması gerekirken
hiçbir cevap –hatalımı doğrumu- veremeyen
merkezin yaklaşımı KP’nin çalışma tarzı ve ilkelerine uygun düşmemektedir.Bu nedenle
89
Devrimci Halkın Günlüğü
bilmediğimiz “özel program”ın içeriksiz açıklanması kongre kararı olmadan propaganda edilmesi
ilkesizdir. Meseleye ciddiyetle yaklaşılmadığının
göstergesidir. Şayet ulusal demokratik haklar talep
eden demokratik çalışmaların yoğunlaştırılması v.b
“özel program” olarak sunuluyorsa (-ki öyle
anlaşılıyor) Merkezin K.Kürdistan da proleter hareketi örgütleme ve geliştirme kavrayışının
oluşmadığı, yetersiz olduğu anlaşılır. Olan
UKKTH’nın sadece propaganda etmeyi henüz
aşamadığını gösteriyor. Çünkü UKKTH’nı savunmak, propaganda etmek sadece bir görevdir. Esas
mesele ve görev proleter bayarak altında ezilen
ulusun halk kitlelerini örgütlemektir. Bu görev
başarılmadan Kürt ulusal hareketin demokratik
taleplerinin
desteklenmesi
başarılamaz.
Günümüzde de olan budur. Tasfiyecilik, dogmatizmle damgalanmış sosyal şovenizmin partimizde
ki etkilerinden kurtulmak istemeyen oportünist
eğilim, devrimci atılım yapmamızın önünde
engeldir.
Bugün acil ihtiyacımız olan iç demokrasi ile
işleyen disiplinli bir parti, partide tartışılması ve
netleştirilmesi gereken K.Kürdistan’da komünist
hareketin örgütlenmesi programı, temel taktik ve
stratejilerin belirlenmesi görevleridir. Parti üyeleri
bu temel meselede yaptığımız çalışmaları
merkezden isteyerek bu tartışmalara katılmalı ve
zenginleştirmelidir.
Maoist Komünistlerin Durumuna
İlişkin Bir Kaç Not
Partimiz sık sık tasfiyeci süreçten bahsetmektedir. Bu nedenle emperyalizmin işbirlikçisi
egemen sınıflarının komünist devrimci, ulusal
hareketlerin bir bütün olarak tasfiye etme
saldırılarının çok boyutlu oluşu üzerinde durmayacağız. Düşman bizleri hangi kollarda zayıflatmak
istiyorsa bizim güçlendirmemiz gereken kollarımız
onlardır.
Açıktır ki komünist hareketi iktidar
hedefinden kopararak düzen sınırları içine hapsetmek, legalleştirmek, reformist bir parti haline
getirmek istenilmektedir. Büyük bir yol kat
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
edildiğini kimse inkâr edemez, tasfiyeciliğe karşı
mücadele çağrıları yapılırken dahi tasfiye olmaya
devam eden partimizin durumuna bakılınca ne
dediğimiz anlaşılır.
Mazeretlere sığınamayız, sığınılamazda,
Karadeniz, dörtler, 17ler gibi önderliğimizin katledilmesine günümüzdeki başarısızlığımızı bağlayamayız. Devrim hareketi nesnel koşullar üzerinden
ilerleyecek olan dinamik bir güçtür. Kitlelere
dayanır, kitlelerin ihtiyaçlarına cevaplarına olur.
Taktik politikalarını dahi tartışma konusu
yapmayan örgütsel anlayışın nasıl bu kadar kök
saldığına şaşıranlar olabilir. Ama son 20 yılını bilenler Partimizin bu durumuna şaşırmayacaklardır.
Tasfiyeci süreç deyip sürekli geri çekilme “temkinlilik taktiğinin” parti güçlerini koruyamayacaklarını
belirtik, belirtiyoruz gelişimin tek yolu disiplin
işleyen Parti önderliğinde devrimci çizgi ve olgularla mücadele etmektir. Sürekli geri çekilme taktiği
diyen sağ çizgiyi bertaraf etmek zorunludur. Kendini koruma adına devrimci militan davranış, tarz ve
düşünüşten uzaklaşan bir devrimci kuşağı yetiştirildi. Sadece kendi bulunduğu alanda kendi işini
yapan proleter sınıf bakış açısını yeterince öne
almayan kurumların Parti ile olan bağını ve görevlerini fiili olarak amacından saptırdıkları-bugün
açısından- açık ve nettir. İllegalite adına –oysa kıçı
dışarıda dost ve düşmanın bildiği şeyi- Parti adının
anılmaz olduğu kurumlar yaratıldı. Demokratik
alanda, kültür, gençlik, kadın vb örgütlenmelerde
demokratik haklar çerçevesini aşmayan bir
düşünüş, pratik ve tarzın esiri durumuna getirilen
mücadele biçimi ne devrimci ne de komünist… Ne
yaptı !! Sorumluları da dahil demokratik hak
mücadelesi etrafında toplanan kitle komünist
hareketin yani Partimizin hedef, amaç ve savaşma
kararlılığından uzaklaştırıldı. Yeni örgütlenenlere
ise tam devrimci bilinç taşınmadı. Partiye kan
taşımaktan çok demokratik kurumlar partinin
enerjisini tüketir duruma geldiler. Nasıl bir eser
yaratıldı derseniz? Özetleyelim tek cümle ile : “Ben
gençlikteyim Parti ile işim olmaz. Ben
platformcuyum Parti ile ilgim yok . Ben kadın hareketindeyim Parti ile ilgim yok. Ben gazeteciyim
Parti ile ilgim yok.”Söylemine vardırıldı.Parti bilinci
zayıflayan çevreye dönüşen pratik biçim bunu
doğurdu . Aynı amaç için mücadele eden kendi
90
Devrimci Halkın Günlüğü
alanlarında ayrı olan bu örgütlerin bağlandığı ana
halka olan Parti kenara itilince hatırlanamaz, ismi
anılmaz olunca örgütler kendi başlarına iş yapan
kurumlara dönüştüler. Araçlar amaç haline geldi.
Platform Partiden daha önemli görünmeye
başlandı. Çünkü bu örgütlerde görevlendirilen
yoldaşların örgütsel bilincinde zayıflama yaratarak
taktik politika sonuçlarını vermiş örgütleri Partiden
ve amaçlardan koparmışlardır.
Öyle bir uzaklaşma yaşanmıştır ki kendi
kurumlarında Partiyi andıran amblem, sembol,
resim ve vd. daha doğrusu komünizim mücadelesini temsil eden komünistlerin, bedel veren devrimcilerin resimleri kurumlara girmemektedir. Ne
adına? İllegalite adına !!! Oysa bu gün tam tersine
daha çok ve yaygın komünizmi temsil eden
sembol, resim, sloganlar kullanmaya uygundur.
Peki tüm bu “korunmacı” çizgi komünist
harekete kan taşıya bilir mi? Asla !!! Aksine bir
süre sonra kendisi de devrimcilikten kopar. Kurumlar yaratılmış ama komünist harekete nasıl militan
kazanılacağı ise düşünülmemiştir, daha doğrusu
oportünist akım düşünmekten ziyade devrimci
olmayan çizgide ısrar etmesi karakteri gereğidir.
Bu nedenledir ki yaratılan örgütler,
hapishanelerde direnen Parti gücünden koptukları
gibi, dağlarda savaşan gerilla gücünden de uzaklaşılmıştır.Sorumlusu kimdir?. Elbette illegalite
adına, korumacılık adına militan çizgiden feragat
eden oportünist anlayışın ta kendisidir.
Güncel ihtiyaç, tüm örgütler de parti
bilincinin yaratılması için ideolojik mücadele yürütmek olduğu gibi demokratik örgütlerde Partinin
hissedilmesi –propaganda edilmesinin-pratik
biçimleri mutlaka oluşturulmalıdır. Tarihini kendileri ile taşımayanlar geleceği temsil edemezler.
Tutuklanmayan,
bedel
ödemeyen,
öldürülmeyen, savaşmadan devrimcilik yapılacağına inanan bir kitle yetiştirilmiştir. Pasifist oluşu
izlenen politik taktikler ve ideolojik şekillenişin bir
sonucudur. Örneğin gazeteciler sadece görselliğe
önem veren belirlene sürede gazetenin çıkarılmasını esas görev olarak, gazetenin okunur
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
esas amaç haline getirerek görevlerini yaptıklarının
sanıyorlarsa; nasıl olacak?! Elbette gazetemiz çıkar,
belki çok okunur, ama bu gazete komünizim
mücadelesine layiki ile hizmet etmiyorsa komünist
harekete güç taşıyacak ideolojik kaynak görevi
görmüyor küçük burjuvaziyi memnun ediyorsa bu
gazete komünist yayın organı olamaz. Şayet her
koşulda partimizin strateji ve taktiğimizin propagandasının yapılmasının esas görev olarak öne
çıkarılmamışsa o halde gazeteler sadece bir
gazetenin çıkartılmasını esas amaç haline
getirmişlerdir. Bu gün gazetemizin mevcut durumu
tamda buna denk düşmektedir.
Çeşitli gerekçelerle sudan bahanelerle
yargılanan halktan kitlenin duruşmalarını haber
yaparken parti üyeliğinden yargılandığını yazmaktan ziyade ‘’ örgüt üyeliği, örgüt yöneticiliği’’nden
yargılanmaktadır diye haber yapmaktadırlar.
Çünkü bu gazeteciler partinin propagandasını
yapmaya gerek görmüyorlar verilen bu bedellerin
aynı zamanda komünist mücadelenin kendisi
olduğunu, bunları yazmanın bir görev olduğunu
elindeki aracın komünist amacı için doğru ve
yerinde
kullanması
gerektiğini
yeterince
kavramıyorlar. Neden yapıyorlar derseniz? ‘’ biz
gazeteciyiz bizim parti ile ilgimiz yok’’ demek
istiyorlar. Sonrada diyorlar ki ‘’ parti propagandası
yapmak bizim işimiz değildir’’ işte parti bilinci (!)
ancak bu dere korkunç yok edilir, ancak bu derece
örgütlerin partiden koparılması, partinin elsiz,
ayaksız, sözsüz bırakılması başarıla bilinir.
Çok basit bir örnek; 19 Aralık 2000
saldırısını ( ölüm orucu direnişi demektir aynı
zamanda ) yada şehit yoldaşlarımızdan anmalardan, mektuplardan bahsederken direnişçilerin
yada partiyi andıran bir resim bile kullanılmıyor.
Proleteryanın çıkarlarına zerre kadar bir faydası
olmayan bir film v.b tanıtımda yazılan yazıdan
büyük resimler yayınlanabiliyor. Burada sınıf bakış
açısı yoktur. Burjuva gazeteciliği desen o da yoktur.
Tüm örgütler partinin bir parçası
olduğunu, amaçlarının ne olduğunu kavramak
zorundadır. Oportünist tasfiyeci pratik mahkûm
edilmeden gelişme olmaz.
91
Devrimci Halkın Günlüğü
Bu nedenle tasfiyecilik dışarıda aranmamalıdır. Tasfiyecilik içerde aranmalı, sürekli
ideolojik mücadeleyi tüm parti ile sürdürmeliyiz.
Eleştirisini uzun zamandır yapmamızın –dikkate
alan yok ne yazık ki- tamda bu geliştirilen pasifizm,
reformizm, dağınık, laçka parti çizgisinin
oportünist içeriği neydi. Merkez şunu anlamalıdır:
pratik olarak devrimden kopan devrimci aydınların, ( eski kadrolarımız olsa) küçük burjuva aydınlarının analiz ve oportünist bakış açısıyla toplama
yazıların ağırlıkta olduğu bir gazete ile işçi sınıfı
hareketine öderlik edilemez; bu mümkün değildir.
Örgüt demek ortak merkezi program ve perspektifinin olması demektir. Şayet parti kendi anlayışının,
kendi yayın organında anlatmıyorsa, her kafadan
bir ses çıkacak bir duruma gelmişse partimizde
ortak ideolojik, siyasi, politik, ortaklık parçalanmıştır. Bunun tek yolu komünist kadroların,
oportünist eğilimlerini partiye taşımak, tartışmak,
devrimci çizgiyi güçlendirmek ve oportünizmi parti
yönetici organlarından alaşağı etmektir. Zorlu
sürece meydan okumak için netleşmek ve ilkelerden ödün vermeden karşı durmak her komünist
için zorunluluktur. Herkese gül uzatmaya çalışan
anlayışta devrimci sınıfsal bakış açısı yoktur.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
tanımlamalarla değil bizzat taktik politikalarımız
hatalı kavrayışımızın üzerinde durmalıyız. İster
saflarımızı terk edenler isterse halen saflarımızda
olup terk edenlerin çizgilerini sürdürmeye çalışanlar olsun açık olarak partiye anlatılmalıdır. (‘’
oportünizme karşı mücadele üzerine’’ ‘’parti ve
önderlik ilişkisinin devrimci kavrayışı üzerine’’
başlıklı çalışmalarda mesele üzerinde durulmuştur,
bakılmalıdır.) Çünkü oportünizme karşı mücadeleye dair merkezi organda karşılıklı tartışılarak verilmez, ancak partinin kendisiyle mücadele yürütülebilinir. Hangi anlayışın komünist hangi anlayışın
oportünist olduğuna partinin kendisi karar verecektir.
Not: “Sınıf Teorisi’nin Dünya – Türkiye –
K.Kürdistan’da Siyasi Durum” Analizine Eleştirel
Bakış başlıklı yazının kendisi 2012 yılında Halkın
Günlüğü gazetesine yayınlanması üzere gönderilmiştir. Fakat Halkın Günlüğü gazetesi tarafından
hiçbir gerekçe gösterilmeden yayınlanmayan çalışma güncelliğini koruduğu için dergimiz Devrimci
Halkın Günlüğü ile çizgisinin denk düştüğünden
dolayı siz okurlarımızla paylaşıyoruz.
