Orhan Veli`nin yakın bir dost gibi hayatıma girdiği yıllardı

Transkript

Orhan Veli`nin yakın bir dost gibi hayatıma girdiği yıllardı
Eski Ankara Meyhanelerinde Devr-i Alem
Kürdün Meyhanesi, Üç Nal ve Cumhuriyet Yıldız Lokantaları
1980’li yılların başları, Orhan Veli’nin yakın bir dost gibi hayatıma girdiği yıllardı.
Neredeyse bütün şiirlerini ezbere biliyordum. Aslında beni şiirleri kadar, bohem
yaşam tarzı ve özellikle de Ankara’da bulunduğu yıllarda müdavimi olduğu
meyhaneler ilgilendiriyordu. Orhan Veli’nin “rakı şişesinde balık” olduğu Ankara
meyhanelerinin
başında
Ulus’taki “Kürdün
Meyhanesi” ile “Üç
Nal” geliyordu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında aynı semtte öne çıkan bir diğer meyhane ise “Cumhuriyet
Yıldız” lokantasıydı. 1960'lı yılların başında kapandığı için yaşım gereği Kürdün
Meyhanesi ve Üç Nal'ı görebilmek mümkün olmadı. Cumhuriyet Yıldız meyhanesini
ise altın çağlarında olmasa bile son demlerinde tanıma fırsatı yakaladığım için
kendimi şanslı sayıyorum. Kente kimlik kazandıran mekanların bilinçsizce yok edildiği
Ankara’da, bugün ne yazık ki bu üç meyhane de artık yok. Kent belleğine not
düşebilmek ve yaşanmışlıkları yad edebilmek adına bu meyhaneleri kısaca anlatmak
istiyorum.
“Kürdün Meyhanesi”
Meyhanenin asıl adı Yeni Hayat Lokantası, ancak sahibinden dolayı “Kürdün
Meyhanesi” olarak biliniyor. Meyhanenin sahibi olan Kürt Mehmet’in, kumarı seven,
esmer, kalın kaşlı ve göbekli bir adam olduğu söyleniyor. Lokantacılık geçmişi ve
Ankara’ya ne zaman geldiği konusunda elimizde bir bilgi yok. Meyhanesinin adını,
Yeni Hayat Lokantası koyduğuna göre Cumhuriyet Ankara’sında ‘asrilik’ adı altında
prova edilen ‘yeni hayatı’ iyi algıladığı ve ticari olarak değerlendirme eğiliminde
olduğu
düşünülebilir.
adlandırmasının
Ancak
Ulus’taki
Yeni
onu
ve
Hayat
meyhanesini
Mahallesi’nden
tanıyınca
Yeni
esinlenerek
Hayat
koyulmuş
olabileceğini söylemek daha mantıklı görünüyor.
Kürdün Meyhanesi, ortada yanan sobanın başında kedisi uyuklayan, ekmeklerin
soba üzerinde kızartılıp servis edildiği, erkek hakim her mekana özgürce girmeye
alışmış Azra Erhat’ın bile girmediği bir erkekler meyhanesi. Osmanlı döneminin
‘gedikli’ ya da ‘koltuk meyhanesi’ tabir edilen meyhanelerine benzer bir havası var.
İsteyen tezgah başında içiyor, isteyen tahta masalardan birine oturuyor. Soğuk
havalarda ise eline kadehini alan sobanın başına toplanıyor. Akşam olduğunda tıka
basa dolan, günün gerginliğinin özgürce havada uçuşan küfürlere dönüşebildiği,
gariban müşterilerin bayır turpu ve leblebi eşliğinde, eskinin uzun rakı bardaklarında
afyonlu beyaz şarap içtiği bir mekan. Afyonsuz şaraplarının sirkeden hallice olduğu,
paralı olan müşterilerin ise Arnavut ciğeri, koç yumurtası, piyaz, pilaki, çılbır, şiş
kebap, kuzu kelle ve rakı ile demlenmeyi tercih ettikleri tipik bir meyhane. Herkesin
birbirini tanıdığı, veresiye hesap defteri tutulan, hesabı ödemeyi geciktirenlere,
Kambur Hafız ve Mustafa isimli iki garsonun servisi ‘yavaşlattığı’ Ankara’nın eski ve
meşhur meyhanelerinden biri.
