sayi 45 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
sayi 45 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı Bülent AKARCALI Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Ankara Milletvekili Prof. Dr. Haydar SUR Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender PALA Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı, Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Prof. Dr. Yunus SÖYLET Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı EDİTÖRDEN Türkiye Şehitlerine Ağlıyor… Evlere, ocaklara, anaların yüreğine ateş düşüyor. Her gün şehit haberleri artarak gelmeye devam ediyor. Son iki aydan bu yana sayısı 100’ü geçen şehitlerimiz için bütün Türkiye adeta kan ağlıyor. Acımız, üzüntümüz ve tepkimiz büyük. Ülke olarak diken üstünde ve tedirginlikle yeni şehit haberleri duyacak mıyız diye bekliyoruz. Elbette aklımızla, kalbimizle ve bütün benliğimizle yurdumuzu ve yüreklerimizi yangın yerine çeviren PKK terörünü lanetliyoruz. Bütün şehitlerimize, terör olaylarında hayatını yitiren Doktorumuz Abdullah Biroğlu ve sağlık çalışanlarımız ile diğer vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, sevenlerine ve camialarına sabır diliyoruz. Her şeye rağmen sağduyunun hâkim olmasının, oyuna gelinmemesi için herkesin daha da duyarlı davranmasının ülkemizin geleceği adına şart olduğunu biliyoruz. Bu ateşin sönmesi için bütün imkânları kullanarak “su taşımamız” ve bütün bu acıların dinmesi için çaba göstermemiz gerekiyor. Biz dergimizin kapağını ve giriş sayfalarını bu duyarlılığa ayırarak üzerimize düşeni yapmaya çalıştık. Tek dileğimiz terörün sonlandırılması, kanın durması, acıların bitmesi ve ülkemizin yeniden huzura kavuşmasıdır. … Eylül sayımızın Kapak Dosyasını “Halk Sağlığı” konusuna ayırdık. Hem Sağlık Bakanlığımızın hem de konusunun uzmanı değerli bilim insanlarımızın dikkate değer çalışmalarını kapsamlı olarak bu dosyamızda bulabileceksiniz. Sağlık ve İnsan Dergisi her ay kapsamlı kapak dosyaları ve diğer özgün çalışmaları ile alanının güvenilir ve prestijli yayını olmaya devam ediyor. Bu sayıda iki yeni çalışmayı sizlerin dikkatine sunuyoruz. Yayın editörümüz Esra ÖZ, gündem başlığı altında, Uzm. Dr. Fatih BATI, her ay Sağlık Gündemi başlığı ile sizlerle olacak ve son 1 aylık sürede sağlıkla ilgili bütün gelişmeleri burada özetleyecek. Diğer yeniliklerimizi de ilginize sunmaya devam edeceğiz. Barışa, huzura, sevgi ve kardeşliğe vesile olmasını temenni ettiğimiz Kurban Bayramınızı tebrik ediyor, yaşadığımız acıların son bulması ümidi ile sağlık ve esenlik diliyoruz. Sevgi ve saygılarımızla… Ayşe Aydın AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ Yıl: 4 Sayı: 45 • EYLÜL 2015 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. EsasMedya Ltd. Şti. adına /saglikinsandrg /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com www.saglikveinsandergisi.com [email protected] Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı: Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: Şen Matbaa Özveren Sok. 25/B Demirtepe/ANKARA Tel : 0312 229 64 54 Basım Tarihi: Eylül 2015, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir. 04 Türkiye Şehitlerine Ağlıyor 10 Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Bütün Birimleri ile 7/24 Çalışıyor: 38 Bonzai Sorununu Nasıl Görmeliyiz? 06 Doktor Abdullah Biroğul PKK Terörünün Kurbanı Oldu 32 Sağlıklı Yaşlanmak 66 Dijital İnovasyon ve Giyilebilir Teknolojiler 78 GezelimGörelim: Celepoğlu Konağı haber TÜRKİYE ŞEHİTLERİNE AĞLIYOR TERÖRÜ LANETLİYORUZ Son günlerde giderek azgınlaşan PKK terör saldırılarında peş peşe gelen şehit haberleri yürekleri dağlarken vatandaşların tepkileri de giderek artıyor. Türkiye genelinde sokaklara çıkıp terörü lanetleyen vatandaşlar artık bu acının bitmesini ve ülkenin yeniden huzura kavuşmasını istiyor. Zaman zaman çeşitli taşkınlıklara da sebep olan terörü protesto eylemlerinde herkesin sağduyu ile hareket etmesi isteniyor. 4 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Terör saldırıları hız kesmeden devam ediyor veTürkiye hemen her gün şehitlerine ağlıyor. İki ayı aşkın bir süredir devam eden terör saldırılarında hayatını yitiren şehitlerimizin sayısı100’ügeçti.Bütüntoplumkesimlerindeinfialesebepolanvelanetlenenterörenson Hakkâri Dağlıca’da 16 askerimizin, Iğdır’da da 13 polisimizin şehit olmasına sebep oldu. Savaşlarda bile dokunulmazlığı olan sağlık çalışanlarını, ambulansları, sağlık binalarını da hedef alan, iki ayda 100’den fazla canımızı şehit eden, ocaklara ve anaların yüreğine ateş düşüren bütün terör saldırılarını lanetliyor, ülkemizin bir an önce bu beladan kurtulmasını ve huzur bulmasını temenni ediyoruz. Bizleri derin acılara ve üzüntüye boğan bu menfur terör saldırılarında hayatını kaybeden Aziz Şehitlerimize Allah’tan rahmet, acılı ailelerine, yakınlarına, Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Teşkilatı ve Aziz Milletimize başsağlığı ve sabır diliyoruz. Sadece Son 1 Haftada 40’a Yakın Şehit Verdik Türkiye son günlerini her gün gelen şehit haberleri ile acı ve gözyaşı içerisinde geçiriyor. Terör örgütü PKK’nın hain saldırıları sonucu sadece son 1 haftada teröre 40’a yakın şehit verdik. Mardin’in Dargeçit, Diyarbakır’ın Sur ilçelerinde, Tunceli’de, Hakkâri’nin Dağlıca bölgesi ve Iğdır’daki PKK saldırılarında 40’a yakın güvenlik personelimiz şehit edildi. Dağlıca’da 16 Asker Şehit Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinin Dağlıca bölgesinde terör örgütü PKK’nın hain patlayıcı tuzakları sonucunda 16 askerimiz şehit oldu. Aralarında Dağlıca Tabur Komutanı Piyade Kurmay Yarbay İlker Çelikcan’ın da bulunduğu 16 askerimizin şehit edildiğine dair haberler bütün ülkede nefretle lanetlendi. Iğdır’da 13 Polis Şehit Bütün Türkiye Hakkâri Dağlıca’da şehit olana askerlerine ağlarken çok acı bir haber de Iğdır’dan geldi. Iğdır Dilucu Sınır Kapısı’nda görevli polis memurlarını götüren servis minibüsü ile koruma görevi yapan aracın Aralık ilçesine bağlı Hasanhan Köyü yakınlarından geçişi sırasında PKK’lı teröristlerce yola önceden döşenen bombalar uzaktan kumanda ile patlatıldı. Hain saldırıda 13 polisimiz şehit oldu. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 5 haber DOKTOR ABDULLAH BİROĞUL PKK TERÖRÜNÜN KURBANI OLDU Diyarbakır’ın Kulp İlçesi Toplum Sağlığı Merkezi Sorumlu Hekimi Dr. Abdullah BİROĞUL yol kesen PKK’lı teröristlerin açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti. Bölge insanına fedakârca hizmet eden ve çevrede çok sevilen Dr. Biroğul’un terör saldırısı sonucu öldürülmesi bölgede ve bütün Türkiye’de nefretle kınandı. Diyarbakır’ın Kulp ile Lice ilçesi arasındaki karayolunu Yapraklı Köyü yakınlarında kesen silahlı bir grup PKK’lı terörist, durdurdukları araçtakilere kimlik kontrolü ile örgüt propagandası yaptı. Bu sırada Kulp’tan Diyarbakır yönüne gelen Dr. Abdullah Biroğul, PKK’lıların yol kestiğini görünce geri dönüp aracıyla birlikte kaçmaya çalıştı. Aracın geri döndüğünü gören PKK’lılar uzun namlulu silahla ateş açtı. Açılan ateş sonucu Dr. Biroğul, olay yerinde hayatını kaybetti. Biroğul’un cenazesini almak için olay yerine hareket eden 112 acil servis ekipleri, güvenlik gerekçesiyle bölgeye giremedi. Saldırıdan saatler sonra olay yerine gidebilen Lice İlçesi 112 Acil Servis ekipleri, PKK’lıların öldürdüğü kişinin Kulp İlçesi TSM Sorumlu Hekimi Abdullah Biroğul olduğunu öğrenince büyük üzüntü yaşadı. Cenaze olay yerinden alınarak Lice’ye götürüldü. Doktor Abdullah Biroğul’un cenazesi Diyarbakır Adli Tıp Kurumu’nda yapılan otopsinin ardından ailesine teslim edildi. Biroğlu, ailesi tarafından merkez Kayapınar İlçesi Peyas Köyü Mezarlığı›nda ailesi ve mesai arkadaşlarının katılımıyla gözyaşları arasında toprağa verildi. Biroğul için Dicleliler Yasevi’nde kurulan taziyesine yakınlarının yanı sıra, sağlık çalışanları da katıldı. 6 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun Tepkisi: “Bunun herhangi insani bir değerle de izahı yok!” Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, terör eylemlerinin sağlık çalışanlarına da yöneldiğine dikkat çekerek, 1986 doğumlu, aile hekimi genç bir meslektaşlarının uzun namlulu silahla gerçekleştirilen bir terörist saldırıda hayatını kaybettiğini vurguladı ve üzüntülerini dile getirdi. Bakan Müezzinoğlu, Dr. Abdullah Biroğul’un PKK terörü sonucu hayatını kaybetmesi ile ilgili tepkilerini şöyle dile getirdi: “Bu olaylar, sağlık camiamızı derinden yaralıyor. Sağlık camiası olarak birlik ve beraberlik içinde yine insanı yaşatmaya, insanın derdine derman olmaya gayret edeceğiz. Hekimimize Allah’tan rahmet, ailesine ve bütün sağlık camiamıza sabırlar diliyorum. Sağlık camiamızın başı sağ olsun. Bu hekimleri, hemşireleri, sağlık memurlarını kaybetmek, bizi çok farklı boyutlarıyla üzüyor ve yaralıyor. Bir de ’insanlık dışı, hunharca, kalleşçe’ demek doyurmuyor ve karşılığını bulmuyor. Bu terör saldırısında herhangi çatışma olmadı. Herhangi bir karşı durma yok. Yol kesiyorsun ve kestiğin yolda bir hekimi katlediyorsun. Bunun izahı yok. Bunun herhangi insani bir değerle de izahı yok. Ama araç, gereç ve bunların daha iyisini yapabilecek gücü var Türkiye’nin. Bu teröristlerin de üstesinden gelecek gücünün olduğunu onlar görecek…” “Sağlık camiası olarak birlik ve beraberlik içinde yine insanı yaşatmaya, insanın derdine derman olmaya gayret edeceğiz” diyen Bakan Müezzinoğlu, bütün sağlık çalışanlarının her şart altında Türkiye›nin her köşesinde vatandaşlara fedakârca hizmet sunmaya devam edeceğini vurguladı. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp GÜMÜŞ: “SADECE CAN KURTARMA DERDİNDE OLAN SAĞLIK PERSONELİMİZ HEDEF ALINARAK CANINDAN EDİLİYOR” Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş beraberindeki Bakanlık yöneticileri ile birlikte sağlık çalışanlarına yönelik terör olaylarını ve sağlık hizmetlerindeki son durumu yerinde değerlendirmek amacıyla Diyarbakır’ı ziyaret etti. Bölgede 3 yıldır yaşanan mülteci akını ve son zamanda artan terör olayları nedeniyle sağlık hizmetlerinin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini belirten Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Eyüp Gümüş, “Öncelikle insan hayatını merkeze alarak hizmet veren sağlık personelimize desteğimizi gösterip bölgenin sağlık hizmetlerini geleceğe taşıyacak vizyonumuzu oluşturmalıyız” dedi. Müsteşar Gümüş, sağlık çalışanlarının, çatışmalar nedeniyle yaralanan vatandaşlarımızı sağlığına kavuşturmak için kendi canlarını düşünmeden fedakarca çaba sarfettiklerininin altını çizerek sağlık çalışanlarına ve tesislere yönelik saldırıları şöyle özetledi: • Bitlis Tatvan’da İlçe Devlet Hastanemize düzenlenen saldırı • Güroymak ve Gökova’da hizmet veren 112 ambulanslarına molotoflu saldırı • Erzurum Tekman’da bir ambu- lansımızın 3 sağlık görevlisi ile birlikte kaçırılması • Ağrı’da çatışma bölgesine giden ambulansımızın kurşunlanması • Mardin Nusaybin’de 112 acil ekibine yapılan iki ayrı saldırı • İstanbul Gaziosmanpaşa Acil Yardım İstasyonuna yapılan saldırı • Ankara Nallıhan İlçe Hastanesine molotoflu saldırı • Silopi Devlet Hastanesinde görevli bir doktorumuzun kaçırılarak darp edilmesi • Sağlık personelimiz Eyüp Ergin’in, Cizre’de nöbet çıkışı evine giderken çatışma altında kalıp hayatını kaybetmesi • Kulp Toplum Sağlığı Hekimimiz Dr. Abdullah Biroğul’un yol kesen teröristlerce öldürülmesi ve ayrıca üç sağlıkçımızın daha genç yaşlarında terör saldırıları ile hayatlarını kaybetmeleri… Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, 2. Dünya Savaşında bile sağlık çalışanları ve sağlık tesislerinin dokunulmazlığının ihlal edilmediğine dikkat çekerek “Terör odakları, bu kutsiyete en ufak bir saygı duymadan sağlık personeli- nin canına kastediyor. Aldığı yardım çağrısını kimin yaptığına bakmadan koşturan, kendi canını düşünmeden çatışma alanına girip sadece can kurtarma derdinde olan sağlık personelimiz hedef alınıyor, canından ediliyor. Sözde, adına savaştığı insanlara verilen hizmeti sabote ediyor. Bu, içinde bir miktar da olsa insaniyet barındıran bir varlık için kabul edilebilir bir durum değildir.” dedi. Müsteşar Gümüş, moral bozucu ortama rağmen sağlık hizmetlerini aksatmayan, insanların sağlığı için fedakarlıklarını esirgemeyen sağlık personeline teşekkür etti. “Özlük haklarını iyileştirecek hazırlık yapıyoruz” Bölgede en önemli sorunun sağlık personelinin uzun süre çalışmaması olduğunu söyleyen Sağlık Bakanlığı Müsetaşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, “Bu bölgede görev yapan sağlık personelimizin daha uzun süre çalışması ve daha istikrarlı bir sağlık hizmetinin idamesi için personelimizin özlük haklarını iyileştirecek bir hazırlık yapıyoruz. Yüksek ücretle çalışan sözleşmeli sağlık personelinin sayısını ve yüksek ücretle çalışma süresinin uzatılmasını temin için bir çalışma içindeyiz.” dedi. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 7 H AL K S kapakkonusu LIĞI H 3-9 EYLÜL A AFT SI AĞ Sağlık Bakanı Dr. Mehmet MÜEZZİNOĞLU: “SAĞLIK CAMİASI OLARAK MERKEZE SAĞLIK OKURYAZARLIĞINI ALDIK” Halk Sağlığı Günleri kapsamında Sağlık-Sen Stratejik Araştırmalar Merkezi (SASAM) Enstitüsü tarafından düzenlenen Sağlık Okuryazarlığı Sempozyumu Ankara’da yapıldı. Bakan Müezzinoğlu programda yaptığı konuşmada, sağlık okuryazarlığı konusunda yaptığı çalışmadan dolayı SASAM ve Sağlık-Sen’e teşekkür etti. Sağlık camiasının canı pahasına hizmet eden bir meslek grubu olduğunu belirten Bakan Müezzinoğlu, katledilen doktor ve eczacının Diyarbakırlı ve Kürt kökenli olduğunu belirterek, “Bizi bunlar da ilgilendirmiyor. Bizi insan olması ilgilendiriyor. Yaşatabilme idealini taşıyan insanların katledilmesi ilgilendiriyor. Kürt kökenli vatandaşlarımızın hakkını koruma iddiasında bulunanların, insanlık dışı bir terörizm yapanlar ve bunlara karşı duramayan, eleştiremeyenler var” şeklinde konuştu. 8 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Halk Sağlığı Günleri kapsamındaki sağlık okuryazarlığı konusunu çok önemli bulduğunu ifade eden Bakan Müezzinoğlu, sağlıklı yaşamın kültüre dönüşmesini önemsediklerini ifade etti. Bilgi kirliliği ile toplum bilincinin darmadağın edilmesine müsaade edilmemesi gerektiğini söyleyen Bakan Müezzinoğlu, sağlığın çok paydaşlı olarak kabul edilmesi ve sağlık hizmetinin de çok paydaşlı olarak sunulmasının önemine dikkat çekti. Bakan Müezzinoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Halk Sağlığı günleri çerçevesinde Sağlık Okuryazarlığı konu başlığını çok anlamlı ve değerli buluyorum. Biz esasında ilk emri “Oku” olan bir medeniyet anlayışının mensuplarıyız. Ama okuryazarlığa geldiğimizde veya 1000 kişiye düşen kitap sayısı- na geldiğimizde açıkçası bizden çok daha arkalarda gördüğümüz milletlerin okuryazarlığına baktığımızda aramızdaki makas ne yazık ki aleyhimize çok ciddi düzeyde açık. Dolayısı ile okuyan, düşünen, düşündüğünü şekillendirebilen ve onunla ilgili kararı verip hedefe yürüyebilen bir süreci mutlaka toplumsal olarak sahiplenebilmeli ve bunu başarabilmeliyiz. Bunu toplumun bir sorunu olarak görmeliyiz. Ama biz sağlık camiası olarak merkeze sağlık okuryazarlığını aldık ve sağlıklı yaşam kültürünün bir kültüre dönüşmesini önemsiyoruz.” Sağlık Okuryazarlığı Sempozyumunun açılışına Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun yanı sıra çok sayıda bürokrat ve akademisyen katıldı. 5 oturumda yapılan ve iki gün süren sempozyum sonrası hazırlanacak sonuç bildirgesi kamuoyuna açıklanacak. SASAM ENSTİTÜSÜ İLAÇ AŞI HİZMETİ AİLE SAĞLIĞI HALK NÜFUS TIBBİ ATIK Hastane STRES NÜFUS STRATEJİ Değerlendirme RUH SAĞLIĞI OBEZİTE GÜVENLİĞİ ANA ÇOCUK İLAÇ SAĞLIĞIN GELİŞTİRİLMESİ MEDYA BAĞIMLILIK DİYABET ÇALIŞAN Sağlıklı Yaşam AİLE HEKİMİ DİŞ SAĞLIĞI TIBBİ ATIK İLAÇ ÇALIŞAN GÜVENLİĞİ İŞ GÜCÜ NÜFUS AİLE SAĞLIĞI Hasta GÖÇ BULAŞICI HASTALIK HİJYEN İŞ GÜCÜ REHABİLİTASYON HASTA HAKKI KOAH AŞI HİJYEN NÜFUS PLANLAMA İLAÇ AĞIZ VE STRES ÇEVRE SAĞLIĞI Takip DEĞERLENDİRME EĞİTİM HEKİMLİĞİ SAĞLIĞIN TEŞVİKİ MEDYA TOPLUM SAĞLIĞI EĞİTİM PLANLAMA TRSM TAKİP EVDE SAĞLIK AİLE HEMŞİRE BAĞIMLILIK KAN Has HASTA TSM GÖÇ OBEZİTE Halk Hasta NÜFUS PLANLAMA ASM Hasta KANSER EĞİTİM MEDYA GÜVENLİĞİ EĞİTİM ASM DEĞERLENDİRME ÇEVRE SAĞLIĞI OBEZİTE HAKKI SAĞLIK HİZMETİ HİJYEN HALK HASTA BİRİNCİ BASAMAK BAĞIMLILIK İŞ DİYABET Hastane SAĞLIKLI SAĞLIK YAŞAM ÇALIŞAN GÜVENLİĞİ MEDYA SAĞLIĞIN TEŞVİKİ İŞ GÜCÜ ASTIM KİRLİLİĞİ Hastane AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI GÜCÜ BİLGİ ASM BİLGİ STRES SAĞLIK HEKİMLİĞİ BULAŞICI HASTALIKLAR KİRLİLİĞİ AİLE SİVİL TOPLUM Sağlık-Sen Stratejik Araştırmalar Merkezi Enstitüsü AŞI GÖÇ AŞI KAN SAĞLIKLI BİR GELECEĞİN ÖN ŞARTI I Ğ I L R A Z A Y R U K O SAĞLIK Ücretsiz yayınlanmaktadır. H AL K S kapakkonusu LIĞI H 3-9 EYLÜL A AFT SI AĞ TÜRKİYE HALK SAĞLIĞI KURUMU BÜTÜN BİRİMLERİ İLE 7/24 ÇALIŞIYOR: GÜVENDESİNİZ... Prof. Dr. İrfan ŞENCAN Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Sağlık sadece hastalık ve sakatlığın olmaması değil, fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, temel bir insan hakkı olan sağlığa erişilmesi için ülkemizde birinci basamak sağlık hizmetlerinin sunulmasından sorumlu kuruluştur. Birinci basamak sağlık hizmeti tam anlamı ile kişilerin, çeşitli nedenlerle başvurduğu, toplumun büyük bir kısmının tedavi edildiği, gereği durumunda ikinci ve üçüncü basamağa sevk edildiği ve koruyucu sağlık hizmetlerinin sunul10 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 duğu sağlık kurumu ve bu kurumda üretilen sağlık hizmeti olarak tanımlanabilir. Aile hekimlerimize ve toplum sağlığı merkezlerimize başvuran bireylerin sağlık gereksinimlerinin karşılamanın yanı sıra hastalık oluşmadan hastalıkların önlenmesi, hastalık oluşmuş ise herhangi bir şikâyete yol açmadan erken dönemde teşhis edilmesi ya da teşhis edilemeyenlerin de tedavisinin ve rehabilitasyonun sağlanması, hatta halkımızın sağlığının geliştirilmesi için 81 il 970 ilçede görev yapan 100 bin kişilik sağlık gönüllüleri ordusuyuz. Her gün 14 bin noktada 1 milyon kez vatandaşlarımızla buluşuyoruz. Evde sağlık hizmetimiz ile yaşadığı yerden çıkamayan veya sağlık kuruluşuna ulaşamayan 250 bin kişi- ye evinde sağlık hizmeti sunuyoruz. Ülkemize sığınan yaklaşık 2 milyon Suriyeli ve Iraklı misafirimize de aynı hizmetleri sunuyoruz. Her yıl 1 milyon 300 bin bebeğimiz doğuyor. Geleceğimizin teminatı olan bebek ve çocuklarımızı daha doğmadan anne karnındayken izlemeye başlıyor, hastanede doğmalarını sağladıktan sonra sağlıklı büyüdüklerinden emin olmak için 13 farklı hastalık etkenine karşı 50 milyon doz aşı yapıyor, demir ve D vitamini desteği sağlıyor ve her bir bebeği düzenli aralıklarla izliyoruz. Yenidoğan döneminde uyguladığımız tarama testleriyle tüm bebeklerimizi kalıtsal ve metabolik hastalıklar açısından kontrol ediyor ve hasta olanları erken dönemde teşhis ederek kalıcı bir bo- zukluk kalmasını engelliyoruz. İlköğretime başlayacak binlerce çocuğumuzu ağız-diş sağlığı taramasından geçiriyoruz. “ağaç yaşken eğilir.” Atasözünü düstur edinerek çocuklarımızın sağlıklı beslenme alışkanlığını küçük yaşta edinmesi için okullarda süt ve kuru üzüm dağıtıp okul kantinlerinde satılan yiyecek ve içeceklerde düzenlemeler yapıyoruz. Bebek ve çocuklarımızın sağlığını annelerimizden ayrı düşünemeyeceğimiz için tüm doğurganlık çağındaki kadınları yılda 2 kez ve anneleri de gebelikleri boyunca izliyoruz. Doğumların hastanede gerçekleşmesini sağlayıp kansızlık gibi sorunlar yaşamasınlar diye ücretsiz demir desteği sağlıyoruz. Gebelikte veya doğum sırasında gerekli olan durumlarda tüm annelerimizi bir üst sağlık kuruluşuna naklediyor, bazı annelerimizi de doğum önce “Misafir Anne Programı” ile doğum başlamadan misafir ediyoruz. “Anne Dostu” ve “Bebek Dostu” hastaneler ile standartlarımızın en üst seviyeye ulaşması için çalışıyoruz. Tütün, alkol ve madde bağımlılığıyla mücadelemizi kararlılıkla sürdürüyoruz. Sigarayı bırakmak isteyen herkese ALO 171 sigara bırakma hattı 7 gün 24 saat esası ile danışmanlık hizmeti vermekte ve dileyen vatandaşı yurt sathına yayılmış 400’den fazla sigara bırakma polikliniğine yönlendirmektedir. Sigara içmeyen insanların dumana maruz kalmamaları için ekiplerimizle sürekli denetim yapıyoruz. ALO 191 hattı ile de madde bağımlılığı olan vatandaşlarımıza ulaşmaya çalışıyoruz. Kanserle savaşımızda başarılı olmak için Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezlerimizde 3 kanser (meme, rahim ağzı, kalın bağırsak) türü için yılda 5 milyondan fazla tarama ve eğitim yapıyoruz. İçtiğimiz sulardan emin olabilmek için tüm damacanaları ve 62 bin noktadan aldığımız numunelerle şebeke sularımızı sürekli kontrol ediyoruz. Yüzme sularını 1200’den fazla noktadan numuneler alarak takip ediyoruz. Prof. Dr. İrfan ŞENCAN Aşıların sahip olduğu önemden dolayı, bilim insanlarımızla beraber yerli aşı üretimini gerçekleştirmek için çalışıyoruz. Yaptığımız eğitimlerle sürekli bilgi ve becerisini güncel tuttuğumuz sağlık personelimiz her daim yanınızdayız. GÜVENDESİNİZ. Bulaşıcı olan hastalıkların salgın haline gelmemesi için 7 gün 24 saat tüm ülkemizi izliyoruz. Herhangi bir bulaşıcı hastalık olması durumunda bunu hemen öğrenip yayılmaması için gerekli önlemleri alıyoruz. Sağlık ekiplerimiz ile hastalığın olduğu yere gidip olayı tüm ayrıntısı ile inceliyoruz. Yurt içi ve yurt dışı tüm sağlık tehditleri için uluslararası sağlık kuruluşları ile işbirliği yapıyoruz. Çağımızın sorunu olan bulaşıcı olmayan hastalıklarla mücadele için emek sarf ediyoruz. Bizim için önemli olan bu hastalıkların hiç olmamasını sağlamak ya da komplikasyonlar gelişmeden erken teşhis sağlamak. Bu nedenle tüm vatandaşlarımızın sağlıklı beslenmesi için uğraşıyoruz, onların fiziksel aktivitesini artırmaya çalışıyoruz. Örnek olabilmek adına hem Bakanımız hem bizler sürekli yürüyoruz. Sağlıklı davranışların temelinin küçük yaşlarda atılmasının önemini bildiğimiz için çocuk ve gençlerimize bisiklet kullanma alışkanlığı kazandırmak istiyoruz. Okullara, üniversitelere ve bisiklet yolu yapan belediyelere bisiklet veriyoruz. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 11 H AL K S kapakkonusu LIĞI H 3-9 EYLÜL A AFT SI AĞ DEĞİŞEN DÜNYADA GELECEK NESİLLER TEMELİNDE SAĞLIKLI YAŞAM POLİTİKALARI Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanlığı Ülkemiz 2000 yılı verilerine göre 65 yaş üzeri nüfus genel nüfusun %5,37’sini, 2013 yılında ise %7,7’sini oluşturmaktadır. Türkiye’de doğumda beklenen yaşam süresi 2000 yılında 70,4 yıl iken 2013 yılı için erkeklerde 74,7 kadınlarda 79,2 olmak üzere toplamda 76,9 yıla uzamıştır. Ülkemizde son yüzyılda demografik dönüşüm yaşanmış ve sonucunda doğum ve ölüm hızları azalmış, doğumda beklenen yaşam süremiz artmıştır. Tabi bu zemini hazırlayan faktörlerden bir tanesi bulaşıcı hastalıklarla mücadelede elde ettiğimiz başarılardır. Bunun yanında anne ve bebek ölümlerimizi de çeşitli prog12 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 ramlarla gelişmiş ülkeler seviyesine düşürmüş ve daha da düşürmek için çaba sarf etmekteyiz. Uzayan insan ömrü ile beraber artık sağlık gündemimizin ağırlıklı kısmını “tam olarak tedavi edilemeyen ve iyileşme göstermeyen uzamış durumlar” olarak tanımlanan kronik (bulaşıcı olmayan) hastalıklar oluşturmaktadır. Bulaşıcı olmayan hastalıkların hepsine ilgi gösterilmesi gerekse de dört hastalıktan oluşan bir grup (kalp ve damar hastalıkları, kanser, diyabet ve kronik solunum yolu hastalıkları) ve bunların ortak risk faktörleri (tütün ve alkol kullanımı, fiziksel hareketsizlik ve sağlıksız beslenme) Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi’nde önlenebilir hastalık ve ölümlerin çoğunluğunun nedenini oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu dört bulaşıcı olmayan hastalık, tarım ve gıda sanayisinden, eğitim, çevre ve şehir planlamasına kadar birçok sektördeki politikalardan etkilenen ortak belirleyicileri paylaşmaktadır. Bu hastalıklar, kamu politikası yoluyla müdahalelere yönelik ortak yolları da paylaşmaktadır. Buna ek olarak obeziteye özel bir ilgi gerekmektedir, çünkü obezite hem aynı temel risk faktörlerinin bir sonucu hem de diğer bulaşıcı olmayan hastalıkların bir nedenidir. Obezite yaşam kalitesini düşüren, pek çok faktöre bağlı kronik bir hastalıktır. Günümüzde tüm dünyada bu kadar hızlı artan, bireyleri ve toplumları etkileyen başka bir hastalık bulunmaması nedeniyle uluslararası sağlık kuruluşları tarafından salgın olarak bahsedilmektedir. Bu nedenle obezite ile mücadele konusunda tüm dünyada politikalar geliştirilmekte, ulusal eylem planları hazırlanmaktadır. Bakanlığımız ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumu olarak biz de kronik hastalıklarla mücadele için birçok program ve faaliyet yürütmekteyiz. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması 2010’a göre erişkin nüfusun %65’i fazla kilolu veya obezdir (Kadınların %41’i Erkeklerin %20 ,5’i obez). “Çocukluk Çağı Obezite Araştırması (COSI-Tr) 2013” raporuna göre 6-10 yaş grubunda obezite sıklığı %6,5; fazla kiloluluk sıklığı ise %14 bulunmuştur. Bir başka deyişle ülkemizde 6-10 yaş grubu her beş çocuktan biri fazla kilolu veya obezdir. Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması 2010 (TBSA) raporuna göre 787 çocuktan %4,8’i obez (E:%6,4; K: %3,0) ve %12,5’i fazla kilolu (E: %14,4; K:%10,3) olarak bulunmuştur. Türkiye genelinde 6-11 yaş grubu çocukların %58,4’ü düzenli olarak egzersiz yapmamaktadır (günde 30 dakika veya daha fazla süre ile). Türkiye genelinde erkeklerin %67,6’sının, kadınların %76,5’inin, toplamda ise %71,9’unun egzersiz yapmadığı saptanmıştır. Kurumumuz, 2010-2014 Türkiye Obezite ile Mücadele ve Kontrol Programı’nı (2010-2014) başlatmıştır, program güncellenmiş ve 2017’ye kadar uzatılmıştır. Anne sütünün teşviki ve hamile kadınlara ve çocuklara yönelik beslenme tavsiyeleri, Sağlıkta Dönüşüm Programıyla ana-çocuk sağlığını iyileştirme hedefinin bir parçası olarak öne çıkmıştır. Sadece anne sütü ile besleme, meyve ve sebze tüketimi diğer Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında Türkiye’de yüksektir. Bunlar teşvik edilmesi gereken koruyucu etkenlerdir ve Türkiye’deki yüksek obezite sıklığının diyetin farklı boyutlarından ve yetersiz fiziksel aktiviteden kaynaklandığını göstermektedir. Bakanlığımızca yürütülen Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı kapsamında 2014 Yılını “Sağlıklı Yaşam ve Hareket Yılı” ilan edilmiştir. 2014 yılında her ay için çeşitli aktiviteler ve farkındalık çalışmalarını planlanmış ve her ay için çeşitli etkinlikler yapılmıştır. Bu etkinlikler 2015 yılı Haziran ayına kadar devam etmiştir. Obezite ile mücadele etmek için Türkiye’de toplum temelli geliştirilebilecek veya desteklenebilecek müdahaleler arasında çocuklara yönelik yiyecek ve içeceklerin pazarlanmasının kısıtlanması, trans-yağların gıdalardan çıkarılması, fiziksel aktivite ve diyet ile ilgili farkındalık oluşturulması, sağlıklı beslenmeyi teşvik etmeye yönelik mali politikaların geliştirilmesi yer almaktadır. Gıda sanayi ile bu konulara ilişkin destekleyici tartışmalar ve toplantılar yapılmıştır. Okullarda sağlıklı diyet ve fiziksel aktiviteyi teşvik etmek için, beden eğitimi ile ilgili müfredat ve okul kantinlerinde satılan yiyeceklerin düzenlenmesi de dâhil olmak üzere çeşitli önlemler alınmıştır. Okul kantinleri genelgesi güncellenmiş, Milli Eğitim Bakanlığı’na iletilmiştir. Tüm Türkiye’deki ilk ve ortaöğretim okullara sağlıklı beslenme ile ilgili afişler gönderilmiştir. Beslenme Dostu Okul sayısı 1650’ye ulaşmıştır. Son üç ayda 99 okul eklenmiştir. Okullarda çocuklara yönelik yiyecek ve içecek standardı hazırlanmış, afiş ve kitapçıklar basılmaktadır. Geçtiğimiz yıl uyguladığımız Okul Sütü Programı haftanın 3 günü olarak bu yıl da uygulanmıştır. Bu programa ek olarak okullarda kuru üzüm dağıtım programı da uygulanmıştır. Bu yıl programımız kapsamında çocuk ve gençlere fiziksel aktivite alışkanlığı kazandırılması ve toplumda bisiklet kullanımının teşvik edilmesi amacıyla MEB işbirliğinde dağıtılmak üzere (5, 6, 7. sınıflarda) 10 binden fazla bisiklet temini sağlanmıştır. Üniversiteler için bisiklet desteği konusunda protokol hazırlanmış ve protokol kapsamında yaklaşık 4 bin adet bisiklet dağıtımı yapılmıştır. Belediyeler için bisiklet yolu kriterleri hazırlanmış, web sitemizde yayınlanmıştır. Önümüzdeki yılda “Fiziksel aktiviteyi teşvik projesi” kapsamında 80.000 adet bisiklet dağıtımı yapılacaktır. “Sağlık için Hareket Et” temalı yürüyüşler yapılacaktır. Toplumda fiziksel aktivite alışkanlığının kazandırılması için MEB, Çalışma Bakanlığı ve Gençlik Spor Bakanlığı ile protokol imzalanacaktır. MEB ile işbirliğinde ilkokullarda sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivite temalı resim, ortaokul ve liselerde fo- toğraf ve video yarışması yapılmıştır. 