Her gelişmenin sonuçlanma aşaması
vardır. Partimizde mevcut olan oportünist tasfiyeci
eğilim, son sınırına varmış taşınamaz duruma
gelmiştir. Yada devrimci çizgi terk edilerek burjuvazi ile sınıf işbirliğine girilecek, yada oportunizm
tasfiye edilerek devrimci çizgi güçlendirilecektir.
Parti iradesinin anlayışını parçalayan, örgütleri
partiden koparan, alanları kendi başına bırakan,
laçkalığı, disipsizlinliği geliştiren devrimci savaşı
değil korumacılık adına sağa yatan oportünist çizgi
yeterince tasfiyeciliği geliştirmiştir. Günümüzde ise
ideolojik olarak ilkesizce partimizi dönüşüme zorlamaktadır. Bu nedenledir ki devrimde ısrar eden
komünistler tasfiyeci çizgiye meydanı bırakamazlar, bırakmazlar.
İlkesel olarak açık olmak iç ideolojik
mücadeleyi taktik, politik hatalarımızın eleştirisi
üzerinden
sürdürmek
hayati
önemdedir.
Oportünisst eğilime karşı tutarlı mücadele ancak
ve ancak parti içinde savundukları ideoloji ve
politika anlatılarak başarıla bilinir. Soyut
92
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
“Tam Bilimselci” Değişimcilerin
İlk Yanılgılarına Giriş
1.Bölüm
HG: 2013/72 sayı da “Nesnel şartlara
uygun değişim devrimdir” başlıklı perspektifte ki
yöntem siyasi ve politik hatalar dizisi barındırdığından eleştiriyi hak ediyor.
MLM’ler şartların gerçek ve net açık tahliline karşı durmak bir yana bütün devrimci perspektiflerin yürücütüsü olurlar.Bu nedenle toplumsal
değişimlerin karşısında durmak bir yana (ki duramazlar da) ileriye doğru değişime uygun
araçlar,yöntemler ve strateji yle yanıt olurlar.Fakat
komünistler ”değişim” sloganı ile bunu yapmazlar.Öncelikle felsefi marksizimi benimseyen KP’nin
doğa ve toplumda,insan düşüncesinde de değişmez oysa olan diyalektik hareket-değişimle bir
sorun olamaz.Bu nedenle KP siyasi,ideolojik,politik
meseleler “değişimciler ve değişimcilere karşı
duranlar. Değişimi , ilerlemeyi kabul edenler ile
etmeyenler”şeklinde açıklanmaz.Doğayı ve toplumu durağan gören,sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına bilimsel yanıt olmaktan uzak eğilimler felsefi
olarak idealizm ,politik siyasi açıdan dogmatik ve
oportünist içerikleriyle açıklanır.
Anlaşılmaz olan şu olmuştur:”Örgütsel
çizgi politikası, stratejisi, taktikleri ve hattı
değişmiştir ”diyen KP nasıl oluyor da bu değişim
stratejisinin kendisine açıklamak yerine ‘Ey ahali
“değiştik” ilanında bulunuyor. Üstüne üstlük bu
değişimin müjdesini hatalı değerlendirerek ”biz
her şeyi değiştirdik ama bizim değişimimizi doğru
değerlendirin” deme hatasına düşüyor. Malum
ilanını da yapıyor:”Değişime ayak direyen tutuculardır!”
Bu durumda ileri sürdükleri , sürecekleri
teoriyi kabul etmeyen herkes tutucu olmuş oluyor.
O halde stratejik değişimi ideolojik siyasi
politik içeriğiyle açıklamaya kalkan hatalı yanlarına
ayak
direyen
ve
mahkum
eden
her
yoldaş”değişime ayak direyen tutucular” olarak
önceden damgaladılar.
Bu “öngörülü”değişimcilerin
olmayan stratejisidir.
devrimci
Açıkça bu yöntem yoldaşlarının eleştirilerini bastırma pervazsızlığı olarak tarihe geçti.Doğru
ve ilkeli de değildir.Kaldı ki eğer stratejik bir
değişiklik yapılmışsa(ki öyle olduğu söylenmiştir)elbette kural ve usulüne uygun yapılması
zorunluluğu vardır.Şayet bunda bir ilkesizlik
olmamışsa Parti irade olarak stratejisini
netleştirmiş,önderliğini temel taktik ve programını
değiştirmişse bundan sonrası o parti için pratik
meselesidir.Eski olanı atan ve somut şartlara uygun
strateji belirleyen bir parti hiçbir kaygıyla strateji,taktik meselelerde,programını açıklamadan önce
kalkıp “kendi içinde değişime ayak direyenleri“halka anlatmaya kalkmaz bunun derdine düşmez.(Burada bir ek yapmalıyız,sonradan anlaşıldı ki darbeci
değişimlere karşı çıkışları ön gördüklerinden dolayı
bu bastırma yöntemine başvurdukları açığa
çıkmıştır.)Eğer bu değişim mahareti partiye bütün
içeriği ve niteliğiyle anlatılmamış ve onayını
almamışsa kendini her şeyin sahibi ve belirleyeni
sana dar bir elit tarafından yapıldıysa bu değişim
tasfiyeci dalganın şiddetlenmiş olduğunu gösterir.Tabi ki stratejinin ne olduğunu açıklamadan evvel
eleştiriye yoldaş’larını susturmaya yönelen henüz
kimsenin bilmediği (hapishane örgütünün bu
93
Devrimci Halkın Günlüğü
değişimden hiçbir şekilde haberinin olmadığını
hatırlatarak)bilmesi gerekenlerde dahil bilmedikleri bu değişime devrimcidir diyenlerin kafasında patlar.
Lafı dolandırmayalım KP stratejik programsal değişikliklere gider. Bu tartışılmaz, ama KP bu
değişikliklerin belgelerini açıklar,bu stratejiyi
açıklamadan kamu oyuna ,halka ve yoldaş’larına
“stratejinin
doğruluğunu”anlatma
telaşına
düşmez.Buradan hareketle stratejinin partiyebile
hakkıyla anlatımadığı söz konusu yazıda
anlatılmıştır.Bu politik açıdan yararsız ve tasfiyeciliğin yıkıcı hatta en yıkıcı biçimidir.Siyasi açıdan
örgütü bu derece önemsizleştiren anlayış amacına
yabancılaşmış bürokratları hatırlatmaktadır.Yönetme sanatından da yoksundur.Strateji taktiksel,örgütsel çizgisi değişiyor ama halen iç sorunlarını yansıtmamayı bilmiyor,bir bunu değiştirmek
istemiyorlar.Açıklamak mı istiyorsunuz.O halde
stratejiye karşı olan yoldaşların temellendirmelerini açıklayın .Şayet bunu açıklayamıyorsanız “tutucu
eskide ısrarcı,değişim karşıtı”olarak yoldaşlarımızı
damgalamayın.Hedef göstermeyin .Böyle bir hak
hiç kimsenin elinde olamaz.Böyle olursa”değişim
karşıtı”ilan ettikleriniz kendilerini ortaya koymada
hatalı yöntemleri banimseyebilir,kopabilirler.Bu
yöntem yanlıştır.Parti anlayışına da aykırıdır.Çünkü
halka ve mücadelenin amacına zararlı olduğu
apaçıktır.
Devrimin Yolu KP’nin Niteliğini
Belirlemez Mi?
Çok açıktır ki devrimin itici güçleri olan
sınıfların konumlanmasına dayanarak koşullar
değişmeden değiştirilemeyecek her bakımdan
savaşımı bütün temel taktikleri üzerinde belirleyici
olan stratejiyle devrim amacı için mücadeleye
tuştan KP nin tam da politik (yani örgütsel) niteliği
belirlenen devrim yoluyla ortaya çıkar. Kaypakkayacı parti tam da devrimin dost ve düşman
sınıflarını, devrimin itici güçlerini, devrim amacına
karşı görevlerini savaş stratejisi ve taktiklerini
devrimci içeriğiyle tespit edip mücadel ettiği için
KP’dir. Elbette sadece programıyla değil pratiğiyle
birlikte KP niteliği meydana gelir.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
‘’Devrimin yolu, strateji KP nin niteliğini
etkilemez’’ H.G perspektif sayı:72 demek MLM
teori ve savaş kavrayışına terstir.
Ne deniyor: ‘’örgütsel çizgisi, politikası,
stratejisi taktikleri ve hattı değişimiştir. Ama bu
değişim partinin MLM ölçüler karşısındaki niteliğini bozmaz.’’ 2013 sayı:72 HG perspektif
Gerçekten böyle midir.(?) TKP’nin
oportünist olduğunu söylemekle hata mı ettik…
bütün lafazanları komünist mi saymalıyız acaba.
‘’Tam bilimselciler’’ diyor ki hangi strateji
benimsenirse benimsensin temel ilkelerin kabul
edilmesini yeterli görerek partinin niteliği değişmez sonucuna varıyorlar. Bu anlayış temelden
yanlış ve oportünisttir.
‘’Bolşevizm tarihinin bazı sorunları üzerine’’başlıklı çalışmasında partinin pratik hattının ne
kadar belirleyici ve önemli olduğuna açıklık getirir.
‘’Partilerin ve önderlerin yalnızca açıklamalarına göre değil,her şeyden önce eylemlerine
göre sınanması gerektiğini arşiv farelerinden
başka kim kavramaz ki ? Tarih rahatsız edici eleştiricilerden yakasını kurtarmak için herhangi devrimci
bir kararı bonkörce imzalamış olan az sosyalist
tanımaz. Ama bu onların bu kararları pratiğe
geçirdiği anlamına gelmez. Yine tarih, diğer ülkelerin işçi partilerinden ağzından köpükler saçarak
en devrimci eylemleri talep eden az sosyalist
tanımaz. Ama bu onların kendi partilerinde ya da
kendi ülkelerinde kendi oportünistleri önünde
kendi burjuvazileri önünde yelkenleri suya
indirmediği anlamına gelmez. İşte bu nedenle
Lenin bize devrimci partileri, akımları, önderleri,
açıklamaları ve kararları temelinde değil, eylemleri
temelinde sınamamızı öğretmemiş midir?’’ Stalin
cilt:13 sayfa 92,93
Devrime. KP’lerin eylem hattının stratejilerine bağlı gerçekleştiğini ya da teorik olarak kabul
ettikleri stratejilerine ters düşecek şekilde
gerçekleşebildiğini belirtmemize gerek bile yoktur.
Hepimiz biliyoruz ki temel Marksist
94
Devrimci Halkın Günlüğü
ilkelerde Menşeviklerin, teorik olarak bolşeviklein
farkı yoktu, ama buna rağmen tarih Menşevikleri
oportünist akım olarak kaydetti.
Menşeviklerde marksizme proleterya
diktatörlüğünü devrimde zor ilkesini kabul
etmemişlerdir.
Bir partinin sadece teorisi
programına MLM temel ilkeleri teorik olarak kabul
etmesine bakmakla yetinilemez. Bunların kesin
kabulu ile birlikte çizdiği devrim yolu –stratejisini
ve bunu uygulamasına bakılır. Bu stratejide yol
pratiğin kendisidir. Ve partinin niteliğini belirler.
‘’Tam bilimselci’’ Yoldaşlarımız Ne
Diyorlar Birlikte Okuyalım.
‘’Devrimin zora dayalı gerçekleşmesinin
(zor
ilkesinin)
kesin
kabulü
proleterya
diktatörlüğü… KP’nin devrimdeki önderliğinin …
proleterya diktatörlüğü şartlarında devrimi
sürdürtmesinin kesin kabulü gibi MLM temel
ilkelerde bir değişim revize ve erezyon söz konusu
değilse yaşanan değişim partinin niteliğini
bozmaz,bozmamıştır.’’ HG sayı:72 perspektif 2013
Aynen böyle deniyor’ diğer 20. Yy devrim
pratiklerini bir kenara bırakalım sadece Menşevik
ve Bolşevik partilerin durumu yukardaki tespiti
çürütmeye yeterlidir. Menşevikler zor ilkesini, kp
önderliğini, proleterya diktatörlüğünü devrimin
sürdürülmesi anlayışını da kabul ediyorlardı’ 1917
sosyalist devrime kadar da Menşeviklerin
programı azami ve asgari hedefleri teorik olarak
aynıydı. Parti iki kanada ayrılmasına rağmen
Menşevikler bu ilkesel Marksist kabulleri hiçte
değiştirmediler, reddetmediler, aksine bu kabulleri
tek sürdürücüleri olduklarını daima ileri sürdüler.
Peki teorik olarak ve programsal kabuller mi
Menşeviklerin niteliğini değiştirdi, ya da belirledi.
Ya da bu temel Marksist ilkeleri kabul ettikleri için
mi ‘’ komünist’’ nitelikleri ne yaparlarsa yapsınlar
korundu(!) Korunmuşmuydu!? Hayır! Menşevikler
bütün stratejik ve temel önemde olan taktiklerde
çuvalladılar ve sınıf işbirlikçi nitelikleriyle bir akım
olarak yolların devam etmişlerdir.Çünkü Menşevikler bu temel ilkelerini kesin kabulünü ta baştan
ilan etmelerine rağmen örgütsel ilkelere,devrimci
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
sınıf savaşına (1905 devriminde halkın önünde
savaşmaya değil halkı sakinleştirmeyi seçmişlerdi)
devrim arabalarını kullanmayan taktik ve stratejik
meselelerde tutarsız ve oportünistçe yaklaştılar.
