105. sayımızı okumak için tıklayın
Transkript
105. sayımızı okumak için tıklayın
Kürtler yeniden ‘birakûjî’ yaşar mı? Barışı seçmek Barış hemen şimdi S.5’da Lisans alan kulüp sayısı 42 2 S.20’de Metro hattında ÇED süreci S.19’de Yıl 3 Sayı 105 5 Ağustos 2015 Çarşamba 013 yılının Ağustos ayının ilk haftasında çok heyecanlıydık. Ve bu heyecanla 7 Ağustos günü ekip arkadaşım Ahmet Tulgar ile Maltepe sokaklarına çıktık ve gazetemizin ilk sayısını dağıtmaya başladık. Biliyorsunuz, ilk yedi sayımız Maltepe’nin Nabzı adıyla çıktı. Ücretsiz, sadece ilan geliri ve abone desteği ile haftalık, özgür, bağımsız bir gazete çıkarmaya karar vermek yakın çevremiz tarafından değerli bulunsa da, hemen hemen kimse istikrarlı olacağımızı tahmin etmedi. Ama işte 8. sayıdan itibaren Halkın Nabzı adını alan gazetemiz, ilk haftalar Maltepeliler’in, sonrasında bütün Anadolu Yakası sakinlerinin teveccühü ile bugünlere geldi. Bugün artık Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’ne kayıtlı, çalışanlarının sarı basın kartı alabildiği bir gazete Halkın Nabzı. Bu zaman süresince Türkiye üç seçim geçirdi. Büyük siyasi sarsıntılar yaşandı. Ve biz objektif haberciliğimiz, toplumcu yayın çizgimiz ve barış gazeteciliği ilkemiz ile halkın haber alma hakkına saygımızı yerine getirme çabası içinde olduk hep. Bu süreçte çok kıymetli kişiler geçti gazetemizin bürosundan, sayfalarından. Hepsine bir kez daha teşekkür ederim. Bu hafta da yine acı haberler aldığımız bir hafta oldu. Maalesef çatışmalar sürüyor. Umudumuzu bu haftaya erteledik. Gerek insani sorumluluğumuz gerekse barış gazeteciliği ilkesi uyarınca biz gazetemizle bir an önce silahların susması talebimizi seslendireceğiz. İnsanlar ölmesin. Formül bu. Sloganımız: Barış Hemen Şimdi. Bu haftaki yazımın başlığı da bu. Bu haftaki söyleşim ise Akil İnsanlar grubundan Celalettin Can ile. Onunla söyleşimde de hep bu barış talebine geldi söz döndü dolaştı. Haftaya görüşmek üzere "Barışa sahip çıkmamız gerekiyor" Geçen cumartesi günü akil insanlardan bir grup çatışma sürecini tartışmak için Kadir İnanır’ın çağrısıyla bir araya geldi. Toplantıda yer alan Celalettin Can ile toplantıdan iki gün sonra buluştum ve kendisine hem toplantıya, hem akil insanların işlevine hem de barışa dair sorular sordum ölüme skandal savunma! Somalı çocuklar Maltepe’de Uluslararası Prens Adaları Şampiyonası’nda hayatını kaybeden eski milli yüzücü Timur Akıncı’nın ölümündeki sağlık ihmali iddiasına yapılan savunma da trajik oldu! S.16'da Soma maden şehitlerinin çocukları “Soma’nın Hayalleri Var” projesi kapsamında Galatasaray-Inter maçını izlemek için İstanbul'a geldi. S.4'te 2 YORUM B 2015 5 Ağustos Çarşamba Ezidiler: 73. Ferman’dan 1 yıl sonra undan tam 1 yıl önce, 3 Ağustos 2014’te, IŞİD saldırıları sonucu Şengal dağına kaçan Ezidiler birçoğumuzun hayatına dağdaki aç susuz görüntülerle girdiler. Mezopotamya’nın kadim halkı olan Ezidileri Mezopotamya’daki birçok halk gibi tanımıyorduk. HPG/YPG’nin açtığı koridor ile Şengal Dağı’ndaki ölümden kurtarılan yüz binlerce Ezidinin çoğunluğu Güney Kürdistan’ın Zaho, Duhok gibi şehirleri olmak üzere bir kısmı da Türkiye ve Rojava’nın da çeşitli yerlerine dağıldılar. Üzerinden koca bir yıl geçmesine rağmen 300 bin Ezidi halen evsiz, yurtsuz. Bugün itibarıyla Türkiye’deki kamplarda 15 bin civarında, Rojava’daki Newroz Kapında 15 bin civarında, Şengal Dağı’nda 12 bin civarında ve Güneyde Duhok ve Zaho’daki kamplar, inşaatlar ve misafirhanelerde yüzbin- lerce Ezidi evlerine ve sevdiklerine kavuşacakları günü bekliyorlar. Ezidilerin içinden yüzlerle ifade edilebilecek çok azı kendi imkânları ve kaçak yollarla Avrupa’ya gidebildiler. Halen binin üzerinde Ezidi İstanbul’da, bir o kadarı da Yunanistan’da kaçak yollardan Avrupa’ya gitmek üzere beklemekteler. Ne yazık ki Ezidilerin yaşadığı bu vahşet, bu son fermanın boyutları hala gün yüzüne çıkarılabilmiş değil. 73. Ferman’da kaç bin Ezidi öldürüldü henüz net bilinmiyor. 5000 üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Bunları ancak bir gün kadim Mezopotamya toprakları IŞİD vahşilerinden temizlenip toplu mezarlar açılınca anlayacağız. IŞİD girdiği köylerde çoğunlukla erkekleri katlederken, kadın ve çocukları ise esir olarak aldı. IŞİD’in elinde olan sayıları yaklaşık 5000 "Halkın Nabzı" her Cuma 22.00'de Gündemi sokakta, halkların ta kendisiyle konuşan program olarak tahmin edilen kadınlar dünyanın çeşitli ülkelerine satıldılar. Birçoğunu artık bulmak mümkün değil. Çok az bir kısmı Ezidi cemaati, bazı Kürt kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin çabalarıyla “satın alınarak” kurtarıldı. Çoğunluğu katledilen ailelerinin ardından bilinmez bir geleceğe gittiler. Ezidi çocukların bir kısmı da köle olarak evlerde kullanılmak üzere satıldılar. Bir kısmı ise kendi kültürlerine, dinlerine düşman bir şekilde, bir gün kendi halklarına katliam yapmak üzere, bir yerlerde IŞİD’li olarak yetiştiriliyorlar. Bir yıldır Ezidi kamplarında gönüllü çalışmanın yanı sıra Şırnak’tan, Musul’a IŞİD’in elinde kalan onlarca Ezidi kadınla görüşme yaptım. Tüm bunlar yakında bir kitap olarak yayınlanacak. Ancak şunu söyleyebilirim ki duyduğum bazı hikâyeler vahşetin ötesiydi, onları yazamadım. İnsanoğlunun kulağına böylesine bir vahşeti fısıldamak istemedim. İnsanlık onuruna olan güvenimiz geri dönülmez bir biçimde sarsılsın istemedim. Ezidiler ve Kürtler birtakım komisyon, oluşum ve platformlar kurarak Ezidilerin sesini dünyaya duyurmaya çalıştılar. Ancak dünyanın çoğunluğu yaşanan bu vahşete sessiz kaldı. Ezidiler bir inanç grubu, kültür olarak yok edilmenin eşiğindeler. Belki fiziki olarak varlıklarını koruma imkânı buldular ama bundan sonra yaşamlarını nasıl devam ettirecekleri, inançlarını yaşatıp yaşatamayacakları bir soru işareti olarak ortada halen duruyor. Her sabah evreni aydınlatan güneşe dualarında Ezidiler önce 72 millet için, sonra da kendileri için dua ederler. Dünyanın 72 milletinin, binlerce yıldır fermanlara uğramış, her sabah onlar için dua eden bu mazlum halkın sesini artık duymaları ve bu konuda sorumluluk almaları gerekiyor. Radikal kötülük, insanlığa karşı işlenen suçlarda failler kadar susanları bağışlamak da oldukça zor. Yaşanan bu dehşete, bu zalim fermana gözümüzü kapatmak bizleri kurtarmıyor. İnsan olarak yaşanan zulümlere karşı söyleyebileceklerimiz olmalı. Bir yıl önce bugün başlayan bu karanlıkta, hayatını kaybeden binlerce Ezidi’yi ve onları korumak için canlarını feda eden Kürdistan’ın yiğit çocuklarını saygıyla anıyorum! YORUM 3 2015 5 Ağustos Çarşamba Barışı seçmek AHMET TULGAR B ir süredir iki şık, iki seçenek üzerine düşünüyorum ve şiddetin durması, daha fazla insanımızın ölmemesi için ‘bitirme’nin karşına ‘vazgeçme’yi koyuyorum. Savaş, çatışma, şiddet mevzubahis olduğunda, ‘bitirmek’ten, ‘karşı tarafı bitirmek’, ‘fiziksel ya da psikolojik olarak bitirmek’ anlaşıldığı ve bu yüzden de, asıl ‘bitirmek’ eylemi, ‘bitirme’ amaçlı eylemler, savaşın, savaşların en fazla kan dökülen aşaması olduğu için, tam da burada, bu noktada, ‘bitirme’ amaçlı son hareket, ‘son merhale’ öncesinde durmak gerekiyor, gerekir. Aksi takdirde, yani bu kan da döküldüğünde, bu son merhale de geçildiğinde, bu son merhaleye de geçildiğinde, sonuç ne olursa olsun, kazanan düşmanlık olacaktır. Toplumun, toplumların belleğine düşmanlık kazınacaktır. Buradan barış çıkmaz. Oysa ‘vazgeçmek’ şerdeki hayırdır ve bir aşamada ‘şiddet’ten, ‘öldürmek’ten vazgeçilmesi durumunda, bu yeni ölümleri engellemekle kalmaz, aynı zamanda toplumlara iyilik duygusu içselleştirir, içlerinde varolan iyiliği ortaya çıkarır. Evet, ulusal, siyasi sınırlarla ayrılmış devletlerin birbirleriyle savaşlarında ‘bitirme’ cihetine gidilmiş olabilir. İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’ya atılan atom bombası, Almanya’ya uygulanan bombardıman böylesi ‘bitirme’ hamleleridir. Neticesinde Japonya ve Almanya teslim alınmıştır, yenilgiyi kabullenmiştir. Ama acaba başka bir şekilde de sona erdirilemez miydi o savaş? Bu uzun bir tartışma. Ya da şöyle soralım: Yoksa savaş zaten bitmişti de, o bombalar intikam ve cezalandırma amacıyla mı atılmıştı sivillerin üzerine? Nihayetinde öyle çok insan öldü ki işte o ‘son merhale’de. Aşıldı mı o travma, dünya aştı mı, hele o ülkeler, o toplumlar? Kabullendiler işte. Bu da oluyor yani. Yani ulus devletlerin birbirleriyle savaşında bir ‘bitirme’ merhalesinden, bir ‘son merhale’den geçilmiş olsa da, geçilse de, sonrasında bu toplumlar yan yana ya da işte uluslararası topluluk içinde bir arada olabiliyor. Ama bizim buradaki durum farklı. Çünkü ülke içindeyse çatışma, ülke içinde vuku buluyorsa, bir ‘iç çatışma’ysa, işte o zaman ‘bitirme’ ile barış, iç barış sağlanamaz. Eğer bir ABONELİK KARTI 1 Yıl Yurtiçi 60 Adı Soyadı : ANADOLU YAKASINDA GÖRÜNÜR OLMAK iÇiN ilan Reklam ve Rezervasyon hattı için bizi arayınız T: 0216 457 46 46 F: 0216 457 13 12 e-mail: [email protected] Adresi : e-mail : Tel-GSM : arada yaşamaya devam edilecekse ‘vazgeçilmelidir’. Şiddetten, şiddet ile ‘bitirmek’ten, yani savaştan ‘vazgeçilmelidir’. Hemen. Bu daha başta, ya da bunca insan öldüğüne göre sonunda barışı güvence altına alır, mantıksal sonuç haline getirir. Şimdi tabii bunları söyleyince öfkelenen çok oluyor. Silaha sarılanlar, silah kullanlar, ya da belki de onlardan çok arkalarına dizilmiş topluluklar, işin ceremesini pek o kadar da çekmeyenler yani, ‘vazgeçme’yi yenilgi ile bir tutuyor çünkü. Oysa ‘vazgeçme’ eylemiyle, kararıyla asıl, savaş kazanılır, savaştan bir zafer çıkarılır, savaştan zaferle çıkılır. İnsanlığın zaferiyle. Çünkü hedef olarak ‘bitirmek’, her defasında yenisi gelen, yenisine geçilen bir ‘son merhale’nin sonunda savaşı ‘bitirme’ hedefi, insanı araç haline getirirken, ‘vazgeçmek’, hemen ‘vazgeçmek’ insanı amaç olarak kabul etmektir, amacın insan olduğunu kabul etmek. ‘Vazgeçmek’, insan hayatını yücelten, kıymetini tanıyan ahlakî bir karardır. Bir ahlâk buyruğu. (Bu yazı 2010 yılının Haziranı’nda BirGün gazetesinde yayımlanmıştır.) Halkın Nabzı Gazetesi Süreli Yayın AHİS Reklam Organizasyon Prodüksiyon San. Tic. Ltd. Şti. Adına İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni (sorumlu) İSHAK KARAKAŞ Editör: Ahmet TULGAR Abonelik bedelini banka hesabına yatırdıktan sonra bilgileri lütfen aşağıda belirtilen posta adresine veya e-mail e gönderiniz. Grafik Mizanpaj HALKIN NABZI Hakan YILDIRIM Bağlarbaşı Mahallesi 2. İlkokul Cad. No:39 Cihangir İş Mrk. Kat:2 D:7 Maltepe/İstanbul/Türkiye T:+90 216 457 46 46 F:+90 216 457 13 12 [email protected] www.maltepeninnabzi.com AKBANK Maltepe Şubesi TL HESABI: Şube Kodu: 00 29 Hesap No:0189926 IBAN:TR35000460002 9888000189926 Hukuk Danışmanı Erdal BEKTAŞ Av. Uğur KARAKAŞ Grafiker Danışma Kurulu Spor Servisi Fırat COŞKUN Kültür Sanat Bedros DAĞLIYAN Avusturya Temsilcisi Erdal BOYOĞLU Viyana Temsilcisi Emine BAŞKÖY Fehim IŞIK Samet MENGÜÇ Fuat TOKAT Bilgi İşlem: Ufuk Karakaş Yer: Bağlarbaşı Mh. 2. İlkokul Cd. No: 39 Cihangir İş Merk. Kat 2 D:7 Maltepe - İstanbul Tel: 0216 457 46 46 Fax: 0216 457 13 12 [email protected] Baskı: GÜN MATBAA Beşyol Mah. Akasya Sk No 23/A Sefaköy-Küçükçekmece - İST. Tel: +90 212 426 63 00 4 HABER 2015 5 Ağustos Çarşamba Somalı çocuklar Maltepe’de S “ oma’nın Hayalleri Var” projesi kapsamında İstanbul’a gelen Soma maden şehitlerinin çocuklarını ağırlayan Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, “Maltepe’den Soma’ya selam yolluyoruz. Toplumsal dayanışmayı ileride de arttırarak sürdüreceğiz” dedi. 