105. sayımızı okumak için tıklayın

Transkript

105. sayımızı okumak için tıklayın
Kürtler
yeniden
‘birakûjî’
yaşar mı?
Barışı
seçmek
Barış
hemen
şimdi
S.5’da
Lisans alan kulüp sayısı 42
2
S.20’de
Metro hattında ÇED süreci
S.19’de
Yıl 3 Sayı 105 5 Ağustos 2015 Çarşamba
013 yılının Ağustos ayının ilk haftasında çok heyecanlıydık. Ve bu heyecanla 7 Ağustos günü ekip arkadaşım
Ahmet Tulgar ile Maltepe sokaklarına
çıktık ve gazetemizin ilk sayısını dağıtmaya başladık. Biliyorsunuz, ilk yedi sayımız
Maltepe’nin Nabzı adıyla çıktı.
Ücretsiz, sadece ilan geliri ve abone desteği ile haftalık, özgür, bağımsız bir gazete
çıkarmaya karar vermek yakın çevremiz
tarafından değerli bulunsa da, hemen hemen kimse istikrarlı olacağımızı tahmin
etmedi. Ama işte 8. sayıdan itibaren Halkın Nabzı adını alan gazetemiz, ilk haftalar
Maltepeliler’in, sonrasında bütün Anadolu
Yakası sakinlerinin teveccühü ile bugünlere geldi. Bugün artık Başbakanlık Basın
Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’ne
kayıtlı, çalışanlarının sarı basın kartı alabildiği bir gazete Halkın Nabzı.
Bu zaman süresince Türkiye üç seçim
geçirdi. Büyük siyasi sarsıntılar yaşandı. Ve
biz objektif haberciliğimiz, toplumcu yayın çizgimiz ve barış gazeteciliği ilkemiz ile
halkın haber alma hakkına saygımızı yerine getirme çabası içinde olduk hep.
Bu süreçte çok kıymetli kişiler geçti
gazetemizin bürosundan, sayfalarından.
Hepsine bir kez daha teşekkür ederim.
Bu hafta da yine acı haberler aldığımız
bir hafta oldu. Maalesef çatışmalar sürüyor. Umudumuzu bu haftaya erteledik.
Gerek insani sorumluluğumuz gerekse
barış gazeteciliği ilkesi uyarınca biz gazetemizle bir an önce silahların susması talebimizi seslendireceğiz.
İnsanlar ölmesin. Formül bu.
Sloganımız: Barış Hemen Şimdi.
Bu haftaki yazımın başlığı da bu.
Bu haftaki söyleşim ise Akil İnsanlar
grubundan Celalettin Can ile. Onunla söyleşimde de hep bu barış talebine geldi söz
döndü dolaştı.
Haftaya görüşmek üzere
"Barışa sahip
çıkmamız gerekiyor"
Geçen cumartesi günü akil insanlardan bir
grup çatışma sürecini tartışmak için Kadir
İnanır’ın çağrısıyla bir araya geldi. Toplantıda
yer alan Celalettin Can ile toplantıdan iki gün
sonra buluştum ve kendisine hem toplantıya,
hem akil insanların işlevine hem de barışa
dair sorular sordum
ölüme skandal savunma!
Somalı çocuklar Maltepe’de
Uluslararası Prens Adaları
Şampiyonası’nda hayatını kaybeden eski milli
yüzücü Timur Akıncı’nın
ölümündeki sağlık ihmali
iddiasına yapılan savunma
da trajik oldu!
S.16'da
Soma maden şehitlerinin çocukları “Soma’nın Hayalleri Var”
projesi kapsamında Galatasaray-Inter maçını
izlemek için İstanbul'a
geldi.
S.4'te
2 YORUM
B
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Ezidiler: 73. Ferman’dan
1 yıl sonra
undan tam 1 yıl önce, 3 Ağustos 2014’te, IŞİD saldırıları
sonucu Şengal dağına kaçan
Ezidiler birçoğumuzun hayatına
dağdaki aç susuz görüntülerle girdiler. Mezopotamya’nın kadim halkı olan Ezidileri Mezopotamya’daki
birçok halk gibi tanımıyorduk.
HPG/YPG’nin açtığı koridor ile
Şengal Dağı’ndaki ölümden kurtarılan yüz binlerce Ezidinin çoğunluğu
Güney Kürdistan’ın Zaho, Duhok
gibi şehirleri olmak üzere bir kısmı
da Türkiye ve Rojava’nın da çeşitli
yerlerine dağıldılar. Üzerinden koca
bir yıl geçmesine rağmen 300 bin
Ezidi halen evsiz, yurtsuz. Bugün
itibarıyla Türkiye’deki kamplarda 15
bin civarında, Rojava’daki Newroz
Kapında 15 bin civarında, Şengal
Dağı’nda 12 bin civarında ve Güneyde Duhok ve Zaho’daki kamplar,
inşaatlar ve misafirhanelerde yüzbin-
lerce Ezidi evlerine ve sevdiklerine
kavuşacakları günü bekliyorlar. Ezidilerin içinden yüzlerle ifade edilebilecek çok azı kendi imkânları ve kaçak yollarla Avrupa’ya gidebildiler.
Halen binin üzerinde Ezidi İstanbul’da, bir o kadarı da Yunanistan’da
kaçak yollardan Avrupa’ya gitmek
üzere beklemekteler.
Ne yazık ki Ezidilerin yaşadığı bu
vahşet, bu son fermanın boyutları
hala gün yüzüne çıkarılabilmiş değil. 73. Ferman’da kaç bin Ezidi öldürüldü henüz net bilinmiyor. 5000
üzerinde olduğu tahmin ediliyor.
Bunları ancak bir gün kadim Mezopotamya toprakları IŞİD vahşilerinden temizlenip toplu mezarlar açılınca anlayacağız.
IŞİD girdiği köylerde çoğunlukla
erkekleri katlederken, kadın ve çocukları ise esir olarak aldı. IŞİD’in
elinde olan sayıları yaklaşık 5000
"Halkın Nabzı"
her Cuma 22.00'de
Gündemi sokakta, halkların
ta kendisiyle konuşan program
olarak tahmin edilen kadınlar dünyanın çeşitli ülkelerine satıldılar. Birçoğunu artık bulmak mümkün değil.
Çok az bir kısmı Ezidi cemaati, bazı
Kürt kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin çabalarıyla “satın alınarak” kurtarıldı. Çoğunluğu katledilen ailelerinin ardından bilinmez bir
geleceğe gittiler. Ezidi çocukların bir
kısmı da köle olarak evlerde kullanılmak üzere satıldılar. Bir kısmı ise
kendi kültürlerine, dinlerine düşman
bir şekilde, bir gün kendi halklarına
katliam yapmak üzere, bir yerlerde
IŞİD’li olarak yetiştiriliyorlar.
Bir yıldır Ezidi kamplarında gönüllü çalışmanın yanı sıra Şırnak’tan,
Musul’a IŞİD’in elinde kalan onlarca Ezidi kadınla görüşme yaptım.
Tüm bunlar yakında bir kitap olarak
yayınlanacak. Ancak şunu söyleyebilirim ki duyduğum bazı hikâyeler
vahşetin ötesiydi, onları yazamadım.
İnsanoğlunun kulağına böylesine bir
vahşeti fısıldamak istemedim. İnsanlık onuruna olan güvenimiz geri
dönülmez bir biçimde sarsılsın istemedim.
Ezidiler ve Kürtler birtakım komisyon, oluşum ve platformlar kurarak Ezidilerin sesini dünyaya duyurmaya çalıştılar. Ancak dünyanın
çoğunluğu yaşanan bu vahşete sessiz
kaldı.
Ezidiler bir inanç grubu, kültür
olarak yok edilmenin eşiğindeler.
Belki fiziki olarak varlıklarını koruma imkânı buldular ama bundan
sonra yaşamlarını nasıl devam ettirecekleri, inançlarını yaşatıp yaşatamayacakları bir soru işareti olarak
ortada halen duruyor.
Her sabah evreni aydınlatan güneşe dualarında Ezidiler önce 72
millet için, sonra da kendileri için
dua ederler. Dünyanın 72 milletinin,
binlerce yıldır fermanlara uğramış,
her sabah onlar için dua eden bu
mazlum halkın sesini artık duymaları ve bu konuda sorumluluk almaları
gerekiyor.
Radikal kötülük, insanlığa karşı
işlenen suçlarda failler kadar susanları bağışlamak da oldukça zor.
Yaşanan bu dehşete, bu zalim fermana gözümüzü kapatmak bizleri
kurtarmıyor. İnsan olarak yaşanan
zulümlere karşı söyleyebileceklerimiz olmalı.
Bir yıl önce bugün başlayan bu karanlıkta, hayatını kaybeden binlerce
Ezidi’yi ve onları korumak için canlarını feda eden Kürdistan’ın yiğit
çocuklarını saygıyla anıyorum!
YORUM 3
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Barışı seçmek
AHMET TULGAR
B
ir süredir iki şık, iki seçenek üzerine düşünüyorum ve şiddetin
durması, daha fazla insanımızın ölmemesi için ‘bitirme’nin karşına
‘vazgeçme’yi koyuyorum. Savaş, çatışma, şiddet mevzubahis olduğunda,
‘bitirmek’ten, ‘karşı tarafı bitirmek’,
‘fiziksel ya da psikolojik olarak bitirmek’ anlaşıldığı ve bu yüzden de, asıl
‘bitirmek’ eylemi, ‘bitirme’ amaçlı eylemler, savaşın, savaşların en fazla kan
dökülen aşaması olduğu için, tam da
burada, bu noktada, ‘bitirme’ amaçlı
son hareket, ‘son merhale’ öncesinde
durmak gerekiyor, gerekir. Aksi takdirde, yani bu kan da döküldüğünde, bu
son merhale de geçildiğinde, bu son
merhaleye de geçildiğinde, sonuç ne
olursa olsun, kazanan düşmanlık olacaktır. Toplumun, toplumların belleğine düşmanlık kazınacaktır. Buradan
barış çıkmaz.
Oysa ‘vazgeçmek’ şerdeki hayırdır
ve bir aşamada ‘şiddet’ten, ‘öldürmek’ten vazgeçilmesi durumunda, bu
yeni ölümleri engellemekle kalmaz,
aynı zamanda toplumlara iyilik duygusu içselleştirir, içlerinde varolan iyiliği
ortaya çıkarır.
Evet, ulusal, siyasi sınırlarla ayrılmış devletlerin birbirleriyle savaşlarında ‘bitirme’ cihetine gidilmiş olabilir.
İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’ya
atılan atom bombası, Almanya’ya uygulanan bombardıman böylesi ‘bitirme’ hamleleridir. Neticesinde Japonya
ve Almanya teslim alınmıştır, yenilgiyi
kabullenmiştir. Ama acaba başka bir
şekilde de sona erdirilemez miydi o savaş? Bu uzun bir tartışma. Ya da şöyle
soralım: Yoksa savaş zaten bitmişti de,
o bombalar intikam ve cezalandırma
amacıyla mı atılmıştı sivillerin üzerine? Nihayetinde öyle çok insan öldü
ki işte o ‘son merhale’de. Aşıldı mı o
travma, dünya aştı mı, hele o ülkeler, o
toplumlar? Kabullendiler işte.
Bu da oluyor yani. Yani ulus devletlerin birbirleriyle savaşında bir ‘bitirme’ merhalesinden, bir ‘son merhale’den geçilmiş olsa da, geçilse de,
sonrasında bu toplumlar yan yana ya
da işte uluslararası topluluk içinde bir
arada olabiliyor.
Ama bizim buradaki durum farklı.
Çünkü ülke içindeyse çatışma, ülke
içinde vuku buluyorsa, bir ‘iç çatışma’ysa, işte o zaman ‘bitirme’ ile
barış, iç barış sağlanamaz. Eğer bir
ABONELİK KARTI
1 Yıl Yurtiçi 60
Adı Soyadı :
ANADOLU YAKASINDA
GÖRÜNÜR OLMAK iÇiN
ilan Reklam ve Rezervasyon
hattı için bizi arayınız
T: 0216 457
46 46
F: 0216 457 13 12
e-mail: [email protected]
Adresi
:
e-mail
:
Tel-GSM :
arada yaşamaya devam edilecekse
‘vazgeçilmelidir’. Şiddetten, şiddet ile
‘bitirmek’ten, yani savaştan ‘vazgeçilmelidir’. Hemen. Bu daha başta, ya da
bunca insan öldüğüne göre sonunda
barışı güvence altına alır, mantıksal sonuç haline getirir.
Şimdi tabii bunları söyleyince öfkelenen çok oluyor. Silaha sarılanlar, silah kullanlar, ya da belki de onlardan
çok arkalarına dizilmiş topluluklar, işin
ceremesini pek o kadar da çekmeyenler yani, ‘vazgeçme’yi yenilgi ile bir
tutuyor çünkü. Oysa ‘vazgeçme’ eylemiyle, kararıyla asıl, savaş kazanılır,
savaştan bir zafer çıkarılır, savaştan zaferle çıkılır. İnsanlığın zaferiyle.
Çünkü hedef olarak ‘bitirmek’, her
defasında yenisi gelen, yenisine geçilen
bir ‘son merhale’nin sonunda savaşı ‘bitirme’ hedefi, insanı araç haline
getirirken, ‘vazgeçmek’, hemen ‘vazgeçmek’ insanı amaç olarak kabul etmektir, amacın insan olduğunu kabul
etmek. ‘Vazgeçmek’, insan hayatını
yücelten, kıymetini tanıyan ahlakî bir
karardır. Bir ahlâk buyruğu.
(Bu yazı 2010 yılının Haziranı’nda
BirGün gazetesinde yayımlanmıştır.)
Halkın Nabzı
Gazetesi
Süreli Yayın
AHİS Reklam Organizasyon
Prodüksiyon San. Tic. Ltd. Şti.
Adına İmtiyaz Sahibi ve Genel
Yayın Yönetmeni (sorumlu)
İSHAK KARAKAŞ
Editör: Ahmet TULGAR
Abonelik bedelini banka hesabına yatırdıktan sonra bilgileri lütfen
aşağıda belirtilen posta adresine veya e-mail e gönderiniz.
Grafik Mizanpaj
HALKIN NABZI
Hakan YILDIRIM
Bağlarbaşı Mahallesi 2. İlkokul Cad. No:39
Cihangir İş Mrk. Kat:2 D:7 Maltepe/İstanbul/Türkiye
T:+90 216 457 46 46 F:+90 216 457 13 12
[email protected]
www.maltepeninnabzi.com
AKBANK Maltepe Şubesi
TL HESABI: Şube Kodu: 00 29 Hesap No:0189926
IBAN:TR35000460002 9888000189926
Hukuk Danışmanı
Erdal BEKTAŞ
Av. Uğur KARAKAŞ
Grafiker
Danışma Kurulu
Spor Servisi
Fırat COŞKUN
Kültür Sanat
Bedros DAĞLIYAN
Avusturya Temsilcisi
Erdal BOYOĞLU
Viyana Temsilcisi
Emine BAŞKÖY
Fehim IŞIK
Samet MENGÜÇ
Fuat TOKAT
Bilgi İşlem:
Ufuk Karakaş
Yer: Bağlarbaşı Mh. 2. İlkokul
Cd. No: 39 Cihangir İş Merk.
