Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet`tir

Transkript

Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet`tir
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
Hayatı daha yaşanabilir kılma ve birbirimizin yükünü azaltmak için neler yapmamız gerekir?
Toplumları derinden sarsan sayısız sorunların yaşandığı günümüzde, insanlık onuruna yakışır
aydınlık geleceğin inşası için birey, aile ve toplum olarak hepimize ciddî görevler düşüyor. Bu
yüzden hayatı daha yaşanabilir kılma ve birbirimizin yükünü azaltmak için sosyal yardımlaşma
ve paylaşmayı, sevgi ve saygıyı temel alan bir hayat tarzını sürdürmek durumundayız. Huzurlu
toplum ve huzurlu aile istiyorsak, İslamiyetin emirlerine uymalı, kısacası İslamiyeti yaşamalıyız.
Bu husustaki sorular ve cevapları:
- Aile nedir?
- Çeşitli disiplinlere göre çok yönlü ve farklı tarifi olan aile kavramı en genel anlamda, kan ve
evlilik yoluyla birbirlerine bağlanan fertlerin bir araya getirdiği en küçük toplum birimi şeklinde
tarif edilmektedir. Aileyi oluşturan fertler dönemlere, bölgelere, sosyal ve iktisadi yapıya göre her
zaman değişmektedir. İslâm dini, ailenin tanımında sayısal nitelikten öte kurumsal önemine
dikkat çekmektedir. Zira aile, kültürel kimliği ve insani değerleri koruyan temel kurumdur.
Ailevî Vazifeler
Aile hayatı, bir toplumun başlangıcıdır. Müslümanlıkta aile teşkilâtı pek önemlidir. Aile fertleri,
başlıca karı ile kocadan ve bunların çocuklarından ibarettir. Bunların karşılıklı vazifeleri ise,
şunlardır:
Kocanın başlıca vazifeleri: Hanımı ile güzel geçinmek, onu himaye etmek, onun nafakasını
temin ederek, kendisine sadakattan ay-rılmamaktır. Bir hadis-i şerifte:
“Sizin hayırlılarınız, kadınları hakkında hayırlı olanlarınızdır.” buyurulmuştur.
Diğer bir hadis-i şerifte de:
“Kadınlara ancak kerim olanlar ikram, kötü olanlar da ihanet eder.” buyurulmuştur.
Kadınların başlıca vazifeleri: Kocasının meşru emirlerini tutmak, onun namusunu, haysiyyetini
koruyup haline kanaat etmek israftan kaçınmak, ev hanımı olacak bir vaziyette bulunmaktır.
Mes’ud bir halde yaşamanın birinci yolu budur.
Çocukların babalarına, analarına karşı başlıca vazifeleri: Onlara hürmet ve itaat etmektir,
kendilerinin hayatlarına vesile olan, kendilerini senelerce bir muhabbet ve şefkatla kucaklarında
beslemiş bulunan babalarına, analarına karşı “of” demeleri bile caiz değildir. Ba-basına, anasına
bakmayan, onların meşru emirlerini dinlemeyen, on-ların îhtiyaçlı zamanlarında yardımlarına
koşmayan bir çocuk hayırlı evlât olmak şerefinden mahrum kalır, toplumun fertleri arasında
kıy-metli bir uzuv sayılamaz, Hak Teâlâ’nın azabına müstehak olur.
Babalar hürmet, analar da yardım etmek bakımından önceliklidir. Bununla beraber ananın
hakkı, babaya göre iki kattır. Bir hadis-i şerifte:
“Cennet anaların ayakları altındadır” buyurulmuştur.
Hayırlı çocuklar, yalnız babalarına değil, belki onlardan sonra on-ların dostlarına, kabirlerine de
hürmette kusur etmezler. Çünkü bu hür-met de babaya, anaya hürmet kısmındandır.
Babaların ve anaların çocuklarına karşı başlıca vazifeleri: Dünyaya gelmelerine sebeb oldukları
1 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
bu yavrularını güçleri yettiği öl-çüde beslemek, terbiye etmek, okutup bir kazanç yoluna
sevketmektir.
Baba ile ana, çocuklarına karşı eşit derecede davranmalı, çocuk-ları bakıp okşamak hususunda
eşit tutmalıdır ki, aralarında bir gücenme, bir rekabet duygusu meydana gelmesin.
Ana ile baba, çocuklarına merhamet ile muamele yapmalı, kendi-lerini isyana sevk etmeyecek
tarzda terbiyeye çalışmalı ve kendilerine karşı güzel bir fazilet örneği halinde bulunmalıdırlar.
Dokuz yaşına gi-ren çocuklarını kendi yataklarından ayırmalı, on üç yaşına girdikleri halde
namaz kılmayan çocuklarını hafifçe dövmeli, on altı yaşına giren çocuklarını da mahzur yok ise,
evlendirmeye çalışmalıdır. Salih çocuk-lar, Hakk’ın birer kıymetli ihsanı demektir.
Kardeşlerin başlıca vazifeleri: Birbirini sevmek, birbirine yardım edip hürmet ve şefkatta
bulunmaktır. Kardeşlerin aralarında pek kuvvetli bir bağlılık vardır. Bunu daima korumalıdır.
Hele büyük kardeşler, baba ve ana yerindedirler. Bunlara karşı büyük bir saygı göstermelidir.
Maddî bir menfaat yüzünden birbirine düşman kesilen kardeşler, iyi ruhlu kimseler sayılmaya
layık olamazlar. Birbirine tutkun olan kar-deşler, hayatta daima muvaffak olurlar.
Şunu da ilâve edelim ki hizmetçiler de aile efradından sayılırlar. Bunlara karşı da lütuf ile, gönül
alıcı muamelede bulunmalıdır, kendilerine güçleri yetmeyecek işleri yüklememelidir.
Hizmetçiler de insanlık bakımından efendilerine müsavidirler. Bunların da mümkün mertebe
terbiyelerine, güzelce yaşamalarına bakmalıdır, kusurlarını affederek kendilerini güzel bir tarzda
ıslaha çalışmalıdır.
- Aile kurumunun ferde ve topluma faydaları nelerdir?
- Aile, bedensel ve ruhsal ihtiyaçların denetim ve tanziminde, güzel ahlâk ve adabın
kazanılmasında çok önemli bir misyona sahiptir. Diğer taraftan aile, hem kişinin huzur bulduğu
bir ortam, hem neslin devamı için bir vesile hem de kişiyi dince günah sayılan kötülüklerden
alıkoyan bir vasıtadır. Kişiliğin kazanılması, geliştirilmesi ve olgunlaşması için ferde en uygun
iklimi sağlayan aile, bir nevi yüksek ahlâk okuludur.
- Ailenin hayatiyetinin korunması nelere bağlıdır?
- Ailenin temel işlevinin ve varlığının sürdürülebilmesi, onun düzenli ve uyumlu olmasına, dinî ve
ahlâkî değerlerle mücehhez kılınmasına bağlıdır. Bu değerler üzerine kurulmuş aileler,
toplumumuzun en büyük güvencesidir.
- Evliliğin ailedeki rolü nedir?
- Özellikle eşlerin karşılıklı sevgi, saygı, sadakat, sabır, hoşgörü, iffet, haya, vefa, güven gibi
ahlâkî değerlere önem vermeleri, aile hayatlarında huzur ve mutluluğu yakalamalarında önemli
bir etkendir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de de evlilik ve ailenin karşılıklı sevgi ve rahmet üzerine
kurulduğuna işaretle bunun ALLAH’ın varlığının belgelerinden biri olduğu ifade edilmektedir.
Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
"Size nefislerinizden, kendilerine ısınmanız için hanımlar yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve
merhamet yapması da O'nun ayetlerindendir. Şüphe yokki bunda fikrini iyi kullanacak, etraflıca
çok iyi düşünecek bir topluluk için elbette ibretler vardır."
Ailede Huzur Esastır Karı–koca karşılıklı olarak birbirlerine nazikâne şekilde hitap edip, zerafet ölçüsünde
davranmalıdırlar. Birbirlerine karşı; “efendi”, “bey”; “hatun”, “hanım” gibi nazikâne ifadelerle hitap
etmelidirler.
Bizde yerleşmiş örfe göre, erkek yabancıların yanında hanımının isminden bahsetmez.
Hanımından bahse mecbur kaldığı yerde; “refikam”, “ayalim”, “çocuklarımın anası”, v.b. gibi
ifadeler kullanır. Hanım da kocasından bahsederken; “bizim bey”, “bizimki”, “bizim efendi” gibi
tabirler kullanır.
2 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
Karı-kocanın birbirlerini kıskanmaları gayet normaldir. Ebu Hureyre (R.A.)den rivayete göre Sa’d
b. Ubade (R.A.):
- Ya Resûlellah! Ben hanımımla birlikte bir adam bulsam, dört şahit getirinceye kadar ona
dokunmayacak mıyım? Diye sordu. Resûlullah (S.A.V.) efendimiz:
“Evet!” buyurdu. Sa’d b. Ubade (R.A.):
- Kesinlikle hayır! Dedi. Seni hak din ile gönderen Allah'a yemin ederim ki ben, şahid
aramazdan önce kılıncımı indiririm, dedi. Resûlullah (S.A.V.) efendimiz:
“Şu efendinizin söylediğine bakın! Evet biliyoruz ki o kıskanç bir adamdır. Ama ben ondan da
kıskancım, Allah da benden kıskanç.!” Buyurdu.
Hz. Ali (R.A.) de kıskanmayanları kınayarak şöyle demiştir: İşittiğime göre kadınlarınız çarşı ve
pazarlarda erkekler arasında gezip dolaşıyorlar. Sizde kıskançlık duygusu yok mu? Şunu bilin ki
kıskanmayan kimsede hayır yoktur. - Aileyi olumsuz etkileyen faktörleri izah eder misiniz?
- Aile sevgi, şefkat, sadakat, samimiyet ve güven gibi değerlerle kurulan dinî ve ahlâkî
öğretilerle varlığını sürdüren bir birimdir. Aile mefhumunun taşıdığı anlam ve yüklendiği
misyonun aile bireyleri tarafından yeterince bilinmemesi veya benimsenmemesi aileyi olumsuz
olarak etkilemektedir.
- Ekonomik sıkıntılar, aileye ve topluma nasıl yansıyor?
- Çağımızdaki hızlı sosyal, ekonomik ve yapısal değişmeler tüm toplumsal kurumlarla birlikte
aile kurumumuzu da kötü etkiliyor. Aile hayatında ciddi problemlere sebep oluyor. Neslin sağlıklı
yetişmesini zorlaştırıyor. Diğer taraftan aile içi şiddet ve boşanmalara zemin hazırlıyor.
Gençlerin dini, ahlâki değerlerden uzak yaşama ve zararlı alışkanlıklara kolayca yönelmesine
neden oluyor. Eşlerin birbirini dinleme becerisi aralarındaki sevgiyi güçlendirir. Sosyal bir varlık olan insan, yaşantısını başka insanlarla paylaşma ihtiyacı duyar. Bu ihtiyaç,
evlilik ve aile kurumunu doğurmuştur. Lakin modern kültürle gelen iş yoğunluğu, vakitsizlik, aşırı
yorgunluk, TV, internet, chat ve çeşitli meşguliyetler dikkatli olunmadığı zaman evlilikleri tehdit
edebiliyor.
Eşlerin birbirlerine kendilerini rahatça ifade edebilmesi ve birbirlerini dinleme becerisi, evliliğin
kalitesini ve evlilik doyumunu etkiler.
Evli kadınların en çok şikâyet ettiği durum, erkeklerin onları dinlemediği ve anlamadığı
konusudur. Erkekler minicik bir çabayla bunun önüne geçebilir. Ancak anlamak ve anlaşmak
için dinlemek öncelikli şarttır. Erkeklerin, hanımları yargılamadan, bilgiçlik taslamadan, samimi
ve içten dinlemeleri çok önemlidir. Tarafların birbirlerine zaman ayırarak dinlemeleri;
aralarındaki sevgi bağını güçlendirir; kızmışsa, öfkelenmişse bunu ifade etmelerini sağlar.
Konuşarak rahatlar ve anlaşılmış olmanın huzurunu, güvenini yaşar. Eşlerin karşılıklı olarak
birbirini anlamak için çaba göstermesi gerekir. Konuşurken birinin cümlesi bitmeden diğerinin
konuşmaya başlayarak hemen çözüm önerileri getirmeye çalışması, muhatabın nezaketini
istismar etmek demektir. Başkalarının nezaketini istismar edenler, dinlemekten çok konuşmaya
yeltenenlerdir. Bu durumda kişi iletişim kuramaz. Onun yaptığı sadece karşıdakine iletmektir.