Şairler kadar, sivil polisler de meyhanenin müdavimleriydi
Bu meyhanenin en önemli özelliği, bugün bildiğimiz pek çok yazarın, ressamın,
sanatçının, siyaset adamının uğrak yeri olmasıydı. Döneminde ‘Aydınlar Kulübü’ gibi
çalışan meyhaneye Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat, Ahmet Muhip
Dıranas, Nusret Hızır, Aka Gündüz, Cüneyt Arcayürek, Şinasi Nahit Berker, Cahit
Sıtkı Tarancı, İlhan Berk, Ceyhun Atuf Kansu, Mehmet Kemal, Orhan Peker, Nurullah
Ataç, Çetin Altan ve Fikret Otyam gibi tanınmış çok sayıda kişinin gelip gittiği biliniyor.
Yurdun çeşitli yerlerinden genç şairlerin, edebiyatçıların gelip kendilerini tanıtma ve
çevre edinme uğraşı içine girdikleri bu meyhanenin, müdavimlerinin çoğu ‘solcu’
olarak biliniyordu. Bu nedenle Ankara’da siyasi işlere bakan 1. Şube’nin sivil polisleri
burayı mekan tutmuşlardı. Bir kısmı kendini gizlemez ve gelip bir köşede otururdu.
Zaman ilerleyip kafalar cilalandığında polislerle aradaki buzlar erir, kadehler karşılıklı
tokuşturulur, sohbet bile edilirdi. Bazen de yeni bir sivil polis taşradan gelmiş genç bir
şair görünümünde meyhaneye girer ve sohbet başlatırdı. Eski kurtların durumu
anlamaları fazla uzun sürmezdi. Yine de sohbet bozulmazdı. Böyle durumlarda
hesabı polis ödeyeceği için pahalı mezeler ve rakı söylemek adettendi.
Lozan Palas’ı geçip sola dönünce…
Ulus Meydanı’ndan Yenişehir tarafına doğru, eskiden “Bankalar Caddesi” adıyla
bilinen caddenin sol taraftan yüründüğünde ilk bina Ulus İş Hanı’dır. Ulus İş Hanı’nın
olduğu yerde eskiden, Abdülhamit döneminde yapılmış olan Erkek Öğretmen Okulu
(Dar-ül Muallimin) binası bulunuyordu. Bu bina Cumhuriyet sonrasında Maarif
Vekaleti (Milli Eğitim Bakanlığı) olarak kullanıldı ve 1947 yılı aralık ayında çıkan bir
yangın sonrasında tamamen yok oldu. Maarif Vekaleti binasını geçtikten sonra,
küçük bir sokak girişi ve karşısında sonradan Akbank olarak kullanılan eski Lozan
Palas binası vardı. Lozan Palas’ın bitiminde ise Posta Caddesi başlıyordu. Caddenin
karşısında 1925 yılında inşa edilmiş olan Büyük Postane binası yer alıyordu. Bu bina
1974 yılında yıkılarak yerine bugünkü PTT Genel Müdürlük binası yapıldı. “Kürdün
Meyhanesi”, Posta Caddesi’ne girdikten sonra soldan ilk apartmanın altındaydı. O
yıllarda Posta Caddesi’nde meyhaneler bir araya toplanmıştı. Yazarlardan Samet
Ağaoğlu’nun müdavimi olduğu “Acem’in Meyhanesi” ve Cahit Sıtkı’nın müdavimi
olduğu Şükran Lokantası buradaydı. İmren Meyhanesi ve caddenin iki tarafında sağlı
sollu dükkanları olan, Mehmet Kemal’in anılarında geçen “Palabıyığın Meyhanesi” de
Posta Caddesi’ndeydi. Meyhanelerinin birinde rakı içilirdi diğerinde ise şarap.