1 Ekim 2015 tarihinde Ankara’da ödül töreni yapılacak dereceye girenlere bisiklet hediye edilecektir. 2011 yılında Radyo ve Televizyonların kuruluş ve yayın hizmetleri hakkında kanun çıkarılmıştır. Bu kanun kapsamında çocukların akıl, fiziksel ve ahlaki değerlerine zarar verebilecek ürün ve hizmetlerin pazarlamasına ilişkin kısıtlamalar yer almaktadır. Aynı kanun ile “genel beslenme diyetlerinde aşırı tüketimi tavsiye edilmeyen yiyecek ve içeceklerin ticari iletişimine, çocuk programları ile birlikte veya bu programların içinde yer verilemez” düzenlemesi yapılmıştır. RTÜK yönetmeliğinde Bakanlığımızca hazırlanması gerekli çocuklara yönelik aşırı tüketimi tavsiye edilmeyen yiyecek ve içeceklerin çocuklara yönelik pazarlama sınırlamaları kapsamında hazırlanan liste Bakanlık Makamı tarafından onaylanmış ve RTÜK Başkanlığına iletilmiştir. Mevcut “Türkiye Aşırı Tuz Tüketiminin Azaltılması Programı 2011-2015”te, DSÖ tarafından tavsiye edilen ana bileşenler yer almaktadır. Bu bileşenler izleme, ürün reformülasyon çalışmaları ve farkındalık oluşturmadır. Kitle iletişim araçları, piyango biletleri vasıtasıyla ve okullarda bilinçlendirme kampanyaları düzenlenmiştir. Mevcut eylem planı kapsamında gıda maddeleri üzerine yüksek, orta ve düşük tuz işaretleri yerleştirilmesi tartışılmaktadır. Gıda sanayi ile işbirliği başlamıştır. Ekmek ve domates salçası gibi bazı işlenmiş gıdalarda tuz muhteviyatının azaltılmasına yönelik gönüllü girişimler olmuştur. Zeytin ve peynirde tuzun azaltılması çalışmaları Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile işbirliği içinde yürütülmektedir. Okul kantinlerinde cips satışını yasaklayan düzenleme Temmuz 2011’den bu yana yürürlüktedir. 2011 yılındaki genelgede “eğitim kurumlarının gündüzlü, yatılı veya pansiyonlu, yemekhaneleri dâhil olmak üzere kantinleri çay ocakları büfeleri ve bunun gibi yerlerde çocukların dengesiz beslenmesinin şişmanlığa (obezite) sebep olabileceğinden doğal maden suları hariç enerji yoğunluğu yüksek besin değeri düşük olan (enerji içecekleri, gazlı içecekler, aromalı içecekler ve kolalı içecekler) içecekler ile kızartma SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 13 ve cipslerin satışları yapılmayacak, otomatik satış yapan makinelerde bulunmayacaktır. Bunların yerine süt, ayran, yoğurt, meyve suyu, taze sıkılmış meyve suyu ve tane ile satış yapılabilen meyve bulunacaktır” ibaresi yer almıştır. TSM’de obezite danışmanlık birimleri açılmıştır. 2014 yılında 118.000 başvuru olmuş olup 2015 yılı ilk altı ayında da danışma birimlerimize 60.000 başvuru yapılmıştır. Ayrıca Yaşam Merkezleri açılmıştır. Birinci basamak çalışanları için obezite ve diyabet danışmanlık hizmeti rehberleri hazırlanmıştır. Ağız Diş Sağlığı broşürlerinde diyabet hastalığına yer verilmiştir. Aile Hekimliği Periyodik Muayene Rehberinde Diyabet için tarama programı hazırlanmıştır. Sağlık personelimize birçok kez eğitim verilmiş, verilmeye de devam edilecektir. Beslenme, obezite, diyabet ve fiziksel aktivite farkındalığı için özel gün ve haftalar her yıl 81 ilde çeşitli etkinlik- 14 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 lerle kutlanmaktadır. Ulusal önerilerin yer aldığı “Ulusal Fiziksel Aktivite Rehberi” tamamlanmıştır. “Türkiye Beslenme Rehberi” güncellenmiştir. Basım çalışmaları devam etmektedir. Sağlıklı beslenme broşürleri ve hazırlanarak birinci basamak sağlık kuruluşlarına gönderilmiştir. Tüm kamu ve kurum kuruluşlara fiziksel aktivite ile afişler hazırlanarak gönderilmiştir. Gebeler, yaşlılar başta olmak üzere özel gruplar için fiziksel aktivite videoları hazırlanmıştır. Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı ile sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırılması, hareket alışkanlığının artırılması ve daha aktif hayat tarzına uygun çevrenin hazırlanması için çalışmalara devam edilmektedir. -Beslenme ile ilgili olarak topluma yönelik bilgi kaynağı oluşturmak üzere bilimsel gerçekler temelinde hazırlanmış olan www. beslenme.gov.tr ve www.fizikselaktivite.gov.tr internet adresleri faaliyete geçirilmiştir. Vatandaşlarımız buradan beslenme ve fiziksel aktivite ile ilgili en doğru ve güncel bilgilere rahatlıkla ulaşabilmektedir. Sağlıklı yaşam politikaları uzun soluklu politikalardır. Sonuçları sağlık göstergelerine hemen yansıması mümkün değildir. Bu konuda, Türkiye Halk Sağlığı olarak kararlılık ve yüksek motivasyon ile çalışmalarımız son hızla devam edecektir. i iv a p r a a k y di te a p r a a kd y e ya ak ak k tt iv i t iv te y a p a r a k diy ite y a b e apa r a k d iy a b a t e kt ru f iz ik o k se n e t k o ru n f iz ik se l a t e en la t i z i ko k en k oru n f izi se l t iv k t e t te n k o ru n f iz ik se l e t ten ru n f iz ik se se l l et n ko a k t iv e y a p a r a k d iy a a b be k it te n f r iz ik s o k n e e l t n u f r i z o t a i k k se e ten l n b t t i i k t iv e y a p a r a k d y a b iy it a b apa rak d ite y i y a t iv y a p a r a k e d b i y a k t iv i t Ücretsiz yayınlanmaktadır. kapakkonusu HALK SAĞLIĞINDAN ESİNTİLER Prof. Dr. Recep AKDUR Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD Öğretim Üyesi Koruyucu Hizmetler Kolay Ekonomik ve Etkilidir Yaşamın ve sağlık hizmetlerinin tüm alanlarında başka bir söylemle tıpta bilinen tüm hastalıklarda koruyarak, önlemek hem kolay hem ekonomik hem de etkilidir. Çok bilinen/klasik örnek olan Kızamık aşısı ile başlamak gerekir ise; yurttaşa bedava yapılır, devlete de birkaç liraya mal olur. Bir kişiye iki bilemedin üç kez aşı yapılır yani 5-10 lira harcanır. Buna karşılık ömür boyu koruyacak kadar etkilidir. Ayrıca uygulamak için üst düzeyde kalifiye olmuş ya da uzman bir personele de gerek yoktur. 16 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Tüm çocuklarına gereğince Kızamık aşısı yapmayan / yapamayan bir toplumda üç beş yıl aralıkla salgınları görülür. Bu salgınlarda binlerce çocuk ölür. Türkiye’de 1970’li yıllardan önce durum böyle idi. Kızamık üç beş yılda bir 200-300 bin olguluk salgınlar yapar ve bu salgınlarda 50-100 bin çocuk zatürree (pnomoni) olurdu. Bunların tedavisi için milyonlar harcanır yine de 5-10 bin çocuğun ölmesi önlenemezdi. Pnomoni olmayan ya da ölmeyen çocukların önemli bir kısmında da elektro ensefalografi (EEG) bozukluğu kalırdı. Olay çok basit ve açık; Türkiye’de her sene doğan yaklaşık bir milyon 300 bin çocuğa gereğince Kızamık aşısı yapılıp 5-10 Milyon TL harcanır ise; yalnızca bir milyon 300 bin çocuğun Kızamık geçirmesinin yüklediği ızdırap ve masraflar değil, 50-100 bin çocuğun zatürreeden yaşayacağı ızdırap ve masraflar, binlerce çocuk ölümü ve binlerce çocuktaki EEG bozukluğu önlenmiş olur. Özetle bir yandan ulusal ekonomi açısından milyonlarca tasarruf yapılırken öte yandan da karşılığı hiçbir parayla ifade edilemeyecek binlerce ızdırap ve ölüm önlenmiş olur. Bu konudaki diğer bir çarpıcı örnek doğuştan kalça çıkığı (DKÇ) sorunudur. DKÇ yeni doğanların binde ikisinde üçünde görülen doğmalık bir anomalidir. Eğer doğar doğmaz farkına varılır ise; çocuk kundak yapılmaz ve bir yaşına dek altına iki ara bezi/bebek bezi bağlanır ise tamamen iyileşir. Tekrarlamak gerekir ise böyle büyük ve dramatik bir sağlık sorununun önlenmesi için gereken; doğumdan kısa bir süre sonra tanı konulması, kundak yapılmaması ve çocuğun altına bir yerine üst üste iki kullan at (dispossible) bez bağlanmasıdır. Bunu yapmak için klasik söylemle ne yatırım, ne araç gereç ne de uzman personele gereksinim vardır. Sağlık çalışanları ile ana babaların konu hakkında bilgili bilinçli olması yeterlidir. Engelli kalacak binlerce çocuğun tamamen iyileşmesinin tek masrafı bir yıl boyunca çocuk başına 60 -120 kadar fazla bebek bezi kullanmak yanı DKÇ’li çocuk başına 200 Türk Lirası harcamaktır. Bu dikkat gösterilmez ise çocukların DKÇ’lı olduğu ancak yürüme zamanı gelince yani 1,5 ya da 2 yaşında fark edilebilir. Bu yaşlarda fark edilen bir DKÇ ortopedinin zor ve pahalı ameliyatlarından biri ile düzeltilmeye çalışılır. Yaş ilerledikçe tek değil bir seri ameliyata gereksinim duyulur. Sonuçta her sene 3000-3500 kadar çocukta kalça düzeltme ameliyatı, milyonlarca liraya mal olmakla kalmaz, çocukların sakatlığı ve ızdırabı da cabası olur. İleri yaşlarda geçirilen enfarktüslerin büyük çoğunluğunun zemininde çocukluk çağında geçirilen streptekok anjinleri yatar. Okul hemşiresi ya da doktorları analar babalar yeterince dikkatli ise bu anjinler erkence ve uygun bir şeklide tedavi edilse binlerce enfarktüs önlenir. Binlerce baypas ameliyatı ve masrafı ortadan kalkar. Benzer bir şekilde onlarca çocuğun tandıra düşüp ellerini kollarının ve yüzlerinin yanması önlense aynı sayıda kol bacak ve yüz nakline (kompozit doku nakline) gerek kalmaz. Tüm bu örneklerden de anlaşılacağı üzere yaşamın ve sağlık hizmetlerinin tüm alanlarında kolay ekonomik ev etkili olan koruyucu hizmetlere ve önlemeye öncelik ve önem vermek bir zorunluluktur. Ancak durum tedavi edici hizmetlerin ihmal edilmesi ya da önemsiz addedilmesi anlamına gelmez. Yüzü tandırda yanmış veya kalça çıkığı tedavisi gecikmiş ya da enfarktüs geçiren her yurttaşın ameliyat olmak hakkıdır. Bu ameliyatları yapan uzman emekleri çok kutsaldır. Halk sağlığının söylediği tek şey çocuklar tandıra düşürülmemeli, ama düşerlerse de kompozit doku ameliyatı hem bir gereklik hem de haktır. Kaliteli Bir Tedavi Hizmeti Halk Sağlığının da Bir Gereğidir Çocuklar önce aşı ile korunmalı, ancak aşısızlık nedeni ile zatürree olurlarsa da en erken dönemde, en uygun en etkili ve en konforlu tedaviyi görmelidir. Aşının/korumanın kolay ekonomik ve etkili olması asla iyileştirici hizmetlerin ihmal edilebileceği anlamına gelmez. Aksine zatürree olan her çocuğa/ yurttaşa en etkili ve en konforlu hastane hizmeti verilmelidir. Bu halk sağlıkçıların isteği olduğu kadar aynı zamanda halk sağlığının da bir gereğidir. Çünkü her tedavi aynı zamanda bir enfeksiyon kaynağı yok etme, aile ve toplum ruh sağlığının bozulmasını ve ölümü önleme çalışmasıdır. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 17 Hangi nedenle olur ise olsun enfarktüs geçiren her insanın en özenli bakımı almalıdır, endikasyon konulduğunda da bunlara uzman ellerde bypass ameliyatı yapılmalıdır. İnsanlar enfarktüsten korunmalı insanlara bypass ameliyatı yapılmamalı, ya da yurttaşlara bunun olanakları sağlamamalı demek değildir. Yanlış olan bypas ameliyatı yapmak değil, yanlış olan tüm okullara okul doktoru okul hemşiresi yerleştirmemektir. Yanlış olan tüm okullarda streptekok anjini kontrol programı yürütmemektir. Temelin Hamsisi, Halk Sağlıkçının Koruması Halk sağlığı korumayı dört dereceye ayırır: 1)Temel koruma özetle toplumun kişinin genel refah düzeyinin yükselmesi ile ilgili tüm hizmetleri kapsar. Temel koruma toplumun gönenç düzeyini/ yaşam kalitesini iyileştirerek onun sağlık düzeyini yükseltmek anlamınadır. Tıp ortamında halk sağlıkçıların koruyucu hizmetleri fazla önemsedikleri onun da ötesinde abarttıkları, bunun doğal bir sonucu olarak da iyileştirici hizmetleri ihmal ettikleri gibi bir algı vardır ya da yaratılmaya çalışılır. Oysa bu çok yanlıştır. Halk sağlıkçılar doğrudan ya da dolaylı tüm sağlık hizmetlerine aynı derecede önem verirler. Toplumun fizik, biyolojik ve sosyal çevre kalitesini yükselmek; eğitim, gelir, çalışma koşulları, demokrasi ve insanlar arası ilişkiler, hijyenik su, hava, besin, konut, atıklar, sanayi ve kent çevresi gibi her türden toplumun gönenç/refah düzeyini yükselten her türlü hizmetin binlerce hastalığı milyonlarca hastalık masrafını ortadan kaldırdı bilinmektedir Halk sohbetleri, bu sohbetlerdeki konuşmalar ve aktarımlar çok yalındır. Amacını, isteğini, ülküsünü tanımlarken örnekler verir; bu örneklerden karşı taraf alınmasın kırılmasın diye de söze ”temsilde hata olmaz” diye başlanır. Sonra da “ayının dört türküsü vardır dördü de ahlat üzerinedir” diyerek devam ederler. Halk ile çok fazla özdeşleşmek istemelerinden olsa gerek “halk sağlıkçıların da dört türküsü vardır dördü de korumak üstünedir”. 2) Birincil koruma insan ve dolaysı ile toplumların sağlığını tehdit eden etkenlerin(biyolojik, kimyasal, fiziksel) yok edilmesi çalışmaları kapsar. Çevrede hastalık yapan etken bırakmama, bu yapılamıyor ise bu etkenleri insandan uzaklaştırmak, ayırmak, insanlara ulaşmasını engelleme, onlara karşı insanları güçlü/ duyarsız kılma yol ve yöntemlerle yapılır. Ancak bu sanıldığı gibi ne aşı ile sınırlıdır ne de su ya da hava ile. Halk sağlığının koruması genelde tüm yaşamı özelde de dolaylı ve dolaysız tüm sağlık hizmetlerini kapsar. Bırakın herhangi hizmeti herhangi bir kavramı da dışarıda bırakmayı, herhangi bir ilacı, herhangi bir tıbbi aleti de dışarıda bırakmaz, bunların tamamını kapsar tamamını önemser. Halk sağlıkçının tek farkı bunların tümüne de koruyucu bir gözlükle bakması ve koruyucu bir yorum getirmesidir. Tıpkı temelin balıkları hamsi üzerinden tanımlaması gibi. Çok bilinen bir fıkradır: biyoloji öğretmeni Temele sormuş; lüfer balığı 18 nedir? Hamsinin anasıdır. Öğretmen kinayeli bir biçimde ya torik? Hamsinin babasıdır demiş. Kızmaya başlayan öğretmen ya yunus nedir oğlum? Hamsinin memelisidir. Eee pes doğrusu çekiç balığı nedir? Temel yine aynı hazır cevaplılığı ile “hamsinin çekiç kafalısıdır” öğretmenim deyivermiş. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 3) İkincil koruma; toplumun refah düzeyini olabildiğince yükseltme ve her türlü birincil koruma ve önleme hizmetlerine karşın yine de hastalanan insanlar olacağında kuşku yoktur. Ancak burada halk sağlığı ya da koruma açısından önemli olan; iyi bir temel ve birincil koruma ile hastalık sayılarını olabildiğince azaltmaktır. Halk sağlığı uygulamaları/ hizmetleri hastalanan insanlara erken tanı ve uygun tedavi programları uygulayarak, kişilerin hastalığı en az hasarla geçirmesini sağlamayı da içerir. Hastaların tanı ve tedavisinde en ekonomik ve etkili yol ve yöntemleri bulmaya, onları geliştirmeye çalışmak da bir halk sağlığı görevidir.. 4) Üçüncül koruma; temel, birincil ve ikincil korumaya karşın yine de bazı insanların hastalanması önlenemeyeceği gibi, tedavi sonucunda tamamen iyileşmeyen hastalar kalır. Bu hastaların izleme programlarına alınarak, hastalığın seyri (prognoz) ve komplikasyonlarının kontrol altında tutulması, kişinin akli ve fizik durumuna uygun tıbbi ve sosyal esenlendirme programlarına alınması hizmetlerini kapsar. Yukarıda özetlenenler göz önüne alındığında, ya da verilen örneklerden anlaşılacağı üzere ne halk sağlığı ne de koruma, kişiyi/ toplumu ve sağlıklarını ilgilendiren doğrudan ya da dolaylı hiçbir hizmeti önemsiz addetmez, dışarıda bırakmaz dışlamaz. Ne sağlığın ekonomik etmenlerini ya da önlemlerini dışlar/ ret eder ne de tedavi ya da esenlendirme hizmetlerini önemsizleştirir. Yalnızca sağlık hizmetlerinin/kişi yaşamının tümüne koruma önleme gözlüğü ile bakar. Tıpkı Temelin tüm balıkları hamsi üzerinden tanımladığı gibi, doğrudan ya da dolaylı tüm sağlık hizmetlerini koruma üzerinden tanımlar. Temel Sağlık Hizmetlerinin Anlamı Halk sağlıkçılar tarihin her döneminde “kaynakların kısıtlılığı” ya da “ekonominin kuralları” söylemine/ gerekçesine yanıt verme çabası içinde olmuşlardır. Yazının başında bazı örnekler vererek açıklanmaya çalışıldı. Her şeyden önce halk sağlığı ya da koruyucu hizmetler kısıtlı kaynakların en verimli ve ekonomik kullanmanın en kestirme yoludur. Ancak toplumun yaşlanması, sağlık hizmet beklentilerinin artması, teknolojideki hızlı gelişmeler gibi nedenlerle sağlık harcamalarındaki durdurulamaz hızlı artış diğer sektörlerde ya da ekonomistler arasında sağlık sektörü aleyhine bir ortam yaratmıştır. Sağlık harcamalarını verimli kılarak/ koruyucu hizmetlere ağırlık vererek bu artışı durdurmak yerine genellemeci bir yaklaşım ile tüm sağlık hizmetlerinde tasarruf yapma eğilimi hakim olmuştur. Sonuçta sağlıktan tasarruf olmaz ilkesi yerine sağlık hizmetlerini sınırlı bir bütçelere mahkum ederek, yorganına göre ayağını uzat önermesi egemen olmuştur. Tıpkı asgari ücretle ailesine bakmak durumunda olan anneler/ babalar gibi. Böylece halk sağlığı tıpkı asgari ücretlilerin aile bütçesinde yaptıkları gibi bir “olmaz ise olmaz” lisesi hazırlamak zorunda kaldılar. Buna da temel sağlık hizmetleri adı verildi. Bu listenin dışındaki hizmetlerden/ teknolojiden yalnızca geliri yüksek olanlar yararlanabiliyor. Oysa bu toplum sağlığına da uygun değil hakkaniyete de eşitliğe de. Burada esas olan sağlıkta herhangi bir kısıtlama yapmamaktır. Elbette ki harcamalardaki hızlı artış ve kaynakların israfı önlenmelidir. Bunun yolu da koyla etkili ve ekonomik olan halk salığı, koruyucu hizmetler ve önlemeden geçer. Tedavi Hizmetlerinin Kademelenmesi İyileştirici sağlık hizmetlerinin birinci, ikinci ve üçüncü basmak olarak kademelenmesi tedavi iş ve işlemlerinin planlanması ve yürütülmesi ile ilgilidir. Kesinlikle bu hizmetlerin birbirine üstünlüğü anlamına gelmez. Ancak birici basamakta/aile hekimliğinde çözülecek bir soruna üçüncü basamakta çare aramak hem zor hem de pahaldır. Bu salt sağlık hizmetlerine özgü bir şey de değildir. Tüm hizmetleri için geçerlidir. Mahalle muhtarı ile çözülebilecek bir soruna valilikte çare aramak hem daha zordur hem de daha pahaldır. Mahalle muhtarlığında çözülebilecek bir soruna bakanlık ya da başbakanlıkta çözüm aranır ise hem sorun çözülemez hem de onca yüksek masraf boşa gider. Şayet bu makamlara ulaşılabilir ise yalnızca muhtara gidilmesi önerisi alınır. Yani olması gereken başlangıca dönülür. Koruyucu Müdahaleler Genellenebilir Tedaviler İse Asla Genellenemez Koruyucu ve tedavi edici hizmetler tartışması günlük yaşama çok farklı yansımaya başladı. Bunlardan en çok bilineni ve büyük bir heyecanla sürdürüleni kolesterol ilaçları ve gebelere glikoz yükleme testi tartışması. Hastaya/kişiye kolesterol ilaçları vermenin/ reçete etmenin genellemesi asla yapılamaz. Başka bir anlatım ile kolesterolü yüksek olanlara “kolesterol düşürücü ilaçlar verilmelidir” ya da “verilmemelidir” gibi genellemeler yapmak asla doğru değildir. Kişi de özeldir, hastalık tablosu da. Bunu değerlendirmesi gereken hekimdir/ uzmandır. Hekim kime kolesterol düşürücü ilaç vereceğini kime vermeyeceğini iyi bilmelidir. Glikoz yükleme testi yapmaya gelince, Türkiye de her sene bir milyon 300 bin kadın gebe kalmakta ve bunlardan yaklaşık 35-45 bin kadarı gebelik diyabeti yaşamaktadır. Gebelik diyabeti yaşayan bu anne adaylarından 3000 kadarının çocuğu anne karnında ölmekte 3000 kadarı da sakat doğmaktadır. Böyle bir tablo karşısından glikoz yükleme testine “binde bilmem ne kadar gebede/ çocukta sakınca yaratma olasılığı var” diyerek karşı çıkmak çok yanlıştır. Korumadaki genelleme esasını bilmemektir. Korumada önemli olan uygulamanın toplum getirisidir. Binlercesi korurken birkaç kişiye de verebileceği zarar göğüslenebilir kabul edilebilir. Sağlık Hizmetlerinde Eşitlik Olmaz Bazı kavramlar vardır ki genel olarak yanlış kullanılır. Bunun başında “eşitlik” kavramı gelir. Sağlık hizmetlerinde eşitlikten söz etmek ise eşitlik kavramını yanlış kullanmanın da ötesinde kötüye kullanmanın en tipik örneğidir. Biri ya da birileri sağlık hizmetlerinde eşitlikten söz ediyor ise; o bilerek ya da bilmeden halk sağlına kötülük ediyor demektir. Sağlık hizmetlerinin hiçbir alanında eşitlik olmaz. Katkı ve katılımda eşitlik olamayacağı gibi, hizmet tüketmekte de eşitlik olmaz, olamaz. Yeni doğmuş bir bebeğin, bir gebenin, yaşlı bir dedenin tükettiği sağlık hizmeti ile genç bir delikanlının tükettiği sağlık hizmeti nasıl eşit olabilir ya da eşitlenebilir? Linyit madeninde çalışan bir işçi ile Boğaza bakan bir ofis çalışanın tükettiği sağlık hizmetleri eşit olabilir mi? Sağlık hizmetlerinde eşitlikten değil olsa olsa hakkaniyetten söz edilebilir. Katkı ve katılım hakkaniyete uygun olmalıdır. Herkesin eşit değil kazanç düzeyine göre katkı ve katılım yapması gerekir. Sağlık hizmetlerine katkı ve katılımda asgari ücretli biri ile holding sahibi birinin katkı ve katılımda eşit olması düşünülebilir mi? Bu halk sağlığına da uygun değildir, hakkaniyete de, eşitliğe de. Ücretsiz Sağlık Hizmeti Olmaz Her hizmet gibi sağlık hizmetinin de bir maliyeti dolayısı ile de bir ücreti/ ederi vardır. Ücretsiz sağlık hizmeti demek topu taca atmak demektir. Burada önemli olan üzerinde durulması gereken konuyu saptırmak ya da topu taca atmak değildir. Sağlık hizmetlerinin maliyetinin kişi ve toplumdan hangi yolla alınacağıdır. Sağlık hizmetleri için toplumdan para toplamanın dört yolu vardır; genel bütçe, kamu sigortası, özel sigorta ve hizmet başı cepten ödeme. Hangi yoldan toplarsanız toplayın sonuçta para yurttaştan toplanır. Devletin yurttaşların sağlık harcamaların karşılamak üzere ne madenleri vardır ne de elma bahçeleri. Sağlık hizmetlerinin finansmanında yukarıdan sayılan yollar arasında seçim yapmada önemli olan seçtiğiniz yolun hakkaniyete ve ülkenin koşullarına uygun olup olmadığıdır. Vergilerinin %80’inin dolaylı vergilerden ibaret olduğu bir ülkede sağlık harcamalarının genel vergilerden karşılanması hem ücretsiz değil hem de hakkaniyete uygun değildir. Daha açık bir anlatım ile holding sahibinin de asgari ücretlinin de her sifon çektiğinde aynı miktarda atık su parası ödediği bir ülkede sağlık harcamalarının buralardan elde edilen gelirlerle karşılanması hizmetlerin ücretsiz olduğu anlamına gelmediği gibi hakkaniyete de uygun değildir. Halk Sağlına ve Koruyucu Hizmetlere Yerince Önem Verilmiyor Yukarıda örneklenen esintilere yüzümüzü döndüğümüzde ya da sağlık alanındaki sayı ve ölçeklere baktığımızda, gerek dünyada ve gerekse Türkiye’de halk sağlığına ve koruyucu hizmetlere daha fazla önem verme fırsat ve olanağının var olduğu görülüyor/anlaşılıyor. Bu fırsat ve olanaklar kullanılır ise ekonomiye, kişi ve toplum sağlığına hem de sağlık çalışanları büyük yararlar sağlar. Hizmet üretenler de hizmet alanlar da daha mutlu olurlar. Böyle bir ortamı uzun zamana bırakmak/yaymak ise halk sağlığının ve halk sağlıkçıların içine sinmiyor. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 19 kapakkonusu BİLİNÇLİ SAĞLIK VE SAĞLIKTA BİLGİ KİRLİLİĞİ Prof. Dr. Mustafa Necmi İLHAN Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Giriş Sağlıklı bir yaşama sahip olmak insanın en büyük zenginliğidir. Geçtiğimiz yüzyılın sonunda sağlığı koruma stratejileri ile hem birey hem de toplum sağlığında önemli kazanımlar sağlanmıştır. Bunun yanında sağlık yalnızca bedenen ya da ruhen sağlık olamayacağı gibi, sağlıklı olma hali giderek sosyal hizmetler ve sağlığı geliştirme ile daha ilişkili olmaya başlamıştır. Sağlığı geliştirme çok sektörlü işbirliği gerektirmekte olup, yalnızca sağlık hizmetlerinin nitelik 20 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 ve niceliğinin artırılması ile değil, sosyal hizmetler, belediyecilik hizmetleri vb pek çok sektörün işbirliği ile sağlanabilir bir stratejiler bütünüdür. Nitekim Türkiye’de 2014 Aralık ayında çıkan Başbakanlık Genelgesi ile sağlıkta çok sektörlü işbirliği gündeme gelmiş, kamu ve sivil toplum kuruluşlarının sağlık konusunda sorumluluk alması öngörülmüştür. sosyal medyada hemen her gün farklı görüşler sunulmaktadır. Oysa bu konularda yapılacak her yanlış uygulama, hastaların sağlıklarını ani/akut olarak kayıp etmelerine neden olabileceği gibi, sağlam bireylerin, hatta toplumun uzun sürede daha sağlıksız olmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle kişilerin bilinçli sağlık davranışlarında bulunmaları gereklidir. Bilinçli Sağlık Davranışları Bilinçli Beslenme ve Obezite Dengeli beslenmek ve egzersiz yapmak, tütün ve diğer bağımlılık yapıcı maddeleri kullanmamak sağlığın geliştirilmesi içim ön şarttır. Bu üç ana etmenden sonra bir de olabildiğince stresten uzak durmak gereklidir. Ancak bu sıralanan 4 temel unsur için gerek görsel, gerek yazılı medyada, A’dan Z’ye hemen tüm hastalıklarda beslenme ve fiziksel aktivite ciddi anlamda önem teşkil etmektedir. Çağımızın en önemli hastalıklardan biri olan obeziteye tek bir yiyecek veya içecek neden olmadığı gibi bunu ortadan kaldıracak mucize bir besin de yoktur. Önemli olan ölçülü tüketmek ve oturarak harcadığımız zaman yerine mümkün olduğunca fizik aktivite yapmaktır. Obeziteye neden olan beş ana faktör vardır. Bunlar dengesiz beslenme, yetersiz fiziksel aktivite, uzun süreli ve bilinçsiz diyetler, çevresel ve psikolojik faktörlerdir. Bunları biraz daha açacak olursak, beslenme hayatın olmazsa olmazı olmakla birlikte, ancak yanlış ve aşırı beslenme kilo alımına ve obeziteye sebep olmaktadır. Bireylerin alması gereken enerji dengesini bilmeden aşırı beslenmesi dengeyi bozmaktadır. Bilinçli Fizik Aktivite ve Obezite Fiziksel aktivitenin artırılması kilo kontrolü üzerindeki en iyi sonuç veren uygulamadır. Toplumumuzda her dört kişiden üçü yeterli fiziksel aktivite düzeyine sahip değil. Amerikan Spor Hekimliği Birliği tüm erişkinlerin en az haftada 5 gün, toplamda 150 dakika orta şiddette egzersiz yapmasını önermektedir. En kolay ve ucuz fiziksel aktivite ise yürüyüştür. Hedef her gün 10 bin adım atmak olmalıdır. Uzun süreli ve başarısız her diyet programı yeme bozukluğunun gelişimine yol açarak kilo alımına sebep olmaktadır. Bireyi tanımadan, beslenme alışkanlığını bilmeden ve uzman olmayan kişilerce gazetelerde, internette önerilen her gün ardı arkası kesilmeden çıkartılan kitaplarla yapılan diyetler koca bir hiçle sonuçlandığı gibi verilen kiloları da geri aldırmaktadır. En doğrusu bir uzmana danışarak beslenme düzenini ayarlamak olmalıdır. Bilinçli Çevre ve Obezite Obezite gelişimini etkileyen önemli faktörlerden biri de çevremizdir. Doğduğumuz andan itibaren, hayatımız boyunca yaşamımızı sürdürdüğümüz çevremiz beslenme de dâhil birçok alışkanlıklarımız üzerinde de belirleyici rol oynar. Obezite de, çoğu kez öğrenilmiş bir yeme davranışının sonucu olup ailenin yeme alışkanlıkları, öğün düzeni, porsiyonların büyüklüğü, en fazla tüketilen besinler ve egzersiz gibi yaşam tarzı ile ilgili faktörlerden ve kültürel faktörlerden etkilenir. Çoğu insan canı sıkkınken, üzgünken, stresliyken veya kızgınken kontrolsüz yeme davranışı gösterir. Kilo kontrolünü sağlamakta zorluk çeken bireyler duygusal ve psikolojik problemlerle karşılaştığında bu bireylerin yaklaşık %30’u aşırı yeme SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 21 eğilimi gösterebilir. Aşırı yeme eğiliminde olan kişiler ne kadar yediklerini kontrol edemedikleri gibi büyük porsiyonlar seçme eğilimi gösterirler. Sağlığı Koruma ve Geliştirme Sağlığı korumak, hastalananları tedavi etmekten daha kolay, ekonomik ve acısızdır. Türkiye’de, gerek akademisyenler, gerek hekimler, gerek sosyal alan uzmanları olarak sağlığı koruyucu ve geliştirici uygulamaları fazlasıyla uygulamaya geçirmemiz