mesajlar
Transkript
mesajlar
AZAD BADIKÎ BASILDIĞI TARİH : MART 2005 BASILDIĞI YER : ROJ MATBAA 1 İÇİNDEKİLER Apocu Fedai Ruhuyla Kendimizi Direniş Çizgisinde Derinleştirelim! (Açılış Konuşması) HPG III. Konferansı’na Sunulan Önderlik Perspektifleri Meşru Savunma Çizgisi Ve Silahlı Mücadele Tarihimiz HPG’nin Bir Buçuk Yıllık Faaliyet Raporu HPG III. Konferansı’n Kapanış Konuşması Mesajlar 2 APOCU FEDAİ RUHUYLA KENDİMİZİ DİRENİŞ ÇİZGİSİNDE DERİNLEŞTİRELİM! Konferansımız olağanüstü bir konferans değildir. HPG yönetmeliğine göre belirlenen zamanda yapılmaktadır, fakat içinde bulunduğumuz süreç ve koşullar olağanüstüdür. Kapitalist uygarlık sisteminin yaşadığı tıkanmalar, bunun Ortadoğu’ya yansımaları ve bölgede yaşanan derin tarihi ve güncel sorunlar, sistemin tıkanmanın ve kaosun en üst düzeyini yaşadığını göstermektedir. Bu durum Kürdistan ve Özgürlük Hareketimiz üzerinde de büyük bir etkilere neden olmuştur. Bundan dolayı her ne kadar konferansımız olağan bir konferans olsa da; dünya, bölge ve Kürdistan’ın içinde bulunduğu olağanüstü koşullar, konferansın ağırlığının ve yükünün olağanüstü olmasını kendisiyle beraber getirmektedir. Bilindiği gibi kapitalist sistem yaşadığı kaosu aşma amaçlı Ortadoğu’ya yönelik olarak ilk önce Irak üzerinden müdahalesini başlatarak siyasi, toplumsal, askeri ve kültürel bütün alanlarda yoğun bir süreci yaşamaktadır. Amerikan seçimlerinde yeni kabinenin oluşturulması ve Irak seçimleriyle kaostan çıkma çabaları ikinci aşamasına geçirdiğini belirtebiliriz. Birinci aşama bölgede var olan eski statükoları kökten sarstı ve bu, geçmiş yüzyıl boyunca oluşturulan durumu ortadan kaldırdı. Böylece statükocuların kendilerini yaşatmasının objektif zemini de kalkmış oldu. Fakat her ne kadar bu eski statüko kökten değiştirilmişse de yerine yeni bir sistem hala kurulamamış, istikrar ve barış sağlanamamıştır. Dünya sistemlerinin bölgede yaşadığı çelişkiler de en keskin biçimleriyle yansımalarını göstermektedir. Yine müdahaleyle birlikte bölge halklarının oligarşik ve diktatör rejimler altında dondurulan, boğdurulan çelişkilerinin tümü bir kez daha diriltildi ve bu şekilde çelişkiler en canlı ve güçlü biçimleriyle ortaya çıktı. Bütün güçler kendileri için en uygun bir biçimde bu çelişkileri sonuca ulaştırma arayışı içerisine girmiş bulunmaktadır. Bundan dolayı bütün ilgili güçler hem uzun, hem de kısa vadeli, hatta günlük olarak gelişen durumları gözden geçiriyor ve günlük siyaset geliştiriyorlar. Görülüyor ki, ikinci aşamayla da yakın süreçte bölgede bir barış ve istikrar ortamının yaratılma ihtimali zayıf. Müdahaleci güçler var olan çelişkileri çözümlemek yerine müdahaleyi daha da genişletmek ve çelişkilerin çözümünde de zora daha çok önem vermektedirler. Buna karşı hem Kürdistan üzerinde egemenlik kuran devletlerin, hem de bölgede kendi statükolarını korumak isteyen diğer devletlerin alternatif bir siyasetle bu çelişkileri bölge halklarının çıkarları doğrultusunda çözüme kavuşturacak bir duruşları da yok. Bundan dolayı öyle görünüyor ki, önümüzdeki süreçte özellikle de içinde bulunduğumuz 2005 yılında Irak’ta var olan istikrarsızlık sadece Irak’la sınırlı kalmayacak, komşu devletleri de etkileyecek ve birçok tarzda genişletilerek devam ettirilecektir. Bundan dolayı gerek genel hareket olarak ve gerekse de hareketimizin bir kolu olan Meşru Savunma Güçleri olarak HPG’nin, yani bizlerin bu yeni durumu ve bütün güçler arasındaki zorlu mücadeleyi objektif ve doğru bir şekilde görüp yerinde tespitler yapma; bu durumun bizim üzerimizde yaratacağı etkileri netleştirme, yürüteceğimiz siyaset ve atacağımız adımların neler olacağını tartışmak sürece cevap olma açısından kaçınılmaz bir durum ve önemli bir ilk adım olacaktır. Bu konferansın birinci derecede en önemli görevi budur. Önümüzdeki süreçte bölgede devam edecek olan zorlu mücadele süreçlerini ve ortaya çıkabilecek gelişmeleri doğru ele alarak, buna göre siyasal, diplomatik, hatta meşru savunma çalışmalarında atacağımız adımları tespit ederek kendimizi hazırlayacağız. Buna bağlı olarak Kürdistan üzerindeki egemen devletlerin durumu eskiden daha zayıf bir konum arz etmektedir. Irak’a yapılan müdahaleyle birlikte bu rejimler ömürlerinin son demini yaşamaktadırlar. Bundan dolayı hem İran, hem Suriye, hem de Türkiye büyük bir korku içerisindedir. Kendi zayıf durumlarından dolayı bölgedeki sorunların çözümünde ve bölgenin demokratikleştirilmesinde doğru bir projenin sahibi olmadıkları için daha çok savunma pozisyonu içinde kendilerini tutmaktadırlar. Daha katı, daha saldırgan ve keskin bir tutum içerisine girmeleri ihtimali de oldukça yüksektir. Bu devletler arasında geliştirilen ittifaklar Kürtlere ve dolayısıyla da Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşıtlık anlamını gelmektedir. Eğer Kürt Özgürlük Hareketimiz, stratejik yönden eksikliklere girmezse, bu devletlerin saldırgan politikaları onları güçlendirmeyecek, krizden çıkarmayacak, hatta kriz durumunu daha da derinleştirecek ve sonlarının gelmesini daha da yakınlaştıracaktır. Bundan dolayı başta hem İran, Suriye ve Türkiye olmak üzere, hem de bölge üzerindeki müdahalenin ikinci aşamasına ve bölgede rant savaşı yürüten devletlere karşı bütün özgürlük hareketimiz ve özellikle de Halk Savunma güçleri olarak net bir yaklaşıma ulaşmak, meşru savunma savaşının içeriğini, bunun Kürdistan’ın dört parçasında yürütülme biçimini netleştirmek konferansımızın önemli bir görevidir. İran ve Suriye ile yürütülen eski 3 siyasetin tekrar etmesi artık mümkün değildir. Buna ne bizim hareketimizin, ne de o devletlerin pozisyonu yol vermektedir. Yine uluslar arası koşullar da böyle bir şeye uygun bir zemin sunmamaktadır. Bilindiği gibi bölge devletlerinin yaşadığı krizin içeriğinde çözülemeyen Kürt sorunu bulunmaktadır. Bölgedeki bütün sorunların çözümü -oligarşik ve diktatör rejimlerin aşılması, demokrasiye doğru adım atılması- Kürt sorunun çözümünden geçmektedir.Doğru bir çözüm yani Kürt halkının hakları tanınmadan bu krizin aşılması mümkün değildir. Bölgede Kürt sorunun demokratik siyasal yönden çözümü önünde duran ve krizin devam etmesinde rol oynayan birinci güç, Türkiye Devleti’dir. AKP Hükümeti’nin Kürt hareketine karşı yürüttüğü bu siyaset sadece Kürdistan ile sınırlı tutulmamakta bütün bölge de üst düzeyde etkisi görülmektedir. Önderliğimizin de belirttiği gibi dünya ve bölgede yaşanan gelişmelerle Türkiye artık bir yol ayrımına gelmiştir. Bu anlamda en zor durumu yaşayan devlet sistemi Türkiye, hükümet de AKP Hükümeti’dir. Ya Kürtlere karşı sürdürdüğü klasik inkâr siyasetini aşacak, demokratikleşmeye doğru gidecek, Türkiye’yi bu zorluktan çıkartacak, bölgedeki tüm sorunların bir anahtarı veya bir başlangıcı olacak; ya da şimdiye kadar sürdürdüğü siyasetinde ısrar edecek ve bu da rejimin yaşadığı çözümsüzlüğü daha da derinleştirecektir. Altı yıllık tek taraflı ateşkese, başta Önderliğimiz olmak üzere bütün hareketimizin tek taraflı olarak yaptığı fedakârlıklara devletin verdiği cevap şu olmuştur: Bunlara karşı nasıl zaman kazanabiliriz? Bölgedeki uluslar arası siyaset dengesini kullanarak hareketi daha fazla nasıl zayıflatabilir, tecrit ve tasfiye edebilir ve dağıtabiliriz? Özellikle Irak’a yapılan müdahaleden sonra ortaya çıkan yeni durumla birlikte var olan krizin çözümü ve yeni bir sistemin yaratılmasında Kürtlere büyük bir rol düşmektedir. Kürtler için büyük bir fırsat doğdu. Bu durum ortaya çıktıktan sonra AKP Hükümeti inkâr ve imha siyasetini daha açık ve keskin bir şekilde yürüttü. Hem Önderlik üzerindeki psikolojik işkenceyi arttırmış ve tecridi derinleştirmiş, hem de dış siyasetini hareketimize karşıtlık temelinde yürütmüştür. Bölge güçleriyle ve uluslar arası güçlerle her yönüyle bir ittifak geliştirmek istiyor. Hareketimize karşıt bir cephe oluşturmak için bu güçlere her türlü tavizi vermeye de hazırdır. Bu saldırı siyasetinin çerçevesinde bilindiği gibi geçen yıllarda hareketimiz yeni bir komployla karşı karşıya kaldı. Komplo özünde Önderliğe karşıydı. Önderliği halktan ve hareketten koparmak amaçlanmıştı. Buna karşı hareketimiz gecikmeli de olsa 1 Haziran kararını verdi. Önderlik ‘Bir Halkı Savunmak’ adlı kitabıyla hem durum değerlendirmesinde, hem de gerekli cevapların verilmesinde hepimize yol gösterdi. Hem Önderliğimiz hem de hareketimiz savaşın daha fazla derinleşmemesi için siyasi çözüm yolu temelinde birçok defa çağrılarda bulundu. Fakat özellikle de 17 Aralık zirvesinin kararından sonra hükümetin yürüttüğü siyaset gösterdi ki, hareketimize karşı inkâr ve imha siyasetini sürdürmede netliğe ulaşmışlar. Bu siyasetin özü, özgür Kürdün inkârı, bağımlı Kürdün kabulüdür. Bu anlamda yeni bir siyaset ve kararla karşı karşıyayız. 1 Haziran Hamlesi’nin kararı içerik olarak siyasi bir karardır. Geliştirilen eylemlerin kontrol altında yürütülmesi gerekiyordu. Fakat ortaya çıkan gelişmeler ve ulaştığımız nokta bizlerden bu siyaset ve saldırıya karşı büyük bir direniş ve mücadeleye göre hazırlamamızı istiyor. Kapsamlı bir direniş planıyla, bu siyaset ve kararın pratik olarak uygulanmasını sonuçsuz bırakabiliriz. Ayrıca Kürt sorunun çözümü için uygun koşulları yaratıp sonuca ulaşabiliriz. Bunun için başta Kuzey Kürdistan’da böyle bir görevle karşı karşıyayız. Önderlik her şeye rağmen kendi konumunu tehlikeye düşürerek bizlere talimat ve perspektif verdi. Konferansımızın bir görevi de siyasal gelişmelere göre kapsamlı bir meşru savunma planlamasını yeni dönem ve gelecek için geliştirmesidir. HPG II. Konferansı’nda özerkleşmeyle yeni örgütsel modelin oturtulması için birçok çalışma yürütüldü. Hem örgütsel biçim ve anlayışta, hem de içeriğinin doldurulmasına ilişkin HPG’nin yeniden yapılandırılmasını doğru yorumlayıp, eksik ve yanlış yönlerini açığa çıkartarak bu çalışmayı sonuca ulaştırmalıyız. Artık askeri örgütsel sistem netleşmeli ve her alanda oturtulmalıdır. Konferansımızın diğer önemli bir görevi de budur. Bilindiği gibi sistemin içindeki krize ve hareketimizin yaşadığı tıkanıklığa karşı Önderlik siyasi ve örgütsel, bilimsel ve felsefi yönden yeni bir bakış açısı geliştirdi. AİHM savunması bunun temeliydi. İkinci savunması bunu çok açık biçimde karşımıza çıkardı. Önderliğin geliştirdiği yeni paradigma temelinde HPG’nin salt örgütsel yönde değil; zihniyet, yaşam, komuta ve yapı düzeyinde kendini yeniden yapılandırması ve yeni paradigmaya göre bir açılım yapması gerekmektedir. Bu temelde adım atması gerekir. Konferansımızın üzerinde durması gereken diğer bir konu da, güçlü bir ordunun yaratılması ve bilinçli bir komutanın yaratılması noktasıdır. Bilindiği gibi, 20 yıla yakın bir süredir yürütülen silahlı savaşımımız, uzun süreli halk savaşına dayanıyordu. Önderliğimizin 2 Ağustos 99 kararıyla, tüm güçlerimiz Güney’e çekildi. ‘Yeni strateji temelinde, şiddet anlayışımız ve savaşa bakış açımız ne olacak? Mücadele yöntemimiz nasıl olacak ve bu temelde gerilla mevzilenmesi nasıl olacak?’ noktalarında yoğun tartışmalar yürütüldü. HPG I. Konferansı bu soru ve tartışmalara bir cevaptı. Yani uzun süreli halk savaşı stratejisinin aşılması ve 4 yeni strateji temelinde geliştirilen meşru savunma çizgisinin anlaşılması açısından önemli bir konferanstı. Bu anlamda HPG I. Konferansı gerillanın yeni dönemdeki rolünü netleştirdi. HPG II. Konferansı Önderliğin Kongra Gel için öne sürdüğü hareketin yeniden yapılandırılması projesi temelinde HPG’nin de özerkleşmesi ve buna göre kendini şekillendirmesi, yeni komuta anlayışını yaratması önemli görevler olarak belirlenmişti. İkinci görevi de, bölgede hızla gelişen yeni gelişmelere göre kendini mevzilendirmesi ve Meşru Savunma Savaşı için hazırlamasıydı. Bunun kararlılığıyla II. Konferans önemli bir noktaydı. I. Konferans, gerillanın yeni dönem rolünü tespit etmesi, meşru savunma perspektifinin oluşturulması için önemliydi. II. Konferans yeni dönem perspektifini oluşturmak ve HPG’nin yeniden yapılandırılması temelinde güçlü bir meşru savunma savaşı perspektifinin oluşturulması anlamında önem taşıyordu. Bugün HPG’nin üçüncü konferansını yapmaktayız. Bu konferansın görevi de hem anlayış düzeyinde, hem de örgütsel olarak yeniden yapılandırma çalışmalarını tamamlamaktır. Bu yönde önemli bir çalışmadır. Bu konferansımızın diğer önemli bir görevi de, Kürdistan ve bölgede ortaya çıkabilecek her türlü gelişmeye karşı başta Kuzey olmak üzere bütün parçalara yönelik geniş ve güçlü bir direniş mücadelesi için bir planlamaya ulaşmasıdır. Meşru savunma çizgisinde bu konferans görevini başarabilir. Bu plan çerçevesinde kendisini yeniden mevzilendirmesi, bütün eğitim ve pratik çalışmalarını yeniden geliştirmesi gerekmektedir. Bu iki noktada da konferansımız tarihi ve yaşamsal bir görevle karşı karşıyadır. Hem pratik, hem de örgütsel yönden içinde bulunduğumuz durumu göz önüne aldığımızda, kendimizi tüm görev ve sorumluluklara göre hazırlayabiliriz. Bu çerçevede kararlılık ve iddia düzeyimiz, yeniden yapılanma ve çözüm yönünde kendisini göstermelidir. 15 Şubat komplosuna vereceğimiz cevap da bu yönlü olmalıdır. III. Konferansımız tüm savunma güçleri adına, Önderliğe bağlılığın, Kemal Pir ve Bêrîtan yoldaşların direniş çizgisi temelinde kararlılığın gösterilmesinin adımı olmalıdır. Bütün şehitlerimize ve özellikle 1 Haziran şehitlerimize ancak bu temelde cevap olabiliriz. Önderliğimizin önümüze koyduğu görevleri, halkımızın büyük ve güçlü umutlarını ancak böyle cevaplandırabiliriz. Bir kez daha şunu diyoruz: Başta Önderliğimiz ve 30 yıllık mücadelemizin ortaya çıkardığı miras ve tecrübeler temelinde HPG’yi yenilmez bir aşamaya ulaştırabiliriz. Bununla HPG’yi tüm hareketimize, Önderliğimize yönelik geliştirilen planları tersine çevirebilecek konuma ulaştırabiliriz. HPG, sert bir kaya olmalıdır. Hareketimizin tarihinde olduğu gibi HPG’yi yaşamın yaratıldığı ve direniş çizgisi temelinde kahramanlık tutumlarını ortaya çıkartmaya devam ettiği bir sahaya ulaştırabiliriz. Ve diyoruz ki; konferansımız Önderliğe bağlılık ve kararlılığımızın güçlenmesi, yenilenmesi konferansı olsun. Önderlik çizgisi özgür yaşam çizgisidir ve bu çizgi kazanacaktır, diyoruz. Hepimiz kendimizi Apocu fedai ruhuyla direniş çizgisinde derinleştirelim. - KAHROLSUN HER TÜRLÜ İHANET VE TESLİMİYET ÇİZGİSİ! BİJÎ SEROK APO! 20 Şubat 2005 5 HPG III. KONFERNASI’NA SUNULAN ÖNDERLİK PERSPEKTİFLERİ Demokrasiler için diğer önemli bir eylem sorunu da meşru savunma durumunda nasıl davranılacağına ilişkindir. Meşru savunma ancak işgal koşullarında anlam kazanır. Bir halkın üzerinde işgalci, sömürgeci veya daha değişik baskıcı bir sistem kurulduğunda işgal var demektir. İşgali tek başına yabancı bir güç yapabildiği gibi, bazen yarı yarıya yerli işbirlikçilerle birlikte de yapabilir. Bu durumda savunma görevi ortaya çıkar. Hedef işgali kaldırmak, demokrasiyi kurmaktır. Fakat yabancı olgu devrede olduğundan, savunmaya meşru, ulusal-demokratik demek daha doğru bir yaklaşımdır. Bu koşullarda yine ayaklanma ve savaş koşulları doğmuştur. Yine de klasik ulusal kurtuluş savaşı esas alınmaz. Ulusal boyut olsa bile, çağın özellikleri gereği geniş demokratik bütünlükler uğruna savunma savaşı demek daha uygundur. Bu tür ayaklanma ve savaşlar şehir ve kırsal alanda ya tek ya birlikte gelişebilir. Birçok Asya, Afrika, Amerika ülkesinde tüm biçimler denenmiştir. Devlet amaçlı olmak yerine, demokratik amaçlı olmak, güncel çözüm gerçekliğine daha uygun düşmektedir. Ulusal nitelikte bile olsa, tepede ortak hareket eden işgalciler ve işbirlikçilerine karşı halkların da işbirliği içinde demokratik bütünlük için savaşmaları en doğrusudur. Bu durumlarda diğer barışçıl eylem biçimleri de sonuna kadar uygulanmak durumundadır. Meşru savunmayı daha çok halkın demokratikleşmesini desteklemek, geliştirmek ve korumak amacıyla örgütlemek ve yürütmek esas olmalıdır. Hedef olarak baskıcı, savaşçı klikleri alırken, demokratik çözüm muhataplarının varlığını da unutmamalıdır. Tüm devleti, ilgili ulusu karşısına almak doğru bir strateji olmaz. Taktik olarak her yabancıyı, işgalci ulus, insan ve kurumlarını hedef almak da doğru olamaz. Hedefleri en dar ve sonuç alıcı kılmak, halkın demokratik çözüm olanaklarını artırmak, varoluşunu korumak esas olmalıdır. Meşru savunma hareketi ve örgütlülüğünün işgal ve çözümsüzlükten sorumlu güçleri yürüttükleri haksız savaşın sürdürülmezliği konusunda ikna edinceye ve demokratik çözüm yoluna çekinceye kadar yoğunlaştırılarak sürdürülmesi mevcut krizden çıkmanın temel aracı olabilir. Olağanüstü durumların dışında normal koşullarda halkların öz savunma sorunu da göz ardı edilemez. Kriz koşullarında genel güvenlik dışında özgüvenlik daha çok önem kazanır. Devletin klasik güvenlik ölçütleri birçok yönüyle halkın güvenlik ihtiyacına cevap veremez. Devlet iktidarının oligarşik ve diktacı güçlerin eline geçmesi, sınırlı hukuk güvencesini de ortadan kaldırır. Devlet adeta parsellenir. Bir ucu devletçi odaklara bağlı çok sayıda mafya ve çete türer. Halkın üzerinde tam bir terör estirirler. Suçlarda patlama yaşanır. Hak aramada hukuki yollar yerine, taşeron güçler tutulur. Hukuk adeta metalaşır. Devletin güvenlik güçlerinin kendileri güvenlik sorunu haline gelir. Kriz süreçlerindeki birçok ülkede günümüzde yaşanan bu tür güvenlik sorunları karşısında öz savunma kaçınılmaz bir gereksinim haline gelir. Öz savunma güçlerinin kurulması gerekir. Halk savunma güçlerini devlet karşıtı veya alternatifi bir kuvvet olmaktan ziyade, devletin sağlamadığı, yetersiz kaldığı, hatta nedeni olduğu temel güvenlik ihtiyacını karşılama güçleri olarak değerlendirmek daha doğrudur. Halk savunma birlikleri klasik gerilla veya ulusal kurtuluş ordusu değildir. Halk kurtuluş gerillası veya ulusal kurtuluş ordusu ağırlıklı olarak iktidar ve devlet hedeflidir. İktidar sorununu çözmek isterler. Halk savunma birliklerinin özel bir devlet ve iktidar hedefi -objektif zorunluluklar dışında- olamaz. Esas görevleri halkın yasal, anayasal haklarının çiğnenmesi doğduğunda ve yargı görevini yapmadığında korumaya çalışmak, demokratikleşme çabalarına güvence olmak, saldırılar karşısında direnmesine öncülük etmek, kültürel ve çevresel varlığını korumak olarak özetlenebilir. Kent ve kırsal alanlarda uygun birlikler halinde örgütlenebilir. Bir nevi halk koruma milisleri de denebilir. Yerel emniyet güçlerinin yerine getiremediği görevlerde rol oynayabilir. Kriz koşullarının sürekli toplumsal yapıları çözmesi, artan kargaşa ortamı öz savunmayı halkların varlığı ve özyönetimleri açısından hayati bir konu haline getirir. Krizden demokratik çözüm yollarıyla çıkış aranırken, bu süreçle ayrılmaz bir bütünlük içinde artan güvensizlik ortamından da halk savunma güçleri ile çıkış yapılabilir. PKK’nin ikinci önemli bir yanlışı, ulus ve ulusal kurtuluş savaşı tanımından kaynaklanmıştır. Ulus olmayı ve bunu da ulusal kurtuluş savaşıyla sağlamayı sanki bir Kuran emri gibi bellemiştik. Çünkü sosyalizmin bütün klasik eserleri ve çağdaş savaş örnekleri bunu emrediyordu. Ulus olunmadan ne özgürlük, ne eşitlik, hatta ne de çağdaş insan olunabilirdi. Bunun yolu ise, tüm gücünü üç stratejili -savunma, denge ve taarruz- alan bir ulusal kurtuluş savaşını vermekten geçiyordu. Yollara, yurtdışına, dağlara, zindanlara, köylere, kentlere, her yere bunun için çıkılmıştı, girilmişti. Ortadoğu insanında neredeyse gensel bir özellik 6 haline gelen dogmatizmle yaklaşınca, artık bir ulusal kurtuluş savaşı verecektik. Onurlu bir ulus olmanın bunun dışında başka bir yolu yoktu. Savaş artık kutsal bir kavram olmuştu. Bu yolda savaşmak İslam’ın cihadından bile daha önemliydi. Açık ki yaklaşımda bir dogmatizm hastalığı nüksetmişti: Diğer olgulara yaklaşımda olduğu gibi. Savaşı bir olgu olarak çözümlediğimizde, aslında insan toplumuyla bağdaşmaması gereken bir hastalıktı. Zorunlu savunma dışında savaşın hiçbir türü mubah görülemezdi. Özünde zorbalık ve gasptı. İstenildiği kadar maskelensin, doğası hırsızlık, tahakküm ve talandı. Fetihle her hakka sahip olacağını sanmaydı. Bu nitelikler altında savaşı en büyük felaket ve kötülük olarak nitelemek yanlış olmaz. Savaşın ancak varlığını, özgürlüğünü ve onurunu korumanın, sağlamanın başka bir yolu kalmadığında bir anlam ifade edebileceği derinliğine kavranmamıştı. Kavradığımız ulusal kurtuluş savaşı yeniden her şeyi fethetmeyi kapsıyordu. Kolaylıkla meşru savunmayı aşabilirdi. Bir intikama, karşılıklı zapt etmeye dönüşebilirdi. Bu yönlerden hiç endişe duyulmuyordu. Meşru savunma savaşı üzerinde durulsaydı, bunu teori, strateji ve taktikleri diğer tüm savaş türlerinden ayrıt edilseydi, şüphesiz birçok yanlışa, acıya, kayıplara düşülmeyebilirdi. Bütün umudun kazanılması gereken ulusal kurtuluş savaşına bağlanması, objektif gerçeklik açısından da büyük sakıncalar içeriyordu. Mevcut dünya, güç mevzilenmesi, örgütlenmesi, lojistik gibi hususlar göz önüne alındığında, gözü kara bir ulusal kurtuluş savaşının şansı tesadüflere bağlıydı. Tüm bu gerçeklikler görülmeden, yaşanan on beş yılı aşkın düşük yoğunluklu bir savaş pratiği de 1995 sonrasında ancak kendini aşırı tekrarlayarak varlığını sürdürüyordu. Bu savaş hiçbir sonuç doğurmadı denilemez. Ama tek yol gibi düşünülüp uygulanmasının beraberinde birçok anlamsız kayıp ve başka tür çabaların ürününden yoksun olmaya yol açtığı da bir gerçeklikti. Üç stratejililik de tam bir dogmatizm örneğiydi. Halbuki gerçekçi bir savunma savaşı, Kürdistan coğrafyasına ve halkla ilişkilerine göre en uygun üslerden en uygun taktiklerle gelişseydi, kesinlikle devlet amacına ulaştırmasa da, tutarlı bir demokratik çözüme götürebilirdi. Benim şahsi anlayışım, içerideki komuta ve kadrolarının bu yeteneği göstereceğine dair bir inanç taşımaktaydı. Bunu hep bekledim. Büyük destek sundum. Eşine ender rastlanan fedakârlıklarda bulundum. Ama aynı iktidar hastalığı daha tehlikeli biçimde bu alanda da ortaya çıkmıştı. Hatta çetecilik kendi en değerli yoldaşlarını dahi rahatlıkla tasfiye edebilecek yozlaşmaya, caniliğe kadar tırmanmıştı. İçinde bilinçli provokatörlük ve işbirlikçiliğin ihaneti olup olmaması o kadar belirleyici değildi. Savaşın genelde kirli bir sanat olması, özelde ulusal kurtuluş için dogmatik tarzda ele alınması bu sonuçları doğuruyordu. Her tür milliyetçiliğin, kör şiddet ve ayrılıkçı eğilimin tırmanması ve toplumsal kaosu derinleştirme tehlikesini doğuruyordu. Halbuki ulus tanımını fetişleştirmemek, gevşek bir toplum biçimi, olgusu olarak tanımlamak, asıl olanın demokratik, eşit ve özgür bir ulusal topluluk olmayı bilmek olduğunu esas alsaydık, gerçeğe daha duyarlı sonuçlara ulaşılabilirdi. Birleşmiş bir ulus, tam bir devlete sahip olma bir ulus için ideallerin en iyisi, güzeli ve doğrusu olamazdı. Yine önemli olan devlet çatısı altında olup olmamak değil, demokratik olup olmamaktı. Buna giden yol, her yol ve yöntemle savaş değil, olsa olsa anlamlı bir savunma savaşı, demokratik toplum çalışmaları, buna hizmet eden her tür örgütlenme ve dayanışma biçimi olabilirdi. Böylelikle ne ezen ne de ezilen ulus milliyetçiliğine düşmeden, ayrılıkçılığa ve aşırı şiddete meydan vermeden, eşitliğin ve özgürlüğün geliştirilmesi sağlanabilirdi. Fakat ulusların kaderlerini tayin hakkı kaynaklı dogmatik yaklaşım çok zengin çözüm alternatiflerini görmeyi engelliyordu. Böylelikle Türkiye demokratikleşmesinin önü de açılamıyordu. Oligarşik milliyetçilik korkunç körüklenerek sonuna kadar ekonomik ve siyasi rant elde etmeyi bulunmaz bir politika saydı. Kürtlerin aynı devlet çatısı altında ortak bir vatanda özgür bir ulusal topluluk olarak Türkiye’nin genel ulus devletinde, ülke bütünlüğünde nasıl stratejik ve vazgeçilmez bir öğe olduğu kanıtlanarak siyaset yapılsaydı, hatta eylemler bu amaca hizmet etseydi, sonuçlar taraflar için oldukça çözümleyici olacaktı. Böylesine zengin ve çözümleyici yolların düşünülmemesi, başta vurguladığımız partileşme, iktidarlaşma, devletleşme, uluslaşma, bunun için savaşma anlayışıyla yakından bağlantılıdır. Dogmatizmin aşılmasıyla devlet, iktidar, savaş, ulus ve ulus-devlet tanımına daha gerçekçi boyutlar getirmem gerektiğinde, kapsamlı bir meşru savunma savaşına da açık demokratik bir toplum için yeniden partileşmeye dayalı bir çözümün yolunu açtı. Bu yaklaşım sadece stratejik ve taktik bir dönüşüm değildir. Ardında köklü bir bilimsel düşünceye dayalı teorik ve paradigmatik görüş, daha zengin bir siyasi düşünce ve partileşme tarzı vardır. Sosyalizmin yüz elli yıllık gelişmesine damgasını vurmuş devletçilik hastalığını aşma, burjuva ulus anlayışını terk etme, toplumsallığın komünal ve demokratik tarzını tarih boyunca esas alma, özgürlük ve eşitlik idealini bu köklü değişimlere bağlama dönüşümü vardır. PKK adına bu temelde yapılan eleştiri ve özeleştiri, doğal olarak yeniden yapılanma sorununu gündemleştirmektedir. Güncel durumun kısa bir özetine dayalı yeniden partileşme, meşru savunma ve temel halk örgütlenmesi olarak Kongreleşme, yakıcı ve acilen çözümlenmesi gereken sorunlar ve görevler olarak önümüzde durmaktadır. 7 Kürt sorununun çözümünde halk savunma birliklerinin (HPG) rolü önemini korumaktadır. Parti ve kongre örgütünden ayrı bir örgütlenme olarak demokratik mücadeledeki yeri, parti ve kongre ile ilişkisi ve savaş tarzı, aydınlatılması gereken hususlardır. 15 Ağustos Atılımı’ndaki savaş anlayışının ezbere dayandığı bilinmektedir. Ulusal sorunlar ancak savaşla çözülür; o halde savaş sonsuzca övülmelidir, savaş tanrısına sığınılmalıdır. En yüce bir ilke olarak benimsenip gerekleri yapılmalıdır; çünkü sosyalizmde böyle yazılıdır! Açık ki, bu yaklaşım dogmatikti. Somut tarihi ve toplumsal şartları değerlendirmekten uzaktı. Ancak ilkesel düzeyde bir yaklaşım getiriyordu. Savaş teorisi Marksizm’de de çözümlenmemişti. Fransız burjuva-feodal tarih yazarlarından ödünç alınmıştı. Engels’in sınırlı çalışmaları açıklayıcı olmaktan uzaktı. Genelde şiddet teorisinin iktidar ve toplumsal düzenlemedeki rolü irdelenmemişti. Ulusal savaşlar egemen sömürücü güçler ağırlıklı olarak burjuva toplumunda yer bulduğu halde, sanki ayrı sosyalist bir kategoriymiş gibi değerlendirildi. Sosyalistsen ulusal savaşını vereceksin. Savaş ile ilgili çözümlememizi ilgili bölümde yaptığımız için tekrarlamayacağız. Sadece savaşın, zorun devleti ve iktidarını belirlediğine, her toplumsal düzenin altında bir savaşın yattığına, savaşı çözümlemeden iktidarı ve toplumu, hatta ekonomiyi tam çözümleyemeyeceğimize ilişkin bir değerlendirme yapıldı. Bu yaklaşımla savaşı tam bir kötülük olarak gördüğümüz söylenmiyor. Savaşın, şiddetin toplumsallık içindeki yeri irdeleniyor. Savaşta neyin ne kadar kazanılabileceği veya kaybedileceği anlatılmak isteniyor. Kısaca sosyolojik bir tahlili yapılıyor. 15 Ağustos Atılımı’nın gerekli, ama uygulamasının yanlışlık ve yetersizliklerle dolu olduğu hep söylendi. Büyük kahramanlıkları kadar, büyük alçaklıkları da yaşadığı, kazanımları kadar kayıpları da olan bu savaşım döneminin eleştiri ve özeleştirileri yoğunca yapıldı. Ardından bıraktığı büyük mirasın devamı olarak HPG, şüphesiz eski tarzı olduğu gibi sürdürecek durumda değildir. Ama işlevsiz, rolsüz kalacak da değildir. Henüz ne kalıcı bir ateşkes, ne de barış durumu yaşanmadığına göre, HPG’nin yaşadığı sorunları, yerine getirilmesi gereken görevleri, nicel ve nitel konumu hep değerlendirmelere konu olacaktır. Yanlış anlamalara yer vermemek için Kürdistan’da şiddetin rolüne ilişkin kısa bir değerlendirmeyi tekrar yapmalıyız. Kürdistan ülkesinin durumu ve halkının yaşadığı toplum, fetih hukukuyla belirlenmiştir. Temeli Sümerlerden günümüze kadar gelen bu fetih geleneği, ‘Hükmettiğin senindir’ anlayışına dayanmaktadır. Tüm hakların temelinde hakimiyeti, zoru görmektedir. Kim en son fethetmişse, o ülke ve halkı onundur. Özellikle İslamiyet bunu yüce bir din emrine bağlamaktadır. Burjuva milliyetçiliği de fetih ilkesine sımsıkı sarılır. Halka düşen ise, fatihlerine boyun eğmek ve onların her dediğine uymaktır. Devrimcilerin ilkelerine göre savaş daha farklı tanımlanır. Baskı ve sömürüye yol açan savaşların meşruiyeti, dolayısıyla fetih hakkı bir aldatmacadan ibarettir. Zorbaların iradesini yansıtır. Boyun eğmemek, direnmek kutsal bir görevdir. Savaşın yol açtığı alçaltıcılık ancak boyun eğmeye son verdirmekle aşılabilir. Ezilenlerin savaşı kutsal ve düşürüldükleri alçaklıktan kurtulmaları için gerektiğinde başvurulması gereken temel kurtuluş aracıdır. Günümüz Kürdistan’ında devlet hükümranlıkları kendilerini vakti zamanında buranın fatihleri olarak görmektedir. Kalıcılıklarını, hâkimiyetlerini fetih hakkına dayandırmaktadır. Halkın yaşadığı çağdışılıktan, neredeyse varlığını yitirmiş halinden, her tür eşitlik ve özgürlük yoksunluğundan kendilerini sorumlu tutmamaktadır. Açık ki büyük bir problem vardır ve özü de zora dayanmaktadır. Toprakları binlerce yıldır işleyen ve adına Kürtler dediğimiz halk, hiç kimseyi buyur edip, gel beni bu hallere düşür dememiştir. Çağımızın karakteri bilindiğine göre, bu zor statüsü nasıl aşılacaktır? Bunun iki yolu vardır: Ya demokratik uzlaşıyla, bu olmazsa zora karşı zorla. Başka türlü yaşamak, çağa tümüyle ters düşmektir. Açlıktır, işsizliktir, dilsizlik ve kültürsüzlüktür. Kürdistan parçalarının bulunduğu ülkelerde tam bir demokratik işleyiş olsaydı, zor ilkesine yer olmayabilirdi. Halkların demokratik duruş ve yürüyüşleri yanlış kanallara akıtılıp devlet çarklarında boşa çıkarılarak özünün yitirilmesine yol açılmaktadır. Devleti her dört beş senede seçim oyunlarıyla tapınılan bir mabede dönüştüren günümüz uygulamalarının demokrasiyle ilgileri yoktur. Çok partili olsun olmasın, seçimlerle gerçekleştirilen devletin meşrulaştırılması ve halkın kamusal yönetiminin bir yanıltmacaya dönüştürülmesidir. Bu oyuna günümüzde demokrasi denilmesi kapitalist sistemin muazzam reklam gücüyle bağlantılıdır. Kırk defa akıllıya deli denilip öyle sanılmasına benzeyen bir yanıltma kampanyasının ürünüdür. Halklar için demokratik duruş ve yürüyüş öncelikle kendi kimliğine sahipleniş, özgürlüğüne bağlanış ve öz yönetimine kavuşmadır. Kendi kimlik bilincine, tarihine ve toplumsal gerçekliğine dayanmaktadır. Bilinç örgütlendiğinde güce ve güç de özgürlüğe yol açmaktadır. Halklar örgütlenip güçlenmeden özgürleşemez. Özgürleştiğinde ise, kendi öz yönetimine kavuşması zorunlu bir adımdır. Özgürleşip de kendini yönetememek akla ve ahlaka aykırıdır. Demokrasiyi bu çerçevede tanımladığımızda, halk içinde daimi bir kimlik bilinci, her düzeyde örgütlülük çalışması ve bu sürece önderlik etme, bir bütün olarak demokratik eylem denilebilir. Demokratik duruştan yürüyüşe geçiş süreci demek de mümkündür. Halkın seçim ayinleriyle devlete bağlanması yerine, kendi varlığına, özgürlüğüne ve öz yönetimine koşturulması ancak 8 demokratik eylem olarak anlam kazanabilir. Yoksa devlet iktidarında koltuk kapmak, hüküm sürmek için halktan onay almak gerçek demokrasiye en önemli darbedir. 19. ve 20. yüzyılda demokrasinin bu duruma düşürülmesi demokrasiye karşı ihaneti tanımlamaktadır. J.J. Rousseau’nun daha 18. yüzyılda dikkat çektiği ihanetin derinliğine, genişliğine yaygınlaştırılmış halidir. Kürdistan’da demokratik mücadeleyi bu tanımlama çerçevesinde yürütmek anlam ifade edebilir. Yoksa kendi efendilerini seçme oyunlarının kölelerin toplanıp ikide bir aynı efendiyi başlarına geçirmekten özde bir farkı yoktur. Doğru demokratik çalışma, halkın toplumsal kimliğini, özgürlüğünü ve öz yönetimini esas aldığında gerçekleşebilir. Nerede bir halk topluluğu, köyü, mahallesi varsa, oralarda sürekli bilinç ve örgütlenme çalışması yaparak; böylelikle halkın temel problemlerine bizzat halkla birlikte toplanarak, kararlar alarak ve bu kararları uygulama görevlilerini belirleyerek yürütmek gerçek bir demokrasi eylemidir. Düzeni meşrulaştırma aracına dönüşmüş sağ-sol, dinci-milliyetçi yaftalı partilerin halktan yüz bulamamaları, sık sık sandığa gömülmeleri bu gerçeklikle yakından bağlantılıdır. Kürdistan’da düzen particiliği en kirli meşrulaştırma araçlarından öteye rol oynamaz. Eskinin din tarikatları kadar yalancı, saptırıcı ve sömürücü aletidirler. Demokratik parti olmak ve demokratik eylem yürütmek son derece soylu bir iştir. Tarihte beğenmediğimiz Atina demokrasisi, bir yandan Isparta krallık rejimini, diğer yandan iki yüz yıllık Pers monarşi imparatorluğunu ancak demokrasiyle durdurabilmiş ve tarihteki ‘Altın çağı’nı yaşatabilmiştir. Demokrasi gerçekten uygulandığında en erdemli rejim olmak kadar, bir ülkeyi, halkı her tür despota, işgalciye karşı da koruyabilen bilinçli, özgür yurttaş yetiştirmenin de okuludur. Siyasette hiçbir çalışma, demokratik eylem kadar değerli değildir. Bu anlamda halkların demokrasiye aşık, onun için çalışabilen evlatlara sahip olması kendisi için en büyük güvencedir. Kürdistan’da devlet odaklı her çaba kimin adına ve hangi sıfatla yürütülürse yürütülsün, demokrasinin inkârından başka bir anlama gelmez. Günümüz Kürdistan’ında gerçek bir demokratik çabayı, hareketi yürütmekten daha değerli (çözümleyici, barış ve özgürlüğe götüren) başka bir pratik düşünülemez. Ama Kürdistan çağdaş bir demokrasiden halen oldukça uzak bulunmaktadır. Ortadoğu demokrasi öncesi savaşlarını, kaosunu yaşamaktadır. Kürdistan bu savaş ve kaosun merkezindedir. Nereden bakılırsa bakılsın, halkın savunma sorunları ağırdır ve sahip çıkılmayı gerektirir. Dil gibi en temel toplumsal iletişim aracını bile çağdaş ölçüler içinde kullanamaması, savunma sorunlarının derinliğine ilişkin bir kanıttır. Diğer yandan genel bir direniş savaşı için gerekli olan birçok koşul ve olanaktan yoksunluk, savaşın sınırlı ve dar tutulmasını gerektirmektedir. Hükümran devletlerin siyasi ve askeri güçlerine karşı yapılacak direnmede silahlı savaşım düşük ve orta yoğunluklu, bazen her ikisinden de dar hücre tipi savaşlara kadar daraltılabilir. Hiç direnmemek boyun eğmeyi sonsuz hale getirir. Direnmeyle devletlerin hükümranlıklarını yok etmek değil, demokratik uzlaşıya uygun hale getirmek çağımız koşullarında en uygun yol gibi görünmektedir. HPG’nin rolü bu biçimde tanımlanabilir. Demokratik uzlaşıya götürünceye kadar halkın demokratikleşmesini geliştirmek ve korumaktır. Demokratikleşmenin önünü açmak, anti demokratik devlet zoruyla işbirliği ettiği güçlerin dolaylı engellemelerini kaldırmaktan geçer. Savaşın kabul edilebilecek koşullarının bir diğeri, HPG’nin bizzat varlığına yönelik saldırılara karşı savunma savaşıdır. Bunun için gerilla savaş türünü sonuna kadar kullanmak durumundadır. Üslenmeden halkla ilişkilere, lojistikten eğitime, komutadan siyasi bağlantılara kadar gerekli her sorunu çözmek görevlerindendir. Öyle dönemler olur ki, halkın ve tüm örgütlü güçlerin dayandığı en temel biçim olur. Tüm demokratik çabaların koruyucusu ve geliştiricisi olmak ona düşer. Bunun için gerekli siyasi ve örgütsel donanımı sağlamak durumundadır. Nicel ve nitel konumunu yerine getirmesi gereken görevleriyle uyumlu kılmak, strateji ve taktiklerini belirlemek çözmesi gereken görevlerdir. Tüm parti, kongre ve tehlikede olan halktan insanların güvenliğinden de sorumlu kılınmaktadır. Bu zor ve önemli görevleri en iyi eğitilmiş askeri ve diğer güvenlik güçlerine karşı yerine getirmektedir. Silahlı mücadelemizdeki rolümden bahsetmek diğer önemli bir konudur. 15 Ağustos Atılımı öncesi ve sonrası çalışmalarım bilinmektedir. Büyük çabalarım oldu. Fakat sürecin ilk on beş yılına ilişkin gelişimiyle savaş anlayışım arasındaki farklılık çok büyük olmuştur. Kapsamlı eleştirisi-özeleştirisi olduğundan tekrarlamayacağım. Ama böyle sapıldığını bilseydim, 1980 ve 1990 başlarında ülke koşullarında olmamın daha uygun olacağını belirtebilecek durumdayım. Görev alan çok sayıda grubun kendilerini içine düşürdükleri durumların esas nedeni, savaşın doğası, siyasi temeli ve ideolojik donanımından ya habersiz, ya da çok az bilinç ve eğitimli olmaları önemli bir etkendir. Komutaya sahip çıkılmaması, kayıp ve yenilgilerin en önemli nedenidir. İçine düştüğüm durumların temel nedenini de bu gerçeklikte aramak gerekir. Yeteneklerim savaşı teorik ve pratik olarak bu tür yönetebildi. Oluşturdu veya istenileni oluşturamadı. Açık söylemeliyim ki, 1995’ler sonrasında aşırı tekrar yerine köklü arayışlara girmem daha doğru olabilirdi. 1993’te mevcut komuta kadrosundan başarı beklemek doğru olamazdı. 1993-95 hamlesi önemliydi. Ama 9 denenmiş ve başaramamış kadrolarda ısrar bilinen tekrarlanmalara yol açtı. Daha önceki hamlelerin de herhangi ciddi bir komutaya dayanmadığı bilinmektedir. 1998 ayrılışım bu gerçeklerin etkisi ile oldu. Ülkeye girebilirdim. Ama bu, toptan bir imhaya yol açar endişesi ile denemediğim bir yol oldu. 11 Eylül 2002’ye kadar silahlı savaşımın asgari demokratik çözüm uzlaşımında birleşilmesi halinde bırakılmasından yanaydım. Ama 11 Eylül sonrası Türk yönetiminde uzlaşma niyetleri görülmedi. Bana göre 2002 Kasım seçimlerinden sonra hükümetin çözüme hiç yanıt vermediği anlaşılır anlaşılmaz, meşru savunma savaşına girilebilirdi. Fakat bu karar benim olamazdı. Tutukluluk koşulları bu tür kararları kaldıramaz. Benden emir beklentileri doğru olmaz. Yeni dönemin kapsamlı tahliline dayalı savaş tarzı, strateji ve taktikleri kendine güvenen sorumlu kadroların işidir. Kendilerini tamamen serbest bıraktım. Benim için savaşı zorlayıcı bir etken olarak kullanmayı ahlaken doğru bulmadım. Savaş ancak halkın tarihi vazgeçilmez talepleri bağlamında içine girilebilecek bir eylemdir. Onun için halkla yoğun tartışın ve kendi kararlarınızı kendiniz verin demiştim. Bu görüşlerimi koruyorum. Savaş konularında bazı teorik düşüncelerimi belirttim. Bu savunmada daha da geliştirdim. Ülkemizde zorun rolü ve direnme savaşının doğasına ilişkin bazı ilkesel yaklaşımlarım oldu. Açık ki bunlar bir emir veya talimat değil, aydınlatılmaya ilişkin düşüncelerdi. Bu arada bazı tavsiyelerde de bulundum. Kadın birliklerinin konumuna ilişkin, demokratik özerk bölgelerin oluşumuna ilişkin, halk savunma savaşlarının özgünlüğüne ilişkin. Bunlar da dikkate alınması gereken düşünce ve öneriler olabilir. Çünkü savaş koşulları yirmi dört saatte değişebilir. Her an taktik değişiklik gerekebilir. Bu durumlarda her şey değiştirilebilir. Dolayısıyla önerilerimiz tam bir emir olarak anlaşılamaz. Savaşta esas belirleyici irade, savaşçıların kendileridir. Teori ve pratikleriyle karar verip uygulayacaklardır. Başarı ve yenilgilerin sahibi olarak kendilerini sorumlu göreceklerdir. Koşulları, güçleri, tecrübe ve teorileri ne kadar uygun görüyorsa, o kadar savaş veya savaşmaktan kaçınma kendi sorumluluğundadır. Bundan sonra sorumluluk sahibi arkadaşları 15 Ağustos’tan daha önemli görevler beklemektedir. Parti, Kongre ve HPG adına görev alacak olanlar öz güçlerine güvenerek yürüyecekler. Benden beklentiler fazlasıyla anlamsızdır. Sağlığım ne kadar elverişsiz olursa olsun, onurlu sona kadar gitme gücünü göstermeye çalışacağım tabiidir. Ama şunu da belirtmeliyim ki, gerçek yoldaşlar olsaydı, mevcut ortamda bu biçimde davranmazlardı. Kemal Pir, Ferhat Kurtay’ların eylemini duyduğunda kendine şöyle söylendiği söylenir: ‘Bu eylemi yapmak bize düşerdi.’ Bilindiği üzere ölüm orucuna böyle gidildi. Ben kesinlikle intiharvari eylem yanlısı değilim ve yanlış buluyorum. Ancak Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Mazlum Doğan ve Ferhat Kurtay’ların eylemini intihar eylemi olarak değerlendirmiyorum. Kendilerinin de ifade ettikleri gibi, ‘En ufak onurlu bir yaşam imkânı bulunsaydı, bunu esas alacağız ve sonuna kadar onurlu yaşayacağız.’ değerlendirmeleri gerekli yaşam ölçülerini vermektedir. İnsanlık onuru için yapılacak tek şey kalmıştı. O direniş eylemini de ortaya koydular. Hayri Durmuş’un bu kararlılıklarını ‘Başardık’ sözüyle değerlendirdiği bilinmektedir. Sloganları ‘İnsanlık onuru kazanacaktır’ biçimindeydi. Direniş savaşımımızın geleneği budur ve doğru anlaşılıp uygulanmak durumundadır. Sizlerden 15 Ağustos süreci boyunca bolca yaptığınız gibi intiharvari eylem bekleyen yoktur. Kabul de edilemez. Fakat her tür demokratik eylem ve öz savunma savaşı olanaklarının varolduğu, özgür hareket için zaman ve mekân koşullarından şikayet edilemeyeceği, dolayısıyla halkın ve kendinizin onuru için her seçeneğin denenebileceği koşul ve olanakların mevcut olduğu inkâr edilemeyecek bir husustur. 15 Ağustos sürecine ilişkin bazı hata ve eksikliklerimi de bu vesileyle dile getirdiğimi sanıyorum. Bunların başında başlangıçta ne istediğimize dair açık olmamaktı. 1980’lerin başında yeterince açık ve çözümleyici olmadığımı kabul ediyor ve bu savunmalarla özeleştirisel yaklaşımımı doğru yaptığıma inanıyorum. İkinci hata ve yetmezlik, yürütülecek eylem konusunda açık olamamaktır. Bu konuda da netliğe ulaşıp ilgili çevrelere yanıtımı verdiğime inanıyorum. İki türlü eylem söz konusudur. Bundan sonra, a. Demokratik eylem ve çözüm olanakları. Çok ısrarlı ve kapsamlı yaklaşımlar geliştirdiğim ve esas tercihimin bu yönlü olduğu açıktır. Bu netliğe 1990’ların başında ulaşamamak ayrıca ciddi bir noksanlıktı. Geç de olsa, en büyük çaba ve çilesini ben çekmiş de olsam, bugünkü tarihsel koşullarda önemli gelişmelerin arifesinde anlaşılır ve uygulanabilir bir demokratik eylem ve çözüm tarzını sunabilmiş olmam önemlidir. Demokratik mücadelede iddialı olduklarını söyleyen binlerce aktivist ve milyonlarca özgürlüğe kalkmış halk gücümüz vardır. Silahlara başvurmadan da çözülebilecek sorunlara her tür cevabı verebilecek bir kitle ve militanlık gücüdür. Sözde önderlik konumunda olanların, başta gelen sorumluların bu imkânı kullanmamaları, tarih karşısında kendilerini büyük sorumluluk altında bırakacaktır. Her tür sivil toplum ve demokratik örgütlenme ve milyonların hak talepleri ile yürünerek ülkeye özgürlük, halka demokrasi getirilebilir. Bunun için gerekli olan biraz zamandır; gerisi demokrasiyi içine sindirmiş, amacına inanmış, halkıyla et ve tırnak gibi bağ kurabilmiş bir demokratik siyasal önderliktir. Gerektiğinde demokratik olmayan yasallığı demokratik hak ve özgürlüğe götürebilecek bir hukuk savaşçılığıdır. 