sayi 45 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 45 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı
Bülent AKARCALI
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı
Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Ankara Milletvekili
Prof. Dr. Haydar SUR
Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı, Medeniyet Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı
Adana Milletvekili
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı
Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
EDİTÖRDEN
Türkiye
Şehitlerine Ağlıyor…
Evlere, ocaklara, anaların yüreğine ateş düşüyor. Her gün şehit haberleri
artarak gelmeye devam ediyor. Son iki aydan bu yana sayısı 100’ü geçen
şehitlerimiz için bütün Türkiye adeta kan ağlıyor. Acımız, üzüntümüz
ve tepkimiz büyük. Ülke olarak diken üstünde ve tedirginlikle yeni şehit
haberleri duyacak mıyız diye bekliyoruz.
Elbette aklımızla, kalbimizle ve bütün benliğimizle yurdumuzu ve yüreklerimizi yangın yerine çeviren PKK terörünü lanetliyoruz. Bütün şehitlerimize,
terör olaylarında hayatını yitiren Doktorumuz Abdullah Biroğlu ve sağlık
çalışanlarımız ile diğer vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, sevenlerine ve camialarına sabır diliyoruz.
Her şeye rağmen sağduyunun hâkim olmasının, oyuna gelinmemesi için
herkesin daha da duyarlı davranmasının ülkemizin geleceği adına şart
olduğunu biliyoruz. Bu ateşin sönmesi için bütün imkânları kullanarak “su
taşımamız” ve bütün bu acıların dinmesi için çaba göstermemiz gerekiyor.
Biz dergimizin kapağını ve giriş sayfalarını bu duyarlılığa ayırarak üzerimize düşeni yapmaya çalıştık. Tek dileğimiz terörün sonlandırılması, kanın
durması, acıların bitmesi ve ülkemizin yeniden huzura kavuşmasıdır.
…
Eylül sayımızın Kapak Dosyasını “Halk Sağlığı” konusuna ayırdık. Hem
Sağlık Bakanlığımızın hem de konusunun uzmanı değerli bilim insanlarımızın dikkate değer çalışmalarını kapsamlı olarak bu dosyamızda
bulabileceksiniz.
Sağlık ve İnsan Dergisi her ay kapsamlı kapak dosyaları ve diğer özgün
çalışmaları ile alanının güvenilir ve prestijli yayını olmaya devam ediyor.
Bu sayıda iki yeni çalışmayı sizlerin dikkatine sunuyoruz. Yayın editörümüz
Esra ÖZ, gündem başlığı altında, Uzm. Dr. Fatih BATI, her ay Sağlık Gündemi başlığı ile sizlerle olacak ve son 1 aylık sürede sağlıkla ilgili bütün
gelişmeleri burada özetleyecek. Diğer yeniliklerimizi de ilginize sunmaya
devam edeceğiz.
Barışa, huzura, sevgi ve kardeşliğe vesile olmasını temenni ettiğimiz Kurban Bayramınızı tebrik ediyor, yaşadığımız acıların son bulması ümidi ile
sağlık ve esenlik diliyoruz.
Sevgi ve saygılarımızla…
Ayşe Aydın
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Yıl: 4 Sayı: 45 • EYLÜL 2015 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
EsasMedya Ltd. Şti. adına
/saglikinsandrg
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı:
Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım
Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83
Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: Şen Matbaa Özveren Sok. 25/B Demirtepe/ANKARA Tel : 0312 229 64 54
Basım Tarihi: Eylül 2015, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir.
04
Türkiye Şehitlerine Ağlıyor
10
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
Bütün Birimleri ile 7/24 Çalışıyor:
38 Bonzai Sorununu Nasıl Görmeliyiz?
06
Doktor Abdullah Biroğul
PKK Terörünün Kurbanı Oldu
32 Sağlıklı Yaşlanmak
66
Dijital İnovasyon
ve Giyilebilir Teknolojiler
78
GezelimGörelim: Celepoğlu Konağı
haber
TÜRKİYE ŞEHİTLERİNE AĞLIYOR
TERÖRÜ
LANETLİYORUZ
Son günlerde giderek azgınlaşan PKK terör saldırılarında peş peşe gelen
şehit haberleri yürekleri dağlarken vatandaşların tepkileri de giderek
artıyor. Türkiye genelinde sokaklara çıkıp terörü lanetleyen vatandaşlar
artık bu acının bitmesini ve ülkenin yeniden huzura kavuşmasını
istiyor. Zaman zaman çeşitli taşkınlıklara da sebep olan terörü protesto
eylemlerinde herkesin sağduyu ile hareket etmesi isteniyor.
4
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Terör saldırıları hız kesmeden devam ediyor veTürkiye hemen her gün şehitlerine ağlıyor.
İki ayı aşkın bir süredir devam eden terör saldırılarında hayatını yitiren şehitlerimizin
sayısı100’ügeçti.Bütüntoplumkesimlerindeinfialesebepolanvelanetlenenterörenson
Hakkâri Dağlıca’da 16 askerimizin, Iğdır’da da 13 polisimizin şehit olmasına sebep oldu.
Savaşlarda bile dokunulmazlığı olan sağlık çalışanlarını, ambulansları, sağlık binalarını
da hedef alan, iki ayda 100’den fazla canımızı şehit eden, ocaklara ve anaların yüreğine
ateş düşüren bütün terör saldırılarını lanetliyor, ülkemizin bir an önce bu beladan
kurtulmasını ve huzur bulmasını temenni ediyoruz.
Bizleri derin acılara ve üzüntüye boğan bu menfur terör saldırılarında hayatını kaybeden
Aziz Şehitlerimize Allah’tan rahmet, acılı ailelerine, yakınlarına, Türk Silahlı Kuvvetleri,
Emniyet Teşkilatı ve Aziz Milletimize başsağlığı ve sabır diliyoruz.
Sadece Son 1 Haftada 40’a Yakın Şehit Verdik
Türkiye son günlerini her gün gelen şehit haberleri ile acı ve gözyaşı içerisinde geçiriyor. Terör
örgütü PKK’nın hain saldırıları sonucu sadece son 1 haftada teröre 40’a yakın şehit verdik.
Mardin’in Dargeçit, Diyarbakır’ın Sur ilçelerinde, Tunceli’de, Hakkâri’nin Dağlıca bölgesi ve
Iğdır’daki PKK saldırılarında 40’a yakın güvenlik personelimiz şehit edildi.
Dağlıca’da 16 Asker Şehit
Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinin Dağlıca bölgesinde terör örgütü PKK’nın hain patlayıcı tuzakları sonucunda 16 askerimiz şehit oldu. Aralarında Dağlıca Tabur Komutanı Piyade Kurmay Yarbay İlker Çelikcan’ın da bulunduğu 16 askerimizin şehit edildiğine dair haberler bütün ülkede nefretle lanetlendi.
Iğdır’da 13 Polis Şehit
Bütün Türkiye Hakkâri Dağlıca’da şehit olana askerlerine ağlarken çok acı bir haber de Iğdır’dan
geldi. Iğdır Dilucu Sınır Kapısı’nda görevli polis memurlarını götüren servis minibüsü ile koruma görevi yapan aracın Aralık ilçesine bağlı Hasanhan Köyü yakınlarından geçişi sırasında
PKK’lı teröristlerce yola önceden döşenen bombalar uzaktan kumanda ile patlatıldı. Hain saldırıda 13 polisimiz şehit oldu.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
5
haber
DOKTOR ABDULLAH BİROĞUL
PKK TERÖRÜNÜN KURBANI OLDU
Diyarbakır’ın Kulp İlçesi Toplum Sağlığı Merkezi Sorumlu Hekimi Dr. Abdullah BİROĞUL yol kesen PKK’lı teröristlerin açtığı ateş sonucu hayatını
kaybetti. Bölge insanına fedakârca
hizmet eden ve çevrede çok sevilen
Dr. Biroğul’un terör saldırısı sonucu öldürülmesi bölgede ve bütün
Türkiye’de nefretle kınandı.
Diyarbakır’ın Kulp ile Lice ilçesi arasındaki karayolunu Yapraklı Köyü yakınlarında kesen silahlı bir grup PKK’lı
terörist, durdurdukları araçtakilere
kimlik kontrolü ile örgüt propagandası yaptı.
Bu sırada Kulp’tan Diyarbakır yönüne
gelen Dr. Abdullah Biroğul, PKK’lıların
yol kestiğini görünce geri dönüp aracıyla birlikte kaçmaya çalıştı. Aracın
geri döndüğünü gören PKK’lılar uzun
namlulu silahla ateş açtı.
Açılan ateş sonucu Dr. Biroğul, olay
yerinde hayatını kaybetti. Biroğul’un
cenazesini almak için olay yerine hareket eden 112 acil servis ekipleri,
güvenlik gerekçesiyle bölgeye giremedi. Saldırıdan saatler sonra olay
yerine gidebilen Lice İlçesi 112 Acil
Servis ekipleri, PKK’lıların öldürdüğü
kişinin Kulp İlçesi TSM Sorumlu Hekimi Abdullah Biroğul olduğunu öğrenince büyük üzüntü yaşadı. Cenaze
olay yerinden alınarak Lice’ye götürüldü.
Doktor Abdullah Biroğul’un cenazesi
Diyarbakır Adli Tıp Kurumu’nda yapılan otopsinin ardından ailesine teslim edildi. Biroğlu, ailesi tarafından
merkez Kayapınar İlçesi Peyas Köyü
Mezarlığı›nda ailesi ve mesai arkadaşlarının katılımıyla gözyaşları
arasında toprağa verildi. Biroğul
için Dicleliler Yasevi’nde kurulan taziyesine yakınlarının yanı sıra, sağlık
çalışanları da katıldı.
6
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun Tepkisi:
“Bunun herhangi insani
bir değerle de izahı yok!”
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, terör eylemlerinin sağlık
çalışanlarına da yöneldiğine dikkat çekerek, 1986 doğumlu, aile
hekimi genç bir meslektaşlarının
uzun namlulu silahla gerçekleştirilen bir terörist saldırıda hayatını kaybettiğini vurguladı ve üzüntülerini
dile getirdi.
Bakan Müezzinoğlu, Dr. Abdullah
Biroğul’un PKK terörü sonucu hayatını kaybetmesi ile ilgili tepkilerini şöyle dile getirdi:
“Bu olaylar, sağlık camiamızı derinden yaralıyor. Sağlık camiası
olarak birlik ve beraberlik içinde
yine insanı yaşatmaya, insanın
derdine derman olmaya gayret
edeceğiz. Hekimimize Allah’tan
rahmet, ailesine ve bütün sağlık camiamıza sabırlar diliyorum.
Sağlık camiamızın başı sağ
olsun. Bu hekimleri, hemşireleri, sağlık memurlarını kaybetmek,
bizi çok farklı boyutlarıyla üzüyor
ve yaralıyor. Bir de ’insanlık dışı, hunharca, kalleşçe’ demek doyurmuyor
ve karşılığını bulmuyor. Bu terör saldırısında herhangi çatışma olmadı.
Herhangi bir karşı durma yok. Yol kesiyorsun ve kestiğin yolda bir hekimi katlediyorsun. Bunun
izahı yok. Bunun herhangi insani bir
değerle de izahı yok. Ama araç, gereç
ve bunların daha iyisini yapabilecek
gücü var Türkiye’nin. Bu teröristlerin
de üstesinden gelecek gücünün olduğunu onlar görecek…”
“Sağlık camiası olarak birlik ve beraberlik içinde yine insanı yaşatmaya, insanın derdine derman olmaya
gayret edeceğiz” diyen Bakan Müezzinoğlu, bütün sağlık çalışanlarının her şart altında Türkiye›nin her
köşesinde vatandaşlara fedakârca
hizmet sunmaya devam edeceğini
vurguladı.
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı
Prof. Dr. Eyüp GÜMÜŞ:
“SADECE CAN KURTARMA DERDİNDE OLAN
SAĞLIK PERSONELİMİZ HEDEF ALINARAK
CANINDAN EDİLİYOR”
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr.
Eyüp Gümüş beraberindeki Bakanlık yöneticileri ile birlikte sağlık
çalışanlarına yönelik terör olaylarını
ve sağlık hizmetlerindeki son durumu yerinde değerlendirmek amacıyla Diyarbakır’ı ziyaret etti.
Bölgede 3 yıldır yaşanan mülteci akını
ve son zamanda artan terör olayları nedeniyle sağlık hizmetlerinin
yeniden değerlendirilmesi gerektiğini belirten Sağlık Bakanlığı Müsteşarı
Eyüp Gümüş, “Öncelikle insan hayatını merkeze alarak hizmet veren
sağlık personelimize desteğimizi
gösterip bölgenin sağlık hizmetlerini geleceğe taşıyacak vizyonumuzu
oluşturmalıyız” dedi.
Müsteşar Gümüş, sağlık çalışanlarının,
çatışmalar nedeniyle yaralanan
vatandaşlarımızı sağlığına kavuşturmak için kendi canlarını düşünmeden fedakarca çaba sarfettiklerininin
altını çizerek sağlık çalışanlarına
ve tesislere yönelik saldırıları şöyle
özetledi:
• Bitlis Tatvan’da
İlçe Devlet Hastanemize düzenlenen saldırı
• Güroymak
ve Gökova’da hizmet
veren 112 ambulanslarına molotoflu saldırı
• Erzurum
Tekman’da bir ambu-
lansımızın 3 sağlık görevlisi ile birlikte kaçırılması
• Ağrı’da çatışma bölgesine giden
ambulansımızın kurşunlanması
• Mardin Nusaybin’de 112 acil ekibine yapılan iki ayrı saldırı
• İstanbul
Gaziosmanpaşa Acil
Yardım İstasyonuna yapılan saldırı
• Ankara Nallıhan İlçe Hastanesine
molotoflu saldırı
• Silopi Devlet Hastanesinde görevli
bir doktorumuzun kaçırılarak darp
edilmesi
• Sağlık personelimiz Eyüp Ergin’in,
Cizre’de nöbet çıkışı evine giderken çatışma altında kalıp hayatını
kaybetmesi
• Kulp
Toplum Sağlığı Hekimimiz
Dr. Abdullah Biroğul’un yol kesen teröristlerce öldürülmesi ve
ayrıca üç sağlıkçımızın daha genç
yaşlarında terör saldırıları ile hayatlarını kaybetmeleri…
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr.
Eyüp Gümüş, 2. Dünya Savaşında
bile sağlık çalışanları ve sağlık tesislerinin dokunulmazlığının ihlal
edilmediğine dikkat çekerek “Terör
odakları, bu kutsiyete en ufak bir
saygı duymadan sağlık personeli-
nin canına kastediyor. Aldığı yardım
çağrısını kimin yaptığına bakmadan
koşturan, kendi canını düşünmeden çatışma alanına girip sadece can
kurtarma derdinde olan sağlık personelimiz hedef alınıyor, canından
ediliyor. Sözde, adına savaştığı insanlara verilen hizmeti sabote ediyor.
Bu, içinde bir miktar da olsa insaniyet barındıran bir varlık için kabul
edilebilir bir durum değildir.” dedi.
Müsteşar Gümüş, moral bozucu ortama rağmen sağlık hizmetlerini
aksatmayan, insanların sağlığı için
fedakarlıklarını esirgemeyen sağlık
personeline teşekkür etti.
“Özlük haklarını iyileştirecek
hazırlık yapıyoruz”
Bölgede en önemli sorunun sağlık
personelinin uzun süre çalışmaması
olduğunu söyleyen Sağlık Bakanlığı
Müsetaşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, “Bu
bölgede görev yapan sağlık personelimizin daha uzun süre çalışması ve
daha istikrarlı bir sağlık hizmetinin
idamesi için personelimizin özlük
haklarını iyileştirecek bir hazırlık
yapıyoruz. Yüksek ücretle çalışan sözleşmeli sağlık personelinin sayısını
ve yüksek ücretle çalışma süresinin
uzatılmasını temin için bir çalışma
içindeyiz.” dedi.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
7
H AL K S
kapakkonusu
LIĞI H
3-9
EYLÜL
A
AFT SI
AĞ
Sağlık Bakanı
Dr. Mehmet MÜEZZİNOĞLU:
“SAĞLIK CAMİASI OLARAK MERKEZE
SAĞLIK OKURYAZARLIĞINI ALDIK”
Halk Sağlığı Günleri kapsamında
Sağlık-Sen Stratejik Araştırmalar
Merkezi (SASAM) Enstitüsü tarafından düzenlenen Sağlık Okuryazarlığı
Sempozyumu Ankara’da yapıldı. Bakan Müezzinoğlu programda yaptığı
konuşmada, sağlık okuryazarlığı konusunda yaptığı çalışmadan dolayı
SASAM ve Sağlık-Sen’e teşekkür etti.
Sağlık camiasının canı pahasına hizmet eden bir meslek grubu olduğunu
belirten Bakan Müezzinoğlu, katledilen doktor ve eczacının Diyarbakırlı
ve Kürt kökenli olduğunu belirterek,
“Bizi bunlar da ilgilendirmiyor. Bizi
insan olması ilgilendiriyor. Yaşatabilme idealini taşıyan insanların katledilmesi ilgilendiriyor. Kürt kökenli
vatandaşlarımızın hakkını koruma
iddiasında bulunanların, insanlık dışı
bir terörizm yapanlar ve bunlara karşı duramayan, eleştiremeyenler var”
şeklinde konuştu.
8
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Halk Sağlığı Günleri kapsamındaki
sağlık okuryazarlığı konusunu çok
önemli bulduğunu ifade eden Bakan
Müezzinoğlu, sağlıklı yaşamın kültüre dönüşmesini önemsediklerini
ifade etti. Bilgi kirliliği ile toplum bilincinin darmadağın edilmesine müsaade edilmemesi gerektiğini söyleyen Bakan Müezzinoğlu, sağlığın
çok paydaşlı olarak kabul edilmesi
ve sağlık hizmetinin de çok paydaşlı
olarak sunulmasının önemine dikkat
çekti.
Bakan Müezzinoğlu, konuşmasını
şöyle sürdürdü:
“Halk Sağlığı günleri çerçevesinde
Sağlık Okuryazarlığı konu başlığını
çok anlamlı ve değerli buluyorum.
Biz esasında ilk emri “Oku” olan bir
medeniyet anlayışının mensuplarıyız. Ama okuryazarlığa geldiğimizde
veya 1000 kişiye düşen kitap sayısı-
na geldiğimizde açıkçası bizden çok
daha arkalarda gördüğümüz milletlerin okuryazarlığına baktığımızda
aramızdaki makas ne yazık ki aleyhimize çok ciddi düzeyde açık. Dolayısı
ile okuyan, düşünen, düşündüğünü
şekillendirebilen ve onunla ilgili kararı verip hedefe yürüyebilen bir süreci mutlaka toplumsal olarak sahiplenebilmeli ve bunu başarabilmeliyiz.
Bunu toplumun bir sorunu olarak
görmeliyiz. Ama biz sağlık camiası
olarak merkeze sağlık okuryazarlığını
aldık ve sağlıklı yaşam kültürünün bir
kültüre dönüşmesini önemsiyoruz.”
Sağlık Okuryazarlığı Sempozyumunun açılışına Sağlık Bakanı Mehmet
Müezzinoğlu’nun yanı sıra çok sayıda bürokrat ve akademisyen katıldı.
5 oturumda yapılan ve iki gün süren
sempozyum sonrası hazırlanacak
sonuç bildirgesi kamuoyuna açıklanacak.
SASAM ENSTİTÜSÜ
İLAÇ
AŞI
HİZMETİ
AİLE
SAĞLIĞI
HALK
NÜFUS
TIBBİ ATIK
Hastane
STRES
NÜFUS
STRATEJİ
Değerlendirme
RUH SAĞLIĞI
OBEZİTE GÜVENLİĞİ
ANA ÇOCUK
İLAÇ
SAĞLIĞIN GELİŞTİRİLMESİ
MEDYA
BAĞIMLILIK
DİYABET
ÇALIŞAN
Sağlıklı Yaşam AİLE HEKİMİ
DİŞ SAĞLIĞI TIBBİ ATIK İLAÇ
ÇALIŞAN GÜVENLİĞİ
İŞ GÜCÜ
NÜFUS
AİLE SAĞLIĞI
Hasta
GÖÇ
BULAŞICI
HASTALIK
HİJYEN
İŞ GÜCÜ
REHABİLİTASYON
HASTA
HAKKI
KOAH
AŞI
HİJYEN
NÜFUS PLANLAMA
İLAÇ AĞIZ VE
STRES
ÇEVRE SAĞLIĞI
Takip
DEĞERLENDİRME
EĞİTİM
HEKİMLİĞİ
SAĞLIĞIN TEŞVİKİ
MEDYA
TOPLUM
SAĞLIĞI
EĞİTİM
PLANLAMA TRSM
TAKİP
EVDE SAĞLIK
AİLE
HEMŞİRE
BAĞIMLILIK
KAN
Has HASTA
TSM GÖÇ
OBEZİTE
Halk
Hasta
NÜFUS PLANLAMA
ASM Hasta
KANSER
EĞİTİM
MEDYA
GÜVENLİĞİ
EĞİTİM ASM
DEĞERLENDİRME
ÇEVRE SAĞLIĞI
OBEZİTE
HAKKI
SAĞLIK HİZMETİ
HİJYEN
HALK HASTA
BİRİNCİ BASAMAK
BAĞIMLILIK
İŞ
DİYABET
Hastane
SAĞLIKLI
SAĞLIK
YAŞAM
ÇALIŞAN GÜVENLİĞİ
MEDYA
SAĞLIĞIN TEŞVİKİ
İŞ GÜCÜ
ASTIM
KİRLİLİĞİ
Hastane
AĞIZ VE
DİŞ SAĞLIĞI
GÜCÜ
BİLGİ
ASM
BİLGİ
STRES
SAĞLIK
HEKİMLİĞİ
BULAŞICI HASTALIKLAR
KİRLİLİĞİ
AİLE
SİVİL TOPLUM
Sağlık-Sen Stratejik Araştırmalar Merkezi Enstitüsü
AŞI
GÖÇ
AŞI
KAN
SAĞLIKLI BİR GELECEĞİN ÖN ŞARTI
I
Ğ
I
L
R
A
Z
A
Y
R
U
K
O
SAĞLIK
Ücretsiz yayınlanmaktadır.
H AL K S
kapakkonusu
LIĞI H
3-9
EYLÜL
A
AFT SI
AĞ
TÜRKİYE HALK SAĞLIĞI KURUMU
BÜTÜN BİRİMLERİ İLE 7/24 ÇALIŞIYOR:
GÜVENDESİNİZ...
Prof. Dr. İrfan ŞENCAN
Sağlık Bakanlığı
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı
Sağlık sadece hastalık ve sakatlığın
olmaması değil, fiziksel, ruhsal ve
sosyal yönden tam bir iyilik halidir.
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, temel
bir insan hakkı olan sağlığa erişilmesi için ülkemizde birinci basamak
sağlık hizmetlerinin sunulmasından
sorumlu kuruluştur. Birinci basamak
sağlık hizmeti tam anlamı ile kişilerin, çeşitli nedenlerle başvurduğu,
toplumun büyük bir kısmının tedavi
edildiği, gereği durumunda ikinci ve
üçüncü basamağa sevk edildiği ve
koruyucu sağlık hizmetlerinin sunul10
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
duğu sağlık kurumu ve bu kurumda
üretilen sağlık hizmeti olarak tanımlanabilir.
Aile hekimlerimize ve toplum sağlığı
merkezlerimize başvuran bireylerin
sağlık gereksinimlerinin karşılamanın
yanı sıra hastalık oluşmadan hastalıkların önlenmesi, hastalık oluşmuş ise
herhangi bir şikâyete yol açmadan
erken dönemde teşhis edilmesi ya da
teşhis edilemeyenlerin de tedavisinin ve rehabilitasyonun sağlanması,
hatta halkımızın sağlığının geliştirilmesi için 81 il 970 ilçede görev yapan 100 bin kişilik sağlık gönüllüleri
ordusuyuz. Her gün 14 bin noktada 1
milyon kez vatandaşlarımızla buluşuyoruz. Evde sağlık hizmetimiz ile yaşadığı yerden çıkamayan veya sağlık
kuruluşuna ulaşamayan 250 bin kişi-
ye evinde sağlık hizmeti sunuyoruz.
Ülkemize sığınan yaklaşık 2 milyon
Suriyeli ve Iraklı misafirimize de aynı
hizmetleri sunuyoruz.
Her yıl 1 milyon 300 bin bebeğimiz
doğuyor. Geleceğimizin teminatı
olan bebek ve çocuklarımızı daha
doğmadan anne karnındayken izlemeye başlıyor, hastanede doğmalarını sağladıktan sonra sağlıklı büyüdüklerinden emin olmak için 13 farklı
hastalık etkenine karşı 50 milyon doz
aşı yapıyor, demir ve D vitamini desteği sağlıyor ve her bir bebeği düzenli aralıklarla izliyoruz. Yenidoğan
döneminde uyguladığımız tarama
testleriyle tüm bebeklerimizi kalıtsal
ve metabolik hastalıklar açısından
kontrol ediyor ve hasta olanları erken
dönemde teşhis ederek kalıcı bir bo-
zukluk kalmasını engelliyoruz. İlköğretime başlayacak binlerce çocuğumuzu ağız-diş sağlığı taramasından
geçiriyoruz. “ağaç yaşken eğilir.” Atasözünü düstur edinerek çocuklarımızın sağlıklı beslenme alışkanlığını
küçük yaşta edinmesi için okullarda
süt ve kuru üzüm dağıtıp okul kantinlerinde satılan yiyecek ve içeceklerde
düzenlemeler yapıyoruz.
Bebek ve çocuklarımızın sağlığını
annelerimizden ayrı düşünemeyeceğimiz için tüm doğurganlık
çağındaki kadınları yılda 2 kez ve
anneleri de gebelikleri boyunca izliyoruz. Doğumların hastanede gerçekleşmesini sağlayıp kansızlık gibi
sorunlar yaşamasınlar diye ücretsiz
demir desteği sağlıyoruz. Gebelikte
veya doğum sırasında gerekli olan
durumlarda tüm annelerimizi bir
üst sağlık kuruluşuna naklediyor,
bazı annelerimizi de doğum önce
“Misafir Anne Programı” ile doğum
başlamadan misafir ediyoruz. “Anne
Dostu” ve “Bebek Dostu” hastaneler
ile standartlarımızın en üst seviyeye
ulaşması için çalışıyoruz.
Tütün, alkol ve madde bağımlılığıyla
mücadelemizi kararlılıkla sürdürüyoruz. Sigarayı bırakmak isteyen herkese ALO 171 sigara bırakma hattı
7 gün 24 saat esası ile danışmanlık
hizmeti vermekte ve dileyen vatandaşı yurt sathına yayılmış 400’den
fazla sigara bırakma polikliniğine
yönlendirmektedir. Sigara içmeyen
insanların dumana maruz kalmamaları için ekiplerimizle sürekli denetim
yapıyoruz. ALO 191 hattı ile de madde bağımlılığı olan vatandaşlarımıza
ulaşmaya çalışıyoruz.
Kanserle savaşımızda başarılı olmak
için Kanser Erken Teşhis Tarama ve
Eğitim Merkezlerimizde 3 kanser
(meme, rahim ağzı, kalın bağırsak)
türü için yılda 5 milyondan fazla tarama ve eğitim yapıyoruz.
İçtiğimiz sulardan emin olabilmek
için tüm damacanaları ve 62 bin noktadan aldığımız numunelerle şebeke
sularımızı sürekli kontrol ediyoruz.
Yüzme sularını 1200’den fazla noktadan numuneler alarak takip ediyoruz.
Prof. Dr. İrfan ŞENCAN
Aşıların sahip olduğu önemden dolayı, bilim insanlarımızla beraber yerli
aşı üretimini gerçekleştirmek için çalışıyoruz.
Yaptığımız eğitimlerle sürekli bilgi ve
becerisini güncel tuttuğumuz sağlık
personelimiz her daim yanınızdayız.
GÜVENDESİNİZ.
Bulaşıcı olan hastalıkların salgın haline gelmemesi için 7 gün 24 saat tüm
ülkemizi izliyoruz. Herhangi bir bulaşıcı hastalık olması durumunda bunu
hemen öğrenip yayılmaması için gerekli önlemleri alıyoruz. Sağlık ekiplerimiz ile hastalığın olduğu yere gidip
olayı tüm ayrıntısı ile inceliyoruz. Yurt
içi ve yurt dışı tüm sağlık tehditleri
için uluslararası sağlık kuruluşları ile
işbirliği yapıyoruz.
Çağımızın sorunu olan bulaşıcı olmayan hastalıklarla mücadele için emek
sarf ediyoruz. Bizim için önemli olan
bu hastalıkların hiç olmamasını sağlamak ya da komplikasyonlar gelişmeden erken teşhis sağlamak. Bu nedenle tüm vatandaşlarımızın sağlıklı
beslenmesi için uğraşıyoruz, onların
fiziksel aktivitesini artırmaya çalışıyoruz. Örnek olabilmek adına hem Bakanımız hem bizler sürekli yürüyoruz.
Sağlıklı davranışların temelinin küçük
yaşlarda atılmasının önemini bildiğimiz için çocuk ve gençlerimize bisiklet kullanma alışkanlığı kazandırmak
istiyoruz. Okullara, üniversitelere ve
bisiklet yolu yapan belediyelere bisiklet veriyoruz.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
11
H AL K S
kapakkonusu
LIĞI H
3-9
EYLÜL
A
AFT SI
AĞ
DEĞİŞEN DÜNYADA
GELECEK NESİLLER TEMELİNDE
SAĞLIKLI YAŞAM POLİTİKALARI
Sağlık Bakanlığı
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı
Ülkemiz 2000 yılı verilerine göre
65 yaş üzeri nüfus genel nüfusun
%5,37’sini, 2013 yılında ise %7,7’sini
oluşturmaktadır. Türkiye’de doğumda beklenen yaşam süresi 2000
yılında 70,4 yıl iken 2013 yılı için erkeklerde 74,7 kadınlarda 79,2 olmak
üzere toplamda 76,9 yıla uzamıştır.
Ülkemizde son yüzyılda demografik dönüşüm yaşanmış ve sonucunda doğum ve ölüm hızları azalmış,
doğumda beklenen yaşam süremiz
artmıştır. Tabi bu zemini hazırlayan
faktörlerden bir tanesi bulaşıcı hastalıklarla mücadelede elde ettiğimiz
başarılardır. Bunun yanında anne ve
bebek ölümlerimizi de çeşitli prog12
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
ramlarla gelişmiş ülkeler seviyesine
düşürmüş ve daha da düşürmek için
çaba sarf etmekteyiz.
Uzayan insan ömrü ile beraber artık
sağlık gündemimizin ağırlıklı kısmını “tam olarak tedavi edilemeyen
ve iyileşme göstermeyen uzamış
durumlar” olarak tanımlanan kronik
(bulaşıcı olmayan) hastalıklar oluşturmaktadır. Bulaşıcı olmayan hastalıkların hepsine ilgi gösterilmesi
gerekse de dört hastalıktan oluşan
bir grup (kalp ve damar hastalıkları,
kanser, diyabet ve kronik solunum
yolu hastalıkları) ve bunların ortak
risk faktörleri (tütün ve alkol kullanımı, fiziksel hareketsizlik ve sağlıksız
beslenme) Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi’nde önlenebilir hastalık
ve ölümlerin çoğunluğunun nedenini oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu
dört bulaşıcı olmayan hastalık, tarım
ve gıda sanayisinden, eğitim, çevre
ve şehir planlamasına kadar birçok
sektördeki politikalardan etkilenen
ortak belirleyicileri paylaşmaktadır.
Bu hastalıklar, kamu politikası yoluyla müdahalelere yönelik ortak yolları
da paylaşmaktadır. Buna ek olarak
obeziteye özel bir ilgi gerekmektedir,
çünkü obezite hem aynı temel risk
faktörlerinin bir sonucu hem de diğer bulaşıcı olmayan hastalıkların bir
nedenidir.
Obezite yaşam kalitesini düşüren,
pek çok faktöre bağlı kronik bir hastalıktır. Günümüzde tüm dünyada
bu kadar hızlı artan, bireyleri ve toplumları etkileyen başka bir hastalık
bulunmaması nedeniyle uluslararası
sağlık kuruluşları tarafından salgın
olarak bahsedilmektedir. Bu nedenle
obezite ile mücadele konusunda tüm
dünyada politikalar geliştirilmekte,
ulusal eylem planları hazırlanmaktadır. Bakanlığımız ve Türkiye Halk
Sağlığı Kurumu olarak biz de kronik
hastalıklarla mücadele için birçok
program ve faaliyet yürütmekteyiz.
Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması 2010’a göre erişkin nüfusun %65’i fazla kilolu veya obezdir
(Kadınların %41’i Erkeklerin %20
,5’i obez). “Çocukluk Çağı Obezite
Araştırması (COSI-Tr) 2013” raporuna göre 6-10 yaş grubunda obezite
sıklığı %6,5; fazla kiloluluk sıklığı ise
%14 bulunmuştur. Bir başka deyişle
ülkemizde 6-10 yaş grubu her beş
çocuktan biri fazla kilolu veya obezdir. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması 2010 (TBSA) raporuna göre
787 çocuktan %4,8’i obez (E:%6,4; K:
%3,0) ve %12,5’i fazla kilolu (E: %14,4;
K:%10,3) olarak bulunmuştur.
Türkiye genelinde 6-11 yaş grubu
çocukların %58,4’ü düzenli olarak
egzersiz yapmamaktadır (günde 30
dakika veya daha fazla süre ile). Türkiye genelinde erkeklerin %67,6’sının, kadınların %76,5’inin, toplamda
ise %71,9’unun egzersiz yapmadığı
saptanmıştır.
Kurumumuz, 2010-2014 Türkiye
Obezite ile Mücadele ve Kontrol
Programı’nı (2010-2014) başlatmıştır,
program güncellenmiş ve 2017’ye
kadar uzatılmıştır. Anne sütünün teşviki ve hamile kadınlara ve çocuklara
yönelik beslenme tavsiyeleri, Sağlıkta Dönüşüm Programıyla ana-çocuk
sağlığını iyileştirme hedefinin bir
parçası olarak öne çıkmıştır. Sadece anne sütü ile besleme, meyve ve
sebze tüketimi diğer Avrupa ülkeleri
ile karşılaştırıldığında Türkiye’de yüksektir. Bunlar teşvik edilmesi gereken
koruyucu etkenlerdir ve Türkiye’deki
yüksek obezite sıklığının diyetin farklı boyutlarından ve yetersiz fiziksel
aktiviteden kaynaklandığını göstermektedir.
Bakanlığımızca yürütülen Türkiye
Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı kapsamında 2014 Yılını
“Sağlıklı Yaşam ve Hareket Yılı” ilan
edilmiştir. 2014 yılında her ay için çeşitli aktiviteler ve farkındalık çalışmalarını planlanmış ve her ay için çeşitli
etkinlikler yapılmıştır. Bu etkinlikler
2015 yılı Haziran ayına kadar devam
etmiştir.
Obezite ile mücadele etmek için
Türkiye’de toplum temelli geliştirilebilecek veya desteklenebilecek müdahaleler arasında çocuklara yönelik
yiyecek ve içeceklerin pazarlanmasının kısıtlanması, trans-yağların gıdalardan çıkarılması, fiziksel aktivite
ve diyet ile ilgili farkındalık oluşturulması, sağlıklı beslenmeyi teşvik
etmeye yönelik mali politikaların geliştirilmesi yer almaktadır. Gıda sanayi ile bu konulara ilişkin destekleyici
tartışmalar ve toplantılar yapılmıştır.
