Cilt 9 Sayı 2 - ATAUM
Transkript
Cilt 9 Sayı 2 - ATAUM
ANKARA ÜNİVERSİTESİ AVRUPA TOPLULUKLARI ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ . Yıl: 2010 Cilt: 9, Sayı: 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ BASIMEVİ İncitaşı Sokak No:10 06510 Beşevler / ANKARA Tel: 0 (312) 213 66 55 Basım Tarihi: 17/12/2010 ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ Yıl: 2010 Cilt: 9, Sayı: 2 İÇİNDEKİLER Aslı BİLGİN Avrupa Birliği Adalet Divanı İçtihadı ile İş Arayan Kişilere Tanınan Sosyal Avantajlar 1 Ulaş CANDAŞ L’influence Normative de l’Union Europeene Par Le Biais de Liens Conventionnels Une Contribution de Juriste a la Theorie des Relations Internationales 21 Fatma YILMAZ ELMAS Değişen ve Dönüşen Yönleriyle AB Başkanlığı: Kurumsal Yapıda Etkinlik ve İşlerlik Sorunsalı 45 Mehmet KILIÇ Avrupa Birliği’ne Uyum Sürecinde Türk Tarım Hukuku: Son Gelişmeler, Yaklaşımlar ve Mevcut Durum 67 Rana KASAPOĞLU ÖNDER-Ali BALCI Erasmus Öğrenci Öğrenim Hareketliliği Programının 2007 Yılı Yararlanıcısı Türk Öğrencileri Üzerindeki Etkileri 93 Funda BAŞARAN ÖZDEMİR-Nurcan TÖRENLİ-Zafer KIYAN Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Açısından E-Ticaret Modeli ve Düzenleyici Rejim-Yapı 117 Hakan SAMUR Avrupa’da Birliğin Yolu Türkiye’den Geçer 145 Bahadır YAKUT Lizbon Sonrası Avrupa Birliği’nin Cezai Meselelerde Yetkisinin Kapsamı 169 ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ (2010) ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES Year: 2010 Volume: 9, Number: 2 CONTENTS Aslı BİLGİN Social Advantages for Job Seekers in the Light of ECJ Case Law 1 Ulaş CANDAŞ L’influence Normative de l’Union Europeene Par Le Biais de Liens Conventionnels Une Contribution de Juriste a la Theorie des Relations Internationales 21 Fatma YILMAZ ELMAS The EU Presidency in Change and Transformation: The Issue of Efficiency and Functionality in the Institutional Structure 45 Mehmet KILIÇ Harmony of Turkish Agricultural Law at Accession Period to EU: Current Status, Recent Developments and Approaches 67 Rana KASAPOĞLU ÖNDER-Ali BALCI The Impact of Erasmus Student Mobility for Studies Programme (SMS) on the Turkish Students Who Benefited from the Programme in 2007 93 Funda BAŞARAN ÖZDEMİR-Nurcan TÖRENLİ-Zafer KIYAN E-Commerce Model and Regulatory Regime in respect to Foreign Trade Relations of the (Between the) European Union and Turkey 117 Hakan SAMUR The Path to Unity in Europe Passes Through Turkey 145 Bahadır YAKUT The Scope of the EU’s Competency in Criminal Matters after the Lisbon Treaty 169 ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES (2010) SUPRANASYONAL BİR TASARRUF ŞEKLİ Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt: 9, OLARAK No:2 (Yıl: 2010), s.1-19 AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI İÇTİHADI İLE İŞ ARAYAN KİŞİLERE TANINAN SOSYAL AVANTAJLAR* A. Aslı BİLGİN** Özet Avrupa entegrasyonun oluşumu 1951 tarihli Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu kuran Paris Antlaşması ile 1957 tarihli Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğunu kuran Roma Antlaşmalarına dayanmaktadır. Malların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının yanısıra, sözkonusu Antlaşmaların ve Avrupa entegrasyonunun temel amaçlarından biri işçilerin serbest dolaşımının sağlandığı ortak bir Pazar kurmaktır. Bu amaca ulaşılması ve işçilerin serbest dolaşımının teşviki amacıyla 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü ile göçmen işçilere, gidilen üye ülke vatandaşları ile aynı sosyal ve vergi avantajları sağlanırken, iş arayanlara ilişkin ne birincil ne de ikincil hukukta herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Zaman içerisinde siyasi birlik olma yolunda atılan adımlar, Birliğin amacını derinleştirmiş ve geliştirmiştir. 1992 yılında imzalanan Maastricht Antlaşması ile Birlik Vatandaşlığı Kurucu Antlaşmalara dahil olmuş ve Divan, Birlik Vatandaşlığı kavramının yardımıyla işçilere yönelik serbest dolaşım hükümlerini geniş yorumlamaya başlamıştır. Anahtar Kelimeler: İş Arayanlar, Sosyal Avantajlar, İşçilerin Serbest Dolaşımı, Avrupa Birliği Adalet Divanı, AB Vatandaşlığı. Abstract The foundation of the European Integration is based on the treaties of European Coal and Steel Community, European Economic Community and European Atomic Energy Community at the beginning of 1950s. Besides the free movement of goods, services and capital, one of the main aims of these treaties and also the European *Çalışmamızda 1 Aralık 2009 tarihinde yürülüğe giren Lizbon Antlaşması nedeniyle ve aynı zamanda metin içerisinde terim birliği sağlamak adına Avrupa Birliği ifadesi kullanılmıştır. **Araş.Gör., Doktora Öğrencisi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrupa Birliği ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalı, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı AT-Hukuk Programı 2 A.ASLI BİLGİN integration was to establish a common market without any restrictions or boundaries for workers to move freely. In order to achieve this goal and encourage the free movement of workers, Council adopted Regulation no 1612/68 which entitles migrant workers to the same tax and social advantages as nationals in the host member state whereas neither primary nor secondary law of the EU includes any article on work seekers. In the mean time, the attempts towards political integration have developed and deepened the purposes of the Communities. In 1992 the Maastricht Treaty established the EU Citizenship and the Court has begun to interpret broadly the provisions dealing with free movement of workers with the help of EU citizenship notion. Key Words: Work seekers, Social advantages, Free movement of workers, European Court of Justice, EU Citizenship Giriş Avrupa Birliği'nin nihai hedeflerinden biri olan iç pazar, Avrupa Topluluğu'nu Kuran Antlaşma (ATA) m.14'de1 (ABİDA m.26), 'iç pazar, içinde malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının işbu Antlaşma hükümlerine göre güvence altına alındığı, iç sınırları olmayan bir alanı kapsar' şeklinde tanımlanmıştır. Maddenin yorumundan da anlaşılacağı gibi, iç pazar hedefine ulaşılabilmesi için dört özgürlüğün sağlanması gereği ve iç sınırların kaldırılması vurgulanmaktadır. Maddede yer verilen iç sınır kavramı ile fiziki nitelik taşıyan sınırların yanında, her türlü sınırlamalar, engeller ve kısıtlamalar ifade edilmek istenmiştir2. Bu sınırlama, engel ve kısıtlamaların kapsamına nelerin dahil olduğu da ATA m.3/1-a,c'de (ABİDA m.3-6), “malların ithalat ve ihracatında üye devletler arasındaki gümrük vergileri ve miktar kısıtlamaları ile diğer bütün eş etkili önlemlerin yasaklanması ve üye devletler arasında malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımındaki engellerin kaldırıldığı bir iç pazar” ifadesi ile ortaya konmuştur. İşçilerin serbest dolaşımı, Avrupa Birliği'nin dört temel özgürlüğünden biri olan kişilerin serbest dolaşımı kapsamında yer almakta olup, ekonomik birlik hedefinin vazgeçilmezidir. Bu nedenle gerek birincil gerek ikincil hukukta bu konuya ilişkin düzenlemelere yer verilmiş olmakla beraber, bir çok konu da Divan'ın yorumu ile açıklığa kavuşturulmuştur. Divan tarafından yapılan yorumların her zaman nesnel olduğunu ileri sürmek, içtihad hukukunun seyrine bakıldığında pek de mümkün görünmemektedir. Nitekim günün, gerek ekonomik gerek siyasi koşulları Divan kararlarına yansımakta, yeri geldiğinde de Divan, kararları ile bunlara yön vermeye çalışmaktadır. 1 Lizbon Antlaşması ile yapılan değişiklikle Avrupa Topluluğu Antlaşması'nın ismi, Avrupa Birliği'nin işleyişine Dair Antlaşma (ABİDA) olarak değiştirilmiş olup, çalışmamızda parantez içinde yeni madde numaralarına yer verilmiştir. 2 Ünal Tekinalp ve Gülören Tekinalp, Avrupa Birliği Hukuku, Beta Basım Yayım, İstanbul, 1997, s.253. AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI İÇTİHADI İLE İŞ ARAYAN KİŞİLER 3 İş arayan kişilerin üye devletlerce tanınan sosyal avantajlardan faydalanıp faydalanamayacağı konusunda da ne birincil ne de ikincil hukukta açık bir madde bulunmamakla birlikte, Divan'ın yorumu belirleyici olmuştur. İlk yıllarda oldukça katı bir tutum sergileyen Divan, zaman içerisinde başka faktörlerin de etkisiyle bu yaklaşımından uzaklaşmıştır. Bu kapsamda ilk olarak, işçilerin serbest dolaşımına ilişkin birincil ve ikincil hukuk kaynaklarını, Birlikte kabul edilen işçi tanımı ve işçilere tanınan hakları ele alacağımız makalemizde, ikinci kısımda sosyal avantajların neler olduğu ve iş arayanlara da bu hakların tanınıp tanınmadığı konularına Divan içtihadına değinmek suretiyle yer vermeye çalışacağız. Özellikle Divan kararlarındaki değişimin belirleyici unsurlarının ve Divan'ın sergilemiş olduğu farklı yaklaşımların ardındaki sebeplerin neler olduğunu yine aynı bölümde değerlendirmeye çalışacağız. İşçilerin Serbest Dolaşımı 1957 yılında imzalanan Roma Antlaşması ile ekonomik bir birlik olma yolunda ilk adım atılmış ve Avrupa Birliğine üye devletler arasında başta gümrük vergileri olmak üzere miktar kısıtlamalarının kaldırılması öngörülerek, gümrük birliği hedeflenmiştir. 1968 yılında gümrük birliği hedefine ulaşılmasının ardından, 1987 tarihli Avrupa Tek Senedi ile üye devletler arasında 'malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının sağlandığı, iç sınırların bulunmadığı' bir iç pazar oluşturulması kararlaştırılmıştır. Serbest dolaşım veya diğer adıyla dört özgürlük, Birliğin temel unsurlarından biri olmakla beraber, işçilerin serbest dolaşımı, kişilerin serbest dolaşımı kapsamında yer almaktadır. Nitekim bir iç pazardan söz edebilmek için üretim faktörlerinin de serbestçe dolaşımının sağlanması gerekmekte olup, işçiler de bu kapsamda bir üretim faktörü hatta en önemli üretim faktörlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Bu amaçla, AT Antlaşmasında işçilerin serbest dolaşımı geçiş döneminde gerçekleştirilmesi gereken hedeflerden biri olarak belirlenmiştir. Ancak tanınan bu özgürlüklerin sınırsız olmadığı, belli şartlara sahip olunması halinde bu haklardan faydalanılabileceği, gerek Antlaşma hükümleri gerekse bu konuda hazırlanan tüzük ve direktiflerle ortaya konmaya çalışılmıştır. İşçilerin serbest dolaşımına ilişkin ilk düzenleme Avrupa Ekonomik Topluluğu Antlaşması (AET) m.48'de yer almakta olup, Lizbon Antlaşması ile yapılan değişiklikle madde içeriği muhafaza edilmiş ve söz konusu hüküm yeni adıyla Avrupa Birliği'nin İşleyişine Dair Antlaşma'nın (ABİDA) 45. maddesi olarak yeniden numaralandırılmıştır3. Bu madde ile işçilerin, Birlik sınırları içerisinde özgürce dolaşması ve diledikleri bir üye devlette, o devlet vatandaşları ile aynı statüde bir işe girmeleri düzenlenerek, madde kapsamı netleştirilmeye çalışılmıştır4. Bunun yanısıra, işçilerin serbest dolaşımına ilişkin 15 Ekim 1968 tarih ve 1612/68 sayılı Konsey 3 AT Antlaşmasında aynı hüküm m.39 da yer almaktaydı. 4 Catherine, Barnard, The Substantive Law of the EU, Oxford University Press, Oxford, 2007, s.286. 4 A.ASLI BİLGİN Tüzüğü5 ile gerek iş imkanları gerek çalışma koşullarında eşitlik ve işçiler ile işçi ailelerine tanınan sosyal ve vergi avantajları konusunda düzenlemeler yapılmıştır6. Söz konusu Tüzük ile bir yandan üye devlet vatandaşı işçiler arasındaki farklılıklar giderilerek, ayrımcılık yapılması engellenmeye çalışılırken, öte yandan üye ülke vatandaşı işçilerin, çalıştıkları üye ülkeye ailelerini getirme hakkı da düzenlenerek serbest dolaşımın teşvik edilmesi amaçlanmıştır. 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü ile üye devlet vatandaşları işçilere tanınan hakların kullanımını kolaylaştırmak ve desteklemek amacıyla Birlik içinde üye devlet işçilerinin ve ailelerinin dolaşımına ve ikametlerine ilişkin sınırlamaların kaldırılmasını düzenleyen 68/360 sayılı Direktif7 ile işçilerin ve ailelerinin çalışmak amacıyla bir üye devlet ülkesine giriş ve ikametlerini zorlaştıran hukuki engellerin büyük bir kısmının ortadan kaldırılması sağlanmıştır8. Ardından 1251/70 sayılı Tüzük9 ile bir adım daha atılarak, emekli olan veya iş ilişkisi sona eren herhangi bir üye ülke vatandaşı işçiye, çalışmış olduğu üye ülkede sürekli ikamet etme imkanı yaratılmış ve buna ilişkin koşullar düzenlenmiştir. 1971 yılında da AET Antlaşması m.48’de düzenlenen işçilerin serbest dolaşımına ilişkin hakkın, üye devlet vatandaşlarınca herhangi bir hak kaybına uğramadan kullanılmasını sağlamak amacıyla Birlik içinde serbestçe dolaşan işçi ve işçi ailelerinin sosyal güvenlik haklarına ilişkin koordinasyonun sağlanması amacıyla 1408/71 sayılı Konsey Tüzüğü10 kabul edilmiştir. 29 Nisan 2004 tarihli 2004/38 sayılı Konsey Direktifi11 ile serbest dolaşımla ilgili tek bir mevzuat oluşturulması ve söz konusu hakların güncellenmesi hedeflenmiştir. Bu Direktif ile, Birlik vatandaşlarının ve aile fertlerinin üye ülke sınırları içerisinde serbest dolaşım ve ikamet etme hakkını düzenleyen, 1612/68 sayılı Tüzüğün bazı maddelerinin değiştirilmesi ve üye devlet işçilerinin ve ailelerinin dolaşımına ve ikametlerine ilişkin sınırlamaların kaldırılmasını düzenleyen 68/360 sayılı Direktif ile sürekli ikamet etme hakkına ilişkin 1251/70 sayılı Tüzüğü yürürlükten kaldırması öngörülmüştür12. 5 15 Ekim 1968 tarih, 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü, Official Journal of the European Communities, L 257, 19.10.1968. 6 Enver Bozkurt et al, Avrupa Birliği Hukuku, Asil Yayın Dağıtım, Ankara, 2006, s.250; Nanda Beenen, Citizenship, Nationality and Access to Public Service Employment, The Impact of European Community Law, Europa Law Publishing, Groningen, 2001, s.18.vd. 7 15 Ekim 1968 tarih, 68/360 sayılı Direktif, Official Journal of the European Communities, L257, 19.10.1968. 8 Geniş bilgi için bkz. Beenen, 2001, s.21. 9 29 Haziran 1970 tarih, 1251/70 sayılı Komisyon Tüzüğü, Official Journal of the European Communities, L 142, 30.6.1970; Geniş bilgi için bkz. Beenen, 2001, s.22. 10 14 Haziran 1971 tarih, 1408/71 sayılı sosyal güvenlik sistemlerine ilişkin Konsey Tüzüğü, Official Journal of the European Communities, L 149, 5.7.1971; Geniş bilgi için bkz. Beenen, 2001, s.22. 11 29 Nisan 2004 tarih, 2004/38 sayılı Konsey Direktifi, Official Journal of the European Communities, L 158/77, 30.4.2004. 12 29 Nisan 2004 tarihli Avrupa Toplulukları Resmi Gazetesinde yayımlanan 2004/38/AT sayılı Konsey Direktifi, 68/360/AT Direktifinin yanısıra, 64/221/AT, 72/194/AT, 73/148/AT, AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI İÇTİHADI İLE İŞ ARAYAN KİŞİLER 5 İşçilerin serbest dolaşımına ilişkin düzenlemeler gerek kurucu Antlaşmalarda gerekse ikincil mevzuatlarda yer almış olsa da, Avrupa Birliği Adalet Divanı'nın da bu konuya katkısı yadsınamaz. Nitekim, bir çok konu Divan içtihadı ile netliğe kavuşturulmuştur. Birliğin, geçmişten bugüne işçilerin serbest dolaşımına ilişkin mevzuatına bakıldığında, yaklaşımdaki farklılık oldukça dikkat çekicidir. İlk yıllarda işçiler, ortak pazar amaçlarının yerine getirilmesi amacıyla sadece birer üretim faktörü olarak kabul edilirken, bugün hepsi birer Birlik Vatandaşı olarak kabul edilmekte ve vatandaşlıktan doğan haklarını bulundukları üye devlette ileri sürebilmektedirler13. İşçi Tanımı İşçilerin serbest dolaşımına ilişkin gerek birincil gerek ikincil düzenlemelere bakıldığında herhangi bir işçi tanımına rastlanılmamaktadır. Birlik hukuki düzenlemelerinde bu kavrama yer verilmemiş olması, işçilerin serbest dolaşımına ilişkin düzenlemelerin kimlere uygulanacağı sorusunu da muğlak bırakmaktadır. Bu amaçla Divan, Birlik kapsamında objektif ve yeknesak bir işçi kavramının gerekliliğinden yola çıkarak, bu eksikliği içtihadı ile tamamlamaya çalışmıştır14. Divan'ın işçi tanımı Lawrie-Blum15 davasında karşımıza çıkmaktadır. Buna göre, bir başka kişinin yönetiminde ve o kişi için belirli bir süre hizmet sunan ve bu hizmet karşılığında ücret alan kişi, işçi olarak tanımlanmıştır16. Alınan ücretin miktarının önemi olmayıp, yapılan işin 'gerçek ve etkili' bir ekonomik aktivite olması gerekmektedir. Divan, 'gerçek ve etkili ekonomik aktivite' ifadesini oldukça geniş yorumlamış, yapılan iş karşılığında ücret alınmamasının, yapılan işi her durumda etkili ekonomik aktive kapsamı dışında bırakmayacağını Steymann17 kararında belirtmiştir. Alman vatandaşı olup, Hollanda'da ikamet eden Steymann, ihtiyaçların topluluk tarafından karşılandığı dini bir topluluk olan Bhagwan topluluğu üyesidir. Steymann, topluluğun tesisatçılık işlerini yapmakta ve bunun karşılığında maddi ihtiyaçları topluluk tarafından karşılanmaktadır. Divan, bu şartlar altında Steymann'ın bu aktivitesini her ne kadar yapılan hizmet karşılığında para alınmasa da, gerçek ve etkili bir ekonomik aktivite olarak kabul etmiş ve Steymann'ın da Birlik kapsamında işçi olduğunu belirtmiştir18. Gerçek ve etkili ekonomik aktivite olmanın yanısıra Divan, yapılan işin marjinal ve tali nitelikte bir etkinlik olmamasının da işçi kavramını değerlendirirken gözönünde bulundurulması gereken koşullardan olduğunu belirtmektedir. Marjinal ve tali nitelikte olmama koşulu da Levin19 kararı ile Divan tarafından ortaya konmuş ve açıklanmaya 75/34/AT, 75/35/AT, 90/364/AT, 90/365/AT sayılı Konsey Direktiflerini de yürürlükten kaldırmış olup, söz konusu direktifin yürürlüğe giriş tarihi iki yıl sonra olarak öngörülmüştür. 13 Barnard, 2007, s.286. 14 Barnard, 2007, s.287. 15 C-66/85, Lawrie-Blum v. Land Baden -Württemberg, [1986], ECR 2121. 16 C-66/85, Lawrie-Blum v. Land Baden -Württemberg, [1986], ECR 2121, para.16-17. 17 C-196/87, Steymann v. Staatssecretaris van Justitie, [1988], ECR 6159. 18 Beenen, 2001, s.15. 19 C-53/81, Levin v. Staatssecretaris van Justitie, [1982], ECR 1035. 6 A.ASLI BİLGİN çalışılmıştır. Hollanda makamlarınca oturma izni talebi, hizmetçi olarak yarım gün çalışan ve gelirinin geçimi için yeterli bulunmaması nedeniyle reddedilen İngiliz vatandaşı Bayan Levin'e ilişkin kararda Divan, gelirinin düşük olmasına rağmen yapmış olduğu işin etkili bir ekonomik faaliyet olarak kabul edilmesi nedeniyle Bayan Levin'i işçi olarak kabul etmiştir. Divan, Levin kararı ile yarım günlük çalışmanın yapılan işi marjinal ve tali nitelikte değerlendirmek için yeterli olmadığını, yapılan işin gerçek ve etkili olmasının kişiye işçi statüsü kazandırabileceğini ortaya koymuştur. Divan, Raulin20 kararında her iki koşulun da nasıl değerlendirilmesi gerektiğine yönelik ulusal mahkemelere ipuçları vermeye çalışmıştır denilebilir. Divan, yapılan işin gerçek ve etkili olup olmadığını saptarken, yapılan işin düzensiz niteliği ve sınırlı süresinin gözönüne alınabileceğini, bir iş ilişkisi çerçevesinde sınırlı bir süre çalışmanın da marjinal ve tali nitelikte bir ekonomik aktivitenin varlığına işaret edebileceğini belirtmiştir21. Bu nedenle, ulusal mahkemenin karar verirken işçinin, işveren tarafından çağrıldığında, iş için hazır olup olmadığını araştırmasının yerinde olacağını vurgulayarak, kararı ulusal mahkemeye bırakmıştır. İş arayan kişilerin işçi olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği de cevaplanması gereken diğer bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim, bu konu ne Antlaşmalarda ne de ikincil hukukta düzenlenmiş olup, Divan içtihadı ile açıklığa kavuşturulmuştur. Her ne kadar sorunun cevabı açık olarak Antonissen22 kararında ortaya konmuşsa da, iş arayan kişilerin işçi olarak kabulüne dair ilk sinyaller aslında Royer23 ve Levin24 kararlarında verilmiştir25. Antonissen kararında Divan, ATA m.39/3 (ABİDA m.45/3) uyarınca, üye devlet vatandaşlarının, herhangi bir üye devlette iş aramak amacıyla kalabileceğini belirtmiş26 ve ilgili maddeyi geniş yorumlayarak iş arayanların kısmen işçi satüsünde değerlendirilebileceklerini belirtmiştir. Divan ATA m.39'u (ABİDA m. 45) geniş yorumlamak suretiyle Birlik kapsamında geçerli olacak bir işçi tanımı elde etmiş ve bu tanıma kesin sınırlar çizmeyerek değişen ekonomik, sosyal ve siyasi iklime göre bu tanımı yorum yolu ile değiştirme yetkisini kendisinde tutmuştur27. Birlik Hukuku Kapsamında İşçilere Tanınan Haklar İşçilere gerek Antlaşma hükümleri ile gerek ikincil hukuk vasıtasıyla serbest dolaşım nedeniyle birtakım haklar tanınmıştır. ATA m.39 (ABİDA m. 45) uyarınca 20 C-357/89, Raulin v. Minister van Onderwijs en Wetenschappen, [1992], ECR I 1027. 21 C-357/89, Raulin v. Minister van Onderwijs en Wetenschappen, [1992], ECR I 1027, para.1415. 22 C-292/89, R. v. Immigration Appeal Tribunal, ex parte Antonissen, [1991], ECR I 745. 23 C-48/75, Procureur du Rol v. Royer, [1976], ECR 497, para. 32. 24 C-53/81, Levin v. Staatssecretaris van Justitie, [1982], ECR 1035, para.16. 25 Paul Craig ve Grainne De Burca, EU Law, Text, Cases and Materials, Oxford University Press, Oxford, 2003, s.713; Robin, C.A., White, Workers, Establishment and Services in the European Union, Oxford University Press, Oxford, 2004, s.143. 26 C-292/89, R. v. Immigration Appeal Tribunal, ex parte Antonissen, [1991], ECR I 745, para.13. 27 Craig ve De Burca, 2003, s.714. AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI İÇTİHADI İLE İŞ ARAYAN KİŞİLER 7 başta, serbest dolaşım hakkı olmak üzere, üye devletlerdeki işlere başvurma, bu amaçla üye devlet ülkesinde serbestçe dolaşma, üye devlet vatandaşlarının çalışma koşullarını belirleyen yasa, tüzük ve yönetmelik hükümlerine uygun olarak; üye devletlerin birinde iş yapmak amacıyla oturma ve son olarak işi yaptıktan sonra, Komisyon tarafından belirlenecek şartları haiz olmak şartıyla işin yapıldığı üye devlette oturma hakkı tanınmıştır. Antlaşmada oldukça genel ifade edilen bu hakların yanısıra, işçi ve işçi ailelerine tanınan eşit muamele ilkesi ile maddi ve sosyal hakları düzenlemeye yönelik 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü28 çıkarılmış ve bu haklar detaylı olarak düzenlenmiştir29. 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü kapsamında işçilere tanınan hakları genel olarak30: - Ayrımcılık yapmama ilkesi kapsamında işe giriş hakkı - İş ilişkisi süresince eşit muameleme hakkı olmak üzere iki başlık altında toplamak mümkündür. İşe giriş hakkı, 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü'nün ilk maddesinde düzenlenmiş olup, bir üye devlet vatandaşının herhangi bir üye devlette, o üye devlet vatandaşı gibi işe girme ve bu işi sürdürme hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Bu hakkın vatandaşlığa dayalı ayrımcılığa ve engellemeye tabi olmadan kullanılması ve işçilerin iş akitlerini çalışmayı istedikleri üye devlet yasalarına uygun olarak akdedip, sona erdirebilecekleri aynı Tüzüğün 2. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir31. Dolayısıyla, üye devlet vatandaşlarının herhangi bir üye devlette bir işe başvurmaları halinde ayrımcılığa ve engellemelere uğramamaları Tüzük hükümleri ile sağlanmaya çalışılmıştır. Nitekim, Divan da işe giriş hakkına ilişkin uyuşmazlıkları yorumladığı kararlarında doğrudan ayrımcılığın32 yanısıra dolaylı ayrımcılığın33 da ATA m.39 (ABİDA m. 45) ve Tüzük hükümlerine aykırı olduğunu belirtmiştir. Bu durumun tek istisnası ATA m.39/3'de (ABİDA m. 45/3) düzenlenen ve serbest dolaşımın istisnaları olarak kabul edilen kamu düzeni, kamu güvenliği ve kamu sağlığı gerekçelerinden birinin varlığı ile orantılılık ilkesine uygunluktur. Doğrudan ve dolaylı ayrımcılığın yanısıra aslında ayrımcı olmayan ancak, uygulanması sonucunda serbest dolaşımı sınırlayan veya engelleyen 28 15 Ekim 1968 tarih, 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü, Official Journal of the European Communities, L 257, 19.10.1968.; Bu tüzükte işçi ailelerine yönelik olan 10 ve 11. maddeler 2004/38 sayılı Direktif ile yürürlükten kaldırılmıştır. 29 Bu tüzüğün yanısıra, işçilerin bir üye devlete giriş ve oturma koşullarını belirlemek üzere 68/360 sayılı Direktif, işçinin ve aile üyelerinin, emeklilik, çalışamaz duruma gelme ve ya ölüm halinde, bir üye devlette belli bir süre çalışmış olma koşulu ile o üye devlette kalma hakkını düzenlemek üzere 1251/70 sayılı Tüzük çıkarılmış ancak her ikisi de 2004/38 sayılı Direktifin yürürlüğe girmesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. Nitekim her iki konu da 2004/38 sayılı Direktifte düzenlenmektedir. 30 Barnard, 2007, s.291, 294. 31 Barnard, 2007, s.291. 32 İşe giriş hakkında doğrudan ayrımcılık yapıldığına dair Divan kararlarına örnek olarak bkz.C415/93, Union Royale Belge des Sociétés de Football Association ASBL and Others v Jean-Marc Bosman and Others, [1995], ECR I 4921. 33 İşe giriş hakkında dolaylı ayrımcılık yapıldığına dair Divan kararlarına örnek olarak bkz. C419/92, Scholz v. Opera Universitaria di Cagliari and Cinzia Porcedda [1994], ECR I 505. 8 A.ASLI BİLGİN ulusal tasarruflar34da, ATA m.39 (ABİDA m. 45) ve Tüzük hükümlerine aykırı kabul edilmektedir. Bu tür ulusal tasarruflar, kamu düzeninin emredici gereklilikleri veya serbest dolaşımın genel istisnalarından birinin varlığı ispatlanarak haklı bulunabilir. Ancak belirtmek gerekir ki ister kamu çıkarı ister genel istisnalardan birinin varlığı ispatlanmış olsa da, aynı zamanda söz konusu ulusal tasarrufun aynı zamanda orantılılık ilkesine uygun olması gerekmektedir. İş ilişkisi süresince eşit muamele hakkını 4 alt başlık altında toplamak mümkündür35. 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğünün 7. maddesinin 1. fıkrasında göçmen işçilere de iş koşul ve şartlarında ulusal işçilerden farklı bir muamelenin uygulanamayacağı belirtilerek, ilk alt başlık oluşturulmuştur. Nitekim, iş koşul ve şartları ifadesi ile ne kastedildiği yine Divan içtihadı ile ortaya konulmuştur. Örneğin, iş akitlerinin süresine yönelik getirilen sınırlamalar36 veya hizmet sürelerinin hesaplanmasında37 göçmen işçiler ve ulusal işçiler arasında vatandaşlığa dayalı ayrımcılığa neden olan farklı uygulamalar olması halinde iş koşul ve şartlarında eşit muameleden söz edilemez38. İkinci alt başlık olarak, sosyal ve vergi avantajlarında eşit muameleden söz edilebilir. Bu konuya ilişkin düzenleme yine 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü'nün 7. maddesinin 2. fıkrasında yer almaktadır. Buna göre, göçmen işçiler de ulusal işçilerin sahip olduğu vergi ve sosyal avantajlara sahip olmalı, bu konuda göçmen işçiler ve ulusal işçiler arasında vatandaşlığa dayalı ayrım yapılmamalıdır39. 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü'nün 7. maddesinin 3. fıkrası uyarınca mesleki eğitim alanında eşit muamelede bu kapsamda üçüncü alt başlık olarak değerlendirilebilir. Söz konusu hüküm uyarınca, göçmen işçiler de mesleki eğitim okullarına ve merkezlerine ulusal işçilerle aynı koşullarda başvuru hakkına sahiptirler40. Bütün bu hakların yanısıra, yine aynı Tüzüğün 8. ve 9. maddelerinde yapılan düzenlemelerle, gerek ticari birliklere üye olma41 gerekse bu birliklere ilişkin hakların kullanımında42 ulusal işçilerle aynı haklara sahip olmak ve ev sahibi olma43 konusunda da ulusal işçilerin sahip oldukları tüm hak ve avantajlara sahip oldukları belirtilmiştir44. 34 İşe giriş hakkında ayrımcı olmayan bir ulusal tasarrufun serbest dolaşıma engel teşkil ettiğine dair Divan kararlarına örnek olarak bkz. C-464/02, Commission v. Denmark [2005], ECR I 7929. 35 Barnard 2007, s.294 vd. 36 C-33/88, Allue and Coonan v. Universita degli studi di Venezia [1989], ECR 1591. 37 C-15/69, Württembergische Milchverwertung Südmilch AG v. Ugliola [1969], ECR 363. 38 Detaylı bilgi için bkz. Barnard, 2007, s.295. 39 C-279/93, Finanzamt Koeln-Altstadt v Schumacker [1995] ECR I-225; C-207/78, Ministère public v Even and ONPTS [1979], ECR 2019. 40 C-293/83, Françoise Gravier v City of Liège, [1985], ECR 593; C-209/03, R (on the application of Danny Bidar) v. London Borough of Ealing, Secretary of State for Education and Skills, [2005], ECR I 2119. 41 C-213/90, ASTI v Chambre des Employés Privés, [1991], ECR I 3507. 42 C-465/01, Commission v. Austria, [2004], ECR I 8291. 43 C-305/87, Commission v. Greece, [1989], ECR 1461. 44 Detaylı bilgi için bkz. Barnard, 2007, s.306-307. AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI İÇTİHADI İLE İŞ ARAYAN KİŞİLER 9 Sosyal Avantajlar ve Avrupa Birliğinde İş Arayanlar Sosyal Avantaj Tanımı Yukarıda da belirttiğimiz üzere 1612/68 sayılı Tüzüğün 7/2. maddesinde işçilere tanınan sosyal avantajlara ilişkin düzenleme yapılmış olup, bu avantajların neler olduğuna ilişkin herhangi bir ifadeye yer verilmemiştir. Bu durum da Divan'a, önüne gelen uyuşmazlıklarda bu tanımlamayı yapma fırsatı tanımıştır. Divan, ilk yıllarda oldukça dar yorumlamayı tercih ettiği sosyal avantajları45, Cristini46 kararı ile geniş yorumlamayı tercih etmiş ve iş sözleşmelerinde yer verilip verilmediğine bakılmaksızın tüm sosyal avantajları kapsadığını belirtmiştir47. Divan, her ne kadar bu karar ile sosyal avantajları geniş yorumlamayı tercih etmişse de, yine bu kararda sosyal avantaj kavramının içeriğine ilişkin hiçbir açıklamaya yer verilmemiştir. Even48 kararı ile Divan, bu eksikliği de gidererek bir yandan sosyal avantaj kavramının kapsamına nelerin dahil olduğunu açıklığa kavuştururken öte yandan, sınırlarını da çizmeyi başarmıştır49. Buna göre sosyal avantaj, bir iş sözleşmesi ile bağlantılı olsun veya olmasın, genellikle ulusal işçilere işçi statüsüne sahip olmaları nedeniyle veya o üye devlet ülkesinde oturmaları nedeniyle verilen hakların, diğer üye devlet vatandaşı işçilere tanınmak suretiyle genişletilmesi ve bu avantajların Birlik içinde dolaşımı kolaylaştırmaya uygun olmasıdır50. Sonuç olarak, Divan'ın yapmış olduğu bu tanımlamadan, tanınan bir avantajın sosyal avantaj kapsamında olup olmadığını belirlerken öncelikle, avantajın işçi statüsü nedeniyle tanınıp tanınmadığının ardından, üye devlet ülkesinde ikamet etme ile bağlantılı olup olmadığının ve son olarak tanınan bu avantajın Birlik içinde dolaşımı kolaylaştırıcı özelliği olup olmadığının tespiti gerekmektedir. Bu üç durumda, söz konusu avantajın diğer üye devlet vatandaşı işçilere de tanınmasını gerektirmektedir. Ancak, işçi tanımında olduğu gibi, bu tanımdan da söz konusu sosyal avantajların iş arayan kişilere de tanınıp tanınmayacağı konusunda olumlu ya da olumsuz bir sonuca ulaşılamamaktadır. Nitekim, Antonissen51 kararında iş arayanların kısmen işçi statüsünde oldukları belirtilmiş, ancak bu durumun işçilere tanınan sosyal avantajları da kapsayıp kapsamadığı açıklığa kavuşturulmamıştır. Divan'ın Yaklaşımı Divan, önüne gelen uyuşmazlıklarda kendisine yöneltilen sorular çerçevesinde, iş arayan kişilere de sosyal avantajların tanınıp tanınmayacağı konusunu açıklığa kavuşturmaya çalışmış ve zaman içerisinde görüş değiştirmiştir. Bu kapsamda, Divan içtihadını ilk dönem ve son dönem olmak üzere iki başlık altında ele almanın yerinde olacağı kanaatindeyiz. 45 46 47 48 49 50 51 C-76/72, Michel S. v. Fonds National de Reclassement Handicapes, [1973], ECR 457. C-32/75, Fiorini v. Societe Nationale des Chemins de Fer Français, [1975], ECR 1085. Barnard, 2007, s.299. C-207/78, Ministere Public v. Even and ONPTS, [1979], ECR 2019. Barnard, 2007, s.298-301. C-207/78, Ministere Public v. Even and ONPTS, [1979], ECR 2019, para.22. C-292/89, R. v. Immigration Appeal Tribunal, ex parte Antonissen, [1991], ECR I 745. 10 A.ASLI BİLGİN İlk Dönem İçtihadı Divan, ilk olarak Lebon52 kararıyla iş arayan kişilerin sosyal avantajlardan faydalanıp faydalanamayacağı konusuna değinme fırsatı bulmuş ve bu konudaki görüşü olumsuz olmuştur53. Belçika'da emekli babası ve babasının emekli maaşı ile yaşayan Fransız Lebon, göçmen işçi çocuğu olması nedeniyle, Belçika makamlarının öğrencilere sunduğu ve minimex adı verilen yardımdan faydalanmak umuduyla yetkili makamlara başvurmuş, ancak bu talebi reddedilmiştir. Söz konusu uyuşmazlıkta Divan öncelikle, bir kişinin AET m.48'in (ATA m.39, ABİDA m.45) kişi bakımından kapsamına girmesinin, bu maddede tanınan haklara da sahip olacağı anlamına gelmediğini belirtmiştir. Divan, kendisine yöneltilen 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü m.7/2'de yer verilen sosyal avantajların iş arayanlara da tanınıp tanınmayacağı sorusunu da şöyle cevaplamıştır: 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü'nün 7/2. maddesinde düzenlenen sosyal avantajların sadece işçiler için geçerli olduğunu belirtmiş ve AET m.48 (ATA m.39, ABİDA m.45) ve aynı Tüzüğün 2. ve 5. maddeleri uyarınca, iş arayan kişilerin işe girişte eşit muamele hakkına sahip olduklarını vurgulamıştır54. Dolayısıyla Divan, iş aramak amacıyla başka bir üye devlete giden, herhangi bir üye devlet vatandaşı işçinin 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü m.7/2'den faydalanamayacağını açıkça ortaya koymuştur55. İşsizlik sigortasının uyuşmazlık konusunu oluşturduğu diğer bir davada Divan, aynı yaklaşımı sergilemiştir56. Buna göre, işsizlik sigortasının söz konusu olabilmesi için kişinin, işçilerin serbest dolaşımı kapsamında gerçek ve etkili bir aktivite ile çalışmış olması, iş hayatına dahil olması gerekmektedir. Dolayısıyla, ilk işini arayan kişilerin işsizlik sigortasından faydalanamayacaklarını belirtmiştir57. Sosyal avantaj kavramını oldukça geniş yorumlayan Divan, aynı yaklaşımı sosyal avantajlardan faydalanacak kişilerin tespitinde göstermemiş, 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü m.7/2'nin lafzi yorumuyla yetinmeyi tercih etmiştir. Divan'ın bu konuya temkinli yaklaşımını o dönemdeki siyasi tutum ile açıklamak mümkün olacaktır kanısındayız. Antlaşmaların önsözünde yer alan 'Avrupa halkları arasında daha yakın bir birlik' ifadesi ile aslında siyasi birlik hedefinin Birliğin oluşumundan itibaren akıllarda olduğu ve 1992 tarihinde imzalanan Maastricht Antlaşması ile mevzuata dahil olan Avrupa Vatandaşlığı ile siyasi birlik yolunda ciddi bir adım atıldığı söylenebilir. Dolayısıyla Avrupa Vatandaşlığı kavramı Birlik gündemine bir anda dahil olmayıp, 1992 yılı öncesinde de bu konuda bir çok girişimde bulunularak, uygun zemin hazırlanmıştır. Bu 52 C-316/85, Centre Public d'Aide Sociale de Courcelles v. Lebon, [1987], ECR 2811. 53 White, 2004, s.144. 54 C-316/85, Centre Public d'Aide Sociale de Courcelles v. Lebon, [1987], ECR 2811, para.2527. 55 Aynı yönde bkz. C-3/90, Bernini v Minister van Onderwijs en Wetenschappen [1992] ECR I1071. 56 C-278/94, Commission v. Belgium, [1996], ECR I 4307. 57 Craig ve De Burca, 2003, s.714. AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI İÇTİHADI İLE İŞ ARAYAN KİŞİLER 11 kapsamda ilk olarak 1972 tarihinde yapılan Paris Zirvesinde serbest dolaşım hakkının ve liberal demokratik bir devletin vatandaşlarına tanıdığı sosyo-ekonomik haklar dışında özel hakların da Birlik üyesi devlet vatandaşlarına tanınması hedeflenmiştir58. Bu gelişmenin ardından 1974 tarihli Paris Zirvesinde Belçika Başbakanı Leo Tindemanstan 'Avrupa Birliği' teriminden ne anlaşılması gerektiğine dair bir rapor hazırlaması istenmiştir59. 1975 yılında tamamlanan raporda60 bir çok konunun yanısıra, Birlik üye devlet vatandaşlarına bir takım somut haklar tanınması ve bu suretle tanınan serbest dolaşım hakkının genişletilmesi öngörülmüştür61. Zirvelerde yaşanan bu gelişmelerin yanısıra, Avrupa Parlamentosu da Avrupa Vatandaşlarının, diğer üye devletlerde genel bir ikamet hakkına sahip olmalarını da kapsayan, Avrupa Vatandaşlığına dayalı hakların bir listesini oluşturmuştur. 1977 yılında yaşanan bu gelişmenin ardından, 1979 yılında serbest dolaşım ile ekonomik aktivite arasındaki bağın kaldırılarak, serbest dolaşım hakkından tüm üye devlet vatandaşlarının faydalanmasına imkan yaratan62 taslak bir direktif Komisyon tarafından hazırlanarak, Konsey'e sunulmuştur63. Taslak direktif, içeriğinde hakların ve kapsamındaki kişilerin net bir şekilde belirtilmediği, serbest dolaşım hak ile ekonomik aktivite arasındaki bağın kaldırılarak serbest dolaşım hakkının tüm Birlik üye devlet vatandaşlarına tanınması halinde üye devletlerin ekonomik yapılarının zarar görebileceği gibi bir takım nedenlerle itiraza uğramış ve hayata geçirilememiştir. Üye devletlerin özellikle serbest dolaşım ile ekonomik aktivite arasındaki bağın kaldırılmasına yönelik itirazlarının altında yatan asıl sebep, serbest dolaşım hakkı ile birlikte sosyal avantaj gibi birtakım hakların da üye devlet vatandaşlarına tanınması suretiyle, sosyal güvenlik sistemlerinin çökmesi riski64 ve sosyal güvenlik sistemleri iyi olan üye ülkelere göç turizminin olması endişesidir65. Siyasi gündemi bu konuların işgal ettiği bir dönemde Divan'ın da üye devletlerin bu 58 Ac Evans, 'European Citizenship', Modern Law Review, C.45, S.5, 1982, s.505-506. 59 The Tindemans Report, (1976), AT Bülten 1/76, http://www.ena.lu/the-tindemans-report020100267.html, 05.06.2010. 60 Desmond Dinan, Avrupa Birliği Ansiklopedisi, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2005, s.361. 61 The Tindemans Report, (1976), AT Bülten 1/76, http://www.ena.lu/the-tindemans-report020100267.html, 05.06.2010. 62 Siofra O'Leary, The Evolving Concept of Community Citizenship, Kluwer Law International, London, 1996, s.19; Evans, 1992, s.509; Kay Hailbronner, ‘Union Citizenship and Access to Social Benefits’, Common Market Law Review, C.42, 2005, s.1245. 63 Williem, Maas, ‘The Politics of European Rights’, http://www.yale.edu/leitner/pdf/200126.pdf, 10.02.2010, s.2; Hans Claudius Taschner, 'Free Movement of Students, Retired Persons and Other European Citizens, A Difficult Legislative Process', in Henry Schermers, Cees Flinterman, Alfred Kellermann, Johan van Haersolte, Gert-Wim A. van de Meent, (der), Free Movement of Persons in Europe, Martinus Nijhoff Publishers, Hague, s.428; A. Pieter van der Mei, Free Movement of Persons within the European Community, Hart Publishing, Oxford, 2003, s.44. 64 Juliane Kokott, 'EU Citizenship-Citoyens Sans Frontieres', Durham European Law Institute European Law Lecture, 2005, s.2; Hailbronner, 2005, s.1245-1246. 65 Anthony Arnull et al, Wyatt and Dashwood's European Union Law, Sweet and Maxwell, London, 2006, s.716. 12 A.ASLI BİLGİN konudaki olumsuz görüşlerini bilmesine rağmen, 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü m.7/2'yi geniş yorumlaması fikrimizce beklenemez. Nitekim, Divan da tedbirli davranmak suretiyle, sosyal avantajların iş arayan kişilere tanınamayacağını belirtmeyi tercih etmiştir. Öte yandan söz konusu kararların tarihlerine bakıldığında, Divan'ın yargısal aktivist66 olmakla suçlandığı döneme denk gelmesi kanımızca Divan'ın temkinli yaklaşımını açıklayan diğer bir neden olarak ileri sürülebilir. Gerek doktrin tarafından gerekse üye devlet mahkemelerince çok ağır eleştirilere maruz kalan Divan, bu tepkileri daha fazla üzerine çekmemek adına 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü'nün ilgili maddesinin lafzi yorumuna sadık kalmayı tercih etmiş olabilir. Son Dönem İçtihadı Divan, iş arayan kişilerin de, iş aradıkları üye devletin sağladığı sosyal avantajlardan faydalanabileceğini Collins67 kararı ile ortaya koymuş ve bu konudaki olumsuz içtihadını bu karar ile değiştirmiştir. İrlanda ve Amerika olmak üzere çifte vatandaşlığa sahip olan Collins, 1970 ve 80'li yıllarda kısa sürelerde olmak üzere İngiltere'de bulunmuş ve part-time işlerde çalışmıştır. 1998 yılında iş aramak üzere tekrar İngiltere'ye gelmiş ve İngiltere yasaları uyarınca, İngiltere'de sürekli ikamet edenlere tanınan iş arama yardımından faydalanmak istemiştir. Ancak bu talebi, 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü kapsamında işçi olmaması ve bu nedenle İngiltere'de sürekli bir ikametgah sahibi olarak değerlendirilemeyeceği, ayrıca 68/360 sayılı Direktif kapsamında İngiltere'de ikamet etme hakkı da bulunmadığı gerekçeleri ile ulusal mahkemece reddedilmiştir. Divan 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü kapsamında konuya yaklaşıldığında bu gerekçeleri haklı ve yerinde bulmakla birlikte, konuyu farklı bir açıdan daha ele almayı tercih etmiş ve Collins'in talebini AT Antlaşması m.39/2 (ABİDA m.45/2) kapsamında da incelemiştir68. Divan, davaya konu olayı AT Antlaşması m.39/2 (ABİDA m.45/2) uyarınca, 'İşçilerin serbest dolaşımı, üye devlet işçileri arasında iş, ücret ve diğer iş koşullarıyla 66 Yargısal aktivizm için bkz. Trevor Hartley, “The European Court, Judicial Objectivity and the Constitution of the European Union”, Law Quarterly Review, S.112, 1996, s.95; Joseph Weiler, “The Court On Trial”, Common Market Law Review, C.24, 1987, s.555; Karen Alter, “Who Are The Masters of the Treaty?: European Governments and The European Court of Justice”, International Organization, C.52, 1998; Oreste Pollicino, “Legal Reasoning of the Court of Justice in the Context of the Principle of Equality Between Judicial Activism and Selfrestraint, Part One/Two; German Law Journal, V.5 N.3 2004, 10.02.2010; Takis http://www.germanlawjournal.com/index.php?pageID=11&artID=402, Tridimas,“The Court of Justice and Judicial Activism”, European Law Review, C.21 1996, s.199; Karen Alter, “The European Court’s Political Power”, West European Politics, C.19 1996, s.477; Anthony Arnull, “The European Court and Judicial Objectivity: A Reply To Prof. Hartley”, Law Quarterly Review, C.112, 1996, s.411. 67 C-138/02, Brian Francis Collins. v. Secretary of State for Work and Pensions, [2004], ECR I 02703. 68 Josephine Steiner et al, EU Law, Oxford University Press, Oxford, 2007, s.428. AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI İÇTİHADI İLE İŞ ARAYAN KİŞİLER 13 ilgili olarak vatandaşlığa dayalı ayrımcılığın kaldırılmasını kapsar' hükmü açısından ele almış ve Collins'in talebinin reddedilmesini vatandaşlığa dayalı ayrımcılık olarak değerlendirmiştir. Nitekim Divan, Collins'in AT m.39 kapsamında kendisine tanınan hakkı kullanmak üzere başka bir üye devlette iş arayan, bir üye devlet vatandaşı olarak, bu hakkını kullanırken ATA m.39/2 (ABİDA m.45/2) kapsamında vatandaşlığa dayalı ayrımcılık yasağı kapsamında da değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir69. Olayda, ikamet koşulu getirilmek suretiyle yapılan ayrımcılık ancak Antlaşmada belirtilen istisnaların birinin veya kamu çıkarının varlığı, ve uygulamanın orantılı olması halinde kabul edilebilmektedir. Collins kararında söz konusu istisnalardan hiçbirinin bulunmamasının yanısıra Divan, bir üye devlette yasal olarak ikamet eden Birlik Vatandaşlarının Antlaşmanın maddi bakımdan kapsamına giren her konuda ATA m. 12'de (ABİDA m.18) yer verilen vatandaşlığa dayalı ayrımcılık yasağına dayanabileceğini belirtmiştir70. Collins'in, ATA m.39/2 (ABİDA m.45/2) kapsamında, İngiltere'de yasal olarak ikamet eden bir Birlik vatandaşı olarak kabul edilmesi nedeniyle, bir üye devlette işe girişi kolaylaştırma amacına yönelik bir finansal yardımın m.39/2 kapsamının dışında tutulmasının mümkün olmadığı da Divan tarafından dile getirilmiştir71. Nitekim, Birlik Vatandaşlığı kavramının oluşturulmasıyla ATA m.39/2'de (ABİDA m.45/2) öngörülen yasak, ATA m.12 (ABİDA m.18) ile garanti altına alınan eşit muamele ilkesinin bir ifadesi olarak kabul edilmelidir72. Divan, Collins kararı ile iş arayanların, iş aradıkları üye devletin kendi vatandaşlarına tanınmış olan sosyal avantajlardan faydalanabileceklerini açıkça dile getirmiş ve önceki içtihadından tamamen ayrılmıştır73. Bu duruma dayanak olarak ise ATA m.39/2 (ABİDA m.45/2) ile birlikte aslında ATA m.12 (ABİDA m.18) gösterilmiştir. Temel gerekçe vatandaşlığa dayalı ayrımcılık olsa da, Divan'ın bu maddeleri bu kadar geniş yorumlamasına imkan yaratan Avrupa Birliği Antlaşması diğer adıyla Maastricht Antlaşması ile Kurucu Antlaşmalara dahil olan Avrupa Vatandaşlığı74, bugünkü adı ile Birlik Vatandaşlığı kavramıdır. Kararda da birçok kez vurgulandığı üzere Collins, bir üye devlet vatandaşlığını haiz olması nedeniyle aynı zamanda Birlik Vatandaşıdır. Dolayısıyla, seçme ve seçilme hakkı, yabancı ülkelerde diplomatik korunma hakkı, dilekçe verme, Ombudsmana ve kurumlara başvurma hakkının yanısıra, üye ülkelerde serbest dolaşım ve ikamet hakkına sahiptir75. Her ne 69 Anthony Arnull, The European Union and Its Court of Justice, Oxford University Press, Oxford, 2006, s.523. 70 C-138/02, Brian Francis Collins. v. Secretary of State for Work and Pensions, [2004], ECR I 02703, para 61. 71 C-138/02, Brian Francis Collins. v. Secretary of State for Work and Pensions, [2004], ECR I 02703, para 63. 72 Arnull, 2006, s.524; Kay Hailbronner, 'The EU Directive On Free Movement and Access to Social Benefits,' http://ideas.repec.org/a/ces/ifodic/v4y2006i4p8-13.html, 2006, 15.02.2010. 73 Arnull et al, 2006, s.717; Steiner et al, 2007, s.431. 74 AT Antlaşması m.17-22'de yerverilen Avrupa Vatandaşlığı, ABİDA ile Birlik Vatandaşı olarak değiştirilmiş ve m.18-25'de düzenlenmiştir. 75 Tanınan haklar ile ilgili geniş bilgi için bkz. Barnard, 2007, s.412; Francis JACOBS, ‘Citizenship of the European Union-A Legal Analysis’, European Law Journal, C.13, S.4, 2007, s.591-592. 14 A.ASLI BİLGİN kadar ATA madde.18'de (ABİDA m.21) yer verilen serbest dolaşım ve ikamet hakkının Anlaşmalarda ve ikincil düzenlemelerde öngörülen sınırlamalar kapsamında kullanılacağı ayrıca belirtilmişse de Divan, maddeyi farklı bir yoruma tabi tutmuş ve serbest dolaşım ve ikamet hakkının kapsamını genişletmiştir76. Divan, iş arayan kişi ile iş aranılan üye devlet pazarı arasında gerçek bir bağlantının varlığı halinde, davaya konu olan sosyal avantajın iş arayan kişiye de tanınması gerektiğini belirtmiştir77. İş arayan kişinin üye devlette makul bir süre boyunca iş aradığının tespitini de bu bağlantının varlığı için yeterli kabul etmiştir78. Dolayısıyla, iş aramak amacıyla gidilen üye ülkede makul bir süre olmak koşulu ile ikamet etme hakkının da yasal olduğu, Divan tarafından dile getirilen diğer bir unsurdur. Böylece Divan, bu karar ile Birlik Vatandaşlığının, üye devlet vatandaşlarının temel statüsü olmak amacıyla getirildiği fikrini yerleştirmek ve vatandaşlık temeline dayalı eşit muamele ilkesinin kapsamını genişletmek konusunda, Birlik Vatandaşlığı kavramının etki ve kapasitesinin altını çizmeyi başarmıştır79. Divan, Collins kararı ile bir üye devlette iş arayan, başka bir üye devlet vatandaşının Antlaşmanın konu bakımından kapsamına dahil olduğunu ve bu nedenle eşit muamele hakkına sahip olduğunu belirtmiş ve ardından bu yaklaşımını Ioannidis80 kararı ile de teyid etmiştir81. Aslında, Vatandaşlık kavramı Kurucu Antlaşmalara girmeden önce serbest dolaşım ve ikamet hakkının genişletilmesi konusunda bir takım girişimlerde bulunulmuş ancak, yukarıda da değindiğimiz üzere bu girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır82. Serbest dolaşım hakkı ile ekonomik aktivite arasındaki bağın kaldırılarak, serbest dolaşım hakkının kapsamını genişletmek üzere 1979 yılında Komisyon tarafından hazırlanan ancak hayata geçirilemeyen taslak Direktif, 1984 Fontainebleu Zirvesinde, tekrar gündeme gelmiş, ve 1990 yılında Konsey tarafından kabul edilerek işçilerin yanısıra farklı kişi gruplarına da serbest dolaşım ve ikamet hakkı öngören üç direktif kabul edilmiştir83. Bu üç direktifin en önemli özelliği, bu tarihe kadar kişilerin serbest dolaşımı kapsamında yer verilmeyen ekonomik olarak aktif olmayan kişilere, ikamet etmek istedikleri üye devlet sosyal güvenlik sistemlerine yük olmayacak derecede yeterli kaynaklara ve kapsamlı bir sağlık sigortasına sahip olmaları halinde serbest 76 Astrid Epiney, ‘The Scope of Article 12 EC: Some Remarks on the Influence of European Citizenship’, European Law Journal, C.13, S.5, 2007, s.612. 77 C-138/02, Brian Francis Collins. v. Secretary of State for Work and Pensions, [2004], ECR I 02703, para 69; Arnull, 2006, s.524. 78 C-138/02, Brian Francis Collins. v. Secretary of State for Work and Pensions, [2004], ECR I 02703, para 70; Arnull, 2006, s.524. 79 Arnull, 2006, s.524. 80 C-258/04, Office National de l'emploi v Ioannidis, [2005], ECR I 8275. 81 Arnull et al, 2006, s.717; Hailbronner, http://ideas.repec.org/a/ces/ifodic/v4y2006i4p8-13.html, 2006, 15.02.2010. 82 Bkz. s.7. 83 Maas, 2001, s.5; Taschner, 2001, s.432; Steiner et al, 2007, s.508-509; Gillian More, 'The Principle of Equal Treatment: From Market Unifier to Fundamental Rights', in Paul Craig ve Grainne de Burca (der.), The Evolution of EU Law, Oxford University Press, Oxford, 1999, s.537; Mei, 2003, s.45. AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI İÇTİHADI İLE İŞ ARAYAN KİŞİLER 15 dolaşım ve ikamet hakkının tanınmış olmasıdır84. Yürürlüğe girmesi ile birlikte serbest dolaşımla ilgili bu üç direktifin yanısıra birçok düzenlemenin yürürlükten kaldırılmasını öngören, Avrupa vatandaşları ve bunların aile fertlerinin serbest dolaşım ve ikamet hakkına ilişkin 29 Nisan 2004 tarih, 2004/38 sayılı Direktifle serbest dolaşımla ilgili tek bir mevzuat oluşturulması ve söz konusu hakların güncellenmesi hedeflenmiştir85. Bu Direktifle işçi, serbest çalışan ve ekonomik olarak aktif olmayanlar arasındaki ayrım korunmuş, ekonomik olarak aktif olmayanlar için 90/364, 90/363 ve 93/96 sayılı direktiflerde de yer alan, gittikleri ülkenin sosyal güvenlik sistemine yük olmamak ve kapsamlı bir sağlık sigortasını haiz olma koşulları muhafaza edilmiştir86. Üye devletlerin ekonomik olarak aktif olmayan kişilere serbest dolaşım hakkı tanınması halinde sosyal güvenlik sistemlerinin olumsuz etkileneceği endişesini taşımaları nedeniyle sıcak bakmadıkları bu konu, öngörülen bu iki şart (gidilen ülkenin sosyal güvenlik sistemine yük olmamak ve kapsamlı bir sağlık sigortasını haiz olma) ile aşılabilmiştir87. Ardından Vatandaşlık kavramının Kurucu Antlaşmalara dahil olması ile Divan, ATA m.18'de (ABİDA m.21) yer verilen serbest dolaşım ve ikamet hakkına ilişkin düzenlemeyi vatandaşlık temeline dayandırmak suretiyle, daha geniş yorumlama imkanına kavuşmuştur. Nitekim, Collins kararının bu yaklaşımın bir sonucu olduğunu söylemek herhalde yanlış olmayacaktır. Siyasi açıdan bakıldığında, Vatandaşlık kavramının Kurucu Antlaşmalara dahil olması ile ekonomik bütünleşmenin yanısıra siyasi bütünleşme yolunda da ciddi adımlar atılan Birlikte, demokrasi eksikliği ve halka uzaklık konularında yapılan eleştirilerin de giderilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Öte yandan 1997'de imzalanıp, 1999'da yürürlüğe giren Amsterdam Antlaşması ile serbest dolaşımın önündeki tüm engellerin ortadan kaldırılarak, Avrupa Vatandaşlarının serbestçe dolaşabileceği bir özgürlük, güvenlik ve adalet alanı oluşturmak ve istihdamı arttırmak suretiyle Birlik vatandaşlarının haklarını Birliğin merkezine yerleştirme amacı ön plana çıkmıştır88. Siyasi anlamda yaşanan tüm bu gelişmeler Divan'ın içtihad değişikliğine gitmesinin diğer bir nedeni olarak gösterilebilir. Nitekim, bütünleşme sürecinin itici gücü olarak kabul edilen Divan'ın, Birlik hukukunun gelişimine katkısı yadsınamayacak olup, özellikle üç alanda kendini göstermektedir89; − Topluluğun desteklenmesi, (dolayısıyla ekonomik birliğin) güçlendirilmesi teşviki, 84 Bu direktifler, öğrencileri kapsayan 90/366 sayılı Direktif (93/96 sayılı Direktifle değişik), Kendi adına ya da başkasının yanında çalışırken mesleki faaliyetlerini sona erdirenlerin (emekliler) ikamet hakkı ile ilgili 90/365/ sayılı Direktif, AT hukukuna göre ikâmet hakkına sahip olmayan tüm kişileri kapsayan 90/364 sayılı Direktif (bağımsız gelir kaynaklarına sahip kişiler) 85 Geniş bilgi için bkz, Barnard, 2007, s.416-444; Koen Lenaerts, Constitutional Law of the European Union, Sweet and Maxwell, London, 2005, s.548 vd.; Steiner et al, 2007,, s.517-518. 86 2004/38 sayılı Direktif m.7/3-a,d. 87 Mei, 2003, s.44. 88 Bozkurt et al, 2006, s.41. 89 Trevor Hartley, The Foundations of European Community Law, Oxfod University Press, Oxford, 2007, s.74; Tridimas, 1996, s.199. 16 A.ASLI BİLGİN − Topluluk hukukunun kapsamının ve etkililiğinin arttırılması, − Topluluk kurumlarının yetkisinin genişlemesi. Dolayısıyla, ekonomik bütünleşmenin yanısıra, siyasi bütünleşmeyi de gündemine alan Birlik'in Divan tarafından desteklendiği ve Vatandaşlık kavramı ile birlikte serbest dolaşımı teşvik edecek nitelikteki düzenlemeleri geniş yorumlamaya başladığı ileri sürülebilir. Bu suretle Birlik üye devlet vatandaşlarının pazar vatandaşı olmak dışında birey olarak diğer bir deyişle sadece vatandaş olarak öngörülmesi temeline doğru yol alıp almadığı sorusu da gündeme gelmektedir90. Kanımızca, Divan'ın iş arayanlara, üye devletlerin kendi vatandaşlarına tanıdığı sosyal avantajların tanınması gerektiğini öngörmesi, Birlik Vatandaşlığı kavramına dayandırılmaktadır. Üye devlet vatandaşlarının temel statüsü olmak üzere getirildiği bir çok kararda vurgulanan Birlik Vatandaşlığı, bir yandan Birlik içerisinde serbest dolaşımın teşviki konusunda, öte yandan Birliğin siyasal bütünleşmesini destekleme anlamında Divan'a kolaylık sağlamaktadır. Divan, bu gerekçeye dayanmak suretiyle serbest dolaşım ve sosyal avantajlar konusunu geniş yorumlama imkanına kavuşmuştur denilebilir. Sonuç Gerek işçi gerek sosyal avantajlar kavramlarının Divan içtihadı ile açıklığa kavuşturulduğu sistemde, iş arayanların da işçi statüsünde değerlendirilip değerlendirilemeyeceğini ortaya koyan Divan, sosyal avantajlardan faydalanabilecek kişiler arasında ilk yıllarda bu gruba yer vermezken, Collins kararı ile içtihadını değiştirmeyi tercih etmiştir. Divan'ın bu tutum değişikliğini sadece bir konuya bağlamak, Birliğin içinde bulunduğu dönüşümü gözden kaçırmak anlamına gelecektir. Divan çoğu zaman Birliğin geleceğini etkileyecek nitelikteki kararlarını ortaya koymadan önce, buna ilişkin siyasi zeminin oluşmasını beklemeyi tercih etmekte ve bu şekilde üye devlet tepkilerinden de kaçınmayı başarabilmektedir. İş arayan kişilerin sosyal avantajlardan faydalanamayacağına yönelik kararların verildiği tarihte, Birlikte hakim olan siyasi konjoktüre bakıldığında Divan'ın bu tutumu daha net anlaşılmaktadır. Öyle ki, işçilerin serbest dolaşımı alanında iş ilişkisi süresince eşit muamele kapsamında değerlendirilen sosyal avantajların, iş arayan kişilere de tanınması fikri, sosyal güvenlik sistemlerinin olumsuz etkileneceği endişesini taşıyan üye devletlerin tepkisini çekecek niteliktedir. Ekonomik bütünleşmenin temel amaç olduğu Birlikte, siyasi bütünleşmenin de bu amaca dahil olması ile birçok yeni kavram Kurucu Antlaşmalara eklenmiştir. Divan, söz konusu yeni kavramları önüne gelen uyuşmazlıklarda Birliğin her iki amacını da gözönüne alarak yorumlamak suretiyle bütünleşmenin itici gücü olmaya devam 90 Tartışmalar için bkz. Norbert Reich ‘Union Citizenship-Metaphor or Source of Rights?’, European Law Journal, C.7, S.1, 2001, s.4-23; Jo Shaw, ‘The Interpretation of European Union Citizenship’, Modern Law Review, C.61, 1998, s.297-302. AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI İÇTİHADI İLE İŞ ARAYAN KİŞİLER 17 etmektedir. Nitekim Divan, üye devletlerin kendi vatandaşlarına tanıdıkları sosyal avantajlardan iş arayan kişilerinde faydalanabilecekleri görüşünü serbest dolaşımı teşvik ederek, aynı zamanda uygulama alanını genişleten Vatandaşlık kavramının yanısıra özgürlük, güvenlik ve adalet alanı gibi siyasi bütünleşmeyi çağrıştıran gelişmelerin Birlik gündemine girmesinden sonra dile getirmiştir. Yaşanan bu gelişmeler ve üye devletlerin söz konusu kavramların Kurucu Antlaşmalarda yer almasına rıza göstermesi, Divan'ın konuya daha cesur yaklaşımını sağlamıştır. Collins kararında Birlik Vatandaşlığına yapılan vurgunun yanısıra, vatandaşlığa dayalı ayrımcılık yasağına değinilmesi de, bu içtihad değişikliğini açıklar niteliktedir. Bu nedenle Vatandaşlık kavramının Birlik gündemine girmesi sonucu iş arayan üye devlet vatandaşlarının da öncelikle Birlik vatandaşı olarak kabulü ile bir takım haklara sahip oldukları vurgusu yapılmış, bu suretle ilgili maddeler geniş yorumlanmıştır. Sonuç olarak, vatandaşlık gibi genel bir kavramın Kurucu Antlaşma metinlerine girmesi ile Divan, iş arayanları da öncelikle Vatandaş statüsünde değerlendirmek ve buna dayanarak üye devletlerin kendi vatandaşlarına tanımış oldukları hakları diğer üye devlet vatandaşlarını da kapsayacak şekilde genişletme imkanına kavuşmuştur. Bugün itibari ile Hollanda ve Fransa'nın vetosunun ardından bir çok üye devlet tarafından onaylanma süreci askıya alınan ve yürürlüğe girmesi halinde önceki tüm Antlaşmaların yerini alacak olan Anayasal Antlaşma yerine 1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması, Birlik müktesabatında yer almıştır. Her ne kadar siyasi bütünleşmeye yönelik marş, bayrak gibi sembollere Anayasal Antlaşmanın aksine, Lizbon Antlaşmasında yer verilmemesi üye devlet vatandaşlarının henüz siyasi bütünleşme fikrine ve dolayısıyla tamamen uluslarüstü bir “AB kimliğine” hazır olmadıkları yorumlarını91 da beraberinde getimişsede, Birlik Vatandaşlığı ve buna dayalı haklar korunmuş olup, Temel Haklar Şartına atıf suretiylede olsa bağlayıcılık kazandırılmış olmasının Birliğin siyasi bütünleşme hedefinden ayrılmadığının göstergesi olarak kabul edilebilecektir kanaatindeyiz. Dolayısıyla Divan, söz konusu hükümleri geniş yorumlamak suretiyle bir yandan serbest dolaşımı teşvik etmeye öte yandan Birliğin bütünleşme hedefine hizmet etmeye devam edecek gibi görünmektedir. Kaynakça Karen ALTER, “Who Are The Masters of the Treaty?: European Governments and The European Court of Justice”, International Organization, C.52, 1998, s.121-147. Karen ALTER, “The European Court’s Political Power”, West European Politics, C.19 1996, s.458-487. Nilgün ARISAN ERALP, “Lizbon Antlaşması ve Türkiye: İlk Değerlendirmeler”, www.tepav.org.tr/tur/admin/.../DN_Lizbon_Antlasmasi_ve_Turkiye.pdf, (10.02.2010). 91 Nilgün Arısan Eralp, 'Lizbon Antlaşması ve Türkiye: İlk Değerlendirmeler', www.tepav.org.tr/tur/admin/.../DN_Lizbon_Antlasmasi_ve_Turkiye.pdf, 10.02.2010. 18 A.ASLI BİLGİN Anthony ARNULL, “The European Court and Judicial Objectivity: A Reply To Prof. Hartley”, Law Quarterly Review, C.112, 1996, s.411-423. Anthony ARNULL, The European Union and Its Court of Justice, Oxford University Press, Oxford, 2006. Anthony ARNULL, Alan DASHWOOD, Micheal DOUGAN, Malcolm ROSS, Elenor SPAVENTA and Derrick WYATT, Wyatt and Dashwood's European Union Law, Sweet and Maxwell, London, 2006. Catherine BARNARD, The Substantive Law of the EU, Oxford University Press, Oxford, 2007. Nanda BEENEN, Citizenship, Nationality and Access to Public Service Employment, The Impact of European Community Law, Europa Law Publishing, Groningen, 2001. Enver BOZKURT, Mehmet ÖZCAN, Arif KÖKTAŞ, Avrupa Birliği Hukuku, Asil Yayın Dağıtım, Ankara, 2006. Paul CRAIG and Grainne De BURCA, EU Law, Text, Cases and Materials, Oxford University Press, Oxford, 2003. Desmond DINAN, Avrupa Birliği Ansiklopedisi, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2005. Astrid EPINEY, “The Scope of Article 12 EC: Some Remarks on the Influence of European Citizenship”, European Law Journal, C.13, S.5, 2007, s.611-622. A.C. EVANS, “European Citizenship”, Modern Law Review, C.45, S.5, 1982, s.497515. Kay HAILBRONNER, “Union Citizenship and Access to Social Benefits”, Common Market Law Review, C.42, 2005, s.1245-1267. Kay HAILBRONNER, “The EU Directive On Free Movement and Access to Social Benefits”, http://ideas.repec.org/a/ces/ifodic/v4y2006i4p8-13.html, (15.02.2010). Trevor HARTLEY, “The European Court, Judicial Objectivity and the Constitution of the European Union”, Law Quarterly Review, S.112, 1996, s.95-109. Trevor HARTLEY, The Foundations of European Community Law, Oxfod University Press, Oxford, 2007. Francis JACOBS, “Citizenship of the European Union-A Legal Analysis”, European Law Journal, C.13, S.4, 2007, s.591-610. Juliane KOKOTT, “EU Citizenship-Citoyens Sans Frontieres”, Durham European Law Institute European Law Lecture, 2005, www.dur.ac.uk/resources/deli/annuallecture/2005_DELI_Lecture.pdf , (10.02.2010). Koen LENAERTS, Constitutional Law of the European Union, Sweet and Maxwell, London, 2005. AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI İÇTİHADI İLE İŞ ARAYAN KİŞİLER 19 Williem MAAS, “The Politics of European http://www.yale.edu/leitner/pdf/2001-26.pdf, (10.02.2010) Rights”, A. Pieter van der MEI, Free Movement of Persons within the European Community, Hart Publishing, Oxford, 2003. Gillian MORE, “The Principle of Equal Treatment: From Market Unifier to Fundamental Rights”, in Paul CRAIG ve Grainne de BURCA (eds.), The Evolution of EU Law, Oxford University Press, Oxford, 1999, s.517-549. Siofra O'LEARY, The Evolving Concept of Community Citizenship, Kluwer Law International, London, 1996. Oreste POLLİCİNO, “Legal Reasoning of the Court of Justice in the Context of the Principle of Equality Between Judicial Activism and Self-restraint”, Part One/Two; German Law Journal, V.5 N.3 2004, http://www.germanlawjournal.com/index.php?pageID=11&artID=402, (10.02.2010). Norbert REICH, “Union Citizenship-Metaphor or Source of Rights?”, European Law Journal, C.7, S.1, 2001, s.4-23. Jo SHAW, “The Interpretation of European Union Citizenship”, Modern Law Review, C.61, 1998, s.293. Josephine STEINER, Lorna WOODS, Christian TWIGG-FLESNER, EU Law, Oxford University Press, Oxford, 2007. Hans Claudius TASCHNER, “Free Movement of Students, Retired Persons and Other European Citizens, A Difficult Legislative Process”, in Henry Schermers, Cees Flinterman, Alfred Kellermann, Johan van Haersolte, Gert-Wim A. van de Meent, (eds), Free Movement of Persons in Europe, Martinus Nijhoff Publishers, Hague, 1991, s.427-436. Ünal TEKİNALP ve Gülören TEKİNALP, Avrupa Birliği Hukuku, Beta Basım Yayım, İstanbul, 1997. Takis TRIDIMAS, “The Court of Justice and Judicial Activism”, European Law Review, C.21 1996, s.199-210. Joseph WEILER, “The Court On Trial”, Common Market Law Review, C.24, 1987, s.555-589. Robin C.A.WHITE, Workers, Establishment and Services in the European Union, Oxford University Press, Oxford, 2004, 20 A.ASLI BİLGİN Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi SUPRANASYONAL Cilt:ŞEKLİ 9, No:2 OLARAK (Yıl: 2010), s.21-44 BİR TASARRUF L’INFLUENCE NORMATIVE DE L’UNION EUROPÉENNE PAR LE BIAIS DE LIENS CONVENTIONNELS. UNE CONTRIBUTION DE JURISTE À LA THÉORIE DES RELATIONS INTERNATIONALES Ulaş CANDAŞ∗ Özet Avrupa Birliği günümüz uluslararası sisteminin temel aktörlerinden biri olmayı başarmıştır. Devletlerin klasik uluslararası ilişkiler araçlarından yoksun bu aktör, kendi hukuk kurallarının uluslararası alanda yayılmasına yönelik, kendine özgü bir etki stratejisi izlemektedir. Bu doğrultuda araçsallaştırdığı tercihli uluslararası antlaşmaları, büyük ölçekli bir hukuk normu ihracı için önemli dayanak oluşturmaktadır. Tercihli ticaret antlaşmalarına ilişkin GATT’ın XXIV. maddesi, antlaşmaya tarafları ticari serbestleşme hedefini gerçekleştirmeye zorlayarak AB’nin bu stratejisine destek sağlamaktadır. AB’nin imzaladığı ticaret antlaşmalarının ortak noktasını oluşturan bu hedef, tarafları hukuk kurallarını uyumlulaştırmaya sevk ederek AB müktesebatının diğer devletlerin hukuk sistemlerine girmesini sağlamaktadır. Bu stratejisi nedeniyle, AB yeni ve farklı bir uluslararası aktör kimliğiyle karşımıza çıkmakta, uluslararası ilişkilere dair yeni bir okuma biçimi geliştirmeyi gerektirmektedir. Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği Dış İlişkileri, Ortaklık Antlaşması, Uluslararası İlişkiler Kuramı, Avrupa Birliği Müktesebatı, Normatif Güç Résumé L’Union Européenne figure aujourd’hui parmi les principaux acteurs internationaux. Démunie des instruments classiques des relations internationales, elle développe une stratégie particulière d’influence qui consiste en la projection de ses normes juridiques sur le plan international. Elle utilise à cette fin les accords internationaux préférentiels qui servent de support et d’instrument d’une influence ∗ Dr., Akdeniz Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü 22 ULAŞ CANDAŞ normative d’envergure. Elle prend appui dans cette stratégie des prescriptions de l’article XXIV GATT qui obligent les parties aux accords préférentiels à réaliser le libre-échange commercial. L’objectif commun de libre-échange des accords préférentiels conclus par l’UE, incite les parties à entamer un processus de rapprochement des législations qui acheminent l’acquis communautaire vers l’ordre juridique interne de ses partenaires. L’UE se présente ainsi comme un acteur international de type particulier, qui nécessite une nouvelle lecture des relations internationales. Mots Clés: Relations Extérieures de l’Union Européenne, Accord d’Association, Théorie des Relations Internationales, Acquis Communautaire, Puissance Normative Introduction La lutte pour la promotion des normes juridiques fait aujourd’hui partie de la lutte d’influence entre les principaux acteurs du système international pour la préservation et la conquête de marchés internationaux. La mondialisation économique et l’internationalisation croissante de la production mondiale y sont pour beaucoup. L’accentuation de l’interdépendance entre les économies nationales a en effet sensiblement élargi le champ d’application et la portée des règles juridiques locales. La nécessité qui en a résulté d’harmoniser les droits a orienté la lutte d’influence entre les acteurs internationaux disposant des moyens pour faire valoir leur modèle économique, juridique et social sur le plan international. La notion d’influence normative, il nous semble, apporte une réponse convaincante et intéressante sur cet aspect fondamental des relations internationales : celui des stratégies d’influence entres les grandes puissances du système international. D’aucuns ne nous reprochera l’exagération si nous incluons l’Union européenne (UE) parmi les plus important(e)s de ces acteurs/puissances. La traditionnelle division disciplinaire du travail voudrait que pour parler “puissance”, l’on se place dans le domaine des sciences politiques et plus précisément celui des relations internationales. Et la liste des travaux est longue sur ce qu’est l’UE comme puissance normative (normative power)2. Qu’est-ce que la notion de puissance normative ? Quel intérêt elle représente aux côtés des celles bien établies, telle que puissance militaire et puissance économique ? Sur ces points les travaux en question nous sont d’une grande aide et permettent de faire une lecture adaptée du système international dont les paramètres d’analyse augmentent en nombre et en complexité. 2 Pour la notion de puissance normative, voir Joseph Nye, “Soft Power”, Foreign Policy, no 80, 1990, p. 153-172. Concernant l’UE voir, François Duchêne, “Europe’s Role in World Peace”, in R. Mayne (ed.), Europe Tomorrow: Sixteen Europeans Look Ahead, Londres: Fontana, 1972, p. 32-47; M. Smith, “The European Union as an International Actor”, in J. Richardson (ed.), European Union, Power and Policy-making, New York : Routledge, 2006, p. 289-310 ; I. Manners, “Normative Power Europe : A Contradiction in Terms?”, JCMS, vol. 40, n° 2, 2002, p. 235-258; H. Sjursen, “The EU as a ‘normative’ power: how can this be?”, Journal of European Public Policy, vol. 13, n° 2, 2006, p. 235-251 ; M. Pace, “The Construction of EU Normative Power”, JCMS, vol. 45, n° 5, 2007, p. 1041-1064. L’INFLUENCE NORMATIVE DE L’UNION EUROPÉENNE PAR LE BIAIS 23 Toutefois, un flou n’est pas sans persister, car la réflexion sur l’UE en tant que puissance normative se focalise plus sur l’accompli que sur le pourquoi et comment du processus d’influence qui ferait d’elle une puissance normative. L’on a tendance à négliger l’influence juridique matérielle effective du droit communautaire sur les Etats tiers, en faveur d’analyses centrées sur l’action individuelle ou collective des Etats membres de l’UE3. Ceux-ci, sont trop vite assimilés à des acteurs dépendants qui agissent sur le plan international uniquement (ou presque) pour contribuer au processus d’influence normative de l’UE. L’impression est que, à chaque fois qu’un Etat membre adopte telle ou telle position dans les négociations diplomatiques, il le fait au nom de l’UE, en tant qu’élément intrinsèque de sa politique extérieure. Or, ceci est loin d’être évident et surtout néglige l’aspect hétéroclite de l’UE qui est tout sauf un amalgame d’Etats; et ces derniers sont loin de constituer des pionniers au service de l’organisation. Surtout, l’approche politique adoptée rend difficile la perception de l’action individuelle de l’Union, en tant qu’acteur international d’un type particulier. Aussi, il ne nous semble pas possible de constituer une grille de lecture faire une analyse satisfaisante du “phénomène communautaire” sur la scène internationale, sans accorder la priorité à ce que ce “phénomène” renferme de juridique. Ce serait au mieux “une analyse contestable qui tend à réduire par trop la part du droit dans l’expression de la puissance”4. En effet, “si le droit ne saurait […] résumer [la puissance], il la commande en la conditionnant, selon une démarche progressive de ‘juridification’”5. Ce rôle contraignant du droit sur la politique participe “d’une certaine raison d’être juridique dont les dispositions fournissent un cadre de référence pour l’action” dont les modalités sont inévitablement dictées par des dispositions juridiques incontournables6. Ainsi, la proposition selon laquelle, en tant que puissance normative, “l’UE fait […] de la géopolitique avec des normes”7 n’acquiert son véritable sens que lorsque l’on adopte une perspective autre que celle qui se contente d’observer et de constater ce qui est accompli. Il est surtout nécessaire d’apporter une réponse aux questions du “comment ?” et “par quels moyens, méthodes et instruments ?”. D’où l’intervention 3 L’on reprochera à ces analyses d’être plus centrées sur l’analyse des jeux de puissance entre divers acteurs que sur les processus juridiques formels et/ou informels de l’influence normative. La méthodologie adoptée consiste le plus souvent en l’analyse du rôle joué par l’UE seule ou en concordance avec ses Etats membres ou par le biais de ceux-ci, lors de la négociation, l’adoption et la diffusion de tel ou tel instrument international ; ou encore de son rôle dans le développement du droit dans tel ou tel domaine. La conclusion parfois trop hâtive qui découle en est que l’UE, parce qu’elle a influé sur le processus et le résultat final, est une puissance normative. 4 Catherine Schneider, “Libres propos sur la contribution du droit à la dynamique de l’Europe puissance”, in F. Hervouët et Ph. Norel (dir.), La dynamique de la démarche communautaire dans la construction européenne. vol. I, Paris : La Documentation Française, 2000, p. 22. 5 Ibid. 6 Tanguy De Wilde D’Estmaël, La dimension politique des relations économiques extérieures de la Communauté européenne: sanctions et incitants économiques comme moyen de politique étrangère, Bruxelles: Bruylant, 1998, p. 143. 7 Zaki Laïdi, La norme sans la force : l’énigme de la puissance européenne, Paris : Presses SciencesPo, 2005, p. 16. 24 ULAŞ CANDAŞ d’une analyse juridique qui cherche à déterminer le contenu, les moyens, les instruments et les méthodes de l’influence normative. Notre travail a pour principal objectif de dresser un schéma qui permet de comprendre la symbiose entre le politique et le juridique dans les relations extérieures de l’UE. A cet égard, nous considérerons l’UE comme une puissance normative sous l’angle de la diffusion des normes depuis un ordre juridique vers d’autres. L’UE est un acteur particulier qui développe une stratégie d’influence normative extérieure. Cette singulière stratégie se concrétise par la projection de l’acquis communautaire vers l’ordre juridique des Etats tiers, notion qui reste à éclaircir à travers une tentative de modélisation. Une Puissance Normative? Quelques Éléments D’analyse. Il est vrai que l’expérience communautaire, en tant que modèle d’intégration économique et juridique réussi, exerce de facto une attraction à l’échelle mondiale8. Toutefois, l’on ne peut que très partiellement expliquer cette capacité d’attraction, si l’on venait à négliger la volonté de l’UE de projeter son modèle sur le plan international. Celle-ci semble en effet mener une stratégie qui oriente son action extérieure, afin de traduire cette capacité d’attraction en une véritable influence sur les plans économique, juridique et politique. A défaut d’une politique extérieure d’envergure, l’UE concentre l’essentiel de son action extérieure dans ses relations conventionnelles. Un Acteur Particulier, Une Stratégie Particulière L’UE est une organisation internationale atypique, mais surtout elle présente des aspects qui la distinguent des autres sujets de droit international. Sa capacité à se constituer “comme Etat de droit et productrice de normes, avant même d’être une entité politique”, est à la fois la marque de sa spécificité et l’une des raisons les plus solides de son succès : elle est une “machine à produire des normes applicables sur l’ensemble de son territoire”9. En d’autres termes, l’UE est une puissance normative capable aussi bien de façonner des normes de sens commun que des objectifs communs à tous ses composants et ceux qui aspirent à faire partie de ces composants. Ceci d’autant plus qu’elle est faite de normes. Elle est à la fois la création (une organisation internationale) et l’instrument (au service des Etats membres) d’une volonté politique d’intégration entre Etats souverains, par le biais d’une mise en commun de règles juridiques. La conséquence en est que la primauté d’une approche par le droit constitue la caractéristique principale du développement de l’UE au niveau interne et externe, ce qui renforce inévitablement son rôle en tant que puissance normative10. 8 A. Vasconcelos, “L’Union européenne et la régionalisation du système international”, in Mélanges Jean-Victor Louis, Bruxelles : Ed. Université Bruxelles, 2003, p. 53. 9 L. Cohen-Tanugi, “L’influence normative internationale de l’Union européenne : une ambition entravée”, Notes de l’IFRI, n° 40, Paris, 2002, p. 11-16. 10 Marise Cremona, “The Union as a Global Actor : Roles, Models and Identity”, C.M.L.Rev., n° 41, avril 2004, p. 554. L’INFLUENCE NORMATIVE DE L’UNION EUROPÉENNE PAR LE BIAIS 25 C’est sa volonté d’affirmation internationale qui fait de l’UE un acteur particulier, tant en raison de sa puissance économique que de son ouverture vers presque tous les pays du globe. Forte d’une intégration économique et juridique réussie, elle fait de l’influence normative extérieure une de ses priorités11. Ainsi que le relève un auteur, n’étant pas en possession des moyens classiques dont disposent les Etats, “elle sait que c’est seulement par la norme et non par la force qu’elle peut se faire entendre”12 sur la scène internationale. D’ailleurs, c’est le Traité de Maastricht qui lui assignait l’objectif d’”affirmer son identité sur la scène internationale”13 au sens d’unité de ses acteurs et de spécificité de son modèle14. Si “l’action extérieure reflète son identité en tant qu’acteur et partenaire mondial”15, l’UE se doit d’œuvrer pour la promotion dans le reste du monde les principes qui ont présidé à sa création, à son développement et à son élargissement. Le Traité de Lisbonne portant modification du traité UE et du traité CE, va encore plus loin à son article 2 §5 : “[d]ans ses relations avec le reste du monde, l’Union affirme et promeut ses valeurs et ses intérêts […]”. L’UE considère donc la projection extérieure de son acquis (juridique et démocratique) comme une partie intrinsèque de sa politique extérieure. Elle dispose à cet égard d’une large gamme d’outils de relations extérieures, à savoir la politique commerciale commune, la coopération au travers d’accords bilatéraux et multilatéraux, la coopération au développement, et dans une moindre mesure, la PESC, l’aide humanitaire et l’assistance financière, ainsi que les aspects externes des politiques internes. Ces instruments, essentiellement d’ordre économique et commercial, sont signe d’une politique extérieure active qui contribue à la visibilité extérieure de l’UE. A défaut d’une politique extérieure efficace au titre de la PESC, l’action économique est restée “la dimension fondamentale, presque exclusive”16 en tant que noyau dur de sa politique étrangère17. Elle met donc à profit sa place de première puissance commerciale mondiale, dans l’objectif promouvoir une plus grande convergence de la réglementation 11 Olivier Cattaneo, “Quelles ambitions pour la politique commerciale de l’Union européenne ?”, Notes de l’IFRI, n° 39, Paris, 2002, p. 9-11 ; v., J.-Ch. Maur, “Exporting Europe’s Trade policy”, The World Economy, vol. 28, n° 11, 2005, p. 1565-1590. 12 Z. Laïdi, “Le pouvoir de la norme : Les formes inattendues de l’influence européenne”, Cahiers européens de Sciences Po, n° 5/2007, p. 5. 13 Art. 2 TUE. 14 C. Flaesch-Mougin, “L’Union européenne élargie en tant qu’acteur sur la scène internationale. Quelques réflexions institutionnelles”, in Mélanges en hommage à Jean-Victor Louis, Bruxelles : Ed. de l’Université de Bruxelles, 2003, p. 60. 15 Titre V de la partie III (article III-193, 1er alinéa) du projet de traité constitutionnel; voir Commission des Communautés européennes, La politique de développement de l’Union européenne : “Le consensus européen”, COM(2005) 311 final, du 13 juillet 2005, p. 4. 16 M. F. Durand et A. de Vasconcelos (dir.), La PESC, ouvrir l’Europe au monde, Paris : Presses de Sciences Po, 1998, p. 43. 17 F. Petiteville, “La coopération économique de l’Union européenne entre globalisation et politisation”, Revue française de science politique, vol. 51, nº 3, juin 2001, p. 431. 