Meyhanenin tam olarak hangi yıl açıldığı ve kapandığı hakkında kesin bir bilgimiz
bulunmuyor. Hakkında yazılmış çeşitli makalelerden 1944 ile 1962 yılları arasında
faal olduğunu öğreniyoruz. 1947 yılında yanan Milli Eğitim Bakanlığı’nın memurları ve
tercümanlarının meyhanenin hatırlı müşterileri arasında yer aldığı biliniyor. Yangın
sonrasında bakanlık binası Yenişehir’e taşındı. Sonrasında 1950’li yıllarla birlikte
Ankara şehir merkezi, Ulus’tan Yenişehir’e doğru kaymaya başladı. Bu durum,
Ulus’ta yer alan birçok işletme gibi Kürdün Meyhanesi’nin de müşteri kaybetmesine
neden oldu. Kürt Mehmet, 10 yıl daha bu duruma direnebildi. Sonrası malum…
Üç Nal Lokantası
Üç Nal lokantası, “Kürdün Meyhanesi” ile kıyaslandığında batı tarzına daha yakın bir
görünüme sahipti. Dönemin Ankara’sında bayanların da gelip içki içebildikleri ender
yerler arasındaydı. Müşteri profili açısından “Kürdün Meyhanesi”ne devam eden
yazar ve sanatçıların hemen hepsinin buranın da müdavimi oldukları söylenebilir. Bu
isimlere Azra Erhat, Sabahattin Eyuboğlu, Cahide Sonku, İbrahim Çallı, Yakup Kadri
Karaosmanoğlu ve Can Yücel de eklenebilir. Üç Nal Lokantası’nı Orhan Veli’nin
Ankara Lisesi’nden arkadaşı Şinasi Baray’ın açtığı biliniyor. Birlikte çektirdikleri bir
fotoğraftan hareketle Melih Cevdet Anday’ın;
“Dört kişi parkta çektirmişiz
Ben, Orhan, Oktay bir de Şinasi”
dizelerinde adını andığı Şinasi Baray, lokantayı ailesine ait iki katlı eski bir Ankara
evini düzenleyerek oluşturmuş. Evin alt katını, Şinasi Baray’ın babası önceden ahır
olarak kullanıyormuş. “Üç Nal” adı buradan geliyor. Üç Nal Lokantası, Ulus’ta eskiden
şehrin modernleşen yüzünü yansıttığı için ‘Yeni Hayat Mahallesi’ olarak adlandırılmış
olan mahallede yer alıyordu.
Gelelim meyhanenin yerine
Meyhaneye ulaşabilmek için, Ulus Meydanı’ndan Ankara Kalesi’ne doğru devam
eden eskiden Karaoğlan Caddesi (şimdiki Anafartalar Caddesi) adıyla bilinen
caddeden yukarı doğru çıkmak gerekiyor. Caddenin sol taraftaki başlangıcında
Taşhan (Hotel Angora) adı ile bilinen Ankara’nın eski hanlarından biri bulunuyordu.
Taşhan sonradan yıkıldı ve yerine 1938 yılında Sümerbank binası yapıldı.
Taşhan’dan sonra Yeni Sinema vardı. İçinde Mustafa Kemal’e ayrılmış Reisicumhur
locası da bulunan sinema 1956 yılında yıkıldı. Biraz daha ilerlendiğinde 17. yy yapısı
olan Zincirli Cami’nin yanından geçilmektedir. Cami geçildikten sonra soldan ayrılan
cadde Hükümet Caddesi’dir. Bu caddenin bir ucu eski hükümet meydanına diğer ucu
Hacı Bayram Camisi’ne kadar çıkar. Hükümet Caddesi’nin karşı köşesinde eskiden
‘Gazi Orman Çiftliği Süt Ürünleri Satış Mağazası’ bulunuyormuş. Hükümet Caddesi’ni
geçtikten hemen sonra gelen ilk sokak Konak Sokak adı ile biliniyordu. Konak Sokak
kısa ve dar bir sokaktı. Üç Nal Lokantası Konak Sokak’tan girilince Süt Ürünleri Satış
Mağazası’nın arkasına gelecek şekilde konumlanmıştı. 19.05.1946 tarihli Ulus
Gazetesi’nde yer alan açılış ilanında adres olarak Anafartalar Caddesi, Konak Sokak
gösterilmiş.
