Orta Asya`dan Anadolu`ya Değişen Coğrafyalarda Petroglifler.

Transkript

Orta Asya`dan Anadolu`ya Değişen Coğrafyalarda Petroglifler.
Selçuk Üniversitesi
Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi
Sayı 26, Sayfa 177 -190, 2008
ORTA ASYA’DAN ANADOLU’YA DEĞİŞEN
COĞRAFYALARDA PETROGLİFLER
Neslihan Kıyar
Selçuk Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Selçuklu/Konya
[email protected]
ÖZET
Petroglif, kaya/mağara yüzeyi üzerine yazılan yazı veya oyulan/çizilen resimdir.
Yunanca petros (taş) ve gliphein (oymak) kelimelerinin birleşiminden
oluşmaktadır. İlk olarak Fransızca’ da “pétroglyphe” olarak kullanılmıştır.
Oldukça büyük ilgi çeken Orta Asya ve Anadolu petroglifleri zincirin halkaları
gibidir. Pek çok noktada halkalar zayıflasa da, bulgular tümüyle belirsiz değildir.
Göç yolları üzerinde bulunan ve Türkler tarafından yapıldıkları kabul edilen,
sayıları hakkında ise kesin bilgi edinilemeyen petroglifler, dünyanın diğer büyük
ve herkesçe bilinen petroglif alanlarındakiler kadar önemli birer belgedir.
Günümüzde modern tekniklerle, kime ve hangi devirlere ait oldukları, ne
maksatla çizildikleri, bünyelerinde hangi benzer unsurları taşıdıkları, hangi insan
topluluğu tarafından çizildikleri/oyuldukları gibi konular tarih, arkeoloji,
antropoloji, sanat tarihi, dilbilim gibi disiplinlerin ortak çalışması sonucunda
bütünlüklü bir şekilde aydınlatılmaya çalışılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Petroglif, Orta Asya, Anadolu, Göç.
Selçuk Üniversitesi
Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi
Sayı 26, Sayfa 177 -190, 2008
PETROGLYPHS CHANGING FROM MIDDLE EAST
TOWARDS ANATOLIA
Neslihan Kıyar
Selcuk University, Fine Arts Faculty, Selcuklu/Konya
[email protected]
ABSTRACT
Petroglyph is a picture engraved/drawn on a rock/cave surface. It is derived from
the Greek words petros (stone) and gliphein (engrave). It was first used in French
in the form of “pétroglyphe”.
Attracting remarkable interest, Central Anatolian and Anatolian petroglyphs are
like links in a chain. Although links get weak in certain points, findings are not
entirely ambiguous. Found on migration routes, and believed to have been made
by Turks although there is no definite information about their number,
petroglyphs are as important documents as those in large and well-known
petroglyph zones. Today, by the help of modern techniques and through
cooperation of disciplines such as history, archaeology, anthropology, history of
art and linguistics, efforts are made to shed light on issues such as who and
which periods they belong to, for what purpose they were drawn, what kind of
similarities they bear, and by what human community they were
drawn/engraved.
Keywords: Petroglyph, Central Asia, Anatolia, Migration.
Orta Asya’dan Anadolu’ya Değişen
179
GİRİŞ
Yaklaşık 4 bin yıllık geçmişi ile eski ve köklü kavimlerden biri olan Türklerin
tarih içerisinde geniş bir coğrafyaya yayıldıkları ve göç ettikleri bölgede güçlü
devletler kurdukları bilinmektedir. Orta Asya’dan başlayarak Asya, Avrupa ve
Afrika kıtalarına yaptıkları sürekli göçler sonucu dünyaya yayılmaları, aynı
zamanda kalabalık bir millet olduklarını da ortaya çıkarmaktadır.
Göçler çağında Türklere ait resim sanatının doğuşu, bozkır kültürünün
başlangıcına kadar geri gitmektedir. İnsanlığa miras olma özelliği taşıyan ve
erken devirlerden itibaren görülen, taşınamaz kaya/mağara yüzeyleri üzerine
yapılan petroglifler (kayaüstü resimler), diğer sanat kolları gibi bozkır
kültüründen payını alarak, göç yolları boyunca var olmuşlardır.
Petrogliflere, Orta Asya’da, Sibirya’da, Ural Dağları’nda, Kırım’da,
Azerbaycan’da ve Anadolu’ya ulaşan göç yolları boyunca çok geniş bir alanda
rastlamak mümkündür. Araştırmadaki amaç da, bu paralelde göç yolları
boyunca rastlanan petrogliflerin benzer özellikler taşıyıp taşımadıklarının,
konu alanında yapılmış araştırmalardan toplanan bilgiler dâhilinde ortaya
konulmasıdır. En büyük soru işareti de bu noktada ortaya çıkmaktadır.
GÖÇLER
Orta Asya, Türk göçerleri tarihi açısından incelendiğinde, Türklerin sürekli
dolaşarak tarihini etkiledikleri büyük bir tarihi coğrafi referans olarak görülebilir.
Bölge tarihinin, Türk göçer öğesini düşünmeden yazılamayacağı gibi diğer
kültürler anlaşılmadan da Türk tarihinin yazılamayacağı kesindir (Kuban, 1993).
Hem Türk tarihi hem de Dünya tarihi üzerinde çok büyük etkileri olan göçlerin
çeşitli sebepleri vardır. Göçer yaşantının temelinde büyük oranda hayvancılık ve
ziraat kültürü yer alır. Dolayısıyla, Türk göçleri bu yaşantıya uygun olan sahalara
doğru olmuştur. Otlakların yetersiz kalması veya nüfusun artması, Türkleri,
iklimi ve coğrafyası müsait yeni bölgelere sevk etmiştir. Bunun yanında, yabancı
kavimlerin baskısı veya kendi aralarındaki hâkimiyet mücadelesi göçlerin ve
yayılmaların diğer bir sebebi olarak sayılabilir.
