20.10.2014

Transkript

20.10.2014
1
Kürd sinemasında kadın
SÖYLEŞİ
Olmak
ya da
olmamak
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:24 - 20 - 26 Ekim 2014
basnews.com
Sayfa 14
Pencwînî:
PKK - PDK
kaderimizi
değiştirir
Sürgünde Kürd
Parlamentosu Kurucu Üyesi ve halen
KNK üyesi olan
Pencwînî ile IŞİD’in
ortaya çıkışı, amacı
ve uluslararası
konjonktürde Güney Kürdistan’da
olası bağımsızlık süreci ve Türkiye’de
yürütülmekte olan “Çözüm Süreci”
üzerine konuştuk. Sayfa 12-13
Kadın haberciler
başka dil
oluşturmalı Sayfa 11
Herkes ulusal
temelde birleşmeli
Eski HEP Mİlletvekili Mehmet Emin
Sever, BasHaber’e
Kobanê ve ulusal
birlik konusunda
değerlendirmelerde
bulundu. Sayfa 8
Asmin: Diasporada
‘Alamancı’ tiyatro Say
fa 15
Bağımsızlığın
şarkıcısı, Aras Koyî
Sayfa 16
Kobanê ulusal birliğe vesile
K
obanê’nin düşmesi tehlikesi üzerine Duhok’ta biraraya gelen Rojavalı
siyasi partilerin ortak bir siyasi komite
ve ortak güç kurma konusunda anlaştığı
bildiriliyor. Suriye Kürd Ulusal Meclisi
(ENKS) ve Demokratik Toplum Hareketi (TEV–DEM / PYD) temsilcileri Rojava’daki gelişmelerle ilgili Kürd güçlerinin
ortak tavrını ele aldı.
KBY Başkanı Mesud Barzani, “Kürdistan Bölgesi olarak Rojava’da oluşacak
ittifaka her türlü desteği sunmaktan geri
kalmayacağız. Kobanê’deki direniş, her
türlü takdiri hak ediyor” dedi.
Toplantıya eşit ağırlıkla katılan taraflar
arasında kurulması kararlaştırılan ‘ortak
siyasi komite’ 6-10 kişiden oluşuyor. Bu
mekanizmanın görev ile yetkileri üzerine
ve kurulacak ortak askeri gücün mahiyetiyle ilgili konuların görüşülmesine de
devam ediyor. Kürdistan Parlamentosu
da, Rojava’nın yönetim biçimine destek
vereceğini karara bağladı.
Barzani toplantıda Rojavalı güçlerden
ortak tutum ve tavır sahibi olmalarını ve
bu temelde uluslararası toplumla ilişkilenmeyi isteyerek, “Rojava’da Kürdler ortak karar ve birlik sahibi olursa KBY her
türlü yardımı sunmaya hazırdır’’ dedi.
PYD Eşbaşkanı Salih Müslim de,
Kobanê eylemlerinin
düşündürdükleri
MİTHAT SANCAR
s03
Cinnetin ardından
MESUT YEĞEN
s07
Barzani’nin talebi üzerine toplandıklarını, Kürd siyasi partilerinin oluşturduğu
ortak komisyonlar kurulacağını söyledi.
Barzani, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Tony Blinken’i de Müslüm
ile görüştürdü.
Kürdistanlı şahsiyetler, Kürd parti ve
örgütlerin bir an önce aralarındaki sorunları bir tarafa bırakarak IŞİD tehlikesine karşı biraraya gelmeleri çağrısında
bulunuyor. BasHaber’e konuşan siyasetçiler, Kobanê ve Şengal işgalinin Kürdler
için tarihi bir fırsata dönüştüğünü, Kürd
siyasetinin bu durumdan faydalanması
gerektiğini talep ediyor.
Sayfa 2-3-4
IŞİD’in yaratıcı yıkım
stratejisi
BİLAL SAMBUR
s07
Rojava için ne gerekiyorsa yapmaya hazırız
KBY Başkanlık Divanı Rojava Masası
Sorumlusu Hamid Derbendi, KBY Başkanı
Mesud Barzani liderliğinde TEV-DEM, ENKS
ve Rojava’nın diğer siyasi partileri arasında
devam eden toplantı için; “Bu toplantılar ileriki günlerde Kürdistan’ın diğer parçalarındaki
ilişkiler için önemli adım olacak. Bütün Kürd
halkı bundan olumlu sonuç bekliyor” dedi.
Toplanmayı Mesud Barzani sağladı
Rojava’nın siyasi partileri arasında birkaç gün-
dür Duhok’ta devam eden
toplantının sonuçları hakkında BasHaber’e konuşan
Hamid Derbendi, şunları
söyledi: “Başkan Barzani,
Rojava’nın tüm parti ve
oluşumlarını toplantıya
çağırdı. Kürdistan’ın şu
anda yaşadığı durumdan
dolayı bu toplantıdan
olumlu sonuç alacağımız-
dan umutluyum.”
Derbendi, Rojava’nın
durumunu hatırlatarak,
amaçlarının TEV-DEM ve
ENKS arasında ortak bir
yolun bulunması olduğunu
söyledi. Toplantılarda ortak
bir ordunun kurulması konusunun da konuşulduğunu
belirten Derbendi, bu konuda da bir karar alınabileceği-
ni ifade ederek şöyle dedi: “Rojava’da birliktelik sağlanırsa diğer parçalar üstünde de olumlu
hava oluşur ve Ulusal Kongre’ye de pozitif etki
eder. Barzani aracı olarak bulunuyor ve Rojava
partilerinin ortak paydada buluşmaları için
çaba sarfediyor.” Derbendi, toplantının Rojava
ve Güney arasındaki sorunlar için değil, TEVDEM ve ENKS arasındaki sorunların aşılması
için yapıldığına da dikkat çekerek, bu toplantdan olumlu sonuçlar alınırsa, diğer parçalardaki oluşumlara da yansıyacağını söyledi.
02
MANŞET
BasHaber
20
- 26 Ekim 20142
SÖYLEŞİ
MANŞET
BasHaber
20 - 26 Ekim 2014
3
SÖYLEŞİ
Kazanımları korumak için koşulsuz birlik
Kobanê kuşatması ve Kürdistan’da IŞİD saldırıları ardından
gelişen Kürd güçleri arasındaki ortak güç kurma ve Rojava’ya
ortak müdahale girişimleri, Kürd siyasetinde yeni bir gündem yarattı. Kürdlerin Rojava ve Güney’deki kazanmımlarının tehlikeye girmesi üzerine Kürd kamuoyunun parti ve
örgütlerden ortak durmaları konusunda beklentileri oluştu.
Başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin de IŞİD’e karşı
Kürd partilerle birlikte davranmaları yolundaki baskılarını
Kürdler için tarihi fırsat
Mahmut Osman / Irak Meclisi
Kürdistan Listesi Parlamenteri:
Kuşkusuz IŞİD’in Güney Kürdistan’da
Şengal, Maxmûr ve diğer yerler ile Batı
Kürdistan’da özellikle Kobanê saldırılarından sonra ulusal birlik konusunda
Kürdler birbirlerine ne kadar muhtaç
olduklarını gördüler. Bu süreçten sonra
Kürdler için en hayati olan şey bu kritik
şartlar altında tarihin onlara farz ettiği
rollerini oynamaları ve kendi birlikleri
için aralarındaki husumetleri bir kenara
bırakmalarıdır. Bu süreç Kürdlerin önüne
bu hayati görevi koymuştur. Bugünkü
şartlar, Kürdler için büyük fırsatlar sunmaktadır. Bütün Kürdler de Kürd taraflarından bu tarihi sorumluluklarını yerine
getirmelerini beklemekte. Bütün Kürd
tarafları bu titizlikle bu rollerini yerine
getirmeye yoğunlaşmalı ve birbirlerini
karalama, kötüleme gibi tavırlardan uzak
durmalılar.
Erbil toplantılarından umutluyuz
Hêvî Mistefa / Efrîn Kantonu Eş
Başkanı: IŞİD saldırılarının temel hedefi
sadece Rojava veya Güney Kürdistan
değil, bir bütün Kürd kazanımlarıdır. Bu
saldırıyı Kürdlerin 21. yüzyılın başında
özgürleşme evresine giren Kürd kazanımlarının bertaraf edilmesi olarak değerlendirmek gerekir. Bu anlamda bu saldırılar
ve Kobanê özelinde oluşan bilinç Kürdlere şunu öğretmiştir ki Kürdler birbirlerini
tamamlayan parçaların bütünüdür ve bu
parçalar biraraya gelince çok daha etkili
ve güçlü oluyorlar çünkü acıları birdir ve
tavırları da bir olmalıdır. Artık sınırların
Mahmut Osman
Kobanê kaybederse Erbil kaybeder, Erbil kaybederse
Amed kaybeder. Bunların hepsi birbiri ile bağlantılıdır. Ve bu kadar tarihi bir dönem de bugün birliği
güçlendirip birlikte savunmayı güçlendirmekten
başka bir yol yok.
Kürdlerin geleceği açısından ortak savunma
hattının birçok yönü var. Askeri, ekonomik, sosyal,
siyasi diplomatik yönleri var. Halkların bu coğrafyada yaşayan birlikte dayanışması var. Ve önümüzdeki dönem birlikte stratejisini çizmesi gerekiyor.
Ve baktığımız zaman bu ancak bir ulusal kongre ve
konferansla çözülebilir.
artması üzerine PYD yöneticileri Kürdistan Hükümeti ile
temas kurarak, 2012 yılında yapılan ancak yaşama geçmeyen
Erbil Mutabakatı ve Kürd Yüksek Konseyi’nin yeniden işlev
kazanması için girişimde bulundu. Duhok’ta Barzani başkanlığında yapılan toplantıda ortak bir Kürd gücü kurulması
konusunda anlaşma sağlandığı bildiriliyor. BasHaber, farklı
kulvarlardaki Kürd politik şahsiyetlere Kürdlerin birlikte
davranmaları konusundaki fikir ve önerilerini sordu:
Kürdleri birbirinden ayırma rolü kalmamıştır ve Kürdler zihinlerinde bu algıyı
kırmıştır. Dünyaya da teröre, gayrı insaniliğe ve kadın düşmanlığına karşı etkin
bir mücadele yürüten tek gücün Kürdler
olduğu gösterilmiştir. Ulusal birlik açısından oluşmuş bu bilinci pratiğe dökmek
için Erbil’de gerçekleşen toplantılardan umutluyuz ve oluşan bu bilincin iç
çekişmeleri bastırmasını ortak savunma
mekanizmalarıyla bunun taçlandırılmasını umut ediyoruz.
Müşterek bir güce ihtiyaç var
Nizamettin Taş / PYD Genel
Başkanı: Yeni bir bakış açısına, Kürdlerin ulusal çıkarlarını koruyacak dostluk
esprisini esas alan bir yaklaşıma ihtiyaç
var. İlk yapılması gereken PKK’nin Batı
ile düşmanlığa son vermesidir. İdeolojikpolitik dogmalarla Ortadoğu’nun tahlil
edilmesi, değerlendirilmesi mümkün değil. İkinci olarak anlaşıldı ki Kürdler hiçbir parçada IŞİD’e ve diğer düşmanlarına
karşı gereken güce sahip değil. Bu nedenle müşterek bir güce ihtiyaç var. Güney’i
korumak için bütün Kürdlerin birlikte
hareket etmesi, savunma stratejisini birlikte geliştirmesi gerekiyor. Kürdistan’ın
dört parçası birbirine muhtaçtır, birlikte
hareket etmek ve birlikte savunma yapmak zorundalar. Bu nedenle hem askeri
hem siyasi ortak bir mekanizmaya ihtiyaç
var. Ulusal Kongre gerçekleşmiş olsaydı
bunun bir yürütmesi ve denetiminde
müşterek askeri bir güç oluşmuş olsaydı
bu kadar tehlikeli durumlar doğmazdı.
Partiler arası çelişkilerden dolayı bu
gerçekleşmedi. Önümüzdeki dönemde ilk
Hêvî Mistefa
yapılması gereken şeylerden bir tanesi de
bunun gerçekleşmesidir. PKK hala bütün
partileri kendi tekeline almak istiyor
bunlar bu çağda hayata geçecek dayatmalar değil. Kimse de bunu kabul etmez.
Dolayısıyla ulusun çıkarlarını esas alan
ulusalcı bir yaklaşıma ihtiyaç var. Kobanê
tecrübesi onlara da ders vermiştir. PKK
biraz esner ve müşterek bir ordu kuruluşuna izin verirse belki ileride Ulusal
Kongre’nin gerçekleşmesi için yeni bir
zemin de teşkil edebilir. Herşey PKK’nin
alacağı tavra bağlıdır. Öbür taraftan
IŞİD’in saldırıları Kobanê’deki trajedi belki biraz herkesin aklını başına getirmiştir.
ABD de ‘birleşmezseniz destek sunmam’
gibi bir tavır içerisinde. Bu PKK’yi belki
o katı tutumundan vazgeçirip, caydırıcı
olabilir. Güney daha ulusal birlikten yana
tavır takınıyor. Güneyli partiler arasında
da çelişki var. Fakat saldırı olduğunda
herkes hemen birleşiyor. Kendi aralarındaki çelişkiyi bir tarafa atıyorlar. PDK,
Goran burada düşmana karşı birleşiyor
ortak hareket ediyor.
İran’da bile şu ana kadar Kürdlerde
bir hareket yoktu. Kürdler orada hiçbir
yürüyüş yapamıyordu ama bakın şimdi
her parçada ayakta. Bunlar parti desteği
değil, Kürdler ölüm kalım mücadelesinde
ulusal davasına kendi ülkesinin topraklarını savunmak için yürüyüşler yapılıyor.
Alınması gereken mesaj budur.
Partilerin halkın talebini olduğu gibi
kabul etmesi gerekiyor. Her parçada
yürüyüş var. Bu ulusal talep uğruna bir
yürüyüştür. Bunu böyle anlamak gerek.
Bazı şeyleri açık olarak ancak pratikte
görebiliriz. Kobanê için ortak müşterek
Mehdi Zana
ordu kurmak için Duhok’ta bir toplantı
yapılıyor. Eğer o toplantıda olumlu bir
sonuç çıkarsa bu önümüzdeki döneme
ilişkin atılmış önemli bir adım olur. Yine
sürünceme de kalır ve pratiğe geçmezse
o zaman tecrübe alınmadığı da ortaya
çıkar. Bütün partilerin de bundan tecrübe
edinmesi ve bu temelde kendi siyasetlerini gözden geçirmesi gerekiyor.
Kürdler birleşirse IŞİD’i yenebilir
Mehdi Zana / Diyarbakır Eski
Belediye Başkanı: Kürdler bir araya
gelirse IŞİD onların üstesinden gelemez.
Dünya da hiçbir yerde onlar kadar insani
davranan bir halk yok başka ırklara karşı.
Ve dünya da baskı altında olan tek halk
Kürdlerdir. Dünya tarihi Kürdistan’dan
başlamıştır, insanlık oradan yayılmıştır.
Ama herkes kendi çıkarına bakıyor. İnsan
hakları demokrasi bunların hepsi numaradır. Bütün mesele halkların birbirine
girmesidir. Şimdi Kürdler birliğe gidiyor
en büyük müjde de odur. Kürdler birbirine girmedi mi hiçbir güç onlarla başa
çıkamaz. Çünkü onların hakkıdır, onların
toprağıdır, evleridir, kendileridir.
Bu toplantılardan Kürdler için nasıl bir
yol yöntem çıkacağını onlar bilir. Bu işin
içinde olan örgütler bilirler bunu. Ama en
önemlisi Kürdlerin birliğidir. Onlar birlik
olduktan sonra her şey halledilecek. Diğer
ırkların üzerindeki baskılarında önü
kesilmiş olacak. Yalnız Kürdlerin üzerindeki baskıların değil. Çünkü çok oyunlar
dönüyor. Kürdler dünyada en çok baskı
altında olan halktır.
Bütün parçalar birlikte hareket
etmeli
Dengir Mir Mehmet Fırat / Eski
Milletvekili, AKP Kurucularından: Bugüne kadar yapılmayan Ulusal
Kongre’nin acilen toplanması gerekir. Burada taraflar aralarındaki ihtilafı ortadan
kaldırıp birleşmeleri gerektiği kanısın-
dayım. Ve bu bağlamda Kongre’nin alacağı kararların özellikle bu dönem için çok önemli olduğunu
düşünüyorum. Bugün yapılacak olan tek şey özellikle
Güney Kürdistan’ın ve Rojava’nın birliğini sağlamak
lazım. Eğer Rojava düşerse bana göre Erbil’de düşer.
Barzani’nin de dediği gibi Erbil ve Kobanê arasında
herhangi bir fark yok. O bakımdan birlikte hareket
etmelerinde ve bütün Kürd halkının bu konuda hassasiyetle ayakta tutulması gerektiği kanısındayım.
Aynı şekilde Kuzey de bu Kongre’de yer alacaktır
mutlaka. Bu dönem öyle bir döneme girilmiştir ki
mutlaka birlikte bütün halinde parçaların birlikte
hareket etmesinin mutabakat içine girmeleri ideolojik ayrılıkları bir kenara bırakıp bir milli mesele
olarak bakmaları gerektiği kanısındayım.
Birlik sorunu Ulusal Kongre ile çözülür
Hasip kaplan / HDP Şırnak Milletvekili:
IŞİD tehdidi dikkate alındığında bir ulusal konferans
kongrenin acil olarak toplanması gerekmektedir.
Bütün Ortadoğu’nun tarihi stratejisi çizilirken Kürdlerin birlikte davranması içinde bu kaçınılmazdır.
Toprağına, halkının özgürlüğüne sahip çıkabilmesi
için güçlerini birleştirmesi gerekiyor. Dayanışma
yapması gerekiyor. Ve önümüzdeki tehlikeleri görüp
buna göre öz savunmasını geliştirmesi gerekiyor. Bu
nedenle de hayatidir. Ulusal bir konferansın derhal
toplanması gerekiyor.
Kürdler açısından şunu söylemek istiyorum.
İbrahim Ayhan
En azından Rojava için birlik
Mahmut Kılınç / Eski Milletvekili: Duhok’ta
yapılan bu toplantıyı çok önemli buluyorum. Gecikmiş olmasına rağmen çok iyi bir başlangıç olacağını
umut ediyorum. Güneybatı Kürdistan’daki bu sorun
büyümeden Başkan Barzani’nin çağrısıyla Erbil Antlaşması imzalanmıştı ama tarafların bu antlaşmaya
uymaması önemli sorunlara neden oldu, bugün
nihayet onu yaşıyoruz. Eğer o zaman bu antlaşmaya
uymuş olabilseydiler bu sorunlar yaşanmayacaktı.
Güneybatı Kürdistan her ne kadar Kürdistan’ın
küçük bir parçasıysa da yine de geniş bir alanı teşkil
ediyor. Bu alanı tek başına bir partinin yönetebilmesi, koruyabilmesi geldiğimiz noktada geldiğimiz
günde karşılaştığımız olaylarla bunun mümkün
olmadığı anlaşıldı. Hiç olmazsa bu günden sonra
Güneybatı Kürdistan için ulusal bir birlik oluşturulabilir ve IŞİD’in saldırılarına karşı koyulabilir diye
düşünüyorum.
İbrahim Ayhan HDP Urfa Milletvekili: Tek
şansımız birlik
Kürdler arası birliğe en çok ihtiyaç duyulan
kritik bir süreçten geçiyoruz şu an. Tüm Kürdistani
güçlerin birlik ve beraberlik içinde olmaları gerekiyor. Derhal, zaman kaybetmeden ortak savunma da
dahil olmak üzere siyasal birliklerini kurmalılar. Bu
süreçte birlik olunmadığı takdir de bugün Kobanê’de
olan katliam riski yarın aynı şekilde Hewlêr’de de
yaşanacaktır. Kaldı ki bir kaç ay önce aynı durum o
bölgede de yaşandı; Şengal’de, Mexmûr’da...
Yani bütün Kürdler bu noktada dış saldırılarla
karşı karşıyadır. Bu saldırıları bertaraf edecek tek
şey de Kürdlerin birliğidir. Ben bu çabayı anlamlı
buluyorum. Umarım bu kalıcı bir birliğe, kalıcı bir
birlikteliğe dönüşür. Yani Ulusal Kongre ve ortak
savunma birliklerini acilen kurmamız gerekiyor.
Dengir Mir Mehmet Fırat
Hasip Kaplan
03
Kobanê eylemlerinin
düşündürdükleri
MİTHAT SANCAR
Uzun sürmüş çatışmaları sona erdirmek
için bir “barış ve çözüm süreci” başlatmak hiç
de kolay değildir. Bunun için pek çok faktörün
bir araya gelmesi gerekir. Şartların ve ortamın
olgunlaşması anlamına gelen böyle bir çakışma
yetmez. Söz konusu faktörleri, birbirine bağlayacak zahmetli bir çalışmaya, bu çabayı teşvik
edecek toplumsal arzu ve desteğe, riskleri göze
alacak bir siyasal iradeye, muhtemel engellerle
boğuşmaya hazır bir kararlılığa ve sürecin doğasına uygun adımları atmayı sağlayacak cesaret ve basirete ihtiyaç vardır. Bunlar olduğunda,
artık çatışmaların durduğu ve çözüme giden yolların açıldığı bir süreç
inşa edilebilir. Ancak böyle bir sürecin ortaya çıkması, bir son değil, bir
başlangıçtır. Ya da bir yazarın dediği gibi, “bir barış sürecini başlatmak
ve geliştirmek gerçek bir macera, belirsizlikler, engeller ve olasılıklarla
dolu zorlu bir yüzleşmedir.”