1957 yılında Ulus bölgesi yeni bir planla tekrar düzenlendi. Bu plan uyarınca çeşitli
kamulaştırmalar, yeni yollar ve yeni çarşılar planlandı. 1960’lı yılların başlarında Süt
Ürünleri Satış Mağazası’nın yerine Ulus Gima binası yapıldı. Gima binasını
çocukluğumdan hatırlıyorum. (Ankara’nın ilk yürüyen merdivenli süpermarketi olan bu
bina 2001 yılında Carrefour’a satıldı ve kapandı) Gima yapılırken Konak Sokak iptal
edildi. Üç Nal Lokantası da bu düzenlemeler sırasında tarihe karıştı. Kent kimliğini
oluşturan birçok binanın sorumsuzca yok edildiği Ankara’da, eski bir meyhane kimin
umurunda olur ki…
“Üç Nal’a gelen, dört nala gider”
19 Mayıs 1946 tarihli Ulus Gazetesi’nde açılış ilanı yer alan Üç Nal Lokantası’nın, 16
Haziran 1946 tarihli Ülkü Dergisi’nde Orhan Veli tarafından yazılmış bir tanıtım yazısı
bulunuyor. Orhan Veli, Üç Nal’ı şöyle anlatıyor:
“Şinasi hem sanatkar hem de okur yazar bir insan olduğu için lokantasını
sanatkarlarla okur yazarların sık sık gidecekleri, gittikleri vakit de zevkle oturacakları
bir yer olarak tertipledi. Her giden hoşlanıyor. Ben de onlardanım. Salonun türlü
süsleri arasında zaman zaman mısralara yahut da bazı mısraların anlamlarına
rastlıyorsunuz.”
Gerçekten de Üç Nal’ın duvarları müşterilerin yazdığı yazılar ve çizdikleri resimlerle
zamanla dolmuş. Öyle ki tuvaletinde bulunan abajurun üzerinde, Refik Halit Karay’ın,
‘Bir Avuç Şaçma’ adlı eserinden bir parça yer alıyormuş. Orhan Veli bunu “güzel bir
buluş” olarak nitelerken meyhanenin sahibi Şinasi, “içeri girenler bunları okuyacağım
diye fazla oyalanıyorlar, dışarıda kuyruk oluşuyor” diye şikayetçiymiş. Orhan Veli,
kafayı bulduğu bir gün meyhanenin duvarına “Üç Nal’a gelen, dörtnala gider” diye bir
not düşmüş. 1950 yılının 10 Kasım gecesi, Üç Nal’a son kez geldikten sonra oteline
gitmek üzere kendi tabiriyle belki de “dörtnala” meyhaneden ayrılmış. Sonrası
malum… Belediyenin açtığı bir çukura düşmüş. İçkili olduğu anlaşılınca alkol
komasına girdiğini düşünmüşler. Beyin kanaması geçirdiği, 4 gün sonra öldüğünde
anlaşılabilmiş. Orhan Veli’yi henüz 36 yaşındayken işte böyle kaybettik.
“Burasını çok sevdim”
Şinasi Baray, zamanla meyhane duvarlarının yazılarla dolduğunu görünce, insanların
yazabilmeleri için bir anı defteri oluşturmaya karar vermiş ve kapağında üç at nalı
çakılı olan defteri hazırlamış. Şinasi Baray’ın 1989 yılında ölümünden sonra bu
defteri eşi Melek Baray’ın muhafaza ettiği biliniyor. Meyhane müdavimlerinin notlar
düştüğü bu defter, tam anlamıyla bir belge niteliğinde. Birçok şairin şiirleri ve
yazarların notlarının yanı sıra, Semih Balcıoğlu, Altan Erbulak gibi şu anda hayatta
olmayan ünlü karikatüristlerimizin çizimlerine de bu defterde rastlamak mümkün. Üç
Nal’a muhtemelen ailesi ile gelmiş olan küçük bir çocuk ise deftere “burasını çok
sevdim” diye not düşmüş. Notun altına adını yazmayı da ihmal etmemiş; “İdil Biret”.