26 ULAŞ CANDAŞ économique et commerciale et la projection au-delà de ses frontières un environnement juridique comparable au sien18. Force est toutefois de constater que si l’action économique constitue le fondement de l’action extérieure de l’UE, cela ne signifie pas qu’elle correspondra toujours à une finalité précise. Il faut encore qu’une impulsion politique et stratégique l’oriente de façon à ce qu’elle se traduise en une capacité d’influence normative. Celle-ci est fonction de la capacité de l’UE à mobiliser les moyens qui sont à sa disposition, de façon à ce qu’ils contribuent à l’objectif d’affirmation et de promotion de son modèle d’intégration. Autrement dit, la capacité d’influence normative de l’UE repose avant tout sur l’emprise qu’elle exerce sur son action extérieure. Rien de surprenant, car elle “ne dispose pas de l’extraordinaire niveau de cohérence interné constituée par la concentration du pouvoir exécutif” au sein de l’Etat19. L’UE est une organisation internationale, c’est-à-dire une création du droit, qui jouit uniquement de compétences attribuées. L’existence d’un/de chef(s) de compétence(s) est donc impérative lorsqu’elle entreprend une action quelconque – qu’elle soit interne ou externe. Or, les compétences communautaires en matière de relations extérieures sont diverses, réparties à travers plusieurs dispositions des traités constitutifs et surtout, relèvent de méthodes différentes –à savoir supranationale et intergouvernementale. Alors que certaines des actions extérieures de l’UE relèvent des compétences exclusives, d’autres relèvent des compétences partagées avec les Etats membres. Mais surtout, il arrive que des décisions relevant de méthodes supranationales et intergouvernementales chevauchent. Tel est le cas, par exemple, des sanctions économiques à l’égard d’Etats tiers, décidées au titre d’une position commune dans le cadre du pilier PESC, mais dont la mise en œuvre appartient aux compétences communautaires au titre de l’article 215 TFUE20. L’enjeu devient, dès lors, d’assurer une cohérence dans la conduite de deux politiques qui émanent de deux constructions distinctes, même si des passerelles sont prévus par les traités. Il en va, d’une part, de la crédibilité de l’action extérieure de l’Union comprise au sens large, car un manque de cohérence entre les actions menées dans le cadre des différentes politiques risquerait de nuire à l’image de l’UE et, partant, à l’efficacité de son action extérieure dans son ensemble. D’autre part, la cohérence 18 R. Petrov, “Exporting the Acquis Communautaire into the Legal Systems of Third Countries”, E.F.A.R., vol. 13, n° 1, 2008, p. 52. 19 M. Telo, “Le modèle européen d’acteur international : aspects institutionnels”, in M. Dony et L. S. Rossi (ed.), Démocratie, cohérence et transparence. Vers une constitutionnalisation de l’Union européenne ?, Bruxelles : Editions de l’Université Libre de Bruxelles, 2008, p. 224. 20 Ex-art. 301 CE. P. Gauttier, “Horizontal Coherence and the External Competences of the European Union”, European Law Journal, vol. 10, n° 1, janvier 2004, p. 23-41; L. Weitzel, “Commentaire de l’article 301”, in Ph. Léger (dir.), Commentaire article par article des traités UE et CE, Paris: Dalloz, 2000, p. 1915 ; R. Baratta, “Overlaps Between European Community Competence and European Union Foreign Policy Activity”, in E. Cannizzaro (ed.), The European Union as an Actor in International Relations, The Hague : Kluwer Law International, 2002, p. 51-75. L’INFLUENCE NORMATIVE DE L’UNION EUROPÉENNE PAR LE BIAIS 27 permettra de préserver la méthode supranationale (compétences communautaires) d’une contamination par ce qu’on peut appeler “l’intergouvernementalisation” des décisions de politique extérieure au motif d’une politisation accrue des relations extérieures. Il s’agit d’assurer l’équilibre entre la souveraineté nationale au titre de la politique extérieure et l’action communautaire dans le cadre des politiques externes supranationales. Les difficultés découlant de la nature juridique de l’UE se manifestent également sur le plan externe. Ainsi, cette nature l’empêchera parfois d’adhérer aux diverses institutions internationales dont l’importance est en croissance constante. C’est d’ailleurs après un processus laborieux qu’elle a pu s’immiscer une place dans les organisations internationales21. La place importante qu’occupent les accords mixtes est un autre résultat de la nature attribuée des compétences communautaires22. L’objectif Visé: La Projection De L’acquis Communautaire Sur Le Plan İnternational Qui dit influence normative extérieure de l’UE, dit forcément acquis communautaire. Ce dernier occupe une place centrale et déterminante dans son action extérieure ; c’est à travers cette notion que se révèle sa particularité en tant qu’acteur international. L’acquis, selon son acception dans la réflexion ci-menée, consiste en un ensemble de procédés juridiques opérant dans le cadre d’un système institutionnel et de mécanismes décisionnels qui forment un ensemble cohérent et dont le fonctionnement a pour résultat la création d’un corps de normes juridiques qui correspondent, en principe, à une seule et même logique ayant pour finalité l’intégration et toujours plus d’intégration. Considéré dans cette perspective, l’acquis communautaire est, à notre sens, avant tout une méthode et accessoirement un contenu. Pour cette raison, lorsqu’il est fait mention de la projection de l’acquis communautaire, l’objet visé par cette mention n’est pas forcément le contenu d’un composant de l’acquis –en d’autres termes une règle matérielle de droit communautaire– mais la méthode correspondant à la logique fondamentale de la construction communautaire. Et par méthode, il faut 21 Voy. D. Dormoy (dir.), L’Union européenne et les organisations internationales, Bruxelles : Bruylant, 1997, 460 p. ; R. FRID, The Relations between the European Community and International Organisations – Legal Theory and Practice, The Hague : Kluwer Law International, 1995, 426 p.; C. Flaesch-Mougin, “Les relations avec les organisations internationales et la participation à celles-ci”, in M. Dony et J.-V. Louis (dir.), Le droit de la CE et de l’Union européenne, Relations extérieures, 2e édition, Bruxelles : Editions de l’Université de Bruxelles, 2005, p. 337-437. 22 Conclus conjointement par la CE et les Etats membres. E. Neframi, Les accords mixtes de la Communauté européenne: aspects communautaires et internationaux, Bruxelles: Bruylant, 2007, 673 p. ; J. Heliskoski, Mixed Agreement as a Technique for Organizing the International Relations of the European Community and its Member States, The Hague: Kluwer Law International, 2001, 321 p. ; A. Rosas, “The European Union and Mixed Agreements”, in A. Dashwood et Ch. Hillion (éd.), The General Law of E.C. External Relations, London : Sweet&Maxwell, 2000, p. 200-220. 28 ULAŞ CANDAŞ comprendre la méthode communautaire qui est, selon les termes d’un auteur, “simplement synonyme de méthode d’intégration” et qui “constitue l’acquis communautaire au sens qualitatif et fondamental de l’expression”23. C’est par conséquent à travers autant la préservation que la projection de son acquis que l’UE tente de protéger et de promouvoir l’ensemble du système qui la compose et qui produit ces normes. L’acquis, en ce sens, est également un ensemble de valeurs. L’UE, en tant que communauté de droit, œuvre également pour l’expansion internationale des principes fondamentaux de la démocratie, du respect des droits de l’homme et de l’Etat de droit sur lesquels elle est fondée24. “L’Union Européenne”, nous dit la Commission Européenne, “se définit avant tout par ses valeurs”25. C’est d’ailleurs pour cette raison que ces principes constituent la seule catégorie de l’acquis dont la promotion et le développement sont expressément mentionnés dans les traités26. A cet égard, la politique des droits de l’homme appuyée par la conditionnalité politique, constitue la “manifestation de la projection des droits de l’homme dans les relations extérieures de l’Union”27. Il convient cependant de souligner que l’UE est bien plus qu’un ensemble de règles et procédés juridiques. A l’image de l’Etat dans son acception classique, qui finit par donner naissance aux conditions propres de son existence, l’UE devient également productrice de ses propres conditions d’existence : à la raison d’Etat se substitue la raison d’intégration. Et c’est là que la préservation et la promotion de l’acquis interviennent dans l’action extérieure de l’UE : l’acquis communautaire constitue à la fois la raison d’être et l’instrument ou l’objet de cette action, selon que l’on se situe au niveau de l’UE ou du côté de ses Etats membres. Pour ce qui concerne l’UE, l’acquis constitue la raison d’être même de son action extérieure et cela à un double degré. D’une part l’acquis est l’élément principal qui conditionne la capacité d’action de cette créature juridique qui ne dispose d’autres moyens d’action que ceux que cet acquis lui attribue. De l’autre, en tant que création juridique, l’UE ne peut, par définition, avoir d’autres motifs d’action que, sinon la promotion, du moins l’affirmation et la préservation de l’acquis qui constitue sa substance même. Par conséquent, le fait pour l’UE de faire valoir sur le plan 23 Ch. Delcourt, “Traité de Lisbonne et acquis communautaire”, RMCUE, n° 518, 05/2008, p. 296-297. 24 Ex-art. 6 TUE, devenu art. 2 TUE. 25 Commission des Communautés européennes, Stratégie d’élargissement et principaux défis 2006 – 2007, COM(2006) 649, 8.11.2006, p. 19. 26 Art. 3 par. 5 TUE (ex-art. 11 TUE) et art. 21 TUE (ex-art. 177 §2 TCE). 27 L. Balmond, “Les instruments juridiques des relations extérieures”, in J. Rideau (dir.), De la Communauté de droit à l’Union de droit, Paris : L.G.D.J., 2000, p. 99-119 ; O. Jacquemin, “La conditionnalité démocratique de l’Union européenne. Une voie pour l’universalisation des droits de l’Homme ? Mise en œuvre, critiques et bilan”, CRIDHO Working Paper, 2006/3, Université de Louvain, 27 p. L’INFLUENCE NORMATIVE DE L’UNION EUROPÉENNE PAR LE BIAIS 29 international l’acquis communautaire revient à faire valoir son identité, sa propre existence. Le tableau prend un aspect différent sous l’angle des Etats membres. Il importe, pour mieux comprendre ce changement de perspective, de souligner un aspect de l’UE que l’on a souvent tendance à négliger. Bien qu’elle fasse montre d’une indépendance en tant qu’acteur des relations internationales, l’UE est avant un puissant instrument au service de ses Etats membres, dans leurs efforts de préservation et de promotion des intérêts nationaux. Ces derniers sont en effet conscients que “[l]’Union Européenne […] est l’échelon qui peut [leur] permettre […], individuellement et collectivement, de promouvoir au mieux les valeurs et les intérêts qu’ils partagent à l’échelle internationale”28. L’on n’oubliera pas non plus de souligner que le droit communautaire, malgré la relative indépendance qu’il semble avoir acquise grâce à sa capacité d’autodéveloppement, ce sont les Etats membres qui l’ont créé et qui continuent à le faire. Il est par conséquent important de garder à l’esprit que le cadre de l’action extérieure que les Etats membres mènent sous le toit de l’UE est déterminé par les mêmes considérations qui ont motivé ces Etats à s’engager dans l’intégration communautaire. La volonté d’influence normative extérieure de l’UE correspond, par conséquent, à la volonté des Etats membres de promouvoir, sur le plan international, leurs intérêts économico-politiques. C’est, en ce qu’il correspond à la conception économique, politique et sociale de l’ensemble des Etats membres, que l’acquis devient l’objet et l’instrument de l’action extérieure de l’UE. La conjonction de ces deux ensembles de considérations distincts, mais convergents fait de l’acquis communautaire le moteur d’une politique extérieure plus affirmée. La “Conventionnalisation” De L’action Extérieure En l’absence des instruments classiques de relations internationales dont disposent les Etats, l’UE concentre ses efforts sur ses relations commerciales et particulièrement les accords préférentiels qu’elle instrumentalise à des fins politiques. Les accords commerciaux préférentiels permettent à l’UE d’assurer à ses relations avec les Etats tiers continuité et stabilité. Ils servent d’une part, à asseoir la reconnaissance et la présence internationales et de l’autre, donnent à l’UE les moyens d’exercer une influence normative au niveau bilatéral. Les relations économiques extérieures servent en effet de vecteurs pour émettre des signaux politiques qu’elles sont susceptibles de traduire en acte au titre de moyen de pression des positions de politique étrangère29. A cet égard, la politique commerciale de l’UE s’intègre à sa politique étrangère au sens large et participe de sa stratégie d’influence extérieure. 28 P. Lamy, “L’administration extérieure de la Commission européenne et les défis de la mondialisation”, Revue française d’administration publique, n° 95, juillet-septembre 2000, p. 339. 29 C. Franck, “Avant-propos”, in T. De Wilde D’Estmaël, La dimension politique des relations économiques extérieures de la Communauté européenne, Bruxelles : Bruylant, 1998, p. XVI 30 ULAŞ CANDAŞ L’UE “noue des relations multiples avec des Etats de toute nature, avec des groupements d’Etats […] ou des organisations régionales aussi disparates que l’Espace Economique Européen et le Mercosur […]”. Sa coopération avec les Etats tiers est à géométrie très variable. Les relations dans ce cadre sont échelonnées de l’aide ponctuelle d’urgence à une assimilation des relations extérieures à un marché intérieur30. Ces relations s’entrecroisent et se superposent souvent les unes sur les autres, resserrant non seulement les liens étatiques avec la Communauté mais les rapprochements interrégionaux que suscite la mondialisation”31. Ainsi, sur environ 200 accords notifiés à l’OMC au titre des articles XXIV GATT, V GATS et de la Clause d'habilitation, l’UE est aujourd’hui signataire de près d’une quarantaine d’accords32. C’est d’abord un souci d’effectivité qui motive cette préférence pour le bilatéralisme. L’actualité internationale le prouve, “la méthode du multilatéralisme présente un inconvénient : c’est un procédé rigide et difficile à mettre en œuvre, ce qui donne un caractère aléatoire même au succès des négociations multilatérales”33, pour autant que celles-ci aboutissent. Alors que de leur côté, “les conventions bilatérales présentent”, elles, “le grand avantage de la souplesse du point de vue de l’élaboration, de l’entrée en vigueur et de l’application”34. En outre, l’UE jouit dans les relations bilatérales, d’une position de force qui lui permet d’exercer un certain contrôle aussi bien sur les objectifs des accords négociés que sur leur contenu. Certes, l’acte international, fondé sur le principe du respect de la souveraineté des parties contractantes, met en place un cadre juridique dans lequel celles-ci affirment leur volonté souveraine de participer à la conduite d’une relation contractuelle entre partenaires égaux. Toutefois, s’agissant des relations bilatérales de l’Union, l’équilibre des poids est loin de constituer une évidence. Preuve est que la pratique de coopération extérieure contractuelle de l’UE est fortement marquée par sa propre expérience tant dans ses aspects économiques que sur le plan des valeurs politiques fondamentales35. Ce déséquilibre est renforcé par le fait que la grande majorité des partenaires contractuels de l’UE sont des pays en voie de développement 30 M. Fallon, Droit matériel général de l’Union européenne, Louvain-la-Neuve : AcademiaBruylant, 2003, p. 839. 31 M.-F. Christophe Tchakaloff, “Introduction”, in M.-F. Christophe Tchakaloff (dir.), Le concept d’association dans les accords passés par la Communauté : essai de clarification, Bruxelles : Bruylant, 1999, p. VII. 32 Il faut ajouter à ce chiffre les accords qui ne sont pas encore notifiés (Corée du Sud, Inde) et ceux qui sont en cours de négociation (pays ACP). Commission des Communautés européennes, “EC Regional Trade Agreements–14/10/2009”, http://trade.ec.europa.eu/doclib/cfm/doclib_results.cfm?langId=fr&key=&opt=1&dis=20&lan=all &ty=Statistics, erişim: 13/12/2009. 33 G. Nougaret, “Les conventions internationales”, in P. Daillier, G. de La Pradelle, H. Ghérari (dir.), Droit de l’économie internationale, CEDIN Paris X, Paris : Pedone, 2004, p. 102. 34 Ibid, p. 103. H. Ghérari, op.cit, p. 262: relevant que 80% des accords notifiés à l’OMC, 94% de ceux signés et en cours de négociation et 100% de ceux proposés sont bilatéraux, l’auteur fait état du “triomphe du bilatéralisme mis au service du libre-échange”. 35 S. Cortembert, “La politique de coopération au développement”, in J. Auvret-Finck (dir.), L’Union européenne carrefour de coopération, Paris : L.G.D.J., 2002, p. 378. L’INFLUENCE NORMATIVE DE L’UNION EUROPÉENNE PAR LE BIAIS 31 qui ont tout intérêt à se plier devant certaines de ses exigences afin d’obtenir un accès préférentiel au plus grand marché du globe. On peut donc avancer que la capacité d’influence normative de l’UE est tributaire de la nature principalement conventionnelle de son action extérieure. Cette nature traduit à son tour la capacité d’influence de l’organisation. Ainsi, alors que d’un côté le déploiement conventionnel témoigne de son rayonnement international, de l’autre, c’est ce même déploiement qui lui octroie les moyens de son influence extérieure. C’est au regard de cette particularité des accords externes de l’UE que nous allons tenter de dresser un modèle d’influence normative. Modélisation De L’influence Normative: D’entraînement Des Objectifs Conventionnels Une Méthode Par Effet La relation contractuelle constitue donc le principal instrument juridique de l’influence normative de l’UE. Les rapports juridiques particuliers établis par les accords commerciaux préférentiels conduisent à acheminer l’acquis communautaire en tant que modèle juridique et économique vers l’ordre juridique interne des partenaires qui sont, sur les plans aussi bien économique et politique que juridique, en position de faiblesse et par conséquent, enclins à céder devant le poids et la puissance considérable de la machine communautaire36. Malgré le nombre et la diversité des accords externes de l’UE, les techniques utilisées à ces fins ne diffèrent pas pour autant. Elles relèvent soit du contenu des accords, soit des mécanismes juridiques prévus ou bien des instruments techniques et financiers qui les complètent. On en vient à les qualifier de rapprochement ou d’harmonisation. L’instrument Conventionnel, Catalyseur De L’influence Normative La relation conventionnelle qui procède généralement d’une initiative européenne, n’est pas toujours consentie et traduit un rapport juridique inégalitaire entre l’UE et le partenaire tiers37. L’accord dont la typologie est déterminé plus par le ‘politique’ que par le ‘droit’38 acquiert une véritable fonction politique. Les considérations internes combinées à des exigences externes à l’UE constituent les facteurs déterminants du choix du type de la relation contractuelle. La prise en compte de l’importance économique, politique et stratégique du partenaire ainsi que la volonté affichée par celui-ci concernant la relation à mettre en place influent sur ce choix. L’analyse des relations contractuelles extérieures de l’UE confirme que les objectifs des accords constituent incontestablement le paramètre principal pour comprendre les mécanismes de l’influence normative qui se concrétise par la projection 36 M. Cremona, “Flexible Models : External Policy and the European Economic Constitution”, in G. de Búrca et J. Scott (eds.), Constitutional change in the EU : from uniformity to flexibility ?, Oxford : Hart Publishing, 2000, p. 59-94. 37 L. Balmond, op.cit., p. 102. 38 S. Peers, “EC Frameworks of International Relations : Co-operation, Partnership and Association”, in A. Dashwood et Ch. Hillion (éd.), The General Law of E.C. External Relations, London : Sweet&Maxwell, 2000, p. 175. 32 ULAŞ CANDAŞ plus ou moins complète de l’acquis communautaire dans l’ordre juridique des partenaires. Ainsi, c’est de l’objectif recherché que dépend le contenu de la relation conventionnelle ; parallèlement c’est du contenu de l’instrument conventionnel que dépend l’étendue de l’influence normative. Il s’agit donc d’un dédoublement fonctionnel pour l’instrument conventionnel: non seulement il constitue le cadre de la relation établie, donc pose les limites de l’influence normative, mais également il participe à sa réalisation, en tant qu’instrument même de cette influence. L’objectif De L’instrument, Facteur Conditionnant L’influence Normative L’objectif de libre-échange constitue le point commun à tous les accords conclus par l’UE. Cet objectif peut aller du simple libre-échange commercial à la constitution soit d’une zone de libre-échange économique, soit d’une union douanière, ou d’un objectif d’intégration avancée au marché communautaire39. L’étendue de l’influence normative varie selon le degré d’ambition de l’objectif visé. On peut dire, en règle générale, que plus le contenu de l’accord est étendu, plus la coopération donne lieu à une intégration approfondie, couvrant de plus en plus de domaines. De la même manière, plus la relation est institutionnalisée, plus la coopération est stricte pour ce qui est de la reproduction du schéma institutionnel communautaire. L’influence normative est donc variable, mais surtout elle est sélective et se limite au champ matériel de l’accord. Elle est sélective en ce que certaines parties de l’acquis auront la priorité sur d’autres pour des considérations d’ordres divers. On peut parler, en ce sens, d’une projection modulable de l’acquis communautaire, dans la mesure où c’est de l’équilibre entre, d’un côté, les contraintes juridiques, politiques et économiques de la relation établie et, de l’autre, les opportunités offertes par un engagement réel des parties que dépendra le contenu, la vitesse ainsi que le succès de la projection. L’influence normative est un processus unilatéral, non réciproque, nécessitant de la part des pays partenaires qu’ils mobilisent des efforts importants pour atteindre la capacité législative de leur partenaire européen. Cependant, si le flux des normes va de l’ordre juridique communautaire vers l’ordre juridique des partenaires, le processus n’est pas pour autant automatique, loin de là. L’acquiescement, condition de la pénétration par la norme d’origine communautaire de l’ordre juridique tiers, reste à obtenir. Or, du point de vue du partenaire, le coût d’une conformité avec les standards européens ne peut être compensé que par des objectifs convaincants. Il faut que l’UE soit en mesure de proposer “une carotte” qui justifie l’acceptation par un Etat tiers, de normes juridiques en provenance de l’ordre juridique communautaire. Un accès préférentiel au grand marché européen ou alors une intégration économique sont susceptibles de répondre à cette nécessité. En ce sens, le degré de rapprochement effectivement réalisé dépend de la capacité et surtout de la volonté du partenaire d’opter pour un alignement unilatéral au droit communautaire dans l’objectif d’une meilleure intégration au marché intérieur de l’UE. 39 Par exemple, l’accord conclu avec Israël, ceux conclus avec certains pays méditerranéens comme la Tunisie ou le Maroc, l’accord d’association conclu avec la Turquie et enfin l’accord de Porto sur l’Espace Economique Européen. L’INFLUENCE NORMATIVE DE L’UNION EUROPÉENNE PAR LE BIAIS 33 Ainsi, des objectifs ambitieux, telles que l’adhésion ou la création d’une union douanière (UD), permettent d’instaurer une coopération économique et politique approfondie qui implique, pour les Etats partenaires, l’acceptation de dispositions contraignantes en matière de reprise de l’acquis communautaire pertinent. En présence d’objectifs moins ambitieux de partenariat, de coopération ou de développement, les parties contractantes se contentent de clauses de rapprochement ou d’harmonisation des législations qui ne possèdent pas de force juridique véritable. Les objectifs des accords influent également sur la nature du processus de convergence des ordres juridiques : alors que l’objectif de l’adhésion implique une reprise obligatoire de l’acquis communautaire, l’absence de l’objectif de l’adhésion ne permet pas d’aller au-delà d’une harmonisation volontaire des législations. L’effet De Levier Des Prescriptions Du Cadre OMC L’on sait que les prescriptions du GATT/OMC induisent les parties à un accord commercial préférentiel à envisager, tôt ou tard, la libéralisation de leur commerce. C’est en tout cas ce qui ressort de l’interprétation de l’article XXIV GATT. La raison même d’être de cette disposition tient à la conviction que les regroupements régionaux contribuent à l’augmentation du flux commercial et bénéficient au commerce international par leurs “trade creating effects”40. Pour bénéficier du régime dérogatoire au principe de la nation la plus favorisée, les parties à un accord commercial préférentiel doivent éliminer les droits de douane et les autres réglementations commerciales restrictives pour l’essentiel de leurs échanges commerciaux. Pour cette raison, la libération graduelle du commerce à travers la mise en place d’une zone de libre-échange (ZLE) est l’objectif contraint des accords préférentiels conclus par l’UE. Or, la finalité de libre-échange implique une harmonisation du droit de manière à permettre la constitution d’une ZLE. Rien de surprenant car, les principes fondamentaux du commerce international voudraient que la proximité entre les dispositions réglementaires de deux zones de régimes juridiques facilite les échanges commerciaux. A l’inverse, des divergences significatives sont susceptibles de constituer un obstacle important au commerce. En ce sens, le rapprochement des législations nationales est un instrument crucial, d’un côté pour la convergence entre les partenaires commerciaux, en vue d’une libéralisation effective des échanges et de l’autre, pour assurer à ces échanges des bases juridiques plus prévisibles et plus stables. Il est également le complément indispensable des moyens qui permettent de créer entre les différents acteurs les conditions concurrentielles qui assurent le bon fonctionnement 40 Facilitation des échanges. Art. XXIV, par. 4 GATT. Voir également, Préambule du Mémorandum d’accord sur l’interprétation de l’article XXIV de l’Accord général sur les tarifs douaniers et le commerce de 1994 : “[…] de tels accords devraient avoir pour objet de faciliter le commerce entre les territoires constitutifs et non d’opposer des obstacles au commerce d’autres Membres avec ces territoires, et que les parties qui concluent de tels accords ou en élargissent la portée doivent dans toute la mesure du possible éviter que des effets défavorables n’en résultent pour le commerce d’autres Membres”. 34 ULAŞ CANDAŞ d’un marché41. L’harmonisation réduit les coûts de transaction, facilite les flux commerciaux avec les partenaires, renforce la lisibilité et la sécurité juridiques ; elle octroie un avantage concurrentiel aux entreprises ressortissantes des Etats de la zone, sur leurs concurrents extérieurs. C’est un enchaînement quasi mécanique qui est déclenché, dès lors que l’objectif défini et le processus lancé. Concrètement, l’objectif de la création d’une ZLE impliquera dans une première étape l’harmonisation des législations en matière de règles d’origine, de normalisation et d’évaluation de la conformité qui ont un rapport direct avec l’accès aux marchés respectifs des parties contractantes. Ou bien, la création d’une union douanière nécessitera prioritairement l’adoption d’un tarif douanier commun. La réalisation de cette première étape d’harmonisation incitera les parties à envisager, dans une deuxième étape, l’harmonisation des règles de concurrence pour endiguer les pratiques anticoncurrentielles susceptibles de saper le fonctionnement des marchés. Toutefois, les conditions d’un marché concurrentiel ne pourront pas être totalement réunies sans que les règles régissant le domaine de la protection de propriété intellectuelle ne convergent ou que des divergences subsistent en matière de normes environnementales, sanitaires et phytosanitaires, et ainsi de suite. L’articulation de l’objectif de libre-échange avec les prescriptions de l’article XXIV du GATT, permet donc à la fois de justifier l’objectif proposé, mais également de “mécaniser” l’effet d’entraînement exercé par celui-ci. Par conséquent, les contraintes apportées par l’OMC tant à la forme qu’au fond des accords préférentiels procurent un atout important à l’UE dans sa stratégie d’influence normative à l’égard de ses partenaires. Elles lui permettent de prendre appui des règles de l’OMC pour justifier le contenu des accords passés avec les partenaires privilégiés. L’influence normative au niveau bilatéral se trouve ainsi en partie légitimée par une référence à des contraintes sur le plan multilatéral. L’UE peut ainsi éviter de recourir à la pression politique et économique, qu’elle remplace par l’argument d’une contrainte juridique externe, à savoir les prescriptions de l’article XXIV. Un point reste toutefois à éclaircir: qu’est-ce qui fait que les efforts de rapprochement des législations entre l’UE et ses partenaires commerciaux préférentiels se traduisent par une projection de l’acquis communautaire dans le droit interne de ces derniers ? Comment Qualifier L’influence Normative ? Un Essai De Modélisation. L’effet d’entraînement de l’objectif de libre-échange n’a pas pour résultat de créer un rapprochement égalitaire des normes. La Communauté bénéficie d’un rapport de forces avantageux qui lui permet d’injecter des éléments de son ordre juridique dans celui du pays partenaire. Cependant, cette injection ne se fait pas automatiquement, 41 A. Bencheneb, “L’harmonisation du droit et le partenariat euro-méditerranéen”, in F. Osman et Ch. Philip (éds.), Le partenariat euro-méditerranéen, le processus de Barcelone : Nouvelles perspectives, Actes du colloque de Lyon du 14.12.2001, Bruxelles : Bruylant, 2003, p. 212-213. L’INFLUENCE NORMATIVE DE L’UNION EUROPÉENNE PAR LE BIAIS 35 mais répond d’une technique de transfert progressif de normes, que l’on qualifiera de projection de l’acquis communautaire. Le Fonctionnement Du Modèle: La Projection Progressive De L’acquis Communautaire La projection de l’acquis est un processus progressif. Elle relève de la concrétisation de l’objectif ultime de l’accord international dont la réalisation est conditionnée par le fragile équilibre qui reste à instaurer entre deux ordres juridiques distincts. En d’autres termes, la convergence des législations entre l’UE et ses partenaires contractuels correspond à une finalité précise, laquelle, loin d’être aussi ambitieuse que le projet communautaire, n’est pas sans emprunter à ses méthodes d’intégration, à ses règles et principes fondamentaux. La projection est progressive aussi en raison la méthode des “petits pas” que les parties adoptent. La convergence se fait par étapes et lorsque les conditions exogènes et endogènes la rendent possible. Ainsi fait-on face à une stratégie particulièrement pragmatique, ayant comme point de mire le principe de progressivité et comme support la force d’attraction des principes économiques des accords qui permet de pénétrer, par effet d’entraînement, les domaines législatifs successivement visés. En ce sens, la projection présente également un caractère temporel. La réception par les Etats tiers des règles juridiques communautaires n’est que rarement immédiate, mais est précédée d’une étape préliminaire consistant en la mise en place de mécanismes institutionnels paritaires42, d’instruments techniques et financiers d’assistance qui constituent autant de techniques juridiques rendant possible cette réception. Et puis, la projection est temporelle en ce qu’elle est une projection vers le futur. A défaut, souvent, d’une réception immédiate en raison soit de l’indisponibilité soit du manque de volonté, voire de moyens matériels du partenaire, le transfert de l’acquis est projeté à un moment dans le futur qui correspond à la réalisation des objectifs de l’accord. Il en est par exemple ainsi des accords prévoyant la constitution d’une ZLE à la fin d’une période transitoire définie : c’est parce que la réalisation d’une ZLE dépend de l’harmonisation de certains domaines législatifs que la transposition par le partenaire des règles communautaires pertinentes est projetée à un moment qui se situe quelque part entre la date d’entrée en vigueur de l’accord et la fin de cette période transitoire. Ce procédé par périodes transitoires est commun non seulement à tous les accords extérieurs de l’UE, mais également à la construction par étapes du marché commun 42 Les institutions paritaires jouent un rôle crucial pour les efforts de rapprochement des législations. Elles rendent possible la mise en œuvre des dispositions des accords et leur octroient une applicabilité directe ouvrant ainsi la voie à leur invocabilité par les particuliers. Le cas de l’association CE-Turquie est très illustratif du rôle crucial que peuvent jouer les institutions paritaires pour aller de l’avant dans le cadre des relations contractuelles. Voir, décisions n° 1/80 à 3/80 du 19 septembre 1980 (non publiées dans le J.O.C.E.) concernant la libre circulation des travailleurs) ; décision n° 1/95, du 22 décembre 1995 (J.O.C.E., n° L 35, du 13.2.1996) concernant la phase définitive de l’union douanière. 36 ULAŞ CANDAŞ européen. Les résultats obtenus sont, certes, loin d’être comparables, mais là n’est pas la question. C’est le système d’engrenage auquel correspond l’effet d’entraînement des principes économiques libre-échangistes des accords qui est intéressant. Par un jeu de nécessités justifiées dans le cadre de et par référence à une finalité précise, les parties contractantes se trouvent, après chaque étape, amenées à envisager l’harmonisation dans un ou plusieurs des domaines connexes. Cette automaticité théorique est, cependant, moins évidente dans la pratique, car il ne fait pas de doute que le fonctionnement d’un tel mécanisme nécessite la réunion de conditions appropriées, qui sont d’ordre social, économique et surtout politique. Il suppose également que les parties contractantes fassent preuve d’une réelle volonté pour la réalisation des objectifs définis et surtout qu’elles disposent des moyens nécessaires à cet effet. Quelles sont donc les méthodes de l’influence normative dans le cadre contractuel ? L’on recensera deux catégories principales. La première est la reproduction dans les accords, de manière plus ou moins fidèle, des dispositions des traités communautaires43. Le nombre et la fidélité de ces références aux dispositions des traités diffèrent selon l’objectif d’intégration recherché par les parties44. Cette méthode de renvoi direct au droit communautaire présente le désavantage d’une rigidité qui prive la relation contractuelle du dynamisme qui est l’une des caractéristiques principales du droit communautaire. En effet, même si le contenu de l’accord contracté se rapproche au maximum du droit communautaire pertinent, il est vite dépassé par l’évolution rapide de la législation communautaire. Or, en raison des difficultés techniques et de la lenteur des procédures de révision, la mise à jour des accords dépend nécessairement du bon vouloir du partenaire, pour autant que celui-ci fasse preuve d’une réelle volonté pour actualiser sa législation nationale chaque fois que l’UE modifie sa législation pertinente. La deuxième technique est plus fréquente : les dispositions en matière de rapprochement des législations qui incorporent, par des formulations plus ou moins contraignantes, l’idée d’un rapprochement des législations entre les parties45. Le rapprochement se fera soit par une transposition pure et simple du droit dérivé communautaire dans le domaine concerné, soit par l’adoption d’une législation conforme ou équivalente à la législation communautaire46. 43 Accord de Porto sur l’Espace Economique Européen, J.O.C.E., du 03.01.1994, n° L 1, articles 8 à 52 sur les quatre libertés; articles 53 à 64 (règles de concurrence), art. 65, par. 1 et Annexe XVI (marchés publics, propriété intellectuelle, industrielle et commerciale). Décision n° 1/95 du Conseil d’association CE-Turquie, art. 32, 33, 34. 44 Articles 36, 37, 38 et 39 des accords conclus avec la Tunisie et le Maroc. 45 A. Herdina, “Approximations of Law in the Context of the European Neighborhood Policy – A View from Brussels”, European Journal of Law Reform, vol. IX, n° 3, 2007, p. 504. Art. 52 des accords euro-méditerranéens avec la Tunisie et le Maroc ; art. 41, accord avec l’autorité palestinienne. Art. 49 de l’accord euro-méditerranéen UE-Liban, d’autre part, J.O.U.E., n° L 143 du 30.5.2006. Accord euro-méditerranéen CE-Israël, J.O.C.E., n° L 147, 21.6.2000, art. 55. 46 Bkz. in European Journal of Law Reform, 2007, vol. 9, n° 3, Special Issue Approximation to EU Law: Guy Harpaz and Lior Herman, “Approximation of Laws by Non-EU Countries to the EU Acquis: Setting the Scene”, p. 357; Amichai Magen, “Transformative Engagement Through Law: The Acquis Communautaire as an Instrument of EU External Influence”, p. 361; Guy L’INFLUENCE NORMATIVE DE L’UNION EUROPÉENNE PAR LE BIAIS 37 La Qualification De L’influence Normative : Réception, Rapprochement Ou Harmonisation Des Droits? Les éléments avancés précédemment impliquent d’expliquer ce qu’il faut entendre par rapprochement ou harmonisation des législations. Nous soulignerons tout d’abord la différence entre les notions de rapprochement et d’harmonisation, d’une et la notion de réception, de l’autre. Cette dernière désigne une situation dans laquelle un Etat A accueille ou reçoit le droit d’un Etat B, sans qu’il y ait un accord entre eux ou alors, même s’il y a un accord, indépendamment de celui-ci. C’est un phénomène que l’on rencontre assez souvent de nos jours, car avec le développement des relations et des échanges entre les Etats, les modèles juridiques étrangers revêtent une importance de plus en plus grande et peuvent, en ce sens, servir de source d’inspiration pour introduire des changements dans un ordre juridique interne donné. Il en va différemment du rapprochement, bien que la raison sous-jacente puisse très souvent être la même. Le critère principal qui permet de distinguer ces deux notions réside dans la nature consensuelle et réciproque de la notion de rapprochement. Le rapprochement des législations repose, en effet, sur un accord passé entre les Etats concernés ; il est marqué par l’idée de réciprocité, d’échange d’influences entre les systèmes. Il est, en ce sens, “moins diffus et plus organisé”. Et puis, alors que la réception est purement volontaire et unilatérale, il en va autrement pour le rapprochement, car étant donné l’existence d’un accord entre entités souveraines, il va de soi que les clauses qui stipulent le rapprochement des législations entre parties contractantes emportent une certaine contrainte juridique47. La force juridique de cette contrainte est modulée bien entendu par la formulation choisie, qui dépend à son tour du degré d’engagement dont font preuve les parties contractantes lors des négociations de l’accord. En tant que technique de coordination, le rapprochement se contente de réduire la disparité par le biais de prescriptions minimales, tandis que l’harmonisation cherche des solutions communes, une harmonie plus substantielle, une plus grande compatibilité ou cohérence. L’harmonisation implique des adaptations des droits nationaux en fonction d’objectifs et de résultats définis et imposés48. Elle représente, en ce sens, un système dans lequel on cherche à effacer tout ce qui s’oppose à ce que deux normes, originaires d’ordres juridiques différents, produisent des effets similaires dans leur application. Ainsi, harmoniser des systèmes normatifs différents consiste à établir entre eux des analogies ou des similitudes en fonction d’un objectif concerté en éliminant celles de Harpaz, “Approximation of Laws in the EU-Med Context: A Realist Perspective”, p. 393; René Schwok, “Switzerland’s Approximation of its Legislation to the EU Acquis: Specificities, Lessons and Paradoxes”, p. 449 47 A. Weyembergh, L’harmonisation des législations : condition de l’espace pénal européen et révélateur de ses tensions, Bruxelles : Editions de l’Université de Bruxelles, 2004, p. 31. 48 M. Boodman, “The Myth of Harmonization of Laws”, The American Journal of Comparative Law, vol. 39, n° 4, automne, 1991, p. 699-724, spéc. p. 701-708; L. Mistelis, “Is Harmonisation a Necessary Evil? The Future of Harmonisation and New Sources of International Trade Law”, in I. Fletcher, L. Mistelis, M. Cremona (eds.), Foundations and Perspectives of International Trade Law, London: Sweet & Maxwell, 2001, p. 3-27. 38 ULAŞ CANDAŞ leurs divergences qui sont incompatibles49. Ceci revient à dire que tout en visant à transformer la substance du droit interne des parties contractantes, l’harmonisation n’est pas sans maintenir une souplesse et s’adapter aux spécificités locales, laissant le droit national exister. L’harmonisation implique donc soit un alignement sur une réglementation modèle, soit la modification des dispositions existantes dans la mesure requise pour les rendre conformes au principe commun préalablement défini : elle agit sur le fond, mais ne détermine pas la forme des règles intégrées50. Qu’on la nomme rapprochement ou harmonisation, il est évident que cette technique s’apparente à celle qui est employée dans le cadre de la construction communautaire. Ce qui est essentiel dans le rapprochement ou l’harmonisation est l’objectif concerté, c’est-à-dire, concrètement, soit les objectifs d’intégration énoncés par les traités communautaires ou bien les objectifs recherchés par les accords extérieurs, d’instauration d’une zone de libre échange, d’intégration économique, etc. L’équilibre des forces n’est, toutefois, pas le même dans les deux cas, car si la construction communautaire est fondée sur l’égalité des Etats membres, il en va différemment des relations contractuelles établies avec les Etats tiers. En effet, quelle que soit la technique adoptée et malgré le fait qu’elle relève de la signature d’un accord entre entités souveraines, l’adoption des règles communautaires par les partenaires, si elle est par hypothèse consentie, n’est pas sans traduire inévitablement un rapport juridique inégalitaire. Et c’est bien d’une adoption des règles communautaires par les partenaires dont il s’agit: il suffit de regarder de plus près les dispositions en matière de rapprochement ou d’harmonisation pour constater que c’est à la charge du partenaire que revient la tâche de rendre sa législation conforme avec celle de l’UE51. Ce rapport de forces inégalitaire est encore plus manifeste dans le processus d’adhésion. A la différence des relations préférentielles traditionnelles, l’alignement total du pays candidat à l’acquis communautaire, préalablement à son adhésion pleine et entière, constitue non pas un des instruments pour réaliser les objectifs de l’accord, mais toute la raison d’être du processus laborieux de préadhésion. Ce processus se caractérise par une exigence adoptée par l’UE, qui conjugue engagements découlant de l’instrument conventionnel et engagements unilatéraux autonomes52 et ne laisse presque aucune place à la capacité de négociation du partenaire désireux de rejoindre le club européen. Dans un tel cas de figure, il ne s’agit plus d’un rapprochement ni d’une harmonisation, mais bel et bien d’un transfert unilatéral de normes d’un système juridique vers un autre. 49 A. Weyembergh, op.cit., p. 33. Ibid, p. 35. 51 Voir l’article 52 de l’accord euro-méditerranéen d’association UE-Tunisie, J.O.C.E., n° L 97, du 30.3.1998 : “La coopération vise à aider la Tunisie à rapprocher sa législation de celle de la Communauté dans les domaines couverts par le présent accord”. Comparer avec l’article 69 de l’accord de stabilisation et d’association signé avec la Croatie (J.O.U.E., n° L 26, du 28.1.2005) : “Les parties reconnaissent l’importance du rapprochement de la législation existante de la Croatie avec celle de la Communauté. La Croatie veille à ce que sa législation actuelle et future soit rendue progressivement compatible avec l’acquis communautaire”. 52 Par exemple, les programmes nationaux pour l’adoption de l’acquis communautaire. 50 L’INFLUENCE NORMATIVE DE L’UNION EUROPÉENNE PAR LE BIAIS 39 De façon générale, on peut dire que la projection des normes communautaires dans le cadre de relations contractuelles de l’UE se situe à un point entre la réception et le rapprochement, entre le transfert unilatéral et l’harmonisation ; en tout cas une grande place est faite aux considérations politiques et à la volonté réelle d’engagement des parties. D’une part, les objectifs recherchés par les accords ont une influence importante sur le degré d’adoption par le partenaire des règles communautaires. Les progrès réalisés dans le cadre des relations contractuelles, qu’il s’agisse d’une association ou de partenariat, en vue d’atteindre l’objectif recherché conditionnent, en effet, l’attitude du partenaire à l’égard de l’adoption et la mise en œuvre des éléments de l’acquis. D’autre part, le degré d’ambition de l’objectif recherché conditionne également les mécanismes de pression et d’influence dont dispose l’UE dans le cadre de la relation contractuelle : l’efficacité des instruments techniques et financiers qui permettent d’infléchir les choix politiques des partenaires et surtout d’appuyer leurs efforts d’alignement sur l’acquis communautaire dépendent très étroitement du degré d’intégration visé par les accords. Quelques Appréciations Critiques En Guise De Conclusion Les années 1990 ont témoigné de la montée en puissance d’un acteur particulier sur la scène internationale53 : l’Union Européenne. Ce constat, s’il semble relever d’une banalité qui le priverait de toute pertinence, garde un intérêt renouvelé. C’est du moins la principale conclusion du présent travail. Il ne fait pas de doute que la véritable qualité d’acteur international de l’UE ne peut pas, du moins en l’état actuel des choses, être suffisamment mesurée à l’aune de sa capacité d’influence politique. Les exemples de crises régionales sont en effet nombreux qui attestent de l’insuffisance de l’UE à s’imposer en tant qu’acteur politique de poids. Il en va pourtant différemment de sa capacité d’influence normative. Celle-ci est une réalité concrète et vérifiable, communément admise tant par les acteurs étatiques et communautaires que par la doctrine qui en fait l’objet de recherches et d’analyses aussi bien juridiques que politiques54. Le contraire aurait été surprenant car, pour reprendre les termes d’un auteur, “il serait peu compréhensible que le formidable développement qu’a connu la Communauté Européenne en cinquante ans, demeure sans aucune autre incidence sur la ‘Communauté Internationale’”55. En tout cas, “[é]tudier la place des Communautés dans l’ordre international consiste […] à soulever une série de problèmes et à faire état de situations que l’on n’a pas coutume d’évoquer à propos d’une organisation internationale”56. 53 R. Rosecrance, “The European Union : A New Type of International Actor”, in J. Zielonka (éd.), Paradoxes of European Foreign Policy, The Hague : Kluwer Law International, 1998, p. 15-23. 54 Voir, à titre d’exemple, les contributions dans le numéro spécial de la Revue des Affaires européennes sur ‘L’acquis de l’Union’, n° 8, 2001-2002, p. 933-1091. 55 L. Azoulaï, “L’acquis et les organisations internationales”, Revue des Affaires européennes, 2001-2002, n° 8, p. 1006. 56 Jean Groux et Philippe Manin, Les Communautés européennes dans l’ordre international, Luxembourg : O.P.O.C.E., Perspectives européennes, Bruxelles: Commission des Communautés européennes, 1984, p. 14. 40 ULAŞ CANDAŞ L’on a vu que la mécanique de l’harmonisation législative afin d’atteindre l’objectif de libéralisation commerciale des accords préférentiels concrétise l’influence normative de l’UE. Toutefois, l’on ne doit pas oublier que la création du droit ne répond pas exclusivement de considérations économiques, notamment libre-échangistes, bien au contraire. Il arrive souvent que les règles d’origine communautaire ne coïncident pas avec le niveau de développement économique, les conditions sociales et les choix politiques des Etats partenaires, ce qui suscite des résistances nationales difficilement surmontables. Ces résistances sont d’autant plus fortes que l’attitude trop unilatérale de l’UE revêt très souvent, aux yeux des partenaires, un aspect interventionniste d’ingénierie sociale qui utilise le rapprochement/harmonisation des législations comme un instrument de réformes sociales, économiques et politiques. Le modèle proposé est par trop uniforme pour des situations nationales fort divergentes. Or, on ne saura rien objecter à cette observation brillante : “Le droit incarne l'histoire du développement d'une nation à travers plusieurs siècles, et il ne peut pas être traitée comme s’il ne contenait que les axiomes et les corollaires d'un livre de mathématiques”57. Force est donc de constater qu’en l’absence d’un consentement réciproque, la transformation par le droit ne semble pas constituer une solution réaliste. Par ailleurs, alors que les divers accords préférentiels conclus par l’UE empruntent des méthodes et techniques juridiques similaires à sa propre expérience d’intégration, leurs finalités sont loin de faire le poids d’une comparaison avec la construction communautaire. L’UE doit donc impérativement faire preuve d’une importante capacité de persuasion auprès de ses partenaires, ce qui reste à faire car la crise profonde de la construction communautaire depuis l’enterrement du projet constitutionnel ; la question du devenir institutionnel qui en découle, la crise de légitimité démocratique qui mécontente l’opinion publique, le malaise économique et social, le manque d’unanimité concernant les priorités stratégiques sont autant de facteurs qui limitent aujourd’hui l’impulsion politique dans l’action extérieure de l’UE. Si, par conséquent, l’influence normative constitue toujours l’objectif principal de l’action extérieure de l’UE, il n’en reste pas moins que les implications de cette influence relèvent essentiellement du politique. Et ceci nous amène à conclure sur une citation de la Prof.Delmas Marty: “Si les expériences menées dans le ‘laboratoire européen’ démontrent que la construction d’un ordre juridique pluraliste est possible quand coexistent une volonté politique, des concepts communs et une ‘machinerie institutionnelle’, la crise actuelle 57 Notre traduction: “The law embodies the story of a nation’s development through many centuries, and it cannot be dealt with as if it contained only the axioms and corollaries of a book of mathematics”. Oliver Wendell HOLMES, Jr. (ancien Président de la Cour suprême des EtatsUnis), The Common Law, 23 novembre 1880. Disponible sur http://pds.lib.harvard.edu/pds/view/10253629, consultation: 25 novembre 2009. L’INFLUENCE NORMATIVE DE L’UNION EUROPÉENNE PAR LE BIAIS 41 montre aussi que le juridique ne peut s’isoler du politique. Et rien ne garantit que cette expérience régionale soit transposable à l’échelle mondiale”58… Bibliographie Loïc AZOULAÏ, “L’acquis et les organisations internationales”, Revue des Affaires européennes, 2001-2002, n° 8, p. 1006-1035. Louis BALMOND, “Les instruments juridiques des relations extérieures”, in J. Rideau (dir.), De la Communauté de droit à l’Union de droit, Paris : L.G.D.J., 2000, p. 99-119 Roberto BARATTA, “Overlaps Between European Community Competence and European Union Foreign Policy Activity”, in E. Cannizzaro (ed.), The European Union as an Actor in International Relations, The Hague : Kluwer Law International, 2002, p. 51-75. Ali BENCHENEB, “L’harmonisation du droit et le partenariat euro-méditerranéen”, in F. Osman et Ch. Philip (éds.), Le partenariat euro-méditerranéen, le processus de Barcelone : Nouvelles perspectives, Actes du colloque de Lyon du 14.12.2001, Bruxelles : Bruylant, 2003, pp. 212-213. Martin BOODMAN, “The Myth of Harmonization of Laws”, The American Journal of Comparative Law, vol. 39, n° 4, 1991, p. 699-724. Olivier CATTANEO, “Quelles ambitions pour la politique commerciale de l’Union européenne ?”, Notes de l’IFRI, Série « La Stratégie d’influence de l’Union européenne », n° 39, Paris, 2002, 96 p. Laurent COHEN-TANUGİ, “L’influence normative internationale de l’Union européenne : une ambition entravée”, Notes de l’IFRI, n° 40, Paris, 2002, 54 p. Sandrine CORTEMBERT, “La politique de coopération au développement”, in J. Auvret-Finck (dir.), L’Union européenne carrefour de coopération, Paris : L.G.D.J., 2002, p. 371-393. Marise CREMONA, “Flexible Models: External Policy and the European Economic Constitution”, in G. de Búrca et J. Scott (eds.), Constitutional change in the EU : from uniformity to flexibility ?, Oxford : Hart Publishing, 2000, p. 59-94. Marise CREMONA, “The Union as a Global Actor : Roles, Models and Identity”, C.M.L.Rev., n° 41, avril 2004, p. 553-573. Commission des Communautés européennes, La politique de développement de l’Union européenne : “Le consensus européen”, COM (2005) 311 final, 13 juillet 2005. Commission des Communautés européennes, Stratégie d’élargissement et principaux défis 2006 – 2007, COM(2006) 649, 8.11.2006. Christine DELCOURT, “Traité de Lisbonne et acquis communautaire”, RMCUE, n° 518, 05/2008, s. 296-297. 58 Mireille Delmas Marty, Un pluralisme ordonné, cours au Collège de France, Etudes juridiques comparatives et internationalisation du droit. Ce cours a été publié par la suite : Les forces imaginantes du droit : Un pluralisme ordonné, vol. 3, Paris : Ed. du Seuil, 2006, 303 p. 42 ULAŞ CANDAŞ Tanguy De Wilde D’ESTMAËL, La dimension politique des relations économiques extérieures de la Communauté européenne: sanctions et incitants économiques comme moyen de politique étrangère, Bruxelles: Bruylant, 1998, 445 p. Daniel DORMOY (dir.), L’Union européenne et les organisations internationales, Bruxelles : Bruylant, 1997, 460 p. François DUCHÊNE, “Europe’s Role in World Peace”, in R. Mayne (ed.), Europe Tomorrow: Sixteen Europeans Look Ahead, Londres: Fontana, 1972, p. 32-47. Marie-Françoise DURAND et A. de VASCONCELOS (dir.), La PESC, ouvrir l’Europe au monde, Paris : Presses de Sciences Po, 1998, 341 p. Marc FALLON, Droit matériel général de l’Union européenne, Louvain-la-Neuve : Academia-Bruylant, 2003, 902 p. Catherine FLAESCH-MOUGİN, “L’Union Européenne élargie en tant qu’acteur sur la scène internationale. Quelques réflexions institutionnelles”, in Mélanges en hommage à Jean-Victor Louis, Bruxelles : Ed. de l’Université de Bruxelles, 2003, p. 59-77. Catherine FLAESCH-MOUGİN, “Les relations avec les organisations internationales et la participation à celles-ci”, in M. Dony et J.-V. Louis (dir.), Le droit de la CE et de l’Union européenne, Relations extérieures, 2e édition, Bruxelles : Editions de l’Université de Bruxelles, 2005, p. 337-437. Rachel FRID, The Relations between the European Community and International Organisations – Legal Theory and Practice, The Hague : Kluwer Law International, 1995, 426 p. Pascal GAUTTIER, “Horizontal Coherence and the External Competences of the European Union”, European Law Journal, vol. 10, n° 1, 2004, p. 23-41. Jean GROUX et Philippe MANİN, Les Communautés européennes dans l’ordre international, Luxembourg : O.P.O.C.E., Perspectives européennes, Bruxelles: Commission des Communautés européennes, 1984, 166 p. Guy HARPAZ and Lior HERMAN, “Approximation of Laws by Non-EU Countries to the EU Acquis: Setting the Scene”, European Journal of Law Reform, 2007, vol. 9, n° 3, s. 357-360. Guy HARPAZ, “Approximation of Laws in the EU-Med Context: A Realist Perspective”, European Journal of Law Reform, 2007, vol. 9, n° 3, s. 393-412. Joni HELISKOSKI, Mixed Agreement as a Technique for Organizing the International Relations of the European Community and its Member States, The Hague: Kluwer Law International, 2001, 321 p. Andreas HERDINA, “Approximations of Law in the Context of the European Neighborhood Policy – A View from Brussels”, European Journal of Law Reform, vol. 9, n° 3, 2007, p. 501-504. Oliver Wendell HOLMES, Jr., The Common Law, 23 novembre 1880, http://pds.lib.harvard.edu/pds/view/10253629, consultation: 25 novembre 2009. Olivier JACQUEMİN, “La conditionnalité démocratique de l’Union européenne. Une voie pour l’universalisation des droits de l’Homme ? Mise en œuvre, critiques et bilan”, CRIDHO Working Paper, 2006/3, Université de Louvain, 27 p. L’INFLUENCE NORMATIVE DE L’UNION EUROPÉENNE PAR LE BIAIS 43 Zaki LAÏDİ, “Le pouvoir de la norme: Les formes inattendues de l’influence européenne”, Cahiers européens de SciencesPo, n° 5/2007, http://www.portedeurope.org/spip.php?rubrique52&lang=fr, consultation : 18.12.2009, 18 p. Zaki LAÏDİ, La norme sans la force : l’énigme de la puissance européenne, Paris : Presses SciencesPo, 2005, 159 p. Pascal LAMY, “L’administration extérieure de la Commission européenne et les défis de la mondialisation”, Revue française d’administration publique, n° 95, juilletseptembre 2000, p. 339-348. Amichai MAGEN, “Transformative Engagement Through Law: The Acquis Communautaire as an Instrument of EU External Influence”, European Journal of Law Reform, vol. 9, n° 3, p. 361-392. Ian MANNERS, “Normative Power Europe : A Contradiction in Terms?”, Journal of Common Market Studies, vol. 40, n° 2, 2002, pp. 235-258; H. Sjursen, “The EU as a ‘normative’ power: how can this be?”, Journal of European Public Policy, vol. 13, n° 2, 2006, pp. 235-251 Mireille Delmas MARTY, Un pluralisme ordonné, cours au Collège de France, Etudes juridiques comparatives et internationalisation du droit. Ce cours a été publié par la suite : Les forces imaginantes du droit : Un pluralisme ordonné, vol. 3, Paris : Ed. du Seuil, 2006, 303 p. Jean-Christophe MAUR, “Exporting Europe’s Trade policy”, The World Economy, vol. 28, n° 11, 2005, p. 1565-1590. Loukas MISTELIS, “Is Harmonisation a Necessary Evil? The Future of Harmonisation and New Sources of International Trade Law”, in I. Fletcher, L. Mistelis, M. Cremona (eds.), Foundations and Perspectives of International Trade Law, London: Sweet & Maxwell, 2001, pp. 3-27. Eleftheria NEFRAMİ, Les accords mixtes de la Communauté européenne: aspects communautaires et internationaux, Bruxelles: Bruylant, 2007, 673 s. G. NOUGARET, “Les conventions internationales”, in P. Daillier, G. de La Pradelle, H. Ghérari (dir.), Droit de l’économie internationale, CEDIN Paris X, Paris : Pedone, 2004, p. 101-105. Joseph NYE, “Soft Power”, Foreign Policy, no 80, 1990, p. 153-172. Michelle PACE, “The Construction of EU Normative Power”, Journal Common Market Studies, vol. 45, n° 5, 2007, p. 1041-1064. Steve PEERS, “EC Frameworks of International Relations : Co-operation, Partnership and Association”, in A. Dashwood et Ch. Hillion (éd.), The General Law of E.C. External Relations, London : Sweet&Maxwell, 2000, p. 160-176. Franck PETİTEVİLLE, “La coopération économique de l’Union européenne entre globalisation et politisation”, Revue française de science politique, vol. 51, nº 3, juin 2001, p. 431-458. Roman PETROV, “Exporting the Acquis Communautaire into the Legal Systems of Third Countries”, European Foreign Affairs Review, vol. 13, n° 1, 2008, p. 3352. 44 ULAŞ CANDAŞ Allan ROSAS, “The European Union and Mixed Agreements”, in A. Dashwood et Ch. Hillion (éd.), The General Law of E.C. External Relations, London : Sweet&Maxwell, 2000, pp. 200-220. Richard ROSECRANCE, “The European Union : A New Type of International Actor”, in J. Zielonka (éd.), Paradoxes of European Foreign Policy, The Hague : Kluwer Law International, 1998, p. 15-23. Catherine SCHNEİDER, “Libres propos sur la contribution du droit à la dynamique de l’Europe puissance”, in F. Hervouët et Ph. Norel (dir.), La dynamique de la démarche communautaire dans la construction européenne. vol. I, Paris : La Documentation Française, 2000, p. 21-33. René SCHWOK, “Switzerland’s Approximation of its Legislation to the EU Acquis: Specificities, Lessons and Paradoxes”, European Journal of Law Reform, vol. 9, n° 3, 449-466 p. Michael SMITH, “The European Union as an International Actor”, in J. Richardson (ed.), European Union, Power and Policy-making, New York : Routledge, 2006, p. 289-310. Mario TELO, “Le modèle européen d’acteur international : aspects institutionnels”, in M. Dony et L. S. Rossi (ed.), Démocratie, cohérence et transparence. Vers une constitutionnalisation de l’Union européenne ?, Bruxelles : Editions de l’Université Libre de Bruxelles, 2008, p. 219-230. Álvaro de VASCONCELOS, “L’Union Européenne et la régionalisation du système international”, in Mélanges Jean-Victor Louis, Bruxelles : Ed. Université Bruxelles, 2003, p. 39-57. Anne WEYEMBERGH, L’harmonisation des législations : condition de l’espace pénal européen et révélateur de ses tensions, Bruxelles : Editions de l’Université de Bruxelles, 2004, 404 p. Ankara AvrupaSUPRANASYONAL Çalışmaları Dergisi BİR TASARRUFCilt: ŞEKLİ OLARAK 9, No:2 (Yıl: 2010), s.45-65 DEĞİŞEN VE DÖNÜŞEN YÖNLERİYLE AB BAŞKANLIĞI: KURUMSAL YAPIDA ETKİNLİK VE İŞLERLİK SORUNSALI Fatma YILMAZ ELMAS* Özet Entegrasyon sürecinin tarihsel gelişimi içinde AB Başkanlık sistemine duyulan ihtiyaç, Lizbon Antlaşması ile teoride giderilmiş görünmektedir. AB kurumsal yapısı içinde etkinlik, kurumsal denge ve demokrasinin işlerliği kapsamında ortaya çıkan ihtiyaç, daimi başkanlık sistemiyle aşılmaya çalışılmaktadır. Bu çalışmada, Antlaşma ile öngörülen yeniliğin söz konusu ihtiyaçları, Birliğin mi yoksa başkanlığı yürütecek olan üye devletin çıkarları lehine mi karşılayacağı sorusuna cevap aranacaktır. Bu bağlamda uzun-dönemli başkanlık sistemini elinde bulunduran ülkelerin AB politika gündemini ne yönde etkileyebileceği, Birlik-ulusal çıkar dengesi ve etkinlik gibi konuların değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: AB başkanlığı, AB Konseyi, Lizbon Antlaşması, rotasyon sistemi. Abstract The EU has been in need of a EU presidency system during the integration process which seems to be overcome by the Lisbon Treaty. The necessity in the context of efficiency, institutional balance and democracy is planned to eliminate by a permanent presidency. This study aims at finding answers to the issues whether the presidency will be used in favor of Union’s interests or those of the member state which will be at the helm. In this sense, issues on how the member state having the long-term chair will affect EU agenda, balance between EU’s and national interests and efficiency will be discussed. Key Words: EU presidency, EU Council, Lisbon Treaty, rotation system. * Araştırmacı, Doktora Öğrencisi, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) AB Araştırmaları Merkezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü AB ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalı 46 FATMA YILMAZ ELMAS Giriş Avrupa entegrasyonundaki dinamizm, AB kurumsal yapısının da belirgin özelliklerinden birini oluşturmaktadır. Entegrasyonun genişleyen ve derinleşen temellerine bağlı olarak revizyon politikasına tabi tutulan kurumsal yapı, Avrupa Konseyinin (Zirve)1 oluşumundan AB (Konseyi) Başkanlığı2 formülüne kadar olan süreci de etkilemiştir. Son revizyon politikasını Kurucu Antlaşmalara değişiklik getiren Lizbon (Reform) Antlaşması ile gerçekleştiren Birlik, bu defa kurumsal yapıya kattığı yeni dinamiklerle AB Başkanlığı bilmecesine farklı ve yenilikçi bir soluk getirmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda, AB Konseyi asli yapısal kurumlar arasına dahil edilmekte ve Bakanlar Konseyi3 ve AB Konseyine aynı anda başkanlık anlamına gelen rotasyon (dönüşüm) usulüne dayalı 6 aylık dönem başkanlığı, farklı bir yapısal reforma tabi tutulmuştur. Dönüşümlü başkanlık sisteminin Bakanlar Konseyine özgü kaldığı bu yeni kurumsal yapıda, 2.5 yıllık bir periyot için öngörülen ve bir kez yenilenebilir bir başkanlık sistemi getirilmiştir. Böylece dönem başkanı olan üye devletin rolü Bakanlar Konseyi başkanlığı görevi ile tekilleşirken, Zirve başkanlığının daimi bir statü kazandırılması ile son tahlilde bir ‘AB Başkanı’ndan söz edilmektedir. Başkanlık sistemi tartışmaları, uzun süre, Konsey’in Topluluk kurumları içinde daha güçlenmesi ve bu bağlamda büyük üye ülkelerin küçük ülkeler üzerinde etkisini artırması endişeleri ya da 6 aylık dönem başkanlığı yönteminin AB politikalarındaki istikrarsızlığın kaynağına dönüşümü yönündeki eleştiriler çerçevesinde sürdürülmüştür. Bir anlamda Birlik politikalarını yürütme liderliği konusu, hükümetlerarası ve uluslarüstü yapının savunucuları arasındaki görüş farklılıkları etrafında şekillenmekle birlikte; etkinlik, kurumsal denge ve demokrasi konuları her iki görüşün de cevap aradığı araştırma sorunsalı haline gelmiştir. Konsey dönem başkanlığı koltuğuna oturan üye ülkelerin kapasitelerinin farklı olduğu görüşü, dönem başkanı ülkenin AB gündemini ulusal çıkarları etrafında şekillendirebildiği eleştirisi, müzakere sürecini yürütme kapasiteleri gibi unsurlar AB Başkanlığı sisteminin etkinliğini tartışmaya açan konular arasında yer almıştır. Uzlaşı kültürünün ve tarafsızlığın iyi işlemesi yönünde Başkanlık sistemine yeni arayışlar için tartışmaların sürdüğü dönemlerde, literatürde ve AB politik çevrelerinde Başkanlığın 1 Burada kurumsal yapı, bütünleşme olgusu içinde tarihsel bir süreç içinde ifade edilmeye çalışıldığı için Devlet ve Hükümet Başkanları nezdinde toplanan Konsey yapılanması, 1983 tarihli Stuttgart Deklarasyonunda resmi olarak ifade edildiği şekliyle Avrupa Konseyi olarak anılmıştır. Ancak yazının bundan sonraki kısımlarında Zirve olarak da adlandırılan bu yapı, Lizbon Antlaşması ile asli kurumsal organlar arasında zikredildiği haliyle AB Konseyi olarak ifade edilecektir. 2 Lizbon Antlaşması madde 9 B uyarınca AB Konseyi Başkanı olarak resmiyet kazanan kurumsal kişilik, söz konusu makamın aynı zamanda Birliğin dış yüzü olma ve Birlik içinde tek sesliliği amaçlama hedefi göz önünde tutularak, kamu nezdinde, ‘AB Başkanı’ şeklinde ifadelendirilmektedir. Bu bağlamda bu çalışmada yeri geldiğinde her iki ifade de kullanılmıştır. 3 Avrupa Toplulukları Antlaşması m. 7 uyarınca üye devletlerin Bakan düzeyindeki temsilcilerinden oluşan kurumsal organ Konsey olarak adlandırılmıştır. Ancak AB Konseyi ve Konsey gibi kavramlardan bahsederken karışıklığa neden olmaması için bu çalışmada, söz konusu kurum Bakanlar Konseyi vurgusuyla ifadesini bulacaktır. DEĞİŞEN VE DÖNÜŞEN YÖNLERİYLE AB BAŞKANLIĞI 47 gündem belirleme, karar alma sürecini etkileme ve müzakereleri çözme konusunda etkili bir kaynağa sahip olup olmadığı konularında karşıt görüşler yer almıştır. Örneğin; rotasyon sistemi gündem konularının ele alınmasını etkinsizleştirmesi boyutuyla eleştirilirken4, öte yandan her yeni başkanlık döneminde yeni/farklı politika alanlarının keşfedilmesine olanak sağlaması konusunda bir artı olarak görülebilmektedir.5 Lizbon Antlaşması ile Başkanlık sisteminde öngörülen değişiklikler çerçevesindeki uzunsoluklu Başkanlık sistemi de yeni tartışma konularını beraberinde getirmiştir. Başkanın sorumlulukları ve fonksiyonları, nüfus büyüklüğü ve güç faktörünü öne çıkaracağı, muğlaklık riski ve kimi devletlere ağır idari sorumluluk getirmesi bakımından üzerinde durulması gereken yeni tartışma konuları açmış; dahası tartışmalar, büyük beklentilerin yüklendiği başkanın seçilmesi ile netlik kazanmak bir yana dursun farklı bir boyuta taşınmıştır. Yeni formül başkanlığın hem içeride hem de dışarıda Birliği daha kabul edilebilir ve görünür kılması öngörüsü6 yeni koltuğun güçlü bir liderle doğrulanma olasılığıyla paralel bir beklentiyi ifade ederken, düşük-profilli Belçika Başbakanı Herman Van Rompuy’un söz konusu makam için seçilmesi Lizbon ile amaçlanan hedeflerin oldukça uzağında kalarak tartışmaları körüklemiş ve hayal kırıklığının ifadesine dönüşmüştür. Yukarıda kısaca bahsedilen tartışma noktaları bağlamında, bu çalışmada, AB’nin Lizbon Antlaşması ile getirilen yeni kurumsal yapı içerisinde öngördüğü AB Başkanlığı sistemi etkinlik ya da etkinsizlik boyutuyla tartışmaya açılacaktır. Makale boyunca not olarak kaydedilmesi gereken nokta ise AB Başkanlığı sistemi tartışması, Anayasal Antlaşmanın hazırlanışı evresinde öngörülen ve AB Konseyi (Zirve) başkanlığı çerçevesindeki daimi başkanlık sistemi etrafında şekillendirilecektir. Zira Anayasal Antlaşmanın oluşumu sırasında tartışma yaratan başkanlık sisteminin Birliğin entegrasyon süreci içinde oluşturulamamış olmasından kaynaklanan boşluk, AB Konseyi Başkanı tarafından fiili anlamda doldurulmaya çalışılmıştır. Özellikle dış politika alanında ve diplomatik ilişkilerde Birliğin temsilden yoksun olması sorunu, dönem başkanlığı ile aşılmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda son revizyon öncesi durum, genelde Zirve başkanlığı üzerinden betimlenecektir. Anayasal Antlaşma tartışmaları ve Lizbon Antlaşması yenilikleri öncesi tartışmada Başkanlık, ağırlıklı olarak Zirve Başkanlığı ile sınırlı tutulmaya çalışılsa da, Bakanlar Konseyinin dönüşümlü başkanlığı da aynı üye ülke tarafından yürütülmesinden ötürü politika, etkinlik ve işlevsellik bakımından çakışan yönleriyle ele alınacaktır. 4 Wouter Coussens ve Ben Crum, (2003), “Towards Effective and Accountable Leadership of the Union”, European Policy Institute Network, EPIN Working Paper No. 3. 5 Ken Kollman, (2003), “The Rotating Presidency of the European Council as a Search for Good Policies”, European Union Politics, Cilt. 4 (1), s. 51-74. 6 Kalypso Nicolaidis ve Simone Bunse, (2007), “The European Union Presidency: A Practical Compromise”, Open Democracy, s. 1, <http://www.opendemocracy.net/article/democracy_power/future_of_europe/eu_presidency>, (01.06.2009). 48 FATMA YILMAZ ELMAS Başkanlığın Kurumsal Yapısı ve Gelişimi Başkanlık Kavramı ve AB Başkanlığı Avrupa Birliği kurumsal yapısına dahil olan kurumlar arasında Bakanlar Konseyi, Komisyon ve Parlamento başta olmak üzere diğer kurumların her biri kendi başkanlıklarını bünyesinde barındırmakla birlikte, mevcut haliyle Başkanlık veya AB Başkanlığı terimleri genellikle Konsey Başkanlığını ifade etmektedir. Devlet ve hükümet başkanlarından oluşan AB Konseyinin Birlik kurumsal yapısı içerisinde yer almaması ve Avrupa Tek Senedi’ne (ATS) kadar antlaşmalar zemininde yasal düzenlemeye tabi tutulmaması göz önüne alındığında Başkanlık, AB Bakanlar Konseyini öncelikli olarak içine katmaktadır. AT Antlaşması m. 203 uyarınca, “Başkanlık görevi, Konsey’deki her üye devlet tarafından sıra ile altı aylık bir süre için Konsey tarafından oybirliği ile kararlaştırılan sıraya göre yerine getirilir”. Dolayısıyla AB Bakanlar Konseyi başkanlığı, eşitlikçi bir rotasyon sistemi ile gerçekleştirilen kurumsal bir mekanizma çerçevesinde işlemektedir. Ayrıca söz konusu 6 aylık döngü, farklı bir bileşenle iki kez belirlenmiş olup, başkanlık koltuğuna oturan üye devletlerin hep aynı dönemlerde Topluluk işlerini yürütmesinin önüne geçilmesi istenmiştir.7 Son tahlilde böyle bir düzenleme ile üye devletler, farklı başkanlık dönemlerinde bahar ve güz sürelerinin ikisinde de başkanlık görevini yerine getirmiş olacaklardır. Benzer şekilde, önceleri alfabetik rotasyon usulüne tabi bir başkanlık sistemi yürütülürken daha sonra bu yapılanma büyük-küçük, yeni-eski üye sıralaması ile yeniden düzenlenmiştir. Böylece belli dönemlerde ağırlık kazanan başkanlığın iş yükü üye devletler arasında paylaştırılmaya çalışılmıştır. Devlet ve hükümet başkanlarından oluşan AB Konseyi ise normalde Topluluk kurumlarının yapısı içinde yer almamakla birlikte, Birlik kurumlarının üstünde bir konumu olan siyasi nitelikli bir organdır.8 AB Konseyinin yasal dayanağı, AB Antlaşması m. 4 uyarınca belirtilmektedir. Birliğe kalkınması için gerekli motivasyonu sağlama ve genel politik yönelimleri belirleme görevi verilen (ABA m. 4(1)) AB [Avrupa] Konseyi9, üye devletlerin Hükümet ve Devlet Başkanları ile Komisyon Başkanını bir araya getirmektedir (ABA m. 4(2)). AB Konseyi, Konsey başkanlığını icra eden üye devletin devlet ya da hükümet başkanının başkanlığında toplanmaktadır. Dolayısıyla Bakanlar Konseyi başkanlığını yürüten üye devlet aynı zamanda AB Konseyi başkanlığını da yürütmekle görevli kılınmıştır. Başkanlık, kolektif olarak değil, üye devletler tarafından tek başına yürütülmektedir. Bir diğer deyişle, Komisyon gibi kolektif bir sorumluluğu 7 Paul Craig ve Grainne De Burca, (2003), EU Law: Text, Cases and Materials, Oxford University Press, Oxford & New York, 3. Baskı, s. 66. 8 Ercüment Tezcan, (2005), Avrupa Birliği Kurumlar Hukuku, USAK Yayınları, Ankara, s. 59. 9 Antlaşma maddesinin orijinal metninde kurum, ilk tanımlandığı şekliyle Avrupa Konseyi olarak ifade edilmektedir. Ancak çalışma metninin bütünlüğüne sadık kalınmak amacıyla burada son haliyle AB Konseyi ifadesi kullanılmaktadır. DEĞİŞEN VE DÖNÜŞEN YÖNLERİYLE AB BAŞKANLIĞI 49 kapsamamaktadır. Ayrıca, üye devletler büyüklüğünden ve ekonomik, siyasi ağırlıklarından bağımsız olarak bu rolü üstlenmektedir.10 Asli yapısal kurumlar arasında sayılan Bakanlar Konseyi ile siyasi organ niteliğindeki AB Konseyinin başkanlığının dönem başkanlığını yürüten üye devlet tarafından rotasyon dönemi boyunca bir arada sürdürülmesi nedeniyle, AB genel siyasi çıkarlarını ve önceliklerini yönlendiren, öte yandan ise yasama ve yürütme görevlerini icra eden başkanlık aynı kişilikte toplanmaktadır. Başkanlığın Tarihsel Gelişimi ve Artan Önemi AB entegrasyon sürecinin tarihsel gelişimi içinde hem kurumsal hem de entegrasyonun dinamiklerine bağlı olarak önemi artan başkanlık için temellerin 1960’lı yılların başında ad hoc düzeyde atıldığı söylenebilir. Devlet ve hükümet başkanlarının düzenli olarak bir araya gelmesi ile ortaya çıkan AB Konseyinin bir getirisi olarak dönüşümlü başkanlık sistemi, Konsey kapsamında gerçekleştirilen Zirve toplantıları çerçevesinde Bakanlar Konseyi paralelinde işletilmeye başlanmıştır. AB Konseyi toplantıları kaynağını ilk kez 10-11 Şubat 1961 tarihinde Paris’te gerçekleştirilen devlet ve hükümet başkanları zirvesinden almıştır. Aralık 1974 Paris Zirvesi ile yarı resmiyet kazanan AB Konseyi toplantıları, 1983 tarihli Stuttgart resmi deklarasyonu ile açıklığa kavuşturulmuştur.11 Bu deklarasyona göre AB Konseyinin12 görev ve işlevleri; Avrupa bütünleşmesine genel siyasi ivme kazandırma, bütünleşmeyi daha ileriye taşıyacak yaklaşımların belirlenmesi, Topluluk ve siyasi işbirliği için genel çizgilerin belirlenmesi, yeni eylem alanlarında işbirliğini başlatma ve dış ilişkilerle ilgili sorunlarda resmi olarak ortak tutum belirlenmesi olarak sıralanmıştır. Avrupa Konseyinin antlaşma metinlerinde yer alabilmesi için Avrupa Tek Senedini beklemek gerekmiştir. Konseyin resmiyet kazanması ise, yukarıda da bahsedildiği gibi, Avrupa Birliği (Maastricht) Antlaşması ile gerçekleşmiştir. Önemi, oluşumu ve yıllık toplantı sayısı gibi detaylarının benimsenmesi ile Konseyin varlığı ayrı bir kurum olarak tanınmıştır.13 Ancak Konseyin varlığının Antlaşmalara dahil edilerek tanınması, asli yapısal kurumlara dahil edildiği anlamına gelmemektedir. Maastricht Antlaşması ile AB Konseyinin (Zirvenin) siyasi önemi tanınmış fakat kurumsal statü kazandırılmamıştır. Dinan, Zirvenin Maastricht ile siyasi öneminin tanınmasına rağmen kurumsal statü verilmemiş olmasını aslında paradoks gibi görünse de olumlu karşılamaktadır. Buna göre, Konseyin yasal kural ve düzenlemelerden görece uzak olması aslında başarılarının temel bileşeni olarak durmaktadır.14 10 Füsun Arsava, (2001), “AB Başkanlığı”, Gazi Üniversitesi İİBF Dergisi, Sayı: 1, s. 210. Solemn Declaration on European Union, Stuttgart, 19 Haziran 1983. Tam metin için bkz. <http://www.ena.lu/stuttgart-european-council-17-19-june-1983-020701617.html>. 12 Yukarıda belirtildiği gibi Deklarasyonun resmi metninde kurum, Avrupa Konseyi olarak adlandırılmaktadır. 13 Enver Bozkurt, Mehmet Özcan, Arif Köktaş, (2008), Avrupa Birliği Hukuku, Asil Yayın Dağıtım, Ankara, 4. Baskı, s. 113. 14 Desmond Dinan, (2005a), Ever Closer Union: An Introduction to European Integration, Palgrave Macmillan, Hundmills, Basingstoke, Hampshire, s. 237. 11 50 FATMA YILMAZ ELMAS Böylece Bakanlar Konseyi başkanlığını yürüten dönem başkanı üye devletin görevleri arasına, en az bir AB Konseyi toplantısına ev sahipliği yapması görevi de eklenmiştir. Toplantılara başkanlık etmenin dışında, başkanlığın sorumlulukları arasında mevzuatı yürürlüğe sokmak amacıyla Konseyde uzlaşma sağlamak ve anlaşmalara aracılık etmek, stratejik siyasi girişimler başlatmak, AB’nin sözcüsü görevi görmek, ortak dışişleri ve güvenlik politikası (ODGP) ile adalet ve içişleri alanında işbirliğini idare etmek ve AB’nin katıldığı uluslararası konferanslarda ve müzakerelerde üye devletlerin tutumları arasında eşgüdümü sağlamak da bulunmaktadır.15 AB Konseyinin oluşturulmasının nedenleri konusunda Bulmer, üç farklı dinamiğin etkili olduğundan bahsetmektedir. Uluslararası, yerel ve entegrasyona ilişkin dinamikler şeklinde kategorizasyona giden Bulmer, söz konusu dinamiklerin ilkini oluşturan uluslararası dinamikleri, küresel düzen değişimlerine bağlamaktadır. Buna göre, 1970’lerin başı uluslararası döviz piyasalarının daha kırılgan hale geldiği, petrol arzının tehlikeye girdiği ve ABD’nin uluslararası ekonomik refahın garantörü olarak rol üstlenmek istemesinin sorgulandığı bir dönemin ifadesiydi. Bu nedenle ortak eylemde bulunma zorunluluğu daha baskın çıkmaktaydı ve ayrıca tüm bu gelişmeler üye devletlerin iç politikalarını doğrudan etkilemekteydi. Öte yandan, yerel düzeydeki doğrudan ya da dolaylı etkileri Bulmer, ulusal hükümetlerin tek başlarına önlem alma konusundaki yetersizliği ve bu gelişmelerin kamuoyuna ve yerel seçimlere yansıması olarak tanımlamaktadır. Bu bağlamda, entegrasyonun kurumsal dinamiği önemli hale gelmiştir. Arada sırada gerçekleşen ve ad hoc nitelikli Zirvelerin yapılması bu döneme rastlamaktadır ve söz konusu toplantılar bu dönemde Avrupa Topluluğuna yeni enerji getirmek amacına yönelmiştir.16 Uluslararası konjonktürün çıktısı konumundaki gelişmelerin yanı sıra Bulmer, Konsey oluşumunu ayrıca “ulus-devletlerin Avrupa kurtuluşu” olarak da tanımlamaktadır. Buna göre, üye devletler söz konusu yeni kurumsal çıktıyı uluslarüstü (supranasyonel) yapıyı güçlendirmek için oluşturmamıştır. Aksine, o dönemde AB Konseyi uluslarüstü kurumlara bir meydan okuma olarak algılanmıştır. İki ayrı yönden pragmatik işbirliğinin kolaylaştırılması amacıyla üye devletlerin Konsey çatısı altında işbirliğine soyunduğunu belirten Bulmer, bu işbirliği yollarını üye devlet hükümetlerinin kendi aralarında ve kendi içinde olarak tanımlamaktadır. Hükümet başkanlarına ek güç kaynakları sağlayan Konsey yapılanması, hükümet başkanlarının yetkilerini güçlendirmektedir. Bu bağlamda, AB Konseyi’nin oluşturulması ‘devletçi kurumsalcılık’ olarak tanımlanmaktadır.17 Bu meyanda başkanlık, dönem başkanlığı koltuğuna oturan üye devletlerin ulusal çıkarları ve öncelikleri paralelinde yürütülmeye çalışıldığı yönünde eleştiri oklarına maruz kalabilmektedir.18 15 Desmond Dinan (ed.), (2005b), Avrupa Birliği Ansiklopedisi, I. Cilt, Hale Akay (çev.), Kitap Yayınevi, İstanbul. 