gerekiyor. Artık daha büyük kitlelere Halk Sağlığı yaklaşımını ulaştırmamız gerekiyor. Ülkemiz bu konuda önemli derecede yol almıştır. Başbakanlık tarafından “Çok Paydaşlı Sağlık Sorumluluğunu Geliştirme Programı Genelgesi’’ yayınlanarak, burada konunun sadece kamu kurumlarıyla değil üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar ile birlikte yürütülmesi yaklaşımı belirlenmiştir. Artık çok sektörlü ve toplumun ihtiyaçlarını anlayacak şekilde ilerlememiz gerekiyor. Pek çok uzmanlık derneği ve alanlarında çok yetkin kişilerimiz var. Akademisyenler olarak sahip olduğumuz bilginin topluma ulaştırılması ortak amacımız olması, bilimin toplum faydası için yapılması gerekli. Bilinçli Sağlık Platformu Sağlığın çok yönlü olması ve bunun dünyada ve ülkemizde kamu politikası olarak benimsenmesinden hareket ile ülkemizde halk sağlığı, metabolizma, genetik, beslenme, gıda, çevre, sosyal hizmetler, psikoloji gibi farklı uzmanlık alanlarından akademisyenlerin ve uzmanların bir araya gelmesi ile Bilinçli Sağlık Platformu kurulmuştur. Bu oluşum, özellikle beslenme biçimleri başta olmak üzere son dönemde gıda ve gıda ile ilişkilendirilen sağlık konularında yazılı ve görsel basında, internet sitelerinde yer alan yanlış bilgilendirmeler ve buna bağlı oluşan bilgi kirliliğinden yola çıkarak oluşturuldu. Bu yolla sağlık alanında toplumu bilinçlendirmek için çalışan platform, ilgili tüm paydaşlarla işbirliği yaparak kamuoyunun bilimsel bil22 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 giler ışığında aydınlatılmasına katkı sağlamayı hedefliyor. Kısaca, bir sivil toplum kuruluşu olarak harekete geçiren Bilinçli Sağlık Platformu olarak toplumu, sağlık alanında doğru bilgiye eriştirmeyi amaçlanıyor. bilgide olduğu gibi, sağlıkla ilgili pek çok konuşulan konu kanıta dayalı değil. Kişilerin sağlık durumlarını uzmanlarına başvurarak düzenlemesi gerekiyor. Bir şikayetleri varsa hekime başvurmaları gerekir. Gıda hayatımızın içinde olmazsa olmaz. Platform özel durumlar hariç yasaklamadan, ölçülü ve dengeli beslenmeyi tavsiye ediyor, gitgide artan hareketsiz yaşamın önüne geçmek için mesajlar veriyor. Gıdaları yenir veya yenmez olarak gruplamak yerine ölçülü yiyin, ama hareket edin bilincini yaygınlaştırmayı amaçlıyor. Pek çok hasta internete erişimin fazla olduğu bugünlerde deyim yerindeyse hastalıklarına çalışarak geliyor. Bilgi sahibi oluyorlar ama o bilgi ne kadar geçerli ve kanıta dayalı? Arama motorları çoklukla reklam bazlı çalışıyor, kim daha çok bedel öderse onun görüşü en üstte yer alıyor çoğunlukla. Böyle çalışıp gelenler kendilerini tedavi yoluna gidebiliyor. Sağlık bilgisi için denetim ve bilinçlendirme şart. Ayrıca hekim tarafından verilen önerilere mutlak uyulması gerekir. Bilinçli Sağlık Platformu, hem vatandaşlarda hem de bu alandaki üreticilerde bilinç yaratmaya çalışan bir platform ve aradaki köprü olma amacını taşıyor, Devletin ya da akademisyenlerin ürettiği bilgiyi vatandaşın anlayacağı şekilde anlatmaya çalışıyor, Platform kurulalı daha birkaç ay olmasına rağmen onlarca e-posta, mektup, telefon alıyor; doğru bilginin topluma ulaştırılması üzerine yola çıktı ve bu yolda bilimsel bilgilerin toplumla paylaşılmasını sağlamak en önemli hedefi. Bilinçli Sağlık Platformu-İnternet Geliştirme Kurulu İşbirliği ve Bilgiye Etkileri Bilinçli Sağlık Platformu ve İnternet Geliştirme Kurulu sağlık alanında yaşanan bilgi kirliğinin önüne geçmek için bir işbirliği yaptı. Günümüzde sağlık, sağlıklı yaşam, sağlıklı beslenme ve hastalıklar konusunda pek çok bilgi paylaşılıyor. Pek çok kişi bilimsel dayanağını açıklayamayacağı yorumlarda bulunuyor. Bu yorumlar dolayısı ile toplumun aklı karışıyor. Söylenen bilgiler ne kadar doğru? Tıpta kullanılan ve geçerli olan, bilginin kanıta dayalı olmasıdır. Acaba gerçekten söylenen bilgiler kanıta dayalı mı? Bu konuda araştırma yapılmış mı? Epidemiyolojik bir araştırma var mı? Sistematik derlemeler var mı? Örneğin obez olanlar kalp hastalığına yatkındır, biliyoruz. Bu, kanıta dayalı bilgi olduğu için tartışma konusu değil. Ancak obez olanlarda baş ağrısı olur gibi kanıta dayalı olmayan Sağlığın korunmasının pek çok boyutu vardır. Yanlış bilgilendirmelerin insanlar üzerinde fiziksel ve psikolojik olarak da ciddi etkileri doğuruyor. Bu sayede hastalığını takip eden doktora danışmadan ilaç bırakanlar, duyduğu gıdaların sağlığına iyi geleceğini düşünerek tüketmeye çalışanlar, tek yönlü beslenenler kısa vadede ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıya kalmaktadır. Hatta ölümle sonuçlanan telafi edilemez durumlarla karşılaşılması bile olağandır. Medyada kim daha çok yer alırsa bunlar dinleniyor. Bu kişiler yetkinliği önemli bir tartışma konusudur. Hatta kendi uzmanlık alanında olmayan açıklamalar yapmaktan bile çekinmemektedirler. Sağlık Bakanlığının ekrana çıkan uzmanlara imza şartı getirmesi çok önemli ve olumlu bir gelişmedir. Sonuç Sağlık kuşkusuz depolanamaz, satın alınamaz, eksikliği karşılanamaz bir kavramdır ve çevresel, davranışsal pek çok bileşenden etkilenmektedir. Bu nedenle artık yalnızca sağlık çalışanları değil, sosyal hizmet çalışanları, eğitim çalışanları vb pek çok paydaş ile birlikte toplumun sağlık düzeyinin geliştirilmesi için bilinçli sağlık davranışlarına ihtiyaç vardır. Bu davranışların sağlanması yolu ile ülkemizde sağlıklılık durumunu artırmak önümüzdeki dönemde üzerinde çok çalışılan bir yaklaşım olacaktır. kapakkonusu BİR MUTLULUK DENEYİMİ OLARAK DİYABETLİ ÇOCUKLAR KAMPI Prof. Dr. Şükrü HATUN Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Biz, 1997’den beri her yıl, 90 dolayında diyabetli çocuk/genç ve onlara eşlik eden hekimler, hemşireler, diyetisyenler, psikologlar, tıp öğrencileri yani 120 dolayında insan/ruh İznik Gölü kenarında Diyabetli Çocuklar Kampı’nda toplanırız. Bu yıl da 26 Temmuz- 1 Ağustos 2015 tarihleri arasında kimselerin bilemeyeceği kadar mutlu bir zaman geçirerek evlerimize döndük. Aslında dönemedik demek daha doğru; çünkü çocuklardan ve birbirimizden ayrıldığımız andan itibaren giderek koyulaşan bir hüzün ve özlemle dolu olarak geçir24 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 dik sonraki saatleri. Bu satırları kulaklarımda çocukların sesleri, içimde ruhlarına yakın olduğum yüzlerce çocuk ve arkadaş yüzü, gülümsemesi ile dolu, biraz da bu duygularla ne yapacağımı bilemeden yazıyorum. Yani bu kez, 19 kezdir kamp yapan ve orada oluşan duygulara ve ayrılık hüzünlerine alıştığını sanan benden de eser yok. Yalnızca ben değil, kamp boyunca aklındaki, yüreğindeki, ruhundaki her şeyi çocuklara vermekten bitkin düşen çalışma arkadaşım Dr. Gülcan Seymen Karabulut da “ Ruh gibi olduğunu, o kadar güzel ve içten bir zaman geçirdikten sonra güzel bir rüyadan uyanmış gibi olduğunu” yazdı biraz önce bana. Sanırım herkes, kamptan sonraki ilk sabah ruhu orada olarak uyanmıştır; zaten bu kırık dökük cümleler de sanki çocuklarla konuşuyor olma hali ile yazılmaktadır. Arkadaşlıklar Çocuklarda görülen Tip 1 diyabet, diyabetin özel bir türüdür ve bu çocuklar tanı konduğu andan itibaren kendilerine günde en az 4 kez insülin yaparak, kan şekerlerini düzenli bir şekilde izleyerek ve sağlıklı beslenerek yaşamlarını sürdürebilir. Biz çocuklarda görülen diyabete hastalık demekten kaçınırız, çünkü özellikle insülin tedavisinin gereklerini yerine getirdiklerinde onların tamamen normal bir yaşam süreceklerini biliriz. Kampımızın amacı, işte diyabetli çocukların normal bir yaşam sürmelerine destek olmak, bunun için onları eğitmek, özgüvenlerini güçlendirmek ve 1 hafta mutlu bir zaman geçirmelerini sağlamaktır. Kampımızın adı “ Arkadaşım Diyabet Kampı”dır ve bu isimden de anlaşılacağı gibi esas amacımız onların diyabetle barışık bir yaşam sürmelerine yardım etmek, yani diyabetle arkadaş olmalarını sağlamaktır. Kampa uzaklardan katılan ve çocuklar için bir başlangıç eğitim kitabı yazmayı planladığımız tıbbi çizimci Dr. Levent Efe bir ara yanıma gelip “Şükrü bu diyabetle arkadaş olma kavramı tuttu mu sence?” diye sorunca ona hemen “ Evet tuttu çünkü, kampta şahit olduğun üzere, çocukların kendi aralarındaki arkadaşlıkla, diyabetle arkadaşlık arasında bir bağ kurduklarını görüyorum onların” dedim. Aslında uzun süredir, diyabet tedavisinde bir felsefeyi anlatan “ Arkadaşım Diyabet” kavramı üzerinde düşünürüm ve bazen bu şekilde diyabeti romantize mi ediyoruz sorusu aklıma takılır. İşte tam kamp zamanı, ama arkadaşım Tanıl Bora’nın bizi düşünerek değil, “30 Temmuz Dünya Arkadaşlık Günü” ne basımını yetiştirdiği “Arkadaşlıktaki Saadete Dair” isimli kitap “ Diyabetle Arkadaş” olma konusunda tam bir aydınlanma sağladı. Kamptaki çocuklara da okumalarını önerdiğim kitabın önsözünde “Herkes bütün hesapların uzağındaki hakiki arkadaşlığın düşünü görür; başkaları ruhuma dokunsun, ben de başkalarının ruhuna dokunayım ister... Son olarak, arkadaşlığın bir başka türünden daha söz etmeliyiz, yaşamdaki birçok şeyin temelidir o: insanın kendi kendisiyle arkadaşlığı. Aristoteles de, kendi kendisiyle barışık olmayan bir insanın arkadaşlık sürdürmesine, dahası başkalarıyla herhangi bir ilişki kurmasına imkân olmadığına dikkat çekmişti; her şeyden önce başkalarına yönelecek kuvveti bulamayacağı için böyleydi bu” yazıyor. Bu satırlardan yola çıkarak söyleyebilirim ki, biz aslında çocuklar ve erişkinler olarak kampta hakiki arkadaşlık hisleri ile doluyoruz, bu sayede biraz sonra anlatacağım kamp büyüsünü yaratarak, hepimizin ruhunu etkisi altına alan arkadaşlık bulutu içinde yaşayarak hem birbirimizle hem de diyabetler arkadaş olmayı sağlıyoruz. Çocukların hepsi diyabetli oldukları için ve diyabet onların bir parçası olduğu için kamp boyunca sanki birbirleri ile arkadaş olurken, diyabetleri ile de arkadaş olma duygusu yaşıyor. Ben onları, kol kola gezerken, yüzerken, oyunlar oynarken, coşkuyla dans ederken izlerim ve onlardan yayılan bu arkadaşlık bulutunu gözlerimle görürüm ve bazen kendimi bu bulutun içine atarım; ruhum onlarla tam olarak kaynaşsın isterim. Oluşan duygular o kadar yoğundur ki bazılarımızda içimizde tutsak da aşka yakın duygular oluşur ve bazı çocuklar ilk aşklarını kampta yaşarlar. Felsefeyi bir kenara bırakır ve lise çağlarından beri Tip 1 diyabetli olarak yaşamını sürdüren Prof. Dr. Oğuzhan Deyneli’nin sözleri ile söylersek “Diyabet, ona yüzünüzü dönerseniz, onunla arkadaş olursanız size iyi davranır ama ona arkanızı dönerseniz canavarlaşır”. Diyabetle arkadaş olmanın özü budur ve biz işte bunun için çalışırız. Mutluluklar ya da çocuklardan yayılan ışık cuk varoluşunu koruyabildiğin zaman hep düz çizgi üzerinde gitmek yerine her yöne doğru hareket edebilirsin”. Bir tür çocuk bilgeliği diye bir şey vardır ve bizler 75 çocuğun yüzünde ayrı ayrı bunu görürüz ve belki bu bilgeliğin eşlik ettiği o şen olma durumundan oluşan ışık bizi sarıp, sarmalar ve ağlayacak kadar mutlu yapar. Bunun yanında gölü ve arkada dağların yamaçlarını dolduran zeytin ağaçları ile içinde yaşadığımız İznik’in doğası, bazılarına göre dünyadaki “çakra merkezleri”nden birisi olarak bizim için bir fanus görevi görür. Bu fanus içinde doğadan ve insanlardan yansıyan ışık birbirine karışır ve çoğalır. Bir yerde okumuştum “İnsan alarak yaşar, vererek mutlu olur”. Kamp vererek mutlu olma, bundan bitkin düşme yeridir ve orada tam olarak Peter Handke’nin Yorgunluk Üzerine Denemeler” kitabında anlattığı iyi yorgunlukları yaşarız: “ Harman dövme işlemi için gerçek bir yamaklar zincirine gerek duyulurdu ki, bu yamaklardan biri demeti, dışarıda duran ambara oranla çok büyük olan ve yükü de çok yüksek olan arabadan aşağıya sıradakine atardı… Demet burada çevrilir ve başak uçlarından dikkatlice dişli silindirlerin arasına sürülürdü… Ama harman dövümü bir kez başarıyla tamamlanmış, gürültüsüyle her şeyi bastıran makine durdurulmuşsa: O nasıl bir sessizlikti öyle, yalnızca ambarda Yazının başlığına, yani kampta oluşan mutluluğa dönecek olursak, bunu ancak bir tür Montaigne gibi yazarak, yani bilgi ve düşünme yoluyla ilerleyerek anlatabiliriz. Gerçekten de kamp boyunca çocuklar dahil, hepimizde bir tür iç salgı gibi düşünceler oluşur ve bunları başta ben olmak üzere birbirimize söyleriz. Çocuklar da cümle tamamlama testlerinde “Çocuklar özgürdür”, “ Çocuklar kısıtlanmadan, özgür bir şekilde kontrollü büyütülmeli”, “Bazen düşünüyorum da hayat iniş, çıkışlardan ibaret”, “ Bazen düşünüyorum da bu dünya nasıl oluştu, bunca şey nasıl oluştu” gibi sözlerle düşüncelerini dile getirir ve aslında bu ı cümleler benim bir p Yazılar bf8a826bf5d2c537 m a K : k a tür iç salgı dediğim 2b ik Yaratmm/uploads/uyFile/0 ll e z ü G şeye örnektir. ten t.co Diyabet .arkadasimdiyabe tle w w f d w / Hiç kuşku yok ki e diyabe http:/ 8afc2.p v b ı 8 0 ın 7 r 0 la 8 0b2 kamp İznik’te yaşadığımız 69e4dd1 tli çocuk l. e b a iy D et: ese bir hafta boyunca kebir belg ım Diyab g limelerle anlatılamaArkadaş şamayı anlatan h?v=GY_z18GHHo a tc y a w ık / ış m r ba yacak kadar güzel olan be.co ww.youtu 9121#. https://w mutluluk duygusunun, ete - dair/ d a a ir s a iD k aadete ada slikta orada oluşan büyünün lıktaki S .com.tr/kitap/ark ş a d a k r A im esas nedeni çocuklardan w w.iletis İletişim http://w ko yansıyan o gür ışıktır. Enğitim ve tm E JP M in ç w İ 3 i b r V gin Geçtan’ın “Rastgele e Ailele ençler v G , r Ben” kitabında anlattığı la k li Çocu Diyabet gibi çocuk varoluşu masubet.com/ Sitesi miyete dayanır ve onun sözasimdiya d a rk .a w http://ww leri ile “masumiyetini ve ço- Okuma ve leri neri Ö e m e İzl SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 25 değil, tüm ülkede; nasıl bir ışıktı, gözleri kamaştırmadan kucaklayan… Bir yorgunluk bulutu, uçucu bir yorgunluk bizi birleştirirdi o zamanlar( bir sonraki demet yükü gelene dek). Köyde geçen çocukluğumdan bende, böylesi bizyorgunluklarına ilişkin daha çok resim vardır”. “Her insan bir ruhtur” Kamptaki mutluluk ve iyilik büyüsünün oluşmasında çocuklar ve doğadan sonra en büyük pay yaşamlarını özveri üzerine kuran kamp ekibindeki arkadaşlarımızdır. Kampın yıllar içinde oluşan, başta diyabetli abi ve ablalar olmak üzere değişmez bir ekibi vardır ama her yıl aramıza katılan yeni hekimler, hemşireler, diyetisyenler, öğrenciler olur ve onlarla zenginleşiriz. İki yıldır kampımızı ziyaret eden Tip 1 diyabetli basketbolcu Alper Saruhan hem çocuklarla büyülü bir ilişki kurar, onları hiç kimsenin yapamayacağı kadar güçlendirir hem de bizle hayat üzerinde konuşur. Onla konuşurken sporcu deyince aşkları ve yüzeysellikleri ile akla gelen futbolcuların dışında da başka türü sporcular olduğunu görür ve sevinirim. Alper Saruhan bir konuşmasında “Ben insanlara baktığım zaman, çocuk, kadın, erkek görmem; bir ruh görürüm” deyince bu sözün kamptaki insanları tam olarak anlattığını düşündüm. Belki herkes kampa böyle gelmez ama saatler, hatta dakikalar ilerledikçe herkesin kampa gelmeden önceki bütün giysilerinden soyunup bir “ruh” haline dönüştüğünü ve böylece inanılmayacak kadar büyük bir temas yüzeyi oluştuğunu, bir süre sonra ruhlarımızın birbirine karıştığını, 2-3 saat birbirimizi görmesek özler hale geldiğimizi görürüz. Bu yılki kampta da Uludağ Tıp Fakültesi’nin çiçeği burnundaki çocuk asistanları, diyabetli abilerin tümü ve özellikle de Abdullah, diyetisyenler gibi bir çok kahraman vardı ama onlardan birisi Marmara Tıp Fakültesi Çocuk Endokrin’de gözlemci olarak çalışan Azerbaycan’lı hekim Dr. Azad Akberzade, açık ara çocukların kahramanı oldu. Dr. Azad, sanki iyilik ve mutluluk dolu masalsı bir film kahramanı gibiydi; başta sorumlu olduğu çocuklar olmak üzere bütün çocuklara kendini tümüyle vererek, onlarla beraber nefes alarak, zor durumlarda onları kucağında taşıyarak ve kamptaki her şey için kendini “paralarcasına” çalışarak ama bunlar kadar Tar ile söylediği biraz taş plak tadında şarkılar ile tek başına kampın en önemli enerji ve mutluluk kaynağı oldu. Zaten böyle yaşadığı için kamptaki büyüyü anlatan en güzel cümleleri de o yazdı: “ Meğer ne kadar ihtiyacımız varmış birbirimizi tanımaya... Meğer ne kadar çok söylenecek şey varmış kendimize... Ne kadar da duyarsızmışız güneşin batışına... Yıllarca ne kadar içimize atmışız resim boyaları ile sevdiklerimizin yüzlerine mutluluğun resmini çizmeyi... Saklı duygularımızı notalara sarmayı yadırgamışız meğer... Evet hiç bu denli unutmamıştık yaşamayı... Bizler dağların ardındaki güzel günlerin hayalini gördük... Her şey o kadar güzel ve içtendi ki... İyi ki varsınız, iyi ki, tanıdım sizleri... Sevgi ve özlemle.” Akşam Güneşi ve Mucizeler Kampta oluşan bütün duyguları, düşünceleri anlatmak imkânsızdır ama ben bazen kampın bir anında bir mucize olacağını düşünürüm. Bazen orada yaşadıklarımızın aşk veya yoğun acı zamanlarında olduğu gibi çocukların ve bizim hayatımızı değiştiren bir güce dönüştüğünü hissederim ve doğruyu söylemek gerekirse biraz da bunun için uğraşırım. İsterim ki uyanmalar, insülinlerin yapılması, kahvaltı, dersler, şarkılar, danslar, yüzmek, gölden esen serin rüzgar ve en çok da akşam güneşi hücrelerimize birlikte ulaşsın ve çocukları iyileştirsin. En çok da gün batımı saatlerinden bir şeyler beklerim ve bu nedenle ilk yaptığım şey akşam yemeği saatini gün batımını izleyecek şekilde ayarlamaktır. Akşam saat 7.30 gibi kan şekerleri ölçülüp, insülinler yapılır, yemekten hemen sonra iskeleye gün batımını izlemeye gideriz. O anlarda her şey koyulaşır, tam güneşin batma anında dua eder gibi oluruz ve içimizden birisi “Akşam güneşi kan şekerlerine vurur” deyiverir. Akşam güneşinden mi bilinmez ama kamp boyunca birçok çocuğu insülin ihtiyacı yarı yarıya azalır ve her defasında 8-10 çocuk hiç insülin almadan hayatlarını sürdürebilir hale gelir, “balayı ” dediğimiz geçici iyileşme dönemine girerler. Ben bunların niçin olduğunu bilsem de kampın mucizelerinden birisi sayarım ve çocuklara söylerim. Biz kampa bir yürekle geliriz; sonra çocuk sayısı kadar yürekle döneriz. Gelecek yıl sizi de bekleriz. 26 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 kapakkonusu SAĞLIKLI OLMAK TEMEL BİR İNSAN HAKKIDIR Prof. Dr. Hilal ÖZCEBE Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Enstitü Müdürü Sağlıklı olmak temel bir insan hakkıdır. Hepimiz sağlıklı olmayı çok önemseriz, sağlıklı olmak en başta gelen dileklerimiz arasında yer almaktadır. Yeni bir bebek doğduğunda “sağlıklı uzun yıllar”, doğum günü kutlamalarında “uzun, sağlıklı ve mutlu yıllar” dileriz. Herhangi bir sorunlu olay yaşandığında ise “sağlık olsun” deriz. Sağlık Okuryazarlığı, Yeni bir yaklaşım Sağlık okuryazarlığı sosyal politikalardan etkilenmektedir Sağlığın korunması için yapılması gerekenler arasında öncelikle farkında olunması gerekmektedir. “Sağlıklı olmanın” 28 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 farkında olunması ise doğru bilgiye ulaşılabilmesi ile sağlanabilir. Günümüzde sağlıklı olmaya ilişkin pek çok öneri ve uygulamaya çok farklı ortamlarda ulaşılabilmektedir. Toplumun görsel medya araçları, yazılı doküman ve internetten ulaşılan bilgileri algılaması ve irdelenerek uygun davranış geliştirmesi beklenmektedir. Sağlık okur-yazarlığı olarak tanımlanan bu süreç son yıllarda giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Sağlık okur-yazarlığının genel okuryazarlık ile yakın ilişkisi bulunmaktadır, kişinin okur-yazarlık kapasitesi sağlıkla ilgili bilgilere ulaşma ve yorumlama becerisini geliştirmektedir. Genel okur-yazarlık gibi sağlık okur- yazarlığı da kişilerin sosyal ve ekonomik koşullarından etkilenmektedir. Sağlıklı olmanın arkasında yer alan sosyal politikalar arasında barış ve güvenliğin sağlanması, barınma, sosyal güvence gibi temel hak ve gereksinimlerin sağlanması gerekmektedir. Toplumun sosyal yapısı, gelir dağılımı gibi pek çok değişkenin sağlığın temel belirleyicileri olduğu bilinmektedir. Sağlıklı bir toplum için sağlık hizmeti modelinin de önemli bir rolü bulunmaktadır. Halk sağlığı yaklaşımında toplum tabanlı sağlık hizmetlerine eşit ulaşımın olması, ayrıca dezavantajlı konumlarda olanlara hizmeti ulaştırmak için daha etkin müdahalelere gereksinim olduğu yer almaktadır. Çevre ve davranışların sağlıklı olma ve hastalıkların oluşmasındaki rolü önemsenmelidir Bireylerin sağlık hizmetlerinden beklentileri genellikle sağlık sorunları ol- duğu zaman tedavi olmalarıdır. Bazı sağlık sorunları tamamen tedavi edilebilirken, bazı sorunlar ise süreğen sağlık sorunları haline gelmektedir. Tedavi edilebilen sağlık sorunları genellikle enfeksiyon hastalıkları olup, süreğen olan hastalıklar, genetik ve bulaşıcı olmayan hastalıklar gibi farklı başlıklar altında yer almaktadır. Bireyin genetik olarak geçişli bir hastalığının olması durumunda yaşam kalitesinin yükseltilmesi için yaşam tarzının geliştirilmesi gerekmektedir. Bulaşıcı olmayan hastalıklar ise “kişinin yaşam tarzından kaynaklanan hastalıklardır” şeklinde yorumlanmaktadır. kalp hastalıkları, kronik obstrüktif akciğer hastalıkları, diyabet, kanser gibi sürekli tedaviye gereksinim olan hastalıkların görülme sıklığının artmasına neden olmaktadır. Günümüzde gerek çevre koşullarının değişimi gerekse kişilerin bulaşıcı olmayan hastalıklara neden olabilecek davranışlarının olması, bu tür hastalıkların görülme sıklığının giderek artmasına neden olmaktadır. Tütün ve alkol kullanımı, obesite ve sedanter yaşam tarzının yanı sıra bazı çevresel etkenlerle karşılaşma koroner Bizler, “sigara içen bir kişi akciğer kanseri olduğunda keşke sigara içmeseydi” şeklinde yorum yapmaktayız. Ama kişinin sigara içmeye başlamasında çok fazla faktörün rolü vardır. Kişinin ailesinde sigara kullanımı, kişinin sosyal çevresinde sigara kullanımının normalleşmiş olması, arkadaşlarının sigara kullanımı, sigara- Bir başka sağlık sorunu grubu olan yaralanmalar ise hem tedavi edilebilen sorunlar grubuna girerken hem de sekel bırak sağlık sorunları grubunda yer almaktadır. “Sağlıklı davranışların kazanılmasında ne tür etkenler rol oynamaktadır?” sorusunun yanıtını hemen birkaç madde içinde sıralamak oldukça güçtür. Pek çok faktörün rol oynağını bilmekteyiz. nın ücretinin düşük olması ve kolay ulaşılabilir olması, sigaranın pek çok ortamda satılması ve kullanılabilmesi, sigara endüstrisinin tanıtımlarının yaygın olması gibi pek çok faktör sigaraya ulaşılabilirliği artırmaktadır. Ancak, sigara ile ilgili yasal düzenlemelerin olması ve uygulanması (satış noktaları, fiyatlandırma, kapalı ortamda kullanımı gibi), toplumun sigara kullanımı ile ilgili norm ve değerlerinin geliştirilmesini değiştirmektedir. Sigara kullananlara yönelik bırakma ile ilgili yöntemlerinin sunumu ve toplumun ulaşılabilirliği de tedavi anlamında önemlidir. İşte bu örnekle olduğu gibi kişinin davranışlarının gelişmesinde çevrenin rolü pek çok zaman göz ardı edilmektedir. Çevrenin kişinin sağlıklı bir yaşam sürebilmesi için olumlu bir ortam oluşturması aynı zamanda toplumun norm ve değerlerinin olumlu yönde değişmesine katkı sunmaktadır. Bu aşamada kişinin öğrenmesi gerekenler arasında çevresinde sigara içen SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 29 kişilerin davranışlarına ilişkin tutum geliştirmesi, sigara kullanımına ilişkin bireysel tekliflere ve sigara endüstrisinin müdahalelerine direnç gösterebilmesi yer almaktadır. Bu durumda çevrenin olumlu hale getirilmesi aynı zamanda bireysel ve toplumsal norm ve değerlere olumlu katkı sunmaktadır. Sigara ile mücadelede sağlık hizmetlerinden sadece “sigara bırakma hizmetlerinin” sunulmasını beklememiz yeterli olmayacaktır. Ülkenin sigara ile politikalarında sağlık alanında uzman olan kişilerin, çevrenin olumlu hale gelmesine ilişkin savunuculuktan aile ve birey eğitimine kadar pek çok müdahalede yer alınması gerekmektedir. Yukarıda yer alan sigara örneğinde olduğu gibi riskli sağlık davranışlarından korunmada çevrede risklerden uzaklaştırmaya yönelik olumlu bir ortam oluşturması gerekmektedir. Sağlıklı olmak için yapılması gereken davranışlarda da benzer değişkenlerin rol oynadığını bilmekteyiz. Örneğin fizik egzersiz yapmanın sağlığımız için önemli olduğunu bilmekteyiz. Çevrede fizik egzersiz yapmak için ortamın olumlu olması çok önemlidir. Ancak kişinin de yaşamının içinde fizik egzersize ilişkin parametreleri yerleştirmesi gerekmektedir. Bunlar, fizik egzersiz yapmayı sağlığı ile ilgili olarak önceliklendirebilmesi, uygun zaman ve davranışları yaşamının içine yerleştirmesi gerekmektedir. Sağlığımız için çevre tanımı içinde yasal düzenleme ve uygulamalardan, içinde yaşadığımız fiziksel ve sosyal çevreye kadar her şey yer almaktadır. Böyle bir ortamda sağlıklı olmak için davranış geliştirmeye ilişkin müdahaleler çok daha başarılı olacaktır. İşte sağlık okur yazarlığı hem davranışların kazandırılmasında hem de sağlıklı olmak için taleplerin oluşturulmasında önem kazanmaktadır. Toplumun sağlıklı bir çevreye ulaşmak için talebi oluşturulmalıdır. Tüm sektörler halk sağlığından sorumludur Toplumun sağlık konusunda farkındalığının artırılmasına yönelik ise pek çok sektöre görev düşmektedir. Eğitim, güvenlik, sanayi ve iletişim baş30 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 ta olmak içere insan yaşamı ile ilgili tüm sektörlerin, toplumun sağlığına yönelik müdahaleleri önemsemeleri gerekmektedir. Örneğin bir ürünün üretilmesine ilişkin gerekli iznin alınmasında, ürünün satışına ilişkin kuralların tanımlanmasında ve uygulamaların kontrolü sırasında sektörlerarası işbirliği önemli olmaktadır. Toplumun sağlık okuryazarlığı sektörler arası işbirliği ile yükseltilebilir Sektörler arası işbirliğinin etkili olabilmesi için ise sektörlerin işbirliğinin amaç ve stratejilerini ortak olarak belirlemeleri önemlidir. Bu durumda sağlık okuryazarlığına ilişkin müdahalelerde pek çok sektöre sorumluluk düşmektedir. Çocuğumuza oyuncak alma sırasında, bir yiyecek almak istediğimizde, bir ev kiralamak istediğimizde, bir seyahat planladığımızda sağlık ile ilgili sorunların olasılığını düşünmemiz, sorunlar ile karşılaşmamak için ne tür seçim yapmamız gerektiği konusunda farkındalığımızın olması gerekir. İşte tam bu noktada “sağlık” ile ilgili güvenilir ve doğru bilgiye nasıl ulaşacağız? Sorusu ortaya çıkmaktadır. Sektörlerarası işbirliğinin önemli bir ögesi olan eğitim kurumlarına önemli sorumluluklar düşmektedir. Eğitim kurumları tarafından “bilgi dokümanlarını oluşturmaları” ve “topluma ulaştırabilmeleri” gerekmektedir. Toplumun farklı öğrenim düzeyine sahip olan kesimlerine yönelik farklı iletişim tekniklerinin kullanılarak “bilgi” nin ulaştırılması gerekmektedir. Bu stratejiler arasında karşılıklı konuşma, broşürler, seminer ve konferans programları, görsel ve yazılı medyanın kullanılması, internet iletişim araçlarının kullanılması gibi farklı stratejilerin kullanılmasına gereksinim vardır. Sağlık sektörünün, özellikle aile hekimlerinin bireylerin sağlığının korunması ve geliştirilmesine özel önem vermeleri gerekir Sağlık sektörü içinde yer alan sağlık çalışanları da toplumun en fazla bilgi almak için başvurdukları kay- nak kişilerdir. Sağlık personelinin hizmet çerçevesi içinde “toplumun bilgilendirilmesine” öncelik vermesi gerekmektedir. Sağlık hizmetleri, sadece hasta bakımı hizmeti ile sınırlandırılmamalı ve sağlığın korunması hizmetlerine de eşit zaman ve emek harcanmalıdır. Bugün aile hekimleri, birinci basamak sağlık hizmetlerinden sorumlu olan en önemli sağlık birimleridir. Aile hekimliği çalışma sistemi içinde koruyucu ve tedavi edici hizmetlerin tanımlanmasına karşılık, hastalık tanı ve tedavi hizmetleri daha fazla zaman almaktadır. Oysa toplum sağlığının korunması ve geliştirilmesinde hastalık öncesi yapılması gerekenler vardır. Sistemin içinde sağlıklı kişiler ile görüşmelerin planlanması, sağlam kişinin gereksinimlerinin beraber tanımlanması, sağlığın korunması ve geliştirilmesi için yapılması gerekenlerin paylaşılması önemli bir hizmet alanı olmalıdır. Aile hekimliği sistemi hasta tanı ve tedavi hizmetlerinin yanı sıra sağlıklı kişilere özel zaman ayrılmasına ilişkin politika ve uygulamaların geliştirilmesiyle toplumun sağlık düzeyi daha da geliştirilebilir. Diğer taraftan aile hekimlerinin kendilerini geliştirmelerine yönelik hizmet içi eğitim programlarına katılması, kendilerine zaman ayırmalarına ilişkin de özel müdahalelere gereksinim vardır. Birinci basamak düzeyinde hizmet kalitesinin yükseltilmesi toplumun kendi gereksinimlerini tanımlamasını ve yanıt aramasına ilişkin talebin artmasını sağlayacaktır. Birinci basamak sağlık kuruluşlarında soruyucu ve geliştirici sağlık hizmetlerinin performansını tartışmamız gerekmektedir Devletlerin temel amacı, toplumların sağlıklı ve üretken olması, toplumun refahının ve yaşam kalitesinin yükseltilmesidir. Bu amaçlara yönelik olarak eğitim ve istihdam politikalarının güçlendirilmesi, sağlık sektörüne de özel öncelik verilmesi gerekmektedir. Sağlık sektöründe sağlığın korunması ve geliştirilmesinin özel hizmet alanı olarak tanımlanarak, sosyal güvenlik sistemi içinde yer alması sağlanmalıdır. kapakkonusu SAĞLIKLI YAŞLANMAK Prof. Dr. Dilek ASLAN Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Toplumda pek çok insanın çekindiği bir yaşam evresidir “yaşlanma”. Oysa yaşlanma Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından “bir ayrıcalık” olarak kabul edilir. Bu kabulün altında yatan en önemli neden ise dünya üzerinde yaşayan önemli sayıda kişinin “yaşlı” olarak kabul edileceği döneme gelmeden ölmesidir. Günümüzde, gelişmiş ülkelerde doğuşta beklenen yaşam süresi 85’leri geçmiş iken kimi Sahra altı Afrika ülkelerinde 50’li yaşlardadır. Kişinin nerede ve hangi koşullarda doğduğu ve yaşadığı ne kadar “uzun” yaşayacağını da belirlemektedir. 