Beyan gerektiği şekilde dinlenmezse kelimelerden geçen duygular akıp gider ve kişi bunun
farkına varamayabilir. İlişkilerinizde yeter ki dinlemeye hazır olun. Birçok problemin
kendiliğinden çözüldüğüne şahit olacaksınız.
Kadın ve erkek, farklı donanımlarla yaratılmıştır. Sözgelimi kadınlar şefkatin ve sevginin
sembolü iken erkekler gücü ve otoriteyi temsil eder. İnsanın doğasında var olan psikolojik
farklılıkları anlamak, tarafların beklentilerine cevap bulabildiği ve kendini ifade edebildiği kaliteli
bir ilişki zemini oluşturur. İlişkilerde kadınların önceliği anlaşılmak ve kendini ifade edebilmektir.
3 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
Bu konuda sorunlar yaşayan hanımlar ilk etapta kendini gözyaşlarıyla ifade eder. Sorun devam
ederse psikiyatrik rahatsızlıklarla istem dışı olarak bedeni konuşmaya başlar.
İnsanın her anı bir olmayabilir. Sevinç, hüzün, gözyaşı, öfke, evlilik sürecinde farklı zaman
aralıklarında yaşanabilir. Önemli olan, mutlulukların paylaşımı ve yaşanması kadar eşlerin
birbirlerinin öfke ve kızgınlıklarına da tahammül edebilmeleridir. Tarafların sabır kapasiteleri ve
öfke anında sakinleştirici bir rol oynamaları evliliğin seyrine etki eder. Ancak bu durum, yaşanan
sorunların çözüme kavuşturulmadan üstünün kapanması olarak algılanmamalıdır. Sabır ve
tahammül, o anki yaşanan kriz durumunu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmemek ve
tarafların çözüm aramak için rahat, sakin ve aklıselim düşünebileceği bir vakte ulaştırmak adına
geçici bir çözümdür.
Evliliklerin Sağlıklı Olması
Genellikle evliliğin ilk yılları evliliğin gidişatı açısından çok önemlidir. Bilimsel çalışmalar da
evliliğin ilk yıllarının ailenin temelini oluşturması açısından önemli olduğunu göstermektedir.
Evlilik ekonomik, duygusal, sosyal… pek çok yönü içine aldığından eşlerin bu konulardaki
değerleri, kalıplaşmış düşünceleri açısından ilk yıllar bir uyum dönemidir ve bazıları için zor
geçebilir.
Bu uyum döneminde her iki tarafın ailesi önemli rol oynar. Aile, kişinin hayata bakışında
davranışlarında sahip olduğu değerlerin ve kalıplaşmış düşüncelerin birinci dereceden
belirleyicisidir. Kişinin düşünce yapısında hayat felsefesinde arkadaşlarının, aldığı eğitimin,
okuduğu kitapların etkisi olsa da en etkili kaynak ailedir.
Ailelerin uyumu önemlidir.
Evliliğin ilk yıllarındaki sorunları çoğu ailelerin kültürel farklılıklarından kaynaklanabilmektedir.
Bununla beraber bazı durumlarda yakın akraba evliliklerinde sorunlar görülebilirken birbirine
yabancı ailelerde sorun olmayabilir. Bunda kişisel farklılıklar ve ekonomik durum etkili
olmaktadır.
Farklılıkları kabul etmek
Evliliğin başında yaşanan sorunlar kişinin bütün evlilik hayatında derin izler bırakabiliyor.
Çatışma hayatın bir parçası olsa da seviyeli olması önemli. Ailelerin birbirine gösterdiği saygı
kadar eşlerin birbirinin ailesine karşı gösterdiği saygı da etkili olmaktadır.
Arkadan konuşmayın
Hiç kimse arkasından konuşulup eleştirilmek istemez. Bununla beraber maalesef bu insanlar
arasında sıklıkla yapılmaktadır. Bazen yaşlılık, bazen ruhsal hastalıklar ya da düşünmeden
hareket etme sonucu anne-babası ve eşi hakkında konuşan kişi bunu yerine göre anlayışla
dinlese de eşine bunu yansıtmamalıdır. Eşi ailesi hakkında konuşursa bunu da kibarca
engellemelidir. Bu tür hatalar evliliğin ilk yıllarında ciddi sorunlara ve sevgi eksikliğine sebep
olmaktadır. Eşiyle ailesi arasında sevgi ve saygıyı artıracak şekilde iletişim becerisine sahip
olmak, evliliğin ilk yıllarından itibaren sağlam temeller üzerine oturmasını sağlamaktadır.
Eşlerin, eşlerinin ailelerine saygı duyması
Evlilikte yapılan en büyük hatalardan birinin eşlerden birinin diğerinin ailesini olumsuz şekilde
eleştirmesidir. Ailesi eleştirilen eş bu durumda ya kendisi de eşinin ailesini eleştirmekte ya da
savunucu pozisyona geçmektedir. Böylece ya tatsızlık büyümekte ya da kişi eşine hak verir
görünse de içine atmakta ve bu birikim oluşturmaktadır. Kişi her ne kadar kendi ailesinden
birisinin hatalı olduğunu bilse de bunun yüzüne karşı söylenmesi üzücü olmaktadır.
Eşinizin yanında olun
Bazı aileler stresli ailelerdir. Evliliklerde az sayıda da olsa psikolojik problemlere bağlı olarak
4 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
yüze karşı hakaret ve yersiz eleştiriler gibi hiç olmaması gereken durumlar görülmektedir. Bu da
ne kadar uygun şekilde engellenir ve mağdur olan yalnız bırakılmazsa evlilik o kadar seviyeli bir
şekilde devam eder. Evliliklerde Yapılan Yanlışlar
Kişiliğini eleştirmeyin
Eşinin kişiliğini küçük düşürücü, onur kırıcı sözler sarf etmek sevgiyi zedeler. "Sen hep böylesin,
hep beceriksizsin." suçlamalarına sitemkar ve biraz da hakaret içeren "Hep kendi bildiğini
okudun. Beni dinlemedin." sözleri suçlayıcı eleştirilerdir.
İşi yokuşa sürmeyin
Günün birinde eşlerden birinde olumlu bir değişiklik olmuştur veya gittikleri doktor dinlenilmiş ve
kişi olumsuz bir davranışından vazgeçmiştir. Diğer eş "On yıldır sana söyledim ama beni
dinlemedin, başkası deyince daha mı kıymetli oluyor?" biçimindeki konuşmalar eşi üzen ve
geriye döndürebilecek tarzdadır.
Geçmişi hatırlatmayın
Evlilik hayatı boyunca insanların olumsuz hatıraları olmuştur. Kavgalar, tartışmalar, atışmalar ya
da unutulan anlar, yapılan yanlış davranışlar olagelmiştir. Evlilik hayatı boyunca bu kötü
hatıraların eşler tarafından tekrar tekrar ısıtılarak ortaya konulması ilişkileri zedeler.
Genellemeler yapmayın
Eşinize bir kalıp biçerek o kalıba sokan ifadeler kullanmak, onu kötü bir fiille damgalamak da
büyük hatalardan biridir. "Ben senin için değiştim, sen benim için hiçbir şeyden vazgeçmedin.
Çok bencilsin..." sözleri evliliği yıpratır.
Birbirinizin aklını okumayın
Çiftler arasında iletişim tek taraflı olmaya başladığında eşler birbirlerine mesafe koymaya
başlarlar. Sürekli iğnelemeler, kavgalar, atışmalar artık kadın ve erkeği kendi dünyasına itmiştir.
Erkek de kadın da kendi dünyasında eşiyle konuşmaya başlar. Kafalarında kurdukları şeyler
zaman zaman birbirlerinin hareketlerine yorumlar çıkarmaya neden olur. "Senin ne demek
istediğini biliyorum. Ben senin bakışından anlarım." gibi sözlerle eşinin mimik ve hareketlerinden
anlamlar çıkarılmaya başlanılır.
Kendinizi haklı görmeyin
Hatalar, yanlışlıklar iki taraftan da kaynaklandığı halde kim daha haklı, adeta "mahkeme"
kurulur. Yargısız infazlardan kaçının.
Ses tonunuzu yükseltmeyin
İletişimde en önemli husus konuşan insanı sonuna kadar dinlemek, çok gerekliyse aralara
girmektir. Dinlemek, anlamak ve kendimizi anlatmamız gerekiyor. Bunun yolu da saygıyla
dinlemek, ses tonunu yükseltmemektir.
Çokbilmişlik yapmayın
‘Senin hasta olduğunu biliyorum, nedenlerini de biliyorum. Senin ne zayıflıkların var hepsini
keşfettim, ne yapman gerektiğini söylüyorum, beni dinlesen doktora filan da ihtiyacın olmaz’ gibi
sözler doğru değildir. Eş ne kadar bilgili, tecrübeli olursa olsun kendini doktor yerine
koymamalıdır.
Gençlere tavsiyeler
Eşinizin şiddet, cinsel taciz, terk, ihmal gibi olaylar yaşayıp yaşamadığına ve ailesiyle ilişkilerine
dikkat edin.
- Alkol veya uyuşturucu gibi zararlı alışkanlıklarının olup olmadığına dikkat edin.
- Evlenmenize anne-babanın karşı olması ciddi sorun oluşturacaktır.
- Taraflardan birinin hami olduğu durumlarda evlilikler uyumlu sürmez.
5 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
- Eğitim ve ekonomik düzeylerin aşırı şekilde farklı olduğu evlilikler sorunlara sebep olur.
- Nişanlılık ne demektir? Ne kadar gereklidir?
- İnsanlar birbirlerini tanımak için evlenmeden önce "nişanlanıyorlar". Nişan, evlilik demek
değildir. Bu nedenle İslami kurallar çerçevesinde görüşmeler olabilir. Evlenmek isteyen taraflar
muhakkak görüşmeli. Fakat bu görüşmelerde üçüncü bir şahıs da bulunmalı. Sık sık ve uzun
görüşmeler sakıncalıdır.
Nişanlılık, tehlikeli bir süreçtir. Her an patlayabilir. Birisi nişanlanmıştı. Nişanlandığı kızla
alışverişe çıkmışlar. Bir ara kızın ağzından kaba bir ifade çıkmış. Sonra benim yanıma gelip,
"Hocam, bu iş burda bitti! Ben o kızdan ayrılıyorum!" dedi. Kız, ağladı yalvardı fakat o bitirdi
meseleyi. Bu gibi misallerin sayısı çoktur. Evliliği zorlaştırmak da İslam'a aykırıdır zaten.
Evlenmeye hazır olan, bir an önce kıydırmalıdır nikahı.
- Nişanlıyken dini nikah kıydırmak doğru mudur?
- Şimdilerde nişanlananlar, resmi nikahtan önce dinî nikâh yaptırıyor. Bana gelip, "Hocam biz
nişanlıyız. Birkaç ay sonra evleneceğiz. Dinî nikâhımızı şimdiden kıydıralım mı?" diye soranlara
cevabım "Hayır!" Çünkü bu devirde resmî nikâh olmaksızın evlenmek bir nevi hileli iş yapmak
demektir. Kadını oyuncak etmek demektir. Resmî nikâh olmazsa, hukuk da olmaz. Kadın bir
hak iddia edemez. Resmi nikah kanunlara uygun olduğundan, çiftler kanunlardan istifade
ederler. Bu nikâh yoksa, kanunlardan istifade etme de yoktur. Bu durumda en fazla kadın
mağdur olur. Dînî nikâh, nişanlıları şımartıyor.
- Kadından çalışıp para kazanması beklenmeli mi?
- Hayat, rolleri dağıtmış. ALLAH iş bölümü yapmış. Erkek doğum yapamadığı gibi, kadından da
çalışıp para kazanması beklenemez. Evini geçindiremeyecek erkek, evlenmese daha iyi. Çünkü
sonuçları kötü olur. Kadın hem evde hem işte çalışacak. Olur mu böyle şey. Kadının huyu ne
kadar iyi olursa olsun, aşırı yorgunluk insanı isyana götürür. İslamiyet diyor ki, tutumlu olun.