10 Halen halkın umudunu ortaçağ kalıntılarına peşkeş çeken sözümona sol sosyal demokrat kimliğin asgari izi varsa, ulus, cins, din, mezhep ayrımı yapmadan, asgari bir demokratlıkla günümüz Türkiye’si ve Kürdistan’ında başarılamayacak bir barış, kardeşlik, özgürlük ve eşitlik davası olamaz. b. İkinci Yol: Tüm çağrı ve uyarılarımıza rağmen, yanıtlar verilmez ve sinsice özel savaş yöntemleriyle halkımızın, halklarımızın tüm özgürlük, eşitlik ve demokratik umutları, adımları bastırılmaya devam edilip devrimci cumhuriyet ilkelerine, ülkenin bütünlüğüne, devletin ve ulusun çağdaş ifade tarzlarına da uymayan tavırlar ısrarla dayatılırsa, verilecek yanıt, öz savunma savaşının kapsamlı uygulanması olacaktır. Bunun tercihimiz olmadığı bilinmektedir. Ama ortada dönen birçok oyun bu konuda son derece hazırlıklı olmayı ve her an gerektiğinde öz savunmacı direniş savaşını geliştirmekten çekinmemeyi gerekli kılmakta ve dayatmaktadır. Açık ki bunun tarzından ve yönetiminden istesem de sorumlu tutulamam. Ne önleyebilirim, ne de yapmayın diyebilirim. Tarihsel sorumluluk devletlerin ve halk savunma güçlerinindir. Karşılıklı strateji ve taktiklerini kendileri belirler. Dar, geniş uygulamalar kendi güç ve yeteneklerindedir. Herkes birbirini iyi tanımalı ve ona göre adım atmalıdır. Şunları söylemekten kendimi alıkoyamam: Karşılıklı bir ateşkes önceden kapsamlı maddeler halinde ilan edilebilir. Olası bir savaşta yine uyulması gereken savaş kuralları önceden bir deklarasyon gibi ilan edilip uluslararası ilgili çevrelerin dikkatine sunulur. Ateşkes belgesi de sunulabilir. Böylesi bir durum doğarsa, Kürdistan koşullarında esas itibariyle iki güç varolma ve yok etme durumlarına düşecektir: Devlet güçleri ve Kongre güçleri. Aradakilerin hızla tasfiyesi gündeme gelebilir. Bunlara yönelik de çağrılar yapılabilir. Hiç olmazsa boşuna siviller, ilgisizler, çocuk, yaşlı ve kadınlar zarar görmesinler. Tarafların savaş kurallarına uymaları daha insani bir yola kapıyı açık tutabilir; ateşkese getirebilir, demokratik uzlaşıya yol açabilir. Açık ki, yaşamak için lojistik ve insan gereklidir. Gerillanın esas dayanağı dağ ve halktır. Savaşlar dağda, şehirde ve köylerde gelişebilir. El koymalar, yol tutmalar her tarafça denenecektir. Askerliğe almak ve vergiye bağlamak her zaman yapılagelen uygulamalardır. Herkes yaşamak için hedeflerini nasıl belirleyebileceğini anlamak ve uygulamak durumundadır. Güney’de sıkıştırırlarsa, Kuzey’in dağlarına çekilirler. Şehirlerde, köylerde bütün Kürt halk kitlesi silahlı direniş gruplarına güvenerek çalışırlar. KADEK’i silahlı imhaya tabi tutuyorsun, DEHAP’ı kapatıyorsun, yapacak bir şey kalmıyor. İran’a da dikkat etsinler. Kesin bir şey söylemek istemiyorum. Arkadaşlar dikkatli olsunlar. Şam’ın, Talabani, Barzani’nin sofrasına inmesinler. Herkesle diyaloglarını sürdürsünler ama tedbirlerini de alsınlar. Gerilla gücü nitelik ve nicelik olarak da büyütülsün. Benim düşünce, ilişki, örgütlenme tarzım bellidir. Anlıyorsanız uygulayın, mirasım sizedir. Ben bambaşka bir dünyayım, ideolojim var, filozof yanım var, barış-savaş felsefem var, bilim felsefem var. Beni anlamadan, benim adıma ucuz laf yapmayın, benim adıma ağalık yapmayın. Anladıktan sonra uygulayın, her zaman ve her yerde uygulayın. Arafat, ‘Benim kovulmam, Filistin halkının kovulmasıdır. Ölümüme mal olsa bile, sıradan bir Filistinli gibi direneceğim” diyor. Benim durumum da buna benzerdir. Bana karşı geliştirilen tecrit, Kürt halkına, yine Türk halkına, başta onun demokratik güçlerine ve cezaevlerindekilere uygulanan bir tecrittir. Siyasi ve hukuki seçeneklerin ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Sorumluluk üstlendim, gerillayı sınırların dışına çektim. Bunu barışın, Türkiye’deki demokratik sistemin hatırı için yaptım. Tecrübeniz az, yeni gelmişsiniz, tarih bilinciniz zayıf olabilir, Türkiye’nin en acil sorunu demokratikleşmedir, dedim. Fedakarlık yaptık ve süre tanıdık. Ancak adım atılmadı. Tek taraflı ateşkes de artık bu durumda süremez. İktidara, sizi bizim tavrımız getirmiştir, dedim. Mektubu 30 Kasım 2002’de yazmıştım. Yanıt bile vermediler. Rahat iktidar olmanın tadını çıkarıyorlar. ABD ve Avrupa atağa kalkmıştır. Ortadoğu halkları ise işbirlikçilik yapamayacak kadar zavallı bir durumdadırlar. Kızıl elma imiş, CHP’de birlikmiş, bunlar boş şeylerdir. Bunlara gerek yoktur. İstiyorlarsa demokratik kurtuluş uzlaşması içerisine girsinler, yoksa AKP hepsinin yerini alacaktır. Gerçeği görmeleri gerekir. AKP, demokrasiye hizmet etmezse, sert muhalefet edeceğiz. Eğer bu tavra hızla gelinmezse, 1900’lere dönülür. Bu tehlike, ABD eliyle Irak’ta gelişiyor, Irak’ta Kürt devletinin altyapısı oluşturuluyor. Bu adım gelişecek ve Türkiye’nin doğusunu ve güneydoğusunu da etkileyecektir. Bu bir tehlike midir? Evet. Bu nasıl önlenir? Türk-Kürt özgür birlikteliği ve demokratik uzlaşmayla önlenir. İmhadan vazgeçmeliler. Bu da demokratik kurtuluş uzlaşmasıdır. Ben Avrupa’daki ve Güney Kürdistan’daki ilkel milliyetçi anlayışa savaş açtım. İşte bu, beni İmralı’ya getirdi. Emperyalizme karşı savaşımım beni buraya getirdi. Yunanistan ABD’ye verdi, İsrail de yardım etti. Bunu Türkiye’ye karşı yaptılar. Beni buraya Türkler getirmedi. Ben oyunu bozuyorum. İşte bu nedenle sağlık durumum önemlidir. Oynanan bu oyun, Türkiye halkına da zarar veriyor. Sağlık durumum, siyasi ve hukuki tecridim sürerse, -işte Güney Kürdistan’da bir oluşuma gidiliyor- 40 milyon dağ Kürdü de eğitilir ve devlet gibi bir güç doğar. PKK de buna dahil olur. PKK de dengeleri gözetir. Türkiye, İsrail ve ABD ile 11 ittifak yaparsa, PKK de Suriye, Rusya ve İran’a gider. Türkiye, Rusya, İran ve Suriye ile ittifak yaparsa, PKK de diğer tarafa gider. Türkiye hangi tarafa giderse, PKK de diğer tarafa gider. Her gün radyodan dinliyorum; devlet, ‘PKK’yi bana teslim edin.’ diyor. Türkiye’nin teslim alma çalışması çok tehlikelidir. Türkiye’yi Sevr sendromuna asıl bu sokmaktadır. PKK’yi düşman etmemek gerekir. PKK’ye ‘Gelin’ denilebilir. 80 yıllık hatayı düzeltmek gerekiyor. Çağrı yapılır, demokratik-siyasal bütünlüğe katılıma gelirler. PKK buna gelmiyorsa, buna en başta ben müdahale ederim. Ama ‘Yönetici bir tarafa, üye bir tarafa. Başı koparayım, gövdeyi dağıtayım’, yaklaşımı vahşi bir yaklaşımdır. Buna ben de karşı çıkarım. Önü alınmazsa, PKK kendi çizgisini hayata geçirir. Sen ABD ile birlikte PKK’ye savaş açarsan, PKK tüm gerillayı Türkiye’ye dağıtır. Sadece dağlarda değil, köylerde, kentlerde, elinin uzandığı her yerde gerillayı devreye sokar. Bundan ben sorumlu değilim. Her gün radyodan bu haberleri dinliyorum. Ölmemek için, onurunu korumak için direnecektir. Siz avukatlar, hukuki ve siyasi temsilcimsiniz. Televizyonlara çıkın, çatır çatır konuşun. ‘Apo kıyameti koparıyor’ deyin. Gerilla savaşına iki ay kaldı. Bir ay geçti. Sert bir gerilla savaşı başlar. Bu defa uzun süreli gerilla savaşı başlar. ABD gerillanın üzerine gidemez. Bundan adım gibi eminim. İran ve Suriye de böyledir. PKK direnecektir. ABD, Suriye ve İran PKK’ye bir şey yapamaz. Belki bazı gazileri Türkiye’ye teslim edebilirler, ama ancak o kadar. Barış için beş yıllık çabama karşılık tecrit daha da derinleştirildi. Görüşme, on dört günde bir saate indirildi. Sağlık sorunları sürüyor. İmralı’daki sağlık koşulları tam bir çökertmedir. Benim burada çürümem, Kürtlerin olduğu kadar Türkiye’nin de çürümesidir. İmhacı siyasal yaklaşıma son vermek gerekir. Yoksa, hızla savaş sürecine girilir. Bu gelişirse, çatışma kaçınılmaz olur. Türkiye’nin takati bunu kaldıramaz. Bu temelde Kürt halkına önerilerimi sunuyorum; Kürtler anayasal-demokratik taleplerini ortaya koymalıdır. Anayasal vatandaşlık ve insan haklarından kaynaklı demokratik tepkilerini azami düzeyde ortaya koymalıdırlar. On maddelik planımı sunmuştum. Hükümet buna ciddi yaklaşmalıdır. Eğer ciddi yaklaşmazsa, Kürtler demokratik tepkilerini, anayasal direnme hakkı çerçevesinde kullanır. Yoksa hiçbir Kürt, ‘Ben onurluyum’ diyemez. Kürtler anayasal direnme haklarını kullanarak kültürel haklarını güvence altına alacaklardır. Hükümete bunun dayatılması gerekir. Kürtlerin ne şoven Türk milliyetçiliği, ne de ilkel Kürt milliyetçiliği ile alakası olamaz. Siyasal Hizbullah AKP’nin içindedir. Bundan adım gibi eminim. Kürtler bundan uzak durmalıdır. KHK demokratik yapılanma içinde, demokratik mücadelesini sürdürecektir. Kürtlerin, KHK’nin sesine kulak vermesini istiyorum. Tercihim, Türk halkıyla birliktelikten yanadır. Türkiye’de demokratik birlik en doğrusudur. Bu gelişmezse, demokratik kurtuluşlarını, kendi kaderlerini belirlemeyi Kürtler tek başına direnerek sağlayacaktır ve bu mücadeleyi kazanmasını da bilecektir. Bizim yaptığımız bölücülük değil, tam tersine bu kördüğüm içinde insanlığın önünü açan bir gelişmedir. Bunu anlamıyor ve ‘Kürt düşmanlığı yapacağız’ diyorlarsa, bu da savaştır. Kürtlere oyun, entrika, inkar ve imha dayatılırsa bu olmaz. Büyük tehlikeler gelişir ve çözüm gelişmezse, meşru savunma hakkımızı gerekirse tekrar değerlendireceğiz. Bizi oyuna getirmeye çalışırlarsa, eğer ucuz yaklaşılırsa, bunun sonu yoktur. Meşru savunma gelişir. Halk savunma güçleri şu an kendini feshedemez. Meşru savunma her biçimde tam demokrasi gelişmediği müddetçe kalacaktır. Demokratikleşme tam anlamıyla devreye girerse, o zaman olur. Bizim açımızdan şimdi bu hiçbir ülkede mevcut değildir. Şu aşamada böyle bir durum söz konusu değildir. Her tarafta yayılıyorlar herhalde. Daha da geliştirebilirler. Merkezleri Zağros, Botan ve Behdinan üçgeni olabilir. Botan’da yoğunlaşıyorlar. Güvenlik açısından en doğrusu bu oluyor. Emniyet açısından bu şarttır. Saldırı her taraftan gelebilir. ABD’den gelebilir. Hak savunma birliklerinin rolü, demokrasiyi geliştirmek, onu korumak ve kollamaktır. Kendilerini nicel ve nitel olarak geliştirirler. Eğer barış için diyalog gelişirse kendilerini feshedebilirler, bu diyaloga bağlıdır. Türkiye adım atarsa, diyalog gelişirse olabilir. Diyalog reddedilirse, asgari demokratik talepler kabul edilmezse savaşı da geliştirebiliriz. Dağlarda üstlenmelerini geliştirsinler. Demokratik özerk bölgeler oluşturabilirler. Irak’taki gibi, içte de yapabilirler. Dersim ve Botan’da uygunsa yapabilirler. Kendileri karar verirler. İran ve Türkiye imha amaçlı üzerlerine gelirse, sonuna kadar kendilerini savunma hakları vardır. Kendilerini imha etmek isteyenleri imha etme hakları sonuna kadar olabilir. Sonuna kadar savunma hakları vardır. Halkın canına, malına, ırzına göz koyanlara karşı sessiz kalmazlar. Koruculardan, Hizbullah’tan gelen saldırılara karşı halkı savunurlar. Şu karakolu, bu karakolu imha etmekle olmaz. Diyaloga dayalı olarak çözüm getirmek istiyoruz. Türkiye’yi zorlamak istemiyoruz. Zaman kaybettirmek istemiyoruz, demokratik rejime katkı sunmak istiyoruz. Burada anormal ölmem, tabii ki savaş nedenidir. Bu, işin doğasında var. Beş yıldır dönüştük, derinliğine bir demokratik dönüşüm geçirdik. Tarihi kararlar aldık.. Olası kardeş kavgasını önlemek için bu tavrımı geliştirdim. Demokratik rejimi geliştirmek için bu tavrımı koydum. Topluma tehlike benden değildir. Tehlikenin geldiği yön bellidir, emperyalizm belli. PKK adı da gitti, demokratik bir Kürt kuruluşu var. 12 Selamlıyorum. Türkiye’yi kongre gerçeğini anlamaya çağırıyorum. Kriz aşılsın, demokrasi gelişsin. Avrupa Birliği, Ortadoğu kapıları açılır. Olmazsa tavrımı devam ettireceğim, daha da radikalleştireceğim. Savunma Komitesi harekete geçer, ben bunu tercih etmiyorum. Gerçek Sevr budur. Bunun sorumlusu da 50 yıldır sırtını dışa dayayan oligarşidir. Halk Savunma Güçleri’nin halkı koruyacak nicel ve nitel düzey olarak her yerde kendini eğitmesi, yaygınlaştırması gerekir. Türkiye eğer doğru şeye gelmezse, bölünme olur. İsrail-Filistin örneğinde olduğu gibi iki tarafın milliyetçiliğinin çatışmaması için barış, kardeşlik ve demokratik uzlaşının sağlanması gerekir. Yoğun bir propaganda faaliyeti sürdürülmelidir. Kürt sorunu çözüm yoluna girmezse, savaş gelişir ve bu çok kanlı olur. Arkada farklı güçler var. Suriye ve İran var. Bunu önlemek durumundayız. Uzlaşmayı hakim kılmak gerekir. Her şeye varız, savaşa da hazır olmak gerekir. Savaş için de her türlü hazırlık yapılmalıdır. Savaş ilan etmiyoruz. Bahara kadar bekleyeceğiz. Kongreye kadar bir iki defa daha konuşma imkanımız olabilir. Botan’da sağlam dursunlar. Eski kadrolar yerlerinde kalsınlar. Fazla ileri gitmesinler. Bana bağlı olanlar Dersim, Amed, o bölgelere gelebilirler. Kadınlar lojistik, kültür, eğitim çalışmalarında yer alsınlar. Fazla içeri girmesinler. Zağros ve Behdinan’da kalabilirler. Ortam uygun olursa, sınırlı olarak Botan’a girebilirler. HPG, Suriye ve İran içlerine de girebilir. Barış temeli olursa yaparız. Savaş temeli üzerinde gelirlerse, çok kapsamlı bir gerilla mücadelesine geçeceğiz. Bu durum iki aya kadar netleşir. Yeşil ışık alırsak, demokratik cumhuriyet temelinde bir gelişim sağlanır. Gizliliğe çok dikkat etsinler. Tehlike her yerden gelebilir. Savunma birliklerine de şunu söylüyorum; meşru savunmayı nitel ve nicel olarak büyütün. Ben, meşru savunma hattına ilişkin, ta Bush başa geldiğinde söylemiştim. Meşru savunmaya ilişkin daha önce söylediklerimi yeniden düzenleyin gönderin. Ülke içi-dışı, hatta İran’ın elli kilometre içine kadar yaygın olarak bulunan meşru savunma güçlerine söylüyorum. Öyle basit çıkarlar peşinde koşmayın. Rütbe mütbe peşinde de koşmayın. Onlar için ne demiştim? Demokrasiyi koruma, kollama ve geliştirme ile sorumlusunuz demiştim. Bunu yapacaklar. Meşru savunmayı doğru uygulasınlar. Saldırabilirler. ABD, Barzani, Talabani, Türkiye, İran ve Suriye’ye karşı kararlıca direnirler. Yeraltı örgütlenmelerini geliştirsinler. Nicel, nitel gelişimlerini sürdürsünler. Botan, Behdinan, Zağros’ta kapsamlı kalsınlar. Meşru savunma çizgisini geliştirsinler. Parastina Gel isimli bir dergi çıkarsınlar. Savunma akademileri kursunlar. Akademi çalışmalarını yürütürler, dergi çalışmalarını yürütürler Apollo Halk Askeri Savunma Akademisi olabilir. Savunma anlayışım olarak yaşamda bir karınca bile ezilmemeli, tüm dünyaya karşı da kendini savunabilmeliler. Gazetelerde okuyorum; silahlarla şehirlere giriyor, şehirde ölüyorlar. Kendini savunmayı öğreneceksin. Eski tarzda olmaz Çekilin demiştim, ama hükümet buna yanıt vermedi. Barış olmadı, ben artık karışmıyorum. Serbesttirler, ne yapıyorlarsa yapsınlar. Savunmaları için neresi uygunsa, orada konumlanırlar. Zağroslar mı olur, Güney’de mi olur, nerede olursa olsun, kendilerini orada iyi savunsunlar. Bunu bir emir gibi söylemiyorum. Size sorarlarsa da, savcılara böyle kavratırsınız. Hükümet barışı değerlendirmedi. Adamlar dağdadır, ne yapsınlar diyorum. Ülkelerini, halklarını, kendilerini savunma hakları vardır. Bu, anayasal direnme hakkıdır, hukuki bir şeydir. Haklarından, ülkelerinden vazgeçmesinler. Nicel ve nitel olarak kendilerini geliştirsinler. Ben tarih şeyini severim, mitolojiye ilgim var. O yüzden söylemiştim. Bu ismin benimle ilgisi yok. Truva savaşında Athena Agamennon tarafına geçince Apollon, Anadolu güçlerinin tarafını tutuyor, Doğu’yu savunma tanrısıdır. Savunmalarını sürdürsünler, derinleştirsinler. 15 Ağustos Hamlesi gibi bir hamlenin doğru olmadığını savunmamda da teorik olarak işliyorum. Bu konuda çok kapsamlı bir savunma ortaya koyuyorum. Ulusal kurtuluş hareketleri slogan olmaktan öteye gitmemiş, niteliği kapitalizmi bile aşamamıştır. Kani oldum, demokrasi ve özgürlüğü esas alıyorum. Doğru eşitlik ve özgürlük anlayışına ulaştım. Demokrasi anlayışını derinleştiriyorum. İşte Sovyet’i ve Çin’i görüyorsunuz, ABD kapitalizminden daha kötü duruma düştüler. Saldırı değil savunma temelinde olabilir. Eski Şemdin tarzı değil. Devletin tavrını bekliyordum. Bu tavrım yeni değil Şam’dan beri devam ediyor. Dağlık alanda çok iyi üstlenebilirler. Devlet de buna uymalıdır, uymazsa savaş olur. Önümüzde bahar geliyor. ABD sıkıştırabilir, İran sıkıştırabilir. AKP hükümeti suçludur, üstlerine gelirlerse, imha niyeti olursa her türlü meşru savunma savaşını verebilirler. Ama kendilerinin oraya buraya saldırayım şeyi olmamalıdır. İran’da sanırım varlar. Suriye’ye de sembolik bir iki grup girebilir. Orada Afrin, Derik dağları var. Kesin olsun demiyorum. Güney’de de olabilirler. 13 Üçgende ve Botan’da yoğunlaşabilirler. Can güvenlikleri tedbirlerini alabilirler. Halk savunma güçleri bu temelde savunma anlayışı içinde kendilerini geliştirebilirler. İmha durumu olabilir. Halkın güvenliği önemlidir. Daha önceki savunmalarımda her ülke için ayrı bir çözüm modeli geliştirmiştim. Burada İran için de özel bir bölüm vardı. Mesajım; bunu esas alarak demokratik toplumun modelini, programını, örgütünü meşru savunmayı da ihmal etmeden demokratik barışçıl mücadelenizi geliştirmelisiniz. Türkiye için söylüyorum; bir iki ay içerisinde, -azami süre Mayıs sonudur- Türkiye PKK olayına çözüm getirmelidir. ABD müdahale ederse çatışma çıkar. Erdoğan bu konuda inisiyatif almalıdır. Hiç olmazsa Kıbrıs’ın onda biri kadar inisiyatif almalıdır. Çözüm olmazsa ne olur? Sayıları artar, gelirler. Beş bin kadar gelir ve bu da savaş demektir. Engelleyemiyor, tutamıyor dersiniz. Çünkü örgüt gidiyor. Savaş doğallığında gelişir. Bu adımı başlatmayalım istiyoruz. Bu çerçevede basınla, hükümet çevreleriyle etkili bir diyalog kurun. Öcalan uyarıyor deyin. Bu çalışmalarda belediyeler de ağırlığını koysun. Yurttaş ve özgürlük hareketi hemen hazırlanmalıdır. Şehirler bu konuda hazır hale getirilmelidir. Hükümet de çözüme yardımcı olmalıdır. Bütün bu konularda ilerleme olmazsa sonuçta savaş olacaktır. ABD sıkıştırırsa, bu on bin kişi nereye gidecek? Savaş kaçınılmaz olarak gelişecektir. Ben bir tutukluyum, imha durumları gelişebilir. Şimdiye kadar sizlere yardımcı olmaya çalıştım. Büyük hizmet ettim. Ama ben bir tutukluyum. Bundan sonra olmayabilir, daha fazlasını yapamayabilirim. Kendiniz halletmelisiniz. HPG kendi savunma eğitimini yapar, bunun için bir-iki ayları var. Apollon’u önermiştim. Savunma tanrısıdır. Ortadoğu kökenli bir tanrıdır. Bizimkiler de Akademi’nin girişine ‘Kendini savunmayı bil’ diye yazarlar. Güzel bir yazıyla yazarlar. İnanmayanlar Halk Savunma Birlikleri’ne giremez. Birbirlerini alıp kaçacaklarına, bayanlar ayrı savunma şeylerini yaparlar. Star ismi olabilir, Şehit Beritan Özgür Kadın Savunma Akademisi olabilir. Kendi savunmalarını kendileri alır. Tehdit ve saldırılar her taraftan gelebilir. Kendi tedbirlerini alsınlar. HPG nicel ve nitel olarak kendisini güçlendirsin. Her alana girebilirler, Botan’da yoğunlaşabilirler. Hareketli bir yıl önümüzde durduğuna göre, bunu yapabilirler. İşler ciddidir. Çok inançlı, kararlı olanlar içeri girmelidir. Birlik toplantılarını iyi düzenlesinler. Savaş değerlendirmesi de dahil her şeyi tartışsınlar. İki ay içerisinde hükümet gerekli adımları atmazsa, her türlü şeyi tartışabilirler. Savunmalarını alabilirler. Kendi tedbirlerini alsınlar. Medya Demokratik Özerk Bölgeleri geliştirilsin. Kürt hareketinin demokratizasyonu açısından oldukça önemlidir. Sezgileriniz yok, ben iki yıldır söylüyorum. İran’da 50 km içeri girsinler demiştim. YNK, KDP bölgesinde de aynı şekilde 50 km, zaten Türkiye’de bulunacaklar. Bu konuda Genel Kurmay ne diyecek? Saldırı olursa zaten girecekler. Bir yaşam alanı yaratılacak. Çok vahşi bir savaş olmaması için, meşru savunma tedbirlerini alırlar. Her üç ülkeye karşı da bu böyledir. Neresi daha dostane yaklaşım gösterirse, ilişki geliştirilir. Zaten iki cephedir. ABD saldırırsa İran yedeklik yapar, İran saldırırsa diğerleri yedeklik yapar. ABD ve İran aynı cephede yer almaz. Türkiye gözükara saldırır mı? Saldırı olursa zaten girecekler. Haziran’da bu tür şeyler gelişebilir. Botan’a girebilirler, Büyük Zap’a kadar yaslanırlar. İran ve Irak’ın dağlık kısımlarını içine alır. Türkiye için de Botan’ı kapsayacak. Yaşamak için bunlar yapılmalıdır. 98 yılında da ateşkes ilan etmiştik. Şimdi vurma ihtimalleri yüksektir. Keşke karşılıklı ateşkes olsaydı ama vuracaklar. Arkadaşlara yönelik zorlamam olmaz. Benim için ne eylem yapın ne de yapmayın demiyorum. Benim dışımda siyasi ve askeri rüştünüzü ispatlayın. ‘Başkanı kurtarmak için eylem yapalım.’ diyorlar, böyle olmaz. Zaten buna gücünüz de yetmez. Birincisi budur. İkincisi Başkan için mücadele ertelenmez. Başkan için eylem yapılır ya da yapılmaz yaklaşımı yanlıştır. Fethedebilirseniz yapın, beni hiç ilgilendirmez. Kendi sorumluluklarında olarak yapabilirler. Yarın devlet gelirse, ‘Apo sen gerilla ile devlet arasında arabuluculuk yaparsın.’ derse, o zaman olur. Ben buradan emir çıkartmam, ne yapın ya da ne yapmayın demem. Kendi kararlarını kendileri versinler. Yaşam sizde, ülke sizde, halk sizde, silah sizde, dağ sizde. 11 Eylül’e kadar umudum, devletin çatışmayı bitireceği yönündeydi. Ecevit hükümetteydi. Sonra seçim oldu. AKP’ye 6 aylık bir süre verdim, o dönemki başbakana mektup yazdım. Hiçbir ses çıkmadı. Bu ne demektir? Demek ki biz bildiğimizi yapacağız diyorlar. 2003 yılının ilk yarısına kadar bekledik, olmadı. Yapacağım bir şey kalmadı. Bundan saldırma anlamı çıkmaz, hayır kendi kararlarıdır. Ben burada gerilla yönetmem. Bunu arkadaşlara da, savcıya da söyleyin. Ben hukuk nedir bilirim. Siyaseti de bilirim. Arkadaşlara söyleyin siz karar verin. Savaşabiliyorsanız savaşın. Ama Şemdin tarzı çetecilikle olmaz. 1999 yılından beri tek taraflı aldım ve 2003 yılına kadar getirdim. Tarihi sorumluluğumdu. Suçsuz insanları vursunlar diye, çetecilik yapsınlar diye dağa adam çıkarmam. Altı-yedi yıldır bunu söylüyorum. Bazıları bunu anlamak istemiyor. Neymiş, çetecilik yapacakmış. Ben devleti bölmüyorsam, 14 şiddet kullanmıyorsam, devlet benimle barışmak zorundadır. Ama dilim ve kültürüm yasak. Devlet bunları çözmek zorundadır. Bunlar için tabii ki konuşacağız. Devlet bir-iki söz söylesin. Benim amacım şu, eğer şiddet kullanmıyorsak devletle bunu konuşacağız. Konuşursak meseleyi hallederiz. Ateşkesi ölümden korktuğumuz için yapmadık. Cumhuriyet adına üçkağıtçılık, bezirganlık olmaz. Halk savunma güçleri benim bu demeçlerim ekseninde kendilerini hızla ve iyi eğitsinler. Nicel nitel büyütsünler. Kendilerini ve halkı savunurlar. Meşru, anayasal, özgür yurttaşlık hakları nedir öğrensinler. Savunmamda bunları yazılı hale getireceğim. Dağlarda, şehirde, köylerde kendi öz savunmalarını yapacaklar. Üzerine gidilmedikçe meşru savunma dışında hiçbir kişiye bir fiske vurulmayacaktır. Benim ölçümü biliyorlar. Botan, merkezi bir bölge haline gelecek. Oraya kalabalık girebilirler. Çatışmalar gelişirse, eski savaş şeyleriyle olmaz. Bizde terör yok, halkın demokratik otoritesi var. Tehdit ve şiddeti sevmiyorum. Anlayış, güzellik, iyilikle sonuç almak benim tarzımdır. Sözle, halkın iradesiyle, anlayışla halletmeye çalışıyoruz. Meşru savunma dışında meşru savunma haklarını kullanacaklar. Bir mektup yazmıştım. Maalesef mektup ulaşmamış. Başbakan sanırım kabul etmemiş. Reddetme gibi bir şey. Güya sert ültimatom olarak görüyormuş. Halbuki son derece barışçıl, demokratik diyaloga yönelikti. Mektupta karşılıklı ateşkesi söylüyordum. Daha önce Abdullah Gül de cevap vermedi. Şimdi Erdoğan da vermedi. HPG’ye söyleyin; Öcalan merkez kadroyu sıkı kıskaca aldı. Onlara söyleyin, komutanlıklarını sağlam tutsunlar. Kendi can güvenliklerine sonuna kadar dikkat etsinler. Daha önce de söylemiştim: Çocuk ve kadınlar vurulmasın, intihar eylemleri olmasın. Ormanlara yönelik şey olmasın. Meşru savunmalarını güçlü geliştirsinler. Dağlarda üsleriniz var. Canınızı korumak için ben yapmayın desem bile, doğal olarak yapacaksınız. Ülkenizden kaçmayın. Canınızı ve ülkenizi koruyun. Israrla imha etmek isteyen güçler üzerinize gelebilir, onları şey edersiniz. Sizin üzerinize gelmezlerse, gidip orayı burayı imha etmek olmaz. 15 Ağustos şeyi gibi olmaz. Gidelim, şu karakolu imha edelim ile olmaz. Şu alan meşru müdafaa alanıdır diye önceden ilan edilir. Mayınlıdır diye duyuru yapılır. Kimse ölmesin. Diyelim ki Cudi dağı; imha amacıyla üzerinize mi geliyorlar? Yer altı sisteminizi geliştirirsiniz. 500 askerle girerse, bunun 200 askeri gider diye önceden ilan edilir. HPG, Halk Savunma Komitesi’ni de dinler. Ama esasta kendi kendilerine güvenecekler. Kendi kararlarını kendileri versinler. Bölge düzeyinde de böyle olur. 92’deki gibi yeni Şemdin’ler çıkabilir. Demokratik çözüm gelişmek zorundadır. Aksi halde baharla birlikte gerilla savaşı alevlenir. Ben de önleyemem. İnşa Komitesi de önleyemez. Güney’deki adam Kuzey’dekine söz geçiremez. Siyasi çözüm gelişmezse yoğun katılım da olur, sayı ikiye katlanır. Onlara söz geçiremem. Otonom gruplardır, doğru bildiklerini yaparlar, siyasi diyalog yolu açık olursa önleyebilirim. Ben ülkenin bütünlüğüne ve kardeşliğe evet diyorum. Emeğe saygılıyım, şiddete son vermek istiyorum. Olmazsa, baharla birlikte çığ gibi gelişir. Bahara kadar süreleri var. Benim tecrübem var. Kerkük tehlikeye girerse, Botan’a da girerler, buraları doldururlar. Bizi de ele geçirmek isteyecekler. Filistin gibi olur. Rumlara yaptığın kardeşlik teklifini neden Kürtlere yapmıyorsun? AKP’ye götürüp sonuç almak gerekir. Sonuç alınmazsa baharda gerilla gelişir, on bin kişiye ulaşır, otonom gruplar oluşur, her tarafa saldırırlar. Bunların kontrolünü birileri ele geçirmek ister. İran’dan Ermenistan’a, Araplardan ABD’ye kadar herkes bunu isteyecektir. Sonuçta kötü kaybedilir. Halka da bir çağrıda bulunalım. Bazıları düşmanca davranmış olabilirler, bazıları da siyasi yetersizliğe düşmüş olabilirler. Ama endişelenecek bir durum yoktur. Düzelme sürecine girilmiştir. Halkımız büyük bir bağlılık içerisinde olsun. Halkımız Hazırlık Komitesi ve Savunma Komitesi etrafında kenetlensin. Bazı çatlak sesler olabilir. Buna alet olanlar olabilir. Bunlara izin vermeyeceğiz. Ama halkımız da bize eskisine oranla on kat daha fazla destek versin. Umarız hükümet diyalog için adım atar. Muhtemelen yeni bir sürecin başlama tehlikesi var. Savunma temelinde halkın korunması tedbirlerini alsınlar. Her parçada kendi komuta şeylerini sağlam alsınlar. Son savunmamı Halk Savunma Güçleri’ne adıyorum. Bu sizin için yeterlidir. Bu, Kürdistan’ın demokratik, özgür, sosyalist savunmasıdır. Kendinizi iyi savunacağınıza inanıyorum. Kendinizi nicel ve nitel olarak geliştirin. Halkımız üzerinde ne işbirlikçiler, ne de kaçkınlar kimse oynayamaz. Size de düşen, kendinizi ve halkınızı savunmaktır. Hak edilen neyse onun gereğini yapmaktır. Kendinizi, halkınızı ve coğrafyanızı korumaktır. İntiharvari eylemlere gerek yok. Ama bir güç gelip sizi imha etmek istiyorsa, cevap vermek en temel hakkınızdır. Kadın ve çocuk ölümleri olmasın. Bu savunma anlayışı parçaların hepsi için geçerlidir. Başarıyı kendinizde bekleyin. Olası bir imha süreci olursa, daha aktif bir şeyi geliştirirsiniz. Savaş hızlı değil, meşru savunma şeyidir, alevli değil. Meşru savunma haktır, bu temelde her türlü tedbiri alsınlar. Polis, vali öldürme eylemlerini sağlıklı bulmuyorum. Dağda nereye gidecekler? Tabii ki kendilerini savunacaklar. Dağda beş yüz kişi üstüne geliyor, tabii ki kendini savunacaksın. Yarı yarıya kayıp olsa da, adam gibi savaşacaksın. Sonuna kadar meşru savunma hakkını kullanacaksın. Çetevari eylem kabul edilemez. Dev-Sollaşan tarza karşıyım. 15 Ben savaş ilan etmedim. HPG kendini savunmaya alacak dedim. Ben sadece kendilerini iyi savunsunlar, öyle gidip eskisi gibi askere filan da saldırı olsun demedim. Ama büyük bir oyun var ortada. Ben daha önce derinleştirilmiş Sevr demiştim. Biz savaş istemiyoruz. Öyle alınmış bir savaş kararı da yoktur. Şunu net olarak söylüyorum: Türkiye’nin, Türk ulusunun güvenliği Kürt halkının, Kürt ulusunun güvenliğinden geçer. Bu güvenliği her bakımdan görmek gerekir. Güvenliği özgür birlik ve özgür ilişki temelinde kurmak, götürmek gerekir. Talabani, Türkiye’yi çok mu seviyor, Türkiye’yi sevmiyor ama biz Türk halkına saygılıyız, biz orduya kesinlikle savaş ilan etmeyiz. Benim birçok Türk arkadaşım olmuştu. Hep söyledim, Kemal Pir örneğini hep söyledim, en değerli arkadaşım Kemal Pir’di. Biz, böyle bir halka savaş ilan etmeyiz. İşte görüyorsunuz, benim kardeşim ABD’ye diyor ki, ‘Öcalan olmadan biz sorunu çözelim.’ Bu bir oyundur, yarın onu eğitecekler Irak’ta örgütlendirecekler, ordu olarak beş sene sonra Botan’dan, Hakkari’den, Şırnak’tan içeri girip Türkiye’den taviz isteyecekler. Türk burjuvazisiyle Kürt meselesini milliyetçi çizgide çözmeye çalışacaklar, biz buna izin vermeyeceğiz, Kürt halkı buna karşı çıkacak. İşte görüyorsunuz, Cüneyt Zapsu ABD bağlantılı, Melik Fırat’ın çeşitli bağlantıları var. Kürt feodalleri l925’in intikamını almaya çalışıyorlar. Biz milliyetçiliğin esiri, kurbanı olmayacağız. Kürt feodalizmi, Türk burjuvazisinden pay istiyor, yarın ‘Federasyon’ diyecekler. Irak’ta, Musul’da Kürtleri birleştirecek, bunu Kürt halkına, PKK’ye Türkiye’ye karşı saldırtacaklar. İşte ben bu tehlikeyi gördüm ve bu yüzden PKK’nin yeniden inşası dedim. Biz, bu Kürt hainlerine karşı kendimizi korumaya çalışıyoruz. Bunların Kürtçülüğü sahte, bu çok tehlikeli, hepsi kaçıp Avrupa’ya gittiler. Talabani Türkiye’ye karşı bunları örgütlemiş, hesabı var, Irak’ta federasyon kurduktan sonra sıra Türkiye’de federasyon kurmaya gelecek. Aslında beni de kullanmak istedi, beni oyuna getirmek istedi, ben reddettim. Ben onu iyi tanırım, geçmişte birçok toplantı yaptık. Van’ı başkent ilan etme hesabı vardı, bana da önermişti, bunu ben reddettim. Parayla iş yapan adamın Kürt halkına faydası olamaz. Kürt halkına, Türk halkına bunları açıklayın. Çok gizli hesaplarını örtbas etmek için Talabani bunları yapıyor. Türkiye’nin aleyhinde yiyip içiyorlar. Yarın da Türk ve Kürt halkına yönelecekler. Neden Avrupa beni karga tulumba buraya getirdi, onları hala orda besliyorlar? Bunlar Türkiye’yi götürme peşindeler. İsrail’le Filistin’i nasıl götürdüyseler, Türkiye’yi de öyle götürecekler. Türkiye’ye de federasyonu dayatacaklar. Önce Irak’ta ardından Türkiye’de bu gelişirse, Türkiye’de kan gövdeyi götürür. Türkiye bunu kabul etmez. Barış, demokrasi çizgisi ancak kurtarabilir. Eşitlik, özgürlük demokrasi temelinde Kemalizm’i güncelleştiriyorum. Aman bu oyuna girmesinler, savaşa karşıyız ama meşru haklarımızı da istiyoruz. Biz ise, Türkiye halkıyla özgür birliği istiyoruz. Savaş değil, barış ve kardeşliği istiyoruz. Biz Türkiye ile, demokrasi ve özgürlük temelinde birlik istiyoruz. Devletle en ufacık bir ilişkim yok, halkların kardeşliğine önem veren biri olarak bunları söylüyorum. Anadolu coğrafyasında yaratılacak oyunlara, PKK’yi bu temelde kullanmalarına ben izin vermeyeceğim. Türk halkıyla savaş düşünülemez. Kardeşlik düşünülmeli, ben tarihi yorumluyorum. Kürt ve Türk halkının dayanışma stratejisini, l920’lerin özgürlük, bağımsızlık çizgisini, demokrasi, özgürlük, eşitlik temelinde güncelleştiriyorum. Bunu gerçekleştirmeye çalışıyorum. Avrupa Birliği çevreleri cezaevinden son çıkanların kulaklarına bol bol üflüyorlardır. Savaş ilan etmedim, öyle bir kararım yok. Tam tersine, kardeşliği ve birliği esas alıyoruz. Türk halkına karşı bir eylem kararı olamaz. İmha olmak istemiyoruz. İmha gelişirse kendimizi savunacağız. ABD, Avrupa Talabani’yi hazırlıyor. Türk hükümetine şunu söylüyorum: İçte ve dışta gelişen bu oyunlara karşı özgür birlik temelinde hızla barış, hızla demokrasi istiyoruz. Tekrar söylüyorum, savaş ilanı yok. Asıl savaşı Kürt milliyetçileriyle, ABD çıkarmaya çalışıyor. İç gericiliğe ve emperyalizme karşı özgürlük istiyoruz. Tüm çalışanlara, tüm parçalardaki halkımıza ve Avrupa’dakilere başarılar ve yüksek moral diliyorum. Özgürlük ve demokrasi kazanacaktır. 15 Ağustos’un 20. Yılında ‘Direnişi Geliştirelim, Demokrasiyi Kuralım’ diyorum. Türkiye yanlış anlamasın, bu savaş çağrısı değildir. Türkiye’nin üzerine de ABD ve Talabani ile gelecekler. AKP ve Kürt feodalitesi de bu işin içindedir. Ben yerel, bağımsızlıkçı ve özgürlükçüyüm.. Anadolucu, sonuna kadar Kürdistan’ın özgürlüğünden yanayım. Halkların demokratik ittifakından yanayım. Bu ittifak Ortadoğu’ya yönelik gericiliği boşa çıkarır. Tarihi önemi var. Bu ittifak Ortadoğu’da emperyalizme karşı bir ittifaktır. Türk aydınlarını, Kürt demokratlarını, insan hakları savunucularını bu ittifak için çağırıyorum. Ordunun bir kesimine de sesleniyorum: Bu temelde bizim üzerimize gelmeyin. Biz halkların gerçek birleştiricisiyiz. Talabani buraya kadar geldi, ‘Savaş kararını İmralı verdi’ dedi. ABD Kürt milliyetçiliğini 50-100 yıl kullanmak istiyor. AKP’nin içinde de adamları var, Van’da ve Diyarbakır’da da adamları var. Kürt milliyetçiliğinin elli yılı belirleniyor. Milliyetçilik orayla sınırlı kalır mı? Bunların savaş çıkarmayacakları, Şeyh Sait gibi yapmayacakları ne malum? Barzani ve Talabani kırk yıl sessiz kaldılar, sonra da Irak’ı bu hale getirdiler. Arkalarında 16 uluslararası lobiler var. 19. yüzyıldan bu yana ABD’ye yerleşen çok güçlü lobiler var. Bu lobilerle Kürt milliyetçiliği birleşecek. Türkiye’nin önüne derinleştirilmiş Sevr’i koyacaklar. Belki bugün olmaz, ama iki yıl sonra, beş yıl sonra olur. Kürt halkının önüne bağımsızlık, halkların kardeşliği ve birliğini koyuyoruz. Savunmam bunun en çarpıcı örneğidir. Halklarımızı birbirine karşı kışkırtmamak gerekiyor. Kürtlerin hızla demokratikleşmesi gerekiyor. Demokrasimizi kurmamız gerekir. Özgür yurttaşlar cumhuriyetin bilinçli sahipleridir. Kürtlerin tutarlı bir cumhuriyet yurttaşı olmasına engel olunmamalıdır. Engel olmayın, destek verin. Engel olunması savaş anlamına gelir. Gençlik bilinçli yurttaşlığa kavuşmak istiyor. Buna destek olun. Ağalığa, feodalizme, ranta dayalı devlete karşı biz özgürlüğe dayalı saygın bir cumhuriyet istiyoruz. Feodal gerici devlete karşı Türk olsun, Kürt olsun direneceğiz. Cumhuriyetin Türk’ü , Kürt’ü olmaz; cumhuriyet halklarındır. Devletimiz değil, demokrasimiz olsun diyeceğiz. Ben bu hareketin sorumlusuyum. Amacım nettir. 15 Ağustos çağrım şudur; bir devletimiz olsun da nasıl olursa olsun anlayışımız yoktur. Böyle bir amacımız yok. Bizim bir demokrasimiz olmalıdır diyorum. Halkımız kendi tarihini, kültürünü, siyasi otoritesini kurar. Halk olmasından kaynaklı hakkını ve hukukunu dayatır, her yerde örgüt kurar. İnsan hakları, demokrasi ve sivil toplum örgütlerini geliştirir. Her yerde demokrasi örgütlerimizin olması gerekir. Ben laikçiyim, ama İslam’a küfür etmiyorum. İslam siyasete karıştırılmamalıdır. Ne din ne milliyetçilik temelinde siyaset olmaz, tehlikelidir. Cumhuriyetin gerçek milliyetçiliği, kültür yurtseverliğidir. Hakkari’yi de severim, Trakya’yı da severim. Kürdistan’ı da, Türkiye’yi de severim. Laz’ı da, Çerkez’i de severim. Benim yurtseverlik anlayışımı böyle koyacaksınız. Bu benim Kemalist olduğum anlamına gelmiyor. Ben mütevazı bir yurtseverim. Ben eski ittifakın, 1920’lerdeki ittifakın yeniden kurulmasını istiyorum. Bunu da özgürlükçü sol şahsında istiyorum. 1920’lerin ittifak ruhunu tazeleyelim. Kürtler yarın Türklerle çatışabilir, Araplarla çatışabilir. Bunun sorumlusu Talabani’dir. Bu çizgiyi deşifre edecek kişi benim. Geçmişte Talabani beni bu çizgiye davet etti; ABD ile bağlantılı olarak beni çekmeye çalıştı. Ama ben gitmedim. Beni çekmede başarılı olamadılar. Ondan sonra Clinton’la beni tasfiye kararı aldılar. Bu sefer imhayı dayattılar. O dönemde ABD artık beni gözden çıkardı. Bazı güçler bana söylediler; ‘ABD seni gözden çıkarmış, imha edecek.’ dediler. Ondan sonra komplo gelişti. Bazıları bu Büyük Ortadoğu Projesi’nin geçmişinin 80’lere, bazıları doksanlara dayandığını söylüyor. Bu projenin uygulanması benim komplomla başlamıştır. El-Kaide’nin provokasyon örgütü olma ihtimali yüksektir. Türkiye’de de buna benzer provokasyon güçleri var. Halk beni seviyor, bana bağlı. Benim İran, Irak ve Suriye’de kitlem var. Bu yüzden benim ezilmem gerekiyor. Önce Cemil’i yanlarına almaya çalıştılar, o olmayınca Ferhat’ı yanlarına aldılar. Ben; ‘Ferhat, mayın tarlasına sürülmüş eşektir.’ değerlendirmemi halen koruyorum. Karı verdiler, para verdiler, daire verdiler, bilmem ne verdiler, yanlarına aldılar. Sol bütün bu olanları anlamıyor, Türkiye anlamıyor, Kürtler anlamıyor. Ortadoğu yeni sömürgeleştirilecek. Türkiye de bu projeye dahildir. Özgürlük güçleri tepkilidir. Buna karşı özgürlük güçlerine demokrasi projesini önerdim. Bütün halklar için sundum. Ben bu tehlikeyi 2000’lerde gördüm. İlk savunmamda ben bunu ortaya koydum. İlk savunmamı okuyun. 2000 yılında yazdığım savunmamda daha 11 Eylül olayları da gelişmemişti. Ben bunları ortaya koydum. Gelişmeler beni doğruluyor. ABD beni Türkiye’ye verirken mutlak imha temelinde verdi. Ben Türkiye’ye verilirken imham hesaplanıyordu. Ben öldürüldükten sonra topyekün bir saldırı olur, isyan çıkar ve ortalık kan gölüne dönerdi. Böylelikle Türkiye ele geçirilirdi. Benim komplom böyle gelişti. Genelkurmay aslında bunu biliyor. Bu komplo Genelkurmay’ın haberi dışında yürütülmüştür. Benim komplomdan Türkiye’nin hiç haberi yoktu. Çok sonradan ‘Apo hazır, gelin alın’ denildi. Evren bile; ‘Niye başımıza atıyorlar?’ diye söyledi. PKK içinde de komplo sürdürülmek istendi. Sahte Apo’lar ortaya çıkarılmak istendi. Geçmişte Çürükkaya’lardan bugün Ferhat’a kadar. Örgütü benden koparıp bizi de halktan koparacaklardı. En son Osman çıktı. Bu planlar sonucu çok kan dökülecekti. PKK’nin kan dökmesi iyi miydi? Uçakta bana boyun eğdi diye baktılar, ama ben sağduyulu davrandım. Demokratik çözüm projem ortadadır. Benim projem halklar yararınadır. Benim kendimi devlete beğendirme gibi bir sorunum yok. Şemdin de bir PKK’li, kendini bir çorbaya sattı. Şimdi kendini devlete yarandırmaya çalışıyor. Nelerle uğraştığı belli. Benim çabam devleti çıkmazdan çıkarmaktır. Direniş çizgimi ortaya koydum. Ferhat gibilere karşı da direniş çizgim ortadadır. Tarikatçılara, uyuşturucu tacirlerine, bizi her tarafta ablukaya alanlara karşı da direniş çizgim ortadadır. Biz gerçekten bağımsızlıkçı, özgürlükçüyüz. Kimseyle düşmanlık yapmak istemiyoruz. Ama ordu üzerimize amansız gelirse şiddetle kendimizi savunuruz. Toplu olarak üzerimize gelinirse, HPG çok detaylı, planlı kendi örgütleri ile direnişi geliştirebilir. Savunmamdan yararlansınlar. Kimseye bilinçli saldırılar olmasın. Filistin, Çeçenistan benzeri şeyler olmuyorsa, bu bizim burada attığımız adımlarla, çabayla bağlantılıdır. Bu anlamlıdır. Bu anlaşılmaz ve bizi zorlayan politikalar uygulanırsa, bu savaştır, şiddettir. 17 Barış için de görüşlerimi dile getirdim. Dağda insanlarımız var, arkadaşlarımız var; anlamsız bir savaşın olmaması için çaba sarf ettim. Kaldı ki savaşı da yürütmedim. Bu korktuğumuzdan, teslim olduğumuzdan değil, doğru bulduğumuzdandır. Bunu böyle anlamaz, onursuzluk ve teslimiyet dayatılırsa bunu da kesinlikle kabul etmeyiz. Ben asla ucuz bir savaş yürütücüsü de olmam. Barış için bazı imkanları değerlendirmeye çabalıyorum. Bu gereklidir. Aksi halde toz duman olur. Benim rolüm arabulucu, katalizör görevi olabilir. Ayrılıkçılık yok, ama güven veren ve yürüyen bir diyalog da gerekli. Güvenilir bir demokratik çerçeve içerisinde diyalog gelişebilir. Kim buna karşı çıkabilir? Kürt’ü bitireceğim dersen, bu savaştır. Devleti yok sayma iddiasında değiliz. Ama AKP’nin İran ve Suriye ile görüşerek sorunu çözme girişimi tutmaz. AKP böyle yaparsa çıkmaz derinleşir. Kürdü bitirme, yok sayma, Kürt özgürlüğüne hayat tanımama, oyuna getirme olursa, diyalog oluşmazsa, Kürt özgürlüğüne yönelme olursa, altı ay sonra çığ gibi gerilla savaşı gelişir. İstesem de engelleyemem. Devlet de bunu duysun. Bu özel savaşın devreye girmesi demektir. Biz elimizden geleni yapmaya, bunu önlemeye çalışıyoruz. Eğer olumlu bir izlenim alırsak, müzakere tarihine kadar, hatta bahara -Mart’a kadar yeni bir ateşkes çağrısı yapabiliriz. Gerekirse önce Leylagil çağrı yapar. Kardeşçe biraraya gelelim diyorum. Bu olmazsa evrensel bir hak olan meşru savunma gelişir. Hazırlıklarını bitirsinler. Demokratik barış ve çözüm için yoğun diplomasi yapılmalıdır. Avrupa Birliği ile görüşmeleri Leyla, Zübeyir onlar yapmalıdır. Diyalog olmadan olmaz. Diyalog gelişmezse, çatışma çıkar. Türkiye, Suriye, İran, ABD ittifakı tehlikeli bir politikadır. Üzerlerine gidebilirler. Hükümet iki ay içinde barış yönlü adımlar atarsa, Türkiye kazanır. Erdoğan Kıbrıs için, ‘İki taraf da kazansın.’ diyor. Ben de bunu Türkiye için söylüyorum. Mevcut hükümet dışa bağımlı olması nedeniyle bizi ordu ile çatıştırmak istiyor. Ordu zaten bitirmeye hazır, hükümet de bunu istiyor. Türk aydınlarına da söylüyorum; ilkel Kürt milliyetçileri AKP içerisindeler; Fırat, Aksu, Çelik, Zapsu... bunların ABD ile de güçlü ilişkileri vardır. Talabani ve Barzani’yi de çağırıyorlar. Bunun arkasında kim var, ona bakmak gerekir. Kendileri söylüyor, ‘Biz anlaştık.’ diyorlar. Bizi çatıştıracaklar, kendileri kazanacaklar, Türkiye’de de Osman’ı devreye sokacaklar. Ben altı yıldır söylüyorum, barış diyorum, ama yankı bulmuyor. ABD ne PKK’yi bitiriyor, ne de Kürt sorununu çözüyor. Neden? Çünkü Türkiye’yi PKK ile tehdit ediyor. Avrupa da buna ses çıkarmıyor. Biz istediğimiz için yapıyoruz, korktuğumuz için değil, bilerek ve isteyerek yapıyoruz. Doğru yaptığımıza da inanıyoruz. Kürt halkının özgürlüğü tanınmıyor. Yavaş yavaş bazı adımlar atılıyor, ama Kürtlerin hakları tanınmıyor. Silahla hak alınmadığı gibi, devletin güvenliği de sağlanamaz. Türkiye’nin bütünlüğü reçetesini veriyorum. AB sürecine girmiş bir Türkiye’de Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü, insan hakları, demokratik kriterler ve ekonominin güçlendirilmesinden geçer. Silahlarla ülke güvenliği sağlanamaz, silahlarla hak alınmaz. Silahlarla hak elde etme yerine ülkenin bütünlüğünü, bireyin güçlenmesini istiyoruz. Yok tavrımız bu diyorlarsa, kendimizi savunmayı da biliriz. Ama sizi tanımıyoruz derlerse, gerilla çığ gibi büyür. Hiçbir umut olmazsa aktif meşru savunma tarzı gelişebilir. Şimdiden nitel ve nicel hazırlıklara girişsinler. Yirmi yıllık çeteci anlayışa düşmeyin, çeteci pratikleri mahkum edin. Çeteciliğin izlerini silin. Üzerinize kim gelirse gelsin, sonuna kadar meşru savunma hakkınızı kullanırsınız. Yerli yersiz şiddet kullanma olmaz; çocuk ve sivil ölümlerini doğru bulmuyorum. Eğer ileride bu hükümet de Çiller döneminde olduğu gibi topyekün bir imha amacıyla üzerlerine gelirse, yaygın gerilla gelişir. Diğer alanlar için de bu böyledir. Yarı otonom, yarı özerk komutanlıklar oluşturabilirler. Güney’de yine Anakarargah olabilir. HPG savaşı derinleştirmemeli ama meşru savunmasını da sonuna kadar yapmalıdır. Meşru savunmayı yanlış anlamasınlar. Suriye ve İran’da tedbirler alınmalıdır. Ortadoğu’daki gelişmeler ortadadır. Ben burada 98 yılından beri çok dürüst ve sorumlu davranmasını bildim. Ülke bütünlüğüne karşı değiliz. Zaten geçen hafta etnisite değil, yurttaşlık temelli bir demokrasi demiştim. Osman Baydemir’in söylediklerini radyodan dinledim. Osman da benzer şeyleri söyledi. Demokratik yurttaşlıktan bahsediyordu. İyi buldum. Fena değildi. Geçen hafta belediyeler yurttaşlık komitesi içinde yer alabilirler demiştim. Belediyeler bir ay içinde çok çalışmalıdırlar. Osman da bu çalışmalar içinde yer alabilir. Böyle giderse olur tabii. Gelsinler, bunu aniden bitirelim. Kanı durduralım. Başbakan neden istemiyor? Ben buradayım, benden ne talep ediyorlar? Gelsinler, bitirelim. Başbakan niye adım atmıyor? İstiyorlarsa belediye başkanı ile yapsınlar. Ben Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü herkesten daha çok istiyorum. Türkiye halkının esenliğine çabalıyorum. Bizi askerle, polisle çatıştıracaklar, sorumluluk da bizde olacak. Bizimle orduyu çatıştırıp kendileri de hükümet olarak devam etmek istiyorlar. İki ay sonra PKK, gerilla serbesttir. 18 Gerillaya da bir çağrıda bulunuyorum. 17-19 Aralığa kadar her şey belli olacak. Sizi imha da edebilirler. Herhalde kendilerini korurlar. Bunu herkes duysun. Gerilla kendi alanını belirler, komutanını seçer, istediği kadar eylem koyar. Her türlü şeye kendileri karar verirler. Yaşamak istiyorsanız savaşmasını da bileceksiniz. Tedbirlerinizi de alın. Benden istenen tüm talepleri karşıladım. Çerçeve budur. Bu, sayın başbakana açık mektuptur. Bu konuda son derece dürüst ve netim. Bir an önce sağlam stratejik barış adımı atılsın. Bu iki ay önemlidir. Anaların da, kurumların da asli görevi budur. Topyekün barış için diyalog hamlesi geliştirilmelidir. Savaş kapıda. Bu bir tehdit değil, uyarıdır. Ben sorumluluk alıyorum. Dürüstüm, netim, ama olmuyorsa adam gibi öleceğiz. Kemal Pir’ler nasıl öldüyse, biz de öyle öleceğiz. Ne yapalım, ya barışın önü açılır ya da şerefimizle ölürüz. Üçüncü yol yoktur. Beş altı seneden beri yapmadıklarımı yaptırdım. Gerillaya yaptırdım. Bu çarpışmaları engelledim. Büyük zarar da gördük. Önümüzde iki aylık bir süreç var. Eğer bu iki ay içinde belli bir yöntem, barış sağlanmazsa, artık ben dağdaki insanları tutamam. Artık benim hakkım da olmaz. Barışın şartları oluşmadan barış nasıl olsun? Zaten benim fazla diyeceğim yok. Aydınlar, sanatçılar, sivil toplum kuruluşları, bütün kesimlerin bu iki ayı iyi değerlendirmeleri gerekmektedir. Barış olacaksa haysiyetli, dürüst bir barış olsun. 17 Aralık tarihini tekrarlıyorum. O zamana kadar sabretsinler, ondan sonra gereken tavır neyse onu göstersinler. Yanlış anlaşılmasın; ben kan dökme eylemini tamamen yadsımıyorum, bütün kanlar kirlidir demiyorum, ama çok aşırı kan dökmek kirlidir diyorum. Kürtlere sınırlı bir özgürlük imkanı doğmuş, onu da elimizden almaya çalışıyorlar. Herhalde benim belirttiğim çerçevededir. Leyla’ya da yazdım; Kürt-Türk diyalogu önemli; ateşkesten ziyade barış ve kardeşlik diyaloglarıdır. Sivil toplum örgütlerini harekete geçirsinler, hükümet çevrelerine yüklensinler. AB nezdinde diyaloglar olmalı, AB’yi de buna katmak gerekir. Zübeyir onlar da AB nezdinde Leyla ile beraber girişimler yapsınlar. Diyalog önemlidir. Böyle olursa 2005 barış yılı olur. Mütevazı bir diyalog yolu açılırsa kalıcı barış gelişir, silahlara elveda mümkün hale gelir. Mektupta da bunu belirttim. Böyle olmazsa, istediğimiz bir şey değil, ama 2005 yılı büyük gerillalaşma yılı olacak. Yok edeceğiz, tasfiye edeceğiz diyorsanız, bu kaçınılmaz olur. Ben de engelleyemem, kendi bildiklerini yaparlar. Bunların sorumlusu da biz değil, operasyonları sürdüren hükümetin kendisi olur. 17 Aralık tarihi önemlidir. Hükümet çevrelerinden ve Leylagillerden gelecek cevaplara bağlı olarak gelişir. Yıl sonuna kadar belli olur herhalde. HPG güçleri yıl sonuna kadar muazzam savunmalarını alsınlar, yaratıcı ve direnişçi olsunlar, sol sekter yaklaşımlardan uzak dursunlar. 