Basın - Kolektif Kitap

Transkript

Basın - Kolektif Kitap
 Hayali Söyleşiler Freud: Hayatı ve Düşünceleri, 1856-­‐1939 D. M. Thomas Önsöz: Edward de Bono Çeviren: Gonca Gülbey Kolektif Kitap “Freud, var olmasaydı, onu icat etmek zorunda kalacaktık.” Günümüze, hatta günlük hayatımıza şekil veren, tanıdığımız ya da tanıdığımızı sandığımız pek çok ismi acaba gerçekten tanıyor muyuz? Onların eserlerini okumak, haklarında fikir edinmemizi sağlasa da, bir yandan da onlarla aramıza bir mesafe koymuyor mu? Gerçekte birini tanımanın en iyi yolu, onu yine kendi ağzından dinlemek değil mi? Eğer bize bir şans verilseydi ve artık aramızda olmayan bu isimlerle sohbet imkanı bulsaydık, onlara neler sorar, nasıl yanıtlar alırdık? İşte bu sorulardan yola çıkarak hazırlanan Hayali Söyleşiler, dünyaya şekil veren bu kişileri daha yakından tanımamızı sağlamayı amaçlıyor. Serinin konukları olan Freud, Picasso, Einstein ve Shakespeare, hayatlarına ve onlarla ilgili gerçeklere dayanılarak hazırlanan cevaplar ile bize kendilerini anlatıyorlar. Böylece okura onları kendi ağızlarından tanıma fırsatı sunuyor. Hayali Söyleşiler serisinin konuklarından Freud, her zaman tartışmalı bir isim olsa da, inkar edemeyeceğimiz kadar önemli, hayatımıza damgasını vurmuş bir isim. Kitabın önsözünü yazan Edward de Bono, kendisi de tanınmış, düşünme ve düşünme biçimleri üzerine yaptığı çalışmalarla çığır açmış bir doktor ve psikolog. Onun satırlarından, Freud’un dünyayı değiştiren yüzünü öğreniyoruz. Freud’dan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını, onunla beraber hayatımıza giren düşünce biçiminin bizi yeniden şekillendirdiğini söyleyen de Bono, Freud’u doğruları ve yanlışları ile ele alıyor. Freud’u bir bilim insanından çok, bir şair gibi gören psikolog, Freud’un bize inanabileceğimiz hikayeler sunduğunu, onu bilim ile şiir, psikoloji ile büyü arasında duran bir fenomen olarak değerlendiriyor. Freud’u tanıdığınızı mı sanıyorsunuz, belki de o kadar tanımıyorsunuz, çünkü onu D. M. Thomas’ın gözüyle görmeden emin olmamak gerekiyor. Kitabın yazarı D. M. Thomas, bir insan ve edebiyatçı olarak, hiç saklamadığı bir sevgiyle Freud’u ele alıyor. Cüretkar olmaktan zerrece korkmadan, neredeyse neşeli ve kesinlikle eğlenceli bir söyleşiye imza atıyor. Yazdığı romanların karakterleri arasına Freud’u katacak kadar güveniyor yazar Freud’a... Nitekim 1981 yılında yayınlanan Beyaz Kale adlı romanında da hikayenin anlatımını ona teslim ediyor. Hayali Söyleşiler, Freud: Hayatı ve Düşünceleri’nde Freud ile tanışmak isteyenleri, onu yeniden keşfetmek isteyenleri aslında kendi sevdiği Freud ile tanıştırıyor, bunu da edebiyatçı yönünü esirgemeden yapıyor. Kitap, Freud’un kısa bir hayat hikayesi ile devam ediyor. İlk yılları, öğretim hayatı, evliliği, savaş zamanı ve meslektaşlarının yanı sıra, yenilikçi fikirlerinin oluştuğu koşulları kısa ve zevkli bir biçimde aktaran bölüm sonunda, “Şimdi artık konuşma zamanı” diyerek, söyleşi bölümüne geçiyor. Kitapta seçilen on iki konuya ilişkin soruya, Freud ile ilgili gerçeklere sadık kalınarak cevaplar oluşturulmuş. Çocukluğu, cinselliğin kökenleri, Oedipus kompleksi, konuşma terapisi, rüyalar, kurt adam vakası, sanat ve edebiyat, Carl Jung, Dora vakası, kadınlar, Yahudi olmak, ölüm arzusu ve mutluluk üzerine sorulara Freud, özgürce cevap veriyor. Yazarın hayal ettiği muhabir ile yer yer terapiye varan konuşmalarda, birlikte puro ve içki içiyor, muhabirin rüyasını yorumluyor, hatta yer yer de sorduğu sorulara sinirlenerek muhabiri azarlıyor. Arka Kapak: Tarih boyunca hayatımızı anlamlı kılmak adına insanlar açıklamalar aradı. Önce büyü ve din vardı; sonra bilim geldi ve bunların ikisi arasında bir yerde Freud vardı. Voltaire’in Tanrı için söylediğini, Freud için de söylemek mümkün. Freud olmasaydı, onu icat etmek gerekecekti. Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud, çatışmalara yabancı değil. İnsan gelişimi, arzular ve cinsellik üzerine devrim niteliği taşıyan teorileriyle çoğu insanı şoka uğrattan Freud, bugün kendi üzerimize düşünme biçimimizi tamamen değiştirdi. Hastalarıyla olduğu kadar, depresif durumdaki kendi zihni üzerinde de çalıştı, eylemlerimizi, güdülerimizi ve kaygılarımızı, çocukluk dönemi cinselliği ve yüceltme gibi devrim niteliği taşıyan teorilerle açıkladı. Teorileri insanları şaşırttı, canlarını sıktı, bir o kadar da meraklarını uyandırdı. İnsanın bilinçaltının derinliklerinde seyahat eden Freud’un çalışmaları bilimsel olduğu kadar şiirseldi de; insanların inanabileceği hikayeler yarattı ve bu hikayeler gerçekten sağaltıcı değere sahipti. Bu kitapta, büyük bir romancı, insan zihninin gözüpek bir kaşifi ve büyük bir maceracıyla buluşuyor. Ve bu karşılaşma bizi, modern çağın en özgün ve en gözü pek dehalarından birinin zihninde ayrıcalıklı bir yolculuğa çıkarıyor. Okuyucuya not: Bu kitaptaki söyleşiler tamamen hayal ürünü olsa da biyografik gerçeklere dayanarak hazırlandı. Söyleşiler, kurgu bir Sigmund Freud ile hayali bir muhabir arasında geçiyor. Konuyla ilgili bir önsöz ve giriş yazısının ardından, Freud’un kısa ve gerçeklere dayanan özgeçmişi yer alıyor. Bu eser Freud’un mirasçıları tarafından gözden geçirilip onaylanmamıştır. Yazar biyografisi: D.M. Thomas İngiltere’nin Cornwall bölgesinde dünyaya gelen yazar, doğduğu yerlere dönmeden önce Avustralya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşadı ve çalıştı. 1981 yılında yazdığı romanı Beyaz Otel’i yazana kadar, daha çok şiirleri ve Akhatova, Puşkin, Yevtuşenko’dan yaptığı çevirilerle tanındı. Anlatıcısının Freud olduğu romanı çok satanlar listesine girdi, 30 dile çevrildi. Toplam on beş romanı olan yazar, Beyaz Otel ile Los Angeles Fiction; Nobel ödüllü Rus yazar Alexander Solzhenitsyn biyografisi ile Orwell; şair olarak da Cholmondeley ödüllerine layık görüldü. Edward de Bono Kavramsal düşünce ve öğrenilmesi mümkün bir beceri olarak düşünme gibi alanlarda uluslararası otorite kabul edilen bir psikolog ve tıp adamı. 1960’lı yıllarda çok yönlü düşünme kavramına öncülük etti. Bugün de bu alanda dünyanın her yerinde dersler vermeye devam ediyor. Edward de Bono, altmıştan fazla kitap yazdı ve yirmiden fazla dile çevrildi. Önsözden: Hoşumuza gitsin ya da gitmesin, bugün kendimizi ve birbirimizi değerlendirme biçimimiz üzerinde Freud’un kaçınılmaz bir etkisi var. Onu durumları izah edenlerin ustası, şiir ve bilim, psikoloji ve büyü arasında duran bir fenomen olarak değerlendirmek durumundayız. Edward de Bono Giriş yazısından: Bana sıklıkla “neden Freud”, “neden ondan bu kadar etkileniyorsun” diye soruluyor. Etkilendiğim açık, The White Hotel ve Eating Pavlova adlı romanlarımın ikisinde de Freud ana karakter ve anlatıcı... Zamanın ötesindeki bilinçaltında, insanın hala sigara içebildiği görkemli bir kafede onunla buluşma davetine nasıl karşı koyabilirdim? Onun ruh üzerine yaptığı modelleme, bilimsel kesinlik yerine, zengin şiirsel bir metafora dayalı olsa da, bu Freud’un büyüklüğünü azaltmaz. Diğerlerinden daha hatalı durduğunda daha aydınlatıcı, çünkü o yüzyılların bilgeliğine sahip. Freud, antik mitlerden ilham alıyordu ve kendisinden daha önce bilinçaltını keşfettiklerini söylediği Shakespeare ve Dostoyevsky gibi yazarları çok seviyordu. İnsanın bilinçaltının derinliklerinde seyahat eden Freud en yaratıcı, en heyecan verici çalışmalarını