Bu şekildeki yayılmalar ve göç hareketleri, tarihin başlangıcından Orta Çağ’ ın
sonuna kadar devam etmiştir. Göçler: M.Ö. 1700’lü yıllarda Andronovo
bölgesinden Altay ve Tanrı dağlarına, M.Ö. 1300’lerde Kazakistan ve
Maveraünnehir’e, M.Ö. 1100’lerde Çin’in kuzeyindeki Kansu-Ordos
bozkırlarına, Baykal Gölü’ne, M.Ö. 1000’li yıllarda Kuzey Hindistan’a, Ural
Dağları ve Sibirya’ya; Hunlar ve Oğuzlar, Orhun Bölgesi’nden güney
Kazakistan bozkırlarına, Orta Avrupa’ya, Anadolu, Suriye ve Azerbaycan’a,
Seyhun Nehri kıyılarına olmuştur (Türk Dünyası Kültür Atlası, 1997).
Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 26, Sayfa 177 -190, 2008
180
N. Kıyar
Milâttan sonraki Türk göçleri ise batı yönünde olmuştur. Göçlerin yönü
incelendiğinde bazı Türk kavimleri Hazar’ın kuzeyinden Avrupa’nın içlerine
kadar yönelirken, bir kısmı da İran üzerinden Anadolu ve Orta Doğu’ya göç
etmiştir. Bu göç yoları üzerinde değişik dil, din ve medeniyetten topluluklarla
etkileşen, bazı olumsuzluklardan etkilenmeyen, Türk kavimleri yüzyıllar boyu
bu coğrafyalarda varlıklarını sürdürmüştür. Türk bünyesine uymayan inanç
sistemlerinin, hayat tarzlarının benimsendiği ya da zaman içerisinde nüfus
bakımından beslenemediği yerlerde bulunan bazı Türk kavim ve boyları ise tarih
sahnesinden çekilmişlerdir.
8. yüzyılda Batı Türk İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla, Türklerin İslam dünyası
ile ilişkileri artmış ve 9. yüzyıldan sonra Şamanî'lerin ve Bağdat halifelerinin
devlet üst kademelerinde görevler almışlardır. İslamlaşma ve Türkleşme
sürecinin Türkleri de Oğuzlar olmuştur. İlk Müslüman Türkler olan Karluklar ise
Oğuzların doğusunda yaşamışlardır. Oğuzlar Müslüman dünyasına girene dek
dağınık ve kentlere sahip olsalar da genelde göçer vaziyette yaşamışlardır. 11. ve
12. yüzyıllarda Türklerin İslam'ı kabul edip Yakındoğu ve İran'a geçişleri İslam
tarihi, İran tarihi ve Türk tarihinin bağımsız evreleri olarak anlaşılamaz.
Kentlerde mezhep kavgalarının sürdüğü, Türkmenlerin yer değiştirdikleri
dönemde ulusal bilinç hatta devlet bilinci de oluştuğu söylenemez. Türk
egemenlik anlamının varlığı, kültür ve sanat alanında ortak kavram ve biçimleri
teşvik etmiştir. Doğu İslam'a egemen olan Türklerin kurduğu devletler değişik
yapılarla ortaya çıkmaktadır. Gazneli ve Selçuklu bölgelerinden farklı olarak
Karahanlı bölgesinin yapısında Türk bilinçli olma özelliği vardır. Karahanlıların
egemenlik alanında Selçuklu ve Gazneliyle mücadelede olsalar bile, Orta Asya
İslam Kültürüne katkıları büyük olmuştur. Selçuklu Devleti ise, Türk göçleriyle
eşzamanlı bir egemenlik alanı tanımlamaktadır. Egemenliğini göçer ve göçmeye
devam edenler üzerinde kurmuş olsa da, Oğuz göçerleriyle çatışmaları Selçuklu’
nun sonunu getirmiştir (Kuban, 1993).
Özetlenecek olursa, günümüzde varlıklarını devam ettiren Türk boyları, ana
kütlesini Anadolu, Azerbaycan ve İran ile Büyük Türkistan'ın oluşturduğu çok
geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Bu ana kütleden zaman zaman taşan Türkler ise
daha nispî de olsa, bugün başka devletlerde yaşamlarını sürdürmektedir.
PETROGLİFLER
Prehistorik çağlar, M.Ö. yirmi beş bin yıllarına kadar uzanır. Bu dönem içinde
yapılmış petroglifler insanlık tarihinin gerçek ışıklarıdır. İnsanoğlunun doğa ile
kendi arasında yaptığı yaşam savaşı bu resimlerin doğmasına neden olmuştur. Bu
oluşumda, insanın tecrübesizliği, yalnızlığı, doğaya karşı duyduğu korku ve
hayranlığın büyük etkisi vardır. İlk çağlardan günümüze özel bir yere sahip olan
petroglifler, insanla dış dünya arasında bir ilişki kurulması ve gizemlerin
aydınlatılmasında araştırmacılara yardımcı olmaktadır. Çünkü ilkel insana göre,
doğa güçleri ürkütücü ve sırlarla dolu olağanüstü nitelikler taşıdığından, bu
Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 26, Sayfa 177 -190, 2008
181
Orta Asya’dan Anadolu’ya Değişen
yabancı etkileri maddeleştirerek özümseme yoluna gitmiştir. Bu maddeleştirme,
bir şeylere güvenme ve sığınma güdüsünden tanrı, dolayısıyla da din doğmuştur.