2000’de umutluydum. Ama umuduma kar yağdı. Şimdi yeniden deneyebilirim. Eğer zırnık kadar İslam ve İslam’ın affı, zırnık kadar kendi halkına saygı, zırnık kadar kendi askerine ve polisine saygı duyuyorsa, bir tek damla kan dökmekten çekiniyorlarsa, ben Türkiye halkları için her şeyi yapmaya hazırım. Ben varım. Ama eğer korkunç bir piyasa toplumcusu, gırtlağına kadar rantçı politikadan vazgeçmeyecekse, tüccar hükümeti olacaksa, Türk halkı bilmeli ki, bunun sorumlusu hükümettir, Erdoğan’dır. Ordu ve polis zaten savaşır, ama inisiyatif hükümettedir. Kontrolüm var şu anda, son iki ayda da bunu kullanacağım. Eğer 17 Aralığa kadar bir şey gelişmezse, diyalog olmazsa, ben de o zaman hükümet yalan söylüyor, makyaj yapıyor, AB’yi de orduyu da aldatıyor, ülkeyi harcıyor derim. Madem bunların hepsi savaş istemiyorlar, savaşa karşılar; 17 Aralık’ta zirve düzenleniyor; gerçekten silahların devreden çıkmasını istiyorlarsa, Kürtlere dürüstçe davransınlar. Kürdistan’da kalıcı barış, kalıcı silahsızlanma istiyorlarsa, tek bir cümle söylerler: Türkiye’nin bütünlüğü esastır, üniter yapıya bir şey demiyoruz. Kürt sorunu var, onun barışçıl diyalog yoluyla çözülmesi esas olmalıdır. PKK’ye ‘Tümüyle silahları bırakın.’ dersiniz. Türkiye’ye de ‘Diyalogu başlatın.’ dersiniz. Bundan daha barışçıl, insani bir karar verecek mi? Verirse dürüsttür derim; vermezse komplo vardır. AB’liler bu konuda karar almazlarsa, şiddetli bir savaşa çağrı yapıyorlar demektir, bizi savaşa zorluyorlar demektir. Irak üzerine bir sürü karar alıyorlar. AB Kürtler üzerine bir karar almıyor, barışçı çözüm üstüne tek bir karar almıyorlar. Neden hayır diyorlar? Savaşa itiyorlar. Terör listelerine alıyorsun, terörist ilan ediyorsun. ABD, Avrupa bunu yapıyor. Türklerin akılsız yöneticileri, savaş kliği bizden savaş istiyor. Bugün silahları bıraksak bile kabul etmiyorlar, bize ‘Savaşacaksınız.’ diyorlar, bu vahim bir durumdur. Bunu Avrupa, ABD ve Türk yönetimi dayatıyor. Gizli ve el altından yapıyorlar. Halkın gerçekleri bilmesini istemiyorlar. Umarım bu temelde diyalog yolu açılır. Yoksa Kongra Gel kendisini tüm gücüyle savunma savaşına vermelidir. 17 Aralık’ta karar çıkmazsa, kendilerini savunmalıdırlar. Başka bir olanak yoktur. İmha olacaklar; kaçan kaçar, bazıları ABD’ye, bazıları da AB’ye teslim olur. Osman ve şürekası ABD’ye kaçtı. Mizgin ve Selim Çürükkaya gibileri Avrupa’ya teslim olur. Teslim olmayanlar ise direnecek, gereği gibi savaşacaktır. 19 Birincisi, Ortadoğu’daki bu süreç, III. Dünya Savaşı gibi algılanmalıdır. ABD ya tam başarabilir, ya yenilir, bırakır ve kaçar, ya da ortada kalır. Bir kaos yaşanıyor, her üç durum karşısında da ya eski despotik devlet geleneği sürer, ya çözülür, Avrupa süreci benzeri demokratik çözüm yoluna girilir. Ama Ortadoğu, demokratik yönü ağır basan devrim sürecindedir. Yeni inşa süreci demokratik devrim stratejisi ile yakından bağlantılıdır. Savunmalarımda koymuştum, açmayacağım. İkincisi, PKK’nin yeniden inşası konusunda son gelişmelerden çetecilik anlayışı sorumludur. 1987’den bugüne kadarki çetecilik anlaşılmıştır. Osman Öcalan şürekası, Selim Çürükkaya, Şemdin ve benzerleri, bunlar 20 yıllık çete pratiklerinin sonuçlarıydı. Geldikleri noktada beni ve çözümlemelerimi doğruladılar. ABD’ye sığındılar. Gerek Avrupa Parlamentosu, gerekse 17 Aralık AB zirvesinde çıkacak karardan sonra, oradan gelişecek öneri bir karara gitmem açısından önemlidir. Zirvedeki sonucu esas alacağım. Bu kararı görmem gerekiyor. 17 Aralık’ta çıkış yolu gösterilirse bu gelişir; aksi halde ben olası gelişmeleri önleyemem. Çözüm yolu açılmadan, silahlı güçlere gelin demem, diyemem de. Beni ihanetçi ilan ederler. Hatta bu süreci başlattığımda bana karşı çıkanlar da oldu. Gelin teslim olun demem. Bunu söylemek ihanettir zaten. PKK ile çatışmam. Böyle bir istem yanlış. Bunun hiç kimseye de yararı olmaz. Bunu eş başkana da iletirsiniz. Çift taraflı gelişirse bunu önemseyeceğim. Leylalar bu çerçevede görüşebilirler. Güney’dekiler savunma temelinde emniyetlerini alsınlar. Ne olur ne olmaz. Çok dikkatli hareket etsinler. Kızlar merkezde olur, savunma tedbirleri etrafında geliştirilir. Türkiye saldırmazsa PKK saldırmaz. İran’ın uygulamalarına karşı, koruculaştırma çalışmaları var, buna karşı savunma tedbirleri almalılar ve İranlı gençlerin katılımı sağlansın. Eğer bu imha politikası devam ederse, Kürt işbirlikçilerini devreye sokmaya çalışırlarsa, size düşen de korkunç direnmedir. İki ay böyle devam ederler. İmha ve inkar politikaları ile bitirme temelli üzerlerine gelinirse, diplomatik siyasi yollarla sizi imha etmek için sıkıştırırlarsa, size düşen korkunç bir direnmedir; kendi halkınızın özgürlük ve onurunu korumaktır. Bunlar anlamıyorlar, halen imha siyasetinin peşindeler. Ben Arap, Türk ve İran halklarının kardeşliğini savunduğum ve sevdiğim için bunları söylüyorum. İran, Suriye ve Irak devletine düşen demokratik diyalog geliştirmektir. Aksi halde oyuna geliyorsunuz. İran’dan ricam şudur: Kürtlerin özgürlük taleplerini demokratik uzlaşı çerçevesinde kabul ederek diyalog geliştirin. Suriye için de aynı şeyi söylüyorum. Türkiye’yi de uyarıyorum. Cumhuriyet de gidiyor. Türkiye’ye şunu söylüyorum, sen üç beş milyon silahım, bilmem ne kadar uçağım var diyorsun. Bütün bunları ABD verdi. Kürtlere de aynısını verir. Tehlike budur. Geçenlerde bir Türk milliyetçisi gidip Sarıkamış’ta doksan bin askerin anmasını yaptı. Enver milliyetçiliği doksan bin askeri toprağa gömdü. Allah bunu kabul eder mi? Müslümanlıkta, yurtseverlikte bu var mı? Erdoğan’a söylüyorum; Özal ve Erbakan kadar olsun. Bu görüşlerime dikkat etsin. Yapmayın diyorum. PKK zayıf değildir. Kongra Gel zayıf değildir. İki ay içinde uygun adımlar atılmazsa, bu siyaset devam ederse, bütün Kürt gençlerini dağa çağırıyorum. Yoksa yok olursunuz. Sadece Türkler yok etmez, Araplar insan kesiyor. Buna karşı kendinizi koruyacaksınız. Filistin’de üç bin insan göçmen durumuna düştü. Kürdistan’da üç bin Kürt köyü boşaltıldı. Bu sefer kentler de boşaltılır. Bütün Kürtleri çağırıyorum. Her türlü savunma tedbirlerinizi alırsınız. Savaş gelişirse yalnız köyler boşalmayacak, kentler de boşalacak. PKK direnecek, bitmeyecek. Kan deryasına dönecek. Yanlış yapıyorsunuz. PKK’yi demokratik birlik ve kardeşlik noktasına getirdik. Erdoğan’a diyorum; sen daha ne istiyorsun? Senden demokratik diyalog istiyoruz. Buna gelmiyorsan, o zaman savaş istiyorsun. Filistinliler, Ermeniler, hatta Saddam bu sonu biliyorlar mıydı? Hayır, bilmiyorlardı. Emperyalizm böyle yapar. Sıra şimdi Kürtlerdedir. Bu sefer Türkiye çok zarar görebilir. Çünkü arkasında dünya emperyalizmi vardır. Türk halkına sesleniyorum; Türk halkı bana güvensin. Eğer kardeşliğin gereği yapılırsa, tek kurşun sıkmadan bütün PKK’lileri dağdan indiririm. İki ay içinde çağrı yapacağım, dağdan inecekler. Demokratik toplumun, demokratik devletin hizmetine sokacağız. Buna gelinmezse, o zaman savaş istiyorsunuz demektir. Türk sağcısına, solcusuna, Türkiye halkına söylüyorum; kendi hükümetinizin yakasına yapışın. Herkese sesleniyorum; büyük bir oyun içine sokuluyorsunuz. Beni suçlamayın, benim anadilim yasaklanmış, bir okulum bile yok. Bana saldırmanız, kendinize saldırmanızdır. Bu oyunu bozalım diyorum. Onurlu bir barış gelişir, Kürtlerin özgürlük talepleri, demokratik talepleri kabul edilirse, iki ay içinde gerillayı dağdan indiririm. Bu, gazetede manşet olabilir. Demokratik devletle birlik istiyoruz. ‘Yok, PKK imha olacak’ denirse, özgürlük savaşçılarına, Kürt gençlerine, özgürlük savaşınızı geliştirin, kendinizi koruyun derim. Herkes dağa gitsin demiyorum, ama dağa gidebilenlere çağrımdır. Çünkü niyet kötüdür. Bizi Kürt feodallerine teslim etmek istiyorlar. Bu oyunu bozmak için, iki ay içinde her türlü hazırlıklarını yaparlar. Osman gibileri kaçtı gitti. Onlar inanmış olsalardı kaçmazlardı. Gerilla inançlı savaşçıdır. Tarih benim görüşümü doğruladı. 20 İnananlar kendi mücadelelerini her tarafta geliştirsinler. Yok olmamak, imha olmamak için her türlü meşru savunma tedbirlerinizi alın. Kürt halkını Kürt ağalarına, feodallerine, Mustafa Bayram gibilerinin yönetimine verecekler. Kürt kadınına da seslenmek istiyorum. Özgürlük savaşına, özgürlük mücadelesine bağlı kadın yoldaşlarım dağda, ovada, şehirlerde büyük özgürlüğün garantisi olmalıdırlar. Bunun dışında her şey boştur. Namus ve onur, halkının özgürlük teminatı olmaktır. Buna güçleri de vardır. Uzlaşma gelişirse, mektubuma yanıt verilirse, bir iki ay içinde uzlaşma ve diyalog denenebilir. Eğer olmazsa, gerilla sayısı elli bin olur. Kürdistan dağları geniştir. Her alana yayılırlar. Halk da her alanda serhildan geliştirir. ‘Savaşa geçit vermeyeceğiz’ sloganı altında serhildan geliştirilebilir. Serhildanlar fazla kanın akmasına da engel olur. Yoksa ikinci bir Ermenistan, Balkanlar durumu doğar. Çeçenistan gibi olur. Erdoğan’a, bir danışmanını gönder dedim. Ona da tenezzül etmiyor. Eğer bunları yapmıyorsa, Erdoğan ya başbakan değildir ve başka güçlerin elindedir, ya da demokratlıkla ilişkisi yoktur, İslami kılıf altında tüccar menfaatini sürdürmektedir. Kürtlerin demokratik taleplerini tüccar menfaatine kurban etmekte, Şaron kadar bile olmamaktadır. Sonuç nasıl gelişirse gelişsin kabulümdür. Sonuç olarak demokratik uzlaşma ve barış çağrısında bulunuyorum. Yok, bunu tanımıyorsanız, sonuna kadar özgürlük savaşını veririz. Benim bu konuda söyleyeceklerim bitti. Bunu bol bol basın yayında verirsiniz. Televizyon işler. Halk da Avrupa müktesebatına uygun olarak serhildanlarla taleplerini dile getirir. Anadilimi istiyorum, okulumu ve kültürümü istiyorum der. Kanlı olmaması temennimdir. Savaş çağrısını yapmıyorum. KÜRDİSTAN DEMOKRATİK KONFEDERALİZM ÖNDERLİĞİ 20 ŞUBAT 2005 MEŞRU SAVUNMA ÇİZGİSİ VE SİLAHLI MÜCADELE TARİHİMİZ Başkan Apo, Demokratik Ekolojik ve Cinsiyet Özgürlükçü Toplum Paradigması ile insanlığın tarihseltoplumsal gelişimini çözümlediği gibi, insanlığın yaşadığı sorunlara yönelik çözüm perspektifini de ortaya koymuştur. İnsanlığın doğal toplumdan kopuşuyla birlikte yaşadığı yabancılaşma süreci, tüm sorunlarının da kaynağı olmaktadır. Toplumsal yabancılaşma doğayla yabancılaşma ile paralel gelişmiştir. Uygarlık sistemleri, sorunların çözümünü değil, çözümsüzlüğünü derinleştiren bir rol oynamışlardır. Dayanışmaya ve paylaşıma dayalı ilişkilerin hakim olduğu doğal toplumdan, hakimiyete dayalı ilişkilerin hakim olduğu sınıflı topluma geçiş ile birlikte insanın insanı sömürmesi de başlamaktadır. Hakimiyet mülkiyete dayandığından, mülkleştirme aynı zamanda insanın özgürlüğünün de yitirilmesi anlamına gelmektedir. Özgürlük ve eşitlik kaybı, insanın kaybettiğini tekrardan kazanma mücadelesinin de başlangıcıdır. 21 Kuşkusuz ki egemenlik sistemi kendini kurumlaştırmak ve kalıcılaştırmak için mücadele araçlarına gerek duyar. Bu araçların başında da devlet gelmektedir. Devlet, egemenlikli sistemin temel hakimiyet aracı konumundadır. Mülkiyetin ve sınıflaşmanın devletle ifadesini bulması ve örgütsel bir yapıya kavuşturulması egemen sistemin süreklileşmesinde en önemli yanı teşkil etmektedir. Çünkü devletsiz bir toplum ya da sistem düşüncesinin bile devlete sahip olmayla gerçekleşebileceği sistem muhaliflerince bile öne sürülebiliyorsa, bu, egemenlikli sistemin yaratımı olan devletin ne kadar tüm toplum kesimlerince benimsendiğini gösterir. Devletin bir baskı ve sömürü aygıtı olarak varlığını sürdürmesi savaşsız düşünülemez. Dolayısıyla hakimiyetini geliştirme ve mülkleştirmede engel görülen ne varsa, onu savaşla aşma temel yöntem olmuştur. Devletin icraya geçmiş hali olarak tanımlanan iktidar olgusu kuşkusuz savaşsız düşünülemez. İktidarcı, savaşçı devletli kesim, tüm zenginlikleri bu yolla ele geçirmeyi esas almaktadır. Egemenlikli sistemin gelişim mantığı kısaca bu şekilde ifadelendirilebilir. Egemenlikli sisteme karşı mücadele edenlerin başarıya gidememelerinin, başarıya gitseler de tekrar sistemin yedeği haline gelmelerinin temel nedenini bu olgularda aramak gerekmektedir. Devleti yıkma, kendi devletini kurma hedefi nedeniyle amaçlandığından benzerine dönüşme kaçınılmazlaşmıştır. Bu amaç için savaşı kaçınılmaz görme ve savaşla amacına ulaşma aynı mantığın diğer bir ifade ediliş tarzı olmuştur. Devletçi, iktidarcı ve savaşçı zihniyet egemenlikli sistemin yaratımıyken, aynı araçlarla amacına ulaşmayı düşünmek ezilenler ve sömürülenler adına en büyük talihsizlik olmuştur. Çağımızda ezilenler ve sömürülenler adına hareket ettiğini iddia eden sosyal demokrat, ulusal kurtuluşçu ve reel sosyalist akımların egemen sistemin birer mezhebi haline gelmeleri, o nedenle kaçınılmaz hale gelmiştir. Proletarya diktatörlüğü yoluyla sınıf iktidarını diğer sınıfları yok etme temeline dayandıran, bunun için politik amaçlarını gerçekleştirmede savaşı kutsayarak temel mücadele yöntemi olarak gören, sonuçta da kendi devletini kurarak sonuca gideceğini sanan bu akımlar eğer sonuçsuz kaldılarsa, bunun temel nedeni egemen sistemin yarattığı araçların ezilenler adına kabulüdür veya benimsenmesidir. Kuşkusuz bu mücadelelerin olumlu kazanımları da olmuştur. Fakat hakim yönün egemen sistemin ömrünün uzamasını sağladıklarıdır. Reel sosyalizmin dogmatik yorumuna dayanarak devlet-iktidar ve savaş konularında benzer yanlışlıkları PKK’nin doğuşunda da görmek mümkündür. Başkan Apo, PKK’nin yaşadığı sorunları bu kapsamda ele alarak çözümlemeye tabi tutarken, verili koşulların o dönemde bu düzeyde bir analize ve perspektif oluşturmaya olanak tanımadığını vurgulamaktadır. Ki bu nesnel bir gerçekliktir. Her ne kadar verili olan kavram, kuram ve kurumlara kuşkuyla yaklaşılmış olsa da, önemli oranda etkisi altında kalındığı ve mücadele sürecinde ortaya çıkan sorunların bu nedenlerden kaynaklandığı anlaşılmıştır. Devlet kurma amaçlı parti oluşumu, zora aşırı anlam yükleyerek, politik amaçları gerçekleştirmede temel yöntem belleyerek adeta kutsama gibi olgular hiyerarşik iktidarcı zihniyete yol açtığı gibi, mücadelenin daha sonraki yıllarında görüleceği gibi, özde ve biçimde amaçtan kopan bir gerçekliği ortaya çıkarmıştır. Ne kadar kişilik çözümlemesi yapılsa da, maddi olanaklar sunulsa da, güç takviyesinde bulunulsa da, zihniyette yaşanan çelişkiler ya da sorunlar nedeniyle çözüme kapı aralanamadığı gibi, çözümsüzlükte de derinleşme yaşanmıştır. Örgütsel sorunların zihni planda yaşanması nedeniyle çıkışa ya da çözüme de oradan gidilmesi kaçınılmazdı. Başkan Apo, uluslararası komplo ile birlikte başlangıçtan beri yaşadığı kuşkuların yanıtlarını bulmakla kalmayıp, 32 yıllık görkemli mücadelenin ortaya çıkardığı kazanımları korumak ve geliştirmek için, zihniyet dönüşümünü bütün ilgili güçlerin, esasta da özgürlük hareketinin gündemine koydu. Teorik planda yaşanan dönüşümlerin bütünlüklü bir uygarlıksal çözümlemeye yol açması, insan toplumunun hem kendisiyle, hem de doğayla yaşadığı sorunların oluşum gerçeğine objektif bir bakışı doğururken, bilimsel sosyalizmin ya da demokratik sosyalizmin sınıfsız, imtiyazsız, sömürüsüz ve eşitlikçi ideolojik perspektifini de gerçekleşebilir kılıyordu. Bunun için gerekli olan araç ve yöntemleri, sömürü sistemlerinin yaratımı olan araç ve yöntemleri aşarak bulması tamamlayıcı yönü oluşturmuştur. Demokratik ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü toplum paradigmasına sosyalist araç ve yöntemlerle ulaşılması görev ve sorumluluğu, en başta kendini bundan sorumlu gören güçlere, dolayısıyla özgürlük hareketine verilmiştir. Paradigmanın özü, devlet dışı çözüm modelini içerdiğinden ve siyasal demokratik mücadele yöntemini esas aldığından, örgütsel dönüşümün ve yapılanmanın da bu çerçevede gerçekleşeceği açıktır. Meşru savunmayı aşan şiddet anlayışının reddi ile birlikte her türlü meşru savunma tedbirinin alınmasını ve geliştirilmesini mücadelenin bir gereği sayar. HPG, tüm bu nedenlerden ötürü yeniden yapılanmayı, değişim ve dönüşümü gündemine almış, örgütsel ve eylemsel gerekçesini bu hususlara dayandırmıştır. Silahlı mücadele tarihinin bu çerçevede irdelenmesi, özeleştirel temelde yeniden bir değerlendirilmeye tabi tutulması, gereklilik halini almıştır. Silahlı mücadele 22 tarihinde ortaya çıkan sorunların, kayıpların ve tahribatların giderilebilmesi için bu zorunludur. ‘Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz.’ özdeyişi tam da bu noktada anlam kazanmaktadır. Ortaya çıkan sorunları gerekçelendirerek kazanımları göz ardı eden, inkarcı tutumlara giren, mücadele tarihini çarpıtan eğilimlere karşı doğru bir tarihsel analizle yanıt vermek gerekli olduğu kadar, mücadelenin kazanımları üzerinden doğru bir mücadele perspektifine ulaşarak kendini olumsuzluklara zemin olmaktan kurtarıp olumlu zemine taşımak da bir o kadar gereklidir. Kuşkusuz ki tarihsel süreç analizinden gerekli sonuçları çıkarmak militanın görevidir. Halen yaşanan kadro komuta sorunlarına bir de bu çerçeveden bakmak, analiz etmek ve eleştiri-özeleştiri yöntemiyle aşmak gerekli olduğu kadar, mücadelede başarı sağlamanın da zorunlu bir gereğidir. Her bir militan açısından kararlaşma, netleşme, değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma ihtiyacına yanıt verecek olan doğru bir tarihsel bakış açısıyla görev ve sorumluluklarına sahip çıkmadır. Apocu hareketin sağlam bir militanı haline gelmenin başkaca yolu da yoktur. Bu metin tüm bu nedenlerle silahlı mücadele tarihimize genel bir bakış açısını oluşturma ve geleceğe sağlam adımlarla yürüme perspektifini açığa çıkarma, bu perspektifi gerçekleştirme de militanı görev ve sorumluluklarına layıkıyla yanıt verme tutumuna ulaştırmayı esas almıştır. PKK, Kürt halkının özgürlük ve demokrasi hareketi olarak son 32 yılına damgasını vurmakla kalmayıp özgür geleceğinin de yolunu çizmektedir. Önderliksel bir çıkış hareketi olarak doğan ve şekillenen PKK, bugün milyonların özgürlük yürüyüşüne öncülük etmektedir. Daha doğuş aşamasında saldırılarla yüz yüze kalan PKK, meşru savunma anlayışı temelinde kendisini örgütlemek zorunda kalmıştır. Kürt ilkel milliyetçiliğinin, yine Türk sosyal şoven yapılarının adeta ideolojik, politik ve örgütsel zemini işgal ettiği koşullarda çıkış yapan PKK, hem bu yapılarla, hem de devlet güçleriyle mücadele etmek durumunda kalmıştır. PKK’nin erkenden silahlı mücadeleyle tanışması, silahlı yönteme başvurması tüm bu nedenlerle kaçınılmaz hale gelmiştir. İdeolojik grup aşamasında sürdürülen çalışmalarla önemli bir kadrosal zemin yakalanmış, belirli bir aydınlanma düzeyine ulaşılmış, Kürdistan’a yerleşim gerçekleştirilmiş ve en önemlisi de diğer tüm yapılardan farklı olarak çalışma, yaşam, ilişki tarzıyla halkta yankı bulmuştur. 18 Mayıs 1977, PKK tarihinde bir dönüm noktasını oluşturur. Çünkü ideolojik grup dönemi çalışmalarının ulaştığı düzeyi hazmedemeyen ve tehlikenin büyüdüğünü gören düşman, hareketi can evinden vurmuştur. Haki Karer yoldaşın katledilmesi önemli bir mesajdır. Başkan Apo, verilen mesajın anlamını bilmiş ve ‘Ya devam ya tamam.’ ikileminde kalmadan, büyük şahadete verilmesi gereken yanıt üzerinde düşünmüş ve partileşme hazırlıklarına hız vermiştir. PKK’nin şahadet olayına yaklaşımı ve yüklediği anlam farklıdır. Şehitlerin anılarına doğru karşılık verme bir Önderlik özelliğidir. Şehitlerin kanlarını yerde bırakmama ve mücadeleyi yükseltme gerekçesi yapma ahlaki bir tutum olarak PKK’de vücut bulmuştur. Harekete karşı saldırıya geçen yapılara karşı bir yandan meşru savunma temelinde yanıt verilirken, bir yandan da ideolojik, politik ve örgütsel çalışmalara hız verilmiştir. Meşru savunmanın en etkili ve örgütlü geliştirildiği alanlardan birisi de Hilvan ve Siverek’tir. HilvanSiverek direnişi, işbirlikçi feodal komprador güçlere karşı geliştirilirken, hareketin yoksul halk kitlelerini mücadeleye çekme işlevini de görmüştür. Halkın bir avuç feodal-komprador tarafından sömürüsüne son verme amaçlı bu direniş, aynı zamanda işbirlikçiliğe ve egemen düzene vurulan bir darbedir. Başkan Apo, Bucak eyleminin anlamını şöyle değerlendirmektedir: ‘Kürt halkı ilk defa öz iradesi ve çıkarları tarafından belirlenen yolda, özgür yaşam hakkını elde etmek için, önünde engel olan ne varsa üzerine yürüme ve savaşma kararına ve pratiğine girişmiş; kendisinin binlerce yıllık gerici düşünce ve alışkanlıklarıyla savaşmıştır. Özgür beynini ve kollarını yaratmak için bu savaş kaçınılmazdır. Neolitikten köleciliğe, feodalizm ve en son kapitalizme kadar tüm egemen sistemlerin bağrına yığdığı köleleştirici tortulara saldırıp temizlemekten kaçınmamıştır. Özgürlük için yapılması gereken, bir iç savaştır. Çok acı da verse, kangren olmuş yanlarını bu savaşla söküp atacaktır. Tarihte ilk defa sistemli ve kapsamlı olarak Kürt işbirlikçilerinden kaynaklanan her tür uşaklaştırıcı, gerici ve aydınlanmaya fırsat vermeyen ideoloji ve pratik bağlar yıktırılmıştır. Bu savaş verilmeden ve sınırlı olsa da başarılmadan, dışa yönelik özgürlük savaşımının sonuç alması mümkün olmamaktadır. Bucak eylemiyle kanıtlanmak istenen de bu gerçekliktir.’ PKK’nin ilanı ile birlikte daha da boyutlanan direniş karşısında düşman azgın saldırılarını yoğunlaştırmıştır. Silahlı mücadele taktiğini geliştirmek ve uygulamakla yükümlü olan kadro-komuta yapısının dar köylü isyancılığını aşmayan ve mevziiye yatan tarzı nedeniyle istenilen sonuçlar alınamadığı gibi, önemli oranda güç kaybı da yaşanmıştır. Hilvan-Siverek direnişinin taktik planda yol açtığı sorunlar önemli yanı oluşturmaktadır. Klasik köylü isyancılığının mevziiye çakılan tarzı daha sonraki yıllarda da 23 yaşanmıştır. Gerilla savaş tarzı dışında seyreden, aşiretler arası savaşı andıran bu durum güç tüketmenin bir diğer biçimi olmuştur. Vur-kaç, geri çekilme, manevra, gizlilik gibi gerilla kuralları uygulanmamış, adeta ‘Kozık’ savaşı da denilen karşılıklı mevzilenmeye dayalı bir tarz dayatılmıştır. Coğrafi teknik ve güç anlamında daha fazla olanaklara sahip olan düşman karşısında bu tarzın, kazanmak bir yana kayıplarla karşılaşması kaçınılmazdır. Önemli oranda kadro kaybına, maddi kayba, yine psikolojik moral açıdan halkın zayıf düşmesine, dolayısıyla düşmanın yeni saldırılarına yol açılmıştır. Bir eylemle sınırlı olan bir planlama, sonuçta böylesine kapsamlı bir çatışmaya yol açmış ve hem eylem planlandığı gibi sonuçlanmamış, hem de çatışmalara plansızca girilerek zorlanmalara neden olunmuştur. Direnişi örgütlü, planlı ve sistemli geliştirmede içine düşülen zafiyet, kayıp nedeni olurken, gerillanın geliştirilmesi ihtiyacı şiddetle hissedilmiştir. Sorun salt kadro ve komuta da yaşanmamış, aynı zamanda gerilla savaşının nasıl yürütüleceği noktasında da yaşanmıştır. Önceden bir deneyimin olmaması, dezavantaj teşkil ederken, direnişe yön verecek bir komutanın olmaması da diğer bir dezavantajı oluşturmuştur. Tüm bu nedenlerle rasgeleciliğin, plansızlığın, tek düzeliğin yaşandığı Hilvan-Siverek direnişi zorlanmalara neden olmuştur. Kemal Pir yoldaşın sitemkarlığı ve duyduğu tepki bu yüzdendir. Tüm bunlara karşın Hilvan-Siverek direnişi ile halkın mücadele gücü açığa çıkarılmış ve hareketin direnme kararlılığı herkese gösterilmiştir. Kürdistan’ın diğer alanlarında olumlu etkilenmelere yol açmış ve direniş dalga dalga yayılmıştır. PKK’nin silahlı mücadele yöntemini benimsemesinde düşmanın saldırıları belirleyici rol oynasa da, ulusal kurtuluş mücadelesini uzun süreli halk savaşı stratejisine dayandırması ve aşamalı halk savaşı esprisiyle hareket etmesi önemli rol oynamıştır. Dönemin ideolojik politik verileri başka türlü düşünmeye ve hareket etmeye elvermiyordu. Dolayısıyla zora yüklenen aşırı anlam, doğalında gelişen bir durum oluyordu. Düşmanın karakteri ve sürekli saldırılara maruz kalma böylesi bir refleksi doğurduğu gibi, savaşı politik amaçları gerçekleştirmek için vazgeçilmez bir olgu haline getiriyordu. Kuşkusuz bu durum savaşa göre biçimlenen ve düşünen bir kadro profilinin doğmasına yol açacaktı. Oligarşik rejimin artan saldırıları karşısında mücadeleye dış kanal açma ve ortaya çıkan yetersizlikleri giderme amaçlı çalışmalar için Önderliğin Ortadoğu’ya açılması tarihsel önemde bir adımdır. Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin trajik sonlarından sonuçlar çıkaran Başkan Apo; 12 Eylül darbesinin gelişini önceden görerek tedbir almış ve bununla da yetinmeyerek bir kısım kadroyu dışarıya çıkarmayı başarmıştır. Dönemin taktik önderliğinin geç davranması ve sürece yüzeysel yaklaşması tedbirleri zayıf kılmıştır. Önemli sayıda kadro gücünün içeride kalmasında ve yakalanmasında bu durum etkili olmuştur. 12 Eylül askeri faşist darbesi, tam bir devlet terörü estirerek Kürdistan’ı cezaevine çevirmiştir. Mazlumların, Kemallerin, Hayrilerin de aralarında bulunduğu binlerce kadro, sempatizan ve taraftar zindanlara alınmıştır. İnsanlık tarihinin ender yaşadığı zulüm, işkence ve baskılar ortamında özgürlük hareketi mensupları teslim alınmak istenmiştir. PKK hareketinin direnme kapasitesi Diyarbakır zindanında ilk kez bu düzeyde ortaya çıkmıştır. Teslim alınamayan tutsaklara karşı yapılan uygulamalar, düşmanın karakterini bir kez daha ele verirken, PKK direniş geleneğinin mayalandığı bir zemin haline gelmiştir. Yine ilk kez PKK saflarında ortaya çıkan işbirlikçi ihanetçi kişilikler karşısında devrimci direniş ruhunu taşıyan kahramanların görkemli duruşu karşı karşıya gelmiştir. Şahin Dönmezler, Yıldırım Merkitler şahsında teslimiyetçi, işbirlikçi, hain kişilikler temsilini bulurken, Mazlumlar, Kemaller, Hayriler şahsında PKK’nin direnişçi kişiliği temsilini bulmuştur. Diyarbakır zindan direnişi, PKK’nin yenilmezliğini kanıtladığı gibi, ortaya çıkardığı direniş kişilikleriyle Kürdistan tarihinde yepyeni bir sayfa açmışlardır. Halkının özgürlüğü için en değerli canlarını vermekten bile kaçınmayan bu kişilikler ‘Mezar taşıma borçlu yazın.’ diyebilecek kadar soylu, sorumlu ve yüce ruhlu kişiliklerdir. 12 Eylül sonrası gelişmeleri yakından izleyen ve değerlendiren Başkan Apo; bir kısım kadroyu eğiterek sürece hazırlamaktadır. Zindanda yaşandığı gibi, dışarıda da işbirlikçi, teslimiyetçi hain ruhlu kişilikler açığa çıkmıştır. Hareketin mücadeleyi yükseltme kararlılığı karşısında yenilgili kişiliklerini gizlemeye çalışan ve hareketi mültecileştirmek isteyen bu kişiliklere karşı yoğun bir mücadele içerisinde olunmuştur. Semir unsurunun başını çektiği bu kişiliklere karşı ideolojik, politik ve örgütsel mücadele kesintisiz olarak sürdürülmüştür. Kadronun ideolojik açıdan yetkinleştirilmesi için teorik çalışmalar yürütülürken, örgütsel açıdan konferans ve kongreler yoluyla hareket toparlanmaya çalışılmıştır. 12 Eylül faşizminin silindir gibi geçtiği Kürdistan’da yaşanan vahşete karşı silahlı mücadele yöntemiyle yanıt verilmesi kaçınılmazlaşmıştır. Zindan direniş şehitlerinin anılarına doğru karşılık verilmesi onur meselesi olmuştur. Halkın yaşadığı zulme karşı halkı savunmak, adeta namus borcu haline gelmiştir. Hemen hemen her şey bu duygu ve düşünceleri yaşattığı gibi, başka bir seçenek de bırakmıyordu. Bir şeyler yapılmamasının ihanetle değerlendirilmesi, doğal olduğu gibi anlamlı yanıtların onurlu insan olmayla ifadelendirileceği bir süreç yaşanmaktadır. 24 Başkan Apo, işte böylesine tarihsel bir süreçte, aynen Haki Karer yoldaşın şahadeti sonrasında yaşandığı gibi mücadeleyi daha da geliştirme temelinde Kürdistan gerillasını yaratmaya ve donatmaya hız vermiştir. Yapılan tüm hazırlıklar, meşru savunmanın yetkinleştirilmesi ve süreklileştirilmesi temelindedir. Gerilla, Kürdistan dağlarını adımlamaya başlamış ve adım adım mevzilenme sağlanmıştır. 12 Eylül generallerinin ‘Bitirdik, belini kırdık.’ söylemleri karşısında yüzlerce gerilla yeni hamle sürecine hazırlanmıştır. Eğer devletin inkarcı ve imhacı uygulamaları yaşanmasaydı, asgari demokratik hak ve özgürlüklere olanak tanısaydı, kuşkusuz ki silahlı mücadele yönteminde karar kılınmayacak ve gerillanın örgütlendirilmesine gerek kalmayacaktı. PKK’yi erkenden böyle bir karara iten, rejimin inkar ve imha sistemi olmuştur. Deyim yerindeyse eğer gerilla yaratılmasaydı, inkar ve imha uygulamaları sonuca gidecek ve Kürt halkı bir daha dirilmemecesine mezara gömülecekti. Bu anlamıyla gerilla Kürt halkının varlık gerekçesi olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Yürütülen hazırlıklar sonucu gerçekleşen 15 Ağustos 1984 Atılımı, Kürt halkı için bir milat niteliğindedir. İlk kez planlı, örgütlü ve süreklileşen bir direniş sürecine PKK ile giriş yapılmış ve 15 Ağustos’la gerillanın sahneye çıkışı gerçekleşmiştir. Başkan Apo bu durumu şöyle değerlendirmektedir: ‘15 Ağustos eylemliliğinin tümüyle boğdurulmak istenen halk gerçekliğinin öz savunması olarak tanımlanması en doğru ifadedir. Bu, bir saldırı gibi gözükse de özünde ‘Ben halkım beni imha etme’ uyarısıdır. Özelikle Diyarbakır zindan vahşetine duyulan tepki ve ‘Varlığımızdan vazgeçmeyiz’ çığlığına verilen yanıttır. Mazlum Doğan’ın ‘Sesimiz dünyaya duyurulmalıdır’ sözü kadar, Mehmet Hayri Durmuş’un ‘Varlığımızı inkar ettiremezsiniz’ sözlerine yanıt ve Kemal Pir’in ‘Türk halkının kurtuluşunun da Kürt halkının özgürlük savaşımından geçtiğini görüyorum’ belirlemesine anlam vermek için verilmesi gereken bir savaştır. Bu savaş hamlesi, başta Türk ve Kürt oligarşik güçleri olmak üzere, diğer oligarşik ve despotik güçlere karşı ‘Halk üzerinde sınırsız baskı ve sömürü çağınız geçmiş, özgür yaşam vaktimiz gelmiştir.’ hükmüne verilen yanıttır. Çağdaş ve onurlu yaşamak için bir bedel ödemek gerekiyor. Bu bedel halkın savaşımının kendisidir. Başka türlü kendini dört bir taraftan saran oligarşik ve despotik güçlerden kurtulması mümkün görünmemektedir. Her tür oligarşik ve despotik güçlere karşı kendi öz savaşımını verdiği oranda, onurlu ve özgür bir halk haline gelmesi gerçeklik kazanacaktır.’ Başkan Apo’nun yıllar süren hazırlıklar sonrasında gerçekleşen 15 Ağustos’a ilişkin yaptığı bu belirlemeler, eylemin tarihsel, toplumsal ve siyasal boyutlarını ortaya koymaktadır. Eruh ve Şemdinli baskınlarının başarıyla gerçekleşmesinde belirleyici rol oynayan Agit yoldaşın, gerilla komuta tarzında öncüleşmesi diğer bir boyutu oluşturmaktadır. Önderliğe, şehitlere ve halka bağlılığı görev ve sorumlulukların başarıyla yerine getirilmesi olarak algılayan Agit yoldaş, PKK’nin askeri kişiliğinde seçkin bir yere sahip olmuştur. Eylemin ön hazırlıkları da dahil olmak üzere, tüm aşamalarında öncülük rolü oynayan Agit yoldaş, 15 Ağustos hamlesini iliklerine kadar hissederek tarihi çıkışı gerçekleştirmiştir. 15 Ağustos hamlesi, askeri açıdan da gerillanın en başarılı eylemlerinden birisidir. Eylemin planlamasında, keşif, istihbarat, hedef tespiti, zamanlama, geri çekilme, buna göre güç ve teknik düzenlemeyi gerçekleştirme, tüm bu hususları büyük bir gizlilik içerisinde gerçekleştirme, eylemin başarısında belirleyici olan noktalardır. En az teknik donanımla birlikte, üstün bir taktik zeka ürünü olan 15 Ağustos eyleminin kayıpsız gerçekleşmesi ayrı bir önemli yanıdır. Bir baskın eylemi olarak belirlenen zaman dilimi içerisinde aksamadan tüm hedefleri gerçekleştirerek sonuçlanması, 15 Ağustos eyleminin büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Askeri kişiliğin ve komuta tarzının bu yetkin uygulanışı Agit yoldaşın komuta tarzında ifadesini bulmaktadır. 15 Ağustos 1984, bir dönüm noktasıdır denirken, kastedilen düşmanın inkar ve imha çizgisine karşı devrimci direniş çizgisindeki kararlılığın görkemli bir tarzda ifade edilmesidir. Silahlı mücadele yönteminin gerilla esasları dahilinde yürütülmesinin ilk adımı olan 15 Ağustos’la birlikte, PKK ideolojik, politik ve örgütsel mücadelesine askeri boyutu da katarak Kürt halkının özgürlük umudunu diriltmekle kalmamış, halkı mücadele eder hale getirmiştir. Düşmanın ‘72 saate bitireceğiz, 3-5 eşkiyadır, kökünü kazıyacağız.’ söylemleri gerçekleri yansıtmadığı gibi, kendisinin de sonradan itiraf ettiği gibi, yepyeni bir durumla karşı karşıya kalmıştı. Bu da gerilla savaş tarzıydı. Donanımlı, sistemli ve kapasiteli bir gerilla gerçeğiyle karşı karşıya kalan düşman, şok durumunu uzun süre üzerinden atamamıştır. 15 Ağustos Atılımı’nın halkta yarattığı coşku ve ortaya çıkardığı mücadele azmi karşısında taktik önderliğin gelişmeleri karşılayamama durumu açığa çıkmıştır. Hamlenin tarihsel anlamı ve yol açacağı sonuçları önceden kestiremeyen komuta yapısı zorlanmalara neden olurken, Agit yoldaşın ısrarlı çabaları ve gerilla esasları dahilinde sergilediği direniş, gelişmeleri devrimci direniş lehine süreklileştirmiştir. Devletin yeni durumu algılaması uzun zaman almamış ve uzun süreli bir mücadeleyi öngören bir yaklaşıma girmekte gecikmemiştir. Devletin askeri yönelimleri bir boyutu oluştururken, siyasal, sosyal, 25 kültürel, ekonomik ve diplomatik boyutları da içeren bir özel savaş sistemini oluşturma, bu çerçevede topyekün savaş esprisine göre kendisini yeniden örgütlendirmeye başladığı dönemdir. 1986 yılına girişte Agit yoldaşın şahadeti gerçekleşmiştir. Halen nasıl olduğu tam anlaşılamayan ve muhtemelen iç çeteciliğin gerçekleştirdiği bu olay, Haki yoldaşın şahadetine benzer bir etki yapmıştır. Gerillanın Kürdistan’a oturtulmasında önemli bir rolü bulunan Agit yoldaşın şahadetine Başkan Apo’nun verdiği yanıt gerilla ordulaşması olmuştur. Tarihi PKK III. Kongresi, bu anlamda bir gerilla kongresi olarak değerlendirilebilir. ‘Burada çözümlenen an değil tarih, kişi değil sınıftır.’ belirlemesiyle gelişmeler önünde engel haline gelen kadro ve komuta sorunu aşılmaya çalışılmıştır. Bu temelde, geçirilen pratik süreç irdelenmiş, çözümlenmeye tabi tutulmuş ve eleştiri-özeleştiri yöntemiyle sorunlar aşılmaya çalışılmıştır. Agit yoldaşın anısına ARGK’nin ilanıyla yanıt verilmiştir. 1986-90 dönemi aynı zamanda III. Kongre’yle aşılmaya çalışılan kadro ve komuta sorununun ağırlaşmaya başladığı bir süreçtir. PKK tarihinde ilk kez Önderliğe, halka, şehitlere ve yoldaşlara karşı saldırıların pervasızlaştığı, bu pervasızlığın iç çeteleşme şeklinde kendisini ortaya koyduğu bir süreçtir. Deyim yerindeyse PKK saflarına kanser virüsü gibi yayılan bu durumun yol açtığı ağır sonuçlar, daha sonraki yıllarda da etkisini boyutlandırarak gösterecektir. Halen tam olarak aydınlatılamayan karanlık olayların yaşandığı bu dönemin çözümlenmesi daha sonraki çetecilik pratiğinin anlaşılması açısından da önemlidir. Çünkü harekete karşı geliştirilen tam bir komplodur. Önderliğin konu hakkında yaptığı şu değerlendirme oldukça çarpıcıdır: ‘Komploculuk, toplumsal olaylarda olağan süreçlerin dışında, sadece aleyhteki güçlerin değil, yanında saydığın yakınlarının bilinçli veya gafletlerinden dolaylı birleşerek hedef aldıkları kişi, grup, parti veya halk gücünü darbeyle düşürme ve yasadışı duruma sokma hareketidir. Tertipçiler ise peşine düştükleri kişi, grup, parti, halk veya daha üst düzey toplumsal hedefler üzerine sürekli plan geliştirip bütün kritik noktalarda güçlerini hazırlayarak fırsat bulduklarında hedeflerini avlamayı esas alırlar. Kürt halkının özgürlük hareketi en ufak adım attığında, her ülkede peşinde yasalara, politik esaslara ve hatta askeri savaş kurallarına göre bir yönelimden ziyade, karanlıkta geliştirilen planlarla bir takip başlatılır. Hiçbir kurala sığmayan yöntemlerle imha, ezme, korkutma, tahrik etme, kaçırtma, teslim alma, işkence, hapsetme, ekonomik iflas, moral değerleriyle oynama, sahte yaşam zaaflarını kullanma, para, ikbal vb. tüm yollar denenerek özgürlük hareketi bertaraf edilir. Dikkat edilirse, normal bir savaş mantığı bile geçerli değildir. Kirli veya özel savaştan bile ağır bir uygulamadır komploculuk. Çünkü içinde dost geçinen de, gafil yoldaş da vardır. Kürt halkının özgürlük tarihini bu anlamda aynı zamanda bir komplocular tarihi olarak ele almak abartı sayılmaz; tersine daha çok gerçeklere götürür. Çünkü başka halklara benzer bir tarih yaşamıyoruz. Komploculuğun daha tehlikeli bir yönü, dost ve yoldaş geçinenlerin gafleti ve zamanında görevlerini karar ve sözlerine göre yürütmemeleridir. Ne kadar iyi niyetli ve çaba sahibi olsalar da, bu konumlarıyla komplocuların planlarını başarıya götürmelerinde en kritik zemini oluştururlar. Oynadıkları rol, Sezar’a ‘Sen de mi Brutüs?’ dedirten, İsa’yı Yehuda İskaryot’un ihanetiyle çarmıha gerdiren, halife cinayetleri gibi tarihin seyrine yol açan sayısız olaylardır. Kürt halkı açısından en kahırlısı, tek tek olayların değil, tüm tarihin bu yönlü hareketlerle dolu geçmesidir. Dost diye yanında bellediğin, ummadık yerde ve biçimde seni darbeler. Sana öncülük eden, bilerek veya bilmeyerek seni uçuruma götürürken, doğru yolda olduğunu sanır ve beklemediğin yerde ve biçimde devrilip gidebilirsin. Hareket ortamın tam bir mayınlı sahadır.’ Feodal komplocu eğilimin boy attığı bu dönemin özgürlük hareketi tarihinde anlamı, çizgi dışılığın kendisini yaşam, çalışma, ilişki ve savaş tarzıyla örgütleme zemini bulması ve gözü karaca pratikleştirmesidir. III. Kongre’yi ‘Aydınlar kaybetti, köylüler kazandı.’ şeklinde yorumlayan ve örgütün yetkilerini ele geçirerek çingene paşalığına soyunan bu güruh, halka ve yoldaşlara saldırmakta gecikmemiş, yüzlerce cinayet işlemiştir. Önderliğe ve örgüte bağlı militan yapıyı denetim altına almak ve yönlendirmek için kendilerine karşı çıkabilecek olan yoldaşları çeşitli düzmece suçlamalarla katletmeyi meslek edinmişlerdir. Kişiler hakkında kuşkular yaratarak en ufak yetersizliklerini ölüm gerekçesi haline getirmek temel yöntemleri olmuştur. Etraflarına topladıkları geri, bilinçsiz ve zayıf öğeleri kullanarak bu yöntemi yıllar boyunca sinsice uygulamışlardır. Sivil ve savunmasız halka yönelik sırf otorite kurma ve isteklerini yerine getirme amaçlı katletmelere girişmişlerdir. Kadın, çocuk, yaşlı ayrımı gütmeden girişilen bu katliamlar düşman tarafından özgürlük hareketine mal edilmiş ve uluslararası kamuoyunda hareketin ‘Terörist’ imajı yemesinde temel malzeme teşkil etmiştir. Halkı koruculaştırmada ve düşmanla birlikte hareket ettirmede bu uygulamaların belirleyici rolü olmuştur. Feodal komploculuğun vahşi yüzü karşısında korkuya kapılan, sinen, uzlaşan olduğu gibi bizzat yürüten ve yönlendiren çeteci bir ekip şekillenmiştir. Dörtlü Çete olarak da tanımlanan bu ekibin gerilla saflarında 26 yarattığı tahribatların dökümü halen yapılamamaktadır. Kör Cemal, Şahin Baliç, Hogır ve Şemdin Sakık’la ifadesini bulan Dörtlü Çete’nin gölgesinde kalan ve uygulamalarıyla onları aratmayacak pratiklerin sahipleri, önemli görev ve sorumluluklarda bulunmayı ihmal etmeyeceklerdir. Sarı Baran, Terzi Cemal, Ebubekir, Botan, Ferhat, Serhat ve daha nice komplocu, kendilerini sürece yaymayı başarı olarak addedeceklerdir. Feodal komploculuğun gelişme zemini eğitimsiz, örgütsüz yapı gerçeği olurken, köylülüğe dayalı sosyal zeminin her türlü aşiretçi, aileci, bölgeci eğilimi barındırması nedeniyle rahatlıkla örgütlenme fırsatı bulmuştur. Bu zemini değerlendiren çeteci eğilim, hızla gelişim kat etmiştir. Güç olma mantığını yetkiyi ve örgütün olanaklarını ele geçirmeye dayandıran, bunun için her türlü yol ve yöntemi mubah gören çeteci eğilim, önünde engel olan ne varsa şiddetle üzerine gitmeyi ve temizlemeyi temel yöntem olarak bellemiştir. Örgüt gücünü arkasına alarak kişisel iktidarını geliştirmek için savaşı bir araç olarak değerlendirmiştir. Halka yönelik eylemler bu amaç çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Halka korku salarak otorite olma çabasının bir ürünü olarak sivil ve savunmasız insanlar hedeflenmiştir. Örgütsel ilkeler bir tarafa itilmiştir. Taktik planda çeteciliğin gerilla esaslarını işlemez hale getirmesi diğer bir boyutu oluşturmaktadır. Gerillanın gizlilik kurallarını oportünizm olarak değerlendirme, mevzii çatışmalarına girmeyi cesaret olarak niteleme son tahlilde gerillayı açık hedef durumuna getirmiş ve köylü isyancılığının gerilla savaş tarzına bulaştırılmasını doğurmuştur. Komata ve Tahtareş çatışmalarında onlarca yoldaşın şahadeti bu mantığın sonucu olarak gerçekleşmiştir. Mevzi çatışmalarıyla gerillayı tüketme, yıllar boyunca çeteci pratiğin ürünü olarak yaşanmıştır. Askeri yaşam kurallı, disiplinli ve hedefli bir yaşamdır. Amaç doğrultusunda yaşamın örgütsel, eylemsel kılınması, askeri kültürün yaşama hakim kılınmasıyla mümkündür. Çeteci eğilim askeri yaşamı ve kültürü dejenere etmede muazzam tahribatlara neden olmuştur. Disiplinsiz, laçka, plansız, programsız bir yaşamı hakim kılan çeteci eğilim, geri geleneksel, feodal-küçük burjuva yaşamı örgüt ortamına taşımıştır. Mutlak itaate dayanan hakimiyet ilişkileri bireyciliği kamçıladığından adeta ‘Ben’ duygusunda sınır tanımazlığa yol açmıştır. Yaşam tarzında özerkliğin, ilişki tarzında hükmetmenin, çalışma tarzında kuralsızlığın, örgüte yaklaşım tarzında ikiyüzlülüğün, sahteliğin ve çıkarcılığın nedeni budur. Çeteci eğilimin bilinçlenme ve aydınlanmaya duyduğu büyük tepki, çıkarlarının, konumunun sarsılmasından, gerçekliğinin olanca çıplaklığıyla görülebilmesinden duyduğu korkudan ötürüdür. O nedenle eğitsel, örgütsel çalışmaları sabote etme, saptırma, gücü oranında boşa çıkarma çabaları sürekli olmuştur. 1986-90 dönemlerinde üniversitelerden gerilla saflarına katılan aydın kökenli kadroların yoğun bir şekilde katledilmeleri bunun ürünüdür. Eğitimleri ‘Lafazanlık’ olarak değerlendiren çeteci eğilim kaba pratikçiliğe aşırı övgüde bulunmayı teşvik ederek pratiğinin örgüt ölçüleri çerçevesinde sorgulanmasını önlemeye çalışmıştır. Kendini yeterli gördüğünden ve olumladığından, örgütsel eğitime yanaşmamış, bununla da kalmayarak gücü eğitimsiz bırakmaya çalışarak zayıflıklar üzerinden güç olmaya çalışmıştır. Feodal komploculuğun yol açtığı tahribatların uzun yılları kapsayan bir sürece yayılması dönemin daha ayrıntılı, objektif ve sübjektif boyutlarıyla irdelenmesini gerekli kıldığı gibi, çetecilikle mücadelede başarı sağlamak için gerekli olan tüm verileri bağrında taşıdığından, önemle üzerinde durulmayı gerektirmektedir. Kuşkusuz ki dönemin komploculuğu salt gerilla saflarıyla sınırlı değildir. Zindanda, Avrupa’da da benzeri girişimler sürmüştür. Fatma, Avukat Hüseyin Yıldırım, Dilaver Yıldırım vb.’nin girişimleri peşisıra gelişmiştir. 1990 yılına gelindiğinde komplocular çeteci pratiklerini Önderlik sahasına da taşıma gözü karalığında bulunmuşlardır. Önderliğin çocukluk arkadaşı olan Hasan Bindal yoldaş kaza süsü verilerek katledilmiştir. Önderlik bu durumu şöyle ifade etmektedir. ‘1990’ların başından itibaren iç ve dış komploların ayak sesleri adeta ‘Ben geliyorum’ diyordu. 25 Ocak 1990’da en eski çocukluk arkadaşım Hasan Bindal’ın sözde kaza kurşunuyla öldürülüşü, aslında içinde birçok gizi taşıyan bir olaydır. Bu, kamp yönetimindeki Sarı Baran, Mehmet Şener ve Şahin Baliç’in birlikte planlama ihtimali yüksek bir komploydu. Eğer olayı yutmuş olsaydım, çok kısa bir süre sonra operasyon benim tasfiyemle tamamlanabilirdi. Beni tasfiyeyle görevli iki resmi ajanın, o günlerde Star TV’de kendilerine yönelik suçlamalar karşısında, sanıyorum Cem Ersever’i savunma anlamında şöyle konuştuklarına bizzat tanık oldum. ‘Biz başarısız değiliz, istesek öldürebilirdik, ama sağ yakalanması isteniyordu.’ Bu tarz sürüp giden bir itiraftı. Doğruluk payı vardı. PKK içinde oldukça mesafe alan çete yoluyla, bu rahatlıkla gerçekleştirilebilirdi. Fakat örgütün kontrolünün de ellerinde kalması için, benim sağ kalmam ve örgütün tümüyle çetenin eline geçmesinden sonra tasfiye edilmem, yaklaşım stratejisinin özüydü. Örgütün tümü ele geçirilmeliydi. Bunun için tehlikeli gördükleri bütün dürüst ve bağlı kadroların kaza süsü verilerek yok edilmesi gerekiyordu. Şemdin, Kör Cemal, Hogır ve Şahin kendi çapında bu süreci Mahsum Korkmaz’ın kuşkulu ölümüyle 1986’dan itibaren başlatmışlardı.’ 