لاق - WordPress.com

Transkript

لاق - WordPress.com
RASULULLAH’A [‫ ]صلى اهلل عليه وسلم‬SALÂVÂT’I
‘YAĞCILIK’LA NİTELEYEN HASTA BİR
MANTIĞA REDDİYE
‫الرد القويم على المنطق السقيم‬
Mehmet Emin Akın
Medarik
Zomba – Malawi
14 Ekim-16 Kasım 2013
1
İÇİNDEKİLER…………………………………………………………..2
Önsöz…………………………………………………………………….5
I. Salâvat Yağcılığı Mes’elesi………………………………………………10
II.M.İslamoğlu’nun Ehl-i Sünnet’in Âlimlerinden Rahatsızlığı……..26
III. Velâyeti İnkâr Edenin Küfrü.………………………………………47
IV. Alimlerimizi Ve Sahabeyi Tekfir Edenler Ve M.İslamoğlu……..64
V. M. İslamoğlu ve es-Sistanî İlişkisi………………………………..111
VI. Mü’minlerin Annesi Aişe Validemize -hâşâ- Zinâ İsnadı: Muhammed Cemil Hammûd el-Amulî…………………………………….....125
2
‫الحمد هلل رب العالمين و الصالة و السالم على المبعوث رحمة للعالمين محمد النبى‬
‫األمى و على آله و صحبه الطاهرين الطيبين‬
‫‪Talha İbn Ubyedilleh rivayet ediyor:‬‬
‫عن طلحة بن عبيد اهلل رضي اهلل عنه ‪:‬‬
‫َن رجالً أَتَى نَي ي‬
‫ال قُولُوا ‪:‬‬
‫ِب اللَّ يه قَ َ‬
‫صلَّى اللَّهُ َعلَْي يه َو َسلَّ َم فَ َق َ‬
‫صلِّي َعلَْي َ‬
‫ك يَا نَي َّ‬
‫َّ‬
‫ال َكْي َ‬
‫ف نُ َ‬
‫ِب اللَّه َ‬
‫أ َّ َ ُ‬
‫ي ي‬
‫ي ٍ‬
‫ٍ‬
‫َّك َي‬
‫َحي ٌد َيَمي ٌد ‪،‬‬
‫يم إين َ‬
‫صلَّْي َ‬
‫ص ِّل َعلَى ُُمَ َّمد َو َعلَى آل ُُمَ َّمد َك َما َ‬
‫اللَّ ُه َّم َ‬
‫ت َعلَى إبْ َراه َ‬
‫ي ي‬
‫ي ٍ‬
‫ٍ‬
‫َّك َي‬
‫َحي ٌد َيَمي ٌد‬
‫يم إين َ‬
‫َوبَا يرْك َعلَى ُُمَ َّمد َو َعلَى آل ُُمَ َّمد َك َما بَ َارْك َ‬
‫ت َعلَى إبْ َراه َ‬
‫‪“Bir adam nebi’ye (sallallahu aleyhi ve sellem) geldi ve dedi ki: Ey Allah’ın‬‬
‫‪Rasulü sana nasıl salâtta bulunalım? O da dedi ki şöyle deyin: Allah’ım‬‬
‫‪Muhammed’e ve âline salâtta bulun, İbrahim’e ve O’nun âline salâtta bu‬‬‫‪lunduğun gibi.‬‬
‫‪Gerçekten senin çok övülmeye layık olan yüce olansın. Allah’ım onu ve âli‬‬‫‪ni berektlendir İbrahim ve âlini bereketlendirdiği gibi. Sen çok övülmeye la‬‬‫‪yık, yüce olansın.” 1‬‬
‫‪1‬‬
‫‪Ahmed İbn Hanbel, Müsned: 1323, en-Nesaî: 1274,1277; Ebu Humeyd es‬‬‫‪Saidî’’den benzeri bir diğer rivayet:‬‬
‫ي‬
‫ال رس ُ ي‬
‫يا رس َ ي‬
‫ص ِّل َعلَى ُُمَ َّم ٍد َوأ َْزَو ياج يه‬
‫صلِّي َعلَْي َ‬
‫ول اللَّه َكْي َ‬
‫صلَّى اللَّهُ َعلَْيه َو َسلَّ َم قُولُوا ‪ :‬اللَّ ُه َّم َ‬
‫ول اللَّه َ‬
‫ف نُ َ‬
‫ك ؟ فَ َق َ َ ُ‬
‫َ َُ‬
‫ي‬
‫ي‬
‫ٍ‬
‫ي‬
‫ي‬
‫ي‬
‫ي‬
‫ي‬
‫ي‬
‫ي‬
‫ي‬
‫ي ي‬
‫ي ي‬
‫َّك ََحي ٌد ََمي ٌد‬
‫يم إين َ‬
‫يم َوبَا يرْك َعلَى ُُمَ َّمد َوأ َْزَواجه َوذُِّريَّته َك َما بَ َارْك َ‬
‫صلَّْي َ‬
‫َوذُِّريَّته َك َما َ‬
‫ت َعلَى آل إبْ َراه َ‬
‫ت َعلَى آل إبْ َراه َ‬
‫‪Buharî:3118,Müslim:615),Ebu Davud: 831‬‬
‫‪3‬‬
‫بسم اهلل الرحمن الرحيم‬
‫إن الحمد هلل نحمده ونستعينه ونستغفره ونعوذ باهلل من شرور أنفسنا و سيئات‬
‫ وأشهد أن ال إله‬، ‫ ومن يضلل فال هادي له‬، ‫ من يهده اهلل فال مضل له‬، ‫أعمالنا‬
‫ وأشهد أن محمداً عبده ورسوله‬، ‫إالَّ اهلل وحده شريك له‬
“Kim bana bir kez salâtta (duada bulunursa) Allah da ona on kez salâtta bulunur.” 2
“Yanında anıldığım halde, bana salâtta bulunmayan kimsenin burnu
toprağa sürtülsün.” 3
“Kabrimi bayram yeri edinmeyin ve evlerinizi de kabirler edinmeyin.
Nerede olursanız olun bana salâtta ve teslimde bulunun zira sizin selamınız ve salâtınız bana ulaşır.” 4
2
Buhâri, el-Edebu’l-Mufred, 643. İsnadı sahihtir. Muslim, Salât, 18(408); en-Nesâî,
Sehv, 54 (1279); ed-Darimî, es-Sunen: Rikak, 58 (2775); Ebû Dâvûd, Vitr, 26(1530);
Aynı hadis benzer birçok yoldan rivayet edilmiştir. Hadisi ayrıca İbn Hıbbân ve elHâkim tahric etmişlerdir]
3
Tirmizî, Dua, 101(3445). Tirmizî “hasen gariptir” demiştir. Yahyâ b. Musa ezZehrânî “sahih” demiştir.
4
İmam İsmail İbn İshak el-Kadî,(h.199-282) Fadlu’s-Salâti A’le’n-Nebî: s.33 15-181])
Nasıruddin el-Elbanî, Tahziru’s-Sâcid: s.98,99; isnadı şevahidi ile sahihtir)
4
‫ك ِذ ْك َر َك‬
َ َ‫و رفَ ْعنَا ل‬
“Ve Senin için “zikr”ini yücelttik”
(İnşirah:4)
ÖNSÖZ
İslam; sadece bilgi, olmadığı gibi, sadece zahirî şekliyle ibadet
ve türlerin de ibaret değildir. Din’in aslı “tevhid” ise de bunun adâbla, ahlâkla, hikmetle ve Allah’ın “Esma”ıyla” doğrudan bir ilgisi vardır. İlim, tevhidi tahkik etmeden ve şeriatın usulü olan ilimlere vakıf olmadan ve bunu
edeb ve ahlak üzerine bina etmeden, Allah’tan “haşyet”e ve batında da
“inâbe”ye dönüşmez. Edeb ve hayâ, ilim ehlinde olmazsa olmaz esaslı
kaidelerdendir. Bu kaidelere halel -zarar ve fesad” arız olduğunda; ilim
enaniyete, tevazu’ kibre, takva riyâya inkilâb eder.
İlim; hayâ ve edeb ile güzelleşmemişse, tabibin elindeki ilaç yerine,
katilin elindeki hançere dönüşür. Fıkıh ve umum manada Din’i “fıkh” etme
ise, dinin nasslarının anlamından önce, insanın nefsinin haddini ve hududunu bilmesi demektir. Nefsinin hududunu bilmeyen ve nefsin ahlâksız ve
şehvete davet eden hallerinin farkında olmayan kimse; “ilim” meydanında
cinayetler işlemeye ve fadh-ı bâtın -iç yüzünün açığa çıkması- imtihanına
mübtela olmuş demektir. Hiç kimse nefsini Allah’a karşı “tezkiye” etme gibi
bir hakka sahip değildir. Fakat Allah’tan; hidayet,mağfiret, selamet ve
rıdvan dilemekten daha hayırlı bir dua da yoktur..
İlim, hikmet ve fıkıh, kurnazlık ve istirzâl ahlakıyla asla uyuşan değerler değildir. Hiç kimse “Kur’an Dili”ni| yani Arapça’yı veya beyanı ve cedeli,
ahlâkın, edebinin ve ilmin hakkı ve insana yüklediği teklifin aleyhine kullanamaz. Başta o insanın kendi dili ve mantığı kendisine hiyanet eder ve ilim
ondan yüz çevirir. Bu sahnelerin tamamı âlimlerimizden ve rabbanî hadis
ehlinden haberi olmayan veya aklından zoru olan ve hevasına uymuş
olanları aldatmak içindir.
Bu risalemizde, özellikle bir TV kanalında söylediklerinin hakikatını
hiçbir ilim adamıyla tartışmaya ve konuşmaya yaklaşmayan ve
Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘salâvât getirme yağcılığı’ sözünü
bu memlekette ilk kez dile getiren M. İslamoğlu’nun bu ve benzeri birkaç
sözü üzerinde durmak isitiyoruz.
5
İnkârı eleştiri diye, kibri ve tahkiri de ilim ve nasihat diye Müslümanlara yutturmaya çalışan ve daha önce de “Hayat Kitabı Kur’an” adlı çalışmasına eleştiri olarak, “Te’vil’in Tahrife Dönüşmesi” adıyla yayınladığımız çalışmada da bir nebze benzeri mes’elelere değinmiştik.
M.İslamoğlu’nun bir TV programında (Vahyin pencesinden) Şia’ya
yaranmak için İbn Teymiyye (rahimehullah) hakkında söylediği sözler; gerçekten edeb ve hayâ sınırlarını zorlamış ve tiksinti uyandırmıştı.
İslamoğlu’nun İbn Teymiyye hakkında sarfettiği o sözleri, kendisine yöneltsek acaba ne derler?
“Önünü temizlerken,, arkasını kirleten adam” diye..?
Allah için söyleyin bu nasıl söz.?
Bu sözler hangi İslam âliminin sözleridir?
Buna Arapça’da “vekahat” denir. Fakat İbn Arabî’nin şirkinden söz
ederken onu; “Müslümanlara tezgâhında şirk pisliği pazarlayan adam” diye
vasfeden insan; acaba hangi İslam’a iman ediyordu.
Bir ilim ehli bir şey hususunda aynı vakitte iki hükümsahibi olamaz.
Ki, bu husus ilim ve akidenin iç içe olduğu bir husus olması hasebiyle
önem arzeder. M.islamoğlu’na yıllara ince İbn Arabî hakkında bir şekil ve
bu gün de başka bir şekilde hüküm verdiren hangi Kur’an ver hangi İslam
idi? Eğer İbn Arabî Müslüman ise, yani hâlis tevhid üzere ise, M.İslamoğlu
hücceti olmadan onu tekfir etmiş olmak sebebiyle kendisi İslamdan çıkmıştı. Hayır, o İslam üzere değilse, M. İslamoğlui, İslam üzere olmayan bir
insana Müslüman demiştir. Haydi diyelim ki, mes’ele ilim ehli arasında ihtilaflıdır da bunun için bazı şüpheler sebebiyle onu tekfir ettiği için “hata”
etmiştir diyelim; peki öyleyese, M. İslamoğlı neden İbn Teymiyye’yi ve İbn
Arabî’yi konu edindiği TV programında bütün Müslümanların önünde İbn
Arabî’den özür dilemek ve tevbe etmek yerine; İbn Teymiyye’ye en iğrenç
sözleri sarfederek, takbih ve tahkirde bulunmuştur? Haysiyetli ve namuslu
bir ilim ehline yakışan varsa hatasından, zellesinden tevbe etmektir.
Dün İbn Arabî’den beri olduğunu söyleyen insan; bu gün İbn
Teymiyye’den beri olduğunu ilan ediyor. Hangi gayeyle şirkin İmamını ve
ustasını İmam ilan ediyor? Hangi hüccet ve delil ile İbn Teymiyye’yi en
aşağılık vasıflarla anabiliyor? İlim ahlakı ve edebi zedelenmiş, sarsılmış bir
adamın bu iki insan hakkında verdiği bu kadar farklı hükümler gerçekte bir
ilim adamının liyakatine ve dirayetine yakışıyor mu? İbn Teymiyye sövgüsü, M. İslamoğlu’nun hayatındaki en önemli dönüm noktalarından birisidir.
Artık Müslümanların M. İslamoğlu’nun; Türkiye’de nasıl Şia’ya zemin hazırlama savaşı verdiğini görmesi gerekiyor.
Türkiye Müslümanları, gerçekte bu dalalet imamlarının peşinden sürüklenmeleri sebebiyle; Kur’an ve Sünnet’e büyük bir vefasızlık gösteriyorlar ve Ümmetin; ahlakî, edebî ve ilmî şahsiyetini kirletiyorlar.
6
M.İslamoğlu, İbn Arabî’yi müşrik ilan ettiği yıllarda, henüz Şia akidesiyle tam bir yakınlık içinde değildi. Ancak onun zamanla değişimi; İbn
Arabî’yi, İbn Teymiyye’ye tercih ettirecekti. Artık ona göre, İbn Arabî hakkındaki bu eski sözleri çok büyük bir yanılgıydı..
Zira İbn Arabî “vahdet’ul-vucud”cu Sünnîler sufî ile “vahdetu’lvucud”cu Şiîler arasında bir halka-i vasl idi. İbn Arabî üzerinden dilediği
kuşu vuracak ve dilediği kârı elde edecekti. Böylece İbn Arabî övgüsüyle
hem İran’ın ve Şia’nın beğenisini kazanacaktı ve hem de Selefî olmadığını
vurgulayacaktı ve de dolayısıyla ABD’nin terör listesine alınan isimlerinden
olmayacak ve Türkiye’de de kendisine selametli bir liman elde etmiş olacaktı. Zaten cihadla alay ettiği videoları ve refarandum savunmasını (hutbesi) Türkiye’de selef akidesine ve Vehhabilik’e saldırarak ifade-i meram
eden sadece M. İslamoğlu değil. Türkiye’de Vehhabilk’e saldırı bir bakıma
üstü örtülü bir Ehl-i Sünnet akidesi ve Hanbelî Mezhebi düşmanlığıdır. Dolayısıyla rejimle bir sorun yaşamamak ve tasavvuf ehli arasından bazılarını
da celbetmek için Selefilik ve Vehhabilik denen düşmana (!) saldırılıyor.
Yoksa gaye Vehhabilik diye bir akide ve mezhep olduğundan değil.
İbn Teymiyye eleştirisini tek boyutlu sanmak yanılgı olur. M.
İslamoğlu’nun İbn Teymiyye eleştirisi; mevcud rejime yaranmanın gizli
teşeyyu hesabına ve Ehl-i Sünnet akidesinden teberri ettiğinin en açık bir
ifadesidir. Tasavvuf ehlinin en büyük düşman olarak gördüğü İbn
Teymiyye’ye saldırısı, M.İslamoğlu’nu büyük bir sorunun bizzat kendisine
dönüştürmüştür. O mutasavvıf mı olmuştu ya da Şiî mi? Biz bu yazımızda
bunun cevabının ispatı derdine düşecek değiliz. Kişiler kendilerini diledikleri gibi ifade etme hakkına sahiptirler, yeter ki insanları aldatmasınlar. Ne
yazık ki, birçok âlimimiz -birkaç isim müstesna- söz birliği etmişçesine bu
vb. rezaletleri görüp susuyorlar. Kimse testisinin kırılmasını, camının çatlamasını istemiyor. Sanki hepsi birbirini ağırlıyorlar.
Bu zat, Kur’an’a ve Sünnet’e dair birçok hususu tahrif ediyor. Müslümanlar da bu ‘mehzele’yi seyrediyorlar. Bu manzara karşısında bu duruma
bir dur demenin ve bu haddi aşan tavırların sahibini uyarmanın; Allah için
bir kulluk ve ilim için de bir vazife olduğunu hatırlatmak için bu yazıyı kaleme almak zorunda kaldık.
Bu zatın; Din, Kur’an, hadis ve Sünnet hakkında söylediklerinin bir
kısmı elbette ki doğru. Ancak asıl maksadı bu doğrular değildir. Onun bu
doğruları bize ileten, nakleden ve Dinde İmamet mertebesindeki müctehid
ve âlimlerimize; Şia hesabına; çok ince, kurnazca bir tezgâhtarlıkla derin
ve kuşku yayan, kırıcı ve yıkıcı ve nefret doğuran saldırılarda bulunması
bunun açık delilidir. M.İslamoğlu, zannınca akıl ve akide sahamızı silip süpürmek istiyor. Kendisini ise, bu “süpürücülük” vasfından azâde görüp
hasımlarını ve muhaliflerini kendindeki sıfatlarla yaralamaya ve karalamaya çalışmaktadır. Kendisinin bugüne kadara silip süpürdükleri ise hiç hatırına gelmiyor.
7
M.İslamoğlu’nun dinleycileri ve izleyicileri, elbetteki ortaya koyduğu
ahlakî ve edebî kırılmaları görmekteler. Ancak bunu dile getirmeye cesaret
edememektedirler.
Adalet, insaf ve edeb sadece ona karşı sorumlu, sanki, ilim ve hikmet
sadece kendisinden başkalarının mahrum oldukları bir nimet, ümmet tarihindeki bütü yanlışları onunla keşfetmiş ve bütün ilimlerini usulü sanki
onun la yuhti’ -hata işlemez- tashihine muhtaçmış..! Kibrin ilimde her şeyi
yerle bir ettiğini bilmeyen bir adam Müslümanlara ilimden dem vururken
âlimleri nasıl aşağıladığına baksın, sonra bir de onların bulunduğu makama ve zirveye ve ilimdeki değerlerine baksın, acaba orada kendisinden bir
eser görecek mi?
İslam tarihinde “en kötüleri” ve “en sapkınları” hep Ehl-i Sünnet içerisinde arayan allame, nedense ucuz dil oyunları ve mantıkî tuzaklarla süslediği konuşmalarının tamamında meddahlığına soyunduğu tekfirci Şia
mezhebinin akidemiz üzerindeki ifsadlarına ise asla değinmiyor.
M.İslamoğlu’nun âlimlerimize hakaretleri asla kabul edilecek ve affedilecek türden bir şey değildir. M. İslamoğlu Ehl-i Sünnet’in aklimlerini Yahudi Müsteşriklerin sermayesi mantığı ve gizli Şia felsefesi ile eleştirisinden vazgeçmedikçe, Ümmet’in âlimlerinin haysiyetini, hukukunu savunmaya ve o vb.lerinin İmamlarımızı aşağılayan haddini bilmez tavırlarına
karşı mücadelemiz devam edecektir. Unutmayalım ki bunlar karşısında
susan dilsizleri de Ümmet asla affetmeyecektir.
Hak ehli Rabbanî İmamlarımız ve âlimlerimiz, bu ümmetin şerefi ve
izzetidir. Bu ümmetin imamlarının ve âlimlerinin ilmi haysiyetlerini ve
İslama verdikleri hizmetlerini, cihadlarını ve dindeki usulünü ve adabını
ilimleri olmasına rağmen savunmayan ve onların düşmanları karşısında
susanlar ise ümmete hiyanet etmektedirler.
Hâlbuki o, kendi dilindeki musibetin ve aklındaki halelin ve akidesindeki fesadın kurbanı olmuş ve izlediği yolun batıl bir yol olduğunun farkında değil. Ümmet’in âlimlerine (Buhari, Müslim, el-Evzaî ve eş-Şafiî, İbn
Teymiyye) hakaret ettiği yetmiyormuş gibi, şimdi de Hocam; mürted Dr.
Nasr Hamid Ebu Zeyd’in (*) ve onun gibi mürted ve mülhid Taha
Abddurrahman’ın (**) “Kur’an’ı ve dini tüm takdîs ifadelerinden soyutlama düşüncesi”ni kendi malıymış gibi gündeme getiriyor. Taha
Abdurrahman Allah’ın ismiyle birlikte Celle Celaluhu ve el-Kur’an birlikte
ayrıca el-Kerîm gibi sıfatların anılmasına karşı çıkıyordu. İslamoğlu, onun
inkâr ve ilhad kokan felsefesini, “Celle Celaluhu” ve “salâvat” mes’elesine
tatbik etmeye kalkışarak, ümmeti âlimleriyle utandırmaya ve âlimlerimizin
ak yüzlerini kara çıkarmaya çalışıyor.
(*)
(**)
(10 Temmuz 1943 - 5 Temmuz 2010 Mısır)
Fas, el-Cedide, (1944-)
8
Bu çalışmamızın asıl gayesi, M.İslamoğlu’nun “Rasulullah’a (sallallahu
salâvat getirmenin; çok aziz ve değerli ve faziletli bir amel
ve Allah’a yakınlık vesilesi olmasına rağmen, bunu “yağcılık” ve “protokolcülük” görüp kendisinin bu gibi hasletlerden beri olduğunu, kendisini
tezkiye ve ağyarı da tahkir edip salâvat (salât) getirmeyi tezyif etmesinin
ne anlama geldiğine bir nebze de olsa açıklık getirmektir.
aleyhi ve sellem)
9
I
SALÂVAT YAĞCILIĞI MES’ELESİ
“Bugüne Kadar Hiçbir Müslüman’ın Telaffuz Edemediği
Bid’at”
M.İslamoğlu, Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) yağcılık yapmayı
hiç sevmiyormuş. Salâvat ile ilgili olarak -hâşâ- en çok zulme (!) uğrayan
ayetlerden birsinin; “İslam tarihinin en çok yanlış anlaşılan ayetlerinden biri” [Ahzab 56. AYETİ KUR’AN’IN BİR AYETİDİR, İSLAM TARİHİNİN DEĞİL..!] Ahzab suresi 56. ayeti olduğunu söyleyerek, namaz dışında
salâvatı “yağcılık ve protokol “olarak niteliyor M. İslamoğlu.
Namaz dışında Allah’ın Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) getirmenin
adeta sonradan uydurulmuş bir bid’at olduğunu söyleyerek, bu konuda
onun her konuşmasından önce Rasul’e (sallallahu aleyhi ve sellem ) salâvatla
söze başladığını bile inkâr edenleri -ki onların asıl amacı bu olmayabilirağır hakaretlerle eleştiriyor.5
Allah’ın ismiyle birlikte “Celle Celaluhu” demenin ve Rasule (sallallahu
aleyhi ve sellem) salâvat getirme konusundaki sözlerininin maksadını ve hedefini; Taha Abdurrrahman’ın “Kur’ân’a dair ileri sürülen bütün kutsallaştırıcı ibareler ve sıfatlar kaldırılmadan Kur’an doğu bir biçimde anlaşılamaz”
tarzındaki sözleri bilinmeden ve M.İslamoğlu’nun Taha Abdurhaman’dan
nasıl etkilendiğini bilmeden bu konudaki yaklaşımlarının kaynağını tesbit
etmemiz zordur.
Bkz.Taha Abdurrrahman’ın;
‫اآليات القرآنية والقراءات الحداثية‬
“Kur’an Ayetleri Yenilikçi [Modernist] Okumalar” 6 risalesi;
5
http://www.youtube.com/watch?v=jDWTpTYzrHY
6
http://www.arabphilosophers.com/Ara
bic/aphilosophers/acontemporary/acontemporarynames/Taha_Abdulrahman/Quran_and_Modernist_Readings1.htm/
uqu.edu.sa/files2/tiny_mce/.../taha%20q.pp)
10
“KUR’AN AYETLERİ VE YENİLİKÇİ [MODERNİST] OKUMALAR”
Projesinden bir kesit:
Modern İnsanîleştirme Projesi:
Kudsiyyet engelini kaldırma
‫خطة التأنيس الحداثي‬
‫رفع عائق القدسية‬
‫ نقل اآليات القرآنية من الوضع اإللهي إلى الوضع البشري‬
Kur’an ayetlerini ilahî konumdan beşerî konuma
nakletme
Kur’an’ı ta’zim ibarelerinden
‫الهدف النقدي‬
Eleştirel hedef
‫التنسيقية‬
‫ استبدال مصطلحات جديدة بأخرى مقررة‬
‫اآللية‬
Nüzula göre ayetler
‫ حذف عبارات التعظيم‬
soyutlamak
Eski kavrmalar
7
‫العمليات‬
Yönetmsel
‫المنهجية‬
işlemler
yerine yenilerini kullanmak
Kur’an’ı sözlü şahid
‫ التسوية في رتبة االستشهاد بالقول‬
göstermekten vazgeçmek
İlahî hitabın ‫اإللهي‬
‫ التفريق بين مستويات مختلفة للخطاب‬
farklı seviyelerini birbirinden ayırmamak
Kur’an ile
‫ المقارنة بين القرآن والنبي عيسى عليه السالم‬
İsa aleyhisselam arasında bir benzerlik kurma
Kur’an nassını kültürel
‫ السياق الثقافي للنص القرآني‬
siyâkı (akışı-oluşumu)
Kur’an nassının-‫القرآني‬
‫ الوضع اإلشكالي للنص‬
yeniden- konumlandırması sorunsalı
Kur’an
‫ استقالل النص القرآني عن مصدره اإللهي‬
nassının ilahî olan kaynaktan bağımsız kılınması
Kur’an’
nassının
‫ عدم اكتمال النص القرآني‬
‫المماثلة‬
‫اللغوية بين النص القرآني‬
‫البشرية‬
http://www.arabphilosophers.com/Ara
bic/aphilosophers/acontemporary/acontemporarynames/Taha_Abdulrahman/Quran_and_Modernist_Readings1.htm/
uqu.edu.sa/files2/tiny_mce/.../taha%20q.pp)
11
‫والنصوص‬
Kur’an
nassıyla
beşerî
nasslar
arasındaki benzeyiş
ciheti oluşturmak
mükemmel olmadığı (tamamlanmadığı)
7
‫مظاهر‬
Modern Aklîleştirme Projesi :‫الحداثي‬
Kur’an nasslarının üzerinden ğaybîlik
‫رفع عائق الغيبية‬
‫خطة التعقيل‬
‫الهدف النقدي‬
engelinin kaldırılması
Eleştirel hadef
‫التنسيقية‬
‫اآللية‬
Siyâk’ın
işlevselliğinin
gösterge
olarak
kullanımına
başvurma
‫التعامل مع اآليات القرآنية بجميع المنهجيات والنظريات الحديثة‬
Kur’an ayetleriyle bütün modern teorilerin ışığında
diyaloga girme
Kur’an ilimlerini tenkidi ‫القرآن‬
‫ نقد علوم‬
‫ا‬

Mukayeseli Dinler tarihi
‫لتوسل بالمناهج المقررة في علوم األديان‬
yöntemlerine başvurma
‫ا‬

Beşeri bilimlerde
‫لتوسل بالمناهج المقررة في علوم اإلنسان والمجتمع‬
Antropolojik yöntemlere başvurma
Vahy kavramının anlamını değiştirme‫الوحي‬
Kur’an’ın en efdal kitap-nass- oluşunu
‫ تغيير مفهوم‬‫المماثلة‬
‫ عدم أفضلية القرآن‬ ‫النص‬
‫مظاهر‬
‫بين‬
‫والنصوص‬
‫ عدم اتساق النص القرآني‬
reddediş
Kur’an nassının en düzenli ve tertipli
nass olduğunu red
Kur’an’da istiare sanatının çokça ‫القرآني‬
‫ غلبة االستعارة في النص‬Kur’an’la
kullanımını tercih etme
Akılla çatışan ayetlerin devre dışı
‫تجاوز اآليات المصادمة للعقل‬
‫الدينية‬
‫القرآني‬
‫الدينية‬
‫األخرى‬
diğer
Kutsî
nassların benzerliği
 üzerinde durma
bırakılması
Modern Tarîhileştirme Projesi:
12
‫خطة التأريخ الحداثي‬
Kur’an’ın
‫الح ْكمية‬
‫رفع عائق‬
ُ
hüküm
‫الهدف النقدي‬
koyuculuğu engelini kaldırma
‫وصل اآليات بظروف بيئتها وزمانها وبسياقاتها‬
‫المختلفة‬
şartları ve iniş zamanına bağlama
Ayetleri muhtelif siyaklarına göre,çevre
Eleştirel hedef
Siyak
ve bağlamsal gösterge
 ‫المنهجية‬
‫المسلَّم بها في تفسير القرآن‬
ً ‫وظيف المسائل التاريخية‬
‫اآللية التنسيقية‬
‫العمليات‬
Yöntemsel işlemler
Kesin olarak kabul görmüş tarihî verileri Kur’an
ayetlerinin anlaşılmasında kullanma
“Hükm” konusuna
Hüküm ayetlerininin
“‫الحكم‬
ُ ” ‫تغميض مفهوم‬

kesinlikle göz yummak
‫تقليل عدد آيات الحكم‬

sayısını azaltmak
Kur’an
‫إضفاء النسبية على آيات األحكام‬
ayetlerinin
Akideyi

göreceli-nisbî-tarihsel olduğunu
ortaya koyma
‫تعميم الصفة التاريخية على العقيدة‬

genel tarisellik bağlamında ele alma
‫إبطال المسلمة القائلة بأن القرآن فيه بيان كل‬
 ‫مظاهر المماثلة التاريخية‬
‫بين النص القرآني والنصوص شيء‬
söylemini iptal Kur’an nassıyla
‫األخرى‬
‫إنزال آيات األحكام منزلة توجيهات الإلزام معها‬
 diğer
tarihî
nasslar
Kur’an’da her şeyin beyan edildiği
Kur’an’daki
Kur’an
hüküm
“tavsiye” arasında bir benzerlik
oluşturma (karşılaştırma)
seviyesine indirgemek
ayetlerini
‫حصر القرآن في األخالقيات الخاصة‬

ayetlerini özel ahlakî bağlama mahkum etme
(sınırlandırmak)
Dindârlığıi
‫الدعوة إلى تحديث التدين‬

Modernize etmeye davet
13
Türkiye’deki birçok Batınî Modernci ya da kendine “Yenilikçi” diyen
Kur’an’ı tahrif edici yorum sahibi; Taha Abdurrahman’ı vb. felsefecileri ve
onların laik antropolojist yorum yönteminlerini izlemekte ve bunu kendi düşünceleri imiş gibi tezgâhlamaktadır.
Arap düşünürlerinden Kur’an’ın hükümlerini iptal için mecâzcı ve
edebî yorum adıyla mücadelesini verdikleri laik yorumcu akım; tamamen
Kur’an’ı ahlakî, tarihî ve kültürel olan bağlama mahkûm ederek hükümsüzleştirmek istiyor. Bu akım, kadîm Berahime’nin, Zenedika’nın, Bahaîliğin
ve Yahudi istişrakının ortak projesidir. Hevasına uyan bir takım Türk dincileri ve İslamcıları da bu şeytanî akımı ilahiyatlarda ve bazı yayınevlerinin
çevrelerinde yaymak için büyük gayret sarfetmektedirler.
“Türkiye Modern İslamcılığı”nın da önemli bir ayağı; dinî nassları hiçleştirme üzerine kaimdir. İşte “İleri Demokrasi” söylemlerinin ülkede kendisiyle birlikte gündeme getirdiği ideoloji; Kur’an’ı zamanın dışına itmek ve
onunla sadece kültürel ve edebi bir metin (!) olarak buluşma. Türkiye’de
medyatik Kur’an yorumculuğu bu sebeple; Noe Plâtonizm’in, (Philon,
MÖ.50-MS.70)) Bahaîliğin, Batınîliğin ve Naturalizm’in etkisi altındadır.
Yani nifak, Kur’an-ı Kerimi elimizden alarak kendi yorum tekelinde anlamsızlaştırıyor.
Bu tarz bir Kur’an yorumculuğunun TV ekranlarına taşınması,
Kur’an’a karşı verilen savaşlardan birisidir. Medyanın ifsad ve tahrif aleti
bu laikçi ve modernci Kur’an okuyuşları; Dünya Düzeni ve Siyonizm’in akıllarımızı ve zihinlerimizi sömürgeleştirme, aptallşatırma ve köleleştirme vesilesidir.
Salâvât getirmeyi “yağcılık” olarak niteleme; Taha Abdurrahman’ın
dalaletlerinin kötü; hem de çok kötü ve avamî taklidinden başka bir şey
değildir.. Bu anlayış ve kullandığı dil, Kur’an’ı basitleştirmeye yöneliktir.
Rasul’e (sallallahu aleyhi ve sellem) salâvâtı inkâr edemeyince, salâvata değer
verenlerin amellerinin bayağılaştırılması üzerinden, Müslümanların güzel
olan hasletlerini değersizleştirme mücadelesi verilmektedir. Ancak çok kaba ve de çirkince. Taha Abduurrahman’ın felsefî ve edebî dilinden de daha
aşağı ve bayağı, kabadayıca ve tahkir üslubuyla.
Bir kere Ahzab suresi 56. ayette
‫َّ ي‬
ِ
ُّ َ ُ‫إي َّن اللَّ َه وم َالئي َكتَهُ ي‬
ً‫صلُّوا َعلَْي ِه َو َسل ُموا تَ ْسلِيما‬
َ ‫ين َآمنُوا‬
ََ
َ ‫صلو َن َعلَى النَّبي يَا أَيُّ َها الذ‬
‫ي‬
‫صلُّو َن َعلَى النَّبِي‬
َ ُ‫إي َّن اللَّهَ َوَم َالئ َكتَهُ ي‬
İbaresinin manası;
“ Allah terahhumda bulunur [Allah rahmet eder] ve melekler de senada bulunur.”
14
“salla” fiili (fiili kelimenin aslı görenlere göre) “salât” kelimesinin aslıdır. Salât da Arapça’da “dua” manasına gelir. M.İslamoğlu’na göre “sallu
aleyhi” “yardım” (!) etmekse” “nasara” “saâde” “eâne” “eyyede” “azzeze”
“eğase” “azzere” gibi kelimeler -fiiler- Kur’an’da ne işe yarıyor? Zira
Kur’an’da yardım etme, destekleme üstün kılma bu kelimelerle anlatılır.
İbn Abbas bu ayetteki “salât”ı “tebrik” ederler, bereketli kılarlar diye tefsir
etmiştir.
Mademki Kur’an’da bir yerde bir kelime sadece bir anlama geliyor;
neden bu ayetteki
‫صلُّو َن‬
َ ُ‫ي‬
fiili; hem zat-i ilahiyi, hem de melekleri içine alan
“çoğul müzekker mudari fiil olarak zikredildi? Evet, burada bu geniş zaman
fiili bir manaya geliyor. Fakat zamirleri faklı farklı, aynı fiilin içinde hem Allah’ın fiili var hem de meleklerin fiili aklı. Eğer Allah’ın fiili yoktur dersek, o
zaman Allah’ın “salât” getirme fiili nerededir diye sormamız gerekir.
Eğer Allah Azze ve Celle Rasul’e (sallallahu aleyhi ve sellem) yardım ediyorsa, melekler nasıl yardım ediyor? Melekler, Allah’ın izni olmadan nasıl
yardım ederler? Ya da şöyle soralım: Allah’ın O’na olan sevgisini bilen melekler de Allah’ın rızasına muvafık olarak ve O’nu razı etmek için kendi
kudretlerinde olan veya kendilerine teklif edilmiş olan “salât”ı rasule ediyorlarsa, bunu ne olarak adlandırmamız gerekir? Üstelik
‫صلُّو َن‬
َ ُ‫ي‬
fiili geniş za-
man fiilidir ve “istimrâr” (devamlılık) ifade eder. Geleceği de kuşatır. (birden fazla salâtı içerir) Peki, buradan şu sonucu çıkarabilir miyiz? Biz kıyamet gününe kadar namaz kıldıkça, namazlarımızda Rasul’e (sallallahu
aleyhi ve sellem) salâvat getirmekle emrolunduk mu olunmadık mı?
Neden
namazlarımızda
O’na
salâvat
(es-salâvât
elİbrahimiyye/İbrahimî salâvât) getirmeyi herhangi bir ayet sarih bir biçimde
söylemiyor? Ayette bunun yardım etmek olduğu da açık değil? Rasul’e
(sallallahu aleyhi ve sellem) yardım etme ayetleri mecâzi değil, sarih olarak
Kur’an’da zikredilmiştir. Bunu “salât” ile zikretmeye Arap Dili müsaid değildir.
Haşr suresi 8. Ayette;
ِ ‫الص‬
‫ادقُو َن‬
َّ ‫ك ُه ُم‬
َ ِ‫نص ُرو َن اللَّهَ َوَر ُسولَهُ أ ُْولَئ‬
ُ َ‫َوي‬
“…ve Allah’ı ile rasulünü -üstün kılarlar, işte gerçek sadıklar onlardır”
buyurulur.