'Dayanışma hamurumuzda var' Galatasaray-Inter maçını izlemek için Maltepe Belediyesi’nin katkılarıyla İstanbul’a gelen Somalı çocuklar ve aileleri, Belediye Başkanı Ali Kılıç’ı makamında ziyaret etti. Çocuklara satranç takımı hediye eden Kılıç, “Soma ve diğer acı olaylar, gönlümüz ister ki hiç olmasın ama olduktan sonra toplumsal dayanışma hamurumuzda var. Bu noktada sizleri Maltepe’de ağırlamaktan çok büyük onur duyduğumu ifade etmeliyim. Umarım İstanbul’u beğen- mişsinizdir. Sizlerle birlikte olmaktan büyük keyif aldım. Toplumsal dayanışmayı ileride de arttırarak sürdüreceğiz. Sizleri bir kez daha ağırlamak bizler için onur olacaktır. Maltepe’den Soma’ya selam olsun” diye konuştu. Çocuklar da, ziyaretten ve Ga- latasaray maçını izlemekten büyük mutluluk duyduklarını belirterek, Başkan Ali Kılıç’la hatıra fotoğrafı çektirdiler. Maltepeli çocukların yaz okulu keyfi M altepe’de okulların kapanmasıyla birlikte yaz tatiline giren çocuklar, Maltepe Belediyesi’nin düzenlediği yaz okullarında bedensel, zihinsel ve sosyal etkinliklerle, tatillerini hem eğlenip, hem de öğrenerek değerlendirme olanağı buldu. Maltepe Belediyesi bünyesinde faaliyet gösteren Maltepe Eğitim ve Danışmanlık Hizmetleri A.Ş. (MATEĞ), 7 dalda düzenlediği eğitimlerle öğrencilerin yaz tatilinde dinlenip eğlenirken, bilgilenmelerine de imkân sağladı. 15 Haziran-10 Temmuz tarihleri arasında düzenlenen yaz okulunda denizcilik, havacılık, yelken, astronomi, doğa sporları, kano ve gezi etkinlikleri gerçekleştirildi. Bu kapsamda ilk olarak karada, havada ve denizde kurtarma ve savunma eğitimi alan öğrenciler, bilgilerini uygulamalı bir şekilde hayata geçirme fırsatı yakaladı. Kano eğitimi alarak Haliç’te kürek çeken öğrenciler, Zeytinburnu açıklarında bulunan bir gemideyse, denizde kurtarma konusunda bilgilendiler. Kürek çekip, tarih turu yaptılar Öğretmenleri eşliğinde Yeşilköy’de bulunan Hava Kuvvetleri Müzesi Komutanlığı’nı ziyaret eden öğrenciler, burada uçak koleksiyonlarını inceledi. Türkiye’nin denizcilik alanındaki en büyük müzesi olan İstanbul Deniz Müzesi’ni de ziyaret eden öğrencilerin tarih turundaki son iki durağı, Harbiye Askeri Müzesi ve Küçükyalı Arkeopark oldu. Öğrenciler, Darıca’da bulunan Faruk Yalçın Hayvanat Bahçesi ve Botanik Parkı’nı da gezerek, mini safari yaptılar. 286 türde 3 bin 600 hayvan türüyle Türkiye’nin en çok hayvan türünü bünyesinde barındıran ve 600’ü aşkın bitki türü ile zengin botanik parkları arasında yer alan parkı rehberler eşliğinde gezen öğrenciler, aslandan, sürüngene, balıklardan kuşlara kadar pek çok türde nesli tükenmekte olan hayvanı yakından görme fırsatı buldu. YORUM 5 2015 5 Ağustos Çarşamba Kürtler yeniden ‘birakûjî’ yaşar mı? FEHİM IŞIK K ürtlere yönelik yeni bir savaşın egemenlerce dayatıldığı, hergün birçok gencin yaşamını yitirdiği bir dönemde bu başlıkla bir yazı yazmak can sıkıcı. Ayrıca takdir edersiniz ki bazı konuları yazmak da o kadar kolay değil. Bunun bir nedeni hala en sıcak haliyle devam eden durumun nazikliği. Diğeri ise geçmişimizin kötü anlarının yeniden zihinlerde canlanmasının yarattığı travmadır. Durum nazik, travmalarımızı yeniden depreştirebilir ama bazı şeyleri köşesinden bucağından da olsa yazmak gerek. Öncelikle belirteyim; yazdıklarım tanıklıklarım üzerinden kaleme alınmış belirlemelerdir. 1990’lardan sonra birkaç yıl Güney Kürdistan’da kaldım. 1995’te Türkiye’ye geri döndükten sonra Kürdistan’ın dört parçasının yanı sıra Ortadoğu’ya ilgim azalmadı. Sürekli takip ettim. Bölgede bulunduğum yıllarda, 1992 – 1994 yılları arasında Mesut Barzani’nin liderliğini yaptığı Kürdistan Demokrat Partisi (PDK) ile Abdullah Öcalan’ın liderliğini yaptığı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında başgösteren, Kürtlerin önce “Birakûjî – Kardeş Kavgası”, sonra “Xwekûjî – İntihar” adını verdikleri iç çatışmaları yakından izledim. 1994’te daha kötü bir iç çatışma başladı. Bu kez Celal Talabani’nin liderliğini yaptığı Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) ile PDK çatışmaya başladı. Bu çatışmanın da yakın tanığıyım. 1991’de Güney Kürdistan, konjonktürün de yarattığı etkiyle adım adım özgürleşiyordu. PKK bu dönem, Güney Kürdistan’ın özgürleşmesine ne yazık ki yeterince olgun yaklaşmadı. Daha açık demek gerekirse bölgeye yerleşik etkin bir silahlı güç olmanın avantajlarını da kullanarak gelişmelerde pay sahibi olmak istedi. Bu durum öncelikle PDK ile PKK’yi karşı karşıya getirdi. YNK bu sorunun çözümüne yardımcı olmak yerine daha çok izleyici oldu. Çünkü PKK ile karşı karşıya gelen PDK’nin zayıflaması, o dönem YNK’nin de işine geliyordu. PKK ile PDK 1992 yılında sonuç- ları açısından ağır ve uzun sürecek bir iç çatışmaya başladı. Çatışan iki parti dışındaki diğer partiler çatışmalara karşı çıktı. YNK ise PDK ile çatıştığı 1994 yılına kadar iç çatışmaya sadece karşı çıkmış gibi göründü; özünde ise çatışmayı engelleyici bir tutum içine girmedi. PKK ile YNK’nin geliştirdiği karşıtlık, PDK’yi Türkiye’ye daha fazla yakınlaştırdı. Türkiye, partiler arasındaki uyumsuzluğu kendi lehine kullanarak bölgede karanlık ilişkiler geliştirdi. Türk ordusunun tankları ve topları ile Habur gümrüğünden girip Bamerni üzerinden PKK’yi kıskaca alması ve zorlaması bu döneme rastlar. Daha da ötesi, Türk uçaklarının bölgeye attığı tüm bombaların koordinatları o yıllarda ağırlıkla PDK’lilerin desteğiyle belirleniyordu. Türk istihbaratının subayları koordinat belirlemek için kendileri açısından en güvenli bölgeleri, hatta bazen PDK’nin parti bürolarını bile kullanabiliyorlardı. Sanmayın ki PKK ile yakınlaşan YNK Türk devletine mesafeliydi. On- lar da Türkiye ile ilişkilerini hiç bozmadılar. Türk istihbaratının bir bürosu Hewlêr’de YNK merkezinin duvarına bitişik, bir bürosu da Selahattin’de PDK merkezinin duvarına bitişikti. Kısaca değinmekte yarar var ki bu dönemde İranlı Kürt partileri de Güney Kürdistan’ı aralarında fifti fifti paylaşan PDK ve YNK’nin tutumundan nasiplerini aldılar. PKK, Güneyli güçlerden boşalan İran sınırındaki Zelê kampına, İran PDK’si ile İran Komala’sı da Kandil’e yerleşmişti. Güneyli partiler 1992’den itibaren İranlı Kürt partilerini ve PKK’yi zorladı. İran PDK ile İran Komala’sı 1994’ün başlarında zorunlu olarak silahlı mücadeleden vazgeçip düzlük alanlarda kendilerine verilen yeni karargâhlara yerleştiler. Bu partiler PDK ve YNK ile çatışacak durumda değildiler. Nihayetinde Güney yönetiminin isteğine boyun eğip geri çekildiler. Onca güçlü partilerin amip misali bölünüp zayıflamaları ve Doğu Kürdistan’ndaki mücadelenin gerilemesinin bir nedeni de budur. Ancak PKK farklıydı. Gerillalar rahatlıkla mobilize olabilecek yeteneklere sahiptiler. Bu nedenle Güney yönetiminin dayatmalarına rağmen 1994’te İranlı Kürt partilerinin geri çekilmesinden kısa süre sonra gelip Kandil’e yerleştiler. Güney yönetimi onların Kandil’e yerleşmesini engelleyemedi. Tüm bu sürecin 2000’lerden sonraki en sevindirici yanı, bunca kötü ilişkiler yaşamalarına ve aralarındaki sorunları hala çözememelerine rağmen Kürt siyasi partilerinin küçük çaplı karşı karşıya gelmeler dışında o günden bu yana bir “Xwekûjî” yaşamamaları. Türk devletinin Kandil’e yönelik hava saldırıları ile birlikte şimdi yine sıkıntılar başgöstermeye başladı. Partiler birbirini suçluyor. Partilerin yayın organları, ağırlıkla da PDK, YNK ve PKK taraftar ve kadroları çeşitli ithamlarla birbirlerine yöneliyorlar. Elbet bunda, PDK’nin Kandil’e yönelik hava saldırıları sonrasında Türkiye’ye yeterince karşı çıkmamasının, hatta Türkie ile stratejik ilişkisini ilerletmesinin ciddi payı var. PKK’nin geçmişte Güney’deki siyasal yaşamda pay sahibi olması gibi PDK’nin de şimdilerde Rojava’da ve Kuzey’de pay sahibi olmak için çabalaması da bir diğer olumsuz etkendir. Kanaatimi öncelikle belirteyim. Siyasi kavganın sonuçları ne olursa olsun, bu partiler arasındaki ilişki nereye varırsa varsın, kim hangi ülke ile hangi düzeyde stratejik ilişki geliştirirse geliştirsin bu partilerin mevcut durumda birbirlerine yönelmeleri kanımca hala siyasetendir ve umarım yanılmam ama bu durumun geçmişteki gibi bir iç çatışmaya dönüşebileceğine de inanmıyorum. Yine de yazmakta yarar var ki tüm bu siyasal çatışmaların en önemli riski, onlarca yılın kazanımlarını kör çıkarlara kurban etmesi, zaman ve güç kaybına neden olmasıdır. Bunların yaşanmaması için de yalnız taraf olan partilere değil, A’dan Z’ye bölgenin barışını savunan herkese sorumluluk düşüyor. 6 YORUM 2015 5 Ağustos Çarşamba Gerçeği öldürmek ÖNDER BİROL BIYIK H er şeyi bir çırpıda yok edeceklerine, ağızlarından çıkan her cümlenin karşısında temennaya durulacağına o kadar inançlılar ki, bu sivriltilmiş inanç oklarının tepesine adalet, hakkaniyet, vicdan gibi kavramları atarak, tekrar tekrar öldürüyorlar gerçeği. Şimdi en hararetle alkışladıkları tiyatro, “PKK şeytanını taşlatma” tiyatrosu… Suruç katliamından sonra IŞİD’e karşı savaş açılmıştı değil mi? Kaç kişi IŞİD’in ismini ağzına alıyor şu günlerde? Kim başlattı bu savaşı? Suruç diye bir katliam bu memlekette olmuştu değil mi? Daha önce de yazdık, iktidarını kaybeden endişeli muktedirlerin, kendini kurtarma telaşının memleketi nasıl bataklığa sürüklediğine tanık oluyoruz şu günlerde. 7 Haziran seçimlerinin intikamını savaşla alıp, savaştan tekrar iktidar çıkarmak istiyorlar. Öyle bir saldırı dalgası ki, kara propagandanın bombardımanı hiçbir gerçeğe nefes al- dırmaz, bütün çarpıtmalarının çukurlarını kapatır sanıyorlar. Operasyonlara başlamadan önce çok sabrettik, diyorlar. Gören de seçim dönemince Diyadin’de HDP’lilerin araya girmesi ile geri tepen provokasyon, Erzurum’da linç girişimi, Diyarbakır mitingindeki katliam, Suruç katliamı HDP’ye değil de AKP iktidarına karşı yapılmış sanır. Faillerle kurbanlar bir simülasyon mucizesiyle ne çabuk yer değiştiriyor değil mi? Seçim döneminde tutmayanı, seçimleri de yok saymanın gerekçesi haline getirerek yeniden yürürlüğe koyuyorlar. 7 Haziran seçimleri diye bir seçim yaşandı mı sahiden? Hiçbir şey olmamış gibi yola devam ediyorlar. Kötü bir şaka gibi görmek istiyorlar 7 Haziran’ı… Yapılacak ilk seçimde şu şakayı yapanların kendilerinden özür dilemesini bekliyorlar. Erken seçim bile demiyorlar, tekrar seçim, diyorlar bu yüzden. Güya 2 yıldır kör topal çözüm süre- ci vardı değil mi? Kürt sorunu demokratik açılımlarla çözülecek, bunun karşılığında PKK silahsızlanarak 30 yıllık savaş son bulacaktı. Şimdi Kürt sorununa dair kimsenin ağzından tek bir söz duyuyor musunuz? Barış süreci yeni formatta sürecek, diyorlar. Neyse bu yeni format??? 