16 Simon J. Bulmer, (1996), “The European Council and The Council of the European Union: Shapers of a European Confederation”, The Journal of Federalism, s. 29. 17 Ibid. 18 Bkz. Robert Thomson, (2008), “The Council Presidency in the European Union: Responsibility with Power”, Journal of Common Market Studies, Cilt. 46, No. 3, s. 593-617. DEĞİŞEN VE DÖNÜŞEN YÖNLERİYLE AB BAŞKANLIĞI 51 Hükümetlerarası ve uluslarüstü iki farklı entegrasyon dinamiği ile gelişme gösteren AB kurumsal yapılanması içinde rotasyona tabi başkanlık sisteminin önceden çerçevesi belli bir dizayn sonucu oluşmak yerine zaman içinde farklı faktörlere bağlı geliştiği tezi Blavoukos ve diğerleri tarafından da desteklenmektedir. Buna göre, AT/AB kurumsal yapılanması içinde başkanlığın önemi, iki faktöre bağlı olarak artış göstermiştir. Ortaya çıkan fonksiyonel ihtiyaçlara verilen başarılı tepkiler bu faktörlerin ilkini oluştururken, başkanlık görevleri konusunda resmi kısıtların yokluğu ise diğer faktörü teşkil etmektedir. Buna göre, söz konusu faktörlerden birincisi, yetkilerin genişlemesi için ivme yaratırken; ikinci faktör evrimci süreç içinde esneklik sağlamıştır.19 Başkanlığın evrimci doğası özünde fonksiyonalist anlayışa uygun bir şekilde gelişme göstermiştir. Avrupa entegrasyonun faaliyet alanı ve kapsamı çerçevesinde değişen koşullar ve ihtiyaçlara cevap olarak başkanlık ortaya çıkmış ve dönüşüm yaşamıştır. AT/AB gündeminin yoğunlaşması; müzakere çerçevesini ve aktörlerin sayısını artıran genişleme dalgaları; buna bağlı olarak daha etkin gündem belirleme, sektörler arası politika işbirliği, etkili arabuluculuk ve dış temsil ihtiyaçlarının artması, fonksiyonalist entegrasyonun başkanlık sisteminin gelişimi üzerinde evrimsel dönüşümüne zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla sonuç, dönüşümlü başkanlığın zamanla güçlenmesidir. Başlangıçta düşük-profilli ve hükümetlerarası yapının ağır bastığı Konsey başkanlığının gelişimi için Fernandez, ‘tarihsel kurumsallaşma’ deyimini kullanmaktadır.20 Fakat başkanlığın zaman içinde kademeli olarak yükselmesi bir yandan potansiyel etkinliği konusunda endişe doğururken, aynı zamanda reform ihtiyacını da gündeme taşımıştır. Bu bağlamda, kurumsal reform müzakerelerinin tartışıldığı platformlarda başkanlığın reformu önerileri gündem maddelerinin başında gelmiştir; ancak, bu boşluğun doldurulması ya da kurumsal yapı şeklinde netlik kazanması için Anayasal Antlaşma çalışmalarının beklenilmesi gerekecektir. Kurumsal Açık: Sistematik Başkanlık İhtiyacı Dönüşümlü başkanlık üye ülkeler arasında bir yandan eşitliğin sembolü konumunda iken, öte yandan Birlik üyeliğinin sorumluluklarını tüm üye devletlerin sırayla üstlendiği ve dolayısıyla yükümlülüklerin paylaşıldığı eşitlikçi bir mekanizmayı da ifade etmektedir.21 Fakat sistemin etkin şekilde işlediği söylenemez. Bunun belli başlı nedenleri arasında sürenin kısıtlı olması, devamlılık sorununun yaşanması ve küçük-büyük üye ülke farklarından kaynaklanan yapısal ve bazen de ülkelere özgü sorunlar yer almaktadır. 19 Spyros Blavoukos, Dimitris Bourantonis ve George Pagoulatos, (2007), “A President for the European Union: A New Actor in Town”, Journal of Common Market Studies, Cilt. 45, No. 2, s. 236. 20 Ana Mar Fernandez, (2008), “The EU Council Presidency Dilemma: An Historical Institutionalist Interpretation”, Centre d’etudes Europeennes, Cahier Europeen no. 01/2008, s. 5. 21 Dinan (2005a), op. cit., s. 235. 52 FATMA YILMAZ ELMAS Nedensel açılımına bakıldığında, rotasyon (dönüşümlü başkanlık) sistemi, yetkiyi dağıtma ve gündem belirleme gücünün bir ülke ya da ülke grubunun tekeline bırakılmaması gibi nedenlere dayandırılmaktadır.22 Bu bağlamda aslında dönem başkanı üye devlet, Konsey toplantılarında iki rolü birden üstlenmektedir. Başkan bir yandan kendi pozisyonunu ilerletme gibi bir amaç güderken aynı zamanda önyargısız ve tarafsız kalmak zorundadır. Başka bir deyişle taraflı ve tarafsız iki rolü beraber üstlenmektedir. Bu çatallaşma ulusal çıkarlarla başkanlık çıkarlarını uzlaştırma gereği sonucu ortaya çıkmaktadır. Dönem başkanlığını üstlenen üye devletlerin koltuğu, kendi ulusal çıkarları ve öncelikleri doğrultusunda yönlendirdiği ya da aslında koltuğun ulusal çıkarlarını çok da kolaylaştırıcı etkisinin bulunmadığı yönünde iki farklı görüş bulunmaktadır. Dinan, bazı politika alanlarında kimi zaman gerekli çoğunluğun sağlanması için, koltuktaki üye devletin başkanlığı sırasında, alınan kararın lehine oy vermek zorunda kaldığını; bu nedenle başkanlığın aslında üye devletin ulusal çıkarlarını gütmesini çok da kolaylaştırmadığını savunmaktadır.23 Farklı çıkar ve konumların yürütülmeye ve dengelenmeye çalışıldığı haliyle mevcut Başkan, Schout tarafından ‘hokkabaz’ olarak nitelendirilmektedir. Bir yandan siyasi liderlik (gündem belirleme, stratejik perspektif geliştirme vb.) ve tarafsızlık (uzlaştırma ve temsil görevleri) rolleri öte yandan ulusal çıkarların gözetilmesi sorumluluğu, Başkanı üç ayrı topu havada döndürmeye çalışan hokkabaza dönüştürmektedir.24 Öte yandan, Başkanlığın bilgiye ayrıcalıklı erişim olanağını kullanarak ve bu bağlamda önerileri diğer üye ülkelerin kabul edebileceği şekilde formüle ederek, süreci lehine çevirebileceğinden de bahsedilebilir.25 Aslında gündem belirleme yetkisinin, Başkanlık tarafından kullanılması, sadece olumsuz değerlendirilecek bir faktör olmanın ötesinde kullanılabilir bir gücün de ifadesi olabilir. Yine Tallberg, ayrı bir çalışmasında, bilgiye ayrıcalıklı erişim ve prosedürel kontrolü elinde bulundurması nedeniyle Başkanlığın tıkanan müzakereleri çözmede etkili bir kaynak olarak kullanılabileceğini iddia etmektedir. Karar alma ve müzakere anlamında etkin kullanılabilir potansiyeli ile bilgiye erişim ve prosedürel kontrol, bu nedenle, hem bir kısıt hem de potansiyel olarak görülmektedir.26 Bununla birlikte, Schout ve diğerlerinin de Başkanlığı sadece hızlı ve verimli çalışma anlamında etkinlik faktörünü oluşturma unsuru değil, AB politika ve yasama sürecinin kalitesini de etkileme unsuru olarak görmesi27 aslında Başkanlığın sembolik öneminin yanında yapısal önemine de dikkati çekmekte ve başkanlığın neden yeniden sistematik ve yapısal düzenleme gerektirdiği gerçeğine de dayanak 22 Kollman, op. cit., s. 54. Dinan (2005a), op. cit., s. 229. 24 Adriaan Schout, (1998), “The Presidency as Juggler: Managing Conflicting Expectations”, EIPASCOPE, 1998(2), s. 1-9, <http://www.eipa.nl/cms/repository/eipascope/scop98_2_1.pdf>, (25.10.2009). 25 Jonas Tallberg, (2003), “The Agenda-shaping Powers of the EU Council Presidency”, Journal of European Public Policy, Cilt. 10 (1), s. 1-19. 26 Jonas Tallberg, (2004), “The Power of the Presidency: Brokerage, Efficiency and Distribution in EU Negotiations”, Journal of Common Market Law Studies, Cilt. 42, No. 5, s. 999-1022. 27 Adriaan Schout, Alain Guggenbühl ve Nicole Bayer, (2004), “The Presidency in the EU of 25”, EIPASCOPE, 2004/2. 23 DEĞİŞEN VE DÖNÜŞEN YÖNLERİYLE AB BAŞKANLIĞI 53 oluşturmaktadır. Başkanlığın bu özelliklerine Bulmer’in AB Konseyini, Bakanlar Konseyi ile beraber Avrupa ‘konfederasyonu’nun şekillendiricisi olarak görmesi ve bu bağlamda entegrasyon dinamiklerini kontrol etme rolü28 eklendiğinde, Başkanlığın entegrasyon sürecinde kapsadığı önem bir kez daha çarpıcı hale gelmektedir. Üye devletlerin başkanlık koltuğundaki dengeyi sağlama konusunda karşılaştığı ya da karşılaşabileceği başkanlığın özüne ilişkin sorunların yanında, ‘AB Başkanlığı’nın bir kavram olarak ileri sürülmesinin farklı pragmatik nedenleri de bulunmaktadır. Önceden de bahsedildiği gibi, entegrasyonun derinleşen ve genişleyen yapısı ve uluslararası konjonktürel gelişmelere bağlı olarak son 10-15 yıl içinde iş yükü artan dönem başkanı, sürenin kısıtlı olması da göz önüne alındığında, zayıf kalmaktadır. Dünya nezdinde Avrupa’nın biri tarafından temsil edilme ihtiyacı da başka bir boşluğa işaret etmektedir. Bu konuda Başkanın AB’ye net bir kimlik kazandıracağı ve hesap verebilirliği sağlayacağı savunulmaktadır. Eğer AB küresel yönetişim içinde sorumluluk üstlenmek istiyorsa ve çok-kutuplu yeni dünyada istikrar unsuru ve bir model olmak istiyorsa, uluslararası platformda somut bir varlığa ya da temsilciye gereksinimi bulunmaktadır. Ayrıca vatandaşların gözünde de amaçsal bir meşruiyet kazanması bakımından Başkanlık kurumunun netlik kazanması önemlidir.29 Bu bağlamda Başkanlık Birliğin görünürlüğünü artırırken öte yandan halkların aidiyet bağının da güçlenmesine yardımcı olacaktır. Zira, Crum ve Coussens’in de belirttiği gibi,30 Avrupa vatandaşları ile ilişkisi, Başkanlığın güçlendirilmesi için göz ardı edilemeyecek bir faktördür. Yukarıdaki unsurlar bağlamında Başkanlığın yeniden düzenlenmesi üç perspektiften değerlendirilebilir: etkinlik, demokrasi ve kurumsal denge.31 Üye ülkelerin kapasitelerinin çeşitlilik göstermesi ve önceliklerinin her zaman AB gündemine uymaması gibi faktörler etkinlik sorunsalı kapsamında; vatandaşların gözünde AB’nin meşruiyetine ve inanırlığına katkı sağlama ihtiyacı demokrasi sorunsalı kapsamında ele alınabilir. Ancak, sorun bu unsurların baltaladığı etkinlik sorununun ötesine de geçmektedir. Sorun, aynı zamanda Birliğin kurumsal dengesini sağlama ile ilgilidir. Konsey’in Birlik kurumları içinde daha güçlenmesi ve büyük ülkelerin küçük ülkeler üzerinde etkisinin artmasından duyulan endişelerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu nedenle Başkanlık etrafında dönen tartışmalarda, federalistler tarafından, Konsey başkanlığının prosedürel yetki etrafında şekillendirilmesi ve yürütmeye dair yetkilerin Komisyona verilmesi istenmektedir. 28 Bulmer, op. cit. John W. Sap, (2005), “The European President”, European Constitution Law Review, Sayı:1, s. 48. 30 Coussens ve Crum, op. cit. 31 Ibid. 29 54 FATMA YILMAZ ELMAS Tartışmalı Yenilikçi Yapı: ‘AB (Konseyi) Başkanlığı’ Sistemi Lizbon Düzenlemesi Öncesi: Başkanlık Sistemine İlişkin Tartışmalar Entegrasyon süreci içinde değişen kurumsal ve siyasi dengelere bağlı olarak ve Başkanlık sistemindeki muğlaklığın yukarıda belirtilen sorunlara neden olduğu göz önüne alındığında, Birlik içinde net bir başkanlık sistemine ihtiyaç olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Üstelik bu ihtiyaç, yalnızca dönüşümlü başkanlık sisteminin hem üye devletlerin farklılıkları bakımından hem de politika yönetmedeki başarısızlığı nedeniyle etkin olmadığını söyleyen kesim tarafından dile getirilmemektedir. Rotasyon usulünü her yeni başkanlık döneminde yeni politika alanlarının keşfedilmesine olanak sağlaması konusunda dinamik bir yapılanma ve artı olarak gören kesim tarafından32 da revizyon ihtiyacı sıkça dile getirilmiştir. Bu bağlamda 2000’li yılların başında başlayan Anayasal Antlaşma oluşturma çabaları ve Konvansiyon süreci boyunca farklı başkanlık sistemi önerileri hem siyasi hem de akademik çevrelerce ileri sürülmüş ve büyük-küçük ülkelerin çekinceleri doğrultusunda yeni başkanlık sistemi şekillendirilmeye çalışılmıştır. Başkanlık sisteminin revizyon ihtiyacı kapsamında gündeme gelen tartışmalar, genel olarak iki farklı öneri etrafında sürdürülmüştür. Önerilerden ilki, uzun-dönemli daimi bir başkanlık sistemi önerisini kapsarken, ikincisi ‘iki-şapkalı’ diye adlandırılan ve Komisyon ve Konsey başkanlıklarının tek bir kişide birleştirildiği öneriyi ifade etmektedir. İki öneri aslında AB’nin geleceği tartışmaları üzerinde yapılan güncel (söz konusu dönemdeki) tartışmaların içinde iki farklı kutbu temsil etmektedir. Hükümetlerarası yanlısı bakış açısı ile federal vizyona dayalı güçlü entegrasyon yanlısı iki görüş, böylece iki farklı öneri olarak kendini göstermiştir. Literatürde iki ayrı başkanın öngörüldüğü öneri, “Fransız-Alman önerisi” olarak adlandırılmaktadır. Uzun-dönemli bir başkan (nitelikli oy çoğunluğu ile seçilen) anlayışına sahip Fransız-Alman önerisinin amacı, Birliğin kurumsal dengesini korumak olarak nitelendirilebilir. Komisyon ve Konsey başkanlığını tek kişide birleştiren önerinin ağırlıklı temsilcisi ise İngiliz Parlamenter Duff ve İtalyan Senatör Dini’nin ortak önerisi olmuştur. Duff-Dini önerisi, Komisyon ve Konsey başkanlıklarını birleştiren ‘Birlik Başkanı’ ifadesi altında bu sıfatı toplayan bir öneridir. Söz konusu öneri başlığı altında iki ofisin birleştirilmesi, AB etkinliğini sağlama ve Birliği daha şeffaf hale getirme amacını taşıyan ve Konsey-Komisyon işbirliğinin gelişeceği beklentisi ile ortaya atılan bir yaklaşımı simgelemiştir.33 Ayrıca söz konusu öneri farklı çalışmalarda da Birliğin yönetimsel liderlik kapasitesinin artırılmasındaki tek yol olarak nitelendirilmiştir.34 Duff-Dini önerisi çerçevesinde başkanın Bakanlar Konseyi tarafından nitelikli oy çoğunluğuyla seçilmesi ve Parlamento onayı öngörülmüştür. Parlamento tarafından seçilen bir başkan önerisinin, Başkanı Parlamento içindeki parti 32 Bkz. Kollman, op. cit. & Nicolaidis and Bunse, op. cit. Lars Hoffman, (2003), “Leading the Union: An Argument in favour of a Dual EU Presidency”, The Federal Trust, Online Paper 15/03, s. 2-3. 34 Coussens ve Crum, op. cit. 33 DEĞİŞEN VE DÖNÜŞEN YÖNLERİYLE AB BAŞKANLIĞI 55 politikalarına bağımlı kılacağı iddiasıyla seçim usulü, Konsey tarafından seçim ve Parlamento onayı şeklinde öngörülmüştür.35 Hoffman, kuruluşundan bu yana, Avrupa entegrasyon süreci çerçevesinde Birliğin yetkilerinin giderek arttığını ve Komisyon, Avrupa Konseyi, Genel İşler Konseyi ve ODGP Yüksek Temsilcisi arasında bu yetkilerin dağıtılmış durumda olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla sistem yürütme yetkilerinin tek çatı altında toplanmadığı siyasi bir sisteme dönüşmüştür. Kimin hangi görevde ve kime karşı sorumlu olduğu karmaşası ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda Hoffman’a göre, Birliği düzene koyma ihtiyacı göz önüne alındığında, iki şapkalı başkanlık yapısının ilk başta mantıklı olduğu düşünülebilir. Ancak Hoffman, iki-şapkalı başkan önerisinin potansiyel iki sorunundan bahsetmektedir. Birincisi, Konsey ve Komisyonun artık birbirinden bağımsız olmaması anlamına gelir. İkincisi ise Komisyon başkanı tarafından başkanlık edilen bir Konsey, üye ülkelerin çoğunluğu böyle bir senaryoya imza atmadığı sürece, politik olarak öngörülebilir değildir. Bu nedenle Hoffman, en iyi senaryoların etkili, şeffaf ve demokratik bir Birliğin çıkarlarına hizmet eden ve aynı zamanda realist olarak üye ülkelerin rızalarını kazanan bir sonuç yanlısı olması gerektiğini belirtmektedir. AB yapılanmasını daha demokratik ve şeffaf yapmanın, kurumları birleştirmek anlamına gelmediğini de ekleyen Hoffman, her kurumun yetki ve görevlerinin ayrı ayrı net belirlenmesi ve güçlendirilmesi gereğini savunmuştur. Dahası tek başkanın varlığının AB vatandaşları açısından, durumu daha anlaşılır kılacağını da iddia etmiştir.36 Lizbon Antlaşması: Daimi Başkanlık Lizbon Antlaşması’nda netlik kazandırılan başkanlık sistemi konusundaki resmi tartışmalar, Lizbon Antlaşması öncesi Fransa ve Hollanda referandumlarında reddedilen Anayasal Antlaşmanın oluşum sürecine uzanmaktadır. ‘AB Başkanlığı’ kavramı, söz konusu dönemde Avrupa için bir Anayasa yapılması için oluşturulan Avrupa Konvansiyonu Başkanı Valery Giscard d’Estaing tarafından ortaya atılmıştır. Konvansiyonun ve 2004-05 Hükümetlerarası Konferansın temel konularından birini oluşturan başkanlık sisteminin gelişimi ise ‘ABC önerisi’ olarak adlandırılan öneriye dayanmaktadır. Eski İspanya Başbakanı Jose Maria Anzar, eski İngiliz Başbakan Tony Blair ve eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın önerisi olması nedeniyle bu öneriye ‘ABC’ adlandırılması yakıştırılmıştır.37 Tartışmalar ve pazarlıklar sonucunda, Anayasal Antlaşmada çerçevesinin belirlendiği ve Lizbon Antlaşmasında da tekrarlandığı haliyle, ‘melez’ bir sistem38 üzerinde uzlaşıya varılmıştır. Rotasyon sisteminin gözden geçirilerek devamını öngören ve daimi bir başkanlığın olmasını savunan iki karşıt kampın görüşlerini uzlaştıran sisteme göre, nitelikli çoğunlukla 2,5 yıllığına bir Başkan seçilmesi sistemi kabul edilmiştir.39 En fazla iki kez seçilebilecek bu başkan sayesinde AB Konseyi 35 Hoffman, op. cit., s. 2-3. Ibid., s. 3-5. 37 Sap, op. cit., s. 47-48. 38 Blauvoukos et. al., op. cit. 39 Lizbon Antlaşması madde 9 B. 36 56 FATMA YILMAZ ELMAS çerçevesinde dönüşümlü başkanlık sistemine son verilmektedir. Benzer biçimde Dışişleri Konseyine OGDP Yüksek Temsilcisinin başkanlık etmesi sistemi Lizbon Antlaşması tarafından kabul edilmiştir. Konseyin diğer oluşumlarında ise dönüşümlü başkanlık sisteminin devamı öngörülmektedir. Buna göre, üye devletler üçerli gruplar halinde 18 aylık sürelerle dönüşümlü olarak dönem başkanlıklarını yürüteceklerdir.40 Üye devletler arasında eşit rotasyon temelinde oluşturulacak bu grupların her üyesi ise 6 aylık sürelerle başkanlığı 18 aylık dönem içinde devralmaya devam edeceklerdir. Lizbon Antlaşması ekinde yer alan 9 numaralı Deklarasyon41 uyarınca: “Dışişleri yapılanması dışında, Konsey Başkanlığı önceden kurulmuş üç üye devletten oluşan grup tarafından 18 aylık bir süre için yürütülür. Gruplar, üye devletler arasında eşit rotasyon temelinde, çeşitlilikleri ve coğrafi dengeleri dikkate alınarak oluşturulur. Grubun her üyesi sırayla altı aylık sürelerle Dışişleri yapılanması dışında tüm Konsey tertiplerine başkanlık eder. Grubun diğer üyeleri ortak bir program temelinde Başkanı tüm yükümlülüklerinde destekler. Takım üyeleri kendi aralarında alternatif düzenlemeler yapabilir.” Lizbon’un getirisi olan önemli değişikliklerden biri, AB Konseyi yani Zirvenin Birlik kurumlarından biri haline getirilmesidir.42 Bu anlamda, Zirve, Kurucu Antlaşmalarda kurumlara yapılan tüm referansların muhatabı haline gelmiş ve Zirve tasarrufları da Adalet Divanının hukuki denetimine tabi olmuştur.43 Zirveye ilişkin en önemli değişiklik olarak sayılan başkanın görevleri, Lizbon Antlaşması madde 9 B uyarınca şu şekilde sıralanmıştır: a. Başkanlık eder ve işleri yürütür; b. Komisyon Başkanı ile işbirliği içinde ve Genel İşler Konseyi çalışmaları temelinde AB Konseyi çalışmalarının hazırlığını ve yürütülmesini sağlar; c. AB Konseyi içinde uzlaşı ve fikir birliğinin kolaylaştırılması için çaba gösterir; d. AB Konseyinin her toplantısının ardından Avrupa Parlamentosuna rapor sunar. Antlaşmanın aynı maddesi uyarınca, ayrıca, Başkanın kendi düzeyinde ve o kapasitede, Dışişleri ve Güvenlik Politikası Birlik Yüksek Temsilcisi’nin yetkilerine 40 Ercüment Tezcan, (2008), “Anayasa'dan Lizbon Antlaşmasına: Avrupa Birliği'nde Temel Metin Tartışmaları”, USAK Stratejik Gündem, <http://www.usakgundem.com/makale.php?id=391>, (10.12.2008). 41 Declaration on Article 9 C(9) of the Treaty on European Union concerning the European Council decision on the exercise of the Presidency of the Council (Konsey Başkanlığının Yürütülmesine İlişkin AB Konseyi Kararına İlişkin Avrupa Birliği Antlaşması Madde 9 C (9) Hakkında Deklarasyon). 42 Lizbon Antlaşması madde 9. 43 Gülüm Bayraktaroğlu Özçelik, (2008), “Avrupa Birliğinin Kurumsal Yapısı ve Lizbon Antlaşması”, Avrupa Birliği’nin Güncel Sorunları ve Gelişmeler, içinde Belgin Akçay, Sevilay Kahraman ve Sanem Baykal (ed.), Seçkin Yayınları, Ankara, s. 211. DEĞİŞEN VE DÖNÜŞEN YÖNLERİYLE AB BAŞKANLIĞI 57 halel getirmeden, ortak dış ve güvenlik politikalarına ilişkin konularda Birliğin dış temsilini sağlayacağı belirtilmiştir. Ayrıca Başkanın başka herhangi bir ulusal görevde bulunamayacağı da aynı maddede açıkça düzenlenmiştir. Lizbon Antlaşması ile beraber AB Konseyinin tüzel kişilik kazanması sonucu haklar kazanan ve belirli yükümlülüklerin altına giren AB Konseyi Başkanının sorumluluk ve görevlerini madde 9 B dışında yer alan düzenlemelerden de dolaylı olarak saptamak mümkündür. Madde 9 C uyarınca zikredilen Dışişleri Konseyi yetkileri dolaylı olarak AB Konseyi Başkanına Konseyin stratejik ilkeler belirleme yetkisinde yönlendirici olma ve koordinasyonu sağlama anlamında bir yetki tanımaktadır denilebilir. Söz konusu maddeye göre, “Dışişleri Konseyi, AB Konseyi tarafından belirlenen stratejik ilkeler doğrultusunda Birliğin dış faaliyetlerini iyileştirir ve Birlik faaliyetlerinin tutarlılığını sağlar”. Dolayısıyla Başkanın uzlaşı ve fikir birliğinin sağlanması yönündeki görevlerinin tamamlayıcılığı söz konusudur. Ayrıca Antlaşma madde 10 B uyarınca, Birliğin uluslararası sahnedeki faaliyetleri ve işbirliği için belirtilen ilke ve hedefleri temelinde AB Konseyinden Birliğin stratejik çıkarlarını ve hedeflerini tanımlaması istenmektedir. Bu bağlamda, AB Konseyi Başkanının dış temsil, işbirliğini kolaylaştırma ve uzlaştırma konuları kapsamında etkili bir sorumluluk üstlenmesi beklenecektir. AB Konseyine Lizbon Antlaşması uyarınca Komisyon Başkanının seçimi ve Dışişleri ve Güvenlik Politikası Birlik Yüksek Temsilcisinin atanması konularında verilen yetki, AB Konsey Başkanlığına da sorumluluk yüklemektedir. Antlaşma madde 9 D(7) uyarınca, “AB Konseyi, Avrupa Parlamentosu seçimlerini göz önünde bulundurarak ve uygun istişarelerin ardından nitelikli çoğunluk ile Komisyon Başkanlığı için bir aday önerir. Aday, AP üyelerinin çoğunluğu ile seçilir. Gerekli çoğunluğun sağlanamaması halinde AB Konseyi, bir ay içinde, nitelikli çoğunluk ile, Avrupa Parlamentosu tarafından aynı usul takip edilerek seçilecek bir aday belirler.” Ayrıca madde 9 E uyarınca ise “AB Konseyi, Komisyon Başkanı ile anlaşarak, nitelikli çoğunluk ile Dışişleri ve Güvenlik Politikası Birlik Yüksek Temsilcisini atar. AB Konseyi, bu kişinin görevine aynı usul ile son verir.” Dolayısıyla AB Konseyi, Komisyon Başkanlığı için aday belirleme ve Birlik Yüksek Temsilcisini atama ile görevlendirilmiştir. Bu konuda Başkana düşen sorumluluk ise Lizbon Antlaşmasına ekli 6 numaralı deklarasyon44 ile belirlenmiştir. Deklarasyona göre; AB Konseyi Başkanı, Komisyon Başkanı ve Dışişleri ve Güvenlik Politikası Birlik Yüksek Temsilcisi görevlerini üstlenecek kişilerin seçiminde Birliğin ve Üye Devletlerin, coğrafi ve demografik çeşitliliğine saygı gösterme gerekliliğini dikkate alacaktır. Bu bağlamda, Başkanlık üye devletlerin coğrafi ve demografik çeşitliliğini dikkate alırken üye devletler arasındaki hassas dengeleri gözetme bakımından da bir sorumluluk yüklenmiş gözükmektedir. AB Konseyine ve dolayısıyla da AB Konseyi Başkanlığına, Antlaşma madde 9 B uyarınca, yasama işlevi konusunda herhangi bir yetki verilmemiştir. Ancak 44 Avrupa Birliği Antlaşması Madde 9 B(5) ile 6, 9 D(6) ile (7) ve Madde 9 E Hakkında Deklarasyon. 58 FATMA YILMAZ ELMAS antlaşmaların olağan gözden geçirme usulüne ilişkin madde 48, önerilerin gözden geçirilmesi konusunda AB Konseyinin alacağı karar doğrultusunda Başkana Konvansiyon toplama görevi yüklemektedir. Buna göre, “(…) Eğer AB Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve Komisyona danıştıktan sonra basit çoğunluk ile önerilen değişikliklerin değerlendirilmesi yönünde bir karar alırsa, AB Konseyi Başkanı; ulusal parlamentolar, üye devletlerin Devlet ve Hükümet Başkanları, Avrupa Parlamentosu ve Komisyon Temsilcilerinden oluşan bir Konvansiyon toplar (…)”. Dolayısıyla kurumsal nitelik kazanan AB Konseyi çerçevesinde Başkanlık, işbirliği ve uzlaşı sağlama anlamında yönlendirici kimliğine resmiyet kazandırmıştır. Bu niteliğiyle hem üye devletler hem de kurumlar arası dengenin sağlanmasında dikkate değer bir stratejik konum elde eden AB (Konseyi) Başkanının bu dengeyi sağlamadaki manevra alanına ilişkin yapısal ve işlevsel olanak ve kısıtları aşağıda tartışılacaktır. Değerlendirme: Daimi Başkanlığın Getirileri ve Sorunlu Yanları Yapısal bir liderliğin Birlik yapılanmasına dahil edilmesi bakımından yeni başkanı ile AB Konseyi, Birlik kurumları arasında en çok kazanım sağlayan kurum olarak nitelendirmenin yanında, bu değişimi rizikosu en yüksek yenilik olarak değerlendirmek de mümkündür.45 Mevcut rotasyon sisteminin devamlılığı, etkinliği ve işlerliği yönündeki eleştirileri giderme amacıyla öngörülen daimi başkanlık sisteminin denenmemiş olması nedeniyle taşıdığı muğlaklık ve dolayısıyla işlerlik riski, Birlik için başarıyla verilmesi gereken önemli bir sınav olarak durmaktadır. Bu bağlamda tüm dünyanın gözünün önemli beklentilerle ortaya atılan başkanlık formülünün üzerinde olacağını belirten Sap, başarısızlık riskinin tüm üye devletler tarafından sırtlanacağını düşünmektedir.46 Küresel sistem içinde güçlü bir temsilci ve politika belirleyici rolü ile hareket etmek isterken hayal kırıklığı yaratmamak için AB Başkanlık sisteminin tüm üye devletlerin yardımıyla ayakta ve güçlü tutulması gerekmektedir. Zira aksi bir süreç, hem halklar nezdinde hem de üçüncü ülkelerin gözünde önemli bir iddia ile yola çıkan Birliğin zaten halihazırda temsil ve liderlik anlamında zayıf olan prestijinin düşmesi anlamına gelebilir. Dahası başarısızlığın Avrupa halklarının gözünde Avrupa entegrasyonu imaj ve bağlılığını zedelemesi de söz konusu olabilir. Nitekim AB (Konseyi) Başkanlık sisteminin başkan seçimi sırasında verdiği ilk sınav, yukarıda sözü geçen hayal kırıklığını şimdiden belirli oranda ortaya çıkarmış ve Birliğin verdiği imaj anlamında başkanlık figürü ve seçim yöntemi önemli eleştirilere maruz kalmıştır. Başkanlık Figürü: Güç ya da Zafiyet Temsilcisi Lizbon Antlaşmasının yürürlüğe girmesi konusunda İrlanda referandumu ardından önünde duran Çek Cumhuriyetince onaylanma engelini aşması ertesinde AB, 19 Kasım 2009 tarihli Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi ile AB Konseyi başkanlık seçimini gerçekleştirmiştir. Belçika Başbakanı Herman Van Rompuy, seçimden ilk AB Konseyi Başkanı olarak lider çıkmış; ancak AB’nin uluslararası arenada görünürlüğünü ve etkisini artırma bir yana, pazarlıklar sırasında AB üyelerinin ‘birlik’ olma konusundaki 45 46 Sap, op. cit., s. 47. Ibid., s. 50. DEĞİŞEN VE DÖNÜŞEN YÖNLERİYLE AB BAŞKANLIĞI 59 zafiyetini göstermesi nedeniyle seçim sonucu bir anlamda imaj sorunu haline gelmiştir. Ülkesi dışında tanınırlık düzeyi oldukça düşük olan Van Rompuy’un seçimi, ‘tarihi bir fırsatın kaçırılması’47 iddiasından ‘dağ fare doğurdu’ benzetmelerine48 kadar pek çok eleştirel söylemin odağı haline gelmiştir. Eğilimin düşük-profilli adaylara yöneldiği seçimde, AB (Konseyi) Başkanı seçimi yanı sıra Dışişleri ve Güvenlik Politikası Birlik Yüksek Temsilcisi görevinin de İngiliz Catherine Ashton’a verilmesi, “AB’nin zirvesinde teknokratlar” yorumuyla Der Spiegel gazetesinde yer almış ve liderlik konusundaki beklentilerin daha en başında oldukça gerilerde kaldığı mesajı verilmeye çalışılmıştır. Buna göre, tek sesli ve tek görünümlü bir AB imajı sağlama amacıyla yola çıkan Lizbon Antlaşmasının orijinal önerilerinden seçimle birlikte geriye bir şey kalmadığı yorumu yapılmıştır. İşlerinde ehil fakat sönük teknokratların seçimleriyle ulusal liderler, güçleri elinde tutma konusundaki kararlılıklarını ortaya koymuşlar ve halihazırda Birlik içinde neyin mümkün olduğu konusundaki sınırlılıklarını da ortaya koymuşlardır.49 Bu çerçevede mevcut yaklaşım, AB içindeki temel siyasi aktörlerin AB siyasetindeki ağırlıklarının ya da küresel aktörlük yarışında kendi statülerinin tehlikeye düşmesi korkularının göstergesi olarak ortaya çıkmıştır. İsveç Başbakanı Carl Bildt’in “minimalizm” olarak tanımladığı seçim sonucunu, Financial Times “asgari müşterekte buluşma” olarak yorumlamış ve “büyük üye devletler nerede hükümetlerarası-federalist spektrum arasında tıkansalar isteksizliklerinde birleşiyorlar” eleştirisine yer vermiştir.50 Telegraph gazetesinin “AB’de kazananların ünlü/bilinen isimler olmadığı fakat onları yeni görevlerinde ideal yapanın da bu olduğu” yönündeki eleştirel açıklaması51 gibi pek çok eleştirinin arkasında temelde seçimin Fransız-Alman ittifakıyla şekillenmesi yatmaktadır. Özellikle Merkel ve Sarkozy ikilisinin ‘yüksek profilli’ bir lideri başkanlığa seçmeyerek bir çeşit ‘emanetçi’ ya da ‘vesayetçi’ sistem oluşturmayı tercih ettikleri seçim sonucu, idare-i maslahatçı bir anlayışın ürünü olarak değerlendirilmekte ve AB bürokrasisini daha karmaşık hale getirmekten öte bir anlam taşımadığı vurgulanmaktadır.52 Dolayısıyla güçlü liderlik sergileme ve Avrupa’nın geleceğine yönelik cesur kararlar alabilme noktasında AB’nin başarılı bir sınav veremediği ortaya çıkmaktadır. Özellikle küresel aktör olma iddiası güden Birliğin, bu konudaki en zayıf halkasının “en düşük ortak paydada ilerlemesi” olduğu ve Birlik politikalarının uluslararası arenada tutarlılık ve etkinlik açısından bu bağlamda zafiyet yaşadığı düşünülürse, AB Başkanlık seçimi sonucu dikkate alındığında, bu zafiyetin güçlü bir liderle doldurulma olasılığının oldukça arka planda kaldığı söylenebilir. 47 Nicolas Nagle, “The EU President: Stumbling into the Post-Lisbon Era”, World Politics Review, 23 Kasım 2009. 48 “A Pitiful Exercise in Euro-minimalism”, Financial Times, 20 Kasım 2009. 49 Hans Hoyng and Hans-Jürgen Schlamp, “The Technocrats at the Top of the EU”, Der Spiegel, 23 Kasım 2009. 50 Financial Times, op. cit. 51 William Langley, “Herman Van Rompuy and Baroness Ashton: The EU’s Perfect Couple of Nobodies”, Telegraph, 21Kasım 2009. 52 Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK), AB (Konseyi) Başkanlık Seçimi: Türkiye-AB İlişkilerine Etkisi Açısından Bir İnceleme, 19 Kasım 2009. Raporun tamamı için bkz. <www.usak.org.tr>. 60 FATMA YILMAZ ELMAS Geçmişte pek çok krizde yaşandığı gibi, 2008 yılı sonunda İsrail’in Gazze operasyonu sırasında yaşanan karmaşa hatırlanacak olursa, liderlik boşluğunun doldurulmasının oldukça elzem bir olgu olduğu açıkça ortaya çıkacaktır. Zira söz konusu dönemde beş farklı AB yetkilisi İsrail ile görüşmeye çalışmış, öte yandan ise üye ülkeler kendi delegeleri ile adeta yarış içine girmişlerdir. Dolayısıyla yarışan sesler, hem AB çabalarını zayıflattığı yönünde eleştirilere neden olurken hem de kurumsal anlamda yeniden yapılanmanın ihtiyacını bir kez daha ortaya koymuştur.53 Lizbon Antlaşması ile öngörülen Başkanlık sisteminin söz konusu zaafı doldurma açısından oldukça önemli olduğu inkar edilemez olmasına rağmen, bu zaafın uygulamada güçlü bir liderlikle doldurmanın zorunluluğu da bir o kadar inkar edilemez görülmektedir. İşlerlik açısından büyük önem taşıyan Başkanlık olgusunun, yukarıdaki eleştiriler dikkate alınırsa, ilk seçim açısından daha başından darbe aldığı söylenebilir. Yapısal Katkı ve Kısıtlarıyla Başkanlık Muğlaklığın risklerini taşıyan yeni başkanlık sistemi, yapısı ve işleyişi konusundaki endişeleri ise sorumluluk, meşruluk, küçük-büyük üye devletler dengesine etkisi, yürütülebilirlik ve performans yeterliliği bakımından taşımaktadır. Yapısal anlamda, daimi AB Konseyi Başkanlığı bir yandan yenilik olarak kendini gösterirken, aynı zamanda Bakanlar Konseyi açısından rotasyon sistemi devam etmektedir. Bu durum, getirilen yeniliğin önemli bir problemi olarak gösterilmekte ve halklara yakın olma bakımından karışıklığın artışı anlamında değerlendirilmektedir. Yeni sistem, bakanlar düzeyindeki rotasyon sistemini görünmez hale getirmekte; fakat öte yandan ulusal başkanlıklar, hükümetlerinin prestij ve gündemlerini ön planda tutma adına devam etmektedir. Bu durumda Birlik; AB Konseyi Başkanı, dönüşümlü Konsey Başkanı, Komisyon Başkan Yardımcısı olarak dış politika için Yüksek Temsilci ve bunun yanında tabi ki Parlamento Başkanına sahip olacaktır. Birliği kimin temsil ettiği sorunu ortadan tamamıyla kalkmış görünmemektedir. Hatta Van Rompuy’un seçilmesi ile sonuçlanan ilk başkanlık süreci için, uzun yıllar önce Henry Kisssenger’ın “kimi arayacağım?” sorusunun cevabının yeni AB Başkanı ile de çözülmediği yorumları yapılmakta ve yeni makamın düşük-profilli karakteristiği dikkate alınırsa, uluslararası ilişkiler konularında ABD Başkanı Obama ya da Çinli Başkan Hu Jintao’nun Van Rompuy’u aramakta acele etmek yerine ulusal liderleri tercih edeceği belirtilmektedir.54 Dolayısıyla kurumsal yapının karmaşasına getirilen eleştiriler, yeni başkanın imaj sorunuyla bir kat daha artırılmaktadır. Fakat yine de bu durumda, Nicolaidis ve Bunse’nin ifade ettiği gibi, “çok-merkezli Birlik” vurgusunun açıkça yapılmasının bu karışıklığı gidermede yardımcı olabileceği ve hatta çok-sesliliğin iyi-yönetilen kimi kriz durumlarında avantaja dönüştürülebileceği olasılığı da göz ardı edilmemelidir.55 53 AB’nin ‘küresel aktörlük’ yanılsaması konusundaki detaylı tartışma için bkz. Mehmet Özcan, Fatma Y. Elmas, Mustafa Kutlay ve Ceren Mutuş, (2009), Bundan Sonrası: Senaryo Analizleriyle Türkiye-AB ilişkileri, USAK Yayınları, Ankara, s. 197. 54 Henry Chu, “EU’s Angst over Choosing a President Hasn’t Helped Its Image”, Los Angeles Times, 19 Kasım 2009. 55 Nicolaidis and Bunse, op. cit., s. 4. DEĞİŞEN VE DÖNÜŞEN YÖNLERİYLE AB BAŞKANLIĞI 61 Yapısal diğer bir sorun, başkanın kime karşı sorumlu olacağının net olmamasından kaynaklanmaktadır. Meşruluk tartışmaları, halka yakın olamamanın yanında bu konuda da devam etmektedir.56 Başkanın seçimle gelmesi demokratik bulunsa da sorun, özellikle seçimlerin gerçekleştirilmesi öncesinde, üye devletlerin nüfus büyüklüğü ve güçlerinin etkili bir faktör olmasından kaynaklanması ihtimali etrafında tartışma konusu yapılmaktaydı. Zira, bu tartışmanın sonucunun önemli ölçüde büyük ülkelerin başkanlıkta söz sahibi olması ile sonuçlanacağı düşünülmüştür.57 Bu bakımdan yeni ofisin dönüşümlü başkanlık sisteminin avantajlarından özellikle küçük ülkeler aleyhine yoksun kalınması anlamına geleceğinden endişe duyulmuştur. Başkanlığın çok rahat hükümetin prestijini artırmada kullanılabilmesi, halkı AB konusunda aydınlatmak için önemli eğitici bir araç olması, bazen sorunlu koalisyonları bir arada tutabilmesi, kendi dönemlerinde imzalanan antlaşmalardan kredi toplama şansını yaratması58 gibi avantajları düşünüldüğünde, başkanlığı uzun dönem elinden kaçıran küçük ülkelerin kayıplarının oldukça fazla olacağı öngörüsü göz ardı edilemeyecek bir gerçekliktir. Konvansiyon sırasında büyük ve küçük ülkeler arasında kurumsal pazarlıkların sürmesi, bu endişelerin temel kaynağı olmuştur. Şunu da eklemek gerekir ki, daimi başkanlık konusunda küçük ülkelerin kaybı öne sürülse de getirdiği ağır idari sorumluluk bakımından ve politikaların sürdürülebilirliği ihtiyacı açısından, söz konusu ülkelerin bu rolü hakkıyla üstlenip üstlenemeyeceği de tartışma konusudur. Uygulamada da Vam Rompuy’un seçimiyle Başkanlık koltuğu Belçika’ya verilmiş ancak Birlik politikalarının yönlendiricisi olarak yine AB’nin merkezindeki ülkeler yerlerini almıştır. Görünen o ki, uygulamada bu endişeler küçük ülkeler bakımından–en azından yukarıdaki kaygılar ışığında- yersiz kalmıştır. Zira AB Başkanlığının ilk temsilcisi Belçika Başbakanı olmuştur. Ancak bu durum, dengenin büyük ülkeler aleyhine bozulduğu anlamına gelmemekte, hatta AB bütünleşmesinin merkezindeki büyük ülkelerin birbirinin kurumsal yapıdaki rollerini dengeleme adına küçük bir ülkeyi ‘araç’ olarak kullandığı anlamına gelmektedir. Bu durumda Birliğin küçük ortakları kaygılanıldığı gibi Başkanlık makamından dışlanmamış ancak kurumsal denge de büyük devletlerin güçlerini kendi ulusal düzeylerinde korumaya çalışması ile AB bütünleşmesi aleyhine darbe almıştır. Dolayısıyla makamın sahibi olmayı başarsalar da küçük ülkelerin farklı açıdan tekrar geri plana itildiği ve Almanya-Fransa-İngiltere üçlüsünün merkezde kalmaya devam etme yönünde karar aldığı sonucu çıkarılabilir. Sorunlu yanları ve taşıdığı risklerin tartışılmasının yanında yeni Başkanlık sistemi, üye devletleri Avrupa sistemiyle kendini tanımlama ve özdeşleştirme bakımından imkan taşıyan avantajları da barındırmaktadır. Özellikle Başkanlığı elinde bulunduran ülkenin yerelde Avrupa entegrasyonuna desteğin sağlanması yönünde yardımcı olabilir (Sap, 2005: 50). Belçika Başbakanı Van Rompuy da Avrupa bütünleşmesinin ve ‘daha yakın Avrupa’ fikrinin destekçisi olarak bilinmektedir. Van Rompuy’un eleştirilerin aksine pro-aktif bir politika izlemesi, hem kendi ülkesinde hem de AB çapında bütünleşmenin ileri aşamalara taşınmasında etkili olabilir. Aslında dönüşümlü başkanlık sistemi 56 Bkz. Sap, op. cit. & Nicolaidis ve Bunse, op. cit. Sap, op. cit., s. 50. 58 Dinan (2005a), op. cit., s. 233-234. 57 62 FATMA YILMAZ ELMAS çerçevesinde de Başkanlık prestiji sayesinde böyle bir desteğin halihazırdaki varlığının göz ardı edilmemesi gerekir. Hatta üye devletlerin eşitlikçi bir sistemde dönem başkanlığı koltuğuna oturmaları ulusal düzlemde daha fazla destek görebilir. Zira daimi başkanlık, yukarıda da belirtildiği gibi, düşük-profilli bir işlevsellik sergilemesi halinde Birlik imajının sarsılmasının yanında halkların -halihazırda zayıf konumdakibütünleşmeye olan bağlılıklarının gerilemesine de neden olabilir. Bu sorunun üstesinden gelinmesi, ancak AB Başkanının ABD başkanı gibi dünyada sesinin duyulur ve etkinliğinin kanıtlanması ile halkların tümüyle kendini üst otorite olan Birlik ile özdeşleştirmeye başlaması ile olabilir. Başka bir deyişle Başkan, gösterdiği etkinlik ve politika üreticiliğiyle, AB’yi içeride ve dışarıda kabul edilebilir kıldığı ölçüde desteği zamanla kendisi toplayabilecektir. Sonuçta, Lizbon Antlaşması çerçevesinde öngörülen kurumsal yenilikler kapsamına alınan AB başkanlığının performansı ve daimi başkanın göstereceği siyasi özerkliğin boyutu ve derecesi, Başkanın görevlerini yerine getirme performansıyla59 doğru orantılı olarak ortaya çıkacaktır. Yeni muğlak sistemde, bu potansiyelin gerçekleştirilmesi, büyük ölçüde mevcut kaynaklara ve resmi yasal sınırları bypass edebilen başkanın kapasitesine bağlı olacaktır. Aksi halde, AB açısından başkanlık yokluğunun yarattığı boşluğu doldurma amacıyla öngörülen daimi başkanlık sistemi, sembolik olmanın ötesine geçemeyecektir. Sonuç Başkanlık, AB entegrasyonunun dinamik karakterine bağlı olarak ve fonksiyonalist yapının sonucu tarihsel süreç içinde giderek önemini artıran bir yapılanma haline gelmiştir. Artan önemine paralel şekilde AB başkanlığı sorunsalı da devamlılık, etkinlik, temsil ve kurumsal denge açısından giderek tartışılan bir konu haline gelmiş ve ihtiyaç duyulan bir kurum olarak belirmiştir. Topluluk kurumları arasında yer almamakla birlikte giderek siyasi gücü artan AB Konseyi, güçlü bir başkanı da gerekli kılmaktadır. Ancak altı aylık rotasyon usulüyle gerçekleşen Konsey dönem başkanlığı dışarıda temsil gücü yüksek, politikalarda devamlılığı sağlayacak ve ulusal çıkarları ile Birlik çıkarlarını tam manasıyla dengeleyecek böyle bir başkanın varlığı için yetersiz gelmekte ve sonucunda kurumsal bir boşluk ortaya çıkmaktadır. Net bir başkanlık sisteminin yokluğu, entegrasyon sürecinde yapılan tartışmaların sonucunda ilk defa antlaşmalar zemininde çıktısını, Lizbon Antlaşması ile öngörülen değişikliklerde bulmuştur. Nitelikli oy çoğunluğuyla 2.5 yıllığına seçilen ve görev süresi bir defa yenilenebilen başkanlık düzenlemesiyle Birlik, daimi bir başkana kavuşmuştur. Hatta AB Konseyinin yapısal anlamda kurumsal statüsünün tanınması ve asli yapısal kurumlar arasında sayılmasıyla, Başkanlık eski muğlak halinden belirli ölçüde sıyrılmıştır. Ancak Anlaşmalar temelinde yasal düzenlemeye tabi tutulması konusunda ortadan kalkan muğlaklık, Başkanlık kurumunun nasıl işleyeceği konusunda 59 Üye devletlerin farklı başkanlık dönemlerinde gösterdiği performans ve dinamiklere göre Birlik politikalarının nasıl şekillendiğine dair örnek bir karşılaştırma için bkz. Lucia Quaglia ve MoxonBrowne, (2006), “What Makes a Good EU Presidency? Italy and Ireland Compared”, Journal of Common Market Studies, Cilt. 44, No. 2, s. 349-68. DEĞİŞEN VE DÖNÜŞEN YÖNLERİYLE AB BAŞKANLIĞI 63 hala devam etmektedir. Bu bağlamda öngörülen daimi başkanlık sistemi çeşitli eleştirilere maruz kalmaktadır. Büyük ülkelerin yönlendirmesinde yürütülecek bir başkanlık yapısından çekinildiği gibi, sorumluluk ve etkinlik konularında da soru işaretleri halihazırda varlığını devam ettirmektedir. Avrupa halklarının gözünde AB entegrasyonunu daha anlaşılır ve prestijli kılmayı da amaçlayan bu değişiklik, potansiyelini üye devletlerin işbirliğine ve başkanın potansiyeline bağlı olarak bu amaca hizmet edecektir. Dünyadaki konjonktürel gelişmelerin gerisinde kalarak prestij kaybına neden olabilecek bir başkanlık, süreci tersine çevirme riskini de beraberinde taşımaktadır. Son tahlilde Başkanlık, Lizbon Antlaşması ile öngörülen değişiklik ve yeniliklerden yenilenebilir süresi ile 5 yıllık bir yetkiyi kazanarak en karlı çıkan kurum olmuştur. Eğer üye devletlerin işbirliği çerçevesinde elindeki yetki potansiyeli iyi kullanabilirse, sembolik özelliğinin ötesine geçerek AB entegrasyon sürecine hem Avrupa halkları nezdinde içeride hem de dış temsil konusunda dış platformlarda yeni bir soluk getirebilecektir. Kaynakça “A Pitiful Exercise in Euro-Minimalism”, Financial Times, 20 Kasım, 2009. Füsun ARSAVA, “AB Başkanlığı”, Gazi Üniversitesi İİBF Dergisi, Sayı: 1, s. 207232, 2001 Spyros BLAVOUKOS, Dimitris BOURANTONIS, George PAGOULATOS, “A President for the European Union: A New Actor in Town”, Journal of Common Market Studies, Cilt. 45, No. 2, s. 231-252, 2007 Enver BOZKURT, Mehmet ÖZCAN, Arif KÖKTAŞ, Avrupa Birliği Hukuku, Asil Yayın Dağıtım, Ankara, 4. Baskı, 2008 Enver BOZKURT, Mehmet ÖZCAN, Arif KÖKTAŞ, Avrupa Birliği Mevzuatı, Asil Yayın Dağıtım, Ankara, 2. Baskı, 2008 Simon J. BULMER, “The European Council and The Council of the European Union: Shapers of a European Confederation”, The Journal of Federalism, s. 17-42, 1996 Henry CHU, “EU’s Angst over Choosing a President Hasn’t Helped Its Image”, Los Angeles Times, 19 Kasım 2009. Wouter COUSSENS ve Ben CRUM, “Towards Effective and Accountable Leadership of the Union”, European Policy Institute Network, EPIN Working Paper No. 3, 2003 D.G. CRACKNELL, European Union Legislation 2007-2008, London and New York: Routledge-Cavendish, 2008 64 FATMA YILMAZ ELMAS Paul CRAIG ve Grainne DE BURCA, EU Law: Text, Cases and Materials, Oxford University Press, Oxford & New York, 3. Baskı, 2003 Ben CRUM ve Wouter COUSSENS, “Reforming EU Presidency: The Key to a New Institutional Architecture”, CEPS Commentary, 2003 Desmond DINAN (Ed.)., Avrupa Birliği Ansiklopedisi, I. Cilt, Hale Akay (çev.), Kitap Yayınevi, İstanbul, 2005b Desmond DINAN, Ever Closer Union: An Introduction to European Integration, Palgrave Macmillan, Hundmills, Basingstoke, Hampshire, 2005a Ana Mar. FERNANDEZ, “The EU Council Presidency Dilemma: An Historical Institutionalist Interpretation”, Centre d’etudes Europeennes, Cahier Europeen no. 01/2008, s. 1-37, 2008 Lars HOFFMAN, “Leading the Union: An Argument in favour of a Dual EU Presidency”, The Federal Trust, Online Paper 15/03, 2003 Hans HOYNG and Hans-Jürgen SCHLAMP, “The Technocrats at the Top of the EU”, Der Spiegel, 23 Kasım 2009. İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV), Avrupa Birliği Antlaşması ve Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşma’yı Tadil Eden Lizbon Antlaşması, İKV Yayınları No: 217, İstanbul, 2008 Ken KOLLMAN, “The Rotating Presidency of the European Council as a Search for Good Policies”, European Union Politics, Cilt. 4 (1), s. 51-74, 2003 William LANGLEY, “Herman Van Rompuy and Baroness Ashton: The EU’s Perfect Couple of Nobodies”, Telegraph, 21 Kasım 2009. Nicolas NAGLE, “The EU President: Stumbling into the Post-Lisbon Era”, World Politics Review, 23 Kasım 2009. Kalypso NICOLAIDIS ve Simone BUNSE, “The European Union Presidency: A Practical Compromise”, Open Democracy, 2007, <http://www.opendemocracy.net/article/democracy_power/future_of_europe/eu_p residency>, (Erişim Tarihi: 01.06.2009). Mehmet ÖZCAN, Fatma Y. ELMAS, Mustafa KUTLAY ve Ceren MUTUŞ, Bundan Sonrası: Senaryo Analizleriyle Türkiye-AB ilişkileri, USAK Yayınları, Ankara, 2009 Gülüm Bayraktaroğlu ÖZÇELİK, “Avrupa Birliğinin Kurumsal Yapısı ve Lizbon Antlaşması”, Avrupa Birliği’nin Güncel Sorunları ve Gelişmeler, (Ed.) Balgin Akçay, Sevilay Kahraman ve Sanem Baykal, Seçkin Yayınları, Ankara, 2008 Lucia QUAGLIA and MOXON-BROWNE, “What Makes a Good EU Presidency? Italy and Ireland Compared”, Journal of Common Market Studies, Cilt. 44, No. 2, s. 349-68, 2006 DEĞİŞEN VE DÖNÜŞEN YÖNLERİYLE AB BAŞKANLIĞI 65 Jhon W. SAP, “The European President”, European Constitution Law Review, Sayı:1, s. 47-51, 2005 Jelmer SCHALK, Rene TORENVLİED, Jeroen WEESİE ve Frans STOKMAN, “The Power of the Presidency in EU Council Decision-making”, European Union Politics, Cilt. 8 (2), s. 229-250, 2007 Adriaan SCHOUT, “The Presidency as Juggler: Managing Conflicting Expectations”, EIPASCOPE, 1998(2), s. 1-9, 1998 <http://www.eipa.nl/cms/repository/eipascope/scop98_2_1.pdf>, (Erişim Tarihi: 25.10.2009). Adriaan SCHOUT, Alain GUGGENBÜHL, Nicole BAYER, “The Presidency in the EU of 25”, EIPASCOPE, 2004/2, 2004 Solemn Declaration on European Union, Stuttgart, 19 Haziran <http://www.ena.lu/stuttgart-european-council-17-19-june-1983020701617.html>. 1983. Jonas TALLBERG, “The Agenda-shaping Powers of the EU Council Presidency”, Journal of European Public Policy, Cilt. 10 (1), s. 1-19, 2003 Jonas TALLBERG, “The Power of the Presidency: Brokerage, Efficiency and Distribution in EU Negotiations”, Journal of Common Market Law Studies, Cilt. 42, No. 5, s. 999-1022, 2004 Ercüment TEZCAN, Avrupa Birliği Kurumlar Hukuku, USAK Yayınları, Ankara, 2005 Ercüment TEZCAN, “Anayasa'dan Lizbon Antlaşmasına: Avrupa Birliği'nde Temel Metin Tartışmaları”, USAK Stratejik Gündem, 2008, <http://www.usakgundem.com/makale.php?id=391>, (Erişim Tarihi: 10.12.2008). Robert THOMSON, “The Council Presidency in the European Union: Responsibility with Power”, Journal of Common Market Studies, Cilt. 46, No. 3, s. 593-617, 2008 Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK), AB (Konseyi) Başkanlık Seçimi: Türkiye-AB İlişkilerine Etkisi Açısından Bir İnceleme, 19 Kasım 2009, <www.usak.org.tr>. 66 FATMA YILMAZ ELMAS Ankara AvrupaSUPRANASYONAL Çalışmaları Dergisi 9, No:2 (Yıl: 2010), s.67-92 BİR TASARRUFCilt: ŞEKLİ OLARAK AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE TÜRK TARIM HUKUKU: MEVCUT DURUM, SON GELİŞMELER VE YAKLAŞIMLAR Mehmet KILIÇ∗ Özet Toprakla insan arasındaki ilişkileri ve tarım kesimine yönelik politikaları hukuki yönden inceleyen tarım hukuku, AB ortak tarım politikasıyla birlikte gelişen yeni bir hukuk dalıdır. AB başta olmak üzere diğer birçok hukuk sisteminde, tarım kesiminde ortaya çıkan her türlü hukuki ilişkileri özel kanunlarla düzenleyen modern bir tarım hukuku anlayışı hâkimdir. Türk hukukunda ise, tarım kesimine yönelik hukuki çalışmalar, birkaç özel hukuki düzenleme dışında uzun yıllar boyunca genel kanunlarda yer alan düzenlemelerle sınırlı kalmıştır. AB’ne uyum sürecinde kabul edilen hukuki düzenlemelerle önemli gelişmeler sağlanmış olsa da, bu gelişmeler daha çok AB’ne uyum ve uluslararası taahhütleri gerçekleştirme amacına yönelik olduğundan tarım kesiminin somut ihtiyaçları dikkate alınmamaktadır. Özellikle, kabul edilen hukuki düzenlemelerin uygulanması konusunda yaşanan yetki karmaşası ve kurumsal yapıların oluşturulmaması, bu mevzuatın etkili ve amaçlarına uygun bir şekilde uygulanmasını olanaksızlaştırmaktadır. Anahtar Kelimeler: Tarım hukuku, AB’ne uyum, Tarım hukukunda gelişmeler, AB hukuku Abstract Studying relationship between human and land and the policies regarding agricultural sector in terms of law, the agricultural law is a new branch of law developing with the EU common agricultural policy. A modern agricultural law concept regulating any and all legal relations occurring in agricultural sector regulated by private laws is dominant in several jurisdictions, including mainly the EU. However, the legal studies regarding agricultural sector in Turkey have been limited to regulations contained in general law for several years except just a few private law regulations. Although some important developments have been achieved by means of legal ∗ Dr., Dr., Araş.Gör., Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü 68 MEHMET KILIÇ regulations adapted recently for the purpose of adaptation with the EU legislations, such developments have been made not for the sake of the concrete needs of agricultural sector but adaptation commitments made to the EU. Particularly, the confusion of authority experienced in regard to implementation of the adapted legal regulations and failure to establish the institutional bodies have all made impossible to achieve the effective implementation of the legislation in line with the objectives thereof. Key Words: Agricultural law, Adaptation of EU, Developments in agricultural law, EU law. Giriş İlk dönemlerde toprakla insan arasındaki ilişkileri inceleyen hukuk dalı olarak ortaya çıkan tarım hukuku, tarımsal faaliyetlerde meydana gelen gelişmeler sonucunda toprak-insan ilişkileri dışında devletle olan ilişkileri de içine alan kapsamlı bir hukuk dalı haline gelmiştir. Gerçekten de, başlangıçta tarım hukukunun konusunu, toprakla insan arasındaki ilişkiler oluştururken, devletin bu alana yönelik müdahaleleri, insantoprak-devlet arasında ortaya çıkan tarım kesimine yönelik her türlü ilişkinin esas alınması zorunluluğunu doğurmuştur1. Tarım hukukunun, tarım arazisini esas alan klâsik anlayışı yerine, tarımsal işletmeyi esas alan modern anlayışı, ulusal tarım politikalarının gerçekleştirilmesinde en önemli araç görevini üstlenmesine yol açmıştır2. Bu görev ise, tarım kesimine yönelik her türlü faaliyetin, genel hükümler dışında özel kanunlarla düzenlenmesi zorunluluğunu doğurmuştur3. Avrupa Birliği (AB) başta olmak üzere diğer birçok hukuk sisteminde, tarım kesiminde ortaya çıkan her türlü ilişkileri özel kanunlarla düzenleyen modern bir tarım hukuku anlayışı hâkimdir4. Tarım politikalarının gerçekleştirilmesinde en önemli araç olan tarım hukuku kapsamına giren konular, genel hükümlerin dışında kendine özgü usul ve ilkelerle özel olarak düzenlenmektedir5. Türk hukukunda ise, tarım kesimine yönelik hukuki çalışmaların uzun yıllar genel hükümlerde yer alan düzenlemelerle sınırlı kaldığı görülmektedir6. Ancak, özellikle son yıllarda AB mevzuatına uyum için yürütülen çalışmalar sonucunda tarım hukuku alanında önemli adımlar atılmıştır. Bu nedenle makalede, son yıllarda AB’ne uyum 1 Christian Grimm, Agrarrecht, München: C.H. Beck Verlag, 1995, p. 13 vd. AB Ortak Tarım Politikası kapsamında yapılan hukuki düzenlemeler AB tarım hukukunun temel esasları olarak ele alınmaktadır bkz. John Anthony Usher, EC Agricultural Law, Oxford: Oxford University Press(UK), 2001, p. 2. 3 Geniş bilgi için bkz., Francesco Galgano ve Giovannella Mendici Tabet, Principi di Diritto Agrario, Bologna: Libri dell'editore: Zanichelli, 1999, p. 3. 4 Turner, George / Werner, Klaus: Agrarrecht Ein Grundriß, Stuttgart: 1998, 2. Auflage, s. 25 vd. 5 Joseph McMahon, Law of the Common Agricultural Policy, London: Longman, 2000, p. 1; İbrahim Orkun Atalay, “Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası”, Kazancı Hukuk İşletme ve Maliye Bilimleri Dergisi, Sayı: 2, Ağustos 2004, s. 58 vd. 6 Suat Aksoy, Tarım Hukuku, Ankara: A.Ü. Ziraat Fakültesi Yayınları, 1984, s. 13 vd. 2 AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE TÜRK TARIM HUKUKU 69 kapsamında kabul edilen hukuki düzenlemelerle tarım hukukunda ortaya çıkan gelişmeler ele alınmıştır. Türk Tarım Hukukunun Tarihsel Gelişimi Genel Olarak Türkiye’de bugün geçerli olan tarımsal toprak mülkiyeti anlayışının geleneksel kökenlerinde, Osmanlı İmparatorluğunun başarılı bir şekilde uyguladığı arazi yönetim anlayışının izleri bulunmaktadır. Bu nedenle, Türkiye’de tarım hukukunun mevcut durumunun incelenebilmesi için AB’ne uyum çalışmalarının başlangıcına kadar olan gelişmeler de dikkate alınmalıdır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde geçerli olan hukuk sisteminde bugünkü anlamda modern bir tarım hukuku anlayışından söz etmek mümkün değildir. Bu dönemde, toprak hukuku ön planda tutulduğundan tarım hukukuna ilişkin ilke ve esaslar toprak hukuku kapsamında değerlendirilmektedir. Osmanlı imparatorluğunda ekonomik faaliyetler ve dolayısıyla ülke ekonomisi de büyük ölçüde tarımsal faaliyetlere dayandığından, tarımsal arazi mülkiyetine ilişkin temel esaslar sistemli bir şekilde uygulanarak tarımsal faaliyetler ve özellikle tarımsal arazi mülkiyeti devletin denetim ve kontrolü altında tutulmuştur. Tarımsal arazi mülkiyeti bakımından “devlet mülkiyeti” esası kabul edilerek tarım arazileri de mir-i arazi adı verilen özel bir sistem ile yönetilmiştir. Mir-i arazi sistemi; tarım arazilerinin kuru mülkiyetinin (rakabe) devlete ait olmakla birlikte, bu arazileri işleme ve bu araziler üzerinde tarımsal faaliyetlerde bulunma hakkının (tasarruf) halka (reaya) bırakıldığı bir sistemi ifade etmektedir7. Mir-i arazinin uygulama esasları ise genel nitelikli Kanunnamelerde ve sancak kanunnamelerinde ayrıntıları ile düzenlenmiştir. Mir-i arazi uygulamasında, araziler devletin mülkiyetinde olduğundan bunlar üzerinde tarımsal faaliyette bulunma hakkı bir nevi şartlı kiracılık yoluyla, “aşar” adı verilen belirli bir kira (vergi) karşılığında halka verilmiştir8. Ancak burada klâsik anlamda bir kiracılık ilişkisi değil; tarım arazilerini kullanma hakkına sahip olanların ölümü halinde bu hakkın onun mirasçılarına geçtiği “irsî bir kiracılık” esası benimsenmiştir. Bu nedenle, tarımsal faaliyette bulunan çiftçiler, bu araziler üzerindeki kullanma hakkını kaybetme korkusu olmaksızın kendi mülkiyetindeymiş gibi babadan oğla geçerek uzun yıllar boyunca tarımsal faaliyetlerini sürdürebilmişlerdir9. Mir-i araziler üzerinde tarımsal faaliyette bulunan çiftçilerin bu arazileri işlemeleri karşılığında ürün olarak (ayni) devlete ödemekle yükümlü oldukları vergileri tahsil etme yetkisi, yaptıkları hizmetlerinin karşılığının ödenmesi amacıyla rütbeli askerlere ve memurlara verilmiştir. Kendilerine vergi toplama yetkisi verilen bu kişiler, hem kendilerine vergileri bırakılmış bu alanları yönetme, hem de aldıkları vergiler 7 Fikret Eren / Veysel Başpınar, Toprak Hukuku, Ankara: Yetkin Yayınları, 2007, s. 90 vd. Ömer Lütfi Barkan, Türkiye’de Toprak Meselesi, Toplu Eserler I, İstanbul: Gözlem Yayınları, 1980, s. 342 vd. 9 Geniş bilgi için bkz., Halil Cin, Miri Arazi ve Bu Arazinin Mülk Haline Dönüşümü, Ankara: Sevinç Matbaası, 1969, s. 68 vd. 8 70 MEHMET KILIÇ karşılığında belirli sayıda asker besleme ile yükümlü tutulmuştur10. Miri arazi sistemi ile askeri gücün büyük bir bölümünü oluşturan atlı eyalet askerleri meydana getirilmiş; rütbeli askerler ve memurların maaşları kolayca ödenebilmiş ve devlet de vergi toplama gibi bir yükten kurtarılmıştır. Mir-i arazi sisteminde tarım arazileri; bu arazilerin bulunduğu bölgenin ve arazinin tarımsal özellikleri, tahsis amacı, alanı ve vergi miktarı gibi kriterler dikkate alınarak farklı sınıflandırmalara tabi tutulmuştur. Evkaf arazileri, miri-i araziden bir kısmının cami, medrese, hastane, kervansaray gibi hayır kuruluşları için padişahlar tarafından veya padişahların izniyle vezirler tarafından ayrılması ile oluşturulan arazileri ifade etmektedir. Gelirlerinin belirli kişilere hayatları boyunca tahsis edildiği araziler ise ocaklık arazilerini oluşturmuştur. Yapılan tahsis mirasçılara geçmemekle birlikte, bu tahsisin mirasçılara geçecek şekilde yapılması halinde bu arazilere “yurtluk arazi” adı verilmiştir11. Has arazileri, yıllık geliri 100.000 ve daha fazla akça olan arazilerdir. Bu arazilerin gelirleri, “has” adı altında padişah, vezir, şehzade, beylerbeyi gibi önemli görevlerde bulunanlara tahsis edilmiştir. Yıllık geliri 20.000 ila 100.000 akça arasında olan arazilere zeamet adı verilmiş olup, defterdarlara, subaşlarına, sancak beylerine, alay beylerine ve orta derecedeki devlet görevlilerine tahsis edilen arazilerden oluşmuştur12. Tımar arazileri ise, has ve zeamet dışında kalan ve yıllık geliri 20.000 akçaya kadar olan tarım arazilerini ifade etmektedir. Tımar arazileri genellikle sipahi adı verilen askerlere tahsis edilmiştir13. Tımar arazileri diğer arazi sınıflarına göre alan bakımından daha fazla yer kapladığından; gerek ekonomik, gerek idari, gerekse askeri yönden Osmanlı İmparatorluğunun siyasi yapısının temelini teşkil etmiştir. Tımar ve zeamet adı verilen araziler, devletin mülkiyetindeki araziler olduğundan, miras yoluyla intikali mümkün değildir. Bu nedenle, kendisine tımar arazisi tahsis edilmiş olan sipahiler arazinin maliki olmayıp sadece devletin alacağı vergileri tahsil etme hakkına sahipti. Diğer taraftan, Osmanlı İmparatorluğunda tımar sahiplerinin feodalitik bir yapıya bürünmemesi ve devlete karşı herhangi bir otorite kazanmaması için, bu arazileri uzun süre ellerinde tutmalarına izin verilmemiş; belirli aralıklarla bu araziler değiştirilmiştir. Tımar sahipleri için devlete karşı herhangi bir güvensizlik yaratılmaması amacıyla tımarların keyfi olarak el değiştirmesi engellenmiş ve bunların sebepsiz olarak sahiplerinin elinden alınması da yasaklanmıştır. Buna 10 Bu sistem, bir arazinin tahsisi veya araziye ait bazı hakların verilmesinden çok, arazi vergilerinin rütbeli askerlere ve memurlara havalesinden ibarettir. Başka bir ifade ile verginin havale edilmesinin özel bir uygulama şeklini oluşturmaktadır. Vergi kanunları ise, bazı özel kanunlardan farklı şekillerde kabul edilmekteydi. Vergi kanunları kabul edilmeden önce, merkezi idare tarafından miri arazinin bulunduğu bölgede, nüfus durumu ve söz konusu arazilerin gelir düzeyi tespit edilmektedir. Bu tespitten sonra rütbeli askerler ve memurlar gibi hak sahiplerine bu vergilerin ne kadarının tahsis edileceği ve bunların hangi adlar altında kimlerden toplanacağı belirlenmekteydi. Elde edilen tüm bu bilgiler özel defterlere kaydedilerek icmal defteri adı verilen defterler oluşturulmuş, vergi kanunları da elde edilen bu bilgilere göre kabul edilmiştir, bkz. Barkan, Op. cit., s. 342 vd. 11 Fatih Sultan Mehmet döneminde “ocaklık” olarak tahsis edilen arazilere “malikâne vakıf” adı da verilmiştir, bkz. Barkan, Op. cit., s. 350 vd. 12 Zeamet sahiplerine “Zaim”, bunların kıdemlilerine de “Zaim Gediklisi” adı verilmiştir. 13 Bunlar zeamet ve tımar arazileri olup, sipahilere verilen arazilerin tamamını karşılamak üzere “dirlik” adı verilmektedir. AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE TÜRK TARIM HUKUKU 71 karşılık, kendisine tımar arazisi verilen sipahinin, “savaş zamanında savaşa katılmaması”, “başka bir sancağı ikamet olarak seçmesi” ve “ araziyi üç yıl üst üste boş bırakması” hallerinde, bu arazi sipahinin elinden alınmıştır14. Osmanlı İmparatorluğunda uygulanan ve yukarıda kısaca özetlenen bu sistemin, zaman içerisinde bozulmaya başlaması, tarımsal arazi mülkiyetinde de önemli sorunlar doğurmasına yol açmıştır. Bu nedenle, tarımsal arazi mülkiyetinin modern anlamda hukuki temellere dayandırılma ihtiyacı doğmuştur. Bu ihtiyacın karşılanabilmesi amacıyla da uzun süren çalışmalardan sonra Kanunname-i Araz-i Hümayun 1858 yılında uygulamaya konulmuşsa da, beklenen başarı sağlanamamıştır15. Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra, Cumhuriyet döneminde tarım hukuku alanında ortaya çıkan gelişmeler, Türkiye’nin siyasî tarihi dikkate alınarak 1982 Anayasasının kabulüne kadar geçen 1. dönem ve 1982 Anayasasından bugüne kadar ortaya çıkan 2. dönem olmak üzere iki dönemden oluşmaktadır. Aşağıda bu ayrım sırayla ele alınacaktır. Birinci Dönem Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu 1923 yılından 1982 Anayasasının kabul edildiği döneme kadar tarım hukuku alanında ortaya çıkan gelişmelerin esas itibariyle üç temel amacı bulunmaktadır. Bunlardan ilki tarımsal arazi mülkiyetine ilişkin esasların yeniden düzenlenmesi, ikincisi tarımsal faaliyetlerin daha ilk basamağında yer alan çiftçilerin yaşadığı kırsal alanların yeniden yapılandırılması ve üçüncüsü de ekonomik yönden özellik taşıyan bazı ürünlerin üretimine ilişkin genel esasların kanunî düzenlemeye kavuşturulmasıdır. Cumhuriyet döneminde kırsal alanların yeni bir yapıya kavuşturulması amacıyla 1924 yılında Köy Kanunu16 kabul edilmiştir. Günümüze kadar önemli değişikliklere uğramasına rağmen halen yürürlükte olan Köy Kanunu, kırsal alanların hem idari hem de sosyal açıdan düzenlenmesine ilişkin ilke ve esasları belirlemesi bakımından önem taşımaktadır. Köy Kanunu’nun kabulünden kısa bir süre sonra, mir-i araziyi kullanan çiftçilerin bu kullanımlarının karşılığı olarak ödedikleri “aşar vergisi” 17.2.1925 tarih 552 sayılı “Aşarın İlgası ve Yerine İkame Edilecek Mahsulâtı Arazi Vergisi Hakkındaki Kanun” ile uygulamadan kaldırılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, tarımsal toprak mülkiyeti konusunda kabul edilen en önemli hukuki düzenleme hiç şüphesiz 1926 yılında yürürlüğe giren 743 sayılı Medeni Kanun’dur. Medeni Kanun’un taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, taşınmaz malikinin yükümlülükleri ve özellikle tarımsal işletmelerin miras yoluyla intikaline ilişkin hükümleri, Türk Tarım Hukukunun temelini oluşturmuştur. Medeni Kanun ile aynı yıl 14 Benzer bir düzenleme 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanununda da yer almaktadır. Anılan Kanunun 10. maddesinin 1. fıkrasında: “Topraklandırılan çiftçiler, topraklarını askerlik veya belgelendirilmiş uzun süreli hastalık gibi geçerli bir özrü olmaksızın aralıksız üç yıl süre ile bu Kanunun öngördüğü şekilde işletmedikleri, borçlarını ve aldıkları kredileri ödemedikleri takdirde, dağıtılan topraklar geri alınır” hükmüne yer verilmiştir. 15 Barkan, Op. cit., s. 291 vd. 16 Resmî Gazete, 7 Nisan 1924, S. 68. 72 MEHMET KILIÇ yürürlüğe giren 818 sayılı Borçlar Kanunu da tarımsal kira sözleşmesi (ürün kirası) konusunda getirdiği hükümlerle, tarım hukukunun temel kanunları arasında yer almıştır. Medeni Kanun ile birlikte özel mülkiyet anlayışının benimsenmesi ve ayrıca bu Kanunun öngördüğü taşınmaz kayıt sisteminin oluşturulabilmesi için 1934 yılında Tapulama Kanunu kabul edilmiştir. Kadastro işlemleri sonucunda gerçek mülkiyet durumunun kayıt altına alınması amacıyla 1936 yılında kabul edilen 2997 sayılı Kanunla Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü bugüne kadar yaptığı çalışmalarda, tarım arazilerinin yaklaşık %90’lık kısmında kadastro tespiti ve haritalama işlemlerini tamamlamıştır17. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte o güne kadar sürdürülen tarım politikalarında önemli değişiklikler yapılması zorunluluğu doğmuştur. Ancak bu kapsamda gerçekleştirilen uygulamalar sürekli artan savaş masraflarını karşılamaya yönelik ekonomik önlemlerden oluşmaktadır. Bu nedenle, savaş ekonomisinin uygulandığı bu dönemde Milli Korunma Kanunu18 dışında tarım kesimine yönelik özel bir hukuki düzenleme kabul edilmemiştir19. Tarım kesimine yönelik yapısal düzenlemeler yanında ekonomik yönden özellik taşıyan bazı ürünlerin üretimine ilişkin genel esasların kanuni olarak düzenlenmesi ihtiyacı doğmuştur. Bu ihtiyacı karşılamak amacıyla, günün şartlarına uygun ve sadece belirli ürünlerin yetiştirilmesine ilişkin temel esaslar ayrıntılı olarak düzenlenmiştir20. Tarım arazisi mülkiyetinin dağılımında görülen dengesizlikler ve tarımsal işletmelerin belirli kişilerin mülkiyetinde yoğunlaşması karşısında topraksız ve az topraklı çiftçilere arazi dağıtımını öngören 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu21 1945 yılında kabul edilmiştir. Bu Kanunla arazisi olmayan veya yeterli arazisi olmayan çiftçiler arazi sahibi yapılırken, aileleri ile birlikte geçimlerini sağlayacak ve iş gücünü değerlendirecek ölçüde arazi verilmesine dikkat edilmiştir. Kendisine arazi verilenlerin ve arazi verilmemekle birlikte üretim araçları eksik olan çiftçilere ihtiyaçları olan araçların verilmesi de anılan kanun ile hüküm altına alınmıştır. 1950 ve 1960’lı yıllarda, İkinci Dünya Savaşının etkileri ve bazı siyasî nedenlerle tarım hukuku konusunda önemli gelişmeler kaydedilememiştir. Ancak yaşanan iç gelişmeler sonucunda yeni bir anlayışla hazırlanan 1961 Anayasası tarım kesimine yönelik temel nitelikli Anayasal düzenlemelere yer vermiştir. 1961 Anayasasının 37. maddesine göre; “Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini gerçekleştirmek ve 17 </www.tkgm.gov.tr/turkce/dosyalar/diger/2008idarefaaliyet.pdf/> (erişim: 30.11.2009). Resmî Gazete, 18 Ocak 1940, s. 4417. 19 Bkz., Sefer Şener, İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Tarım Politikası Arayışları, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 7, 2004/1, s. 73-92. 20 Örneğin 26.05.1926 tarih ve 402 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan 859 sayılı “İpek Böceği ve Tohumu Yetiştirilmesi ve Muayene ve Satılması Hakkında Kanunu”, 01.02.1936 tarih ve 3221 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan 2903 sayılı “Pamuk Islahı Kanunu”, 23.06.1936 tarih ve 3337 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan 3039 sayılı “Çeltik Ekim Kanunu”, 07.02.1939 tarih ve 4126 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan 3573 sayılı “Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun” sayılabilir. 21 Resmî Gazete, 15 Haziran 1945, S. 6032. 18 AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE TÜRK TARIM HUKUKU 73 topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlamak amaçlarıyla gereken tedbirleri alır. Kanun, bu amaçlarla, değişik tarım bölgelerine ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini gösterebilir. Devlet, çiftçinin işletme araçlarına sahip olmasını kolaylaştırır”. Yine Anayasanın 52. maddesine göre; “Devlet, halkın gereği gibi beslenmesini, tarımsal üretimin toplumun yararına uygun olarak artırılmasını sağlamak, toprağın kaybolmasını önlemek, tarım ürünlerini ve tarımla uğraşanların emeğini değerlendirmek için gereken tedbirleri alır”. Anayasada yer alan bu hükümler doğrultusunda ilk olarak 1617 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Öntedbirler Kanunu, 1972 yılında 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu kabul edilmiştir. 1757 sayılı Kanunda; tarım arazilerinin tanımı ve sınıflandırılması, arazisi olmayan veya yeterli arazisi bulunmayanlara yapılacak olan arazi dağıtımına ilişkin esaslar; toprak ve tarım reformu kooperatifleri; arazi toplulaştırması; kiracılık ve ortakçılık; mera, yaylak ve kışlaklar; toprak ve tarım reformu uyuşmazlıklarının çözümü, toprak ve tarım reformu örgütü gibi doğrudan tarım hukukunun temelini teşkil eden esaslar ayrıntılı olarak düzenlenmişti. Ancak bu Kanun uygulanma imkânı bulamadan Anayasa Mahkemesi tarafından 1976 yılında iptal edilmiştir22. İkinci Dönem Türk tarım hukukunun tarihsel gelişim seyri içerisinde Cumhuriyetten sonra ikinci dönem olarak adlandırılan dönem; 1982 Anayasasının kabulü ile başlamaktadır. 1982 Anayasasının uygulamaya konulmasından sonra, Türk tarım hukukunun değişik bir yaklaşımla ve daha modern bir anlayışla ele alındığı görülmektedir. Öncelikle 1982 Anayasasının 44. maddesinde, tarım politikasının temel esasları da belirlenmiştir. Buna göre “Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişik tarım bölgeleri ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini tespit edebilir. Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz. Bu amaçla dağıtılan topraklar bölünemez, miras hükümleri dışında başkalarına devredilemez ve ancak dağıtılan çiftçilerle mirasçıları tarafından işletilebilir. Bu şartların kaybı halinde, dağıtılan toprağın Devletçe geri alınmasına ilişkin esaslar kanunla düzenlenir. Ayrıca Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır”. Anayasada yer alan hükümler doğrultusunda, ilk olarak 1984 yılında 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlemesine Dair Tarım Reformu Kanunu23 kabul edilmiştir. Kanunun en önemli amacı, toprağın verimli şekilde işletilmesi, işletilmesinin 22 23 Anayasa Mahkemesinin 19.10.1976 tarih ve 1973/42-1976/48 sayılı Kararı. Resmî Gazete, 1 Aralık 1984, S. 18592. 74 MEHMET KILIÇ korunması, birim alandan azami ekonomik verimin alınması, tarımsal üretimin sürekli olarak artırılması, değerlendirilmesi ve buralarda istihdam imkânlarının artırılmasıdır. Aynı şekilde, yeterli toprağı bulunmayan ve topraksız çiftçilerin zirai aile işletmeleri kurabilmeleri için Devletin mülkiyetinde bulunan topraklarla topraklandırılmaları, desteklenmeleri ve eğitilmeleri de Kanunun amaçları arasında sayılmıştır. Ancak bu kanunun özelliği, tüm ülke genelinde değil, sadece Bakanlar Kurulu tarafından tarım reformu uygulama bölgesi olarak ilan edilen yerlerde uygulanabilmesidir24. 3083 sayılı Kanunla, ekonomik üretime imkân vermeyecek şekilde parçalanan tarım arazilerinin gerektiğinde ve imkânlar ölçüsünde toplulaştırılması suretiyle genişletilmesi ve tarım arazisinin bir ailenin geçimini sağlayamayacak derecede parçalanarak küçülmesinin önlenmesi de amaçlanmıştır. Diğer taraftan, zorunluluk halinde tarım arazisinin tarımsal faaliyetler dışındaki amaçlara tahsisinin düzenlenmesi de kanun kapsamına alınmıştır. Bu dönemde tarım kesimine yönelik diğer hukuki düzenlemeler 2925 ve 2926 sayılı kanunlar ile kabul edilmiştir. 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu25 hizmet akdiyle süreksiz olarak çalışan tarım işçilerinin sosyal güvenliğinin sağlanması amacını taşımaktadır26. 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu27 ile tarımda kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlara ve hak sahiplerine, malullük, yaşlılık ve ölüm hallerinde sosyal sigorta yardımlarının sağlanması amaçlanmıştır. Tarımsal ve hayvansal üretimin düzenlenmesi yanında tarımın desteklenmesine ilişkin özel kanunlarda bu dönemde kabul edilmiştir. Bu kanunlardan ilki çay tarımına ilişkin üretim, işletme ve satışa ilişkin esasları düzenlemek amacıyla kabul edilen Çay Kanunu’dur28. Anılan kanunla, çay ile ilgili her türlü tarımsal faaliyet devlet tekelinden çıkarılmış ve gerçek ve tüzel kişilerin yaş çay işleme ve çay paketleme fabrikaları kurarak işletmelerine ve ihtiyaçları olan yaş çay yaprağını doğrudan üreticiden satın alabilmelerine imkân tanınmıştır. Diğer taraftan 1987 yılında kabul edilen Tarımın Teşviki ve Çiftçinin Desteklenmesi Hakkında Kanun29 ile çiftçiye düşük faizli kredi verilmesi, tarımsal üretimin teşvik edilmesi ve çiftçiyi destekleyici diğer tedbirlerin alınmasına ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir. Hayvansal ürünlerde gıda güvenliğinin düzenlenmesi amacıyla kabul edilen Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu30 ile hayvanlardan ve hayvan maddelerinden insan ve hayvanlara geçebilen hastalıklara karşı 24 Anılan Kanun’un 3. maddesinde; “Bu Kanunun uygulama alanı, ilgili Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulunun kararı ile belirtilen alanlardır. Bakanlar Kurulunun bu kararı, kamulaştırma ve diğer işlemler bakımından kamu yararı kararı sayılır ve Resmî Gazete'de yayımlanır” düzenlemesine yer verilmiştir. 25 Resmî Gazete, 20 Aralık 1983, S. 18197. 26 2925 sayılı Kanunun 1. maddesi “Bu Kanunun amacı, tarım işlerinde hizmet akdiyle süreksiz olarak çalışanların bu Kanunda yazılı şartlarla sosyal güvenliğinin sağlanmasıdır” hükmünü içermektedir. 27 Resmî Gazete, 20 Aralık 1983, S. 18197. 28 Resmî Gazete, 19 Aralık 1984, S. 18610. 29 Resmî Gazete, 24 Haziran 1987, S. 19497. 30 Resmî Gazete, 16 Mayıs 1986, S. 19109. AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE TÜRK TARIM HUKUKU 75 korunma ve bulaşıcı hayvan hastalıkları ile mücadele edilmesine ilişkin esaslar belirlenmiştir. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün (KHGM) kurulması amacıyla Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un kabul edilmesi de bu dönemde yaşanan diğer bir önemli gelişmedir. Bu kanunla KGHM kurulmuş ve kırsal alanlarda küçük sulama planları ve drenaj sistemleri için yeraltı ve yer üstü su kaynaklarının geliştirilmesi, tarım alanlarının amaçlarına uygun şekilde kullanılması, köy yollarının inşaatı ile köylere temiz içme suyu sağlanması, toprak muhafaza, arazi ıslahı, toplulaştırma ve iskâna ilişkin hizmetlerin geliştirilmesi görevi KHGM’ne verilmiştir. Ayrıca, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımının önlenmesi konusundaki ilk hukuki düzenleme olan “Tarım Alanlarının Tarım Dışı Gaye İle Kullanılmasına Dair Yönetmelik” KHGM tarafından kabul edilmiştir31. Bu yönetmelikle, tarım arazilerinin tarımsal faaliyetler dışında kullanılmasının önlenmesi ve zorunlu hallerde amaç dışı kullanımlara tahsis edilmesine ilişkin ilke ve esaslara yer verilmişti. KHGM 2005 yılına kadar yürüttüğü çalışmalarla kırsal alan düzenlemesi, su kaynaklarının geliştirilmesi, arazi ıslahı, arazi toplulaştırması gibi birçok alanda önemli görevleri yerine getirmesine karşılık 5286 sayılı Kanunla lağvedilmiştir32. AB’ne Uyum Sürecinin Etkisiyle Ortaya Çıkan Gelişmeler Genel Olarak Türkiye-AB ilişkileri, Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Türkiye arasında ortaklık kuran ve 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan Ankara Anlaşması ile başlamıştır. Ankara anlaşmasının yürürlüğe girdiği 1 Aralık 1964 tarihinden, Türkiye’nin Avrupa Topluluğuna üyelik için başvurduğu 14 Nisan 1987 tarihine kadar önemli bir gelişme yaşanmamıştır. Üyelik başvurusu ile başlayan ilişkiler 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren gümrük birliğinin başlamasıyla yoğunluk kazanmış, 11-12 Aralık 1999’da yapılan Helsinki Zirvesinde Türkiye aday ülke ilân edilmiştir. Türkiye’nin aday ülke ilân edilmesiyle başlayan üyelik müzakerelerinde “mevzuat uyumu” konusu öncelikli konular arasında kabul edilmiştir. Mevzuat uyumu kapsamında, diğer alanlarda olduğu gibi özellikle tarım konusunda da önemli yenlikler ve gelişmeler kaydedilmiştir. Bu nedenle AB’ne uyum sürecinin etkisinde tarım hukuku alanında gerçekleştirilen hukuki çalışmalara ilişkin genel esaslar aşağıda sırasıyla ele alınmıştır. Tarımsal Toprak Mülkiyetinin Esasları Türk tarım hukukunda tarımsal toprak mülkiyeti, esas itibariyle Türk Medeni Kanunu’nun genel anlamda taşınmaz mülkiyetine ilişkin hükümlerine tabidir. Bununla birlikte, bir kısım özel hukuki düzenlemelerde de, tarımsal toprak mülkiyetine ilişkin hükümler yer almaktadır. Özellikle 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım 31 Resmî Gazete, 11 Mart 1989, S. 20105. Bu Yönetmelik daha sonradan 26 Ağustos 1998 tarih ve 23445 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan ve aynı adı taşıyan Yönetmelikle yürürlükten kaldırılmıştır. 32 Resmî Gazete, 28 Ocak 2005, S. 25710. 76 MEHMET KILIÇ Kanunu33 tarımsal toprak mülkiyetine ilişkin genel esaslarda önemli yenilikler getirmiştir. Tarımsal Miras Hukuku Tarım arazilerinin miras yoluyla parçalanarak, tek bir aileyi dahi geçindiremeyecek derecede küçülmesi Türk tarımının uzun yıllardır devam eden sorunlarının başında gelmektedir. Türk Medeni Kanununun mirasa ilişkin hükümleri, terekeye dâhil olan bütün malvarlığının mirasçılar arasında eşit olarak paylaşılmasını öngörmektedir. Bu paylaşım sonrasında mirasçılar arasında ortaya çıkan müşterek maliklerin taksimi her zaman isteyebilecekleri de ayrı bir sorundur. Bu nedenle 743 sayılı Medeni Kanunun kabul edildiği 1926 yılından itibaren tarım arazilerinin miras yoluyla sürekli olarak parçalandığı görülmüştür34. Tablo 1: Türkiye’de arazi parçalılık durumu35 İşletme Genişliği 5-9 10-19 20-49 50-99 100-199 200-499 500-999 1000-2499 2500-4999 5000+ Toplam İşletme 468.467 539.816 950.840 560.049 327.363 153.685 17.429 4.199 222 57 Toplam 3.022.127 15,50 17,86 31,46 18,53 10,83 5,09 0,58 0,14 0,01 0,00 Toplam Parsel Sayısı 956.687 1.650.312 3.831.683 2.836.069 1.881.198 997.015 135.983 32.760 1.189 509 100 12.323.405 (%) 7,76 13,39 31,09 23,01 15,27 8,09 1,10 0,27 0,01 0,00 Toplam Alan (da) 2.434.458 7.378.022 29.531.619 38.127.032 43.884.395 42.075.497 11.218.554 5.476.930 695.541 3.526.175 100 184.348.223 (%) (%) 1,32 4,00 16,02 20,68 23,81 22,82 6,09 2,97 0,38 1,91 100 Gerçekten de Tablo 1’de görüldüğü gibi Türkiye’de toplam tarım arazisi parsel sayılarının yaklaşık %55’i ve toplam arazi varlığının yaklaşık %50’si, 50 dekarın altındadır. Her bir tarımsal işletme başına düşen ortalama parça sayısı ise 4’tür. Bu nedenle, tarım arazilerinin miras yoluyla parçalanmasını önlemek ve işletme başına düşen ortalama arazi genişliğini arttırmak amacıyla 4721 sayılı yeni Türk Medeni Kanununda (743 sayılı Kanuna nazaran) tarım arazilerinin miras yoluyla parçalanmasını kısmen de olsa, engelleyici hükümlere yer verildiği görülmektedir (TMK. m. 659-668). Buna göre; terekede bulunan ekonomik bütünlüğe ve yeterli tarımsal varlığa sahip bir tarımsal işletme, işletmeye ehil mirasçılardan birinin istemde bulunması hâlinde bu mirasçıya gelir değeri üzerinden bölünmeksizin özgülenebilmektedir36. Ekonomik 33 Resmî Gazete, 19 Temmuz 2005, S. 25880. Aydın Zevkliler, Türk Miras Hukukunda Tarımsal İşletmelerin Tahsisi, Ankara: Sevinç Matbaası, 1970, s. 87 vd. 35 Bkz., Türkiye İstatistik Yıllığı, TÜİK, Ankara, 2007, s. 181. 