obama dönemi amerikan dış politikasında bölgesel yaklaşımlar analiz

Transkript

obama dönemi amerikan dış politikasında bölgesel yaklaşımlar analiz
T.C.
BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ
ULUSLARARASI GÜVENLİK VE STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ
OBAMA DÖNEMİ AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA
BÖLGESEL YAKLAŞIMLAR
ANALİZ
İSTANBUL
Şubat-2009
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ: AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA SÜREKLİLİK VE DEĞİŞİM .......... 1
1 . ORTADOĞU .......................................................................................... 12
• Sonuç ve Değerlendirme ............................................................... 23
• Türkiye-İran İlişkileri ....................................................................... 26
2. KARADENİZ-KAFKASYA ...................................................................... 31
• Türkiye-Ermenistan İlişkileri ........................................................... 42
• Sonuç ve Değerlendirme ............................................................... 45
3. BALKANLAR ........................................................................................... 50
• Günümüz Balkan Statükosu ve Bölgesel Dinamikler..................... 50
• ABD’nin Bölgeye Yönelik Politikalarının Değerlendirilmesi............ 52
• Balkanlara Yönelik Olası Obama Yönetimi Perspektifi .................. 54
• Sonuç ve Değerlendirme .............................................................. 58
3. KIBRIS VE AVRUPA BİRLİĞİ ................................................................ 60
• ABD’nin Varolan Politikaları ve
Olası Obama Yönetimi Perspektifi ................................................ 60
• Sonuç ve Değerlendirme ............................................................... 62
4. ASYA (ORTA, GÜNEY VE DOĞU ASYA) .............................................. 64
• Tarihsel Arka Plan.......................................................................... 64
• Mevcut Durum............................................................................... 67
• Obama ve Asya Yaklaşımını Belirleyecek Dinamikler .................. 69
• Orta Asya ...................................................................................... 72
• Doğu ve Güneydoğu Asya ............................................................. 77
• Güney Asya ................................................................................... 80
• Sonuç ve Değerlendirme ............................................................... 85
• Türkiye-Asya Açılımı ...................................................................... 87
GENEL DEĞERLENDİRME ......................................................................... 96
KAYNAKÇA ..................................................................................................98
OBAMA DÖNEMİ AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA BÖLGESEL
YAKLAŞIMLAR
GİRİŞ
Amerikan Dış Politikasında Süreklilik ve Değişim: 2008 Seçimlerinin
Kısa Bir Değerlendirmesi
Amerikan dış politikasının temel ekseni olan “sarkaç” hareketinin
tanımlanmasında süreklilik ve değişim ana unsurlar olarak ele alınabilir.
“Sarkaç” hareketi, Amerikan dış politikasında her dönem izlenen
politikaların kendi tepkilerini doğurması olarak açıklanabilir. Etki-tepki
bileşenine dayalı politikaların temelindeki yapı taşları olarak tanımlanabilecek
Amerikan siyasi kültürünü oluşturan
‘‘inanç, ideoloji ve değerler’’ bütünü,
Amerika’nın bağımsızlığını kazanma sürecinde oluşmuştur.
Siyasal kültürü oluşturan anılan yapı taşlarının dış politikada gelişen
süreklilik ve değişim sürecinde birtakım ikilikleri de beraberinde getirdiği
değerlendirilebilir. Amerika’nın; İngiliz Protestan kilisesinin baskılarına karşı
çıkan muhafazakar Puriten ve Protestan bir grup tarafından kurulması,
Amerikan iç ve dış politikasında etik değerlerin belirleyici olmasına eşlik
etmiştir. Bu durum moral politik unsurların yanı sıra dönemsel olarak aşırı
muhafazakar eğilimlerin de ağırlık kazanmasına neden olmuştur.
Bu değerler bütününün temelinde coğrafi konum da bir diğer önemli
etmen olarak ele alınabilir. Amerika’nın coğrafi olarak Hint, Atlas, ve Büyük
Okyanus ile çevrili ‘‘eski dünya adası’’ndan uzak konumu, tarihte kendisine
dünya sorunlarına “müdahil olup/olmama” konusunda seçim şansı tanımıştır.
Ayrıca zengin doğal kaynakların verdiği kendine yetebilme kapasitesi ile
güçlenen özgürlük ve bağımsızlık duygularının yanı sıra bu kaynakların
sürdürülebilirliğini
sağlama
isteği
de
Amerikan
dış
politikasını
şekillendirmiştir.
Öte yandan, liberal ekonomi felsefesinin getirdiği fırsat eşitliğine
dayanan bireyci ve özgürlükçü anlayış, devletçilik geleneğinin zayıf olduğu
yapının temelini oluşturmuştur. Bu yapı, çoğulculuk ve katılımcılık kültürü ile
1
farklı bakış açılarının siyasi anlamda etkili olabilmesine olanak sağlamıştır.
Sözü edilen anlayış dış politikada da etkinleşmiş, ABD kamuoyu ve karar
alıcılar dış politika konularında “özeleştirel” olabilmiştir. Bu yaklaşım,
Amerikan dış politikasına kendini yenileyebilme, bir bakıma “küllerinden
yeniden doğabilme” becerisi kazandırmıştır.
Dolayısıyla Amerikan dış politikası yukarıda tanımlanan yapı taşları
bağlamında iki farklı temel ikilikle açıklanabilir; (1) Müdahalecilik-İnzivacılık
(içe kapanma) (2) Moral Politik-Real Politik.
Özellikle ilk döneminde müdahaleci, tek taraflı dış politika izlediği
görülen George W. Bush’un yaklaşımı ile “değişim” söylemiyle çok taraflı
politika ve geleneksel değerlere önem vereceğinin vurgusunu yapan1 Barack
Obama’nın izleyeceği politikalar arasındaki
olası farklılıklar da bu ikilikler
bağlamında değerlendirilebilir.
George W. Bush ve ekibinin müdahaleci dış politika eğilimlerinin 11
Eylül
saldırılarının
ardından
realpolitik
bir
yaklaşım
ile
şekillendiği
görülmüştür. 11 Eylül ile birlikte “Amerikan değerlerine düşman bir dünyada,
Amerikan demokrasisinin barınamayacağı” ve diğer toplumlara “örnek olma”
söylemi ile ABD dış politikası müdahalecilik eksenine kaymıştır. Müdahaleci
yaklaşımın temellerini Thomas Paine’in 1776’da “Dünya’yı yeni baştan
yaratma gücünün Amerikalılara verildiği” söyleminde aramak mümkündür.2
Anılan
yaklaşım,
demokrasi
ve
insan
haklarının
savunulması
ve
yaygınlaşması adı altında 2001 sonrası dönemde Afganistan ve Irak
müdahaleleri ile somutlaşmıştır. Ancak, Bush yönetiminin terörle mücadele
kapsamında “önalıcı vuruş” (preemptive strike) doktrini çerçevesinde Irak ve
Afganistan’a yapılan askeri operasyonlar “tek taraflı” olarak nitelendirilmiş,
ABD’nin uluslararası kamuoyunda itibarı zedelenmiştir. Özellikle önalıcı
vuruş konsepti dahilinde gerçekleşebilecek müdahalelerin uluslararası
hukuk açısından tehlikeli olduğu daha sıklıkla vurgulanmıştır. Aynı
dönemde terörle mücadele önlemlerini içeren yeni düzenlemeler kapsamında
1
“Strenghtening Homeland Security”, (çevrimiçi) <<http//www.barackobama.com>>
2
Thomas Paine; ABD’nin 1776’da bağımsızlığını kazanma sürecindeki 13 kurucu atadan “founding
father” biridir.
2
özellikle “Patriot” yasası3 uluslararası alanda ciddi tepkilere neden olmuştur.
Temel hak ve özgürlüklerin korunması ve demokrasi gerekçesiyle diğer
ülkelerin terörle mücadele girişimlerine müdahalelerde bulunan ABD’nin,
Patriot yasası ile benzer hak ihlallerini bu defa kendisinin yaptığı kanısı
yaygınlaşmıştır.4
Müdahaleler sonrasında ise gerek Irak gerekse Afganistan’da ABD’nin
temel hedefi olarak açıklanan siyasi istikrar ve demokratik gelişmelerin
sağlandığını söylemek mümkün olmadığı gibi bu bölgeler siyasi istikrarsızlık
ve şiddetin kaynağına dönüşmüştür. Öte yandan Irak ve Afganistan
savaşlarının, dolayısıyla müdahalecilik politikasının ABD’ye maliyetinin
tahmin edilenden çok daha yüksek olması ve Amerikan ekonomisine büyük
bir yük getirmesi de ortaya çıkan küresel finansal krizle birlikte Amerikan iç
kamuoyunda ciddi rahatsızlığa neden olmuştur.
Dolayısıyla uluslararası alanda prestij kaybı ve iç kamuoyundaki
rahatsızlıklarla birlikte Bush’un müdahaleci, tek taraflı politikalarının kendi
tepkisini yarattığı ve dış politikanın sarkaç hareketi ile ilintili olarak değişime
doğru ivme kazandığı değerlendirilebilir. Demokratların değişik yaş, etnik, dini
ve ekonomik grupları bir araya getirerek oluşturdukları seçim vizyonu ve dış
politikada Bush döneminin aşırılıklarına duyulan tepkiler, yerel ve küresel
“değişim” ihtiyacı vurgusu ile birlikte seçim kampanyalarının temel odak
noktası olmuştur. Bu bağlamda Obama’nın temsil ettiği Demokratların daha
uzlaşmacı, sorunların çözümünde diplomatik yöntem odaklı yaklaşımı ve
azınlık sorunlarına karşı hassasiyetinin önümüzdeki dönem ABD dış
politikasında belirleyiciliğinin artacağı varsayımı seçim sürecinde ağırlık
kazanmıştır. Ancak yakın geçmişte başkan adaylarının seçim döneminde
vaat ettiklerinden farklı dış politika tercihleri yapmak durumunda kalabildikleri
dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. Danışman kadroları, dünyada gelişebilecek
olası krizler, ülkenin içinde bulunduğu psikolojik ve entelektüel ortam,
3
Patriot yasası; Patriot Law signed into law on 26 October 2001. Dan Plesch, “The Neo-Cons: NeoConservative Thinking since the on set of the Iraq War”, Alex Danchev and John MacMillan (edit), The
Iraq War and Democratic Politics, London and Newyork, Routledge, 2005, s.49.
4
Ruhsar Müderrisoğlu, “11 Eylül İle Birlikte Yeni Dünya Düzenine (!) Doğru”, içinde Osman Metin
Öztürk (Der), Uluslararası Terörizm ve Dış Politika, (Ankara: Biltek Yay., 2002), ss. 17-20; “The
Uniting and Strengthening America by Providing Appropriate Tools to Intercept and Obstruct Terrorism
Act of 2001 (USA Patriot Act)”, H. R. 2975, September 2, 2001.
3
uluslararası güç dengelerindeki değişimler, liderlerin seçim sonrasında farklı
yaklaşımlar benimseyebilmelerine yol açabilecek öğeler olarak görülebilir.
Dolayısıyla Obama’nın seçim öncesi uygulayacağını belirttiği politikalar
değerlendirilirken bunların orta ve uzun vadede değişim ve dönüşüme açık
olabileceği göz ardı edilmemelidir.
Obamahükümeti yönetimi devralmadan önce dış politika üzerine seçim
vaatleri incelendiğinde dört önemli noktanın vurgulandığı görülmektedir5;
(1) Demokrasi ve İnsan Hakları’nın önceliği,
(2) Amerikan değerlerinin askeri yolla da savunulabileceği,
(3) Uluslararası örgütlerin uluslararası sorunların çözümlenmesinde
yetersiz kaldığı ve güçlendirilmesi gerekliliği,
(4) “Toplum Mühendisliği”6 yapılamayacağı.
Anılan noktalar önümüzdeki dönemde ABD’nin içe kapanmadan, çok
taraflı barışçıl müdahalelerle dünya sahnesinde etkinleşeceği, gerek
duyulduğu takdirde askeri müdahaleden çekinmeyebileceğini, realpolitik ve
moral politik anlayışlarını
harmanlayacağının göstergesi olarak kabul
edilebilir. Bu kurgu doğrultusunda, ABD’nin yeni başkanı olarak seçilen ve
dünya kamuoyuna "değişim" vaat eden Barack Obama’nın önceliklerine
ilişkin değerlendirmeler aşağıda verilmektedir.
(1) Hükümetler arası işbirliğinden yararlanmanın maksimize
edileceğinin vurgulanması:
Bu kapsamda, küresel sorunların çözümünde diplomasiye dayalı
hükümetler arası işbirliğinin arttırılmasının önemi belirtilmektedir. Sözü edilen
işbirliği küresel krizlerin çözümünde, istihbarat paylaşımı, ortak yardım
paketlerinin oluşturulması gibi yöntemlerle sağlanabilecektir. Afganistan’ın
siyasi istikrarsızlığının ve güvenlik sorunlarının terörizme kaynak sağladığı,
bölgede güçlenen Taliban’ın Pakistan’ı da istikrarsızlaştırdığı, El-Kaide’nin de
5
Barack Obama, “Renewing American Leadership”, Foreign Affairs, Temmuz/Ağustos 2007.
6
“Ortak değerlere, geleneklere, ve tarihsel belleğe sahip olan toplumlar özellikle de yabancılar
tarafından asla inşa edilemez. Amerikalıların ulus inşası olarak ifade ettikleri şey aslında daha çok
devlet inşasıdır-yani siyasi kurumlar oluşturma ve ekonomik kalkınmayı destekleme.” Francis
Fukuyama, Ulus İnşası, Hasan Kaya (çev.), Ağustos, 2008, s. 14.
4
bölgede güç kazandığı vurgulanmıştır. Bu bağlamda terör kaynakları ile
mücadelede sıcak çatışmalı bölgede şu anda yalnızca ABD, İngiltere, ve
Hollanda kuvvetlerinin bulunduğu7, NATO ve AB üyesi diğer ülkelerin de
asker göndermelerinin gerekliliğinin altı çizilmiştir. Başka bir örnek ise;
doğrudan diplomasi yolu ile İran ve Kuzey Kore’ye nükleer silahlanmanın
engellenmesinin tüm taraflar için kazançlı olacağının anlatılmasının etkili bir
politika seçeneği olarak öne çıkarılmasıdır.
(2)Terörizmle mücadele konusunda Obama idaresinin sertlik ve
diplomasi arasında bir denge sağlama çabası:
Terörizmle mücadelede askeri ve diplomatik yöntemlerin bir arada
kullanılması ile uluslararası alanda terörist hareketlerin engellenmesine
yönelik programlar ve operasyonların bir arada yönetilmesi ön plana
çıkarılarak terörle mücadeleye ilişkin yasaların ve istihbarat operasyonlarının
güçlendirileceği dile getirilmiştir. Ancak ABD’ye yönelik olası bir terör saldırısı
durumunda, diplomatik yaklaşımların ötesinde askeri seçeneğin de her
zaman kullanılabileceği vurgusu yapılmıştır. Obama askeri önlemlerin göz
ardı edilemeyeceğini belirterek8, kara kuvvetlerinden 65.000 asker ve 27.000
deniz piyadesi ile ordunun nitel anlamda genişletileceğini vurgulamıştır. Aynı
zamanda, Obama’nın uluslararası ilişkiler konusunda öne çıkacak kadrosu
(Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton, Cumhuriyetçi Savunma Bakanı Robert
Gates, ve Milli Güvenlik Kurulu Danışmanı Emekli Orgeneral James
Jones’dan oluşan ekip), “Çok taraflı diplomasi, müttefikler, uluslararası
kurumlar ve hukuku öncelerken gerektiğinde güç kullanmaktan kaçınmamak”
vurgusunu da desteklemektedirler.
(3) Küresel terörizm tehdidine karşı mücadelenin küresel olması9:
Terörle mücadelede ABD`nin uluslararası ittifaklarının arttırılması
gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda iç ve dış güvenlik
kadrolarına BM Temsilcisi’nin dahil edilerek “tek yanlı” karar mekanizması
7
Afganistan’da Kabil ve çevresinde yürütülen NATO harekatı, ISAF’a asker veren NATO ülkeleri,
ülkenin doğu ve güneyindeki çatışmalı bölgelerden (Celalabad, Kandahar) uzak durmakta ve ABD’nin
muharip birlik göndermeleri talebine çekince ile yaklaşmaktadırlar.
8
“Obama’nın dış politika-güvenlik ekibi ve Türkiye”, Radikal, 2 Aralık 2008.
9
“Obama ne yaptığını gayet iyi biliyor.”, Radikal, 28 Kasım 2008.
5
yerine diyaloga daha açık “çok-taraflı” bir siyaset izlenmesi yaklaşımı
benimsenmiştir.
Uluslararası
işbirliği
mekanizmalarına,
son
yıllarda
olduğundan daha fazla önem verileceği; ABD karşıtlığı ile tanınan devletlerin
liderleriyle önkoşulsuz olarak görüşülebileceği; Bush yönetimi döneminde
bozulan transatlantik ilişkilerin yeniden onarılabileceği; ABD’nin Avrupa ile
daha uyumlu şekilde ve birlikte hareket edeceği de belirtilmiştir. Yeni
dönemde Rusya, Hindistan ve Çin gibi eski ve yeni küresel aktörlerle daha
fazla işbirliğinin zorunluluğu da bu bağlamda üzerinde durulan önemli bir
etmen olmuştur.
(4) Nükleer silahların yaygınlaşmasını önlemeye yönelik geniş bir
ittifak ve güvenlik alanı yaratılması:
Nükleer silahlanmanın küresel bir tehdit olarak algılandığı günümüzde
uzmanlığına daha fazla ihtiyaç duyulan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın
kaynaklarının
arttırılması
yoluyla
etkinliğinin
güçlendirilmesi
ve
ek
protokollerle üye ülkelerin yükümlülüklerine bağlı kalmalarının sağlanması
öngörülmüştür.10
(5) Bush döneminin jeopolitik vizyonu yerine jeoekonomik bir
yaklaşıma kayılması11:
2008 yılında yaşanan küresel finansal kriz Obama’nın politikalarında
ekonominin ağırlığının artmasına neden olmuştur. Nitekim Obama’nın
Başkanlık devir teslim töreninde yaptığı konuşmanın başlangıç ve büyük bir
bölümünü Amerikan ekonomisinin zorluklarına ayırmış olması bu ağırlığın
yansıması
olarak
değerlendirilmektedir.
Irak
ve
Afganistan’daki
müdahalelerin maliyetinin beklenenin üzerinde olması ve krizle birlikte
ekonomik sistemin askeri müdahale maliyetlerini karşılama yeterliliğinin
azalması nedeniyle Obama döneminde çok yönlü diplomatik baskı ve
ekonomik
yaptırım
politikalarının
ağırlık
kazanacağı
vaat
edilmiştir.
Dolayısıyla demokratikleştirme ve terörizmle mücadele kapsamında siyasi
kuruluşların ve sivil toplum örgütlerinin güçlendirilmesi hedeflenmektedir.
Diğer taraftan güvenlikte küresel sistemin daha iyi yönetilebilmesi adına
10
Obama kişisel web sitesi, (çevrimiçi) <<http://www.barackobama.com/issue/defense/>>
11
Obama kişisel web sitesi, (çevrimiçi) <<http://www.barackobama.com/issue/defense/>>
6
“Uluslararası Güvenlik Ortaklığı” oluşturulmasıyla bilgi paylaşımının yanı sıra
sınır güvenliğinin sağlanması, teröristlere kaynak aktarımının engellenmesi
gibi konularda eğitim ve operasyon maliyetini karşılamak üzere bütçeden 5
milyar dolarlık bir kaynak ayrılması da öngörülmüştür.
(6) Amerika'nın moral politik açıdan dünyadaki itibarını yeniden
kazanması;
Bush döneminde ulusal güvenlik konuları ile ilgili olarak moral politik
açıdan uluslararası alanda Amerika’nın itibarını zedeleyen konularda
uzlaşmaya yönelik bir tavrın benimseneceği belirtilmiştir.
Bu bağlamda,
Irak’tan “Güçler Statüsü Anlaşması” çerçevesinde Amerikan askerlerinin
çekilmesi,
“Guantanamo
Üssü'nün”12
kapatılması13
ve
“Nükleer
Silahsızlanma Anlaşması”nın revize edilmesi14 gibi girişimlerde bulunulacağı
açıklanmıştır.
Obama’nın diplomasiye ve çok taraflılığa öncelik veren politik
yaklaşımları Amerikan dış politikasında muhafazakar yaklaşımların dışlandığı
anlamına gelmemelidir. Obama’nın kabinesinde dış politika konusunda öne
çıkan kilit pozisyonlarda merkez sağa bağlı veya merkeze yakın isimler bu
değerlendirmeyi anlaşılır kılabilir. Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak tayin
edilen eski deniz piyadesi ve NATO Avrupa Kuvvetleri eski Başkomutanı
James Jones seçim kampanyası döneminde Cumhuriyetçi aday McCain’i
desteklemiştir. Öte yandan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın da Başkan Bush
döneminde Senato’da görev aldığı sürede “Neo-Con”lara15 yakın bir isim
12
Guantanamo üssü; Küba’da Guantanamo Körfezi’nde kurulmuş olan bir Amerikan gözaltı merkezidir.
2006 Ekim ayında Başkan Bush, Guantanamo’dakiler dahil “düşman savaşçıları” olarak gözaltında
tutulanların ABD mahkemelerinde habeas corpus temyizlerinin dinlenmesinin önüne geçen Askeri
Komisyonlar Yasası’nı imzalamıştır. Habeas corpus, keyfi gözaltı ve işkenceye karşı temel bir
korumadır. Uluslararası Af Örgütü, habeas corpus’un hayata geçirilmesi ve Askeri Komisyonlar
Yasası’nın yürürlükten kaldırılması veya tatmin edici şekilde değiştirilmesi için kampanya
yürütmektedir.(çevrimiçi)
<<http://www.amnesty.org.tr/yeni/index.php?view=article&catid=62%3Aguantanamo&id=572%3A5-ylndolduran-guantanamonun-kapatlmas-carsyla-duenya-capndaeylem&option=com_content&Itemid=81>>
13
Obama’nın göreve başlamasından sonra ilk kararı olarak Guantanamo’daki savaş suçları
mahkemesindeki askeri savcılardan beklemedeki bütün davaları 120 gün boyunca dondurmalarını
istemiştir. Guantanamo üssünün bir yıl içinde kapatılması ile ilgili karar onaylanmıştır.
14
Nükleer Silahsızlanma Anlaşması (NPT)’nin yeni hedefi, yalnız ABD tarafından tehdit olarak
algılanan ülkelerin değil, tüm dünya ülkelerinin nükleer silahlardan arındırılması olarak belirlenmiştir.
15
Yeni Muhafazakarlık (Neo-Conservatism) felsefesinin entelektüel lideri olarak görülen Irving Kristol,
Yeni Muhafazakarlık’ı tarihi görevi ve siyasi amacı Cumhuriyetçi Partiyi, Amerikan muhafazakarlığı
7
olduğu, Irak savaşını ve İsrail yanlısı politikaları desteklediği bilinmektedir.
Obama’nın Başkan Yardımcısı Joseph Biden ise daha önce Amerika
Senatosu’nun Dış İşleri Komitesi’nde görev almış, NATO genişlemesi, süper
güç mücadelesi, Amerika’nın üçüncü dünya ile ilişkileri konularında çalışmış,
Güney Afrika’da “apartheid”16 rejimine ilişkin eleştirileri ile öne çıkmıştır.
Ayrıca, Clinton döneminde Sırp lider Miloseviç’in askeri uygulamalarına karşı
NATO
bünyesinde
askeri
müdahalenin
gerekliliğini
savunmuştur.
Cumhuriyetçi Savunma Bakanı Robert Gates’in ise Obama’nın kadrosunda
George W. Bush döneminden kalan tek isim olarak öne çıktığı görülmektedir.
Bush döneminin başkan yardımcısı Dick Cheney’nin17 Irak’tan çekilme
konusuna olumsuz tavrına karşılık Robert Gates, Irak’tan çekilme planını
destekleyen, İran ile diplomatik temasa öncelik verilmesinin önemini
vurgulayan pragmatik bir cumhuriyetçi olarak değerlendirilebilir.
Bu doğrultuda, değişim söyleminin dış politikada transformasyon’dan
çok
restorasyon
düşünülmektedir.
olarak
algılanmasının
daha
gerçekçi
olduğu
Ancak, Bush döneminde askeri girişimlerin ağır bastığı
Amerikan dış politika tercihlerinin yerini Obama ile birlikte Amerika’nın dünya
kamuoyunda zedelenen prestijinin düzeltilmesi doğrultusunda çok taraflı,
diplomatik
yöntemlerin
alacağı,
gerekli
görüldüğü
takdirde
askeri
seçeneklerin de göz ardı edilmeyeceği değerlendirilmektedir. Obama 20
Ocak 2009’da başkanlığı devralırken yaptığı ilk konuşmasında “kurucu
atalara” (“our founding fathers”)18 gönderme yaparak hukukun üstünlüğünün
ve insan haklarının Amerika siyasi kültürünün yapı taşlarını oluşturduğunu
politikalarına
dönüştürmek olarak tanımlamıştır. Kristol ve yeni muhafazakarlar,
modern
demokrasilerin ancak bu şekilde yönetilebileceğine inanmaktadır. John Davis, “The ideology of War:
The neo-conservatives and the hijacking of US Policy in Iraq”, Presidential Policies and the Road to
Second Iraq War: From Fourty one to Fourty Three, USA, Ashgate, 2006.
16
Apartheid rejimi Güney Afrika’da yönetimdeki beyaz azınlığın, Afrikalı çoğunluğu sömürmesine izin
veren yasalar bütününden oluşur. Beyazlarca yönetilen Güney Afrika’da siyahlar temel hak ve
özgürlüklerden ve siyasi halardan mahrum bırakılmışlardır. (çevrimiçi)
<<http://www.un.org/av/photo/subjects/apartheid.htm>>
17
Amerikan Senatosu Demokrat Grup Başkanı Harry Reid’in Irak savaşının sona erdirilmemesi
durumunda savaş fonlarının kesileceği uyarısına karşılık dönemin Başkan Yardımcısı Dick Cheney
“Düşmana pes edeceğinizi söyleyerek savaşı kazanamazsınız” diyerek Irak’tan çekilme konusundaki
olumsuz tavrını ortaya koymuştur. http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/bultenler/disbasindairakyeni/arsiv/2007/db-irak-2007-89.htm
18
“Our founding fathers, faced with perils that we can scarcely imagine, drafted a charter to assure the
rule of law and the rights of man, a charter expanded by the blood of generations.” Obama’s
Inauguration Speech,(çevrimiçi), <<http://www.bbc.co.uk>>, 20 Ocak 2009
8
vurgulamış, önceki nesillerin karşılaştığı faşizm ve komünizm tehditlerinin
yalnız askeri yöntemlerle değil aynı zamanda ittifaklarla önlenmesinin
mümkün olduğunu söylemiştir. Ayrıca, “Amerika’nın düşüşünün”19 kaçınılmaz
olduğunu iddia eden görüşlerin arttığını ancak yeni dönemde Amerika’nın
büyüklüğünün dünya kamuoyuna yeniden kabul ettirileceğini belirtmiştir.
Obama’nın küresel konulardaki yaklaşımlarının hayata geçirilmesinin
finansal
krizin
çözümüyle
bağlantılı
olarak
gerçekleşebileceği
değerlendirilmektedir. Dolayısıyla Obama'nın başkanlık döneminin öncelikle;
finansal krizle mücadeleye, işsizliğin yaygınlaşmasına, büyük çaplı mali
açıklara
ve
ulusal
üretimin
düşmesi
sorunlarına
odaklanması
beklenmektedir.20 Uluslararası Terörle Mücadele’nin Bush yönetimindeki
öncelikli konumu değişmiş gibi görünse de, terörizme kaynaklık yapan
uluslararası sorunların önemini yine de kaybetmeyeceği öngörülebilir.
Ortadoğu,
Balkanlar,
Karadeniz-Kafkasya
önümüzdeki
dönemde
de
uluslararası alanda odak bölgeler olmaya devam edecek gözükmektedir.
Türkiye’de, önümüzdeki dönemde Amerika’nın değişmeyen çıkarlarını
gerçekleştirmek için uygulayacağı yeni çok taraflı, diplomasi ağırlıklı stratejiyi
doğru yorumlayarak kendine yeni açılımlar yaratabilmelidir. Bush’un ağır
ekonomik yükü olan savaş yanlısı politikalarından çok, Obama’nın çok taraflı,
sorumlulukları paylaştıran ve büyük ya da küçük tüm aktör devletler için
kazan-kazan oyunu öneren olası politikalarını avantaja dönüştürmenin
Türkiye için yeni fırsat pencereleri açabileceği değerlendirilmektedir.
Obama döneminde, Türk dış politikasının bölgesel açılımları ile ilgili
analiz ve projeksiyonlar üretebilmek için günümüze kadar olan dönemde
Türkiye-ABD
19
ikili
ilişkilerinde
varolan
süreklilik
faktörleri
ile
içinde
Obama’s Inauguration Speech,(çevrimiçi), <<http://www.bbc.co.uk>>, 20 Ocak 2009
20
Obama Başkanlık devir teslim töreninde Amerika’nın ekonomik olarak yeniden inşa edilerek yeni
yüzyıla hazırlanacağını vurgulamıştır. “Our economy is badly weakened, a consequence of greed and
irresponsibility on the part of some, but also our collective failure to make hard choices and prepare the
nation for a new age. homes have been lost; jobs shed; businesses shuttered. Our healthcare is too
costly; our schools fail too many; and each day brings further evidence that the ways we use energy
strengthen our adversaries and threaten our planet... For everywhere we look, there is work to be
done... The state of our economy calls for action, bold and swift, and we will act-not only to create new
jobs, but to lay a new foundation for growth. We will build the roads and bridges, the electric grids and
digital lines that feed our commerce and bind us together. We will restore science to its rightful place,
and wield technology's wonders to raise healthcare's quality and lower its cost. We will harness the sun
and the winds and the soil to fuel our cars and run our factories. And we will transform our schools and
colleges and universities to meet the demands of a new age. All this we can do. All this we will do.”
Obama’s Inauguration Speech,(çevrimiçi), <<http://www.bbc.co.uk>>, 20 Ocak 2009
9
bulunduğumuz
dönemde
yaşanan
gelişmeler
sonucu
gözlemlenen
değişimleri değerlendirmek önemlidir. Türkiye-Amerikan ilişkilerinde 1947
Truman Doktrini’nden beri varolan süreklilik faktörleri;
(1) ABD için Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik önemi21,
(2) ABD’de bulunan etnik lobilerin rolü;22
(3) Türkiye’nin iç politika dinamikleridir.
Özellikle
9/11’in
ardından
yaşanan
gelişmeler
neticesinde
belirginleşen değişim unsurları ise;
(1) Türkiye’nin yeni dış politika vizyonu23,
(2) ABD’nin 2003 Irak işgalinin bölge dinamiklerinde yarattığı değişimin
Türkiye-ABD ikili ilişkilerine yansıması
(3) Türkiye’de Amerikan karşıtlığının yükselişi24 olarak tanımlanabilir.
Ayrıca yeni dönemde Obama dış politika kadrosunun Türkiye ile olan
ilişkilere olası etkisi de göz ardı edilmemelidir. Kadrodaki isimlerin Türkiye’yi
iyi tanıyan kişiler25 olmasının ABD-Türkiye ilişkilerinin spekülasyondan uzak
21
“Türkiye, Amerika için Karadeniz bölgesini stabilize eden, Akdeniz-Karadeniz Havzasını kontrol
eden, Kafkaslar ile Rusya ilişkilerini dengeleyen, halen İslam köktenciliğine karşı panzehir olma
özelliğini koruyan ve NATO’nun güney kanadını oluşturan bir eksen ülke (“pivotal state”) dir.” Zbigniev
Brzezinski, The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geostartegic Imperatives, 1997
22
ABD’de Beyaz Saray’ın Türkiye’ye karşı jeostratejik öneminden dolayı duyduğu yakınlığa karşı,
Kongre her dönem frenleyici olmuş, bu bağlamda ilişkiler her dönem olumlu gelişmemiştir. Bunun
nedeni ABD kongresinde etkin olan iki büyük lobinin Ermeni ve Yunan lobilerinin varlığıdır. Özellikle
etkin olabilen Ermeni lobileri; ANCA (Armenian National Commitee of America) ve AAA (Armenian
Assembly of America), Yunan lobisi ise; AHIA( American Hellenistic Institute of America)’dır. Bu lobiler
sivil toplum kuruluşları ve düşünce kurumları ile de Amerikan Siyasal yaşamında etkinleşmektedirler.
23
Günümüze kadar gelen süreçte statükoculuk ve batı yanlılığı ile anlamlandırılan Türk Dış Politikası,
son dönemde Ahmet Davutoğlu’nun dış politika vizyonu ile farklılaşmıştır. Bu vizyonun beş temel
prensibi; sınırlarda sıfır sorun, özgürlükler ve güvenlik arasındaki bu anlamda realpolitik ile moral politik
arasındaki hassas dengenin sağlanması, çok boyutlu dış politika izlenmesi, esnek ve sağlam
diplomatik ilişkiler kurulması ve tüm dünya ülkeleri ile ziyaret trafiğinin önemini vurgulayan ritmik
diplomasi anlayışı ile şekillenmiştir. Statükoculuktan ve batı eksenli dış politika çizgisinden açılma
olarak değerlendirilebilen bu prensiplerin uygulanması Türk Amerikan ilişkilerinde “öngörülemez”
(unpredictable) bir durum yaratmıştır.
24
Phillip Robins, “The Opium Crisis and the Iraq War: Historical Parallels in Turkey-US Relations”,
Mediterrenean Politics, Sayı.12, No.1, 17-38, Mart 2007.
25
Savunma Bankı Robert Gates iki sene önce Donald Rumsfeld’den devraldığı görevi süresince Irak
konusunda Türk mevkidaşları ile birlikte çalışmıştır. Kasım 2007’de imzalanan karşılıklı istihbarat
paylaşımına dayanan anlaşmayı desteklediği bilinmektedir. Ulusal Güvenlik Danışmanı James Jones
Avrupa Müttefikler Yüksek Komutanlığı (SACEUR) ve ABD Avrupa Yüksek Komutanlığı (EUCOM)
yaptığı dönemlerde Türk askeri yetkililerle yakın ilişkiler geliştirmiştir. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton
ise Türkiye ve ABD arasında stratejik ortaklık söylemlerinin en yoğun olduğu dönem olarak
değerlendirilen Bill Clinton’ın başkanlığı döneminden Türkiye’ye yakın bir isim olarak bilinmektedir.
10
ve gerçekçi yaklaşımlarla şekillenmesi olasılığını arttırdığı söylenebilir.
Ancak, Obama’nın yeni kadrosu içinde Türkiye’ye en olumsuz bakan isim
olarak değerlendirilen Başkan yardımcısı Joseph Biden’ın Irak, Kıbrıs ve
Ermenistan
ile
ilgili
konularda
Türkiye
savunulucuğunu yaptığı bilinmektedir.
aleyhinde
bazı
politikaların
Joseph Biden, Temsilciler Meclisi
Başkanı Nancy Pelosi ile birlikte Ermeni Soykırımı
iddialarının gündeme
gelmesine yönelik girişimlerde bulunmuştur. Kıbrıs konusunda da Türkiye’ye
tepkili olan ve Rum-Yunan lobisi tarafından desteklenen Biden Türkiye’nin
adadan asker çekmesi gerektiği tezini savunmaktadır. Ayrıca Biden, Irak’ın
yeniden yapılandırılması ile ilgili olarak Şiiler, Kürtler, ve Sünniler arasında
bölünmüş bir yapıyı öneren planı hazırlamıştır. 26
Bu çalışmada, Türkiye-ABD ilişkilerinde varolan süreklilik ve değişim
unsurları bağlamında, önümüzdeki dönemde yaşanabilecek gelişmeler
değerlendirilecektir.
ABD’nin Ortadoğu, Karadeniz-Kafkasya, Balkanlar,
Kıbrıs-AB ve Asya’da izleyebileceği olası politikaların değerlendirilmesinin,
Türkiye’nin bölgesel açılımlarını doğru yönlendirebilmek için yararlı olduğu
düşünülmektedir.
26
“Obama, Türkiye karşıtı Biden’ı seçti”, Hürriyet Gazetesi, 23 Ağustos 2008.
11
ORTADOĞU
Avrasya ile Afrika’nın, Akdeniz ile Hint Okyanusu’nun kesiştiği noktada
yer alan, üç tek tanrılı dinin (Hristiyanlık, Musevilik, İslamiyet) doğum ve
kültür beşiği sayılan, dünyanın en zengin petrol ve doğal gaz rezervlerinin
bulunduğu coğrafyayı kapsayan Ortadoğu, sorunlar ve fırsatlar yumağı olarak
tanımlanabilecek jeostratejik bir bölgedir. Bu özellikleri ile Ortadoğu,
Brzezinski’nin tanımlaması ile “dünya adası”nın bir alt bölgesi olarak ABD dış
politikası için her dönem önemli bir bölge olarak görülebilir. Bu doğrultuda,
ABD dış politikasının önümüzdeki dönemde de
“Genişletilmiş Ortadoğu
Projesi”27 kapsamında bölgede dinamikleri etkilemeye devam edeceği
değerlendirilebilir.
Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP); görünürde demokratikleşmenin
ve sağlıklı yönetim anlayışının desteklenmesini, eğitimli ve bilgili bir toplumsal
yapı inşa edilmesini, ekonomik fırsatların genişletilmesini hedeflemiştir.28
ABD, GOP’un Araplar tarafından bir ‘sopa’ ya da hileli bir girişim olarak
algılanmamasını, G-8 ülkeleri ile bölge arasında kurulacak bir ortaklığın
temeli olarak görülmesini istemiştir. Proje sayesinde bölgede uzun vadeli
reform sürecinin başlatılması; bu sürecin dışlayıcı değil kapsayıcı olması, ve
bölgesel değil ülkesel yaklaşımların benimsenmesi hedeflenmiştir.29 Ancak
2004 sonrası dönemde GOP’un kendi içinde açmazları olduğu fark edilmiştir.
Proje
kapsamındaki
demokratikleştirme
girişimleri
ile
İslam’ın
radikalleşmesinin engellenmesi mümkün olamamış; uygulanan yöntemler
nedeniyle ABD ağır eleştirilere maruz kalmıştır. Irak’a müdahale gerekçesi
olarak kitle imha silahlarının varlığını öne süren ve 30 yılı geçkin bir süredir
Saddam
Hüseyin’in
baskıcı
yönetimi
altında
yaşayan
Irak
halkının
özgürleştirilmesi gerekliliğini öne süren ABD yönetimi, müdahale sonrasında
anılan
silahların
bulunamaması,
Irak’ın
istikrarsızlaşması
ve
kaosun
27
Siyasal İslam’ın ve terörün kaynağı olarak görülen Ortadoğu bölgesinde, bu sorunlarla mücadele
edebilmek için 2004 yılında “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” olarak bilinen değişiklikler paketi
oluşturulmuştur.
28
Ahmad Majed Al Aitan, “Washington’s Greater Middle East Initiative: Regional Perspective”,
(çevrimiçi) <<http://www.ndc.nato.int/download/publications/al_aitan.pdf>>
29
Tamara Coffman Wittes, “The New US Proposal for a Greater Middle East Initiative: An Evaluation”,
Saban Center for Middle East Policy at the Brookings Institution, Mayıs 2004.
12
önlenememesi nedeniyle oluşan durumdan sorumlu tutulmuştur.30
Bu
nedenle ABD’nin Irak müdahalesi uluslararası hukuka uygunluk yerine,
meşruiyet düşüncesinin ön plana çıktığı bir dış politika tercihi olarak
değerlendirilebilir.
Uluslararası kamuoyunda, ABD’nin demokratikleştirme söyleminin
pratikte daha çok soruna yol açması, ABD’nin öznel bölgesel politikalarını
güvence altına almak adına demokratikleştirmeyi öne sürmesi olarak
yorumlanmıştır. Bu noktada, ABD’nin bölgede varlığının bulunmasının ne gibi
çıkarlara hizmet ettiğinin anlaşılması gerekmektedir. Anılan çıkarlar:
(1) İdeolojik mücadele ve demokratikleştirme
(2) Terörle Mücadele ve nükleer silahsızlanma
(3) Enerji kaynakları ve boru hatları üzerinde etkinleşme mücadelesi
olarak adlandırılabilir.
Sözü edilen çıkarlar göz önüne alınarak Obama’nın GOP projesi
kapsamındaki hedeflerinin değişmeyeceği, ancak Bush yönetiminden farklı
olarak
çok taraflı ve
uzlaşmacı politikalar izlemeye öncelik vereceği
değerlendirilebilinir. ABD Başkanı Obama’nın dış politika vaatleri ve bölgesel
dinamikler göz önüne alınarak yapılan analizde aşağıdaki durumların ortaya
çıkması öngörülebilir:
•
Bush
yönetiminin
geçtiğimiz
dönemde
terörizmi
İslam
ile
ilişkilendirmesi, İslam dünyasında Amerika’ya karşı olan hoşnutsuzluk
ve karşıtlığın artmasına neden olmuştur. Bu durum, bölgede
demokratikleşme konusunda yapılabilecek herhangi bir uygulamanın
başarısının önünde engel teşkil etmiştir. Obama, bu anlayışın
değişimine vurgu yapmaktadır. Radikal bir İslam algısı ile ılımlı ve
uyumlu İslam arasında yaratılmış ayrışmadaki kesin çizgilerin
önümüzdeki dönemde bu bağlamda yumuşatılabileceği ve İslam’ın
30
Müdahale sonrasında Irak savaşı kararını veren en kritik isimlerden biri olan ABD Savunma Bakanı
Donald Rumsfeld, Irak’taki kaotik ortam hakkında fikri sorulduğunda, “Özgür insanlar, hata yapmakta
da, suç işlemekte de özgürdürler. Özgürlük düzensizdir.” Demiştir. Bu yorum, uluslararası kamuoyunda
sorumsuzca karşılandığı gibi, Amerikan’ın müdahale sonrasında Irak’ta kalma gerekçesi olarak
kullanılmıştır. Ivo H. Daalder and James M. Lindsay, America Unbound: The Bush Revolution in
Foreign Policy, Washington, Brookings, 2003.
13
terörizmin odağında gösterilmekten çıkarılmasına yönelik eğilimlerin
artacağı düşünülebilir.
•
ABD Genişletilmiş Ortadoğu Projesi kapsamında, güvenlik ve istikrarı
tehdit eden ve bölgede varolan radikal İslami eğilimli terörist örgütlerle
baş edebilmek için demokratikleştirme girişimi altında bu örgütleri
devletlerin siyasi yapılanmalarına eklemleme girişiminde bulunmuştur.
Bu bağlamda, ABD ve hatta İsrail’in desteğiyle Filistin’de demokratik
seçimler yapılmış,
Hamaslı parlamenterler demokratik seçimler
sonucu 2006’da Filistin parlamentosundaki 132 koltuğun 76’sını
kazanmışlar, aynı zamanda, Filistin Ulusal Yönetimi’nde yönetici
olarak
yer
alma
hakkını
elde
etmişlerdir.
Böylece
Filistin
kamuoyundaki bölünmüşlüğün idari düzeye de yansımasıyla, İsrail ve
Filistin Yönetimi arasında müzakerelerin gerçekleştirilmesi diplomatik
seçenekler
arasında
yer
almıştır.
Ancak,
ilerleyen
dönemde
kurumlaşma kültürü bulunmayan ve dış odakların etkileşimine açık
görünen Hamas’ın, Filistin halkının sorunlarını çözmek için diplomatik
müzakereler
görülmüştür.
yerine
Bu
güç
kullanımına
noktada,
Hamas'ın
dayalı
yöntemleri
kurumlaşma
seçtiği
kültürünü
benimsemesi problemin çözümü için kritik bir unsur olarak ele
alınabilir. Obama döneminde, ABD’nin taraflar arasında askeri güç
kullanımının engellenmesi için diplomatik girişimlerini güçlendirmesi
beklenebilir. Bu girişimler süresince ABD ile birlikte bölge ülkelerine
ve Filistin halkına da sorumluluklar düşeceği değerlendirilebilir. Bu
bağlamda, Filistin yönetimi içerisinde çağdaş idari yapılanmaların
kurulması, uluslararası diplomasi ile organik bağlar oluşturulması,
Hamas’ın ortadan kaldırılması yerine kadrosunun yenilenerek siyasi
yapılanmaya dahil edilmesi yönünde adımlar atılabilecektir. Nitekim
İsrail’in son operasyonunun bu açıdan değerlendirilmesinde yarar
görülmektedir.
•
Bu yönde bir diğer girişim Afganistan konusunda gerçekleşebilir.
Afganistan’ın çeşitli İslam ülkelerinden gelen gönüllülere bir eğitim ve
pratik
üssüne
dönüşmüş
olması,
ABD’nin
Ortadoğu’da
gerçekleştirmek istediği modeli tehdit etmekte, radikal dinciliğin
14
yükselmesi Peştun çoğunluklu Pakistan’ı, Afganistan odaklı ekstremist
hareketlerin etki alanına sürüklemektedir.
Oteli’nin
2008’in
Eylül
ayında
İslamabad’da Marriottt
saldırıya
uğraması,
Pakistan
Cumhurbaşkanı Zerdari’nin eşi Benazir Butto’ya düzenlenen saldırı, ve
Kasım 2008’deki Mumbai saldırıları ile İslami temelli çatışmalar,
‘heartland’ ve ‘rimland’in31 kesiştiği noktada, Afganistan’da yükselişe
geçmiştir. Böyle bir ortamda, çözüm olarak, bölgede tek bir devletin
adıyla
anılmayacak
uluslararası
birliklerin
ISAF
kapsamında
artırılacağı söylenmektedir. Bölgedeki ISAF birliklerinin artırılması,
bölgedeki çatışmaların şiddetini azaltacak ve böylece bölgedeki
aktörlere
siyasi
reformların
gerçekleştirilebilmesi
için
zaman
kazandıracaktır. Bu noktada, sivil toplumun güçlendirilmesi, siyasal
yapılanmaların eğitim
yolu ile sağlam zemini olan bir anlayışa
dönüştürülmesi, şeffaf ve katılımcı demokrasinin yerleştirilmesi
hedeflenebilecektir. Bölgede kalıcı istikrar bu reformların başarılı
olması durumunda sağlanabilecektir.
32
Nitekim Kabil ve çevresinde
yürütülmekte olan ISAF harekatı ile Afganistan’ın güney, güneydoğu,
ve doğu bölgelerinde ABD, Kanada, İngiliz, ve Hollanda birliklerince
icra edilen “Enduring Freedom”33
harekatının tek komuta altında
(ISAF) toplanması kararlaştırılmış bu bağlamda Federal Almanya,
Afganistan’daki asker sayısını 4500’e yükseltmek için Federal
Meclis’ten
karar
çıkartmıştır.
NATO’nun
Afganistan’daki
operasyonunun mutlak bir başarı ile sonuçlanmasının zorunlu olduğu
31
Güncel jeopolitiğin kurucusu olarak kabul edilen Sir Halford Mackinder, 1904 yılında Avrasya’nın
içinde eksen ülkesi olarak yeraldığı ve Orta-Doğu Avrupa’nın merkez olarak bulunduğu Heartland
tasviriyle Büyük Oyun’u teorileştirmiştir. Bu teori içerisinde Orta Asya, Kafkasya ve Sibirya’nın da
içinde bulunduğu coğrafya yaşamsal sıçrama tahtaları olarak adlandırılmıştır. Zbigniew BRZEZİNSKİ,
Büyük Satranç Tahtası, çeviren Yelda TÜREDİ, İstanbul, İnkilap Kitabevi, 2005, s. 61. Soğuk Savaş
dönemi “çevreleme” politikasının babası olarak kabul edilen Nicholas John Spykman’ın “Rimland”
olarak tanımlanan Kenar Kuşak Teorisi’ne göre ise Mackinder’in dünya adası olarak tanımladığı
Avrasya’yı çevreleyen kıyı ülkelerinin kontrolünün Avrasya’nın kontrolü için kritik olduğu vurgulanmıştır.
(çevrimiçi)<<http://www.time.com/time/magazine/article/0,9171,850554,00.html>>
32
ABD, 2006 yılında açıklanan İnsan Hakları ve Demokrasi Raporu’nda ABD ve Körfez ülkeleri ile
yapılan diplomatik değişim programlarının yanında USAID, Dışişleri Baknlığı’nın Yakın Doğu Bürosu ve
Bakanlığın Demokrasi, İnsan Hakları büroları ile birlikte, Ortadoğu İşbirliği Girişimi (MEPI) ile de
Ortadoğu’da bu tarz reformları desteklemiştir. Benzer bir işbirliği’nin Afganistan ile kurulması söz
konusu olabilir. Kenneth Katzman,” The Persian Gulf States: Issues for US Policy, 2006”, CRS Report
For Congress, 21Ağustos 2006.
33
(çevrimiçi) <<http://www.globalsecurity.org/military/ops/enduring-freedom.htm>>
15
yönünde AB ve NATO çevrelerinde beliren görüş önümüzdeki aylar
içinde
Türkiye’nin
ISAF
harekatına
daha
geniş
katılımını
gerektirebilecek bir düzeye ulaşacak görünmektedir. Afganistan’da
yürütülen askeri operasyonun sivil aktivitelerle de desteklenmesini
öngören yeni yaklaşım doğrultusunda Türkiye bu bağlamda da yeni
yükümlülükler yüklenmeye aday görünmektedir.
•
Anılan
coğrafya’da
gerçekleşecek
2009
seçimler,
yılında
ABD’nin
İran,
İsrail,
önümüzdeki
ve
Filistin’de
dönemde
dış
politikasını şekillendirebilecektir. Türkiye’de de Ahmet Davutoğlu
tarafından “domino teorisi”34 olarak dile getirildiği üzere, Ortadoğu’da
seçimler sürecinde radikal ve ılımlı gruplar arasında rekabet
yaşanabilecektir. Siyasi olarak tercihlerini yapacak toplumların,
diplomasiye öncelik vermesi beklenen ılımlı partileri seçmesi iyimser
bir olasılık olarak görülmektedir. Öte yandan, radikal partilerin
seçilmesi durumunda bölge coğrafyasının yeniden çatışmaların
yükseleceği bir döneme gireceğini, güvenliğin barıştan daha öncelikli
olduğu anlayışının yerleşeceği öngörülebilecektir. 9 Ocak 2009’da
müzakere yetkisi biten Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Mahmud
Abbas’ın yerine önümüzdeki dönemde yapılacak seçimlerde Hamas
liderinin seçilme ihtimali düşük de olsa göz ardı edilmemelidir. Bu
ihtimal,
İsrail’in
2008
Gazze
askeri
müdahalesiyle,
Filistin
kamuoyundaki çatışmacı eğilimlerin yükseldiği öngörüsüne bağlı
olarak değerlendirilebilir. Şubat 2009’daki İsrail seçimlerinin de benzer
bir durumu yansıtacağı görülebilir. İsrail’de radikal Likud partisi lideri
sertlik yanlısı Benjamin Netenyahu ile ılımlı Kadima partisi lideri Tzipi
Livni arasında da bir rekabet yaşanması beklenmektedir. İran’da 2009
yılının Ağustos ayında yapılacak seçimlerde ise, agresif açıklamalar
yapmaktan çekinmeyen Ahmedinejad ile 2000-2004 yılları arasında
devlet başkanlığı yapmış reformist Hatemi veya onun desteklediği
aday arasında bir rekabet yaşanacağı tahmin edilebilir. Seçimlerden
çıkacak sonuçlarda, ılımlı adayların seçimleri kazanması durumunda
34
David Ignatius, “Turkey’s Domino Theory”, The Washington Post, 21 Aralık 2008.
16
Obama’nın “yumuşak güç” kullanımına başvurarak izleyeceğini
vurguladığı politikalar, uygun zemin kazanmış olacaktır.
•
Bölgesel dengelere bakıldığında radikal ve ılımlı eğilimlerin yanında
Şii ve Sünni gruplar arasında da geçtiğimiz dönemde kutuplaşma
yaratıldığı görülmüştür. Şii İran’ın siyasi ve diplomatik olarak etkinliğini
arttırması, yalnız ABD ve İsrail’in değil, bölgedeki Sünni devletlerin
özellikle Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır’ın da tehdit algılamalarının
odağı olmuştur.35 Özellikle İran’ın da kışkırtması sonucu bölgede Şia
ve Sünni eksenli kutuplaşma yaratıldığı sıklıkla belirtilmiştir. Suudi
Arabistan’ın zengin petrol kaynaklarına sahip doğu bölgesinin Şii
kökenli olması36, ve Şiilerin son dönemlerde varolan küresel
demokratikleşme dalgasıyla, siyasal hayatta daha fazla söz sahibi
olmak istemeleri Suudi Arabistan’ı İran ile karşı karşıya gelmek
konusunda ikilemde bırakmaktadır.37 Suudi Arabistan, Amerika’nın
İran’ı dengelemesini istemekle birlikte ABD-İran arasında olası bir
savaş durumunu tercih etmeyecektir. Bunun nedeni; Irak, Lübnan, ve
Suudi Arabistan’daki Şii grupların bir arada olmasa da, birbirlerinden
güç alarak ayaklanma ihtimalleri olarak görülebilir. Aynı zamanda,
Irak’taki yönetimin Şii ağırlıklı olması ve istikrarın sağlanması için bu
yönetimle işbirliği içinde olması gerektiği düşünülen ABD’nin, Lübnan
ve Filistin sorununun çözümünde de Şiilerin, ve Sünnilerin de taraf
olduğu muhafazakar gruplar arasındaki kutuplaşmayı çok taraflı
diplomatik müzakereler ile çözmeyi denemesi beklendiğinden, Suudi
Arabistan-İran
ilişkilerinin
gerginleşmesinin
önüne
geçmek
isteyebileceği değerlendirilebilir.
35
Arif Keskin, “İran- Suudi Arabistan İlişkileri ve Şii Jeopolitiği”, Stratejik Analiz, Mayıs 2007.
36
Mohammed Ayoob, “The Middle East in 2025: Implications for U.S. Policy” Middle East Policy,
Sayı: XIII, No.2, 2006.
37
Kenneth Katzman, “Iran: US Concerns and Policy Responses”, CRS Report For Congress, 15
Mayıs 2007. Küresel ekonomik Kriz öncesi ortamda petrol fiyatlarının yükselmesi Suudi Arabistan
Krallığının, iç karışıklıkları ekonomik yollarla dengede tutmaya çalışmıştır. Önümüzdeki dönemde bu
avantajını kaybetmesi yüksek olasılık görülürken iç dengeler daha hassas bir konum kazanabilecektir.
17
Nüfus Dağılım Tahminleri
Not: Bu haritadaki rakamlar bölgedeki ülkelerde varolan Sünni ve Şii nüfusunun
oranlarını göstermektedir. Hıristiyanlar ve diğer azınlıklar dahil edilmediği için oranlar
yüzde 100’e ulaşmamaktadır. Özellikle Şiilerin etkin azınlık grup olduğu bölgelerde ise
istatistikler güvenilir olmayabilir.38
•
Bölgede Amerika’ya karşı rejim temelli ideolojik mücadele veren İran,
Amerika’yı bölgesel politikalarından caydırmak ve kendisini güvence
altına almak için nükleer silah elde etme potansiyeline sahip olmanın
gerekliliğine inanmaktadır. Bu doğrultuda, İran nükleer silah üretebilme
potansiyeline sahip olabilmek için plütonyum ayrıştırma ve uranyum
zenginleştirme teknolojisi geliştirmektedir.39 Uluslararası Atom Enerjisi
Ajansı (UAEA) ile birlikte üç Avrupa ülkesinden oluşan EU3’de
(Almanya, İngiltere ve Fransa) İran ile
38
uranyum zenginleştirme
Febe Armanios, “Islam: Sunnis and Shiites”, CRS Report for Congress, 23 Şubat 2004.
39
Bu tesisler sınırlı oranlar ile ayrıştırılıp, zenginleştirildiğinde nükleer yakıt reaktörü olarak kullanılır ve
barışçıl olarak görülebilir. Ancak daha yüksek oranlarda yapılacak zenginleştirme ki; bu sadece zaman
farkına dayalıdır, nükleer silah başlığı üretimi anlamına gelmektedir. İran’ın nükleer silah üretimi
yapabilecek potansiyeli olması ve 2002 yılında Nanantz bölgesinde gizli uranyum tesisleri kurmuş
olduğunun farkedilmesi ile başta ABD olmak üzere bir çok batılı ülke huzursuz olmuştur. Osman Metin
Öztürk, Y. Sarıkaya, Kaos’a Doğru İran – Güncel İran İncelemeleri, Ankara,Fark, 2006, s. 87.
18
programını durdurması için görüşmeler yapmış40, Kasım 2004’de
imzalanan Paris Anlaşması ile İran bu konuda işbirliği yapma
konusunda söz vermiştir. Mart 2005’de Bush yönetiminin bu
görüşmeleri desteklediğini açıklamasının İran-Amerika arasında olası
bir yumuşama için umut verebileceği düşünülebilir. Ancak Rusya’nın
desteği ile Buşehr’de kurulmuş olan nükleer santralin yanında Ocak
2007’de Tahran’ın
Rusya’dan anti-balistik füze sistemi Tor M1’i41
almış olması, Aralık 2008’de İran’ın, Rusya’nın kendisine S-300
füzeleri sattığını açıklaması ile İran’ın bölgede İsrail gibi askeri ve
olasıdır ki nükleer bir güç olduğuna yönelik değerlendirmeler
kuvvetlendirmiştir.42 İran’ın bu gücü ile bölgede Hamas ve Hizbullah
gibi
radikal grupları desteleyebilecek olma ihtimali de buna bağlı
olarak yükselebilecektir. Anılan durum bölgesel sorunlara çatışmacı
yaklaşımların etkinliğini güçlendirecek ve Obama hükümetini de bu
yönde politikalar izlemek zorunda bırakabilecektir.
•
Öte yandan ABD, bölgedeki nükleer tehdidine karşılık, 2009’dan
itibaren her yıl İran’ın da içinde bulunduğu bir zirve yapılmasını,
varolan kırılgan, dış tehditlere açık tesislerin güvenli tesislere
dönüştürülmesini43, ve UAEA’ya yapılan 225 milyar dolarlık yardımın
konu ile ilgili personelin eğitimi için kullanılmasını önermiştir.
Washington, bu doğrultuda İran’ı da uluslararası örgütler aracılığıyla
kontrol altında tutabileceğini öngörmektedir. İran’ın UAEA ile işbirliğini
reddetmesi durumunda, ABD İran’ı caydırmak için farklı yaklaşımlar
tercih edebilir.
40
İran, 1968 yılında “Uluslararası Atom Enerji Ajansı”nın “Nükleer silahların yayılmasını önleme
antlaşması (NPT)”’nı imzalamıştır. Ancak 1 Mart 2005’de İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi İran’ın
yılda en az yüz tane nükleer başlık üretebilme kapasitesi olduğunu açıklamış, uluslararası kamuoyunda
endişelerin artmasına neden olmuştur.
41
Tor M1; karadan havaya kullanılabilen, hava savunma sistemidir. Detaylı bilgi için, bkz.
(çevrimiçi)<<http://defense-update.com/products/t/tor.htm>>
42
Kenneth Katzman, “Iran: US Concerns and Policy Responses”, CRS Report For Congress, 15
Mayıs 2007.
43
Sovyetler Birliği’nden kalan 15000-16000 nükleer silah ve 11 zaman dilimine yayılmış 40000 adet
daha yapabilmek için yeterli stoklanmış plutonyum ve uranyum bulunmaktadır. İnsanlar bu nükleer
maddelerin kaçakçılığını yaparken ve karaborsada satmaya çalışırken yakalanmışlardır. Sistemde
varolan bu kırılganlık giderilmelidir. (çevrimiçi),
<<http://www.barackobama.com/pdf/issues/HomelandSecurityFactSheet.pdf>>
19
(1)
Bölge
ülkelerinin
ekonomik
ambargo
yolu
ile
İran’ı
çevrelemesine yönelik politikasını yoğunlaştırabilir,
(2) Askeri olarak özellikle Körfez bölgesinde, “Körfez Güvenlik
Girişimi” altında Kuveyt ve Katar’a Patriot füzelerinin yerleştirilmesi
girişimi hız kazanabilir.44
ABD’nin askeri seçeneğe başvurması durumunda Soğuk Savaş
retoriğini çağrıştıran bir ortam oluşabilir, öte yandan askeri caydırıcılık
girişimlerinden diplomatik müzakereler sonucu geri adım atılabilmesi
ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Küresel finansal kriz
petrol
fiyatlarının düşmesine neden olmuş; Rusya, İran gibi ülkeler ciddi
anlamda ekonomik güç kaybetmiştir. Dolayısıyla anılan ülkeler maliyeti
yüksek
askeri
seçenekler
yerine
uzlaşma
ve
diplomasiye
yönelebileceklerdir.
•
ABD, bölgedeki ittifaklarını45 önümüzdeki dönemde de korumak
isteyecektir. Bu bağlamda bölgesel değil ülkesel yaklaşımların
izleneceği vurgusu yapan Obama yönetiminin bölgede mezhep ve
milliyet eksenli hassas dengeleri gözeterek bölgesel
anlaşmalar
yerine bölge ülkeleri ile ikili güvenlik ve ekonomik işbirliği anlaşmaları
yapacağı değerlendirilebilir. Öte yandan, 2004 yılında İstanbul İşbirliği
Girişimi altında
NATO ve Körfez Ülkeleri İşbirliği Platformu
oluşturulmuştur. Suudi Arabistan ve Umman’ın bu girişime dahil
olmalarıyla bölgesel olarak da NATO çatısı altında “Barış için Ortaklık
Programı”na (BİO) benzer bölgesel işbirliği platformu oluşumunun
güçleneceği görülebilir.
•
ABD’nin Ortadoğu’da istikrarın sağlanmasına yönelik önceliğinin
“Afganistan” olduğu Obama’nın dış politika dokümanında öne
çıkmaktadır. Afganistan sorununun çözümüne ağırlık verilebilmesi için
44
Katzman, a.g.e.
45
Suudi Arabistan ABD’nin Afganistan üzerindeki denetimlerini artırabilmesi ve hava operasyonlarını
yönetebilmesi için, Riyad’ın güneyindeki Combined Air Operations Center (CAOC)’ı kullanmasına izin
vermiştir. Aynı zamanda Bahreyn 1948’den beri ABD donanmasının Körfez üssüdür. Oman, 2000
yılında yenilenen anlaşma ile ABD teçhizatının Oman havaalanlarına girişine izin vermiş, Katar ise
2003 yılında ABD tarfından Hava Operasyonları Merkezi kurulmasına izin vermiş ve ABD’nin Irak,
Afganistan ve El- Kaide’ye karşı operasyonalrını desteklemiştir. Kenneth Katzman,” The Persian Gulf
States: Issues for US Policy, 2006”, CRS Report For Congress, 21 Ağustos 2006.
20
Irak sorunu çözümlenebilmelidir. 2003 müdahalesi öncesi dönemde
bölgede önemli bir güç olarak görülen Irak’ın işgalinin yarattığı
boşluğun Ortadoğu’daki diğer ülkeler
tarafından doldurulmaya
çalışılması bölgesel istikrarsızlık ve kaos ortamını tırmandırmıştır.
Bölge ülkelerinin Irak üzerinde etkinleşme mücadelesinin, ABD’nin
bölgeden çekilmesiyle hız kazanacağı değerlendirilebilir. Suudi
Arabistan ve İran, Sünni-Şii ekseninde karşı karşıya gelirken, Körfez
ülkeleri nükleer silahlanma ihtimali bulunan İran’ı tehdit olarak
algılamaya başlamış, Mısır, Ürdün, Filistin ve Lübnan’da, Hizbullah ve
Hamas’ı destekleyerek etkinleşen ve sorunun çözümüne engel
oluşturan İran’la anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Bölge ülkeleri arasında
yaşanan
bölünmeler, Irak’ın istikrarının sağlanması sürecinde
bölgede yeni düzen arayışının sonuçları olarak da değerlendirilebilir.
Önümüzdeki dönemde İran, Türkiye, İsrail, hatta Körfez ülkeleri ve
Suudi Arabistan’ın da yeni düzen arayışına dahil edilmesi gerekliliğini
Obama yönetimi çok taraflı müzakere süreci kapsamında göz önünde
bulundurabilecektir.
•
ABD’nin Irak’ı işgali ve sonrasında yaşanan gelişmeler neticesinde,
1946 yılında kurulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nden beri ilk defa,
Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt Devleti ihtimaline bu kadar yaklaşılmış,
anılan durum bölgede Kürt azınlığa sahip olan ülkelerin özellikle İran,
Türkiye, ve Suriye’nin iç dinamiklerini olduğu kadar, söz konusu
devletlerin ikili ilişkilerini de önemli ölçüde etkilemiştir. Aynı zamanda
2003
Irak
işgalinin,
bölgesel
etnik-aktör
olarak
Kürtlerin
etkinleşmesinin yolunu açtığı da değerlendirilebilir. ABD yönetiminin
bölgedeki geleneksel ittifaklarının yanında, Bush doktrininde “şer
ekseni” ülkeleri kabul edilen Suriye ve İran’da elini güçlendirmek için
önümüzdeki dönemde azınlık haklarının korunması gerekçesi ile Kürt
kartını da kullanabileceği öngörülebilir.
•
Obama’nın dış politika dokümanının bölge ile ilintili bir diğer önemli
vurgusu, İsrail’in önümüzdeki dönemde de paylaşılan ortak değerler,
demokrasiye ve Batılı değerlere bağlılık, karşılıklı çıkar ilişkileri ve
Yahudi lobisi göz önüne alınarak ABD’nin bölgedeki en önemli ve
21
stratejik ortağı olarak değerlendirilmesidir. Obama iktidarı, bu
doğrultuda
İsrail’i tanımayan ve silahlı mücadeleden vazgeçmeyen
Hamas’ı meşru bir aktör olarak kabul etmeyeceği, Hamas konusunda
olduğu gibi Lübnan’da Hizbullah ile mücadelesinde de İsrail’in kendini
savunma hakkını tanıyacağı, ve askeri-ekonomik yardım ile İsrail’e
desteğinin devam edeceği vaatlerinde bulunmuştur.46 Hamas ile İsrail
arasında Haziran 2008’de kabul edilen ateşkes süresinin dolmasının
hemen ardından Aralık 2008’de İsrail’in orantısız güç kullanımı ile
Gazze Şeridi’ni bombalaması ve bölgede yaşayan sivil halka zarar
vermesi insan hakları ihlalleri ile birlikte düşünüldüğünde uluslararası
kamuoyu açısından
kabul edilmemesi gereken bir durum olarak
değerlendirilebilir. Ancak, bölgedeki öncelikli stratejik ortağının İsrail
olduğunu vurgulayan ABD’nin bu bağlamda İsrail hükümetine karşı
uzun vadede herhangi bir yaptırımda bulunmayacağı öngörülebilir.
Öte yandan, ABD,
İsrail’in de çıkarları doğrultusunda El-Fetih ve
Hamas yetkililerinden kurulu bölünmüş bir Filistin Koalisyon Ortaklığını
destekleyebilir. Bu koalisyonun İsrail ile masaya oturmasına yönelik
politika izlenebilir. İsrail’de hem bölünmüş Filistin Otoritesi ile daha
kolay pazarlık edebilecek, El-Fetih ve Hamas’ın müzakere sürecinde
anlaşmazlığa düştükleri konuları kullanarak elini güçlendirebilecek ve
hatta “iki devletli” formülü kabul ederek kendi topraklarında artan
nüfuslarıyla demografik tehdit oluşturan Arap nüfusunu, Filistin
Devletine taşımanın planlarını yapabilecektir.
•
Orta Asya, Hazar Havzası, ve Rus doğal kaynaklarına duyulan
heyecan bir yana Ortadoğu ve özellikle Körfez Bölgesi kanıtlanmış
rezervleri ile halen dünyanın en önemli bölgesidir.
Ortadoğu
kanıtlanmış petrol rezervleri dünya rezervlerinin yüzde 66’sını
oluşturmaktadır. Bunun da yüzde 62’si Körfez’de, yüzde 22’si ise tek
başına Suudi Arabistan’dadır. İran yüzde 11 ile ikinci sırada gelmekte,
İran’ı Irak, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) izlemektedir. Rus
rezervleri ise ancak yüzde 6’da kalmaktadır. Dünya’nın kanıtlanmış
46
(çevrimiçi)<<http://origin.barackobama.com/pdf/IsraelFactSheet.pdf>>, İsrail’e yapılacak ekonomik
ve askeri 30 milyar dolarlık bir yardım paketi ile
Arrow savunma sistemleri’nin geliştirilmesini
içermektedir.
22
doğal gaz rezervlerinin yüzde 40’ına sahip olan Ortadoğu’da İran ve
Katar’ın payı yüzde 30’dur.47 1970’lerde dış enerji kaynaklarına yüzde
8 oranında bağlı olan ABD’nin bu bağımlılığının günümüzde yüzde 55
olduğu ve yakın gelecekte yüzde 70’e ulaşacağı tahmin edilmektedir.
Dünya nüfusunun yüzde 5’ini temsil eden ABD’nin petrol tüketimi
artarken diğer yandan
durumda
Basra
Körfezi
kendi petrol üretimi azalmaktadır.48 Bu
başta
olmak
üzere
Ortadoğu
enerji
rezervlerinin kontrolü, ABD başat güç konumunu sürdürebilmesi için
kritik olarak değerlendirilmektedir.
•
Enerji
konusunda
da
bölgedeki
ittifaklarının
güçlendirilmesi
bağlamında İsrail ile ABD arasında Obama’nın girişimi ile ABD-İsrail
Enerji İşbirliği Kanunu çerçevesinde alternatif ve yenilenebilir enerji
kaynaklarının bulunmasına yönelik araştırma-geliştirme çalışmalarının
yürütülmesi ile iki ülkenin enerji bağımsızlığını kazanması ve Ortadoğu
petrollerine olan bağımlılığın azaltılması hedeflenmiştir.
Sonuç ve Değerlendirme: Türkiye’nin Ortadoğu Açılımı
ABD’nin çok taraflı, diplomasiye dayalı, yumuşak güç kullanımına
ağırlık veren, bölgesel değil ülkesel yaklaşımları benimseyen, iç dinamiklerin
göz ardı edilmediği politikalarının önümüzdeki dönemde Türkiye’nin özellikle
İran, Irak ve İsrail ile ikili ilişkilerinin belirlenmesi anlamında kritik olduğu
değerlendirilmektedir.
•
ABD‘nin Irak işgalinin ardından Richard Perle49
bölgede
teröre
destek verdiği düşünülen diğer ülkelere iki kelimelik kısa bir mesaj
verildiğinin altını çizmiştir; “Sıra Sizde”. Dış İşleri Bakanı Collin Powell,
Suriye’ye askeri saldırı yerine diplomatik müzakere şansı vermeyi
teklif etmiş, Şam bu mesajı algılamış; Irak ile sınırlarını kapatmış,
Irak’taki Baas rejiminden kaçanları ABD yetkililerine teslim etmiş, İsrail
47
Mohammed Ayoob, “The Middle East in 2025: Implications for U.S. Policy” Middle East Policy,
Sayı: XIII, No.2, 2006.
48
Murat Metin Hakkı, Türkiye, Ortadoğu ve Avrasya’yı neler Bekliyor, Ötüken, İstanbul, 2007, s. 96.
49
Richard Perle, 1987-2004 arasında Savunma Bakanlığı Danışmanlığı yapmış, George W. Bush
döneminde Savunma Bakanlığı Danışma Kurulu’na başkanlık etmiş, 9/11 saldırılarının ardından dış
politikada etkinleşen Neo-conservative Project for the New American Century (PNAC) gibi düşünce
kuruluşlarının üyesidir.
23
–Filistin Müzakerelerinde daha olumlu bir duruş sergilemiş ve
Amerikan karşıtı retoriği hafifletmiştir.50 ABD dış politikasının Obama
dönemiyle, uluslararası ve bölgesel sorunların çözümünde diplomasi
ağırlıklı tutumunun daha da etkinleşeceği
düşünüldüğünde, bu
dönemin Türkiye tarafından Suriye ile masaya oturularak, su sorunu,
Hatay, sınırlarda PKK faaliyetleri gibi konularda elini güçlendirmek için
bir fırsat olacağı değerlendirilmelidir.
•
Türkiye, 2002 yılında İsrail’in Batı Şeria saldırılarını soykırım olarak
adlandırmış, Mart 2004’de İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki eylemlerini
hükümet düzeyinde ‘terör’ olarak nitelendirmiş51 bunların yanı sıra
2007 yılında Filistinli radikal Hamas partisinin sürgündeki lideri Halid
Meşal ile Ankara’da görüşülmüş, soykırım suçlusu olarak görülen
Sudan devlet Başkanı Ömer El-Beşir Türkiye’de ağırlanmıştır. Reel
politik açıdan Türkiye’nin Amerika-İsrail stratejik ortaklığının karşısında
bir tutum almaması gerekliliğinin fark edilmesi önemli görülmektedir.
Türkiye’nin diplomatik girişimlerinin önümüzdeki dönemde uluslararası
kamuoyu tarafından, Obama’nın çok taraflı müzakere süreci dahilinde
değerlendirilmesinin sağlanmasının yararlı olduğu düşünülmektedir.
Ancak 2009 Ocak ayında yapılan Davos zirvesinde Türkiye Başbakanı
Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez
arasında yaşanan tartışma, moderatör David Ignatius’un hatalı
tutumundan kaynaklanmış da olsa diplomatik teamüllere aykırılığı
nedeniyle ABD-İsrail-Türkiye ilişkileri açısından “talihsiz” bir gelişme
olarak yorumlanmıştır. Nitekim ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nden
James Jeffrey tarafından yapılan açıklamada da “talihsiz” sözcüğünün
kullanılmış olması ile Obama’nın Ortadoğu Özel Temsilcisi George
Mitchell’in Türkiye’ye ziyaretini teknik nedenlerle ertelemesi ciddi bir
sinyal olarak algılanabilir. İsrail’in bölgede Türkiye ile dostluk ve
işbirliğinin sürekli kılınmasına olan gereksinimi yüksek bir olasılıkla
Tel-Aviv’i doğrudan bir tepki vermekten alıkoyacak ancak İsrail
tepkisini daha çok ABD üzerinden aktarmayı tercih edebilecektir. Bu
50
Ivo H. Daalder, James M. Lindsay, America Unbound: The Bush Revolution in Foreign Policy,
Washington D.C., Brookings Institution Press, 2003, s.173-175.