Geliriniz giderinize denk olsun. Böyle yaparsanız kadınlar çalışmak zorunda kalmaz. İsrafa dağ
dayanmaz. İsraf yüzünden gelir, gideri karşılamıyor. Bu şartlar içinde çalışan kadın, huzurlu
değil huzursuzdur. Kadın çalışacaksa, onları daha iyi şartlarda nasıl çalıştırabiliriz? Bunu
düşünmek lazım.
- Geçimsizliği nasıl çözeriz?
- Geçimsizlik sabırla, özür dilemekle, tebessümle ve hediyeyle çözülür. Bir de şöyle
düşünülecek, "Eşim benim hangi davranışlarıma kızıyor?" Sonra da dikkat edecek o hallerine,
düzeltmeye uğraşacak. Kavga demek, bagajın iplerinin kopması demektir. İpler tamamen koptu
mu, bagaj dağılır.
- Aile yapımızı tahrip eden faktörlerden korumak için neler yapılması gerekir? Huzurlu ve mutlu
toplumun oluşması için neler yapmalıyız?
- Dini ve millî değerlerimizin yaşatılmasında ve kuşaktan kuşağa devam ettirilmesinde olmazsa
olmaz bir değeri olan aile kurumunun olumsuz faktörlerden korunması için gerekli çalışmaların
yapılması hususunda toplumun bütün kesimlerine önemli görevler düşmektedir. Aileyi
güçlendiren mesaj verilmeli. Kamu ve sivil toplum kuruluşları birlikte hareket etmeli. Aile
yapımızdaki gelişme ve değişmeler iyi takip edilmeli. Aile bağlarının pekişmesi için çalışmalar
artırılmalı, özellikle görsel yayınlarda, aile yapımızı koruma ve güçlendirmeye yönelik mesajlar
ön plana çıkartılmalıdır.
- Gençlerimizin alkol ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklardan korunması için neler yapmalıyız?
- Toplumumuzun ruh sağlığına özellikle gençlerimizi zararlı alışkanlıklara karşı uyarmak için
irşat hizmetlerini arttırmak gerekir. Vaaz ve hutbelerde de zararlı alışkanlıklardan toplumu
koruma, imkanı olan gençlerin evlendirilmesi, aile içi iletişim konularına ağırlık vermek gerekir.
6 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
Zaman zaman çeşitli vesilelerle yapılan etkinliklerinin ana teması “Aile ve Gençlik” olarak
belirlenmeli; ülke çapında panel, konferans, sempozyum konuları, aile birliğini sağlamanın
önemi ve gençliğin zararlı alışkanlıklardan korunması konularında yoğunlaşmalıdır. Herkesin
istifade edebileceği şekilde “Aile ve Gençlik, zararlı alışkanlıklar, Hıristiyanlık Propagandası ve
Misyonerlik, Alkollü İçkiler, Sigara ve Diğerleri, Satanizm, Ateizm ve Eleştirisi” ve benzeri
konularda eserler hazırlanmalıdır. Ayrıca yurtdışında yaşayan soydaş ve yurttaşlarımızın
ailelerine yönelik de irşat ve eğitim programları hazırlamak gerekir.
Aile yapımızın korunması ve son yıllarda belirgin bir şekilde ortaya çıkan bireyi ve aileyi tehdit
eden problemler ile ilgili toplumu bilinçlendirerek problemlerin çözümüne katkıda bulunmak ve
bu alanda ortaya çıkan olumlu ve olumsuz gelişmeleri takip etmek amacıyla çeşitli çalışmalar
yapılmalıdır.
- Toplumdaki sevgisizliği nasıl yok edebiliriz?
- Toplumları derinden sarsan sayısız sorunların yaşandığı günümüzde, insanlık onuruna yakışır
aydınlık geleceğin inşası için birey, aile ve toplum olarak hepimize ciddî görevler düşüyor. Bu
yüzden hayatı daha yaşanabilir kılma ve birbirimizin yükünü azaltmak için sosyal yardımlaşma
ve paylaşmayı, sevgi ve saygıyı temel alan bir hayat tarzını sürdürmek durumundayız.
Çünkü birbirimizin sorunlarıyla dayanışma içerisinde hayatı paylaşma, birçok bireysel ve
toplumsal sorunumuzu çözebilir ve bunların çözümü hayatı kolaylaştırır, huzur ve mutluluğu,
arzu ettiğimiz birlik ve beraberliği sağlar.
Aksi takdirde, birbirimizin dert ve sıkıntılarına duyarsız kalıp sırt çevirme, şefkat ve merhamet
duygularından uzaklaşma, nemelazımcı tavırlar takınma, paylaşma ve dayanışmanın güzellik ve
erdeminden uzaklaşma; aile ve toplumumuzdaki ahengi bozar, sorunlarımızı artırır,
çevremizdeki akraba ve dostlarımızı azaltır, servet ve gücün yetmediği durumlarda, bizleri
telâfisi mümkün olmayan çaresiz durumlara düşürebilir.
Huzurlu aile ve huzurlu toplum için Yüce dinimiz İslamiyet’in emir ve tavsiyelerine uymak, sevgi,
saygı, sadakat, paylaşma ve yardımlaşma gibi prensiplere kulak verip, aile ve toplum olarak
birbirimize karşı yerine getirmemiz gereken birtakım görev ve sorumlulukların bilincinde olarak,
omuz omuza verip, hayatı acı ve tatlısıyla paylaşarak, mutlu ve huzurlu yarınlara hep birlikte
kavuşabiliriz. Huzurlu toplum ve huzurlu aile için reçete budur.
Aile; Ahlakın Olgunlaştığı Mekteptir
Aile, yüksek ahlak okuluna benzer. Aile, bedensel ve ruhsal ihtiyaçların denetim ve tanziminde,
güzel ahlâk ve adabın kazanılmasında çok önemli bir misyona sahiptir. Diğer taraftan aile, hem
kişinin huzur bulduğu bir ortam, hem neslin devamı için bir vesile hem de kişiyi dince günah
sayılan kötülüklerden alıkoyan bir vasıtadır.
Hayatın Acı Ve Tatlısını Paylaşmalıyız
Yüce dinimiz İslamiyet’in emir ve tavsiyelerine uymak, sevgi, saygı, sadakat, paylaşma ve
yardımlaşma gibi prensiplere kulak verip, aile ve toplum olarak birbirimize karşı yerine
getirmemiz gereken birtakım görev ve sorumlulukların bilincinde olarak, omuz omuza verip,
hayatı acı ve tatlısıyla paylaşarak, mutlu ve huzurlu yarınlara hep birlikte kavuşabiliriz. Huzurlu
toplum ve huzurlu aile için reçete budur.
Sağlam Aile
Bir toplumun en küçük kurumu ailedir. Aile kurumu sağlam olursa, toplum da o oranda sağlam
olur. Aynen bir duvar misali. Bir duvarın sağlamlığı, o duvarda kullanılan taş ve çimentonun
sağlamlığı ile orantılıdır. Aileyi besleyen taş ve çimento ise, ahlâk ve maneviyattır. Sevgi, saygı,
şefkat ve muhabbet gibi aile bağlarını güçlü kılan değerler ise ancak sağlam bir inanç ile elde
edilebilir.
7 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
Türkiye toplumunu dirençli kılan ve nice büyük badirelerin kolayca atlatılmasına sağlayan en
önemli özelliğimiz, güçlü ve sağlam aile yapımızdır. Milletimizin inançlarından kaynaklanan bu
güzel meziyetimiz, düşmanlarımızın bile hayranlığını kazanmıştır.
Napalyon Bonapart’ın şu sözleri, bu gerçeği ispatlamaya yetmektedir: “Türkleri üstün yapan iki
büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur, kadının iffetli olması.”
Aile yapımızı çökertilmek isteniyor
Milletimizi savaş meydanlarında yenemeyen düşmanlarımız, şimdi sinsi hile ve tuzaklarla
emellerine ulaşmak istemektedirler. Bugün, şer odaklarının hedefinde Türk aile yapısının tahrip
edilmesi vardır. Emperyalist çevreler, aile yapımızı çökertmek için uluslararası düzeyde
çalışmalar yapmaktadır.
Aile yapımızı çökertmek için kullanılan en etkili araç medyadır. Irkçı emperyalistlerin kontrolünde
bulunan medya kuruluşları, ahlaki ve manevi değerleri tahrip etmekte, ahlaksızlığa teşvik edip
özendirmektedir. Yabancı sermayenin medya üzerinde kurduğu denetim ve tekelleşme,
geleceğimizi tehdit eden boyutlara ulaşmıştır. Yabancıların da Türkiye’de TV kurmalarına izin
veren yasal düzenlemeler yapılması, milletimizin geleceğini karartmaktan başka bir sonuç
vermemiştir.
Yine, Türk Ceza Kanunu’nda “suç” sayılan zinanın serbest bırakması, bu milletin maneviyat
dünyasına vurulan en büyük darbe olmuştur.
Aile kurumunu tahrip etmek için bir kampanya yürütülmektedir. Bu çevrelerin aileye yönelik
tahripkar çalışmaları etkili olmakta, en sağlam yapı taşımız olan aileyi zayıflatmaktadır. Millî ve
manevî değerleri tahribe yönelik bu ifsat edici faaliyetlere karşı, sağlam karakterli ve güçlü
iradeye sahip nesiller yetiştirilmesi gerekmektedir.”
Yeryüzündeki kaostan kurtulmanın yolu ifsat değil, islahtır. Tarihimiz ve inancımıza göre saadeti
istiyorsan önce aile yapısı sağlam olması lâzım. Bu sebeple, aile, çocuk ve kadının korunması
bir topluma yapılacak en büyük iyiliktir. İnsanlık saadetinin en büyük meselelerinden birisidir.
Aile hayatı herkes için rahmettir
Ahlâkî ve manevî değerlere göre kurulmuş aileler herkes için rahmettir. Kadın, erkek ve
çocuklar için bir rahmet ve iyilik olduğu gibi, ailenin akrabaları ve bütün insanlık için de bir
rahmettir. Çünkü, böyle bir toplum, kendi içinde bir denetleme mekanizmasına sahiptir.
Şurası bir gerçek ki, toplum içinde işlenen hırsızlık, çete, mafya, cinayet vb. suçların önemli bir
kısmı, parçalanmış ailelerin, sahipsiz ve sıcak aile ortamından uzak yetişen çocukları eliyle
işlenmektedir. Bugünkü yanlış ve çarpık gidişata el atılmazsa, toplum ciddi bir güvenlik
problemiyle karşı karşıya kalacaktır.
Çünkü, paylaşım duygusunun en ideal verildiği tek kurum ailedir.
Sahipsiz ve başıboş yetişen çocuklar, toplum arasında bir suç makinesi haline gelmektedir.
Hiç kimsenin, hiçbir yavrumuzu anne baba sevgisi ve aile ortamı sıcaklığından mahrum bırakma
yetkisi yoktur.
Son söz olarak, şu çözümün altını çizmek isterim ki; çocuklarımız, kesinlikle İslâmî terbiye ve
din eğitiminden mahrum bırakılmamalıdır.
Medya şiddeti körüklüyor
Aile yapımız emperyalistlerin kullandığı medya ve onun yaydığı kötü alışkanlıklar tarafından
bombardıman edilmektedir. İslam’ın cemiyet hayatından uzaklaştırılmasıyla beraber, aile içi
şiddet, boşanmalar, parçalanmış aileler, dramlar, sevgisiz büyüyen çocuklar, cinnet geçirenler
artmıştır. Geleneksel aile dayanışmasının yok olmasının artık sıradan ve garipsenmeyen olaylar
haline gelmiştir. Boşanmalar, şiddet ve hatta aile içi cinsel taciz ve tecavüzlerin artmıştır.
Boşanma olayları korkunç boyutlara vardı. Toplumsal çöküntünün temelinde ekonomik, kültürel,
8 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
eğitim yetersizliğinin rolü varsa da, en büyük sebep milli ve manevi değerlerden giderek
uzaklaşmak. Türk aile yapısında giderek artan yozlaşma, ahlaki çöküntü, gençliğin uyuşturucu
bağımlısı olması ve bunun 10 yaşına düşmesinin en büyük sebebi televole yayınlar. Gençler,
idealistler yerine idolları örnek alıyor. Televizyon programlarının yüzde 60’ı şiddet ihtiva ediyor.
Her 4 lise öğrencisinden 1’i televizyon bağımlısı.”