Bu tür süreçlerin başarıyla ilerlemesinin hangi şartlara bağlı olduğuna dair dünyada güçlü bir tecrübe ve bilgi birikimi mevcut. Her
ülkenin kendine özgü şartları olduğu ve süreçlerin de bu şartlara göre
yapılandırılması gerektiği şüphesizdir. Lakin insanlığın ortak birikiminin de özellikle uyarıcı ve yol gösterici olma anlamında değerli bir kaynak olduğu da muhakkaktır.
Kobanê’ye yönelik IŞİD saldırılarını protesto etmek amacıyla başlayan gösterilerde ortaya çıkan tablo, yaklaşık iki yıldır devam eden
çözüm sürecinin en kritik ve kırılgan yanlarını da gözler önüne serdi.
Bunları başlıklar halinde sıralamak gerekirse:
“Çatışmasızlık”la geçen iki yıllık zamana rağmen, çatışma enerjisi
hâlâ canlıdır. Kökleri çatışmalı dönemin çeşitli evrelerinde ve vechelerinde yatan güçlü bir öfke, toplumun farklı kesimlerinde varlığını
sürdürmektedir. Kürd siyasal hareketinin etki alanındaki kitlelerde,
bu öfke en çok devlete ve onun temsilcisi olarak görülen hükümete
yönelmektedir.
Devlet kurumlarının değişik birimlerinin ve özellikle güvenlik aygıtının kolektif bilinçaltında, Kürdleri düşman veya tehdit olarak gören
algı, gerilim anlarında bir öfke hali olarak dışa vurabiliyor.
1990’lı yılların kirli savaş konseptinin temel taşları olan ve Kürdlerin hafızasında ağır bir travma olarak yer eden devlet içi kontra örgütlenmeleri, faili meçhuller ve yargısız infazlar en önemli güvensizlik ve öfke damarını oluşturuyor. Hizbullah olgusu da, zihinlerde ve
benliklerde bu dönemin bir simgesi olarak yaşıyor. Kürd coğrafyasının
en hassas ve tehlikeli fay hatlarını barındıran bu alan, son olaylarda
görüldüğü gibi, vahşi cinayetlerin işlenebildiği dizginsiz bir kavganın
zeminine dönüşebiliyor.
Çözüm sürecinin başından beri, bu ve benzeri öfke sebeplerinin
ve çatışma enerjisi kaynaklarının dönüştürülmesi ve etkisiz hale getirilmesi için tedbirler alınması gerektiği hatırlatılmasına rağmen, hükümet bu yönde adım atmaya yanaşmadı. Geçmişle yüzleşme/hesaplaşma bağlamında yapılması gereken en önemli şey, hakikat komisyonları
türünden yapıların kurulması ve işletilmesiydi. Bu yapılar, geçmişteki
cinayet ve kıyımların hangi güçler tarafından, hangi imkân ve yöntemlerle ve nasıl işlendiğine dair hakikati ortaya çıkarma işlevi görürler.
Bu hakikat, aynı durumların bir daha asla yaşanmaması için alınması
gereken tedbirlerin de temelini oluşturur. Böylece o dönemde açılan
yaraların manevi ve maddi açılardan onarılmasının yolu açılmış olur.
Bu yolun kapalı kalması, yaraların sürekli açık kalması anlamına gelir.
Açık yaraların kin ve intikam, öfke ve nefret olarak bugüne yansıması
kaçınılmaz, bugünü yakması da kuvvetli bir ihtimaldir. Kobanê eylemlerinden alınması gereken en acil ve yakıcı ders budur.
Bu dersin gereğini yerine getirmek için derhal harekete geçmekte
sayısız yarar vardır. Kobanê eylemleri sırasında yaşanan olaylar, maalesef eski yaralara yenilerini ekledi. Yaraların kangren haline gelmesi
mutlaka önlenmelidir. Bunun için de olayları bütün yönleriyle aydınlatacak, hakikati ve sorumluluğu güvenilir bir biçimde ortaya çıkaracak
bir yöntem bulmak lazım.
Bu yöntemlerden biri ve kanımca en etkilisi, bu olayları araştıracak bir hakikat komisyonu kurmaktır. Bunun için bir kanun çıkarılabilir. Hükümet ve HDP, bölgedeki değişik kesimlerden de görüş ve öneri
alarak bu kanunu hazırlayabilir ve kısa sürede çıkmasını sağlayabilirler.
Şayet bu mümkün olmazsa, diğer seçenek, bölgedeki güçlerin, en
başta Kürd siyasal hareketinin kurumları ile HÜDA-PAR’ın ortak
bir komisyon için diyalog ve girişim başlatmalarıdır. Bütün tarafların
güven duyacağı saygın ve ehil kişilerden oluşacak böyle bir komisyon,
Kürd coğrafyasında ve toplumunda sivil barışın inşasına ciddi katkı sunacaktır. Böylece mevcut çözüm süreci de yeni boyutlarla desteklenerek daha sağlam hale gelir.
04
MANŞET
BasHaber
20
- 26 Ekim 20144
SÖYLEŞİ
Nejat Ağırnaslı: Kobanê’ye hayatını veren bir Türk devrimcisi
IŞİD birlikteliği
mecbur kılıyor
Adem Özcaner/ Azadî İnisiyatifi Başkanı
Kuzey Kürdistan da son haftalarda yaşanan olaylardan
dolayı halk büyük üzüntü duyuyor. Bazen toplumsal,
milli meseleler bir grubun, bir partinin vicdanına ya da
mevcut kararına kaldığı zaman ya da bıraktığımız zaman
trajik olaylarla karşılaşabiliriz. İnşallah bunların hepsini unutacağımız olumlu gelişmeler olur ki bunun en
başında Kürdlerin ittifak kurmasıdır her dört parçada
da. Şimdi hayati önem arz eden Kobanê için bir birlikteliğin oluşması. Bu yöndeki çalışmaları destekliyoruz ve
takdir ediyoruz. Sayın Barzani’nin özellikle çalışmaları
uzun bir süreye dayanıyor. Özellikle son üç yıldır Kürd
gruplarının Rojava’da anlamsız ittifaklaşma aleyhinde ki
tavırları, PYD belki bunların başında geliyor ama diğer
oluşumlar da ayak diretiyor. Hassasiyet göstermediler.
Erbil Antlaşması’ndan sonra ciddi umutlar oluşmuştu
ama maalesef kısa sürdü. Temennimiz bu yılların telafi
edilmesi ve Kürdlerin yararına olacak bir antlaşmanın olması. Herkes demokratik hakkını savunmalı ve
milli sorumluluklarıyla hareket etmeli, yoksa ortak bir
paydada buluşmak pek mümkün görünmüyor. Bize
hem fırsatlar doğuran bir süreç yaşıyoruz ki bunlar tüm
Kürdleri ilgilendiren olaylar. IŞİD saldırıları birlikteliği
mecbur kıldığı gibi uluslararası güçlerde Kürdlerin birliği
yönünde adım atıyor. Kürdler koşulların zorlamasıyla bir
araya gelse de biz kayıtsız şartsız destekliyoruz. Biz zoraki
bir birliktelikten ziyade mümkün mertebe arzulayıcı bir
birliktelik kurulsun istiyoruz.
Kürd dayanışması
IŞİD’i bertaraf eder
Kasım Ergün/ Kürd-Kav Başkanı: Birlikteliği
çok önemsiyoruz. Güney Kürdistan’da ki toplantı da çok
önemlidir. Kürdlerin bu içinden geçtiği zor günler için
çok önemli arayışlardır. Olumlu bir sonucun çıkmasını
ümit ediyoruz ve umuyoruz ki herkes o olumlu sonuçlara riayet eder. Daha önce de Erbil kararları vardı fakat
bazı taraflar uymamıştı. Bütün Kürdlerin birlikteliğiyle
Kobanê savunması yapılır. Bütün Kürdlerin dayanışmasıyla IŞİD gericiliği oradan bertaraf edilir. Ulusal
kongrenin şartlarının şu an olduğuna inanmıyorum. Eski
yöntemlerle kongre sonuç da almaz, mesela Türkiye’den
çağrılan bazı tarafların Kürdlükle alakaları bulunmuyordu. Yeni bir yöntemle arayış olmalı ama o zemin henüz
oluşmuş değil.
Ülkemizi yekvücud
savunabiliriz
Aram Aslan / Ezdi Gençleri Birliği Eş Başkanı:
Söylendiği gibi Şengal Kürdlerin onurudur ve biz de
aynı şekilde diyoruz ki Kobanê Kürdlerin onurudur.
Ezdiler de aynı şekilde Kobanê ye bakmakta ve oranın
özgürleşmesi için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Biz
onları destekleyip birlikteliğimizi kurmak zorundayız. Biz
Kürd halkını birliktelik çerçevesinde korursak hiçbir güç
bizi zorlayamaz. Siyasi ve diplomatik ilişkilerimizi de geliştirip doğru adımlarla bağlantı kurmalıyız. Diplomatik
ilişkiler hem kendi içimizde olmalı hem de dış dünyayla
olmalıdır. Birçok devlet bize karşı siyaset yürütmekte,
elde ettiğimiz hakları yok etmeye çalışmakta, biz bunlara
karşı ancak birliktelik kurarak karşı durabiliriz. Yekvücut
olduğumuz zaman korunmamız daha üst seviyeye çıkar.
KOBANÊ
BasHaber
20 - 26 Ekim 2014
5
SÖYLEŞİ
Kaçmayın, yanında olun
I
Naci Kutlay
Orhan Miroğlu
Anlaşmazlıklar ertelenmeli
Sorunları küçültmek için herkes üzerine düşeni yapmalı
Naci Kutlay / Yazar-Politikacı: Kürdlerin aralarındaki
sorunları yalnız Kürdlere ait değil,
Ortadoğu’daki toplumlara ait
bir yanlıştır. Kürdler bu noktaya
durup dururken gelmediler. Birlik
kurabilmeleri toplumsal ilerlemeye, Ortadoğu’daki sorunlara
bağlıdır o sorunlara yaklaşıma
bağlıdır. O bakımdan Kürdler
hem Ortadoğu’da, hem bulundukları yerlerde diğer toplumlarla
da sorunlar çıkarmadan, birbirini anlayarak birbirini bilerek
sorunlara yaklaşmaları ve yaşanan sorunları nasıl aşabiliriz ne
yapabiliriz diyerek yaklaşmaları
gerekiyor. Kürdlerin birliği o kadar
kolay değil. Kürdler tarihlerinde o
birlikleri kuramamışlardır. Rojava,
Suriye’nin tarihini Ortadoğu’nun
tarihini ve Kürdlerin tarihi ile
direkt ilintili bir sorundur. Bu
sorun son yılların sorunu değil
evveliyatı vardır. Şimdi Rojava
da hem Suriye’yi yönetenler hem
Türkiye’yi yönetenler ve hem de
mezhepsel olarak birbirinden ayrı
kalmış bu toplumlar meseleye çok
akılcı bir şekilde yaklaşmadıkları
için sorun büyüyor ve sorunun
aşılması zorlaşıyor. Kürdler de
Ortadoğu’da bize ne düşüyor ne
yapabiliriz bu sorunları küçültmek için ne yaparız derken kimse
üzerine düşeni yapmadı. Ya da
yapamadı. Bir diğeri kabul etmek
lazım konjonktürde dünya hem AB
hem ABD ve Sovyetler Birliği’nden
arta kalan sorunları yaşıyor.
Onun için Ortadoğu meselesinde
Kürdlerin büyük sorunları var ve o
sorunların bir parçası da Kürdlerin
yaşadığı sorunlardır.
Kürd partileri anlaşmazlıklarını ertelemeli
Orhan Miroğlu / Yazar:
Konferans fikri hep gündemdeydi
ama bir türlü gerçekleşemedi.
Son aşamalarda taraflar arasında
bir mutabakat sağlanamadığı için
iptal edildi. Şimdi Kürdler iki cephede Güney Kürdistan ve Suriye
Kürdistanı’nda IŞİD ile savaş halindeler. Uluslararası alanda mücadele etmesi gereken bir güç gibi
görünen IŞİD’le mücadelenin çok
büyük bir yükü şu an Kürdlerin
omuzunda. Kerkuk, Maxmûr ve
Musul’un bazı bölgelerinde olsun
Peşmergeler ve PYD-PKK gerillaları omuz omuza savaşıyorlar.
Ama bu da deklere edilmiş bütün
Kürdlerin anlayabileceği herhangi
bir siyasi ittifak değil. Yani düşman kapıya dayanınca kendinizi
birlikte savunma ihtiyacı duyuyorsunuz. Kobanê’deki durum
ortada. Geçen hafta medya da yer
aldı Rojava’nın savunulması için
Barzani yönetiminin oluşturduğu
3 bin kişilik silahlı gücün hala
Rojava’ya, Kobanê’ye giremediği
haberleri de vardı. Ve bu haberleri
Kandil’deki bir yönetici doğruladı.
Yasak olduğunu söyledi. Peki ne
olacak bu yasaklar? Bir yandan bütün dünyadan yardım talep ediyorsun bir yandan da sizinle birlikte
omuz omuza savaşacak olan kendi
ırkınızdan, kendi milletinizden
insanlara kapıları kapatıyorsunuz.
Bu tür politikaların terk edilmesi
lazım. 2011’deki Erbil buluşmasına
riayet edilseydi orada belirlenen
kurallara riayet edilseydi bugün
dağınık bir halde olmazlardı
Kürdler. Galiba geçmişte KDP
ve YNK’nin karşı karşıya gelmesi
durumunda ABD’nin devreye girmesiyle nasıl ki Kürdler arasında
bir ulusal birlik sağlanıyor idiyse,
Rojava’nın da durumu böyle. Şu
an Kürd ulusal ittifakını oluşturanların büyük bir kısmının Rojava’da
ve mücadelenin değişik yerlerinde
değil Erbil’deki bir takım yerlerde görebiliyoruz. Dolayısıyla her
şeyden önce ulusal birliği oluşturacak Suriye’deki Kürd muhalif
grubun Rojava’ya dönmesi lazım.
Bu gücün Rojava’da bu mücadeleye katkı sunması lazım. Kobanê
büyük bir risk altında. Umarım
tekrar PYD’nin eline geçer bütün
şehir. Bu belli ki duracak bir mücadele gibi de görünmüyor. Yarın
Cizire’de Afrin’de aynı şeylerle karşılaşabiliriz. Yapılan açıklamalarda
ABD’nin vs IŞİD’e karşı mücadelenin çok uzun yıllar boyunca süreceğini ifade ediyor. Dolayısıyla bu
uzun yılları Kürdler Ortadoğu’da
böyle dağınık bir şekilde bir gün
birilerinin gelip ulusal birliklerini
inşa edeceklerini bekleyecekler
yoksa kendi ihtiyaçlarına kendi konumlarına göre eski katı ideolojik
tutumlarını değiştirerek normalleşme yolunda yani bir ulusal
ittifak içinde mi olacaklar? Temel
sorusu bu, bu konferansla ilgili ne
oluyor ne bitiyor bilmiyorum ama
konferans iyi bir adım olabilir. En
son Duhok’ta yapılan toplantıdan
çok umut verici şeyler çıkmamış
gibi görünüyor. Ama bu toplantı
umarım ulusal bir konferansa da
ön ayak olur. Bu toplantı, Kerkük ve birçok yerde PYD-PKK ve
Peşmerge güçleri birlikte savaşabiliyorsa Rojava’da da bu mümkün olabilir diye düşünüyorum.
Önemli bir Kürd partisi olarak
PYD’nin ya da PKK’nin ikinci bir
yenilgi travması yaşaması Kürdlere bişey kazandırmaz. 1999 yılında
PKK birinci travmasını yaşadı.
IŞİD’in eline geçerse Kobanê, PKK
bu travmayı tekrar yaşayacak ama
sadece kendisi yaşamakla kalmayacak bunu bir şekilde Ankara
ve Erbil yönetimine de ödetmeye
çalışacaktır. Dolayısıyla dünyaya yardım çağrılarının yanında
yapılması gereken somut ulusal
konferanstır. Bu Ulusal Konferans ile bütün dünyaya bir çağrı
yapmak ve Kürd siyasi partilerinin
kendi aralarındaki bu anlaşmazlık
meselelerini ertelemek en doğru
tutum olur. Burada sivil toplum ve
aydınların da önemli bir rolü olur.
Kürd siyasi partileri öyle bir tutum
izliyorlar ki maalesef bu en hassas
dönemde Kürd sivil toplumu sesini
çıkarmıyor.
ŞİD’e karşı YPG saflarında yer alarak savaşın 22. gününde yaşamını yitiren Suphi Nejat Ağırnaslı, IŞİD’e
karşı uluslararası mücadele ve dayanışmanın sembolü
oldu. Ölüm haberinin gelmesinin ardından Rojava’da olduğu anlaşılan Ağırnaslı’nın babası Hikmet Acun, oğlunun
IŞİD’e karşı verilen insanlık mücadelesinde uluslararası
dayanışma içerisinde bulunmak amacıyla Rojavaya gittiğini söyledi.
Dinlerin, dillerin gölgesinde kalmayan geçmişten geleceğe bütün katledilenlerin sesi, rengi olmayı hedef edinen
Suphi Nejat Ağırnaslı (Paramaz Kızılbaş), ilk adını Mustafa
Suhpi’den ikinci adını ise Ethem Nejat’tan soy ismini ise
Deniz Gezmiş’in avukatı olan
dedesi Niyazi Ağırnaslı’dan aldı.
7 Ekim tarihinde Kobanê’de
yaşamını yitirdiğinde ailesi ile
birlikte bütün arkadaşları aslında
İspanyolcasını geliştirmek için
‘gidecem’ dediği Kosta Rika da
değil de Rojava’da, YPG ile birlikte, IŞİD gibi insanlık düşmanı bir
örgüte karşı savaştığını öğrendi.
68 kuşağının neferlerinden
olan annesi ve babasının yaşadığı siyasi sıkıntılardan dolayı
uzun zaman yasal olarak yok
gibi görünen ve ancak ailenin
zorluklarla Almanya’ya siyasi
mülteci olarak gitmeyi başarmasının ardından kimlik sahibi olan
Nejat, tıpkı adını aldığı Hınçak
Partisi Merkez Komite Üyesi
Madteos Sarkisyan (Paramaz)
gibi bir mezarı yok. Adını Ermeni
devrimci Paramaz’dan soyadını
ise yüzyıllardır bu topraklarda
katledilen Kızılbaşlardan alan
Nejat, adı soyadı ve kodu ile tam da bir Türk olarak bu
topraklarda katledilen, ezilen öldürülen tüm gruplara bir
özeleştiri verir gibi.
Oğlu gibi kendisi de uzun yıllar mücadele etmiş baba
Hikmet Acun ise, “Oğlumu kaybettim, bir baba olarak
acım çok derin. Bunun tarifi mümkün değil” diyerek şöyle
devam ediyor: “Nejat’ın Rojava’ya giderken kafasındaki
fikir uluslararası dayanışmadır. Kürdler kendi bölgelerinde
Rojava’da kendi devrimlerini gerçekleştirmeye çalışıyor.
Kürdler o bölgenin gördüğü ve göreceği, en ileri toplumsal
düzeni en zor koşul altında inşa etmeye çalıştılar. Anayasalarından, toplumsal eşitlik anlayışlarından, kadın
erkek eşitliğine ve aile yapısına varana kadar çok ileri bir
proje ortaya attılar ve bunun arkasında durmaya çalıştılar. Bu sadece Kürdleri kurtaracak bir proje değil. Bu aynı
zamanda bu coğrafyada yaşayan toplumları aydınlatacak
onlara da yansıyacak ve ufuk açacak bir pratik olacaktır. Karşımızda böyle bir Rojava var. Rojava boğulmak
isteniyor. Buna en uygun çete IŞİD denilen çete. Aslında
Müslüman değil, Müslümanlıkla da alakası yok bu çetenin.
Peki Rojava kaybederse kim kaybeder? Bütün Kürdler
kaybeder, bütün Araplar kaybeder bölgede yaşayan herkes
kaybeder. Kürdler bunun bilincindeler bunun için Kürdler
sadece kendileri için savaşmıyor, tüm bölge halkları için
savaşıyorlar.”
Hayatı ile dayanışma çağrısında bulundu
Nejat’ın Kürd, Ermeni ve Alevi olmadığını, Türk ve orta
sınıfa mensup iyi eğitim görmüş biri olduğunun altını
çizen Acun, “Türkiyeli bir sosyalistti. Nejat böyle bir olaya
sessiz kalamaz. Kürdlerin yaşadıklarını görmezden gelemez. Kürdlerin yanında olmalı ve omuz vermeliydi” dedi.
Acun şöyle devam etti: “Rojava’yı savunmak sosyalistler
açısından bir anayurdu savunmaktır. Ora bizim topraklarımız. Benim Türk olmamın bir önemi yok. Bunun için Kürd
olmam da gerekmiyor. Orası bizim kalbimiz ve yurdumuz.
Oradan çıkacak ışığın bütün bölgeyi saracağını biliyoruz.
Nejat böyle gitti, bu fikirle bu zihniyetle gitti. Öleceğini
biliyordu. Nejat bize ölümüyle mesaj verdi. O bu toplumun
sosyalistlerini uyarıyor. Orası boğulmak isteniyor katılın
diyor. Kaçmayın onların yanında olun. Çünkü kaçarsanız
tarihin karşısında utanacaksınız. Ve tarih asla sizi affetmeyecek. Nejat’ın ölümünün böyle
bir anlamı var.”
‘Çok mütevazı gitti’
Nejat’ın gidişiyle ilgili herkese
olduğu gibi kendisine de İspanyolcasını geliştirmek için Kosta
Rika’ya gideceğine işaret eden
baba Acun, “Gidişinin de lafını
etmedi. Çok mütevazı gitti. Hiç
kimseye söylemeden sessiz sedasız, kendisine yakışır biçimde
gitti” dedi.