32 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Yaşlanma için farklı tanımlar yapılır. Kimi tanım kronolojik (65 yaş ve üzeri), kimi tanım sosyolojik, kimi tanım ise ekonomiktir. Bu noktada, aslında yaşlanma/yaşlılık için sadece bir tanımı kullanmanın kısıtlı olabileceğini ifade etmekte yarar bulunmaktadır. Ancak, kronolojik olarak kullanılan “65 yaş ve üzeri” grubun yaşlı olarak kabul edilmesi sağlık çalışanları açısından en sık kullanılan kriterler arasındadır. dönem”, “hastalıklar”, “yalnızlık” gibi olumsuzlukları içeren duygu ve düşünceler belirebilir. Oysa bu olumsuz yüklemelerden uzak kalmak aslında sağlığın özellikle sosyal boyutunu, sosyal olarak iyi olma halini olumlu yönde etkiler. Bu olumlu etki de be- Dünyada 65 yaş ve üzeri nüfusun sayıca atma eğiliminde olduğu bilinmektedir. Türkiye’de de 31 Aralık 2014 Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verilerine göre nüfus 77 965 904 kişi olup toplam nüfusun %7,97’si (6 192 962) 65 yaş ve üzeri bireylerden oluşmaktadır. Yaşlılık denildiğinde çoğu kişinin aklında “yaşamın sonuna yaklaşan Prof. Dr. Dilek ASLAN densel ve ruhsal açıdan kişinin iyi/ sağlıklı olmasına katkı sunar. Bilimsel veriler yaşlılığın yaşamın en üretken dönemi, daha net bir ifadeyle de bilgelik dönemi olduğuna dikkat çeker. Yaşlanma aslında doğumdan itibaren yaşamın ne denli sağlıklı olmaya odaklı bir tercihte bulunulduğunun da bir yansımasıdır. Ancak bu tercih şüphesiz sadece bireylerin “kendi” tercihleri olmayıp, yaşanılan toplumun kurumsal yapılarının (örneğin devletlerin) bireyler için nasıl bir yaşam sunduğu ile de yakından ilgilidir. Örneğin, ekonomik koşulları iyi, sosyal olanakları gelişmiş, çevre koşulları sağlık açısından uygun, sağlıklı yaşam davranışlarının yaygın olduğu, coğrafi ve iklim koşulları yaşamaya elverişli, vb bir toplumda yaşayan bireylerin bu özelliklerin olumsuz olduğu bir toplumda yaşayanlara göre daha sağlıklı bir yaşlılık geçireceklerini öngörmek hiç de zor olmaz. Zira bütün bilimsel veriler sağlıklı toplumların daha uzun ve nitelikli yaşadığını işaret etmektedir. Dolayısıyla, sağlıklı yaşlanmak için sadece 65 yaş ve sonrasına odaklanmaktansa yaşam boyu düzenli, planlı ve programlı yaşamak tercih edilmelidir. Bir başka ifadeyle, yaşamın tamamında sağlık yaklaşımı daha gerçekçi ve istenen bir eylemler bütünüdür. Sağlıklı yaşlanmak (ya da yaşamak) için Tablo 1’de yer alan temel davranış biçimlerinin erken yaşlardan itibaren benimsenmesinde yarar bulunmaktadır. Bu başlıkların sağlık çalışanları tarafından iyi bilinmesi, sağlık kurumlarına başvuran bireylere bu konularda önerilerde bulunulması değerlidir. Tablo 1. Öne çıkan sağlıklı yaşam davranışları ve yaşlılığa özel pratik bazı öneriler Öneri başlığı Yaşlılık dönemi önerileri Sigara içmemek • Sigara yaşamın hiçbir döneminde İÇİLMEMELİDİR. • İçenlerin hangi yaşta olursa olsunlar en kısa sürede sigarayı bırakmaları önerilmektedir. • Sigara dumanından pasif etkilenim de her yaş grubunda olduğu gibi yaşlılık döneminde de önlenmelidir. Sağlıklı beslenmek Düzenli olarak fiziksel aktivite yapmak Yeterli ve düzenli uyku uyumak Güneşin zararlı etkilerinden korunmak • • • • • • Sağlıklı beslenmek yeterli ve dengeli beslenmek anlamı taşımaktadır. Herhangi bir hastalık için kısıtlama söz konusu değil ise besin çeşitliliğine önem vermek gerekir. Öğün atlanmaması önemlidir. Vücut ağırlığının dengede tutulması önemlidir. Günde 8-10 bardak su içmek gerekir. Yaşlılık döneminde kronik hastalıkların görülme sıklığı diğer yaş gruplarına göre daha fazladır. Bu nedenle hastalıklara özel beslenme önerilerine uyum sağlanmalıdır. • Tuz, şeker kısıtlanması öncelikli öneriler arasındadır. • Diş kayıpları yaşlılık döneminde görülen beslenme yetersizliğinin altında yatan önemli nedenler arasındadır. Değerlendirmeler yapılırken bu konu atlanmamalıdır. • Herhangi bir kısıtlayıcı durum yok ise; haftada 150 dakika orta düzey fiziksel aktivite önerilir (örneğin yürüyüş). • Denge sağlayıcı aktiviteler de önem taşır. • Kas güçlendirici aktiviteler özellikle düşmelerin önlenmesi için gerekir. • • • • • Her gün aynı saatte yatıp, aynı saatte kalkmak önemlidir. Yatak odasının gürültüsüz, karanlık olmasına dikkat edilmelidir. Uyku gelmeden yatağa yatılması önerilmemektedir. Akşam öğününde “hafif” gıdaları tercih etmek önerilir. Akşam yemeğini erken saatlerde yemek yararlıdır. • Saat 10:00-16:00 arasında güneşe çıkılmaması önerilmektedir. • Güneş gözlüğü, hafif giysiler, açık renkli giysiler, geniş kenarlı şapka kullanılması uygun olur. • Cilt tipine uygun olan güneş koruyucu ürünler alan uzmanları tarafından önerilmektedir. Stresten uzak bir • Stres yaratan durumun değiştirilmesi stres yaratan duruma verilen tepkinin değiştirilmesinden daha zoryaşam sürebilmek dur. Bu nedenle bireylere; stres yaratan duruma verecekleri tepkilerini değiştirmeye çalışmak yönündeki öneri daha uygulanabilir bir öneridir. Düşmeleri önleyebilmek • Düşmeler yaşlılık döneminde önemli mortalite (ölüm) nedenidir. Bu nedenle özellikle fiziksel aktivitenin artırılması, iç ve dış mekan yaşam alanların düşmeler açısından risk oluşturmasının önlenmesi için düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır. Örneğin, aydınlatmanın yeterli olması, ev içinde halı, paspas, kablo gibi düşme riski oluşturacak engellerin kaldırılması, ıslak zeminlerde tutamakların varlığı gibi pratik uygulamalar düşmelerin önlenmesi açısından oldukça etkilidir. Mental sağlığı koruyabilmek • Yaşlılık dönemi bilgelik dönemidir. Bu dönemde düşünmeyi, analiz yapmayı, deneyimleri süreklilik içinde genç kuşaklara aktarmayı, paylaşmayı sağlayacak etkinliklerin yapılması ve sürdürülmesi önerilmektedir. • Yaşlılık döneminde kötü muameleyi, ihmali ve istismarı • önlemek Kötü muamele, ihmal ve istismar son dönemlerde yaşlılık döneminde dünyada sorun olarak altı çizilen konular arasındadır. Bu durumun önlenmesi için özellikle sağlık ve sosyal hizmetlerin eşgüdüm içinde çalışması değerlidir. Sağlık çalışanlarının kendilerine başvuranları bu açılardan değerlendirmesi, herhangi bir tespit anında ise gerekli yönlendirmeleri yapabilmeleri beklenmektedir. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 33 Yukarıda yer alan başlıklar özellikle hastalıklardan korunabilmek için “önleyici” davranışlar olarak da kabul edilir (birincil korunma). Birincil korunma yaklaşımları arasında aşılama/bağışıklama hizmetlerini de unutmamak gerekir. Altmış beş yaş ve üzeri nüfus için influenza (grip) ve pnömokok (zatürre) aşıları rutin hizmetler içindedir. Risk gruplarına göre ise gereksinim duyulan diğer aşıların yapılması da atlanmamalıdır. Bireylerde herhangi bir sağlık sorunu meydana geldiğinde erken tanı ve tedavi de çok önemlidir. Halk sağlığı yaklaşımında herhangi bir hastalığın erken tanısı ve erken tedavisi “ikincil korunma” olarak adlandırılır. Bu adımda düzenli sağlık kontrolleri (check-up) ve tarama programlarının özel önemi bulunmaktadır. Örneğin, bireyler sağlık kontrolüne hekimlere başvurduklarında yaşlarına, cinsiyetlerine, var olan şikayetlerine, çalışma koşullarına, vb. göre hekimler düzenli aralıklarla kan, idrar, radyolojik tetkikler, vb. bakmak/değerlendirmek isterler. Böylelikle, herhangi bir sorun erkenden saptanabilir, erkenden tedavisi başlanabilir. Örneğin, hipertansiyon tanısı erken konulduğunda, hastalık vücuda zarar vermeden tedavi edilerek izlenebilir. Ya da herhangi bir kanser türü yine en erken dönemlerde tespit edilebilir ve ilerlemeden, yaşamı tehdit etmeden gerekli önlemler alınabilir. Yaşlılık dö- 34 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 neminde en sık görülen hastalıklar arasında kanser, kronik akciğer hastalıkları, kalp hastalıkları, kas ve iskelet sistemi hastalıkları, mental hastalıklar, sinir sistemi hastalıklarının yer aldığı unutulmamalıdır. Bu dönemde görme ve işitme duyularının da düzenli olarak kontrolleri yapılmalıdır. Halk sağlığı yaklaşımında “üçüncül korunma” olarak bilinen yaklaşım ise rehabilitasyon (esenlendirme) hizmetleridir. Sağlık çalışanlarından neler beklenmektedir? Toplumun sağlıklı yaşlanması için sağlık çalışanlarının rolü büyüktür. Kendilerine başvuran kişileri birincil, ikincil ve üçüncül koruma yaklaşımları çerçevesinde değerlendirmek sağlık çalışanlarından beklenen en önemli yaklaşımdır. Bu yaklaşım çerçevesinde yapılan bir değerlendirme sonucu gereksinime göre müdahale (korunma önerisiuygulaması, tedavi, rehabilitasyon için yönlendirme, vb) yine sağlık çalışanlarından yapmaları beklenen bir diğer adımdır. Hizmetlerin planlanmasında ve sunumunda eşitlik ve hakkaniyet öncelikli ilkeler olmalıdır. Bu adımların başarıyla yapılabilmesi için yaşlı sağlığı ve hastalıkları konu- larında güncel bilgileri takip eden, uygulamalarda yetkin sağlık profesyonellerinin varlığı gerekir. Bu bağlamda, sürekli tıp eğitimi ve sürekli mesleki gelişim çalışmaları/hizmetleri var edilmelidir. Altı çizilen önerilerin başarılabilmesi güçlü, sürekliliği olan kamusal hizmet modellerinin varlığı ile de yakından ilişkilidir. Kaynaklar [Internet] http://www.who.int/topics/ageing/ en/. Erişim: 19.8.2015. [Internet] http://www.cdc.gov/aging/index. html. Erişim: 22.8.2015. [Internet] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18616. Erişim:21.8.2015. [Internet] Türkiye’de yaşlanan nüfus. http://www.geriatri.org.tr/pdf/ADNKSTurkiye-2014.pdf. Erişim:21.8.2015. [Internet] Ulusal Aşı Çalıştayı Raporu. http:// www.geriatri.org.tr/pdf/ULUSAL_ASI_CALISTAYI_RAPORUMart_2014.pdf Erişim:21.8.2015. [Internet] Güneşten korunma. http://www. turkdermatoloji.org/files/file/GUNESTEN_ KORUNMA.pdf. Erişim:22.8.2015. [Internet] http://www.who.int/uv/sun_protection/en/. Erişim:22.8.2015. Gokce-Kutsal Y, Aslan D, Basar M. Aging and basic health issues inTurkey.In: Powell JL, Chen S (Eds): Global dynamics of Aging, Nova Science Publishers, New York, 2012, pp:101-120. ISBN: 978-1-62100-936-8 ISBN (e book): 978-1-62100-973-3. Gelişim Yolunda Bir Adım Daha İleri Avrupa Patentli Pronutra Anne sütü bebeğiniz için en iyisidir. Anne sütü ile beslenmenin mümkün olmadığı durumlarda doktorunuza danışınız. Pronutra, Avrupa patentli bir bileşendir. *Nielsen Türkiye 2012-2014 devam sütü pazar payı araştırma sonuçlarına göre. haber ANNELER UYUŞTURUCUYLA MÜCADELE İÇİN ALO 191 DİYOR Uyuşturucu ile Mücadele Kurulu, Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı’nın (UMAEP) 13 aylık faaliyet raporunu açıkladı. Kurul, Temmuz’da hizmete açılan ALO 191 Uyuşturucuyla Mücadele Hattını günde 700 kişinin aradığını ve çoğunluğunun annelerden oluştuğu belirtti. Uyuşturucu ile Mücadele Kurulu, Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı’nın (UMAEP) 13 aylık faaliyet raporunu açıkladı. Uyuşturucu ile Mücadele Kurulu Başkanı Necdet Ünüvar, UMAEP faaliyet raporunu, ilgili Adalet, Aile ve Sosyal Politikalar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Gençlik ve Spor, Gümrük ve Ticaret, İçişleri, Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlıkları olmak üzere 8 bakanlıktan paydaşların katılımıyla düzenlenen basın toplantısında anlattı. Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün ev sahipliğinde gerçekleştirilen toplantıda Ünüvar yaptığı konuşmada, uyuşturucu kullanım oranı rakamlarına bakıldığında Türkiye’nin “vahim” bir tabloyla karşı karşıya olmadığını belirtti. Ünüvar, «Uyuşturucu hem bugünü hem yarını etkileyen sosyal bir terördür, Başbakanımızın ifadesiyle. Kaldı ki, Anayasamızın 58›inci maddesi gereğince de bir devlet politikası olmak durumundadır” diye konuştu. 36 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 15-24 yaş arasında uyuşturucu maddeyi en az bir kez deneme itibarıyla bakıldığında Türkiye’nin yüzde 2.7’lik bir oranla batıdan düşük bir rakamda olduğunu kaydeden Ünüvar, uyuşturucuyla mücadelede kısa, orta ve uzun vadede stratejik yol haritasını anlattı. Sınır kapılarında x-ray cihazları ve teknik ekipmanların yaygınlaştırılması sürecinin başladığını, cezaevlerindeki hükümlü ve tutuklular için çeşitli projeler ile sokak çocuklarına yönelik koruyucu önleyici hizmetler ve ailelere yönelik psiko sosyal destek, bilinçlendirme çalışmaları yapıldığını söyleyen Ünüvar, konuya ilişkin çeşitli çalıştaylar ve sempozyumlar düzenlediklerini de anlattı. 2. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası Ünüvar, 2015›in Kasım ayında “2. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası»nın düzenleneceğini, uyuşturucu ile ilgili mevzuatı bütüncül bir şekilde ele alacak çalışmanın gerçekleştirileceğini, 2016-2018 dönemi uyuşturucu ile mücadele eylem planının her yıl güncellenecek şekilde yapılacağını bildirdi. Aile Hekimlerine Bağımlılıkla Mücadele Eğitimi Verildi Bağımlılıkla Mücadele Eğitim Programı Aile Hekimliği Eğitim Modülü oluşturulduğunu ifade eden Ünüvar, aile hekimlerine eğitim vermek için 16 ilden 50 aile hekimine eğitici eğitimi verildiğini söyledi. Ünüvar, uzaktan eğitim modülü kapsamında madde bağımlılığı modülünü 17 bin 83 aile hekiminin tamamladığını kaydetti. 10 adet yeni AMATEM ve ÇEMATEM kurulması için ön izinlerin verildiğini dile getiren Ünüvar, bağımlılık tedavisinin genel psikiyatri polikliniklerinde sürdürülebilmesi için 30 psikiyatriste hizmet içi eğitim düzenlendiğini belirtti. Narkotimler 29 İlde Görev Başında Sokaklardaki uyuşturucu maddelerin dolaşımıyla ilgili eleştiri aldıklarını anlatan Ünüvar, bu eleştiriyi gidermek adına İçişleri Bakanlığı tarafından narkotim projesinin hayata geçirildiğini söyledi. Ünüvar, 29 ilde uyuşturucu kaçakçılığı, üretimi, kullanımı, ve dağıtımının engellenmesi amacıyla sokak sokak mücadele yürütüldüğünü dile getirdi. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Türkiye Temsilciliğince yabancı dile tercüme edilen Türkiye’nin Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı, diğer ülkelere örnek olarak sunulacağını anlatan Ünüvar, 13 aylık dönemde 250 milyon lira civarında bir bütçeyle çalışmaların yürütüldüğünü de dile getirdi. ALO 191 Hattı Temmuz ayında hizmete başlayan ALO 191 hattı hakkında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hüseyin Çelik de hattın hizmete sunulduğu ilk gün bin 300’e yakın arama yapıldığını belirtti. Çelik şöyle konuştu: “Daha sonraki aramaların gün ortalamasına baktığımızda 700 civarında bir arama gerçekleşiyor. Bunun yaklaşık yüzde 60’ı danışma amaçlı, sorunların çözümüyle ilgili uzman kişilerin danışmanlık faaliyetini kapsıyor. Yüzde 30’u da randevu talebi. Diğer yüzde 10’luk kısmı da diğer diyebileceğimiz kısım, bazen gereksiz aramalar da olabiliyor. Arayanların önemli bir kısmı aileler, özellikle de anneler arıyor. Uyuşturucu kullanan kişilerin kendilerinin arama oranı daha düşük yüzde 10-15 civarında. Çoğunlukla anneler sahipleniyor.” Annelerin şüpheleri üzerine ya da çocuklarının madde kullandıklarını bildikleri halde nasıl yöneteceklerini bilemedikleri için kendilerini aradıklarını belirterek, randevu talepleriyle ilgili şunları kaydetti: “Sağlık Bakanlığı olarak, kendi içinde kademeli bir uygulamaya geçtik. Bir tanesi 23 bine yakın aile hekiminin uyuşturucuyla mücadele konusundaki yetkinliklerini, farkındalıklarını arttırdık. Sadece AMATEM, ÇEMATEM değil, psikiyatri uzmanı olduğu bütün hekimlerin bağımlılıkla mücadelede rol almaları için hem özel eğitimlere başladık hem de onlara bağımlılık poliklinikleri açmaları konusunda uygulamayı başlattık. Eğer burada poliklinik tedavisi, sonrasında kısa süreli gözlem gerekiyorsa bütün hastanelerimiz, sayın bakanımızın talimatıyla, 10-15, büyüklüğüne göre 20 yataklı, kısa dönemli yataklar ayrılıyor. Hemen arkasında daha ağır vakaları AMATEM, ÇEMATEM’e yönlendiriyoruz. Üniversitelerimizle iş birliği çalışmaları başlattık. 360 derece anlayışıyla mücadelenin bütün boyutlarını yapılandırılmış olarak 8 bakanlığın katkısıyla devam ediyoruz.» İletişim Stratejisi Uygulama Rehberi Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürü Celalettin Haşimi, kamu kurumlarının uyuşturucuyla mücadelede bağımlıları nasıl tasvir etmesi gerektiği, mücadele sürecinin nasıl anlatılması gerektiği ve toplumun bağımlı bireylere karşı tavrı ve benzeri hususlardaki tespitleri yayınladıkları Uyuşturucu ile Mücadele Eylem Planı’na yönelik İletişim Stratejisi Uygulama Rehberinde dile getirdiklerini bildirdi. Sağlık muhabirlerinin uyuşturucuyla mücadele konusundaki önemini dikkat çeken Haşimi, haberlerde uyuşturucuyla mücadelede başarı hikayelerine de yer vermelerini istedi. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 37 analiz BONZAİ SORUNUNU NASIL GÖRMELİYİZ? Prof.Dr. Tayfun UZBAY Üsküdar Üniversitesi Nöropsikofarmakoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Türk Eczacıları Birliği, Eczacılık Akademisi Bilim Kurulu Üyesi Bonzai ülkemizde son zamanlarda gençler arasında kullanımı giderek artan yeni bir sentetik bağımlılık yapıcı maddedir. Esrarın etkili maddesi olan delta-9-tetrahidrokannabinol ve JWH maddeleri olarak bilinen JWH-018, JWH-073, JWH-200 ve CP47,497 gibi naftoilindollerin, naftoil pirollerin ve kannabisikloheksanol gibi muhtelif sentetik maddelerin bitki yapraklarına emdirilmesi veya püskürtülmesiyle elde edilen bitkisel sigara karışımlarıdır. Bazen analizle saptanabilen veya saptanamayan birçok başka uyarıcı veya hayal gördürücü (halüsinojen) kimyasalın da içeriğe eklenmesi ile oldukça tehlikeli bir karışım olarak sunulabilmektedir. Sentetik kannabinoidleri ilk kez sentezleyen Amerika’da Clemson Üniversitesi’nden organik kimya profesörü John W. Huffman’dır. Huffman ve çalışma grubu 400’den fazla sentetik kannabinoid sentezlemiştir. Bunlar ve benzerleri sentetik kannabinoid içeren maddeler olarak Avrupa’da “spice”, Amerika Birleşik Devletleri’nde “K2”, ülkemizde ise “bonzai” veya “Jamaika” adı ile sokaklarda pazarlanmaya başlanmaya başlamıştır. Bu karışımlar internetten de kolayca bulunabilmektedir. “Spice” tipi bitki karışımları “insan tüketimi için değildir” ibaresi ile tütsü veya bitki büyütücü olarak pazarlansa da temini sonrası kötüye kullanılmaktadırlar. Bu karışımların dozaj ve içerikleri de belli değildir. Bu durum kullanıcılar açısından ciddi bir risk oluşturmaktadır. Bonzai adı altında pazarlanan ürünler kullananlarda farklı etkiler oluştu- 38 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 rabilir. Bazı kişilerde aşırı sedasyon (uyuşukluk ve uyku hali), kendinden geçme, hissizleşme ve zaman-mekan algısının bozulması gibi etkiler oluştururken bazı kişilerde şizofreniyi taklit eden aşırı hezeyanlar, ajitasyon, kendine ve çevresine zarar verme ve gerçeğe yakın hayaller görme gibi belirtiler ortaya çıkarabilir. Bu farklı etkilerin nedeni, kullanılan karışıma kişisel hassasiyetlerdeki farklılıkların yanı sıra kullanılan maddenin içeriğindeki farklılıklar da olabilir. Esrar, eroin, alkol ve kokain gibi bilinen diğer bağımlılık yapan maddelerin aksine bonzai tek bir etkili madde içermediği gibi bonzai adı altında satılan her ürün de aynı karışım değildir. Kullanılan ürün bir karışım olduğundan ve formülü bilinmediğinden kanda veya idrarda saptanması oldukça güçtür. Maliyeti düşürmek ve doğrudan beyin üzerine etkileri daha çabuk ve güçlü bir biçimde ortaya çıkarmak için pazarlayıcılar karışıma beyine kolayca nüfuz eden ve beyindeki sinir hücrelerini öldüren insektisit (böcek öldürücü) nitelikli bazı zehirleri de eklemektedirler. Bu durum kullanıcıların beyinlerinde zehirin niteliğine alınan doza, kullanım süresine ve kişisel hassasiyete bağlı olarak geçici veya kalıcı ciddi hasarlara yol açabilmektedir. Son zamanlarda psikiyatrik acillere akut psikoz (şizofreni) belirtileri ile gelen ve tedaviye alınan vakaların birçoğunda bonzai kullanımı öyküsü ortaya çıkmaktadır. Bazı kullanıcılarda ölümle-yaşam arasında gidip gelme deneyimleri yaşandığı bildirilmiştir. Ne yazık ki bu deneyimler kullanıcının ölümü ile sonuçlanabilmektedir. Öte yandan bonzai kullanımı sonrası ani beyin kanamaları, kalp krizleri ve bunlara bağlı ölümler de görülmektedir. Bunun nedeni karışımın içinde bulunan bazı maddelerin kalp-damar sistemini ciddi biçimde uyarması, tansiyonu aşırı yükseltmesi, kalp atım sayısını artırarak ciddi ritim bozukluklarına neden olabilmesidir. Bonzainin başka bir tehlikesi de karışımın içeriğine göre tek başına kullanılan ve bilinen diğer maddelerden çok daha hızlı ve şiddetli bağımlılık oluşturmasıdır. Bu nedenle, tek seferlik denemeler hızlı ve şiddetli bağımlılık gelişmesi açısından ciddi bir risk teşkil etmektedir. Ayrıca şizofreni belirtileri, panik ataklar ve epilepsi nöbetleri ilk kullanımda dahi ortaya çıkabilir. İlave olarak ilk kullanımla ani ölüm riski de söz konusudur. Bu nedenle bonzai kullanımı çok önemli bir halk sağlığı sorunudur. Kullanımının mutlaka önlenmesi ve yukarıda bahse konu olan özellikleri ve riskleri konusunda gençlerin bilgilendirilmesi gereklidir. Sentetik kannabinoidler delta-9-THC’den kimyasal olarak farklı yapılara sahip olduklarından madde taramalarında saptanamamaktadır. Bunun sonucu olarak kullanıcılar sürücü ehliyetine el konulması ya da adli psikiyatride düzenli madde taramasının yapıldığı durumlarda kolayca gözden kaçabilmektedir. Bu nedenle bonzai adı altında pazarlanan sentetik kannabinoidler bağımlılık tedavisi, denetimli serbestlik ve adli psikiyatri açısından diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de ciddi bir sorun oluşturmaktadır. Türkiye’de son bir yılda doğrudan madde kullanımına bağlı ölümlerde bir önceki yıla göre neredeyse 4 misli artış görüldü. Bu halk sağlığı açısından son derece önemli, dikkat çekici ve dikkat edilmesi gereken bir gelişmedir. Ölümlerin çoğu da bonzai kullanımına bağlandı. Ancak bu ölümlerin arkasında yatan gerçek nedeni bilmiyoruz. Madde kullanımına bağlı toplu ölümler salgın halinde Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere başka ülkelerde de görülmüştür. Örneğin, 1970’li yıllarda Amerika’da özellikle eroin kullananlar arasında ciddi miktarlarda ölüm vakaları ve zehirlenmeler görülmüştür. Bunun nedeni araştırıldığında eroine fiyatını ucuzlatmak veya daha fazla para kazanmak amacıyla kinin katıldığı anlaşılmıştır. Kinin ile eroinin özellikle damar yolundan birlikte alınması ölümcül bir ilaç etkileşimine neden olmaktadır. Öte SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 39 yandan eroin ile birlikte yüksek miktarlarda alkol alınması da bazı duyarlı bireylerde ölümcül etkileşime neden olmuştur. Batı dünyasında 20. yüzyılın son çeyreğinde gözlenen başka bir olay da genç Parkinson hastaları meselesidir. Bilim adamları bir grup gençte Parkinson belirtileri saptayarak oldukça heyecanlanmışlardı. Çünkü Parkinson bir yaşlılık hastalığı olarak biliniyordu ve bu yeni gözlemler Parkinson tanısına yönelik önemli bir veri sunuyordu. Bu gençlerin ortak noktası hepsinin aynı zamanda eroin kullanıcısı olmasıydı. Buradan yola çıkılarak kullandıkları eroinin 1-metil-4fenil-1,2,3,6-tetrahidropiridin (MPTP) denilen çok güçlü bir nörotoksin ile kontamine edildiği anlaşıldı. MPTP beynin nigrostriatal bölgesinde yer alan dopamin içeren nöronları geri dönüşümsüz bir biçimde öldürerek Parkinson hastalığını taklit eden belirtilere neden olur. Bu özelliği nedeni ile deney hayvanlarında Parkinson hastalığı modeli oluşturmak için kullanılmıştır. Toksin o kadar zehirlidir ki deri yolu ile temas ile dahi hastalık belirtilerini oluşturabilmektedir. Yukarıdaki örnekler çoğaltılabilir. Bu tip örneklerin bize söylediği şu anda adeta bir günah keçisi ve gizemli bir zehir ilan edilen ve maddeye bağlı olduğu düşünülen neredeyse her ölümden sorumlu tutulan bonzaiye daha farklı açılardan ve daha araştırmacı bir mantıkla yaklaşmamız gerektiğidir. Son zamanlarda salgın şeklinde ve çok da rahatsız edici bir biçimde, özellikle genç ergenlerde gözlediğimiz ölümleri adeta korkutucu bir şehir efsanesine dönüşmüş olan bonzaiye bağlayıp karşılaşılan her bir olayı birkaç gün medyada tartışıp polisiye tedbirleri artırarak engelleyebilmemiz güç görünmektedir. Her gün farklı bir sentetik türevi sentezlenen ve internet ağında veya sokakta kolayca ulaşılabilen maddeleri kanda tespit edebilsek çok iyi olabilirdi. Ancak çeşitliliğin sürekli artması ve sinek, böcek öldürücüsünden tarımsal zehirlere kadar birçok maddenin acımasızca bonzai diye pazarlanan ürünün ya kendisi olması ya da içeriğe karıştırılması bunu neredeyse olanaksız hale getirmektedir. Aslında 40 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 siz kanda veya idrarda sentetik bir kannabinoid bulmaya çalışıyorsunuz, ancak kullanılan ürünün kimyasal yapı veya özellikler bağlamında bu ürün ile hiçbir ilgisi olmayabilir. Buna rağmen ürünün ismi bonzai olabilir. Ölümler arasındaki ortak noktalara bakarak, detaylı otopsilerle ölüm nedenini saptamaya çalışarak ve hepsinden önemlisi kurbanların kanında sadece sentetik kannabinoidleri değil, alkol ve enerji içeceklerinden gelebilecek yüksek konsantrasyonda kafein gibi etkileşim potansiyeli olan başka maddeleri ve kullanmakta oldukları veya kullanabilecekleri başka ilaçları da hesaba katarak belki ölüm nedenlerini daha görünür hale getirebiliriz. Ülkemizde yaygın ve kontrolsüz bir enerji içeceği kullanımı ve bunu alkolle karıştırma alışkanlığı da söz konusudur. Çok masum gördüğümüz kafein de aslında emniyetli doz aralığı oldukça dar olan bir maddedir. Alkol ile birlikte kullanıldığında yatkın bireylerde ciddi kardiyovasküler sorunlar oluşturabilmektedir. Ülkemizde pek de üzerinde durulmayan özellikle spor yapan gençlerde kalp-damar problemlerine bağlı ani ölümlerin görülme sıklığında da artış söz konusudur. Konunun bir başka tehlikeli boyutu da bonzai denilen zehire gençlerin neredeyse sigaradan bile kolay ve ucuz bir şekilde ulaşabilmesidir. Maddenin ucuz olması pazarlayanın gönlüne göre içine istediği her şeyi katabilmesi ile ilgili bir durumdur. Öte yandan ülkemiz maalesef “gıda takviyesi”, “bitkisel mucize ürünler” ve “cinsel performans artırıcılar” gibi başlıklar altında pazarlanan ve