Şimdi ‫علَ ْي ِه‬
َ
‫صلُّوا‬
َ ibaresiyle ُ‫نص ُرو َن اللَّهَ َوَر ُسولَه‬
ُ َ‫ ي‬ibaresi arasında ma’nâ ola-
rak hangi benzerlik ve iştirak vardır? Peki, “salât” yardım ise (bu Rasule
yardım değil, bizim kendimize bir yardımımız ve O’nun şefaatına nail olmamız için bir vesiledir) bu durumda “sellimu” (selam verin);-O’na selam
da verin; ama mutlak bir selam, adedi ve sayısı belli değil, zamanı ve yeri
belli değil.
15
‫صلُّوا َعلَْيه‬
َ
“O’na salâtda bulunun”
ً‫و َسل ُموا تَ ْسلِيما‬
“ve tam, kamil bir anlamda selam verin [selamette olmasını
dileyin]”
‫ي‬
‫صلُّو َن َعلَى النَّبِي‬
َ ُ‫إي َّن اللَّهَ َوَم َالئ َكتَهُ ي‬
cümlesinde; Allah ve meleklerin
Rasul’e (sallallahu aleyhi ve sellem) salâtlarının sürekliliği vurgulanmaktadır.
Bunun Allah için bir kez olduğuna ve melekleri için de bir kez olduğuna
dair takyîd edici hiç bir ifade yoktur. O halde, Allah’ın da meleklerinin de
Rasule (sallallahu aleyhi ve sellem ) “salât”ı daimidir kıyamete saatine
kadardır. Allah hakkında dile alamayacağımız bir kelime olmaması için
şöyle diyoruz; peki, bu meleklerin “yağcılığı”mıdır?
M.İslamoğlu salâvât konusunda kendisini eleştirenleri şiddetli
eleştirmesine rağmen, melekleri “yağcılıkla” suçlayamıyor. Peki, kıyamet
gününe kadar ne diye durmadan Rasul’e (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Âli’ne
“salâvât” getirmenin ‘taabbudi’ olarak bizden istenmesinin anlamı nedir
acaba ?
‫صلُّوا‬
َ Bu cümle bir emir cümlesidir..
ِ
‫صلُّو َن َعلَى النَّبِي‬
َ ُ‫إِ َّن اللَّهَ َوَم َالئ َكتَهُ ي‬
cümlesi ise; Allah’ın ve meleklerinin Rasulullah’a salâtta bulunduğunu söyleyerek, Müminlerden Allah’ın Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem)
salâtta veya salâvâtta bulunmamızı istiyor.
َ‫صلُّون‬
َ ‫ ُي‬fiili, geniş zaman fiilidir ve geleceği de içine alır. Allah ebedi ve
sermedi olduğuna göre. Allah Azze ve Celle sadece kendisinin ve meleklerinin bir kez mi salâtta bulunduğunu kasdediyor, yoksa Allah’ın zatı baki
oldukça ve melekler de var oldukları sürece mi Rasulullah’a (sallallahu aleyhi
ve sellem) salâtta bulunuyor?
Bu ayette Rasul’e (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın salât getirmesi kıyamet gününe kadar devam edecektir. Bunun da meyvesi ve mükafaatı
“makam-ı mahmud” ve Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) cennetteki
derecesinin yüksekliğidir. Bununla da Allah’ın Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve
sellem) bilemediğimiz kadar salâtta bulunduğu söz konusu olur. Bu demektir ki; Allah Azze ve Celle Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) ne kadar salâtta bulunduğunu herhangi bir sayıyla, zamanla ve mekânla sınırlandırmış
değildir. Öyleyse, -amelimiz cihetiyle- Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem)
belli sayıda salâtta bulunmak yağcılık, değildir.
16
Allah’ın, kitabında
‫ك لَ َعلى ُخلُ ٍق َع ِظ ٍيم‬
َ َّ‫َوإِن‬
“Andolsun ki Sen yüce bir ahlak üzeresin”
(Kalem:4)
dediği rasulüne “salat”da bulunmayı yağcılık diye adlandıran zihniyet
bir bakıma Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) insanları kendisine “yağcılık”a sevkettiğini de söylemiş olur. Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem)
namazlar da dâhil nasıl salâvat getirileceğini soran sahabeye acaba
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) M. İslamoğlu’nun gösterdiği firaseti,
hikmeti ve derin kavrayışı neden göstermemiş de ashabını özellikle de
Cuma günleri kendisine “yağcılık” yapmaya teşvik etmiş oluyor?
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) neden ümmetinin kendisine dille de
olsa -ki zaten dille yapılır- salât getirmesinde aşırılığından söz etmemiştir?
O’nun Sünneti hakkında azıcık bilgisi olan O’nun ümmetini bid’atlere
ve hevaya karşı nasıl uyardığını da bilir. Dolayısıyla Rasul’ün (sallallahu
aleyhi ve sellem) bu konuda M. İslamoğlu’na tamamlayacağı -hâşâ- bir
eksik bırakmamıştır.
Bizim “salât”ımız; O’nun makamının değerine hakkıyla layık olmasa
ve O’nun kadrini hakkıyla takdir olmasa da yine fazilettir. Öyle ki, Allah bunun için bizim de Allah’ın emrine itaat ederek ve meleklerine benzeyerek
O’na salâtta bulunmamızı istiyor. Fakat bunu “bir kez” anlamına gelen bir
emir fiiliyle emretmesine mukabil, kendisini zikrettiğinde ise, sürekli, ebedi
ve de kıyamet gününe kadar melekleriyle birlikte O’na salâtta bulunduğunu
söylüyor. Salât etmenin süreklliliği zaten
ِ
‫صلُّو َن َعلَى النَّبِي‬
َ ُ‫إِ َّن اللَّهَ َوَم َالئ َكتَهُ ي‬
cümlesi şimdiki zamanı kuşattığı gibi, gelecek zamanı da içine almaktadır. Peki, şimdiki zamanda, gelecek zamanda “söylenmesi” emredilen “salât” acaba bu kadar zamanı tek başına dolduran bir tek cümlecik
midir, yoksa bu zamanın tamamına yayılan sayısız derecede salât ve salâvat mıdır?
M.İslamoğlu aklınca uyanıklık yapıp parlak bir zeka oyunuyla; Müslümanların (onlar ona göre Şiiler değil biziz..!) “salât”tan (tek salâttan)
salavât ürettiklerini tıpkı bir hadisten veya beş hadisten beşyüz hadis uydurdukları gibi, Allah bir kez bile salât getirmekten razıyken; Müslümanlar
sanki “yağcılık” yapıp manasını anlamadan ve Rasul’ü (sallallahu aleyhi ve
sellem) gerçek anlamda sevmeden Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem)
yağcılık ve riya olsun diye durmadan -hâşâ- “gevezelik” yapıp salâvatta
bulunuyorlarmış?
17
M. İslamoğlu, ayetlerde Allah’ın ne kadar Rasulü’ne (sallallahu aleyhi
salâtta veya salâvatta bulunduğunu baksın, sonra bu eleştirel
sözlerinin Allah ve melekleri hakkında da varid olup olmadığını düşünsün.
Demek isitiyoruz ki; Müslümanları “salâvât yağcılığı”yla suçlayan
M.İslamoğlu, Allah’ın ebedi ve sürekli salatı ve meleklerin de bütün zamanlar içinde Rasul’e (sallallahu aleyhi ve sellem) salatta bulmalarını da
“yağcılık”la nitelemiş olur mu olmaz mı, bunu kendisine sorması gerekir.?
ve sellem)
Türkiye’de son yıllarda, heva ehli, Allah’ı n kitabı üzerinde yürüttükleri
anlamsızlaştırma savaşını buna benzer mes’elelere yoğunlaştırıyorlar.
Mesela; bazıları; namazdan sonraki tesbihatın bir sayısal değerinin olmadığını; bunun insanla Allah arasına girmek olduğunu ve insanın Allah’a
olan sevgi ve saygısını sınırlandırdığını, bunun Kur’an’ın “zikr” anlayışına
aykrıı olduğunu söyleyerek; “madmun”un -içerik- önemini vurgulamaktan
hareketle; hadislerin mesnedine ve hadisleri rivayet eden sahabe ve ilim
ehline karşı bir su-i zan ahlâkını yaydıklarını çok iyi bilmek zorundayız.
Bunu yaparlarken, sahabenin (radiyallahu anhum) ve tabiunun yerine
henüz kimleri koyduklarını veya koyacaklarını açıkça söyleyemiyorlar. Aktörün yeri ve adresi belli, fakat halk henüz bu akidenin gerçek aktörlerini
bilmiyor. Bu gizli aktör teşeyyu’ ve Safevilikle kol kola Ehl-i Sünnet’te karşı
savaşan Bahaîlik ve Batınîilik.
Zındıklar, Kur’ancılık adı altında yeniden Mecusiliği ve Berahime
Mezhebini (*) diriltiyorlar, “salâvat”tan başlayıp zikr ve evrad konusunda
varid olan bütün hadisleri böylece reddediyorlar. Salâvat’ın sayısı veya
namazdan sonraki “tesbihat”ın, “tahmid”in ve “tekbir”in sayısnı belirleyen
hadisleri reddetmek için sayısal bir sınırlamanın takvaya ve imanının değerine aykırı olduğunu insan ile Allah’ı zikr arasına kimse giremez diyerek
Rasulullah’ı ve ashabını yalancılıkla ve din uydurmakla suçladıklarının zavallı Müslümanlar farkında değiller.
Münafıklar gerçekte Allah’ın zikrinden Müslümanları soğutmak ve
kendileri gibi nifak ehli olsunlar diye savaşıyorlar. Nifak, Sünnet’e karşı
inkâr şüphe ve kuşkular yayma, isnadı ve hadisi inkâr, Hadis’i Kur’an’a
arzetme akımıyla Sünnet’e ve Nübüvvet’e karşı kavgasını veriyor.
Hâlbuki Allah onlar hakkında Kur’an’ın mucizesini bize gösteriyor.
‫يي‬
‫َّاس‬
َّ ‫ني ُُيَ يادعُو َن اللَّ َه َوُه َو َخ يادعُ ُه ْم َوإيذَا قَ ُاموا إي ََل‬
ٰ َ ‫الص َالةي قَ ُاموا ُك َس‬
َ ‫إي َّن الْ ُمنَافق‬
َ ‫اَل يَُراءُو َن الن‬
‫َوَال يَ ْذ ُك ُرو َن اللَّ َه إَِّال قَلِ ًيال‬
“Gerçek o ki; münafıklar Allah’ı aldatmaya kalkışıyorlar; hâlbuki Allah
onların aldatmaya kakışmalarıyla onları aldatıyor. Namaza kalktıkları zaman
(*)
Kelâm ve Mezhepler Tarihi Literatüründe Berâhime, Orhan Ş. KOLOĞLU
[http://ucmaz.home.uludag.edu.tr/PDF/ilh/2004-13(1)/M8.pdf ]
18
üşenerek/isteksizce kalkarlar, insanlara gösterişte bulunurlar ve Allah’ı da
çok az zikrederler.”
(Nisa:142)
‫َوَال يَ ْذ ُك ُرو َن اللَّ َه إَِّال قَلِ ًيال‬
İşte Hadislerde varid olan ve “sayı”yla kayıtlandırlmış evrad ve
tasbihata itiraz edenler aslında bu ayette işaret edilen sınıflardır. Doğrudan
Kur’an’a ve delaletlerine dil uzatmadıklarından; Kur’an’ın tefsiri hükmünde
olan Sünnet’e saldırarak ve onun sıhhatı hakkında kuşkular ürterek böylece anlamı Sünnet’te ifade edilen Kur’an’ın beyan ve delaletini inkâr ediyorlar. İşte Rasullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) salât ve salâvatı ”yağcılık” olarak niteleyen zihniyet bu ayette kendisinin kim olduğunu rahatlıkla görebilir.
Nefsini tezkiye etmek etmek için abartıdan ve kibirden başı yere sığmayan M. İslamoğlu, bir kez “subhanallah” bile demeye aşkından ve vecdinden bedeninin buna dayanamayıp neredeyse çatlayacağnı ima eden
ederken, acaba namazdan sonra ‘otuzüç kez’ “tesbih” “tahmid” ve
takbir”de bulunan Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ihlâsı ve kalbi hakkında ne demiş olduğunun farkında mı? Ne Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) kendisini böyle tarif etti ve ne de sahabe. Yani adam o kadar muhlis
ve o kadar takvanın zirvesindeki, “neredeyse “bir kez “bile” subhanallah
demenin taşıdığı mananın ağırlığının ve hakikatin büyüklüğünden ve ifade
ettiği ilim ve hikmetten taşıdığı feyz ve nurlardan neredeyse çatlayacağını
söyleyebiliyor.
“Tesbihi yeniden bulmak” (“sayı taşı dindarlığı ve dile mahkûm etme” hikâyesi) adlı sohbetinde 8 “tesbih”i Allah adına hareket etmek diye
te’vil edip, Allah’ı dille tesbihi tamamen önemsiz kılıyor. Bu yorum tarzı,
Batınîliğin ve Nusayrilik’in (*) akidevi ilkelerini inşa eden felsefeyi gündeme
getiriyor. Çünkü İsmailîlik’te namaz sadece içten gelen duadır. İslam’ın
farz kıldığı beş vakit namaz değil. Hakeza Nusayrîlikte de namaz; bildiğimiz erkânı olan namaz değildir. İmamların sevgisi namazdır. Nusayriler’e
göre: beş vakit namaz; Ali, Hasen, Huseyn, Muhammed ve Fatıma’dır.
8
(https://www.youtube.com/watch?v=jggSEqcsfAU);
https://www.youtube.com/watch?v=2F9GKNHIekE)
(*)
Kurucusu, Muhammed İbn Nusayr en-Numeyrî’dir ö.270/m.883) El-Hasen elAskerî’nin kendisini rasul olarak gönderdiğini söylerdi. Kendisini 12. İmam tarafından
görevli bilirdi. Cennet ve Cehennem’e inanmazlar. Ali’nin ulûhiyetine inanırlar.
Onlarar göre -hâşâ- Ali, Muhammed’i, Muhahmed de Selman’ı yaratmıştır (!) Kıyamet
onlara göre, ruhun bedenden ayrılması ve başka bir bedene girmesidir. Mutlu kişilerse, mutlu yeni bedenlerde dünyaya gelirler, şerliler ise, yeni şerli bedenlerde dünyaya
gelirler. Cennet ve cehennemleri bu yeni bedenleridir. Yaratılmadan önce nur âleminde olduklarına inanırlar. İsnâ Aşeriyye’yi zahirciler olarak kınarlar ve onlara kâfir
derler.(Bkz. en-Nevbahtî, Fireku’ş-Şîa: s.78) Şimdi bazıları bu kimliklerini Alevîlilkle
gizliyorlar ve Caferî Mezhebine müntesib olduklarını söylüyorlar.
19
Onları anmak insanı cenabetten yıkanmaktan ve abdest almaktan muaf
kılar. Oruç ise; Din’in (Nusayriliğin) sırını korumaktır. Hac İmam’ın ziyaretidir. Cihad; Ebu Bekr ve Ömer’in (radiyalllahu anhuma) 9 lanetlenmesidir.
Nasr Hamdi Ebu Zeyd de derslerinde bize İlya Ebu Madî’nin (18911957; Lübnanlı Nasranî Şair “La Edri”ler ekolüne mensuptur) şiirlerini açıkladığında adeta Philon gibi ya da bir batınî gibi şerhlerde bulunurdu. Nasr
Hamid de Bâtınilikten ve İsmalî Mezhebinin te’villerinden çok etkilenmişti.
Aynı etkiyi Muhammed Arkun’da da görürüz. Kanaatim odur ki, M.Arkun
ve Nasr Hamid de dâhil ciddî bir İsmailî te’vil kültürüne sahiptiler. Özellikle
İsmailî Kâdı, en-Nu’man Muhammed İbn Hayyun’un (h.292-364) “Esasu’tTe’vîl” adlı kitabının birçok yansımalarını buluruz Arkun ve Ebu Zeyd’in
te’vilatında.
İbn Arabî’nin Fusûs’unu tanıyan ve “Fass” (yüzük kaşı) isimlerini inceleyen onun da azımsanmayacak derecede bu kültürlere vakıf olduğunu
gösterir. (*)Bunun için de Fusûs’ta; Nusayriler’in, İsmailîlerin hulûl ve vahdet-i vücudcu felsefî kavramlarını çok sık kullanır. M. İslamoğlu’na; sormak
lazım; ‘nasıl oluyor da siz insanların kalpleri ve niyetleri hakkında cüretlice
ğaybı bilir gibi, fikir beyan ediyor ve saf Müslümanlarının zihinlerini altüst
etmeye kendinizi memur görüyorsunuz? Allah’tan korkun, bu saldırgan ve
aşağılayıcı üslubunuzun Müslümanlara nelere mal olacağını düşünebiliyor
musunuz.?
M İslamoğlu ve müfrit bazı Şia propagandacıları, Türkiye’de Müslümanları tehlikeli bir çatışmaya doğru sürüklüyorlar. Ne yazık ki çok az kimse hariç, çoğunluk bu savaşın akidemize ve ilmi mercilerimize karşı olduğunu görmüyor. Zındıklık, Berahime ve Bahaîlik Rasulullah’ın (sallallahu
aleyhi ve sellem) Sünnet’ine, O’nun ashabına ve selefe karşı çok köklü ve
güçlü bir savaşa hazırlanıyor. Evet, şu gerçeği unutmayalım; Namazı ikame etmek sadece bedenî hareket değildir. Namazı ikame; dille, kalple,
bedenle, akılla ve ruhla birlikte Allah’ı zikirdir.
“Tesbih” daha geniş manasıyla; Allah’ı tenzih ve takdistir, yani
tevhiddir, bu bedenin amellerini kapsadığı gibi, dilin ve kalbin amellerini de
içerir. Kalp ve dil de bedenden olduğuna göre..! Bununla M.İslamoğlu çok
usta bir şekilde, - velev ki öyle inanmıyor olsa bile- Batınîler gibi, tesbihatı
9
(*)
Süleyman el-Adenî (Adana’lı); el-Bâkuretu’s-Suleymaniyye: s.24 (tarihsiz)
Mesela; “Fassu hikmetin ilahiyyetin fî kelimetin ademiyetin” ve “Fassu hikmetin
subbuhiyyetin fî kelimetin Nuhiyyetin” gibi ibareler Ehl-i Sünnet âlimlerinin tanıdığı
sözler değildir. İbn Arabî bununla Suriye’de kaldığı yıllarda batınî fırkalarla tanıştığını
ve onların dil ve üslubunu bildiğini ortaya koyuyor. Bu dil Maşrik’ten Mağrib’e geçmiştir. Zira Batı İslam dünyasında bu dil ancak Hallac’dan sonra İbn Sebîn (ö.1270)
vb.flozoflarla geçmiştir. İbn Arabî’nin (1165-1240) kültür havzası sadece bununla
sınrlı değildir. O İsmaililerin de edebiyatını biliyor ve Konya’ya geldiğinde Sadruddin
Konevî’nin (1210-1274) annesiyle de evlenmiştir. Malatya’da bir zaman kalmış ve
buradaki tasavvuf ekolleri ve Anadolu’daki tasavvuf dilini öğrenmiştir.
20
ve evrâdı dil ile ve belli bir sayıda yapmanın ma’nayı ve gayeyi imha ettiğini imâ ediyor..
İsmailîler, Nusayrîler ve Bahaîler; namazı ve dinin diğer farzlarını
“zâhir”i aşağılayarak terk ettiler. Evet, birileri Nebevî Sünneti bilmediği için
ve yanlış öğretildiği için isabetli olmayanı işleyebilir. Ama kâmil, âlim ve
hikmet sahibi kimsenin bunu aşağılayıcı ve tahkir edici bir üslupa öğretmeye kalkışması ne derece ilmin edebine uygundur.
Başkasını din dışı davranmakla suçlayan, edebde onların yanında
sınıfta kalıyor. “Sayı taşı dindarlığı” gibi uydurma, istihza ve aşağılama
kokan deyimlerin ardından; tesbihatın, zikrin ve muhtelif evradın dille ve
sayıca ifadesine savaş açan M.İslamoğlu, Batınîlerin ve Hurufilerin yaptığını Müslümanları katledercesine bir saldırı ve aşağılama üslubu ile dillendiriyor. Yani ona göre, "sayı taşı dindarlığı” yapanlar, cevheri ihmal etmiş
olanlardır. Peki, bâtındaki dindârlığı nasıl bileceğiz ve bunun kıymet ölçüsü
nedir? Dışı riyadan temizledik diyelim; peki insanın batınındaki riyadan
nasıl emin olacağız?
Eleştirisinde, reddettiğinin yerine sahih bir ilim ortaya koymak yerine;
hakaretten başka bir şey aklına gelmeyen M.İslamoğlu, “mübhem” ya da
“mücmel” ifadeler kullanıyor. Üstelik “hakikat”ın bizzat kendisini ortaya
koyduğunu vehmettirerek, Sünnet’le amel mes’elesinde şekilden ve zahirden uzaklaştırma bahanesiyle, haddi belli olmayan bir “anlam” veya
“ma’na” peşinde insanları sessizce modern bir Batınîlik girdabına davet
ediyor. Bir kimse Sünnet’le uğraşıyorsa ve aklını bunda mihenk görüyor ve
hevasına uyuyorsa; bu, Sünnet’le amel etmediğindendir. M.İslamoğlu,
köyde “sibha” denen aleti olmayan benim zavallı okuma yazma bilmeyen
ninemin tesbih için kullandığı fasulyelerin sayısıyla uğraşıyor ve ümmete
akıl veriyor. Sayı (!) fasulyesiyle” tesbih ve ezkârda bulunan nice ihtiyar
kadınlar ve erkekler var ki, biz onları cahil mesabesine (!) koyarız; fakat
onların öylesi var ki, imanlarının ağırlığını dağlar çekmez.
Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) eşi Safiyye’nin (radiyallahu anha) dörtbin çekirdekle tesbihatta bulunması (Et-Tirmizî) hadisesi meşhurdur. Sahabelerden bazısının (Ebu’d-Derda, Kitabu’z-Zuhd, Ahmed İbn
Hanbel) da hurma (acve) çekirdeğini tesbihatta kullandığı zikredilir. Ancak
bu tür rivayetlerin sıhhati (el-Elbanî) tartışmalıdır. Açık bir nehy söz konusu
olmadığı için bazı âlimler taşla (hasâ) ve çekirdek (neva) ile “tesbih”e cevaz vermişlerdir.(bkz. İbn Teymiyye, Mecmu’ul-Fetavâ: c.22,s.506; elMünavî, Feydu’l-Kadîr: c.4/355) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem ) ona
nasıl öğretti, tesbih’in ve zikrin en fazliletli olanını? Bunda hepimiz için
dersler ve ibretler vardır.
M.İslamoğlu bu sözleri; “mana”nın önemini ve sözün aslına bizi döndürmek isterken, “kalb”i “zahir”den ayırıyor. Sadece içe, bâtına yöneliyor.
Zira bedenle yapılan bazı ibadetlerin erkânı olduğu gibi, dille yapılan ibadetlerin de erkânı ve âdâbı vardır. Ona göre, “zikr” “tesbih” “tahmid” ve
diğer evrad asla sayıya mahkûm edilemez. Bu kesin ve meydan okuyucu
21
sözler, onu ilk kez duyan bazı insanları gayet hoşnut edebilir. Onun için
“sayı” karşıtı olma “masal”ına sarılan muhalif eleştiriciler şunu demek istiyorlar: bununla ‘zikrin ve tesbihin gerçek anlamı yitiyor ve anlam daraltılıyor. Bu Batınî düşüncenin ilk masum çıkışı ve ilk merhalesidir. Allah’ın
Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) neden bizden “otuz üç kez tesbih tahmîd
ve “tekbîr”i istesin ki diyemeyince, böyle demenin tehlikeli ve yöntemleri
açısından engelleyici olacağını bildiklerinden; saf insanları “sayı”cılık masalıyla aldatarak, buradan dolaylı bir biçimde bu konuda varid olan hadislere güvensizliği gündeme getirmiş oluyorlar.
Asıl gaye tarikat ehlinden bazılarının önlerine taş koyarak “tesbihat”ta
bulunmalarını tenkid etmek değildir. Burada tarikatlara karşı bir savaş ilan
olduğu gibi, öte yanda Sünnet’e karşı da edebe muhalif bir saldırı ve Müslümanları Sünnet’te varid olan ahlak ve amele karşı da bir başkaldırıya
davet söz konusudur. Bu nedenle özellikle İslamoğlu’nun tabloyu tamamen çarpıtarak kendisine ait olan sureti, başkalarına giydirmesi söz konusudur.
M. İslamoğlu hangi vasfı bir başkasına yamamışsa, bu vasıf aynıyla ters tarafından kendisi için de söz konusudur. Aslında M.
İslamoğlu farkında olmadan kendi kimliğini tarif edip intihar ediyor. ama
onun kibri bunu görmesine engel olmaktadır. Onun asıl işaret etmek istediği şey; ma’nânın “sayı” felesefesi (!) yüzünden yok edilmesidir.
“Ma’nâ ma’nâ ma’nâ…” Bu söylem; tamamen yersiz olmamakla birlikte, sizce M. İslamoğlu’nun izlediği diyalektiğin sonucu olarak hiçbir çağrışım yapmıyor mu zihinlerinizde? Sayı, madde, (zahir) ma’na/anlam
(bâtın) ilişkisini hiç aklınıza getiriyor musunuz? İşte M.İslamoğlu da bütün
sohbetlerinde ve te’villerinde kalıbı, zahiri imha gayesiyle Batına delalet
eden söylemlere vurgu yaparak, akıllarınızı Bâtıniliğin alanına hızla usta
bir diyalektik üslupla kaydırıyor. Onun için Nasr Hamid Ebu Zeyd gibi,
“mana” ve “makâsıd” edebiyatını sıkça tekrarlayıp duruyor. Bunun adı da;
laik liberal Yenilikçi İslamcılık (!)
Peki, “sayı” denince aynı şey namaz için de söz konusu değil mi?
Eğer “sayı” -rekâtlar, secde ve kıyam- manayı ve muhtevayı hırpalıyor ve
değersizleştiriyorsa, Allah neden farklı anlayış ve düşünce sahibi olan kullarına beş vakit namazları ikameyi, belli tekbirler, rekâtlar, secdeler, kıyamlar ve kuud (celse) ile kayda bağladı? Biz biliyoruz ki Rasul (sallallahu aleyhi
ve sellem) gibi bir Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) dahi sayısı belli namazları
ikame etti, O’na iman edenler de.. Namazlardan sonraki tesbihatta hakeza
buna misal verilebilir.
Peki, namazları Allah’ın bizden bu şekilde istemesinin hiçbir hikmeti
yok mudur? Bu hikmetin zirvesinde olan ve Kur’an ilminin hakikatlerini
onun ilk talebesi ve mübelliği olan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) acaba anlayamadığı için mi namazlardan sonraki tesbihat için sayısal bir değerden söz etti? Bu sayısal değerin, aslında Müslümanların en zayıf olanından en güçlü olanına kadar hepsine yettiğini, bundaki derece farkının;
22
kalbin ihlâsı, sıdk ve helal rızık olduğunu biliyoruz değil mi? Öyleyse,
Rasul (sallallahu aleyhi ve sellem) neden M. İslamoğlu gibi bir “subhanallah”
demeye bile kalbi dayanamayacak olan “hâlisler”le, cahillere uygun düşecek olan farklı tesbihattan söz etmemiş ki?
M. İslamoğlu gibi, bir kez “sübhanallah” demekle kalbi zangır zangır
titreyen zahidler varken, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) namazdan
sonra bizden 33 kez “sübhanallah” “el-hamdulillah” ve “Allahu ekber” deyip
papağan gibi -hâşâ- lakırdı etmemizi mi istemiş oluyor? Neden bir kez “aşk
ile söyleyin” (!) demedi? Bizi “sayı” şaşkınlığı ve problemi ile karşı karşıya
bırakan kim? Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mı raviler mi?
Madem ki bir kez bile “subhanallah” deyince, yürekleri şevkten yarılanlar olacaktır, acaba Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu
fıkhdememiş miydi de bizden namazlardan sonra sayıları belirlenmiş olan
bir evrâd istemiş oluyor?
Peki, “sayıları belli” virdleri yerine getirince, Kur’an nasıl anlaşılırrmış,
sayıları reddededip bir kez veya sayısız biçimde virdlerle iştiğal edince
Kur’an nasıl anlaşılmaz olur muş? Ya da İslam nasıl tahrif edilmiş olurmuş? Bu konudaki bazı hadislere baktığımız zaman, “kim daha fazla yaparsa” diye açıklayıcı ifadeler de görürüz. Peki, bu ne anlama geliyor?
Evradın, tesbihatın ve salâvatın sayısını belirleyen Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) iken, bunda aşırıya gitmek ve Sünnet’i aşmanın
aybı anlatılacak yerde; Müslümanlar İslam’a hainlik edenler safına sokularak bir inkârcı hitap tarzı geliştiriliyor. Mesela M.İslamoğlu’nun anlattıklarına baktığımız zaman, onun “sayı”sı belli; “evrad”ı ve “zikr”i -ince bir siyasetle- sanki Kur’an ve İslamdışı imiş gibi göstererek, Kur’an adına
Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hadislerine yönelik kuşkuların gündeme getirilmesine yardımcı olduğunu anlarız.
Sahabe’den günümüze kadar Rasul’e (sallallahu aleyhi ve sellem) salâvat
getiren Müslümanlar, acaba hangi tefsir ve fıkıh kaidesine göre bindörtyüz
yıldır namazlarında ve namazlarının dışında O’nun adı anıldıkça “salâvât”
getirerek kendilerini O‘nun adıyla şereflendiriyorlar?
er-Rebi’ İbn Enes derdi ki:
“Allah’ın Ona meleklerin huzurunda salâtı, onu övmesidir.” 10
İkrime’den ve Süfyan es-Sevrî’den rivayet edildiğine gore;
“Rabbin salâtı rahmet, meleklerin salâtı istiğfardır” 11
10
Muhammed İbn Abdirrhaman İbn Ali en-Numeyrî, Kitabu’l- İ’lam Bi Fadli’s-Salâtı
Ale’n-Nebiyyi ve’s-Selam: s.14, Daru’l-Kutub el-İlmiyye,1.bsk.2003 Beyrut
11
a.g.e:s.14
23
Tevbe suresi 103. ayet-i kerimesinde de Allah Rasulullah’a (sallallahu
kendilerinden zekât aldığı Müslümanlara salâtta bulunasını
emrediyor.
aleyhi ve sellem)
‫ك س َكن لَّهم واللّه َيَس ي‬
‫يي‬
‫ي‬
‫ي‬
‫يم‬
َ ‫صل َعلَْي ِه ْم إي َّن‬
َ ‫ص َدقَةً تُطَ ِّه ُرُه ْم َوتَُزِّكي يهم ِبَا َو‬
ٌ ُ َ ْ ُ ٌ َ َ َ‫صالَت‬
َ ‫ُخ ْذ م ْن أ َْم َواِل ْم‬
ٌ ‫يع َعل‬
Bu ayette ‫صل َعلَْي ِه ْم‬
َ ‫ َو‬kendilerinden “zekât” aldığı Müminlere dua
etmesi midir, yoksa onlara “yardım” etmesi midir? Dua değil de yardım
etmesidir dersek; bu onun yardımın ne olduğunu ve nasıl olacağını söz
konusu kılar. Biz kıyamete gününe kadar O’na “salât”ta -yardımdabulunduğumuza gore, ahirette biz bunun karşılığını nasıl alacağız acaba?
Yaptığımız amel; sadece namazla kayıtlı ise ve namaz dışında ya da
bir eserde onun isminin yanına “yağcılık” (!) olsun diye yazdığımız “sâlât
ve teslim”lerden acaba azap mı görürüz; yoksa, O’nun salâtının müminlere
“seken” (sekîne-huzur) olması gibi, bizim de O’na salâtımız bizim için
ahirette “seken” olacak mı? O’na (sallallahu aleyhi ve sellem) salâvât
getirenler; eğer böyle büyük bir hayra ve mağfirete nail olmayacaklarsa,
niçin Allah Azze ve Celle kitabında kendisinin ve meleklerinin Rasul’e
(sallallahu aleyhi ve sellem) salatta bulunuduğu gibi kullarının salât da (tasliye)
bulunmasını istemiştir ki? M.İslamoğlu’nun haydi bid’at ve cehalet ehli
hakıında eleştiride bulunduğunu varsayalım; peki sahih olan bir salat ve
salavat getirme hüccetimiz nedir? İslamoğlu eleştirilerini yaparken
konudan ziyade ef’ali yani insanların fiillerini eleştirip aşırı derecede kırıcı
yıpratıcı ve tahkir içeren ifadeler kullanıyor.
‫ك َس َك ٌن لَّ ُه ْم‬
َ َ‫صالَت‬
َ ‫إِ َّن‬
cümlesinde Allah Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve
ashabından zekat verenlere yapacağı duanın” sâlât”I onlar için bir
sükünet olacağını söylüyor. O halde Rasul (sallallahu aleyhi ve sellem)
kendisine “zekât” veren ya da gönderenlerin hepsi için veya ferd ferd dua
ediyor demektir. Şimdi ayette mallarında “sadaka “aldığı müminlerden bir
kısmına dua edip diğerlerine etmeyeck olsa, ayet muhalefet olur. Demek ki
Rasulullah da (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabından her “sadaka” (zekat)
aldığında salâvât getiriyordu (onlara dua ediyordu)
sellem)
Buhari ve Müslim’de Abdullah İbn Ebi Evfa’dan gelen sahih bir
rivayette Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Âl-i İbn Ebî Evfa’ya
sadakalarını alınca “salâvat” getirdiği anlatılır.
ِ
ِ ُ ‫ال َكا َن رس‬
‫ص َدقَتِ ِه ْم‬
َ َ‫َح َّدثَنَا َع ْب ُد اللَّ ِه بْ ُن أَبِي أ َْوفَى ق‬
َ ِ‫صلَّى اللَّهُ َعلَْيه َو َسلَّ َم إِ َذا أَتَاهُ قَ ْوٌم ب‬
َ ‫ول اللَّه‬
َُ
ِ ‫صل َعلَى‬
‫آل أَبِي أ َْوفَى‬
َ ‫ص َدقَتِ ِه فَ َق‬
َ َ‫ق‬
َ ‫ال اللَّ ُه َّم‬
َ ِ‫صل َعلَْي ِه ْم فَأَتَاهُ أَبِي أَبُو أ َْوفَى ب‬
َ ‫ال اللَّ ُه َّم‬
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem ) kendisine bir topluluk sadakaları ile
geldiklerinde; Allah’ım onlara salâtta bulun. Bunun ardından kendisine ba-
24
bam Ebu Evfa sadakasıyla geldi ve ona; Allah’ım Âl-i Ebî Evfa’ya salâtta bulun” dedi.” 12
Bu hadisin ışığında bizim mes’eleye nasıl bakmamız gerektiği de
kendiliğinden anlaşılmış olmaktadır. Burada aklıma gelmişken Suriyeli
Müslümanların güzel bir sözünü hatırlatmak isterim. Bu sözü Suriye’de
birçok ücretli taksinin arka camında dahi yazılı görürdünüz:
Söz şu: “Attir femeke bi’s-salâti ale’n-Nebiyy” (ağzını nebi’ye salâvat
getirerek güzel kokuyla kokulandır” Vallahi biz O’nun (sallallahu aleyhi ve
sellem) için kendi nefsimizi küçük gördüğümüz derece, Allah bizim kadrimizi
yüceltecektir.
Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) adı her anıldığında salâvatı tahsis ettiğimiz kimsenin “zikr”i ve” şeref”i ile bizim sözümüzün bir anlamı olacaktır. Öyleyse Kur’an’ın emri gereğince O’na salât ve teslimde bulunmak
bizim için bir şeref ve Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem ) sevgidir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bizi cennete götürecek ve cehennemden de kurtaracak hiçbir amel olmasın ki, bize ondan haber vermemiş olsun. Böyle bir Rasul ve Nebi’ye (sallallahu aleyhi ve sellem ) acaba vefa borcumuzu ne ile ödeyebiliriz ki?
Ahzab suresi 56. ayeti Kur’an’da en çok zulme uğrayan (!) ayet gibi
göstermeye çalışan zihniyet acaba aynı surenin 43. ayeti hakkında ne diyecekler?
ِ ِ
ِ
ِِ ِ
ِ ِ ُّ
ً‫ين َرِحيما‬
َ ُ‫ُه َو الَّذي ي‬
َ ‫صلي َعلَْي ُك ْم َوَم َالئ َكتُهُ ليُ ْخ ِر َج ُكم م َن الظلُ َمات إلَى النُّوِر َوَكا َن بال ُْم ْؤمن‬
“ O ve melekleri siz karanlıklardan nura çıkarmak için size salâtta
(rahmet ve isitiğfar) buluyor, O [Allah] müminlere çok acıyıcıdır.”