Okullarda sağlıklı diyet ve fiziksel
aktiviteyi teşvik etmek için, beden
eğitimi ile ilgili müfredat ve okul
kantinlerinde satılan yiyeceklerin
düzenlenmesi de dâhil olmak üzere
çeşitli önlemler alınmıştır. Okul kantinleri genelgesi güncellenmiş, Milli
Eğitim Bakanlığı’na iletilmiştir. Tüm
Türkiye’deki ilk ve ortaöğretim okullara sağlıklı beslenme ile ilgili afişler
gönderilmiştir. Beslenme Dostu Okul
sayısı 1650’ye ulaşmıştır. Son üç ayda
99 okul eklenmiştir. Okullarda çocuklara yönelik yiyecek ve içecek standardı hazırlanmış, afiş ve kitapçıklar
basılmaktadır. Geçtiğimiz yıl uyguladığımız Okul Sütü Programı haftanın
3 günü olarak bu yıl da uygulanmıştır. Bu programa ek olarak okullarda
kuru üzüm dağıtım programı da uygulanmıştır.
Bu yıl programımız kapsamında çocuk ve gençlere fiziksel aktivite alışkanlığı kazandırılması ve toplumda
bisiklet kullanımının teşvik edilmesi
amacıyla MEB işbirliğinde dağıtılmak
üzere (5, 6, 7. sınıflarda) 10 binden
fazla bisiklet temini sağlanmıştır.
Üniversiteler için bisiklet desteği
konusunda protokol hazırlanmış ve
protokol kapsamında yaklaşık 4 bin
adet bisiklet dağıtımı yapılmıştır. Belediyeler için bisiklet yolu kriterleri
hazırlanmış, web sitemizde yayınlanmıştır. Önümüzdeki yılda “Fiziksel
aktiviteyi teşvik projesi” kapsamında
80.000 adet bisiklet dağıtımı yapılacaktır. “Sağlık için Hareket Et” temalı
yürüyüşler yapılacaktır. Toplumda
fiziksel aktivite alışkanlığının kazandırılması için MEB, Çalışma Bakanlığı
ve Gençlik Spor Bakanlığı ile protokol
imzalanacaktır.
MEB ile işbirliğinde ilkokullarda sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivite temalı resim, ortaokul ve liselerde fo-
toğraf ve video yarışması yapılmıştır.
1 Ekim 2015 tarihinde Ankara’da ödül
töreni yapılacak dereceye girenlere
bisiklet hediye edilecektir.
2011 yılında Radyo ve Televizyonların kuruluş ve yayın hizmetleri hakkında kanun çıkarılmıştır. Bu kanun
kapsamında çocukların akıl, fiziksel
ve ahlaki değerlerine zarar verebilecek ürün ve hizmetlerin pazarlamasına ilişkin kısıtlamalar yer almaktadır.
Aynı kanun ile “genel beslenme diyetlerinde aşırı tüketimi tavsiye edilmeyen yiyecek ve içeceklerin ticari
iletişimine, çocuk programları ile birlikte veya bu programların içinde yer
verilemez” düzenlemesi yapılmıştır.
RTÜK yönetmeliğinde Bakanlığımızca hazırlanması gerekli çocuklara yönelik aşırı tüketimi tavsiye edilmeyen
yiyecek ve içeceklerin çocuklara yönelik pazarlama sınırlamaları kapsamında hazırlanan liste Bakanlık Makamı tarafından onaylanmış ve RTÜK
Başkanlığına iletilmiştir.
Mevcut “Türkiye Aşırı Tuz Tüketiminin
Azaltılması Programı 2011-2015”te,
DSÖ tarafından tavsiye edilen ana bileşenler yer almaktadır. Bu bileşenler
izleme, ürün reformülasyon çalışmaları ve farkındalık oluşturmadır. Kitle
iletişim araçları, piyango biletleri vasıtasıyla ve okullarda bilinçlendirme
kampanyaları düzenlenmiştir. Mevcut eylem planı kapsamında gıda
maddeleri üzerine yüksek, orta ve
düşük tuz işaretleri yerleştirilmesi
tartışılmaktadır. Gıda sanayi ile işbirliği başlamıştır. Ekmek ve domates salçası gibi bazı işlenmiş gıdalarda tuz
muhteviyatının azaltılmasına yönelik
gönüllü girişimler olmuştur. Zeytin ve
peynirde tuzun azaltılması çalışmaları Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile işbirliği içinde yürütülmektedir.
Okul kantinlerinde cips satışını yasaklayan düzenleme Temmuz 2011’den
bu yana yürürlüktedir. 2011 yılındaki
genelgede “eğitim kurumlarının gündüzlü, yatılı veya pansiyonlu, yemekhaneleri dâhil olmak üzere kantinleri
çay ocakları büfeleri ve bunun gibi
yerlerde çocukların dengesiz beslenmesinin şişmanlığa (obezite) sebep
olabileceğinden doğal maden suları
hariç enerji yoğunluğu yüksek besin
değeri düşük olan (enerji içecekleri,
gazlı içecekler, aromalı içecekler ve
kolalı içecekler) içecekler ile kızartma
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
13
ve cipslerin satışları yapılmayacak,
otomatik satış yapan makinelerde
bulunmayacaktır. Bunların yerine süt,
ayran, yoğurt, meyve suyu, taze sıkılmış meyve suyu ve tane ile satış yapılabilen meyve bulunacaktır” ibaresi
yer almıştır.
TSM’de obezite danışmanlık birimleri açılmıştır. 2014 yılında 118.000
başvuru olmuş olup 2015 yılı ilk altı
ayında da danışma birimlerimize
60.000 başvuru yapılmıştır. Ayrıca
Yaşam Merkezleri açılmıştır. Birinci
basamak çalışanları için obezite ve
diyabet danışmanlık hizmeti rehberleri hazırlanmıştır. Ağız Diş Sağlığı
broşürlerinde diyabet hastalığına yer
verilmiştir. Aile Hekimliği Periyodik
Muayene Rehberinde Diyabet için
tarama programı hazırlanmıştır. Sağlık personelimize birçok kez eğitim
verilmiş, verilmeye de devam edilecektir.
Beslenme, obezite, diyabet ve fiziksel
aktivite farkındalığı için özel gün ve
haftalar her yıl 81 ilde çeşitli etkinlik-
14
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
lerle kutlanmaktadır. Ulusal önerilerin yer aldığı “Ulusal Fiziksel Aktivite
Rehberi” tamamlanmıştır. “Türkiye
Beslenme Rehberi” güncellenmiştir.
Basım çalışmaları devam etmektedir.
Sağlıklı beslenme broşürleri ve hazırlanarak birinci basamak sağlık kuruluşlarına gönderilmiştir. Tüm kamu
ve kurum kuruluşlara fiziksel aktivite
ile afişler hazırlanarak gönderilmiştir.
Gebeler, yaşlılar başta olmak üzere
özel gruplar için fiziksel aktivite videoları hazırlanmıştır.
Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı ile sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırılması, hareket alışkanlığının artırılması ve daha
aktif hayat tarzına uygun çevrenin
hazırlanması için çalışmalara devam
edilmektedir. -Beslenme ile ilgili olarak topluma yönelik bilgi kaynağı
oluşturmak üzere bilimsel gerçekler
temelinde hazırlanmış olan www.
beslenme.gov.tr ve www.fizikselaktivite.gov.tr internet adresleri faaliyete
geçirilmiştir. Vatandaşlarımız buradan beslenme ve fiziksel aktivite ile
ilgili en doğru ve güncel bilgilere rahatlıkla ulaşabilmektedir.
Sağlıklı yaşam politikaları uzun soluklu politikalardır. Sonuçları sağlık
göstergelerine hemen yansıması
mümkün değildir. Bu konuda, Türkiye Halk Sağlığı olarak kararlılık ve
yüksek motivasyon ile çalışmalarımız
son hızla devam edecektir.
i
iv
a
p
r
a
a
k
y
di
te
a
p
r
a
a
kd
y
e
ya
ak
ak
k
tt
iv i
t iv
te y
a p a r a k diy
ite y
a
b
e
apa r
a
k
d
iy
a
b
a
t
e
kt
ru f iz ik
o
k
se
n
e
t k o ru n f iz ik se l a
t
e en
la
t
i
z
i
ko
k
en k oru n f izi se l
t iv
k
t
e t te n k o ru n f iz ik se l
e t ten ru n f iz ik se se l
l
et n ko
a
k t iv e y a p a r a k d iy a a b
be
k it
te
n
f
r
iz ik s
o
k
n
e
e
l
t
n
u
f
r
i
z
o
t
a
i
k
k
se
e ten
l
n
b
t
t
i
i
k t iv e y a p a r a k d y a b
iy
it
a
b
apa rak
d
ite y
i
y
a
t iv y a p a r a
k
e
d
b
i
y
a k t iv i t
Ücretsiz yayınlanmaktadır.
kapakkonusu
HALK SAĞLIĞINDAN ESİNTİLER
Prof. Dr. Recep AKDUR
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı AD Öğretim Üyesi
Koruyucu Hizmetler Kolay Ekonomik
ve Etkilidir
Yaşamın ve sağlık hizmetlerinin tüm
alanlarında başka bir söylemle tıpta
bilinen tüm hastalıklarda koruyarak,
önlemek hem kolay hem ekonomik
hem de etkilidir.
Çok bilinen/klasik örnek olan Kızamık
aşısı ile başlamak gerekir ise; yurttaşa
bedava yapılır, devlete de birkaç liraya mal olur. Bir kişiye iki bilemedin üç
kez aşı yapılır yani 5-10 lira harcanır.
Buna karşılık ömür boyu koruyacak
kadar etkilidir. Ayrıca uygulamak için
üst düzeyde kalifiye olmuş ya da uzman bir personele de gerek yoktur.
16
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Tüm çocuklarına gereğince Kızamık
aşısı yapmayan / yapamayan bir toplumda üç beş yıl aralıkla salgınları
görülür. Bu salgınlarda binlerce çocuk ölür. Türkiye’de 1970’li yıllardan
önce durum böyle idi. Kızamık üç beş
yılda bir 200-300 bin olguluk salgınlar yapar ve bu salgınlarda 50-100
bin çocuk zatürree (pnomoni) olurdu. Bunların tedavisi için milyonlar
harcanır yine de 5-10 bin çocuğun
ölmesi önlenemezdi. Pnomoni olmayan ya da ölmeyen çocukların önemli
bir kısmında da elektro ensefalografi
(EEG) bozukluğu kalırdı.
Olay çok basit ve açık; Türkiye’de her
sene doğan yaklaşık bir milyon 300
bin çocuğa gereğince Kızamık aşısı
yapılıp 5-10 Milyon TL harcanır ise;
yalnızca bir milyon 300 bin çocuğun
Kızamık geçirmesinin yüklediği ızdırap ve masraflar değil, 50-100 bin
çocuğun zatürreeden yaşayacağı
ızdırap ve masraflar, binlerce çocuk
ölümü ve binlerce çocuktaki EEG
bozukluğu önlenmiş olur. Özetle bir
yandan ulusal ekonomi açısından
milyonlarca tasarruf yapılırken öte
yandan da karşılığı hiçbir parayla ifade edilemeyecek binlerce ızdırap ve
ölüm önlenmiş olur.
Bu konudaki diğer bir çarpıcı örnek
doğuştan kalça çıkığı (DKÇ) sorunudur. DKÇ yeni doğanların binde
ikisinde üçünde görülen doğmalık
bir anomalidir. Eğer doğar doğmaz
farkına varılır ise; çocuk kundak yapılmaz ve bir yaşına dek altına iki ara
bezi/bebek bezi bağlanır ise tamamen iyileşir. Tekrarlamak gerekir ise
böyle büyük ve dramatik bir sağlık
sorununun önlenmesi için gereken;
doğumdan kısa bir süre sonra tanı
konulması, kundak yapılmaması ve
çocuğun altına bir yerine üst üste
iki kullan at (dispossible) bez bağlanmasıdır. Bunu yapmak için klasik
söylemle ne yatırım, ne araç gereç ne
de uzman personele gereksinim vardır. Sağlık çalışanları ile ana babaların
konu hakkında bilgili bilinçli olması
yeterlidir. Engelli kalacak binlerce
çocuğun tamamen iyileşmesinin tek
masrafı bir yıl boyunca çocuk başına
60 -120 kadar fazla bebek bezi kullanmak yanı DKÇ’li çocuk başına 200
Türk Lirası harcamaktır.
Bu dikkat gösterilmez ise çocukların
DKÇ’lı olduğu ancak yürüme zamanı
gelince yani 1,5 ya da 2 yaşında fark
edilebilir. Bu yaşlarda fark edilen bir
DKÇ ortopedinin zor ve pahalı ameliyatlarından biri ile düzeltilmeye
çalışılır. Yaş ilerledikçe tek değil bir
seri ameliyata gereksinim duyulur.
Sonuçta her sene 3000-3500 kadar
çocukta kalça düzeltme ameliyatı,
milyonlarca liraya mal olmakla kalmaz, çocukların sakatlığı ve ızdırabı
da cabası olur.
İleri yaşlarda geçirilen enfarktüslerin
büyük çoğunluğunun zemininde çocukluk çağında geçirilen streptekok
anjinleri yatar. Okul hemşiresi ya da
doktorları analar babalar yeterince
dikkatli ise bu anjinler erkence ve uygun bir şeklide tedavi edilse binlerce
enfarktüs önlenir. Binlerce baypas
ameliyatı ve masrafı ortadan kalkar.
Benzer bir şekilde onlarca çocuğun
tandıra düşüp ellerini kollarının ve
yüzlerinin yanması önlense aynı sayıda kol bacak ve yüz nakline (kompozit doku nakline) gerek kalmaz.
Tüm bu örneklerden de anlaşılacağı
üzere yaşamın ve sağlık hizmetlerinin tüm alanlarında kolay ekonomik
ev etkili olan koruyucu hizmetlere ve
önlemeye öncelik ve önem vermek
bir zorunluluktur. Ancak durum tedavi edici hizmetlerin ihmal edilmesi
ya da önemsiz addedilmesi anlamına
gelmez. Yüzü tandırda yanmış veya
kalça çıkığı tedavisi gecikmiş ya da
enfarktüs geçiren her yurttaşın ameliyat olmak hakkıdır. Bu ameliyatları
yapan uzman emekleri çok kutsaldır.
Halk sağlığının söylediği tek şey çocuklar tandıra düşürülmemeli, ama
düşerlerse de kompozit doku ameliyatı hem bir gereklik hem de haktır.
Kaliteli Bir Tedavi Hizmeti
Halk Sağlığının da Bir Gereğidir
Çocuklar önce aşı ile korunmalı, ancak aşısızlık nedeni ile zatürree olurlarsa da en erken dönemde, en uygun en etkili ve en konforlu tedaviyi
görmelidir. Aşının/korumanın kolay
ekonomik ve etkili olması asla iyileştirici hizmetlerin ihmal edilebileceği
anlamına gelmez. Aksine zatürree
olan her çocuğa/ yurttaşa en etkili ve
en konforlu hastane hizmeti verilmelidir. Bu halk sağlıkçıların isteği olduğu kadar aynı zamanda halk sağlığının da bir gereğidir. Çünkü her tedavi
aynı zamanda bir enfeksiyon kaynağı
yok etme, aile ve toplum ruh sağlığının bozulmasını ve ölümü önleme
çalışmasıdır.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
17
Hangi nedenle olur ise olsun enfarktüs geçiren her insanın en özenli
bakımı almalıdır, endikasyon konulduğunda da bunlara uzman ellerde
bypass ameliyatı yapılmalıdır. İnsanlar enfarktüsten korunmalı insanlara
bypass ameliyatı yapılmamalı, ya da
yurttaşlara bunun olanakları sağlamamalı demek değildir. Yanlış olan
bypas ameliyatı yapmak değil, yanlış
olan tüm okullara okul doktoru okul
hemşiresi yerleştirmemektir. Yanlış
olan tüm okullarda streptekok anjini
kontrol programı yürütmemektir.
Temelin Hamsisi,
Halk Sağlıkçının Koruması
Halk sağlığı korumayı dört dereceye
ayırır: 1)Temel koruma özetle toplumun kişinin genel refah düzeyinin
yükselmesi ile ilgili tüm hizmetleri
kapsar. Temel koruma toplumun gönenç düzeyini/ yaşam kalitesini iyileştirerek onun sağlık düzeyini yükseltmek anlamınadır.
Tıp ortamında halk sağlıkçıların koruyucu hizmetleri fazla önemsedikleri
onun da ötesinde abarttıkları, bunun
doğal bir sonucu olarak da iyileştirici hizmetleri ihmal ettikleri gibi bir
algı vardır ya da yaratılmaya çalışılır.
Oysa bu çok yanlıştır. Halk sağlıkçılar
doğrudan ya da dolaylı tüm sağlık
hizmetlerine aynı derecede önem
verirler.
Toplumun fizik, biyolojik ve sosyal
çevre kalitesini yükselmek; eğitim,
gelir, çalışma koşulları, demokrasi
ve insanlar arası ilişkiler, hijyenik su,
hava, besin, konut, atıklar, sanayi ve
kent çevresi gibi her türden toplumun gönenç/refah düzeyini yükselten her türlü hizmetin binlerce hastalığı milyonlarca hastalık masrafını
ortadan kaldırdı bilinmektedir
Halk sohbetleri, bu sohbetlerdeki konuşmalar ve aktarımlar çok yalındır.
Amacını, isteğini, ülküsünü tanımlarken örnekler verir; bu örneklerden
karşı taraf alınmasın kırılmasın diye
de söze ”temsilde hata olmaz” diye
başlanır. Sonra da “ayının dört türküsü vardır dördü de ahlat üzerinedir”
diyerek devam ederler. Halk ile çok
fazla özdeşleşmek istemelerinden
olsa gerek “halk sağlıkçıların da dört
türküsü vardır dördü de korumak üstünedir”.
2) Birincil koruma insan ve dolaysı
ile toplumların sağlığını tehdit eden
etkenlerin(biyolojik, kimyasal, fiziksel) yok edilmesi çalışmaları kapsar.
Çevrede hastalık yapan etken bırakmama, bu yapılamıyor ise bu etkenleri insandan uzaklaştırmak, ayırmak,
insanlara ulaşmasını engelleme, onlara karşı insanları güçlü/ duyarsız
kılma yol ve yöntemlerle yapılır.
Ancak bu sanıldığı gibi ne aşı ile sınırlıdır ne de su ya da hava ile. Halk
sağlığının koruması genelde tüm
yaşamı özelde de dolaylı ve dolaysız
tüm sağlık hizmetlerini kapsar. Bırakın herhangi hizmeti herhangi bir
kavramı da dışarıda bırakmayı, herhangi bir ilacı, herhangi bir tıbbi aleti
de dışarıda bırakmaz, bunların tamamını kapsar tamamını önemser. Halk
sağlıkçının tek farkı bunların tümüne
de koruyucu bir gözlükle bakması ve
koruyucu bir yorum getirmesidir. Tıpkı temelin balıkları hamsi üzerinden
tanımlaması gibi.
Çok bilinen bir fıkradır: biyoloji öğretmeni Temele sormuş; lüfer balığı
18
nedir? Hamsinin anasıdır. Öğretmen
kinayeli bir biçimde ya torik? Hamsinin babasıdır demiş. Kızmaya başlayan öğretmen ya yunus nedir oğlum? Hamsinin memelisidir. Eee pes
doğrusu çekiç balığı nedir? Temel
yine aynı hazır cevaplılığı ile “hamsinin çekiç kafalısıdır” öğretmenim
deyivermiş.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
3) İkincil koruma; toplumun refah
düzeyini olabildiğince yükseltme ve
her türlü birincil koruma ve önleme
hizmetlerine karşın yine de hastalanan insanlar olacağında kuşku yoktur. Ancak burada halk sağlığı ya da
koruma açısından önemli olan; iyi bir
temel ve birincil koruma ile hastalık
sayılarını olabildiğince azaltmaktır.
Halk sağlığı uygulamaları/ hizmetleri hastalanan insanlara erken tanı ve
uygun tedavi programları uygulayarak, kişilerin hastalığı en az hasarla
geçirmesini sağlamayı da içerir. Hastaların tanı ve tedavisinde en ekonomik ve etkili yol ve yöntemleri bulmaya, onları geliştirmeye çalışmak
da bir halk sağlığı görevidir..
4) Üçüncül koruma; temel, birincil
ve ikincil korumaya karşın yine de
bazı insanların hastalanması önlenemeyeceği gibi, tedavi sonucunda
tamamen iyileşmeyen hastalar kalır.
Bu hastaların izleme programlarına
alınarak, hastalığın seyri (prognoz) ve
komplikasyonlarının kontrol altında
tutulması, kişinin akli ve fizik durumuna uygun tıbbi ve sosyal esenlendirme programlarına alınması hizmetlerini kapsar.
Yukarıda özetlenenler göz önüne
alındığında, ya da verilen örneklerden anlaşılacağı üzere ne halk sağlığı ne de koruma, kişiyi/ toplumu ve
sağlıklarını ilgilendiren doğrudan ya
da dolaylı hiçbir hizmeti önemsiz addetmez, dışarıda bırakmaz dışlamaz.
Ne sağlığın ekonomik etmenlerini ya
da önlemlerini dışlar/ ret eder ne de
tedavi ya da esenlendirme hizmetlerini önemsizleştirir. Yalnızca sağlık
hizmetlerinin/kişi yaşamının tümüne
koruma önleme gözlüğü ile bakar.
Tıpkı Temelin tüm balıkları hamsi
üzerinden tanımladığı gibi, doğrudan ya da dolaylı tüm sağlık hizmetlerini koruma üzerinden tanımlar.
Temel Sağlık Hizmetlerinin Anlamı
Halk sağlıkçılar tarihin her döneminde “kaynakların kısıtlılığı” ya da
“ekonominin kuralları” söylemine/
gerekçesine yanıt verme çabası içinde olmuşlardır. Yazının başında bazı
örnekler vererek açıklanmaya çalışıldı. Her şeyden önce halk sağlığı ya
da koruyucu hizmetler kısıtlı kaynakların en verimli ve ekonomik kullanmanın en kestirme yoludur. Ancak
toplumun yaşlanması, sağlık hizmet
beklentilerinin artması, teknolojideki
hızlı gelişmeler gibi nedenlerle sağlık harcamalarındaki durdurulamaz
hızlı artış diğer sektörlerde ya da
ekonomistler arasında sağlık sektörü
aleyhine bir ortam yaratmıştır. Sağlık
harcamalarını verimli kılarak/ koruyucu hizmetlere ağırlık vererek bu
artışı durdurmak yerine genellemeci
bir yaklaşım ile tüm sağlık hizmetlerinde tasarruf yapma eğilimi hakim
olmuştur. Sonuçta sağlıktan tasarruf
olmaz ilkesi yerine sağlık hizmetlerini
sınırlı bir bütçelere mahkum ederek,
yorganına göre ayağını uzat önermesi egemen olmuştur. Tıpkı asgari
ücretle ailesine bakmak durumunda
olan anneler/ babalar gibi. Böylece
halk sağlığı tıpkı asgari ücretlilerin
aile bütçesinde yaptıkları gibi bir “olmaz ise olmaz” lisesi hazırlamak zorunda kaldılar. Buna da temel sağlık
hizmetleri adı verildi. Bu listenin dışındaki hizmetlerden/ teknolojiden
yalnızca geliri yüksek olanlar yararlanabiliyor. Oysa bu toplum sağlığına
da uygun değil hakkaniyete de eşitliğe de. Burada esas olan sağlıkta herhangi bir kısıtlama yapmamaktır. Elbette ki harcamalardaki hızlı artış ve
kaynakların israfı önlenmelidir. Bunun yolu da koyla etkili ve ekonomik
olan halk salığı, koruyucu hizmetler
ve önlemeden geçer.
Tedavi Hizmetlerinin Kademelenmesi
İyileştirici sağlık hizmetlerinin birinci,
ikinci ve üçüncü basmak olarak kademelenmesi tedavi iş ve işlemlerinin
planlanması ve yürütülmesi ile ilgilidir. Kesinlikle bu hizmetlerin birbirine
üstünlüğü anlamına gelmez. Ancak
birici basamakta/aile hekimliğinde
çözülecek bir soruna üçüncü basamakta çare aramak hem zor hem de
pahaldır. Bu salt sağlık hizmetlerine
özgü bir şey de değildir. Tüm hizmetleri için geçerlidir. Mahalle muhtarı ile
çözülebilecek bir soruna valilikte çare
aramak hem daha zordur hem de
daha pahaldır. Mahalle muhtarlığında çözülebilecek bir soruna bakanlık
ya da başbakanlıkta çözüm aranır ise
hem sorun çözülemez hem de onca
yüksek masraf boşa gider. Şayet bu
makamlara ulaşılabilir ise yalnızca
muhtara gidilmesi önerisi alınır. Yani
olması gereken başlangıca dönülür.
Koruyucu Müdahaleler Genellenebilir
Tedaviler İse Asla Genellenemez
Koruyucu ve tedavi edici hizmetler
tartışması günlük yaşama çok farklı
yansımaya başladı. Bunlardan en çok
bilineni ve büyük bir heyecanla sürdürüleni kolesterol ilaçları ve gebelere glikoz yükleme testi tartışması.
Hastaya/kişiye kolesterol ilaçları vermenin/ reçete etmenin genellemesi
asla yapılamaz. Başka bir anlatım ile
kolesterolü yüksek olanlara “kolesterol düşürücü ilaçlar verilmelidir” ya
da “verilmemelidir” gibi genellemeler yapmak asla doğru değildir. Kişi
de özeldir, hastalık tablosu da. Bunu
değerlendirmesi gereken hekimdir/
uzmandır. Hekim kime kolesterol düşürücü ilaç vereceğini kime vermeyeceğini iyi bilmelidir.
Glikoz yükleme testi yapmaya gelince, Türkiye de her sene bir milyon 300
bin kadın gebe kalmakta ve bunlardan yaklaşık 35-45 bin kadarı gebelik
diyabeti yaşamaktadır. Gebelik diyabeti yaşayan bu anne adaylarından
3000 kadarının çocuğu anne karnında ölmekte 3000 kadarı da sakat
doğmaktadır. Böyle bir tablo karşısından glikoz yükleme testine “binde
bilmem ne kadar gebede/ çocukta
sakınca yaratma olasılığı var” diyerek
karşı çıkmak çok yanlıştır. Korumadaki genelleme esasını bilmemektir.
Korumada önemli olan uygulamanın
toplum getirisidir. Binlercesi korurken birkaç kişiye de verebileceği zarar göğüslenebilir kabul edilebilir.
Sağlık Hizmetlerinde Eşitlik Olmaz
Bazı kavramlar vardır ki genel olarak yanlış kullanılır. Bunun başında
“eşitlik” kavramı gelir. Sağlık hizmetlerinde eşitlikten söz etmek ise eşitlik kavramını yanlış kullanmanın da
ötesinde kötüye kullanmanın en tipik
örneğidir. Biri ya da birileri sağlık hizmetlerinde eşitlikten söz ediyor ise;
o bilerek ya da bilmeden halk sağlına kötülük ediyor demektir. Sağlık
hizmetlerinin hiçbir alanında eşitlik
olmaz. Katkı ve katılımda eşitlik olamayacağı gibi, hizmet tüketmekte de
eşitlik olmaz, olamaz. Yeni doğmuş
bir bebeğin, bir gebenin, yaşlı bir
dedenin tükettiği sağlık hizmeti ile
genç bir delikanlının tükettiği sağlık
hizmeti nasıl eşit olabilir ya da eşitlenebilir? Linyit madeninde çalışan bir
işçi ile Boğaza bakan bir ofis çalışanın
tükettiği sağlık hizmetleri eşit olabilir
mi? Sağlık hizmetlerinde eşitlikten
değil olsa olsa hakkaniyetten söz edilebilir.
Katkı ve katılım hakkaniyete uygun
olmalıdır. Herkesin eşit değil kazanç
düzeyine göre katkı ve katılım yapması gerekir. Sağlık hizmetlerine
katkı ve katılımda asgari ücretli biri
ile holding sahibi birinin katkı ve katılımda eşit olması düşünülebilir mi?
Bu halk sağlığına da uygun değildir,
hakkaniyete de, eşitliğe de.
Ücretsiz Sağlık Hizmeti Olmaz
Her hizmet gibi sağlık hizmetinin de
bir maliyeti dolayısı ile de bir ücreti/
ederi vardır. Ücretsiz sağlık hizmeti
demek topu taca atmak demektir.
Burada önemli olan üzerinde durulması gereken konuyu saptırmak ya
da topu taca atmak değildir. Sağlık
hizmetlerinin maliyetinin kişi ve toplumdan hangi yolla alınacağıdır.
Sağlık hizmetleri için toplumdan
para toplamanın dört yolu vardır;
genel bütçe, kamu sigortası, özel sigorta ve hizmet başı cepten ödeme.
Hangi yoldan toplarsanız toplayın sonuçta para yurttaştan toplanır. Devletin yurttaşların sağlık harcamaların
karşılamak üzere ne madenleri vardır
ne de elma bahçeleri.
Sağlık hizmetlerinin finansmanında yukarıdan sayılan yollar arasında
seçim yapmada önemli olan seçtiğiniz yolun hakkaniyete ve ülkenin
koşullarına uygun olup olmadığıdır.
Vergilerinin %80’inin dolaylı vergilerden ibaret olduğu bir ülkede sağlık harcamalarının genel vergilerden
karşılanması hem ücretsiz değil hem
de hakkaniyete uygun değildir. Daha
açık bir anlatım ile holding sahibinin
de asgari ücretlinin de her sifon çektiğinde aynı miktarda atık su parası
ödediği bir ülkede sağlık harcamalarının buralardan elde edilen gelirlerle
karşılanması hizmetlerin ücretsiz olduğu anlamına gelmediği gibi hakkaniyete de uygun değildir.
Halk Sağlına ve Koruyucu Hizmetlere
Yerince Önem Verilmiyor
Yukarıda örneklenen esintilere yüzümüzü döndüğümüzde ya da sağlık
alanındaki sayı ve ölçeklere baktığımızda, gerek dünyada ve gerekse
Türkiye’de halk sağlığına ve koruyucu
hizmetlere daha fazla önem verme
fırsat ve olanağının var olduğu görülüyor/anlaşılıyor. Bu fırsat ve olanaklar kullanılır ise ekonomiye, kişi ve
toplum sağlığına hem de sağlık çalışanları büyük yararlar sağlar. Hizmet
üretenler de hizmet alanlar da daha
mutlu olurlar. Böyle bir ortamı uzun
zamana bırakmak/yaymak ise halk
sağlığının ve halk sağlıkçıların içine
sinmiyor.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
19
kapakkonusu
BİLİNÇLİ SAĞLIK
VE SAĞLIKTA BİLGİ KİRLİLİĞİ
Prof. Dr. Mustafa Necmi İLHAN
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Giriş
Sağlıklı bir yaşama sahip olmak insanın en büyük zenginliğidir. Geçtiğimiz yüzyılın sonunda sağlığı koruma
stratejileri ile hem birey hem de toplum sağlığında önemli kazanımlar
sağlanmıştır. Bunun yanında sağlık
yalnızca bedenen ya da ruhen sağlık
olamayacağı gibi, sağlıklı olma hali
giderek sosyal hizmetler ve sağlığı geliştirme ile daha ilişkili olmaya
başlamıştır. Sağlığı geliştirme çok
sektörlü işbirliği gerektirmekte olup,
yalnızca sağlık hizmetlerinin nitelik
20
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
ve niceliğinin artırılması ile değil, sosyal hizmetler, belediyecilik hizmetleri
vb pek çok sektörün işbirliği ile sağlanabilir bir stratejiler bütünüdür. Nitekim Türkiye’de 2014 Aralık ayında
çıkan Başbakanlık Genelgesi ile sağlıkta çok sektörlü işbirliği gündeme
gelmiş, kamu ve sivil toplum kuruluşlarının sağlık konusunda sorumluluk
alması öngörülmüştür.
sosyal medyada hemen her gün farklı görüşler sunulmaktadır. Oysa bu
konularda yapılacak her yanlış uygulama, hastaların sağlıklarını ani/akut
olarak kayıp etmelerine neden olabileceği gibi, sağlam bireylerin, hatta
toplumun uzun sürede daha sağlıksız
olmasına neden olabilmektedir. Bu
nedenle kişilerin bilinçli sağlık davranışlarında bulunmaları gereklidir.
Bilinçli Sağlık Davranışları
Bilinçli Beslenme ve Obezite
Dengeli beslenmek ve egzersiz yapmak, tütün ve diğer bağımlılık yapıcı
maddeleri kullanmamak sağlığın geliştirilmesi içim ön şarttır. Bu üç ana
etmenden sonra bir de olabildiğince
stresten uzak durmak gereklidir. Ancak bu sıralanan 4 temel unsur için
gerek görsel, gerek yazılı medyada,
A’dan Z’ye hemen tüm hastalıklarda
beslenme ve fiziksel aktivite ciddi
anlamda önem teşkil etmektedir. Çağımızın en önemli hastalıklardan biri
olan obeziteye tek bir yiyecek veya
içecek neden olmadığı gibi bunu ortadan kaldıracak mucize bir besin de
yoktur. Önemli olan ölçülü tüketmek
ve oturarak harcadığımız zaman yerine mümkün olduğunca fizik aktivite
yapmaktır.
Obeziteye neden olan beş ana faktör
vardır. Bunlar dengesiz beslenme,
yetersiz fiziksel aktivite, uzun süreli ve bilinçsiz diyetler, çevresel ve
psikolojik faktörlerdir. Bunları biraz
daha açacak olursak, beslenme hayatın olmazsa olmazı olmakla birlikte,
ancak yanlış ve aşırı beslenme kilo
alımına ve obeziteye sebep olmaktadır. Bireylerin alması gereken enerji
dengesini bilmeden aşırı beslenmesi
dengeyi bozmaktadır.
Bilinçli Fizik Aktivite ve Obezite
Fiziksel aktivitenin artırılması kilo
kontrolü üzerindeki en iyi sonuç veren uygulamadır. Toplumumuzda
her dört kişiden üçü yeterli fiziksel
aktivite düzeyine sahip değil. Amerikan Spor Hekimliği Birliği tüm erişkinlerin en az haftada 5 gün, toplamda 150 dakika orta şiddette egzersiz
yapmasını önermektedir. En kolay ve
ucuz fiziksel aktivite ise yürüyüştür.
Hedef her gün 10 bin adım atmak
olmalıdır. Uzun süreli ve başarısız her
diyet programı yeme bozukluğunun
gelişimine yol açarak kilo alımına sebep olmaktadır.
Bireyi tanımadan, beslenme alışkanlığını bilmeden ve uzman olmayan
kişilerce gazetelerde, internette önerilen her gün ardı arkası kesilmeden
çıkartılan kitaplarla yapılan diyetler
koca bir hiçle sonuçlandığı gibi verilen kiloları da geri aldırmaktadır. En
doğrusu bir uzmana danışarak beslenme düzenini ayarlamak olmalıdır.
Bilinçli Çevre ve Obezite
Obezite gelişimini etkileyen önemli faktörlerden biri de çevremizdir.