Cumhuriyet Yıldız Lokantası
Cumhuriyetin ilan edildiği yıllarda Ankara küçük bir taşra kasabası görünümündeydi.
Bu durum 1940’lı yıllara kadar büyük oranda devam etti. Bu yapısıyla aslında
Cumhuriyete başkentlik yapmaya hiç de hazırlıklı değildi. Doğru dürüst yemek
yenecek bir lokantası bile yoktu. Cumhuriyeti kuran kadro, kendine has modernleşme
anlayışı ile bu ‘kasabayı’ asrileştirmeye koyulduğunda ilk adımı batı tarzı elit
lokantalar açarak attı. Şehir geliştikçe, bu kadar elit olmayan, ancak eskinin ‘aşevi’
mantığından sıyrılmış kaliteli lokantalara da gereksinim duyulmaya başlandı.
Cumhuriyet Yıldız Lokantası bu gereksinimi karşılamak amacıyla açılan lokantalar
arasında en bilinenlerindendir.
Beyaz Ruslar ve yeni yemek kültürümüz
1924 yılında açılan İkinci Meclis binasının karşı tarafında 1928 yılında Ankara’nın ilk
modern oteli olan Ankara Palas hizmete girdi. Yönetimi tamamen Fransızlara
bırakılan otelin altında bir de lokantası bulunuyordu. Meclis üyeleri, Türkiye’ye gelen
yabancı konuklar ve elçilik personeli Karpiç ile Ankara Palas’ta yemek yemeye
başladılar. Bu iki restoranın en önemli özelliği, Osmanlı ya da geleneksel Türk
mutfağına sahip olmamasıydı. Cumhuriyet kadrolarının üzerine giymeye çalıştığı yeni
ideolojik kimlik gereği, eski gelenek yok sayılma eğilimindeydi. Bu bakımdan
restoranlar, başlangıçta Fransız, sonraları ise Beyaz Rusların etkisiyle oluşturulmuş
bir menü ve tarza sahip oldular.
1917 Bolşevik Devrimi’nden kaçan Beyaz Rusların çoğu o yıllarda Türkiye’ye
sığınmıştı. Bunların arasında usta aşçılar da vardı. Atatürk’ün emri ile 1928 yılında
İstanbul’dan Ankara’ya getirtilen George Karpovitch bunlardan biridir. Karpovitch’in,
1900’lü yılların başında yapılan Taşhan’ın avlusunda bir lokanta açması sağlandı. Bu
lokanta, sahibinin adından dolayı “Karpiç Lokantası” olarak anılmıştır. Karpiç’in
misyonu, batılı tarzda yeme içme alışkanlıkları ve sofra adabını Ankara’ya
yerleştirmekti. 1933 yılında Taşhan, Sümerbank’a satılıp yıkılınca, Karpiç eskiden
“Şehir Çarşısı” denilen, sonraki yıllarda yenilenerek “100. Yıl Çarşısı” adını alan
çarşının köşesine taşındı (1925’lerde Fresko Bar’ın bulunduğu yer). Bir yüzü İstasyon
Caddesi’ne diğer yüzü Bankalar Caddesi’ne bakıyordu. Bu dönemde Cumhuriyet elit
kadrolarının eğlenme mekanı olarak da Gar Gazinosu ve Lokantası düşünülmüştü.
1937 yılında açılan Gar Gazinosu, 1960’lı yıllara kadar dünyanın pek çok ünlü revü
ve dans yıldızlarını ağırladı; Türk müziğinin usta sesleri burada sahne aldı.