36 Veysel Başpınar, Türk Medeni Kanunu ve Yeni Gelişmeler Karşısında Tarım İşletmelerinin Tahsisi, Prof. Dr. Fikret Eren’e Armağan, Ankara 2006, s. 261 vd 34 AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE TÜRK TARIM HUKUKU 77 bütünlüğe ve yeterli tarımsal varlığa sahip tarımsal işletmelerin tespitinde dikkate alınacak esaslar ise 2003 yılında kabul edilen “Tarım İşletmelerinin Yeterli Tarımsal Varlığa Sahip Olup Olmadığının Tespitine Dair Yönetmelik”37 ile belirlenmiştir. Tarım arazilerinin miras yoluyla parçalanmasını önlemek amacıyla Medeni Kanunda getirilen düzenlemeler, mirasçılardan birinin talepte bulunması halinde uygulanan hükümlerdir. Bu nedenle, eğer mirasçılardan tarımsal işletmenin kendisine özgülenmesi konusunda bir talep gelmemişse, bu hükümlerin uygulanma imkânı bulunmamaktadır. Ancak böyle bir durumda, mirasçılardan her birinin işletmenin bir bütün olarak satılmasını talep etme hakkına sahiptirler. Medenî Kanunda yer alan bu düzenlemelerin isteğe bağlı olması nedeniyle, mirasçılardan bir talep gelmemesi halinde, tarımsal işletmenin parçalanabileceği sonucuna da ulaşmamak gerekir. Çünkü tarım arazilerinin parçalanmasını önlemek amacıyla 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanununda da özel nitelikli düzenlemeler öngörülmüştür. 5403 sayılı Kanunun 8. maddesinde, tarımsal faaliyetin ekonomik olarak yapılabildiği en küçük alana sahip ve daha fazla küçülmemesi gereken yeter büyüklükteki tarımsal arazi parsel büyüklüğü, bölgelerin sosyal, ekonomik, ekolojik ve teknik özellikleri dikkate alınarak belirlenmesi gerektiği kabul edilmiştir. Yapılan bu belirleme sonucunda elde edilen en küçük araziler, miras hukuku bakımından bölünemez eşya niteliğini kazanmakta ve tarım arazisinin bu niteliği tapu siciline şerh edilmektedir. 5403 sayılı Kanunla belirlenen yeter büyüklükte ve miras hukuku bakımından bölünmez eşya niteliğine sahip minimum arazi genişlikleri Tablo 2’de yer verilmiştir. Böylece, tarım arazilerinin kanunda belirtilen büyüklüklerin altında daha küçük parçalara bölünmesi ve daha küçük parsellere de ayrılması yasaklanmıştır. Tablo 2: 5403 sayılı Kanuna göre bölünemez arazi genişlikleri Arazi Çeşidi Marjinal tarım arazileri Mutlak tarım arazileri Özel ürün arazileri Dikili tarım arazileri Örtü altı tarım yapılan araziler Bölünemez Parsel Büyüklüğü (da) 20 20 20 5 3 Tarım Arazilerinin Amaç Dışı Kullanımı38 Tarım arazilerinin tarımsal faaliyetler dışında başka amaçlar için kullanılması sorunu, tarım kesiminin diğer bir önemli sorununu oluşturmaktadır. Bu sorunun çözümü için 1982 Anayasasında, değişik kanunlarda ve bu konuya özgü çıkarılan farklı 37 Resmî Gazete, 26 Ocak 2003, S. 25005. Mehmet Kılıç, Tarım Arazilerinin Amaç Dışı Kullanımının Hukuki ve Sosyo-Ekonomik Durumu: Çorum İli Merkez İlçesi Toprak Sanayi İşletmeleri Örneği, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2008, s. 55 vd. 38 78 MEHMET KILIÇ yönetmeliklerde değişik düzenlemeler öngörülmüştür39. Ancak bu düzenlemelerin amaçları doğrultusunda uygulanamaması, amaç dışı arazi kullanım sorununun çözülememesine neden olmuştur. 1982 Anayasasının 45. maddesinde, tarım arazilerinin korunması Devletin görevleri arasında sayılmakla birlikte, özel nitelikli bir kanuni düzenleme kabul edilmemişti. 5403 sayılı Kanunun kabul edildiği 2005 yılına kadar değişik tarihlerde kabul edilen Yönetmeliklerde ise, tarım arazilerinin korunmasından çok, bu arazilerin tarımsal faaliyetler dışındaki faaliyetlere tahsis edilmesine ilişkin esaslara yer verilmiştir. Tarım arazilerinin amaç dışı kullanımının önlenmesi konusunda ilk Yönetmelik 11 Mart 1989 tarihinde kabul edilmiş ve son Yönetmeliğin kabul edildiği 25 Mart 2005 tarihine kadar dokuz defa değişikliğe uğramıştır. Yönetmeliklerle somut bir gelişme sağlanamamasında, bu konudaki siyasi kararsızlıklar ve amaç dışı arazi kullanımının kontrol ve denetimini sağlayacak idarî bir yapının oluşturulmaması etkili olmuştur. Ayrıca yönetmeliklerin sürekli değiştirilmesi, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımının önlenmesinde yetersiz kalmasına yol açmıştır. Tarım arazilerinin tarımsal amaçlar dışında başka amaç ve faaliyetler için kullanılmasının önlenmesinin Yönetmeliklerle çözülemeyeceğinin anlaşılması, bu konuda özel nitelikli bir hukuki düzenlemenin yapılması zorunluluğunu doğurmuştur. Bu nedenle, 5403 sayılı Kanunda tarım arazilerinin korunmasına yönelik hükümlere yer verilerek önemli düzenlemeler öngörülmüştür. Bu düzenlemelerin en önemlisi ise, tarım arazilerinin korunması konusunda yerel yönetimlere de yetki ve sorumluluklar veren hükümlerdir. Gerçekten de, 5403 sayılı Kanun gereğince her ilde valilikler bünyesinde oluşturulan toprak koruma kurulları, il sınırları içerisindeki her türlü arazi kullanımına ilişkin konularda yetki ve sorumluluklarla donatılmıştır. Toprak koruma kurulları, arazi kullanılan tüm faaliyetlerde, arazinin korunması, geliştirilmesi ve verimli kullanılmasına yönelik inceleme, değerlendirme ve izleme yapmak, ortaya çıkan olumsuzlukları belirlemek, toprak korumayı ve bununla ilgili sorunları giderici önlemleri almak, geliştirmek ve uygulanmasını sağlamak için görüş oluşturmakla görevlendirilmiştir. Aynı şekilde, toprak koruma önlemlerinin yerine getirilmesini yerinde izlemek, değerlendirmek ve çözümleyici öneriler geliştirmek, hazırlanacak toprak koruma ve arazi kullanım plânları doğrultusunda, yerel ölçekli yıllık iş programları için görüş oluşturmak ve bunların uygulanmasını sağlamak gibi faaliyetler de kurulun görevleri arasında sayılmıştır. 5403 sayılı Kanunun 13. maddesinde, mutlak tarım arazilerinin, özel ürün arazilerinin, dikili tarım arazilerinin ve sulu tarım arazileri tarımsal üretim amacı dışında kullanılması kural olarak yasaklanmasına rağmen, bazı istisnalar da öngörülmüştür. Buna göre, alternatif alan bulunmaması ve kurulun uygun görmesi şartıyla bu arazilerin aşağıdaki faaliyetler için kullanılmasına Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından izin verilebileceği düzenlenmiştir: 39 Ibid., s. 56 vd. AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE TÜRK TARIM HUKUKU 79 a) Savunmaya yönelik stratejik ihtiyaçlar, b) Doğal afet sonrası ortaya çıkan geçici yerleşim yeri ihtiyacı, c) Petrol ve doğal gaz arama ve işletme faaliyetleri, ç) İlgili bakanlık tarafından kamu yararı kararı alınmış madencilik faaliyetleri, d) Bakanlıklarca kamu yararı kararı alınmış plân ve yatırımlar, e) Kamu yararı gözetilerek yol altyapı ve üstyapısı faaliyetlerinde bulunacak yatırımlar, f) Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun talebi üzerine 20.02.2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu uyarınca yenilenebilir enerji kaynak alanlarının kullanımı ile ilgili yatırımları, g) Jeotermal kaynaklı teknolojik sera yatırımları. Tarım arazilerinin bu sayılanların dışında kalan faaliyetler için tahsis edilebilmesi için izin verme yetkisi ise Valiliklere bırakılmıştır. Aynı şekilde, tarımsal amaçlı yapılar için ihtiyaç duyulan miktarda her sınıf ve özellikteki tarım arazisi ise valilik izni ile kullanılabilmektedir. Amaç dışı arazi kullanımı konusunda yukarıda kısaca değinilen hükümler isabetli bir düzenleme olmakla birlikte, bunların uygulanma imkânına sahip olduğu söylenemez. Gerçekten de Kanunda yer alan tarım arazileri sınıflama sistemi kapsamında “mutlak tarım arazilerinin, özel ürün arazilerinin, dikili tarım arazilerinin ve sulu tarım arazileri” şeklinde öngörülen arazi sınıflama sisteminin esasları henüz belirlenmemiştir40. 5403 sayılı Kanunun 13. maddesinde “tarım arazilerinin korunması ve amaç dışı kullanımına dair uygulamaların usûl ve esasları tüzükle düzenlenir” hükmüne yer verilmiştir. Bu hüküm gereğince, Bakanlar Kurulu tarafından “Tarım Arazilerinin Korunması, Kullanılması ve Arazi Toplulaştırmasına İlişkin Tüzük” kabul edilerek uygulamaya konulmuştur41. Anılan Tüzüğün tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı ve korunmasına ilişkin ikinci kısmı (m. 5-11) incelendiğinde, 5403 sayılı Kanunun uygulanmasına yönelik yeni bir hüküm getirilmediği, Kanunda yer alan düzenlemelerin aynen tekrar edildiği görülmektedir. Tarım Arazilerinin Toplulaştırılması Arazi toplulaştırması konusunda temel düzenleme Türk Medeni Kanunun 755. maddesinde yer almaktadır42. Ancak, TMK. m. 755’de toplulaştırma faaliyetleri, 40 2008 yılında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan Toprak ve Arazi Sınıflaması Standartları Teknik Talimatı Taslağı henüz bir hukuki düzenleme olarak kabul edilmemiştir. 41 Resmî Gazete, 29 Temmuz 2010, S. 27298. 42 Gerçekten de, Medeni Kanunun 755.maddesinde, “Suyollarını düzeltme, sulama, bataklık yerlerini kurutma, yol açma, orman yetiştirme, arazileri toplulaştırma gibi iyileştirme işleri, ancak ilgili maliklerin ortak girişimleriyle yapılabilecekse, arazinin yarısından fazlasına sahip bulunmak koşuluyla maliklerin üçte ikisinin bu yolda karar vermeleri gerekir. Diğer malikler de 80 MEHMET KILIÇ arazinin yarısından fazlasına sahip bulunmak koşuluyla maliklerin üçte ikisinin bu yönde karar vermeleri şartına bağlandığından, maliklerin iradesine bağlı bir yöntemin benimsenmiş olduğu söylenebilir. Bu nedenle toplulaştırma konusunda arazi malikleri tarafından gerekli çoğunluk sağlanarak bir talep gelmediği zaman zorunlu olarak toplulaştırma uygulamalarının yapılması mümkün değildir. Medenî Kanunda yer alan bu genel nitelikli düzenleme dışında, değişik Kanunlarda arazi toplulaştırılmasına ilişkin düzenlemelere yer verilmiş olsa da ayrıntılı hükümler bulunmamaktadır. Örneğin, 3083 sayılı Kanun kapsamında toprak ve tarım reformu uygulama alanı olarak kabul edilen yerlerde zorunlu toplulaştırma yöntemi benimsenmiştir. Bu nedenle, arazi maliklerinin bu yönde alacakları iradi bir karar aranmamaktadır. Tarım reformu uygulama alanı olarak kabul edilen yerlerdeki toplulaştırma çalışmalarında, 3083 sayılı Kanunun arazi toplulaştırması için öngördüğü hükümler ile Tarım Reformu Genel Müdürlüğü Arazi Toplulaştırma Teknik Talimatı hükümleri uygulanmaktadır. Arazi toplulaştırması konusunda kabul edilen ilk özel düzenleme ise Arazi Toplulaştırma Tüzüğüdür43. Bu Tüzük isteğe bağlı bir arazi toplulaştırma sistemini benimsediği için fazla bir uygulanma imkânı bulamamıştır. Ayrıca, değinilen bu düzenlemeler dışında, 5403 sayılı Kanunda da, arazi toplulaştırmasına ilişkin hükümlere yer verilmiştir. Bu hükümler, kural olarak isteğe bağlı toplulaştırma yöntemi kabul edilmekle birlikte, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının veya toprak koruma kurullarının talebi üzerine kamu yararı gözetilerek isteğe bağlı olmaksızın (zorunlu) toplulaştırma yapılabileceği de kabul edilmiş bulunmaktadır. Bu şekilde gerçekleştirilecek arazi toplulaştırmasında uyulacak usul ve esaslar ise Tarım Arazilerinin Korunması Kullanılması ve Arazi Toplulaştırmasına İlişkin Tüzük ile tespit edilmiştir. 1979 tarihli Arazi Toplulaştırma Tüzüğü’nü yürürlükten kaldıran bu Tüzük ile kısmen zorunlu bir arazi toplulaştırma sistemi benimsenmiştir. Anılan Tüzüğün arazi toplulaştırma alanlarının tespiti ve kesinleşmesine ilişkin hükümlerinin yer aldığı 16. maddesinde, “Bakanlığın veya kurulların talebi üzerine kamu yararı gözetilerek isteğe bağlı olmaksızın, arazi toplulaştırması yapılmak üzere Bakanlar Kurulu kararı ile proje sahası belirlenir” hükmüne yer verilmiştir. O halde, özellikle toprak koruma kurullarının talebi doğrultusunda kamu yararı gözetilerek Bakanlar Kurulu kararı ile arazi toplulaştırma alanlarının belirlenebilmesi reform sayılabilecek bir gelişmedir. Meraların Hukukî Durumu Mera, yaylak ve kışlaklar, hayvancılığın geliştirilmesi yanında, değişik şekillerde ortaya çıkan yapısal toprak sorunlarını önlemesi bakımından önemli fonksiyonlara bu karara uymak zorundadır. Alınan karar, tapu kütüğünün beyanlar sütununda gösterilir. Bu konulara ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır” düzenlemesine yer verilmiştir. 43 Arazi toplulaştırmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla ilk hukuki düzenleme, 1966 yılında Arazi Tevhit Tüzüğü adı ile kabul edilmiş olsa da, bu tüzüğün toplulaştırma uygulamalarında yetersiz kalması nedeniyle yürürlükten kaldırılmış ve 1979 yılında Arazi Toplulaştırma Tüzüğü kabul edilmiştir. AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE TÜRK TARIM HUKUKU 81 sahiptir. Bu fonksiyonları nedeniyle, birçok hukuk sisteminde, meraların korunması ve geliştirilmesine yönelik özel hukuki düzenlemelerin yapıldığı görülmektedir. Türk Hukukunda da 1982 Anayasasının 45. maddesinde çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasının ve tahribinin önlenmesi gerektiği açıkça düzenlenmiştir. Meraların sahip olduğu öneme rağmen, plansız ve yanlış kullanımlar sonucu tahrip edilerek verimliliklerinin düştüğü ve yıllar itibariyle toplam mera alanlarının sürekli bir azalma eğiliminde olduğu görülmektedir. 1940 yılında 44 milyon hektar olan mera alanlarının yanlış ve amaç dışı kullanımlar nedeniyle 1970 yılında 21 milyon hektara, 1991 yılı Tarım Sayımı sonuçlarına göre de 12.3 milyon hektara düştüğü tespit edilmiştir44. Mera alanlarının yok edilmesinde plansız ve yanlış kullanımlar yanında bu alanların hukuki durumunun kesin sınırları ile belirlenememesi de etkili olmuştur. Gerçektende, mera, yaylak ve kışlakların hukuki durumunu kesin sınırları ile belirleyen özel bir hukuki düzenlemenin 1998 yılına kadar kabul edilmemesi, değişik kanuni düzenlemelerdeki hükümlerin kıyas yoluyla uygulanması sonucunu doğurmaktaydı. Bu durum karşısında özellikle AB tarım politikalarına uyum çalışmaları da dikkate alınarak 1998 yılında 4342 sayılı Mera Kanunu kabul edilmiştir45. Mera Kanunu, mera, yaylak, kışlak ve kamuya ait otlak ve çayırların tespiti, sınırlanması, köy veya belediye tüzel kişilikleri adına tahsis edilmesi, belirli esaslar çerçevesinde kullandırılması, bakım ve ıslahının yapılarak verimliliklerinin artırılması, denetlenmesi, korunması ve gerektiğinde kullanım amacının değiştirilmesi amaçları ile kabul edilmiştir. Bu amaçları gerçekleştirmek için, her ilde Valilikler bünyesinde Mera Komisyonları kurulmuştur. Mera Komisyonları, meralara ilişkin sorumluluğun yerel idareler verilmiş olması ve gerekli denetim ve kontrollerin amacına uygun olarak yapılması bakımından önemli bir adım olarak değerlendirilmektedir46. Tarımsal İş Hukukundaki Gelişmeler47 Tarımsal iş hukuku, tarım kesiminde faaliyet gösteren sürekli, geçici ve mevsimlik tarım işçilerinin çalışma hayatından kaynaklanan hukuki ilişkilerini ve bu işçilerin sosyal güvenliklerini konu edinmektedir. Türk hukukunda tarım işçileri, çalışma hayatını düzenleyen genel nitelikli İş Kanunlarının kapsamına alınmadığı gibi, özel bir kanuni düzenleme konusu da yapılmamıştır. Tarım işçilerinin çok değişik şekillerde ve farklı sürelerde faaliyet göstermeleri, tarım işlerinin kapsam ve sınırlarının belirlenememesi gibi nedenlerle uzun yıllar çalışma hayatına ilişkin hukuki düzenlemelerin kapsamı dışında tutulmuştur. Bu durum, tarım kesiminde faaliyet gösteren işçilerin, hukuki güvenceden yoksun kalmalarına neden olmuştur. Türk hukukunda çalışma hayatına ilişkin hukuki düzenlemeleri içeren 1475 sayılı İş Kanunu, önceki İş Kanunları gibi tarım işçilerini kapsam dışında tutmuştu. Ancak, 2003 yılında 44 <www.die.gov.tr/tarim_sayimi.htm> (erişim 01.03.2009). Resmî Gazete, 28 Aralık 1998, S. 23272. 46 Halil Cin / Mehmet Handan Surlu, Türk Hukukunda Mera Yaylak Kışlaklar ve Mera Kanunu Şerhi, Ankara: Seçkin Yayınevi, 2000, s. 179 vd. 47 Mehmet Kılıç, “4857 Sayılı Yeni İs Kanunu Kapsamında Tarım İşçilerinin Hukuki Durumu”, Tarım Ekonomisi Dergisi, Cilt 12, No 1, 2006, s. 39 vd. 45 82 MEHMET KILIÇ kabul edilen ve bu Kanunu yürürlükten kaldıran 4857 sayılı Yeni İş Kanunu48, 1475 sayılı Kanunun diğer birçok hükümlerinde olduğu gibi, tarım işçileriyle ilgili hükümlerinde de önemli değişiklikler ve yenilikler getirmiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun, kapsamına girmeyen işlerin düzenlendiği “istisnalar” başlıklı 4. maddesinde; “50'den az işçi çalıştırılan (50 dâhil) tarım ve orman işlerinin yapıldığı işyerlerinde veya işletmeleri” hükmünü getirerek, 50 ve daha fazla sayıda işçi çalıştırılan tarım işyerlerinin İş Kanunu kapsamına alınmasına ilişkin bir hüküm öngörülmüştür. Böylece, tarım işçileri, kısmen de olsa İş Kanunu’nun bütün işçilere tanımış olduğu hukuki güvencelerden yararlanma imkânına kavuşmuştur. 4857 sayılı Kanunda getirilen bu düzenleme, tarım işçilerinin çalışma hayatından kaynaklanan sorunlarına çözüm getirici yeterli bir düzenleme değildir. Ancak, Cumhuriyet tarihinde ilk defa tarım işçilerini iş ilişkilerinden kaynaklanan sorunlarını hukuki güvenceye kavuşturmak amacıyla İş Kanunu kapsamına alınması bakımından büyük önem taşımaktadır. Gerçekten de, tarım kesiminde faaliyet gösteren işçilerin gerek sayı, gerekse süre bakımından Kanunda öngörülen şartları gerçekleştirerek Kanun tarafından sağlanan hukuki güvencelerden yararlanması oldukça zor görünmektedir. 4857 sayılı Kanunun 4. maddesinde yer alan düzenleme nedeniyle, tarım işçilerinin kanunda öngörülen şartlarla İş Kanunu kapsamına alınması, hangi tür faaliyetlerin tarım işi sayılacağı ve bu yönüyle İş Kanunu kapsamına alınacağı sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu sorunun çözümü için, Kanunun 111. maddesinde, “Bir işin bu Kanunun uygulanması bakımından sanayi, ticaret, tarım ve orman işlerinden sayılıp sayılamayacağını Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bir yönetmelikle belirler” düzenlemesine yer verilmiştir. Anılan bu hüküm gereğince 2004 yılında, Sanayi, Ticaret, Tarım ve Orman İşlerinden Sayılan İşlere İlişkin Yönetmelik49 kabul edilmiştir. Yönetmelikte, İş Kanunu anlamında tarım işi sayılan ve bu yönüyle İş Kanunu kapsamına giren faaliyetler tek tek sayılarak belirlenmiştir. Yine 2004 yılında kabul edilen Tarım ve Ormandan Sayılan İşlerde Çalışanların Çalışma Koşullarına İlişkin Yönetmelik50 ile de, İş Kanunu kapsamına giren tarım işyerlerinde çalışanların çalışma şartlarına ilişkin esaslar düzenlenmiştir. Tarım işçilerinin sosyal güvenlik bakımından tabi oldukları hukuki rejim çalışma şekillerine göre farklılıklar göstermektedir. Tarım kesiminde kendi ad ve hesabına çalışanlar dışında kalan tarım işçileri çalışma şekilleri dikkate alınarak “sürekli çalışan tarım işçileri”, “süreksiz çalışan tarım işçileri” ve “geçici (mevsimlik) tarım işçileri” olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır. 4857 sayılı İş Kanunu hükümlerine göre, nitelikleri bakımından en çok otuz iş günü süren işler süreksiz, 30 günden fazla süren işler ise sürekli işler olarak kabul edilmektedir. Tarım kesiminde faaliyet gösteren sürekli tarım işlerinde çalışanlar ise, kamu kesiminde çalışan işçiler ve özel sektörde çalışan işçiler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kamu veya özel sektörde sürekli olarak çalışan tarım işçileri, genel nitelikli 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu hükümlerine tabidirler. Bunun dışında kalan süreksiz 48 Resmî Gazete, 10 Haziran 2003, S. 25134. Resmî Gazete, 28 Şubat 2004, S. 25387. 50 Resmî Gazete, 6 Haziran 2004, S. 25425. 49 AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE TÜRK TARIM HUKUKU 83 tarım işçileri ve mevsimlik işçiler ise, 506 sayılı Kanun kapsamına alınmamışlardır. Gerçekten de, tarım işlerinin nitelik itibariyle genellikle süreksiz ve mevsimlik olması, bu kesimde faaliyette bulunan işçilerin de sosyal güvenlik bakımından genel nitelikli sosyal güvenlik kanunları dışında özel bir sosyal güvenlik mevzuatına tabi olmalarını zorunlu kılmıştır. Bu zorunluluk nedeniyle Türk hukukunda da tarım işçilerinin sosyal güvenliklerini düzenlemek amacıyla iki özel kanuni düzenleme kabul edilmiştir. Bu kanunlardan ilki, 1983 yılında kabul edilen 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu’dur51. Bu kanun tarım işlerinde hizmet akdiyle süreksiz olarak çalışanların sosyal güvenliğinin sağlanması amacıyla kabul edilmiştir. Bu nedenle, gerek kamu gerekse özel sektörde süreksiz olarak çalışan tarım işçileri, sosyal güvenlik bakımından 2925 sayılı Kanun hükümlerine tabidirler. Ancak 2925 sayılı Kanun hükümlerinin büyük kısmı ve 2926 sayılı Kanunun tamamı, 16.06.2006 tarihinde kabul edilen 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece tarım kesiminde kendi ad ve hesabına faaliyet gösteren kişiler de genel sağlık sigortası kapsamına alınmıştır. Tarım Kesiminde Örgütlenme Tarım kesiminde kamudan bağımsız ve üreticilere üretimden pazarlamaya kadar her safhada hizmet vermek üzere, kâr amacı gütmeyen örgütlerin oluşturması, tarımsal üretimin desteklenmesi ve elde edilen ürünlerin pazarlanması bakımından büyük önem taşımaktadır. Türk tarımında örgütlenme olgusu, amaçlarına uygun bir şekilde uygulamaya geçirilememekte ve bu konudaki çalışmalar da başarısız kalmaktadır. Bu başarısızlıkların temelinde ise, yapısal özelliklerden kaynaklanan olumsuzluklar yatmaktadır. Tarımsal işletmelerin küçük ve dağınık olması; finansman ve bilgi kaynaklarına erişimlerinin yeterli olmaması, pazarlama kanallarında aracı fazlalığı, üreticilerin iç ve dış piyasalara yönelik ürün taleplerini ve fiyatları yeterince takip edememeleri gibi nedenler, tarım kesiminde örgütlenme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açmaktadır. Tarım kesiminde üreticilere girdi sağlamak ve pazarlama hizmeti sunmak amacıyla çok sayıda kooperatif ve birlik kurulmasına rağmen, bunların hedef kitleye ulaşmasında dağınıklık ve yetki karmaşası yaşanmaktadır. Bu ve benzeri nedenlerle, mevcut örgütlenme düzeyinin üretimden pazarlamaya kadar her aşamada yetersiz kalması, kooperatifçilik dışında, AB üyesi diğer birçok ülkede olduğu gibi farklı bir üretici örgütlenmesi sisteminin kurulmasını zorunlu kılmıştır. Bu amaçla 2004 yılında 5200 sayılı Tarımsal Üretici Birlikleri Kanunu52 kabul edilmiştir. 5200 sayılı Kanun, küçük ölçekli ve aile işletmesi şeklinde faaliyet gösteren üreticilerin daha büyük ölçeklerde faaliyetlerini yürütmesi; üretimden pazarlamaya kadar olan safhalarda verim, gelir ve maliyetler açısından avantajlı bir konuma getirilmesi ile Devletin üretici kitleye yönelik politika ve uygulamaları daha kolay ve etkin olarak yerine getirmesini amaçlamaktadır. AB üyesi ülkelerde olduğu gibi örgütlenmenin ziraat odaları, kooperatifler ve üretici birlikleri şeklinde ve birbirine 51 52 Resmî Gazete, 20 Ekim 1983, S. 18197. Resmî Gazete, 6 Temmuz 2004, S. 25514. 84 MEHMET KILIÇ alternatif veya rakip olarak değil, birbirini tamamlayıcı nitelikte olması gerekmektedir. Birliklerin, daha çok dernek statüsüne yakın, belirli bir ürün veya ürün grubu bazında, üreticilerin kendi öncülüğünde kurulan ve kamudan bağımsız bir şekilde faaliyetlerini yürüten örgütler şeklinde yapılanması, üreticiler açısından önem taşımaktadır. Organik Tarım Türkiye’de, 1980’li yıllardan itibaren bireysel düzeyde ve sadece ihracata yönelik başlayan ekolojik üretim faaliyetleri, bitkisel ve hayvansal ürün ihraç edilen ülkelerin yapmış oldukları hukuki düzenlemelerin etkisiyle, özel düzenlemelere tabi tutulması zorunluluğunu doğurmuştur. AB üyesi ülkeler başta olmak üzere diğer birçok hukuk sisteminde bitkisel ve hayvansal ürünlerin ekolojik yöntemlerle üretilmesine ilişkin ilke ve esaslar 1990’li yıllarda çıkarılan özel düzenlemelerle kabul edilmiştir. Türk hukukunda konuya ilişkin ilk hukuki düzenleme Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelik53 adı ile 1994 yılında kabul edilmiştir. Anılan Yönetmeliğin fiilî olarak uygulanmaya başlanılan ekolojik üretim ihtiyaçları yerine uluslararası ticarette görülen ihtiyaçlar nedeniyle çıkarılması, konuyla ilgili sorunların çözümünde yetersiz kalmasına neden olmuştur. Bu yüzden 2002, 2003 ve 2004 yıllarında yönetmelikte peş peşe değişiklikler yapılmıştır. Ancak yapılan bu değişikliklerin de yetersiz kalması, organik tarımsal üretimi düzenleyen özel bir kanunun kabul edilmesini zorunlu kılmıştır. Bu amaçla 2004 yılında, 5262 sayılı Organik Tarım Kanunu54 kabul edilerek uygulamaya konulmuştur. Organik Tarım Kanunu, organik üretime ilişkin ilke ve esasların ilk defa özel bir kanuni düzenlemeye kavuşturulması, kontrol ve sertifikasyon hizmetlerinin yerine getirilmesi ve denetime ilişkin hususları düzenlemesi bakımından önem taşımaktadır. 5262 sayılı Kanun ile haksız rekabetin önlenmesine ilişkin hükümler getirilmiş; organik ürün piyasasının düzenlenmesi ve kontrol ve sertifikasyon hizmetlerinin AB standartlarına uygun bir şekilde gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Tüm bu faaliyetleri koordine etmek amacıyla iki komitenin kurulması da bu kanunla öngörülmüştür. Bunlardan ilki organik tarımın geliştirilmesi yönünde çalışmalar yapmak ve Bakanlık içi koordinasyon ve değerlendirme hizmetleri ile yetkilendirilmiş kuruluşların, kontrolör ve sertifikerlerin faaliyetlerini izlemek üzere Bakanlık bünyesinde kurulan Organik Tarım Komitesidir. İkincisi ise, organik ürünlerin ticaretini, tanıtımını, araştırmaları ve diğer organik tarım stratejilerini belirlemek ve Bakanlık dışı kurum ve kuruluşlarla koordinasyon ve izleme hizmetlerini yapmak üzere kurulan Organik Tarım Ulusal Yönlendirme Komitesidir. 5262 sayılı Kanunda, organik tarımsal üretim faaliyetlerini yürütenlerin, mevzuat hükümlerine uygun üretim yapmadıklarının tespit edilmesi halinde uygulanacak cezai yaptırımlarda düzenlenmiştir. Konunun kanunî bir düzenlemeye kavuşturulması ile organik üretimin sınırları belirlenmiş, kontrol ve sertifikasyon hizmetleri hukukî dayanağa kavuşturulmuş, bunların ihlali halinde cezai 53 Resmî Gazete, 18 Aralık 1994, S. 22145. Resmî Gazete, 3 Aralık 2004, S. 25659. Kanunun uygulanmasını sağlamak amacıyla, Kanunda öngörülen Uygulama Yönetmeliği 10 Haziran 2005 tarih ve 25841 sayılı Resmî Gazetede yayınlanarak uygulamaya geçirilmiştir 54 AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE TÜRK TARIM HUKUKU 85 yaptırımlar öngörülerek organik tarımın uluslararası standartlarda gerçekleştirilmesi için önemli bir adım atılmıştır. AB tarafından gelişme potansiyeli yüksek bir sektör olarak değerlendirilen organik tarımın daha da yaygınlaştırılmasının hedeflemesi, bu kanunun önemini daha da arttırmaktadır. Diğer taraftan, Kanunun uygulanmasını sağlamak amacıyla, Kanunda öngörülen Uygulama Yönetmeliği de, 2005 yılında kabul edilerek uygulamaya geçirilmiştir. Tarım Kesiminde Sigorta Uygulamaları Kuraklık, don, sel ve dolu gibi doğal olayların afete dönüşmemesi için kurulan risk transfer sistemleri doğal olaylar sonucu meydana gelen risklerin, üreticilerin üzerinden alınması esasına dayanmaktadır. “Tarım sigortası” olarak ifade edilen bu sistemler, tarım ürünleri ve tarımsal mallar (bitkisel ürünler, hayvanlar, makineler, tesisler ve barınaklar) ile çiftçi ve diğer çalışanların yaşamının güvence altına alınmasını amaçlamaktadır. Tarım ürünleri ve tarımsal mallarla ilgili risklerin transferini konu alan tarım sigortaları tarihsel gelişim sürecinde ilk defa bitkisel ürünlerin dolu riskine karşı sigortalanması ile başlamıştır. Daha sonra kuraklık, don, sel gibi diğer riskler de sigorta kapsamına alınarak bitkisel ürünlerin birden fazla riske karşı korunması sağlanmıştır. Dolu, bölgesel düzeyde etkili olan bir risk olduğu için üreticiler tarafından daha az primlerle sigorta kapsamına alınabilmektedir. Buna karşılık, kuraklık, don, sel gibi risklerin hasarları çok büyük ve belirli bir bölgenin sınırlarını aşarak daha geniş alanlarda etkili olabileceği için primleri daha yüksektir. Prim miktarları çoğu zaman bir çiftçinin karşılayamayacağı miktarlara ulaşabilmektedir. Bu nedenle birden çok riskin sigorta kapsamına alındığı devlet destekli ürün sigortası uygulamalarıyla yüksek sigorta primleri ödemek zorunda kalan üreticiler, devlet tarafından ürün sigortası primi ile desteklenmektedir. Türkiye’de yukarıda anılan riskler karşısında çiftçilerin uğrayacağı zararları telâfi etmek ve destek olmak amacıyla, 1948 yılında 5254 sayılı Muhtaç Çiftçilere Ödünç Tohumluk Verilmesi Hakkında Kanun ve 1977 yılında 2090 sayılı Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun kabul edilmiştir. Ancak, süreklilik taşımayan ve bir defaya mahsus doğal afet yardımlarının tarım kesiminin karşı karşıya kaldığı risklerin giderilmesinde yetersiz kaldığı ve doğal afetler sonucu ertelenen çiftçi borçlarının da devlet bütçesine önemli yükler getirdiği görülmüştür. Bu nedenle, üreticilerin riskler karşısında mağduriyetlerinin giderilmesi ve bu risklere karşı daha kalıcı çözüm yolunun sistemli bir şekilde işlemesi için farklı çözüm yolları araştırılmıştır. Araştırmalar sonucunda, AB uygulamaları da esas alınarak Türkiye’nin tarımsal yapısına uygun bir sigorta modelini oluşturmak için 2005 yılında 5363 sayılı Tarım Sigortaları Kanunu55 kabul edilmiştir. 5363 sayılı Kanun, öngörülen riskler nedeniyle üreticilerin uğrayacağı zararların tazmin edilmesini sağlamak üzere, tarım sigortaları uygulamasına ilişkin usul ve esasları belirlemektedir. Kanuna göre tarım sigortasının konusunu, her türlü bitkisel ürünler ve seralar, tarımsal yapılar, tarım alet ve makineleri ile çiftlik hayvanları oluşturmaktadır. 55 Resmî Gazete, 21 Haziran 2005, S. 25852. 86 MEHMET KILIÇ Tarım sigortası kapsamına giren riskler ise kuraklık, dolu, don, sel, taban suyu baskını, fırtına, hortum, deprem, heyelan, yangın, kaza ve zararlılar ile hayvan hastalıklarının neden olacağı zararlardır. Ayrıca tarım sektörü bakımından önemli görülecek diğer riskler de bu kapsamda değerlendirilmiştir. 5363 sayılı Kanun kapsamındaki risklerin teminat altına alınması, standart sigorta poliçelerinin belirlenmesi, hasar organizasyonları, aktüerya çalışmaları, tazminat ödemelerinin yapılması, reasürans teminatının sağlanması, tarım sigortalarının geliştirilmesi, yaygınlaştırılması ve izlenmesi ile diğer teknik hizmetlerin yürütülmesi amacıyla Tarım Sigortaları Havuzu kurulmuştur. Havuzun işletilmesine ilişkin her türlü faaliyetler, havuza katılan sigorta şirketlerinin eşit oranda pay sahibi olacağı anonim şirket statüsünde kurulan Şirket tarafından yürütülmektedir. Tarım sigortası havuzuna dâhil olan özel sigorta şirketleri, Kanun kapsamında tarım sigortaları alanında elde ettikleri primin tamamını havuza ödemekte ve ödedikleri bu primler için komisyon almaktadırlar. Bu nedenle, havuzun yönetiminin de anılan bu şirketlere verilmesi isabetli bir çözüm olmuştur. Ayrıca, havuzun yönetimini üstlenen Anonim Şirketin uygulamalarının her türlü denetimi Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca gerçekleştirilmektedir. Diğer taraftan, tarım sigortaları havuzuna devlet tarafından taahhüt edilecek hasar fazlası destek miktarları da Bakanlar Kurulu tarafından her yıl düzenli olarak belirlenmektedir. 2010 yılı için; %75 ile %150 arasında kalan kısmı için %18 oranında, % 150'yi aşan kısmı için ise %33 oranında, münhasıran don riski ile ilgili olarak %200'ü aşan kısmı için tamamı itibarıyla hasar fazlası desteği taahhüt edilmiştir56. Tarım Alanında Fikrî Mülkiyet Haklarının Korunması Tarım sektörünün uluslararası gelişmelerle uyum sağlayabilmesi; modern teknolojileri kullanması, yeni teknolojileri üretecek bilgilere kolayca ulaşması ve uluslararası alanda rekabet gücünü kazanmasına bağlıdır. Türk tarımının bu imkânlara kavuşabilmesi ise uluslararası uygulamalarla uyumlu bir fikrî ve sınaî mülkiyet hakları sisteminin kurulması ve bu konudaki altyapının oluşturulması ile mümkündür. Bu amaçlara ulaşabilmek ve fikrî ve sınaî mülkiyet sistemi çerçevesinde tarımsal ürün çeşitleri üzerindeki hakların korunmasını sağlamak üzere, 2004 yılında, 5042 sayılı Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun57 kabul edilmiştir. Kanun hazırlanırken, Yeni Bitki Çeşitlerinin Korunması Uluslararası Sözleşmesinin (International Convention for the Protection of New Varieties of Plants) 1991 yılı metni ile Avrupa Birliğinin 2100/94, 1768/95 ve 2470/96 sayılı Direktifleri esas alınmıştır. 5042 sayılı Kanunun amacı, yurt içinde bitki ıslahçılarının çeşit geliştirmesini özendirmek, yeni çeşitlere ait ıslahçı haklarının korunmasını sağlamak ve aynı zamanda, karşılıklılık ilkesi uyarınca, ülkemiz ıslahçılarına koruma sağlayan diğer ülke 56 57 Bkz., Resmî Gazete, 4 Mart 2010, S. 27511. Resmî Gazete, 8 Ocak, S. 25347. AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE TÜRK TARIM HUKUKU 87 ıslahçılarının haklarını da koruma altına almaktır58. Böylece yeni bir çeşit geliştiren kişi veya kuruluşların emek, zaman, materyal veya para gibi harcamalarını karşılama imkânı yanında daha sonraki çalışmaları için yeterli desteği bulma imkânı sağlanmaktadır. 5042 sayılı Kanun ile yeni çeşitlerin çoğaltım materyallerinin ticareti konusunda çeşit ıslahçılarına ait haklar korunarak rekabet ortamı yaratılması, yeni ve üstün vasıflı bitki çeşitlerinin ıslah edilmesi için finansal kaynaklar ve imkânlar sağlanarak bitki çeşitlerinin ıslah edilmesi de teşvik edilmektedir. 5042 sayılı Kanunun kabul edilmesiyle özel sektörün de bitki ıslah faaliyetlerine yönelmesi amaçlanmıştır. Çünkü ıslahçı haklarının koruma altına alındığı ülkelerde kamu sektörü yetiştiriciliğinden özel sektör yetiştiriciliğine doğru bir eğilim gözlemlenmektedir. Böyle bir durumda kamu kuruluşları, özel sektör kuruluşlarının faaliyette bulunmak istemediği ekonomik olmayan ancak gerekli olan konularda ıslah faaliyetlerinde de bulunabilecektir. Kanun’un kabul edilmesinde AB’nin de önemli etkileri bulunmaktadır. Gerçekten de, Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliğinin oluşturulmasına ilişkin 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararının, 8 sayılı ekinin 6. maddesi gereğince, bu kararın yürürlüğe girişinden itibaren üç yıl içinde yeni bitki türlerinin korunması hakkında kanunu hazırlayarak yürürlüğe koyması konusunda taahhütte bulunulmuştur. Fikrî ve sınaî mülkiyet hakları içerisinde yer alan bu Kanunun yürürlüğe girmesiyle anılan taahhütte yerine getirilmiştir. Ayrıca AB’ne uyum kapsamında yeni bitki türlerinin korunması konusunda hukukî düzenleme yapılması ve Yeni Bitki Çeşitlerinin Korunması İçin Uluslararası Birlik Sözleşmesine (Union internationale pour la protection des obtentions végétales=UPOV) katılımın sağlanması konularında da Türkiye’nin taahhütleri ve yükümlülüğü bulunmaktadır59. Bu nedenle 5042 sayılı Kanunun kabul edilmiş olması, UPOV Sözleşmesine katılımın ön şartının da gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir60. Tarım Kanunu Tarım politikaları, uzun vadeli stratejilere dayandırılmadığı ve kısa dönemli plânlara göre yürütüldüğünde tarım sektörünün yapısal sorunlarının çözümü mümkün olamamaktadır. Türkiye’de uygulanan tarım politikaları kısa süreli plânlara bağlı kaldığından yapısal sorunların çözümünde yetersiz kalmış ve AB’ne uyum sürecinde tarım politikalarının uzun vadeli bir temele dayandırılması zorunluluğu doğmuştur61. 2001-2005 yıllarını kapsayan 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda Çerçeve Tarım Kanununun ve yine AB müktesebatının üstlenilmesine ilişkin Ulusal Programda da 58 Geniş bilgi için bkz., Ayşe Odman Boztosun, Islahçı Hakkı, Ankara: Seçkin Yayınevi, 2006, s. 95 vd.; Mustafa Tüysüz, Yeni Bitki Çeşitleri Üzerindeki Islahçı Hakkı: Fikri Mülkiyet Hakları Çerçevesinde, Ankara: Yetkin Yayınları, 2007, s. 37 vd. 59 Ibid., s. 56 vd. 60 Resmî Gazete, 17 Mart 2007, S. 26465. 5601 sayılı Yeni Bitki Çeşitlerinin Korunması Uluslararası Sözleşmesine Katılımın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile Türkiye UPOV Sözleşmesini benimsemiştir. 61 Ankara Ticaret Odası / Türkiye Ziraatçılar Derneği, 60 Soru, 60 Cevap: Türkiye Tarımı, Sorunları ve Çözüm Önerileri, Ankara: ATO Yayınları, 2004, s. 39 vd. 88 MEHMET KILIÇ ortak piyasa düzeni çerçeve kanununun zaman kaybetmeksizin kabul edilmesi gerektiği açıkça belirtilmiştir. Bu nedenle, doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımının sağlanması, uzun vadeli ve sürdürülebilir tarım politikalarının uygulanabilmesi, tarım sektörü ve kırsal kesimin geliştirilerek rekabetçi bir yapıya kavuşturulması gibi temel politikaların ilkelerini belirleyen bir çerçeve “Tarım Kanunu” ihtiyacı doğmuştur. Tüm bu ihtiyaçlar ve taahhütler dikkate alınarak, tarım sektörünün uzun vadeli politikalarla geliştirilip sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması amacıyla hazırlanan 5488 sayılı Tarım Kanunu62 2006 yılında kabul edilmiştir. Çerçeve kanun özelliği taşıyan Tarım Kanunu bugüne kadar hukuki düzenlemeye konu olmadığı için sürekli belirsizlikler yaşanan tarım politikalarının amaçlarını, ilkelerini ve önceliklerini açıkça belirlemiştir. 5488 sayılı Kanunda (m. 4) tarım politikalarının amaçları aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir: 1. Tarımsal üretimin iç ve dış talebe uygun bir şekilde geliştirilmesi, 2. Doğal ve biyolojik kaynakların korunması ve geliştirilmesi, 3. Tarımsal verimliliğin artırılması, 4. Gıda güvencesi ve güvenliğinin güçlendirilmesi, 5. Üretici örgütlerinin ve tarımsal piyasaların güçlendirilmesi, 6. Kırsal kalkınma yoluyla tarım kesiminin refah düzeyinin yükseltilmesi. 5488 sayılı Kanunda (m. 5) tarım politikaları uygulanırken dikkate alınması gerekli temel ilkeler de aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir: 1. Tarımsal üretim ve kalkınmada bütüncül yaklaşım. 2. Uluslararası taahhütlere uyum. 3. Piyasa mekanizmalarını bozmayacak destekleme araçlarının kullanımı. 4. Örgütlülük ve kurumsallaşma. 5. Özel sektörün rolünün artırılması. 6. Sürdürülebilirlik, insan sağlığı ve çevreye duyarlılık. 7. Yerinden yönetim ve katılımcılık. 8. Şeffaflık ve bilgilendirmek Tarım politikalarının öncelikleri de toplam 15 madde halinde tek tek sayılmak suretiyle belirlenmiştir (m. 6). 15 madde halinde özetlenen bu öncelikler, Türkiye’de tarım kesiminin özellikle AB ortak tarım politikasına uyum çerçevesinde çözüme kavuşturulması gereken sorunlarını ortaya koymaktadır. 62 Resmî Gazete, 25 Nisan 2006, S. 26149. AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE TÜRK TARIM HUKUKU 89 Tarım Kanununda çiftçi eğitimi, yayım ve danışmanlık hizmetleri ile biyolojik çeşitlilik, genetik kaynakların korunması ve biyogüvenliğin sağlanmasına ilişkin düzenlemelere de yer verilmiştir. Tarım Kanunu ile belirlenen ulusal tarım politikaları çerçevesinde çalışmalar yapmak üzere ürün bazında üreticiler, tüccarlar, sanayiciler ve bunların oluşturdukları birlikler ile kamu ve araştırma kurumları, meslek odaları ve dernekler bir araya gelerek tüzel kişiliğe haiz ürün konseylerinin kurulmasına da imkân tanınmıştır. Bu nedenle değişik tarihlerde kabul edilen yönetmeliklerle, Çay, Fındık, Pamuk, Süt, Turunçgil ve Zeytin Konseylerinin kuruluş ve çalışma esasları belirlenmiştir. Bu yönetmeliklerle hukukî alt yapı oluşturulduktan sonra, anılan ürünler bazında ürün konseyleri kurulmuştur. 5488 sayılı Kanunda, üretici örgütleri yanında, sözleşmeli üretim, tarım havzalarının belirlenmesi ve bu alanların idaresine ilişkin esaslar ile kırsal kalkınma politikalarının temel ilkeleri de belirlenmiştir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, tarım sektörü ile ilgili politikaların tespit edilmesi, plânlanması, her türlü tarımsal araştırmanın yapılması, koordinasyonu ve uygulanmasından sorumlu tek kuruluş olarak yetkilendirilmiştir. Tarımsal Destekler Tarım Kanununun getirdiği en önemli yenilik ise, bugüne kadar çok farklı şekillerde ve değişik adlarla uygulanmakta olan tarımsal desteklere ilişkin ilkelerin açık bir şekilde kanunî düzenlemeye kavuşturulmasıdır. Kanunda, tarımsal desteklemelere ilişkin her türlü faaliyeti idare ederek aşağıda sayılan görevleri yerine getirmekle görevli Tarımsal Destekleme ve Yönlendirme Kurulu’nun kurulması hükme bağlanmıştır: 1. Her yıl destekleme programlarının esaslarını ve araçlarını tespit ederek, bunların bütçe ödenek ihtiyaçlarını belirlemek, ilgili kuruluşlara teklif etmek, 2. Değişen ulusal ve uluslararası koşullara göre destekleme programlarında yapılacak düzenlemeleri belirlemek, 3. Desteklerle ilgili gerekli mevzuat düzenlemelerini izlemek ve değerlendirmek, 4. Kamu kurum ve kuruluşlarınca uygulanan destekleme programlarında kuruluşlararası koordinasyonu sağlamak. Uygulanan tarımsal desteklerin amacı; tarım sektörünün öncelikli problemlerinin çözümüne katkıda bulunmak, uygulanan politikaların etkinliğini artırmak ve sektörün bu politikalara uyumunu kolaylaştırmaktır. Bu nedenle, tarımsal destekleme politikaları, ekonomik ve sosyal etkinlik ve verimlilik koşullarını sağlayacak programlarla birlikte uygulanmaktadır. Ödemeler ise, bütçe imkânları çerçevesinde ve programların niteliğine bağlı olarak, gerekli denetim ve kontrollerin tamamlanmasından sonra ödenir. Tarımsal destekleme programlarının belirlenmesinde dikkate alınacak ilke ve stratejiler ise aşağıdaki şekilde belirlenmiştir: 1. Tarım politikalarının amaçlarına ulaşılmasına katkıda bulunması, 2. Avrupa Birliği mevzuatı ve uluslararası taahhütler ile uyumlu olması, 90 MEHMET KILIÇ 3. Üreticilerin piyasa koşullarında faaliyetlerini yürütmesi, 4. Kullanılacak kaynağın, adil ve etkin bir şekilde üreticilere yansımasını sağlayacak yapıda olması, 5. Tarımın alt sektörlerinde dengeli bir dağılım göstermesi’dir. Tarımsal desteklemelere ilişkin olarak Tarım Kanununda yer alan diğer önemli bir düzenleme de, destekleme araçlarının kapsam ve sınırlarının da ayrıntılı olarak düzenlenmesidir. Kanun kapsamında uygulanması öngörülen tarımsal destekleme araçlarını, 1. Doğrudan gelir desteği, 2. Fark ödemesi, 3. Telâfi edici ödemeler, 4. Hayvancılık destekleri, 5. Tarım sigortası ödemeleri, 6. Kırsal kalkınma destekleri, 7. Çevre amaçlı tarım arazilerini koruma programı destekleri, 8. Diğer destekleme ödemeleri, şeklinde sıralamak mümkündür. Sonuç Türk tarım hukukunda gerek AB mevzuatına uyumun sağlanması gerekse uluslararası taahhütlerin yerine getirilmesi amacıyla son 15 yılda hukukî düzenlemeler bakımından önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Söz konusu hukukî düzenlemeler, tarım kesiminin uzun yıllardır devam eden ve çözüm bekleyen yapısal sorunlarının fark edilmeye başlanması bakımından büyük önem taşımaktadır. Ancak bu düzenlemeler incelendiğinde, içerik olarak tarım kesiminin yapısal sorunlarını çözme konusunda yeterli olmakla birlikte, bu düzenlemelerin uygulamaya aktarılması konusunda ciddi olumsuzlukların yaşandığı görülmektedir. Bu olumsuzluklardan ilki, kanunî düzenlemelerin uygulamaya aktarılması için öngörülen yönetmelik ve tüzük gibi düzenleyici mevzuatın oluşturulamamasıdır. Örneğin, Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanununda, Tarım Kanununda ve diğer Kanunlarda öngörülen yönetmelik ve tüzüklerin büyük bir kısmı henüz uygulamaya konulamamıştır. Kanunla öngörülen tüzük ve yönetmeliklerin kabul edilmemesi bu kanunların uygulamaya aktarılmasını zorlaştırmakta, hatta imkânsızlaştırmaktadır. Kanunî düzenlemelerin uygulamaya aktarılamamasında etkili olan diğer bir olumsuzluk, kurumsal yapıların öngörülmemesidir. Tarım kesimiyle ilgili bütün kanunlarda Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yetkili kuruluş olarak kabul edilmekle birlikte, Bakanlık bünyesinde, bu konularla ilgili yetkili ve sorumlu birimler oluşturulmamıştır. AVRUPA BİRLİĞİ’NE UYUM SÜRECİNDE TÜRK TARIM HUKUKU 91 Bu durum, “kanun çıkarmış olmak için kanun yapma” olgusunu ön plâna çıkarmaktadır. Bu nedenle, hukukî düzenlemelerin amacına uygun ve etkili bir şekilde uygulanabilmesi için “uygulayıcı” konumundaki idarî yapıların oluşturulması ve bu idarî yapıların kararlılığı vazgeçilmez bir zorunluluktur. Diğer taraftan tarım kesimine yönelik hukukî düzenlemeler yapılırken tarımsal yapının mevcut sorunları dikkate alınarak, öncelikle bunların çözümü sağlanmalı ve daha sonra AB ortak tarım politikasına uyum için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Bu bakımdan öncelikle, 5403 sayılı Kanunun öngördüğü tüzük ve yönetmelikler zaman kaybetmeksizin kabul edilerek, tarım arazisi sınıflama sisteminin esasları ve mevcut tarımsal arazi varlığı kesin sınırları ile belirlenmelidir. Tarım arazilerinin parçalanması kesin olarak yasaklanmalı ve bir ailenin bile geçimini sağlayamayacak kadar parçalanmış tarım arazilerinin toplulaştırılmasına ilişkin uygulamalar başlatılmalıdır. Aynı şekilde, tarım kesimin en önemli sorunlarından bir diğeri olan örgütlenme ve pazarlama sorunları da kalıcı bir şekilde çözüme kavuşturulmalıdır. Çünkü tarım kesiminin yapısal sorunları çözülmeden, AB’ne uyum amacıyla değişik hukukî düzenlemelerin kabul edilmesi somut bir fayda sağlamamaktadır. Kaynakça Suat AKSOY, Tarım Hukuku, Ankara: A.Ü. Ziraat Fakültesi Yayınları, 1984. Ankara Ticaret Odası / Türkiye Ziraatçılar Derneği, 60 Soru, 60 Cevap: Türkiye Tarımı, Sorunları ve Çözüm Önerileri, Ankara: ATO Yayınları, 2004. İbrahim Orkun ATALAY, “Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası”, Kazancı Hukuk İşletme ve Maliye Bilimleri Dergisi, Sayı: 2, Ağustos 2004. Veysel BAŞPINAR, Türk Medeni Kanunu ve Yeni Gelişmeler Karşısında Tarım İşletmelerinin Tahsisi, Prof. Dr. Fikret Eren’e Armağan, Ankara: Yetkin Yayınları, 2006. Ömer Lütfi BARKAN, Türkiye’de Toprak Meselesi, Toplu Eserler I, İstanbul: Gözlem Yayınları, 1980. Ayşe Odman BOZTOSUN, Islahçı Hakkı, Ankara: Seçkin Yayınevi, 2006. Halil CİN, Miri Arazi ve Bu Arazinin Mülk Haline Dönüşümü, Ankara: Sevinç Matbaası, 1969. Halil CİN, Mehmet Handan SURLU, Türk Hukukunda Mera Yaylak Kışlaklar ve Mera Kanunu Şerhi, Ankara: Seçkin Yayınevi, 2000. Fikret EREN, Veysel BAŞPINAR, Toprak Hukuku, Ankara: Yetkin Yayınları, 2007. Francesco GALGANO, Giovannella Mendici TABET, Principi di Diritto Agrario, Bologna: Libri dell'editore: Zanichelli, 1999. Christian GRIMM, Agrarrecht, München: C.H. Beck Verlag, 1995. 92 MEHMET KILIÇ Mehmet KILIÇ, “4857 Sayılı Yeni İs Kanunu Kapsamında Tarım İşçilerinin Hukuki Durumu”, Tarım Ekonomisi Dergisi, Cilt 12, No 1, 2006. Mehmet KILIÇ, Tarım Arazilerinin Amaç Dışı Kullanımının Hukuki ve SosyoEkonomik Durumu: Çorum İli Merkez İlçesi Toprak Sanayi İşletmeleri Örneği, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2008. Joseph MCMAHON, Law of the Common Agricultural Policy, London: Longman, 2000. Sefer ŞENER, İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Tarım Politikası Arayışları, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 7, 2004/1. George TURNER, Klaus WERNER, Agrarrecht Ein Grundriß, Stuttgart: 1998, 2. Auflage. Türkiye İstatistik Yıllığı, TÜİK, Ankara, 2007. Mustafa TÜYSÜZ, Yeni Bitki Çeşitleri Üzerindeki Islahçı Hakkı: Fikri Mülkiyet Hakları Çerçevesinde, Ankara: Yetkin Yayınları, 2007. John Anthony USHER, EC Agricultural Law, Oxford: Oxford University Press(UK), 2001. Aydın ZEVKLILER, Türk Miras Hukukunda Tarımsal İşletmelerin Tahsisi, Ankara: Sevinç Matbaası, 1970. Ankara AvrupaSUPRANASYONAL Çalışmaları Dergisi Cilt:ŞEKLİ 9, No:2OLARAK (Yıl: 2010), s.93-116 BİR TASARRUF ERASMUS ÖĞRENCİ ÖĞRENİM HAREKETLİLİĞİ PROGRAMININ 2007 YILINDA PROGRAMDAN YARARLANAN TÜRK ÖĞRENCİLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ* Ranâ KASAPOĞLU ÖNDER∗∗ Ali BALCI*** Özet Türk yükseköğretim sistemi, giderek artan biçimde uluslararası olma özelliği göstermektedir. Uluslararası olmanın boyutlarından biri, değişim programları aracılığıyla öğrencilerin yurt dışı yükseköğretim kurumlarında eğitim görmeleri ve yeni kültürlerle tanışmalarıdır. Bu çalışmada, yükseköğrenim gören Türk öğrencilerin Avrupa’da eğitim almalarına olanak tanıyan Erasmus Öğrenci Öğrenim Hareketliliği Programı’nın, bu programdan yararlanmış öğrenciler üzerindeki etkileri saptanmak istenmiştir. Araştırma, Erasmus Programı’ndan 2007 yılında faydalanmış olan Türk öğrenciler üzerinde yürütülmüştür. Araştırmacılar, programın yurtdışı eğitim olanağı sunmaya ve bireysel gelişime katkısı ile bu programla sağlanan akademik ve akademik olmayan (mali, idari, barınma ve güvenlik konularını içeren) olanaklardan memnuniyeti ölçen elektronik bir anket formu kullanmışlardır. Anketi oluşturan ölçeklerin kavramsal geçerliliği faktör analiziyle, güvenilirliği ise Cronbach Alfa güvenilirlik katsayısı ve madde toplam korelâsyon katsayıları ile sınanmıştır. Araştırmanın bulguları genel olarak Erasmus Öğrenci Öğrenim Hareketliliği Programı’nın öğrenciler üzerinde olumlu etkilerinin olduğunu göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Erasmus, Hayatboyu öğrenme, Uluslararası eğitim, Değişim ve hareketlilik, AB *Yazarlar, bu çalışmaya desteğinden ötürü Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı’na (Ulusal Ajans) teşekkür eder. **Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Doktora Programı Öğrencisi ***Prof.Dr.,Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi. 94 RANA KASAPOĞLU ÖNDER, ALİ BALCI Abstract Turkish higher education system is increasingly internationalizing. One aspect of internationalization is training abroad and contact with new cultures through exchange programmes. This study aims at investigating the impact of Erasmus Student Learning Mobility Programme, which presents Turkish higher education students the opportunity to obtain higher education abroad. The study was conducted using data collected from Turkish students that benefited from Erasmus programme in 2007. For data collection purposes, the researchers used a questionnaire measuring programme’s contribution to obtaining training abroad and individual development as well as satisfaction with academic and non-academic (which includes financing, administration, accommodation, and security issues) dimensions of the programme. Construct validity of the scales that constitute the questionnaire was tested using factor analysis. Reliability assessment was made by estimating Cronbach Alpha coefficients and item total correlations. Overall, findings suggest that Erasmus programme had positive influences on the beneficiary students. Key Words: Erasmus, Lifelong learning, International education, Exchange and mobility, EU Giriş Küreselleşme, beraberinde yenilikleri ve değişimleri de getirmektedir. Bu noktada bireylerin ve örgütlerin çevrelerindeki değişimlere duyarsız kalmamaları, değişen koşullara uyum göstermeleri zorunlu hale gelmektedir. Nitekim baş döndürücü bir hızla değişen çevre, kendisine tepkisiz kalınmasına izin vermemekte, bireyleri ve örgütleri sürekli olarak yenilenmeye mecbur bırakmaktadır. Kendini yenilemeyen ve değişime ayak uyduramayanlar ise çağın gerisinde kalmakta, rekabet etmekte zorlanmakta hatta rekabet edememekte, etkinliklerini yavaş yavaş yitirmekte ve yok olmaktadır. Kısaca dünyanın dinamizmi, bireyleri ve örgütleri köklü değişimlere zorlamakta, değişimi ve yenileşmeyi “olmazsa olmaz”lar arasına sokmaktadır. Değişme ve yenileşme, birey ve örgütlerin geleceklerini şekillendirmektedir. Bu bağlamda bireyler, günlük yaşamlarını kolaylaştıracak, kendilerini daha iyi ifade ederek diğer insanlarla iletişimlerini artıracak, özel ve mesleki yaşantılarında kendilerine katma değer sağlayacak beceriler edinmeye, kendilerini tanıyarak bilgilerini artırmaya çalışmaktadır. Örgütler ise giderek karmaşıklaşan ve belirsizleşen çevreleri karşısında yeni uygulamalar ve yeni yapılanmalar ile tanışmaya başlamaktadırlar. Bu süreci başarıyla yönetebilen örgütler, uzun dönemde yaşama şanslarını artırmaktadırlar1. Küreselleşmenin neden olduğu değişim ve yenileşme süreci, yükseköğretim sistemlerini de etkilemektedir. Yükseköğretim kurumları hızla değişen dünyaya farklı 1 Hasan Hüseyin Aksoy, Değişme ve Yenileşme, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Personeli İçin Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesince 20 Kasım-10 Aralık 1999 ve 3-21 Temmuz 2000 Tarihleri Arasında Düzenlenen Yönetici Adaylarının Eğitimi Semineri Ders Notları, 2000. ERASMUS ÖĞRENCİ ÖĞRENİM HAREKETLİLİĞİ PROGRAMININ 2007 YILI 95 şekillerde ayak uydurmaya çalışmaktadırlar. Günümüzde yükseköğretim kurumlarının rekabetçi yükseköğretim alanında küresel bir bilinirliğe sahip olabilmelerini sağlayan “uluslararası olma” özelliği giderek önem kazanmaktadır. Bu nedenle yükseköğretim kurumları, kendi ülkesi ve kültürüne aşina olma yanında farklı coğrafyalar ve kültürleri de tanıyan öğrenciler yetiştirmek yönündeki uygulamalara kapılarını açmaktadırlar2. Ayrıca küresel bilgi ekonomisine geçişle birlikte yükseköğretime olan talep artmakta3, üniversiteler öğretimde kaliteyi iyileştirmeye, hareketlilik etkinliğinde bulunan öğrenci sayısını artırmaya ve kurumlarını uluslararası alanda görünür kılmaya çalışmaktadırlar4. Bu amaçla yükseköğretim kurumları, yurt dışındaki yükseköğretim kurumları ile anlaşmalar yapmak suretiyle öğrencilerinin kendi ülkeleri dışında öğrenim görmelerini, dolayısıyla farklı kültürlerde akademik ve sosyal deneyim edinmelerini sağlamakta, benzer şekilde yurt dışından da öğrenci kabul etmektedirler. Böylece sosyal sistemler olarak yükseköğretim kurumları, bir şeyi daha iyi yapmanın yolunu bulmak, kurumun içindeki ve dışındaki beklentileri karşılamak amacıyla farklı ve yeni uygulamaları yürürlüğe koymaya çalışmaktadırlar5. Türkiye’nin 1999 Helsinki Zirvesi sonrası hız kazanan Avrupa Birliğine üyelik çalışmaları ve Avrupa’yla bütünleşme süreci, sadece üretimde ve teknolojide değil, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatta da birtakım yenilikler getirmiştir6. Bu yeniliklerin önemli bir kısmı eğitim, eğitim sistemleri ve bireysel gelişim ile ilgili programlardır. Avrupa Birliği’nin ve Türkiye’nin ilgili kurumları bu programları iyileştirmek için, programlardan yararlanmış olanların görüşlerine başvurmaktadırlar7. Bu bağlamda, bu çalışmanın amacı, Avrupa Birliği’nin yükseköğretimde öğrenci değişimleri için finansman programı olan Erasmus Öğrenci Öğrenim Hareketliliği’ne katılan Türk öğrencilerin, bu program hakkındaki görüşlerini öğrenmektir. Öğrencilerin, programın; (a) Yurt dışı eğitim olanağı sunmaya katkısı, (b) Akademik olanaklardan memnuniyet, (c) Maddi olanaklardan memnuniyet ve (d) Bireysel gelişime katkısı konularında görüşleri öğrenilmeye çalışılmıştır. 2 Vincent Kerklaan et al., “The Role of Language in the Internationalisation of Higher Education: an example from Portugal”, European Journal of Education, Cilt 43, No 2, 2008, s.241-255. 3 Kemal Gürüz, Higher Education and International Student Mobility in the Global Knowledge Economy, NewYork, State University of New York Press, 2008, s.15. 4 Friedhel M. Maiworm, “ERASMUS: Continuity and Change in the 1990s”, European Journal of Education, Cilt 36, No 4, 2001, s.459-472. 5 Servet Özdemir, Eğitimde Örgütsel Yenileşme, Ankara, PEGEM Yayınevi, 1998, s.25-29 6 Rana Kasapoğlu Önder, “Yaratıcılık Ve Yenilik Kavramları Işığında Eğitim Ve Gençlik Programları”, Eğitim ve Gençlik Dergisi, Sayı 10, 2009, s. 16-17. 7 Ulusal Ajans, 2007 Yılı Hayatboyu Öğrenme Programı Etki Analizi Sonuç Raporu, Ankara, 2008a, s.1. 96 RANA KASAPOĞLU ÖNDER, ALİ BALCI Bilgi Toplumuna Geçiş ve Avrupa Birliği’nin Eğitime Etkileri Küreselleşmeyle birlikte gelen teknolojik gelişmelerin en önemlilerinden biri, bilgi toplumuna geçiştir. Özellikle bilgi iletişim teknolojileri alanında yaşanan yenilikler; bilginin edinilmesi, depolanması, çoğaltılması ve yayılmasını kolaylaştırmakta, bilginin belirleyiciliğini ve saygınlığını artırmaktadır. Toplumlar bilgiyi üreten, geliştiren, koruyan ve kullanabilen bilgi toplumları olma çabası içindedir. Avrupa Birliği de bilgi toplumuna geçiş için çalışmalar başlatmış ve bu doğrultuda sosyal, ekonomik ve bölgesel uyumun Avrupa bilgi toplumuna geçişle mümkün olacağına atıfta bulunarak, kamu hizmetlerinde iyileştirmelere ve yaşam kalitesini artırmaya öncelik vermiştir8. Nitekim, 23-24 Mart 2000 tarihli Lizbon Zirvesinde alınan kararlar, bilgi toplumuna ulaşmayı hedeflemektedir. Lizbon hedefleri olarak anılan kararlara göre Avrupa Birliği’nin, bilgi üzerine kurulu bir ekonomi çerçevesinde ekonomik reform ve sosyal uyumu gerçekleştirmeye yönelik yeni stratejisini hayata geçirmesi ve istihdamı güçlendirmesi amaçlanmıştır. Bu doğrultuda, Avrupa Birliği'nin bilgiye dayalı, rekabet edebilir, gelişmiş bir işgücüne ve sürdürülebilir kalkınmaya dayanan bir ekonomiye sahip olması, yenilikçi etkinliklerinin güçlendirilmesi, sosyal güvenlik ve eğitim sistemlerinin modernleştirilmesi kararları alınmıştır9 . Lizbon hedeflerinde belirtilen istihdamı güçlendirme, sosyal uyum, gelişmiş işgücü ve eğitim sistemlerinin modernleşmesi konularına bakıldığında eğitimin doğrudan adres gösterildiği açıktır. Dolayısıyla Lizbon hedefleri, Avrupa Birliği’nin eğitimle ilgili alanlarda sunduğu fırsatların gerekçesi olarak belirtilebilir. Nitekim Avrupa Komisyonu, Lizbon hedeflerine ulaşmaya yardımcı olmada üniversitelerin önemine değindiği, 20 Nisan 2005 tarih ve 152 sayılı resmi belgesinde, eğitim, araştırma ve yeniliklerden oluşan “bilgi üçgeni”nin güçlendirilmesinden söz etmektedir. Yükseköğretim kurumlarının bu alanların üçünde de temel taş olduğunu belirten Avrupa Komisyonu, öğrenme ve öğretimde daha esnek ve dünyaya daha açık sistemlerin öğrencileri çekeceğinden bahsetmektedir10. Ayrıca, Avrupa Birliği, küreselleşme ve teknolojik gelişmelerin iş hayatına geçişte doğurabileceği potansiyel riskler açısından farklı beceriler kazananlarla kazanmamış olanlar arasındaki açığı göstermekte ve bu risk karşısında bireylere, gereksinim duyacakları türden eğitime ulaşmaları için yardımcı olunmasından bahsetmektedir11. Nitekim bilgi toplumunda eğitimli insan, kendisi ile 8 Avrupa Komisyonu, “i2010: Information Society and the Media Working Towards Growth and Jobs”, <http://europa.eu/scadplus/leg/en/cha/c11328.htm>, (01.05.2009). 9 Avrupa Parlamentosu, Lisbon European Council 23 and 24 March 2000: Presidency Conclusions, <http://www.europarl.europa.eu/summits/lis1_en.htm> , (06.05.2009). 10 Avrupa Komisyonu, “Mobilising the Brainpower of Europe: Enabling Universities to Make Their Full Contribution to the Lisbon Strategy”, (Belge numarası: COM2005-152), <http://eurlex.europa.eu/smartapi/cgi/sga_doc?smartapi!celexplus!prod!CELEXnumdoc&numdoc=505DC0 152&lg=en>, (06.05.2009). 11 Avrupa Komisyonu, “The European Interest: Succeding In the Age of Globalisation”, (Belge Numarası: COM2007-581),< http://ec.europa.eu/growthandjobs/pdf/COM2007_581_en.pdf>, (06.05.2009). ERASMUS ÖĞRENCİ ÖĞRENİM HAREKETLİLİĞİ PROGRAMININ 2007 YILI 97 ilgili gelişmeleri ve değişimleri takip edebilen, yaşama uygulayan, öğrenen, gelişime açık, bilgi ve iletişim teknolojilerini aktif olarak kullanabilen kişi anlamına gelmektedir12. Bilgi toplumu olma yolunda eğitimden ve eğitim sisteminden beklenen ise kendini tanıyan, geliştiren, sorgulayan, duyarlı bireyler yetiştirmektir13. Küreselleşme ve bilgi toplumuna geçiş, örgütler gibi bireylerin taleplerini de etkilemektedir. Zira hayatboyu öğrenme anlayışı, eğitim ve öğrenme ile ilgili sorumluluğu, bireysel gelişime vurgu yapmak suretiyle bireylere de yüklemektedir14. Sonuçta, kurumların eğitimdeki başarılarının arkasındaki etkenlerden biri olarak; eğitimde dışa açılmaları ve bu konuda öğrencilere fırsatlar sunmaları, onların bireysel gelişimlerine katkı yapmaları gösterilebilir. Sonuç olarak, Balay’ın da vurguladığı gibi15 ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda süregelen değişimler çerçevesinde ülkeler, eğitim sistemlerinde yenilik arayışlarına girmektedirler. Farklı kültürlerden kişilerin çeşitli ortamlarda bir araya gelerek etkileşimde bulunmalarına olanak sağlayan küreselleşme, eğitimi de giderek sınırsızlaştırmaktadır. Bu durum, bireylerin sosyal, kültürel veya ekonomik hayatlarını doğrudan etkileyecek yeni öğrenme süreçlerinin uygulanmasını, mevcut bilgi ve becerilerini de geliştirmesini desteklemektedir16. Ayrıca bu açılım, dünya çapında rekabet edebilir, yeniliklere uyum sağlama kapasitesi yüksek, kendini tanıyan ve tanıtan, ön yargılardan arınmış, yabancı düşmanlığına uzak, alanında yurt dışı deneyim kazanmış, farklı kültürden bireylerle işbirliği kurabilecek, sosyal beceriler edinmiş, sorumluluk sahibi bireylerin yetişmesine olanak tanıyan programların geliştirilmesini ve uygulanmasını sağlamıştır17. Bu programlardan biri Avrupa Birliği tarafından yürütülen Eğitim ve Gençlik Programları’dır. Bu programlar, daha önce bahsedilen Lizbon hedeflerinin eğitim alanına yönelik uygulama araçları olarak görülebilir. Programlar, genel ve mesleki eğitime odaklanan Hayatboyu Öğrenme Programı (Lifelong Learning Programme) ve gençliğe odaklanan Gençlik Programı (Youth in Action) olmak üzere iki çatı programdan oluşmaktadır. Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları, farklı kültürden kişilerin sosyal ve mesleki anlamda işbirliği yaparak birlikte çalışmalarını, sosyal sorumluluk bilinci içinde sorunlara birlikte çözümler aramalarını ve 12 MEB, Hayatboyu Öğrenme Strateji Belgesi, Türkiye, 2007. Ali Balcı, “İkibinli Yıllarda Türk Milli Eğitim Sisteminin Örgütlenmesi ve Yönetimi”, Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi, Yıl 6, Sayı 24, Güz 2000, s.495-508. 14 Avrupa Komisyonu, “Progress Towards the Lisbon Objectives in Education and Training: Indicators and Benchmarks”, <http://ec.europa.eu/education/policies/2010/doc/progress06/report_en.pdf>, (10.05.2009). 15 Refik Balay, Küreselleşme, Bilgi Toplumu ve Eğitim, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt 37, No 2, 2004, s.61-82. 16 MEB, Hayatboyu Öğrenme Strateji Belgesi, Türkiye, 2007. 17 Ulusal Ajans, Anadolu’dan Avrupa’ya, Ankara, 2007. 13 98 RANA KASAPOĞLU ÖNDER, ALİ BALCI deneyimlerini paylaşmak amacıyla geliştirilmiştir. Genel olarak programların hedefinde, kültürlerarası beceriler geliştirmek, insan haklarına saygı ve hoşgörü önceliklidir18. Genel ve mesleki eğitim alanında bu hedeflere ulaşmak için, bireysel hareketlilik ve kurumların karşılıklı işbirliğine dayanan projelerinden oluşan Hayatboyu Öğrenme Programı’ndan faydalanılmaktadır. Program, temel olarak, her yaştan, her meslekten bireyin kendi ülkeleri dışındaki bir kurumda çalışmasını, staj yapmasını, eğitim almasını içeren hareketliliklerden oluşmaktadır. Çünkü hareketliliklerin, bireyler ve gruplar arasındaki engelleri ortadan kaldırdığı gözlenmektedir. Hayatboyu Öğrenme Programı, Avrupa genelinde erken çocukluktan yetişkinliğin sonuna kadar olan bireylerin meslektaşları ve akranları ile bir araya gelmelerini amaçlamaktadır. Böylece, bu bireylerin, farklı ortamlarda yaşam becerileri geliştirerek, bilgi ve deneyim alışverişinde bulunarak ve birbirlerini tanıyarak birbirlerinden öğrenmeleri, önyargılar, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadele edilmesi amaçlanmakta; eğitimde çok kültürlülüğe, çok ulusluluğa ve çok taraflılığa vurgu yapılmaktadır19. Bu amaçla, Hayatboyu Öğrenme Programı altında farklı hedef kitlelere yönelik ve hedeflenen kitlenin bireysel hareketlilik ve proje türündeki faaliyetlerini destekleyen sektörel programlar oluşturulmuştur. Okul eğitimine hitap eden ve okul öncesinden ortaöğretim sonuna kadar olan kurumlara yönelik Comenius, mesleki eğitimdeki hareketlilikleri içine alan Leonardo da Vinci ve yetişkinlere yönelik Grundtvig Programları; çatı program olan Hayatboyu Öğrenme Programı altında yer almaktadırlar20. Bu programlardan biri de hedef kitlesi yükseköğretim olan Erasmus Programı’dır. Erasmus Programı, ortak bir Avrupa Yükseköğretim Alanı oluşturmayı hedefleyen Bologna Süreci’nin, yükseköğretim kurumları arasında öğrencilerin, öğretim elemanlarının ve idari personelin hareketliliklerini destekleyen bir araç olarak görülebilir. Bologna Süreci ve Erasmus Programı Lizbon hedefleri doğrultusunda, Avrupa Birliği, Avrupa Yükseköğretim Alanı oluşturmak amacıyla Bologna Süreci’ni başlatmıştır. Bologna Süreci ile Avrupa’daki çok çeşitli ve farklı yükseköğretim sistemlerinin birbirine yakınlaştırılması; böylelikle birbirlerinden farklı, fakat birbirleri ile uyumlu ve karşılaştırılabilir bir yükseköğretim sistemine ulaşılması ve sonuçta yükseköğretim sistemleri arasındaki geçişlerin kolaylaştırılması hedeflenmiştir21. Böylece öğretim elemanları ve öğrenciler için farklı ülkelerde çalışma, öğrenim, staj fırsatları doğmaktadır22. Bununla birlikte, hareketlilik 18 Avrupa Komisyonu, “An Updated Strategic Framework For European Cooperation In Education And Training”, (Belge Numarası: COM2008-865), <http://ec.europa.eu/education/lifelong-learning-policy/doc/com865_en.pdf> , (10.05.2009). 19 Ulusal Ajans, 2008a. 20 Ulusal Ajans, 2007. 21 Vassiliki Papatsiba, Making Higher Education More European Through Student Mobility? Revisiting EU Initiatives In The Context Of The Bologna Process, Comparative Education, Cilt 42, No 1, 2006, s. 93–111. 22 Ulusal Ajans, Bologna Süreci Temel Belgeleri, Ankara, 2005. ERASMUS ÖĞRENCİ ÖĞRENİM HAREKETLİLİĞİ PROGRAMININ 2007 YILI 99 etkinliklerinde bulunanların farklı kültürlerden, dillerden ve sistemlerden fayda sağlamaları yönünde adım atılmış olmakta, sosyal uyumu kuvvetlendirmenin ve yükseköğretimi devletin bir sorumluluğu olarak görerek, dezavantajlı kesimler için fırsatlar sunan araçlar geliştirilmesinin yerinde olacağı vurgulanmaktadır23. Bologna Süreci boyunca bugüne kadar imzalanan tüm metin ve bildirgelerde (Sorbonne, 1998; Bologna, 1999; Prague, 2001; Berlin, 2003; Bergen, 2005; London, 2007; Leuven, 2009) sosyal boyutun altı çizilerek öğrenci hareketliliği etkinlikleri, hayatboyu öğrenmenin merkezine oturtulmaktadır. Son olarak 29 Nisan 2009’da imzalanan Leuven Bildirgesinde de iş dünyasının talep ettiği işgücü becerilerine cevap verebilmeleri için öğrenci hareketlilik etkinliklerinin önemine tekrar değinilmektedir. Yine aynı bildirge, öğrencilerin yükseköğrenimin her kademesinden faydalanabilmeleri için maddi olanaklar sunulması gerektiğini vurgulamakta ve bunun için yükseköğretim kurumlarının “uluslararası açıklık (international openness)” içinde öğrencilere, istihdam edilmelerinde kolaylık sağlayacak, farklı alanlara uyarlanabilir (transversal) beceriler edindirmelerini salık vermektedir24. Bir eğitim reformu olarak görülebilecek Bologna Süreci, yukarıda sözü edilen hedefleri gerçekleştirmek üzere yükseköğretimde öğrenci ve öğretim elemanları ile yükseköğretim kurumlarında görevli idari personeli kapsayan hareketlilik programlarının uygulanmasını teşvik etmektedir. Bu kapsamda, adını, çalışma ve öğrenim amacıyla Avrupa’nın Paris, Leuven ve Cambridge gibi önemli eğitim merkezleri arasında sürekli seyahat eden hümanist ve teolog Desiderus Erasmus’tan alan program; bahsedilen hareketlilikleri gerçekleştirmek üzere uygulanmaktadır25. Erasmus Programı, yükseköğretim kurumlarının işbirliği içinde ortak projeler hayata geçirmelerine ve öğrenci ile personele yönelik hareketliliklere mali destek sağlar. Erasmus Programı’ndaki bireysel faaliyetler, öğrencilerin öğrenim ve staj amaçlı hareketlilikleri ile yükseköğretim personelinin ders verme ve eğitim alma amaçlı hareketlilikleridir. Erasmus Öğrenci Öğrenim Hareketliliği Programı, lisans veya lisansüstü eğitim almakta olan öğrencilerin, eğitimlerinin bir bölümünü Avrupa’da bir yükseköğretim kurumunda geçirmelerine olanak sağlar. Programdan faydalanmak isteyen üniversitelerin Erasmus Üniversite Beyannamesi (EÜB) almaları ve hareketliliklerin yapılacağı fakültelerin, Avrupa’daki eşdeğer fakültelerle ikili anlaşmalar yapmaları gereklidir. Erasmus Programında, öğrencilerin hareketlilikleri esnasındaki barınma, yeme-içme gibi tüm masrafları için mali destek verilmektedir. Öğrenim Hareketliliğine katılan öğrenciler, kendi ülkelerinde, kendi fakültelerinde alacakları derslerinin 23 Avrupa Konseyi, “The Social Dimension of the Bologna Process”, <http://www.coe.int/t/dg4/highereducation/EHEA2010/TopicsSocialDim_EN.asp#TopOfPage>,( 07.05.2009). 24 Communique of the Conference of European Ministers Responsible for Higher Education, <http://www.ond.vlaanderen.be/hogeronderwijs/bologna/conference/documents/Leuven_Louvain -la-Neuve_Communiqué_April_2009.pdf >, (07.05.2009). 25 Avrupa Komisyonu, Erasmus, <http://ec.europa.eu/education/lifelong-learningprogramme/doc80_en.htm> , (03.05.2009). 100 RANA KASAPOĞLU ÖNDER, ALİ BALCI eşdeğerlerini, kendi bölümlerinin ikili anlaşmalarının olduğu Avrupa’daki eşdeğer fakültelerde almaktadırlar. Böylelikle yıl kaybı yaşamamaktadırlar. Bununla birlikte öğrencinin her iki ülkedeki danışmanının onayı ile yapılan ve imzalanan Öğrenim Anlaşması, öğrencilerin hangi dersleri alacaklarını, bu derslerin Avrupa Kredi Transfer Sistemi’ndeki (European Credit Transfer System) karşılıklarını, dolayısı ile akademik tanınmanın sağlanacağını göstermektedir. Öğrenciler program öncesinde, çok konuşulan diller kabul edilen İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca hariç olmak üzere, gidecekleri ülkenin dilinde yoğun dil kurslarına da katılabilmektedirler. Erasmus Yoğun Dil Kursu (EYDK) olarak adlandırılan bu etkinlik üç ile altı hafta arasında devam etmektedir26. Ayrıca öğrencilere, kendi ülkelerinde ve gittikleri ülkelerde eğitim başlamadan önce oryantasyon eğitimi de verilmektedir. Oryantasyon eğitimlerinin içeriğinde öğrencilerin kendi kültürel değerlerinden güncel ve politik konulara, farklı kültürlerdeki günlük yaşantıya uyumdan iletişim becerilerine kadar çok çeşitli konularda bilgiler verilmektedir. Öğrencilerin gittikleri ülkelerdeki barınma yerlerini ayarlamaları kendi sorumluluklarındadır. Bununla birlikte EÜB, ev sahibi üniversiteye, barınma olanakları sunan yerler hakkında tavsiyelerde bulunma sorumluluğu yüklemektedir. Söz konusu içerik incelendiğinde programın amaçları da anlaşılmaktadır. Buna göre programdan faydalanan kişilerin kendilerini ve kendi kültürlerini tanımaları, kültürel paylaşım ortamlarında bulunmaları, Avrupa’daki farklı kültürlerde eğitim deneyimi kazanmaları ve bu sayede kendilerine güvenlerinin artması, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile mücadeleye olan inançlarının artması beklenmektedir. Avrupa Komisyonu, programların 2007-2013 yıllarını kapsayan dönemine, ülkelerden gelen geribildirimler doğrultusunda hazırlık yapabilmek amacıyla, 20002006 dönemine ilişkin etki değerlendirme raporlarının hazırlanmasını istemiştir. Bu doğrultuda ülkemizde programların Socrates ve Leonardo da Vinci olarak adlandırıldığı 2000-2006 dönemine ilişkin bir rapor yayınlanmıştır. Raporda, programların genel yapısından bahsedilmekte ve katılımcı profillerine ilişkin değerlendirmeler sunularak programlar genelinde hareketliliğe ayrılan payın artırılması önerilmektedir27. Slovenya’da Socrates dönemine ilişkin yapılan bir araştırmada da Erasmus Programının yabancı dil öğrenme, kültürlerarası farkındalığı artırma ve önyargılarla mücadele etme konularında etkili olduğu vurgulanmıştır28. Avrupa Komisyonu tarafından yaptırılan bir diğer çalışma, Students and Higher Education Reform adıyla yayınlanmıştır. Bu rapor Avrupa Birliği üye ülkeleri ile Hırvatistan, İzlanda, Norveç ve Türkiye’yi 26 Ulusal Ajans, Ulusal Ajans Merkezli Faaliyetler-Erasmus Yoğun Dil Kursları (EYDK), <www.ua.gov.tr/index.cfm?action=detay&yayinID=3940890A11F55D4E5AB39D3DCC8CC5E3 54FDA>, (27.05.2009). 27 Ulusal Ajans, Socrates II ve Leonardo da Vinci II (2000-2006) Programlarının Uygulanması ve Etkilerinin Değerlendirilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Raporu, Ankara, 2008. 28 Klemen Sirok et al, “Socrates and Leonardo da Vinci in Slovenia: Impact of Socrates II and Leonardo da Vinci II Programmes in Slovenia, 2000-2006”, Koper, University of Primorska, 2007, s. 58-60. ERASMUS ÖĞRENCİ ÖĞRENİM HAREKETLİLİĞİ PROGRAMININ 2007 YILI 101 kapsamaktadır29. Araştırmanın bulguları, araştırmaya katılan öğrencilerden %91’inin yükseköğrenimin amacını bireysel gelişim olarak tanımladığını ve %33’ünün yurt dışında öğrenim görmeyi planladığını göstermektedir. Bu çalışma ise Erasmus Öğrenci Öğrenim Hareketliliği Programı’nın Türk öğrenciler üzerindeki etkilerini ölçmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, programın yukarıda açıklanan hareketlilikleri gerçekleştirmek yolu ile ulaşılması planlanan hedeflere ne derece ulaşıldığını göstermeyi ve programın daha kapsamlı ve farklı boyutları hakkında yararlanıcı görüşlerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Genel olarak yapılacak değerlendirmelerle birlikte yararlanıcı görüşlerinin yararlanıcıların cinsiyetlerine, yaşlarına, Erasmus Yoğun Dil Kursu alıp almadıklarına, Türkiye’de oryantasyon eğitimi alıp almadıklarına ve Avrupa’da oryantasyon eğitimi alıp almadıklarına göre farklılaşıp farklılaşmadığı incelenecektir. Yöntem Bu araştırmada, 2007 yılında Erasmus Öğrenci Öğrenim Hareketliliği’nden faydalanmış Türk öğrencilerin, programın Avrupa’da eğitim olanakları sunmaya ve bireysel gelişime katkısı ile akademik ve maddi olanaklardan memnuniyet boyutlarındaki görüşlerini ölçmek amaçlanmıştır. Çalışma Grubu Erasmus Programı, 2004 yılından bu yana Türkiye’de uygulanmaktadır. Programların uygulanmaya başlandığı 2004 yılından 2007 yılının sonuna kadar toplam 14.757 öğrenci, Avrupa’daki yükseköğretim kurumlarında eğitim görmüştür30,31. Araştırmanın veri toplama aracı olan elektronik anket formları, 2007 yılında Erasmus Öğrenci Öğrenim Hareketliliği Programı’ndan yararlanmış olan 3.860 kişiye gönderilmiştir. 2007 yılı yararlanıcılarının seçilmesinin ana sebebi, araştırmaya katılacak olanların yakın zamandaki deneyimleri hakkında daha sağlıklı veri toplanacağı düşüncesidir. Çünkü araştırma yöntemleri yazınında, anket yoluyla bireylerden uzun zaman önceki deneyimleri hakkında toplanan veride yanlılık olacağı belirtilmektedir32. Yararlanıcıların (bundan sonra “katılımcılar” olarak belirtilecektir) farklı coğrafi bölgelerde ikamet ediyor olmaları, bazılarının öğrenciliklerinin sona ermesi sebebi ile mevcut adreslerinin değişmiş olması ve ulaşım güçlüğü yüzünden elektronik ortamda veri toplama yoluna gidilmiştir. Oluşturulan elektronik anket bir web sayfasına yüklenmiş ve katılımcıların elektronik posta adreslerine, ilgili anketin elektronik adresi gönderilmiştir. Katılımcılardan 477’sinin elektronik ortamda anketi yanıtladığı saptanmıştır. Buna göre elektronik anketin dönüş oranı %12.36’dır. Elektronik 29 Avrupa Komisyonu, “Students and Higher Education Reform, Special Target Survey”, <http://ec.europa.eu/public_opininon/flash/fl_260_en.pdf>, (10.06.2009). 30 Ulusal Ajans, 2004/2005 Socrates/Erasmus Programı Değişim İstatistikleri: Öğrenci Değişimi, Öğretim Elemanı Değişimi, Ankara, 2006. 31 Ulusal Ajans, 2005/2006 ve 2006/2007 Erasmus Programı Değişim İstatistikleri: Öğrenci Değişimi, Öğretim Elemanı Değişimi, Ankara. 2008b. 32 Linda Kalof, Amy Dan ve Thomas Dietz, Essentials of Social Research, New York, McGraw Hill, 2008, s.195. 102 RANA KASAPOĞLU ÖNDER, ALİ BALCI anketlerin dönüş oranının genellikle düşük olduğu33 göz önünde bulundurulduğunda bu araştırmaya ilişkin dönüş oranı tatminkâr sayılabilir. Araştırmaya katılanların yarısı (%50,7) 22-23 yaşlarında, %21.8’i 21 yaş ve altında, %15,3’ü 24-25 yaşlarında, %11,1’i ise 26 yaş ve üstündedir. Katılımcıların %55’i kadın, %45’i erkektir. Ölçme Aracı Elektronik anket formu 31 maddeden oluşmaktadır. Bu maddeler, katılımcıların Erasmus Öğrenci Öğrenim Hareketliliği hakkındaki görüşlerini farklı boyutlarda ölçmek amacıyla oluşturulmuştur. Bir grup madde ile katılımcıların daha önce yurt dışında eğitim hayallerinin olup olmadığı, yurt dışındaki akademik hayatta başarılı olup olmayacakları yönündeki düşünceleri ve kendilerine olan güvenleri irdelenmiştir. Bir diğer madde grubunda gidilen ülkedeki eğitim, öğretim elemanları ve kitap, ders notu, laboratuar gibi eğitim olanaklarından ne derece memnun olduklarına yer verilmiştir. Bir grup madde ile katılımcıların barınma olanaklarından, alınan hibeden ve gidilen ülkedeki güvenlikten memnuniyetleri ölçülmüştür. Son olarak bir grup maddeyle de katılımcıların kendilerini ve kendi kültürlerini tanımalarında, insanlara olan saygı ve hoşgörü düzeylerinde, yeni arkadaşlıklar kurmalarında ve yabancı dil becerilerini geliştirmede Erasmus deneyimlerinin katkısı belirlenmiştir. Katılımcıların, maddelere katılma düzeyleri 5’li Likert ölçeği ile belirlenmiştir. Ölçekte 1, “Kesinlikle Katılmıyorum”; 2, “Katılmıyorum”; 3, “Ne katılıyorum, ne katılmıyorum”; 4, “Katılıyorum”; 5 ise “Kesinlikle Katılıyorum” a karşılık gelmektedir. Elektronik anket uygulanmadan önce içerik geçerliği ve görünür geçerliği sınanmıştır. Elektronik anket geliştirilirken Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları, Hayatboyu Öğrenme Programı ve Erasmus Programı ile ilgili yazın taraması yapılması ve araştırmanın amacı ile benzer nitelikteki ölçek ve anketlerin gözden geçirilmesi sonucunda bir madde havuzu oluşturulmuştur. Bu havuzdaki maddelerden faydalanılarak bir taslak form hazırlanmıştır. Taslak form, ilk olarak Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları’nın ülkemizdeki yürütücüsü olan Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı’nda uzun süredir Erasmus Programı’nda görevli olan ve Erasmus Programı hakkında kapsamlı bilgiye sahip bir uzman tarafından değerlendirilmiştir. Ayrıca, yönetim ve organizasyon alanında uzman bir öğretim üyesinin de görüşleri alınmıştır. Bu uzmanların önerileri doğrultusunda yeni sorular eklenmiş ve anket formu iyileştirilmiştir. 33 Michael D. Kaplowitz et al., “Comparison of Web and Mail Response Rates”, Public Opinion Quarterly, Cilt 68, No 1, 2004, s.94-101. ERASMUS ÖĞRENCİ ÖĞRENİM HAREKETLİLİĞİ PROGRAMININ 2007 YILI 103 Uygulama öncesi görünür ve içerik geçerliliği sınanan ve desteklenen ölçeklerin kavramsal geçerliliği ise veri toplandıktan sonra incelenmiştir. Bu inceleme için keşfedici faktör analizi yöntemiyle çeşitli faktör çözümleri değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmelerde hem elde edilen boyutların anlamlı olmalarına hem de boyutların sayısının olabildiğince az olmasına özen gösterilmiştir. Dört faktörlü çözümün anlamlı boyutlara işaret ettiği görülmüştür. Söz konusu faktörlerin altında toplanan maddelerin içerikleri değerlendirilmiş ve boyutlar, “programın yurt dışı eğitim olanağı sunmaya katkısı”, “akademik olanaklardan memnuniyet”, “maddi olanaklardan memnuniyet” ve “programın bireysel gelişime katkısı” olarak adlandırılmıştır. Bu boyutlar maddelerin toplam varyansının %37.07’sini açıklamaktadır. Tablo 1, söz konusu boyutları, bu boyutlar altında toplanan maddeleri ve maddelerin faktör yüklerini göstermektedir. Mad.No Tablo 1: Faktör Yük Değerleri Madde İsmi Yurt Dışı Eğitim Olanağı Sunmaya Katkı 1 Erasmus tecrübemden önce yabancı kültürlere uyum sağlayamamaktan korkuyordum. 2 Erasmus gibi bir fırsat olmasaydı bile kariyerimle ilgili yurt dışı tecrübe edinmeyi planlıyordum. 3 Erasmus gibi bir fırsat olmasaydı, yurt dışında eğitim göremezdim. 4 Erasmus öncesinde de tek başıma uzun süreli seyahatlere çıkıyordum. 5 Üniversiteye başlarken yurt dışında eğitim görebileceğimi hayal bile etmezdim. 