Aile yapımız medya bombardımanı altındadır. Medya kitle imha silahı gibi. Geçmişe nazaran
ailede huzursuzluk, boşanmalar, şiddet ve hatta aile içi cinsel taciz ve tecavüzler artıyor.
Boşanma ve benzeri hadiselerde; geçmişe nazaran korkunç bir patlama yaşanıyor. Toplumdaki
çürümenin temelinde ekonomik, kültürel, eğitim yetersizliğinin rolü varsa da, en büyük sebep
milli ve manevi değerlerden giderek uzaklaşmak.
İslam’ın toplumsal hayattan uzaklaştırılmasıyla beraber, aile içi şiddet, boşanmalar, parçalanmış
aileler, dramlar, sevgisiz büyüyen çocuklar, cinnetler gün geçmiyor ki TV ekranlarına ya da
gazete manşetlerine çıkmasın. Geleneksel aile dayanışmasının yok olması ne yazık ki artık
sıradanlaşan ve garipsenmeyen olaylar haline geldi. Televizyon seyredenler iliklerine kadar
televole kültürü afyonu veya zehriyle uyuşmuş vaziyetteler.
TV’de ünlü oldu, fuhuş baskınında gözaltına alındı. “Gelinim Olur musun?” ve “Biri Bizi
Gözetliyor” yarışma programlarıyla tanınan ünlü isimler fuhuş yaptıkları iddiasıyla gözaltına
alındı. Her şey 'BBG' ve 'Gelinim Olur musun?' ile başladı Sosyeteyi sarsan 'Barbie' baskınında
23 kişi gözaltında. Olayların 'Gelinim Olur musun?' ve 'Biri Bizi Gözetliyor' gibi programların
etkisiyle gelişmesi dikkat çekti. Fuhuş yaptıkları iddiasıyla düzenlenen 'Barbie' adlı baskında
aralarında manken …………. de bulunduğu 23 kişi gözaltına alındı.
Erotik Sitelere Dikkat!
İnternet kullanımında edep kurallarına dikkat edilmesi gerekir. E-lektronik iletişimde edeb:
"Utanılacak hal ve hareketlerden kaçınmak, terbiye ve ahlak kurallarına riayet etmek" anlamına
gelir. İnternet ortamının bireye tanıdığı özgürlük, kimi zaman ahlaki kurallara uygun akılcı ve
yapıcı amaçlarla maalesef kullanılmamaktadır. İslam’ın yasakladığı ve mahrem saydığı
hususlardaki sayfalar açılmamalı, ahlaki kurallarla bağdaşmayan sayfalara girilmemelidir. Zira
Rabbimiz bizim gizli ve aşikar bütün yaptıklarımızdan haberdardır.
Sistem sırtımızı sıvazlıyor
Medyada, haberlerden tutun da bu tür eğlence programlarına kadar yapılan iş, küçük insanların
dünyasını yaldızlayıp süsleyip, bu dünyayı ve bu dünyada yaşayanları izleyiciye, okuyucuya
satmaya dönüştü. Küçük insan, sıradan insan yani bizler toplum çoğunluğunun çalışarak, sebat
ederek, insani değerleri de öğreten, kazandıran bir eğitimden geçerek değil; kısa yoldan, şans
faktörüne bağlı olarak ya da "ünlenip" satışa hazır duruma gelmeye çalışarak bu sistemin içinde
kendimize daha iyi bir yer edinme düşleri kuruyoruz. Medya da bizi bize satıyor. Bu yapılan iş,
sıradan insanın yani modern toplumsal sistemin içinde kenara itilmişlikten kurtulmak için
çırpınan bizlerin "sırtını sıvazlamak", "Siz böyle de güzelsiniz. Bekleyin en umutsuz olduğunuz
anda sistem size de şans tanıyacaktır" demek anlamına geliyor.
Olayı sistemin bütününden soyutlayıp şu, bu TV kanalı, şu veya bu magazin basınının kötü
niyetine bağlamaya çalışıyoruz. Oysa medya sistemin içerisindedir. Sistem kendisini muhafaza
edebilmek için toplumun "atomize edilmiş" "kefeni yırtmak için" bir çok şeyi yapmaya hazır
duruma getirilmiş insanlarını, bizlere yani yarınki kurbanlarına satmak oluyor.
Aile kurumu yıpratılıyor
İnsanlar artık çocuklar ile oturup televizyon izleyemez hale geldi. Ekranlarda hergün birbirini
aldatan insanların görüntülerine yer veriliyor. Aile kurumu yıpratılıyor. Televizyonların ortaya
çıkardığı toplumsal erozyon bu tür olaylara yol açıyor. İbretle okuyun:
9 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) öğrencilerinin "Yılın Girişimci Sanatçısı" seçtiği ….. …..,
ödülünü üniversitenin Ayazağa Yerleşkesi’nde düzenlenen törenle aldı.
Orta yaşlı bir erkek izleyicinin, "Sizce erkekler eşlerini neden aldatırlar?" sorusuna da …..,
espriyle:
- Siz eşinizi aldattınız mı peki?" sorusuyla yanıt verdi. İzleyiciden:
- evet" yanıtını alan …..:
- Öyleyse siz cevap verin, dedi. ….. …..:
- Bir kere aldatmak çok zevkli bir şey. İnsanlar bunu birbirlerini kırmadan yapabildiği sürece
bana çok da ters gelmiyor açıkçası. Bunu çok istedim. Beğendiğim insanlar oldu ama anne
olma duygusu ve bir Türk kadını olma duygusu beni engelledi" diye konuştu.
Medyadan seçme haber başlıkları: Şarkıcı Fıskıye ben lezbiyen değilim dedi... Ünlü sanatkar
ben homo değilim dedi... Manken Feşmekâ-ne sevgilisinden hamile kaldı, bir önceki sevgilisi
ateş püskürüyor... Yaşasın! Bazı belediyelerin içki satışını birtakım Kırmızı Sokak’larla
sınırlandırmasını Danıştay durdurdu... Maaşını alamayan ithal malı futbolcu antrenmana
çıkmadı...
Batırıcı Kültürler
İstihbarat Servisi’nin “Bu kültür Türkiye’yi batırır” diye rapor verdiği televole kültürünün ne
olduğunu pek iyi bilmiyorum, çünkü televizyonum yok. Anladığım kadarıyla ahlâksız, havaî,
aşağı ve bayağı, zevzek, zırzop, fasafiso, ipe sapa gelmez, tahrip edici, sersemletici, çürütücü
bir kültür olması gerekir.
Filmin bundan önceki kısımları: Râsim ve Sevcen çiftinin mutlulukları yoktur, Râsim baldızı
Teslim’i sevmektedir. Rasim’in babası ilerlemiş yaşına rağmen çapkınlıktan vaz geçmemekte,
asansörde komşu kızına yiyecek gibi bakmaktadır. Öte yandan kayınbirader Tolgaç, evli bir
kadına asıldığı için ölüm tehdidi almış ve evini terk etmiştir. İlköğretim okuluna giden Firkete son
günlerde sersem ve mayhoş vaziyettedir, yakın hısımlardan Törgen lisede bıçaklanmış ve
ölümden hayatî müdahale servisinde geriye dönmüştür. Bütün bunlar olurken yine de arada bir
müzikli ve içkili toplantılar yapılmakta, felekten kâm alınmakta, ha ha ho, hi, hi, hi gürültüleri
içinde eğlenilmektedir...
Televole kültürü acaba böyle bir şey midir? Beni bağışlayın, çok câhilim, televizyonum yok,
seyredemiyorum...Televole kültürü başka da Türkiye’yi batıracak hastalıklar ve kötülükler vardır.
1- Lüks ve israf: Son otuz yıl içinde lüks meskenlere, lüks otolara, lüks ev eşyasına, lüks
yazlıklara, lüks giyim ve kuşama bir trilyon dolardan fazla harcadık. Ticaret, sanayi, işletmecilik,
üretim sahalarında kullanmamız gereken Sermayeyi hiçbir işe yaramaz şekilde dondurduk ve
sonunda yerli ve uluslararası faizcilerin kölesi olduk.
2- Eğitimin iflâs ettirilmesi: Dikkat buyurunuz etmesi demedim, ettirilmesi dedim. Alçak ve
popülist politikacılar Türkiye eğitimini batırmış ve bitirmişlerdir. Okullarda genç nesillere üç boyut
kazandırılır: Bilgi ve kültür boyutu... Ahlâk, karakter, aksiyon boyutu... Sanat, estetik, güzellik
boyutu... Bu üçünde de iflas etmiş vaziyetteyiz. Bir toplumu cep telefonları değil, eğitim yüceltir
ve kurtarır.
3- Üniversitelerin köleleştirilmesi, dejenere edilmesi: Üniversiteler ülkenin beynidir, ülkeye ışık
tutan, yol gösteren kurumlardır. Oralarda ilim, irfan, akıl, vicdan, ciddiyet, vakar, bilgelik hakim
olmazsa; onların yerine ideoloji, demagoji, çağdaş dogmatizm, modern hurafeler hâkim olursa
ülke batar, halk perişan olur, devlet ağır yaralar alır. Bana söyleyiniz, dünyanın hangi ileri,
demokrat, hukukun üstünlüğü ilkesini kabul etmiş, millî iradeye ve millî kimliğe saygılı
ülkesindeki üniversitelerde başörtüsü yasağı vardır? Fransa’da mı? Hayır, oradaki
üniversitelerde asla böyle bir yasak yoktur. Dünyanın hiçbir ciddî ve demokrat ülkesinde bizdeki
10 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
gibi bir başörtüsü yasağı yoktur üniversitelerde...
4- Kalitesizlik: Bizde genel bir kalitesizlik vardır. Kalite konusundaki istisnalar kuralı bozmaz.
Politikada kalitesizlik, medyada kalitesizlik, eğitimde kalitesizlik, üniversitelerde kalitesizlik,
mimarlık ve şehircilikte kalitesizlik... İşte bu kalitesizlik bizi batıracaktır.
* Tesettürlü kadın gökkuşağı gibi rengârenk elbiseler ve örtülere bürünmüş... Çok kalitesiz ve
rüküş...
* Lise tatil olmuş gençler okul kapısından dışarıya çıkıyor. Gömleğin üstteki üç düğmesi
çözülmüş, kravat aşağıya indirilmiş, gömleğin etekleri pantolon üzerine çıkartılmış, ceket ele
alınmış... Ne kadar kalitesiz bir kıyafet, ne kadar bayağı bir hal ve hareket...
* Liseli kız okuldan çıkınca eteğini belinden kıvırmış, mini etekli olmuş... Kalitesiz...
* Taksim’de Tünel’e doğru yürüyorsunuz. Bir insan seli akıyor... Kılıklar kıyafetler, konuşmalar,
mimikler, gülüşmeler, gülümsemeler, surat asmalar hep kalitesiz...
* Bir hukukçu, “Laikliği korumak için din ve inanç hürriyeti kısıtlanabilir. Esas olan din hürriyeti
değildir, laikliktir” şeklinde konuşuyor... Kalitesiz.
*Çağdaşın biri feryat ediyor, “İrtica ülkeyi tehdit ediyor...” diye avaz avaz bağırıyor. “İrtica nedir,
târif et, iddialarının gerekçelerini göster” diyorsunuz, ne târif edebiliyor, ne de gerekçe
gösterebiliyor... Kalitesiz..
* Günlük bir gazete, materyalistlerin bile artık eskimiş olarak kabul ettikleri Darvinizmi müdafaa
ediyor, bu teori veya ideolojiyi hak ve doğru olarak gösteriyor... Kalitesiz...
Ah bu kalitesizlik Türkiye’yi batıracak...
İslami ölçülere uyulduğunda aile yapımızda her şey daha rahat ve daha kolaydı. Geleneksel âile
yapımızda herkesin rolü belliydi. Bundan dolayı da fazla sorun çıkmazdı. Teknoloji çağı birtakım
kolaylıklarla beraber insanlarımızın teknik vasıtalarla emperyalistlerce daha kolay esir
alınmasını da beraberinde getirdi. Bu teknolojiyi kötü yönde kullanan emperyalistler,
insanlarımıza istedikleri gibi yön veriyorlar. Emperyalistlerin silah gibi kullandığı medya,
insanlarımızı adeta hipnotize ediyor. Televole programlarını izleyenler, düşünme yeteneklerini
kaybediyor. Lüks tüketim ve ALLAH Teâlâ’nın haram kıldığı israf körükleniyor. İnsanlarımız
obezite oluyor. Genç kızlar ve erkekler, dizilerdeki aktörler gibi birbirlerini aldatmaya
yöneliyorlar. Bu da aile içindeki huzuru yok ediyor. Kanaatsizlik aile içi kavgaları ve
huzursuzlukları büyütüyor. Böyle bir aile yapısı ayakta durabilir mi?