internetten de kolayca temin edilen, Sağlık Bakanlığı’nın denetimi dışında kalan birçok madde ve malzemenin kolayca reklamının yapılabildiği ve pazarlanabildiği bir ülke durumundadır. Halkımız eczane görünümlü modern dükkanlardan sağlığı için gerekli her türlü ürünü üstelik ilaçtan çok daha fazla para ödeyerek büyük bir memnuniyette almakta, adının önünde profesör veya doktor yazan bazı şarlatanlar da bilimsel yaklaşımlara ve bilimsel tedavilere rahatlıkla karşı çıkabilmektedirler. Bu kişiler, televizyon kanallarında hadlerini aşarak reel bilime ve bilim insanlarına saldırabilmektedirler. Ülkemizde ayrıca internet yoluyla her türlü ürünü temin etmek de mümkündür. Denetimden uzak, ne olduğu belli olmayan ürünlerle ortaya çıkabilecek zehirlenme veya görülebilecek zarar karşısında sorumlu bir muhatap ise bulunamamaktadır. Pazarlanan ürünler gerçekten gıda takviyesi veya faydalı bitkiler olsa dahi bunları tavsiye etme veya satma ehliyetine sahip olmayan kişilerin verebileceği zararı saptayabilecek veya caydırabilecek bir hukuki etkinliğe de sahip değiliz. Her bakımdan örnek almaya ve izlemeye bayıldığımız Amerika Birleşik Devletleri yürüttüğü programlarla halkı pozitif bilimden ve bilimsel zemine dayalı tedavilerden uzaklaştırdığı gerekçesi ile Senatosunda ünlü Profesör Mehmet Öz’ü sorgularken, bizdeki şarlatanlar her türlü reklamı ve pazarlamayı engel tanımaksızın yapabilmektedir. Bunun sonucu toplumun gıda takviyesi, performans artırıcı vb. başlıklar altında pazarlanan ürünlere her yoldan rahatlıkla ulaşma ve kullanma alışkanlığı gelişmiştir. Burada yazılanlar bazılarına çok ilgisiz gelse de sokaktaki ölümlere de katkısı söz konusudur. Gençlere ve topluma hangi yolla olursa olsun denetimsiz ve ne olduğu belli olmayan ürünlerin ciddi zararlara yol açabileceğini iyi anlatabilmeli ve bilimsel yaklaşımlara daha saygılı bir toplum oluşturabilmeliyiz. Aksi takdirde madde kullanımı etiketli sokak ölümleri devam edecektir. Sonuç olarak, sokaktaki her şüpheli ölümü bonzai tartışmasıyla gündeme taşımak yerine, bunların arkasındaki asıl nedenleri anlamaya yönelik araştırıcı bilimsel yaklaşımlar sergilemeli, doğrudan maddeye bağlı ölümlerin aniden artmasını doğru değerlendirerek gerekli önlemleri gerçekçi bir şekilde almalıyız. Etkili bir mücadele için önce sorunun net olarak tanımlanması, riskli grupların doğru bir şekilde belirlenmesi ve daha sonra buna yönelik etkili bir eğitim ve araştırma programının bir devlet politikası çerçevesinde uygulanması gerekmektedir. Aksi halde genç nüfusumuz üzerinde telafisi mümkün olmayan zararlar ve kayıplar yaşayabiliriz. analiz UYUŞTURUCUDA YENİ BİR BOYUT: SENTETİK KANNABİNOİD TÜREVİ BONZAİ Biyolog Sinem ÖZCAN Ankara Üniversitesi Adli Bilimler Enstitüsü Yeni trend: ani ölüm uyuşturucusu bonzai, son günlerde gençlerin yaşamdan ölüme giden yolda yeni imtihanı haline gelmiştir. Yüzyıllardır tıbbi, dini, endüstriyel ve rekreasyonel amaçlı insanlığın kullanımında olan, bunun yanı sıra kaçakçılığının ve tüketiminin en çok yapıldığı bilinen uyuşturucu kannabis (esrar-marijuana) ’in laboratuvar ortamında üretilen türevi bonzai/sentetik marijuana, kurumuş bitki yapraklarından oluşan içeriğin üzerine, sentetik kannabinoid likitlerinin spreylenerek emdirilmesi suretiyle üretilmektedir (1,2). Spreyleme sonrası değişik konsantrasyonlarda ağır metal içeren toksik 42 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 uyuşturucu barındıran bu bitkisel yapraklar, çoklu kullanımlara uygun paketleme süreci ardından pazara sürülmektedir (2,3,4). Yaş sınırı olmayan “head shop”, “smart shop” gibi dükkânlardan kolaylıkla elde edilebilen (1,5,6,7,8) maddeye, satışına görsel albeni katması amacıyla parlak jelatin ambalajlar tercih edilmektedir. Ambalajları üzerinde “tütsü, bitki besleyici, oda spreyi, gübre…” veya “not for human consumption / “for fragrance purposes only” gibi aldatıcı ibarelere rastlanmaktadır (9,10). Uyuşturucu piyasasında, genel olarak ‘K2’ markası ile anılan bonzai, aynı zamanda, K3, Heaven, Smoke XXX, Jamaican Silver, Spice Gold, Yucatan Fire, Sence, Chill X, Ivory Wave, Bombay Blue, Spike 99, Algerian Blend, Banana Cream Nuke, Moon Rocks, Jamaican Gold Extre- me, Dragon Herbal Incense, Tribal Warrior Ultimate, Jamaika VIP, gibi birçok isim ve markayla da piyasada bulunabilmektedir (11,12,13,14). Bonzainin erişebilirliğinin kolay ve fiyatının ucuz olması, “zararsız” , “yasal” ve “bitkisel” olduğuna dair yapılan yanlış reklamları ve rutin toksikoloji Biyolog Sinem ÖZCAN testlerinde çoğu zaman saptanamıyor olması, gençlere esrardan daha cazip görünmektedir (2,9,15). Kannabisden doğal olarak ekstrakte edilen kannabinoid içerik Analjezik (Ağrı giderici) ve Antiemetik (Kusmayı önleyici) etkileri ile terapötik amaca hizmet ederken, öğrenme ve bellek fonksiyonlarını bozup, bağımlılığa yol açarak negatif işlev de görebilmektedir. Tam da bu noktada kannabinoidlerin “doğru yerde” ve “doğru zamanda” amaca uygun kullanılması önem kazanmaktadır (16). Kannabisin kannabinoid içeriğinin hafif yapı modifikasyonlarıyla değişikliğe uğratılması ile oluşan sentetik türev ve bir endokannabinoid çeşidi olan sentetik kannabinoidler, başlangıçta, steroid olmayan analjezik geliştirmek amaçlı sentezlenmiş ve literatürde böyle yer almıştır (17,18). Ancak psikoaktif özelliklerinden dolayı ilaç olarak piyasaya sürülemeyen sentetik kannabinoidlerin büyük bir hızla kötüye kullanımı söz konusu olmuştur (19). Esrarın birincil psikoaktif bileşeni Δ9-THC (delta 9- tetrahidrokannabinol )’e benzer özellikler taşıyan bahsi geçen sentetik kannabinoidlerin, farmakolojik olarak incelendiğinde saf halde katı veya yağ olarak bulundukları (20) ve hafif yapı modifikasyonları göstermelerine rağmen, genel olarak lipid soluble, tipik olarak 20-26 karbonlu ve oldukça buharlaştırılmış (uçucu) bileşimler olduğu görülmektedir (1,20,32). Bonzai içeriğini anlamak amaçlı yapılan adli toksikoloji veri analizlerinde CP-47,497, CP-47,497-C8, JWH-018, JWH-073 ve HU-210 gibi birçok sentetik kannabinoid tanımlanmıştır (5,21,22). Tanımlanan bu sentetik kannabinoidlerin çoğunun, kannabinoid reseptörlerine afinitesinin normalden 4-5 kat daha fazla ve etki/yıkım gücünün de kannabinoidlerden daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle bonzai, esrarın majör psikoaktif kompenenti olan Δ9-THC ’nin yarattığı etkiden 100 kat daha fazla etki yaratmaktadır (17,23,24) Bonzai, esrar benzeri etki göstermesinin ötesinde ataksi, taşikardi, sistolik hipertansiyon, postural hipotansiyon, bulantı, kusma, konvülsiyon, ajitasyon, halüsinasyon ve psikozu da içeren hastaneye yatırmaya kadar varan şiddetli yan etkileriyle, kardiyovasküler, gastrointestinal sistemler başta olmak üzere sistem bozukluklarına ve psikiyatrik sekellere neden olmaktadır (25,26,27,28). Aynı zamanda nöronal hasarlar ve beyinde bıraktığı arazlarla ciddi boyutlu akut sağlık sorunlarına da neden olabilmektedir (8). Ayrıca yakın zamanda, madde kullanımı sonrası rabdomiyoliz (iskelet kası ani bozulması), solunum depresyonu, Wernike Sendromu, akut böbrek yetmezliği ve birçok oküler fizyoloji sorunuyla birlikte ani görme kayıpları görüldüğü de bulgular arasına eklenmiştir (29,30,31). Maddenin olumsuz etkilerine maruz kalan kişiler maddeyi bırakamadıkları gibi, madde arayışına (craving) girebilmektedirler. Düzenli kullanıcılarda ise psikiyatrinin temel kitabı DSM-IV’de bahsi geçen; öfke, iritabilite, agresyon, konsantrasyon bozuklukları, depresif duygudurum, uykusuzluk, kaygı, titreme, terleme, halüsinasyon, ölüm korkusu gibi yoksunluk belirtileri gözlemlenmektedir (10). Ayrıca, kişinin öncesinde veya aile öyküsünde mental bozukluk bulunması, madde içeriğindeki sentetik kannabinoidlerin bu psikotik bozuklukları tetiklemesi olasılığını da gündeme getirmektedir (32). Maddenin yarattığı bu bağımlılığın ve oluşan yoksunluk belirtilerinin nedeni, beyindeki CB1(nöronal) ve CB2(periferal) kannabinoid reseptörlerinin sentetik kannobinoidlerce inhibisyonu sonucu, hücre içi sinyal iletimi ve merkezi sinir sistemi sinaptik iletiminin sekteye uğraması olarak görülmektedir (33,34,35). Hem bir alkaloid olan Δ9-THC (doğal/ klasik kannabinoid), hem de sentetik kannabinoidler, kompleks endokannabinoid sistemin bir parçası olan CB1 ve CB2 reseptörleriyle etkileşim içine girerek etkilerini gösterseler de kimyasal ve farmakolojik olarak oldukça farklıdırlar (36,37). Δ9-THC, reseptörü tamamen aktive edemeyen, kısmi agonist bir liganddır ve madde miktarındaki artış, ligandın plato etkisinden dolayı, oluşan etkide bir değişiklik yaratmayacaktır. Ancak sentetik kannabinoidler, doğal ligand benzeri reseptör aktivas- yonuyla biyolojik tepki yaratan tam agonistlerdir. Bu nedenle, plato etkisi olmaksızın, dozdaki her artış oluşan etkide de eş zamanlı artışa, yoğunluğa neden olur. Kannabinoid reseptörler üzerinde potens ve afinitesi yüksek olan sentetik kannabinoid üyelerinden bir kısmının yarılanma ömrü daha uzun olup, metabolitleri de aktif olabilmektedir (32). Beynin bazal ganglion, hipokampus, korteks ve serebellum bölgelerinde, omurilikte dorsal kök ganglionlarında ve periferik sinir sisteminin ise periferdeki doku ve organlardan ağrı hissini taşımakla görevli bölgelerinde bulunan CB1 reseptörlerinin sentetik kannabinoidlerce inhibisyonu, psikoz ve bilişsel becerilerde değişikliklere neden olurken, görsel ve işitsel algıyı da etkilemektedir (38). CB2 (periferal ) reseptörleri ise, B hücreleri, T-lenfositleri, monositler, makrofajlar, natural killer hücreler, polimorfonükleer nötrofiller, astrositler gibi immün sistem elemanlarının yanı sıra tonsillerde ve dalağın marjinal zonunda bulunurlar (39). CB2 reseptörlerinin, bağışıklık hücrelerinde programlı hücre ölümünü (apopitoz) uyarma, hücre çoğalmasını baskılayarak immün sistemde immünosupresör görevi gördüğü düşünülmektedir (32,40). Verilerle değerlendirildiğinde “Bonzai maruziyeti” , Amerikan Zehir Kontrol Merkezleri Derneği (The American Association of Poison Control Centres, AAPCC) tarafından 2009 yılında 53 kişi olarak bildirilirken 2011 yılına gelindiğinde bu sayı, 13.000’e yükselmiştir (41). Sonuç olarak bonzainin ilk kullanımından günümüze, bu maddeye maruziyet esnasında (ani) ve sonrasında oluşan ölüm vakalarında görülen artış (2) nedeniyle bonzai önemli bir halk sağlığı tehdididir ve esrara oranla toksisitesi kıyaslanamayacak boyutlardadır (15). Sonuç olarak, son yıllarda kullanımındaki öngörülemeyen artışı ile bu yeni nesil psikoaktif (psikotrop) uyuşturucu ve analoglarının, sadece ülkelerin kendi bünyesinde kontrolü değil; uluslararası kurum ve kuruluşlar ile ülkeleri kapsayacak bütünlükte kontrolü, ihtiyaç haline gelmiştir (11). SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 43 hayatıniçinden ‘PEMBE KURDELELİ GELİN’İN YAŞAM MÜCADELESİ Tülay KARABAĞ NTV.com.tr Editörü 12 yaşında bacak kemiğinde ortaya çıkan kanser, 27’sinde, üstelik tam da düğün hazırlıkları yaparken tekrar karşısına dikildi. Meme kanserinin rengi olan pembe kurdeleli bir gelinlik seçti, önce nikah masasına oturdu, ardından ameliyathanenin yolunu tuttu. Ayşenur Parlak, nişanlısıyla birlikte hiç ümitsizliğe kapılmadıklarını söylüyor, “Biz gelecek planı yapmak yerine yaşadığımız güne şükretmeyi seçtik” diyor. Türkiye’nin farklı şehirlerinde, farklı hayatlar yaşayan 10 kadını bir araya getiren ortak nokta meme kanseri oldu. Kendilerini ‘amazon’ diye adlandıran bu 10 kadın, hayata tutunma hikayelerini, yaşadıkları zorlukları ve umutlarını “10 Amazon Yüksek Doz Yaşam” adlı kitapta topladı. Amaçları; ‘kanserle dans eden’ başka insanlara yardım etmek. Çünkü kitaptan elde edilecek gelir, Kanserle Dans Derneği’ne bağışlanacak. İşte o kadınlardan biri de Ayşenur Parlak. 29 yaşında 1,5 yıllık evli ve 3 aylık hamile olan Ayşenur Parlak’ın kanserle yolculuğu, “10 Amazon Yüksek Doz Yaşam” kitabındaki diğer “amazonlar” gibi bir hayli zor ve sıkıntılı geçmiş. Ancak Parlak, yaşadığı zorlu süreci anlatırken espirili bir dil kullanıyor, adeta kanseriyle dalga geçiyor. “Bu şekilde güldürerek hem insanların daha çok dikkatini çekip bilinçlendirdiğimi düşünüyorum. Hem de kendimle dalga geçtiğim için daha güçlü hissediyorum” diyen ve yüzünü objektiflerden sakınan Ayşenur Parlak, ntv.com.tr’nin sorularını da aynı espirili dille ve çoğunlukla gülümseyerek yanıtlıyor: “Herkesin Hastanede Modifiye Olduğunu Düşünüyordum” - Kanserle, henüz çocukken tanışmışsınız, o süreci kısaca anlatır mısınız? 12 yaşında saf bir çocuk olunca, hastalığımı bilmeden atlattım diyebilirim. Ailem hastalığımın ne olduğunu hiçbir zaman söylemedi. 2 yıl kemoterapi gördüm, 11 kez bacağımdan ameliyat oldum ama hastalığımın kanser olduğunu söylemediler. 15 sene öncesi, şimdiki gibi internet de yok ki açıp bakasın. Ailen ne diyorsa o. İnsan bu yaşında bile hastanelerdeki kalabalığı görünce bütün dünya hastaymış gibi hissediyorken, o küçücük çocuk yaşamın böyle ilerlediğini, o yaşlı amcaların, teyzelerin hep çocukken has- tanede modifiye olup o yaşlara geldiğini düşünüyor. Okulda bit salgını olduğunu düşünün, herkesin saçları kazınır ya, hastane de aynı ortam. Herkes kel, herkes maskeli olunca, kel olmam bana çok normal geliyordu, herkes benim gibiydi çünkü. Seneler sonra annemle yaptığım bir ergenlik kavgasında annem ağzından kaçırdı kanser olduğumu, hastanedeki en yakın arkadaşımın iyileşip gittiğini zannederken, aslında kansere yenik düştüğünü de aynı gün öğrendim. “Normal Bir Hayatın Nasıl Olduğunu Üniversite Yıllarında Anladım” - Kemik kanseri iyileştikten sonra normal bir hayat sürmüşsünüz, o dönem nasıl geçti, umutlarınız, geleceğe dair planlarınız nelerdi? Hiçbir zaman hayata küsen bir yapım olmadı, hastanede ellerimde serumlarla yatakta zıplayan bir tiptim. Tek üzüntüm okulu bırakmak zorunda kalmamdı, ama dışardan bitirip üniversiteyi burslu kazandım. Bir baktım memleketim İzmir’i bırakıp İstanbul’a gelmişim. Senelerce yatağa bağlı kalmış, üstüne senelerce koltuk değneği ile yaşamış biri olarak İstanbul’da tek başına ayakta kalmak, koşabilecek kadar iyi olmak inanılmaz bir histi. Normalleşme bu dönemde başladı. Özel şirketlerde kariyer hesapları, İngilizcenin yanına ileride lazım olur diye İspanyolca dersi almalar, ‘giyecek hiçbir şeyim yok’ diye sızlanmalar, ‘adımla seslendi, nasıl zoruma gitti’ gibi klasik tripler, hayaller, planlar… Sanki hiçbir şey olmamış gibi, normal bir hayatı, normal hissetmeyi o yıllarda öğrendim. “10 Amazon Yüksek Doz Yaşam” Kitabında Yer Alan Yazarlar - Meme kanserine yakalanmadan önce kapınızı bir aşk çalıyor. Onunla güzel günlerin hayalini kurup, evlilik planları 44 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 yaparken meme kanseri teşhisi aldınız. Kanser olduğunuzu öğrendiğinizde tepkiniz ne oldu ve nişanlınız bu durumu nasıl karşıladı? “Gelinliğim Nasıl Olsun’ Sorusundan, ‘Ölecek Miyim’e Geçtim” Üniversitede aşık olduk eşim Savaş’la. Evlenme kararı aldıktan sonra onayını almak için Savaş’ı babamla tanıştırdım. Babam tek soru sorduktan sonra onayını verdi. Gördüğüm tedavilerden dolayı asla çocuğum olamayabileceğini sorun etmeyeceğinden emin olduktan sonra. Nişanımız inanılmaz bir mutlulukla geçti. Her şey o kadar yolundaydı ki, “az yüzü gülsün fakirin diye izin verildi, Allah belamı verecek galiba” diye düşünmedim değil. Nişandan 2 gün sonra memedeki yağ bezesini bir operasyonla aldıracaktım. O kadar basit bir şeydi ki kafaya takmaya değmezdi. Kanser 15 yıl sonra geri gelecek değildi ya... Ama öyle olmadı, geri geldi! Hem de iki mememde birden. 27 yaşındaydım, ‘gelinliğim nasıl olsun’ düşüncesi, ‘ölecek miyim’ sorusuyla yer değiştirdi. Hastalığı öğrendiğimde ise ilk aklıma gelen şey, “kel gelin olur mu” sorusuydu. Nişandan bir yıl sonra evlenmeyi planlıyorduk ama nişanlım Savaş, “beklemeyelim, hemen evlenelim” dedi. 1 ay içinde evlenme kararı aldık. “Allah’ım Evlendirmeden Öldürme Demiş Bir İnsanım” - Sanırım düğün tarihi ile birlikte ameliyat tarihini de belirlemişsiniz. Hem ameliyatı hem de düğünü planlamak size nasıl duygular yaşattı, ümitsizliğe kapıldığınız, isyan ettiğiniz zamanlar oldu mu? Kafam evlilikle o kadar meşguldü ki, ameliyatı aklıma bile getirmemeye çalıştım. Kanseri öğrendikten sonra, “Allahım evlendirmeden öldürme” demiş bir insanım çünkü (gülüyor). Ümitsizliğe kapılmamam biraz da eşimin sayesinde oldu. Beni evlilik alışverişinin ortasına attı. Bilirsiniz alışveriş denince kadınlar dünyayı unutuyor... Şaka bir yana, sıkıntısız bir evlilik hazırlığı için hiçbir şey olmamış gibi davranıyor, asla hastalıktan ve ameliyattan bahsetmeme izin vermiyordu. Ama karanlık çöküp gece olunca kabuslarım geri geliyordu. Yapmak isteyip hayalini kurduğum amaçlarıma asla erişememe korkusu... Daha kaç yaşındaydım ve daha ne yaşamıştım ki… “Her İki Meme Angelina Jolie Yöntemiyle Alındı” - Düğünden 1 ay sonra ameliyat oldunuz ve her iki memeniz de alındı. Vücudunuzdaki değişimler karşısında eşinizin yaklaşımı nasıl oldu? İki memem de Angelina jolie yöntemiyle alındı. İçleri boşaltılıp yerine yenisini yaptırdık. Düğün altınlarını göğsümün içinde taşıyorum yani (gülüyor). Evlendikten sonra yarım kalacağımı, kadınlığımın en önemli kısmını kaybedeceğimi düşünüp çok ağladım. Her seferinde eşim koşup sardı beni, her koşulda beni seveceğine ikna etti. “Mucize Değil de Nedir Bu...” -Kanserin bu kadar erken evrede yakalanmış olması çok büyük bir avantaj… Ameliyattan sonra “giden gitsin kalan sağlar benimdir” fikrini benimseyip, hem iki mememde kanser taşıyıp hem de bu kadar erken teşhis konulmasının mucize olduğunu fark ettim. Olabilecek en şanslı tedaviyle atlattım. Sadece radyoterapi gördüm ve östrojen hormonunu baskılayan ilaç kullandım. Kurtuluşum; o küçük yağ bezesi sayesinde oldu. Onu aldırmaya kalkmasam daha çok başlangıcında olan, taramalarda bile çıkmayacak kadar küçük olan kanseri göremeyecekti doktorum. 12 ayrı yerde kanserli kitle bulunduğu ama hepsinin de henüz başlangıç aşamasında olduğu anlaşıldı. Mucize değil de nedir bu... “Minik Mucizemiz Annesine Hayat Veriyor” - Şu anda bebek bekliyorsunuz, tedaviniz ne aşamada, doktorunuz anne olmanızda herhangi bir sakınca görmedi mi? 1 yıl ilaç kullandım ve bebek istediğimi söyleyerek tedaviyi yarım kesmek istediğimi belirttim. Belki asla bebe- ğim olmayacaktı, belki çok tehlikeli bir şey yapıyordum ama açıkçası umrumda değildi. Ben bir mucize olacağına inandım. Doktorum da gebeliğin benim için koruyucu olacağına inandığını ve beni karnım burnumda görmek istediğini söyledi. Ve mucize gerçekleşti, minik mucizemizin ilk kalp atışlarını, ilk hareketlerini gördük. Henüz 3 aylık olmasına rağmen annesine hayat verdiğini de herkes görebiliyor. “Çocuğuma Bırakmak İstediğim Anılarım İçin Yazıyorum” -Tedavi sürecinde bir de ‘pembe kurdeleli gelin’ adıyla blog yazarlığına başlamışsınız, neden pembe kurdeleli gelin? Pembe kurdele meme kanserini temsil ediyor. Tüm bu süreci evlilik hazırlığı ile birlikte geçirdiğim için pembe kurdeleli gelin çıktı ortaya, isim babası da eşimdir. Bloğu, hikayemi anlatmak, geçirdiğim iyi, kötü anıları unutmamak için açtım. Ama “10 Amazon Yüksek Doz Yaşam” kitabının projesinde yer aldıktan sonra yazmaya ara verdim. Kitapta bana ayrılan bölümüm sonunu bir kurgu, daha doğrusu bir hayal ile bitirdim. O sona göre, her şeyi atlatıp iyileştikten sonra bir sabah hamile olarak uyanıyordum. Ve kitaptaki o son, bana göre mucizevi şekilde gerçek oldu. Hem yazmayı çok sevdiğim hem de çocuğuma bırakmak istediğim anılarım için yazıyorum. “Biz Yaşadığımız Güne Şükretmeyi Seçtik” - Bundan sonraki hayattan beklentileriniz neler, bebeğiniz ve eşinizle ilgili gelecek düşüncelerinizi paylaşır mısınız? Bebeğimi asla emziremeyecek olmam, yakın gelecekle ilgili en büyük tedirginliğim. Minik mucizemizle doyasıya monoton bir hayat yaşamak aslında bize verilen en büyük hediye. 1,5 yıllık evliliğimize sığdırdığımız sıkıntılar, korkular bizi birbirimize sımsıkı bağladı. Hayatın önümüze çıkardığı ufak sıkıntıları dert etmektense, mutlulukların tadını çıkarmak en büyük kazancımız. Biz gelecek planı yapmak yerine yaşadığımız güne şükretmeyi seçtik. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 45 analiz ELEŞTİREL DÜŞÜNME VE YARATICI PROBLEM ÇÖZME Prof. Dr. Meltem YALINAY Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Günümüzde hepimizin en önemli gereksinimi sağlıklı bir zihin ve düşünme sistemine sahip olmaktır. Düşünme, duygulanım ve davranışı beraberinde getirdiği için, bu akışta lokomotif rol oynamaktadır. Rol modeller, deneyimler, değer sistemlerinin bir arada etkisi her kişiye özel algılarla farklı düşünme kalıplarının oluşmasına sebep olur. Algı olaylara bakış açımızı belirleyen çok önemli bir etkendir. Günlük düşünmelerimizin çoğu, düşünmenin algı aşamasında gerçekleşir. Düşünme hatalarının çoğu ise algı hatalarından kaynaklanır. Algılar, duygu katmanlarında birçok hassasiyetin ürünü olarak herkeste farklılık gösterir. 46 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Algılar bu denli düşünme süreçlerini yönlendirirken farklı bakış açılarını görebilmek kazandırılabilen bir beceridir. Farklı bakış açılarını görebilen bir bireyin ne yapacağına ve neye inanacağına karar vermesi için çözümleyici, değerlendirmeye yönelik bilinçli yargılarda bulunması ve bu yargıları ifade etmesi ise eleştirel düşünme kavramı içinde değerlendirilir. Eleştirel düşünmeden kasıt, okunan, bulunan ya da söylenen bilgilerin hakkında mutlak bir sonuca varmak yerine, alternatif açıklamalar olabileceğini de göz önünde bulundurmasıdır. Eleştirel düşünmenin düşünme becerileri içinde yeri nedir? sorusu, bu beceriler bir arada gözden geçirilecek olduğunda; “temel işlemler, problem çözme, karar verme, eleştirel düşünme ve yaratıcı düşünme” olmak üzere aşamalı bir biçimde ele alınabilir. Temel işlemler, neden sonuç ilişkilerini belirleme, benzetmeleri belirleme, ilişkileri belirleme, sınıflandırma ve nitelikleri belirleme olarak ele alınmaktadır. Problem çözme, tanımlanmış bir zorluğun üstesinden gelme, zorlukla ilgili bilinenleri birleştirme, zorlukla ilgili toplanması gereken veriyi belirleme, çözümler üretme, üretilen çözümleri sınama, problemlerin daha basit ifade edilişIerini arama becerilerini içermektedir. Karar verme, konuyla ilgili bilgileri birleştirme, seçenekleri kıyaslama, gereksinim duyulan bilgiyi belirleme ve nihayet seçenekler içinde en uygununu belirleme becerilerinden oluşmaktadır. Eleştirel düşünme becerileri kısaca; ifadeleri çözümleme, ifade edilmemiş düşüncelerin farkına varma, önyargıların farkına varma, düşüncelerin farklı ifade edilişIerini arama olarak özetlenebilir. Yaratıcı düşünme ise temel olarak düşünmenin mantığa, sezgiye dayalı yönlerini kullanarak özgün, estetik bir ürün ortaya koyma becerilerinden oluşmaktadır. Farklı bakış açılarının kazandırılmasını hedefleyen düşünme teknikleri ile eğitim verilmesi birçok üniversitenin çağdaş eğitim yaklaşımları arasında yer almaktadır. Bilgi toplumu öğrencilerinin, eğiticinin sunduğu uyarıcıyı edilgen olarak işleyen bireyler olarak yetiştirilmesi yerine, öğrenme sürecine etkin olarak katılan bireyler olarak yetiştirilmeleri gerekmektedir. Bilgiyi seçme, örgütleme ve kullanma davranışları bakımından eleştirel düşünme becerilerini kazanmış bireylerle bu becerileri yeterince kazanamamış bireyler arasında akademik başarı düzeyleri arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Eleştirel düşünme yöntemleri, yaratıcı problem çözme söz konusu olduğunda bilginin organize edilmesi ve bir sonuca varmak için çok işe yaramaktadır. Problem çözme olarak eleştirel düşünme, bir problem çözme aracı ve araştırma yöntemi olarak ele alınmaktadır. Ancak değer, duygu ve yargılamayı içermesi açısından nesnel problem çözme sürecinden farklı olarak ele alınmaktadır. Öncelikle fark edilmesi gereken hiçbir problemin tek çözümünün olmadığı, her zaman alternatiflerin olabileceğidir. Problem çözme olarak eleştirel dü- şünmede sonuca ulaşmadaki kriterler, seçenekleri tanımlama ve seçme olarak tanımlanmaktadır. Problem çözme basamakları öncelikle problemi açıklama ve tanımlama, ilgili bilgileri seçme, hipotezler geliştirme, seçenekleri belirleme ve seçme sürecin değerlendirilmesi ve sonuç çıkarma olarak değerlendirilir. Yaratıcı problem çözme ise mantıksal, olgusal, eleştirel, analitik düşünme özellikleriyle ortaya çıkmaktadır. Eleştirel düşünme ve yaratıcı problem çözme becerileri nasıl kazandırılabilir? Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 2005 yılından beri bu becerileri kazandırmak üzere başkanlığını yaptığım Eleştirel Düşünme ve Sanat Kurulu olarak özel bir program uygulamaktayız. Eleştirel okuma, film eleştirisi, yaratıcı problem çözme becerilerinin kazandırılması hedeflenen bu program yerleşik tıp eğitiminde yer almaktadır Görsel ve düşünsel içeriklerle önce metin üzerinden sonra film üzerinden eleştirel okuma esaslarını kazandırmayı hedefleyen program ikinci aşamada yaratıcı problem çözme üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu konuda öncelikle De Bono Altı Şapka Tekniği ile Yaratıcı Problem Çözme yöntemleri karşımıza çıkmaktadır. İnsanların düşünme sistemleri üzerinde araştırmalarıyla, düşünmeyi öğretme konusunda öncülük yapan Edward De Bono 6 düşünce kalıbına dikkat çekmektedir. Altı Şapkalı Düşünme Tekniği’nin temelinde, düşünceleri altı farklı bakışı simgeleyen farklı renklerdeki şapkaları takarak ya da takmış gibi yaparak analiz etmek ve yaratıcılığı geliştirmek vardır. Altı Şapkalı Düşünme Tekniği olarak isimlendirilen De Bono’nun fikirleri aşağıdaki gibidir. Prof. Dr. Meltem YALINAY SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 47 haber 1.Mavi şapka: Mavi serinkanlılığı temsil eder ve her şeyin üstündeki göğün rengidir. Düşünme sürecinin düzenlenmesi ve kontrolü ile uğraşır. Esas olarak yola çıkılan amacı belirler ve amaç üzerinde kalmamızı amacımızdan sapmamamızı sağlar. 2.Beyaz şapka: Beyaz tarafsız ve objektiftir. Bu şapka objektif bilgi edinme, olgular ve rakamlarla ilgilidir. Problem çözme tam ve doğru bilgi edinme ile başlamalıdır. 3.Kırmızı şapka: Kırmızı öfke tutku ve duyguyu çağrıştırır. Duygusal bir bakış açısı verir. Duygu farkındalığını arttırır. 4.Siyah şapka: Siyah karamsar ve olumsuzdur, kötümserdir. Bir şeyin niçin yapılmayacağını görür. Tehlikeli, riskli sakıncalı noktaları gösterir. 5. Sarı şapka: Sarı güneş gibi aydınlık ve olumludur. İyimser umutlu ve olumlu düşünme ile ilgilidir. Sorun çözerken olumlu yönlerini fark edilmesi umudu, motivasyonu ve gücü arttırır. 48 len düşünme yollarındaki farkındalığı arttırarak bireyin düşünme etkinliğini belli bir düzene sokarak değerlendirmesini sağlayıp, düşünme yeteneğini ve yaratıcılığını geliştirir. Altı şapkalı düşünme kavramının iki ana amacı vardır: 1.Düşünürün her seferinde sadece bir şeyle uğraşmasını sağlayarak düşünme faaliyetini sadeleştirmektir. Altı şapkalı düşünme tekniği ile düşünür duyguların, mantığın, bilginin, umut ve yaratıcılığın hepsine aynı anda dikkat etmek yerine onlarla ayrı ayrı ilgilenebilme olanağı sağlar. 2. Gerekli düşünme biçimlerine istenildiği anda geçiş yapmayı sağlamaktır. Düşünme şapkalarının bir tür kısaltılmış talimatlar olduğu söylenebilir. Altı şapka kavramından en fazla yararın sağlanabilmesi için herkesin oyunun kuralları hakkında bilgi sahibi olması gerektiği açıkça ortadadır. Altı şapkalı kavram, ancak insanlar arasında bir tür ortak dil haline geldiğinde verimli olacaktır. 6.Yeşil şapka: Yeşil bereket ve verimli büyüme demektir. Yaratıcılık ve yeni fikirlerle ilgilidir. Problem çözme basamaklarında sonuç çıkarma noktasında etkin çalışır. Altı Şapkalı Düşünme tekniğinin yararları aşağıdaki gibi toparlanabilir: Altı Şapkalı Düşünme Tekniği, belirti- 3.Düşüncelerin ve duyguların belli SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 1. Yaratıcılığın gelişmesini sağlar. 