ِ
‫صلي َعلَْي ُك ْم َوَم َالئِ َكتُهُ لِيُ ْخ ِر َج ُكم‬
َ ُ‫] ُه َو الَّذي[ ي‬
Allah’ın kullarına “salât”ı onlar merhamet etmesi ve lütfuyla muamele
etmesidir. Meleklerin “salât”ı ise müminlere mağfiret edilmesi için dualarıdır. Bu, İbn Abbas’ın tefsiridir. Bu ayet aynı zamanda meleklerin şefaatına
da delalet eder.
Böyle bir Nebi’ye (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah ve melekleri salâtta
bulunurken, bize ne oluyor ki O’na ismi her anıldığında “zahir”den veya
kalbimizden salât ve selam getirmek” yağcılık” olsun ki? M.İslamoğlu’na
Allah’tan bir vahiy mi geldi ki, bunu “yağcılık” (*) olarak niteliyor? Güya kendisine dil uzatanların “ağızlarını -kaba bir dille- Allah’a havale eden insan” Allah’ın ismini zikrederken bari biraz latif ve teeddüble bu tepkisini
12
Buharî:1497,4166,6359,Muslim:1078
(*)
Eğer M. İslamoğlu, Cevşen ve Delaililu’l-Hayrât gibi kitaplardaki Sünnet dışı duaları
örnek verip bu yanlışlıkları ve aşırıkları eleştirse idi, daha hayırlı bir iş yapmış olurdu.
25
ortaya koysa..! Sesinin hiddeti, sahibinin niyetini ortaya koymaktadır. Acaba, başkasının da M. İslamoğlu’nun ağzını Allah’a havale etme gibi bir
hakkının olup olmadığını biliyor mu? Yoksa Allah bu hakkı sadece bu beldede ona mı vermiştir?
Biz de ahirette, onun sözleri sebebiyle; saf ve temiz bir iman ve duyguyla Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ismi anıldıkça salâvat getirecekken, bu sebeple O’na salâvat getirmekten vazgeçirilen Müslümanları
ve M.İslamoğlu’nu Allah’a ve Rasulü’’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) -in
şaeallahu- “şikâyet” etme hakkımızı” kullanacağız. Yani duamız ile O’na
(sallallahu aleyhi ve sellem ) yardımcı (!) olmamızı “yağcılık olarak niteleyen bir
adama” karşı İlahi Mahkeme’de davacı olacağız. M. İslamoğlu böyle bir
şikâyette bulunanların ağzını o gün kime havale edecek acaba? M.
İslamoğlu o günün hesabından emin bir tarzda, emin adımlarla dilediği
hedefe doğru ilerleye dururken, ömür de adım adım Allah’ın hesap gününe
doğru ilerlemektedir.
M.İslamoğlu’nun haberi olsun, ahirette onunla Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) ashabı ve salâvat konusuyla ilgili hakaret ettiği kimseler
arasında çok büyük bir mahkeme kurulacak, acaba bunun farkında mıdır?
İslam ümmetinin binlerce müfessirinin ve âliminin; Ahzab suresi 56. ayeti
tahrif edercesine tefsir ettiklerini söyleyip kendisini hepsinin üzerinde sütten çıkmış ak kaşık gören M.İslamoğlu; bu mahkemeyi şimdiden kaybettiğini, Kur’an’ın ve sahih hadislerin şahadetiyle görmek zorundadır.
İzlediği gurur ve kibir yolunu terk edip Allah’a tevbe ve istiğfarda bulunup haklarına zulmettiği ümmetin âlimlerinden de özür dilemeli ve onlara
hayır duada bulunmalı. Bu hakaretleri yaparken zahmet buyurup Ehl-i Beyt
diye tebcil ettiği “Mektebi”nin de Kur’an tefsiri üzerinde nasıl tahriflerde
bulunduğunu anlatmalı.. Belki o zaman biraz adalet meydanına ayak basmış olur. es-Sistanî’yi bu ümmete İmamlık edecek en layık ve münasip
insan görebildiğine göre, bu gerçekleri de görebilir.
Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) “Anam babam sana feda olsun”
diyenlerden söz eden adam, Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) her anmada ona salâvat getirdiklerinden ise söz etmez. Daha dört cümleyi Allah’ın Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) feda edemeyen bir adam, bir de
kalkmış ma’lumâtfürûşluk taslayarak ve mantık dışı hileler ve kelime oyunlarıyla; anasını babasını Rasullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) feda edemeyenler ne diye O’na “yağcılık” ediyorlar demeye getiriyor. Elbette hepimiz
Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) feda olalım. Ama bu öyle sözle olmuyor. Müslümanların Rasule (sallallahu aleyhi ve sellem ) salâvatıyla bu kadar alay eden kimse, sanki onların kalplerine girmiş de onlar hakkında hüküm veriyor ve kendisini onların sefaletinden ve cehaletinden (!) tenzih
etmeye çalışıyor. Aklını ona veya bir yerlere kiraya vermiş yüzlerce insan
da sorgusuz -başlarını sallayarak- sualsiz bir şaşkınlıkla söylediklerine hıı..
hıı.. diyorlar.
26
M.İslamoğlu’nun esas olarak salâvatı inkâr ettiğini söylemiyoruz. Ancak Onun asıl amacı bu hadisleri rivayet edenler ve hadis ilmidir. Amacı bu
-güya- sonradan uydurulan salâvâtları inkârdır. M.İslamoğlu, ümmeti çöplük sanıp onları çöplüğe atıyor ve hadislerin hicri İkinci yüzyıldan itibaren
yazıldığını ve bu nedenle birçok şeyin “hadis” diye bize nakledilidiğini söylemeye getiriyor. O zaman sadece bu uydurmaları inkâr etmek gerekmez
mi? Evet birileri çıkıp M.İslamoğlu’na, zaten Rasululah’ın (sallallahu aleyhi ve
sellem) temiz adı sizin o haddini bilmez ağzınıza layık değil ki, siz O’nun
temiz adıyla, dalaletinizi gizlemeye çalışıyorsunuz demedi. Evet, Siz Allah’ın Rasulü’nü (sallalahu aleyhi ve sellem) sevse idiniz; Allah’ın ayetlerini
saptırarak te’vil etmez ve Allah’ın ve kitabındaki hitabını tasdik ederdiniz
diyebilmedik.
Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünneti’ne karşı olan sıkıntınızı
ancak böyle ortaya koyuyorsunuz. Sıkıntınız yok ise, neden O’na salât ve
selam getirenlerin sanki kalplerini açıp da okumuş gibi, onların riyakârlarını
ihlâslı olanlarından ve cahillerini de âlimlerden temyiz etmeden, cümlesini
tahkir ve istirzâl kokan sözlere tevessül ediyorsunuz. Rasulullah’ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinin âlimleri hakkındaki hakaretleriniz; bu
ümmetin âlimlerinin haber verdiği hadisleri de aşağılayıcı bir anlayışı propaganda edici bir mantığı içeriyor.
Kendisiyle bâtılı murad ettiğiniz sözlerinize yapılacak itirazları, bayağı
ifadelerle dile getiriyorsunuz. “Böbürlenme padişahım senden büyük Allah
var” diyen insanlar ne güzel söylemişler. Salâvat konusunu işlerken; bir
ilim adamına yakışır biçimde; bu âlimlerimizin de sözlerine yer vererek anlatsa idiniz, belki sizin için daha hayırlı olurdu. Fakat “salâvat”ın iki de bir
söylenmesinden nedense rahatsız oluyorsunuz.
Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) adı anıldıkça kendisine salâvat
getirmeyenler hakkındaki hadisini [el-Bahîl/cimri hadisi: Üç yolla gelmiştir]
ِ ُ ‫الْب ِخيل الَّ ِذي من ذُكِر‬
‫صل َعلَ َّي‬
َ ُ‫ت ع ْن َدهُ فَ لَ ْم ي‬
ْ َْ
ُ َ
1) Abdulmelik İbn Amr Ebu Amir el-Akdî el-Huseyn radiyallahu
anh’dan
2) Abdurrahman İbn Abdillah İbn Ubeyd Ebu Said’den, elHuseyn’den
3) Abdulhamid İbn Abdillah, o da el-Huseyn İbn Ali’den; Ahmed İbn
Hanbel, et-Tirmizi, En, Nesaî, İbn Hibban) de inkâr etmiş olur.
Ka’b İbn Ucre’nin, Enes İbn Malik’in ve Ebu Hureyre’nin rivayet ettikleri hadiste, Minber’de Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) “amîn” hadisini burada hatırlatmakta yarar vardır. 13
13
el-Hakim, el-Mustedrek: 1435, el-Bezzar, el-Bahru’z-Zehhar: 6252
27
َّ
‫إن أولى الناس بي يوم القيامة أكثرهم على صالة‬
“Kıyamet günü insanların bana en yakın olanı, bana en çok salâvatta bulunanlar olacaktır” 14
Aynı Hadis, Şia kaynaklarında zayıf bir senedle de olsa kabul görmüştür.
Ali’den (radiyallahu) rivayet edilen bir söz de o şöyle der:
“Nebi’ye salâvatta bulunmak, soğuk sudan ve ateşten daha çok günahları
en çok yok eden şeydir. Bana bir kez salâtta bulunmak bir köle zad etmekten daha faziletlidir”
Yine senedi kopuk bir rivayette Ali’den gelen bir rivayette Nebi’den
şöyle rivayet edilmiştir:
“Salâvatla seslerinizi yükseltin, zira o nifakı gidericidir.”
“Cuma günü O’na 100 kez salâvatta bulunan 100 şehid ecri verilir”
İmam Bakır (rahimehullah) der ki:
“ Kıyamet günü salâvat mizanından daha ağır bir misak yoktur.”
“Kim bana salâvatta bulunursa kıyamet günü ben onun şefaatçısı olacağım.
Kim de bana salâvatta bulunmazsa ben ondan beriyim” 15
Hatta el-Kef’amî’nin Misbah’ı’nda daha da ğarib bir hadis (!) nakledilir:
‫ وارحم محمداً وآل‬، ‫محمد حتى ال يبقى من صلواتك شيء‬
ّ ‫محمد وآل‬
ّ ‫صل على‬
ّ ‫اللهم‬
‫محمد حتى ال يبقى من‬
ّ ‫محمد وآل‬
ّ ‫ وبارك على‬، ‫محمد حتى ال يبقى من رحمتك شيء‬
ّ
‫محمد حتى ال يبقى من سالمك شيء‬
ّ ‫محمد وآل‬
ّ ‫ وسلّم على‬، ‫بركاتك شيء‬
“Allah'ım Muhammed’e ve Muhammed’in âline salâvatından hiçbir şey kalmayıncaya kadar salâtta bulun” 16
Ali’den: (radiyallahu anhu)
“Bütün dualarla sema arasında perde vardır, Muhammed’e salât getirilinceye kadar.”
Biraz daha ilginç uyduruk bir hadisten söz edeyim:
14
et-Tirmizî; 484, (İbn Mes’ud’dan) Ebu Umame, Enes, Ebu’d-Derda, Evs İbn Evs esSekâfî, Ebu Hureyre, Abdullah İbn Ebi Evfa, Ebu Mes’ud el-Ensarî, Ali İbn Ebi Talib
hadisi.
15
Emâlî es-Sadûk: s. 228)
16
el-Kefamî, Misbahu’Kef’amî: s.424
28
“Allah İbrahim’i ancak Muhammed’e ve Ehl-i Beyt’ine çokça salâvat getirdiği
için dost edindi.” (el- Hasen el-Askerî)
Hatta İmam Bakır’dan “ ruku’ ve secdede bile salâvat getirmekten
söz edilir”
،‫ فإن صالة أمتى تعرض علي في كل يوم جمعة‬،‫أكثروا علي من الصالة في كل يوم جمعة‬
‫فمن كان أكثرهم صالة كان أقربهم مني منزلة‬
“Her Cuma günü bana çokça salât getirin: Zira her Cuma günü benim Ümmetimin salâtı bana arz edilir. Ümmetimden kim daha çok bana salât getirirse, menzil olarak bana en yakın olan o olacaktır.” 17
Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünnetini inkâr eden ve Allah’ın
ilmini küçümseyen mülhidlere arka çıkan M.İslamoğlu, günümüz Cehm İbn
Safvan’ı ve Ğeylan ed-Dimeşki’si olmaya aday.
Ebu Davud’da, Ebu Hureyre’nin hadisi:
‫ ما جلس قوم مجلسا لم يذكروا اهلل ولم يصلوا على‬: ‫قال رسول اهلل صلى اهلل عليه و سلم‬
‫نبيهم صلى اهلل عليه و سلم إال كان مجلسهم عليهم ترة يوم القيامة إن شاء عفا عنهم وإن‬
ً‫شاء أخذهم من صلى علي صالة واحدة صلّى اهلل عليه بها عشرا‬
“Hangi topluluk bir meclise oturur, Allah’ı zikretmezler ve nebilerine
sallallahu aleyhi ve sellem’e de salâvatta bulunmazlarsa, onların meclisi kıyamet günü onlar için ancak hüsranla kapanan bir meclis olarak karşılarına
çıkacaktır. [Allah] dilerse onları bağışlar ve dilerse onlara azap eder. Kim
bana bir kez salât getirirse, Allah onunla ona on salâvatta bulunur” 18
Hadisi ve daha nicesi Allah’ın Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) kalbimizle dua ettiğimiz ve O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünnetine ittiba
ederek yardımcı ve nasır olduğumuz gibi, dilimizle de ona salâvatta bulunarak ona olan sevgimizi izhar etmemizi dile getiriyor.
Çünkü “alâ” harfi cerri ile gelen “sallu” emri yardım edin demek değildir. Bunun zaten Kur’an’da açık delilleri var. Eğer “sallu” yardım edin
demekse, “sallu aleyhi” ‘onun aleyhinde olun’ ona karşı başkasını üstün kılın demek olurdu. Mesela Arapça’da yardımcı olmak “saâde”
“nasere” yahut” “eâne” gibi fiillerle anlatılır.
Eğer “sallu” yardım edinse, “ala” harfi cerri burada ne arıyor? Bu
mantığa göre “sallu lehu” olması (ona yardım edin) gerekmez miydi? Saadetleri Araplara dillerini mi öğretiyor? Bir de şu aklı yürütenler var; ‘aşağı
17
18
el-Beyhakî; es-Sunen el-Kubra:5334
Ebu Davud: 4856, İbn Hibban: c.3,s.133, et-Tirmizî; 3380,
29
olan, yüce olana nasıl salâtta’ bulunurmuş? Peki, Allah’ın Rasulü’ne
(sallallahu aleyhi ve sellem) yardımını anladık, insanın O’na salâvat getirmekle
nasıl bir yardımda bulunabileceğinin de açıklanması da gerekmez mi?. Bu
durumda ona yardım, nasıl oluyor da dile indirgenmemiş oluyor?
İslamoğlu kim sohbetlerinde ve konferanslarında bu konuda, “salât”ı
“salâvât” yapanlardan söz ederken, Rasulullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem)
gelen hadislerin “salât”ın “salâvâta dönüştürülmesi” gibi “hadis” iken
“ehadise dönüştüldüğü”nü sahih ve uydurma ayrımı yapmadan hadislerin
çokluğuna değinerek güya ümmetin hadis uydurduğunu söyelemeye getiriyor sözünü. Bu sözlerinin vehametinin de farkında olduğu için kafaları
sanki” bazılarının kitaplarında (s.a.v) yazmalarını eleştiriyormuş zannetmeleri için birçok te’vilde bulunuyor. Rasule yardım etmek diye te’vil edip
saptırmaya çalıştığı “sallu aleyhi” M. İslamoğlu’un zannetiği gibi hiç “destek” anlamına gelmez. M. İslamoğlu bunu bir tek sahih ve mu’teber Arap
dili sözlüğünden ispat edip ortaya koyamaz.
‫صلَّى اللَّهُ َعلَْي ِه بِ َها َع ْش ًرا‬
َ ً‫صالة‬
َ ‫صلَّى َعلَ َّي‬
َ ‫َم ْن‬
“Kim benim üzerime bir salâtt bulunursa Allah da ona onunla ona salâtta bulunur”
“Kim rasule bir kez destek olursa Allah da ona onunla on kez destek
olur” mu demek oluyor?
Destek olma “
‫ ” َعلَْي ِه‬ile değil “‫ ”له‬edatı ile ifade edilir. Arapça’da hiç-
bir zaman “aleyhi” car edatı “lehte yardım etmeyi ifade eden bir fiille birlikte
kullanılmaz.
Bunun doğru ifadesi Maide suresi 12 ve 13. ayettedir. “Allah’ı ve
Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) üstün kılarlar” gibi ayetlerdedir.
Abdullah İbn Amr İbn’u’l Âs hadisi:
ِ
ِ ‫َع ْن َع ْب ِد اللَّ ِه بْ ِن َع ْم ِرو بْ ِن ال َْع‬
‫( إِذَا َس ِم ْعتُ ْم‬: ‫ول‬
ُ ‫صلَّى اللَّهُ َعلَْي ِه َو َسلَّ َم يَ ُق‬
َ ‫اص أَنَّهُ َسم َع النَّبِ َّي‬
‫صلَّى اللَّهُ َعلَْي ِه بِ َها‬
ُ ‫ال ُْم َؤذ َن فَ ُقولُوا ِمثْ َل َما يَ ُق‬
َ ً‫صالة‬
َ ‫صلَّى َعلَ َّي‬
َ ‫ فَِإنَّهُ َم ْن‬، ‫صلُّوا َعلَ َّي‬
َ ‫ ثُ َّم‬، ‫ول‬
ِ ‫َع ْشرا ثُ َّم سلُوا اللَّهَ لِي الْو ِسيلَ َة فَِإنَّها م ْن ِزلَةٌ فِي الْجن َِّة ال تَ ْنب ِغي إِال لِعب ٍد ِمن ِعب‬
‫ َوأ َْر ُجو‬، ‫اد اللَّ ِه‬
َ ْ َْ
َ
َ
َ َ
َ
َ
ً
ِ
ِ
َّ ُ‫ت لَه‬
) ُ‫اعة‬
ْ َّ‫ فَ َم ْن َسأ ََل لي الْ َوسيلَةَ َحل‬، ‫أَ ْن أَ ُكو َن أَنَا ُه َو‬
َ ‫الش َف‬
“Müezzini işitince onun dediği gibi deyiniz, sonra bana salâtta bulununuz.
Zira kim bana bir salâtta bulunursa, Allah da ona on salâtta bulunur Sonra
benim için vesileyi isteyiniz. Zira o (vesile) cennette bir menzildir. Bir kimse
30
hariç, o Allah’ın kullarından hiç birine verilmeyecektir, ben o kimse olmayı
arzu ediyorum” 19
Abdullah İbn Mes’ud’dan;
ِ
ِ ِ َِّ ِ َّ ِ َّ َّ ‫ول اللَّ ِه‬
ِ ‫ين ِفي األ َْر‬
‫ض‬
ُ ‫ال َر ُس‬
َ َ‫ ق‬: ‫ال‬
َ َ‫َع ْن َع ْب ِد اللَّ ِه ق‬
َ
َ ‫ إ َّن لله َمالئ َك ًة َسيَّاح‬: ‫صلى اللهُ َعلَْيه َو َسل َم‬
‫السالم‬
َّ ‫يُبَ لغُونِي ِم ْن أ َُّمتِي‬
“Yeryüzünde her daim seyahat eden Allah’ın melekleri vardır, bana ümmetimin selamını ulaştırırlar” 20
Ebu Hureyre rivayet ediyor:
ِ ُ ‫ال رس‬
: ‫صلَّى اللَّهُ َعلَْي ِه َو َسلَّ َم‬
َ َ‫َع ْن أَبِي ُه َريْ َرَة ق‬
َ ‫ول اللَّه‬
ُ َ َ َ‫ ق‬: ‫ال‬
ِ ُ ‫ف رج ٍل ذُكِر‬
ِ
‫سلَ َخ‬
ُ ْ‫ َوَر ِغ َم أَن‬، ‫صل َعلَ َّي‬
َ ‫ف َر ُج ٍل َد َخ َل َعلَْي ِه َرَم‬
َ ُ‫ت ع ْن َدهُ فَ لَ ْم ي‬
ُ َ ُ ْ‫َرغ َم أَن‬
ْ
َ ْ‫ضا ُن ثُ َّم ان‬
ِ
ِ
ِ
َ‫ْجنَّة‬
ُ ْ‫ َوَر ِغ َم أَن‬، ُ‫قَ ْب َل أَ ْن يُغْ َف َر لَه‬
َ ‫ف َر ُج ٍل أَ ْد َر َك ع ْن َدهُ أَبَ َواهُ الْكبَ َر فَ لَ ْم يُ ْدخالهُ ال‬
“Rasulullah (sallalllahu aleyhi ve sellem) dedi ki: Yanında adım anıldığı halde
bana salâtta bulunmayan kişinin burnu yere sürtülsün. Ramazan ayı girip
çıktığı halde bağışlanmayan kimsenini burnu yere sürtülsün. Annesini ve
babasını yaşlı olarak bulduğu halde kendisini cenenete koyamadıkları kimsenin burnu yere sürtülsün”21
Fadale İbn Ubeyd diyor ki; Rasulullah’ı (sallalllahu aleyhi ve sellem)
işittim şöyle diyordu:
: ‫ضالَة بْ َن عُبَ ْي ٍد قال‬
َ َ‫عن ف‬
ِِ ‫س ِمع النَّبِ ُّي صلَّى اللَّهُ َعلَي ِه وسلَّم رجالً ي ْدعُو فِي‬
ُ‫صلَّى اللَّه‬
َ ‫صل َعلَى النَّبِي‬
َ ُ‫صالته فَلَ ْم ي‬
َ
َ
َ َُ َ َ َ ْ
َ َ
ِ‫ال لَه أَو لِغَي ِره‬
ِ
َ ‫ فَ َق‬، ‫َعلَْي ِه َو َسلَّ َم‬
ْ ْ ُ َ ‫ ثُ َّم َد َعاهُ فَ َق‬، ‫ َع ِج َل َه َذا‬: ‫صلَّى اللَّهُ َعلَْيه َو َسلَّ َم‬
َ ‫ال النَّبِ ُّي‬
ِ ِ
ِ ِ ِ
ُ‫صلَّى اللَّه‬
َ ‫صل َعلَى النَّبِي‬
َ ُ‫ ثُ َّم لْي‬، ‫َح ُد ُك ْم فَ لْيَْب َدأْ بِتَ ْحميد اللَّه َوالثَّنَاء َعلَْيه‬
َ ‫ إِذَا‬:
َ ‫صلَّى أ‬
‫ع بَ ْع ُد بِ َما َشاء‬
ُ ‫ ثُ َّم لْيَ ْد‬، ‫َعلَْي ِه َو َسلَّ َم‬
“Bir adam namazda dua ediyordu; ama nebi’ye salâtda bulunmadı. Nebi
(sallalllahu aleyhi ve sellem) dedi ki: bu adam acele etti. Sonra onu çağırdı
veya başkasına dedi ki: Biriniz namaz kıldığı zaman önce Allah’a hamd ve
19
Ahmed, İbn Hanbel: Müsned: 6280, Muslim: es-Salât:577, Ebu Davud:439, etTirmizî:3547,en-Nesâî: Ezan; 671
20
en-Nesaî, es-Sunen el-Kubra:1365, Ahmed İbn Hanbel, Müsned: 3484, ed-Darimî,
es-Sunen:2655
21
et-Tirmizî:3468,3545
31
sena ile başlasın sonra da Nebiye (sallalllahu aleyhi ve sellem) salât da bulunsun, sonra dilediğ ile dua etsin.” 22
ِ ُ ‫ال رس‬
ٍ ‫وعن أبي أ‬
: ‫صلَّى اللَّهُ َعلَْي ِه َو َسلَّ َم‬
َّ ‫صا ِر‬
َ ‫ول اللَّه‬
َ ْ‫ُس ْيد األَن‬
ُ َ َ َ‫ي ق‬
َ
ِ
‫صلَّى اللَّهُ َعلَْي ِه َو َسلَّ َم ثُ َّم لِيَ ُق ْل اللَّ ُه َّم افْ تَ ْح لِي‬
َ ‫َح ُد ُك ْم ال َْم ْسج َد فَ لْيُ َسل ْم َعلَى النَّبِي‬
َ ‫َذا َد َخ َل أ‬
‫ك‬
ْ َ‫ك ِم ْن ف‬
َ ‫ض ِل‬
َ ُ‫َسأَل‬
َ ِ‫اب َر ْح َمت‬
ْ ‫ج فَ لْيَ ُق ْل اللَّ ُه َّم إِني أ‬
َ ‫أَبْ َو‬
َ ‫ك فَِإ َذا َخ َر‬
Ebu Useyd el-Ensarî rivayet ediyor:
“Biriniz mescide girdiğinde Nebi’ye selam söylesin-versin- sonra şöyle desin:
Allahım bana rahmetinin kapılarını aç. Mescidden çıkınca da; Allah’ım senin bol nimetlerinden isterim desin” 23
“Evs İbn Evs’ten, Rasulullah dedi ki:”
ِ ُ ‫ال رس‬
ٍ ‫س بْ ِن أ َْو‬
ِ ‫َع ْن أ َْو‬
: ‫صلَّى اللَّهُ َعلَْي ِه َو َسلَّ َم‬
َ َ‫س ق‬
َ ‫ول اللَّه‬
ُ َ َ َ‫ ق‬: ‫ال‬
ِ َ ْ‫إِ َّن ِمن أَف‬
ِِ
َّ ‫ َوفِ ِيه‬، ُ‫ َوفِ ِيه النَّ ْف َخة‬، ‫ض‬
ُ‫الص ْع َقة‬
َ ‫ فِ ِيه ُخ ِل َق‬، ‫ْج ُم َع ِة‬
َ ِ‫ َوفيه قُب‬، ‫آد ُم‬
ُ ‫ض ِل أَيَّام ُك ْم يَ ْو َم ال‬
ْ
ِ ِ ِ َّ ‫ فَأَ ْكثِروا َعلَ َّي ِمن‬،
‫ف‬
َ ‫ يَا َر ُس‬: ‫ قَالُوا‬، ‫وضةٌ َعلَ َّي‬
َ ‫ول اللَّ ِه َوَك ْي‬
َ ‫صالتَ ُك ْم َم ْع ُر‬
َ ‫الصالة فيه فَِإ َّن‬
ْ
ُ
ِ
ِ ‫ إِ َّن اللَّ َه َع َّز َو َج َّل َح َّرَم َعلَى األ َْر‬: ‫ال‬
‫ض‬
َ ‫ فَ َق‬، ‫يت‬
َ ‫صالتُنَا َعلَْي‬
َ ‫ت ؟ يَ ُقولُو َن بَل‬
َ ‫ك َوقَ ْد أَ ِرْم‬
ُ ‫تُ ْع َر‬
َ ‫ض‬
‫اد األَنْبِيَ ِاء‬
َ‫س‬
ْ‫أ‬
َ ‫َج‬
“Sizin en faziletli gününüz Cuma’dır. Âdem o gün yaratıldı ve o gün ruhu
alındı ve -Sur’a- üfleme ve diriliş o gün olacaktır. O günde bana çokça salâ[vâ]t getirin. Zira sizin salâtınız bana arz olunacak. Dediler ki; ey Allah’ın
Rasulü, salâ[va]tlarımız sana nasıl arz olunacak hâlbuki sen –o gün- çürümüş olacaksın! Derler ki; o gün, toparağ döndün. Dedi ki: Allah Azze ve
Celle nebilerin cesedlerini yemeyi yeryüzüne (toprağa) haram kıldı” 24
ٍ ‫ م ا ِم ن أ‬: ‫ال‬
ِ
ِ َ ‫َن رس‬
ُ‫س ل ُم َعلَ َّي إِال َر َّد اللَّ ه‬
َ ‫ول اللَّ ه‬
َ ْ َ َ َ‫ص لَّى اللَّ هُ َعلَْي ه َو َس لَّ َم ق‬
ُ َ َّ ‫َع ْن أَبِي ُه َريْ َرَة أ‬
َ ُ‫َح د ي‬
ِ ‫علَي ر‬
‫الم‬
َّ ‫وحي َحتَّى أ َُر َّد َعلَْي ِه‬
َ ‫الس‬
ُ َّ َ
Ebu Hureyre’den (radiyallahu anhu) Allah’ın Rasulü (sallallahu aleyhi ve
sellem) şöyle dedi:
22
et-Tirmizî,3399
ed-Darimî, es-Sunen: 1358, Ebu Davud: K.es-Salât:393, İbn Mace: K. el-Mesâcid:
764
24
ed-Darimî:1625,Ebu Davud,883,en-Nesâî:1357, İbn Mace:1626,
23
32
“ Bana selam veren hiçbir kimse olmasın ki, Allah ona selam vermem için
ruhumu geri bedenime iade etmiş olmasın” 25
ِ
: ‫ال‬
َ َ‫صلَّى اللَّهُ َعلَْي ِه َو َسلَّ َم ق‬
َ ‫ َع ْن النَّبِي‬: ُ‫َع ْن أَبِي ُه َريْ َرةَ َرض َي اللَّهُ َع ْنه‬
ِ ِ
ِ ِ
ُّ َ ُ‫َجلَس قَ ْوٌم َم ْجلِسا لَ ْم يَ ْذ ُكروا اللَّهَ فِ ِيه َولَ ْم ي‬
‫اء‬
َ ‫صلوا َعلَى نَبي ِه ْم إال َكا َن َعلَْي ِه ْم ت َرةً فَإ ْن َش‬
ُ
ً
َ
ِ
)‫اء غَ َف َر لَ ُه ْم‬
َ ‫َع َّذبَ ُه ْم َوإ ْن َش‬
‫َما‬
Ebu Hureyre’den Nebi’den (sallallahu aleyhi ve sellem)
“Bir meclise oturup da Allah’ı zikretmeden ve nebilerine salâvat getirmeden
kalkan hiçbir cemaat olmasın ki, bu onlar için hüsran ve pişmanlık olmasın.
Allah dilerse onlara azap eder, dilerse bağışlar.” 26
el-Huseyn İbn Ali’den; Rasulullah dedi ki: (sallallahu aleyhi ve
sellem)
‫ من ذكرت عنده فخطئ الصالة علي‬: ‫عن الحسين بن علي رضي اهلل عنهما قال رسول اهلل‬
‫خطئ طريق الجنة‬
“Kimin yanında adım anıldığında bana salât getirmeyip hata ederse, o kimse cennetin yolunu şaşırmıştır” 27
Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) her adı anıldığında ona salâtta
bulunmak Sünnet’tir, asla bid’at değildir.
Allah Azze ve Celle Kur’an’da “Ve Sen’in [ZİKRİNİ] anılmanı yücelttik” derken acaba neyi kasdetmiştir? O’nun her adı anıldığında, O’na salât
ve teslimde bulunmak O’nun adının yüceltilmesi değil midir? Rasulullah’a
(sallallahu aleyhi ve sellem) salâvat getiren hiçbir insan, dinde bir yanlış
niyeteiyle bunu yapmazken, M.İslamoğlu, bütün ümmeti, Ahzâb suresi 56.
ayete zulmetmekle suçluyor. Kendini sütten çıkmış ak kaşık gibi görüyor.
Sonra da bu insanlardan bazısının ağızlarını Allah’a havale ediyor.
Kur’an’a çok değer verdiklerini söyleyen insnaların ve Nebevi ahlâka aykırı
edebleri hakkında fazla söze gerek yok.. M.İslamoğlu; hiçbir konuda hiçbir
eejsiği ve gediği yok ki nasıl onu eleştirirsiniz? Onu dinlediğiniz zaman ilmin müntehasından haber veriyor sanırsınız..!
İnsanların ağızlarını Allah’a havale edecek bir siz mi kaldınız? Bu gururu ve kibri Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sevgisiyle tevhid etmenize şaşılır. M.İslamoğlu aslında ahlaken tam bir Şiî müellif gibi; sözlerine
hamd ve salâtla başlıyor, sonra kınama ile devam ediyor. Şiî müellifler de
25
Ebu Davud,1745, Ahmed İbn Hanbel, Müsned:10385
et-Tirmizî: K. Ed-Deavat:3302
27
et-Taberanî, el-Mu’cemu’l-Kebîr:2887, el-Munzirî: 2501, (Hasen bir senedle)
26
33
aynısını yaparlar. Sözlerine Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Âl-i’ne
salâttan sonra da, Ali’nin -Rasul’ün değil- düşmanlarına la’net ederler.
Allah, Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) Müslümanlardan “salât ve
selam”da bulunmalarını isterken, -hâşâ- Müslümanlara yağcılığı emretmekle suçladığınızın da farkında mısınız? Zira bunu O’na emreden Allah.
Siz O‘nun (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetini Batınî te’villerle tahrif
edenleri ve ashabına kâfir diyenleri; “EHL-İ BEYT MEKTEBİ” diye dalaletlerini ve sapmalarını gizleyerek ve Ehl-i Beyt’in temiz adını kullanarak onları takdis ederken, onların Ceddi olan Muhammedu’l-Emin’e (sallallahu aleyhi ve sellem) ziyade salât ve selâmı kendinize layık görmediğiniz için bunu
yağcılık” olarak nitelendiriyorsunuz. 28
Misafir götürdüğünü saymazmış ya? Namazı ise, sayı ile kılıyoruz.
Salâtta bulunmak için birden fazlaya gerek yok dercesine; bunu yağcılık
olarak niteleyen, götürdüğünü sayanla, bolca götürmek isteyeni kınayan
arasında ne gibi fark ya da benzerlik olduğunu da herhalde M.İslamoğlu
bilir.
Bu Ümmet’in içinden; Nebisi’ne “salât ve selam”ı O’nun adı anıldıkça
söylenmesini “yağcılık” olarak niteleyen, sadece M.İslamoğlu çıktı. Müslümanların tarihine ve Rabbanî âlimlerin bize bıraktıkları binlerce esere
bakın, acaba ondan başka Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) salât ve
selamda bulunmayı; bu kadar esef verici ve istihzaî sözlerle vasfeden bir
tek insan var mıdır? Olsa olsa ancak Bâtıni fırkalar ve zındıklar bunu dile
getirebilirler.
Ümmet’in âdil Hadis İmamlarına dil uzatıp Ma’bed el-Cuhenî
(h.80/m.699 ) ve Ğeylan ed-Dimeşkî (h.106) gibi, kaderi inkâr edenleri yüceltmek ve şehid görmek ise ayrı bir felaket. Allah yolunda savaşanları
tahkir edip Müslümanları Cihaddan soğutmaya çalışan zat, dalaletin imamlarını şehid gösteriyor. Afganistan’da Müslümanlara karşı kâfirlerle birlikte
savaşan İran ordusuna Şam’ı cömertçe verirken, bunun nasıl ahlakî bir
tedennî ve sefalet olduğunu ise hiç aklına getirmiyor. Çünkü aklını Allah
yolunda değil, dalalet ehlinin Müslümanları esir alması yolunda kullanıyor.
Buna göre İran’ın, Malikî’nin ve Hizbullah’ın katilleri, Allah yolunda savaşıyorlar, Müslümanlar ise şeytanın yolunda (!)
Eğer İslamoğlu bu mes’eleye böyle bakmasaydı ve Allah için olmayacak ama- Afganistan’ın da Afganlı Müslümanlara bırakılmasını da
hatırlardı. Madem ki; Suriye topraklarını İran hak etmiş, o halde yeryüzünde Allah’ın “velâyeti ve İmamet-i Uzma”ı da İran’dadır. Ondan sonra ey
“benden Şiî olur mu Allah aşkına..!” diye yüzünüz kızarmadan insanların
aklını iğfal edin..!
28
[http://www.youtube.com/watch?v=jDWTpTYzrHY]
34
Uzun söze ne hacet, bizden adı anıldığında kendisine “salât ve selam”da bulunmamızı isteyen Allah’ın Rasulü’yken (sallallahu aleyhi ve sellem)
O, Müslümanların salâvat yağcılığından söz ediyor. Peki, M. İslamoğlu’na
soralım; ‘burada sizi rahatsız eden nedir? Kendisini rahatsız eden şeyin
şer’î bir delili ve hücceti var mı ki, insanları TV ekranlarında ölçüsüzce ve
edebi aşan sözlerle eleştiriyor, tahkir ve tezyif ediyor? İnsan nefsinin terbiyesi sizin bu edeb tanımayan hakaretçi üslubunuza mı kalmış!
Salât ve selam getirmeyi bizden isteyen âlimlerimiz değil, Allah’ın
Rasulü’dür (sallallahu aleyhi ve sellem) Bu durumda bir muhakeme söz konusu
olursa; İslamoğlu’nun hasmı; âlimlerden önce Allah’ın Rasulü (sallallahu
aleyhi ve sellem) olacaktır. Söz konusu mes’elede davacı biz değil, salâvatla
ilgili onlarca hadis rivayet eden Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kızı
Fatıma, Ali Hasen ve Huseyn (radiyallahu anhum) olacaklardır.
Haberlerden öğrendiğimiz kadarıyla, Necef’i ziyaret etmişler. Muhtemeldir ki orada birilerine hitap ettiğinde Havze âlimlerinin ve talebelerinin
Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) adı anıldığında nasıl “yağcılık”
yaptıklarına da şahid olmuştur. İsterdik ki, Necef’te bu konuda Şiî âlimleri
uyarsaydı ve “salâvat”ın nasıl yağcılığa dönüştüğünü onlara da anlatsaydı.