2 yıldır bir arpa boyu yol alamadığımız çözüm sürecinin ne çok formatı varmış meğer!!! Bozdur bozdur harca… Aslında kendi içinde tutarlı bir yaklaşım bu… Barış sürecini gerçekten barışmak değil de, tasfiye süreci olarak görenler, siyasetle bunu gerçekleştiremeyince şiddetle gerçekleştirmek istiyorlarsa, eh, bu da bir bakıma barış sürecidir onlar için… Tabutları çoğalan, gözyaşları dinmeyen barış ama… Medyanın linç ayini korosu bu kadar yüksek sesle kendini yırtıp, daha dün yazdıklarını bir kalem darbesi ile çukur gazeteciliğin kör kuyularına atarken, geniş bir saray paranteziyle hayatımızın ortasına yangın bombası gibi düşen savaşı da, çözüm süreci diye allayıp pullayıp pazarlamak sıkıntı değil nasıl olsa. Davutoğlu ne diyor, “Evlatlarımızı da feda ederiz…” Analar ağlamasın diye yola çıkanlar, mevzu iktidar olunca, evlatları feda noktasına çok kolay geliyorlarmış demek… Analar ağlaması o kadar da sorun değilmiş yani… Bu lafzı eden Davutoğlu’nun Cudi’nin tepesine gönderecek kaç evladı var acaba? Kimin evladını feda ediyor… Ekranlarda her gün 90’lı yılların görüntüleriyle karşılaşıyoruz yeniden… Yakılan ormanlar, yasaklı bölgeler, patlayan mayınlar, bombalanan dağlar, öldürülen siviller, sınırda bekletilen cenazeler, katledilen çocuklar, bir zamanlar Çiller’in o cırtlak sesinden kopup gelen aynı savaş naraları… Günün sonunda dönüp dolaşıp geleceğiniz yer silaha sarılmak olacaktı madem, niye bu halkın barış düşleriyle oynadınız. Bırakınız, kirlenmemiş bir düş olarak kalsaydı. HABER 7 2015 5 Ağustos Çarşamba Atıl bisikletler Kadıköy yollarında E ti ve Aktif Yaşam Derneği’nin hareketli yaşamı teşvik etmek adına hayata geçirdiği Sarı Bisiklet Sosyal Sorumluluk Projesi kapsamında oluşturduğu Mobil Tamir Aracı uygulaması İstanbul’da. 31 Temmuz – 16 Ağustos tarihleri arasında bakıma ihtiyacı olan bisikletler Kadıköy’de tamir edilerek tekrar caddelere kazandırılacak. Geçtiğimiz yıl ETİ’nin Aktif Yaşam Derneği işbirliği ile hayata geçirdiği Sarı Bisiklet Projesi, 2015 yılında İstanbul’da devam ediyor. Sağlıklı yaşamın en önemli unsurlarından biri olan “hareketlilik” kavramını bisiklet aracılığı ile toplumun her kesimine yaymayı amaçlayan ETİ ve Aktif Yaşam Derneği, 2015 yılında Sarı Bisiklet Projesi kapsamında İstanbul’da kadınların öncülüğünde bisiklet kullanımını teşvik ediyor. Mobil tamir aracı Kadıköy sokaklarını geziyor Sarı Bisiklet Projesi’nin İstanbul’daki yolculuğunun en önemli hizmetlerinden biri de Sarı Bisiklet Mobil Tamir Aracı olacak. Daha önce Eskişehir mahallelerini dolaşarak birçok bisikleti yeniden sokaklarla buluşturan Mobil Tamir Aracı şimdi de İstanbul Kadı- neği, Sarı Bisiklet Mobil Tamir Aracı ile 3 yılsonunda yaklaşık 10 bin bisikleti yeniden kullanıma kazandırmayı hedefliyor. köy’de atıl durumda olan bisikletlerin yola çıkmasını sağlayacak. Mobil Tamir Aracı, bugün (31 Temmuz) Bostancı Bahçelerarası Sokak’ta, 1-2 Ağustos tarihlerinde ise Moda Sahil Yolu’nda olacak. Mobil Tamir Aracı, bisiklet bakım ve onarımı için gerekli malzemeler ve bisiklet tamir ekibi ile birlikte İstanbul’daki belirli lokasyonlarda bisiklet severler ile bir araya gelecek. Ayrıca, fren, direksiyon ve akort ayarlarının yanı sıra, yağ değişimi, zincir takma – sökme ve lastik tamiri gibi hizmetleri ücretsiz olarak sunacak. 3 yılda 10 bin bisiklet yeniden yollarda olacak Birçok insanın evinde lastiği söndüğü, fren ayarı bozulduğu veya zinciri yağlanmadığı için atıl durumda tamirciye götürülmeyi bekleyen bisiklet, Mobil Tamir Aracı ile yeniden özgürlüğüne kavuşabilecek. Mobil Tamir Aracı, bu hizmeti ile aynı zamanda bisiklet kullanımı ile ilgili farkındalığı da artıracak. Geçen yıl Eskişehir’de yoğun bir ilgi gören uygulama İstanbul’da dikkatleri üzerine çekerek daha fazla insanın bisiklet kullanmasını teşvik edecek. ETİ ve Aktif Yaşam Der- Mobil tamir aracı diğer güzergah ve tarihleri: - BOSTANCI MAH. BAHÇELERARASI SOKAK – 31 Temmuz 2015 - KADIKÖY MODA, SAHİL YOLU HATTI CİVARI – 01 – 02 Ağustos 2015 - KOZYATAĞI MAH. SİNAN ERCAN SOK. ERENKÖY RUH VE SİNİR HAST. ÖNÜ - 04 Ağustos 2015 - BAĞLARBAŞI MAH. İNÖNÜ CAD. GÜL YOLU SOK. SELAHATTİN BEY SOK. KESİŞİMİ 05 – 06 Ağustos 2015 - HASANPAŞA MAH. UNIVERSAL HOSPITAL CİVARI - 07 Ağustos 2015 - KALAMIŞ PARKI – 08 – 09 Ağustos 2015 - ERENKÖY MAH. MUHTARLIĞI CİVARI, ERENKÖY KIZ LİSESİ ÖNÜ – 11 – 12 Ağustos 2015 - SUADİYE MAH. EMİNALİ PAŞA MİGROS ÖNÜ – 13 – 14 Ağustos 2015 - DALYAN – 15 – 16 Ağustos 2015 Kartal’da sıcakta sanat K artal Belediyesi’nin bu yıl dördüncüsünü düzenlediği heykel sempozyumunda ilk hafta geride kaldı. İtalya, Avustralya, Ekvador, Polonya, Gürcistan, Türkiye, Almanya ve Litvanya olmak üzere 10 eserin yer aldığı sempozyumda heykeltıraşlar yaz sıcağına aldırmadan çalışmalarına devam ediyorlar. Kültür Müdürlüğü’nden sorumlu Kartal Belediyesi Başkan Yardımcısı Ömer Fethi Gürer de çalışmaları yerinde izledi. Prof. Rahmi Atalay ve sanatçılar ile görüştü, sanatçıların çalışmalarına devam ettiğini söyledi. Gürer, heykelin kentlere görsel derinlik ve zenginlik kattığına değindi ve farklı il-ilçelerde de heykel sempozyumları yapıldığına dikkat çekti. Kartal’da sergilenen geç- miş dönem eserlerinin Kartal için önemli bir kazanç olduğuna vurgu yaptı. Sanat ve sanatçının bir kent için önemli olduğunu ve o kentin gelişim ve kentleşmesinde ciddi katkıları bulunduğunu ifade etti. 17 gün sonunda ortaya çıkacak eserlerin de Kartal’da sergileneceğine değinen Gürer, halkın çalışmaları izlemek için sahil yolunda Eczacıbaşı’na ait alana gelebileceklerini ifade etti. Kadıköy Tiyatro Festivali başladı K adıköy Belediyesi’nin bu yıl 13. kez düzenlediği Tiyatro Festivali, başladı. Özgürlük Parkı’nda tiyatroseverler ile buluşan festival, 3 Ağustos Pazartesi akşamı Ödünç Yaşamlar adlı oyun ile açılış yaptı. Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nun sahneleyeceği oyunun ardından dün ( 4 Ağustos) İkinci kat Gösteri Sanatları’nın Cambazın Cenazesi oyunu seyirciyle buluştu. Festival, 17 Ağustos akşamı Dostlar Tiyatrosu’nun İnsanlarım adlı oyunu ile sona erecek. Festival boyunca oyunların gösterimleri ücretsiz olup oyunlar saat 21.00’de başlayacak. 8 HABER 2015 5 Ağustos Çarşamba Kadıköylüler Kurbağalıdere için yürüdü İ stanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) uzun süredir ıslah edemediği Kurbağalıdere’den yayılan kirlilik, hem insanlara hem de çevreye zarar vermeye devam ediyor. Derenin yüzeyindeki kirli siyah tabaka, fokurdama ve dereden yayılan dayanılmaz koku Kadıköylüleri ayağa kaldırdı. Kurbağalıdere’nin bir an önce ıslah edilmesi amacıyla bir araya gelen Kadıköylüler “Kurbağalıdere zehir değil, temiz aksın” sloganıyla eylem yaptı. Kadıköy Kent Dayanışması tarafından Perşembe günü saat 19:00’da düzenlenen yürüyüşe Kadıköy’deki mahalle muhtarları, demokratik kitle örgütü temsilcileri, siyasi partiler ve Kadıköylüler katıldı. Yoğurtçu Parkında başlayan yürüyüşe Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, Mahmut Tanal, CHP Büyük Şehir Meclisi Grup Başkan Vekili Ertuğrul Gülseven, CHP Kadıköy ilçe Başkanı Ali Narin’de destek verdi. Maskeli yürüyüş Kurbağalıdere’den gelen yoğun kokuya dikkat çekmek için maske takılan yürüyüşte Kurbağalıdere’den Zehir Değil Yaşam Aksın”, İBB sağlığımızı tehdit etme! Kurbağalıdere’yi temizle” pankartları taşındı. “İBB’den hesabı kurbağalar soracak”, “Topbaş istifa”, “Saraya para çok dereye yok”, “Dere kokuyor Topbaş uyuyor” sloganlarıyla Kurbağlı- Kadıköy’de yağmur yağarken Üsküdar’da deniz keyfi H ava sıcaklığının yüksek seyrettiği günler sonrası İstanbul’un bazı ilçelerin yağış etkili olurken aynı dakikalarda yağmur yağmayan Üsküdar’da gençlerin serinlemek için denize girmesi ilginç görüntüler oluşturdu. Mevsim normallerinin üzerinde seyreden hava sıcaklığı sonrası esen rüzgar beraberinde yağışlı havayı da getirdi. Anadolu yakasında bölgesel olarak yağışlar görüldü. Kadıköy’de aniden bastıran sağanak yağmur sonrası bazı vatandaşların korunmak için kapalı alanlara sığındıkları görülürken aynı dakikalarda yağmur görülmeyen Üsküdar’da ise gençlerin serinlemek için denize girmesi ilginç görüntüler oluşturdu. dere köprüsüne yürüyen kitleye araç sahipleride korna çalarak destek verdi. “Kadıköy cezalandırılıyor mu?” Yoğun katılımın olduğu yürüyüş bitiminde Kadıköy Kent Dayanışması adına yapılan basın açıklamasında İBB’nin yanlış ıslah çalışmaları nedeniyle Kurbağalıdere’den lağım aktığına dikkat çekilerek “zehir soluyoruz” denildi. “Gerekli önlemler alınmadığı için sağlık riski giderek büyümektedir” denilen açıklamada gerekli önlemler alınmadığı takdirde, Kadıköy ve çevresinde yaşayan insanların ve tüm canlıların zehirlenmeye devam edileceğine dikkat çekildi. “Bu vurdumduymazlık, derenin hali, çalışmaların son derece yavaş ilerlemesi akıllara Kadıköy halkı cezalandırılıyor mu sorusunu ister istemez getirmekte” denilen açıklamada Kadıköy halkının yaşadığı ve yaşayacağı sorunlardan İBB’nin sorumlu olacağı hatırlatılarak ıslah çalışmasını en kısa sürede bitirilmesi istendi. Yürüyüşe destek veren Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu dere ıslahının birkaç ayda tamamlanabilecek durumdayken 3 yıldır tamamlanmadığına dikkat çekerek “İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin Kadıköy’ün sorunlarını çözmeye eli varmıyor” dedi. Kadıköylülerin ciddi risk altında olduğunu belirten Nuhoğlu, gece gündüz aralıksız sürdürülecek bir çalışmayla dere ıslahının kısa sürede tamamlanabileceğini söyledi. YORUM 9 2015 5 Ağustos Çarşamba Ateş düşerken halklara İ lyada’da, kadınlar ve onların etrafında gelişen ev hayatı, barışı simgeler. Hektor, bir an önce karısı ve çocuğuna dönmek ister, onu sevdiklerinden uzak bıraktığı için savaşı lanetler. Çarpışmaya dönmeden önce eve geldiğinde annesi ve karısından ordusunun kurtulması için dua etmelerini ister. Hektor, savaşırken de karısını anar, atlarını sürerken, atlara hatırlatır güzel karısını, onlara nasıl iyi baktığını, nasıl yem verip onları eğittiğini anlatır, atlar da sanki bu güzel sözlerle hatırlarlar Andromakhe’yi ve daha canlı koşarlar. “Tanrı savaşı yarattı ve ardından barışı var etti ve tanrı dedi ki: ‘yok ediniz birbirinizi, bunun gölgesinde kutlayınız barışın zaferini.’ Ve o yine dedi ki: “kardeşlik maskesinin altında saklı olan canavar ruhlarınızı sık sık gün yüzüne çıkarmayın, göstermeyin birbirinize. Arada bir insanların nefes almasına, güç toplamasına izin veriniz barış adı altında. İzin veriniz ki; harpler, cihatlar, kan akıtmalar daha bir manidar olsun, daha bir insana özgü olsun. Bu şekilde içinizdeki kinin öcünü alınız, iliklerinize kadar tatmin olmayı hissediniz.” Bu toprakların büyük çoğunluğu yaklaşık yüz yıldır savaş yüzü görmedi. Devlet ise 1. Dünya savaşıyla başlayan ulusçuluk ve milliyetçi yönlendirmeyi kullanarak, Anadolu’nun diğer halkları ve dini unsurları üzerinde bir tahakküm oluşturdu. Savaştan uzun süredir uzak olan cahil halk katmanları milliyetçilik ve bağnaz dini unsurlarla egoları şişik bir halde soykırım ve tecavüzlerle yüzleşen Ermeni, Rum, Süryani, Ezidi, Yahudi ve Aleviler üzerinde onları rencide eden, ezikliğe sürükleyen bir baskı oluşturdu. Kısaca ötekileştirme furyasıyla üzerlerinde baskı oluşturulan bu halklar ne yazık ki hiçbir direnç göstermiyor, gösterenlerse kimi zaman yörenin zorba ağaları, devlet erkânı hatta eşrafça cezalandırılıyordu. Oysa savaşın yıkımını üzerinde hisseden hiçbir halk savaşı istemezdi ki… Ancak bu yüz yıl süresince gelen hükümetler Vatan-Millet-Sakarya nutuklarıyla hamasi söylemlerle Türk Halkını diğer halklar üzerinde baskı unsuru olarak kullandırıyor, onları bezdiriyordu. Tıpkı THE Cut filmindeki film kahramanının dilinin kesilmesi gibi Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Ezidiler, Yahudiler ve Aleviler seslerini yükseltmeden her şeye razı bir halde çeşitli pogromlarla göçe zorlanıyor malını, mülkünü bırakarak terk-i diyar ediyorlardı. Bunca yıldır savaş olmamasına rağmen, ötekiler savaşın yıkıcılığını halen yaşıyorlardı. O yüzdendi savaşa karşı durmaları, nefret duymaları… Anadolu’nun Hristiyan halkları, Alevileri ve Ezidilerinin bu coğrafyada azalmaları sonucu bu nefret yavaşça Kürt Halkına yönelmeye başlamıştı. Kurak ve çorak topraklara hapsedilen Kürt Halkı devlet- ağa zulmüyle birlikte baskı altında dilini konuşması bile yasaklanarak, binlerce yıllık Kürt kültürü yok sayılarak yaşamaya âdeta mahkûm edilmişti. Öyle ki konuştuğu her Kürtçe kelime için ceza verilmeye başlanmıştı. Şeyh Sait isyanıyla patlak veren bölgesel direnişler ağır ve kanlı bir şekilde bastırılmış, Kürtler, Ağrı’da, Koçgiri’de, Zilan, Patnos ve diğer vilayetlerde katliamın, zulmün, baskının en ağır koşullarını yaşamıştı. Kürtler ’de savaşın yakıcılığını, yıkımını kanıyla, canıyla ödüyordu işte… Uzunca süren suskunluk 1960 ihtilalinin görece hürriyet ortamında gelişen Kürt ve Türk halklarının ilerici unsurları sayesinde bitmeye başlamıştı ki 12 Mart ve ardından 12 Eylül’le gelen cunta rejimlerinin korkunç diktatörlüğü nedeniyle halklar tarihin en kanlı ve baskıcı rejimiyle yüz yüze kalacaktı. 12 Eylül Kenan Evren cuntasının dini unsurları kullanarak yaptığı yönlendirmelerle Kuran kursları hızla çoğalacak ve eğitim baştan aşağı halkların aleyhine hızla değişmeye başlayacaktı. Kürt halkı bu 1980 sonrası dönemi korkunç işkenceler, katliamlarla geçirecekti. Bugün, zamana karşı yaşayan, vaktin en büyük değer olduğunu düşünen, iki bin sayfalık bir romanın içine gömülecek zamanı hak etmediğini düşünen bir nesil için Savaş ve Barış ne anlama gelebilir? Nasıl okunabilir? Bu ülkenin kendini çağdaş Atatürkçü sayan unsurlarının söylemine göre Türkiye, 2002 yılından beri AKP gibi çağdaş olmayan dini unsurlara sarılmış Cumhuriyetin olmazsa olmaz unsurlarına saldıran bir parti tarafından yönetilmektedir. Oysa kendini çağdaş sayan CHP, MHP, AP gibi partiler de yapmıştı halklara bunca bağnazlığı, kötülüğü ve baskıyı… Sonra barış süreci denerek demokratik bir seçimle başa gelen HDP ile dolaysıyla Kürt Halkı ile bir barış anlaşması yapılmaya girişildi. Savaşın yıkıcılığını bilen ama özgürlüğünden taviz vermeyen Kürt Halkı bu süreci eşit ve özgürlükçü bir Anayasa ile başlatma için girişimlerde bulunmaya başladı. Ancak kendilerini bu ülkenin sahibi sayan ulusalcılar, yani CHP, MHP ve İP şürekâsı tarafından bu süreç çeşitli zamanlarda sayısız kez baltalandı. İnsanlığın bunca yıllık kazanımlarından biri olan demokratik özgürlüğü yok ederek dini unsurlarla doldurmaya çalışamazsınız; beyhude olur. Bunca kaybı, yoksunluğu, zulmü, işkenceyi, katliamları, köy yakmaları, dil yasağını dini bir ritüel olan öteki dünya ile nasıl karşılayabilirsiniz ki… “Kurtuluş ve diriliş trajediyi yok etmek mi yoksa sadece teselli mi? Bu dünyada doğruluk yok. Hiçbir ceza, bir haksızlığı telafi edemez; çünkü geçmiş, değiştirilemez. Haksızlık görenler kayıplarıyla kalırlar. Eğer ki başka bir dünyada hak yerini bulacaksa, burada kaybedilen bir şey haksızlık gören kişilere orada geri verilecekse, o verilen şey hayatı dolduran şey değildir; sadece bir tesellidir. Kaybedilen bir şeyin bir daha hiçbir zaman yeri doldurulamaz, çünkü kaybedilen şeye kaybolduğu anda ihtiyaç vardır.” Savaşın kötücül zamanlarını yaşayan komşularımıza, Suriye, Irak, Filistin, Libya halklarına hatta Bosnalılara ve diğer Yugoslavya halklarına sorun o vahşeti… Bu yüzdendir HDP’nin ve ona oy veren halkların her şeye rağmen ‘Barış’ diye tutturmaları ve bu ateşi içlerinde hissetmeleri… Savaş ve Barış’ın bir bölümünde şöyle yazıyordu: Kendi kendine, “Aman Tanrım,” dedi. “Hep aynı insanlar, hep aynı şey... Babam bile fincanını her zamanki gibi tutup çayı dünkü gibi üflüyor. Yarın da yine öyle üfleyecek.” Odadakilerin Barışın direnme vakti Şiir ve türkü yakan ağızlara Gün ışığından renkler yakışır En diri üzümlerden şarabî sarhoşluklar, aşklar Ömür geçer suskun diyarlardan Genç yüzler kanar, Dili kayıp gençler kanar; Kayıp gider parmaklardan… Okşayamazsın saçlarını bir kez daha Alay-ı-vâlâ ile uğurlanır balalar Hissizleşir duyguların Habire kurur gözyaşların Yükseklerde vicdan bulutları kararır Toprağın bağrında tüm çiçekler güzeldir, oysa Yatarken kuytuluklarda şirin gözlüler Dağlarda gelincikler Ölme sakın Ümidini kırma hiç! Bir dilek tut Bir yaşamı bağışla Bir ağaç dik: yemişi nar Barışı zeytin olan Daha çok var ölmemeye Bilsinler ki şimdi direnme vakti Yürüyün meydanlara Yok, olsun tufeyliler Şairler ve halklar ölmez; bilirsin... Bu toprak hepimizin Bu çocuklar bizim! Bedros Dağlıyan hepsine karşı öfke duydu. Hiçbir değişiklik olmadığı için onlara kızıyordu. Evet, dünya hep kapitalistlerce yönetiliyor ve halkları sudan sebeplerce birbirine kırdırarak gücünü arttırıyor ateş saçan bir ejderhaya dönüşüyordu. Toprağını eken, ürününü deren, hayvanlarını aynı şekilde çoğaltan, düğünlerinde aynı güzellikleri paylaşan halkların birbirleriyle ne derdi olabilirdi ki… Cinayetin, kime yarayacağını bilirseniz katili de bilebilirsiniz. Savaşın kimin çıkarlarına hizmet ettiğini bilmeniz gibi… İŞİD denilen caniliğin kapitalizmin ve Emperyalizmin yarattığı bir canavar olduğunu bilmemiz gibi… Ben bu durumu çocuk yaşlarından beri biliyorum.1915 sonrasında var olan mal ve mülklerimizin kimlerin eline geçtiğini bildiğimden beridir savaşa karşı olmam, savaşa karşı cephede yer almam… 10 YORUM “Her şey Türk milleti için, Türke doğru ve Türke göre“ İ stanbul Emniyet Müdürlügü’ne, ülkücülerin sol görüşlü öğrencilere 8 Mart’ta saldıracakları ve “sol gruba mensup öğrencilerin fakülteye devam etmeleri halinde 8-10 gün içinde bu grup üzerinde saldırı gerçeklestirirleceği ihbar edilmesine rağmen sessiz kalan yine devletin güvenlik güçleriydi. Katillerin arkalarından koşan polislere de “Durun... Koşmayın” şeklinde emirler veren sicilli bir ülkücü komiser Reşat Altay oradaydı. Reşat Altay bu davranışının karşılığında, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, Niğde, Trabzon ve Kırklareli Emniyet Müdürlüğü, görevlerine atanarak ödüllendirildi. Katliamda kullanılan bomba 16 Şubat 1978’de yakalanan ve kontrgerilla içindeki bir emekli yüzbaşı olan Mehmet Ali Çeviker’in görevli olduğu depolardan alınmış. Amerikan modeli TNT kalıplarından yapılmış. Bu yüzbaşının MHP’li olduğu ve ülkücü 2015 5 Ağustos Çarşamba MHP’nin tarihi (3) hareketin kurmaylarıyla ilişki içinde olduğu, Ağustos 1978’de ülkücü Ali Yurtaslan’ın itiraflarıyla ortaya çıkıyor. Neden milliyetçiler Finans Oligarşinin direktiflerine uyuyorlar. Özellikle Naziler ve Turancıların ilişkileri ve ortaklıkları ve de anlayışları aynı kulvarda buluşuyor. Bunun için Glasneck şöyle diyor.. “5 Agustos 1941’de Alman büyükelçisi Von Papen ‘in telgrafında ,Bakü petrol yataklarının Türkiye’ye bağlanması için İstanbul’a geliyor. ve burada bir komisyon kurulmasını ve kurulan bu komisyonda grubun önderlerini tesbit ediyor. CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Yenibahçe(Teskillat-ı Mahsusa liderlerinden) Enver Paşa’nın kardeşi varlıklı fabrikatör Nuri Paşa (Turancı), Zeki Velidi Togan ve Kırım Tatar’larının temsilcisi Ahmet Cafer’den oluşan bir komisyon kuruluyor. Örgütün basın işlerini de Reha Oguz Türkkan yönetiyor. Bunların amacı Sovyetler Birliğine karşı Gençliği savaşa hazırlamaktır. 1941-1944 yıları arasında Alman gizli servisinin parası ve Alman Faşizmi’nin uslubu ile sınırsız bir şövenist propaganda yürütenlerden biride o zamanlar üsteğmen rütbesiyle bulunan Alpaslan Türkeş’tir.Türkiyede Faşist Alman Propagandası. Sayfa 202. Johannes Glasneck. Yukarıda sayılan isimler; İslam birliği, Hakdaşlar utanmazlığı ile halklara yutturulan İttihatçı düşlerin sahipleridir. Hitler Faşizminin anti komünist sömürge siyasetinin kişilik yoksunu ajanlarıdır. CİA‘nin ajanı, sermayenin adamı Türkeş, Orta Asya Cumhuriyetlerini pazarlama konusunda ideolojik safsatalarını bir tarafa bırakan Türkeş yeni dünya düzencilerinin reçetelerini piyasaya süren bir tüccar oldu. Türkçü Türkeş şöyle diyor.Teşvik ediyorum, Sermaye çevrelerine, mesela ABD’ ye diyorum ki yatırım yapın çok çok zengin kaynaklar var. İstiyorum ki oraya Avrupa bilhassa Amerikan sermayasi girsin" (Para Dergisi, sayı 45, sayfa 24) (...)ABD’nin kafkasyada bir konfederasyon istedigini de vurguluyor. Her cumhuriyetten ögrenci getirilerek Harp okullarinda yetistirildigini belirten Türkeş, Elçibey’den söz ederken Ben seçilmesine yardımcı oldum. Gittik mitinglerini düzenledik. Kendisine önerdim, acele, küçük, çevik ateş gücü yüksek bir ordu kurun“ Bu zat ordu içinde komplo kurmakta deneyimli oldugundan bu akılı veriyordu. Türkeş „Türkiyeyi ele geçirmek isteyen marksist teröre engel olmak gerekiyordu . karşılarına ülkücü gençleri çıkardım. Planlarını bozdum“ demektedir. Para Dergisi sayı 45: Türkeş; Kürt sorunu için “Bize 6 ay zaman verin biz bu işin kökünü kazırız“ sözü, hayalindeki Hitler vahşetinin ifadesidir. Herşeyleri haksızlık, baskı ve zulüm, para ve kanun olanların, herşeyleri yalan ve dolan olanların,Herşeyleri katliam ve vahşet olanların vatan sevgisi olur mu? Ne kadar olur vatan sevgisi. Bu konuda Bernhard Shaw’in bir sözünü hatırlatayım „Unutmayın ki her alçağın son sığınağı vatanseverliktir“. YORUM 11 2015 5 Ağustos Çarşamba Barış hemen şimdi S İSHAK KARAKAŞ iyaset hepimizin ruh halini etkiliyor. İyi ya da kötü. Ama savaş hepimizin ruh halini kötü etkiliyor. Kim savaştan memnuniyet duyuyorsa onun ruh halini çok daha derinden, temelden araştırmak gerekir herhalde. 