Aile, toplumdaki sevgi, saygı, sadakat, feragat, fedakarlık, sevinç ve sıkıntıları paylaşma,
mücadele ve tehlikelere karşı direnmenin asli unsurlarıdır. Aile bozulursa, toplum ve millet
olarak çöküntü meydana gelir.
Alkolizm, uyuşturucu, kumar, zina, şiddet, aile içi cinsel taciz ve tecavüz gibi ‘kötü
alışkanlıklar’ın ‘aile yapımızın temelini yıkan patlayıcı maddeler’ olduğu gibi bunlar, aile gibi
cemiyeti de imha eden gerçek “kitle imha silahı”na benziyor.
İslâm’ın emirleri gözardı edilmemeli
Aileyi Cenab-ı ALLAH’ın kurmuş ve bunun için de ailenin mukaddes bir kurumdur. Cenab-ı
ALLAH buyuruyor ki:
"Ey insanlar! Hakikat biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi sırf birbirinizle tanışmanız için
büyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki sizin ALLAH katında en
şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır. Hakikaten ALLAH her şeyi hakkıyla bilen ve her şeyden
hakkıyla haberdar olandır." “Anne-babaya ‘üf’ bile demeyiniz”
İslâm’ın emirlerine uymazsak, ailede ve toplumda huzur olmaz. Cenâb-ı Hak:
“Rabbin, sadece kendisine ibadet, kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir
11 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
şekilde emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi de senin yanında yaşlanırsa, sakın kendilerine
“üf” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek alçak
gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: “Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse,
şimdi de sen onlara (öyle) merhamet et” diyerek dua et. buyurmuştur. Cenab-ı ALLAH, burada
anne-babaya nasıl itaat etmemiz gerektiğini anlatıyor.
Burada aileyi Cenab-ı ALLAH kuruyor. Demek ki bizim, yani aile bireylerinin, kadın ve erkek,
anne ve baba ALLAH’a, O’nun gönderdiği peygambere bağlı olmamız gerekiyor. Bunlara
bağlılık koptukça, aile sistemi bozuluyor. Aile bozulunca toplumun huzuru bozuluyor.
Cenab-ı ALLAH’ın “Anne ve babaya “üf” bile demeyeceksin” emrini unutanlar ya da
inanmayanlar, bırakınız üf demeyi hakaret ediyorlar, hatta annesinin kolundaki bileziği almak
için kolunu kesiyorlar. Aile fertlerinde iman olmazsa çocuklar canavarlaşır. Böyle evlat olur mu?
Olmaz. Cenab-ı ALLAH “üf” demeyeceksin diyor, adam annesinin kolunu kesiyor.
Gençler anne-babayı takmıyor!..
Aileyle ilgili bir diğer sorun da, gençlerin evlenme sorunu. Bilindiği gibi yüce İslâm dini meşrû
evliliği kolaylaştırıp teşvik ediyor. Hz.Peygamber (S.A.V.)Efendimiz: "Mahşerde ümmetimin
çokluğuyla övüneceğim" buyuruyor. Bugün gençlerin çoğu evlilik konusunda, ana-babalarını
devre dışı bırakma eğiliminde. Hatta giderek zorlaşan hayat şartlarını bahane göstererek evlilik
dışı hayatı tercih edenler bile var. Böylece; gençlerimiz uyuşturucu ve kötü davranışların kirli
tuzağına düşmekten kurtulamıyorlar.
Ekonomik sıkıntıların kaynağı israf
Aile yapımızı bozan faktörlerden birisi de ekonomik sıkıntılardır. Ekonomik sıkıntıların
kaynağının da israf olduğuna inanıyorum. Ailede hanımın vazifesi ekonomiyi idare etmek, israfı
önlemek. İslamiyet ölçüyü koymuş. Hz.Peygamber (S.A.V.)Efendimiz buyuruyor ki: "Bir hanım
pilav yaparken bir pirinç tanesini dahi çöpe atması caiz değildir" Niçin? Bereket şifa o pirinç
tanesinde ise bir tencere pilav işe yaramayacak. Bir anne besmeleyle mercimek çorbası
pişirirse çocuklarına baldan tatlı gelir. Herkes yorganına göre ayağını uzatacak. Dış etkilere,
nefsin istek ve arzularına göre hareket eden bir aile bireyleri bir arada duramazlar. Ekonomik
denge bozulunca ahlak ve ailede bozulur. Abdullah b. Mes’ud (R.A.) den rivayete göre
Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz buyuruyor ki: "‫=ﻣاﻌاﻞ اﻘﺘﺼﺪ ﻣﻦ‬İktisat eden kimse fakir
düşmez, huzur bulur." Kredi kartları milleti israfa sürükledi. Adam zaruri ihtiyaç diye cep
telefonu alıyor. Modası geçince bir milyara aldığı telefonu 500 milyona satamıyor. Vatanını,
milletini, ALLAH’ını seven israf etmez.
İşte ürküten tablo! Alkollü içki tüketiminde dünyada üçüncü sıradayız!
Her yıl uyuşturucu yüzünden Türkiye’de 350 bin kişi ölüyor. Çanakkale’de vatan için savaşarak
şehit olanların sayısı ise 250 bin kişi. Bu da içki yüzünden ölenlerin, savaşta şehit olanlardan
daha çok olduğunu gösteriyor.
Şu anda Türkiye, alkollü içki tüketiminde dünyada üçüncü sırada. Devlet İstatistik Enstitüsü
verilerine göre ülkemizde 30 milyon tiryaki, 25 milyon alkol dostu, bunların 7 milyonu alkol
bağımlısı, 5-6 milyon da ilaç bağımlısı olduğu biliniyor. Ülkemizde kişi başına düşen alkollü içki
miktarı 15 litre. Türkiye de alkol tüketiminin en fazla olduğu yaş grubunu genç kuşak
oluşturuyor. Ondan sonra çocuk kuşağı geliyor. Yine 839 öğrenci üzerinde yapılan bir
araştırmada Lise çağındaki gençlerin; yüzde 47.7’si sigara, yüzde 35.5’i alkol kullanıyor.
Üniversite öğrencilerinde ise, sigara tiryakilerinin yüzde 66’sını erkekler, yüzde 57.5’ini kız
öğrenciler oluşturuyor."
Nereye gidiyoruz?
Netice itibariyle ne oluyor? Nereye gidiyoruz? Hiç merak ettiniz mi? Toplumumuz ve özellikle
12 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
gençlerimiz arasında boşanmalar, dağılan ve parçalanan aileler, boşanan eşler arasında
perişan bir duruma düşen çocuklar, elem ve üzüntü verici daha birçok olay yaşanıyor. Bu
hususta, gençler üzerindeki baskı ve yönlendirmelerden vazgeçerek, evlilik konusunda da
onlarla daha iyi bir diyalog içine girmemiz lazım. Bu bağlamda hepimize, her anne-babaya ve
bütün toplumumuza büyük görevler ve sorumluluklar düşüyor.
Aile ve toplum uçuruma gidiyor
Kötü alışkanlıklardan alkollü içki kullanımının topluma verdiği zararlar, ilmi raporların verilerine
göre şöyle: "Irza tecavüzlerin yüzde 80’i, Trafik kazası yapanların yüzde 61’i, Yangına sebebiyet
verenlerin yüzde 16’sını alkollü içki kullanan kişiler oluşturuyor. Bu kişilerin almayanlara göre,
16 kat fazla düştükleri ve 30 kat fazla zehirlendikleri acı bir gerçek. Dünya Sağlık Örgütü’nün,
ülkemizin de içinde olduğu 30 ülkeyi kapsayan araştırma raporunda "ortalama vukuat yüzdeleri"
ise şöyle: Cinayetlerin yüzde 85’i, Irza Tecavüzlerin yüzde 50’si, Şiddet Olaylarının yüzde 50’si,
Trafik kazalarının yüzde 60’ı, Eşlerini dövenlerin yüzde 70’i, İşe gitmeyenlerin yüzde 60’ı bu
suçlarını alkollü iken işliyor. Akıl hastanelerinde yatanların yüzde 40 ile 50’sinde Genel
tutuklamaların yüzde 50’sinde alkol temel sebebi oluşturuyor. İntihar olaylarında da alkolün
etkisi içmeyenlere oranla 58 kat daha fazla.
Gelecek nesilleri de etkiliyor
Alkolizm öyle bir illet ki, alkollü içki kullanan kadın ve erkekler sadece kendilerine değil, doğacak
yeni nesillere büyük zararlar veriyorlar. Hamile iken içkiye devam eden annelerin çocuklarına
vereceği zararları şöyle:
Psikolojik sorunlar: yüzde 89, Konuşma bozukluğu: yüzde 80, Doku bozukluğu: yüzde 80,
Saldırgan tavırlar: yüzde 72, Hormonal ve Cinsel bozukluk: yüzde 46, Normalden küçük doğum:
yüzde 98, Duyma bozukluğu: yüzde 41, Göz bozukluğu: yüzde 25, Ortopedik arıza: yüzde 33,
Dudak ve parmaklarda bozukluk: yüzde 91, Cilt ve tırnak arızaları: yüzde 30, Kalp zafiyeti:
yüzde 29.
Bu durumda içkiye devam eden hamile annelerin sağlam çocuk doğurma ihtimali sıfır. Alkol
kullanan babaların hesabı ise bizim bu tablomuzun dışında. Yine AMATEM’in raporlarına göre
"Her yıl 1 milyon çocuğun içkiye başladığı" ifade ediliyor. Yapılan araştırmalar sonucunda:
"Yaşlılık sebebiyle ölü sperm sayısı yüzde 15 iken içki kullananlarda ölü sperm sayısı yüzde 55.
Normal evlilerde, yüzde 9’u çocuksuz iken alkollü içki içenlerde bu oran yüzde 14.
Alkol, ana rahmindeki cenini imha ediyor. Ana rahmindeki çocuk bir zar içinde korunuyor. Bu
zarı sadece 3 şey delip geçiyor. Alkol, frengi mikrobu ve kurşun zehri. Alkollü içki ana rahminde
imha edemediğini, düşüğe sebep olarak zayi ediyor. Alkol alan kadınların yüzde 50’si düşük
yapıyor."
Aileyi bozan alışkanlıklar
İnsanlarda ya ALLAH korkusu, ahirete ve öldükten sonra dirilişe, yaptığı her türlü kötülüğün
hesabını vereceğine dair iman yok, ya da varsa da zayıf. İslami yaşayış noksan. Biz; "Haya
duygusu imandandır" buyuran bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu unutmuşuz. Çünkü
insanlar artık utanmıyor. Genç kızlar ve kadınlar örtülmesi gereken yerlerini açıyor. Sokaklar bu
tür canlılarla dolu. Anayasanın 58. maddesine rağmen içki fabrikaları kurarsanız, teşvik
ederseniz, reklamlarla sevdirirseniz, bu kötü alışkanlıkların önüne geçmek mümkün olmaz.
Anayasa’nın 58. maddesi Devlete gençliğin korunması yükümlülüğünü getirdiğini belirterek
şöyle diyor: “Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar
ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır.” Demekki
gençliğin geleceğini karartmayacaksınız. Bir yılda alkollü içkilere 11 katrilyon para ödersiniz. Bu
para Türkiye halkının tamamının eğitim ve sağlığa harcadığı paradan daha fazla. Alkolik ya da
13 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
kumarbaz bir baba bırakın ailesine bakmayı içki bulmak ya da kumar borcunu ödemek için
namusunu bile satar.
ALLAH’ın ölçülerine uymamız lazım
Huzurlu aile ve huzurlu toplum için: Aslımıza dönmeli, milli ve manevi değerlerimizi gençlere
aşılamalıyız. Aile binamızı ALLAH’ın ve O’nun Sevgili Resulünün koyduğu ölçülere uyarak
kurmamız lazım. O zaman aile de huzurlu olur, toplum da. Arif Nihat Asya’nın Fetih Marşı’nda
söylediği gibi oğlumuzu ‘Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın’, kızımızı da ‘Kızım sen de Fatihler
doğuracak yaştasın’ diyerek motive etmemiz gerekir.