İlkel insanın bile güzelliğe karşı doğal bir yeteneği olduğu görüşü yaygın bir
kanıdır. Bu bakımdan kayalara, mağara duvarlarına ilk resimleri yapan insan,
başlangıçta kafasındaki güzellik kavramını ortaya çıkarmasına neden olan bazı
şekilleri tesadüfen çizmiş ve şekillerden haz duymaya başlayınca tekrarlayarak
devamını getirip çoğaltmıştır. Mesela, petrogliflerin en özgün ve bilinen
örneklerini barındıran Lascaux ve Altamira’daki at ve bizon çizimlerinin,
anatomik özellikleri ile gerçeğe oldukça yakın olduğu görülmektedir. Fakat
natüralist değillerdir. Sembolik anlatım uğruna parçalar şekil de değiştirebilir
Kısacası insan doğal olana duygu, düşünce ve edinimlerini katarak, ona üstünlük
sağlamıştır. Asıl önemli olan da yazmadan çok önce resimleme yolunu seçip, bu
yolla bildirimde bulunma gereksinimi hissetmiş olmasıdır (Read, 1974).
Resim 1. Lascaux, Fransa
Sanatın, bu yönde iletişim aracı olma durumu daima mevcut olmuştur. Özellikle
toplumların iç dinamiğini tayin eden iletişimsel bir unsur olarak sanat erken
toplumlar için olduğu kadar, gelişmiş toplumlar için de etkin bir fonksiyona
sahiptir. Çağdaş toplumların gelişmiş iletişim araçları öncesinde sanat alanı
olarak adlandırılan eylemin bugün medya araçlarının oynadığı rolü üstlenmiş
olması durumu prehistorik ve kabile sanatları kadar, geleneksel sanatlarda da
kendisini göstermektedir. Sosyal bir düzenleyici olan sanat bu tip toplumlarda
yaşananla yaşanması istenen arasında kurduğu bağ kadar, iç dengeyi sağlayan bir
unsur olarak dış dengeyi de sağlamaya yönelik bir işlev üstlenmiştir. Yani
yaşanan ortamın işleyişini sağlayan, üstün güçler ve inanç olgusuyla yönlenen
doğa koşullarına yön verme ve üstün âlemlere mesajlar gönderme aracı olarak
sanatı doğanın insan için arz ettiği tehlikelere de bir engel teşkil etmek için
kurgulanan bir oluşum ve güç odağı olarak şekillenmiştir. Bu şekliyle sanat,
tanrılar ve insanlar arasında ayinsel bir eylem olarak, geçmiş ve gelecek arasında
yer alan yaşanan anın işleyişi için de önemli bir eylemsellik arz etmektedir
(Beksaç, 2002).
Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 26, Sayfa 177 -190, 2008
182
N. Kıyar
İlkçağ insanı kendisinden güçlü olan doğa olayları, vahşi hayvanların saldırıları,
hemcinsleri arasındaki kavgalar arasında sıkışıp kalmıştır. Bu duygudan
kurtulma yolunu, sürekli karşı karşıya kaldıkları hayvanların yaşam savaşlarını
benimsemede bulmuşlardır. Ne var ki, bu yaşam biçimi ilkel insanın sanatı
yaratma gücünü ve yaşayışını zenginleştirmesini de beraberinde getirmiştir.
Avlanmadan önce yapılan dans, savaş boyaları, savaş çığlıkları, kayalara oyulan
çizimler, avcıya üstünlük, ava ise korku vermiştir. Bu büyülü sahne, doğa
karşısında savunmasız ve yalnız “ilkel”i onun bir parçası haline getirip, tıpkı bir
bukalemunun renk değiştirmesi gibi tehlikelerden korunmasını sağlayarak,
üstünlük duygusu kazandırmıştır. Günümüzde bilim adamları, bu insanlar
binlerce yıl öncesinin başarılı birer çevre ve sosyal bilimcisi olarak
değerlendirmektedir.
Evrensel bir denge merkezi olarak geçmiş ve geleceği bağlayan, toplumu ve
toplumun işleyişini düzenleyen kaya sanatı merkezleri, doğanın en sabit elemanı
olan ve sürekliliği sabit kalan kaya ve mağaralar içinde yapılmıştır. Çünkü
evrenin en sabit ve en sarsılmaz elemanı kayalar veya kayalar içindeki
oluşumlardır. Bu gerçek insanları temel yasa ve inançlarını ölümsüz kılacak,
işlevini uzun sürelerle ifa edecek kaya veya kayalara yöneltmiştir. Doğanın yine
de aşındırdığı bu elemanların korunup kollanmasıyla sonsuz bir güç aktarımı ve
bütünleşme odağı yaratılmıştır. Dahası kutsal ve sıradan yasalar ile yaşamın
bütünleştiği görülebilmektedir. Böylece petroglifler, toplumsal, doğal, ruhsal,
kutsal dengenin bozulması, bütün sınırların ve yasaların ihlalinden doğacak
çatışma sebebiyle oluşacak yıkımın engelleyicisi olmuştur. Sanatın ruhsal ve
sıradan olağan üstü sembolik gücünü, yani sanatın sıradanlıktan sıyrılan
oluşumunu, amaç ve işleyişini gözler önüne sermiştir. Petroglifler, bugün için
pek çok noktada belirli ölçülerde anlaşılıyor olsa da, sessiz fakat anlam açısından
güçlü olan işlevini ebedi kılmıştır (Beksaç, 2002).
Petrogliflerde vurgu stil ve motiftedir. Bunlar önemli datalardır. Bulundukları
mekândan ayırarak incelemek ise bağları koparacaktır. Ayrıca yorumlamak da
detayları arttıracaktır. Eğer petrogliflere görüldükleri gibi sembolik bakma
yeteneği kazanılırsa, detaylar yerine, yapıldığı dönemin estetik anlayışı
yakalanıp, yeni kapılar aralanabilir (Ross, 2001).