Kat 2 D:7 Maltepe - İstanbul
Tel: 0216 457 46 46
Fax: 0216 457 13 12
[email protected]
Baskı: GÜN MATBAA Beşyol
Mah. Akasya Sk No 23/A
Sefaköy-Küçükçekmece - İST.
Tel: +90 212 426 63 00
4 HABER
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Somalı çocuklar Maltepe’de
S
“
oma’nın Hayalleri Var” projesi kapsamında İstanbul’a
gelen Soma maden şehitlerinin çocuklarını ağırlayan Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, “Maltepe’den
Soma’ya selam yolluyoruz. Toplumsal
dayanışmayı ileride de arttırarak sürdüreceğiz” dedi.
'Dayanışma hamurumuzda var'
Galatasaray-Inter maçını izlemek
için Maltepe Belediyesi’nin katkılarıyla İstanbul’a gelen Somalı çocuklar ve aileleri, Belediye Başkanı Ali
Kılıç’ı makamında ziyaret etti. Çocuklara satranç takımı hediye eden
Kılıç, “Soma ve diğer acı olaylar,
gönlümüz ister ki hiç olmasın ama
olduktan sonra toplumsal dayanışma hamurumuzda var. Bu noktada
sizleri Maltepe’de ağırlamaktan çok
büyük onur duyduğumu ifade etmeliyim. Umarım İstanbul’u beğen-
mişsinizdir. Sizlerle birlikte olmaktan büyük keyif aldım. Toplumsal
dayanışmayı ileride de arttırarak
sürdüreceğiz. Sizleri bir kez daha
ağırlamak bizler için onur olacaktır.
Maltepe’den Soma’ya selam olsun”
diye konuştu.
Çocuklar da, ziyaretten ve Ga-
latasaray maçını izlemekten büyük
mutluluk duyduklarını belirterek,
Başkan Ali Kılıç’la hatıra fotoğrafı
çektirdiler.
Maltepeli çocukların yaz okulu keyfi
M
altepe’de okulların kapanmasıyla birlikte yaz
tatiline giren çocuklar,
Maltepe Belediyesi’nin düzenlediği
yaz okullarında bedensel, zihinsel ve
sosyal etkinliklerle, tatillerini hem eğlenip, hem de öğrenerek değerlendirme olanağı buldu.
Maltepe Belediyesi bünyesinde
faaliyet gösteren Maltepe Eğitim ve
Danışmanlık Hizmetleri A.Ş. (MATEĞ), 7 dalda düzenlediği eğitimlerle öğrencilerin yaz tatilinde dinlenip eğlenirken, bilgilenmelerine
de imkân sağladı. 15 Haziran-10
Temmuz tarihleri arasında düzenlenen yaz okulunda denizcilik,
havacılık, yelken, astronomi, doğa
sporları, kano ve gezi etkinlikleri
gerçekleştirildi. Bu kapsamda ilk
olarak karada, havada ve denizde
kurtarma ve savunma eğitimi alan
öğrenciler, bilgilerini uygulamalı
bir şekilde hayata geçirme fırsatı
yakaladı. Kano eğitimi alarak Haliç’te kürek çeken öğrenciler, Zeytinburnu açıklarında bulunan bir
gemideyse, denizde kurtarma konusunda bilgilendiler.
Kürek çekip, tarih turu yaptılar
Öğretmenleri eşliğinde Yeşilköy’de
bulunan Hava Kuvvetleri Müzesi
Komutanlığı’nı ziyaret eden öğrenciler, burada uçak koleksiyonlarını
inceledi. Türkiye’nin denizcilik alanındaki en büyük müzesi olan İstanbul Deniz Müzesi’ni de ziyaret eden
öğrencilerin tarih turundaki son iki
durağı, Harbiye Askeri Müzesi ve
Küçükyalı Arkeopark oldu. Öğrenciler, Darıca’da bulunan Faruk
Yalçın Hayvanat Bahçesi ve Botanik Parkı’nı da gezerek, mini safari
yaptılar. 286 türde 3 bin 600 hayvan
türüyle Türkiye’nin en çok hayvan
türünü bünyesinde barındıran ve
600’ü aşkın bitki türü ile zengin
botanik parkları arasında yer alan
parkı rehberler eşliğinde gezen öğrenciler, aslandan, sürüngene, balıklardan kuşlara kadar pek çok türde
nesli tükenmekte olan hayvanı yakından görme fırsatı buldu.
YORUM 5
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Kürtler yeniden ‘birakûjî’
yaşar mı?
FEHİM IŞIK
K
ürtlere yönelik yeni bir savaşın egemenlerce dayatıldığı,
hergün birçok gencin yaşamını yitirdiği bir dönemde bu başlıkla bir
yazı yazmak can sıkıcı. Ayrıca takdir
edersiniz ki bazı konuları yazmak da
o kadar kolay değil. Bunun bir nedeni
hala en sıcak haliyle devam eden durumun nazikliği. Diğeri ise geçmişimizin
kötü anlarının yeniden zihinlerde canlanmasının yarattığı travmadır.
Durum nazik, travmalarımızı yeniden depreştirebilir ama bazı şeyleri
köşesinden bucağından da olsa yazmak gerek.
Öncelikle belirteyim; yazdıklarım
tanıklıklarım üzerinden kaleme alınmış belirlemelerdir. 1990’lardan sonra
birkaç yıl Güney Kürdistan’da kaldım.
1995’te Türkiye’ye geri döndükten
sonra Kürdistan’ın dört parçasının
yanı sıra Ortadoğu’ya ilgim azalmadı.
Sürekli takip ettim.
Bölgede bulunduğum yıllarda, 1992
– 1994 yılları arasında Mesut Barzani’nin liderliğini yaptığı Kürdistan
Demokrat Partisi (PDK) ile Abdullah
Öcalan’ın liderliğini yaptığı Kürdistan
İşçi Partisi (PKK) arasında başgösteren, Kürtlerin önce “Birakûjî – Kardeş
Kavgası”, sonra “Xwekûjî – İntihar”
adını verdikleri iç çatışmaları yakından izledim. 1994’te daha kötü bir iç
çatışma başladı. Bu kez Celal Talabani’nin liderliğini yaptığı Kürdistan
Yurtseverler Birliği (YNK) ile PDK
çatışmaya başladı. Bu çatışmanın da
yakın tanığıyım.
1991’de Güney Kürdistan, konjonktürün de yarattığı etkiyle adım
adım özgürleşiyordu. PKK bu dönem,
Güney Kürdistan’ın özgürleşmesine
ne yazık ki yeterince olgun yaklaşmadı. Daha açık demek gerekirse bölgeye
yerleşik etkin bir silahlı güç olmanın
avantajlarını da kullanarak gelişmelerde pay sahibi olmak istedi. Bu durum
öncelikle PDK ile PKK’yi karşı karşıya
getirdi. YNK bu sorunun çözümüne
yardımcı olmak yerine daha çok izleyici oldu. Çünkü PKK ile karşı karşıya
gelen PDK’nin zayıflaması, o dönem
YNK’nin de işine geliyordu.
PKK ile PDK 1992 yılında sonuç-
ları açısından ağır ve uzun sürecek bir
iç çatışmaya başladı. Çatışan iki parti dışındaki diğer partiler çatışmalara
karşı çıktı. YNK ise PDK ile çatıştığı
1994 yılına kadar iç çatışmaya sadece
karşı çıkmış gibi göründü; özünde ise
çatışmayı engelleyici bir tutum içine
girmedi.
PKK ile YNK’nin geliştirdiği karşıtlık, PDK’yi Türkiye’ye daha fazla yakınlaştırdı. Türkiye, partiler arasındaki
uyumsuzluğu kendi lehine kullanarak
bölgede karanlık ilişkiler geliştirdi.
Türk ordusunun tankları ve topları ile
Habur gümrüğünden girip Bamerni
üzerinden PKK’yi kıskaca alması ve
zorlaması bu döneme rastlar. Daha da
ötesi, Türk uçaklarının bölgeye attığı
tüm bombaların koordinatları o yıllarda ağırlıkla PDK’lilerin desteğiyle
belirleniyordu. Türk istihbaratının subayları koordinat belirlemek için kendileri açısından en güvenli bölgeleri,
hatta bazen PDK’nin parti bürolarını
bile kullanabiliyorlardı.
Sanmayın ki PKK ile yakınlaşan
YNK Türk devletine mesafeliydi. On-
lar da Türkiye ile ilişkilerini hiç bozmadılar. Türk istihbaratının bir bürosu
Hewlêr’de YNK merkezinin duvarına
bitişik, bir bürosu da Selahattin’de
PDK merkezinin duvarına bitişikti.
Kısaca değinmekte yarar var ki bu
dönemde İranlı Kürt partileri de Güney Kürdistan’ı aralarında fifti fifti
paylaşan PDK ve YNK’nin tutumundan nasiplerini aldılar. PKK, Güneyli güçlerden boşalan İran sınırındaki
Zelê kampına, İran PDK’si ile İran
Komala’sı da Kandil’e yerleşmişti. Güneyli partiler 1992’den itibaren İranlı Kürt partilerini ve PKK’yi zorladı.
İran PDK ile İran Komala’sı 1994’ün
başlarında zorunlu olarak silahlı mücadeleden vazgeçip düzlük alanlarda
kendilerine verilen yeni karargâhlara
yerleştiler.
Bu partiler PDK ve YNK ile çatışacak durumda değildiler. Nihayetinde Güney yönetiminin isteğine boyun
eğip geri çekildiler. Onca güçlü partilerin amip misali bölünüp zayıflamaları ve Doğu Kürdistan’ndaki mücadelenin gerilemesinin bir nedeni de budur.
Ancak PKK farklıydı. Gerillalar
rahatlıkla mobilize olabilecek yeteneklere sahiptiler. Bu nedenle Güney
yönetiminin dayatmalarına rağmen
1994’te İranlı Kürt partilerinin geri
çekilmesinden kısa süre sonra gelip
Kandil’e yerleştiler. Güney yönetimi
onların Kandil’e yerleşmesini engelleyemedi.
Tüm bu sürecin 2000’lerden sonraki en sevindirici yanı, bunca kötü
ilişkiler yaşamalarına ve aralarındaki
sorunları hala çözememelerine rağmen Kürt siyasi partilerinin küçük
çaplı karşı karşıya gelmeler dışında o
günden bu yana bir “Xwekûjî” yaşamamaları.
Türk devletinin Kandil’e yönelik
hava saldırıları ile birlikte şimdi yine
sıkıntılar başgöstermeye başladı. Partiler birbirini suçluyor. Partilerin yayın
organları, ağırlıkla da PDK, YNK ve
PKK taraftar ve kadroları çeşitli ithamlarla birbirlerine yöneliyorlar.
Elbet bunda, PDK’nin Kandil’e
yönelik hava saldırıları sonrasında
Türkiye’ye yeterince karşı çıkmamasının, hatta Türkie ile stratejik ilişkisini
ilerletmesinin ciddi payı var. PKK’nin
geçmişte Güney’deki siyasal yaşamda
pay sahibi olması gibi PDK’nin de
şimdilerde Rojava’da ve Kuzey’de pay
sahibi olmak için çabalaması da bir diğer olumsuz etkendir.
Kanaatimi öncelikle belirteyim. Siyasi kavganın sonuçları ne olursa olsun, bu partiler arasındaki ilişki nereye
varırsa varsın, kim hangi ülke ile hangi
düzeyde stratejik ilişki geliştirirse geliştirsin bu partilerin mevcut durumda
birbirlerine yönelmeleri kanımca hala
siyasetendir ve umarım yanılmam
ama bu durumun geçmişteki gibi bir iç
çatışmaya dönüşebileceğine de inanmıyorum.
Yine de yazmakta yarar var ki tüm
bu siyasal çatışmaların en önemli riski, onlarca yılın kazanımlarını kör çıkarlara kurban etmesi, zaman ve güç
kaybına neden olmasıdır. Bunların
yaşanmaması için de yalnız taraf olan
partilere değil, A’dan Z’ye bölgenin
barışını savunan herkese sorumluluk
düşüyor.
6 YORUM
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Gerçeği öldürmek
ÖNDER BİROL BIYIK
H
er şeyi bir çırpıda yok edeceklerine, ağızlarından çıkan
her cümlenin karşısında temennaya durulacağına o kadar inançlılar ki, bu sivriltilmiş inanç oklarının
tepesine adalet, hakkaniyet, vicdan
gibi kavramları atarak, tekrar tekrar
öldürüyorlar gerçeği.
Şimdi en hararetle alkışladıkları
tiyatro, “PKK şeytanını taşlatma” tiyatrosu… Suruç katliamından sonra
IŞİD’e karşı savaş açılmıştı değil mi?
Kaç kişi IŞİD’in ismini ağzına alıyor
şu günlerde? Kim başlattı bu savaşı?
Suruç diye bir katliam bu memlekette
olmuştu değil mi?
Daha önce de yazdık, iktidarını kaybeden endişeli muktedirlerin, kendini
kurtarma telaşının memleketi nasıl
bataklığa sürüklediğine tanık oluyoruz
şu günlerde. 7 Haziran seçimlerinin
intikamını savaşla alıp, savaştan tekrar
iktidar çıkarmak istiyorlar. Öyle bir
saldırı dalgası ki, kara propagandanın
bombardımanı hiçbir gerçeğe nefes al-
dırmaz, bütün çarpıtmalarının çukurlarını kapatır sanıyorlar.
Operasyonlara başlamadan önce
çok sabrettik, diyorlar. Gören de seçim
dönemince Diyadin’de HDP’lilerin
araya girmesi ile geri tepen provokasyon, Erzurum’da linç girişimi, Diyarbakır mitingindeki katliam, Suruç katliamı HDP’ye değil de AKP iktidarına
karşı yapılmış sanır. Faillerle kurbanlar
bir simülasyon mucizesiyle ne çabuk
yer değiştiriyor değil mi?
Seçim döneminde tutmayanı, seçimleri de yok saymanın gerekçesi
haline getirerek yeniden yürürlüğe
koyuyorlar. 7 Haziran seçimleri diye
bir seçim yaşandı mı sahiden? Hiçbir
şey olmamış gibi yola devam ediyorlar.
Kötü bir şaka gibi görmek istiyorlar 7
Haziran’ı… Yapılacak ilk seçimde şu
şakayı yapanların kendilerinden özür
dilemesini bekliyorlar. Erken seçim
bile demiyorlar, tekrar seçim, diyorlar
bu yüzden.
Güya 2 yıldır kör topal çözüm süre-
ci vardı değil mi? Kürt sorunu demokratik açılımlarla çözülecek, bunun karşılığında PKK silahsızlanarak 30 yıllık
savaş son bulacaktı.
Şimdi Kürt sorununa dair kimsenin
ağzından tek bir söz duyuyor musunuz? Barış süreci yeni formatta sürecek, diyorlar. Neyse bu yeni format???