2. Karar verme becerisini geliştirir. bir düzene sokulmasını ve sistematikleşmesini sağlar. 4.Bireylere düşünme yollarını öğretir. Tek bir düşünme türüne takılıp kalmalarını ve gereksiz tartışmalara girmelerini önler. 5. Katılanlar bilgi ile duygu, duygu ile avantajı riski, yaratıcı fikirleri ayırt eder. Sonuç olarak düşünmenin geliştirilmesi, düşünme yollarının öğrenilebilmesi heyecan vericidir. Tıkanıp kalan çözümün bulunmasında zorluk yaşanan birçok alanda seçenekleri fark edebilmek çok önemlidir. Düşünme yollarının geliştirilebilmesi için yukarıda gözden geçirdiğimiz yöntem, eğitimde, birçok profesyonel alanda problem çözme konusunda ve bireysel gelişimimizde çözüme odaklı yolları görebilmemiz konusunda oldukça faydalı görülmektedir. Böyle bir programın tıp fakültesinde uygulanması esasen farklı bakış açısı ile düşünebilen bir hekimin kendi olgu çözümlemelerinde bu düşünme yolları ile hastayı fiziksel ve duygusal bir bütün içinde değerlendirip tanı ve tedavi süreçlerine destek verebilmektir. Düşünme, duygu ve davranış işleyişinde önce kendi sağlıklı farkındalığımız başta kendimiz olmak üzere etrafımızdaki herkese fayda sağlayacaktır. C M Y CM MY CY CMY K analiz AKILCI AĞRI KESİCİ İLAÇ KULLANIMI Prof. Dr. Emine Nur TOZAN İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Algoloji Bilim Dalı Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), bir insanlık hakkı olarak sağlık ve sağlığa erişmekte eşitlik ilkesinden hareketle, ilaca erişebilirliğin uzun vadeli ilaç politikalarının ayrılmaz bir parçası olarak görülmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Tüm dünyada yanlış, gereksiz, etkisiz ve yüksek maliyetli ilaç kullanımı çeşitli boyutlarda sorunlara neden olmaktadır. Bu etkiler arasında hastalık ve ölüm oranlarında artış olması, ilaçların yan etki riskinin artması, kaynakların yanlış tüketilmesiyle sonuçta temel ilaçlara bile ulaşılabilirliğin azalması, acil ve temel ilaçlara karşı gelişebilecek dirence dayalı olarak, tedavinin ekonomik ve sosyal maliyetinin artması sayılabilir. Bu ne50 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 denlerden dolayı dünyada çeşitli çözüm yolları üretilmeye, geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda dünyada “Akılcı İlaç Kullanımı (AİK)” çalışmaları başlatılmıştır. 1985 yılında Nairobi’de yapılan DSÖ toplantısı AİK çalışmaları için başlangıç sayılmaktadır. AİK, DSÖ tarafından; kişilerin klinik bulgularına ve bireysel özelliklerine göre uygun ilaca, uygun süre ve dozda, en düşük maliyette ve kolayca ulaşabilmeleri olarak tanımlanmıştır. azalmasına, ilaç etkileşimlerine, bazı ilaçlara karşı direnç gelişmesine, hastalıkların tekrarlamasına ya da uzamasına, advers olay görülme sıklığının artmasına, tedavi maliyetlerinin artmasına neden olur. Bir endikasyon için uygun ilaç, etkililik, güvenlik, uygunluk ve maliyet kri- Dünya Sağlık Örgütü’nün tahminlerine göre, ilaçların % 50’sinden fazlası uygun olmayan şekilde reçetelenmekte, temin edilmekte veya satılmaktadır. Tüm hastaların yarısı da ilaçlarını doğru şekilde kullanamamaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yanlış ve gereksiz ilaç kullanımı halk sağlığını etkileyen ciddi bir sorundur. Akılcı olmayan ilaç kullanımı hastaların tedaviye uyuncunun Prof. Dr. Emine Nur TOZAN terleri dikkate alınmışsa akılcı olarak seçilebilir. Akılcı İlaç Kullanımının sağlanması konusunda farkındalığın oluşturulması ve toplum bilincinin artırılmasında hekim, eczacı, hemşire, diğer sağlık personeli, hasta/ hasta yakını, sektör, düzenleyici otorite, meslek örgütleri ve diğer (Medya, Akademi vb.) gruplar sorumluluk sahibi taraflar olarak sayılabilir. Ülkemizde kontrolsüz ve doktor reçetesiz kullanılan ilaç grupları: Ağrı kesiciler, Antibiyotikler ve Antidepresanlar olarak en sıklıkla sıralanmaktadır. Algoloji (Ağrı Bilimi)’de kullanılan ağrı kesiciler gruplandırılarak ve her hastaya özel olarak doz ayarlaması yapılarak kullanılmaktadır. Ağrı kesiciler kırmızı ve yeşil reçeteli ya da mutlak uzman doktor reçetesi ile yazılması gerekebilir. Tekrarları, kullanım dozları, süreleri, yan etkileri ve takipleri her hastada değişkenlik gösterir. Bu neden ile bir hastaya yazılan bir ağrı kesici, ilgili doktor dışında kişilerce aralarında tavsiye üzerine kullanılmamalıdır. Aksi takdirde, ki bizler çok sık olarak karşılaşmaktayız; alerjik reaksiyonlardan, solunumun durmasına, kalp krizine ve hatta ölüme kadar gidebilen yan etkiler görülebilmektedir. Hastalarımızın özellikle ağrı kesicileri, doktor tavsiyesi ile ve kontrolleri yapılarak kullanılması önerilmektedir. Etkilerinin daha hızlı görülmesi ve özellikle yan etkilerinin minimalize edilebilmesi için doktor endikasyonlu kullanım şarttır. Bizim hastalarımızın genel kanaat olarak ağrı kesici başlığı altında kullanılan ilaçları sadece “enjeksiyon” şeklinde istemeleri de ilginçtir. Damardan ya da kalçadan kas içine yapılan ağrı kesicilerin daha etkili olduğu ve kökten çözüm yarattığı şeklinde genel bir yaklaşım vardır. Hâlbuki özellikle kronik ağrı tedavisinde temel kullanım şekli ağızdan (oral) olarak önerilmektedir. Bu konuda da biz hekimler, hastalar tarafından yönetilmeye çalışılır. Farklı kullanım yolları, her ağrıda, her kişide, hastalıklarda ve ağrının seyrine göre belirlenir. Özellikle kronik ağrı tedavisinde; analjezikler, ağrı oldukça değil, ağrı olsa da olmasa da belirli aralıklarla, belirli bir süre düzenli kullanılmalıdır. Multimodal analjezi ise; tek bir etki için birbirinden farklı ilaçlar nispeten düşük dozlarda ve farklı ilaç gruplarından beraberce kullanılırlar. Bu ilaçların içinde: antidepresanlar, antiepileptikler, özel vitaminler, kortizon bulunmaktadır. Hastalar çoğunlukla şaşırarak geri dönüş yaparlar “ağrı kesici yazmamışsınız” diye. Ya fa komşu arkadaş, ilacı tedarik edecek kişilerce maalesef ki yanlış yönlendirilirler. Özet olarak; ilaç ve zehrin arasındaki tek fark; dozu ve kullanım şeklidir. Hekim kontrolü olmadan hiçbir ilaç ama hiçbir ilaç kullanılmamalıdır. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 51 sağlığımıziçin YAŞAMAK İÇİN BESLENMEK Banu SALMAN Uzman Diyetisyen Sağlıklı ve dengeli bir yaşam tarzını bir ömür boyu benimseyebilmek hepimizin en çok arzu ettiği şey aslında.. Ve aslında hepimiz; sağlıklı yaşam seçeneklerinin neler olduğunu, sağlıklı beslenmeyi, sporun önemini, daha az alkol tüketmemiz, sigarayı bırakmamız ve zayıflamamız gerektiğini çok ama çok iyi biliyoruz.. Ancak bütün bunları biliyor olmakla, harekete geçmek, bildiğimiz şeyleri uygulamak ve yaşam tarzı haline getirmek arasında çok fark var. Hayatımızda pozitif yaşam değişiklikleri yapmak kolay değildir. Yapılan değişiklikleri kalıcı hale getirmek ise daha da zordur. Kolay olsaydı; günümüzde moda diyetler, spor merkezlerine yapılan üyelikler, bireysel gelişim uzmanları, yaşam koçları ve medyanın konuya olan ilgisi her geçen gün artıyor olmazdı.. 52 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Yaşamın her döneminde sağlıklı olmak, yeterli ve dengeli beslenmenin bir sonucudur. Kim uzun ve sağlıklı bir yaşam istemez ki? Sağlıklı ve kendini iyi hissetmeyi etkileyen faktörler iki çeşittir: • Değiştirilemeyen özellikler: Yaş, cinsiyet ve aile hikayesi gibi • Değiştirilebilen özellikler: Yaşam tarzı, çevre, kişinin seçileri gibi kaçmadan, vücudun gereksinmesine yetecek kadar besin alınmasıdır. Bunun için; • Her çeşit besini tüketin Besin seçimi yaparken, gün içinde birçok besin grubundan tüketmeye çalışmalısınız. Yiyecek ve içeceklerin çoğu birkaç çeşit besin öğesi içermektedir. Fakat hiçbir tek başına ih- Değiştirilebilir özellikler, şimdiki ve hatta 30-40 yıl sonraki sağlık durumunuzda büyük rol oynar. Yediğiniz besinler, aktivite durumunuz, sigara tüketiminiz, alkol kullanımınız gibi yaşam tarzı seçimleriniz özellikle çok etkilidir. Daima hatırlayın, beslenmenizdeki küçük değişiklikler sağlığınızda önemli farklılıklar yaratabilir. Yeterli ve dengeli beslenme denilen şey “Daha iyi beslen, daha iyi hisset, daha iyi yaşa ve daha iyi çalış.. ” Yeterli ve dengeli beslenme; aşırıya Uzm. Diyetisyen Banu Salman tiyacımız olanın hepsini içermemektedir. Her besin grubundan tüketmeye çalışırken; bazı noktalara dikkat etmek, alınan besinin kalitesini ve vücuttaki kullanımını artırmaya yardımcı olur. • Yağ tüketiminizi azaltın Yağ sağlık için gerekli bir besin öğesidir. Enerji vermesi yanı sıra vücudumuz için gerkli bir çok yağ aidini de içerir ve kanda bazı vitaminlerin taşıyıcısıdır. Fazla miktarda alınan yağ sağlığınızı olumsuz yönde etkilemektedir. Fala miktarda yağ tüketimi şişmanlık, kalp hastalıkları, diyabet ve daha bir çok sağlık problemini beraberinde getirmektedir. Bu nedenle yağsız et ve az yağlı besin tüketimine yönelmeli, düşük yağlı pişirme yöntemlerini kullanarak, fazla yağlı sos ve kremalardan uzak durmalısınız. • Tahıl, meyve ve sebze tüketiminizi arttırın Bu grupta yer alan besinler; vitamin, mineral, kompleks karbonhidratlar ve posa açısından zengindirler. Yağ eklemediğiniz veya yağda kızarmadığınız sürece yağ içerikleri çok düşüktür. Kurubaklagiller, proteinden de oldukça zengindir. Sağlığımız için enerjimizin çoğunu bu grupta yer alan besinlerden sağlamalıyız. Bu besinlerden zengin beslenerek; kalp hastalıkları ve bazı kanser türleri başta olmak üzere diğer bazı önemli hastalıklara yakalanma riskini azaltabiliriz. • Şeker tüketiminden uzaklaşın Benim de katıldığım ve Haziran 2014 ile Ocak 2015 tarihlerinde Dünya Sağlık Asamblesinde üye ülkelerin ve temsilcilerinin bir araya geldiği BM toplantısında, Bulaşıcı Olmayan Hastalıkların Önlenmesi ve Kontrolü konusunda bir Küresel Eylem Planını kabul edildi ve obezitenin ve obezite ile bağlantılı olarak diyabet hastalığında görülen artışın önüne set çekilmesi çağrısında bulunuldu. Toplantıda bu kapsamda; Aşırı kilolu bebekler ve çocukların sayısını azaltmanın büyük önem taşıdığı vurgulanarak özellikle şeker tüketimine dikkat çekildi. Özellikle çocuklarda şeker tüketiminin toplam alınan enerjinin %10’unu aşmaması konusunda fikir birliğine varıldı ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından da öneri olarak yayınlandı. Bu miktar günde ortalama 40 gr şekere denk geliyor. Meyve ve sebzelerden gelen şeker bunun dışında tutulmakla birlikte sofra şekeri ve bununla yapılmış tüm gıdalar bu sınırlamaya dahil edilmekte. Tabii burada 1 yemek kaşığı ketçapta 4 gram, 1 kutu gazlı içecekte 40 gram şeker olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Beslenmeye İlişkin Altın Öneriler.. Tükettiğimiz pek çok besinde şeker doğal olarak bulunmaktadır. Dolayısıyla şekerli yiyecek ve içecekleri tüketmemeye özen gösterin. • Günde en az 2,5 litre su için • Alışverişe tok karnına çıkın • Fazla tuz tüketiminden kaçının Sodyum, bir besin öğesi ve pek çok yiyeceğin doğal bir parçasıdır. Tuz, sodyum ve klordan oluşmaktadır. Bir çok kişide fazla alınan sodyum vücuttan atılmaktadır. Fakat bazı kişilerde kan basıncı sodyuma duyarlıdır. Bu kişilerde alınan fazla sodyum, yüksek kan basıncını (Hipertansiyon) oluşturmaktadır. Bu tip kişilerde alınan fazla sodyum ve aldığı tuz miktarı sınırlandırılmaktadır. Bu nedenle; normal düzeylerde tuz tüketmek, ileriki yaşlarda oluşabilecek bir yüksek tansiyon problemini engelleyebilir. Yine aynı şekilde kan basıncı sodyuma duyarlı, fakat bunu farkında olmayan bireyler için de az tuzlu beslenmek sağlıklı bir seçim olacaktır. Yemeklerde lezzet verici olarak tuz yerine baharatların kullanılması, sebze ve meyve tüketiminin artırılması ve besin ambalajlarının etiketlerinde sodyum ile ilgili bilgilerin okunması sodyum alımını dengelemede dikkat edilebilecek noktalardır. Vücudunuzun normal işlevini sürdürebilmesi için sağlıklı bir bireyin günlük 500 mg sodyum alımı “güvenli ve yeterli” minimum miktar olarak belirlenmiştir ve bu miktar yaklaşık ¼ talı kaşığı kadardır. • Alkol tüketiminize dikkat edin Alkollü içecekler enerji verici ancak vücut için besleyici değeri olmayan içeceklerdir. Fazlası zararlıdır ve bazı vitamin ve minerallerin vücutta kullanımını engelleyebilir. Özellikle gebe ve emzikli annelerin alkol tüketmemesi gerekmektedir. • Fazla kilolarınızdan dengeli bir beslenme programı ile kurtulun • Yaşamınızı fiziksel aktivite ile destekleyin • Azar azar sık sık beslenin. Porsi- yonlarınızı mümkün olduğunca küçültün. • Günün altın öğünü olan sabah kahvaltısını asla ihmal etmeyin. ve evde kalorisi yüksek besinler bulundurmayın. • Besinlere dokunmadan önce mutlaka ellerinizi yıkayın • Satın aldığınız gıdaların son kul- lanma tarihini ve içindekiler etiketini mutlaka okuyun • Yemeklerinizi yaparken yağın yan- mamasına özen gösterin. Çünkü yağlar yandıkça kanser yapıcı maddeler oluşturur. • Süt ve yoğurdun kaymaksız olan- larını tercih edin. unutmayın ki; kaynatılmış ve pastörize edilmiş sütler, cam kavanozda buz dolabında 1-2 gün, kutusu açılmış sterilize sütler en fazla 3 gün saklanabilir. • Et ürünlerini tüketirken görünür yağlarından iyice temizleyin . tavuk ve balığı derisiz olarak tüketin. • Et ürünlerini haşlama, buğulama veya ızgara olarak tüketin. • Yumurtaların kirli, çatlak olanlarını satın almayın ve yumurtayı kullanmadan önce mutlaka iyice yıkayın. • Pilav yapımında pirinci kavurma- dan pişirmeniz protein kalitesini artıracaktır. • Sebze ve meyveleri yemeden önce mutlaka bol su ile yıkayınız • Sebze salatalarına ekleyeceğiniz limon yada sirkeyi yiyeceğiniz zaman eklemeniz A ve C vitamini kaybını azaltır. • Şuruplu ağı hamur tatlıları yerine sütlü tatlı, meyve veya salata yemeye çalışın SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 53 gündem HER SAĞLIK HABERİNE İNANMAYIN! Esra ÖZ Biyolog, Sağlık Habercisi ve Sosyal Medya Uzmanı Hastane koridorlarında dolaşırken, haber için gittiğim hocanın odasını bulduğumda bir tebessüm belirdi yüzümde, kapıyı tıklatıp girdim. İçeride kalabalık bir ekip vardı, gazeteci olduğumu söyleyince hocanın yüzünde genel bir tedirginlik oluştu her zaman olduğu gibi ve içimden her konuşulanın haber olma değeri taşımadığı elbet bir gün anlaşılacak diye düşündüm. Bir doktor “Her gün haberleri açtığımda içim kararıyor. Hiç mi güzel bir şey olmuyor, hep mi kötü olaylar haber oluyor? “diye yakındı. Bu sözleri duyduğumda ise haberin dışında başka bir sohbete yelken açtık, hayret dolu ifadelerini gözlerinden anladığım bir kalabalık ekip ile basının bilinmeyen yüzünü konuştuk… “Haberleri izlediğimde içim kararıyor, sanki yüreğime fil oturuyor” şeklinde sözlere o kadar alışığım ki, sanki yapılan her haberden her gazeteci sorumlu gibi yanlış bir algı var. Gazetecilik hakkında bilinmesi gereken o kadar çok konu var ki! Hayatta her gün çok güzel gelişmeler oluyor ancak insanlar korkunca daha çok dikkat ediyor ve okuyor. Yapılan bir araştırma sonucuna göre özellikle entelektüel birikimi olanlarda korku faktörü işe yarıyor. Durum böyle olunca da ya insanlara boş umutlar ve mucizeler sunuluyor ya da korku dolu içeriklerin olduğu haberler servis ediliyor. Her gün kansere çözüm bulunuyor, her gün beynin şifresi çözülüyor. Peki, bu haberlerden sonra hayatımızda ne değişiyor? Yapılan bu cahilce haberler ve atılan fiyakalı baş- 54 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 lıkların geçerliliği ne kadar oluyor? “Bu haberleri yapanlar bunu bilmiyor mu?” diye yakınanlar önce “ben neler yapabilirim?” diye bir düşünmeli! Neden mi? İşte yanıtı: • Okuduğunuz her haberi sorgulayın? • Haberlerde yer alan “uzman” gerçekten o alanda uzman mı? • Her konuda konuşan ve ahkâm kesen sözde uzmanlardan uzak durun ve prim vermeyin! • Gazete, televizyon ve siteleri tanı- yın, hangi medya kuruluşu nasıl haber yapıyor inceleyin? • Medya kuruluşlarının ve gazeteci- lerin yanlış ve etik dışı tutumlarına dikkat edin! • Uzman ve branşlaşmış muhabirlere sahip çıkın! • Etik bir duruşu yoksa bir gazetecinin, ona tepki gösterin! • Herkes gazeteci herkes haberci olma hevesinde, buna bir dur deyin! Bu bir meslek, hobi değil! • Sağlık okuryazarlığı gelişmeli ki, medya da değişim olabilsin. Geri bildirim çok önemli. • Her haberi okumayın, siz tıklamaz ve tepkinizi koyarsanız o alanda bir adım atmış olursunuz! Bunları yaptığınızda neler mi olur? Uzman ve branşlaşmaya imkân bulan gazeteciler, kendi alanlarındaki çalışmalara daha titiz yaklaşırlar. Her gazeteciye güvenmeyin, etik, objektif ve güvenilir bir çizgisi olmayan gazetecilerin haberlerini okumayın. Özgün içerik üretebilenlerin haberleri ufkunuzu açacaktır. Bu alanda ciddi çalışmalar yapılacak ve etik ilkeler gelişecek. Haberci, altına imzasını attığı haberi yaparken düşünecek. Geri dönüş ve doğru gazetecileri desteklerseniz, bu yanlışlar düzeltilir. Her uzmanım diyene inanmaz ve fırsat vermezseniz, bunlar belli bir zaman sonra medyada yer bulamaz hale gelirler. Herkes kendi uzmanlık alanında konuşmalı, bir kişi her şey hakkında konuşamaz. Uzmanlık alanında söz sahibidir. Böyle olmalıdır! Gazetelere tepki gösterirseniz ve tık oranlarınızı ona göre ayarlarsanız, medya kuruluşları çizgilerini ve duruşlarını belirlemek durumunda kalır. Gazetecilik bir meslektir! Lütfen bunu hobi gibi bir heves gibi görmekten vazgeçilsin ya da işlerinden istifa edip gazeteci olarak iş bakıp, çalışsın. Bu alanda çalışan ve iş olarak görenleri destekleyin ki, sürekli türeyen yanlış haberler dursun. Sosyal medyada zamanla çok değişiklikler olacak. Bu konuyu başka bir yazımda ele alacağım. Her haberi okumaz ve inanmazsanız, bir süzgeç geliştirirsiniz. Her haber birçok sitede yer bulamaz hale gelir, haberler seçilerek yayınlanır. Ayrıca, psikolojiniz bozulmaz, felaketlerle dolu içerikler ilgi çekmediği için bir dönem sonra normal gelişmeler verilir, mucize adı altında sanki Nobel Ödülü almış gibi basit çalışmalar aktarılmaz. Kısaca her haberi okumayın, hayatınız güzelleşsin. Hastanelerinizin daha etkin yönetimi ve verimliliği için... SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 55 analiz DOĞUM BİÇİMLERİ Op. Dr. Gökçen ERDOĞAN Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanı olarak, gebeliğini takip ettiğim anne adaylarına, tıbbi olarak gerekmediği takdirde normal doğum yapmanın en doğru seçenek olduğunu anlatırım. Çünkü ‘ben sezaryen yapmıyorum, normal doğuma mecbursunuz’ demekten çok daha anlam yüklü ve uzun vadede yerleşmesi daha kolay bir yol olduğunu düşünüyorum. Yetişkin insanlara, hayatlarının en hassas döneminde önemli bir kararı dikte etmek, onları zorlamak ve mecbur kaldığına inandırmak yoluyla bir mutlu sona hazırlamak fikrini sevmiyorum. Elbette doğum anne adayının değil hekimin kararı olmalıdır. Ancak yerleşmiş alışkanlıklardan sıyrılmak için geçiş sürecini de olabildiğince yumuşatmak gerekir. 56 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Aslında aklımda ve dilimde basit bir de özet var. ‘Adı üzerinde, anne için de bebek için de normal olan normal doğumdur.’ Hekimin gerekli olduğuna karar vermediği durumlarda sezaryen neredeyse’ tercih edilmiş ameliyat’tır. Vajinal doğum da dediğimiz normal doğumun, sezaryen ameliyatı ile gerçekleşen doğumlara göre bazı avantajları, anne ve bebek açısından yararları vardır. Bunları bilmek, anlatmak, normal doğum oranlarını artırmaya yararlı olacaktır. Normal doğumun bebeğe faydaları: • Normal doğum ile dünyaya ge- len bebeklerde solunum sıkıntısı gelişme riski daha azdır. Bunun nedeni bebeğin doğum kanalından geçerken uğradığı baskıdan dolayı akciğerlerindeki amnion suyunun atılması olarak düşünülmektedir. • Normal doğumla dünyaya gelen bebekler sezaryen ile doğanlara göre yoğun bakıma daha az alınırlar. • Normal doğum ile doğan bebekle- rin anne memesini emme, memeye masaj yapma gibi becerilerinin daha iyi olduğu gözlemlenmiştir. • Bebeğin normal doğum sırasında doğum kanalından geçerken ağzı ile temas ettiği bakterilerin bağışıklık sisteminin gelişmesinde faydalı rol oynadığı düşünülmektedir. • Normal doğumun ilerlemesi sırasında bebekte meydana gelen hormonal dalgalanmaların bebeğin doğumdan sonra anne ile bağlantı kırmasında faydalı olduğu düşünülmektedir. Normal doğum sırasında bebekte salgılanan endorfin hormonu (mutluluk hormonu ) bebeğin kordon kanında tespit edilmiştir. Bu hormonlar bebeği dış ortama hazırlar. • Normal doğum sonrası anne ile bebek arasında cilt teması daha hızlı ve kolay gerçekleşir. Bu temas bebeğin anneye bağlanması ve gelişimi açısından çok önemlidir. Normal doğumun anneye faydaları: • Normal doğumdan sonra annenin iyileşmesi ve günlük hayata dönme süresi çok kısadır. • Normal doğumda doğum sonrası enfeksiyon ve kanama benzeri komplikasyonlar daha azdır. • Normal doğum yapan annenin rahminde bir kesi veya hasar oluşmadığı için sonraki doğumlarını da normal yolla yapma şansı vardır. İleriki hayatında geçirebileceği karın ameliyatları için bir risk taşımaz. • Normal doğum yapan anneler hastaneden daha kısa sürede taburcu edilirler. Bu hem sağlık açısından hem parasal açıdan anneye fayda sağlar. • Normal doğum yapan bir anne büyük bir güven ve başarma duygusu hisseder. • Normal doğumda sezaryene göre “doğum sırasında anne ölüm oranı” daha azdır. • Normal vajinal doğum yapan annenin doğum sonrasında ağrı şikayeti sezaryene göre çok azdır. Sezaryenin yararları Doğumun normal olmasının yararları yanında elbette sezaryenle doğumun yararları epey azdır. En önemli yarar, gerek görüldüğü durumlarda sağlıklı bir doğum gerçekleşmesi ve can kaybının yaşanmasını önlemesidir. Ancak tekrar tekrar üstüne basmakta fayda var ki hekim gerekli görmedikçe, sezaryen tercihli bir ameliyat olmaktan öteye gitmez. Anne ve bebeğin sağlığı risk altındaysa mutlaka tercih edilmesi gereken bu yöntem, genelde annelerin normal doğum sancısı korkusu nedeniyle seçilmektedir. Elbette üzülerek söylüyorum ki sezaryenin tercih edil- mesini sağlayan ve anne adaylarını bu şekilde yönlendiren hekim arkadaşlarımız da mevcuttur. Ortada herhangi bir risk belirtisi yokken ve normal doğum mümkünken sadece isteğe bağlı olarak yapılan bir sezaryen ameliyatı herhangi bir avantaj sağlamaz. Anneyi ve bebeği normal doğumun birçok faydasından mahrum eder. Ayrıca sezaryen ameliyatının kısa ve uzun vadeli bazı dezavantajları da vardır. Planlı ve istemli sezeryan ameliyatı olmak isteyen bir anne bu fayda-zarar şartlarını iyi bilerek kararını vermelidir. Normal doğum ne zaman imkansız hale gelir? Kadının genital kemiğindeki doğumal veya sonradan olmuş deformiteler, ileri derecede kalp hastalıkları, doğum masasında pozisyon almasını engelleyecek fiziksel kısıtlamalar ile, bebeğin çok iri olması, ileri derecede gelişme geriliği olması ve doğumların %96’sında olduğu gibi baş gelişi ile değil, yan, makat veya ayakları ile doğum kanalına girdiği durumlar sezaryen gerektiren bebeğe ait durumların başında gelir. Türkiye’de Verilerle Doğum Açıklanmış resmi verilere göre; 2014 yılında Türkiye’de yapılan doğumların yüzde 52’sinin sezaryen olduğu belirlendi. Bakanlık, 81 ilde normal, sezaryen ve primer sezaryen verileri ile ‘Türkiye Sezaryen Haritası’nı çıkardı. 2014 yılında ülkemizde bir milyon 326 bin 130 doğum gerçekleşti. Bu doğumların yüzde 52’si (694 bin 164’ü) sezaryen, yüzde 46’sı (611 bin 585) normal ve yüzde 2’si (20 bin 381’i) müdahaleli oldu. Sezaryen oranlarında ilk sırada yüzde 73 ile Tunceli yer aldı. Tunceli’de gerçekleşen 768 doğumun 624’ü sezaryenle oldu. En düşük sezaryen ise yüzde 21,7 ile Siirt’te gerçekleşti. Sezaryen Çok Yaygın Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu’nun yaptığı çalışmaya göre 2014 yılında devlet hastaneleri, üniversite hastaneleri ve özel hastanelerdeki normal ve sezaryen doğumlar tek tek incelendi. Bakanlık verilerine göre 81 ilde 2014 yılında bir milyon 326 bin 130 doğum gerçekleşti. Bu doğumların 694 bin 164’ü yüzde 52’lik kısmı sezaryen. Doğumların yüzde 46’sı (611 bin 585’i) normal olarak gerçekleşirken müdahaleli doğum sayısı ise yüzde 2 yani 20 bin 381 oldu. Sezaryen doğum oranları devlet hastanelerinde yüzde 37, üniversite hastanelerinde yüzde 67 ve özel hastanelerde ise yüzde 70 oranında. Ülkemizde 2011 ve 2012 yıllarında sezaryen oranı yüzde 50’lerde iken bu rakam 2014 yılında yüzde 52’lere kadar yükseldi. Sağlık Bakanlığı’nın normal doğumu teşvik için gerçekleştirdiği çalışmalara hekimler ve bilinçli ebeveyn adayları olarak bizler de canı gönülden iştirak etmeliyiz. İl İl Sezaryen Sezaryenle doğumlarda oran olarak ilk sırada yüzde 73 ile Tunceli geliyor. En düşük sezaryen ise yüzde 22 ile Van ve Siirt’te gerçekleşti. Siirt’teki 2 bin 744 doğumun 596’sı (yüzde 22) ve Van’daki 15 bin 597 doğumun 3 bin 483’si (yüzde 22) sezaryenle yapıldı. Rapora göre 81 ilden 7’sinde (Tunceli yüzde 73, Amasya yüzde 51,6, Artvin yüzde 52,Kırşehir yüzde 51,9, Sakarya yüzde 50, Uşak yüzde 56,1, Zonguldak yüzde 53,) doğumdan biri sezaryenle yapıldı. Sezaryen doğum oranlarının yüzde 30’un altında olduğu 4 il bulunuyor. Büyük Şehirlerde Sezaryen Büyükşehirlerdeki sezaryen oranları ise yüzde 55’ler civarında. İstanbul’da yılın ilk 12 ayındaki doğumların yüzde 57’si sezaryen. Diğer bazı büyükşehirlerde ise doğum oranları şu şekilde: “Adana yüzde 64, Ankara yüzde 53, Bursa yüzde 53, Diyarbakır yüzde 39,Erzurum yüzde 41, Eskişehir yüzde 55, İzmir yüzde 64, Trabzon yüzde 59, Şanlıurfa yüzde 33.” SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 57 analiz KRONİK HEPATİT B TEDAVİSİNDE DE HEPATİT C’DEKİ GİBİ YÜZDE 100’E VARAN BAŞARI MÜMKÜN OLACAK MI? Prof. Dr. Hasan ÖZKAN Hepatit B Tarihe mi Karışacak Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Söz konusu yeni ilaçların halen mevcut tedavide kullanılan antiviral ilaçlardan farklı olarak HBsAg matbaası olarak da tanımlanan cccDNA (covalently closed circular DNA)’ya etki ederek tam anlamı ile virüsün vücuttan yok edilmesine yol açtı. Gastroenteroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Avrasya Gastroenteroloji Derneği Genel Başkanı Avustralyalı bilim adamları Hepatit B’de gelecek vaat eden yeni bir tedavi geliştirdiklerini duyurdular. Faz 1 ve Faz 2 çalışmaları tamamlanan ( klinik öncesi modellerde uygulanan) tedavi Hepatit B enfeksiyonunu tamamen ortadan kaldırdı. Yapılan çalışmada yüzde 100 başarılı sonuç alındı söz konusu tedavi Hepatit B enfeksiyonları için çığır açacak gibi görünüyor. Ardından başka bilim adamlarının da başka ajan ve yöntemlerle yeni çalışmalar yaptıkları bildirildi. 