Emperyalist oyunu bozalım
Emperyalist güçler ülkemizin kaynaklarını sömürmek için psikolojik ve kültürel savaş ile bizi
dejenere ediyorlar. Bu savaşta en büyük rolü de medya, sermaye ve misyonerler oynuyor.
Misyonerin asıl parolası şudur: “Anadolu Türklere bırakılmayacak kadar zengin ve bizim vaad
edilmiş vatanımızdır.” Milletimizi manevi değerlerinden yani İslamiyet’ten koparma stratejisini
uyguluyorlar. Bunun için de “Hoş Görü”, “İbrahimi dinler”, “Dinler arası diyalog” gibi sloganlar
kullanıyorlar. Uyanık olalım. Emperyalistlerin oyununu bozalım”
Ahlak dönüşümü sağlanmalı
Özel televizyonların 1990’lı yıllarda hayatımıza girmesinden beri, toplumsal yapımızda bir çok
değişiklik meydana geldi. Amerikanvari yaşam tarzını insanlarımıza dayatan televizyonlar,
zihinlerde yaptığı tahribatla ahlak yapımızı çöküntüye uğrattı. Su gibi para harcanan renkli
eğlence dünyalarını Televole ve magazin programlarıyla evlerimizin içine taşıyan ekranlar, "Ben
de böyle yaşamalıyım” zihniyetinde hiçbir ahlaki kaygı taşımayan bir neslin oluşmasına sebep
oldu. Bu konuda dönüşüm sağlayabilmek için yapılması gereken şey, toplumumuzun çimentosu
olan ahlakı yeniden diriltmek, ruhlarda oluşan erozyonu durdurmaktır.
Günahlardan arınma mevsimi:
ÜÇ AYLAR
ALLAH Teâlâ, mekânlar içinde mukaddes mekanlar; zamanlar içinde de mukaddes zamanlar
yaratmış olup, insanlara rahmetini ve nimetlerini çokça ihsan ettiği belli vakitler, belli mevsimler
vardır. Haftanın günleri arasında Cuma; kameri aylardan olan ve İslâm alemince “üç aylar” diye
bilinen: Recep, Şaban ve Ramazan ayları bu türden feyiz ve bereketi bol zaman
dilimlerindendir.
Şüphesiz bu aylar, dünyanın ağır meşgaleleriyle bunalan ruhlarımızı dinlendirmek ve kulluk
şuuru içinde Yüce ALLAH’ın rahmet ve merhametine sığınmak için çok kıymetli fırsatlardır.
Yüce ALLAH’a bu aylarda yapılacak yakarışlar, tevbe ve istiğfarlar, kalıcı iyilik ve hayırlar,
gönülden paylaşılan sevinç ve kederlerin mükafatı insanlara kat kat verilecektir.
ALLAH’a şükürler olsun ki, 4 Temmuz Cuma günü 1 Recep olup, pek feyizli ve bereketli bir
maneviyat, rahmet ve mağfiret mevsimine yüce ALLAH’ın lütfuyla girmiş bulunuyoruz.
Asırlardan beri bütün Müslümanlar, pek feyizli, bereketli ve birbirinden sevap ve fazilet
bakımından pek güzel ve bir nevi hasat mevsimi olan bu üç aylara erişmenin manevî hazzını
duymuşlar ve hatta birçok mü’min kardeşlerimiz bu mübarek ayları oruçlu geçirmişlerdir. Bu
aylar Müslümanlar tarafından derin bir saygı ve dinî heyecanla karşılanır. Diğer aylara nisbetle
daha çok ibadetle değerlendirilmeye çalışılır. Hemen her Müslüman bu ayların girişi ile bir
hazırlık yapar. Geçmişini gözden geçirerek düzenli bir geleceğe kavuşmanın imkanlarını arar.
Receb, Şaban ve Ramazan ayı, İslâm alemince “mübarek” yani bereketli aylar olarak görülmüş
ve isimlendirilmiştir. Bu aylar gerçekten mübarek aylardır. Çünkü Kurban Bayramı ve Mevlid
Gecesi dışındaki mübarek gün ve geceler bu aylar içindedir. İnsanlık için bir hidayet kaynağı
14 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
olduğunda şüphe olmayan Kur’an-ı Kerîm bu aylardan biri olan Ramazan ayında inmeğe
başlamıştır. İslâm’ın beş temel ibadetinden biri olan oruç da bu aya tahsis edilmiştir. Bu aylarda
meydana gelen dinî olaylar, bu aylara kudsiyet ve hususiyet kazandırmıştır.
Hicrî-kamerî aylardan olan ve dinî duyguların yoğunluk kazandığı, merhamet, şefkat,
yardımlaşma ve dayanışma hislerinin doruk noktaya ulaştığı, hayır ve iyiliklerin arttığı bir zaman
dilimi olan; İslâm alemince de “üç aylar” diye isimlendirilen: “Receb, Şaban ve Ramazan” ayları
hakkında, Enes b. Malik (R.A.) den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Receb ALLAH Teâlâ’nın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan da ümmetimin ayıdır,”
buyurmuşlardır. Hadis-i şerifte Recep ayı için: “ALLAH Teâlâ’nın ayı” denilmesi, bu ayın şerefine işaret içindir.
Aslında bütün aylar, bütün yıllar, bütün zamanlar, bütün mekanlar, bütün varlıklar, bütün
insanlar, cümle eşya her şey ALLAH Teâlâ’nındır. Ama her şey ALLAH Teâlâ’nın iken, “Recep
ALLAH Teâlâ’nın ayıdır” demekten maksat ne?.. Bundan maksat, “Recep ayında ALLAH Teâlâ
Hazretleri, kulları çok afv ü mağfiret ediyor; kulları çok affettiği, tevbe eden kullarını çok
bağışladığı bir aydır.” demek oluyor.
Receb ALLAH Teâlâ'nın ayıdır. Günahları bağışlar, Receb kelimesinin “Re” harfi, ALLAH
Teâlâ'nın rahmetine; “Cim” harfi, ALLAH Teâlâ'nın cömertliğine; “Be” harfi, ALLAH Teâlâ'nın birr
u ihsanına delalet eder. ALLAH Teâlâ Receb ayında, başından sonuna kadar kullarına üç
şekilde izzet ve ikramda bulunur. Bunlardan birisi, az emekle bol rahmet ve bereket; ikincisi,
cömertlikte sınırsızlık, yani bu aya hürmet eden kullarına bol bol vermesi demektir. Üçüncüsü,
cefasız birr u ihsandır ki, iyilik üzerine iyilik, yardım üzerine yardım, bağışlama üzerine
bağışlamadır.” O bakımdan ALLAH Teâlâ’nın kullarına tevbe kapısını, affetme, mağfiret eyleme kapısını açmış
olduğu bir ayın kapısından geçmiş oluyoruz. Demek ki, Receb ayında tevbe edeceğiz, ALLAH
Teâlâ’nın affını, mağfiretini isteyeceğiz. Şaban ayında Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin has
ümmeti olmağa çalışacağız. Ramazan ayında da ALLAH Teâlâ’nın lütfuna ermeye, ümmet
olarak mükâfatları kazanmaya gayret edeceğiz. Enes b. Malik (R.A.) den rivayete göre
Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, Receb ayına girdiği zaman:
“ALLAHümme bârik lenâ fî Recebe ve Şaban ve belliğnâ Ramazan. = Ey ALLAH'ım! Receb ve
Şaban ayını bize mubarek kıl. Ve bizi Ramazana ulaştır.” diye dua ederlerdi. Receb tevbe ayıdır, kullar tevbe eder. ALLAH da receb ayında kullarının tevbesini kabul eder.
Onları affeder, günahlarını bağışlar, amel defteri bembeyaz olur.
Şaban, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin benim ayım dediği bir ay... Tabii biz de, Şaban
ayında Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz hazretlerine bağlılığımızı, sünnet-i seniyyesine
ittibâmızı, O’na salât ü selâmımızı çok yaparak, Şaban ayını da ibadetle tâatle geçirmeğe gayret
etmemiz gerekir.
Ramazan da bizim, Ümmet-i Muhammed'in ayıdır. Ramazanda da gayretimizi son noktaya
getirerek, bu aylarda başlamış olduğumuz güzel çalışmanın sonucunu, ekimin hasadını
almalıyız. Demek ki, bütün bu rivayetlere topluca baktığımız zaman, bu üç aylık devre içinde
insanın Cenâb-ı Hakk'ın sevdiği yola girmesi, tevbe edip ibadetlere başlaması, iyi bir Müslüman
olarak yaşaması, oruçlarla nefsini ıslah edip, iradesini kuvvetlendirip içini dışını temizlemesi,
sevabları kazanması, mübarek bir hayat yaşaması; Ramazana girince de, bunları arttırıp en son
büyük mükâfata erip, dünyada da ahirette de bayrama ulaşması planlanmış oluyor. Kullara bir
imkân ve fırsat olarak bahşedilmiş oluyor.
Receb ve Şaban ayları, rahmet ayı olan Ramazanı karşılayan aylar olup Ramazan ayının
müjdecisidir. Dinimizde ayrı bir değeri olan üç ayların, kişide insanî özelliklerin olgunlaşmasında
15 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
ve iradenin kontrol altına alınmasında rolü büyüktür. Zira Receb ve Şaban aylarının feyzinden
ve bu aylarda bulunan Regaib, Miraç ve Berat gecelerinin rahmetinden istifade yolunu tutan bir
kişi Ramazan ayında ise her türlü kötülükten kendini uzak tutar ve insanî vasıflarının artmasına
gayret eder. Nihayet Kadir gecesinde yapacağı ibadet ve tevbe ile manevî hazza ulaşır.
Bu ayların diğer bir özelliği; mü’minleri her çeşit kir, pas ve günahlardan uzaklaştıran, fazileti
büyük, rahmeti bol, mağfireti geniş ve bereketi sınırsız olan dinimizdeki beş mübarek geceden
dördünün bu aylar içinde olmasıdır.
Gerçekten bu mübarek üç aylarda ardı ardına gelen “Regaib, Mirac, Berat ve Kadir” geceleri,
bin yıllık kızgın, yakıp kavuran hayat çölünde susuzluktan ölmek üzere olan insanların kana
kana su içtiği ilâhi rahmet pınarlarıdır. Bütün bu geceler bir bakıma çöllerde yer yer rastlanan
vahalara benzerler. Kızgın güneş altında ve kum fırtınaları arasında seyahat eden çöl yolcuları
bu vahalarda nasıl dinlenmek, yollarına devam edebilmek için güçlerini yenileme imkanı
bulurlarsa, biz inanmış hayat yolcuları da bu mübarek gecelerde bunalan ruhlarımızı
ferahlandırmış, kalplerimizi, vicdanlarımızı kaplayan gam-kasavet paslarını, kirlerini silmiş; bir
senelik hayatımızın muhasebesini yapmak, günahlarımıza tevbe etmek imkânını elde etmiş
oluruz. Yeter ki bu idrake ve bu şuura ermiş olalım.
Ayrıca; birbiri ardınca gelen mübarek gün ve geceler hayat yolculuğumuz üzerinde konulmuş
birer ikaz levhasıdır. Nasıl ki bir şehirden diğer bir şehire giderken yol üzerinde çeşitli levhalar
ve ikaz lambaları vardır. Bunların görevi yolculuğun salimen seyretmesi içindir. Bu işaretlere
riayet eden canını ve malını korumuş olur. İşaretlere riayet etmeyenler ciddi rahatsızlıklara
uğrarlar. İşte üç aylar, diğer mübarek gün gece ve saatleri ayrı bir anlatımla değerlendirmeliyiz.
Bu anlar bizim kendimize gelmemize ve günahlarımızdan temizlenmemize vesile olmalıdır.
Yaratanımızın bize verdiği fırsatları çok iyi değerlendirmemiz lazımdır.
Bu mübarek üç aylara kavuşmak büyük bir nimettir. Çünkü geçen sene aramızda bulunan bir
kısım akraba, dost ve ahbablarımız yoklar. Biz kendilerine ALLAH Teâlâ’dan rahmet diliyoruz.
Binaenaleyh, bu nimetin kıymetini bilip, ondan faydalanmamız gerekir. Mümkün mertebe oruç
tutmaya gayret gösterelim. Bu ayları tamamen oruçlu geçiren Müslümanların sayısı pek çoktur.
Resûl-i Kibriya (S.A.V.) Efendimiz Hazretleri de bu aylarda tutulan oruçların faziletinden sık sık
bahsetmişler ve kendileri de bu aylarda daha fazla oruç tutmuşlardır.