2 yıldır bir arpa boyu yol alamadığımız
çözüm sürecinin ne çok formatı varmış meğer!!! Bozdur bozdur harca…
Aslında kendi içinde tutarlı bir yaklaşım bu… Barış sürecini gerçekten
barışmak değil de, tasfiye süreci olarak
görenler, siyasetle bunu gerçekleştiremeyince şiddetle gerçekleştirmek istiyorlarsa, eh, bu da bir bakıma barış
sürecidir onlar için… Tabutları çoğalan, gözyaşları dinmeyen barış ama…
Medyanın linç ayini korosu bu kadar yüksek sesle kendini yırtıp, daha
dün yazdıklarını bir kalem darbesi
ile çukur gazeteciliğin kör kuyularına
atarken, geniş bir saray paranteziyle
hayatımızın ortasına yangın bombası
gibi düşen savaşı da, çözüm süreci diye
allayıp pullayıp pazarlamak sıkıntı değil nasıl olsa.
Davutoğlu ne diyor, “Evlatlarımızı
da feda ederiz…” Analar ağlamasın
diye yola çıkanlar, mevzu iktidar olunca, evlatları feda noktasına çok kolay
geliyorlarmış demek… Analar ağlaması o kadar da sorun değilmiş yani…
Bu lafzı eden Davutoğlu’nun Cudi’nin
tepesine gönderecek kaç evladı var
acaba? Kimin evladını feda ediyor…
Ekranlarda her gün 90’lı yılların görüntüleriyle karşılaşıyoruz yeniden…
Yakılan ormanlar, yasaklı bölgeler,
patlayan mayınlar, bombalanan dağlar, öldürülen siviller, sınırda bekletilen
cenazeler, katledilen çocuklar, bir zamanlar Çiller’in o cırtlak sesinden kopup gelen aynı savaş naraları…
Günün sonunda dönüp dolaşıp geleceğiniz yer silaha sarılmak olacaktı
madem, niye bu halkın barış düşleriyle
oynadınız. Bırakınız, kirlenmemiş bir
düş olarak kalsaydı.
HABER 7
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Atıl bisikletler Kadıköy yollarında
E
ti ve Aktif Yaşam Derneği’nin
hareketli yaşamı teşvik etmek
adına hayata geçirdiği Sarı Bisiklet Sosyal Sorumluluk Projesi kapsamında oluşturduğu Mobil Tamir Aracı uygulaması İstanbul’da. 31 Temmuz
– 16 Ağustos tarihleri arasında bakıma
ihtiyacı olan bisikletler Kadıköy’de tamir edilerek tekrar caddelere kazandırılacak.
Geçtiğimiz yıl ETİ’nin Aktif Yaşam
Derneği işbirliği ile hayata geçirdiği
Sarı Bisiklet Projesi, 2015 yılında İstanbul’da devam ediyor. Sağlıklı yaşamın en önemli unsurlarından biri olan
“hareketlilik” kavramını bisiklet aracılığı ile toplumun her kesimine yaymayı
amaçlayan ETİ ve Aktif Yaşam Derneği, 2015 yılında Sarı Bisiklet Projesi kapsamında İstanbul’da kadınların
öncülüğünde bisiklet kullanımını teşvik ediyor.
Mobil tamir aracı Kadıköy sokaklarını geziyor
Sarı Bisiklet Projesi’nin İstanbul’daki yolculuğunun en önemli hizmetlerinden biri de Sarı Bisiklet Mobil Tamir Aracı olacak. Daha önce Eskişehir
mahallelerini dolaşarak birçok bisikleti
yeniden sokaklarla buluşturan Mobil
Tamir Aracı şimdi de İstanbul Kadı-
neği, Sarı Bisiklet Mobil Tamir Aracı
ile 3 yılsonunda yaklaşık 10 bin bisikleti yeniden kullanıma kazandırmayı
hedefliyor.
köy’de atıl durumda olan bisikletlerin
yola çıkmasını sağlayacak.
Mobil Tamir Aracı, bugün (31
Temmuz) Bostancı Bahçelerarası Sokak’ta, 1-2 Ağustos tarihlerinde ise
Moda Sahil Yolu’nda olacak. Mobil
Tamir Aracı, bisiklet bakım ve onarımı için gerekli malzemeler ve bisiklet
tamir ekibi ile birlikte İstanbul’daki
belirli lokasyonlarda bisiklet severler
ile bir araya gelecek. Ayrıca, fren, direksiyon ve akort ayarlarının yanı sıra,
yağ değişimi, zincir takma – sökme ve
lastik tamiri gibi hizmetleri ücretsiz
olarak sunacak.
3 yılda 10 bin bisiklet yeniden yollarda olacak
Birçok insanın evinde lastiği söndüğü, fren ayarı bozulduğu veya zinciri
yağlanmadığı için atıl durumda tamirciye götürülmeyi bekleyen bisiklet,
Mobil Tamir Aracı ile yeniden özgürlüğüne kavuşabilecek. Mobil Tamir
Aracı, bu hizmeti ile aynı zamanda
bisiklet kullanımı ile ilgili farkındalığı
da artıracak. Geçen yıl Eskişehir’de
yoğun bir ilgi gören uygulama İstanbul’da dikkatleri üzerine çekerek daha
fazla insanın bisiklet kullanmasını teşvik edecek. ETİ ve Aktif Yaşam Der-
Mobil tamir aracı diğer güzergah ve
tarihleri:
- BOSTANCI MAH. BAHÇELERARASI SOKAK – 31 Temmuz 2015
- KADIKÖY MODA, SAHİL YOLU
HATTI CİVARI – 01 – 02 Ağustos
2015
- KOZYATAĞI MAH. SİNAN ERCAN SOK. ERENKÖY RUH VE SİNİR HAST. ÖNÜ - 04 Ağustos 2015
- BAĞLARBAŞI MAH. İNÖNÜ
CAD. GÜL YOLU SOK. SELAHATTİN BEY SOK. KESİŞİMİ 05 – 06 Ağustos 2015
- HASANPAŞA MAH. UNIVERSAL
HOSPITAL CİVARI - 07 Ağustos
2015
- KALAMIŞ PARKI – 08 – 09 Ağustos 2015
- ERENKÖY MAH. MUHTARLIĞI
CİVARI, ERENKÖY KIZ LİSESİ
ÖNÜ – 11 – 12 Ağustos 2015
- SUADİYE MAH. EMİNALİ PAŞA
MİGROS ÖNÜ – 13 – 14 Ağustos
2015
- DALYAN – 15 – 16 Ağustos 2015
Kartal’da sıcakta sanat
K
artal Belediyesi’nin bu yıl
dördüncüsünü düzenlediği heykel sempozyumunda
ilk hafta geride kaldı. İtalya, Avustralya, Ekvador, Polonya, Gürcistan, Türkiye, Almanya ve Litvanya
olmak üzere 10 eserin yer aldığı
sempozyumda heykeltıraşlar yaz
sıcağına aldırmadan çalışmalarına
devam ediyorlar.
Kültür Müdürlüğü’nden sorumlu
Kartal Belediyesi Başkan Yardımcısı Ömer Fethi Gürer de çalışmaları
yerinde izledi. Prof. Rahmi Atalay
ve sanatçılar ile görüştü, sanatçıların çalışmalarına devam ettiğini
söyledi. Gürer, heykelin kentlere
görsel derinlik ve zenginlik kattığına
değindi ve farklı il-ilçelerde de heykel sempozyumları yapıldığına dikkat çekti. Kartal’da sergilenen geç-
miş dönem eserlerinin Kartal için
önemli bir kazanç olduğuna vurgu
yaptı. Sanat ve sanatçının bir kent
için önemli olduğunu ve o kentin
gelişim ve kentleşmesinde ciddi katkıları bulunduğunu ifade etti.
17 gün sonunda ortaya çıkacak
eserlerin de Kartal’da sergileneceğine değinen Gürer, halkın çalışmaları izlemek için sahil yolunda Eczacıbaşı’na ait alana gelebileceklerini
ifade etti.
Kadıköy Tiyatro Festivali başladı
K
adıköy Belediyesi’nin bu yıl 13.
kez düzenlediği Tiyatro Festivali, başladı. Özgürlük Parkı’nda tiyatroseverler ile buluşan festival, 3
Ağustos Pazartesi akşamı Ödünç Yaşamlar adlı oyun ile açılış yaptı.
Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nun sahneleyeceği oyunun ardından dün ( 4
Ağustos) İkinci kat Gösteri Sanatları’nın Cambazın Cenazesi oyunu seyirciyle buluştu. Festival, 17 Ağustos
akşamı Dostlar Tiyatrosu’nun İnsanlarım adlı oyunu ile sona erecek. Festival boyunca oyunların gösterimleri
ücretsiz olup oyunlar saat 21.00’de
başlayacak.
8 HABER
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Kadıköylüler Kurbağalıdere için yürüdü
İ
stanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
(İBB) uzun süredir ıslah edemediği Kurbağalıdere’den yayılan
kirlilik, hem insanlara hem de çevreye
zarar vermeye devam ediyor. Derenin
yüzeyindeki kirli siyah tabaka, fokurdama ve dereden yayılan dayanılmaz
koku Kadıköylüleri ayağa kaldırdı.
Kurbağalıdere’nin bir an önce ıslah
edilmesi amacıyla bir araya gelen Kadıköylüler “Kurbağalıdere zehir değil,
temiz aksın” sloganıyla eylem yaptı.
Kadıköy Kent Dayanışması tarafından
Perşembe günü saat 19:00’da düzenlenen yürüyüşe Kadıköy’deki mahalle
muhtarları, demokratik kitle örgütü
temsilcileri, siyasi partiler ve Kadıköylüler katıldı. Yoğurtçu Parkında
başlayan yürüyüşe Kadıköy Belediye
Başkanı Aykurt Nuhoğlu, CHP Genel
Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, CHP
İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş,
Mahmut Tanal, CHP Büyük Şehir
Meclisi Grup Başkan Vekili Ertuğrul
Gülseven, CHP Kadıköy ilçe Başkanı
Ali Narin’de destek verdi.
Maskeli yürüyüş
Kurbağalıdere’den gelen yoğun kokuya dikkat çekmek için maske takılan
yürüyüşte Kurbağalıdere’den Zehir
Değil Yaşam Aksın”, İBB sağlığımızı
tehdit etme! Kurbağalıdere’yi temizle”
pankartları taşındı.
“İBB’den hesabı kurbağalar soracak”, “Topbaş istifa”, “Saraya para
çok dereye yok”, “Dere kokuyor Topbaş uyuyor” sloganlarıyla Kurbağlı-
Kadıköy’de yağmur yağarken
Üsküdar’da deniz keyfi
H
ava sıcaklığının yüksek seyrettiği günler sonrası İstanbul’un bazı ilçelerin yağış
etkili olurken aynı dakikalarda yağmur yağmayan Üsküdar’da gençlerin
serinlemek için denize girmesi ilginç
görüntüler oluşturdu.
Mevsim normallerinin üzerinde
seyreden hava sıcaklığı sonrası esen
rüzgar beraberinde yağışlı havayı
da getirdi. Anadolu yakasında bölgesel olarak yağışlar görüldü. Kadıköy’de aniden bastıran sağanak
yağmur sonrası bazı vatandaşların
korunmak için kapalı alanlara sığındıkları görülürken aynı dakikalarda yağmur görülmeyen Üsküdar’da ise gençlerin serinlemek için
denize girmesi ilginç görüntüler
oluşturdu.
dere köprüsüne yürüyen kitleye araç
sahipleride korna çalarak destek verdi.
“Kadıköy cezalandırılıyor mu?”
Yoğun katılımın olduğu yürüyüş bitiminde Kadıköy Kent Dayanışması
adına yapılan basın açıklamasında
İBB’nin yanlış ıslah çalışmaları nedeniyle Kurbağalıdere’den lağım
aktığına dikkat çekilerek “zehir soluyoruz” denildi. “Gerekli önlemler
alınmadığı için sağlık riski giderek
büyümektedir” denilen açıklamada
gerekli önlemler alınmadığı takdirde, Kadıköy ve çevresinde yaşayan
insanların ve tüm canlıların zehirlenmeye devam edileceğine dikkat çekildi. “Bu vurdumduymazlık, derenin
hali, çalışmaların son derece yavaş
ilerlemesi akıllara Kadıköy halkı cezalandırılıyor mu sorusunu ister istemez getirmekte” denilen açıklamada
Kadıköy halkının yaşadığı ve yaşayacağı sorunlardan İBB’nin sorumlu
olacağı hatırlatılarak ıslah çalışmasını en kısa sürede bitirilmesi istendi.
Yürüyüşe destek veren Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu dere
ıslahının birkaç ayda tamamlanabilecek durumdayken 3 yıldır tamamlanmadığına dikkat çekerek “İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin Kadıköy’ün
sorunlarını çözmeye eli varmıyor”
dedi. Kadıköylülerin ciddi risk altında olduğunu belirten Nuhoğlu, gece
gündüz aralıksız sürdürülecek bir çalışmayla dere ıslahının kısa sürede tamamlanabileceğini söyledi.
YORUM 9
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Ateş düşerken halklara
İ
lyada’da, kadınlar ve onların etrafında gelişen ev hayatı, barışı simgeler.
Hektor, bir an önce karısı ve çocuğuna dönmek ister, onu sevdiklerinden uzak
bıraktığı için savaşı lanetler. Çarpışmaya
dönmeden önce eve geldiğinde annesi
ve karısından ordusunun kurtulması için
dua etmelerini ister. Hektor, savaşırken
de karısını anar, atlarını sürerken, atlara
hatırlatır güzel karısını, onlara nasıl iyi
baktığını, nasıl yem verip onları eğittiğini anlatır, atlar da sanki bu güzel sözlerle
hatırlarlar Andromakhe’yi ve daha canlı
koşarlar.
“Tanrı savaşı yarattı ve ardından barışı var etti ve tanrı dedi ki: ‘yok ediniz
birbirinizi, bunun gölgesinde kutlayınız barışın zaferini.’ Ve o yine dedi ki:
“kardeşlik maskesinin altında saklı olan
canavar ruhlarınızı sık sık gün yüzüne
çıkarmayın, göstermeyin birbirinize.
Arada bir insanların nefes almasına, güç
toplamasına izin veriniz barış adı altında. İzin veriniz ki; harpler, cihatlar, kan
akıtmalar daha bir manidar olsun, daha
bir insana özgü olsun. Bu şekilde içinizdeki kinin öcünü alınız, iliklerinize kadar
tatmin olmayı hissediniz.”
Bu toprakların büyük çoğunluğu
yaklaşık yüz yıldır savaş yüzü görmedi.
Devlet ise 1. Dünya savaşıyla başlayan
ulusçuluk ve milliyetçi yönlendirmeyi
kullanarak, Anadolu’nun diğer halkları
ve dini unsurları üzerinde bir tahakküm
oluşturdu. Savaştan uzun süredir uzak
olan cahil halk katmanları milliyetçilik
ve bağnaz dini unsurlarla egoları şişik bir
halde soykırım ve tecavüzlerle yüzleşen
Ermeni, Rum, Süryani, Ezidi, Yahudi
ve Aleviler üzerinde onları rencide eden,
ezikliğe sürükleyen bir baskı oluşturdu.
Kısaca ötekileştirme furyasıyla üzerlerinde baskı oluşturulan bu halklar ne yazık
ki hiçbir direnç göstermiyor, gösterenlerse kimi zaman yörenin zorba ağaları,
devlet erkânı hatta eşrafça cezalandırılıyordu.