İşte bu pratik yönelim ideolojik, politik
oportünizmle damgalanmasına yetti. Demek ki
hiçbir şekilde ‘’program buna bağlı olarak strateji
ve taktikler bir KP’nin niteliğine etkisi olmaz,
niteliğini bozamaz ve belirleyemez.’’ Denmesi
kabul edilemez. Bu tarihsel deneyimler açısından
bilgisizliktir. Teorik ve pratik amaç arasındaki kesin
uyum zorunluluğunu da yerle bir eden bir
anlayıştır.
1917 şubat devrimden Menşevikler burjuvaziyle –ki programları bile Bolşeviklerle devrim
kadar aynıydı- hükümeti paylaştılar. Sınıf işbirlikçi
taktik ve strateji izlediler. Bolşevikler ise 1905 te
izledikleri gibi 1917’de de devrimci iktidar hedefli
strateji izlediler. Burada izlenen strateji ve taktikler
nasıl olur da Menşeviklerin niteliğini belirlemez
diyebiliriz?
Bunu diyemeyeceğimize göre KP’de
devrimin yolu stratejisi ve taktiklerde oportünist
çizgideyse MLM ilklerini kesin kabulü programına
yazsa da pratikte komünist siyaset açısından hiçbi
değeri olamaz.
1930 yılında tartışma makalesinde Lenin’e
saldıran Slutski’ye Stalin şöyle cevap vermiştir.
Slutski, Lenin’in savaş öncesi oportünizmle
uzlaşmış ya da yeterince mücadele etmemekle
suçlamıştır. Slutsky diyordu Stalin. ‘’Lenin’in ve
Bolşeviklerin uzlaşmazlığını gerçekten sınamak
istiyorduysa yazısında tek tek belgeleri ve iki üç
özel mektubu temel almak yerine bolşevikerleri
eylemler, tarihleri davranışları temelinde sınaması
gerektiği açık değil midir?’’ cilt:13 sayfa:92 Stalin
Devrim stratejisini bu drerece önemsizleştiren gerçek bir stratejiye sahip olmanlardır.
Nasıl ki bir insan kendisi için taşıdığı düşüncelerle
değerlndirilmezse aynı şekilde bir KP de kendisi
için yaptığı tanımlama, söyledikleriyle değerlemdirilemez. Nasıl bir devrimci savaş yürüttüğüyle ve
halka önderlik edip etmediğiyle değerlendirilir. Hiç
kuşku yokki bu sınanma stratejik ve taktiksel
95
Devrimci Halkın Günlüğü
doğruluk gerektirir ve partinin niteliğini belirler,
açığa çıkarır. Devrimin yolu aynı zamanda stratejik
yoldur, stratejinin bir partinin niteliğinde belirleyici
olmadığı ifade etmek, teoride devrimci pratikte
sınıf işbirlikçisi, opotünizme,reviyonizme evrilme
durumu nu görememektir.
‘’Biz değişimciyiz değişim yaptık. MLM
temel ilkelere bağlıyız, devrimin yolu, strateji
önemli değil, niteliğimize etkisi olmaz.’’ Sonucuna
varmak kaypakkayacı partinin 42 yılllık siyasi ideolojik politik anlayışını mezara gömmektir.
Oportünizsttir, çünkü ‘’değişim felsefesiyle’’ strateji ve temel taktikleri örgütsel hattı önemsizleştiriyor. Devrimin yolunu devrimci temelden koparıp
doğru dürüst tespit etmeyen, edemeyen partinin
komünist olamayacağı gerçeğini reddediyorlar.
Politik hatta oportünizmin kesin kabulü ancak bu
şekilde cüretkar ifade edinilebilirdi. Parti içinde
MLM temel ilkelerin kesin kabulüne sahip olmasına rağmen sağ ve sol akımların türediğini de
reddetmektedir. Çünkü sağ yada sol çizgiler
izledikleri taktik ve stratejik hatta tasfiyecilikte rol
oynarlar. Bu eğilim ve akımlara ‘’ama MLM temel
ilkelerine inançları kabulleri tamdır mı’’ diyeceğiz.
Bu gülünçtür yoldaşlar.
Almanya komünist hareketi Kautsky
önderliğinde 1914 de Rozona’nın deyişiyle bir
ceset haline geldiğinde yukarıda saydığımız bütün
Marksist ilkeleri kabul eden ideoloji program örgüt
ilklerine sahiptiler. Ama Kautskyci akım 1. Paylaşım
emperyelist dünya savaşında Alman burjuvazisini
avrupadaki 2. Enternasyol üyesi sosyalist partileri
nerdeyse tamamı aynı çizgideydi. Vatanseverlik
politikasıyla kendi burjuvazisini desteklediler. Siaz
buna ister strateji ister temel taktik deyin ama bu
hat Almanya sosyalist hareketinin Kautskyi takip
eden kanadını bir ceset haline getirdi. Demek ki
strateji taktikler partinin niteliğini belirleyebiliyor.
Bu gerçekler nasıl inkardan geline bilinir.
Diğer açıdan ‘’her türden yenilik ve
değişim karşısında tahammülsüz olan yoldaşlar
öncelikle içeriğe bakmak zorundadır.’’ HG sayı:72
2013 ) denmektedir.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Yine ‘’ değişime ayak direyenler tutuculardır’’ vb
kesin belirlemelerle itaat emreden,önden ilanla
karşı eleştiriyi ‘’tutuculuka’’ damgalayan bakış açısı
sakat ve ölçüsüzdür. Elbette stratejiyi, taktiklerde,
politik hatta ,diğer ifadeyle devrim yolunda
oporünizm mevcutsa komünistlerin görevi bu
sapmaya karşı tutarlıca mücadele olacaktır.
Yoldaşlarını ‘’tutucu,geri, eski, gayri diyalektik,
hesapçı’’ vb tanımlamalarla eleştirenlerin önünü
almak mümkün olmaz. Parti eleştirilerin önünü
tıkamayı değil, demokratik olarak eleştiriyi teşfik
etmek durumundadır.
Öncelikle değişiklerin içeriğine bakmak
her eleştiriyi yürütenin görevi ve tutumu olmalıdır.
Fakat KP
içeriğini açıklamadığı stratejiye
yoldaşlarını nasıl değişime karşı duran tutucular
olarak
suçlayabilir!Halkı
ve
yolddaşlarına‘’değişimimizi eleştirmeyin, size
söylediğimiz biçimde yorumlayın ve değerlendirin’’ diyen başka bir parti yoktur. Bağışlayın ama
varsa biz bilmiyoruz.
Değişimin zorunluluğunu, stratejiyi,i
örgütsel çizgi değişikliğini hiç kuşku yokki halkımız,
komünistler,
dostlarımız
değerlendirecektir.
Değişim sloganı çekici olsa da ,onun çekiciliği şayet
opotünzimle lekelenmişse proleter bilincin kızıl
eleştirisiyle karşılaşacaktır. Şayet nesnel koşullara
uygunsa örgütsel ilkleri çiğnememiş tam iradeyi
yansıtmışsa devrimci gelişmelere ışık olacaktır.
(fakat bu vasıfları taşımadığı anlaşılmıştır. gerçekten net olarak anlaşılmaya başlandıktan sonra
bunu eklemeyi gerekli görüyoruz.)
Söz konusu perspektif yazısındaki tutarsız
gayri MLM anlayışa karşı duruduğumuz gibi ‘’tam
bilimselci değişimin’’ içindeki opotünizme de
tereddütsüz karşı duracağız. Devrimci olanı geliştireceğiz. Her şeye rağmen stratejiyi değil de, bu
gereksiz, zararlı öncü depremi konuşmak, konuşmak zorunda kalmak gerekli derslerin çıkarılmadığını göstermektedir. Söz konusu yazı MKP
Tutsaklar tarafından içerik ve yöntem açısından
çok hızlı bir refleksle hatalı bulundu.
96
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Devrim Yolunda, 42. Yılın da
Partimize Bin Selam!
Devrimci işçi sınıfı, emekçi köylülüğün ve
geniş halk kitlelerin KP’sinden başka kurtuluş aracı
yoktur. Komünist önderliğinden vazgeçilmez
önemi kavranmadan emperyalist haydut güçler ve
iş birlikçi sınıfların ezilen sınıflara dayattığı modern
köleliği ortadan kaldırmak için uzlaşmaz bir çizgide
sürdürülen devrimci savaşın içeriği ve görevleri
anlaşılamaz. Yokluk, yoksulluk, sefalet çekilmez
boyuta vardığında, isyan ve ayaklanmaların patlak
verdiği koşullar oluşmasına rağmen ezilen sınıflara
önderlik edilmediği gibi her tarihi dönem de halk
kitleleri devrimci proletarya iktidardan yoksun
kaldılar. MLM politik bilinç ve siyasi amacı derinden kavrayan herkes KP’nin devrimci iktidar için
biricik savaş örgütü olduğunu bilir. Kitlelere önderlik etmek, komünist bilim ışığında devrim amacına
bağlılık, demirden disiplini olmayı ve ilkelerine
bağlı kalmayı gerektirir.
MKP komünist önder İbrahim Kaypakkaya
önderliğinde 24 Nisan 1972’de Enternasyonal
Komünist Hareketin bir kolu olarak tarih sahnesine
çıktı. ‘’Devrim yolu, strateji, temel taktiklerin KP
niteliği üzerinde belirleyici olmaz’’ diyen küçük
burjuva oportünist anlayışların aksine Kaypakkaya
hattı ulusalcı, Kemalist, parlamenterist, reformist
akım ve eğilimlere karşı ideolojik mücadele içinde
ve küçük burjuva örgütlerle benzerliği olmayan
devrim yoluyla ortaya çıkmıştır. Bu anlamda 72
Nisan güzergahı sapmaz bir kararlılıkla doğrudan
devrime çıkar. Kaypakkaya çizgisi MLM’nin teorik
ve pratik uygulayıcı çizgisidir. Marksizmin burjuva
ideolojisi ile barıştırılması olanağı yoktur olamaz.
19. ve 20 yy da devrimci proletaryanın burjuvazi ve
feodal sınıflara karşı savaşımında da kanıtlandığı
gibi.
MLM sadece ve sadece devrimci proletarya ve
ezilen yığınların devrimci iktidar mücadelesinin
silahıdır. Her türden gerici sınıfların ezilmesinin
teorisi ve pratiğidir. Kaypakkaya’nın Halk Savaşı
diyalektik çizgisi hiçbir koşulda proletarya
diktatörlüğü amacından sapmaz. Bütün devrimci
politik biçimleri bu doğrultuya uygun ete kemiğe
bürünür. 1970’lerden günümüze Kaypakkaya
çizgisini kendi oportünist anlayışlarına, ilkesizliklerine devrimci savaş çizgisinden uzaklaşıp
yozlaşarak, amaçta kararsızlaşmış örgütsel çizgilerine uydurmaya çalıştılar, ama başarılı olamadılar.
Çünkü Kaypakkaya mücadele hattı hiçbir koşulda
lafı dolandırmadan kendisini dışa vuran komünist
ideolojik netliğe sahip olmakla karakterizedir. Bu
perspektife uygun olarak da devrimci savaşın
rotası olmuştur.
Oportünizm ulusal değil, genel uluslar
arası bir nitelik taşır. Kaypakkaya hattı Marksizmin
kapitalizm eleştirisini daima esas aldı. Bütün
oportünist türevlere karşı ideolojik mücadele
duruşunu korudu ( ideolojik mücadele görevini
yeterince yapamadığı da unutulmamalıdır ).
Sadece Maoizmi reddeden Hocacı anlayışlara
değil, burjuvazinin pişirip yeniden sürdüğü küreselleşme teorileriyle emperyalizme yeni boyutlar
getirme uğraşına girip Kautsky, Troçkist teorileri
yeniden dirilten reformist - oportünist akımlara
karşı durdu. Küreselleşme safsatasıyla emperyalizme yeni bir boyut getiren oportünizme birinci
kongre cevap oldu. Kaypakkayacı çizgi bu günde
Leninist emperyalizm bakış açısından şaşmayarak
komprador kapitalizme ‘’ yeni’’ kılıflar biçen
Kautskyci anlayışlara karşı kararlıkla karşı durmayı
sürdürecektir.
97
Devrimci Halkın Günlüğü
Toplumsal sınıfsal harekete bağlı olarak
değişim zorunludur. Fakat değişim teorileriyle
devrimci savaş çizgisini terk etmenin, gerilla
savaşını tali duruma düşürmenin gerekçeleri
üretilemez. Kaypakkaya devrim yolu radikal
araçlarını elinden bırakmayı daima reddeden,
ideolojik berraklığa ve siyasi kararlılığa sahip oldu.
Bu nitelik partimizin komünist özünden ileri gelir.
Kaypakkaya bir avuç militanla yola
çıkmıştı. Partimiz 42 yılı geride bıraktı. Daima
amacına bağlı kalarak, beş parti genel sekreteri ve
yüzlerce kadro savaşçısını yitirdi. Bütün fiziki imha
saldırılarına rağmen devrimci amaca bağlılığı
engellemedi. Partinin ideolojik özü ve siyasi amacına bağlı, can bedeli savaşan ve şehit düşen
yüzlerce yoldaşımızın devrimci çizginin uygulayıcıları olduğunu kimsenin unutmaması gerekmektedir. Ezilen sınıfların kurtuluş mücadelesi
büyük bedellerle sürdürülmektedir. Süleymanları,
Kazımları, Cüneytleri, Caferleri anmak, partinin
tarihsel yürüyüşüne, devrimci amacına bağlı
kalmayı ve her türden tasfiyeci oportünizme karşı
durmayı, devrimci savaşı geliştirmeyi gerektirir.