51
William Hale, Turkey, The US and Iraq, London Middle East Institute at SOAS, 2007, s.134.
24
bağlamda yaklaşan 24 Nisan ve ABD Kongresinde görüşülmesi
beklenen Ermeni Soykırımı Karar Tasarısı’nın geleceği, Yahudi
lobilerinin Türkiye’ye desteklerini çekmesi halinde çok kritik bir
aşamaya ulaşabilecektir.
•
Obama döneminde, ABD uluslararası ittifakların geliştirilmesi ve
küresel sorunlarla küresel olarak mücadele edilmesi kapsamında
Irak’ta istikrarsızlık ve çatışma unsuru olarak görülen konuların
çözümü ile ilgili olarak
düşünülebilir.
Birleşmiş Milletler girişimini destekleyeceği
Birleşmiş
Milletler
kapsamında
United
Nations
Assistance for Mission (UNAMI), sorunlu konular ve bölge ülkeleri ile
ilgili sorunların çözümüne ilişkin teknik danışmanlık yapmaktadır. Etnik
temelli güç mücadelesi ve enerji kaynakları ile ilgili sorunların
çözümüne yönelik BM’nin konu ile ilgili tüm aktörleri dahil ederek
Obama
hükümetinin
UNAMI
girişimlerini
destekleyebileceği
düşünüldüğünde iki temel noktanın önemli olduğu değerlendirilmiştir:
1. 2008 Haziran ayında Irak hükümetine öncelikle sorunlu dört
örnek bölge (district) seçilmesi, bu bölgelerde uygulanacak politikalar
neticesinde istikrarın sağlanması durumunda Irak içindeki diğer
sorunlu bölgelerde aynı politikaların uygulanması önerilmiştir. Bu
doğrultuda, ilk etapta dört bölge (Aqri, Hamdaniya, Makhmour ve
Mandali) seçilmiştir. Irak Merkezi Yönetimi tarafından uygun bulunan
belirli bir süre için iki bölgenin Merkezi Irak Hükümeti’ne, diğer iki
bölgenin ise Bölgesel Kürt Yönetimi’nin kontrolüne bırakılması teklif
edilmiştir.
Süre
bitiminde,
Mart
yönetimlerin geçmiş uygulamaları,
nüfus, güvenlik,
2003’den
beri
varolan
yerel
hükümet hizmetlerinin etkinliği,
sosyo-ekonomik şartlar, 2005 Aralık parlamento
seçimleri ile bölgede varolan etnik unsurların talepleri de göz önüne
alınarak anılan bölgelerin yönetimi hakkında ortak karara varılması
önerilmiştir.52 Nüfus manipülasyonlarını
ve Aralık 2005 dışındaki
seçim sonuçlarını dikkate almayan öneri neticesinde Türkmenlerin
önceki seçimlerde maruz kaldıkları haksızlığın tekrar edilmemesi için
52
“Oil For Soil: Toward A Grand Bargain on Iraq and The Kurds”, International Crisis Group Policy
Report, 28 Ekim 2008.
25
bölgede
gözlemciler
bulundurulması
fikri
Türkiye
tarafından
desteklenebilir.
2. Uluslararası Kriz Grubu, Kerkük’ün petrol kaynakları ile ilgili
olarak “Petrol ve doğal gaz zenginliğinin idaresi için saydam, etkin,
eşitlikçi bir çerçevenin hazırlanmasının yeni Irak’ın en önemli yapı
taşlarından biri olacağını
ileri sürmektedir.
53
Bu çerçevenin
hazırlanmasında bölgedeki tüm pay sahiplerinin sürece dahil edilmesi
gerekliliği
özellikle
vurgulanmaktadır.
Türkiye’nin
bu
desteklemesi uygun bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.
öneriyi
Böylece
bölgede belirli bir azınlık grubunun bu kaynakları kontrolüne alarak
gelecekte ayrıcalıklı konuma gelmesi engellenebilecektir.
Türkiye-İran İlişkileri
1979 İran İslam Devrimi sonrasında Türkiye ve İran kendi rejimlerine
duydukları bağlılık ve buna karşı olan tehdit algılamaları ekseninde çatışma
ve işbirliği dönemleri yaşamışlardır.
Hem İran hem de Türkiye‘nin temsil
ettikleri ideoloji ile ilgili karşılıklı problemleri olmuştur. Her iki ülkedeki etnik
azınlıkların yarattığı sorunlara, ideolojik rekabet eklendiğinde siyasi ilişkiler
gerilmiştir. Öte yandan, 9/11 sonrasında uluslararası güçlerin bölgeye girişi
ve mikro-milliyetçi hareketlerin yükselmesiyle İran ve Türkiye dış tehditlere
karşı, bölgesel istikrarı sağlamak adına denge politikaları yürütmüşlerdir.
Tam bir çatışma veya uzlaşma yaşayamayan Türkiye–İran rekabetinin ironik
olarak istikrarlı olduğu değerlendirilebilir.
Robert Olson, Türkiye-İran ilişkilerini “Turkey-Iran relations 1997 to
2000: The Kurdish and Islamist Questions” adlı makalesinde, “omnibalancing”
54
olarak tanımlanmıştır. İlişki düzenine göre dış tehditlerin ön
plana çıktığı ve iç tehditlerin bastırılabildiği durumlarda iki taraf arasında
uzlaşma sağlanmış ve ekonomik işbirliğine ağırlık verilmiştir. Dış tehditlerin
etkisini kaybettiği durumlar ise rekabetin arttığı, ideolojik çatışmaların
yaşandığı ve özellikle İran’ın Türkiye’nin içişlerine müdahil politikalar izlediği
53
ICG Report, a.g.e.
54
Robert Olson, “Turkey–Iran Relations, 1997-2000: The Kurdish and Islamist Questions”, Third World
Quarterly, Sayı: 21. s.871-890.
26
dönemler olarak gözlemlenmiştir. Terörle mücadele ve bölgesel dengeler
kapsamında güncel konular; Yönetim “Model”i mücadelesi55, İran’ın nükleer
silahlanması olarak değerlendirilmiştir.
•
Türkiye’de 2007 yılında yapılan seçimleri muhafazakar eğilimli olarak
kabul edilen AKP kazanmış, bu durum, İran’daki basın organlarında iki
temel bakış açısının doğmasına neden olmuştur. İran’da muhafazakar
kimlikli basın organları
“Keyhan” ve “Resalat”, anılan seçim
sonuçlarının Türkiye’nin laik yapısını zayıflatarak İran düzlemine
yakınlaştırdığını düşünmektedirler. Öte yandan reformist militan din
adamları derneği (pro-reform Militant Clerics Society), AKP’nin seçim
zaferinin muhafazakar İslam’a bir alternatif olarak ılımlı İslam’ın ön
plana çıkarılması gerekliliğinin göstergesi olduğunu belirtmiştir.56
Reformist gazeteler Türkiye’deki seçim sonuçlarını, insan hakları,
Avrupa Birliği ile ilişkiler ve ekonomik reformların İslam ile
varolabileceğinin
göstergesi
olarak
açıklamışlardır.
birlikte
Bu
ılımlı
yaklaşımın İran’da etkinleşmesinin sağlanması ABD için öncelikli bir
etmen olarak değerlendirilebilir. İran’da varolan rejimi ideolojik ve
nükleer tehdit olmaktan çıkarmak adına diplomatik müzakereler
izlemeyi öncelikli olarak belirlediği düşünülen Obama iktidarının
Türkiye’nin
rolünü
etkinleştirmesi
beklenebilir.
Öte
yandan,
Obama’nın İran’la diplomasiye öncelik veriyor olması askeri müdahale
ihtimali
seçeneğini
yakın
dönemde
zayıflatacağından
Türkiye
açısından olumlu olarak değerlendirebilir. Ancak ABD, diplomatik
süreci bir aksama halinde daha sıkı yaptırımlarla destekleyebileceği
için Türkiye’nin ambargolar hususunda maliyetli bir sürece gireceğini
öngörmek olasıdır. Ayrıca anılan süreçte Türkiye’nin Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi (BMGK) geçici üyesi olması da Ankara’nın alacağı
tavrın Washington için önemini arttıracaktır. Bu çalışma, Türkiye’nin,
orta
vadede
yaşanılabileceği
öngörülen
olası
İran
ve
ABD
55
İran’da rejim, “Batı karşıtlığı” ve “İslami yayılmacılık” ile tanımlanmıştır. Bu anlamda, Amerika’nın
bölgedeki demokratikleştirme ve liberalleşme politikalarına karşı olan kutbun başını çektiği iddia
edilebilecektir.
56
“Iran’s Differing Views of Turkish Elections“, OSC Report, 27 Temmuz 2007.
27
çatışmasında
taraf
olmaktan
kaçınması
gerektiğini
değerlendirmektedir.
•
İran’ın nükleer caydırıcılık kapasitesine sahip olmasının, Türkiye ve
İran arasında yüzyıllardır varolan güç simetrisini İran lehine bozacağı
değerlendirilmektedir. Bu durumun Ankara için güçlü bir tehdit algısı
oluşturması beklenirken, Türkiye geçtiğimiz dönemde görece ılımlı
politikalar izlemiştir. 2006 yılının Mayıs ayında Bali’de yapılan D8
Zirvesi’nde Erdoğan’ın, Ahmedinejat’a yönelik “Dünyayı siz ikna
etmelisiniz, ben değil” sözleri Türkiye’nin bölgedeki kriz ortamını
yumuşatma yönündeki eğilimini gösterir niteliktedir.57 Dönemin
Dışişleri Sözcüsü Namık Tan, Türkiye’nin İran’ın nükleer programının
yarattığı problemin diplomatik yollarla çözülmesi gerektiğini, bunun
için Türkiye’nin EU3 çabalarına destek verdiğini belirtmiştir. Dönemin
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, her ülkenin barışçıl amaçlarla
olmak kaydıyla nükleer enerji kullanma hakkı olduğunu, yalnızca
UAEA kurallarına uyulması gerektiğini vurgulamış, İran’ın bu kuralları
göz önüne alacağına ilişkin güvenini belirtmiştir.58 Türkiye İran ilişkileri
bağlamında bölgesel güç politikalarında kullanılan araçların işlevi ve
etki potansiyeli her dönem küçük sapmalar göstermekle birlikte son
tahlilde
paralellik gösterdiği görülmüştür. Türkiye ve İran’ın 1639
Kasr-ı
Şirin
kaçınmalarının
Anlaşması’ndan
temelinde
anılan
günümüze
güçler
sıcak
dengesinin
çatışmadan
bulunduğu
belirtilebilir. Söz konusu dengenin Tahran lehine değişmesi Türkiyeİran ilişkileri ve bölgesel barış ve istikrar açısından sakıncalı
olabilecektir.
Bu bağlamda, Türkiye’nin önceliği İran’ın nükleer güç olmaması tarzında
değerlendirilebilir. İran’ın nükleer güç olmamasının sağlanması için,
Obama’nın bu yöndeki diplomatik girişimlerinin desteklenmesinin yararlı
olacağı düşünülmektedir. Ayrıca uluslararası ve bölgesel örgütler olarak
UAEA’nın ve EU3’ün sürece dahil edilmesinin desteklenmesiyle, İran’ın
57
Schleifer, Y. ,Caught in the Fray: Turkey Enters Debate on Iran’s Nucleer Program” , 2007.
58
Schleifer, Y, a.g.e.
28
anılan çabaları ABD’nin tek-taraflı girişimleri olarak algılamaması
sağlanabilecektir. Nükleer İran’a karşı ise Türkiye iki farklı tutum
sergileyebilir:
1. Nükleer güç sahibi bir İran karşısında bu güce sahip olmayan
Türkiye’nin de nükleer enerji programına sahip olması gerektiği
düşünülebilinir. Nitekim Ocak 2007’de TBMM, ABD ile Türkiye
arasında
kitle
imha
silahlarının
yayılmasının
önlenmesi
amaçlarına yönelik yardım sağlanmasının kolaylaştırılması için
imzalanan anlaşmayı onaylamıştır. Anlaşma sonrasında TBMM,
İran’da uranyum zenginleştirmesi ve
nükleer silah üretim
potansiyeli ile ilgili endişe ve eleştirilerini içeren bir karar
çıkarmıştır.59 Ahmedinejat’ın “provokatif ve agresif açıklamalar
yaparak tehdit algılarıyla oynayabilecek tehlikeli bir lider” olarak
algılanması bu politikayı güçlendirmektedir.60
2. Türkiye, Nuclear Suppliers Group, (NSG), Missile Technology
Control Regime (MTCR), North Atlantic Treaty Organization
(NATO), Comprehensive Test-Ban Treaty (CTBT) üyesi bir ülke
olarak uluslararası hukuka uygun hareket etmekle yükümlüdür.
Aksi durumda, uluslararası sistemin tamamı için tehdit algısına
neden olabilecek bir yolun önünün açılabileceği fark edilmelidir.
Diğer bölge ülkelerinin, Batı ile müttefik Türkiye’yi örnek
göstererek
zaman içerisinde nükleer silahlanma yolunu tercih
etmesi olasıdır. Bu durum, bölgede “nükleer milliyetçilik”61
konseptinin
güçlenmesine
yaklaşımların
önünün
neden
kesilmesi
ve
olabilir.
uluslararası
Çatışmacı
hukukun
uygunluğu göz önünde bulundurulduğunda Türkiye Obama’nın
nükleer silahlardan arındırma programını destekleyebilir. İran’da
59
(çevrimiçi)<<http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/kanunlar_gd.durumu?kanun_no=5575>>
60
(çevrimiçi)<<http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/kanunlar_gd.durumu?kanun_no=5575>>
61
Ibrahim Al Marashi, “Turkish Perceptions and Nuclear Proliferation”, Over the Horizon
Proliferation:
Challenges
for
Counter-Proliferation
Policy,
18–20
Haziran
2007,
(çevrimiçi)<<http://www.ccc.nps.navy.mil/si/2007/Aug/OTH-al-marashi2Aug07.pdf>>
29
Muhammet Hatemi’nin62
Nükleer Silahlardan Arınmış
Orta
Doğu Bölgesi (Middle East Nuclear Weapons Free ZoneMENFZ) girişimi
ile Mısır tarafından desteklenen Kitle İmha
Silahlarından Arındırılmış Bölge (Weapons of Mass Destruction
FreeZone-
WMDFZ)63
girişimlerinin
canlandırılması
desteklenebilir.
62
Ilımlı politikaları ile tanınan Muhammet HATEMİ, 1997-2005 tarihlerinde İran devlet başkanlığı
yapmıştır. Ağustos 2009’da yapılacak başkanlık seçimlerinde de aday olabilir.
63
İbrahim Al Marashi, “Turkish Perceptions and Nuclear Proliferation”, Over the Horizon
Proliferation:Challenges
for
Counter-Proliferation
Policy,
18–20
Haziran
2007,
(çevrimiçi)<<http://www.ccc.nps.navy.mil/si/2007/Aug/OTH-al-marashi2Aug07.pdf>>
30
KARADENİZ-KAFKASYA
AB ve NATO’nun Karadeniz’in yanı sıra Güney Kafkasya’yı da
(“Dublin’den Bakü’ye”) içine alarak genişlemeyi tamamlamak istemesi,
Karadeniz
kılmaktadır.
ve
64
Güney
Kafkasya’yı
birlikte
değerlendirmeyi
mümkün
Karadeniz ülkelerinin ortak özelliği, ya eski Varşova Paktı üyesi
(Bulgaristan, Romanya) ya da eski SSCB ülkeleri (Moldova, Ukrayna,
Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan) olmalarıdır. Romanya ve Bulgaristan’ın
2007 yılında gerçekleşen AB üyelikleri ile Batı Karadeniz bölgesindeki
ülkelerin Batı’ya eklemlenmeleri sürecinde önemli bir adım atılmış, RF’nin
yanı
sıra
AB
de
Karadeniz’de
belirleyici
aktörlerden
biri
olarak
değerlendirilmeye başlanmıştır.
Karadeniz’de AB, ABD ve kurumsal bazda NATO’nun girişimleri ile
günümüzde Batı jeopolitik eksenine kayma süreci hızlanırken, ABD’nin bölge
ülkeleri ile ilişkilerini derinleştiren ve geliştiren politikası, RF ile ilişkilerin
gerilmesine neden olmuştur. Ağustos 2008’de Gürcistan ile Rusya arasında
Güney Osetya nedeniyle çıkan çatışmaların yol açtığı kriz bölgede gerginliği
tırmandırırken, ‘‘Soğuk Savaş dönemine geri mi dönülüyor’’ sorusu daha sık
dile
getirilmeye
başlanmıştır.
Gürcistan-Rusya
krizinin
ateşkes
ile
dondurulması ancak nihai bir çözüme kavuşmaması bölgenin her an sıcak
gelişmelere sahne olabileceğinin ve jeopolitik güç mücadelesinin tehlikeli
boyutlarda devam edebileceğinin göstergeleri olarak değerlendirilebilir. Son
olarak Rusya Güvenlik Konseyi tarafından hazırlanan 2009-2020 Ulusal
Güvenlik Stratejisi Raporu taslağında Ortadoğu, Kuzey Kutbu ve Hazar
Havzasındaki enerji kaynaklarını ele geçirme mücadelesi yüzünden savaş
çıkabileceği, NATO ve Avrupa’da “füze kalkanı” benzeri sistemlerin
yayılmasının
bölgesel
dengelerin
bozulmasına
neden
olabileceği
saptamalarının yer alması65 önümüzdeki dönemde bölgesel politikaların
hangi alanlarda yoğunlaşacağının ipuçlarını vermektedir.
ABD’nin bölgeye yönelik dış politika söylemlerine temel oluşturan
“demokrasi”, “serbest pazar ekonomisinin desteklenmesi”, “insan hakları”,
64
Hasan Kanbolat, “Karadeniz’in Değişen Jeopolitiği”, Stratejik Analiz, C:6, Sayı:72, Nisan 2006, s.4.
65
“Ufukta Enerji Savaşı Var”, Milliyet Gazetesi, 26 Aralık 2008.
31
“bölgesel ekonomik bütünleşme” gibi unsurların ABD’nin Soğuk Savaş
sonrası genel dış politik yaklaşımının parametrelerinden farklı olmadığı
görülmektedir. Dolayısıyla ABD’nin Karadeniz ve Güney Kafkasya’daki
politikalarını;
(1) Güvenlik,
(2) Siyasi istikrar ve demokrasinin desteklenmesi,
(3) Enerji ve ekonomik yatırımlar başlıkları altında toplamak mümkündür.
Bölgede ağırlığı en fazla hissedilen aktör olan Rusya’nın “Yakın Çevre
Doktrini” ile bölgede etkinlik kurma yönünde gelişen dış politika konsepti ve
AB’nin özellikle enerji alanında Rusya’ya bağımlılığı, ABD’nin, siyasi,
ekonomik ve güvenlik bağlamında ilişkilerin güçlendirilmesi aracılığıyla
bölgeyi kendi stratejik eğilimleri/çıkarları çerçevesinde dönüştürmesi önünde
engel teşkil etmektedir. Öte yandan Karadeniz Bölgesi ABD’nin güç aktarımı
politikası açısından dünyanın diğer bölgelerinden farklılık göstermektedir.
Bilindiği gibi ABD dünyanın kriz bölgelerine kısa sürede deniz kuvvetleri
yoluyla güç aktarabilmekte ve bölgede fiilen askeri operasyon yürütmese
dahi etkili bir konum alabilmektedir. Oysa Karadeniz'in Montrö antlaşması ile
belirlenen statüsü, bu denize kıyısı olmayan ülkelerin savaş gemilerine gerek
gemi tipleri ve silah sistemleri, gerek tonaj gerekse süre bakımından
kısıtlamalar getirmektedir. 2001 yılında NATO'nun Aktif Çaba Harekatı’nın
(Active Endavour) küresel terörizmle mücadele kapsamında Akdeniz'de
başlatılması sonrasında, harekatın Karadeniz'e de genişletilmesi talepleri
gündeme gelmiştir. Montrö antlaşmasına aykırı bir durum yaratacak olan bu
taleplere karşı Türkiye, “Karadeniz Uyumu Harekâtı” ve “Blackseafor”
inisiyatiflerini ortaya koyarak Karadeniz'deki güvenlik zafiyetine yönelik
iddiaların gündemden düşmesini sağlamıştır. Türkiye'nin hassasiyetlerini göz
önünde
bulunduran
Washington,
ABD’nin
Montrö
antlaşmasının
değiştirilmesine yönelik bir politikası olmadığını ifade etmiştir. Karadeniz'deki
mevcut uluslararası durum ABD açısından bölgede kalıcı askeri üslerin tesis
edilmesi, bu sağlanamadığı takdirde bölge ülkelerinin bir kriz durumunda aynı
tarafta
bulunacak
şekilde
yapılandırılmasını
daha
da
önemli
hale
getirmektedir. Nitekim Karadeniz'in batı kıyısındaki ülkeler -Bulgaristan ve
32
Romanya- hem NATO hem AB üyesi olmuş, iki ülkede de ABD askeri üsler
kurmuştur.
11 Eylül sonrasında Bush doktrini ile birlikte güvenlik algıları ve
politikalarındaki değişim sonucu terörle mücadelenin önem kazanması, Irak
ve Afganistan müdahalelerinin gerçekleştirilmesi sadece Orta Asya ve Orta
Doğu’ya yönelik bakış açılarını değiştirmekle kalmamış aynı zamanda,
jeopolitik ve jeostratejik açılardan da Karadeniz ve Güney Kafkasya’yı da
kapsayacak şekilde yeni algılamaların gelişmesine neden olmuştur. Askeri
birliklerin ve teçhizatın NATO ülkeleri ve ABD’den Orta Asya’ya nakli
bağlamında Güney Kafkasya (Gürcistan ve Azerbaycan), İran ve Rusya’ya
alternatif olması açısından önemli bir lojistik koridor olmaktadır. Hâlihazırda
Rusya, insani yardım amaçlı uçuşlara izin verse de Amerikan savaş
uçaklarına kendi hava sahasını kullandırmamaktadır. Aynı şekilde İran hava
sahası
üzerinden
uçuşun
da
imkânsız
olması,
NATO
ülkelerinden
Afganistan’a ulaşım için Gürcistan ve Azerbaycan hava sahalarının
kullanımını gerekli kılmaktadır.66
NATO’nun genişleme stratejisi kapsamında Gürcistan, Azerbaycan ve
Ukrayna’nın olası üyeliklerinin Orta Asya’da ABD müdahaleleri ile birlikte
değerlendirilmesi daha anlamlıdır. Dolayısıyla ABD’nin bu yaklaşımının
Moskova yönetimini tedirgin ettiğini söylemek mümkündür. Bu bağlamda
Nisan 2008’de gerçekleşen NATO toplantısından önce Şubat 2008’de Rusya
Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, gazetecilere yaptığı açıklamada, dönemin
devlet
başkanı
Saakaşvili’ye
Vladimir
NATO’nun
Putin’in,
Gürcistan
genişlemesinin
Devlet
kendilerini
Başkanı
Mikhail
endişelendirdiğini
söylediğini ve böyle bir adımın Rusya-Gürcistan ilişkilerini olumsuz
etkileyeceği uyarısında bulunduğunu aktarmıştır.67 2008 yazında ise
Rusya’nın bu söylemi uyarı sınırında kalmayarak Gürcistan’a askeri
müdahaleye dönüşmüştür.
66
Svante E. Cornell, “Georgia After the Rose Revolution: Geopolitical Predicament and Implications for
U.S. Policy”, Strategic Studies Institute, <<http://www.StrategicStudiesInstitute.army.mil/>>, Şubat
2007, s.12.
67
NTVMSNBC, (çevrimiçi) <<http://www.ntvmsnbc.com/news/436613.asp>> , 25 Şubat 2008.
33
RF’nin sözü edilen üç ülkenin (Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan)
üyeliğine yönelik olumsuz yaklaşımına rağmen George W. Bush toplantı
sırasında NATO liderleri arasında zirve öncesinde oluşan ortak anlayışı
dikkate almayarak "Ukrayna ve Gürcistan'ın" NATO'ya üye yapılması
yönündeki isteğini yinelemiştir. Öte yandan NATO'nun kimi güçlü üyeleri,
ABD’nin eğilimi doğrultusunda karar almayarak Rusya ile ilişkilerin
bozulmamasının kendileri için önemli olduğunu gösteren bir tutum içerisine
girmişlerdir. Özellikle AB ülkelerinin NATO kapsamında alınan kararlarla
RF’yi karşılarına almak istemedikleri ve uzlaşma aradıkları değerlendirilebilir.
Uzlaşma zemininin aranmasının ardında ise, AB'nin doğal gaz ve petrolünün
yüzde 25'ini sağlayan Rusya’nın özellikle enerji alanında çok önemli oyuncu
olduğu değerlendirmesi yatmaktadır. Böylece NATO zirvesi, ABD'nin NATO
üzerindeki egemenliğinin görece azaldığını, Rusya'nın gücünün ise Avrupa
üzerinde yadsınamaz ölçüde etkin bir düzeye ulaştığını gösteren önemli bir
gelişme olmuştur. Nitekim Nisan 2009’da gerçekleşecek NATO zirvesinde
Gürcistan ve Ukrayna’nın üyeliklerinin gündeme gelmeyeceği, anılan iki
ülkenin Kuzey Atlantik İttifakı’na üyeliklerinin görünür gelecek içinde
gerçekleşme olasılığının bulunmadığı ifade edilmektedir.
Bölgede dengeleri bozabilecek bir diğer önemli unsur olan “füze
kalkanı” projesi ise ABD’nin ısrarlı desteği ile benimsenmiş ancak Rusya’ya
önemli güvenceler verileceği de açıklanmıştır. Bahsedilen güvencelerden
birisi proje kapsamındaki füzelerin silolara İran'ın balistik füze üretme
kapasitesi kesinleşmeden konulmayacağıdır. İkinci güvence olarak radar
sistemlerinin sabit bir beton zemine monte edilerek Rusya'ya dönmesinin
engelleneceği, Rus uzmanların gerektiğinde sistemleri denetleme olanağına
sahip olacağıdır. Böylece, füze kalkanının kullanılmasında Rusya önemli
tavizler elde etmiş, İran'ın balistik füze kapasitesinin saptanması, sistemlerin
denetlenmesinin koşulları gibi iki belirsiz alan yaratılmıştır.68
Sonuç olarak NATO zirvesi sonrası Rusya’nın şiddetle karşı çıktığı iki
unsurdan füze kalkanı projesi kabul edilirken, Gürcistan ve Ukrayna’nın
üyeliklerinin kabul edilmemiş olması ABD’nin bazı alanlarda Rusya’nın
istekleri doğrultusunda gerilemek zorunda kaldığını göstermiştir. Aynı şekilde
68
Cumhuriyet Gazetesi, 07 Nisan 2008.
34
Rusya da karşı çıktığı önemli bir projenin kabulü ile geri adım atmak
durumunda kalmıştır. Dolayısıyla göreli bir uzlaşma ve politikalardan ödün
verme sürecinin her iki ülke açısından da yaşandığı görülmektedir.
NATO zirvesi sonucu oluşan havanın Rusya’nın Gürcistan üzerindeki
baskısını arttırmasına neden olduğu, Moskova’ya Güney Osetya ve Abhazya
ayrılıkçı hareketleri konusunda önemli bir hareket serbestisi yarattığı
söylenebilir. Rusya’nın tutumu sonucu gerilen Gürcistan-G. Osetya ilişkileri 1
Ağustos 2008’de çatışmaya dönüşmüş, 7 Ağustos’ta Gürcistan Tsinvali’ye
operasyon düzenlemiştir. Rusya’nın bu operasyona yanıtı sert olmuş ve
gerçekleşen
Rus
askeri
harekatı
Gürcistan
topraklarını
kapsamıştır.
Moskova operasyonların sivillerin hayatlarını korumak için gerçekleştirildiğini
söyleyerek Gürcistan’ı suçlamıştır. Öte yandan Washington ise Rusya’nın
eylemlerinin ve Gürcistan da dahil olmak üzere bölgeye ilişkin niyetlerinin
kabul edilemez olduğunu belirterek ABD/AB-Rusya ilişkilerinin tehlikeye
girdiğini açık bir dille vurgulamıştır. Moskova ise ABD’nin sert eleştirilerini;
‘‘Washington, Tiflis ile Moskova arasında seçim yapmak zorundadır’’ retoriği
ile yanıtlamış ve Gürcistan’ı “sanal proje” olarak nitelendirmiştir.69
Gürcistan’a, "orantısız askeri müdahalesi" nedeniyle Moskova’ya
güveninin geniş ölçüde sarsıldığını belirten NATO, Rusya’nın Güney Osetya
ve Abhazya’yı tanıma kararını kınayarak ilişkileri Ağustos’ta askıya almıştır.
NATO, Kafkaslardaki gelişmelerin Avrupa-Atlantik güvenliği ve istikrarı
açısından önemini vurgularken, sorunlara bulunacak barışçı çözümlerde
Gürcistan’ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün temel ilke oluşturması
gereği üzerinde durmuştur. Ardından 2008 yılı sonunda, bakanlar düzeyinde
yapılan NATO toplantısı sonrasında, Rusya ile diyaloğun "koşullu ve
aşamalı" olarak tekrar canlandırılması kararlaştırılmıştır.
ABD
ile
Rusya
arasında,
Kafkaslarda
yaşanan
gerginlik
yumuşamadan Polonya`nın topraklarına ABD`nin füze savunma sistemini
yerleştirmesini kabul etmesi Rusya tarafından `tehdit` olarak kabul edilirken
gerginliğin bir anda Polonya ve yeniden füze kalkanı eksenine kaymasına
69
BBC, (çevrimiçi)<http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2008/08/080819_nato_russia.shtml>
35
neden olmuştur.70 Rusya’nın Gürcistan’a askeri müdahalesinden önce
Polonya kamuoyunda füze kalkanı projesine karşı ciddi bir muhalefet
gözlenirken çatışmalardan sonra desteğin artması Rus saldırılarının bölgede
diğer ülkeler için ciddi bir endişe kaynağı oluşturduğunu göstermektedir.
Dolayısıyla, Rusya’nın müdahalelerinin sadece Gürcistan’a yönelik bir
gözdağı vermenin ötesinde, tüm Karadeniz/Kafkasya’ya yönelik olduğu
algısının bölge ülkeleri arasında yayılmaya başlamış olmasından söz
edilebilir.
ABD’nin bölgeye yönelik politikalarında bir diğer önemli nokta
istikrarsızlık unsurlarının barışçıl yollarla çözülmesi gerekliliğidir. Soğuk
Savaş sonrası ilk dönemde Türkiye’nin bölge ülkeleriyle dil, din, kültür gibi
faktörler nedeniyle hızlı bir bağlantı kurması, bağımsızlıkları ve toprak
bütünlüklerinin korunması ABD tarafından da desteklenmiştir.71 Özellikle
Kafkasya’daki istikrarsızlık unsurlarının çatışmaya dönüşmesi, Amerikan
yatırımlarının bölgeye güvenli bir şekilde girmesi ve bölge ekonomilerinin
liberal ekonomik sisteme entegrasyonu yolunda önemli bir engel olarak
görülebilir. Batı’ya eklemlenmeye çalışan bölge ekonomilerinin istikrar ortamı
içerisinde Batılı yatırımcılara güven veren bir şekilde gelişmesi, ABD’nin
bölgedeki politikaları içinde önemli bir boyut olarak değerlendirilebilinir. Bu
bağlamda Azerbaycan ve Gürcistan’ın bölgede ABD yatırımları ve siyasi
varlığına
sıcak
baktığı
görülmektedir.
Özellikle
Gürcistan
toprak
bütünlüğünün korunmasında ABD ve NATO’dan aktif destek beklerken
Rusya ile yaşanan kriz sırasında anılan destek ancak kınama ve “Rusya’nın
güç kullanımına yönelik sert mesajlar” düzeyinde gerçekleşebilmiştir.
Dolayısıyla Saakaşvili’nin G.Osetya’yı kendi yönetimine bağlama beklentisi
ile gerçekleştirdiği askeri harekât Rusya karşısında ağır bir yenilgiye uğramış,
70
Rusya Genelkurmay Başkan Yardımcısı General Nogovitsyn, Polonya`nın ABD füze savunma
sisteminin parçalarının topraklarında kurulmasına izin vermesinin olası bir askeri saldırıya zemin
hazırlayacağını söylemiştir. Rus İnterfaks ajansına yapılan açıklamada, ülkesinin askeri doktrininin
olası bir nükleer saldırı seçeneğine izin verdiğine de dikkat çeken Nogovitsyn, “ABD kendisi için füze
savunma sistemi konusunda çaba harcıyor, Polonya için değil. Polonya, (sistemin unsurlarını)
konuşlandırarak kendisini askeri bir saldırıya açık duruma getiriyor.” demiştir. Nogovitsin, ayrıca
“Polonya, füze kalkanı sistemlerinin yerleştirilmesini kabul ederek, kendisini herhangi bir saldırıya karşı
yüzde 100 açık hale getiriyor açıklamasını yapmıştır. “ <<http://www.tumgazeteler.com/?a=4009717>>
71
Baskın Oran, Türk Dış Politikası Cilt II: 1980-2001, B. ORAN (Der.), İstanbul, İletişim Yayınları,
2001, s. 279.
36
Batı’dan beklenen destek sağlanamamıştır. Ateşkesin ardından G. Osetya ve
Abhazya bağımsızlıklarını ilan ederken Rusya’nın bölgedeki askeri ve siyasal
varlığı pekişmiş, G. Osetya ve Abhazya fiilen Gürcistan yönetiminden
kopmuştur. Tüm bu gelişmeler bölgede siyasi istikrar ve toprak bütünlüğünün
korunmasına yönelik politikalar söylemini önceleyen ABD için olumsuz ve
önümüzdeki dönemde kendi lehinde dengelenmesi gereken unsurlar olarak
karşımıza çıkmaktadır.
ABD’nin bölgede istikrar ve güven sağlamaya yönelik dış politika
konseptinin önemli bir ayağını bölgede gerçekleştirilecek alternatif enerji hattı
projeleri oluşturmaktadır.
Dolayısıyla istikrarlı bir Güney Kafkasya, enerji
kaynaklarının aktarımı konusunda İran’ın devre dışı bırakılarak Türkiye
üzerinden çoklu boru hatlarıyla sağlamak stratejisini destekleyen ABD için
daha tercih edilebilir olacaktır. Rusya dünyanın en büyük gaz üreticisi72 ve
ihracatçısı konumuyla sahip olduğu avantajı ekonomik olduğu kadar siyasi bir
enstrüman olarak da kullanmaktadır. Diğer ülkelerle ikili görüşmelerinde her
ne kadar aksi seslendiriliyor olsa da enerji faktörü ön planda tutulmakta;
müzakerelerde, sınır sorunundan, askeri üsler konusuna, ikili ticaret
ilişkilerinden, entegrasyon konularındaki görüşmelere kadar etkin bir ikna
unsuru olarak kullanılabilmektedir. Ocak 2006’da, Rusya’nın Ukrayna’ya
ihraç ettiği doğal gazın fiyatını arttırması ile çıkan anlaşmazlık Rusya’nın
doğal gaz vanalarını kapatması ile sonuçlanmıştır. Aynı kriz 2008 yılının
sonunda tekrar yaşanmış ve sorunun çözüm süreci beklenenden uzun bir
zaman almıştır.
Anılan tutum enerji unsurunun Rus dış politikasında ne
kadar önemli bir enstrüman olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla ABD’nin
enerji politikalarında, çoklu boru hatları stratejisi ile Rusya’nın etkinliğini
kırmaya yönelik hamleleri ön plana çıkmaktadır. Bu durum Karadeniz ve
Kafkasya’ya yönelik politikalarda özellikle enerji alanında AB ile ortak bir
tutumun gelişmesine zemin sağlamaktadır. Doğal gazda Rusya’ya karşı olan
72
Rusya 1.680 Tcf (İran rezervlerinin 2 katı oranında) ile dünyanın en büyük doğal gaz rezervlerine
sahiptir. 2006 yılında Rusya 23.2 Tcf ile dünyanın en büyük üreticisi 6.6 Tcf ile en büyük ihracatçısıdır.