ORTA ASYA’DAN ANADOLU’YA DEĞİŞEN COĞRAFYALARDA
PETROGLİFLER
Petroglif varlığı açısından, Fransa, Avustralya, Güney ve Kuzey Afrika, İspanya,
İtalya, Sibirya dünyanın en tanınmış ve önemli merkezlerindendir. Bunun
yanında Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar görülen petroglif alanları da bu
zincirin önemli halkalarındandır. Avrupa paleolitik ortamında gelişen sanatsal
yaratıların kompleks oluşumu içinde kendisine özgü bir biçim almış olduğu ve
daha somut görüntülerle gerçekçi biçimleri benimsemesine karşılık diğer
Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 26, Sayfa 177 -190, 2008
Orta Asya’dan Anadolu’ya Değişen
183
kıtalarda, özellikle Orta Asya ve Anadolu’da karşılaşılan örneklerin daha stilize
bir yolla çizildikleri gözden kaçmamaktadır (Beksaç, 2002).
Petroglifler, ilkel sanatın ortaya çıkışı ve evrimi gibi önemli bilimsel sorunların
öğrenilmesi için önemli belgelerdir. Eski insanların sosyal hayat tarzı, ideolojik
görüşleri, gelenekleri, estetik ve felsefi bakış açıları ile ilgili kaya çizimleri,
değerli tasviri sanat eserleri olmakla beraber, bir nevi insanlığın ilkin gelişme
aşamalarını aksettiren gizemli piktografik yazılardır. Bu gizemli görsel sanat
incileri, resimyazıların Kafkasya’da, Orta Asya’da, Ural’da, Sibirya’da ve
Kareliya’da (Akdeniz ve Omega Gölü kıyılarında) varlıkları bilinmektedir.
Azerbaycan, Dağıstan, Orta Asya ve Sibirya arazilerindeki petroglifler çok çeşitli
olup, Taş Devri’nden Orta Çağ’a dek uzun bir tarihi dönemin manevi
medeniyetini yansıtmaktadır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun erken
devirlerine (Proto-Neolitik ve Neolitik) ait bulgularla, Orta Asya ve Kafkaslar’da
bulunan eski yerleşim alanlarında ortaya çıkan kültür kalıntıları arasındaki
yadsınamaz benzerlikler birçok bilim adamının dikkatini çekmektedir
(Enveroğlu, 2005).
Söz konusu göçler ve göç yolları üzerindeki petroglif merkezleri olunca göç hattı
boyunca yapılan çizim faaliyetleri, göç ve göçten etkilenen birincil varlıkların
ağırlıklı işlenmesini gerektirmiştir. Kazakistan Almatı’ya 170 km uzaklıktaki
Tamgalısay, Kırgızistan’da Fergana Vadisi’ndeki Tanrı Dağları’nın kollarından
Aladağlar bölgesindeki Saymalıtaş, Kırgızistan’da Talas Bölgesi’ndeki Çiğim
Taş, Karakol Yaylası, Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye 50 km uzaklıktaki
Gobustan, “Büyükbaş”, “Küçükbaş” ve “Cıngırdağ”, Moğolistan’ın Bayanhonur
eyaleti sınırlarındaki Mandıl Haykhın gibi önemli petroglif alanlarının, önceki ve
yeni kültürünü (göç kültürünü) yansıtması bakımından “Orta Asya Halkları”
olarak tanımlanan fakat Türk kültür ve medeniyetinin tarih öncesine dayanan
izleri ile dolu olduğu iddia edilmektedir (Süer, 2007).
Sovyetler Birliği’nin 1990’ların başında dağılmasıyla göç yolları üzerindeki
petroglif alanları Batılı araştırmacıların yoğun ilgisine açılmıştır. Özellikle
UNESCO gibi uluslar arası ağırlığı olan bir kurumun bu alanda projeleri ve
çalışmaları dikkate değer niteliktedir. Merkezler üzerine bilimsel çalışmalar
1930’lardan itibaren çoğunlukla Rus kökenli bilim adamlarınca
gerçekleştirilmiştir. Yapılan araştırmalarla petroglifler hakkında sorulara cevap
aranmıştır. En çok da hangi insan toplulukları tarafından kayalara çizildiği/
oyulduğu sorusu üzerinde durulmaktadır (Taşağıl, 2007).
Asya’dan başlayan yayılımlar sonucunda oluşan ve bugün Türkiye sınırları
içinde kalan topraklar üzerinde de varlığını sürdüren pek çok kaya resimleri:
Ağrı, Ardahan, Artvin, Batman, Erzurum, Erzincan, Van, Hakkâri, Şanlıurfa,
Kütahya, Eskişehir, İzmir gibi merkezlerde bulunan petroglifler, taşıdıkları
benzerlikler dolayısıyla, bu coğrafyanın Orta Asya ile bağını sergilemektedir
(Alyılmaz, 2007).
Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 26, Sayfa 177 -190, 2008
184
N. Kıyar
Petrogliflerin büyük çoğunluğu bozkır sanatına aittir. Çeşitli stillerde Eski Taş
Devri’nden Yeni Taş Devri’ne İskit-Sibirya da dâhil olmak üzere geyik,
rengeyiği, ceylan, yabani sığır, at, domuz, panter, kar leoparı, pars, dağ keçisi,
koyun, deve, ayı, kartal, kaz, dağ koyunu, kurt, köpek gibi ve diğer hayvanların,
zaman ve yere göre değişik tasvirleri bulunmaktadır. Tasvirlerde vücudun
kısımları, ayaklar, boynuzlar stilistik bir biçimde çizilmiştir. Aslında bu çizim
biçimleri, figürlerin şekilleri ve yapılış tarzları kronolojik sonuçlar çıkarılmasına
yardımcı olmaktadır. Kaya resimleri ayrıca insan çizimleri de içermektedir. Av
sahneleri, savaş tasvirleri, cinsel ilişki sahneleri, kervanlar, dans eden insanlar,
doğum yapan kadınlar, ilkel arabalar, bu arabalarla eşya taşıyanlar, hayvanlarla
çobanlar, ibadet eden insanlar sık görülenlerdir. Bunların dışında kayalara
hançer, mızrak, ok, yay, zırh, kılıç gibi silahlar, bazen bunları kuşanmış süvariler
çizilmiştir. Ayrıca çadır ya da ev şeklinde ikametgâhlar, suyun bol olduğu
bölgelerde ise ilkel kayık resimleri çizilmiştir. Başlıklar, masklar, boynuzlu
insanlar, şamanlar, değişik canavarlar, ejderhaya benzeyen hayvanlar dikkat
çekicidir. Bu eşsiz ve zengin malzeme, tarih, arkeoloji, antropoloji, ekoloji, sanat
tarihi, dilbilim gibi disiplinlerin ortak çalışması sonucunda bütünlüklü bir şekilde
değerlendirilebilecek ve sağlam sonuçlar çıkarılabilecektir (Taşağıl, 2007).
Petroglifler hakkında kesin ve tartışmasız olan şey, insanların ilk bilgilerini
kayalar üzerine aktardığıdır. Bu aktarımın temelinde ise “inanç” vardır. İnsan
geçmiş çağlarda, ilkönce inançlarını aktarmak için resim yapmıştır.
Araştırmacıların incelemeler sonucu karşılaştıkları dört unsur: “ölüm”, “güneş”,
“atalar kültü” ve “mezar” gelenekleri, bu düşünceyi destekler mahiyettedir.
Dolayısıyla, çizimlerin her biri bir sisteme bağlı olduğu görülmektedir. Hiçbir
çizim tesadüfen ya da bilinçsiz çizilmemiştir. Her çizgi hayatı anlatmak,
aktarmak, devam ettirmek adına yapılmıştır. Schaafsma’ya göre (1985), dünya
üzerindeki genel petroglifler ise, şamanların transa geçme hali, fizyol
durumlarını, kutsal mekânları, avcıları, astronomi bilimini, ticari alışverişleri,
toplumsal ayinleri, tarihi ve mitolojik hikâyeleri gibi fonksiyon ve anlamlar
içermektedir. İzler sürüldükçe, bugüne kadar yazılan, bilinen ve söylenenlerden
çok başka şeyler görülmüştür. Hakkâri-Yüksekova, Gevaruk Yaylası’ndaki kaya
resimleri Kırgızistan Saymalı Taş’dakilerle, Erzurum Cunni Mağarası’ndaki
Türk damgaları Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat’it Türk adlı eserindekilerle
birebir örtüşüyor ve benzeşiyorsa, bunu söylemekten ve göstermekten geri
durulmamalıdır. Erzincan Kemaliye Dilli Vadisi’ ndeki “Kartal Okçusu” oraya
nereden, nasıl ve hangi tarihte gelmiştir? Ordu-Mesudiye Esatlı Köyü’ndeki üç
satır eski Türk alfabesi ile yazılmış yazı, ne zaman ve kimler tarafından
yazılmıştır? Bu önemli soruların yanıtını vermek günümüzde hiç de kolay
değildir. Fakat petrogliflerin insanoğlunu hayrete düşüren yeni bakış açılarıyla,
sırrı tam anlamıyla çözülemese de, ana referans noktalarına ulaşarak
çıkarımlarda bulunmayı olası kılmaktadır. Her yeni kültür alanı arkeologların ve
speleogların (mağara araştırmacıları) yepyeni büyük buluşlarıyla, çok uzun bir
keşifler dizisi olarak geleceğe sunulmaktadır (Somuncuoğlu, 2007).
Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 26, Sayfa 177 -190, 2008
Orta Asya’dan Anadolu’ya Değişen
185
Resim 2. Kırgızistan, Saymalı Taş
Resim 3. Türkiye, Ordu-Mesudiye, Esatlı Köyü
Önce doğada görülenlerin birebir çizimleriyle başlayan süreç, zaman içinde
gittikçe küçülerek, stilize olarak devam etmiş ve sonunda damgaya ulaşmıştır.
Moğolistan'daki “Mandıl Haykhın Dağı” (Üç Tepsi Dağı), üç dağ şeklinde ve
zirveleri dümdüz ve çapları 200 metre kadar olan dağlardır. Düzlüğün altında
yaklaşık üç metrelik kayadan bir taraça bulunmaktadır. Bu kaya taraça
üzerindeki kaya resimleriyle birlikte bütün dağı dolanmaktadır. Petroglifler
başlangıç noktasından sona doğru inanılmaz bir evrim gösterir; son noktaya
doğru ise artık yazıya dönüşmektedir. Ordu-Mesudiye Esatlı köyü petroglif alanı
dışındaki hiçbir alanda Eski Türk alfabesi dışında yazılmış tek bir harf ile
karşılaşılmamıştır. Yani "runik Türk alfabesi" tanık olduğumuz sırların adeta
anahtarı gibi her yerde araştırmacıların karşısına çıkmıştır. Ayrıca, yazının
kaynağını petroglifler olarak kabul eden ve yazıyı insanoğlunun avcı atalarının
bulduklarını savunan bilim adamlarının sayısı oldukça fazladır (Somuncuoğlu,
2007).
Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 26, Sayfa 177 -190, 2008
186
N. Kıyar
Eskiçağ’da bozkır yaşamı tıpkı bir dolma taşma çanağı gibidir. Dağlarla çevrili
vadilerde ya da çanaklarda, insan unsuru olarak belli bir noktaya ulaşınca, yani
kaynaklar yetersiz gelmeye başladığında en yakındaki çanağa taşma olmuştur.
Binyıllardır devam eden bu süreç ise Avrasya coğrafyasının tarihini
şekillendiriyor. Bu şekillenme örneklerde de fark edildiği üzere, en anlamlı
petrogliflerde görülüyor. Türk tarihinin bilinen ve bilinmeyen dönemlerindeki en
önemli çanaklarından biri olan “Talas Çanağı”da bize en kıymetli belgeleri
sunmaktadır. Talas ve civarı belki de en çok petroglifin bir arada bulunduğu
alandır ve bu alanda karşımıza "Talas Yazıtları" çıkmaktadır. Talas ve Yenisey
arasında tarih boyunca hiçbir zaman kopmayan bir süreklilik vardır. Talas’ ta
yazının ortaya çıkması, Yenisey’e aktarılan, oradan geri dönen yani sürekli bir
akışla devinen kültürü işaret eder. Talas civarında; “Kurubakayır”, “Çiğimtaş” ,
“Tuyuktör”, “Karakol Yaylası” kaya resmi alanlarında hemen hemen bütün
süreçlere tanık olunur. Yani tabiat taklidi birebir çizilmiş resimler, daha sonra
küçülerek stilize olmuş ve alfabeye dönüşmüştür (Somuncuoğlu, 2007). Bu
kopmayan devamlılığın simgeleri olan yazıtlarda, yazıtı diken kişinin adı/lakabı,
hayatta iken yaptıkları ve ölümünün üzüntüsü dile getirilmiştir (Alyılmaz, 2007).
Alexander von Humboldt (Fischer, 2003)’a göre dil “nesnelerin yarattığı
izlenimlerin ya da konuşanın istencinin gelişigüzel bir sonucu değil, aynı
zamanda hem işaret, hem de imgedir”. Tarih öncesi insan dünyayı değişken bir
bütün olarak görmüş ve azar azar dili yaratmıştır. Önce çalışmış sonra dille
beraber insanlaşmıştır. Humboldt’un yanı sıra Mauthner’ın ilginç kuramı da dilin
ortaya çıkışına değişik bir yaklaşımdır. Mauthner dilin “tepke seslerden” doğup
geliştiğini ileri sürmüştür. Dil ve hareketin sıkı bir ilişki içinde olduğunu
düşünürsek Brücher’in savunduğu üzere, ellerden daha ince işler çıkmaya
başladıkça, dilin hammaddeleri olan tepke devinimler bir bildiriş düzenine
oturmuştur denilebilir. Bu hammaddeler yani ilkel işaretler, korku-sevinç
bağrışmaları olmasaydı dil ortaya çıkmayabilirdi. Bu süreçte durumlar, her biri
ayrı işaretlerle netlik kazanmadığından, belli bir işaret belirtmenin gerekliliği
ortaya çıkmıştır. Çünkü işaretlenmiş nesne, öbürlerinden ayrılmış, insan eline
geçmiştir ve o toplumun bütün üyelerince tanınabilir, kavranabilir olmuştur.
Birbirine benzetilerek yapılan tüm örnekler ilkinin niteliğini taşıdığından işaret
“kavram” haline gelerek, aralıksız dil oluşumunu gerçekleşmiştir. Bu benzerini
yapma işinin büyülü bir yanı da ortaya çıkmıştır. İnsan, doğa üzerinde üstünlük
sağladığını fark etmiştir. Bir hayvanın benzerini yapar o hayvan gibi hareket edip
sesler çıkarırsa, onu kendine çekip, gözleyip, avlamanın daha kolaylığını, bir
güç, bir büyü silahı olduğunu öğrenmiştir. İnsan varoluşunun kökündeki bu
büyü - güçsüzlük duygusu ile birlikte güçlülük bilincini, doğa korkusu ile birlikte
doğaya üstünlük sağlama yeteneğini yaratma - her türlü sanatın başlıca özü
sayılmaktadır. Toplumundaki diğer insanlara bir şeyler anlatmak için taşa
şekiller çizen ilk çizici, bu çizilen kavramı doğanın sonsuzluğu içinden seçip onu
işaret yoluyla kayaya oyan ilk ad verici de büyük bir sanatçı, sanatın öncüleridir.
Otto Jespersen de ilk insanların birbirlerinin dikkatini çekmek için, kendilerini
eğlendirmek için çıkardıkları seslerden dili keşfetmiş olabileceklerini ileri
sürmüştür. Tabi ki bu fikirlerin kanıtı yoktur. Konuşma dilinin yazı dilinden önce
Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 26, Sayfa 177 -190, 2008
Orta Asya’dan Anadolu’ya Değişen
187
bulunduğunu bilinse de, insan yaşamında yarım milyon yıl geriye gidersek
atalarımızın bu yetileriyle ilgili kanıtlar bulunamaz. Bu kanıtların olmamasından
dolayı dilin doğuşunun açıklanması, alfabenin doğuşunun araştırılıp,
izlenebilmesi gibi olanaklı değildir. Dolayısıyla sadece fikirlerle açıklanabilir.