yaparken, kendisinin “bir bilim insanı, gözlemci, deneyci ya da filozof” olmadığını biliyordu. “Ben mizacım gereği bir kaşiften, bir maceraperestten daha fazlası değilim.” İşte, benim sevdiğim Freud bu! D. H. Thomas Hayali Söyleşiden: Freud: Günaydın, sevgili dostum! Eminim iyi uyumuşsundur… Ah, ne kadar da naziksin… Bir paket Don Pedros! Bunların en sevdiğim purolar olduğunu nereden bildin? Hayali muhabir: “Freud” ve “purolar” yazdım, şeye… Her neyse, öğrenmek zor olmadı. Teşekkür ediyorum. Orta yaşlarında gördüğün şu rüyayı düşünüyordum. Şöyle bir özetleyelim bakalım… Katedralde bir piyano resitali dinliyordun. Piyanist genç ve tombul bir kadındı ve piyanonun tuşlarına çekiçle döver gibi acımasızca vuruyordu. Ara verildiğinde, piskopos çıktı ve bu kadının şair S.T. Eliot’un gayri meşru kızı olduğunu, Canterbury’de doğduğunu ve tezgahtarlık yaptığını açıkladı. Kadının adının “Lees” değil, “Orchard” olduğunu da söyledi. Bunun üzerine kadın zayıflamış ve çekici biri olarak, piyanoyu baş döndürücü bir hafiflikle çalmaya başladı. Sense kendini rahatlamış hissediyor, keyifle dinliyordun. Doğru hatırlıyorum, değil mi? Eliot T.S. olacaktı, S.T. değil. Ama sizin versiyonu sevdim, çünkü “toilets” kelimesinin tersten kodlanışını andırıyor. Aha! Freudiyen dil sürçmesi, kendisi bir keresinde Bir Yanılsamanın Geleceği (The Future of an Illusion) kitabımı çok ağır eleştirmişti. Şimdi… Rüyalar, arzularımızı gerçekleştirmeye çabaladığımız alanlardır. Uyku sansürü azaltır ve böylece bastırılmış istekler derinlerden su yüzüne çıkar. Ancak uykuda bile tam olarak rahatlamayız, bu yüzden bir uzlaşmaya varılır, rüya gerçeği kısmen açığa çıkarır, kısmen de gizler. Senin rüyan, hafızandaki iki önemli ismi ortaya çıkarmış: Bekar ve tombul öğrencin Lees ile annen ve babanla beraber köy konserlerinde şarkı söyleyen bir soprano olan Ida Orchard. Audrey Orchard. Rüyanın şiirsel becerisine hayran kaldım. Daha da zekice olanı meyve bahçesi anlamına gelen “Orchard” yeniden doğuşun güçlü bir sembolüyken, “Lees” şarap tortusu anlamına geliyor, ama aynı zamanda Bayan Orchard tarafından temsil edilen anneni de akla getiriyor. Hoş bir kadın, annenle aynı yaşta bir soprano. Rüyaların genel özelliğidir bu, her şeyi bir araya sıkıştırmak... Rüya bir hayli tasarruf ederek karma bir figür ya da görüntü yaratır. Bayan Lees-­‐
Orchard sana o katedrali ilk kez gösteren kişi olan anneni temsil ediyor; aynı zamanda o dönemde metresin olan kadını. Penis/piyanist ikilisi, eğlenceli bir sözcük oyunu olmuş, ayrıca eminim sevgilin çok hassas dokunuşlarla senin tuşlarınla oynuyordu… Ama zaman zaman da sana soğuk davranıyordu, çünkü “öteki kadın” olmaktan nefret ediyordu; bazen ilişkinin sadece “tortusunun (lees)” kaldığını düşünüyordun. Rüyada her bir öğe, hayatındaki pek çok unsuru bir arada kapsar. Resital, cinsel hayatını temsil ediyor, ama diğer taraftan sen kendin de sanatçısın, bir şairsin; bu da Eliot göndermesi ile ortaya çıkıyor. Çünkü hayatının bu iki alanında da yenilenmeye ihtiyaç duyuyordun. Büyük bir şairin gayrı meşru bir çocuğu olduğunu görmek, beni yazılarımda risk almak ve birilerini öfkelendirmekten endişe etmemek konusunda cesaretlendirdi, bunu şimdi anlıyorum. Yani mükemmel bir rüya! Anne, sevgili ve sen, bir şeylerin tortusu olmaktan çıkıp, meyve bahçesine dönüşüyorsunuz! Annenin parmakları, bebekken sana dokunduğunda seni heyecanlandıran o yumuşak, esnek parmaklara dönüşüyor. Sana zorluk çıkaran sevgilin, evli bile olsa, şair bir sevgilisi olduğu için ne kadar şanslı olduğunu anlıyor! Hem yatakta hem edebiyat hayatında yeniden enerjiyle doluyorsun. Bu rüyanın seni mutlu etmesine şaşırmamak lazım.