Burada Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Halifesi Müminlerin Emri Ali İbn Ebi Talib’in (radiyallahau anhu ve kerreme vechehu) M.İslamoğlu’nun
“adam gibi adam “dediği adamın (Ebu’l-Hasen ve’l-Huseyn radiyallahu
anhum) Müslümanlara öğrettiği bir salâvata -hâşâ- yağcılığın a’lâsını (!)
nasıl dile getirdiğini görelim:
ِ ‫القلوب على فطرتِها شقيها وس‬
ِ ‫وبارئ المسمو‬
ِ ‫هم داحي المدح َّو‬
ِ
، ‫عيدها‬
‫كات وجبَّ َار‬
‫ات‬
َّ َّ‫الل‬
َ
َ
ُ
َ
ِ ‫محم ٍد‬
ِ
‫عبدك ورسولِك الخاتِ ِم لما‬
َّ ‫وامي بركاتِك ورأفةَ تحنُّنِك على‬
َ ِ‫اجعل شرائ‬
َ
َ َ‫ف صلواتك ون‬
ِ
ِ ‫والفاتح لما أ‬
ِ ‫والدام ِغ ج‬
ِ
َّ ، ‫الحق بالحق‬
َّ ‫والمعل ِن‬
‫ كما حمل‬، ‫األباطيل‬
‫يشات‬
، ‫ُغل َق‬
، ‫سبَ َق‬
ِ
َ
ِ
ٍ َ‫ك غير نَ ِك ٍل في ق‬
‫ واعيًا‬، ‫ وال واه ٍن في َع ٍزم‬، ‫دم‬
َ ِ‫فاضطلَ َع بأم ِر َك لطاعت‬
ً َ‫ مست‬، ‫ك‬
َ َ ‫وفزا في مرضات‬
ِ
ِ
ِ
ِ
ٍ ِ‫بسا لقاب‬
‫صل‬
َ ِ‫لوحي‬
ً َ‫ ماضيًا على نَفاذ أم ِر َك حتَّى أ َْوَرى ق‬، ‫ حافظًا لعهد َك‬، ‫ك‬
ُ َ‫ آالءُ اهلل ت‬، ‫س‬
ِ
ِ ‫خوضات‬
ِ
ِ ‫وض‬
ِ
ِ ‫ وأقام م‬، ‫واإلثم‬
ِ
ِ
ِ
‫األعالم‬
‫حات‬
‫الفتَ ِن‬
‫لوب بعد‬
ُ ‫ به ُهديت ال ُق‬، ‫بأهله أسبابَه‬
ُ َ
ِ
ِ ‫اإلسالم ونائر‬
ِ ‫وم‬
ِ ‫ وخاز ُن‬، ‫ك المأمو ُن‬
ِ
ِ
، ‫المخزون‬
‫علمك‬
‫ات‬
‫نيرات‬
َ ُ‫فهو أمين‬
ُ
َ ، ‫األحكام‬
، ً‫بالحق رحمة‬
َ ُ‫ك نعمةً ورسول‬
َ ُ‫ وبَعيث‬، ‫يوم الدي ِن‬
َ ‫وشهي ُدك‬
َ ‫ك‬
ِ
ٍ َ‫ مهنَّئ‬، ‫ك‬
ِ َ ‫ك واج ِزه م‬
ٍ ‫هم افسح لهُ مفس‬
َّ
‫ات غَْي َر‬
َ ِ‫حات في عدل‬
َ ُ َ ‫ضاعفات ال َخي ِر من فضل‬
ُ
َ ُ ْ َ َّ ‫الل‬
ِ ‫هم أ ْع ِل على‬
ٍ ‫م َك َّدر‬
ِ
ِ ‫ك الم‬
ِ
ِ ‫وجز‬
‫البانين‬
‫بناء‬
‫ك‬
َّ َّ‫ الل‬، ‫جمول‬
َ ِ‫ات ِمن فوِز ثواب‬
َ ، ‫المعلول‬
َ َ ‫يل عطائ‬
َ ُ
َ
35
ِ
َّ ‫قبول‬
‫رضي‬
َ ‫ك لهُ َم‬
َ ِ‫ واج ِزه ِمن ابتعاث‬، ‫نوره‬
َ َ‫ وأك ِرْم َمثواه ل‬، ُ‫بنيانَه‬
ُّ ‫الشهادةِ َم‬
َ ُ‫ديك ونُ ُزلَه وأتم ْم له‬
29
ِ ‫الم‬
ٍ
ٍ ‫نطق‬
ٍ ‫وبرهان َع‬
ٍ ‫ ذا َم‬، ‫قالة‬
ٍ َ‫وخطٍَّة ف‬
‫ظيم‬
‫وحج ٍة‬
َّ ، ‫صل‬
ُ ، ‫عدل‬
َ
Fatıma (radiyallahu anha) dan gelen bir rivayette
(sallallahu aleyhi ve sellem) Mescid giriş ve çıkışlarda bizim
ise; Rasulullah
kendisine nasıl
salâvâtta bulunmamız gerektiğini öğretiyor:
“Mescide girdiğinde bana salâtda bulun ve de ki:
Allah’ım günahlarımı bağışla ve bana rahmetinin kapılarını aç
Mescidden çıkınca da, yine Nebi’ye sakatta bulun ve de ki:
Allahım beni bağışla ve bana fazlının kapılarını aç.” 30
31
Evs hadisinde ise: “Mescide girince Allah’ım benim günahlarımı bağışla”
denir.
‫ عن‬، ‫ عن أبيه‬، ‫ عن أحمد بن محمد بن خالد‬، ‫ عن أبيه‬، ‫عن الحسين بن أحمد بن إدريس‬
: ‫ عن جده قال‬، ‫ عن أبيه‬، ‫ عن عبداهلل بن الحسن بن علي‬، ‫محمد بن أبي عمير‬
29
İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’an: Thk. Muhammed el-Benna, Muhammed Aşur ve Muhammed Ğuneym c.6,s.452,Daru’ş-Şa’b, Mısır, ty. el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid:
c.10, hds.No.66,es-Sehavî, el-Kavlu’l-Bedi’:no.68.
Nehcu’l-Belağa’da ise şı ziyade ibare vardır: Buna bazı kaynaklarda “Salatu’lFatih”de denilmiştir.
Muhammed İbnu’l-Museyyib Yezid İbn Harun’dan o da Nuh’dan rivayet etmiştir.
(Bkz.Muhammed İbn Abdirrhaman İbn Ali en-Numeyrî, Kitabu’l- İ’lam Bi Fadli’s-Salâtı
Ale’n-Nebiyyi ve’s-Selam: s.53 (92-93) İsnadında Selam el-Kindî vardır bazı âlimler
(el-Mizzî) onun Ali’yi görmediğini söylemişlerdir. Rivayeti “mürsel”dir.
ِ َّ
ِ
ِ ِ
ِ ‫ات و أ َْهو ِاء اَللَّ َّذ‬
ِ َّ َ‫ش و قَرا ِر اَلن ْعم ِة و منَى ا‬
‫َّع ِة َو‬
َ ‫ات َو َر َخاء اَلد‬
ُ َ َ
َ َ ‫لش َه َو‬
َ َ ِ ‫اَلل ُه َّم ا ْج َم ْع بَ ْي نَ نَا َو بَ ْي نَهُ في بَ ْرد اَل َْع ْي‬
ِ ‫م ْنتَ َهى اَلطُّمأْنِينَ ِة و تُح‬
‫ف اَلْ َك َر َام ِة‬
َ َ َ
ُ
30
Muhammed İbn Abdirrhaman İbn Ali en-Numeyrî, Kitabu’l- İ’lam Bi Fadli’s-Salâtı
Ale’n-Nebiyyi ve’s-Selam: s.66 ( 2/117,118,119) (hasen ğarîb)
31
a.g.e:s.66
36
‫ قال اهلل جل‬، ‫ صلى اهلل على محمد وآله‬: ‫ من قال‬: ) ‫قال رسول اهلل ( صلى اهلل عليه وآله‬
‫ صلى اهلل على محمد ولم يصل على‬: ‫ ومن قال‬، ‫ فليكثر من ذلك‬، ‫ صلى اهلل عليك‬: ‫جالله‬
.‫ وريحها يوجد من مسير خمسمائة عام‬، ‫آله لم يجد ريح الجنة‬
el-Huseyn İbn Ahmed İbn İdris’ten, o da babasından, Ahmed İbn Muhammed İbn Halid’den, o da babasından o da Muhammed İbn Umeyr’den,
o da Abdullah İbnu’l-Hasen İbn Ali’den den o da babasından o da dedesinden Rasulullah (sallallahu aleyhi ve alâ âlihi) dedi ki:
“Kim Muhammed’e ve Âline salâtta bulunursa, Allah da Celle Celaluhu ona
der ki: Allah da sana salâtta bulundu. O halde kişi bunu çok söylesin. Kim
de Allah Muhammed’e salâtta bulunduğu dediği halde O’nun âline salâtta
bulunmazsa, cennetin kokusunu alamaz. Onun kokusu beşyüzyıılık yürüme
yoldan hissededilir..” 32
Bu durumda M.İslamoğlu, Şia’yı kardeş gördüğü halde onların bu rivayetlerinden gafi bulunması mümkün mü? Bir insan Şia’yı ümmetten
saydığı halde onların salâvatla ilgili hadislerini ve bunun üzerine bina ettikleri akidelerini bilmiyor olması mümkün değildir. O halde, M. İslamoğlu bu
konuda konuşurken, Ümmetin diğer yarısı olan kardeşlerinin ilmine ve rivayetlerine bu kadar hazımsız olmasına insan aklı ermiyor. Onun kendisinin ise buna nasıl aklının erdiği ise başka bir mes’eledir.
Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) salâvat getirmenin en meşhur rivayetlerinden birisi de; Ezan’dan sonra Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve
sellem) salâvat getirmek ve onun için “vesile ve makam-ı mahmud” talebinde bulunmaktır. Namaz’da Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) salâvat
(Amr İbnu’l-âs, Cabir İbn Abdillah) hadisleri ise, cümle Müslümanlar tarafından bilinmektedir. Bu konuda salâvatın faziletine dair birçok hadisin olması gerekmez. Onun namazda söylenmesi bunun dışındaki zamanlarda
da söylenmesinde onu bid’at olmaktan çıkarırır. Zira bunun aslı Din’de var
olduğundan buna bid’at-ı dalalet denmez.
Dalalet ve bid’at olmayan ve üstelik de faziletine dair onlarca hadisin
rivayet edildiği salâvat konusunda, M.İslamoğlu’nun “yağcılık” nitelemesini
yapması hadislerin vüruduna adeta bir itiraz mahiyetindedir. Mademki bir
amel; Din’de bid’at ve münker dairesine girmemektedir, öyleyse onu işleyen kimse de dalaletle kınanmaya müstehak değildir.
Şiî eserlerde İmamların ismi anılan her yerde mutlaka “aleyhisselam”
duasını ve tahiyyesini görürsünüz. M.İslamoğlu’nun bu sözleri eğer sadece
bizi değil, Şia’yı hedef alsa idi; onlardan mutlak kendisine bu konuda bir
eleştiri ya da uyarı ulaştırılırdı. Buradan da onun sözlerinde kasdettiği “salâvat yağcılığı” Şia kültürü ve akidesindeki “salâvat yağcılığı” (!) değil, Ehl-i
Sünnet nezdindeki salâvatı kınama ile ilgildir.
32
es-Saduk: Emalî es-Sadûk. c.6,s.310
37
Bu bir niyet okumadır ve bu; sözün sahibini kasdetmediğiyle ittiham
etmedir’ diyebilirsiniz. Evet, ilk bakışta sathi olan bir yorumla bu sonuca
ulaşmak mümkündür. Fakat M.İslamoğlu Ehl-i Sünnet İmamlarını ve âlimlerini eleştirken, müteşeyyi’ler ve Şia bundan neden gocunmuyor; çünkü
M.İslamoğlu’nun Ehl-i Sünnet âlimlerine ve akidesine saldırısı, Şia adına
verilen bir savaştır. Bunun savaş olduğunu her halde ilan etmesine gerek
yoktur. O bunu güya ıslah ve tashîh adına yapıyor.
M.İslamoğlu adil olsa idi -en azından bilimsel bakış yönünden- sözlerinin nereye gittiğini bilerek konuşur ve bunda Şia’nın da ümmeti “salâvat
yağcılığı” konusunda ne kadar meşgul edip riyaya saplandığını da dile
getirebilirdi. Zira kendisi de iyi bilmektedir ki; Şia, İmamlarına salâvat ve
selamı cemaat halinde yapar ve bütün toplantıları da bunun şahididir.
M.İslamoğlu diyebilir ki; “bu sözleri kimseyi kasdetmeden söyledim, dileyen ondan kendine düşeni alır’ fakat M. İslamoğlu’nun burada asıl söylemek istediği şey; Hadis Ehli’nin Hadis rivayetlerinde Rasulullah’ın (sallallahu
aleyhi ve sellem) adını “salâtsız ve selamsız yazmamalarıdır. Yahudi Müsteşriklere ve ona göre Hadisler; Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem )
vefatınden ikiyüz yıl sonra yazıldığına göre; bu bid’at de bununla birlikte
gündeme gelmiştir.
Peki, hadis diye adlandırılan Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
sözleri sadece bizde mi söz konusudur? Şiîliğin hadisleri üzerinden kaç
yüzyıl geçtikten sonra yazıldığını ve hatta hadislerinin çoğunun mürsel bile
olmaktan uzak olduğunu TV kanalında açıklayabilir mi? M.İslamoğlu, sanki
hadis uydurmacılığı, sadece Ehl-i Sünnet de varmış imasını vermeye çalışıyor. Peki, kendisi neden Şia’daki; İmameti, Ma’sumiyeti, Mehdiliği ve
Vasiyyeti neye dayanarak inkâr ediyor? Bunu bir hadis rivayeti eleştirisi
olarak mı yapıyor, yoksa siyasî bir eleştiri olarak mı Şia’ya söylüyor? Bunları inkâr eden birisi olarak es-Sistanî ile görüşmesi kafaları karıştırıcı bir
durum değil midir?
Sorun, o zaman psikolojik midir dersiniz? Yani âlimlere hased beslemek? Hayır, öyle olduğunu sanmıyorum. Sorun tamamen aklî ve
akidevîdir. Yani düşünceye ve akidevî mezhebe dayalıdır. Yoksa M.
İslamoğlu ile İmam eş-Şafiî ve el-Evzaî arasında ne olabilir ki? M.
İslamoğlu; ne onlarla akran, ne onlardan edeb ve haya cihetiyle daha üstün bir insan.
M. İslamoğlu’nun demokratik laik bir rejimin Anayasa’sına katkı demek olan referanduma katılması gibi, bir fazileti (!) işlemiş olmasından ötürü insanların onun faziletinden değil de, eş-Şafiî’nin, Buharî’nin ya da Müslim’in faziletlerinden söz etmeleri zoruna mı gidiyor? Evet, M. İslamoğlu,
hep terazinin bir kefesiyle tartıyor, fakat iki kefeye de konması gerekeni
koyduğunu söylemeye getiriyor. Yani, o eleştirlerinde adil ve insaflı olduğunu söylemek istiyor..
38
İşte bu insaftır (!) ki, Buharî’yi ve Müslim’i (*) Kur’an’a aykırı rivayetler
uydurduğunu yani yalancı olduklarını söylerken, Şia’nın yani “ümmet’in
diğer yarısı”nın (!) âlimlerinin rivayetlerini ve Müslümanları işlemedikleri
günahtan ötürü tekfir etmelerini ise, hiç gündeme getirmiyor.
Şiî olmadığını ve İmamet gibi bir padişahlığı kabul etmediğini söyleyen insan, bizim hadis kaynaklarımızı ise, hiçbir ilmî dayanağı olmadan
çöplüğe atıyor. İlim adamlarımızın sahip olduğu edebin, ahlâkın, ilmin ve
hayânın zerresi kendisinde olmayan bir adam, kalkıp ümmetin muhaddislerini yalancılık ve Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) iftira etmekle suçlayarak kâfir ilan ediyor. Hâlbuki “Ehl-i Beyt Mektebi” idye ümmeti aldatarak pazarladığı Rafiziliğin bütün kaynakları uydurma hadislerle ve yalanlarla dolu.
Bilindiği gibi, Şia ile Ehl-i Sünnet arasındaki kavga, evvelde yok idi.
Çekişmenin sebebi; Şuubî olmayan Ali’nin fıkhından ve evladının süneninden böyle ırkçı ve tekfirci bir hareketin çıkmasıdır. İşte M.İslamoğlu en büyük adil duruşunu (!) burada sergiliyor. Ve güya Kur’an’ı savunma adına
neredeyse Buharî’yi tekfir ediyor; onun ve Müslim’in rivayet ettiği hadislerden ötürü kahroluyor, sızlanıyor, nerdeyse ağlayacak. Onu dinleyip izleyen
de sanır ki, M. İslamoğlu, Müslümanların hakikatını yitirdikleri ilmin diriltilmesi için canını verecek.
Demek ki Buharî, M. İslamoğlu kadar Kur’an’ı anlayamayacak kadar
cahil..! Kur’an’ı fıkhedemeyecek kadar Arapça ilminden yoksun öyle mi?
Bir zamanlar; kendisini müfessir ve fakih gören bir Hoca efendi, Ankara’da
“Medarik Yayınları”nda beni ziyaretlerinde Buharî’nin kendisi kadar Sarf ve
Nahiv bilmediğini söylemişti. M. İslamoğlu, ömrünü verse, Buharî’nin sadece Sahih’inin bir bölümünde kullandığı Arapça seviyesine çıkamaz. Misal olarak da vereyim; Kitabu’t-Tefsir’deki Arapça san’atının, fıkhının ve
dilinin acaba ne kadarını elde edebilmiştir?
M. İslamoğlu, birkez de olsun Ümmet’in “diğer yarısı”nın dalaletlerini
ve hezeyanlarını görmede de Kur’an’ı hatırlasınlar..! Bu konularda gerçekten âdil ve sikâ bir âlim ve mütebahhir bir hadis âlimi ise, el-Meclisî ile elKuleynî’nin isnadları üzerinde, İbn Teymiyye’ye sövgü ve hakaret programları düzenledikleri gibi, birkaç program yapsınlar. Gözlerimizin içine
baka baka, ümmetin diğer yarısının (Şia) en çok düşman olduğu ve Müslümanların mefahirinden olan bir âlimin düşmanlarını sevindirmek için yaptığı gösterilerinden birini de “ümmetin diğer yarısı”nın (!) bir iki âlimi hakkında yapsın da görelim..! Bakalım dost edindiği ve ümmetin diğer yarısı gördüğü kimseler ona nasıl davranacaklar?
(*)
https://www.youtube.com/watch?v=rdg2lGt6mUY
39
II
M. İSLAMOĞLU’NUN EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİNDEN
RAHATSIZLIĞI
Sadece Bir Eleştiri midir, Yoksa Safevî Teşeyyu’un Aklımızı Ve
Topraklarımızı Esir Alma Çabası mıdır?
Hadisi ve isnadi küçümsemek veya inkâr etmek Berahime ve İsmailî
Batınîlerin (bugün Bahaîler) ve de Yahudilerin ortak projesidir. Berahime
“haber”in sıdk ve gerçeklik içermediğini, nübüvveti inkâr için ileri sürüyordu. Türkiye’de de, Kur’an ayetleri üzerine “inşaî” “haberî” gibi cedeli bunun için yapıyor birileri.
Kim bu mes’elede İslam ehlinin kabul ettiği kaide ve usul üzere hadis
hakkında konuşmuyorsa; bu zümrelerle ilgisi var ya da onlara hizmet ediyordur. Kur’an tercümesi üzerindeki Batınî savaş; Sünneti inkâr şüphelerini
yayıp Kur’an’ın Rabbanî söylemini iptal etmek için Batınî yöntemlerle
Kur’an’ın tefsirini ve te’vilini ele geçirmeye çalışıyor. Laiklik, Liberalizm ve
demokratik özgürlükler ve de yasalar bu akımı destekliyor, cesaretlendiriyor, hukuken arkasında duruyor ve onu savunuyor.
Türkiye’de de bu mücadeleyi verenlerin hiç birisi bu amaçların dışında hareket etmiyor. Yahudileşme damarı ile Şiileşme damarı; birlikte
Kur’an’ın sahih tefsiriyle ve Sünnetle savaşıyor. Türkiye’de M.
İslamoğlu vb.lerinin verdiği mücadele, bize ez-Zahir Baybars [*] döneminde
Fatimîlerin en tehlikeli ve derin dailerinden Ahmed Bedevî’nin faaliyetlerini
hatırlatıyor. Yüzlerindeki perdeden ötürü bu ümmet kendisini helak
edecek ve tarihî hezimete sürükleyecek olan aldanışın eşiğine getirilmek üzere.
Şah İsmail ölmedi aramızda yaşıyor. Şah Kulu [Baba Tekeli, ö.1511]
(Şeytan Kulu) evlerimize TV kanalları ve internet üzerinden ve Kudüs davasının hararetli savunucularının propagandaları aracılığıyla giriyor. Bugün
Türkiye’de vd. biçok İslam ülkesinde, Kur’an’a ve Sünnete karşı verilen
mücadelenin temelinde; Babîlik-Bahaîlik, Kadiyanilik, İsmailîlik, teşeyyu’ ve
Liberalleşmiş Materyalizm yer almaktadır.
M. İslamoğlu, bir yandan hadis âlimlerimize sataşır ve Şia akidesi
kaynaklı eleştiri mantığı kullanırken, diğer yandan Müsteşriklerin iddialarını
gündeme taşıdığını Müslümanlardan saklıyor. Türkiye’de bu tarz siyaset
[*]
Sultan ez-Zahir Baybars, (Ruknuddîn Baybars) (1223-1277) Kıpçak asıllı Memluk
Sultanı. Ayn Calût (1260) savaşında Moğollara karşı zafer kazanmış ve İslam âlemini işgallerini durdumuş bir mücahiddir.
40
yapanlar; eğer Suriye’de İran ve Nusayrîler galebe çalarsa, o zaman
yüzlerindeki bütün maskeleri indirecekler.
Şah İsmail; tahtını, Irak’a, Lübnan’a Şam’a kurmuş ve şimdi de İstanbul’a kurmak üzere. İran Safevî yayılmacılığını, İslamî ögeler ardına saklıyor. Tahran’da bir tek camimiz yokken, İstanbul İran’ın ve Şah İsmail’n
adamları tarafından çok büyük bir Şiî dinî merkez haline getiriliyor.
Gaye hadis âlimlerinin kadrini küçültmek ve hevasına göre hadisler
üzerinde ideolojik ve akılcı bir saldırı gerçekleştirmektir. Salâvat yağcılığı
kavramı; hadis âlimlerimiz hakkında güvensizliğe ve kuşkuya Hadis âlimlerimize düşmanlığa kaynaklık etmektedir.
Ümmet’in Hadis âlimleri bunun Kur’an’dan ve Sünnet’ten aldıkları işaret ve onda buldukları delil ile yapmışlardır. Yoksa yapılamaması gerekeni
Hadis imamları yapıp bid’at “ihdasında bulunmuş değiller"dir. Üstelik
Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve selem) adı anıldığında, O’na ve ashabına
salâvat ve selamda bulunmamak bid’at ihdasıdır. Hatta Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu “cimrilik” olarak zikretmiştir.
ِ ُ ‫ال رس‬
ٍ ِ‫َع ْن َعلِي بْ ِن أَبِي طَال‬
‫صلَّى اللَّهُ َعلَْي ِه َو َسلَّ َم‬
َ َ‫ب ق‬
َ ‫ول اللَّه‬
ُ َ َ َ‫ ق‬: ‫ال‬
ِ ُ ‫الْب ِخيل الَّ ِذي من ذُكِر‬
‫صل َعلَ َّي‬
َ ُ‫ت ع ْن َدهُ فَ لَ ْم ي‬
ْ َْ
ُ َ
Ali İbn Ebi Talib’den
“Cimri kimse, yanında adım anıldığı halde bana salâvat getirmeyen kimsedir” 33
Peki, neden ümmetten gördüğü bizler; buna itiraz için sesimizi yükseltirken, M. İslamoğlu’nun sözleri karşısında Ehl-i Beyt taraftarı olduğunu
söyleyen kalem sahiplerinden bugüne kadar kendisine bir tek eleştiri gelmemiştir, geldiyse de bunu bilmiyoruz?
Allah Azze ve Celle ve Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) Din’de olmayanı ihdası ve hüdanın dışındaki yollara uymayı Müslümanlara haram kılmıştır.
‫من أحدث في أمرنا هذا ما ليس منه فهو رد‬
“Kim bizim bu emrimizde olmayanı ihdas ederse, onun ihdas ettiği -şeymerduttur” 34
hadisi bu konuda daha açık ve kesin bir fikir verir.
Ebu Hureyre’den (radiyallahu anhu)
33
34
et-Tirmizî:3469, Ebu Zer’den de benzeri bir lafızla rivaye
Buhari: 2967, Müslim:1718 (Aişe’den radiyallahu anha)
41
ِ َّ َ َ‫ فَِإنَّما أ َْهل‬،‫ وما أَمرتُ ُكم بِ ِه فَأْتُوا ِم ْنهُ ما استَطَعتُم‬،ُ‫"ما نَهيتُ ُكم َع ْنهُ فَاجتَنِبوه‬
‫ين ِم ْن قَ ْبلِ ُك ْم‬
ْ َْ ََ ُ ْ
ْ َْ َ
َ ْ ْ ْ َ
َ ‫ك الذ‬
" ‫سائِلِ ِه ْم َوا ْختِ َالفُ ُه ْم َعلَى أَنْبِيَائِ ِه ْم‬
َ ‫َكثْ َرةُ َم‬
“Siz neden alıkoymuşsam ondan kaçının ve size neyi de işlemenizi emretmişsem gücünüzün yettiği kadar onu işleyin. Sizden öncekileri; ancak, çok
soru sormaları ve nebilerinin getirdiklerine uymada ihtilaf etmeleri helak eyledi. ” 35
‫ول فَ ُخ ُذوهُ َوَما نَ َها ُك ْم َع ْنهُ فَانتَ ُهوا‬
ُ ‫الر ُس‬
َّ ‫َوَما آتَا ُك ُم‬
“..Rasul de siz getirdiyse onu alın ve siz neyi de işlemekten alıkoyduysa
onu işlemekten de kaçının..”
(Haşr.7)
Rabbanî uyarısı, Rasul’ün (sallallahu aleyhi ve sellem ) sözüyle ne demek
istediğini şekke mahal bırakmayacak bize bilgi vermeketdir.
Peki, M. İslamoğlu Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) her adı anıldığında, salâvat getirmeye bu tepkiyi neden ortaya koyuyor? Onun maksadı, ihlâsı zedeleyen ve salih amellere riya karıştıranı ıslah etmek ise, bu
üslup bu niyete münasip düşmüyor. Eğer, kendisi bunun doğrusunun ne
olduğunu kendi ağzından ve zihninin kendisine imla ettiğini değil de,
Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabının bu konuda söylediklerini; nefislerimizi terbiye ve anlayışımızı tashih için zikretseydi bu, kalplerin
ıslahı için daha uygun olurdu.
M.İslamoğlu’nun Müslümanların içinde bulundukları bunca ağır sorunlara rağmen, neden cedel meydanında bu gibi mes’elerle zihinleri bulandırıyor? M.İslamoğlu, neden daha ağır başlı ve ümmeti şüphelere düşürmeyecek olandan ve Allah’ın kitabı ve Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve
sellem) sünneti üzere olan “birliğimizden söz etmiyor? Adeta Kur’an;’a dair
her şeyin makâsıdını bilenler, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sözlerine gelince, nasıl oluyor da onun makasıdını bilememiş oluyorlar?
M.İslamoğlu, rahatsız olduğu şeyleri, bizim de inkâr etmemizin yolunu mu bize gösteriyor, yoksa hakaret ve aşağılama ile ümmete bir ilim öğreteceğini mi sanıyor? Bu konuda çok fazla soru sormaya gerek yok. Allah’ın Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine salâvat getirmemiz konusunda neler söylüyor, o neler söylüyor? Eğer onun maksadı Rasulullah’ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) maksadı ise, zaten buna diyecek herhangi bir sözümüz olamaz. İslamoğlu’nun yaptığı, ilimde tashih ve yapıcı tenkid değil;
doğrudan “istirzâl” (rezil etmek isteme) ilmi ifsad ve hakikatleri tersyüz
etmedir. Daha doğrusu; İslamoğlu ilmi ihya değil, onu tadlîl ve ifsadla katlediyor ve “şamata” -düşmanları sevindirme- gösterileri yapıyor. Ehl-i Sünnet’in âlimlerini kötüleyerek, zihinlerini bulandırdığı insanları, “Ehl-i Beyt
35
Buharî: 7288, Müslim:1337
42
Mektebi” edebiyatıyla arayışa sürüklemeye çalışıyor.. Ehl-i Beyt Mektebi
diye bize yedirmeye çalıştığı şüpheli yemeği, döktüğü helal yemeğin yerine insanlara sunuyor.
İslamoğlu’nun, ısrarla; Buhari’yi, Müslim’i ve eş-Şafiî karalaması, ciddi bir projenin bir halkasıdır. Türkiye’de yıllardır, akidemize ve âlimlerimize
hakaret eden (Mutahhari’nin Ebu Hanife’nin fıkhına kabak fıkhı demesi gibi
-İmamet ve Rehberiyet- (
‫ )*( ) إمامت و رهبرى‬Şia kaynaklı eserlerin tercüme-
siyle, haysiyet ve şahsiyet yıpranmasına ve akide fesadına uğrayan gençliğin ve nesillerin teşeyyu’una zemin hazırlanmaktadır.
Hakikatte bu sözleri söyleyen zat, Buharî’nin ve Müslim’in yanında bir
değeri ve İmam eş-Şafiî’nin adının anıldığı yerde ilim ve Din adına, takva
ve haşyet adına bir esamesi olduğundan bu sözleri sarfetmiyor.
İslamoğlu’nun âlimlerimizle edeb ve hayâ dışı savaşımı bir projedir. Bu
projeyi de tıpkı bir zamanlar Y.N.Öztürk’ün yaptığı gibi, küstahça yürütüyor. Öyle olmasaydı, Allah’ın ilmi hakkında tüm nasssları inkâr edercesine
konuşan ve filhakika bu sözleriyle küfre giren bir adam için “onu çakallara
yem etmeyeceği”ni (*) söyler miydi?
Kiminle evleneceğini dair Allah’ın bir ilminin olmadığını söyleyen bir
adam İslam âlimi, onu eleştirenler ise “çakallar” oluyorlar. Dinden, ilimden
ve Kur’an’dan söz edip Kur’an’ın anlaşılması için bunca ömür tükettiğini
söyleyen insanın söyledikleri sözleri tartacak bir insaf mizanı var mı acaba? Adama bakınız; “Allah, onun ne zaman ve kiminle evleneceğini
bilmezmiş..!” diyebiliyor. O zaman kiminle zina ettiğini de -hâşâ- bilmiyordur değil mi? Zina edeni de bilmediğine göre, o zaman “recm cezası”
diye bir şey de olmayacaktır.
M.İslamoğlu, Prof.Dr. A. Bayındır’ı savunduğu yetmezmiş gibi, aklınca Nasr Hamid Ebu Zeyd’den aşırma fikirler ve safsatalarla İmamlarımızı
lekelemeye ve en sonunda da eş-Şafiî’nin Kur’an’ın yanında hadisleri
“nass”laştırdığını söyleyecek kadar kendinde cesaret bulabiliyor.
M.İslamoğlu ve emsali; Türkiye’de Ehl-i Sünnet’in ilmi ve akidesi konusunda bunalım yaratma (!) projesini yürütmektedirler. Peki, bizim de eşŞafiî’mizi (rahimehullah) “çakallara yem etmeme hakkımız” olacak mı
acaba? Çakalları tenzih ediyorum, zira onlar âlimlerimizle savaşmıyorlar.
Ümmetin müctehid İmamları nezdinde ve tüm Müslümanların gözünde; fıkhın ve usulün zirvesi olan bir İmamızı, Arap kâfirleri ve laikleri aşağılıyor (başta Nasr Hamdi Ebu Zeyd) İslamoğlu’na ne oluyor ki, eş-Şafiî’yi
çöplüğe atmaya kalkışıyor? Ona diyecek tek ve son sözümüz; M.
(*)
Arapça tercüme de bu “kabak fıkhı” ibaresi yer almıyor.
(bkz. İslamoğlu’nun A. Bayındır’ın tuzağa düşürüldüğünü söylediği konuşması:http://www.youtube.com/watch?v=TjHlFzF62yM)
(*)
43
İslamoğlu, Allah’ın “velilerine düşmanlık ediyorsun” bundan vazgeç demektir. ‘eş-Şafiî’ye bir çamur at da görsünler’ diyenlerin riyakâr bakışları,
tebcil ve alkışları uğruna yapıyor bu zavallılıkları. Sen kim, Buharî ve eşŞafiî kim dostum, haddini bil de sadede gel demek lazım gelmiştir.
Ehl-i Sünnet’in İmamlarına hakaret ve onları aşağılama Şia’nın akidesidir. Bunun dışında çağdaş Batınî laik ve liberal Marksist düşünürler de
İmam eş-Şafiî’yi hedef almaktadırlar. Yahudi Müsteşrikler hadisi; isnad ve
sened konusunda kuşkular ve şüpheler yayarak çürütmeye çalışırlarken,
laik liberaller ve Şiîler de eş-Şafiî’yi siyasî ve felsefî olarak eleştirerek onun
ve diğer imamların değerini düşürmek istemektedirler. Müslümanların
Rabbanî âlimlerinin fıkhını ve değerlerini ümmetin hafızasından alıp atmanın adı, “eleştiri” olmuş. Bakmayın siz, M. İslamoğlu’nun eş-Şafiî’nin elini
öperiz (fiili çoğul zamiriyle kullanıyor) demesine. Eğer eş-Şafiî yaşasaydı;
M. İslamoğlu’na asla o mübarek ellerini verecek bir adam olmayacaktı..
İmam eş-Şafiî’ye (rahimehullah) saldıranlar ve onun ilmine ve izzetine
ve de Müslümanların nezdindeki yerine zarar vermek ve onun hakkında
zındık Ebu Zeyd’in söylediklerini söyleyenler; onun elini öpmüyorlar, hâşâ
onun kıymetini düşürmek istiyorlar. Sırada zaten diğer İmamlarımız var.
Ama Ebu Hanife mes’elesi, Türkiye’de hassas ve bir bakıma “kırmızıçizgi”
olduğundan, el-Kuleynî’nin ona kâfir demesi bazıları için yetiyor. Mesela
Ebu Hanife’nin (rahimehullah) hadis uydurmaya cevaz verdiğini söylerler.36
el-Kuleynî’nin rivayetinde ise; Yedinci İmam, Ebu’l-Hasen Musa bir hadisinde (!) der ki:
“Size bildiğiniz bir ilim gelirse onu söyleyin. Eğer size bilmediğiniz bir ilim
gelirse;-bu arada elini ağzına götürdü- Sonra dedi ki: Allah Ebu Hanife’ye
la’net etsin, o şöyle diyordu: Ali dediyse, ben de diyorum ki; ben ve sahabe
37
böyle diyoruz.”
Muhammed İbn Amr el-Keşşî, Ricalu’l-Keşşî adlı kitabında Harice İbn
Harun’dan rivayet ediyor: Diyor ki; Ebu Abdillah’a aleyhisselama;
“İman edip imanlarına zulüm karıştırmayanlar [En’am:82] ayeti hakkında
sordum, dedi ki: bu Ebu Hanife [*] ve Zürare’nin hak ettikleri şeydir. ” 38
Sıra İmam Malik’e gelecek, zira onu da kâfir ve nasıbî (**) görüyorlar.
İmamlarımızı mezbeleye atan bir akidenin sahiplerini sahipleniyor M.
36
es-Sırat el-Mustekîm. c.3,s.213
el-Kuleynî, el-Kafî. c.1,s.58
[*]
http://www.dshia.net/forum/t1043 adlı sitede Ebu Hanife ve bazı Ehl-i Sünnet âlimi
hakkındaki tezvirleri rahatlıkla görebilirz.
37
38
Muhammed İbn Amr el-Keşşî, Ricalu’l-Keşşî: s.149
Muhammed Bakır el-Meclisî, Biharu’l-Envâr: c.8,s.369 Muhaliflere, dünya ahkâmı
ve zaruretten ötürü Müslüman muamelesi yapılır. Ancal el-Kâim geldiğinde, onları da
bütün amellerinde tüm kâfirleri kâfir gördüğü gibi onları da kâfir görecektir.
(**)
44
İslamoğlu. İftiralara bulaşıyor ve bu ümmeti aldatıyor. Hayır derse, o zaman ya Şia hakkında cahil olduğunu itiraf etmelidir ya da mestûr bir Şiî
olduğunu ilan etmelidir. İmam Malik’e de dediğimiz gibi sıra gelecek ama
onu M.İslamoğlu değil, bir başkasının eleştirmesi gerekiyor. Çünkü bu savaşta herkesin bir mevzii var, oradan saldıracak bir görev almış.
eş-Şafiî Arapların İmamı ve bizden biraz uzak diyarlarda takip edildiği
için M. İslamoğlu’na ona dil uzatması kolay. Hakeza el-Evzaî. Zaten insanlarımız bu İmamları doğru dürüst tanımaz. Bunun için de halkın bu cehaletini çok iyi bilen takiyyeciler; bu durumdan yararlanıp amaçlarına en zararsız yoldan ve en kârlı şekilde ulaşmak istiyorlar. eş-Şafiî’yi aşğıdaki sözlerine rağmen hakaret ediyorlar..!