Günümüzde, Sibirya’nın Kuzey Kutbu’na yakın uç noktalardan başlayıp, tespit
edilen kısımlardan, Anadolu’nun uç noktasındaki İzmir-Ödemiş, Konaklı’ya
kadar gelen tarihöncesine ait kaya resimleri üzerinde çok daha fazla düşünülüp,
tartışılmaktadır. Çünkü henüz kaya resmi alanlarında kesin bir tarih tespiti
yapmak mümkün olamamaktadır. Bir buluntunun yaşını saptamaya yarayan
karbon testiyle de -kayalar üzerine uygulanamadığından, şayet çevrede canlılara
ait bir kalıntı yoksa (deri, kumaş, tahta, kemik, dışkı vb.)- petrogliflere ait kesin
bir tarih tespitinde bugüne kadar bulunamamıştır. Kesin hükümler vermek için
çok erken olsa da, görülen şu ki bütün bu kaya resmi alanlarındaki kodlar, tarz
ve üslup aynı, figürler ise benzerdir (Somuncuoğlu, 2007).
Resim 4. Türkiye, İzmir-Ödemiş, Konaklı
Ancak bu petrogliflerin milattan önceki örneklerinde belli bir sanat üslubu
yoktur. Daha sonraları yavaş yavaş bir üsluba doğru gelişme olmuştur. Önemli
bir kısmında erken dönem hayvan üslubu görülmektedir. Hun devrinden Göktürk
devri sonlarına kadar teknik ve estetik açıdan fazla bir değişiklik göstermezken,
önemli merkezlerde yüksek kaliteli örnekler, bazı yerlerde arkaik görünümdedir.
Bu nedenle petroglifler, sanatsal özelliklerinden çok, bir sonraki devirlerin
temelini oluşturan ikonografik niteliklerinden dolayı önem taşımaktadır (Ceylan,
2008).
Veli Aliyev (Somuncuoğlu, 2007) petrogliflerle ilgili olarak şu tespitlerde
bulunmuştur: “Petrogliflerin en zengin kaynakları, Eski Türk nesillerine
mahsustur. Eski Türk nesilleri Asya ve Avrupa kıtasında çok geniş bir alana,
tarihin en eski dönemlerinde yayılmışlardır. Bu kadar geniş yayılmanın da tarih
içinde bıraktığı izler var. Son dönemlerde bunlar birer birer belge olarak ortaya
çıkıyor, bu belgelerin bir kısmı da petrogliflerdir. Gobustan’da çok eski
Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 26, Sayfa 177 -190, 2008
188
N. Kıyar
zamanlara dayanan ve birbirini takip eden petroglifler Taş Çağı’ndan başlar ve
tarihöncesi diğer çağlara ait örneklerle devam eder. Bu resimler içinde en çok
ilgi çekenlerden bir kısmı boğa resimleridir. Bir kısmı da insanoğlunun ilk
evcilleştirdiği hayvanlardan biri olan keçi resimlerine aittir”. Zeynullah Samaşev
(Somuncuoğlu, 2007) ise başka bir açıdan bakmıştır: ”Kazakistan topraklarında
bulunan en önemli eserlerden birisi de Tamgalı petroglifleridir. Tamgalı,
Almatı’dan 170 kilometre uzaklıkta. Burası; UNESCO’nun dünya kültür mirası
koruma listesinde ikinci sırada olmasıyla da bilinir. Tamgalı’nın en eski resimleri
Bronz Çağı’na tekabül ediyor. Bronz Çağı’nda; her türlü boğa resimlerinin
yanında, üzerine kurt derisi giymiş, başlarına kuş veya diğer hayvanların
maskesini takmış insanların resimleri yapılmış. Sonradan Demir Çağı’nda, Türk
dönemine ait etnografik resimler görüyoruz”.
Resim 5. Kazakistan, Tamgalı Say
Petroglif alanlarının hepsinin, “Gök Tanrı” dininin mabetleri olduğu
düşünülmektedir. Ayrıca “anıt mezarlık” olma özelliğini de taşımaktadır. Bu
alanların zamanla entelektüel bilginin oluşmaya başladığı yerler olduğu
düşünülmektedir. Önce birebir doğayı resmeden insan, zaman içinde öyle bir
noktaya gelmiştir ki, yazıyı müjdeleyen damgaları ortaya çıkarmıştır.
Kazakistan’ da uzun yıllardır “Zaysan Türk Mirası” kazı alanında çalışmalar
yürüten Ayman Dosımbayeva (Somuncuoğlu, 2007)’nın tespitleri ise şöyledir:
“Kazakistan topraklarının birçok yerinde, özellikle dağlık bölgelerdeki kayalarda
resimler bulunuyor. Örneğin, Doğu Kazakistan’ ın İrtiş civarlarında, Orta
Kazakistan’ın Sarı Arka’sında, Güney Kazakistan’da Karadağ’da, Yedisu
bölgesinde Tamgalı’da petroglifler oldukça fazla. Bunlarla birlikte Şu ve İle
dağlarının birçok yerinde petroglifler göze çarpıyor. Orta Asya petrogliflerine
genel olarak bakarsak, Kazakistan’dan Anadolu içlerine kadar uzanan bölgedeki
resimler çok büyük benzerlikler taşıyor. Hatta aynı benzerlikleri Moğolistan’ ın
birçok yerinde ve Gobi Çölü’ndeki, Altay, Tuva, Hakasya bölgelerindeki
resimlerde de görürüz. Aynı şekilde Kafkasya’da özellikler Gobustan’daki
resimler de çok benzerlik taşır. Kayalara yazılmış damgalar bize önemli ipuçları
verir. Örneğin Zaysan, Tamgalı, Saymalı Taş’ta, Türkiye toprağı olan
Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 26, Sayfa 177 -190, 2008
Orta Asya’dan Anadolu’ya Değişen
189
Anadolu’da da ortak damgalara rastlanıyor. Damgalar hem bireylerin, hem de
bağlı bulunan boyların mührü gibidir. Örneğin eski bir Türk boyunun damgası
Anadolu’daki petroglif alanlarında tespit edilmiştir ki aynısını Kazakistan’daki
Zaysan’da da görmek mümkündür”.