Doğduğumuz andan itibaren, hayatımız boyunca yaşamımızı sürdürdüğümüz çevremiz beslenme de dâhil
birçok alışkanlıklarımız üzerinde de
belirleyici rol oynar. Obezite de, çoğu
kez öğrenilmiş bir yeme davranışının
sonucu olup ailenin yeme alışkanlıkları, öğün düzeni, porsiyonların büyüklüğü, en fazla tüketilen besinler
ve egzersiz gibi yaşam tarzı ile ilgili
faktörlerden ve kültürel faktörlerden
etkilenir. Çoğu insan canı sıkkınken,
üzgünken, stresliyken veya kızgınken
kontrolsüz yeme davranışı gösterir.
Kilo kontrolünü sağlamakta zorluk
çeken bireyler duygusal ve psikolojik problemlerle karşılaştığında bu
bireylerin yaklaşık %30’u aşırı yeme
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
21
eğilimi gösterebilir. Aşırı yeme eğiliminde olan kişiler ne kadar yediklerini kontrol edemedikleri gibi büyük
porsiyonlar seçme eğilimi gösterirler.
Sağlığı Koruma ve Geliştirme
Sağlığı korumak, hastalananları tedavi etmekten daha kolay, ekonomik
ve acısızdır. Türkiye’de, gerek akademisyenler, gerek hekimler, gerek
sosyal alan uzmanları olarak sağlığı
koruyucu ve geliştirici uygulamaları
fazlasıyla uygulamaya geçirmemiz
gerekiyor. Artık daha büyük kitlelere
Halk Sağlığı yaklaşımını ulaştırmamız gerekiyor. Ülkemiz bu konuda
önemli derecede yol almıştır. Başbakanlık tarafından “Çok Paydaşlı Sağlık
Sorumluluğunu Geliştirme Programı
Genelgesi’’ yayınlanarak, burada konunun sadece kamu kurumlarıyla
değil üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar ile birlikte yürütülmesi yaklaşımı belirlenmiştir.
Artık çok sektörlü ve toplumun ihtiyaçlarını anlayacak şekilde ilerlememiz gerekiyor. Pek çok uzmanlık
derneği ve alanlarında çok yetkin kişilerimiz var. Akademisyenler olarak
sahip olduğumuz bilginin topluma
ulaştırılması ortak amacımız olması,
bilimin toplum faydası için yapılması
gerekli.
Bilinçli Sağlık Platformu
Sağlığın çok yönlü olması ve bunun
dünyada ve ülkemizde kamu politikası olarak benimsenmesinden hareket
ile ülkemizde halk sağlığı, metabolizma, genetik, beslenme, gıda, çevre,
sosyal hizmetler, psikoloji gibi farklı
uzmanlık alanlarından akademisyenlerin ve uzmanların bir araya gelmesi
ile Bilinçli Sağlık Platformu kurulmuştur. Bu oluşum, özellikle beslenme
biçimleri başta olmak üzere son dönemde gıda ve gıda ile ilişkilendirilen
sağlık konularında yazılı ve görsel
basında, internet sitelerinde yer alan
yanlış bilgilendirmeler ve buna bağlı
oluşan bilgi kirliliğinden yola çıkarak
oluşturuldu. Bu yolla sağlık alanında
toplumu bilinçlendirmek için çalışan
platform, ilgili tüm paydaşlarla işbirliği yaparak kamuoyunun bilimsel bil22
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
giler ışığında aydınlatılmasına katkı
sağlamayı hedefliyor. Kısaca, bir sivil
toplum kuruluşu olarak harekete geçiren Bilinçli Sağlık Platformu olarak
toplumu, sağlık alanında doğru bilgiye eriştirmeyi amaçlanıyor.
bilgide olduğu gibi, sağlıkla ilgili pek
çok konuşulan konu kanıta dayalı
değil. Kişilerin sağlık durumlarını uzmanlarına başvurarak düzenlemesi
gerekiyor. Bir şikayetleri varsa hekime başvurmaları gerekir.
Gıda hayatımızın içinde olmazsa olmaz. Platform özel durumlar hariç
yasaklamadan, ölçülü ve dengeli
beslenmeyi tavsiye ediyor, gitgide
artan hareketsiz yaşamın önüne geçmek için mesajlar veriyor. Gıdaları
yenir veya yenmez olarak gruplamak
yerine ölçülü yiyin, ama hareket edin
bilincini yaygınlaştırmayı amaçlıyor.
Pek çok hasta internete erişimin fazla olduğu bugünlerde deyim yerindeyse hastalıklarına çalışarak geliyor.
Bilgi sahibi oluyorlar ama o bilgi ne
kadar geçerli ve kanıta dayalı? Arama
motorları çoklukla reklam bazlı çalışıyor, kim daha çok bedel öderse onun
görüşü en üstte yer alıyor çoğunlukla. Böyle çalışıp gelenler kendilerini
tedavi yoluna gidebiliyor. Sağlık bilgisi için denetim ve bilinçlendirme
şart. Ayrıca hekim tarafından verilen
önerilere mutlak uyulması gerekir.
Bilinçli Sağlık Platformu, hem vatandaşlarda hem de bu alandaki üreticilerde bilinç yaratmaya çalışan bir
platform ve aradaki köprü olma amacını taşıyor, Devletin ya da akademisyenlerin ürettiği bilgiyi vatandaşın
anlayacağı şekilde anlatmaya çalışıyor, Platform kurulalı daha birkaç ay
olmasına rağmen onlarca e-posta,
mektup, telefon alıyor; doğru bilginin topluma ulaştırılması üzerine
yola çıktı ve bu yolda bilimsel bilgilerin toplumla paylaşılmasını sağlamak
en önemli hedefi.
Bilinçli Sağlık Platformu-İnternet
Geliştirme Kurulu İşbirliği
ve Bilgiye Etkileri
Bilinçli Sağlık Platformu ve İnternet
Geliştirme Kurulu sağlık alanında yaşanan bilgi kirliğinin önüne geçmek
için bir işbirliği yaptı. Günümüzde
sağlık, sağlıklı yaşam, sağlıklı beslenme ve hastalıklar konusunda pek
çok bilgi paylaşılıyor. Pek çok kişi bilimsel dayanağını açıklayamayacağı
yorumlarda bulunuyor. Bu yorumlar
dolayısı ile toplumun aklı karışıyor.
Söylenen bilgiler ne kadar doğru?
Tıpta kullanılan ve geçerli olan, bilginin kanıta dayalı olmasıdır. Acaba
gerçekten söylenen bilgiler kanıta
dayalı mı? Bu konuda araştırma yapılmış mı? Epidemiyolojik bir araştırma
var mı? Sistematik derlemeler var mı?
Örneğin obez olanlar kalp hastalığına yatkındır, biliyoruz. Bu, kanıta
dayalı bilgi olduğu için tartışma konusu değil. Ancak obez olanlarda baş
ağrısı olur gibi kanıta dayalı olmayan
Sağlığın korunmasının pek çok boyutu vardır. Yanlış bilgilendirmelerin
insanlar üzerinde fiziksel ve psikolojik olarak da ciddi etkileri doğuruyor. Bu sayede hastalığını takip eden
doktora danışmadan ilaç bırakanlar,
duyduğu gıdaların sağlığına iyi geleceğini düşünerek tüketmeye çalışanlar, tek yönlü beslenenler kısa vadede
ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıya
kalmaktadır. Hatta ölümle sonuçlanan telafi edilemez durumlarla karşılaşılması bile olağandır. Medyada
kim daha çok yer alırsa bunlar dinleniyor. Bu kişiler yetkinliği önemli bir
tartışma konusudur. Hatta kendi uzmanlık alanında olmayan açıklamalar
yapmaktan bile çekinmemektedirler.
Sağlık Bakanlığının ekrana çıkan
uzmanlara imza şartı getirmesi çok
önemli ve olumlu bir gelişmedir.
Sonuç
Sağlık kuşkusuz depolanamaz, satın
alınamaz, eksikliği karşılanamaz bir
kavramdır ve çevresel, davranışsal
pek çok bileşenden etkilenmektedir. Bu nedenle artık yalnızca sağlık
çalışanları değil, sosyal hizmet çalışanları, eğitim çalışanları vb pek çok
paydaş ile birlikte toplumun sağlık
düzeyinin geliştirilmesi için bilinçli
sağlık davranışlarına ihtiyaç vardır.
Bu davranışların sağlanması yolu ile
ülkemizde sağlıklılık durumunu artırmak önümüzdeki dönemde üzerinde çok çalışılan bir yaklaşım olacaktır.
kapakkonusu
BİR MUTLULUK DENEYİMİ OLARAK
DİYABETLİ ÇOCUKLAR KAMPI
Prof. Dr. Şükrü HATUN
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Biz, 1997’den beri her yıl, 90 dolayında diyabetli çocuk/genç ve onlara
eşlik eden hekimler, hemşireler, diyetisyenler, psikologlar, tıp öğrencileri
yani 120 dolayında insan/ruh İznik
Gölü kenarında Diyabetli Çocuklar
Kampı’nda toplanırız. Bu yıl da 26
Temmuz- 1 Ağustos 2015 tarihleri
arasında kimselerin bilemeyeceği
kadar mutlu bir zaman geçirerek evlerimize döndük. Aslında dönemedik
demek daha doğru; çünkü çocuklardan ve birbirimizden ayrıldığımız
andan itibaren giderek koyulaşan bir
hüzün ve özlemle dolu olarak geçir24
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
dik sonraki saatleri. Bu satırları kulaklarımda çocukların sesleri, içimde
ruhlarına yakın olduğum yüzlerce
çocuk ve arkadaş yüzü, gülümsemesi
ile dolu, biraz da bu duygularla ne yapacağımı bilemeden yazıyorum. Yani
bu kez, 19 kezdir kamp yapan ve orada oluşan duygulara ve ayrılık hüzünlerine alıştığını sanan benden de eser
yok. Yalnızca ben değil, kamp boyunca aklındaki, yüreğindeki, ruhundaki
her şeyi çocuklara vermekten bitkin
düşen çalışma arkadaşım Dr. Gülcan
Seymen Karabulut da “ Ruh gibi olduğunu, o kadar güzel ve içten bir zaman
geçirdikten sonra güzel bir rüyadan
uyanmış gibi olduğunu” yazdı biraz
önce bana. Sanırım herkes, kamptan sonraki ilk sabah ruhu orada olarak uyanmıştır; zaten bu kırık dökük
cümleler de sanki çocuklarla konuşuyor olma hali ile yazılmaktadır.
Arkadaşlıklar
Çocuklarda görülen Tip 1 diyabet,
diyabetin özel bir türüdür ve bu çocuklar tanı konduğu andan itibaren
kendilerine günde en az 4 kez insülin yaparak, kan şekerlerini düzenli
bir şekilde izleyerek ve sağlıklı beslenerek yaşamlarını sürdürebilir. Biz
çocuklarda görülen diyabete hastalık
demekten kaçınırız, çünkü özellikle
insülin tedavisinin gereklerini yerine getirdiklerinde onların tamamen
normal bir yaşam süreceklerini biliriz.
Kampımızın amacı, işte diyabetli çocukların normal bir yaşam sürmelerine destek olmak, bunun için onları
eğitmek, özgüvenlerini güçlendirmek ve 1 hafta mutlu bir zaman geçirmelerini sağlamaktır. Kampımızın
adı “ Arkadaşım Diyabet Kampı”dır ve
bu isimden de anlaşılacağı gibi esas
amacımız onların diyabetle barışık
bir yaşam sürmelerine yardım etmek,
yani diyabetle arkadaş olmalarını
sağlamaktır.
Kampa uzaklardan katılan ve çocuklar için bir başlangıç eğitim kitabı
yazmayı planladığımız tıbbi çizimci
Dr. Levent Efe bir ara yanıma gelip
“Şükrü bu diyabetle arkadaş olma
kavramı tuttu mu sence?” diye sorunca ona hemen “ Evet tuttu çünkü,
kampta şahit olduğun üzere, çocukların kendi aralarındaki arkadaşlıkla,
diyabetle arkadaşlık arasında bir bağ
kurduklarını görüyorum onların” dedim. Aslında uzun süredir, diyabet
tedavisinde bir felsefeyi anlatan “ Arkadaşım Diyabet” kavramı üzerinde
düşünürüm ve bazen bu şekilde diyabeti romantize mi ediyoruz sorusu
aklıma takılır. İşte tam kamp zamanı,
ama arkadaşım Tanıl Bora’nın bizi
düşünerek değil, “30 Temmuz Dünya
Arkadaşlık Günü” ne basımını yetiştirdiği “Arkadaşlıktaki Saadete Dair”
isimli kitap “ Diyabetle Arkadaş” olma
konusunda tam bir aydınlanma sağladı. Kamptaki çocuklara da okumalarını önerdiğim kitabın önsözünde
“Herkes bütün hesapların uzağındaki
hakiki arkadaşlığın düşünü görür;
başkaları ruhuma dokunsun, ben de
başkalarının ruhuna dokunayım ister...
Son olarak, arkadaşlığın bir başka türünden daha söz etmeliyiz, yaşamdaki
birçok şeyin temelidir o: insanın kendi kendisiyle arkadaşlığı. Aristoteles
de, kendi kendisiyle barışık olmayan
bir insanın arkadaşlık sürdürmesine,
dahası başkalarıyla herhangi bir ilişki
kurmasına imkân olmadığına dikkat
çekmişti; her şeyden önce başkalarına
yönelecek kuvveti bulamayacağı için
böyleydi bu” yazıyor.
Bu satırlardan yola çıkarak söyleyebilirim ki, biz aslında çocuklar ve
erişkinler olarak kampta hakiki arkadaşlık hisleri ile doluyoruz, bu sayede
biraz sonra anlatacağım kamp büyüsünü yaratarak, hepimizin ruhunu etkisi altına alan arkadaşlık bulutu içinde yaşayarak hem birbirimizle hem
de diyabetler arkadaş olmayı sağlıyoruz. Çocukların hepsi diyabetli oldukları için ve diyabet onların bir parçası
olduğu için kamp boyunca sanki birbirleri ile arkadaş olurken, diyabetleri
ile de arkadaş olma duygusu yaşıyor.
Ben onları, kol kola gezerken, yüzerken, oyunlar oynarken, coşkuyla
dans ederken izlerim ve onlardan yayılan bu arkadaşlık bulutunu gözlerimle görürüm ve bazen kendimi bu
bulutun içine atarım; ruhum onlarla
tam olarak kaynaşsın isterim. Oluşan
duygular o kadar yoğundur ki bazılarımızda içimizde tutsak da aşka yakın
duygular oluşur ve bazı çocuklar ilk
aşklarını kampta yaşarlar.
Felsefeyi bir kenara bırakır ve lise
çağlarından beri Tip 1 diyabetli olarak yaşamını sürdüren Prof. Dr. Oğuzhan Deyneli’nin sözleri ile söylersek
“Diyabet, ona yüzünüzü dönerseniz,
onunla arkadaş olursanız size iyi davranır ama ona arkanızı dönerseniz
canavarlaşır”. Diyabetle arkadaş olmanın özü budur ve biz işte bunun
için çalışırız.
Mutluluklar ya da çocuklardan yayılan ışık
cuk varoluşunu koruyabildiğin zaman
hep düz çizgi üzerinde gitmek yerine
her yöne doğru hareket edebilirsin”. Bir
tür çocuk bilgeliği diye bir şey vardır
ve bizler 75 çocuğun yüzünde ayrı
ayrı bunu görürüz ve belki bu bilgeliğin eşlik ettiği o şen olma durumundan oluşan ışık bizi sarıp, sarmalar ve
ağlayacak kadar mutlu yapar. Bunun
yanında gölü ve arkada dağların yamaçlarını dolduran zeytin ağaçları
ile içinde yaşadığımız İznik’in doğası, bazılarına göre dünyadaki “çakra
merkezleri”nden birisi olarak bizim
için bir fanus görevi görür. Bu fanus
içinde doğadan ve insanlardan yansıyan ışık birbirine karışır ve çoğalır.
Bir yerde okumuştum “İnsan alarak
yaşar, vererek mutlu olur”. Kamp
vererek mutlu olma, bundan bitkin
düşme yeridir ve orada tam olarak
Peter Handke’nin Yorgunluk Üzerine Denemeler” kitabında anlattığı
iyi yorgunlukları yaşarız: “ Harman
dövme işlemi için gerçek bir yamaklar
zincirine gerek duyulurdu ki, bu yamaklardan biri demeti, dışarıda duran
ambara oranla çok büyük olan ve yükü
de çok yüksek olan arabadan aşağıya
sıradakine atardı… Demet burada
çevrilir ve başak uçlarından dikkatlice
dişli silindirlerin arasına sürülürdü…
Ama harman dövümü bir kez başarıyla tamamlanmış, gürültüsüyle her
şeyi bastıran makine durdurulmuşsa:
O nasıl bir sessizlikti öyle, yalnızca ambarda
Yazının başlığına, yani kampta oluşan mutluluğa dönecek olursak,
bunu ancak bir tür Montaigne gibi
yazarak, yani bilgi ve düşünme yoluyla ilerleyerek anlatabiliriz. Gerçekten de kamp boyunca çocuklar
dahil, hepimizde bir tür iç salgı gibi
düşünceler oluşur ve bunları başta
ben olmak üzere birbirimize söyleriz.
Çocuklar da cümle tamamlama testlerinde “Çocuklar özgürdür”, “ Çocuklar kısıtlanmadan, özgür bir şekilde
kontrollü büyütülmeli”, “Bazen düşünüyorum da hayat iniş, çıkışlardan
ibaret”, “ Bazen düşünüyorum da bu
dünya nasıl oluştu, bunca şey
nasıl oluştu” gibi
sözlerle düşüncelerini dile getirir ve aslında bu
ı
cümleler benim bir
p Yazılar bf8a826bf5d2c537
m
a
K
:
k
a
tür iç salgı dediğim
2b
ik Yaratmm/uploads/uyFile/0
ll
e
z
ü
G
şeye örnektir.
ten
t.co
Diyabet .arkadasimdiyabe
tle
w
w
f
d
w
/
Hiç kuşku yok ki
e diyabe
http:/
8afc2.p
v
b
ı
8
0
ın
7
r
0
la
8
0b2
kamp
İznik’te yaşadığımız
69e4dd1
tli çocuk l.
e
b
a
iy
D
et:
ese
bir hafta boyunca kebir belg
ım Diyab
g
limelerle anlatılamaArkadaş şamayı anlatan h?v=GY_z18GHHo
a
tc
y
a
w
ık
/
ış
m
r
ba
yacak kadar güzel olan
be.co
ww.youtu
9121#.
https://w
mutluluk duygusunun,
ete - dair/
d
a
a
ir
s
a
iD
k
aadete
ada slikta
orada oluşan büyünün
lıktaki S .com.tr/kitap/ark
ş
a
d
a
k
r
A
im
esas nedeni çocuklardan
w w.iletis
İletişim
http://w ko
yansıyan o gür ışıktır. Enğitim ve
tm
E
JP
M
in
ç
w
İ
3
i
b
r
V
gin Geçtan’ın “Rastgele
e Ailele
ençler v
G
,
r
Ben” kitabında anlattığı
la
k
li Çocu
Diyabet
gibi çocuk varoluşu masubet.com/
Sitesi
miyete dayanır ve onun sözasimdiya
d
a
rk
.a
w
http://ww
leri ile “masumiyetini ve ço-
Okuma
ve
leri
neri
Ö
e
m
e
İzl
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
25
değil, tüm ülkede; nasıl bir ışıktı, gözleri kamaştırmadan kucaklayan… Bir
yorgunluk bulutu, uçucu bir yorgunluk
bizi birleştirirdi o zamanlar( bir sonraki
demet yükü gelene dek). Köyde geçen
çocukluğumdan bende, böylesi bizyorgunluklarına ilişkin daha çok resim
vardır”.
“Her insan bir ruhtur”
Kamptaki mutluluk ve iyilik büyüsünün oluşmasında çocuklar ve doğadan sonra en büyük pay yaşamlarını
özveri üzerine kuran kamp ekibindeki arkadaşlarımızdır. Kampın yıllar
içinde oluşan, başta diyabetli abi ve
ablalar olmak üzere değişmez bir ekibi vardır ama her yıl aramıza katılan
yeni hekimler, hemşireler, diyetisyenler, öğrenciler olur ve onlarla zenginleşiriz. İki yıldır kampımızı ziyaret
eden Tip 1 diyabetli basketbolcu Alper Saruhan hem çocuklarla büyülü
bir ilişki kurar, onları hiç kimsenin yapamayacağı kadar güçlendirir hem
de bizle hayat üzerinde konuşur.
Onla konuşurken sporcu deyince
aşkları ve yüzeysellikleri ile akla gelen futbolcuların dışında da başka
türü sporcular olduğunu görür ve sevinirim. Alper Saruhan bir konuşmasında “Ben insanlara baktığım zaman,
çocuk, kadın, erkek görmem; bir ruh
görürüm” deyince bu sözün kamptaki insanları tam olarak anlattığını düşündüm. Belki herkes kampa böyle
gelmez ama saatler, hatta dakikalar
ilerledikçe herkesin kampa gelmeden önceki bütün giysilerinden soyunup bir “ruh” haline dönüştüğünü ve
böylece inanılmayacak kadar büyük
bir temas yüzeyi oluştuğunu, bir süre
sonra ruhlarımızın birbirine karıştığını, 2-3 saat birbirimizi görmesek özler hale geldiğimizi görürüz.
Bu yılki kampta da Uludağ Tıp
Fakültesi’nin çiçeği burnundaki çocuk asistanları, diyabetli abilerin
tümü ve özellikle de Abdullah, diyetisyenler gibi bir çok kahraman vardı
ama onlardan birisi Marmara Tıp Fakültesi Çocuk Endokrin’de gözlemci
olarak çalışan Azerbaycan’lı hekim
Dr. Azad Akberzade, açık ara çocukların kahramanı oldu. Dr. Azad, sanki iyilik ve mutluluk dolu masalsı bir
film kahramanı gibiydi; başta sorumlu olduğu çocuklar olmak üzere bütün çocuklara kendini tümüyle vererek, onlarla beraber nefes alarak, zor
durumlarda onları kucağında taşıyarak ve kamptaki her şey için kendini
“paralarcasına” çalışarak ama bunlar
kadar Tar ile söylediği biraz taş plak
tadında şarkılar ile tek başına kampın
en önemli enerji ve mutluluk kaynağı
oldu. Zaten böyle yaşadığı için kamptaki büyüyü anlatan en güzel cümleleri de o yazdı: “ Meğer ne kadar ihtiyacımız varmış birbirimizi tanımaya...
Meğer ne kadar çok söylenecek şey
varmış kendimize... Ne kadar da duyarsızmışız güneşin batışına... Yıllarca ne
kadar içimize atmışız resim boyaları ile
sevdiklerimizin yüzlerine mutluluğun
resmini çizmeyi... Saklı duygularımızı
notalara sarmayı yadırgamışız meğer... Evet hiç bu denli unutmamıştık
yaşamayı... Bizler dağların ardındaki
güzel günlerin hayalini gördük... Her
şey o kadar güzel ve içtendi ki... İyi ki
varsınız, iyi ki, tanıdım sizleri... Sevgi
ve özlemle.”
Akşam Güneşi ve Mucizeler
Kampta oluşan bütün duyguları, düşünceleri anlatmak imkânsızdır ama
ben bazen kampın bir anında bir mucize olacağını düşünürüm. Bazen orada yaşadıklarımızın aşk veya yoğun
acı zamanlarında olduğu gibi çocukların ve bizim hayatımızı değiştiren
bir güce dönüştüğünü hissederim ve
doğruyu söylemek gerekirse biraz da
bunun için uğraşırım. İsterim ki uyanmalar, insülinlerin yapılması, kahvaltı,
dersler, şarkılar, danslar, yüzmek, gölden esen serin rüzgar ve en çok da
akşam güneşi hücrelerimize birlikte
ulaşsın ve çocukları iyileştirsin. En çok
da gün batımı saatlerinden bir şeyler
beklerim ve bu nedenle ilk yaptığım
şey akşam yemeği saatini gün batımını izleyecek şekilde ayarlamaktır.
Akşam saat 7.30 gibi kan şekerleri
ölçülüp, insülinler yapılır, yemekten
hemen sonra iskeleye gün batımını
izlemeye gideriz. O anlarda her şey
koyulaşır, tam güneşin batma anında dua eder gibi oluruz ve içimizden
birisi “Akşam güneşi kan şekerlerine
vurur” deyiverir. Akşam güneşinden
mi bilinmez ama kamp boyunca birçok çocuğu insülin ihtiyacı yarı yarıya
azalır ve her defasında 8-10 çocuk hiç
insülin almadan hayatlarını sürdürebilir hale gelir, “balayı ” dediğimiz geçici iyileşme dönemine girerler. Ben
bunların niçin olduğunu bilsem de
kampın mucizelerinden birisi sayarım ve çocuklara söylerim.
Biz kampa bir yürekle geliriz; sonra
çocuk sayısı kadar yürekle döneriz.
Gelecek yıl sizi de bekleriz.
26
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
kapakkonusu
SAĞLIKLI OLMAK
TEMEL BİR İNSAN HAKKIDIR
Prof. Dr. Hilal ÖZCEBE
Hacettepe Üniversitesi
Halk Sağlığı Enstitü Müdürü
Sağlıklı olmak temel bir insan hakkıdır. Hepimiz sağlıklı olmayı çok
önemseriz, sağlıklı olmak en başta
gelen dileklerimiz arasında yer almaktadır. Yeni bir bebek doğduğunda “sağlıklı uzun yıllar”, doğum
günü kutlamalarında “uzun, sağlıklı
ve mutlu yıllar” dileriz. Herhangi bir
sorunlu olay yaşandığında ise “sağlık
olsun” deriz.
Sağlık Okuryazarlığı, Yeni bir yaklaşım
Sağlık okuryazarlığı sosyal
politikalardan etkilenmektedir
Sağlığın korunması için
yapılması gerekenler arasında öncelikle farkında
olunması gerekmektedir. “Sağlıklı olmanın”
28
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
farkında olunması ise doğru bilgiye
ulaşılabilmesi ile sağlanabilir. Günümüzde sağlıklı olmaya ilişkin pek
çok öneri ve uygulamaya çok farklı
ortamlarda ulaşılabilmektedir. Toplumun görsel medya araçları, yazılı doküman ve internetten ulaşılan bilgileri algılaması ve irdelenerek uygun
davranış geliştirmesi beklenmektedir. Sağlık okur-yazarlığı olarak tanımlanan bu süreç son yıllarda giderek daha fazla önem kazanmaktadır.
Sağlık okur-yazarlığının genel okuryazarlık ile yakın ilişkisi bulunmaktadır, kişinin okur-yazarlık kapasitesi
sağlıkla ilgili bilgilere ulaşma ve yorumlama becerisini geliştirmektedir.
Genel okur-yazarlık gibi sağlık okur-
yazarlığı da kişilerin sosyal ve ekonomik koşullarından etkilenmektedir.
Sağlıklı olmanın arkasında yer alan
sosyal politikalar arasında barış ve
güvenliğin sağlanması, barınma,
sosyal güvence gibi temel hak ve
gereksinimlerin sağlanması gerekmektedir. Toplumun sosyal yapısı,
gelir dağılımı gibi pek çok değişkenin
sağlığın temel belirleyicileri olduğu
bilinmektedir. Sağlıklı bir toplum için
sağlık hizmeti modelinin de önemli
bir rolü bulunmaktadır. Halk sağlığı
yaklaşımında toplum tabanlı sağlık
hizmetlerine eşit ulaşımın olması, ayrıca dezavantajlı konumlarda olanlara hizmeti ulaştırmak için daha etkin
müdahalelere gereksinim olduğu yer
almaktadır.
Çevre ve davranışların sağlıklı olma
ve hastalıkların oluşmasındaki rolü
önemsenmelidir
Bireylerin sağlık hizmetlerinden beklentileri genellikle sağlık sorunları ol-
duğu zaman tedavi olmalarıdır. Bazı
sağlık sorunları tamamen tedavi edilebilirken, bazı sorunlar ise süreğen
sağlık sorunları haline gelmektedir.
Tedavi edilebilen sağlık sorunları genellikle enfeksiyon hastalıkları olup,
süreğen olan hastalıklar, genetik
ve bulaşıcı olmayan hastalıklar gibi
farklı başlıklar altında yer almaktadır.
Bireyin genetik olarak geçişli bir hastalığının olması durumunda yaşam
kalitesinin yükseltilmesi için yaşam
tarzının geliştirilmesi gerekmektedir.
Bulaşıcı olmayan hastalıklar ise “kişinin yaşam tarzından kaynaklanan
hastalıklardır” şeklinde yorumlanmaktadır.
kalp hastalıkları, kronik obstrüktif
akciğer hastalıkları, diyabet, kanser
gibi sürekli tedaviye gereksinim olan
hastalıkların görülme sıklığının artmasına neden olmaktadır.
Günümüzde gerek çevre koşullarının
değişimi gerekse kişilerin bulaşıcı olmayan hastalıklara neden olabilecek
davranışlarının olması, bu tür hastalıkların görülme sıklığının giderek
artmasına neden olmaktadır. Tütün
ve alkol kullanımı, obesite ve sedanter yaşam tarzının yanı sıra bazı çevresel etkenlerle karşılaşma koroner
Bizler, “sigara içen bir kişi akciğer kanseri olduğunda keşke sigara içmeseydi” şeklinde yorum yapmaktayız.
Ama kişinin sigara içmeye başlamasında çok fazla faktörün rolü vardır.
Kişinin ailesinde sigara kullanımı,
kişinin sosyal çevresinde sigara kullanımının normalleşmiş olması, arkadaşlarının sigara kullanımı, sigara-
Bir başka sağlık sorunu grubu olan
yaralanmalar ise hem tedavi edilebilen sorunlar grubuna girerken hem
de sekel bırak sağlık sorunları grubunda yer almaktadır.
“Sağlıklı davranışların kazanılmasında ne tür etkenler rol oynamaktadır?” sorusunun yanıtını hemen birkaç madde içinde sıralamak oldukça
güçtür. Pek çok faktörün rol oynağını
bilmekteyiz.
nın ücretinin düşük olması ve kolay
ulaşılabilir olması, sigaranın pek çok
ortamda satılması ve kullanılabilmesi, sigara endüstrisinin tanıtımlarının
yaygın olması gibi pek çok faktör sigaraya ulaşılabilirliği artırmaktadır.
Ancak, sigara ile ilgili yasal düzenlemelerin olması ve uygulanması
(satış noktaları, fiyatlandırma, kapalı
ortamda kullanımı gibi), toplumun
sigara kullanımı ile ilgili norm ve
değerlerinin geliştirilmesini değiştirmektedir. Sigara kullananlara yönelik bırakma ile ilgili yöntemlerinin
sunumu ve toplumun ulaşılabilirliği
de tedavi anlamında önemlidir. İşte
bu örnekle olduğu gibi kişinin davranışlarının gelişmesinde çevrenin rolü
pek çok zaman göz ardı edilmektedir.
Çevrenin kişinin sağlıklı bir yaşam
sürebilmesi için olumlu bir ortam
oluşturması aynı zamanda toplumun
norm ve değerlerinin olumlu yönde
değişmesine katkı sunmaktadır. Bu
aşamada kişinin öğrenmesi gerekenler arasında çevresinde sigara içen
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
29
kişilerin davranışlarına ilişkin tutum
geliştirmesi, sigara kullanımına ilişkin
bireysel tekliflere ve sigara endüstrisinin müdahalelerine direnç gösterebilmesi yer almaktadır. Bu durumda
çevrenin olumlu hale getirilmesi aynı
zamanda bireysel ve toplumsal norm
ve değerlere olumlu katkı sunmaktadır. Sigara ile mücadelede sağlık
hizmetlerinden sadece “sigara bırakma hizmetlerinin” sunulmasını beklememiz yeterli olmayacaktır. Ülkenin
sigara ile politikalarında sağlık alanında uzman olan kişilerin, çevrenin
olumlu hale gelmesine ilişkin savunuculuktan aile ve birey eğitimine
kadar pek çok müdahalede yer alınması gerekmektedir.
Yukarıda yer alan sigara örneğinde
olduğu gibi riskli sağlık davranışlarından korunmada çevrede risklerden
uzaklaştırmaya yönelik olumlu bir
ortam oluşturması gerekmektedir.
Sağlıklı olmak için yapılması gereken
davranışlarda da benzer değişkenlerin rol oynadığını bilmekteyiz. Örneğin fizik egzersiz yapmanın sağlığımız
için önemli olduğunu bilmekteyiz.
Çevrede fizik egzersiz yapmak için
ortamın olumlu olması çok önemlidir. Ancak kişinin de yaşamının içinde
fizik egzersize ilişkin parametreleri
yerleştirmesi gerekmektedir. Bunlar,
fizik egzersiz yapmayı sağlığı ile ilgili
olarak önceliklendirebilmesi, uygun
zaman ve davranışları yaşamının içine yerleştirmesi gerekmektedir.
Sağlığımız için çevre tanımı içinde
yasal düzenleme ve uygulamalardan,
içinde yaşadığımız fiziksel ve sosyal
çevreye kadar her şey yer almaktadır.
Böyle bir ortamda sağlıklı olmak için
davranış geliştirmeye ilişkin müdahaleler çok daha başarılı olacaktır. İşte
sağlık okur yazarlığı hem davranışların kazandırılmasında hem de sağlıklı
olmak için taleplerin oluşturulmasında önem kazanmaktadır. Toplumun
sağlıklı bir çevreye ulaşmak için talebi oluşturulmalıdır.
Tüm sektörler halk sağlığından
sorumludur
Toplumun sağlık konusunda farkındalığının artırılmasına yönelik ise pek
çok sektöre görev düşmektedir. Eğitim, güvenlik, sanayi ve iletişim baş30
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
ta olmak içere insan yaşamı ile ilgili
tüm sektörlerin, toplumun sağlığına
yönelik müdahaleleri önemsemeleri gerekmektedir. Örneğin bir ürünün üretilmesine ilişkin gerekli iznin
alınmasında, ürünün satışına ilişkin
kuralların tanımlanmasında ve uygulamaların kontrolü sırasında sektörlerarası işbirliği önemli olmaktadır.
Toplumun sağlık okuryazarlığı sektörler
arası işbirliği ile yükseltilebilir
Sektörler arası işbirliğinin etkili olabilmesi için ise sektörlerin işbirliğinin
amaç ve stratejilerini ortak olarak
belirlemeleri önemlidir. Bu durumda
sağlık okuryazarlığına ilişkin müdahalelerde pek çok sektöre sorumluluk düşmektedir. Çocuğumuza oyuncak alma sırasında, bir yiyecek almak
istediğimizde, bir ev kiralamak istediğimizde, bir seyahat planladığımızda
sağlık ile ilgili sorunların olasılığını
düşünmemiz, sorunlar ile karşılaşmamak için ne tür seçim yapmamız gerektiği konusunda farkındalığımızın
olması gerekir.
İşte tam bu noktada “sağlık” ile ilgili
güvenilir ve doğru bilgiye nasıl ulaşacağız? Sorusu ortaya çıkmaktadır.
Sektörlerarası işbirliğinin önemli bir
ögesi olan eğitim kurumlarına önemli sorumluluklar düşmektedir. Eğitim
kurumları tarafından “bilgi dokümanlarını oluşturmaları” ve “topluma
ulaştırabilmeleri” gerekmektedir.