6 Erasmus tecrübemden önce, yurt dışındaki akademik hayatta başarısız olabileceğimi 7 Erasmus tecrübemden önce kendime olan güvenim daha azdı. 8 Yabancı bir kültüre uyum sağlamak çok zor olmadı. Faktör Yük Değeri (Boyutlar) 1 2 3 4 .65 .51 .56 .50 .59 .62 .55 .41 Akademik Olanaklardan Memnuniyet 9 10 11 12 13 Gittiğim ülkede aldığım eğitim beklentilerimi karşılar düzeyde idi. Gittiğim üniversitede sağlanan eğitim imkânları (kitap, ders notu, laboratuvar/çizim malzemeleri, Gittiğim üniversitedeki derslerimden akademik olarak istifade ettim. Gittiğim üniversitedeki öğretim elemanlarının farklı kültürden öğrencilere karşı tutumu Erasmus tecrübem boyunca aldığım dersleri ülkemde alsaydım daha iyi olurdu. .81 .70 .75 .46 .41 104 RANA KASAPOĞLU ÖNDER, ALİ BALCI Maddi Olanaklardan Memnuniyet 14 15 16 17 18 Türkiye’deki üniversitem tarafından sağlanan idari destek yeterliydi (oryantasyon içeriği, danışmanlık, Barınma olanağı bulmakta zorluk çekmedim. Barınma imkânları beklentilerimi karşılar düzeyde idi. Aldığım hibe yeterliydi. Gittiğim ülkede yaşamadım. güvenlikle ilgili problem .50 .72 .71 .51 .34 Bireysel Gelişime Katkı 19 Erasmus sayesinde kendimi tanıdım. 20 Erasmus sayesinde kendi kültürümü tanıdım. 21 Erasmus sayesinde kendi kültürümüzü Avrupalılara aktarma fırsatı buldum. Erasmus tecrübem sonrasında, arkadaşlarım nezdinde popülaritem arttı. Erasmus tecrübesi, farklı kültürlere karşı önyargılarım olduğunu fark etmeme neden oldu. Erasmus tecrübem sayesinde insanlara olan saygı ve hoşgörü düzeyim yükseldi. Erasmus tecrübem, ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadeleye olan inancımı artırdı. Yurt dışında kaldığım süre boyunca pek çok yeni arkadaş edindim. Erasmus tecrübem sayesinde kendimi eskisinden daha iyi ifade edebiliyorum. Erasmus tecrübem sayesinde yabancı dil becerilerim gelişti. Erasmus tecrübem sayesinde yeni bir dil daha öğrenmeye başladım. Erasmus sayesinde akademik/mesleki çalışma alanımı değiştirmeye karar verdim. Erasmus’a katılmakla geleceğim için faydalı bir adım attım. 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 .54 .42 .47 .56 .37 .62 .60 .67 .73 .63 .41 .32 .46 Tablo 1 incelendiğinde, maddelerin faktör yükü değerlerinin genellikle yüksek olduğu, birden fazla faktöre yüklenen maddenin olmadığı görülmektedir. Ancak maddelerden ikisinin hiçbir faktöre .30 daha güçlü yüklenmediği görülmüştür. Söz konusu maddeler “Erasmus tecrübem esnasında aldığım derslerin, ülkeme dönüşte sayılması konusunda problem yaşamadım” ve “Arkadaşlarımın çoğu benim gibi yurt ERASMUS ÖĞRENCİ ÖĞRENİM HAREKETLİLİĞİ PROGRAMININ 2007 YILI 105 dışından gelen Erasmus öğrencileriydi” maddeleridir. Bu nedenle söz konusu maddeler ölçekten çıkarılmıştır. Alt boyutların her biri için ayrıca güvenilirlik analizi yapılmıştır. Boyutların güvenilirlikleri Cronbach Alfa hesaplanarak değerlendirilmiştir. Cronbach Alfa katsayıları yurt dışı eğitim olanağı sunmaya katkı boyutu için .71; akademik olanaklardan memnuniyet boyutu için .70; maddi olanaklardan memnuniyet boyutu için .62 ve bireysel gelişime katkı boyutu için .80 olarak hesaplanmıştır. Söz konusu değerler genel olarak tatminkardır. Ancak maddi olanaklardan memnuniyet boyutunun güvenilirlik katsayısının genel olarak tatminkar bulunan .70 değerinden34 düşük olduğu dikkate alınmalıdır. Güvenilirlik incelemesinde ayrıca madde toplam korelasyonları da incelenmiş ve sorunlu madde olup olmadığı tespit edilmeye çalışılmıştır (Tablo 2). Tablo 2. Çalışmada Kullanılan Ölçeklerin Maddelerinin Madde Toplam Korelasyonları 34 Madde No Madde–Toplam Korelasyonu 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 .66 70 .67 .69 .66 .66 .68 .72 .59 .62 .60 .68 .76 .26 .51 .57 Madde No Madde–Toplam Korelasyonu 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 .34 .22 .78 .78 .80 .78 .79 .77 .78 .79 .77 .79 .80 .80 .79 Nunnaly, J. C.,Psychocometric Theory, New York:Mc Graw Hill, 1978. 106 RANA KASAPOĞLU ÖNDER, ALİ BALCI Tablo 2’de görüldüğü üzere ölçeğin güvenilirliğini azaltan ve analiz dışında tutulması gereken madde bulunmamaktadır. Geçerlik ve güvenilirlik analiz sonuçları birlikte değerlendirildiğinde ölçekte yer alan soruların ölçülmek istenilen kavramları ölçmede yeterli olduğu ve ölçümlemenin kabul edilebilir seviyede hata ile yapıldığı söylenebilir. Verilerin Analizi Öncelikle maddelere verilen yanıtların beklendiği gibi anlamlı boyutlar oluşturup oluşturmadıkları faktör analizi ile sınanmıştır. SPSS 16.0 kullanılarak keşfedici faktör analizi yapılmıştır. Bu analiz sonrasında ortaya çıkan boyutları oluşturan maddelere verilen yanıtların ne ölçüde içsel tutarlılığının olduğu, güvenilirlik analizi ile incelenmiştir. Bu inceleme için de yine SPSS 16.0 kullanılmış ve Cronbach Alfa ve madde toplam korelasyonları hesaplanmıştır. Analizin ikinci bölümünde katılımcıların verdikleri yanıtlar, betimleyici analiz yöntemleri kullanılarak incelenmiştir. Betimleyici istatistiklerden ortalama, madde gruplarının oluşturduğu boyutlar için hesaplanmıştır. Hesaplamalar önce tüm katılımcıların verdikleri yanıtlar kullanılarak yapılmıştır. Daha sonra katılımcıların verdikleri yanıtların; cinsiyetlerine, yaşlarına, Erasmus Yoğun Dil Kursu’na katılıp katılmadıklarına, Türkiye’de oryantasyon eğitimi alıp almadıklarına ve Avrupa’da oryantasyon eğitimi alıp almadıklarına göre farklılaşıp farklılaşmadığı sınanmıştır. Bu amaçla katılımcıların cinsiyetleri, Erasmus Yoğun Dil Kursu’na katılıp katılmadıkları, Türkiye’de oryantasyon eğitimi alıp almadıkları ve Avrupa’da oryantasyon eğitimi alıp almadıkları değişkenlerine göre karşılaştırmalarda t-testi, yaş değişkenine göre karşılaştırmalarda ise varyans analizi (ANOVA) uygulanmıştır. Bulgular Tüm katılımcılardan alınan yanıtlara dayanılarak hesaplanan katılımcı görüşlerinin ortalama değerleri Tablo 3’te verilmektedir: Tablo 3: Katılımcı Görüşlerinin Ortalama Değerleri Boyutlar Yurt dışı eğitim olanağı sunmaya katkı Akademik olanaklardan memnuniyet Maddi olanaklardan memnuniyet Bireysel gelişime katkı X Standart Sapma 2.50 .74 3.98 .75 3.62 .80 3.77 .62 Katılımcıların değerlendirmelerine bakıldığında, görüşlerin genel olarak olumlu olduğu görülmektedir. Katılımcılar özellikle akademik olanaklardan memnuniyet, ERASMUS ÖĞRENCİ ÖĞRENİM HAREKETLİLİĞİ PROGRAMININ 2007 YILI 107 bireysel gelişime katkı ve maddi olanaklardan memnuniyet boyutlarında olumlu görüş bildirmişlerdir. Katılımcıların akademik olanaklardan memnuniyet düzeylerinin ortalaması 3.98 olarak bulunmuştur. Memnuniyetin 1 ile 5 arasında tam sayı değerler alan Likert tipi ölçekte ölçüldüğü dikkate alındığında, akademik olanaklardan memnuniyet düzeyinin oldukça yüksek olduğu söylenebilir. Benzer bir değerlendirme, ortalamaları sırasıyla 3.77 ve 3.62 olan bireysel gelişime katkı ve maddi olanaklardan memnuniyet boyutları için de yapılabilir. Katılımcıların programın yurt dışı eğitim olanağı sunmaya katkısına ilişkin değerlendirmelerine bakıldığında ortalamanın 2.50 olduğu dolayısı ile programın bu boyuttaki katkısının diğerlerine göre daha az olduğu görülmüştür (Tablo 3). Cinsiyete Göre Karşılaştırma Katılımcıların Erasmus deneyimleri hakkında dört boyuttaki değerlendirmelerinin cinsiyete göre dağılımı Tablo 4’ te verilmektedir. Tablo 4. Dört Boyuttaki Katılımcı Değerlendirmelerinin Cinsiyete Göre Dağılımı Boyutlar X (standart sapma) Erkek Kadın n=214 n=263 Serbestlik derecesi t istatistiği Anlamlılık düzeyi Yurt dışı eğitim olanağı sunmaya katkı 2.50 (.74) 2.49 (.73) 452 .12 .90 Akademik olanaklardan memnuniyet 4.00 (.72) 3.96 (.78) 457 .51 .61 Maddi olanaklardan memnuniyet 3.67 (.86) 3.58 (.75) 463 1.23 .22 Bireysel gelişime katkı 3.76 (.64) 3.78 (.60) 439 -.26 .80 Not:Parantez içindeki değerler standart sapmaları göstermektedir. Tablo 4’ te görüldüğü gibi, dört boyutta da kadınlarla erkekler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Buna göre katılımcıların program deneyimlerine ilişkin görüşleri, programın yurt dışı eğitim olanağı sunmaya katkısı, akademik olanaklardan memnuniyeti, maddi olanaklardan memnuniyeti ve bireysel gelişime katkısı boyutlarında, cinsiyetlerine göre anlamlı farklılık göstermemektedir. Bu 108 RANA KASAPOĞLU ÖNDER, ALİ BALCI durumda, ister kadın ister erkek olsunlar, katılımcıların programa ilişkin deneyimlerini gösteren dört boyuttaki değerlendirmelerinin birbirlerinden farklı olmadığı söylenebilir. Yaşa Göre Karşılaştırma Programın dört boyutuna ilişkin değerlendirmelerin yaşa göre farklılaşıp farklılaşmadığını sınamak üzere varyans analizi (ANOVA) yapılmıştır (Tablo 5). Tablo 5: Dört Boyuta İlişkin Değerlendirmelerin Yaşa Göre Farklılaşması (FTesti Sonuçları) Boyutlar Yurt dışı eğitim olanağı sunmaya katkı Akademik olanaklardan memnuniyet Maddi olanaklardan memnuniyet Bireysel gelişime katkı Varyansın Kaynağı Gruplar arası Gruplar içi Toplam Kareler Toplamı Serbestlik Derecesi Kareler Ortalaması 4.43 3 1.48 237,38 446 ,53 241,81 449 Gruplar arası Gruplar içi 4.69 3 1.56 255.08 452 .56 Toplam 259.78 455 Gruplar arası Gruplar içi 2.84 3 1.61 289.15 457 .63 Toplam 293.99 460 Gruplar arası Gruplar içi 2.76 3 .92 158.34 433 .37 Toplam 161.11 436 F Anlamlılık Düzeyi 2.77 .04 2.77 .04 2.55 .06 2.52 .06 F-Testi, katılımcı görüşlerinin, yurt dışı eğitim olanağı sunmaya katkı [F(3,446)= 2.77, p<.05] ve akademik olanaklardan memnuniyet [F(3,452)= 2.77, p<.05] boyutlarında farklı yaş grupları arasında farklılaştığını göstermektedir. Ancak diğer boyutlar açısından görüşlerin yaş gruplarına göre değişmediği bulunmuştur. İlk iki boyut açısından gruplar arası karşılaştırma Scheffe Yöntemi ile yapılmıştır. Ancak bu karşılaştırmalar yaş grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılaşmaya işaret etmemektedir. Hesaplanan F değerlerinin istatistiksel anlamlılıklarının sınırda (.05’e çok yakın) oldukları dikkate alınarak, katılımcı görüşleri arasında, yaş grupları açısından hiçbir boyutta farklılık olmadığı sonucuna varılmıştır (Tablo 5). ERASMUS ÖĞRENCİ ÖĞRENİM HAREKETLİLİĞİ PROGRAMININ 2007 YILI 109 Erasmus Yoğun Dil Kursu (EYDK) Alınıp Alınmamasına Göre Karşılaştırma Programın dört boyutuna ilişkin değerlendirmelerin Erasmus Yoğun Dil Kursu alınması durumuna göre farklılaşıp farklılaşmamasını sınamak üzere t-Testi yapılmıştır (Tablo 6). Tablo 6: Dört Boyuta İlişkin Değerlendirmelerin EYDK Alınması Durumuna Göre Farklılaşması (t-Testi Sonuçları) Boyutlar X (standart sapma) EYDK EYDK alan almayan n=131 n=341 Serbestlik derecesi t istatistiği Anlamlılık Düzeyi Yurt dışı eğitim olanağı sunmaya katkı 2.48 (.76) 2.50 (.73) 450 -.35 .73 Akademik olanaklardan memnuniyet 3.95 (.82) 3.99 (.73) 456 -.49 .63 Maddi olanaklardan memnuniyet 3.63 (.83) 3.61 (.80) 461 .25 .80 Bireysel gelişime katkı 3.89 (.59) 3.72 (.62) 438 2.66 .01 Not:Parantez içindeki değerler standart sapmaları göstermektedir; 5 katılımcı EYDK ile ilgili maddeye yanıt vermediğinden analiz dışında bırakılmıştır. Tablo 6 incelendiğinde, katılımcı görüşlerinin, sadece bireysel gelişime katkı boyutunda Erasmus Yoğun Dil Kursu alınıp alınmaması durumuna göre anlamlı olarak farklılaştığı görülmektedir [t(438)=2.66, p<.05]. Yoğun Dil Kursu alanlar Erasmus deneyimlerinin bireysel gelişimlerine daha çok katkı yaptığını düşünmektedir. Bunu iki şekilde açıklamak olanaklıdır. İlk olarak, yoğun dil kursu sayesinde öğrenciler yabancı dil becerilerini geliştirebilmişlerdir. İkinci olarak, yabancı dil becerilerinin geliştirilmesi öğrencilerin hem derslerinde hem de ders dışı etkinliklerde daha başarılı olmalarını sağlamış olabilir. Bu bulgu, Erasmus Programı’na katılacak öğrencilerin yoğun dil kursu alma konusunda teşvik edilmelerinin faydalı olabileceğine işaret etmektedir. Türkiye’de Oryantasyon Eğitimi Alınıp Alınmamasına Göre Karşılaştırma Öğrenciler; Öğrenim Hareketliliği öncesinde okullarında oryantasyon eğitimi almaktadırlar. Bu eğitimlerde öğrencilere gerek ülkemizin gerekse gidecekleri ülkenin 110 RANA KASAPOĞLU ÖNDER, ALİ BALCI sosyal, tarihi, ekonomik, kültürel özellikleri hakkında bilgi verilmektedir. Ayrıca öğrenciler, daha önce etkinliğe katılan yararlanıcıların deneyimlerinden de faydalanılarak, farklı kültürlerde yaşamaya başlarken karşılaşabilecekleri olası zorluklar ve sorunlar hakkında bilgilenmekte, kendilerine olası çözüm yolları anlatılmaktadır. Tablo 7’de katılımcı değerlendirmelerinin, Türkiye’de oryantasyon eğitimi alınması durumuna göre karşılaştırmalı sonuçları verilmektedir. Tablo 7: Dört Boyuta İlişkin Değerlendirmelerin Türkiye’de Oryantasyon Eğitimi Alınması Durumuna Göre Karşılaştırması (t-Testi Sonuçları) Boyutlar X (standart sapma) Türkiye’de Türkiye’de Oryantasyon Oryantasyon Eğitimi Eğitimi Alan Almayan n=270 n=199 Serbestlik Derecesi t İstatistiği Anlamlılık Düzeyi Yurt dışı eğitim olanağı sunmaya katkı 2.55 (.73) 2.42 (.74) 447 1.88 .06 Akademik olanaklardan memnuniyet 3.98 (.75) 3.98 (.76) 454 -.06 .96 Maddi olanaklardan memnuniyet 3.75 (.78) 3.46 (.80) 458 3.80 .01 Bireysel gelişime katkı 3.86 (.59) 3.65 (.63) 436 3.68 .01 Not:Parantez içindeki değerler standart sapmaları göstermektedir. 8 katılımcı Türkiye’de oryantasyon eğitimi alma ile ilgili maddeye yanıt vermediğinden analiz dışında bırakılmıştır. Bulgular, katılımcı değerlendirmelerinin iki boyutta Türkiye’de oryantasyon eğitimi alıp almadıklarına bağlı olarak değiştiğini göstermektedir. İlk olarak, Türkiye’de oryantasyon eğitimi alanların maddi olanaklardan memnuniyetleri daha yüksek bulunmuştur [t(458)= 3.80, p<.05]. Oryantasyon eğitimlerinde bahsedilen Avrupa’daki olası barınma olanakları, hibelerin miktarı, zamanlaması ve farklı kültürlerdeki yaşam koşulları hakkındaki bilgiler ile program deneyimi yaşamış diğer öğrencilerden edinilen bilgiler sayesinde, öğrenciler, ön hazırlık yapma ve daha gerçekçi beklentiler oluşturma olanağına sahip olmaktadırlar. Bu nedenle Türkiye’de oryantasyon eğitimi alanların maddi olanaklardan memnuniyetlerinin, oryantasyon eğitimi almayanlara göre yüksek ERASMUS ÖĞRENCİ ÖĞRENİM HAREKETLİLİĞİ PROGRAMININ 2007 YILI 111 olması beklenen bir durumdur. İkinci olarak, Türkiye’de oryantasyon eğitimi almış olan katılımcılar, programın bireysel gelişimlerine daha çok katkı yaptığını belirtmiştir [t(436)= 3.68, p<.05]. Oryantasyon eğitimlerinde verilen iletişim becerileri, yalnızlıkla baş etme yolları, sorun çözme becerileri gibi bilgiler; doğrudan katılımcının bireysel gelişimi ile ilgili olduğundan, oryantasyon eğitimi almanın bu boyuttaki olumlu etkisi beklenen bir durumdur. Bulgulara dayalı olarak oryantasyon eğitimlerine katılımın artırılmasının faydalı olacağı söylenebilir (Tablo 7). Avrupa’da Oryantasyon Eğitimi Alınıp Alınmamasına Göre Karşılaştırma Oryantasyon eğitimi, Öğrenci Öğrenim Hareketliliğine ev sahipliği yapan kurum tarafından da verilebilmektedir. Bu noktada katılımcılara Avrupa’daki üniversite veya fakültede oryantasyon eğitimi alıp almadığı sorusu yöneltilmiştir. Katılımcı değerlendirmelerinin, Avrupa’da oryantasyon eğitimi alınıp alınmaması durumuna göre boyutlar arasında farklılık gösterip göstermediğine ilişkin sonuçlar Tablo 8’de sunulmaktadır. Tablo 8. Katılımcı Değerlendirmelerinin Avrupa’da Oryantasyon Eğitimi Alınması Durumuna Göre Dağılımı Boyutlar Yurt dışı eğitim olanağı sunmaya Akademik olanaklardan memnuniyet X (standart sapma) Avrupa’da Avrupa’da Oryantasyon Oryantasyon Eğitimi Eğitimi Alan Almayan n=260 n=209 Serbestlik Derecesi t istatistiği Anlamlılık Düzeyi 2.45 (.70) 2.54 (.78) 447 -1.26 .21 4.05 (.72) 3.89 (.79) 453 2.29 .02 Maddi olanaklardan memnuniyet 3.78 (.72) 3.42 (.86) 458 4.97 .01 Bireysel gelişime katkı 3.81 (.59) 3.72 (.65) 435 1.49 .14 Not:Parantez içindeki değerler standart sapmaları göstermektedir. 8 katılımcı Avrupa’da oryantasyon eğitimi alma ile ilgili maddeye yanıt vermediğinden analiz dışında bırakılmıştır. 112 RANA KASAPOĞLU ÖNDER, ALİ BALCI Bulgular, Avrupa’da oryantasyon eğitimi almanın iki boyut açısından önemli olduğunu göstermektedir. Avrupa’da oryantasyon eğitim alanların akademik olanaklardan [t(453)= 2.29, p<.05] ve maddi olanaklardan [t(458)= 4.97, p<.05] memnuniyetleri; almayanların memnuniyetlerine oranla daha yüksek bulunmuştur. Avrupa’da alınan oryantasyon eğitimi, doğrudan, öğrencinin Avrupa’da öğrenim göreceği üniversite tarafından verilmektedir. Dolayısı ile öğrenci, kendine sunulan barınma, öğrenim gibi maddi ve akademik olanaklar hakkında önceden bilgilendirilmiş olmaktadır. Bu bilgilendirilme sayesinde üniversite ve çevresine uyumunun kolaylaştığı söylenilebilir. Sonuç olarak; bulgular, Türkiye’de olduğu kadar Avrupa’da da oryantasyon eğitimi almanın faydasına işaret etmektedir. Sonuç ve Öneriler Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları, üçüncü aşaması olan 2007-2013 dönemine, programların başladığı günden bu yana kendini yenileyerek, kendinden öğrenerek ulaşmıştır35. Çünkü verilen hibe sayesinde beklenen kazanımların gerçekleşme dereceleri ve programda aksayan yönlerin tespit edilerek iyileştirmeye yönelik önlemlerin alınması; Programdan yararlanmış olan kişilerden alınan geri bildirimlerle sağlanmaktadır. Bu çalışma, ülkemizdeki Erasmus Öğrenci Öğrenim Hareketliliği etkinliği hakkında, programdan faydalanan öğrencilerin görüşlerinin alınması açısından önemlidir. Bu çalışmada; Erasmus Öğrenci Öğrenim Hareketliliği ile Avrupa’da öğrenim görmüş öğrencilerin, programın yurt dışında öğrenim fırsatı sunmaya, bireysel gelişime katkısı, akademik ve maddi olanaklardan memnuniyet boyutlarındaki görüşleri değerlendirilmiştir. Öğrencilerin özellikle akademik ve maddi imkanlardan memnuniyet ile Öğrenci Öğrenim Hareketliliği Programı’nın bireysel gelişime katkısı boyutlarında olumlu görüş bildirdikleri görülmektedir. Buna göre Erasmus Programının eğitim, barınma ve hibe alanında sunduğu imkanlar ile öğrencileri memnun ettiği sonucuna varılabilir. Buradan ayrıca öğrencilerin kendi önyargılarının farkına varma, kendilerini daha iyi ifade ederek yeni arkadaşlar kazanma, yabancı dil becerileri gibi konularda da kendilerini geliştirmelerine katkıda bulunduğu söylenebilir. Erasmus Öğrenci Öğrenim Hareketliliği alanında yapılan farklı araştırmalarda da programın yabancı dil öğrenme, yurt dışında eğitim görme, önyargılarla mücadale etme ve farklı kültürlere saygı gösterme gibi konularda bireylere fırsatlar sunduğu belirlenmiştir36,37. Araştırmanın bulgularına göre, oryantasyon eğitimine katılan öğrencilerin programdan memnuniyet düzeyleri daha yüksektir. Ayrıca Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi tarafından yaptırılan bir araştırmada da hareketlilikler öncesinde yapılan ön hazırlıkların hareketlilik faaliyetlerinin kalitesini olumlu yönde etkilediği ortaya konmuştur38. Bu sonuca göre, faaliyet öncesinde öğrencilere verilen 35 Ulusal Ajans, 2008a. Klemen Sirok et al, 2007, s.58-60. 37 Avrupa Komisyonu, “Students and Higher Education Reform, Special Target Survey”, <http://ec.europa.eu/public_opininon/flash/fl_260_en.pdf>, (10.06.2009). 38 Ulusal Ajans, 2008, s.22. 36 ERASMUS ÖĞRENCİ ÖĞRENİM HAREKETLİLİĞİ PROGRAMININ 2007 YILI 113 oryantasyon eğitimlerinin, Avrupa’ya gidecek tüm öğrencileri kapsamasına çalışmak ve bu programların içeriğini, edinilen deneyimler ve öğrencilerden gelen geribildirimler sayesinde zenginleştirmek uygun olacaktır. Bunun bir yolu, oryantasyon eğitimlerinde, Avrupa Komisyonu tarafından yönetilen ve Avrupa’daki yaşam ve öğrenme fırsatları hakkında bilgi veren PLOTEUS (Portal on Learning Opportunities throughout the European Space) adlı elektronik paylaşım alanının tanıtımı ve kullanımına ağırlık vermek olabilir. Bununla birlikte, oryantasyon eğitimlerinde ve yükseköğretim kurumlarının elektronik sayfaları aracılığı ile daha önce aynı ülkelere gitmiş öğrencilerin deneyimlerini paylaşmak; öğrencilerin barınma, beslenme, güvenlik gibi günlük yaşama ilişkin koşulları ve olası sorunları önceden bilmelerini sağlayacaktır. Böylece öğrenciler kendilerini nelerin beklediğini bilerek hazırlıklarına başlayacaklardır. Genel olarak uluslararası olma, yükseköğretim kurumlarının görünürlüğünü artırmakta, aynı platformda yer alan farklı kurumlar arasındaki işbirliği olanaklarını geliştirmekte ve uyumlu yükseköğretim politikalarının oluşmasına katkıda bulunmaktadır39. Uluslararası olmanın bir aracı olarak görülen Erasmus Programı, sadece kurumlararası işbirliği veya hareketlilik faaliyetine katılanların gelişimi için değil, hareketlilik gerçekleştirmemiş olanlar için de fırsatlar sunmaktadır40. Buradan, Erasmus Programı’nın sadece hareketliliği gerçekleştiren bireyi değil, tüm kurumu etkileyen bir süreç olduğundan bahsedilebilir. Çünkü sisteme dâhil olmak sadece öğrenci göndermek olarak değil, aynı zamanda öğrenci kabul etmek, gelen öğrencilerin mevcut öğrencilerle aynı ortamda barınma, beslenme, öğrenim görme gibi yollarla iletişim kurmasını sağlamak ve gelen öğrencilere eğitim verecek insan kaynağını geliştirmek olarak da algılanmalıdır. Bu çalışmada programın “giden öğrenci” boyutu ele alınmıştır. Programın, yükseköğretim kurumlarının örgütsel gelişmelerine ve hareketlilik faaliyetinde bulunmayan öğrencilere etkisi; “gelen öğrenci” boyutunun da dâhil olduğu başka bir çalışma ile araştırılabilir. Bu çalışmada elde edilmiş olan bulguların, çalışmanın önemli bir sınırlılığı dikkate alınarak değerlendirilmesi uygun olacaktır. Bu sınırlılık 2007 yılı Erasmus yararlanıcılarının ancak küçük bir kısmından veri toplanabilmesidir. Her ne kadar coğrafi açıdan geniş bir temsil sağlanmış ise de raslantısal örnekleme yöntemi kullanılamadığından çalışmanın örnekleminin tüm Erasmus yararlanıcılarını temsil ettiğini söylemek mümkün değildir. Bu nedenle burada sunulan bulguların dışşal geçerliliğinin sınırlı olabileceği dikkate alınmalıdır. 39 40 Friedhel M. Maiworm, 2001, s.459-472. Friedhel M. Maiworm, 2001, s.459-472. 114 RANA KASAPOĞLU ÖNDER, ALİ BALCI Kaynakça Hasan Hüseyin AKSOY, Değişme ve Yenileşme, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Personeli İçin Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesince 20 Kasım-10 Aralık 1999 ve 3-21 Temmuz 2000 Tarihleri Arasında Düzenlenen Yönetici Adaylarının Eğitimi Semineri Ders Notları, 2000. Avrupa Komisyonu, “i2010: Information Society and the Media Working Towards Growth and Jobs”, <http://europa.eu/scadplus/leg/en/cha/c11328.htm>, (01.05.2009). Avrupa Komisyonu, “Mobilising the Brainpower of Europe: Enabling Universities to Make Their Full Contribution to the Lisbon Strategy”, (Belge numarası: COM2005-152),<http://eurlex.europa.eu/smartapi/cgi/sga_doc?smartapi! celexplus! prod!CELEXnumdoc&numdoc=505DC0152&lg=en>, (06.05.2009). Avrupa Komisyonu, “The European Interest: Succeding In the Age of Globalisation”, (Belge Numarası: COM2007581),http://ec.europa.eu/growthandjobs/pdf/COM2007_581_en.pdf>, (06.05.2009). Avrupa Komisyonu, “Progress Towards the Lisbon Objectives in Education and Training: Indicators and Benchmarks”, <http://ec.europa.eu/education/policies/2010/doc/progress06/report_en.pdf>, (10.05.2009). Avrupa Komisyonu, “An Updated Strategic Framework For European Cooperation In Education And Training”, (Belge Numarası: COM2008-865), <http://ec.europa.eu/education/lifelong-learning-policy/doc/com865_en.pdf>, (10.05.2009). Avrupa Komisyonu, Erasmus, <http://ec.europa.eu/education/lifelong-learningprogramme/doc80_en.htm>, (03.05.2009). Avrupa Komisyonu, “Students and Higher Education Reform, Special Target Survey”, <http://ec.europa.eu/public_opininon/flash/fl_260_en.pdf>, (10.06.2009). Avrupa Konseyi, “The Social Dimension of the Bologna Process”, <http://www.coe.int/t/dg4/highereducation/EHEA2010/TopicsSocialDim_EN.asp# TopOfPage>,(07.05.2009). Avrupa Parlamentosu, Lisbon European Council 23 and 24 March 2000: Presidency Conclusions, <http://www.europarl.europa.eu/summits/lis1_en.htm>, (06.05.2009). Refik BALAY, Küreselleşme, Bilgi Toplumu ve Eğitim, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt 37, No 2, 2004, s.61-82. ERASMUS ÖĞRENCİ ÖĞRENİM HAREKETLİLİĞİ PROGRAMININ 2007 YILI 115 Ali BALCI, “İkibinli Yıllarda Türk Milli Eğitim Sisteminin Örgütlenmesi ve Yönetimi”, Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi, Yıl 6, Sayı 24, Güz 2000, s.495-508. Communique of the Conference of European Ministers Responsible for Higher Education, <http://www.ond.vlaanderen.be/hogeronderwijs/bologna/conference /documents/Leuven_Louvain-la-Neuve_Communiqué_April_2009.pdf>, (07.05.2009). Kemal GÜRÜZ, Higher Education and International Student Mobility in the Global Knowledge Economy, NewYork: State University of New York Press, 2008, s.15. Linda KALOF, Amy DAN ve Thomas DIETZ, Essentials of Social Research, New York, McGraw Hill, 2008, s.195. Michael D. KAPLOWITZ, Timothy HADLOCK, Ralph LEVINE, “Comparison of Web and Mail Response Rates”, Public Opinion Quarterly, Cilt 68, No 1, 2004, s.94-101. Rana KASAPOĞLU ÖNDER, “Yaratıcılık Ve Yenilik Kavramları Işığında Eğitim ve Gençlik Programları”, Eğitim ve Gençlik Dergisi, Sayı 10, 2009, s. 16-17. Vincent KERKLAAN, Gillian MOREIRA, Kees BOERSMA, The Role of Language in the Internationalisation of Higher Education: an example from Portugal, European Journal of Education,Vol. 43, No. 2, 2008. Friedhel M. MAIWORM, “ERASMUS: Continuity and Change in the 1990s”, European Journal of Education, Cilt 36, No 4, 2001, s.459-472. MEB, Hayatboyu Öğrenme Strateji Belgesi, Türkiye, 2007. Jum C. NUNNALY, Psychocometric Theory, New York: McGraw Hill, 1978. Servet ÖZDEMİR, Eğitimde Örgütsel Yenileşme, Ankara, PEGEM Yayınevi, 1998, s.25-29. Vassiliki PAPATSIBA, Making Higher Education More European Through Student Mobility? Revisiting EU Initiatives In The Context Of The Bologna Process, Comparative Education, Cilt 42, No 1, 2006, s. 93–111. Klemen SIROK, Valerij DERMOL, Alenka Juric RAJH, Dusa MARJETIC, Nada T. SIRCA, “Socrates and Leonardo da Vinci in Slovenia: Impact of Socrates II and Leonardo da Vinci II Programmes in Slovenia, 2000-2006”, Koper, University of Primorska, 2007, s. 58-60. Ulusal Ajans, 2007 Yılı Hayatboyu Öğrenme Programı Etki Analizi Sonuç Raporu, Ankara, 2008a, s.1. Ulusal Ajans, Anadolu’dan Avrupa’ya, Ankara, 2007. 116 RANA KASAPOĞLU ÖNDER, ALİ BALCI Ulusal Ajans, Bologna Süreci Temel Belgeleri, Ankara, 2005. Ulusal Ajans, Ulusal Ajans Merkezli Faaliyetler-Erasmus Yoğun Dil Kursları (EYDK), <www.ua.gov.tr/index.cfm?action=detay&yayinID= 3940890A11F55D4E5AB39D3DCC8CC5E354FDA>, (27.05.2009). Ulusal Ajans, Socrates II ve Leonardo da Vinci II (2000-2006) Programlarının Uygulanması ve Etkilerinin Değerlendirilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Raporu, Ankara, 2008. Ulusal Ajans, 2004/2005 Socrates/Erasmus Programı Değişim İstatistikleri: Öğrenci Değişimi, Öğretim Elemanı Değişimi, Ankara, 2006. Ulusal Ajans, 2005/2006 ve 2006/2007 Erasmus Programı Değişim İstatistikleri: Öğrenci Değişimi, Öğretim Elemanı Değişimi, Ankara. 2008b. Ankara AvrupaSUPRANASYONAL Çalışmaları Dergisi Cilt:ŞEKLİ 9, No:2 OLARAK (Yıl: 2010), s.117-143 BİR TASARRUF TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ DIŞ TİCARET İLİŞKİLERİ AÇISINDAN E-TİCARET MODELİ VE DÜZENLEYİCİ REJİM-YAPI Funda BAŞARAN ÖZDEMİR1 Nurcan TÖRENLİ2 Zafer KIYAN3 Özet “Firmadan Firmaya (B2B) Internet Temelli e-Ticaret” modeli, “aracılı” bir modeldir ve temelde üç aktör arasındaki ilişki üzerine kuruludur: Firmalar, e-pazaryerleri (aracı) ve ticaret rejimini düzenleyicisi konumundaki kamu yönetimidevlet. Bu durumda modelin işlerliği, bilgi toplumunun teknoloji merkezli “iyimser/uyarlanmacı” söyleminin yarattığı genel kabulden öte bu bileşenler arasındaki ilişkiyi düzenleyen rejimin uyumuna bağlıdır. Bu makalede firmadan firmaya Internet temelli e-Ticaret modelinin, Türkiye-AB arasındaki ticari ilişkileri geliştirici olanakları, yukarıda sözü edilen üç aktör arasındaki ilişkiyi düzenlemeye dönük e-Ticaret rejiminin bütünlüğü çerçevesinde tartışılacaktır. Makalenin temel varsayımı, kritik bir kaynak olarak görülen bilginin “serbest dolaşımına” dayalı bilgi toplumu politikaları içinde görgül bir uygulama alanı olarak e-Ticaret’in olanaklarını devreye sokacak dinamiğin; modelle (e-pazaryeri aracılı e-Ticaret); bu modeli biçimlendiren ve tanımlayan koşullar (düzenleme rejimi) arasındaki uyuma bağlı olduğudur. Anahtar Kelimeler: Bilişim teknolojileri, düzenleme rejimi, e-Ticaret, Avrupa Birliği, Türkiye 1 Doç. Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi 3 Araş. Gör., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi araştırma görevlisi 2 118 FUNDA BAŞARAN ÖZDEMİR, NURCAN TÖRENLİ, ZAFER KIYAN Abstract “Business to Business (B2B) Internet Based e-Commerce” model is a mediated model and it is principally based on the interaction of three actors: firms, emarketplaces (intermediary) and public administration-the state, which serves as a regulator of the commerce regime. In this case, performance of the model, (beyond the common acknowledgement that is created by the technology-centric discourse of the information society), depends on the compliance of the regime that is regulating the relationship between these components. In this article, the improving facilities of business to business Internet based eCommerce” model for the European Union and Turkey trade relations will be argued in the context of the integrity of the e-Commerce regime which is designed to regulate the relations between the three actors mentioned above. The basic assumption of the article is that these dynamics, which will provide the facilities of e-Commerce (as a field of empirical application within the policy-making of the information society based on the “free circulation” of information, which is seen as a crucial source), depends on the compliance between the model (e-marketplace mediated e-commerce) and the conditions that shape and define (regulatory regime) this model. Key Words: Information technologies, regulatory regime, e-Commerce, European Union, Turkey Giriş Bilişim Teknolojileri (BT) destekli e-Ticaret, büyük ölçüde küreselleşme4 olgusuyla ilişkili yeni bir iş-ticaret modelidir. Burada özellikle belirtilmesi gerekir ki, küreselleşme içinde yaşanılan dönemi ve bu dönemde yaşanılan gelişmeleri anlamlandırmayı sağlayan tek ve alternatifsiz kavramsal araç değildir. Hatta küreselleşme kavramının yaşanılan döneme dair çözümlemeyi ve anlamlandırmayı kolaylaştırdığından daha çok şeyin üzerini örttüğü ve sakladığı söylenebilir. Ancak bu çalışmada küreselleşme kavramı eleştirel bir çözümlemeye tabi tutulmayacaktır. e-Ticaret uygulamaları, küreselleşme içerisinde gelişmiştir. Dolayısıyla e-ticaret modelinin işlerliği, “doğasına uygun” küresel ticaret yapılabilir ortamın oluşmasına bağlıdır. Bu açıdan, e-Ticaret kavramının neyi tanımladığını, nasıl bir ticaret yapma tarzına karşılık geldiğini açıklığa kavuşturmak kadar, modelin işlerliğini sağlayabilecek dinamikleri/koşulları açıklamak önem taşımaktadır. e-Ticaret’i en genel anlamda “Internet’te bir web sitesi üzerinden ürünlerihizmetleri satışa sunmak” şeklinde tanımlayabiliriz. Bu tanımın da ortaya koyduğu gibi bilgisayar aracılı ağ yapılanmaları (şebekeler) üzerinde gerçekleşen e-Ticaret firmalardan hükümetlere, hane halklarından bireylere, özel şirketlerden kamu 4 Çalışmanın ilgi alanı çerçevesinde küreselleşmeyi “farklı toplumsal bağlamlar ya da bölgeler arasındaki bağlantı biçimlerinin bir bütün olarak yerküre yüzeyinde şebekeleşmesi, dünya çapında ticari-toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması olarak” tanımlayabiliriz. (Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1998, s. 66.) TÜRKİYE- AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ AÇISINDAN E-TİCARET MODELİ 119 kuruluşlarına kadar oldukça geniş bir alanı kapsamakta ve kendi içinde farklılaşmış modeller çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Aslında ağ yapılanmasının gücü (mimarisi gereği), kapsama alanının genişliğine bağlıdır. Bu yönüyle makalenin üzerinde durduğu modelde e-Ticaret, küresel ölçekte, epazaryerleri aracılığıyla çalışan, çok sayıda alıcı (talimat) ile satıcının (teklif) bir ticari topluluk/kümelenme olarak çevrimiçi (on-line) bir araya geldiği-getirildiği bir ağ yapılanması ya da ortamı olarak tanımlanabilir.5 Makale, söz konusu e-Ticaret modelini “Firmadan Firmaya (B2B)6 Internet Temelli e-Ticaret” (bundan sonra kısaca B2B eTicaret) olarak tanımlamaktadır. Makale, söz konusu e-Ticaret’i “aracılı” bir model olarak ele almakta ve temelde üç aktör arasındaki ilişki üzerine kurulu olduğunu göstermeye çalışmaktadır: firmalar, e-pazaryerleri (aracı) ve ticaret rejimini düzenleyicisi konumundaki kamu yönetimi-devlet. e-Ticaret’in yeni bir iş-ticaret modeli olarak ortaya çıkışını olanaklı kılan ve uluslararası açıklığı vurgulayan küreselleşmenin 1980’lerdeki yükselişi, yeni bir küresel iktisadi sistemin doğuşunu beraberinde getirmiştir.7 Günümüzde, Washington Uzlaşması’nın öngördüğü politikalar demeti ışığında; Dünya Bankası (DB) ve IMF uygulamaları yanında, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve bu örgütün serbest ticaretin hukuki çerçevesini derli toplu çizen (GATT ve GATS gibi) anlaşmaları, piyasaları büyük oranda küreselleştirmiştir. Bu paralelde, BT’nin de desteğinde dünya kocaman bir pazaryerine dönüşmüş ve ağ yapılanmalı, internet temelli uygulamalar başarı kazanırken, geleneksel iş-ticaret yapış biçimlerinin bu duruma kendilerini uyarlamaması da olanaksız hale gelmiştir. Dolayısıyla günümüzün ticari yaklaşımında geleneksel, neo-klasik ve faktör tabanlı ticari akışa dönük eğilimler kırılmış; ekonomik sistemi dışa açma, ithalat ve ihracat serbestîsine dönük düzenleyici politikalar genel bir kabul görmüştür8. Nitekim 1990’lardan başlayarak, küresel ekonomide yeni ticaret, dağıtımpazarlama kanalları söz konusu olduğunda yönetimlerin, yeni bir anlayışla üreticileresanayiciye uygun ticaret ortamını sağlamaya dönük girişimlerinin arasında Internet üzerinden küresel piyasa ortamına girişinin “kapısı” olarak adlandırılan e-Ticaret uygulamalarını öne çıkardıkları görülmektedir. Zira internet, özellikle uluslararası/küresel ölçekte iş yapan firmalar için giderek daha önemli hale gelmektedir. 5 Nurcan Törenli, Funda Başaran-Özdemir, Zafer Kıyan, Firmadan Firmaya (B2B) Internet Temelli e-Ticaret: Türk Dış Ticareti İçin Olanaklar/Sınırlılıklar Raporu, Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Projesi, 2009, s.18. 6 B2B/Business to business 7 Ha-Joon Chang, Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü, (Çev. Tuba Akıncılar Onmuş), İstanbul, İletişim Yayınları, 2009, s. 33-41. 8 Christopher Freeman, Luc Soete, The Economics of Industrial Innovation, Cambridge, The MIT Pres, 1997, s. 324. 120 FUNDA BAŞARAN ÖZDEMİR, NURCAN TÖRENLİ, ZAFER KIYAN Bu ve benzeri gelişmelere bağlı olarak e-Ticaret, gelişmiş ülkelerin ve uluslararası örgütlerin gündemine yerleşmiş durumdadır.9 ABD’de e-Ticaret altyapı programı, Ulusal Bilgi Altyapısı kapsamında (National Information Infrastructure-NII) hazırlanmıştır. Singapur ise 1989’da başlatılan TradeNet adlı elektronik veri değişimi (EDI) sistemiyle dış ticaret alanında yer alan tüm aktörlerin dâhil olduğu bir uygulama başlatmıştır. Öte yandan e-Ticaret modelinin küresel ölçekteki gelişimine ilişkin bilgiler/veriler daha çok uluslararası örgütlerin hazırladıkları raporlarda yer almaktadır. Bu kapsamda DB, IMF, DTÖ, Birleşmiş Milletler (BM), BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) gibi örgütlerin e-Ticaret’e ilişkin zengin bir yazını bulunmaktadır.10 e-Ticaret’i bilgi toplumu politikaları içerisinde merkeze yerleştirme çabaları da dikkat çekmektedir.11 Daha 1990’ların başlarında DB, OECD, IMF gibi uluslararası örgütler, gelişmekte olan ülke hükümetlerini, içinde e-Ticaret’in merkezi bir rol üstleneceği BT stratejilerini geliştirmeleri yönünde cesaretlendirmeye çalışıyorlardı. Bu tür örgütlerce desteklenen ve dördüncü tip telekomünikasyon-kalkınma araştırmaları olarak adlandırılan araştırmalarda öncelikle telekomünikasyonla sosyoekonomik kalkınma arasındaki nedensel bağların ortaya çıkarılması hedeflenmiştir12. Günümüzde, e-Ticaret özelinde küresel ölçekte tartışılan konu, adı geçen kavramlar çerçevesinde yapılanan bu iş-ticaret modeline yeni aktörlerin katılımının (bir an önce) nasıl sağlanacağı, işbirliklerinin nasıl oluşturulacağına ilişkindir. Benzer bir tartışma, Türkiye açısından da yapılmaktadır. Nitekim DB’nin hazırladığı Türkiye, Ekonomik Modernleşme ve Enformatik Araçlar Raporu’nun “Eylem Planı ve Yönetimin Rolü” başlıklı bölümünde yönetimlerce yapılması gerekenler ana hatlarıyla belirlenmiştir. Buna göre öncelikler özel sektörün geliştirilmesi, tekellerin ortadan kaldırılması, yarışmacı serbest pazarın güvence altına alınması, insan sermayesinin düzenlenmesi, BT 9 Robin Mansell, “Electronic commerce: conceptual pitfalls and practical realities”, Prometheus, Cilt 21, No 4, 2003, s. 429. 10 e-Ticaret’e ilişkin uluslararası örgütlerin hazırladıkları raporlardan öne çıkanları şunlardır: Electronic Commerce: Legal Considerations, UNCTAD, 1998.; Electronic Commerce And the Role of the WTO, WTO Publications: Geneva, 1998.; Building Confidence: Electronic Commerce and Development Report, Geneva, UNCTAD, 2000; E-Commerce and Development Report, New York and Geneva, UNCTAD, 2001; E-Commerce and Development Report, New York and Geneva, UNCTAD, 2002; E-Commerce and Development Report, New York and Geneva, UNCTAD, 2003; E-Commerce and Development Report, New York and Geneva, UNCTAD, 2004. 11 Robin Mansell, “Regulation and Electronic Commerce in Developing Countries”, Amy K. Mahan, William H. Melody (der.), Stimulating Investment in network development: roles for regulators: Case studies and research from World Dialogue on Regulation Research Cycle 2. World Dialogue on Regulation for Network Economies, Washington, DC, 2005, s. 39. 12 Bu araştırmalar temelde telekomünikasyonun kırsal toplumun gerek duyduğu hizmetlerinin karşılanmasına olanak sağladığı, kırsal ekonomik faaliyetler için gelişmiş bir harcama-kazanç sistemi oluşturduğu, ekonomik getirilerin eşit dağılımını gerçekleştirdiği gibi varsayımları doğrulamak amacıyla yapılmıştır. (Rohan Samarajiva, Peter Shields, "Integration, Telecomunication and Development: Power in the Paradigms," Journal of Communications, Cilt 40, No 3, 1990, s. 92). TÜRKİYE- AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ AÇISINDAN E-TİCARET MODELİ 121 alanında yetkinlik kazanılması, işgücü piyasasında bilgisayar okur-yazarlığının yaygınlaştırılması, bürokrasinin bilgisayar ortamına çekilmesi, BİT ve telekomünikasyon alanını düzenlenmesi şeklinde sıralanmaktadır.13 Rapor’a göre “Türkiye’nin seçeneği şimdiden (o günden) bellidir: Ya enformasyon tabanlı ekonomiyi ulusal kalkınma gündeminin baş sıralarına yerleştirecek ya da bu politikaların kazanımlarını bir kenara bırakacaktır”.14 Kısacası istenen küresel enformasyon toplumu ile eklemlenme sürecinin tamamlanmasıdır. Yönetimlerin rolü özel sektörün önünü açacak düzenlemeleri yapma ve rekabeti sağlamayla sınırlandırılmıştır. Türkiye’de de, e-Ticaret’in küresel ölçekte artan gelirleri örnek gösterilerek, firmaların teknolojiyi etkin ve verimli kullanarak küresel ticaretin avantajlarından yararlanılması gerekliliği yönünde bir farkındalığın olduğundan söz edilebilir.15 Ancak e-Ticaret’le ilgili oluşmaya başlayan literatürde, genel olarak teknoloji sorununa odaklanıldığı göze çarpmaktadır.16 Oysa e-Ticaret’in de içinde değerlendirildiği tüm BT uygulamalarını YeniSchumpeterciler’in kavramsal çerçevesi içerisinde değerlendirdiğimizde, bu sorunu salt bir teknoloji sorunu olarak değil, daha geniş perspektiften bir tekno-ekonomik paradigma sorunu olarak ele almak gerekmektedir.17 BT uygulamalarına eşlik edecek olan tekno-ekonomik paradigmanın değişimi, yeni teknoloji sistemleri yanında, bu teknolojilerin yayılmasını, uygulamalarını, hızlı ve süreklilik arz eden bir ekonomik gelişme için kullanılmalarını sağlanmak için bu teknoloji sistemlerine karşılık gelen kurumsal ve örgütsel yeniliklere ve hukuki ve düzenleyici ilkelerin değişimine ihtiyaç duyulmaktadır. Tekno-ekonomik paradigma, kökten bir teknolojik yenilik ve ona uyum sağlayacak kurumsal, örgütsel, hukuki ve düzenleyici yeniliklerin kombinasyonudur.18 Sadece bu tekno-ekonomik paradigma değişimi, gelişmekte olan ülkeler açısından BT’nin avantajlarından tam olarak yararlanıp, bir gelişme sıçraması gerçekleştirilebilmesi için hızla değerlendirilmesi gereken “geçici bir fırsat penceresi” açacaktır.19 13 Turkey, Informatics and Economic Modernization Report, Washington D.C., The World Bank, 1993, s. 211. 14 Op.cit., s. 211. 15 Özellikle kamu ölçeğinde oluşan farkındalığın detayları için Dış Ticaret Müsteşarlığı’na bağlı <www.e-ticaret.gov.tr> web sitesine bakılabilir. 16 Bu durum, e-Ticaret’le doğrudan ilgili kurumların hazırladıkları çalışmalarda özellikle belirgindir. Konuyla ilgili şu iki kaynağa bakılabilir: B2B e-Ticaret ve e-Pazaryerleri, Ankara, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı-İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi, Aralık 2008; Zeynep İyiler, Elektronik Ticaret ve Pazarlama, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı-İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi, Aralık 2009. 17 Christopher Freeman, Luc Soete, Yenilik İktisadı, (Çev: E. Türkcan), TÜBİTAK Yayınları, Ankara, 2003, s. 378. 18 Paschal Preston, Reshaping Communication, London, Sage Publication, 2001, s. 39. 19 Chirstopher Freeman, Luc Soete, op.cit., 2003, s. 413, 414. 122 FUNDA BAŞARAN ÖZDEMİR, NURCAN TÖRENLİ, ZAFER KIYAN Tüm bu değerlendirmeler ışığında, makalenin üzerinde durduğu konu, “teknolojinin ticarete etkisinden” çok B2B e-Ticaret uygulamasının, aracın temsil ettiği ilişkiler bağlamında Türkiye açısından böylesi bir “fırsat penceresini” temsil edip etmediğidir. Diğer taraftan makalede B2B e-Ticaret modelinin Türkiye-AB arasındaki ticari ilişkileri geliştirici olanakları, yukarıda sözü edilen üç aktör arasındaki ilişkiyi düzenlemeye dönük e-Ticaret rejiminin bütünlüğü çerçevesinde tartışılmaktadır. Makalenin temel varsayımı, kritik bir kaynak olarak görülen bilginin “serbest dolaşımına” dayalı bilgi toplumu politikaları içinde görgül bir uygulama alanı olarak eTicaret’in olanaklarını devreye sokacak dinamiğin; modelle (e-pazaryeri aracılı eTicaret), bu modeli biçimlendiren ve tanımlayan koşullar (düzenleme rejimi) arasındaki uyuma bağlı olduğudur. Küresel Piyasa Ortamına Katılmanın Yeni Bir Yolu Olarak e-Ticaret Günümüzde yeni medya eksenli “sanal” ağ yapılanması olarak değerlendirilen küreselleşme, bu söyleme uygun olarak soyut, öznesi, sahibi olmayan “serbest” bir ortam olarak görülmektedir. Bu durum, alan/mekân olarak sınırlı dolayısıyla da belirli sahiplik ilişkilerinin biçimlendirdiği geleneksel ticarete oranla alanı/mekânı, ticari faaliyetin aktörlerini değil ama ticari işlemleri sanallaştıran e-Ticaret’in en önemli artısı olarak görülmektedir. Ticari işlemlerin sanallaşması süreci, internet gibi herkesin erişimine açık/kamusal, erişim-kullanım maliyetleri son derece düşük bir ortamda yapılıyor gibi görünmesine karşın, aslında ticari faaliyetin tüm maddi ve beşeri bileşenlerininin organize edilmesi, bir araya getirilmesi ve birarada tutulmasını içerir. Ticari faaliyetin bileşenlerini organize eden ağı kurmak ve işler tutmak son derece önemli bir faaliyettir. Makalenin üzerinde durduğu ilişki çerçevesinde B2B e-Ticaret’i ele alıp değerlendirirken dikkate alınması gereken nokta, modelin “aracılı” bir model olduğu, bu aracılığın yukarıda işaret edilen ticari işlemlerin sanallaşması sürecini kurmayı ve işler tutmayı içerdiği ve temelde üç aktör arasında ticari düzenleme rejimine tabi bir ilişki üzerine kurulu olduğudur (Grafik 1): firmalar, e-pazaryerleri (aracı) ve ticaret rejiminin düzenleyicisi konumundaki kamu yönetimi-devlet. Grafik 1: e-Ticaret’in Bileşenleri Kamu yönetimidevlet Firmalar/ KOBİ’ler e-Pazaryerleri TÜRKİYE- AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ AÇISINDAN E-TİCARET MODELİ 123 Düzenleme rejimi, belirli bir faaliyet alanındaki aktörlerin ilişkilerini düzenleyen ana çerçevedir ve tarihseldir. Bu bağlamda, 1980’li yıllarda birbiri ardına uygulamaya sokulan kurallardan/düzenlemelerden arındırma (deregulation) politikaları küreselleşme olgusu ile uyum içerisindedir. BT desteğinde, gücünü evrensel bir serbestlik ilkesinden alan, ağ yapılanmalı/internet temelli hizmet uygulamalarının yaygınlık kazanması ise geleneksel iş-ticaret modeli ve buna ilişkin düzenleme rejiminin de geçerliliğini yitirmesi anlamına gelmektedir.20 Bir paradigma değişimi anlamında geleneksel modelin/düzenleme rejiminin geçerliliğini yitirmiş olduğunun kabulü yanında gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülke firmaları ve düzenleyici aktörlerin yeni modele kendilerini uyarlamak durumunda oldukları ön kabulünü içermektedir. Bu durumun e-Ticaret modeli bağlamında Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin ulusal-pazarlarını ortak bir düzenleme rejimiyle bütünleştirmesi/uyumlaştırması gerekliliğine işaret ettiğini söyleyebiliriz. Ancak bütünleştirme/uyumlaştırma söz konusu olduğunda diğer bilgi toplumu politikalarında olduğu gibi e-Ticaret konusunda da gelişmekte olan ülkeler (Türkiye için de geçerli olduğu gibi) “teknolojik” olana (e-Ticaret’in ‘e’sine) odaklanmakta ve ticari faaliyetin farklı ölçeklerde güvenli organizasyonuna ilişkin “düzenleme rejimi” konusunu gözden kaçırmaktadırlar. Sussex Üniversitesi Kalkınma Çalışmaları Enstitüsü bünyesinde J. Humphrey, R. Mansell, D. Paré ve H. Schmitz tarafından 2003 yılında Güney Afrika, Kenya ve Bangladeş’i kapsayan The Reality of e-Commerce with Developing Countries adlı çalışmalarının sonuç raporunda, B2B e-Ticaret uygulamasında başarının uygun teknolojik alt yapı yanında tutarlı politikalara bağlı olduğu ortaya konmuştur.21 Rapora göre teknolojik, örgütsel ve çevresel koşulların yanı sıra para ve insan sermayesinin yetersizliği, düzenleyici ve güvenliğe dönük yapının eksiklikleri ile tüm bu olumsuz faktörlerden beslenen genel bir “güvensizlik” hali, internet temelli e-Ticaret açısından temel sorunları oluşturmaktadır. Tüm bu tartışmalar ışığında, küresel ölçekte bir pazara e-Ticaret modeli ile katılma yönünde isteklendirici gelişmeleri, toparlayıcı başlıklar halinde aşağıdaki gibi sıralayabiliriz: 1. BT ve telekomünikasyon teknolojilerindeki (TT) yaygınlık ve kapasite artışına bağlı olarak, coğrafi kısıtların “göreceli” de olsa ortadan kalkması, üretimin ve tüketimin eş zamanlı hale gelmesi, birçok etkinliğin ticarileşmesi, alım-satıma konu olması. 2. 1970'lerde BT'nin dönüştürücü etkisine bağlı olarak emek piyasası ve sermaye birikiminin tek başına büyümeyi açıklıyor olmaktan çıkarak neo-klasik büyüme 20 Chantal Blouin, “The WTO Agreement on Basic Telecommunications: a reevaluation”, Telecommunication Policy, Cilt 24, No 2, 2000, s. 135-142. 21 John Humphrey, Robin Mansell, Daniel Paré, Hubert Schmitz, The Reality of E-commerce with Developing Countries, Report for the Department for International Development, London, March, 2003, <http://www.gapresearch.org/production/ecommerce.html> (1 Aralık 2007). 124 FUNDA BAŞARAN ÖZDEMİR, NURCAN TÖRENLİ, ZAFER KIYAN kuramının yerini icat, yenilik, yaratıcı yıkıcılık, girişimcilik vb. niteliksel unsurların devreye girdiği “sürdürülebilir kalkınma kuramının-modelinin” alması. 3. BT desteğinde sermayenin ulusal sınırlar boyunca “akışkanlık” kazanması, üretim süreçlerinin yeniden yapılanması (esnek üretim, esnek istihdam vb. ile tanımlanan üretimin küreselleşmesi) ve buna bağlı olarak çok uluslu şirketler yanında ölçeği küçültülmüş “taşeron” firma (KOBİ) modelinin öne çıkışı. 4. 1970'lerde TT ile bilgisayarların yöndeşmesiyle ağ yapılanmasının aktif hale gelmesi (işyerleri, bankalar, konutlar, mağazalar, üretim ve eğitim merkezleri arasında karşılıklı bağlantının kurulması) ve “küresel piyasa ortamına” giriş için koşulların olgunlaşması. 5. Ağ üzerinde (Internet örneği) kurulu küresel piyasa ortamında ürün ve hizmetlerinin alım-satıma konu olması (hizmetlerin küreselleşmesi). 6. UN, UNCSTD, UNESCO, OECD, ITU, IMF gibi uluslararası kuruluşların telekomünikasyon alanında uluslarüstü politika belirleyici aktörler haline gelmesi.22 7. GATT-Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması (1947) ve GATS-Hizmetler Ticareti Genel Anlaşması (1994) temelinde şekillenen23 Yeni Ticaret Rejimi’nin BT alanında hukuki-teknik altyapı inşası için önemli ve temel nitelikte değişiklikler getirmesi. 8. Firmalar arasında bilginin aktarılmasında kullanılan ve B2B e-Ticaret’in temel taşlarından olan kiralık hatlarda24 görüldüğü gibi sayısal veri aktarımında gerek altyapı gerekse işletme ve hizmetler alanında son yıllarda liberalleşmenin hızlanması. 9. e-Ticaret uygulamalarını güvenceye alacak politika (bilgi ve ağ güvenliği) ve yazılım alanındaki gelişmeler. Ana hatlarıyla ortaya konan bu gelişmeler, küreselleşen dünyada iş-ticaret yapmanın, rekabet edebilmenin küresel tarzda “düzenlenmiş” serbest pazar koşullarına ve küresel 22 Bu kuruluşların çalışma, eylem ve karar alma süreçleri için gerekli bilgi birikimini sağlamaya yönelik olarak yapılan telekomünikasyon ve kalkınma araştırmaları esasen telekomünikasyon ve sosyo-ekonomik kalkınma arasındaki bağların belirlenmesi hedefine yöneliktir. 23 Uluslararası ticareti düzenleyen GATT, tamamen mal ticareti esasında dayanmaktadır. Hizmetler ticareti ise bu anlaşmadan çok daha sonra, Çok Taraflı Ticaret Görüşmeleri’nde ilk kez Tokyo Yuvarlak Masa’da (1973–1979) gündeme gelmiş ve uluslararası platformda ele alınışı Uruguay Yuvarlak Masa’da (1986–1994) gerçekleşmiştir. Uruguay Yuvarlak Masa’da gündeme giren ve GATS adı ile oluşturulan yeni yapı, uluslararası ticarete hizmetleri de dâhil etmekte ve ürünün, ekonomideki “mal ve hizmetlere” uyumlu olarak tanımlanmasını sağlamaktadır. Uruguay Yuvarlak Masa’da karara bağlanan bir diğer konu da, TRIPS’dir (Fikri Mülkiyet Haklarının Ticaretle İlgili Yönleri Anlaşması). Bu anlaşmayla, enformasyon teknolojileri ile ilgili ticari işlemlerde önemli bir sorun kaynağı oluşturan fikri mülkiyet hakları (patent, telif hakkı) düzenlenmekte ve uluslararası ticaret kuralları içerisine alınmaktadır. 24 Özellikle telekomünikasyon alanında Avrupa’da 1998’den beri kiralık hatlarının fiyatları düşme eğilimine girilmiştir. Bu durumu, liberalleşme yönündeki reformlarla ilişkilendirme eğilimi güçlü olmakla birlikte, e-Ticaret’in yaygınlaşması için gerekli (bir bakıma da kaçınılmaz) bir yönelim olarak görmek de mümkündür. TÜRKİYE- AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ AÇISINDAN E-TİCARET MODELİ 125 bilgi toplumunun ağ yapılanması temelinde olabildiğince genişlemesine bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. İşte bu noktada, genelde e-Ticaret, özelde de B2B e-Ticaret küresel piyasa ortamına katılmanın yeni bir yolu olarak karşımıza çıkmaktadır. AB-Türkiye Dış Ticaret İlişkileri ve AB e-Ticaret Rejimi Çalışmanın başında da vurgulandığı gibi, e-Ticaret’e yönelik düzenleyici rejimin çerçevesi gelişmiş ülkeler ve bu ülkelerle yakından ilişkili uluslararası kurum ve kuruluşlar tarafından çizilmektedir. Kapsamlı bir politikanın aracı olarak e-Ticaret’e yönelik çalışmalar daha 1990’lı yıllarda başlamıştı. Bu bağlamda, Mart 1994’de ABD Başkan Yardımcısı Al Gore’un, Buenos Aires’de toplanan Dünya İletişim Konferansı’nda, e-Ticaret alanında var olan güçlüklerin ortadan kaldırılması yanında ABD’de bu alandaki politika tercihinin serbestleşme-sayısallaşma temelli olduğuna vurgu yaptığı konuşması, günümüz e-Ticaret rejiminin ana ilkelerinin netlik kazanmasında önemli bir başlangıç oluşturmaktadır.25 Bu ilkeleri şu ana başlıklar altında sıralayabiliriz: 1. Özel sektör öncülüğü, 2. Sayısal ağlara erişim anlamında Ulusal Enformasyon Altyapısı’nın (NII) “açık girişe” dayandırılması ve böylece küresel bilgi altyapısı kullanıcılarının geniş bir bilgi ve hizmet alanına girebilmesi, 3. Teknolojik gelişme ile birlikte esnek, rekabetçi, bağımsız bir düzenleme oluşturulması, 4. Kamu yönetiminin/düzenleyici aktörün e-Ticaret’te aşırı sınırlamalardan kaçınması, 5. Müdahale edilmesi gereken durumlarda düzenleyici aktörün tavrının açık, sürekli ve basit bir yasal ortam oluşturma yönünde olması, 6. Kamu yönetimlerinin/düzenleyici aktörlerin internet’in kendine özgü bir rejiminin olduğunu kabul etmeleri, 7. İnternet temelli e-Ticaret’in küresel düzeyde kolaylaştırılmasına tam destek vermeleri. Kısacası, bu açıklamayla her ülkenin politika yapıcıları, etkin ve güvenli e-Ticaret sistemlerine işlerlik kazandıracak yasal/hukuki çerçeve yanında çalışabilir bir teknik altyapıyı da oluşturmaya davet edilmekte; modelin küresel ölçekte bütünlüğünü gözeten ve ana ilkeleri Amerikan yönetimince belirlenen bir e-Ticaret rejiminin duyurusu yapılmaktadır. GATS’la düzenlenen küresel hizmet ticareti başta olmak üzere bugün gelinen noktada, uluslararası kurum ve kuruluşların hazırladıkları e-Ticaret raporları, eylem 25 Vice President AL GORE “Information Superhighways Speech” Telecommunications Union, 21 Mart <http://vlib.iue.it/history/internet/algorespeech.html> (10 Mayıs 2010). International 1994, 126 FUNDA BAŞARAN ÖZDEMİR, NURCAN TÖRENLİ, ZAFER KIYAN planları, ABD ve AB’de çıkarılan kanun ve yönetmelikler, e-Ticaret’in düzenleme rejimini oluşturma yanında söz konusu modeli yaygınlaştırma yolunda önemli açılımlar sağlamıştır. Örneğin Tablo.1, Grafik. 2, Grafik. 3 ve Grafik. 4’te yer alan veriler, gerek eTicaret’ten yıllara göre elde edilen gelirlerde artış gerekse bu artışın ağırlıklı olarak toplandığı coğrafya, küresel ölçekte e-Ticaret rejiminin egemen politika yapıcılar önderliğinde oluşturulmasının yarar/getiri açısından nasıl bir sonuç doğurduğunu yeterince açıklamaktadır. Tablo 1: Dünya Genelinde e-Ticaret Gelirleri Tahminleri (Milyar Dolar)26 Şirket Adı 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 - 2.293,50 3.878,80 6.201,10 9.240,60 12.837,3 403. 953. 2.180 3.950 7.290 278,19 474,32 823.48 1.408,57 2.367,47 Forrester Gartner Grp eMarketer 145,00 Farklı araştırma kuruluşların B2B e-Ticaret gelirlerine ilişkin tahmin niteliğinde yaptıkları araştırmalar Tablo.1’de de görüleceği gibi aynı sonucu ortaya koymaktadır: eTicaret hacmi yıllar itibariyle sürekli bir artış içindedir ve 2006 yılı hesaplamalarına göre dünya genelindeki e-Ticaret gelirleri 12 trilyon doları aşmıştır.27 Bu ticari hacmin/değerin paylaşımında gelişmiş ülkelerin payı oldukça büyüktür. B2B e-Ticaret gelirleri açısından ABD başı çekmekte, ardından da AB gelmektedir. Özel olarak AB’deki duruma bakıldığında, B2B e-Ticaret gelirleri açısından Birlik üyeleri arasında dağılımın dengeli olmadığı görülmektedir. Örneğin İngiltere, İrlanda, İskandinavya, Finlandiya, Almanya ve Avusturya’dan oluşan “Kuzey Klubü” toplam e-Ticaret gelirlerinden yüzde 60 pay alırken, Fransa, İspanya ve İtalya’nın oluşturduğu “Akdeniz Klubü” ancak yüzde 30 pay almaktadır.28 26 eMarketer, Forrester, IDC ve UNCTAD’ın verilerine dayanarak aktaran Mustafa Alkan ve Ayşe İnalöz, “Telekomünikasyon Regülâsyonları Çerçevesinde Elektronik Ticaretin İncelenmesi”, Inet-tr Sempozyumu Aralık-2003. s. 2. 27 B2B e-Ticaret’ine yönelik güncel verilere ulaşmak, bu konuda araştırma yapanların karşılaşabilecekleri temel sorunların başında gelmektedir. Dünya genelinde yaşanan bu problem, Türkiye için de geçerlidir. “Firmadan Firmaya (B2B) Internet Temelli e-Ticaret: Türk Dış Ticareti İçin Olanaklar/Sınırlılıklar” başlıklı çalışmayı yaptığımız dönemde, e-Ticaret’ten birinci derecede sorumlu olan İGEME başta olmak üzere, DTM, TÜİK, KOSGEB vb. gibi kurum ve kuruluşların hiçbirinden Türkiye’de e-Ticaret’in hacmine yönelik net ve güncel verilere ulaşılamamıştır. Dolayısıyla, Tablo. 1, Grafik. 1, Grafik. 2 ve Grafik. 4’te sunulan verilerin ulaşılabilir güncel veriler olduğu dikkate alınmalıdır. Grafik 3 ise 2010 yılına ait güncel verileri sunmaktadır. 28 Christopher Marsden, Regulating the Global Information Society (Warwick Studies in Globalisation), New York, Routledge, 2000, s. 9. TÜRKİYE- AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ AÇISINDAN E-TİCARET MODELİ 127 Grafik 2: Bölgesel e-Ticaret Gelir Tahminleri (2006)29 14000 11.979,70 12000 Miyar ($) 10000 7.469,00 8000 6000 4000 2000 2.458,602052,1 660,3 100,1 90,2 6,9 857,5 Gelişmiş Avrupa Gelişmiş Asya ve Pasifik Tüm Gelişmiş Ülkeler Tüm Gelişmekte olan ülkeler Kuzey Amerika Afrika Geçiş Ekonomileri Gelişmekte Olan Asya ve Pasifik Latin Amerika 0 Grafik 2’de yer alan 2006 yılı verilerine göre, e-Ticaret gelirlerinin bölgelere dağılımı görülmektedir. Kuzey Amerika, Avrupa (Batı ve Kuzey Avrupa) ve UzakdoğuPasifik ülkeleri (Japonya, Çin, Singapur ve Avustralya-Yeni Zelanda) bu toplamın yüzde 95’i söz konusu ülkelere aittir. Buna karşın gelişmekte olan ülkeler “iyimser” yaklaşımın dillendirdiği söylemin aksine e-Ticaret’ten bekledikleri karşılığı alamamaktadırlar. Kuzey Amerika, Avrupa ve Uzakdoğu-Pasifik üçlüsünün e-Ticaret gelirlerinden aldığı bu yüzde 95’lik pay, yine bu bölgede konumlanmış ve B2B e-Ticaret’e aracılık yapan e-pazaryerlerinin gelirlerinin de yüksek oluşuna açıklık getirmektedir. Özellikle alibaba.com aracılığıyla Çin’in elde ettiği e-Ticaret gelirleri dikkat çekicidir. 29 Forrester Research verilerine dayanarak aktaran Alkan, İnalöz , op. cit., s. 4. 128 FUNDA BAŞARAN ÖZDEMİR, NURCAN TÖRENLİ, ZAFER KIYAN Grafik 3: Çin B2B e-Ticaret Gelirleri ve Tahminleri (2007-2013) 1400000 1.233.200 1200000 ( M ily a r d o la r) 1000000 923.162 800000 683.227 600000 516.444 434.515 400000 406.718 310.159 200000 0 2007 2008 2009 2010(t) 2011(t) 2012(t) 2013(t) Kaynak: iResearch Consulting Group iResearch Consulting Group verilerine göre, 2010 yılının ilk çeyreğinde, Çin’in toplam e-Ticaret gelirleri 146.301 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. B2B e-Ticaret gelirlerinin toplamdaki payı, yüzde 89’luk oranla 132.198 milyar dolardır. KOBİ’ler bu payın yüzde 52.6’sını oluşturmaktadırlar ve toplam B2B e-Ticaret gelirleri 78,12 milyar dolardır. Geri kalan gelirleri ise büyük ölçekli firmalar (yüzde 36.4 oranla 54.07 milyar dolar), çevrimiçi (on-line) alışveriş (yüzde 10.1 oranla 5.32 milyar dolar) ve hava taşımacılığı ve otel gelirleri oluşturmaktadır. iResearch Consulting Group verilerine göre, ödemelerin yüzde 47.1’i Alibaba Group’a bağlı AliPay üzerinden gerçekleşmiştir. Grafik 3.’te aynı araştırma şirketine ait B2B e-Ticaret gelirleri ve tahminleri ayrıca yer almaktadır. Grafik 3’te görüleceği üzere beklenti, B2B e-Ticaret’in artarak devam edeceği şeklindedir. Buna göre, 2013 yılında toplam B2B e-Ticaret gelirlerinin 1 trilyon dolar sınırını aşacağı tahmin edilmektedir. Grafik 2’deki verilerle bağlantılı olarak, dünya çapında hizmet veren 859 ePazaryeri’nin (e-Ticaret sitelerinin) büyük bir çoğunluğunun, yine aynı üçlü coğrafyada (Kuzey Amerika, Avrupa ve Uzakdoğu-Pasifik) yer aldığı dikkati çekmektedir. Örneğin e-pazaryerlerine bölgesel dağılım (Grafik. 4) açısından baktığımızda Avrupa’da 339, Kuzey Amerika’da 256, Asya’da 143, Latin Amerika’da 46, Avustralya-Pasifik’te 33, Orta-Doğu’da 22, Afrika’da 20 şeklinde sıralanmaktadır.30 Grafik 4’te görüldüğü gibi e-pazaryerlerinin dağılımında Avrupa yüzde 39’luk oranla ilk sırada yer alırken onu 30 e-pazaryerlerine ilişkin veriler E-Marketservices’in verilerinden derlenmiştir. Bakınız <http://www.emarketservices.com> (1 Şubat 2010). TÜRKİYE- AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ AÇISINDAN E-TİCARET MODELİ 129 sırasıyla Kuzey Amerika (30), Asya (17), Latin Amerika (5), Avustralya-Pasifik (4) Ortadoğu (3) ve Afrika (2) takip etmektedir. Grafik 4: e-Pazaryerleri Bölgesel Dağılımı (2010) 2% 3% 5% 4% 39% 17% 30% Avrupa Kuzey Amerika Asya Latin Amerika Avustralya-Pasifik Orta-Doğu Afrika Kaynak: emarketservices Grafik 2’deki veriler gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki uçurumu net olarak ortaya koymaktadır. Yine Grafik 2’deki verilerden de anlaşılacağı üzere, ekonomik küreselleşmenin ana aktörleri arasında güç dağılımı, yukarıda sözünü ettiğimiz üçlü açısından da dengeli değildir. e-Ticaret gelirleri AB’ye oranla Kuzey Amerika’da toplanmaktadır. Bu durum küresel ölçekte e-Ticaret rejiminin de egemen politika yapıcının önderliğinde gelişiyor olmasına açıklık getirmektedir. Bölgesel bir güç olma çabasındaki AB, her ne kadar üye ülkeler arasındaki “iç pazarda” e-Ticaret’i güçlendirmeye yönelik adımlar atıyor olsa da, AB’nin bu konuda uygulamaya koyduğu yasa düzenlemeler, e-Ticaret rejiminin genel çerçevesini oluşturan ABD’yi referans almaktadır. AB’nin e-Ticaret’e yönelik anayasası olarak adlandırabileceğimiz “Elektronik Ticaret Direktifi”nin ABD’de e-Ticaret’e yönelik yapılan düzenlemeler örnek alınarak hazırlanması bunun açık bir örneğidir. Öte yandan küreselleşme sürecinde ulus-devletlerin siyasi iradesini aşmanın bir yolu olarak devreye sokulan uluslararası kurum ve kuruluşlar da e-Ticaret rejiminin düzenleyici aktörleri olarak görülmelidir. Yukarıda belirtildiği üzere, DB, IMF, DTÖ, BM, UNCTAD gibi örgütler hazırladıkları raporlarla, eylem planlarıyla, düzenledikleri konferans ve seminerlerle e-Ticaret rejiminin temel ilkelerini güncelleştirerek e-Ticaret modelinin yaygınlaştırılmasına doğrudan destek olmaktadırlar. 130 FUNDA BAŞARAN ÖZDEMİR, NURCAN TÖRENLİ, ZAFER KIYAN Tüm bu veriler ışığında AB’deki duruma bakacak olursak, birliğe üye ülkeler arasında e-Ticaret uygulamasının, 8 Haziran 2000 tarih ve 2000/31/EC sayılı “Elektronik Ticaret Direktifi”yle31 (ETD) düzenleme altına alındığını söyleyebiliriz. Söz konusu direktif, “Bilgi Toplumu Hizmetleri” başlığı altında ele alınmakta ve üye ülkeler arasında elektronik ortamda yapılan ticari faaliyetlere hukuki bir çerçeve kazandırmayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla amaç, AB ölçeğinde uyumlu hukuki mevzuata sahip üye ülkeler arasında e-Ticaret modelinin işlerliğini sağlayacak bir bütünsel mekanizmayı, yani düzenleme rejimini inşa etmektir. ETD, 65 maddede toplanan genel çerçeve ve her bir maddesi e-Ticaret’e ilişkin farklı bir faaliyet alanını düzenleyen 24 maddelik hukuki çerçeve olmak üzere iki ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde sıralanan 65 madde, ETD’nin kapsamı ve amacı bağlamında neleri hedeflediğini ayrıntılı olarak açıklamaktadır. Öncelikli olarak ETD’nin genel çerçeve bölümünün ilk maddesi düzenlemenin hangi alanı kapsadığına açıklık getirmektedir. Buna göre, “Antlaşmanın (Topluluğu Kuran Antlaşma) 14/2. maddesi uyarınca iç pazar, içinde malların, hizmetlerin serbestçe dolaştığı ve hizmetlerin serbest ediminin gerçekleştirildiği, sınırların kaldırıldığı bir iç alan” olarak tanımlanmaktadır. ETD’nin genel çerçevesi içinde, bilgi toplumunu karakterize eden insani-toplumsal kalkınma amaçlı uygulamaların/hizmetlerin sınırların kaldırıldığı bu iç alanda geliştirilmesi, Avrupa halklarını birbirinden ayıran engellerin kaldırılması açısından önemli bir politika aracı olarak görülmektedir. Bu yaklaşım, küresel pazara oranla AB gibi görece olarak daha dar bir ölçekte, e-Ticaret’in “serbest pazar ortamında” değil, düzenlenmiş pazar ortamında işler olabileceği gerçeğinin daha baştan kabul edilmiş olduğunu göstermektedir. Direktif’te ilk bölümün 2. maddesi, birliğin üzerinde uzlaştığı bir tespiti dile getirmektedir: “Bilgi toplumunda elektronik ticaretin gelişmesi, Topluluk içinde ve özellikle de küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ) için iş olanaklarının artırılması açısından çok önemli fırsatlar sunmaktadır”. Bu tespit modelin başarısının, ticaretin yapıldığı “iç” alanda düzenleyici rejimin uyumuna/bütünlüğüne bağlı olduğunu birinci madde ile tutarlı bir biçimde yeniden vurgulamaktadır. Bu maddeyle ayrıca KOBİ’ler açısından B2B e-Ticareti’nin önemi de vurgulanmaktadır. Direktifin ilk bölümünün 3. maddesiyle, Avrupa vatandaşları ve Avrupalı kullanıcıların, elektronik ticaretin sınır tanımadan sağladığı imkânlardan tam olarak yararlanabilmeleri için Topluluk hukuku ve Topluluk hukuk düzeninin öneminin altı çizilmektedir. Dolayısıyla, Türkiye gibi aday ülkelerin, adaylık sürecinin 31 EU, Directive 2000/31/EC of the European Parliament and of the Council of 8 June 2000 on certain legal aspects of information society services, in particular electronic commerce, in the Internal Market (Directive on electronic commerce), OJ L 178, Brussels, 17.7.2000, s. 1-16. <http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2000:178:0001:0016:EN:PDF> (10 Şubat 2010). TÜRKİYE- AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ AÇISINDAN E-TİCARET MODELİ 131 tamamlanmasına kadar, e-Ticaret bağlamında birliğin hukuk düzeniyle uyum sağlama zorunlulukları bulunmaktadır. İlk üç maddedeki genel açıklamanın ardından, ETD’nin amacı genel çerçeve bölümünün 8. maddesiyle net olarak ortaya konmaktadır: “Söz konusu direktifin amacı, üye ülkeler arasında bilgi toplumu hizmetlerinin serbest dolaşımını sağlayacak hukuki bir çerçeve oluşturmaktır.” Bu maddede açıklanan bilgi toplumu hizmetleri, son derece geniş bir alanı kapsamaktadır. Bu kapsamda Direktif, genelde e-Ticaret’i, özelde ise B2B e-Ticareti’ni bilgi toplumu hizmetleri kapsamı içinde düzenleme yoluna gitmektedir. Nitekim Direktif’in ikinci bölümünde sıralanan 24 madde, bilgi toplumu hizmetlerinin veya ticari iletişimin elektronik ortamda uygulandığı B2C32 ve B2B gibi iş-ticaret modellerinin işlerliğinin sağlanmasına ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Direktif, genel çerçevenin özellikle son bölümüne doğru, Avrupa Birliği’nin pazar piyasasının küreselleşme şartları içinde elektronik araçlarla çalıştırılması hedefi temelinde uyumun ve ortaklığın altını özelikle çizmektedir. Nitekim söz konusu bölümde 61. ve 62. maddeler bu konu üzerinde durmakta ve e-Ticaret’e yönelik rejimin uyumluluğu anlamında başta (Türkiye gibi) aday ülkeler olmak üzere Avrupa Birliği’nin ticari ortaklarıyla işbirliğinin güçlendirilmesi gerekliliğine dikkat çekmektedir. ETD’nin e-Ticaret’in hukuki çerçevesinin çizildiği ikinci bölümü, 65 maddelik genel çerçevenin ana felsefesiyle uyum içindedir ve iç pazarda bütünlüğü hedeflemektedir. Bu bölüm, 24 madde içinde sırasıyla iç pazara ilişkin bilgi toplumu hizmetleri, hizmet sunucuların kuruluşu, ticari iletişim, elektronik sözleşmeler, aracıların sorumluluğu, ticari davranış kuralları (codes of conduct), yargı dışı uyuşmazlıkların çözümü, dava türleri ve üye devletlerarası işbirliği konuları düzenlenmiştir. İkinci bölüm bu bağlamda, e-Ticaret’in üç temel bileşenini oluşturan, firmalar, epazaryerleri (aracı) ve düzenleyici konumundaki kamu yönetimine dönük olarak rejimin ana çerçevesini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Örneğin ikinci bölümün 2. maddesinde “tanımlar” başlığı altında düzenleyici çerçeve, alanda yer alan aktörleri tanımlamış ve aralarında kurulacak ilişkiyi, iç pazarın çeşitlilik gösteren belirsizliklerinden arındırma yoluna gitmiş; 3. maddede “iç pazar” başlığı altında üye ülkelerin eş tanımlı aktörleriyle ilişkilerini belirli hale getirmiştir. İkinci bölümün 5., 6., 7. maddelerinde e-Ticaret’in iki ana aktörü konumundaki epazaryerleri ve şirketler açısından faaliyetin sürdürülebilirliği için gerekli bilgi akışı, bilgi güvenliği, şeffaflık vb. konularda sorumlulukları açıklığa kavuşturulmuştur. Bu bağlamda e-Ticaret’in ana sorunlarından birisini oluşturan “ticari güven” zemini, kesintisiz ve sorgulanabilir bilgi akışı ile güçlendirilme yoluna gidilmiştir. Bu kapsamda madde 11, “sipariş” konusunu güveni sarsıcı en önemli uygulama olarak ayrıca 32 B2C (Business to costumer), B2B’den farklı olarak firmadan müşteriye olan Internet temelli iş modellerini kapsamaktadır. Amazon.com dünyaca bilinen örnekler arasındadır. 132 FUNDA BAŞARAN ÖZDEMİR, NURCAN TÖRENLİ, ZAFER KIYAN tanımlamakta ve bu konuda ileride ortaya çıkabilecek belirsizlikleri baştan “tanımlı bir çerçeve” getirerek önleme yoluna gitmektedir. Yine bu kapsamda 9., 16., 17., 18. ve 20. maddeler, söz konusu bilgi akışını güvence altına alan, bu konuda ortaya çıkan sorunları ortak bir hukuki çerçevede çözüme bağlayan, üye ülkeler arasında var olan uygulama farklarını giderecek tarzda uzlaştırıcı, hukuki gözetim ve denetim yapılanmasını kurmaktadır. Sonuç olarak ETD ile getirilen düzenlemeler, temel olarak üye ülkeleri kapsamaktadır. Her üye ülke, kendi mevzuatını bu direktife göre açık, sade ve uluslararası kurallarla uyumlu olacak şekilde düzenleme yükümlülüğü bulunmaktadır. Aday ülkeler de kendi mevzuatlarını bu direktife uygun hale getirme yönünde çalışmalar yapmaktadırlar. Bu kapsamda Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerinin devam ettiği süreçte kendi e-Ticaret mevzuatını ETD ile uyumlaştırmaya dönük “gecikmiş” bir çalışma içinde olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye ve e-Ticaret Deneyimi Bu bölümde Türkiye’nin ETD’ye uyum çalışmalarına geçmeden önce öncelikli olarak, “neden AB ile e-Ticaret?” sorusunun makalenin bütünlüğü açısından yanıtlanması gerekmektedir. Türk Dış Ticaretinin Genel Görünümü33 Türk dış ticareti açısından en önemli gelişme, “24 Ocak Kararları” olarak bilinen ve 1980’lerden sonra dışa açılma politikalarının yönünün ne olacağını netleştiren geniş kapsamlı ekonomik programın uygulamaya sokulması olmuştur. Ekonomiyi serbest piyasa mekanizmasının kurallarına göre işler hale getirmeyi dolayısıyla da dünya ekonomisi ile bütünleşmeyi amaçlayan bu programla Türkiye, dışa kapalı “ithal ikamesine dayalı sanayileşme” stratejisini terk etmiş ve dışa açık, “ihracata dayalı sanayileşme” stratejisini benimsemiştir. Bu değişiminin temel göstergeleri ihracat oranlarında bulunabilir. Örneğin Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın (DTM) “Türkiye’de İhracatın Gelişimi” başlıklı raporuna göre, 1979’da yıllık 2,3 milyar dolar olan ihracat, 2009’a gelindiğinde 100 milyar sınırını aşmış ve 102,165 milyar dolar düzeyine ulaşmıştır. Bir başka gösterge, ihracat içinde tarım ürünleri payının hızla gerilemesi buna karşın sanayi mallarının payının önemli 33 Türk dış ticaretiyle ilgili veriler Dış Ticaret Müsteşarlığı ihracat-ithalat istatistikleri ve aşağıda adı geçen raporlar dikkate alınarak derlenmiştir: Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatın Genel ve Sektörel Değerlendirmesi Raporu, Ankara, DTM, 2004; Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatın Genel ve Sektörel Değerlendirmesi Raporu, Ankara, DTM, 2005; Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatın Genel ve Sektörel Değerlendirmesi Raporu, Ankara, DTM, 2006; Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatın Genel ve Sektörel Değerlendirmesi Raporu, Ankara, DTM, 2007; Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatın Genel Görünümü Raporu, Ankara, DTM, 2008; Dış Ticaret Müsteşarlığı Türkiye İhracatının Gelişimi Raporu, Ankara, DTM, 2010; Türkiye İstatistik Kurumu İhracat Haber Bülteni, Ankara, TUİK, Ocak-Aralık 2008; Türkiye İstatistik Kurumu İhracat Haber Bülteni, Ankara, TUİK, Ocak-Aralık 2009,; Türkiye İstatistik Kurumu İhracat Haber Bülteni, Ankara, TUİK, Ocak 2010. TÜRKİYE- AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ AÇISINDAN E-TİCARET MODELİ 133 oranda artmış olmasıdır. Aynı rapora göre, 1980’de yüzde 36 olan sanayi ürünlerinin toplam ihracat içindeki payı 2009’a gelindiğinde yüzde 93,4’e ulaşmıştır. Yine bu süreçte, dış ticaret açısından önemli iki gelişme daha yaşanmıştır. 1995’te uluslararası ticaretin serbestleşmesinin sağlanması amacıyla II. Dünya Savaşı'ndan sonra başlatılan GATT sürecinin tamamlanmasıyla oluşturulan Dünya Ticaret Örgütü'ne (DTÖ/WTO) üye olunarak GATS anlaşmasına dahil olunmuş; yine aynı yıl AB ile gümrük birliği anlaşması imzalanmıştır. İhracatın Sektörel Dağılımı Dış ticaretin ekonomik faaliyetlere göre sınıflamasına bakıldığında imalat sanayii sektörünün ihracatta başat rolü oynadığını söyleyebiliriz. TÜİK verilerine göre 2009 dönemi toplam ihracatta imalat sanayi yüzde 93,4’lük payla ilk sırada yer almaktadır. Bunu sırasıyla tarım ve madencilik takip etmektedir. DTM’nin hazırlamış olduğu yıllık sektörel raporların karşılaştırmalı analizinde alt sektörler itibariyle ihracatta en fazla paya sahip ilk beş sektör (yıllara göre kendi aralarındaki sıralama değişse de), Hazır Giyim-Konfeksiyon, Taşıt Araçları-Yan Sanayi, Demir-Demir Dışı Metaller, ElektrikElektronik ve Kimyevi Maddeler-Mamulleri olduğu göze çarpmaktadır. İhracatın Ülkelere Göre Dağılımı Sektörel raporlarda, ihracatın ülke ve ülke gruplarına göre dağılımına bakıldığında; 2000’li yılların başında en önemli ihraç pazarının 19 milyar dolarla OECD ülkeleri olduğu görülmektedir. Aynı şekilde AB’ye yönelik ihracat da bu orana yaklaşarak 14,5 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Söz konusu dönemde OECD üyesi olmayan ülkelere yönelik ihracat 7,9 milyar dolarla sınırlı kalmıştır. Bu dönemde ülke sıralamasında ilk sıradaki Almanya’yı ABD, İtalya, İngiltere ve Fransa izlemiştir. 2008 yılına kadar ihracatın ülkelere dağılımında önemli bir değişme olmazken, 2008 yılı ihracatının ülke grupları itibarıyla incelendiğinde, AB’nin ihracattaki ağırlığının devam etmekte olduğu görülmektedir. 2008’de AB ülkelerine yapılan ihracat yüzde 4,9 artarak 63,4 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmiştir. Bu dönemde AB ülkeleri yüzde 48 ile ihracatta en yüksek paya sahiptir. Ülke bazında ise 2008 yılında genel ihracattaki sıralamada ilk iki sırada Almanya ve İngiltere yer almıştır. 2009 yılında da AB’nin yüzde 46 ile en fazla ihracat yapılan ülke grubu olduğu görülmektedir. Ülke bazında ise 2009 yılında genel ihracatta sıralama Almanya, Fransa ve İngiltere şeklinde olmuştur. TÜİK Ocak 2010 haber bülteni verilerine göre ilk sıralar yine AB üyesi ülkeler tarafından paylaşılmaktadır: Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere. Türkiye’de e-Ticaret Türkiye’de e-Ticaret ağının kurulması ve e-Ticaret’in yaygınlaştırılması amaçlı çalışmalar 1997 yılında başlamıştır. Bu kapsamda yapılacak çalışmaların koordinatörlüğü Dış Ticaret Müsteşarlığı’na (DTM) verilmiştir. Bu tarihten başlamak üzere DTM bünyesinde her yıl gerçekleştirilen toplantılarda ve oluşturulan çalışma gruplarında başta hukuk, teknik alt yapı ve finans konuları ele alınmıştır. Ancak aradan geçen on iki yıla bakıldığında Türkiye’de e-Ticaret alanında beklenen başarının 134 FUNDA BAŞARAN ÖZDEMİR, NURCAN TÖRENLİ, ZAFER KIYAN yakalanamadığı görülmektedir. DTM, bu süreçte e-Ticaret’in genel ihracat içindeki payına, bu payın sektörel dağılımına ilişkin verilerin sistematik nitelikte toplanıp, değerlendirildiği e-Ticaret araştırmalarını başlatamamıştır. Bu eksiklik, e-Ticaret’in geliştirilmesi hedefini rotasından saptıran sorunların neler olduğunun doğru olarak saptanmasını güçleştirerek, sürece “deneme-yanılma” yaklaşımının damgasını vurmasına yol açmıştır. e-Ticaret’e akademik ilgi de son derece sınırlıdır. Bu konudaki en güncel örnek, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi bünyesinde 2009 yılında Törenli, BaşaranÖzdemir ve Kıyan tarafından yapılan “Firmadan Firmaya (B2B) Internet Temelli eTicaret: Türk Dış Ticareti için olanaklar/sınırlılıklar” başlıklı araştırmadır. 34 Araştırma İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Denizli, Kayseri ve Kocaeli illerinde, Hazır GiyimTekstil Sektörü temelinde 11 e-pazaryeri, 62 Hazır Giyim-Tekstil Sektörü firması ve 12 ana bilgi sağlayıcısını kapsamıştır. Türkiye’de e-Ticaret alanında beklenen başarının yakalanamadığı, bu araştırmanın sonuç raporunun ortaya koyduğu verilerde de yansımasını bulmuştur. Hazır GiyimTekstil Sektörü gibi “net ihracatçı” olduğumuz bir sektörde, toplam 62 firmanın yıllık ihracat hacmi içerisinde e-Ticaret’in payı, 50 firmada yüzde 10’dan az, 9 firmada yüzde 10-25 arası, 2 firmada yüzde 25-50 arası ve 1 firmada ise yüzde 75-100 arasındadır.35 Alana ilişkin araştırma eksikliği ve sürece hâkim olan “deneme-yanılma” yaklaşımı, başarının gecikmişliğinde de belirgin bir rol oynamaktadır. 2008 yılı sonunda Başbakanlık tarafından oluşturulan 11 öncelikli e-Devlet projesi içinde yer alan “Yurt Dışına e-Ticaret Projesi” temelinde e-Ticaret’e yönelik “yeniden yapılanma” olumlu ancak gecikmiş bir gelişmedir. Dış ticarete ilişkin olarak yukarıda sıralanan veriler, Türkiye açısından dış ticaretin yöneldiği asıl pazarın AB ülkeleri olduğunu göstermektedir. AB’nin dış ticaret hacmimiz açısından öncelikli konumu, B2B e-Ticaret için de geçerli olacaktır. Tam da bu nedenle e-Ticaret’e yönelik mevzuatın ETD ile uyumlu olması gerekmektedir. “Yurt Dışına e-Ticaret Projesi” ile DTM ve Gümrük Müsteşarlığı ortaklığında e-pazaryeri aracılı B2B e-Ticaret için gerekli “ETD uyumlu” mevzuat oluşturma çabaları ancak 2008 yılında hız kazanmıştır. Yurt dışına ihracat projesi ve bu kapsamda yeniden yapılanma adı altında yapılan mevzuat çalışmalarına geçmeden önce, sürece hakim olan “deneme-yanılma” yaklaşımını sergilememiz ve bunun için de iki örnek olaya yer vermemiz gerekmektedir. Yeniden Yapılanmaya Giden Süreç: İki Başarısızlık Hikâyesi Bunlardan ilki KOBİ-NET adıyla Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) tarafından 2000’lerin başında hayata geçirilen projedir. 34 Törenli et al, op.cit., 2009. Törenli et al, ibid., s. 45-83. 