‘Kafasındaki her şey planladığı gibi gitti’
Nejat’ın şehit düştüğü Miştenur tepesindeki çatışmayla ilgili
aynı taburda bulunan bir yaralıdan bilgi almaya çalıştıklarına
dikkat çeten Acun, Nejat’ın cenazesinin YPG tarafından alınamadığını belirtti. Nejat’ın takipçisi
olduğu Paramaz gibi gömülmek
istemeyeceğini düşündüğünü
belirten Acun şunları söyledi: “Benim açımdan çok acı bir
şey gidecek bir mezarımın olmaması, ama oğlum mezarının olmasını istemezdi. Kafasındaki her şey planlandığı
gibi gitti. Bunu daha önce ifade etmedi ama Nejat istemezdi. Ve ölüm şekli de istediği gibi gerçekleşti. Bir mezarı
olmayan sıradan bir devrimci nefer olarak toprağa gitti
tarihe girdi. Bunu duymadım ama benim tanıdığım 30
yıllık arkadaşım, yoldaşımdan çıkardığım bu.”
‘Onurlu bir ölüm ama içimdeki yangını azaltmıyor’
Nejat’ın annesi Nuran Ağırnaslı, birçok anne gibi evlat
acısını yaşayanlardan. Nejat’ın kendisine ve bütün arkadaşlarına Kosta Rika’ya gideceğini söylediğini belirten
anne Ağırnaslı “İçime şöyle bir şey düştü. Daha önce
KCK davasından yargılandı o dönemde de Brezilya’ya
gidiyorum demişti” dedi. 68 kuşağının neferlerinden olan
Ağırnaslı, Nejat’ın ablası Elif’ten bahsederken, gözleri
dolarak, “Kızım Elif, açık açık söylemiyor ama inanmıyor
Nejat’ın şehit olduğuna. Cenazesini almadığımız için belki
çıkar gelir diyerek bekliyor” diyerek şöyle devam etti:
“Öğrendiğimiz kadarıyla onun olduğu taburdakilerin hepsi
Rojavalı ve hiçbiri Türkçe bilmiyor. O da Kürdçe bilmiyor.
Konuşamıyorlar ama bir şekilde anlaşmışlar ki onun için
çok uyumlu çok paylaşımcı bir arkadaştı diye bahsediliyormuş. Ben bunları gayet sakin dinliyorum ama sonra kesin
öldü dediklerinde düşünüyorum o bedeni nasıl…” Ve boğazı düğümleniyor konuşamıyor. Sonra şöyle devam ediyor:
“Çok onurlu bir ölüm olması içimin yanması durumunu
azaltamıyor.”
05
‘Milli irade’ barışa
yetmiyor mu?
FERHAT KENTEL
Kürd sorununda “barış” ya da
“çözüm” ya da devlet dilinde daha
çok “terörü sona erdirmek” olarak
anlaşılan sürecin neden yavaş gittiği,
neden iki adım ileri bir adım geri gidildiği (bazen bir adım ileri, iki adım
geri... daha kötüsü yani) sorulduğu
zaman, genellikle devlet çeperlerine oturmuş siyasi aktör, yandaş
gazeteci, danışman kadroları falan
bu eleştirileri getirenleri saflıkla, siyasetten anlamamakla
suçluyorlar. Kabaca “30 yıllık travmanın bir günde çözülemeyeceği” varsayımıyla, “memleketteki milliyetçi damarı
alıştırmak, hatta AKP’nin bile zaten milliyetçi olan tabanının gözünü korkutmamak” gibi gerekçeler sunuyorlar.
Garip bir durum tabii...
Yüzde ellilik bir seçmen kitlesiyle, “bu dağları ben yarattım, köprüleri, çılgın projeleri ben yaptım ve yaparım;
şuraya nükleer santral, buraya AVM yaparım; bu okulları
imam-hatip yaparım ve kimse bana karışmaz!” diyen bir
siyasal hareket (daha doğrusu giderek kutsallaşan bir figür
etrafında cemaatleşen bir hareket) neden sürekli “valla işler bildiğin gibi değil; çok hassas dengeler var” der?
Yüzde ellilik oyuyla bütün memleketi temsil ettiğini
iddia ederek, kendi adını “milli irade” koyan bu yeni Kemalist hareket neden Kürd meselesi konusunda “hassas”
bir hareket haline dönüşüveriyor. İnsan şunu sormadan
edemiyor: “Milletimizin çok sayın efendileri, madem bu
kadar güçlüsünüz, kime ne ihale verileceğine, hangi şehrin
nasıl soylulaştırılması gerektiğine, hangi fakirleri nereden
kovacağınıza karar verebilecek kapasitedesiniz (haklısınız,
size ancak her zaman bir avuç çapulcu itiraz edebilme cesaretini gösterebiliyor); HSYK’da ‘paralelcileri’ altedebilecek ve ‘AK Parti’ye yakın isimleri’ seçtirebilecek kudrettesiniz (Türkiye’nin ‘bağımsız’ olduğu varsayılan yargısının
bir organındaki seçimler aynen bu ifadelerle anlatıldı!) o
zaman bu yüzde 50, bu ‘milli irade’ barış konusunda mı bir
anda yetersiz ve kırılgan hale geliyor?”
AKP’nin ne kadar güzel bir ‘yeni Türkiye’ yaptığını
AKP’den bile daha çok iştiyakla anlatan (on yılda beyaz-siyah, her yaştan bir sürü müteahhit ve inşaat yarattığını pek
anlatmayan) bugünün yazar-çizer ve geleceğin milletvekili adayları, barış konusunda pek bir hassaslar; Gezicileri
falan barış sürecini sekteye uğratmakla suçluyorlar (hani
yumurta küfesini onlar taşıyor meselesi...). “Gezi (hâlâ!)
ve Kobanê provokasyonu”ndan dem vurarak, “Çözüm
Süreci’nden kimler rahatsız?” soruları eşliğinde kendi kendilerine (bozacı-şıracı) “derin analizler” yapıyorlar.
Artık devletle örtüşmüş olan hükümetimiz çok mu
güçlü? Yani “milli irade” ezberini kullanırkenki rahatlığı
gerçek mi?
Peki, milleti her şeye ikna eden devlet-hükümet-partilider totalitesi barışa neden ikna edemiyor?
Ya da, devletin otoriter özelliklerini arttıran, hatta
totaliter boyutlar katan polisiye önlemler ya da son yargı
paketiyle almaya çalıştığı önlemlere -“somut delil” yerine
“makul şüphe” bulduğu zaman içeri atmak- bakınca dikkat çekici bir zayıflık mı söz konusu?
“Yeni Türkiye”nin devleti aldığı yeni polisiye önlemlerle giderek daha çok Mehmet Ağar’ı hatırlatmaya başladı. Onun polisleri alkışlar arasında yargısız infaz yapardı.
Gerçi o ve onun adamları demokrasi gibi lafları ağzında
pek dolaştırmazdı. Şimdikiler “Yeni Türkiye”de “misliyle
cevap vermekten”, “anında cezalarını vermekten” bahsediyorlar. (“Hukuk devleti”?)
Bakan Atalay “sıradan vatandaşın korkmasına gerek
yok” demiş. Tüyler ürpertici! “Uysal vatandaşın”; “padişahımız çok yaşa!” diyen vatandaşın korkmasına gerek yok;
ne mutlu!
Şunu demek istiyor yani: “Siyasal olarak itirazın varsa
ve sokağa çıkarsan ‘sıradan” olmaktan çıkacağın için başına geleceklerden sen sorumlusun!”
Bu arada ‘BM Genel Kurulu’nda Türkiye de olsun’
diyenlerin oyları 2008’de 151 iken, 2014’te 60’a düşmüş.
Neden acaba?
06
ROJAVA
BasHaber
20 - 26 Ekim 2014
BasHaber
Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek:
Rojava kantonları devletlerden yardım almalı
İ
şik parametrelerin söz konusu olduğu bir
bölgede kanton modelinin tutmayacağına
dair söyleme katılmadığını, mevcut koşullarda Rojava için tek çıkış yolunun kanton
sistemi olduğunu ve Rojava kantonlarının diğer devletlerden destek alması
gerektiğini dile getiren Özpek, “Ortadoğu
halkları, devletin koruması ve lütufkarlığı
olmadan hayatta kalabilecek durumda
değiller. Dolayısıyla, kanton benzeri yerel
özyönetimlerin varlığının mutlaka diğer
siyasal ve ekonomik programlarla desteklenmesi gerekir. Aksi taktirde çatışma
potansiyeli hep devam edecektir” şeklinde
ifade ediyor.
Aziz Tekin
lan edildikten sonra Kürdler ve ilgili
kesimler arasında çeşitli tartışmalar
başlatan ve olumlu, olumsuz eleştirilere maruz kalan Batı Kürdistan’daki
kanton uygulaması, IŞİD saldırılarının
Kobanê de yoğunlaşması üzerine bir kez
daha gündeme geldi.
Bir aydan bu yana IŞİD kuşatması
altında olan ve büyük çatışmalara sahne
olan Kobanê Kantonu’nun geleceğinin
henüz ne olacağı belli değil. Bölgedeki
çatışmalara uluslararası güçlerin de dahil
olması özellikle Kobanê Kanto’nunun
geleceğini belirsiz bir boyuta taşıdı.
2011 baharında Suriye’de baş gösteren
iç karışıklıklardan sonra birçok kişi hayatından oldu, nüfusun önemli bir bölümü
ülkelerini terkederek mülteci konumuna
düştü. İç savaşla birlikte Suriye toprakları, Kürd bölgeleri, rejim ve rejime karşı
gruplar arasında bölündü. İçteki çatışmaların yanında dünya devletleri de politik
ittifaklarına göre Suriye’deki savaşta saf
tutup, ona göre hareket etmeye başladı. Savaşla birlikte gözlerin çevrildiği
Kürdler ‘üçüncü yol’ dedikleri konseptle
Rojava bölgesinde 2012 Temmuz’undan
sonra yönetimi ele geçirdikleri bölgelerinde kanton ilan etti.
21 Ocak 1014 tarihinde 22 bakanlıktan
oluşan kanton yönetimleri ilan edilip, resmi dil olarak Kürdçe, Arapça ve Süryanice
seçildi. Cezîre, Kobanê ve Efrîn kantonlarından oluşan Rojava Özerk Yönetimi
fiziki olarak bir birinden kopuk. Kürd
bölgeleri bir süredir, etraftaki bölgeleri
ele geçiren IŞİD güçlerinin ağır saldırılar
altına girdi. Bir aydan fazladır IŞİD’in saldırıları altında olan Kobanê Kantonu’nun
köyleri yoğun saldırılarla boşaltıldı ve
ardında savaşın ağrılık merkezi şehir
merkezine kaydı. YPG güçlerinin direnişi devam ederken koalisyon güçleri de
Kobanê dahil birçok yerde IŞİD mevzilerini bombalamayı sürdürüyor.
Bölünmüş coğrafyalarda kanton modelinin çözüm olabileceğini dile getiren Doç.
Dr. Burak Bilgehan Özpek, Rojava için,
hakkıyla uygulanabildiği taktirde kanton
sisteminin en uygun model olacağını
söyledi.
Kobanê’nin kaderinin ne olacağının
belirsizliğini koruduğu, günlerde hazırladığı “De Facto Devletler ve Devletlerarası
Askeri Çatışmalar” isimli teziyle dikkat
çeken Bilkent Üniversitesi Uluslararası
İlişkiler Bölümünden Doç. Dr. Burak
Bilgehan Özpek; dünyanın değişik yerlerinde ve Rojava’da uygulanmaya çalışılan
kanton sistemi hakkında BasHaber’e
değerlendirmelerde bulundu.
Rojava’da üç ayrı bölgede kantonların
ilan edilmesinden sonra siyasi literatürümüze giren kanton kavramı hakkında
Yrd. Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek
şunları söylüyor: “Kanton denildiği
Kantonlar bağlı bulundukları federal hükümet tarafından dünyada
temsil edilir. Yani kantonların dünya tarafından tanınması diye bir durum yok. Rojava kantonlarına diğer devletler katkı sunmalıdır. Parçalanmış bölgelerde kanton sistemi en uygun modeldir.
zaman akla İsviçre idari sistemi gelir. Bu
sistemin temel felsefesini, idari birimlerin
yerelleşmesi ve otonomisinin vatandaş ile
siyasal otorite arasındaki karşılıklılık ilişkisinin kuvvetlendirmesi oluşturur. Diğer
bir ifadeyle, siyasal iktidar yerelleştikçe
ve merkezi hükümetten daha otonom bir
hale geldikçe, vatandaşın hükümet ile
ilişkileri daha hesap sorulabilir, şeffaf ve
etkiye açık hale gelir.”
Bu durumun ise doğrudan demokrasi ve özgürlüklerle ilgili olduğunu dile
getiren Özpek, “Mesela, İsviçre örneğinde
merkezi federal hükümet dış politika,
savunma ve federal demiryolları gibi
konular dışındaki görevlerini kantonlara
devretmiştir. Kanton veya komün olarak
adlandırılan bu alt birimler eğitim, sağlık
ve ekonomi konularında kendi kendisini
yönetir. Böylece farklı kimlik grupları bir
uyum içerisinde yaşayabilirler” diyor.
Dünyadaki kantonların uluslararası
arenada tanınıp tanınmadığına ilişkin
olarak ise; “Böyle bir tanınma yok, kantonları dahil oldukları federal yönetim
temsil eder” bilgisi veren Özpek şöyle
devam ediyor: “İsviçre Federal Hükümeti,
kantonları uluslararası hukukta temsil
eden aktördür. Her ne kadar kantonlar
kendi öz-yönetim yetkisine sahip olsalar
da, uluslararası hukukun bir öznesi ve
nesnesi değildir. Ne varki, “legal sovereignty” olarak adlandırdığımız bu
yasal tanınma hali, İsviçre’nin Westfaya
tarzı bir devlet olduğuna işaret etmez. İç
egemenlik merkezi hükümet ile kantonlar
arasında paylaştırılmıştır. Bu ulus devlet
anlayışının dışındadır ve güç bölüşü-
mü temelinde örgütlenen federal veya
konfederal sistemler kategorisinde ele
alınabilir.”
Kanton sistemi, bölünmüş
toplumlarda çatışmasızlık için şart
Kanton sisteminin, bölünmüş toplumlarda çatışmanın olmaması için bir
şart olduğunu, ancak tek başına yeterli
olmadığının altını çizen Özpek şöyle
diyor: “Böyle toplumlarda, etnik veya
mezhepsel veya ideolojik kimlik çerçevesinde örgütlenen alt birimlerin varlığı
önemlidir ancak başka şartların da oluşması gereklidir. Öncelikle, kantonların ve
federal hükümetin demokratik yollarla
belirlenmesi icap eder. Yani her bir alt
birimin hükümeti, vatandaşlar tarafından
denetlendikçe ve farklı kantonların devlet
dışı aktörleri özgürce işbirliği yaptıkça (ve
bu işbirliğinden faydalandıkça) kantonlar
arası ilişkiler de barışçıl bir hal alır. Aynı
şey federal hükümet için de doğrudur.
Bunun yanı sıra, ben doğal kaynakların
olmamasını ve insanların serbest piyasa
ekonomisi sayesinde yaşamlarını devam
ettirdikleri bir ekonomik sistemi de gerekli görmekteyim. Zira emek sarf etmeden elde edilen yeraltı kaynağı gelirleri ya
da piyasa yerine devlete bağımlı sınıfların
varlığı, bir rekabet alanını kaçınılmaz olarak yaratacaktır. Bugün Libya ve Irak’ta
müşahede ettiğimiz durum aslında buna
benziyor. Yerel hükümetlerin olması,
demokrasi ve piyasa ekonomisi olmadan bir iç savaşa rahatlıkla dönüşmesini
engellememiştir.”
Ortadoğu gibi son derece sert ve deği-
‘Türkiye’de ulus devlet anlayışı ile
devam edilemez’
Bölgede ki en merkezi devletlerden birisi olan Türkiye ve Kürdlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerdeki problemlerin
hakkıyla uygulanması halinde kanton sistemiyle çözülebileceğini sözlerine ekleyen
Özpek, yerelleşme ve merkezi denetimden uzaklaşmanın demokratikleşmek için
gerekli bir adım olduğunu ancak bunun
da yeterli olmayacağını, Türkiye’nin
muhakkak demokratik reformlar yapması
ve devletin ekonomik dağıtım mekanizmalarından hızla çekilmesi gerektiğinin
altını çiziyor. Böylece siyasal iktidarın bir
refah edinme müessesesi olmaktan çıkarılabileceğini sözlerine ekleyen Özpek,
“Türkiye’nin merkezi hükümet ve ulus
devlet anlayışıyla devam edemeyeceğini
düşünüyorum. Ankara’nın AB sürecine
tekrar girip, demokratikleşmesi, merkezi
hükümeti daha denetlenebilir ve tahmin
edilebilir kılabilir” diyor.
IŞİD’in Kobanê’ye saldırmasından
sonra Koalisyon Güçleri’nin buradaki
IŞİD mevzilerini bombalamasın dünyanın bu kantonları tanıması konusunda
bir etkisinin olup olmayacağı konusuna
ise Özpek, “Hayır, koalisyon güçlerinin
operasyonlarının bu sonucu üretmesi için
Birleşmiş Milletler’in alacağı bir güvenli
bölge (1991 yılında Irak’taki 36. Paralelin
kuzeyinde olduğu gibi) kararı gereklidir.
Bunun yanı sıra, Kobanê’de ki aktörlerin
bir siyasal yapılanma içerisine girip dış
ilişkiler ajandası oluşturmaları gerekir.
Yani, Kobanê bölgesinin öncelikle devlet
benzeri bir siyasal örgütlenme içerisine
girmesi, egemenlik alanını muhafaza
etmesi ve devletlerin ifa ettiği işlevleri
yerine getirmeleri gerekir. Ancak bu aşamadan sonra, farklı angajman seviyeleri
ortaya çıkabilir” yorumunda bulunuyor.
Rojava’ya yönelik saldırıların artması
ve bundan sonra ne olacağı konusunda
şimdilik yorum yapmanın ve tahminde
bulunmanın zor olduğunu ifade eden
Özpek, ancak durumun netleşmesinden
sonra isabetli yorum yapılabilineceğini ve
bunu beklemekten başka yol olmadığını
söylüyor.
BİLAL SAMBUR
O
KOBANÊ
20 - 26 Ekim 2014
IŞİD’in yaratıcı
yıkım stratejisi
rtadoğu, tarihinin en sıcak dönemlerinden birini
yaşıyor. Sürekli şekillendirilmek istenen Ortadoğu
coğrafyasında, yapılan her hareketin maliyeti çok
yüksek olmaktadır. Şu an itibariyle Ortadoğu’da hiçbir şey
öngörülebilir değildir.
Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Amerika ve ortakları, Ortadoğu’nun dizayn edilmesine karar verdiler.
Ortadoğu’yu dizayn etmeye karar vermek kolay olmasına
rağmen, bunun nasıl gerçekleştirileceği konusunda hiç
kimsenin kafasında bir plan bulunmamaktadır. Esad
rejiminin mutlaka gitmesi gerektiği konusunda net bir fikre
sahip olan küresel hegemonik güçlerin elinde, Esad’ın devrilmesinden sonra ne olacağına dair bir planın olmadığını
gördük.
Suriye ve Irak’ta olanlar, Ortadoğu’da egemenlik ve güç
mücadelesinin maliyetinin çok yüksek olduğunu göstermektedir. Ortadoğu, herkesin herkesle savaştığı, ama hiç
kimsenin galip olamadığı bir coğrafyadır. Ortadoğu’daki
iktidar ve güç savaşlarından, çatışmalarından ve gerilimlerinden yararlanmak isteyen yapılar hep olmuştur.
Hizbullah, HAMAS ve İhvan gibi yapılar, devlet olmayan
aktörler olarak Ortadoğu’da etkin olarak var olan organizasyonlardır.
Suriye savaşı ve Irak’taki kırılgan durum, her gün
karşımıza yeni aktörler çıkarmaktadır. Esad rejimine karşı
savaşmak amacıyla Suriye’de irili ufaklı birçok silahlı güç
oluşturulmuştur. Bütün bu yapılar, ellerindeki silaha güvenmekte ve Suriye’de esas aktörün kendisi olduğunu iddia
edebilmektedir.
Suriye savaşının ortaya çıkardığı en önemli sonuçlardan
biri, IŞİD denilen barbarlar çetesinin Ortadoğu’yu istila
edecek güçte yapılanmış olmasıdır. Önceleri Suriye’de Esad
rejimi bütün sorunların kaynağı olarak algılanırken, bugün
IŞİD, yaşanan bütün olumsuzlukların kaynağı haline
gelmiştir. Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi, artık tek başına yeterli değildir. Esad rejimiyle beraber IŞİD çeteciliği
de yok edilmedikçe, Ortadoğu’da hiçbir şeyin normalleşme
ihtimali artık bulunmamaktadır.
IŞİD, sanıldığı gibi sadece bir terör çetesi değildir. IŞİD,
Ortadoğu’yu yeniden yağmalamanın ve talan etmenin adıdır. Baas faşizmi, bugün IŞİD faşizmi olarak Ortadoğu’da
yeniden üretilmiştir. Baas faşizminin mirasçısı olarak IŞİD,
bugün Kürdleri, Ezdileri, Süryanileri, Türkmenleri, Kakaileri, Alevileri kısacası Ortadoğu’nun bütün kadim unsurlarını yok etmeyi hedeflemektedir.
IŞİD, bütün Ortadoğu’yu talan etmek ve yıkmak üzere
kurulan bir yapıdır. Yaratıcı yıkım stratejisinin uygulayıcısı
IŞİD’tir. Ortadoğu’yu talan etmek için icat edilen IŞİD canavarının neden olduğu katliamlar, soykırımlar ve barbarlıklar çekilmesi gereken acı olarak değerlendirilmektedir.