Rusya 2007 yılında 6.37 Tcf doğal gaz ihracatı yapmıştır. Avrupa ülkeleri (Almanya başta olmak üzere)
ve eski Sovyet ülkeleri (Ukrayna ilk sırada) Rus doğal gazının başlıca alıcılarıdır. Bunun yanı sıra,
Türkiye, Japonya ve diğer Asya ülkeleri Rus doğal gazının uluslararası pazarlarda ulaştığı diğer
noktalardır. 2007 yılında 23,1 Tcf olan doğal gaz üretiminin 2030 yılında 31,3 Tcf miktarına yükselmesi
tasarlanmaktadır. Artan üretimin Avrupa pazarlarına güvenli şekilde ulaştırılması Rus hükümetinin
üzerinde durduğu en önemli konulardan biridir. “Country Analysis Brief, Caspian Sea”, Energy
Information Administration, (çevrimiçi)<<http://www.eia.doe.gov/emeu/cabs/Caspian/oil.html>>
37
bağımlılığı giderek artan ve zaman zaman Rusya ile doğal gaz alımı ve
fiyatları konusunda sorunlar yaşayan AB, son dönemlerde Türkiye üzerinden
geçerek
AB’ye
enerji
akışını
sağlayacak
projeler
üzerinde
önemle
durmaktadır. AB enerji politikasını açıklayan 2006 tarihli Yeşil Belgede,
AB’nin enerji ihtiyacının artmasına rağmen kaynakların azaldığı belirtilmekte
ve bağlantılı olarak enerji çeşitliliğinin sağlanmasının önemine dikkat
çekilmektedir.73 Bu doğrultuda AB’nin Rusya, Hazar ülkeleri, Orta Doğu ve
Türkiye ile çok yönlü enerji stratejileri doğrultusunda ilişkilerini geliştirmesi
gerektiği üzerinde durulmaktadır.74 Güney Kafkasya’nın Batı pazarlarına
eklemlenmesi,
demokratikleştirme
politikaları
ve
enerji
kaynaklarının
Rusya’nın dışında alternatif yollarla Batı’ya ulaşımının sağlanması AB için
olduğu kadar ABD için de önem taşımaktadır.
ABD’nin Hazar enerji kaynaklarına yönelik politikası 2001 yılında
açıklanan enerji politikalarına ilişkin raporda belirtilmiştir.75 ABD’nin bölge
ülkelerinin bağımsızlıklarının pekiştirilmesine, Batı ve ABD ile olan bağlarının
güçlendirilmesine, Rusya’nın petrol ve doğal gaz ithalatındaki tekel
konumunun kırılmasına ve Batı’nın enerji güvenliğinin Türkiye üzerinden
geçecek alternatif hatlarla sağlanmasına yönelik politikalar izleyeceği
belirtilmiştir.76 Bu noktada ABD’nin enerji aktarım hatlarında Türkiye ve
Güney Kafkasya alternatifini desteklemesinde İran’ı devre dışı bırakmak
istediği de göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla Türkiye’nin ABD’nin öngördüğü
çoklu boru hatları stratejisi çerçevesinde, İran’a alternatif olarak Batı’nın
enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesinde önemli bir yere sahip olduğu
görülmektedir.
Karadeniz ve Kafkasya bölgesine yönelik yukarıda belirtilen unsurlar
çerçevesinde şekillenen ABD politikasının Obama döneminde köklü ve
73
“Green Paper: A European Strategy for Sustainable, Competitive and Secure Energy” Commision
of The European Communities, Brüksel 2006.
74
Gawdat Bahgat, “Europe’s Energy Security: Challenges and Opportunities”, International Affairs,
2006, s.2.
75
“Reliable, Affordable, and Environmentally Sound Energy for America’s Future”, The White House,
The National Energy Policy Development Group, Mayıs 2001.
76
Jim Nichol, “Armenia, Azerbaijan and Georgia: Political Developments and Implications for U.S
Interests”, CRS Report For Congress, Temmuz 2007, s.24.
38
yapısal
değişimler
geçirmeyeceği
fakat
bölgede
dengeleyecek şekilde gelişeceği beklenebilir.
Rusya’nın
ağırlığını
Dolayısıyla Gürcistan ile
yaşanan son krizde Rusya ile herhangi bir şekilde sıcak temas ile
neticelenebilecek yaklaşımlardan özenle uzak duran ABD’nin işbirliği ve
diplomatik çözümleri ön planda tutması ve diplomatik girişimlerle bölgeye
yöneleceği öngörülebilir. Bu kapsamda;
•
Bölgede ABD ve RF arasında Gürcistan krizi ile patlak veren gerilim
ve etkinlik mücadelesinin önümüzdeki dönemde de devam edeceği
ancak Gürcistan ve Ukrayna’nın kısa dönemde NATO üyeliklerinin
gerçekleşmesinin zor olacağı değerlendirilebilir.
•
Rusya ve Ukrayna arasında Sivastopol deniz üssünün kullanımına
ilişkin 1997’de imzalanan anlaşmanın süresinin 2017 yılında dolacak
olması ve Ukrayna’nın limanın kullanım süresinin uzatılmayacağına
dair açıklamaları Moskova-Ukrayna ilişkilerinde gerilim yaratacak
önemli bir unsur olabilecektir. Bununla birlikte Rusya’nın Karadeniz’de
stratejik öneme sahip limanın kullanım süresinin uzatılmaması
olasılığına karşı Karadeniz Filosu'nun Yemen, Suriye, Libya ve
Vietnam'a taşınması ile ilgili girişimleri tartışma konusu olmaya
başlamıştır. Dolayısıyla kısa ve orta vadede Sivastopol limanının
Karadeniz’de etkinlik mücadelesi açısından temel odak noktalarından
birisi olacağı değerlendirilebilir. RF’nin Karadeniz filosu için alternatif
limanlar araması ve Suriye ile görüşmeler başlatmış olmasına karşın,
filosunun tümünü Karadeniz dışına taşıyarak bölgede bir boşluk
yaratmaktan kaçınacağı değerlendirilmektedir. Bu nedenle RFUkrayna ilişkilerinin önümüzdeki dönemde daha da gerginleşmesi
güçlü bir olasılığı ifade etmektedir.
•
Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne füze kalkanı yerleştirilmesine ilişkin
müzakerelerin sonuçlandırılması RF-ABD ilişkilerinde hoşnutsuzluk
yaratacaktır.77
77
Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev, bir açıklamasında ülkesinin çıkarlarını korumak için güç
kullanma hakkını elinde bulundurduğunu, Batı ülkelerinin Rusya’yı çevreleme girişiminin de kabul
edilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir.
(çevrimiçi)<<http://www.gundelik.net/2008/12/26/medvedev-guc-kullanma-hakkina-sahibiz/>>
39
•
ABD, İran’ın nükleer faaliyetlerinin durdurulması başta olmak üzere
belli konularla transatlantik bir ittifakın kapısını aralamaktadır. Bu
kapsamda Rusya’nın İran’a S-300’ler dahil hava savunma silahlarının
teslimatını yapmakta olduğu haberleri ABD’nin füze kalkanı projesini
meşrulaştıran bir gelişme olmuştur. Bu durumda Obama yönetiminin
Demokrat Parti içerisinde füze kalkanına yönelik karşıt görüşleri de
dikkate alarak Rusya’nın İran’a silah satımını durdurması karşılığında
füze kalkanı anlaşmasının iptalini gündeme getirmese de sistemin
kurulmasının
ötelenme
seçeneğini
masaya
yatırabileceği
değerlendirilebilir.
•
Güney Kafkasya’da Gül Devrimi ile Batı’ya entegrasyon süreci
hızlanan Gürcistan’a gerçekleşen Rus müdahalesi, bölgede Rusya’nın
nüfuzunu artırma politikası çerçevesinde değerlendirildiğinde ABD’nin
bu hamleyi dengeleyecek politikalara ağırlık vermesi önümüzdeki
dönemde
beklenebilir.
Saakaşvili’nin
Batı
Bu
yanlısı
kapsamda
politikalarının
halen
iktidarda
olan
desteklenmesi,
Tiflis
hükümetinin Rus müdahalesinden aldığı zararın en kısa zamanda
telafi edilerek muhalif hareketlerin Rus yanlısı yeni bir yönetimin
seçilmesiyle sonuçlanabilecek girişimlerinin önlenmesine yönelik
politikaların geliştirilmesi öngörülebilir. Bu noktada Saakaşvili’nin;
yeterli bilgi, birikim ve deneyime sahip olmamasına karşın "temelsiz
özgüveni” nedeniyle yaptığı ciddi hatalar önemli yönetsel bir risk
olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Gürcistan’da ABD ve Batı’nın
çıkarlarını koruma bağlamında daha akılcı ve
gerçekçi bir lider
arayışının gündeme gelmesi şaşırtıcı olmamalıdır.
•
Ermenistan’ın RF ve İran ile yakın işbirliğinden uzaklaştırılarak Batı’ya
entegrasyonunun sağlanmasının hızlandırılması olası bir seçenek
olarak
değerlendirilebilinir.
Türkiye-Ermenistan
ilişkilerinde
son
dönemde gerçekleştirilen yeni açılımlar ve ABD destekli işbirliğinin
artırılması çabası, Karabağ sorunu ve soykırım iddiaları sonucu
Türkiye ve Azerbaycan’la diplomatik ilişkisi kesilerek Rusya-İran
eksenine kayan Ermenistan’ın yeniden Batı’ya çekilmesi yolunda bir
adım olarak değerlendirilebilir.
40
•
ABD’nin bölgede etnik temelli çatışmalarda arabuluculuk rolünü
üstlenmekte
daha
aktif
bir
politika
izleyerek
Dağlık
Karabağ
konusunda büyük oranda RF’nin elinde bulunan inisiyatifin ABD lehine
geçmesine yönelik Ermenistan ile Azerbaycan’ı masaya oturtacak yeni
açılımlar geliştirebileceği öngörülebilir.
•
Bunların yanı sıra ABD’nin Karadeniz ve Kafkasya genelinde özellikle
enerji, ekonomi temelli yatırımları geliştirmek doğrultusunda politikalar
izlemeye devam edeceği değerlendirilmektedir. Bu kapsamda George
W. Bush yönetiminin tek yanlı politikalarından ziyade Obama
döneminde çok yönlü girişimlerin tercih edileceği, bölgesel ve
uluslararası örgütlere yakın politikalar izleneceği öngörülebilir.
•
Bu kapsamda ekonomik ve siyasi işbirliğinin artırılması konusunda
bölgesel örgütlerin etkinliğinin artırılması ABD için önümüzdeki
dönemde önemli bir seçenek olacaktır. Bu kapsamda GUAM ve
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (KEİT) gibi örgütlerin etkinlikleri
ABD açısından değerlendirildiğinde yetersiz kalmaktadır. Bunların yanı
sıra ABD çıkarlarını bölgede savunacak yeni kurumsal bir yapıya
ihtiyaç duyularak sivil toplum örgütleri veya çeşitli kurumlar bazında
yeni oluşum ve örgütlerin hayata geçirilmesi ve bu konudaki
çalışmaların artırılması da önemli bir seçenek olarak karşımıza
çıkmaktadır.
ABD’nin
Rusya’nın
Gürcistan’a
askeri
müdahalesinin
ardından
bölgedeki gelişmeleri kendi lehine değiştirecek yaklaşımlarda bulunabileceği
öngörüsü dikkate alındığında Türkiye’den bu kapsamda yeni taleplerin
gündeme gelmesi beklenebilir. Anılan durumda Gürcistan’daki sorunların
çözümünün yanı sıra gerek Dağlık Karabağ gerekse Ermenistan-Türkiye
ilişkilerinin geliştirilmesi açısından kısa ve orta vadede yeni açılımlar ve
çözüm seçenekleri ortaya konabilecektir. Bu kapsamda Türkiye-Ermenistan
ilişkilerinin
ayrıntılı
bir
şekilde
ele
alınması
geleceğe
yönelik
değerlendirmelerin yapılabilmesi açısından önemli olacaktır.
41
Türkiye-Ermenistan İlişkileri
İlişkilerin Arka Planı
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde başlıca üç sorunun varlığından söz
etmek mümkündür. Birincisi, Türkiye’nin dost ve kardeş ülke olarak
tanımladığı, ayrıca enerji kaynaklarının iletimi projeleri açısından önemli bir
yere sahip olan Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ
sorunudur. İkincisi, 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarının dünya
kamuoyunda “soykırım” olarak tanıtılmaya çalışılması ve belli ölçüde başarı
kazanmasıdır. Üçüncüsü ise, Ermenistan’ın Türkiye ile olan sınırını
tanımaması ve Ermeni yetkililerin Türkiye’den toprak talep edilmediğine ilişkin
açıklamalarına78 karşın bazı çevrelerde Ermenistan’ın bu konuda gizli bir
hedefinin olduğuna dair varolan yaygın kanıdır.
Türkiye, Ermenistan ile diplomatik ilişki kurulabilmesi için Dağlık
Karabağ
sorununun
çözümünü
ön
koşul
olarak
ortaya
koymuştur.
Uluslararası kamuoyunun Dağlık Karabağ sorununun çözümüne yönelik
uzlaşma mesajlarına ve sıcak çatışmanın büyük ölçüde önlenmesine rağmen
sorun halen çözülememiştir. Son olarak, soruna uluslararası hukuk ve
kararlar temelinde barışçıl çözüm bulunmasını öngören deklarasyon Kasım
2008’de Moskova’da imzalanmıştır. Bu belge 1994 yılından beri iki taraf
arasında imzalanan ilk belge olma özelliği taşımaktadır.79
78
Serj Sarkisyan, Milliyet Gazetesi tarafından yapılan bir röportajda; ‘Türkiye’den toprak talebiniz var
mı?’ sorusuna, ‘Toprak iddiasına çok şaşırıyorum. Kesinlikle hiçbir Ermeni yetkili böyle bir açıklama
yapmadı’ diyerek yanıtlamıştır. Ancak, kimi Ermeni yazarlar ve araştırmacıların Ermenistan’ın nihai
hedefinin Türkiye’den toprak talebi olduğuna dair açıklamaları basında çeşitli kaynaklarda yer almıştır.
79
"Yukarı Karabağ çatışmasının siyasi yollardan çözülmesi yolunda detaylı görüşme yaptık" ifadeleri
kullanılan deklarasyonda, şunlar kaydedilmiştir: "Görüşmelerin doğrudan diyalog yoluyla Avrupa
Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu eşbaşkanları olan Rusya, Fransa ve ABD aracılığıyla
çözülmesi taraftarıyız. Devlet başkanları, uluslararası hukuk prensiplerine ve normlarına uygun olarak
Güney Kafkasya’da güvenlik ve istikrarın korunması, sağlamlaştırılması, bölgenin ekonomik olarak
kalkınması ve çok yönlü işbirliğinin geliştirilmesine yardımcı olacaklarını kaydettiler. Aliyev, Sarkisyan
ve Medvedev, AGİT Minsk Grubu eşbaşkanlarının 2007 yılında Madrid’de yaptığı görüşmeleri de göz
önünde bulundurarak, aracılık çabalarının devam etmesinin önemini kaydederek, siyasi diyaloğun
önemli ilkelerini oluşturmak için görüşmelere devam edilmesini onayladılar”. Rus, Azeri ve Ermeni
liderlerin barış görüşmelerinin uluslararası hukuk güvencesi altında sürdürülmesi taraftarı olduğu
belirtilen deklarasyonda, Azeri ve Ermeni liderlerin Yukarı Karabağ sorununun çözülmesi için en üst
düzeyde görüşmelere devam edilmesi kararı aldığı, AGİT Minsk Grubu eşbaşkanları ile görüşme
sürecinin daha aktif hale getirilmesi için iki ülke dışişleri bakanlarına talimat verildiği vurgulanmıştır.
Minsk Grubu Rusya Eşbaşkanı Yuriy Merzleyakov da yaptığı açıklamada, "Bugün imzalanan
deklarasyon, iki ülke arasında 1994 yılından beri imzalanan ilk anlaşma olması nedeniyle son derece
önemli. Bu deklarasyon çatışmanın sadece barışçıl yollarla çözülmesi kıvılcımını oluşturabilecek çok
önemli bir belgedir" demiştir.
42
Ermenistan-Türkiye ilişkilerinde güncelliğini hiç yitirmeyen ve ilişkilere
en çok zarar veren konulardan bir diğeri 1915 olaylarına ilişkin Ermeni
iddialarıdır. Yaşanan olaylarla ilgili iddiaların, Batı devletlerinde yaşayan
Ermenilerin faaliyetleri sonucunda bir siyasal hak arayışına dönüştürülmesi,
olayların “soykırım” olarak tanıttırılmaya çalışılması Ermenistan-Türkiye
ilişkilerini geren en önemli sorun olmaya devam etmektedir. Dünyanın farklı
ülkelerinde vatandaşlık hakkını almış Ermenilerin Diasporadaki faaliyetlerinin
ve desteğinin Ermenistan’ın iç ve dış politikası üzerinde önemli bir ağırlığı
bulunmaktadır. Ermeni lobilerinin, iddiaları kabul ettirme kampanyalarının
hedefinde Türkiye’den geçmişe yönelik tazminat taleplerinde bulunma
girişimleri sürmektedir.80 Diasporanın talebi doğrultusunda özellikle AB
ülkeleri ve Amerikan uyruklu Ermenilerin yararlanması için “çifte vatandaşlık”
gibi değişiklikler yapan, başta ABD ve Fransa’daki Ermeni Diasporasından
“anavatana yardım” adı altında düzenli olarak mali yardım toplayan
Erivan’ın81, Diasporanın öncelik verdiği 1915 olaylarına ilişkin politikasında,
Türkiye ile ilişkileri normalleştirmek adına kısa vadede köklü bir değişime
gitmesi beklenmemektedir.
Bu sorunlar öncelikle Türkiye-Ermenistan diplomatik ilişkilerinin
kurulamamasına ve Türkiye’nin Ermenistan sınırını kapatmasına sebep
olmuş, sonraki süreçte ise ilişkilerin normalleşmesine engel olmuştur. Üstelik
bu durum Türkiye’nin Ermenilerin soykırım iddialarını tanıyan üçüncü
ülkelerle olan ilişkileri üzerinde de olumsuz etkiler yaratmıştır.
Ermenistan açısından bakıldığında ise, bu durum Ermenistan’ın
diplomatik ilişki içerisinde olmadığı iki ülke ile çevrelenmesine, bir ölçüde
izole edilmesine ve eski Sovyet Cumhuriyetlerinin çoğunda görülen Batı ile
entegrasyonun gerçekleşememesine sebep olmuştur. Ermenistan, bir
yandan gereksinimlerini karşılamak için Rusya ve İran’a yaklaşmak zorunda
kalırken öte yandan ABD ve Avrupa’da yaşayan Ermeni Diasporasının ülke
üzerindeki etkisi nedeniyle Batı’dan da tam anlamıyla uzaklaşamamıştır.
80
Erhan Büyükakıncı, F. Sönmezoğlu (Der.), Türk Dış Politikasının Analizi, III. Baskı, İstanbul, Der
Yayınları, s. 701.
81
NTVMSNBC,(çevrimçi) <<http://www.ntvmsnbc.com/news/436450.asp>>, 21 Şubat 2008.
43
Ermenistan’ın Rusya ve İran ile yakınlaşması Dağlık Karabağ
sorununda Azerbaycan’a karşı barış görüşmelerinde bazı kazanımlar
sağlamasına neden olmuştur. Azerbaycan-Ermenistan sorununun her iki
tarafı da memnun edebilecek şekilde çözümlenmesi Rusya için Ermenistan’ın
kendi desteğine olan ihtiyacının azalması ve stratejik ortaklığın zayıflaması
anlamına gelebilecektir. Bu nedenle Rusya’nın desteğine muhtaç bir
Ermenistan’ın bölgede varlığını sürdürmesini tercih edebileceği düşünülebilir.
Dolayısıyla
Ermenistan-Azerbaycan
ve
Türkiye
ihtilafında
bölge
dışı
aktörlerin hem Azerbaycan’la hem de Ermenistan’la stratejik işbirliği
kurabilme yolunda pragmatik yaklaşımlar sergilediğini değerlendirmek
mümkündür.
Diplomatik olarak Türkiye ve Azerbaycan ile ilişkisi bulunmayan,
coğrafi açıdan tam anlamıyla çevrelenmiş konumuyla denize çıkışı olmayan
Ermenistan bir yandan Rusya’nın desteğini alırken diğer taraftan Diaspora
Ermenilerinin faaliyetleri aracılığıyla Batı ile yakınlaşma yolunu seçmiş, AB ve
ABD ile ilişkilerini kullanarak Türkiye’nin bir an önce Dağlık Karabağ
yüzünden uyguladığı ambargoyu kaldırmasını ve diplomatik ilişkilerin
kurulmasını isteyerek, bu konuda Türkiye’ye baskı yapılmasını önermiştir.82
Son Gelişmeler
Son dönemde Türkiye’nin uzun zamandır sürdürdüğü Ermenistan
politikasında
bir
takım
değişimler
gözlenmektedir.
Eylül
2008’de
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bir futbol maçı için Erivan’a gitmesi ile
birlikte aktif bir diyalog sürecinin başlatıldığı izlenmektedir. Bu girişimler daha
önce diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi için ortaya konulan ön koşulların
gerçekleşmesi ilkesiyle zıt bir görünüm ortaya koymaktadır. Türkiye’nin
Ermenistan
“açılımı”nın
zamanlaması,
konunun
Türkiye-Ermenistan
ilişkilerinden daha geniş bir perspektifle incelenmesini gerekli kılmaktadır.
Güney Kafkasya ve Karadeniz Bölgesine yönelik ABD ve AB
politikalarının ana hatlarını; bu bölgelerin Batı ile siyasi ve ekonomik olarak
bütünleşmesinin, Hazar ve Orta Asya enerji kaynaklarının Batı pazarlarına
82
Ali Faik Demir, “Türkiye’nin Güney Kafkasya’ya Yönelik Dış Politikası”, F. Sönmezoğlu (Der.), Türk
Dış Politikasının Analizi, III. Baskı, İstanbul, Der Yayınları, s. 732.
44
güvenli ve Rusya’ya alternatif yollarla ulaştırılmasının sağlanması olarak
ifade etmek mümkündür. Bu bağlamda Güney Kafkasya ülkeleri Gürcistan,
Azerbaycan ve Ermenistan önemli bir siyasi-ekonomik rekabet alanı haline
gelmektedirler. ABD-AB politikaları açısından Azerbaycan ve Gürcistan’da bu
amaç görece gerçekleştirilmiş gözükürken Ermenistan, Rusya ve İran ile
geniş ölçüde işbirliği içerisinde bulunan bir ülke konumundadır. Rusya’nın
Ağustos 2008’de Gürcistan’ın Güney Osetya bölgesine müdahalesiyle birlikte
bölgedeki jeopolitik mücadele somut bir biçimde ortaya çıkmış, bölgedeki tüm
ülkeler gibi Ermenistan’ın da durumu daha kritik bir hal almıştır. Dolayısıyla
Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi yönündeki son
girişimler üzerinde bölgedeki yeni konjonktürün büyük etkisi olduğu
değerlendirilmektedir.
Obama’nın
adaylık
Ermenistan’a verilecek destek
sürecinde
83
Ermeni
lobisine
taahhütleri,
ve 1915 olaylarına ilişkin iddiaların tanınması
yönünde gelişmiştir. Obama’nın Kongre’de Ermeni iddialarını destekleyen ve
Türkiye aleyhinde bir karar alma sürecine destek vermesi durumunda,
Ermenistan ile mevcut sorunların çözümü güçleşebilecek ve hatta ABD
Türkiye ilişkilerinin gerilmesi söz konusu olabilecektir.84
Sonuç ve Değerlendirmeler
Kafkasya-Karadeniz
mücadelesinin
giderek
bölgesinde
sertleştiği
ABD-RF
görülmektedir.
arasındaki
Son
dönemde
etkinlik
ciddi
gelişmelerin yaşandığı ve belirsizliklerin arttığı bölgede dondurulmuş çatışma
alanlarının her an sıcak çatışmaya dönüşebildiği son Gürcistan-Rusya
krizinde
açıkça
görülmüştür.
Gürcü
lider
Saakaşvili’nin
G.Osetya’ya
müdahalesinin Washington’dan bütünüyle bağımsız ve habersiz bir şekilde
83
NTVMSNBC, (çevrimiçi) <<http://www.ntvmsnbc.com/news/432835.asp>>, 25 Ocak 2008.
84
Bugüne kadar pek çok ülkede kabul edilen Ermeni iddialarının son dönemde ABD’de de sıkça
gündeme gelmesinin Türkiye’yi rahatsız ettiği ve Türkiye ABD ilişkilerine zarar verdiği görülmektedir.
Tarihsel süreçte ABD’de Temsilciler Meclisi ve Senato’ya daha önce birçok kez “Ermeni soykırımı”nın
tanınması için çeşitli tasarılar sunulmuş, bunun yanı sıra dönemin ABD başkanlarından, özellikle 24
Nisan mesajlarında, “soykırım” sözcüğünü kullanmaları talep edilmiştir. Özellikle 2007 yılında, Ermeni
“soykırım” iddialarını içeren ve aralarında 30 Ocak 2007 tarihinde Temsilciler Meclisi’ne sunulan 106
numaralı tasarının da bulunduğu birçok karar tasarısı Senato ve Temsilciler Meclisi’ne sunulmuştur.
ABD Temsilciler Meclisi'nin Dış İlişkiler Komitesi 11 Ekim'de 1915'te Osmanlı Ermenilerinin
katledilmesinin soykırım olarak benimsemesini isteyen 106 sayılı tasarıyı 21 "hayır"a karşı 27 "evet"
oyu ile kabul etmesi tasarının bağlayıcılığı olmasa bile ABD Türkiye ilişkilerinin gerilmesine neden
olmuştur. Türkiye 106 numaralı tasarının sunulmasından beri, her fırsat ve düzeyde tasarıya karşı
olduğunu dile getirmiş ve kamuoyunda bu sorun ciddi rahatsızlık oluşturmuştur.84
45
gerçekleştirilmiş olması çok mümkün görülmemektedir. Bu kapsamda
Rusya’nın müdahaleye yönelik sert tepkisini yalnızca Saakaşvili’nin başarısız
öngörüsü olarak değerlendirmek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Rusya ile
ateşkesin sağlanmasından sonra Ocak 2009 itibari ile Gürcistan ile ABD
arasında yeni bir stratejik işbirliği anlaşması imzalanmıştır.85 Dönemin ABD
Dışişleri Bakanı Rice, “ABD, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini
desteklemektedir ve desteklemeye devam edecektir” diyerek Abhazya ve G.
Osetya’nın bağımsızlıklarının Rusya tarafından tanınmış olsa dahi
tarafından
destek
görmeyeceğini
belirtmiştir.
Dolayısıyla
ABD
Rusya’nın
Gürcistan’a müdahalesi Kafkasya’daki Rus etkinliğini artırmış gözükse de
önümüzdeki
dönemde
ABD’nin
dengeleri
kendi
lehinde
değiştirme
girişimlerinin önünün açık olduğu değerlendirebilir.
Rusya’nın Karadeniz ve Kafkasya’ya yönelik etkinliğini artırmak temelli
politikalarında kısa ve orta vadede geri adım atması uzak bir ihtimaldir.
G.Osetya ve Abhazya krizlerinden sonra Ukrayna ile yaşanan enerji krizi bu
öngörüyü güçlendiren unsurlardır. ABD, AB ve kurumlar bazında NATO’nun
Karadeniz ve Kafkasya’ya yönelik genişleme politikaları Hazar bölgesi dahil
tüm Kafkaslar ve Karadeniz’i önümüzdeki dönemde krize en açık bölgeler
haline getirmektedir. Irak’ta yakın bir gelecekte iç savaşın çıkması
durumunda, Türkiye’nin Kafkaslar bölgesinde de bir çatışma durumu ile
karşılaşması, olası senaryolar içinde belki de en tehlikelisi olacaktır. Anılan
durumda, çatışmaların yayılması ve Türkiye’yi çevrelemesi ihtimali gündeme
gelmektedir. Gelişmelerin bu şekilde seyretmesi zaten nükleer programı
nedeniyle, ABD ve İsrail’in hedefinde olan İran’ın da, bu çatışmalara dâhil
edilmesine ve önceden hesaplanamayan gelişmelerin ortaya çıkmasına
neden olabilecektir.86
Karadeniz-Kafkasya bölgesinde ortaya çıkan yeni şartlar ve giderek
daha belirginleşen ABD-Rusya rekabeti nedeniyle, Türkiye’nin bölgedeki rolü
daha da önem kazanmaktadır. ABD ve RF, politika ve stratejilerinin gereği
olarak bölgede yeni üsler edinmek ve etkinliklerini arttırmak istemektedirler.
85
NTVMSNBC,(çevrimiçi) << http://www.ntvmsnbc.com/news/471786.asp>>, 11 Ocak 2009.
86
M. Gökırmak, “Düşük Yoğunluklu Demokrasi ve Kafkaslar’da Güvenlik”, G.GÜNGÖRMÜŞ KONA
(Der.), Uluslararası Çatışma Alanları ve Türkiye’ninGüvenliği, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, İstanbul,
Şubat 2005.
46
ABD’nin bölgede dengeleri kendi lehine değiştirmek için önümüzdeki
dönemde yeni açılım ve politikalara yönelmesi ve bu kapsamda Türkiye’ye
yeni roller biçilmesi beklenebilir. Bu durumda, Türkiye açısından, bölgedeki
gerginliklerin sıcak çatışmaya dönüşmeden çözümlenmesi ve bölgenin
durağanlaştırılması en uygun politika olacaktır. Bu çerçevede, bölgede “güç
dengesinin” taraflardan herhangi birinin lehine bozulması ve çatışmaların
yayılması Türkiye’nin aleyhine olan ve güvenliğine tehdit oluşturacak en
önemli unsurdur. Anılan tüm gelişmeler Karadeniz’de en uzun kıyı şeridine
sahip olan ve Güney Kafkasya’ya komşuluğu bulunan Türkiye’yi hassas bir
sürecin içine itmiştir. Bölgede içsel ve dışsal dinamikleri etkileme ve
yönlendirme gücü görece sınırlı olan Türkiye’nin önümüzdeki dönemde
Kafkasya/Karadeniz bölgesinde ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalması uzak
bir olasılık olarak değerlendirilmemelidir. Bu çerçevede Türkiye açısından
yapılan değerlendirmede aşağıdaki hususlar ön plana çıkmaktadır;
•
Rusya’nın
Gürcistan’a
müdahalesi
G.Osetya
ve
Abhazya’nın
bağımsızlıkları ile sonuçlanmıştır. Anılan iki bölgenin bağımsızlık
sürecinin önümüzdeki dönemde nasıl işleyeceği kuşkulu olmakla
birlikte Rusya, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün “artık ölü bir konu”
olduğunu
açıkça
belirtmiştir.
Gürcistan’ın
toprak
bütünlüğünün
korunması, Rusya’nın açıklamaları ile birlikte değerlendirildiğinde aşırı
iyimser
bir
beklenti
olarak
değerlendirilmektedir.
Kafkasya’da
istikrarsızlıkların toprak bütünlüğü anlayışı ile çözülmesinin günümüz
koşullarında uzak bir ihtimal olması Dağlık Karabağ gibi diğer
sorunların çözümü için de önümüzdeki dönemde Türkiye’nin, ülkelerin
toprak bütünlüğünü benimseyen politik yaklaşımına karşıtlık oluşturan
gelişmelerin yaşanmasına neden olabilecektir.
•
ABD’nin Polonya’ya füze savunma sistemleri yerleştirmesini öngören
anlaşma ABD-Rusya gerginliğinin devam edeceğinin önemli bir
göstergesidir. Rusya’nın İran’a füze satışının gündeme gelmesi ile
birlikte düşünüldüğünde önümüzdeki dönemde ABD’nin Karadeniz’de
etkinliğini artırma yönündeki politikalarını uygulama adına her türlü
gelişmeyi
değerlendireceğini
öngörmek
olasıdır.
Bu
kapsamda
Gürcistan’a insani yardım amacıyla savaş gemilerini Karadeniz’e
47
gönderen ABD’nin (her ne kadar bu konunun gündemde olmadığı
belirtilse de) önümüzdeki dönemde Montrö’yü tartışma konusu
yapacak başkaca girişimlerde bulunacağı değerlendirebilir.
•
Karadeniz/Kafkasya bölgesinin enerji aktarım hatları açısından önemi
değerlendirildiğinde sürekli çatışma ve istikrarsızlık ortamı büyük
kayıplara yol açabilecektir. Türkiye’nin enerji arzının ve aktarım
hatlarının güvenliğini sağlayacak politikaları titizlikle hayata geçirmesi
gerekmektedir. Bu kapsamda Bakü-Tiflis-Ceyhan ve Bakü-TiflisErzurum boru hatlarının emniyetle işlerliğinin yanı sıra, henüz proje
aşamasında olan Hazar ve Orta Asya bağlantılı alternatif boru
hatlarının gerçekleştirilmesi öncelikli konular olacaktır. Ancak enerji
tedariki konusunda büyük oranda Rusya’ya bağımlı olan Türkiye’nin
bölgeye yönelik dış politikasında Rusya ile ABD arasındaki güç
dengesinin
korunması
konusunda
hassasiyet
göstermesi
gerekmektedir.
•
ABD’nin yeni başkanı Obama’nın adaylık süresinde Ermeni lobisine
verdiği taahhütler ve desteğe ne ölçüde sahip çıkacağı kuşkuludur.
Sorun Türkiye-ABD ilişkilerinde önemli parametrelerden biri olmakla
birlikte Kongre’de soykırıma ilişkin bir tasarının kabulünün ikili
ilişkilerde yaratacağı gerilim ve yaşanacak olumsuz gelişmeler göz
önüne alındığında Obama’nın yaklaşımını değiştirmesi beklenebilir.
•
ABD’nin Irak’tan 2011 yılına kadar çekilmesini öngören anlaşmanın
Irak meclisinde kabulünden sonra Türkiye ile ilişkilerin daha kritik bir
konumda olacağı değerlendirebilir. Bu nedenle özellikle kısa dönemde
soykırım
tasarısının
Kongre’de
kabulünden
ziyade,
konunun
gündemde tutularak Türkiye-Ermenistan ilişkileri ve Irak ile ilgili
konularda
Türkiye’den
yeni
taleplerin
masaya
yatırılabileceği
öngörülebilir.
•
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin “geliştirilmesi” sürecinde Türkiye’nin
önüne konulan seçenekler başkaca politik çözüm önerilerinde tecrübe
48
edildiği gibi Türkiye’nin aleyhine olabilecektir.87 Böyle bir durumda
Türkiye açısından taleplere “razı olma” beklentisi yaratılabileceğinden
uzun
vadeli
bulundurulması
çıkarların
gerekliliği
anılan
süreçte
mutlaka
değerlendirilmektedir.
göz
Bu
önünde
kapsamda
ilişkilerin normalleşme yönünde atılacak iyi niyet adımlarının eş
zamanlı atılması gerekliliği değerlendirilmektedir.
•
Yaşanan finansal kriz ve petrol fiyatlarındaki düşüşün RF’nin
ekonomisini olumsuz yönde etkilediği ve döviz rezervlerinin büyük
oranda eridiği düşünüldüğünde Moskova’nın sertlik yanlısı politika ve
uygulamalarını ne ölçüde sürdürebileceği ciddi bir soru işareti olarak
ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle RF’nin savunma harcamalarına
(konvansiyonel birliklerinin modernizasyonu için) ayırabileceği pay
zorunlu olarak azalacağı için politikalarında bir yumuşamanın
gündeme gelmesi olasılık sınırları içinde değerlendirilmektedir.
87
Bahsedilen durumun bir örneği Kıbrıs sorununun çözümünde gündeme gelmiştir. Annan Planı
çerçevesinde
Türk tarafının planı kabul etmesi karşılığında izolasyonların 25 Nisan 2004’te
kaldırılması gündeme gelmesine rağmen referandum sonucunda (Türk tarafından yüzde 65 oranında
evet cevabı çıkmıştır) planı kabul etmeyen Güney Kıbrıs Rum kesimi AB’ye üye olurken izolasyonların
kaldırılması için Türkiye’den liman ve hava sahalarının Güney Kıbrıs Rum kesiminin kullanıma açılması
koşulu öne sürülmeye başlanmıştır.
49
BALKANLAR
Herhangi bir politikanın gerçekleştirilmesinde; konjonktür, mevcut
statükonun iç ve dış dinamikleri, aktör/aktörlerin hedefleri, anılan hedefleri
gerçekleştirmeye yönelik imkan ve kabiliyetler temel etmenler olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu çerçevede Obama yönetiminin Balkanlara ilişkin
tutumunu etkileyebilecek üç faktörden söz edilebilir:
a) Günümüz Balkan statükosunu oluşturan içsel ve bölgesel dinamikler
b) Obama yönetiminin bölgeye ilişkin hedefleri ve Balkanlar perspektifi
c) Amerikan devletinin Obama yönetimine sunabileceği imkanlar
Çalışmanın bu bölümünde, anılan kontekst çerçevesinde genel bir tablo
ortaya konmaya çalışılacaktır.
Günümüz Balkan Statükosu ve Bölgesel Dinamikler:
Günümüz Balkan statükosunu, içsel ve bölgesel dinamiklerini
belirleyen etmenler: çok etniklilik, geleneksel irredentizm88, etnik çatışma
pratik ve potansiyeli şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Demografik ve
antropolojik olarak Balkanların ırksal, kültürel, dinsel ve mezhepsel anlamda
tam bir mozaik görünümünde olduğu söylenebilir. Bununla birlikte bölgedeki
hemen her toplumun klasik irredentist yaklaşımlar ile kimi zaman bu
farklılıklar
üzerinden
geliştirebilmesi,
etnik
tehditkar
çatışmayı
tutumlar
adeta
ve
tarihsel
maceracı
politikalar
bir
gerçeğine
bölge
dönüştürmüştür. Ayrıca Balkan ulusları çeşitli devletler içerisinde farklı
oranlarda ancak güçlü bir etnik aidiyet anlayışı ile yaşamaktadır. Bu nedenle
Balkanlarda bölgesel etkileşimin çok yoğun ve karmaşık olduğu öne
sürülebilir. Anılan etkileşim coğrafi ve demografik etmenler ile temel güvenlik
paradigmalarını da belirleyen bir kimliğe sahiptir. Örneğin Arnavutluk’ta etnomilliyetçilik hareketlerinin yükselmesi Balkan coğrafyasında Arnavut toplumun
bulunduğu her devlete etnik ayrılıkçılık temelinde yansıyabilmektedir.