35 TÜRKİYE- AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ AÇISINDAN E-TİCARET MODELİ 135 KOSGEB firmalara yönelik destekleme çalışmaları yapan önde gelen kuruluşlardan birisidir. Kuruluş bu kapsamda, beklentisi bir hayli fazla olan projelerden birisini 1998 yılında KOBİ-NET adıyla uygulamaya sokmuştur. KOBİ-NET projesiyle firmaların e-Ticaret’i kullanarak bilgi toplumuna hazırlanmaları ve e-Ticaret hacimlerini artırmaları amaçlanmaktaydı. KOSGEB, proje kapsamında uygulamaya soktuğu kobinet.org.tr sitesi üzerinden firmalara yönelik desteğini kendi bünyesinde kurmuş olduğu kaynak havuzu yoluyla etedarikçiler üzerinden gerçekleştiriyordu. Gerekli koşulları yerine getiren tedarikçiler önce bu havuza alınıyor, sonrasında ise havuzda yer alan tedarikçiler firmalara birtakım destekler veriyordu. KOSGEB'in buradaki görevi, e-tedarikçilerin aldığı ücretin % 80'lik kısmını firmalara geri ödemek şeklindeydi. Bu modelleme 2003 yılında bitirildi, 2004'ün sonuna kadar da aktif olarak uygulandı. Bu süre zarfında toplamda 700 firma bu destekten yaralandı. Ancak uygulama aşamasında projenin istenilen şekilde yürümediği fark edildi. KOBİ-NET Projesi’ndeki temel sorun birbirinden farklı dinamiklerin yönlendirmesi altındaki (her ölçekte ve her sektördeki) işletmeleri aynı potada eritmeye çalışması dolayısıyla da genel-geçer bir içerik sunması; mevcut e-pazaryeri modelinin zayıf/sınırlı işlevselliğinin karakteristik yansıması niteliğindeki tanıtım ofisi/ilk temas noktası olmaktan öteye geçememiş olmasıydı.36 Sonuçta e-tedarikçilerin bu projeyi sadece teşvik boyutunda düşünmeleri, firmaların ise sadece B2B e-Ticaret’inden faydalanmak yerine web sitesi kurarak firmalarını tanıtma aşamasından ileri gidememeleri gerekçe gösterilerek proje askıya alındı. Proje, günümüzde diğer birçok B2B e-Ticaret sitesi yapılanmalarında olduğu gibi firmaların kobinet.org.tr sitesi üzerinden ücretsiz olarak işletmelerini ve ürünlerini tanıtmalarını sağlayan bir web portalı olarak devam etmektedir.37 Diğer örnek, Türk Ticaret Noktası (TTN) adıyla 2003 yılında Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) koordinasyonunda İhracatçı Birlikleri’nin ortaklığıyla kurulan şirkettir. Dış Ticaretten Sorumlu Bakanlık desteğinden de yararlanan ve Genel Müdürlüğünü Enis Eryılmaz’ın yaptığı şirketten beklenen başarı, Türkiye’nin alibaba.com’u olmasıydı. B2B hizmetini ttn.com web sitesi üzerinden veren şirket, kurulduğu dönemde B2B e-Ticaret açısından Türkiye’deki KOBİ’lerin ihtiyaçlarına büyük oranda cevap verebilecek bir alt yapıya sahipti. 2008-2009 yılları arasında 30 binden fazla firmaya hizmet vermekteydi. Ttn.com’u Türkiye’de hizmet veren diğer birçok B2B e-Ticaret sitesinden ayıran en önemli nokta, hizmet verdiği firmalara ücretli üyelik yöntemini uygulamasıydı. Ttn.com’a üye olmak isteyen firmalara farklı üyelik seçenekleri 36 Törenli et al, ibid., s. 83. Benzer bir projenin 2008’in sonlarına doğru İstanbul Ticaret Odası (İTO) öncülüğünde “ KOBETİC” adıyla gerçekleştirilmeye çalışıldığını da burada belirtelim. Projenin ayrıntıları için bakınız <http://www.kobetic.net> (11 Mart 2010). 37 136 FUNDA BAŞARAN ÖZDEMİR, NURCAN TÖRENLİ, ZAFER KIYAN sunulmaktaydı. Örneğin “Premium Paket” başlığı altında sunulan üyelik avantajlarıyla üyelerden toplamda 9.440 dolar talep edilmekte; ancak yüzde elli oranında DTM desteğiyle bu rakam 4.000 dolara kadar çekilebilmekteydi. Bu yöntem, belli sayıda, gerçekten ihracat yapma potansiyeli olan firmaların sitede var olmasını sağlayarak, nitelik açısından belli bir standardın yakalanmasını sağlamaktaydı. Bu olumlu gelişmelere karşın, şirket 2009 yılının sonlarına doğru kapandı. İlginç olan, kapanma nedenlerinin KOBİ-NET projesindeki başarısızlık nedenleriyle büyük benzerlik göstermesidir. KOBİ-NET projesindeki başarısızlığın ardından TTN’nin de kapanması, Türkiye’de KOBİ’ler açısından B2B e-Ticaret’in güvenilirliğini önemli ölçüde zayıflattı. Üstelik gazetelerde şirkete yönelik yolsuzluk haberlerinin çıkması, eTicaret’e yönelmiş ya da yönelme arayışı içindeki firmalar açısından tam bir hayal kırıklığı yarattı.38 Bu gelişmeler ışığında, DTM’nin genel olarak e-Ticaret özel olarak ise B2B eTicaret konusunda neden yeniden yapılanma yolunu seçtiği sorusunu kısmen cevaplamış durumdayız. Bu noktadan sonra, yeniden yapılanma sürecinde yapılan mevzuat çalışmalarına bakabiliriz. Türkiye’de E-Ticaret’e Yönelik Mevzuat Çalışmaları AB’ne üye ülkeler arasındaki e-Ticaret’in hukuki çerçevesini oluşturan ETD, aday ülke Türkiye’yi de doğrudan ilgilendirmektedir. Bu kapsamda, Direktif kapsamına giren hükümlerle Türk mevzuat sistemi arasında uyumun kurulmasına dönük düzenlemelerin yapılması zorunluluğu bulunmaktadır. Yeniden yapılanma çalışmaları kapsamındaki mevzuat çalışmaları ETD düzenlemesi temel alınarak yapılmaktadır. Amaç, e-Ticaret için hukuki bir çerçeve oluşturmak, böylece alana dönük olarak “Yurt Dışına e-Ticaret Projesi” kapsamında var olan hukuki boşluğu kapatmaktır. Türkiye’de, mevzuatın ETD hükümlerine uyum çalışmalarına ancak 2007-2008 yılları arasında yapılan toplantılarla başlanmıştır. ETD 2000 yılında hayata geçirilmiş olmasına karşın Türkiye’de uyum çalışmaları 2007-2008 yılları arasında yapılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla Türkiye’de e-Ticaret’e yönelik düzenleme rejimi açısından uyum sorunu bu tarihe kadar öncelikli çözümlenmesi gereken konu olarak görülmemiştir. Gecikmeli toplantılar DTM başkanlığında kurulan Elektronik Ticaret Direktifi Çalışma Grubu (ETDÇG) tarafından gerçekleştirilmektedir. Çalışmalarda, ETD ile Türk Dış Ticaret Mevzuatı’nın (TDTM) karşılaştırılması, bu karşılaştırma 38 Şirkete yönelik çıkan bazı köşe yazıları için bakınız Aydın Ayaydın, “TİM’in Bakan torpilli şirketine haciz şoku”, Vatan, 12 Temmuz 2009, <http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=253463&Categoryid=4&wid=153>. (4 Ocak 2010); Aydın Ayaydın, “Bakan torpilli TİM yolsuzluğunda ilginç gelişmeler”, Vatan, 13 Temmuz 2009, <http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=253675&Categoryid=4&wid=153> (4 Ocak 2010); Aydın Ayaydın, “Bakan torpilli genel müdür şirketin içini boşaltmış”, Vatan, 17 Temmuz 2009, <http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=254247&Categoryid=4&wid=153> (4 Ocak 2010). TÜRKİYE- AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ AÇISINDAN E-TİCARET MODELİ 137 sonucunda belirlenen eksikliklerin düzenlemeler yapılarak giderilmesi esasında ilerlemesi karara bağlanmıştır. ETDÇG tarafından Temmuz 2008’de yayınlanan rapor ayrıntılı olarak incelendiğinde39, DTM’ndaki düzenlemelerle Direktif kapsamındaki düzenlemelerin büyük oranda örtüşmediği sonucuna varıldığı görülecektir. Raporda e-Ticaret bağlamında Türk mevzuatına yönelik ortaya konan eksiklikleri ana başlıklar altında sıralayabiliriz: - Raporda öncelikle Türk mevzuatında ETD ilgili olarak çeşitli yasa ve yönetmeliklerde dağınık ve Direktifle çoğu zaman kısmen uyumlu düzenlemeler bulunduğu saptanmaktadır. - Diğer yandan, Türk mevzuatındaki tanımlarla, direktifteki tanımların genellikle örtüşmediği belirtilmektedir. - Raporda, Türk mevzuatında ETD’de olduğu gibi bilgi toplumu hizmetinin tanımının yapılmadığı, dolayısıyla bilgi toplumu hizmetini verenlerin internet üzerinden bu hizmeti alanlara ne şekilde davranacaklarını belirten bir mevzuat bulunmadığı dile getirilmektedir. - Yine bu kapsamda, örneğin “5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun”un hazırlanma gerekçesi ile ETD’nin hazırlanma gerekçelerinin farklılık gösterdiğine, dolayısıyla, söz konusu kanunun hükümlerinin ETD ile uyumsuzluk gösterdiğine dikkat çekilmektedir. - Ayrıca, “4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun”un mal ve hizmet piyasalarında tüketici ile satıcı-sağlayıcı (B2C) arasındaki her türlü hukuki işlemi düzenleme altına aldığı, firmadan firmaya (B2B) yönelik ticari faaliyetlerin ise Tüketici Kanununun kapsamı dışında kaldığı üzerinde durulmaktadır. Oysaki yukarıda belirtildiği üzere ETD, B2C ve B2B gibi iş-ticaret modellerine yönelik ayrıntılı düzenlemeleri içermektedir. Aslında Rapor’un ortaya koyduğu bu türden eksiklikler, en başından itibaren, tam ve bütünleşik bir politika temelinde yasal düzenlemelerden bağımsız, genelde eTicaret’i özelde ise B2B e-Ticaret’i düzenleyen ayrıntılı bir düzenlenmenin hazırlanmayıp, bunun yerine öncelikli olarak DTM’de küçük çaplı, kısmi değişikliklerin yapılması yoluna gidilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Belirlenen bu yöntemin günümüzde de devam ettirilmesi, var olan eksikliklerin giderilememesine neden olmaktadır. Bu bağlamda, AB ve Türkiye arasında yapılan ticari düzenlemelerde en dikkat çekici farklılık, AB çerçevesinde ETD gibi tek bir metinde toplanan düzenlemelere karşın, Türkiye’de e-Ticaret’e ilişkin düzenlemelerin çeşitli yasa ve yönetmeliklerde 39 Elektronik Ticaret Direktifi Çalışma Grubu (ETDÇG) Raporu, Ankara, DTM, Temmuz 2008. ETDÇG raporu için bakınız <http://www.eticaret.gov.tr/duyurular/RAPOR_TASLAGI_01_07_2008.doc> (10 Şubat 2010). 138 FUNDA BAŞARAN ÖZDEMİR, NURCAN TÖRENLİ, ZAFER KIYAN dağınık, Direktif’le çoğu zaman uyumsuz düzenlemeler şeklinde DTM’ye serpiştirilmiş olmasıdır. Bu eleştiriyi yaparken, her bir AB üyesi ülkelerde e-Ticaret’e yönelik düzenlemelerin ETD ile uyumlu ve tek bir metinde toplandığını söylememekteyiz. Ülkeler arasından farklılıklar bulunabilmektedir. Ancak burada dikkati çekmek istediğimiz nokta, Türkiye’de mevzuat kapsamında yapılan düzenlemelerin ETD ile uyumlu olması yanında herkes tarafından ulaşılabilir ve anlaşılabilir olmasıdır. Aksi takdirde, bu yönlü bir düzenleme yolunun seçilmesiyle genelde e-Ticaret, özelde ise B2B e-Ticaret temelinde aracılık hizmeti verecek ve aracılık hizmetinden yararlanacak tarafların konuyla ilgili “mevzuat hazretlerini” ayrıntılı olarak gözden geçirmeleri zorunluluğu doğmaktadır. Diğer taraftan Türkiye’de e-Ticaret’e yönelik düzenlemeler dağınıktır. e-Ticaret’e ilişkin çok sayıda teknik nitelikte mali düzenleme bulunmaktadır. Maliye Bakanlığı’nın “e- İhracat’ın Vergilendirilmesi” yönetmeliği; Gümrük Mevzuatı açısından “Gümrük Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, “Gümrük Kanununun Bazı Maddelerinin Uygulanması Hakkında Karar”, 10. Kısım ve “Gümrük Genel Tebliği” (Posta ve Hızlı Kargo Taşımacılığı); İhracat Mevzuatı’na eklenen e-Ticaret’le ilgili maddeler için de “İhracat Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” gibi. Yine bu kapsamda “Türk Ceza Kanunu”nun 243., 244., 245. (birinci ve dördüncü fıkralar hariç) ve 246. maddelerinde belirtilen “Bilişim Suçları ve 158/f Nitelikli Dolandırıcılık Suçları” hakkındaki maddeler yanında, “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun”, “Mesafeli Sözleşmeler Uygulama Esasları Hakkında Yönetmelik”, “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun”, “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesine Dair Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik”, “Elektronik Haberleşme Kanunu”, “Elektronik İmza Kanunu” gibi çok sayıda hukuki belgenin incelenip ilgili maddelere bakılması gerekmektedir. Hatırlanırsa, DTM’nın yeniden yapılanma sürecinde ağırlığı yurt dışına e-Ticaret’e verdiğine değinmiştik. Ancak DTM belgeleri üzerinde yapılan araştırmalarda, yukarıda belirtilen düzenlemelerin neredeyse tamamında özel olarak B2B e-Ticaret’i düzenleyen bir çalışmanın olmadığı görülmüştür. Bu durum, halen tartışılmakta olan ve temel metin olması düşünülen “Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı” için de geçerlidir. Tasarı, yukarıda belirtilen ETDÇG’nun ETD’ne uyumunun sağlanması için kurulan “e-Ticaret Kanunu Hazırlama Komisyonu” tarafından hazırlanmıştır. Ancak bu kadar yoğun çalışma sonucunda ortaya çıkan bu metin, bütünleştirici olmaktan uzaktır. Tasarı, yukarıda aktarılan çeşitli yasa ve yönetmeliklerde dağınık ve Direktif’le çoğu zaman uyuşmayan düzenlemeleri uyumlu hale getirip tek bir metin içinde toplayamadığı gibi düzenleme yeteneği de son derece sınırlı kalmış bir metin görünümündedir.40 40 Tasarıda buna gerekçe olarak şu ifade yer almaktadır: “Bilim Komisyonu, aslında elektronik ticaretle ilgili olan tüm alanı ayrı ve bağımsız bir Kanun Tasarısı olarak düzenlemeyi arzu etmiştir. Ancak bu durumda ya diğer kanunlardaki hükümler, o kanun metinlerinden çıkarılacak TÜRKİYE- AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ AÇISINDAN E-TİCARET MODELİ 139 Tasarıda, e-Ticaret’in yaygınlaştırılmasının, tüketicilerin ya da elektronik ortamda işlem yapan kimselerin güveninin sağlanmasına bağlı olduğuna dikkat çekilmekte ve bu güvenin sağlanması için, elektronik ortamda şeffaflık ve erişilebilirliğin şart olduğuna değinilmektedir. Bu kapsamda, e-Ticaret’le uğraşanlar için güvenin ve şeffaflığın sağlanması amacıyla bir takım yükümlülüklerin getirilmesi düşünülmüştür. Tasarıda temel olarak iki alanda düzenleme yapılma yoluna gidilmiştir. Bunlardan ilki, elektronik sözleşmelerde bilgi verme ve hizmeti sunanlar için getirilen yükümlülüklerdir. Bu yükümlülükler genel olarak elektronik hizmetin alıcısının satın alacağı mal ya da hizmeti tanıyabilmesi, onu yanıltabilecek bilgilerin önüne geçilmesine ilişkindir. Diğer yükümlülükler ise sözleşmenin sonradan erişilebilir kılınması ve hataların sonradan düzeltilmesine imkân verilmesi ile ilgilidir. İkinci alan özel olarak istenmeyen elektronik postalara ilişkindir. Sonuç Yeni ticaret rejimi dolayısıyla da e-Ticaret rejimi, temelde üç aktör arasındaki ilişkiyi ulusal ölçekte düzenleniyor olmaktan çıkarıp küresel ölçekte düzenlenir hale getirmeyi hedefleyen küresel pazar modeline özgü yeniden düzenleme yapılanmasıdır. Elektronik ortam, ileri teknoloji ticareti uzmanlık alanına dönüştürürken, kamu yönetimlerinin rolü de giderek daha yalın, daha standart “tekno-siyasal” düzenleme ilkelerini uygulamaya koymakla sınırlı hale gelmeye başlamıştır. Dolayısıyla ticaretin yeni biçiminde sorun teknik-teknolojik olmaktan çok ticari faaliyetin gerçekleştiği coğrafi alanda düzenleme rejiminin/mevzuatın uyumunda düğümlenir hale gelmiştir. Geleneksel ticarette kamu yönetiminin-devletin, düzenleyici olma yanında sahiplik-işletmecilik yanıyla da güçlenen baskın konumu, e-Ticaret’te/yeni küresel pazar modelinde düzenleyicilik işleviyle sınırlandırılarak zayıflatılmış, buna karşın diğer taraflara (firmalar ve e-pazaryerleri) ilişkinin biçimlendirilmesi için güç aktarımında bulunulmuştur. Üç aktör arasındaki ilişki, iç ve dış bütünselliği/uyumu anlamında gerek Türkiye’de e-pazaryeri aracılı modelin beklentileri karşılama gücü, gerekse AB ile dış ticaret ilişkilerimizi “ihracat ikameci” sanayileşme stratejisinin bir sonucu olarak değerlendirdiğimiz AB ile Gümrük Birliği Anlaşması çerçevesinde daha fazla ihracat hacmi yaratma yönünde geliştirmek açısından önem taşımaktadır. Bu önemine karşın söz konusu üçlü ilişkinin içsel-dışsal boyutları, makalenin daha önceki başlıklarında da tartışıldığı gibi bütünsellikten/uyumdan uzak bir yapı sergilemektedir. Kamu yönetimi-devlet açısından mevzuat çalışmaları kapsamında var olan sorunlar büyük ölçüde alana ilişkin sistematik araştırma eksikliği yanında dağınık/AB ETD ile uyumsuz mevzuattan kaynaklanmaktadır. Bu durum bir önceki başlık altında tartışılmıştır. Firmalar/KOBİ’ler ve e-pazaryerleri temelindeki sorunlar ise temelde teknolojik olmaktan çok e-Ticaret rejimini düzenleyici çerçevesinde faaliyete ilişkin başlıca aktörlerin, ya da ikinci kez aynı konuda düzenleme yapılmak zorunda kalınacaktı. İlk seçenekte diğer kanunların insicamının bozulacağı, ikincisinde ise aynı konunun iki farklı kanun metninde düzenlenmesinin hukuk tekniğine aykırı düşeceği kanaatine varılarak elektronik ticarete ilişkin ana ilkeler düzenlenmiş, diğer kanunlarda düzenlenen alanlara iki istisna haricinde değinilmemiştir.” Taslak için bakınız <http://www.kgm.adalet.gov.tr/gg/etic.pdf> (15 Mart 2010). 140 FUNDA BAŞARAN ÖZDEMİR, NURCAN TÖRENLİ, ZAFER KIYAN işlevlerinin, rol ve sorumluluklarının ya tanımlanmamış ya da farklı hukuki metinlerde yer almaları nedeniyle netlik kazanmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Sorunun teknolojik olmadığına iyi bir örnek KOBİ’lerin teknolojik açıdan sahiplik oranlarında/kullanım kapasitelerindeki durumudur. TÜİK’in 2009 dönemi için gerçekleştirdiği “Girişimlerde Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması” verilerine göre41, girişimlerde bilgisayar kullanım ve internet erişimine sahiplik oranları 2008 yılı Ocak ayında sırasıyla yüzde 90.6 ve yüzde 89.2’ye yükselmiştir. Internet erişimine sahip girişimlerin web sayfasına sahiplik oranları ise 2008 yılı Ocak ayında yüzde 62.4 olarak gerçekleşmiştir. Bu bağlamda sorun, daha çok firmalar ve e-pazaryerleri gibi iki temel aktör açısından e-Ticaret bir “bilinmezlikler alanı” görünümünde olmasıdır diyebiliriz. Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Projesi bünyesinde, Türkiye’de Hazır Giyim ve Tekstil Sektörü’ne dönük olarak 2009 yılında yapılan “Firmadan Firmaya (B2B) Internet Temelli e-Ticaret: Türk Dış Ticareti için olanaklar/sınırlılıklar” başlıklı araştırmadan elde edilen sonuçlar, Firmalar/KOBİ’ler ve e-pazaryerleri açısından çok sayıda bilinmezlik olduğunu ortaya koymaktadır.42 e-Pazaryerleri, ürün-firma hakkında bilgilendirme, lojistik destek, sipariş teyidi, elektronik ödeme-tahsilât işlemleri, komisyon ücretleri, ticari işlemin güvenilirliğinin sağlanması, karşılıklı edimlerin denetlenmesi gibi uygulamaya dönük işlem ve işbirliği noktalarında etkinliklerini organize ederken referans alabilecekleri bütünsel bir düzenleyici çerçeveden yoksun bulunmaktadırlar. Dolayısıyla araştırma örneklemine giren e-pazaryerleri de dahil olmak üzere Türkiye ölçeğinde faaliyet gösteren e-pazaryeri sitelerinin genelini karakterize eden iş-ticaret modelinin doğrudan alıcı-satıcı bağlantısı43 sağlamakla sınırlı olduğu söylenebilir. Yine Türkiye ölçekli e-pazaryerlerinin dikkat çeken başka bir genel özelliği “kapalı sistem”44 çalışma yerine “açık sistem”45 çalışma yöntemini tercih etmeleridir. Bu türden bir sistemle e-pazaryerleri içerik olarak sadece “ilk teması sağlama” olanağı vermektedirler. İlk temas olanağı daha çok e-posta adresi, telefon veya faks numarası verilerek gerçekleştirilmektedir. Ödeme, sigorta ve teslimata ilişkin tüm sorumluluk firmalara yüklenmektedir. ttn.com örneğinde yaşandığı gibi Türkiye ölçeğinde var olan biçimiyle epazaryerlerinin hizmet sürekliliği-devamlılığı oldukça kırılgandır. Nitekim araştırma projesi gibi kısa sayılabilecek bir dönemde (18 ay) bile kapanan e-pazaryeri sitelerine 41 Söz konusu araştırmanın ayrıntıları için bakınız <http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=4149> (11 Mart 2010). 42 Törenli et al, op. cit., s. 47-95. 43 Doğrudan alıcı-satıcı bağlantısı modeli, satıcıların kendi firma web sitelerine ulaşılabilmesini sağlayacak şekilde e-pazaryeri sitesi üzerinden verilen erişim desteğini içeren iş modelidir. Potansiyel alıcılar, e-pazaryeri sitesinde verilen bu bağlantıyı izleyerek satıcıların web sitelerine ulaşabilmektedirler. Aslında bu model, firma rehberi olarak hizmet veren portal türü yapılanmalarla büyük oranda benzerlik göstermektedirler. 44 Kapalı sistem, bir şirketin sadece kendi arasında ve diğer çalıştığı şirketler/tedarikçileri arasında kullandığı ağdır, dolayısıyla Internet gibi geniş olmadığı gibi, dışarıdan girişlere de kapalı olan sistemdir. 45 Açık sistem, herhangi bir kısıtlama olmadan dışarıdan girişlere açık olan sistemlerdir. TÜRKİYE- AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ AÇISINDAN E-TİCARET MODELİ 141 rastlanmıştır. Bu durum salt ticari süreçte değil aynı zamanda e-pazaryerlerinin ticari işlem sürecinde üstlendiği aracılık rolü ya da işlevine ilişkin olarak alıcı ve satıcı taraflar düzeyinde modelin kendisine ilişkin güveni zayıflatmakta; güven inşası olarak adlandırabileceğimiz süreci de uzatmaktadır. Dolayısıyla model, uygulamada kendisinden beklenen yararı üretemez hale gelmekte; hem modelin çekiciliğini, hem de sunulan hizmet desteğine olan talebi büyük ölçüde daraltmaktadır. Firmalar/KOBİ’ler açısından bakıldığında Türkiye’de e-Ticaret açısından en belirgin uygulama DTM’ye bağlı İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi (İGEME) tarafından verilen parasal destektir. 2006 yılından bu yana verilen bu destekten beklenen yarar firmaların ihracat potansiyellerini artırmalarıdır. İGEME, söz konusu desteği, kendisinin koyduğu kriterleri karşılayan ve kendi web sitesinde46 yayınladığı e-Pazaryeri sitelerine üye olacak firmalara vermektedir. Ancak sözünü ettiğimiz araştırmanın sonuçlarına bakıldığında firmaların bu kaynakları yeni müşteriler edinmek, pazarlarını genişletmek için epazaryerlerini devreye sokmaktan çok, fuarlara katılım-ürün kataloğu ve sektör dergilerine abone olmak-reklam vermek gibi geleneksel ticaret yapma yöntemlerini çerçevesinde kullanmakta oldukları görülmektedir. e-Ticaret oranları görece yüksek olan firmaların ise bunların aslında işin pazarlamasıyla uğraşan, üretimi ise taşeron kullanarak yaptıran şirketler olduğu belirlenmiştir. Sonuç olarak, kamu yönetimi-devlet, KOBİ’ler ve e-pazaryerlerinin oluşturduğu ilişki bir ağ ilişkisidir ve ağ ilişkisi gücünü bütünselliğinden alır. Ticari faaliyetler ister geleneksel ister elektronik biçimde olsun şirketler arasında gerçekleşiyor gibi görünse de politika yapıcı ve düzenleyici aktör konumundaki devletin ve ilgili kurumlarının faaliyetin bir düzenleme rejimi içinde bütünsel/uyumlu işleyişinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu noktada ticaretin elektronik ortamda yapılıyor olanı önemli bir farklılık içermektedir. Küresel Pazar ölçeği, ticari ilişkinin ölçeğini büyütürken taraflar arasındaki ağ ilişkisini sanallaştırmaktadır. Tam da bu nedenle e-Ticaretin içsel-dışsal bütünlüğü dolayısıyla da işlerliği, taraflar arasında üzerinde uzlaşılmış bir küresel/bölgesel düzenleme rejiminin varlığına bağlı hale gelmiştir. AB ile dış ticaret ilişkilerimiz açısından bunun anlamı, e-Ticaret modelinden beklen ticaret hacmini geliştirici potansiyelin ancak AB ETD ile mevzuat temelinde uyumluluğun yakalanmasına bağlı olduğudur. Kaynaklar Mustafa ALKAN, Ayşe İNALÖZ, “Telekomünikasyon Regülasyonları Çerçevesinde Elektronik Ticaretin İncelenmesi”, Inet-tr Sempozyumu, Aralık-2003. Chantal BLOUİN,. “The WTO Agreement on Basic Telecommunications: A Reevaluation”, Telecommunication Policy, Cilt: 24, ss. 135-142, 2000. Ha-Joon CHANG, Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü, (Çev. Tuba Akıncılar Onmuş), İstanbul, İletişim Yayınları, 2009. 46 Söz konusu site, steelorbis.com’dur. Sitelerin listesi <http://www.igeme.org.tr/fa/section-fa-etic-list.cfm?sec=etic> (5 Nisan 2010). için bakınız 142 FUNDA BAŞARAN ÖZDEMİR, NURCAN TÖRENLİ, ZAFER KIYAN Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatın Genel ve Sektörel Değerlendirmesi Raporu, Ankara, DTM, 2004. Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatın Genel ve Sektörel Değerlendirmesi Raporu, Ankara, DTM, 2005. Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatın Genel ve Sektörel Değerlendirmesi Raporu, Ankara, DTM, 2006. Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatın Genel ve Sektörel Değerlendirmesi Raporu, Ankara, DTM, 2007. Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatın Genel Görünümü Raporu, Ankara, DTM, 2008. Dış Ticaret Müsteşarlığı Türkiye İhracatının Gelişimi Raporu, Ankara, DTM, 2010 Elektronik Ticaret Direktifi Çalışma Grubu Raporu, Ankara, DTM, Temmuz 2008. European Union, Directive 2000/31/EC of the European Parliament and of the Council of 8 June 2000 on certain legal aspects of information society services, in particular electronic commerce, in the Internal Market (Directive on electronic commerce, OJ L 178, Brussels, 17.7.2000. <http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2000:178:0001:001 6:EN:PD> (10 Şubat 2010). Christopher FREEMAN, Luc SOETE, Yenilik İktisadı, (Çev: E. Türkcan), TÜBİTAK Yayınları, Ankara, 2003. Christopher FREEMAN, Luc SOETE, The Economics of Industrial Innovation, Cambridge, The MIT Pres, 1997. Anthony GİDDENS, Modernliğin Sonuçları, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1998. John HUMPHREY, Robin MANSELL, Daniel PARÉ, Hubert SCHMİTZ, The Reality of a Commerce with Developing Countries Report, 2003. <http://www.gapresearch.org/production/ecommerce.html>, (1 Aralık 2007). Robin MANSELL, “Regulation and Electronic Commerce in Developing Countries”, Amy K. Mahan, William H. Melody (der.), Stimulating Investment in network development: roles for regulators : Case studies and research from World Dialogue on Regulation Research Cycle 2. World Dialogue on Regulation for Network Economies, Washington, DC, 2005, ss. 39-63. Robin MANSELL, “Electronic commerce: conceptual pitfalls and practical realities”, Prometheus, Cilt 21, No 4, 2003, ss., 429-447. Christopher MARSDEN, Regulating the Global Information Society (Warwick Studies in Globalisation), Routledge, 2000. Paschal PRESTON, Reshaping Communication, London, Sage Publication, 2001. TÜRKİYE- AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ AÇISINDAN E-TİCARET MODELİ 143 Rohan SAMARAJİVA, Peter SHİELDS, "Integration, Telecomunication, and Development: Power in the Paradigms," Journal of Communications, Vol 40, No 3, 1990, pp. 84-105. The World Bank, Turkey, Informatics and Economic Modernization Report, Washington D.C., The World Bank, 1993. Nurcan TÖRENLİ, Funda BAŞARAN ÖZDEMİR, Zafer KIYAN, Firmadan Firmaya (B2B) Internet Temelli e-Ticaret: Türk Dış Ticareti İçin Olanaklar/Sınırlılıklar Raporu, Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Projesi, 2009, (Yayınlanmamış Araştırma Projesi). Türkiye İstatistik Kurumu İhracat Haber Bülteni, Ankara, TUİK, Ocak-Aralık 2010. Türkiye İstatistik Kurumu İhracat Haber Bülteni, Ankara, TUİK, Ocak-Aralık 2009. Türkiye İstatistik Kurumu İhracat Haber Bülteni, Ankara, TUİK, Ocak 2008. Yararlanılan Internet Site Adresleri <http://www.eticaret.gov.tr> <http://www.kobetic.net> <http://www.dtm.gov.tr> <http://www.kgm.adalet.gov.tr> <http://www.tuik.gov.tr> <http://www.igeme.org> <http://www.emarketservices.com> <http://www.forrester.com> <http://www.gartner.com> <http://www.alibaba.com> <http://www.steelorbis.com> <http://www.kobinet.org.tr> < http://www.iresearch.com.cn/> 144 FUNDA BAŞARAN ÖZDEMİR, NURCAN TÖRENLİ, ZAFER KIYAN Ankara AvrupaSUPRANASYONAL Çalışmaları Dergisi Cilt:ŞEKLİ 9, No:2 OLARAK (Yıl: 2010), s.145-167 BİR TASARRUF AVRUPA’DA BİRLİĞİN YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇER Hakan SAMUR∗ Özet Türkiye’nin tam üyeliği, Avrupa Birliği açısından en hararetli tartışmaların yaşandığı ve devamlı sürüncemede tutulan bir konu niteliğindedir. Gerek Birliğin ve üye ülkelerin yönetici elitleri açısından gerekse AB toplumu açısından Türkiye’nin üyeliğine karşı oluşun belki de en sık tekrarlanan gerekçesi Türkiye’nin sosyo-kültürel anlamda AB’den oldukça farklı bir konumda bulunmasıdır. Söz konusu gerekçe, Türkleri asırlarca Avrupa’nın en önemli Ötekisi yapan tarihsel bir arka planla da beslenmektedir. Bu çalışmanın ortaya koymaya çalıştığı husus, özellikle dinden kaynaklanan kültürel farklılıklarının ve en önemli tarihsel Ötekisi rolünün bulunmasının aslında Türkiye’yi üyeliğe kabul etme açısından, AB’nin dikkate alması gereken en önemli unsur olduğudur. Hatta Birliğin demokratik ve çoğulcu bir çerçevede tam anlamıyla siyasi bir birlik oluşturması yönündeki idealine ulaşabilmesi için bu zorunludur. Anahtar Kelimeler: Avrupa’nın Ötekisi, Avrupa Birliği, Türkiye. Abstract For the European Union, Turkey’s full membership constitutes the basis of many heated arguments and has become a topic that is continually deferred to a later date. Perhaps the most frequently repeated reason given for the stand against Turkey’s accession by both the leading elite of the Union and member states, and the EU community, is that Turkey’s socio-cultural status significantly differs from that of the EU. This reasoning is also fed by a historical background that made Turks the most noteworthy Other for Europe for centuries. The present study attempts to show that cultural differences resulting especially from religion and the role Turkey has played as the most important historical Other, in fact constitute a principal point that the EU needs to take into account in terms of accepting Turkey’s membership bid. This is actually necessary if the EU is to reach its ideal of building a fully political union founded on a democratic and pluralistic framework. Key Words: Other of Europe, European Union, Turkey. ∗ Yrd.Doç.Dr., Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Diyarbakır 146 HAKAN SAMUR Giriş Bu makalede Avrupa Birliği’nin, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı ve çok kültürlülük gibi ilkeler çerçevesinde oluşturmaya çalıştığı ortak siyasi kimliğini olgunlaştırabilmesi ve tam anlamıyla bir siyasi birlik kurabilmesi açısından Türkiye’nin üyeliğinin ne derece önemli ve gerekli olduğu izah edilmeye çalışılacaktır. Başka bir ifade ile, “Türkiye’nin AB için önemi” sorusu tamamen AB ortak kimliği merkezli bir çerçevede ele alınacak; Türkiye’nin AB’ye olası siyasi, ekonomik, stratejik, demografik katkıları bu çalışmanın dışında tutulacaktır. Avrupa’da birliğin yolunun Türkiye’den geçtiği tezimizi izah edebilmek için, öncelikle bir başka sorunun cevabını vermemiz gerekmektedir. Avrupa, neyin birliğini oluşturmaya çalışıyor? Sosyal yapılandırmacı bir yaklaşımla söz konusu soru farklı açılardan ilk iki bölümde ele alınacaktır. Birinci bölümde, AB’nin hedeflerinden ve bu hedeflere ulaşma açısından kendisine bir nevi kimliksel özellik olarak belirlediği temel değerlerden bahsedilecektir. İkinci bölümde, Öteki kavramından hareketle AB’nin, aynı zamanda Avrupa tarihinden edinilen tecrübelere dayanan, özellikle de geçmişin olumsuzluklarından çıkarılan dersler sonucunda kendisini geliştiren bir proje olduğu açıklanacaktır. Son bölümde ise, AB toplumunda Türkiye’nin üyeliğine bakış konusu genel bir çerçeve ile ortaya konduktan sonra, Türkiye’nin üyeliğinin AB’nin ortak kimlik inşa etme ve dolayısıyla tam bir siyasi birliğe ulaşabilme sürecinde ne derece kritik bir yere sahip olduğu izah edilecektir. Demokratik ve Çoğulcu Bir Avrupa Birliği Norman Davies, kıta tarihini oldukça canlı bir üslupla anlattığı eserini, bugünün AB’sinin felsefesini de özetleyen “Avrupa geleceğe yürüyor” ifadesiyle bitirmişti.1 Avrupa kavramının, birlik ve bütünleşme planlarına konu olacak şekilde öne çıkması esasen 16.yüzyıldan itibaren başlamış ve Delanty ve Rumford’un2 belirttikleri gibi her dönem, o andaki koşullara göre kendi Avrupa’sını inşa etmeye çalışmıştır. Bir hesaba göre, sadece 19. yüzyılın başından beri Avrupa’da ortaya atılan ekonomik, kültürel ve/veya siyasi amaçlı bütünleşme önerilerinin sayısı 160 civarındaydı.3 Model olarak tarihte örneğine rastlanmayan bugünkü AB ise, gösterdiği performans ve ulaştığı seviye açısından Avrupa tarihindeki birleşme girişimlerinin en başarılısı olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, yaşlı kıtada hayata geçirilen ve hâlihazırda sürdürülen bu girişim ne tür bir birlik projesidir? Bazı bilim adamlarının belirttikleri gibi, belki başlangıçta bu projenin nasıl sürdürüleceğine ilişkin bir mastır plan bulunmamakta idi (Delanty ve Rumford 2005, 18).4 Hala da böyle bir master planın bulunmamasının ve AB girişiminin kendine özgü nitelik taşımasının belirgin bir kanıtı olarak Amsterdam Antlaşması hususunda Avrupa Parlamentosu Kurumsal İşler Komitesi tarafından 1 Norman Davies, Avrupa Tarihi, Mehmet Ali Kılıçbay (Çev. Ed.), Ankara, İmge Kitabevi, 2006, s. 1206. 2 Gerard Delanty ve Chris Rumford, Rethinking Europe, London, Routledge, 2005, s. 28. 3 Sven Papcke, “Who Needs European Identity and What Could It Be?”, Brian Nelson (der.), The Idea of Europe, Oxford, Berg, s. 72. 4 Delanty ve Rumford, op. cit., s. 18. AVRUPA’DA BİRLİĞİN YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇER 147 hazırlanan bir rapor gösterilebilir. Bütün temel antlaşmalarına bakıldığında AB bütünleşmesinin amacının geleneksel anlamda bir federal devlet kurmak olmadığının altını çizen rapor, daha sonra şöyle devam etmektedir:5 “…Birlik, özellikleri bizzat kendi tarihi ile yani Birlik halklarının bütünleşme yolundaki arzularına dayalı gelişmelerle belirlenen, devamlı değişim durumunda, sui generis bir hukuki düzen olarak anlaşılmalıdır.” Ancak şu bir gerçek ki, söz konusu projenin daha baştan beri öngörülen hedefleri var: Barış ve refahın sağlanması, küresel dengede söz sahibi olma ve en nihayetinde bütün yönleri ile tam bir siyasi birlik kurma. Bu hedeflere ulaşılabilmesi açısından neofonksiyonel bir anlayışla önce ekonomik alanda ve altı ülke arasında başlatılan yakınlaşma çabaları, birkaç on yıl içerisinde hem fonksiyonel derinlik hem de coğrafi genişlik bakımından çok önemli bir seviyeye ulaşmıştır. AB projesini kendine özgü yapan ve geçmişteki girişimlerden farklı kılan, sadece ülkelerin ekonomik, askeri, vs. fiziki-maddi güçlerinin (material power) bir araya getirildiği uluslarüstü bir yapı olması değil, aynı zamanda bu yapının bilgi, normlar, değerler, kültür ve kimlik gibi maddi olmayan-normatif güçlerle de (discursive power) desteklenmesidir.6 Bunun anlamı, AB’nin kurumsal-prosedürel bir yapılandırmanın ötesinde, bazı ortak değerlerin ve kimliksel özelliklerin içselleştirildiği sosyal bir yapılandırma sürecini de içerdiğidir. O halde, nedir bu bütün yönleri ile tam bir siyasi birlik kurma nihai hedefi dikkate alındığında kaçınılmaz sayılabilecek söz konusu ortak değerler ve kimliksel özellikler? AB’nin ortak değerleri ve kimliği nedir, ne olmalıdır, dini-kültürel-tarihi unsurlar bu kimlikte yer almalı mıdır? Bunlara ilişkin tartışmalar çok yapılmış ve yapılmaktadır. Ancak gerek temel belgeler gerekse politikalar dikkate alındığında Birliğin gelişim süreci içinde daha da belirgin olarak ortaya çıkan şudur ki AB; demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarına saygıyı ve çok kültürlülüğü kendisine ortak kimlik parametreleri-değerleri olarak belirlemiştir. Roma Antlaşması’nın giriş kısmında ya da çeşitli maddelerinde açık ya da örtülü bir şekilde yer bulan bu değerler; 1960’ları çoğunlukla ekonomik entegrasyona yoğunlaşarak geçirdikten sonra, 1970’lerle beraber siyasi ve sosyal alanlarda da yakınlaşmayı politikalarına yansıtan Birlik’te, daha fazla seslendirilmeye ve hukuki metinlere yerleştirilmeye başlamıştır. 1993 başında yürürlüğe giren Avrupa Birliği Antlaşması’na gelindiğinde ise iyice somutlaşmış ve söz konusu ilkeler, Antlaşma ile ihdas edilen AB vatandaşlığının yapıtaşları olmuşlardır. Bir 5 EP-CIA (European Parliament Committee on Institutional Affairs), Report on the Amsterdam Treaty, Strasbourg, 5 November 1997, s. 15. 6 Emanuel Adler, “Seizing the Middle Ground: Constructivism in World Politics”, European Journal of International Relations, Cilt 3, No 3, 1997, s. 319-363; Ted Hopf, “The Promise of Constructivism in International Relations Theory”, Andrew Linklater (der.), International Relations: Critical Concepts in Political Science, London, Routledge, 1998, s. 1756-1783. 148 HAKAN SAMUR anlamda AB, o güne kadar aşama aşama devreye soktuğu ortak kimlik hususundaki vizyonunu kesin olarak ilan etmiştir.7 AB, söz konusu kimliksel değerleri hem üye ülkelerde hem de Birlik düzeyinde atılan her adımda kendisine rehber edinme iddiasındadır. Yani AB, yukarıda saydığımız barış ve refahın sağlanması, küresel düzlemde etkin olma ve siyasi birlik hedeflerine ulaşılacaksa, bunun ancak, söz konusu ana ilkelerin belirlediği bir rotada yürümek sayesinde başarılacağını öngören bir projedir. Dolayısıyla, her ne kadar başlangıç adımları piyasaların serbestleştirilmesi ve ekonomik duvarların kaldırılması hususundaki politikalara ayrılmış olsa da, maddi çıkarların yanında ortak siyasi değerlerin ön planda tutularak şekillendirilmeye çalışıldığı bir modeldir. Aslında AB’yi bahsedilen normatif-kimliksel değerlerle tanımlama ve kabul etme durumu sadece kurumsal politikalarda ve belgelerde ortaya çıkan bir durum değildir. Bir Eurobarometer anketi dikkate alındığında, AB’yi oluşturan toplum nezdinde de böyle bir anlayışın geliştiğini söylemek mümkündür. AB vatandaşlarının yüzde 54 gibi önemli bir kısmı, üye ülkelerin ortak bir takım değerler çerçevesinde birbirlerine yakın olduklarını belirtirlerken; sadece üçte birlik bir kısım (yüzde 34) bunun tersini söylemektedirler.8 Soru biraz değiştirilerek sorulduğunda; ortak Avrupa değerlerinin olmadığını düşünenlerin içinde bile, yüzde 63 oranında bir kesim yine de Avrupa’yı, dünyanın diğer bölgelerinden ayıran birtakım değerlerin varlığını kabul etmektedirler.9 Söz konusu ortak değerlerin neler olduğuna gelince, AB’yi en iyi temsil eden üç değerin ne olduğu sorulduğunda en fazla tekrarlanan cevaplar insan hakları (yüzde 37), barış (yüzde 35) ve demokrasi (yüzde 34) olmuştur. Bunları yüzde 22 ile hukukun üstünlüğü, yüzde 17 ile de başka kültürlere saygı izlemektedir. AB’nin öne çıkan ortak değeri olarak din unsurunu görenlerin oranı ise sadece yüzde 3 olmuştur.10 AB’nin kendisine gelişme yolu olarak belirlediği ve siyasi, ekonomik, sosyal yapılanmasında temel esaslar olarak kabul ettiği değerler elbette ki bir anda ortaya çıkmamıştır. İzleyen bölümde ele alınacağı gibi, geleceğin Avrupa’sını kurmak için yola çıkan AB projesi, aynı zamanda Avrupa’nın kendi geçmişiyle hesaplaşmasının bir ürünüdür. Birlik, kıta tarihinin neredeyse tamamını dolduran eski düşmanlıkları, nefretleri, ayrışmaları yukarıda saydığımız temel ilkeleri daha da içselleştirmek yoluyla aşabilmeyi hedeflemiştir. Geçmişten Alınan Derslerle Kurulan Bir Avrupa Birliği II. Dünya Savaşı sonrasında hayata geçirilen birleşme hareketi, geçmişin ve özellikle yakın geçmişin tecrübelerinin ışığında, belki bazı yönleri ile önceki bazı devirlere benzeyen ancak toplamda daha önce Avrupa’nın şahit olmadığı türden 7 Joseph H. Weiler, “The Reformation of European Constitutionalism”, Journal of Common Market Studies, Cilt 35, No 1, 1997, s. 97-131; Andrew Linklater, The Transformation of Political Community, Oxford, Blackwell, 1998. 8 European Commission, Eurobarometer 69 – Values of Europeans, (Kasım 2008), <http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb69/eb69_values_en.pdf> (10 Ekim 2009). 9 Ibid, s. 13. 10 Ibid, s. 22. AVRUPA’DA BİRLİĞİN YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇER 149 yepyeni ve sui generis bir süreç olarak ortaya çıkmıştır. Avrupa’nın kendi geçmişiyle yüzleşmesinin ve kendi öz eleştirisini yapmasının neticesidir bu. Bir başka ifadeyle, sürecin ilk ortaya çıkış şekli, ilkeleri ve gelişme rotası aslında geçmişin başarısızlıklarına ve yıkımlarına yönelik bir manifesto niteliğindedir. Savaşlarda insan haklarına verilen önem ve Hıristiyanlığa ilişkin örneklerden hareketle bu sözlerimizi detaylandırabiliriz: Antik Çağda Yunanlılar açısından savaşlarda çocukların öldürülmesi hoş olmayan bir davranış olarak kabul edilirken, ilerleyen yüzyıllarda dinin de etkisiyle örneğin şövalyelik döneminde kadınların, çocukların ve din adamlarının öldürülmemesi fikri yaygınlık kazandı. Aydınlanma dönemiyle beraber, savaşlarda insan haklarının ihlal edilmemesiyle ilgili çok daha ileri görüşler ortaya atıldı. Bütün bu aşamalara rağmen, tarihinin hemen her döneminde Avrupa’da, söz konusu sınırların acımasızca çiğnendiği hatta son yüzyılda durumun daha da kötüleşerek savaşlara yaklaşımın karşı tarafı tamamen ortadan kaldıracak şekilde imha ya da total savaş mantığına evirildiği görülmektedir.11 Olası bir savaşta insan haklarına gereken özenin gösterilmesi hususunda Avrupa toplumunun esas girişimleri İkinci Dünya Savaşı sonrasında Hague Kongresi ve Cenevre Sözleşmeleri ile gerçekleşmiş; AB’de gerek bu çabaları referans alarak gerekse kendi ilkelerini serdederek konuya yaklaşımını ortaya koymuştur. Böylece, tarih boyunca geliştirilmeye çalışılan ve fakat bir türlü istenen etkinliğe ulaşamayan savaşlarda insan haklarına ilişkin kurallar, ciddi anlamda ilk kez İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki yeni Avrupa düzeni tarafından benimsenmiştir. Ancak görüldüğü gibi bu benimsemede, tarihsel süreç içinde gittikçe artan oranda savaşların yıkıcı etkisinin kıta devletleri tarafından tecrübe edilmesinin ve buna paralel olarak konuya çözüm bulmak amacıyla teorik-düşünsel çabaların yoğunlaşmasının katkısı büyüktür. Aynı şekilde Hıristiyanlık örneğine gelecek olursak; Avrupa’nın, yüzyıllardır Hıristiyanlığın hâkim ve yaygın olarak yaşandığı topraklar olduğu bir gerçektir. Ama yazılı ve sözlü metinleri dikkate alındığında insan onurunun, barışın ve sevginin dini olması gereken Hıristiyanlık, önceki hiçbir yüzyılda Avrupa’da savaşları durduramamış ve hatta bizzat kendisi üzerinden birçok kanlı olaylar Avrupa sahnesinde cereyan etmiştir. Bu savaşlar ve olayların çoğunluğu, Öteki olarak addedilen Müslümanlarla karşı karşıya kalındığında değil, bizzat Hıristiyanların kendi aralarında ve dinitoplumsal anlamda Öteki kabul edilen diğer bazı unsurlara karşı (Yahudiler, Çingeneler, reformist din ve bilim adamları, büyücüler12) yaşanmıştır. İnsanlık tarihi içinde son yüzyılların merkezi gelişim alanında yer alan Avrupalıların barışı ve işbirliğini öğrenmeleri bir olgunlaşma süreci içinde ve bütün bu yaşananların sonucunda olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan ve demokrasiyi, adaleti ve hoşgörüyü ön plana 11 Anja V. Hartmann ve Beatrice Heuser (der.), War, Peace and World Orders in European History, London, Routledge, 2001. 12 Özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda yaygınlık kazanan büyücü avları çerçevesinde öldürülen on binlerce kişinin çoğunluğu da aslında, Kilise otoritesine aykırı dini akımlara kapılanlar, Yahudiler ve kadınlardan oluşmaktaydı (Josep Fontana, Çarpıtılmış Geçmişe Ayna-Avrupa’nın Yeniden Yorumlanması, İstanbul, Literatür Yayıncılık, 2003, s. 88). 150 HAKAN SAMUR çıkaran Avrupa birleşme hareketi ne kadar seküler bir düzlemde yürüse de; kendisine kimliksel temel olarak edindiği bütün değerlerde, önceki yüzyıllarda bir türlü beklenen etkiyi gösteremeyen dini-manevi rasyonalitenin katkısı yadsınamaz.13 Bu rasyonalite sebebiyledir ki, farkında olunmasa ya da kabul edilmese bile bir yandan geçmişte kendi üzerinden yapılan yıkımlardan ve savaşlardan alınan dersler ve diğer yandan da bizatihi kendisinin taşıdığı olumlu değerler, Hıristiyanlığa, bugünkü AB’nin harcında kaçınılmaz bir yer vermektedir. Ancak AB bir Hıristiyan kulübü değildir. Bu sözler, kültüralist bir indirgemeyle AB’nin temel değerlerini Hıristiyanlıkla eşitlediğimiz manasında algılanmamalıdır. Daha önce açıkladığımız gibi, AB sadece maddi güçlerin ve prosedürel süreçlerin etkisi altında oluşmamakta, bunun ötesinde maddi olmayan ve normatif güçlerin etkisiyle ortaya çıkan çok yönlü bir yapı olarak belirmektedir. Bu durumda, tarihi-kültürel faktörler her şeyi açıklayan unsurlar olmak yerine,14 söz konusu maddi olmayan-normatif güçlerden biri olarak AB’nin yapılandırılmasında yerlerini almaktadırlar. Burada vurgulamak istediğimiz nokta, dini rasyonalitenin, geçmişteki yanlışlıklardan alınan derslerle bugünün AB’sinin toplumsal ve kurumsal yapılanmasında olması gerektiği noktada konuşlandığıdır. Tarihsel süreç içinde Hıristiyanlığın böyle bir konumsal değişime uğramasının doğal bir sonucu da şudur ki geçmişte din adına Öteki olarak algılanan ve yukarıda örneklendirdiğimiz unsurlar günümüz AB’sinin demokratik-çoğulcu yapısı içinde kendi yaşam alanlarını oluşturmuşlar ve birçok yönden hukuki güvenceye de kavuşmuşlardır. Hıristiyanlık örneği yerine, özellikle Avro-milliyetçiler tarafından ve genellikle seçmeci bir mantıkla sıkça atıfta bulunulan Klasik Yunan, Roma Hukuk Düzeni, Rönesans, Aydınlanma, Fransız Devrimi ve Endüstrileşme kavramlarından15 her hangi biri alınsa yine benzer bir sonuca ulaşılabilir. Bu dönemlerden her biri, (Avromilliyetçiler ne kadar negatif yönlerini görmezden gelmeye çalışırlarsa çalışsınlar) hem geçmişte verdikleri zararlardan elde edilen tecrübelerle hem de bizzat kendilerinde bulunan olumlu yönlerle bugünün AB’sini şekillendiren etkenlerdendir. Ayrıca, Avrupa sadece yukarıda belirtilen unsurların yer aldığı lineer bir düzlemde oluşmamış, diğer kaynaklar bir yana en azından iki Avrasya medeniyetinin, Rus ve İslam medeniyetlerinin, önemli etkileri ve katkıları ile kendisi olabilmiştir.16 Bugünün Avrupa’sını temsil eden AB ne bunların devamıdır ne de toplamı. AB bütün bunların 13 A. Husseynov, “Ethical Basis of European Identity”, Nedret Kuran Burçoğlu (der.), Multiculturalism: Identity and Otherness, İstanbul, Boğaziçi University Press, ss. 57-61; Bkikhu Parekh, Rethinking Multiculturalism-Cultural Diversity and Political Theory, 2. Baskı, New York, Palgrave Macmillan, 2006, s. 147; Krzysztof Michalski, “Introduction”, Krzysztof Michalski (der.), What Holds Europe Together?, Budapest, Central European University Pres, 2006, s. 11. 14 Vivienne Orchard, “Culture as Opposed to What”, European Journal of Social Theory, Cilt 5, No 4, 2002, ss. 419-433. 15 Denis De Rougemont, The Idea of Europe, London, Collier-Macmillan, 1966; Lambros Couloubaritsis et al., The Origins of European Identity, Brussels, European Interuniversity Press, 1993; Richard Hill, We Europeans, Brussels, Europublications, 1995. 16 Robert Bideleux ve Ian Jeffries, A History of Eastern Europe, London, Routledge, 1998. AVRUPA’DA BİRLİĞİN YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇER 151 sonucunda ama hepsinden farklı ve yeni bir söylem olarak bugünkü Avrupa’yı şekillendirmektedir. Yine burada dikkat çekmek istediğimiz nokta, dini aksiyoloji dışında Avrupa tarihine etkisi olmuş bütün diğer dönemlerde ve özellikle Avrupa kavramının yaygınlık kazanmasından sonra, kıtadaki gelişmelerde Öteki olarak algılanan unsurlar her zaman var olagelmiştir (geri kalmış Doğu toplumları, köleler, milliyetçi yaklaşımlarla başka milletler-ırklar). Söz konusu Ötekilerle olan ilişkiler çoğunlukla Avrupa tarihinin sömürgecilik, milliyetçi şovenizm ve faşizm gibi kanlı ve olumsuz sayfalarının yazılmasına kadar götürecek sonuçlar doğurmuştur. Günümüz AB’sinin hukuki ve kurumsal yapılanmasında ise, bahsedilen unsurlar da artık Öteki olma özelliklerini yitirmişler, tam aksine onlar üzerinden ortaya çıkan sonuçlar Birliğin ve üye devletlerin karşı olduğu olgular halini alarak Öteki konumuna gelmişlerdir. Öyle ki, yakın geçmişinin sadece kendisini değil bütün Avrupa’yı mahvedici faşist ideolojisinden sıyrılabilmeyi başarabilen Almanya, söz konusu geçmişini Öteki kabul ederek hem kendi yeniden yapılanmasını ve hem de II. Dünya Savaşı sonrası yeni Avrupa düzenini bu yeni anlayış üzerine oturtmuştur.17 Birliğin hukuk düzenine ve uygulamalarına bakıldığında, geçmişin kötü izlerinin silinmesi hususunda gerçekten de çok önemli bir mesafenin kat edildiğini söylemek mümkündür. Tarihsel düşmanlığın bırakılıp, daha başlangıçta Fransa-Almanya ortaklığının kurulması belki de en bariz örnek. Bugün artık ders kitaplarında Avrupa halkları arasında nefreti ve düşmanlıkları körükleyen bir tarih anlatımı terk ediliyor AB ülkelerinde.18 İnsanlar, eskiden kendilerine yasak olan veya tarihi düşman olarak bildikleri komşu ülke topraklarına rahatlıkla gidebiliyor, hatta yerleşebiliyorlar. Örneğin, Finlandiya ve Rusya arasında asırlardır gerilim ve çatışmalara sebep olan Karelia Bölgesi’nde, AB’nin desteği ile bir Euro-bölge (ki Rusya Birliğe üye bile olmadığı halde) kurulmuş ve bunun sayesinde iki kesimde de artık pek az kimse eskinin çatışmacı söylemlerini ve sınır problemlerini gündeme getirir olmuştur.19 Aynı şekilde, Avrupa’da geçmişte Öteki konumuna itilmiş veya mağdur edilmiş birçok unsur, bugün artık Birlik mozaiğinin çoğunlukla kabullenilmiş parçaları durumundadırlar: Homoseksüeller,20 çingeneler21, kadınlar.22 Bu bağlamda 17 Martin Marcussen et al., “Constructing Europe? The Evolution of Nation Sate Identities”, Thomas Christiansen, Knud Erik Jorgensen ve Antje Wiener (der.), The Social Construction of Europe, London, Sage, 2001, ss. 101-121. 18 Cris Shore, “Imagining the New Europe: Identity and Heritage in European Community Discourse”, Paul Graves-Brown et al. (der.), Cultural Identity and Archaelogy: The Construction of European Communities, London, Routledge, 1996, ss. 96-116; Stefan Berger, “Representations of the Past: The Writing of National Histories in Europe”, Debatte, Cilt. 12, No. 1, 2004, ss. 73-96. 19 Sergei Prozorov, “Border Regions and the Politics of EU-Russian Relations”, Working Papers Series in EU Border Conflicts Studies, <http://www.polsis.bham.ac.uk/documents/research/euborderconf/wp03-border-regions-thepolitics-of-EU.pdf > (19 Aralık 2009). 20 Carl F. Stychin, “Sexual Citizenship in the European Union”, Citizenship Studies, Cilt 5, No 3, 2001, ss. 285-301. 152 HAKAN SAMUR değerlendirilmesi gereken en belirgin tarihsel Ötekilerden Yahudilerin geri dönüşü daha da kayda değer olmuştur. Yüzlerce yıldır Avrupa’da bulundukları marjinal konum ortadayken ve henüz II. Dünya Savaşı’nda maruz kaldıkları zorluklar bile unutulmamışken, Savaş sonrası kurulan yeni Avrupa düzeninde legalize olmak bir yana “Judeo-Hıristiyan geleneği” söylemiyle Yahudilerin, Avrupa’nın yapıtaşlarından biri oldukları yaygın bir şekilde dillendirilmeye başlamıştır.23 Hukuk düzenine ve uygulamalara yansıması olan bu denli önemli gelişmeler dikkate alındığında, AB’nin şu an için bulunduğu noktayı belirleme açısından sorulması gereken iki önemli soru şunlardır: Demokrasi ve çok kültürlülük gerçekten yeni Avrupa projesinin samimi ve ayrılmaz özellikleri olacak derecede içselleştirildi mi? Geçmişin kötü izleri ve düşmanlıkları tamamen silindi mi? Şüphesiz AB’de ortak bir kimlik ve ortak bir Avrupalılık bilinci oluşturma açısından çok önemli dönüm noktalarından sayılan ünlü Adonnino Raporu’nda da24 belirtildiği üzere, savaşı görmeyen nesillerin yaratacağı geleceğin Avrupası olsa bile söz konusu olan; yine de yüzyılların birikimi ile oluşan toplumsal hafızanın kısa sürede ortadan kaldırılabilmesi ve bütün eski sorunların şu an için yok kabul edilebilmesi mümkün görünmemektedir. İki belirgin örnek verecek olursak: Etnik tonları da dâhil olmak üzere milliyetçilik, hala Birliğin birçok yerinde kritik rol oynayabilmektedir. Aynı şekilde, ekonomik ve sosyal sorunların baskısıyla yabancı düşmanlığı özellikle batı Avrupa ülkelerinde kendini gösterebilmektedir. Bütün bu sorunların varlığına rağmen, AB’nin devam eden bir proje olduğunu ve örnek olarak verdiğimiz bu iki sorun da bile demokrasi ve çok kültürlülük anlayışı açısından geçmişe nazaran çok daha iyi bir durumda bulunduğunu belirtmek yanlış olmaz. Söz konusu iki sorun üzerinden konuyu biraz daha açacak olursak; Aralarında, geçmişte savaşlara kadar götüren sınır bölgeleri bulunan ülkelerin varlığına rağmen ya da etnik yapısının, mevcut ülkeden ziyade komşu bir ülke ile daha fazla benzeştiği bölgelerin varlığına rağmen, AB alanında ayrılıkçı çatışmalar asgari düzeyde ortaya çıkmış, çıkanlar da yine ortak demokratik ve hukuki değerler çerçevesinde çözümlenmeye çalışılmıştır. Bunun en yakın örneği olarak Soğuk Savaşın sona ermesinden ve eski rejimlerin yıkılmasından sonra Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki durumu verebiliriz. Komünist rejimlerin on yıllarca süren etnik kimlikleri ve milli bağlılıkları yok ederek yerine kendi ideolojisi etrafında homojen sosyalist bir 21 Martin Kovats, “The Emergence of European Roma Policy”, Guy, Will (der.), Between Past and Future: The Roma of Central and Eastern Europe, Hatfield, University of Hertfordshire, 2001, ss. 93-116. 22 Catherine Hoskyns, “The European Union and the Women Within: An Overview of Women’s Rights Policy”, R. Amy Elman (der.), Sexual Politics and the European Union, Oxford, Berghahn Books, 1996, s. 13-23. 23 Talal Asad, “Muslims and European Identity”, Elizabeth Hallam ve Brian V. Street (der.), Cultural Encounters- Representing ‘Otherness’, London, Routledge, 2001, s. 16. 24 Comission of European Communities, “A People’s Europe: Reports from the Ad Hoc Committee,” Bulletin of the European Communities 7/85, 1985. AVRUPA’DA BİRLİĞİN YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇER 153 kimliği yerleştirme politikalarına25 ve aradan geçen birkaç jenerasyona rağmen, etnikkültürel aidiyetlerin ve bunlara dayalı tarihi mücadelelerin, eski ulusal sınırlara ilişkin özlemlerin ve problemlerin sanki hiçbir şey olmamış gibi toplumların hafızalarında ve ülkelerin siyasi kültürlerinde yer ettiği gözlenmiştir. Özellikle 1990’ların bu ülkeler açısından olumsuz sosyo-ekonomik koşulları da dikkate alındığında, her türlü iç ve dış manipülasyona açık sayılan ve azınlık sorunları ve etnik çatışmalar hususunda birçoklarını26 yeni bir kaotik dönem açısından endişeye sürükleyen bu durum, söz konusu korkulan sonuca götürmemiştir. Çünkü, AB entegrasyon süreci çerçevesinde geleneksel-tarihi değerlerini, AB’nin siyasi ve ekonomik değerleri ile birleştiren bu ülkeler yeni bir ulusal kimlik inşasına yönelmişler ve geçmişin sorunlarını da bu çerçevede çözme yoluna gitmişlerdir.27 Sonuç olarak, önceki yüzyıllarda neredeyse her on yılda bir savaşın yaşandığı Birlik topraklarında, 60 yılı aşkın bir süredir savaş görülmemiş; bu süre zarfında kıtada görülen tek savaş ise Birlik sınırları dışında kalan eski Yugoslavya topraklarında ortaya çıkmıştır. Sosyo-ekonomik sorunlara yol açan ve yabancı düşmanlığını körükleyen yasadışı göçü önleyebilmek için de, sorunu göçe kaynaklık eden ülkelerde çözmek amacıyla son on yılda Avrupa Komşuluk Politikası ve Göçe Yönelik Küresel Yaklaşım gibi inisiyatifler geliştirilmiştir. Bu inisiyatiflerin özünde, söz konusu kaynak veya transit ülkelerde demokrasiye, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı iyi yönetilen ve bu sayede kendi kalkınmasını gerçekleştirebilecek ülkeler kuşağı oluşturmak yatmaktadır. Aynı şekilde, İspanya’daki28 ya da Doğu Avrupa’daki29 Çingenelerin yaşadıkları sıkıntılar ya da kadınlara yönelik şiddet30 AB toplumunda varlığını sürdürmektedir. Ancak bunlara veya sayılan diğer bütün tarihi Ötekilere ait sorunlar da Birliğin demokrasi ve hukuk çerçevesinde mücadele ettiği ve önlemeye çalıştığı hususlardır. Özetlersek, bugünün AB’si, birçok bakımdan kıta tarihinde Öteki olarak kabul edilmiş gruplara veya anlayışlara kendi demokratik ve çoğulcu yapısı içinde yer 25 Judy Batt, “Introduction”, Stephen White, Judy Batt and Paul G. Lewis (der.), Developments in Central and East European Politics, London: Macmillan, 1998, ss. 1-14. 26 Mathew Horsman ve Andrew Marshall, After the Nation-state: Citizens, Tribalism and the New World Disorder, London: HarperCollins, 1995. 27 Adrian Hyde-Price, The International Politics of East Central Europe, Manchester: Manchester University Press, 1996; Attila Agh, The Politics of Central Europe, London: Sage, 1998. 28 Paloma Gay Blasco, “This is not a Place for Civilised People: Isolation, Enforced Education and Resistance Among Spanish Gypsies”, Carolyn Strange ve Alison Bashford (der.), Isolation: Places and Practices of Exclusion, London, Routledge, 2003, ss. 208-221. 29 Will Guy (der.), Between Past and Future: The Roma of Central and Eastern Europe, Hatfield, University of Hertfordshire, 2001; Angus Bancroft, Roma and Gypsy-Travellers in Europe: Modernity, Race, Space and Exclusion, Avebury, Ashgate Press. 30 Helmut Kury, Joachim Obergfell-Fuchs ve Gunda Woessner, “The Extent of Family Violence in Europe”, Violence Against Women, Cilt 10, No 7, 2004, ss. 749-769. 154 HAKAN SAMUR vermiştir. Aslında AB’nin yaptığı, ünlü sosyolog Alan Tourain’in31 ifade ettiği gibi, Öteki sayılanlarla iletişim kanallarının açılmasını sağlamak ve aynen AB toplumunda olduğu gibi, Öteki sayılanlarda da bir değişim ve kendi kendini yeniden oluşturma çabasının var olduğunu kabul etmektir. Hatta Öteki sayılan kimi unsurlarda bir değişim meydana gelmese bile, kendi değerlerinde ve özelliklerinde meydana gelen değişim Ötekilere bakışını da değiştirmiştir.32 Geçmişin Ötekileri ile olan ilişkiler dikkate alındığında, hak ve hürriyetler bağlamında ulaşılan bugünkü düzey, eski düşmanlıkların ve yıkıcı ayrışmaların önemli ölçüde giderildiğini gösterir niteliktedir. Bu ilkesel tutum ve uygulamalar, demokrasi ve çok kültürlülüğün Birlik’te yerleştiğini göstermesi açısından da umut verici sayılabilir. İşte tam bu noktada, yukarıda sorduğumuz iki soruyu hatırlamak faydalı olacaktır: Geçmişin düşmanlıkları tamamen silindi mi? Demokrasi ve çok kültürlülük gerçekten yeni Avrupa projesinin kimliksel özellikleri olacak derecede içselleştirildi mi? Bizim esas olarak vurgulamak istediğimiz ve AB demokrasisini ve hoş görüsünü test etme açısından asıl turnusol kâğıdı olacağına inandığımız konu Türkiye’nin üyeliğidir. Başka bir ifadeyle, Türklere ve Türkiye’nin üyeliğine yaklaşımları, AB toplumunun hem kendi geçmişiyle hesaplaşması bakımından geldiği noktayı belirlemek hem de demokrasi ve çok kültürlülük düzeyinin ulaştığı noktayı değerlendirebilmek açısından en önemli göstergedir. En önemli gösterge olarak vasıflandırmamız ise, bir sonraki bölümde açıklayacağımız gibi, Türklerin tarihsel olarak, Avrupalılar açısından en öne çıkan Öteki olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu aşamada tekrara düşmek pahasına durduğumuz noktayı daha net bir şekilde ortaya koyacak olursak; sanki AB kendi içinde hukuksal olanla siyasal ya da kimliksel olan arasındaki bütün uyumsuzlukları çözümlemişte, iş sadece Türkiye’nin ve Türklerin aileye kabul edilmesine kalmış gibi bir durum yok ortada. Daha önce verdiğimiz örneklerde de olduğu gibi, geçmişin diğer toplumsal Ötekilerine ilişkin birtakım sorunlar hala devam etmektedir ya da tarihi, sosyal ya da ekonomik sebeplere dayalı etno-kültürel milliyetçiliğin ortaya çıkardığı gerilimler tamamen yok edilmemiştir. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri örneğini tekrar hatırlayacak olursak; tarihi bir arka planla beslenen etnik ve kültürel aidiyetler ve bunlara dayalı toplumsal ayrışmalar-sorunlar hala bu ülkelerin realitesidir ancak farklı olan şudur ki, AB’de bu etnik aidiyetlerin, geçmişte olduğu gibi kanlı savaşlara yol açmasını önleyecek bir ortak irade tesis edilmiştir. Bu ortak irade, tarihsel çelişki ve çatışmaları ortak değerler çerçevesinde çözmeye ve toplumların geçmişte olduğu gibi birbirlerini Ötekileştirmesini önlemeye çalışmaktadır. Söz konusu ortak irade bireysel, grupsal veya toplumsal hak ve özgürlüklere ilişkin ilerlemeyi olabilecek en ileri noktaya kadar sürdürse ve örneklediğimiz sorunları da ortadan kaldırsa bile, hiçbir zaman ideal olarak belirlenen o tam demokratik ve barışçıl Birliğe ulaşılamayacaktır. Çünkü böyle bir Birlik 31 Alain Touraine, Eşitliklerimiz ve Farklılıklarımızla Birlikte Yaşayabilecek miyiz?, Çev. Olcay Kunal, 2. Baskı, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2002, s. 241. 32 Elizabeth Hallam ve Brian V. Street, “Introduction”, Elizabeth Hallam ve Brian V. Street (der.), Cultural Encounters- Representing ‘Otherness’, London, Routledge, 2000, ss. 1-10. AVRUPA’DA BİRLİĞİN YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇER 155 fotoğrafının çekilebilmesi için, kadrajda kaçınılmaz olarak bulunması gereken bir figür hala bulunmayacaktır: Türkiye. Avrupa Birliği’nin Kimliksel Sınırı ve En Önemli Öteki İlk iki bölümde yapılan açıklamalar dikkate alındığında, AB gerek şu ana kadar gerçekleştirdiği politikalar ve gerekse hâlihazırda devam eden sorunlara yaklaşımları açısından demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve çok kültürlülüğü temel değerler olarak benimsemiş görünmektedir. Sorunların varlığına rağmen, söz konusu değerleri benimseme açısından en azından bir irade ortaya çıkmış ve Birliğin yüzü geçmişe değil geleceğe dönmüştür. Yine önceki açıklamalardan hareketle ve geçmişle kıyaslandığında, AB bağlamında bugünün Avrupasının en önemli kimliksel tanımlamalarından birini şu şekilde yapmak mümkün olabilir: Ötekisine bile kendi içinde yer verebilen bir Avrupa. Yani AB’yi ayırt edici yapan; inanca, ırka ve etnisiteye, cinsiyete ve kişisel tercihlere dayalı olarak geçmişte Öteki muamelesi görenlere de kendi bünyesinde yer verme gayretidir. Bir bakıma AB’de ortak kimlik inşası, geçmişten kazanılan tecrübelerle “mükemmel insan ve toplum” arayışı içinde olmakla yakından ilgilidir.33 AB’nin başta belirtilen hedeflerine ulaşabilmesi ve kendine özgü demokratik ve çok kültürlü yapılanmasının daha fazla geliştirilebilmesi, söz konusu anlayış üzerinde ısrar edilmesine bağlıdır. Tam bu noktada, baştan beri kasıtlı olarak vurgulamaktan kaçındığımız ve “Avrupa’nın tarihi Ötekisi” dendiğinde en ön planda sayılması gereken bir unsurun durumunu analiz etmek, AB’nin bulunduğu yeri tespit etmek açısından faydalı olacaktır. İslam ve Müslümanlar kıta tarihinde sekizinci yüzyıldan itibaren önceleri İber Yarımadasındaki Endülüs Devleti vasıtasıyla ve daha sonra da on dördüncü yüzyıldan itibaren Osmanlılar sayesinde Avrupa devletlerinin ve toplumlarının en önemli Ötekisi olmuşlardır. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu ile olan ilişkiler yüzyıllar boyunca kıtada, ortak düşmana karşı ittifakların ve birleşme hareketlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuş, bu durum bir yandan İmparatorluğun asli unsuru olan ve İslam’la özdeşleşen Türkleri en önemli ve uzun süreli Öteki konumuna getirirken diğer yandan da Avrupa ve Avrupalılık bilincinin yerleşmesine katkı sağlamıştır. Sadece dini mücadele ve düşmanlık nedeniyle değil, on dokuzuncu yüzyıldan itibaren oryantalist mantığın da etkisiyle “geri kalmış Doğulu bir toplum” olarak kabul edilen Türkler sosyo-ekonomik ve kültürel açılardan da Avrupa’nın Ötekisi olma rolünü sürdürmüştür.34 Tanzimat’tan beridir batılılaşma ve modernleşme çabalarına rağmen ve hatta 1923’te Cumhuriyetin ilanından sonra bile Avrupalıların gözünde Türklere ait imajda pek bir değişme olmamıştır.35 Dolayısıyla, AB’nin, geçmişle yüzleşerek bugünün ve geleceğin Avrupasını inşa ettiği söylenecekse ve bu yapının kimliksel özellikleri arasında 33 Husseynov, op. cit., s. 58. Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi, 2. Basım, İstanbul, Küre Yayınları, 2006. 35 Iver B. Neumann, Uses of the Other- “The East” in European Identity Formation, Minneapolis, The University of Minnesota Press, 1999; Mirela-Luminita Murgescu, “The Turk in Romanian History Schoolbooks (19th-20th Centuries)”, The Image of the Turk in Europe From the Declaration of the Republic in 1923 to the 1990s. Nedret Kuran Burcoglu (der.), İstanbul, Isis Press, 2000, s. 275-289. 34 156 HAKAN SAMUR demokrasi ve çok kültürlülüğün ne dereceye kadar yer ettiği tespit edilecekse, bunun için en etkili araç herhalde asırlar boyunca en önemli Öteki rolünü oynamış bir unsurla ilişkilerin izlenmesi olacaktır. Tarihi anlamda Öteki olmuş diğer unsurların, bugünün AB’sindeki konumları, AB demokrasisi ve çok kültürlülüğünü test etme açısından bir şey ifade edecekse; özellikle dini-kültürel bakımdan asırlar boyunca gerek Avrupa devletlerinin politikalarında gerekse toplumlarının hafızalarında ana düşman olarak şekillenen Türklere ve Osmanlı İmparatorluğunun yerine kurulan Türkiye’ye biçilecek rol ve verilecek statü; dini, kültürel, sosyal ve ekonomik ayrımcılığı reddeden AB demokrasisinin ve çoğulcu yapısının ulaştığı düzeyi gösterme açısından çok daha fazla şeyler ifade edecektir. Avrupa Birliği’nde Türkiye’nin Üyeliğine Bakış Türkiye’nin AB’ye üyelik serüvenini sanki gökkuşağının altından geçmeye çalışmak gibi “yakınlaştıkça uzaklaşılan” bir durum olarak nitelemek yanlış olmasa gerek. Hukuki-prosedürel anlamda 1959’dan beri kat edilen aşamaları dikkate aldığımızda Ortaklık Antlaşması’nın tesisi, tam üyelik başvurusunun yapılması, gümrük birliğine geçilmesi, aday ülke statüsünün kazanılması ve en nihayetinde 2005’te tam üyelik müzakere sürecinin başlaması hedefe doğru yol alındığının göstergesi niteliğindedir. Her ne kadar başka hiçbir ülkenin üyeliğinde olmadığı kadar süreç uzamış olsa da ve özellikle tam üyelik başvurusundan itibaren sürecin her aşamasında Türkiye’ye, başka ülkelerinkinden farklı bir diplomatik dil kullanılsa da bütün bu gelişmeler en azından bir gerçeği defalarca teyit etmiştir: Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olduğunu. Hukuki anlamda AB tarafından ilan edilen bu gerçeğin kaçınılmaz bir sonucu da özü itibariyle baştan beri ifade ettiğimiz ortak kimlik değerlerinden başka bir şey olmayan üyelik kriterlerini yerine getirmesi durumunda, Türkiye’nin Birliğe katılmasının mümkün olacağıdır. Ancak AB-Türkiye ilişkilerinde atılan bütün bu önemli adımlara rağmen hala tam üyelik noktasında tam bir belirsizlik hâkimdir. Bu durum, müzakere sürecinin usul ve esaslarını belirleyen Müzakere Çerçeve Belgesi’nde de kendini göstermiş ve Belge’de sürecin, sonuçları önceden garanti edilemeyen ucu açık bir şekilde işleyeceği hükmü öngörülmüştür.36 Her ne kadar daha önce müzakere masasına oturan hiçbir ülkenin tam üye olmadan kalkmadığını öne sürenler olsa bile,37 böyle bir hükmün de sadece Türkiye için formüle edildiği bir gerçektir. Başlangıç noktası olarak siyasi ve sosyo-ekonomik yapıları Türkiye’nin çok gerisindeyken Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin AB’ye katılmaları söz konusu olduğunda, 1993 gibi çok erken bir tarihte bile Kopenhag zirvesinde alınan kararla bu ülkelerin, gerekli ekonomik ve siyasi kriterleri karşılamaları durumunda üye olacakları taahhüt edilmiştir.38 Dahası, on ülkeye birden üyelik 36 Comission of European Communities, “Negotiating Framework”, (3 Ekim 2005), <http://ec.europa.eu/enlargement/pdf/turkey/st20002_05_TR_framedoc_en.pdf> (19 Kasım 2009), s. 1. 37 Euractiv, “AB-Türkiye Müzakere Süreci”, <http://www.euractiv.com.tr/ab-ve-turkiye/linkdossier/ab-turkiye-muzakere-sureci>, 16 Aralık 2009. 38 Comission of European Communities, “Copenhagen European Council”, Bulletin of the European Communities 6/94, 1993, s. 7-26. AVRUPA’DA BİRLİĞİN YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇER 157 taahhüdü verilmesinden sadece dört yıl önce, Türkiye’nin tam üyelik başvurusuna cevaben hazırladığı raporda Komisyon, Birliğin Tek Pazar hedeflerine ulaşmak amacıyla hâlihazırda üstlendiği ağır yükten dolayı, yeni bir ülkenin tam üyelik meselesini gündemine alamayacağını belirtebilmiştir.39 İşte örnekleri verilen bu “farklı muameleye tabi tutulma” durumları da dikkate alındığında hukuki anlamda iki taraf arasındaki ilişkilerde kat edilen mesafeye rağmen özellikle tam üyelik konusunda AB’nin Türkiye’ye karşı hiçbir zaman samimi olmadığı, oyaladığı hatta açıkça muhalefet edenler bir yana Türkiye’nin tam üyeliğini destekler gibi duruş sergileyen birçok AB’li siyaset adamının da aslında ikiyüzlü davrandığı hususunda40 yaygın bir kamuoyu oluşmuştur. AB Anayasasının Fransa’da 2004 referandumunda reddedilişini, ülkesinin, Türkiye’nin AB adaylığını desteklemesine bağlayan; 2005 yılındaki başkanlık seçim kampanyasını başlattığı konuşmasında bile “Türkiye’nin AB’de yeri yoktur.” şeklinde net bir ifade kullanan Nicolas Sarkozy’nin, her ne kadar görünür açıklamalarında bu düşüncesi coğrafi sebeplere dayansa da, kapalı kapılar ardında dini-kültürel sebepleri öne sürdüğü iddia edilmektedir.41 Aslında Sarkozy bu yaklaşımı ile, önceki dönemler bir yana AB’nin derinleşme ve genişleme çabalarını hızlandırdığı son yirmi yıl içinde Jacques Delors’dan başlayıp, Valery Giscard d'Estaing, Joseph Ratzinger, Angela Merkel’le çeşitlenen zincirin öne çıkan bir halkasıdır. AB’de ve üye ülkelerde Türkiye’yi hala 1453 tarihiyle hatırlayan42 ya da 1683 ruhu ile gören-görmek isteyen43 siyasetçi ve devlet adamlarının sayısı hiçte azımsanacak miktarda değildir. Hatta yakın zamana kadar, Türkiye’yi Avrupa ailesinde görmek istemeyen elitlerin çoğunluğu bu düşüncelerini üstü kapalı bir şekilde ifade ederlerken,44 özellikle tam üyelik müzakerelerinin başlamasından sonra daha yüksek sesle konuşur olmuşlardır. Aslında daha geniş bir çerçeveden baktığımızda, özellikle komünist tehdidin ortadan kalkmasından sonra kendi kamuoylarını yönlendirebilmek ve ortak bir düşman algılamasında buluşturabilmek amacıyla “yeşil tehlikeyi” hedefe koyan Batı dünyası ve bu arada Avrupa ülkeleri son yirmi yılda gittikçe yaygınlaşan bir şekilde Müslümanları ve bu arada Türkleri siyasi anlayışları ve sosyo-kültürel özellikleri açısından geri, tehlikeli ve uyumsuz olarak gösteren bir gayret içine girmiş gibidirler. 1990’lar için çeşitli ülkelerden ilginç örneklerle süsleyerek bu Ötekileştirme çabalarını ortaya 39 Comission of European Communities, <Commission Opinion on Turkey's request for accession to the Community, 1989, http://www.ena.lu/commission-opinion-turkey-requestaccession-community-20-december-1989-020005676.html> 40 Edward Weisband, Aslı Ceyhan Öner ve David P. Dansereau, “Organized Hypocrisy As Negotiation Strategy: Turkish Accession into The European Uniıon”, International Studies Association Convention 46. Annual Meeting, Hawaii, 05 Mart 2005. 41 Deniz Altınbaş, “Türkiye-AB İlişkilerinde Sarkozy Fransası Faktörü”, Mayıs 2008, <http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=3588> (18 Aralık 2009). 42 Frederick Quinn, The Sum of All Heresies: The Image of Islam in the Western Thought, Oxford, Oxford University Press, 2008. 43 Ian Traynor, “In 1683 Turkey was the Invader. In 2004 Much of Europe Still Sees It That Way” Guardian, 22 September 2004, s. 7. 44 Asad, op. cit., s. 13. 158 HAKAN SAMUR koymaya çalışan Ingmar Karlsson durumu şöyle bir cümle ile özetlemektedir:45 “Teknolojik gelişmeler, modern iletişim araçları Avrupa ile İslam dünyasını adamakıllı yaklaştırmasına rağmen, İslam dünyası ve Avrupa tarihin hiçbir döneminde, birbirlerine bu denli karşı olmamışlardı.” 11 Eylül ve onun akabinde Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde görülen ve faillerinin Müslüman kimliğine sahip oldukları iddia edilen terörist saldırılar da AB toplumunda İslamofobianın artmasına, özellikle siyasal İslam’ın yükselişinden duyulan endişelerin çoğalmasına ve dolayısıyla Türkiye’nin üyeliğine yönelik muhalefetin zemin kazanmasına gerekçe hazırlamıştır. Türkiye’nin üyeliğine tarihi ya da kültürel gerekçelerle karşı çıkılmasının en somut göstergelerinden biri de 2009 Avrupa Parlamentosu seçim sonuçları olmuştur. Merkez sağ ve aşırı sağ partilerin AB genelinde önemli başarı elde ettiği bu seçimleri gözlemlemek ve özellikle Almanya, Fransa, Avusturya gibi ülkelerde başarı kazanan grupların propagandalarını takip etmek bile sanki AB’nin kendi kimliksel inşa serüveninde başlangıçtan beri bir arpa boyu yol gittiği hissiyatını verdirmektedir. Birliğin onca sorunu dururken, Türkiye’nin üyeliğine karşıtlığı hem de oldukça şövenkültüralist yaklaşımlarla ve düşmanca söylemlerle seçim propagandalarına alet etmek46 ve bundan da başarılı sonuçlar devşirmek AB’nin demokrasi ve çok kültürlülük adına yürüdüğünü ileri sürdüğü yolun çok uzağına düşmektedir. Vatikan’ın Hıristiyanlık temelinde tanımladığı Avrupa medeniyetini benimsedikleri söylenemese de, AB’deki seküler ve liberal çevrelerin bile, kültürel farklılıkların Türkiye’nin üyeliği önünde bir engel teşkil ettiği yönünde konuşmaktan kaçınmadıkları ileri sürülmektedir.47 Burada denebilir ki, Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkma özellikle seçim süreçlerinde ulusal veya yerel düzeyde siyasal, sosyal veya ekonomik saikler ve beklentilerle şekillenen bir tercihtir. Elbette ki bu yaklaşımda doğruluk payı vardır ancak unutmamak gerekir ki, Türkiye karşıtlığı sadece yerel-ulusal düzlemde kalmamakta, nihayetinde AB’nin tutumunu da etkilemekte yani Türkiye’nin üyeliği sürüncemede kalmaya devam etmektedir. Bundan daha önemlisi ve bizim asıl vurgulamak istediğimiz Türkiye’ye ve Türklere karşı çıkılırken başvurulan argümanlardır. Avrupa önceki yüzyıllar bir yana, yirminci yüzyılın ilk yarısındaki Avrupa bile değil. Öyle olmadığı için de yepyeni bir anlayışla kurulan ve yol alan bir Birlik var ortada. Geçmişte düşman bildiği, ayrımcılığa tabi tuttuğu birçok unsuru içinde barındıran bir Birlik. Öte yandan, 21. yüzyıl Türkiye’si de laik-demokratik siyasi yapısı ve pazar ekonomisinin hakim olduğu ekonomik yapısıyla elbette ki, 1900’lerin başındaki yapılanmadan çok farklı ve batılı modern 45 Ingmar Karlsson, İslam ve Avrupa: İnanç Ayrılığı ve Yaşam Birliği, 2. Basım, İstanbul, Cem Yayınevi, 2000, s. 34. 46 Menekşe Tokyay, “Avrupa Parlamentosu Seçimleri Öncesinde Sandıktaki Sürpriz Ülke Türkiye”, (03 Haziran 2009), http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=123620&KTG_KOD=239> (10 Ekim 2009), s. 4. 47 Jose Casanova, “Religion, European Secular Identities and European Integration”, Timothy A. Byrnes ve Peter J. Katzenstein (der.), Religion in An Expanding Europe, Cambridge, Cambridge University Press, 2006, s. 74. AVRUPA’DA BİRLİĞİN YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇER 159 dünyanın benimsediği bir paradigma üzerine oturmaktadır. Türkiye’nin geçirdiği değişim ve geçmişle mukayesesi üzerine ya da mevcut sistemin eksiklikleri üzerine çok şeyler yazılabilir. Ancak bugünün Türkiye’si batılı, modern siyasi ve ekonomik bir yol üzerinde yürüyen; AB kriterlerine ve standartlarına göre de sistemini geliştirmeye çalışan bir ülke konumunda. Gerek AB’nin gerekse Türkiye’nin büyük değişimine rağmen, Türkiye’nin üyeliğini değerlendirirken kullandıkları argümanlar dikkate alındığında, AB’de geniş bir kesimin hala Türkiye’ye bakış açılarının değişmediğini, hala Türkiye’yi ve Türkleri geçmişin Ötekisi olarak algıladıklarını iddia etmek yanlış olmayacaktır. Konu Avrupa’nın geçmişte Ötekisi olmuş diğer unsurlara geldiğinde, daha kapsayıcı ve hoşgörülü bir tutum içine girilirken, Türkiye ve Türkler hala ve yoğun bir şekilde negatif gözle bakılan, kültürel-dini farklılıkların ve tarihi olayların devamlı gündeme getirildiği birer unsur durumunda kalmaktadır. Dolayısıyla, siyaseten de söylense yerel/ulusal düzlemdeki başka dinamiklerin baskısı ile de söylense bu şekilde bir Ötekileştirici zihniyet, AB’nin hâlihazırda taşıdığını iddia ettiği ortak değerler bütünüyle uyumlu gözükmemektedir. Türkiye’nin üyeliğine karşı oluş ve bu karşı oluşun nedenleri arasında tarihselkültürel arka planın etkin varlığı, sadece siyasetçi ve devlet adamları arasında değil; AB üyesi ülkelerin vatandaşları arasında da hüküm sürmektedir. 2005 baharında yapılan bir Eurobarometer araştırması sonuçlarına göre, AB vatandaşlarının gelecekte AB üyesi olarak görmek istedikleri ülkeler sıralamasında en son sırayı Türkiye almakta ve sadece yüzde 35’lik bir kısım Türkiye’nin üyeliğini desteklemektedir (sondan ikinci sırayı da yine dini-kültürel açılardan farklı bir durumda olan Arnavutluk’un alması da resmi tamamlar niteliktedir). Ankete katılanların yüzde 52’si bu üyeliğe karşı iken, yüzde 13’ü de kararsız kalmıştır. Aslında, genel anlamda Birliğin genişlemesine her zaman daha sıcak bakan ve 2004’ten beri Birliğe dâhil olan 10 Orta ve Doğu Avrupa ülkesinin oranları hesaba katılmasa ve 15 eski üye dikkate alınsa, destek oranı daha da aşağıya inecek çünkü Türkiye’nin üyeliği hususunda eski ve yeni üyeler grubu arasındaki fark 16 puandır. İşin ilginç yanı, katılımcıların yüzde 55’i kısmen de olsa Türkiye’nin coğrafi açıdan Avrupa’ya ait olduğunu kabul etmelerine rağmen, yaklaşık aynı oranda bir katılımcı (yüzde 54) iki taraf arasındaki kültürel farklılıkların, Türkiye’nin üyeliğini engelleyecek kadar fazla olduğunu belirtmişlerdir.48 Her ne kadar AB vatandaşları daha önce belirtildiği gibi, AB’nin öncelikli ortak değerleri arasında dini görmediklerini söyleseler bile; söz konusu olan Türkiye’nin üyeliği ise, AB’nin bir HıristiyanMüslüman kulübü haline dönüşmesinden endişe duymaktadırlar.49 Yani normal şartlarda kendilerini ya da AB’yi demokratik-liberal ve laik değerlerle tanımlayan insanlar, konu Türkiye’nin üyeliğine geldiğinde bir anda dini-kültürel unsurları ön plana çıkararak tutum belirleyebilmektedirler. Tam üyelik müzakere sürecinin başladığı, dolayısıyla Türkiye’nin üyeliğinin daha somut ve yoğun bir şekilde gündemde yer aldığı Ekim 2005 tarihinden itibaren ise, 48 European Commission, Eurobarometer 63, (Eylül 2005), http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb63/eb63_en.pdf, (14 Eylül 2009). 49 Natalya Balytska, “Public Opinion in Turkey And EU Member States on the Turkish EU Membership”, Cross-Regional Discipline Meeting of AFP Fellows, 22-28 Şubat 2006, s. 16. 160 HAKAN SAMUR Türkiye karşıtlığı belirgin bir şekilde artmaya başlamıştır. Yukarıda sonuçlarını verdiğimiz anketten sadece birkaç ay sonra ve müzakere sürecinin başlamasının hemen ardından yapılan araştırmada, Türkiye’nin üyeliğini destekleyenlerin oranı dört puan birden azalarak yüzde 31 olmuş; karşı olanların oranı da yüzde 55’e çıkmıştır.50 Daha sonraki yıllarda da destek oranları aynı düşük seviyede devam etmiştir.51 AB’de geniş halk kesimlerinin Türkiye’yi ve Türkleri değerlendirirken hala dinikültürel faktörleri ön planda tuttuğunu göstermesi açısından bir diğer önemli veri hâlihazırda AB ülkelerinde yaşayan Türklerin başta istihdam olmak üzere sosyal yaşamın birçok alanında maruz kaldıkları ayrımcılığa ilişkindir. AB Temel Haklar Ajansı tarafından hazırlanan ve kısmen istatistiksel kısmen mülakatlardan alınan anlatılara dayalı kapsamlı bir raporda bu konuda verilen çarpıcı bilgilerden birkaçını şöyle sıralayabiliriz:52 Belçika’da bütün gruplar arasında en yüksek işsizlik oranı erkekler için yüzde 45, kadınlar için yüzde 56 ile Türklere ve Faslılara ait. Bulgaristan’da Bulgarların işsizlik oranı yüzde 9,2 düzeyinde iken, Türklerin oranı yüzde 35’e yaklaşmaktadır. Hollanda’da iş arayan Türklerin ve Faslıların yüzde 60’ı iş görüşmelerinde milliyetlerinden dolayı ayrımcılığa maruz kaldıklarını düşünürlerken, bir işte çalışanların dörtte biri ise işyerinde tacize ve farklı muameleye muhatap olduklarını belirtmişlerdir. En büyük Türk nüfusun yaşadığı Almanya’da, işveren veya personel müdürü konumundaki kişilerle yapılan mülakatlar göstermiştir ki, işe alım kararlarında sadece başvuranların eğitim, yetenek ve iş tecrübelerine bakılmamakta Türkler hususunda kültürel unsurlar ve önyargılar da etkili olmaktadır. Sadece Almanya’da değil, yukarıda sayılanlar da dâhil birçok ülkede de kültürel unsurlar ayrımcılığın en önemli etkeni konumundadır. Bütün bu verileri ve Türkiye’ye yaklaşım konusundaki genel tabloyu, AB’nin demokrasi ve çok kültürlülük üzerine kurulu ortak kimlik inşa süreci ile irtibatlandırdığımızda durumu şöyle özetleyebiliriz: Ötekinin belirlenmesi, kendisinin ne olduğu ile yakından ilgilidir53 ve AB kimliğinde Avrupa’nın kendisini demokratik ve çoğulcu bir benlikle yeniden tanımlaması-inşa etmesi buna uygun bir Öteki tanımlamasını ve seçimini de gerektirecektir. Soğuk Savaş döneminde, Komünizm ve Doğu Bloku AB’nin tereddütsüz Ötekisi olmuştur çünkü iki taraf arasında, geliştirilmek istenen ekonomik ve siyasi sistemler bakımından tam bir tezat hâkimdi. Oysa Türkiye uzun zamandan beri yüzünü Batı’ya ve AB’ye dönmüş, devlet ve toplum sistemini batılı değerler çerçevesinde şekillendirme gayretindedir. Sistemin kendi içindeki aksaklıklar eleştirilse de, hiçbir surette AB için Öteki konumuna yerleştirilemez. Bölüme giriş yaparken Türkiye’nin AB üyeliğini tanımlamak için kullandığımız “yakınlaşırken 50 European Commission, Eurobarometer 64, (Aralık 2005), http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb64/eb64_en.pdf, (14 Eylül 2009). 