Oysa savaşın yıkımını üzerinde hisseden hiçbir halk savaşı istemezdi ki…
Ancak bu yüz yıl süresince gelen hükümetler Vatan-Millet-Sakarya nutuklarıyla hamasi söylemlerle Türk Halkını diğer
halklar üzerinde baskı unsuru olarak
kullandırıyor, onları bezdiriyordu. Tıpkı
THE Cut filmindeki film kahramanının
dilinin kesilmesi gibi Ermeniler, Rumlar,
Süryaniler, Ezidiler, Yahudiler ve Aleviler
seslerini yükseltmeden her şeye razı bir
halde çeşitli pogromlarla göçe zorlanıyor
malını, mülkünü bırakarak terk-i diyar
ediyorlardı. Bunca yıldır savaş olmamasına rağmen, ötekiler savaşın yıkıcılığını
halen yaşıyorlardı. O yüzdendi savaşa
karşı durmaları, nefret duymaları…
Anadolu’nun Hristiyan halkları,
Alevileri ve Ezidilerinin bu coğrafyada
azalmaları sonucu bu nefret yavaşça
Kürt Halkına yönelmeye başlamıştı.
Kurak ve çorak topraklara hapsedilen Kürt Halkı devlet- ağa zulmüyle
birlikte baskı altında dilini konuşması
bile yasaklanarak, binlerce yıllık Kürt
kültürü yok sayılarak yaşamaya âdeta
mahkûm edilmişti. Öyle ki konuştuğu
her Kürtçe kelime için ceza verilmeye
başlanmıştı.
Şeyh Sait isyanıyla patlak veren bölgesel direnişler ağır ve kanlı bir şekilde
bastırılmış, Kürtler, Ağrı’da, Koçgiri’de,
Zilan, Patnos ve diğer vilayetlerde katliamın, zulmün, baskının en ağır koşullarını
yaşamıştı. Kürtler ’de savaşın yakıcılığını,
yıkımını kanıyla, canıyla ödüyordu işte…
Uzunca süren suskunluk 1960 ihtilalinin görece hürriyet ortamında gelişen
Kürt ve Türk halklarının ilerici unsurları
sayesinde bitmeye başlamıştı ki 12 Mart
ve ardından 12 Eylül’le gelen cunta rejimlerinin korkunç diktatörlüğü nedeniyle halklar tarihin en kanlı ve baskıcı
rejimiyle yüz yüze kalacaktı.
12 Eylül Kenan Evren cuntasının
dini unsurları kullanarak yaptığı yönlendirmelerle Kuran kursları hızla
çoğalacak ve eğitim baştan aşağı halkların aleyhine hızla değişmeye başlayacaktı. Kürt halkı bu 1980 sonrası dönemi korkunç işkenceler, katliamlarla
geçirecekti.
Bugün, zamana karşı yaşayan, vaktin
en büyük değer olduğunu düşünen, iki
bin sayfalık bir romanın içine gömülecek
zamanı hak etmediğini düşünen bir nesil
için Savaş ve Barış ne anlama gelebilir?
Nasıl okunabilir?
Bu ülkenin kendini çağdaş Atatürkçü sayan unsurlarının söylemine göre
Türkiye, 2002 yılından beri AKP gibi
çağdaş olmayan dini unsurlara sarılmış Cumhuriyetin olmazsa olmaz unsurlarına saldıran bir parti tarafından
yönetilmektedir. Oysa kendini çağdaş
sayan CHP, MHP, AP gibi partiler de
yapmıştı halklara bunca bağnazlığı,
kötülüğü ve baskıyı…
Sonra barış süreci denerek demokratik bir seçimle başa gelen HDP ile dolaysıyla Kürt Halkı ile bir barış anlaşması
yapılmaya girişildi. Savaşın yıkıcılığını
bilen ama özgürlüğünden taviz vermeyen Kürt Halkı bu süreci eşit ve özgürlükçü bir Anayasa ile başlatma için girişimlerde bulunmaya başladı. Ancak
kendilerini bu ülkenin sahibi sayan ulusalcılar, yani CHP, MHP ve İP şürekâsı
tarafından bu süreç çeşitli zamanlarda
sayısız kez baltalandı.
İnsanlığın bunca yıllık kazanımlarından biri olan demokratik özgürlüğü yok
ederek dini unsurlarla doldurmaya çalışamazsınız; beyhude olur. Bunca kaybı,
yoksunluğu, zulmü, işkenceyi, katliamları, köy yakmaları, dil yasağını dini bir
ritüel olan öteki dünya ile nasıl karşılayabilirsiniz ki…
“Kurtuluş ve diriliş trajediyi yok etmek mi yoksa sadece teselli mi? Bu
dünyada doğruluk yok. Hiçbir ceza, bir
haksızlığı telafi edemez; çünkü geçmiş,
değiştirilemez. Haksızlık görenler kayıplarıyla kalırlar. Eğer ki başka bir dünyada
hak yerini bulacaksa, burada kaybedilen
bir şey haksızlık gören kişilere orada geri
verilecekse, o verilen şey hayatı dolduran
şey değildir; sadece bir tesellidir. Kaybedilen bir şeyin bir daha hiçbir zaman yeri
doldurulamaz, çünkü kaybedilen şeye
kaybolduğu anda ihtiyaç vardır.”
Savaşın kötücül zamanlarını yaşayan
komşularımıza, Suriye, Irak, Filistin, Libya halklarına hatta Bosnalılara ve diğer
Yugoslavya halklarına sorun o vahşeti…
Bu yüzdendir HDP’nin ve ona oy
veren halkların her şeye rağmen ‘Barış’
diye tutturmaları ve bu ateşi içlerinde
hissetmeleri…
Savaş ve Barış’ın bir bölümünde şöyle
yazıyordu: Kendi kendine, “Aman Tanrım,” dedi. “Hep aynı insanlar, hep aynı
şey... Babam bile fincanını her zamanki
gibi tutup çayı dünkü gibi üflüyor. Yarın
da yine öyle üfleyecek.” Odadakilerin
Barışın
direnme vakti
Şiir ve türkü yakan ağızlara
Gün ışığından renkler yakışır
En diri üzümlerden şarabî sarhoşluklar, aşklar
Ömür geçer suskun diyarlardan
Genç yüzler kanar,
Dili kayıp gençler kanar;
Kayıp gider parmaklardan…
Okşayamazsın saçlarını bir kez
daha
Alay-ı-vâlâ ile uğurlanır balalar
Hissizleşir duyguların
Habire kurur gözyaşların
Yükseklerde vicdan bulutları kararır
Toprağın bağrında tüm çiçekler
güzeldir, oysa
Yatarken kuytuluklarda şirin gözlüler
Dağlarda gelincikler
Ölme sakın
Ümidini kırma hiç!
Bir dilek tut
Bir yaşamı bağışla
Bir ağaç dik: yemişi nar
Barışı zeytin olan
Daha çok var ölmemeye
Bilsinler ki şimdi direnme vakti
Yürüyün meydanlara
Yok, olsun tufeyliler
Şairler ve halklar ölmez; bilirsin...
Bu toprak hepimizin
Bu çocuklar bizim!
Bedros Dağlıyan
hepsine karşı öfke duydu. Hiçbir değişiklik olmadığı için onlara kızıyordu.
Evet, dünya hep kapitalistlerce yönetiliyor ve halkları sudan sebeplerce birbirine kırdırarak gücünü arttırıyor ateş saçan
bir ejderhaya dönüşüyordu. Toprağını
eken, ürününü deren, hayvanlarını aynı
şekilde çoğaltan, düğünlerinde aynı güzellikleri paylaşan halkların birbirleriyle
ne derdi olabilirdi ki…
Cinayetin, kime yarayacağını bilirseniz katili de bilebilirsiniz. Savaşın kimin çıkarlarına hizmet ettiğini bilmeniz
gibi… İŞİD denilen caniliğin kapitalizmin ve Emperyalizmin yarattığı bir canavar olduğunu bilmemiz gibi…
Ben bu durumu çocuk yaşlarından
beri biliyorum.1915 sonrasında var olan
mal ve mülklerimizin kimlerin eline geçtiğini bildiğimden beridir savaşa karşı olmam, savaşa karşı cephede yer almam…
10 YORUM
“Her şey Türk milleti için, Türke doğru
ve Türke göre“
İ
stanbul Emniyet Müdürlügü’ne,
ülkücülerin sol görüşlü öğrencilere 8 Mart’ta saldıracakları ve “sol
gruba mensup öğrencilerin fakülteye
devam etmeleri halinde 8-10 gün içinde bu grup üzerinde saldırı gerçeklestirirleceği ihbar edilmesine rağmen
sessiz kalan yine devletin güvenlik
güçleriydi. Katillerin arkalarından
koşan polislere de “Durun... Koşmayın” şeklinde emirler veren sicilli bir
ülkücü komiser Reşat Altay oradaydı.
Reşat Altay bu davranışının karşılığında, İstanbul Terörle Mücadele Şube
Müdürlüğü, Niğde, Trabzon ve Kırklareli Emniyet Müdürlüğü, görevlerine
atanarak ödüllendirildi.
Katliamda kullanılan bomba 16
Şubat 1978’de yakalanan ve kontrgerilla içindeki bir emekli yüzbaşı olan
Mehmet Ali Çeviker’in görevli olduğu
depolardan alınmış. Amerikan modeli TNT kalıplarından yapılmış. Bu
yüzbaşının MHP’li olduğu ve ülkücü
2015
5 Ağustos
Çarşamba
MHP’nin tarihi (3)
hareketin kurmaylarıyla ilişki içinde
olduğu, Ağustos 1978’de ülkücü Ali
Yurtaslan’ın itiraflarıyla ortaya çıkıyor.
Neden milliyetçiler Finans Oligarşinin direktiflerine uyuyorlar. Özellikle Naziler ve Turancıların ilişkileri ve
ortaklıkları ve de anlayışları aynı kulvarda buluşuyor. Bunun için Glasneck şöyle diyor.. “5 Agustos 1941’de Alman büyükelçisi Von Papen ‘in telgrafında ,Bakü petrol yataklarının Türkiye’ye bağlanması için İstanbul’a geliyor. ve burada
bir komisyon kurulmasını ve kurulan
bu komisyonda grubun önderlerini tesbit ediyor. CHP İstanbul Milletvekili
Şükrü Yenibahçe(Teskillat-ı Mahsusa
liderlerinden) Enver Paşa’nın kardeşi
varlıklı fabrikatör Nuri Paşa (Turancı),
Zeki Velidi Togan ve Kırım Tatar’larının temsilcisi Ahmet Cafer’den oluşan bir komisyon kuruluyor. Örgütün
basın işlerini de Reha Oguz Türkkan
yönetiyor. Bunların amacı Sovyetler
Birliğine karşı Gençliği savaşa hazırlamaktır. 1941-1944 yıları arasında
Alman gizli servisinin parası ve Alman
Faşizmi’nin uslubu ile sınırsız bir şövenist propaganda yürütenlerden biride
o zamanlar üsteğmen rütbesiyle bulunan Alpaslan Türkeş’tir.Türkiyede Faşist Alman Propagandası. Sayfa 202.
Johannes Glasneck.
Yukarıda sayılan isimler; İslam birliği, Hakdaşlar utanmazlığı ile halklara
yutturulan İttihatçı düşlerin sahipleridir. Hitler Faşizminin anti komünist sömürge siyasetinin kişilik yoksunu
ajanlarıdır.
CİA‘nin ajanı, sermayenin adamı
Türkeş, Orta Asya Cumhuriyetlerini
pazarlama konusunda ideolojik safsatalarını bir tarafa bırakan Türkeş yeni
dünya düzencilerinin reçetelerini piyasaya süren bir tüccar oldu.
Türkçü Türkeş şöyle diyor.Teşvik
ediyorum, Sermaye çevrelerine, mesela ABD’ ye diyorum ki yatırım yapın
çok çok zengin kaynaklar var. İstiyorum ki oraya Avrupa bilhassa Amerikan sermayasi girsin" (Para Dergisi,
sayı 45, sayfa 24)
(...)ABD’nin kafkasyada bir konfederasyon istedigini de vurguluyor. Her cumhuriyetten ögrenci getirilerek
Harp okullarinda yetistirildigini belirten Türkeş, Elçibey’den söz ederken Ben seçilmesine yardımcı oldum. Gittik mitinglerini düzenledik. Kendisine
önerdim, acele, küçük, çevik ateş gücü
yüksek bir ordu kurun“ Bu zat ordu içinde komplo kurmakta deneyimli
oldugundan bu akılı veriyordu. Türkeş
„Türkiyeyi ele geçirmek isteyen marksist teröre engel olmak gerekiyordu .
karşılarına ülkücü gençleri çıkardım.
Planlarını bozdum“ demektedir. Para
Dergisi sayı 45:
Türkeş; Kürt sorunu için “Bize 6 ay
zaman verin biz bu işin kökünü kazırız“ sözü, hayalindeki Hitler vahşetinin ifadesidir. Herşeyleri haksızlık, baskı ve zulüm,
para ve kanun olanların, herşeyleri yalan ve dolan olanların,Herşeyleri katliam ve vahşet olanların vatan sevgisi
olur mu? Ne kadar olur vatan sevgisi. Bu konuda Bernhard Shaw’in bir
sözünü hatırlatayım „Unutmayın ki
her alçağın son sığınağı vatanseverliktir“.
YORUM 11
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Barış hemen şimdi
S
İSHAK KARAKAŞ
iyaset hepimizin ruh halini etkiliyor. İyi ya da kötü.
Ama savaş hepimizin ruh halini
kötü etkiliyor. Kim savaştan memnuniyet duyuyorsa onun ruh halini çok
daha derinden, temelden araştırmak
gerekir herhalde.
2013 Newrozu manifestosunu dinlediğimiz günü hatırlıyorum. Sanki
Türkiye’de erken bir yaz mevsimi
başlamıştı. Herkes birbirine daha
bir ısınmış, daha umutlu bakıyordu
birbirinin yüzüne. Çocuklarımızın
geleceğini daha büyük bir güvenle
tasarlıyorduk.
Hemen bir iki ay sonra Gezi Süreci’nde gençlerin aralarına sızan
darbecileri dışlayarak oluşturduğu
çoğulcu hayat talebine yönelik orantısız şiddet güvenimizi biraz sarssa
da, seçim süreçlerinin başlamasıyla
yeniden demokrasinin olabilirliğine
dair umutlarımız güç kazandı.
Burada HDP’nin işlevi çok önemliydi.
Özellikle Selahattin Demirtaş’ın
Cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde HDP’nin
ivme
kazanan
Türkiyelileşme
durumu barış
umutlarını ve
çatışmasızlığın
çözüme
dönüşmesi
beklentisini artırdı.
D e m i r taş’ın
şahsında
HDP’nin halk nezdinde elde ettiği teveccüh ve barajın sınırına
dayanan oy oranı ülke sathında bir
sevinç dalgasına yol açtı.
Ve genel seçim sürecine böyle bir
ruh hali içinde girdi geniş kesimler.
her Pazar 21.00'de
Seçim günü yaklaştıkça adaletsiz
seçim sistemi ile yetinmeyip provokasyonlara yönelen, HDP’lilerin canına kast eden, binalarını,
mitinglerini bombalayan, katliamları
göze alan güç
odakları, yine de
HDP’nin Türk i ye l i l e ş m e,
T ü r k i ye ’ n i n
HDP’leşme
sürecini engelleyemedi ve 8
Haziran sabahı
ülkenin büyük bir
kesimi yine umutlu,
yine sevinçli, yine kendisini güven içinde hissederek uyandı.