2013 Newrozu manifestosunu dinlediğimiz günü hatırlıyorum. Sanki Türkiye’de erken bir yaz mevsimi başlamıştı. Herkes birbirine daha bir ısınmış, daha umutlu bakıyordu birbirinin yüzüne. Çocuklarımızın geleceğini daha büyük bir güvenle tasarlıyorduk. Hemen bir iki ay sonra Gezi Süreci’nde gençlerin aralarına sızan darbecileri dışlayarak oluşturduğu çoğulcu hayat talebine yönelik orantısız şiddet güvenimizi biraz sarssa da, seçim süreçlerinin başlamasıyla yeniden demokrasinin olabilirliğine dair umutlarımız güç kazandı. Burada HDP’nin işlevi çok önemliydi. Özellikle Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde HDP’nin ivme kazanan Türkiyelileşme durumu barış umutlarını ve çatışmasızlığın çözüme dönüşmesi beklentisini artırdı. D e m i r taş’ın şahsında HDP’nin halk nezdinde elde ettiği teveccüh ve barajın sınırına dayanan oy oranı ülke sathında bir sevinç dalgasına yol açtı. Ve genel seçim sürecine böyle bir ruh hali içinde girdi geniş kesimler. her Pazar 21.00'de Seçim günü yaklaştıkça adaletsiz seçim sistemi ile yetinmeyip provokasyonlara yönelen, HDP’lilerin canına kast eden, binalarını, mitinglerini bombalayan, katliamları göze alan güç odakları, yine de HDP’nin Türk i ye l i l e ş m e, T ü r k i ye ’ n i n HDP’leşme sürecini engelleyemedi ve 8 Haziran sabahı ülkenin büyük bir kesimi yine umutlu, yine sevinçli, yine kendisini güven içinde hissederek uyandı. Ama işte seçim öncesi HDP’nin barajı aşması durumunda kaos olacağını söyleyerek aba altından sopa gösteren güç odakları, hemen devreye girdi. Cumhuriyet tarihinin en çoğulcu Meclis’nden kaos çıkaran, seçim sürecinde kardeşliğini pekiştiren halkları yine birbirlerine karşı kışkırtmaya çalışan güç odakları. Hükümetiyle, devletiyle. Ve kısa sürede çatışmalar başladı. Bugün sokağa çıktığımda, seçimden 50 gün kadar sonra umutlarını yitirmiş, güvensiz,enerjisiz insanlar görüyorum. İnsanların ruh hali bu süreçteki hızlı değişimler ve sarsıntılardan çok kötü etkileniyor. Tabii yine de geçecek bu durum. Ben yine de barış duygusunun ve iradesinin kazanacağına inanıyorum. Ama o zaman kadar kaybedilen insanlar ne olacak? Şunu yüksek sesle söyleme zamanı: Barış Hemen Şimdi. Pazartesi günleri saat 16.00'da SOYLESI 12 SÖYLEŞİ 2015 5 Ağustos Çarşamba Celalettin Can İshak Karakaş Celalettin Can, Akil İnsanlar grubu üyesi, 78’liler Girişimi sözcüsü, Özgür Gündem yazarı, Tükenmez dergisi genel yayın yönetmeni ve eski Dev-Genç yöneticisisiniz. Bu yoğun gündemde ve haftasonu bir grup akil insanla yaptığınız toplantının hemen ardından ilk bizim söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için size çok teşekkür ederim. Ben de size teşekkür ederim. Haftasonu yaptığınız toplantının kararını nasıl aldınız? Aklımızda şöyle bir şey vardı yani, yan yana geldiğimizde fark ettik akil arkadaşlarla, yani aklımızda bir çıkış yapmak vardı, o arada Kadir (İnanır) “böyle bir şey yapalım” deyince yan yana geldik. Tabii yan yana gelmeden önce bu 63 akil insandan hepsini aramadık. İçlerinden 28 kişiyi seçtik. Neden 28 kişi seçtiniz? Bir kısmı milletvekili olmuştu gerek AKP’den gerek HDP’den. Bazıları Akil İnsanlar grubundan çekilmişti Murat Belge gibi, Baskı Oran gibi. Bazıları “akil insanlar süreci benim için bitmiştir” diyen Arıboğan (Deniz Ülke) gibi falan tipler vardı, ama bazıları da Dİlipak (Abdurrahman) gibi hiç çağırmaya gerek duymadığımız, yani barış meselesi olmayan, tarafgir olan insanlar vardı. Bunları da çağırmamaya özen gösterdik. Ama 28 insan bire bir çağrıldı. Ama onlar gelirken de şeyi bilmiyordu, yani savaşa karşı bir tutum konuşulacak, bu nasıl bir tutum olacak, “gelin” dedik, “oturalım, beraber tartışalım, metni beraber oluşturalım, kamuoyuna da beraber açıklayalım” dedik. 10 arkadaşımız geldi. Diğer 10 arkadaşımız da “biz gelemedik ama sizin yanınızdayız” dediler. Bu arada ta- bii hazırladığımız metni aramızda tartıştık 10 arkadaş, bir metin oluşturduk ve bu metni 10 arkadaşımıza ilettik, onların da görüşlerini alarak son şeklini verdik, diğer 8 arkadaş ise aslında bu metnin dönemin ihtiyaçlarına yanıt olmadığını, daha çok PKK’nin silah bırakması gerektiği üzerinden tartışılması gerektiğini söyleyip bu metne imza atmadılar. Ve 20 arkadaşla sınırlı kaldık biz. En çok ne tartışıldı? Biz şunu söyledik daha çok, yani önce hükümet silahlı çatışmayı başlattı ya da PKK başlattı, hükümet önce silah bıraksın ya da PKK önce bıraksın tartışmasını yapmadık, şu anda silahlı çatışma var, savaş var, bir an evvel bunun durması gerekiyor, yani insanların tetikten ellerini çekmesi gerekiyor, silahların susması gerekiyor. Bunu söyledik kendi aramızda, buna ağırlık verdik ve neyle bırakılmıştı süreç, diyalogla bırakılmıştı, yani müzakereye geçiş aşamasında bırakılmıştı, “tekrar diyalog aşamasına gelinmeli” dedik. Çünkü ilişkilerin normalleşmesi gerekiyor. Savaşla bu ülkenin bir yere varamayacağı düşüncesi hakim, kan dökülmemesi gerekiyor, “analar ağlamasın” dendi, ilişkilerin biraz oturması gerekiyor, daha çok iki noktada, iki taraf da koşulsuz, mutlak bir şekilde silahları susturması ve diyalog sürecinin başlaması, bu iki nokta üzerinde düğümlendik ve bu iki nokta üzerine yazdık. Tartışmalar oldu mu arada? Oldu tabii, yani farklı görüşte insanlarımız vardı kendi aramızda, yani kimisi diyebilir ki “Ya, PKK silahı bıraksın”, kimisi diyebilir ki, “ya, bu devlet önce başlattı bu işi”, bunu diyenler olabilir ama bu tartışma olmadı SOYLESI 13 SÖYLEŞİ 2015 5 Ağustos Çarşamba “Ne yapıp yapıp barışa sahip çıkmamız gerekiyor” Celalettin Can, Türkiye solunun önemli isimlerinden. Mücadeleci. Dev-Genç yöneticilerinden biri olarak 19 yıl cezaevinde kaldıktan sonra serbest kaldığında 78’liler Girişimi’ni oluşturarak kuşağının sorunlarına eğildikten sonra hep daha geniş kesimlerce tanındı. 2013’de oluşturulan Akil İnsanlar grubunun bir üyesi oldu. Orada da mücdaeleci oldu. Birçok akil aramızda, o tip tartışmaları yumuşak geçişlerle hallettik. Üzerinde mutabık kaldığımız, “taraflar koşulsuz ve mutlak bir şekilde silahları susturmalı ve diyalog süreci başlamalı”. Burada anlaştık ve hemfikir olduk. Bunda sadece toplantıya katılan 10 arkadaş değil, toplantıya gelemeyen diğer 10 arkadaş da bu metni okudular ve anlaştık. Peki, sizce akiller işlevini yerine getiriyor mu? Şöyle diyelim, akiller 2013’te başladı, Nisan’da başladı çalışmasına, 81 ili dolaştılar, toplam 60 bin kişi ile görüştüler. Ve o görüşmenin sonuçlarını kamuoyuna günlük olarak sistemli bir şekilde paylaştılar, sonra bunu rapor olarak hükümete de sundular, bu çerçevede meseleye baktığınız zaman eksiğiyle fazlasıyla akiller o dönemin tarihi koşulları içinde olumlu bir rol oynadılar. Ama akiller bir noktadan sonra hata da yaptılar. Ne gibi? Mesela Gezi olayı ortaya çıktığında kendilerine şu teklifi yapmıştık, daha doğrusu ben yapmıştım, “bu Gezi olayına sahip çıkalım, gezi olayı ile barışın ilişkisini kuralım, Gezi olayına sahip çıkamazsak başka tip değerlendirmeler olabilir ve akil süreci bundan zarar görebilir”, mesela Gezi olayına bigane kaldılar. Bütün çabalarımıza rağmen Gezi’ye gidip, bir basın açıklamasıyla Gezi’ye sahip çıkıp Gezi’yle demokrasi, barış arasında bir ilişki kuramadık. Bu akillerin hatasıydı. Çekindiler mi? “Ya, akiliz bizim, bizim misyonumuz başka” diye biraz dar düşündüler, biraz da hükümetin çok sert tepkileri vardı, bunu biraz göz önüne aldılar, biraz da insanlar akil olunca, devletle insan başka yerlere savrulurken o barışın safında kaldı. Geçen cumartesi günü akil insanlardan bir grup çatışma sürecini tartışmak için Kadir İnanır’ın çağrısıyla bir araya geldi. Celalettin Can ile toplantıdan iki gün sonra buluştum ve kendisine hem toplantıya, hem akil insanların işlevine hem de barışa dair sorular sordum: ilişkiye girince daha ağırbaşlı oluyor, daha dengeli oluyor, olur olmaz zırt pırt işlere bulaşmak istemiyor, akıllı oluyorlar daha çok ondan sonra. Bu eğilimin büyük bir rolü oldu bana göre. Korku da söz konusu tabii. Onu ben söyleyemem. Ben 60 arkadaşa e-mail attım. Bir iki arkadaşımız olumlu, yani koşullu bir şekilde olumlu yanıt verdi, bir kısım arkadaşlarımız hiç yanıt vermedi ama 30’a yakın arkadaşımızla tartışırken “bizim sorunumuz Gezi değil, bizim sorunumuz barıştır” dediler. Halbuki Gezi olayı barışla çok yakınen ilgiliydi, Gezi’de tabii ki “ben Mustafa Kemal’in askeriyim” diyenler vardı ama “Mustafa Keser’in askeriyim” diyenler de vardı. Tabii ki milliyetçiler vardı ama beri tarafta Kürtler vardı, solcular vardı, şunlar vardı, bunlar vardı, toplum oradaydı, toplumun bütün eğilimleri oradaydı, silah kullanmadıktan sonra herkes orada olabilir, burada işte sloganları falan gerekçe gösterip, “ya burada acaba darbe falan mı var”, bazı arkadaşlar bunu dedi, bazı arkadaşlar ise “uzak duralım” dedi, girmediler bu işin içerisine. Ama Gezi’ye girilseydi, Gezi’ye gidip konuşma yapılsaydı Gezi ile akil süreci ve barış süreci ile ilişki kurulsaydı en azından Gezi’de nevri bozulan Başbakan ne kadar engellenirdi bilemiyorum ben o kadar. Nevri orada bozuldu aslında, sonra cemaatle olan o operasyon, 17/25 ile daha derinleşti. İkinci hatamız şuydu, biz raporlarımızı hazırladık, ne yaptık, götürdük Başbakan’a vereceğiz, Kamu Güvenli Müsteşarlığı üzerinden Başbakan’a ileteceğiz. Başbakan bu 7 bölgenin raporunu inceletip tek bir rapor haline getirip kamuoyuna açıklayacaktı. Hatta bilebildiğimiz kadarıyla kamuoyuna açıklanmasıyla birlikte Öcalan’la bir SOYLESI 14 SÖYLEŞİ yol haritası falan düşünülüyordu. Bu raporları hazırladık, verdik ama Başbakan bu raporları yok saydı, biz bu raporların peşine düştük. Akil İnsanlar grubu bu raporlara sahip çıkma konusunda yeterli derecede sorumluluk göstermediler benim kanaatime göre, hatta biz o raporu bunun üzerine Başbakan’a verdikten sonra Kandil’e götürdük, işte Öcalan’a ulaşması derdi içerisine düştük ve burada akillerden ben biryesel kaldım yani. Bütün akiller ona sahip çıkmadı. En sonra akil insanlarla bir toplantı daha oldu, “raporlarımız ne oldu sayın Davutoğlu” dedik, “ben bunları yayınlandığını bi- 2015 5 Ağustos Çarşamba liyorum” dedi. “Yayınlanmadı” dedi, “sitelerde var”, “o sitelere biz verdik” dedik. “Söz verdik, o raporları kamuoyuna açıklayacağız” dedi, o sözün yerine getirilmesini bekliyoruz. Burada diyeceğim şudur, akil insanlar emeklerine sahip çıkma, süreci takip etme, raporlarına sahip çıkma, Gezi olayında da başka türlü davranma gibi tavırlar geliştirebilirlerdi ama bunu yapmadılar akil insanlar, bu onların eksikliğiydi. Öne çıkan bir şey var mıydı o raporlarda? Bana göre o raporlar asgari biçimde uygulanırsa Kürt meselesi çözülür. Ör- neğin anadilde eğitim vardı, örneğin Öcalan’ın daha özgür koşullarda görüşmeleri sürdürmesi ve silahlı hareket “terör” deniyor ondan sonra koşullar ortadan kalktığı oranda toplum biraz rahatladığında salıverilmesi gerektiği gibi şeyler vardı. Örneğin Diyarbakır Cezaevi’nin müze olması vardı, örneğin hasta tutukluların serbest bırakılması vardı, örneğin genel af vardı yani bugün Kürt Özgürlük Hareketi’nin savunduğu asgari taleplerin hemen hemen büyük çoğunluğu o raporlarda vardı. 