Partinin doğuşu ile 42 yıllık mücadele birbirinden
ayrıştırılamaz. Tarih bilinci taze ve diri tutulmalı.
Kaypakkaya emperyalist işbirlikçi burjuvazinin fetihçi, en gerici, en vahşi, ırkçı dinle harmanlanmış Türk milliyetçi ideolojisinin ezilen sınıflar
içindeki temsilcisi durumunda olan sosyal
şovenizmin kabuğunu çatlatmakla kalmadı, ezilen
Kürt ulusu ve çeşitli azınlıkların uğradığı ulusal
baskıyı analiz etti. Sosyal şoven anlayış bugün
üstünü örtse de Kaypakkaya ezen Türk ve ezilen
Kürt ulusundan komünistlerin ikili görevlerine
işaret ederek vurgulayarak ezilen sınıfların örgütlenme yolunu gösterdi. Bugün barış sloganlarıyla
ortalığı bulandıran, seçimle halk iktidarını kuracaklarını ilan eden, ezilenlerin özgürlüğünü KUH’ne
havale eden kuyrukçu ‘’komünistlerin’’ aksine
Kaypakkaya çizgisine ezen Türk ve ezilen Kürt ulusu
ve çeşitli azınlıklardan ezilen sınıfların KP önderliğinde kendi bayrakları altında ilerleyerek ancak
kurtuluşa ulaşabilecekleri vazgeçilmez ilkesi damgasını vurmuştur.
Açık ve net olarak Kaypakkaya yolunda
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
ilerlemek proleterleşmek her türden burjuva
eğilime meydan okumaktır.
Partimiz sadece hatalarına karşı özeleştiri
yapmakla diğer küçük burjuva sosyalistlerinden
ayrışmakla kalmaz, aynı zamanda iki çizgi mücadelesini güvenceleyen demokratik merkeziyetçilik
ilkesini de esas alır. Maoist safları zehirleyen
darbeci tasfiyeci eğilimler türese de Kaypakkaya
hattının demokratik merkeziyetçilik ilkesel özü
silikleştirmek kadar net tarihe kazınmıştır. Darbeciliğe, onu yaratan öznelciliğe, uzlaşmacılığa, hatalara sessiz kalmaya, ilkeler üstünde tepinmeciliğe,
nesnel koşulları kendine uyduran subjektivizme ve
öz olarak MLM den her türlü sapmaya karşı başta
işte ve dışta mücadele etmek vazgeçilmez bir
ilkedir. Kaypakkaya oportünist anlayışları sözünü
bir mızrak gibi batırmıştır. Bu gerçeği akılda tutarak
bugün belirgin ve en büyük tehlike olarak dizginsiz
olarak ilerlemiş partinin boynuna değirmen taşı
gibi asılmış olan sağ tasfiyeciliğe karşı ideolojik
mücadele yürütmek en belirgin görevdir. İlkesel
olarak partinin demokrasisini çiğneyen eğilimler
daima örgütsel oportünizme düşen ve kendilerini
düzeltmeyi başaramayan KP’lerin savrulup
gittikleri bilinmektedir.
Kaypakkaya önderliğinde Marksist çizgi
işçi-köylü yığınlarının eylem ve direnişlerinin kitleselleştiği dönemde doğdu. Kitlelerin kendiliğinden
yükselen eylemlerine oportünist anlamlar yükleyerek kendiliğinden kitle hareketinin kuyrukçuluğuna düşmedi. Aksine oportünist sapmalara
kendiliğinden doğan kitle isyan direnişlerine tapan
anlayışlara karşı mücadele yürüttü. Kitlelerin tek
kurtuluşunun KP önderliğinde ve devrimci savaş
çizgisinde olduğunu teori ve pratiğiyle ortaya
koydu.
Bu anlamda Gezi halk hareketini överek
göklere çıkardıktan sonra gözler, seçimleri, parlamentoyu, reformları, barış sloganlarını, mahkemelerde adalet anlayışlarını, hükümeti istifaya davet
etmeleri dışında bir şeyi görmeyen, halk hareketlerinden devrimci dersler çıkarmayarak
kendiliğinden patlak veren isyana, kendiliğinden
hareket kuyrukçuluğuna savrulan gayrı MLM çizgilerle Kaypakkaya hattı net olarak ayrışır.
98
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Oportünizm bir yandan ayaklanmayı överken diğer
yandan güçsüzlükten, tasfiyecilikten bahsedip
burjuva demokratik talepleri aşamayan talepleri
güncel anın temel sloganları olarak ileri sürüyor.
Kitleleri devrimci savaşa hazırlama, her türden
kölelikten kurtulmanın radikal araçlarına sarılmayı
değil seçimleri, hükümeti teşhir etmeyi, ‘’bir oyun
büyük öneminden’’ dem vuruyor ve görev olarak
tespit ediyor.
Partimiz bütün taktik ve mücadele
araçlarını devrim amacına uygun belirler. Dünya
Türkiye-K.Kürdistan da (geniş anlamda Kürdistan)
devrimci isyan ruhu halk hareketi gelişiyor. Kapitalizmin genel bunalımı derinleşiyor. Devrimci durumun varlığı radikal araçları güçlendirmeyi, devrimci savaşı geliştirmeyi bir görev olarak partimizin
önüne koymuştur. Halk hareketinin isyan ruhunun
gerilla savaşıyla bütünleştirilmesinin tarihsel
şartları dünden daha uygun hale gelmiştir. Orta
doğuda, batı Kürdistan da, Irak, Suriye de çok
çabuk iç savaşa dönüşen gerilla savaşının olmazsa
olamaz biçimleriyle sürdürülen savaşlardan doğru
sonuçlar çıkarmak gerekir.
Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın
kalıba döktüğü partinin sağ tasfiyeciliği aşarak iç
sancıları dindirecektir. Karamsarlığa, yılgınlığa yer
yoktur. Cüneytin, 17lerin ısrarını sürdürmek
devrime bağlılık faşist diktatörlüğe meydan
okumaktır. Tarihsel yazgı devrimci pratikle yazılacaktır. Kaypakkaya çizgiyi ilerletmeye değil de,
komünist özü oportünizme uydurmaya çalışan şu
yerde bu eğilim devrimci gerçeklerin duvarına
çarpacaktır. Tarih yığınla süslü lafla büyük program
ve taslaklarla kendini ilan eden ama devrimci
pratikte sınıfta kalan az parti ve büyük teorisyene
tanıklık etmedi. Tarihte proleter kızıl bayrağa
bulaştırılan bütün oportünist ilkeler devrimci işçi
sınıfının kararlı mücadelesiyle sökülüp atıldı.
Bugünde böyle olacaktır.
Maoist tutsaklar Kaypakkayanın MLM
ideolojik hattına bağlı olarak 24 Nisan 1972 güneşini, Maoist partisinin doğuşunu selamlıyorlar.
99
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Komünizm Amacına Adanmış 17’leri
Parti İdeolojisi, Siyasi ve Politik
Özüyle Kavrayalım!
Sınıf mücadelesi tüm keskinliğiyle devam
ediyor. Bir yandan halk kitlelerinin isyanı, direnişi,
başkaldırısı, diğer taraftan emperyalizmin uşağı
faşist diktatörlüklerin ölüm kusan amansız
baskısı… Türkiye - K.Kürdistan geniş ve tam ifadeyle Kürdistan ve Ortadoğu da devrimci koşullar
durulmak bir yana daha da olgunlaşmıştır. Devrimci koşulların gücü halkın direnişi her türden savruk,
yılgın, karamsar, laçka ve kararsız eğilimlerin
bertaraf edecek kadar güçlüdür. İşçi sınıfı, emekçi
köylülük, geniş halk kitlelerinin iktidarı için devrimci savaş çizgisi geliştirilmedikçe önderlik görevi
yerine getirilemez. Devrimci savaştan uzaklaştıkça
yakınma, yılgınlık, karamsarlık, ilkesizlikler kaçınılmaz çizgi haline gelmiş demektir. Bu aynı zamanda
devrimci rotadan sapma anlamına gelir.
MLM devrim ideolojisidir. Fakat sadece
lafızda Marksist ideoloji benimsenilemez. Marksizme gerçekten bağlı olmanın tek ölçütü devrim
amacı uğruna tutarlıca savaşmaktır. Bu nedenle
Kaypakkayacı parti saflarında adanmışlık ruhuyla
kendini devrime adamak ve kızıl nehrin birer damlası olabilme onurunu yaşamak aynı zamanda
MLM ideolojiyi benimsemenin ifadesidir.
Kısaca da olsa devrimci duruma dikkat
çekerek devrimci koşulların bizden yana olduğundan söz ettik. Fakat kendi kendine devrim
olanaksızdır. Devrimin olabilmesi için uygun
şartların yanında Komünist önderliğin olması
zorunludur. Halkın ortaya çıkan özgürlük, eşitlik ve
kurtuluş bilincini ve arzusunu bu gün parlamento
kürsülerinde sürdürmeye ant içmiş reformist,
parlamenterist akımların aksine Kaypakkayacıların
yolu devrimci savaş yoludur. Hakim gerici sınıflarla
uzlaşma değil, devrimci iktidar yoludur.
Bu devrimci perspektif 42 yıldır yüzlerce şehidimizin kanıyla tarihe yazıldı. Kendini devrim amacına
adamış, yoldaşlarımızın fedakarlığı, halkımızın
özverili, bedel ödeyen tutumuyla kızıl bayrağımız
bu günlere taşınmıştır. Bu gerçekliği unutan,
küçümseyenler partimizden kopanlardır. Parti
tarihini anlamayanlar özünde Türkiye- K.Kürdistan
devriminde rotasını şaşırmış küçük burjuva
anlayışın esiri olanlardır.
‘’İbrahim Kaypakkaya savaş çağrısıdır!’’
şiarıyla mücadelede bedellerle taşınan bir çizgi
ruhudur. Başlı başına devrim perspektifi doğrultusunda durmaksızın ileri atılmayı emreder. Bizim
için yoldaşlarımızı anmak tıpkı İbrahim Kaypakkaya
yoldaşa gösterdiğimiz yaklaşımla bir savaş çağrısı
anlayışıyla hareket etmektir. Direnmek, savaşmak
ve kazanmaktır. Engelleri aşmaktır. Oportünizme
karşı MLM ideolojisini ve devrim amacını savunmaktır. Bu düşünce parti ruhumuzun canlı
dinamiğidir. Bu nedenle şehit yoldaşlarımızı
anarken devrimci savaş çizgisinin somutlaşmış
değerleri olarak onları büyütmeyi, Marksizmi
milyonlarla buluşturmayı esas alırız. 17’leri
anarken diyoruz ki “17’ ler savaş çağrısıdır! “
Devrimci bilincimizi bulanıklaştırmaya koyulan
oportünizmin zehiri bizi güçten düşürmeye çalışsa
da hiçbir güç partimizin yarattığı ideolojik, siyasi,
politik, kültürel ve ahlaki bilinci silikleştiremez.
Nesnel şartları kendi öznel düşüncelerine
uydurma gayretine girenler parti tarihini ve
çizgisinde aynı anlayışla kendi öznel fikirlerine
uydurmaya koyulmaktadır. Devrim hareketi çelişkisiz değildir.Maoist harekette ve genel olarak
devrim hareketinde de sınıf mücadelesinin parti
içinde ki ifadesi olarak proleter düşünceler
100
Devrimci Halkın Günlüğü
ile burjuva düşünceler daima çatışma halindedir.
Oportünizm devrim hareketi içinde palazlanır, ama
kaynağı burjuva fikirlerdir. Bu nedenle partimizi
devrim amacından saptıracak olan oportünizme
karşı sürekli olarak mücadele etmek zorunludur.
Tarihimizden doğru dersler çıkartarak güne yanıt
olalım…
“17’leri anmak savaşmaktır” şiarı ideolojik, siyasi, politik olarak üç yönüyle incelenmelidir.
Şayet bu bütünsellik içinde incelenmezse 42 yılda
devrim ve komünizm amacı uğruna çekinmeden
canını veren yüzlerce yoldaşımızın yarattıkları
değerleri anlayamayız.
17’ler aynı zamanda 1. Kongremizin ideolojik, siyasi, politik önderleridir. Onların tarihinde
hapishanelerde ölüm orucu direnişi ile gerilla
savaşında kızıl namluların birliği vardır. 17’lerin
yolu devrim yoludur; sözü ve özü birdir. Partimizin
siyaseti bir bütündür. Her hangi bir birey ve grubun
değildir, kolektif ruhla ve ilkelerle örgütsel halkalarla birbirine bağlıdır. Maoist tutsakları halktan,
partiden tecrit etmek düşmanca bir tutumdur.
Komünist tutsakların mücadeledeki yerini kavramayanlar devrime önderlik edemezler.
17’ler 1. Kongre ile MLM ideolojisini tavizsiz savundular. AB “demokrasisini” bayraklaştıran
parlamenterist, reformist akımlara yanıt verdiler.
Kürt ulusunun devlet kurma hakkını “barış” aldatmacasıyla inkar eden KUH’nin uzlaşmacı burjuva
çizgisine; KUH’ nin “barış” siyasetinin entegrasyoncu özünü komünist kılıfla alkışlayan küçük burjuva
devrimci örgütlerin savrulmalarına net ve açıkça
karşı duruldu. Bu gün bu cephe genişlemiş olsa da
ne kadar devrimci çizgi ile ideolojik mücadele
verildiği daha iyi kanıtlanmıştır. Kürdistan işçi sınıfı,
emekçi köylü halk kitlelerinin devrim uğruna
mücadelesini, nihayi sınıfsal çıkarlarını bir kenara
atıp, devrimi KUH’ne havale eden ve kendisini Türk
halkının temsilciliğiyle sınırlayan her türden
oportünist inceltilmiş sosyal şoven anlayışı reddetmesini bildiler.Türkiye- K.Kürdistan’da Kürt, Türk ve
çeşitli azınlıklardan işçi sınıfı, emekçi köylü halk
kitlelerinin tek kurtuluşunun komünist bayrak
altında gerçekleşeceğine dair siyasi çizgiyi MLM
ideolojiyle savundular.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Çoktandır “Kürt halkının destekçisi” haline gelip
Kürt ulusunun devlet kurma hakkını inkar eden
siyasi hattın ortakçıları durumuna gelen oportünist
bloğun Türk halkıyla kendisini sınırlayan küçük
burjuva devrimciliğine karşı ideolojik mücadeleyi
yükseltmemiz gerektiği apaçıktır.