Ev yemeğini özleyenlere
Devlet erkanına hizmet etmek için kurulan Karpiç ve Ankara Palas Lokantaları, siyasi
kulüp havası taşıyorlardı. 1930’lu yıllarla birlikte Cumhuriyetin elit tabakasına dahil
olmayan doktor, subay, avukat, öğretmen gibi kesimler ve taşradan gelen
milletvekilleri Türk usulü lokantalara ve alıştıkları ev yemeği yiyebilecekleri yerlere
ihtiyaç duymaya başladılar. Özetle, Ankara’da orta sınıf diyebileceğimiz kesime hitap
eden yerlere gereksinim duyulmaya başlanmıştı. Böylelikle hayatımıza, modern
tarzda hizmet veren, Osmanlı’nın ‘aşevi’ ve ‘köfteci’ mantığından farklı kurgulanmış
lokantalar girmeye başladı. Cumhuriyet Yıldız Lokantası bunlardan biridir. Burası
kurulduğu yıllarda içkisiz bir lokantaydı. Bakanlar Kurulu toplantıları dağılınca
bakanlar toplu halde burada yemek yemeyi alışkanlık haline getirmişlerdi. 1932
yılında Ankara’da 22 tane birinci sınıf lokanta olduğu bilinmektedir. 1930-1960 yılları
arasında Ulus’ta açılan lokantalardan çoğu sonradan kapanmıştır. Bunlar arasında,
Mutlu Lokantası, Turan Lokantası, Zevk Lokantası, Cihan Lokantası, Karadeniz
Lokantası, Şükran Lokantası, İmren Lokantası, Lezzet Lokantası, İstanbul Lokantası
sayılabilir. İçlerinde Tavukçu Lokantası, Tarihi Çiçek Lokantası ve Boğaziçi Lokantası
gibi günümüze kadar gelebilenleri de vardır. Tavukçu ve Çiçek lokantaları Yenişehir
tarafına taşınmıştır. 1956 yılında açılan Boğaziçi Lokantası ise Denizciler Caddesi
girişinde açıldığı yerde ve şubeleriyle hizmet vermeye devam etmektedir.
Lokantanın yerini merak edenlere
1946 tarihli ‘Türkiye Kılavuzu’ adlı kitabın Ankara bölümünde ‘Ankara’nın en meşhur
lokantaları’ başlığı altında sıralanan 11 lokanta arasında Cumhuriyet Yıldız Lokantası
da sayılmaktadır. 1927 yılında Atatürk heykelinin yerleştirilmesi sonrasında açılan
Ulus Meydanı’na bağlı olarak, Çankırıkapı Caddesi’ne taş döşendi ve cadde
genişletildi. Bu tarihten sonra cadde üzerinde hızla işyerleri açılmaya başladı. Çankırı
Caddesi üzerinde yer alan Cumhuriyet Yıldız Lokantası’nın kuruluş tarihi hakkında
kesin bir bilgiye ulaşamadım. Caddenin gelişimine bağlı olarak 1930’lu yıllarda
kurulmuş olduğunu tahmin ediyorum.
1920 yılında açılan Birinci Meclis binasının yanından Dışkapı tarafına doğru, Çankırı
Caddesi takiben ilerlendiğinde ilk karşılaşılan yer, eski hariciye memurlarından Kemal
Bey’in açtığı ve “Kemal’in Lokantası” adı ile bilinen lokantaydı. Bu lokanta
Ankara’nın ilk ‘asri’ lokantasıdır. Rüzgarlı Sokak girişine kadar olan bölümde
Hakimiyeti Milliye
Gazetesi Matbaası
(Ulus Gazetesi)
ve Ankara’nın ilk
sinemalarından olan Kulüp Sineması (sonradan adı Halk Sineması ve Park
Sineması oldu) yer alıyordu. Rüzgarlı Sokak girişinin diğer köşesinde bir han vardı.
Hanı geçtikten yaklaşık 100 metre sonra Cumhuriyet Yıldız Lokantası bulunuyordu.