Ortadoğu’da aslında IŞİD’e ne yer vardır, ne de gerek
vardır. Ancak mevcut şartlar altında IŞİD, Ortadoğu’ya
kalıcı bir şekilde yerleştirilmiş durumdadır. Şu anda
Ortadoğu’ya, IŞİD’le yaşama zorunda olma yolu dayatılmaktadır. IŞİD’e karşı oluşturulan uluslararası koalisyon,
IŞİD’in Ortadoğu’da kalıcı olduğunun ve önümüzdeki en
az yirmi-otuz senede IŞİD veya onun türevi olan yapıların
Ortadoğu coğrafyasını kasıp kavuracağını göstermektedir.
Ortadoğu, bütünüyle bir IŞİDİSTAN olma tehlikesiyle karşı
karşıyadır.
IŞİD, Ortadoğu’da arka arkaya yaşanan mezhepçi
faşizmlerin yarattığı sosyal ve siyasal ortamı kullanarak
varlığını ve egemenliğini kalıcılaştırmaya, meşrulaştırmaya ve devletleştirmeye çalışmaktadır. Saddam Hüseyin
diktatörlüğünün yıllarca uyguladığı Sünni kabile faşizmi,
Şiilerde büyük bir öfke yarattı. Saddam’ın devrilmesinden
sonra Bağdat’ta iş başına gelen Maliki gibi Şii yöneticiler,
Sünnilere karşı mezhepçi Şii faşizmini resmi politika olarak
uyguladılar. Bunun sonucunda Sünni Arap kabileler, Şii
yöneticilere karşı büyük öfke duymaktadırlar. Şii ve Sünni
kabile faşizmlerinin Irak ve Suriye’de egemenlik için
mücadele ettiği bir sosyal ve siyasal ortam içinde IŞİD,
Sünni Arapçılığın koruyucusu olarak ortaya çıktı. Şii-Sünni
çatışması üzerinden IŞİD’e her açıdan uygun bir ortam
hazırlandı. IŞİD, kendisine göre bir Sünnilik tanımı yapmaktadır. IŞİD için Sünni, sadece kendisini destekleyen
Araplardır. IŞİD, Selefilik denilen anlayışı politikleştirmiş,
militanlaştırmış ve militarize etmiştir. IŞİDİZM/Selefizm,
herşeyiyle Sünniliğe karşıdır. İddia ettiğinin aksine IŞİD’in
düşmanı, Şiilik değildir. IŞİD, Şiiliğe karşı düşman olduğu
gibi Sünniliğe de düşmandır. Şii karşıtlığı temelinde IŞİD,
Sünniliğin içini boşaltmakta ve onun yerine kendi Selefi
teolojisini egemen ideoloji olarak yerleştirmektedir.
IŞİD’in Şiilere karşı Sünnilerin savunmasını yaptığı propagandası tam bir yalandır. IŞİD’in Sünni olan Kürdlere
saldırması, Sünniliğin maske olarak kullanıldığını göstermektedir. IŞİD, Sünniliği hiçbir şekilde önemsememektedir. Önemsediği şey, Irak ve Suriye’de Arap milliyetçiliğinin hakimiyetini sağlamaktır. Bedevi faşizmin örgütü olan
IŞİD, Fars milliyetçiliğiyle bir hegemonya savaşı içindedir.
IŞİDİST faşistler, ortaya çıktıkları andan itibaren kendilerine düşman hedef olarak Kürdleri ve Kürd coğrafyasını
seçmişlerdir.
IŞİD, şimdiye kadar Kürdlerin dışında hiçbir grupla
ciddi bir çatışmanın içine girmemiştir. Musul’u istila
eden IŞİD, Şengal’e saldırmış ve burada yaşayan Ezidi
topluluğuna soykırım uygulamıştır. Kürdistan Bölgesel
Yönetimi sınırları içinde kalan yerleşim merkezlerine
saldırılar düzenleyen IŞİD, Erbil önlerine kadar gelmişti.
Amerika’nın müdahalesi ve Kürd güçlerinin direnmesi üzerine geri çekilmek zorunda kalan IŞİD, bu sefer Rojava’ya
saldırmıştır. IŞİD’in hedefi Kobanê’yi düşürerek Rojava’yı
tamamen istila etmektir. Kürd coğrafyasını istila etmeden
Suriye ve Irak’ta hedeflediği hakimiyeti gerçekleştiremeyeceğinin farkında olan IŞİD için Kürdler, asli düşmandır.
Sünni Müslüman Kürdlerin IŞİD tarafından küffar olarak
konumlandırılmaları, Kürdlerin kalıcı bir şekilde düşman
olarak görüldüklerini ortaya koymaktadır.
IŞİD, dinsel faşizmin bir ürünü ve kendinden olmayan
herkesin düşmandır. Sadece Ortadoğu için değil, bütün
dünya için bir tehdittir. Çünkü IŞİD faşizmi, dini araçsallaştırarak enternasyonelleştirmektedir. Bedevi faşist
enternasyonalizm, IŞİD formunda bütün insanlığı tehdit
etmektedir.
07
Cinnetin ardından
MESUT YEĞEN
Uçurumun kıyısından döndük. Bir
iki sertlik gösterisine, birkaç esip gürlemeye rağmen hükümet kanadında aklı
selim galebe çalmış görünüyor. Büyük
bir sürpriz olmazsa PKK cenahında da
aklı selimin galebe çaldığını gösteren bir
karar bugün yarın gelecek gibi. Hayati
olmakla birlikte, hükümetin ve bir sürpriz olmazsa PKK’nin çözüm süresi dairesinde kalma kararlılığı bizi uçurumun kıyısından ancak birkaç
adım uzaklaştıracak. Emniyetli bir mesafeye çekilmek için yeni
bir şeyler yapmak gerekiyor. Yapılması gereken şeylerin başında
elbette çözüm sürecinin iki sene önce üzerine uzlaşılan gereklerini yerine getirme işini sündürmekten vazgeçmek var. Ama
galiba bir de çözüm sürecinin parametrelerinin kısmen, üzerine
yükseldiği psikolojik zeminin ise büyük ölçüde değiştiğini kabul
etmek ve buna uygun adımlar atmak gerekiyor.
Kürd meselesinin Türkiye sınırları dışındaki kısmının
son birkaç aylık seyri hem çözüm sürecinin üzerine yükseldiği
psikolojik zemini yeniledi hem de sürecin parametrelerinde
değişiklik gerektiren yeni bir boyut üretti. Hükümet cenahında
çok anlaşılmış gibi görünmemekle birlikte psikolojik zeminin
nasıl değiştiği aşikar. Şengal ve Kobanê’de olanlarla beraber
Türkiye Kürdleri Irak ve Suriye Kürdleri ile hiç olmadığı kadar
kavmi bir duygudaşlık içerisine girdi ve bu duygudaşlık belli ki
giderek artacak çünkü Irak ve Suriye’de yakın zamanda felah
mümkün görünmüyor. Bu durumda, Türkiye Kürdleri, Suriye
ve Irak Kürdlerinin kaderiyle hem kendileri daha fazla ilgili
olacak, hem PKK’nin ilgisinin devam etmesini isteyecek, hem
de Türkiye devletinin de bir biçimde ‘uyarınca’ ilgili olmasını, en
azından husumet göstermemesini bekleyecek gibi görünüyor. Bu
da şu demek: Irak ve Suriye Kürdlerinin maruz kalacakları haller
buradaki Kürdlerin psikolojisini ve dolayısıyla çözüm sürecinin
üzerine yükseldiği zemini etkilemeye devam edecek. Meselenin
bölgesel ve karmaşık mahiyeti bu durumla baş etmeyi güç kılmakla birlikte sözünü ettiğim psikolojinin çözüm sürecini zehirlemeyecek biçimde bozulmasının önüne geçmek aslında çok da
zor değil: Şehrini, ülkesini savunan Kürdlerle can düşmanlarını
aynı kefeye koymaktan vazgeçmekle işe başlanabilir. Dolayısıyla,
ilk yapılması gereken bu: Türkiye Kürdlerinin Irak ve (PKK’den
dolayı) bilhassa Suriye Kürdleriyle olan duygudaşlığını tanımak
ve bu duygudaşlığa hürmet göstermek. Son birkaç ayda olan
biten, kabul etmesi zor olabilir ama çözüm sürecinin parametrelerini de tarafların üzerine uzlaştığı bir değişime zorluyor. Yine
özellikle hükümet açısından kabul etmek zor olabilir ama belli
ki Rojava meselesi de facto çözüm sürecinin bir unsuru haline
gelmiş durumda ve buna dair muhakkak üzerine uzlaşılmış bir
parametre oluşturmak gerekiyor.
Şu açık: PKK için Rojava’dan vazgeçmek, Türkiye için de
PKK/PYD Rojavası ile sınırdaş olmak kabul edilebilir değil. Türkiye PKK/PYD Rojavası ile sınırdaş olmamak için Kobanê’nin
IŞİD kuşatması altında olmayan tek tarafını kapalı tutarak
şehrin düşmesine seyirci kalabileceğini, PKK ise Kobanê’den
vazgeçmemek için çözüm sürecini bitirebileceğini gösterdi.
Bu durumda, çözüm sürecinin selameti, bu uzlaştırılamaz iki
pozisyondan karşılıklı uzaklaşmayı gerektiriyor. Son birkaç
günde olan biten bunun imkan dahilinde olduğunu gösteriyor.
Gelen işaretler, ‘Suriye KDP’si ile dengelenmiş bir Kobanê’ seçeneğinin PKK, KDP ve Türkiye’nin (ve muhtemelen ABD’nin
de) üzerine uzlaşabileceği bir parametre olabileceğini gösteriyor.
KDP’yle dengelenmesi, hem Kobanê’yi IŞİD’e yem olmaktan
kurtarabilecek hem de PKK ve Türkiye devleti açısından gönülsüz de olsa kabul edecekleri bir Rojava’nın yolunu açabilecek
görünüyor. Uçurumun kıyısından uzaklaşmak istiyorsak Türkiye
Kürdlerinin yükselen kavmi duygudaşlığını tanımak ve Rojava’da
uzlaşmak gerekiyor.
08
MANŞET
BasHaber
20
- 26 Ekim 20148
SÖYLEŞİ
Eski HEP Milletvekili Mehmet Emin Sever:
Kürdler ulusal temelde birleşmeli
K
rına rağmen bu ihtimal yine söz konusudur.
Ayrıca çözüm olacaksa her iki tarafın da
sürecin şartlarına uyması gerekir. Yani eğer
siz Öcalan ile görüşüyorsanız, bunun gereklerini de yerine getirmek zorundasınız. Siz
Türk askerinin IŞİD’e karşı Kobanê’ye girip
savaşmasını istiyorsunuz. Ama tezkereye karşı çıkıyorsunuz. Bunu da söylemek istiyorum.
Çünkü Selahaddin Demirtaş’ın, Ertuğrul
Kürçü’nün tezkereye karşı oldukları bellidir.
Yani çözümü istiyorlarsa biraz birbirlerine
fırsat vermeleri gerekiyor.
İbrahim Riha
obanê’de yaşananları 1925 bastırması ve 1938 Tertelesi’nin bir başka
versiyonu olarak adlandıran Eski
HEP Milletvekili Mehmet Emin Sever,
Kobanê’de mazlum bir halkın direnişinin
oluğunu ve tüm Kürdlerin farklılıklarını
bir kenara bırakarak birleşmesi gerektiğini söyledi. Kürdlerin uluslararası güçlerle
devamlı temas halinde olarak, 1970’lerin sol
jargonuyla değil, daha çok ulusal bir çizgiye
uygun olarak birleşmesi gerektiğini söyleyen
ve aynı zamanda 1925 İsyanı liderlerinden
Xalîd Begê Cibrî’nin de yeğeni olan Sever,
BasHaber’e Kobanê ve ulusal birlik konusunda değerlendirmede bulundu.
Kobanê’de Kürdlerin direnme savaşını siyasal hareket açısından nasıl
değerlendirmek lazım?
Rojava’da, Kobanê’de IŞİD’in tehlikesi
altında mazlum bir halk var. Kürd tarihinde nasıl ki 1925, 38 Terteleleri varsa bu da
Kobanê Tertelesi’dir. Kobanê’nin, Rojava
Kürdistanı’nın Kürd tarihinde çok önemli
bir yeri vardır. Kürd tarihindeki tüm ulusal
direnişlerde, devletin baskıcı tavırlarına karşı
insanlarımız genel olarak oraya geçmiştir.
Bunlar 1925 Azadî Örgütü mensuplarıdır.
İstiklal mahkemelerinden kurtulan, sürgünlerden kurtulanlardır. Orada mücadelelerine
devam etmişlerdir. Orda Xoybûn Cemiyeti’ni
kurmuşlardır. Dolayısıyla Kobanê’nin,
Kobanê halkının IŞİD gibi zalim bir örgütün
saldırılarına uğraması Kürdler açısından
kabullenilebilir bir durum değildir. Böylesi
bir durumda ideolojik farklılıkları ne olursa
olsun Kobanê için birleşmek gerekiyor.
1970’lerin sol jargonuyla değil de daha çok
ulusal bir çizgiye uygun olarak birleşmelerinde fayda var. Uluslararası güçlerle de devamlı
temas halinde olmaları onların faydalarına
olur. Yani Amerika ve Batı karşıtı bir çizgi
Kürdlerin menfaatine değildir.
Tezkerenin içeriği ne anlama
geliyor?
Birilerinin PKK karşıtlığı üzerinden ‘Kobanê düşerse düşsün’ demesi
kabul edilemez. Elbette tüm güçlerin bazı şeyleri yumuşatması gerekiyor.
Hem PKK hem de KDP cephesinden
birlik çağrıları gelmesine rağmen
gerçek anlamda bir birliğin sağlanamamasının nedeni nedir sizce?
Bu konuda kimi iyi haberler alıyoruz. Mesela Güney Kürdistan’da IŞİD vahşetine karşı
gerilla ve Peşmergenin birlikte savaştıklarını
biliyoruz. Fakat bu konuda PYD’nin sert tutumunu doğru bulmuyorum. Biraz kendilerini yumuşatmaları gerektiğini düşünüyorum.
İki tarafın da biraz daha hoşgörülü olması
gerekiyor. Bu anlamda da Sayın Barzani’nin
kendilerine yardımcı olmaları gerektiğini
düşünüyorum. Böylesi vahim bir durumda küskün kalmalarını, ayrı durmalarının
doğru olduğunu düşünmüyorum. Özellikle
Güney’deki kazanımlara tüm Kürdlerin sahip
çıkması gerektiğini düşünüyorum.
Kobanê düşerse ne olur?
Kobanê düşerse yine bir parçamızı kaybetmiş oluruz. Bir başka şey, Kobanê düşerse
kimler tarafından düşürülmüş olacağı
konusudur. Eli kanlı, vicdansız bir örgütün
eliyle düşürülmüş olacak. Kobanê’nin sahibi
şu örgüt ya da bu örgüt anlamında söylemiyorum. Kim olursa olsun fark etmez; Kobanê
Kürdistan’ın bir parçasıdır. Ya da birilerinin
PKK karşıtlığı üzerinden “düşerse düşsün!”
demesi yanlıştır.
Kobanê’de yaşananlar ışığında Kuzey’deki gelişmeler Çözüm Süreci’ni
nasıl etkiler?
Etkiler. Tabii nasıl bir Çözüm Süreci, onu
da bilmiyoruz. Kürdlere neler verilecek?
Bu konuda endişelerimiz var ama ne olursa
olsun çözümsüzlükten iyidir. Fakat bu
ihtimalin olması yeniden silahların patlaması anlamına gelebilir. Doğrusu Kürdler
Osmanlı’dan beri devlete pek güvenmemekteler. Zira devlet verdiği sözlerde pek durmuyor. Bunu Amasya Protokolü’nden, 1921
Meclis açılış konuşmasından, Lozan öncesi
görüşmelerden iyi biliyoruz. Kendi işlerini
sağlama bağladıktan sonra Kürdlerin haklarını unutmuşlardır. AKP’nin iyi niyetlerine
rağmen, Kemalist sistemden farklı olmala-
Kemalist sisteme karşıyım; inkâr, imha ve
asimilasyona karşıyım diyen ve çözüm süreci
gibi bir girişimde bulunan AKP’ye bir bakıyorsunuz “PKK terör örgütüdür” gibi bir şey
ekliyor tezkereye. Yani birbirinizle çözüm
sürecini yürütecekseniz öncelikle birbirinize
güveneceksiniz. Bunu her ik taraf için de
söylüyorum. Kaldı ki devletin bu tezkeredeki
amacı Rojava’ya girmek de olabilir. Fakat bu
çözüm sürecinin asıl amacına uygun olmaz.
IŞİD de artık Türkiye’yi tehdit eder duruma
gelmiştir.
IŞİD için neler söylemek istersiniz?
Sizce kim var arkasında?
Çok iyi bilmek mümkün değil. Neticede istihbari bir bilgi. Fakat sanki Türkiye
bugünkü hükümet itibariyle, Sünni İslamcı
– Şii karşıtı olmaları sebebiyle, Neo-Osmanlıcılığa oynamaları gibi sebeplerden dolayı;
Yezidilere, Kobanê’ye ve Güney Kürdistan’a
saldırmalarına kadar sanırım Türkiye de onların arkasında olmuştur. Dışarıdan gelenler
Türkiye üzerinden giriş yaptı. Belki buna göz
yumuldu. Silah desteği falan da olabilir. Mesela tırlar dolusu silah falan yakalandı. Yani
IŞİD tam anlamıyla bir tehlike teşkil edene
kadar muhtemeldir ki AKP hükümeti bir
kısım şeylere göz yummuştur. Fakat Batı’nın
da zorlaması sebebiyle bu vakitten sonra
Türkiye de onlara karşı olacaktır.
Dünden bugüne Kürd siyaseti
Kürdler bölge devletlerinin hunharca müdahalelerine, idam
sehpalarına, köyleri yakıp yıkmalarına rağmen her zaman kendi
yaralarını sarmışlardır. Haksızlıklara rağmen her zaman başkaldırmayı bilmişlerdir. Kürdlere yönelik söylenen “birleşemiyorlar”
söylentilerini her zaman boşa çıkarmış ve tarihin belli dönemlerinde kendi kaderlerini de tayin etmişlerdir.
Ulusal mücadelelerde sınıfsal kaygılar olmaz. Eğer ki ulusal
mücadele veriyorsanız ulusal nitelik taşıyan bütün katmanları
da içinize almalısınız. Mesela ben 1991-1995 yılları arasında
milletvekiliyken yaşanan bir olayı anlatayım: O dönemde Güney
Kürdistan’da Saddam zulmüne karşı bir Amerikan Çekiç gücü
vardı. O zaman parlamentoda 6 ayda bir bu çekiç gücün orada
kalıp kalmamasıyla ilgili oylama yapılıyordu. Ben o zaman HEP
milletvekiliydim. HEP olarak o zaman bir karar alınmıştı: Çekiç
güç emperyalisttir. Amerikan gücüdür. Oradan gitsin, gibi.
Ben o karara uymadım ve ne olursa olsun, onlar mazlum bir
halkı koruyor, dedim. Çekiç güç lehinde oyumu kullanacağım,
dedim. Bana emperyalistsin dediler. Şu sebepten dolayı söylüyorum; ideolojiniz ne olursa olsun. Hangi örgüt olursanız olun asıl
ölçüt ulusallık olmalı. Zamanın ruhu içerisinde hareket edilmeli.
Eski jargonlarla, eski parametrelerle Kürd sorununun çözülebileceğini düşünmüyorum. Yerel yönetimler vs. yerine özerklik
istiyorum, federasyon istiyorum demek lazım. Fakat bunları
yaparken uluslararası güçlerin desteği alınmalı.
Gerek dağda gerekse de cezaevlerinde bulunan insanlar bizim
için yaradır. Hiç birisinin de tırnağına dahi bir zarar gelmesini
istemiyorum. Fakat bu insanların artık Kürdler arası hoşgörüyü
de göstermesi gerekiyor. Ben artık Kürdler arasında sol yahut
İslami jargon vs. istemiyorum. Kürdi bir duruş istiyorum. Biz bir
ulusuz. En az 200 yıllık bir mücadele geçmişimiz var. Bu sürede
kanımızın dökülmediği bir taş, boynumuza geçirilmemiş bir
ip kalmadı. Bu kadar zarar görmüş bir halkın hizipçilikle ya da
örgütçülükle elde edebileceği bir şey yoktur. Bunu başarabilirsek
bizim Amerika’ya da ihtiyacımız kalmaz, Avrupa’ya da.
MANŞET
BasHaber
20 - 26 Ekim 2014
9
SÖYLEŞİ
Yrd. Doç. Dr. Elçin Aktoprak:
IŞİD tehlikesi
Kürdleri birleştirdi
M
Mustafa Yeşil
usul’u aldıktan sonra
Kürdistan’a saldırmaya başlayan IŞİD’in, tüm çelişki ve
politik farklılıklarına rağmen Kürdler
arasında birleşme ve birlikte hareket
etmek gibi bir fırsatı ortaya çıkardığını
ifade eden Yard. Doç. Dr. Elçin Aktoprak, “Bana sorarsanız, IŞİD olsun ya da
olmasın şu an Ortadoğu’daki durum
Kürd halkı için tarihte görülebilecek en
önemli dönüm noktalarından biridir”
dedi.
Çözüm Sürecinin en başından beri
bıçak sırtında ilerlediğini, yaşanan son
gelişmelerin de bu durumu su yüzüne çıkardığını, fakat HDP heyetinin Öcalan’la
görüşmesinden sonra bir itidal çağrısının
geldiğini ifade eden Aktoprak, “Cemil
Bayık, Sabri Ok ve Mustafa Karasu’nun
açıklamalarıyla karşılaştıracak olursak, Öcalan’ın biraz daha süre tanıdığı
görülüyor. Ben başından beri hükümetin
oyalama taktiğiyle yürüdüğünü düşünüyordum. Bu tip bir eleştiri başından beri
sanki sürece karşı bir duruş gibi algılanıyor; oysa öyle değil ve son gelişmeler de
zaten hükümetin taktiğini ifşa etti.” dedi.