Psikopolitik algının bölgesel dinamikleri belirleyen bir diğer başat etmen
olduğu söylenebilir. Hemen her Balkan toplumu kendi kimliğini bir diğerini
ötekileştirerek kazanmaktadır. Örneğin aynı Güney Slav gen havuzuna
88
İrredantizm; dil, din, soy ve kültür birlikteliği olduğu halde herhangi bir devletin sınırları dışında yer
alan halk ile söz konusu devletin birleşmesi fikridir.
50
mensup Katolik Hırvatların ve Müslüman Boşnakların “ötekileştirilmesi”,
Ortodoks Sırp kimliğinin temel karakteristiğini belirleyebilmektedir. Anılan
durumun,
Balkanlarda Milosevic ya da Karacic gibi irrasyonel kararlar
almaya yatkın ırkçı figürlerin iktidara gelmesi halinde geniş çaplı etnik temizlik
hareketlerine yol açtığı değerlendirilmektedir.
Balkan statükosunu oluşturan içsel dinamikler bunlar iken; etkin dışsal
dinamikler
de
gözden
kaçırılmamalıdır.
Bu
kapsamda
öncelikle
bahsedilebilecek unsurlar Ortodoksluk ve Panslavizm olarak karşımıza
çıkmaktadır. Özellikle Sırpların Ortodoks inançları Slav etnik unsurları ile
sentezleyerek ortaya koyduğu kimlik algısı, anılan toplumu Moskova’nın
bölgedeki çıkarları ile uyumlu hareket etmeye yatkın hale getirmektedir.
Ayrıca Rus stratejik düşüncesinin bölgeyi bir “yaşam alanı (lebensraum)”
olarak nitelediği değerlendirilmektedir. Dolayısıyla bölgeyi etkileyen başlıca
dışsal dinamiklerden birisi olarak, Slav-Ortodoks ekseninde, Moskova’dan
bahsedilebilir. Bu durum kendini belirgin olarak Kosova’nın bağımsızlık
ilanında göstermiş, Rusya Federasyonu Sırpların pozisyonunu zayıflatan bu
gelişmeye şiddetle karşı çıkmıştır. Balkanlar için bir diğer dışsal dinamik
olarak Avrupa’dan ve Avrupa’nın güvenlik algılamalarından bahsedilebilir.
Balkanlar’da yaşanabilecek etnik çatışmaların, terörist faaliyetlerin; insan,
silah ve uyuşturucu kaçakçılığı temelinde oluşan organize suç örgütlerinin
başlıca Avrupalı devletler tarafından çok önemli tehdit kaynakları olarak
algılandığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Bölge statükosunu belirleyen son etmen olarak, Osmanlı-Türk tarihsel
uzantıları ve Müslüman kimlik sayılabilir. Avrupa’nın ve Rusya’nın bölgeye
dair en önemli ortak perspektifi, Müslüman kimliğin tasfiyesi olmuştur. Bu
durumun Bosna ve Kosova örneklerinde belirginleştiğini öne sürmek olasıdır.
Her iki güç odağının da bölgenin Osmanlı-Türk geçmişinin “hiç yaşanmamış”
olmasını istediği düşünülmektedir. Balkanlarda Suudi Arabistan destekli
Vahabilik89 mezhebinin faaliyetleri, Batı Avrupa ile Müslüman kimliğin
tasfiyesi bağlamında karşıtlık, Osmanlı-Türk geçmişinin silinmesi bağlamında
89
Vahabilik; XVIII.Yüzyıl'da Arabistan'da ortaya çıkan dinsel ve siyasal akımdır. Kurucusu Muhammet
Bin Abdülvehab'dır. Hambeli mezhebinin görüşlerini temel alır ama, dinsel öğeleri aşırı tutucu biçimde
yorumlar ve kurallara zorla uyulmasını savunur. Başka mezheplere karşı tavrı çok serttir. Osmanlı
İmparatorluğuna karşı da sık sık ayaklanmalar çıkarmışlardır.
51
özdeşlik göstermektedir. Gerek Bosna Hersek Savaşına, gerekse Kosova’ya
gönderilen
''Suudi
yardım
ekipleri''
Vahabilik
propagandası
yaparak
Balkanlarda Osmanlı'dan miras kalan kültür eserlerini sistematik bir şekilde
yok etmişlerdir. Vahabi mezhebine bağlı örgütler, 1990'lı yıllarda Orta Asya,
Kafkaslar ve Balkanlara girmiş ve zor durumdaki Müslüman halk kitlelerini
yanlarına çekmişlerdir. Balkanlar ve Kafkasya'daki Türkler ''Hıristiyan
misyonerliği''
ile
ilgili
çalışmalardan
çok,
Suudi
Arabistan
kaynaklı
''Vahabileştirme'' tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu durumun iki temel sonucu
olduğu değerlendirilebilir. Bunlardan ilki etnik temizlik hareketlerininin Kosova
ve Bosna’ya yoğunlaşması şeklinde karşımıza çıkarken, diğeri de Türkiye’nin
kendisini bölge denkleminin “içinde bulmasıdır”.
ABD’nin Bölgeye Yönelik Politikalarının Değerlendirilmesi:
Günümüzde
zengin
enerji
kaynaklarına
sahip
Hazar
Havzası;
kaynaklarını Avrupa Kıtası’na aktarmak için bir geçiş yoluna ihtiyaç
duymaktadır. Batıda müttefiklerinin yer aldığı, doğuda nükleer silahlarıyla
Rusya’nın bulunduğu bir bölge olan Balkanlardaki Amerikan etkinliği; ABD
siyasi eliti için son derece önemlidir. Balkanlardaki olası bir çatışma anılan üç
aktör için (AB, ABD, RF) ciddi güvenlik sorunları yaratabilir90.
NATO’nun Balkanlara doğru genişlemesi ile ABD, Açık Kapı uygulaması
doğrultusunda Üyelik Eylem Planı (MAP) ve Barış için Ortaklık (PfP)
araçlarını kullanarak, NATO’nun Karadeniz’e kadar genişlemesi ve böylece
Rusya ve İran’ın çevrelenmesi konusunda büyük bir aşama kaydetmiştir.
Hırvatistan ve Arnavutluk’un NATO’ya davet edilmesi Soğuk Savaş
sonrasında ABD’nin Balkanlardaki çıkarları açısından önemli bir gelişme
olarak
değerlendirilebilir.
Varşova
Paktı’nın
1991’de
dağılmasıyla,
Balkanlarda azınlık sorunları ve bölge ülkelerinin demokratikleşmesi
konularında önemli rol oynayan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)
ABD’nin de dahil olmasıyla 1994 yılında oluşturulmuş böylelikle ABD bölgede
varlığını pekiştirerek kalıcılaştırmak için gerekli ön aşamaları kaydetmiş ve
kendisine Balkanlar ile Avrupa arasında dengeleyici bir rol biçmiştir. Bush
yönetiminin iktidara gelmesi ve özellikle 11 Eylül ile birlikte, ABD 1990'larda
90
Dr. Olsi Jazexhi, Halil İbrahimi, “ABD'nin Balkanlar Politikası”, (çevrimiçi)
http://balkanpazar.org/balkanpolitikalan.esp
52
Clinton döneminde başlayan stratejik yapılanmanın Avrupa ayağını büyük
ölçüde tamamlayarak ağırlığını Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya gibi
bölgelere
vermeye
başlamıştır.
2000'lerden
itibaren
Bush
yönetimi,
Afganistan ve Irak'ta askere ihtiyaç duyduğundan Balkanlardan asker
çekmeye başlamış günümüzde bölgedeki ABD askerinin sayısı 5.000'nin
biraz üzerinde bırakılmıştır. 91
Washington, İran’dan gelecek olası hava saldırılarına karşı füzeleri
havada imha etmek için Baltıklara, Çek Cumhuriyeti’ne ve Polonya’ya birer
füze
savunma
sistemi
kurmak
istemiştir.
Kosova’nın
2008
yılında
bağımsızlığını ilan etmesinin ardından Rusya’dan tepki alan ABD’nin füze
savunma
sistemleri
kurma
projesi
Rusya’nın
tehdit
algılamalarını
yoğunlaştırmış ve iki ülke arasındaki ilişkileri germiştir. Anılan füze sistemi
ABD sınırları içinde kalsa idi, duruma bu denli fazla tepki göstereceğine
ihtimal verilmeyen Rusya ve Avrupa ülkeleri, söz konusu “savunma”
sisteminin Avrupa’ya kurulacağı anlaşıldıktan sonra tepkilerini dile getirmeye
başlamıştır. Ancak bu tepkilerin başta Almanya olmak üzere Avrupa
ülkelerinde zayıflamaya başladığı not edilmelidir. Zira, bu sistemlerin
NATO’ya yeni üye olan ülkelere yerleştirilmek istenmesi, söz konusu ülkelerin
NATO’ya anılan sebepten mi üye yapıldıkları sorusunu akıllara getirmektedir.
Nisan 2008 Bükreş Zirvesinde, ABD tarafından önerilen füzesavar projesi;
NATO ülkeleri92 tarafından onaylanmıştır.93 Çek kamuoyu bu teklifi tepkiyle
karşılamış, bunun üzerine Ağustos 2008’te Polonya ile ön anlaşma
sağlanmıştır. Rusya tüm bu gelişmeleri tehdit olarak algılamakla beraber,
kendisinin de bir karşı önlem olarak Polonya sınırına füze yerleştirebileceğini
açıklamıştır. Aynı zirvede Hırvatistan ve Arnavutluk’un NATO adaylığına
91
Doç. Dr. İlhan UZEL, “ABD Hegemonyası
<<http://www.inadina.com/inadeski/sayi146/yazi2.htm>>
92
Oluşturulurken
Balkanlar“,
(çevrimiçi)
NATO ülkeleri: Almanya, Belçika, Birleşik Krallık, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka,
Estonya, Fransa, Hollanda, İspanya, İtalya, İzlanda, Kanada, Letonya, Litvanya, Lüksemburg,
Macaristan, Norveç, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya, Türkiye, Yunanistan 2009’da
Katılacak ülkeler:Arnavutluk, Hırvatistan Aday ülkeler: Makedonya, Gürcistan,Ukrayna
93
Doç. Dr. Celalettin Yavuz, “Doğu Avrupa’da “Füze Kalkanı” ve Rusya’nın Geri Adım Atışı”,
TÜRKSAM, 08 Nisan 2008.
53
davet edilmesi genişleme sürecinin devamı olarak yorumlanmış ve füzesavar
sistemleri konusunda Rusya ile herhangi bir mutabakata varılamamıştır.
Rusya devlet başkanı Dimitriy Medvedev, Rusya’nın güvenlik algılamaları
bağlamında hassas olduğu, ABD’nin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde
kurmak istediği füzesavar sistemlerine karşı Polonya sınırına oldukça yakın
olan Kaliningrad’da Iskender füzesavar sistemi kurarak bir tür ‘denge’
oluşturacaklarını açıklamıştır. Ayrıca Medvedev, Barack Obama’nın Orta
Avrupa’ya füze sistemi yerleştirilmesinden vazgeçmesi halinde, Rusya’nın da
Polonya sınırına füze konuşlandırma projesinden geri adım atabileceğini
bildirmiştir.94 Demokratların Cumhuriyetçilerle kıyaslandıklarında füzesavar
sistemi kurulması fikrine hem teknolojik olarak yeterliğinin kanıtlanmamış
hem de finansal ekonomik krizin yaşandığı şu günlerde maliyetinin yüksek
olması sebebiyle sıcak bakmayabileceği dikkate alındığında Obama yönetimi
döneminde Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne kurulması öngörülen füzesavar
sitemleri ile ilgili yeni gelişmeler yaşanması beklenebilir. 95
ABD, eski doğu bloğu ülkelerinin AB’ye üye olmasını stratejik konularda
işbirliği yapmaları koşuluyla desteklemiştir. NATO’nun “doğuya doğru
genişleme
politikasının”
salt
Rusya
faktörü
ile
açıklanması
yeterli
olmayacaktır. Kanımızca ABD, eski doğu bloğu ülkeleri de dahil olmak üzere
anılan genişleme ile bir yandan Rusya’nın etki alanını çevrelerken, diğer
taraftan da Fransa ve Almanya gibi AB’nin başat güçlerinin politik hareket
serbestisini siyasi coğrafya düzenlemesi ile kısıtlamaktadır. Bu bölgeyi
kontrol ederken, “Avrupa’nın” bağımsız bir jeopolitik ve jeostratejik perspektif
geliştirmesini de sınırlandırmakta ve engelleyebilmektedir.
Balkanlara Yönelik Olası Obama Yönetimi Perspektifi:
Barack Obama`nın, klasik Amerikan güvenlik perspektifi ile Balkanlar’da
yeni çatışmaların patlak vermesini önlemeyi hedefleyeceği düşünülmektedir.
Obama yönetimindeki ABD’nin Balkanlarda geçmişte yaşanmış bazı siyasi
sorunlarla tekrar karşı karşıya kalacağı olasıdır. Bunlardan ilki Yunanistan ile
94
Le Figaro, Medvedev Röportaj,14 Kasım 2008.
95
Habibe Kader, “ABD Başkanlık Seçimleri ve Moskova-Washington Hattı”, USAK, 11 Kasım 2008.
54
Makedonya
Makedonya’yı
arasındaki
isim
“Makedonya
sorunu96dur.
Cumhuriyeti”
97
Bush
adıyla
yönetimi
ABD’nin
tanımasının
hemen
ardından, Yunanistan hükümeti, Makedonya’nın NATO’ya veya AB’ye üye
olma girişimlerini veto edeceğini açıklamış, Makedonya 3 Nisan 2008`deki
Bükreş zirvesinde, Yunanistan vetosu yüzünden NATO`ya alınmamıştır. 98
Bush, Bükreş Zirvesi’nin hemen ardından gittiği Zagreb’de Arnavutluk ve
Makedonya devlet ve hükümet başkanlarının da aralarında bulunduğu
topluluğa hitaben yaptığı konuşmasında, Makedonya’nın en kısa zamanda
NATO’ya üye olmasını umduğunu ayrıca Bosna-Hersek, Karadağ ve
Sırbistan’ın NATO’ya üyeliklerine destek verdiğini ifade etmiştir.
99
13 Eylül
1995 tarihinde New York’ta Yunanistan ile Makedonya arasında 23 Maddelik
“Geçici Anlaşma (Interim Accord)” imzalanmıştır. Bu anlaşma ile geçici bir
çözüm sağlanmış ve Yunanistan bağımsızlığını kazanmış Makedonya’yı
“Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya” adıyla tanımıştır. Başkanlık
seçimlerinde ABD`deki Rum lobisinin desteğini alan Obama`nın önümüzdeki
dönemde Makedonya’ya yönelik nasıl bir siyaset izleyeceği soruları,
Makedonya halkı arasında tedirginlik yaratmaktadır..100 Önümüzdeki günlerde
Üsküp’ün “Makedonya Cumhuriyeti” olan anayasal isminin 120 civarında ülke
tarafından tanınması101 kozunu kullanarak geri adım atmayacağı ve Obama
yönetiminin iki ülke (Yunanistan, Makedonya) arasındaki isim sorunu ile
tekrar karşı karşıya kalacağı öngörülebilir.
Barack
Obama
Kosova'nın
bağımsızlığını
desteklediğini
seçim
konuşmalarında belirtmiştir. Ulusal Arnavut-Amerikan Konseyi'ne yazdığı
mektupta, "Kosova'nın bağımsızlığını ve tam egemenlik yolunda ilerleme
arzusunu destekliyorum. ABD'nin Kosova'da bütün halkın çıkarlarını
96
Makedonya Cumhuriyeti kısaca Makedonya. Güneydoğu Avrupa'daki Balkan Yarımadası'nda
ülkedir. Kuzeyde Sırbistan, batıda Arnavutluk, güneyde Yunanistan, doğuda Bulgaristan ile komşudur.
Birleşmiş Milletler tarafından 1993 yılında tanınan ülke, Yunanistan'ın baskıları sonucu Birleşmiş
Milletler tarafından Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti (EYMC) adıyla tanınmaktadır.
98
“Makedonya'nın NATO'ya Üyelik Süreci ve Yunanistan'ın İsim Vetosu”, TASAM, 22/12/2008.
99
Melek Kırmacı, “Transatlantik İlişkilerde Balkanlar: ABD-Avrupa İşbirliği Derinleşiyor ”, AVRUPA
ARAŞTIRMALARI MASASI, TUSAM, (çevrimiçi)
<<http://www.tusam.net/makaleler.asp?id=1264&sayfa=9>>
100
“Obama’nın dış politika-güvenlik ekibi ”, Radikal, 2 Aralık 2008.
101
“Yunanistan-Makedonya arasındaki 17 yıllık sorun”, EU-Turkey News Network, 2 Mart 2008.
55
koruyacak yasaların uygulanmasıyla garanti altına alınacak güçlü bir
demokrasi kurulmasına yardım etmesi gerektiğine inanıyorum" demiştir102..
Sırbistan kendi idaresinden ayrılmış Kosova'nın tek taraflı bağımsızlığını
tanımamakta ve Kosova’yı özerk bir bölge olarak tanımlamaktadır.
Sırbistan’ın Kosova dolayısıyla Batı ile ilişkilerinde zor günler geçirdiğini
değerlendirmek mümkündür. Öte yandan Batı dünyası (AB, ABD) Rusya’nın
Balkanlar’da güç kazanmasını engellemek amacıyla Sırbistan’a özel bir
önem atfetmektedir. Kosova’nın bağımsızlığı sonucu ABD ile ilişkilerde kriz
dönemine giren Sırbistan’ın AB’ye bağlı kılınması Avrupa’nın çıkarları
açısından günümüzde daha da önemli bir hal almıştır. Böylesi bir ortamda
Batı
Balkanlar’da
AB
ile
üyelik
müzakerelerine
başlamış
tek
ülke
Hırvatistan’ın jeopolitik önemi ortaya çıkmaktadır. BM Güvenlik Konseyi
geçici üyesi olan ve 2009 yılında AB üyeliğine kesin gözle bakılan
Hırvatistan’ın Almanya ile “özel” bir müttefiklik ilişkisi olduğu bilinmektedir. Bu
durum konuyu Hırvatistan–ABD ekseni yerine; perde arkasında Merkel–
Obama diyaloğuna indirgeyebilir.
Sırbistan’ın ABD çıkarlarına uygun düşecek şekilde AB ile bütünleşmesi
bunun için de Sırbistan’da reform sürecinin Tadic gibi Batı yanlısı lider
kadrolarca hızlandırılmasının desteklenmesi Washington’un öncelikli hedefi
olarak
yorumlanabilir.
Bu
bağlamda
Obama
seçim
kampanyasında
Kosova’nın Sırp nüfusunun haklarının ve dini özgürlüklerinin korunacağını
garanti ederken, Sırbistan’ın ise geleceğini istikrarlı bir şekilde Avrupa ile
entegrasyonda araması gerektiğini belirtmiştir.
103
Buna karşın Rusya’nın;
daha önce söz edilen Slav–Ortodoks temelinde karşı argümanlar geliştirmesi
olasıdır.
Bosna savaşını sona erdiren Dayton Barış Anlaşması (1995) ile Bosna
Hersek; Sırp Cumhuriyeti ve Bosna-Hırvat Federasyonu olarak ikiye
bölünmüştür. Bu bağlamda bir “üçlü cumhurbaşkanları konseyi” kurulup,
Hırvat, Sırp, ve Boşnaklar “bir arada yaşıyor” izlenimi verilmiştir. Bosna’da
oluşturulan “ortak yapıya” rağmen, Sırplar diğer iki etnik grup olan Hırvat ve
102
Koha Ditore, New Kosova Report, Netpress, Politika, 23/09/08
103
B.Obama kişisel web sitesi (çevrimiçi)
<<http://www.barackobama.com/pdf/Fact_Sheet_Europe_FINAL.pdf
56
Boşnaklardan tamamen ayrı yaşamakta ve Sırplar ile Hırvat-Boşnaklar
arasındaki gerginlik devam etmektedir. Bu bağlamda önümüzdeki günlerde
Bosna’nın
gerginleşebileceği
düşünülmektedir.104
Anılan
durumda
Washington yönetiminin “Obama çizgisinde bir özgürlük anlayışı” ile “Obama
çizgisinde barışçıl bir dış politikayı” Balkanlarda ne derecede örtüşük
zeminde yürütebileceği hususunda ciddi kuşkuların bulunduğu söylenebilinir.
Balkanlarda Obama Paradoksu mu?
Amerikan siyasi geleneğinin Demokrat ekolünde, Cumhuriyetçilere göre
etnik grupların siyasi talepleri, insan hakları, liberal değerler gibi hususlara
daha çok önem verildiği ve anılan noktalar üzerinde küresel bir perspektifle
hassasiyet ile durulduğu söylenebilir.
Politik bir figür olarak Obama Demokrat geleneğin sınırlarını zorlayacak
şekilde anılan konularda belki de “Amerikan tarihinin en özgürlükçü modelini”
oluşturmaktadır. Dolayısıyla Balkanlar gibi çok etnikli, çok dilli ve çok dinli bir
coğrafyaya bu değerler sistemi üzerinden yaklaşması beklenebilir. Bununla
birlikte Obama yönetiminin dış politika alanında; Balkanlar da dahil olmak
üzere çatışmacı tutumlardan uzak, istikrarı ve barışı hedefleyen, yumuşak
güç unsurlarına önem veren, çok yönlü diplomasi ile öne çıkan bir tutum
sergileyeceği
söylenebilir.
Eğer
Obama
yönetimi
Balkanlarda
liberal
değerlere vurgu yaparak etnik temelde siyasi hak taleplerini açıkça veya
örtülü olarak destekler bir tutum alır; merkezi unsurları zayıflatır ise bu tutum,
Balkanlar özelinde sui generis105 koşullar nedeniyle toplumlar arası
çatışmalara neden olabilir. Bu olasılık ise klasik demokrat dış politika
paradigmalarını olumsuz yönde etkileyebilir. Öte yandan Obama yönetiminin
etnik temelde taleplere soğuk bakması, söylemsel ve ideolojik
tutarlılığı
zayıflatabilecek
“Obama
niteliktedir.
Balkanların
yakın
gelecekte
bir
Paradoksu “ yaşayıp yaşamayacağı uzmanların analiz edecekleri en önemli
konulardan biri gibi görünmektedir.
104
105
Zeynep Gürcanlı, “Babacan’ın Balkan çıkarmasının sırrı”, Hürriyet Gazetesi,19 Ocak 2009.
Sui generis; Türkçede tam olarak, kendine özgü, nevi şahsına münhasır sıfatlarıyla
karşılanabilir.Kendine özgü özellikleri olan ve başka bir örneği olmayan nesne ya da olayları anlatmak
için kullanılır.
57
Sonuç ve Değerlendirmeler
Obama liderliğindeki ABD yönetiminin; Hazar ve Orta Asya enerji
kaynakları üzerinde Rusya’yı devre dışı bırakarak etkin olma isteğinin devam
etmesi olasıdır. Yeni Amerikan yönetiminin enerji güvenliğine öncelik vermesi
beklenmektedir.106
Türkiye enerji kaynaklarının yoğun olarak bulunduğu
Hazar
en
Havzasına
Obama’nın
kişisel
ekonomik
internet
transfer
sitesinde
onarılması” vurgusu yapılmıştır.
107
noktasında
“Türkiye
ile
bulunmaktadır.
stratejik
ortaklığın
Türkiye'nin Obama idaresi nezdinde
"bölgesel bir güç olma" özelliğinin devam etmesi olasıdır. Bunun için de her
düzeyde ve zeminde azami diyalog gerekmekte olduğu değerlendirilmektedir.
Tarihsel, kültürel paydaşlıklar ve Balkanlarda yaşamakta olan Türk
varlığı nedenleri ile anılan coğrafya ile kaçınılması olanaksız yoğun ilişkilere
sahip olan Türkiye; Balkanlar özelinde sui generis koşullar nedeniyle olası
toplumlar arası çatışmalarda kendisini bölge denkleminin içinde bulabilir.
Türkiye
önümüzdeki
dönemde
Amerika’nın
değişmeyen
çıkarlarını
gerçekleştirmek ve korumak için uygulayacağı yeni politikalarını doğru
yorumlamalıdır.
Obama yönetiminin, Clinton dönemi konjonktüründe örnekleri görülen
demokrat stratejik algısındaki Doğu Avrupa-Balkan odağını büyük ölçüde
ekonomik kriz, Çin ve Rusya’nın frenlenmesi, Irak-Afganistan-Pakistan-İran
ve Kuzey Kore sorunlarına kaydıracağı öngörülebilir. Değişen konjonktür
nedeniyle Clinton ve Obama dönemi dış politika yaklaşımları bakımından bir
paradigma
kaymasından
söz
edilebilir.
Büyük
resme
bakıldığında,
Obama’nın Balkanlarda çok taraflı diplomasiyi, BM ve NATO gibi uluslararası
kurumlarla çalışmayı ve güçlendirmeyi, Avrupa'yla bağları pekiştirmeyi
önceleyen olası bir yol haritası izleyecek olması, Türkiye'nin lehinedir. Bu
gerçekler ışığında Türkiye Obama yönetimine karşı; bölge ve dünya barışı ve
güvenliğine katkı yapan, kendi güvenliğini ve meşru çıkarlarını korumaya
kararlı bir ülke olduğunun anlaşılmasını sağlamalıdır.
106
“ABD Dış Politikasında Yeni Oyuncular ve Türkiye”, USAK Stratejik Gündem
107
B.Obama kişisel web sitesi
(çevrimiçi)<<http://www.barackobama.com/pdf/Fact_Sheet_Europe_FINAL.pdf>>
58
Batı Balkanlarda yer alan ülkeler için Batı ile bütünleşme hedefinin
“NATO ya da AB üyeliği” değil “hem NATO hem AB” üyeliği olarak algılandığı
söylenebilir. Bölgesel işbirliğinin AB bünyesindeki “İstikrar ve Ortaklık Süreci
ve İstikrar Paktı” ile NATO bünyesinde ise “Barış için Ortaklık” (BİO) araçları
ile sağlanması öngörülmüştür. Böylelikle AB ve NATO için bölgede istikrar ve
güvenliği sağlayıcı bir rol biçilmekle bölge ülkelerinin yumuşak geçişle Batı’ya
yakınlaştırılması hedeflenmiştir. Her iki hedef Batı Balkanlar için dış
politikada bir bütün olarak yorumlandığından ABD-Avrupa ayrılığı yerine
ABD-Avrupa işbirliği bölge için zorunluluk haline gelmektedir. Obama
yönetimindeki ABD’nin de Batı Balkan ülkelerinin AB/NATO üyeliğini bölgede
istikrarın sağlanması yolunda vazgeçilmez bir hedef olarak değerlendireceği
söylenebilir.
59
KIBRIS VE AVRUPA BİRLİĞİ
ABD’nin Varolan Politikaları ve Olası Obama Yönetimi Perspektifi
Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’de istikrarın sağlanmasındaki kilit öneminin
ABD’nin uluslararası terörizmle mücadele ve kitle imha silahlarının
yayılmasının önlenmesi amaçları doğrultusunda daha da arttığı söylenebilir.
Kıbrıs stratejik öneminden dolayı terörizmle savaşta ve Ortadoğu ülkelerinin
demokratikleşmesi ve liberalleşmesinde köprübaşı kimliği ile hayati bir rol
oynayabilir.
Batı’nın Doğu Akdeniz’deki yeni plan ve stratejileri, Doğu
Akdeniz şeridinin odak noktasını oluşturan Kıbrıs’ın jeostratejik kaplama
alanını genişletmiş ve ona yeni bir güvenlik boyutu eklemiştir. Ada, Doğu
Akdeniz’in gözetlenmesi, askeri yığınaklanma ve güç nakli için son derece
elverişli bir konumdadır.108 ABD’nin Kıbrıs sorununa yaklaşımını bu
bağlamda değerlendirmenin daha rasyonel olacağı söylenebilir.
Kimi analistlere göre, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü ABD için belli bir
oyun alanı da yaratmaktadır.109 Bu bağlamda adanın birleşmesi ve AB’ye
katılımı ABD için potansiyel sorunlar yaratabilir.110 Temel olarak, ABD
yönetiminin Kıbrıs meselesine yaklaşımı; mevcut statükonun devam
etmemesi, ortak görüş ve işbirliği ile çözüme ulaştırılması olarak dile
getirilmektedir. Ancak, ABD Kıbrıs sorununun çözümünde taraflara karşı
farklı
politikalar/yaklaşımlar
uygulamaktadır111.
BM’nin
Annan
Planı
çerçevesinde ABD Kıbrıs’ın bütün olarak AB’ye dahil olmasından yana tavrını
ortaya koymuş ve Planı desteklemiştir. Ancak, Annan Planı’nın referandumda
reddedilmesi sonrasında Kıbrıs Rum Kesimi’nin 1 Mayıs 2004’te tek başına
AB üyesi olması sürecinde ABD, Kıbrıs Rum Kesimi’nin Kıbrıs Cumhuriyeti
adı altında AB’ye üyeliğini de desteklemiştir. Annan Planı’nın Kıbrıslı Rumlar
tarafından reddedilmesine rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye katılması
Türkiye tarafında büyük bir hayal kırıklığına neden olmuştur. AB içindeki belli
108
Dr. Nejat Tarakçı, Gazze’nin Gizemi.
109
Bahadır Koç, “Yeni ABD Başkanı Barack Obama ve Türk-Amerikan ilişkileri”, ASAM.
110
Koç, a.g.e.
111
B.Obama kişisel web sitesi, (çevrimiçi)<< http://www.barackobama.com/issue/>>
60
başlı güçlerin Türkiye’nin AB üyeliğini iç politika unsuru yapması ve
baltalamaya çalışması ise AB üyelik sürecinin yavaşlamasını destekleyen bir
unsur olarak belirmektedir.
Washington’un süregelen Kıbrıs politikalarını incelediğimizde ABD’nin
Türk-Yunan ilişkilerindeki gelişmeleri Doğu Akdeniz güvenliğinin bir parçası
olarak nitelendirdiğini söylemek mümkündür. Dolayısıyla, Kıbrıs’a ilişkin bir
çözüm, ABD için ikinci önceliktedir. ABD, Türkiye-Yunanistan arasında
meydana gelebilecek bir çatışmayı sadece NATO müttefikleri olmaları
açısından değil, aynı zamanda ABD için hayati önem taşıyan bölgelerin
güvenlik ortamını doğrudan etkilemesi ve kendi çıkarları açısından önlenmesi
gereken bir durum olarak da görmektedir.112
Barack Obama seçim kampanyasındaki konuşmalarında, Türkiye’yi
Kıbrıs’ta işgalci güç olarak nitelendirmiş ve böylelikle seçimlerde Rum
lobilerinin desteğini almıştır. Bu durum, hem Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, hem
Yunanistan’ın, hem de AB’nin yaptırımlar ve tavizler kapsamında Türkiye’ye
karşı elini güçlendirmektedir.113 Diğer taraftan Obama, Kıbrıs sorununun
çözümünde, ABD’nin liderliğini sürdüreceğini ve çözüm konusundaki
yaklaşımının iki-bölgeli ve iki toplumlu federasyon olacağını belirtmiş;
Kıbrıs’ta çözümlenmeyi bekleyen mülkiyet, toprak, güvenlik ve sığınmacılar
ile ilgili anlaşmazlıkların adil ve tarafların tümünü kapsayan uzlaşma ile
çözümlenmesinin gerektiğini vurgulamıştır.114 Öte yandan Obama Kıbrıs
sorununun çözümünün bölgeye getireceği barış, istikrar ve refahın yanı sıra,
Türk-Yunan ilişkilerinin güçlenmesi, Türk demokrasisinin gelişimi, askeri
çatışma riskinin azaltması, Doğu Akdeniz ile Ege Denizi bölgelerinde
istikrarın artması ve Türkiye’nin AB üyeliğindeki temel engellerden birinin
ortadan kaldırılması sürecini hızlandıracağını da belirtmiş115 ve Türkiye’nin
AB üyeliğini destekleyeceğini dile getirmiştir.
112
Armağan Kuloğlu, Cumhuriyet strateji, 17 Kasım 2008.
113
Kuloğlu, a.g.e
114
B.Obama kişisel web sitesi (çevrimiçi)<< http://www.barackobama.com/issue/>>
115
B.Obama kişisel web sitesi (çevrimiçi)<< http://www.barackobama.com/issue/>>
61
Sonuç ve Değerlendirmeler
ABD’nin
Türk-Yunan
ilişkilerindeki
gelişmeleri
Doğu
Akdeniz
güvenliğinin bir parçası olarak nitelendirdiğini söylemek mümkündür. Obama
döneminde “Uluslararası Terörle Mücadele’nin” Bush yönetimindeki öncelikli
konumu
değişmiş
gibi
görünse
de,
uluslararası
sorunların
önemini
koruyacağı öngörülebilir. Bu bağlamda Kıbrıs; yeni yönetim için de
jeostratejik açıdan önemini koruyacaktır.
AB’ye nazaran ABD’nin Türkiye’ye biraz daha yakın olduğu ifade
edilmekle birlikte bu yakınlık ABD’nin Rumlar ile AB karşısında Türkiye’nin
yanında olduğu anlamına gelmemektedir. Obama idaresindeki ABD’nin de
taraflara stratejik ilişkilerini bozmayacak bir mesafede bulunacağını söylemek
mümkündür.116.
Demokrat/Cumhuriyetçi
ayrışması
Obama’nın
değişim
söyleminde ağırlık kazanan uzlaşmacı ve sorunların çözümünde diplomatik
yöntem odaklı yaklaşımında somut bir şekilde görülebilmektedir. Bu
bağlamda Obama’nın telkinlerinin Cumhuriyetçilere göre Avrupalılar üzerinde
daha etkili olacağı düşünülebilir. Obama yönetimi, Avrupa Birliği ile yeniden
dengeli bir ilişki kurduğu taktirde Türkiye’nin üyelik sürecini de olumlu
etkileyebilir.
Esas itibariyle Obama yönetiminin Kıbrıs konusunda çok dramatik bir
politika değişikliğine gideceğini düşünmek için görünür bir neden yoktur. İkili
görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması, ya da bir anlaşma olsa bile
anlaşmanın referandumda adadaki Rumlar ya da Türkler tarafından
reddedilmesi halinde, KKTC’ye yönelik izolasyonların kalkması olasıdır.
Ancak AB’nin Kıbrıs sorununun çözümü konusunda katı tutumunun
sürdüğünün not edilmesi gerekmektedir. Ankara Protokolünde yer alan “Hava
limanları ve limanların Kıbrıs Cumhuriyeti bandıralı gemi ve uçaklara
açılmasına ilişkin Türkiye’nin imzası ile taahhüt ettiği yükümlülüğünün 2009
yılı sonuna kadar yerine getirilmesi gerektiği konusunda AB’de güçlü bir
konsensüs ve kararlılık bulunmaktadır. Bu konunun 2009 yılı içinde TürkiyeAB ilişkilerinde bir kırılmaya neden olmasa bile ciddi gerginliklere neden
olacağı değerlendirilmektedir. Anılan müzakere sürecinde Ankara ve
116
Ertan Efegil, “Bush Yönetimi ile AK Parti’nin Kıbrıs Politikalarının Karşılaştırılmalı Analizi”, Avrasya
Dosyası, cilt 1, sayı 2.
62
Lefkoşa’ya “biraz daha ödün” vermesi için telkinler gelmesi, Obama
yönetiminden de beklenebilir.
Barack Obama’nın Kıbrıs’ta uygulaması beklenen çok taraflı, diplomasi
ağırlıklı ve uzlaşmacı dış politika açılımı paralelinde Türkiye’nin bölge
dinamiklerini en iyi şekilde değerlendirerek kısa ve orta vadeli stratejilerini
belirlemesi gerekmektedir. Bu bağlamda Kıbrıs’ta son yıllarda ortaya çıkan
petrol potansiyelini de dikkate alarak, AB ağırlıklı bir çözüm stratejisi yerine,
iki bölgeli ve iki toplumlu bir çözüme yönelmesinin daha rasyonel olacağı
değerlendirilmektedir.
Öte
yandan
Türkiye’nin;
adada
çözümlenmeyi
bekleyen mülkiyet, toprak, güvenlik ve sığınmacılar ile ilgili anlaşmazlıkların
adil bir şekilde çözümlenmesi için meşru çıkarlarını koruma kararlılığını her
söylemi ve eyleminde vurgulamasının önemli olduğu düşünülmektedir.
63
ASYA ( ORTA, GÜNEY VE DOĞU ASYA)
Obama yönetiminin Orta Asya, Güney Asya ve Doğu Asya
politikalarının projeksiyonu bölgeye daha kapsamlı ve bütüncül bir yaklaşımla
bakılmasını zorunlu kılmaktadır. Bunun nedeni bölgenin herhangi bir altbölgesine yönelik geliştirilecek öznel stratejinin diğer alt-bölgelerdeki
dinamikleri de göz önünde bulundurması gerekliliğinin varlığıdır. Örnek
olarak, Güney Asya’daki denge sistemi Doğu Asya’daki ekonomik ve sosyopolitik dinamikler ele alınmadan değerlendirilemez.117 Dolayısıyla bölgeye
yönelik yapılacak analizlerin niteliği bütüncül yaklaşımlarından ötürü
çalışmanın geneline göre farklılık arz etmektedir. Bu doğrultuda, Güney
Asya, Doğu Asya ve Orta Asya’daki gelişmeler bağlamında Obama
yönetiminin bölgeye yönelik geliştireceği politikalarda kilit öneme sahip
noktalar değerlendirilecek ve bu bölümdeki analiz aşağıdaki sistematiği
izleyecektir.