Toplumun farklı öğrenim düzeyine
sahip olan kesimlerine yönelik farklı iletişim tekniklerinin kullanılarak
“bilgi” nin ulaştırılması gerekmektedir. Bu stratejiler arasında karşılıklı
konuşma, broşürler, seminer ve konferans programları, görsel ve yazılı
medyanın kullanılması, internet iletişim araçlarının kullanılması gibi farklı
stratejilerin kullanılmasına gereksinim vardır.
Sağlık sektörünün, özellikle aile
hekimlerinin bireylerin sağlığının
korunması ve geliştirilmesine özel önem
vermeleri gerekir
Sağlık sektörü içinde yer alan sağlık çalışanları da toplumun en fazla
bilgi almak için başvurdukları kay-
nak kişilerdir. Sağlık personelinin
hizmet çerçevesi içinde “toplumun
bilgilendirilmesine” öncelik vermesi
gerekmektedir. Sağlık hizmetleri, sadece hasta bakımı hizmeti ile sınırlandırılmamalı ve sağlığın korunması
hizmetlerine de eşit zaman ve emek
harcanmalıdır. Bugün aile hekimleri,
birinci basamak sağlık hizmetlerinden sorumlu olan en önemli sağlık
birimleridir. Aile hekimliği çalışma
sistemi içinde koruyucu ve tedavi
edici hizmetlerin tanımlanmasına
karşılık, hastalık tanı ve tedavi hizmetleri daha fazla zaman almaktadır.
Oysa toplum sağlığının korunması
ve geliştirilmesinde hastalık öncesi
yapılması gerekenler vardır. Sistemin
içinde sağlıklı kişiler ile görüşmelerin
planlanması, sağlam kişinin gereksinimlerinin beraber tanımlanması,
sağlığın korunması ve geliştirilmesi
için yapılması gerekenlerin paylaşılması önemli bir hizmet alanı olmalıdır. Aile hekimliği sistemi hasta tanı
ve tedavi hizmetlerinin yanı sıra sağlıklı kişilere özel zaman ayrılmasına
ilişkin politika ve uygulamaların geliştirilmesiyle toplumun sağlık düzeyi
daha da geliştirilebilir. Diğer taraftan
aile hekimlerinin kendilerini geliştirmelerine yönelik hizmet içi eğitim
programlarına katılması, kendilerine
zaman ayırmalarına ilişkin de özel
müdahalelere gereksinim vardır. Birinci basamak düzeyinde hizmet kalitesinin yükseltilmesi toplumun kendi
gereksinimlerini tanımlamasını ve
yanıt aramasına ilişkin talebin artmasını sağlayacaktır.
Birinci basamak sağlık kuruluşlarında
soruyucu ve geliştirici sağlık
hizmetlerinin performansını tartışmamız
gerekmektedir
Devletlerin temel amacı, toplumların
sağlıklı ve üretken olması, toplumun
refahının ve yaşam kalitesinin yükseltilmesidir. Bu amaçlara yönelik olarak
eğitim ve istihdam politikalarının
güçlendirilmesi, sağlık sektörüne de
özel öncelik verilmesi gerekmektedir.
Sağlık sektöründe sağlığın korunması ve geliştirilmesinin özel hizmet
alanı olarak tanımlanarak, sosyal güvenlik sistemi içinde yer alması sağlanmalıdır.
kapakkonusu
SAĞLIKLI YAŞLANMAK
Prof. Dr. Dilek ASLAN
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Toplumda pek çok insanın çekindiği
bir yaşam evresidir “yaşlanma”. Oysa
yaşlanma Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)
tarafından “bir ayrıcalık” olarak kabul
edilir. Bu kabulün altında yatan en
önemli neden ise dünya üzerinde
yaşayan önemli sayıda kişinin “yaşlı” olarak kabul edileceği döneme
gelmeden ölmesidir. Günümüzde,
gelişmiş ülkelerde doğuşta beklenen yaşam süresi 85’leri geçmiş iken
kimi Sahra altı Afrika ülkelerinde 50’li
yaşlardadır. Kişinin nerede ve hangi
koşullarda doğduğu ve yaşadığı ne
kadar “uzun” yaşayacağını da belirlemektedir.
32
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Yaşlanma için farklı tanımlar yapılır.
Kimi tanım kronolojik (65 yaş ve üzeri), kimi tanım sosyolojik, kimi tanım
ise ekonomiktir. Bu noktada, aslında
yaşlanma/yaşlılık için sadece bir tanımı kullanmanın kısıtlı olabileceğini
ifade etmekte yarar bulunmaktadır.
Ancak, kronolojik olarak kullanılan
“65 yaş ve üzeri” grubun yaşlı olarak
kabul edilmesi sağlık çalışanları açısından en sık kullanılan kriterler arasındadır.
dönem”, “hastalıklar”, “yalnızlık” gibi
olumsuzlukları içeren duygu ve düşünceler belirebilir. Oysa bu olumsuz
yüklemelerden uzak kalmak aslında
sağlığın özellikle sosyal boyutunu,
sosyal olarak iyi olma halini olumlu
yönde etkiler. Bu olumlu etki de be-
Dünyada 65 yaş ve üzeri nüfusun
sayıca atma eğiliminde olduğu bilinmektedir. Türkiye’de de 31 Aralık
2014 Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verilerine göre nüfus 77 965 904
kişi olup toplam nüfusun %7,97’si (6
192 962) 65 yaş ve üzeri bireylerden
oluşmaktadır.
Yaşlılık denildiğinde çoğu kişinin
aklında “yaşamın sonuna yaklaşan
Prof. Dr. Dilek ASLAN
densel ve ruhsal açıdan kişinin iyi/
sağlıklı olmasına katkı sunar. Bilimsel
veriler yaşlılığın yaşamın en üretken
dönemi, daha net bir ifadeyle de bilgelik dönemi olduğuna dikkat çeker.
Yaşlanma aslında doğumdan itibaren yaşamın ne denli sağlıklı olmaya
odaklı bir tercihte bulunulduğunun
da bir yansımasıdır. Ancak bu tercih
şüphesiz sadece bireylerin “kendi”
tercihleri olmayıp, yaşanılan toplumun kurumsal yapılarının (örneğin
devletlerin) bireyler için nasıl bir yaşam sunduğu ile de yakından ilgilidir.
Örneğin, ekonomik koşulları iyi, sosyal olanakları gelişmiş, çevre koşulları sağlık açısından uygun, sağlıklı
yaşam davranışlarının yaygın olduğu, coğrafi ve iklim koşulları yaşamaya elverişli, vb bir toplumda yaşayan
bireylerin bu özelliklerin olumsuz olduğu bir toplumda yaşayanlara göre
daha sağlıklı bir yaşlılık geçireceklerini öngörmek hiç de zor olmaz. Zira
bütün bilimsel veriler sağlıklı toplumların daha uzun ve nitelikli yaşadığını
işaret etmektedir. Dolayısıyla, sağlıklı
yaşlanmak için sadece 65 yaş ve sonrasına odaklanmaktansa yaşam boyu
düzenli, planlı ve programlı yaşamak
tercih edilmelidir. Bir başka ifadeyle,
yaşamın tamamında sağlık yaklaşımı
daha gerçekçi ve istenen bir eylemler
bütünüdür.
Sağlıklı yaşlanmak (ya da yaşamak)
için Tablo 1’de yer alan temel davranış biçimlerinin erken yaşlardan
itibaren benimsenmesinde yarar
bulunmaktadır. Bu başlıkların sağlık
çalışanları tarafından iyi bilinmesi,
sağlık kurumlarına başvuran bireylere bu konularda önerilerde bulunulması değerlidir.
Tablo 1. Öne çıkan sağlıklı yaşam davranışları ve yaşlılığa özel pratik bazı öneriler
Öneri başlığı
Yaşlılık dönemi önerileri
Sigara içmemek
• Sigara yaşamın hiçbir döneminde İÇİLMEMELİDİR.
• İçenlerin hangi yaşta olursa olsunlar en kısa sürede sigarayı bırakmaları önerilmektedir.
• Sigara dumanından pasif etkilenim de her yaş grubunda olduğu gibi yaşlılık döneminde de önlenmelidir.
Sağlıklı
beslenmek
Düzenli olarak
fiziksel aktivite
yapmak
Yeterli ve düzenli
uyku uyumak
Güneşin zararlı
etkilerinden korunmak
•
•
•
•
•
•
Sağlıklı beslenmek yeterli ve dengeli beslenmek anlamı taşımaktadır.
Herhangi bir hastalık için kısıtlama söz konusu değil ise besin çeşitliliğine önem vermek gerekir.
Öğün atlanmaması önemlidir.
Vücut ağırlığının dengede tutulması önemlidir.
Günde 8-10 bardak su içmek gerekir.
Yaşlılık döneminde kronik hastalıkların görülme sıklığı diğer yaş gruplarına göre daha fazladır. Bu nedenle
hastalıklara özel beslenme önerilerine uyum sağlanmalıdır.
• Tuz, şeker kısıtlanması öncelikli öneriler arasındadır.
• Diş kayıpları yaşlılık döneminde görülen beslenme yetersizliğinin altında yatan önemli nedenler arasındadır. Değerlendirmeler yapılırken bu konu atlanmamalıdır.
• Herhangi bir kısıtlayıcı durum yok ise; haftada 150 dakika orta düzey fiziksel aktivite önerilir (örneğin
yürüyüş).
• Denge sağlayıcı aktiviteler de önem taşır.
• Kas güçlendirici aktiviteler özellikle düşmelerin önlenmesi için gerekir.
•
•
•
•
•
Her gün aynı saatte yatıp, aynı saatte kalkmak önemlidir.
Yatak odasının gürültüsüz, karanlık olmasına dikkat edilmelidir.
Uyku gelmeden yatağa yatılması önerilmemektedir.
Akşam öğününde “hafif” gıdaları tercih etmek önerilir.
Akşam yemeğini erken saatlerde yemek yararlıdır.
• Saat 10:00-16:00 arasında güneşe çıkılmaması önerilmektedir.
• Güneş gözlüğü, hafif giysiler, açık renkli giysiler, geniş kenarlı şapka kullanılması uygun olur.
• Cilt tipine uygun olan güneş koruyucu ürünler alan uzmanları tarafından önerilmektedir.
Stresten uzak bir • Stres yaratan durumun değiştirilmesi stres yaratan duruma verilen tepkinin değiştirilmesinden daha zoryaşam sürebilmek
dur. Bu nedenle bireylere; stres yaratan duruma verecekleri tepkilerini değiştirmeye çalışmak yönündeki
öneri daha uygulanabilir bir öneridir.
Düşmeleri
önleyebilmek
• Düşmeler yaşlılık döneminde önemli mortalite (ölüm) nedenidir. Bu nedenle özellikle fiziksel aktivitenin
artırılması, iç ve dış mekan yaşam alanların düşmeler açısından risk oluşturmasının önlenmesi için düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır. Örneğin, aydınlatmanın yeterli olması, ev içinde halı, paspas, kablo gibi
düşme riski oluşturacak engellerin kaldırılması, ıslak zeminlerde tutamakların varlığı gibi pratik uygulamalar düşmelerin önlenmesi açısından oldukça etkilidir.
Mental sağlığı
koruyabilmek
• Yaşlılık dönemi bilgelik dönemidir. Bu dönemde düşünmeyi, analiz yapmayı, deneyimleri süreklilik içinde
genç kuşaklara aktarmayı, paylaşmayı sağlayacak etkinliklerin yapılması ve sürdürülmesi önerilmektedir.
•
Yaşlılık döneminde
kötü muameleyi,
ihmali ve istismarı
•
önlemek
Kötü muamele, ihmal ve istismar son dönemlerde yaşlılık döneminde dünyada sorun olarak altı çizilen
konular arasındadır. Bu durumun önlenmesi için özellikle sağlık ve sosyal hizmetlerin eşgüdüm içinde
çalışması değerlidir.
Sağlık çalışanlarının kendilerine başvuranları bu açılardan değerlendirmesi, herhangi bir tespit anında ise
gerekli yönlendirmeleri yapabilmeleri beklenmektedir.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
33
Yukarıda yer alan başlıklar özellikle hastalıklardan korunabilmek için
“önleyici” davranışlar olarak da kabul edilir (birincil korunma). Birincil
korunma yaklaşımları arasında aşılama/bağışıklama hizmetlerini de
unutmamak gerekir. Altmış beş yaş
ve üzeri nüfus için influenza (grip) ve
pnömokok (zatürre) aşıları rutin hizmetler içindedir. Risk gruplarına göre
ise gereksinim duyulan diğer aşıların
yapılması da atlanmamalıdır.
Bireylerde herhangi bir sağlık sorunu
meydana geldiğinde erken tanı ve
tedavi de çok önemlidir. Halk sağlığı yaklaşımında herhangi bir hastalığın erken tanısı ve erken tedavisi
“ikincil korunma” olarak adlandırılır.
Bu adımda düzenli sağlık kontrolleri
(check-up) ve tarama programlarının
özel önemi bulunmaktadır. Örneğin,
bireyler sağlık kontrolüne hekimlere
başvurduklarında yaşlarına, cinsiyetlerine, var olan şikayetlerine, çalışma
koşullarına, vb. göre hekimler düzenli aralıklarla kan, idrar, radyolojik
tetkikler, vb. bakmak/değerlendirmek isterler. Böylelikle, herhangi bir
sorun erkenden saptanabilir, erkenden tedavisi başlanabilir. Örneğin,
hipertansiyon tanısı erken konulduğunda, hastalık vücuda zarar vermeden tedavi edilerek izlenebilir. Ya
da herhangi bir kanser türü yine en
erken dönemlerde tespit edilebilir ve
ilerlemeden, yaşamı tehdit etmeden
gerekli önlemler alınabilir. Yaşlılık dö-
34
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
neminde en sık görülen hastalıklar
arasında kanser, kronik akciğer hastalıkları, kalp hastalıkları, kas ve iskelet sistemi hastalıkları, mental hastalıklar, sinir sistemi hastalıklarının yer
aldığı unutulmamalıdır. Bu dönemde
görme ve işitme duyularının da düzenli olarak kontrolleri yapılmalıdır.
Halk sağlığı yaklaşımında “üçüncül
korunma” olarak bilinen yaklaşım ise
rehabilitasyon (esenlendirme) hizmetleridir.
Sağlık çalışanlarından neler
beklenmektedir?
Toplumun sağlıklı yaşlanması için
sağlık çalışanlarının rolü büyüktür.
Kendilerine başvuran kişileri birincil,
ikincil ve üçüncül koruma yaklaşımları çerçevesinde değerlendirmek
sağlık çalışanlarından beklenen en
önemli yaklaşımdır.
Bu yaklaşım çerçevesinde yapılan bir
değerlendirme sonucu gereksinime
göre müdahale (korunma önerisiuygulaması, tedavi, rehabilitasyon
için yönlendirme, vb) yine sağlık çalışanlarından yapmaları beklenen bir
diğer adımdır.
Hizmetlerin planlanmasında ve sunumunda eşitlik ve hakkaniyet öncelikli ilkeler olmalıdır.
Bu adımların başarıyla yapılabilmesi
için yaşlı sağlığı ve hastalıkları konu-
larında güncel bilgileri takip eden,
uygulamalarda yetkin sağlık profesyonellerinin varlığı gerekir. Bu bağlamda, sürekli tıp eğitimi ve sürekli
mesleki gelişim çalışmaları/hizmetleri var edilmelidir.
Altı çizilen önerilerin başarılabilmesi
güçlü, sürekliliği olan kamusal hizmet modellerinin varlığı ile de yakından ilişkilidir.
Kaynaklar
[Internet] http://www.who.int/topics/ageing/
en/. Erişim: 19.8.2015.
[Internet] http://www.cdc.gov/aging/index.
html. Erişim: 22.8.2015.
[Internet] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18616. Erişim:21.8.2015.
[Internet]
Türkiye’de
yaşlanan
nüfus.
http://www.geriatri.org.tr/pdf/ADNKSTurkiye-2014.pdf. Erişim:21.8.2015.
[Internet] Ulusal Aşı Çalıştayı Raporu. http://
www.geriatri.org.tr/pdf/ULUSAL_ASI_CALISTAYI_RAPORUMart_2014.pdf
Erişim:21.8.2015.
[Internet] Güneşten korunma. http://www.
turkdermatoloji.org/files/file/GUNESTEN_
KORUNMA.pdf. Erişim:22.8.2015.
[Internet] http://www.who.int/uv/sun_protection/en/. Erişim:22.8.2015.
Gokce-Kutsal Y, Aslan D, Basar M. Aging and
basic health issues inTurkey.In: Powell JL,
Chen S (Eds): Global dynamics of Aging,
Nova Science Publishers, New York, 2012,
pp:101-120. ISBN: 978-1-62100-936-8 ISBN
(e book): 978-1-62100-973-3.
Gelişim Yolunda
Bir Adım Daha İleri
Avrupa Patentli
Pronutra
Anne sütü bebeğiniz için en iyisidir. Anne sütü ile beslenmenin mümkün olmadığı durumlarda doktorunuza danışınız. Pronutra, Avrupa patentli bir bileşendir.
*Nielsen Türkiye 2012-2014 devam sütü pazar payı araştırma sonuçlarına göre.
haber
ANNELER UYUŞTURUCUYLA
MÜCADELE İÇİN ALO 191 DİYOR
Uyuşturucu ile Mücadele Kurulu, Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı’nın (UMAEP) 13 aylık
faaliyet raporunu açıkladı. Kurul, Temmuz’da hizmete açılan ALO 191 Uyuşturucuyla Mücadele
Hattını günde 700 kişinin aradığını ve çoğunluğunun annelerden oluştuğu belirtti.
Uyuşturucu ile Mücadele Kurulu,
Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem
Planı’nın (UMAEP) 13 aylık faaliyet
raporunu açıkladı. Uyuşturucu ile
Mücadele Kurulu Başkanı Necdet
Ünüvar, UMAEP faaliyet raporunu, ilgili Adalet, Aile ve Sosyal Politikalar,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Gençlik
ve Spor, Gümrük ve Ticaret, İçişleri,
Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlıkları olmak üzere 8 bakanlıktan paydaşların
katılımıyla düzenlenen basın toplantısında anlattı.
Basın Yayın Enformasyon Genel
Müdürlüğü’nün ev sahipliğinde gerçekleştirilen toplantıda Ünüvar yaptığı konuşmada, uyuşturucu kullanım oranı rakamlarına bakıldığında
Türkiye’nin “vahim” bir tabloyla karşı
karşıya olmadığını belirtti. Ünüvar,
«Uyuşturucu hem bugünü hem yarını etkileyen sosyal bir terördür,
Başbakanımızın ifadesiyle. Kaldı ki,
Anayasamızın 58›inci maddesi gereğince de bir devlet politikası olmak
durumundadır” diye konuştu.
36
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
15-24 yaş arasında uyuşturucu maddeyi en az bir kez deneme itibarıyla
bakıldığında Türkiye’nin yüzde 2.7’lik
bir oranla batıdan düşük bir rakamda
olduğunu kaydeden Ünüvar, uyuşturucuyla mücadelede kısa, orta ve
uzun vadede stratejik yol haritasını
anlattı. Sınır kapılarında x-ray cihazları ve teknik ekipmanların yaygınlaştırılması sürecinin başladığını, cezaevlerindeki hükümlü ve tutuklular için
çeşitli projeler ile sokak çocuklarına
yönelik koruyucu önleyici hizmetler ve ailelere yönelik psiko sosyal
destek, bilinçlendirme çalışmaları
yapıldığını söyleyen Ünüvar, konuya
ilişkin çeşitli çalıştaylar ve sempozyumlar düzenlediklerini de anlattı.
2. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası
Ünüvar, 2015›in Kasım ayında “2.
Uyuşturucu ile Mücadele Şurası»nın
düzenleneceğini, uyuşturucu ile ilgili mevzuatı bütüncül bir şekilde ele
alacak çalışmanın gerçekleştirileceğini, 2016-2018 dönemi uyuşturucu
ile mücadele eylem planının her yıl
güncellenecek şekilde yapılacağını
bildirdi.
Aile Hekimlerine Bağımlılıkla Mücadele
Eğitimi Verildi
Bağımlılıkla Mücadele Eğitim Programı Aile Hekimliği Eğitim Modülü
oluşturulduğunu ifade eden Ünüvar, aile hekimlerine eğitim vermek
için 16 ilden 50 aile hekimine eğitici
eğitimi verildiğini söyledi. Ünüvar,
uzaktan eğitim modülü kapsamında madde bağımlılığı modülünü 17
bin 83 aile hekiminin tamamladığını
kaydetti. 10 adet yeni AMATEM ve
ÇEMATEM kurulması için ön izinlerin
verildiğini dile getiren Ünüvar, bağımlılık tedavisinin genel psikiyatri
polikliniklerinde
sürdürülebilmesi
için 30 psikiyatriste hizmet içi eğitim
düzenlendiğini belirtti.
Narkotimler 29 İlde Görev Başında
Sokaklardaki uyuşturucu maddelerin dolaşımıyla ilgili eleştiri aldıklarını anlatan Ünüvar, bu eleştiriyi
gidermek adına İçişleri Bakanlığı tarafından narkotim projesinin hayata
geçirildiğini söyledi. Ünüvar, 29 ilde
uyuşturucu kaçakçılığı, üretimi, kullanımı, ve dağıtımının engellenmesi
amacıyla sokak sokak mücadele yürütüldüğünü dile getirdi.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Türkiye
Temsilciliğince yabancı dile tercüme edilen Türkiye’nin Uyuşturucu
ile Mücadele Acil Eylem Planı, diğer
ülkelere örnek olarak sunulacağını
anlatan Ünüvar, 13 aylık dönemde
250 milyon lira civarında bir bütçeyle
çalışmaların yürütüldüğünü de dile
getirdi.
ALO 191 Hattı
Temmuz ayında hizmete başlayan
ALO 191 hattı hakkında gazetecilerin
sorularını yanıtlayan Sağlık Bakanlığı
Müsteşar Yardımcısı Hüseyin Çelik de
hattın hizmete sunulduğu ilk gün bin
300’e yakın arama yapıldığını belirtti.
Çelik şöyle konuştu: “Daha sonraki
aramaların gün ortalamasına baktığımızda 700 civarında bir arama
gerçekleşiyor. Bunun yaklaşık yüzde 60’ı danışma amaçlı, sorunların
çözümüyle ilgili uzman kişilerin danışmanlık faaliyetini kapsıyor. Yüzde
30’u da randevu talebi. Diğer yüzde
10’luk kısmı da diğer diyebileceğimiz kısım, bazen gereksiz aramalar
da olabiliyor. Arayanların önemli bir
kısmı aileler, özellikle de anneler arıyor. Uyuşturucu kullanan kişilerin
kendilerinin arama oranı daha düşük
yüzde 10-15 civarında. Çoğunlukla
anneler sahipleniyor.”
Annelerin şüpheleri üzerine ya da
çocuklarının madde kullandıklarını
bildikleri halde nasıl yöneteceklerini
bilemedikleri için kendilerini aradıklarını belirterek, randevu talepleriyle
ilgili şunları kaydetti: “Sağlık Bakanlığı olarak, kendi içinde kademeli bir
uygulamaya geçtik. Bir tanesi 23 bine
yakın aile hekiminin uyuşturucuyla
mücadele konusundaki yetkinliklerini, farkındalıklarını arttırdık. Sadece
AMATEM, ÇEMATEM değil, psikiyatri
uzmanı olduğu bütün hekimlerin
bağımlılıkla mücadelede rol almaları için hem özel eğitimlere başladık
hem de onlara bağımlılık poliklinikleri açmaları konusunda uygulamayı
başlattık. Eğer burada poliklinik tedavisi, sonrasında kısa süreli gözlem
gerekiyorsa bütün hastanelerimiz,
sayın bakanımızın talimatıyla, 10-15,
büyüklüğüne göre 20 yataklı, kısa
dönemli yataklar ayrılıyor. Hemen arkasında daha ağır vakaları AMATEM,
ÇEMATEM’e yönlendiriyoruz. Üniversitelerimizle iş birliği çalışmaları
başlattık. 360 derece anlayışıyla mücadelenin bütün boyutlarını yapılandırılmış olarak 8 bakanlığın katkısıyla
devam ediyoruz.»
İletişim Stratejisi Uygulama Rehberi
Basın Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürü Celalettin Haşimi, kamu kurumlarının uyuşturucuyla mücadelede bağımlıları nasıl tasvir etmesi
gerektiği, mücadele sürecinin nasıl
anlatılması gerektiği ve toplumun
bağımlı bireylere karşı tavrı ve benzeri hususlardaki tespitleri yayınladıkları Uyuşturucu ile Mücadele Eylem Planı’na yönelik İletişim Stratejisi
Uygulama Rehberinde dile getirdiklerini bildirdi.
Sağlık muhabirlerinin uyuşturucuyla
mücadele konusundaki önemini dikkat çeken Haşimi, haberlerde uyuşturucuyla mücadelede başarı hikayelerine de yer vermelerini istedi.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
37
analiz
BONZAİ SORUNUNU
NASIL GÖRMELİYİZ?
Prof.Dr. Tayfun UZBAY
Üsküdar Üniversitesi Nöropsikofarmakoloji
Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü
Türk Eczacıları Birliği, Eczacılık Akademisi
Bilim Kurulu Üyesi
Bonzai ülkemizde son zamanlarda
gençler arasında kullanımı giderek
artan yeni bir sentetik bağımlılık yapıcı maddedir. Esrarın etkili maddesi
olan delta-9-tetrahidrokannabinol
ve JWH maddeleri olarak bilinen
JWH-018, JWH-073, JWH-200 ve CP47,497 gibi naftoilindollerin, naftoil
pirollerin ve kannabisikloheksanol
gibi muhtelif sentetik maddelerin
bitki yapraklarına emdirilmesi veya
püskürtülmesiyle elde edilen bitkisel
sigara karışımlarıdır. Bazen analizle
saptanabilen veya saptanamayan
birçok başka uyarıcı veya hayal gördürücü (halüsinojen) kimyasalın da
içeriğe eklenmesi ile oldukça tehlikeli
bir karışım olarak sunulabilmektedir.
Sentetik kannabinoidleri ilk kez
sentezleyen Amerika’da Clemson
Üniversitesi’nden organik kimya
profesörü John W. Huffman’dır. Huffman ve çalışma grubu 400’den fazla
sentetik kannabinoid sentezlemiştir.
Bunlar ve benzerleri sentetik kannabinoid içeren maddeler olarak
Avrupa’da “spice”, Amerika Birleşik
Devletleri’nde “K2”, ülkemizde ise
“bonzai” veya “Jamaika” adı ile sokaklarda pazarlanmaya başlanmaya
başlamıştır. Bu karışımlar internetten de kolayca bulunabilmektedir.
“Spice” tipi bitki karışımları “insan
tüketimi için değildir” ibaresi ile tütsü
veya bitki büyütücü olarak pazarlansa da temini sonrası kötüye kullanılmaktadırlar. Bu karışımların dozaj ve
içerikleri de belli değildir. Bu durum
kullanıcılar açısından ciddi bir risk
oluşturmaktadır.
Bonzai adı altında pazarlanan ürünler kullananlarda farklı etkiler oluştu-
38
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
rabilir. Bazı kişilerde aşırı sedasyon (uyuşukluk ve uyku hali), kendinden geçme,
hissizleşme ve zaman-mekan algısının bozulması gibi etkiler oluştururken bazı
kişilerde şizofreniyi taklit eden aşırı hezeyanlar, ajitasyon, kendine ve çevresine
zarar verme ve gerçeğe yakın hayaller görme gibi belirtiler ortaya çıkarabilir. Bu
farklı etkilerin nedeni, kullanılan karışıma kişisel hassasiyetlerdeki farklılıkların
yanı sıra kullanılan maddenin içeriğindeki farklılıklar da olabilir.
Esrar, eroin, alkol ve kokain gibi bilinen diğer bağımlılık yapan maddelerin aksine bonzai tek bir etkili madde içermediği gibi bonzai adı altında
satılan her ürün de aynı karışım değildir. Kullanılan ürün bir karışım olduğundan ve formülü bilinmediğinden kanda veya idrarda saptanması oldukça güçtür. Maliyeti düşürmek ve doğrudan beyin üzerine etkileri daha çabuk ve güçlü bir biçimde ortaya çıkarmak için
pazarlayıcılar karışıma beyine kolayca nüfuz eden ve beyindeki
sinir hücrelerini öldüren insektisit (böcek öldürücü) nitelikli bazı
zehirleri de eklemektedirler. Bu durum kullanıcıların beyinlerinde zehirin niteliğine alınan doza, kullanım süresine ve kişisel
hassasiyete bağlı olarak geçici veya kalıcı ciddi hasarlara yol
açabilmektedir.
Son zamanlarda psikiyatrik acillere akut psikoz (şizofreni)
belirtileri ile gelen ve tedaviye alınan vakaların birçoğunda
bonzai kullanımı öyküsü ortaya çıkmaktadır. Bazı kullanıcılarda ölümle-yaşam arasında gidip gelme deneyimleri yaşandığı
bildirilmiştir. Ne yazık ki bu deneyimler kullanıcının ölümü ile
sonuçlanabilmektedir. Öte yandan bonzai kullanımı sonrası
ani beyin kanamaları, kalp krizleri ve bunlara bağlı ölümler
de görülmektedir. Bunun nedeni karışımın içinde bulunan
bazı maddelerin kalp-damar sistemini ciddi biçimde uyarması, tansiyonu aşırı yükseltmesi, kalp atım sayısını artırarak ciddi ritim bozukluklarına neden olabilmesidir.
Bonzainin başka bir tehlikesi de karışımın içeriğine
göre tek başına kullanılan ve bilinen diğer maddelerden çok daha hızlı ve şiddetli bağımlılık oluşturmasıdır. Bu nedenle, tek seferlik denemeler hızlı ve şiddetli
bağımlılık gelişmesi açısından ciddi bir risk teşkil etmektedir. Ayrıca şizofreni belirtileri, panik ataklar ve epilepsi
nöbetleri ilk kullanımda dahi ortaya çıkabilir. İlave olarak ilk
kullanımla ani ölüm riski de söz konusudur. Bu nedenle bonzai kullanımı çok önemli bir halk sağlığı sorunudur. Kullanımının
mutlaka önlenmesi ve yukarıda bahse konu olan özellikleri ve riskleri konusunda gençlerin bilgilendirilmesi gereklidir.
Sentetik kannabinoidler delta-9-THC’den kimyasal olarak farklı yapılara
sahip olduklarından madde taramalarında saptanamamaktadır. Bunun sonucu olarak kullanıcılar sürücü ehliyetine el konulması ya da adli psikiyatride
düzenli madde taramasının yapıldığı durumlarda kolayca gözden kaçabilmektedir. Bu nedenle bonzai adı altında pazarlanan sentetik kannabinoidler bağımlılık tedavisi, denetimli serbestlik ve adli psikiyatri açısından diğer ülkelerde
olduğu gibi ülkemizde de ciddi bir sorun oluşturmaktadır.
Türkiye’de son bir yılda doğrudan madde kullanımına bağlı ölümlerde bir önceki yıla göre neredeyse 4 misli artış görüldü. Bu halk sağlığı açısından son derece önemli, dikkat çekici ve dikkat edilmesi gereken bir gelişmedir. Ölümlerin
çoğu da bonzai kullanımına bağlandı. Ancak bu ölümlerin arkasında yatan gerçek nedeni bilmiyoruz. Madde kullanımına bağlı toplu ölümler salgın halinde
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere başka ülkelerde de görülmüştür. Örneğin, 1970’li yıllarda Amerika’da özellikle eroin kullananlar arasında ciddi miktarlarda ölüm vakaları ve zehirlenmeler görülmüştür.
Bunun nedeni araştırıldığında eroine fiyatını ucuzlatmak veya daha fazla para
kazanmak amacıyla kinin katıldığı anlaşılmıştır. Kinin ile eroinin özellikle damar
yolundan birlikte alınması ölümcül bir ilaç etkileşimine neden olmaktadır. Öte
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
39
yandan eroin ile birlikte yüksek miktarlarda alkol alınması da bazı duyarlı
bireylerde ölümcül etkileşime neden
olmuştur.
Batı dünyasında 20. yüzyılın son çeyreğinde gözlenen başka bir olay da
genç Parkinson hastaları meselesidir. Bilim adamları bir grup gençte
Parkinson belirtileri saptayarak oldukça heyecanlanmışlardı. Çünkü
Parkinson bir yaşlılık hastalığı olarak
biliniyordu ve bu yeni gözlemler Parkinson tanısına yönelik önemli bir
veri sunuyordu. Bu gençlerin ortak
noktası hepsinin aynı zamanda eroin
kullanıcısı olmasıydı. Buradan yola çıkılarak kullandıkları eroinin 1-metil-4fenil-1,2,3,6-tetrahidropiridin (MPTP)
denilen çok güçlü bir nörotoksin ile
kontamine edildiği anlaşıldı. MPTP
beynin nigrostriatal bölgesinde yer
alan dopamin içeren nöronları geri
dönüşümsüz bir biçimde öldürerek
Parkinson hastalığını taklit eden belirtilere neden olur. Bu özelliği nedeni ile deney hayvanlarında Parkinson
hastalığı modeli oluşturmak için kullanılmıştır. Toksin o kadar zehirlidir ki
deri yolu ile temas ile dahi hastalık
belirtilerini oluşturabilmektedir.
Yukarıdaki örnekler çoğaltılabilir. Bu
tip örneklerin bize söylediği şu anda
adeta bir günah keçisi ve gizemli bir
zehir ilan edilen ve maddeye bağlı
olduğu düşünülen neredeyse her
ölümden sorumlu tutulan bonzaiye
daha farklı açılardan ve daha araştırmacı bir mantıkla yaklaşmamız
gerektiğidir. Son zamanlarda salgın
şeklinde ve çok da rahatsız edici bir
biçimde, özellikle genç ergenlerde
gözlediğimiz ölümleri adeta korkutucu bir şehir efsanesine dönüşmüş
olan bonzaiye bağlayıp karşılaşılan
her bir olayı birkaç gün medyada tartışıp polisiye tedbirleri artırarak engelleyebilmemiz güç görünmektedir.
Her gün farklı bir sentetik türevi sentezlenen ve internet ağında veya sokakta kolayca ulaşılabilen maddeleri
kanda tespit edebilsek çok iyi olabilirdi. Ancak çeşitliliğin sürekli artması ve sinek, böcek öldürücüsünden
tarımsal zehirlere kadar birçok maddenin acımasızca bonzai diye pazarlanan ürünün ya kendisi olması ya da
içeriğe karıştırılması bunu neredeyse
olanaksız hale getirmektedir. Aslında
40
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
siz kanda veya idrarda sentetik bir
kannabinoid bulmaya çalışıyorsunuz,
ancak kullanılan ürünün kimyasal
yapı veya özellikler bağlamında bu
ürün ile hiçbir ilgisi olmayabilir. Buna
rağmen ürünün ismi bonzai olabilir.
Ölümler arasındaki ortak noktalara
bakarak, detaylı otopsilerle ölüm nedenini saptamaya çalışarak ve hepsinden önemlisi kurbanların kanında sadece sentetik kannabinoidleri
değil, alkol ve enerji içeceklerinden
gelebilecek yüksek konsantrasyonda
kafein gibi etkileşim potansiyeli olan
başka maddeleri ve kullanmakta oldukları veya kullanabilecekleri başka
ilaçları da hesaba katarak belki ölüm
nedenlerini daha görünür hale getirebiliriz. Ülkemizde yaygın ve kontrolsüz bir enerji içeceği kullanımı ve
bunu alkolle karıştırma alışkanlığı da
söz konusudur. Çok masum gördüğümüz kafein de aslında emniyetli
doz aralığı oldukça dar olan bir maddedir. Alkol ile birlikte kullanıldığında
yatkın bireylerde ciddi kardiyovasküler sorunlar oluşturabilmektedir.