IŞİD, Erbil’e yaklaştığında ABD’nin
doğrudan müdahale ettiğini ancak
Rojava’ya yönelik saldırılar iki yıldır
sürmesine rağmen bekleme durumu
yaşandığına dikkat çeken Aktoprak, “Ben
bunun sebebinin Rojava’daki alternatif
sistemin gerçekliği olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu durumun sadece
Türkiye’yi değil, uluslararası temel aktörleri de rahatsız ettiğini düşünüyorum.
Bir taraftan da Türkiye’ye, “bu belayı,
yani IŞİD’i kendi başına kendin sardın.
Kendin hallet” demek istemiş olabilirler”
şeklinde konuştu.
IŞİD Kürdler için dönüm noktası
IŞİD’in Kürdistan’a saldırmasıyla
birlikte Kürdlerin bu durumu avantaja çevirdiğini ancak özellikle PKK ile
PDK arasındaki çelişkileri su yüzüne
çıkardığını aktaran Aktoprak, “Fakat bir
taraftan da ortak bir savunma gereksinimi ister istemez birliği beraberinde
getirdi. Bana sorarsanız, IŞİD olsun ya
da olmasın şu an Ortadoğu’daki durum
Kürd halkı için tarihte görülebilecek en
önemli dönüm noktalarından biridir. Bir
tarafta Rojava’daki deneyim var. Diğer
tarafta Güney Kürdistan’daki deneyim
var. Bir taraftan da burada sürdüğü ya da
sürdürüleceği düşünülen çözüm süreci
var. Dolayısıyla bu çok önemli bir dönüm
noktası. Artı şunu da gösterdi: Özellikle
son dönemde, Kobanê üzerinden yaşa-
Bir taraftan da Türkiye’ye, “bu belayı, yani IŞİD’i kendi başına
kendin sardın. Kendin hallet” de demek istemiş olabilirler.
Çünkü her ne kadar Davutoğlu aksi şeyler söylemeye çalışsa da
Türkiye bölgedeki radikal dincilere destek verdi. Biden’ın son
açıklamaları da bunu doğruluyor.
nan gelişmelere baktığımızda PKK’nin
bölgede etkin bir aktör olduğunu dünya
kamuoyuna da göstermiş oldu.” dedi.
Tampon bölge planının ise Rojava’yı
işgal etme planı olarak nitelendiren Aktoprak, Türkiye’nin böyle bir yaklaşıma
girmesi durumunda çözüm sürecini
de zora sokacağını söyledi. Aktoprak,
“Aslında örneklere baktığımızda her
ülkenin çözüm süreçleri kendi dinamikleriyle işleyebiliyor. Fakat her birinde
atılması gereken belli başlı temel adımlar
vardır. Mesela ‘Türkiye’nin bu anlamda
kendine özgü yönü nedir’ diye sorarsanız; Türkiye’nin doğrudan Öcalan’la
görüşmesi olumlu ve kendine özgü bir
adımdır. Başka örnekler de biz bunu
pek görmüyoruz. Mesela İrlanda’da da
IRA ile oturulup konuşulmadı. Ya da
İspanya’da ETA ile görüşmeler yapıldı
ama hiç bir zaman şeffaf bir şekilde kamuoyuna deklare edilmedi. Bu anlamda,
böylesi bir durum Türkiye için belki de
tek olumlu adımdır. Hatta adım bile
diyemiyorum. Mesela bizim elimizde hiç
bir Yol Haritası yok. Özellikle de 5 sene
gibi uzun bir zaman diliminin içinden
bakacak olursak en azından tarafların
kendilerinin ne yapacakları konusunda
belli bir bilgiye sahip olmaları gerekir.
Fakat yapılan açıklamalara baktığımızda hükümetin çok kapalı açıklamalar
yaptığını görüyoruz. Diğer taraftan
Kandil’den gelen açıklamalara baktığımızda o tarafın da öyle çok bildiği bir
Yol Haritası yok. Dolayısıyla bu oyalama
taktikleri süreci kolaylaştırmıyor. Özellikle hükümetin son dönem açıklamalarına bakıldığında yeni sürece dair kimi
ikilemler ortaya çıkmakta. Bir taraftan
çözüm sürecine devam edeceğiz diyorsunuz, diğer taraftan da, Bülent Arınç
terörü sona erdirmekten bahsediyor.
Yani siz çözüm sürecini sadece terörü
sona erdirmeye indirgerseniz bu çözüm
sürecinden kastiniz sadece PKK’nin silah
bırakması olur ki bu da tek başına çözüm
değildir.
Aktoprak, YPG-ÖSO ve IŞİD konusunda da şu ifadeleri kullandı: Biraz
doğruları söylemek lazım. Salih Müslim
de bunu söylemişti: Esad’la kendileri
sınırları ortadan kaldırırken, yat gezileri
yaparken Suriyeli Kürdler Esad’la mücadele ediyordu. Dolayısıyla bu tür söylemler tarihi kimi gerçekleri gizlemektedir.
Zaten bu tür söylemlerin uluslararası
kamuoyunda çok da inandırıcı olduğunu
düşünmüyorum. Bir de ayrıca ‘Ben size
söyledim, yapmayın’ gibi büyük abilik
taslayan bir ifade de söz konusu. Öte
yandan Suriye’de hükümetin desteklediği muhalif kanat ile seküler bir hareket
olan YPG’nin sadece Esad karşıtlığında
buluşup bir biat ilişkisine girmesini beklemek de sorunlu. Kürdleri IŞİD’in de ilk
hedeflerinden biri haline getiren, belki
Erbil’de petroldür ama Kobanê’de bu
seküler pozisyon ve alternatif yönetim
modeli.
09
Barışın kaybedeni,
savaşın kazananı olamaz
HAKAN TAHMAZ
Çözüm süreci ve Türkiye sarsıntı geçiriyor. Sarsıntının etkisi her an kendisini
daha da fazla hissettiriyor. Yüreğimiz ağzımızda.
Terör örgütü IŞİD’in katliamları ve
işgal girişimleri Ortadoğu’da deprem etkisi yarattı. Kobanê’de Kürdlerin onurlu
direnişi bütün insanlığa dersini veriyor.
Bölgede yaşanan mezhep çatışması, etnik çatışma ve savaşlardan medet
umanlar hiçbir şeye doymuyorlar.
Tehlike kapımızdan uzaklaşmış değil. Katliamlar, tecavüzler, kelle koparma seansları, aç susuz ve ayakları çıplak
çocuklarla, sırtlarda taşınan yaralı ve yaşlı insan manzaraları
televizyon ekranlarının sıradan görüntüleri oldular.
Türkiye’de ise Kürd sorununu 30 yıl savaşla çözemeyenler,
2 yıl dolmadan diyalog ile çözüm arayışını sonlandırmak için
çırpınıyorlar. Sanki bunca yılın savaşından hiç ders çıkarılmamış.
Hâlbuki taraflar 30 yıl sürdürdükleri savaşın sürdürülebilir
olmadığını çoktan fark ettiler; ama bunu kendilerine, mahallelerine ikrar etmekten kaçınıyorlar.
Toplumu sarıp sarmalayan bölünme ve aldatılma korkusu
her geçen gün alevleniyor. Bu korkuların yaratıcıları muktedirler ise sorunun aşılmaması için üstünü başını parçalıyor. Çünkü bunun, muktedirliklerin sonunun başlangıcı olacağı kesin.
Çözüm süreci, bu korkulara yenilme riskiyle karşı karşıya.
Bir kez daha krizi daha fazla demokratikleşerek ve özgürlükleri geliştirerek değil, anti-demokratik uygulamalarla, yasaklarla
ve polisiye önlemlerle aşmak tercih edildi. Hükümet, güvenlik
güçlerinin yetkilerini artırmanın hazırlığını yapıyor. Yarım yamalak demokrasimiz bir kez daha darbe alacağa benziyor.
2 yıldan sonra karakollara taciz atışları ve sınır dışı hava
harekâtı yapıldı. Türkiye’yi sarsan olaylar ve çözüm sürecinin
ruhuna aykırı kimi eylemler bahane edilerek HDP ve Eşbaşkan hedef tahtasına oturtuldu. TBMM’de Salı günü yapılan
parti grup toplantıları zehir saçmaya hız verildi.
İktidar, otoriter uygulamalarla toplumdaki hoşnutsuzluğu
ve tepkiyi arttırmakta bir beis görmüyor. “Kamu düzeninin
bozulmasına, çözüm süreci nedeniyle göz yummayız” gibi beylik laflarla hem kamu düzenini hem de çözüm sürecini riske
ediyor. Sürecin kesintiye uğraması, 90’lı yıllardan kötü, beter
şeylere yol açabilir.
Bizden, şeffaflıktan ve katılımcılıktan uzak, kötü yönetilen
şımarıklıklarla ve kaprislerle dolu gecen çözüm sürecinin bitirilmesi tehdidine boyun eğmemiz isteniyor.
Ne yazık ki, milliyetçilerle, statükocularla, şoven solcularla, devletçi muhafazakârlarla, bazı liberaller ve cumhuriyetçiler farklı noktalardan hareket ederek “Çözüm Süreci diye bir
şey kalmadı” lafında buluştular.
Kobanê’nin IŞİD tarafından işgal edilme girişimine karşı
gelişen tepki ve sosyal patlama sonrası “Böyle çözüm süreci mi
olur?” mealindeki itirazların arka planını Kürd sorununu idrak
edememek oluşturuyor.
Bu, çözümün ne derece zor ve kalıcı barışın ne kadar uzun
sürecini gösteriyor. Bu süreçte geçmişten çok daha ağır toplumsal sorunlarla karşı karşıya kalınma ihtimali oldukça yüksek.
Çözüm sürecinin sorunları ve krizleri sadece bize özgün
sorunlar ve krizler değil. Benzer sorunları çözmeye çalışmış
tüm ülkeler ve hareketler aynı şeyleri yaşamışlar. Bize ait olan
ekstra problemler ve yöntemler sadece bunları arttırıyor ve
büyütüyor.
Bu kriz ve sorunlara çözüm yolunu bulmak için dünyayı
yeniden keşfe gerek yok. Bu ülkelerin deneyimlerinden dersler
çıkararak kendimize özgün yol ve yöntemleri hayata geçirmek
ve sorunu çözmek zorundayız. Ayakta kalma ve insan olmanın
gereği budur.
Bunun için en kötü barışı ve diyalogu en iyi savaşa tercih
ederek işe koyulmalıyız. Ölme veya öldürmeyi tercih etmeyi
teşvik etmek ahlaki değildir. Ahlaksızlar safında yer almak istemeyen müzakerenin gerçekleşmesi, çözüm sürecinin devam
etmesi, silahın, şiddettin, ayrımcılığın, nefret söyleminin ve ırkçılığın toplumsal ve siyasal yaşamdan sökülüp atılmasına çaba
sarf eder.
10
ÇÖZÜM SÜRECİ
BasHaber
20 - 26 Ekim 2014
BasHaber
KADIN / MEDYA
20 - 26 Ekim 2014
AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu:
PKK saldırmadıkça operasyon yapılmaz
A
Roger Ehmed
KP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, hükümetin gündeminde olan
yeni güvenlik paketiyle ilgili olarak
“Güvenlik ve özgürlükler birbirinin alternatifi
olmamalıdır” dedi. Çözüm Süreci, Kobanê
eylemleri ve gündemdeki birçok konuya dair
BasHaber’in sorularını yanıtlayan Ensarioğlu, Rojava’daki tüm Kürd siyasi partilerinin
Duhok’ta toplanmaları için de “Kürdler
birbirinin kuyusunu kazmak yerine birlik
olmayı başarabilirlerse birçok sorunu daha
rahat çözebilirler” diye konuştu. Çözüm süreci
ve geçtiğimiz günlerde Türk savaş uçaklarının
Oremar’ı bombalaması konusunda ise Ensarioğlu, “PKK saldırmadıkça operasyon olmaz.
Bu, PKK’nin değişik yerlerdeki eylemlerine
karşı yapılmıştır” dedi.
Geçtiğimiz hafta yaşanan protesto eylemlerine atıfta bulunarak, bazı eylemlerin çözüm
sürecine zarar verebilecek eylemlere dönüşebildiğini ancak buna rağmen sürecin devam
ettiğini belirten Ensarioğlu, “Tabii çözüm süreci konusunda Sayın Başbakan ‘bu konuda biz
ısrarlıyız, devam ettireceğiz’ diyor. Selahattin
Demirtaş’ın da çözüm sürecinin devam ettiği,
etmesi gerektiği yönüne bir açıklaması vardı.
İmralı zaten çözüm sürecine her defasında
yaptığı açıklamalarda çok değer biçtiğini ve bu
anlamda önemli görüşmeleri yürüttüğünü söylüyor. Ancak son gelişmeler, gerek Suriye’de,
gerek Irak’ta yaşananlar bu sürece uygun sürdürülmemekte. Hem Ortadoğu’daki etkinliğini
kırıp İran’ın etkinliğinin Ortadoğu’da artması
hem de Batılı güçlerle artık kendince çok kontrol edemedikleri bir Türkiye’dense kendi içinde
yeniden iç sorunlarıyla ilgilenen bir Türkiye
istiyor birileri. Bu çabaların tabii ki çeşitli provokasyonlara ve çeşitli yönlendirmelere sebep
olduğunu görüyoruz” diye konuştu.
Türkiye’nin, Kobanê’nin düşmemesi için
oradaki mücadelenin desteklenmesi gerektiğini savunduğunu iddia eden Ensarioğlu, BM ve
Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’nin yardım
koridoru açılması yönündeki çağrısını ise,
“Kobanê konusundaki duyarlılık veyahut orada
Fransa’nın veya BM’nin kendine ait yorumları
var ama kimsenin aldığı bir karar yok. Yani
BM Suriye’deki sorun konusunda alabileceği
çok önemli kararlar varken, bu kararların
hiçbirini almazken bize akıl veriyor. Türkiye zaten IŞİD’in bir terör örgütü olduğunu,
küresel bir tehdit olduğunu ve bu tehdidin en
fazla da Türkiye’yi tehdit edebileceğini söylüyor ve Kobanê’nin de düşmemesi gerektiği,
Kobanê’deki direnişin desteklenmesi gerektiğini de söylüyor. Oradaki güçlerin tamamına
kapıların açıldığını, o anlamda hiçbir sıkıntının
olmadığını da biliyoruz. Türkiye IŞİD’e karşı
koalisyonun içinde de yerini almıştır. İncirlik
ile ilgili görüşmeler yapılıyor. Yaralıların tedavisi konusunda gerekenler yapılıyor. Sivillerin
geçişiyle yani şu ana kadar Türkiye üzerinden
Kobanê’ye geçen beş yüzün üzerinde savaşçı
ve sivil katılım var. Yani Türkiye’den geçişlere de çok katı kurallar uygulanmıyor. Ancak
YPG güçlerinin Cizîre Kantonu’ndan veyahut
Penguenler açarken
SENNUR BAYBUĞA
Tüm
Kürdler
IŞİD’e karşı
Şu ana kadar 600 civarında YPG’li Türkiye’de tedavi edildi. Duhok’taki
toplantı Kürdler arası birlik için çok önemli. Çözüm Süreci devam edecek,
PKK yeni saldırılarda bulunmadıkça hiçbir aksama olmayacaktır.
da başka bir yerden resmi olarak nakli bugün
itibariyle Türkiye’nin gerçekliğiyle çok örtüşmemektedir. Ama biz yine de YPG güçlerinin
kendi usullerine göre gelip geçebildiklerini
biliyoruz.” şeklinde yorumladı.
600 civarı YPG’li tedavi edildi
Rojava’dan gelen ve sonrasında sınır dışı
edilen, ya da gözaltına alınan savaş mağdurları
konusunda ise Ensarioğlu, “Şu an 600 civarı
YPG’li yaralı tedavi edildi, diye biliyorum.
Bunlara hiçbir işlem yapılmadı. Ancak son
Kobanê eylemlerinden sonra sınırdan giren
yaralılardan bazıları yüz taramasıyla gözaltına
alındı. Buna ilişkin bir takım sınır dışı ve birkaç tutuklama oldu. Yani 250 tutuklama falan
yok, birkaç tutuklama var” diyerek yanıt verdi.
Türkiye’nin net bir şekilde IŞİD’e karşı
koalisyonun içinde yer aldığını ileri süren Ensarioğlu, şu anda bu koalisyonun bir üyesinin
de Türkiye olduğunu ancak Türkiye’nin farklı
önerileri olduğunu söyledi. Ensarioğlu şöyle
devam etti: Yani Türkiye’nin farklı kaygıları
var. Türkiye, Esad rejimi var olduğu müddetçe
IŞİD bertaraf edilse de; IŞİD, El Nusra ve bunun türevleri birçok terör örgütünün insanlığı
tehdit edeceğini söylüyor. Yani bu işin ana
kaynağının Esad rejiminin tavrı olduğunu
söylüyor. Bunun daha kapsamlı bir şekilde ele
alınması gerektiğini söylüyor ve sınırdaki bu
insani göçleri veya sivil halkın kendi topraklarında daha güvenli bir şekilde kalabileceği bir
takım kararların BM’ce alınması gerektiğini
söylüyor. Bu da Türkiye’nin askeri tampon
bölge kastetmediğini açıklıyor. Türkiye’nin
kaygıları sivillere, göçe yönelik kaygılarıdır.
Yani Türkiye askeri olarak oraya girmek istemediğini söylüyor zaten.
PKK saldırmadıkça operasyon olmaz
Uzun bir aradan sonra PKK’nin, Oremar
civarının Türk savaş uçaklarınca bombalandığı
açıklaması ile, çözüm sürecinin başlangıcından bu yana ilk kez yeniden geniş kapsamlı
tutuklamaların başlamış olmasını hatırlattığımız Ensarioğlu, “Çözüm, iki tarafın da iradesiyle olur. Bu olacaksa da iki tarafın iradesiyle
olur. Yani PKK karakola saldırı düzenleyecek bu çözüm sürecini tehdit etmeyecek...
Defalarca bu tür saldırılar oldu. Tunceli’de,
çeşitli yerlerde... ‘Kimse bunlara çözüm
sürecine aykırıdır’ demiyor. Nihayetinde bu
olan olaylardan sonra devlet kamu güvenliği
açısından bir takım zafiyetlerin yaşandığı
kanaatine vardı. Bu saldırılara bugüne kadar
karşılık verilmiyordu. Şu anda bu saldırılara
karşılık veriliyor. ‘PKK saldırmadıkça devlet
operasyon yapmayacak’ bunu Cumhurbaşkanı ve Başbakan defalarca söyledi. PKK’nin
saldırılarına rağmen operasyon bugüne kadar
yapılmadı. Ama bu son olaylardan sonra
devlet kendince zafiyet görmüştür. Bunlar
iyi şeyler mi? Bunlar tabiki Türkiye’yi kötüye
götürür ama bu kötüye gidişte PKK’nin hiçbir
kabahati yok mu? Bunu da biraz düşünmek
lazım” yanıtını verdi.
Konuşmasının devamında Duhok’ta devam
eden Tev-Dem ve Güney Kürdistan yetkililerinin toplantısına dikkat çeken Diyarbakır
Milletvekili Ensarioğlu, “Bu durumu çok
önemsiyorum. Kürdlerin bir birlikle ilgili
yapacakları her şey; her defasında ertelenen
konferanslar, ortak tavır, ortak değerler... Ben
bu türden girişimleri önemsiyorum. Zaten
Kürdler kendi arasında çekişmeyi bir tarafa
bırakıp birlik olmayı, birlikte hareket etmeyi
ve ortak değerlere birlikte sahip çıkmayı
becerebilirse birçok sorunu daha rahat çözer.
Yani birbirini suçlamak, birbirini alt etmek,
birbirine kuyu kazmak yerine bir araya gelip
ortak değerler etrafında bir güç olabilirlerse
ve ortak tavır takınabilirlerse tabiki Kürdlerin
geleceği açısından daha anlamlı, daha değerli
olur” yorumunda bulundu.
Hükümetin gündeminde olan ve
hem cumhurbaşkanı hem de bazı
bakanların son günlerde dillendirdikleri yeni güvenlik paketinin
ise özgürlüklere alternatif şeklinde
yorumlamamak gerektiğini aktaran
Ensarioğlu, “Şimdi güvenlikten
kasıt halkın can ve malını, namusunu korumaksa güvenlik bir devletin görevidir. Ancak güvenlik ve
özgürlükler birbirlerinin alternatifi
olamamalıdır. Güvenlik sağlayacağım diye özgürlükleri kısıtlayıcı,
insan haklarına muhalif, demokrasiye, hukuka muhalif hiçbir
şey yapılmamalı. Evet, güvenlik
önemlidir. Yani biz bir kez daha
gördük ki bölgede 40’ın üzerinde
insan öldü ve vahşice öldürüldüler.
Dükkânlar talan edildi, halkın canı,
malı ayaklar altına alındı. Bu halkın
canını, malını koruması gereken de
devletin kendisidir. Devlet kendinde güvenlik zaafiyeti hissediyorsa
bu güvenlikle ilgili açıklarını mutlaka kapatmalı ancak bunu hukuk
içinde, adalet içinde, insan hakları
temelinde ve hiç kimsenin özgürlüğünü de kısıtlamadan yapmalı”
dedi.
Ensarioğlu şöyle devam etti:
“Tüm Kürd halkı Rojava’daki IŞİD
vahşetine karşı öfkelidir ve tek vücuttur. Ancak ben AK Partili’yim ve
Rojava’daki direnişi destekliyorum.