27 Şimdi anlaşılıyor ki, ya kaza süsü vererek, ya da ‘Ajandı’ adı altında cezalandırdıkları yüzlerce dürüst ve değerli kadro ve yurtsever insan bulunmaktadır. Partinin en değerli kadro ve eylemci yapısını temizlemek için bile bile eylem adı altında ölüme gönderiyorlardı. Bunun için komuta inisiyatifi konusunda korkunç hassas davranıyorlardı. Çünkü ne kadar komuta yetkisi varsa, bu o kadar komplo, cinayet ve güç kazanmak demekti. Tümüyle devlet demeyeceğim ama Cem Ersever olayında da halen aydınlatılamadığı gibi, bir çevrenin PKK’deki bu çeteleşmeyle direkt veya dolaylı ilişkisi yüksek bir ihtimaldir. Zaten devlet bünyesinde bu dönemde çeteleşmenin kontrol altına alınmakta güçlük çekildiği bilinmektedir. Yine bu dönemde başta KDP olmak üzere, KUK’tan bazı kesimler, birçok aşiret ve özel görevli de yoğun biçimde bu süreç içinde görev yürütmüşlerdir. Sürecin tam başarıya gidememesinin nedeni, çetenin elebaşlarının farkına varılmasıdır. Şahin Baliç’in ölümle cezalandırılması, Sarı Baran, Mehmet Şener ve Hogır’ın kaçmaları, Kör Cemal’in önceden cezalandırılması ve Şemdin’in kontrol altına alınması, çetenin etkinliğini büyük ölçüde kırmıştır. Hasan Bindal olayının büyük önemi, çetenin bütün niyetlerini ve olası bağlantılarını ele verir nitelikte olmasıdır. Bu olay çözümlenmesiydi, Önderlik ellerinde kalacak ve diledikleri gibi kullanmaya çalışacaklardı. Tümünün bilinçli ajanlık yaptığını söylemek zordur. Ama bir kısmının özellikle çeteleşen devlet odaklarıyla ilişkisi kesindir. Bu rollerini sicilli ajanlar olarak değil, Kürtler’de çok uygulanan kişi ve aile çıkarları temelinde, zımni uzlaşma biçiminde yürütmüşlerdir. Bunlar örgüt birimlerini ellerine geçirmek için her yöntemi deneyecek tiplerdi. Hizbullah liderinin PKK’ye karşı devleti kullanma tarzına benzemektedir. KDP ve KUK’un bazı grupları, çok sayıda aşiret ve çeşitli adlar altındaki örgütler bu yöntemle çok vurgun yapmış ve cinayet işlemişlerdir. ‘APO Primi’ denen rantçılığın önemli bir kaynağı, bilinçli veya kendiliğinden ta PKK içine kadar uzamıştı ve hastalık gibi yayılıyordu.’ İlk kez Kürdistan dağlarında gerçekleşen PKK IV. Kongresi, bir gerilla kongresi olmuştur. Feodal komplocu eğilimin burjuva liberal eğilimle birlikte tasfiye etmek istediği parti çizgisi her şeye rağmen kendisini korumuştur. Silahlı mücadelenin rolünü yitirdiğini, dolayısıyla gerillaya gerek kalmadığını dillendiren Şener tasfiyeciliği açığa çıkarılmış ve tasfiye edilmiştir. Selim Çürükkaya ve Mehmet Şener gibi tiplerin zindan direniş geleneğine hırsızlama bir yöntemle sahip çıkıp kendi tasfiyeci çabaları için zemin yaratma çabaları ters tepmiş ve sonuçsuz bırakılmıştır. Gerilla ordulaşmasına musallat olan çeteci pratik, eleştiriye tabi tutulmuş ve mahkum edilmiştir. Dönem gerillanın halk kitleleriyle görkemli buluşmasının gerçekleşmeye başladığı bir dönemdir. Halk serhıldanlarının Cizre’den, Nusaybin’den başlayıp dalga dalga bütün Kürdistan’a yayılması dönemidir. Kürdistan’da adeta bir alt-üst oluş yaşanmış ve milyonların ayağa kalkışı gerçekleştirilmiştir. Devlet otoritesinin ciddi bir zafiyet içerisine girdiği bu dönemde halkın devrimci otoritesi başat konuma geçmiştir. Gerillanın on binleri bulan bir sayıya ulaşması, derinliğine ve genişliğine ülkenin tüm stratejik alanlarına üslenmesi gelişmelerin diğer bir boyutunu teşkil etmiştir. Dağa çıkan binlerce gerilla adayının ideolojik, politik, örgütsel ve askeri açılardan eğitilmesi, donatılması, mevzilendirilmesi ve pratikleştirilmesi görevi layıkıyla yerine getirilmemiştir. Güç ve teknik yeterlilik, örgütsel yeterlilikle bütünleştirilmeyince gerillanın esaslarından da hızla uzaklaşma paralelinde gelişmiştir. Taktik dışılık halka, savaşa, yoldaşlara yaklaşımda ciddi tahribatları beraberinde getirmiştir. Gerillanın gizlilik, hareketlilik ve manevra gibi özellikleri daha fazla ihlal edilmeye başlanmıştır. Artan teknik olanakları taktiğin hizmetine sunmaktan ziyade, taktiği tekniğe dayandırma yaşanmıştır. Açık üslenme, sabit konaklama, kendi ihtiyaçlarını ön plana alan konumlanma, araziyi derinliğine ve genişliğine kullanmayı, hazırlamayı önlediği gibi, gerillayı kolay hedef durumuna getirmiştir. Gerillanın esnekliğini ve gizliliğini ortadan kaldıran büyük sayılarda örgütlenmeler, hantallaştıran, tüketen ve yozlaştıran bir işlev görmüştür. Eylem olsun da nasıl olursa olsun mantığıyla asi avare bir pratiğin sergilenmesi durumu doğmuştur. Yanlış, yersiz, zamansız eylemlerin yanısıra niceliği çok ama niteliği olmayan eylemler peşisıra gelişmiştir. Kimi zaman bu eylemler sivil, savunmasız insanlara yöneldiği gibi çeteci tarzın değişik bir versiyonu olarak daha da inceltilmiş bir tarza büründürülmüş hali olarak yaşanmıştır. Güce hoyratça yaklaşılmış ve adeta ağırlık olarak görülüp kaçırtıcı her türlü yöntem sergilenmiştir. Halkın gerillaya saygısı, bağlılığı ve inancı istismar edilerek halka yönelik bastırmacı, düşmana açık hedef yapıcı pratikler ortaya çıkmıştır. Tüm bu hususları değerlendiren düşman, DYP-SHP hükümetiyle organizeli bir şekilde topyekün savaş kapsamında kendisini yeniden organize ederek büyük tehlikeyi bertaraf etmek için varını yoğunu ortaya koymuştur. Bir yandan ittifaklarını oluştururken, bir yandan da kapsamlı saldırıların hazırlığına girişmiştir. Gerilla da ortaya çıkan sapmaları tespit etmiş ve ona göre hazırlıklarını derinleştirmiştir. 1992 sonbaharında KDP ve YNK ile birlikte düzenlediği Güney Operasyonu ilk adımı teşkil etmiş ve önemli sonuçlar almıştır. Mevziye çakılan gerillaya önemli kayıplar verdirmiş ve kendince başarılı bir çıkış gerçekleştirmiştir. 1993 yılı devletin resmi yapısından sıyrılarak bir çete devletine dönüştüğü bir yıldır. Faili meçhul cinayetler, 28 sadece yurtsever, demokrat insanları kapsamamış, cumhurbaşkanından, kuvvet komutanlarına kadar devletin iç yapısını da kapsamına almıştır. İşte bu süreçte ilan edilen ateşkes, ne yazık ki iç ve dış çeteciliğin engeline takılmış ve sonuçsuz kalmıştır. Gerilla saflarında ortaya çıkan ‘Erken iktidar hastalığı’ devrimci gelişmeleri kendinden menkul gören, dolayısıyla olumsuzluklarını giderip aşma ihtiyacını görmeyen, giderek zorlanınca her türlü çeteci yönteme başvurarak ayakta kalmayı temel yöntem belleyen tutumu izah etmiştir. İdeolojik politik formasyondan yoksun, örgütsel duyarlılıklardan uzak, kendini esas alan ve bunda ısrar eden komuta yapısı, tarz ve tempoda sürecin gerisinde kalmış ve kendi içinde tekrarı yaşar hale gelmiştir. 1993 yılı gerillaya yönelik kapsamlı operasyonların yaşanmadığı ama halk kitlelerine yönelik yoğun faili meçhullerin, yaşandığı, yerleşim merkezlerinin tahrip edildiği, kısacası denizi kurutma taktiğinin devreye sokulduğu bir yıldır. Siyasal çözüme kulak kabartan devlet içindeki kimi kesimlerin de faili meçhullerle susturulduğu, tasfiye edildiği bir yıldır. Gerilla saflarında ise erken iktidar hastalığına tutulanların çeteleşme süreci hız kazanmıştır. Hemen hemen her bir eyalette yansımaları görülen bu durum, kimi alanlarda açık veya gizli biçimde düşmanla işbirliğine kadar tırmanmıştır. Zımni uzlaşma objektif olarak yaşanan bir durumken, düşmanın bizzat teşviki ve propagandası ile işbirlikçi eğilim geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede her bir eyalete yönelik özgün planlamalar geliştirilmiş ve zayıflıklara seslenilmiştir. 1992 yılı sonlarında gerçekleşen Güney Savaşı, bir teslimiyet anlaşmasıyla sonuçlanmıştır. KDP ve YNK’nin taşeron olarak kullanıldığı bu savaşta, gerilla esasları uygulanmamış ve önemli kayıplar yaşanmıştır. Gerilla güçlerini Helena ve Rubarok eylemlerinde yaşandığı gibi tasfiyeye uğratan, savaş kapıya gelince de teslimiyete yatan Ferhat unsuru, çeteci pratiğini Zele’ye taşımış ve Zele’de geliştirmek istediği sahte önderlik ve iktidar hevesini sınır tanımaz bir gözü karalıkla sergilemeye başlamıştır. 1500 civarındaki gerilla gücünü Zele’de konumlandırıp zayıflıklarına seslenerek kendine göre kadro derleme ve oluşturma çabası dikkatlerden kaçmamıştır. Yaşam tarzı olarak özerk ve tüketici olan ilişki tarzı seviyesiz, çalışma tarzında keyfi, savaş tarzında oportünist, savaş ağalığını bu kişilik özellikleriyle meslek edinen Ferhat unsuru, hem KDP ve YNK için, hem de düşman için iyi bir malzeme oluşturmuştur. Güneybatı eyaletinde Terzi Cemal unsuru direkt düşmanla işbirliğine yönelmiş ve mücadele azmiyle dopdolu olan 17 yoldaşı işkenceler yaptırarak hunharca katlettirmişti. Klasik ajan-provokatör suçlamaları, bilinen düzmece gerekçeler olarak sunulurken, bu yolla gerçekler gizlenmeye çalışılmıştır. Amed’de Şemdin Sakık, direkt devletle işbirliği temelinde yürüttüğü çeteci pratik, halkın ve yoldaşların katledilmesi, ölçüsüz yaşam tarzıyla adeta tüm gücü suçlular topluluğu haline getirmek istemesi, yoldaşların emeği üzerinde sahte komutanlık geliştirmesi, kadına yönelik köleleştirici ve yozlaştırıcı yaklaşımlarını teorize ederek kadını mücadeleden koparma çabaları ile adeta alternatif bir önderlik olma çabasını sinsice yürütmüştür. Daha sonraki yıllarda görüleceği gibi, işbirlikçileşen ve hainleşen birçok kişilik dönemin hastalıklarından önemli oranda nasibini almış ve süreçle gerçek yüzleri açığa çıkmıştır. 1993 ateşkesi, Bingöl’de 33 askerin öldürülmesi eylemiyle son bulurken, bu durum bir yandan düşmanın topyekün savaş yöntemiyle gerillaya karşı büyük harekatı başlatması anlamına gelirken, bir yandan da iç çeteciliğin, eğer önü alınamazsa ağır tahribatlarının yaygınlaşarak devam edeceği anlamına geliyordu. Başkan Apo, bu süreci vurgularken şunları belirtmiştir: ‘PKK öncülüğünde tüm iç ve dış dayatmalara rağmen, Kürt halkının özgür iradesinin sürmesi, mücadeleyi daha da şiddetlendirmiştir. İçte gelişen ve silahlı mücadeleyi çizgi ve ahlak dışı keyfi tutumlarına ve siyasi hırslarına göre kullanmak isteyen eğilimler uç vermeye başladı. Gelişen mücadelenin ihtiyacına göre kendini yetiştiremeyen kadroyu, geri toplum özellikleri ve yeni uyanan egemen sınıf hırslarıyla ezen kişilikler; komplocu yaklaşımlarını örgütün ideolojik ve siyasi seviyesini yok etmekte temel yöntem haline getirmişlerdir. Dağın hayvanlaştırıcı etkisini, denetimin zorluğunu ve silahın gücünü keyfi tutumlarını güçlendirmek için kullanmada sınır tanımamışlardır. Ordulaşma yerine çeteleşmeyi yarış haline getirmişlerdir. Suçlu-suçsuz ayrımı yapmadan, savaş düzenine geçmeden, ayrım yapmakta güçlük çekilecek bir eylem tarzı temel biçim haline gelmiştir. Hiçbir savaş biçimine benzemeyen yoz bir durum ortaya çıkmıştır. Aslında gerillaya karşı kontrgerilla olarak da adlandırılabilecek bu durumu aynı güç yapıyordu. Bu gelişmeyi sadece geleneksel işbirlikçiliğe ve onun temsilcisi KDP etkinliğine bağlamak yetersiz bir izah olur. İki neden önemli rol oynamaktadır. Birincisi, ağırlaşan görevler karşısında kendini yeterince eğitemeyen dürüst kadro ve savaşçı yapısı, ikincisi bunu fırsat bilen küçük burjuva kurnazlığını farklı bir örgüt haline getirme çabaları, kendi deyişleriyle köylü sınıfın, aydınlardan iktidarı ele geçirme fırsatını yakalamış olduğunu sanmak. Zor dönemlerin kat be kat ağırlaşan görevlerinin üstesinden gelinemediğinden, bu durumların her kurumda ortaya çıkması beklenmelidir. Hele provoke edilmiş ve sık tekrarlanan komploların varlığını 29 sürdürdüğü ortamlarda, bu tür eşkıya asi çetelerin türemesi kaçınılmazdır. Ancak muazzam askeri ve ideolojik eğitim bu süreci başarıyla aşabilir. Ama yine de bilinçli komplo çabalarının ve sürekli destek veren işbirlikçi güçlerin, KDP’lilerin bundaki rolü küçümsenemez. Bu, özünde sınıf mücadelesi olarak da görülebilir. Çeteleşme ve KDP, gerilla ordulaşmasını engellemede diğer tüm güçlerden daha fazla rol oynamışlardır. Çatışma ortamında kayıpların anlamsız olan yüzde doksan payı bu yozlaşmanın ürünüdür. Devletin de, PKK’nin de rayından ve çizgisinden çıktığı bu yılların olumsuz pratiğinde çeteci anlayış ve pratiğin rolü belirleyici olmuştur. Devlet de bundan cesaret bularak ve başardığına inanarak kanun dışılığa sapmış ve en azından ilgili Çiller hükümeti döneminde tarihin hiçbir döneminde görülmeyen bir zihniyetle hukuk dışılığa yönelmiştir.’ Kuşkusuz iç netleşme ve kararlaşma yaşanmadan olası büyük saldırıyı karşılamak imkansızdı. Bunu gören Başkan Apo, sonbahar ve kış aylarını bu temelde eğitsel, örgütsel çalışmaları yoğunlaştırarak değerlendirdi. 1994 yılının sert bir savaş yılı olacağı açıktı. Gerillanın yaşadığı ağır sorunlar aşılmadan savaşta tutunmak oldukça zordu. Emperyalizmin ve bölge gericiliğinin desteğini ‘Terörizmle mücadele’ adı altında sağlayan düşman, Kürdistan’a yüz binlerce asker ve özel savaş birlikleri sevk ediyordu. Zaten 1993 yılında binlerce faili meçhulle siyasal ortamı istediği sınırlara çekmiş, kitleyi pasifize etmek için yoğun katliamlara ve tutuklamalara başvurmuş ve korucu-itirafçı-ülkücü ekseninde ölüm mangaları oluşturmuştu. Ekonomi tümüyle savaşa endekslenmiş ve Tansu Çiller hükümetiyle siyasal vizyonunu da oluşturmuştu. Çete devleti deyim yerindeyse Kürdistan’da taş üstünde taş bırakmamakta kararlıydı. Verilen demeçler, yapılan açıklamalar ve sergilenen uzlaşmaz tutumlar buna işaret etmekteydi. 1993 Sonbaharıyla birlikte tüm gerilla güçlerine kış perspektiflerini sunan Başkan Apo; yaşanan sorunlara dikkat çekmiş ve kapsamlı bir savaş yılına hazırlanılmasını belirtmiştir. Örgütsel açıdan Zele’ye Güneybatı’ya ve Amed’e yapılan müdahaleler tüm eyaletlere yapılan güç takviyeleri ve yoğun olarak sürdürülen eğitsel örgütsel çalışmalarla iç çeteciliğin geriletilmesi sağlanırken, gerilla güçleri savaş yılına hazır hale getirilmeye çalışılmıştır. Sahte iktidar havalarından ve heveslerinden kendisini kurtaramayan kadro-komuta yapısı, gerçekliği ancak yaşadıktan sonra görecekti. 1994 yılı ile birlikte Kürdistan’da yaşanan tam bir işgaldir. 1994 yılı, 15 Ağustos 1984’ten sonra yaşanan en kapsamlı ve en yoğunluklu savaş yılıdır. Bütün özel savaş yöntemlerinin devreye sokulduğu, her türlü savaş tekniklerinin ve taktiklerinin sergilendiği, orta yoğunluklu bir savaş yılı olan 1994, yıkıcı ve yakıcı sonuçlarıyla sonraki savaşın tekrar yıllarında da etkisini artan oranda hissettirecekti. Böylesi bir savaşa yeterince hazırlanmayan, buna göre kendisini düzenlemeyen, mevzilendirmeyen ve hareketlendirmeyen kadro, komuta gücü ise zorlanmaların, kayıpların ve yıpranmaların temel nedeni olmuştur. Başkan Apo bu durumu şöyle ifade etmektedir: ‘Görev alan çok sayıda grubun kendilerini içine düşürdükleri durumların esas nedeni savaşın doğası, siyasi temeli ve ideolojik donanımından ya habersiz ya da çok az bilinç ve eğitimli olmaları önemli bir etkendir. Komutaya sahip çıkılmaması, kayıp ve yenilgilerin en önemli nedenidir. İçine düştüğüm durumların temel nedenini de bu gerçeklikte aramak gerekir.’ Kürdistan’da binlerce yerleşim yerinin yakılıp-yıkılması, milyonlarca insanın yerinden, yurdundan edilmesi bu sürece denk gelmiştir. Operasyonlar seri, sürekli ve uzun süreli olurken, denizi kurutma taktiğiyle gerillanın halkla bağı koparılmaya ve açığa çıkan gerillayı sürekli temasa sokarak yıpratıp güçten düşürerek darbelemeyi esas almışlardır. Lojistik desteklerinden yoksun bırakılan gerillanın zorlu doğa ve yaşam koşullarına uzun süreli dayanması zor görülmüş ve sonuçta iradi kırılmaların yolu açılmak istenmiştir. Tüm dağlık alanlar işgal edilerek stratejik üs alanlarında barınamaz hale getirilmek istenilen gerilla, kendilerince daha elverişli olan yumuşak alanlara hareketlendirilerek sonuç alınmaya çalışılmıştır. Kurtarılmış alan esprisine uygun bölgelerde konumlanılarak gerillanın moral ve motivasyonunun zayıflatılması esas alınmıştır. Kuşkusuz ki tüm bu yönelimlerin ve planlamaların gerçekleşmesi stratejik bir kararlılığı ve hazırlığı ifade etmektedir. Öylesine ki, operasyonlar öncesinde 5000 hazır kefenin cephelere aktarılması bile binlerce kaybın önceden göze alındığını göstermektedir. Tansu Çiller, Mehmet Ağar ve Doğan Güreş üçlüsünün başını çektiği düşmanın savaş kurmayı varını, yoğunu ortaya koyarak oligarşik cumhuriyeti koruma ve kollama görevini bütün hukuk dışı yöntemleri devreye koyarak başarmak istemişlerdir. Daha sonraki yıllarda ‘Susurluk Cumhuriyeti’ olarak da ifadelendirilecek olan bu ekiptekiler kirli ve kuralsız savaştan sorumlu olmayı adeta onur sayacaklardır. Gerilla her şeye rağmen 1994 yılında görkemli bir direniş sergilemiş ve yenilmezliğini bir kez daha kanıtlamıştır. 1500’ü aşkın gerilla şahadeti yaşanmış, binlerce asker öldürülmüş ve Kürdistan boydan boya savaş mevzisine çevrilmiştir. Zamanında yapılmayan hazırlıklar ve taktik yaratıcılıktaki zayıflık kayıpların nedeni olurken, kadro-komuta sorununun bir kez daha kendisini dayattığı ve engel konumuna soktuğu bir süreç olmuştur. Düşman hedeflediği sonuçlara tümden ulaşamamış olsa da, denge durumunu yakalamış ve geniş iç ve dış desteklerine dayanarak bu durumu lehinde bir gelişme olarak değerlendirip çözümsüzlükte 30 ısrarı daha bir boyutlandırmıştır. Süreçle gerillanın tekrarı yaşayacağı, tıkanacağı ve çözüleceği varsayılarak lojistik teknik ve personel üstünlüğüne dayanarak savaşı kazanacağını öngörmüştür. Gerilla saflarında yaşanan ise, kapsamlı bir direniş olmakla birlikte, kimi öğelerde yaşanan demoralize olma, inançsızlık, güvensizlik, kısmen yenilgili ruh halini yaşama ile geniş olanakları kaybetmenin yarattığı yılgınlıktır. Adeta yenilgisinin nedenlerini kendinde arama yerine, düşmanın güçlü olmasında arama ve bu arayışını duruş, yaşam, ilişki ve çalışma tarzına yansıtma biçimindedir. İşbirlikçiliğin ve teslimiyetin ruh hali, bu kişiliklerde dönem itibariyle ‘Bu iş olmaz.’ şeklinde yansımaktadır. Güçsüzlüklerini kendilerini güçlü yansıtarak giderme moda bir yöntemdir fakat ortaya çıkardıkları sonuçlar bu durumun da fazla sürmeyeceğini gösterir niteliktedir. PKK IV. Kongresi’ne bu koşullarda gidilir. Başkan Apo yeniden partileşme ve gerillalaşma temelinde kongre gündemini hazırlar. Eleştiri-özeleştiri yöntemiyle kadro-komuta sorunlarının giderilmesini, çete pratiklerinin soruşturulmasını ve değişim-dönüşüm ve yeniden yapılanma temelinde sürece hazırlanılmasını emreder. Kongre, yitirilen parti öncülüğünün yol açtığı sorunları irdelerken yeterli bir değişim gücünü açığa çıkaramaz ve şekli bir takım değişikliklerle yetinir. Daralan, tıkanan ve çözümsüz kalan kadro ve komuta gücü yetmezliklerinin derin bilincine ulaşmaktan uzak, kör inatlaşmayı da andıran tekrar pratiğine sevdalı bir tutum içerisindedir. Gerilla ordulaşmasına dayatılan çeteci pratiğin önde gelen sorumlularından Botan unsurunun soruşturulması ve yargılanması neden doğru esaslarda gerillalaşılamadığının da verilerini çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur. 1986 yılından beri üst komutada yer alan bu unsur, yaşam, çalışma ve ilişki tarzıyla adeta ordu bozanlıkta, yozlaşmada başı çekmiştir. Feodal komplocu pratikte oynadığı karanlık rolü, bu kez tüketici, dağıtıcı, kaçırtıcı ve yozlaştırıcı tarzıyla sürdürmüştür. Ferhat unsurunun da benzer pratiklerine ek olarak işbirlikçi teslimiyetçi çizgiyi dayatması yargılama konusu yapılmış ve çeteciliğin ulaştığı tehlikeli boyutlar bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Yenilgili kişiliğin teslimiyete varan duruşu, ruh hali ve arayışı bu kişilikler şahsında açığa çıkarılıp mahkum edilirken, yeniden parti öncülüğünü tesis etme temelinde seferberlik başlatılmıştır. Gerillanın 1994 yılı pratiğinden çıkardığı yoğun deneyimlere ve tecrübelere dayanılarak yaygın gerilla taktiğiyle, takım örgütlenmesini esas alarak gizliliğe ve hareketliliğe azami dikkat gösterip düşmana etkili darbeleri beklemediği anlarda ve yerlerde indirmesi perspektifi taktik Önderlik tarafından başlangıcında ihlal edilmiş ve kendi tarzında ısrar yine dayatılmıştır. Tabur ve alaylara dayalı örgütlenme ve hareket tarzı, tahkim edilmiş hedefleri kaldırma çabası taktik bir açılım olmayıp gerillayı kolay hedef yapan ve düşmanı inisiyatifli kılan bir yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. İdeolojik, politik, örgütsel düzeltmeyi gerçekleştirmeden bu mantıkla taktik düzeltmeye girişmek tekrarda ısrardan başka bir anlama gelmemiştir. Nitekim daha kongre sonuçları özümsenmeden ve gerilla kendisini yeni taktiğe göre düzenlemeden 1995 baharında Çelik Operasyonu adıyla düşmanın Güney’e yönelimi gerçekleşmiştir. 1995 yılı, aynı zamanda ilkel milliyetçi güçlerin Dublin anlaşmasıyla 92 benzeri bir yönelime karar kıldıkları yıldır. Gerillanın Güney’de de giderek artan etkisi, bu güçleri rahatsız etmiş olup düşmanla ortak hareket etmelerine yol açmıştır. Yıl ortalarında KDP’yle girilen çatışmalar geniş bir alana yayılmış ve ateşkesle son bulmuştur Güney’de sınır hatlarına yerleşen gerilla, deyim yerindeyse sınırları yolgeçen hanına çevirmiştir. Kongreden sonra oluşumuna gidilen Anakarargah ya da Merkez Karargah önemli bir çalışma zemini yakalamıştır. Savaşın sevk ve idaresinde komuta kontrol merkezi işlevini görmesi, yine genelin ihtiyaçlarını gidermede eğitsel ve örgütsel merkez rolünü oynaması öngörülen Anakarargah, hem Önderliğin çalışma yükünü hafifletecek, hem de pratik yönlendiricilik yapacaktı. Fakat taktik önderlik konumunda bulunan Merkez Karargah tasfiyeci bir rol oynamaktan geri kalmayacaktı. Merkez Karargah yönetiminde bulunan Şemdin Sakık’ın çeteci pratiğini bu kez Anakarargaha taşıması tam bir kadro komuta katliamına yol açtığı gibi, genel gelişmeleri de zorlar hale gelmiştir. Şemdin Sakık'la uzlaşan merkez karargah yönetimi ve bu gidişata müdahale etmeyen merkezi komuta, adeta ‘Görmedim, duymadım, bilmiyorum’ tutumlarını devam etmiştir. 1996 başlarında İsrail’le girdiği ittifaklaşma, düşmanı teknik ve taktik açıdan yetkinleştirirken, mücadelenin temel direnç noktası olan Başkan Apo’ya yönelik imha planlarını devreye sokmakta gecikmedi. Deniz Gezmişlerin idam günü olan 6 Mayıs’ı eylem günü olarak seçmişlerdir. Ve 6 Mayıs 1996 günü Şam’da Başkan Apo’ya yönelik bombalı suikast eylemi gerçekleştirilmiştir. Eğer eylem başarıya ulaşmış olsaydı, işbirlikçi çete grupları tarafından istila edilmiş olan saflarda dağılma kaçınılmaz hale gelecek ve hedeflerine ulaşmış olacaklardı. Zaten zindana, dağa, Avrupa’ya, kısaca her alana ve kuruma yönelik planlamalar bu çerçevede hazırlanmıştı. Fakat eylem sonuçsuz kalmış ve 30 Haziran 1996 tarihinde Dersim’de Zilan yoldaşın eylemi gerçekleşmiştir. Zilan yoldaşın eylemi uyarıcı olduğu kadar doğan tehlikelere karşı görev ve sorumluluklara sahip çıkılması için de bir çağrı niteliği 31 taşımıştır. Bu kez düşman şok olmuştur. Çünkü bir gerillanın bu denli fedakar, kararlı, inançlı ve dirençli eylemi ile ilk kez karşılaşıyordu. Başkan Apo, Zilan yoldaşın eyleminin tarihsel anlamını şöyle değerlendirmektedir: ‘Zilan yoldaşın eylemi savaşımımızın en kutsal ve en sonuç alıcı eylemidir. Bıraktığı mektuplara karşılık vermek özellikle benim açımdan manevi bir sorumluluktur. Zilan yoldaşın eylemi sanıldığı gibi bir intihar eylemi değildir. Tamamen dönemsel, tarihi, planlı, oldukça cesur ve soğukkanlı bir eylemdir. Bir gerilla bölüğünün veya taburunun yapabileceği bir saldırıyı tek başına gerçekleştirme gibi bir anlama sahiptir. PKK silahlı savaşım çizgisinde bu eylemin yeri, son derece riskli koşullarda eksiksiz olarak böyle bir eylem gerçekleştirmek, olsa olsa PKK’nin askeri çizgisinde bir çıkış yaptırmakla izah edilebilir. Zilan yoldaşın gerçekleştirmiş olduğu bu eylem, aynı zamanda intiharvari eylem anlayışına da büyük bir darbedir, bir panzehirdir. Bu bir manifestodur, bir yemindir. Zilan yoldaş, parti içinde örgütlü yaşamın nasıl temsil edilmesi gerektiği konusunda da en büyük çıkıştır Bu yön düşmana karşı çıkıştan daha önemlidir. Bütün bir insanlık adına yapılan bir eylemdir. Düşürülen insanlığa karşı kadın cinsinin düşürülmesine karşı büyük bir eylem, büyük bir direnmedir. Komutan Zilan yoldaştır, emir erleri de bizleriz.’ Gerillanın Başkan Apo’ya bağlılığı, halka duyduğu derin sevgi, eşsiz fedakarlığı ve sınırsız güveni Zilan yoldaş şahsında dile gelmiştir. Kürdistan kadınının Özgürlük Hareketi ile yakaladığı militanlaşma düzeyini Zilan yoldaş çarpıcı bir tarz da ortaya koymuştur. Bu eylem, sadece düşmanın saldırılarına verilmiş bir yanıt olmayıp çeteciliğe karşı Başkan Apo’nun devrimci çizgisinde yürüme kararlılığını ifade eden Apocu militan kişiliğin yanıtı olmuştur. Başkan Apo’yu sahiplenmenin kendi özgür geleceğine sahip çıkma olduğunu derinden hisseden ve bilince çıkaran Zilan yoldaş, özgür yaşam tutkusunu eyleme dökerek Kürdistan tarihinde yepyeni bir çığır açmıştır. Gerillanın fedai ruhu Zilan yoldaşta sembolleşmiştir. Başkan Apo, Merkez Karargah pratiğine müdahale ederek sorumluları hakkında soruşturma başlatmış ve Zilan yoldaşın çağrısına mücadeleyi yükseltme perspektifiyle yanıt vermiştir. Ankara-Washington-LondraTela Aviv merkezli planlamalar karşısında, gerillanın derinliğine ve genişliğine yayılma ve mevzilendirilmesi peşisıra geliştirilmiştir. 1997 yılına gelindiğinde hazırlıklarını tamamlayan düşman, kapsamlı bir operasyon hazırlığındadır. Bu kez hedef Merkez Karargahtır. Ve hedefi yumuşatma çerçevesinde tüm alanları kapsayan genel operasyonlardır. 14 Mayıs 1997 yılında başlayan Güney operasyonuna bu kez ilkel milliyetçi güçler ile birlikte, İsrail de teknik ekipmanla katılmaktadır. Havadan ve karadan sürdürülen operasyona karşı gerilla direnerek yanıt vermiştir. Bu kez, 1992 ve 1995 operasyonlarından çıkarılan derslerle birlikte düşmana ağır kayıplar da verdirilmiştir. Aralıklı olarak bu operasyonlar süreklileşmiş ve bir anlamda Güney Kuzeyleşmiş, adeta tüm Güney sahaları savaş mevzisine çevrilmiştir. Kuzey’de ise gerilla Türkiye topraklarına taşmış ve KaradenizAmanos hatlarında ilerlemeye başlamıştır. Hiçbir mevziden sökülmeyen gerilla, yeni mevziler açarak düşmanı daha da sıkıştırmıştır. Esasta yaşanan karşılıklı hamleler şeklinde konumunu korumaktadır. Eğer imkan bulunursa sağlamlaştırıp geliştirmektedir. 1998 yılına gelindiğinde durum benzerdir. Her iki taraf da zorlanmakta ve direnmektedir. Eğer çeteci eğilim olmasaydı veya zamanında tedbiri alınıp etkisizleştirilseydi kuşkusuz durum daha farklı olacak, belki de çözüme kapı aralanacaktı. Fakat karşılıklı çeteleşme sonuçta tahribatları da doğurmuştur. Başkan Apo sürecin bu yönlü analizini yaparken, şu hususları belirtmektedir: ‘Başta ideolojik doğuşta taşınan reel sosyalizm ve düzen alışkanlıkları bu yeni gelişme döneminde adeta maskesini atarak gerçek yüzüyle kendini göstermeye başladı. Sınırlı özümsenen ideoloji bir tarafa bırakıldı. Geleneksel kimlik ele geçirdiği silah ve yetki fırsatçılığı ile adeta Nemrut türü bir kişiliğe büründü. Pusuda yatan ve feodal yanı ağır basan kişilikler hareket alanında etkili olan ilkel milliyetçi eğilimden de güç alarak kendilerini alabildiğine hakim kılma sevdasına kapıldılar. Hareketin başlangıçtaki dürüst, sınırlı donanımlı, yoksul köylü kadroları gerekli atılımları yapamadıkları için arkasına ilkel milliyetçiliği alarak yükselen feodal kişilik daha da cüret kazanıyordu. Hareketin Önderlik çalışmaları ve inanılması güç bir emeğin ürünü olan kazanımları üzerine tam bir feodal gaspçı gibi yükleniyordu. Yüzyıllarca yetkiye dair yaşadıkları susuzluk ve sahte komutanlık biraz olsun varolan akıl düzeyini de ellerinden alıyordu. Bunların harekete özde ve dürüstçe bağlı olan sınırlı kadro yapısının geri kalanlarını da feodal komploculukla ortadan kaldırmayı planlı bir eylem haline getirdikleri çok geç anlaşılacaktı. Dörtlü Çete diye tabir edilen eğilimin hareketin dürüst kadro sembolü olan Agit’in (Mahsum Korkmaz) şehit olmasından beri henüz tam aydınlatılamayan karanlık çabalar içinde olduğu anlaşılıyordu. 1987-88 yılları arasında bu çetenin pratiğe damgasını vurduğu bir dönemin yaşandığı doğruluk kazanıyor. Başlangıçta inanılması bile güç ve ancak ‘Çeteler yapabilir.’ denilen bir eylemcilik anlayışı çizgi haline geliyordu. Hareketin ideolojik, moral, kural, sorumluluk ve dürüstlük ölçüleri tamamen bir tarafa bırakıldı. Hiçbir savaş kuralında olmayan, kimin yaptığı belirsiz olan bir tutum bir hastalık gibi gerilla 32 gücüne bulaştırılıyordu. Açığa çıkmasın diye çatışma süsü verilerek dürüst kadroların öldürülmesine kadar gidilebiliyordu. Şehit Hasan Bindal olayının 1990 başlarında gerçekleşmesi ve çok açık olan komplo yönü aklın başa alınması gereğini ortaya koyuyordu. Bu sadece bir işaretti. Bu anlayış zorunlu olmadığı halde daha önceleri birçok çocuk ve kadının ölümünün bilinçli ve açık sorumlusuydu. Kendi önünde engel olarak gördüğü en değerli yoldaşları bile gözünü kırpmadan öldürtmeye yatkın bir kadro, bir eğilim, çılgınca bir gelişmeydi. Ama gerçekti. Bunlar epey mesafe almışlardı. Yapı büyük oranda suç ortağı haline getirilmişti. Sorumlu olması gereken eski merkezi kadroların var olanları üç maymunları oynuyorlar; ‘Duymadım, görmedim, bilmiyorum.’ diyorlardı. Önderlik olarak ne kadar tarihi hamle yapılsa ve destek sunulsa da, bu anlayışın sahipleri çok alçakça ve fazla değeri olmayan keyfi tutumları için boşa çıkarmayı zevk haline getirmişlerdi. Ana kuzularını, bin bir emeğin ürünü gençleri grup grup hiç gerekmeyen ve planlı olmayan eylemler için belki de bir paket sigara veya fazladan bir kutu yiyecek için ölüme gönderiyorlardı. Adam yeme makinesi haline gelmişlerdi. Bir çiçek gibi karşılanması gereken genç kızlar bir yük gibi hor görülüyor, şahıslarında özgürlük tutkularının canına okunuyordu. Fırsat bulduklarında ilkelliği dayatmaktan geri kalmıyorlardı. Çok sıkıştıklarında ya devlete ya ilkel milliyetçi karargaha kapağı atıyorlardı. Hatta kaçışlarıyla Avrupa’yı da yolgeçen hanına çevirmişlerdi. Kendini eğitmek şurada kalsın bin bir emekle geliştirilen eğitim malzemelerini taşların altına doldurmuşlardı. Örgüt disiplini ilk yıkmaları gereken işlerdendi. Keyfi buyrukluk, kendine hizmet ettirme o lanetli bin yılların sınıf güdüleri en ilkel halleriyle saflarda egemen oluyordu. Bu anlamda tüm tedbirlere rağmen PKK 1987-1997 döneminde aslında özünü de, biçimini de önemli oranda yitirmişti. Doğrudur, PKK’nin bir kitle tabanı vardır. Büyük kahramanlıkları olmuştur. İlk ölüm oruçları şehitlerini vermişlerdir. En zor koşullarda onurlarını korumuşlardır. Ama hem cezaevinde, hem dağda, hem de Avrupa’da farklı o çok aşağılık egemen sınıf güdülerinin tatmini için büyük atağa kalkmışlardı. Her türlü oyun ve cinayet onlar içini ustalık sanılıyordu. Dökümü tam yapılmamakla beraber bilinçli olarak yanlışın dayatmasıyla gerçek partili kadro ve örgüt üyesi olabilecek gücün yüzde doksanının bu anlayışın kurbanı olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir. Ayrıntılı araştırmalar gerçeği daha çok ortaya çıkaracaktır. PKK’nin her düzeyde itibar kaybı, Önderlik komplosunun gelişimi ve yaşadığı ezici kadro savaşçı ve sempatizan kayıpları kadar sınırsız araç, gereç lojistik ve kitle kaybı da büyük oranda bu anlayışla bağlantılıdır. 1998 yılına gelindiğinde, Şemdin’in kaçırılması ve sonra yakalanması da PKK’nin sözde kalan merkezinin ne durumda olduğunun önemli bir göstergesidir. Yavaş da olsa, bu tür ihanetlere hala ortam ve koşul sunan bir yönetim aklına ve kişiliklerine saygıyı ne kadar başına ve vicdanına topladığını iddia edebilir. Daha kapsamlı bir eleştiri sözde askeri çizgi için yapılabilir. Hiç de az olmayan askeri olanaklara muazzam elverişlilik arz eden ortam, lojistik ve kitlesel desteğe rağmen, en basit bir meşru savunma hattını tutturamayan bir gerilla gerçeğine özellikle önderlik ve komutanlık konumuna ne denilebilir. Ufuklu bir çizgi ve askeri anlamı olan bir eğitim ve örgütlenmeden kaçış geniş olanaklar ortamında bazen turist yaşamını bile geriden izleyen bir tembellik, hazırı bile bir hiç uğruna kaybettiren özden yoksun komutanlık kendine ne kadar askeri kişiliği yakıştırabilir? Bir meşru savunma savaşı için ideal tüm özellikler ve koşullar birarada toplandığı halde en elverişli bir dağda öz savunmayı bile bilmek istemeyen ve baştan savan bir komutanlık ne kadar ciddiye alınabilir. En cesur insanları bile yük gibi değerlendiren bir komutanlık, pratik merkez ne kadar iddialı olabilir. Açık ki, ucu ister devletlere, ister Avrupa’ya, ister ilkel burjuva milliyetçiliğine dayansın, çeteci eğilim, örgüt, komutanlık, eylem çizgisi ve yaşam tarzına damgasını vurmuştur. Önderliği asıl boğuntuya götüren örgütün bu duruma sokulmasıydı.’ 1998 yılında bir yandan gerillaya yönelik imha operasyonları kapsamlılaşarak sürerken, bir yandan da uluslararası ilişki ve ittifaklara dayalı olarak Önderlik üzerinde komplo çemberi daraltılıyordu. 17 Eylül Washington anlaşmasıyla ilkel milliyetçi güçler de hem sürece aktif olarak dahil ediliyor, hem de komplo sonrası doğabilecek olanakları değerlendirme temelinde hazırlanıyorlardı. Güney’de Kürt federe oluşumu Önderliğin ve hareketin tasfiyesi temelinde onay görüyordu. Bu yolla tüm güçler sarsılan çıkarlarını güvenceye almış olacaklardı. 6 Mayıs’ta Deniz Gezmişlerin idam günü Önderliğe yönelik suikast eylemi gerçekleştirilmişti. Bu kez 9 Ekim’de Che Guavera’nın ölüm yıldönümünde Önderliğe yönelik imha operasyonu başlatılıyordu. Bu çerçevede Suriye üzerinde kurulan ağır baskı sonucu bilinen Avrupa’ya çıkış ve komplo sonucu 15 Şubat’ta esaret altına alınış gerçekleşmiştir. Gecikmeli de olsa halkın ve hareketin Önderlik etrafında kenetlenmesi, yüzlerce yoldaşın bedenlerini ateş topu yapması gerillanın sınırlı da olsa rolünü oynaması, komplonun imhayla sonuçlanmasını önlemiştir. Kuşkusuz ki yaşananlar hiç de tasavvur edilmeyen bir çapta ve kısa süreçte gerçekleşmiş ve tam şok durumunu yaratmıştır. Ağır duygusal ortam gerillanın ‘Öl-öldür.’ çizgisinde son ferdine kadar savaşmasını 33 koşullarken, yüz binlerce insanın ölümüne yol açabilecek gelişmelerin de kapısını aralamıştır. Halkların birarada yaşama şansını tümden ortadan kaldırabilecek olası gelişmeler ortamında komplocular planladıkları sonuçlara ulaşmayı ummuşlardır. Komploya hemen hemen tüm güçler katılmışken, salt Türk-Kürt çatışmasına indirgenen bir durumun ortaya çıkması beklentilerini oluşturmuştur. Bu yolla hem rollerini ve amaçlarını gizlemiş olacaklardı, hem de doğacak istikrarsızlıktan azami fayda elde edeceklerdi. Başkan Apo, komplonun gelişimini bizzat yaşadığından ve doğabilecek gelişmeleri önceden kestirdiğinden, hiçbir gücün beklemediği bir tutumla kaba direnişçilik kadar, teslimiyete de prim vermeden barışçıl-demokratik çözüm stratejisini gündemleştirmiştir. Kendilerini sınırsız savaşa kilitlemiş olan düşman ve gerilla güçleri kadar komploda yer alan uluslararası güçleri de şaşırtan bu çıkış karşısında, tüm güçler pozisyonlarını yeniden belirlemek zorunda kalmışlardır. Düşmanın ‘Terörizm, bölücülük’ vb. gerekçeleri ellerinden alınırken, komplonun aydınlatılması imkan dahiline girmiş ve gerilla yeni durumu değerlendirerek kendisini yeni mücadele sürecine hazırlama olanağını elde etmiştir. Başkan Apo’yu istifa etme noktasına getiren örgütsel sorunları aşma, değişim-dönüşüm ve yeniden yapılanma çalışmalarını başarma olanağı doğmuştur. 2 Ağustos 1999 Deklarasyonu ile gerilla güçlerinin sınır dışına çekilmesi ve 1Eylül 1998 Ateşkesinin süresiz kılınması, yine dağdan ve Avrupa’dan demokratik barışçıl çözüm gruplarının Türkiye’ye gönderilmesi, siyasal demokratik çözüm stratejisinin benimsenmesi Kürt halkı adına atılan barışçıl çözüm adımları olarak peşisıra geliştirilmiştir. Gerilla meşru savunma pozisyonuna geçmiş ve PKK VII. Kongresi ile birlikte HPG adı altında kendisini yeni bir örgütsel ifadeye kavuşturmuştur. HPG’nin yeni dönem rolüne dikkat çeken Başkan Apo şunları belirtmektedir: ‘Genel bir direniş savaşı için gerekli olan birçok koşul ve olanaktan yoksunluk savaşın sınırlı ve dar tutulmasını gerektirmektedir. Hükümran devletlerin siyasi ve askeri güçlerine karşı yapılacak direnmede silahlı savaşım düşük ve orta yoğunluklu, bazen her ikisinden de dar hücre tipi savaşlara kadar daraltılabilir. Hiç direnmemek boyun eğmeyi sonsuz hale getirir. Direnmeyle devletlerin hükümranlık haklarını yok etmek değil demokratik uzlaşıya uygun hale getirmek çağımız koşullarında en uygun yol gibi görünmektedir. HPG’nin rolü bu biçimde tanımlanabilir. Savaşın kabul edilebilecek koşullarından bir diğeri HPG’nin bizzat varlığına yönelik saldırılara karşı savunma savaşıdır. Bunun için gerilla savaş türünü sonuna kadar kullanmak durumundadır. Üslenmeden halkla ilişkilere, lojistikten eğitime, komutadan siyasi bağlantılara kadar gerekli her sorunu çözmek görevlerindendir. Öyle dönemler olur ki, halkın ve tüm örgütlü güçlerin dayandığı en temel biçim olur. Tüm demokratik çabaların koruyucusu ve geliştiricisi olmak ona düşer. Bunun için gerekli siyasi ve örgütlü donanımı sağlamak durumundadır. Nicel ve nitel konumunu yerine getirmesi gereken görevleriyle uyumlu kılmak stratejiyi ve taktiklerini belirlemek çözmesi gereken görevlerdir. Tüm parti, kongre ve tehlikede olan halktan insanların güvenliğinden de sorumlu kılınmaktadır. Bu zor ve önemli görevleri en iyi eğitilmiş askeri ve diğer güvenlik güçlerine karşı yerine getirmektedir.’ Siyasal demokratik çözüm stratejisini kitlelerin siyasal demokratik eylemliliğiyle taktik plana kavuşturan PKK, meşru savunmayı bu çizginin geliştirilmesi için yaşamsal görmüş ve bu çerçevede Halk Savunma Kuvvetleri (HPG) oluşumuna gitmiştir. Mevcut inkar ve imha sisteminin yürürlükte olduğu, her türlü saldırının gelişme olasılığının ciddi düzeyde bulunduğu ve halkın demokratik mücadele olanaklarının yeterince olgunlaşmadığı koşullarda HPG’nin, dolayısıyla gerillanın büyük önemi bulunduğu rahatlıkla anlaşılacaktır. Bu anlamıyla meşru savunmanın silahlı yöntem de dahil olmak üzere, her yöntemle devrede tutulması, çizginin gelişimi için olmazsa olmaz kabilinden bir olgudur. Devlet kurma amaçlı şiddet kullanma anlayışından, meşru savunma gereği zorunlu hallerde şiddet kullanma anlayışına ulaşma en önemli dönüşüm olarak HPG’de yaşanmıştır. Yine varlık nedenlerine saldırı olmadıkça şiddet kullanmama ve meşru savunma pozisyonunda kalma ayrı bir kazanım olarak HPG’nin hanesine yazılmıştır. Kuşkusuz ki değişim-dönüşüm ve yeniden yapılanma çalışmaları uluslararası komplo koşullarında gerçekleşmektedir. Komplocu güçler bu kez YNK’yi taşeron güç olarak devreye sokup gerillayı dağıtma ve teslim alma amaçlı olarak 2000 yılının sonbaharında kapsamlı bir operasyon başlatmışlardır. HPG, yüzün üzerinde yoldaşın şahadetine neden olan saldırıya karşı meşru savunma anlayışı çerçevesinde direnmiş ve saldırıları püskürtmüştür. Bu aynı zamanda gerillanın komploculara karşı verilen mücadelede etkili bir yanıtını oluşturur. Gerillanın asla teslim alınamayacağı ve yenilgiye uğratılamayacağı bir kez daha dosta düşmana gösterilmiştir. Gerillanın kendisini yenileme, donatma ve yeniden yapılanma temelinde sürece hazırlaması kapsamlı bir eğitsel örgütsel çalışmayı gerektirmiştir. Her türlü çeteci anlayış ve pratikten arınma ve Önderlik çizgisiyle buluşma, ideolojik, politik, örgütsel ve askeri açılardan yoğun bir eğitimi gerektirmiştir. Bu çerçevede pratik hazırlıkların ve görevlerin yanısıra teorik programatik ve taktik esaslarda kapsamlı bir eğitim süreci 34 geçirilmiştir. Görkemli mücadelenin olumlu mirasına sahip çıkılırken, kayıp noktaları üzerinde ayrıntılı durulmuş ve çıkarılan dersler ışığında gerillanın yenilenmesine gidilmiştir. Kuşkusuz ki bu çalışmalar önceki süreçlerde yapılmış olsaydı trajik sonuçlar yaşanmamış olacaktı ve inanılmaz zorlanma gerçekleşmeyecekti. Yılların ağırlaşan sorunları elbette bir çırpıda kaldırılamayacak ama girilen doğrultuda ilerlendikçe sorunlar çözüm yoluna girecek ve meşru savunma anlayışı temelinde modern gerilla yavaş yavaş ortaya çıkarılacaktı. Kuzey zemininde kalan gerillanın düşman yönelimlerini önemli oranda boşa çıkarması, gizlilik, hareketlilik, manevra ve üslenme gibi gerillayı önemli derecede ilgilendiren hususlarda yetkinleşmesi, amacı aşan eylemlere yönelmemesi ve meşru savunma pozisyonunda kalması halka güven verdiği gibi hareketin yeni süreç gerillasını yapılandırma çabalarına önemli bir katkı sunmuştur. Güney zemininde yürütülen çalışmalarda da önemli gelişmeler yaşanmış gerillanın yetkinleştirilmesi ve olası gelişmelere karşı hazırlanması kesintisiz sürdürülmüştür. İşte tam da böylesi bir süreçte çetecilik boynunu yine uzatmış ve adeta iflah olmamacasına tekrar uğursuz rolüne soyunmuştur. Önderliğin esaretini örgütün yaşadığı sorunları ve siyasal-askeri konjonktürü işbirlikçi tarzda değerlendirme fırsatı olarak gören çetecilik, iç ve dış gerici güçleri arkasına alarak hareketi tümden ele geçirme, olmazsa parçalayarak bir kısmını denetimine alma çabasına girişmiştir. 1986 yılından sonraki tüm pratiklerin içerisinde yer alan, bir anlamda toplamını ifade eden bu yeni dönem çeteciliği komplonun tamamlayanı olmak için son ana kadar çabalarını eksik etmemiş ve saldırılarını gözü karaca boyutlandırarak sürdürmüştür. Bilinçlenmemiş, aydınlanmamış; örgütlenmemiş, militanlaşmamış kişiliklerin son tahlilde çetecilik için objektif zemin oluşturduğu bilinen bir gerçektir. Ne zaman, nerede, nasıl, hangi biçimlerde aktifleşeceği ise hareket edilen zemine ve maddi gerçekliğe dayanmaktadır. Sağlam yurtsever ölçülere kendisini kavuşturmamış, demokratik bilinç ve disiplini özümsememiş, özgürlükçü ve eşitlikçi yaşam anlayışına ulaşamamış, tarihsel-toplumsal gelişimi içerisinde insanın yaşadığı sorunları analiz edememiş ve bütünlüklü bir çözüm perspektifine kavuşmamış her bir birey için çeteciliğe zemin olma veya uygulayanı haline gelme her zaman için olası bir durumdur. Bu nesnel gerçeklik nedeniyle çeteciler yalnız hareket etmemiş ve karanlık emelleri için geniş bir kesimi suçlarına ortak etmeyi ihmal etmemişlerdir. Gerillanın Güney’e çekilmesi ve mevzilenmesi sonrasında yürütülen çalışmalara kendisini dayatan çeteci eğilim, Önderlik sistemini dağıtmak için bir yandan Önderliğe bağlı olduğunu söylerken -ki tüm çeteciler böyle yapmıştır- bir yandan Önderliğe karşıtlığı ideolojik, politik, örgütsel ve yaşamsal hususlarda gözü karaca geliştirmekten geri durmamışlardır. Bunun için örgütün yetki ve olanaklarını ele geçirme temelinde örgütlenmeyi ihmal etmemişlerdir. İdeolojik olarak milliyetçiliği -ki devletçi zihniyetin ideolojik örtüsüdür- sahte yurtseverlik gösterileriyle sürdürmeye çalışmış, bu temelde halkların demokratik özgür birlik çizgisinde ilerleyişine ayrılıkçı tutumlarını dayatmışlardır. Demokratik dönüşüm çizgisini kendi feodal, küçük burjuva ölçüleri için fırsat olarak değerlendirmişler ve bireyci bencil çıkarları için kalkan yapmışlardır. Halkın özgücüne dayanarak bugünlere gelen özgürlük hareketini halktan kopartarak ABD’nin yörüngesine taşımayı, bu çerçevede işbirlikçiliklerinin ödülü olarak sahte yaşam yolunu yaratmayı ve garantiye almayı hedeflemişlerdir. Düzenin yaşam ölçülerini hakim kılmaya çalışıp özgürlük ölçülerini tasfiye etmek istemişlerdir. Tüm bu ve benzeri hususlarda yalancılığı, ikiyüzlülüğü ve riyakarlığı temel ahlak edinen çeteci güruh, örgütsel işleyişin gereği olarak gerçekleşen toplantıları, eğitsel çalışmaları yaşam aktivitelerini, medya olanaklarını sınırsız kullanarak büyük tahribatlara yol açmıştır. Kuşkusuz ki moral motivasyonu düşürülen, gündemi saptırılan, görev ve sorumluluklarından uzaklaştırılan gerillanın, bırakalım meşru savunma rolünü yetkince yerine getirmesi, sağa sola savrulmaması içten bile değildir. Halkın yaşanan tehlikelerden bihaber olması ve özlü direnişinin bu biçimde istismar edilmesini aklına bile getirmemesi tehlikenin boyutlarını görmek için önemli göstergelerdir. En önemlisi de Önderlik adına önderliği ‘Tecrit içinde tecrit’e alarak tasfiyeye girişen bu yönelim, doğaldır ki tüm çeteci pratiklerin toplamı olarak ortaya çıkmıştır. ABD’nin ‘Başka yöntemlerle PKK sorununu halledeceğiz.’ söyleminin boşuna olmadığı ve esasta bu eğilime dayalı gerçekleştiği ortaya çıkan bir diğer gerçektir. 