60 bin insan ve bu 60 bin insan Türkiye’nin her yerinden, üniversite mensupları, vakıf başkanları, sendi- ka yöneticileri, dernek yöneticisi, sivil toplum örgütü yöneticileri, yani her ilin, her bölgenin ileri insanlarının bir araya gelip oluşturduğu 60 bin kişiyle, devletin kontrolünde oldu bu ama buna rağmen böyle raporlar çıktı ve bu raporlara sahip çıkma konusunda akil insanların hataları olduğu gibi benim kanaatime göre bizim de hatalarımız oldu. Örneğin bizim parti de buna yeterince sahip çıkmadı, akil insanlar toplantısına çok güçlü katılımlar göstermedi, o konuda tartışmaları kamuoyunda zenginleştirmedi. Bence o süreci bizim taraf da yeterince algılayamadı. Peki, Türkiye bu çatışma ortamına nasıl girdi yine? Türkiye şöyle girdi bu çatışmaya, yani bu çok gizli bir şey değil, zaten Cumhurbaşkanı kolluyordu yani, seçimlerden sonra bir çatışma ortamı kolluyordu, bu hatta şeye gidelim, hatırlarsanız 6-8 Ekim olayları oldu bu ülkede, 6-8 Ekim olaylarının hemen akabinde ne oldu, iç güvenlik yasa tasarısı tartışıldı bu ülkede, iç güvenlik yasa tasarısı çok itirazlara, muhalefetin bütün çabasına rağmen Meclis’ten çok süratle geçti. Hemen sonra kasım ayında milli güvenlik kurulu toplantısı oldu ve bize sızan bilgilere göre seçimlerden sonra uygulanmak üzere savaş kararı alındı. Ve o milli güvenlik kurulu toplantısından sonra Erdoğan süreci sertleştirdi. Her seçim öncesinde yaptığı gibi. Bir kamplaşma, yüzde elliyi kemikleştirme. Bu süreci gözlemleyen Öcalan, sayın Öcalan, bana göre bunla da ilgisi vardı, sürecin biraz olsun önünü kesebilmek, seçimlerden sonra savaş koşullarının doğmaması için, bir yanı da buydu, 10 maddelik demokrasi paketi ortaya attı. Demokrasi paketini Öcalan ortaya atınca hükümetin, sayın Cumhurbaşkanı’nın ezberi bozuldu. Hatta kabul ettiler önce, kabul etmek zorunda kaldılar kamuoyunun önünde ve demokrasi paketi ile HDP yükselişe geçti. HDP’nin yükselişe geçmesi üzerine yine sızan bilgilere göre Erdoğan, Davutoğlu’nu uyardı, “süreç aleyhimize gelişiyor, Dolmabahçe’den vazgeçin, çözüm sürecini biraz aşağıya alın” dedi, biraz kontrpiyede kaldı Davutoğlu ama sonra katılmak zorunda kaldı ve süreç sertleşme sürecine girdi. Savaşmadan bunu nasıl geçiştiririz, bunun çabasını göstermeliyiz. Barış için kimler ne yapmalı? Ne yapmalıyız biz? Uluslararası SOYLESI 15 SÖYLEŞİ 2015 5 Ağustos Çarşamba alanda, sokakta barış girişimleri yapılabilir. Bir diğer nokta HDP yönünü Türkiye’ye dönmüş durumda ve Türkiye halkı, bu propagandaya bakmayın siz, bu işin seçim kaybedildiği için kışkırtıldığını, HDP’nin geri bir zemine atılmak istendiğinin farkında Türkiye halkı. Bizim barış hareketi örgütlememiz lazım. Bunları bizim döne döne yapmamız gerekir, itiraz etmemiz gerekir. Ve savaşa karşı çıkmamız gerekir. Bulunduğumuz her alanda, yani kadınlar, erkekler, sivil toplum ve ayrıca Türkiye’nin birçok yerinde birçok problemi var. İşçilerin problemi var, HES’in problemi var, Karadeniz’in problemi var, bu hareketlerin içine girip barışla ilişkisini kurmamız gerekir. Yani bizim kitle hareketiyle ve 80 tane milletvekilimiz var, 80 milletvekilimiz sadece Meclis’te kalmasın, onların da sokakla da ilişkisini kurmamız lazım. Bütün bunları yanımıza alıp bizim bir direniş, savaşı gerçekleştirmeme, savaşa karşı çıkma, savaşa hayır deme direnişimizi geliştirmemiz gerekir. Bunu yapmamız gerekiyor. Tabii bize düşmez ama bizim de hayatımızı etkiliyor, Kandil’in de ne yapıp edip eğer imkânı varsa bunu bir savaş olmadan nasıl savururuz yöntemini geliştirmesi gerekir. Topyekun savaşa karşı direniş, kitlesel direniş. Peki akiller olarak ve siz birey olarak bundan sonra ne yapacaksınız? Ne yapacağız? Şimdi şu büyük başarı oldu bizim için, akiller olarak biz akiller toplantısında birkaç insan biz çok yalnız kalıyorduk hükümetle konuşurken. Ama biz 10 arkadaş geçen cumartesi bir araya geldik, tavırlarını hiç tasvip etmediğimiz insanlar da vardı, diğer 10 arkadaş da geldi, bunların arasında Fehmi Koru vardı, örneğin Beril Dedeoğlu vardı, örneğin Ali Bayramoğlu geldi ondan sonra. Yani sadece sosyal demokratlar, sosyalistler değil, yani sadece Lami Özgen değil, Zübeyde Teker değil, ben değil, bizatihi o muhafazakâr çevredeki insanlar geldi. 20 kişi olduk, 20 kişilk bir grup oluşturduk, bu tip olaylar geliştikçe yan yana gelip ortak tavırlar geliştireceğiz. Ama biz diğer 28 kişiyi dahil etmeyeceğiz, bu 20 kişi devam edeceğiz. Önce biz konuşup karar alacağız, sonra diğerlerini davet edeceğiz. Size karşı oluşan tepkilere ne diyeceksiniz? Bahçeli’ye ilişkin? Evet, Bahçeli “asarız, keseriz” dedi, Bahçeli önce 70’li yıllarda ölen 5 bin kişinin hesabını versin. Bunun hesabını vermeden ortaya çıkıp konuşmasın. Biz 1970’li yılları da yaşadık. 5 bin insan öldü, binlerce insan yaralandı, darbe bunu kullanıp Türkiye’nin üzerine çöktü. Karabasan gibi çöktü, Türkiye’nin geleceğini şey yaptı, bunlar ortada dururken, Türkiye’ye bunun hesabını vermezken, Bahçeli bunun hesabını vermezken, bir daha ne hakla gençleri birbirine kırdırmaya çalışıyor. Önce o geçmişin hesabını versin. Son olarak barış adına ne söyleyeceksiniz? Bizim ne yapıp yapıp her şeye rağmen barış dememiz gerekiyor, barışa sahip çıkmamız gerekiyor ve savaşı engellememiz gerekiyor. Bu ülkenin gençlerinin de, bu ülkenin halkının da, bu ülkenin Kürtlerinin, Türklerini, Lazlarının, Çerkeslerinin de bunu engelleyecek iradeye de, akla da sahip olduğuna inanıyorum ben. Bahçeli gibi mumyalar müzesinde kalmış insanların dediğini yapmayacaklar, savaşmayacaklar birbirleriyle. Çok teşekkür ederim. Ben teşekkür ederim. 16 HABER 2015 5 Ağustos Çarşamba Lev Troçki’nin Büyükada’da yaşadığı ev satışa çıkarıldı S ovyetler Birliği’nde Bolşevik Parti’nin önemli isimlerinden, Kızıl Ordu’nun kurucusu olarak bilinen Lev Troçki’nin İstanbul Büyükada’da oturduğu ev satılıyor. Ev için 4 milyon 400 bin dolar ( Yaklaşık 12 milyon lira) isteniyor. 3 bin 571 metrekarelik alan üzerinde kurulu binanı toplam oturma alanı 950 metrekare. 18 odası bulunan binada 5 salon 5 de banyo bulunuyor. Binanın yaşı ise 150 yıllık. Troçki kimdir? Lev Davidoviç Bronştayn adıyla Yanovka’da doğdu. Troçki adını 1902 yılından itibaren kullanmaya başladı. 1917 Rus Devrimi’nin önde gelen isimlerinden olan Troçki, Sovyetler Birliği’nin kurulmasında, ihtilâl sonrası iç isyanların ve ayaklanmaların bastırılmasında birinci derecede rol oynadı. Kızıl Ordu’nun kurucu ko- mutanı olarak kabul edilen Troçki, Lenin’den sonra Sovyetlerin ikinci adamı oldu. Troçki, Stalin ile giriştiği iktidar mücadelesini kaybetti. Uzun yıllar Sovyetler Birliği’nde Bolşevik Parti üyesi olarak kalan Troçki, Bolşevik Parti’ye karşı bir işçi ayak- lanması örgütlenmesi ve işçi sınıfı iktidarına karşı silahlı ayaklanmayı teşvik etme suçlarıyla suçlandı ve ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. İstanbul yılları Lev Troçki 1929-1933 yılları arasında İstanbul Büyükada’da yaşamaya başladı. İstanbul Büyükada’da bulunduğu süre içinde, kitaplarını ya- yımlamasına da izin verildi. Kaldığı yer çok sıkı güvenlik önlemleriyle korundu. 20 Şubat 1932’de Stalin tarafından Sovyet vatandaşlığından atıldığında İstanbul’daydı. İstanbul’da yazdığı kitapları; Sürekli Devrim, Stalin Grubunun Hatası, Rus Devrimi Tarihi, Çin Devrimi’nin Sorunları, Hayatım ve diğer bazı eserleri arasında. Havuzdaki ölüme skandal savunma! U luslararası Prens Adaları Şampiyonası’nda hayatını kaybeden eski milli yüzücü Timur Akıncı’nın ölümündeki sağlık ihmali iddiasına yapılan savunma da trajik oldu! Akıncı’nın kalbinde stent olduğu, ambulansın 3 dakikada olay yerine geldiği ifade edildi. Ancak şu sorunun cevabı verilmedi: 450 sporcunun yüzdüğü bir turnuvada neden hazırda bir sağlık ekibi yoktu! Kınalıada’da geçtiğimiz hafta sonu düzenlenen 31. Uluslararası Prens Adaları Yüzme Şampiyonası’nda kalp krizi geçirerek yaşamını yitiren 47 yaşındaki eski milli yüzücü Timur Akıncı’nın ölümü, sporda sağlık ihmalini bir kez daha ortaya çıkarmıştı. Avrupa Yüzme Federasyonu’nun takviminde yer alan ve yaklaşık 450 sporcunun katıldığı uluslararası şampiyonada, hazırda bir sağlık ekibini olmadığı iddiası dün Fanatik Gazetesi’nde yer almıştı. Salonda ‘doktor” Anonsu yapılmış Bu haberin ardından Akıncı’nın ölümü hakkında verilen demeçler ve yapılan savunma da ihmal iddiaları kadar, cevabı beklenen sorunu yanıtı olmadı. Yarışmayı organize eden yetkililer, ‘Doktor yok’ iddialarını yalanlarken, ambulansın 3 dakikada salona geldiği, hatta 5 kişilik bir sağlık ekibin olaya müdahale ettiği ifade edildi. Ancak şampiyonayı izlemeye gelen ve olayı bire bir yaşayan tribündeki veliler, yüzmeseverler ve diğer sporcular ‘Salonda doktor var mı’ anonsu yapıldığını ve sağlık ekibinin olmadığını belirttiler. ‘Kalbine stent takılıydı’ dediler Savunmanın en üzücü tarafı da, Akıncı’nın kalbine 6 ay önce stent takıldığı ve bu şekilde yüzmesinin büyük sakınca yarattığıydı. Bu durum, sporcunun sağlık ihmalini ortaya çıkarsa da, asıl cevabı bekleyen soru; uluslararası şampiyonada, neden hazırda bir ambulans ve sağlık ekibinin salonda bulunmamasıydı. YORUM 17 2015 5 Ağustos Çarşamba “Dokunmak” Karakterimdir! ŞEYHMUS DİKEN D ünyanın siyaseten temsiliyeti ve demokrasisi “gelişkin” ülkelerinde siyaset demokratik teamüllere göre şekillenir. Siyasal tavır alış ve siyaset yapma söz konusu olduğunda siyasetçiler, yine siyasetçiler tarafından farklı zaman dilimleri içinde düzenlenmiş “yasa”lar ile tehdit edilmezler. Sıkça bu vurguyu yaparım; bizim “tuhaf ülke”mizde ise maalesef bu durum hiç mi hiç böyle işlemez. “Parlamanter Dokunulmazlığı” adı altında bir kural vardır TBMM çatısı altında tabi vekil olanlar için. Ama bu kural hangi şart ve hallerde uygulanır o hep meçhuldür. Örneğin trafik polisi ile tartışan vekilin sözü hep kulaklara küpedir; “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” İşte o “kim olan” çalsa da, çırpsa da, imar-ihale yolsuzluğuna karışsa da, tarihe geçmiş büyük soruşturmalara (mesela Susurluk) karışsa da onlara asla “dokunulmaz”. Bu bir kuraldır, güpegündüz kurşunlarla dokunularak dokunulmaz. katledilmedi mi? Yine doksanlarda Peki, kime dokunulur… Kürt vekiller meclisten kafalarına basÇok kolay Meclisin en azından son tırılarak Beyaz Reno’ya bindirilip Ma20-25 yıllık işleyişine bakın kime mak’a tıkılarak dokunulmadı mı? / kimlere dokunulduğu orSon on yıl içinde gaz Zaten taya çıkar. Muktedirin yiyen, ayağından gaz fiyıllardır tabiriyle “Şımardıkça şeği ile vurulan, darp şımaran”ların (kasedilen en az on Kürt parlamanter tedilen kapatılan vekil adını telaffuz dokunulmazlığı olduğu BDP) dosyaları. etmek mümkün. halde dokunuyordunuz. O Geçtiğimiz Yasama Doğrusu adehalde adı konulsun bari. ta “Lanet Taşı”na döneminde Adalet Bakanlığına ulaşan Kaldırın dokunulmazlık döndürülen Kürt siBDP-HDP’lilerin yasetçiler aslında hep dediğiniz ucübeyi. dosya sayısı 800 doladokunulanlardandılar. Ve dokunun yında imiş. Yani 30 kişilik Çünkü onları seçen asilBDP (sonra HDP) grubunun lere bu düzen doksan küsur yaptığı her siyasi faaliyet ve eylem suç yıllık Cumhuriyet boyunca hep doumuş! kunuyordu. Üstelik bu dokunma öyle Bu ülkede sistemin bam teline ba- sıradan ve basit dokunma da değildi. sanlar hep suçlu olarak telakki edil- Sürgün, talan, kıyım, katliam, yerleşim medi mi? Doksanlarda bir Kürt vekil yerlerini yakıp yıkmayı da içinde baMehmet Sincar, Batman Çarşısında rındıran öyle pek de masumane olma- yan dokunmalardı! Şimdi çıkmışlar 80 vekille sistemin blokajını ve barajını alaşağı eden Kürt Siyasetinin temsili vekillerine “dokunulsun, çizmeyi çok aştılar” diyorlar. El hak! Çizme çok aşıldı. Size ve sisteminize, düzeninize eyvallah edilmedi, bu onların orada varlık sebebiydi zaten. İşte bu nedenle HDP’li vekillere dokunmak, sebebinizdir. Bence de Dokunulsun! Zaten yıllardır parlamanter dokunulmazlığı olduğu halde dokunuyordunuz. O halde adı konulsun bari. Kaldırın dokunulmazlık dediğiniz ucübeyi. Ve dokunun dokunduğunuz kadar. Onları seçenlere zaten en alasından dokunuyordunuz / dokunuyorsunuz, dokunmayı ısrarla sürdürüyorsunuz. Vekillerine de dokunun. Dokunun ki dünya sizin “dokunmatik” karakterinizi ve dokunurken neler yaptığınızı daha net görsün. 