Ama işte seçim öncesi HDP’nin
barajı aşması durumunda kaos olacağını söyleyerek aba altından sopa
gösteren güç odakları, hemen devreye girdi.
Cumhuriyet tarihinin en çoğulcu
Meclis’nden kaos çıkaran, seçim sürecinde kardeşliğini pekiştiren halkları yine birbirlerine karşı kışkırtmaya
çalışan güç odakları. Hükümetiyle,
devletiyle.
Ve kısa sürede çatışmalar başladı.
Bugün sokağa çıktığımda, seçimden 50 gün kadar sonra umutlarını
yitirmiş, güvensiz,enerjisiz insanlar
görüyorum.
İnsanların ruh hali bu süreçteki
hızlı değişimler ve sarsıntılardan çok
kötü etkileniyor.
Tabii yine de geçecek bu durum.
Ben yine de barış duygusunun ve
iradesinin kazanacağına inanıyorum.
Ama o zaman kadar kaybedilen
insanlar ne olacak?
Şunu yüksek sesle söyleme zamanı: Barış Hemen Şimdi.
Pazartesi günleri saat 16.00'da
SOYLESI
12 SÖYLEŞİ
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Celalettin Can
İshak Karakaş
 Celalettin Can, Akil İnsanlar grubu üyesi, 78’liler Girişimi
sözcüsü, Özgür Gündem yazarı,
Tükenmez dergisi genel yayın
yönetmeni ve eski Dev-Genç yöneticisisiniz. Bu yoğun gündemde ve haftasonu bir grup akil
insanla yaptığınız toplantının
hemen ardından ilk bizim söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için
size çok teşekkür ederim.
Ben de size teşekkür ederim.
 Haftasonu yaptığınız toplantının kararını nasıl aldınız?
Aklımızda şöyle bir şey vardı yani,
yan yana geldiğimizde fark ettik akil
arkadaşlarla, yani aklımızda bir çıkış
yapmak vardı, o arada Kadir (İnanır)
“böyle bir şey yapalım” deyince yan
yana geldik. Tabii yan yana gelmeden
önce bu 63 akil insandan hepsini aramadık. İçlerinden 28 kişiyi seçtik.
 Neden 28 kişi seçtiniz?
Bir kısmı milletvekili olmuştu gerek
AKP’den gerek HDP’den. Bazıları
Akil İnsanlar grubundan çekilmişti Murat Belge gibi, Baskı Oran gibi.
Bazıları “akil insanlar süreci benim
için bitmiştir” diyen Arıboğan (Deniz
Ülke) gibi falan tipler vardı, ama bazıları da Dİlipak (Abdurrahman) gibi hiç
çağırmaya gerek duymadığımız, yani
barış meselesi olmayan, tarafgir olan
insanlar vardı. Bunları da çağırmamaya özen gösterdik. Ama 28 insan bire
bir çağrıldı. Ama onlar gelirken de şeyi
bilmiyordu, yani savaşa karşı bir tutum
konuşulacak, bu nasıl bir tutum olacak, “gelin” dedik, “oturalım, beraber
tartışalım, metni beraber oluşturalım,
kamuoyuna da beraber açıklayalım”
dedik. 10 arkadaşımız geldi. Diğer 10
arkadaşımız da “biz gelemedik ama sizin yanınızdayız” dediler. Bu arada ta-
bii hazırladığımız metni aramızda tartıştık 10 arkadaş, bir metin oluşturduk
ve bu metni 10 arkadaşımıza ilettik,
onların da görüşlerini alarak son şeklini verdik, diğer 8 arkadaş ise aslında
bu metnin dönemin ihtiyaçlarına yanıt
olmadığını, daha çok PKK’nin silah
bırakması gerektiği üzerinden tartışılması gerektiğini söyleyip bu metne
imza atmadılar. Ve 20 arkadaşla sınırlı
kaldık biz.
 En çok ne tartışıldı?
Biz şunu söyledik daha çok, yani
önce hükümet silahlı çatışmayı başlattı
ya da PKK başlattı, hükümet önce silah bıraksın ya da PKK önce bıraksın
tartışmasını yapmadık, şu anda silahlı çatışma var, savaş var, bir an evvel
bunun durması gerekiyor, yani insanların tetikten ellerini çekmesi gerekiyor, silahların susması gerekiyor. Bunu
söyledik kendi aramızda, buna ağırlık
verdik ve neyle bırakılmıştı süreç, diyalogla bırakılmıştı, yani müzakereye
geçiş aşamasında bırakılmıştı, “tekrar
diyalog aşamasına gelinmeli” dedik.
Çünkü ilişkilerin normalleşmesi gerekiyor. Savaşla bu ülkenin bir yere varamayacağı düşüncesi hakim, kan dökülmemesi gerekiyor, “analar ağlamasın”
dendi, ilişkilerin biraz oturması gerekiyor, daha çok iki noktada, iki taraf da
koşulsuz, mutlak bir şekilde silahları
susturması ve diyalog sürecinin başlaması, bu iki nokta üzerinde düğümlendik ve bu iki nokta üzerine yazdık.
 Tartışmalar oldu mu arada?
Oldu tabii, yani farklı görüşte insanlarımız vardı kendi aramızda, yani
kimisi diyebilir ki “Ya, PKK silahı
bıraksın”, kimisi diyebilir ki, “ya, bu
devlet önce başlattı bu işi”, bunu diyenler olabilir ama bu tartışma olmadı
SOYLESI 13
SÖYLEŞİ
2015
5 Ağustos
Çarşamba
“Ne yapıp yapıp
barışa sahip
çıkmamız gerekiyor”
Celalettin Can, Türkiye solunun önemli
isimlerinden. Mücadeleci. Dev-Genç
yöneticilerinden biri olarak 19 yıl
cezaevinde kaldıktan sonra serbest
kaldığında 78’liler Girişimi’ni oluşturarak
kuşağının sorunlarına eğildikten sonra hep
daha geniş kesimlerce tanındı. 2013’de
oluşturulan Akil İnsanlar grubunun bir üyesi
oldu. Orada da mücdaeleci oldu. Birçok akil
aramızda, o tip tartışmaları yumuşak
geçişlerle hallettik. Üzerinde mutabık
kaldığımız, “taraflar koşulsuz ve mutlak bir şekilde silahları susturmalı ve
diyalog süreci başlamalı”. Burada anlaştık ve hemfikir olduk. Bunda sadece toplantıya katılan 10 arkadaş değil,
toplantıya gelemeyen diğer 10 arkadaş
da bu metni okudular ve anlaştık.
 Peki, sizce akiller işlevini
yerine getiriyor mu?
Şöyle diyelim, akiller 2013’te başladı, Nisan’da başladı çalışmasına,
81 ili dolaştılar, toplam 60 bin kişi ile
görüştüler. Ve o görüşmenin sonuçlarını kamuoyuna günlük olarak sistemli
bir şekilde paylaştılar, sonra bunu rapor olarak hükümete de sundular, bu
çerçevede meseleye baktığınız zaman
eksiğiyle fazlasıyla akiller o dönemin
tarihi koşulları içinde olumlu bir rol
oynadılar. Ama akiller bir noktadan
sonra hata da yaptılar.
 Ne gibi?
Mesela Gezi olayı ortaya çıktığında
kendilerine şu teklifi yapmıştık, daha
doğrusu ben yapmıştım, “bu Gezi olayına sahip çıkalım, gezi olayı ile barışın
ilişkisini kuralım, Gezi olayına sahip
çıkamazsak başka tip değerlendirmeler olabilir ve akil süreci bundan zarar
görebilir”, mesela Gezi olayına bigane
kaldılar. Bütün çabalarımıza rağmen
Gezi’ye gidip, bir basın açıklamasıyla
Gezi’ye sahip çıkıp Gezi’yle demokrasi, barış arasında bir ilişki kuramadık.
Bu akillerin hatasıydı.
 Çekindiler mi?
“Ya, akiliz bizim, bizim misyonumuz başka” diye biraz dar düşündüler,
biraz da hükümetin çok sert tepkileri
vardı, bunu biraz göz önüne aldılar,
biraz da insanlar akil olunca, devletle
insan başka yerlere savrulurken o barışın
safında kaldı.
Geçen cumartesi günü akil insanlardan
bir grup çatışma sürecini tartışmak için
Kadir İnanır’ın çağrısıyla bir araya geldi.
Celalettin Can ile toplantıdan iki gün sonra
buluştum ve kendisine hem toplantıya, hem
akil insanların işlevine hem de barışa dair
sorular sordum:
ilişkiye girince daha ağırbaşlı oluyor,
daha dengeli oluyor, olur olmaz zırt
pırt işlere bulaşmak istemiyor, akıllı
oluyorlar daha çok ondan sonra. Bu
eğilimin büyük bir rolü oldu bana göre.
 Korku da söz konusu tabii.
Onu ben söyleyemem. Ben 60 arkadaşa e-mail attım. Bir iki arkadaşımız
olumlu, yani koşullu bir şekilde olumlu
yanıt verdi, bir kısım arkadaşlarımız
hiç yanıt vermedi ama 30’a yakın arkadaşımızla tartışırken “bizim sorunumuz Gezi değil, bizim sorunumuz
barıştır” dediler. Halbuki Gezi olayı
barışla çok yakınen ilgiliydi, Gezi’de
tabii ki “ben Mustafa Kemal’in askeriyim” diyenler vardı ama “Mustafa
Keser’in askeriyim” diyenler de vardı.
Tabii ki milliyetçiler vardı ama beri
tarafta Kürtler vardı, solcular vardı,
şunlar vardı, bunlar vardı, toplum
oradaydı, toplumun bütün eğilimleri
oradaydı, silah kullanmadıktan sonra
herkes orada olabilir, burada işte sloganları falan gerekçe gösterip, “ya burada acaba darbe falan mı var”, bazı
arkadaşlar bunu dedi, bazı arkadaşlar
ise “uzak duralım” dedi, girmediler bu
işin içerisine. Ama Gezi’ye girilseydi,
Gezi’ye gidip konuşma yapılsaydı Gezi
ile akil süreci ve barış süreci ile ilişki kurulsaydı en azından Gezi’de nevri bozulan Başbakan ne kadar engellenirdi
bilemiyorum ben o kadar. Nevri orada
bozuldu aslında, sonra cemaatle olan
o operasyon, 17/25 ile daha derinleşti. İkinci hatamız şuydu, biz raporlarımızı hazırladık, ne yaptık, götürdük
Başbakan’a vereceğiz, Kamu Güvenli
Müsteşarlığı üzerinden Başbakan’a
ileteceğiz. Başbakan bu 7 bölgenin raporunu inceletip tek bir rapor haline
getirip kamuoyuna açıklayacaktı. Hatta bilebildiğimiz kadarıyla kamuoyuna
açıklanmasıyla birlikte Öcalan’la bir
SOYLESI
14 SÖYLEŞİ
yol haritası falan düşünülüyordu. Bu
raporları hazırladık, verdik ama Başbakan bu raporları yok saydı, biz bu
raporların peşine düştük. Akil İnsanlar
grubu bu raporlara sahip çıkma konusunda yeterli derecede sorumluluk
göstermediler benim kanaatime göre,
hatta biz o raporu bunun üzerine Başbakan’a verdikten sonra Kandil’e götürdük, işte Öcalan’a ulaşması derdi
içerisine düştük ve burada akillerden
ben biryesel kaldım yani. Bütün akiller ona sahip çıkmadı. En sonra akil
insanlarla bir toplantı daha oldu, “raporlarımız ne oldu sayın Davutoğlu”
dedik, “ben bunları yayınlandığını bi-
2015
5 Ağustos
Çarşamba
liyorum” dedi. “Yayınlanmadı” dedi,
“sitelerde var”, “o sitelere biz verdik”
dedik. “Söz verdik, o raporları kamuoyuna açıklayacağız” dedi, o sözün yerine getirilmesini bekliyoruz. Burada
diyeceğim şudur, akil insanlar emeklerine sahip çıkma, süreci takip etme, raporlarına sahip çıkma, Gezi olayında
da başka türlü davranma gibi tavırlar
geliştirebilirlerdi ama bunu yapmadılar akil insanlar, bu onların eksikliğiydi.
 Öne çıkan bir şey var mıydı
o raporlarda?
Bana göre o raporlar asgari biçimde
uygulanırsa Kürt meselesi çözülür. Ör-
neğin anadilde eğitim vardı, örneğin
Öcalan’ın daha özgür koşullarda görüşmeleri sürdürmesi ve silahlı hareket
“terör” deniyor ondan sonra koşullar
ortadan kalktığı oranda toplum biraz
rahatladığında salıverilmesi gerektiği
gibi şeyler vardı. Örneğin Diyarbakır
Cezaevi’nin müze olması vardı, örneğin hasta tutukluların serbest bırakılması vardı, örneğin genel af vardı yani
bugün Kürt Özgürlük Hareketi’nin
savunduğu asgari taleplerin hemen
hemen büyük çoğunluğu o raporlarda
vardı. 60 bin insan ve bu 60 bin insan
Türkiye’nin her yerinden, üniversite
mensupları, vakıf başkanları, sendi-
ka yöneticileri, dernek yöneticisi, sivil
toplum örgütü yöneticileri, yani her
ilin, her bölgenin ileri insanlarının bir
araya gelip oluşturduğu 60 bin kişiyle, devletin kontrolünde oldu bu ama
buna rağmen böyle raporlar çıktı ve
bu raporlara sahip çıkma konusunda
akil insanların hataları olduğu gibi
benim kanaatime göre bizim de hatalarımız oldu. Örneğin bizim parti de
buna yeterince sahip çıkmadı, akil insanlar toplantısına çok güçlü katılımlar göstermedi, o konuda tartışmaları
kamuoyunda zenginleştirmedi. Bence
o süreci bizim taraf da yeterince algılayamadı.
 Peki, Türkiye bu çatışma
ortamına nasıl girdi yine?
Türkiye şöyle girdi bu çatışmaya,
yani bu çok gizli bir şey değil, zaten
Cumhurbaşkanı kolluyordu yani, seçimlerden sonra bir çatışma ortamı
kolluyordu, bu hatta şeye gidelim, hatırlarsanız 6-8 Ekim olayları oldu bu
ülkede, 6-8 Ekim olaylarının hemen
akabinde ne oldu, iç güvenlik yasa tasarısı tartışıldı bu ülkede, iç güvenlik
yasa tasarısı çok itirazlara, muhalefetin bütün çabasına rağmen Meclis’ten
çok süratle geçti. Hemen sonra kasım
ayında milli güvenlik kurulu toplantısı
oldu ve bize sızan bilgilere göre seçimlerden sonra uygulanmak üzere savaş
kararı alındı. Ve o milli güvenlik kurulu toplantısından sonra Erdoğan süreci
sertleştirdi. Her seçim öncesinde yaptığı gibi. Bir kamplaşma, yüzde elliyi
kemikleştirme. Bu süreci gözlemleyen
Öcalan, sayın Öcalan, bana göre bunla da ilgisi vardı, sürecin biraz olsun
önünü kesebilmek, seçimlerden sonra
savaş koşullarının doğmaması için, bir
yanı da buydu, 10 maddelik demokrasi paketi ortaya attı. Demokrasi paketini Öcalan ortaya atınca hükümetin,
sayın Cumhurbaşkanı’nın ezberi bozuldu. Hatta kabul ettiler önce, kabul
etmek zorunda kaldılar kamuoyunun
önünde ve demokrasi paketi ile HDP
yükselişe geçti. HDP’nin yükselişe geçmesi üzerine yine sızan bilgilere göre
Erdoğan, Davutoğlu’nu uyardı, “süreç
aleyhimize gelişiyor, Dolmabahçe’den
vazgeçin, çözüm sürecini biraz aşağıya
alın” dedi, biraz kontrpiyede kaldı Davutoğlu ama sonra katılmak zorunda
kaldı ve süreç sertleşme sürecine girdi.