Ülkemizde pek de üzerinde durulmayan özellikle spor yapan gençlerde
kalp-damar problemlerine bağlı ani
ölümlerin görülme sıklığında da artış
söz konusudur.
Konunun bir başka tehlikeli boyutu
da bonzai denilen zehire gençlerin neredeyse sigaradan bile kolay
ve ucuz bir şekilde ulaşabilmesidir.
Maddenin ucuz olması pazarlayanın
gönlüne göre içine istediği her şeyi
katabilmesi ile ilgili bir durumdur.
Öte yandan ülkemiz maalesef “gıda
takviyesi”, “bitkisel mucize ürünler”
ve “cinsel performans artırıcılar” gibi
başlıklar altında pazarlanan ve internetten de kolayca temin edilen,
Sağlık Bakanlığı’nın denetimi dışında
kalan birçok madde ve malzemenin
kolayca reklamının yapılabildiği ve
pazarlanabildiği bir ülke durumundadır. Halkımız eczane görünümlü
modern dükkanlardan sağlığı için
gerekli her türlü ürünü üstelik ilaçtan
çok daha fazla para ödeyerek büyük
bir memnuniyette almakta, adının
önünde profesör veya doktor yazan
bazı şarlatanlar da bilimsel yaklaşımlara ve bilimsel tedavilere rahatlıkla
karşı çıkabilmektedirler. Bu kişiler,
televizyon kanallarında hadlerini
aşarak reel bilime ve bilim insanlarına saldırabilmektedirler. Ülkemizde ayrıca internet yoluyla her türlü
ürünü temin etmek de mümkündür.
Denetimden uzak, ne olduğu belli
olmayan ürünlerle ortaya çıkabilecek
zehirlenme veya görülebilecek zarar karşısında sorumlu bir muhatap
ise bulunamamaktadır. Pazarlanan
ürünler gerçekten gıda takviyesi veya
faydalı bitkiler olsa dahi bunları tavsiye etme veya satma ehliyetine sahip
olmayan kişilerin verebileceği zararı
saptayabilecek veya caydırabilecek
bir hukuki etkinliğe de sahip değiliz.
Her bakımdan örnek almaya ve izlemeye bayıldığımız Amerika Birleşik
Devletleri yürüttüğü programlarla
halkı pozitif bilimden ve bilimsel zemine dayalı tedavilerden uzaklaştırdığı gerekçesi ile Senatosunda ünlü
Profesör Mehmet Öz’ü sorgularken,
bizdeki şarlatanlar her türlü reklamı
ve pazarlamayı engel tanımaksızın
yapabilmektedir. Bunun sonucu toplumun gıda takviyesi, performans artırıcı vb. başlıklar altında pazarlanan
ürünlere her yoldan rahatlıkla ulaşma ve kullanma alışkanlığı gelişmiştir. Burada yazılanlar bazılarına çok
ilgisiz gelse de sokaktaki ölümlere de
katkısı söz konusudur. Gençlere ve
topluma hangi yolla olursa olsun denetimsiz ve ne olduğu belli olmayan
ürünlerin ciddi zararlara yol açabileceğini iyi anlatabilmeli ve bilimsel
yaklaşımlara daha saygılı bir toplum
oluşturabilmeliyiz. Aksi takdirde
madde kullanımı etiketli sokak ölümleri devam edecektir.
Sonuç olarak, sokaktaki her şüpheli
ölümü bonzai tartışmasıyla gündeme taşımak yerine, bunların arkasındaki asıl nedenleri anlamaya yönelik araştırıcı bilimsel yaklaşımlar
sergilemeli, doğrudan maddeye bağlı ölümlerin aniden artmasını doğru
değerlendirerek gerekli önlemleri
gerçekçi bir şekilde almalıyız. Etkili
bir mücadele için önce sorunun net
olarak tanımlanması, riskli grupların doğru bir şekilde belirlenmesi ve
daha sonra buna yönelik etkili bir
eğitim ve araştırma programının bir
devlet politikası çerçevesinde uygulanması gerekmektedir. Aksi halde
genç nüfusumuz üzerinde telafisi
mümkün olmayan zararlar ve kayıplar yaşayabiliriz.
analiz
UYUŞTURUCUDA YENİ BİR BOYUT:
SENTETİK KANNABİNOİD TÜREVİ BONZAİ
Biyolog Sinem ÖZCAN
Ankara Üniversitesi Adli Bilimler Enstitüsü
Yeni trend: ani ölüm uyuşturucusu
bonzai, son günlerde gençlerin yaşamdan ölüme giden yolda yeni imtihanı haline gelmiştir. Yüzyıllardır tıbbi, dini, endüstriyel ve rekreasyonel
amaçlı insanlığın kullanımında olan,
bunun yanı sıra kaçakçılığının ve tüketiminin en çok yapıldığı bilinen
uyuşturucu kannabis (esrar-marijuana) ’in laboratuvar ortamında üretilen türevi bonzai/sentetik marijuana,
kurumuş bitki yapraklarından oluşan
içeriğin üzerine, sentetik kannabinoid likitlerinin spreylenerek emdirilmesi suretiyle üretilmektedir (1,2).
Spreyleme sonrası değişik konsantrasyonlarda ağır metal içeren toksik
42
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
uyuşturucu barındıran bu bitkisel
yapraklar, çoklu kullanımlara uygun
paketleme süreci ardından pazara
sürülmektedir (2,3,4).
Yaş sınırı olmayan “head shop”, “smart
shop” gibi dükkânlardan kolaylıkla
elde edilebilen (1,5,6,7,8) maddeye,
satışına görsel albeni katması amacıyla parlak jelatin ambalajlar tercih
edilmektedir. Ambalajları üzerinde
“tütsü, bitki besleyici, oda spreyi,
gübre…” veya “not for human consumption / “for fragrance purposes
only” gibi aldatıcı ibarelere rastlanmaktadır (9,10). Uyuşturucu piyasasında, genel olarak ‘K2’ markası
ile anılan bonzai, aynı zamanda, K3,
Heaven, Smoke XXX, Jamaican Silver,
Spice Gold, Yucatan Fire, Sence, Chill
X, Ivory Wave, Bombay Blue, Spike 99,
Algerian Blend, Banana Cream Nuke,
Moon Rocks, Jamaican Gold Extre-
me, Dragon Herbal Incense, Tribal
Warrior Ultimate, Jamaika VIP, gibi
birçok isim ve markayla da piyasada bulunabilmektedir (11,12,13,14).
Bonzainin erişebilirliğinin kolay ve fiyatının ucuz olması, “zararsız” , “yasal”
ve “bitkisel” olduğuna dair yapılan
yanlış reklamları ve rutin toksikoloji
Biyolog Sinem ÖZCAN
testlerinde çoğu zaman saptanamıyor olması, gençlere esrardan daha
cazip görünmektedir (2,9,15).
Kannabisden doğal olarak ekstrakte
edilen kannabinoid içerik Analjezik
(Ağrı giderici) ve Antiemetik (Kusmayı önleyici) etkileri ile terapötik
amaca hizmet ederken, öğrenme
ve bellek fonksiyonlarını bozup, bağımlılığa yol açarak negatif işlev de
görebilmektedir. Tam da bu noktada
kannabinoidlerin “doğru yerde” ve
“doğru zamanda” amaca uygun kullanılması önem kazanmaktadır (16).
Kannabisin kannabinoid içeriğinin
hafif yapı modifikasyonlarıyla değişikliğe uğratılması ile oluşan sentetik
türev ve bir endokannabinoid çeşidi
olan sentetik kannabinoidler, başlangıçta, steroid olmayan analjezik
geliştirmek amaçlı sentezlenmiş ve
literatürde böyle yer almıştır (17,18).
Ancak psikoaktif özelliklerinden dolayı ilaç olarak piyasaya sürülemeyen
sentetik kannabinoidlerin büyük bir
hızla kötüye kullanımı söz konusu
olmuştur (19). Esrarın birincil psikoaktif bileşeni Δ9-THC (delta 9- tetrahidrokannabinol )’e benzer özellikler
taşıyan bahsi geçen sentetik kannabinoidlerin, farmakolojik olarak incelendiğinde saf halde katı veya yağ
olarak bulundukları (20) ve hafif yapı
modifikasyonları
göstermelerine
rağmen, genel olarak lipid soluble,
tipik olarak 20-26 karbonlu ve oldukça buharlaştırılmış (uçucu) bileşimler
olduğu görülmektedir (1,20,32).
Bonzai içeriğini anlamak amaçlı yapılan adli toksikoloji veri analizlerinde
CP-47,497, CP-47,497-C8, JWH-018,
JWH-073 ve HU-210 gibi birçok sentetik kannabinoid tanımlanmıştır
(5,21,22). Tanımlanan bu sentetik
kannabinoidlerin çoğunun, kannabinoid reseptörlerine afinitesinin normalden 4-5 kat daha fazla ve etki/yıkım gücünün de kannabinoidlerden
daha yüksek olduğu belirlenmiştir.
Bu nedenle bonzai, esrarın majör psikoaktif kompenenti olan Δ9-THC ’nin
yarattığı etkiden 100 kat daha fazla
etki yaratmaktadır (17,23,24)
Bonzai, esrar benzeri etki göstermesinin ötesinde ataksi, taşikardi, sistolik hipertansiyon, postural hipotansiyon, bulantı, kusma, konvülsiyon,
ajitasyon, halüsinasyon ve psikozu
da içeren hastaneye yatırmaya kadar
varan şiddetli yan etkileriyle, kardiyovasküler, gastrointestinal sistemler
başta olmak üzere sistem bozukluklarına ve psikiyatrik sekellere neden
olmaktadır (25,26,27,28). Aynı zamanda nöronal hasarlar ve beyinde
bıraktığı arazlarla ciddi boyutlu akut
sağlık sorunlarına da neden olabilmektedir (8). Ayrıca yakın zamanda,
madde kullanımı sonrası rabdomiyoliz (iskelet kası ani bozulması), solunum depresyonu, Wernike Sendromu, akut böbrek yetmezliği ve birçok
oküler fizyoloji sorunuyla birlikte ani
görme kayıpları görüldüğü de bulgular arasına eklenmiştir (29,30,31).
Maddenin olumsuz etkilerine maruz
kalan kişiler maddeyi bırakamadıkları gibi, madde arayışına (craving)
girebilmektedirler. Düzenli kullanıcılarda ise psikiyatrinin temel kitabı
DSM-IV’de bahsi geçen; öfke, iritabilite, agresyon, konsantrasyon bozuklukları, depresif duygudurum,
uykusuzluk, kaygı, titreme, terleme,
halüsinasyon, ölüm korkusu gibi
yoksunluk belirtileri gözlemlenmektedir (10). Ayrıca, kişinin öncesinde
veya aile öyküsünde mental bozukluk bulunması, madde içeriğindeki
sentetik kannabinoidlerin bu psikotik bozuklukları tetiklemesi olasılığını da gündeme getirmektedir (32).
Maddenin yarattığı bu bağımlılığın
ve oluşan yoksunluk belirtilerinin
nedeni, beyindeki CB1(nöronal) ve
CB2(periferal) kannabinoid reseptörlerinin sentetik kannobinoidlerce
inhibisyonu sonucu, hücre içi sinyal
iletimi ve merkezi sinir sistemi sinaptik iletiminin sekteye uğraması olarak
görülmektedir (33,34,35).
Hem bir alkaloid olan Δ9-THC (doğal/
klasik kannabinoid), hem de sentetik
kannabinoidler, kompleks endokannabinoid sistemin bir parçası olan
CB1 ve CB2 reseptörleriyle etkileşim
içine girerek etkilerini gösterseler
de kimyasal ve farmakolojik olarak
oldukça farklıdırlar (36,37). Δ9-THC,
reseptörü tamamen aktive edemeyen, kısmi agonist bir liganddır ve
madde miktarındaki artış, ligandın
plato etkisinden dolayı, oluşan etkide bir değişiklik yaratmayacaktır.
Ancak sentetik kannabinoidler, doğal ligand benzeri reseptör aktivas-
yonuyla biyolojik tepki yaratan tam
agonistlerdir. Bu nedenle, plato etkisi
olmaksızın, dozdaki her artış oluşan
etkide de eş zamanlı artışa, yoğunluğa neden olur. Kannabinoid reseptörler üzerinde potens ve afinitesi
yüksek olan sentetik kannabinoid
üyelerinden bir kısmının yarılanma
ömrü daha uzun olup, metabolitleri
de aktif olabilmektedir (32).
Beynin bazal ganglion, hipokampus,
korteks ve serebellum bölgelerinde, omurilikte dorsal kök ganglionlarında ve periferik sinir sisteminin
ise periferdeki doku ve organlardan
ağrı hissini taşımakla görevli bölgelerinde bulunan CB1 reseptörlerinin
sentetik kannabinoidlerce inhibisyonu, psikoz ve bilişsel becerilerde değişikliklere neden olurken, görsel ve
işitsel algıyı da etkilemektedir (38).
CB2 (periferal ) reseptörleri ise, B hücreleri, T-lenfositleri, monositler, makrofajlar, natural killer hücreler, polimorfonükleer nötrofiller, astrositler
gibi immün sistem elemanlarının
yanı sıra tonsillerde ve dalağın marjinal zonunda bulunurlar (39). CB2 reseptörlerinin, bağışıklık hücrelerinde
programlı hücre ölümünü (apopitoz)
uyarma, hücre çoğalmasını baskılayarak immün sistemde immünosupresör görevi gördüğü düşünülmektedir (32,40).
Verilerle değerlendirildiğinde “Bonzai maruziyeti” , Amerikan Zehir Kontrol Merkezleri Derneği (The American Association of Poison Control
Centres, AAPCC) tarafından 2009 yılında 53 kişi olarak bildirilirken 2011
yılına gelindiğinde bu sayı, 13.000’e
yükselmiştir (41). Sonuç olarak bonzainin ilk kullanımından günümüze,
bu maddeye maruziyet esnasında
(ani) ve sonrasında oluşan ölüm vakalarında görülen artış (2) nedeniyle
bonzai önemli bir halk sağlığı tehdididir ve esrara oranla toksisitesi kıyaslanamayacak boyutlardadır (15).
Sonuç olarak, son yıllarda kullanımındaki öngörülemeyen artışı ile bu yeni
nesil psikoaktif (psikotrop) uyuşturucu ve analoglarının, sadece ülkelerin
kendi bünyesinde kontrolü değil;
uluslararası kurum ve kuruluşlar ile
ülkeleri kapsayacak bütünlükte kontrolü, ihtiyaç haline gelmiştir (11).
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
43
hayatıniçinden
‘PEMBE KURDELELİ GELİN’İN
YAŞAM MÜCADELESİ
Tülay KARABAĞ
NTV.com.tr Editörü
12 yaşında bacak kemiğinde ortaya
çıkan kanser, 27’sinde, üstelik tam
da düğün hazırlıkları yaparken tekrar karşısına dikildi. Meme kanserinin
rengi olan pembe kurdeleli bir gelinlik seçti, önce nikah masasına oturdu,
ardından ameliyathanenin yolunu
tuttu. Ayşenur Parlak, nişanlısıyla birlikte hiç ümitsizliğe kapılmadıklarını
söylüyor, “Biz gelecek planı yapmak
yerine yaşadığımız güne şükretmeyi
seçtik” diyor.
Türkiye’nin farklı şehirlerinde, farklı
hayatlar yaşayan 10 kadını bir araya
getiren ortak nokta meme kanseri
oldu. Kendilerini ‘amazon’ diye adlandıran bu 10 kadın, hayata tutunma
hikayelerini, yaşadıkları zorlukları ve
umutlarını “10 Amazon Yüksek Doz
Yaşam” adlı kitapta topladı. Amaçları; ‘kanserle dans eden’ başka insanlara yardım etmek. Çünkü kitaptan
elde edilecek gelir, Kanserle Dans
Derneği’ne bağışlanacak. İşte o kadınlardan biri de Ayşenur Parlak.
29 yaşında 1,5 yıllık evli ve 3 aylık hamile olan Ayşenur Parlak’ın kanserle
yolculuğu, “10 Amazon Yüksek Doz
Yaşam” kitabındaki diğer “amazonlar”
gibi bir hayli zor ve sıkıntılı geçmiş.
Ancak Parlak, yaşadığı zorlu süreci
anlatırken espirili bir dil kullanıyor,
adeta kanseriyle dalga geçiyor. “Bu
şekilde güldürerek hem insanların
daha çok dikkatini çekip bilinçlendirdiğimi düşünüyorum. Hem de kendimle dalga geçtiğim için daha güçlü
hissediyorum” diyen ve yüzünü objektiflerden sakınan Ayşenur Parlak,
ntv.com.tr’nin sorularını da aynı espirili dille ve çoğunlukla gülümseyerek
yanıtlıyor:
“Herkesin Hastanede Modifiye Olduğunu
Düşünüyordum”
- Kanserle, henüz çocukken tanışmışsınız,
o süreci kısaca anlatır mısınız?
12 yaşında saf bir çocuk olunca, hastalığımı bilmeden atlattım diyebilirim. Ailem hastalığımın ne olduğunu
hiçbir zaman söylemedi. 2 yıl kemoterapi gördüm, 11 kez bacağımdan
ameliyat oldum ama hastalığımın
kanser olduğunu söylemediler. 15
sene öncesi, şimdiki gibi internet
de yok ki açıp bakasın. Ailen ne
diyorsa o. İnsan bu yaşında bile
hastanelerdeki kalabalığı görünce bütün dünya hastaymış
gibi hissediyorken, o küçücük
çocuk yaşamın böyle ilerlediğini, o yaşlı amcaların,
teyzelerin hep çocukken has-
tanede modifiye olup o yaşlara geldiğini düşünüyor. Okulda bit salgını
olduğunu düşünün, herkesin saçları
kazınır ya, hastane de aynı ortam.
Herkes kel, herkes maskeli olunca, kel
olmam bana çok normal geliyordu,
herkes benim gibiydi çünkü. Seneler
sonra annemle yaptığım bir ergenlik
kavgasında annem ağzından kaçırdı
kanser olduğumu, hastanedeki en
yakın arkadaşımın iyileşip gittiğini
zannederken, aslında kansere yenik
düştüğünü de aynı gün öğrendim.
“Normal Bir Hayatın Nasıl Olduğunu
Üniversite Yıllarında Anladım”
- Kemik kanseri iyileştikten sonra
normal bir hayat sürmüşsünüz, o dönem
nasıl geçti, umutlarınız, geleceğe dair
planlarınız nelerdi?
Hiçbir zaman hayata küsen bir yapım
olmadı, hastanede ellerimde serumlarla yatakta zıplayan bir tiptim. Tek
üzüntüm okulu bırakmak zorunda
kalmamdı, ama dışardan bitirip üniversiteyi burslu kazandım. Bir baktım
memleketim İzmir’i bırakıp İstanbul’a
gelmişim. Senelerce yatağa bağlı kalmış, üstüne senelerce koltuk değneği
ile yaşamış biri olarak İstanbul’da tek
başına ayakta kalmak, koşabilecek
kadar iyi olmak inanılmaz bir histi.
Normalleşme bu dönemde başladı.
Özel şirketlerde kariyer hesapları,
İngilizcenin yanına ileride lazım olur
diye İspanyolca dersi almalar, ‘giyecek hiçbir şeyim yok’ diye sızlanmalar, ‘adımla seslendi, nasıl zoruma
gitti’ gibi klasik tripler, hayaller, planlar… Sanki hiçbir şey olmamış gibi,
normal bir hayatı, normal hissetmeyi
o yıllarda öğrendim.
“10 Amazon Yüksek Doz Yaşam”
Kitabında Yer Alan Yazarlar
- Meme kanserine yakalanmadan önce
kapınızı bir aşk çalıyor. Onunla güzel
günlerin hayalini kurup, evlilik planları
44
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
yaparken meme kanseri teşhisi aldınız.
Kanser olduğunuzu öğrendiğinizde
tepkiniz ne oldu ve nişanlınız bu durumu
nasıl karşıladı?
“Gelinliğim Nasıl Olsun’ Sorusundan,
‘Ölecek Miyim’e Geçtim”
Üniversitede aşık olduk eşim Savaş’la.
Evlenme kararı aldıktan sonra onayını almak için Savaş’ı babamla tanıştırdım. Babam tek soru sorduktan
sonra onayını verdi. Gördüğüm tedavilerden dolayı asla çocuğum olamayabileceğini sorun etmeyeceğinden
emin olduktan sonra. Nişanımız inanılmaz bir mutlulukla geçti. Her şey o
kadar yolundaydı ki, “az yüzü gülsün
fakirin diye izin verildi, Allah belamı
verecek galiba” diye düşünmedim
değil. Nişandan 2 gün sonra memedeki yağ bezesini bir operasyonla aldıracaktım. O kadar basit bir şeydi ki
kafaya takmaya değmezdi. Kanser 15
yıl sonra geri gelecek değildi ya...
Ama öyle olmadı, geri geldi! Hem de
iki mememde birden. 27 yaşındaydım, ‘gelinliğim nasıl olsun’ düşüncesi, ‘ölecek miyim’ sorusuyla yer değiştirdi. Hastalığı öğrendiğimde ise ilk
aklıma gelen şey, “kel gelin olur mu”
sorusuydu. Nişandan bir yıl sonra evlenmeyi planlıyorduk ama nişanlım
Savaş, “beklemeyelim, hemen evlenelim” dedi. 1 ay içinde evlenme kararı aldık.
“Allah’ım Evlendirmeden Öldürme Demiş
Bir İnsanım”
- Sanırım düğün tarihi ile birlikte ameliyat
tarihini de belirlemişsiniz. Hem ameliyatı
hem de düğünü planlamak size nasıl
duygular yaşattı, ümitsizliğe kapıldığınız,
isyan ettiğiniz zamanlar oldu mu?
Kafam evlilikle o kadar meşguldü ki,
ameliyatı aklıma bile getirmemeye
çalıştım. Kanseri öğrendikten sonra,
“Allahım evlendirmeden öldürme”
demiş bir insanım çünkü (gülüyor).
Ümitsizliğe kapılmamam biraz da
eşimin sayesinde oldu. Beni evlilik
alışverişinin ortasına attı. Bilirsiniz
alışveriş denince kadınlar dünyayı
unutuyor... Şaka bir yana, sıkıntısız bir
evlilik hazırlığı için hiçbir şey olmamış gibi davranıyor, asla hastalıktan
ve ameliyattan bahsetmeme izin vermiyordu. Ama karanlık çöküp gece
olunca kabuslarım geri geliyordu.
Yapmak isteyip hayalini kurduğum
amaçlarıma asla erişememe korkusu... Daha kaç yaşındaydım ve daha
ne yaşamıştım ki…
“Her İki Meme Angelina Jolie
Yöntemiyle Alındı”
- Düğünden 1 ay sonra ameliyat
oldunuz ve her iki memeniz de alındı.
Vücudunuzdaki değişimler karşısında
eşinizin yaklaşımı nasıl oldu?
İki memem de Angelina jolie yöntemiyle alındı. İçleri boşaltılıp yerine
yenisini yaptırdık. Düğün altınlarını
göğsümün içinde taşıyorum yani
(gülüyor). Evlendikten sonra yarım
kalacağımı, kadınlığımın en önemli
kısmını kaybedeceğimi düşünüp çok
ağladım. Her seferinde eşim koşup
sardı beni, her koşulda beni seveceğine ikna etti.
“Mucize Değil de Nedir Bu...”
-Kanserin bu kadar erken evrede
yakalanmış olması çok büyük bir avantaj…
Ameliyattan sonra “giden gitsin kalan
sağlar benimdir” fikrini benimseyip,
hem iki mememde kanser taşıyıp
hem de bu kadar erken teşhis konulmasının mucize olduğunu fark ettim.
Olabilecek en şanslı tedaviyle atlattım. Sadece radyoterapi gördüm ve
östrojen hormonunu baskılayan ilaç
kullandım. Kurtuluşum; o küçük yağ
bezesi sayesinde oldu. Onu aldırmaya kalkmasam daha çok başlangıcında olan, taramalarda bile çıkmayacak
kadar küçük olan kanseri göremeyecekti doktorum. 12 ayrı yerde kanserli kitle bulunduğu ama hepsinin de
henüz başlangıç aşamasında olduğu
anlaşıldı. Mucize değil de nedir bu...
“Minik Mucizemiz Annesine Hayat Veriyor”
- Şu anda bebek bekliyorsunuz, tedaviniz
ne aşamada, doktorunuz anne olmanızda
herhangi bir sakınca görmedi mi?
1 yıl ilaç kullandım ve bebek istediğimi söyleyerek tedaviyi yarım kesmek
istediğimi belirttim. Belki asla bebe-
ğim olmayacaktı, belki çok tehlikeli
bir şey yapıyordum ama açıkçası umrumda değildi. Ben bir mucize olacağına inandım. Doktorum da gebeliğin benim için koruyucu olacağına
inandığını ve beni karnım burnumda
görmek istediğini söyledi. Ve mucize
gerçekleşti, minik mucizemizin ilk
kalp atışlarını, ilk hareketlerini gördük. Henüz 3 aylık olmasına rağmen
annesine hayat verdiğini de herkes
görebiliyor.
“Çocuğuma Bırakmak İstediğim Anılarım
İçin Yazıyorum”
-Tedavi sürecinde bir de ‘pembe kurdeleli
gelin’ adıyla blog yazarlığına başlamışsınız,
neden pembe kurdeleli gelin?
Pembe kurdele meme kanserini
temsil ediyor. Tüm bu süreci evlilik
hazırlığı ile birlikte geçirdiğim için
pembe kurdeleli gelin çıktı ortaya,
isim babası da eşimdir. Bloğu, hikayemi anlatmak, geçirdiğim iyi, kötü
anıları unutmamak için açtım. Ama
“10 Amazon Yüksek Doz Yaşam” kitabının projesinde yer aldıktan sonra
yazmaya ara verdim. Kitapta bana
ayrılan bölümüm sonunu bir kurgu,
daha doğrusu bir hayal ile bitirdim. O
sona göre, her şeyi atlatıp iyileştikten
sonra bir sabah hamile olarak uyanıyordum. Ve kitaptaki o son, bana
göre mucizevi şekilde gerçek oldu.
Hem yazmayı çok sevdiğim hem de
çocuğuma bırakmak istediğim anılarım için yazıyorum.
“Biz Yaşadığımız Güne Şükretmeyi Seçtik”
- Bundan sonraki hayattan beklentileriniz
neler, bebeğiniz ve eşinizle ilgili gelecek
düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
Bebeğimi asla emziremeyecek olmam, yakın gelecekle ilgili en büyük
tedirginliğim. Minik mucizemizle doyasıya monoton bir hayat yaşamak
aslında bize verilen en büyük hediye.
1,5 yıllık evliliğimize sığdırdığımız
sıkıntılar, korkular bizi birbirimize
sımsıkı bağladı. Hayatın önümüze çıkardığı ufak sıkıntıları dert etmektense, mutlulukların tadını çıkarmak en
büyük kazancımız. Biz gelecek planı
yapmak yerine yaşadığımız güne
şükretmeyi seçtik.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
45
analiz
ELEŞTİREL DÜŞÜNME
VE YARATICI PROBLEM ÇÖZME
Prof. Dr. Meltem YALINAY
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı
Günümüzde hepimizin en önemli
gereksinimi sağlıklı bir zihin ve düşünme sistemine sahip olmaktır.
Düşünme, duygulanım ve davranışı
beraberinde getirdiği için, bu akışta
lokomotif rol oynamaktadır. Rol modeller, deneyimler, değer sistemlerinin bir arada etkisi her kişiye özel
algılarla farklı düşünme kalıplarının
oluşmasına sebep olur. Algı olaylara
bakış açımızı belirleyen çok önemli
bir etkendir. Günlük düşünmelerimizin çoğu, düşünmenin algı aşamasında gerçekleşir. Düşünme hatalarının
çoğu ise algı hatalarından kaynaklanır. Algılar, duygu katmanlarında
birçok hassasiyetin ürünü olarak herkeste farklılık gösterir.
46
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Algılar bu denli düşünme süreçlerini
yönlendirirken farklı bakış açılarını
görebilmek kazandırılabilen bir beceridir. Farklı bakış açılarını görebilen
bir bireyin ne yapacağına ve neye inanacağına karar vermesi için çözümleyici, değerlendirmeye yönelik bilinçli
yargılarda bulunması ve bu yargıları
ifade etmesi ise eleştirel düşünme
kavramı içinde değerlendirilir. Eleştirel düşünmeden kasıt, okunan, bulunan ya da söylenen bilgilerin hakkında mutlak bir sonuca varmak yerine,
alternatif açıklamalar olabileceğini de
göz önünde bulundurmasıdır.
Eleştirel düşünmenin düşünme becerileri içinde yeri nedir? sorusu, bu
beceriler bir arada gözden geçirilecek olduğunda; “temel işlemler, problem çözme, karar verme, eleştirel
düşünme ve yaratıcı düşünme” olmak üzere aşamalı bir biçimde ele
alınabilir. Temel işlemler, neden
sonuç ilişkilerini belirleme, benzetmeleri belirleme, ilişkileri belirleme,
sınıflandırma ve nitelikleri belirleme olarak ele alınmaktadır. Problem
çözme, tanımlanmış bir zorluğun
üstesinden gelme, zorlukla ilgili bilinenleri birleştirme, zorlukla ilgili
toplanması gereken veriyi belirleme,
çözümler üretme, üretilen çözümleri sınama, problemlerin daha basit
ifade edilişIerini arama becerilerini
içermektedir. Karar verme, konuyla
ilgili bilgileri birleştirme, seçenekleri
kıyaslama, gereksinim duyulan bilgiyi belirleme ve nihayet seçenekler
içinde en uygununu belirleme becerilerinden oluşmaktadır. Eleştirel
düşünme becerileri kısaca; ifadeleri çözümleme, ifade edilmemiş
düşüncelerin farkına varma, önyargıların farkına varma, düşüncelerin
farklı ifade edilişIerini arama olarak
özetlenebilir. Yaratıcı düşünme ise
temel olarak düşünmenin mantığa,
sezgiye dayalı yönlerini kullanarak
özgün, estetik bir ürün ortaya koyma
becerilerinden oluşmaktadır.
Farklı bakış açılarının kazandırılmasını hedefleyen düşünme teknikleri ile
eğitim verilmesi birçok üniversitenin
çağdaş eğitim yaklaşımları arasında
yer almaktadır. Bilgi toplumu öğrencilerinin, eğiticinin sunduğu uyarıcıyı
edilgen olarak işleyen bireyler olarak
yetiştirilmesi yerine, öğrenme sürecine etkin olarak katılan bireyler
olarak yetiştirilmeleri gerekmektedir.
Bilgiyi seçme, örgütleme ve kullanma davranışları bakımından eleştirel
düşünme becerilerini kazanmış bireylerle bu becerileri yeterince kazanamamış bireyler arasında akademik
başarı düzeyleri arasında önemli
farklılıklar bulunmaktadır. Eleştirel
düşünme yöntemleri, yaratıcı problem çözme söz konusu olduğunda
bilginin organize edilmesi ve bir sonuca varmak için çok işe yaramaktadır.
Problem çözme olarak eleştirel düşünme, bir problem çözme aracı ve
araştırma yöntemi olarak ele alınmaktadır. Ancak değer, duygu ve
yargılamayı içermesi açısından nesnel problem çözme sürecinden farklı olarak ele alınmaktadır. Öncelikle
fark edilmesi gereken hiçbir problemin tek çözümünün olmadığı, her
zaman alternatiflerin olabileceğidir.
Problem çözme olarak eleştirel dü-
şünmede sonuca ulaşmadaki kriterler, seçenekleri tanımlama ve seçme
olarak tanımlanmaktadır.
Problem çözme basamakları öncelikle problemi açıklama ve tanımlama, ilgili bilgileri seçme, hipotezler
geliştirme, seçenekleri belirleme ve
seçme sürecin değerlendirilmesi ve
sonuç çıkarma olarak değerlendirilir.
Yaratıcı problem çözme ise mantıksal, olgusal, eleştirel, analitik düşünme özellikleriyle ortaya çıkmaktadır.
Eleştirel düşünme ve yaratıcı problem çözme becerileri nasıl kazandırılabilir? Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nde 2005 yılından beri bu
becerileri kazandırmak üzere başkanlığını yaptığım Eleştirel Düşünme
ve Sanat Kurulu olarak özel bir program uygulamaktayız. Eleştirel okuma, film eleştirisi, yaratıcı problem
çözme becerilerinin kazandırılması
hedeflenen bu program yerleşik tıp
eğitiminde yer almaktadır Görsel ve
düşünsel içeriklerle önce metin üzerinden sonra film üzerinden eleştirel okuma esaslarını kazandırmayı
hedefleyen program ikinci aşamada
yaratıcı problem çözme üzerine yoğunlaşmaktadır.
Bu konuda öncelikle De Bono Altı
Şapka Tekniği ile Yaratıcı Problem
Çözme yöntemleri karşımıza çıkmaktadır. İnsanların düşünme sistemleri
üzerinde araştırmalarıyla, düşünmeyi
öğretme konusunda öncülük yapan
Edward De Bono 6 düşünce kalıbına dikkat çekmektedir. Altı Şapkalı
Düşünme Tekniği’nin temelinde, düşünceleri altı farklı bakışı simgeleyen
farklı renklerdeki şapkaları takarak ya
da takmış gibi yaparak analiz etmek
ve yaratıcılığı geliştirmek vardır.
Altı Şapkalı Düşünme Tekniği olarak
isimlendirilen De Bono’nun fikirleri
aşağıdaki gibidir.
Prof. Dr. Meltem YALINAY
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
47
haber
1.Mavi şapka: Mavi serinkanlılığı
temsil eder ve her şeyin üstündeki
göğün rengidir. Düşünme sürecinin düzenlenmesi ve kontrolü
ile uğraşır. Esas olarak yola çıkılan
amacı belirler ve amaç üzerinde
kalmamızı amacımızdan sapmamamızı sağlar.
2.Beyaz şapka: Beyaz tarafsız ve
objektiftir. Bu şapka objektif bilgi
edinme, olgular ve rakamlarla ilgilidir. Problem çözme tam ve doğru
bilgi edinme ile başlamalıdır.
3.Kırmızı şapka: Kırmızı öfke tutku
ve duyguyu çağrıştırır. Duygusal
bir bakış açısı verir. Duygu farkındalığını arttırır.
4.Siyah şapka: Siyah karamsar ve
olumsuzdur, kötümserdir. Bir şeyin niçin yapılmayacağını görür.
Tehlikeli, riskli sakıncalı noktaları
gösterir.
5. Sarı şapka: Sarı güneş gibi aydınlık
ve olumludur. İyimser umutlu ve
olumlu düşünme ile ilgilidir. Sorun çözerken olumlu yönlerini fark
edilmesi umudu, motivasyonu ve
gücü arttırır.
48
len düşünme yollarındaki farkındalığı
arttırarak bireyin düşünme etkinliğini
belli bir düzene sokarak değerlendirmesini sağlayıp, düşünme yeteneğini
ve yaratıcılığını geliştirir.