51 European Commission, Eurobarometer 69, (Kasım 2008), http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb69/eb69_part3_en.pdf, (14 Eylül 2009), s. 28. 52 EU Agency for Fundamental Rights, Report on Racism and Xenophobia in the Member States of the EU, 2007, <http://fra.europa.eu/fraWebsite/attachments/ar07p2_en.pdf>, (26 Mayıs 2010). 53 Michael J. Shapiro, The Politics of Representation: Writing Practices in Biography, Photography and Policy Analysis, Wisconsin, The University of Wisconsin Press, 1988, s. 101. AVRUPA’DA BİRLİĞİN YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇER 161 uzaklaşılan bir durum” tabirine tekrar dönecek olursak; Türkiye, özellikle 1999 sonrasındaki dönemde birbiri ardınca kabul edilen reform paketleri ile AB’ye uyum sürecinde çok ciddi bir hızlanma sürecine girmişken ve bu arada hukuki anlamda 2005’te tam üyelik müzakereleri başlamışken, siyasi elitlerin ve devlet adamlarının Türkiye’yi değerlendirmelerinde geçmiş yüzyılların Ötekileştirici retoriğine hiç tereddüt etmeden sarılmaları ve Türkiye ile AB arasına bir anlamda hiç kapatılamayacak bir mesafe koymaları AB ortak değerlerinin yeterince içselleştirilemediğini düşündürtmektedir. Sadece siyasi karar alıcılar tarafından değil, toplumsal doku bakımından da Türkiye konusunda yaygın bir şekilde sürdürülen bu anlayış, Birliğin demokratik-çoğulcu ve çok kültürlü yapısının yeterince olgunlaşmak bir yana hala geçmişin reflekslerinin etkisinde kaldığını göstermektedir. Son olarak belirtilmesi gereken bir nokta da şu ki; AB’de, Türkiye’nin üyeliği hususunda hem de demokrasi ve çok kültürlülük gibi temel ilkelerden hareketle destekleyici argümanları ileri süren çok sayıda kişi ya da gruba rastlamak mümkündür. Söz konusu destekleyici argümanlara yer vermek bu çalışmanın kapsamı dışındadır. Bu şekilde farklı görüşlerin ve lehte/aleyhte argümanların karşılaşması genel anlamda yapılandırmacı yaklaşımın kimlik inşası sürecine uygun düşerken; aynı zamanda bizzat Birliğin öngördüğü demokratik kimliğin doğal bir yansıması olarak da kabul edilebilir. Ancak doğal olmayan ve bu çalışmanın esasını teşkil eden husus Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkılırken, tarihi-kültürel unsurlarla beslenen ötekileştirici mantığın hala ve hatta daha da görünür bir şekilde AB coğrafyasında varlığını sürdürmesidir. AB’de var olduğu iddia edilen demokrasi ve çok kültürlülük anlayışının bu mantığı kendi içinde zayıflatması ümit edilecekken; tam tersine söz konusu mantığın hala yaygın ve güçlü bir çevreye sahip olması, demokrasi ve çok kültürlülüğe dayalı bir AB ortak kimliğinin yeterliliği hususunda şüpheleri artırmaktadır. Sonuç Avrupa Birliği, kurucu unsuru durumundaki vatandaşlarına demokratik, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygılı, çok kültürlü ve bunları tamamlayan ekonomik refahın sağlandığı bir sistem, bir yaşam çevresi vaat etmektedir. İşte bu gelişme perspektifinin ve onu şekillendiren temel ilkelerin bizzat kendisidir ki, Türkiye’nin AB’ye girmesi hususunda en büyük gerekçeyi oluşturmaktadır. Dönemin başbakanının 2000’li yılların başında söylediği ve AB-Türkiye ilişkilerinde turnusol vazifesi gören meselelerden biri olan Kürtlerin durumuna vurgu yaptığı, “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” sözü, daha demokratik, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygılı ve bölgeler bazında dengeli bir ekonomik kalkınmayı başarabilmiş, bu sayede de AB üyeliğine hak kazanabilmiş bir Türkiye için yol haritasını özetler nitelikteydi. Bu retorikten esinlenerek, Avrupa’da, yukarıda parametreleri verilen Birliğe ulaşma idealinin gerçekleştirilebilmesi için izlenecek yol haritasının mutlaka Türkiye’nin üyeliğini de kapsayacak şekilde çizilmesi gerektiğini, aksi takdirde söz konusu ideale gerçek anlamıyla kavuşulamayacağını belirtmek gerekir. Tarihsel anlamda Ötekisi olan diğer bütün unsurları, kendi demokrasi ve hoşgörü potasında legalleştirme ve içselleştirme hususunda oldukça mesafe kat eden bir AB’nin, 162 HAKAN SAMUR en önemli ve iz bırakıcı Ötekisi olabilmiş bir unsurla da bütünleşecek olması demokrasi ve çok kültürlülük üzerine kurulu siyasi kimliğinin ulaştığı olgunluk seviyesini ortaya koyacaktır. Böylece Türkiye’nin üyeliği, aynen diğer tarihsel Ötekilerde olduğu gibi, hatta onlardan daha belirgin ve etkili bir şekilde, hem geçmişin negatif boyutunu yok etmek ve hem de yeni katkılarıyla AB siyasi kimliğinin şekillenme sürecine dinamizm katacaktır. Elbette ki, diğer hususlarda olduğu gibi Türkiye konusunda da yüzyıllarca süren savaşların ve aykırılıkların toplum hafızasından silinmesi pek kolay olamayabilir. Ancak bir yandan Türkiye’nin geçirdiği değişim ve yeni gelişme perspektifi diğer yandan da tam üye olması halinde, Birliğe sağlayabileceği çok yönlü faydalar anlatılarak toplumsal bir yeniden eğitim ve zihinsel inşa süreci gerçekleştirilebilir. Burada tek yapılması gereken, başka Ötekileri değerlendirirken veya olaylara yaklaşırken kullanılan ölçütün Türkiye’nin üyeliği hususunda da göz önünde bulundurulmasıdır. Yani geçmişi dikkate alarak değil de, bugünü ve geleceği hesaba katarak yargılama yapmak. Nasıl ki AB diğer Ötekilerle iletişim köprülerini kurup onların da bir değişim ve yeniden oluşum içerisinde olduğu yönünde genel olarak toplumda bir kanaat uyandırmaya çalışıyorsa; aynı tutumu Türkiye hususunda da sergilemelidir. Bu çerçevede, AB’nin ve üye ülkelerin politikacılarının seçim kampanyalarında ya da izledikleri politikalarda geçmişin düşmanlıklarını veya dini-kültürel farklılıkları gündeme getirerek Türkiye’nin üyeliğine karşı duruş sergilemekten vazgeçmeleri gerekmektedir. Aslında, yönetim ve politika kadrolarının Türkiye konusunda izledikleri böylesine önyargılı tutumdur ki, geniş AB toplumunda Türkiye’nin üyeliği konusunda zihniyet değişimine imkân vermemektedir. Bütünleşme hususunda raportörlükte yapan bir Avrupa Parlamentosu üyesinin sözleri durumu özetler niteliktedir: “Bir politikacı toplum hazır değil dediği zaman, bunun anlamı politikacılar Türkiye’nin üyeliğinin faydalarını halka anlatmak hususundaki görevlerini tam anlamıyla yerine getirmemişler demektir.”54 Ortadoğu’da ve küresel dengelerde söz sahibi olmasından enerji sorununun çözümüne; işgücü ihtiyacının karşılanmasından güvenlik hususundaki etkilerine kadar Türkiye’nin AB’ne üyeliğinin getireceği avantajlar hususunda çok şeyler söylenebilir. Ancak çıkarlardan ziyade değerlerle şekillendirilmeye çalışıldığını söylediğimiz AB’nde Türkiye’nin üyeliği istenecekse, çıkış noktası olarak sık sık yapıldığı gibi söz konusu maddi beklentiler değil de,55 bizim bu makalede izah etmeye çalıştığımız Öteki olma konumundan dolayı elde edilecek kazançlar önde tutulmalıdır. Türkiye açısından da yapılması gereken AB toplumunu, ülke hakkında bilgilendirmek hususunda daha fazla iletişim köprüleri kurmak ve çok yönlü tanıtım faaliyetlerine girişmektir. Ancak bunlar sadece birer yöntemdir. Türkiye’nin AB için hazırlanması ve standartlara uyumu elbette ki tam üyelik için önemlidir ancak aynı 54 Alain Servantie, Ibid. Michel Rocard ve Olivier Ferrand, “La Turquie a sa place dans une Europe politique”, Liberation, 13 Kasım 2009. 55 AVRUPA’DA BİRLİĞİN YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇER 163 derecede önemli ve öncelikli olan AB’nin, Türkiye için hazırlanmasıdır. AB’de veya üye ülkelerde politika belirleyicilerin, Türkiye’ye mevcut bakışları üzerinden kendi kimliksel değerlerinin yeterince olgunlaşmadığını görebilmeleridir. Tarihi sebeplerin ya da dini-kültürel farklılıkların Türkiye’nin üyeliğini engelleyen değil de, tam aksine AB’nin gerçek anlamda bir siyasi birlik olmak amacıyla yürüdüğü yolda ortak kimliğinin şekillenmesine katkı sağlayacak unsurlar olduğunu bilmeleridir. Türkiye sadece AB’nin demokratik-liberal söylemini kendisine gelişme yolu ve siyasi kimlik olarak seçmiş olmasından dolayı değil, bunun da ötesinde, bu seçimi nüfusunun hemen hemen tamamı Müslüman bir ülke olarak yapmış olmasıyla da önemlidir. Türkiye’nin üyeliğinin AB açısından anlamı sadece kendi tarihi Ötekisini kabul ederek, demokratik ve çok kültürlülük yönünün ulaştığı olgunluk aşamasını kanıtlamakla sınırlı kalmayacaktır. Aynı zamanda Birlik, süreklilik arz eden kendini inşa sürecinde, özellikle kimliksel inşa sürecinde, İslami toplum ile demokratik-laik devlet sistemini bir arada yaşatan böylesine önemli bir örneğin normatif gücünden yararlanabilecektir. Bu güç, AB yönetiminin ve toplumunun hem kendi toprakları üzerinde yaşayan Müslüman nüfusla hem de diğer Müslüman coğrafyalarla iletişimini geliştirerek siyasi birlik hedeflerine ulaşmasını ve hâlihazırda Öteki olarak kabul ettiği birtakım sorunlarla da mücadelesini kolaylaştıracaktır. Kendi coğrafyasında yaşayan Müslüman nüfusla iletişiminin artması toplumsal anlamda mücadele ettiği ve Öteki olarak kabul ettiği ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, ırkçılık gibi sorunlarla başa çıkabilmesini kolaylaştıracaktır. Aynı şekilde, 11 Eylül saldırılarından itibaren Avrupa’da hız kazandığını belirttiğimiz siyasal İslam endişesinin panzehiri de Türkiye modeli olacaktır. Başka coğrafyalardaki Müslüman toplumlarla artan iletişimi de hem yasadışı göç gibi sorunlarını çözmede kolaylık sağlayacak hem de Birliğin en baştan beri sürdürdüğü küresel etkinliğini artırma hedefine katkıda bulunacaktır. Türkiye’nin üyeliği üzerinden sağlanacak bütün bu artçı faydalar da, en nihayetinde AB ortak kimliğine ve siyasi birlik idealine olumlu destek olacaktır. Kaynakça Emanuel ADLER, “Seizing the Middle Ground: Constructivism in World Politics”, European Journal of International Relations, Cilt 3, No 3, 1997, s. 319-363. Attila AGH, The Politics of Central Europe, London, Sage, 1998. Deniz ALTINBAŞ, “Türkiye-AB İlişkilerinde Sarkozy Fransası Faktörü”, Mayıs 2008, <http://www.abhaber.com/ozelhaber.php?id=3588> (18 Aralık 2009). Talal ASAD, “Muslims and European Identity”, Elizabeth Hallam ve Brian V. Street (der.), Cultural Encounters- Representing ‘Otherness’, London, Routledge, 2001, s. 16. Natalya BALYTSKA, “Public Opinion in Turkey And EU Member States on the Turkish EU Membership”, Cross-Regional Discipline Meeting of AFP Fellows, 22-28 Şubat 2006, s. 16. 164 HAKAN SAMUR Paloma Gay BLASCO, “This is not a Place for Civilised People: Isolation, Enforced Education and Resistance Among Spanish Gypsies”, Carolyn Strange ve Alison Bashford (der.), Isolation: Places and Practices of Exclusion, London, Routledge, 2003, ss. 208-221. Stefan BERGER, “Representations of the Past: The Writing of National Histories in Europe”, Debatte, Cilt. 12, No. 1, 2004, ss. 73-96. Robert BİDELEUX and Ian JEFFRİES, A History of Eastern Europe, London, Routledge, 1998. Yücel BULUT, Oryantalizmin Kısa Tarihi, 2. Basım, İstanbul, Küre Yayınları, 2006. Jose CASANOVA, “Religion, European Secular Identities and European Integration”, Timothy A. Byrnes ve Peter J. Katzenstein (der.), Religion in An Expanding Europe, Cambridge, Cambridge University Press, 2006, s. 74. Comission of European Communities, “A People’s Europe: Reports from the Ad Hoc Committee,” Bulletin of the European Communities 7/85, 1985. Comission of European Communities, “Copenhagen European Council”, Bulletin of the European Communities 6/94, 1993, s. 7-26. Comission of European Communities, “Negotiating Framework”, (3 Ekim 2005), <http://ec.europa.eu/enlargement/pdf/turkey/st20002_05_TR_framedoc_en.pdf> (19 Kasım 2009), s. 1. Norman DAVİES, Avrupa Tarihi, Mehmet Ali Kılıçbay (Çev. Ed.), Ankara, İmge Kitabevi, 2006, s. 1206. Gerard DELANTY ve Chris RUMFORD, Rethinking Europe, London, Routledge, 2005, s. 28. EP-CIA (European Parliament Committee on Institutional Affairs), Report on the Amsterdam Treaty, Strasbourg, 5 November 1997, s. 15. Euractiv, “AB-Türkiye Müzakere Süreci”, <http://www.euractiv.com.tr/ab-veturkiye/link-dossier/ab-turkiye-muzakere-sureci>, 16 Aralık 2009. EU Agency for Fundamental Rights, Report on Racism and Xenophobia in the Member States of the EU, 2007, <http://fra.europa.eu/fraWebsite/attachments/ar07p2_en.pdf>, (26 Mayıs 2010). European Commission, Eurobarometer 63, (Eylül 2005), http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb63/eb63_en.pdf, (14 Eylül 2009). European Commission, Eurobarometer 64, (Aralık 2005), http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb64/eb64_en.pdf, (14 Eylül 2009). European Commission, Eurobarometer 69, (Kasım 2008), http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb69/eb69_part3_en.pdf, (14 Eylül 2009), s. 28. AVRUPA’DA BİRLİĞİN YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇER 165 European Commission, Eurobarometer 69 – Values of Europeans, (Kasım 2008), <http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb69/eb69_values_en.pdf> (10 Ekim 2009). Josep FONTANA, Çarpıtılmış Geçmişe Ayna-Avrupa’nın Yeniden Yorumlanması, İstanbul, Literatür Yayıncılık, 2003, s. 88. Will GUY (der.), Between Past and Future: The Roma of Central and Eastern Europe, Hatfield, University of Hertfordshire, 2001; Angus Bancroft, Roma and Gypsy-Travellers in Europe: Modernity, Race, Space and Exclusion, Avebury, Ashgate Press. Elizabeth HALLAM and Brian V. STREET, “Introduction”, Elizabeth Hallam ve Brian V. Street (der.), Cultural Encounters- Representing ‘Otherness’, London, Routledge, 2000, s. 1-10. Anja V. HARTMANN and Beatrice HEUSER (der.), War, Peace and World Orders in European History, London, Routledge, 2001. Richard HİLL, We Europeans, Brussels, Europublications, 1995. Ted HOPF, “The Promise of Constructivism in International Relations Theory”, Andrew Linklater (der.), International Relations: Critical Concepts in Political Science, London, Routledge, 1998, s. 1756-1783. Catherine HOSKYNS, “The European Union and the Women Within: An Overview of Women’s Rights Policy”, R. Amy Elman (der.), Sexual Politics and the European Union, Oxford, Berghahn Books, 1996, s. 13-23. Adrian HYDE-PRİCE, The International Politics of East Central Europe, Manchester, Manchester University Press, 1996. A. HUSSEYNOV, “Ethical Basis of European Identity”, Nedret Kuran Burçoğlu (der.), Multiculturalism: Identity and Otherness, İstanbul, Boğaziçi University Press, ss. 57-61. Ingmar KARLSSON, İslam ve Avrupa: İnanç Ayrılığı ve Yaşam Birliği, 2. Basım, İstanbul, Cem Yayınevi, 2000. Martin KOVATS, “The Emergence of European Roma Policy”, Guy, Will (der.), Between Past and Future: The Roma of Central and Eastern Europe, Hatfield, University of Hertfordshire, 2001, ss. 93-116. Helmut KURY, Joachim OBERGFELL-FUCHS and Gunda WOESSNER, “The Extent of Family Violence in Europe”, Violence Against Women, Cilt 10, No 7, 2004, s. 749-769. Martin MARCUSSEN et al., “Constructing Europe? The Evolution of Nation Sate Identities”, Thomas Christiansen, Knud Erik Jorgensen ve Antje Wiener (der.), The Social Construction of Europe, London, Sage, 2001, ss. 101-121. 166 HAKAN SAMUR Krzysztof MİCHALSKİ, “Introduction”, Krzysztof Michalski (der.), What Holds Europe Together?, Budapest, Central European University Pres, 2006, s. 11. Lambros Couloubaritsis et al., The Origins of European Identity, Brussels, European Interuniversity Press, 1993. Mirela-Luminita MURGESCU, “The Turk in Romanian History Schoolbooks (19th20th Centuries)”, The Image of the Turk in Europe From the Declaration of the Republic in 1923 to the 1990s, Nedret Kuran Burcoglu (der.), İstanbul, Isis Press, 2000, s. 275-289. Iver B. NEUMANN, Uses of the Other- “The East” in European Identity Formation, Minneapolis, The University of Minnesota Press, 1999. Vivienne ORCHARD, “Culture as Opposed to What”, European Journal of Social Theory, Cilt 5, No 4, 2002, ss. 419-433. Sven PAPCKE, “Who Needs European Identity and What Could It Be?”, Brian Nelson (der.), The Idea of Europe, Oxford, Berg, s. 72. Bkikhu PAREKH, Rethinking Multiculturalism-Cultural Diversity and Political Theory, 2. Baskı, New York, Palgrave Macmillan, 2006, s. 147. Sergei PROZOROV, “Border Regions and the Politics of EU-Russian Relations”, Working Papers Series in EU Border Conflicts Studies, <http://www.polsis.bham.ac.uk/documents/research/euborderconf/wp03-borderregions-the-politics-of-EU.pdf > (19 Aralık 2009). Frederick QUİNN, The Sum of All Heresies: The Image of Islam in the Western Thought, Oxford, Oxford University Press, 2008. Michel ROCARD ve Olivier FERRAND, “La Turquie a sa place dans une Europe politique”, Liberation, 13 Kasım 2009. Denis De ROUGEMONT, The Idea of Europe, London, Collier-Macmillan, 1966. Michael J. SHAPİRO, The Politics of Representation: Writing Practices in Biography, Photography and Policy Analysis, Wisconsin, The University of Wisconsin Press, 1988, s. 101. Cris SHORE, “Imagining the New Europe: Identity and Heritage in European Community Discourse”, Paul Graves-Brown et al. (der.), Cultural Identity and Archaelogy: The Construction of European Communities, London, Routledge, 1996, ss. 96-116 Carl F. STYCHİN, “Sexual Citizenship in the European Union”, Citizenship Studies, Cilt 5, No 3, 2001, ss. 285-301. Alain TOURAİNE, Eşitliklerimiz ve Farklılıklarımızla Birlikte Yaşayabilecek miyiz?, Çev. Olcay Kunal, 2. Baskı, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2002, s. 241. AVRUPA’DA BİRLİĞİN YOLU TÜRKİYE’DEN GEÇER 167 Menekşe TOKYAY, “Avrupa Parlamentosu Seçimleri Öncesinde Sandıktaki Sürpriz Ülke Türkiye”, (03 Haziran 2009), http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=123620&KTG_KOD=2 39> (10 Ekim 2009), s. 4. Ian TRAYNOR, “In 1683 Turkey was the Invader. In 2004 Much of Europe Still Sees It That Way” Guardian, 22 September 2004, s. 7. Joseph H. WEİLER, “The Reformation of European Constitutionalism”, Journal of Common Market Studies, Cilt 35, No 1, 1997, s. 97-131; Andrew Linklater, The Transformation of Political Community, Oxford, Blackwell, 1998. Edward WEİSBAND, Aslı Ceyhan ÖNER and David P. DANSEREAU, “Organized Hypocrisy As Negotiation Strategy: Turkish Accession into The European Uniıon”, International Studies Association Convention 46. Annual Meeting, Hawaii, 05 Mart 2005. 168 HAKAN SAMUR Ankara AvrupaSUPRANASYONAL Çalışmaları Dergisi Cilt: ŞEKLİ 9, No:2 OLARAK (Yıl: 2010), s.169-207 BİR TASARRUF LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİNİN KAPSAMI Bahadır YAKUT∗ Özet Cezai meselelerde adli işbirliği kapsamında, yürürlükteki Antlaşmalar çerçevesinde, maddi ve ceza usul hukuku bakımından, AB’nin cezai yetkisi yeterince açık değildir. Bu makale de maddi ceza hukuku ve ceza usulü açısından ve özellikle de usuli haklar açısından AB’nin cezai meselelerde işbirliği alanındaki yetkisinin kapsamı ele alınacak ve harmonizasyon ve karşılıklı tanıma açısından Antlaşmalardaki yasal temel incelenecektir. Ceza yargılamasının tarafları açısından usuli güvenceler konusunda mevcut cezai yetki sorunlar içermektedir. Bu çerçevede, Anayasal Antlaşma ve Lizbon Antlaşması, AB’nin cezai yetkisine ilişkin Antlaşmalar temelinde açık yetki sağlamaktadır. Bununla bağlantılı olarak Lizbon Antlaşması, karşılıklı tanıma ve harmonizasyona ilişkin sunduğu yaklaşım beklentilerini de karşılamaktadır. Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, Cezai Yetki, Ceza İşlerinde İşbirliği, Karşılıklı Tanıma ve Harmonizasyon Abstract Within the context of the criminal judicial cooperation and current Treaty provisions, scope of criminal competence of the EU pose ambiguity in terms of substantive and procedural aspects. The scope of EU’s competence in the area of judicial criminal cooperation regarding the substantive and procedural aspects, in particular defence rights will be addressed in this article. As regards the harmonization of criminal law of Member States and mutual recognition of judgments, legal bases of criminal competence will be analysed. In terms of procedural guarantees for parties of trial, criminal competence of the EU has certain drawbacks. The Constitutional Treaty would and the Treaty of Lisbon provide satisfactory clear legal basis for competency of the EU as well as harmonisation and mutual recognition. Key Words: European Union, Criminal Competence, Criminal Judicial Cooperation, Mutual Recognition and Harmonization. ∗ Dr., Adalet Bakanlığı AB Genel Müdürlüğü 170 BAHADIR YAKUT Genel Olarak Ceza hukuku alanındaki yetkisini kullanarak özgürlük, güvenlik ve adalet alanı oluşturma amacı doğrultusunda çabalayan1 Avrupa Birliği, Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) hariç kendi mahkemelerine sahip bir yapı değildir. Bunun yerine tümüyle ulusal mahkemelerin işleyişine dayanmaktadır.2 Dolayısıyla denilebilir ki, AB’nin kendi vatandaşları için oluşturmaya çalıştığı özgürlük, güvenlik ve adalet alanı, özerk bir ceza adaleti sistemi değildir. Bununla yapılmak istenen, üye ülke özerk ceza adaleti sistemleri arasındaki işbirliği vasıtasıyla oluşturulacak bu alanı, iç sınırları olmayan bir Avrupa haline getirmektir. Dolayısıyla ulusal hukuk sistemleri çerçevesinde ceza hukukunun etkin uygulanmasına olan ihtiyaç ve bireyler üzerindeki devlet yetkisinin sınırlanmasından müteşekkil iki tane tartışmalı parametreye, AB tartışmaları bir üçüncü parametreyi ilave etmektedir. Bu üçüncü parametre ise AB’nin cezai yetkisinin kapsamıdır. AB’nin ceza hukuku konusunda etkin bir uygulamayı sağlayacak yasal çerçeve oluşturma hedefi, bu yetki meselesinin bir boyutunu teşkil etmektedir. Diğer taraftan cevaplanması gereken kritik soru ise, yargılamanın tarafları olan bireylerin temel haklarını garanti edecek şekilde yeterince açık bir ceza hukuku yetkisi var mıdır? AB’nin geleceğini şekillendirecek olan Lizbon Antlaşması tatmin edici şekilde açık bir cezai yetki çerçevesi sağlamakta mıdır?3 Bu sorular ışığında AB’nin cezai adli işbirliği kapsamında maddi ceza ve usul hukuku konusundaki yetkilerinin gelişimi üç ana döneme ayrılabilir. Birincisi 1992 Maastricht Antlaşması öncesi dönem, ikincisi Maastricht Antlaşması ile başlayan ve Amsterdam Antlaşması 1997-1999 ve 2001 Nice Antlaşmasından günümüze olan dönem ve üçüncüsü ise başarısız Anayasal Antlaşma girişimi4 ve Anayasal Antlaşmanın Lizbon Avrupa Konseyi Zirvesinde yeniden revize edilerek imzalanan ve 1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması dönemi olarak görülebilir. Bu konuda kritik soru, yürürlükteki Antlaşmalar bakımından gerek maddi ceza hukuku gerekse ceza usul hukuku yönünden AB’nin açık bir cezai yetkisi bulunmakta mıdır? Cezai meselelerde adli işbirliği kapsamında, klasik karşılıklı adli yardımlaşmadan karşılıklı tanımanın cezai adli işbirliğinin merkezine yerleştiği bu yeni dönemde ve harmonizasyonun karşılıklı tanımayı kolaylaştırıcı bir vasıta olarak görüldüğü süreç içerisinde bu enstrümanlar bakımından yürürlükteki Antlaşmalar, Anayasal Antlaşma ve yeni imzalanan ve 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması nasıl bir yaklaşım sergilemektedir? Lizbon Antlaşması şu ana kadar Birincil mevzuat olan Antlaşmalarda yer almamış olan karşılıklı tanıma ve karşılıklı tanımanın, 1 Lööf, R., Lööf, R., ‘Shooting from the Hip: Proposed Rights in Criminal Proceedings throughout the EU,’ European Law Journal 12(3), 2006, s.422. 2 Nuotio, K., ‘Harmonisation of Criminal Sanctions in the European Union- Criminal Science Fiction’ in Strandbakken, A., Harmonization of Criminal Law in Europe, Intersentia Antwerpen-Oxford Publishing, 2005, s.79. 3 Lööf, R., a.g.m., s.422. 4 Perron, W., ‘Perspective of the Harmonisation of Criminal Law and Criminal Procedure in European Union’ in Johannes, E., and Strandbakken, Harmonization of Criminal Law in Europe, Intersentia Antwerpen-Oxford Publishing, 2005, s.5. LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 171 mahkeme kararlarının ve ceza soruşturmalarının serbest dolaşımını sağlamada ceza yargılamasında bireyin savunma hakları açısından ve delillerin serbest dolaşımı bakımından AB’nin açık cezai yetki sorununa çözüm sunmuş mudur? Bu bölümde her iki maddi hukuk ve ceza usulü açısından ve özellikle de usule uygun haklar açısından AB’nin cezai meselelerde işbirliği alanındaki yetkisinin kapsamı ele alınacak ve mevcut Antlaşmalar çerçevesinde maddi ve ceza usul hukuku bakımından AB’nin yetkisinin sınırlarını irdeleyecek ve Anayasal Antlaşma ve Lizbon Antlaşması bakımından bu konudaki problemlere ne ölçüde çözüm sağlamaktadır? sorusuna cevap bulmaya çalışılacaktır. Lizbon Antlaşmasının Kurumsal Yapıya İlişkin Getirdiği Temel Değişiklikler Lizbon Antlaşması, demokratik hesap verebilirliğin ve Avrupa Birliği’nin karar alma süreçlerinin etkinliğinin geliştirilmesini hedeflemektedir. Bunun yanında genişlemiş Birliğin işleyişine yönelik yasal bir altyapı oluşturulması amaçlanmıştır. Bu doğrultuda Lizbon Antlaşması kurumsal yapıya ilişkin çok önemli değişiklikler getirmektedir. Bu değişiklikler, Birliğin işleyişi ve vatandaşların demokratik katılımı açısından çok önemli sonuçlar doğuracaktır. Lizbon Antlaşmasının Birliğin kurumsal yapısı bakımından getirmiş olduğu temel değişikler şöyle sıralanabilir: Birlik tüzel kişilik kazanmış, sütun yapısının arz ettiği parçalı yapı üç sütunun birleştirilmesi ile ortadan kaldırılmış ve karar alma usulünde çifte çoğunluk kuralı5 benimsenmiştir.6 Lizbon Antlaşmasının sağladığı yeni kurumsal yapı ve karar alma sürecinin ve diğer ilgili yeniliklerin getireceği en önemli sonuçlardan bir tanesi demokratik katılımın güçlendirilmesidir. Avrupa Parlamentosu ve Bakanlar Konseyi arasında ortak karar usulü, olağan yasama usulü olarak teyit edilmiştir. Bu usul Birliğin karar alma mekanizmasına Parlamentonun ortak karar alıcı olarak dahil edilmesi, Birliğe getirilen eleştirilerden demokrasi eksikliğini gidermeye yönelik olarak atılan önemli bir adımdır. Böylelikle Birlik içerisinde Avrupa Parlamentosunun ve ulusal parlamentoların yetkilerinin artırılması demokrasi eksikliğini gideren ve hukuk devleti ilkesini ve demokratik katılımı güçlendiren yeniliklerdir. Antlaşmanın demokratik katılım açısından getirdiği yeniliklerden bir tanesi de Birlik vatandaşlarına inisiyatif hakkı verilmiş olmasıdır. Bunun yanında AB içerisinde hukuk devleti ilkesini güçlendirmek suretiyle insan hakları ve özgürlüklerinin korunması mekanizmasını güçlendiren unsurlardan Temel Haklar Şartının tekrar hayata döndürülmesi bu paralelde önemli bir gelişmedir.7 5 AB Bakanlar Konseyi kararlarında, 2014 yılından itibaren ‘çifte çoğunluk’ şartının aranması, AB kararlarında üye ülkelerin %55’inin oyu ve AB’nin toplam nüfusunun %65’ine sahip ülkelerinin oyunun gerekli olmasının şart koşulması anlamına gelmektedir. 6 Üye ülkeler su anda geçerli olan sisteme göre oylama yapılmasını 2017 yılına kadar talep edebileceklerdir. 7 Miller, Vaughne, “EU Reform: a new treaty or an old constitution?”, House of Common Library Research Paper, No.07/64, 24 July 2007; Duff, Guide to the Lizbon, s.3 172 BAHADIR YAKUT Bu yeni Antlaşma, Birliğin kurumsal yapısının işleyişi ve karar mekanizmasının etkinliğini artıracaktır. Birlik, bu yeniliklerle vatandaşlarının çoğunluğu için önem arz eden uluslararası terörizm, sınır aşan suçlar gibi global problemlerin üstesinden gelmeyi hedeflemektedir.8 Dış politikada AB’nin etkinliğinin artırılması için bir kısım yenilikler öngörülmüştür. AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilciliği makamı oluşturulması ve Yüksek Temsilcinin, AB Dışişleri Bakanları Konseyi’ne de başkanlık etmesi bu çerçevede yapılmış yeniliklerdendir. Bunun yanında altı aylık dönem başkanlıkları yerine, Üye ülkeler tarafından oy birliğiyle 2,5 yıllık süre için bir AB Konseyi Başkanı’nın seçilmesi öngörülmüştür. Lizbon Antlaşmasının Getirdiği İki Temel Değişiklik AB, başarısız Anayasa girişiminden sonra, tekrar Maastricht ve Amsterdam Antlaşmalarında olduğu gibi tadil antlaşması geleneğine geri dönmüştür. Lizbon Antlaşması ‘Anayasa’ adını taşımamasına rağmen, anayasal karakterli bir Antlaşma olmakla birlikte, daha önceki antlaşmalar gibi bir tadil antlaşmasıdır. Antlaşma, Anayasal bir Antlaşma değil ise de Anayasal Antlaşmanın önemli kazanımlarını devam ettirmiştir.9 Bu çerçevede Lizbon Antlaşması Avrupa Birliği Antlaşmasını (AB Antlaşması) ve AT Antlaşmasını tadil etmektedir. Buna ilaveten AT Antlaşmasının ismini ise Avrupa Birliğinin İşleyişi Antlaşması (ABİ Antlaşması) olarak değiştirmektedir.10 Bu her iki Antlaşma arasında herhangi bir hiyerarşik üstünlük söz konusu değildir.11 Kurucu Antlaşmalarda yapılan bu tadilatlarla Birliğin demokratik, etkin ve şeffaf bir yapıya kavuşturulması ve kurumsal işleyişe ilişkin güçlüklerin giderilmesi amaçlanmıştır. Lizbon Antlaşmasının getirdiği en önemli değişikliklerden biri, ‘Avrupa Topluluğu’ ve ‘Topluluk’ ifadelerinin ‘Birlik’ ile yer değiştirmesidir. Diğer bir ifade ile AT sona ermekte ve yerini AB almaktadır. Bununla Anyasal Antlaşmada olduğu gibi, Birliğe tüzel kişilik tanınmaktadır. Tek tüzel kişilik haline gelmiş olması, uluslararası bir sözleşmenin parçası olarak veya uluslararası bir organizasyonun üyesi olarak sözleşme yapma yetkisini ifade etmektedir. Birliğin parçalı kurumsal yapısı Lizbon Antlaşmasıyla yapılan reformların en önemli gerekçelerinden birini teşkil etmektedir. Önceki sütun yapısına genel hatlarıyla bakacak olursak, bu parçalılığı çok net bir şekilde görebiliriz: Eski sütun yapısında, Birinci sütun, üç adet Topluluğa tekabül etmektedir. Bunlar sırasıyla; Avrupa Topluluğu (EC); Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM); ve üçüncü olarak 50 yıl önce oluşturulan ve 22 Temmuz 2002 den beri mevcut olmayan eski Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğudur. İkinci sütun Ortak Dış ve Güvenlik 8 Duff, Andrew, “True Guide to the Treaty of Lizbon”, www.alde.eu (Erişim Tarihi: 15.12.2009) Duff, “Guide to the Lizbon, s.3 10 AB Antlaşması Madde 1. 11 AB Antlaşması Madde 1. 9 LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 173 Politikasına tahsis edilmiştir. Üçüncü sütun ise Polis ve ceza işlerinde adli işbirliği başlığı altındaki konulara ayrılmış işbirliği alanıdır. Gerçekten AB’nin üç sütunlu yapısı, Maastricht Antlaşmasıyla ortaya çıkmış ve Lizbon Antlaşmasıyla sona ermiştir. Lizbon Antlaşmasında Birliğe tanınan tüzel kişiliğin antlaşmalarda öngörülen yetkilerin ötesinde, yasama işlemleri yapabileceği ve faaliyet gösterebileceği anlamına gelmeyeceği vurgulanmaktadır. Lizbon Antlaşması ile Avrupa Toplulukları ve Birliğin üç sütunlu yapısı en azından şeklen ortadan kalkmaktadır.12 Ancak sütun yapısı ortadan kalkmasına rağmen dış politika alanının hükümetlerarası karakteri sürdürülmektedir.13 AB’nin Lizbona Göre Yetki Çeşitleri Lizbon Antlaşması ile üye ülkeler tarafından Birliğe verilen yetkilerin sınırları daha açık ve kesin bir şekilde belirlenmiştir.14 Birlik üç çeşit yetki kullanmaktadır. Bu yetki çeşitleri münhasır, paylaşılan, tamamlayıcı ve destekleyici şeklinde sınıflandırılmaktadır. AB’nin cezai yetkisinin özgürlük güvenlik ve adalet alanı kapsamı içerisinde olması nedeniyle paylaşılan yetki alanı içerisinde olduğu söylenebilir. AB’nin yetkileri her durumda Anlaşmalar tarafından açıkça atfedilen alanlarla sınırlıdır ve tam yetki verilmeyen alanlarda ilgili yetki kullanımı subsidiarite (yetki ikamesi veya hizmette yerellik ilkesi) ve orantılılık ilkeleri çerçevesinde belirlenir. Dolayısıyla AB’nin cezai meselelerdeki yetkisi, Antlaşmalarda çerçevesi çizildiği ölçüde yetkilidir denilebilir.15 Lizbon Öncesi Yapıda Birinci Sütun-Üçüncü Sütun Yetki Ayrımı Maddi ceza hukuku üzerinde Topluluğun birinci sütun yetkileri ve Birliğin üçüncü sütun yetkileri ciddi anlamda tartışılmış ve bunun sonunda Komisyon, iki adet çerçeve kararın Topluluk yetki alanı içerisinde olduğu iddiasıyla iki adet iptal davası açmıştır.16 İlk dava talep gibi kabul edilmiştir. Fakat Komisyonun ileri sürdüğü argüman, Konseyin eski birinci ve üçüncü sütun arasındaki ayrımın uygulamasını temelden gözden geçirmesine neden olmuştur.17 Bu durum bizi maddi ceza hukuku bakımından, eski Topluluk hukukunun kapsamı konusuna getirmektedir. Komisyon tarafından ileri sürülen birinci ve üçüncü sütun ayrım noktasının temelden yeniden düşünülmesini beklerken, hiçbir Topluluk kuralı açık bir şekilde üye ülkeye cezai yaptırım empoze edemeyeceği ve hiçbir AT Kurumu gerçek veya tüzel kişilere karşı önlem aldıklarında, cezai yaptırım uygulanmasını talep edemeyeceği öngörülmüştü. Fakat bu alanda eski birinci ve üçüncü sütun enstrümanları 12 Ibid. Baykal, “Reform Antlaşması, s.53 14 AB İşleyişi Antlaşması Madde 2a-2e ve Paylaşılan Yetki Konusundaki Protokol. 15 AB Antlaşması Madde 3b. 16 Cases C-176/03 [2005] ECR I-7879 ve C-440/05, karar verilmemiştir. 17 Peers, S., a.g.e., s.386 13 174 BAHADIR YAKUT arasında yakın ve yarışan bir ilişki vardı. Bu yüzden üçüncü sütun maddi ceza hukuku, Topluluk mevzuatının ilgili enstrümanları incelenmeden anlaşılamaz.18 Özgürlük, güvenlik ve adalet alanı oluşturma amacı, hem eski AB Antlaşması (madde 2 ve 29), hem de eski AT Antlaşmasında (madde 65) öngörülmüş bir amaçtı. Bu amacı elde etmeyi hedefleyen mevzuat sadece AB Antlaşması değil aynı zamanda AT Antlaşması çerçevesinde de kabul edilmekteydi. Bununla birlikte Antlaşmalar Birlik kurumlarını birinci ve üçüncü arasında seçim yapma konusunda serbest bırakmamıştır. AB Antlaşması Başlık VI çerçevesinde özgürlük, güvenlik ve adalet alanına ilişkin mevzuat kabul edilebilmesi bu konunun AT’nin yetkisi dışında olmasına bağlıydı.19 AB Antlaşması madde 47’de, Başlık VI kapsamında kalan konular üzerinde Topluluk hukukunun üstünlüğü veya önceliği vurgulanmıştır. Birlik, mevzuat kabul ederken Topluluk mevzuatına tümüyle uygun davranmak zorundadır. Prensip olarak birinci ve üçüncü sütun arasında çakışma olamaması kuralı kabul edilmişti. Bu yüzden, Topluluk hukuku tarafından oluşturulmuş bir mevzuat bulunduğu müddetçe üçüncü sütun enstrümanına yer bulunmamaktaydı.20 Lizbon Öncesi Topluluğun Maddi Ceza Hukuku Konusundaki Yetkisi AT’nin üye ülkelerin ceza adalet sistemlerinde düzenleme yapılmasını dikte etme yetkisi var mıydı? Eski AT Antlaşmasının 135 ve 280inci maddeleri Amsterdam Antlaşması ile yeniden düzenlenmişti. Bu maddelerde, gümrük ve mali çıkarlarının korunması ile ilgili AT mevzuatının ulusal ceza hukukunun uygulanması veya ulusal adalet yönetimi ile ilgili olamayacağı belirtilmekteydi. Diğer taraftan, Amsterdam Antlaşması ile kabul edilen AT Antlaşması madde 63(3) (b) Topluluğa yasa dışı göç ve oturumla ilgili 135 veya 280inci maddelere benzer yasal temel oluşturan hükümler bulunmadan, düzenleme yapma yetkisini vermekteydi.21 Komisyon ve Avrupa Parlamentosu, Amsterdam Antlaşması yürürlüğe girmeden önce ve yürürlüğe girdikten sonra, bazı AT Antlaşması hükümlerinin Topluluğa, üye ülkelerin ceza hukuklarının belirli bölümlerinin harmonize edilmesi (uyumlulaştırma veya yeknesaklaştırma) konusunda yetki verdiğini iddia etmişlerdi. Bu görüşler belirli mevzuatın iptaline ilişkin açılmış davalarda ifade edilmiştir. Bununla birlikte, üye ülkelerin Topluluğun ceza hukuku üzerinde yetkili olduğu hususuna politik ve yasal itirazları nedeniyle Konsey, Topluluğun AT mevzuatında, tüzüklerle belirli hususları yasaklayan veya direktiflerle üye ülkelerin belirli hususları yasaklamasına ilişkin yasal 18 Erdem, M.R., Avrupa Birliği Hukuku’nun Üye Devletlerin Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukuna Etkileri, Seçkin Yayınları, Ankara-2004;.Peers, S., a.g.e., s.386. 19 Wasmeier, M., and Thwaites, N., ‘The ‘Battle of the Pillars: Does the European Community Have the Power to Approximate national Criminal Laws,’ European Law Review 29(5), 2004, s.624; Wasmeier, M., and Thwaites, N., a.g.m., s.619. 20 Wasmeier, M., and Thwaites, N., a.g.m., s.619; Erdem, M.R., a.g.e. 21 Wasmeier, M., and Thwaites, N., a.g.m., s.619; White, S., ‘Harmonization of Criminal Law Under the First Pillar’, 31(1) European Law Review, 2006, s. 81-92; Kocasakal, Ü., Avrupa Birliği Ceza Hukukunun Esasları, Vedat Kitapçılık, İstanbul- 2004; Erdem, M.R., a.g.e.; AT Antlaşması 135, 280 ve 63(3)(b) maddeleri. LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 175 tedbirler geliştirmişti. Tüzükler kendi kendilerine hukuk kaynağı olmaları ve doğrudan etkili olmaları nedeniyle üye ülkelerin prensip olarak paralel yasal düzenlemeler yapmaları gerekmemektedir. Tüzükler bu yasaklamaların iç hukuka yansıtılması konusunda hangi yaptırımların devreye sokulacağını ve sokulmayacağına ilişkin çok nadir olarak hükümler içerirler. Bu nedenle bu tüzüklerin getirdiği yasaklamaların iç hukuka yansıtılmasını sağlamak genellikle üye ülkenin sorumluluğundadır.22 Direktifler, cezai yaptırım öngörülüp öngörülmeyeceğinin takdirini üye ülkeye bırakmaktadır.23 Üye ülkelerin Topluluk hukuku kurallarını cezai yaptırımlar düzenleyerek iç hukuka yansıtma yükümlülüğü bulunduğuna ilişkin AT hukukunun genel prensibi, ATAD tarafından oluşturmuştu. ATAD bir kararında, üye ülkenin yargı sınırları içerisinde işlenen suçlara, kendi ulusal maddi ve ceza usul hukuku kurallarını uygularken, Topluluk hukuku kurallarını göz önüne alma yükümlülüğü bulunduğuna hükmetmiştir.24 Yaptırımların eşitliği prensibi, Maastricht Antlaşmasıyla Topluluğun mali çıkarlarına karşı dolandırıcılık suçları için geçerli bir prensip olarak AET Antlaşmasına dâhil edilmiştir. Mahkemenin bu yaptırımların etkili, orantılı ve caydırıcı olmak zorunda olduğu şeklindeki yorumu ise daha sonra Amsterdam Antlaşması ile AT Antlaşmasının 280. maddesine ‘ulusal tedbirler etkili, caydırıcı olmalı ve AT’nin mali çıkarlarını etkileyen diğer eylemlere uygulanır’ şeklindeki hükmü dahil edilmişti.25 Konseyin muhalefetine rağmen, Komisyon belirli eylemlerin suç olarak düzenlenmesini öngören Topluluk mevzuatı önerilerinde bulunmaya devam etmiştir. Özellikle Amsterdam Antlaşmasından sonra AB bütçesine karşı işlenen dolandırıcılık suçlarıyla ilgili Amsterdam Antlaşması öncesi üçüncü sütun Sözleşme ve Protokollerine ilaveten, AT Antlaşması madde 280’e dayanan Topluluk mevzuat önerilerinde bulunmuştu.26 Bunların yanında fikri mülkiyet hakları, çevre cezaları, kara para ve pazarın kötüye kullanımı konularında direktiflerin yanında ve gemi taşımacılığının neden olduğu kirlilikle ilgili çerçeve karar ve direktif önerileri sunulmuştur. Komisyon, Konseyin üçüncü sütun kapsamında insan kaçakçılığının bazı yönlerine ilişkin çerçeve karar ve seyahat dokümanları sahteciliği konusunda karar, siber suçlar konusundaki düzenlemeler ve ırkçılık ve yabancı düşmanlığının AT Antlaşmasının 13. maddesiyle verilen AT’nin anti-ırkçılık yetkisi kapsamında olması nedeniyle yetkisiz olduğunu iddia etmiştir.27 22 Wasmeier, M., and Thwaites, N., a.g.m., s.617; Peers, S., EU Justice and Home Affairs Law, Oxford: University Pres, 2006, s.390; Case 50/76 Amsterdam Bulb [1977] ECR 137; Kocasakal, Ü., a.g.e., s.186-201; Erdem, M.R., a.g.e. 23 Peers, S., a.g.e.,s.390; Kocasakal, Ü., a.g.e., s.186-201. 24 Case 68/88 [1989] ECR 2685. Bkz. COM (95) 162, 3 May 1995 ve Konsey İlke Kararı ([1995] OJ C 188/1); White, S., a.g.m., s.81-92. 25 AT Antlaşması madde 280; Wasmeier, M., and Thwaites, N., a.g.m., s.619; Peers, S., a.g.e.,s.390; White, S., a.g.m., s.81-92; Erdem, M.R., a.g.e.; 26 COM(2001) 272,22 May 2001; Avrupa Parlamentosunun oylamasından sonra revize edilmiştir: COM(2002) 577, 16 Oct 2002; Peers, S., a.g.e.,s.390 27 White, S., a.g.m., s.81-92; Peers, S., a.g.e.,s.390; Erdem, M.R., a.g.e.; 176 BAHADIR YAKUT Konsey cevabında, AT bütçesine karşı dolandırıcılıkla mücadele ve çevre suçlarıyla ilgili direktif önerilerini mevzuatlaştırma amacıyla gündemine almayı reddetmiştir. Bunun yerine AT Bütçesine Karşı Dolandırıcılıkla ilgili bir Sözleşme ve Çevre Suçlarıyla ilgili de bir Çerçeve Karar kabul etmiştir. Sonunda Konsey kabul edilen fikri mülkiyet hakları, kara para aklama ve pazarın kötüye kullanımıyla ilgili direktiflerden ceza hükümlerini çıkarmıştır.28 Bununla birlikte, Komisyon uyuşmazlığı, ATAD önüne getirerek çözmeye karar vermiştir. AB Antlaşması 35. maddeye dayanarak çevre suçlarıyla ilgili çerçeve karara karşı başvuruda bulunmuş ve AT’nin çevre suçlarıyla ilgili mevzuat kabul etme yetkisini elinden aldığını iddia etmiştir. ATAD Komisyonun iddiasını haklı bulmuş ve çerçeve kararı iptal etmiştir. ATAD, AB Antlaşması hükümleri, AT Antlaşması hükümlerini etkilemez şeklindeki kararında eski AB Antlaşması 47. maddeye atıf yapmıştır. Bu hüküm eski AB Antlaşması madde 29 içerisinde tekrarlanmıştı.29 Mahkemenin önceki içtihatlarına göre AB Antlaşması Başlık VI hükümleri, Topluluk yetkilerine üstünlüğü veya önceliği söz konusu değildi. ATAD’ın devam edegelen tutarlı içtihatlarına göre, mevzuatın yasal dayanağı amaç ve içeriğine göre yorumlanmalıdır. Bu davada çerçeve kararın amacı çevrenin korunmasıdır ve temel olarak içeriği ulusal ceza hukukunun harmonizasyonunu ilgilendirmektedir. Mahkeme genel kural olan ne maddi ceza hukukunun ne de ceza usul hukuku kurallarının Topluluğun yetki alanına girmediğini tekrar etmiştir. Mahkeme bu olayda çerçeve karar belirli eylemleri çevreye zararlı olduğu için suç olarak belirlemesine rağmen, verilecek cezayı seçme hususunu üye ülkeye bırakmaktadır. Bu bağlamda cezalar etkili, orantılı ve caydırıcı olmalıdır.30 Son olarak, AT Antlaşması 135 ve 280. maddelere dayanan ve yasal dayanağı AT’nin mali çıkarlarına karşı dolandırıcılık ve gümrük işbirliğiyle ilgili, AT’nin ulusal ceza hukukunun uygulanması ve adalet yönetimini etkileyen Topluluk yetkilerini yasaklayan karşı argümanı mahkeme reddetmiştir. Mahkeme çerçeve kararın belirli suçlar için üye ülkeye gerçek kişiler için cezai sorumluluk ve tüzel kişiler için cezai ve idari sorumluluğa tabi tutma sonucunu doğuracak yasal düzenleme yapma yükümlülüğü ortaya koyan madde 1-7 hükümlerinin Topluluk hukuku alanına tecavüz etmiş olduğuna hükmetmişti. Komisyon çerçeve kararın 8. ve 9. maddelerin soruşturma ve yargısal görev alanı ile ilgili hususların Topluluk yetkisi kapsamında olmadığını kabul ederek geriye kalan hükümlerine itiraz etmemiş olsa da, Mahkeme çerçeve karar hükümlerinin bölünemez olduğu gerekçesiyle iptal etmiştir.31 28 Direktif 2004/48 ([2004] OJ L 157/45), 2005/60 ([2005] OJ 309/15), ve 2003/6 ([2003] OJ L96/16); Wasmeier, M., and Thwaites, N., a.g.m., s.619; White, S., a.g.m., s.81-92. 29 Case C-176/03 ([2005] ECR I-7879); Peers, S., a.g.e.,s.390; White, S., a.g.m., s.81-92; Erdem, M.R., a.g.e.; 30 Case C-170/96 Commission v Council [1998] ECR I-2763, para. 47-49; Peers, S., a.g.e.,s.391; White, S., a.g.m., s.81-92. 31 Radtke, H., ‘The Proposal to Establish a European Prosecutor’ in in Husabo, E J., and Strandbakken, A., (eds.) Harmonization of Criminal Law in Europe, Intersentia Antwerpen- LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 177 ATAD’ın bu kararının eski sütun yapısı açısından sonuçları nelerdi? Kurumsal açıdan eski üçüncü sütun enstrümanı yerine, eski birinci sütun enstrümanı kullanma yükümlülüğü, farklı bir karar alma prosedürü gerektirmekteydi: üye ülke ve Komisyonun paylaştıkları insiyatif başlatma yetkisi yerine, Komisyonun insiyatif tekeli söz konusudur. Bunun yanında Avrupa Parlamentosu için ortak karar yetkisi ve Konseyde nitelikli çoğunluk oyu gerekli olacaktı. AT hukuku daha güçlü bir yasal etkiye sahip olmasının yanında ATAD’ın AT enstrümanı üzerinde daha geniş bir inceleme yetkisi söz konusu olacaktır. Kısaca ceza hukuku birinci sütun kapsamında kaldığı sürece hükümetlerarası karakterli olmayacaktır. Bu da şu anlama gelmektedir: Üye ülkelerin mutlak egemenlik alanları içinde gördükleri ceza hukuku kapsamında suçların belirlenmesine ilişkin yetkisi sınırlanmış olacaktı. AB üçüncü sütun tedbirleri üye ülkeler üzerine ceza hukuku yükümlülüğü yükleyemez anlamına gelmemekteydi. Üye ülkenin veto yetkisi ve üçüncü sütun’un hükümetlerarası özelliği nedeniyle bu yükümlülük üzerindeki egemenlik hakkından doğan kontrol yetkisini elde tutmaya devam etmiştir. Bu nedenle Karar pratikte üçüncü sütunun bir bölümünün birinci sütuna transferi anlamına gelmektedir. İnsiyatif tekelini Komisyona bıraktığı için, bu transfer Anayasal Antlaşmanın önerdiği transferden daha ileri bir insiyatif yetkisi transferi olmuştur. Bu nedenle Mahkeme içtihadının kapsamının net olarak ortaya konması çok önemlidir. 32 Komisyon kararın ardından kararla ilgili görüşlerini yayımlamıştır. Komisyona göre Karar, söz konusu davanın çok ötesinde ilkeler ortaya koymuştur. Aynı gerekçeler diğer ortak politikalara ve dört iç pazar özgürlüğüne uygulanabilir. Sadece Topluluk amaçlarının gerçekleştirilmesi; ciddi sorunlarla mücadele etmekte gerekli olması; Topluluk politikalarının etkinliğinin sağlanması; veya iç pazarın sağladığı serbest dolaşım haklarının sağlanması için, gerekli sektörel seviyede ceza hukuku tedbirleri benimsenebilir. Ancak Topluluğun ceza hukuku konusunda genel bir yetkisi bulunmamaktaydı. Yukarıda sayılan şartların varlığı halinde, Topluluğun cezai yetkisi sadece suçların tanımlanmasında değil, cezai yaptırımların belirlenmesi, cezai yaptırımın niteliği, aralığı ve ceza hukuku ile ilgili diğer hususlar içinde geçerliydi.33 Bu yüzden Komisyona göre, üçüncü sütun yetkisi ceza hukukuyla ilgili genel, yatay (horizontal) tedbirler içeren enstürmanlar için kullanılabilir nitelikteydi. Buna karşılık Topluluk yetkisi sadece Topluluk amaçlarını gerçekleştirmek için ceza hukuku kurallarının kullanımını içermekteydi. Bu nedenle, Komisyon tarafından listelenen bir çok AB mevzuatının bir bütün olarak veya bazı hükümlerinin, tümüyle veya kısmen yanlış yasal zeminlere dayanarak kabul edildiğini iddia etmekteydi.34 Oxford Publishing, 2005, s.104; Case C-170/96 Commission v Council [1998] ECR I-2763, para.23; Peers, S., a.g.e.,s.392; Kocasakal, Ü., a.g.e., s.186-201; Erdem, M.R., a.g.e.; 32 Peers, S., a.g.e.,s.393; White, S., a.g.m., s.81-92; Kocasakal, Ü., a.g.e., s.98-201; Erdem, M.R., a.g.e. 33 COM(2005) 583, 23 Now 2005, para.8,9 ve 10 34 COM(2005) 583, 23 Now 2005, para. 14 178 BAHADIR YAKUT Bu nedenle Komisyon, bu mevzuattan birinin iptali için dava açmaya karar vermiştir. Gemilerin yol açtığı kirliliğe ilişkin çerçeve karara karşı açılan dava ATAD’ın önüne gelmişti.35 Yasal temelin yanlışlığı nedeniyle kabul edilen diğer yasal tedbirlere gelince, Komisyon, Konsey ve Avrupa Parlamentosunun önemli ölçüde değişikliklere gitmeden bunları Topluluk mevzuatı olarak kabul etmesini önermekteydi. Olmazsa Komisyon bunların yerini alacak mevzuatı önemli değişikliklerle müzakereye sunabilecekti. Para sahteciliği, karapara aklama, göçmen kaçakçılığı, özel sektör yolsuzluğu, bilgi sistemlerine saldırı suçları konularında yanlış yasal temele dayanarak mevzuat kabul edilmiştir. Terörizm, insan kaçakçılığı, cinsel sömürü ve çocuk pornografisi, ve uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili çerçeve kararlar bu içtihattan etkilenmemişlerdir.36 Komisyon ırkçılık yabancı düşmanlığı, organ kaçakçılığı, kamu alımlarında sahtecilik konularındaki durdurulan çerçeve karar önerilerini değerlendirmiş ve Topluluk hukuku kapsamında bir konu olan ırk ayrımcılığı için öngörülen cezanın yeniden düzenlenmediği sürece, ilgili ilk önerinin yasal dayanağının doğru olduğunu ifade etmiştir. Diğer iki önerinin yasal dayanağı konusunda Komisyon görüşünün ne olduğu çok açık değildi.37 Bu durumda Komisyonun analizleri isabetli miydi? İlk olarak, içtihadın kapsamı bakımından çerçeve kararın çevre konusunun ötesinde yansımaları olduğu açıktır. ATAD AT’nin ceza hukuku konusunda genel yetkisizliğinin Topluluğu çevre hukukuyla ilgili cezai önlemler benimseyip uygulamasına engel olmadığının nedenlerini ifade etmese de, Mahkeme kararının gerekçesinde çevre hukukuyla sınırlı olması gerektiğini gösterecek hiçbir şey bulunmamaktadır. Bunun yerine Mahkemenin Topluluğun amaç ve görevlerinin kıyaslama yoluyla referans verilen AT Antlaşması madde 2 ve 3’teki Topluluk politikalarına uygulanabileceği için içtihat tersi sonuca işaret etmekteydi. Mahkeme aynı zamanda eski AT Antlaşmasının çevrenin korunması konusundaki genel hükümlerine de değinmektedir, fakat bunun tali bir gerekçe olduğu ortaya çıkmaktadır.38 Her durumda benzer genel hükümler diğer Topluluk politikası alanları için de sözkonusu olmaktadır.39 Eski Madde 135 ve 280’deki hususi durumlar dışında, Topluluk politikalarıyla ilgili yasal tedbirlerin uygulanmasının bunu gerektirmesi durumunda AT ceza hukuku 35 White, S., a.g.m., s.81-92; Case C-440/05, pending. COM(2005) 583, 23 Now 2005 37 Peers, S., a.g.e., s.394 38 Case C-170/96 Commission v Council [1998] ECR I-2763, para. 42; White, S., a.g.m., s.81-92; Kocasakal, Ü., a.g.e., s.186-201; Erdem, M.R., a.g.e. 39 Peers, S., a.g.e., s.395; AT Antlaşması madde 3(2) cinsiyet eşitliği, 137(2) iş, 151(4) kültür, 152(1) kamu sağlığı, 153(2) tüketicinin korunması, 157(3) endüstri, 159 kohezyon, 178 gelişim ve madde 14 ve 136 iç pazar ve sosyal politikanın da benzer politikalar kapsamında olduğu söylenebilir. 36 LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 179 tedbirleri kabul etme yetkisine sahipti.40 Bununda ötesinde Hukuk Sözcüsünün görüşü açık bir şekilde Topluluk yetkisinin kapsamında olan her alanda eski AT mevzuatının etkin bir şekilde uygulanmasını sağlamak üzere üye ülkelere cezai düzenlemeler dikte edebilir demekteydi. Fakat eski Topluluğun cezai yetkileri, Topluluk yetkileri üzerindeki diğer genel sınırlamalara uygun olmalıydı. Örneğin, ceza hukuku yaptırımlarının amacı iç pazarı düzenlemeye ilişkin olabilir. Ancak iç pazar kurallarının uygulanmasının kolaylaştırılmasına ilişkin olamaz. Bu durumda yasal tedbir eski madde 95’in kapsamı dışında olacaktır. Çünkü madde iç pazarın düzenlenmesine ilişkin yetki vermektedir, kolaylaştırılması konusunda değil.41 Bu analizin sonucu olarak, Komisyonun çerçeve kararlar listesinin kısmen veya tamamen yanlış olduğuna ilişkin görüşü doğruydu ve çerçeve karar listesi, kaçakçılık bir çeşit illegal göç olduğu ölçüde, insan kaçakçılığına ilişkin çerçeve kararı da içermeliydi. Yasa dışı göçle ilgili eski Topluluk yetkisine ilişkin güçlü bir dayanak vardı, çünkü bu alan AT Antlaşması tarafından illegal aktivitelerle ilgili açık bir şekilde yetki verilmiş bir alandı.42 Kamu alımlarına ilişkin dolandırıcılıkla ilgili çerçeve karar önerisi şüphesiz bir şekilde eski Topluluk yetkisi kapsamındaydı ve organ kaçakçılığına ilişkin öneri eski AT Antlaşması madde 152(4)(a) organlara, insan orijiniyle ilgili maddeler, kan ve kan ürünlerine ilişkin yüksek kalite ve güvenlik standartları oluşturmak diyerek Topluluğa bu konuyla ilgili yetki verdiği düşünülebilir.43 Bu konuda en karmaşık soru, Topluluğun alacağı ceza hukuku tedbirlerinin doğası bakımından içtihadın kapsamının ne olduğu sorusudur. Bu bakımdan çevre suçlarına ilişkin çerçeve karar sıradışıdır, çünkü üye ülkenin ulusal hukuk düzeninde uygulaması gereken özel suçun ceza aralığını kesin olarak belirlememiştir. Fakat maddi ceza hukukuna ilişkin çerçeve kararlarının çoğu, üye ülkenin suç olarak düzenlemesi gereken suç tiplerine ilişkin cezaların miktarlarıyla ilgili yükümlülüklerini belirlemektedir.44 ATAD Hukuk Sözcüsünün görüşü, Topluluğun üye ülkenin kriminalizasyon dikte etmesine ilişkin yetkisi olduğunu ancak uygulanacak ceza aralığını empoze etme yetkisi olmadığını ifade etmektedir.45 Bu analizler mantıksal olarak çevre haricindeki alanlara kıyasen uygulanabilir. Mahkeme ise bu şekilde açık bir ayrım yapmamıştır. Fakat çerçeve kararın üye ülkelerin düzenleme yapmakla yükümlü tutulacağı ceza miktar aralıklarına ilişkin detaylı hükümleri bulunmadığına açıkça değinmiştir.46 Yine de Komisyon Mahkemenin bu konuda Hukuk Sözcüsü’nden daha ileri gittiğini ve 40 Case C-170/96 Commission v Council [1998] ECR I-2763, para.48; White, S., a.g.m., s.81-92; Peers, S., a.g.e., s.394; Wasmeier, M., and Thwaites, N., a.g.m., s.619; Kocasakal, Ü., a.g.e., s.186-201; Erdem, M.R., a.g.e. 41 Case C-376/98 Germany v EP and Council [2000] ECR I-8419 42 Peers, S., ‘Caveat Emptor? Integrating the Schengen Acquis into the European Union Legal Order’, 2 the Cambridge Yearbook of European Legal Studies 87, 2000, s. 112-115 43 Peers, S., a.g.e., s.396; Kocasakal, Ü., a.g.e., s.186-201; Erdem, M.R., a.g.e. 44 Peers, S., a.g.e., s.396; Kocasakal, Ü., a.g.e., s.186-201; Erdem, M.R., a.g.e.; 45 Case C-170/96 Commission v Council [1998] ECR I-2763, para.81-87. 46 Case C-170/96 Commission v Council [1998] ECR I-2763, para.49. 180 BAHADIR YAKUT Topluluğun detaylı ceza hukuku yaptırımları oluşturma yetkisi olduğu sonucuna varmıştır.47 Bu noktada Komisyonun isabetli bir görüş ortaya koyup koymadığı sorusu ortaya çıkmaktadır. Mahkeme, Hukuk Sözcüsü ile tersi bir görüş içerisinde değildir. Ancak bu noktayı muğlak bırakmıştır. Konuya ilk prensipten yaklaşırsak Mahkemenin bu kararından kıyas yoluyla Topluluk hukukunu uygulamak için gerekli olduğunda suçların oluşturulması bakımından yetkisi olduğu gibi ceza miktarlarının aralıkları bakımından da yetkisi olduğu söylenebilir. Bunu söylerken Topluluk için eğer ceza miktar aralıklarını detaylandırmak isterse yetki ikame ilkesi (subsidiarite) ve orantılılık ilkelerini gerektiği şekilde uygulamak zor olabilir.48 Ceza hukukunun diğer yönlerine gelince, Komisyon, ceza hukukundaki coğrafi yer itibariyle yargılama yetkisinin Topluluk hukukunun yetki alanı dışında kaldığını ifade etmiştir.49 Konseyin hukuk servisi, Mahkeme kararının Topluluğun bu yetkilere sahip olmadığına işaret ettiğini zannetmiştir.50 Bununla birlikte Mahkeme açık bir şekilde Komisyonun görüşünü onaylamamıştır. Bunun yerine cezai yetki konusu Topluluğun cezai yaptırımların harmonizasyonu yetkisi (uyumlulaştırılması veya yeknesaklaştırma)51 açısından tali bir husus olduğu söylenebilir. Eğer Topluluğun temelde yetkisi varsa, cezai yargılama yetkisi açısından boşluk oluşmasını önlemek ve Topluluk hukukunun uygulanması konusunda çifte yargılanma tehlikesini bertaraf etmek için, Topluluğun inisiyatif başlatma yetkisi vardır. Gerçekten Komisyon Bildirisinde hangi çerçeve kararların tamamen ve hangilerinin kısmen geçersiz olduğunu belirtmemiş olduğundan durum çok açık değildir. Komisyon’un Bildirisinde hedef alınan çerçeve kararların tamamı, karapara aklamaya ilişkin çerçeve karar hariç, ceza yargılama yetkisine ilişkin hükümler içermektedir. Komisyonun ceza usulüne ilişkin, örneğin mağdurların durumu, önceki mahkumiyetlerin etkisine ilişkin çerçeve kararların diğer yönlerinin Topluluk hukuku yetkisinin dışında kaldığına ilişkin görüşü açık değildir. Fakat Komisyonun görüşü ortak soruşturma ekipleri, malların müsaderesi ve cezai yargılamanın başlatılmasıyla ilgili hükümler içeren fikri mülkiyet haklarına ilişkin Direktif önerisinden çıkarılabilir.52 Eski AT Antlaşması dönemindeki Topluluk mevzuatı, ulusal ceza hukukunun uygulanması ve ulusal yargı siteminde yargının yönetimiyle ilgili değildir diyerek, ceza hukuku yetkisini açık bir şekilde sınırlandırdığı istisnai hükümleri nasıl değerlendirmek gerekir? Bu hükümler Topluluk mevzuatını ceza usul ve kolluk bakımından sınırlandırmaktadır (ceza hukukunun uygulanması ve yönetimi), yoksa maddi ceza hukuku bakımından değildir.53 47 Para. 5 and 10 of the Communication. Peers, S., a.g.e., s.396. 49 Case C-170/96 Commission v Council [1998] ECR I-2763, para.23; White, S., a.g.m., s.81-92 50 Peers, S., a.g.e., s.396; Para. 7 of Council doc 12587/05, 23 Sept 2005. 51 Bkz. Erdem, M.R.,a.g.e.; Kocasakal, Ü., a.g.e., s.186-201. 52 Peers, S., a.g.e., s.396; COM(2006) 168, 26 Apr 2006. 53 Peers, S., a.g.e., s.396; Cases C-176/03 [2005] ECR I-7879 ve C-440/05. 48 LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 181 Lizbon Öncesi AB’nin Maddi Ceza Hukuku Yetkisinin Kapsamı Diğer önemli bir husus ise AB’nin ulusal ceza hukuklarını harmonize etme yetkisinin boyutudur. AB Antlaşması 31. madde ‘AB’nin yetkilerinin organize suçlar, terörizm, ve uyuşturucu kaçakçılığı suçlarının belirli alanlarında suçların tanımlanması ve ilgili cezaların harmonizasyonu hususunda yasal tedbirlerin benimsenmesini içerir’ demektedir. AB’nin maddi ceza ve ceza usul hukukuna ilişkin farklı yasama enstrümanlarının konusu çok çeşitlilik arz eder ve üye ülkelerin ortak menfaatleri ile bağlantılıdır. Özellikle organize suçlar, terörizm, kara para aklama, uyuşturucu kaçakçılığı suçlarına atıfta bulunulan mevzuat bulunmaktadır. Bu doğrultuda Birliğin menfaatlerine ilişkin, sınırların korunması, mali menfaatler, para v.s. ve uluslararası seviyede korunabilecek menfaatlere ilişkin kamu ve özel sektörde yolsuzluk, çevrenin korunması, insan kaçakçılığı, çocukların cinsel sömürüsü, piyasa manipülasyonu, ırkçılık, dolandırıcılık ve nakit olmayan ödeme vasıtalarında sahtecilik ve siber suçlar konularında yasal enstrümanları bulunmaktadır. Bunlara ilaveten Avrupa tutuklama müzekkeresi çerçeve kararı, Topluluğun mali menfaatlerinin ceza hukuku vasıtasıyla korunması, Avrupa savcılığının kurulması, ceza yargılamasında sanık ve şüphelilerin usuli güvenceleri gibi işbirliği ve karşılıklı yardımlaşma alanlarındaki düzenlemeleri ve önerileri bulunmaktadır.54 Bu sayılanlara genel bir bakış göstermektedir ki, hemen hemen her AB mevzuatı belirli problemlere referans yapmaktadır. Bu da ulusal maddi ceza ve usul hukukunun harmonizasyonu ve yakınlaştırılması konusunda genel bir bakış açısı vermemektedir. Bunun sebebi de Birliğin etrafının genel bir ceza hukuku yetkisine sahip olmamasıdır. Fakat bu durum kabul edilse bile, ulusal hukuk sistemlerinin yapısal farklılıkları dikkate alınmamaktadır. Gerçekten bu farklılıkları takip etmenin güçlüğü kabul edilmek zorundadır. Bu durum hukukun dağınıklığına neden olmaktadır. Çünkü birçok alanda dolandırıcılık ve sahtecilik gibi geleneksel suçlar uygulama alanlarını kaybetmekte ve yeni suçlarla yer değiştirmektedir. Topluluğun mali menfaatlerinin veya Topluluk parasının korunmasına ilişkin suçlar veya yolsuzluk ve piyasa manipülasyonuna ilişkin suçlar buna örnek olarak verilebilir.55 Eski Madde 29 ve 31 içeriğinde sayılan suçların örnek kabilinden sayılan suçlar mı yoksa sınırlı sayı ve tipte mi olduğu konusuna gelince; bu hükümler suç tiplerini saymaktadır. AB Antlaşması madde 29 ‘AB’nin üçüncü sütun amacının diğerleri yanında farklı listedeki suçlar bakımından özellikle: terörizm, insan kaçakçılığı, çocuklara karşı suçlar, uyuşturucu kaçakçılığı, silah kaçakçılığı, yolsuzluk ve dolandırıcılık suçları bakımından ulusal hukukların yakınlaştırılması vasıtasıyla elde edileceğini ifade’ etmektedir. Avrupa Konseyi Tampere Zirve kararı AB’nin maddi ceza hukukunun harmonizasyonu bakımından çabalarını odaklaması gereken üçüncü bir liste ortaya 54 55 Perron, W., a.g.m., s. 15. Perron, W., a.g.m., s. 15. 182 BAHADIR YAKUT koymaktadır. Bu alanlar: mali suçlar (karapara aklama, yolsuzluk, Euro sahteciliği), uyuşturucu kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, kadın sömürüsü, çocukların cinsel istismarı, ileri teknoloji suçları ve çevre suçlarıdır.56 Görünüşte, maddelerde belirtilen suç tipleri açısından sınırlı sayı ve tipe bağlılık (numeraus clauses) var gibi görünse de gerçekte öyle değildir. Eğer bu üç listedeki suçlar sınırlı sayı ve tipe bağlı olsaydı, AB’nin 29. maddedeki amacıyla, 31. maddedeki yetkilerini uzlaştırmak güç olabilirdi ve AB’nin hukuki yetkilerinin sınırları ışığında Tampere Zirve sonucunda belirtilen politik gündemi gerekçelendirebilmek zor olabilirdi. Bunun yerine listenin sınırlı sayı ve tipe bağlı olmadığı açık olarak görünmektedir. ‘İçerecektir’, ‘özellikle’ ve ‘gibi’ sözcüklerinin kullanılışından açıkça anlaşıldığı gibi, AB’nin ulusal hukukları harmonize etme yetkileri belirtilen katalog suç listesiyle sınırlı değildir.57 Diğer taraftan, AB’nin üçüncü sütun yetkileri subsidiarity (ikincillik veya talilik ilkesi) ile sınırlanmıştır. Bu ilke AB’nin eylemlerini maddi ceza hukuku alanı bakımından minimum sınıraşan etkiye zorlamaktadır. Bununda ötesinde, AB’nin yetkisi üye ülkeyi AB’nin üçüncü sütun enstrümanlarının belirlediği suçların tanımını daha geniş bir şekilde ele almak açısından serbest bırakarak veya AB mevzuatının öngördüğü minimum seviyeyi aşan cezalar uyugulayabilecek şekilde, bu alanda sadece minimum standartların (madde 31’in seçtiği ifade biçimine göre minimum kurallar) oluşturulması için kullanılabilir.58 Örnek olarak siber suçların durumunu bu madde de sayılan ve sayılmayan suç tipleri açısından değerlendirecek olursak; Maddenin görünüşteki ifadesinde eğer mevzuatın veya suçun listede sayılan suçlarla bağlantısı olduğu düşünülmezse, siber suçların bu madde kapsamında olmadığı şeklinde anlam çıkmaktadır. Gerçekte Antlaşmanın yapıcısı bu madde de sayılan suçlarla Topluluk eylemlerinin sınırlarını detaylı bir şekilde sınırlamamaktadır ve bunlar gösterge amaçlıdır.59 Lizbon Öncesi AB’nin Ceza Usulü Yetkisinin Kapsamı AB’nin Lizbon öncesi yasal temelde ulusal ceza usul hukuklarının harmonizasyonu konusunda yetkisinin bulunup bulunmadığı hususu tartışmalı bir konuydu. Özellikle eski AB Antlaşması madde 31(1) (a) dan (d)’ye kadar temel olarak sınır aşan konulara değinmektedir. Sadece madde 31(1)(c) bu tür işbirliğini geliştirmek için gerekli olan, üye ülkelerde uygulanacak kuralların uyumluluğunu sağlamak konusundaki yetkiye işaret etmektedir. Bununla birlikte madde 31(1)’in başlangıç ifadesi cezai meselelerde adli işbirliğinde ortak eylemler, takibeden listedeki tedbirleri içerir demektedir ve bu listenin sınırlı sayıda olmadığını açıkça ifade etmektedir. Madde 31(1) (c)’nin geniş yorumlanması öngörülebilir ve özellikle şüphelilerin usuli 56 Avrupa Konseyi Tampere Zirve Sonuç Bildirisi Peers, S., a.g.e., s.387. 58 Erdem, M.R., a.g.e., s.69; Kocasakal, Ü., a.g.e., s.51-201. 59 Walden, I., ‘Harmonising Computer Crime Laws in Europe,’ European Jornal of Crime, Criminal Law and Criminal Justice 12(4), 2004, s. 329 57 LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 183 güvenceleri konusunda harmonizasyon sağlanması, üye ülke mahkemelerinin diğer üye ülke mahkemeleriyle işbirliği konusunda daha istekli davranmalarını sağlayabilecektir.60 Eski üçüncü sütun karışık yetkilerin klasik örneğini teşkil eden bir politika alanıdır. Burada ilk olarak açıklığa kavuşturulması gereken husus, cezai meselelerde adli işbirliğinin üçüncü sütun kapsamında ele alınması gerekip gerekmediğidir.61 Cezai meselelerde işbirliği alanında düzenleme yetkisi AB Antlaşması çerçevesinde hükümetlerarası düzenleme kapsamı içerisinde bulunmaktadır. Birliğin cezai konulardaki yetkisiyle ilgili en önemli tartışma konusu ceza usulü alanında yasama yetkisi ile ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Bu konudaki ileri sürülen argüman, AB içerisindeki cezai işbirliğinin ayrı bir ceza adalet mekanizması olmadığı, bunun yerine Birlik çapında bağımsız ceza adalet sistemleri arasındaki meseleleri çözmeye dönük bir işbirliğinden ibaret olduğu şeklindedir. Burada AB’nin bu sınırlı yetkisiyle usuli haklar bakımından yasalaştırma çalışması yapma yetkisi bulunup bulunmadığı ve mevzuat kabul edip edemeyeceği sorusu ortaya çıkmaktadır. Eski AB Antlaşmasının 29. ve 31. maddelerin kullandığı terminolojinin ve anlatım biçiminin ortaya koyduğu ‘cezai meselelerde adli işbirliği konusunda ortak eylem’ ifadesi; hem kurumsal, yargılama usulü ve mahkeme kararlarının yerine getirilmesi ve işbirliği kurallarının uyumluluğu bakımından usuli basitleştirme, hemde yasal tedbirlerin uyumlulaştırılması öngörülmektedir. Bu yasal tedbirler, suçları oluşturan unsurlar bakımından minimum kriterleri ve terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suçlar alanlarındaki yaptırımları ilgilendirir.62 Bu yüzden, üçüncü sütun sadece işbirliğini geliştirmeyi amaçlamaz aynı zamanda Topluluk enstrümanıyla uyuşan yeni yasal önlemler oluşturulmasını amaçlamaktadır. Böylece ceza hukukunun harmonizasyonu cezai meselelerde adli işbirliğinin amaçlarının gerçekleştirilmesinin metotlarından birini oluşturmaktadır. Bu madde harmonizasyon için açık yasal bir temel oluştururken, ceza hukukunun bazı yönleri ve harmonizasyonun derecesini ifade eder şekilde sadece minimum kriterler oluşturulması açısından onu sınırlar. Maddenin sınırlaması açık bir şekilde ifade edilen alanlar haricinde harmonizasyona izin vermez.63 Eski AB Antlaşmasının 29 uncu maddesinin anlatımları ışığında, usul hukukunun bu sütununun spesifik bir amacı olarak açıkça belirtilmediği sonucu çıkarılabilir. 60 Bu yorum Case C-105/03, Criminal Proceedings against Maria Pupino, 16 June 2005 Davasındaki yorum tarafından desteklenmiştir, para. 48-52. 61 De Hert, P., ‘Division of Competencies between National and European Levels with regard to Justice and Home Affairs, in Apap, J., Justice and Home Affairs in the EU, Edward Elgar Publishing, 2004, s.82 62 AB Antlaşması madde 29 ve 31 63 Weyemberg, A., ‘Approximation of Criminal Laws, the Constitutional Treaty and Hague Programme’, Common Market Law Review 42, 2005, s.1569 184 BAHADIR YAKUT Bununla birlikte eski AB Antlaşmasının 30, 31 ve 32. maddeleri vasıtasıyla ceza usulünü ele almak için kapı açık bırakılmış mıdır sorusu gündeme gelmektedir.64 Karşılıklı tanıma prensibini cezai işbirliğinin köşe taşı kabul eden Tampere Zirvesi Sonucundan sonra, karşılıklı tanıma ilkesi açısından hem cezaların infazının, hem de sanık ve şüphelilerin haklarının korunmasının önemine işaret edilmiştir.65 Ceza adaletinde karşılıklı tanıma ilkesinin uygulanması konusunda çok önemli gelişmeler kaydedilmesine rağmen, savunma haklarına yeterince önem verilmemiştir.66 Karşılıklı tanımanın (cezai meselelerde negatif yasal entegrasyonda), savunma haklarında minimum seviyede harmonizasyonun ihmal edildiği fark edilebilir.67 Avrupa tutuklama müzekkeresi çerçeve kararının uygulanmasında usul açısından kayda değer bir başarı elde edilmiştir. Bununla birlikte, kararı veya müzekkereyi icra edecek devletin, ilk bakışta talep eden devletin usuli haklar konusundaki durumunu kontrol zorunluluğu bulunmamaktadır.68 Öte yandan, iddia edilebilir ki, karşılıklı tanımanın işbirliğinin köşe taşı olarak kabul edilebilmesi için AB Antlaşmasının mevcut hükümleri sağlam dayanaklara sahip değildir. AB Antlaşmasında bir metot olarak zikredilen daha yakın işbirliği Konseyin politik bir tercihidir. Bununla birlikte Gbandi’ye göre ceza hukukunun özel karakteri nedeniyle ve bu yeniliğin AB Antlaşmasının yapıcıları tarafından bu kastedilmediği için karşılıklı tanımayı işbirliğinin köşe taşı saymak kendi başına bunu ispat etmeye yetmez. Bu yüzden, bunun her kullanımının, alınacak yasal tedbirler AB Antlaşmasının diğer maddeleri hükümlerine dayanmaması durumunda Birlik organlarınca yetkinin aşılması teşkil edecek69 ve usuli hakların dayanağı bakımından şüphelere neden olacaktır. Bunun nedeninin ise Lizbon öncesi AB Antlaşmasında açık bir yasal temel bulunmamakta, ancak karşılıklı tanıma açısından işari yetki olduğu söylenebilir.70 Avrupa tutuklama müzekkeresi çerçeve kararında niçin şüpheli ve sanıkların usuli hakları bakımından minimum seviyede harmonizasyon standartları göz önünde bulundurulmamıştır. Bunun yasal yetki eksikliğinden dolayı olduğunu iddia edenler olmuştur. Lizbon öncesi AB Antlaşmasının 31(1)(b) maddesi suçluların iadesinin kolaylaştırılması için yetki verirken, usuli haklar bakımından açık yetki bahşetmemektedir. Komisyon bunu aşmak için bir yol bulmuştur ve maddeyi işari yetki veriyormuş gibi yorumlamıştır.71 Komisyon ceza yargılamasında belirli usuli haklar 64 Schutte, J., ‘Unification and Harmonisation of Criminal Procedures in the EU,’ in Nijboer, J., and Sprangers, W., Harmonisation in Forensic Expertise, Amsterdam, Thela Thesis, 2000, s.43-55 65 Mutual Recognition of Final Decision in Criminal Matters (COM(2000) 495 final), s.2 66 Peers, S., (2000), a.g.e., s.187. 67 Peers, S., (2000), a.g.e., s.187. 68 Alegre, S., and Leaf, M., ‘Mutual Recognition and Judicial Cooperation: A Step Too Far Too Soon? Case Study-European Arrest Warrant,’ European Law Journal 10(2), 2004, s.200-217 69 Gbandi, K., EU Committee, House of Lords, In a Memorandum to the UK House of Lord inquiry, ‘Procedural Rights in Criminal Proceedings’ (Stationary Office; HL Paper; 28), 2 July 2005. 70 Lööf, R., a.g.m., s.430. 71 Lööf, R., a.g.m., s.424. LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 185 konusunda bir çerçeve karar önermiştir.72 Karşılıklı tanımanın gereklerini ve AB Kurumlarının bu konudaki görüşlerini açıklama yöntemlerini yorumlayarak, Komisyon, önerilen usuli haklar konusundaki çerçeve kararda AB Antlaşmasının 31(1) (c) maddesinin yasa koyucusunun AB’ye ceza usulü konusunda yetki vermek niyetinde olduğu şeklinde yorumlamıştır.73 Morgan mevcut üçüncü sütun’un tartışmalı yorumlanmasına dayanan Usuli Haklara ilişkin Çerçeve Karar’ın önerilmesinin AB’nin usuli haklar konusundaki yetkisi çevresindeki müphemliği açıklığa kavuşturabileceğini iddia etmiştir.74 Diğer taraftan, Nilsson’a göre usuli haklar konusunda AB’nin yetkili görülmesinin arkasındaki ana fikir üçüncü sütunun hükümetlerarası karakteri ve bunun doğal sonucu olarak bu Sütundaki karar alma sürecinin oybirliği şeklinde olması yönüdür. Üçüncü sütun AB’ye yasalaştırma konusunda yetki vermemekte ve atfedilen yetki sistemini yaratmaktadır. Bu nedenle sınırlı bir yetkisi vardır. Hükümetlerarası Konsey neye karar verirse o konuda yasalaştırma yetkisi olduğu düşünülebilir demektedir.75 Buna karşılık, Hukuk Sözcüsü Kokot, Pupino Davasında, AB Antlaşmasının 31(1) maddesi sınırlı yetki açısından ‘cezai meselelerde adli işbirliği konusunda ortak eylem…içerecektir’ derken müphem bir anlatım biçimi kullanmamakta olduğunu savunmaktadır.76 Schutte ise AB Antlaşması 29. maddenin ifadesi ışığında usul hukukunun bu sütunun spesifik amacı olarak belirtilmediği sonucu çıkarılabilir demektedir. Bununla birlikte AB Antlaşmasının 30, 31 ve 32. maddeleri ceza usulü yargılamasının taraflarının haklarını ele aldığı için kapının açık bırakıldığını söyleyebiliriz demektedir.77 Lööf bu konuda herhangi bir müphemlik bulunduğunu kabul etmemekte ve AB Antlaşması 31(1) maddesinin ifadesinde usuli haklar açısından tatmin edici yasal dayanağın bulunduğunu iddia etmektedir.78 Kanaatimizce, usuli hakların düzenlenmesi açısından AB’nin açık bir yasal dayanağı olduğunu söylemek kolay değildir. Ancak karşılıklı tanıma ilkesinin fonksiyonelliğinin sağlanması için gerekli olduğunda usuli güvenceler sağlayan mevzuat kabülü için kapının açık olduğu söylenebilir. Öte yandan, Antlaşma hükümleri kapsamında bulunmamasına rağmen Konseyin her ne isterse ona ilişkin yetkisi olduğunu düşünmek, AB Hukukunun Antlaşmaya dayanan karakteri nedeniyle ve Antlaşmaların belirli bir kabul ediliş ve yürürlüğe giriş prosedürü olduğu için makul görünmemektedir. 72 Proposal for a Council Framework Decision on certain procedural rights in criminal proceedings throughout the EU(COM (2004) 328 final). 73 Lööf, R., a.g.m., s.424 74 Morgan, C., (Criminal Justice Unit, Directorate D), ‘speech at the Academy of European Law conference in Edinburg’, 1 October 2005 75 Nilsson’dan aktaran; Lööf, R., a.g.m., s.424. 76 Lööf, R., a.g.m., s.425 77 Schutte, J., ‘Unification and Harmonisation, s.43-55 78 Lööf, R., a.g.m., s.425 186 BAHADIR YAKUT Cezai meselelerde adli işbirliğinin uluslarüstü mü yoksa hükümetlerarası yetkiye mi dayandığı sorusuyla ilgili olarak; öncelikle, Antlaşmanın taslağını hazırlayanlar sürekli olarak AB Antlaşmasının ilgili bölümleri boyunca işbirliği, operasyonel işbirliği, daha yakın işbirliği terimlerini kullanmış ve AT Antlaşmasının 61-69 maddeleri arasında da aynı terimler kullanılmıştır.79 Bu durum yasa koyucunun niyetini ve AB’ye bu konuda ne çeşit bir yetki bahşetmeyi amaçladığını göstermesi açısından önemli bir noktadır ve işbirliği kavramı hükümetlerarası karakteri hemen belli etmektedir. Dolayısıyla Amsterdam Antlaşması döneminde üçüncü sütunun arkasındaki temel hümümetlerarası mantığa dokunmamıştır ve polis ve adli işbirliği oybirliğini gerektiren hükümetlerarası özelliğini sürdürmüştür.80 İkinci olarak, hükümetlerarası veya uluslarüstü yapıların altında yatan destekler sadece bir taneye indirgenemez. Bu çok boyutlu bir fenomendir ve bir çok faktör entegrasyonun seviyesini yansıtır. İlk parametre insiyatif başlatma hakkını çevreleyen yasal yetkinin kullanımı olabilir.81 Lizbon öncesi AB Antlaşmasının 34. maddesi insiyatif kullanma hakkını üye ülkelere vermektedir ve sınırlı bir ölçüde AB Kurumlarını ve Komisyonu yetkilendirmektedir. Üçüncü olarak, yasal enstrümanların kabul edilmesi yetkisi Konseye verilmiştir ancak iç hukuka aktarılmasının metodu üye ülkenin takdirine bırakılmamıştır. Bütün kararların üye ülkelerin katılımlarıyla gerçekleşmesi üçüncü sütunun genel özelliğidir. Parlamentonun katılımı veya ortak karar alma imkanı bulunmamaktadır. Üçüncü sütun AB’ye Birlik ölçeğinde Komisyona veya Parlamentoya çok sınırlı bir takdir yetkisi ve yargısal gözden geçirmeye çok sınırlı bir alan bırakarak üye ülkeler için iç hukuk düzenlerine aktarmak yükümlülüğünde oldukları mevzuat kabul etme yetkisi vermektedir. Bu durumu biz kendine özgü (sui generis) uluslarüstü yetki olarak adlandırabiliriz.82 Üçüncü sütun yapısı içerisinde bu yetki AB’yi yarı uluslarüstü ceza adaleti sistemine doğru sürüklemiştir. Bu uluslarüstü özellikler örneğin Komisyonla ilişkiler, Parlamentoya danışma, yasal enstrümanların bağlayıcı özelliği hükümetlerarası yapının sınırlarını genişlemeye doğru itmiştir. Bu yetki Topluluğun münhasır ve paylaşılan yetkilerinden değildir. Enstrümanların özellikleriyle ilgili olarak, özellikle çerçeve karar centilmenlik antlaşması olarak adlandırılabilir.83 Bağlayıcı özellikleri vardır ve geçerlilikleri ve yorum açısından ön inceleme prosedürüne tabidirler. Fakat doğrudan etkili olma 79 AT Antlaşması madde 61-69 De Hert, P., a.g.m., s.76 81 Walker, N., ‘ In Search of the Area of Freedom, Security and Justice: A Constitutional Odyssey,’ in Walker, N., Europe’s Area of Freedom, Security and Justice, Oxford University Press, 2004, s.16 82 Mitsilegas, V., et al, The European Union and Internal Security, Houndmills, Palgrave/Macmillan Global Academic Publishing, 2003, s.93 83 Guild, E., and Carrera, S., ‘No Constitutional Treaty?, s.3 80 LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 187 özellikleri yoktur. ATAD Pupino84 Davasıyla çerçeve kararların dolaylı etkili olduğuna hükmetmiştir. Yargısal inceleme yetkisi sınırlı bir alanda hükümetlerarası ilişkilere bırakılmıştır. Etkili olma bakımından cezai işbirliğinin karar alma mekanizmasının başlıca başarısı olduğu söylenebilir. Son olarak, AB Antlaşmasının 34. maddesinde ifade edilen karar alma metodunu üye ülkenin inisiyatifiyle oybirliği olarak belirlenmiştir.85 Bu durum bazılarınca, AB’nin uluslarüstü sisteminin dayandığı hükümetlerarası karar alma usulünün uluslarüstü alana doğru stratejik kaymasından dolayı kendine özgü uluslarüstü-hükümetlerarası olarak adlandırılmaktadır. Gerçekten Konsey organizasyonu açısından hükümetlerarası olmasına rağmen çalışma yöntemi ve ortaya koyduğu yasal enstrümanların sonuçları itibariyle üye ülkeleri bağlayıcılığı yönüyle uluslarüstüdür.86 AB’nin ceza işleriyle ilgili bağımsız bir ceza adalet sisteminden ziyade bağımsız ceza adalet sistemleri arasında işbirliği olarak gören görüşle ilgili olarak, Birlik hükümetlerarası özellik üzerine dayanan kendine özgü bir uluslarüstülük üzerine inşa edildiği için, tümüyle bağımsız Birlik ceza adalet sisteminin ortaya çıkışını beklemek rasyonel bir yaklaşım değildir ve böyle bir sistemin sağlanması gerekli de değildir. Birliğin temel fikrinde işaret edildiği gibi farklılıklar içinde Birlik AB’nin ceza politikasını anlamak için en elverişli yaklaşımı yansıtır. Lizbon öncesi dönemde kendine özgü veya bazı yarı uluslarüstü özellikleri olmasına rağmen, bu çok boyutlu resim göz önünde bulundurularak cezai meselelerde adli işbirliğinin temel karakterinin adı üzerinde hükümetlerarası olduğu söylenebilir. Daha doğrusu hükümetlerarası özellik ağır basmaktadır. Anayasal Antlaşma Kapsamında Cezai Yetki Anayasal Antlaşmanın I-11(2) maddesince AB’nin yetkisi atfedilmiş, açıkça belirli ve sınırlanmış olarak tanımlanmıştır. Bununla birlikte belirli ölçüde madde III-270 ve takibeden maddelerdeki cezai meselelerde adli işbirliği madde I-14(2)’ye göre AB ve üye ülkeler arasında paylaşılan yetki içerisinde şeklinde belirlenmiştir. Madde I12(2)’ye göre üye ülkeler yetkilerini Birlik kullanmadığı durumlarda veya kullanmayacağının belirtildiği durumlarda kullanır. AB cezai meselelerde adli ve polis işbirliği alanında yetkinin ana kontrol edicisi olarak ortaya çıktığı sonucu yukarıdaki madde hükümlerinden çıkarılabilir. Anayasal Antlaşma madde III-362(3) ile üye ülkelere Lizbon öncesi durumdan daha etkili cezai tedbirler empoze edilmesi öngörülmüştü.87 84 Case C-105/03, Criminal Proceedings against Maria Pupino, 16 June 2005; 2001/220/JHA Ceza Yargılamasında mağdurun duruşmaya katılmasına ilişkin Konsey Çerçeve Kararı 15 Mart 2001. 85 AB Antlaşması madde 34 ve 35 86 Ludlov, P., ‘A Commentary on the EU, A View from Brussels’, Brussels: Centre for European Policy Studies, CEPS Commentary. 87 Anayasal Antlaşma I-11(2), III-270, I-14(2), I-12(2), III-362(3) maddeler. 188 BAHADIR YAKUT Ceza Usul Hukukunun Uyumlulaştırılması (Harmonizasyonu) Yetkisi AB’nin ceza usul hukuku konusundaki yetkileri Anayasal Antlaşmada madde III270’de öngörülmüştü.88 Madde metninde görülebileceği gibi Konseyde nitelikli çoğunluk oyu gerektiren ortak karar prosedürü ile maddi ceza hukuku mevzuatı benimsenmesi mümkün olabilecekti. Bununla birlikte ulusal ceza usul hukuklarının harmonizasyonu durumunda, maddi ceza hukuku alanında olduğu gibi bir özel prosedür hükmü olan ve acil durum fren usulü olarak bilinen, üye ülkeye belirli sebeplerle süreci durdurmaya izin veren mekanizma söz konusu olabilecekti. Ortaya çıkan uyuşmazlığın çözülmesinin imkansız olması durumunda istekli olan üye ülkeler arasında esneklik mekanizmasının otomatik olarak devreye girmesine izin verilmiştir. Komisyon ve ATAD bu alanda üye ülke inisiyatifleri için sınırlı bir yetki, mahkemelere verilen normal yetkiler ile ve kanun uygulama açısından sadece özel bir sınırlama ile tüm polis ve ceza hukuku tedbirleri bakımından sahip olabilecekleri geniş kapsamlı bir rol oynayabilirler. Buna karşılık ATAD’ın normal yetkisinin uygulanması tüm üye ülkelerden gelecek başvurular üzerinde yetkili olmayı gerektirmenin yanında, Komisyonun Avrupa Tutuklama Müzekkeresinin uygulanması konusunda şikayet ettiği hususlar ışığında daha sık gerçekleşme olasılığı olabilecek olan Komisyon tarafından getirilecek ihlal davaları üzerinde yargı yetkisini de gerektirecektir. 