İDEOLOJİSİ DEVRİMCİ OLMAYANLARIN GELECEĞİ
KARANLIKTIR. İDEOLOJİ BÜTÜN SİYASETİMİZİN
CAN DAMARIDIR. BU ANLAYIŞA BAĞLI KALAN
ÖLÜMSÜZ YOLDAŞLARIMIZDA ÖĞRENMESİNİ
BİLELİM.
17’ler 1980’lerde beri burjuvazinin parlatıp piyasaya sürdüğü “ Küresel kapitalizm” yada
“Küresel emperyalizm” neo-libaral ( yeni kapitalist
diye okuyun) ideoloji saldırılara 1. Kongre ile karşı
durdular. Leninist emperyalizm teorisini reddeden
bu aldatmacalara yanıt verildi. Dünya ulus ve
halklarının zenginleşeceğini artık kapitalizmde
savaş değil entegrasyon ve uzlaşmanın esas hale
geldiğini yeni bir çağın başladığını, dünya üzerine
mutluluk ve özgürlüğün yayılacağını vaaz ediyorlardı. Onlara göre sınıf savaşımı son bulmuş, ideolojiler ölmüş, komünizm devride kapanmıştı.
Çünkü sanki 1900’lerin başından beri sermaye
uluslararasılaşmamış gibi sermayenin çok uluslu
hale gelerek ulusu ve sınırları geride bırakarak artık
uygar ulusların yeni uluslara kültür ve uygarlık
taşıyacağı ve buna bağlı olarak emperyalist
kamplar arasında uzlaşmayla artık emperyalist
savaşların tarihe gömüldüğünü belirten safsatalar
yığını çok geçmeden gerçekler karşısında hükmünü
yitirdi. 17’ler partimizin Leninist emperyalizm
teorisiyle bu safsatalara yanıt verdiler. Komünizm
ideolojisini sınıf savaşının son bulduğu, emperyalizmin gerçek niteliğini gizleyip değiştiğini ileri
süren Fukuyamacı, Hungtigtoncu burjuva teorilerin birer ideolojik aldatmacadan ibaret olduğunu
1. Kongre ile ilan etti.
Marksizme ihanet eden 2. Enternasyonelci
çizginin çeşitli versiyonlardaki devamcıları bütün
dünyada “ Küresel emperyalizm” teorisine dört
elle sarıldılar. Bildiğimiz emperyalizmin saldırgan,
fetihçi, sömürgeci en politik gerici niteliğini gizlemeye hizmet ettiler. Türkiye- K.Kürdistan da reformist partiler, Hocacılar, Troçkistler, Kautskyi yeniden
101
Devrimci Halkın Günlüğü
dirilten oportünist akım Leninist emperyalizm
teorisini yozlaştırıp özünde inkar ettiler. “ Küresel
emperyalizm” anlayışının savunuculuğunu yaptılar.
MKP 1.Kongresi ile burjuvazinin bu safsatalarına cevap vermemiş gibi bu gün partimizin
içinde türeyen, ama belirgin karakteriyle parti
ideolojisi, siyasi amacı ve politik stratejik çizgisinden kopan oportünizm “küresel emperyalizm”
anlayışının savunucusu haline geldi. Bu mudur
17’lerin çizgisine bağlılık. Bu mudur Kaypakkaya’nın kızıl güzergahında ilerlemek.(!)
Kautskyçiliği, Troçkizmi, Hocacılığı nasıl
Marksizm, Leninizm, Maoizm ile
kaynaştıra
bilirsiniz? Ya Leninist emperyalizm teorisini yada
burjuvazinin “ küresel emperyalizm “ safsatasını
savunacaksınız. Partimizin çizgisini yozlaştıran
oportünist, tasfiyeci, darbeci çizgi “ küresel
emperyalizm” anlayışını savunduğunu ilan etti.
Bir kez daha ilan ediyoruz: Revizyonizmi
değil Marksizmi savunun ve uygulayın diyoruz.
Bizler Leninin yolunu partimizin çizgisine bağlı
kalan 17’lerin yolunu takip ediyoruz. Sağ tasfiyeci
–revizyonist safsatalara 17’lerin savunduğu parti
ideolojisi Marksizm , Leninizm, Maoizm ile karşı
duracağız . Bizler tamda 17’leri bu ruhla anıyoruz.
17’ler 1. Kongre ile emperyalizm –proleter
devrimler çağında “serbest rekabet ve serbest
ticareti” geri getiren ve ideolojik manipülasyon
yapıp kapitalizmi şirinleştiren politik gerici özünü
gizleyen omurgasız Kaustkyci, Hocacı, Troçkist
kırması saldırılara yanıt verirken, bu akımların
Marksist sınıfsal bakış açısını yozlaştıran ve
devrimin itici güçlerini, dostlarını, ittifak güçlerini
muğlaklaştıran teorilerine cevap verdiler.
Ezen ve ezilen ulusun olduğu Türkiye-K.Kürdistan da emekçi köylülüğün devrim
mücadelesindeki yeri ve önemini yok sayan,
köylülüğü devrimin ittifak gücü olarak görmeyen
Troçkist- Hocacı kırması revizyonist anlayışlara
karşı ideolojik mücadele verdi 17’ler. Onlara
kapitalizmin hakim olduğu Rusya da Leninizmin
işçi-köylü devrimci ittifakı üzerine kurulu işçi-köylü
devrimci iktidarını tarihsel deneyimleriyle
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
hatırlamasını bildiler. Sosyalizmi yaşayan Rusya da
halen köylülüğün bir sınıf olarak varlığını koruyorken, tamamen ortadan kalkmamışken komünist
maskesi takan Troçkist kafalılar köylülüğü ittifak
gücü olmaktan çıkardılar. Emperyalist tarım
tekellerinin gıda ihracı istilası karşısında olağan
üstü zor şartlarda üretim yapan milyonlarca yoksul
köylünün varlığını görmezden geldiler ve devrim
mücadelesindeki rolünü inkâr ettiler. Onlara göre
köylülük sınıfı tamamen yok olmuştu.
Partimizin anlayışı netti: Emperyalizmin,
yarı sömürgesi Türkiye ve dört devletin ulusal
boyunduruğu altında olan Kürdistan ve dar anlamda K.Kürdistan da köylülük oranının azalması
emekçi köylü sınıfını devrimin ittifak gücü olmaktan çıkarmaz. Bu bilinçle 17’ler Marksist ideolojik
netlikle sınıflar mevzilenmesi, dost ve düşman
güçleri birbirine karıştıran, çarpıtan TroçkistHocacı kırması revizyonist anlayışlara cevap verdiler.
Bugün darbeci niteliğini sonsuza kadar
gizleyebileceğini sanan oportünist anlayışın “ 3.
Kongre” çizgisinde somutlaştığı görülmek zorundadır. Kaypakkaya çizgisini temsil iddiasıyla konuşmayı sürdüren bu çizgi devrim mücadelesinde
işçi-köylü ittifakını reddetmiştir. Üstelik bu
revizyonist siyasi çizgiyi Maoistlerin devrim doğrultusu olarak sunmaktadırlar. 17’ler Marksizm,
Leninizm, Maoizm perspektifiyle bu TroçkistHocacı revizyonist anlayışı mahkum etmişti.
Köylülüğün- oranının azalması belirleyici olamazdevrimdeki rolünün reddedilmesi Troçkizmdir.
MLM ideolojiye bağlı olarak partimizin
proletarya diktatörlüğü bakış açısını devrim zor
araçlarıyla buluşturulmasında 17’ler asla tereddüde düşmediler. Ülkemiz şartlarında devrimci
iktidar uğruna gerilla savaşını büyütmenin adı ve
eylemi oldular. Çocukların sokaklarda kurşunlandığı şartlardayız. Zora zorla karşı koymanın
radikal temel aracı olan gerilla savaşını tali plana
düşüren bütün oportünist, reformist, legalist
anlayışlara dün meydan okudukları gibi bu günde
sağ tasfiyeciliğe karşı durmamızı militan, baş
eğmez komünist ruhlarıyla ve devrimci savaş
çizgisiyle bize gösterdiler.Savaştan bahsedip
102
Devrimci Halkın Günlüğü
askeri terimleri kullanmayı pek seven, ama gerilla
savaşını reddeden kimi küçük burjuva devrimci
örgütlerin tutarsızlığını açığa çıkaran ideolojik
mücadeleyi elden bırakmadılar.
Bu ve benzer savruk, çürümüş çizgilerin
burjuva özünü gösteren parti çizgisini 17’ler her
şart altında savundular( gösterdiler). Maoist saflarda türeyen sağ oportünist tasfiyecilik gerilla
savaşını tali duruma düşürdü. Üstelik dağlarda
binlerce gerilla varken, üstelik kurtuluş ve özgürlük
merkezi olan dağlara halkımızın ilgisi ve gerillaya
katılımı daha da artmışken…Bu mudur Kaypakkayacı parti çizgisine, 17’lere bağlılık.(?) Bu mudur
partimizin Marksist güzergahını ilerletmek.(?) Bu
ilerletmek değil, parti çizgisini revize etmektir.
Proletarya diktatörlüğünü açık ve net
savunamayana Marksist denemez. Çünkü proletarya diktatörlüğü en geniş demokrasidir. 17’ler
MKP’nin proletarya diktatörlüğü anlayışını savundu. Devlet, devrim iktidar anlayışında burjuva
fikirleri benimseyen akımlara karşı tutarlı ideolojik
mücadele yürüttüler.
Hükümet ve sınıf iktidarını birbirine
karıştıran Emep, Ödp ve bir çok küçük burjuva
örgütün nasılda MLM devlet öğretisini çarpıtmalarının altında yatan burjuva sınıfsal işbirlikçi
reformist, parlamenterist çizgiyi gösterecek nitelikte parti anlayışımızı savunmayı başardılar.
Partimizin ideolojik netliği yokmuş gibi
Maoist önderliği ele geçiren darbeci, tasfiyeci sağ
oportünizm partimizin devlet öğretisini çarpıttı.
Proletarya diktatörlüğünü lafızda kabul etsede ona
burjuva biçim vermeye koyuldu. Proletarya
diktatörlüğü yerine “emekçilerin devleti” ni koydular. Yığınla gayri bilimsel MLM ile ilgisi olmayan
düşünceler ileri sürdüler.
Partimizin MLM örgüt ilkelerine bağlı
olarak demokratik merkeziyetçi, iki çizgi mücadelesini 17’ler savundu. Darbeci anlayış ve tutumların reddedilmesinin ilkesel içeriği demokratik
merkeziyetçilik ilkesinin kavranması ve uygulanmasında anlaşılabilinir. Marksist örgütsel ilkelerin
ayaklar altına alındığı yerde, partinin komünist
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
çizgiden uzaklaşacağını, yenilgilerle ve ayrılıklarla
tanışmak zorunda kalınacağını tarih bize gösterdi.
17’ler partimizin örgütsel ilkelerini savundular.
Sanki MKP tarihinde yaşanmış örgütsel
ilkesizlikler mahkum edilmemiş gibi sağ tasfiyeciler
Kaypakkayacı partiyi derin örgütsel krize sürüklediler. Hemde partinin tam iradesini almadan
darbeci yöntemle gerçekleştirdikleri stratejik
değişikliklerle parti anlayışını revize ettiler ve
ilkelerinden koparak yaptılar.
Bütün bunların yanında 17’lerin siyasi
çizgisi tek ve yalın ifadeyle partimizin vazgeçilmezi
olan devrimdir. Devrimci amaç için politik çizgileri
ise devrimci savaşın somutlaştığı gerilla savaşıydı.
Disiplinli, güçlü bir partinin kumandasında gerilla
savaşını geliştirmek için bütün enerjileri ve
yetenekleriyle çalıştılar. Ne yazık ki halen alınan
darbenin yeri doldurulmuş değil… Yaşanılan parti
krizinin önderlik sorunundan kaynaklandığı da
apaçıktır.
17’ler sözü ve özü bir olan komünist
önderlerdi. Söyledikleri gibi yaşadılar ve ölümsüzleştiler. 17’ler parti çizgisini temsil ettiler. MLM’yi
savundular. Kautskyci, Troçkist, Hocacı kırması çizgi
ve fikirlerin Kaypakkayacı partide dikiş tutmayacağını tarihimiz göstermiştir. Sağ tasfiyeciler bu
olguyu unutmuşa benziyorlarsa, devrimci
komünist çizgi bu hakikati hatırlatacaktır.
İçimizde türeyen sağ tasfiyecilerin ileri
sürdükleri ideolojik, siyasi ve politik düşüncelerin
kötü örnekleri reformizmle, legalizmle, parlamenterizmle çoktan lekelendiler. 17’ ler hafızası
çürüyenlerin değil, devrim amacına, devrimci
savaş çizgisiyle, gerilla savaşı ruhuyla yoluna
devam edenlerin bilincindedirler.