Abdullah b. Abbas (R.A.): Receb ayında Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin: “Bu, artık orucu
bırakmaz” deyinceye kadar çok oruç tuttuğunu, bazen de, “Bu artık oruç tutmaz” deyinceye
kadar orucu terk ettiğini, haber vermiştir. Bundan anlaşılıyor ki Hz.Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz, Receb ayında diğer aylara nazaran daha çok oruç tutmuştur.
Selman-ı Farisî (R.A.) den rivayet edilen bir hadis-i şerifte: Receb ayında; on rekat ayın
başında, on rekat ayın ortasında ve on rekat da ayın sonunda olmak üzere toplam otuz rekat
nafile namaz kılmanın faziletinden bahsedilmektedir.
Bu namaz günahların bağışlanmasına vesile olur ve bir sene oruç tutmuş gibi sevâba nail eder.
Ve farz olan namazları devamlı kılmaya yardım eder. Bu namaz mü’mini müşrik ve münâfıktan
ayırmaya alâmettir. Bu namazı kılanlar ile Cehennem arasında yetmiş hendek hâsıl olur, her
hendeğin arası yer ile gök arası kadardır... buyurulmuştur. Hz. Aişe Validemiz (R.Anha)dan rivayete göre, Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimizin nafile oruç
tutmayı en çok sevdiği ay: Şaban ayıdır. Ayrıca Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimiz: Ramazan-ı
Şerif ayını daha fazla ibadetle ve yüksek bir ubudiyet, kulluk şuuru ile karşılama hazırlığına
binaen, bu ayda diğer aylara nazaran daha fazla oruç tutmuştur.
Nitekim Hz. Aişe (R.Anha) validemiz şöyle der: Resûlullah (S.A.V) Efendimiz, o derece oruç
tutardı ki, biz; bu, artık orucu bırakmaz, derdik. Bazen de orucu öyle terkederdi ki artık bu, oruç
16 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
tutmaz, derdik. Ben Resûlullah (S.A.V) Efendimizin Ramazan-ı şerif ayından başka hiçbir ayı
tamamen oruçlu geçirdiğini görmedim. Şaban ayı kadar hiçbir ayda çok oruç tuttuğunu da
görmedim. Hz. Peygamber (S.A.V) Efendimizin Şaban ayında çok oruç tutması, ameller ALLAH Teâlâ’ya o
ayda arz olduğu içindir. Üsame b. Zeyd (R.A.) diyor ki:
- Yâ ResûlALLAH! Şaban ayında tuttuğun kadar başka aylarda oruç tuttuğunu göremiyorum,
sebebi nedir? dedim. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de:
- Bu Şaban ayı, Receb’le Ramazan arasında insanların gaflet ettikleri bir aydır. Halbuki o yani
Şaban ayı, amellerin Rabbül-alemin’e yükseltildiği bir aydır. Ben, oruçlu olduğum halde
amelimin yükseltilmesini seviyorum, istiyorum, buyurdu. Diğer bir sebeb: Hz. Aişe (R.Anha) diyor ki: Resûlullah (S.A.V) Efendimiz, Şaban ayının
tamamını oruç tutardı. O’na dedim ki:
- Yâ Resûlellah! Oruç tutmanda, sana ayların en sevimlisi Şaban’dır, değil mi?. Şöyle buyurdu:
– Evet! Çünkü ALLAH Teâlâ, o sene ölecek olan kimselerin hepsinin isimlerini o ayda yazar.
Ben de, oruçlu olduğum halde ecelimin gelmesini seviyorum. Ramazan ayı ise Hz. Peygamber (S.A.V.)Efendimizin "Evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu
cehennemden azad olmaktır." diye haber verdiği büyük bir ayıır. Bu bakımdan Ramazan ayı;
bir müjdeleme, bir uyarma, bir toparlanma, bir daha iyiye gitme ayıdır.
Sahabe-i Kiram hazeratı Şaban ayında Kur’an-ı Kerim’i çok okumaya başlar ve Ramazan-ı
şerife hazırlıklı çıkmaya çalışırlar, bu maksatla işlerini ve halk ile münasebetlerini düzene korlar,
borçları varsa öderler, alacakları varsa alırlar, fakir ve düşkünlere de yardım ederek onların da
gönüllerini hoş etmeye önem verirlerdi.
Abdülkadir-i Geylânî (K.S.) şöyle demiştir: Receb cefayı terk ayıdır; Şaban âmel ve vefa ayıdır;
Ramazan ise, sadakat ve safa ayıdır. Recep tevbe ayıdır; Şaban muhabbet ayıdır; Ramazan
Hakk’a yakınlık bulma ayıdır. Recep hürmet ayıdır; Şaban hizmet ayıdır; Ramazan nimet ayıdır.
Recep ibadet ayıdır; Şaban zahidlik ayıdır; Ramazan ise, ziyadesi ile nimetlere ermek ayıdır.
Recep ayında, iyilikler kat kat artar; Şaban ayında kötülükler kalkar; Ramazan ayında ikramlar
gelmeye başlar. Recep, önce gidenlerin ayıdır; Şaban ortadakilerin ayıdır; Ramazan ise, âsilerin
ayıdır.
Zunnûnî Mısrî (K.S.) şöyle demiştir: Receb âfetlerin geri bırakıldığı, Şaban taatlerin yapıldığı
Ramazan ikramların beklendiği aydır. Bu duruma göre: Bir kimse afetleri terk etmez, taatta
bulunmaz, ikramları da gözetmez ise o kimse zarar etmiştir. Zunnûnî Mısrî (K.S.) bir başka
zamanda şöyle demiştir. Receb ekim, Şaban sulama, Ramazan ise harman ayıdır. Her ekilen
biçilir. Her yapılan işin karşılığı görülür. Bir kimse ekim zamanını boşa geçirirse, harman
zamanında pişmanlık duyar. Âhirette kötülük göreceğinden dünyada beslediği ümitler de hiç
olur.
Salih zatlardan bazısı şöyle demiştir: Sene bir ağaçtır. Receb ayı, senenin yapraklanma
günleridir. Şaban ayı, meyvelenme günleridir. Ramazan ayı ise, senenin meyvelerinin toplandığı
günlerdir.
Şöyle anlatılmıştır: Receb ayı ALLAH Teâlâ’dan gelecek mağfiretlere tahsis edilmiştir. Şaban
özel olarak şefaat ayı kılınmıştır. Ramazan ayında iyilikler kat kat verilir. Bunun için tahsis
edilmiştir. Görülüyor ki Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz ve büyüklerimiz bu aylara ve günlere oldukça
fazla önem vermişler, ALLAH Teâlâ’ya ibadet ve taatte büyük gayret göstermişler ve biz
ümmetlerine güzel örnek olmuşlardır. Bu yüzden ki bu ayların kadr u kıymetini idrak eden ve bu
büyük Rahmetten istifade etmeye çalışan büyük zatlar bu ayları büyük bir canlılık içerisinde
17 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
geçirmişler. Mümkün mertebe oruç tutmuş, Kur’an-ı Kerim okumuş etraflarındaki insanları da bu
güzel hasletlerle donatmaya gayret etmişlerdir. İşte asrın kirine-pasına bulaşmış insanlar,
kainatın alkışladığı böylesi mübarek ayları vesile kılarak bu fırsatları en iyi şekilde
değerlendirmenin yollarını aramalıdırlar. Böylesi günlere bir daha kavuşamama ihtimalini de
hesaba katan bir mü'min nasıl bir devlet ve nimetle karşı karşıya kaldığının farkına varırsa
umulur ki şanına uygun bir şekilde değerlendirir.
Bir de bakın! Sanki daha dün uğurladığımız üç aylar geldi ve yine geçip gidecek. Uyumayalım!
Ömrümüz de böyle gelip geçiyor. Hani dedelerimiz, ninelerimiz! Hani annemiz, babamız! Hani
dostlarımız, kardeşlerimiz! Hani geçen sene aramızda bulunan dost ve ahbaplarımız! Nereye
gittiler? Niçin aramızda yoklar? Unutmayalım ki, onları sinelerine çeken kara toprak yakında bizi
de çekecek... Binaenaleyh bu mübarek üç ayları toparlanmamıza vesile kılarak, Rabbimizin:
“Ey iman edenler! ALLAH Teâlâ’dan korkun da emirleri ifa edin. Herkes yarını, kıyamet günü
için önden ne göndermiş olduğuna bir baksın. ALLAH Teâlâ’dan korkun da yasak edilen şeyleri
terk edin. Çünkü ALLAH Teâlâ, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.” “Kendileriniz için hayırdan ne takdim ederseniz, sizden önce ne gönderirseniz, onu ALLAH’ın
indinde daha hayırlı ve ecrini daha büyük olarak bulursunuz. ALLAH’tan günahlarınızın afvını
isteyiniz. Şüphesiz, ALLAH Gafûr’dur, Rahîm’dir” emrine kulak vererek, ahiret için ne hazırlık
yaptığımıza bir bakalım. Abdullah b. Abbas (R.A.)den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.)
Efendimiz nasihat ettiği bir şahsa şöyle buyurmuştur:
Beş şey gelmeden evvel beş şeyi ganimet bil:
1- İhtiyarlamadan evvel, aciz ve düşkün duruma düşmeden önce, gençliğinin kıymetini bil. Oyun
ve eğlence gibi sonu hüsran olan şeylerle geçirme.
2- Hasta olmadan evvel sıhhatinin kıymetini bil. Din ve dünyana yararlı hizmetler yap.
3- Fakir düşmeden evvel zenginliğinin kıymetini bil. Zenginliğini ekonomik olarak kullan. Malını
ve servetini lüzumsuz yere tüketme, tutumlu ol, cimri de olma.
4- İşin gücün artmadan evvel boş vakitlerinin kıymetini bil. Boş vakitlerini değerlendir. Tembel
tembel oturma, yararlı hizmetler yap.
5- Ölüm gelmeden evvel hayatının kıymetini bil. Düzenli ve tertipli olarak hem dünyan için ve
hem de ahiretin için çalış. Hiç ölmeyecek gibi dünya işlerini yap, yarın ölecekmiş gibi ahiret
hazırlığı yap. Yani, her ikisi için muvazeneli çalış.” Elhamdülillah! İdrak ettiğimiz şu üç ayları güzelce değerlendirebilmek için:
1- Geçmişi iyi bir muhasebe etmeli tevbe ve istiğfarda bulunmalıyız. Üç aylar; insanların
geçmişin muhasebesini yaparak geleceğe azim ve enerji dolu bir şevkle atılma fırsatı
bulacakları, hata ve günahlardan temizlenip, hayırlı ve yararlı işlere yöneleceği bir zaman
dilimidir. Hz. Ömer (R.A.) bir hutbesinde şöyle buyurmuştur:
“Hesaba çekilmeden önce, kendinizi hesaba çekiniz. Amelleriniz tartılmadan önce, kendi
amellerinizi tartınız. Hesaba çekilmek üzere, kıyamet günündeki en büyük arz, huzura alınma
için gerekli güzel hazırlıklarınızı yapınız. O gün huzura alınırsınız, öyle ki size ait hiçbir sır gizli
kalmayacak, bütün sırlar meydana çıkacak.” Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
“Ey insanlar! O gün hesab ve sorgu-sual için huzura alınırsınız. Öyle ki size ait hiçbir sır gizli
kalmayacak, bütün sırlar meydana çıkacak.”
Üç aylar, özümüze dönerek gaflet içinde geçen günlerimizi sorgulama, unutarak ve bilmeyerek
işlediğimiz hatalara tevbe edip bağışlanma dileme, kendimizi ve irademizi yenileme zamanıdır.
İlâhi rıza ve desteği kazanacak işler yapmamız, iç dünyamıza dönüp kendimizi sorgulamamız,
kulluk bilincine ulaşarak dua ve niyazda bulunmamız için güzel bir fırsattır. Felahın gönül ve ruh
temizliğinden geçtiğini unutmayalım. Mükâfatların sınırsız olarak verildiği bu aylarda,
18 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
kalplerimizin, duygu ve davranışlarımızın her türlü kötülükten arınması, dinimiz hakkında sağlıklı
ve doğru bilgimizin artması, aramızdaki sevgi ve bağışlamanın hepimizi kucaklaması için yeni
adımlar atma imkanıdır.