89 Ulusal ceza usul hukuku bakımından Çerçeve yasasının kullanılması Amsterdam Antlaşması yürürlüğe girdiğinden beri çerçeve kararlar zaten kullanılageldiği için (Eurojustla ilgili kararları hariç tutarsak) bu alandaki, mevcut durumun tanınması anlamına gelebilecekti. Sınır aşan usuli meselelerin ele alınması için Tüzüklerle yer değiştirecek olan Avrupa yasasının kulanılması bu alanda şu ana kadar çerçeve kararlar kullanıldığı için yeni bir husus olacaktır. Her iki durumdada Avrupa Yasası veya Çerçeve Yasası çerçeve kararlardan bireyler için ilgili AB mevzuatını ulusal mahkemeler önünde ileri sürebilme hakkını doğurma anlamına gelen daha güçlü bir hukuki etkiye sahip olacaktı (özellikle doğrudan etki ve görünürde üstünlük-supremasi). Topluluk hukukunun zararın tazminini de içeren etkili kanun yolu çözümü prensibinin uygulanacağı hususu da tartışma götürmeyecekti. 90 AB’nin sade ulusal ceza usulü bakımından yetkisi şu anda uygulanmayan sadece minimum kurallarla sınırlanabilirdi. Minimum kuralların gerektirdiği sınırın ne olduğuna ilişkin spesifik bir tanım olabilirdi. Bundan başka AB’nin harmonize etme yetkisinin bulunduğu iç usuli meseleler açık ve muğlak olmayan bir listeyle sınırlandırılabilirdi. Şüphesiz bu liste maddi ceza hukukunda olduğu gibi muvcut durumdan farklı olarak sınırlı sayı ve tipte bir liste olabilecekti ve yetki üzerindeki bu sınır şüphesiz nitelikli çoğunluk oyunun bu alandaki yaygınlaşması yönünde bir 88 [2004] OJ C 310. Peers, S., a.g.e., s.494. 90 Gbandi, M., ‘The Treaty Establishing a Constitution for Europe and Challanges for Criminal law at the Commencement of 21st Century’, Criminal Law and Criminal Justice Vol.13/4, 2005, s. 495-496. 89 LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 189 değişimdir. Liste AB’nin zaten mevzuatı bulunduğu, mevzuat önerisinin müzakere aşamasında olduğu veya düzenleme için kesin plan bulunduğu alanlarla örtüşür.91 Bununla birlikte, AB Konseyinde oybirliği uyuşmasından sonra Antlaşmanın revize edilmesine veya ulusal onaylamaya gerek olmadan ulusal ceza usul hukuku konusunda AB’ye daha fazla yetki vermek için 2 inci paragrafın kapsamını genişletme konusunda yetki sahibi olabilirdi. Böyle bir genişleme, gereklilik testi ve sınır ötesi sonuçlarından oluşan ve AB’nin ulusal hukuku ve AB’yi sadece minimum kurallar benimseme konusunda sınırlamada dikkate almayı gerektiren madde III-270 (2) nedeniyle sınırlı kalabilirdi.92 Maddi Ceza Hukukunun Uyumlulaştırılması (Harmonizasyon) Yetkisi AB’nin maddi ceza hukukundaki yetkisi Anayasal Antlaşma madde III-270’de öngörülmekteydi. Madde metninde görülebilecegi gibi Konseyde nitelikli çoğunluk oyu gerektiren ortak karar prosedürü, maddi ceza hukuku mevzuatı benimsenmesi için kullanılabilirdi. Bununla birlikte, üye ülkelere belirli sebeplerle süreci durdurmaya izin verebilecek olan ve acil durum fren mekanizması olarak bilinen özel bir usul hükmü bulunmaktadır. Eğer ortaya çıkan uyuşmazlığın çözümü imkansız ise ulusal ceza hukukunun harmonizasyonuna uygulanabilecek olan aynı sistemle, bu durumda istekli üye ülkeler arasında esneklik mekanizmasına otomatik olarak yetki verilmiştir. Komisyon ve ABAD üye ülke inisiyatifleri için sınırlı bir ehliyetle ve Mahkemeye verilmiş normal yetki üzerine kanun uygulayıcılar için konulmuş özel sınır ile bu alanda tüm polis ve ceza hukuku önlemleri bakımından geniş bir rol oynayabileceklerdi. İkinci sınırlama maddi ceza hukuku mevzuatı ile ilgili değil sadece polis işbirliği için söz konusu olacaktı. Buna karşılık ABAD’ın normal yetkisinin uygulanması tüm üye ülkelerden gelecek başvurular üzerinde yetkili olmayı gerektirmenin yanında, Komisyonun avrupa tutuklama müzekkeresi çerçeve kararının uygulanması konusunda şikayet ettiği hususlar ışığında daha sık gerçekleşme olasılığı olabilecek olan Komisyon tarafından getirilecek ihlal davaları üzerinde yargı yetkisini de gerektirecektir.93 Direktifle yer değiştiren Çerçeve yasasının kullanılması Amsterdam Antlaşması yürürlüğe girdiğinden beri çerçeve kararlar zaten kullanılageldiği için (sentetik uyuşturucular hakkındaki kararı hariç tutarsak) bu alandaki mevcut durumun tanınması anlamına gelebilecektir. Yukarıda açıklanan nedenle bunun sonucu maddi ceza hukuku bakımından etkisi sınırlı olabilecekse de, Çerçeve Yasası çerçeve kararlardan daha güçlü bir hukuki etkiye sahip olacaktır (özellikle doğrudan etki ve AB hukukunun önceliği veya üstünlüğü açısından).94 91 Peers, S., a.g.e., s.496. Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s. 495-496. 93 Peers, S., a.g.e., s.424 94 Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s. 495-496 92 190 BAHADIR YAKUT AB’nin bu alandaki yetkisi şu an olduğu gibi, yine minimum kurallarla sınırlı olabilecekti. Bundan başka, harmonize etmeye yetkili olduğu açık ve muğlak olmayan spesifik suç listesiyle sınırlı olabilirdi. Bu liste şu ankinden farklı olarak şüphesiz, sınırlı sayı ve tipte bir liste olabilecekti ve yetki üzerindeki bu sınırlama ile birlikte nitelikli oy çokluğu bu alana yaygınlaştırılmış olacaktı. Listenin kendisi genel olarak belirtilmeyen çevre suçları ve mali suçlar hariç mevcut üç liste ile yani Tampere Zirve Sonucu, AB Antlaşması madde 29 ve 31’deki listelerle aynıdır.95 AB’nin ceza yetkisi kapsamında olması gereken suç tipleri açısından, önceki sınırlamalar iki yolla kaldırılabilir. İlk olarak Antlaşmada değişiklik veya ulusal onaylamaya gerek olmaksızın Konseyde oybirliği ile anlaşılması ile kaldırılabilir ve listeye daha fazla suç eklenebilir. Bununla birlikte söz konusu suçların özellikle ağır suçlar olması, suçların doğası ve etkileri bakımından sınır aşan boyutu olması veya ortak bir zeminde mücadele etmek için özel bir ihtiyaç duyulmasını gerektiren madde III-271 nedeniyle bu türdeki her genişletme sınırlı kalacaktır.96 İkinci olarak harmonizasyon, Antlaşmanın başka bir hükmüyle bağlantılı olması durumunda, birliğin belirli bir alandaki politikalarının etkili uygulanmasının sağlanması gerekliliğinin ispat edilmesi ve ilgili alanın harmonizasyon tedbirlerine tabi olması şartıyla sınırlama kaldırılabilir. Suçların sınır aşan boyutu olan veya özel bir gerekliliği olan özellikle ağır suç olması gerekliliği yoktur. Bunun yerine iki tane yer değiştirme testi bulunmaktadır. Birliğin politikalarının etkili uygulanması ile bağlantılı olarak, AB hukukunda düzenlenen ihlal yasağının cezai yaptırıma tabi olması için yeteri kadar önemli olduğu düşünülebilir. Fakat bu tür tedbirler etkin bir uygulama için hayati bir gerekliliktir ve Greek Maize97 davası prensipleri dikkate alınsa bile, AB’nin konuyu üye ülkelere bırakması durumunda ilgili yasağın uygulanması için üye ülkelerce farklı yaptırımların uygulanmasının büyük ölçüde etkisiz uygulama riski sonucunu doğuracağını ortaya koymak zorunda kalacağı görülmektedir. Üye ülkelerce yapılacak uygulamanın etkisiz olduğunu ortaya koyma hususunda, AB mevzuatının eylemi yaptırıma tabi olan ilgili failin mevzuat ve uygulamanın en zayıfını bularak bundan yararlanmak için üye ülkeler arasında hareket etmesinin kolay olduğu ölçüde bunu gerekçelendirmek kolay olabilir. Bu, aşağı doğru yarış testidir.98 Politika alanının harmonizasyon mevzuatına tabi olması gerektiği kriterine gelince, bu AB’nin politika alanı tamamıyla harmonize edilmiş olması gerektiği ölçüde inisiyatif kullanabileceği anlamına gelmemektedir. Antlaşma taslağını hazırlayanlar Antlaşmada ve Hükümetlerarası Zirve Sonuç kararında bu alanda AB’nin yetkilerini sınırlamayı ve AB’nin yetkilerini kesin olarak göstermeyi düşünüyorlardı ve eğer AB’nin uygulama ile ortaya çıksın veya kendiliğinden olsun, münhasır yetkili olduğu alanlarda AB’nin bu yetkilerini kısıtlamayı kast etmişlerse, böylece şüpheye mahal kalmayacak şekilde bu etkiyi doğuracak açık ifade biçimini dahil etmiş olacaklardı. Fakat bu yetkinin 95 Tampere Zirve Sonucu; AB Antlaşması madde 29 ve 31 ve Anayasal Antlaşma madde III-270 Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s. 495-496; Peers, S., a.g.e., s.425 97 Case 68/88, Greek Maize, [1989] ECR 2965. 98 Peers, S., a.g.e., s.426. 96 LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 191 kullanılması için, Antlaşmanın ifade biçimi açıkça AB’nin ceza hukuku mevzuatı harmonizasyonla ilgili kaynak kuralların kapsamı ötesine geçemeyeceğini göstermektedir. Bu yüzden çevre hukuku kurallarını uygulamak için herhangi bir AB ceza hukuku yaptırımı, ulusal çevre hukukunu değil sadece AT veya gelecekte AB çevre hukukunu ilgilendirebilir.99 Bu yetki AT hukukuyla ilintili ceza hukuku tedbirleri üzerindeki yetki ile ilgili mevcut tartışmalar bu şekilde sona erseydi, AB’nin mevcut ikinci sütun (Dış ve Güvenlik Politikası) ile ilgili ceza hukuku tedbirleri benimsemesine izin verebilirdi. Bunlar kısmen Topluluk politikası olmasına rağmen, özellikle ekonomik ve mali yaptırımlar söz konusu olduğu durumlarda ilgili olabilir. Dış politika mülahazalarıyla belirli bölgelere satış konusundaki yasakları da içeren silahların kontrolü kurallarının ihlali ile beraber (her durumda yasadışı silah kaçakçılığının AB’nin ceza yetkisinin kapsamında kaldığı iddia edilebilir) ve AB, sürekli olarak Mahkemeyi bir çok dış politika mevzuatı ile birlikte desteklediği için, muhtemelen Uluslararası Ceza Mahkemesinin görev alanı ile bağlantılı suçlar (soykırım, savaş suçları, ve insanlığa karşı suçlar) için de söz konusu olabilir. Benzer şekilde, işkenceye karşı AB dış politika tedbirleri bu alanda AB’nin ceza hukuku yetkisinin kullanımının haklı gerekçesi olabilir. Diğer taraftan, AB’nin dış politika tedbirlerinin ulusal hukukun harmonizasyonu olarak değerlendirilemeyeceği düşünülebilir.100 Antlaşmanın diğer politika alanlarında geçerli karar verme prosedürü olan nitelikli oy çoğunluğu ve ortak karar prosedürü, bazı durumlarda söz konusu olacaktır. Buna karşılık vergi kaçakçılığı, ırkçılık, ve yabancı düşmanlığı konularında ceza hukuku mevzuatının harmonizasyonunda, Konseyde oybirliği kuralları geçerli olacaktı.101 Benzer şekilde dış politika tedbirlerinin uygulanması ile ilgili ceza hukuku tedbirlerinin karar verme süreci oybirliğine tabidir. Çoğunlukla nitelikli oyçokluğuyla birlikte ve bazılarında dış politika acil durum frenine tabidir.102 Üye ülkelerin öneride bulunma ihtimalinde olduğu gibi,103 her durumda ceza hukuku acil durum freni bu alana uygulanabilirdi.104 Her iki karar verme prosedürü kuralının aynı anda uygulanmasını engelleyecek bir durum olmadığı için üye ülkelerin veto haklarını ileri sürme veya acil durum freni (örneğin vergi kaçakçılığı suçunda) veya dış politika veyahutta ceza hukuku acil durum freni (dış politikada nitelikli oyçokluğunun uygulanma şartlarının bulunması durumunda) kullanabilme beklentisi söz konusu olabilirdi. Belki her ikisini de aynı anda uygulanma durumu da olabilirdi.105 99 Peers, S., a.g.e., s.426. Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s. 495-496; Peers, S., a.g.e., s.427 101 Anayasal Antlaşma maddeleri II-124(1) ve III-171 ve III-173. 102 Anayasal Antlaşma madde III-300. 103 Anayasal Antlaşma madde III-270 (2). 104 Anayasal Antlaşma madde III-270 (3) ilk cümle. 105 Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s. 495-496. 100 192 BAHADIR YAKUT Son olarak Anayasal Antlaşmanın açıklamasında, üye ülkelerin ceza hukuku alanındaki uluslararası Antlaşmaları, bu tür Antlaşmalar Birlik hukukuna uygun olduğu sürece müzakere edebilecekleri ifade edilmektedir.106 Bu, halihazırda AT’nin dış ilişkiler yetkisini düzenleyen prensiplerinin basit bir şekilde yeniden teyit edilmesi olarak gözükmektedir.107 Lizbon Sonrası Cezai Yetki Lizbon Analaşması 1 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe girmiş olması nedeniyle mevcut yapıyı anlamak için arz ettiği önem nedeniyle, getirdiği yeni yapıya bakacak olursak, genel olarak mevcut eksikleri giderme yönünde önemli gelişmeler içerdiği fikrini vermektedir. Öncelikle Lizbon Antlaşması Sütun ayrımını kaldırarak yapıyı birleştirmektedir. Lizbon Antlaşmasının yeniden isimlendirdiği Avrupa Birliğinin İşleyişi Antlaşması madde 2C (j)’ye göre; özgürlük, güvenlik ve adalet alanı konusunu Anayasal Antlaşmada olduğu gibi AB ile üye ülkeler arasında paylaşılan yetki alanına dahil etmekte olup, bu alan AB’nin münhasır yetki alanında değildir. Dolayısıyla ceza hukuku alanındaki AB’nin yetkisi son derece açıktır ve tereddüt bulunmamaktadır. Bundan başka paylaşılan yetki kavramı bizi AB ve üye ülkelerin rollerinin eşit düzeyde olduğu basit sonucuna götürmemelidir.108 Cezai meselelerde adli işbirliği, polis işbirliği ve idari birimler arasında işbirliği konusunda, Komisyon ve üye ülkelerin dörtte biri arasında inisiyatif kullanma konusunda paylaşılan yetki söz konusu olacaktır. Anayasal Antlaşma madde III-264’te bu hususta ‘bu bölümün içerdiği alanlardaki idari işbirliğini sağlayacak madde III263’te belirtilen tüzükle birlikte, Bölüm 4 ve 5’te bahsedilen yasal tedbirler Komisyon tarafından yapılacak öneri veya üye ülkelerin sayısının dörtte biri tarafından inisiyatif alınması üzerine benimsenecektir’ demektedir. Bu AB mevzuatı önerme yetkisinin Komisyona tanınması kuralının kısmi bir istisnasını teşkil etmektedir.109 İlke olarak karar verme süreci bakımından olağan yasama usulü olarak adlandırılan özgürlük, güvenlik ve adalet alanında standart karar verme prosedürü Komisyonun inisiyatif alma hakkı ve Konseyde nitelikli çoğunluk oyu olan ortak karar alma prosedürüdür.110 Bu yolla Anayasal Antlaşma tarafından önerilen değişiklik geçerlilik kazanmış olacaktır.111 Böylece AB’nin cezai meselelerdeki rolü artmış olacaktır. Bu anlamda AB’nin bu öncü ve ceza hukuku gibi hassas bir alanda yetkisinin açıklığa kavuşturulması çok büyük öneme haizdir. 106 Anayasal Antlaşma 25inci Deklerasyon Peers, S., a.g.e., s.427 108 Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU Criminal Law and Justice, Edward Elgar, 2008, s.37-42; Gbandi, M., ‘Establishing a Constitution, s. 490-491 109 Carrera, S., and Geyer, F., a.g.m., s. 1 110 Mevcut AT/müstakbel ABİ Antlaşması madde 251. 111 Anayasal Antlaşma madde III-396 107 LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 193 AB’nin ceza hukuku ile irtibatı Lizbon Antlaşmasıyla revize edilen yeni AB Antlaşması madde 2 (2) ile çizilmiştir. Bu özgürlük, güvenlik ve adalet alanı oluşturulması amacı ile ilgilidir ve iç sınırlar olmadan Birlik içerisinde suçluluğun kontrolü ile sağlanacaktır denmektedir. AB’nin ceza hukuku ile ilgili hükümleri, Başlık IV ‘Özgürlük, Güvenlik ve Adalet Alanı’ adı altında 4.üncü Bölüm içinde cezai meselelerde adli işbirliği alt başlığı kapsamında düzenlenmiştir. Fakat bunu ceza yargılama usulü ve maddi ceza hukuku iki başlık altında incelemek uygun olacaktır. Ceza Yargılama Usulüne İlişkin Yetki Cezai meselelerde mahkeme kararlarının ve diğer yargı kararlarının karşılıklı tanınması ilkesi, ilk defa birincil hukukta temel bir ilke olarak kabul edilmiştir. Diğer taraftan Lizbon Antlaşması ile yeniden isimlendirilen ABİ Antlaşması madde 69A hükümlerinde, cezai meselelerde adli işbirliğinin, üye ülkelerin maddi ceza hukuku ve ceza usul hukuku mevzuatının harmonizasyonunu da içereceği belirtilmiştir. Ancak bu ilkenin ceza hukuku alanında ilk uygulaması elbette Avrupa tutuklama müzekkeresi çerçeve kararında gerçekleşmiştir. Bu ilke ceza hukuku alanında maksimum etkinliği minimum basitleştirme ile sağlayabilecek niteliktedir. Çünkü bir mahkeme veya diğer yargısal bir kararın karşılıklı tanınması için talep eden üye ülkenin mevzuatı yargılama sürecinde dikkate alınmak zorunda değildir veya yargılama sürecini etkilemez. Antlaşma, suç çeşitlerinin tanımlamaları ve cezai yaptırımlar, delil hukuku, usulî güvenceleri ve ceza usulünün münhasır bazı konularına ilişkin minimum kuralları Direktifle düzenlemeyi öngörmektedir.112 Fakat burada iki nokta gözden kaçırılmamalıdır: ABİ Antlaşması madde 69A,1.inci cümle ile mahkeme ve diğer yargı kararlarının karşılıklı tanınması tüm suç çeşitlerini kapsayacak şekilde koşulsuz olarak düzenlenmiştir. Buna karşılık 69A 2.inci cümle ve 69B 1 ve 2 ile ise üye ülkeler arasında minimum kurallar vasıtasıyla sadece belirli alanlarda maddi ve ceza usul hukukunun harmonizasyonu öngörülmüştür. Antlaşmada böyle bir harmonizasyonun bulunmadığı alanlarda bile mahkeme kararlarının karşılıklı tanınması ihtimali göz önünde bulundurulmaktadır. Diğer taraftan, direktifler vasıtasıyla delillerin karşılıklı tanınması, mağdur hakları, ceza yargılama usulünde bireylerin savunma hakları konularında minimum kuralları oluşturan usulü kolaylaştırma tedbirlerinin ortaya çıkaracağı bir kısım hususlar da göz ardı edilmemelidir. Bu tür AB mevzuatı daha yüksek seviyede usulî güvenceler sağlayabilir ve bu kurallar zorunlu olarak üye ülkenin iç hukukuna iktibas edilecektir.113 Karşılıklı tanıma ilkesinin uygulanmasını kolaylaştırmak için farklı koruma standartları taşıyan usulî güvenceler ortaya çıkmış olacaktır: Birincisi AB tarafından kabul edilen standartlar, ikincisi ise bazen ortaya çıkabilen ve daha yüksek standartlar sağlayan üye ülkenin kendi kuralları aynı ülke sınırlarında geçerli olabilecektir. Bir üye ülke ceza 112 Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU Criminal Law, s.37-42; ABİ/AT Antlaşması madde 69A 1 ve 2 113 ABİ/AT Antlaşması madde 69A 2 194 BAHADIR YAKUT usul hukuku sistemi içerisinde yararlanılan bir haktan, AB içinde de uluslarüstü hale getirilmiş bir şekilde yararlanılabileceği sonucu çıkarılamaz. AB içinde üye ülkeler arasında konsensüsü oluşturmayı başarmak amacıyla usulî güvenceler bakımından harmonizasyonu sağlamak için kabul edilecek seviyenin, uzun vadede düşük bir seviye olması kaçınılmazdır. ABİ Antlaşması madde 69 A (3)’teki düzenleme temel prensiplerin ihlalini önlemeye yeterli olacak bir güvence değildir. Madde 69A (3) hükmü, tüm Konsey üyelerine minimum usul kurallarına ilişkin direktif önerisinin, kendi ceza adalet sistemini temelden etkilediği gerekçesiyle, AB Konseyi tarafından incelenmesini isteme hakkı vermektedir. Bu durumda olağan yasama prosedürü askıya alınabilir. Tartışmalar sonrası eğer konsensüse ulaşılırsa 4 aylık askı sonrası, taslak Konseyde askı süresi sona erdirilerek gündeme alınabilir. Bu süre içinde anlaşamama durumunda ise eğer en az dokuz üye ülke taslak direktifle ilgili güçlendirilmiş işbirliği mekanizmasına başvurma istemeleri durumunda, Avrupa Parlamentosu tarafından Konsey ve Komisyon bu konuda bilgilendirilir. Bu durumda AB Antlaşması madde 10(2) ve ABİ Antlaşması madde 280D(1)’deki güçlendirilmiş işbirliğine gitme yetkisinin verildiği kabul edilerek buna ilişkin hükümler uygulanır. Lizbon Antlaşması üye ülkelere ceza adalet sisteminin temeline aykırı bir direktifi engelleme hakkı vermektedir. AB’nin ihtiyacı olan sadece üye ülkeler arasında mahkeme kararlarının tanınması için minimum kurallar değildir. Aynı zamanda usuli hakların korunması bakımından veya diğer bir deyimle etkinlik veya basitleştirme saikleri ile değil, fakat bir hukuk toplumu için ulusal anayasalar ve AİHS’den kaynaklanan prensiplerle makul seviyede korunma modeline ilişkin iradelerin uyuşmasıdır.114 Mahkeme kararlarının karşılıklı tanınması ilkesi, usuli güvenceler için minimum standartlar ile basitleştirilmiş etkili bir ceza hukukunun ön habercisi gibidir ve Lizbon Antlaşmasına göre AB ceza hukuku yetkisi alanı vasıtasıyla güvenlik sağlama amacına ilişkin gelişmeleri teşvik edip destekleyen temel enstrüman haline gelmiştir. Lizbon Antlaşmasına göre ceza usul hukuku AB içinde mahkeme kararlarının karşılıklı tanınmasını kolaylaştırmak amacıyla geliştirilecektir. Ceza usulü yetkisi ile ilgili olarak, Lizbon Antlaşması sonucunda ABİ Antlaşması madde 69A(2), Anayasal Antlaşma madde III-270(2)’ye paralel olarak mahkeme kararlarının (sınır aşan etkiye sahip cezai meselelerde polis ve adli işbirliği ve yargısal kararlarda dahil olmak üzere) karşılıklı tanınmasını kolaylaştırmak için gerekliyse minimum kuralları açıkça belirleyen direktif (Anayasal Antlaşmada Çerçeve yasası) kabul edilebilir demektedir. Bu direktifin delillerin karşılıklı kabul edilebilirliğini, ceza usulünde bireylerin haklarını yani sanık ve mağdur haklarını ve diğer ceza usulünün spesifik yönleri ile ilgili olarak da Konsey tarafından Avrupa Parlamentosunun rızasını aldıktan sonra ‘karar’ alabileceğini belirtmektedir.115 Bu maddenin Lizbon Antlaşması metnine dahil edilmesiyle, karşılıklı tanıma prensibinin uygulanmasında usuli güvence 114 Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU Criminal Law; s.37-42; Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s. 495-496 115 Anayasal Antlaşma madde III-270; ABİ/AT Antlaşması madde 69A 1 ve 2 LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 195 tedbirlerinin yaygın kullanımını teşvik etmek ve uygulanmasını kolaylaştırmak amacıyla ve yargılamanın taraflarına yeterli düzeyde koruma için yasal güvenceler sağlamak maksadıyla minimum kriterler kabul edilmiş olmaktadır. Maddi Ceza Hukuna İlişkin Yetki AB’nin maddi ceza hukuku alanındaki yetkisine gelince, Anayasal Antlaşmanın III-271 maddesine paralel olarak ABİ Antlaşması 69B maddesinde, ‘direktif’, (Anayasal Antlaşma da Çerçeve Yasası)’ kabul edilmesi yoluyla harmonizasyonu sağlayacak şekilde sınır ötesi boyuta sahip belirli alanlardaki suçların ve cezalarının belirlenmesi bakımından minimum prensiplerin düzenlenmesi öngörülmektedir. Bu alanlar: terörizm; insan kaçakçılığı ve kadınların ve çocukların cinsel sömürüsü, uyuşturucu kaçakçılığı, kara para aklama, yolsuzluk, sahte para, siber suçlar ve organize suçlar olarak sayılabilir.116 Anayasal Antlaşma madde III-272’ye paralel olarak ABİ Antlaşması madde 69C suçların önlenmesine yönelik eylemleri teşvik eden ve destekleyen tedbirlere izin veren fakat mevzuatın harmonizasyonunu engelleyen mevcut hükümleri tekrar etmektedir. Direktifin cezalandırma kavramında bir mutabakat sağlamak varsayımıyla oluşturduğu minimum standartlar hem suçların tanımını hem de cezaların belirlenmesini içermektedir.117 Bununla birlikte, harmonizasyon, minimum standartlar için öngörülmüştür ve karşılıklı tanımayı kolaylaştırmak için gerekli olduğu ölçüsünde kullanılması amaçlanmıştır.118 ABİ Antlaşması Madde 69A (2)’ye göre mahkeme kararlarının karşılıklı tanınmasını kolaylaştırmak için olduğu kadar, yeni AB Antlaşması madde 2 (3)’te belirtilen bireyler için yüksek seviyede bir hukuki güvence sağlama amacını gerçekleştirmek için maddi ceza hukuku alanında da insiyatif kullanılması öngörülmektedir.119 Bu madde hükümlerine göre ağır suçların sınıraşan nitelik arz boyutuna ilişkin üye ülkelerin mevzuatı konusunda insiyatif başlatmayı gerektirmektedir. Lizbon Antlaşması Avrupa Ceza Kanunu modelinin oluşturulması beklentisine kapı açmamaktadır. Bununla birlikte gelecekte Avrupa Parlamentosunun onayının alınması şartına bağlı olarak, Konsey’de oybirliğiyle AB’nin yetkisinin kabul edildiği alanlar genişletilebilecektir.120 Antlaşma, ceza hukuku alanında ortak bir temelde sınır aşan ağır suçların harmonizasyon kapsamında düşünülen alanları, terörizm, insan kaçakçılığı ve kadınların ve çocukların cinsel sömürüsü, uyuşturucu kaçakçılığı, silah kaçakçılığı, karapara aklama, yolsuzluk, ödeme vasıtaları sahteciliği, bilgisayar suçları ve organize suçlar olarak belirlemektedir.121 116 Anayasal Antlaşma madde III-271; ABİ/AT Antlaşması madde 69B Anayasal Antlaşma madde III-272; ABİ/AT Antlaşması madde 69C 118 Schutte, J., ‘Unification and Harmonisation of Criminal Procedures in the EU,’ in Nijboer, J., and Sprangers, W., Harmonisation in Forensic Expertise, Amsterdam, Thela Thesis, 2000, s. 1569 119 ABİ/AT Antlaşması madde 69A (2) ve yeni AB Antlaşması madde 2(3) 120 Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU Criminal Law, s.37-42; ABİ/AT Antlaşması madde 69B (1) 121 Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU Criminal Law, s.37-42; ABİ Antlaşması madde 69B (1) 117 196 BAHADIR YAKUT Lizbon Antlaşması tarafından karşılıklı tanıma prensibi, AB’nin cezai yetkisi vasıtasıyla, özgürlük, güvenlik ve adalet alanı amacını gerçekleştirmenin temel yasal bir zemini olarak, ceza adaleti alanında entegrasyonun kolaylaştırıcı unsuru olan usuli savunma hakları sağlanması için asgari kuralların oluşturulmasıyla güçlendirilmiştir. Eski AB Antlaşmasının 31. maddesine kıyasen, Lizbon Antlaşmasının en önemli yönlerinden biri ceza adaleti alanında çok net bir yetki alanının oluşturulmasıdır. Lizbon Antlaşması hükümleri ile özellikle, şüpheliler ve sanıklar için usuli savunma haklarıyla ilgili yetki konusunda hiçbir şüphe kalmamıştır. Lizbon Antlaşması cezai alanda adli işbirliğinin köşe taşı niteliğinde olan karşılıklı tanıma Birincil hukuk çerçevesinde çok sağlam bir yasal zemine kavuşmuştur ve bu Antlaşma ile çok açık ve net bir şekilde ifade edilmiştir.122 Bu madde hükümlerinde sayılan suç alanlarını mevcut AB Antlaşması madde 29 ve 31 ile karşılaştırırsak, minimum kurallar vasıtasıyla suçların tanımı ve cezalar bakımından ceza hukuku alanındaki AB yetkisinin muhtemel genişleme yetkisi de gözönünde bulundurulduğunda önemli ölçüde genişletildiği göze çarpmaktadır. Diğer bir deyimle Lizbon Antlaşması AB’nin maddi ceza hukuku alanındaki yetkisini açık bir şekilde genişletmekte ve derinleştirmektedir.123 Eğer AB’nin mali menfaatlerine karşı suçları bir tarafa bırakırsak, Lizbon Antlaşmasına göre suçların tanımı ve cezai yaptırımlar konusunda minimum kurallara ilişkin harmonizasyonun gerçekleştirilmesi konusunda AB’nin yetkisi olduğu tespitini yapabiliriz. Bununla birlikte AB’nin bu konudaki yetkisinin eski şeklinden daha ileride olduğu söylenebilir. Çünkü Antlaşmaya göre Birlik çerçevesinde kullanılması bakımından minimum kurallara ilişkin mevzuat kabul etme yetkisi ve kabul edilecek mevzuat, üye ülke üzerinde daha fazla yükümlülük doğuracak şekildedir.124 Ceza hukuku alanında minimum kuralların mantığı usul hükümlerininkinden farklıdır. Burada minimum kurallar suçların tanımı ve cezai yaptırımları ilgilendirir ve üye ülke mevzuatının harmonizasyonu için minimum unsurlar bakımından bağlayıcılığı ifade eder. Çünkü eğer üye ülkeler bunları kendi iç hukuklarına aktarabilirlerse aynı zamanda ilave olarak bir suçun oluşumu için minimum olarak diğer unsurları da talep eder. Bu demektir ki, AB tüm üye ülkelerde bu eylemin suç olarak düzenlenmesini istemesine rağmen, eylem içinde işlendiği devlette cezalandırılmayabilir. Bu nedenle üye ülkeler, insanların usuli haklarının korunma seviyesini artırarak cezai yaptırımlar için minimum gereklilik olarak, iç hukuklarında uyarlamalar yapmaları durumunda, orantılı olarak takdir yetkisine sahip olabilirler. Maddi ceza hukuku alanında bir üye ülkenin AB’nin minimum kurallara ilişkin düzenlemelerinden farklı olarak yapabileceği, AB minimum kurallarının entegre edilebileceği daha geniş bir suç teşkil eden fiiller alanı oluşturmaktır.125 122 Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU Criminal Law,s.37-42; Guild, E., and Carrera, S., ‘No Constitutional Treaty?, s.490 123 Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.498 124 Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.498. 125 Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.498. LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 197 Böylece yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi pratik olarak AB Lizbon Antlaşmasıyla suç ve cezaların başlangıç noktasını belirleme bakımından minimum kurallar oluşturma yetkisini elde etmektedir. Bu da doğal olarak üye ülke ceza mevzuatı için çok önemli bir gelişmedir. AB’nin hedefi insanların özgürlükleri üzerinde ceza hukuku vasıtasıyla baskı oluşturma ile yüksek seviyede bir güvenlik oluşturma amacı arasında bir denge oluşturmak olarak sınıflandırılabilir.126 Bununla birlikte üçüncü sütun çerçeve kararları direktifle yer değiştirecektir. Bunun için de Avrupa Parlamentosu ile ortak karar usulünün olağan yasama prosedürü olarak takip edilmesini gerektirmektedir.127 Birlik yasama sürecinde Avrupa Parlamentosunun eşit düzeyde yasama sürecine dahil olması, ceza hukuku alanında AB’ye yöneltilen en önemli eleştirilerden biri olan demokrasi eksikliğini azaltacaktır. AB’nin yasama sürecindeki değişiklik sadece şekli açıdan olduğu kadar maddi açıdan da önemli bir değişimdir. Yasama sürecindeki bu geçiş güçlü bir yürütme organından, Avrupa insanlarının seçtiği yasama organına eşit düzeyde yasa yapıcı niteliğindeki bir yetkiye geçiş olmasıdır. Şüphesiz bu, kurumsal açıdan çok önemli bir gelişimdir. Diğer taraftan, bu meşrulaşma yönünün başka boyutunda ise, üye ülkelerin yasama sürecine Konsey vasıtasıyla katılımı da Lizbon Antlaşmasının diğer pozitif yönünü teşkil etmektedir. Fakat minimum harmonizasyon kurallarının benimsenmesi bakımından demokratik sürecin yeterli olmadığı şeklinde eleştiriler gelebilir. (Nullum crimen nulla poena sine lege) kanunsuz suç ve ceza olmaz prensibi anayasal olarak bir çok üye ülkede geçerlidir ve bir kuralı düzenlemek adına değil demokratik ilkelerin ifadesi olarak bu yönden hukuki kimliği ifade eder. Avrupa Parlamentosunun yasama sürecine katılımı, demokratik katılım açısından bir gelişimi temsil etmektedir. Fakat demokrasi eksikliği problemini çözmeye yeterli değildir.128 Lizbon Antlaşmasında Ceza Yetkisi-İnsan Hakları İlişkisi Temel haklar ve bunlar için yargı güvencesi açısından Lizbon Antlaşmasıyla bağlayıcılığı kabul edilen Temel Haklar Şartı hükümleri, ceza hukukuyla bağlantılı endişeleri tam anlamıyla gidermemektedir. Temel Haklar Şartının bağlayıcı hale gelmesi çok önemli bir gelişmedir. Özellikle AB organlarını kurumsal olarak bağlayacak ve AB tarafından korunacak olması çok önemli bir adımdır. Temel Haklar Şartında bu bağlamda ölüm cezasının yasaklanması (madde 2 (2)), işkence, insanlık dışı kötü muamelenin yasaklanması veya cezalandırması (madde 4), kişisel verilerin korunması da (madde 8) düzenlenmiştir.129 Temel Haklar Şartının VI Adalet Başlıklı bölümünde ceza hukuku ile ilgili haklar düzenlenmiştir. Bu haklar genel olarak AİHS’nin 6 ve 7. maddelerindeki hakların biraz değiştirilmiş halidir. AİHS madde13’te düzenlenen etkili kanun yolu ve adil yargılanma hakkı Şartın 47. maddesinde düzenlenmiştir. AİHM’nin özel hukuk ve ceza hukukuna 126 Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.498. ABİ/AT Antlaşması madde 69B 128 Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.498 129 Guild, E., ‘Crime and EU, s. 224; Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.498 127 198 BAHADIR YAKUT uygulanan AİHS madde 6 ve 7’nin kapsamı dışında kaldığına hükmettiği130, AİHS madde 13 daha ziyade idare hukuku alanıyla ilgilidir. Madde 47’nin ikinci paragrafı AİHS madde 6 (1)’in önemli değişikliklerle birlikte ana unsurlarını içermektedir. Kim tarafından olduğunun nitelemesi yapılmadan, bireylerin tavsiyede bulunulma, savunulma ve temsil edilme haklarını içerir. Bununla birlikte AİHS madde 6 (3)’teki detaylı hakların dahil edilmemesi nedeniyle eksik kaldığı söylenebilir.131 Madde 48 (2) masumiyet karinesini ve suçlanan herkesin savunma hakkına saygıyı düzenler, fakat AİHS madde 6 (3)’te düzenlendiği gibi bu hakların detaylarını belirlememektedir. Madde 49, AİHS madde 7’de düzenlenen kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini öngörmekte ve yeni bir hüküm ilave etmektedir: ‘eğer suçun işlenmesinden bu suç için sonra daha hafif bir ceza öngörülmüşse hafif olan ceza uygulanacaktır’ demektedir. AİHS madde7 (2) ve Şartın 49 (2). maddesi hukukun genel ilkelerine göre suç teşkil eden herhangi bir kişinin bir eylem veya ihmali hareketinin yargılanmasına veya cezalandırılmasına izin vermesi yönüyle hemen hemen aynıdır. AİHS bu hükmü medeni milletlerin kabul ettiği genel hukuk ilkesi olarak nitelendirirken, Temel Haklar Şartı milletler topluluğu tarafından kabul edilen ilkeler olarak nitelemektedir. Şartın 49 (3). Maddesi, suçlar bakımından cezaların orantılılığı ilkesini ilave etmektedir. Son olarak, Şartın 50. maddesi ile ne bis in idem ilkesi olarak bilinen bir kişinin daha önce mahkum olduğu veya beraat ettiği bir suçtan dolayı ikinci defa yargılanamayacağına ilişkin çifte yargılanma yasağı ilkesi yer almıştır. AİHS’de bu hüküm 7. Protokol madde 4 (1)’de düzenlenmiştir. Fakat farklı yer itibariyle yetki kapsamında: aynı ülkenin sınırları içindeki ceza soruşturmasına uygulanır. Temel Haklar Şartında öngörülen hüküm ise ülkesel yetkiyi devletin sınırları dışına genişletmektedir: Birlik içerisinde yargılanma, mahkumiyet veya beraat herhangi bir üye ülke sınırları içinde ikinci bir yargılamayı engellemektedir. İlaveten Şartın AİHS tarafından garanti altına alınan hakları içerdiği sürece bu hakların kapsam ve anlamı AİHS tarafından düzenlenen haklarla aynı olacağı ve bu hükmün Birliği daha geniş koruma sağlamadan alıkoymayacağına ilişkin düzenleme yer almıştır (madde52/3).132 AİHS 6 ve 7. maddelerde öngörülen bireysel usulî haklar, Temel Haklar Şartına dahil edilmediği gibi, 7. Protokolde öngörülen bireysel usulî haklar, ne bis in idem ilkesi haricinde yer almamıştır. Bu demektir ki, Protokolün 2. maddesinde ‘bir mahkeme tarafından mahkum edilmiş herkes mahkumiyeti veya cezasının bir üst mahkemede kontrol edilmesini isteme hakkı’ özgürlük, güvenlik ve adalet alanına, en azından Temel Haklar Şartı vasıtasıyla uygulanmaz. Bundan başka Protokolün 3. maddesindeki haksız mahkum olmadan kaynaklanan tazminat spesifik olarak ifade bulmamaktadır. Temel Haklar Şartındaki ceza usul hukukunu ilgilendiren hükümler, ceza hukuku bakımından devletin sorumluluğu konusunda ortak kurallar içermektedir. Bu alandaki üye ülkelerin yükümlülüklerini belirlerken AİHS üzerine eksik bir şekilde bina edilmesine rağmen, AB’de yetkilerin güçlendirilmesi söz konusu olmuştur. Temel usuli 130 Maaoui v France (2001) 33 EHRR 42. Guild, E., ‘Crime and EU, s. 224 132 Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s.498. 131 LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 199 hakların sağlanmasına ilişkin kuralların ortak olduğu üye ülke toprakları boyunca, karşılıklı tanıma dolayısıyla ortaya çıkan problemler gerektiği gibi çözülememesine rağmen daha az ciddidir. Birliğin tüm mahkemeleri, AİHS ve Temel Haklar Şartındaki haklara saygı gösterilmesini sağlama yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülüğün ciddiliği bakımından ceza mahkemesi kararlarının karşılıklı tanınmasını yerine getirirken, aynı zamanda usuli savunma haklarının korunmasının bir başka üye ülkede ceza hukuku meseleleri ile ilgili olduğu durumlarda nasıl sağlanacağı açık değildir. Tüm üye ülkelerde aynı hakların geçerli olduğu durumlarda sorun bulunmamaktadır. Ancak bir üye ülkenin ceza mahkemesinin, sanığın usuli haklarının ortak standartlarda korunmadığı bir mesele ile karşılaştığı ve mahkemenin cezai meselelerde başka bir üye ülkenin mahkeme kararını tanıması gereken bir olayla karşılaştığı durumlarda güçlükler ortaya çıkmaktadır.133 Yukarıda belirtilen hükümlerle ilgili çok önemli ilerlemeler sağlanmasına rağmen, Temel Haklar Şartıyla bu hakların özü göreceli hale gelmiştir. Lizbon Antlaşmasının cezai meselelerde adli işbirliği ve polis işbirliği hükümleri ile ilgili bir örnek vermek gerekirse, Europol’ün kişisel verilerin toplanması yetkisine ilişkin toplanacak kişisel verilerin seçimi ve işlenmesine ilişkin uygulama esnasında herhangi bir yargısal kontrole tabi değildir. Kişisel verilerin korunması hususu Temel Haklar Şartı madde 8’de düzenlenmiştir ve sanıkların savunma hakları için çok büyük problemler ortaya çıkarabilir. Benzer şekilde Birlik içinde cezai meselelerde ABAD tarafından yapılması öngörülen ve bireysel başvuru hakkını verecek şekilde çok önemli bir şekilde yargısal kontrol genişletilmiştir. (Anayasal Antlaşma madde III-377’yle Lizbon Antlaşması ilgili maddeye kıyasla) Lizbon Antlaşması tarafından konulan sınırlama ile kapsamı sınırlanmıştır. Bu sınırlamalardan biri genel sınırlama hükümleridir (Anayasal Antlaşma madde II-112-1). Bu hükümlere göre, orantılılık ilkesi bakımından AB tarafından kabul edilen genel menfaat açısından hedefleri elde etmek için veya başkalarının hak ve özgürlüklerini korumak için gerekirse sınırlamalar empoze edilebilir. Bununla birlikte hukuk devleti temeline dayanan Birlik içinde adil veya daha az adil yargılanma arasında ayrım yapmak mümkün olmadığı için benzer sınırlamaların düşünülemeyeceği durumlarda, adil yargılanma hakkı gibi haklar mevcuttur.134 Öte yandan Temel Haklar Şartının bağlayıcı nitelikte AB hukukun parçası haline gelmesi, AB kurumlarının temel hak ve özgürlüklerin korunması görevini açıklığa kavuşturmaya yardımcı olacaktır. Şu ana kadar AB Antlaşmalarında özgürlük, güvenlik ve adalet alanındaki enstrümanlarda uygulanacak göreceli olarak zayıf, atıfları telafi etme imkanı olacaktır.135 Anayasa girişiminin başarısız olmasının en sert sonuçlarından biri Temel Haklar Şartının yürürlüğe girmemiş olması idi. Lizbon Antlaşmasıyla tekrar bu hususun telafi edilmiş olması özgürlük, güvenlik ve adalet alanındaki hassas konular Avrupa normu 133 Guild, E., ‘Crime and EU, s. 226. Vogel, J., ‘The European Integrated Criminal Justice System and its Constitutional Framework’, 22 Maastricht Journal of European and Comparative Law, 2005, s.145 135 Guild, E., and Carrera, S., ‘Constitutional Treaty, s.7 134 200 BAHADIR YAKUT olarak güçlü bir insan hakları çerçevesine oturtulmuş olacaktır. AB içinde mahkemeler önünde birey hakları üzerine dayanan güçlü bir temel haklar sisteminin gelişimi İkinci Dünya Savaşından beri demokrasi ve istikrar için en hayati gelişimdir.136 Lizbon Antlaşmasıyla AB’nin AİHS’e taraf olması konusuna gelince, AİHM, ABAD’ın tersine temel hakların korunması konusunda devletlerin ve Birliğin kurumsal yapısı dışında temel hakların ihlal edildiği sistem yetkilerine karşı münhasır bir mekanizma olarak fonksiyon görmüştür. Karşılaştığı güçlüklere rağmen son zamanlarda elde ettiği yetkileri göz önüne aldığımızda, AİHM bu hakların korunması modeli olarak sahip olduğumuz ve AB’nin taraf olmamasının haklı gerekçesi olmayan dikkate almaya değer bir sistemdir.137 Bu nedenle Lizbon Antlaşmasıyla AB’nin AİHS’e taraf olma iradesini açıklamış olması çok pozitif bir gelişmedir.138 Lizbon Antlaşmasına ilişkin Cezai Yetkinin Değerlendirilmesi Yukarıda yapılan analizler sonucunda Lizbon Antlaşmasına göre ceza hukuku alanında AB’nin yetkisi yeniden şekillenmiş ve somut hale gelmiştir. AB’nin mevcut Antlaşmalara göre cezai yetki açısından karşılaştığı güçlükleri aşmaya yetecek derecede açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır. Lizbon öncesi yapıda karşılaşılan yetki problemleri ceza hukukunun uluslararası çerçevede geliştiği göz önüne alınırsa çok önem arz ettiği ve önemli merkezi eksenleri bulunduğu fark edilecektir. Günümüzün globalleşen ekonomik ve politik gelişmelerinde ceza hukukunun bastırıcı özelliği çok daha yoğun bir şekilde kullanılmakta ve Lizbon Antlaşmasıyla yeni bir aşamaya gelen Avrupa entegrasyon sürecinde, Avrupa medeniyeti vatandaşlarını eylemlerinin merkezinde görmektedir.139 AB’nin bu tercihi gereği temel amaçları çerçevesinde vatandaşlarına yüksek seviyede güvenlik sağlama vasıtası olan özgürlük, güvenlik ve adalet alanında, vatandaşların özgürlükler ve adaletten yararlanmaları ile hukuki mallar (mahkeme kararları ve diğer yargısal kararlar) için yüksek seviyede korunma yan yana bulunacaktır. Gelecek süreç içerisinde ulusal yasama süreciyle belirlenen ceza hukuku için temel mesele, AB tarafından maddi ceza ve usul hukuku hükümlerinin belirlenmesinde daha fazla aktif katılım ve bunun belirlenmesinde ortak karar prosedürüyle daha demokratik bir yasama sürecinin söz konusu olmasıdır. Devletler, AB gibi uluslarüstü organizasyonlara katılsa bile, her AB vatandaşı Avrupa Parlamentosundaki temsilcileri vasıtasıyla ceza adaleti sistemi içerisinde özgürlüklerini ilgilendiren düzenlemelerin kapsamını ve şartlarının belirlenmesi ile maddi ve ceza usul hukuku mevzuatının kabul edilmesine katılımının sağlanması, hukuk devleti ilkesinin ve ceza hukukunun meşruluğunun sağlanmasında önemli bir parametredir.140 Bu yüzden demokratik prensiplerin ağırlığı AB’nin demokrasi eksikliği çözülerek sağlanmalıdır. Özellikle ceza 136 Guild, E., and Carrera, S., ‘Constitutional Treaty, s.7. Alegre, S., and Leaf, M., ‘Criminal Law and Fundamental Rights in the EU: Moving Towards Closer Co-operation’, 8 European Human Rights Law Review, 2003, s.333-334 138 ABİ/AT Antlaşması madde 188 N 139 Temel Haklar Şartının Önsözü 140 Gbandi, M.K., ‘Establishing a Constitution, s. 510 137 LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 201 hukuku alanında, Avrupa insanının çoğunluğunun iradesini yansıtacak Avrupa Parlamentosunun çoğunluğunun onayını almadan mevzuat kabulü söz konusu olmamalıdır.141 Lizbon Antlaşmasının incelenmesi göstermektedir ki, AB ceza hukuku alanında, AB’nin hukuki müessese eksikliği bulunmamaktadır, fakat bu müesseselerin içeriğini dolduracak değerler eksikliği bulunmaktadır. Bunun başlıca örneği cezai meselelerde adli işbirliğinin dayandığı temel ilke olan mahkeme kararlarının ve diğer yargısal kararların karşılıklı tanınması ilkesi yanında, ceza usul hukukunda bireylerin hakları için öngörülebilir minimum kuralların kabul edilmesidir. Bu her iki örnek suçlulukla mücadele de basitleştirme çabaları üye ülkelerin hukuki geleneklerinin yakınlaştırılması ilkeleriyle ilgili Antlaşmalar gerektiren bir usuldür, üye ülkeler arasındaki farklılıkların özüne ve içeriğine ilişkin Antlaşmalardır ve sadece etkili ceza hukuku uygulanmasını sağlamak için karşılıklı tanımayı kolaylaştırmak amacıyla minimum kuralların oluşturulması hakkında basit bir Antlaşma değil, vatandaşların güvenceleridir. Diğer bir deyimle AB, Avrupa Tutuklama Müzekkeresi için uygulamalarda ve usuli haklarla ilgili minimum kuralların mantığında görüldüğü gibi, karşılıklı tanıma ilkesini uygulamak istemektedir. Bu konuda merkezi soruşturma sistemi olarak görev yapacak ve üye ülkeleri aşarak geniş kapsamlı ve müphem bir şekilde suçlarla ilgili soruşturma yetkisine sahip olacak Avrupa savcılığının kurulmasını da zikretmek gerekir. Lizbon Antlaşmasına göre Avrupa Parlamentosunun onayının alınacak olması yönüyle ilgili usul kuralları bakımından, bu yetkinin tanınması demokratik meşruluğu sağlayacaktır. Yine de cezai meselelerde adli işbirliğine ilişkin problemlerin olması mümkün ve farklı bir şekilde çözülmesi uygun gözükmektedir.142 Lizbon Antlaşmasıyla, Temel Haklar Şartının bağlayıcılığının tanınması ceza hukuku alanında kayda değer bir gelişmedir. Aynı zamanda bu gelişme AB’nin AİHS’ne taraf olmasıyla tamamlanacaktır. Çünkü sadece bu alanda Birliğin üye ülkelerden daha uygun bir davranışı talep edememesi değil, aynı zamanda insanların temel haklarının korunması için bu AİHS mekanizması içinde sağlanan özel koruma seviyesini kaybetmemesi gerekmektedir. Lizbon Antlaşması münhasıran ceza hukukunu ilgilendirmeyecek şekilde bu gerekliliği aktif olarak cevaplamaktadır. Bununla birlikte Birliğin temel hakların korunması konusunda tam anlamıyla uluslarüstü (supransyonel) bir korunma sistemi oluşturarak daha etkili bir koruma sağlaması çok önemlidir143, çünkü mevcut yapı içerisinde sağlanan temel hakların korunması supranasyonel ve etkili bir koruma değildir. AB’nin varlığını devam ettirmesi yanında, hukuk medeniyetinin belirgin özelliği olan birey özgürlükleri ve özellikle de ceza hukuku kazanımlarını terk etmemesinin sağlanması önemlidir. Lizbon Antlaşması bu yönde demokrasi eksikliğinin giderilmesi ve temel hakların kurumsal olarak korunması 141 Vogel, J., ‘Criminal justice, 147 Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU Criminal Law, s.37-42; Mitsilegas, V., EU Criminal Law, Oxford, Hart Publishing, 2009, s.107-110; Gbandi, M.K., ‘Establishing Constitution, s. 513 143 Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU Criminal Law, s.37-42; Mitsilegas, V., EU Criminal Law, s.107-110; Gbandi, M.K., ‘Establishing Constitution, s. 513. 142 202 BAHADIR YAKUT yönüyle çok önemli bir çabadır. Mevcut güvenlik amacına hizmet eden ceza hukukunun hükümetlerarası yasama süreci, uluslararası olarak gelişen ceza hukukunun bireylerin haklarını etkili bir şekilde güvence altına aldığı, cezai adli işbirliğinde usuli güvencelerin demokratik olarak meşru ceza hukuku kapsamında sağlandığı yöne doğru dönüşmektedir.144 AB’nin Cezai Yetkisinin Değerlendirilmesi Karşılıklı tanıma ve harmonizasyon arasındaki çekişmede bazı üye ülkeler tek AB ceza adaleti sistemini ortaya çıkaracak maddi hukuk ve usul hukukunun daha fazla harmonizasyonunu istemektedirler. İngiltere ve İrlanda gibi diğer bazı üyeler karşılıklı tanımayı tümüyle harmonizasyondan kaçınacak bir yol olarak görmektedirler. Sonuç olarak Lizbon Antlaşması adalet ve içişleri politikaları çoğu zaman ulusal-uluslarüstü, özgürlük-kontrol ve açıklık-kapalılık arasındaki tenakuzlarla karmaşıklıklar içermekteydi. Bu karmaşıklık üçüncü sütunun karışık yetkilerin tipik alanı olmasındandır.145 Lizbon Antlaşması ile ortadan kalkan Sütunlar arasındaki temel yetki ayrımı atfedilen yetki prensibine dayanmaktadır. Kamu hayatının hemen hemen tüm yönleri Sütunların biri tarafından kapsandığı geniş politik yapının gelişiyle subsidiarite (ikincillik, talilik veya hizmette yerellik ilkesi) ilkesi anlamının çoğunu yitirmiştir. Üçüncü sütunda AB ve ulusal devletler arasındaki yetkilerin sınırı çok net değildi.146 Bu temel çekişme iki tane temel problem ortaya çıkarmaktaydı. Tüm kararların oybirliği ile alınması ve kararların doğru ve zamanında uygulanmasının hükümetlerin takdirine kalmasıydı. İkincisi ise karşılıklı tanıma ilkesin tek pazarda işlemesidir, çünkü iç pazarda AB’nin hukuken bağlayıcı düzenlemeler vasıtasıyla minimum standartları belirleme yetkisi bulunmaktadır. Ceza adaletinde minimum standartları belirlemek için AB’nin Tek Pazarda olduğu şekilde bir yetkisi bulunmamaktadır. Bunun yerine üye ülkeler yüksek yargısal standartlar geliştirmek için birbirine güvenmektedirler. Ancak bu güven çoğu defa Avrupa hukuk yapıcıları ve hakimleri arasında bulunmamaktadır.147 Özgürlük, güvenlik ve adalet alanı oluşturma AB’nin Antlaşmaya dayanan ve halihazırda uygulama sürecinde olduğu ve daha geniş anayasal sonuçları ve yansımaları olan en iddialı ve yenilikçi projesidir. AB’nin geleneksel olarak ulusal güvenlikle bağlantılı bir alan olan özgürlük, güvenlik ve adalet alanı sağlayıcısı olarak artan rolü, AB rejimi üzerinde önemli sorular ortaya çıkarmaktadır. Karar verme sürecindeki zayıflık ve farklılaşmanın ortaya çıkardığı kırılma hatlarına rağmen, Lizbon öncesi özgürlük, güvenlik ve adalet alanında Birliğin bir aktör olarak belirgin gelişim kaydetmesini sağlamıştır. Özgürlük, güvenlik ve adalet alanı inşasını yeni temel 144 Mitsilegas, V., EU Criminal Law, s.107-110; Fletcher, M., Lööf, R., and Gilmore, Bill., EU Criminal Law,s.37-42; Gbandi, M.K., ‘Establishing Constitution, s. 513. 145 De Hert, P., a.g.m., s.93. 146 De Hert, P., a.g.m., s.93. 147 Brady, H., and Roma, M., ‘Let Justice be done: Punishing crime in the EU’, London: Center for European Reform, (policy brief) at.2; at http:www.cer.org.uk, (Erişim Tarihi: 20 Mart 2008), s.2. LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 203 entegrasyonun parçası haline getirmiş ve Birliği çok çeşitli amaçlarla, belirli ölçüde yeterli hukuki enstrümanlarla ve güçlendirilmiş kurumsal yapıyla donatmıştır.148 Amsterdam Antlaşmasından beri, AB’nin özgürlük, güvenlik ve adalet alanı içinde vatandaşlarına yüksek seviyede bir güvenlik sağlama politik ve hukuki yükümlülüğü bulunmaktadır. Özgürlük, güvenlik ve adalet alanı sağlama konusunda başlıca yükümlülük üye ülkelere aittir. Lizbon Antlaşması bu hususu daha da sağlamlaştırmıştır. Güvenlik, özgürlük ve adalet sağlama konusu politika yapımının tartışmalı alanlarından birisi olmanın yanında, iç politikada da kazanıp kaybetmenin temel meselesidir. Dolayısıyla üye ülke hükümetleri Lizbon Antlaşmasıyla da bir defa teyit edildiği gibi özgürlük, güvenlik ve adalet alanı meselelerini etkili Topluluklaştırma vasıtasıyla ulusal politik amaçlarla adalet ve içişleri enstrümanlarının potansiyel kullanımından kendilerini mahrum etmek istememektedirler.149 Son derece tatışmalı olmakla birlikte Lizbon öncesi Antlaşma hükümleri bakımından usuli hakların düzenlenmesi açısından AB’nin açık bir yasal dayanağı olduğunu söylemek mümkün değildi. Ancak karşılıklı tanıma kavramının fonksiyonelliğinin sağlanması için gerekli olduğunda usuli meseleleri çözmek için kapının açık olduğu söylenmekteydi. Öte yandan, Antlaşma hükümleri kapsamında bulunmamasına rağmen Hükümetlerarası Konseyin her ne isterse ona ilişkin yetkisi olduğunu düşünmek, AB Hukukunun Antlaşmaya dayanan bir karakteri olduğu ve Antlaşmaların belirli bir kabul ve yürürlük usulü olduğu için makul görünmemekteydi. Yasal enstrümanların kabul edilmesi yetkisi iç hukuka aktarılmasının metodu üye ülkenin takdirine bırakılmak suretiyle Konseye verilmiştir. Üçüncü sütundaki genel durum bütün kararların üye ülkelerin katılımlarıyla gerçekleşmesi şeklindeydi. Parlamentonun katılımı veya ortak karar alma imkanı bulunmamaktaydı. Üçüncü sütunun çerçevesi içinde alınan yasal önlemler, Komisyona veya Parlamentoya çok sınırlı bir takdir yetkisi bırakarak ve yargısal gözden geçirmeye çok sınırlı bir alan bırakmak suretiyle, AB yürütmesine Birlik çapında iç hukuk düzenleri içerisinde yasalaştırma dikte etme yetkisi vermekteydi. Bu durum kendine özgü (sui generis supranasyonel) uluslarüstü yetki olarak adlandırılmaktaydı.150 Üçüncü sütun yapısı içerisinde bu yetki, AB’yi yarı uluslarüstü ceza adaleti sistemine doğru sürüklemiştir. Lizbon Antlaşması ceza hukuku alanındaki yasama yetkisinde üçüncü sütundaki uluslararası seviyeden Topluluk hukukunun uluslarüstü (supranasyonel) seviyeye geçiş yapmıştır. Öngörülen yasama enstrümanları için oybirliği yerine, Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosunun nitelikli çoğunlukla karar vermesi gerekecek ve ilgili mevzuat daha hızlı kabul edilebilecek ve uygulanabilecektir. Tüm olarak değerlendirildiğinde, üye ülkelerin maddi ve ceza usul hukuku sistemleri şu anki olduğundan daha fazla değişiklik geçirecek ve daha fazla yüksek seviyede bir harmonizasyon söz konusu olacaktır.151 Şu hususu vurgulamak gerekmektedir ki, AB Anayasal Antlaşmasının 148 Mitsilegas, V., Monar, J., Rees, W., a.g.e., s.41. Mitsilegas, V., Monar, J., Rees, W., a.g.e., s.41. 150 Mitsilegas, V., Monar, J., Rees, W., a.g.e., s.93. 151 Perron, W., a.g.m., s. 12. 149 204 BAHADIR YAKUT yürürlüğe girmemesi ile AB’nin ceza hukuku alanındaki yetki tartışmalarının çözümlenmesi konusunda kaçırılan fırsat Lizbon Antlaşmasıyla telafi edilmektedir. Lizbon öncesi dönemde üye ülkeler suçların ve cezaların harmonizasyonuna karşı ihtiyatlı yaklaştıkları için üçüncü sütun prosedürüne bağlı kalmaya devam etmekteydiler. Özellikle ulusal mahkemelerin yargılama usulü ve bireylerin yargılama prosedüründe sahip oldukları hakları içeren ceza yargılama usulünün harmonizasyonu konusunda daha fazla isteksiz davranmaktaydılar. AB üyesi ülkelerin hemen hepsinde hukuk usulü oldukça farklılık göstermektedir. Örneğin İngiltere ve İrlanda’da Anglo Sakson hukuk sistemi ile Almanya ve Fransa gibi kıta Avrupa’sı hukuk sistemleri arasında çok büyük farklılıklar bulunmaktadır. Her ülke kendi sisteminin faydalı olduğunu düşünmekte olup, bu sistemlerin harmonizasyonun onlarca yıl alacağı söylenebilir. Halihazırdaki AB Antlaşmaları da bu çapta bir harmonizasyon için yetki vermemektedir.152 Birliğin cezai yetkisi vasıtasıyla ceza adalet sisteminin entegrasyonunun kolaylaştırıcı unsuru olan karşılıklı tanıma prensibi, Lizbon Antlaşması tarafından AB’nin özgürlük, güvenlik ve adalet alanı amacını gerçekleştirmenin temel yasal bir zemini olarak, usuli savunma hakları sağlanması için asgari gerekliliklerin oluşturulmasıyla güçlendirilmiştir. AB Antlaşmasının 31. maddesine kıyasen, Lizbon Antlaşmasının en önemli yönlerinden biri, ceza adaleti alanında çok net bir yetki alanının oluşturulmasıdır. Lizbon Antlaşması ile özellikle, şüpheliler ve sanıklar için usuli savunma haklarıyla ilgili mevzuat kabul etme yetkisi bakımından hiçbir şüphe kalmamıştır. Cezai alanda adli işbirliğinin köşe taşı niteliğinde olan karşılıklı tanıma için Birincil hukuk (Lizbon Antlaşması) çok sağlam bir yasal zemine kavuşmuş ve AB’nin cezai yetkisi bu Antlaşma ile açık bir şekilde ifade edilmiştir.153 Özgürlük, güvenlik ve adalet alanında Temel Haklar Şartının Lizbon Antlaşmasıyla bağlayıcılığının kabul edilmesi, Anayasal Antlaşmanın bir parçası olarak bireylerin temel hak ve özgürlükleri açısından elde edilecek derin ve faydalı etkilerin sağlanması fırsatı tekrar yakalanmıştır.154 152 Brady, H., and Roma, M., a.g.m.,s.3. Guild, E., and Carrera, S., ‘Constitutional Treaty? , s.490 154 Guild, E., ‘The Variable Subject of the EU Constitution, Civil Liberties and Human Rights’, 6 European Journal of Migration and Law n.4, 2004. 153 LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 205 Bibliyografya S. ALEGRE and M. LEAF, ‘Criminal Law and Fundamental Rights in the EU: Moving Towards Closer Co-operation’, 8 European Human Rights Law Review, 2003 Sanem BAYKAL, Reform Antlaşması ve Getirdikleri: Kurumsal Yapı Çerçevesinde Genel Bir Değerlendirme, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt 7, No:1, 2007 H. BRADY and M. ROMA, ‘Let Justice be done: Punishing crime in the EU’, London: Center for European Reform, (policy brief) at.2; at http:www.cer.org.uk, (Erişim Tarihi: 20 Mart 2008). M.J. BORGERS and T. KOOİJMANS, The Scope of the Community’s Competence in the Field of Criminal Law, 16 Criminal Law and Criminal Justice, 2008. M.R. ERDEM, Avrupa Birliği Hukuku’nun Üye Devletlerin Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukuna Etkileri, Seçkin Yayınları, Ankara-2004. Judge Baltasar Garzon Real at the Justice Conference, Eurowarrant: European Extradition in the 21st Century, London, 5 and 6 July 2003. P. De HERT, ‘Division of Competencies between National and European Levels with regard to Justice and Home Affairs, in Apap, J., Justice and Home Affairs in the EU, Edward Elgar Publishing, 2004. M. FICHERA, The European Arrest Warrant and the Sovereign State: A Marriage of Convenience? 15 European Law Journal 1, 2009. M. FLETCHER, R. LÖÖF and Bill GİLMORE, EU Criminal Law and Justice, USA, Edward Elgar, 2008. M. GBANDI, ‘The Treaty Establishing a Constitution for Europe and Challanges for Criminal law at the Commencement of 21st Century’, Criminal Law and Criminal Justice Vol.13/4, 2005. K. GBANDI, EU Committee, House of Lords, In a Memorandum to the UK House of Lord inquiry, ‘Procedural Rights in Criminal Proceedings’ (Stationary Office; HL Paper; 28), 2 July 2005 E. GUILD and S. CARRERA, ‘No Constitutional Treaty? Implications for the Area of Freedom, Security and Justice,’ CEPS Working Document 231, 2005, http://shop.ceps.be/BookDetail.php?item_id=1266 (Erişim Tarihi: 25 Haziran 2006). E. GUILD, ‘The Variable Subject of the EU Constitution, Civil Liberties and Human Rights’, 6 European Journal of Migration and Law n.4, 2004 E. GUILD, ‘Crime and the EU’s Constitutional Future in an Area of Freedom, Security and Justice,’ European Law Journal 10(2), 2004. 206 BAHADIR YAKUT Ü. KOCASAKAL, Avrupa Birliği Ceza Hukukunun Esasları, Vedat Kitapçılık, İstanbul- 2004. R. LOOF, R. LOOF, ‘Shooting from the Hip: Proposed Rights in Criminal Proceedings throughout the EU,’ European Law Journal 12(3), 2006 P LUDLOV, ‘A Commentary on the EU’, a View from Brussels, Brussels: Centre for European Policy Studies, CEPS Commentary V. MITSILEGAS, EU Criminal Law, Oxford, Hart Publishing, 2009. V. MITSILEGAS, J. MONAR and W. REES, The European Union and Internal Security, Palgrave Macmillian, 2003. V. MITSILEGAS, The Competence Question: The European Community and Criminal Law, in Guild, E., and Geyer, F., (eds). Security Versus Justice? A Challenge for Europe’s Future Aldershot: Ashgate Publishing, 2008. V. MITSILEGAS, Constitutional Principles of the European Community and European Criminal Law, European Journal of Law Reform, vol.8 no.2/3, 2006. V. MITSILEGAS, Trust-building Measures in the European Judicial Area in Criminal Matters: Issues of Competence, Legitimacy and Inter-institutional Balance, in Carrera, S., and Balzacq, T., (eds), Security versus Freedom? A Challenge for Europe’s Future, Aldershot:Ashgate, 2008. C. MORGAN, (Criminal Justice Unit, Directorate D), speech at the Academy of European Law conference in Edinburg, 1 October 2005 K. NUOTIO, ‘Harmonisation of Criminal Sanctions in the European Union- Criminal Science Fiction’ in Strandbakken, A., Harmonization of Criminal Law in Europe, Intersentia Antwerpen-Oxford Publishing, 2005 S. PEERS, EU Justice and Home Affairs Law, Oxford: University Pres, 2006. S. PEERS, ‘Caveat Emptor? Integrating the Schengen Acquis into the European Union Legal Order’, 2 the Cambridge Yearbook of European Legal Studies 87, 2000. W. PERRON, ‘Perspective of the Harmonisation of Criminal Law and Criminal Procedure in European Union’ in Johannes, E., and Strandbakken, Harmonization of Criminal Law in Europe, Intersentia Antwerpen-Oxford Publishing, 2005. J.K. PIRIS, The Constitution for Europe: A Legal Analysis, Cambridge University Press, 2006. H. RADTKE, ‘The Proposal to Establish a European Prosecutor’ in in Husabo, E J., and Strandbakken, A., (eds.) Harmonization of Criminal Law in Europe, Intersentia Antwerpen-Oxford Publishing, 2005 J. SCHUTTE, ‘Unification and Harmonisation of Criminal Procedures in the EU,’ in Nijboer, J., and Sprangers, W., Harmonisation in Forensic Expertise, Amsterdam, Thela Thesis, 2000. LİZBON SONRASI AVRUPA BİRLİĞİNİN CEZAİ MESELELERDE YETKİSİ 207 A. STRANDBAKKEN (Eds), Harmonization of Criminal Law in European, Intersentia Antwerpen-Oxford Publishing, 2005. J. VOGEL, ‘The European Integrated Criminal Justice System and its Constitutional Framework’, 22 Maastricht Journal of European and Comparative Law, 2005 I. WALDEN, ‘Harmonising Computer Crime Laws in Europe,’ European Jornal of Crime, Criminal Law and Criminal Justice 12(4), 2004. N. WALKER, ‘In Search of the Area of Freedom, Security and Justice: A Constitutional Odyssey,’ in Walker, N., Europe’s Area of Freedom, Security and Justice, Oxford University Press, 2004. N. WALKER, Europe’s Area of Freedom, Security and Justice, Oxford University Press, 2004. M. WASMEIER and N. THWAITES, ‘The ‘Battle of the Pillars: Does the European Community Have the Power to Approximate national Criminal Laws,’ European Law Review 29(5), 2004. S. WHITE, ‘Harmonization of Criminal Law Under the First Pillar’, 31(1) European Law Review, 2006. A. WEYEMBERG, ‘Approximation of Criminal Laws, the Constitutional Treaty and Hague Programme’, Common Market Law Review 42, 2005. B. YAKUT, The EU Criminal Judicial Cooperation: Harmonization and Mutual Recognition, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2008. 208 BAHADIR YAKUT HAKEM LİSTESİ Prof.Dr.Birol AKGÜN Prof.Dr.Ümit ATABEK Prof.Dr.Berrin ATAMAN Doç.Dr.Veysel BAŞPINAR Yrd.Doç.Dr.Mehmet BİLİR Yrd.Doç.Dr.Hacı CAN Dr.Tolga CANDAN Doç.Dr.Feyzan H. Ş. ÇELİK Dr.Tayfun ÇINAR Prof.Dr.Aykut ÇOBAN Doç.Dr.Çağlayan DİNÇER Prof.Dr.Çağrı ERHAN Prof.Dr.Cem EROĞUL Yrd.Doç.Dr.Şenay GÖKBAYRAK Prof.Dr.Birgül Ayman GÜLER Prof.Dr.Naci GÜNDOĞAN Prof.Dr.Rıdvan KARLUK Prof.Dr.Tahsin KESİCİ Prof.Dr.Cem KILIÇ Prof.Dr.İsmail KIRCA Doç.Dr.Burça KIZILIRMAK Doç.Dr.Arif KÖKTAŞ Yrd.Doç.Dr.Ömer KURTBAĞ Doç.Dr.Emine OLHAN Doç.Dr.Mehmet ÖZCAN Prof.Dr.Çınar ÖZEN Em.B.Ümit PAMİR Yrd.Doç.Dr.Gül SOSAY Doç.Dr.Kemal ŞENOCAK Doç.Dr.Hakan TAŞDEMİR Doç.Dr.Nurcan TÖRENLİ Prof.Dr.Mustafa TÜRKEŞ Prof.Dr.Mehmet ÜNAL Doç.Dr.Cem YAŞİN (Selçuk Üniversitesi) (Yaşar Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Dokuz Eylül Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Anadolu Üniversitesi) (Anadolu Üniversitesi) (TOBB-ETÜ Üniversitesi) (Gazi Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Polis Akademisi) (Gaziosmanpaşa Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (USAK) (Ankara Üniversitesi) (Boğaziçi Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Gazi Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Orta Doğu Teknik Üniversitesi) (Başkent Üniversitesi) (Gazi Üniversitesi) ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ GENEL YAYIN İLKELERİ 1. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi'ne gönderilecek olan yazılar, işlediği konuya yeni bir boyut getirecek şekilde özgün ve daha önce hiçbir yayın organında yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır. 2. Gönderilen makalelerin yayınlanmasından sonra dergi yayın kurulu tarafından uygun görüldüğü takdirde, tüm yayın hakları Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma Uygulama Merkezi’ne (ATAUM) aittir. 3. Yayınlanan makalelerden alıntı yapılması halinde kaynak belirtilmesi zorunludur. Makalelerin tamamının kullanılması derginin iznine bağlıdır. 4- Makaleler Türkçe, Almanca, Fransızca ya da İngilizce dillerinden birinde yazılabilir. 5. Sunulan makale önce derginin editörlük kıstaslarını karşılayıp karşılamadığının görülmesi için Yayın Kurulu tarafından incelenir. Kıstasları karşılayan makale hakeme gönderilir. Kıstasları karşılamayan makale, istenen düzeltmeler için yazara geri gönderilir. 6. Makale hakeme gönderildikten sonra, hakem, hakem raporu kıstasları çerçevesinde makaleyi iki ay içinde değerlendirir ve kararını gönderir. Hakem kararına göre, makale, yayınlanmaya uygun bulunabilir, makalede bazı düzeltmeler istenebilir ya da makale yayınlanmaya uygun bulunmayabilir. Bundan sonra yazar, en kısa sürede, ekinde hakem raporlu bir yazı ile karar hakkında bilgilendirilir. 7. Yayınlanan makalenin sorumluluğu yazara aittir. Makaledeki hiçbir görüş dergiye veya ATAUM’a yüklenemez. 8. Yayınlansın ya da yayınlanmasın hiçbir makale iade edilmez. 9. Yazarlar, yazılarını (makalelerini, kitaplarını vb.), 9. maddenin altındaki “Yazarlık Formu”nu eksiksiz doldurarak ve istenilen diğer belgelerle birlikte, Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın Koordinatörlüğü 06590 Cebeci/ANKARA adresine posta yoluyla göndermeleri ve ayrıca, [email protected] veya [email protected] adresine de elektronik posta olarak göndermeleri gerekmektedir. Eksik evrak ile gönderilen makaleler, işleme alınamamaktadır. Makale/Kitap Yayınlama ve Yazar Formu üzerine tıklayarak indirebilirsiniz. 10- Yazılar/makaleler, Microsoft Word programında, Times New Roman karakterinde yazılacaktır. Satır aralığı 1,5 olmalıdır. Metin için 12 punto, dipnotlar için 10 punto kullanılacaktır. 11. Makale, dipnotlar dahil 6.000 ila 10.000 kelime arasında olmalıdır. 12. Kitap incelemeleri 1500-2000 kelime arasında olmalıdır. 13. Olay incelemeleri dipnotlar dahil 3000-5000 kelime arasında olmalıdır. 14. Makale, Türkçe dilinde yazılmışsa Türkçe ve İngilizce özet ve anahtar kelime, Yayın Kurulu tarafından kabul edilen başka bir dilde (İngilizce, Almanca, Fransızca) yazılmışsa, Türkçe ve yazıldığı dilde özet ve anahtar kelime eklenmelidir. Özetlerin her birinde ortalama 125’er kelime olmalı, anahtar kelimeler ise 5’er adedi geçmemelidir. 15. Makalelerde en fazla üçlü altbaşlık sistemi kullanılacaktır. İlk altbaşlık koyu, ikinci altbaşlık koyu ve italik yazılmalıdır. Üçüncü altbaşlık sadece italik olmalıdır. Altbaşlıklarda harf ya da rakam kullanılmamalıdır. 16. Makale içinde çift tırnak kullanılmalıdır. 17- Makalenin yazılmasında kullanılan kaynakçaya ilk atıf, dipnot yazım ilkelerinde belirtilen örnekler çerçevesinde yapılacaktır. Makalenin sonraki sayfalarında, aynı kaynağa yapılan atıflarda ise yazarın soyadı ile Ibid., op.cit. vb. Latince terimler kullanılacaktır. “Dipnot Yazım İlkeleri”ne üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz. 18- Yayınlanan makalelerin yazarlarına ilgili mevzuat çerçevesinde telif ücreti ödenecektir. 19- Yayınlanan makalelerin 10 adet tıpkı basım ve 1 adet dergi yazara ücretsiz olarak verilecektir. THE GENERAL PUBLICATION PRINCIPLES OF THE ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES 1. All papers sent to the journal should be original enough as they will bring a new dimension to the topic in which they study and should not have been published or presented to the editorial board of other publications in any kind. 2. If presented paper’s publication is approved by the Review’s Editorial Board, the Ankara University ATAUM holds all publication rights of the paper. 3. Any other publication and paper that have used some parts of papers published in the Ankara Review of European Studies as quotations should give the source paper of these quotations in their bibliography. The complete usage of paper is a subject to the permission of the review. 4. The language of papers to be presented to the review could be in Turkish, English, French and German. 5. Presented paper will first be reviewed by the editorial board to see whether the paper meets the editorial criterias of the review. The paper that meets the criterias will be sent to the referee. Paper that do not meet the criterias will be sent back to the author for the requested corrections. 6. After the sending of the paper to the referee, the referee will asses the paper in the framework of the terms of referee report and send his decision about the paper within two months. In the referee’s decision, the paper may be found eligible to the publication or some corrections may be requested on the paper or the paper may be found ineligible for the publication. Then the author is immediately informed about the decision in writing with a copy of referee report. 7. The responsibility of the published papers belongs to the authors. All opinions in the papers can not be ascribed to the review or ATAUM 8. All papers either published or not are not returned. 9. Authors who would like to sent their papers, books, etc. to ATAUM for the publication assessment should fill up “The Author Form” and send it with other requested document with their papers or books etc. by post to the following address: Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın Koordinatörlüğü 06590 Cebeci /ANKARA. They should also e-mail the form, requested documents and their papers or books etc. to one of the following e-mail addresses: [email protected] or [email protected] . All applications with incomplete document will not be admitted. Please click on “The Author Form” 10. Papers should be written in one of the Windows for Word programmes with a 1.5 line matter and in the Times New Roman character. The size of the letters will be 12 points, for the text and 10 points, for the foot notes. 11. The total words at the paper including the foot notes should be between 6000 and 10.000 words. 12. The total words in the book reviews should be between 1500 and 2000 words. 13. The total words in the case studies should be between 3000 and 5000 words. 14. If the paper is written in Turkish, English abstract and key words and also an abstract and key words in the original language should be added to the paper. Each abstract should comprise 125 words in average and the number of key words both in Turkish and in original language should not be more than 5 words. 15. In the papers, maximum three subtitle system will be used. The first subtitle should be bold the second subtitle should be bold and italic and the third subtitle should be italic in character. Letters or numbers should not be used in the subtitle. 16. Quotation marks should be used in the paper. 17. In the first quotations for the bibliography used in the preparation of the papers, a foot note procedure will be used in the framework of the Footnote Writing Principles. In the following pages if the quotation is made to the same bibliography, the family name of the author and terms in latin such as Ibid., op.cit,etc. will be used. All quotations to the sources used in the writing of the paper will be made through footnotes procedure in the framework of the examples given in the footnote writing principles link. You may download “Footnote Writing Principles” 18. Copy right priced will be paid to the author in the framework of the reliated legistation. 19. The author will be given 10 (ten) blue print of his/her paper separately and also 1 (one) review that his/her paper has been published free of charge. ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ DİPNOT YAZIM İLKELERİ A-TEK YAZARLI KİTAP YA DA MAKALE i-Kitap: Çağrı Erhan, Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, Ankara, İmge Kitabevi, 2001, s. 55. ii-Makale: Gökhan Çetinsaya, “Essential Friends and Natural Enemıes: The Hıstorıc Roots of Turkish-Iranian Relations”, Middle East Review of International Affairs, Cilt 7, No3, 2003, s. 116-132. B-İKİ YAZARLI KİTAP YA DA MAKALE i-Kitap: Gülten Kazgan ve Natalya Ulçenko, Dünden Bugüne Türkiye ve Rusya, İstanbul, Bilgi, 2003, s. 32. ii-Makale: Thomas G. Mahnken ve James R. FitzSimonds, “Revolutionary Ambivalance: Understanding Officer Attitudes Toward Transformation”, International Security, Cilt 28, No 2 ,2003, s.122-135. C-ÜÇTEN FAZLA YAZARLI KİTAP YA DA MAKALE i-Kitap: Mehmet Gönlübol et al, Olaylarla Türk Dış Politikası, 1919-1995, Ankara Siyasal Kitabevi, 1996, s. 129. ii-Makale: David Dranove et al., “Is More Information Better? The Effects of “Report Cards” on Health Care Providers”, Journal of Political Economy, Cilt 11, No 3, 2003, s. 25. D- KİTAPTA MAKALE Joseph Turow, “A Mass Communication Perspective on Entertainment Industries”, James Curan ve Michael Gurevitch (der.), Mass Media and Society, Londra, Edward Arnold, 1991, s. 160-167. E- GAZETE YAZISI Yazarı Belli Gazete Yazısı Hasan Cemal, “Fiyasko ve Çıkış Yolu”, Milliyet, 18 Aralık 2003, s. 7. Yazarı belli olmayan gazete yazıları: “Başbakan Washington Yolcusu”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2003, s. 8. Yazarı belli olmayan resmi ya da özel yayınlar, raporlar vb. Enerji Teknolojileri Politikası Çalışma Grubu Raporu, Ankara, TÜBITAK, Mayıs 1998, s. 35. ARŞİV BELGELERİ Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başbakanlık Hususi Kalem, 33218, 10 Aralık 1943. İNTERNETTEN ALINAN KAYNAKLAR Mustafa Aydın, “ABD Dünyadan Ne İstiyor”, 23 Mart 2003, <http://www.haberanaliz.comldetay.php?detayid=325> (19 Aralık 2003), s. 1. YÜKSEK LİSANS-DOKTORA TEZLERİ Mustafa Pulat, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası: Türkiye’nin Avrupa Savunmasındaki Geleceği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002, s. 10. SÖYLEŞİ İlber Ortaylı, Ankara, 10 Ekim 2003, kişisel görüşme. REVIEW OF EUROPEAN STUDIES FOOT NOTE ORTHOGRAPHY PRINCIPLES A – FOR A BOOK OR A PAPER WITH ONE AUTHOR i – For a Book : Author, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . ii – For a Paper : Author, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . B - FOR A BOOK OR A PAPER WITH TWO AUTHORS i – For a Book : Author, Author, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . ii – For a Paper : Author, Author, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . C - FOR A BOOK OR A PAPER WITH THREE OR MORE THAN THREE AUTHORS i – For a Book : Author, et al, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . ii – For a Paper : Author, et al, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . Ç – FOR A PAPER IN A BOOK Author, “Title of article”, Author of book ed., Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . D – FOR AN ARTICLE ON A NEWSPAPER With Author or Without Author, ‘Title of article’, Title of Magazine, Day Month Year, p. .. . E – FOR AN OFFICIAL OR FOR A SPECIAL ARTICLES OR REPORTS WITHOUT AN AUTHOR Title of article or report, Location, Publisher, Year, p. …. . F – FOR A ARCHIVAL DOCUMENT Title of document, Number of the document, Day Month Year. G – FOR THE BIBLIOGRAPHY DOWNLOADED FROM THE INTERNET Author “Title of article”, <addres of the webpage>, (Retrieved Day Month), p. … . H – FOR A GRADUATE AND FOR A DOCTORATE THESIS Author, Title of thesis, Thesis type, Location, Year, p. …. . I – INTERVIEW Author, Location, thesis, Day Month Year, interview ANKARA ÜNİVERSİTESİ AVRUPA TOPLULUKLARI ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ MAKALE/KİTAP YAYINLAMA VE YAZAR FORMU ANKARA ÜNİVERSİTESİ AVRUPA TOPLULUKLARI ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜNE Merkezinizin Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisinde/Merkezinizce yayınlanmasını istediğim “……………………………..…………......................................................................…… ……………………………………………….…….” başlıklı makalemin/kitabımın, bütün sayfalarını paraflı ve son sayfasını da imzalı bir şekilde dilekçem ekinde sunuyorum. Makalemin/kitabımın bütün sorumluluğu tarafıma aittir. Makalemdeki/kitabımdaki bütün kaynakları andım. Makalemi/kitabımı başka bir yerde yayınlatmadım ve yayınlanmak üzere göndermedim. Makalemdeki/kitabımdaki görüşlerin dergiyi ya da Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğünü bağlamadığı konusunda bilgilendirildim. Makalem (yayınlanacak kitap için yazarlık ücreti ödenmemektedir) yayınlandığı takdirde, adıma tahakkuk edecek yazarlık ücretinin .......................................................... Bankası ................................................. Şubesi …………………………………………. nolu hesabıma yatırılması için gereğini saygılarımla arz ederim. ........./........./200...... ............................................... (Ad, Soyad, İmza) EKLER : 1- Makale/Kitap (1 adet-……………. sayfa) 2- İngilizce ve Türkçe Özet Çıktısı (1’er adet) 3- Makalenin/Kitabın tamamı ile İngilizce ve Türkçe Özetin, Kaynakça Listesinin (Makale verenler için) İçinde Bulunduğu CD (1 adet) Makalenin İngilizce Adı : ................................................................................................................. ………………………………………………………………………………………………………. Anahtar Kelimeler (Türkçe):........................................................................................................... Anahtar Kelimeler (İngilizce):................................…………………………................................. Vergi Kimlik Numarası ve Dairesi................................................................................................... T.C.(Nüfus Cüzdanı) Kimlik Numarası :........................................................................................ Bağlı Olduğu Kurum/Birim:………………………………………………………….................... Adres:................................................................................................................................................. .…………………................................................................................................................................ Telefon: Ev:................................................... İş:............................................................................... Fax :................................................ E-posta:...........................@...................................... Makalenin/Kitabın Kelime ve Sayfa Sayısı :………............ Kelime, …………..………. Sayfa ANKARA UNIVERSITY EUROPEAN UNION RESEARCH CENTRE PAPER/BOOK PUBLICATION AND AUTORSHIP FORM TO THE ANKARA UNIVERSITY EUROPEAN UNION RESEARCH CENTRE DIRECTORATE I present my application form with my enclosed paper/book that I have initialed all pages and signed the last page entitled“…….……………………………………………………………... ……………………………………………………………………………………………………… ……………………….” that I request to publish at your Center’s academic periodical publication titled Ankara Review of European Studies. I have the all responsibility of my paper/book. In the footnotes you can find all printed academic essays, books that I have used in this paper/book. I did not publish my paper/book at another publication firm/house and I did not send it to another publication firm/house to publish. I am fully acknowledged that all opinions at my paper/book can not be acribed to the review or ATAUM If my paper (is not paid for book) is published, I ask to do my autorship payment to my account number ………………………………………………………. at the ……………… Branch of …………………………………………………….Bank. ........./........./200...... ................................................ (Name, Surname, Signature) ENCLOSED : 1- Paper/Book (1 copy-……………. pages) 2- English and Turkish Summary Output (1 copy in each language) 3- One CD should consist of English and Turkish summary of paper, biblography (for paper) and full text of the paper/book Keywords (in Turkish) :.................................................................................................................... Keywords (in English):..................................................................................................................... Turkish Identity Card Number or Passport Number :................................................................. Tax Identity Number and Tax Office :............................................................................................ Employer Institution:……..……………………………………………………………………….. Address:….......................................................................................................................................... …………………................................................................................................................................. Telephone: Home:................................................. Work:................................................................ Fax :................................................ E-Mail:...........................@.................................................... Word and Page number of paper/book :………………..……….. Word, ……...……...…. Page