‫يا أهل بيت رسول اهلل حبكم فرض‬
‫من اهلل في القرآن أنزله‬
‫كفاكم من عظيم الفضل أنكم‬
‫من لم يصل عليكم ال صالة له‬
“Ey Rasulullah’ın Ehl-i Beyt’i sevginiz
Allah’ın Kur’an’da indirdiği bir farzdır,
Size yüce bir fazilet olarak yeter,
Size salât getirmeyenin kabul olmaz namazı”
‫لو شق قلبي لرأوا وسطه‬
‫خطين قد خطا بال كاتب‬
‫الشرع والتوحيد في جانب‬
‫وحب أهل البيت في جانب‬
“Eğer kalbim yarılsaydı, onun ortasından,
-birisinin- eli çizmeden iki çizgi olduğunu görürler;
Bir tarafta şeriat ve tevhid
diğer tarafta Ehl-i Beyt’in sevgisini”
45
Bu iman ve sıdk dolu sözleri, gerçek nasıbî ve ümmetin düşmanı bir
zalim, Yusuf el-Bahranî nasıl cevaplandırıyor?
‫كذبت في دعواك يا شافعي‬
‫فلعنة اهلل على الكاذب بل حب أشياخك في جانب‬
‫وبغض أهل البيت في جانب عبدتم الجبت وطاغوته‬
‫دون االله الواحد الواجب فالشرع والتوحيد في معزل‬
‫عن معشر النصاب يا ناصبي قدمتم العجل مع السامري‬
‫على األمير ابن أبي طالب محضتهم بالود أعداءه‬
‫من جالب الحرب ومن غاصب‬
“İddianda yalan söyledin ey-Şafiî
Allah’ın laneti yalancının üzerine olsun,
bilakis senin şeyhlerinin sevgisi kalbinin bir tarafında
Ehl-i Beytin buğzu diğer tarafında,
Cibt’e ve Tağutu’na ibadet ettiniz [*]
Vahid olan ilahı ve tevhidi bırakarak bir tarafa
nasıbîlerin adına, Ey “Nasıbî!
Buzağıyla Samiri’yi Emir İbn Talib’den öne çıkardınız
Ve onun düşmanına sevgi beslediniz; savaş isteyene ve
39
gâsıba..”
Aynı âlim el-Keşkûl isimli kitabında eş-Şafiî’nin -hâşâ- gayr-i meşru’
bir çocuk olduğunu söyler:
[*]
Cibt -hâşâ- Ebu Bekr, Tağutu ise Ömer( radiyallahuanhuma) olmuş oluyor.
Yusuf el-Bahranî, el-Keşkûl: c.3,s.46, Dar ve Mektebetu’l-Hilal, 1.bsk. 1986 Beyrut;
(http://shiaonlinelibrary.com/ )
39
46
َّ ‫ض عُلَ َمائِهم‬
ِ ‫ونقل السيد المشار إليه في الكتاب المذكور نَ ْق َل بَ ْع‬
‫أن َّأم محمد بن‬
‫إدريس لما غاب عنها زوجها جاء إليها بعد أربع سنين فوجدها حامالً بمحمد فوضعته‬
“..Muhammed İbn İdris’in annesi kocası kendisinden dört yıl uzak yaşadıktan sonra geri döndüğünde karısını hamile buldu.”40
Soruyorum, işte el-Kuleynî (Muhammed İbn Ya’kub İbn ishak, h.329),
orada, işte el-Kummî (Ali İbn Babeveyhi, h. 329), el-Meclisî (Muhammed
İbn Bakır,h.1037-1111) orada, işte el-Kef’amî (İbrahim İbn Ali, h.840-905),
orada..! İşte Humeyni’nin dahi terennüm ettiği “Kureyş’in İki Putu Duası”
(**)
M. İslamoğlu’nun Hadis konusunda bir ilmi varsa; onun sesi konumunda olan TV kanalında, el-Kuleynî’nin rivayetlerinden söz etsin. Muhammed Bakır el-Meclisî’nin bizleri nasıl tekfir ettiğine dair sözleri ve hükümlerini de masaya yatırsın ve Kur’an’la bunun sağlamasını yapsın. Hani
bazı İslamcılarımız “Kur’an’la test etmek” diyorlar ya..!
Hadi lütfen buyursunlar,. et-Tusî’den söz etsinler. Ümmet’’in diğer yarısı olan bizlerin cenaze namazlarını kılmak zorunda kaldıklarında nasıl
davrandıklarından söz etsin. Kârın onlara, kahrın bize mi Mustafa..? Şiî
olmanız ya da olmamanız hiç de önemli değil. Şiî olmadığınıza inandık
diyelim; peki, neden akıttığınız sular, Şia’nın hakikatine rağmen, onların
değirmenlerine akıyor?
Onlar Ali’yi, Fatıma’yı ve el-Huseyn’i (radiyallahu anhum) bütün nebilerden üstün görürlerken; istediğiniz kadar Şiî olmadığınızı, İmamiyye’den
olmadığınızı, ma’sumiyete imana etmediğinizi ve Mehdi denen uydurma (!)
şahsı beklemediğinizi söyleyip durun.(*)
Onlar sizin bu inancınızın bâtıl ve yalan olduğunu söylüyorlar:
‫ إن من ضروريات مذهبنا أنه ال ينال أحد المقامات المعنوية الروحية لالئمة حتى‬: ‫الخميني‬
‫ملك مقرب وال نبي مرسل كما روي عندنا بأن األئمة كانوا أنواراً تحت ظل العرش قبل تكوين‬
‫ وهذه‬.‫ إن لنا مع اهلل أحواالً ال يسعها ملك مقرب وال نبي مرسل‬: ‫ وأنهم قالوا‬... ‫العالم‬
” ‫المعتقدات من األسس واألصول التي قام عليها مذهبنا‬
Humeynî:
40
(**)
Yusuf el-Bahrânî, el-Keşkûl: c.3,s.46, 1.bsk. Beyrut,1986
Bkz. http://www.yahosein.com/vb/showthread.php?t=186783
(*)
‘Mehdi (el-Kâim) gelince Âl-i Davud’un ve Süleyman’ın hükmüyle hükmedecek’
Bkz. el-Kuleynî, el-Usulü Mine’l-Kâfî: c.1,s.397; Daru Sa’b,4.bsk.1401 Beyrut
47
“İmamlarının manevi makamına; ne yakın bir melek ve ne de mürsel bir nebi ulaşamaz. Bizde rivayet edildiğine göre, İmamlar âlem yaratılmadan
Arş’ın gölgesindeki nurlardandır-yaratılmışlardır- Onlar şöyle demişlerdir:
Bizim Allah ile öyle hallerimiz vardır ki: Buna ne yakın olan melekler ve ne
de rasul olan nebiler erişemez. Bu akideler, mezhebimizin üzerine kurulduğu esas ve usuldür” 41
41
Muhadaratun Fıkhiyye Havle’l-Hukumeti’l-İslamiyye ve Velayeti’l-Fakîh: c.2; konuşma:3 Necef, el-Hukumetu’l-İslamiyye: s.47-48, Amman, 1988;
Humeynî, Türkçe’ye tercüme edilen bir başka eserinde ise şöyle demektedir:
“Şunu bil ki ey sevgili: İsmet yuvasının halkı, âlemin yaratılışından önce, gaybî ruhanî makamda Hz. Peygamber’e ortaktırlar. Onların nurları o zamandan itibaren tesbih ve
takdis etmektedirler. Bu husus ilmî bakımdan dahi insanın kuşatabileceği gücün üzerindedir. Nass-ı Şerif’te (!) şu ifadeler varid olmuştur: ‘Ey Muhammed! Allah, vahdaniyeti ile
münferid idi. Sonra Muhammed’i ve Fatıma’yı yarattı. Binlik bir zaman süresince beklediler. Daha sonra bütün eşyayı (diğer şeyleri) yarattı. Onları da bu eşyanın yaratılışına
şahid tuttu. Onlardan kendilerine itaat etmesini istedi. Kullarının işlerini onlara havale etti.
O halde onlar, dilediklerini helal kılar, dilediklerini de haram kılarlar. Allah’ın dilemesi dışında bir şey dileyemezler…’
İmamların bedenlerinin tıyneti (çamuru) ruhlarının ve kalplerinin yaratılışı, kendilerine ism-i â’zamdan ihsan edilenler; nebilerin, meleklerin daha üstün olup benim ve senin
gibilerin düşünemeyeceği ilahî gaybî hazinesinden verilen ilimler, ashabının muteber
kitaplarında, özellikle de “Usul-i Kâfî”de faziletleri hususunda yer alan rivayet ve hadisler,
akılları şaşkına düşürecek kadar çoktur ve o mukaddes zatlar dışında hiç kimse onların
hakikat ve sırlarına vakıf olamaz!”
(el-Humeynî, Ruhullah el-Musevî, Şerh-i Erbaîne Hadîsen (40 Hadis Şerhi,
Çev: Kadri Çelik, İhsan Yayınları, İstanbul, s. 509); Bkz. [Usûl-i Kâfî,
c.1,s.441(Kitabu’l Hucce, 5. hadis) Daru Sa’b, h.1401.4.bsk. Beyrut]
48
Kırk Hadis’te ( s.511; 33. Hadis) el-Humeynî şöyle diyor:
49
‫أل ّن اإليمان ال يحصل إال بواسطة والية علي وأوصيائه من المعصومين الطاهرين عليهم‬
”‫السالم بل ال يقبل اإليمان باهلل ورسوله من دون الوالية‬
“Çünkü İman, ancak Ali’nin ve vasiyet ettiği temiz masumları velayetini kabulle mümkündür. Velayet olmadan, Allah’a ve Rasule iman kabul edilmez.”
42
el-Hukumetu’l-İslamiyye adlı kitabında ise şöyle diyor:
‫ و ال يجعله‬،‫تجرده عن منزلته التي هي له عند اهلل‬
ّ ‫و ثبوت الوالية التكوينية لإلمام ال يعني‬
‫ فإن لإلمام مقاماً محموداً و درجة سامية و خالفة تكوينيّة تخضع‬،‫مثل من عداه من الحكام‬
.‫لواليتها و سيطرتها جميع ذرات هذا الكون‬
“..tekvînî velayet’in İmam için sabit oluşu Allah katında kendisine ait olan
makamdan tecerrüd etmesi anlamına gelmez ve kendisini diğer hakimlerin
benzeri kılmaz. İmam için mahmud olan bir makam, yüce bir derece ve
tekvînî bir Hilafet görevi vardır; kâinatın bütün zerreleri onun bu velaye-
tine boyun eğer.” 43 [*]
Tekvînî velayet, bizi aldatmak için bu anlamda kullanılıyor. Aslında
“yaratıcı velayet” demektir. Onlar ise bizim bunu Allah’ın fıtrat olarak onlara verdiği velayet manasına kullanıyorlar. Kâinatın kendilerine boyun eğdiği (!) ma’sum İmamlara iman etmemiş olanlar nasıl Müslüman görülüyor
ki? Bu durumda, M. İslamoğlu da “tekfir” hükmüne muhatap olmakla karşı
karşıya kalmış olacak. Zaten bizleri Müslüman görmüyorlar. Biz de bizleri
bütün kitaplarında kâfir ve nasıbî ilan edenleri doğal olarak kardeş görmüyoruz.
42
el-Humeynî, Kırk Hadis: s.511 (33. Hadis, taralı üç satır)
el-Humeynî, el-Hukumetu’l-İslamiyye: s.52
[*]
Muhammed Fadlullah’ın “tekvinî velayete” itirraz fetvası: (Mecelletu’s-Sekafe: s.651996)
43
‫أما الوالية على الكون فهي ليست من شأنهم و ال من دورهم ألن اهلل وحده هو الذي يملك الوالية‬
“Kâinata yönelik velayete gelince; bu asla ne onların işidir ve ne de onların
rolündendir. Çünkü yalnız Allah yaratıcı velayete maliktir.”
‫الخالقيّة‬
‫ و ليس ألحد من خلقه شأن فيها!! ال سيّما إذا عرفنا بأن األنبياء مل‬،‫و الفعليّة على إدارة نظام الكون كلّه‬
‫ إال يف موارد اإلذن‬،‫ميارسوا الوالية التكوينيّة يف أي موقع من مواقعهم!! حىت يف مواجهة التح ّديات التعجيزيّة‬
‫ فما معىن والية ال يستعملها صاحبها حىت يف دفع الضرر عن نفسه و‬،‫اإلِلي اخلاص بإصدار املعجزة هنا و هناك‬
. ‫َحاية نفسه من األخطار‬
50
İmamların kaninatın zerreleri üzerinde tasarrufları var da, neden insanlar üzerinde hiçbir tekvinî velayet ve dirayetleri yok? Muntazar Mehdi
bile çıkıp gelemiyor. Allah onları söyledikleri bir yalanla cezalandırıyor;
ahiret azabından önce dünya azabı çekiyorlar. Bunun ispatı için de vay
bundan sonra Şia’dan Müslümanların haline..! Huseyn (radiyallahu anhu)
öleceğini bilmiyordu. O’nun çıkışının maksadı farklı idi, Allah onu farklı bir
şeyle imtihan etti. Ölümü bilseydi, ya da bilerek hareket etmişse, neden
ailesine haber vermedi? Huseyn Irak’tan gelen sahte ve yalancı fitneci
mektuplara nasıl inandı? O zaman bunu nasıl izah edeceğiz? Bunun izahı
derken akıl ve mantık üretmeyi Din görmediğimiz için Kur’an’dan bunun
ispatını yapsınlar. Kur’an’da gerçekten Kerbela vakası var mıdır? Onlara
göre vardır. Her şey Kur’an’da vardır ama hiçbir hadisleri Kur’an’da yoktur.
Eğer Huseyn olacak olanları biliyor idiyse, aliesinden öldürülen kadınların
ve çocukların suçları neydi ki onları zalimlerin kılıçlarıyla doğrattı.
el-Meclisî’yi dinleyelim İmamlar ve Şia’nın aslı hakkında neler söylüyor:
‫إنا آل محمد كنا أنوارا حول العرش فأمرنا اهلل بالتسبيح فسبحنا فسبحت المالئكة بتسبيحنا‬
“..Biz Âlu Muhammed Allah’ın arşının etrafındaki nurlar idik. Allah bize
tesbihde bulunmamızı emretti. Biz tesbih edince melekler de bizim
tesbihimizle tesbih ettiler.” 44
M.İslamoğlu’na soruyoruz: İmamet konusunda böyle bir akideye sahip olan
bir milletle hangi İslamî vahdeti düşünüyor ve bunu hangi esaslar üzerine kuracakmış? Bunu nazarî olarak değil de amelî olarak ortaya koyacak hangi adımları
attığını kendisini okuyanlar gibi izleyenleri de bilmek ister. Bu çalışmada gösterebildiğimiz kadarıyla; Şia’daki “İmamet” akidesini benimsemeyen hiçbir insanın
İslam üzere olması mümkün değildir. Zira bütün kaynakları bunu Allah’ın bir emri
olarak öğretiyor. İmam, Allah’ın “veliyy-i emr”idir.
İmam’ın velayeti Allah’ın velayetidir. Kim ona itaat eder ve “masumiyeti”ni kabul ederse o mü’mindir, kabul etmeyenlerin cümlesi kâfirdir. Şia
bu hükmü verirken “küfran-ı ni’met”ten değil, İmanda küfre girmekten söz etmektedir. Bu durumda merak ediyorum M.İslamoğlu bugüne kadar Şia ile ilgili konularda çok dikkatli söz etmesine -bizim âlimlerimizi de altını pisleyen meczuplar
gibi göstermesine- rağmen; İmameti, vasiyeti, ma’sumiyeti; akidelerinin en vazgeçilmez rükünleri gören yani teşeyyu’u İslam gören ve gayrını küfr ve zındıklık
üzere gören bir topluluk ile hangi birliği ve “vahdet”i sağlayacakmış? Yok eğer o,
‘ben size şaşarım’ derse, bu işin bilmediğimiz bir tarafının olduğunu da böylece
öğrenmiş olacağız.
Bunu bugüne kadar kendisine kimse sormamış olabilir. Bugün biz soruyoruz; birgün de lütfederler ve kendilerini; Allah’ın isimlendirdiği gibi isimlendirmeyen bu “iki millet”i veya kendisinin mensup olduğu “Müslümanlık” ile Ehl-i Beyt
dediği ve akidelerinin binlerce fetvasından, görüşlerinde ve rivayetlerinden birkaç
nebze göstermeye çalıştığımız bu milleti bir “vahdet” üzere bizimle nasıl bir araya getirecekmiş onu açıklarsa insanlar da öğrenmiş olur.
44
el-Meclisî, Biharu’l-Envâr. c.24,s.88
51
Şia’nın akidelerini kendileriyle paylaşmadığımız için bütün kitapları bizleri
tekfir edici rivayetler, fetvalar ve te’villerle dolu. Peki, Mutahharî’nin dahi “vahdet”
uğruna “bir tek müstehab ve mekruhlarından bile vazgeçemeyeceklerini” söylemesi acabasizin için hiçbir şey ifade etmiyor mu?
Sizin Ali için “adamlık”tan söz edip onu “adam” olduğu için sevdiğinizi ve “adamlık”a neden önem verdiğinizi vurgulamak için yaptığınız edebiyatı hiçbir Şiî yutmaz, ancak size bıyık altından gülerler. Şia, Ali’yi” adamlık” hikâyesinden ötürü mü “kutsuyor” sanıyorsunuz? Ali, onlar için kutsal
Fars İmparatorluğunun adeta bir remzidir de ondan. Kadîm kutsallarını
Ali’de tecsîd eylemişler. Huseyn’i (radiyallahu anhu) de enişteleri olup
kanı Faris kanına karıştığı için seviyorlar. el-Hasen ve İmam Zeyd’e
(rahimehullah) ilgi[sizlik]leri size bunu anlatabilmeliydi.
Aişe’yi (radiyallahu anha) domuzlardan ve köpeklerden daha necis
gören el-Humeynî’nin45 Kitabu’t-Tahare’si orada, buyurun Allah için bir
şeyler söyleyin..!
Aişe validemiz (radiyallahu anha) hakkında Muhammed Huseyn eşŞirazî “el-Erbaune fî İmameti’t-Tahirîn” adlı kitabında ne diyor?
‫ُممد حسني الشريازي النجفي القمي يف كتابه "األربعين في إمامة األئمة الطاهرين" مما يدل على‬
‫ وهو مستلزم حلقية مذهبنا وحقية أئمتنا‬،‫إمامة أئمتنا االثين عشر ان عائشة كافرة مستحقة للنار‬
‫ وكل من قال بإمامة االثني عشر قال باستحقاقها اللعن والعذاب‬... ‫االثين عشر‬
“... On iki İmamımızın İmametlerine delalet eden şeylerden birisi de;
Aişe’nin kâfire [*] ve ateşe müsetahak olduğudur. Bu mezhebimizin hakikatı
ve Oniki İmam herkes, onun la’nete ve azaba müstehak olduğunu söyler.”
46
İşte Aişe (radiyallahu anha) validemize “zina" nisbet edenler orada.
Rasulullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) çok seven M. İslamoğlu, sizi
Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hanımına zina nisbet eden kâziflere
karşı O’nun ırzını savunmaya davet ediyoruz.. Aişe’nin (radiyallahu anha)
zina ettiğini söylemek, Kur’an’ın ve Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem)
yalan söylediğini söylemektir. M.İslamoğlu’nun “Ehl-i Beyt Mektebi” olarak
adlandırdığı taifenin nerdeyse bütün âlimleri bu konuda ittifak halindedir.Talha’nın onunla Basra yolunda -hâşâ- zina (!) ettiğini gören yalancı
45
el-Humeynî, Kitabu’t-Tahâre: c.3,S.475]
Bir konuşmasında M. İslamoğlu, Hz. Aişe’yi çok sevdiğini (hayranı olduğunu) söylüyor: Fakat aynı zamanda ona -hâşâ- zina etmekle suçlayanları da Ehl-i Beyt Mektebi olarak görüyor.
https://www.youtube.com/watch?v=rdg2lGt6mUY
[*]
46
Bkz.Muhammed Huseyn eş-Şirazî “el-Erbaun fî İmameti’l-Eimmeti et-Tahirîn”
(s.615)
52
münafıkların şahidleri kimmiş, bunu ortaya koysunlar bakalım..!? Böyle bir
şey olsaydı, neden bu durum Ali’ye ve sahabeye gizli kaslındı ki?
Ali bunu biliyor olduğu halde, -madem ki İmamdır, o zaman bunu bilmesi gerekirdi değil mi?- bunun Müslümanların İmamı olarak cezasını uygulamamışsa, Allah katında sorumludur. Bildiği halde susmuşsa, bu daha
büyük bir cinayettir. Peki, Ali’nin (radiyallahu anhu) bilmediği, Ali’nin haber
vermediği bir vakayı Şia neden dillendiriyor? Ali, İlahî ve ma’sum bir İmam
olarak Aişe’ye -hâşâ- recm cezası uygulamadığına göre; iki şeyden birisini
yapmıştır: Allah’ın hükmünü ihmal etmek, ya da bu konuda iftirada bulunanlara “kazf” haddi vurmaktan kaçınmak.!
Bunun ikisi de söz konusu olmadığına göre; İmam, bunu biliyor da
susmuşsa; ilahî bir ilmi gizlediği ya da birilerinden korktuğu için ismetine
zarar vermiştir. İmamların ma’sumiyetini de hiçbir şey nakzedemez. Yani
imamet ebedidir. İmam’dan İmama intikal eder. O halde böyle bir şey varsa, İmamın bunun hükmünü uygulaması kendisine farzdır.
Bu soruların cevabını veremeyen iftira gürûhu, bu cezayı Mehdi’nin
gelişine erteliyor ve Mehdi geldiği zaman Aişe’yi diriltecek ve kendisine
“hadd” vuracak diye iddia ediyorlar. Neden “beda” akidesi gereği bu cezanın ertelenmiş olması ihtimali akıldan çıkarılmamalıdır. İmamlar ilimlerini
Allah’tan aldıklarına ve hepsi de ilimde müsavi olduklarına ve her şeyi onlara Allah bildirdiğine göre..!? Bir şeyi Allah bildirince onun için şahid aramaya gerek kalır mı? (!)
M. İslamoğlu, Rasulullah’la (sallallahu aleyhi ve sellem) ilgili yanlış “tasavvurlar”ı düzeltmek için “Üç Muhammed” adında bir eser kaleme aldı.
Şiî dünyasında birçok TV kanalında Allah’ın Rasulü Muhammed’in
(sallallahu aleyhi ve sellem) ırzına hakaret ediliyor. Eşine -hâşâ- Aişe’ye
(radiyallahu anha) zâniye diyen bir milleti kardeş görüyorlar. Peki, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) de namusuna ve ırzına dil uzatanları kardeş bilip
ümmetinden kabul edecek mi acaba?
Hadisleri Kur’an’a arzetme “uydurma hadis”ini (*) kendilerinden aldığınız insanlar orada. Aişe (radiyallahu anha) validemiz, Ebu Bekr ve Ömer
(*)
“Benim sözlerim çok yayılacak; Kur’an’a muvafık olanarak size ne gelmişse onu
kabul ediniz. Zira o bendendir. Benden de size Kur’an’a aykırı olarak gelen ne varsa
o benden değildir” (el-Umm: c.7,s.338,339)
İmam eş-Şafiî: der ki: “bu hadis ne büyük ne de küçük hiçbir ilim ehli rivayet etmemiştir. İsnadı munkatı’dır ”(er-Risale: s.224)
Hadis senedinde “inkıta” olan bir rivayettir. İsnadında mechul kimseler vardır.
İbn Abdilberr, Camiu Beyani’l-İlm’de (c.s.191) bunu zındıkların rivayet ettiğini söylemiştir.
M.İslamoğlu’nun eş-Şafiî’nin er-Risale’sini yirmikez okumasına ve okutmasına rağmen acaba nasıl ouyor s.224’teki 617 rakamlı rivayeti okumamaış ya da hatırlamıyor?
‫ما جاءكم عني فاعرضوه على كتاب اهلل فما وافقه فأنا قلته وما خالفه فلم أقله‬
53
için söylenen ortada. Suriye’deki zalim savaş ortada..
Allah için, adamsanız; -adamlığı çok dillendiriyorsunuz ya.!- buyrun bir de
onlarla birlikte mazlumlara karşı savaşan zalimlerin dinlerini ve alimlerini
eleştirin!.
(radiyallahu anhuma)
Mesela Donald Rumsfeld’den 200 milyon Dolar rüşvet alan ve sizin
de takdirinize şayan olan es-Sistanî’yi neden eleştiremiyorsunuz?
Ma’sumiyyete inanmadığınızı söylüyorsunuz ama, onları adeta ma’sumuş
gibi koruyorsunuz. Şu adreste es-Sistanî’nin söylediklerine bir bakınız:
eş-Şafiî kendisiyle tartışıp da bu uydurma hadisi soran kimseye der ki: “Bu hadisi,
küçük büyük herhangi bir şeyde hadis kabul edilen bir tek insan rivayet etmemiştir
(no.618).”
Bu hadisin “uydurma” olduğunu Ahmed İbn Hanbel, İbn Hazm (el-İhkâm: c.2,s.7682 arası) Hatta İbn Hazm şöyle der:” Kim derse ki; biz ancak Kur’an’da geleni alırız,
bu kimse ümmetin icmaı ile kâfirdir”
eş-Şatıbî, ez-Zerkeşî, ed-Darekutnî; er-Risale’de de uydurma olduğuna değinilen bu
rivayete, “münker” demişlerdir. Senedinde Ebu Hadir Abdulmelik İbn Abdi Rabibihi
vardır. Ahmed Şakir onun hadisinin alınmadığın söyler. (bkz. er-Risale:
s.224,dipnot:4)
el-Hatttabî de bu hadisin uydurma olduğunu söyleyenlerdendir. Bu fakir, yaptığı bir
araştırmada yetmişten fazla muhaddisten bu hadisin uydurma olduğunu tesbit etti.
Buharî, et-Tarihu’l-Kebîr’de (c.3,s.474) Yahya İbn Maîn’nin Zekeriyya es-Sacî’den
rivayetine göre, bu hadisi zındıklar uydurmuşlardır. el-Fetenî ise “Tezkiretu’lMevduat” da bunu yine zındıkların rivayet ettiğini zikreder.
“ Size benden nakledilen güzelbir söz olursa, onu ben söylememişsem bile onu
sanki ben söylemişim - gibi alın-” [el-Haris İbn Nebhan, Muhammed İbn Abdillah
el-Azmî, Abdullah İbn Said İbn Ebî Said, Ebu Hureyre’den.] İbn Hazm bu hadisin
senedindeki el-Haris’in ve el-Azmî’nin “zayıf ” olduklarını söyler. Abdullah İbn Saîd
ise “kezzab”dır.
eş-Şatıbî “Hadisi Kur’an arzetme hadisini Kur’an’a arzediyoruz, Kur’an’da bunu tasdik
eden bir ayet göremiyoruz”der.(el-Muvafakât. c.4,s.19) M. İslamoğlu’nun da “üstadım” dediği eş-Şatıbî, M. İslamoğlu’nun Kur’an’a arz mes’elesini reddetmektedir. Buna rağmen M. İslamoğlu, dinleycilerine ve izleyicilerine ne anlatıyor? er-Risale’yi
yirmikez okuttuğunuza inandık ama, niçin eş-Şafiî’n ilmini izleyicilerinizden esirgiyorsunuz diye size sormazlar mı? eş-Şafiî’nin “kıymeti” sadece bu kadar mıdır?
54
47
‫إذا أرادت المرأة الزواج فال يجب أن تخبر أحدا السيستاني‬
Bu fetvada es-Sistanî, kendisine “mut’a” için teklifte bulunan bir kimseyle “mut’a” evliği yaptıktan sonra ve daha evli iken, kendisiyle “daimi
evlilik” yapmak üzere teklifte bulunan bir erkeğe ve yakınlarına bundan
haber vermemesinin caiz olduğunu söylüyor. Bu evlilik teklifi yapan kimseyle, Müslüman olduğunu bildikten sonra -çünkü olmayabilir demek istiyor- hatta “erkek” bile olmayabilir diyor; böyle bir durumda nişan için başvuran kimseye “mut’a”evliliği içinde olduğunu söylemesi gerekmez diyor.
Peki, şer’î ise neden nişanlısından bunu gizlesin ki?
47
http://vb.7cc.com/showthread.php?t=154015&page=2
55
es-Sistanî’nin sitesinde “İmamet”e ve “masumiyet”e iman etmeyen
kimseleri nasıl tekfir ettiklerini görün. Siz de Şii olmadığınıza göre onların
akide kritelerine göre “kafir”siniz “’Müslüman” (!) değilsiniz.48
48
http://vb.7cc.com/showthread.php?t=154015&page=2
56
III
VELÂYETİ İNKÂR EDENİN KÜFRÜ
Ebu’l-Kasım el-Musevî el-Huî; Velayeti İnkâr Edenin “küfr”ünden
Söz Ediyor:
57
: ‫قال الخوئي‬
‫ بل ال شك في كفرهم ألن إنكار الوالية واألئمة حتى‬..‫"ومن أنكر واحداً منهم جازت غيبته‬
‫يوجب الكفر والزندقة وتدل عليه األخبار المتواترة‬.. ‫الواحد منهم واالعتقاد بخالفة غيرهم‬
‫ ويدل عليه قوله (ع( )ومن جحدكم فهو كافر‬..‫الظاهرة في كفر منكر الوالية‬
“Kim de ğaybeti caiz olan imamlarımızdan birini inkâr ederse, zira
imamlarımızdan herhangi birisinin imamlığında şek eden ve onların
imamlığının dışında bir şey itikad edenin küfründe şek yoktur. Bu
onun küfrünü ve zındıklığını gerektirir. Bize gelen mütevatir haberler
“velayeti” inkâr edenin küfrüne delalet etmektedir. Rasulullah’ın söylediği gibi, kim onları inkâr ederse, o kâfirdir.” 49
Buna rağmen, hangi kardeşlik edebiyatı yapıyorsunuz dersek,
M.İslamoğlu’nu çok mu incitmiş oluruz acaba? M.İslamoğlu’nun Buharî
ve Müslim gibi Hadis imamlarına dil uzatıp en sonunda da kendini bilmez
bazı ilahiyatçılar gibi, eş-Şafiî’yi diline dolaması, ona izzet değil zillet getirir..Nasr Hamid Ebu Zeyd’in fikirlerinden ilham alarak İmam eş-Şafiî gibi bir
fıkıh ve ilim zirvesine tosluyor. M. İslamoğlu ancak kendini helak eder, o
yok olur gider, ama eş-Şafiî izzetiyle ve ilmiyle kıyamet gününe kadar yaşar.
Demek eş-Şafiî “Hadis”i “Nass” düzeyine çıkarmış mış? -Hadisi
Yahudice ve müsteşrikçe vurmanın sinsi yolları- Sizden ricam “biraz
“hicâb” edin de bu düşüncelerin lütfen ashabının kim olduğunu da TV sohbetlerinizde zikredin. Ehl-i Beyt Mektebi dediğiniz mezheplerin aslına bakınız; tamamen “mürsel” rivayetleri “nass” düzeyinde görüyorlar. İmam
Cafer’in (rahimehullah) bir tek rivayetini eleştirin de görelim dostum. Kardeşleriniz olan Şia’yı ve kendilerini de ziyaret ettiğiniz mürteşi es-Sistanî’yi
o zaman görürsünüz sizlere neler diyeceklerdir? İmam Cafer’in
(rahimehullah) tamam sözleri “nass” dostum. Bilmiyor musunuz “Ebu
Abdillah” rivayetlerini?
Din’de İmamlarımız olan âlimlerimize böyle hakaret ettiğiniz sürece,
sizinle kimse bir ümmet olma projesini konuşmayacaktır. Önce bizim
İmamlarımıza saygılı olun sonra bizimle “İslam Birliği” üzerine konuşun.
İmamlarımıza ve rivayet ettikleri hadislere gerçekten ilminiz ve haddiniz
olmadan dil uzatıp hakkında tiksinti uyandırarak bu Ümmet’in sevgisini
kazanamazsınız. Ümmet’in âlimlerine hakaret edip onların ilmi değerini
düşürenler İslam ilim tarihinde heva ve fitne taifelerinden olarak zikredilmişlerdir.
eş-Şafiî’yi aşağılama günahından sizi Nasr Hamid’in düşünceleri kurtaramayacaktır.TV ekranından “tevbe”nizi ilan edin ki Müslümanlar sizin
49
el-Huî, Mİsbahu’l-Fekahe. c.2,s.11,c.2.11
58
alimlere saygılı olduğunuzu görsünler.. Her şey gün gibi ortada, kendiniz
meydanda olanın farkında değilseniz bu güneşin hatası değildir.
Humeynî’nin Kitabut-t-Tahare’de Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve
eşi Aişe (radiyallahu anha) hakkında söylediklerine bir şeyler söyleyin
de ne kadar adil ve insaflı bir eleştirmen olduğunuzu görelim: Ömrünü güya İslam kardeşliği ve “ümmet”in vahdeti için harcayan insan İmam’ın Naibi bunu söylüyor. Diyor ki; Nasıbî taifelerin hepsi özellikle Haricîler kâfirlerden daha çetin azaba müstehak olmalarına rağmen -bedensel olarak- necasetlerine dair her hangi bir delil yoktur. ‘Kâfirlerden daha çetin azap görecekler’ ama bedensel olarak necis oluduklarına da bir delil yokmuş?
sellem)
Aşağıda Humeynî’nin; Müminlerin annesi Aişe, ez-Zubyer, Muaviye
ve eşbahı-onlara benzeyenlerin-nın cümlesini; onlara benzeyenler irtidad
ettiğine inandıkları sahabe kimler oluyorlarmış? Sıfatları nedir?
59
EL-HUMEYNÎ, KİTABU’T-TAHARE
“…AİŞE, EZ-ZUBEYR, TALHA, MUAVİYE VE BENZERLERİNİN (…)
ASLINDA KÖPEKLERDEN VE DOMUZLARDAN DAHA NECİS OLMALARI..”
60
“…AİŞE, EZ-ZUBEYR, TALHA, MUAVİYE VE BENZERLERİNİN
(…) ASLINDA KÖPEKLERDEN VE DOMUZLARDAN DAHA NECİS
OLMALARINA RAĞMEN..”
(Nasibinin, Dünyevî bir Çıkar vb. İçin Huruc EdeninTahareti Bölümü:
s.457)
61
Kimler? Aişe, ez-Zubeyr, Talha ve Muaviye (radiyallahu anhum)
vb.leri
el-Mekasib el-Muharreme’de ise, kendilerinden olmayanlar (Nasibî
ve Haricîler) için
(“..BÖYLE OLUNCA DA BİZDEN GAYRILARI MÜSLÜMAN DA
OLSALAR KARDEŞLERİMİZ DEĞİLDİRLER..”) diyor..
‫فغيرنا ليسوا باخواننا وان كانوا مسلمين فتكون تلك الروايات مفسرة للمسلم املأخوذ يف‬..”
‫ ومنه يظهر الكالم يف‬،‫ بان حرمة الغيبة خمصوصة مبسلم له اخوة اسالمية اميانية مع اآلخر‬،‫سايرها‬
‫ واالنصاف ان الناظر يف الروايات ال ينبغى ان يرتاب يف قصورها عن‬.‫رواية املناهى وغريها‬
‫ بل ال ينبغى ان يرتاب يف ان الظاهر من َمموعها اختصاصها بغيبة املؤمن‬،‫اثبات حرمة غيبتهم‬
‫املواَل الئمة احلق (ع) مضافا إَل انه لو سلم اطالق بعضها وغض النظر عن حتكيم الروايات الىت‬
،‫يف مقام التحديد عليها فال شبهة يف عدم احرتامهم بل هو من ضروري املذهب كما قال احملققون‬
‫ بل االئمة‬،‫بل الناظر يف االخبار الكثرية يف االبواب املتفرقة ال يرتاب يف جواز هتكهم والوقيعة فيهم‬
“[*]‫ اكثروا يف الطعن واللعن عليهم وذكر مسائيهم‬،‫املعصومون‬
“Böyle olunca bizden başkaları bizden değildir, velev ki Müslüman da olsalar. Dolayısıyla bu rivayetler başka şeylerden Müslüman için delil alınır. Bu
da ğiybetin haramlığı başkasıyla ilişkilerde İslam ve iman kardeşliği olan
için söz konusudur. Bundan da yasaklanan şeylerde ve gayrısında söz daha iyi açığa çıkar.