Cumhuriyet Yıldız’ın biraz aşağısında, yolun karşı tarafında ise 1926 yılında açılan ve
Ankara’nın ilk barlarından biri olan Elhamra Bar vardı (Bugün yerinde Turist Otel
bulunuyor). Çankırı Caddesi üzerindeki bu mekanların hepsinin günümüzde tarih
olduğunu sanırım söylemeye gerek yok.
İsmet İnönü bile yemek yemiş
Cumhuriyet Yıldız Lokantası’na ilk kez 1984 yılında gittim. Daha sonra 1985 ve 1988
yıllarında birer kez daha uğradım. 1988 yılında gittiğimde kapanmıştı. Bir süre yeri
boş kaldı. Sonradan buraya bir kahvehane açıldı. Cumhuriyet Yıldız Lokantası
kendini fazlasıyla yenilemeksizin yakın zamana kadar ulaşabildiğinden, eski Ankara
Lokantaları’nın gözümde canlanması adına benim için önemli bir gözlem oldu.
Lokantanın son halini görmüş biri olarak gözlemlerimi kısaca paylaşmak istiyorum.
Lokantanın “Cumhuriyet Yıldız” yazan tabelası, kabartma harflerle oluşturulmuştu ve
hemen hemen 10 m uzunluğunda bir alana yayılmış durumdaydı. Harflerin rengi ile
zeminin rengi zamanla aynı renk haline geldiğinden yazıyı okumak için belirgin
şekilde dikkat etmek gerekiyordu. Belki de bu nedenle yıllarca önünden geçtiğim
halde bu lokantayı hiç fark etmemiştim. Fark edilmemesinin bir diğer nedeni de, dış
cephesinde sürekli dönen piliç gril makinesinin bulunmasıydı. Dışarıdan bakıldığında
piliç paket satan bir lokanta izlenimi veriyordu. Lokantanın zemini tahta kaplamaydı.
Tahtaların üstü ise ziftlenmiş gibi simsiyahtı. Sandalyeler ve masalar 1950’li yılların
ahşap modelleriydi. Kol koyma yerleri yuvarlak olarak yarım daire şeklinde olan bu
model sandalyeler, ilk üretildikleri yıllarda devlet dairelerinde makam koltuğu olarak
kullanılmıştı. Giriş kapısının karşısında klasik model, camlı eski bir meyhane
buzdolabı vardı. Masaların üzerine ütülenmemiş beyaz örtüler serilmişti. Mezeleri
vasatın altında, fiyatları ise oldukça hesaplıydı.
Duvarlarında lokantayı ziyaret eden ünlü kişilere ait çerçevelenmiş çeşitli fotoğraflar,
sararmış gazete kupürleri dikkati çekiyordu. Sohbet ettiğim garson, İsmet İnönü’nün
de burada yemek yediğini anlattı. Söylediğine göre fotoğrafı eskiden duvarda
asılıymış. Daha önceki patron işi bıraktığında resmi de beraberinde götürmüş. 1961
yılında Meclis buradan taşındıktan sonra lokantanın işleri iyice bozulmuş. Daha sonra
etraf pavyonlarla dolunca eski müşteriler gelmez olmuş. Durumu kurtarmak için piliç
gril işine girmek zorunda kalmışlar.
Bu yazımda, Ulus’un eski meyhanelerinde bir tur attık. Bir sonraki yazımda Kızılay’ın
eski meyhanelerinde kadeh kaldırıyor olacağız.
Yazan: Yavuz İşçen, Aralık 2011 Ankara
Kaynak: http://yavuziscen.blogspot.com
e-mail: [email protected]

Benzer belgeler

Körfez Lokantası

Körfez Lokantası Hüsamettin” adıyla tanınan Hüsamettin Sencer, 1900’lü yılların başında dünyaya gelmiş. Ankara’ya ne zaman geldiği konusunda bir bilgiye sahip değiliz. Lokantacılığa genç yaşlarda başlamış. İlk loka...

Detaylı