17’ler yolunu takip edenler ilkesizliklere,
pasifizme, darbeciliğe, yasalcılığa karşı duracak,
devrim amacına ve Kaypakkayacı parti çizgisine
bağlı kalacaklardır. 17’leri anmak Kaypakkaya
güzergâhında ileri yürümektir.Yeni Demokrasi Aileleri olarak,17’leri bu komünist bilinç ışığında anıyor,
anmaya da devam edeceğiz. Ancak ve ancak 17’lerde somutlaşan ve geliştirip güçlendirmemiz
103
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
gereken partimizin MLM ideolojik, siyasi, politik
kararlığıyla devrim amacına bağlı kalınabilinir.
17’ler Kaypakkayacı güzergahın bütün
devrimci dinamiklerine bu günde en büyük
çağrıdır. Çağrılarına uymaya devam edeceğiz. Bu
saygı ve komünist bağlılıkla 17’leri anıyoruz ve
selamlıyoruz.
17’ler Yaşayan Savaş Siperlerimizdir!
17’ler Ölümsüzdür!
Mercanda Bir ses, 17’ler Ölmez!
YENİ DEMOKRASİ AİLELERİ BİRLİĞİ
104
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Yeni Demokrasi Aileleri Birliği Açıklaması
Merhaba Yoldaşlar;
Hepimizin bildiği gibi 1-2 ay içerisinde çok ciddi bir dönüşüm sürecinin yaşatılması dayatılıyor.
Buradan çok açıkça altını çizerek söylüyoruz; YDAB bu oportünist dönüşümün içerisinde olmayacağını,
oportünizme karşı devrimci mücadelesini tarihten aldığı inanç ve bilinçle sürdüreceğini huzurunuzda ilan
ediyoruz. Bu U dönüşü sürecinde tutsak yoldaşlarımızın tavrı, tutumu referansımızdır. Tutsak
örgütlülüğün çığlığını, sesimizi, soluğumuzu yaşamın her alanın da and olsun ki taşımaktan geri durmayacağız. Burada tutsak örgütlülüğün göndermiş olduğu yazıda şunu net olarak her birimize yalın bir şekilde
ifade etmişlerdir. Yazıda şu gerçekliğin altını çizerek bu tasfiyeci, darbe girişimi durdurulmadan aynı çatı
altında olmayacaklarını bildirmişlerdir. Biz Yeni Demokrasi Aileleri Birliği’ne de tutsakların bu tutumu
dışında kalmak düşmez. Tam aksine bu tutumu kuşanarak en önde siper olmak vazgeçilmez bir sorumluluktur. Bu sorumluluk bilinci ile burada bir kez daha sizlerin huzurunda açıkça söyleyelim ki; Ölümsüzleşen Yoldaşlarımızın arkasında ki sıkılı yumruğun ne ifade ettiğini ve tutsak yoldaşlarımızın bizlerden
neler beklediklerini çok iyi adımız gibi biliyoruz. Biz bu bilinçle yolumuza devam edeceğiz.
Yeni Demokrasi Aileleri Birliği’nin tüm yoldaşlara çağrısı; Beynimize vurulan zincirleri, ayaklarımıza takılan prangaları parçala ki; yürüsün sevgi yüklü, sevda yüklü, umut yüklü yoldaşlık sıcaklığımız
kıtalardan kıtalara…
Yeni Demokrasi Aileleri Birliği (YDAB)
Merkezi Yürütme 15 Mart 2014
105
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Emperyalist Çarklar Kırılır, Duvarlar Yıkılır.
Kürt ulusal sorunu siyasal özgürlük
sorunudur. Geçici tedbirlerle, reform paketleriyle,
Kürtlerin silahsızlandırılarak devlete entegre
edilmesi projesiyle çözülecek bir sorun değildir.
Sadece dil ve kültür sorunu da olmadığı kendiliğinden anlaşılır. Kürdistan’ın son yüzyıllık tarihine dört
parçada bakıldığında Kürtlerin en küçük haklarını
dahi savaşarak, büyük bedellerle elde ettikleri
görülür. Yine dört parçada hâkim ulus devletlere Irak, İran, Suriye, Türkiye ye- karşı kurtuluş
mücadelesinde barışçıl demokratik taleplerini
daima ileri sürdüler. Qasımlo 1980’lerde ‘’Kürdistan’a özeklik, İran’a demokrasi’’ talebini ileri sürse
de 1989’da Avrupa’nın göbeğinde İran ve çeşitli
emperyalist güçler organizasyonuyla katledildi.
İran bugün Kürt devrimcilerini sınır tanımaz gaddarlıkla idam ediyor. ABD, AB dünyanın herhangi bir
ülkesinde gazeteci, aydın, siyasetçilerin tutuklanmasını işine gelmediğinde hemen kınarken İran da
peşi sıra idam edilen Kürtler ve çeşitli ulus
azınlıklarından devrimciler ya da Batı Kürdistan da
katledilen Kürt halkı yada Roboski de Türk uçaklarının bombalarıyla bedenleri parçalanan halkımız
için bir kınama yaptıklarını duydunuz mu?
Duyamayız çünkü Kürdistan meselesinin tarihsel
ekonomik, siyasi arka planı vardır.( Bu olgu çıkarlarına uygunsa yarın Kürtlerin mücadelesini
destekleyebilecekleri gerçeğini de dıştalamaz.) Bu
arka plan 1914-18 savaşı sonrası bölüşülen Orta
Doğu da tabi ki petrol alanları üzerinde
anti-komünizm
cephesinin
emperyalist
egemenliğidir. Orta Doğu düzenin de Kürdistan
dört parçaya bölüşüldü. 1920’nin siyasal düzeni
yüzyılı doldurmak üzeredir. Emperyalizmin Kürdistan üzerindeki kanlı geçmişi anlaşılmadan bugün
KUS’ın özü anlaşılamaz.
Kürtler daima hâkim ulus ordularına karşı
savaştılar. 1919-30 arasında Güney Kürdistan da
İngiliz Ordusuna karşı da savaştılar. Fakat Kürt
ulusunun kürt halkının siyasal bilincinde emperyalist haydutların yer edinmesinden çok, İran, Türkiye, Suriye, Irak faşist devletleri ve orduları yer
edinmiştir. Bu yürüttükleri savaşın pratik bir
sonucudur. Fakat şu bir gerçektir ki, kukla işbirlikçi
bu devletlerin kürt ulusu üzerindeki egemenliğini
bizzat emperyalist güçler ( İngiltere, Fransa ve
1950’den sonra ise ABD devir almıştır.) tesis
emiştir. Bu yüzyıllık egemenlik ve kuşatma çemberi
halen kırılmış değildir.
Kürtler dört parçada savaşmaya devam
ediyor. Güney de Federe yapı olsa da baskı halen
sürüyor. Bugün Batı Kürdistan devrimi –Rojava
Kürdistan- İran, Irak, Suriye, Türkiye faşist
devletlerini korkutuyor. Bunlar Kürt düşmanlığın
da her zaman olduğu gibi bugünde ortaktırlar.
Qaideci Nusracı her türden cemaatçi kontra
güçleri, dinci çetecileri, işbirlikçileri, kendi uzman
sabotörleri, ajanları ve para, silah sağlamakla Batı
Kürdistan devrimini boğmaya çalışmaktadırlar.
Türk devleti Batı ile Kuzey Kürdistan arasında Nusebin’de duvar örerek kürt ulusuna karşı
tarihsel düşmanlığını, hâkimiyetin karanlık, sınır
tanımazlığını dışa vurmuştur.Faşist Türk devleti
Kürtlerin ulusal onuru üzerine duvar örerek
iktidarını her türlü koruyacağını ilan ediyor. Elbette
bu onursuzluk dayatmasına sadece Kürtler değil
çeşitli azınlıklardan halkımız, demokratlar, ilericiler, komünist devrimciler karşı durmalıdır.
Emperyalist güçler Kürt ulusunun herhangi bir dört parçada siyasal özgürlüğünü istemiyor.
106
Devrimci Halkın Günlüğü
Çünkü burjuva anlamda bile kürt ulusal bağımsızlığı, özgürlüğü Orta Doğu dengelerinin bozulması
ve yeniden oluşturulması anlamına gelir. Sosyolojik, siyasal bilinç ve politik güç bakımından Kürtlerin mücadelesi bu emperyalist kuşatmayı açığa
çıkarmış, sürdürülemez seviyeye dayandırmıştır.
Ayrıca toplumsal hareket, yer değiştirme,
sömürünün çekilemez boyutlara varması bakımından komünist mücadelenin sınıfsal temeli hiç
olmadığı kadar olgunlaşmış ve açığa çıkmıştır.
Orta Doğu da ki halk hareketleri, Kürtlerin
toplumsal seviyesi, mücadelesi, siyasal özgürlüğü
hiç olmadığı kadar güncelleşmiştir. Bu anlamıyla da
reform ya da hak kırıntıları değil, devrimde ısrar
özgürlükte ısrardır. Kürt ulusunun kendi devletini
kurma hakkı vardır. Bu siyasal hakkı öteleyen ve
yozlaştıran her türden görüş hâkim ulus devletlerinin Kürtler üzerindeki hâkimiyetini güçlendirir.
Ayrıca bu görüşler toplumsal gelişim karşısında da
hükmünü yitirir.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
perspektifiyle Kürdistanlılaşmalıdır. Bunun yolu
Kürt işçi, emekçi köylülük ve halk kitlelerinin
devrim amacı uğruna örgütlenmesinden geçer. Bu
olmaksızın Komünist bayrak altında sınıfsal ve
ulusal baskıya karşı savaşılamaz ve ezen-ezilen
ulusun komünistleri enternasyonel içeriğiyle ikili
görevlerini yerine getiremezler. Unutulmasın ki
ulusal hareketin haklı mücadelesini desteklemek
ayrı bir görev -ki bu da zorunludur- ezilen ulusun
ezilen sınıflarını devrim için örgütlenmesi ayrı ve
en ilk başarılması gereken görevdir.
Türk devleti Kürt ulusunun siyasal haklarını
tanımıyor. PKK’yi silahsızlandırmak, Batı Kürdistan
devrimini boğmak için oyalama, beklenti taktiğine
başvuruyor. Kalekollar, barajlar, mayınlar ve orduyla yetinmeyerek Batı ve Kuzey arasında duvar ören,
bir devletin Kürtlerin haklarını tanıyacağı beklentisine kapılmak hatalıdır. Fakat unutmamak gerekir
ki bu faşist devletler hangi yönteme başvururlarsa
vursunlar Kürt ulusal bağımsızlığı haklı, meşru
tarihsel yolunda ilerliyor. Bu ilerleme her adımında
hakim ulus devletlerin pençesi altında entegrasyon-uzlaşma- yoluna değil burjuva içerikte de olsa
siyasal bağımsızlık yoluna ilerliyor.
Devletin yok sayıcı, irade kırıcı,
egemenliğini esas alan tavrına rağmen KCK devletle uzlaşma ısrarını sürdürüyor. Türkiyelileşme
projesiyle sadece kendisi değil kimi devrimci hareketleri, reformcu partilerle ‘’müzakereci’’ çizginin
parçası oldular.
Komünist devrimci hareket, KCK reddetse
de ilkesel olarak Kürt ulusunun devlet kurma
hakkını savunmalı, mücadele yürütmeli, savaşmalı
ve eleştiri yürütmelidir. Esas görevi ise Türkiyelileşme projesiyle müzakereci değil devrim
107
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Ahlak Daima Sınıfsaldır.
Bir kez daha faşist Akp hükümeti ahlak
anlayışını kadın düşmanlığı üzerinden dışa vurdu.
Başbakan öğrencilerin “kızlı-erkekli aynı evde
kalıyorlar” diyerek “toplumun ahlak anlayışına
ters” saptamasıyla son noktayı koydu. İşin özü
burjuva-feodal ahlak anlayışının topluma (ki bu
kendilerinin sınıfsal ahlak anlayışının) dayatmasıdır. Mevcut ifadeler burjuva-feodal ahlak
anlayışının iç içe geçmiş halidir.
Bilindiği gibi Cumhuriyet kurulduğundan
günümüze ‘’laik cumhuriyet’’ sloganı atılır. Oysa bu
laiklik gerçeği örtmek için bayraklaştırılan bir
slogandan öteye geçmemiştir. Devlet biçimi aynı
zamanda demokrasi biçimidir. Türk milliyetçiliği din
ideolojisiyle –islamla – harmanlanmış işbirlikçi
egemen Türk hakim sınıflarının ideolojisidir. Irkçı,
saldırgan, fetihçidir. Buna bağlı olarak faşist Türk
devlet iktidarı en baştan beri İslam dinini tekeline
aldı. Birincisi; Türk olmayan ulus ve azınlıkların
Türkleştirilmesi-asimilasyonu- iken, ikincisi; İslam
olmayan Alevi,€zidi, Keldani, Hiristiyan,Süryani,Yahudi v.d farklı dinlere sahip toplulukları İslamlaştırmaktı. Yüz yıl geride kalmasına rağmen halen
Alevi’lerin ve diğer dinlerin üzerindeki devlet
baskısı kalkmamış , halen tartışılmaktadır.Ne İslam
ne de İslam olmayan dinler özgür değildir.Çünkü
tanrı ile kul arasına tank ve topuyla faşist devlet
girmiştir.
Burjuva bir gelişme olarak modern devletin bütün dinlere eşit mesafede olması; din’i insan
ile tanrı arasındaki ilişki olarak tanıması laikliktir.