Savaşmadan bunu nasıl geçiştiririz,
bunun çabasını göstermeliyiz.
 Barış için kimler ne yapmalı?
Ne yapmalıyız biz? Uluslararası
SOYLESI 15
SÖYLEŞİ
2015
5 Ağustos
Çarşamba
alanda, sokakta barış girişimleri yapılabilir. Bir diğer nokta HDP yönünü
Türkiye’ye dönmüş durumda ve Türkiye halkı, bu propagandaya bakmayın
siz, bu işin seçim kaybedildiği için kışkırtıldığını, HDP’nin geri bir zemine
atılmak istendiğinin farkında Türkiye
halkı. Bizim barış hareketi örgütlememiz lazım. Bunları bizim döne döne
yapmamız gerekir, itiraz etmemiz gerekir. Ve savaşa karşı çıkmamız gerekir. Bulunduğumuz her alanda, yani
kadınlar, erkekler, sivil toplum ve ayrıca Türkiye’nin birçok yerinde birçok
problemi var. İşçilerin problemi var,
HES’in problemi var, Karadeniz’in
problemi var, bu hareketlerin içine girip barışla ilişkisini kurmamız gerekir.
Yani bizim kitle hareketiyle ve 80 tane
milletvekilimiz var, 80 milletvekilimiz
sadece Meclis’te kalmasın, onların da
sokakla da ilişkisini kurmamız lazım.
Bütün bunları yanımıza alıp bizim
bir direniş, savaşı gerçekleştirmeme,
savaşa karşı çıkma, savaşa hayır deme
direnişimizi geliştirmemiz gerekir.
Bunu yapmamız gerekiyor. Tabii bize
düşmez ama bizim de hayatımızı etkiliyor, Kandil’in de ne yapıp edip eğer
imkânı varsa bunu bir savaş olmadan
nasıl savururuz yöntemini geliştirmesi
gerekir. Topyekun savaşa karşı direniş,
kitlesel direniş.
 Peki akiller olarak ve siz birey olarak bundan sonra ne yapacaksınız?
Ne yapacağız? Şimdi şu büyük başarı oldu bizim için, akiller olarak biz
akiller toplantısında birkaç insan biz
çok yalnız kalıyorduk hükümetle konuşurken. Ama biz 10 arkadaş geçen
cumartesi bir araya geldik, tavırlarını
hiç tasvip etmediğimiz insanlar da vardı, diğer 10 arkadaş da geldi, bunların
arasında Fehmi Koru vardı, örneğin
Beril Dedeoğlu vardı, örneğin Ali
Bayramoğlu geldi ondan sonra. Yani
sadece sosyal demokratlar, sosyalistler
değil, yani sadece Lami Özgen değil,
Zübeyde Teker değil, ben değil, bizatihi o muhafazakâr çevredeki insanlar
geldi. 20 kişi olduk, 20 kişilk bir grup
oluşturduk, bu tip olaylar geliştikçe
yan yana gelip ortak tavırlar geliştireceğiz. Ama biz diğer 28 kişiyi dahil
etmeyeceğiz, bu 20 kişi devam edeceğiz. Önce biz konuşup karar alacağız,
sonra diğerlerini davet edeceğiz.
 Size karşı oluşan tepkilere
ne diyeceksiniz? Bahçeli’ye ilişkin?
Evet, Bahçeli “asarız, keseriz” dedi,
Bahçeli önce 70’li yıllarda ölen 5 bin
kişinin hesabını versin. Bunun hesabını vermeden ortaya çıkıp konuşmasın. Biz 1970’li yılları da yaşadık. 5 bin
insan öldü, binlerce insan yaralandı,
darbe bunu kullanıp Türkiye’nin üzerine çöktü. Karabasan gibi çöktü, Türkiye’nin geleceğini şey yaptı, bunlar
ortada dururken, Türkiye’ye bunun
hesabını vermezken, Bahçeli bunun
hesabını vermezken, bir daha ne hakla
gençleri birbirine kırdırmaya çalışıyor.
Önce o geçmişin hesabını versin.
 Son olarak barış adına ne
söyleyeceksiniz?
Bizim ne yapıp yapıp her şeye rağmen barış dememiz gerekiyor, barışa
sahip çıkmamız gerekiyor ve savaşı
engellememiz gerekiyor. Bu ülkenin
gençlerinin de, bu ülkenin halkının
da, bu ülkenin Kürtlerinin, Türklerini,
Lazlarının, Çerkeslerinin de bunu engelleyecek iradeye de, akla da sahip olduğuna inanıyorum ben. Bahçeli gibi
mumyalar müzesinde kalmış insanların dediğini yapmayacaklar, savaşmayacaklar birbirleriyle.
 Çok teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.
16 HABER
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Lev Troçki’nin Büyükada’da
yaşadığı ev satışa çıkarıldı
S
ovyetler Birliği’nde Bolşevik Parti’nin önemli isimlerinden, Kızıl
Ordu’nun kurucusu olarak bilinen Lev Troçki’nin İstanbul Büyükada’da oturduğu ev satılıyor. Ev için 4
milyon 400 bin dolar ( Yaklaşık 12 milyon lira) isteniyor.
3 bin 571 metrekarelik alan üzerinde kurulu binanı toplam oturma
alanı 950 metrekare. 18 odası
bulunan binada 5 salon
5 de banyo bulunuyor.
Binanın yaşı ise 150
yıllık.
Troçki kimdir?
Lev
Davidoviç
Bronştayn adıyla
Yanovka’da doğdu. Troçki adını
1902 yılından itibaren
kullanmaya
başladı. 1917 Rus Devrimi’nin önde gelen isimlerinden olan Troçki, Sovyetler
Birliği’nin kurulmasında, ihtilâl sonrası iç isyanların ve ayaklanmaların
bastırılmasında birinci derecede rol
oynadı. Kızıl Ordu’nun kurucu ko-
mutanı olarak
kabul
edilen
Troçki, Lenin’den
sonra
Sovyetlerin ikinci adamı oldu.
Troçki, Stalin ile giriştiği iktidar mücadelesini kaybetti. Uzun
yıllar Sovyetler Birliği’nde Bolşevik Parti üyesi olarak kalan Troçki,
Bolşevik Parti’ye karşı bir işçi ayak-
lanması örgütlenmesi ve işçi sınıfı
iktidarına karşı silahlı ayaklanmayı
teşvik etme suçlarıyla suçlandı ve ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
İstanbul yılları
Lev Troçki 1929-1933 yılları arasında İstanbul Büyükada’da yaşamaya
başladı. İstanbul Büyükada’da bulunduğu süre içinde, kitaplarını ya-
yımlamasına da izin verildi. Kaldığı
yer çok sıkı güvenlik önlemleriyle korundu. 20 Şubat 1932’de Stalin tarafından Sovyet vatandaşlığından atıldığında İstanbul’daydı. İstanbul’da
yazdığı kitapları; Sürekli Devrim,
Stalin Grubunun Hatası, Rus Devrimi Tarihi, Çin Devrimi’nin Sorunları, Hayatım ve diğer bazı eserleri
arasında.
Havuzdaki ölüme skandal savunma!
U
luslararası Prens Adaları
Şampiyonası’nda hayatını
kaybeden eski milli yüzücü Timur Akıncı’nın ölümündeki
sağlık ihmali iddiasına yapılan savunma da trajik oldu! Akıncı’nın
kalbinde stent olduğu, ambulansın
3 dakikada olay yerine geldiği ifade edildi. Ancak şu sorunun cevabı
verilmedi: 450 sporcunun yüzdüğü
bir turnuvada neden hazırda bir
sağlık ekibi yoktu!
Kınalıada’da geçtiğimiz hafta
sonu düzenlenen 31. Uluslararası
Prens Adaları Yüzme Şampiyonası’nda kalp krizi geçirerek yaşamını
yitiren 47 yaşındaki eski milli yüzücü Timur Akıncı’nın ölümü, sporda
sağlık ihmalini bir kez daha ortaya
çıkarmıştı. Avrupa Yüzme Federasyonu’nun takviminde yer alan
ve yaklaşık 450 sporcunun katıldığı
uluslararası şampiyonada, hazırda
bir sağlık ekibini olmadığı iddiası
dün Fanatik Gazetesi’nde yer almıştı.
Salonda ‘doktor” Anonsu yapılmış
Bu haberin ardından Akıncı’nın
ölümü hakkında verilen demeçler
ve yapılan savunma da ihmal iddiaları kadar, cevabı beklenen sorunu
yanıtı olmadı. Yarışmayı organize
eden yetkililer, ‘Doktor yok’ iddialarını yalanlarken, ambulansın
3 dakikada salona geldiği, hatta 5
kişilik bir sağlık ekibin olaya müdahale ettiği ifade edildi. Ancak şampiyonayı izlemeye gelen ve olayı
bire bir yaşayan tribündeki veliler,
yüzmeseverler ve diğer sporcular
‘Salonda doktor var mı’ anonsu yapıldığını ve sağlık ekibinin olmadığını belirttiler.
‘Kalbine stent takılıydı’ dediler
Savunmanın en üzücü tarafı da,
Akıncı’nın kalbine 6 ay önce stent
takıldığı ve bu şekilde yüzmesinin büyük sakınca yarattığıydı. Bu durum,
sporcunun sağlık ihmalini ortaya çıkarsa da, asıl cevabı bekleyen soru;
uluslararası şampiyonada, neden hazırda bir ambulans ve sağlık ekibinin
salonda bulunmamasıydı.
YORUM 17
2015
5 Ağustos
Çarşamba
“Dokunmak” Karakterimdir!
ŞEYHMUS DİKEN
D
ünyanın siyaseten temsiliyeti
ve demokrasisi “gelişkin” ülkelerinde siyaset demokratik
teamüllere göre şekillenir. Siyasal tavır
alış ve siyaset yapma söz konusu olduğunda siyasetçiler, yine siyasetçiler tarafından farklı zaman dilimleri içinde
düzenlenmiş “yasa”lar ile tehdit edilmezler.
Sıkça bu vurguyu yaparım; bizim
“tuhaf ülke”mizde ise maalesef bu
durum hiç mi hiç böyle işlemez. “Parlamanter Dokunulmazlığı” adı altında
bir kural vardır TBMM çatısı altında
tabi vekil olanlar için. Ama bu kural
hangi şart ve hallerde uygulanır o hep
meçhuldür.
Örneğin trafik polisi ile tartışan vekilin sözü hep kulaklara küpedir; “Sen
benim kim olduğumu biliyor musun?”
İşte o “kim olan” çalsa da, çırpsa da,
imar-ihale yolsuzluğuna karışsa da,
tarihe geçmiş büyük soruşturmalara
(mesela Susurluk) karışsa da onlara
asla “dokunulmaz”. Bu bir kuraldır, güpegündüz kurşunlarla dokunularak
dokunulmaz.
katledilmedi mi? Yine doksanlarda
Peki, kime dokunulur…
Kürt vekiller meclisten kafalarına basÇok kolay Meclisin en azından son tırılarak Beyaz Reno’ya bindirilip Ma20-25 yıllık işleyişine bakın kime
mak’a tıkılarak dokunulmadı mı?
/ kimlere dokunulduğu orSon on yıl içinde gaz
Zaten
taya çıkar. Muktedirin
yiyen, ayağından gaz fiyıllardır
tabiriyle “Şımardıkça
şeği ile vurulan, darp
şımaran”ların (kasedilen en az on Kürt
parlamanter
tedilen
kapatılan
vekil adını telaffuz
dokunulmazlığı olduğu
BDP)
dosyaları.
etmek mümkün.
halde dokunuyordunuz. O
Geçtiğimiz Yasama
Doğrusu
adehalde adı konulsun bari. ta “Lanet Taşı”na
döneminde Adalet
Bakanlığına ulaşan
Kaldırın dokunulmazlık döndürülen Kürt siBDP-HDP’lilerin
yasetçiler aslında hep
dediğiniz ucübeyi.
dosya sayısı 800 doladokunulanlardandılar.
Ve dokunun
yında imiş. Yani 30 kişilik
Çünkü onları seçen asilBDP (sonra HDP) grubunun
lere bu düzen doksan küsur
yaptığı her siyasi faaliyet ve eylem suç yıllık Cumhuriyet boyunca hep doumuş!
kunuyordu. Üstelik bu dokunma öyle
Bu ülkede sistemin bam teline ba- sıradan ve basit dokunma da değildi.
sanlar hep suçlu olarak telakki edil- Sürgün, talan, kıyım, katliam, yerleşim
medi mi? Doksanlarda bir Kürt vekil yerlerini yakıp yıkmayı da içinde baMehmet Sincar, Batman Çarşısında rındıran öyle pek de masumane olma-
yan dokunmalardı!
Şimdi çıkmışlar 80 vekille sistemin
blokajını ve barajını alaşağı eden
Kürt Siyasetinin temsili vekillerine
“dokunulsun, çizmeyi çok aştılar”
diyorlar. El hak! Çizme çok aşıldı.
Size ve sisteminize, düzeninize eyvallah edilmedi, bu onların orada varlık sebebiydi zaten. İşte bu nedenle
HDP’li vekillere dokunmak, sebebinizdir.
Bence de Dokunulsun! Zaten yıllardır parlamanter dokunulmazlığı
olduğu halde dokunuyordunuz. O
halde adı konulsun bari. Kaldırın
dokunulmazlık dediğiniz ucübeyi. Ve
dokunun dokunduğunuz kadar. Onları seçenlere zaten en alasından dokunuyordunuz / dokunuyorsunuz,
dokunmayı ısrarla sürdürüyorsunuz.
Vekillerine de dokunun. Dokunun ki
dünya sizin “dokunmatik” karakterinizi ve dokunurken neler yaptığınızı
daha net görsün.
18 HABER
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Beykoz’da ‘kent ormanı’ kurulacak
B
eykoz, Orman ve Su İşleri
Bakanlığı tarafından hazırlanan Kanuni Sultan Süleyman Kent Ormanı Projesi ile 8
milyon metrekarelik devasa bir park
alanı kazanacak.
Beykoz Belediyesinden yapılan
açıklamaya göre, Kanuni Sultan Süleyman Ormanı’nın 29 yıllık devir
protokolü, Beykoz Belediye Başkanı
Yücel Çelikbilek ve Kanlıca Orman
İşletme Müdürü Erhan Çetinkaya tarafından imzalandı.