1) Tarihsel arka planın incelenmesi
2) Bölgedeki mevcut durumun resminin çizilmesi (11 Eylül olayları
sonrası
Asya
jeoekonomik
ve
jeopolitik
yapılanmasının
değerlendirilmesi) ve ABD’nin bölgedeki öncelikleri
3) Obama’nın yaklaşımını belirleyecek sistemsel/yapısal ve bölgesel
faktörler (bölge ülkelerinin iç siyasal dinamikleri ve devlet dışı
aktörlerin analizi de dahil edilecektir.)
Tarihsel Arka Plan
Avrupa jeopolitiği bir kenara bırakılırsa, Soğuk Savaş mücadelesinin en
yoğun şekilde yaşandığı coğrafya Kore yarımadasından Vietnam’a kadar
uzanan eksendir.118 Soğuk Savaş mücadelesi, günümüz Asya ve alt-bölgelerinin
ekonomik ve güvenlik yapılanmalarını önemli ölçüde etkilemiştir. Bunun yanı
sıra, halihazırdaki bölgesel çatışmalar Soğuk Savaş döneminin mirası olarak
günümüze kadar uzanmıştır; bölünmüş Kore (Kuzey Kore-Güney Kore), Tayvan
sorunu (Çin-Tayvan), Keşmir sorunu (Hindistan-Pakistan), Afganistan (Taliban
117
Lowell Dittmer, American Asia Policy and the US Election, Foreign Policy Research Institute, 2008.
118
Mesut Hakkı Caşin. “İpek Yolundan Çin Denizi’ne Barış ve Güvenliğin Yeni Parametreleri”, Çin’in
Gölgesinde Uzak Doğu Asya, der. D.Ü. Arıboğan, 2001.
64
rejimi)…gibi. Dolayısıyla bölge ile ilgili analizler öncelikli olarak tarihsel arka
planın verilmesini zorunlu kılmaktadır.
Soğuk Savaş dönemi boyunca Asya dinamiklerini etkileyen başat faktör
Çin-Sovyetler
Birliği-ABD
arasındaki
üçlü
denge
mekanizmasıdır.
1940
sonlarındaki Sovyetler Birliği-Çin yakınlaşması Kore Savaşı ile birlikte Çin’in
Sovyet kampına dahil olması ile sonuçlanmıştır. ABD’nin Soğuk Savaş stratejisi
olan komünizmin çevrelenmesi doktrininin uzantısı olarak Japonya kapitalist
sistemin bölgedeki merkezi olarak seçilmiştir. ABD Japonya’nın ekonomik
yapılanmasını sağlamak için bir yandan teknik/finansal yardımlarını ülkeye
aktarmış
diğer
taraftan
ise
Japonya’yı
bölgede
oluşturduğu
güvenlik
şemsiyesinin (Yeni Zelanda, Avustralya, Japonya) sınırları içine almıştır. Bu
strateji aynı zamanda, diğer Doğu Asya ülkelerinin (Tayvan, Hong Kong, Güney
Kore, Singapur) ve Güneydoğu Asya (Tayland, Endonezya, Filipinler) ülkelerinin
de Japon merkezli kapitalist Asya sistemine dahil olmasını hedeflemiştir.
Asya’da Çin-Sovyet ittifakının çevrelenmesi için bölgeye askeri ve ekonomik
yardımlarda bulunulmuş ve 1954’te SEATO (ABD, Fransa, İngiltere, Yeni
Zelanda, Avustralya, Filipinler, Tayland ve Pakistan) kurulmuştur.
SSCB merkezli komünizmin çevrelenmesi stratejisi bağlamında ABD’nin
Yakın Asya’daki Soğuk Savaş politikasının bir yansıması ise Bağdat Paktı’nın
oluşturulmasıdır. Bağdat Paktı (1955-58), Türkiye, Irak, Pakistan ve daha sonra
İngiltere ve İran’ın katılımında Sovyetler Birliği’nin Yakın Asya’da nüfuz
kurmasını önlemeye yönelik olarak kurulan güvenlik ve savunma örgütüdür.
ABD, Arap devletlerinin tepkisini çekmemek için Pakta üye olmamış ancak
Paktın oluşumunda ve güçlenmesinde askeri, teknik ve ekonomik yardımda
bulunmuştur. Örgüt 1959’da Irak’ın çekilmesi üzerine ABD’nin de dahil olduğu
yeni bir yapılanmaya gitmiş; Merkezi Anlaşma Teşkilatı (CENTO) adını almıştır.
1979’da önce Pakistan ardından İran’ın çekilmesiyle CENTO’nun varlığı sona
ermiştir. Yakın Asya’da Soğuk Savaş döneminde temelleri atılan diğer bir
hükümetlerarası işbirliği platformu ise 1985’te Ekonomik İşbirliği Teşkilatı119
(ECO) adını alan Kalkınma için Bölgesel İşbirliği (RCD) Teşkilatıdır. 1962 yılında
119
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı/Örgütü 1992’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Azerbaycan, Afganistan,
Kırgızistan, Tacikistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın katılımı ile üye sayısını 10’a
yükseltmiştir.
65
İran, Pakistan ve Türkiye tarafından kurulan örgüt üye ülkeler arasında
ekonomik işbirliğini geliştirmeyi hedeflemiştir.
Soğuk
Savaş’ın
küresel
diğer
bir
sonucu
ise
Soğuk
Savaş
kamplaşmasına dahil olmak istemeyen üçüncü dünya ülkelerinin oluşturduğu
Bağlantısızlar
Hareketi’dir.
1950’li
yıllarda
Hindistan
öncelikli
olarak
bağlantısızlar hareketinde yer almıştır. 1956 sonrasında ise Çin-Sovyetler Birliği
ilişkisinin bozulmaya başlaması, Çin’in 1959 Tibet işgali sırasında Hindistan ile
girdiği çatışmada Sovyetler Birliği’nin Hindistan’ı desteklemesi bölgedeki
dengeleri yeniden şekillendirmiştir.
Öte taraftan, 1967/1972 dönemi dünya sisteminde yeni bir sürecin
başlangıcı olarak değerlendirilmektedir. Tet saldırısı120, 1971/1973 petrol krizleri,
Japonya ve Almanya’nın artan ekonomik rekabetleri, ABD’nin Soğuk Savaş’taki
hegemonyasının kırılma noktaları olarak değerlendirilmektedir. Nitekim sonraki
dönemde kamplar arasında yumuşama ve Çin-ABD yakınlaşması, 1979’daki
İran Devrimi ve Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali küresel/bölgesel boyutta
ABD hegemonyasının azalması olarak değerlendirilmektedir.
ABD’nin
küresel/bölgesel
eksende
azalan
etkisi
Asya’da
farklı
dinamiklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bağlamda, komünizmin
çevrelenmesi
stratejisinin
bir
parametresi
olarak
çıkan
Yeşil
Kuşak’ın
desteklenmesi özellikle bölge dinamiklerini etkileyecektir. ABD Afganistan ve
Pakistan’da komünizm tehlikesine karşı İslami eğilimli grupları askeri ve finansal
olarak desteklemiştir. (Sovyet işgali döneminde ABD Afganistan’daki Sovyet
karşıtı güçler olan Afgan mücahitlere politik destek sağlamıştır.) Ancak 1980’li
yılların sonlarına gelindiğinde Pakistan ve Afganistan radikal İslam temelli
terörist ideolojinin oluşturulduğu ve gerillaların yetiştirildiği bir üs haline
gelmiştir121.
120
30 Aralık 1968 tarihinde Viet-Cong (Vietnam Kurtuluş Cephesi) ve Kuzey Kore Ordusu tarafından
Güney Vietnam’daki lojistik ve stratejik öneme sahip Amerikan askeri üslerine ve kilit önemdeki
şehirlere düzenlenen sürpriz saldırıdır. Taraflar arasında Vietnam’ın Tet adı verilen yeni yıl bayramı
nedeniyle 2 günlük ateşkes ilan edilmiş ancak bu ani saldırı ile ateşkes sona ermiştir. Saldırıya bu
dönemde olması nedeniyle Tet saldırısı denmektedir.
121
Sovyet çekilmesi ile birlikte ABD’nin bölgedeki ilgisinin görece azalması ve Afgan mücahitleri arasındaki
iç çekişmeler Afganistan’da siyasi otoritenin kurulması ve durağanlığın sağlanmasını engellemiştir. (Bu
mücadele sonrası 1996’da radikal İslamcı Taliban rejimi Afganistan’da yönetime gelmiştir). Bölgedeki güç
boşluğundan yararlanan El-Kaide güçlenmiş ve 1990lı yıllar boyunca dünyadaki radikal dinci
örgütlere/terörist oluşumlara kaynak aktarımı, eğitim ve silah yardımında bulunmuştur.
66
1989’da Sovyetler Birliği’nin dağılması uluslararası sistemde ABD’nin tek
süper güç konumuna gelmesi olarak yorumlanmıştır. Ancak Soğuk Savaş
döneminden kalan iç/dış sorunlar nedeniyle Asya’nın ABD dış politikasındaki
önemi görece azalmıştır. ABD’nin öncelikli dış politikası olan eski Sovyet bloğu
ülkelerinin (özellikle Rusya’nın) kapitalist-liberal sisteme dahil edilmesi, odak
noktasının Balkanlar’daki gelişmelere kaymasına neden olmuştur. Ancak
demokratikleştirme ve ekonomik reform ile sisteme dahil edilmesi gereken
bağımsızlıklarını yeni kazanmış Orta Asya ülkeleri gerek sahip oldukları doğal
kaynakları gerekse bölgenin jeo-stratejik önemi nedeniyle ABD’nin Asya
politikasında öncelikli yerini almıştır.
Mevcut Durum
1990’lı yılların ortaları ile birlikte Asya’daki jeoekonomik ve jeopolitik
dinamikler yeniden şekillenmeye başlamıştır. Çin’in dünyadaki komünist
sistemlerin
yıkılmasına
rağmen
istikrarlı
yükselişini
sürdürmesi,
Japon
ekonomisinin resesyona girmesi, 1997 Asya Krizi sonrasında geciken Amerikan
yardımına karşılık Çin’in bölge ülkelerine (özellikle ABD-kapitalist sistemine dahil
Güneydoğu Asya ve Doğu Asya ülkelerine) karşı sorumlu yaklaşımı ve ABD
odaklı bölgesel ekonomik ve finansal sistemin bölge ülkeleri tarafından
sorgulanmaya başlanması, Afganistan’daki Taliban rejiminin radikal İslamcı
unsurları Güney ve Orta Asya’daki bölgesel sistemin dinamiği haline getirme
çabaları, Orta Asya Cumhuriyetleri’nin bölgedeki diğer güçlerin stratejik
açılımlarında önemli rol oynamaya başlaması (Rusya ve Çin ortak girişimi olan
Şanghay Beşlisi122) gibi bütün bu unsurlar Soğuk Savaş sonrası dönemde
ABD’nin Asya’daki varlığının Çin’in bölgede artan etkinliğine kıyasla önemli
ölçüde azalmaya başladığının göstergesi olarak yorumlanabilir. 2000 yılı ABD
Başkanlık kampanyasında Bush tarafından da dile getirilen bu durum, Bush’un
2001 yılında ABD Başkanı olması ile birlikte ABD’nin Asya yaklaşımının revize
edilmesi ile sonuçlanmıştır.
Bush yönetiminin ilk döneminde üç temel politika Asya’daki ABD varlığını
etkinleştirmek için oluşturulmuştur. İlk olarak, Eylül 2001 Ulusal Güvenlik
122
1996’da Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın Şanghay Beşlisi adı ile oluşturdukları
yapılanma 2001’de Özbekistan’ın da katılımı sonrasında Şanghay İşbirliği Örgütü ismini almıştır. Halihazırda
Şanghay Altılısı olarak da adlandırılmaktadır.
67
Stratejisi raporunda Kuzey Kore’nin nükleer güç yapılanması ve Çin tehlikesi
vurgulanmış, bu bağlamda ABD askeri gücünün Avrupa’dan Asya-Pasifik
eksenine kaydırılması gerekliliği dile getirilmiştir. İkinci olarak, 2001 yılından
itibaren
özellikle
askeri
harcamaların
yüzde
75
oranında
arttırılması
öngörülmüştür. Üçüncü olarak, ABD’nin bölgedeki geleneksel müttefikleri olan
Japonya, Avustralya ve Tayvan ile olan ilişkilerin canlandırılması gerekliliği
vurgulanmıştır.123
9/11 saldırısı sonrası ABD dış politikasının temel motivasyonunu
oluşturduğu söylenen ‘‘Terör ile Mücadele’’ söylemi ABD’nin Asya yaklaşımı ile
stratejik ve güvenlik ittifaklarının da revize edilmesine neden olmuştur (ya da
Asya’daki gelişmeler bu söylemi zorunlu kılmıştır). Çin ile yüzyüze bir stratejik
mücadele yerine ABD Asya’daki varlığını sürekli kılmak için 3 temel yöntem
üretmiştir; a) önleyici savaş, b) nükleer silahlanmanın engellenmesi, c) açık
menü çok-taraflılık (a la carte multilateralism). Afganistan ve Irak işgallerinin ve
diğer
ülkelere
muhtemel
müdahalelerin
uluslararası
kamuoyu
önünde
meşrulaştırılması ve ABD’nin Asya’ya geri dönüşünün bu üç yöntemin Bush
yönetimince etkin şekilde kullanılması ile gerçekleştirildiği söylenebilinir. 2001
Afganistan müdahalesi sonrasında ABD, terör ile savaş adına askeri üs kurmak
için bazı Orta Asya ülkeleri (Özbekistan ve Kırgızistan) ile askeri-ekonomik
işbirliği yapmıştır. Bunun yanı sıra, Afganistan’daki mücadelesine katkısı
olacağını düşünerek Pakistan’da ABD-yanlı politik oluşumları desteklemiş,
ülkeye askeri/ekonomik yardımda bulunulmuş; ve Afganistan’ın yeniden inşası
için gerekli destek bölge ülkelerinden (özellikle Hindistan’dan) alınmaya
çalışılmıştır. Bu süre zarfında, ABD Çin’e karşı tavır almaktan kaçınırken kısaorta vadedeki amaç olan uluslararası terör ile savaşı uzun-vadeli stratejisi olan
Asya’da Çin’in dengelenmesini perdelemek için de kullanabilmiştir.124 (ABD’nin
uluslararası terör ile savaş için Asya‘da konuşlandırdığı askeri üslerin hepsi
Çin’in batı sınırında yeralan ülkelerdir; Afganistan, Pakistan, Kırgızistan,
Özbekistan) ABD 9/11 ile birlikte birçok Güneydoğu Asya ülkesi ile de stratejik
123
Lowell Dittmer, American Asia Policy and the US Election, Foreign Policy Research Institute, 2008.
124
Dittmer, a.g.e.
68
işbirliğinde bulunmuş (Tayland, Endonezya, Singapur); kimilerinde askeri üsler
oluşturmuştur (Filipinler).125
ABD’nin 2003 Irak işgali, müdahale için müttefiklerinden destek
alamaması ve işgal sonrasında Irak’ta KİS’nın bulunmadığına dair çıkan
haberler, ABD’nin uluslararası terörizmle mücadele adına yaptığı müdahalelerin
kredisini azaltmıştır. Petrol fiyatlarının artışıyla birlikte yadsınamaz ekonomik
büyüme ivmesi yakalayan Rusya, Çin ile birlikte ABD’nin 2001 yılından itibaren
artmaya başlayan Asya’daki askeri ve siyasi varlığını doğrudan bir yaklaşım ile
eleştirmiştir. Bu gelişmeler bağlamında, Rusya ve Çin Şanghay İşbirliği
Örgütünün şemsiyesinde ABD’nin bölgedeki konumunu dengeleme adına
girişimlerini arttırmışlardır. Orta Asya’daki yükselen Çin ve Rus etkisinin yanında,
ABD’nin Irak’taki askeri güç kaybı ve Afganistan’daki yeni siyasi yapılanmayı
etkin şekilde sağlayamaması, bölgedeki terörist unsurların kontrol altına
alınamaması, Pakistan yönetiminin iç bölünmüşlüğü, ABD’nin 9/11 sonrası
yakaladığı stratejik avantajın zayıflamasına neden olmuştur.
Obama ve Asya yaklaşımını belirleyecek dinamikler
Obama yönetiminin yaklaşımının belirlenmesinde iki temel unsur; yapısal
faktörler ve aktörler arası ilişkilerdir. Kısa ve orta vadede değişmesi daha az
olası yapısal faktörler ABD’nin uzun vadeli strateji projeksiyonunu etkileyen
temel olgulardır. Bunların bir ya da iki başkanlık döneminde değişmesi
öngörülmemektedir.
•
Asya kıtası Soğuk Savaş döneminde yoğun mücadelenin yaşandığı ve
halen büyük güçlerin önemli stratejik açılımlarının hedefinde bir
coğrafyadır.
•
Rusya ve ABD mücadelesinin yanı sıra yükselen güçler olarak
nitelendirilen Hindistan ve Çin’in bölge dinamikleri üzerindeki etkinliği
artmakta
ve
küresel
sistemi
de
etkileme
potansiyelini
içinde
barındırmaktadır.
125
Dittmer, a.g.e.
69
•
21. yüzyılda ABD’nin dış politikasını şekillendiren küresel terörle ile savaş
ve Radikal İslam ile mücadele temel olarak Asya’da geçmektedir.
(Dünyadaki en fazla Müslüman nüfusunu Asya kıtası barındırmaktadır.)
•
Doğu Asya ve Güneydoğu Asya’daki büyüme oranları, hızlı artan
sanayileşme ile birlikte bölge enerji talebinin de artmasına neden
olmuştur. Orta Asya ve Orta Doğu’daki enerji kaynaklarının dinamik Asya
ekonomilerine transferi/ transfer yollarının hakimiyeti (Malacca Boğazı) ve
paylaşımı Asya’da belirli bir kontrolü zorunlu kılmaktadır.
•
Asya dünyada nükleer güce sahip Rusya Federasyonu, Hindistan,
Pakistan, Çin, Kuzey Kore’yi sınırları içinde barındırmaktadır.
•
Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri ABD’nin en büyük kreditörü ve kıta
temelinde Asya, ABD’nin en büyük ticaret ortağıdır. (Dolar rezervleri en
çok olan bölge)
Aktörlerarası ilişkiler ise kısa-orta vadeli strateji üretiminde etkin olup
uzun vadeli projeksiyonun gerçekleştirilmesi için temel alınan unsurlardır. Bu
bağlamda, Obama yönetiminin Asya yaklaşımını belirleyecek temel dinamikler;
ABD ve bölge aktörleri arasındaki ilişkiler ve bölgedeki aktörlerarası ilişkilerdir.
Küresel finansal kriz, Pakistan-Afganistan’daki El-Kaide ve Taliban varlığı,
Mumbai saldırıları sonrasında yükselen geleneksel Pakistan-Hindistan gerginliği,
Çin-Hindistan rekabeti, Çin-Japonya arasındaki bölgesel liderlik yarışı, Asya’daki
çatışan stratejik açılımlarda Orta Asya ülkelerinin konumu, Şanghay İşbirliği
Örgütü’nün askeri alanı içerecek zeminde genişleme girişimleri, Kuzey Kore’nin
nükleer
silahsızlandırılması,
ABD’nin
bölge
aktörleri
ile
olan
ilişkilerini
belirleyecek konulardır. Ancak bu ilişkilerin merkez noktasını kısa vadede temel
hedef olarak sunulan Afganistan’ın durağanlığa kavuşması ve anılan ülkede
ABD varlığının kalıcı kılınması oluşturmaktadır.
El-Kaide’nin Pakistan’daki örgütlenişi ve Afganistan’da Taliban varlığının
ortadan kaldırılması bağlamında Güney Asya, ABD’nin dış politikasında kısa
dönemde birincil öneme sahip bölge olarak öne çıkmaktadır. Özellikle Mumbai
terör
saldırıları
sonucunda
‘‘Afganistan-Pakistan-Hindistan’’
üçlüsü
ve
aralarındaki bağlaşık ilişkiler ABD dış politikası gündeminde ağırlıklı olarak yer
almaya başlamıştır. Obama’nın Güney Asya dış politika danışmanı Bruce
70
Reidel, Afganistan ve Pakistan konusunun Obama döneminde yeniden odak
konusu olacağını dile getirmiştir. Reidel, Obama’nın Afganistan’da süregelen
terörle savaşa kaynak aktarımına devam edeceğini ve Afganistan politikasının
Pakistan stratejisi ile örtüştüğünü vurgulamaktadır. Bu bağlamda Obama, ElKaide ile yapılan savaşta Afganistan ve Pakistan’ı temel cepheler (sıklet
merkezleri) olarak görmektedir.126 Kimi analistlere göre, Obama’nın söylemleri
Afganistan’daki savaşın Pakistan’a da taşınacağının sinyallerini vermektedir.127
Taliban ve El-Kaide 2006 yılından beri bölgedeki etkinliğini özellikle
Afganistan-Pakistan sınırındaki Peştun yoğunluklu bölgede128 arttırmaktadır.
Bush yönetiminin başarısı tartışılan Irak savaşı El-Kaide ve Amerikan karşıtı
güçlerin Orta Asya’da daha geniş hareket alanı bulmasına neden olmuştur.
Peştun bölgesinin El-Kaide’nin ve
uluslararası terörün yeni merkezi olduğu
vurgulanmaktadır.129 Afganistan’da Taliban güçleri Karzai yönetimini Kabil ve
yakın çevresine hapsederek ülke yönetiminde zayıflatmaktadır. El-Kaide’nin
bölgedeki yeni stratejisinin nükleer güce sahip Pakistan’ın istikrarsızlaştırılması
olduğu söylenmektedir. Gelişmeler, bu bağlamda Amerika’nın yumuşak ve sert
gücünün test edildiği bir alan olarak Güney Asya’yı önemli kılmaktadır.130
Obama’nın bölgeye yönelik geliştireceği strateji, Orta Asya ve Doğu Asya’daki
ABD varlığını ve aktörlerarası ilişkilerin de ayrıca değerlendirilmesini zorunlu
kılmaktadır.
126
A Preview of Obama’s South Asia Policy,(çevrimiçi)
<<http://southasiainvestor.blogspot.com/2008/10/preview-of-obamas-south-asia-policy.html>>
127
A Preview of Obama’s South Asia Policy,(çevrimiçi)
<<http://southasiainvestor.blogspot.com/2008/10/preview-of-obamas-south-asia-policy.html>>
128
Pakistan’ın 2.650 km. Afganistan sınırında 15 milyonluk aşiretler (Peştun) bölgesi.
129
Obama’s Central Asian Crisis: The Wars to Come in Pakistan, Pasthunistan and Afghanistan, (çevrimiçi)
<<http://www.washingtonhotlist.com/obamas-central-asian-crisis-the-wars-to-come-in-pakistanpashtunistan-and-afghanistan/>>
130
Obama’s Central Asian Crisis: The Wars to Come in Pakistan, Pasthunistan and Afghanistan, (çevrimiçi)
<<http://www.washingtonhotlist.com/obamas-central-asian-crisis-the-wars-to-come-in-pakistanpashtunistan-and-afghanistan/>>
71
Orta Asya:
Petrol ve doğal gaz, jeopolitik ve uluslararası terörle savaş ABD’nin Orta
Asya’daki öncelikleri olarak değerlendirilmektedir. Bu üç faktör, ABD’nin bölgeye
karşı yaklaşımı ve politikalarının şekillenmesinde etkili görünmektedir. Avrupa
Birliği’nin Rusya’ya doğal gaz bağımlılığının azaltılmasına koşut olarak Orta
Asya petrol ve doğal gaz kaynaklarının dünyaya dağıtımının Batının denetiminde
olması ABD açısından önemlidir. Bunun yanı sıra, Rusya ve Çin’in bölgede
nüfuz alanlarını genişletmeye yönelik girişimleri anılan coğrafyanın ABD için
jeopolitik öneminin giderek artmasına neden olmaktadır.
ABD, 11 Eylül sonrası Afganistan’a düzenlediği askeri operasyon
sonrasında Orta Asya’da terörle mücadelesini sürdürebilmesi ve etkisinin kalıcı
olabilmesi için gerekli güvenlik mekanizmasını sağlamaya çalışmış ancak
sonraki gelişmeler bunu sekteye uğratmıştır. ABD’nin 2003 yılında Irak’a güç
kaydırması ile bölgedeki siyasi boşluk Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)131
bünyesinde Çin ve Rusya tarafından doldurulmuştur. Orta Asya ülkelerinin ABD
liderliğinde Batının bölgede sürdürmeye çalıştığı renkli devrimlere karşı tepkileri,
Rusya’nın enerji fiyatlarının yükselmesiyle artan jeo-ekonomik gücü ve Çin’in
2004 yılından beri süregelen aktif bölge politikası ABD’nin bölgedeki etkinliğini
önemli ölçüde azaltmıştır. Temmuz 2005’te Şanghay’da gerçekleştirilen ŞİÖ
zirvesinde ABD kuvvetlerinin Özbekistan’dan çekilmesi ve Afganistan’dan
çekilme
takviminin
sorgulanması
Washington’un
bölgedeki
liderliğini
zedelemiştir. Şanghay İşbirliği Örgütüne bölge ülkelerinden gelen üyelik talepleri
ise Washington’ın örgüte olan yaklaşımının değişmesine neden olmuştur. Örgüt
2005’te İran, Pakistan ve Hindistan’ı gözlemci ülke olarak kabul etmiştir.
(Moğolistan gözlemci ülke statüsünü 2004’te almıştır) Anılan gelişmeler ışığında,
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Orta Asya ve Güney Asya büroları birleştirilmiş ve
bölgedeki yeni dinamikler ABD’nin Büyük Orta Asya politikası geliştirmesi
hedefini zorunlu kılmış ve yeni bölge stratejisinin amacı olarak Güney Asya
ülkelerini yanına çekmek, bölgede Çin-Rus ağırlığına karşı alternatif geliştirmek
şeklinde yorumlanmıştır. Washington yönetiminin bölgedeki enerji kaynaklarının
131
1996 yılında Çin, Kazakistan, Rusya, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından Şanghay Beşlisi adı altında
kurulan forum 2001 yılında Özbekistan’ın da katılımı sonrasında Şanghay İşbirliği Örgütü olarak
kurumsallaşmıştır.
72
(Kazakistan ile Türkmenistan doğal gazı ve petrolü, Özbekistan’ın yeraltı termik
enerji kaynakları, Tacikistan ve Kırgızistan’ın hidroelektrik kaynakları) Güney
Asya
ülkelerine
aktarılmasını
koz
olarak
kullanmaya
çalıştığı
düşünülmektedir.132
ŞİÖ’nün genişleme ve bir güç odağına dönüşmesinin engellenmesi ABD
yönetiminin üzerinde durması beklenebilecek bir konudur. Halihazırda, ŞİÖ’de
tam üyelik veya gözlemci ülke statüsü isteyen ülkelerin sayısı belli olmamakla
birlikte tam üye adayı olabilecek ülkelerin dört gözlemci ülke ile birlikte
Afganistan ve Türkmenistan olabileceği dile getirilmektedir. Ancak halihazırda
hiçbir aday için kesin bir karara varılmamıştır. Üyeliği en çok arzulayan adaylar
olan İran ve Pakistan’ın üyelikleri Örgüt tarafından pek istenmemekte,
Türkmenistan ve Hindistan’ın muhtemel üyeliğine ise sıcak bakılmaktadır.133
İran’ın üyelik talebindeki temel etmen uluslararası izolasyondan kurtulmaktır.
Rusya ve Çin örgüte İran’ın dahil edilmesine karşı temkinli yaklaşmaktadır.
Ancak diğer taraftan hem Çin hem de Rusya’nın İran ile ortak çıkarları söz
konusudur. Çin, İran’ın gaz ve petrolüne ihtiyaç duyarken aynı zamanda bu
ülkeyi silah ihracatı için temel bir pazar olarak görmektedir. Rusya da İran’a
daha fazla silah ve de nükleer enerji teknolojisi satmayı istemektedir.134
Son zamanlarda ŞİÖ gerek Afganistan gerekse Keşmir sorununa daha
fazla ilgi duymaktadır. Özellikle Rusya bu sorunların ŞİÖ çerçevesinde
çözülmesi isteğini dile getirmiştir. Pakistan ve Hindistan’ın üyelik sürecinin İran
ile olan sürece kıyasla daha rahat geçeceği düşünülmektedir.135 Ancak
Afganistan, Pakistan ya da Hindistan’a ŞİÖ üyeliğinin verilmesi, Orta Asya’daki
ABD ve NATO varlığı ile ilgili görüş farklılıklarının ŞİÖ’ünde daha fazla
artmasına neden olabilir. Bunun temel nedeni adı geçen ülke yönetimlerinin
bölgedeki istikrarın sağlanmasında ABD’nin askeri varlığına ihtiyaçlarının
olmasıdır. Bunun yanı sıra bu ülkelerin savunma ve istihbarat konusunda ABD
132
Erkin Erkmen, Şanghay İşbirliği Örgütü üzerinde Çin-ABD Sorunları, TÜRKSAM, 2006.
133
Richard Weitz, “SCO Fails to Solve Its Expansion Dilemma”, 2007, (çevrimiçi)
<<http://www.cacianalyst.org>>
134
“Shanghai Cooperation Organization Denies Expansion Plans”, Journal of Turkish Weekly,
(çevrimiçi)<<http://www.turkishweekly.net/news.php?id=58345>>
135
İlyas Kamalov, “Yükselen Güç Şanghay İşbirliği Örgütü ve Genişleme Politikası”, ASAM.
73
ile yakın/gelişmekte olan stratejik ilişkileri mevcuttur. Ancak diğer taraftan,
otoriter yönetimi ve alternatif kalkınma modeli nedeniyle Çin bölge ülkeleri
(özellikle rejimlerini renkli devrimlerden korumak isteyen Orta Asya ülkeleri)
tarafından ‘rol model’ olarak algılanmaya başlamıştır. Küresel finansal krizin
doğurduğu bir gelişme olarak devletin ekonomi yönetiminde artan önemi de yine
Rus ve Çin modellerinin cazibesini arttırmaktadır.
Obama yönetiminin özellikle İran, Afganistan ve uzun süredir askeri üs
çalışması yürüttüğü Moğolistan’ın ŞİÖ’ne üyeliklerine tepki vermesi öngörülebilir.
Ancak Pakistan ve Hindistan’ın üyelikleri konusunda daha farklı bir yaklaşım
geliştirebilir. Bu bağlamda, ABD’nin kendisinin dahil olamadığı bu bölgesel
oluşumda,
örgütteki
Çin-Rusya
dengesini
bozmak
ve
ŞİÖ’ündeki
güç
çatışmasını tetiklemek adına Pakistan ve Hindistan üyeliklerine sessiz kalması
söz konusu olabilir.
Orta Asya’daki bölgesel ve uluslararası çapta yürütülen jeopolitik üstünlük
mücadelesinin diğer bir yansıması ise Hazar’ın Statüsü sorununda136 açığa
çıkmaktadır. On yıldır bölgesel ve uluslararası aktörlerin mücadelesine sahne
olan tartışmalarda gelinen nokta oldukça farklı bir şekil almakla birlikte Asya’daki
yeni gelişmeler de tartışmanın seyrini etkileyebilecek dinamikleri meydana
getirecektir.
Statü sorunu tartışmasında, kıyıdaş ülkelerden kimileri başlangıçta
savundukları fikirlerden vazgeçmiş, bazıları ise karşılıklı tavizler ile belirli
derecede anlaşma ve uzlaşmaya varmışlardır. Bu açıdan değerlendirildiğinde,
Rusya, Kazakistan ve Azerbaycan’ın Hazar Deniz’inin dibinin ulusal sektörlere
bölünmesi ve su yüzeyinin ise ortak kullanıma açılması konusunda uzlaşmaya
vardığı söylenebilir. İran ise en başından beri savunduğu görüş olan denizin beş
eşit parçaya bölünmesi gerektiği tezini savunmaya devam etmektedir.
Türkmenistan’ın duruşu ise hala belirginleşmemiştir. Kimi zaman İran tezini
desteklediği dile getirilen Türkmenistan’ın halihazırda Azerbaycan ile olan
136
Hazar’ın Statüsü sorununda öncelikli taraflar Hazar’a kıyısı olan Rusya, Kazakistan, Azerbaycan, İran ve
Türkmenistan’dır.
74
tartışmalı yataklar dışında Azerbaycan, Kazakistan ve Rusya görüşüne daha
yakın olduğu dile getirilmektedir.137
Boru hatları güzergahları, kaynakların paylaşımı ve jeopolitik kazanımlar
statü
sorununun
temelinde
yatan
unsurlardır.
Bölgede
yaşanan
nüfuz
mücadelesi sadece kıyıdaş ülkelerden kaynaklanmamaktadır. Uluslararası enerji
firmaları ve bölgede etkin olmaya çalışan diğer bölgesel ve küresel güçler de
analiz çerçevesine dahil edilmesi gereken aktörlerdir.138 Rusya’nın Hazar’ın
statüsü sorununu kıyıdaş eski Sovyet bloğu ülkeler ile uzlaşma ve ikili
görüşmeler yoluyla çözümleme yaklaşımı, bölgede küresel aktörlerin etkinliğini
azaltmak için geliştirdiği bir yaklaşım olarak görülebilir. 2007’de Rus gaz şirketi
Gazprom Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan doğal gazının çok büyük
bölümünün, Rusya tarafından dünyaya pazarlanmasını sağlayacak anlaşmayı
imzalamıştır. Bu anlaşma aynı zamanda adı geçen ülke kaynaklarının 2009
itibariyle Avrupa fiyatları üzerinden verilmesini öngörmektedir. Rusya’nın 2009
Ukrayna-Rusya arasındaki doğal gaz krizi ile yeniden gündeme gelen Orta Asya
doğal gazını Avrupa fiyatları seviyesinde alarak Avrupa’ya ithal etme düşüncesi
ise Orta Asya kaynaklarının kendi kontrolü dışında Doğu Asya ve Güney
Asya’ya aktarımının önüne geçmek için tasarladığı bir strateji olarak
yorumlanabilir. Rusya ve Eski Sovyet bloğu ülkelerinin statü sorununda belirli bir
uzlaşmaya varması muhtemel bir gelişmedir. Ancak İran’ın karşı tezleri sorunun
nihai çözümünü geciktirmektedir.
Bu gelişmeler, Rusya’nın OPEC benzeri uluslararası bir doğal gaz karteli
kurma girişimleri olarak da değerlendirilmektedir. 2008 sonunda Ukrayna-Rusya
arasındaki doğal gaz krizi ile eş zamanlı olarak Rusya’da Rusya-İran-Katar ve
Libya önderliğinde gerçekleştirilen “Doğal Gaz İhraç Eden Ülkeler Forumu”
(GECF)’nda Putin’in ülkesinin örgütün genel merkezini St. Petersburg’ta kurmaya
ve tam bir diplomatik statü vermeye hazır olduğunu açıklaması dünyada doğal
gaz karteli oluşumunun ilk adımları olarak yorumlanmıştır.139
Rusya’da etkisini gösteren ekonomik kriz ve düşen petrol fiyatları
nedeniyle Avrupa’ya satılan gazın daha yüksek fiyatlardan değerlendirileceği
137
Sinan Oğan, “Yeni Global Oyun ve Hazar’ın Statüsü”, TÜRKSAM, 2005.
138
Oğan, a.g.e.
139
Mahmut Gürer, “Her Yıl Aynı Kriz”, Cumhuriyet Enerji, Ocak 2009
75
dile getirilmektedir. Rusya-Ukrayna arasındaki doğal gaz krizleri Avrupa için
Nabucco projesinin bir an önce hayata geçirilmesi konusunu gündeme
getirmiştir. Ancak proje için yeterli doğal gaz arzı mevcut değildir. Boru hattına
kaynak aktarması muhtemel ülkeler; Azerbaycan, İran, Irak ve Türkmenistan
olarak değerlendirilmektedir.
Irak’taki siyasi belirsizlik ve İran’ın konumu nedeniyle ABD-AB, Nabucco
için gerekli olan doğal gazın temelde Azerbaycan ve Türkmenistan’dan tedarik
edilmesini istemektedir. Bunun arkasında yatan temel neden ise İran’a ve
İran’da faaliyet gösteren yabancı firmalara uygulanan ambargodan çok İran’ın
da
Rusya
gibi
enerji
arzını
politikleştirme
ihtimalidir.
Bu
açıdan
değerlendirildiğinde, İran’ın sağlayacağı doğal gazın sürekliliğine güvenilmesinin
doğru olmayacağı değerlendirilmektedir.
Azerbaycan boru hattına doğal gaz aktarımında bulunacağı konusunda
garanti vermiştir. Ancak Azerbaycan’ın hatta sağlayacağı miktar yeterli değildir.