2003 sonbaharında artık açıktan saldırıya dönüşen çeteci pratik karşısında halkın ve hareketin Önderlik müdahalesiyle bir mücadele geliştirmesi sonucu çeteci eğilimi başarısızlığa uğratmış ve komplonun içteki uzantıları bertaraf edilmiştir. Önderliğin geç ve yeterince bilgilendirilmemiş olması tehlikeyi büyütürken, özünde yaşanan bir kez daha mücadele tarihinden doğru sonuçlar çıkarılmadığıdır. İdeolojik, politik, örgütsel ve yaşamsal saldırıları meşru savunma kapsamında yanıtlaması gereken gerilla, yetersiz kalmış ve bu durum, çeteci eğilime cesaret verdiği gibi, gerilla üzerinde hesapların kurulmasına yol açmıştır. En azından çeteci 35 eğilimin yıllarca gerilla alanlarında bulunması, çalışması ve yaşaması yaşanan trajediyi anlatmak için yeterli nedenlerdir. İşbirlikçi-ihanetçi çetenin gözü karaca saldırıları kuşkusuz ki son sürecin ürünü değildir. Tüm çeteci pratiklerin toplamı olarak yıllara dayalı bir birikimin ürünüdür. Beşli çeteye zemin sunan gerçekliğin görülmesi ve çözümlenmesi oldukça önemlidir. Başkan Apo’nun değişim-dönüşüm ve yeniden yapılanma göreviyle yükümlü kıldığı merkezi kadronun adeta ‘Görmedim, duymadım, bilmiyorum.’ tarzında ısrarı çeteciliği beslemiş ve tahribatların büyümesinde kritik halkayı oluşturmuştur. Reel sosyalizmin dogmatik yorumuna dayalı olarak değişimi şekli ve geçmişin restorasyonu şeklinde algılayan, bu nedenle değişmemekte ısrar ederek tutuculaşan, örgütsel yenilenmeyi sözde kabul eden fakat pratikte iktidarcı-yetkici yaklaşımla suni dengelere dayanarak eleştiri-özeleştiri yöntemini işlemez kılan veya şekli uygulayan bu tarz, sonuçta da ilkesiz uzlaşmalara yol açarak gruplaşmaların, klikleşmelerin, ahbap-çavuşlukların, kastlaşmaların örgüt ortamını adeta işgal etmesine yol açılmıştır. Kuşkusuz ki bu durum, çeteci eğilime örgütlenmesi ve etkinleşmesi için üstten bir davetiye anlamına gelmektedir. Kadro-komuta yapısının yaşadığı ideolojik, politik sorunlara paralel örgütsel sorunların bu tarzda yaşanması, adeta kaos durumuna yol açmıştır. Çeteci pratiklerinden ötürü yıllar öncesinde yargılanmış, mahkum edilmiş tipleri örgütün en üstünde tutma çabası, olumsuzluklarına göz yumulması, sınırsız inisiyatif tanınması, altta ise her türlü tasarrufçu, benmerkezci, bürokratik, bastırmacı, kaçırtıcı yaklaşımın sergilenmesi tesadüfi olmayıp Önderlik tarzıyla bütünleşmemede ısrarın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz ciddi bir özeleştiriyi gerektiren bu durumların yaşanması karşısında salt beşli çetenin mahkumiyetiyle yetinmek, ona zemin sunan gerçekliği görmemek büyük bir yanılgı olacaktır. Başkanlık Konseyi’nden meclise, meclisten üst komutaya, üst komutadan alt komutaya kadar zincirleme yaşanan bu durum, yönetimin neden yönetim olamadığını da ortaya koyan çarpıcı bir örnektir. Göz göre göre yıllar boyunca çeteciliğin yarattığı tahribatlara göz yuman, son çeteci pratiğin ortaya çıkışına adeta davetiye çıkaran, doğan tahribatları çetecilikle izah edip kendi rolünü görmeyen ve çözümlemeyen yaklaşım, tavır ve tutumlar ahlaki, vicdani ve devrimci içerikten yoksundur. Özeleştirisel yaklaşımın samimi, dürüst ve ilkeli bir tarzda geliştirilmesi o nedenle yaşamsallık arz etmektedir. Beşli çetenin son elebaşlarının durumları da kısaca şöylece özetlenebilir. Ferhat unsuru esas olarak hiçbir zaman gerilla çalışmasına girmemiştir. İşbirlikçilik ve teslimiyet sınıf karakterine uygun olduğundan, 92 yılında bunu pratikleştirmiş ve Önderlik tarafından mahkum edilmiş birisiydi. Daha sonraki yıllarda tüm uğraşısı intikam alma temelinde olmuş ve uluslararası komployu fırsat olarak değerlendirmiştir. Botan unsuru ise feodal komplocu dönem pratiğinden ötürü yargılanmış, ısrarcı tutumu sonrasında tekrar yargılanmaya tabi tutulmuş birisidir. Askeri görünümü altında büyük bir oportünizmi yaşayan, iradi kırılmasını siyasal çalışma örtüsüyle gizlemeye çalışan, disiplinsizliği ve lümpenizmi yaygınlaştırmak isteyen, işbirlikçilik ve teslimiyeti bireyci yaşamı için temel çözüm olarak gören, bu çerçevede Ferhat unsuruyla ittifaklaşıp grup oluşturma çabalarını sistemli olarak yürütüp intikam almaya çalışan bir tipti. Birçok iradesiz, yoz ve lümpen kişiliği etraflarında toparlayarak grup oluşturmaya çalışan çeteci güruh, gerillanın tavır ve tutumuyla karşılaşınca soluğu ilkel milliyetçi karargahlarında almışlardır. İhanetçi çete grubunun yirmi yıl boyunca gerilla saflarında yarattığı tahribatlar, son çete pratikleriyle zirveleşmiştir. Gerillaya katılım sonrasında örgüt çizgisi ile bütünleşmemeleri kendilerini çizgileştirmeyle sonuçlanmıştır. Objektif zemini sübjektif planda tamamlama ve bir tarz biçiminde yansıtma, genel gelişim yönünü oluşturmaktadır. Örneğin Ferhat ve Botan unsurlarının ahbap çavuşlukla başlayan resmiyet dışı lümpen ilişki tarzları giderek örgüt içinde örgüt kurmaya kadar varmıştır. Son derece otoriter, baskıcı ve anti demokratik kişilikleri barizken, demokratik dönüşümün öncülüğünü yapma iddiası gibi trajikomik bir role soyunmuşlardır. Botan unsurunun gerillada yarattığı tahribatlar salt yaşamsal boyutta olmamış, taktik dışılık boyutunda da yaşanmıştır. Örneğin gerillanın küçük birliklerle gizlilik içerisinde hareket etmesi öngörülüyorsa, o ana birlikler adındaki kendini koruma birliklerini oluşturarak gizliliği ihlal etmiştir. Gerillanın vur kaç taktiğine dayanarak her yerde-hiçbir yerde taktiğini uygulaması karşısında o, çatışmalara girmeyi, mevziye çakılmayı esas alarak gerillayı açık hedef haline getirmiştir. Gerillanın hareketli hedefleri darbelemesi, ani ve kısa süreli sonuç alma açısından daha rasyonelken, o tahkim edilmiş sabit hedeflere gerillayı yönelterek gerilla kayıplarına yol açmıştır. Bu ve benzeri taktik dışılıkları bir tarz olarak gerillaya bulaştıran Botan unsuru, binlerce yoldaşın şahadetine neden olmuştur. Komplo koşullarında meşru savunmanın yaşamsallığı gereği, gerillayı nicel ve nitel olarak büyütme temel görevken, o gerillayı küçültme 2000 sayısı ile sınırlandırma çabasına girerek Önderliği ve halkı savunmasız kılmanın uğraşısını vermiştir. Kendi tarzına yatkın olan kadro ve komuta yapısının zayıflıklarına seslenerek gerilla ortamında etkin olmaya çalışmıştır. Tüm bu hususlar Botan unsurunun 20 yıl boyunca yarattığı tahribatların kısa özetidir. 36 Başkan Apo’nun sürece müdahalesi ile birlikte yaşanan toparlanma ve netleşme sonucu 1 Haziran’da tek taraflı ateşkes kararını geçersizliğini kamuoyuna deklere eden HPG, aktif meşru savunma pozisyonuna geçtiğini ilan etmiştir. Bu karar askeri olmaktan çok, ideolojik, siyasi ve örgütsel bir karardır. Çünkü tüm özgürlük değerleri saldırıya maruz kalmış ve gerillanın meşru savunma konumunu aktifleştirmesi yaşamsal hale gelmiştir. Yaşanan süreç, gecikmeli de olsa, alınan kararın yerindeliğini kanıtlamakla kalmamış, önemli kazanımları ve gelişmeleri sağlamada da önemli bir işlev görmüştür. HPG, düşmanın tüm yönelimlerine karşı mevzilerini korumakla yetinmemiş, moral motivasyon üstünlüğünü de yakalamıştır. Gerillanın geçen altı yıl boyunca yürüttüğü hazırlıkların düzeyini ölçme açısından da önemli bir pratik olan 1 Haziran Hamlesi, hamle sonucunda ulaşılan sonuçları analiz etme olanağını da vermektedir. Daha kapsamlı bir meşru savunma savaşımının yaşanma olasılığı karşısında yaşanan durum önemli verileri ortaya çıkarmıştır. Her şeyden önce gerillanın hız, manevra, insiyatif, esneklik, gizlilik, üslenme, lojistik, eğitim, kitle ilişkisi, vuruş tarzı, planlama kabiliyeti, kayıpları en aza indirgeme ve yanıltma gibi birçok konuda aşama kaydettiği görülmektedir. Çeteciliğin geliştirdiği asi avare, eşkıya pratiği yerini planlı, örgütlü ve sistemli bir pratik biçimlenişe bırakmış durumdadır. Maksadı aşan eylemler en aza indirgenirken, zaman, mekan ve koşullar gözetilerek sürece hizmet eden bir eylem anlayışının önemli oranda hakim kılındığı görülmektedir. 1 Haziran sonrasının kazanımları yanında gerillanın yetersiz yanları da açığa çıkmıştır. Geçmiş alışkanlıkların tekrarı biçiminde yer yer hak edilmeyen kayıplar yaşanmıştır. Hareket tarzında gizlilik kurallarına riayet etmeme, açık hareket etme, manevraya elvermeyen coğrafyalarda konaklama, pusulara düşme, komploya getirilme, disiplin, denetim, istihbarat ve irtibat gibi hususları yeterli kılmama gibi hususlar kayıpların temel nedenleri olarak etkili olmuştur. Taktik planda yaşanan darlık ve yeterli örgütlülüğün, hazırlığın gerçekleştirilememesi eylem tarzına da yansımıştır. Eylemlerde sınırlı sonuç alıcılığın yaşanması, hedef tespitinde ve ayrıntı da yaşanan yüzeyselliğin bir sonucu olarak dışa vurmuştur. Dolayısıyla istisnalar hariç genelde eylemler etkili ve sonuç alıcı bir tarza bürünmemiştir. Yine şehir eylemlerinde yaşanan sınırlılık şehir gerillacılığında da oldukça zayıf kalındığını göstermiştir. Metropol eylemliliklerinde ekonomik hedeflerle sınırlı kalınması bir yetersizlik nedeniyken, yoğun tutuklamaların ve çözülmelerin yaşanması değer kaybına neden olduğu gibi, halkın hedef durumuna getirilmesi sonucunu da beraberinde doğurmuştur. Gerillanın organizeli, birbirini tamamlayan, eş zamanlı ve politik ortama etki eden eylemlilik düzeyini yakalayamadığı, bu anlamda parçalı, dönemsel ve sınırlı eylemliliği aşamadığı, hatta kimi zaman politik ortama olumsuz etkide bulunan eylemlere yöneldiği görülmüştür. Komutanın taktikte dar ve yüzeysel kalması, yaşam, çalışma ve ilişki tarzında yeterli dönüşümü gerçekleştirememesi sevk ve idarede yetersizliklere yol açarken, kimi zaman da pasifizm, etkisizlik ve sağ savunmacı pratik duruşun yaşanmasına yol açmıştır. Bu ve benzeri yetersizliklerin aşılmaması durumunda kapsamlılaşan görevler karşısında yetmeyen, yanıt olamayan duruşların tıkanıklıklara, kayıplara ve sorunlara neden olacağı açıktır. Meşru savunma pozisyonunda bulunan gerillanın silahlı mücadele yöntemini siyasal mücadele stratejisinin bir bileşeni olarak ele alması ve tıkanma veya saldırıya uğrama durumlarında devreye sokması savaş olgusuna yaklaşım noktasında en önemli kazanım yanını oluşturmaktadır. Bu çerçevede bir halk savaşını yürütme meşru olduğu gibi, insan olmanın da bir gereği olmaktadır. Haksız savaşları meşru görmemek ne kadar doğruysa, bir halkın en temel meşru demokratik hakları için her türlü zulmü uygulayanlara karşı her düzeyde direnmek ve savaşmak da o denli doğrudur. Bu en geniş ayaklanmalar biçiminde olabileceği gibi, orta yoğunluklu şiddetli savaşlar biçiminde de olabilir. Tüm bu hususlar saldırıların niteliğine ve yoğunluğuna bağlı olarak gelişebilecek olan hususlardır. Meşru savunma olayını başka türlü yorumlamak mümkün olmadığı gibi, anlamlı da değildir. Dolayısıyla meşru savunmayı insanın var olma tarzı olarak tanımlamak ve insanlığa aykırılık teşkil eden ne varsa ona karşı mücadele etmek olarak formüllendirmek gerekir. Kürdistan gerillası bu anlamda halkların, insanlığın, özgürlük değerlerinin meşru savunma gücü olarak rol oynamaktadır. PKK’nin yaşadığı değişim-dönüşüm ve yeniden yapılanma sürecinde ulaşılan sonuçlar kuşkusuz ki tüm mücadele birikimlerinin bir sentezidir. Başkan Apo savunmalarıyla bu gerçekliği çarpıcı tarzda ortaya koymaktadır. Yaşanmış olanların toplamından hareketle, yaşanacak olanları kestirme, buna göre kendini programlama, örgütlendirme ve pratikleştirmede, yaratılan mücadele geleneği esas kaynak durumundadır. Düşmanın tüm yönelimlerine ve iç çeteciliğin dağıtıcı-boşa çıkarıcı tüm çabalarına rağmen, özgürlük ve demokrasi mücadelesi durdurulamamıştır. Milyonlara varan kitle desteği, on binlere varan örgüt çalışanıyla Apocu hareket, halkların özgürlük umudu, bilinci ve direnci olmaya devam etmektedir. Yaratılan özgürlük değerleri halklarımızın özgür geleceğini yaratmada temel güç kaynaklarıdır. Halklarımız Önderlik sorununu Başkan Apo gibi bir Önderliğe sahip olarak gidermiştir. Yaşamını halklarımızın özgür geleceğine adayan Başkan Apo, tüm özgürlük değerlerinin bileşkesi olarak kurumsallaşmış bir önderliktir. Halklarımızın özgürlük ve eşitlik mücadelelerinde rol oynayan, emek, can ve 37 kan veren kahramanlardan bayrağı devralan Başkan Apo, özlü ifadeyle rolünü şu şeklide tanımlamaktadır. ‘Bütün Zinler ve Adulelerin, Mem ve Dervişe Abdi’si de oldum. Manilerin, Mazdeklerin, Babeklerin son ahdından tutalım, Hüseyin’nin Kerbela yalnızlığını, Hallac-ı Mansur’un hakikat aşkını, Pir Sultan’ın dostluk rütbesini de taşıdım. Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin arkadaşıydım. Mazlum, Kemal, Hayri ve Ferhatların intikam savaşçısıydım. Böylesi her çağdan her milletten binlercesinin birleşen ve bilince kavuşan son örnekleriydim.’ Şehitlerimiz en önemli güç kaynağımızdır. On binlerce özgürlük mücadelecisinin şahadeti, ahlaki ve vicdani açıdan yaşayanlara bıraktıkları anılarla tarihi sorumluluklar da yüklemektedir. ‘Dünümüz, bugünümüz ve geleceğimiz’ olan şehitlerimiz, özgür yaşam kaynaklarıdır. Fedakarlığın, cesaretin, tutkunun, kararlılığın, bilincin, direncin ve inancın sembolleri olan şehitler gerçeği, halklarımızın tarihsel belleği durumundadır. Haki, Mazlum, Kemal, Hayri, Agit, Zilan ve daha binlerce özgürlük şehidi, mücadeleyi yükseltme ve zafere taşıma gerekçesi olarak halklarımızın umut kaynakları olarak yaşam bulmaktadır. Halkımız, binlerce yıldır özgürlüğe hasret kalmış, her türlü zulmü yaşamış ama boyun eğmemiş, teslim olmamış onurlu bir halktır. Özgürlük ve demokrasi mücadelesinde her türlü bedeli ödeyerek milyonların görkemli yürüyüşünü gerçekleştiren halkımız, onur ve gurur kaynağımız olduğu gibi mücadele gerekçemizdir de. Demokratik bilinç ve örgütlülüğüyle, halklarımızın eşit ve özgür temelde birarada yaşamasını gerçekleştirme perspektifiyle donanan halkımızı özgürlük yürüyüşünden hiçbir güç alıkoyamayacağı gibi, mücadelede temel kaynak olarak rolünü oynamaya devam edecektir. Yüzyıllarca zalimlere geçit vermemiş, Mazlumlara korunak olmuş Kürdistan dağlarının sarıp sarmaladığı özgürlük savaşçıları, yani gerilla, tüm özgürlük değerlerimizin koruyucusu olarak çoktan tarihe adını yazmıştır. İnançlı, bilinçli ve dirençli duruşuyla Başkan Apo’nun ışıklı yolunda yürüyen gerilla, 20 yılı aşkın bir süredir sürdürdüğü görkemli mücadelesiyle halka umut, düşmana korku, dosta güven veren bir direniş kaynağı durumundadır. Bu yürüyüş halklarımızın özgür demokratik yaşamı kurulana ve güvence altına alınana dek sürecek bir yürüyüştür. Milyonların görkemli yürüyüşüne kaynaklık eden gerilla, bunun onurunu, gururunu ve kıvancını taşıdığı gibi zorluğunu, fedakarlığını ve bedelini ödemeyi de yaşam felsefesi edinmiştir. Halklarımızın gerillaya atfettiği kahramanlığın özünde de bu gerçeklik yatmaktadır. Mücadele kaynaklarına ve amaçlarına dayalı olarak, tarihsel analiz ışığında HPG’nin değişim-dönüşüm ve yeniden yapılanma çalışmaları devam etmektedir. Öncelikle devlet, savaş, iktidar gibi konularda teorik perspektifi sağlam oluşturan, bunu programına yansıtan, stratejik, taktik esaslarını buna göre oluşturan bir örgütsel modeli açığa çıkarmada atılan adımlar küçümsenmemekle birlikte, halen yetersizlikler de yaşanmaktadır. Devletçi zihniyeti demokratik sistem oluşumuyla aşma, bu çerçevede demokratik mücadeleyi devleti hedefleyen değil, duyarlı hale getiren, dolayısıyla daha az devlet, daha çok demokrasi yoluyla halkın öz yönetimini her alanda geliştiren bir yaklaşımı çalışmaların temeline oturmaktadır. Savaşçı-iktidarcı zihniyetin anti-demokratik saldırıları karşısında, bu çalışmaları meşru savunma anlayışını da içerecek tarzda yürütmek kaçınılmaz olmaktadır. Dolayısıyla meşru savunmasız demokrasi mücadelesi yürütülemeyeceği gibi, başarı şansı da olamaz. Meşru savunmanın politik amaçları gerçekleştirme yöntemi olarak kullanılan şiddet anlayışından ayrı olduğu, özellikle bilinmek durumundadır. Çünkü birisinde zorunlu hallerde başvurulan bir yöntemken, ikincisinde saldırıyla yok etmeyi ve amacı gerçekleştirmeyi içeren bir yöntemdir. Dolayısıyla meşru savunma anlayışı gereği kullanılan şiddet ölçülü, hedefli ve savunma içeriklidir. Karşı gücü yok etmeyi değil, sınırlandırmayı, geriletmeyi, kısaca demokratik sınırlara çekmeyi hedeflemektedir. Amacı aşan şiddet kullanımı, tersinden egemen sistemin savaş mantığına dönüşmektedir. Bu da ‘Savaşta her şey mubahtır.’ anlayışına götürmektedir. Hedefi belli olmayan, kuralsız, kirli, yıkıcı, tahribat yaratıcı tüm eylemlerin mantıksal kurgusu böyle oluşmaktadır. Taktik uygulamada meydana gelen sorunların kaynağı da budur. Bu ve benzeri hususlarda dönüşümün sağlıklı gerçekleşmesi için eğitsel, örgütsel çalışmalar yaşamsallık arz etmektedir. Demokratik ekolojik toplum paradigması çerçevesinde tüm gücün eğitilmesi ve yetkinleştirilmesi temel görevlerdendir. Kuşkusuz ki eğitim teorik, programatik, stratejik ve taktik hususlarda aydınlanmayı, bilinçlenmeyi sağladığı gibi, pratikleşmenin de yolunu açmaktadır. Eylemsiz demokrasi mücadelesi düşünülemeyeceğine göre, kesintisiz eylemliliği öngören bir içeriğe sahip olmalıdır. Pratik eylemin dilidir, dolayısıyla pratiksizlik ya da eylemsizlik anlam gücünü kaybetmedir, maddi güç haline gelememedir, özcesi amaçtan kopmadır. Kuşkusuz örgütlenme ihtiyacı yaşanan sorunlara çözüm olma çabasından doğar. Amaçta netleşmiş bireylerin oluşturduğu örgüt, aynı zamanda amaca ulaşmada vazgeçilmez bir araç konumundadır. Somut koşulların somut tahliline göre oluşturulan örgütün etkili bir araç olabilmesi teorik-pratik hususlarda doğru esaslarda kendini yapılandırmasıyla mümkündür. Amaç doğrultusunda koşullara, ihtiyaçlara ve gerekliliklere 38 göre kendisini yenileyen, biçimlendiren ve değiştiren örgüt en güçlü örgüttür ve en kalıcı sonuçlara yol açan örgüttür. Bu anlamda örgütü canlı bir organizma olarak düşünürsek, sağlıklı yaşamanın yol ve yöntemlerini sürekli kılandır. Örgütlü birey en güçlü bireydir ve bu toplum için de geçerlidir. Dolayısıyla bireyin hak ve özgürlüklerini gerçekleştirme zemini örgütlü zemindir. Örgütten kopmuş birey en zayıf konumda olduğundan, bu zayıflığını gidermek için örgütlenme ihtiyacını duymuştur. Bu gerçeği yadsıyan tüm yaklaşımlar bireyciliğin, egoizmin ve bencilliğin ürünüyken, son tahlilde egemen sistemin bireyde gerçekleşmiş halidir. Dolayısıyla birey ve örgüt karşıt olgular olmayıp, diyalektik olgular olarak vazgeçilmez bir bütünlük arz ederler. Bireyin yaratıcı, özgün ve üretken yanlarını örgüt zemininde sergilemesi farklılığıyken, toplumsal, örgütsel bütünsellik onun varlık nedenidir. Komünalite bu anlamda insanın temel yaşam tarzı olarak varlığını sürdürme zorunluluğu olarak bireyde, örgütte ve toplumda vücut bulur. Bu anlamıyla komünalizm, toplum ve bireyin, dolayısıyla örgüt ve bireyin optimal dengede buluşmasını ifade etmektedir. Bir yaşam tarzı ve kültürü olarak insanlığın oluşum gerçeğini tanımlamaktadır. Cinsiyet özgürlüğü, toplumsal özgürlüğün, dolayısıyla birey özgürlüğünün ifade tarzı olarak ele alındığında ezen-ezilen, sömüren-sömürülen ikileminin ortadan kaldırılmasını, eşitlikçi-özgürlükçü bir sistemi oluşturmayı hedeflemektedir. Bu anlamda insanlar arasında hakimiyete değil, paylaşıma ve dayanışmaya dayalı bir ilişki sistemini öngörmektedir. Eşitlikçi ve özgürlükçü insan toplumuna ancak bu yolla gidilebilir. Ataerkil toplumun ya da erkek egemen sistemin yaratımı olan tüm kavram, kuram ve kurumlara karşı mücadeleyi öngören bir perspektifle donanmayı, bunu yaşam tarzı haline getirmeyi ifade etmektedir. HPG’nin kadın ordulaşması, bu ideolojik gerekçelerde varlık bulurken, örgütsel-eylemsel tüm çalışmalarında da stratejik yanı oluşturmaktadır. Dolayısıyla demokratik ekolojik toplum paradigması cinsiyet özgürlüğüne dayalı bir bakış açısıyla vücut bulmaktadır. Egemenlikli sistemin tüm etkilerinden arınmanın ve özgürleşmenin yolunun cinsiyet özgürlüğünü temel yaşam felsefesi edinmekten geçtiğini bilmek, başarı için vazgeçilmezdir. Geçen 6 yıl boyunca değişim-dönüşüm ve yeniden yapılanma çalışmaları yürüten HPG, eleştiri-özeleştiri yöntemiyle ilerleme kaydetmektedir. Eleştiri ve özeleştiri yöntemi olumsuzluklardan arınmayı ve olumluluklarla buluşmayı hedeflerken, bu yöntemi esas almayan, yüzeysel yaklaşan veya içerikli kılmayan yaklaşımlar dogmatizmin, tutuculaşmanın ve savrulmaların nedeni olmaktadır. Dolayısıyla eleştiriözeleştirinin yerinde, zamanında, yöntemli ve içerikli kılınması dönüşümün vazgeçilmez olgularından olarak varlığını her zamankinden daha fazla gerekli kılmaktadır. Eğitsel-örgütsel çalışmalarda eleştiri-özeleştiri yöntemiyle sonuç alınması, özgürlük hareketi tarihinde doğrulanan bir gerçeklik olmuştur. Bu yönteme doğru yaklaşılmamasının ağır sonuçları da yine mücadele tarihinde doğrulanan bir başka gerçeklik olmuştur. Silahlı mücadele tarihinde ortaya çıkan çeteci pratiklerin yol açtığı tahribatlardan birisi de, eleştiriözeleştiri noktasında olmuştur. Çeteci pratiklere zemin sunan, ortak olan, tehlikeli boyutlara ulaşmasına yol açan kadro-komutanın zamanında kendisini eğitmemesi, dönüşüme uğratmaması kritik halkayı oluştururken, giderek doğru esaslarda özeleştirel yaklaşıma girmeyerek objektif anlamda çeteciliğe ortak olan bir duruma yol açılmıştır. Halka, yoldaşlara, değerlere, yaşama, ilişkilere, kısaca özgürlük hareketinin varlık nedenlerine karşı giderek duyarsızlaşan, tüketen, dağıtan kendisini de bu anlamda tanınmaz hale getiren kadro-komuta gerçeği görev ve sorumluluklarına sahip çıkmayarak komplonun iç zemini haline gelmiştir. İktidarcı, yetkici, tasarrufçu, tüketici, bencil, çıkarcı, özerk, didişmeci, çekişmeci, ahbap-çavuşçu tüm görünümler bu gerçekliğin ürünüdür veya yansımalarıdır. Beşli çetenin son ayağı ve toplamı olan tasfiyeciihanetçi çeteci grup bu zemini iyi değerlendirmiş ve yıllarca bu zemin üzerinde yaşamış, örgütlenmiş ve hareket etmişlerdir. HPG tüm bu gelişmeler ortamında kadro-komuta yapısıyla yetersizliklerinin faturasını ağır ödemiştir. Beşli çetenin gerilla saflarında örgütlenmesi ve pratikleşmesi gerçeği, HPG’nin silahlı mücadele alanında doğru esaslarda yürümesini yaşamsal hale getirmiştir. Her bir yetersizlik çetecilik için zemin teşkil ederken, güçlü bir eleştiri ve özeleştiriyle giderilmediğinde yeni çeteci pratiklerin de oluşum zemini anlamına gelmektedir. Bu zeminin eleştiri-özeleştiri yöntemiyle, güçlü eğitsel-örgütsel ve eylemsel çalışmalarla kurutulabileceği açıktır. Komplocu güçlerin inkar ve imha konseptinde ısrar etmelerinin, bir yandan kendi zihniyet ve çıkarlarından kaynağını alsa da, esasta zayıflıklarımızdan beslendiği de bilinmektedir. Başkan Apo üzerindeki tecrit, izolasyon ve imha tehdidi de, halka yönelik saldırı ve faili meçhuller de, yoğunlaşan saldırılar da bu gerçeklikle bağlantılıdır. 1 Haziran itibariyle aktifleşen meşru savunmanın olumlu sonuçları ağır bassa da, demokratik barışçıl çözüm adımlarını atmamada ısrar eden komplocu güçlerde değişime yol açmadığı görülmektedir. Hatta ağırlaşan saldırılar ortamında meşru savunmanın aktifleşme düzeyinin yetersiz kaldığı görülmektedir. Dolayısıyla mevcut gelişmeler, HPG’yi kapsamlı bir meşru savunma savaşını geliştirme göreviyle karşı 39 karşıya bırakmaktadır. 2002 yılında, yine 2003 Eylül ayında, meşru savunmayı aktifleştirme adımlarını zamanında atamayan HPG’nin bu kez gerekli adımları zamanında atma sorumluluğu açıktır. Baharla birlikte bu adımların peşi sıra atılması, meşru savunmanın bir gereğiyken, varlık koşulunun zorunlu bir gereğidir. Dolayısıyla HPG, meşru savunma gücü olarak yoğun saldırılar ortamında Önderliğe, halka, şehitlere ve tüm özgürlük değerlerine sahip çıkma rolünü layıkıyla oynama göreviyle karşı karşıyadır. HPG’nin örgütsel sistem, yaşam, çalışma ve hedefte ulaştığı hazırlık düzeyinin pratik gelişmeler ortamında irdelenmesi temel ölçü olduğuna göre, pratikte ortaya çıkan sorunların giderilmesi başarı için vazgeçilmezdir. Özeleştirel yaklaşımla geçmiş pratik süreç aydınlatılırken, geleceğin inşasına yönelinmektedir. Mücadele tarihinin ortaya çıkardığı birikimlere dayanarak olumsuzluklardan arınmış bir HPG’nin başarısı önünde hiçbir engel olamaz. Buna inanan, bu temelde bilinçlenen ve örgütselleşen HPG’linin yapamayacağı iş, başaramayacağı görev olamaz. Yeter ki tarihten doğru sonuçlar çıkarılabilsin ve görev adamı olunabilsin. Demokratik ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü toplum paradigması ile insanlığın özgür geleceğini aydınlatan Başkan Apo, tüm özgürlük hareketi mensuplarını, sorumluluklarının gereğini yerine getirmeye çağırmaktadır. İdeolojik, politik, örgütsel ve askeri hedefleriyle HPG, yapılan çağrıya var gücüyle yanıt vermeyi, ahlaki ve varoluş gereği olarak görmektedir. Bu bilinçle sürece yürüyen HPG, halklarımızın meşru savunma gücü olarak rolünü oynama inancı, bilinci ve kararlılığındadır. 20 ŞUBAT 2005 HPG III. KONFERANSI’NA; HPG MECLİSİ’NİN BİR BUÇUK YILLIK FAALİYET DEĞERLENDİRME RAPORUDUR Siyasi ve Askeri Gelişmeler: Her bakımdan yeni bir sürece girilirken, dünya, Ortadoğu ve Kürdistan’daki siyasal gelişmelerin kapsamlı bir analizine ihtiyaç vardır. Buna göre kendi pozisyonumuzu belirleyip yeni dönemdeki görevlerimizi net ortaya koymak durumundayız. Bu anlamda dünyada var olan sistem krizini tüm detaylarıyla değerlendirip bu kaos ortamında Kürt olgusuna her zamankinden daha çözümleyici bir yaklaşım göstermek zorundayız. Buna göre mücadele yöntemlerimizi net bir biçimde tespit edip güçlü bir pratikleşmeyi gerçekleştirirsek, yeni dönemde özgürlük ve demokrasi mücadelemiz açısından çok büyük gelişmeler yaşanacaktır. III. küreselleşme aşamasını yaşayan kapitalist sistem, yeni bir kriz dönemine girmiştir. Küresel sistemin önderliğini yapan ABD, krizden çıkış yollarını aramaktadır. Bunu yaparken 19. yüzyılda olduğu gibi, ne yeni 40 sömürgelere yönelmekte, ne de 20. yüzyılda olduğu gibi, savaşla paylaşımı esas almaktadır. III. küreselleşme aşamasındaki koşulların eski koşullara benzemediğinin farkındadır. Bilim teknikteki ilerleme, kapitalist sisteme azami kar elde etme imkanı yaratmıştır. Küreselleşmeyle birlikte uluslararası şirketlerin kar birikimi artmıştır. Azami karı elde etmek amacıyla hareket eden uluslararası şirketler, siyasal sistemleri kendine göre hazırlayıp uygun hukuki çerçevelere sokarak hakimiyet kurmaktadırlar. Azami kar elde etme yönünde engel teşkil eden siyasal yapılanmalara müdahale edip etkisiz hale getirmeye çalışmaktadırlar. 1989’da reel sosyalizmin çözülüşüyle iki blok arasındaki dengelere dayanarak ayakta durmaya çalışan ulus devletlerinin dönemleri aşılmıştır. Reel sosyalizmin çözülüşü, küresel kapitalizmin lehine değil, aleyhine bir gelişme olmuştur. Çünkü bu çözülüşün ardından kendini boşlukta bulmuştur. Dünyanın tüm sorunları ABD’nin başını çektiği kapitalist sistemin omuzlarına yüklenmiştir. Diğer yandan, sistemin temsil gücü olan güçlerin kendi arasında ilişki ve çelişkiler söz konusudur. AB ülkeleri, ABD karşısında kendi güçlerini koruyabilmek için sınırlı insan hakları ve çifte standartlı demokrasileriyle ulus ötesi siyasi bir birlik haline gelmeye çalışmaktadırlar. Güney Asya’da güçlenen Çin, Japonya ve Hindistan gibi devletler, ulus devlet sistemini korumayı esas almaktadır. ABD hakimiyetine karşı Rusya, Brezilya vb. ülkeler de aynı tarzda hareket etmektedirler. Sistem krizinin en derin yaşandığı yer ise Ortadoğu’dur. Ortadoğu var olan siyasi, ekonomik, askeri yapısıyla küresel kapitalizmin önünde en temel bir engeli oluşturmaktadır. ABD önderliğindeki sistemin sermaye yayılımına karşı klasik siyaset mantığı ve ulus devlet örgütlenmesiyle direnmeye çalışmaktadır. Küresel sermayenin örgütlü devlet organizasyonu olan ABD imparatorluğu, kendi gerilemesini durdurmak için Ortadoğu’yu hedeflemektedir. 11 Eylül olayları ile birlikte Afganistan ardından 2003 yılında Irak’a müdahale etmesi sistem kaosunu aşma amaçlıdır. Küresel sistem kar ve güvenliği esas aldığı için direnç gösteren Ortadoğu’ya müdahale etmektedir. Irak’a yapılan müdahale, Ortadoğu’nun tümüne yapılan müdahale anlamını taşımaktadır. ABD hamlesiyle bölgenin statükocu güçleri darbe yemiş ve eski güçlerini yitirmiştir. Müdahale ile bastırılan ve dondurulan çelişkiler kendini açığa vurmuş çok çelişkili ve çatışmalı bir sürece girilmiştir. Tüm etnik, mezhep ve dini çelişkiler su yüzüne çıkmıştır. Koalisyon güçleri sınırlı askeri başarı elde etmelerine rağmen, yeni bir düzen kuramamışlardır. Milliyetçi ve dinci direniş, müdahale güçlerini askeri yönden zorlamaktadır. Ancak Kasım 2004 yılında ABD’de ortaya çıkan seçim sonuçları müdahaleye aynı proje kapsamında devam edileceğini göstermektedir. Nitekim ABD, bu seçimlerin ardından İran ve Suriye’yi de hedefleyerek müdahaleyi genişletebileceğinin işaretini vermiştir. Bölgede yaşanan çatışmalı durum, salt küresel kapitalizmin kendi çıkarları doğrultusunda sürdürdüğü müdahalenin, bölge halklarının her yönlü özgürlük ihtiyaçlarıyla uyuşmadığı müddetçe, kendi hedef ve amaçlarına ulaşamayacağını göstermektedir. Bilindiği gibi bölgede yaşanan gerici temeldeki direnişi kışkırtan ve destekleyen asıl güçler, bölgenin eski statükoculuğuyla beslenen bölge devletleridir. Tamamen monarşik, oligarşik ve teokratik sistemler biçiminde örgütlenen bu devletler, soğuk savaş döneminin bloklar arası dengesine dayanarak ömrünü bir yüz yıl uzatabilmişti. Sovyetlerin yıkılışının ardından güç dayanağı oluşturmakta zorlanan bu güçler, kendi halkları arasındaki yabancılaşma mesafesini de giderek açmışlardır. Bu devletler, dıştan küresel emperyalist sistemin yönelimleri ve bölge zemininde ise halkların demokratik talepleriyle sıkıştırılmaktadırlar. Yaşanan bu sıkışma ardından, eğer halkların demokratik çıkarlarına göre bir demokratik dönüşüme evrilme yaşanmazsa, bu güçlere gerici karakterdeki seçenekler kalmaktadır. Bunlar ya müdahale güçleriyle uzlaşma yolunu seçecek ya da gerici direnişi besleyip kendi ömürlerini uzatmaya çalışacaklardır. Bu yönlü yaşadıkları derin bir kriz söz konusudur. Bunun yarattığı tıkanma ve sıkışmışlıktan dolayı gerici ittifaklarını eskiye oranla daha açıktan sürdürmektedirler. Türkiye, Suriye ve İran gibi statükocu güçlerin Kürt halkına karşı geliştirdikleri anti-Kürt ittifakı bunun somut göstergesidir. Statükocu güçlerden Suriye ciddi bir yol ağzındadır. İsrail ile olan çelişkilerini çözememiştir. Kürt halkı üzerindeki baskıları arttırmaktadır. Kürt sorununda başat rol oynayan Türkiye ile anti-Kürt ittifakı temelinde hareket etmektedir. Farklı etnik ve mezhepsel grupların sorunlarını çözmeye yanaşmamaktadır. Suriye rejimi zorlandığı gibi zayıflamaktadır. Bu konumuyla farklı etnik dini ve mezhepsel gurupların sorunlarını çözemediğinden ikinci bir Irak olma akıbetine uğrayabilir. İran’da kökleşmiş 2500 yıllık klasik devlet geleneği 21.yy.ın çağsal gerçekleriyle uyuşmamaktadır. İran mevcut durumuyla çağa ters düştüğü için zorlanmaktadır. İran’da demokratikleşme ihtiyacı giderek güncelleşmesine rağmen dinin aşırı siyasallaşması demokratik açılımların önünde engel teşkil etmektedir. Aslında farklı halkların varlığı ve tarihsel direniş geleneği, İran’da demokratikleşmeye yatkın bir ortam oluşturmaktadır. Fakat İran’daki yönetim gerekli esnekliği göstermediği için savunmacı bir siyaset yürütmekte, anti-Kürt ittifakıyla statükocu pozisyonunu devam ettirmektedir. ABD ise, İran’a yönelik siyasi ve askeri müdahalede bulunabileceğinden söz etmektedir. Böylelikle müdahaleyi İran’a doğru genişletmek 41 istemektedir. Ayrıca İran, Kürt halkının özgürlük taleplerine demokratik uzlaşı ile cevap vermemektedir. İran’ın Türkiye ile tarihsel ve siyasal çelişkileri olmakla birlikte, Kürt sorununda Türkiye ile aynı paralellikte yaklaşım sergilemekte, Kürt halkı üzerindeki baskıları arttırmaktadır. Irak’ta ise mevcut çatışma durumu devam ederken ABD, siyasal yöntemleri de daha fazla devreye sokarak, belli bir istikrarı oturtmaya çalışmaktadır. Irak seçimlerini ülkede yaşanan ağır çatışmalı ortama rağmen ısrarla yaptırması da bunun göstergesidir. Irak zeminindeki etnik ve siyasi yapılar açısından ise; yapılan son seçimlerle birlikte sûnni kesimin seçimleri boykot etmesi siyasal etkinliklerinin azalmasına neden olabilir. Yeni anayasanın oluşturulmasına ağırlıklarını koyup, girdikleri yanlış siyasi tutumları telafi etmeye çalışsalar da, kısa vadede güçlü bir etkinlik sağlayamayabilirler. Buna paralel geri tarzdaki direnişlerini sürdürecekleri anlaşılıyor. Sünni kesimlere ait siyasi partiler hükümet oluşumlarında yer alsalar da Sünni tabandan kopukturlar. Sünni tabanın çoğunluğu dinci ve milliyetçi direniş örgütlerine destek vermektedir. Şiiler ile Güney Kürdistan’lı Kürt örgütleri yeni hükümetin temel taşlarını oluşturmaktadırlar. Kürtlerin federalizmi dayatmasıyla Irak’ta federal devlet oluşumu ortaya çıkabilir. Son seçimlerle birlikte açığa çıkan siyasi konjonktüre göre Güney’de ABD destekli bir Kürt devletinin oluşturulma ihtimali vardır. Milliyetçi temeldeki devletleşme, Kürtlerin katliamlarla yüz yüze gelme riskini de bağrında taşımaktadır. ABD bölgede milliyetçiliği kışkırtmakla bölge halklarını güçten düşürüp hakimiyet kurmayı hedeflemektedir. Bunu yaparken, Irak’ta yaptığı gibi Kürtlere dayanarak bölgenin statükocu gücü olan Suriye, İran ve Türkiye’ye karşı mücadele yürütmeyi hedeflemektedir. ABD, Kürtleri kullanmadan statükocu güçlerle yürüttüğü mücadeleyi kazanamayacağını iyi bildiği için kendi küresel çıkarları doğrultusunda Kürtleri sopa olarak kullanmaktan vazgeçmeyecektir. Kürt milliyetçiliğini kışkırtarak YNK ve KDP öncülüğündeki oluşumu Kürdistan’ın tüm parçalarında örgütlemeyi, teşvik etmeyi ve destek vermeyi esas almaktadır. Bölgede üç çizgi mücadele halindedir. Birincisi; statükocu güçlerin izlediği katı ulus devletleşmesini esas alan milliyetçi muhafazakar çizgi, ikincisi; ABD öncülüğünde uluslararası güçlerin izlediği emperyalist çizgi, üçüncüsü; Kürt özgürlük ve demokrasi hareketi öncülüğünde yürütülen halkların demokratik ve özgürlük çizgisidir. Milliyetçi muhafazakar çizgi çağla uyuşmamaktadır. Halkların özgürlük ve demokrasi taleplerine karşı despotik yöntemlere başvurmayı esas almaktadır. Kürt halkına karşı ise imha ve inkar siyasetini esas almaktadır. Emperyalist çizgi ne kadar bölge halklarına özgürlük ve demokrasi getireceğini iddia ediyor olsa da, küresel çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir. Her iki çizgiye karşı halkların demokrasi çizgisi temelinde bölgenin temel sorunlarını çözme imkanı vardır. Hareketimizin öncülük ettiği bu çizgi, demokratik-ekolojik toplum paradigması ekseninde halkları özgürlük ve eşitliğe götürecek yegane kurtuluş çizgisidir. Bölgenin demokratikleşmesinde motor gücü rolü oynayan Kürt halkıdır. Bunun öncülüğünü yapan halkların küresel demokratik çizgisini temsil eden Kürt özgürlük ve demokrasi hareketidir. Demokratik çözümü kendi çıkarlarına göre uygun görmeyen çeşitli güçler hareketimize yönelip etkisizleştirerek Kürtleri kendi denetimine almayı ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı hedeflemektedir. Özgürlük hareketimiz demokrasi, özgürlük ve eşitliğe ulaşmayı ve bu doğrultuda halkların demokratik iradesini esas aldığından; egemen güçler ilkel milliyetçi Kürt örgütlerini destekleyerek güçlendirip hareketimizi etkisizleştirmeye çalışmaktadırlar. Türkiye, İran ve Suriye’de harekemiz öncülüğündeki halkların temel istemleri karşısında zorlandıkları ve zayıf düştükleri için anti-Kürt ittifakına yönelmektedirler. Anti Kürt ittifakının başını çeken Türkiye ise; hareketimizin sunduğu fırsatları demokratik çözüm ve barış temelinde kullanmadığı için kendisini krizden kurtaramamıştır. Önderliğimiz 3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına iktidara gelen AKP hükümetine Kürt sorununun diyalog yoluyla çözümü için süre vermiştir. Bu süre defalarca uzatılmasına rağmen, hiçbir cevap verilmemiştir. 1998 yılından beri tek taraflı yürütmeye çalıştığımız ateşkesin kalıcı ve anlamlı olabilmesi için Önderliğimiz, hareketimiz ve HPG, alabildiğine duyarlı davranmış, fakat AKP hükümeti tersi tutum sergilemiştir. Kürt sorununu çözmeyerek zamana yayma, gündemden düşürme siyasetiyle hareketimizi çürütme taktiğini yürütmüştür. 11 Eylül olaylarından sonra Türk devlet yetkilileri ABD’nin yeni anti-terörizm hamlesini fırsat olarak görüp hareketimizi tasfiye etme arayışlarına girmişlerdir. Bu arayışları günümüze kadar devam etmektedir. 2003 yılından başlamak üzere, 2004 yılında hem uluslar arası, hem bölgesel güçlerle aynı paralelde anti-Kürt ittifakını geliştirerek hareketimizi kıskaca almaya çalışmıştır. ABD ve AB ile çelişkileri olmasına rağmen, bu güçleri de arkasına alarak; İran ve Suriye ile birlikte hareket ederek; KDP ve YNK ile de gerici temelde uzlaşarak özgürlük ve demokrasi hareketimize karşı tehlikeli saldırılar yürütmüştür. 42 AKP hükümetinin Kürt sorununa yönelik geliştirdiği sahte politikalarının maskesi giderek düşmüştür. Türkiye’yi ABD ve AB ülkeleri başta olmak üzere, uluslararası güçlerin her tür bağımlılığına sokarak Kürt özgürlük ve demokrasi hareketine karşı desteğini alıp ezmek istemiş, Kürt sorununa ilişkin inceltilmiş tarzda inkar ve imha politikasını yürütmüştür. Kürt karşıtlığı temelinde vermediği taviz kalmamıştır. Bunun sonucunda Türkiye’de ekonomik, politik, diplomatik ve askeri bağımlılık daha da gelişmiştir. İmha amaçlı operasyonlar, siyasi ve diplomatik baskı, ekonomik ambargo, halkımıza karşı yoğun baskı ve işkence yöntemleri ile devreye sokulmuştur. Hareketimizi parçalama, dağıtma, tasfiye etme, teslimiyet ve ihanetle bitirme amaçlanmıştır. Alternatif önderlik oluşturma arayışları geliştirilmiştir. 1 Haziran hamlesine gelene kadar tek taraflı ateşkesi sürdürmenin koşulları tümden ortadan kaldırılmıştır. AKP hükümeti diplomatik faaliyetlerini Kongra-Gel ve HPG’nin tasfiyesi üzerine yürütmektedir. Tek başına hareketimize karşı mücadele edecek güçte olmadığı için dış destek ve saldırılardan umutlanmaktadır. AKP hükümetinin yürüttüğü anti-Kürt politikasına karşı 1 Haziran kararı gecikmeli alınmıştır. Sürecin olumsuz gidişatından dolayı tek yanlı ateşkese 2003 yılında son vermemiz gerekmiştir. Çok daha büyük tehlikelerle karşılaşmamak için yeni bir hamleyi başlatmak zorunluluk arz etmiştir. Fakat içten teslimiyetçi, ihanetçi güruhun dayatmaları olunca hareketimiz içteki sorunlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Hareketin yönetimi de yeni bir hamle kararı almada net tutum belirlemeyince karar gecikmeli olmuştur. HPG bu hamle ile Kürt halkının özgürlüğü ve onurunu koruma görevini yerine getirmeye çalışmıştır. Önderliğe, harekete ve halka yönelik saldırılara karşı sessiz kalmayacağını ortaya koymuştur. Bununla teslimiyetçi, ihanetçi çetenin amaçları teşhir edilmiş, ideolojik mücadelede başarı elde edilmiş ve siyasal etkinleşme sağlanmıştır. Halk, Önderlik ve özgürlük hareketimiz etrafında daha güçlü kenetlenmiştir. 1 Haziran hamlesiyle Kürt sorunu tekrardan tartışılır bir hale gelerek siyasal gündeme girmiştir. AKP hükümeti, Önderlik ve HPG’yi halktan koparma taktiğini yürütmüş ise de, halkımız hamlenin meşruiyetini içten benimseyerek AKP hükümetinin bu emellerini boşa çıkartmıştır. 17 Aralık zirvesinden önce Kongra Gel geniş yönetim ve HPG III. Genişletilmiş Meclis Toplantıları yapılarak demokratik çözüm ve barışın gelişmesi, halkların özgür ve eşit birlikteliği temelinde çözümleyici adımlar atılması için çağrıda bulunmuşlardır. Kürt tarafı; çift taraflı ateşkes, siyasal diyalog ve demokratik çözümün önünün açılması için ne gerekiyorsa yerine getirmiştir. Halkımız demokratik çözüm ve barış için meydanlara çıkmış ve taleplerini haykırmıştır. Aydın inisiyatifi ve barış analarının büyük çabaları olmuştur. Türkiye ve Avrupa’daki çoğu kurum ve siyasetçilerle görüşmeler yapılmış, Kürt halkının zirveden beklentileri açıkça dile getirilmiş, talepler ilgili taraflara sunulmuştur. HPG, süreci zorlayacak tutumlara girmemiştir. Tüm bunlara rağmen AB ve Türkiye, yürüttükleri görüşmelerde Kürt halkının en asgari beklentilerini bile yerine getirmemişlerdir. AB, Kürt sorunundaki payını görmemiş, sorunu doğru tanımlamamış, azınlık gibi kavramlarla paragraf aralarına sıkıştırmıştır. AB Kürt sorununu, diğer sorunlarını çözmek için pazarlık konusu yapmaktan vazgeçmemiştir. AB ve Türkiye arasındaki görüşmelerde Kürt sorunu şantaj aracına dönüştürülerek Kıbrıs sorununun çözümü için kullanılmıştır. Soruna yaklaşımda çıkarlar esas alınmıştır. AB’nin I. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturdukları Ortadoğu ve Kürdistan siyasi sistemini esas aldıkları, bunun dışında yeni bir siyasi sistemi öngörmedikleri açığa çıkmıştır. Kürtleri tehdit ve baskı aracı yaparak Suriye, İran, Türkiye ve Irak’ı kendine bağlama siyasetinde ısrar etmektedirler. Kürt halkının temel siyasi ve kültürel haklarını göz ardı ederek bireysel haklar çerçevesinde geçiştirmeyi temel politika haline getirmişlerdir. Önderliğimiz “Bir Halkı Savunmak” adlı eserinde AB’nin Kürt sorununa yaklaşımında kendi kar marjlarına göre hareket edeceğini ortaya koymuştur. 17 Aralık’ta alınan müzakere kararı Önderliğimizi doğrulamıştır. Amacı basit ekonomik çıkarları doğrultusunda iki yüzlü ve çıkarcı bir politikayla Kürt halkını kullanmaktır. Kürt halkının böylesi bir tutumu kabul etmeyeceği bir gerçektir. 17 Aralık zirvesi, Kürt halkı açısından bir çözümsüzlük zirvesi olmuştur. Kürt halkı üzerinde yürütülen inkar ve imha siyasetinin inceltilmiş tarzda sürdürülmesine onay vermiştir. Zirveden sonraki gelişmelere dikkat edildiğinde, tüm veriler bu politikanın önümüzdeki süreçte daha tehlikeli bir şekilde yürütüleceğini göstermektedir. Aslında 17 Aralık zirvesinde Türkiye’ye askeri yöntemlerle Kürt özgürlük ve demokrasi hareketi üzerine git denilmiştir. Türkiye, zirveden sonra askeri yöntemleri kullanmaya hız vermiştir. Bazı güçler 17 Aralık zirvesiyle birlikte Kürt sorununun çözüleceği beklentisi içindeydiler. Bunun ham hayalcilikten başka bir şey olmadığı ortaya çıkmıştır. HPG ise farklı bir beklentiye girmeden çıkabilecek olumlu ve olumsuz kararlara göre hazırlıklarını devam ettirmiştir. Türkiye ise 17 Aralık’tan sonra Kürt sorununa yaklaşımda çözümsüzlük siyasetini derinleştirmiştir. Bu bir devlet politikasıdır. AKP hükümeti bunun siyasi yürütücüsü, Türk ordusu ise askeri yürütücüsüdür. Genel Kurmay ikinci başkanı, basına verdiği bir aylık brifingde, devletin bu kararını net bir biçimde söylemiştir. ‘Devlet hangi kararı almışsa, bunu uygulama kararı bize düşer.’ demiştir. Devlet ince ve tehlikeli bir şekilde inkar ve imha siyasetiyle hareketimiz şahsında Kürt halkının demokrasi, özgürlük ve eşitlik taleplerini bastırmayı bir plan olarak önüne koymuştur. Türk devletinin yürüttüğü siyasi diplomatik ve askeri faaliyetlerin tümü hareketimizi 43 tasfiye etme eksenindedir. Türk devleti hareketimize bu tarzda yönelirken, uluslararası alanda büyük zorlanmayı yaşamaktadır. 