Tevbe, günahla kirlenen ruhumuzu yıkamanın ve yeniden dirilişin ifadesidir, tevbe ruhu
arındırmanın en güzel yollarından biridir. Unutmayalım ki Cenab-ı Hakk'ın bu aylardaki bu
büyük rahmeti, mağfireti ve bağışlaması hiç şüphe yok ki ona talib ve lâyık olanlar içindir. Öyle
değil mi ya? Kusurlarını, günahlarını idrak etmeyen veya edip de bunlarda hâlâ ısrar edenler,
afv ü mağfiret ihtiyacı içinde oldukları halde, tevbe ve istiğfarda bulunmayanlar, mağfiret-i
ilahiyyeye nereden ve nasıl nail olacaklardır? Yapılacak tevbe samimi, gerçek olmalı, bir daha o
günaha dönülmemelidir. Tevbe, dil işi değil; kalp işidir. Tevbe, vücudun bütün azalarının
Cenab-ı Hakk’ın emrine dönmesi demektir. Sözü papağan da söyler, amma idrak etmeden
söyler. Nitekim:
Eylesen tûtîyi ta’limi eder kelimât
Sözü insan olur amma, özü insan olmaz!
denilmiştir. Tûti, papağan demektir. Papağana konuşmayı öğretsen, sözü insan gibi olur, amma
özü insan olmaz, kuştur yine. Papağandır, tabiatı neyse odur. Hâl değişmeli ki, tevbe makbul
olsun. Kul hakkı varsa, mutlaka helâlleşmek gerekir. ALLAH Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile ALLAH'a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin
kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve O’nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde
ALLAH sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından
amellerinin nurları aydınlatıp gider de: Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla;
çünkü sen her şeye kadirsin, derler.” Üç ayları idrak eden herkes, ALLAH Teâlâ’nın:
“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin!
Çünkü ALLAH bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok mağfiret edici, çok merhamet
edicidir.” müjdesinin farkına vararak kendi özüne dönmeli, günah ve kusurlarından dolayı tevbe
etmeli, ibadet ve dua ile Rabbine yakınlaşmalı, ümütlerini canlandırmalı, yeni bir ümit ve
kararlılıkla geleceğe bakmalı, bağışlama ve bağışlanma duygularını güçlendirmelidir.
Bu âyet-i kerimede ALLAH'ın rahmet ve muhabbetinin sonsuzluğu ifade edilmektedir. O'nun
rahmeti her şeyi kuşatmıştır, her insan bu ilâhî rahmetten istifade edebilir. Ancak şu hususa
dikkat etmek gerekir ki “ALLAH'ın rahmetinden ümit kesmeyin” demek, günah işlemeye devam
edin, demek değildir. Bundan maksat, en günahkâr insanların bile tevbelerinin kabul edileceğini
bildirmek, dolayısıyla bir an evvel kötülükten vazgeçip ALLAH’a dönmelerini teşvik etmektir.
Çünkü tevbe kapısı daima açık. ALLAH Teâlâ Hazretleri kulun tevbe etmesini sever. Günahını
itiraf etmesini sever. O’nun için tevbe kapısı açık. Tevbe ederse kurtulur hasılı. Yeterki tevbe
etsin. Cenab-ı Hak buyuruyorki:
“Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse,
bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” Tevbe, sadece belli günahları işleyenlerin başvuracağı bir af kapısı değil, herkesin yapması
gereken bir ibadettir. Çünkü tevbe, ruhumuzu arındırmanın en güzel yollarından biri ve yeniden
dirilişin bir vasıtasıdır. Kur’an-ı Kerim, ameli ne olursa olsun istisna koymaksızın herkesi
tevbeye davet etmekte ve şöyle buyurmaktadır:
“…. Ey mü’minler! Hep birden, bütün günahlarınızdan ALLAH’a tevbe ediniz ki, felaha, kurtuluşa
eresiniz.” Ruhi olgunluğun doruğuna yükselmiş peygamberlerle beşer arasında bu bakımdan fark yoktur.
Egar el-Müzenî (R.A.)den rivayete göre Sevgili Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Ben günde 100 kez tevbe-istiğfar ederim” 19 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
buyururken bu gerçeğe işaret etmektedir. Bu itibarla, idrak ettiğimiz üç ayları eşsiz bir fırsat
bilelim ve hayatımızın son üç ayları gibi kabul edelim. Geçirdiğimiz gün ve gecelerin ömür
yapraklarından birer birer koptuğunu, son üç aylardan bu yana bir yıl daha yaşlanıldığını
unutmayalım. Her anın, her zaman diliminin gereğini yapabilenler, hayatlarının sonunda pişman
olmayacaklardır.
Netice itibariyle, içerisinde bulunduğumuz bu mübarek günlerin kırbaçla dokunur gibi ruhumuza
ihtar ettiği ortak bir hakikat vardır. Hal lisanıyla söylenen bu hakikat şudur:
İman edenler için, ALLAH’ın zikri ve kendilerine inen hakikat sebebiyle kalplerinin ürpereceği,
saygıyla yumuşama zamanı daha gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilen,
üzerlerinden uzun zaman geçtiği için kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan bir
çoğu fasık, yoldan çıkmış kimselerdir.” Büyüklerimizden olan, fakat zamanla eşkıyalık yapan bir çetenin reisi olan Fudayl b. İyaz “K.S.”,
bir gün yüksekçe bir duvarın üzerine çıkmış, aşık olduğu kadını seyrediyor, onunla muhabbet
ediyordu. O sırada biraz ileride bir zat da yukarıdaki ayet-i kerimeyi okuyordu. Fudayl, kırbaç
gibi ruhunda şaklayan:
“Kalplerinin ürpereceği, saygıyla yumuşama zamanı daha gelmedi mi?” ayet-i kerimesini duyar
duymaz kendini yere atmış ve: “O an geldi ya Rabbi” diyerek tevbe etmişti. İşte o an, Fudayl’ın
Hakk’a kavuşma yolunda yeni bir dönüm noktasıydı. Ayet-i Kerime bizi de tevbeye davet ederek
içinde bulunduğumuz şu günlerde geniş mefhumuyla şöyle ihtarda bulunuyor: “Mübarek üç
aylara girdiniz, bir yılınızı geride bıraktınız. Bu elinizdeki son fırsat olabilir. Hâlâ ALLAH’ı
zikrederek ve Kur’an-ı Kerim okuyarak kalplerinizin yumuşama zamanı gelmedi mi?”
Gerçekten bu aylar, duaların ALLAH’a arz edilmesi, pişmanlık gözyaşlarıyla günahların
silinmesi, yapılan ibadetlere verilen sevabın katlanması bakımından büyük bir fırsattır. Bu
günlerde nefis muhasebesi yapılmalı, ana sermayemiz olan ömrümüzün nerede tüketildiği
gözden geçirilmeli, amel defterimize neler yazıldığı, Mahşer günü kurulacak büyük mahkemenin
tek hakimi Yüce ALLAH’ın hakkımızda nasıl bir hüküm vereceği düşünülmelidir. Çünkü Yüce
Rabbimizin ikram ettiği bu dünya hayatını ibadet ve taatla değerlendirmeyenlerin o gün pişman
olacaklarını ve:
“Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!” diyeceklerini, Kur’an-ı Kerim bize haber
veriyor.
Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, hastalık, mal-mülk edinme, yaşlılık, aniden gelen ölüm gibi
engeller çıkmadan, ibadet için eldeki fırsatların güzelce değerlendirilmesini istemiş ve Ebû
Hureyre (R.A.) den rivayete göre şöyle buyurmuştur:
“Yedi şey gelmeden önce, ibadetleri yerine getirmede acele ediniz!
* İnsana her şeyi unutturan fakirliği mi bekliyorsunuz?
* Tuğyan ettirip azdırıcı, taşkınlığa götüren zenginliği mi bekli-yorsunuz?
* İfsad edici, sağlığı bozan hastalığı mı bekliyorsunuz?
* Takati kesen yaşlılığı, aklınızı götürecek ihtiyarlığı mı bekli-yorsunuz?
* Hayatı sona erdiren ani ölüm mü bekliyorsunuz?
* Beklenilen ve ne zaman çıkacağı fark edilmeyen büyük şerri: Deccali mi bekliyorsunuz. Bu
beklenen gaib bir şerdir.
* Yoksa çok ürpertici ve çok acı bir gün olan kıyameti mi bekli-yorsunuz? Kıyamet ise hepsinden
kötü, hepsinden daha acıdır." Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz dindeki ihmali sebebiyle mü'mini tevbih, azarlama üslubuyla,
hayırlı amellerde bulunmakta gecikmemek gerektiğini ders veriyor. Hadis-i şerifte sayılan yedi
hallerden bir kısmı hemen gelebilecek durumdadır. Onlardan biri geldi mi hayır yapma imkanı
20 / 21
Aile Hayatında Huzurun Reçetesi İslâmiyet'tir
Çarşamba, 09 Temmuz 2008 06:49
kalmayacaktır. Öyleyse, bu musibetli durumlar gelip çatmadan elinizdeki fırsatı hayır işlemede
değerlendirin buyrulmuş olmaktadır.
2- Kur’an-ı Kerim üzerinde çalışmalıyız. Kur’an-ı Kerim’i okumasını bilmiyorsak mutlaka
öğrenmeliyiz. Eşimize ve çocuklarımıza öğretmeliyiz. Güvenilir tefsir ve meal okuyarak
mesajları, emir ve yasakları anlamalı; şahsî hayatımıza, ev hayatımıza ve iş hayatımıza
uygulamalıyız. Ramazan-ı Şerif ayında Kur’an-ı Kerim’i mutlaka hatmetmeliyiz. Çünkü
Ramazan, Kur’an-ı Kerim ayıdır. Bu bakımdan bunun hazırlığını şimdiden yapmalıyız.
3- Farz ibadetlerimizi her zamankinden daha dikkatli ve tam yapmalı, borçlarımızı kaza etmeli;
oruç, sadaka, hayır-hasenat, zikir gibi nafile ibadetlerimizin dozajını imkan dahilinde azar azar
artırmalıyız ki Ramazan-ı şerif ayında doruk noktaya ulaşabilelim.
4- Üç aylara girdiğimiz manevi iklimi fırsat bilerek aramızdaki çekişmeleri, kin ve kırgınlıkları,
bertaraf etmeli, elimizi ve gönlümüzü uzanabileceğimiz herkese açmalı, Yüce Dinimiz’in bizden
istediği, sevgi ve gönül huzuru ortamının kurulmasına, kardeşlik ve beraberliğimizin
güçlenmesine, insanî ve ahlâkî meziyetlerin yeniden yeşermesine gayret göstermeliyiz.
Üzülerek belirteyim ki, üç ayların huzur ve maneviyat iklimine, dünyada ve yakın çevremizde
savaşın, şiddet ve terörün, sonu gelmez kin ve ihtirasın, düşmanlık ve ayırımcılığın iyice
tırmandığı ve bütün vicdan sahiplerini adeta acı ve gözyaşına boğduğu, umutsuzluk ve
karamsarlığa sürüklediği bir ortamda giriyoruz. Hiç bir din, hiç bir mezhep ve hiçbir dindar,
masum insanları, kadın ve çocukları, sivil yerleşim mekanlarını, hastane ve mabedleri hedef
alan saldırıları hiçbir gerekçeyle ve kimden gelirse gelsin onaylayamaz. Hepimize düşen asıl
görev barış ve huzuru, hoşgörü ve sevgiyi herkes için ve her zaman içtenlikle savunmak,
herkesin gözü önünde cereyan eden bu insanlık dramının sorumlularını teşhis ederek ve
kınayarak kavga ortamına sürüklenmeye fırsat vermemektir.
Bu duygu ve düşüncelerle bu mübarek üç ayların aziz milletimizin ve bütün İslâm aleminin birlik
ve beraberliğine vesile olmasını, insanlığın ortak huzurunu tehdit eden terör ve şiddetin, savaş
ve düşmanlığın yerini birbirimizi olanca farklılıklarımızla severek ve sayarak barış içinde yaşama
sorumluluğunun, barış ve huzurun almasını, bu mübarek üç ayların Rabbimizin istediği mânâda
ihya edilmesini, değerlendirilmesini ve bu mübarek üç ayların mü’minlerin mağfiret-i ilahiyyeye
nail olmalarına vesile olmasını ve bütün İslâm alemine birlik ve beraberlik; insanlık alemine de
barış ve huzur getirmesini Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum.
21 / 21

Benzer belgeler