Resim 6. Türkiye, Hakkâri-Yüksekova, Gevaruk Yaylası
Petrogliflerdeki şekillerle, çizimlerle anlatılan birçok imge, ifade, duyuş ve
düşünüş tarzı tarihin bilinen dönemlerindeki yazılı kaynaklarda da
görülmektedir. Orhun Anıtları’nın bulunuşundan bu yana eski Türk tarihi
üzerindeki tartışmalar hiç bitmemiştir. Son yıllarda da bu tartışmalar petroglifler
üzerinde de yoğunlaşmaya başlamıştır. Klein ve Edgar (2003), “Her uygarlık
kökenini merak eder” demiştir. OrtaAsya’dan Anadolu’ya uzanan coğrafyada
doğan bir kültürü sadece Türkler değil yabancı arkeologlar, speleoglar merak
etmiş, pek çok noktada doğadaki izlerden hareketle petrogliflere yeni yorumlar
getirmişlerdir.
DEĞERLENDİRME
Sanat tarihçileri için, Orta Asya ile Anadolu arasında mevcut olan petroglifler
ortaya çıktığı dönemden bu güne dek önemli araştırma konusu olmuştur. Her ne
kadar bu bölgelere yoğunlaşılmışsa da hala aydınlatılmayan pek çok soru
bulunmaktadır. Bu gizemli belgelerin var oluş nedenleri elbette çok net
bilinmemekle birlikte, göç çağında, göç yolları üzerinde ve göç şartlarında,
bozkır sanatının özü ile yapıldıkları açıktır. Sürekli hareket halinde olan
topluluklar tarafından yapılan ve simgelerle dolu olduğu sanılan bu ilkel
çizimler; ritm, coşku ve heyecan duygularını yansıtan, benzer özellikler
gösteren, ortak bir kültürün ürünleri olarak geçmişte ve günümüzde araştırma
konusu olmuştur. Soyut, geometrik ve simgesel tasvirler şeklinde farklı
mekânlarda benzer kullanım amaçları güdülerek yapılmış petroglifler, İslamlık
dönemi Türk Sanatına da öncülük etmiş fakat uygulama yönünden önemini
kaybetmiştir. Bunun yerine petroglifler, farklı yüzeylerde zamanla resimden
damgaya doğru bir değişimle, simgesel anlatımına devam etmiştir.
Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 26, Sayfa 177 -190, 2008
190
N. Kıyar
YAZAR NOTLARI
Bu çalışmada kullanılan 2-3-4-5-6 numaralı fotoğraflar Servet Somuncuoğlu’na
aittir.
KAYNAKLAR
Alyılmaz, C. (2007). (Kök) Türk Harfli Yazıtların İzinde. Ankara: Karam
Yayınları.
Alok, E. (1988). Anadolu’da Kayaüstü Resimleri. İstanbul: Akyayınları.
Beksaç, E. (2002). Kaya Resimleri. İstanbul: Engin Yayıncılık.
Ceylan, A. (Ocak 2008). “Doğu Anadolu’da Kaya Resimlerinin Türk Tarihi
Açısından Önemi”. Bilim ve Ütopya Dergisi. Sayı.163. s. 29.
Enveroğlu, İ. (2005). Çağdaş Azerbaycan Resim Sanatında Eski Türk
Damgalarının Etkisi. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Konya: S.Ü.S.B.E.
Fischer, E. (2003). (Çev: Çapan, C.). Sanatın Gerekliliği. İstanbul: Payel
Yayınevi.
Klein, R. G. & Edgar, B. (2003). Uygarlığın Doğuşu. İstanbul: Epsilon
Yayıncılık.
Kuban, D. (1993). Batıya Göçün Sanatsal Evreleri. İstanbul: Cem Yayınevi.
Read, H. (1974). Sanatın Anlamı. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Ross, M. (Sep 2001). “Emerging trends in rock-art research: Hunter-gatherer
culture, land and landscape Vol”. Antiquity Publications. 75, Iss. 289; pg.
543. Cambridge.
Schaafsma, P. (1985). Advances in Archaeological Method and Theory: Rock art
in New Mexico. pg. 237-77. Santa Fe (NM): Museum of New Mexico
Pres.
Somuncuoğlu, S. (Aralık 2007). “Sibirya’dan Hakkari’ye Taştaki Türkler ve
Bozkır Kavimleri”. Atlas Dergisi. sayı:177, s. 128-146
Süer, İ. (Kasım 2007). TRT Dergisi, “Karlı Dağlardaki Sır”.
Taşağıl, A. (Aralık 2007) Atlas Dergisi. “Avrasya’ nın Resimli Tarihi”. sayı:177,
s. 148.
Türk Dünyası Kültür Atlası İslam Öncesi Dönem. (1997). İstanbul: Türk
Kültürüne Hizmet Vakfı.
Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 26, Sayfa 177 -190, 2008

Benzer belgeler

Orta Asya`dan Anadolu`ya Kurutulmuş Gıdalar

Orta Asya`dan Anadolu`ya Kurutulmuş Gıdalar which periods they belong to, for what purpose they were drawn, what kind of similarities they bear, and by what human community they were drawn/engraved. Keywords: Petroglyph, Central Asia, Anatol...

Detaylı

17. Y 0.6 Gd 0.4 Ba 2 Cu 3-x Nb x O 7

17. Y 0.6 Gd 0.4 Ba 2 Cu 3-x Nb x O 7 Günümüzde modern tekniklerle, kime ve hangi devirlere ait oldukları, ne maksatla çizildikleri, bünyelerinde hangi benzer unsurları taşıdıkları, hangi insan topluluğu tarafından çizildikleri/oyulduk...

Detaylı