Elmalı Gölü çevresinde tasarlanan
kent ormanı, Türkiye’nin 7 bölgesi ve
illerinden esintiler taşıyacak.
Yedi devasa mesire alanından oluşacak orman, ziyaretçilere doğayla iç içe,
huzur dolu bir ortamda piknik, spor
gibi birçok aktiviteyi bir arada yapma
imkanı sunacak.
Kent ormanına, Beykoz Belediyesi
tarafından Anadolu Yakası’nın en modern nikah sarayı ve “Macera Parkı”
da kurulacak.
Anadolu’nun geleneksel kültür un-
surlarının yansıtılacağı ormanda, 81
ile özgü ürünlerin satılacağı yöresel
pazarın yanı sıra akülü araç ve bisiklet
kiralama noktaları yer alacak.
İlk etap çalışmaları devam eden
parkta, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından suni bir gölet de yapılıyor.
Ormanda, her türlü kutlamaların
yapılacağı şölen alanının yanında göl
manzarasına sahip seyir köşkü de bulunacak.
Ziyaretçilere eşsiz güzelliklerin sunulacağı gülistan, lalezar, karanfil,
sümbül, gelincik, menekşe ve çiğdem
isimlerini taşıyan 7 mesire alanında,
bu çiçeklere özel bahçeler tanzim edilecek ve festivaller düzenlenecek.
Açıklamada görüşlerine yer verilen
Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek, Kanuni Sultan Süleyman Kent
Ormanı’nın Beykoz’a hayat vereceğini
ifade etti.
Ormanın, Anadolu Yakası’nın en
büyük, en kapsamlı şehir ormanı olacağını belirten Çelikbilek, şunları kaydetti:
“8 milyon metrekarelik devasa bir
alan. Karlıtepe Mesiresi’nin 45 katı
büyüklüğüne sahip. Öncelikli olarak
burada ilçemizin nikah sarayı ihtiyacı
karşılanacak. Yapımını etap etap tamamlayacağız. Tüm İstanbul, buradan nefes alacak. Beykoz halkı için göz
kamaştıran bir yer olacak. İlçemiz ve
tüm İstanbul için hayırlı uğurlu olsun.”
Tuzla Belediyesi’nden uluslararası sosyal proje
T
uzla Belediyesi, İnsan Sağlığı
Derneği (İNSADER), Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı
Başkanlığı (TİKA), sağlık Bakanlığı,
İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik,
Sosyal Araştırma ve eğitim Merkezi
(SESRİC) ve Gönüllüler Platformu
(GÖNÜLLÜLER) işbirliğiyle uluslararası bir sosyal sorumluluk projesi hayata geçirilecek.
TİKA, Dakar Senegal’de bulunan
Hôpital Aristide Le Dantec Hastanesi’ne katarakt cerrahisinde operasyonların kalite ve verimliliğini arttıran
Fako Göz Cerrahisi teknolojisini içeren
cihazlar gönderdi. Tuzla Belediyesi,
Sağlık Bakanlığı ve İnsan Sağlığı Derneği’nin (İNSADER) temsilcilerinden
oluşan gönüllü ekip de bu cihazların
kullanımı konusunda hastanede görev
yapan 3 göz doktoru, 1 asistan, 1 dahiliye uzmanı ve 3 hemşireye teorik ve
pratik eğitim verecek. Göz Cerrahisi
Eğitimi Sağlık Projesi, Senegal Sağlık
Bakanlığı ve TİKA Dakar Koordinatörlüğü’nün bilgisi ve onayı dahilinde
düzenlenecek ve proje süresince bu kurumların desteği
devam edecek. Proje,
büyükelçi, TİKA ve
Sağlık Bakanlığı’ndan yetkililerin
de katılacağı resmi açılış töreni
ile uygulamaya
alınacak.
25 Temmuz-8
Ağustos tarihleri
arasında Senegal’de
bulunacak olan heyette Tuzla Belediyesi’ni Başkan Yardımcısı Dr. Turgut Özcan temsil edecek. Ekipte Kartal Lütfi
Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden Op. Dr. Selim Genç ve Senegal’den ekibe katılacak İNSADER’in
gönüllü doktorlarından Op. Dr. İnayet
Andı da eğitimci olarak görev alacaktır. Ayrıca dışarıdan kendi imkanlarıyla ekibe dahil olan akademisyen Doç.
Dr. Enes Eryarsoy, ekonomik ve sosyal
projeler konusunda araştırmalar yapıp
çalışmalar yürüterek ekibe destek olacak. Seyahat masrafları SESRİC (İslam
Ülkeleri İstatistik,
Ekonomik, Sosyal Araştırma ve
Eğitim Merkezi)
tarafından karşılanacak olan
projenin koordinasyonu İnsan
Sağlığı
Derneği (İNSADER) ve
TİKA tarafından gerçekleştirilecektir.
“Sağlık her insanın hakkı”
Tuzla Belediye Başkanı Dr. Şadi Yazıcı, Senegal’e giden ekibi makamında
ağırladı. Başkan Yazıcı, proje ile hem
hastaların tedavisinin gerçekleştirileceğini hem de Afrikalı doktorlara yeni
cihazların kullanımının öğretileceğini
söyledi. Başkan Yazıcı, açıklamasında
şu ifadeleri kullandı: “Afrika ülkelerindeki bilimsel yetersizlik, doktorların
mesleki tecrübe eksikliği, körlük ya da
görme güçlüğü çeken ama muhtelif
nedenlerden dolayı sağlık hizmeti alamayan hastaların her geçen gün daha
da artması ve bölgede daha önceden
böyle bir çalışma ve eğitimin yapılmaması nedeniyle bu projede yer alıyoruz.
Önlenebilir nedenlerle körlük ya da
görme güçlüğü çeken, sağlık hizmeti
alamayan hastaların bu hizmete kavuşması için gerekli operasyonlar yapılacak. Bu proje ile katarakt cerrahisinde
operasyonların kalite ve verimliliğini
arttıran teknolojiyi de Senagal’e taşımış olacağız. Zaman zaman toplu göz
ameliyatları yapan ekip bu sefer göz
doktorlarına en son ve güncel teknolojiyi öğretecek. Devletimiz son model
cihazları alıp bölge hastanesine bağışlamıştır. Bu teknolojinin taşınması yanında bunun doğru ve bilinçli olarak kullanılması için sağlıkçıların eğitimini de
gerçekleştireceğiz. Sağlıklı yaşam her
insanın hakkı ve bu hakkın kullanılması için biz de imkanlarımız ölçüsünde
destek veriyoruz.”
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Enverist paranoyanın ruh ikizi AKP
YORUM 19
KEREM ÇİFTÇİ
Ü
lke gerçeğine vakıf, aklı başındaki her insanın net anlayabileceği en önemli gerçeklerden
biri de, AKP derin-karanlık adamlarının kendi iktidarları için ülkeyi savaşa
sürükleyecek kadar zalim olduklarına
dair gözlem ve endişedir. AKP ve saray cuntası, seçim sonuçlarıyla ortaya
çıkan halk iradesini tanımamış, halka
savaş açmışlardır
AKP derin yapılanması, IŞİD/
DAİŞ zihniyetinin paralelindedir.
Dünya görüşü olarak da aynı eksendedirler. Demagojik doktrinler bu gerçeği asla örtemez.
AKP aynı zamanda, Ortadoğu
halklarını Kürtlere düşman edecek
kirli planların birinci elden yürütücüsüdür. Kürt imhasını benimseyen, içte-dışta bunu pratikleştiren AKP, yeni
neo-Turancı evengelizimdir. AKP istediği kadar evengelist-enverist Türk
bumerangını devreye koysun, sonuçta
bumerang her Kürtlere fırlatıldığında
dönüp kendisini vuracaktır.
Bakın: Halkın sisteme tepkisini iyi
anlamak lazım. Seçimle gitmiyorlar.
Şuanki cunta anayasası, toplum nezlinde butlandır (yok hükmündedir). Bu
anayasayı topluma dayatmak faşizmdir. Acilen bu faşist zihniyetin ürünü
olan anayasadan kurtulmalıyız, buna
karşı çok ciddi toplumsal mitingler
örgütlenmeli. Halkın tepkisini doğru
yönlendirmek önemlidir. Oligarşik bir
tahakküm söz konusudur. Toplum sinmediğini gösterebilmeli, devrimci-demokratik bir dönüşümü hedeflenmelidir.
AKP cunta düzeni devrimci siyaset
yürütmeyi ve bağımsız politika yapma koşullarını dinamitlemek istiyor.
Sosyalist çizgiyi tasfiye eksenli oluşturulan cemaatler-gizli politik para
odakları olarak bu amaç doğrultusunda yıllardır Bingöl'de, Adıyaman'da,
Batman'da ve ülkenin bir çok yerinde
örgütlendiriliyor. Uzun yılların işbirliği var. Sünni devletle beyni yıkanan biatçı cihatçılar, her türlü kirli
olaylarda kullanılıyor. Bakmayın siz
AKP”nin IŞİD'le işbirliğinin izlerini
silmek için batıyla ikiyüzlü politika yürüttüğüne. PKK”yi IŞİD'le izah etme
Tuzla-Kaynarca
metro hattında
ÇED süreci
başlıyor
İ
sahtekarlığına, IŞİD'e verilen destekle
binlerce kürt genci öldürüldü.
Davutoğlu-Erdoğan'ın, kötü amaçlar taşıyan zehirli niyetlerinin hizmetindeki görüşleri-doktrinleri çok
tehlikelidir. Kürt halkı ve sol-sosyalist
birlikteliğe karşı başlatılan bu savaşın
birden çok nedeni vardır. Kürtlerin
ve demokrasi güçlerinin askeri-siyasi
kazanımlarını ortadan kaldırmayı hedeflemektedirler. Rojava'daki olası statüyü engelleme, HDP”nin siyasi meşruluğunu ortadan kaldırma, PKK'nin
IŞİD'e karşı savaştan dolayı sempati
kazanmasını engelleme, diplomatik
meşruluğunu ortadan kaldırma amacıyla bu savaşı yürütüyor.
Ülkemizin iç-dış barışı, sarayda üretilen karanlık entrika kabusunu yaşıyor. Sarraf ve Bilal para kazansın diye
savaşta çocuklarımız ölüyor. Barış güvercini HDP ak(!)çakalların hedefinde,
parçalatılmak isteniyor.
AKP cuntasının son seçimde toparlanan sol-sosyalist alternatif damara
yönelmesinin nedeni açıktır. Son seçimlerde Kürtlerle kurdukları kader
ortaklığınadır tepki. Bu barışçıl alternatif diktotaryal faşizmi ürkütmüştür.
Denizlerin 6.filo çıkışının HDP”de
filizlenmesine, emperyalizme İncirlik
Üssü peşkeş çekilerek cevap veriliyor
Bu işbirlikçi güruh. Ortadoğu'daki
yeni emperyal sömürgecilikte kadim
halkların talanına göz koymuştur. Bi-
lal'in gemicikleri rahatça bu talanın
petrol ganimetlerini taşısın diye savaş
açıyor.
AKP Sünni faşizmi, sol-sosyalist
çizgiye cihat-biat savaşı başlatmıştır.
Topluma rağmen AKP iktidarda kalmak için bu ısmarlama savaşa sarılmıştır. Bu savaş AKP'nin gayri meşru
çocuğudur.
Anlaşılan rüşveti-yolsuzluğu örtme
operasyonu-algı bombardımanı ve içte-dışta Kürt halkının kanını dökerek
MHP'ye koalisyon hediyesi göndermektir yan amaçlardan biri de.
Bakın şu kepazeliğe: Basın mesleği
bu ülkede dip yaptı. Diktatöryal faşist
emellerin oyuncağına dönüştü. Bu
savaşın günahı bu kalemşörlerin boynundadır aynı zamanda
Toplumsal vicdanın bu seçimlerde
gösterdiği refleksin şimdi de bu haksız-amaçsız savaşı önlemekte devreye acil girmesi gerekiyor. Barış can çekişiyor, hayat
verelim direnerek yaşatalım barışımızı.
Asiyim halk çocuklarının masum
kanları dökülürken zalimlerce. Ruh
halim okuduğum bu sözcükler.
"..Orantısız
mesafeler
oluşsun istiyorum herkes ile aramda...
Anlayamayacağım kadar insan, taşıyamayacağım kadar kırgınlık, anlatamayacağım kadar nefret ve bunları taşıyamayacak kadar sabrım var...
Sırf kopamadığı için parçalanmayı göze alıyor çoğu zaman insan.” SURSONRASI
stanbul ulaşımında büyük rahatlığa neden olacak metro
hatlarına her yeni gün yenileri eklenmeye devam ederken,
Pendik merkez Tuzla-Kaynarca
metro hattı projesi kapsamında
ÇED süreci başlatıldı.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
(ÇŞB) internet sitesinde verilen
bilgiye göre, Tuzla-Kaynarca
metro hattı metro hattı projesi
kapsamında ÇED sürecinin başladığı duyuruldu.
Metro hattında ÇED süreci
Pendik mevkiinde yapılacak olan
Tuzla-Kaynarca metro hattı projesi kapsamında ÇED süreci başladı.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
tarafından yapılan açıklamada
şöyle denildi:
"İSTANBUL ili TUZLA,
PENDIK ilçesi PENDİK mevkiindeki İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ tarafıdan yapılması planlanan KAYNARCA
MERKEZ PENDIK TUZLA
TERSANE ILE PENDIK MERKEZ KAYNARCA MERKEZ
METRO HATTI projesi ile ilgili
olarak İSTANBUL Valiliğimize
sunulan dosyayı PTD Dosyası
Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin 17. maddesi
doğrultusunda incelenmiş ve uygun bulunmuş olup, projeye ilişkin ÇED Süreci başlamıştır.İlgililere ve kamuoyuna duyurulur."
20 SPOR
Samet Önger
yuvada kaldı
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Maltepespor durmak
bilmiyor: Gir Maltepe'de
T
ürkiye 3.lig 1.grup’ta
mücadele eden Maltepespor Pendikspor’lu
Anıl Gir’i renklerine bağladı.
Maltepespor ile her konuda anlaşan Anıl Gir Bolu Geredeye
giderek kampa katıldı. Anıl Gir
1990 Üsküdar doğumlu, futbola 2003 yılında Büyükçekmece
Belediyespor kulübün de başladı. 2011 yılında Beylerbeyispor
kulübünde profesyonel oldu,
2013 yılında Pendikspor takımına transfer oldu. 2014-15
T
ürkiye 2. Lig ekiplerinden Anadolu Üsküdar
1908, başarılı futbolcusu
Samet Önger ile yeniden anlaştı. 24 yaşındaki oyuncu, futbola
Yenikent Fıratspor’da başlayan
daha sonra Çankırıspor,Beylerbeyi, Elazığspor, Bayrampaşa ve
Tuzlaspor’da formaları giymişti.
sezonunda Bayburt Özel İdarespor’da kiralık oynadı, 2.ligde
27 maç 3 gol, 3.ligde 85 maç 27
gol ortalaması bulunuyor,
Maltepespor 2015-2016 sezonu hazırlık çalışmalarının 2.aşama kampı Bolu Gedere Kaya
Greenpak Hotelde gerçekleştiriliyor. Antrenör Vaner Pekin yönetiminde 24 kişilik oyuncu kadrosu
ile yapılan kamp 14 gün sürecek,
kamp süresince sezon başı hazırlık çalışmaları ve hazırlık maçları
yapılacak.