2004 yılında gerçekleştirdiği anti-Kürt ittifakı zayıflamış durumdadır. Irak seçimlerinden sonra Güney’deki güçlerin devletleşmeye doğru aşama kat etmeleri ABD ile Türkiye’nin çelişkilerini arttırmıştır. ABD-Türkiye ilişkilerini eskisi gibi sürdürmenin koşulları fazla kalmamıştır. Eğer Türkiye, statükocu politikalarda ısrar ederse, kendisini yıkıma götürür. Ayrıca Türkiye-İran ilişkilerinden dolayı ABD, Türkiye üzerindeki baskısını arttırmaktadır. ABD, İran’a yönelik gerçekleştirebileceği bir saldırı için Türkiye ile pazarlık yapmaktadır. Türkiye, ABD ile görüşmelerinde PKK’yi ön plana çıkartmaktadır. İran, Türkiye-ABD görüşmelerinden rahatsızlık ve kaygı duymaktadır. Türkiye’nin AB ile ilişkileri de göründüğü gibi sıcak değildir. Türkiye AB’den müzakerelere başlamak için tarih almış olsa da, aralarındaki çelişkiler devam etmekte ve AB Türkiye’den daha fazla taviz koparmak için uzun sürece yayılabilecek oyalama taktiğini yürütmektedir. Arafat’ın ölümü ardından ABD aracılığıyla İsrail-Filistin barış görüşmeleri de hızlanmıştır. Filistin ve İsrail açısından yeni bir sürece girilmiştir. ABD bununla Suriye’nin etkinliğini kıracak ve baskılarını arttıracaktır. Son gelişmelerden dolayı anti-Kürt ittifakının eski konumu kalmamıştır. AKP’nin uluslararası ve bölgesel güçlerden aldığı destek azaldığı için eski gücünde değildir. Irak’taki son seçimlerle birlikte zorlandığı için ABD, YNK ve KDP’yi saldırgan bir üslupla tehdit etmektedir. ABD Dışişleri bakanının Türkiye’yi ziyaretiyle İran üzerine yapılan pazarlıkta, Türkiye yine PKK’yi görüşmelerin baş konusu yapmış, fakat ciddi sonuç almamıştır. Türkiye yönetimi hareketimiz karşısında zayıf bir konuma girdiği için bir sıkışma ve zorlanmayı yaşamaktadır. Daha fazla şoven ulusçu tutumlara girip hareketimizi tümden tasfiye etmeyi hedeflemektedir. Türkiye yönetimi Kürt sorununda özü itibariye çözümsüzlüğü dayatmaktadır. Türkiye’nin mevcut süreçte barışçıl ve demokratik çözüme yanaşmayacağı iyice anlaşılmıştır. İnkar ve imha politikasını yürütmekle, Kürt halkını aktif meşru savunma savaşına zorlamaktadır. Artık Türk hükümetine karşı kapsamlı bir aktif meşru savunma savaşını vermemiz kaçınılmaz hale gelmiştir. Önderlik bahara kadar imha ve inkar politikasının devam ettirilmesi durumunda, Kürt halkının özgürlüğü ve onurunu korumak için HPG’nin korkunç bir direniş sergilemesinin gerektiğini net olarak ortaya koymuştur. Önderlik tüm Kürt halkını bu temelde direniş göstermeye çağırmaktadır. Eğer İran ve Suriye’deki Kürt halkına karşı baskılar devam ederse, benzer yaklaşım bunlar için de geçerli olabilir. Mevzilenme, Taktik ve 1 Haziran Hamlesi’ne ilişkin; a) Mevzilenme ve 1 Haziran Hamlesi’ne kadar uygulanan taktik; HPG II. Konferansı’nda hem Kuzey, hem Güney’de meşru savunma çizgisi temelinde gerilla gücünün mevzilendirilmesi ve uygulanması gereken taktikler belirlenmiştir. Önderliğimiz konferanstan önce 1 Eylül 2003’ten itibaren tek taraflı ateşkes sürecinin anlamını yitirdiğini, meşru savunma çizgisinin ikinci aşaması olan savunma savaşı aşamasına girilmesi gerektiğini net vurgulamıştır. Teslimiyetçi ve ihanetçi çeteciliğin etkisiyle yol haritasının yayınlanması sonucunda 1 Eylül’de savunma savaşı aşamasına geçilmemiştir. Hareketimizi ve HPG’yi karar almaması için oyalamışlardır. O süreçte KADEK yönetimi ve HPG üst komuta kademesi 1 Eylül 2003 kararını almada net bir tutum sergilemediğinden, 1 Haziran hamlesine gecikmeli girilmiştir. Konferansta mevzilenme ve taktik konusunda güçlü bir perspektife ulaşılmasına rağmen, 1 Eylül’den sonra savunma savaşının başlatılması için ikinci bir karara gidilmemiştir. 1 Haziran 2004 hamlesine kadar Güney ve Kuzey’deki gerilla güçlerimiz, II. Konferans’ta taktik ve mevzilenmeye ilişkin geliştirilen perspektife göre hazırlanmıştır. Kürdistan kırsal alanlarına temel üslenme, eğitim, hazırlık; özgür yaşam ve savunma çalışmalarının yürütüldüğü alanlar olarak misyon biçilmiştir. Türkiye, çözümsüzlük politikasında ısrar edince Kuzey’e ağırlık verme ve meşru savunma çizgisinde savunma savaşını yürütme amacıyla hazırlıklar yoğunlaştırılmıştır. Kuzey’deki çözüm diğer parçalara da çözümü dayatacağından, bu tarzda hareket edilmiştir. Güney alanları temel üslenme, eğitim, hazırlık ve meşru savunma alanları olarak değerlendirilmiştir. Bununla birlikte Güney’de olası yönelimlere karşı örgütlenme yapılmış, mevzilenme geliştirilmiş ve hazırlıklar geliştirilmiştir. Anakarargah, savunma savaşının daha etkili verilmesi amacıyla stratejik konumu itibariyle hem Kuzey hem de Güney için savaş merkezi rolünü oynayabilecek Behdinan’a taşınmıştır. Kandil ve Xakurke’deki fazla güçler, gerilla savaşının daha iyi geliştirilmesi için Behdinan ve Kuzey’e aktarılmıştır. 2003 ve 2004 yılında Kuzey’deki saha ve eyaletlerin farklı konumları ve koşullarına dikkat edilerek nitelikli güç takviye edilmiştir. Güçlerin hemen hemen hepsi yerlerine ulaşmış, mevzilenme planlaması tamamlanmış etkili bir savunma savaşı geliştirilebilecek mevzilenme düzeyine ulaşılmıştır. Kuzey Kürdistan’ın birçok alanında daha geniş bir manevra sahasını oluşturmak için birkaç eyaleti bir merkezde birleştirerek koordine etmek amacıyla saha örgütlenmesi geliştirilmiş, bu mevzilenme üzerinden 1 Haziran hamlesi başlatılmıştır. 44 HPG II. Konferansı’nda çıkabilecek savunma savaşına göre güçlerimizin örgütlenme sistemi ve hareket tarzı belirlenmiştir. Bu temelde Güney için takım ve bölük, Kuzey için ise takım sistemi temelinde hareketli gerillanın geliştirilmesi öngörülmüştür. Fakat hareket tarzı olarak takım hareket tarzı olmakla birlikte, Kuzey’de takım ve tim hareket tarzının esas alınması gerektiği belirlenmiştir. Kuzey’de yaygın gerilla temelinde tim ve takım hareket tarzı uygulanmıştır. Güney’in bazı alanlarında bölük hareket tarzı esas alınmış, geri kalan diğer alanlarda tabur örgütlenme sistemi aşılmamıştır. Temel üs alanları olarak stratejik konumlarından dolayı Botan, Behdinan ve Zağros alanları esas alınmıştır. Temel üs alanlarının savunmasının koordineli gerilla, temel üs alanların dışındaki alanların yaygın gerilla, düşmanın daha geri mevzilerinde ve içlerindeki alanlarda fedai tim savaş tarzıyla genel savunmanın koordineli bir biçimde yapılmasının en uygun yöntemler olduğu belirlenmiştir. Buna göre en temel eylem taktikleri olarak sızma, pusu, sabotaj, suikast taktikleri belirlenmiştir. Diğer eylem taktiklerinin de uygulanabilirlikleri reddedilmemiştir. Gerillanın temel taktiği olan hareketli gerilla temelinde, gerilla ilkelerine göre hareket edilmesinin yaşamsallığı ifade edilmiş, II. Konferans’ta da bu temelde üzerinde durulmuştur. Konferanstan sonra Kuzey’de düşman hareketliliği olmuş, buna karşı güçlerimizin misilleme amaçlı eylemleri gerçekleştirilmiştir. Misilleme eylemleri dönemin yeni savaş tarzına göre yapılmış, fakat etki düzeyi zayıf kalmıştır. Eylem hedeflerinin iyi belirlenmemesi, şiddet dozajının güçlü olmaması ve bazı eylemlerin Türkiye zeminine kaydırılmaması vb. yetersizlikler yaşanmıştır. 1 Haziran sürecine kadar yaşanan kayıplar, altyapı yetersizliği, geri cephelerin tam doldurulmaması, arkadaşların kendine aşırı güveni ve düşmanı küçük görmeleri, bu nedenle de rehavete girmeleri sonucu olmuştur. Ayrıca komuta tarzında ortaya çıkan yeni dönem tarzına girmeme, keyfiyetçilik, gücü düşmanın denetimine sokma, gerilla ilkelerini ihlal etme, açık hareket etme ve klasik komuta tarzında ısrar etme gibi anlayışlar sonucunda da bazı şahadetler yaşanmıştır. b) 1 Haziran Hamlesi; 1 Haziran hamlesine kadar neler yaşandı? HPG güçleri ve Kürt halkı, 1 Haziran hamlesini nasıl karşıladı gibi hususların açımlanmasına ihtiyaç vardır. Uluslararası komployla uygulamaya konulan plana göre Önderliğin esir düşürülmesi, Önderliğin halktan ve hareketten koparılması, hareketi parçalayıp dağıtma ve güçten düşürme hedefleniyordu. Bunlarda başarıya ulaşmazlarsa, askeri yöntemleri devreye sokma planlanmıştı. Önderliğimiz ise Kongra Gel projesini, Kürt özgürlük ve demokrasi hareketinin yeni örgütlenme modeli olarak gündeme getirerek gelecekte olabilecek siyasal gelişmelere müdahale etmiş ve hazırlıklı olmamız gerektiğini belirmiştir. Bu projeyi boşa çıkartmak için dış güçler, işbirlikçi kesimler ve hareketimizin içinde ortaya çıkan teslimiyetçi-ihanetçi çete, hareketimizi parçalayıp, dağıtıp etkisiz kılmak amacıyla birlikte hareket etmişlerdir. AKP hükümeti tarafından inceltilmiş tarzda inkar ve imha politikası gündeme sokularak çözümsüzlük politikasında ısrar edilmiştir. Önderliğimizin üzerindeki tecrit ağırlaştırılmış, Kürt halkı üzerindeki baskılar arttırılmış, HPG güçlerimize yönelik imha operasyonları sürdürülmüştür. 1 Haziran 2004’te meşru savunma çizgisinde ikinci aşama olan savunma savaşını verme zorunluluğuyla yüz yüze gelinmiştir. 1 Haziran hamlesi, demokratik çözüm yolunun önünü açmak, ateşkesi çift taraflı hale getirmek, Önderlik, halk ve gerilla üzerindeki saldırıları durdurmak amacıyla başlatılmıştır. AKP hükümeti, 1 Haziran hamlesinin yarattığı olumlu etkilerin önünü almak için hemen televizyonda yarım saatlik Kürtçe yayın yapma hakkını tanımış, DEP’li milletvekillerini serbest bırakmıştır. 1 Haziran hamlesinin özü, siyasal bir hamle olduğu halde, AKP hükümeti 1 Haziran hamlesinin siyasal etkisini azaltmak için böylesi adımlar atmıştır. Ayrıca 1 Haziran hamlesinin olumlu etkilerini azaltmak amacıyla basın-yayın tarafından yoğun karşıt bir propaganda yapılmıştır. Bu propagandayla sanki Türkiye devletine yönelik bir saldırı başlatılmış gibi bir atmosfer oluşturulmaya çalışılmıştır. Diğer yandan 1 Haziran hamlesinin başlamasıyla birlikte, Önderliği ve gerillayı halktan koparmaya yönelik taktiğe ağırlık verilmiştir. Dış güçler, AKP ve işbirlikçi güçler tarafından alternatif önderlik oluşturma çabaları yoğun bir şekilde yürütülmüştür. Tüm bunlara rağmen, 1 Haziran hamlesiyle halkımız, Önderlik ve gerilla etrafında kenetlenerek hamlenin meşruiyetini içten benimsemiştir. Yapılan demokratik kitle eylemliliklerine aktif katılım sağlamaları ve şehit düşen arkadaşların cenazelerine sahip çıkarak cenaze törenlerini serhıldana dönüştürmeleriyle devletin bu yönlü politikaları boşa çıkartılmıştır. 1 Haziran hamlesinin siyasal yönünü kamuoyuna aktarmakla sorumlu olan örgüt ve kurumlar bu rollerini tam oynamamışlardır. Hamlenin siyasal yönü kitlelere iyi aktarılmadığından, demokratik çözüm yolunun açılmasında daha büyük etki yaratılamamıştır. 1 Haziran hamlesiyle birlikte, Türkiye’nin AB’ye giriş tartışmaları gündemdeyken, Kürt sorunu tekrardan tartışılır hale gelerek siyasal gündeme girmiştir. 1 Haziran hamlesiyle, teslimiyetçi-ihanetçi çete teşhir edilmiş, ideolojik mücadele güçlenmiş ve siyasal süreç hızlanmıştır. 45 c) Taktik ve taktik uygulama sorunları; Bununla birlikte HPG güçlerimizde 1 Haziran hamlesinin özüne ilişkin yanılgılı ve yetersiz yaklaşımlar da ortaya çıkmıştır. 1 Haziran hamlesi başlatıldığında, hamlenin siyasal anlamının ön plana çıkartılması gerekirken, bazı yanlış anlama durumları da olmuştur. Yanlış anlayanlar sanki siyasal mücadele bitmiş, artık silahlı mücadele başlıyor anlayışına girmişlerdir. Bu, meşru savunma stratejisine göre siyasal serhildan ve askeri mücadele arasındaki kopmaz bağların iyi anlaşılmadığının göstergesidir. Eski stratejiye göre düşünmenin yansımasıdır. Meşru savunma çizgisinin ikinci aşaması olan savunma savaşında temel amaç, düşmanın geliştirdiği her türlü saldırıyı durdurmak ve demokratik çözümü gündeme koyup gerçekleştirmektir. Savunma savaşına doğru anlam vermemekten kaynaklı olarak içine girilen yanılgılı yaklaşımlardan biri de, ‘Ne kadar şiddet kullanırsak, o kadar başarılı oluruz anlayışıdır.’ Bu, siyasal sürecin iyi tahlil edilmediği anlamına gelmektedir. Çünkü aktif savunma direnişini bir savaş ilanı olarak algılamışlardır. Uygulanan şiddetin düzeyi siyasal süreç göz önüne alınarak ya yükseltilmiş ya da düşük tutulmuştur. Şiddet çok kontrollü kullanılmıştır. 1 Haziran hamlesi, meşru savunma temelinde aktif savunma direnişi olması nedeniyle tarihi bir hamle olmuştur. Bu nedenle hamlede uygulanan taktiğin başarı düzeyini tüm yönleriyle irdelemek, kazanımlarını ve yetersizliklerini iyi tespit edip gelecekte taktiğin daha güçlü uygulanmasına yönelik perspektif belirlemek açısından önemli olacaktır. Buna göre bir değerlendirme yapılırsa, 1 Haziran hamlesinin HPG güçlerimiz tarafından yeterince anlaşılmadığı belli olacaktır. Kimi tereddütlü, kimi eski savaş mantığıyla yaklaşmıştır. Askeri eylemliliğin siyasal mücadelenin hizmetinde olması gerekirken, bu alanda yaşanan zayıflıklar aktifleşmemeye etken olmuştur. Yaratıcı bir pratiğin ortaya çıkmasında zayıflıklar yaşanmıştır. Kuzey’deki gücün tüm kapasitesi eylemlere yansıtılmamış ve harekete geçirilmemiştir. Kuzeyde var olan mevzilenme ve nicelik düzeyiyle gücün kapasitesi tümden pratiğe yansıtılmamıştır. Gelişen eylemlere ilişkin münferit olaylar dışında taktik doğrultu tutturulmasına rağmen, eylemler zayıf kalmıştır. Dağ, Kürdistan şehirleri ve metropol ayakları birbirini destekleyen ve dengeleyen tarzda eylemler gerçekleştirmesi gerekirken, hamlenin koordineli ve eşgüdümlü sürdürülmesinde zayıf kalınmıştır. Kürdistan’ın kırsal alanında ordunun yaptığı imha amaçlı operasyonları hem boşa çıkarmada, hem de darbelemede belli bir pratik sergilenirken, belli bir eylemlilik düzeyi de geliştirilmiştir. Fakat yapılan eylemler yetersiz kalmıştır. Kürdistan şehirlerindeki eylemliliklerde belli bir pratik geliştirilmiştir. Fakat Türkiye cephesi ve metropollerinde zayıf kalınmıştır. Türkiye metropollerinde hamlenin başlangıcındaki tereddütlü yaklaşımlardan dolayı, erken harekete geçilmemiştir. Belli bir süre geçtikten sonra bazı etkili eylemler gerçekleştirilmiş, fakat süreklilik sağlanmamıştır. Gerçekleştirilen eylemlerin bir kısmı etkili olmamış, bir kısmı düşmanın gizlemesiyle kamuoyunun gündemine girmemiştir. HPG’nin II. Konferansı’yla birlikte stratejik bir çalışma alanı olan Öz Savunma Kuvvetleri’nin örgütlenmesi karar altına alınmıştır. 1 Haziran hamlesiyle birlikte, yeni taktiğimizin en temel ayağı olması gereken öz savunma, en fazla eksik kalan yön olmuştur. Tüm karargahlar, böylesi stratejik bir çalışmayı esas almadıkları gibi, ilgisiz yaklaşmışlardır. Öz Savunma Kuvvetleri’nin örgütlenmesinde ciddi yetersizlikler söz konusu olmuştur. Eylem anlayışında zaman ve mekanı doğru belirlemede, siyasal sürece göre yürütülmesi gereken vuruş tarzında zayıf kalınmıştır. Eylemde yaratıcılık, sonuç alıcılık, vuruş tarzındaki keskinlik konusunda gerekli gelişme sağlanmamıştır. Yaşanan şahadetlerin çoğu, hareket ve çalışma tarzındaki yanılgılı ve yanlış yaklaşımlardan kaynağını almıştır. Düşmanı küçümseme, kendine aşırı güven ile yaşam alışkanlıklarından kaynaklı keyfi davranma, disiplindeki gevşeklik, gerilla ilke ve kurallarına dikkat etmeme ile birleşince bazı yersiz kayıplar verilmiştir. Tekniğe hakim olmamaktan kaynaklı yaşanan şahadetler de olmuştur. Bütün eyaletler eş güdümlü bir plan temelinde harekete geçmede zayıf kalmışlardır. Düşman ise savaşı Kürdistan ile sınırlandırmak ve Türkiye’ye açılımı engellemek için kırsal alanlarda operasyonlarını yoğunlaştırmıştır. HPG güçlerini oyalama taktiğini uygulamıştır. Mevzilenme ve taktik boyuttaki gelişim düzeyine göre HPG III. Genişletilmiş Meclis Toplantısı’nda her dört parça için yürütülmesi gereken taktikler tespit edilmiş, bu çerçevede planlama yapılmış çalışmalara başlanmıştır. Çünkü siyasal gelişmelere bakıldığında önümüzdeki süreçte hareketimize yönelik tehlikeli saldırıların olma ihtimali vardır. Hareketimize karşıt olarak geliştirilen ittifaklar ve diplomatik ilişkiler sonucunda askeri yöntemlerin devreye sokulması hedeflenmektedir. Bizim de gelişebilecek saldırılara karşı her dört parçada meşru savunma direnişini esas alacak tarzda başlatılan ideolojik örgütsel çalışmayı derinleştirerek HPG güçlerindeki hazırlıkları daha da geliştirmemiz gerekmektedir. 2005 yılında Türkiye devletine karşı kapsamlı bir meşru savunma savaşını vermemiz olasıdır. 1 Haziran sürecini aşacak düzeyde 46 kapsamlı bir direniş savaşını güçlü vermek amacıyla başlatılan hazırlıkları daha fazla geliştirmek gerekmektedir. Bu amaçla, 2005 yılının hemen başında bir kısım komuta Kuzey’e gönderilmiştir. Güneybatı ve Doğu Kürdistan’da meşru savunma çizgisi temelinde örgütlenmenin güçlendirilmesi, her ihtimale karşı hazırlıkların sürdürülmesi gerektiği de açıktır. Güney Kürdistan’da da savaş ve çatışma olasılığı vardır. Bu nedenle 2005 yılının başından itibaren başlatılan planlama çerçevesinde Güney’deki güçlerimiz her zaman gerilla düzenine geçebilecek şekilde bir üslenme ve çalışma tarzını oturtmalıdırlar. Yürütülen Faaliyetler; Demokratik çözüm hareketimiz, Önderliğimizin ortaya koyduğu stratejik değişim-dönüşüm ve yeniden yapılanma projesi kapsamında bugüne kadar önemli değişim adımları atmış bulunmaktadır. Bu kapsamda ’99 geri çekilmeleri stratejik değişim sürecinin startını vermiştir. Bu temelde dört yılı aşkın bir süreç içinde gerilla güçlerimiz Güney alanına dayalı mevzilenme ve örgütsel yeniden yapılanma faaliyetlerini yürütmüştür. Bu süreci değişik aşamalara dayalı olarak geliştirmeyi esas alan Önderliğimiz, bunları tamamen ideolojik-felsefi bir formasyona oturtmuştur. 2003 yılından itibaren ise Atina Savunmaları ekseninde genel hareketimizin gündemine koymuştur. Tüm bu süreçleri meşru savunma çizgisine dayalı olarak ele alan HPG, bugüne kadar yeniden yapılanma kapsamında önemli adımlar atmış bulunmaktadır. Birincisi 2001 yılında, ikincisi 2003 yılında olmak üzere, gerçekleştirdiği iki konferansla yürüttüğü tartışmalar ve aldığı kararlarla kendi sistemini oturtmayı esas almıştır. Mevcut aşamada yapmakta olduğumuz III. Konferansımız da bu süreci, yaşanan pratiğin ortaya çıkardığı sonuçlar üzerinden de ele alarak, yeni bir aşamaya ulaştırmayı hedeflemektedir. Bu temelde II. Konferans’ın karar ve planlamaları doğrultusunda yaşanan bir buçuk yıllık faaliyet sürecini ele alacak olursak; HPG II. Konferansımız, Önderliğimizin Kongra Gel projesi ekseninde yeniden yapılanmayı gündemine almış ve özerkleşmeye dayalı örgütlenme perspektifini kendisine esas almıştır. Aynı zamanda siyasal ve askeri gelişmeleri göz önünde bulundurarak, mevzilenme durumunu gözden geçirerek bu yönlü yeni bir yaklaşım belirlemiştir. Bunun yanı sıra özerkleşme perspektifine dayalı olarak eski yönetmeliği gözden geçirip gerekli işleyişi oturtma ve kurumlaşma kararlarına ulaşmıştır. Tüm bu çalışmaları hayata geçirip yönlendirecek olan 41 kişilik HPG Meclisi’ni seçmiştir. Konferansın hemen ardından yapılan I. Meclis Toplantısı’yla birlikte, Meclis kendi içinden 11 kişilik Komuta Konseyi’ni belirlemiş, konseyin içinden Genel Komutanlığı belirleyip, Genel Komutanı seçerek işbölümüne gitmiştir. Geçen bir buçuk yıllık süreçte üç Meclis Toplantısı ve bir Genişletilmiş Konsey Toplantısı yapılmıştır. İlk toplantı hemen konferans ertesinde yapılmasından dolayı, genel anlamda bir planlamaya gitmiş ve yukarıda ifade edilen düzenlemeleri yapmıştır. II. Genişletilmiş Meclis Toplantısı, özgürlük mücadelemizin karşı karşıya olduğu sorunları kendi gündemine alarak bu sorunlara yaklaşımını netleştirmiştir. Bu temelde HPG bünyesinde en başta işbirlikçi-ihanetçi çizgiye olmak üzere, her türlü çizgi dışı anlayış ve eğilimlere karşı verilmesi gereken mücadele tarzına ilişkin önemli bir netleşme düzeyi yakalanmıştır. Aynı zamanda yaşanan siyasal-örgütsel gelişmeleri değerlendirmeye tabi tutarak, olası durumlara göre bir savaş planlamasına gitmiştir. III. Genişletilmiş Meclis Toplantısı ise, en temelde 1 Haziran Hamlesiyle birlikte ortaya çıkan pratik düzeyi her boyutta ele almış, aynı zamanda komuta ve yönetim gerçekliğinde yaşanan yetersizlik ve değişim-dönüşüm sorunlarını eleştiri-özeleştiri yaklaşımıyla çözümlemeye çalışmıştır. Aynı zamanda yapılacak III. Konferansın hazırlık planlamasına gidilmiştir. II. Konferans’ta, genel hareketimizin yaşadığı yeni örgütlenme süreciyle bağlantılı olarak HPG’de ortaya çıkabilecek yönetim boşluklarını doldurma amaçlı çıkarılan özel karar tasarısına bağlı olarak doğan boşluklar daha sonraki II. Meclis Toplantısı’nda doldurulmuştur. Bu süreçte HPG Meclisi’nden Ekrem, Hatice, Baran ve Bedri unsurları ihanet etmiş; Dilan ve Nuda arkadaşlar II. Kongra Gel Genel Kurul Toplantısı’ndan sonra HPG çalışmalarından ayrılarak diğer çalışmalara katılım göstermişlerdir. 2004 yılı sonbaharında yapılan Kongra Gel Genişletilmiş Yürütme Konseyi Toplantısı’nda, HAK’ın HPG’ye bağlanma kararının ardından doğan ihtiyaçla birlikte, Komuta Konseyi sayısı 13’e çıkarılmıştır. Yeniden yapılanma hedefiyle bağlantılı olarak HPG’de değişim ve dönüşüm, ordu örgütlenmemizin ihtiyaçlarını karşılayacak kurumlaşma ve araçlarıyla sağlanmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda koordinasyon ve sevk-idare çalışmalarını yürütecek olan saha, eyalet ve alt karargahlaşmalara gidilmiştir. Her karargah, komuta sistemini üçlü kurmaylık örgütlemesine dayalı olarak geliştirmiştir. Ordulaşmanın en kapsamlı faaliyet kapsamını oluşturan eğitim çalışmalarını bir sisteme kavuşturmak için konferans kararları doğrultusunda Akademiler Komutanlığı kurulmuş, buna bağlı örgütlenmelere gidilmiştir. Ordudaki özerkleşme esprisi, kendi içinde birtakım kurumsal ayrışmaları zorunlu hale getirmiş, bu öngörüyle II. Konferans’ta kol örgütlemeleri kararı alınmış ve bu kararlar ışığında YJA STAR, Özel Kuvvet, Öz Savunma 47 kol örgütlenmeleri kendi özgünlüklerine göre düzenlenmişlerdir. Alan örgütlenmeleri alt karargahlar, eyalet ve sahalar şeklinde ele alınmıştır. Buna göre Karadeniz, Koçgiri ve Dersim bir saha; Erzurum, Garzan ve Amed bir saha; Botan da ayrı bir saha şeklinde örgütlendirilmiştir. Serhat, Amanoslar ve Zağros birer eyalet şeklinde; Kandil, Xakurke ve Gare birer eyalet olarak; Metina ise bir cephe biçiminde örgütlendirilmiştir. Ayrıca taktik-mevzilenme durumu yeniden gözden geçirilmiş ve Anakarargah başta olmak üzere genel mevzilenme ve güç düzenlemesi yeniden yapılmıştır. Taktiğe ilişkin de dört yıllık ateşkes sürecinin ardından alınan 1 Haziran hamle kararıyla birlikte meşru savunma savaşının yeni dönem taktiğini uygulama zemini doğarken, bu yönlü belli bir tecrübe süreci yaşanmıştır. Bu temelde yürütülen çalışmaları ve ortaya çıkan sonuçlarını ifade edecek olursak; Ana Karargah Çalışmaları Tüm bu çalışmaların koordinesini yapmak ve sevk-idaresini yürütmekle sorumlu olan Ana karargah, konferans ardından ilk olarak mevzilenme değişikliğine giderek Kandil’den Behdinan’a geçiş yapmıştır. Bu değişiklikteki temel amaç, olası bir meşru savunma savaşının Kuzey’e dayalı gelişme ihtimaline göre, savaşı daha hakim bir pozisyonda koordine etme olmuştur. Bu yönlü genel örgütsel sorunların etkisiyle belli bir gecikme olsa da, 2004 başlarından itibaren karargah kendi kurumlaşmalarını geliştirmeye başlamıştır. Çalışmaların örgütsel zemine oturtulabilmesi, kolektif çalışma tarzının geliştirilebilmesi, karargah zeminini ortak karar ve uygulama zemini haline getirmek için yönetim faaliyetlerini örgütsel işleyiş ve işbölümüne tabi tutma anlayışı esas alınmaya çalışılmıştır. Bununla bağlantılı olarak Komuta Konseyi’ni işlevli kılma amacıyla sürekli görüş alış-verişi ve ortak karar alma mekanizması işletilmeye çalışılmıştır. Diğer önemli bir çalışma da alanların koordinesi kapsamında Kuzey ve Güney karargah yönetimleriyle sürekli ve düzenli yapılan cihaz görüşmeleri olmuştur. Ana karargah kendi bünyesinde değişik kurum çalışmalarını örgütleyip var olanları da sisteme kavuşturmayı ve derinleştirmeyi esas almıştır. BİM daha kapsamlı bir perspektifle ele alınıp HPG’nin ideolojik yayın merkezi olma ve güncel HPG gelişmelerini kamuoyuna taşırma göreviyle çalışmalarını sürdürmüştür. Bu kuruma bağlı olarak açılan HPG sitesi ise özellikle halka ulaşmada ve gerilla-halk arasındaki iletişimi sağlamada önemli bir zemin oluşturmuştur. Diğer yandan HPG’de yürütme-yargı sisteminin ayrışması kararına bağlı olarak Yüksek Mahkeme ve buna bağlı disiplin kurullarının kurumlaşmasına gidilmiştir. Bu örgütlenmede belli bir gecikme yaşanmakla birlikte, yeni bir örgütlenme dalı olmasının yarattığı tecrübesizlikler bazı yetersizliklerin yaşanmasına yol açabilmiştir. Ana karargah’ın 2004 yılı planlaması kapsamında yürüttüğü önemli çalışmalardan biri, Kuzey alanlarımıza yönelik güç düzenleme, hazırlama ve bu güçleri kendi alanlarına ulaştırma olmuştur. Bu temelde toplam 400 civarında güç, Kuzey sahalarına aktarılmıştır. Bu güçlerin alanlara aktarımında herhangi bir aksama olmamış ve tüm gruplar yerlerine sağlam bir şekilde ulaşmıştır. Bu güçlerin yeni dönemin tarz ve taktiği üzerinde yoğunlaşarak, zamanında alan faaliyetlerine katılmaları 1 Haziran Hamlesi’nin yeni taktik ve eylem tarzını pratiğe kanalize etmede önemli olmuştur. Ana karargah’ın gündeminde olan önemli çalışmalardan biri de eğitim faaliyetleri olmuştur. Önderlik savunmalarının eğitimlerle kavratılıp özümsetilmesi temel ideolojik perspektifi oluştururken, askeri-teknik düzeyi daha derinleştirme yaklaşımı da esas alınmıştır. Genel güçlerin eğitim ihtiyaçları her dönemde belirlenip ona göre bir eğitim politikası belirlenmeye çalışılmıştır. Aynı zamanda eğitim dalında asıl kurumlaşma sahası olması gereken akademiler sisteminin, hem okulların açılıp kurumlaştırılmasıyla, hem de bunun yönetim sistemini oturtmayla bağı göz önünde bulundurularak bu çalışmalara ağırlık verilmiştir. Bu alanda da gecikmeli de olsa, belli bazı adımlar atılmış, akademi sisteminin iskeleti oluşturulmuştur. Bu arada Ana karargah önemli oranda bu çalışmalara katılım sağlamıştır. Merkezi olarak Ana karargah’a bağlı yürütülen diğer bir çalışma da sevk ve idareyi sağlama temelindeki faaliyetlerdir. Alanlar arası güç değişimi ve bazı alanlara güç aktarımı temelinde kapsamlı bir çalışma yürütülmüştür. Ancak alt karargahların ikame ettirmede sıkıntı yaşadığı belli bir kesim arkadaşın düzenleme sorunlarının çok merkezi bir tarzda çözümlenmeye çalışılması da, aşılamayan bir tarz sorunu olmuştur. Bu da, alt karargahların üste havale etme yaklaşımlarından kaynağını almaktadır. Geçen süreçte Ana karargah çalışmalarında belli bir sistem oturtulmasına rağmen, yeni sistemin tümden geliştirildiğinden söz edilemez. Özellikle örgütsel işleyişi hayata geçirmede, süreç gelişmelerini arkadaş yapısına taşırma ve doğrultu vermede ciddi yetersizlikler yaşanmazken, bunun içini doldurmada ve daha güçlü bir işbölümüne dayandırmada zayıf kalınmıştır. Ana karargah, 2004 yılı Temmuz ayında yapılan genişletilmiş Komuta Konseyi Toplantısı’na kadar tali işlerle fazlasıyla uğraşan bir çalışma seyri izlemiştir. Bu toplantının ardından bu konuda düzeltmeye gitmiş; Kuzey ve Güney alanlarıyla ilgilenme, sevk-idare ve 48 eğitim gibi çalışmaları belli bir işbölümü dahilinde yürütmeye çalışmıştır. Bu süre zarfında Ana karargah yönetiminin genel örgüt çalışmalarına sık sık katılımından dolayı, boşluklar çıkmış bundan kaynaklı örgütlenme sorunları yaşanabilmiştir. Apollo Akademiler Komutanlığı; Bu komutanlık bünyesinde HPG’nin yeni dönem komuta kişiliğini yetiştirmekle sorumlu olan Mahsum Korkmaz Askeri Akademisi’ni, bu misyonuna cevap verecek hale getirme; ideolojik eğitim merkezi görevini görecek olan Haki Karer İdeolojik Eğitim Akademisi ve YJA STAR gücünün özgün eğitim ihtiyacını karşılayacak olan Şehit Beritan Özgür Kadın Savunma Akademisi’ni örgütleme; yeni savaşçıların eğitimini daha nitelikli kılma öngörülmüştür. İkinci bir görev olarak da; genel güce yönelik eğitim programlarının geliştirilmesi, buna paralel eğitim politikasının belirlenmesi ve bunun perspektifini oluşturmakla sorumlu kılınmıştır. Bu temelde Şubat toplantısından sonra Akademiler Komutanlığı’nın örgütlenmesine gidilmiştir. Ancak bu komutanlık sisteminin geliştirilmesi ve düzene kavuşturulması, yönetimleri düzenleme sorunundan kaynaklı, gecikmeye uğramıştır. Bunun sonucunda okulların açılıp devreye giriş zamanlarıyla, bunun üst yapısını oluşturan yönetim yapılanması arasında farklılık oluşmuştur. Böylelikle bir sistem boşluğu doğmuş, her akademide özellikle ilk süreçlerde değişik boyutlardaki sorunların yaşanmasında belirgin bir neden olarak öne çıkmıştır. Şehit Haki Karer İdeolojik Eğitim Akademisi’nde bir süre yoğun kaçışların yaşanması, Şehit Beritan Özgür Kadın Savunma Akademisi’nde yeterli sonucun alınamayışı buna örnek verilebilecek sorunlardır. Bu tür sorunlara zemin yaratan temel nedenlerden biri de, eğitim bileşimlerinin düzenlenme biçimi olmuştur. Ayrıca bu eğitimlerle mevcut sistem dahilinde en fazla ilgilenmesi gereken Ana karargah yönetiminin zamanında yeterli bir ilgilenmeyi geliştirmemesi de önemli bir yetersizlik olarak yaşanmıştır. Ancak daha sonradan bu yönlü boşluklar yeterli düzeyde olmasa da, giderilerek bazı adımlar atılmıştır. Daha önceden beri faaliyette bulunan Mahsum Korkmaz Askeri Akademisi’nde ise; akademi sistemini gerekçe olarak öne sürüp eğitim disiplinini gevşetme gibi yaklaşımlar içine girilebilmiştir. Bunun yanı sıra akademi zeminini yetkilenme alanı gibi ele alıp hak arama anlayışını dayatan yaklaşımlar da yoğunca yaşanabilmiştir. Bütün bu yetersizliklerin yanı sıra Önderlik savunmaları ekseninde eski zihniyeti aşma çabası, düşünsel üretimi yakalama istemi ve sürecin gerektirdiği tarz ve taktiği yakalama yönündeki yoğunlaşmalar da belirgin gelişmeler olarak değerlendirilebilir. Genel Eğitim Çalışmaları; Genel güçlerin eğitimlerinde yeni paradigma ışığında yeni zihniyete giriş, demokratik ve özgür kişiliği ordu zemininde yaratma en temel hedef olurken, askeri alanda da meşru savunma çizgisini daha fazla özümsetme, taktik yaratıcılığı ve teknik hakimiyeti geliştirme esas alınmıştır. Her iki boyutta verilen eğitimlerle askeri kültürle özgür yaşamın birbiriyle olan ilişki ve bağları güçlendirilmeye çalışılmıştır. Bu konuda eskiye oranla bütünlüklü bir bakış açısının geliştiğinden bahsedebiliriz. Eğitimle yakından ilgili olan bir husus da; Önderliğin hareketimizin gündemine koyduğu hiyerarşi, iktidar, demokrasi vb. kavramları kendine göre yorumlama yaklaşımları olmuştur. Bunun diğer bir ucu olarak da değişim karşısında tutucu-muhafazakar yaklaşımlardır. Bu sorunlar her ne kadar genel düzeyi etkileyecek boyutlara ulaşmadıysa da, Önderlik savunmalarını kavrama ve yaşamsallaştırmada geriye çekici bir rol oynamışlardır. Öyle ki, içinden geçtiğimiz bir buçuk yıllık süreçte yaşanan örgütsel sorunların etkisiyle bir takım savrulma eğilimleri, HPG içerisinde de değişik biçimlerde yansımasını bulmuştur. Özellikle Güney’in hemen hemen her alanında yaşanan yoğun kaçışların bir nedeni, eğitim yetersizliği olmuştur. Ancak, savunma ekseninde görülen eğitimlerin etkisiyle teslimiyetçi ve ihanetçi çizgiye karşı var olan tavır yaklaşımında zamanla daha da güçlenme yaşanmıştır. Diğer yandan hiyerarşik zihniyeti aşma temelinde demokratik ve eşitlikçi bir kişiliği açığa çıkarma arayışı, hem yapıda hem de komutada eskiye oranla gelişebilmektedir. Yeniden yapılandırmayı daha fazla geliştirmek amacıyla görülen askeri eğitimlerde önemli bir gelişme düzeyi söz konusudur. Bu temelde taburlar şeklinde 45 gün sürelerle yürütülen özgün askeri eğitimlere devam edilmiştir. Ancak hamle süreciyle birlikte eylemler esnasında belli sayıda arkadaşların şahadet ya da yaralanma durumları, askeri-teknik eğitimlerdeki yetersizliğin de ifadesi olmaktadır. Bunlar değerlendirilerek bu tür kaza ve dikkatsizlikleri önleyecek bir eğitim tarzının daha güçlü nasıl yakalanacağı üzerinde durulmuştur. Bu süreçte savunmaların daha güçlü anlaşılması ve teorik alt yapı oluşturmak amacıyla ek kaynaklar matbaada basılmış, broşür ve yazılar hazırlanmıştır. 49 YJA STAR Çalışmaları; Geçen süreçte YJA STAR, Önderliğin hem kadın özgürlük hareketine, hem de HPG’ye biçtiği misyona cevap olabilmenin çabası ve kararlığıyla sürece katılım doğrultusunu belirlemeye çalışmıştır. Bu sürçte eğitim, örgütleme, düzenleme, mevzilenme vb. çalışmalar yürütülmüştür. Gerçekleştirilen YJA STAR II. Konferansı’yla YJA çalışmalarının yeni dönem örgütlemesine dönük önemli proje ve kararlara ulaşılmış, bu doğrultuda çalışmaların pratik örgütlendirilmesine gidilmiştir. Konferans sonrası Kuzey’e takviye amaçlı Botan ve Dersim alanlarına güç örgütlendirilip gönderilmiş, Güney alan karargahlarının yeniden örgütlenmesine gidilmiştir. Genel anlamda eğitim çalışmalarına ağırlık verilmiş, yaz ve kış sezonları için özgün eğitim programları hazırlanıp ona göre eğitim faaliyetleri yürütülmüştür. Konferansta alınan karar doğrultusunda Şehit Beritan Akademisi açılmış ilk devresi tamamlanıp düzenlenmiştir. İkinci devre örgütlendirilmiş, erkek arkadaşların da eğitim devresi başlatılmıştır. Yoğunlaşma gruplarının yanı sıra basın çalışmaları da başlatılmış ve STAR dergisi çıkarılıp yayınlanmıştır. YJA STAR yönetim toplantıları zaman zaman gerçekleştirilmiştir. Ayrıca önemli günler ve gelişmelerle ilgili yazım kampanyaları geliştirilip değişik yayın organlarına gönderilmiştir. Kongra Gel ve PAJK’ın değişik örgütsel çalışmalarına yönetim düzeyinde katılım gösterilmiş, PAJK’ın yeniden yapılanması için 14 arkadaş belirlenip gönderilmiştir. Genel olarak her ne kadar önemli karar ve iddia düzeyiyle çalışmalara katılım gösterilmeye çalışılsa da, YJA STAR çalışmalarının güçlü bir sisteme kavuşturulmasında yetersizlikler açığa çıkmıştır. Bunda içinden geçtiğimiz sürecin, yaşadığımız ağır örgütsel sorunların da etkisi olmakla birlikte, güçlü ve yetkin bir yönetim anlayışını yeterince geliştirememenin payı vardır. Yönetim tarzındaki idareci duruş, kendi içinde eleştiri-özeleştiri mekanizmasını yeterince işletememe, sorunları zamana yaymaya ve belli bir netsizliğin oluşmasına yol açabilmiştir. Hatice unsurunun duruşu, çalışma tarzındaki bireyciliği, yaşam ve ilişki tarzındaki ölçüsüzlükleri gözler önünde olmasına rağmen, bu konuda herhangi ciddi bir eleştiri ve tavrın geliştirilmeyişi de bu uzlaşmacı tarzın sonuçlarıdır. Diğer yandan komuta ve yönetimlerde geçen sürecin etkisiyle önemli bir iddiasızlık gelişmiş, özellikle orta kademede yetkiden soğuma, örgüt görev ve sorumluluğundan kendini uzak tutma yaklaşımları zorlayıcı tavırlar olarak yaşanmıştır. Bu tür sorunları aşmaya dönük yapılan toplantı ve tartışmaların, yine yapılan yeni düzenlemelerin ardından daha çözümleyici ve katılımcı bir tarz oturtulmaya çalışılmıştır. Bununla bağlantılı olarak hem çalışmaların yeniden örgütlendirilmesine, hem de güçlerin yerinde denetlenip ilgilenilmesine ağırlık verilmiştir. Geçen süreçte başta Ana karargah olmak üzere, tüm YJA STAR yönetimi, çalışmaların güçlü örgütlendirilip geliştirilmesinde bir katkı ve çaba sahibi olsa da, bir bütün olarak sistem yaratmada yetersiz kalınmıştır. Önümüzdeki süreçte bunun giderilmesine dönük önemli kararlara ulaşılmıştır. Doğru bir mücadele anlayışı ile bu sorunlar aşılacak, bu da mevcut katılım düzeyini daha da derinleştirecektir. Özel Kuvvetler; II. Konferans’tan sonra Özel Kuvvetler karargahlaşma çalışmasına gidilmiş, bu konuda mesafe kaydedilmiş, tüm saha ve karargahlarda mevzilendirme çalışmaları sürdürülmüş, eğitim çalışmalarında derinlik yakalanmaya çalışılmıştır. 1 Haziran Hamlesi’ne kadar çok sayıda Özel Kuvvet elemanı Kuzey’e aktarılmış ve hamleye aktif bir katılım düzeyi sergilenmiştir. Bu anlamda geçen süreç, Özel Kuvvetler açısından pratikleşme deneyimi olmuştur. Pratikleşme ile birlikte, görülen eğitimlerin sonuçları ve kadronun kişilik şekillenmesi daha net ortaya çıkmıştır. Bundan yola çıkılarak belirtilecek hususlar şunlardır; yapılan görevlendirmeler isabetli olmamış, savaşın ihtiyacına göre kadro şekillendirilmesi ve eğitim çalışmalarının yürütülmesinde zayıflıklar görülmüştür. Bu tarz, metropol çalışmalarına etkide bulunmuştur. Ayrıca Özel Kuvvetler’e seçilen kadronun çoğu savaş deneyimi olmayan kadrolardır. İlk defa savaş pratiğine girdiğinden dolayı da ani durumlar karşısında nerede ne zaman ne yapacağı konusunda inisiyatifli davranamama ortaya çıkmıştır. Siyasal süreç net olmasına rağmen, eylem geliştirmede tereddüde girilebilmiştir. Bundan dolayı 1 Haziran Hamlesi’nin başlangıç süreçlerinde geç davranma durumları yaşanabilmiştir. Metropollerde önemli sayıda bir kadro gücü düşmanın eline geçmiştir. Bütün yetersizliklere rağmen, dönem taktiğinin geliştirilmesinde yakalanan belli bir düzey söz konusudur. Geçen süreçte Özel Kuvvet güçlerinden oldukça anlamlı, değerli şahadetler yaşanmıştır. Şehit Mazlum Tekman arkadaşın mücadelemizin değerlerine yönelik yapılan saldırılara karşı giriştiği eylem tarzı ve bıraktığı mektuplarda sergilediği militanca tutum hem Özel Kuvvetler, hem de tüm HPG gücüne güç vermiştir. Özel Kuvvetler, taburların özgün askeri eğitimleri ve yeni savaşçıların eğitiminde temel eğitimcilik görevini yapmışlardır. 50 Öz Savunma Güçlerinin Örgütlendirilmesi; HPG II. Konferansı’nda alınan önemli kararlardan biri de öz savunma güçlerinin örgütlenmesi olmuştur. Şubat toplantısından sonra saha ve karargahlarda örgütlendirilmeye çalışılmıştır. Bu yönlü etkili bir pratik sergilenmemiş, HPG Genişletilmiş III. Meclis Toplantısı’ndan sonra karargahlaşmaya gidilmiş, bazı eğitim çalışmaları yürütülmüş ve kendi yönetmeliğini oluşturmaya başlamıştır. Kuzey Sahaları; 2003 yılından itibaren olası bir savaş ihtimaline göre hazırlık içinde bulunan Kuzey alanlarımızda, 2004 yılı baharından itibaren önemli bir hareketlilik yaşanmıştır. 1 Haziran Hamlesi’yle birlikte bu alanlarımızın rolü, taktik düzeyde daha fazla ön plana çıkmıştır. Savaşın hamlesel karakteri gereği pasif savunmadan aktif savunma konumuna geçilmiştir. Bu temelde Kuzey sahalarımızın açılım ve alan savunması görevi iç içelik kazanmıştır. Bu temelde tek tek alanlar açısından değerlendirmeyi gerektiren hususları aşağıdaki gibi ifade edebiliriz. Botan sahasında genel olarak önemli bir aktivite düzeyi sergilenmiştir. Bu alanımızın yeni hamle sürecinde metropollere açılımda önemli bir rolü söz konusuydu. Aynı zamanda gerilla güçlerimizin bulunduğu alanların savunması da bu alan açısından önde gelen görevler arasında yer almaktaydı. Bu kapsamda düşmanın geliştirdiği operasyonlara karşı eylemsel aktivite geliştirmiş, bu operasyonlar genelde boşa çıkartılmıştır. Şehir ve metropol eylemliklerinde ise çalışma ve örgütleme tarzındaki zayıflıklardan dolayı yakalanmalara sebebiyet verilmiş, bu yönlü saha bünyesinde ciddi yetersizlikler yaşanabilmiştir. Askeri açıdan durum böyleyken, yönetim gerçekliği itibariyle özellikle bölge yönetimlerini oturtma sorunları söz konusudur. Gerilla örgütlemesinin yanı sıra yurtsever kitle tabanımızın en yoğunluklu olduğu bir sahamız olan Orta Saha’nın askeri konumu da, bu gerçeklikten dolayı daha hassas bir yapı kazanmaktadır. Bu alan özgünlüğünde Öz Savunma örgütlendirmesinin geliştirilmesi bu tür nedenlerden ötürü daha fazla önem kazanmıştır. Ancak bu örgütlenmenin geliştirilmesi ve metropollere açılımda üzerine düşen rolü yeterince oynamamıştır. Bu alanlarda var olan kitle potansiyeli ve imkanlar iyi değerlendirilememiş ve harekete geçirilememiştir. Saha genelinde örgütsel olarak belli bir toparlanma ve mevzilenme düzeyi yakalanmış ancak hamleye katılım noktasında vasat kalınmıştır. Diğer yandan coğrafik ve pratik nedenlerden dolayı, saha yönetimi gerekli işlevi yakalayamamıştır. Garzan eyaletinde açılım sorunu uzun süre tam aşılamamış, Erzurum eyaletinde ise yönetimde dar yaklaşımlar toparlayıcı olmada yetersizliklerin yaşanmasına yol açabilmiştir. Bu eyaletimizde hamle sürecinde kısmi açılımlar olsa da, gücü koruma ve üstlenmeye daha fazla önem verilmesinden dolayı, eylemsel anlamda pasif bir konum öne çıkabilmiştir. Dersim sahamız da özellikle Türkiye ve metropollere açılımda en fazla rol oynaması gereken bir alanımız olmaktadır. Bu temelde geçen bir buçuk yılık süreçte hem yapı, hem de yönetim düzeyinde en fazla takviyenin yapıldığı alan olmuştur. 2004 bahar sürecinde düşmanın geliştirdiği operasyonlarda herhangi bir kayıp verilmemiştir. Ancak Karadeniz açılım grubu daha baştan tasfiye olurken, Koçgiri’ye de o alanda yaşanan yönetim sorunlarından dolayı açılım sağlanamamıştır. Daha hamlenin başında eyalette yönetim düzeyinde yaşanan ihanetin Türkiye açılımına olumsuz etkisi yoğun olmuştur. Bu alanda yönetim düzeyinde ciddi kayıplar yaşanmıştır. Bu şahadetlerde düşmanı ciddiye almama, denetimsizlik ve hareket tarzındaki gevşeklikler belirleyici olmuştur. Genel anlamda sahada yaşanan bu durumlar, belli bir istikrarsızlığı doğurabilmiştir. Bunları aşmakla sorumlu olan saha yönetiminde tam bir hakimiyet sağlanamamıştır. Yönetim düzeyindeki takviyelerle son süreçlerde toparlanmaya girmiş, istenilen düzeyde olmasa da eylemsellik sergilemiştir. Serhat eyaletimiz ise, süreçle birlikte içeriye giriş yapmış, içeride belli bir mevzilenmeyi oturtmuş, fakat eyalet örgütlülüğünü gerektiren bir düzeyi tam olarak yakalayamamıştır. Eyalette hamle sürecine aktif bir katılım sergilemede yetersizlikler öne çıkmıştır. Amanos eyaletimiz de açılım boyutunda rol oynaması gereken bir alan konumundadır. Bunun farkında olan düşmanın da alan kitlesi başta olmak üzere, özel bir örgütlenmeyi geliştirme durumu söz konusudur. Alana giden komuta ve kadronun yanılgılı yaklaşımı, alanın gerçekliğine dikkat etmemeleri, ona göre bir hareket tarzı tutturup tedbir geliştirmemeleri sonucunda kaçış ve şahadetler olmuş, yönetimin güç getirememe ve hakimiyet kuramama durumu da etkilemiştir. Sonbahar sürecinde yapılan koordine değişikliğinin ardından, çalışmalara en üst seviyede bir katılım göstermeye çalışan Dijwar arkadaş, tedbirsiz ve aceleci yaklaşımın sonucunda şehit düşmüştür. Güney Alanları; 51 Güney alanlarımız geniş bir coğrafyayı kapsamakla birlikte, her alanın mevzilenme, üstlenme, örgütlenme tarzları hemen hemen aynı düzeydedir. Aynı zamanda eğitim ve yoğunlaşma boyutlarında da belirgin koşul farklılıklarından söz edilemez. Nitekim genel olarak Güney alanlarımızda güçlerin mevcut koşullarda eğitimi ve hazırlıkları esas alınmaktadır. Askeri olarak da bölgesel çapta ve Kürdistan zemininde olası siyasi-askeri durumlara göre bir örgütlenme ve hareket tarzının geliştirilmesi esas alınmaktadır. Bu durumdan dolayı genel anlamda durağan bir pozisyonda duran güçlerimizde, yaşanan bütün eğitimlere rağmen, bu durağanlığın etkisiyle kendini dayatan sorunlar öne çıkabilmektedir. Yerleşik yaşamın keyfi, askeri disiplini gevşeten koşullanmaları, ilişkilerde çok yönlü sorunlara neden olan ölçüsüzlükler örgütsel sorunların yoğunluk kazanmasına zemin olabilmektedir. Ancak yönetim ve komutada yeterli hakimiyetin geliştirilmeyişi, özerk ve bürokratik yaşam ve çalışma tarzının çok kez baskın gelmesi, geçmişten bu yana çok eleştirilmesine rağmen, fazla aşılamadığı gibi, bazı yanlar meşruluk kazanan birer alışkanlık halini almıştır. Geçen bir buçuk yıllık süreçte örgütümüzün yaşadığı sorunlar başta Kandil olmak üzere Güney alanlarımız üzerinde olumsuz etkilerini yapabilmiştir. İşbirlikçi-ihanetçilerin örgüt ortamına dayattıkları anlayışlardan etkilenenlerin içine girdikleri değişik olumsuz tutumlar olmuştur. Özellikle bireyci yaşam eğilimleri, fırsat bulduğunda özgürlük değerlerimizi tartıştırarak sıradanlaştıran yaklaşımlar, yine orduyu küçümseyen tavırlar gelişebilmiştir. Yine yaşanan kafa karışıklıklarının etkisiyle değişik eğilim içerisine girenler olabilmiştir. Ancak Önderlik savunmaları ekseninde görülen eğitimler başta olmak üzere örgütün yaşadığı toparlanmanın etkisi, askeri güçlerimiz içinde de önemli bir toparlanma zemini yaratmıştır. Genel anlamda karargah yürütmelerinde bireysel tarzlar ön plana çıkmıştır. Karargahların temel görevlerinden biri, yedek komuta yetiştirip yoğunlaştırması gerekirken, Güney’deki karargahlarımız bu konuda üzerine düşen rolü yeterince oynamamıştır. Sorunları yerinde çözmeyip Ana karargah’a havale etme yaşanmıştır. Yaşanan örgütsel sorunlara rağmen, tüm Güney karargahlarımızda Kuzey sahaları için güçler hazırlanıp eğitilmiş ve Kuzey’e aktarılmıştır. Genel olarak Güney karargahları için şunları belirtebiliriz: HAK KARARGAHI Temmuz 2003’teki KADEK Meclis Toplantısı’nda alınan karar doğrultusunda HAK örgütlenmesine gidilmiş ve I. Kuruluş Konferansı yapılmıştır. İşbirlikçi, teslimiyetçi-ihanetçi çizginin etkisi ve HAK oluşumunun nedenleri yeterince anlaşılmaması Kuruluş Konferansı’nın kararlaşma düzeyini olumsuz etkilemiş, zorlayıcı bir duruma yol açmıştır. Teslimiyetçi-ihanetçi çizgi, HAK’ı ilkel milliyetçi temelde kendine askeri dayanak yapmak istemiştir. Önderliğimizin özgür yaşam ve bireye ilişkin değerlendirmelerini çarpıtarak güçlerimizin içinde muğlaklık yaratmayı hedeflemiştir. Bundan dolayı HAK oluşumu içinde yer alan güçlerimizde ciddi zorlanmalar yaşanmıştır. HAK yapısının çoğunluğu Önderlik ve örgüte duygusal temelde bağlılığını sürdürmüş, yeterli olmasa da sağlam bir duruş sergilemiştir. HAK’ın askeri bir güç olması itibariyle Savunma Komitesi üzerinden Kongra Gel ile ilişkilenmesi gerekirken, daha çok Kongra-Gel’e bağlı Siyasi Komite’yi çalışmalarında muhatap görme durumu örgütsel işleyiş ve çalışmalarda sorun yaratmıştır. 