İnsafla rivayetlere bakan kimse, onların ğiybetinin ispatında kusur eden haberler hakkında kuşku duymaması gerekir. Bu haberlerin hepsinden anlaşılan; haram kılınan ğiybet, Hakk olan İmamları veli edinen müminlerin
ğiybetidir. Bu haberlerin bazısı mutlak olsa bile, bu haberleri tahdide hakem
kılmaktan sarf-ı nazar etmek ve onlara saygı duyma konusunda şüphe yoktur. Bilakis bu mezhebin zarurî bir gereğidir. Muhakkiklerin de söylediği gibi.
Aksine bu konuda gelen farklı farklı haberlere bakan, onların namuslarına
dokunmanın ve sövmenin cevazında kuşkuya kapılmaz. Hatta ma’sum
İmamlar, onları çokça kınamışlar ve onlara la’net etmişler ve kötülüklerini saymışlardır.” 50
Humeyni el-Mekâsib el-Muharreme’de Ebu Hamza yoluyla Ebu Cafer’den şu rivayeti zikrediyor.
[*]
50
Bu pasajın aslı için Bkz. www.amal-movement.com/maktaba/04/no0457.html
el-Humeynî, el-Mekâsib el-Muharreme: c.1,s.251
62
‫ إن بعض أصحابنا يفترون ويقذفون‬:‫ قلت له‬:‫ قال‬،‫عن أبي حمزة عن أبي جعفر عليه السالم‬
‫ يا أبا حمزة إن الناس كلهم أوالد بغاة ما‬:‫ ثم قال‬.‫ الكف عنهم أجمل‬:‫ فقال‬.‫من خالفهم‬
‫خالل شيعتنا‬
“Dedi ki; Ebu Ca’fer’e dedim ki: Bazı dostlarımız muhaliflerine iftira edip zina nisbetinde bulunuyorlar. Dedi ki; onlara karşı dilini tutmak daha iyidir.
51
Sonra şöyle dedi: İnsanların hepsi, Şiamız hariç veled-i zinadır”
Humeynî, bu rivayetle ilgili şu yorumda bulunur:
‫ (الظاهر منها جواز االفتراء والقذف عليهم‬:‫فقال الخميني معلقاً على تلك الرواية‬
“Bu rivayetlerin zahirinden anlaşılan iftira ve kazfetmenin onlar hakkında
52 (*)
caiz olduğudur ”
Şu sözler ve ahkâm üzerinde biraz düşünün:
:‫محمد بن علي بن الحسين بن بابويه القمي‬
‫ عليهم‬- ‫ واعتقادنا فيمن جحد إمامة أمير المؤمنين علي بن أبي طالب واألئمة من بعده‬..”
‫ واعتقادنا فيمن أقر بأمير المؤمنين وأنكر واح ًدا‬،‫ أنه كمن جحد نبوة جميع األنبياء‬- ‫السالم‬
‫ممن بعده من األئمة أنه بمنزلة من أقر بجميع األنبياء وأنكر نبوة نبينا محمد صلى اهلل عليه‬
‫ " المنكر آلخرنا كالمنكر‬:‫ وينقل حديثًا منسوبًا إلى اإلمام الصادق أنه قال‬،"‫وآله وسلم‬
". ‫ألولنا‬
“İmamlardan birisinin İmametini inkâr eden Rasulullah’ın nübüvvetini inkâr
eden gibidir”:
51
52
(*)
53
el-Humeynî, el-Mekâsib el- Muharreme: c.1,s.251
el-Humeynî, el-Mekâsib el- Muharreme: c.1,s.251
el-Huî, Mısbahu’l-Fekaha:c.1,s.503 ( http://shiaonlinelibrary.com/)
el-Huî diyor ki:
‫وقد حكي عن المح ّقق األردبيلي تحريم غيبة المخالفين ولكنّه لم يأت بشيء‬
“Muhakkik el-Erdebli’iden [Ahmed İbn Muhammed:ö.993] muhaliflerin ğiybetinin haram olduğu rivayet edilmişse de, bunu doğrulayacak her hangi bir şey zikretmemiştir”
(Mecmau’l-Faide
ve’l-Burhan:
c.8,s.76-78);Bkz.
http://www.alkhoei.us/books/?id=4956;
http://www.kalemeh.tv/talar/showthread.php?mode=linear&tid=1688&pid=16245
53
el-Kummî, Risaletu’l-İ’tikadât: s.103, Merkezu Naşri’l-Kitab, İran h.1370
63
‫محمد بن علي بن بابويه القمي (الصدوق)‪:‬‬
‫اعتقادنا في األنبياء والرسل واألئمة والمالئكة أنهم معصومون مطهرون من كل دنس‪ ،‬وأنهم‬
‫ال يذنبون ذنباً صغيراً وال كبيراً‪ ،‬وال يعصون اهلل ما أمرهم ويفعلون ما يؤمرون‪ .‬ومن نفى عنهم‬
‫العصمة في شيء من أحوالهم فقد جهلهم‪ ،‬ومن جهلهم فهو كافر‪ .‬واعتقادنا فيهم أنهم‬
‫معصومون‪ ،‬موصوفون بالكمال والتمام والعلم من أوائل أمورهم وأواخرها‪ ،‬ال يوصفون في‬
‫شيء من أحوالهم بنقص وال عصيان وال جهل‬
‫‪Yusuf el-Bahranî:‬‬
‫‪“ Kim onları (İmamları) bilmezse kâfirdir” 54‬‬
‫يوسف البحراني‬
‫وليت شعري أي فرق بين من كفر باهلل سبحانه وتعالى ورسوله‪ ،‬وبين من كفر باألئمة عليهم‬
‫السالم مع ثبوت كون اإلمامة من أصول الدين‬
‫;‪Yusuf el-Bahranî‬‬
‫‪“İmamların İmametini kabul etmeyenle Allah’ın inkâr edip kâfir olanın birbi‬‬‫‪rinden farkı yoktur” 55 diyor.‬‬
‫‪56‬‬
‫”‪“Tekfir; temiz İmamların İmametini i’tikad etmenin gereklerindendir.‬‬
‫;‪Muhammed Bakır el-Meclisî‬‬
‫محمد باقر المجلسي‪:‬‬
‫" اعلم أن إطالق لفظ الشرك والكفر على من لم يعتقد إمامة أمير المؤمنين واألئمة‬
‫من ولده عليهم السالم وفضَّل عليهم غيرهم يدل أنهم مخلدون في النار "‬
‫‪el-Meclisî:‬‬
‫‪54‬‬
‫‪İbn Babaveyhi el-Kummî, el-İ’tikadatu fî Dini’l-İmamiyye: s.70; eş-Şeyh es-Sadûk,‬‬
‫‪el-İ’tikadatu fî Dini’l-İmamiyye:s.104(Bkz. http://shiaonlinelibrary.com/‬‬
‫‪Yusuf el-Bahranî, el-Hadaik en-Nâdire: c.18,s.153, Daru’l-Adva, Beyrut‬‬
‫‪55‬‬
‫‪Yusuf el-Bahranî, el-Feraid el-Behiyye fî’l-Akaid el-İmamiyye: c.2,s.26‬‬
‫‪56‬‬
‫‪64‬‬
“Bil ki, şirk ve küfr lafzının Müminlerin emirinin İmamlığını ve onun çocuklarından olan diğer İmamların imamlığını itikad etmeyen ve başkalarını
onlardan daha faziletli görenlere ıtlak olunur ve bu onların ebedi cehennemde olduklarının delilidir.” 57
el-Meclîsi, el-Hıllî’nin Takribu’l-Meârif adlı kitabından Ali İbn’ul-Huseyn’den
naklediyor
Benzer fetvaları ve hükümleri diğer âlimlerinden de görürüz:
Muhammed Hasen en-Necefî:
‫محمد حسن النجفي‬
‫ كالمحكي عن الفاضل محمد صالح في‬..‫" والمخالف ألهل الحق كافر بال خالف بيننا‬
‫شرح أصول (الكافي) بل والشريف القاضي نور اهلل في إحقاق الحق من الحكم بكفر‬
" ‫منكري الوالية ألنها أصل من أصول الدين‬
“Hak ehline muhalif olan [kimsenin hükmü] aramızda hiçbir hilaf olmadan
kâfirdir (…) velayeti inkâr edenin hükmü küfrdür, zira o Din’in usulünden bir
asıldır.” 58
Abdullah el-Makânî:
‫"وغاية ما يستفاد من األخبار جريان حكم الكافر والمشرك في اآلخرة‬: ‫عبد اهلل الماقانى‬
"‫على من لم يكن اثني عشريا‬
“Haberlerden istifade ettiğimiz kadarıyla, İsna Aşeriyye olmayan ahirette
kâfir ve müşrik hükmünde olacaktır” 59
57
el-Meclisi, Biharu’l-Envâr:23,s.390
Muhammed Hasen en-Necefî, Cevâhiru’l-Kelâm: c.6,s.6,Daru İhyai’t-Turas elArabî, Beyrut
58
59
Abdullah el-Makânî, Tenkihu’l-Makâl: Babu’l-Fevâid; c.1,s.208,Necef, 195
65
Muhammed Bakır el-Meclisî:
‫محمد باقر المجلسي‬
‫ وإجماع اإلمامية منعقد على أن اإلمام مثل النبي‬.ً‫الشرط الثاني في اإلمام أن يكون معصوما‬
‫]صلى اهلل عليه وآله[ معصوم من أول عمره إلى آخر عمره من جميع الذنوب الصغائر‬
”‫ واألحاديث المتواترة على هذا المضمون واردة‬.‫والكبائر‬
“..İmam olmanın İkinci şartı; İmam’ın ma’sum olmasıdır. İmamiyye’nin icmaı
munakiddir ki, İmam Nebi
(‫)صلى اهلل عليه وآله‬
gibidir. Bütün küçük ve büyük
günahlardan, ömrünün evvelinden sonuna kadar korunmuştur.[salâvât da
zikrediyor..!?] Bu hususta mütevatir hadisler varid olmuştur” 60
Şimdi de Ni’metu’lllah el-Cezairî’yi görelim bakalım dinimiz hakkında neler
söylüyor? el-Envar en-Nu’maniyye’de diyor ki:
‫ان رِبم هو الذي كان‬:‫انا مل جنتمع معهم علي اله وال علي نِب وال امام وذلك اهنم يقولون‬
‫ُممد(ص)نبيه وخليفته ابو بكر وحنن ال نقول ِبذا الرب وال بذلك النِب ان الرب الذي خليفة نبيه‬
‫ابو بكر ليس ربناوال ذلك النِب نبينا‬
“..Biz onlarla ne bir ilah, ne bir nebi ve ne de bir imam üzerine ictima [söz
ve akide birliği] etmedik; Bunun da sebebi; onlar diyorlar ki ; onların Rabbi,
nebisi Muhammed, ve Halifesi Ebu Bekr olan bir Rab. Biz ne bu bu Rabden
söz ediyoruz ve ne de onların -onların -sözünü ettikleri Nebi, bizim nebimizdir. Ne Nebisinin Halifesi Ebu Bekr olan bir Rab bizim Rabbimiz ve ne
de O nebi, bizim nebimizdir.” 61
60
Muhammed Bakır el-Meclisî, Hakku’l-Yakîn: s.39
61
Nimetu’lllah el-Cezairî, el-Envar en-Nu’maniyye: et-Tabatabaî thk. c.1,s.278,279;
1382 Tebriz
66
‫‪Humeynî, Keşfu’l-Esrar’da:‬‬
‫”نحن ال نعطي أية قيمة لرسول الذي لم يتكلم عن الوصية ‪ ,‬نحن نؤمن برب الذي أسس‬
‫أموره على أساس العقل و ال يخالف العقل ‪ ,‬و نحن ال نؤمن برب الذي بنى الحكومة التي‬
‫متكونة من التوحيد و العدل والدين و حاول في خرابها بنفسه و جعل يزيد و معاوية و عثمان‬
‫و آخرين من السراق وال لصوص و من أمثالهم أمراء و خلفاء للناس و لم يعين أحدا بعد‬
‫النبي“ ‪..‬‬
‫‪67‬‬
“Vasiyyetten söz etmeyen bir Nebi’ye asla bir kıymet vermeyiz. BİZ,
İŞLERİNİ AKIL ÜZERİNE BİNA EDİP AKLA AYKIRI DAVRANMAYAN BİR
RABBE İMAN EDERİZ.
Biz, Tevhidden, adaletten ve Dinden müteşekkil olan bir hükümeti bina ettikten sonra, Yezid’i, Muaviye’yi, Osman’ı ve diğerlerini, hırsızıları, yol kesicileri ve benzerlerini; emirler ve halifeler olarak kabul eden ve de Nebi’den
sonra hiç kimseyi ta’yin etmeyen ve kendi kendine bu binayı harap eden bir
62
Rabbe iman etmeyiz.”
‫ و‬, ‫” كيف يرتك الرسول هذا النظام اإلِلي والديين للخائنني واملنافقني الذين كان يعرفهم يف حياته‬
‫على سبيل مثال هناك إدارة و لإلدارة رئيس الذي يديرها و إذا‬, ‫ هذا مستحيل‬. ‫ال يعني أحدا بعده‬
“ ‫ذهب الرئيس خلفه نائبه و إال تتعطل اإلدارة‬
“Rasul, nasıl olur da hayatında tanıdığı hainlere, münafıklara bu ilahî
nizamı ve dini bırakır da kendinden sonra kimseyi tayin etmez?
Bu asla mümkün değildir. Mesela; Orada bir kurum varsa, bu kurumu
idare eden bir reisin olması lazımdır. Reis gidince, onun yerine yardımcısı işlerine bakar ki, yönetim başıboş kalmasın” 63
el-Kuleynî,
،‫"إن الناس كلهم أوالد زنا أو قال بغايا ما خال شيعتنا‬
“İnsanlarının hepsi Şia’mız müstesna evladu beğaya’dır veya evladı
zinadırlar Şiamız hariç. ” 64
Humeynî’nin Keşfu’l-Esrar adlı kitabından okuyoruz:
62
el-Humeynî, Keşfu’l-Esrâr. s.107 (İntişar-i âzadi, Kum)
el-Humeynî, Keşfu’l-Esrâr. s.108 (İntişar-i âzadi, Kum)
64
el-Kuleynî, er-Ravda: c.8,s.135,Vesailu’ş-Şia: c.18,s.463, el-Meclisî, Biharu’lEnvar. c.27,s.231
63
68
”Bir nebi düşünün ki, küçük veya büyük hiçbir şey bırakmasın ki onun hükmünü beyan etmiş olsun, hatta ihtiyaç giderme ve insanın eşiyle baş başa
kalmasnıa ve çocuık emzirmeye dair bilgi, vermiş olsun ve sonra da dinin
ve nebevi davetin, tevhidin ve adaletin üzerine kurulduğu bu kaide hakkında ömrü boyunca tek kelime etmemiş olsun ve ilahî dini bir avuç işgalcinin, ölümünden sonra herkesin bildiği çirkin işleri yapmalarına ve liderlik
hevesine kapılanların arzularına -Sünnet ve Şia’nın tarih kitaplarında anlatıldığı gibi-. maruz bıraksın!
İşte bu durumda böyle bir nebi; yeryüzünün düşünürlerince itiraz konumuna
düşmüş olacak ve kınanacak ve bu insanlar onun nübüvvetini tanımayacaklar ve onun adaletine ve insafına inanmayacaklardır. Bir nebi düşünün ki;
Kim vasiyet etmeden ölürse, [*] cahiliye ölümü üzere ölmüştür, yani kâfir olarak ölmüştür dedikten ve Allah kendisine vasiyyet için emir ettikten ve kendisini ayetlerle gönderdikten sonra dahi bu işle ilgili ki, bu işte işlerin en
önemlisi ve bununla vasiyet bulunmak da her şeyden daha önemli ve in[*]
Arapça’ya tercümede ya da baskıda bir problem olsa gerek. Bundan kasıd;
“Rasulullah’ın “vasiyet etmiş olduğu bir imamdır Yani Ali İbn Ebi Talib..”
69
sanların en çok ihtiyaç duydukları bir şey olmasına rağmen, Allah sözüyle
amel etmemişse; acaba böyle bir nebiye verilecek her habngi bir itibar var
mıdır?
Biz; işleri akıl esası üzerine bina edilmiş ve asla akla muhalif davranmayan
bir rabbe ibadet ederiz.
Kendisine ibadet edilmesi için görkemli ve adaletli […]”
65
“
“[..]..bir tedeyyünden oluşan bir bina inşa edip sonra da onu kendi elleriyle
harap edip Emirliği; ebediyen; Yezid’e, Muaviye’ye, Osman’a ve emsali saldırganlara verip de Nebi’den sonra insanlar tarafından matlup olanın (arzu
edilenin)ne olduğunu belirlemeyip veren bir Rabbe ibadet etmeyiz.” 66
Ni’metullah el-Cezâirî anlatıyor:
‫ فأمر غلمانه‬،‫"إن علي بن يقطين وزير الرشيد اجتمع في حبسه جماعة من المخالفين‬
"‫وهدموا أسقف المحبس على المحبوسين فماتوا كلهم وكانوا خمسمائة رجل‬
“Harun er-Reşîd’in veziri Ali İbn Yaktîn [H.124-182] hapsi esnasında muhaliflerden [Ehl-i Sünnet] bir cemaatle bir araya konuldular. Vezir Ali İbn
Yaktîn emrindeki gençlere emretti, hapishanenin çatısını mahkûmların üzerine yıktılar, hapsi öldü. Sayıları beşyüz kişi idi.” 67
Bunu hangi akideye dayanarak yapıyorlar?
‫ ما تقول في قتل الناصب؟‬:-‫عليه السالم‬- ‫ قلت ألبي عبد اهلل‬:‫فعن داود بن فرقد قال‬
‫ فإن قدرت أن تقلب عليه حائطًا أو تغرقه في ماء‬،‫ ولكني أتقي عليك‬،‫ حالل الدم‬:‫فقال‬
"‫لكيال يشهد عليك فافعل‬
“Davud İbn Ferkad’dan; Dedi ki: Ebu Abdillah dedim ki; nasıbî’nin öldürülmesine ne diyorsun? Dedi ki: kanı helaldir Fakat ben sana karşı bir şey olmasından korkuyorum. Eğer gücün yeterse bir duvarı onun üzerine yıkmaya duvarı üzerine yık veya suda onu boğ ki aleyhine şahidlik edenmesin.” 68
65
66
67
68
el-Humeynî, Keşfu’l-Esrar:s.116 (alfeker.net)
el-Humeynî, Keşfu’l-Esrar:s.117 (alfeker.net)
Nimetullah el-Cezairî, el-Envar en-Nu’maniyye: c.3,s.308
el-Meclisî, Biharu’l-Envar: c.27,s.231, Vesailu’ş-Şia: c.18,s.463
70
Tabiî mümkün mü sizin; Buharî, Müslim, eş-Şafiî, el-Evzaî veya ezZuhrî varken (Allah onların hepsinden razı olsun ve düşmanlarını hidayete
erdirsin) Ehl-i Beyt Mektebini eleştirmeniz..! eş-Şafiî hakkında Nasr Hamid
Ebu Zeyd’in zalimce eleştirilerini alıp bu değerli İmamı küçülttüğünüz gibi,
acaba Şia’dan da her hangi bir Merci’ hakkında aynı sözleri söyleyebilir
misiniz?
eş-Şafiî’yi “Kureyş İdeolojisi”ni Din haline getirmekle suçlayan Nasr
Hamid, “nassların tamamını iptal etmeyi ve çağın seline kapılmadan bu
“nassları” (Kitap ve Sünnet) ortadan kaldırmayı teklif ediyordu, Muhammed
Arkoun’un Kur’an nasslarının yeniden tedvinini teklif ettiği gibi. Aynı adamlar, asla bir gün Tevrat ve İnciller için aynı şeyi söylemediler. Neden, zira
bu düşüncenin aslı ve kaynağı Yahudilik de onun için. İslamoğlu nereden
bulup taşıyor bu değirmenin suyunu acaba?
M.İslamoğlu’nun Allah’ın Rasul’üne (sallallahu aleyhi ve sellem) adı anıldıkça salâvat getirmeyi” yağcılık addetmesinin temelinde, Taha
Abdurrahman’ın düşünceleri yatmaktadır. Ama doğrudan Taha
Abdurrahman gibi, ‘Kur’an hakkındaki kudsiyyet ifadelerini reddediyorum’
diyemediği için, hadis’in “nass”laştırıldığını -Nasr Hamid Ebu Zeyd gibisöyleyerek, bilenlere mesaj, bilmeyenlere de Hermenötik ustalık taslamaya yelteniyor.
M.İslamoğlu, adı konulmamış bir savaşın kahramanı (!) gönlü yâd ellerde, bizi de Şia’yı da kardeş görüyor. Ama hep bizlere hakaret ediyor.
Sanırım bunları düşünecek zamanları vardır ve kendisini hesaba çekilmeden hesaba çekecek bir firaset sahibidir. Çamurun cıvıklığını daha da artırmaya lüzum yok. Gelin kendinize daha fazla yazık etmeyin. Nasr Hamid
(benim hocamdı) eş-Şafiî’yi lekelemek için onun gibi saldırmayın, geleceğinizi düşünün, yanlış bir yoldasınız. Nefsiniz, aklınızın başına bela olmuş
kardeşim, gözünüzdeki çapakları silin hakikatın şafağının ışıklarını görün..!
71
IV
ÂLİMLERİMİZİ VE SAHABEYİ TEKFİR EDENLER VE
M.İSLAMOĞLU
Türkiye’de yıllardır, demokrasinin ve laikliğin güvencesiyle; Kur’an’ın
sahih tefsiri ve ‘te’vili, TV ekranlarında -hâşâ- linç edilmektedir. Maal’esef,
bazı Müslümanlar; bu linçin “dâll” ve “mudill” önderlerine, çok büyük değerler ve anlamlar yüklediler. Şimdi ise bunlar; Şam beldesini, Allah’ın kitabını
tahrif eden ve günlerdir Irak şehirlerini ayağa kaldıran ve Bağdad sokaklarında sahabeyi alenen tekfir edenlerin ellerine teslim etmek istiyorlar. Bu
adamlar Türkiye için de aynı şeyi düşünüyorlar.
Günü gelince bize; ‘burası bir zamanlar Perslerindi, Türkiye’de
milyonlarca Alevi var, buranın da Suriye gibi olmasını istemiyorsanız,
Türkiye üzerinde İran’ın otoritesini kabul etmek zorundasınız” diyeceklerdir. İran ile Türkiye Alevileri arasındaki ilişkilerin son yıllarda kazandığı ivme; “İran Ayetullahlarının “Elli Yıllık Plan”ın (‫الخمسينية‬
‫ )الخطة‬69 ya-
vaş yavaş Türkiye’de de sahneye konduğunu göstermektedir.
İstanbul Halkalı’da Avrupa’nın en büyük Şiî Merkezi’nin inşasına AKP
döneminde izin verilerek başlandı. Şimdi de birileri Erdoğan’a; ‘Suriye’ye
karışma, İran’ın otoritesiyle oynama’ diyorlar. Kimler bunu diyor? Milyonlarca Müslüman’ı, hunharca katleden; tağut Şah İsmail’in davasını güdenlerin kılıcını sallayan adamlar söylüyor.(*)
M. İslamoğlu buna bir misal; hem de Cuma namazı hutbesinde, Suriye’yi İran’a teslim etme cömertliliğinde (!) bulunuyor70.] Hani es-Sistanî’yi
69
[http://www.waqfeya.com/book.php?bid=6844]
(Bu konuda aşağıdaki sitelere bkz: www.dd-sunnah.net/forum/showthread.php?t
arabic.rt.com/.../99384
Bkz.Hasen Nasr’ın İmamiyye ve Velayet-i fakih devleti hakkındaki sözleri:
(http://www.youtube.com/watch?v=OvS_wRFOWiM)
(*)
Mısır’da da “Mısır Şiî Yüksek İslam Meclisi; Muhammed Takiyuddin el-Muderrisî
başkanlığında 5 Milyon Dolarlık bir bütçe ile Mısır’ın beş Vilayetinde ve bazı köylerinde tasavvuf kutuplarının (!) kabirleri ve türbeleri civarında; [İmam Selame Rıza, eşŞazelî, Ebu’l-Azaim, Salih el-Ca’ferî, Ali Zeyenelabidin İbn Ali, Muhammed İbnu’lHanefiyye ve Malik el-Eşter’in kabirleri buna misaldir] “Huseyniye”ler inşa ettiler.
Bkz. (http://almesryoon.com/permalink/101732.html#.UTGfGTBvB6o)
70
[https://www.youtube.com/watch?v=t-X3gab4eOU
72
İslam âlemine imamlık edecek zat görüyorsunuz ya, bırakın bunu ya o, ya da
Ali Hameinî söyleseydi bu sözleri.
Kur’an’ın te’vilinde bütün Batınî fırkalara parmak ısırtanlar, Biladu’şŞam’ı Ebu Bekr’in ve Ömer’in (radiyallahu anhuma) düşmanı TEKFİRCİLERE hibe ediyor.
Bkz. Ebu Bekr’i ve Ömer’i tekfir (radiyallahu anhum): (Dört Put’tan Ebu Bekr, Ömer, Osman, Muaviye’den- (!) beraet ilanı
‫ والنساء‬،‫ أبي بكر وعمر وعثمان ومعاوية‬:‫ أننا نتبرأ من األصنام األربعة‬:‫وعقيدتنا في التبرؤ‬
‫ وأنهم شر خلق اهلل‬،‫ ومن جميع أتباعهم وأشياعهم‬،‫ عائشة وحفصة وهند وأم الحكم‬:‫األربع‬
.‫ وأنه ال يتم اإليمان باهلل ورسوله واألئمة إال بعد التبرؤ من أعدائهم‬،‫على وجه األرض‬
“Ve bizim akidemiz: Biz, dört Puttan teberi ederiz; Ebu Bekr, Ömer, Osman
ve Muaviye: kadınlardan da dördünden teberri ederiz; Aişe, Hafsa, Hind ve
Ummu’l-Hakem ve onlara uyanların hepsinden ve taraftarlarından teberri
ederiz. Onlar; yeryüzünde Allah’ın yarattığı en şerli mahlûklardır, Şu bir
gerçektir; Allah’a, Rasule ve imamlara iman ancak onların düşmanlarından
beri olduktan sonra tamamalanaır.” 71
el-Meclisî, aynı akideyi Biharu’l-Envâr da da dile getirir:
“Üç’ün küfrü babı: Ebu Bekr, Ömer ve Osman nifakları ve amellerinin çirkinliği ve kötü olan izleri (eserleri) ve onlardan beri olmanın fazileti.. ” 72
Bu konuda 173 hadis vardır, dedikten sonra, onların lanetlenmesinin
faziletlerinden söz eder.
Muhammed İbn’un-Nu’man (el-Mufîd, Ö.413 Hicri) Ebu Bekr ve
Ömer’in -hâşâ- müşrik olduklarını, hatta Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
zamanında dahi nifaklarını zahir olduğunu söylüyor. 73
‫ أليس قد اجتمعت األمة على أن أبا بكر وعمر كان ظاهر مها االسالم ؟ فقال له‬: ‫وقد سأله رجل‬
‫ فأما أن يكونوا مجمعين على‬، ‫ نعم قد أمجعوا على أهنما كانا على ظاهر االسالم زمانا‬: ‫الشيخ‬
‫ التفاق أنهما كانا‬، ‫أنهما كانا في سائر أحوالهما على ظاهر االسالم فليس في هذا إجماع‬
‫ إنهما كانا بعد إظهارهما االسالم على ظاهر‬: ‫ ولوجود طائفة كثرية العدد تقول‬، ‫على الشرك‬
‫ وإنه قد كان يظهر منهما النفاق يف حياة النِب صلى اهلل عليه وآله وسلم‬، ‫كفر بجحد النص‬
71
Muhammed Bakır el-Meclisî, Hakku’l-Yakîn: s.519
72
Muhammed Bakır el-Meclisî, Bihâru’l-Envâr. c.30,s.145
el-Mufîd, el-Fusûl el-Muhtare: s.8
73
73
Hatta el-Beyadî el-Âmulî (Ö.H.877) Müslümanların Halifesi Osman
İbn Affan (radiyallahu anhu) hakkında şu iğrenç, edeb ve insaf dışı hayâ perdesini yırtan iftirada bulunabiliyor:
“ O [Osman]na zina etmiş bir kadın zina hadd’i vuruluması için getirildi, o da
ona cinsel olarak yaklaştı ve sonra onu recmetti.” 74
Nimetullah el-Cezâirî’nin, Ebu Bekr (radiyallahu anhu) hakkında söylediklerini dinleyin!
“Haberlerde nakledildiğne göre, ilk Halife Rasulullah’la beraberken bile cahiliye döneminden kalma bir iple boyununa bağlı olan bir puta ibadet ediyordu. Onu elbisesiyle gizliyordu. Secde ettiğinde, o putu kasdederek secde ediyor: Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) ölünceye kadar böyle yaptı.
Onlar bundan sonra kalplerinde olanı izhar ettiler. Daha önce onların ahvalinden söz edilmişti.” 75
Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) dilediği gibi ve dilediği kadar salâvat getiren Müslümanları “yağcılık” ve hâşâ riyakârlıkla suçlayan haddini
aşan bir adam, acaba Safevilere Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
Şam’ını nasıl peşkeş çekme yağcılığında bulunmamış oluyor?
M.İslamoğluna tavsiyemiz; eğer Şia’nın akidesini okuyor iseniz, neyle
muhatap olduğunuzu çok iyi biliyorsunuzdur demektir. Lütfen bize İran’ın
“en yüce ve kutsal devlet” yağcılığını bırakın da vicdanınız ve cesaretiniz
varsa, bir de onların akidesini Kur’an’a arzedin.
Buhari, Müslim ve el-Evzaî ve eş-Şafiî gibi İmamlarımıza dil uzatıp da
kendinizi helak edeceğinize, Suriye gibi bir ülkeyi kendilerine hediye ettiğiniz adamların akidesinden de bir söz edin de görelim..! Gerçekten kim olduğunuzu ve kendinizi nasıl perişan ettiğinizi bu yöntemle görsün insanlar? Hem de sizin dilinizden sizi eleştirenlerin dilinden değil.
Eğer ilme saygınız varsa ve Allah’a ve kitabına gerçekten iman ediyorsanız, TV kanalınızın karşısında oturup bir kez de olsa el-Kuleyni veya
el-Meclisî’nin ya da benzeri Şiî âlimlerin Kur’an’a aykırı olan akidelerinden
söz etmenizi bekliyoruz. Hani yağcılığı sevmiyorsunuz ya! Buna da cesaret edeceğinize inanmak istiyoruz.
Buharî’nin hadisleri karşısında kopardığınız içi boş, kuru, temeli çürük yaygaralarınızdan bir tanesini de bu akidenin bazı âlimlerinin rivayetleri
hakkında koparmanızı istiyoruz. Mesela; el-Kuleynî’nin (Ebu Ca’fer el74
Ali İbn Yunus el-Âmulî el-Beyâdî, es-Sıratu’l-Mustekîm İlâ Mustahikkiyi’t-Takdîm:
Thk. Muhammed el-Bakır el-Behbudî, c.3,s.30; el-Mektebetu’l-Murtadaviyye Li İhyai’lÂsâr el-Caferiyye,1.bsk. H.1384
75
el-Envâr en-Nu’maniyye: c.2,s.111
74
Bakır’dan rivayet ettiği) Ebu Hanife [hani kendinizi kendisine benzettiğiniz]
ve Süfyan es-Sevrî hakkındaki tekfir hükmünü?
‫ (إنما أُمر الناس أن‬:-‫وهو مستقبل الكعبة‬- ‫الكليني بسنده إلى أبي جعفر الباقر أنه قال‬
‫ار ل َمن‬
ٌ ‫ َوإِني لَغََّف‬: ‫ وهو قول اهلل‬،‫يأتوا هذه األحجار فيطوفوا بها ثم يأتونا فيعلمونا واليتهم لنا‬
ِ
:‫ثم قال‬.‫ إلى واليتنا‬-‫ [ ثم أومأ بيده إلى صدره‬28:‫صالِ ًحا ثُ َّم ْاهتَ َد ] ط ه‬
َ ‫آم َن َو َعم َل‬
َ َ‫ت‬
َ ‫اب َو‬
‫الثوري في ذلك‬
‫ثم نظر إلى أبي حنيفة وسفيان‬
ّ ‫يا سدير ! فأُريك‬
ّ
ّ ‫الصادين عن دين اهلل؟‬
ٍ ‫ هؤالء الصا ّدون عن دين اهلل بال هدى من اهلل وال‬:‫ فقال‬،‫الزمان وهم ِحلَ ٌق في المسجد‬
‫كتاب‬
‫ إن هؤالء األخابث لو جلسوا في بيوتهم فجاء الناس فلم يجدوا أحداً يُ ْخبِ ُرهم عن اهلل‬.‫مبين‬
‫تبارك وتعالى وعن رسوله صلى اهلل عليه وسلم حتّى يأتونا فنخبرهم عن اهلل تبارك وتعالى وعن‬
‫رسوله صلى اهلل عليه وسلم‬
“Ebu Ca’fer Ka’be’ye doğru bakıyorken şöyle dedi: İnsanlar ancak şu taşlara gelip tavaf etmek sonra da gelip velayetlerini bize bildirmekle
emrolundular.
İşte bu, Allah’ın şu sözünün anlamıdır:
‘Ben gerçekten tevbe eden, iman eden ve sonra da Salih amel işleyip hidayete erenler için çok bağışlayıcıyım’
[Taha:86]
Sonra eliyle göğsüne işaret ederek; bizim velayetimize dedi.Sonra Ey
Sudeyr..! Sana Allah’ın dininden insnalrı saptıranları gösteryim mi dedi?
Sonra o sırada Mescidde halka olup oturmuş olan Ebu Hanife ve Sufyan
es-Sevrî’ye baktı, İşte onlar, yanlarında hiçbir hüda ve apaçık bir kitap olmadan Allah’ın yolundan saptıranlardır.
Onlar pis olan kimslerdir, eğer evlerinde otursalardı ve insanlar da gelip onlardan kendilerine Allah’ın dinindenhaber vermelerini isteselerdi, kendilerine
Allah’ın dininden ve Rasulü’nden haber verecek kimse bulamazlardı, bize
gelip sormadıkça: Bize gelselerdi biz onlara Allah’tan ve Rasulünden haber
verirdik.” 76
“Ben Şiî olabilir miyim?” diye dinleyecilerinize şaşırtıcı sorular soracağınıza; TV ekranından, Şii değilseniz, Kur’an’ın razı olduğuna ve Allah’ın takdirine “itiraz” edenlerin buna rağmen (Şia ve Ehl-i Sünnet) nasıl
Müslüman olduklarını siz ispat ediniz? Bu itirazın ne demek olduğunu da
Kur’an’ın hükmüne göre tartın ve adını koyun..!
Siz neden Şiî olacakmışsınız ki diye soruyorsunuz, değil mi? Elinizdeki mantık ve cedel silahlarının çoğu Şia’nın ya da “akılcılar”ın kullandığı
76
el-Kuleynî, el-Kâfî: c.1,s.457
75
malzeme. Buharî’nin hadislerini Kur’an’la karşılaştırdığınız gibi, Müslim’in
hadislerini hiçe saydığınız gibi, aynı cesur çıkışlarınızı Şia’nın kaynakları
hakkında da yapmanızı bekliyoruz.
Bin ikiyüz yıldır Müslümanlarla savaşan bir mezhep, Müslümanların
Moğollarla ve Haçlı Avrupa ordularıyla savaşlarında hep arkadan vurmuşken; şimdi ABD’nin, Rusya’nın ve Batı’nın rızasıyla futuhâtlara çıkmasının
zamanı geldiğini söylemeye mi çalışıyorsunuz? Evet, Şia artık zuhûr-u
Mehdî çağına girdiğimiz için açık bir savaş çağına girdiğimizi söylüyor. Onlar daha annesinden hiç doğmamış bir Mehdi için savaşıyorlar ve saklandığı yerden çıkmasını bekliyorlar. O çıkmazsa ona inaden biz zuhur edeceğiz ve gerekirse, her yanı kana boyayacağız ve her yeri Kerbela’ya çevireceğiz. “Her gün Aşura her gün Kerbela” sözü ne demektir?
‫التام واالستعداد الكامل لنصرة اإلمام المهدي‬
ّ ‫المطلوب من المنتظر أن يعيش حالة‬
ّ ‫التأهب‬
‫ يكون كالجندي‬، ‫ وما يتطلب ذلك من االعداد النفسي والمادي معاً بحيث‬، ‫السالم‬
ّ ‫عليه‬
‫ وإلى هذا المعنى يشير حديث اإلمام‬.‫الذي ينتظر قائده لخوض معركه حاسمة فاصلة‬
ً‫ ليع ّد ّن أحدكم لخروج القائم ولو سهما‬: « ‫السالم‬
ّ ‫الصادق عليه‬
“Muntazırdan [Mehdi’yi bekleyen] istenen; Medi’nin zaferi için her zaman
SAVAŞA ÇIKACAKMIŞ GİBİ tam bir hazırlık içinde olmaktır. Bunun için de
ruhi ve bedenî olan bütün hazırlıklarını yapmalı ki, tıpkı kesin kazanılacak
bir savaşa girecek olan komutanını bekleyen bir asker gibi olmalı. İşte
İmam es-Sadık’tan gelen rivayet bunu haber vermektedir: Her biriniz
Kâim’in çıkışı için hazırlık yapmalıdır velev ki bir ok da olsa.” 77
Hâlbuki şer’î olarak hiçbir Müslüman; Huseyn’i (radiyallahu anhu) katledenlerin gübahından tasdik etmediği ve bundan razı olmadığı sürece Allah
katında onun katlinden sorumlu değildir. Ama Aşura matemleri, Ali’yi sevdiğini söyleyen ve İslam dışı dinlerden kalma “tatbîr”i (kendini dövme ve
kendine kılıçlarla eziyet etme) yapanların bunu Şemr İbn Zulcevşen’in zatında bize yönelik intikam ve katliam provaları olarak yapmaktadırlar.