Lisans alan kulüp sayısı 42 oldu
T
FF Kulüp Lisans Kurulu,
Kulüp Lisans Sistemi kapsamında değerlendirmelerde
bulunarak, yapılan incelemeler sonucunda en üst 3 lig olan Spor Toto
Süper Lig, PTT 1. Lig ve Spor Toto
2. Lig'deki kulüplerin yapmış olduğu
başvuruları, Hukuki, Sportif, Altyapı, Personel ve Mali Kriterlere göre
inceledi.
İlk değerlendirmelerinde Kulüp
Lisans Kurulu; Spor Toto Süper
Lig'den Galatasaray A.Ş., Fenerbahçe A.Ş., Beşiktaş A.Ş., İstanbul
Başakşehir A.Ş., Bursaspor, Trabzonspor A.Ş., Torku Konyaspor,
Gençlerbirliği, Medicana Sivasspor,
Akhisar Belediye Gençlik ve Spor
Kulübü, Çaykur Rizespor A.Ş. ve
Kardemir Karabükspor kulüplerinin UEFA Kulüp Lisansı, Gaziantepspor, Gaziantep Büyükşehir
Belediyespor, Konya Anadolu Selçukluspor ve Kırklarelispor kulüplerinin Ulusal Kulüp Lisans almaya
hak kazandığını karara bağlamıştı.
Kulüp Lisans Kurulu'nun bu
toplantısında, Kulüp Lisans ve
Mali Fair Play Talimatı'nın ilgili
maddesi uyarınca da Ulusal Ku-
lüp Lisansı ile ilgili diğer kulüplere
eksikliklerini tamamlamaları için
30 günlük ek süre vermişti. Kurul,
Ulusal Kulüp Lisansı ikinci aşama
kararlarını vermek için
30 Temmuz 2015 tarihinde toplandı. Buna göre; Spor Toto Süper
Lig'den Eskişehirspor, Osmanlıspor
FK, Kasımpaşa A.Ş, PTT 1.Lig'den
Balıkesirspor, Albimo Alanyaspor,
Giresunspor, Adanaspor A.Ş., 1461
Trabzonspor, Keçiörengücü, Boluspor, Adana Demirspor;
Spor Toto 2. Lig'den Manisaspor,
Pendikspor,
Ümraniyespor, Hacettepespor, Fethiyespor,
Bandırmaspor, Hatayspor, İnegölspor,
Sarıyer, Nazilli Bld.
Spor,
Pazarspor,
Gümüşhanespor,
Tepecikspor, Kocaeli Birlikspor, Diyarbakır BŞB Spor
kulüpleri; verilen süre
içerisinde eksikliklerini
tamamlayarak Ulusal Kulüp Lisansı aldılar.
Aynı toplantıda Kurul, kalan 24
kulübe ise eksikliklerin giderilmesi
için Kulüp Lisans ve Mali Fair Play
Talimatı'nın 25/1. maddesinde düzenlenen kriter ihlallerine uygulanacak yaptırımların belirlendiği Talimatın Ek.XI tablosu ilgili maddeleri
uyarınca, para cezası ve ikinci bir 30
günlük ek süre verdi.
Böylelikle, 2015-2016 sezonu için
Lisans alan kulüp sayısı 42'ye yükselmiş oldu.
Süheyl Çetin
Pendikspor’da
S
por Toto 2. Ligte mücadele eden
Pendikspor, Bursaspor’un genç
yeteneği defans oyuncusu Süheyl
Çetin’i bir yıllığına kiraladı. Bursaspor
defans oyuncusu Süheyl Çetin’i 1 Yıllığına kiralamıştır.Pendik’in bu transfer
karşılığında Bursaspor’a 20 bin lira kiralama bedeli ödeyeceği öğrenildi.
Öte yandan Pendikspor kamp için
pazartesi günü sabah saatlerinde Bolu
Gerede’ye hareket eden takım otobüsü
12 gün sürecek kampın ardından İstanbul’a geri dönecek. Ayrıca Pendikspor
kampta bulunduğu süreler içerisinde 3
hazırlık maçı yapması bekleniyor.
Yapılacak hazırlık maçları ise şu şekilde gerçekleşmesi planlanıyor:
05.08.2015 Çarşamba günü Pendikspor-Aydın, 09.08.2015 Pazar günü
Çorum Belediye, 13.08. 2015 Perşembe
günü ise İnegöl ile karşı karşıya gelecekler.
OKURLARDAN 21
2015
5 Ağustos
Çarşamba
İshak Karakaş
Gayen güzel bir gazete yaratmaktır,
Bilgi hazinesine bilgi katmaktır,
Çağdaşlık ruhunda gerçekleri yazmaktır,
Halkın Nabzı’nın mimarı sensin.
Haftadan haftaya yayınlarsın basında,
Halkın bilgiye susamış gözleri sayfanızda,
Güzel yazınızla bilgilerinizle tohum ekersin,
Güven kaynağımız sensin İshak Karakaş,
Görevinizde hep kol kanat gerersin,
Tüm kudretini, sevgini işine verirsin,
Zahmet çeker, günden güne güçlenirsin
Yorulmak bilmeyen İshak Karakaş sensin
Yön verir size içinizdeki ülkü
Dünden güçlü olsun çalışmanız bugünkü
Kendinize yüklersiniz en büyük yükü
Güçlü yazarsın İshak Karakaş
Sizin eserinizdir Halkın Nabzı
Saygı ve sevgiyle ellerinizden öpülmeli
Okur, Ayşen Bayındır
22 YORUM
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Stendhal, dışa vuran
millet aşklar
MUSTAFA İŞİTMEZ
A
şkla ilgili işler, özünde düş gücüne bağlı olduğundan, aşkta
gelişmek ve büyüme için zamana gereksinimi vardır. Dolayısıyla,
Stendhal’e göre en iyi aşk, çok yavaş
ilerleyen aşktır, çünkü sevenin sevdiğine yaptığı yatırımın kök salıp yerleşmesi vegüvenilir hale gelmesi için
uzun bir kristalleşme sürecinden geçmekten başka çaresi yoktur. Stendhal,
kadınlardaki iffetin sadıkbir hayranı
olduğunu itiraf etmiştir, çünkü her
zaman dediği gibi,arada iffet kavramı
olmadan romantik aşktan mümkün
olamayacağınıdüşünüyordu.
Kadınların gururu, her iki cinsin
aşk arzularınınyoluna engeller çıkarır, böylece erotik kovalamaca birtür
maceraya dönüşür: “Aşk medeniyetin
bir mucizesidir,” deryazar, “barbar ve
vahşi insanlar arasında sadece en kaba
şekliylebedensel aşk vardır. Ve iffet,
aşkı hayal gücü ile korur, böylecede
aşka yaşama şansı tanır.” Bu düşünce
tarzında potansiyelbir çelişki vardır.
Stendhal kitabın birçok bölümünde,
kadınlariçin daha iyi eğitim olanakları
ve daha çok özgürlük gibi fikirlerisavunur, bunun sonucu olarak cinsel
ilişkilerin büyük ölçüde düzeleceğini
öngörür. Ancak Stendhalaynı zamanda, kadın iffet ve gururunun romantik
aşkın devamıiçin mutlaka gerekli olduğu konusunda ısrar eder, bu özelliklerincinsler arası sosyal eşitsizliğin süregelmesiyle yakından ilintiliolduğunu
açıkça kabul etmesine rağmen.
Stendhal liberal görüşlü bir insandı,
kadınlara daha çok özgürlükve eşitlik verilmesini destekliyordu; ama bir
yandan da, 17. yüzyılda demokrasinin
gelişmesinin aşk sanatını mahvedeceğineinanıyordu. Politik açıdan kurumların daha özgür olmasınıtercih etse
de, kültürel açıdan bu tür özgürlüklerin, aşkınyeşerip büyüdüğü tezatlarla
dolu koşullarını yok ederek insanlarınmutluluğunu engelleyeceğinden korkuyordu. Tersine, yaşadığıçağın Avrupa’sına bir göz attığı zaman, aslında
engeller ve eşitsizliklerin çok olduğu,
Burbonların hâkimiyetindeki İspanya,birleşmeden önceki Almanya veya
Avusturyalıların yönetimindeki İtalya
gibi toplumların, daha özgür olan İngiltere ve Fransagibi toplumlara kıyasla mutluluğa erişme şansının çok daha
fazlaolduğunu düşünüyordu. Çünkü
sosyal engellerin arzuların hemtahrik
hem de sürdürme işlevi olduğu kanısındaydı.
“Özgürlük yanlısı bir yönetim vatandaşlarına zarar vermeyen, onlara
güvenlik ve sükûnet sağlayan bir yönetimdir,” diyen yazar.
Bunusöylerken, kesinlikle Amerika
Birleşik Devletleri vardı kafasında.
“Fakat buna mutluluk denmez,
mutluluk insanın kendisininyaratması
gereken bir şeydir,” diye devam eder
sözlerine.
Stendhal bütün milletler içinde
İtalyanların en iyi âşıklar olduğukanısındaydı. Her şey onların lehine çalışıyordu: Güzeldiler,tutkuluydular ve
1821’de ülkeleri politik anlamda pek
durgundu,bunun anlamı, romantik
aşka yönelmelerini engelleyecekherhangi bir şey kalmamış olmasıydı. Ayrıca pek az kitapokuyorlardı, dolayısıyla
duyguları hâlâ doğaldı, spontandı; gereğinden çok roman hatmedip kendini
fazla önemseyen ve yapmacıklıdavranışlara başvuran kişilere dönüşmemişlerdi. Daha daönemlisi, İtalya’da
alay konusu olmak gibi bir kavram da
yoktu;aşk budalası olduğunuz zaman
utanç duymanız, ille de özsaygınızı yitirmeniz gerekmiyordu.
Sıralamada, İtalyanlardan sonra
Almanlar geliyordu; komşularına göre
ikinci derecede olmalarının nedeni,
ateşli arzulaman deşildiği değil, bilakis
aşkın dolaylı düzeydefazla olmasıydı.
Stendhal’e göre genç Almanlar, sevgililerinekur yaparken gereğinden fazla
hevesliydiler, aşkları çıkmazagirdiğinde kendilerini yerden yere atmaya pek
meraklıydılar.
Öte yandan Fransızlar, her şeyi
fazlasıyla görüp bildikleriiçin iyi âşık
olamazlardı. Çok sayıda kitap okurlar, alaya alınmaktanpek korkarlardı.
Stendhal, büyük bir tutkunun pençelerindekıvranan bir Fransız erkeğini
anlatırken şöyle der;
“Kendisinipencereden atan bu âşığın, bu arada aşağıdaki kaldırıma zarifbir şekilde düşmeye de çalıştığını
görüyorum sanki.”
AyrıcaFransızların yalnız başına
kalıp, kendileriyle yeterince vakit ge
çirmediklerini de söyler. Stendhal’in
akıl yürütmesine göre uzunyalnızlık
dönemleri aşkın gelişmesi için çok
önemliydi, çünküaşk tohumlarının
ekileceği tarihler, sadece can sıkıntısı
ve karamsar düşüncelerle hazırlanabilirdi. Fransızlar fazla sosyal olmaktanbaşka, bir de sofistikeolmakla çok
övünürlerdi. Dolayısıyla Fransa’da
aşk, çoğunlukla her zaman ya yapmacık ya dahavai bir aşktır. Bunu
Laclos’un Dangerous Liaisons [Tehlikeliİlişkiler] adlı kitabında görebiliriz; romandaki erkek ve kadınkarakterler, daima rol yaptıklarının
bilinciyle hareket ederler.
Her şeye rağmen, Fransızlar yine de
İngilizlere kıyasla oldukçaiyi âşık sayılırlar; Stendhal İngilizlerin yaşayan en
zavallımillet olduğu kanısındadır. İngiliz kadınlarının iyi sevgili olamayacakkadar erdemli, erkeklerini ise fazla
gururlu bulur yazar:
“Burada hiçbir erkek ileri doğru
kararlı bir adım atmak istemez,” der.
“Bu girişimden dolayı düş kırıklığına
uğrarım diyeçekinir.” İngiltere’de erkeklerin kendi başlarına dışarı çıkıp
hüzünlü bir şekilde sarhoş oldukları
sırada, kadınların bir araya toplanıp
bütün gecelerini dikiş ve örgü işleriyle
geçirmelerininsebebi budur. Listenin
en sonunda Amerikalılar vardı; onlar,
pratik ve ticarete yatkın kişilikleri nedeniyle romantik aşka karşı tamamen
bağışıklık kazanmışlardır:
“Amerika Birleşik Devletleri’ndeöylesine güçlü bir mantıklı olma alışkanlığı var ki,” der Stendhal, “orada aşkın
kristalleşmesine hiç imkan yoktur.”
2015
5 Ağustos
Çarşamba
Yıldızların altında sinema keyfi
HABER 23
5 mahallede, 5 film
M
altepe Belediyesi’nin Ramazan ayında düzenlediği
ve büyük ilgi gören açık
hava sinema keyfi, mahallelerde düzenlenecek sinema günleriyle devam
edecek.
Maltepe’nin 5 mahallesinde 05-29
Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilecek “Açıkhava Sinema Günleri”
kapsamında, Kelebeğin Rüyası, Düğün Dernek, Patron Mutlu Son İstiyor,
Hükümet Kadın 2 ve Vizontele filmleri vatandaşlar tarafından ücretsiz izlenebilecek. “Çekirdek-gazoz bizden,
izlemesi sizden” sloganıyla 5 mahallede, 21.00-23.00 saatleri arasında gösterimleri yapılacak filmlerin programları şöyle:
Kelebeğin Rüyası: 5, 16 ve 22 ve 28
Ağustos tarihlerinde sırasıyla, Esenkent 2 Temmuz Parkı, Küçükyalı Atatürk Parkı, Girne Muhtarlığı yanı ve
Gülsuyu Mahallesi Özgürlük Parkı.
Düğün Dernek: 6, 12, 23 ve 29
Ağustos tarihleri arasında sırasıyla,
Fındıklı, Esenkent 2 Temmuz Parkı, Küçükyalı Atatürk Parkı ve Girne
Muhtarlığı yanı.
Patron Mutlu Son İstiyor: 7, 13, 19
ve 25 Ağustos tarihleri arasında sıra-
sıyla Gülsuyu Özgürlük Parkı, Fındıklı
Muhtarlık önü, Esenkent 2 Temmuz
Parkı ve Küçükyalı Atatürk Parkı.
Hükümet Kadın 2: 8, 14, 20 ve
26 Ağustos tarihleri arasında sırasıyla Girne Muhtarlığı yanı, Esenkent
Mahallesi Özgürlük Parkı, Fındıklı ve
Esenkent 2 Temmuz Parkı.
Vizontele: 9, 15, 21 ve 27 Ağustos
tarihleri arasında sırasıyla Küçükyalı
Atatürk, Girne Muhtarlığı yanı, Esenkent Özgürlük Parkı ve Fındıklı.

Benzer belgeler