Altı şapkalı düşünme kavramının iki
ana amacı vardır:
1.Düşünürün her seferinde sadece
bir şeyle uğraşmasını sağlayarak düşünme faaliyetini sadeleştirmektir. Altı şapkalı düşünme
tekniği ile düşünür duyguların,
mantığın, bilginin, umut ve yaratıcılığın hepsine aynı anda dikkat
etmek yerine onlarla ayrı ayrı ilgilenebilme olanağı sağlar.
2. Gerekli düşünme biçimlerine istenildiği anda geçiş yapmayı sağlamaktır. Düşünme şapkalarının bir
tür kısaltılmış talimatlar olduğu
söylenebilir. Altı şapka kavramından en fazla yararın sağlanabilmesi için herkesin oyunun kuralları
hakkında bilgi sahibi olması gerektiği açıkça ortadadır. Altı şapkalı kavram, ancak insanlar arasında
bir tür ortak dil haline geldiğinde
verimli olacaktır.
6.Yeşil şapka: Yeşil bereket ve verimli büyüme demektir. Yaratıcılık
ve yeni fikirlerle ilgilidir. Problem
çözme basamaklarında sonuç çıkarma noktasında etkin çalışır.
Altı Şapkalı Düşünme tekniğinin yararları aşağıdaki gibi toparlanabilir:
Altı Şapkalı Düşünme Tekniği, belirti-
3.Düşüncelerin ve duyguların belli
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
1. Yaratıcılığın gelişmesini sağlar.
2. Karar verme becerisini geliştirir.
bir düzene sokulmasını ve sistematikleşmesini sağlar.
4.Bireylere düşünme yollarını öğretir. Tek bir düşünme türüne takılıp
kalmalarını ve gereksiz tartışmalara girmelerini önler.
5. Katılanlar bilgi ile duygu, duygu ile
avantajı riski, yaratıcı fikirleri ayırt
eder.
Sonuç olarak düşünmenin geliştirilmesi, düşünme yollarının öğrenilebilmesi heyecan vericidir. Tıkanıp
kalan çözümün bulunmasında zorluk
yaşanan birçok alanda seçenekleri
fark edebilmek çok önemlidir. Düşünme yollarının geliştirilebilmesi
için yukarıda gözden geçirdiğimiz
yöntem, eğitimde, birçok profesyonel alanda problem çözme konusunda ve bireysel gelişimimizde çözüme
odaklı yolları görebilmemiz konusunda oldukça faydalı görülmektedir.
Böyle bir programın tıp fakültesinde
uygulanması esasen farklı bakış açısı ile düşünebilen bir hekimin kendi
olgu çözümlemelerinde bu düşünme yolları ile hastayı fiziksel ve duygusal bir bütün içinde değerlendirip
tanı ve tedavi süreçlerine destek
verebilmektir. Düşünme, duygu ve
davranış işleyişinde önce kendi sağlıklı farkındalığımız başta kendimiz
olmak üzere etrafımızdaki herkese
fayda sağlayacaktır.
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
analiz
AKILCI AĞRI KESİCİ
İLAÇ KULLANIMI
Prof. Dr. Emine Nur TOZAN
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi
Algoloji Bilim Dalı
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), bir insanlık hakkı olarak sağlık ve sağlığa
erişmekte eşitlik ilkesinden hareketle, ilaca erişebilirliğin uzun vadeli ilaç
politikalarının ayrılmaz bir parçası
olarak görülmesi gerektiği sonucuna
varmıştır.
Tüm dünyada yanlış, gereksiz, etkisiz ve yüksek maliyetli ilaç kullanımı
çeşitli boyutlarda sorunlara neden
olmaktadır. Bu etkiler arasında hastalık ve ölüm oranlarında artış olması, ilaçların yan etki riskinin artması,
kaynakların yanlış tüketilmesiyle
sonuçta temel ilaçlara bile ulaşılabilirliğin azalması, acil ve temel ilaçlara karşı gelişebilecek dirence dayalı
olarak, tedavinin ekonomik ve sosyal
maliyetinin artması sayılabilir. Bu ne50
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
denlerden dolayı dünyada çeşitli çözüm yolları üretilmeye, geliştirilmeye
çalışılmıştır. Bu bağlamda dünyada
“Akılcı İlaç Kullanımı (AİK)” çalışmaları
başlatılmıştır.
1985 yılında Nairobi’de yapılan DSÖ
toplantısı AİK çalışmaları için başlangıç sayılmaktadır. AİK, DSÖ tarafından; kişilerin klinik bulgularına ve bireysel özelliklerine göre uygun ilaca,
uygun süre ve dozda, en düşük maliyette ve kolayca ulaşabilmeleri olarak
tanımlanmıştır.
azalmasına, ilaç etkileşimlerine, bazı
ilaçlara karşı direnç gelişmesine, hastalıkların tekrarlamasına ya da uzamasına, advers olay görülme sıklığının artmasına, tedavi maliyetlerinin
artmasına neden olur.
Bir endikasyon için uygun ilaç, etkililik, güvenlik, uygunluk ve maliyet kri-
Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre, ilaçların % 50’sinden
fazlası uygun olmayan şekilde reçetelenmekte, temin edilmekte veya
satılmaktadır. Tüm hastaların yarısı
da ilaçlarını doğru şekilde kullanamamaktadır.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde
de yanlış ve gereksiz ilaç kullanımı
halk sağlığını etkileyen ciddi bir sorundur. Akılcı olmayan ilaç kullanımı hastaların tedaviye uyuncunun
Prof. Dr. Emine Nur TOZAN
terleri dikkate alınmışsa akılcı olarak
seçilebilir.
Akılcı İlaç Kullanımının sağlanması
konusunda farkındalığın oluşturulması ve toplum bilincinin artırılmasında hekim, eczacı, hemşire, diğer
sağlık personeli, hasta/ hasta yakını,
sektör, düzenleyici otorite, meslek
örgütleri ve diğer (Medya, Akademi
vb.) gruplar sorumluluk sahibi taraflar olarak sayılabilir.
Ülkemizde kontrolsüz ve doktor reçetesiz kullanılan ilaç grupları: Ağrı
kesiciler, Antibiyotikler ve Antidepresanlar olarak en sıklıkla sıralanmaktadır.
Algoloji (Ağrı Bilimi)’de kullanılan
ağrı kesiciler gruplandırılarak ve her
hastaya özel olarak doz ayarlaması
yapılarak kullanılmaktadır.
Ağrı kesiciler kırmızı ve yeşil reçeteli
ya da mutlak uzman doktor reçetesi
ile yazılması gerekebilir. Tekrarları,
kullanım dozları, süreleri, yan etkileri
ve takipleri her hastada değişkenlik
gösterir. Bu neden ile bir hastaya yazılan bir ağrı kesici, ilgili doktor dışında kişilerce aralarında tavsiye üzerine
kullanılmamalıdır. Aksi takdirde, ki
bizler çok sık olarak karşılaşmaktayız;
alerjik reaksiyonlardan, solunumun
durmasına, kalp krizine ve hatta ölüme kadar gidebilen yan etkiler görülebilmektedir. Hastalarımızın özellikle ağrı kesicileri, doktor tavsiyesi ile
ve kontrolleri yapılarak kullanılması
önerilmektedir. Etkilerinin daha hızlı
görülmesi ve özellikle yan etkilerinin
minimalize edilebilmesi için doktor
endikasyonlu kullanım şarttır.
Bizim hastalarımızın genel kanaat
olarak ağrı kesici başlığı altında kullanılan ilaçları sadece “enjeksiyon” şeklinde istemeleri de ilginçtir. Damardan ya da kalçadan kas içine yapılan
ağrı kesicilerin daha etkili olduğu ve
kökten çözüm yarattığı şeklinde genel bir yaklaşım vardır. Hâlbuki özellikle kronik ağrı tedavisinde temel
kullanım şekli ağızdan (oral) olarak
önerilmektedir. Bu konuda da biz
hekimler, hastalar tarafından yönetilmeye çalışılır. Farklı kullanım yolları,
her ağrıda, her kişide, hastalıklarda
ve ağrının seyrine göre belirlenir.
Özellikle kronik ağrı tedavisinde;
analjezikler, ağrı oldukça değil, ağrı
olsa da olmasa da belirli aralıklarla,
belirli bir süre düzenli kullanılmalıdır.
Multimodal analjezi ise; tek bir etki
için birbirinden farklı ilaçlar nispeten
düşük dozlarda ve farklı ilaç gruplarından beraberce kullanılırlar. Bu
ilaçların içinde: antidepresanlar, antiepileptikler, özel vitaminler, kortizon
bulunmaktadır. Hastalar çoğunlukla
şaşırarak geri dönüş yaparlar “ağrı kesici yazmamışsınız” diye. Ya fa komşu
arkadaş, ilacı tedarik edecek kişilerce
maalesef ki yanlış yönlendirilirler.
Özet olarak; ilaç ve zehrin arasındaki tek fark; dozu ve kullanım şeklidir.
Hekim kontrolü olmadan hiçbir ilaç
ama hiçbir ilaç kullanılmamalıdır.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
51
sağlığımıziçin
YAŞAMAK İÇİN BESLENMEK
Banu SALMAN
Uzman Diyetisyen
Sağlıklı ve dengeli bir yaşam tarzını bir ömür boyu benimseyebilmek
hepimizin en çok arzu ettiği şey aslında.. Ve aslında hepimiz; sağlıklı yaşam seçeneklerinin neler olduğunu,
sağlıklı beslenmeyi, sporun önemini,
daha az alkol tüketmemiz, sigarayı
bırakmamız ve zayıflamamız gerektiğini çok ama çok iyi biliyoruz..
Ancak bütün bunları biliyor olmakla,
harekete geçmek, bildiğimiz şeyleri uygulamak ve yaşam tarzı haline
getirmek arasında çok fark var. Hayatımızda pozitif yaşam değişiklikleri
yapmak kolay değildir. Yapılan değişiklikleri kalıcı hale getirmek ise daha
da zordur. Kolay olsaydı; günümüzde
moda diyetler, spor merkezlerine
yapılan üyelikler, bireysel gelişim uzmanları, yaşam koçları ve medyanın
konuya olan ilgisi her geçen gün artıyor olmazdı..
52
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Yaşamın her döneminde sağlıklı olmak, yeterli ve dengeli beslenmenin
bir sonucudur. Kim uzun ve sağlıklı
bir yaşam istemez ki? Sağlıklı ve kendini iyi hissetmeyi etkileyen faktörler
iki çeşittir:
• Değiştirilemeyen özellikler: Yaş,
cinsiyet ve aile hikayesi gibi
• Değiştirilebilen özellikler: Yaşam
tarzı, çevre, kişinin seçileri gibi
kaçmadan, vücudun gereksinmesine
yetecek kadar besin alınmasıdır. Bunun için;
• Her çeşit besini tüketin
Besin seçimi yaparken, gün içinde
birçok besin grubundan tüketmeye
çalışmalısınız. Yiyecek ve içeceklerin
çoğu birkaç çeşit besin öğesi içermektedir. Fakat hiçbir tek başına ih-
Değiştirilebilir özellikler, şimdiki ve
hatta 30-40 yıl sonraki sağlık durumunuzda büyük rol oynar. Yediğiniz
besinler, aktivite durumunuz, sigara
tüketiminiz, alkol kullanımınız gibi
yaşam tarzı seçimleriniz özellikle çok
etkilidir.
Daima hatırlayın, beslenmenizdeki küçük değişiklikler sağlığınızda
önemli farklılıklar yaratabilir.
Yeterli ve dengeli beslenme denilen şey
“Daha iyi beslen, daha iyi hisset, daha
iyi yaşa ve daha iyi çalış.. ”
Yeterli ve dengeli beslenme; aşırıya
Uzm. Diyetisyen Banu Salman
tiyacımız olanın hepsini içermemektedir.
Her besin grubundan tüketmeye çalışırken; bazı noktalara dikkat etmek,
alınan besinin kalitesini ve vücuttaki
kullanımını artırmaya yardımcı olur.
• Yağ tüketiminizi azaltın
Yağ sağlık için gerekli bir besin öğesidir. Enerji vermesi yanı sıra vücudumuz için gerkli bir çok yağ aidini
de içerir ve kanda bazı vitaminlerin
taşıyıcısıdır. Fazla miktarda alınan
yağ sağlığınızı olumsuz yönde etkilemektedir. Fala miktarda yağ tüketimi
şişmanlık, kalp hastalıkları, diyabet
ve daha bir çok sağlık problemini beraberinde getirmektedir. Bu nedenle
yağsız et ve az yağlı besin tüketimine
yönelmeli, düşük yağlı pişirme yöntemlerini kullanarak, fazla yağlı sos
ve kremalardan uzak durmalısınız.
• Tahıl, meyve ve sebze
tüketiminizi arttırın
Bu grupta yer alan besinler; vitamin,
mineral, kompleks karbonhidratlar
ve posa açısından zengindirler. Yağ
eklemediğiniz veya yağda kızarmadığınız sürece yağ içerikleri çok düşüktür. Kurubaklagiller, proteinden
de oldukça zengindir. Sağlığımız
için enerjimizin çoğunu bu grupta
yer alan besinlerden sağlamalıyız.
Bu besinlerden zengin beslenerek;
kalp hastalıkları ve bazı kanser türleri
başta olmak üzere diğer bazı önemli
hastalıklara yakalanma riskini azaltabiliriz.
• Şeker tüketiminden uzaklaşın
Benim de katıldığım ve Haziran 2014
ile Ocak 2015 tarihlerinde Dünya
Sağlık Asamblesinde üye ülkelerin
ve temsilcilerinin bir araya geldiği
BM toplantısında, Bulaşıcı Olmayan
Hastalıkların Önlenmesi ve Kontrolü
konusunda bir Küresel Eylem Planını
kabul edildi ve obezitenin ve obezite
ile bağlantılı olarak diyabet hastalığında görülen artışın önüne set çekilmesi çağrısında bulunuldu.
Toplantıda bu kapsamda; Aşırı kilolu
bebekler ve çocukların sayısını azaltmanın büyük önem taşıdığı vurgulanarak özellikle şeker tüketimine dikkat çekildi. Özellikle çocuklarda şeker
tüketiminin toplam alınan enerjinin
%10’unu aşmaması konusunda fikir
birliğine varıldı ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından da öneri olarak yayınlandı. Bu miktar günde ortalama
40 gr şekere denk geliyor. Meyve ve
sebzelerden gelen şeker bunun dışında tutulmakla birlikte sofra şekeri
ve bununla yapılmış tüm gıdalar bu
sınırlamaya dahil edilmekte. Tabii burada 1 yemek kaşığı ketçapta 4 gram,
1 kutu gazlı içecekte 40 gram şeker
olduğunu da hatırlatmakta fayda var.
Beslenmeye İlişkin Altın Öneriler..
Tükettiğimiz pek çok besinde şeker
doğal olarak bulunmaktadır. Dolayısıyla şekerli yiyecek ve içecekleri tüketmemeye özen gösterin.
• Günde en az 2,5 litre su için
• Alışverişe tok karnına çıkın
• Fazla tuz tüketiminden kaçının
Sodyum, bir besin öğesi ve pek çok
yiyeceğin doğal bir parçasıdır. Tuz,
sodyum ve klordan oluşmaktadır. Bir
çok kişide fazla alınan sodyum vücuttan atılmaktadır. Fakat bazı kişilerde
kan basıncı sodyuma duyarlıdır. Bu
kişilerde alınan fazla sodyum, yüksek
kan basıncını (Hipertansiyon) oluşturmaktadır. Bu tip kişilerde alınan
fazla sodyum ve aldığı tuz miktarı
sınırlandırılmaktadır. Bu nedenle;
normal düzeylerde tuz tüketmek, ileriki yaşlarda oluşabilecek bir yüksek
tansiyon problemini engelleyebilir.
Yine aynı şekilde kan basıncı sodyuma duyarlı, fakat bunu farkında
olmayan bireyler için de az tuzlu beslenmek sağlıklı bir seçim olacaktır.
Yemeklerde lezzet verici olarak tuz
yerine baharatların kullanılması, sebze ve meyve tüketiminin artırılması
ve besin ambalajlarının etiketlerinde
sodyum ile ilgili bilgilerin okunması
sodyum alımını dengelemede dikkat
edilebilecek noktalardır. Vücudunuzun normal işlevini sürdürebilmesi
için sağlıklı bir bireyin günlük 500
mg sodyum alımı “güvenli ve yeterli”
minimum miktar olarak belirlenmiştir ve bu miktar yaklaşık ¼ talı kaşığı
kadardır.
• Alkol tüketiminize dikkat edin
Alkollü içecekler enerji verici ancak
vücut için besleyici değeri olmayan içeceklerdir. Fazlası zararlıdır ve
bazı vitamin ve minerallerin vücutta
kullanımını engelleyebilir. Özellikle
gebe ve emzikli annelerin alkol tüketmemesi gerekmektedir.
• Fazla
kilolarınızdan dengeli bir
beslenme programı ile kurtulun
• Yaşamınızı fiziksel aktivite ile destekleyin
• Azar azar sık sık beslenin. Porsi-
yonlarınızı mümkün olduğunca
küçültün.
• Günün
altın öğünü olan sabah
kahvaltısını asla ihmal etmeyin.
ve
evde kalorisi yüksek besinler bulundurmayın.
• Besinlere dokunmadan önce mutlaka ellerinizi yıkayın
• Satın aldığınız gıdaların son kul-
lanma tarihini ve içindekiler etiketini mutlaka okuyun
• Yemeklerinizi yaparken yağın yan-
mamasına özen gösterin. Çünkü
yağlar yandıkça kanser yapıcı
maddeler oluşturur.
• Süt ve yoğurdun kaymaksız olan-
larını tercih edin. unutmayın ki;
kaynatılmış ve pastörize edilmiş
sütler, cam kavanozda buz dolabında 1-2 gün, kutusu açılmış
sterilize sütler en fazla 3 gün saklanabilir.
• Et ürünlerini tüketirken görünür
yağlarından iyice temizleyin . tavuk ve balığı derisiz olarak tüketin.
• Et ürünlerini haşlama, buğulama
veya ızgara olarak tüketin.
• Yumurtaların kirli, çatlak olanlarını
satın almayın ve yumurtayı kullanmadan önce mutlaka iyice yıkayın.
• Pilav yapımında pirinci kavurma-
dan pişirmeniz protein kalitesini
artıracaktır.
• Sebze
ve meyveleri yemeden
önce mutlaka bol su ile yıkayınız
• Sebze
salatalarına ekleyeceğiniz
limon yada sirkeyi yiyeceğiniz zaman eklemeniz A ve C vitamini
kaybını azaltır.
• Şuruplu ağı hamur tatlıları yerine
sütlü tatlı, meyve veya salata yemeye çalışın
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
53
gündem
HER SAĞLIK HABERİNE
İNANMAYIN!
Esra ÖZ
Biyolog, Sağlık Habercisi ve Sosyal Medya Uzmanı
Hastane koridorlarında dolaşırken,
haber için gittiğim hocanın odasını
bulduğumda bir tebessüm belirdi
yüzümde, kapıyı tıklatıp girdim. İçeride kalabalık bir ekip vardı, gazeteci olduğumu söyleyince hocanın
yüzünde genel bir tedirginlik oluştu
her zaman olduğu gibi ve içimden
her konuşulanın haber olma değeri
taşımadığı elbet bir gün anlaşılacak
diye düşündüm. Bir doktor “Her gün
haberleri açtığımda içim kararıyor.
Hiç mi güzel bir şey olmuyor, hep
mi kötü olaylar haber oluyor? “diye
yakındı. Bu sözleri duyduğumda ise
haberin dışında başka bir sohbete
yelken açtık, hayret dolu ifadelerini
gözlerinden anladığım bir kalabalık
ekip ile basının bilinmeyen yüzünü
konuştuk…
“Haberleri izlediğimde içim kararıyor,
sanki yüreğime fil oturuyor” şeklinde sözlere o kadar alışığım ki, sanki
yapılan her haberden her gazeteci
sorumlu gibi yanlış bir algı var. Gazetecilik hakkında bilinmesi gereken o
kadar çok konu var ki!
Hayatta her gün çok güzel gelişmeler
oluyor ancak insanlar korkunca daha
çok dikkat ediyor ve okuyor. Yapılan
bir araştırma sonucuna göre özellikle
entelektüel birikimi olanlarda korku faktörü işe yarıyor. Durum böyle
olunca da ya insanlara boş umutlar
ve mucizeler sunuluyor ya da korku
dolu içeriklerin olduğu haberler servis ediliyor.
Her gün kansere çözüm bulunuyor,
her gün beynin şifresi çözülüyor.
Peki, bu haberlerden sonra hayatımızda ne değişiyor? Yapılan bu cahilce haberler ve atılan fiyakalı baş-
54
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
lıkların geçerliliği ne kadar oluyor?
“Bu haberleri yapanlar bunu bilmiyor
mu?” diye yakınanlar önce “ben neler
yapabilirim?” diye bir düşünmeli! Neden mi? İşte yanıtı:
• Okuduğunuz her haberi sorgulayın?
• Haberlerde yer alan “uzman” gerçekten o alanda uzman mı?
• Her konuda konuşan ve ahkâm
kesen sözde uzmanlardan uzak
durun ve prim vermeyin!
• Gazete, televizyon ve siteleri tanı-
yın, hangi medya kuruluşu nasıl
haber yapıyor inceleyin?
• Medya kuruluşlarının ve gazeteci-
lerin yanlış ve etik dışı tutumlarına
dikkat edin!
• Uzman ve branşlaşmış muhabirlere sahip çıkın!
• Etik bir duruşu yoksa bir gazetecinin, ona tepki gösterin!
• Herkes
gazeteci herkes haberci
olma hevesinde, buna bir dur deyin! Bu bir meslek, hobi değil!
• Sağlık
okuryazarlığı gelişmeli ki,
medya da değişim olabilsin. Geri
bildirim çok önemli.
• Her haberi okumayın, siz tıklamaz
ve tepkinizi koyarsanız o alanda
bir adım atmış olursunuz!
Bunları yaptığınızda neler mi olur?
Uzman ve branşlaşmaya imkân bulan gazeteciler, kendi alanlarındaki
çalışmalara daha titiz yaklaşırlar. Her
gazeteciye güvenmeyin, etik, objektif ve güvenilir bir çizgisi olmayan
gazetecilerin haberlerini okumayın.
Özgün içerik üretebilenlerin haberleri ufkunuzu açacaktır. Bu alanda ciddi
çalışmalar yapılacak ve etik ilkeler gelişecek. Haberci, altına imzasını attığı
haberi yaparken düşünecek. Geri dönüş ve doğru gazetecileri desteklerseniz, bu yanlışlar düzeltilir.
Her uzmanım diyene inanmaz ve
fırsat vermezseniz, bunlar belli bir
zaman sonra medyada yer bulamaz
hale gelirler. Herkes kendi uzmanlık
alanında konuşmalı, bir kişi her şey
hakkında konuşamaz. Uzmanlık alanında söz sahibidir. Böyle olmalıdır!
Gazetelere tepki gösterirseniz ve tık
oranlarınızı ona göre ayarlarsanız,
medya kuruluşları çizgilerini ve duruşlarını belirlemek durumunda kalır.
Gazetecilik bir meslektir! Lütfen
bunu hobi gibi bir heves gibi görmekten vazgeçilsin ya da işlerinden
istifa edip gazeteci olarak iş bakıp,
çalışsın. Bu alanda çalışan ve iş olarak
görenleri destekleyin ki, sürekli türeyen yanlış haberler dursun. Sosyal
medyada zamanla çok değişiklikler
olacak. Bu konuyu başka bir yazımda
ele alacağım.
Her haberi okumaz ve inanmazsanız,
bir süzgeç geliştirirsiniz. Her haber
birçok sitede yer bulamaz hale gelir,
haberler seçilerek yayınlanır. Ayrıca,
psikolojiniz bozulmaz, felaketlerle
dolu içerikler ilgi çekmediği için bir
dönem sonra normal gelişmeler verilir, mucize adı altında sanki Nobel
Ödülü almış gibi basit çalışmalar aktarılmaz.
Kısaca her haberi okumayın, hayatınız güzelleşsin.
Hastanelerinizin
daha etkin
yönetimi ve
verimliliği için...
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
55
analiz
DOĞUM BİÇİMLERİ
Op. Dr. Gökçen ERDOĞAN
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı
Bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olarak, gebeliğini takip ettiğim
anne adaylarına, tıbbi olarak gerekmediği takdirde normal doğum yapmanın en doğru seçenek olduğunu
anlatırım. Çünkü ‘ben sezaryen yapmıyorum, normal doğuma mecbursunuz’ demekten çok daha anlam
yüklü ve uzun vadede yerleşmesi
daha kolay bir yol olduğunu düşünüyorum. Yetişkin insanlara, hayatlarının en hassas döneminde önemli bir
kararı dikte etmek, onları zorlamak
ve mecbur kaldığına inandırmak
yoluyla bir mutlu sona hazırlamak
fikrini sevmiyorum. Elbette doğum
anne adayının değil hekimin kararı
olmalıdır. Ancak yerleşmiş alışkanlıklardan sıyrılmak için geçiş sürecini de
olabildiğince yumuşatmak gerekir.
56
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Aslında aklımda ve dilimde basit bir
de özet var. ‘Adı üzerinde, anne için
de bebek için de normal olan normal
doğumdur.’
Hekimin gerekli olduğuna karar
vermediği durumlarda sezaryen neredeyse’ tercih edilmiş ameliyat’tır.
Vajinal doğum da dediğimiz normal
doğumun, sezaryen ameliyatı ile
gerçekleşen doğumlara göre bazı
avantajları, anne ve bebek açısından
yararları vardır. Bunları bilmek, anlatmak, normal doğum oranlarını artırmaya yararlı olacaktır.
Normal doğumun bebeğe faydaları:
• Normal doğum ile dünyaya ge-
len bebeklerde solunum sıkıntısı
gelişme riski daha azdır. Bunun
nedeni bebeğin doğum kanalından geçerken uğradığı baskıdan
dolayı akciğerlerindeki amnion
suyunun atılması olarak düşünülmektedir.
• Normal doğumla dünyaya gelen
bebekler sezaryen ile doğanlara
göre yoğun bakıma daha az alınırlar.
• Normal doğum ile doğan bebekle-
rin anne memesini emme, memeye masaj yapma gibi becerilerinin
daha iyi olduğu gözlemlenmiştir.
• Bebeğin normal doğum sırasında
doğum kanalından geçerken ağzı
ile temas ettiği bakterilerin bağışıklık sisteminin gelişmesinde faydalı rol oynadığı düşünülmektedir.
• Normal
doğumun ilerlemesi sırasında bebekte meydana gelen
hormonal dalgalanmaların bebeğin doğumdan sonra anne ile
bağlantı kırmasında faydalı olduğu düşünülmektedir. Normal doğum sırasında bebekte salgılanan
endorfin hormonu (mutluluk hormonu ) bebeğin kordon kanında
tespit edilmiştir. Bu hormonlar bebeği dış ortama hazırlar.
• Normal doğum sonrası anne ile
bebek arasında cilt teması daha
hızlı ve kolay gerçekleşir. Bu temas
bebeğin anneye bağlanması ve
gelişimi açısından çok önemlidir.
Normal doğumun anneye faydaları:
• Normal doğumdan sonra annenin
iyileşmesi ve günlük hayata dönme süresi çok kısadır.
• Normal doğumda doğum sonrası enfeksiyon ve kanama benzeri
komplikasyonlar daha azdır.
• Normal
doğum yapan annenin
rahminde bir kesi veya hasar oluşmadığı için sonraki doğumlarını
da normal yolla yapma şansı vardır. İleriki hayatında geçirebileceği
karın ameliyatları için bir risk taşımaz.
• Normal
doğum yapan anneler
hastaneden daha kısa sürede taburcu edilirler. Bu hem sağlık açısından hem parasal açıdan anneye fayda sağlar.
• Normal
doğum yapan bir anne
büyük bir güven ve başarma duygusu hisseder.
• Normal doğumda sezaryene göre
“doğum sırasında anne ölüm oranı” daha azdır.
• Normal vajinal doğum yapan annenin doğum sonrasında ağrı şikayeti sezaryene göre çok azdır.
Sezaryenin yararları
Doğumun normal olmasının yararları
yanında elbette sezaryenle doğumun yararları epey azdır. En önemli
yarar, gerek görüldüğü durumlarda
sağlıklı bir doğum gerçekleşmesi
ve can kaybının yaşanmasını önlemesidir. Ancak tekrar tekrar üstüne
basmakta fayda var ki hekim gerekli görmedikçe, sezaryen tercihli bir
ameliyat olmaktan öteye gitmez.
Anne ve bebeğin sağlığı risk altındaysa mutlaka tercih edilmesi gereken bu yöntem, genelde annelerin
normal doğum sancısı korkusu nedeniyle seçilmektedir. Elbette üzülerek
söylüyorum ki sezaryenin tercih edil-
mesini sağlayan ve anne adaylarını
bu şekilde yönlendiren hekim arkadaşlarımız da mevcuttur.
Ortada herhangi bir risk belirtisi yokken ve normal doğum mümkünken
sadece isteğe bağlı olarak yapılan
bir sezaryen ameliyatı herhangi bir
avantaj sağlamaz. Anneyi ve bebeği
normal doğumun birçok faydasından mahrum eder. Ayrıca sezaryen
ameliyatının kısa ve uzun vadeli bazı
dezavantajları da vardır. Planlı ve istemli sezeryan ameliyatı olmak isteyen bir anne bu fayda-zarar şartlarını
iyi bilerek kararını vermelidir.
Normal doğum ne zaman imkansız
hale gelir?
Kadının genital kemiğindeki doğumal veya sonradan olmuş deformiteler, ileri derecede kalp hastalıkları,
doğum masasında pozisyon almasını
engelleyecek fiziksel kısıtlamalar ile,
bebeğin çok iri olması, ileri derecede
gelişme geriliği olması ve doğumların %96’sında olduğu gibi baş gelişi
ile değil, yan, makat veya ayakları ile
doğum kanalına girdiği durumlar sezaryen gerektiren bebeğe ait durumların başında gelir.
Türkiye’de Verilerle Doğum
Açıklanmış resmi verilere göre; 2014
yılında Türkiye’de yapılan doğumların yüzde 52’sinin sezaryen olduğu
belirlendi. Bakanlık, 81 ilde normal,
sezaryen ve primer sezaryen verileri ile ‘Türkiye Sezaryen Haritası’nı
çıkardı. 2014 yılında ülkemizde bir
milyon 326 bin 130 doğum gerçekleşti. Bu doğumların yüzde 52’si (694
bin 164’ü) sezaryen, yüzde 46’sı (611
bin 585) normal ve yüzde 2’si (20
bin 381’i) müdahaleli oldu. Sezaryen
oranlarında ilk sırada yüzde 73 ile
Tunceli yer aldı. Tunceli’de gerçekleşen 768 doğumun 624’ü sezaryenle
oldu. En düşük sezaryen ise yüzde
21,7 ile Siirt’te gerçekleşti.
Sezaryen Çok Yaygın
Türkiye
Kamu
Hastaneleri
Kurumu’nun yaptığı çalışmaya göre
2014 yılında devlet hastaneleri, üniversite hastaneleri ve özel hastanelerdeki normal ve sezaryen doğumlar
tek tek incelendi. Bakanlık verilerine
göre 81 ilde 2014 yılında bir milyon
326 bin 130 doğum gerçekleşti. Bu
doğumların 694 bin 164’ü yüzde
52’lik kısmı sezaryen. Doğumların
yüzde 46’sı (611 bin 585’i) normal
olarak gerçekleşirken müdahaleli
doğum sayısı ise yüzde 2 yani 20 bin
381 oldu. Sezaryen doğum oranları
devlet hastanelerinde yüzde 37, üniversite hastanelerinde yüzde 67 ve
özel hastanelerde ise yüzde 70 oranında.
Ülkemizde 2011 ve 2012 yıllarında
sezaryen oranı yüzde 50’lerde iken
bu rakam 2014 yılında yüzde 52’lere
kadar yükseldi.
Sağlık Bakanlığı’nın normal doğumu
teşvik için gerçekleştirdiği çalışmalara hekimler ve bilinçli ebeveyn adayları olarak bizler de canı gönülden
iştirak etmeliyiz.
İl İl Sezaryen
Sezaryenle doğumlarda oran olarak
ilk sırada yüzde 73 ile Tunceli geliyor.
En düşük sezaryen ise yüzde 22 ile
Van ve Siirt’te gerçekleşti. Siirt’teki 2
bin 744 doğumun 596’sı (yüzde 22)
ve Van’daki 15 bin 597 doğumun 3
bin 483’si (yüzde 22) sezaryenle yapıldı. Rapora göre 81 ilden 7’sinde
(Tunceli yüzde 73, Amasya yüzde
51,6, Artvin yüzde 52,Kırşehir yüzde
51,9, Sakarya yüzde 50, Uşak yüzde
56,1, Zonguldak yüzde 53,) doğumdan biri sezaryenle yapıldı. Sezaryen
doğum oranlarının yüzde 30’un altında olduğu 4 il bulunuyor.
Büyük Şehirlerde Sezaryen
Büyükşehirlerdeki sezaryen oranları
ise yüzde 55’ler civarında. İstanbul’da
yılın ilk 12 ayındaki doğumların yüzde 57’si sezaryen. Diğer bazı büyükşehirlerde ise doğum oranları şu şekilde: “Adana yüzde 64, Ankara yüzde
53, Bursa yüzde 53, Diyarbakır yüzde
39,Erzurum yüzde 41, Eskişehir yüzde 55, İzmir yüzde 64, Trabzon yüzde
59, Şanlıurfa yüzde 33.”
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
57
analiz
KRONİK HEPATİT B TEDAVİSİNDE DE
HEPATİT C’DEKİ GİBİ YÜZDE 100’E
VARAN BAŞARI MÜMKÜN OLACAK MI?
Prof. Dr. Hasan ÖZKAN
Hepatit B Tarihe mi Karışacak
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Söz konusu yeni ilaçların halen mevcut tedavide kullanılan antiviral
ilaçlardan farklı olarak HBsAg matbaası olarak da tanımlanan cccDNA
(covalently closed circular DNA)’ya
etki ederek tam anlamı ile virüsün
vücuttan yok edilmesine yol açtı.
Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi
Avrasya Gastroenteroloji Derneği
Genel Başkanı
Avustralyalı bilim adamları Hepatit
B’de gelecek vaat eden yeni bir tedavi
geliştirdiklerini duyurdular. Faz 1 ve
Faz 2 çalışmaları tamamlanan ( klinik
öncesi modellerde uygulanan) tedavi Hepatit B enfeksiyonunu tamamen
ortadan kaldırdı. Yapılan çalışmada
yüzde 100 başarılı sonuç alındı söz
konusu tedavi Hepatit B enfeksiyonları için çığır açacak gibi görünüyor.
Ardından başka bilim adamlarının da
başka ajan ve yöntemlerle yeni çalışmalar yaptıkları bildirildi.
58
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Avustralya Melbourne’deki Walter ve
Eliza Hall Enstitüsünde Dr. Marc Pellegrini ve Dr. Greg Ebert başkanlığındaki ekibin yaptığı araştırma hepatit
B hastaları için yeni ve önemli bir
umut kaynağı olabilecek.