Bunun yanı sıra, Moskova yönetimi, Türkmen doğal gazının büyük bir bölümünün
satış hakkını elde etmiştir. (2008 Kasım ayında benzer bir anlaşma Azerbaycan
ile yapılmıştır.) Dolayısıyla, Nabucco projesinin hayata geçirilmesi önündeki en
büyük engel olan kaynak sorunu halen mevcuttur. Nabucco için gerekli kaynak
arzının sağlanması AB ve ABD’yi İran’a açılım ya da Hazar’ın statü sorunun
çözümü ile tartışılan yatakların satış hakkının Batılı firmalar tarafından
garantilenmesi ile sağlanabilir.
ABD ve AB’nin statü sorununun çözümü için ortak girişimde bulunması
olası görülmekle birlikte Hazar’ın statüsü sorununun kısa dönemde bir neticeye
varması beklenmemektedir. Ancak ABD’nin İran konusundaki tutumunu daha
esnek hale getirmesi ve enerji konusunda açılım yapması da beklenebilir. Bu
durum hem Nabucco’ya doğal gaz arzı sağlamak hem de uluslararası doğal gaz
karteli oluşumunun önüne geçmek adına takip edilmesi olası strateji olarak
gündeme gelebilir.
Rusya’nın finansal krizden nasıl/ne kadar etkileneceği, AB’nin Birliğin
enerji güvenliğini sağlamak adına yapacağı girişimler, İran’da 2009 Haziran’ında
yapılacak seçimlerin İran’ın bölgesel politikalarını nasıl etkileyeceği, yeni ABD
yönetiminin Irak’taki ABD askerlerinin çekilmesi ile Afganistan’daki mücadelesini
76
ne şekilde sürdüreceği ve bu bağlamda Orta Asya ülkeleri ile ilişkilerin bölgedeki
Rusya-Çin-ABD etkisi altında nasıl şekilleneceği ve ŞİÖ’nün genişlemesi Obama
yönetiminin soruna yaklaşımını belirleyecek önemli unsurlar olması beklenebilir.
NATO ve ABD müttefiklerinin Afganistan’daki etkinliği ve küresel terör ile
savaşında bölgedeki ülkelerin destekleri ABD için hayati önem taşımaktadır.
ABD’nin Güney Asya’daki terörle savaşında desteğine ihtiyaç duyacağı bölge
ülkelerine yönelteceği yeni askeri, politik ve ekonomik açılımların Rus ve Çin
çıkarları ile çatışmasının bölgedeki yeni bir siyasi mücadelenin başlamasına
neden olabileceği değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, Obama yönetiminin
Rusya ve Çin’i karşısına almadan bölgedeki etkinliğini arttırmak için değişim
söylemi altında Hazar’ın statü sorunu ve ŞİÖ’nin genişlemesi ile ilgili
gelişmelerde yumuşak güç odaklı ve AB destekli diplomatik açılımlar yapması
öngörülebilir.
Doğu ve Güneydoğu Asya:
ABD’nin finansal krizle olan mücadelesinde Asya’nın büyük ekonomileri
ve bölgesel kurumları ile işbirliğinin önemi dile getirilmektedir. Irak ve
Afganistan’daki ABD askeri varlığının devamlılığının sağlanması ve İran’ın
nükleer
silah
yapımının
engellenmesi
konusundaki
endişelerin
ABD’nin
bölgedeki ikili ve çok taraflı diplomasisinde temel unsurları oluşturması
beklenmektedir. Bunun yanısıra ABD ve Asya’daki ekonomik istikrarın
sağlanması ve düzenleyici reformlara odaklanılması, dış politika konularında
oluşması muhtemel yeni girişimler ve ortak hareketlerin sekteye uğramasına
neden olabilecektir. Bu bağlamda, Kuzey Kore’nin nükleer silahlardan
arındırılması
konusunun
değerlendirilmektedir.
gündemde
daha
arka
sıralara
düşeceği
140
Çin’in bölgesel ve küresel etkinliğini giderek arttırması, ABD’nin yeni
yönetimi tarafından yakından izlenecek konulardan biri olarak Obama’nın bölge
siyasetini etkileyecektir. Çin’in uluslararası güvenlik ve ekonomik sistemlere
olası etkileri Obama’nın orta vadede ABD çıkarlarının sekteye uğramasının
önlenmesi için gerekli adımları atmasını zorunlu kılabilir. Ancak kısa vadede
140
“Obama’s Asian Priorities”, (çevrimiçi)<<http://www.rgemonitor.com/economonitor
monitor/254446/obamas_asian_priorities>>
77
ABD’nin Çin’e yönelik politikalarında önemli değişiklikler beklenmemektedir.
Ticari ve finansal işbirliğinin yanı sıra ABD-Çin arasındaki ikili ilişkileri belirleyen
diğer bir unsur ise Tayvan sorunudur. ABD, soruna olan yaklaşımını 1970’li
yılların başında revize etmiş ve ‘‘Tek Çin politikası’’nı desteklediğini bildirmiştir.
Ancak ABD’nin Tayvan’a askeri (ABD dünya üzerinde Tayvan’a en fazla silah
satımında bulunan ülkedir) ve finansal yardımları Soğuk savaş ve sonrası
dönemde de sürmüştür. Bush yönetiminin Ekim 2008’de Tayvan’a 6.5 milyar
dolarlık silah satacağını açıklaması Çin tarafında büyük tepkiye neden olsa da
kriz atlatılmıştır. Çin’in Tayvan yaklaşımını yumuşak güç unsurları-diplomatik
açılım ağırlıklı bir dış politika açılımı ile revize etmesi kimi analistler tarafından
tarihi anlaşmazlığın bir uzlaşma dönemine girmesi olarak yorumlanmaktadır. Bu
bağlamda, Obama yönetiminin karşı karşıya kalacağı sorunlardan biri olarak
değerlendirilen Tayvan sorununun ABD’nin ‘‘Tek Çin politikası’’nda önemli bir
değişime neden olmayacağı düşünülmektedir.141 Bunun öncelikli nedenlerinden
biri küresel ekonomik krizin finansmanında Çin’in ekonomik işbirliğine duyduğu
ihtiyaçtır. Halihazırda, Çin’in ABD hazine bonosundaki payı yaklaşık 1 trilyon
dolara ulaşmıştır. Çin ABD’de ikinci büyük yatırımcı konumundadır. Bunun
yanısıra, bölgedeki bir diğer önemli konu olan Kuzey Kore’nin nükleer gücünün
kontrol altına alınmasında da Bush döneminde olduğu gibi142 yeni dönemde de
Çin’in desteğine ihtiyaç duyacaktır.143 ABD’nin bölgesel ve küresel sorunların
çözümünde (özellikle Güney Asya’daki gelişmeler değerlendirildiğinde) Çin’in
desteğine ihtiyaç duyması, uluslararası sistemde Çin’e daha fazla rol ve
manevra alanı vermesini zorunlu kılabilir. Bu bağlamda Bush döneminden daha
ağırlıklı olarak Çin’in ABD’nin küresel ve bölgesel politikalarının oluşumunda kilit
ülkelerden biri olacağı vurgulanmaktadır.144
141
Suna Lee, “Yeni ABD Başkanı Barack Obama ve Çin”, ASAM, 2008,
(çevrimiçi)<<http://www.asam.org.tr>>
142
2003 yılından itibaren süregelen Kuzey Kore’nin nükleer silah geliştirmesini engelleme çabaları, Çin’in
konuda daha etkin rol alması ile birlikte altı-ulus görüşmeleri (Six-Nation Talks) adı altında sürdürülmüştür.
ABD, Kuzey Kore, Güney Kore, Çin, Japonya ve Rusya’nın taraf olduğu üç adet yuvarlak masa toplantısı
gerçekleştirilmiştir.
143
Andrew MacIntyre, “Obama and Asia“, (çevrimiçi)<<http://www.eastasiaforum.org/2008/11/06/obamaandasia/>>
144
“China Must be Central to US Global Agenda”, (çevrimiçi)
<<http://www.cato.org/pub_display.php?pub_id=9833>>
78
Bölgedeki diğer önemli aktör olan Japonya’nın ABD dış politikasında kısa
vadede önceliğinin azalacağı düşünülmektedir.145 23 Eylül 2008’de aşırı
milliyetçi tavırlarıyla dikkat çeken Taro Aso’nun yeni başbakan olarak göreve
başlaması ile146 Japon siyasi sisteminde yükselen milliyetçi eğilimlerin kontrol
altında tutulamaması ihtimali, bölgede özellikle Çin ve Tayvan tarafından eleştiri
ile karşılanmaktadır.147 Artan milliyetçiliğin kaynağı olarak Japonya’nın Soğuk
Savaş dönemiyle birlikte sahip olduğu bölgesel ekonomik güç konumunun Çin’in
yükselişi ve Japonya’nın özellikle 1990’lı yıllarla gelen ekonomik durgunluğu ile
birlikte azalan merkezi konumu olarak nitelendirilmektedir. Çin ve Japonya
arasındaki bölgesel liderlik yarışı sürmektedir. Japonya ve Çin’in bölge
ülkeleriyle ayrı ayrı oluşturmaya çalıştıkları Serbest Ticaret Bölgeleri ekonomik
alandaki mücadeleyi en iyi örnekleyen gelişmeler olarak yorumlanabilir. İki
ülkenin bu mücadelesinin bölgedeki tartışmalı konularda (büyük miktarda doğal
gaz ve petrol bulundurduğuna inanılan Diaoyu Adaları’nın konumu) gerilim
yaratma ihtimali ise göz önünde bulundurulması gereken diğer bir unsurdur.
Japonya-ABD stratejik ortaklığı Washington’ın Doğu ve Güneydoğu Asya
stratejisinin bel kemiğini oluşturmaktadır. Ancak ABD’nin kısa ve orta vadede
Çin ile ortak hareket etmeyi temel alan bölgesel ve küresel stratejisi Japonya’da
iki farklı dinamiğe yol açabilir. Bir taraftan bu durum, Japonya’daki milliyetçi
eğilimlerin artmasına neden olarak bölgesel liderlik mücadelesi içinde olan
Japonya-Çin
arasındaki
tartışmalı
konuların
küresel
ölçekte
bir
krize
dönüşmesine neden olabilir. Diğer taraftan, Japon siyasi eliti olası Çin-ABD
yakınlaşması nedeniyle Çin ile ilişkilerin geliştirilmesi konusuna odaklanabilir.
ABD, Asya Krizi sonrasındaki yaklaşımı nedeniyle özellikle Güneydoğu
Asya’da önemli bir güç kaybına uğramıştır. ABD etkinliğinin azalması ASEAN148
ve bölgesel diplomatik açılımlarıyla Çin’i Güneydoğu Asya’da temel aktörler
haline getirmiştir. Ancak ABD bölgedeki etkinliğini terörle savaş söylemi altında
145
Andrew MacIntyre, “Obama and Asia”, (çevrimiçi)<<http://www.eastasiaforum.org/2008/11/06/obamaand-asia/>>
146
Temmuz 2007 senato seçimlerinde iktidardaki Liberal Demokrat Parti’nin büyük kayba uğramasıyla
başlayan siyasi kriz sonrasında Başbakan Şinzo Abe’nin istifası gerçekleşmiştir. Ülkede devam eden siyasi
kriz sonraki Başbakan Yasuo Fukuda’nın da istifası ile sonuçlanmıştır.
147
Suna Lee, “Japonya’da Siyasi Çıkmaz”, ASAM, (çevrimiçi)<<http://www.asam.org.tr>>
148
ASEAN (Association of Southeast Asian Nations): Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği
79
görece yeniden oluşturabilmiştir. 9/11 sonrasında Bush yönetimince Güneydoğu
Asya ülkeleri ile çeşitli güvenlik işbirliği anlaşmaları gerçekleştirilmiştir. Bu
bağlamda, Amerikan Ulusal İstihbarat Ajansı’nın yayınladığı raporda dile
getirildiği gibi uluslararası etkinliği artması muhtemel bölge ülkelerinden biri ise
Endonezya’dır. Dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi olmasının yanında,
zengin doğal enerji kaynaklarına sahip olması bölgesel ve küresel güçlerin
dikkatini çekmektedir. Bunun yanı sıra Endonezya dünyanın en kalabalık 4.
ülkesi olması itibariyle daralmaya giren dünya ekonomisi için potansiyel pazar
konumunu da pekiştirmektedir. Siyasi ve iktisadi reformların devam etmesi ile
birlikte Endonezya’nın uluslararası rolünün artacağı dile getirilmektedir.149 Bu
doğrultuda, kimi analistler ABD’nin Obama döneminde Endonezya’daki siyasi ve
ekonomik etkinliğini arttırmak için girişimlerde bulunacağını ve bunu küresel
terör
ile
savaşta
Endonezya’ya
yeni
roller
biçerek
yapacağını
değerlendirmektedir.150
Güney Asya:
Obama stratejisini etkileyecek diğer faktörler ise; Afganistan’da istikrarın
sağlanması, Pakistan’daki seçimler ve iç siyasetteki dinamikler, HindistanPakistan arasında süregelen Keşmir sorunu ve diğer çözümsüzlükler (frozen
conflicts), bölgede gün geçtikçe etkisini arttıran radikal dinci ‘‘Cihad’’
hareketlerinin kontrolü ve denetimidir.
Afganistan’daki sorunların hem güvenlik hem de politik bağlamda
düşünülmesi
gerekmektedir.
Güvenlik
bağlamında
düşünülmesi
gereken
Obama’nın NATO ve AB’den Afganistan’daki mücadelesinde isteyeceği desteğin
ne ölçüde karşılanacağı ve sonuç alıcı olacağıdır.151 Politik bağlamda ise;
Afganistan’daki iç siyasi gelişmelerin hangi doğrultuda ilerleyeceği önemlidir.152
Afganistan’daki ABD müdahalesi ve istikrarın sağlanmasının Irak’tan çok
daha zorlu geçmesi beklenmektedir. Irak’ın sosyo-politik yapısına oranla
149
“Global Trends 2025: A Transformed World”, National Intelligence Council, 2008.
150
Andrew MacIntyre, “Obama and Asia”, (çevrimiçi)<<http://www.eastasiaforum.org/2008/11/06/obamaand-asia/>>
151
“Obama’s South Asia Challenges”, (çevrimiçi)<<http://news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/7719123.stm>>
152
“Obama’s South Asia Challenges”, (çevrimiçi)<<http://news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/7719123.stm>>
80
Afganistan’daki Taliban etkinliği çok daha güçlüdür. Bunun yanında Karzai
hükümeti ülkenin sadece 1/3 kısmını yönetebilmekte geri kalan bölüm ise İran
odaklı Şii Hazaralar ve Taliban güçlerinin etkisindedir.153 Bu bağlamda, ABD’nin
Ekim 2009 Afganistan başkanlık seçiminde Hamid Karzai’yi yeniden destekleyip
desteklemeyeceği iç siyasi dinamikleri etkileyecek önemli bir unsur olarak
görülmektedir. Afganistan’daki Başkanlık seçimleri ile ilgili olarak farklı görüşler
mevcuttur:
- Karzai’nin otoritesinin sarsılması ve 2009 seçimlerinde ABD desteğinin
çekilmesi Afganistan liderliğine Peştun liderlerinden birinin geçmesi ile
sonuçlanabilir.
- Ilımlı Taliban eğilimlerin ve El-Kaide ile ittifak halinde olan askeri unsurların
hükümete dahil edilerek sistem içine çekilmesi alternatif strateji olarak
kullanılabilir. Bu stratejinin gerçekleştirilmesi için Amerika’nın Karzai hükümetine
gerçekten
girmek
isteyen
Peştun
kökenli
kabileleri
Taliban
etkisinden
uzaklaştırması gerekmektedir.154
Afganistan’daki ABD-NATO güçlerine ikmal yolu olarak kullanılan
Pakistan, ABD için bölgede hayati öneme sahiptir. Bu bağlamda, ülkenin ABD
yanlı siyasi iktidarlar tarafından istikrarlı şekilde yönetimi ABD’nin önceliğidir.
Ancak Pakistan’ın kuzeyinde yayılan Cihad hareketi ve Pakistan’daki askeri
bürokrasi ve sivil hükümet arasındaki siyasi bölünmüşlük Afganistan’daki ABD
varlığı için tehdit oluşturmaktadır. Afganistan’ın istikrarının sağlanması NATO
güçlerinin katkısı ve siyasi iradesinin devamlılığına bağlıyken Pakistan’daki
durum daha büyük endişelere neden olmaktadır.
El-Kaide’nin Pakistan’da artan etkinliği ve yeni Pakistan Taliban hareketi
olan Tehrik-i Taliban ile ittifakı Pakistan’ın istikrarı için önemli bir tehdit
oluşturmaktadır. Bunun yanında Obama yönetimini Pakistan’da bekleyen diğer
önemli sorun ise Pakistan ordusu ve istihbarat servisinin (the Inter Services
Intelligence Agency) Amerikan yanlısı ve karşıtı bölünmüşlüğüdür. ABD,
153
“Obama’s Central Asian Crisis: The Wars to Come in Pakistan, Pasthunistan and
Afghanistan”,(çevrimiçi)<<http://www.washingtonhotlist.com/obamas-central-asian-crisis-the-wars-to-comein-pakistan-pashtunistan-and-afghanistan/>>
154
“Obama’s Central Asian Crisis: The Wars to Come in Pakistan, Pasthunistan and
Afghanistan”,(çevrimiçi)<<http://www.washingtonhotlist.com/obamas-central-asian-crisis-the-wars-to-comein-pakistan-pashtunistan-and-afghanistan/>>
81
Pakistan ordusunun Kuzey bölgelerinde yayılmakta olan Cihad hareketini
yeterince bastıramadığından şikayetçidir.155 Ordu ve istihbarat servisinin terör
örgütlerine destek sağladığı ve kimi ülkeler (İran, Kuzey Kore ve Libya) ile
nükleer silah ticareti yaptığı söylenmektedir.156
Halihazırda, Pakistan Cumhurbaşkanı Zerdari ve Pakistan ordusu
arasındaki gerginlik sürmektedir. Bunun arkasında yatan başlıca nedenler;
aşiretlerin ülkenin kuzeyinde güçlenmeye başlaması, Taliban’ın Afganistan’dan
ayrılıp Pakistan’ın kuzey bölgesini de kapsayacak Peştunistan’ı kuracağı ile ilgili
açıklamaları, Zerdari’nin Hindistan-Pakistan gerginliğini iyi yönetememesi,
Ordunun üst kademelerinde Müşerref zamanında atanan askerler olarak
sıralanmaktadır. Kimi analistler, Pakistan’ın iç savaşa sürüklenme ve Pakistan
ordusunun yönetime el koyma ihtimalinin güçlendiğini değerlendirmektedir.157
Pakistan ordusunun Müşerref’i yeniden Cumhurbaşkanı olarak görmek isteyip
istemeyeceği ülkedeki ABD varlığını etkileyecek önemli bir dinamik olacaktır.
Müşerref’in yeniden yönetime geçme olasılığı Pakistan’ın ABD etkisinde
kalmasını büyük ölçüde garantilerken Ordudaki anti-Amerikan unsurların darbe
sonrası etkin olması ABD’nin sadece Pakistan değil Güney Asya’daki varlığını
da ciddi anlamda tehdit edebilir.
Pakistan’daki
ABD’nin
öncelikleri
bütüncül
bir
stratejiyi
zorunlu
kılmaktadır. Pakistan ordusunun ABD’nin müttefiki olarak kalması, medya halk
ve orduda yayılan anti-Amerikan akımların giderilmesi ve ülkeye verilen
Amerikan yardımının daha zorlu politik koşullara dayandırılması ABD’nin yeni
dönemdeki stratejisini belirleyecek temel dinamikler olarak değerlendirilebilir.158
Obama’nın Güney Asya dış politika danışmanı Riedel, Obama’nın Pakistan’a
karşı daha sert bir tutum izleyeceği ve Pakistan ordusuna sağlanan askeri
yardımın ülkenin El-Kaide ve Taliban terör örgütlerine karşı mücadelesinin
yeterliliğine bağlanacağını söylemektedir. Riedel, ABD’nin bölgedeki terörle
155
“Obama’s South Asia Challenges” ,(çevrimiçi)<<http://news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/7719123.stm>>
156
“Obama’s Central Asian Crisis: The Wars to Come in Pakistan, Pasthunistan and Afghanistan”,
(çevrimiçi)<<http://www.washingtonhotlist.com/obamas-central-asian-crisis-the-wars-to-come-in-pakistanpashtunistan-and-afghanistan/>>
157
Barış Adıbelli, “Güney Asya İstikrarsız”, Cumhuriyet Strateji, 19 Ocak 2009.
158
“Obama’s South Asia Challenges”,(çevrimiçi)<<http://news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/7719123.stm>>
82
mücadelesine destek verdiği sürece mevcut iktidar partisi olan Pakistan Halk
Partisini destekleyeceğini de vurgulamaktadır.159
Hindistan’ın
saldırılar,
2008
bölgedeki
Kasım’da
dinamikleri
Mumbai
temelden
şehrine
düzenlenen
etkilemiştir.
Hintli
terörist
yetkililerin
Mumbai’deki terör olaylarını gerçekleştirenlerin Pakistan bağlantılı olduklarını
dile getirmesi Pakistan ve Hindistan ilişkilerinin gerilmesine neden olmuştur.
Condolezza Rice’ın 3 Aralık’taki Yeni Delhi ziyareti oluşabilecek herhangi bir
siyasi gerginliği engellemek amaçlıdır.160Saldırı sonrasında yeniden gündeme
gelen Pakistan-Hindistan anlaşmazlığı ve tarihsel uyuşmazlıkların (Keşmir
sorunu) uzlaşma ile çözümü ABD’nin Güney Asya’daki yeni stratejisinin temel
taşlarından biri olacaktır. 161
Kimi analistlere göre terör saldırılarının arkasında yatan neden Pakistan
ve Hindistan arasındaki uyuşmazlıkların yeniden gündeme getirilmesi ile birlikte
gerçekleşecek Pakistan’ın Afgan sınırından Hindistan sınırına asker kaydırması
ve dikkatini teröristlerle girdiği mücadeleden Hindistan’dan gelebilecek muhtemel
tehditlere yöneltmesidir. Böylece Afgan sınırındaki Pakistan etkinliği azalacak ve
terör örgütleri hareket alanlarını genişletecektir. Bunun yanında, Mumbai terör
saldırılarının diğer bir nedeninin ABD’nin bölgedeki uluslararası terörle savaşa
yönelik dış politika açılımlarının sekteye uğratılması ve askeri-siyasi etkinliğinin
zayıflatılması olarak nitelendirilmektedir. Güney Asya uzmanı olan Giustozzi ise,
saldırıda amacın yeni Pakistan sivil hükümeti ve Pakistan ordusu arasındaki
ilişkinin zarar görmesi olduğunu söylemektedir. Giustozzi’ye göre, Hindistan’ın
Pakistan sınırına askeri güç konuşlandırması Pakistan ordusu tarafında da
sınıra asker kaydırılmasını zorunlu kılacaktır. Böyle bir durumda, ABD etkisinde
olan Pakistan hükümeti, ABD’nin öncelikli hedefi olan Afgan sınırındaki askeri
159
“A Preview of Obama’s South Asia Policy”,
(çevrimiçi)<<http://southasiainvestor.blogspot.com/2008/10/preview-of-obamas-south-asia-policy.html>>
160
“After Mumbai Attacks, South Asia seen as Key Challenge for Obama”,
(çevrimiçi)<<http://www.rferl.org/Content/After_Mumbai_Attacks_South_Asia_Seen_As_Key_Challenge_For
_Obama/1355448.html>>
161
“Obama’s South Asia Challenges”, (çevrimiçi)<<http://news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/7719123.stm>>
83
birliklerin Hindistan sınırına kaydırılması konusunda ordu ile anlaşmazlığa
düşecektir.162
ABD’nin Delhi’ye İslamabad ile olan anlaşmazlıkların çözümünde baskı
yapıp yapmayacağı konusu üzerinde düşünülmesi gereken bir unsur olarak öne
çıkmaktadır. Kimi analistlere göre, Hindistan ve Pakistan arasındaki sorunların
çözümü Pakistan ordusunun gücünü ve enerjisini Pakistan’daki Cihad hareketi
ile
mücadelesine
yoğunlaştırmasına
neden
olacaktır.163
Reidel’e
göre,
Pakistan’ın köktendincilik ve terörist akımlarla olan ilişkisinde Hindistan kaynaklı
tehdit algılamaları temel etmendir. Bu nedenle Pakistan’ın uluslararası
sistemdeki yerini tanımlamasında Hindistan ile süregelen tarihsel mücadelesi
belirleyicidir.164 Ancak göz önünde bulundurulması gereken bir diğer nokta ise
Hindistan’ın Keşmir sorununun çözümünde herhangi bir dış baskıyı reddetmekte
olmasıdır.165 Obama’nın bölgedeki stratejisi olarak Pakistan hükümetinin
sınırlarında faaliyet gösteren militanlara karşı mücadelesinde teşvik edilmesi ve
karşılığında Hindistan ile olan sorunlarının çözümünde Amerika’nın yardımcı
olacağı yönünde görüşler mevcuttur. Bu bağlamda, Amerikan stratejisinin bir
parçası olarak, Afgan sınırındaki Amerikan askeri sayısının arttırılacağı da
vurgulanmaktadır.166
Pakistan’ın sadece Hindistan korkusu nedeniyle değil ama aynı zamanda
ABD’nin bölgedeki muhtemel etkinliğinden çekinmesi, kimi analistler tarafından
Pakistan’ın ABD için güvenilir bir müttefik olamayacağını ve ülkenin Çin merkezli
bir strateji izlediği üzerine yoğunlaşmaktadır.167 Bu düşünceye göre, Güney
Asya’daki temel çatışma alanı Pakistan-Hindistan arasındaki mücadeleden Çin-
162
“After Mumbai Attacks, South Asia seen as Key Challenge for Obama”,
(çevrimiçi)<<http://www.rferl.org/Content/After_Mumbai_Attacks_South_Asia_Seen_As_Key_Challenge_For
_Obama/1355448.html>>
163
“Obama’s South Asia Challenges”, (çevrimiçi)<<http://news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/7719123.stm>>
164
“A Preview of Obama’s South Asia Policy”,
(çevrimiçi)<<http://southasiainvestor.blogspot.com/2008/10/preview-of-obamas-south-asia-policy.html>>
165
“Obama’s South Asia Challenges”,(çevrimiçi)<<http://news.bbc.co.uk/2/hi/south_asia/7719123.stm>>
166
“After Mumbai Attacks, South Asia seen as Key Challenge for Obama”,
(çevrimiçi)<<http://www.rferl.org/Content/After_Mumbai_Attacks_South_Asia_Seen_As_Key_Challenge_For
_Obama/1355448.html>>
167
Subhash Kapila,” South Asia: The United States Foreign Policy Predicaments” , South Asia Analysis
Group, 2006.
84
Hindistan arasındaki stratejik mücadeleye kaymıştır. Pakistan hükümeti gibi
Çin’in de Taliban hareketine destek olduğu dile getirilmektedir. Bu açıdan
değerlendirildiğinde, Çin-Pakistan stratejik ilişkisinde168 Hindistan ve ABD
çıkarlarının birbiri ile uyuştuğu söylenmektedir.169
ABD-Avustralya-Japonya
arasındaki
üçlü
güvenlik
mekanizmasına
Hindistan’ın da dahil edilmesi 2004 yılından beri gündemde olan bir konudur.
2006 yılında yaptığı açıklama ile Hindistan Başbakanı Manmohan Singh
bölgesel konularda üçlü güvenlik mekanizma ile diyaloga girilebileceğini
belirtmiştir. Özellikle Japonya, Hindistan’ın üçlü güvenlik mekanizmasına dahil
edilmesini istemektedir. Bunun yanı sıra ABD-Hindistan arasında 2005 yılında
uzlaşmaya varılan nükleer anlaşma ve ABD-Hindistan arasında gelişen askeri
ilişkiler de dikkate alınması gereken olgulardır.170 Bu açıdan, Çin-Pakistan
yakınlaşması, muhtemel Hindistan-ABD-Japonya arasında üçlü bir blok
oluşumuna da neden olabilir. Ancak kısa vade bu oluşumun önündeki en büyük
engel, Hindistan kamuoyunda ve siyasi elitinde ABD ile yakınlaşmaya karşı
tutumdur. Hindistan Başbakanı uzun süreden beri ABD ile yapılan nükleer ve
silah anlaşmaları nedeniyle iç politikada zor durumda kalmış, Parlamentodaki
muhalifler Başbakanı sert bir dille eleştirmişlerdir.
Sonuç ve Değerlendirmeler: Yeni Asya yaklaşımı mı?
Uzun
vadede
ABD’nin
Asya’daki
dinamikler
göz
önünde
bulundurulduğunda Hindistan ile ortaklığı merkez alan bir politika üreteceği
öngörülebilir.
Hindistan’ın
Avustralya-ABD-Japonya
üçlü
güvenlik
mekanizmasına dahil edilmesi ile ilgili gelişmeler de bu stratejinin başlamasının
işareti olarak yorumlanabilir. Bu bağlamda ABD, kısa ve orta vadede bölgeye
yönelik üreteceği politikaları bu amacı desteklemek ile birlikte bölgedeki
konjonktürel gelişmeleri de göz önünde bulunduracaktır. ABD’nin finansal krizikili ticari ilişkiler nedeniyle Çin’e verdiği önem, Afganistan’daki etkinliğini
sürdürmek için gerekli gördüğü Pakistan hükümeti ile olan işbirliği (ve de
168
Çin için özellikle Afrika’da yaşanacak olan enerji mücadelesinde Pakistan’ın önemli bir lojistik merkezi
olacağı değerlendirilmektedir. Çin’in korsanlar ile mücadele için Aden Körfezine gönderdiği savaş gemileri
ikmal için Pakistan’ın kullanmıştır.
169
Subhash Kapila, “Asia’s Challenging Strategic Calculus”, South Asia Analysis Group, 2008.
170
Col R. Harrihan, “Is the Emerging Asian Security Paradigm A Threat to China?”, South Asia Analysis
Group, 2007.
85
Hindistan halkının ABD ile yapılacak bir ittifaka olan negatif yaklaşımı),
Hindistan-ABD ortaklığının daha uzun bir döneme yayılacağının göstergeleri
olarak görülebilir.
Orta Vadede Amerika’nın Asya politikasını ABD-Çin ve ABD-Hindistan
ilişkilerinin belirlemesi muhtemeldir. Obama’nın da bu bilinçle hareket edeceğini
söyleyen Reidel, Obama döneminde Hindistan ile stratejik ortaklığın gündemde
olacağını söylemektedir.171 Stratejik ortaklığın bir diğer nedeni ise uzun vadeli
stratejinin gerçekleştirilmesidir. Bu bağlamda, ABD Pakistan odaklı Güney Asya
politikasında değişimler beklenebilir. Özellikle Afganistan ve Hindistan’ın ABD
bölge politikasında kilit öneme sahip olacağı beklenebilir. Ancak Obama
yönetiminin Pakistan’a karşı geliştirebileceği cezalandırıcı tutumun yanı sıra
Hindistan yanlı politika açılımı bölgede ciddi çatışmalara yol açacak (özellikle
nükleer silahlanma yarışı) bir dinamiği tetikleyebilir. Bundan dolayı kısa vadede,
Obama’nın Afganistan-Pakistan-Hindistan üçgeninde dengeleri korumaya özen
göstereceği düşünülmektedir.
Güney Asya’nın yanı sıra Orta Asya ve Doğu Asya’daki ABD etkinliği
bağlamında Çin ve bölge ülkeleri ile olan ilişkiler ve geliştirilecek yeni strateji
büyük önem taşımaktadır. Bunun yanı sıra, Orta Asya ve Kafkaslarda artan
Rusya etkisinin de dengelenmesi ABD’nin bölge stratejisinin oluşturulmasında
orta vadeli olarak dikkate alınan unsurdur. Diğer yandan, ABD’nin bölgedeki
etkinlik alanını Afganistan-Pakistan ekseninde sınırlaması, Orta ve Doğu
Asya’da muhtemel Çin ve Rus etkisinin artmasına neden olabilir. Bölgenin
ABD’nin
küresel
politikasındaki
önemi
nedeniyle
ŞİÖ’nün
geleceği
ve
evrimleştiği bölgesel entegrasyon modeli Obama yönetiminin de üzerinde
duracağı bir konu olacaktır. Ancak Obama döneminde uluslararası ekonomik
kriz ve ikili ticari ilişkilerin taraflar için hayati önemi nedeniyle ABD’nin
yaklaşımında ılımlı, uzlaşmacı ve işbirlikçi bir duruş alması beklenmektedir.
Özellikle üyelikler konusunda eleştirilerde bulunması ve diplomatik yolları
denemesi muhtemeldir. Bunun yanı sıra, bölge ülkeleri ile yumuşak güç
unsurları olan enerji-ticaret anlaşmalarının gündeme gelmesi söz konusudur.
171
“A Preview of Obama’s South Asia Policy”,
(çevrimiçi)<<http://southasiainvestor.blogspot.com/2008/10/preview-of-obamas-south-asia-policy.html>>
86
Bölgede geniş kitlelere yayılan Amerikan karşıtlığının azaltılması ve
Afganistan ve Pakistan’da Amerikan yanlısı siyasi iktidarların bulunmasının
ABD’nin bölgedeki kısa vadeli öncelikleri olduğu değerlendirilmektedir. Bunun
en önemli nedeni Afganistan’daki ABD varlığının güvence altına alınmasıdır.
Ancak Obama’nın Pakistan’daki iç dinamikler ya da bölgedeki terörist unsurları
kontrol altında tutabilmesi olanaklı görünmemektedir. Bu durum Obama’yı
alternatif stratejiler geliştirmeye zorlayabilir. Bu bağlamda, Afganistan’daki ABDNATO birliklerine ikmal yolu olarak Güney Kafkasya-Orta Asya ülkelerinin
önemi artabilir. Ancak Rusya’nın arka bahçesi olarak görülen bu coğrafyada
ABD’nin Rusya ile karşı karşıya kalması çok büyük bir olasılıktır. Nitekim
Özbekistan’ın ülkedeki ABD askerlerinin çekilmesini istemesi ile Kırgızistan’ın
Manas’taki ABD üssünü, Rusya ile imzaladığı 2 milyar dolarlık kredi anlaşması
ile birlikte kapatma kararı alması bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bush’un tek
taraflı-saldırgan politikalarını eleştiren Obama’nın böyle bir durumda AB
ülkelerinden Rusya’ya karşı destek istemesi beklenebilir. Ancak AB’nin Rus
gazına bağımlılığı üye ülkelerin Rusya’ya karşı tavır almasını engelleyebilir.
Olası bir Rusya-ABD uzlaşması için ABD Rusya’ya bölgesel/küresel etkisinin
artmasına
neden
olacak
ödünler
(NATO’nun
doğuya
genişlemesinin
durdurulması) vermek durumunda kalabilir. Radikal eğilimlerin Orta Asya’daki
diğer
ülkelere
özellikle
Özbekistan
ve
Tacikistan’a
da
sıçramasının
engellenmesi ve bölge ülkelerinin sahip olduğu nükleer silahların teröristlerin
eline geçmesinin engellenmesinin de Obama yönetiminin diğer önceliklerini
oluşturacağı düşünülmektedir.172
Türkiye-Asya Açılımı
ABD’nin bölgeye yönelik uzun, orta ve kısa vadeli muhtemel stratejilerinin
analizi göz önünde bulundurularak, Türkiye’nin bölgeye yönelik açılımları ile ilgili
öneriler aşağıdaki başlıklar altında verilebilir.
- Şanghay İşbirliği Örgütü
Bölge ülkeleriyle yürüttüğü sınırlı ilişkileri ve bölgedeki etkinliği her
geçen gün artan ŞİÖ (Rusya ve Çin), Türkiye’nin bölgeye yönelik
172
“Obama’s Central Asian Crisis: The Wars to Come in Pakistan, Pasthunistan and Afghanistan”,
(çevrimiçi)<<http://www.washingtonhotlist.com/obamas-central-asian-crisis-the-wars-to-come-in-pakistanpashtunistan-and-afghanistan>>
87
politikalarının zayıflığını daha belirgin bir şekilde ortaya çıkarmıştır. ŞİÖ’nün
genişlemesi ve güçlenmesi Türkiye tarafından yakından takip edilmesi
gereken bir konu kimliğindedir. Kimi analistlerin de söz ettiği gibi Örgütün
etkinlik alanını genişletmesi, orta ve uzun vadede Türkiye’nin bölgedeki
çıkarlarını zora sokabilir. Bundan dolayı, ŞİÖ ekseninde gelişen olayların
Türkiye’nin çıkarları bağlamında değerlendirilmesi, kısa ve orta dönemli
stratejilerin belirlenmesinin gerekli olduğu düşünülmektedir.
Türkiye’nin gözlemci üye olarak ŞİÖ’ne dahil olması173 tartışmasında
iki görüş söz konusudur. Bir görüş, ŞİÖ’nün kuruluş amacı ve faaliyetlerine
bakıldığında, Örgütün ABD karşıtı bir oluşum olduğu ve Türkiye için alternatif
olamayacağıdır. Bu bağlamda, hem Türkiye’nin Örgüte üye olmaya ihtiyacı
olmadığı hem de üye devletlerden özellikle Rusya ile Çin’in ABD’nin
bölgedeki müttefiki ve NATO üyesi Türkiye’nin üyeliğine sıcak bakmasının
zor olduğu dile getirilmektedir. Türkiye’nin üyelik girişiminde Doğu Türkistan
sorunu ile enerji rekabetinin Çin ve Rusya açısından olumsuzluklara neden
olacağı söylenmektedir. Bunun yanı sıra, Orta Asya’da tarihsel, kültürel
bağları olan bir ülke olarak Türkiye’nin bölgeye dahil edilmesinin Rusya ve
Çin’in etkinliğini azaltacak olması da ortaya atılan diğer bir unsurdur174.