Fakat Türk devleti İslam’ı tekeline almış ve devletin
resmi dini haline getirmiştir. Dini olan devlet laik
olamaz. Alevi , Hırıstiyan,Yahudi, €zidi, Keldani,
Süryani,Katolik yurttaşlardan –ateistlerde dahil
– aldığı vergiler suni islamı yaygınlaştırmak için
kullanıyor.Bununla da yetinmiyor, dini ahlaki
görüşleri devlet sopasını kullanarak hakim kılmayı
sürdürüyor.Bu durum Akp döneminde çıkmış değil,
tarihinin her döneminde vardır.Beş bakanlığın
bütçesinden fazla bütçeyi Diyanet İşleri başkanlığına ayırabilen devlet düzeninden bahsediyoruz.Bu
anlamıyla İslam dinide özgür değildir.Din’in devlet
iktidarından kurtulması ciddi, kararlı bir demokrasi
mücadelesi meselesidir.Bu temele dayanan devletin yürütmesinin –Akp¬- dini görüşlerle ahlak
ölçüleri belirlemesi şaşırtıcı değildir.
Türk devleti İslam dinini tekeline alarak
diğer dini topluluklara karşı baskı aracı haline
getirdiği için laik bir devlet değildir. Tarihin hiçbir
döneminde de laik olmamıştır. Bu anlamıyla orta
da tasfiye edilmiş laiklik yoktur.Bu nedenle Türk
milliyetçiliği İslam diniyle kutsallaştırılmaktadır.Kutsallaştırılmıştır.
Denecek ki bu olgunun faşist Akp hükümetinin ahlak anlayışına etkisi nedir? Kuşkusuz bu
olgu hâkim sınıfların ideolojik hamurunu ve ahlak
anlayışının temelini oluşturur. Din bir ideolojidir.
Milliyetçiliğin kutsal ikizi olarak hâkim sınıf ideolojisinin bir parçası olduğuna göre ahlak anlayışı da
kendisini dışa vurur. Onlar Türk ırkının bekası,
gücü, mutlak ve sarsılmaz egemenliği için (- ki bu
sınıf egemenlikleri ve çıkarlarıdır) kutsal çıkarlarına
uygun bir ahlak anlayışı ileri sürerler. Bu kutsal
değerlerine göre sıkça dile getirdikleri gibi
‘’kadın-erkek eşit olmaz, olamaz’’, ‘’dindar bir
nesil’’ Türk toplumunun geleceği için zorunluymuş.Feodal aile ilişkisinin karanlığını ifade eden bu
arzular hiç şüphesiz ki faşist zihniyetin kadın
düşmanlığı yüzünü göstermesidir.
108
Devrimci Halkın Günlüğü
Hitler ‘’Kavgam’’ kitabın da ‘’Kadın cinsine
ilişkin eğitimin sarsılmaz amacı geleceğin annesi
olmak zorundadır.’’ der. Yani kadına çocuk doğurmak , annelik,mutfak görevini dayattı faşizm.Onlar
üstün Alman ırkını böylece çoğaltacaklardı.Hitler
Alman kadınını evlilik kredileriyle dört çocuk
doğurana (-Tayyip 3’le yetiniyor)’’Annelik şeref
madalyası’’yla ‘’onur’’landırdılar.Böylece kadını
üretimden koparıp eve hapsettiler.1940’larda
kürtaj yapanlar kurşuna dizilmişti.Anneliği
yücelten madalya verip doğurganlığı arttıran Hitler
aynı tarihte mücedele eden komünist kadın
–anneleri kurşuna dizdiriyordu.
Ne kadar da benzer! Faşist başbakan
bugün doğurganlığın peşine düşmüştür. Üniversite
öğrencilerine bile evlilik kredisi açıyor. ‘’Üç çocuklu
dindar nesilleri’’ eve kapanıp çocuk yetiştiren bir
aile düzeni istiyor. Bu nedenle birçok Akp milletvekilinin çok eşli çekirdek aile düzeninin hangi
ahlaka uygun olduğu tartışılmıyor. Unutulmasın ki
hâkim sınıfların ezilenler üzerindeki dizginsiz
sömürü egemenliği aynı zamanda kadının özel
sömürülmesi ve düşmanlığıyla kendisini dışa vurur.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü
(OECD) Kasım 2013’te açıkladığı raporunda Türkiye’de çalışanların %45’i haftada 50 saatten fazla
çalışıyor. Avrupa’da ortalama oranı ise % 10’ların
altındadır. Türkiye’de 25-64 yaş arasındaki nufusta
lise ve üniversite mezunu oranı % 3o’ dur. Avrupa’da ortalama oranı ise % 75’in üstündedir. Japonya, Çek Cumhuriyeti’nde bu oran % 90’dır. Türkiye
ve K.Kürdistan arasındaki eğitim oranı farkını
ortaya koyarsak geriliğin, sömürünün seviyesi
Kürtlerin aleyhinde daha da ürkütücü olduğu
görülür. Türkiye’de çalışan kadın oranı % 20 dir.
2013’te 115 kadın katledildi.
Konut barınma ihtiyacını çözmek yerine
‘’kızlı-erkekli aynı evde kalıyorlar’’ diyen faşist
Başbakan’ın Türkiye’sinde kişi başına düşen oda
sayısı 0,9’dur. Kanada da kişi başına 2 Avrupa’da
ise 1,5 ‘ in üzerindedir bu oran. Lise, üniversite
eğitim oranı %30 olan bu ülkede kadınların bu
eğitimlilik içindeki oranı çok düşüktür.
İşte bu sömürücü, baskıcı, eşitsiz ve
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
faşist düzeni savunmak en büyük ahlaksızlık
değimlidir ?! Akp bu düzenin savunucusudur.
Onların ahlakı ahlaksızlık olarak somutlaşır.
İdeoloji, Siyaset, Kültür Gibi Ahlakta Sınıfsaldır.
Engels ‘’Anti Dühring’’ eserinde ahlaki
görüşlerin temelini mükemmelce tanımlar. ‘’
İnsanlar ahlaki görüşlerini bilinçli ya da bilinçsiz
olarak eninde sonunda sınıfsal durumlarının pratik
koşullarından, üretimin ve değişimin ekonomik
ilişkilerinden edinmektedir…
…Ahlak sürekli olarak sınıfsal ahlak olmuştur; O ya egemen sınıfın egemenliğini ve çıkarlarını
haklı göstermiş ya da ezilen fakat artık yeterli
biçimde sağlamlaşan sınıfın bu egemenliğe karşı
çıkmasını belirtmiş ve ezilenlerin gelecekte çıkarlarını savunmuştur.’’
Akp’nin ahlak anlayışı ezen egemen
sınıfların anlayışıdır. Bu nedenle kadın-erkek
emeğinin vahşice sömürülmesini, kadının özel
olarak ezilmesi, baskıya, şiddete uğraması, katledilmesini her gün yeniden üreten rejimin ahlaki
görüşlerinin temsilcisi ve ifadesidir.
Ezilenlerin devrimci proleter ahlakı bu
gerici, adaletsiz düzeni reddeder. Onu yıkıp
parçalamayı vazgeçilmez ilke olarak kabul eder.
Kadın sadece sınıfsal ezilmişlikle kalmaz
aynı zamanda özel ezilmesi gerici sömürücü sistemin sürdürülmesi açısından kadın insan yaşamının
üretimi ve tekrar üretimi işlevini yerine getirir.
Çekirdek aile modern devletin küçük birimidir.
Faşist Akp hükümeti görmek istediği “karı-koca”
çekirdek ailesi özünde gerçekleştirilmesi gerektiğine inandığı devlet düzeninin ta kendisidir.
Kadın bedeni üzerinden dönen ahlak
anlayışı özünde feodal kapalı köy toplumunun dini,
ahlaki değer yargılarının kent yaşamında kadın
üzerinde egemen kılınması çabasıdır. Çünkü Gezi
halk hareketinde isyana duran barikatların en
önünde direnen, üstünde ki kabuğu, karanlık
109
Devrimci Halkın Günlüğü
çerçeveyi kıran kadın duruşu faşist Akp hükümetinin ayağının altındaki toprağı çekiyor. Çekirdek aile
üzerinden ( kadını merkez alan) oluşturulmak
istenen düzen toplumun mevcut seviyesiyle çelişki
halindedir.
Kadına dayatılan özünde ezilenlere dayatılmaktadır. Meselenin özü sınıfsaldır. Kadının şekli,
boyu, görünüşü, giyinişinin ahlaki bir ideale uygun
olup olmadığına karar verilmektedir. Bugün faşist
hükümet bu ahlaki ölçüsünü din ideolojisine
dayandırarak yapmaya çalışmaktadır. Kendi çıkarlarına uygun güzelliği, huy, davranış, yaşam tarzını
pervazsızca dayatmaktadır. Beden ve ruhen
köleleştirilen kadının özgürleşmemesi için yeniden
ve yeniden çerçeveler çiziliyor.
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
Ezenlerin ahlaki karanlığı, ezilenlerin ise
özgürlükle donanmış aydınlığı haklı gösterir. Hiç
kuşkumuz yok ki ezilenlerin devrimci mücadelesi
özgürlük ve eşitlik uğruna devrim hedefiyle gerici,
sömürücü düzene karşı çıkmanın ahlaki değerlerini
büyütecektir.
Bedenin dili vardır. Kadın bedenini, bilinci
gibi tutsaklaştıran sistem özünde kadının kendisini
köleleştirmiştir. Kadın toplumun yarısıdır. Yaşamın
yeniden ve yeniden üretilmesinde proleter çekirdek olan kadın bedeni, cinselliği üzerinden ezilen
sınıflara ahlaki norm dayatılmaktadır. Bu ahlaki
norm ezen sınıfların ezilenler üzerindeki
diktatörlüğün çekirdek ailedeki ifadesidir. Kadının
özgürleşmesi toplumsal özgürlük demek olan
ezilenlerin özgürlüğünden asla bağımsız düşünülemez.
Faşist devlet iktidarında kadın-erkek eşit
görülmüyor. Kadına sadece şiddeti teşfik etmekle
kalmıyor, bizzat devlet -asker,polis- kadını
öldürüyor, tecavüz, taciz ediyor, aşağılıyor. Üniversite gençliği üzerindeki tartışmada kadın, ama
özünde toplum aşağılanıyor. Rantçı, bürokratik
Cumhuriyet korku imparatorluğu kurmuştur.
Bir yılda bin ikiyüz (1200) den fazla işçiyi iş
kazaları adıyla katleden, kadını ezen, aşağılayan,
İslam dinini hakimiyeti altına alıp diğer dinleri ezen
Türk hâkim ulusuna dayanıp Kürt ulusuna, çeşitli
azınlıklara ölüm dayatan, yok eden, işçi sınıfını,
köylülüğü, halkı en vahşi şekilde sömüren işbirlikçi
hâkim sınıflar düzenini öven, çıkarlarını koruyan
ahlak burjuvazinin, büyük toprak sahiplerinin ve
onların siyasi temsilcisi olan Akp’nin ahlakıdır.
Gerici ve karanlıktır.
110
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
İÇERİDE VE DIŞARIDA SALDIRILARA KARŞI DİRENELİM!
Komünist devrimci tutsaklar, sadece
hapishanelerde sonu gelmeyen saldırılara direnmekle kalmadılar. Daima baskılara karşı verilen
bütün mücadeleye ruhen, fikren ve eylemleriyle
destek oldular; bütünleştiler. Bu durum başlı
başına devrimcilerin mücadeleden koparılmamalarının yakın ifadesidir. Sınıf mücadelesinin
uzlaşmaz çelişkisi hapishanelerde en çıplak biçimde devam eder. Komünist devrimciler amaç ve
değerlerine bağlı kalarak direnirler. Devlet ise
teslimiyet dayatır, itaate zorlar ve kişisizlikleştirmek için her şeyi yapar.
Hapishane devletin baskı araçlarından
biridir. Ezilen sınıfların önder güçleri, ilerici kesimler, ulusal baskıya karşı direnen ve genel anlamıyla
da dinsel, cins ayrımına ve her türden baskıya karşı
mücadele edenler ezilsin diye kullanılıyor
hapishaneler. Sadece dışarıda öldürmekle yetinmiyorlar. Hapishanelerde de teslim almayı amaçlıyorlar. Sadece Vietnam ’ın Saygon’u, Fransa’nın
Bastil’i, Rusya’nın Kara’sı kötü namlı değil; Türk
devletinin hapishaneleri de uluslararası katliam ve
ilkence merkezleri olma namına sahiptir.
Hapishaneler genel olarak ezen sınıfların
hizmetindeki devletin ezilenleri hizaya getirmesi
amacıyla kullanılmıyor. Hapishaneler aynı zamanda
emek
sömürüsü
merkezlerine
dönüştürülmüşlerdir. Kapitalizm, suç üreten bir
sistemdir. Geçinebilme olanakları, üretim araçları
elinden alınan mülksüzler yığını, doğal ve insani
ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma sokularak suça
itilirler.Mahkeme, hapishane; hukuk yolu ile
sürdürülen bir sektör olarak işlemektedir. Devlet
baskısının şarklarına kendisini kaptıranlar varını
yoğunu dökmektedir kurtulmak için.
Bu nedenle baskı mekanizması sömürüyle bütünleşmiş şekilde işler ve amacına ulaşır.
Ezilenler ceza, ölüm ve hapishanelerle
korkutulur. İnsanı emeğine yabancılaştıran, metalar karşısında çaresizleştiren kapitalizmde
hapishaneler toplum yararı için kullanılmaz. Aksine
ezilen sınıflar baskı altına alınır, yabancılaştırılıp
suça itilenler denetim altına alınırken özünde
toplumsal denetim mekanizması işletilmiş olur.