Yezid’in zalim askerlerinin şehid ettikleri Huseyn’in (radiyallahu anhu) intikamı; için söylenen “Ya Le Se’rati’l-Huseyn” narasının anlamını bilirsiniz
herhalde?
Suriye’de el-Kusayr şehri düştüğünde; Ehl-i Sünnet’in minarelerine
(Halbuki el-Kusayr, Temmuz savaşında Hasen Nasr’a en çok destek veren
şehirlerden biriydi) “Ya Huseyn” bayrağı asmak hangi İslam kardeşliğinin
ve hangi vahdetin ispatıdır? Ya Huseyn diyerek Allah’a şirk koşan bağî ve
sapkın bir taifenin desteğinde Müslümanların namusları kirletildi.
M.İslamoğlu Beşşar el-Esed’i güya kınıyordu. Ama Hasen Nasr ve hizbinin
77
en-Nu’manî, Kitabu’l-Ğaybe: c.10,s.320 (bkz.
http://rafed.net/books/aqaed/ghaybat-alimam-mahdi/10.html)
76
kiminle savaştığını bildiği halde bir tek kelimeyle bu savaşın hakikatine
dair konuşmuyor.
M.İslamoğlu da tıpkı Y.N.Öztürk gibi “ağababaları” gibi değersiz ve
sokak kabadayılarının kullandığı kaba ve argo sözleri kullanarak, kendisini
eleştirenlerin ve sevmeyenlerin “ağababaları”ndan (!) söz ediyor. İnsanlara
hakaret ederken; milyonlara hitap ettiğini, kendisini âlim ve sade birçok
insanın kendisini izlediğini galiba unutuyor. M. İslamoğlu, Suriye’deki rejimin geçmişi ve Nusayri akidesi hakkında hiçbir bilgiye sahip mi olmadığından böyle konuşuyor yoksa şuurunu kaybettiği için mi ya da kendisinin
“AĞA BABALARI” böyle istediği için mi Suriyeyi İran’a hibe etmeyi ümmete teklif ediyor? Herkese bir “ağa baba”-(ne kadar kaba bir söz)- bulan
M. İslamoğlu’nun ”ağababaları” kim[ler] acaba?
M.İslamoğlu vb. kalem sahipleri ve kimseler; ümmet için çok kötü bir
örnek olmakta ve İslam’ın güzel yüzüne leke sürmekteler. Çünkü gazaba
geldiklerinde murarızlarını en çirkin sıfatlarla anmaktan hiç çekinmiyorlar,
teşeffi’de -kinini soğutmak- bulunuyorlar.
Yezid’in zulmünü ve vahşi askerlerinin zulmüne hayır dediğimizi ve
bunu Müslümanların tarihindeki en acı günlerden birisi olduğuna inandığımızı kabul etmezler. Bunun içindir ki sürekli olarak Kerbela intikam ateşini
tutuşturuyorlar ve Huseyn’in intikamının provalarını yapıyorlar. Hâlbuki
Huseyn’e güya bey’at için “on iki bin mektup” gönderip kendisine hiyanet
edenler, Ali’nin Şia’sıydı. Huseyn’i katleden de Şamr İbn Zulcevşen’di o da
Ali’nin beyatlısı ve Ali’in ordusundaki askerlerden birisiydi. Tıpkı Osman’ın
kellesini tutup da kestiren Malik el-Eşter gibi. Ali, Malik’i Hilafetinde Mısır
ordusunun başına getirmişti. (*) O da ona “kısas” uygulamamıştı. Cemel
günü Ali’yi zor durumda bırakacak olan da yine Malik el-Eşter’in ve arkadaşlarının komplosu değil miydi?
(*)
Malik İbn Haris el-Eşter, İslam furhatların ne önde gelen yiğitlerindendir. Kadisiyye
savaşında Neha kabilisinden iki bin dörtyüz kişinin başında yiğitçe savaştı. Ermenistan’ın fethinde bulundu ve Musul’un fethinde Ermenistan Kral Yurnik’i öldürdü. Ebu
Bekr zamanında Diyarbekr’i savaşmadan fethetti. Ali (radiyallahu anhu) ile birlikte
Cemel ve Sıffîn vakalarında bulunmuştur. H. 38 yılında Kızıldeniz civarında (Suveş)
içtiği bir bal şerbetinden sonra ölmüştür. Zehirlendiğini söyleyenler de olmuştur.
Ancak bütün bunlara rağmen Şia kaynaklarında, onun Ali ile derin bir ihtilaf içinde
olduğu yazılır. Hatta Ali, Abdullah İbn’ul-Abbas’ı Basra’ya, kardeşi Ubeydillah’ı da
Yemen’e, Kusm İbnu’l-Abbas’ı da Mekke’ye vali tayin edince Malik Ali’ye itiraz eder
ve şöyle der:
“Madem öyle, o zaman Şeyh’i (Osman’ı) dün ne diye öldürdük?” Yemen Ubeydullah’a,
Hicaz Kusm’a. Basra Abdullah’a, Kufe Ali’ye ha..demiştir.”
(bkz.
Şerhu
Nehci’l-Belağa,
el-Meclisî,
Biharu’l-Envar:
c.9,s.727,c.32,s.539,c.33,s.313 Tebriz bsm. Ayrıca bkz. İbn Hacer, el-İsâbe:
c.3,s.482)
Ali’nin Ebu Musa el-Eşarî’yi hakem tayin etmesine karşı çıkmıştır. ( el-Meclisî,
Biharu’l-Envar: c.1,s.86,101;Muessesetu’l-Vefa, Beyrut) Emalî et-Tusî: s.68,
Mektebu’l-İrfan, Kuveyt )
Biharu’l-Envar; c.32,s.367-381 Hz. Ali’yle Muaviye’ye Cerir’i elçi göndermemesi üzerine tartışması..
77
Şia; akidesini birçok hurafe üzerine bina etmiş ve İslam akidesi üzerinde; en büyük Batınî, yıkıcı ve akılları ifsad edici mücadeleyi sürdürürken, İslamoğlu; Şiî ve tekfirci olmadığını, bağırıp durduğu halde, bizleri
İran’ın köleliğine davet ediyor. Savaş çok büyük ve çok sinsi; tuzaklar aldatıcı, akılcılık ve mantık oyunlarıyla kurulmuş, tarih alt üst edilmiş, hak ile
batıl birbirine karıştırılıyor.
Tahran’da Ehl-i Sünnet’in bir tek Cuma Camisi bile yokken, İslamoğlu
Şam’ı Ebu Bekr’in ve Ömer’in (radiyallahu anhuma) düşmanı TEKFİRCİLERE hibe ediyor. İşte Şia’ya Türkiye’de zemin hazırlayan ve Batınîliği
zavallı insanlarımıza Meâli üzerinden “tereyağından kıl çekme” misali tezgâhlayan M. İslamoğlu’nun Müslümanlararası “vahdet” ve “kardeşlik”
projesi..
Suriye üzerinde İran’ın “nüfuzu”nu kabul etmek..Peki, o zaman İran’ın
neden hâlâ BM üyesi olduğunu da bu akla göre izah edebilir mi? Bu sözleri söyleyen insan, İran’ın; İslam ve Kur’an namına Baas (Nusayri) rejiminin
(*)
hâkimiyetindeki Suriye’de İslam için neler yaptığını gösterebilir mi? Bugüne kadar İran, Şam beldesinde hangi İslam’ın yanında oldu? Şirk koşulan makamları ihya ediyorlar. Sahte sahabe ve Ehl-i Beyt mezarları ihdas
ediyorlar ve ümmet arasında propaganda ve paraları ile fitneye sebep oluyorlardı.
Biz, İran’ın Safevî yayılmacılığından söz ettiğimizde; bizi bağnazlıkla
ve mezhepçilikle suçlayan zalimler, M.İslamoğlu’nun sözüne ne diyecekler? İran’ın devrimden sonraki rolüne sahip çıkmak mücerred bir duygusallık değil, aynı zamanda Şam diyarında Nusayrîlerin elli yıldır akıttıkları
kanların ve heder ettikleri ırzların da sorumluluğuna ortak olmaktır.
Kimi siyaset şarlatanı ve Rafızilerin maskarası haline gelmiş kimseler; Suriye’de “kardeş kardeşi öldürüyor” diye ağızlarında bâtılı geveliyorlar. Suriyeli Müslümanların gözleri mi kör olmuştu ki, Suriye’nin
“S”sinden haberi olmayan zavallı Türkiye Müslümanından daha mı az görüyorlardı ülkelerinin gerçeklerini?
Şam beldesinde Nusayrî Karmatî devletine karşı savaşanları “TEKFİRCİLER” diye suçlayan İran’ın papağanları, sahabeyi tekfir edenlerin
tekfirciliklerine hangi kılıfı bulacaklar?
Ahmed İbn Hanbel (rahimehullah) sahabeyi tekfir edenler hakkında
şöyle der:
‫ سألت أبا عبد اهلل عمن يشتم أبا بكر وعمر‬: ‫روى الخالل عن أبي بكر المروذي قال‬
‫ أخبرني عبد الملك بن عبد الحميد‬: ‫ وقال الخالل‬. ‫ ما أراه على اإلسالم‬: ‫وعائشة؟ قال‬
(*)
Nusayrilerin (Alevi adını aldıktan sonra) gerçek siyasi tarihi, Fransız işgal ile başlar.
78
‫ من شتم‬: ‫ ثم قال‬، ‫ سمعت أبا عبد اهلل قال من شتم أخاف عليه الكفر مثل الروافض‬: ‫قال‬
‫أصحاب النبي صلى اهلل عليه وسلم ال نأمن أن يكون قد مرق عن الدين‬
“el-Hallal, Ebu Bekr el-Mervezî’den naklediyor:
Dedi ki; Ebu Abdillah’a Ebu Bekr, Ömer ve Aişe’ye sövenleri sordum. Dedi
ki onları İslam üzere görmüyorum. el-Hallal yine dedi ki: bana Abdulmelik
İbn Abdilhamid haber verdi; Dedi ki: Ebu Abdillah’ı işittim; dedi ki kim onları
kınarsa, Rafızîlerin yaptığı gibi, onun kâfir olmasından korkuyorum. Sonra
dedi ki: Kim sahabeye söverse onların Dinden çıktıkları konusunda kuşku
duymamak konusunda emin olamayız.” 78
Suriye’de İran’ın Müslümanlara her hangi bir yardımından söz edebilirler mi? İran insanları İslam’a değil, sahabeyi tekfire davet ediyor ve Müslümanlar arasında kanlı kavgalaların ve savaşların senaryosunu devreye
sokuyor. Afrika’da Şia, hangi ABD’nin ve Siyonist İsrail’in karşısındaymış
bunu göremezsiniz. Afrika’da teşeyyu’ hiç de İran’daki ABD karşıtı (**) söylemleri kullanmıyor. Hatta bazı ülkelerde bilinmemek için Şia davetçileri
sarıklarını bile çıkarıyorlar.
Kırk yıldan fazladır Suriye’de ırzları ve canları tasallut altında olanlar
kim? İmamet’i ve ma’sumiyeti kabul etmeyen İslamoğlu; nasıl oluyor da
“Ma’sum İmamlık” nazariyesine iman edenleri Şam üzerinde hak sahibi
görüyor? Acaba Şia’yı, İslam tarihinde Şam’a varis kılacak her hangi bir
cihadından söz edilebilir mi? el-Kâim gelmeden hiç kimsenin sancak kaldıramayacağını M. islamoğlu mutlak biliyordur. Şia’da ma’sum 12. İmam
gelmeden “savunma” müstesna, hiç kimse cihad ilan etme hakkına sahip
değildir. Bunun içindir ki, Müslümanların bütün fetihlerini nefretle reddederler ve Batılılar karşısında Sünnet Ehl-i gibi fetihçi olmadıklarıyla övünürler.
Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) dilediği gibi ve dilediği kadar salâvat getiren Müslümanları yağcılık ve hâşâ riyakârlıkla suçlayan ve haddini aşan İslamoğlu, acaba Safevîlere Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve
sellem) Şam’ını nasıl peşkeş çekme yağcılığında bulunuyor ki? Salâvat
getirmede insanları cimriliğe teşvik eden adam, Şam’ı yağmasıymış
gibi İran’a cömertçe hibe ediyor.
EMİRU’L-MU’MİNİN, âdil Halife Ömer’in (radiyallahu anhu) ve mübarek
sahabenin fethettİği toprakları; onlara en azgın bir tarzda düşmanlık eden
ve onların Rasulullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra mürted olduklarını
söyleyen bir kavme hediye ediyor. Müslümanların vahdetinden yana olduğunu “vahdet” aşkıyla tutuştuğunu söyleyenlerin; ümmeti nasıl birbirine
78
el-Hallal, es-Sunne: c.2,s.557,558
Eritre’de İran ve İsrailin askeri kampları bulunmaktadır. Birbirine düşman iki ülkenin Eritre toprakları üzerinde nasıl oluyor da askerî eğitim verdikleri kampları bulunuyor? Dehlek adalarını (Kızıldeniz) İran kiralamıştır ve orada geleceğin savaşçıları ve
suikasd komandolarını yetiştiryor.
(**)
79
düşürdüklerinin ise kimse farkında değil. Peki, Sahabe’nin fethettiği ve
küfrden İslam’a çıkardığı ve İslam’la imar ettiği İran’ı gerçek sahiplerine
vermeyi neden teklif edemiyorlar?
İslamoğlu, kendi dışında Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatın, birçok âlimini
tahkir etme cesaretini nereden alıyor? Kendisini eleştirenlere yahut da dil
uzatanlara en ağır ve kimi zaman da en iğrenç nitelemelerle cevap veriyorken79 İbn Teymiyye (rahimehullah) ile ilgili söyledikleri ise, asla ilimden
zerre kadar nasibi olan bir kimsenin söyleyebileceği sözler değildir. Acaba
neden hasım edindiği ya da hasımları olarak gösterdiği kimselerin kendisini eleştiri haklarını gaspetmeye çalışıyor? Neden bu konuda kendisini “la
yu’sel” sanıp eleştirenlerini ağır bir dille kınıyor?
Birlikte dinleyelim Buharî nakidi M.İsamoğlu’nu: Kendisine Şiî yakıştırmasında bulunanlara nasıl cevap veriyor:
“..Beni Şiî ilan etmiş bir çömez, bir ahlaksız..Düne kadar ağa babaları
saldırırdı üstüme, şimdi çömezlerini saldırtıyorlar üzerime, terbiyesizler.! Ciddiye almamıştım, şöyle bir iki soru gelince, demek ki insanlar bu tür
zevzeklikleri ciddiye alıyorlar.
Allah aşkına benden Şiî olur mu?.. Benden Şiî olur mu?” Şia’nın bir numaralı akidesi imamettir.(*) Benim imamet teorisine (**) evet diyebileceğimi tahayyül ve tasavvur edebiliyor musunuz? Şia’nın akidelerinden biri de vasiyettir.
Benim Allah Rasulü’nün bir sultan gibi, yerine bir veli ahd tayin edebileceğine inanmama inanıyor musunuz? Böyle bir şeye benim gibi bir insan inanabilir mi? Peygamberlikle saltanat, imametle saltanatın [*] birbirine sürtsen bile bulaşmayacak olduğununun kitabını; yirmi bir yıl evvel
79
Cemaleddin’i Afgani’yi karalayanlar videosu
[http://www.youtube.com/watch?v=qatUcPi5w7g
bunun
açık
bir
misalidir.
(*)
“İmamete ehliyeti olmadığı halde imamet iddiasında bulunan kâfirdir.” elKuleynî, el-Usulu Mine’l-Kâfî. c.1,s.373 (Muhammed İbn Yahya rivayeti)
(**)
Muhammed Bâkır el-Meclisî, onbirinci İmam el-Hasen el-Askerî’den rivayet ediyor:
“Bizim ana rahmine hamledilmemiz;-yani imamlar- annelerinin karnındaki rahimden olmaz. Aksine kenardan olur. Biz rahimin haricinden ana rahmine
düşmeyiz. Doğrusu annelerin baldırından oluruz. Çünkü biz İmamlar Allah’ın
nurundan oluruz. Bunun için o bizi kazurat ve necasetin olduğu yerden uzak bir
yere koyar.” (Hakku’l-Yakîn: s.126)
‫ عن اإلمام الحادي عشر؛‬،)681 :‫يروي العالمة محمد باقر المجلسي في كتابه (حق اليقين ص‬
‫ بل‬،‫ أي األئمة – ال يكون في رحم البطن‬،‫ ]حملنا نحن – أوصياء األنبياء‬:‫ فيقول‬،‫الحسن العسكري‬
‫ ألننا نحن األئمة نور اهلل‬،‫ بل نأتي من أفخاذ األمهات‬،‫ ونحن ال نأتي من خارج الرحم‬،‫يكون في الجانب‬
[*]
[.‫ لهذا فهو يضعنا بعيدا عن القذارة والنجاسة‬،‫تعالى‬
M.İslamoğlu’nun bu konuda bir konuşması: Bkz.
https://www.youtube.com/watch?v=KwRb6ofRTXM
80
yazmış bir insan olarak, İmamlar ve Sultanlar kitabının müellifi olarak böyle
bir şeye ben evet diyebilir miyim?
Hz. Ali’yi severim..Damad-ı şehriyâri olduğu için sevmem ,Peygamberimizin
damadı olduğu için sevmem. Peygamberimizin yiğeni olduğu için sevmem..
Hz. Ali’yi adam olduğu için severim. Adam olduğu için..Evet, çok severim. Ama adam gibi bir adam olmanın örnek bir hayatını ortaya koyduğu için. Tahkik ehli olduğu için taklid ehli olmadığı için. İlim ehli olduğu
için severim, filim ehli olmadığı için severim.
Benim vasiyet gibi bir inanca, bir itikada sahip olmam mümkün mü?
Üçüncüsü; Şia Mehdi’ye inanır. Ben, düşünebiliyormusunuz ben ve Mehdi..Hepiniz mehdisiniz diyen ben değil miyim? Evet, mehdi hidayete ermiş
demektir. Hidayete ermek ne demek, hidayete ermeseniz burada ne işiniz
var? Bi İznillah mehdi sizsiniz..Gelecek ha..! O,taa Zerdüşt dininden kalan, Yahudilikten süzülen, Hıristiyanlıktan süzülen kırk kere dönmüş
takla atmış ve ondan sonra süzülüp gelmiş. Önce Şia’nın içine girmiş
sonra Sünnilerin içine girmiş. Şu mehdi gelecek diye bekleyen Sünnileri ne
ilan [*] edelim?
Dolayısıyla daha saymayım, kırk tane daha sayarım böyle.. Onun için
utanmadan bunu söyleyebiliyorlar. Peki, niye söylüyorlar? Niye söylüyorlar
biliyor musunuz? Şia’yı kendileri gibi tekfir [**] etmediğim için. Mezhepçilik
[*]
Sanki Mehdilik konusunda Şiileri bir şey ilan etmişler de bu soruyu soruyor.
M. İslamoğlu’nun Sünnileri ‘bir şey ilan etme’den önce, Şiilerin onu ne ilan ettiğini
bilmesi daha elzemdir:
:‫ عن اإلمام الصادق (عليه السالم) قال‬،‫الجمال‬
ّ ‫عن صفوان بن مهران‬
)‫أقر بجميع األنبياء وجحد محمداً(صلى اهلل عليه وآله‬
ّ ‫أقر بجميع األئمة وجحد المهدي كان كمن‬
ّ ‫«من‬
»...‫نبوته‬
“Safvan İbn Mehran el-Cemmal’dan; İmam es-Sadık’tan: Kim bütün İmamlara imanı
ikrar eder de sonra da Mehdi’yi inkâr ederse, o bütün nebilere iman edip de Muhammed’in nübüvvetini inkâr eden gibidir.” (es-Sadûk, İkmalu’d-Dîn: c.2,s.333)
[**]
M.İslamoğlu bu sözleri muhaliflerine yönelttiği gibi, TV kanalında, tekfir etmek istemediği Şiîlerin aslî kaynaklarından “İmamet, ma’sumiyet, vasiyet ve mehdilik konusundaki sözlerini” değerlendiren Şia adını verdiğimiz bazı kaynaklarında kendisi hakkında nasıl bir hüküm verdiklerini lütfetseler de bu hükümleri Türkiye’de kendisini
dinleyenlere ve izleyenlere açıklasalar?
M.İslamoğlu, bütün bunları iyice düşünmeli ve ondan sonra el-Evzaî’ye sataşmalı.
İbnu’l-Alkamî’yi de bir programında anlatsınlar da ümmet bu ve vb.lerinin bu ümmetin
kanlarının zulmen akıtılmasında nasıl kafirlerle işbirliği yaptıklarını görsünler..! İran’ın,
Afganistan’ın ve Irak’ın işgali için sevgili (!) “büyük şeytan”la işbirliği yaptığı gibi.
Arapların dediği gibi; “bu gece dün geceye ne kadar benziyor” değil mi? Şah İsmail
ile oğullarının kâfirlerle işbirliği yapması gibi. Ogün hiçbir Müslüman, Safevîlere karşı
kâfirlerle işbirliği yapmadı ama bugün M.İslamoğlu’da İranlılar gibi, İsrail havucuyla
bizi kandırmaya çalışıyor.
İran’ın bir BM üyesi devlet olarak elbetteki ABD ve AB ile ittifaları ve işbirliği olacak
değil mi? Başkasına caiz gördüğümüz işbirliğini (!) neden İran’a haram kılalım ki, ya
81
yapmadığım için. Ben Sünni olarak kendimi tanımlamayıp Müslüman
olarak tanımladığım için..
Allah’ın kıymetine kanaat gösterdiğim için. Allah’ın benim için seçtiği isme itiraz etmediğim için bozuluyorlar.
“O, sizi Müslüman olarak isimlendirdi” buyurdu mu? Kur’an’da “Ben
Müslümanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir diye buyurdu mu
Kur’an’da? Buyurdu. Ben de ben Müslümanım demekle yetindim ve kendimi mezhebimle tanımlamadım. Mezhebimi dinleştirmedim. Dinin yerine
koymadım, dahası “Ancak müminler kardeştir” ayetine iman ettim, ümmetin birliğine, İslam birliğine inandım. Ümmet’in vahdeti için çırpındım bugüne kadar, ölünceye kadar da Ümmet’in vahdeti için çırpınacağım.
İslam Birliği benim hayalim. Bunun kitabını yazalı da ondokuz yıl oldu.
Dolayısyla, o ütopya, o senin ütopyan.. O da benim ütopyam olsun yav..!
Varamazsam uğrunda ölürüm ya! Desinler ki o da İslam birliği diye diye gitti. Olsun.. Suçum bu olsun. Kusurum bu olsun. Ben de böyle diye diye gideyim. Müslümanların vahdeti diye diye gideyim. Olmadı mı, olmazsa olmaz. Ama ben bu dua ile öleyim, rabbimin huzuruna da bu duayla varayım.” 80
Evet, bu konuşmaların bir Cuma hutbesinde bütün Müslümanları ne
kadar ilgilendirdiği mes’elesine girmek istemiyoruz. M.İslamoğlu adeta
Cuma hutbelerini; hakkındaki eleştirilere TV kanalından cevap verdiği
yetmiyor gibi, -Kur’an’dan ve Sünnet’ten söz edeceğine- kendi diliyle kopardığı fırtınanın ve problemlerin girdabında kalmış ve hutbe haysiyetinden uzak meydan okumaları ve muğalatalar ile meşgul ediyor insanları.
Kendi dışındaki Müslümanları Allah’ın indirdiğine ve verdiği isme razı
olmayanlar olarak gösterme gayretinde. Müslümanlar ona hiçbir şey
demeslerdi de, o bir şekilde bunun yolunu bulup dolaylı yollardan bu konuşmasında yaptığı gibi, “Allah’ın kıymetine değer vermeyenler” nitelemesiyle Müslümanların Allah’ın koyduğu kıymete ve isme razı olmadıklarını söyleyecekti. Bu razı olmayanlardan bir kesim de Şia ve Ehl-i Sünnet;
peki onları nasıl ”kardeş ve mü’min” görüyorsunuz, sizin iman esaslarınıza
uymuyorlar ya?
Bu ne demektir? Bu bir hükümdür. Bu hüküm ise, tekfirin bizzat kendisidir. Zira bu ibareler niyetlere mebnidir. Sözleri, kendisini ve Şia’yı tekfir
edenlere cevap verme sadedinde olduğu için, kendisini tekfir hükmünü
ashabına irca ettiği için tekfir sayılır. “Mezhebi din edinme”diği, “mezhebini
dinleştirme”diği gibi ifadeler, tekfir değilse, dahi çok ağır hakaretler ve su-i
zannın bizzat kendisidir.
da İran bunu kendisine neden haram kılsıdın ki? Zaten bütün Arap ülkeleri hain ve
Siyonist işbirliçisi değil mi? Sırada olanlar gelsin..!
80
(Bkz.Youtube:http://www.youtube.com/watch?v=nsbT19Z7w5U)
82
Madem ki, Mehdilik akidesi “Zerdüştlük”ten “süzülüp gelme”dir; peki
M. İslamoğlu İslam öncesi şirk dinlerinin, Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın bir
akidesi olan bir bâtıla iman eden Ehl-i Sünnetle Şia’yı, nasıl Müslüman
olarak görüyormuş? Şirk ve küfr olan bir şeye iman edenler de müşrik ve
kâfirdirler. “İmamiyye”nin temel akidevi esaslarını hem inkâr edeceksiniz,
hem de onları tekfir etmediğiniz için birileri sizi tekfir etmiş olacak?
Mehdi mes’elesini; Zerdüştlüğe ve Yahudiliğe bağladıktan sonra,
doğrudan Kur’an’la çelişen bir bâtılı nasıl İslam olarak görüyorsunuz ve bir
de Şia’yı tekfir etmediğiniz için saldrılara uğradığınızı söylüyorsunuz?
Yapmayın Allah aşkına, kimin tenceresinin dibi daha kara? Siz farkında
olmadan “kardeşleriniz” Şia’yı, İslam birliği üyesi kardeşlerinizi kafir ilan
ettiniz..!
Üstelik bu mevzudaki hadisleri de inceleyecek bir dirayetten ve usul
ilminden mahrum olduğunuz için, rivayetleri tamamen yalan saymakla da
sizden daha âlim ve daha rüsuh sahibi olan âlimlerle davalık oldunuz.
Mes’ele, Mehdilik konusunu Zerdüşt’e bağlamakla yetmiyor; bu hadisleri
rivayet edenlerin İslam’a bâtıl ve küfr ehlinin akidesini soktukları için onlar
hakkında Kur’an’ın hükmü (!) Allah’ın kıymeti dediğiniz hükmü vermek zorundasınız. Siz “tekfîr”in vasfını açıklayıp” “tesmiye”sini ve “hükmü”nü
dinleycilerinize ve izleycilerinize bıraktığınızın farkındasınız değil mi?
Mehdi mes’elesi; Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) haber vermediği bir husus ise, ğayb adına yalan uyduranların ve bunu dinde akide haline getirenlerin hükmü nedir? Mezhebini din edinenlerden ve “mezheplerini dinleştiren”lerden söz ediyorsunuz. Hadi bunu anladık; peki Zerdüşt’ün
dinini din edinenlere Yahudiliğin ve Nasranîliğin akidesini akide edinenlere
nasıl Müslüman diyorsunuz? Bu “mufaraka”nın (farklılığın ve farklı) denklemini nasıl kurduğunuzu Müslümanlara açıklayabilir misiniz? Dil keser
gibidir, bir gün de döner sahibini keser. M.İslamoğlu’na sormak lazım; İran
sizin gözünüzde ne ki, İran’a İslam âlemi üzerinde bir vesâyet hakkı tanıyorsunuz?
Eğer “İmamet” gibi bir akide ki İmamet Şia’da ilahî bir makamdır.
Dininin usulündendir, İnkârı küfürdür. Bu makamdaki imamların hepsi Allah gibi bilirler, onların ilmi meleklerin ve nebilerin ilmidir. Mehdilik akidesi,
“Zerdüşlük”ten alan bir milleti nasıl ve hangi milletle bir araya getirmeye
çalışıyorsunuz? Ümmetin vahdeti dediğiniz şey, sizin reddetiğiniz Şia akidesiyle mümkün değildir. Ama buna rağmen herkesi dalaletiyle (!) birlikte “vahdet”e çağırıyorsunuz.
Bir misal olması için Ayetullah Murteza Mutahharî’nin “İmamet ve
Rehberî” adlı kitabının Arapça tercümesinden buraya birkaç cümle alıntılamak istiyoruz:
83
“Biz Şia olarak Ehl-i Beyte uymakla iftihar ediyoruz. Müstehab ve mekruh
gibi en basit bir konuda bile, Biz küçük büyük hiçbir şeyde bir pazarlık kabul
etmeyiz.
Hiç kimseden de bizden –mezhebimizden- vazgeçmemizi beklemesini kabul etmeyiz. Tıpkı başkalarından da İslamî vahdet adına da olsa, mezheplerinin aslı olan bir usuldan vazgeçmelerini beklemediğimiz gibi.
Bizim İslamî vahdet çizgisinde beklediğimiz; bizdeki usul ve furu’ ile ilgili;
fıkıhi hadis, kelam, felsefe, tefsir, edebiyat gibi ilimleri yaymak için karşılıklı
uygun ortak bir anlaşma zemininin oluşmasıdır. Ki, bu ortam-da- malımızın
en iyi mal olduğu anlaşılsın ve ta ki Şia içinde bulunduğu yalnızıktan kurtulsun ve önlerinde İslam âleminin EN ÖNEMLİ MEVKİLERİN KAPILARI kendilerine açılsın ve nefis Şiilik bilgisine ve kültürüne karşı kapılar kapalı durmasın.” 81
Birbirinden akide ve ilimlerinin kaynağı konusunda zıt kutuplarda bulunan insanları; bir araya getirme adına; neden hakikatleri dile getirmiyorsunuz da sürekli kimi küfr ve dalalet olan ihtilafları gizliyor ve buna rağmen
bir “vahdet”ten söz ediyorsunuz?
Akidelerinin rükünlerini reddettiğiniz bir milleti neye ve hangi “vahdet”e davet ediyorsunuz? Bu ruhsuz, gayesiz, tarifsiz, kimliksiz, akidesiz
“VAHDET” denen kelime “TAKİYYE”nin bizzat kendisi değil mi? Eğer bu
81
Murtaza Mutahharî, İmamet ve Rehberiyet: s.28,29 Arapça tercümeden; Cevad Ali
Kessar (Halid Tevfik) 1417 yer adı yok
84
fakir Şia’ya karşı söylediğiniz bu sözleri söylese, heman tekfir ederler. Fakat neden İslamoğlu’nun kâfir olduğunu söylemiyorlar.
“İmamet” ve dolayısıyla da “ma’sumiyet” ilâhî olunca; ma’sumiyeti
reddeden kimse, İmamlar hakkında itikad edilen ilimleri ve nassla sabit
İmameti inkâr ediyor demektir. Peki, M.İslamoğlu bu ilimleri ve İmamet’in
Şia’daki keyfiyetini reddettiğine göre, hangi Şia kaynağının onu hem dünyada ve hem de ahirette İslam üzere gördüğünü TV kanalında dinleyicileri
ve izleycileriyle paylaşabilecek mi?
“..Allah aşkına benden Şiî olur mu?.. Benden Şiî olur mu?” Şia’nın bir numaralı akidesi imamettir Benim imamet teorisine evet diyebileceğimi tahayyül ve tasavvur edebiliyor musunuz? Şia’nın akidelerinden biri de vasiyettir. Benim Allah Rasulü’nün bir sultan gibi, yerine bir veli ahd tayin edebileceğine inanmama inanıyor musunuz?.”
Siz bunları söylüyorsunuz ama Şia’yı tekfir etmediğiniz için sizi sevmeyenlerin olduğunu ve onların sizin bu “vahdet”çi duruşunuza nasıl düşman olduklarını ifade ediyorsunuz. Peki, sizi tekfir edenlerin ve Şia’yı tekfir
etmediğiniz için de eleştirenlerin; bu sebeple size düşman olduğunu söylüyorsunuz..Fakat öte yanda kabul etmediğinizde değil sizi Şii, Müslüman
bile görmeyen bir akide var ortada buna neden hiç değimiyorsunuz?
el-Kuleynî’nin İmamların ilmiyle ilgili rivayet ettiklerini bütün Şia akidelerinin esası olarak kabul etmişlerdir. Onların akidesindn bir rüknü alıp iptal
ettiğinizde, İslam üzere kalmazsınız. Eğer siz İslam üzere iseniz, size İslam üzere değilsiniz diyen bir anlayışla hangi vahdetten söz ediyorsunuz?
Şia’daki “İmamet”i kabullenmiyorsanız “İmamet” akidesini kabul etmeyenler hakkında bütün Şia âlimlerinin hükümleri karşınıza çıkacaktır. Buna
rağmen, İmam eş-Şafiî’yi küçük düşürmeye devam edecekseniz.. Önce
Şia’nın sizin hakkınızdaki hükümlerini bir gözden geçirin, sonra eş-Şafiî
hakkında konuşun.
M. İslamoğlu; “Ey Kur’an” diye Kur’an’a seslenerek aşağıdaki rivayetlerin de Kur’an’la sağlamasını yapsınlar bakalım:
85
El-Kâfî: “İmamların [Allah’tan] Meleklere, Nebilere Ve
Rasullere Çıkan Bütün İlimleri Bilmeleri Babı:
‫ أن األئمة عليهم السالم يعلمون جميع العلوم التي خرجت إلى المالئكة واألنبياء‬:)‫)باب‬
‫والرسل عليهم السالم‬
‫ علما أظهر عليه مالئكته وأنبياءه‬:‫عن أيب عبد اهلل عليه السالم قال إن هلل تبارك وتعاَل علمني‬
‫ وعلما استأثر به فإذا بدا هلل يف شئ منه‬،‫ فما أظهر عليه مالئكته ورسله وأنبياءه فقد علمناه‬،‫ورسله‬
‫أعلمنا ذلك وعرض على األئمة لذين كانوا من قبلنا‬
“Ebu Abdillah’dan aleyhisselam; Dedi ki: Allah tebareke ve teâla’nın iki ilmi
vardır: Birisi meleklerine, nebilerine ve rasullerine izhar ettiği ilim ve meleklerine, nebilerine ve rasullerine izhar etmişse biz onu bildik. Diğeri de kendi
katında sakladığı ilim: herhangi bir şeyden Allah’a bir şey beda ile belli olursa, onu bize bildirir ve bunu bizden önceki İmamlara da arzeder.”82
Burada bir kaç rivayet daha nakledelim:
‫قال أبو عبد اهلل إني ألعلم ما في السماوات وما في األرض وأعلم ما في الجنة والنار‬
‫وأعلم ما كان وما يكون‬
“Ebu Abdillah dedi ki: Ben göklerde ve yerde olanı biliyorum, cennette ve
cehennemde olanı biliyorum, bugüne kadar olmuş olanı ve olacak olanı da
biliyorum” 83
‫ إن اإلمام ال يخفى عليه كالم أحد من الناس وال طير وال بهيمة وال شيء فيه‬: ‫قال أبو الحس‬
"‫ فمن لم يكن هذه الخصال فيه فليس هو بإمام‬،‫الروح‬
Başka bir rivayet:
“Ebu’l-Hasen dedi ki; İmam’dan insanların hiçbirisinin, kuşların ve hayvanların ve kendisinde ruh onlan ne varsa bunların sözlerinden hiçbir söz İmam84
dan gizli kalmaz.”