2004 baharına kadar bu durum devam etmiş, baharda yapılan Genişletilmiş Yönetim Toplantısı’ndan sonra bir dizi yeni kararlar alınmış, Doğu Kürdistan’ın somut koşullarına göre üç temel merkezden pratiğe yönelmiştir. Geçmiş sürecin sıkıntılarını üzerinden atamayan yönetimin bir kesimi, bu çalışmaların verimini ve temposunu geriye çekmeye ve kopuşlara neden olmuştur. Yaşanan örgütsel krizin aşılmasıyla birlikte yaşanan kafa karışıklıkları kısmen giderilmiştir. Güçlerin pratiğe adaptasyonuyla beraber sorunlar önemli oranda aşılarak ideolojik-örgütsel netleşmeye doğru önemli adımlar atılmıştır. Önderliğin perspektifleri doğrultusunda görüş birliği oluşturularak çalışmalar hızlandırılmıştır. Kongra-Gel II. Kurul Toplantısı’ndan sonra alanda yönetim değişikliğine gidilmiş, yürütmenin tamamı ve askeri konsey üyelerinin bir kısmı yeniden düzenlenmiştir. Çalışmalara ve alana adapte olmada bir dönem zorlanma yaşansa da, yönetimde zorlayıcı bir durum yaşanmamıştır. Ancak ideolojik ve örgütsel mücadelenin derinleştirilmesi konusunda yeterli düzey yakalanmamıştır. Yönetim gündem oluşturmada dar kalmış, daha çok içe dönük bir tarz öne çıkmıştır. Yönetimin hassasiyetleri fazlasıyla gözetmesi, yönetim tarzını pasifleştirmiş, eleştiri-özeleştiri yetersizliği ortaya çıkmış, yönetimin bazı üyelerine tavır koymada yetersizlik yaşanmıştır. Yönetimde anlayış birliğini oluşturma, kolektif ve katılımcı bir tarzı geliştirme, eleştiri ve özeleştiriyi yerinde işletme noktasında halen bazı yetersizlikler söz konusudur. Genel kadro yapısında ise örgütte yaşanan sorunlar karşısında mücadele yürütmede karamsar ve beklentili bir duruş sergilenmiştir. Yaşanan sorunlar moral bozukluğuna neden olurken, örgütsel düzeyde 52 yaşanan netleşme ile birlikte genel güçlerimizde toparlanma yaşanmış, katılımda moral ve motivasyon sağlanmıştır. Kaçışların fazla olması, teslimiyetçi-ihanetçi çizgiye karşı ideolojik-örgütsel anlamda bireylerin iyi donatılmaması gibi önemli bir yetersizlikten kaynaklanmıştır. HAK’ın 1 Haziran kararı çerçevesinde Doğu Kürdistan’a girişi önemli olmuş, fakat hareket tarzının yeterince kontrollü olmaması ve erkenden çatışma zemininin oluşması siyasal açıdan zorlayıcı olmuştur. İran içlerine açılımda kitleyle bütünleşmede ve katılım sağlamada kazanımlar sağlanırken, bunu sürekli kılma, sisteme kavuşturma ve genele mal etme noktalarında sınırlı kalmış yeterli olmamıştır. KANDİL KARARGAHI HPG II. Konferansı kararları temelinde, Ana karargah’ın Behdinan alanına taşınması ile birlikte Kandil Batı Cephesi kendisini bir alt karargah tarzında örgütleyerek çalışmalarını yeni duruma uygun bir tarzda örgütlemesi gerekirken, alan çalışmalarının buna denk örgütlendirilmesinde geç kalınmıştır. Karargah yürütmesi, örgütün diğer çalışmaları ile alan çalışmaları arasında kalmış, kendini iyi örgütleyememiştir. Kongra Gel I. Kongresi’nden sonra yaşanan sorunlar, bu alandaki güçlerimize direkt yansımış ve olumsuz etkilemiştir. Teslimiyetçi-ihanetçi çizginin sürekli gündemde tutulması ve işlenmesi gündemi doğru belirleme ve yapıya kavratmada yetersiz kalınmıştır. Karargah yürütmesi yaşanan gelişmelere göre çalışmaları örgütleme, yürütme ve hakim olmada yetersiz kalmış, kapsayıcı olamamış, gelişmeler karşısında sürüklenme pozisyonundan kendini kurtaramamıştır. Karargah yürütmesinin yaşadığı sistemsizlik ve düzensizlik bütün alan çalışmalarına yansımış, dağınıklık ve örgütsüzlüğe neden olarak boşluklara yol açılmıştır. Baharda yapılan yönetim takviyeleriyle boşluklar giderilmeye çalışılmıştır. Sorunlar karşısında çözümleyici olma ve ortak yönetim tarzını yakalamada yetersiz kalınmış, alt yönetimler yeterince işletilmemiştir. Koordinede yer alan arkadaşta çalışmaları kendinde merkezileştirme yaklaşımı gelişmiştir. II. Kongre’den sonra ihtiyaçlar temelinde alan çalışmaları ele alınarak ideolojik-askeri örgütlenmelere gidilmiş, bu doğrultuda örgütsel ve pratik çalışmalar yürütülmüştür. Alan yönetimi, yapıyı örgütsel-ideolojik anlamda doyurmada yüzeysel kalmış, karşıt örgütlenmelerin önüne geçememiş, bundan kaynaklı azımsanmayacak düzeyde kaçışlar yaşanmıştır. Kaçışların normalleştirilmesi, kendisiyle beraber mücadelesizliği getirmiş, yeterli düzeyde cins ve sınıf mücadelesi verilmemiştir. Askeri yaşamdaki disiplinsizlik, yaşamda her türden savrulmaya açık bir zemin yaratmıştır. Bunun sonucunda örgüt dışı ilişki ve yaşam tarzına zemin olunmuştur. Önderlik savunmasının gündeme alınmasıyla birlikte, bazı kavramları yanlış algılamadan kaynaklı yetersizlikler ortaya çıkmış olsa da, alan komuta ve savaşçı yapısında psikolojik ve düşünsel anlamda önemli bir gelişme yaratmış, bu da kendisiyle beraber bir toparlanmayı açığa çıkarmıştır. 1 Haziran Hamlesi’nin etkisiyle, gelişmelere paralel gündem oluşturmaya çalışılmıştır. Savunmalarla beraber sistemli ideolojik ve askeri eğitimler görülmüştür. Bu eğitimlerle askeri kültür ve yaşam duruşunda önemli gelişim sağlanmıştır. XAKURKE KARARGAHI Xakurke Karargahı, II. HPG Konferansı’ndan sonra kendisini yeniden bir alt karargah olarak örgütlemiş, bu temelde çalışmalarına başlamıştır. Karargah yürütmesi başlangıçta alanda yeni olmasından ve sık sık yönetim değişikliğinde kaynaklı çalışmalarda tam hakimiyet kurmakta zorlanmıştır. Alanın geçiş hattında bulunması ve farklı örgütsel çalışmaların bulunduğu bir zemine yakın olmasından kaynaklı yaşanan sorunlardan etkilenmeler yaşanmıştır. Daha sonra yapılan yürütme ve yönetim düzenlemeleriyle birlikte bu durumun aşılması için çaba sarf edilmiştir. Yürütme ilk başlarda kendi içinde kolektif bir tarzı yakalayamamış, yaz süreciyle birlikte kolektif bir tarz yakalama ve anlayış birliğine ulaşmada çaba sergilemiştir. Yaşanan örgütsel krizin yapı ve komuta üzerinde yarattığı olumsuz etkiler zamanında tespit edilerek çözümler üzerinde yoğunlaşmada yaşanan yetersizlik sonucunda alanda firarlar yaşanmıştır. Karargah yönetimi yapıya inmede yetersiz kalmış, yeterince ilgilenmemiştir. Dar ve kapsayıcı olmamaktan kaynaklı sorunlar zamanında giderilememiştir. Alan geniş yönetiminin ideolojik darlıkları ve klasik komuta tarzını aşmamaları, zorlanmaya neden olmuştur. Önderliğin savunmalarının işlenmesiyle birlikte önemli bir kavrayış düzeyi gelişmiş ve 1 Haziran Hamlesi’nin etkisiyle önemli bir toparlanma yaşanmıştır. Alandan Kuzey ve Behdinan alanlarına önemli oranda güç aktarılmış, geçiş hatlarında bulunmasından kaynaklı kurye sistemi örgütlendirilmiştir.Yeni savaşçı eğitim çalışmaları sistemli olarak yürütülerek mezun 53 olan savaşçılar alanların ihtiyaçlarına göre düzenlenmiştir. Şehidan’da İran ile girilen çatışmalarda yaşanan yersiz kayıplar hem alan, hem de hareket açısından ağır ve zorlayıcı olmuştur. ZAĞROS KARARGAHI Zağros Karargahı, HPG II. Konferansı’ndan sonra Ana karargah’a bağlı temel bir alt karargah olarak örgütlendirilmiştir. Hem Güney, hem de Kuzey sınırı olmasından kaynaklı önemli oranda gücümüzün mevzilendiği temel alanlarımızdan birisidir. Ana karargah’ın Behdinan’a yerleşmesiyle birlikte, Kandil ve Xakurke alanlarımızdaki gücümüzün bir bölümü bu alana kaydırılmış ve geniş bir sahada mevzilendirilmiştir. Eyalet karargah yürütmesi ihtiyacı karşılayacak düzeyde örgütlendirilmiştir. Ancak kolektif çalışma tarzının oturtulmaması, ben merkezci yaklaşımlar, birbirini tamamlamayan yönetim anlayışı ve yaklaşımlarından kaynaklanan sorunlar yaşanmıştır. Sevk ve idarede yeterli hakimiyet sağlanamamış, yapıyla yeterince ilgilenilmemiştir. Sorunları yerinde ve zamanında tespit ederek çözme yerine idareci tarz açığa çıkmış, yetkiye dayalı özerk yaşam tarzı ortaya çıkmıştır. Yürütme ve alan yönetimleri kendi alanlarıyla sınırlı kalarak koordineyi tamamlar pozisyonda olmamış ve parçalı duruşlar sergilenmiştir. Klasik komuta tarzının aşılmaması, kendine görelik ve ideolojik darlıktan kaynaklı sorunlar istenilen düzeyde aşılamamış, bu tarz eğitim, yaşam ve eylem tarzına olduğu gibi yansımıştır. Eyalette yaşanan sorunları örgütsel zeminleri işleterek çözme, eleştiri geliştirme ve özeleştiri verme yerine, gayri resmi tartışmalarla yapının gündemine taşırma yaşanmıştır. Eyaletteki kaçışlarda başta eyalet yönetimi olmak üzere, komuta kademesindeki ideolojik yüzeysellik, yapıyla yeterince ilgilenmeme ve gerekli güveni yaratmama esas neden olmaktadır. Sonbaharda gerçekleştirilen Meclis Toplantısı’yla eyalet koordinesinde yapılan değişiklikle birlikte tarz anlamında eyalet yürütmesi ve yönetiminde belli bir katılım ve tempo tutturulmaya çalışılmıştır. Bir yıllık süreçte yapı ve komuta kademesinin pratiğe katılımında önemli bir istem, fedakarlık ve çaba yaşanmıştır. Fakat mevcut komuta tarzından dolayı var olan imkanlar yeterince değerlendirilmemiş, genel çalışmalara gerekli hakimiyet sağlanmamıştır. Eyalette 1 Haziran Hamlesi’nin ağırlıkta siyasal bir hamle olduğu iyi anlaşılmamış, salt askeri hamle olarak ele alınmış ve bu tarz, eylemlere yansımış, yersiz şahadetler verilmiştir. Öz savunma, metropollere açılım ve yeni savaşçı alımında var olan potansiyel doğru kullanılmamıştır. 2005 yılı itibariyle bu eyaletimizde öz savunma, yeni savaşçı alım ve metropole açılım çalışmalarına ağırlık verilmesi gerekmektedir. GARE KARARGAHI Gare alanı Güney’de mevzilendiğimiz en stratejik alanımızdır. Bu alanda önemli bir güç yoğunluğumuz bulunmaktadır. Güney için önemli bir üs alanımız olmakla birlikte, Kuzey için de kadro ve komuta hazırlamada önemli bir potansiyele sahiptir. Alanda sıkça yapılan yönetim değişiklikleri sonucunda yönetim tarzı oturtulamamıştır. Kapsayıcı ve bütünlüklü çalışma tarzının oturtulamamasından dolayı kendine görelikler ve bireysel tarzlar açığa çıkmıştır. Çalışma tarzında koşuşturmacı, sorunları duygusal bakış açısıyla ele alma yaklaşımı, sorunların çözümünde yetersiz kalınmasına neden olmuştur. Bir dönem sorunlara esnek yaklaşım gerekli olurken, sonradan bunun bir tarz haline gelmesi, idareci mantığı doğurmuştur. Bundan dolayı sınıf ve cins mücadelesi zayıf kalmıştır. Bu zayıflık nedeniyle idareci ve esnek tarz devam etmiş, sorunlara yaklaşımda liberal ve yüzeysel yaklaşılmış, ideolojik-örgütsel derinlik yakalanmamıştır. Bunun sonucunda da firarlar yaşanmıştır. Yapısal düzeyde ise birçok alanda olduğu gibi, Gare alanında da, yaşanan örgütsel sorunlardan kaynaklı netsizlik, katılımı etkilemiştir. Yaz süreciyle birlikte Önderliğin “Bir Halkı Savunmak” adlı eseri çerçevesinde alan gücü eğitim sürecine çekilmiştir. 1 Haziran Hamlesi’nin başlaması örgütsel toparlanmayı getirmiştir. Savunmalar, aydınlanma ve netleşmeyi yaratmıştır. Böylece güçlü bir mücadele başlatılmasına rağmen, savunmanın ruhuna inmede ve mantığını yakalamada yetersizlikler de yaşanmıştır. Bazı yönleriyle soyut kalınmış, kavramları farklı yorumlamaktan kaynaklı kendine görelikler ortaya çıkmış, bazı sorunların yaşanmasına zemin olmuştur. Alanın en temel çalışması eğitim faaliyetleriyken, askeri kültür ve disiplinin oturtulmasında önemli yetersizlikler açığa çıkmıştır. Bahar sürecinde askeri pratik ve teknik eğitimler yürütülmesine rağmen, yeterli sonuç alınmamıştır. Alan gücünün ağırlıklı yeni katılımlı, tecrübesiz olması ideolojik-askeri eğitime ağırlık verilmesini zorunlu kılmaktadır. METİNA KARARGAHI: Metina alanında, HPG’nin II. Konferansı’ndan sonra bir alt karargah örgütlenmesine gidilmiştir. Alanda önemli bir güç yoğunluğumuz bulunmaktadır. Alan yürütmesi, yönetim boşluğundan kaynaklı 54 kendisini yeterince örgütlemede yetersiz kalmıştır. Alan önemli bir eğitim sahası olmasına rağmen, eğitsel ve örgütsel çalışmalar yeterli düzeyde örgütlendirilmemiştir. Alan yönetiminde yaşanan ideolojik darlık nedeniyle temel çalışmalara gereken ağırlık verilmemiş, daha çok pratik koşuşturma yaşanmıştır. Yapının ideolojik-örgütsel ihtiyaçlarına yeterli cevap verilemediği ve yeterli düzeyde ilgilenilmediği için yoğun kaçışlar yaşanmıştır. Sivillerle aşırı ilişkilenme, askeri yaşamda aşınmalara neden olurken, örgütsel hakimiyet tam oturtulamadığı için yer yer örgüt dışı ilişki ve anlayışlara zemin sunulmuştur. Önderlik savunmalarının işlenmesi ve askeri teknik eğitimlerin görülmesi, önemli bir toparlanmayı sağlamıştır.1 Haziran hamlesine hazırlanma temelinde tüm alan gücü askeri-teknik eğitimden geçirilmiş, bu eğitimle alan gücü örgütün ihtiyaç duyduğu her alanın ihtiyacına göre hazırlanmaya çalışılmıştır. Askeriteknik eğitimde niteliksel dönüşümde önemli sonuçlar alınmıştır. Alan gücünün ağırlıklı olarak yeni ve tecrübesiz arkadaşlardan oluşması nedeniyle askeri kültür ve disiplinde yaşanan zayıflıklar, görülen askeriteknik eğitimle büyük oranda aşılmıştır. KURUMLAR; Basın-İrtibat Merkezi; HPG’nin özerkleşmesiyle birlikte BİM çalışmalarının önemi daha da ön plana çıkmıştır. Çalışmanın kapsamını genişletmeye ihtiyaç duyulmuştur. Bu çerçevede hem dış kamuoyunun, hem HPG’nin ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde bir örgütlenmeye gidilmiştir. Gerilla-halk ilişkilerini güçlendirmek amacıyla dergi çalışmaları ve çekim ekibi daha da yetkinleştirilmiştir. Haber birimi örgütlendirilmiştir. TV, radyo, ajans vb. yayın organlarına gerekli destek sağlanmıştır. HPG İnternet sitesi örgütlendirilmiş ve açılmıştır. Ayrıca şehitlerimiz üzerine görsel, radyo, vb. yayın organları için çeşitli programlar hazırlanarak gönderilmiş ve bazıları yayınlanmıştır. Ayrıca görsel ve radyo için değişik gerilla programları hazırlanmış, bazıları programlar halinde yayınlanmıştır. Arşiv-sicil birimi örgütlendirilmiş, çalışma genişletilmiştir. Şehitler araştırılmaya başlanmış, bilinenler hakkında bilgiler toplanmış, bunların kaydı yapılmıştır. Şehitleri araştırma komitesi örgütlenmiş, çalışmaları başlatılmıştır. 2004 şehitleri hakkında yazılar hazırlanmış, fotoğraflar toplanmış ve albüm hazır hale getirilmiştir. Erdal arkadaş üzerine yazılmaya başlanan kitap çalışması devam etmektedir. Yüksek Askeri Mahkeme ve Disiplin Kurullarına İlişkin; Şubat toplantısından sonra örgütlülüğe kavuşturulmuştur. Tüm karargahlarda disiplin kurulları örgütlendirilmiştir. HPG’de yeni bir örgütlenme sahası olmasından kaynaklı, bir takım yanılgılı yaklaşımlar ve bu çalışmanın sistemini oturtma sorunları yaşanabilmiştir. Hazırlanan Yargı Usulü Yönetmeliği, SuçCeza Yönetmeliği yapının tartışmalarına sokularak yapının da genel önerileri alınmıştır. Maliye Kurumu Çalışmaları; 2 Ağustos 1999 Geri Çekilme sürecine kadar ordu güçlerimiz, ağırlıkta maliye anlamında kendilerini finanse etmekteydiler. Fakat geri çekilmenin başlanması ile birlikte gelir elde etme imkanları çeşitli nedenlerden dolayı büyük oranda sekteye uğramıştır. Genelde hareketimizin mali gelirleriyle HPG’nin maddi ihtiyaçları karşılanmıştır. 2004 yılından itibaren Kuzey’in bazı sahaları kendini finanse etmeye başlamıştır. Fakat o da kısmidir. Mevcut durumda mali gelir açısından varolan potansiyel, yeterli düzeyde kullanılmamaktadır. HPG’nin tüm gelir ve giderlerinin denetlenmesi, değerlerin korunması, gelir kaynaklarının doğru işletilmesi ve geliştirilmesi amacıyla maliye kurumu merkezileştirilmiş ve genel komutanlığa bağlı olarak çalışmalarını yürütmektedir. Her alandan iki aylık maliye raporları alınarak denetim kurulmaya çalışılmıştır. Buna rağmen, bazı karargahların zamanında ve düzenli bir şekilde maliye bildirimini yapmamaları söz konusudur. Lojistik ve Cephane; Her karargah bünyesinde varolan lojistik kurumunun örgütlülüğü devam etmektedir. Cephaneye ilişkin ise; tüm karargahlar bünyesinde cephane birimi örgütlendirilmiş, alanlarda var olan cephane, karargahlardaki cephane biriminin denetimine alınmıştır. Bir yıllık ihtiyaçlar esas alınarak çalışmalar yürütülmüş, imkanları olmayan sahalar dışında lojistik ihtiyaçları ve cephane karşılanmaya çalışılmıştır. Kuzeye imkanlar ölçüsünde bir kısım cephane aktarılmıştır. Cephane temini konusunda halen önemli bir ihtiyacın varlığından söz edilebilir. Komuta ve Yönetime ilişkin; 55 Komuta, ordulaşmanın geliştirilmesi ve taktiğin hayata geçirilmesinde, yeniden yapılanmaya denk düşecek değişim ve dönüşümü sağlamada en ön planda sorumluluk sahibi olan kesimi ifade etmektedir. Bu anlamda meşru savunma stratejisini uygulama ve uygulatma gücü, komuta olmaktadır. II. Konferansımız, komutanlaşmanın önünde engel olan özellikleri çok yönlü tartışıp bunları aşma görevini komutanın önüne koymuştur. Önderliğimizin yeni paradigması ekseninde, genel hareketimizin yanı sıra, HPG boyutunda daha özgün olarak sağlanması gereken değişim ve yenilenme perspektifi ise bu aciliyeti daha bir ciddiyetle hissettirmiştir. Bu gerçeklikten hareketle, geçen bir buçuk yıllık süreçte bu yönlü atılan adımları gözden geçirdiğimizde, komuta sorunlarımızın aşılmasında belli bir gelişme kaydedilmesine rağmen, eski alışkanlıkların etkisiyle hareket edildiği de yaşanan pratiklerde kendini gösteren bir durum olmuştur. Bireyciliğin aşırılaşan yanları anlayış boyutunda belli düzeylerde aşılmış, fakat bir mentalite olarak örgüte yaklaşımda, çalışma ve yaşam tarzında daha pasif bir seyir halinde kendini hissettirebilmiştir. Özellikle çalışmaların bir kişide kilitlenmesi, diğer komuta kademesinin işlevsiz kılınması, buna bağlı olarak pratiğin içinde boğulma ve verim seviyesinin düşme durumları hemen hemen her alanımızda yaşanan bir sorun olmuştur. II. Konferans’ın temel perspektiflerinden biri de profesyonelleşme esprisine oturtulmuş bir gerilla ordusunu geliştirmedir. Buna götüren ana yollardan biri; ideolojik, felsefi, bilimsel, askeri ve kültürel formasyona dayalı komuta kişiliğinin geliştirilmesidir. Ancak bu formasyona cevap olamayan komuta gerçeği ağırlıktadır. En fazla komutada yenilenme ihtiyacı olmasına rağmen, kendini eğitme ihtiyacı duymama ve yeterlilik anlayışları ortaya çıkabilmiştir. Bu komuta anlayışının sergileyeceği pratik, vasat pratiktir ve zamanla tekrarı doğurabilmektedir. Bunun zihinsel zemini ise, komutada demokratik kültürün zayıflığı, yaşamda eşitlikçi olmayan bakış açıları biçiminde kendini göstermektedir. Zihniyet değişimini yapamayan komuta, yetkiciliğin devlet ve iktidarla bağlantısını iyi kuramadığı için özerk yaşam anlayışından tam çıkabilmiş değildir. HPG komutanının en büyük özelliklerinden biri mütevazı olması, yapıyla iç içe olmasıdır. Ancak geçen süreçte önemli oranda yapıdan uzak bir yaşam tarzı ortaya çıkabilmiştir. Bu şekilde ayrıksı duran komutan, insanı ele alırken, hiyerarşik zihniyetin etkileriyle hareket ettiğinden, yapı sorunlarını çözmede başarılı bir tarzı yakalayamamaktadır. Komuta ve yönetimlerin belli bir kesiminin duruşu, sürecin gerisinde olup yapıyı ideolojik ve örgütsel anlamda geliştirmeyen bir pozisyonu teşkil etmektedir. Komutada ortaya çıkan liberal, dengeci, uzlaşmacı yaklaşımlar örgütsel çizginin derinleşmesi ve doğru örgüt tarzının gelişmesine engel olabilmiştir. Özellikle değişim-dönüşüm sorunlarının derinliğine ele alınıp çözümlenmesinde bu yaklaşım zorlayıcı bir etken olarak öne çıkabilmiştir. Bunun farklı bir yansıması olarak da komutada hesapçı yaklaşım, kendini başka kurum ve kişilerle kıyaslamak suretiyle hak arayışına girme tarzında gelişebilmiştir. Kendini yenilenmeye yatırmayan bir kesim komuta, eski tecrübelere dayanarak klasik tarzda ısrar etmiş, bir kesim de mücadele etmeden süreç karşısında seyirci duruş sergilemiştir. Komutada hala dar bakış açısından kaynaklı bireycilik, dar sorumluluk anlayışı, kapsayıcı olmama, tepkicilik, seçicilik ve örgütü kendine muhtaç görme anlayışları da ortaya çıkabilmiştir. Komuta gerçekliğinde taktik anlayışımızın kavranma ve özümsenme düzeyi, 1 Haziran hamlesiyle birlikte somut bir şekilde açığa çıkmıştır. Meşru savunma çizgisinde taktik ve eylem anlayışımız geçen altı yıllık süreçte birçok yanıyla ele alınmış olmasına rağmen, yeterince anlaşılamadığı yapılan tartışmalar ve yaşanan pratiklerde ortaya çıkmıştır. Bu konuda yaşanan en temel sorun, eski stratejiyle yeni strateji arasında oluşan farkı görememektir. Bu da eylem tarzında yer yer eskiye kaymayı getirebilmiş, bazı eylemlerinse siyasal amaçlarımızın dışına taşmasına yol açabilmiştir. Bu konuda yeni tarzı yakalamada komutanın daha derinlikli ve yaratıcı bir bakış açısını yakalaması gerekmektedir. HPG’deki komuta sorunlarının dayandığı ana zemin, ideolojik-örgütsel zemindeki yenilenme sorunudur. Bu temelde eğitimlerin ve pratiğin dengeli paylaşımıyla bu tür sorunların önü alınabilir. Bu da komutada yeni bir sıçramanın yaratılması anlamına gelecektir. Ordulaşma ve Askerleşmeye İlişkin; Ordu örgütlemeleri en disiplinli örgütlenme biçimleridir. Ordular zafer kazanma amacıyla kuruldukları için ordularda disiplinsizliğe neden olabilecek hiçbir yaklaşıma yer verilmez. Aksi durumda yenilgiye uğramaktan kurtulamaz. Bu nedenle otorite, emir talimat düzeni ve hiyerarşik yapıdan taviz verilmez. Profesyonel bir gerilla ordulaşması hedefiyle hareket ettiğimiz için demokratik merkeziyetçilik, öz disiplin ve öz sorumluluk anlayışıyla ordu çalışmalarında yer almak zorundayız. Bunun dışında yaşamda özgürlükçü bilinç, demokratik yaşam ve eşitlikçi ilişki tarzını en güçlü düzeye getirmek sorumluluğuyla karşı karşıyayız. II. Konferans’ta bu temelde kararlar alınmış ve adımlar atılmıştır. Tarihsel olarak da parti-ordu geleneğimizin iç içe olması, demokratik yönümüzün çok güçlü olduğunun kanıtıdır. 56 Önderliğin son savunmalarıyla birlikte zihniyet değişiminin gerekliliği her geçen gün kendini dayatmaktadır. Bunun yansıyacağı en temel alan ise ordulaşma ve askerleşme düzeyidir. II. Konferansımız, Önderliğin ortaya koyduğu değişim-dönüşüm perspektifini kendi özgünlüğünde uygulama kararlılığını geliştirmiştir. Bu yönlü yaşanan gelişmelerin yanısıra bir takım yanılgılı yaklaşımlar da gelişebilmiştir. Özellikle hiyerarşiye yaklaşımda kökten reddeden yaklaşımlar zorlayıcı olmuştur. Bunun bir parçası olarak da demokrasi kavramının salt bireysel yanını öne çıkaran bireyci tutumlar yaşanabilmiştir. Bu tür sorunları çözümleyip, aşma yönünde belli adımlar atılmıştır. Yine geçen bir buçuk yılda açığa çıkan sorunlardan dolayı HPG komuta ve savaşçı yapısında ciddi boyutlarda olmasa da belli bir etkilenme düzeyi yaşanmıştır. Özellikle yaşanan sorunların nedenlerini anlamada ve çözümleyici yaklaşmada bazı netsizlikler kendini gösterebilmiştir. Ancak genel anlamda yapısal düzeyde ve komuta gerçekliğinde duyarlı bir yaklaşımın hakim olduğunu belirtilebilir. Diğer yandan ordulaşma ve askerleşmede büyük potansiyel ve avantajlara sahibiz. Yapının yeni, genç ve şekillenmeye açık olması ordulaşma ve askerleşme için bir zemin olmaktadır. HPG gücündeki canlılık, dinamizm ve gelişme istemi iyi işletilirse, güçlü bir gelişme düzeyine ulaşılır. Bu yönlü avantajlara rağmen, yetersizlikler de yaşanmıştır. Meşru savunma çizgisinde derinleşme ve bunun anlayışını yakalamada bu tür yetersizlikler görülebilmektedir. Yine askeri kültür ve sanatta yoğunlaşma düzeyinin zayıflığı, belli düzeyde söz konusudur. Güney’de var olan yerleşik kamp yaşamının etkisiyle disiplinsizlik, keyfiyetçilik, sıradanlaşma ve gündem kaymaları olabilmektedir. Mevcut düzey ile nitelik anlamında da bazı sıkıntılar yaşanmaktadır. Bir buçuk yıllık süreçte azımsanmayacak sayıda yaşanan firarların hemen hemen tamamına yakını Güney sahamızdan olmuştur. Kuzey’de zorlu bir mücadele yürütülmesine rağmen, kaçışlar istisna düzeydedir. Firarlar esas iki nedenden kaynağını almıştır. Birincisi hareketimizin genelinde yaşanan örgütsel sorunlara bağlı olarak, ikincisi içimizdeki yetersizlere bağlı olarak firarlar olmuştur. Komuta kademesi süreci yapıya iyi kavratmamış, vasat bir pratikle yetinmiştir. Kendisini yeni paradigmaya yatırmadığı gibi, yapının eğitimini de derinleştirmemiştir. Yapıdan uzak, özerk yaşamı esas alan tarz sonucunda yapıya fazla ilgi gösterilmemesi, eşitlikçiliğin ve mütevazılığın günlük yaşamın bir parçası haline getirilmemesi kaçışları arttırabilmiştir. Komutada, yapıya yaklaşımda klasik tarzın aşılmaması, yüzeysel ve kestirmeci davranılması, kaçışların yaşanmasında önemli bir faktör olmuştur. Kaçışların bir nedeni de 1 Haziran hamlesinin yeterince yapıya mal edilmemesidir. 1 Haziran hamlesi siyasal, eylemsel vb. yönleriyle eğitim, tartışma ve toplantı konusu yapılmadığı için güçlü bir gündem oluşturulmamıştır. Ailelerin yoğun geliş gidişleri olmakla birlikte, kaçışlarda belirleyici rol oynadığı söylenemez. Yaşanan kaçışlara bakıldığında yapıyı ideolojik, örgütsel olarak doyurmayan klasik tarzın önümüzdeki süreçte aşılması gerekmektedir. Ordulaşma ve askerleşmede temel sorunlardan biri güç büyütmedir. Önderlik, gerilla sayısının elli bine ulaşması gerektiğini belirtmektedir. Buna rağmen geçen süreçte katılımların sağlanmasında ciddi bir özgün örgütlenme yaklaşımına gidilmemiştir. Alan karargahları bunu kendileri için asli bir görev olarak görmemişlerdir. Kuzey alanları, bu konuda en fazla rol oynamaları gerekirken, kendi görevleri olarak el almamış ve Ana karargah’ın bir görevi olarak algılamışlardır. 1 Haziran Hamlesi’nin kamuoyuna iyi yansıtılamaması da, bir yetersizlik olarak görülmek durumundadır. Ayrıca katılımların çoğu HPG’nin dışındaki örgütler vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir. HPG, katılımlarının arttırılmasında üzerine düşen rolü yeterince oynamamıştır. Bu anlamda önümüzdeki süreçte acil olarak üzerinde durulması gereken nokta, katılım sorununu çözmektir. 1 Haziran süreci tarihsel bir hamle olmasına rağmen, özellikle Güney’de bu canlı bir gündem haline getirilmemiştir. Kuzey’in gündemi ve pratiği 1 Haziran hamlesiyken, Güney’de gündem güçlü bir biçimde oturtulamamıştır. 1 Haziran Hamlesi’nin meşru savunma çizgisinin ilk adımı olması itibariyle siyasal anlamı, hamlenin başlangıcında HPG güçlerine iyi aktarılmamış ve perspektif vermede zayıflıklar görülmüştür. 1 Haziran Hamlesi’nin deneyim ve tecrübelerinin kaynağında güçlü bir direniş ruhu vardır. Meşru savunma çizgisi temelinde 1 Haziran hamlesinin tüm deneyim ve tecrübeleri üzerinden kapsamlı bir eğitim görülüp güçlü tartışmalar yürütmek gerekmektedir. Böylece hem meşru savunma çizgisini iyi anlayıp kavramada bir derinleşme sağlanacak, hem de 1 Haziran Hamlesi’nde uygulanan taktiğin olumlu ya da yetersiz yönleri tespit edilerek, çıkartılacak dersler temelinde daha güçlü adımların atılmasının imkanı doğacaktır. Sonuç itibariyle, genel siyasal gelişmelerin gidişatına bakıldığında, çatışmalı bir sürece gireceğimiz anlaşılmaktadır. Özellikle Önderliğimiz üzerinde geliştirilen ağırlaştırılmış tecrit politikası, halka yönelik sürdürülen katliamlar, gerillaya yönelik imha saldırıları, Kürt Özgürlük Hareketi olarak yeni bir saldırıyla karşı karşıya kalacağımızı göstermektedir. Bu anlamda 1 Haziran Hamlesi’yle birlikte 57 başlattığımız aktif savunma savaşını daha yoğunluklu bir tarzda ele almak gerekmektedir. Bu anlamda konferansımızın taktik ve tarza ilişkin yürüteceği tartışmalar ve alacağı kararlar, yeni dönem hamlemizin perspektifini oluşturacaktır. Aynı zamanda HPG olarak örgütsel yeniden yapılanma faaliyetlerimizin konferansımızla birlikte yeni bir aşamaya girmesi de temel hedeflerimizdendir. Böylelikle askeri, siyasi ve örgütsel anlamda yenilenmiş olarak önümüzdeki hamle sürecine katılım, tüm HPG güçlerimizin en başta gelen görevi olmaktadır. Konferansımızın alacağı her türlü karar ve geliştireceği gelecek perspektifi buna ışık tutacaktır. Devrimci Selam ve Saygılarla HPG MECLİSİ 20.02.2005 HPG III. KONFERANSI’NIN KAPANIŞ KONUŞMASI Yaklaşık iki haftadır burada birçok tartışma yürütülmüş ve HPG’nin rolünü iyi oynaması için birçok karar alınarak güçlü sonuçlara ulaşılmıştır. Birinci sonuç; bölgedeki siyasal gelişmeler ve mevcut durum karşısında başta Kuzey, Doğu ve Güneybatı Kürdistan için meşru savunma çizgisinde güçlü bir hazırlık yapmamız gerektiğidir. Kendimizi güçlü ve aktif bir direnmeye hazır tutmalıyız. Önderliğimiz şahsında hareketimiz üzerindeki bütün komplo ve saldırıları sonuçsuz bırakmak için, yine bölgedeki sorunlarda varolan tıkanıklığın, başta da Kürt sorununun çözülmesi ve çözüm yollarının açılması için şu kanaate ulaştık: ‘Biz bütün saldırılara karşı direniş mücadelesini yükseltmeli ve güçlendirmeliyiz.’ Büyük Güney’de varolan durum ve olası gelişmelere karşı doğru siyasal bir tutum, yine bütün ihtimallere karşı kendini her yönüyle hazırlama -örgütsel, siyasal, meşru savunma alanında- bu konferansta ulaştığımız en önemli sonuçlar olmuştur. İkinci sonuç; bu tavrı ve çalışmayı yürütecek en önemli görevin meşru savunma gücü HPG’ye düştüğüdür. HPG, Önderliği doğru ve yakından takip edebildiği kadar, bölgedeki gelişmeleri doğru tahlil edip, meşru savunma mücadelesini planlayıp ve ona göre kendini düzenleyip üslenirse genel mücadelede de o kadar olumlu ve güçlü bir rol oynayacaktır. Üçüncü önemli sonuç ise; hem genel, hem de Kürdistan’ın dört parçasında mekânın özgün durumlarına göre doğru taktik, doğru hareket tarzı, doğru düzenleme ve siyasal gelişmelere göre zamanında ve yerinde doğru eylem sahibi olabilmektir. Gerilla doğru askeri tutum ve sonuç alıcı keskin vuruş tarzına ulaşabilmelidir. Bunun için geniş bir şekilde taktik üzerinde durulmuş ve netliğe ulaşılmıştır. Hem Kürdistan’ın dört parçası, hem de genel için; yine hem bugünkü gelişmeler, hem de yarın ortaya çıkabilecek olası gelişmeler için taktik, hareket tarzı, örgütlenme tarzı, gerillacılık ve askeri mücadeleyle bağlantılı bütün hususlarda yoğun tartışmalar gerçekleşmiş ve bu konuda bir netliğe ulaşılarak çok önemli kararlar alınmıştır. Özgürlük mücadelemiz içerisinde meşru savunma stratejisini benimsemekteyiz. Bu eksende de sürecin gereklerinden ve düşmanın saldırılarından dolayı güçlü bir eylem ve sonuç alıcı bir vuruş tarzına sahip olmalıyız. 1 Haziran süreci için en fazla eleştirilen konu da bu olmuştur. Yaratıcılık, vuruş tarzı ve sonuç alıcılıkta yaşanan zayıflık eleştirilmiştir. Bundan dolayı en önemli nokta, en önemli görevlerimizden biri önümüzdeki süreçte taktik açısından aşmamız gereken ve ulaşmamız gereken yeterlilik düzeyidir. Tabii bunları güçlü bir şekilde yerine getirebilmek için örgütsel durum üzerinde de durulmuştur. Hem HPG’nin özerkleşmesi, hem daha önceden başlatılmış olan HPG’nin yeniden yapılanma sürecinin tamamlanması, hem de bunu gerçekleştirebilecek yönetim anlayışına kendini ulaştırma; yani dönemin meşru savunma perspektifini başarılı bir şekilde pratikleştirebilecek komuta ölçülerine ulaşma konularında oldukça yoğun tartışmalar gerçekleştirilmiştir. Örgütsel hususta her ne kadar zamanında adım atılmış olsa da, onun zihniyetine ulaşma ve Önderliğimizin ‘Bir Halkı Savunmak’ adlı savunmasında geliştirmiş olduğu yeni paradigmayı anlama ve yaşamsallaştırmada zayıflıklar yaşanmıştır. Başta Meclis ve Komuta Konseyi olmak üzere, genel komuta bu temelde eleştirilmiştir. Bunun için önümüzdeki süreçte Önderliğimizin savunmalarda geliştirdiği yeni felsefe ve düşünce temelinde kendimizde değişim yaratabildiğimiz oranda hem ideolojik ve felsefi anlamda çizginin temsilini yapabilir, hem gerçekçi bir örgütsel yapılanmayı yaratabilir, hem de güçlü bir şekilde meşru savunmanın dönem taktiklerini Kürdistan’ın bütün parçalarında başarılı bir şekilde yürütebiliriz. 58 Başta yönetim ve bütün komuta kademesi, yeni paradigmanın anlayış ve zihniyetinde bir derinleşmeyi yaşamalıdır. Bu temelde alışkanlık ve tecrübeler üzerinden yürütülen eski yaklaşımlardan kendimizi kurtararak yeni felsefeyi anlayacak düzeye ulaşmak; devletçilik, yetkicilik ve hiyerarşik anlayışa karşı olan bu yeni felsefeyi anlamak, bu yönüyle demokrasi kültürünü başta yönetimde olmak üzere, bütün HPG içerisinde oturtmak oldukça önemlidir. Aynı zamanda bu geliştirildiği oranda HPG’nin bir gerilla ordusu, yeni bir gerilla gücü olarak askeri disiplin konusunda eskisinden daha güçlü bir duruşun sahibi kılınabileceği kanaatine varılmıştır. Profesyonel askeri güce ulaşmak oldukça önemlidir. Sadece alışkanlıklara bağlı bir güç değil, kurallarına göre iş yapan bir güç olma, bu yönüyle de özellikle askeri yaşamın derinleştirilmesi ve güçlendirilmesi, askeri yeteneklerin geliştirilmesi, düşmanın durumunu ve askeri taktiklerini anlama da önemli bir ihtiyacımız ve esas bir görevimizdir. Bu şekilde ele alıp yerine getirmemiz gerekmektedir. Önderliğimizin HPG için belirttiği misyon ve çerçeveyi yerine getirme temelinde HPG’yi sayısal anlamda büyütme ve bunu önemli bir görev olarak ele alma, acil bir ihtiyaç olarak önümüze çıkmıştır. Nitelikte olduğu kadar nicelikte de HPG’yi büyütmek ve Kürdistan’ın her dört parçasındaki mücadele gereklerine göre HPG’nin mevzilenmesini bir kez daha gözden geçirmek gerekmektedir. Üzerinde durulan diğer hususlar da, HPG’nin durumu, çalışmaları, felsefi ve ideolojik boyuttaki mücadelesi, Önderlik çizgisine karşı duruşu ve tutumudur. Bu noktalarda her ne kadar geçmiş yıllarda ya da 1 Haziran sürecindeki karar ve duruş boyutunda bir netlik olmuşsa da, aşılması gereken birçok zayıflık ve eksiklikler ortaya çıkmıştır. Çeteci, teslimiyetçi ve işbirlikçi eğilimlere karşı daha güçlü ve çok yönlü bir mücadele yürütülmesi gerekmektedir. Bu eğilimin kurutulması ve etkisizleştirilmesi, bir anlamıyla komplonun sonuçsuz bırakılması, yani en temel ayaklarından birinin kırılması anlamına gelmektedir. Bu hem ideolojik boyutta, hem de içimizde bu tür şeylere zemin olan eksiklere karşı yürütülecek örgütsel ve siyasal mücadeleyle olacaktır. Yürütülen tartışmalar temelinde taktik, PKK’nin yeniden inşası ve savaş sanatı üzerinde geliştirilecek olan orduya ilişkin birçok kararlar alınmıştır. Alınan tüm kararlar önemli ve ciddi kararlardır. Bu kararlar genel hareketin durumunu etkileyecek olan kararlardır, hatta sadece genel hareketi değil, Kürt sorununun geleceğini, yine bununla ilintili olan devletlerin geleceğini de güçlü bir şekilde etkileyebilecektir. Konferansımızda yürütülen tartışmalar, gelişen değerlendirmeler, eleştiriler ve kararlar kendisiyle birlikte bizde güçlü bir netleşme yarattığı kadar, önümüzdeki iki yıllık planlamayı da oldukça netleştirmiştir. Yani yapılacak çalışmalar ve görevlerin neler olduğunu netleştirmiştir. İdeolojik, politik, örgütsel ve askeri bir duruşa ulaşmamız için bu en önde gelen şarttır. Bunsuz hiçbir çalışma başarıyla yürütülemez. Biz buna en üst dereceye kadar ulaştığımızı söyleyebiliriz. Fakat bundan daha önemli bir şey daha vardır ya da bunun kadar önemli bir şey daha vardır. O da bu kararların yerine getirilmesidir. Aldığımız kararlar ciddi ve önemli kararlar olduğu kadar, sadece bizimle bağlantılı değildir. Bu kararların etkileri bizi de aşmaktadır. Bu kararların pratikleştirilmesine bu ciddiyetle bir yaklaşım gösterilmelidir. Bundan sonra yürütülecek çalışmalarımız, bu kararları pratikleştirme çalışmaları olacaktır. Netleşme temelinde uzunu uzun tartışılmıştır. Hepimizin fikirlerinde farklılık olabilir. Bu tartışmalar hepimizin görüşlerinde bir netleşme ve ortak karara ulaşmak için yürütülmüştür. Tartışma gerektiği kadar yapılır ve kararlaşmaya ulaşılıp netleşme sağlandıktan sonra artık pratik süreç başlar. Bundan sonra önümüzdeki öncelikli, başta da seçilen yönetim ve konferansa katılan bütün arkadaşlarla komuta kademesinin en önemli ve birincil görevi bu kararların pratiğe geçirilmesidir. Uygulamak için sadece karar almak yeterli değildir. Çok doğru ve güçlü kararlar alınmış olabilir, fakat önemli olan gerekli örgütleme, plan, yöneticilik, tarz ve tempoyu yakalayarak kararları zamanında pratikleştirmektir. Bu çalışma, önümüzdeki yılda kendimizi doğru bir şekilde planlayıp mücadelede HPG’nin istenen cevabı güçlü bir şekilde verebilmesi için gerekli ve önemlidir. Bunun pratiğe geçirilmesi hayati bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Aldığımız kararlar pratiğe geçtiği oranda değerlidir. Aldığımız kararlar, ulaştığımız sonuçlar pratikleştirdiğimiz kadar anlamlı ve değerlidir. Çalışmalara, mücadeleye, birbirimize ve kendimize karşı yaklaşımımız bu temelde değilse, bu kendimizi, halkı ve hareketi kandırdığımız anlamına gelecektir, ki ne tarih, ne Önderlik, ne de başkası bizi affetmeyecektir. Bu hakkı ne kendimizde görmekte, ne kendimize, ne mücadelenin büyük değerlerine, ne de 1 Haziran Hamlesi’nin direniş ve şahadetlerine layık görmekteyiz. Bu kararlara birlikte ulaşılmıştır. Önümüzde birçok zorlu sürecin bizi beklediğini bilmekteyiz. Bize karşı güçlü bir düşman cephesi vardır ve bu cephe, varolan bütün gücünü ortaya koymaktadır. Hareketimizi etkisizleştirip tasfiye etmek için bütün gücünü ortaya koymaktadır. Teslimiyetçiliğe ve ilkel milliyetçiliğe bağlı bütün güçler hareketimizi zayıflatmak için her yöntemi deneyerek çalışma yürütmektedirler. Hareketimizi halktan koparmak, Önderliği tartışmaya koyup etkisizleştirmek için bize karşı bir cephe oluşturdukları iyi bilinmektedir. 59 Bunların dışında da bizi bekleyen zorluklar vardır. Bunlar nedir? Hareketimizin örgütsel durumu, planlarımızı gerçekleştirebilmemiz için altyapı ve koşullarımız mükemmel veya tamam olmayabilir, ama burada en fazla eleştirilen ve kararlılığa ulaştığımız noktalardan bir tanesi de, varolan zorluk ve krizleri hiçbir zaman iş yapmamanın gerekçesi yapmamaktır. Eksikliklerin, imkânların zayıf olduğu yerde gerekli olan iddiadır. Zaten Apocu öz ve Önderlik gerçeği de budur. Böyle durumlarda başarı ısrarı ve kendini başarı eylemine ulaştırma, militanlığın özünü temsil etmektir. Komutanlığın özü de budur. Önümüzdeki süreçte zorluk ve eksikliklerin olacağı kadar çalışmamızı yürütmemiz için önümüzdeki her şey mükemmel de olmayabilir. Fakat bu, kararlığımızı hiçbir şekilde zayıflatmayacaktır. Bizi şikâyet eden, tereddütlü ve önümüze küçük hedefler koyma konumuna getirmeyecektir. Önümüzdeki zorluklar ve engeller büyük olmakla birlikte, bunlar ancak ve ancak kararlılığımızı büyütecektir. Başarı ve zafer ısrarlılığımızı büyütecektir. Seçilen yönetim ve HPG’nin bütün yapı ve komutası açısından dönemin başarısındaki ilk şart budur. Bunun için başta yönetim, komuta kademesi, konferansa katılan yapı için önümüzdeki planlama sürecinde en önemli şey, gözünü zafere dikmek olmalıdır. Seçilen yönetim, komuta kademesi ya da genel HPG yapısı için temel ölçümüz, çalışmak ve çalışmada zafere ulaşmak olacaktır. Diğer bütün yaklaşımlar, kişisel ilişkiler; kendine göre, dar, liberal, idareci ve uzlaşmacı yaklaşımlar geçmiş süreçte zarar verdiği gibi, bundan sonra da zarar verecektir. Bu yüzden birbirimize karşı ölçülerimiz, ne kadar iş yaptı ve işinde ne kadar başarıya ulaştı düzeyinde olacaktır. Her HPG komutan ve savaşçısı çalışma ve başarılarıyla ölçülecektir. Birbirimizden hesap sormalarımız bu temelde olacaktır. Mücadelenin en sıcak ve çetin sahalarında ne kadar militanca bir duruş sergilendiği, savaş sanatının ne kadar ustaca anlaşılıp pratiğe geçirildiği, ne kadar yaratıcılığa ulaşıldığı, eylem geliştirildiği, başarıya ulaşıldığı ve değerlerin ne kadar yüceltildiği temel ölçülerimiz olacaktır. Bunların dışındaki bütün ölçüler de konferansımızda güçlü bir şekilde eleştirilmiştir. Söz konusu anlayışlar mücadelemize sadece ve sadece kaybettirecektir. Seçilen yönetimlerin kendileri için esas alacağı ilkeler de bunlar olmalıdır. Birbirimizle uzlaşabilir, birbirimizin kalbini kırmayabilir, birbirimizden razı da olabiliriz, fakat bu, sürece, yani HPG’nin önüne konulmuş olan tarihi görevlere, özellikle burada alınmış olan kararların pratikleştirilmesine yetmeyecektir. Belki birbirinden hoşnut olma olacak ama sonuçta halk ve Önderlikle karşı karşıya kalınacaktır. Bu yüzden yeni çalışma dönemine başlarken, temel ilke ve yaklaşımımız bu olmalıdır. Basit maddi bir değerden tutalım, bir savaşçı yaklaşımına, hatta sorumluluk ve görev yaklaşımına kadar bu böyle olmalıdır. Her alanda bunlara göre güçlü ve yaşamsal bir tutumun sahibi olunmalıdır. En çok eleştirilen duruşlar olan yetkicilik, özerk yaşam, hesapçılık, idarecilik ve uzlaşma temelindeki yaklaşımları aşmak, yönetimin önündeki en temel görevlerindendir. HPG pratik bir güçtür. Pratik bir güç de, aldığı kararları uygulamak ve en iyi şekilde pratikleştirmek için alır. Bunun için meşru savunma çizgisindeki ölçümüz, ciddiyetimizin ölçüsü olacaktır. Aldığımız kararların ne kadar uygulayıcısı olabiliyoruz? Bu konuda ne kadar ısrarlıyız? Konferansı gerçekleştirmek, tartışmak ve karar almak önemli bir şeydir. Ancak gerçek çalışma süreci, konferanstan sonra başlamaktadır. Uygulama ve gerçekleştirme süreci esas olarak konferanstan sonraki pratikte başlamaktadır. İlk günde de söylendiği gibi, konferansımız her ne kadar olağanüstü bir konferans olmasa da, gerçekleştiği koşulların, hareketimiz, halkımız ve bölgenin koşullarının olağanüstülüğü, HPG’ye, konferansa ve genel hareketimize de olağanüstü görevler yüklemektedir. Bu görevler, her militan, kadro ve komutadan olağanüstü bir yaklaşım istemektedir. İçinde bulunduğumuz Mart ayında binlerce değerli şehit yoldaşlarımız vardır. Bu ay büyük eylemlerin gerçekleştiği bir aydır. Newroz bayramı ve Agit arkadaşın şahadeti bu ayda gerçekleşmiştir. Newroz şehitleri, Mart şehitleri, Mazlum Doğan, Mahsum Korkmaz, olağanüstü kişilerdi. Olağanüstü görevlerin kişilikleriydi. Bu yüzden eylemleri de olağanüstü olmuştur. Bu nedenle, konferansımız ve konferansımıza katılan bütün arkadaşlar çalışmalara bu ruhla sarılmalıdırlar. Önümüzde ne kadar zorluk olsa da, ne kadar ağır görevler bizi bekliyorsa da, bu ruh sonuca ulaşmamıza yetecektir. Genel mücadelemizde, meşru savunma çalışmalarımızda her alanda ve her anlamda bir netleşme ve kararlaşma yaşanmıştır. Kadın özgürlük hareketinin meşru savunma çizgisindeki duruşu YJA STAR şahsında değerlendirilmiş; güçlü, doğru ve zayıf yanları dile getirilmiştir. Bundan sonra kadının duruşunun nasıl olacağı, HPG’nin önümüzdeki dönem çalışmalarında ve meşru savunmanın askeri mücadelesinde rolünün ne olacağı noktasında geleceğe dair bir netleşme yaşanmıştır. Bu temelde HPG kadar YJA STAR da hem meşru savunma çizgisi boyutunda, hem de kadın özgürlük hareketinin geliştirilmesinde üzerine düşen rolü yerine getirmek açısından hayati ve önemli görevler üstlenmiştir. Bu kadar tartışma, netleşme ve kararlaşmadan sonra Önderlik çizgisine, Önderliğe ve bütün özgürlük değerlerine bağlılık, kararlılık, 30 yıllık mücadele ve 20 yıllık gerilla mirası üzerinde yaratılan birikim ve savunmalar ekseninde gelişen ideolojik-felsefi netleşme düzeyi ve katılımla arkadaşlardaki kararlılık düzeyine bakıldığında, HPG III. Konferansı’nda aldığımız kararları gerçekleştirecek gücümüz olduğu ortaya çıkmaktadır. Sadece doğru ve 60 güçlü bir katılım sağlamamız yeterli olacaktır. Eğer biz ciddi yanlışlıklar yapmaz, gafletler yaşamazsak; kararlara netlik düzeyinde yaklaşım sergileyen bir yürüyüşün sahibi olursak, hareketimize karşı nereden ve nasıl gelirse gelsin gelişecek bütün saldırıları çökertebilir, etkisizleştirebiliriz. Kendi içimizde çeteciliğe, teslimiyete zemin sunan bütün yanları kurutabiliriz. Bu hareketin tarihinde birçok defa yaşandığı gibi bu defa da, kendisini harekete dayatmak isteyen işbirlikçi teslimiyetçi yaklaşımları ve eğilimleri dağıtabilir, etkisizleştirebiliriz. Dönemin acil görevlerini, meşru savunma temelinde Kürdistan’ın her dört parçasında yerine getirebiliriz. Konferansımız bu kararı almış ve bunu gerçekleştirebilecek gücü de göstermiştir. Bunun için biz büyük bir umutla çalışmalarımıza gidebiliriz. Bu çalışma ve rol herkese düştüğü gibi, en başta da burada tartışmaya katılan arkadaşlara düşmektedir. Buradaki arkadaşlar binlerce arkadaşın temsilcisidirler. Bizzat tartışmalarda yer almış, kararların alınmasında yer almışlardır. Bunun için herkesten daha çok bu kararların gerçekleştirilmesi, temsil edilmesi ve yaşamsallaştırılması buradaki arkadaşlara ve hepimize aittir. Bu temelde diyoruz ki, önümüzdeki yılların kazanılmasında, genel hareketimizin yeni bir mücadele sürecine girdiği dönemde bu konferansımız sağlam ve güçlü bir temel olmaktadır. Bu temelde HPG III. Konferansımız, önümüzdeki bütün çalışmalar açısından HPG’ye düşen görevlerin genel mücadele çerçevesinde savunmalardaki felsefi, ideolojik derinleşme ile yeni bir kararlaşma, Önderlik için yeni bir söz ve daha içten bir bağlılıkla halka, bütün değerlere ve şehit yoldaşlara Mart ayının büyük direniş ve eylem ruhuyla başarılı bir adımdır. Konferansımız başarılı bir pratiğin ilk adımı olmuştur. Çalışmamızı sonlandırdığımız bu dönem, 8 Mart’a denk gelmektedir. Bu vesileyle biz bugünü de başta bütün bayan yoldaşlara, bütün özgürlükçü kadınlara, kutluyor ve ‘Bütün saldırı ve inkâr siyaseti -ki artık sona doğru gelinmektedir- ne kadar yoğunlaşırsa yoğunlaşsın, hareketimiz ve Önderliğimizin felsefesi ve gerilla direnişiyle çökertilecek, yenilecek ve dağılacaktır. Teslimiyet ve ihanetin bütün yöntem ve şekilleri kaybedecek, halkımızın özgür iradesi kazanacak, Önderliğimizin yeni paradigması kazanacak, Önderliğimizin yarattığı özgür irade ve özgür Kürt kazanacak, halkımızın mücadelesi kazanacak, hepimiz halkımızın umutlarına layık olacağız.’ diyoruz. Ve son olarak diyoruz ki; BİJÎ SEROK APO! Bİ CAN Bİ XWİN EM Bİ TERE NE EY SEROK! BİJÎ HPG! 7 Mart 2005 MESAJLAR HPG III. KONFERANSI’NA Tarihin bu önemli döneminde gerçekleştirmekte olduğunuz III. Konferansınızın alacağı kararlar, geliştireceği planlama ve düzenlemelerin dönemin kazanılmasında önemli bir yere sahip olacağını bilmektesiniz. Öncelikle bu önemli çalışmaya katılan delege arkadaşları saygıyla selamlıyor ve üstün başarılar diliyoruz. Değerli arkadaşlar, 61 2005 yılı bölgenin yeniden düzenlenmesinde bir kararlaşma yılı olacaktır. Başkan Apo’nun yedi yıldan bu yana başlattığı demokratik çözüm ve barış sürecinin birçok kazanımı olmasına rağmen, nihai çözüm için Türk Devleti’nin de adım atması gerekiyordu. Ancak günümüze kadar devlet tarafından gereken cevabın verilmediği ve gereken adımın atılmadığı bilinmektedir. Artık Başkan Apo aradan çekilebileceğini söylüyor ve bu konuda daha fazla devam etmeye psikolojik ve fiziksel koşullarının, etik ve toplumsal mantığının el vermediğini belirtiyor. Bu bizim için, gerekleri mutlaka yerine getirilmesi gereken yeni dönemin emir ve talimatıdır. Bizim bu durumu derinlikli ve kapsamlıca ele almamız ve doğru kavrama temelinde sürece güçlü bir girişi yapmamız gerektiği çok açıktır. Hareket ve halk olarak; ‘Ne barış, ne savaş’ gibi ara bir dönemi bu kadar uzatmamalıydık, bundan sonrasını bu biçimde tartışmak bile kabul edilemez. Bölgenin yeniden düzenlendiği bu dönemde Kürt sorunu ara yerde tutulamaz ve çözümü herhangi bir gerekçeyle ertelenemez. Bunu kabul etmemiz, ölümü ve köleliği kabul etmemiz demektir. Onun için kararımız kesindir, düşüncemiz nettir ve Başkan Apo’nun ışıklı yolunda yürüyüşümüz cesaretli, kararlı ve kahramanca olacaktır. ‘Ya çözüm, ya ölüm veyahut ya özgürlük, ya ölüm!’ temel sloganımız olacak ve başka hiçbir dayatmayı kabul etmeyeceğiz. Tüm dünyanın göz önünde yüreklice sorunu ve tutumumuzu ortaya koyuyoruz. Çözümün tek yolu vardır. O da Başkan Apo’nun ve Kürt halkının özgürlüğüdür. Bunun dışında hiçbir ara çözüm ve formül yoktur. Bunu dıştalayan hiçbir formül asla tartışma konusu yapılamaz. Değerli arkadaşlar, HPG I. Konferansı meşru savunma çizgisini netleştirdi ve HPG’nin bundaki kararlılığını ortaya koydu. Bununla beraber yeniden Kuzey’e dönüş ve meşru savunma savaşı hazırlıkları başlatıldı. HPG II. Konferansı çıkışını yapmak üzere olan ihanete karşı tavrını koyarak, kendi açısından örgütsel tedbirlerini aldı. Önderliğin perspektifleri doğrultusunda özerkliğini ilan etti ve meşru savunma çizgisindeki ısrarını derinleştirerek 2004 Şubat ayında gerçekleştirdiği Genişletilmiş III. Meclis Toplantısı’yla meşru savunma savaşı kararını aldı. HPG III. Konferansı da özgür ve konfederal bir Kürdistan hedefi için orta yoğunluklu bir savaş dahil, her türlü mücadele ve taktik sorunlarını tartışabilmeli ve ulaşılması gereken en yüksek kararlılık düzeyine ulaşabilmelidir. Biz kahraman şehitlerimize, Önderliğimize ve halkımızın özgürlük rüyasına sarsılmaz bir inançla bağlı olan Kürdistan gerillasını meşru savunma çizgisinde yenilmez bir güç olacağına inanıyoruz. Yeter ki bu konuda kendimize güvenelim ve gerçekçi bir biçiminde yetersizliklerimizi görelim. Kendimizi iyi tanıyalım. Düşmanımızı iyi tanıyalım. Yakın geçmiş pratiğe bakıldığında Türk ordusu karşısında HPG başarılıdır. Ancak HPG’nin çok önemli ve ciddi hataları da ortaya çıkmıştır. Burada önemli olan bu hata ve yetersizlikleri görüp cesaretlice üzerine gitmek, aşmayı esas almak ve başarmaktır. HPG’nin II. Konferası’nda önüne koyduğu en önemli projelerden birisi de Önderliğimizin geliştirdiği Demokratik-Ekolojik Toplum ve Cins Devrimi’ne dayalı paradigma ekseninde yeniden yapılanmayı güçlü bir biçimde hayata geçirmekti. HPG ideolojik, felsefi ve politik karaktere sahip modern bir askeri örgütlenmedir. Yeni paradigmamız temelinde demokratik yaşam kültürü ve askeri disiplinin oturtulması büyük bir öneme sahiptir. Bunun gerçekleşebilmesi açısından öncelikle özgür kadının iradeleşmesi, rengini bütün yönleriyle çalışmaya ve örgütlemeye etkili bir biçimde yansıtması, eşit ve özgür iradenin gelişmesini öngören ama aynı zamanda sarsılmaz bir öz disiplin anlayışına sahip bir örgütlenmeyi geliştirmek önem taşımaktadır. Bu konuda gelişme düzeyinin tespit edilmesi ve yetersizliklerinin giderilmesi önemli bir husustur. Kendi içinde demokratik kültüre dayanan, askeri disiplini oturtan ve özgüveni geliştiren bir HPG yapısının her koşul altında fedai bir ruhu sergileyeceği ve başarılı olacağı kesindir. Her türlü ihanet, işbirlikçilik ve düşmanca saldırılara karşı Önderliğimizin, değerlerimizin, kazanılmış mevzilerimizin ve tüm halkımızın en temel savunma gücü olan HPG’nin kendine sevdalanmadan, yetersizliklerine karşı acımasız olmasının başarısının temel anahtarı olacağı iyi bilinmelidir. Tüm konferans delegelerini yüksek bir sorumluluk ve kararlılıkla Önderliğimizin, şehitlerimizin ve halkımızın beklentilerine cevap olacak kararlaşmaya ulaşacaklarına inanıyor, bu güçlü inançla çalışmalarınızda üstün başarılar diliyor, sevgiler ve saygılar sunuyoruz. - Bijî Serok Apo! Bımre Xiyanet û Koleti! Bijî HPG! Bijî PKK! 62 - Bijî KONGRA GEL! Yoldaşça Selam ve Saygılar 04.02.2005 KONGRA GEL Yürütme Konseyi Başkanlığı Değerli Yoldaşlar, İçinde bulunduğumuz dönemin önemli bir ihtiyacından hareketle orada toplanmış bulunan yoldaşlar topluluğunu bu çalışmadan dolayı başarı dileklerimizle kutluyoruz. Bu toplantınıza, askeri ve Kongra-Gel komitelerimizi temsilen katılan arkadaşlarımızın önemli bir görev ve sorumluluk bilincinde olduklarını biliyoruz. Gerek nitelik ve gerekse de nicelik olarak bileşiminizin yeterli ve kapsayıcı olduğu kanısındayız. Bu gerçeği böyle vurgulamakla beraber özce de olsa sürece ve gerillanın yeni taktiksel rolüne ilişkin önemli gördüğümüz bazı hususları sizinle paylaşmayı, yoldaşlığın bir gereği olarak bilmekteyiz. Bu düşünce ve önerilerin çalışmalarınıza bir katkı sunmasını diliyoruz. İçinden geçtiğimiz siyasal sürecin değerlendirmesi Başkan Apo’nun görüşme notlarında verdiği perspektifler ve Kongra-Gel Yürütme Konseyi’nin değerlendirmelerinde sıkça yapılmıştır. İlgili tüm arkadaşlar az çok sürecin farkındadır. Bunları tekrar etmekten ziyade, yine de mücadelemizi yakından ilgilendiren, önemli gördüğümüz bazı hususları belirtmekte fayda vardır. Bir geçiş sürecinde ve kritik bir yol kavşağında olduğumuzu her kes kabul ediyor ve dile getiriyor. Emperyal dünya sistemi yeni dünya düzeni adına yapılanma sürecinden geçiyor. Bu değişimin startı da öncelikle Ortadoğu’da verilmiştir ve günceldir. Ancak değişim ve yeniden yapılanma konusunda yaşanan karmaşa ve kaos devam etmektedir. Her güç kendi amaçlarına göre bölgenin sistemini yapılandırmak istiyor. Burada baş aktör, emperyal sistemin motor gücü ABD’dir. Küresel sistemin yapısal çıkarlarına göre özgürlük ve demokrasiye, kendisine göre tanımlar getirmekte, kendi amaçlarına uygun biçimde hayata geçirmeye çalışmaktadır.Büyük Ortadoğu projesi ile amaçlanan, küresel sisteme uygun biçimde bölgeye içerik kazandırmak ve biçim vermektir. Bu politikanın açık söylemi katı ve merkezi sınırlara sahip ulusal devletlerin sınır ve egemenlik sistemlerinin gevşetilmesi , küresel akış önünde engel olmaktan çıkarılmaları, liberal parlementer demokrasi ve serbest piyasa ekonomisidir. Ortadoğu’nun katı statükocu ve geleneksel yapısı sistemi tehdit eden kilit bir konuma gelmiştir. Bu yapı ya aşılacak, ya aşılacak. Başka bir seçenek şansı kalmamıştır. ABD’nin Irak’a müdahale ederek dayatmış olduğu bu değişim reçetesine, yerel ulusal statükocu güç temsilcilerinden gelen itirazlar ve çaresiz karşı koyuşlar bir anlam ifade etmemektedir. “Meşruluk”tartışmaları bir anlam ifade etse de bu itirazlar sağlam ve meşru temellere oturmadıkça bir değer ifade etmeyecektir. Ortadoğu’ya çöreklenmiş eski statüko sahibi despotik yapılar “Emperyalist İmparatorluğun işgalciliğinden” her gün yakınmakta ve veryansın etmektedirler. Ancak bunların ayakları altındaki toprak her gün kaymakta ve çaresiz duruma düşmektedirler. Bunun nedeni kendilerinin daha kötü ve despotik bir yapıyı temsil etmeleridir. Onlar hem kendi halkını hem de diğer halkları acımasız bir devlet aracının cenderesine aldıkları için bu duruma düşmüşlerdir. Bunların halk nezdinde anti-emperyalist ve antiişgalci sözlerinin, çıkışlarının bir değeri kalmamıştır. Dış müdahaleyi “meşru kılan”ve davetiye çıkaran ne yazık ki bu toplumsal zemin ve despotik devletlerin bu inkarcı kör mantığıdır. Irak seçimlerinden sonra yeni bir sürece girmiş bulunmaktayız. Busch’un ikinci kez seçimi kazanmasından sonra bu yönlü mesajlar herkese verilmiştir. Irak’ta istikrar ve demokrasinin inşası, İran ve Suriye’ye savaş tehdidi, Filistin -İsrail arasında uzlaşma Arap ülkelerine değişim için tavsiye ön görülmektedir. ABD müdahale politikasını uygulamada ısrar etmektedir. Bu politikayı hayata geçirmek için Avrupa ve dünyanın etkili güçleri ile uzlaşma aranacaktır. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte bölgemiz yeni gelişmelere ve çatışmalara daha açık hale gelmiştir. Sonucun nasıl belirleneceği çatışmalı güçlerin durumlarına, mevzilenmelerine, dayandığı ittifaklara ve nihayetinde halktan alabilecekleri desteğe bağlı olarak şekillenecektir. 63 Tarihin bu önemli geçiş kavşağında Kürtlerin durumu sürekli bir tartışma konusun oluştururken, ABD’nin değişim programında stratejik bir rol atfedilmektedir. Bölgede önem bir ağırlık teşkil eden Türkiye ile ABD arasında temel anlaşmazlık konusu Kürt sorunudur. ABD kendi değişim programında Kürtlere önemli yer verirken, Türkiye buna şiddetle itiraz etmekte ve karşı çıkmaktadır. Kırmızı çizgiler olarak ifade etmeye çalıştığı bu inkarcı çizgileri her gün çiğnediğini ve geçersiz sayıldığını gördükçe, gerginlik ve çıkmaz daha da derinleşmektedir. ABD Türkiye’yi belli bir uzlaşmaya çekerek süreci kurtarmaya ve idare etmeye çalışmaktadır. Ancak bu politikanın bir uzlaşma ile mi yoksa daha derin çatışmalarla mı sonuçlanacağı belli değildir. Kürtlerin ise, bu sürece dış güçlerin dengeleri içinde bir figüran mı, yoksa özgür ve çözümleyici demokratik bir ağırlık mı oluşturacakları, bizim mücadelemize ve oynayacağımız etkin role bağlı olarak gelişecek bir durumdur. Henüz zaman bizlere sunmuş olduğu fırsatları değerlendirmek için son sözünü söylemiş değildir. Burada önemli olana önümüzdeki süreçte Türkiye’nin içine gireceği tutum ve bizim vereceğimiz cevaptır. AKP hükümeti iktidara geldiğinden bu yana reform söylemlerini ağzından düşürmemiştir. Mücadelemizin dayatıcılığı ve dış güçlerin etkisiyle Türkiye çözüm getirme niyetinde olduğunu her defasında ifade etmektedir. AB müzakere sürecine de bu söylemlerle girmiş, kendince belli bir mesafe kat etmiştir. Ancak görünen odur ki, bu adımları atmaya çalışırken, bunların birer ihtiyaç olduklarını içten benimsememiştir. Bir nevi iç ve dış konjonktürün içine zorla sürüklediğini, kerhen katlanmak zorunda kaldığını göstermiştir. Takkiyeci bir zihniyet sürüp gitmektedir. Bu durum sadece AKP’nin niyetine bağlanamaz. Türk devletinin Kürt sorunu karşısında içine düştüğü korku, bocalama ve bunalımın bir sonucudur. İçten ve dıştan değişim ve çözüm dayatıldıkça bunalım derinleşmekte çaresizlik içinde takkiyecilik sergilenmektedir. Süreç uzatılarak az hasarla atlatılmaya çalışılmaktadır. Bu politikanın sorunları çözmediği ve çürümeye terk ettiği açıktır. Bunun da ötesinde Başkan Apo’ya yönelik tecrit devam etmektedir. PKK’yi tasfiye etme ve askeri operasyonların planlaması yapılmaktadır ABD’yi güçlerimizin üzerine sürmek için yoğun çaba göstermektedir. Komşu devletlerle Kongra-Gel’e karşı toplantılar geliştirmekte,ittifaklar oluşturmaktadır. Türkiye devletinin AKP hükümeti ile mücadelemizi tasfiye etmek için yeni bir seferberlik içine girdiği artık iyice anlaşılmış ve açığa çıkmıştır. Bundan şu sonuç çıkıyor; ki Başkan Apo’nun da belirttiği gibi “ya bu sorun muhataplarıyla çözülecek yada çığ gibi gerilla hareketi gelişecektir.”Başkan Apo, avukatlarıyla son görüşmelerinde “Artık bu süreci böyle devam ettirmeyeceğini etik, siyasi ve psikolojik durumunun bunu istese de bu barajlamayı yapamayacağını”belirtmektedir. Bahara kadar gerekli adımlar atılmazsa, gelişecek savaşın sorumluluğunun bu biçimiyle kabul edilemeyeceği, inkar politikasından vazgeçilmediği taktirde meşru savunmanın aktif olarak devreye gireceğidir. Tekrar rol gerillaya düşmektedir. Açıkça dayatılan imha sürecini durdurmak ve çözümü dayatmak için gerilla güçleri devreye girmek zorundadır. Tıkanan siyasal çözümün yolunu ancak gerilla açabilir, diğer yol ve yaklaşımlara da şans tanınmamaktadır. Değerli yoldaşlar, Yeni bir karar süreci geliştirilirken bu gerçekleri dikkate alarak hareket edeceğinizi umut etmekteyiz. Bahar aylarına kadar Türk devleti ve AKP’nin, savaşı durdurmak için çok ciddi adımlar atacakların sanmıyoruz. Böyle bir beklentinin içine girmek gerçekçi görünmüyor. Yeniden ciddi bir mücadele kararlılığını ortaya koymadan, Türkiye’nin kolay bir uzlaşmaya geleceğini beklememek gerekir. Artık bu gerçekler dikkate alınarak kararlar alınmalı ve hazırlıklar yapılmalıdır. Meşru savunma sadece bir misilleme olarak ele alınmamalıdır. Halkımıza yönelik düşmanca uygulamalara ve temel haklarını çiğnemeye karşı aktif saldırı anlamına gelmektedir. Devletin halk serhıldanlarına karşı geliştirdiği baskıcı ve şiddet uygulamalarına karşı etkili cevaplar verilmeli. Bunun için özgün örgütlenmeler geliştirilmelidir. Yurtseverlerin katledilmesine gerilla sessiz kalmamalıdır. Gerilla gücü halka moral ve güven vermeli. Düşmanın saldırılarına karşı gerillanın desteğini arkasında hissetmelidir. Son olarak belirtmek istediğimiz bir husus da yeni savaşçıların eğitimidir. Yeni savaşçıların eğitimi oldukça yetersiz geçmektedir. Üç aylık süresi yetersizdir. Eğitim süreleri ve programları geliştirilmeli ve yetkinleştirilmelidir. Değerli yoldaşlar, Gerillayı ve savaş sorunlarımızı yakından bilen ve yaşayan arkadaşlar olarak bu alana ilişkin sorunları daha iyi bildiğinizi ve tespit edeceğinizi biliyoruz. 15 Şubat komplosunu lanetlediğimiz bu günlerde, Önderliğimize, halkımıza dayatılan bu komployu boşa çıkarmak ancak Apo’cu fedailiğin ruhuyla mümkün olacaktır. Bunun en somut ifadesi kahraman şehitlerimiz ve Apo’cu fedailiğin biricik timsali fedakar gerillamızdır. Kendi cephenizden mücadelemize dayatılmak istenen imha ve dağıtma planlarına karşı halkımıza ve Başkan Apo’ya layık cevabı vereceğinizden eminiz. Bu temelde toplantınıza katılan tüm delege 64 yoldaşlara ve HPG gerillasına selam ve başarı dileklerimizi sunarken, Başkan Apo’yu saygıyla selamlar, Kahraman şehitlerimizin anıları önünde minnet ve şükranla eğiliyoruz. Kahramanca savaşınızda tüm gücümüzle sizinleyiz. YAŞASIN BAŞKAN APO’NUN FEDAİ GÜCÜ HPG YAŞASIN ÖZGÜRLÜK GÜNEŞİMİZ BAŞKAN APO KONGRA-GEL SİYASİ KOMİTESİ HPG III. KONFERANSI’NA Uluslar arası komplonun yedinci yılına girdiğimiz bugünlerde halklarımızın demokrasi, eşitlik ve özgürlük özlemlerinin çok diri bir şekilde ortaya çıktığı ve bu özlemlerin kendisini oldukça dayattığı tarihi bir süreç içindeyiz. ABD öncülüğündeki emperyalist güçlerin, ‘halklara demokrasi ve özgürlük getireceğiz’ adı altında Ortadoğu’ya yaptıkları müdahale her geçen gün tersinden sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Demokrasi ve özgürlükten çok kan, gözyaşı, acı ve katliam getirdiği güncel yaşamın olaylarından anlaşılmaktadır. Çözümden ziyade çözümsüzlüğü derinleştirdikleri, değişim müdahale yöntemlerini devreye sokarak bunu aşmaya çalıştıkları bir süreci yaşamaktayız. Önümüzdeki süreç, Irak’a yapılan müdahalenin diğer devletlere de yapılacağı, bunun zemininin hazırlandığı bir süreç olacaktır. Bu da beraberinde Kürdistan coğrafyasında yoğun bir hareketliliği getirecektir. Böyle bir süreçte halklar adına çözüm yaratma ve bunu mücadelesini geliştirme iddiası olan güçlerin daha da aktifleşerek ortaya çıkmasının gerekliliği büyük önem taşımaktadır. Bu temelde Apocu Hareket’in Demokratik-Ekolojik ve Cinsiyet Özgürlükçü Toplum paradigması çerçevesinde, örgütsel olarak her alanda yeniden yapılanma sürecini tamamlayarak, halklarımıza çözüm geliştirmek misyonuyla karşı karşıya bulunmaktayız. Önderliğin deyimiyle; ‘Umut olması gerekenler öncelikle umudu kendilerinde yaratmalıdırlar.’ Bu anlamda PKK’nin yeniden yapılanması umutsuzluğun, inançsızlığın, ihanetçiliğin, inkarcılığın dayatıldığı bir ortamda umudu, inancı ve özgürlükte ısrarı yeniden yaratmanın adı oluyor. PKK otuz iki yıllık mücadele mirası üzerinden kendisini yeninde yapılandırırken Önderliğin özgürlüğünü sağlama, halklarımıza çözüm yaratma ve bunu pratikleştirilmesinin adımı oluyor. Bunun uğrunda binlerce fedai militanını toprağa verdi. PKK, şehitlerle ortaya çıktı, şehitlerle büyüdü ve yine şehitlerden aldığı güçle hamlesel bir süreci en etkili bir şekilde karşılamanın kendisi oluyor. Şehitler partisi olma gerçekliği yeniden yapılanmanın kendisini dayandıracağı en temel güç kaynağı olacaktır. Tarihi bir süreçten geçerken gerçekleştirmeye çalıştığınız HPG III. Konferans çalışması, Önderliğin 2005 yılına biçtiği misyona en etkili cevabın geliştirileceği bir zemin olacaktır. Önderliğin; ‘Namus ve onur, halkın teminatı olabilmektir.’ şiarıyla Apocu Hareket’in özelde meşru savunma güçlerimizin dönem perspektifi netleşmiştir. Halkımıza, onun özgürlük hareketine ve halk önderliğine dayatılan komplonun derinleştirilmiş değişik biçimlerine, teslimiyetçi, ihanetçi yaklaşımlara karşı bizim de bir cevabımızın olduğunu ve tarihi bize yüklediği sorumluluğun gereği olarak bu cevap hakkımızı kullanmakla yüz yüze olduğumuzu dost-düşman herkese göstermek durumundayız. Bu temelde gelişecek olan HPG III. Konferansı Önderlik çizgisinde yeniden yapılanma ve kararlılaşma olacağı inancıyla çalışmaya katılan tüm yoldaşlara başarı dileklerimizle devrimci selam ve saygılarımızı sunuyoruz. -Bijî Serok Apo! -Bijî PKK! -Bijî HPG-YJA STAR! Devrimci Selam ve Saygılar PKK Yeniden İnşa Okul Öğrencileri HPG III. KONFERANSINA Her şeyden önce bir halk olarak tarihsizliğimizi, dört bir yandan dayatılan inkar ve imha siyasetini, iradesizliğimizi aşmanın, yok oluşun tüm karanlıklarını aydınlatmanın kaçınılmaz yolu olan Silahlı mücadelemizin ulaştığı Meşru Savunma Savaşı boyutunda, oldukça önemli bir aşama olan demokratik kuruluşu gerçekleştirmenin yüksek kararlılığıyla dolu olan özgürlük hareketimizin onlarca yıllık 65 birikimlerinin ve değerlerinin koruyucusu, teminatı ve geliştirici gücü olan HPG’nin III. Konferansına katılan tüm yoldaşları, saygıyla selamlıyoruz. Önderliğimiz şahsında tüm geleceğimize, halk olarak bin bir zorluklarla yeşerttiğimiz özgürlük umutlarına yönelik olarak gerçekleştirilen Konferansın, komplonun yedinci yıldönümünde gerçekleştirilmesinin oldukça anlamlı olduğunu ve kapsamından hiçbir şey kaybetmeden süren komploya en güçlü yanıtları vereceğine olan inancımızı belirterek, komployu bir kez daha lanetle kınıyoruz. Otuz yıllık mücadele tarihimiz, her ana asırlık gelişmelerin sığdırıldığı, hareket olarak önemli değişim süreçlerini yaşadığımız ve bu değişim rüzgarıyla tüm toplumumuzu, bölgemizi, hatta dünya hegemonik sistemini de derinden etkilediğimiz ve tarihin tarihini yeniden yazdığımız bir anlam ifade etmiştir. Önderliğimize karşı gerçekleştirilen uluslararası komplo sürecine dek, içinde bulunduğumuz koşullar, sorunları çözmeye yanaşmayan, inkar ve imhayı esas alan zihniyetin ürünü olan yaklaşımlar nedeniyle silahlı mücadele dışında kendimizi var edebilmenin koşulları oluşmamıştır. Tüm bunlara rağmen, Önderliğimizin sorunların çözümünü daha yapıcı yollarla gerçekleştirme girişimleri ve arayışları sürekli var olmuştur. Kürt sorununun çözümü için gerek ulusal, gerek uluslararası kamuoyunda bir duyarlılık yaratmak ve tüm çevreleri çözüme ortak etmek temelinde geliştirilen bu süreçlere verilen yanıt, çözümsüzlüğü tırmandırmaktan öteye bir şey ifade etmemiştir. Komplo ise bu yaklaşımların zirvesi olmuştur. Komplo sonrası süreç, önemli değişiklikleri kendisiyle birlikte getirmiş, bir sürecin güçlü sorgulamaları, eleştirileri ve çıkardığımız sonuçlarla, yine değişen yüzyılın karakteri, mücadele araç ve yöntemleri temelinde yürüttüğümüz tartışmalarla yeniden yapılanma ve değişim-dönüşümün kaçınılmazlığıyla karşı karşıya kalınmıştır. Bu süreç bizim açımızdan bir yenilgi süreci olarak değil, yüksek sağduyu temelinde çağı karşılayabilecek yapılanmanın ihtiyacını hissetmemizden kaynaklı olarak gelişen, değişime-dönüşüme ayak diretmemenin inancıyla ve her savaşın bir barışı olduğu gerçeğinden yola çıkarak, bilinçle geliştirdiğimiz bir süreç olmuştur. Oldukça özlü bir biçimde geliştirdiğimiz yeniden yapılanma sürecimiz, daha da ileri bir boyut kazanmıştır. İçinden geçtiğimiz süreç, bu değişimleri her çalışma merkezimizin kendi zemininde güçlü somutlaştırmasını ve bunun için de doğru tartışmalar yürütmesini şart kılmaktadır. Bunun temel koşulu, Önderliğimizin “Bir Halkı Savunmak” savunmasında ortaya koyduğu ideolojik perspektifin bütününün, özellikle de köklü zihniyet dönüşümünün esaslarının doğru anlaşılmasıdır. Önderliğimiz, “Bir Halkı Savunmak” savunmasını direkt HPG güçlerimize atfetmiştir. HPG’nin örgütlenme modeli, geliştirdiğimiz demokratik mücadeledeki rolü, meşru savunma çizgisinin uygulanmasındaki belirleyiciliği, her zamankinden daha çok meşru savunma çizgisinde bir halk savunma gücü olma misyonu ve bunun pratikte nasıl yürüyeceği vb. bir çok konu, savunmalarda ortaya konan zengin çerçevelerin pratikleşmesiyle bağlantılıdır. HPG’nin daha özerk, hatta bağımsız bir yapıya kavuşturulması perspektifi, Önderliğimiz tarafından değişik zamanlarda ifade edilmiş, ama bu perspektifi gündeme alma ve yoğunlaşarak bunu pratikleştirmede yetersiz kalınmıştır. Bunda temel neden, yaşanan tasfiye sürecinin yarattığı muğlaklıklar olmuştur. Halk savunma gücünün daha bağımsız ve meşru savunma temelinde bir güç olarak kalmasının, kazanımlarımızı korumak kadar, genel örgüte siyaset yürütmede, her alanda açılım sağlamada, diplomasi atağı yapmada çok önemli zeminler yaratacağı çok açık bir gerçek iken, bu misyonu hep tartışmaya konmuştur. Bu süreç tasfiyecilik tarafından tam da, devlet tarafından geliştirilen “Eve Dönüş Yasası” dönemine tekabül etmiştir. Özgürlük mekanlarımız olan dağları anlamsızlaştırma, HPG çalışmalarına karşı bilinçli bir karşı faaliyet başlatma, yaşam ölçülerini aşındırarak, bozgunculuk yapma en temel saldırılar olmuştur. Bu saldırılar birçok çalışma alanımızda kadroda savrulma, iddia zayıflığı, liberal yaklaşımlara, hatta kopuşlara yol açmıştır. Bu temelde ideolojik mücadelenin içte ve dışta derinleştirilmesi oldukça önem kazanmıştır. Meşru Savunma çalışmalarımız açısından bu saldırılara verilen en güçlü yanıt, 1 Haziran hamlesinin geliştirilmesiyle olmuştur. Devlet cephesinden inkarcı zihniyetin ve onun ürünü olan politikaların aşılmadığı, gerek halka, gerekse de hareketimize yönelik şiddet mantığının hakim olduğu, demokratikleşme adına çıkartılan ama uygulamalar açısından fazla geçerli olmayan paketlerle Avrupa ve Amerika arasında mekik dokunarak, Kürtlerin hala bir kart olarak görüldüğü ve çözüm içermeyen, “Ne savaş, ne barış” ikilemiyle barışa zararın verildiği bir ortamda, Önderliğimizin net perspektiflerine rağmen, bu hamle iç saldırılar yoluyla engellenmek istenmiş, gecikmeli de olsa, 1 Haziranla başlamıştır. Demokratikleşmenin önünde engel olan anlayış ve zihniyetlerin aşılması, çözümü yakınlaştırmak, çözümsüzlükte ısrar eden anlayışları deşifre etmek açısından için bu hamle kaçınılmaz olarak gelişmiştir. Objektif koşulların silahlı mücadelemizin başladığı dönemlerden farklı olması, değişen koşulların güçlü tahliliyle birlikte, değişen araçlarla bu tarzda bir aşama yapmamızı sağlayacak hazırlık ve örgütlülüğümüzün olması, yeniden eskiye dönüş ve eski yöntemlerle gerçekleştirilecek bir hamle olarak algılanmasını engellemiştir. Son altı yıl boyunca, geçtiğimiz yılların güçlü bir muhasebesi yaşanmış, 66 önemli bir çağ perspektifi de yakalanmıştır. Bu birikim, yeni atılımımızın zemininin ne derecede güçlü ve sağlam olduğunu göstermiştir. Bu hamle süreci, bir tıkanıklığı aşmanın sorumluluğuyla hareket edilerek ve sonuna kadar da barış ısrarımızı koruyarak ele alınmıştır. Yeni stratejik yaklaşımımız meşru savunmayı da içermesine rağmen, birçok kesim, bu adıma layık olduğu anlamı vermemiş, ama bu adım gereken yerlere, gereken mesajları vermiştir. Elbette ki konferans, hamle döneminde taktikte, planda, eylemde, uygulama gücünde, yönlendirmede açığa çıkan zayıflıkları ele alacaktır. Bu tartışma, yeni bir bahar hamlesine daha güçlü bir hazırlık yapmamızın temelini teşkil edecektir. Tüm bu gerçeklikler, III. HPG Konferansımızın gündemini oldukça kapsamlılaştırmakta ve önemli bir rol atfetmektedir. I. HPG Konferansı, eski savaş tarzımızı yeterlilikleri ve yetersizlikleri boyutunda, bize kazandıran ve kaybettiren yönleriyle güçlü bir tarzda ele almış, klasik komuta anlayışının aşılması yönünde planlama ve hedefler belirlemiş ve çıkardığımız sonuçlar temelinde yeni dönem anlayışımız ve şiddet yaklaşımımızı şekillendirerek, yeniden yapılanma açısından önemli adımlar atmamızı sağlamıştır. Bu süreç ardından, Önderliğimizin Demokratik Uygarlık Manifestosu’yla oldukça net bir biçimde formüle ettiği Meşru savunma anlayışı, kapsamlı eğitim ve yoğunlaşmalarla özümsenmeye çalışılmış, bu temelde önemli bir mesafe alınmıştır. Bu açıdan komuta ve savaşçı yapımız oldukça net ve hazırlıklı duruma gelmiştir. Geçmiş savaş tarzında çeteciliğe bulaşmış anlayışlardan arınarak netleşen ve Demokratik Uygarlık Manifestosu ve ardından da Bir Halkı Savunmak savunmasıyla bilinçlenen yapımızın oldukça kararlı ve iddialı bir düzey yakaladığı açıktır. Elbette ki bizi biz yapan, 15 Ağustos atılımıyla birlikte başlatılan ordulaşma mirasıdır, mevcut silahlı güçtür. Nasıl ki bu mirastan çıkarılan sonuçlar temelinde oluşturulan HPG şimdiye kadar Meşru Savunma Çizgisinde barışın ve kalıcı bir çözümün sağlanmasının teminatı durumunda olduysa, bundan sonra da bu misyonunu devam ettirip daha da kapsamlılaştıracaktır. Şüphesiz hiçbir çalışma alanımız bu anlayışın dışında değildir. Diğer çalışma alanlarımız da Meşru Savunma çizgisinde siyaset, kültür-sanat, basın-yayın, diplomasi çalışması yürüten güçler olarak hareket edeceklerdir. Bu alanlardaki başarı da çizgimizin hakim kılınmasıyla mümkün olacaktır. Sürecin sağlıklı gelişebilmesinin en temel koşulu, öncelikli olarak bizler açısından tüm özgürlük mirasını yaratan Önderliğimizin yaşam ve sağlık koşullarının düzeltilmesidir. Kamuoyunun, halkımızın ve kadınlarımızın Önderliğimizin içinde bulunduğu koşullara karşı tahammülünün zorlandığını bilinmekle birlikte, çözüme olan inançla tarafımızdan altı yıldır büyük bir sabır ve fedakarlık sergilenmiştir. Bu koşulları daha fazla zorlamak, bu sağduyuyu görmezden gelmek, halklara, barışa ve demokrasiye kazandırmayacaktır. Hareket olarak on beş yıllık silahlı savaşım ve otuz yıllık mücadele mirasımızın güçlü bir muhasebesini gerçekleştirirken, eksikliklerin özeleştirisiyle birlikte bu tarihin yarattığı değerler üzerinde kendimizi yeniden şekillendiriyoruz. Bu temelde tüm kazanımlarımızın mimarı olan Başkan APO’nun özgürlüğü, her dönemde olduğu gibi bu dönemde de temel mücadele gerekçemiz olacaktır. Kadının orduya kapsamlı katılışı, özgürlük arayışı temelinde kendisini yaratma süreci, bir iradeyi açığa çıkarması, halklaşması ve giderek Partileşmesi de mücadelemizin en temel kazanımlarıdır. Fedakarlık ve cesareti, kendini hesapsız katışıyla, yaşamın örgütlendirilerek disipline edilmesinde ve doğası gereği haksız ve yersiz şiddet karşısındaki duruşuyla kadının ordudaki varlığı, doğru savaş çizgisinin oturtulması açısından daha baştan beri, önemle ele alınmış, ve çizgi düzeyindeki kadın şahadetleriyle bu misyon gerçekleştirilmiştir. Özellikle de Önderliğimizin sahip çıkılması gereken bir değer ve özgürlük onuru olarak işlediği Beritan çizgisinde derinleşmek, bu çizgiyi komuta anlayışına, tarza ve taktik gücüne dönüştürmek günümüz koşullarında, daha da anlam kazanmaktadır. Özgür Kadın Hareketinin en temel ayağı olan Meşru Savunmanın yürütücü gücü olan YJA STAR örgütlenmesi de bunun ifadesi olmaktadır. Bir çok tarihsel fırsatın da doğduğu mevcut gelişmeler içerisinde, oldukça riskli olan ve henüz netleşmese de mücadelemizi hedefleyen oldukça ciddi planlar vardır. Bu fırsatları bir çıkışa vesile yapmak kadar, en küçük bir riski de gözeterek buna karşı gereken tedbirleri geliştirmek, olmazsa olmaz kabilindendir. Bu açıdan en çok kaçınmamız gereken anlayışlar, fırsatları görmeyen savunmacı anlayışlar kadar, tehlikeleri de görmeyen rehavete düşen anlayışlardır. Kadının barış ve demokrasi mücadelesindeki misyonunun çok daha kapsamlılaştığı açıktır. Özellikle Önderliğimiz üzerindeki baskı ve tecrit politikalarının her geçen gün daha da ağırlaştırıldığı, büyük fedakarlıklarla barış inadını sergilememize rağmen, çözümsüzlükte ısrarın dayatıldığı koşullarda net, kararlı, örgütlü kadın duruşu sürecin teminatı olacaktır. Bu temelde meşru savunma çizgisini özümsemiş, her türlü yönelim karşısında doğru tutumu alabilen örgütlü kadın, kalıcı barış ve çözüme doğru yol alınmasını sağlayacaktır. Nasıl ki genel meşru savunma gücü olarak, halkın malına, canına, özgürlüğüne zarar veren her türlü saldırı meşru savunma temelinde cevaplandırılacaksa, özgürlüğü için yola çıkan kadınlarımıza karşı geliştirilen saldırılar, tecavüzler, anlam bazında ve fiziki öldürmeler de meşru savunma kapsamında değerlendirilmelidir. 67 Meşru savunma, haklarımız tanınana kadar sürecektir. Yaratıcı bir güce dönüştürülmesi gereken bu çizgi, geçmiş mücadele pratiğimizde ortaya çıkan çeteci çizginin uygulamalarının yarattığı tahribatlara karşı da en önemli tedbir olarak gelişmektedir. Aslında daha başından itibaren bir meşru savunma anlayışıyla gelişen silahlı mücadele sürecimiz, savaşı amaçtan ve ideolojiden koparan çeteci anlayışların ve uzantılarının uygulamalarıyla, kör bir şiddet çizgisine mahkum edilmek istenmiştir. Savaş ve ideolojinin bağını en güçlü bir biçimde ortaya koyan Önderliğimizin en güçlü bir biçimde takipçiliğini yapan Agit arkadaşın yaşam ve mücadele çizgisi, amaçtan hiç sapmamanın adı olmuştur. Bugünün ve tüm zamanların hiç ölmeyecek ruhu olan APOCULUĞUN yılmaz temsilcileri olan şehitlerimizin ruhu, duruşu, savaş ve komuta tarzı, yaşam ve ilişki anlayışları, her şart ve koşulda temsil edilmesi gereken çizgidir, emirdir ve bu emirleri bir an olsun unutmak, ihanetle özdeştir. Önderliğimizin ve şehit yoldaşlarımızın kutsal emeklerini anmak ve bu şahadetlerin anlamıyla konferansımızı anlamlandırmak, en temel görevimizdir. Genelde tüm şahadetler, özelde de II. HPG Konferansından bu yana yaşanan şahadetlerdeki özü doğru anlamak çok önemlidir. Önderliğimizin en net perspektiflerine rağmen Kuzeye geçişleri anlamsızlaştıran işbirlikçi-ihanetçi çete grubunun olmazı dayatmasına, Meşru savunma güçlerimizi ve çalışmalarını anlamsızlaştırma çabalarına Mahirlerin, Şevgerlerin cevabı, Mazlum yoldaşın devrimci onurunu korumadaki bilinçli ve kararlı tutumu, Hewsel bahçelerinde orduya karşı iki kişilik bir ordu gibi savaşarak, teslimiyete yer vermeyen Bruskların mücadele azmi, Çem yoldaşın katıksız ve hesapsız katılımı, Seyit Rıza arkadaşın direngenliği, kadının örgüte dayatılan tasfiye sürecine dahil edilmesi çabalarına karşı en net tutumu geliştiren Tekoşin, Silav, Jinda ve Fatoş Sağlamgöz(Sema) arkadaşların özgürlük çizgisindeki ısrarı, en son da Musul’da hunharca katledilen Şilan, Fuat, Cemil, Zekeriya ve Ciwan arkadaşların fedai ruhu, her alanda ve adımda mutlak esas alınması gereken çizgi olmaktadır. Bu kahramanlıklara en doğru cevabı vermek, anı anına bu değerlerle yaşamaktan geçer. Kelimelerle ve birkaç satırla tümünü dile getiremezsek de, adını anmadığımız, ama kahramanlıklarına tanık olduğumuz tüm şahadetler, PAJK yeniden yapılanmasındaki öğrenciler olarak bizim de yaşam çizgimiz olacaktır. Gerçekleştirilen Konferansın her zamankinden daha fazla, Önderliğimizi, halkımızın umutlarını, tüm geçmiş değerlerimizi korumanın ve geliştirmenin bilinciyle, güçlü bir kararlaşma yaratacağı inancıyla tüm katılımcı arkadaşları saygıyla selamlıyoruz. Devrimci Selam ve Saygılar 15 Şubat 2005 PAJK KOORDİNASYONU VE YENİDEN YAPILANMA ÖĞRENCİLERİ DİRENİŞİ GELİŞTİRELİM, DEMOKRASİYİ KURALIM Ulusal onur kaynağımız ve gücümüz kahraman Agitlerin ve Beritanların özgürlük mirasının teminatı olan HPG III. Konferansı’na, Özgürlük güneşimiz ve halk önderimiz Başkan Apo’nun ağır tecrit ve izolasyon politikalarına rağmen kimsenin yaşayamayacağı bir yerde insanlık ve dünyamız için verdiği mücadelesinden en ufak bir taviz vermeyi bir yana “Bir Halkı Savunmak” adlı eseriyle mücadelesini doruğa ulaştırmıştır. İnsanlığın iflas eden paradigması yerine Demokratik- Ekolojik Toplum paradigması ile dünyaya insanlığa ve mücadelemize nefes olup, karanlıklara ışık tutmuştur. Demokratik-Ekolojik Toplum paradigmamızın en temel ayağını oluşturan meşru savunma anlayışı insanlık ve özgürlük mücadelemizin en ağır yükünü omuzlayan HPG güçlerimiz demokrasi ve barışın teminatı ve meşru savunmanın en aktif güçleridir. Dünyamızın yaşadığı kaos aralığından çıkışını Önderliğimizin belirttiği gibi, ”Kim daha örgütlü, derlitoplu ve donanımlı ise, o daha başarılı çıkabilir.” özdeyişini esas alarak geride bıraktığımız son bir yıl içerisinde özgürlük mücadelemiz ihanetle direniş arasında oldukça çetin geçen bir mücadele sonucunda yine ihaneti bozguna uğratmıştır. Dünyamızın aşamadığı kaos ve bunun en acımasız sahası olan Ortadoğu ve yine buranın kalbi olan Kürdistan ve özgürlük hareketine karşın kirli ittifaklar sürdürülmüştür. Özgürlük güneşimiz ve yaşam abidemiz Başkan Apo’nun örgütünü içten dağıtmayı, çökertmeyi, dağıtmayı ve savurmayı başaramayan emperyalist güçlerin sızmaları, çabaları boşa çıkartılmıştır. Bununla birlikte Türk 68 Devleti ABD’yi arkasına, Avrupa’yı yanına alarak ilkel milliyetçilerle ve ihanetçileri etkileri altına alıp, imha politikalarını örgütümüze dayatmaktadır. Tüm bu konseptlere karşın Önderliğimizin belirttiği, ‘Kendini savunmayı bil!’ perspektifi doğrultusunda bahar hamlesine daha derli-toplu girileceğine inanç ve güvenimiz sonsuzdur. Çeşitli çevrelerin (marjinalleştiler, içten içe çürüdüler, etkisizleştiler vb) heveslerini kursaklarında bırakan II. 15 Ağustos Hamlesi niteliğinde olan 1 Haziran kararı aslında çok görkemli bir cevap olmuştur. Bugün yapılan HPG III. Konferansı 1 Haziran ve 15 Ağustos ruhunu tamamlayacak karakter yakalayacaktır. Özgürlük güneşimiz ve yaşam abidemize, özgürlük mücadelemize ve Kürt halkına ihanet ve teslimiyet dayatılmaktadır. “Psikolojik, fiziki, etik ve toplumsal mantığım artık sürdüremez, ben bu barajın önünü alamam” sözleri Önderliğimizin hangi koşullarda yaşadığının ve ne kadar zorlandığının açık göstergesidir. HPG’nin, “Ya onurlu bir barış, ya şerefli bir ölüm! Bunun üçüncü yolu yok.” hedefinden hareketle, konferansta alacağı ve başarıyı geliştirebilecek kararların alınmasında yine hayata geçirilmesini meşru savunma anlayışımızın doğru temelde kavranılıp pratikleşeceğine ve bu temelde netlik kazanılacağına dair PRD olarak inanç ve güvenimizi tekrarlıyor ve konferansınızı yürekten selamlıyoruz. -Yaşasın Özgürlük Güneşimiz ve Yaşam Abidemiz BAŞKAN APO! -Yaşasın Direniş Gücümüz HEZÊN PARASTINA GEL! Devrimci selam ve saygılar PRD(Partiya Rızgariya Demokratik) HPG III. KONFERANSI’NA Genel olarak dünyada, özelde de Ortadoğu coğrafyasında yaşanan kaos ve yürütülen savaşlar, siyasal amaçlara ulaşmada her zamandan daha fazla güçlü ve askeri organizasyonları zorunlu kılmaktadır. Hem uzun mücadele tarihimiz, hem de coğrafyamızda fiilen yaşanan gelişmeler egemen rejimlerin demokratik çözüme kolay gelmeyeceklerini göstermektedir. Nitekim bu rejimlerin kendi aralarında geliştirdikleri ve merkezine de anti-Kürtlük temelinde anti-Apoculuğu yerleştirdikleri, yine diğer ülkelerle görüşmelerinde hareketimizi sürekli terörize etme girişimleri ile halkımıza yönelik saldırıları önümüzdeki dönemde siyasalaskeri güçlerimize ve diğer değerlerimize karşı saldırıların gelişebileceğini göstermektedir. Geçmişinde olduğu gibi günümüz ve gelecekte de HPG’nin bu tür saldırılara karşı en onurlu duruş ve başarılı pratik sahibi olacağına inanıyoruz. Ulusal demokratik mücadelemize dayatılan ihanet çizgisine karşı Önderliğimizin çizgisinden taviz vermeden güçlü bir kurumsal duruş sergileyen HPG, geçmişteki ARGK’nin onurlu çizgisinde yürümekle tüm halkımız ve ulusal kurumlarımızın gönlündeki yerini sağlamlaştırırken geleceğine ilişkin de büyük umutlar vermiştir. Önderliğimiz ve şehitlerimizin çizgisinde tutarlı tavır takınan tüm HPG güçlerini ve yönetimlerini selamlarken gerçekleştireceğiniz konferansla bu duruşu daha da güçlendirerek, Önderliğimize ve ulusal kazanımlarımıza yönelimlere karşı aktif caydırıcı bir rol oynayacağınıza inancımızı belirtiyor; konferans, konferans delegeleri ve tüm yoldaşları selamlayarak başarı dileklerimizi sunuyoruz. - Bijî SEROK APO ! Kahraman Şehitlerimiz Ölümsüzdür! Yaşasın HPG ! 13 Şubat 2005 PJAK Koordinasyonu HPG III. KONFERANSI’NA Değerli arkadaşlar, 69 15 Şubat sonrası yapılan konferansa katılan tüm delege yoldaşlara içten sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz. 15 Şubat komplosu yedinci yılına girerken ağır tecrit ve baskı koşullarına rağmen, Başkan Apo’nun göstermekte olduğu direniş ve tutum, bizlere demokrasi ve özgürlük mücadelesinin gerekleri karşısında sorumluluklarımızı yerine getirme yolunda cesaret, güç ve moral vermektedir. Komplonun yıl dönümünü yaşadığımız bugünlerde Başkan Apo’nun halktan ve hareketimizden kopartılması çabalarının yoğunlaşmasına karşı verilecek en büyük cevap, HPG Konferansı’nın konsepti boşa çıkaracak ve meşru savunma çizgisini layıkıyla yaşama geçirecek başarılı bir temsil düzeyine ulaşmasıyla mümkün olacaktır 2004 yılı her açıdan zorlu oldu. İçten ihanetçi ve teslimiyetçi çizgi, dıştan ise hareketimizi tasfiye etmek isteyen güçlerin çeşitli biçimlerdeki saldırılar karşısında Başkan Apo’nun büyük düşünce gücü ve yol göstericiliği ile karşılaştığımız tüm zorlanmalara rağmen yürünebileceğini gösterdik. HPG ve YJA STAR tüm bu saldırılar karşısında kendisini korumasını bildi. İhanetçi çizgiye karşı tutumu net ve kesin oldu. Yine özellikle Kuzey’de bulunan gerillalar kahramanca direnişler gösterdi. Operasyon ve çatışmalarda çok değerli arkadaşlarımız şehit düştüler. Yaşanan tüm bu gelişmelerle birlikte HPG güçleri, Önderlik ideolojisi ve meşru savunma çizgisinde ısrarlı tutumuyla özgürlüğümüzün teminatı olduklarını bir kez daha kanıtladılar. Günümüz Ortadoğu’sunda demokrasi ve özgürlük mücadelesini veren bir güç olarak hala çok ciddi tehlikelerin mevcudiyeti bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Yeni paradigma temelinde özgürlük ve demokrasi mücadelesine gönül verenler olarak hepimiz meşru savunma çizgisi temelinde onurlu barışa hizmet edecek kararlılık ve uygulama gücüne sahip olabilmeliyiz. Sevgili HPG konferans delegeleri; Demokratik ve ekolojik bir toplum yaratmanın en temel koruyucu gücü olan HPG güçlerinin meşru savunma çizgisinin iyi bir uygulayıcı olmak kadar, bunu da kapsayan ekolojik-demokratik bilincin oluşturulması ve yaşama geçirilmesinde aktif rol sahibi olmaları gerektiği inancındayız. Nasıl ki gerilla geçmişte yeni yaşamın öncüsü olmuşsa, bugün de Önderliğin savunmaları temelindeki yeni paradigmanın uygulayıcısı ve takipçisi olmaktadır. Önderliğimizin yeni perspektifleri doğaya, insana, topluma ve evrene bütünlüklü yaklaşımı farklılıkları bir zenginlik olarak gören bakış açısıyla dünyamızı daha da bir zenginleştiriyor. Ekolojik-demokratik bakış açısıyla var olan tüm sorunlarımıza rahatlıkla çözümleyebilme gücüne sahip olabiliyoruz. Eskinin dar, dogmatik tek yönlü, sadece kendisini esas alan ötekini düşünmeyen, yani benmerkezci devletçi-hiyerarşik zihniyeti yeni bakış açısıyla yerle bir oluyor. Başkan Apo’nun perspektifleriyle yeni ufuklara doğru yelken açan bir gemi misali süzülerek ilerliyoruz. Hakim devletçi sistemin dünyayı ve doğayı yaşanılamaz duruma getiren uygulamaları karşısında meşru savunma çizgisinin temsilcisi gerilla ile doğa birbirlerinin ayrılmaz parçalarıdırlar. Kendi içimizde birbirimize yaptığımız tüm eleştirilere ve güçlü bir ekolojik bilince sahip olmamamıza rağmen gerillanın yaşam tarzına yatkın bir yaşam formudur. Bizleri bağrına basıp koruyan bu güzelim coğrafya daha fazla korunmayı, saygı ve ihtimamı hak eden anaların en kutsalıdır. Ekoloji ve Yerel Yönetimler Komitesi olarak konferansınıza fiilen katılmak isterdik, ancak çalışmalarımızdan dolayı katılamadık. HPG konferansının güçlü geçeceğine dair inancımızı ve güvenimizi belirtmek istiyoruz. Büyük heyecan, coşku ve umutla konferansınızın başarıyla gerçekleşeceğine inanıyoruz. Konferansa katılan tüm arkadaşlara selam ve saygılarımızı belirtiyoruz. Bu temelde konferansınızı kutluyor ve çalışmalarda üstün başarılar diliyoruz. - Yaşasın Başkan Apo! Yaşasın Özgürlüğün ve Demokrasinin Teminatı HPG! Yaşasın Beritanlaşarak Yürüyen YJA STAR! Yaşasın Demokratik-Ekolojik Toplum Kurma İdealimiz! Kahrolsun İhanet ve Teslimiyetçilik! KONGRA GEL Ekoloji ve Yerel Yönetimler Komitesi 18 Şubat 2005 HPG III. KONFERANS’INA Kritik bir aralıkta ve topyekün bir mücadele hamlesinin eşiğinde bulunduğumuz bir süreçte HPG Konferansı kader tayin edecek bir niteliğe sahiptir. Geçmiş mücadele tarihimiz bir nevi 70 gerillanın eşsiz kahramanlıklar ve direnişle örülmüş tarihidir. Kürdistan gibi bütün koşulların aleyhte olduğu bir ülkede halk olarak elde tetiğimiz tüm değerlerin yaratılmasında belirleyici temel güç gerilla olmuştur. Apocu ruh gerillada zirveleşmiş ve halkımız için yeni bir yaşamın kapıları gerillayla açılmıştır. Gerilla Apoculaşan fedai Kürt gençliğinin özgür yaşam kimliği olmuştur. Geçmişte olduğu gibi bugün de gerilla, tüm değerlerimizin garantisi ve güvencesidir. Özellikle son dönemde iç ihanete dayalı olarak bölge gericiliği ve uluslar arası güçlerinin tasfiye çabalarını saldırı kampanyalarına karşı özgürlük hareketinin ayakta kalmasında HPG’nin duruşu ve 1 Haziran Hamlesi belirleyici olmuştur. Tüm taktik ve yetersizliklerine rağmen bu duruş, Apocu çizgide direnişin ve özgürlükte ısrarın ifadesi olmuştur. Bu açıdan gerilla tüm halkımız ve mücadele bileşenleri açısından en büyük güç ve güven kaynağı olduğunu ispatlamıştır. Yeni bir kritik aşamaya girerken de gerilla güçlerimizin pozisyonu, özgürlük hareketimiz açısından belirleyici bir role sahiptir. Konferans tüm mücadele bileşenleri açısından hayati bir öneme sahiptir. Ve bu konuda HPG’deki kararlaşmanın zirvesel ifadesi olacağına inanmaktayız. Bu yönlü bir kararlaşma bizim açımızdan da gerillaya daha güçlü bir katılım ve mücadelenin her alanında daha fazla gerillalaşma anlamına gelecektir. Yaşanan tıkanmanın aşılması için alınacak kararların uygulanması noktasında geçmişte yaşadığımız zayıflıkların aşılma çabasıyla birlikte daha güçlü katılacağımızı belirtirken şimdiden konferansın başarıyla sonuca ulaşacağına inancımızı belirtiyor, tüm delegelere çalışmalarında üstün başarılar diliyoruz Devrimci Selam ve Saygılar TECAK Koordinasyonu 71