Adaletsizliği güvence altına alan burjuva hukuku
bu nedenle devleti ve yasaları kutsallık derecesinde yüceltir. ABD, AB ve genel olarak dünyada
kapitalist devlet ve hapishaneler farklı işlem
görmez. Bu nedenle sorunun genel parçasına bağlı
olarak Türk devletinin hapishanelerinin işkence,
katliam ve büyük direnişlerle öne çıkmasının özel,
kendine has sosyolojik nedenleri vardır.
Hapishanelerin durumu doğrudan devletin niteliğiyle bağlantılıdır. Devletin niteliği de
özünde demokrasinin niteliğinin ifadesidir. Bütün
tartışmaların bu eksende döndüğü de açıktır.
Rantçı, askeri ve bürokratik bir devletin hapishanelerinin ortalama düzeyde insani ölçülere sahip
olması imkânsızdır. Türk devleti Kürt ulusuna kaşı
savaş sürdürüyor. Kürt ulusu dışında Laz, Çerkez,
Ermeni, Rum, Süryani, Keldani, Roman, Gürcü vb.
azınlıklıkları da baskı altında tutuyor. İslam dışındaki dini inançları eziyor.
Asimilasyon
vazgeçilmez
politikadır.
Antikomünizmin ileri karakolu olarak övünen bu
devlet acımasızca komünist devrimcileri katletti,
ezdi. Niteliği emperyalizme bağımlı bu kukla faşist
devlet, ezilen sınıflara karşı tepeden tırnağa bir
savaş devleti olarak çalışmaktadır. En demokratik
haklarını isteyen her kesim potansiyel düşman
olarak değerlendirilmektedir. Ezilmesi ve yok
edilmesi hedeflenmektedir. Ordu, yargı, polis
111
Devrimci Halkın Günlüğü
gücüne uyumlu olarak hapishaneler çalıştırılır. Kürt
isyanlarında öldürülen binlerce Kürt halkının
yurtlarının yakılıp yıkılması, hapishanelere kapatılan binlercesinin de katledilmesi, idam sehpalarına yollanması tesadüf değil, sürdürdükleri savaşın
özüyle uyumludur. Qoçgirî, Şex Saîd isyanında
katledilen, idam edilenlerin; Agırî isyanında Adana
hapishanesinde zehirlenerek katledilen binlerce
Kürt yurttaşının durumu demek istediğimizi
anlamaya yeter. Günümüzde de yüzyıl sonra halen
binlerce Kürt siyasetçilerin hapishaneye kapatılmasının özü bu devletin faşist niteliğinin olduğu
gibi sürmesiyle doğrudan bağlantılıdır.
Ecevit, “İMF istedi, biz de yaptık.” demişti.
F tipi hapishaneler ve tabi ki 19 Aralık 2000
Katliamı için… Emperyalizme bağımlı kukla devletin halka, ezilen Kürt ulusu ve azınlıklara karşı
sürdürdüğü savaş ve baskı rejimi emperyalist çıkarlarla uyumludur. Demokrasinin beşiği olduklarını
ileri süren Avrupa, ABD ve NATO’nun Türkiye’deki
ve tüm yarı sömürgelerdeki askeri darbelerin
mimarları olduklarını, bu askeri darbelerin Kürt
ulusu ve diğer azınlıkların üzerinde işkence, ölüm
ve vahşet anlamına geldiğini bilen herkes emperyalizmin çıkarlarının nasıl korunduğunu görebilir.
Devletin rantçı niteliğini ya da ordu, hukuk,
yürütme ve yasama ayaklarını tek tek açıklamaktan ziyade bu rejime bağlı olarak hapishanelerin
durumuna dikkat çekiyoruz. Demokratik haklarını
kullanıp idrak eden milyonların Gezi halkı hareketiyle sokakları zapt etmesi sonrası yüzlerce yurttaşın
hapishanelere kapatılması, tam da ezilenlerin
baskı altına alınması ve ıslah edilip teslim alınması
amacında hapishanelerin rolünün ne kadar önemli
olduğunu göstermesi bakımından güncel ve
çarpıcıdır.
Tecrit/diretmen ağırlaştırılıyor. Devlet
eliyle sömürücü düzene toplumsal itaat dayatılıyor.
Fakat bu dayatma ve itaat amacı, baskıya uğrayanların ve devrimci sınıf hareketinin direnişine
çarpıyor. “Dünyada sınıf mücadelesi şahlandı.”demişlerdi. Ama Avrupa, Asya, Ortadoğu, Latin
Amerika, Afrika’da halklar isyan bayrağını kaldırmış
durumda. Bu anlamıyla Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da sınıf mücadelesi sert ve keskin biçimiyle
devam etmektedir. Toplumsal barış değil, sınıfsal
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
çatışma ve isyan derinleşecektir. Hapishaneler de
bu mücadelenin bir alanıdır.
Devlet yirmi hapishaneye birden saldırıp
yirmi sekiz komünist devrimciyi katletmiş ve 19-22
Aralık 2000 katliamıyla uygulamaya koymuştu.
Hukuksal altyapısını 1989’da hazırladıkları f tipi
tecrit sistemine katliamlarla geçiş yaptılar. Amacı
politik tutsakları teslim almak, halkı devrime
örgüte olan bağlılıklarını yok etmek, örgüt bilincini
parçalamaktı. Aradan 13 yıl geçti. Devlet bu
amacını gerçekleştiremedi. Çünkü komünist
devrimciler 20 Ekim 2000’de ölüm orucu direnişiyle zaten f tipi saldırısına karşı direnme perspektiflerini ortaya koymuşlardı. Saldırılar hiç son
bulmadı ama direniş duvarına çarptılar. Genel
olarak Türkiye -Kuzey Kürdistan komünist devrimci
hareket hapishanelerde direniş çizgisinde durdu.
Devlet devrimcileri birbirinden fiziken
ayırdı. Ama devrimciler direnme çizgisi örgütsel
duruşunu korumayı başardı. Zor şartlar altında
ağır bedellerle kendi ve devrimci çizgisine bağlı
kalınabileceğini yoldaşlarımız bize gösterdiler.
Devletin saldırı konsepti amacına ulaşamadığı
içindir ki her geçen gün tecridi ağırlaştırıyor. Son
olarak kamera saldırısı devreye sokulmuştur.
Tecrit/diretmen sadece politik tutsakların
üç ve tek kişilik hücrelere konulması değildir. Bu
elbette fiziki yalıtma olarak önemlidir. Ama tecrit
sistemi yaşamın ihtiyaçlarını kapsayan yaptırımlar
dizisidir. Sonu gelmez baskı, zor, işkence, sürgün
yöntemleri ve sınırsız yetkilerle donatılmış
hapishane idarelerinin sürdürdüğü mahkeme ve
askerin tamamlayıcı rol oynadığı kapsamlı zamana
yayılmış teslim alma saldırısıdır. Tek amaç devrimcileri halktan, değerlerinden, insanlaşma erdeminin anlam bulduğu mücadeleden koparmaktır.
5275 Sayılı Ceza İnfaz Kanunu hapishane
idarelerine sınırsız yetki tanımıştır. Bu yasaya
dayanarak ceza bitmişse infaz yakabilir. Sudan
gerekçelerle süngerli hücreye atabiliyor, sürgün
edilebiliyor, mektup, faks, tedavi olma, iletişim, tv,
radyo hakkını elinden alabiliyorlar, avukatını
engelleyebiliyorlar. En son MKP tutsaklarına
Malatya Hapishanesi’nde olduğu gibi ters kelepçe
112
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
takma şeklinde işkence yöntemlerini devreye
koyabilmektedirler. Aramaları insanlık dışı biçimlere bürünebilmektedir. Tutsakların insani olarak
temel ihtiyaç duyduğu her şeyi kendilerine karşı
kullanma yetkilerini keyfince uygulamaktadırlar.
Malatya’daki saldırılara karşı MKP tutsakları süresiz açlık grevi direnişine başlamışlardı ve beş ayrı
hapishaneye sürgün edilmişlerdi. Özünde bu
hapishane politikası NATO’nun antikomünizm
konseptine uygun Özel Harp Dairesi’nin halka karşı
sürdürülen talimnamelerine uygunluğudur. 12
Eylül’de yüz kişilik koğuşlarda günlük işkencelerle
teslimiyet dayatılıyordu. Yani sorun ve amaç
mekânsal değildir. Yöntemler farklılaşmaktadır. 19
Aralık 2000’le birlikte saldırı üst boyuta
sıçratılmıştır. Buna rağmen devrimci direniş
karşısında hükümsüz kalmışlardır. Bu nedenle
insanlık dışı uygulamalarına yenilerini eklemektedirler.
dışı bir tutum ve saldırıdır. Yaşamımıza yapılmış bu
saldırıyı kabul etmiyoruz. Dün olduğu gibi bugün
de direnmekten asla vazgeçmeyeceğiz. Hapishanelerde uygulamaya konulmaya başlanan 24 saat
gözetlenme saldırısı çürümüş rejimin, faşist AKP
hükümetinin, Türk devletinin karakterini göstermektedir. Elbette kameraları kıracağız. Her türlü
mücadele edeceğiz ve direneceğiz.
24 Saat Gözetleme Yaşamımıza
Yapılmış Saldırıdır. Asla Kabul
Etmeyeceğiz!
Hapishanelerde baskı ve saldırılarda her
geçen gün artış vardır. Sürgün sevkler bile başlı
başına işkencedir. Kasım 2013’te sadece bir ay
içinde Malatya, Muş, Diyarbakır, Siirt, Mardin
hapishanelerinden
yüzlerce
tutsak
çeşitli
hapishanelere sürgün edildi. Sürgün sevk hem
tutsaklara hem de ailelerine yapılmış saldırıdır.
Çünkü devlet aileleri de potansiyel düşman olarak
görmekte ve değerlendirmektedir. Kamerayla 24
saat gözetlemek aktardığımız tecrit/diretmen
politikanın yoğunlaştırılmasıdır. İleri demokrasi
diyen faşist AKP hükümeti 2000’de uygulamaya
konulan tecrit/diretmen siyasetini en katı şekilde
sürdürdü. Bu nedenle sürekli hapishaneler
yapmakla övünmektedirler. 12 Eylül anlayışını
sürdüren bu köhnenmiş devletin ancak ve ancak
halkın devrimci mücadelesiyle yıkılabileceğini
unutmamak ve iyi kavramak gerekmektedir. Zalimlerin demokrasi vaatlerine ezilenlerin karnı toktur.
İçi boş söylemlerle algı yönetmek boşa çıkmıştır.
Halkta karşılığı yoktur artık.
Devrimcileri katletmek devletin vazgeçilmez politikasıdır. 162’si ağır, ölümcül toplam 544
hasta tutsak ölüme sürükleniyor. Yıllar içinde
hapishanelerde katledilen hasta tutsaklar gibi…
Devletin 13 yıldır uygulamaya koyduğu
tecrit/diretmen politikası devrimci direnişle çoktan
çakışmıştır. Şimdi de tecridi ağırlaştırarak sonuç
alacağını sanmaktadır. Hapishanelerde hücrelerin
içini, havalandırmaları 24 saat gözetleyen, ses kayıt
eden kameralar yerleştirmeye başladılar. Devlet
yaşamımızın 24 saatini gözetlemek istiyor. Politik
tutsakların üzerindeki kuşatmayı son sınırına
vardırıyor. Söz konusu hapishaneler devrimciler
olunca anayasal haklar rafa kalkıyor. Oysa
dayandıkları 12 Eylül Anayasası bile “Özel yaşam
ihlal edilemez.” demektedir. Ama bu devlet tutsakların tepesine 24 saat gözetleyen kamera yerleştiriyor. Nasıl ki her yurttaşın evinin içini izlemek insanlık dışı ahlaksız bir tutum ise aynı şekilde tutsakların yattığı, yemek yediği, gezindiği, sohbet ettiği
hücrelerin 24 saat ses ve görüntü kaydeden
kameralarla gözetlenmesi ahlaksızca insanlık
Avukat görüş yerlerinin duvarları yıkılarak
şeffaf cam yerleştirilmiş, bu duruma hem kameralar hem de görevli personel tarafından gözetleniyor ve denetleniyor. Avukat ve müvekkili arasındaki görüşme gizliliği ilkesi ihlal ediliyor. Ulusal ve
uluslararası hukuk kurallarına ve ilkelerine, insan
hakları evrensel normlarına, etik değerlerine
aykırıdır. Sınır tanımayan hak ihlalleri yasalarını
bile hiçe sayarak özel yaşam alanlarına ve avukatlarımızla görüşmelerimize saldırılar yapılmaktadır.
Birleşik mücadeleyi kararlıca geliştirelim.
Bütün ilerici demokrat aydın, oda, sendika, kurum,
parti ve çevreleri saldırılara karşı duyarlı olmaya
çağırıyoruz. Bu yönlü çabanın ortaya konulması
için mücadele etmek gerekir. 19-22 Aralık 2000
katliamının ve kahramanca direnişinin
113
Devrimci Halkın Günlüğü
2014 - AĞUSTOS - SAYI: 1
yıldönümündeyiz. Şehit düşen yoldaş ve siper
yoldaşlarımızın direnme ruhu bizi aydınlatıyor.
Maoist tutsaklar saldırıların bilincindedir. Sadece
hapishanelerde grupsal anlayışlardan sıyrılmış,
ortak direniş çizgisini güçlendirmek değil; aynı
zamanda dışarıda da saldırılara karşı ortak
mücadeleyi güçlendirmek ertelenemez bir
ihtiyaçtır.
Tecridin daha da yoğunlaşıp ağırlaşmasına
izin vermeyelim. Dışarıdan kararlı birleşik mücadeleyle tutsaklara karşı sürdürülen saldırılara karşı
duralım. Zorbaların çarkı, saldırıları ancak halkın
devrimci gücüyle yıkılacak
114

Benzer belgeler