Diğer görüş ise, ŞİÖ’nün NATO karşıtı Varşova Paktı gibi bir
yapılanma olarak algılanmaması gerektiği ancak uluslararası dengeleyici bir
güç unsuruna dönüştüğü ve konjonktür nedeniyle bölgesel hatta küresel bir
yapılanmaya dönüşmesi ihtimalidir. Bu bağlamda, ŞİÖ’nün (güvenlik ve enerji
odaklı iki temel açılımı olan) yeni bir bölgesel organizasyon modeli olarak
algılanması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Bu açıdan bakıldığında,
Türkiye’nin bölgedeki proaktif dış politika yaklaşımının, ŞİÖ’ne katılımını
zorunlu kıldığı değerlendirilmektedir. Ancak burada üzerinde durulan nokta,
173
Türkiye, önceki ismi Şanghay Beşlisi olan yapılanmaya gözlemci olarak katılma isteğinde bulunmuş
ancak kurumsallaşma aşamasında olan örgüt bu talebi kabul etmemiştir. 2005 Ocak ayında yapılan
Erdoğan-Putin görüşmesinde Başbakan Erdoğan ŞİÖ ile ilişki kurma niyetini dile getirmiş ve bu istek
Putin tarafından da olumlu karşılanmıştır.
174
İlyas Kamalov, “Yükselen Güç Şanghay İşbirliği Örgütü ve Genişleme Politikası”, ASAM.
88
ŞİÖ ile ilişkilerin AB ya da ABD ile olan ilişkilere alternatif olarak
sunulmaması gerektiği ve bu konuda hassas davranılması gerektiğidir.175
ŞİÖ, Orta Asya’nın yanı sıra çeşitli üyelikleri ile birlikte etki alanını
Güney
Asya’ya
da
yaymaya
başlamıştır.
Bölgedeki
dinamiklerin
değerlendirilmesi ve gerekli adımların zaman kaybetmeden atılması adına
Türkiye ŞİÖ’ne gözlemci ülke statüsünde başvurusu için gerekli diplomatik
atılımların yapılmasının önemi değerlendirilmektedir.
-
Nabucco projesi ve bölgedeki mevcut doğal gaz kaynaklarının
transferi (İran ve Irak’tan doğal gaz) /Hazar’ın Statüsü sorunu
Son Rusya-Ukrayna arasındaki doğal gaz krizi ile birlikte gündeme
gelen Nabucco projesi Türkiye’nin bölgedeki konumunu etkileyecek önemli
bir gelişmedir. Bilindiği gibi projenin başlaması önündeki temel engel, boru
hattına kesintisiz doğal gazın (31 milyar metreküp doğal gaz) nasıl
sağlanacağıdır.
Nabucco
projesinin
hayata
geçirilmesi
için
gerekli
kaynağın
Türkmenistan176 ve Kazakistan’dan sağlanacağı düşünülmüştür. Ancak adı
geçen iki ülkenin doğal gaz kaynaklarının büyük bölümünün satış hakkını
Rusya’ya devretmesi ile proje sıkıntıya girmiştir.
Bu gelişmeler ışığında,
Ankara 15 Temmuz 2007 tarihli Türkiye-İran arasında imzalanan doğal gaz
anlaşması ile İran ve Türkiye arasında işbirliğini amaçlamıştır. Anlaşmada
Türkiye TPAO aracılığıyla İran’ın Güney Pars doğal gaz bölgesinde 3 sahada
araştırma-geliştirme faaliyetlerinde bulunma hakkına sahip olmuştur. Bunun
yanı sıra, Türkiye anlaşmaya göre Nabucco için gerekli olan doğal gazı İran
ve Türkmenistan’dan temin edebileceğini açıklamıştır. Ancak İran ile yapılan
bu anlaşma ABD ve AB tarafından tepki görmüştür. Nitekim, daha sonraki
dönemde İran Nabucco’da yer almayacağını açıklamıştır.177 Rusya’nın
liderliğindeki doğal gaz karteli oluşumu ve ABD’nin İran’a karşı tavrı konunun
175
Muharrem Ekşi, “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün OPEC ve CSTO Ekseninde Açılımı”, Global Strateji
Enstitüsü, 2007
176
Kaynak sorununun yanı sıra, Türkmen doğal gazının ne şekilde İran ve Rusya by-pass edilerek
Türkiye’ye ulaştırılacağı ise diğer bir sorundur. Bu bağlamda, Türkmen gazının Azerbaycan üzerinden
Türkiye’ye ulaştırılmasını sağlayacak Trans-Hazar boru hattı projesinin gerçekleştirilmesi gereklidir.
Ancak Boru hattının gerçekleştirilmesi önündeki temel engel Hazar’ın statü sorunudur.
177
Mehmet Nayır, “Avrupa’nın Nabucco Dayatması Türkiye’ye Strateji Değiştirtebilir”, Referans, 2008.
89
çözümünü zora sokmuştur. Ancak gelinen noktada, ABD’nin İran konusunda
daha esnek bir tavır alması beklenebilir.
Bir diğer olasılık olan statü sorunun çözümü, ve tartışılan kaynakların
satış/dağıtım haklarının Batılı firmalar tarafından garantilenmesidir. Bu
bağlamda, AB ve ABD’nin sorunun çözümünde ortak girişimlerde bulunması
olasıdır. AB ve ABD’nin sorunun çözümünde rol alma girişimleri karşısında
Türkiye’nin konuya taraf olması, Rusya ve İran ile olan enerji anlaşmaları
nedeniyle lehine görülmemektedir. Türkiye öncelikli olarak kendi ihtiyacı olan
gazın teminini riske atmadan alternatif kaynaklardan hatta gaz akımını
sağlayacak projeleri (örn. Mısır-Türkiye Boru Hattı) değerlendirebilir. Bu aynı
zamanda, orta vadede Türkiye’nin doğal gaz arz çeşitliliğini de sağlayacaktır.
Nabucco projesinin önündeki diğer bir engel ise Türkiye’nin proje
kapsamındaki konumu ile ilgilidir. Projenin planlanması aşamasında hattan
geçecek gazın yüzde 15’inin Türkiye’nin kullanımına sunulması ve geri kalan
yüzde 85’lik gaz akışı için ise AB’nin Türkiye’ye aktarım ücreti ödemesi
öngörülmüştür. Ancak 27 Ocak 2009’da Budapeşte’de yapılan son
görüşmelerde Nacucco Hattının önceden planlandığı gibi BOTAŞ’ın mevcut
dağıtım sistemini kullanmaması ve hattın mevcut dağıtım sistemine paralel
olarak gerçekleştirilmesi teklif edilmiştir178. Halihazırda Türkiye Nabucco
projesinde sadece transit ülke konumundadır. Son gelişmelerle birlikte
düşünüldüğünde Türkiye’nin öncelikli olarak kendi doğal gaz arz çeşitliliğini
sağlaması ve garantilemesinin ne kadar önemli olduğu görülebilir.
-
Hindistan açılımı
Türkiye uzun süre ikinci plana attığı Güney Asya’ya gereken önemi
vermeye başlamıştır. 2008 başındaki Dışişleri Bakanı Ali Babacan ve Dış
Ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’in yaptığı ziyaretler
Türkiye’nin yeni Hindistan açılımı olarak yorumlanabilir. Ekonomik krizle
birlikte daralan AB pazarına alternatif olarak görülen Hindistan pazarı,
Türkiye açısından artarak önemini korumaktadır. (Hindistan-Türkiye arasında
1 sene sonra yürürlüğe girecek Serbest Ticaret Bölgesi anlaşmasının
imzalanması gündemdedir.) Öncelikli olarak iki ülke arasındaki ticaret178
Mahmut Gürer, “Her Yıl Aynı Kriz”, Cumhuriyet Enerji, Ocak 2009
90
ekonomik işbirliği alanında yapılan görüşmeler, Hindistan’ın Güney Asya’daki
gelişmeler bağlamında artan önemi ile birlikte diğer alanlarda da ikili
işbirliğine dönüştürülmüştür.179
Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın 21-24 Kasım 2008 tarihlerinde yaptığı
Hindistan-Türkiye arasındaki ikili görüşmeler yaklaşık 10 yıl sonra bir Türk
Başbakan’ının Hindistan’a ilk ziyaretidir. İkili görüşmeler kapsamında
Hindistan ile Nükleer İşbirliği ve enerji konusu gündemin başlıca unsurları
olmuşlardır. Nükleer İşbirliği konusunda Türkiye, Hindistan’ın 1974 yılında
yaptığı nükleer teste karşı kurulan ve Londra Grubu olarak bilinen
uluslararası oluşumda Hindistan’ın barışçıl nükleer materyal ihracına izin
verilmesi ile ilgili maddeye katılmıştır. Atılan bu adım, Hindistan ile Türkiye
arasındaki nükleer enerji işbirliğinin yolunu açtığı şeklinde yorumlanmıştır.180
Diğer bir işbirliği konusu ise Hindistan’a İsrail üzerinden petrol sevkıyatı ile
ilgilidir. Bu konuyla ilgili olarak Türkiye-İsrail-Hindistan arasında petrol boru
hattı
kurulması
(Ceyhan-Kızıldeniz
boru
hattı)
ile
ilgili
görüşmelere
başlanacağı bildirilmiştir. Kızıldeniz Boru Hattı projesi ile Ceyhan’dan İsrail’in
Akdeniz kıyısına döşenecek ham petrol boru hattının buradan Kızıldeniz’e
uzanan mevcut hatla birleştirilmesi öngörülmektedir.181 Projede özelikle
Hindistan’ın alıcı olarak bulunması, Ceyhan-Kızıldeniz Hattının yanı sıra
Samsun-Ceyhan hattının gerçekleşmesini de destekler niteliktedir. (Şu anki
tedarikçisi olan Rusya’dan petrol Hindistan’a tankerle ile ulaştırılıyor.)
Güney Asya’daki kritik önemi ile bağlantılı olarak 2008’de Hindistan’a
yapılan enerji ve ekonomik işbirliğinin derinleştirilmesinin Türkiye için giderek
artan önemi dile getirilebilir.
-
Afganistan ve Türkiye’nin Asya’daki varlığı
Afganistan’da yıkılan Taliban rejiminden sonra kurulan Geçici Yönetim
ile birlikte Kabil’in güvenliğinin sağlanması için yapılandırılan Uluslararası
Barış Gücü (ISAF) komutası altı aylık İngiliz komutasından sonra 2002’de
Türkiye’ye devredilmiştir (2003 Şubat ayına kadar). 2003 yılında ISAF
179
“Türkiye Yönünü Hindistan’a Çevirdi”, (çevrimiçi)<<http://palhaber.com>>
180
“Türkiye ile Hindistan Arasında Nükleer İşbirliği”, Londravizyon, 2008.
181
“Türkiye-İsrail-Hindistan Enerji İşbirliği”,(çevrimiçi)<<http://cnnturk.com>>
91
komutası görev alanı ülke çapına yayılacak biçimde genişletilerek NATO’ya
geçmiştir. Bununla birlikte NATO Sivil Temsilciliğinin kurulması ve 2004
yılında Hikmet Çetin’in NATO Kıdemli Yüksek Sivil Temsilciliğine getirilmesi
gerçekleşmiştir. Türkiye-Afganistan arasındaki kültürel ve tarihsel yakınlık;
Türkiye’nin Afganistan’daki olumlu imajı NATO tarafından Türkiye’ye ülkede
daha fazla rol verilmesinin arkasında yatan temel unsurdur. Kimi analistlerin
de belirttiği gibi Türkiye Afganistan’da diğer ülkelere göre bir adım öndedir.182
Obama yönetiminin ağırlığını Afganistan’daki ABD ve NATO varlığına
verecek olması artık tüm uluslararası kamuoyu tarafından bilinmektedir. Bush
yönetiminin son döneminde gündeme gelen Afganistan’a müttefik ülkelerden
ek muharip birlik takviyesinde bulunulması konusunda sıkıştırdığı kimi NATO
ülkelerinin bu talebe pek de sıcak bakmadığı dile getirilmektedir. Ancak
Obama yönetiminin desteklenmesi yönünde AB’ye egemen olan görüş bu
konuda bir tavır değişikliğini gündeme getirmeye aday görünmektedir. ABD
ve NATO, özellikle Türkiye’nin Afganistan’daki mücadeledeki önemini
vurgulamaktadır. Türkiye açısından değerlendirildiğinde Afganistan’a ek
asker takviyesinin fayda ve zararlar aşağıdaki gibi ortaya koyulabilir.
Türkiye’nin uluslararası kamuoyunda prestij kazanması, yeni dönemde
ABD-Türkiye ilişkilerinin sağlamlaşması, Türkiye’nin NATO’daki yerinin ve
gücünün kavranması, Türkiye’nin Orta Asya’ya tekrar geri dönüşünü
sağlamak adına önemli bir adım atılması (bölgedeki enerji oyununa aktif bir
aktör olarak katılması, Orta Asya cumhuriyetleri ile olan ilişkilerinin
geliştirilmesi), Türkiye’nin Irak’ın yeniden şekillenmesi sürecinde söz hakkına
sahip olması, Kıbrıs-AB ve Ermeni sorunu gibi konularda ABD’den destek
alması. Ancak Türkiye’nin Afganistan’a ek asker göndermesi kendi içinde de
önemli riskleri barındırmaktadır. Muhtemel riskler; bölgedeki ABD karşıtlığının
Türkiye’nin
olumlu
imajını
zedelemesi,
Afganistan’daki
mücadelenin
Pakistan’a sıçraması ihtimalinde Pakistan ile tarihi ilişkilerin zarar görmesi,
Rusya’nın Türkiye’nin bölgede artacak etkinliğine karşı bölgeyi Türkiye’ye
kapatma politikası izlemesi (özellikle bölgedeki enerji kaynaklarının transferi
konusunda
182
Orta
Asya
ülkeleri
ile
Türkiye
arasındaki
bağlantıların
Fazıl Ahmed Burget, “Afganistan’da Başlayan Yeni Dönemde Türkiye’nin Yeri”, TÜRKSAM, 2006.
92
zayıflatılması
stratejisi),
Türkiye’nin
El
Kaide’nin
hedefine
dönüşme
olasılığı..gibi sıralanabilir.183 Ancak tüm risk faktörlerine karşın Türkiye’nin
talep gelmesi halinde Afganistan’daki askeri varlığını arttırmasının ve bu
varlığı sivil faaliyetlerle de desteklemesinin (eğitim, sağlık, alt yapı çalışmaları
vb.) son derece yararlı olacağı değerlendirilmektedir.
Obama’nın Afganistan yaklaşımının ekonomik kriz, batılı müttefiklerin
kısıtlı desteği ve iç-dış kamuoyundan yükselen eleştiriler karşısında
Afganistan’da
duranlığın
sağlanması
adına
bölgeye
sosyo-ekonomik
açılımlar yapılması ve yumuşak güç unsurlarının kullanılmasına daha fazla
önem vermesi beklenebilir. Yeniden inşası gündeme gelen Trans-Afgan boru
hattı projesi başta olmak üzere, ülkenin rehabilitasyonu ve modernizasyonu
için çeşitli alanlarda yatırımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda,
Türkiye’nin Afganistan’daki varlığının sadece askeri boyutla kısıtlı kalmaması
ve
Afganistan’ın
güvenlik-siyasi-ekonomik
düzlemde
yeniden
yapılandırılmasında Türkiye’nin daha fazla rol alması hatta öncülük etmesinin
yararlı olabileceği değerlendirilmektedir.
TİKA, 2005-2007 Afganistan Acil Destek Programı184 kapsamında
Afganistan’ın yeniden yapılandırılması adına sosyal altyapı, ekonomik
altyapı, üretim sektörleri ve acil yardımlar olmak üzere 4 alt dalda
faaliyetlerde bulunmuştur. TİKA’nın Afganistan’daki projelerinin devamının
yararlı olacağı düşünülmektedir. Bu projeler kapsamında; ulusal ordu ve polis
teşkilatının
yeniden
yapılandırılmasında
güvenlik
güçlerinin
eğitimi,
Afganistan’daki beyaz yakalı uzman personelin eğitiminin desteklenmesi,
Türk devletinin gözetiminde ülkede yeni eğitim kurumlarının açılması; burs
imkanı verilmesi; yüksek öğrenim kadrolarının ülke üniversitelerinde geçici
görevlendirilmesi gibi unsurlar üzerinde durulabilir.
Ekonomik-ticari ilişkilerin geliştirilmesi adına Afgan-Türk İş Konseyinin
kurulması185, sivil toplum örgütleri tarafından Afganistan ve bölgeye yönelik
183
Muharrem Ekşi, “Türkiye’nin Afganistan’a Operasyon Amaçlı Asker Göndermesi”, Global Strateji
Enstitüsü, 2008.
184
2005-2007 Afganistan Acil Destek Programı kapsamında Afganistan’ın yeniden yapılandırılması
adına 10 milyon dolarlık bütçe ayırmıştır.
185
Fazıl Ahmed Burget, “Afganistan’da Başlayan Yeni Dönemde Türkiye’nin Yeri”, TÜRKSAM, 2006.
93
projeler
geliştirilmesinin
desteklenmesi,
bölgeye
yönelik
stratejilerin
geliştirilmesi için gerekli sivil toplum-kamu-özel sektörü bir araya getiren
ulusal
platformların
oluşturulması,
konferansların
düzenlenmesi,
hem
Afganistan’da hem de Türkiye’de eş zamanlı faaliyet gösterecek araştırma
merkezlerinin kurulması..gibi.
Türkiye’nin izleyeceği dış politika, Orta Asya’da zayıflayan prestij ve
etkinliğin geri kazanımı için bir fırsata dönüştürülebilir. Ancak burada önemli
olan husus, Türkiye’nin bölgedeki gelişmelere salt NATO ve ABD ekseninden
bakmaması ve kendi çıkarları doğrultusunda bölgedeki diğer dengeleri de
gözeten bir diplomasi izlemesinin gerekliliğidir.186Bu bağlamda, özellikle
Afganistan’daki savaşın Pakistan’a sıçraması ihtimali dikkate alınmalıdır. Bir
diğer önemli nokta ise, Pakistan-Hindistan geriliminin tırmanması ile ortaya
çıkacak uluslararası krizdir. Olası bir Pakistan-Hindistan gerginliğinde 20092010 döneminde BM Geçici üyesi sıfatını kullanmaya başlayan Türkiye’nin
taraflar arasında denge gözetmesi gerekmektedir.
-
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı
14 Eylül 1996 tarihli İzmir Anlaşması ile EİT yeniden yapılanma sürecine
girmiştir. Bu bağlamda, orta vadede öncelikli hedef olarak üye ülkeler
(Türkiye, Pakistan, İran, Azerbaycan, Afganistan, Kazakistan, Kırgızistan,
Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan) arasında işbirliğini gerçekleştirmek
için ticaret, ulaştırma, haberleşme ve enerji sektörlerine ağırlık verilmesi
kararına varılmıştır. Bu sektörlere yönelik stratejilerin belirlenmesinin
temelinde bölgenin sahip olduğu zengin enerji kaynaklarının akılcı kullanımı
ve uluslararası pazarlara ulaştırılmasının sağlanması yatmaktadır. 2002
İstanbul zirvesinde karara bağlanan Trans-Asya Ana Tren Hattı projesinin
somutlaştırılması ve Afganistan’ın yeniden imarı için işbirliği EİT’nin öncelikli
projeleri olmuştur. 2005 yılında Bakanlar düzeyinde yapılan toplantıda
Teşkilat ‘‘ECO Vision 2015’’ raporunda orta vadedeki stratejilerini belirlemiş
ve önceliği 2015 itibariyle hayata geçmesi planlanan EİT Serbest Ekonomik
Bölgesi’nin oluşturulması almıştır. Son 2006 Bakü Zirvesinde187 ise bu rapor
186
187
Burget, a.g.e.
Bir sonraki EİT zirvesinin bu yıl
kararlaştırılmıştır.
Ocak sonu-Mart başı arasında Pakistan’da düzenlenmesi
94
doğrultusunda bölgesel kalkınma ve işbirliği için gerekli mekanizmaların
işlerlik kazanmasının gerekliliği dile getirilmiştir.
Orta Asya Cumhuriyetleri ile birlikte üye olduğumuz tek bölgesel
ekonomik kuruluş olan EİT’nin Türkiye için öneminin çok fazla olduğu
düşünülmektedir. Üye ülkeler ile karşılaştırıldığında gelişmişlik düzeyi,
Avrupa ülkeleri ile olan siyasi ve ekonomik ilişkileri ve coğrafi konumu
nedeniyle Türkiye’nin lider olma ve EİT’yı yönlendirme potansiyeline sahip
olduğu da değerlendirilmektedir.188 Türkiye’nin kısa vadede bu potansiyeli
gerçeğe dönüştürmesi realiteden uzaktır. Ancak EİT, Türkiye’nin kısa vadede
Yakın Asya’daki varlığını güçlendirmek için kullanacağı yumuşak güç
unsurları için önemli bir platform olarak değerlendirilebilir.
188
Tahir Tamer Kumkale, “EİT ve Türkiye için Önemi”, 2003.
95
GENEL DEĞERLENDİRME
George W. Bush’un müdahaleci, tek taraflı politikalarının uluslararası
alanda yarattığı prestij kaybının ve iç kamuoyundaki rahatsızlıkların Amerikan
dış
politikasında
değişime
ivme
kazandırdığı
değerlendirilmektedir.
Demokratların vizyonu ile dış politikada yerel ve küresel “değişim” ihtiyacı
vurgusu seçim kampanyasının temel odak noktası olmuştur.
bahsedilen
değişim
sürecinde
geleneksel
Ancak,
Demokrat/Cumhuriyetçi
ayrışmasının yanı sıra içinde bulunulan konjonktür nedeniyle Clinton ve
Obama dönemi dış politika yaklaşımları açısından da bir paradigma kayması
ihtimalinden söz edilebilir. Geleneksel Demokrat/Cumhuriyetçi ayrışması
Obama’nın seçim sürecindeki değişim söyleminde ağırlık kazanan uzlaşmacı
ve sorunların çözümünde diplomatik yöntem odaklı yaklaşımda somut bir
şekilde görülebilmektedir. Bununla birlikte, konjonktürel değişimler dikkate
alındığında Obama’nın değişim temelli politik söylemlerinin ne ölçüde hayata
geçirilebileceği tartışmalıdır. Dünyada gelişebilecek olası krizler, ülkenin
içinde
bulunduğu
psikolojik
ve
entelektüel
ortam,
uluslararası
güç
dengelerindeki değişimler, liderlerin seçim sonrasında farklı yaklaşımlar
benimseyebilmelerine yol açabilecek ögeler olarak görülebilir.
Yeni dönemde, öncelikle, finansal krizle mücadeleye, işsizliğin
yaygınlaşmasına, büyük çaplı mali açıklara ve ulusal üretimin düşmesi
sorunlarına odaklanılması beklenmektedir. Bununla birlikte, “Uluslararası
Terörle Mücadele’nin” Bush yönetimindeki öncelikli konumu değişmiş gibi
görünse de, uluslararası sorunların önemini koruyacağı öngörülebilir. Bu
bağlamda İran’ın nükleer güç olma ihtimali, Irak ile imzalanan Güçler Statüsü
Anlaşması, İsrail’in Gazze’ye askeri müdahalesi, Hindistan’daki terör
saldırıları, Afganistan’daki kaotik durumun Pakistan ile olan etkileşimi, Rusya
ile Ukrayna arasında yaşanan kriz gibi yakın dönemdeki konjonktüre etki
eden gelişmeler Demokrat siyasi kültürünün yansıması olan “inzivacılık/içe
kapanma”
yaklaşımının
uygulanmasını
zorlaştırabilecektir.
Nitekim,
Obama’nın Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton, Cumhuriyetçi Savunma Bakanı
Robert Gates, ve Milli Güvenlik Kurulu Danışmanı Emekli Orgeneral James
Jones’dan oluşan ekibinin, “Çok taraflı diplomasi, müttefikler, uluslararası
kurumlar ve hukuk ama gerekirse güç kullanmaktan da kaçınmamak”
96
vurgusu Obama’nın gerektiğinde klasik demokrat çizgiden uzaklaşabileceği
öngörüsünü desteklemektedir.
Cumhuriyetçiler döneminde ABD dış politikasının sert güç unsurlarına
dayalı ve tek taraflı bir hal aldığı bilinmektedir. Bush döneminde sıklıkla
vurgulanan söylemler, ABD ile kurulacak ikili ilişkileri “Amerika’nın yanında
ya da karşısında bulunma” seçenekleri ile sınırlamış görünmektedir. Bu
yaklaşımın Türk-Amerikan ilişkilerine önemli yansımaları olduğu söylenebilir.
Söz konusu durum, Türkiye’nin Ortadoğu politikaları, ABD’nin küresel terörle
mücadelesi, enerji politikaları gibi karmaşık sorunlara yönelik tartışmaları
temelde iki seçeneğe indirgemiştir. Bu temelin sınırladığı bölgesel politikalar,
krizlerin sıklıkla görülebildiği bir ortamı hazırlamış, Mart 2003 tezkere krizi
gibi gel-gitlerin sıklıkla yaşanabildiği bir siyasi durumu oluşturmuştur.
Genel olarak, Demokratlar döneminde Amerikan dış politikasındaki
söylem ve üslup değişimi, ABD-Türkiye ilişkilerinde de daha ılımlı ve esnek
bir yaklaşımı beraberinde getirmektedir. Önümüzdeki dönemde Ortadoğu,
Balkanlar, Karadeniz-Kafkasya ve Asya uluslararası güç mücadelesinin odak
noktaları
olmaya
devam
edecektir.
Türkiye’nin,
Obama
yönetiminin
uygulaması beklenen çok taraflı, yumuşak güç unsurları odaklı, diplomasi
ağırlıklı ve uzlaşmacı dış politika açılımını kendi manevra alanını genişletme
ve bölgede farklı açılımları mümkün kılma açısından bir fırsat olarak görmesi
ve bölge dinamiklerini en iyi şekilde değerlendirerek kısa ve orta vadeli
stratejilerini belirlemesi gerekmektedir. Öte yandan, bölgelerdeki diğer
aktörler için de aynı hareket serbestisinin varlığı düşünüldüğünde bölgesel
düzeyde daha rekabetçi bir ortamın oluşacağı öngörülebilir.
97
KAYNAKÇA
KİTAP VE MAKALELER
Adıbelli, Barış. “Güney Asya İstikrarsız”, Cumhuriyet Strateji, 19 Ocak 2009.
Al Aitan, Ahmad Majed. “Washington’s Greater Middle East Initiative: Regional
Perspective”, <<http://www.ndc.nato.int/download/publications/al_aitan.pdf>>.
Al Marashi, İbrahim. “Turkish Perceptions and Nuclear Proliferation”, Over the
Horizon Proliferation:Challenges for Counter-Proliferation Policy, 18 – 20
Haziran
2007,
<<http://www.ccc.nps.navy.mil/si/2007/Aug/OTH-almarashi2Aug07.pdf>>.
Arıboğan, Deniz Ülke. (der.), Çin’in Gölgesinde Uzak Doğu Asya, 2001.
Aslan, Ali H. “ABD Dış Politikasında Yeni Oyuncular ve Türkiye”, USAK Stratejik
Gündem
Ayoob, Mohammed. “The Middle East in 2025: Implications for U.S. Policy”, Middle
East Policy, Sayı: XIII, No.2, 2006.
Bahgat, Gawdat. “Europe’s Energy Security: Challenges and Opportunities”,
International Affairs, 2006.
Brzezinski, Zbigniev. The Grand Chessboard: American Primacy and Its
Geostartegic Imperatives, 1997.
Burget, Fazıl Ahmed. “Afganistan’da Başlayan Yeni Dönemde Türkiye’nin Yeri”,
TÜRKSAM, 2006.
Coffman Wittes, Tamara. “The New US Proposal for a Greater Middle East Initiative:
An Evaluation”, Saban Center for Middle East Policy at the Brookings
Institution, Mayıs 2004.
Col, R. Harrihan. “Is the Emerging Asian Security Paradigm A Threat to China?”,
South Asia Analysis Group, 2007.
Cornell, Svante E. “Georgia After the Rose Revolution: Geopolitical Predicament
and
Implications
for
U.S.
Policy”,
Strategic
Studies
Institute,
<<http://www.StrategicStudiesInstitute.army.mil/>>, Şubat 2007.
Daalder, Ivo H. and Lindsay, James M. America Unbound: The Bush Revolution
in Foreign Policy, Washington, Brookings, 2003.
Davis, John. “The ideology of War: The neo-conservatives and the hijacking of US
Policy in Iraq”, Presidential Policies and the Road to Second Iraq War: From
Fourty one to Fourty Three, USA, Ashgate, 2006.
Ditore, Koha. New Kosova Report, Netpress, Politika, 23/09/08.
98
Dittmer, Lowell. American Asia Policy and the US Election, Foreign Policy
Research Institute, 2008.
Efegil, Ertan. “Bush Yönetimi ile AK Parti’nin Kıbrıs Politikalarının Karşılaştırılmalı
Analizi”, Avrasya Dosyası, cilt 1, sayı 2.
Ekşi, Muharrem. “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün OPEC ve CSTO Ekseninde Açılımı”,
Global Strateji Enstitüsü, 2007
Ekşi, Muharrem. “Türkiye’nin Afganistan’a Operasyon Amaçlı Asker Göndermesi”,
Global Strateji Enstitüsü, 2008.
Erkmen, Erkin. Şanghay İşbirliği Örgütü üzerinde Çin-ABD Sorunları, TÜRKSAM,
2006.
Febe, Armanios. “Islam: Sunnis and Shiites”, CRS Report for Congress, 23 Şubat
2004.
Fukuyama, Francis. Ulus İnşası, Hasan Kaya (çev.), Ağustos, 2008.
“Green Paper: A European Strategy for Sustainable, Competitive and Secure
Energy”, Commision of The European Communities, Brüksel 2006.
Gürer, Mahmut. “Her Yıl Aynı Kriz”, Cumhuriyet Enerji, Ocak 2009
Habibe Kader. “ABD Başkanlık Seçimleri ve Moskova-Washington Hattı”, USAK, 11
Kasım 2008.
Hakkı, Murat Metin. Türkiye, Ortadoğu ve Avrasya’yı neler Bekliyor, Ötüken,
İstanbul, 2007.
Hale, William. Turkey, The US and Iraq, London Middle East Institute at SOAS,
2007.
Jazexhi
Dr.
Olsi,
İbrahimi,
Halil.
“ABD'nin
http://balkanpazar.org/balkanpolitikalan.esp.
Balkanlar
Politikası”,
Kamalov, İlyas. “Yükselen Güç Şanghay İşbirliği Örgütü ve Genişleme Politikası”,
ASAM.
Katzman, Kenneth. “Iran: US Concerns and Policy Responses”, CRS Report For
Congress, 15 Mayıs 2007.
Katzman, Kenneth. ”The Persian Gulf States: Issues for US Policy, 2006”, CRS
Report For Congress, 21 Ağustos 2006.
Keskin, Arif.
Mayıs 2007.
“İran-Suudi Arabistan İlişkileri ve Şii Jeopolitiği”, Stratejik Analiz,
Kırmacı, Melek. “Transatlantik İlişkilerde Balkanlar: ABD-Avrupa İşbirliği
Derinleşiyor” Avrupa Araştırmaları Masası, TUSAM,
<<http://www.tusam.net/makaleler.asp?id=1264&sayfa=9>>.
99
Koç, Bahadır. “Yeni ABD Başkanı Barack Obama ve Türk-Amerikan ilişkileri”,
ASAM.
Kona G.Güngörmüş. (Der.), Uluslararası Çatışma Alanları ve Türkiye’nin
Güvenliği, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, İstanbul, Şubat 2005.
Kumkale, Tahir Tamer. “EİT ve Türkiye için Önemi”, 2003.
Lee, Suna. “Yeni ABD Başkanı Barack Obama ve Çin”, ASAM, 2008,
<<http://www.asam.org.tr>>
Lee Suna. “Japonya’da Siyasi Çıkmaz”, ASAM, <<http://www.asam.org.tr>>
“Global Trends 2025: A Transformed World”, National Intelligence Council, 2008.
Ignatius, David. “Turkey’s Domino Theory”, The Washington Post, 21 Aralık 2008.
“Iran’s differing views of Turkish elections “, OSC Report, 27 Temmuz 2007.
MacIntyre, Andrew. “Obama and Asia“,
<<http://www.eastasiaforum.org/2008/11/06/obamaand-asia/>>
“Makedonya'nın NATO'ya Üyelik Süreci ve Yunanistan'ın İsim Vetosu”, TASAM,
22/12/2008.
Müderrisoğlu, Ruhsar. “11 Eylül İle Birlikte Yeni Dünya Düzenine Doğru”, Osman
Metin Öztürk (Der.), Uluslararası Terörizm ve Dış Politika, Ankara, Biltek Yay.,
2002.
Nayır, Mehmet. “Avrupa’nın Nabucco Dayatması Türkiye’ye Strateji Değiştirtebilir”,
Referans, 2008.
Nichol, Jim. “Armenia, Azerbaijan and Georgia: Political Developments and
Implications for U.S Interests”, CRS Report For Congress, Temmuz 2007.
Obama, Barack. “Renewing
Temmuz/Ağustos 2007.
American
Leadership”,
Foreign
Affairs,
Oğan, Sinan. “Yeni Global Oyun ve Hazar’ın Statüsü”, TÜRKSAM, 2005.
Olson, Robert. “Turkey–Iran Relations, 1997-2000: The Kurdish and Islamist
Questions”, Third World Quarterly, Sayı: 21.
“Oil For Soil: Toward A Grand Bargain on Iraq and The Kurds”, International Crisis
Group Policy Report, 28 Ekim 2008.
Oran, Baskın. Türk Dış Politikası Cilt II: 1980-2001, B. Oran (Der.), İstanbul,
İletişim Yayınları, 2001.
Öztürk, O.M., Sarıkaya, Y. Kaos’a Doğru İran: Güncel İran İncelemeleri, Ankara,
Fark, 2006.
Plesch, Dan. “The Neo-Cons: Neo-Conservative Thinking since the on set of the
Iraq War”, Alex Danchev and John MacMillan (edit), The Iraq War and Democratic
Politics, London and Newyork, Routledge, 2005.
100
“Reliable, Affordable, and Environmentally Sound Energy for America’s Future”, The
White House, The National Energy Policy Development Group, Mayıs 2001.
Robins, Phillip. “The Opium Crisis and the Iraq War: Historical Parallels in TurkeyUS Relations”, Mediterrenean Politics, Sayı.12, No.1, 17-38, Mart 2007.
“Shanghai Cooperation Organization Denies Expansion Plans”, Journal of Turkish
Weekly, (çevrimiçi)<<http://www.turkishweekly.net/news.php?id=58345>>
Schleifer, Y. ,Caught in the Fray: Turkey Enters Debate on Iran’s Nucleer
Program” , 2007.
Sönmezoğlu, Faruk. (Der.), Türk Dış Politikasının Analizi, III. Baskı, İstanbul, Der
Yayınları.
Subhash, Kapila. ”South Asia: The United States Foreign Policy Predicaments”,
South Asia Analysis Group, 2006.
Subhash, Kapila. “Asia’s Challenging Strategic Calculus”, South Asia Analysis
Group, 2008.
Uzel,
İlhan.
“ABD
Hegemonyası
Oluşturulurken
<<http://www.inadina.com/inadeski/sayi146/yazi2.htm>>
“Weitz, Richard.
“SCO Fails
<<http://www.cacianalyst.org>>.
to
Solve
Its
Expansion
Balkanlar”,
Dilemma”,
2007,
Yavuz, Celalettin. “Doğu Avrupa’da “Füze Kalkanı” ve Rusya’nın Geri Adım Atışı”,
TÜRKSAM, 08 Nisan 2008.
INTERNET KAYNAKLARI
BBC Haber Portalı, www.bbc.co.uk.
Barack Obama kişisel Web Sitesi, http//www.barackobama.com
Cumhuriyet Gazetesi, www.cumhuriyet.com.tr .
Energy Information Administration Resmi Web Sitesi, http://www.eia.doe.gov.
Hürriyet GAZETESİ, www.hurriyet.com.tr.
Le Figaro Haber Portalı, www.lefigaro.fr.
Milliyet Gazetesi, www.milliyet.com.tr
NTVMSNBC Haber Portalı, www.ntvmsnbc.com.
Radikal Gazetesi, www.radikal.com.tr.
101
Uluslararası Af Örgütü Web Sitesi, http://www.amnesty.org.tr.
T.B.M.M. Resmi Web Sitesi, http://www.tbmm.gov.tr.
T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi Web Sitesi, http://www.byegm.gov.tr.
Time Magazine Web Sitesi, http://www.time.com.
Global Security Web Sitesi, http://www.globalsecurity.org.
International Online Defense Magazine, http://defense-update.com.
102