Oradaki IŞİD vahşetini de lanetliyorum. Bir HÜDA-PAR’lının yaptığı açıklama da aynıdır. HÜDA-PAR
da IŞİD’e karşıdır ve IŞİD’e, IŞİD’in
orada Kürdlere yönelik vahşetini
ve saldırısını tasvip etmiyor. Bir
HDP’li de tasvip etmiyor. Hiçbir
siyasi görüşü olmayan Kürd de tasvip etmez. Ancak Rojava kimsenin
tapulu şahsi malı değil yani herhangi bir Kürd grubun, herhangi
bir Kürd partisinin tekelinde değil.
Bu tüm Kürdlerin ortak değeridir.
Bütün parti ve görüşü ne olursa
olsun Kürdler IŞİD’e karşı Rojava direnişinin yanındadır. Fakat
birileri bunu kendi şahsi meselesi
ve kendi dışındaki bütün Kürdleri
de oradaki direnişin karşısında
gibi görürse bu Rojava’ya da bu
değerlere de zarar verir ve Kürdleri
de kendi içinde birbirine düşürür
ve rahatsız eder.”
11
Müge İplikçi
Pınar Öğünç
Kadın haber dili oluşturmalı
M
edyada kadın haberciliği yapmak ve kadın
dilinin oluşturulmasının öneminden bahseden
Gazeteci Yazar Müge İplikçi, “Kadın habercilerin
kendilerine dayatılan ‘erkek dilini’ ayrıştırma ve mercek
altına almak zorunda olduğuna dikkat çekerek, kadın
habercilerin medyada kadın bedeni ve dili üzerindeki
hegemonyayı kırarak başka bir dil oluşturması gerektiğin
kaydetti.
Kadın gazeteciliği konusunda medyada kadınların
yaşadığı sorunların başında erkek dilinin ve savaş dilinin
egemenliği olduğunu belirten Gazeteci Yazar Müge İplikçi, “En büyük sorun bu dilin kadın bedeni ve dili üzerindeki hegemonyasıdır” dedi. Medyanın kadına bakışında
ve kadına yer verme biçimine değinen İplikçi, “Sanırım,
bu noktada kadın gazeteciler kendilerine dayatılan ‘erkek
dilini’ ayrıştırmak ve mercek altına almak durumundalar.
Zaman zaman bu erkek dilinin kendilerini ‘var ediyor’
gibi görünmesine aldanmamalı ve yeryüzünün bu dilden
çok çekmiş ve çekmekte olduğunu fark etmeli ve bunu
aktardıkları haberlerde yansıtmalılar. Bu yansıtmanın
en önemli ayağı ise yaptıkları haberdeki bakış açışı ve bu
haberde kullandıkları dildir. Bu dilin merkezdeki bir dil
ve bakış açışı olmaması hemen her şeyi farklı kılacaktır”
diye konuştu. Kadın haberciliği medya iktidar ilişkilerinin neresinde şeklindeki sorumuza, “Tam ortasında!
Kadın haberciliği, medya-iktidar ilişkilerinin kadın bedeni ile kurduğu ‘bağ’ anlamında çok etkin dönüştürücü
bir rol oynayabilir. Bu bedenin metalaştırılmış bir beden
olduğunu sürekli vurgulayabilir ve bu sayede kamuoyunda farklı bir bilinç oluşturabilir” diye yanıt veren İplikçi,
kadın haberciliğinde farklı bir algı oluşturmanın yolunun
ise sürekli olarak erkek egemen dilinden farklı bir dilin ve
dünyanın mümkün olduğunu vurgulayıp bunu haberlere
yansıtmak olduğuna vurgu yaptı. İplikçi, “Bu haberleri
merkezdeki genel geçer düşünceye hizmet edecek biçimde
değil, ötekileştirilmiş olanın sesine kulak vererek hayata
geçirmektir” diyerek, kadın haberciliğinin alışılmışın
dışında bir dil ve algıya sahip olduğunu ve bunun aynı
zamanda ötekileştirilmiş bir dil olduğunu ifade etti.
‘Kadın gazeteciler genel dilin dışına
çıkabilmeliler’
Medyanın eril dilinin toplumsal bir dil haline getirilmesinde kadın gazetecilerin rolünün önemine dikkat çeken
İplikçi şunları kaydetti: “Kadın gazeteciler kullandıkları
sözcük seçiminden, girdikleri eril rekabet ortamından
tutturabilecekleri usluba kadar hemen hemen her şeyi yeniden hayata geçirmeyi göze almalılar. Yaptıkları haberde
asıl atardamarın nerede olduğunu seçebilmeliler. Genel
kanıların dışına çıkmaya cesaret edebilmeliler. Kadın
haberciliği belirttiğim koşullarda mevcut olduğu müddetçe, toplum algısının merkezden beslenen ezberci ve erkek
egemen savaş dili de hafiflemeye mecbur kalacaktır.”
‘Basında kadının ayrı örgütlenmesi olmalıdır’
Basında kadınların ayrı örgütlenmesi gerektiğine kaydeden İplikçi, bunun bir ayrımcılık olmadığını, öyle olsa
bile bunun pozitif ayrımcılık olarak görülmesi gerektiğini
söyledi. İplikçi, basında kadınların ayrı örgütlenmesinin
başta basın olmak üzere tüm alanların değişmesine ve
dönüşmesine katkı sağlayacağını belirtti. Kadınların savaş
karşıtı bir dil kullanmaları gerektiğine işaret eden İplikçi,
“En keskin virajlarda bile bunu böyle yansıtmalılar. Savaşta bile. Barış dilinin savaş dilinden güçlü olabilmesinin
tek koşulu, onu hemen her olayda hatırlamak ve hatırlatmaktır. Barış dili ve savaş dili insanlarda içgüdüsel olarak
mevcut değil. O yüzden her gün, yeniden, bıkıp usanmadan barış dilini inşa etmeye mecburuz”
‘Kürd kadınları dünyaya örnektir’
Kürd kadınların geldiği aşama ve kat ettiği yolun çok
ileri olduğunu ifade eden İplikçi şöyle devam etti: “Bence
Kürd kadınları dünyaya örnek olacak bir gelişim sergiliyorlar. Kadın haberciliğinin bu noktada varlığını da çok
önemli buluyorum. Kadın odaklı haberlere yer verilmesi,
yaşananların gerçek yüzünü yansıtma konusunda çok
önemli ipuçları veriyor.”
Aynı şekilde kadın haberciliği konusunda yaratacağı
değişimler ve olması gerekenler ile ilgili sorularımızı
sorduğumuzu bir diğer kadın gazeteci Pınar Öğünç.
Öğünç ise düşüncelerini şöyle dile getirdi: “Bazen ‘medya’
deyince soyut bir kavramdan söz ediyormuşuz gibi oluyor.
Halbuki eğer özel bir çaba sarf etmezse ya da ideolojik olarak bunu seçmiyorsa, yaşadığı toplumunu genel
geçer cinsiyetçiliğinden, ayrımcılığından, militarist ve
eril dilinden kendini kurtaramayan tek tek bireylerden
oluşuyor medya dediğimiz. Gazeteleri o zihniyet çıkarıyor, televizyonlarda haberlerin mesajları böyle inşa
ediliyor. Fakat medyanın en teklikeli yanı, içinden çıktığı
toplumun defolarını yansıtırken, o defoları kanıksatıcı,
normalleştirici bir işlevinin de olması. Dar pantolonu
tecavüze gerekçe sayan hukuk yorumunun meşrulaştırıldığı yer medya. En küçük üçüncü sayfa haberinden de, en
ilgisiz görülebilecek magazin haberinden de bu mesajları
örtük bir biçimde vermek mümkün. Bu anlamda ‘kadın
odaklı habercilik’ özellikle ana akım medyada bir tercih
ve çaba istiyor. Kadın gazetecilerin kadın odaklı haberlerini çalıştıkları kurumlara kabul ettirebilmeleri ayrıca bir
mücadele gerektirebiliyor.
‘Kürd medyasının tavrı apayrı’
Kürd medyası ise arkasında kadının özgürlüğü odaklı
bir siyasi hareket bulunduğundan bu anlamda tavrı tabii
ki diğerlerine göre apayrı. Bunun güzel tarafı ise aksi hallerde bunu denetleyecek ve tavrını koyacak olan örgütlü
bir kadın hareketinin bulunmasıdır.”
Yapılan anketleri doğru sanan televizyon dünyasının dahileri, yaklaşık
olarak bir buçuk yıl evvel,başrollerini
penguenlerin oynadığı belgeselleri
hayatımızın orta yerine sabahın er saatinde soktular.Kafaları kuma bile gömemeyecekleri kadar büyüdüğü için
,Taksim’in orta göbeğinde patlayan
bir isyan hareketini herkesin görebileceğini idrak edemeyip,banttan yayın
yaparak penguen izlettiler utanmazca insanlara.Sokaklarda
o kadar çok haber vardı ki o ara basına hiç ihtiyaç duymadan
herkes kendi canlı yayını yaptı zaten.
Taksim olaylarının benim en hoşuma giden yanlarından
biri de medya binalarının önünde yapılan eylemler ve alçaklıklarının teşhiri konusunda oluşan ortak fikirdi. Çok güzeldi
,o günlerde sayfalarıma gelen yeni gençler—kimisinin facebook adının başında TC var-basının bizden bugüne kadar
ne kadar çok şeyi gizlediğini ve memleketin doğusunda olan
,yıllardır kendilerine anlatılan her şeyin belki de gerçek
olmayabileceğini yazdı o dönem.Ben hakkaten,bu vicdanlı
akıllı ve düşünmeye meyilli neslin kilitlenmiş,lanetli şifrelerimizi çözebileceğini düşündüm,umutlandım.Artık gerçeğe hü
diyecektik en azından bundan sonra.
Penguenin paytak yürüyüşü ile yarattığı aydınlanmamızın üzerinden bir buçuk sene geçti,Türkiye gibi her gün binlerce olağandışı şeyin olduğu ama hiçbir şeyin olmadığı bir
ülkede uzun bir zaman farkındayım tabii.Balığın ömrü kaç
yıl ki şunun şurasında.Ama gezi ruhu ile başlayan nutuklarımız hala devam etmekte ne de olsa diyerek ben umutluydum
tabii.
Kısa bir zaman önce daha,Işid’in Kerkük’e girdiği
Türkmenlerin Irak Kürdistan’ına sığındığı,epeyinin katledildiği haberlerini gördük hepimiz.Türkmenlerin Kürdistan Özerk Yönetimi’ne ,peşmergeye canlarını kurtardıkları
için teşekkür ettikleri falan filan,bir dolu haber.Tümünü
okuduk,gözlerimizle izledik..
Katliam çeteleri Şengal’e saldırdılar, Ezidilere dünyanın
gözleri önünde soykırım uyguladılar,kaçabilenler Türkiye’ye
kaçtı,kadınlarını pazarlarda sattılar,öldüremediklerini köle
yaptılar,tecavüz ettiler.Bunları da neredeyse bu ülkede herkes okudu ,gördü,yardımlar toplandı,kamu spotları hazırlandı.
Sonra Işid Kobanê Kantonunu kuşattı.Yaklaşık bir
aydır,üç tarafı katiller ordusunca çevrili Kobanê’de eşit silahlara sahip olmaksızın sayıca eşit olmaksızın Kürdler dünyayı utandıracak bir direniş sergiliyorlar, sınırlarımıza kadar
dayandılar.Yaralılar Suruç hastanelerine taşınıyor.Oradaki
hastanede Türkiye’nin her yanından giden gönüllü doktor ve
sağlık görevlileri tarafından tadavileri yapılıyor hem de saat
saat öğreniyoruz artık bunları.Kobanê bizim iç meselemiz
artık, öldürülenlerin tüm akrabaları 2 kilometre yakınındaki
Suruç’ta ve köylerinde ve coğrafyamızın içlerinde yaşıyorlar.
Ve birden;
Sokaklarda can yangısıyla protesto hakkını kullanan herkes derhal eski nizam terörist en kibarından vandal—üstelik
haberde paylaşılan fotoğrafların bir kısmı gezi döneminde
yanan otobüslere bile aitti-,bölücü,polis düşmanı vatan haini oldular.Basının her yazdığı tekrar inanılır kadri mutlaklar
halini aldı.Sokak emniyetini yitirip,çıkanlar lain ilan edildi.
Birden geçen senenin masum gençleri ,ne yapsın otoriter hükümete itiraz edenleri ortadan yok oldu unutuldu ve sokağa
tipsiz vandallar basarak bir yıl önce ayarları bozulmuş memleket koyunlarını tekrar fabrika ayarlarına döndürdüler.
Kamu tekrar mal mülk sahibi,vatandaş tekrar vatandaş oldu.
Ama beni her daim delirten sadece küçük bir çan sesi
vardır,küçücük.Birden bir gurup vatanperver,Türkmenler
ölürken neredeydiniz diye Kürdlere sormaya başladı, ağızlarında tadına doyamadıkları Kürd kanı, aşağılamaktan bıkmadıkları ‘akılsız vandallar’, oturdukları yerin rahat hamaset
savaşçıları; sayfalarında yazı yazıveriyorlar,heyyy yeteri kadar öldünüz mü,Türkmenler için de öldünüz mü,burada az
öldünüz gidip Kobanê’de de ölün.
Penguenlerinizi koklamaya devam edin.Ben zehirli
mantar yiyeceğim.
SÖYLEŞİ
BasHaber
20
- 26 Ekim 201412
SÖYLEŞİ
Mihemed Emin Pencwînî:
PKK ve PDK dayanışması
Kürdistan’ın kaderini değiştirir
K
Yeter Polat
ürd siyasetçi Mihemed Emin
Pencwînî, soyadını doğduğu kentten
alıyor. Edebiyatçı, siyasetçi ve aynı
zamanda şair olan Pencwînî’nin babası,
medresede din eğitimi veren bir alim. Abisi
ve kendisine de din eğitimi verilmiş olmasına rağmen kendisini komünist olarak
tanımlıyor. İlk gençlik yıllarında komünist
fikir ve düşüncelerle tanışıyor, ‘dünyayı
tanımaya başladığımda kendimi siyaset ve
edebiyat içinde buldum’ diyor.
Siyasete ilk olarak Irak Komünist
Partisi’nde başlayan Pencwînî, çok genç
yaşta Irak Komünist Partisi’nin Pencwînî
bölgesindeki siyasi çalışmaların sorumlusu
oluyor. O dönemde feodal düzene, ağalık
ve şeyhlik olgularına karşı mücadele eden
Pencwînî, düzene karşı yürüttükleri mücadelelerinin dönem dönem silahlı çatışmalara dönüştüğünü ifade ederek, tam da o
dönemlerde edebiyata meylettiğini ifade
ediyor. Sürgünde Kürd Parlamentosu kurucu üyesi ve halen KNK üyesi olan Pencwînî
ile IŞİD’in ortaya çıkışı, amacı ve uluslararası konjonktürde Güney Kürdistan’da
olası bağımsızlık süreci ve Türkiye’de
yürütülmekte olan ‘’Çözüm Süreci’’ üzerine
konuştuk.
IŞİD’in ortaya çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz? IŞİD neden Kürdlere saldırıyor?
ve bu şekilde büyümesinde en önemli rolü
MİT üstlendi. Suudi İstihbarat Şefi de bu
projeye destek verdi. İki yıl önce Katar ve
Ürdün kralları ‘biz Şii hilalinin başarıya
ulaşmasına izin vermeyeceğiz’ dedi. Şii
Hilali dedikleri bölge İran, Irak, Suriye
ve Lübnan’ı kapsıyor. Şii Hizbullah’ına
karşı, onun gibi savaşçı ve fedai bir güç
oluşturmayı hedeflediler. El Kaide’ye bağlı
El Nusra’yı desteklediler ardından IŞİD ve
şimdi de Horasan örgütlerini kurdular.
IŞİD ve Sünni güçler Musul’u ele geçirdiği zaman Kürdler bu durumu fazla önemsemedi. ‘Bu savaş Sünni Şii çatışmasıdır, bizi
ilgilendirmez’ dediler. Iraklı siyasetçilerde
başlangıçta ‘bu savaş Şii Sünni savaşıdır,
Kürdleri ilgilendirmiyor’ dedi. Kürd güçleri
de tartışmalı bölgeleri ve Kerkük’ü kontrol
etti. Kerkük Irak’ın kuruluşundan beri
tartışmalı ve sorunlu bir bölgedir. Daha
sonra Kürdistan Bölge Başkanı Kerkük
referandumundan ve Kürdistan’ın bağımsızlığından bahsetti. Şimdi de Kürdistan’da
referandum gerçekleşse halkın % 95-99’u
bağımsızlığa ‘evet’ der. Bağımsızlık kabul
edilir ve bu yasallaşırsa Kürd halkı için
yeni dönem başlar. Çünkü Rojava’da kantonel statü var, Kuzey Kürdistan’da çözüm
süreci var ve bu durum Doğu Kürdistan’ı
da direkt etkiler. Güney’de Kürd devleti
kurulur ve ekonomik bağımsızlıkta sağlanırsa, Kürdistan’ın petrolünden elde edilen
gelirle Ortadoğu’da süper bir ülke haline
gelebilirsin. Bu durumdan ne İran ne de
Türkiye hoşnut olmadı. Hatta ABD bile
desteklemediğini söyledi. Güney Kürdistan’daki bu gelişmelerden sonra Türkiye
MİT aracılığıyla IŞİD içerisinde etkin olan
kolunu Kürdistan’a yönlendirdi. Biliniyor, IŞİD Erbil’e çok yaklaştı. Xurmal’a
ulaşmasına 15-20 km kalmıştı. Xurmal
petrol bölgesi, ABD’li, Avrupalı ve Türk
petrol şirketlerinin bulunduğu alan. IŞİD
bu bölgeye dayandığında ‘dur’ dediler. Bu
Kürdistan Hükümeti’ne bir mesajdı. ‘Bizim
rızamız olmadan siz bağımsız olamazsınız’
dediler.
için de durum aynısıdır. Türkiye destekleyip örgütlediği IŞİD’i Rojava kantonlarına
saldırtıyor.
Sizce IŞİD durdurulabilinir mi?
Buna inanmıyorum. IŞİD İran’ın çıkarlarına zarar veriyor. Ancak eğer İran’ın
işine gelecek bir durum olursa onlar için işi
kolaylaştırabilir, yol açabilir. İran’ın farklı
alternatifleri var, Hizbullah türü birkaç
silahlı gücü var. İran Ortadoğu’da büyük
bir güç. Bunu herkes kabul ediyor.
Bence IŞİD, ABD Başkanı Obama’nın
dediği gibi 2-3 yıl içinde bitmez. Hava
saldırıları ile de bitmez. Bence karadan
müdahale de gerekli. IŞİD Kobanê’ye girdi
biliyorsunuz. Kobanê’deki direniş bunun
açık ifadesidir. O kadar ağır silah ve askeri
imkana karşı büyük bir direniş var ve IŞİD
rahat ilerleyemiyor. Dolayısıyla IŞİD’e karşı daha üstün donanımlı bir gücün karadan
müdahalesi IŞİD’i rahat durdurabilir. IŞİD
daha 10-15 yıl içinde Irak ve Suriye için
hatta Türkiye için de problem olacak. Bakın; Bin Laden’i yaratan CIA idi. Taliban’ı
yaratan Batılı istihbarattı. Radikal Sünni
İslamcı grupların büyük çoğunluğu Batılı
istihbaratlarca yönlendiriliyor, kendi çıkar
ve isteklerine göre hareket ettiriliyor. IŞİD
Yani IŞİD Türkiye’nin başına bela
olacak diyorsunuz?
Benim kanaatime göre böyle olacak.
Dedim ya; Bin Laden’i CIA yetiştirdi ama
daha sonra ABD’ye karşı en büyük tehdit
haline geldi. Taliban başka bir örnek. Aynı
durumun Türkiye IŞİD ilişkisinde de tekrar
edebilir diyorum.
İran’ın IŞİD ile ilişkisi var mıdır?
Bu durumda Kürdler ne yapmalı?
Bölgedeki bu savaşın görünüşü itibariyle
Şii-Sünni çatışması olduğunu söyledim.
Bence Kürd liderler, tüm Kürd güçleri
akıllı ve mantıklı yaklaşmalı, Kürd halkının
çıkarlarını göz önünde bulundurmalı.
Kürdler tarafsız olmalı, bu durumu idare
edebilmeli diyorum ama bu durumda, bu
da mümkün değil. Okları üzerine çekmemeli diyorum ama Kobanê’nin durumu ortada. Dış güçlerden destek istiyoruz. Ancak
Kobanê bir petrol bölgesi değil, bu yüzden şimdiye kadar ne
ABD ne de Avrupa olanlar karşısında ciddi bir tepki koymuş
değil. Demem o ki savaş Kürdlerin evine getirilmiş, içinde
olmak kaçınılmazdır.
PKK yöneticilerine de sundum. Bu şekilde 10 yıl savaşılsa
yine Türkiye’yi parçalamak imkansızdır. Dış güçler buna
müsaade etmez. Kaldı ki bu durumda Kürdlerin Türkiye’den
ayrılması kendi çıkarlarına da uygun değildir.
‘Kürdlerin dostu yok’ diyorsunuz. Dört parçadaki
Kürdler için gelecek öngörünüz nedir? Gelecek açısından Güney Kürdistan’da Barzani’nin, Kuzey’de
Öcalan’ın hedeflerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir gün bağımsız birleşik Kürdistan için bir gücün çıkıp savaşacağına inanıyor musunuz?