58 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Avustralya Melbourne’deki Walter ve Eliza Hall Enstitüsünde Dr. Marc Pellegrini ve Dr. Greg Ebert başkanlığındaki ekibin yaptığı araştırma hepatit B hastaları için yeni ve önemli bir umut kaynağı olabilecek. Dr. Marc Pellegrini ve ekibinin Aralık 2014’den bu yana yaptıkları klinik öncesi çalışmalarda yüzlerce uygulamanın hepsinde söz konusu tedavi hepatit virüsünü yüzde 100 başarı ile ortadan kaldırdı. Dünyada iki milyardan fazla insan Hepatit B ile enfekte ve yaklaşık 400 milyon kronik Hepatit B’li hasta var. Hepatit B virüsü karaciğer hücrelerini enfekte eder ardından siroz ve karaciğer kanseri gelişir. Hepatit B dünyada her yıl 1 milyondan fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan çok önemli komplikasyonlara yol açabiliyor. Yeni geliştirilmekte olan ilaçlar, karaciğer hücresinde virüsün çoğalması ve HBsAg’nin kopyalanmasını önliyerek etki edebilen bilimsel olarak da capsid inhibitörü, entry inhibitörü, siRNA - ACR 520, TLR 7 agonisti olarak bilinen ajanlardır. Yeni tedavideki ana hedef cccDNA’yı yok etmek olup mevcut tenofovir, entekavir, lamivudin ve telbivudin isimli antiviral ilaç- lar bunu gerçekleştirememektedirler. Dolayısı ile kullanıma girdiklerinde şifaya yakın başarı elde edilebileceği düşünülmektedir. Türkiye’deki Hepatit B hastalarının sürekli olarak kendilerine yeni bir tedavi olup olmadığını sorduk. Bu umut vaad eden tedavi ajanlarının bir an önce klinik çalışmalarının tamamlanarak ülkemizde uygulanabilmesi için bilim insanları olarak elimizden geleni yapıyoruz. den olmadığı için çoğunlukla geç dönemde teşhis edilmektedir. Tedavisiz kalan hastalar karaciğer sirozu, karaciğer yetmezliği ve karaciğer kanseri riski ile karşı karşıya. Ayrıca bu kişiler virüsü başkalarına bulaştırma potansiyeline de sahip. Bu nedenle riskli bireylere tarama testleri yapılması ve tespit edilen hastaların tedaviye yönlendirmeleri önemli. Mevcut tedaviler kronik hepatit B’li hastalarda karaciğerin siroza ve kansere gidişi- ni engellemekte ve tedavi alanların %20’sine yakınında da HBsAg kaybına yol açabilmektedirler. Yeni geliştirilmekte olan ilaçların bu şifa oranını %100 yakın başarabileceği düşünülmektedir. Cerrahi müdahale geçirenler, diş tedavisi olanlar, kan ve kan ürünü alanlar, sağlıksız koşullarda dövme yaptıranlar, ailesinde HBsAg pozitif birey olanlar ve şüpheli cinsel teması olanlar Hepatit B riski altındadır. Hepatitli Hastaların Yalnızca Yüzde 20’si Tedavi Görüyor Ülkemizde HBsAg pozitif birey oranının ortalama yüzde 4 oldu. Yaklaşık 3 milyon kişinin bu virüsle enfekte oldu. Bunların %10’unun tedavi ihtiyacı olan kronik hepatit hastaları olduğu tahmin ediyoruz. Ancak ülkemizde tedavi alan hasta sayısı 60 bin civarındadır. Yaklaşık 300 bin hastanın yüzde 20’si hastalığının farkında ve tedavi alabiliyor iken yüzde 80’i bu durumun farkında değil. Hastalık erken dönemlerinde belirgin bir şikâyete ne- Prof. Dr. Hasan ÖZKAN SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 59 hayatıniçinden GENÇ TÜRK BİLİM KADINININ GURUR VEREN BAŞARISI Başarılı çalışmalarıyla adından sıkça söz ettiren Stanford Üniversitesi’nde araştırmacı olarak çalışan Gözde Durmuş, MIT Technology Review dergisinin “35 Yaş Altı Yenilikçiler Listesi (Innovators Under 35, TR35)’ne seçildi. MİT Technology Review dergisi editörleri, 1999 yılından beri her yıl tüm dünyadan “öncü”, “vizyon sahibi”, “girişimci”, “yenilikçi” ve “insanlara fayda sağlamayı amaçlayan” kategorilerinde en yetenekli gençleri seçiyor. Çalışmalarıyla bilim dünyasında adından söz ettiren Dr. Gözde Durmuş, “öncü” kategorisinde “tıpta ve biyolojide çığır açan liderlerden birisi” olarak “35 Yaş Altı Yenilikçiler Listesi’nde” yer aldı. MIT Technology Review Dergisi, dünyayı değiştirecek liderlerin tespit edilmesinde bir dünya lideri konumunda. Listenin önceki kazananları arasında Google’un kurucuları Sergey Brin ve Larry Page, Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, Apple’ın baş tasarımcısı Jonathan Ive bulunuyor. Daha önce bu ödüle seçilmiş insanların ortak noktası, ilerleyen yıllarda da kariyerlerinde büyük başarılara imza atmış olmaları. Google’ın ve Facebook’un kurucularıyla aynı listede yer alan Dr. Durmuş, bu ödüle yıllar boyunca layık görülmüş olan ve Türkiye’den seçilmiş çok az sayıdaki başarılı isimden birisi. “Hücrelerin Ayağını Yerden Kesti” Gözde Durmuş 2007 yılında ODTU Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünü bitirdikten sonra Fulbright bursunu kazanarak yüksek öğrenimi için Amerika’ya gitti. 2013 yılında 60 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Brown Üniversitesi’nde biyomedikal mühendisliği doktorasını bitirdikten sonra Stanford’da doktora sonrası çalışmalarına başladı. Dr. Gözde Durmuş bu listeye seçilmesini sağlayan çalışmasını şöyle özetliyor: “Hücreler herhangi bir biyolojik değişime girdiğinde; kanserli hücreler çoğalırken, ölürken ya da ilaçlara yanıt verirken, fiziksel değişikliklere de uğrarlar. Örneğin, kanser hücreleri yumuşar ya da yoğunlukları değişerek hafif ya da daha ağır hale gelirler. Bu değişikleri çok hızlı, basit ve düşük maliyetli şekilde tespit etmek için, mıknatıslar arasında tek bir canlı hücreyi yerçekimsiz ortamda “uçurabilen” ve yoğunluğunu çok hassas şekilde ölçebilen bir teknoloji geliştirdik. Bu aletle her hücrenin kendine has bir manyetik özelliği olduğunu gösterdik. Kırmızı kan hücresi, beyaz kan hücresi, kanser hücresi ve bakteri hücresi; hepsinin kendine özgü bir manyetik hassasiyeti var. Çok ucuz ve kullanımı çok basit teknoloji, biyoloji ve tıp dünyasında farklı birçok alanda kullanım potansiyeline sahip.” “Antibiyotik Direnciyle Savaşmak için Çok Hızlı ve Ucuz Antibiyotik Duyarlılık Testi” Bu teknolojinin en heyecan verici kullanım alanı, antibiyotik duyarlılık testinin süresini birkaç günden bir saate düşürmesi. Başka bir deyişle, hasta olup doktora gittiğimizde, doktor önce hastanın şikayetlerini hafifletir ve ne tür bir antibiyotiğe ihtiyacı olduğunu anlamak için idrar veya kan örneği alır ve laboratuvara gönderir. Birkaç gün süren bu laboratuvar taramaları sonucunda, enfeksiyona sebebiyet veren bakteri bulunup antibiyotik duyarlılığı ölçülür ve hastanın kullanması gereken antibiyotik tespit edilir. Hastanelerde geleneksel tekniklerle doğru antibiyotiğin bulunması birkaç gün sürüyor, bu süre zarfında da hastalar geniş spektrumlu antibiyotiklerle tedavi ediliyor. Ancak, literatüre göre bu antibiyotiklerin yanlış ve de gereksiz olma riski ya da ihtimali ise yüzde 50. Bu durum ne yazık ki son yıllarda herkesin korkulu rüyası haline gelen antibiyotik direncinin ve tedavi edilmez hastalıkların yayılmasında en büyük etkenlerden biri. Enfeksiyon Tedavisi için En Doğru Antibiyotiği En Kısa Zamanda Bulabilme İmkanı Sunulacak Enfeksiyonların tedavisi için en doğru antibiyotiği en kısa zamanda bulabilmek için, Dr. Durmuş yeni bir teknik geliştirdi. Beyaz kan hücreleri, kırmızı kan hücreleri, kanser hücreleri gibi, bakteri hücrelerinin de yerçekimsiz ortama koyulduğunda farklı bir yüksekliğe “uçtuğunu” gösterdi. Aynı bakteri hücreleri belli bir antibiyotiğe tabi tutulduğunda ise hücrelerin çok hızlı yoğunluk değişiminden dolayı aynı yüksekliğe çıkamadığını gözlemledi. Bu değişimler, 1 saatten kısa bir sürede tespit edilebiliyor. Bu sayede, enfeksiyonun tedavisi için en doğru antibiyotik günler süren laboratuvar tekniklerini kullanmaksızın yaklaşık bir saat içinde hızlıca bulunabiliyor. Kanserin Erken Teşhisi için Ucuz, Hızlı, Taşınabilir ve Cep Telefonuyla Uyumlu Test Bu ölçümler ayrıca basit bir kan testiyle çok nadir olan kanser hücrelerinin tespitinde ve diğer sağlıklı hücrelerin ayrıştırılmasında kullanılıyor. Milyarlarca kan hücresi arasından çok nadir görülen kanserli hücreleri çok hızlı bir şekilde (20 dakikadan az bir sürede) tespit edebiliyor. Gözde Durmuş, Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS) der- gisinde yayımlanan en son çalışmasında kandan ayrıştırılan hücrelerin farklı ilaçlara karşı nasıl davrandıklarını da bu “sıvı biyopsi” teknolojisi sayesinde hızlıca tespitinin mümkün olduğunu göstermişti. “Sıvı biyopsi” sıklıkla yapılabilir, gerektikçe tekrarlanabilen daha hızlı ve ağrısız bir yöntem. Durmuş, böylelikle, hastaların ve hastalığının seyrinin sürekli takibini kolaylaştırıp; doğru ilaçla tedavi edilme sansını arttıracağını düşünüyor. Geliştirdiği bu teknolojinin, özellikle kanser tedavisinde hızla önem kazanan “kişiye özel tedavi (precision medicine)” uygulamalarını daha da ileriye taşıyacağını belirtiyor. Dr. Durmuş, “Buluşumuzun diğer büyük bir avantajı da ucuz, kullanımı kolay ve taşınabilir olması. Böylelikle ister hastanedeki klinik laboratuvarlarda ister hastanın evinde de kolayca kullanılabilen testler geliştirebiliyoruz“ diyor. Bu uygulamalar Amerika’da rutinde de kullanılabiliyor mu? Bu uygulamalar şu anda Stanford Tıp Fakültesi hastaneleriyle ortaklaşa klinik çalışmalarla deneniyor. Kanser hastalarından alınan örneklerden kanda dolaşan kanserli hücre sayısı tespit ediliyor. Gözde Durmuş ödülünü Kasım ayında Boston’da düzenlenecek özel bir ödül töreniyle alacak. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 61 sağlıkgündemi TÜRKİYE VE DÜNYADAN SAĞLIKTAKİ SON GELİŞMELER Uzm. Dr. Fatih BATI Nükleer Tıp ve Sosyal Medya Uzmanı Basın, medya ve sosyal medya derken yoğun bir haber akışı ile karşı karşıya kalıyoruz. Belki de bu haberlerin çoğunu kaçırıyoruz ya da atlıyoruz. Özellikle sağlık alanındaki güncel haberleri ve gelişmeleri, mesleki gündemi daha iyi takip edebilmemiz adına bundan böyle Sağlık Gündemi başlığı ile sizlerle olmaya çalışacağım. Nükleer Tıp Uzmanı olarak görev yapmaktayım. Sosyal medyayı en etkin ve aktif şekilde kullanan hekimlerden biriyim ve herkesin (özellikle de meslektaşlarımın) kullanması gerektiğini de düşünüyorum. Günümüzde insanlara ulaşmak ve insanların bize ulaşması için sosyal medyanın en önemli araç olduğu konusunda artık hemfikiriz. Hekimliğim yanında bir diğer ana uğraşım da Sosyal Medya. Sosyal Medya Uzmanı olarak profesyonel hizmet vermekteyim. Birçok sağlık sosyal medya hesaplarına ve web sitelerine yöneticilik ve danışmanlık yapmaktayım. Bu vesileyle sağlık ve hekim gündemini de çok iyi takip etmekteyim. Bu sayıdan itibaren sağlık gündemine dair konuları özetler halinde siz okuyucularımızla paylaşacağım. Türkiye’nin ilk seçim hükümetinin Sağlık Bakanı da Prof. Dr. Mehmet Müezzinoğlu oldu.24 Ocak 2013’de Bakanlık görevine başlayan Müezzinoğlu Türkiye Cumhuriyeti’nin 57. Sağlık Bakanı olarak görev yapıyor. Yataklı Sağlık Tesislerinde Yoğun Bakım Hizmetlerinin Uygulama Usul ve Esasları Hakkında Tebliği’nde yapılan değişiklik, Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Sağlık Bakanlığı ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi arasında, sağlık tesislerinin ortak kullanımı ve kurumlar arası iş birliği yapılmasını kapsayan Afiliasyon Protokolü imzalandı. Sağlık Bakanlığı ve Sağlık Bilimleri Üniversitesi arasında imzalanan protokolle 55 eğitim ve araştırma hastanesi aynı zamanda üniversite hastanesi statüsü kazanıyor. Tecrübe paylaşımına olanak sağlayan protokol, uygulamalarda kolaylık ve bir dizi yenilik getiriyor. Buna göre, üniversitenin öğretim üyeleri Sağlık Bakanlığı hastanelerinde hizmet sunabilecek. Sağlık Bakanlığı hastanelerinde görevli profesör ve doçentler de Sağlık Bilimleri Üniversitesi kadrolarına atanabilecek. Eğitim ve araştırma hastaneleri, eğitim ve hizmet sunumu standartları açısından daha güçlü hale gelecek. Protokolle bu kapsama alınan Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Elazığ, Erzurum, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kocaeli, Konya, Samsun, Şanlıurfa, Trabzon ve Van’da halen Sağlık Bakanlığı’na bağlı 55 eğitim ve araştırma hastanesine aynı zamanda Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nin Uygulama ve Araştırma Merkezi (Üniversite Hastanesi) statüsü de kazandırmak için süreç başlatıldı. Performans sistemindeki değişiklikle hekimlere 800 ila bin 200 lira arasında ek ücret geleceğini açıklayan Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, acillerde ve yoğun bakımlarda çalışanlara da ek ücret planladıklarını söyledi. Yeni performans sisteminin Eylül-Ekim’de uygulanmaya başlaması bekleniyor. 64. Dönem Devlet Hizmeti Yükümlülüğü Kurası Sonuçları Belli Oldu. 2015 Sonbahar Dönemi Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) başvuruları 18-27 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirildi. Sonbahar Dönemi TUS sınavı 20 Eylül 2015’te gerçekleştirilecek. 62 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Antalya’da yaşayan İsmail-Ümmüşen Kozak çiftinin tek yumurta üçüz kızları Aslı, Başak ve Deniz, daha önce kazandıkları Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kayıt yaptırdı. Üç kardeşin aynı yıl aynı tıp fakültesini kazanması Türkiye’de bir ilk oldu. Al Jazeera Türk Muhabiri Başak Çubukçu’nun yaptığı özel haber, Tıpta Uzmanlık Sınavı’nın en başarılı hekimlerinin artan şiddet olayları, performans sistemi ve açılan tazminat davaları yüzünden genel cerrahi ve diğer cerrahi branşlar ile kadın doğum gibi branşları tercih etmediğini, hasta ve hasta yakınlarından uzak duran bölümleri tercih ettiklerini ortaya koydu. Bir başka haberde de İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yeşim Erbil, son yıllarda hekimlere açılan davalar, uygun yargılanma olanağının olmaması ve hekime şiddetin artması nedeniyle cerrahiye ilginin azaldığından bahsetti. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı’nda asistan hekim olarak çalışan Dr. Kübra Hamzaoğlu 33 saatlik nöbet çıkışının ardından aracı ile evine giderken direksiyonda uyuya kaldı! Aracı takla atan doktor mucize eseri ölümden döndü. İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Hastalıkları Kliniği’nde görevli bir asistan hekim tarafından açılan davada idari mahkeme asistan hekimi haklı buldu ve “acil yeşil alan nöbeti”ni iptal etti. Yönetmelik gereği uzmanlık eğitimi görenlerin, genel uzmanlık eğitim görenler nöbeti, servis nöbeti ve branş nöbeti olmak üzere üç tür nöbet ile yükümlü oldukları bunların dışında bir nöbete dahil edilmelerinin yönetmeliğe aykırı olduğu mahkeme tarafından emsal karar ile karara bağlanmış oldu. İzmir 3. İdare Mahkemesi, Sağlık-Sen İzmir Şubesi’nin açtığı davada mecburi hizmet görevi için Muş’a atanan doktorun atamasının yürütmesini durdurarak, “doktor ailesinin bulunduğu ilde görevini yürütmeli” şeklinde emsal bir karara imza attı. Uşak Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sait Çelik, Bakanlar Kurulu’nca Uşak Üniversitesi’nde tıp fakültesi kurulması teklifinin kabul edilerek Resmi Gazete’de yayımlandığını bildirdi. Türk Sağlık-Sen İzmir Üniversiteler Şubesi Başkanı Yasemin Zengin, acillerde şiddetin önlenmesi için güvenlik önlemlerinin arttırılması ve hasta yakınlarının müdahale alanlarına sokulmaması gerektiğini söyledi. Hasta yakınlarının tedavi bölümüne girmesi nedeniyle acillerin BBG Evi’ne döndüğünü belirten Zengin, “Hasta yakınları ‘Bu müdahaleyi niye yaptın’ gibi sorular sorarak, çalışanların motivasyonunu bozuyor” dedi. Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 3.Ulusal Tıp Öğrenci Kongresi bu yıl 6-8 Kasım 2015 (Cuma, Cumartesi, Pazar) tarihlerinde gerçekleştirilecek. Bu yılki kongre ana teması Cerrahi Bilimler olarak belirlendi. Kanser, diyabet, romatizma ve kan hastalıkları başta olmak üzere çok sayıda rahatsızlığın tedavisinde kullanımı hızla artan biyoteknolojik ilaçlar, dünyanın sayılı genetik uzmanlarından Prof. Dr. Mehmet Öztürk öncülüğünde kurulan ve bilim dünyasına yeni bir soluk getirmesi beklenen iBG-İzmir’de üretilecek. T.C. Kalkınma Bakanlığı’nın desteğiyle Dokuz Eylül Üniversitesi bünyesinde kurulan, Türkiye’nin ilk ve tek Uluslararası Biyotıp ve Genom Enstitüsü / Uygulama ve Araştırma Merkezi “iBG-İzmir”, 9-11 Eylül 2015 tarihleri arasında gerçekleşecek “Yaşam İçin İnovasyon” temalı etkinliklerle açılacak. Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Recep Keşli’nin başkanlığındaki araştırma ekibi, oksijensiz ortamda yaşayabilen ve çoğalabilen (anaerop) bir cins bakterinin (Clostridiumspp) bazı metabolik ürünlerinin otizm hastalığının etkeni olabildiğine ve bu maddelerin beyin seviyelerindeki değişikliklerin hastalığın ağır seyretmesi ile de ilişkili olduğunu gösteren ve ispat eden bir araştırma gerçekleştirmeyi başardı. Keşli çalışmanın sonucunda nöropiskiyatrik bir hastalığın nedeninin bir bakteri ile ilişkilendirmesinin hem otizme hem de hastalığın tedavisine yeni bakış bir bakış açısı ve farklı bir boyut kazandırması noktasında bir yenilik olarak değerlendirilebilmesi açışından önem taşıdığını ifade etti. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus Karakoç tarafından geliştirilen ve koltuk altı aşırı terlemelerini tedavi etmek için kullanılan Sweat-CureR (TersavaR) adlı cihaz, Avusturya Patent Enstitüsü’nün araştırma ve inceleme raporları ile Türk Patent Enstitüsü tarafından onaylandı. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 63 Dünyanın en iyi üniversitelerinden Massachusetts Teknoloji Enstitüsü tarafından hazırlanan MIT Technology Review dergisi, bu yıl ‘35 Yaş Altı 35 Yenilikçi’ listesinde 3 Türk’e yer verdi. Listeye Duygu Kayaman, Gözde Durmuş ve Canan Dağdeviren girdi. İnsan ölümlerine en çok neden olan ateşli silah ve bıçak yaralanmaların önüne geçmek adına 7 yıl süren çalışmanın sonrasında Türk doktorları, sağlık alanında çığır açacak bir buluşa imza attı. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Göğüs Cerrahi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Mahmut Tokur ve ekibi tarafından projesi hazırlanan kalp tamir kiti ile akciğer göğüs drenaj ismiyle geliştirdiği iki ayrı yöntemle hastane sevki sırasında yaşanabilecek insan ölümlerinin önüne geçmeyi planlıyor. İngiliz ve İspanyol bilim insanlarının ortaklaşa yürüttüğü araştırma ile hızlı yayılan ve erken teşhisi son derece güç olan pankreas kanserini tespit etmek için basit bir idrar testi geliştirildi. Bu gelişme ile hastalıkta yaşama şansının, ikinci evrede teşhiste % 20’ye, birinci evrede teşhiste ise % 60’a kadar yükselmesi bekleniyor. Kanada’da gerçekleştirilen bir araştırma, çocuklarda beyin felci vakalarındaki genetik bağlantıyı ortaya koydu. Toronto’daki Sick Kids Hospital Uygulamalı Genomik Merkezi Direktörü Dr. Stephen Scherer başkanlığındaki bilim heyeti tarafından gerçekleştirilen çalışma, The Nature Communications isimli bilimsel derginin son sayısında yayımlandı. Massachusetts Institute of Technology (MIT) bünyesindeki bilim adamları dijital kalemlerle Parkinson ve Alzheimer gibi hastalıkları erkenden teşhis edebilmek için önemli adımlar attı. Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Tıp Fakültesi’nde 6 yıl önce çalışmalara başlayan bilim adamları, bor ile tümör tedavisinde buldukları yeni yöntemle hastaların umudu oldu. Amerikalı bilim insanları laboratuvarda küçük bir insan beyni üretmeyi başardı. Üretilen beyin, insan beyninin neredeyse tam bir küçük versiyonu. Bu çalışmayla, nörolojik hastalıkların tedavisine yardımcı olunabileceği belirtiliyor. İsveç’te kanser nedeniyle rahmi alınan kadın, annesinden nakledilen rahimle, çocuk sahibi oldu. İsveçli kadın, dünyada nakil rahimle doğum yapan 4 anneden biri oldu. İsviçreli bilim insanları, kadınlarda sık görülen meme kanserinin ilk belirtilerini tespit edebilen bir mobil telefon uygulaması geliştirdi. Zürihli jinekologlar tarafından tasarlanan Brust-Selbstcheck uygulaması, ücretsiz olarak şimdilik sadece Almanca hizmet veriyor. İş kazasında kollarını kaybettikten 2 yıl sonra Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilen çift kol nakli ile hayata tutunan 34 yaşındaki Cihan Topal’ın sağlık durumu iyi. Topal, en çok çocuklarına sarılıp tekrar başlarını okşayabildiğine sevindiğini ve Prof. Dr. Ömer Özkan ve ekibine teşekkür ettiğini, söyledi. Gözündeki tümörle ve çaresizliği ile bir anda Türkiye’nin gündemine oturan ve İzmir’de yaşayan 5 yaşındaki Emir Akçekaya Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tedavi altına alındı. Osmaniye Devlet Hastanesi’ne şeker yüksekliği ile götürülen komaya giren 7 yaşındaki bir kız çocuğunun durumunu icapçı olarak takip edip pratisyen doktora telefonla yapması gereken işi tarif eden ve görmediği hastayı sevk eden uzman hekim, hastanın hayatını kaybetmesi sonrası 1,5 yıl görevden uzaklaştırma cezası aldı. İzmit’te Seka Devlet Hastanesi’nde, cezaevinden getirilen bir mahkûm, tartışma sonucu kendisini muayene eden Psikiyatri Uzmanı Dr. Tuncay Saydanoğlu’nun burnunu kırdı. Gaziantep Dr. Ersin Arslan Devlet Hastanesi acilinde görevli Dr. Alişan Göçer, aynı hastanede çalışan hasta yakını tarafından darp edildi. Erzurum’da yaşayan 23 yaşındaki Elanur Y. Palandöken Devlet Hastanesi’nin Acil Servisinde görevli Dr. Çağla Çilem Han’a ‘geri zekalı’ deyip, kolunu tırmaladığı için 1.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 64 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 dijitalsağlık DİJİTAL İNOVASYON VE GİYİLEBİLİR TEKNOLOJİLER Selim SARIYERLİ Dijital Pazarlama Uzmanı Dijital Devrim diyebileceğimiz bir sürecin içerisinde olduğumuz bu günlerde özellikle bireysel fayda sağlayan teknolojik gelişmelerin ön plana çıktığı bir evrim yaşıyoruz. Bu sürece Dijital İnovasyon başlığı altında bakarsak, günlük hayatımıza birebir etki edecek birçok teknolojik gelişmeyi bu başlık altında toplayabiliriz. Bu devrimin önemli mihenk taşlarından birisi olan giyilebilir teknolojiler, çeşitli markalarla hayatımıza 2014 yılından itibaren girmeye başlamış olsa da Apple sayesinde daha da sesli bir şekilde anılır olmaya başlandı. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de de piyasaya sürülen Apple Watch ile gerek pazarlama faaliyetlerinin yaygınlığı, gerekse marka değeri ve bilinirliği sayesinde, bireysel kullanıcıların hayatına hızlı bir girdi ve bir şehir efsanesi olmaktan gerçeğe dönüşme aşamasına geldi. 66 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Peki nedir bu Apple Watch? Hayatımıza ne katacak, Dijital Pazarlama bu yeni teknolojik gelişmeden nasıl faydalanır? Yepyeni bir özellik olan, Digital Touch özelliği ile bu “saate” sahip olanların birbirlerine kalp atışı, çeşitli rengarenk çizimleri anlık mesajlar şeklinde gönderebilmesi, dijital iletişimin hayatımızın içerisine ne kadar girebildiğini gösteren önemli bir gösterge… Bunun yanında sesli komut ile yapılabilenler telefon teknolojisinin ötesine geçiyor, şarj istasyonuna bağlı olmadan sesli mesaj dikte ettirebilmek, özelikle yoğun iş temposu olanlar için, “sana dönemedim” bahanesini ortadan kaldıracağa benziyor. Bu yenilikler sayesinde spor yapma motivatörü olarak görülebilecek aktivite özelliği ise günlük hedefler koyarak bireysel sağlık yönetimi konusunda destekleyici rol oynuyor. Kişinin günlük hareket potansiyeline göre, örneğin ortalama derecede hareketli birisi için, 650 kalori gibi bir hedef konması, bu konuda çeşitli uyarılarla kişiyi daha fazla hareket etmeye yönlendirmesi, özellikle Kuzey Amerika toplumlarında ciddi dereceye ulaşmakta olan obezite probleminin farkındalığının bir yansıması olarak görülebilir. Toplantıları, sosyal medyayı, telefon aramalarını, hava durumunu, navigasyonu kolunuzdan yönetmek ne kadar inanılmaz geliyor insana… Ama tek bir şartla, telefonun bluetooth kapsama alanında kalmak gerekli, çünkü internet bağlantısı için telefona ihtiyaç duyuyor, yani iPhone olmadan Apple Watch kullanmak pek mümkün değil yoksa bir anda sadece vakit gösteren bir dijital saate dönüşebiliyor. Bu sebeple yeni uygulama geliştirenlerin bu uyumluluğu da dikkate alması oldukça önemli. Son bir ekleme ise cihazların birbiri ile uyumu, bir toplantı isteği geldiğinde telefondan onaylamadıkça saatte ajandanızda yer almıyor, saatten onay verseniz dahi, bu problemin ileriki versiyonlarda giderilmesi toplantıları kaçırmamak için iyi olur… Bu kadar yeni özelliğin yanında negatif olarak algılanabilecek bir diğer yön ise, her gece “saatini şarja koymak” zorunluluğu… Ünlü markalarının, kinetik enerji ile çalışabilen saatlerini düşününce, aynı şekilde şarj olabilen dijital saat teknolojisi ne kadar uzak olabilir diye merak ediyor insan… Peki sağlık sektörü için bu giyilebilir teknoloji ne anlama geliyor, oluşturulacak giyilebilir teknoloji uyumlu uygulamalar sayesinde bir hastanın tüm tetkikleri bir yerde tutulabilir mi? Mesela bir tansiyon hastasının tansiyon ölçümü bu alet üzerinden alınıp günlük rapor halinde hekim kontrolüne verilebilir mi? Bu soruların cevabı “evet” ancak bu yenilikler önümüzdeki dönem yapılacak çalışması muhtemel çalışmalarla ortaya çıkacaktır. Tam anlamıyla sağlık kontrolünü bu teknoloji sayesinde yapabilmek ve yönetebilmek en başta bahsettiğim bireysel sağlık yönetiminin çok önemli bir parçası olarak görünüyor. Peki, Dijital Pazarlama alanında neler yapılabilir? Giyilebilir teknolojiler ile sağlık alanında yapılacak o kadar çok katkı var ki, her kullanıcı kendi sağlığına dikkat etmesi gerektiği yönünde bilinçlen- dirilmeye devam ettikçe, sektörde geliştirilecek sağlık uygulamalarına daha da ilgi duyacak ve farkındalık artacak, bu sayede sağlık sektörü çalışanları ve ilaç endüstrisi de bu alana ilgi duyuyor olacak. Ancak bu iletişim kanalında yer almak yalın bir uygulama geliştirme ile sınırlı kalmayacak, birbiriyle entegre çalışan çok kanallı pazarlama platformlarına olan ihtiyacı daha da arttıracak, burada yapılması gereken müşteri deneyimi bazlı deneyim pazarlama yöntemlerinin dijital pazarlamaya entegre edilmesi, bu sayede inovatif yöntemleri farkındalığı arttırmak ve Pazarlama 3.0 prensibi ile örtüşen yani, yeni versiyonlarını bekleyen, talep eden, bu konularda uzmanlaşma sağlayan bir ortam yaratmak için gerekli yatırımları yapmak… Bu yatırımları, hasta odaklılık adına tüm paydaşların üstlenmesinin ve mobil sağlık alanında e-nabız uygulaması gibi uygulamaların çoğalmasının ve bu uygulamaların tüm tedavi alanları ve hastalıklarda yaygınlaş- Selim SARIYERLİ ması ile de hasta takibinin daha da kolaylaşabileceğini öngörmek çok zor olmasa gerek… Sağlıkta dijital inovasyon, değer yaratma ve deneyim pazarlamasının yaygınlaşması ile hayatın değişmez bir parçası olacaktır. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 67 haber DAVRANIŞ DEĞİŞİKLİĞİ HAYAT KURTARIR! İş sağlığı ve güvenliği alanında kuralların sürekli değişerek geliştiğini belirten Wellpoint CEO’su Dr. Özgür Turgay, bu alanda yapılan tüm çalışmaların temelinde bir davranış değişikliği oluşturmak ve öyle ilerlemek gerektiğini söyledi. İş sağlığı ve güvenliği hizmeti yarı zamanlı bir iş gibi düşünülüyor. Ancak tüm dünyadaki analizlere baktığımızda aslında hayatımızın çok büyük bir kısmı işyerlerinde geçiyor. İşyerlerinde sağlık ve güvenlik tedbirini doğru almazsanız büyük sorunlarla karşı karşıya kalmanız mümkün. Çalışanınızın sağlık sorunu yaşaması iş gücü kaybına, bu da mali kayıplara neden oluyor. Sigorta primlerin de ciddi artışlara sebep oluyor. Çalışanın tanısı ve sonrasında tedavisi takip edilmediği için iyileşemiyor. Daha da önemlisi, şirketlerde koruyucu hekimlik, çalışan sağlığı güvenliği uygulamaları iyi yapılmadığı için devamlı beli ağrıyan ve bileği tutulan bir ekiple iş gücü kaybı kaçınılmaz oluyor, çalışanların verimleri düşüyor. İngiltere’de yapılan bir araştırmada iş gücü kaybına neden olan hastalıkların yüzde 50’sinin önlem ve eğitimle kolayca çözülebilecek ergonomik nedenlerin oluşturduğunu belirten Wellpoint CEO’su Dr. Özgür Turgay, “Grup şirketlerimizden Platform OSGB ile Türkiye çapında 12 bölge müdürlüğüyle 64 kentte iş sağlığı ve güvenliği hizmetleri sunuyoruz. Ciddi bir alt yapımız ve birikimimiz var. Tüm kurumsal sağlık verilerini bir sistem içerisinde kaydediyoruz ve işyeri doktoruna liste halinde sunuyoruz. Böylece hem yapılması gereken koruyucu müdahaleler, hem de aktüel veriler kayıt altında ve düzenli şekilde ilerliyor” dedi. İş yeri hekiminden memnun olduğunu beyan eden kurumlarla ilgili önemli bir gözlemini de paylaşan 68 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Turgay, “doktordan memnunum” denilen durumda gerçekte neler olduğuna baktıklarını söyledi. Turgay konu hakkında şunları söyledi: “Doktorun iletişimi iyi ancak sevk oranları çok yüksek. Her 100 hastanın 60’ını sevk etmiş. Şirketin hem iş gücü kaybı hem de sağlık sigortasına bağlı masrafları çok yükselmiş. Sistemde şöyle bir değişiklik yapılıyor. Hekime durum anlatılarak, aslında herkesin memnun olduğunu düşündüğü yanlış sistem değiştiriliyor. Sonuç olarak, sevk oranları yüzde 12 oranına gerilerken, memnuniyet yüzde 20 artıyor. Grip olduğunuzda hastaneye gitmenize gerek yok, iş yeri hekimi de bunun için gerekli müdahaleleri yapabilir. Hekiminiz iyiyse, tıbbi olarak güven verebiliyorsa, karşınızdakini anlıyorsa bunu yapabilir.” Önlemenin Maliyeti Ödemenin Maliyetinden Çok Daha Düşük Tehlike sınıfına göre değişmekle beraber yaklaşık bin çalışanın olduğu bir iş yerine tam zamanlı bir iş yeri hekimi gerekiyor, 500 çalışanlı yerde haftada 5 yarım gün gelmesi yeterli. Çalıştıkları kurumlarda işi sözde değil özde yaptıklarını ve gerçek prosedürü uyguladıklarını söyleyen Turgay, “Örneğin, yüksekte çalışanların görme problemi varsa o kişinin görme kusuruna bağlı kazası olabilir. Bizim uygulamamızda göz muayenesini göz doktoru yapıyor, işyeri hekimi yapmıyor. Bu aslında bir maliyet değil, çünkü önlemenin maliyeti ödemenin maliyetinden çok daha düşük” diye konuştu. Lokal İş Sağlığı ve Güvenliği Merkezleri Kuruyoruz Sektöre lokal iş sağlığı ve güvenliği merkezleri kurarak bir farklılık getirdiklerini belirten Turgay, şunları ekledi: “Büyük iş merkezlerinde bir İSG birimi oluşturuyoruz, orada bulunan tüm şirketler bu hizmetten faydalanabiliyor. Günlük 1 saat doktor hizmeti alacaklarına her daim hizmet alacakları bir iş yeri hekimleri olmuş oluyor. Büyük iş merkezleri artık bu şekilde hizmet üretmeyi müşterilerine avantaj olarak sunuyor. Doktor ise farklı yerleri gezerek ve sadece 1 saat uğrayıp reçete yazacağına, sabit bir yerde daha etkili hizmet veriyor. Öte yandan iş yeri hekimi sadece odasında reçete yazmamalı, merkezdeki tüm işyerlerini gezip ergonomik ve termal konfor açısından değerlendirmeli ve etkilerini izlemeli. İş yerlerinde mola vermeyi bile öğretmek gerekiyor. Su içmeyi hatırlatmak için bile bilgilendirme yapıyoruz.” Dr. Özgür Turgay Davranış Değişikliği Hayat Kurtarır İş güvenliği açısından farklı eğitim modülleri geliştiren Turgay, “Şirketler iş kazası ile tanışınca hizmet almaya karar veriyorlar. Oysaki bunun kök nedenine bakıldığında davranış değişikliği yapılmadığı sürece kazalar devam ediyor. İşçiye baret tak demekle olmuyor, senin de takman gerekiyor. Anne, baba ve çocuk ilişkisi gibi düşünün. Ebeveynler, “televizyon izleme” derken elinde kumanda olursa, o çocuk denileni yapmaz. Davranış değişikliğini oluşturmak için bir akade- mi kurduk. İlk yardım, yangın gibi temel eğitim hizmetleri verirken, yeni spesifik eğitimler de geliştiriyoruz. Ayrıca yakında e-learning hizmeti de vereceğiz” şeklinde konuştu. Maliyet Kaybı Olarak Görülmüyor, Verimlilik Olarak Yorumlanıyor İşe bağlı hastalıkların iş gücü kaybı harcamalarının yüzde 60-70’ini oluşturduğunu belirten Turgay, konu ile ilgili araştırmalar hakkında bilgi verdi: “Amerika’da yapılan bir araştırma- ya göre; 1997 yılında kas-iskelet sistemi (KİS) hastalıklarının endüstriye getirdiği doğrudan ve dolaylı maliyetler toplamının 13-14 milyar Dolar olduğunu ortaya çıkarmıştır. Meslek hastalıklarının yüzde 42 gibi büyük bir oranını da kas-iskelet sistemi hastalıkları oluşturmuştur. İngiltere’de yapılan bir araştırmada bir milyon 20 bin kişinin KİS rahatsızlığından yakındığı ve kişilerin bu şikâyetlerine neden olarak işlerini belirttiği bildirilmiş. İş sağlığı ve güvenliği hizmetleri, maliyet kaybı olarak görülmüyor, verimlilik olarak yorumlanıyor.” SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 69 analiz TÜTÜN MAMULLERİNDE ETKİN VERGİ YAPISI Tütün mamullerinin vergilendirilmesi hem tütünle mücadele açısından önemli bir araç, hem de bütçe için önemli bir gelir kaynağı. Bu açıdan bakıldığında, tütün mamullerinin vergilendirilmesi konusuyla yakından ilgilenen bir çok taraf var. Sağlık otoriteleri, mali otoriteler ve ekonomi politikası otoriteleri en önemli taraflar. Sağlık otoritelerinin birincil amacı tütün ürünleriyle mücadele. Bu yüzden, sağlık politikası açısından, tütün ürünlerine yüksek vergi uygulanması savunuluyor. Her ne kadar sigara tüketiminin fiyat esnekliği ülkelerin sosyoekonomik koşulları gibi farklı etkenlere göre değişiklik gösterse de; vergiye bağlı fiyat artışlarının mevcut sigara tüketicilerinde bırakma eğilimi yaratacağı, içmeyenlerde ise başlamamayı sağlayacağı öngörülüyor. Mali otoritelerin birincil amacı bir vergi hedefi belirlemek ve hedeflenen geliri tahsil etmek. Ekonomi politikası otoritelerinin amacı ise ekonominin işleyişini sağlamak, piyasa dağılımındaki dengeyi korumak. Tütün vergilendirmesini ekonomi ve maliye politikası açısından değerlendiren taraflar ise sağlık politikası ile uyumlu şekilde uygulanacak verginin seviyesinden ziyade yapısı ile ilgileniyor. “Firm Strategy, Consumer Behavior and Taxation in Turkish Tobacco Market – Türkiye’de Tütün Ürünleri Piyasasında Firma Stratejisi, Tüketici Davranışı ve Vergilendirme” başlıklı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) çalışma tebliği, firmaların fiyatlama stratejileri, tüketici davranışı, sağlık ve sektöre ilişkin konuları dikkate alarak bir taraftan da fiyat oynaklığını azaltmak suretiyle düşük enflasyonu sağlayacak en uygun vergi şemasını araştırıyor. Türkiye’deki mevcut vergi yapısında, bir vergi artışında hem üreticiler fiyatlandırma yoluyla tepki veriyor, hem de tüketiciler farklı fiyat segmentlerine geçerek tepki veriyor. Bu da gerek fiyatlarda, gerekse vergi gelirlerinde oynaklığı artırıcı bir etki 70 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 yaratıyor. Bu çerçevede, çalışmada çeşitli simülasyon analizleri kullanılarak enflasyonist etkisi en düşük olan ve vergi gelirlerini ve piyasa dağılımını istenen seviyede tutan vergi yapısı araştırılıyor. Yapılan simülasyon analizinde, tamamı paket başına 5 TL vergi gelirini garantileyen % 49 nispi - 0,82 TL maktu ile % 65,5 nispi - 0 TL maktu arasında değişen 29 kombinasyon inceleniyor. Her fiyat segmentinin (ekonomik, orta ve yüksek) piyasanın en az % 10’unu oluşturduğu varsayılıyor. En iyi vergi kombinasyonu, enflasyonist etkisinin en az olması dolayısıyla en az fiyat değişimine yol açan kombinasyon olarak değerlendiriliyor. Bu çerçevede en yüksek maktu ve en düşük nispi verginin olduğu kombinasyon, vergi gelirleri, piyasa dağılımı ve enflasyonist etki açısından en uygun sonuçları veriyor. İkinci bir analiz, vergi kombinasyonunun her fiyat segmentinin en az % 10 piyasa payına sahip olması koşuluna duyarlılığını ölçüyor. Paket başına 5 TL vergi tahsilatı hedeflendiğinde, simülasyon analizinde çıkan % 49 nispi - 0,82 TL maktu kombinasyonu her bir fiyat segmentinin % 10 piyasa payına sahip olması koşulunu sağlıyor. Bu koşul her segment için % 20 olarak belirlendiğinde ise nispi ÖTV oranı % 52,5’e çıkıyor. Diğer taraftan fiyat segmentlerinin piyasa dağılımında herhangi bir koşul belirlemeksizin, yalnızca paket başına hedeflenen vergi tahsilatı dikkate alındığında hedeflenen tahsilat miktarına göre nispi oran ve maktu tutar değişiklik gösteriyor. Paket başına 2,5 TL vergi hedeflendiğinde nispi ÖTV % 20’nin altına düşerken, hedef 7 TL olduğunda bu oran % 54’e çıkıyor. Uluslararası düzeyde de maktu verginin hem tütünle mücadele açısından hem de vergi gelirlerinin öngörülebilirliği ve istikrarı açısından nispi vergiye göre daha etkin olduğunu savunan pek çok çalışma bulunmakta. Örneğin, 2014 yılı Şubat ayında “Tobacco Control” isimli dergide ya- yımlanan ve beş güneydoğu Asya ülkesinde (Endonezya, Kamboçya, Lao Halk Cumhuriyeti, Filipinler ve Vietnam) tütünün vergilendirilmesi ile tütün firmalarının fiyat stratejileri, fiyat seviyesi ve satılan sigara miktarı arasındaki etkileşimin incelendiği bir çalışmanın bulgularına göre, piyasadaki fiyat seviyesini vergi yapısı ve sigara firmalarının stratejileri belirliyor. Çalışmada tütün vergisi politikaların etkinliğinin artırılması için maktu vergi yapısının daha uygun olduğu, böylece fiyat değişkenliğinin azaltıldığı ve tüketicilerin vergi sonucu artan fiyatlar karşısında daha ucuz ürünlere geçmektense sigarayı bırakmayı tercih edeceği ifade ediliyor. 2010 yılında National Beureau of Economic Research’te yayımlanan bir diğer çalışmada ise hem vergi gelirlerinin öngörülebilirliğinin, hem de vergi artışının tüketim üzerindeki etkisinin maktu vergide daha yüksek, nispi vergide daha düşük olduğu sonucuna varılıyor. Avrupa Birliği’nde sigaraya uygulanan vergilere ilişkin genel kuralların belirlendiği Tütün Ürünleri Direktifi’nde verginin kompozisyonuna ilişkin bir kural bulunmuyor ve bu dağılımın belirlenmesi üye ülkelerin inisiyatifine bırakılmış durumda. Fakan son yıllarda AB ülkelerinde de maktu vergi yapısına yönelme dikkat çekici. Avrupa Komisyonu tarafından Temmuz 2015’te güncellenen ÖTV tablosu çerçevesinde, AB’ye üye ülkelerde piyasa satış fiyatının ortalama % 34’ünün maktu vergiden oluştuğunu söylemek mümkün. Bu oran ülkemizde ise % 3 seviyesinde. Türkiye’de 2014 yılsonu itibarıyla paket başına ortalama tahsil edilen vergi tutarı 6,7 TL idi. Bu tahsilatı sağlayan nispi ÖTV % 65,25, maktu ÖTV ise 0,1388 TL idi. TCMB çalışma tebliğinde elde edilen bir önemli çıkarım da şu ki; % 50 nispi ÖTV ve 0,98 TL maktu ÖTV kombinasyonu da aynı tahsilatı sağlıyor, üstelik tütün mamullerinin enflasyona etkisini azaltacak ve firmaların fiyat değişikliği eğilimini sınırlayacak şekilde. kampus Prof. Dr. Ahmet Şahin: Acıbadem Üniversitesi Rektörü Haber: Esra ÖZ “HEDEFİMİZ SAĞLIĞIN EN İYİSİ OLMAK” Öğrencilerini ‘hem bilim insanı hem de çalıştığı yerde en iyi hizmeti verecek donanıma sahip sağlık profesyonelleri’ olarak yetiştirdiklerini belirten Acıbadem Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Şahin, “Hedefimiz sağlık eğitiminde en iyisi olmak” diyor. Televizyon izlerken, Acıbadem Üniversitesi reklamlarını görüyorum. Merakımı tutamayıp, “Bu üniversiteyi gezmek istiyorum” diye sosyal medyadan ileti paylaşıyorum. Gönderimi yayınladıktan birkaç gün sonra iletişim biriminden aranarak üniversiteyi ziyaret etmem için davet ediliyorum. Sosyal medyayı bu derece etkili kullanan kaç üniversite var? Üniversiteye geldiğimde, güler yüzlü içten bir ekip karşılıyor. Üniversitenin rektörü bölümleri gezerken eşlik ediyor, çalışmalarını içtenlikle anlatıyor. Klinik bölümlere olduğu kadar, temel bilimlere ve bilimsel araştırmalara da önem veriyorlar. ‘Daha iyi nasıl çalışmalar yaparız’ diye bakan bir ekip ile karşılaşmak umut veriyor. Bir üniversite düşünün, kapısından içeriye girer girmez, öğrenciye yönelik tasarımı ve yerleşimi ile kendinizi buraya ait hissediyorsunuz. Koridorlarında özel tasarlanmış mus72 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 luklarından su içiyor, öğrenciler için yerleştirilmiş bilgisayarları kullanabiliyorsunuz. Öğrencilerin aradığı bilgiye rahatça ulaşmaları için tam donanımlı kütüphane imkanı sunarken, laboratuvarları da bütün branşları içine alacak şekilde araştırma yapma fırsatı sağlıyor. Acıbadem Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Şahin, üniversitenin kuruluşunu ve çalışmalarını anlattı Bu sene tıp fakültesinin ilk mezunlarını verdiğini söyleyen Prof. Dr. Ahmet Şahin, sağlık üniversitesi olarak kurulan yapıda sağlam bir temel bilim kadrosu olması gerektiğini belirtti. Şahin, çalışmaları hakkında şunları söyledi: “İyi bir tıp eğitimi için fakültenin sağlam bir temel bilimler kadrosu olması gerekir, bu anlamda biz çok güçlü bir kadroya sahibiz. Ayrıca klinik kadromuzda da dünyada ala- nında isim yapmış akademisyenler yer alıyor. Tıp fakültemizde toplamda 250 öğretim üyesi eğitim veriyor. Acıbadem Üniversitesi Kerem Aydınlar Kampüsü’nde bu akademik yıl itibariyle 3000’i aşkın öğrenci eğitim görüyor.” Tıp eğitiminde YÖK’ün tanımladığı eğitim standardına göre eğitim verdiklerini söyleyen Şahin, bununla birlikte klinik öncesi uygulamalı eğitimlerde kullanılan simülasyon laboratuvarı ile büyük fark yarattıklarını dile getirdi. Bu Sene İlk 8 Bindeki Öğrenciler Geldi Tıp fakültesinde verdikleri eğitimin öğrencilerin hem bilim insanı hem de tam donanımlı bir hekim yetiştirecek şekilde planlandığını söyleyen Şahin, “Türkiye’nin her yerinde her türlü şartta hasta muayenesi ve tedavisi yapabilecek yetkinlikte, geniş viz- yona sahip, araştırmaya ve yeniliklere açık hekim yetiştirmek hedefimiz. Bilim insanı da olmalılar mantığıyla hareket ediyoruz. Bu yıl burs oranımızı artırdık. İlk 8 binde öğrenciler Tıp Fakültesi’ne yerleşti. Bu şekilde devam ederek hep iyi öğrencilerin bizi tercih etmesi en büyük arzumuz.” TÜBİTAK Projeleri de Burada Yürütülüyor Üniversite bünyesinde çok sayıda araştırma projesinin yürütüldüğünü söyleyen Şahin, “Projelerin birçoğu TÜBİTAK, Avrupa Birliği tarafından destekleniyor. Sanayi ve üniversite işbirliğine de önem veriyoruz, bu şekilde de yürütülen projelerimiz de mevcut. Diş hekimliği ve eczacılık fakültelerimiz açıldı, önümüzdeki dönemde öğrenci alınması planlanıyor. Buna göre planlarımızı yapıyoruz” diye konuştu Sağlıkla ilgili tüm alanlardaki eğitimde Acıbadem isminin insanların ilk aklına gelmesi amacında olduklarını söyleyen Şahin, sağlık alanında en iyi olmayı ve dünya çapında başarılara imza atmayı hedeflediklerini belirtti. Yurt dışında yaşayan birçok Türk hekim ve bilim insanlarının Acıbadem bünyesinde çalışmak istediğini kaydeden Şahin, bu konuda da farklı çalışmalar planladıklarını dile getirdi. Geleceğin Tıbbı için Dijital Araştırmalar da Yapıyoruz Hastalıkların tedavisinde gelecekte “kişiye özgü” tedavilerin ön planda olacağını söyleyen Şahin “Bu konuda hem laboratuvar hem de klinik ortamda yoğun çalışıyoruz. Biyoenformatik üzerine araştırmalar yapan bilim insanlarını ekibimize ekleyerek, bu alandaki çalışmalarımız hız kazandı. Tıp fakültesindeki öğrencilerimizin de bu konuda farkındalığını artırıyoruz.” Hedefimiz Sağlığın En İyisi Olmak Üniversitenin tek hedefinin, güvenilirlik olduğunu söyleyen Şahin “Bu düşünce içinde çalışmalarımızda her şeyin en iyisini tercih ediyoruz. Hedefimiz öğrencilerimizin tam donanımlı olması ve alanlarında büyük başarılara imza atması” dedi. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 73 haber SİRKE SİNEKLERİNDEKİ KEŞİF NÖROLOJİK HASTALIKLARI AYDINLATABİLECEK Sirke sineklerinin sinir hücrelerindeki sentrozomin, mikrotübüllerin, dolayısıyla dendritlerin oluşumunu düzenlenmesi üzerine araştırma yapan Finlandiya Tampere Üniversitesi’nde sürdüren Dr. Çağrı Yalgın, başarılı keşfi ile Nature Neuroscience dergisinde yer aldı. Nörobilim alanında etik ve başarılı çalışmaları ile Japonya RIKEN Beyin Bilimleri Enstitüsü’ndeki araştırmalarını Finlandiya Tampere Üniversitesi’nde sürdüren Dr. Çağrı Yalgın, yeni bir yayına daha imza attı. Nature Neuroscience dergisinde yayınlanan araştırma ileri dönemde mikrosefali gibi bazı nörolojik hastaların aydınlatılmasında ışık olabilir. Sinir hücreleri, uyartıyı dendrit ve akson adlı uzantıları ile alır ve iletir. Dolayısıyla, hareket, bilişim gibi sinir- Şekil 1 74 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 sel işlevlerin doğru yerine getirilebilmesi için gelişim esnasında akson ve dendritlerin doğru oluşması ve doğru hedeflere varması şarttır. Bunun, çok değişik akson ve dendrit şekline sahip olabilen her bir nöron için geçerli olduğunu kaydeden Dr. Yalgın, “Özellikle, her hücrede bir tane bulunan aksonların şekline ve uzanmasına etki eden birçok etken, 20 yıldır süren araştırmalarla belirlenmişti. Bunların öncüsü, sirke sineği Drosophila melanogaster ile yapılan araştırmalar olmuştu. Ancak, bir hücrede birden çok sayıda bulunabilen dendritlerin oluşumu yeni yeni anlaşılıyor olduğundan, doktoramı yaptığım Japonya’daki RIKEN Beyin Bilimleri Enstitüsü’ndeki laboratuvarımızda sirke sinekleriyle bu alanda çalışmaya karar verdik.” Hücrenin Çekirdeğinden Dendrit Oluşumuna Nasıl Etki Ediyor? Nature Neuroscience dergisinde yayınlanan araştırmada Drosophila melanogaster larvasını çevreleyen nöronları model olarak kullandıklarını belirten Yalgın, “Bunlardan bazıları az sayıda ve basit şekilli dendritlere (Şekil 2’de yeşil renkte) sahipken bazıları yüzlerce sayıda ve çok karmaşık dendritlere (Şekil 2’de kırmızı renkte) sahiptir. Basit şekilli dendritlerin şeklinden “Abrupt” isimli bir proteinin sorumlu olduğunu önceden biliyorduk. Ancak bu protein dendritte değil, hücrenin çekirdeğinde bulunmaktaydı. Hücrenin çekirdeğinden dendrit oluşumuna nasıl etki ediyordu? Ortada bir aracı bulunmalıydı. Şekil 2 Kaynak: HHMI / Jan Lab. Biz bu aracının sentrozomin adlı bir protein olduğunu bulduk. Sentrozomin proteinini üretemeyen, genetiği değiştirilmiş sinek larvalarını inceledik. Normalde basit dendritlere sahip olması gereken hücrelerin daha karmaşık, ve yaklaşık yüzde 50 daha çok dendrite sahip olduğunu gördük” dedi. (Şekil 3) Dendritlerde Sentrozomin Neleri Düzenliyor? İşin ilginç yanının, sentrozominin daha önce sentrozom denen merkezi yapılarda bulunan bir protein olduğunu dile getiren Yalgın, şu bilgileri verdi: “Sentrozom, ismini de buradan alıyordu. Oradaki görevi, hücre iskeletinin mikrotübül denen yapılarına zemin oluşturmaktı. Dendritler de mikrotübül açısından zengin olduğuna göre, sentrozomin orada da aynı işi yapıyor olabilir diye düşündük. Nitekim böyle çıktı: Dendritlerde bulunduğu birkaç yıl önce keşfedilmiş olan Golgi aygıtı parçalarına yerleşen sentrozomin, mikrotübüllerin, dolayısıyla dendritlerin oluşumunu düzenliyordu. Bu Keşif Nelerin Yolunu Açabilir? Şekil 3 Kaynak: C. Yalgin, A. W. Moore Biz araştırmamızda sirke sineği kullandık. Ancak bu tür düzenekler evrim sürecinde korunmuş olduğundan insanda bile böyle işliyor olabilir. Bunun böyle olup olmadığını fareler- Dr. Çağrı Yalgın deki in vivo ve insan hücrelerindeki in vitro deneylerle sınayabileceğiz. Nitekim, sinekteki sentrozomin geninin insandaki homologu olan CDK5RAP2 geninin mutasyonunun mikrosefaliye sebep olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bu keşfin bazı insan hastalıklarının aydınlatılmasına da yardımcı olacağını umuyoruz.” http://www.nature.com/neuro/journal/vaop/ncurrent/full/nn.4099.html SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 75 haber MS, PARKİNSON VE ALS HASTALARINA ROBOTİK REHABİLİTASYON İstanbul’da Haziran Ayında Düzenlenen ‘Uluslararası Nörorehabilitasyon Kongresi’nde, Denge ve Yürüme Bozukluklarının Tanısı İle Rehabilitasyonu Ele Alındı. Haziran ayında İstanbul’da gerçekleştirilen ve çeşitli ülkelerden nöroloji uzmanları ile rehabilitasyon hekimlerini bir araya getiren International Neurology and Rehabilitation Meeting - INEREM, Uluslararası Nörorehabilitasyon Kongresi, “denge ve yürüme bozukluklarını tanısı ve rehabilitasyonu” konusunda bugüne kadar yapılmış en geniş kapsamlı kongre olarak nitelendiriliyor. Yürüme fonksiyonu ile ilgili denge, hareket ve koordinasyon bozukluklarını incelemek, insanın en temel fonksiyonlarından biri olan yürüme becerisini engelleyen nörolojik sorunları irdelemek ve tedavileriyle ilgili en yeni bilgileri paylaşmak üzere düzenlenen kongreye, çeşitli ülkelerden çok sayıda hekim katıldı. Kongrenin bilimsel programı çerçevesinde Etiler’de bulunan ROMATEM 76 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Fizik tedavi ve Rehabilitasyon Merkezinde dört ayrı workshop (çalıştay) gerçekleştirildi. Romatem Hastaneleri Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Tunç Alp Kalyon, workshoplardan birinin de ‘yürüme bozukluklarında robotik yardım’ olduğunu belirtti. ‘’Bilindiği gibi son yıllarda tıbbın çeşitli alanlarında robot teknolojisinden yararlanılmaktadır. Robotlar yardımıyla çeşitli girişimler veya ameliyatlar yapılmakta, bu sayede iyileşme süresi kısalmaktadır. Robot teknolojisinin kullanıldığı alanlardan biri de rehabilitasyondur. Kollarını veya bacaklarını yeterince kullanamayan hastalar için çeşitli robotik sistemler geliştirilmiştir. Kollarını kullanamayan hastalar için kol robotları, sanal gerçeklik teknolojisi ile birleştirilerek hastaların el ve kol be- cerilerini artırmayı amaçlamaktadır. Yürüyemeyen hastalar için kullanılan robotik sistemlerde ise bir yürüme bandının üzerinde askılar vasıtasıyla yukarı alınan hastaya, bacakların iki yanına yerleştirilen robotik kısımlar yardımıyla normal yürüyüş şeklinde Prof. Dr. Tunç Alp Kalyon yürüme hareketleri yaptırılmaktadır. Vücut ağırlığı, yürümenin temposu ve şekli bilgisayar programıyla kontrol edilebilmekte, hasta karşısındaki aynadan veya sanal gerçeklik ekranından durumunu izleyebilmektedir. Sistemin en önemli avantajı, normal yürüme kalıbına çok benzeyen şekilde hareketler yaptırması ve beyindeki ilgili merkezlerin sürekli uyarılmasıdır. Sanal gerçeklik ekranında hasta farklı ortamlarda yürüme hissi algıladığından , tedavi boyunca hiç sıkılmadan yürüyüş egzersizlerini yapma olanağına kavuşmaktadır. Bu yöntemle hastaların iyileşme süreci hızlandığı gibi yürüme şekilleri de normale yakın biçimlerde gelişmektedir.’’ “Robotik Rehabilitasyon, Mutlaka Uzman Hekim ve Terapistler Tarafından Diğer Bilimsel Rehabilitasyon Yöntemleriyle Birlikte Uygulanmalıdır” Prof. Dr. Tunç Alp Kalyon, inme, omurilik yaralanması, MS, Parkinson, ALS gibi beyin ve omuriliğin ciddi hasara uğradığı durumlarda yeni tedavi yöntemi arayışlarının devam ettiğini vurguluyor. Kalyon, şunları söyledi: “Bu konudaki çabaları iki ana gruba ayırmak mümkündür: Bunlardan birincisi, beyin veya omurilikteki hasarı engelleyecek veya tümüyle onaracak tedavi yöntemleriyle ilgilidir. Yoğun araştırmalar sonucunda bazı ilerlemeler sağlanmış olmakla birlikte beyin ve omurilik hasarlarını tamamen onaracak kesin bir tedavi yöntemi henüz belirlenmemiş olup araştırmalar devam etmektedir. Diğeri ise hastaların fonksiyonel kayıplarını giderecek yeni rehabilitasyon yöntemleriyle ilgilidir. Robotik rehabilitasyon bu alandaki en önemli gelişmelerden biri olmakla beraber, kapsamlı bir rehabilitasyon programının parçası olarak kabul edilmeli ve mutlaka uzman hekim ve terapistler tarafından diğer bilimsel rehabilitasyon yöntemleriyle bir arada uygulanmalıdır.” Yürüyemeyen Hastalara Müzik ve Dans Tedavisi Kalyon, kongrede yürüme ve denge bozukluklarının değerlendirilmesiyle ilgili yeni tekniklerin uygulamalı olarak anlatıldığını belirtiyor. Kalyon, “Bu kongrede, felçli hastalardaki aşırı kasılmalar sonucu hareket yeteneği bozulmuş kaslara, ultrason kılavuzluğunda botulinum toksini enjeksiyon uygulama teknikleri sunulmuştur. Ayrıca yeni teknolojik gelişmeler ışığında yapılan yürüme analiz yöntemleri ve dinamik Elektromiyografi uygulamaları da gösterilmiştir. Kongredeki ilginç sunumlardan bir diğeri ise yürüme bozukluklarının tedavisinde kullanılan müzik ve dans tedavileriyle ilgilidir” diye konuştu. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 77 gezelimgörelim Trakya’nın “Yayla”sında Tarihi Simgeler: Doç. Dr. Elgiz Yılmaz Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Kişilerarası İletişim Anabilim Dalı Başkanı Trakya’nın kendi halinde ama gastronomisi, verimli toprakları ile göze çarpan ili Kırklareli’nin tarihi dokusu içerisinde masalsı bir mekan Gusto Celepoğlu Konağı. Bir dönem Dr. Celepoğlu ailesine ev sahipliği yapması sebebiyle aynı isimle anılan 1908 tarihli konak restore edilir. Bu sayede yapı Kırklareli’nin tarihi Yayla Mahallesi dokusuna kazandırılan asırlık konaklar ve eski Rum evleri arasındaki yerini alır. Konağın balkon kapısının üzerindeki silmede 1908 yılında inşa edildiği yazmaktadır. Yunanistan Kralı 78 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 Aleksandros’un da 1920 yılında bu konakta konakladığı bilinmekte. Şehir merkezinden yukarıya doğru ilerlerken Yayla yokuşunun meydanla buluştuğu noktada bulunan 1908 yılına tarihli bu eski konak, Rum doktor S.K. Celepoğlu’na ait idi. Eski Kırklareli’nin dokusunu çok iyi yansıtan Yayla Mahallesi’ni Kırklareli’nin ve bölgeye gelen ziyaretçilerin manevi hafızasına kazınması için çalışmalar yapan il yö- neticileri ve destekçi aileler sayesinde Celepoğlu Konağı Kasım 2014’ten beri konsept restoran olarak hizmet veriyor. Konakta Boşnak Mantısı, tavuk ve/veya kuzu eti ile Suvlaki, Lokma, Ciğer Sarma gibi birçok Balkan mutfağı ve Kırklareli yöre mutfağı lezzetlerini tatmak mümkün. Gusto Celepoğlu Konağı, mahalledeki diğer benzer Rum yapılarında olduğu gibi zemin üzerine iki kat, toplamda üç kat olarak planlanmış. Arka tarafta bahar aylarıyla birlikte değerlendirilebilecek bir bahçeye sahip. Zemin kat, tarihi ve geleneksel objeler, soft bir aydınlatmayla “Dionysos Mahzen” adıyla; hem alakart restoran hem de Trakya bağlarının eşsiz üzümlerini deneyimleyebileceğiniz tadım günlerinin düzenlediği mekan olarak kullanılmakta. Herkesin bildiği coğrafyalarda saklı mabetler keşfetmekten haz duyanların çok hoşuna gidecek, yakında Trakya turizminin parlayan yıldızı olacak ve belki de kendini dönem filmlerinden birinin setinde hissettirecek bir mekan Gusto Celepoğlu Konağı… SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 79 kitap EVREN Bir Biyografi Editör: Kerem Cankoçak Çevirmen: Kerem Kaynar Yayın Yönetmeni : Mustafa Küpüşoğlu Kapak Tasarımı : Füsun Turcan Elmasoğlu Yayınevi: Alfa Yayınları Sayfa sayısı: 264 Kerem KAYNAR Çevirmen ”Polonyalı ünlü fizikçi Friedrich Houtermans kız arkadaşı ile beraber parkta yıldızların ışığı altında romantik bir yürüyüşe çıkmıştı. Friedrich biraz yorgun, dalgın ve kesinlikle çok gururluydu zira aylardır üzerinde çalıştığı yıldızların nasıl parladığı sorusunu çözmüştü. Kafasından hesaplamalarının tekrar üzerinden geçip çözümünün sağlamasını yaparken kız arkadaşının sözlerini duyup irkildi: – Friedrich, sevgilim bak yıldızlar ne kadar güzel parlıyor değil mi? Houtermans, kafasındaki hesaba ara vermeden, cevap verdi: – Evet ve onların nasıl öyle parladığını dünya üzerinde şu an bir tek ben biliyorum.” Yıldızların neden parladığını o gün için sadece Friedrich Houtermans biliyor olabilir, ancak artık tüm dünyada fizikçiler yıldızların nasıl parladıklarını ve enerjilerini nasıl ürettiklerini gayet ayrıntılı biliyorlar. Yıldızlar hakkında sadece onların nasıl parladığını değil; onların çekirdeklerinde hangi tepkimelerin olduğunu, yaşam döngülerinin nasıl ilerlediğini, vücudumuzdaki elementleri nasıl oluşturduklarını vs birçok şeyi biliyoruz artık. Evet, yanlış okumadınız. Vücudumuzu oluşturan bütün temel yapıtaşları yıldızların merkezinde oluştu ve Evren’e salındı. Zihin açıcı, değil mi? Peki o yıldızlar nasıl oluştu en başta? Daha da önemlisi, bütün bunları nasıl bilebiliyoruz? 80 80 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2015 EVREN’İN BİYOGRAFİSİ Ünlü astrofizikçi ve popüler bilim yazarı John Gribbin, Alfa Bilim serisinin 98. kitabı “Evren: Bir Biyografi”’de önce bu soruyu cevaplıyor: “Bildiğimizi düşündüğümüz şeyleri nasıl biliyoruz?” . Bilimsel modellerin nasıl oluşturulduğunu, sınandığını ve gerektiğinde nasıl terkedildiğini bilmek bilim okuryazarı olmanın en önemli şartlarından biri. Yazar kitabında önce bilim insanlarının kuramlarını nasıl oluşturduklarını, bu kuramları nasıl test ettiklerini ve bilimin nasıl ilerlediğini okuyucuya çeşitli örneklerle aktararak kitabın geri kalanında anlatacakları için bir temel oluşturuyor. Evren’le ilgili hemen herkesin bildiği şey, Evren’in Büyük Patlama sonucu meydana gelmiş olması. Evren’imizin küçük bir ateş topundan başlayarak genişlemesi gibi, kitap da Evren’in biyografisine Büyük Patlama ile başlıyor. Daha sonra, Evren’in ilk dönem nasıl geliştiği, ilk yapıların nasıl meydana geldiği, yıldızların nasıl oluştuğu, elementlerin nasıl meydana getirildiği, Güneş sistemimizin nasıl meydana geldiği gibi konuları okuyucuya sade ve anlaşılır bir dille aktaran yazar daha sonra en merak edilen konulardan birini açıklıyor: Hayat nasıl başladı? Bu bölümü okurken sık sık gökyüzüne bakacağınızdan eminim. Son olarak, biraz iç karartıcı bir şekilde, sonumuzun nasıl geleceğine dair bilimsel teorileri masaya yatırıyor yazar. Enseyi hemen karartmayın, Dünyamızın ve Evren’in sonunun gelmesine daha çok uzun yıllar var. Ancak bu açgözlülük, tüketim hırsı ve doğal kaynakları çarçur etmemiz bu hızla devam ederse insanoğlunun sonu düşünülenden yakın olabilir. Bilim, etrafımızda gördüklerimizi açıklamak için elimizdeki en iyi araç. Gökyüzündeki yıldızları, güneşin doğuşunu, çiçeklerin açmasını, nasıl aşık olduğumuzu ve daha bir çok şeyi bilim sayesinde anlayabiliyoruz. Doğanın işleyişini kavramak, onun güzelliğini de arttırır. John Gribbin bu kitapla etrafınızdaki birçok şeyden daha çok zevk almanızı sağlayacak.