Dr. Marc Pellegrini ve ekibinin Aralık
2014’den bu yana yaptıkları klinik
öncesi çalışmalarda yüzlerce uygulamanın hepsinde söz konusu tedavi
hepatit virüsünü yüzde 100 başarı ile
ortadan kaldırdı. Dünyada iki milyardan fazla insan Hepatit B ile enfekte
ve yaklaşık 400 milyon kronik Hepatit
B’li hasta var. Hepatit B virüsü karaciğer hücrelerini enfekte eder ardından siroz ve karaciğer kanseri gelişir.
Hepatit B dünyada her yıl 1 milyondan fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan çok önemli komplikasyonlara yol
açabiliyor.
Yeni geliştirilmekte olan ilaçlar, karaciğer hücresinde virüsün çoğalması
ve HBsAg’nin kopyalanmasını önliyerek etki edebilen bilimsel olarak da
capsid inhibitörü, entry inhibitörü,
siRNA - ACR 520, TLR 7 agonisti olarak bilinen ajanlardır. Yeni tedavideki
ana hedef cccDNA’yı yok etmek olup
mevcut tenofovir, entekavir, lamivudin ve telbivudin isimli antiviral ilaç-
lar bunu gerçekleştirememektedirler.
Dolayısı ile kullanıma girdiklerinde
şifaya yakın başarı elde edilebileceği
düşünülmektedir.
Türkiye’deki Hepatit B hastalarının
sürekli olarak kendilerine yeni bir
tedavi olup olmadığını sorduk. Bu
umut vaad eden tedavi ajanlarının
bir an önce klinik çalışmalarının tamamlanarak ülkemizde uygulanabilmesi için bilim insanları olarak elimizden geleni yapıyoruz.
den olmadığı için çoğunlukla geç dönemde teşhis edilmektedir. Tedavisiz
kalan hastalar karaciğer sirozu, karaciğer yetmezliği ve karaciğer kanseri
riski ile karşı karşıya. Ayrıca bu kişiler
virüsü başkalarına bulaştırma potansiyeline de sahip. Bu nedenle riskli
bireylere tarama testleri yapılması
ve tespit edilen hastaların tedaviye
yönlendirmeleri önemli. Mevcut tedaviler kronik hepatit B’li hastalarda
karaciğerin siroza ve kansere gidişi-
ni engellemekte ve tedavi alanların
%20’sine yakınında da HBsAg kaybına yol açabilmektedirler. Yeni geliştirilmekte olan ilaçların bu şifa oranını
%100 yakın başarabileceği düşünülmektedir.
Cerrahi müdahale geçirenler, diş
tedavisi olanlar, kan ve kan ürünü
alanlar, sağlıksız koşullarda dövme
yaptıranlar, ailesinde HBsAg pozitif
birey olanlar ve şüpheli cinsel teması
olanlar Hepatit B riski altındadır.
Hepatitli Hastaların Yalnızca Yüzde 20’si
Tedavi Görüyor
Ülkemizde HBsAg pozitif birey oranının ortalama yüzde 4 oldu. Yaklaşık
3 milyon kişinin bu virüsle enfekte
oldu. Bunların %10’unun tedavi ihtiyacı olan kronik hepatit hastaları
olduğu tahmin ediyoruz. Ancak ülkemizde tedavi alan hasta sayısı 60 bin
civarındadır.
Yaklaşık 300 bin hastanın yüzde 20’si
hastalığının farkında ve tedavi alabiliyor iken yüzde 80’i bu durumun
farkında değil. Hastalık erken dönemlerinde belirgin bir şikâyete ne-
Prof. Dr. Hasan ÖZKAN
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
59
hayatıniçinden
GENÇ TÜRK BİLİM KADINININ
GURUR VEREN BAŞARISI
Başarılı çalışmalarıyla adından sıkça söz ettiren Stanford
Üniversitesi’nde araştırmacı olarak çalışan Gözde Durmuş,
MIT Technology Review dergisinin “35 Yaş Altı Yenilikçiler
Listesi (Innovators Under 35, TR35)’ne seçildi.
MİT Technology Review dergisi editörleri, 1999
yılından beri her yıl tüm dünyadan “öncü”, “vizyon sahibi”, “girişimci”, “yenilikçi” ve “insanlara
fayda sağlamayı amaçlayan” kategorilerinde
en yetenekli gençleri seçiyor. Çalışmalarıyla bilim dünyasında adından söz ettiren Dr. Gözde
Durmuş, “öncü” kategorisinde “tıpta ve biyolojide çığır açan liderlerden birisi” olarak “35 Yaş
Altı Yenilikçiler Listesi’nde” yer aldı.
MIT Technology Review Dergisi, dünyayı değiştirecek liderlerin tespit edilmesinde bir dünya
lideri konumunda. Listenin önceki kazananları
arasında Google’un kurucuları Sergey Brin ve
Larry Page, Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, Apple’ın baş tasarımcısı Jonathan Ive
bulunuyor.
Daha önce bu ödüle seçilmiş insanların ortak
noktası, ilerleyen yıllarda da kariyerlerinde büyük başarılara imza atmış olmaları. Google’ın
ve Facebook’un kurucularıyla aynı listede yer
alan Dr. Durmuş, bu ödüle yıllar boyunca layık
görülmüş olan ve Türkiye’den seçilmiş çok az
sayıdaki başarılı isimden birisi.
“Hücrelerin Ayağını Yerden Kesti”
Gözde Durmuş 2007 yılında ODTU Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünü bitirdikten
sonra Fulbright bursunu kazanarak yüksek
öğrenimi için Amerika’ya gitti. 2013 yılında
60
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Brown Üniversitesi’nde biyomedikal
mühendisliği doktorasını bitirdikten
sonra Stanford’da doktora sonrası
çalışmalarına başladı. Dr. Gözde Durmuş bu listeye seçilmesini sağlayan
çalışmasını şöyle özetliyor: “Hücreler
herhangi bir biyolojik değişime girdiğinde; kanserli hücreler çoğalırken,
ölürken ya da ilaçlara yanıt verirken,
fiziksel değişikliklere de uğrarlar. Örneğin, kanser hücreleri yumuşar ya
da yoğunlukları değişerek hafif ya da
daha ağır hale gelirler. Bu değişikleri çok hızlı, basit ve düşük maliyetli
şekilde tespit etmek için, mıknatıslar
arasında tek bir canlı hücreyi yerçekimsiz ortamda “uçurabilen” ve
yoğunluğunu çok hassas şekilde ölçebilen bir teknoloji geliştirdik. Bu
aletle her hücrenin kendine has bir
manyetik özelliği olduğunu gösterdik. Kırmızı kan hücresi, beyaz kan
hücresi, kanser hücresi ve bakteri
hücresi; hepsinin kendine özgü bir
manyetik hassasiyeti var. Çok ucuz ve
kullanımı çok basit teknoloji, biyoloji
ve tıp dünyasında farklı birçok alanda
kullanım potansiyeline sahip.”
“Antibiyotik Direnciyle Savaşmak için Çok
Hızlı ve Ucuz Antibiyotik Duyarlılık Testi”
Bu teknolojinin en heyecan verici
kullanım alanı, antibiyotik duyarlılık
testinin süresini birkaç günden bir
saate düşürmesi. Başka bir deyişle, hasta olup doktora gittiğimizde,
doktor önce hastanın şikayetlerini
hafifletir ve ne tür bir antibiyotiğe
ihtiyacı olduğunu anlamak için idrar veya kan örneği alır ve laboratuvara gönderir. Birkaç gün süren bu
laboratuvar taramaları sonucunda,
enfeksiyona sebebiyet veren bakteri
bulunup antibiyotik duyarlılığı ölçülür ve hastanın kullanması gereken
antibiyotik tespit edilir. Hastanelerde geleneksel tekniklerle doğru
antibiyotiğin bulunması birkaç gün
sürüyor, bu süre zarfında da hastalar geniş spektrumlu antibiyotiklerle tedavi ediliyor. Ancak, literatüre
göre bu antibiyotiklerin yanlış ve de
gereksiz olma riski ya da ihtimali ise
yüzde 50. Bu durum ne yazık ki son
yıllarda herkesin korkulu rüyası haline gelen antibiyotik direncinin ve
tedavi edilmez hastalıkların yayılmasında en büyük etkenlerden biri.
Enfeksiyon Tedavisi için En Doğru
Antibiyotiği En Kısa Zamanda Bulabilme
İmkanı Sunulacak
Enfeksiyonların tedavisi için en doğru
antibiyotiği en kısa zamanda bulabilmek için, Dr. Durmuş yeni bir teknik
geliştirdi. Beyaz kan hücreleri, kırmızı
kan hücreleri, kanser hücreleri gibi,
bakteri hücrelerinin de yerçekimsiz
ortama koyulduğunda farklı bir yüksekliğe “uçtuğunu” gösterdi. Aynı
bakteri hücreleri belli bir antibiyotiğe tabi tutulduğunda ise hücrelerin
çok hızlı yoğunluk değişiminden
dolayı aynı yüksekliğe çıkamadığını
gözlemledi. Bu değişimler, 1 saatten
kısa bir sürede tespit edilebiliyor. Bu
sayede, enfeksiyonun tedavisi için en
doğru antibiyotik günler süren laboratuvar tekniklerini kullanmaksızın
yaklaşık bir saat içinde hızlıca bulunabiliyor.
Kanserin Erken Teşhisi için Ucuz, Hızlı,
Taşınabilir ve Cep Telefonuyla
Uyumlu Test
Bu ölçümler ayrıca basit bir kan testiyle çok nadir olan kanser hücrelerinin tespitinde ve diğer sağlıklı hücrelerin ayrıştırılmasında kullanılıyor.
Milyarlarca kan hücresi arasından
çok nadir görülen kanserli hücreleri
çok hızlı bir şekilde (20 dakikadan az
bir sürede) tespit edebiliyor. Gözde
Durmuş, Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS) der-
gisinde yayımlanan en son çalışmasında kandan ayrıştırılan hücrelerin
farklı ilaçlara karşı nasıl davrandıklarını da bu “sıvı biyopsi” teknolojisi
sayesinde hızlıca tespitinin mümkün
olduğunu göstermişti. “Sıvı biyopsi”
sıklıkla yapılabilir, gerektikçe tekrarlanabilen daha hızlı ve ağrısız bir
yöntem. Durmuş, böylelikle, hastaların ve hastalığının seyrinin sürekli
takibini kolaylaştırıp; doğru ilaçla
tedavi edilme sansını arttıracağını
düşünüyor. Geliştirdiği bu teknolojinin, özellikle kanser tedavisinde hızla önem kazanan “kişiye özel tedavi
(precision medicine)” uygulamalarını
daha da ileriye taşıyacağını belirtiyor. Dr. Durmuş, “Buluşumuzun diğer
büyük bir avantajı da ucuz, kullanımı
kolay ve taşınabilir olması. Böylelikle
ister hastanedeki klinik laboratuvarlarda ister hastanın evinde de kolayca kullanılabilen testler geliştirebiliyoruz“ diyor.
Bu uygulamalar Amerika’da rutinde de
kullanılabiliyor mu?
Bu uygulamalar şu anda Stanford
Tıp Fakültesi hastaneleriyle ortaklaşa
klinik çalışmalarla deneniyor. Kanser
hastalarından alınan örneklerden
kanda dolaşan kanserli hücre sayısı
tespit ediliyor.
Gözde Durmuş ödülünü Kasım ayında Boston’da düzenlenecek özel bir
ödül töreniyle alacak.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
61
sağlıkgündemi
TÜRKİYE VE DÜNYADAN
SAĞLIKTAKİ
SON GELİŞMELER
Uzm. Dr. Fatih BATI
Nükleer Tıp ve Sosyal Medya Uzmanı
Basın, medya ve sosyal medya derken yoğun bir haber akışı ile karşı karşıya kalıyoruz. Belki de bu haberlerin çoğunu kaçırıyoruz ya da atlıyoruz. Özellikle sağlık alanındaki güncel haberleri ve gelişmeleri, mesleki gündemi daha iyi takip edebilmemiz adına bundan böyle Sağlık Gündemi başlığı ile sizlerle olmaya çalışacağım.
Nükleer Tıp Uzmanı olarak görev yapmaktayım. Sosyal medyayı en etkin ve aktif şekilde kullanan hekimlerden biriyim ve
herkesin (özellikle de meslektaşlarımın) kullanması gerektiğini de düşünüyorum.
Günümüzde insanlara ulaşmak ve insanların bize ulaşması için sosyal medyanın en önemli araç olduğu konusunda artık
hemfikiriz. Hekimliğim yanında bir diğer ana uğraşım da Sosyal Medya. Sosyal Medya Uzmanı olarak profesyonel hizmet
vermekteyim. Birçok sağlık sosyal medya hesaplarına ve web sitelerine yöneticilik ve danışmanlık yapmaktayım. Bu vesileyle sağlık ve hekim gündemini de çok iyi takip etmekteyim.
Bu sayıdan itibaren sağlık gündemine dair konuları özetler halinde siz okuyucularımızla paylaşacağım.
Türkiye’nin ilk seçim hükümetinin Sağlık Bakanı da Prof. Dr. Mehmet Müezzinoğlu oldu.24 Ocak 2013’de Bakanlık görevine başlayan Müezzinoğlu Türkiye Cumhuriyeti’nin 57. Sağlık Bakanı olarak görev yapıyor.
Yataklı Sağlık Tesislerinde Yoğun Bakım Hizmetlerinin Uygulama Usul ve Esasları Hakkında Tebliği’nde yapılan değişiklik, Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Sağlık Bakanlığı ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi arasında, sağlık tesislerinin ortak kullanımı ve kurumlar arası iş birliği
yapılmasını kapsayan Afiliasyon Protokolü imzalandı. Sağlık Bakanlığı ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi arasında imzalanan protokolle 55 eğitim ve araştırma hastanesi aynı zamanda üniversite hastanesi statüsü kazanıyor.
Tecrübe paylaşımına olanak sağlayan protokol, uygulamalarda kolaylık ve bir dizi yenilik getiriyor. Buna göre, üniversitenin öğretim üyeleri Sağlık Bakanlığı hastanelerinde hizmet sunabilecek. Sağlık Bakanlığı hastanelerinde görevli
profesör ve doçentler de Sağlık Bilimleri Üniversitesi kadrolarına atanabilecek.
Eğitim ve araştırma hastaneleri, eğitim ve hizmet sunumu standartları açısından daha güçlü hale gelecek. Protokolle bu kapsama alınan Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Elazığ, Erzurum, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kocaeli,
Konya, Samsun, Şanlıurfa, Trabzon ve Van’da halen Sağlık Bakanlığı’na bağlı 55 eğitim ve araştırma hastanesine aynı
zamanda Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nin Uygulama ve Araştırma Merkezi (Üniversite Hastanesi) statüsü de kazandırmak için süreç başlatıldı.
Performans sistemindeki değişiklikle hekimlere 800 ila bin 200 lira arasında ek ücret geleceğini açıklayan Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, acillerde ve yoğun bakımlarda çalışanlara da ek ücret planladıklarını söyledi. Yeni performans sisteminin Eylül-Ekim’de uygulanmaya başlaması bekleniyor.
64. Dönem Devlet Hizmeti Yükümlülüğü Kurası Sonuçları Belli Oldu.
2015 Sonbahar Dönemi Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) başvuruları 18-27 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirildi. Sonbahar Dönemi TUS sınavı 20 Eylül 2015’te gerçekleştirilecek.
62
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Antalya’da yaşayan İsmail-Ümmüşen Kozak çiftinin tek yumurta üçüz kızları Aslı, Başak ve Deniz, daha önce kazandıkları Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kayıt yaptırdı. Üç kardeşin aynı yıl aynı tıp fakültesini kazanması Türkiye’de
bir ilk oldu.
Al Jazeera Türk Muhabiri Başak Çubukçu’nun yaptığı özel haber, Tıpta Uzmanlık Sınavı’nın en başarılı hekimlerinin
artan şiddet olayları, performans sistemi ve açılan tazminat davaları yüzünden genel cerrahi ve diğer cerrahi branşlar
ile kadın doğum gibi branşları tercih etmediğini, hasta ve hasta yakınlarından uzak duran bölümleri tercih ettiklerini
ortaya koydu.
Bir başka haberde de İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yeşim Erbil, son yıllarda hekimlere açılan davalar, uygun yargılanma olanağının olmaması ve hekime şiddetin artması nedeniyle cerrahiye
ilginin azaldığından bahsetti.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı’nda asistan hekim olarak çalışan Dr. Kübra Hamzaoğlu 33 saatlik nöbet çıkışının ardından aracı ile evine giderken direksiyonda uyuya kaldı! Aracı takla atan doktor
mucize eseri ölümden döndü.
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Hastalıkları Kliniği’nde görevli bir asistan hekim tarafından açılan davada idari mahkeme asistan hekimi haklı buldu ve “acil yeşil alan nöbeti”ni iptal etti.
Yönetmelik gereği uzmanlık eğitimi görenlerin, genel uzmanlık eğitim görenler nöbeti, servis nöbeti ve branş nöbeti
olmak üzere üç tür nöbet ile yükümlü oldukları bunların dışında bir nöbete dahil edilmelerinin yönetmeliğe aykırı
olduğu mahkeme tarafından emsal karar ile karara bağlanmış oldu.
İzmir 3. İdare Mahkemesi, Sağlık-Sen İzmir Şubesi’nin açtığı davada mecburi hizmet görevi için Muş’a atanan doktorun atamasının yürütmesini durdurarak, “doktor ailesinin bulunduğu ilde görevini yürütmeli” şeklinde emsal bir
karara imza attı.
Uşak Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sait Çelik, Bakanlar Kurulu’nca Uşak Üniversitesi’nde tıp fakültesi kurulması teklifinin kabul edilerek Resmi Gazete’de yayımlandığını bildirdi.
Türk Sağlık-Sen İzmir Üniversiteler Şubesi Başkanı Yasemin Zengin, acillerde şiddetin önlenmesi için güvenlik önlemlerinin arttırılması ve hasta yakınlarının müdahale alanlarına sokulmaması gerektiğini söyledi. Hasta yakınlarının
tedavi bölümüne girmesi nedeniyle acillerin BBG Evi’ne döndüğünü belirten Zengin, “Hasta yakınları ‘Bu müdahaleyi
niye yaptın’ gibi sorular sorarak, çalışanların motivasyonunu bozuyor” dedi.
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 3.Ulusal Tıp Öğrenci Kongresi bu yıl 6-8 Kasım 2015 (Cuma, Cumartesi, Pazar) tarihlerinde gerçekleştirilecek. Bu yılki kongre ana teması Cerrahi Bilimler olarak belirlendi.
Kanser, diyabet, romatizma ve kan hastalıkları başta olmak üzere çok sayıda rahatsızlığın tedavisinde kullanımı hızla
artan biyoteknolojik ilaçlar, dünyanın sayılı genetik uzmanlarından Prof. Dr. Mehmet Öztürk öncülüğünde kurulan
ve bilim dünyasına yeni bir soluk getirmesi beklenen iBG-İzmir’de üretilecek. T.C. Kalkınma Bakanlığı’nın desteğiyle
Dokuz Eylül Üniversitesi bünyesinde kurulan, Türkiye’nin ilk ve tek Uluslararası Biyotıp ve Genom Enstitüsü / Uygulama ve Araştırma Merkezi “iBG-İzmir”, 9-11 Eylül 2015 tarihleri arasında gerçekleşecek “Yaşam İçin İnovasyon” temalı
etkinliklerle açılacak.
Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Recep Keşli’nin başkanlığındaki araştırma ekibi, oksijensiz ortamda yaşayabilen ve çoğalabilen (anaerop) bir cins bakterinin (Clostridiumspp)
bazı metabolik ürünlerinin otizm hastalığının etkeni olabildiğine ve bu maddelerin beyin seviyelerindeki değişikliklerin hastalığın ağır seyretmesi ile de ilişkili olduğunu gösteren ve ispat eden bir araştırma gerçekleştirmeyi başardı.
Keşli çalışmanın sonucunda nöropiskiyatrik bir hastalığın nedeninin bir bakteri ile ilişkilendirmesinin hem otizme hem
de hastalığın tedavisine yeni bakış bir bakış açısı ve farklı bir boyut kazandırması noktasında bir yenilik olarak değerlendirilebilmesi açışından önem taşıdığını ifade etti.
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus Karakoç tarafından geliştirilen ve koltuk altı aşırı terlemelerini tedavi etmek için kullanılan Sweat-CureR (TersavaR) adlı cihaz, Avusturya Patent
Enstitüsü’nün araştırma ve inceleme raporları ile Türk Patent Enstitüsü tarafından onaylandı.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
63
Dünyanın en iyi üniversitelerinden Massachusetts Teknoloji Enstitüsü tarafından hazırlanan MIT Technology Review
dergisi, bu yıl ‘35 Yaş Altı 35 Yenilikçi’ listesinde 3 Türk’e yer verdi. Listeye Duygu Kayaman, Gözde Durmuş ve Canan
Dağdeviren girdi.
İnsan ölümlerine en çok neden olan ateşli silah ve bıçak yaralanmaların önüne geçmek adına 7 yıl süren çalışmanın
sonrasında Türk doktorları, sağlık alanında çığır açacak bir buluşa imza attı. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Göğüs Cerrahi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Mahmut Tokur ve
ekibi tarafından projesi hazırlanan kalp tamir kiti ile akciğer göğüs drenaj ismiyle geliştirdiği iki ayrı yöntemle hastane sevki sırasında yaşanabilecek insan ölümlerinin önüne geçmeyi planlıyor.
İngiliz ve İspanyol bilim insanlarının ortaklaşa yürüttüğü araştırma ile hızlı yayılan ve erken teşhisi son derece güç
olan pankreas kanserini tespit etmek için basit bir idrar testi geliştirildi. Bu gelişme ile hastalıkta yaşama şansının,
ikinci evrede teşhiste % 20’ye, birinci evrede teşhiste ise % 60’a kadar yükselmesi bekleniyor.
Kanada’da gerçekleştirilen bir araştırma, çocuklarda beyin felci vakalarındaki genetik bağlantıyı ortaya koydu. Toronto’daki Sick Kids Hospital Uygulamalı Genomik Merkezi Direktörü Dr. Stephen Scherer başkanlığındaki bilim heyeti
tarafından gerçekleştirilen çalışma, The Nature Communications isimli bilimsel derginin son sayısında yayımlandı.
Massachusetts Institute of Technology (MIT) bünyesindeki bilim adamları dijital kalemlerle Parkinson ve Alzheimer
gibi hastalıkları erkenden teşhis edebilmek için önemli adımlar attı.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Tıp Fakültesi’nde 6 yıl önce çalışmalara başlayan bilim adamları, bor ile tümör tedavisinde buldukları yeni yöntemle hastaların umudu oldu.
Amerikalı bilim insanları laboratuvarda küçük bir insan beyni üretmeyi başardı. Üretilen beyin, insan beyninin neredeyse tam bir küçük versiyonu. Bu çalışmayla, nörolojik hastalıkların tedavisine yardımcı olunabileceği belirtiliyor.
İsveç’te kanser nedeniyle rahmi alınan kadın, annesinden nakledilen rahimle, çocuk sahibi oldu. İsveçli kadın, dünyada nakil rahimle doğum yapan 4 anneden biri oldu.
İsviçreli bilim insanları, kadınlarda sık görülen meme kanserinin ilk belirtilerini tespit edebilen bir mobil telefon uygulaması geliştirdi. Zürihli jinekologlar tarafından tasarlanan Brust-Selbstcheck uygulaması, ücretsiz olarak şimdilik
sadece Almanca hizmet veriyor.
İş kazasında kollarını kaybettikten 2 yıl sonra Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilen çift kol nakli ile hayata tutunan 34 yaşındaki Cihan Topal’ın sağlık durumu iyi. Topal, en çok çocuklarına sarılıp tekrar başlarını okşayabildiğine sevindiğini
ve Prof. Dr. Ömer Özkan ve ekibine teşekkür ettiğini, söyledi.
Gözündeki tümörle ve çaresizliği ile bir anda Türkiye’nin gündemine oturan ve İzmir’de yaşayan 5 yaşındaki Emir Akçekaya Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tedavi altına alındı.
Osmaniye Devlet Hastanesi’ne şeker yüksekliği ile götürülen komaya giren 7 yaşındaki bir kız çocuğunun durumunu
icapçı olarak takip edip pratisyen doktora telefonla yapması gereken işi tarif eden ve görmediği hastayı sevk eden
uzman hekim, hastanın hayatını kaybetmesi sonrası 1,5 yıl görevden uzaklaştırma cezası aldı.
İzmit’te Seka Devlet Hastanesi’nde, cezaevinden getirilen bir mahkûm, tartışma sonucu kendisini muayene eden Psikiyatri Uzmanı Dr. Tuncay Saydanoğlu’nun burnunu kırdı.
Gaziantep Dr. Ersin Arslan Devlet Hastanesi acilinde görevli Dr. Alişan Göçer, aynı hastanede çalışan hasta yakını
tarafından darp edildi.
Erzurum’da yaşayan 23 yaşındaki Elanur Y. Palandöken Devlet Hastanesi’nin Acil Servisinde görevli Dr. Çağla Çilem
Han’a ‘geri zekalı’ deyip, kolunu tırmaladığı için 1.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
64
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
dijitalsağlık
DİJİTAL İNOVASYON
VE GİYİLEBİLİR TEKNOLOJİLER
Selim SARIYERLİ
Dijital Pazarlama Uzmanı
Dijital Devrim diyebileceğimiz bir
sürecin içerisinde olduğumuz bu
günlerde özellikle bireysel fayda sağlayan teknolojik gelişmelerin ön plana çıktığı bir evrim yaşıyoruz. Bu sürece Dijital İnovasyon başlığı altında
bakarsak, günlük hayatımıza birebir
etki edecek birçok teknolojik gelişmeyi bu başlık altında toplayabiliriz.
Bu devrimin önemli mihenk taşlarından birisi olan giyilebilir teknolojiler,
çeşitli markalarla hayatımıza 2014 yılından itibaren girmeye başlamış olsa
da Apple sayesinde daha da sesli bir
şekilde anılır olmaya başlandı. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de de piyasaya sürülen Apple Watch ile gerek
pazarlama faaliyetlerinin yaygınlığı,
gerekse marka değeri ve bilinirliği sayesinde, bireysel kullanıcıların hayatına hızlı bir girdi ve bir şehir efsanesi
olmaktan gerçeğe dönüşme aşamasına geldi.
66
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Peki nedir bu Apple Watch? Hayatımıza
ne katacak, Dijital Pazarlama bu yeni
teknolojik gelişmeden nasıl faydalanır?
Yepyeni bir özellik olan, Digital Touch
özelliği ile bu “saate” sahip olanların
birbirlerine kalp atışı, çeşitli rengarenk çizimleri anlık mesajlar şeklinde
gönderebilmesi, dijital iletişimin hayatımızın içerisine ne kadar girebildiğini gösteren önemli bir gösterge…
Bunun yanında sesli komut ile yapılabilenler telefon teknolojisinin ötesine geçiyor, şarj istasyonuna bağlı olmadan sesli mesaj dikte ettirebilmek,
özelikle yoğun iş temposu olanlar
için, “sana dönemedim” bahanesini
ortadan kaldıracağa benziyor.
Bu yenilikler sayesinde spor yapma
motivatörü olarak görülebilecek aktivite özelliği ise günlük hedefler koyarak bireysel sağlık yönetimi konusunda destekleyici rol oynuyor.
Kişinin günlük hareket potansiyeline göre, örneğin ortalama derecede
hareketli birisi için, 650 kalori gibi
bir hedef konması, bu konuda çeşitli
uyarılarla kişiyi daha fazla hareket etmeye yönlendirmesi, özellikle Kuzey
Amerika toplumlarında ciddi dereceye ulaşmakta olan obezite probleminin farkındalığının bir yansıması
olarak görülebilir.
Toplantıları, sosyal medyayı, telefon
aramalarını, hava durumunu, navigasyonu kolunuzdan yönetmek ne
kadar inanılmaz geliyor insana…
Ama tek bir şartla, telefonun bluetooth kapsama alanında kalmak gerekli, çünkü internet bağlantısı için
telefona ihtiyaç duyuyor, yani iPhone olmadan Apple Watch kullanmak
pek mümkün değil yoksa bir anda
sadece vakit gösteren bir dijital saate
dönüşebiliyor. Bu sebeple yeni uygulama geliştirenlerin bu uyumluluğu
da dikkate alması oldukça önemli.
Son bir ekleme ise cihazların birbiri
ile uyumu, bir toplantı isteği geldiğinde telefondan onaylamadıkça saatte ajandanızda yer almıyor, saatten
onay verseniz dahi, bu problemin
ileriki versiyonlarda giderilmesi toplantıları kaçırmamak için iyi olur… Bu
kadar yeni özelliğin yanında negatif
olarak algılanabilecek bir diğer yön
ise, her gece “saatini şarja koymak”
zorunluluğu… Ünlü markalarının,
kinetik enerji ile çalışabilen saatlerini
düşününce, aynı şekilde şarj olabilen
dijital saat teknolojisi ne kadar uzak
olabilir diye merak ediyor insan…
Peki sağlık sektörü için bu giyilebilir
teknoloji ne anlama geliyor, oluşturulacak giyilebilir teknoloji uyumlu
uygulamalar sayesinde bir hastanın
tüm tetkikleri bir yerde tutulabilir
mi? Mesela bir tansiyon hastasının
tansiyon ölçümü bu alet üzerinden
alınıp günlük rapor halinde hekim
kontrolüne verilebilir mi? Bu soruların cevabı “evet” ancak bu yenilikler
önümüzdeki dönem yapılacak çalışması muhtemel çalışmalarla ortaya çıkacaktır. Tam anlamıyla sağlık
kontrolünü bu teknoloji sayesinde
yapabilmek ve yönetebilmek en başta bahsettiğim bireysel sağlık yönetiminin çok önemli bir parçası olarak
görünüyor.
Peki, Dijital Pazarlama alanında
neler yapılabilir?
Giyilebilir teknolojiler ile sağlık alanında yapılacak o kadar çok katkı var
ki, her kullanıcı kendi sağlığına dikkat
etmesi gerektiği yönünde bilinçlen-
dirilmeye devam ettikçe, sektörde
geliştirilecek sağlık uygulamalarına
daha da ilgi duyacak ve farkındalık
artacak, bu sayede sağlık sektörü çalışanları ve ilaç endüstrisi de bu alana
ilgi duyuyor olacak.
Ancak bu iletişim kanalında yer almak yalın bir uygulama geliştirme
ile sınırlı kalmayacak, birbiriyle entegre çalışan çok kanallı pazarlama
platformlarına olan ihtiyacı daha da
arttıracak, burada yapılması gereken müşteri deneyimi bazlı deneyim
pazarlama yöntemlerinin dijital pazarlamaya entegre edilmesi, bu sayede inovatif yöntemleri farkındalığı
arttırmak ve Pazarlama 3.0 prensibi
ile örtüşen yani, yeni versiyonlarını
bekleyen, talep eden, bu konularda
uzmanlaşma sağlayan bir ortam yaratmak için gerekli yatırımları yapmak…
Bu yatırımları, hasta odaklılık adına
tüm paydaşların üstlenmesinin ve
mobil sağlık alanında e-nabız uygulaması gibi uygulamaların çoğalmasının ve bu uygulamaların tüm tedavi
alanları ve hastalıklarda yaygınlaş-
Selim SARIYERLİ
ması ile de hasta takibinin daha da
kolaylaşabileceğini öngörmek çok
zor olmasa gerek…
Sağlıkta dijital inovasyon, değer yaratma ve deneyim pazarlamasının
yaygınlaşması ile hayatın değişmez
bir parçası olacaktır.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
67
haber
DAVRANIŞ DEĞİŞİKLİĞİ
HAYAT KURTARIR!
İş sağlığı ve güvenliği alanında kuralların sürekli değişerek geliştiğini belirten Wellpoint
CEO’su Dr. Özgür Turgay, bu alanda yapılan tüm çalışmaların temelinde bir davranış değişikliği
oluşturmak ve öyle ilerlemek gerektiğini söyledi.
İş sağlığı ve güvenliği hizmeti yarı zamanlı bir iş gibi düşünülüyor. Ancak
tüm dünyadaki analizlere baktığımızda aslında hayatımızın çok büyük bir
kısmı işyerlerinde geçiyor. İşyerlerinde sağlık ve güvenlik tedbirini doğru
almazsanız büyük sorunlarla karşı
karşıya kalmanız mümkün. Çalışanınızın sağlık sorunu yaşaması iş gücü
kaybına, bu da mali kayıplara neden
oluyor. Sigorta primlerin de ciddi artışlara sebep oluyor. Çalışanın tanısı
ve sonrasında tedavisi takip edilmediği için iyileşemiyor. Daha da önemlisi, şirketlerde koruyucu hekimlik,
çalışan sağlığı güvenliği uygulamaları iyi yapılmadığı için devamlı beli
ağrıyan ve bileği tutulan bir ekiple
iş gücü kaybı kaçınılmaz oluyor, çalışanların verimleri düşüyor.
İngiltere’de yapılan bir araştırmada iş
gücü kaybına neden olan hastalıkların yüzde 50’sinin önlem ve eğitimle
kolayca çözülebilecek ergonomik
nedenlerin oluşturduğunu belirten
Wellpoint CEO’su Dr. Özgür Turgay,
“Grup şirketlerimizden Platform
OSGB ile Türkiye çapında 12 bölge
müdürlüğüyle 64 kentte iş sağlığı ve
güvenliği hizmetleri sunuyoruz. Ciddi bir alt yapımız ve birikimimiz var.
Tüm kurumsal sağlık verilerini bir sistem içerisinde kaydediyoruz ve işyeri
doktoruna liste halinde sunuyoruz.
Böylece hem yapılması gereken koruyucu müdahaleler, hem de aktüel
veriler kayıt altında ve düzenli şekilde ilerliyor” dedi.
İş yeri hekiminden memnun olduğunu beyan eden kurumlarla ilgili
önemli bir gözlemini de paylaşan
68
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Turgay, “doktordan memnunum”
denilen durumda gerçekte neler olduğuna baktıklarını söyledi. Turgay
konu hakkında şunları söyledi: “Doktorun iletişimi iyi ancak sevk oranları
çok yüksek. Her 100 hastanın 60’ını
sevk etmiş. Şirketin hem iş gücü kaybı hem de sağlık sigortasına bağlı
masrafları çok yükselmiş. Sistemde
şöyle bir değişiklik yapılıyor. Hekime
durum anlatılarak, aslında herkesin memnun olduğunu düşündüğü
yanlış sistem değiştiriliyor. Sonuç
olarak, sevk oranları yüzde 12 oranına gerilerken, memnuniyet yüzde 20
artıyor. Grip olduğunuzda hastaneye
gitmenize gerek yok, iş yeri hekimi
de bunun için gerekli müdahaleleri
yapabilir. Hekiminiz iyiyse, tıbbi olarak güven verebiliyorsa, karşınızdakini anlıyorsa bunu yapabilir.”
Önlemenin Maliyeti Ödemenin
Maliyetinden Çok Daha Düşük
Tehlike sınıfına göre değişmekle beraber yaklaşık bin çalışanın olduğu
bir iş yerine tam zamanlı bir iş yeri
hekimi gerekiyor, 500 çalışanlı yerde
haftada 5 yarım gün gelmesi yeterli. Çalıştıkları kurumlarda işi sözde
değil özde yaptıklarını ve gerçek
prosedürü uyguladıklarını söyleyen
Turgay, “Örneğin, yüksekte çalışanların görme problemi varsa o kişinin
görme kusuruna bağlı kazası olabilir.