Sayın Barzani’nin şu ana kadar izlediği siyaset doğru bir
siyaset. Şimdiye kadar bunun sonuçlarını da görüyoruz. Tek
taraf üzerinden hesaplanmamasını umud ediyorum. Yani
ne Şiilere ne de Sünnilere karşıt olunmalı. Kürd halkının
çıkarları ön planda tutulmalı. Sayın Öcalan ise savaşın
durdurulması ve iki taraf arasında müzakerelerin başlatılmasından yana. Öcalan’ın Kürdistan projesi ‘Demokratik
Özerklik’tir. Yani sınırların parçalanması değil. Daha önce
belirtmiştim; beni PKK’ye yakınlaştıran Sosyalist Bağımsız
Kürdistan ideolojisiydi. Şimdi Öcalan bu ideolojiyi savunmuyor. Demokratik Özerklik Projesi de Türkiye, İran, Irak
ve Suriye’yi bölmeye dayanmıyor dolayısıyla tehdit değil.
Yani eğer Rojava’daki 3 kanton birleşip kendi idaresini
oluştursa dahi bu durum Suriye’nin bölünmesine tehdit
olmaz. Kuzey Kürdistan ve Türkiye için de, Diyarbakır ve
daha birkaç şehirde kantonlar oluşur ve bu merkezler HDP
tarafından yönetilirse bu durum ne Türkiye’nin bütünlüğüne ne de Türk kavmine bir tehdit olur. Bu statü ile Kürdler
siyasal ve kültürel hak sahibi oluyor. İçinde bulunduğumuz
dönemde ve önümüzdeki yıllarda tek parça bağımsız Kürdistan imkansız gibi görünüyor. Bakın; Kürdistan Bölgesi’nde
bağımsızlık referandumundan bahsedildiği zaman İran
İslam Cumhuriyeti resmen ‘ben bağımsızlığa karşıyım’ dedi.
İran, Kürdistan’ın bir parçasını egemenliği altında bulunduruyor ve Kürdistan bölgesi ile bin kilometreden daha fazla
bir sınırı bulunuyor. NATO’ya karşı duracak bir güce sahip.
Türkiye’nin tavrı da pek farklı olmadı. Erdoğan’ın sözcüleri
açıkça şunu belirttiler; ‘siyasi ve ekonomik bağımsızlığınız
Türkiye’nin denetimi altında olursa destekleriz’ dediler.
Türkiye’de bir NATO üyesi. Bu ülkeler bölgede söz sahibi
olan güçler. Her ne kadar siyasette kesin veya mutlak diye
bir şey olamazsa da bu iki güce rağmen Kürdlerin her hangi
bir parçada bağımsız bir devlet kurması imkansızdır.
Öcalan bağımsız Kürdistan siyasetini değiştirdi.
Sebebi neydi? Neden Öcalan söylem değiştiriyor?
Dönem değişti, koşullar değişti. İnsanın zihniyeti değişti.
Dünya ve Ortadoğu siyaseti değişti. Güney Kürdistan’da
daha önce otonomi istiyorduk, bunun için 30 yıl savaş
verildi. ‘Kürdistan’a otonomi, Irak’a demokrasi’ydi şiarımız. 1991’den sonra, Saddam gittikten sonra bile bir dönem
otonomiden bahsediyorduk. Ancak 2004’ten sonra federalizmden bahsedildi. Irak Anayasası’nı Irak’ın Amerikalı
yöneticisi Paul Bremer yazdı. Kürdler, Araplar ve Irak’ta
yaşayan tüm farklılıklar bunu kabul etti. Şimdi Kürdler
için şartlar değişti. Dünyada destekçileri çoğaldı, Kürdler
güçlendi ve biz bağımsızlıktan sözedebiliyoruz. Öcalan
dünyanın, Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin durumunu tahlil
ederek bu durumda Türkiye’nin parçalanması Kürdistan’ın
Türkiye’den ya da diğer parçalardan ayrılması mümkün değil diyor. Bu durum Kürd halkının çıkarlarına hizmet etmez
diyor. 1994 yılında ABD’ye gittiğimiz zaman ABD’nin dış siyasetini belirleyen birçok uzmanla görüştük. Bize o zamanda
açıkça şunu söylediler; ABD varolduğu sürece Türkiye’nin
parçalanmasına izin vermeyecek. Çünkü Türkiye ABD’nin
bölgedeki en önemli dostlarından biridir. Bu görüşümü
13
Kanaatimce Öcalan var olduğu müddetçe, PKK yönetimi
olduğu müddetçe PKK içinde ya da dışında bir güç çıkıp bağımsız Kürdistan için savaşamayacak. Kürdistan’da devletlere karşı çatışmalar olur. Farklı güçler de olacak ancak bunu
başaracaklarını sanmıyorum. Bir de ortada bu IŞİD olayı
var, bu durum imkansız görünüyor. PKK içinde de söz sahibi
olan Öcalan’dır. Cemil Bayık açıkça söyledi; ‘Süreç böyle
yürümez ancak yine de karar sahibi olan Öcalandır’ dedi.
Partiler çokça demokrasiden bahseder. PKK ve
KDP’yi demokrat buluyor musunuz?
Kürdler hala devrim aşamasında. Dünyadaki tüm devrimlerde bunun örneği vardır. Sovyetlerde, Çin, Vietnam ve Latin Amerika devrimlerinde de öyleydi. Halk hareketleri askeri yöntemlerle yapıldı. Askeri düzen hakim olur. Ve askerlik
ile demokrasi yerden göğe kadar birbirine zıt şeyler. PKK
hala savaş durumunda. PDK’nin içinde bulunduğu şartlarda farksız değil. Bir örnek vermek istiyorum; Kürdistan’da
Kürdistan Sosyalist Demokrat Partisi var. Genel sekreteri
benim çok yakın bir arkadaşım, dostumdur. Çok güçlü bir
Peşmerge’dir. Bu arkadaşımızın dört eşi var. Bu arkadaşımız
parlamento üyesi olduğu dönemde parlamentoda çok eşlilik
tartışması oldu. Bu arkadaşımıza görüşü sorulduğunda
espri yaparak; ‘ben sizin tartışmalarınıza ve kararlarınıza
karışmıyorum. Siz bu kararı almadan önce ben zaten dört
evlilik yaptım’ dedi. Gençliğimde Komünist parti üyesiyken
Şehrezor bölgesinde işçi ve çiftçilerle toplantı yapardım. Komünizm propagandası yapardım. Ezan sesi geldiğinde bana;
‘Sözünü unutma biz bir namaza gidip gelelim’ derlerdi.
Bizim sosyalizmimizde böyle bir şey.
Kürdistan’ın bir gün demokratik bir sisteme sahip olabilmesi için şimdiden demokratik kültürün
temellerini atmak gerekmiyor mu?
Demokratik zihniyetin oluşması çok önemli bir konudur.
Medya, üniversiteler ve bütün entellektüel çalışmaların
temel hedefi halka demokratik zihniyeti aşılamak olmalı.
Demokrasi kültürdür, ahlaktır, prensiptir. Halk bu prensiplere sahip olmayınca demokrasinin yerleşmesi de zordur.
Sovyetler Afganistan’ı işgal ettiği zaman tüm haşhaş ve
tiryak satıcılarından demokrat olmalarını bekledi. Bu yanlış
bir yaklaşım. Demokrasi propagandası yapmak, halka
demokratik zihniyeti aşılamak çok önemli. Kürdlerdeki
aşiretçi, gelenekçi yapı hala çözülmüş değil. Öte yandan
Kürdistan’da iktidar olan partiler yolsuzluk yapıyor, bunun
da adına demokrasi diyor, halkın inançsızlaşmasına neden
oluyor. Demokrasi adı altında gerçekleşen bu yaptırımlar
bölgede siyasal İslami akımların gelişmesine sebep oluyor.
İslami partiler neden demokrasi söylemine karşıdır? Demokrasi Avrupai bir söylemdir, dışarıdan ihraçdır ve İslam
geleneğine aykırıdır diyorlar. Demokrasi, bilimsellik ve
laiklik onların nazarında haramdır, yanlıştır. Kürdistan’da
demokrasiden bahsedildiğinde tüm bu faktörler gözönünde
bulundurulmalıdır. Bize zaman gerekiyor. Avrupalıların
yaşam kültürü demokratçadır. Biz günlük yaşamda ve aile
içi ilişkilerimizde bile demokrat değiliz.
Tel: +90 212 243 27 79
Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı
İmtiyaz Sahibi: Botan Tahsin
Fax: +90 021 243 27 60
BasHaber Editörü: Yeter Polat
Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi
E-mail: [email protected]
BasNûçe Editörü: Rawîn Stêrk
Görsel Yönetmen: Anıl Aslı İncesu
www.basnews.com
Haber Merkezi: Aziz Tekin, Özcan Şahin,
Tasarım: Alp Tekin Babaç
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Mustafa Turan, Fatoş Yıldız, Çimen
Redaksiyon: Bedran Dere
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
Gümüş, Mustafa Yeşil
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
BasNûçe
İran dünyadaki Şii blokunun liderliğini
yapıyor. Şii bloku Sünni blokun Ortadoğu’daki egemenliğine karşı en büyük tehdittir. Sünni blokun öncülüğünü Türkiye,
Suudi Arabistan ve Katar yapıyor. Recep
Tayyip Erdoğan şimdi kendisini tüm Sünni
aleminin sultanı, yani Sultan Erdoğan
olarak lanse ediyor. Şii hareketi Irak’ta iktidarı ele geçirdi. Şimdi Irak’ta Sünnilerin ve
Kürdlerin varlığı semboliktir. Suriye’deki
iktidar da Alevi yani Şiidir. Şii dini mercii
yani Vilayeti Faki, İran’ın Kum kentinde
bir karar alarak Alevileri 12 İmama bağlı
bir kol olarak tanıdı. Lübnan’daki en büyük güç olan Hizbullah da Şii bir güç. Şii
hareketi Bahreyn ve Yemen’e ulaştı. Şimdi
Şiiler Yemen’in başkentini ve iktidarını
ele geçirdiler. Şii hareketinin bu hamlesi
Sünni başkentleri ve merkezleri sarstı. Şii
hareketine karşı El Kaide’yi desteklediler,
El Nusra Cephesi’ni oluşturdular ancak
herhangi bir sonuç alamadılar. Bunun
üzerine IŞİD’i kurdular. IŞİD kendine has
felsefesinin dışında hiç bir şeye inanmayan ve iman etmeyen bir yapı. IŞİD Katar
ve Arabistan’ın maddi ve parasal desteği, Türkiye ve Ürdün’ün lojistik ve fenni
desteği ile kuruldu. Yani fikir babalığını
Türkiye ve Ürdün yaptı. IŞİD’in kurulması
PKK ve PDK dost olabilirse Kürdler daha da güçlenir, ulusal kongre de gerçekleşir. Birleşsinler demiyorum.
Her iki partinin kendine has felsefe ve siyasetleri var. İki parti de büyük güce sahip. Bunların dostluğu dört
parçadaki Kürd halkının kaderini değiştirir. Düşmanlıkları da tüm kazanımları ortadan kaldırır.
SÖYLEŞİ
BasHaber
20 - 26 Ekim 2014
13
SÖYLEŞİ
BasHaber
12
Rojava’yı Rojava
Kürdlerine bırakmalı
Kürd halkının birliği üzerine mesajınız nedir?
Ben Kuzey Kürdistan devrimine aşık olduğumu, Kuzey ve Güney Kürdistan arasında
köprü olmak istediğimi söylerim her zaman.
Bunları yazdım.
Şimdi de böyle olmak istiyorum.
Kürdistan’da iki temel güç var. PDK
Güney’de devletleşmeye doğru gidiyor. Bunun kurum ve kuruluşlarını örgütlüyor. Tüm
dünyanın gözü burada. Burası Kürdler için
önemli bir merkez olmuş. Kuzey’de bugüne
kadar yürütülen mücadele sayesinde PKK’de
Kürd siyasetinin en önemli aktörlerinden
biridir.
Kürd halkına dair kararlarda hesaba katılması gereken en önemli etkenlerden biridir.
Bu iki gücün dost olmalarını ümid ediyorum.
Bu iki önemli merkezin basit çıkarlar, basit
iktidar hesapları için karşı karşıya gelmemelerini, Kürd halkının çıkarlarının korunması
temelinde birlik olmalarını ümidediyorum.
Rojava konusunda yaşanan anlaşmazlığın
kolayca çözülmesini ümid ediyorum.
Birkaç defa PKK, KDP ve YNK’li yönetici
dostlara da şunu söyledim; Rojava’yı Rojava
Kürdlerine bırakın, buradan onların kaderi
hakkında karar sahibi olmayın. Bu iki güç
dost olabilirse Kürdler daha da güçlenir,
Ulusal Kongre de gerçekleşir. Birleşsinler
demiyorum. Her iki partinin kendine has
felsefe ve siyasetleri var. Her iki merkezde
büyük bir güce sahip. Bunların dostluğu dört
parçadaki Kürd halkının kaderini değiştirir.
Düşmanlıkları da tüm kazanımları ortadan
kaldırır, her şeyi bozar.
14
SİNEMA
BasHaber
20
- 26 Ekim 201414
SÖYLEŞİ
Kürd Sineması’nda kadın
Olmak ya da olmamak!
S
kullanılabileceğini ancak şu anda ‘Kürd
Sinemasıdan’ sözetmek için erken olduğu
kanaatinde.
Fatoş Yıldız
anatın birçok alanında olduğu gibi
sinemada da kadının kendisini
kabul ettirmesi oldukça zor. Hem
dünya sinemasında, hem de Türkiye
sinemasında bir kadının bu sektörde
yer edinmesi kolay olmuyor. Sinema
sektöründe çalışması, yer edinmesi bir
yana, sinemaya seyirci olarak gitmesi
bile kimi zaman imkansız. Geçmişten
bugüne kadına yüklenen “anne, eş, ev
kadını” gibi tanımlar medya üzerinden
halka benimsetilmiş ve tersi bir durum
tuhaf karşılana gelmiştir. Birçok kadın
yönetmen kendi isimlerini kullanmadan
film çekerken, birçoğu da sinemanın eril
alan ve zihniyete ait olduğuna kendini
inandırmış ve bu alanda çalışmak istediği
halde buna cesaret edememiştir.
Bütün bu dezavantajlı duruma rağmen,
dünya sinemasında da, Türkiye sinemasında da, yeni yeni varlığını hissettiren Kürd sinemasında da başarılarıyla
rüştünü ispatlamış azımsanmayacak
sayıda kadın bulunuyor. “Kürd Sineması”
kavramı literatürümüze yeni girmiş olmasına rağmen, hem kameranın önünde
hem de arkasında kadın sinemacıları
görmek mümkün. Sayıca şu anda azınlık
durumunda kalıyorlar fakat bu tablonun değişmesi için çaba gösteren kadın
sinemacılar bu alanda büyük uğraş içinde
diyebiliriz.
“Kürd Sineması” demeden önce
aşılması gereken bazı şeyler var
‘Sinema’da kadın ve Kürd kadın olma’
durumunu konuştuğumuz, “Dışarısı
Nasıl ve Dengê Camê” gibi filmlerin
“Kürd sinemasını tartışmak için henüz erken. Bu kavramı kullanmadan önce çözülmesi gereken başka sorunlar var. Hakim sinema
piyasasında kadın olmak bir dezavantaj iken, Kürd kadını olmak,
hatta evli olmak da ekstra dezavantajlar doğuruyor.”
yönetmenliğini yapan Nursel Doğan
bu kadınlardan biri. Gerek tekel haline
dönüşmüş Türkiye sinema piyasası ve gerekse de yeterli arka plana sahip olmayan
Kürd sinema çevresi içinde olumsuzlukları avantaja çevirmeyi başaran Doğan,
Kürd sineması kavramını kullanmadan
önce aşılması gereken başka sorunlar
olduğuna dikkat çekiyor.
Sinemaya el atmadan önce bir
inşaat firmasında çalışan Doğan,
yapmak istediği asıl işin sinema
olduğuna karar verdikten sonra
ise Bilgi Üniversitesi’nde sinema
eğitimine başlamış. Birçok kısa
film çeken ve bunlardan biri olan
‘Dengê Camê’da ödüller alan
Doğan bu filminde Kürdistan’dan
İstanbul’a göçen bir ailenin
sıkıntılarını beyaz perdeye taşıyor.
Çalışmalarını Kürdçe çeken yönetmen Doğan, “Henüz yeterli sayıda Kürd
yapımcı, ışıkçı, ses uzmanı, görüntü
yönetmeni yokken, Kürdçe oynayabilecek
yeterli sayıda oyuncu yok iken bir “Kürd
Sineması” kavramını şu anda kullanmak
pek de doğru değil. Önce bahsettiğim
durumların aşılması gerekiyor” diyor.
Sinema yapmanın ayrıca yüksek
maliyet gerektirdiğini ifade eden Doğan,
birçok proje için finans ve yapımcı
bulmanın zorluklarının altını çiziyor. Birçok Kürd yönetmen gibi o da Kürdlerin
yapım fonlarının oluşturulması gerektiğini, Kürd sinemacılarının desteklenmesi
gerektiğine özellikle dikkat çekiyor.
Doğan, bu sorunlar aşıldıktan sonra
Kürd Sineması kavramının rahatlıkla
‘Yeterli sayıda Kürd kadın sinemacı
yok’ demek için erken
Toplumsal hayatta kadın olmak yeteri
kadar zor iken, sinemada kadın olmanın
zorlukları konusunda Doğan şöyle diyor:
“Türkiye’de kadın olarak yaşamak zor.
Kürd bir kadın olarak yaşamak ekstradan
zor. Bir de erkek egemen zihniyetin içerisinde erkek işi olarak görülen sinemada
bir kadın sinemacı olarak yoluna devam
etmek çok daha zor. Bazen sette, sete ait
değilmişiz gibi davranışlar oluyor. En basitinden bir kamerayı kaldırmak istediğin
zaman hemen oradan biri sana müdahale
ediyor ve gelip kendisi kaldırıyor. Bu çok
küçük bir örnek ama aslında burada bu
erkek işi ‘sen kadınsın, narinsin, bu ağır
bunu kaldıramazsın’ demek isteniyor.”
Özellikle son yıllarda birçok kadın
yönetmenin festivallerde etkin olmasının sinema açısından önemli bir gelişme olduğunu kaydeden Doğan, “Kadın
olarak kişisel hayatında da sorumluluk
taşıyorsun ve yaptığın iş sinema ise; hayatını bir nevi işine göre şekillendirmek
zorunda kalabiliyorsun. Evli bir kadınsan
ve çocuğun varsa sana sette bambaşka
davranabiliyorlar, hatta seninle çalışmayı
dahi bırakabiliyorlar. Sen her ne kadar
bunun üstesinden gelebileceğini söylesen
bile bir şekilde bir proje olduğunda seni
çağırmıyorlar. Yani bu tamamen kadını
sınırlayan bir durum” diyor.
Kürdlerin düzenlediği film festivallerinde kadın sinemacı yoğunluğunun dikkat çekici olduğuna vurgu yapan Doğan,
bunun çok önemli bir gelişme olduğunu
ve ilerisi için son derece hayati bir önem
taşıdığını ancak bu konuyu tartışmaya
açmak ve bunun üzerinden bir yargıya
varmanın da zamanının henüz gelmediğini, 10-20 yıl sonra kadın sinemacı
konusunda önemli bir mesafe alınmış
olacağını sözlerine ekliyor.
Şu an iki senaryo üzerinde çalışan Doğan, maddi destek bulunca yeni filmlerle
seyirci karşısına çıkmayı ummuyor.
Kürd Sineması’nda komedi ve aşk ikinci planda
Maruz kalınan politik gelişmeler nedeniyle doğal
olarak trajedi, dram, acı ve savaş konularının hegemonyasında olan Kürd sinemasında mizah, aşk ve yaşamın
ilham içerikli temalarının görülmüyor olmasının kaçınılmaz bir normalize hal olduğunu ifade eden Doğan,
“Savaş ile birlikte yaşayan bir toplum olduğumuzdan
dolayı bu tür konuların işlendiğini, aşk filmlerinin veya
komedi filmlerinin işlenmemesinin doğal bir durum
olduğunu düşünüyorum. Kendi adıma ben komedi filmi
veya aşk filmi çekemem. O yanım çok gelişmemiş, nasıl
büyümüşseniz, neyle yoğrulmuşsanız çektiğiniz filmler
de ona göre şekillenir” diye izah ediyor.
Bu gerçeğe rağmen filmlerin mağduriyet zemininden
çıkması gerektiğini ve sinemanın estetik dilinin unutulmaması gerektiğinin altını çizen Doğan şunları söylüyor:
“Bu da yine zamanla üstesinden gelinecek bir meseledir bence. ‘Kürd Sineması’ demeye gerçekten başladığımız dönemde bahsettiğim sorunlar aşıldıktan sonra çok
daha başarılı filmlerin olacağına inanıyorum. Şu anda
da çok başaralı Kürd sinemacılar var ama bu sayının
önümüzdeki dönemlerde çok daha artacağını umut
ediyorum”
TİYATRO
BasHaber
20 - 26 Ekim 2014
15
SÖYLEŞİ
Asmin: Diasporada ‘Alamancı’ tiyatro
T
Gulê Demir
ürkiye ve Kürdistan’dan özellikle
siyasal ve ekonomik gerekçelerle
Almanya’ya göç eden insanlar
hayatın her alanında kendisini kendi
toplumsal ve sosyolojik renkleriyle var
etmeyi başarıyor. Özellikle ikinci ve
üçüncü kuşaklar arasında ise evrensel
standartlarda sanatsal çalışmalarıyla
kendini kanıtlayan birçok insan yetişiyor. Sanatın diğer disiplinlerinde olduğu gibi tiyatro alanında da önemli çalışmalar söz konusu. Hamburg kentinde
çalışmalarını sürdüren Tiyatro Asmin
de bu çabaların sonuçlarından biri.
Birçok grupla birlikte çalıştıktan
sonra 2006 yılında Tiyatro Asmin’i
kuran ardından birçok dilde çalışmalarını sürdüren Ferman Karayiğit ile
BasHaber’e gruplarının çalışmaları,
diasporada sanat icrasını ve sürgünde
sanat yapmak konularını konuştuk.