18 HABER 2015 5 Ağustos Çarşamba Beykoz’da ‘kent ormanı’ kurulacak B eykoz, Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanan Kanuni Sultan Süleyman Kent Ormanı Projesi ile 8 milyon metrekarelik devasa bir park alanı kazanacak. Beykoz Belediyesinden yapılan açıklamaya göre, Kanuni Sultan Süleyman Ormanı’nın 29 yıllık devir protokolü, Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek ve Kanlıca Orman İşletme Müdürü Erhan Çetinkaya tarafından imzalandı. Elmalı Gölü çevresinde tasarlanan kent ormanı, Türkiye’nin 7 bölgesi ve illerinden esintiler taşıyacak. Yedi devasa mesire alanından oluşacak orman, ziyaretçilere doğayla iç içe, huzur dolu bir ortamda piknik, spor gibi birçok aktiviteyi bir arada yapma imkanı sunacak. Kent ormanına, Beykoz Belediyesi tarafından Anadolu Yakası’nın en modern nikah sarayı ve “Macera Parkı” da kurulacak. Anadolu’nun geleneksel kültür un- surlarının yansıtılacağı ormanda, 81 ile özgü ürünlerin satılacağı yöresel pazarın yanı sıra akülü araç ve bisiklet kiralama noktaları yer alacak. İlk etap çalışmaları devam eden parkta, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından suni bir gölet de yapılıyor. Ormanda, her türlü kutlamaların yapılacağı şölen alanının yanında göl manzarasına sahip seyir köşkü de bulunacak. Ziyaretçilere eşsiz güzelliklerin sunulacağı gülistan, lalezar, karanfil, sümbül, gelincik, menekşe ve çiğdem isimlerini taşıyan 7 mesire alanında, bu çiçeklere özel bahçeler tanzim edilecek ve festivaller düzenlenecek. Açıklamada görüşlerine yer verilen Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek, Kanuni Sultan Süleyman Kent Ormanı’nın Beykoz’a hayat vereceğini ifade etti. Ormanın, Anadolu Yakası’nın en büyük, en kapsamlı şehir ormanı olacağını belirten Çelikbilek, şunları kaydetti: “8 milyon metrekarelik devasa bir alan. Karlıtepe Mesiresi’nin 45 katı büyüklüğüne sahip. Öncelikli olarak burada ilçemizin nikah sarayı ihtiyacı karşılanacak. Yapımını etap etap tamamlayacağız. Tüm İstanbul, buradan nefes alacak. Beykoz halkı için göz kamaştıran bir yer olacak. İlçemiz ve tüm İstanbul için hayırlı uğurlu olsun.” Tuzla Belediyesi’nden uluslararası sosyal proje T uzla Belediyesi, İnsan Sağlığı Derneği (İNSADER), Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), sağlık Bakanlığı, İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik, Sosyal Araştırma ve eğitim Merkezi (SESRİC) ve Gönüllüler Platformu (GÖNÜLLÜLER) işbirliğiyle uluslararası bir sosyal sorumluluk projesi hayata geçirilecek. TİKA, Dakar Senegal’de bulunan Hôpital Aristide Le Dantec Hastanesi’ne katarakt cerrahisinde operasyonların kalite ve verimliliğini arttıran Fako Göz Cerrahisi teknolojisini içeren cihazlar gönderdi. Tuzla Belediyesi, Sağlık Bakanlığı ve İnsan Sağlığı Derneği’nin (İNSADER) temsilcilerinden oluşan gönüllü ekip de bu cihazların kullanımı konusunda hastanede görev yapan 3 göz doktoru, 1 asistan, 1 dahiliye uzmanı ve 3 hemşireye teorik ve pratik eğitim verecek. Göz Cerrahisi Eğitimi Sağlık Projesi, Senegal Sağlık Bakanlığı ve TİKA Dakar Koordinatörlüğü’nün bilgisi ve onayı dahilinde düzenlenecek ve proje süresince bu kurumların desteği devam edecek. Proje, büyükelçi, TİKA ve Sağlık Bakanlığı’ndan yetkililerin de katılacağı resmi açılış töreni ile uygulamaya alınacak. 25 Temmuz-8 Ağustos tarihleri arasında Senegal’de bulunacak olan heyette Tuzla Belediyesi’ni Başkan Yardımcısı Dr. Turgut Özcan temsil edecek. Ekipte Kartal Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden Op. Dr. Selim Genç ve Senegal’den ekibe katılacak İNSADER’in gönüllü doktorlarından Op. Dr. İnayet Andı da eğitimci olarak görev alacaktır. Ayrıca dışarıdan kendi imkanlarıyla ekibe dahil olan akademisyen Doç. Dr. Enes Eryarsoy, ekonomik ve sosyal projeler konusunda araştırmalar yapıp çalışmalar yürüterek ekibe destek olacak. Seyahat masrafları SESRİC (İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik, Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi) tarafından karşılanacak olan projenin koordinasyonu İnsan Sağlığı Derneği (İNSADER) ve TİKA tarafından gerçekleştirilecektir. “Sağlık her insanın hakkı” Tuzla Belediye Başkanı Dr. Şadi Yazıcı, Senegal’e giden ekibi makamında ağırladı. Başkan Yazıcı, proje ile hem hastaların tedavisinin gerçekleştirileceğini hem de Afrikalı doktorlara yeni cihazların kullanımının öğretileceğini söyledi. Başkan Yazıcı, açıklamasında şu ifadeleri kullandı: “Afrika ülkelerindeki bilimsel yetersizlik, doktorların mesleki tecrübe eksikliği, körlük ya da görme güçlüğü çeken ama muhtelif nedenlerden dolayı sağlık hizmeti alamayan hastaların her geçen gün daha da artması ve bölgede daha önceden böyle bir çalışma ve eğitimin yapılmaması nedeniyle bu projede yer alıyoruz. Önlenebilir nedenlerle körlük ya da görme güçlüğü çeken, sağlık hizmeti alamayan hastaların bu hizmete kavuşması için gerekli operasyonlar yapılacak. Bu proje ile katarakt cerrahisinde operasyonların kalite ve verimliliğini arttıran teknolojiyi de Senagal’e taşımış olacağız. Zaman zaman toplu göz ameliyatları yapan ekip bu sefer göz doktorlarına en son ve güncel teknolojiyi öğretecek. Devletimiz son model cihazları alıp bölge hastanesine bağışlamıştır. Bu teknolojinin taşınması yanında bunun doğru ve bilinçli olarak kullanılması için sağlıkçıların eğitimini de gerçekleştireceğiz. Sağlıklı yaşam her insanın hakkı ve bu hakkın kullanılması için biz de imkanlarımız ölçüsünde destek veriyoruz.” 2015 5 Ağustos Çarşamba Enverist paranoyanın ruh ikizi AKP YORUM 19 KEREM ÇİFTÇİ Ü lke gerçeğine vakıf, aklı başındaki her insanın net anlayabileceği en önemli gerçeklerden biri de, AKP derin-karanlık adamlarının kendi iktidarları için ülkeyi savaşa sürükleyecek kadar zalim olduklarına dair gözlem ve endişedir. AKP ve saray cuntası, seçim sonuçlarıyla ortaya çıkan halk iradesini tanımamış, halka savaş açmışlardır AKP derin yapılanması, IŞİD/ DAİŞ zihniyetinin paralelindedir. Dünya görüşü olarak da aynı eksendedirler. Demagojik doktrinler bu gerçeği asla örtemez. AKP aynı zamanda, Ortadoğu halklarını Kürtlere düşman edecek kirli planların birinci elden yürütücüsüdür. Kürt imhasını benimseyen, içte-dışta bunu pratikleştiren AKP, yeni neo-Turancı evengelizimdir. AKP istediği kadar evengelist-enverist Türk bumerangını devreye koysun, sonuçta bumerang her Kürtlere fırlatıldığında dönüp kendisini vuracaktır. Bakın: Halkın sisteme tepkisini iyi anlamak lazım. Seçimle gitmiyorlar. Şuanki cunta anayasası, toplum nezlinde butlandır (yok hükmündedir). Bu anayasayı topluma dayatmak faşizmdir. Acilen bu faşist zihniyetin ürünü olan anayasadan kurtulmalıyız, buna karşı çok ciddi toplumsal mitingler örgütlenmeli. Halkın tepkisini doğru yönlendirmek önemlidir. Oligarşik bir tahakküm söz konusudur. Toplum sinmediğini gösterebilmeli, devrimci-demokratik bir dönüşümü hedeflenmelidir. AKP cunta düzeni devrimci siyaset yürütmeyi ve bağımsız politika yapma koşullarını dinamitlemek istiyor. Sosyalist çizgiyi tasfiye eksenli oluşturulan cemaatler-gizli politik para odakları olarak bu amaç doğrultusunda yıllardır Bingöl'de, Adıyaman'da, Batman'da ve ülkenin bir çok yerinde örgütlendiriliyor. Uzun yılların işbirliği var. Sünni devletle beyni yıkanan biatçı cihatçılar, her türlü kirli olaylarda kullanılıyor. Bakmayın siz AKP”nin IŞİD'le işbirliğinin izlerini silmek için batıyla ikiyüzlü politika yürüttüğüne. PKK”yi IŞİD'le izah etme Tuzla-Kaynarca metro hattında ÇED süreci başlıyor İ sahtekarlığına, IŞİD'e verilen destekle binlerce kürt genci öldürüldü. Davutoğlu-Erdoğan'ın, kötü amaçlar taşıyan zehirli niyetlerinin hizmetindeki görüşleri-doktrinleri çok tehlikelidir. Kürt halkı ve sol-sosyalist birlikteliğe karşı başlatılan bu savaşın birden çok nedeni vardır. Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin askeri-siyasi kazanımlarını ortadan kaldırmayı hedeflemektedirler. Rojava'daki olası statüyü engelleme, HDP”nin siyasi meşruluğunu ortadan kaldırma, PKK'nin IŞİD'e karşı savaştan dolayı sempati kazanmasını engelleme, diplomatik meşruluğunu ortadan kaldırma amacıyla bu savaşı yürütüyor. Ülkemizin iç-dış barışı, sarayda üretilen karanlık entrika kabusunu yaşıyor. Sarraf ve Bilal para kazansın diye savaşta çocuklarımız ölüyor. Barış güvercini HDP ak(!)çakalların hedefinde, parçalatılmak isteniyor. AKP cuntasının son seçimde toparlanan sol-sosyalist alternatif damara yönelmesinin nedeni açıktır. Son seçimlerde Kürtlerle kurdukları kader ortaklığınadır tepki. Bu barışçıl alternatif diktotaryal faşizmi ürkütmüştür. Denizlerin 6.filo çıkışının HDP”de filizlenmesine, emperyalizme İncirlik Üssü peşkeş çekilerek cevap veriliyor Bu işbirlikçi güruh. Ortadoğu'daki yeni emperyal sömürgecilikte kadim halkların talanına göz koymuştur. Bi- lal'in gemicikleri rahatça bu talanın petrol ganimetlerini taşısın diye savaş açıyor. AKP Sünni faşizmi, sol-sosyalist çizgiye cihat-biat savaşı başlatmıştır. Topluma rağmen AKP iktidarda kalmak için bu ısmarlama savaşa sarılmıştır. Bu savaş AKP'nin gayri meşru çocuğudur. Anlaşılan rüşveti-yolsuzluğu örtme operasyonu-algı bombardımanı ve içte-dışta Kürt halkının kanını dökerek MHP'ye koalisyon hediyesi göndermektir yan amaçlardan biri de. Bakın şu kepazeliğe: Basın mesleği bu ülkede dip yaptı. Diktatöryal faşist emellerin oyuncağına dönüştü. Bu savaşın günahı bu kalemşörlerin boynundadır aynı zamanda Toplumsal vicdanın bu seçimlerde gösterdiği refleksin şimdi de bu haksız-amaçsız savaşı önlemekte devreye acil girmesi gerekiyor. Barış can çekişiyor, hayat verelim direnerek yaşatalım barışımızı. Asiyim halk çocuklarının masum kanları dökülürken zalimlerce. Ruh halim okuduğum bu sözcükler. "..Orantısız mesafeler oluşsun istiyorum herkes ile aramda... Anlayamayacağım kadar insan, taşıyamayacağım kadar kırgınlık, anlatamayacağım kadar nefret ve bunları taşıyamayacak kadar sabrım var... Sırf kopamadığı için parçalanmayı göze alıyor çoğu zaman insan.” SURSONRASI stanbul ulaşımında büyük rahatlığa neden olacak metro hatlarına her yeni gün yenileri eklenmeye devam ederken, Pendik merkez Tuzla-Kaynarca metro hattı projesi kapsamında ÇED süreci başlatıldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB) internet sitesinde verilen bilgiye göre, Tuzla-Kaynarca metro hattı metro hattı projesi kapsamında ÇED sürecinin başladığı duyuruldu. Metro hattında ÇED süreci Pendik mevkiinde yapılacak olan Tuzla-Kaynarca metro hattı projesi kapsamında ÇED süreci başladı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada şöyle denildi: "İSTANBUL ili TUZLA, PENDIK ilçesi PENDİK mevkiindeki İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ tarafıdan yapılması planlanan KAYNARCA MERKEZ PENDIK TUZLA TERSANE ILE PENDIK MERKEZ KAYNARCA MERKEZ METRO HATTI projesi ile ilgili olarak İSTANBUL Valiliğimize sunulan dosyayı PTD Dosyası Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin 17. maddesi doğrultusunda incelenmiş ve uygun bulunmuş olup, projeye ilişkin ÇED Süreci başlamıştır.İlgililere ve kamuoyuna duyurulur." 20 SPOR Samet Önger yuvada kaldı 2015 5 Ağustos Çarşamba Maltepespor durmak bilmiyor: Gir Maltepe'de T ürkiye 3.lig 1.grup’ta mücadele eden Maltepespor Pendikspor’lu Anıl Gir’i renklerine bağladı. Maltepespor ile her konuda anlaşan Anıl Gir Bolu Geredeye giderek kampa katıldı. Anıl Gir 1990 Üsküdar doğumlu, futbola 2003 yılında Büyükçekmece Belediyespor kulübün de başladı. 2011 yılında Beylerbeyispor kulübünde profesyonel oldu, 2013 yılında Pendikspor takımına transfer oldu. 2014-15 T ürkiye 2. Lig ekiplerinden Anadolu Üsküdar 1908, başarılı futbolcusu Samet Önger ile yeniden anlaştı. 