Bizim uygulamamızda göz muayenesini göz doktoru yapıyor, işyeri
hekimi yapmıyor. Bu aslında bir maliyet değil, çünkü önlemenin maliyeti ödemenin maliyetinden çok daha
düşük” diye konuştu.
Lokal İş Sağlığı ve Güvenliği Merkezleri
Kuruyoruz
Sektöre lokal iş sağlığı ve güvenliği
merkezleri kurarak bir farklılık getirdiklerini belirten Turgay, şunları ekledi: “Büyük iş merkezlerinde bir İSG
birimi oluşturuyoruz, orada bulunan
tüm şirketler bu hizmetten faydalanabiliyor. Günlük 1 saat doktor hizmeti alacaklarına her daim hizmet
alacakları bir iş yeri hekimleri olmuş
oluyor. Büyük iş merkezleri artık bu
şekilde hizmet üretmeyi müşterilerine avantaj olarak sunuyor. Doktor ise
farklı yerleri gezerek ve sadece 1 saat
uğrayıp reçete yazacağına, sabit bir
yerde daha etkili hizmet veriyor. Öte
yandan iş yeri hekimi sadece odasında reçete yazmamalı, merkezdeki
tüm işyerlerini gezip ergonomik ve
termal konfor açısından değerlendirmeli ve etkilerini izlemeli. İş yerlerinde mola vermeyi bile öğretmek
gerekiyor. Su içmeyi hatırlatmak için
bile bilgilendirme yapıyoruz.”
Dr. Özgür Turgay
Davranış Değişikliği Hayat Kurtarır
İş güvenliği açısından farklı eğitim
modülleri geliştiren Turgay, “Şirketler
iş kazası ile tanışınca hizmet almaya
karar veriyorlar. Oysaki bunun kök
nedenine bakıldığında davranış değişikliği yapılmadığı sürece kazalar devam ediyor. İşçiye baret tak demekle
olmuyor, senin de takman gerekiyor.
Anne, baba ve çocuk ilişkisi gibi düşünün. Ebeveynler, “televizyon izleme” derken elinde kumanda olursa, o
çocuk denileni yapmaz. Davranış değişikliğini oluşturmak için bir akade-
mi kurduk. İlk yardım, yangın gibi temel eğitim hizmetleri verirken, yeni
spesifik eğitimler de geliştiriyoruz.
Ayrıca yakında e-learning hizmeti de
vereceğiz” şeklinde konuştu.
Maliyet Kaybı Olarak Görülmüyor,
Verimlilik Olarak Yorumlanıyor
İşe bağlı hastalıkların iş gücü kaybı
harcamalarının yüzde 60-70’ini oluşturduğunu belirten Turgay, konu ile
ilgili araştırmalar hakkında bilgi verdi: “Amerika’da yapılan bir araştırma-
ya göre; 1997 yılında kas-iskelet sistemi (KİS) hastalıklarının endüstriye
getirdiği doğrudan ve dolaylı maliyetler toplamının 13-14 milyar Dolar
olduğunu ortaya çıkarmıştır. Meslek
hastalıklarının yüzde 42 gibi büyük
bir oranını da kas-iskelet sistemi hastalıkları oluşturmuştur. İngiltere’de
yapılan bir araştırmada bir milyon
20 bin kişinin KİS rahatsızlığından
yakındığı ve kişilerin bu şikâyetlerine
neden olarak işlerini belirttiği bildirilmiş. İş sağlığı ve güvenliği hizmetleri,
maliyet kaybı olarak görülmüyor, verimlilik olarak yorumlanıyor.”
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
69
analiz
TÜTÜN MAMULLERİNDE ETKİN VERGİ YAPISI
Tütün mamullerinin vergilendirilmesi hem tütünle mücadele açısından
önemli bir araç, hem de bütçe için
önemli bir gelir kaynağı. Bu açıdan
bakıldığında, tütün mamullerinin
vergilendirilmesi konusuyla yakından ilgilenen bir çok taraf var. Sağlık
otoriteleri, mali otoriteler ve ekonomi politikası otoriteleri en önemli
taraflar.
Sağlık otoritelerinin birincil amacı
tütün ürünleriyle mücadele. Bu yüzden, sağlık politikası açısından, tütün
ürünlerine yüksek vergi uygulanması savunuluyor. Her ne kadar sigara
tüketiminin fiyat esnekliği ülkelerin
sosyoekonomik koşulları gibi farklı
etkenlere göre değişiklik gösterse de;
vergiye bağlı fiyat artışlarının mevcut
sigara tüketicilerinde bırakma eğilimi
yaratacağı, içmeyenlerde ise başlamamayı sağlayacağı öngörülüyor.
Mali otoritelerin birincil amacı bir
vergi hedefi belirlemek ve hedeflenen geliri tahsil etmek.
Ekonomi politikası otoritelerinin
amacı ise ekonominin işleyişini sağlamak, piyasa dağılımındaki dengeyi
korumak. Tütün vergilendirmesini
ekonomi ve maliye politikası açısından değerlendiren taraflar ise sağlık
politikası ile uyumlu şekilde uygulanacak verginin seviyesinden ziyade
yapısı ile ilgileniyor.
“Firm Strategy, Consumer Behavior and Taxation in Turkish Tobacco
Market – Türkiye’de Tütün Ürünleri
Piyasasında Firma Stratejisi, Tüketici
Davranışı ve Vergilendirme” başlıklı
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) çalışma tebliği, firmaların
fiyatlama stratejileri, tüketici davranışı, sağlık ve sektöre ilişkin konuları
dikkate alarak bir taraftan da fiyat
oynaklığını azaltmak suretiyle düşük
enflasyonu sağlayacak en uygun vergi şemasını araştırıyor.
Türkiye’deki mevcut vergi yapısında, bir vergi artışında hem üreticiler
fiyatlandırma yoluyla tepki veriyor,
hem de tüketiciler farklı fiyat segmentlerine geçerek tepki veriyor. Bu
da gerek fiyatlarda, gerekse vergi
gelirlerinde oynaklığı artırıcı bir etki
70
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
yaratıyor. Bu çerçevede, çalışmada
çeşitli simülasyon analizleri kullanılarak enflasyonist etkisi en düşük olan
ve vergi gelirlerini ve piyasa dağılımını istenen seviyede tutan vergi yapısı
araştırılıyor.
Yapılan simülasyon analizinde, tamamı paket başına 5 TL vergi gelirini garantileyen % 49 nispi - 0,82 TL maktu
ile % 65,5 nispi - 0 TL maktu arasında
değişen 29 kombinasyon inceleniyor.
Her fiyat segmentinin (ekonomik,
orta ve yüksek) piyasanın en az %
10’unu oluşturduğu varsayılıyor. En
iyi vergi kombinasyonu, enflasyonist
etkisinin en az olması dolayısıyla en
az fiyat değişimine yol açan kombinasyon olarak değerlendiriliyor. Bu
çerçevede en yüksek maktu ve en
düşük nispi verginin olduğu kombinasyon, vergi gelirleri, piyasa dağılımı ve enflasyonist etki açısından en
uygun sonuçları veriyor.
İkinci bir analiz, vergi kombinasyonunun her fiyat segmentinin en az % 10
piyasa payına sahip olması koşuluna
duyarlılığını ölçüyor. Paket başına 5
TL vergi tahsilatı hedeflendiğinde,
simülasyon analizinde çıkan % 49
nispi - 0,82 TL maktu kombinasyonu
her bir fiyat segmentinin % 10 piyasa
payına sahip olması koşulunu sağlıyor. Bu koşul her segment için % 20
olarak belirlendiğinde ise nispi ÖTV
oranı % 52,5’e çıkıyor.
Diğer taraftan fiyat segmentlerinin
piyasa dağılımında herhangi bir koşul belirlemeksizin, yalnızca paket
başına hedeflenen vergi tahsilatı dikkate alındığında hedeflenen tahsilat
miktarına göre nispi oran ve maktu
tutar değişiklik gösteriyor. Paket başına 2,5 TL vergi hedeflendiğinde
nispi ÖTV % 20’nin altına düşerken,
hedef 7 TL olduğunda bu oran % 54’e
çıkıyor.
Uluslararası düzeyde de maktu verginin hem tütünle mücadele açısından
hem de vergi gelirlerinin öngörülebilirliği ve istikrarı açısından nispi
vergiye göre daha etkin olduğunu
savunan pek çok çalışma bulunmakta. Örneğin, 2014 yılı Şubat ayında
“Tobacco Control” isimli dergide ya-
yımlanan ve beş güneydoğu Asya
ülkesinde (Endonezya, Kamboçya,
Lao Halk Cumhuriyeti, Filipinler ve
Vietnam) tütünün vergilendirilmesi
ile tütün firmalarının fiyat stratejileri,
fiyat seviyesi ve satılan sigara miktarı
arasındaki etkileşimin incelendiği bir
çalışmanın bulgularına göre, piyasadaki fiyat seviyesini vergi yapısı ve sigara firmalarının stratejileri belirliyor.
Çalışmada tütün vergisi politikaların
etkinliğinin artırılması için maktu
vergi yapısının daha uygun olduğu,
böylece fiyat değişkenliğinin azaltıldığı ve tüketicilerin vergi sonucu
artan fiyatlar karşısında daha ucuz
ürünlere geçmektense sigarayı bırakmayı tercih edeceği ifade ediliyor.
2010 yılında National Beureau of
Economic Research’te yayımlanan
bir diğer çalışmada ise hem vergi
gelirlerinin öngörülebilirliğinin, hem
de vergi artışının tüketim üzerindeki
etkisinin maktu vergide daha yüksek,
nispi vergide daha düşük olduğu sonucuna varılıyor.
Avrupa Birliği’nde sigaraya uygulanan vergilere ilişkin genel kuralların belirlendiği Tütün Ürünleri
Direktifi’nde verginin kompozisyonuna ilişkin bir kural bulunmuyor ve bu
dağılımın belirlenmesi üye ülkelerin
inisiyatifine bırakılmış durumda. Fakan son yıllarda AB ülkelerinde de
maktu vergi yapısına yönelme dikkat
çekici. Avrupa Komisyonu tarafından
Temmuz 2015’te güncellenen ÖTV
tablosu çerçevesinde, AB’ye üye ülkelerde piyasa satış fiyatının ortalama % 34’ünün maktu vergiden oluştuğunu söylemek mümkün. Bu oran
ülkemizde ise % 3 seviyesinde.
Türkiye’de 2014 yılsonu itibarıyla
paket başına ortalama tahsil edilen
vergi tutarı 6,7 TL idi. Bu tahsilatı sağlayan nispi ÖTV % 65,25, maktu ÖTV
ise 0,1388 TL idi. TCMB çalışma tebliğinde elde edilen bir önemli çıkarım
da şu ki; % 50 nispi ÖTV ve 0,98 TL
maktu ÖTV kombinasyonu da aynı
tahsilatı sağlıyor, üstelik tütün mamullerinin enflasyona etkisini azaltacak ve firmaların fiyat değişikliği
eğilimini sınırlayacak şekilde.
kampus
Prof. Dr. Ahmet Şahin:
Acıbadem Üniversitesi Rektörü
Haber: Esra ÖZ
“HEDEFİMİZ SAĞLIĞIN EN İYİSİ OLMAK”
Öğrencilerini ‘hem bilim insanı hem de çalıştığı yerde en iyi hizmeti verecek donanıma sahip
sağlık profesyonelleri’ olarak yetiştirdiklerini belirten Acıbadem Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Ahmet Şahin, “Hedefimiz sağlık eğitiminde en iyisi olmak” diyor.
Televizyon izlerken, Acıbadem Üniversitesi reklamlarını görüyorum.
Merakımı tutamayıp, “Bu üniversiteyi
gezmek istiyorum” diye sosyal medyadan ileti paylaşıyorum. Gönderimi
yayınladıktan birkaç gün sonra iletişim biriminden aranarak üniversiteyi
ziyaret etmem için davet ediliyorum.
Sosyal medyayı bu derece etkili kullanan kaç üniversite var?
Üniversiteye geldiğimde, güler yüzlü
içten bir ekip karşılıyor. Üniversitenin
rektörü bölümleri gezerken eşlik ediyor, çalışmalarını içtenlikle anlatıyor.
Klinik bölümlere olduğu kadar, temel
bilimlere ve bilimsel araştırmalara da
önem veriyorlar. ‘Daha iyi nasıl çalışmalar yaparız’ diye bakan bir ekip ile
karşılaşmak umut veriyor.
Bir üniversite düşünün, kapısından
içeriye girer girmez, öğrenciye yönelik tasarımı ve yerleşimi ile kendinizi buraya ait hissediyorsunuz.
Koridorlarında özel tasarlanmış mus72
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
luklarından su içiyor, öğrenciler için
yerleştirilmiş bilgisayarları kullanabiliyorsunuz. Öğrencilerin aradığı bilgiye rahatça ulaşmaları için tam donanımlı kütüphane imkanı sunarken,
laboratuvarları da bütün branşları
içine alacak şekilde araştırma yapma
fırsatı sağlıyor.
Acıbadem Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Ahmet Şahin, üniversitenin kuruluşunu
ve çalışmalarını anlattı
Bu sene tıp fakültesinin ilk mezunlarını verdiğini söyleyen Prof. Dr. Ahmet
Şahin, sağlık üniversitesi olarak kurulan yapıda sağlam bir temel bilim
kadrosu olması gerektiğini belirtti.
Şahin, çalışmaları hakkında şunları
söyledi: “İyi bir tıp eğitimi için fakültenin sağlam bir temel bilimler kadrosu olması gerekir, bu anlamda biz
çok güçlü bir kadroya sahibiz. Ayrıca
klinik kadromuzda da dünyada ala-
nında isim yapmış akademisyenler
yer alıyor. Tıp fakültemizde toplamda
250 öğretim üyesi eğitim veriyor. Acıbadem Üniversitesi Kerem Aydınlar
Kampüsü’nde bu akademik yıl itibariyle 3000’i aşkın öğrenci eğitim görüyor.”
Tıp eğitiminde YÖK’ün tanımladığı
eğitim standardına göre eğitim verdiklerini söyleyen Şahin, bununla
birlikte klinik öncesi uygulamalı eğitimlerde kullanılan simülasyon laboratuvarı ile büyük fark yarattıklarını
dile getirdi.
Bu Sene İlk 8 Bindeki Öğrenciler Geldi
Tıp fakültesinde verdikleri eğitimin
öğrencilerin hem bilim insanı hem
de tam donanımlı bir hekim yetiştirecek şekilde planlandığını söyleyen
Şahin, “Türkiye’nin her yerinde her
türlü şartta hasta muayenesi ve tedavisi yapabilecek yetkinlikte, geniş viz-
yona sahip, araştırmaya ve yeniliklere açık hekim yetiştirmek hedefimiz.
Bilim insanı da olmalılar mantığıyla
hareket ediyoruz. Bu yıl burs oranımızı artırdık. İlk 8 binde öğrenciler
Tıp Fakültesi’ne yerleşti. Bu şekilde
devam ederek hep iyi öğrencilerin
bizi tercih etmesi en büyük arzumuz.”
TÜBİTAK Projeleri de Burada Yürütülüyor
Üniversite bünyesinde çok sayıda
araştırma projesinin yürütüldüğünü
söyleyen Şahin, “Projelerin birçoğu
TÜBİTAK, Avrupa Birliği tarafından
destekleniyor. Sanayi ve üniversite
işbirliğine de önem veriyoruz, bu
şekilde de yürütülen projelerimiz de
mevcut.
Diş hekimliği ve eczacılık fakültelerimiz açıldı, önümüzdeki dönemde öğrenci alınması planlanıyor. Buna göre
planlarımızı yapıyoruz” diye konuştu
Sağlıkla ilgili tüm alanlardaki eğitimde Acıbadem isminin insanların ilk
aklına gelmesi amacında olduklarını
söyleyen Şahin, sağlık alanında en iyi
olmayı ve dünya çapında başarılara
imza atmayı hedeflediklerini belirtti.
Yurt dışında yaşayan birçok Türk hekim ve bilim insanlarının Acıbadem
bünyesinde çalışmak istediğini kaydeden Şahin, bu konuda da farklı
çalışmalar planladıklarını dile getirdi.
Geleceğin Tıbbı için Dijital Araştırmalar
da Yapıyoruz
Hastalıkların tedavisinde gelecekte
“kişiye özgü” tedavilerin ön planda
olacağını söyleyen Şahin “Bu konuda hem laboratuvar hem de klinik
ortamda yoğun çalışıyoruz. Biyoenformatik üzerine araştırmalar yapan
bilim insanlarını ekibimize ekleyerek,
bu alandaki çalışmalarımız hız kazandı. Tıp fakültesindeki öğrencilerimizin de bu konuda farkındalığını
artırıyoruz.”
Hedefimiz Sağlığın En İyisi Olmak
Üniversitenin tek hedefinin, güvenilirlik olduğunu söyleyen Şahin “Bu
düşünce içinde çalışmalarımızda her
şeyin en iyisini tercih ediyoruz. Hedefimiz öğrencilerimizin tam donanımlı
olması ve alanlarında büyük başarılara imza atması” dedi.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
73
haber
SİRKE SİNEKLERİNDEKİ KEŞİF NÖROLOJİK
HASTALIKLARI AYDINLATABİLECEK
Sirke sineklerinin sinir hücrelerindeki sentrozomin, mikrotübüllerin, dolayısıyla dendritlerin
oluşumunu düzenlenmesi üzerine araştırma yapan Finlandiya Tampere Üniversitesi’nde
sürdüren Dr. Çağrı Yalgın, başarılı keşfi ile Nature Neuroscience dergisinde yer aldı.
Nörobilim alanında etik ve başarılı çalışmaları ile Japonya RIKEN Beyin Bilimleri Enstitüsü’ndeki araştırmalarını
Finlandiya Tampere Üniversitesi’nde
sürdüren Dr. Çağrı Yalgın, yeni bir
yayına daha imza attı. Nature Neuroscience dergisinde yayınlanan
araştırma ileri dönemde mikrosefali
gibi bazı nörolojik hastaların aydınlatılmasında ışık olabilir.
Sinir hücreleri, uyartıyı dendrit ve
akson adlı uzantıları ile alır ve iletir.
Dolayısıyla, hareket, bilişim gibi sinir-
Şekil 1
74
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
sel işlevlerin doğru yerine getirilebilmesi için gelişim esnasında akson ve
dendritlerin doğru oluşması ve doğru hedeflere varması şarttır. Bunun,
çok değişik akson ve dendrit şekline
sahip olabilen her bir nöron için geçerli olduğunu kaydeden Dr. Yalgın,
“Özellikle, her hücrede bir tane bulunan aksonların şekline ve uzanmasına etki eden birçok etken, 20 yıldır
süren araştırmalarla belirlenmişti.
Bunların öncüsü, sirke sineği Drosophila melanogaster ile yapılan araştırmalar olmuştu. Ancak, bir hücrede
birden çok sayıda bulunabilen dendritlerin oluşumu yeni yeni anlaşılıyor
olduğundan, doktoramı yaptığım
Japonya’daki RIKEN Beyin Bilimleri
Enstitüsü’ndeki laboratuvarımızda
sirke sinekleriyle bu alanda çalışmaya karar verdik.”
Hücrenin Çekirdeğinden Dendrit
Oluşumuna Nasıl Etki Ediyor?
Nature Neuroscience dergisinde
yayınlanan araştırmada Drosophila
melanogaster larvasını çevreleyen
nöronları model olarak kullandıklarını belirten Yalgın, “Bunlardan
bazıları az sayıda ve basit şekilli
dendritlere (Şekil 2’de yeşil renkte)
sahipken bazıları yüzlerce sayıda ve
çok karmaşık dendritlere (Şekil 2’de
kırmızı renkte) sahiptir. Basit şekilli
dendritlerin şeklinden “Abrupt” isimli bir proteinin sorumlu olduğunu
önceden biliyorduk. Ancak bu protein dendritte değil, hücrenin çekirdeğinde bulunmaktaydı. Hücrenin
çekirdeğinden dendrit oluşumuna
nasıl etki ediyordu? Ortada bir aracı
bulunmalıydı.
Şekil 2 Kaynak: HHMI / Jan Lab.
Biz bu aracının sentrozomin adlı bir
protein olduğunu bulduk. Sentrozomin proteinini üretemeyen, genetiği
değiştirilmiş sinek larvalarını inceledik. Normalde basit dendritlere sahip
olması gereken hücrelerin daha karmaşık, ve yaklaşık yüzde 50 daha çok
dendrite sahip olduğunu gördük”
dedi. (Şekil 3)
Dendritlerde Sentrozomin Neleri
Düzenliyor?
İşin ilginç yanının, sentrozominin
daha önce sentrozom denen merkezi yapılarda bulunan bir protein olduğunu dile getiren Yalgın, şu bilgileri
verdi: “Sentrozom, ismini de buradan
alıyordu. Oradaki görevi, hücre iskeletinin mikrotübül denen yapılarına
zemin oluşturmaktı. Dendritler de
mikrotübül açısından zengin olduğuna göre, sentrozomin orada da aynı
işi yapıyor olabilir diye düşündük.
Nitekim böyle çıktı: Dendritlerde bulunduğu birkaç yıl önce keşfedilmiş
olan Golgi aygıtı parçalarına yerleşen
sentrozomin, mikrotübüllerin, dolayısıyla dendritlerin oluşumunu düzenliyordu.
Bu Keşif Nelerin Yolunu Açabilir?
Şekil 3 Kaynak: C. Yalgin, A. W. Moore
Biz araştırmamızda sirke sineği kullandık. Ancak bu tür düzenekler evrim sürecinde korunmuş olduğundan insanda bile böyle işliyor olabilir.
Bunun böyle olup olmadığını fareler-
Dr. Çağrı Yalgın
deki in vivo ve insan hücrelerindeki
in vitro deneylerle sınayabileceğiz.
Nitekim, sinekteki sentrozomin geninin insandaki homologu olan
CDK5RAP2 geninin mutasyonunun
mikrosefaliye sebep olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bu keşfin bazı insan hastalıklarının aydınlatılmasına
da yardımcı olacağını umuyoruz.”
http://www.nature.com/neuro/journal/vaop/ncurrent/full/nn.4099.html
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
75
haber
MS, PARKİNSON VE ALS HASTALARINA
ROBOTİK REHABİLİTASYON
İstanbul’da Haziran Ayında Düzenlenen ‘Uluslararası Nörorehabilitasyon Kongresi’nde, Denge ve
Yürüme Bozukluklarının Tanısı İle Rehabilitasyonu Ele Alındı.
Haziran ayında İstanbul’da gerçekleştirilen ve çeşitli ülkelerden nöroloji uzmanları ile rehabilitasyon
hekimlerini bir araya getiren International Neurology and Rehabilitation Meeting - INEREM, Uluslararası
Nörorehabilitasyon Kongresi, “denge
ve yürüme bozukluklarını tanısı ve
rehabilitasyonu” konusunda bugüne kadar yapılmış en geniş kapsamlı
kongre olarak nitelendiriliyor.
Yürüme fonksiyonu ile ilgili denge,
hareket ve koordinasyon bozukluklarını incelemek, insanın en temel
fonksiyonlarından biri olan yürüme
becerisini engelleyen nörolojik sorunları irdelemek ve tedavileriyle ilgili en yeni bilgileri paylaşmak üzere
düzenlenen kongreye, çeşitli ülkelerden çok sayıda hekim katıldı.
Kongrenin bilimsel programı çerçevesinde Etiler’de bulunan ROMATEM
76
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Fizik tedavi ve Rehabilitasyon Merkezinde dört ayrı workshop (çalıştay)
gerçekleştirildi. Romatem Hastaneleri Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon
Uzmanı Prof. Dr. Tunç Alp Kalyon,
workshoplardan birinin de ‘yürüme
bozukluklarında robotik yardım’ olduğunu belirtti.
‘’Bilindiği gibi son yıllarda tıbbın
çeşitli alanlarında robot teknolojisinden yararlanılmaktadır. Robotlar yardımıyla çeşitli girişimler veya
ameliyatlar yapılmakta, bu sayede
iyileşme süresi kısalmaktadır. Robot
teknolojisinin kullanıldığı alanlardan
biri de rehabilitasyondur. Kollarını
veya bacaklarını yeterince kullanamayan hastalar için çeşitli robotik
sistemler geliştirilmiştir. Kollarını kullanamayan hastalar için kol robotları, sanal gerçeklik teknolojisi ile
birleştirilerek hastaların el ve kol be-
cerilerini artırmayı amaçlamaktadır.
Yürüyemeyen hastalar için kullanılan
robotik sistemlerde ise bir yürüme
bandının üzerinde askılar vasıtasıyla
yukarı alınan hastaya, bacakların iki
yanına yerleştirilen robotik kısımlar
yardımıyla normal yürüyüş şeklinde
Prof. Dr. Tunç Alp Kalyon
yürüme hareketleri yaptırılmaktadır.
Vücut ağırlığı, yürümenin temposu
ve şekli bilgisayar programıyla kontrol edilebilmekte, hasta karşısındaki
aynadan veya sanal gerçeklik ekranından durumunu izleyebilmektedir.
Sistemin en önemli avantajı, normal
yürüme kalıbına çok benzeyen şekilde hareketler yaptırması ve beyindeki
ilgili merkezlerin sürekli uyarılmasıdır.
Sanal gerçeklik ekranında hasta farklı
ortamlarda yürüme hissi algıladığından , tedavi boyunca hiç sıkılmadan
yürüyüş egzersizlerini yapma olanağına kavuşmaktadır. Bu yöntemle
hastaların iyileşme süreci hızlandığı
gibi yürüme şekilleri de normale yakın biçimlerde gelişmektedir.’’
“Robotik Rehabilitasyon, Mutlaka Uzman
Hekim ve Terapistler Tarafından Diğer
Bilimsel Rehabilitasyon Yöntemleriyle
Birlikte Uygulanmalıdır”
Prof. Dr. Tunç Alp Kalyon, inme, omurilik yaralanması, MS, Parkinson, ALS
gibi beyin ve omuriliğin ciddi hasara uğradığı durumlarda yeni tedavi
yöntemi arayışlarının devam ettiğini
vurguluyor.
Kalyon, şunları söyledi: “Bu konudaki
çabaları iki ana gruba ayırmak mümkündür: Bunlardan birincisi, beyin
veya omurilikteki hasarı engelleyecek veya tümüyle onaracak tedavi
yöntemleriyle ilgilidir. Yoğun araştırmalar sonucunda bazı ilerlemeler
sağlanmış olmakla birlikte beyin ve
omurilik hasarlarını tamamen onaracak kesin bir tedavi yöntemi henüz
belirlenmemiş olup araştırmalar devam etmektedir. Diğeri ise hastaların fonksiyonel kayıplarını giderecek
yeni rehabilitasyon yöntemleriyle
ilgilidir. Robotik rehabilitasyon bu
alandaki en önemli gelişmelerden
biri olmakla beraber, kapsamlı bir
rehabilitasyon programının parçası
olarak kabul edilmeli ve mutlaka uzman hekim ve terapistler tarafından
diğer bilimsel rehabilitasyon yöntemleriyle bir arada uygulanmalıdır.”
Yürüyemeyen Hastalara Müzik
ve Dans Tedavisi
Kalyon, kongrede yürüme ve denge
bozukluklarının değerlendirilmesiyle ilgili yeni tekniklerin uygulamalı
olarak anlatıldığını belirtiyor. Kalyon,
“Bu kongrede, felçli hastalardaki aşırı
kasılmalar sonucu hareket yeteneği
bozulmuş kaslara, ultrason kılavuzluğunda botulinum toksini enjeksiyon
uygulama teknikleri sunulmuştur.
Ayrıca yeni teknolojik gelişmeler
ışığında yapılan yürüme analiz yöntemleri ve dinamik Elektromiyografi
uygulamaları da gösterilmiştir. Kongredeki ilginç sunumlardan bir diğeri
ise yürüme bozukluklarının tedavisinde kullanılan müzik ve dans tedavileriyle ilgilidir” diye konuştu.
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
77
gezelimgörelim
Trakya’nın “Yayla”sında Tarihi Simgeler:
Doç. Dr. Elgiz Yılmaz
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi
Kişilerarası İletişim Anabilim Dalı Başkanı
Trakya’nın kendi halinde ama gastronomisi, verimli toprakları ile göze çarpan ili Kırklareli’nin tarihi dokusu içerisinde masalsı bir mekan Gusto Celepoğlu Konağı. Bir
dönem Dr. Celepoğlu ailesine ev sahipliği yapması sebebiyle aynı isimle anılan 1908 tarihli konak restore edilir. Bu
sayede yapı Kırklareli’nin tarihi Yayla Mahallesi dokusuna
kazandırılan asırlık konaklar ve eski Rum evleri arasındaki
yerini alır. Konağın balkon kapısının üzerindeki silmede
1908 yılında inşa edildiği yazmaktadır. Yunanistan Kralı
78
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
Aleksandros’un da 1920 yılında bu konakta konakladığı
bilinmekte.
Şehir merkezinden yukarıya doğru ilerlerken Yayla yokuşunun meydanla buluştuğu noktada bulunan 1908 yılına
tarihli bu eski konak, Rum doktor S.K. Celepoğlu’na ait idi.
Eski Kırklareli’nin dokusunu çok iyi yansıtan Yayla
Mahallesi’ni Kırklareli’nin ve bölgeye gelen ziyaretçilerin
manevi hafızasına kazınması için çalışmalar yapan il yö-
neticileri ve destekçi aileler sayesinde Celepoğlu Konağı
Kasım 2014’ten beri konsept restoran olarak hizmet veriyor. Konakta Boşnak Mantısı, tavuk ve/veya kuzu eti ile
Suvlaki, Lokma, Ciğer Sarma gibi birçok Balkan mutfağı
ve Kırklareli yöre mutfağı lezzetlerini tatmak mümkün.
Gusto Celepoğlu Konağı, mahalledeki diğer benzer Rum
yapılarında olduğu gibi zemin üzerine iki kat, toplamda
üç kat olarak planlanmış. Arka tarafta bahar aylarıyla birlikte değerlendirilebilecek bir bahçeye sahip. Zemin kat,
tarihi ve geleneksel objeler, soft bir aydınlatmayla “Dionysos Mahzen” adıyla; hem alakart restoran hem de Trakya
bağlarının eşsiz üzümlerini deneyimleyebileceğiniz tadım günlerinin düzenlediği mekan olarak kullanılmakta.
Herkesin bildiği coğrafyalarda saklı mabetler keşfetmekten haz duyanların çok hoşuna gidecek, yakında Trakya
turizminin parlayan yıldızı olacak ve belki de kendini dönem filmlerinden birinin setinde hissettirecek bir mekan
Gusto Celepoğlu Konağı…
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
79
kitap
EVREN
Bir Biyografi
Editör: Kerem Cankoçak
Çevirmen: Kerem Kaynar
Yayın Yönetmeni : Mustafa Küpüşoğlu
Kapak Tasarımı : Füsun Turcan Elmasoğlu
Yayınevi: Alfa Yayınları
Sayfa sayısı: 264
Kerem KAYNAR
Çevirmen
”Polonyalı ünlü fizikçi Friedrich Houtermans kız arkadaşı ile beraber
parkta yıldızların ışığı altında romantik bir yürüyüşe çıkmıştı. Friedrich
biraz yorgun, dalgın ve kesinlikle
çok gururluydu zira aylardır üzerinde çalıştığı yıldızların nasıl parladığı
sorusunu çözmüştü. Kafasından hesaplamalarının tekrar üzerinden geçip çözümünün sağlamasını yaparken kız arkadaşının sözlerini duyup
irkildi:
– Friedrich, sevgilim bak yıldızlar ne
kadar güzel parlıyor değil mi?
Houtermans, kafasındaki hesaba ara
vermeden, cevap verdi:
– Evet ve onların nasıl öyle parladığını dünya üzerinde şu an bir tek ben
biliyorum.”
Yıldızların neden parladığını o gün
için sadece Friedrich Houtermans biliyor olabilir, ancak artık tüm dünyada fizikçiler yıldızların nasıl parladıklarını ve enerjilerini nasıl ürettiklerini
gayet ayrıntılı biliyorlar. Yıldızlar hakkında sadece onların nasıl parladığını değil; onların çekirdeklerinde
hangi tepkimelerin olduğunu, yaşam döngülerinin nasıl ilerlediğini,
vücudumuzdaki elementleri nasıl
oluşturduklarını vs birçok şeyi biliyoruz artık. Evet, yanlış okumadınız.
Vücudumuzu oluşturan bütün temel
yapıtaşları yıldızların merkezinde
oluştu ve Evren’e salındı. Zihin açıcı,
değil mi? Peki o yıldızlar nasıl oluştu
en başta? Daha da önemlisi, bütün
bunları nasıl bilebiliyoruz?
80
80
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015
EVREN’İN BİYOGRAFİSİ
Ünlü astrofizikçi ve popüler bilim
yazarı John Gribbin, Alfa Bilim serisinin 98. kitabı “Evren: Bir Biyografi”’de
önce bu soruyu cevaplıyor: “Bildiğimizi düşündüğümüz şeyleri nasıl biliyoruz?” . Bilimsel modellerin
nasıl oluşturulduğunu, sınandığını
ve gerektiğinde nasıl terkedildiğini bilmek bilim okuryazarı olmanın
en önemli şartlarından biri. Yazar
kitabında önce bilim insanlarının
kuramlarını nasıl oluşturduklarını,
bu kuramları nasıl test ettiklerini ve
bilimin nasıl ilerlediğini okuyucuya
çeşitli örneklerle aktararak kitabın
geri kalanında anlatacakları için bir
temel oluşturuyor.
Evren’le ilgili hemen herkesin bildiği
şey, Evren’in Büyük Patlama sonucu
meydana gelmiş olması. Evren’imizin küçük bir ateş topundan başlayarak
genişlemesi
gibi, kitap da Evren’in
biyografisine Büyük
Patlama ile başlıyor.
Daha sonra, Evren’in
ilk dönem nasıl geliştiği, ilk yapıların nasıl
meydana geldiği, yıldızların nasıl oluştuğu, elementlerin nasıl
meydana getirildiği,
Güneş sistemimizin
nasıl meydana geldiği
gibi konuları okuyucuya sade ve anlaşılır
bir dille aktaran yazar
daha sonra en merak
edilen
konulardan
birini açıklıyor: Hayat
nasıl başladı? Bu bölümü okurken sık sık
gökyüzüne bakacağınızdan eminim.
Son olarak, biraz iç karartıcı bir şekilde, sonumuzun nasıl geleceğine dair
bilimsel teorileri masaya yatırıyor yazar. Enseyi hemen karartmayın, Dünyamızın ve Evren’in sonunun gelmesine daha çok uzun yıllar var. Ancak
bu açgözlülük, tüketim hırsı ve doğal
kaynakları çarçur etmemiz bu hızla
devam ederse insanoğlunun sonu
düşünülenden yakın olabilir.
Bilim, etrafımızda gördüklerimizi
açıklamak için elimizdeki en iyi araç.
Gökyüzündeki yıldızları, güneşin
doğuşunu, çiçeklerin açmasını, nasıl
aşık olduğumuzu ve daha bir çok şeyi
bilim sayesinde anlayabiliyoruz. Doğanın işleyişini kavramak, onun güzelliğini de arttırır. John Gribbin bu
kitapla etrafınızdaki birçok şeyden
daha çok zevk almanızı sağlayacak.

Benzer belgeler