Tiyatro Asmin’in 2006 yılında
kurduklarını ve öncesinde yazdıkları
‘Töre’ isimli oyunu sahnelemekle başladıklarını aktaran Karayiğit, “Halen
aynı grupta yer aldığımız Hacı Feridun
Yorulmaz, Sultan Öçgül ve genç
oyuncularla sahnelediğimiz oyunun
yönetmenliğini de ben yaptım, sahnelediğimiz ilk oyunumuz Töre’yi kendim
yazdığımdan dolayı reji çalışması da
umduğumdan kolay oldu” diyor.
Oyunlarının beklentilerinin üzerinde
bir ilgiyle karşılandığını ve Avrupa’nın
birçok kentine turneler düzenlediklerini dile getiren Karayiğit, oyunda
Türkiyeli seyirciye, Türkiye’de yaşanan
sorunları aktarmaya çalıştıklarını
belirtti.
Her kesimden izleyiciler var
Bir tiyatrocu ya da tiyatro grubu
için en önemli şey hazırladığı oyununu
gösterme olanağını bulmaktır. Birçok
defa oyunu gösterebilecek salon ya da
benzeri mekânlar bulunsa da tiyatronun bir diğer ayağı olan seyirci başat
konudur. Seyircisine ulaşamamış birçok oyun yapılmış sayılmaz ya da eksik
kaldığı belirtilir. Tiyatro Asmin de
Almanya’da, diasporadaki mekanlarda
15
Gerilim sürecinde
üveyler
FİLORİTA ULUK BENLİ
Tiyatro Asmin, Almanya’da yaşayan Türk ve Kürd göçmenleri,
yaşadıkları ortak sıkıntıları bir araya getirerek sahneliyor. Çeşitli ideoloji ya da siyasetlerden olsalar da, göçmenler diasporada
sanatın dönüştürücü gücü sayesinde aynı mekanlarda buluşuyor.
oyunlarını sahnelediği için izleyicinin
önemi daha da artıyor.
Almanya ve Avrupa’daki Kürd ve
Türk vatandaşlar düşünüldüğünde
burada seyirci azlığı gibi bir sorunun
olmayacağı görülebilir. Karayiğit kendi
izleyicilerinin ağırlıklı olarak kadın ve
yetişkinlerden oluştuğunu belirterek,
“Daha önce sanata, tiyatroya “sol”un
daha çok sahip çıktığına inanırdık, zira
sanatın, tiyatronun en verimli insanları
soldan geliyor ama seyircinin böyle
olmadığını, her kesimden insanın tiyatroyu sahiplendiğini gördük. Tiyatroya
gelirken ya da sahnelenen oyunu eleştirirken, yorumlarken ideolojik yanını
çok önemsiyorlar. Biz bunun doğru olmadığını düşünüyoruz, biz muhalif bir
grubuz, Türkiye’de ve dünyada insan
hakları ihlallerine karşı, halkların ve
farklı kültürlerin bir arada yaşamasını
savunuyoruz, bundan dolayı da herkese
dokunmak, herkesi eleştirmek bizim
ilkelerimizden biridir.” diye konuştu.
Tiyatro seyircisi çoğalıyor
Diasporadaki mekânlar çoğu zaman,
oraya göçmüş insanlar için yeni kapılar
açmasının yanı sıra yeni sanatsal
perspektifler de sunmakta. Sadece belli
değerler etrafında toplanan insanlar
değil, kendi coğrafyasından ve kültüründen uzakta yaşayan her çevreden
insanın bir araya gelip kaynaşması gibi
bir işlev de görüyor bu mekanlar. Burada da sanatın dönüştürücü gücünü
görmek mümkün. Diasporada sanatsal
faaliyette bulunmanın birçok avantajı
gibi dezavantajları da olduğunu ifade
eden Karayiğit, “Türkiye´den uzak
bir ülkede yaşamış olsak da, bedenen
uzak ellerde olsak da, hepimizin yarısı
Türkiye’de yaşar, işimiz, ekmeğimiz
Almanya’da olsa da, çocukluğumuz,
sevdiklerimiz, vatanımız ve bir türlü
kopamadığımız yer, kendi vatanımızdır. Zira sahnelediğimiz her oyunda
memlekete ve onun insanına dair
bilinçaltına yerleşen gerçeklerimiz
var.” dedi.
Sadece Hamburg ve çevresinde 80
bine yakın Türkiye göçmeninin bulunduğunu aktaran Karayiğit; burada
40’tan fazla profesyonel ve yüzlerce
amatör tiyatro grubunun bulunduğunu, ancak bütün sanatsal aktivitelerinin Almanca olduğunu söyledi.
Değişik dillerde oyunlar
‘Töre” isimli oyundan sonra her yıl bir ya
da iki oyun sahneleyen
Tiyatro Asmin olarak, Almanca ve Türkçe, ‘Alamancı Muhtar’
oyunuyla Almanya ve Türkiye’deki ırkçılığı, ‘Yumuşak Koca’
isimli oyun ile de entelektüel kadınların maçolara olan
gizli hayranlığını aktarmaya çalıştıklarını aktaran Karayiği, “Bir sonraki oyunumuz olan ‘Sosyal İnek’ oyununda ise
Malatya’nın bir köyünde Atatürk büstünü kıran ve sürgüne
gönderilen Gülsüm İnek hikâyesini irdeledik. Skeçlerimizde komediye ağırlık verdik. Ardından ‘Kazmatik Kazım’
oyunuyla devam ettik. ‘Bana Bir Goca Lazım’ oyunuyla
Almanya’da oturum sorunu olan bir genç kızın “pesport”lu
“goca” için yaşadıklarını komedi şeklinde anlattık.” dedi
Bu Türkçe oyunların yanında ‘Entel Cabbar’ oyununu ise
Kürdçenin Zazaki lehçesi ve Türkçe sahnelediklerini söyledi.
Karayiğit, son oyunları
hakkında da, “Son
oyunumuz ‘Haydırık
Huyduruk Haydar’ ile seyircimize keyifli anlar yaşattık. Düşündüren, güldüren ve sorgulayan bir oyun sunduk. Bu son
oyunla Can Yücel´i ´Yücelerden bir Can´ı ve onunla günün
büyük kısmını geçiren Dersim kökenli ve paşa hayranı bir
gardiyanı oynadık. Seyirci Can babadan çok gardiyan Haydarı sahiplendi. Bu oyunumuzla yapacağımız Avrupa turnesi de
bu ay içinde başlayacak” şeklinde bilgiler verdi.
Grup olarak bundan sonra yapacakları aktiviteler konusunda da bilgi veren Karayiğit, “Yazdığımız ve sahnelenmeyi
bekleyen üç ayrı oyumuz var, provalarına başlamayı tasarladığımız oyunumuz üç dilde yazıldı. Türkçe ağırlıklı, Kürdçe ve
Almanca. Oyunun adı ‘Familie Don’. Türkiye kökenli zihinsel
engelli bir aile ile polis arasında geçenleri konu alıyor.”
Bugünlerde birçok siyasetçinin dilinden Türkiye Cumhuriyeti, “Farklı halklar ve inançlardan
kurulu koca bir aile” olarak tarif
edilir. Yine, aynı siyasetçiler bedeli
ödeyecek “koca bir aile”yi yok sayarak tüm kararları kendileri alırlar.
Kendisine yakınlığı ile sınıflandırır
“koca bir aile” dediği vatandaşlarını. Öz evlatları Müslüman Türkler, üvey evlatları Kürdlerdir. Aleviler evlatlık, Ermeni ve Süryaniler de yetim ve
öksüzlerdir.
Çoğu durumlarda hala ayrımcılığa uğrayan Ermeniler
ve Süryanilerin (Türkçe, coğrafya, tarih, edebiyat öğretmeni
ve devlet memuru olamazlar), istisnaları dışında 1915 soykırımından dolayı hayatta kaldıklarına şükrederek, sisteme
biat ederler. Alevilerde de durum farklı değildir. Ancak uğradıkları haksızlıklar karşısında isyan eden üvey evlat Kürdler, soykırımlarla, acı dolu tarihimize yazılan, otuz yıldır yorgunluk ve yılgınlık sebebi bir “iç savaşın” tarafı olmuşlardır.
Bugün, adı“müzakere-barış süreci’’ olup, bir buçuk yıldır devam eden belirsizliğe çoğumuz; “Hiç değilse ölüm haberleri gelmiyor” diyerek şükrediyoruz. Taraflar, silahların
namlularını indirmiş ama; muhataplardan biri dilini öldürücü silah olarak kullanırken, diğeri “sabrımız kalmadı” mesajı
ile, adeta eller tetikte bekliyorlar. Bu gerginlik dolu süreç,
başta biz, öksüz, yetim ve evlatlıklar olmak üzere, üvey ve
öz evlatlarda, kaderimizi muhatapların iki dudağının arasında terkedip adeta “gık” diyemiyoruz. Taraflar, sürecin
bozulması için adeta ilk kurşunu sıkacak elin “karşı taraf”
olmasını istercesine birbirini tahrik ederken, diğer yandan
hayatları pahasına bu süreci bozmayacaklarının da altını çizerek, adeta bizlere korku salarak alay ediyorlar.
Böyle sancılı bir sürece denk gelen IŞİD belasının sonuçlarını, geçmişinden bilen ve derinden yaşayan bir Ermeni olarak Ezdilerle dayanışma kampanyası başlattım. Az çok
bilinen bir barış aktivisti olduğum ve kampanyayı herhangi
bir siyaset adı altında yapmadığım için de, sosyal medya aracılığı ile duyurmaya başladığımda ilk önce yaşadığım semt olmak üzere, Türkiye’nin birçok ilinde karşılık buldu. “Beşyüz
Ezdi bebek için; beş yüz yelek, yastık ve battaniye” şiarıyla
“Haydi şiş başına” diyerek çağrıda bulunduğum ilk günlerden itibaren evim, “Şengal triko atölyesi”, mahalle sakinlerinin dayanışma ziyaretleri ile dolup taşar oldu. Bu vesile ile
mahallemde yaşayan insanları daha yakından tanıma fırsatı
buldum. Siyasetle uzaktan yakından alakası olmayan birçok
insan, IŞİD’in Şengal’i ele geçirmesiyle birlikle, Êzidilerin
yaşadığı soykırımın şahidi olurken, bende sokaktaki her insanın, siyasetin bir parçası olduğu gerçeğini öğrendim. Aynı
amaç etrafında, farklı siyaset (siz) inanç, kültürden bir araya
gelen birçok kadın, IŞİD’in Kobanê saldırılarına ve sürecin
bilgisine, izlediğim IMC yayınlarından an be an tanıklık
ederken, aynı haberin egemen medyadan veril(me)diğindeki şaşkınlıklarına tanık oldum. İlmek ilmek örerek Kobanê
ve Ezdilerle kurdukları bağ güçlendikçe, sohbetlerimiz de
gündeme evrilmeye başladı. Artık hiç tanımadıkları halde,
emek harcayarak duygu bağı kurdukları bir halkın geleceği
TC’nin tutumu ve kendi geçmişleri ilgili onlarca sorular sorup cevaplar arıyorlardı.
Şimdi bizim adımıza karar verenlere, kararttıkları içimize “ışık tutan” o sorulardan birkaçı; “Üvey kardeş” halkları bize tanıma fırsatı vermediğiniz gibi yalan yanlış anlatıp
neden düşman ettiniz bizi? Yetim ve öksüz bırakılanlardan
çok, bırakanların acı çekmesinin ne demek olduğunu siz
hissetmiyor musunuz? Bakamayacağınız evlatlıkları neden
edindiniz? Asimilasyoncu politikalarınıza dahil olanları bile
“öteki”liğine hapsederek ne yapmaya çaşıyorsunuz? Size
öteki olan kaç kültürün, inancın, siyasetin ve yaşam biçiminin önceliklerini bilerek, sokağını soludunuz? Adlarını, acılarını, sevinçlerini, kültürlerini, ne yiyip içtiklerini bilmediğiniz insanların yaşamlarını iki dudağınız arasında taşırken
kalbiniz nerede duruyor? En önemlisi de; Öz evlatlarınız
biz, kardeşlerimizin acılarına ortak olurken, sebep olmanın
utancını ve günahını bize neden reva gördünüz?
16
MÜZİK
BasHaberSÖYLEŞİ
20 - 26 Ekim16
2014
Aras Koyî:
Bağımsızlığın şarkıcısı
Sanatçı Aras, 1972 Koy doğumlu. Koy, Erbil ile Süleymaniye
arasında bir ilçe, önemli aydınların ve siyasetçilerin memleketi olarak bilinmekte. Kürd ulusal marşı Ey Raqib’i yazan
Dildar, Celal Talabani ve şu an Irak Cumhurbaşkanı olan Fuad
Mahsum’da Koyîlidir. Aras’ın babası Fatih Resul da önemli
siyasi şahsiyetlerden, hatta Mam Celal Talabani’nin ‘ustası’
Besê Çelik
Müzik hayatına nasıl başladınız?
1983 yılında Moskova’da kaldığımız yurtta,
abim bana gitar çalmayı öğretti. Okulda ayrıca bale dersi de alıyorduk. Yurtta kaldığım
3 yıl boyunca Latin, Yunan, Rus, Gürcü ve
diğer bölge halklarının danslarını öğrendim.
Çocukluk yıllarımda şarkılar söyledim. Okulda söylediğim Rusça şarkılardı bunlar.
Rusya’da kaldığın yıllarda yabancılık çektiniz mi?
O zaman daha çocuktum. Yabancılığa
anlam verecek dönemde değildim. Mesela
5 yıl boyunca anne ve babamı görmedim.
Annem Rusya’ya gelip bizi gördüğünde beni
tanıyamadı. Bulunduğum yurtta kalan diğer
arkadaşlarım da benim gibi değişik ülkelerden gelen çocuklardı. Onlar da benim gibi
devrimci ailelerin çocuklarıydı. Nikaragua,
Angola, Guetemala, Gine Bisao, Şili, Çin,
Vietnamlılar vardı. Rusya’da öğrenimimi
tamamladıktan sonra İsveç’e geçtim ama
Moskova’yı özlüyordum. Çocukluğum orada
geçmişti, tüm arkadaşlarım oradaydı. Bu
yüzden Moskova’ya dönüp üniversiteyi orada
okudum. Sinema yönetmenliği okudum. Yönetmenlik mastırım var. Daha sonra tekrar
İsveç’e ailemin yanına döndüm. Burada kültür ve sanat çalışmalarımı yürütebilmek için
kendi prodüksüyon şirketimi kurdum. Birçok
klip ve albümün yapımını gerçekleştirdim.
Kendimde şarkı söylüyor ve kaydediyordum. İlk başlarda Rusça ve İngilizce şarkılar
okudum ancak daha sonra Kürdçe söyledim.
olarak bilinmekte. 1946’da Kürd özgürlük hareketinde yer alan
Fatih Resul’un oğludur Aras Koyî.
Sürgün, savaş ve başarılarla dolu yaşamı üzerine söyleştiğimiz sinemacı ve müzisyen Aras Koyî, son olarak 13 dakikalık
bir klip ile Kürdistan’ın neden bağımsız olması gerektiğini kısa
film tadında sunuyor hayranlarına.
1990’lı yılların ortalarıydı ve ben Kürdçe
müzik içinde pop müziğin çok az olduğunu
gördüm. 1996 yılında Soranca pop bir albüm
yapmaya karar verdim. Halkın da beğeneceğine emindim. Ancak Kürdçe söylemek,
Kürdçe sanat yapmak için ülkeye gitmeliyim
diye düşündüm. Kürdistan’a gelmeliydim.
Çünkü iki şey ülke dışında yapılamaz, yapılsa
bile değeri az olur. Birincisi ülke adına sanat,
ikincisi ülke adına siyaset.
Kürdistan klibiniz de bu özlemi anlatıyor. Çocukluktan kalma bir özlemi
gerçekleştirmişsiniz. Kürdistan’a
dönüşünüz nasıl oldu?
reçten sonra bütüm Arupa’da
konser ve turnelere katıldım.
Her bir klip için yeni bir
isim aldım. Aras Fatih, Aras
Koyi, Aras Domates, Aras
Rus, Aras Xepegyan, son klipte de
Mamosta Aras ismini aldım. Hala da
sokaklarda çocuklarla karşılaştığımda
bana neşe içinde Mamosta Aras diye
seslenirler. Benim gerçekten de öğretmen olduğumu sanırlar.
Yaşamınızın en çarpıcı dönüm
noktası ne?
Yönetmenlik yaptığınızı söylediniz,
klipler yaptınız, biraz bundan bahser
misiniz? Bu alanda neler yaptınız?
Aslında bütün yaşamım zorluklarla
geçti ama yaşamım boyunca hiç bir
şeyden çekinmedim, sakınmadım ve
korkmadım. Mesela İspanya’da düzenlenen domates festivaline katıldım
ve orada ‘domates’ adında bir klip
çektim. Festival boyunca 3 kameram
kırıldı ama vazgeçmedim. 2000 yılında İspanyol televizyonlar bu klibimi
Kürdistanlı Aras diye verdiler.
İsveç’te ki prodüksiyon şirketimizde birçok
sanatçının eserlerinin ses kayıt ve klip çekim
işlerini yaptık. 2003 yılında da ilk uzun
müzikal klibimi ‘Xepegyan Buxom’u çektim.
İçinde dans, pop, komedi vardı. İki kişiyi
kendime öğretmen olarak alırım. Biri siyasi
lider Gandi, diğeri sinema sanatçısı Charlie
Chaplin. Ben ikisi arasında köprü veya mix
oluyorum. Bu klipte de bundan yaralandım.
Bu klipten sonra ‘Basi To’, klibini 2006’da da
‘Be Tak Beko’ kliblerini hazırladım. Bu sü-
Kürd kültürünü lokal çerçeveden çıkarıp dünya standartlarına çıkarmamız
gerekiyor diye düşünüyorum. Şimdi
yeni bir projem var. Senaryosunu da
hazırladım. Terörle mücadelenin
marşını hazırlamak istiyorum. Marş
İngilizce olacak ve uluslararası
bir marş olmasını hedefliyorum. Bunun üzerinde çalışıyorum.
Kürdistan’dan çıktıktan 20 yıl sonra tekrar
Kürdistan’a dönme imkanım oldu. 2001 yılında rahmetli babamla Kürdistan’a döndük.
Bu kadar uzun yıldan sonra döndüm ama
buradaki akrabalarımın hiç birini tanımıyordum. Daha sonra tekrar İsveç’e döndüm.
Yeni projeleriniz var mı?
Bu klip tüm Kürdistan halkı içindi
‘Kurdistana min’ klibinde
Kürdistan’ın bağımsızlığını anlatıyorsunuz, bağımsızlık konusundaki fikirleriniz nelerdir?
Bu klip için daha büyük bir projem
vardı. Klip değil film çekmek istiyordum.
Senaryosunu da hazırlamıştım. Film için
40 ayrı şarkı vardı ve bu film ilk Kürd
müzikal filmi olacaktı. Ancak çok büyük
bir bütçe gerektiriyordu. Senaryo ve
müzikler hazırdı ama bütçemiz yoktu. Bunun için 3 yıl boyunca sponsor ve bütçe
aradım. Bunca arayışın ardından projeyi
değiştirdim. Kurdistana min parçası müzikal filmimin son şarkısı olacaktı. Ancak
ben projeyi küçülttüğüm zaman sondan
başladım, yani sadece bu parçanın klibini
çekmeye karar verdim. Ve bu klip içinde
herhangi bir parti yada örgütün yardımı
olsun istemiyordum. Klip bir partinin
bayrağı ya da amblemini taşımamalıydı.
Bu klip tüm Kürdistan halkı içindi. 2012
Eylül ayında gazetede Kürdistan Bölge
Enfal ve Şehitler Bakanlığı’nın Enfal
ve Halepçe katliamının 25. yılını anma
etkinlikleri vesilesiyle değişik projeleri
destekleyeceklerine dair duyuruyu gördüm. Kültürel ve sanatsal projeler de desteklenecekti. Ben müzikalin senaryosunu
Enfal ve Şehitler Bakanlığı’na götürdüm.
Kurdistana min şarkısının ses kaydını
yapmıştım. Enfal ve Şehitler Bakanı Aram
Ahmet ile görüştüm ve senaryomu takdim
ettim. Çok beğendi. Maddi yardımdan
çok Bakan beyin senaryoyu böyle beğenip
arka çıkması büyük bir manevi destek
oldu. Bu nedenle ben Aram Ahmet beye
tekrar teşekkür ediyorum.
Ancak bakanlığın tüm imkanları ile
klibe ayırabileceği ücret yetmiyordu.
Sadece 5 bin çocuğu otobüslerle Şehitler Momenti’nin olduğu stada götürüp
getirmek ne kadara mal oluyor. Her bir
çocuğa bir tane muz ve bir bardak su
ikram edildiğini düşünün. Ya da şöyle
diyeyim; sadece bir günlük çekim için 30
bin dolar ödendi. Klip için büyük emek
verildi. Harcama da yapıldı. Ve her bir
parça çekimin ayrı bir hikayesi var. Klibi
bu şartlarda tamamladık ve başarılı oldu.

Benzer belgeler

26.01.2015

26.01.2015 edilmesinin Musul planıyla bir ilgisi olmadığını ifade eden Barzani “Şengal ve Telafer’e giden lojistik desteği ve teröristlerin Suriye ile bağlantısını kesmeye çalışıyoruz” dedi. Barzani, Irak ve ...

Detaylı

27.10.2014

27.10.2014 Eski HEP Mİlletvekili Mehmet Emin Sever, BasHaber’e Kobanê ve ulusal birlik konusunda değerlendirmelerde bulundu. Sayfa 8

Detaylı