24 yaşındaki oyuncu, futbola Yenikent Fıratspor’da başlayan daha sonra Çankırıspor,Beylerbeyi, Elazığspor, Bayrampaşa ve Tuzlaspor’da formaları giymişti. sezonunda Bayburt Özel İdarespor’da kiralık oynadı, 2.ligde 27 maç 3 gol, 3.ligde 85 maç 27 gol ortalaması bulunuyor, Maltepespor 2015-2016 sezonu hazırlık çalışmalarının 2.aşama kampı Bolu Gedere Kaya Greenpak Hotelde gerçekleştiriliyor. Antrenör Vaner Pekin yönetiminde 24 kişilik oyuncu kadrosu ile yapılan kamp 14 gün sürecek, kamp süresince sezon başı hazırlık çalışmaları ve hazırlık maçları yapılacak. Lisans alan kulüp sayısı 42 oldu T FF Kulüp Lisans Kurulu, Kulüp Lisans Sistemi kapsamında değerlendirmelerde bulunarak, yapılan incelemeler sonucunda en üst 3 lig olan Spor Toto Süper Lig, PTT 1. Lig ve Spor Toto 2. Lig'deki kulüplerin yapmış olduğu başvuruları, Hukuki, Sportif, Altyapı, Personel ve Mali Kriterlere göre inceledi. İlk değerlendirmelerinde Kulüp Lisans Kurulu; Spor Toto Süper Lig'den Galatasaray A.Ş., Fenerbahçe A.Ş., Beşiktaş A.Ş., İstanbul Başakşehir A.Ş., Bursaspor, Trabzonspor A.Ş., Torku Konyaspor, Gençlerbirliği, Medicana Sivasspor, Akhisar Belediye Gençlik ve Spor Kulübü, Çaykur Rizespor A.Ş. ve Kardemir Karabükspor kulüplerinin UEFA Kulüp Lisansı, Gaziantepspor, Gaziantep Büyükşehir Belediyespor, Konya Anadolu Selçukluspor ve Kırklarelispor kulüplerinin Ulusal Kulüp Lisans almaya hak kazandığını karara bağlamıştı. Kulüp Lisans Kurulu'nun bu toplantısında, Kulüp Lisans ve Mali Fair Play Talimatı'nın ilgili maddesi uyarınca da Ulusal Ku- lüp Lisansı ile ilgili diğer kulüplere eksikliklerini tamamlamaları için 30 günlük ek süre vermişti. Kurul, Ulusal Kulüp Lisansı ikinci aşama kararlarını vermek için 30 Temmuz 2015 tarihinde toplandı. Buna göre; Spor Toto Süper Lig'den Eskişehirspor, Osmanlıspor FK, Kasımpaşa A.Ş, PTT 1.Lig'den Balıkesirspor, Albimo Alanyaspor, Giresunspor, Adanaspor A.Ş., 1461 Trabzonspor, Keçiörengücü, Boluspor, Adana Demirspor; Spor Toto 2. Lig'den Manisaspor, Pendikspor, Ümraniyespor, Hacettepespor, Fethiyespor, Bandırmaspor, Hatayspor, İnegölspor, Sarıyer, Nazilli Bld. Spor, Pazarspor, Gümüşhanespor, Tepecikspor, Kocaeli Birlikspor, Diyarbakır BŞB Spor kulüpleri; verilen süre içerisinde eksikliklerini tamamlayarak Ulusal Kulüp Lisansı aldılar. Aynı toplantıda Kurul, kalan 24 kulübe ise eksikliklerin giderilmesi için Kulüp Lisans ve Mali Fair Play Talimatı'nın 25/1. maddesinde düzenlenen kriter ihlallerine uygulanacak yaptırımların belirlendiği Talimatın Ek.XI tablosu ilgili maddeleri uyarınca, para cezası ve ikinci bir 30 günlük ek süre verdi. Böylelikle, 2015-2016 sezonu için Lisans alan kulüp sayısı 42'ye yükselmiş oldu. Süheyl Çetin Pendikspor’da S por Toto 2. Ligte mücadele eden Pendikspor, Bursaspor’un genç yeteneği defans oyuncusu Süheyl Çetin’i bir yıllığına kiraladı. Bursaspor defans oyuncusu Süheyl Çetin’i 1 Yıllığına kiralamıştır.Pendik’in bu transfer karşılığında Bursaspor’a 20 bin lira kiralama bedeli ödeyeceği öğrenildi. Öte yandan Pendikspor kamp için pazartesi günü sabah saatlerinde Bolu Gerede’ye hareket eden takım otobüsü 12 gün sürecek kampın ardından İstanbul’a geri dönecek. Ayrıca Pendikspor kampta bulunduğu süreler içerisinde 3 hazırlık maçı yapması bekleniyor. Yapılacak hazırlık maçları ise şu şekilde gerçekleşmesi planlanıyor: 05.08.2015 Çarşamba günü Pendikspor-Aydın, 09.08.2015 Pazar günü Çorum Belediye, 13.08. 2015 Perşembe günü ise İnegöl ile karşı karşıya gelecekler. OKURLARDAN 21 2015 5 Ağustos Çarşamba İshak Karakaş Gayen güzel bir gazete yaratmaktır, Bilgi hazinesine bilgi katmaktır, Çağdaşlık ruhunda gerçekleri yazmaktır, Halkın Nabzı’nın mimarı sensin. Haftadan haftaya yayınlarsın basında, Halkın bilgiye susamış gözleri sayfanızda, Güzel yazınızla bilgilerinizle tohum ekersin, Güven kaynağımız sensin İshak Karakaş, Görevinizde hep kol kanat gerersin, Tüm kudretini, sevgini işine verirsin, Zahmet çeker, günden güne güçlenirsin Yorulmak bilmeyen İshak Karakaş sensin Yön verir size içinizdeki ülkü Dünden güçlü olsun çalışmanız bugünkü Kendinize yüklersiniz en büyük yükü Güçlü yazarsın İshak Karakaş Sizin eserinizdir Halkın Nabzı Saygı ve sevgiyle ellerinizden öpülmeli Okur, Ayşen Bayındır 22 YORUM 2015 5 Ağustos Çarşamba Stendhal, dışa vuran millet aşklar MUSTAFA İŞİTMEZ A şkla ilgili işler, özünde düş gücüne bağlı olduğundan, aşkta gelişmek ve büyüme için zamana gereksinimi vardır. Dolayısıyla, Stendhal’e göre en iyi aşk, çok yavaş ilerleyen aşktır, çünkü sevenin sevdiğine yaptığı yatırımın kök salıp yerleşmesi vegüvenilir hale gelmesi için uzun bir kristalleşme sürecinden geçmekten başka çaresi yoktur. Stendhal, kadınlardaki iffetin sadıkbir hayranı olduğunu itiraf etmiştir, çünkü her zaman dediği gibi,arada iffet kavramı olmadan romantik aşktan mümkün olamayacağınıdüşünüyordu. Kadınların gururu, her iki cinsin aşk arzularınınyoluna engeller çıkarır, böylece erotik kovalamaca birtür maceraya dönüşür: “Aşk medeniyetin bir mucizesidir,” deryazar, “barbar ve vahşi insanlar arasında sadece en kaba şekliylebedensel aşk vardır. Ve iffet, aşkı hayal gücü ile korur, böylecede aşka yaşama şansı tanır.” Bu düşünce tarzında potansiyelbir çelişki vardır. Stendhal kitabın birçok bölümünde, kadınlariçin daha iyi eğitim olanakları ve daha çok özgürlük gibi fikirlerisavunur, bunun sonucu olarak cinsel ilişkilerin büyük ölçüde düzeleceğini öngörür. Ancak Stendhalaynı zamanda, kadın iffet ve gururunun romantik aşkın devamıiçin mutlaka gerekli olduğu konusunda ısrar eder, bu özelliklerincinsler arası sosyal eşitsizliğin süregelmesiyle yakından ilintiliolduğunu açıkça kabul etmesine rağmen. Stendhal liberal görüşlü bir insandı, kadınlara daha çok özgürlükve eşitlik verilmesini destekliyordu; ama bir yandan da, 17. yüzyılda demokrasinin gelişmesinin aşk sanatını mahvedeceğineinanıyordu. Politik açıdan kurumların daha özgür olmasınıtercih etse de, kültürel açıdan bu tür özgürlüklerin, aşkınyeşerip büyüdüğü tezatlarla dolu koşullarını yok ederek insanlarınmutluluğunu engelleyeceğinden korkuyordu. Tersine, yaşadığıçağın Avrupa’sına bir göz attığı zaman, aslında engeller ve eşitsizliklerin çok olduğu, Burbonların hâkimiyetindeki İspanya,birleşmeden önceki Almanya veya Avusturyalıların yönetimindeki İtalya gibi toplumların, daha özgür olan İngiltere ve Fransagibi toplumlara kıyasla mutluluğa erişme şansının çok daha fazlaolduğunu düşünüyordu. Çünkü sosyal engellerin arzuların hemtahrik hem de sürdürme işlevi olduğu kanısındaydı. “Özgürlük yanlısı bir yönetim vatandaşlarına zarar vermeyen, onlara güvenlik ve sükûnet sağlayan bir yönetimdir,” diyen yazar. Bunusöylerken, kesinlikle Amerika Birleşik Devletleri vardı kafasında. “Fakat buna mutluluk denmez, mutluluk insanın kendisininyaratması gereken bir şeydir,” diye devam eder sözlerine. Stendhal bütün milletler içinde İtalyanların en iyi âşıklar olduğukanısındaydı. Her şey onların lehine çalışıyordu: Güzeldiler,tutkuluydular ve 1821’de ülkeleri politik anlamda pek durgundu,bunun anlamı, romantik aşka yönelmelerini engelleyecekherhangi bir şey kalmamış olmasıydı. Ayrıca pek az kitapokuyorlardı, dolayısıyla duyguları hâlâ doğaldı, spontandı; gereğinden çok roman hatmedip kendini fazla önemseyen ve yapmacıklıdavranışlara başvuran kişilere dönüşmemişlerdi. Daha daönemlisi, İtalya’da alay konusu olmak gibi bir kavram da yoktu;aşk budalası olduğunuz zaman utanç duymanız, ille de özsaygınızı yitirmeniz gerekmiyordu. Sıralamada, İtalyanlardan sonra Almanlar geliyordu; komşularına göre ikinci derecede olmalarının nedeni, ateşli arzulaman deşildiği değil, bilakis aşkın dolaylı düzeydefazla olmasıydı. Stendhal’e göre genç Almanlar, sevgililerinekur yaparken gereğinden fazla hevesliydiler, aşkları çıkmazagirdiğinde kendilerini yerden yere atmaya pek meraklıydılar. Öte yandan Fransızlar, her şeyi fazlasıyla görüp bildikleriiçin iyi âşık olamazlardı. Çok sayıda kitap okurlar, alaya alınmaktanpek korkarlardı. Stendhal, büyük bir tutkunun pençelerindekıvranan bir Fransız erkeğini anlatırken şöyle der; “Kendisinipencereden atan bu âşığın, bu arada aşağıdaki kaldırıma zarifbir şekilde düşmeye de çalıştığını görüyorum sanki.” AyrıcaFransızların yalnız başına kalıp, kendileriyle yeterince vakit ge çirmediklerini de söyler. Stendhal’in akıl yürütmesine göre uzunyalnızlık dönemleri aşkın gelişmesi için çok önemliydi, çünküaşk tohumlarının ekileceği tarihler, sadece can sıkıntısı ve karamsar düşüncelerle hazırlanabilirdi. Fransızlar fazla sosyal olmaktanbaşka, bir de sofistikeolmakla çok övünürlerdi. Dolayısıyla Fransa’da aşk, çoğunlukla her zaman ya yapmacık ya dahavai bir aşktır. Bunu Laclos’un Dangerous Liaisons [Tehlikeliİlişkiler] adlı kitabında görebiliriz; romandaki erkek ve kadınkarakterler, daima rol yaptıklarının bilinciyle hareket ederler. Her şeye rağmen, Fransızlar yine de İngilizlere kıyasla oldukçaiyi âşık sayılırlar; Stendhal İngilizlerin yaşayan en zavallımillet olduğu kanısındadır. İngiliz kadınlarının iyi sevgili olamayacakkadar erdemli, erkeklerini ise fazla gururlu bulur yazar: “Burada hiçbir erkek ileri doğru kararlı bir adım atmak istemez,” der. “Bu girişimden dolayı düş kırıklığına uğrarım diyeçekinir.” İngiltere’de erkeklerin kendi başlarına dışarı çıkıp hüzünlü bir şekilde sarhoş oldukları sırada, kadınların bir araya toplanıp bütün gecelerini dikiş ve örgü işleriyle geçirmelerininsebebi budur. Listenin en sonunda Amerikalılar vardı; onlar, pratik ve ticarete yatkın kişilikleri nedeniyle romantik aşka karşı tamamen bağışıklık kazanmışlardır: “Amerika Birleşik Devletleri’ndeöylesine güçlü bir mantıklı olma alışkanlığı var ki,” der Stendhal, “orada aşkın kristalleşmesine hiç imkan yoktur.” 2015 5 Ağustos Çarşamba Yıldızların altında sinema keyfi HABER 23 5 mahallede, 5 film M altepe Belediyesi’nin Ramazan ayında düzenlediği ve büyük ilgi gören açık hava sinema keyfi, mahallelerde düzenlenecek sinema günleriyle devam edecek. Maltepe’nin 5 mahallesinde 05-29 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilecek “Açıkhava Sinema Günleri” kapsamında, Kelebeğin Rüyası, Düğün Dernek, Patron Mutlu Son İstiyor, Hükümet Kadın 2 ve Vizontele filmleri vatandaşlar tarafından ücretsiz izlenebilecek. “Çekirdek-gazoz bizden, izlemesi sizden” sloganıyla 5 mahallede, 21.00-23.00 saatleri arasında gösterimleri yapılacak filmlerin programları şöyle: Kelebeğin Rüyası: 5, 16 ve 22 ve 28 Ağustos tarihlerinde sırasıyla, Esenkent 2 Temmuz Parkı, Küçükyalı Atatürk Parkı, Girne Muhtarlığı yanı ve Gülsuyu Mahallesi Özgürlük Parkı. Düğün Dernek: 6, 12, 23 ve 29 Ağustos tarihleri arasında sırasıyla, Fındıklı, Esenkent 2 Temmuz Parkı, Küçükyalı Atatürk Parkı ve Girne Muhtarlığı yanı. Patron Mutlu Son İstiyor: 7, 13, 19 ve 25 Ağustos tarihleri arasında sıra- sıyla Gülsuyu Özgürlük Parkı, Fındıklı Muhtarlık önü, Esenkent 2 Temmuz Parkı ve Küçükyalı Atatürk Parkı. Hükümet Kadın 2: 8, 14, 20 ve 26 Ağustos tarihleri arasında sırasıyla Girne Muhtarlığı yanı, Esenkent Mahallesi Özgürlük Parkı, Fındıklı ve Esenkent 2 Temmuz Parkı. Vizontele: 9, 15, 21 ve 27 Ağustos tarihleri arasında sırasıyla Küçükyalı Atatürk, Girne Muhtarlığı yanı, Esenkent Özgürlük Parkı ve Fındıklı.