İmam Bâkır aleyhisselam’dan bir rivayet:
82
el-Kuleynî, el-Kafî: c.1,s.261
el-Kuleynî, el-Kafî: c.1,s.204 (Kitabu’l-Hucce, Babu el-Eimmetu ya’lemune ilme ma
kane ve ma seyekunu ve ennehu la yahfa şey’un aleyhim)
84
el-Kuleynî, el-Kafî: c.1,s.225 (Kitabu’l-Hucce, Babu’-Umur elleti tucibu huccete’limam)
83
86
‫"ما يستطيع أحد أن يدعي أن عنده جميع القرآن كله ظاهره‬:‫عن اإلمام الباقر عليه السالم‬
"‫وباطنه غير األوصياء‬
“Evsiya’dan başka hiç kimsenin kendisinde; Kur’an’ın tamammının; zahirinin ve batınının ilmi olduğunu iddia etmeye gücü yetmez.” 85
Bir başka rivayet:
Cafer es-Sadık’tan:
“Vallahi bize öncekilerin ve sonrakilerin ilmi verilmiştir. Ona ashabındanbir
adam dedi ki: Canım sana feda olsun, sizin yanınızda ğayb ilmi mi var? On
dedi ki: yazıkalr olsun sana, öyle ki, ben erkeklerin sulbünde ve kadınların
rahimlerinde olanı dahi bilirim” 86
Cafer es-Sadık’tan bir diğer rivayet:
“İmam bir şeyi bilmek istediği zaman -onu- bilir. İmamlar NE ZAMAN ÖLECEKLERİNİ BİLİRLER. Onlar kendileri istemeden ölmezler.” 87
Allah Azze ve Celle ise kitabında şöyle buyurur:
ِ ِ
ِ ِ
‫ك إِ ْن أَتَّبِ ُع‬
ُ ُ‫ب َوَال أَق‬
ُ ُ‫قُ ْل َال أَق‬
ٌ َ‫ول لَ ُك ْم إِني َمل‬
َ ‫ول لَ ُك ْم ع ْندي َخ َزائ ُن اهلل َوَال أَ ْعلَ ُم الغَْي‬
ِ ‫إَِّال ما يوحى إِلَ َّي قُل َهل يستَ ِوي األَ ْعمى والب‬
‫ص ُير أَفَ َال تَتَ َف َّك ُرو َن‬
َ َ َ
َ ُ َ
َْْ ْ
“De ki: ben size ne benim yanımda yanımda Allah’ın hazineleri var diyorum
ve ben ne de ğaybı bilirim ve ne de ben melekim diyorum. Ben ancak bana
vahyedilen uyuyorum. De ki; hiç kör ile gören bir olur mu hiç mi düşünmüyorsunuz?”
(En’am:50)
“Allah’ın Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali’yi (radiyallahu anhu)
“vasiyy” tayin etmesini inkâr edip de Suriye üzerinde İran’ı “vasiyy” görmeniz; sizi, inkâr ettiğiniz “takiyye”nin tam orta yerinde kündeye getirmiştir.
Kur’an’ın anlaşılması için bunca gayret sarfeden M. İslamoğlu, acaba
Kur’an’dan; -Rasulullah’ın Ali’yi vasisi tayin etmesini reddetmesine rağmenİran’ı Suriye üzerinde “vasiyy” görmeyi, Kur’an’dan nasıl “istinbat” etmiştir?
Kur’an’ın hangi ayetleri, başkasının “mülk”ü üzerinde M.İslamoğlu’na bu
tasarrufta bulunma hakkı veriyor? Öyleyse, bu şu demek oluyor:
M.İslamoğlu TV kanalındaki derslerinde; İmameti, Ma’sumiyyeti, Vesayeti,
Mehdi’yi inkâr ettiğini söylüyor. Bunu Kur’an’a aykırı görmesine rağmen,
Müslümanların rızası olmadan Şam diyarı üzerinde İran’ın hâkimiyetini
istemesi; doğrudan İran’ın İslam ülkeleri üzerinde tartışılmaz ve ma’sum
85
el-Kuleynî, el-Kafî: c.1,s.228
Muhammed Bakır el-Meclisi, Biharu’l-Envar: c.26,s.27
87
el-Kuleynî, el-Kafî: c.1,s.258
86
87
bir hükmetme hakkının olduğunu itiraf etmemizi istiyor. Böylece de ümmetin “vahdet”i projesinin nasıl bir akide üzerine bina edildiğini göstermek
istemiş olmaktadır.
İran’ın Safevî emellerini bilmeyen M. İslamoğlu, İran’ın keseriyle yontuyor, ama yonyasını inkâr ediyor. M.İslamoğlu acaba farkında olmadan
mı Safevi İran’ı destekliyor, yoksa İran’ın “Elli Yıllık” işgal stratejisinin Türkiye mimarlarından mıdır?
“Peygamberlikle saltanat İmametle saltanatın birbirine sürtsen (..!?) bulaşmayacak olduğununun kitabını yirmibir yıl evvel yazmış bir insan olarak,İmamlarla Sultanlar kitabının müellifi olarak böyle bir şeye ben evet diyebilir miyim?
Hz. Ali’yi severim. Hz. Ali’yi damad-ı şehriyârî olduğu için sevmem, peygamberimizin yiğeni olduğu için sevmem..! Hz. Ali adam olduğu için severim. Adam olduğu için .. Evet, çok severim. Ama adam gibi bir adam olmanın örnek bir hayatını ortaya koyduğu için. Tahkik ehli olduğu için severim.
Taklid ehli olmadığı için severim. İlim ehli olduğu için severim filim ehli olmadığı için severim..
Şimdi benim “vasiyyet” gibi bir inanca ve itikada sahip olmam mümkün mü?
Üçüncüsü Şia Mehdi’ye inanır. Düşünebiliyor musunuz ben ve Mehdi..Hepiniz mehdisiniz diyen ben değil miyim? Evet, Mehdi hidayete ermiş
demektir.”
Suriye mes’elesinde ise, İran’ın ve diğer ülkelerin çıkarları için Kur’an
ve Sünnet’in dışında bir çözüme, kimse evet diyemez. Suriye’de zalim bir
rejimin katliamına doğrudan destek olanlara, bu katliamı desteklememe
çağrısında bulunması gerekenler; İran’ı sahabenin torunlarına vermek yerine; sahabenin kanlarıyla yoğurarak fethettiği bu beldemizi İran’a veriyorlar. Zulmün ve tuğyanın; “İslamî vahdet”in sayfalarında yeri yoktur.
Ümmet denen bir varlığa ve değere inanan kimse; ümmeti İran’ın köleliğine davet edemez. es-Sistânî 200 milyon Dolar karşılığında Iraklı Ehl-i
Sünnet Müslümanları ABD’ye ve ortaklarına sattı. Peki, İslamoğlu Şam’ın
İran’ın Farisî emellerine terkedilmesi gerektiğine dair sözüne karşılık,
İran’dan ne almıştır diye sorabilir miyiz? Ya da es-Sistanî ve ortaklarından
hangi ödüle layık görülmüştür? “Büyük Şeytan”ın ordularına silah çekilmemesi için 200 Milyon Dolar karşılığında; ümmetin ırzlarını ve canlarını
heder eden bir adam, Ümmete imamet etmeye layık oluyor öyle mi?
Ümmete ve onun Rabbanî âlimlerine ve selefin akidesine düşmanlık
eden sakat ve hasta bir zihniyet; asla ve asla Ümmet’ten ve ümmetin birliğinden (ittihadı) söz etme hakkına sahip değildir. Siz önce bu Ümmet’in
aslı ve en hayırlıları olan sahabeye küfredenlere seslenin ve tekfirlerinden
vaz geçmelerini isteyin, sonra da Müslümanlara İslam “vahdeti”nden söz
edin. O zaman Şam’ın her hangi birimizin olması değil, hepimizin olması
söz konusu olacaktır.. Tuğyanın gereği yok. Kibrin de bir sınırı olmalı; insan, kibrinin ve tuğyanın farkında değilse, onun ilacı bulunmaz.
88
Şam’ı, Ebu Bekr’e ve Ömer’e kâfir (!) diyenlere (*) teslim edecekmiş
M.İslamoğlu hangi hakla, kimin adına konuşuyor? Türkiye’de “te’vilin
efendisi” rolünü oynuyor ama orman kanuna ve İran’ın terörüne şeriatmış
gibi iman ediyor. İran’a bakın deyip de İsraili görmezden gelmekten söz
edenler, şunu hiç unutmamalıdırlar: Madem İsrail en büyük düşmanları,
neden İsrail’e hizmet eden uşakları (!) güçlenmeden İsrail’le savaşmadınız
diye sorsak ne derler? İsrail en büyük barışı İran ile yapacak. Bölgede İsrail’in güvenlik riski daha da artmamıştır. İran’ın silahlanmaya ağırlık vermesinden sonra, daha üst bir seviyeye yükselmiştir. Yahudi yerleşim yerleri daha da artmış ve hiç kimse bunun önüne geçmeye ve durdurmaya
özellikle de İran cesaret edememiştir.
İsrail’i düşman olarak hedefe koyanlar; önce bütün Müslüman ülkelerdeki, Siyonist baskıları ve Siyonistlerle Türkiye’nin de içinde bulunduğu
ilişkileri reddetsinler. İran, Arap ülkelerinin ABD ve İsrail’le olan ilişkilerini
yakın zamanda ters yüz edecektir. Bunu da ABD’ye ve İsrail’e karşı Arapların oturduğu tarafa oturarak yapacak. Yani Arapları koltuklarına sıkıştıracak.
Birçok kez yazdım; Arap ülkeleri, sırtlarını ABD’ne ve Siyonist İsrail’e
yaslamışlardır. Hiç bir Arap ülkesi İslam’ın hâkimiyetinden ve Müslümanların vahdetinden söz etmemektedir. Zaten buna hakları ve yüzleri de yoktur. Arap tağutları Arap ülkelerinde İslamî hükümetler istemiyor ve böye bir
yönetime asla hayat hakkı tanımayacaklardır. Bunu da Mısır’da İhvan’ın
hükümetini yıkmak için ABD’ye ve İsrail’e verdikleri destekle göstermişlerdir. İran ise, Mısır’daki olaylar karşısında sessizliğini korumaktadır. Çünkü
Mursi’nin azledilmesi; bölgede en çok İsrail’i, İran’ı ve Suriye’yi sevindirmiştir. Çünkü Mursi, İran’ın cömert ekonomik yardımıyla Mısır’ı rehin almasını reddetmişti. İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi; Mursi’nin “yakınlaşmayı” (takrib)i reddettiğini Erdoğan’la görüşmesinde açıkça dile getirdi.
Hizbullah’ın Suriye’de savaşa cesaretlenmesi Mursi’nin devrilmesiyle dolaylı yollardan ilintilidir..
Suriye üzerinde İran’ın nüfuzu..! Yüz binlerce canın ve on binlerce
kadının ve genç kızın ırzı ve namusu sahabeye küfredenlere feda olsundu
öyle mi? Yazıklar olsun bu hasta ve kibirli zihniyete, yazıklar olsun bunu
Kur’an ilmiyle bağdaştıran akla.! Çocuk yüzlü katil, bebek yüzlü katil gibi,
(*)
Muhammed Bakır el-Meclisî:
‫األخبار الدالة على كفر أبي بكر وعمر وأضرابهما وثواب لعنهم والبراءة منهم وما يتضمن بدعهم أكثر من‬
‫أن يذكر في هذا المجلد أو في مجلدات شتى‬
“Derim ki: Ebu Bekr, Ömer ve benzerlerinin küfrü, onlara la’net etmenin
sevabı ve onlardan beri olduğu ilan etme onların işledikleri bidatları bu kitapta veya benzerlerinde anlatılamayacak kadar çoktur. Sırat-ı Müstekime
ermek isteyenler için anlattıklarımız yeter.”
(Biharu’l-Envar: c.30,s.399;3.bsk. Muessetu’l-Vefa, Beyrut,1983
89
cılız sözlerle, böyle sakat bir anlayışın yanında eleştiri diye anılmaya değmez sözlerdir.
Temel akidelerini reddettiğiniz Şia’nın; Suriye’de ne için savaştığını
birçok insandan önce bilmesi gereken insanlardan biri de sizsiniz. Öyle
olmasaydı, Suriye’yi İran’ın mülkü görmezdiniz. Eğer İran’ın ve Hizbullah’ın Suriye’de ümmetin diğer yarısıyla haksız (!) savaşını meşru’ görmeseydiniz, Suriye’yi sahabe düşmanlarına peşkeş çekmezdiniz. Üstelik onların, Şia’nın reddettiğiniz ilkeleri gibi düşünceleri -masumiyet, imamet,
ric’at, bin küsur yıldır saklanan bir Mehdi- inançları yok.
Şam beldesini İran’a vermek ve İran’ın Suriye ve hatta orta Doğu (!)
üzerinde “nüfuzu”nu kabul etmeyi Türkiye’ye önermek, hukuki olarak Suriye’de zalim olan tarafın yanında savaşmak gibidir. Peki, İran’ın bu kadar
zalim bir savaşın ve yıkımın ardından; Suriye’yi ve Şam beldesini egemenliği altına almasını istemek; acaba Şia’daki İmamet’in “nass”la olduğu
akidesini inkâr etmekle veya bunu kabul etmekle nasıl hiç bir ilgisi olmamış oluyor? İran ve Hizbullah bu ahlaksız savaştan sonra galip gelirlerse,
ümmetin arasında sevgi ve kardeşlik duygusu daha mı güçlenecek? Bu
savaşın Suriye’de ve diğer İslam beldelerinde uyandırdığı nefretin bir İslam kardeşliğine dönüşeceğini nasıl bekleyebilirsiniz ki?
Evet, İran, Irak, Hizbu Nasr ve Yemen Şiileri; Suriye’de Karmatî bir
tağutu savunmak için savaşıyorlar. Bu halk başkaldırısı yokken ve zulümleri derinden ve sistematik olarak devam ederken, acaba neden İran’ın
sesi çıkmıyordu? Yıllardır Suriye’de derinde yatan Hama katliamının acısı,
belki yüzyıllar boyu unutulamayacak türden bir zulümdü. Belki o gün olduğu gibi, şimdi de İran’ın ve Irak’ın desteğiyle savaşanlar dahi bu zulümden
yeteri kadar haberdar değildirler. Bütün Müslüman ülkelerin yönetimleri;
Kur’an temelli bir akideden ve duruştan uzaklaşmışken, anlaşılan o ki bu
ve benzeri savaşların kapımızdan ve eşiğimizden uzak olmayacağıdır.
Suriye savaşında, Türkiye gibi, birçok Müslüman ülkede hata yapmıştır. Hatta kimileri hiyanet içindedirler. Türkiye’nin ne kadar hiyanet içinde olup olmadığını zaman gösterecektir. Ancak Suriye’de Beşşar ve taifesinin iktidarı; İran ve Hizbullah için “Direniş Hattı” akidesiyle özdeşleştirilirken, Suriye savaşında Müslümanları suçlayanların; Rusya’nın ve Çin’in
“Direniş Hattı” dedikleri güçle ne ilgisinin olduğunun cevabını vermeleri
gerekir. Rusya ve Çin’in Komünist Devrim’den bu yana Müslümanlara neler yaptığını bilmememiz mümkün değil.
İsrail’i hedefe koyan bir ülke olarak Irak, tarih sahnesinden çekildi.
Nükleer tesisini yeni inşa etmek üzereyken İsrail tarafından imha edildi.
İsrail’i Siyonizm’le suçlayan İran’ın dostu ise, bugün İsrail’i BM Güvenlik
Konseyinde koruyan Rusya’dır. İsrail Rusya’nın politikalarından rahatsız
değil, İran da rahatsız değil. Üstelik İran’ın Türkiye’ye yönelik tehditleri buna rağmen Türkiye’yi İsrail yanlısı bir politika izliyor göstermeye yöneliktir.
Türkiye bütün olumsuz durumlar da dâhil, -en az şimdilik- BM, Rusya ve
Çin’in Filistin mes’elesinde Filistinlilere verdiği zarar gibi bir zarar verdiğini
90
söylememiz mümkün değildir. Mavi Marmara davasında, bile bir el Türkiye
ile İsrail’i savaş tutuşturmak istiyordu, tıpkı Temmuz 2006 İsrail-Hizbullah
savaşında olduğu gibi.
Yazılarımı bazılarının ağır gördüğünü ve bu sebeple de hem beni
eleştirdiklerini ve hem de bana hakaret ettiklerini biliyorum. Bayram’dan
önce bir genç kardeş geldi,. Onun yedi sekiz yıl aradan sonra anlattıklarından birkaç cümle akatarayım, diyordu ki:
“Biz yıllarca bulunduğumuz birçok İslamî ortamda, senin “Vahdet” düşmanı
olduğunu mezhepçilik yaptığını, herkesle anlaşılabileceğini, fakat sizinle asla hiçbir konuda anlaşmanın mümkün olmayacağını, hatta Şia ile bile birçok
konuda anlaşabileceğimiz halde seninle anlaşamayacağımızı konuşurduk.
Öyle ki bulunduğumuz dernekler ve vakıflarda sizi bütün İslamî etkinliklerden uzak tutmak için elimizden geleni yapıyorduk rehber edindiğimiz büyüklerimiz de aynısını yapıyorlardı. Fakat son birkaç yıldır anlattıklarınızın doğruluğunu gördük ve sizden helallik istemeye geldik. Belki bir daha görüşmemiz mümkün olmayacak. Müslümanlara karşı işlediğimiz hataları affettirmenin en güzel yolunu aramaya gidiyoruz dönemezsek bizlere hakkınızı
helal edin. Sizi bilinçli bir şekilde dışladık ve hiçleştirmek istedik. Bunu bulunduğumuz birçok ortamda da gördük.”
Şimdi soruyorum; Ümmet’in “vahdet”inden söz edenler bunu Sünnet
ve İslam âlimlerinden Sünnet üzere olanların akidelerini görmezden gelerek nasıl yapacaklarını söyleyebilirler mi?
‘Ben Müslim isminden başka hiçbir isim kabul etmem’ dediği
halde, Şia ile “vahdet”ten söz eden ve güya “Vasiyyet”i, “İmamet”i,
“Ma’sumiyet”i, “Mehdi”yi -ki akidelerinin aslıdır- kabul etmeyen
M.İslamoğlu’nun kendileriyle “vahdet”ten söz ettiği bu kimseler, onu kardeş
olarak görebilecekler mi? Zira bu ilkelere iman etmeyen onlara göre Müslüman değildir.
Bunları Dinlerinin ve akidelerinin erkânı görenler, acaba İslamoğlu ile
gerçekten hangi “vahdet”e inanmış olacaklar ki? Ehl-i Sünnet ıstılahı;
bid’at olan bir “isim” olmadığı gibi, “İslam” isminin ardına sığınan birçok
dalalet ehlini ve zındıkı ifşa eden bir akide ve ilmî yöntemdir. Ehl-i Sünnet
Kur’an’ı tahrif eden bir zümre değil, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem)
ve ashabının yolunu ilimde, akidede ve yöntemde izleyen ve İslam’ın yüce
âlimlerini ve mücahid fatihlerini yetiştirmiş olan bir mekteb ve Nebevî bir
Medresedir. Kim ona dil uzatırsa; başta Allah’ın azabına ve gazabına, sonra da müminlerin nefretine müstehak olacaktır.
Ehl-i Sünnet olmamıza buğzedenler, akidemize düşman oldukları ve
zendeka ile akrabalıklarından ötürü buğzediyorlar. Eğer Allah’ın kitabına
iman ediyorsak, şunu bilmek zorundayız. Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve
sellem) Sünnetine ittiba etmek dindendir.
ِ
ِ ِ ‫ي ِري ُد اللَّه لِيب ين لَ ُكم وي ْه ِدي ُكم سنَن الَّ ِذ‬
ِ
‫يم‬
َ ُ‫ين م ْن قَ ْبل ُك ْم َويَت‬
ُ
ٌ ‫يم َحك‬
ٌ ‫وب َعلَْي ُك ْم َواللَّهُ َعل‬
َ َ ُ ْ َ َ َ ْ َ َُ ُ
91
“Allah size [dinini] çokça açıklamak ve sizi sizden öncekilerin sünenine erdirmek ve tevbelerinizi kabul etmek istiyor ve Allah çok âlim ve çok hikmet
sahibidir.”
(Nisa: 26)
Ehl-i Sünnet olmak; Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ve diğer
bütün nebilerin ve rasullerin yoluna uymaktır. Kendini bilmezler bu mübarek isimden hoşlanmasalar da, bu yol; Rasul’ün (sallallahu aleyhi ve sellem)
ilmine ve nübüvvet hikmetinden olan hidayete ve bunun usulüne uymaktır.
Bizi bizden öncekilerin “Süneni”ne hidayet eden Allah Azze ve Celle bizi
Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) “sünneti”ne uymamızdan da asla gazaba gelmez.
Mü’minler asla kâfirleri veli edinmezler. Müminle kâfir asla kardeş
değildir ve aralarında hiçbir zaman imanî ve siyasî bir “velayet” bağı olamaz. Bu bağlamada Nusayrîlerin hangi İslamından söz ediyorsunuz ki?
İran onlar için savaşıyor ve Hasen Nasr Suriye’ye on bin savaşçı daha
göndereceğini söyleyebiliyor (9 Muharrem 2013) Düşünelim ki
M.İslamoğlu’nun dediği gibi oldu, İran hangi İslamı uyguluyor acaba?
Kendisinin de reddetiği akideyi değil mi? Madem ki İran’ın Suriye’yi
işgalinden sonra M. İslamoğlu’nun reddettiği Şia akidesi orada hâkim kılınacak; -aksi mümkün değil- o zaman M. İslamoğlu, Suriye üzerinde hangi
İran’ın nüfuzundan söz ediyor diye kendimize soralım? M. İslamoğlu da bu
sorunun cevabı üzerinde düşünmelidir. Şimdi soralım; gerçekten
M.İslamoğlu inkâr ettiği ve kabul etmesinin asla mümkün olmadığını söylediği Şia akidesinin rükünlerini gerçekten inkâr mı ediyor yoksa inkârında
bile takiyye mi yapıyor?
M.İslamoğlu’nun, Batınîlik, Mu’tezile ve hermenötik kırıntıları ve çalıntısı olan fikir ve düşüncelerinin oluşturduğu İslamı mı? Allah’ın kıymetinin
dışındaki bir mezhebin fıkhını mı? Reddettiği şeyler, “Allah’ın kıymet ölçüsü”nün dışında olduğu için M.islamoğlu o akidevi rükünleri inkâr ediyor
olmalı değil mi? Peki, bu akidenin İslam beldeleri üzerindeki egemenliğinden ya da nüfuzundan söz etmek ne oluyor? Bunun cevabını da her halde
M. İslamoğlu biliyordur? Peki, Suriye üzerinde İran’ın nüfuzu teklif etmek
acaba Kur’an’ın hangi ayetlerinden süzülüp inmiş bir hükümdür? Mademki
Mehdiliği Zerdüşt inancına kadar dayıyorsunuz, o halde bu fikrinizi siz doğru olan bir hükme dayandırıyorsunuz. İran’ın Suriye üzerinde egemen olmasını da Kur’an’a arzettikten ve Kur’an’ın da bunu onayladığını bildiğiniz
için istiyor olmuş olmalısınız değil mi?
Madem ki hadisleri, “Ey Kur’an” diye, Kur’an’a seslenip
arzedebiliyorusunuz; lütfen bundan önce Suriye’yi İran’a bırakma düşüncenizi de; ‘Ey Kur’an sen Suriye’yi İran’nın nüfuzuna bırakmamız hakkında ne diyorsun’ diye bir sorun da, ondan nasıl bir cevap aldığınızı;
hadise ve sünnete karşı zihinlerini bulandırdığınız insanlara Kur’an’ın size
verdiği cevabı da söyleyin..!
92
M.İslamoğlu samimi ise ve gayesi sadece Allah’ın rızası ise, bu siyasî isim olan teşeyyu’dan sıyrılmayı Suriye’yi otoritesine teslim edeceği ülkenin ruhanî (!) İmamı veliyy-i fakihi Ali Hameinî’ye de bir tavsiye de bulunsun.. İran, Suriye’deki savaştan çekilsin ve Müslümanların kanının daha
fazla akıtılmasına yardımcı olmasın. Müslümanlar Suriye’de Nusayrilerin,
Rusya’nın ve ABD’nin vicdanına (!) terk edilmemelidir.
M. İslamoğlu, Suriye konusundaki hutbesiyle birçok temiz vicdan sahibinin yüreklerini sızlatmıştır. Onun bu tavsiyeleri akidesini reddettiği bir
mezhebin veya dinin en güçlü organizsasyonu olan İran hakkında hangi
kıymeti biçmedir? İran ve Hizbu Nasr, Suriye’de sizin değil gelmesinin hakikat olduğunu inkâr ettiğiniz Mehdi’nin “bir an önce acil olarak zuhuru”
için savaşıyorlar, bunu görmeyenler ya Şiî olmalıdır ya da sefih.
Şam beldesindeki savaş, Mehdi’nin zuhurunun yakın olması sebebiyle, bütün Şiiler için akidevi bir öneme sahiptir. Bu savaşa katılmayan veya
bu savaşı desteklemeyen, Deccal’e karşı savaşında adeta Mehdi’yi yalnız
bırakmış gibidir. Şia’nın Türkiye Ca’feriliği ve Aleviliği adına İstanbul’u çok
önemsemesi de yine Mehdi’nin çıkışına yakın olarak Müslümanların
İstanbu’lu ikinci kez fethe çıkacak olmalarındandır. İstanbul’u önemsemeleri Mehdi’yi beklemekle yakından ilgilidir.
M.İslamoğlu’nun Suriye üzerinde “İran’ın nüfuzu”nu kabul etme
çağrısı bir Mehdilik çağrısıdır. Yoksa bunun dışında M.İslamoğlu’nun bu
akıl almaz teklifinin hiçbir manası yoktur. Bu düşünceyi “Mehdeviyet” akidesi olmadan anlamak mümkün değildir. Yok, M. İslamoğlu, bu akideyi
sahiplenmediği halde bu çağrıyı sadece öylesine laf olsun diye söylemişse, bu da Şia’yı hiç tanımıyor olmasından kaynaklanmış olabilir.
Şam’da Hizbu Nasr’ın ve Irak Şia’sının ve Yemen’den gelen
Husîlerin; Ğuta’nın düşmemesi için verdikleri savaşı görmezden gelemeyiz. Ğuta’da kimyasal silah kullanımı da bunun en açık delilidir. Çünkü
Mehdi’nin onlara göre zuhuru yakındır ve Mehdi gelip buraya yerleşecek
ve karargâhını buraya kuracak. Hizbu Nasr’ın Şam’da Şia’ya ait mukaddes
yerleri[ni] (!) korumak için savaştıkları (*) büyük bir yalan ve iğrenç bir
takiyye örneğidir.
(*)
Bu sözün bile ne kadar dalalet ve sapkınlık olduğunu; Suriye’de Hizbullah’ın kardeşlerimiz dedikleri Suriye halkına karşı İsraili bırakıp da nasıl ölümüne savaştıkları
ispat etmektedir.
XV asırlık Ehl-İ Sünnet mescidleri ve camileri ise yerle bir ediliyor. Ama Hasen Nasr
put haline getirdikleri türbeleri korumak için Şam beldesinde bulunduklarını söylüyor.
Şia tuğyanı ve Ehl-i Sünnet Müslümanlar olduğunu söyleyen birçok münafıkın yüzünden; koca İslam Medeniyeti’nin en güzel eserleri birer taş yığınına dönüştürülürken “Mezhepler arası takrib”den söz eden hayâsızlar ve utanmazlar, Nusayrilerin ve
onların kardeşi Hizbullah’ın yaptığını ise, Ümmetin mukaddeslerine saldırı olarak
görmüyorlar. Peki, o zaman Kudüs”te “mukaddes” olan ne? Mukaddes olan “takiyye”
ve yalan, bunun dışında Kudüs’te onları ilgilendiren hiçbir tarihi mukaddes (!) mirasları yok.
93
Şimdi bu savaşta Ehl-i Sünnet Müslümanların kazanması durumunda, Mehdiyle ilgili Şia akidesi çok büyük bir yara alacak ve savaş ardından
yeniden alevlendirilerek başka bölgelere taşınacak. Neden? Zira Mehdi
gelmeden önce çok büyük bunalımların olması gerekiyor. Bunun da anlamı; bölgede daha çok kargaşanın çıkartılması gerektirmektedir.
Hizbu Nasr’ın Suriye’nin asıl sahiplerine “terörist” demeleri, Batılıların
gözüne girmek ve Cihadı kendilerinin değil, Ehl-i Sünnet’in yagınlaştırmak
istediğini; böylece dünya barışını kendilerinin değil, el-kaide, en-nusra vb.
terörist (!) örgütlerin tehdit ettiğini söyleyerek kâfir milletlerle işbrliği zemini
oluşturuyorlar -tarihte hep yaptıkları gibi- o kâfirler de Mehdi’ye iman etmiş
Allah’ın bu seçilmiş topluluğuyla (!) işbirliği yapıyorlar. Böylece İran, Nusayriler ve Hizbu Nasr, ABD, İsrail ve Rusya’nın çıkarları için taşeron katiller olarak Müslümanlarla savaşıyorlar.
M. İslamoğlu, “Velayet”ini kabul etmediği Şia’nın, Şam’ı İran’ın nüfuzuna bırakılmasını tavsiyesi; acaba Şiî olmadığını, ma’sumiyeti kabul etmediğini ve vasiyyet hadislerini, Mehdi’nin zuhurunu inkâr ettiğini mi gösterir, yoksa batınen iman ettiğini mi? Velayet-i fakihliğini kabul etmediğiniz
bir rejimin Suriye üzerindeki hâkimiyetini kabul etmek, acaba
M.İslamoğlu’nun Şiîlikten ve Sünnet ehli olmaktan teberi anlamına gelen
sözleriyle ne derece bağdaşmaktadır? Protokolcülüğü ve “yağcılığı” sevmeyen M.İslamoğlu.. Suriye ve İran konusunda Kur’an’ca mı konuşmuş
oluyor? Acaba Kur’an’ı esas almadan kendine bir mezhep ve mektep adı
veren bir devlete Suriye topraklarını haddini bilmezlik ederek vermek hangi
mezhepçiliğe reddiyedir? M. İslamoğlu gırtlağına kadar yağın içinde olduğu halde; ‘benim üzerimde bir tek leke yağ’ yok diye nasıl haykırıyor ki.!?
Safevîlik bugün, Kur’an’la ve Sünnet’le savaşıyor. Bu derin savaşın
gerçek yüzünü henüz gören çok az. Yakın zamanda bu savaşın nasıl bir
ırk ve kavmiyet savaşı olduğunu herkes görecektir. Osmanlıyı (Ehl-i Sünnet devleti olduğu ve cihada iman ettiği için) sırtından hançerleyen
Safevilik; bugün Buharî, Müslim ve eş-Şafiî ile savaşarak bu savaşı sürdürüyor. M.İslamoğlu da bu savaşın içinde yerini almıştır. Bu savaşı da
Kur’an adına verdiğini söylüyor. Cehalet; başını dalaletin göğsüne yaslamış ve Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) gerçek varislerinin ilmiyle ve İmamlarıyla harbediyor.
Hani M.İslamoğlu, Müslümanların “vahdet”inden yanaydı ve bunun
için yıllardır dilinde tüyler bitmişti? Acaba İslamoğlu, bu sözleri sarf ederken, akıl denen bir ni’metin haysiyetinden ve hududundan haberi olarak mı
konuşuyor, yoksa ne dediğini mi bilmiyor? Hani İmamet ve ma’sumiyete
iman etmemişti? Suriye’yi İran’ın vesayetine bırakalım ve artık İran’ın bölgede otoritesini kabul edelim çağrısında bulunan bir kimsenin Şiî olmasına
ne gerek kalmıştır ki?
94
M.İslamoğlu’nun Şam’ı İran’a bırakalım teklifi, İbnu’l-Alkamî’nin [*]
Hülagu’yu Bağdad’ı işgal etmeye davet emesine benziyor. Ancak bir farkla; Hulagu Bağdad’ı işgal etmeden İbnu’l-Alkamî onu işgale davet ediyordu. M. İslamoğlu ise, İşgal edilmiş Şam’ın İranlı ve Nusayri Hülaguların
ellerinde kalmasını isitiyor.
M.İslamoğlu, Türkiye’de hararetli bir referandum taraftarı idi. Şimdi
Suriye’yi asıl sahiplerinin elinden alıp İran’a verme konusunda
Refarandum ilkesini unutmasının bir hikmeti var mıdır diye sorsak? Çünkü
Şia akidesi “İmamet”i “ilahî” görür ve nassa dayandırır, seçimlere ve referandumlara değil. Demek ki M.İslamoğlu’nun kardeşliği; Suriye’de bu kadar zulüm, kan, gözyaşı ve namus acısı varken, Müslümanlara bu zulmü
yapanları bağışlarcasına, bu yıkımın ve bu soykırımın hamisi olan İran’ı;
Suriye’de ev sahibi görüyor ve Şam’ı İran’ın mülkü olarak kabul etmemizi
İslam kardeşliğine aykırı görmüyor..!
M.İslamoğlu’na söylemek lazım; dürüst olun ve İran’ın buradaki
savaşını haklı gördüğünüzü ilan ediniz..! “Çocuk yüzlü katil, bebek yüzlü katil” (!) gibi sözlerle, İran’ın yırtığını yamamayın. Peki, bir de şöyle bir
soru sorsak; İran ne için Suriye’de savaşıyor?, M. İslamoğlu ne için Suriye’nin İran’a terk edilmesini teklif ediyor? İki durumun birbiriyle çeliştiğini
ve gaye olarak birbirinden ayrı olduğunu söylemek mümkün mü? Buhari
ve Müslim’i neredeyse Allah’ın Rasul’ü adına yalan söyleyen kâfirler ve
münafıklar ilan eden M. İslamoğlu, İran’ın fars kinini ve Ömer’den ve sahabeden intikam için İslam âleminin her tarafında yaymaya çalıştığı kanlı
ideolojisini bilerek gözlerden uzak tutuyor.
[*]
Muhammed İbn Ahmed İbn Ali el-Esedî (593-656/1197-1258) Ğafil Abbasî Halifesi
Abdullah İbn Mansur el-Mustansır’ın (1242 - 1258) ondört yıl vezirliğini yapmıştır.
Akıllı zeki ve devlet işlerini çok yii bilen bir kimseydi. Edeb ve ilim alanında geniş bilgisi vardı. Ehl-i Sünnet tarihçileri Onun Hulagu’yu Bağsdad’ı fethetmeye ve Abbasî
Hilafetine son vermesi konusunda ikna ettiğini yazarlar (İbn Kesir, İbn’ul-Esîr, İbn
Tanrıverdî, ez-Zehebî, İbn Şakir el-Ketbî vd; Nuruddin eş-Şuşterî el-Mer’aşî [Şiî tarihçi; Mecalisu’l-Mu’minin sahibi]) Hulagu, Abbasî halifesine emrine girmesi için mektup
yazar. Halife de bunu reddeder. Bunun üzerine İbnu’l-Alkamî Başvezîr sıfatıyla
Hulagu ile birçok yazışmalarda bulunur. İbnu’l-Alkamî Halifeye Hulagu’ya hediyeler
göndermesini ve ona yumuşak davranmasını ve paraların üzerine adını yazdırmasını
tavsiye etti. Halife nerdeyse bu görüşü kabul edecekti ki, Mücahidu’d-Din Aybek edDefterdar es-Sağîr ve askerî komutanlar bunu şiddetle reddettiler.
Hulagu’nun Halife’ye yazdığı bir mektupta Bağdad’ın tüm surlarını yıkması ve tüm
hendekleri doldurması için kendisine süre verdi. Eğer bunu yapmazsa, Bağdad’a
gireceğini ve çoluk çocuğuna büyük eziyet vereceğiyle onu tehdit etti.
Hulagu Bağdad önlerine geldiğinde Bağdad, Kerh, Hille bütün Şiiler onu Bayram
edercesine karşıladılar ve birçoğu da Ordusuna katılarak Müslümanlara karşı savaştılar. (Reşiduddin el-Hemadanî: Camiu’-Tevarîh: c.1,s.259) Hulagu Bağdad’ı tarihin
en büyük ordusu ve en kanlı katliamıyla ldıktan sonra Nsairuddin et-Tusî’yi vezir
edindi. et-Tusî Şam ehline Hulagu adına bir mektup yazı onları Hulagu’nun emrine ve
taatine girmeleri için tehdit etti. Bu mektupta “biz Allah’ın ordusuyuz bizi gazabından
yarattı diyordu” (Bağdad Üniversitesi,Edebiyat Fakültesi, el yazma:Nr:975; Bkz.
(http://www.saaid.net/mktarat/iraq/95.htm)
95
Karmatî Beşşar’ı güya kınadığını söylemeye çalışan adam, neden bu
bebek yüzlü (!) tağutun ardında duran İran’a sahabenin topraklarını veriyor
ki? Bu çocuk yüzlü (!) katilin ortağı veya ortakları kim? Beşşar Allah’ın ve
Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) velayetini reddeden bir adamdır;
Mü’minlerin velayetinin dışındadır. Fakat buna rağmen “velâyet-i fakih”
devleti onun velayetini ve vesayetini üzerine alıyor. Buna rağmen “Direnişçi” Hasen Nasr; Kur’an’ı hiçe sayarcasına; gözünü kan bürümüş, Suriye’ye
daha da çok savaşçısını gönderme tehdidinde bulunuyor.(9 Muharrem
2013)
Hani “mü’minler kardeşti”? Gördüğümüz o ki; Ancak İran ve Nusayri
rejimi kardeş, bizler değil. İran; Suriye politikalarındaki tarihî, siyasî ve
akidevî niyetini gizlemek ve yayılmacılığına meşru ve aldatıcı bir kılıf bulmak için “Direniş Cephesi” söylemini canlı tutmaya çalışıyor. Fakat ne
için ve neyle direniş? Eğer bu savaş sırf akide savaşı değilse nedir? İsna
Aşeriyye Safevîler döneminden bugüne kadar bizimle acaba hangi savaşı
akidelerini göz ardı ederek yapmışlardır ki?
Nusayrilerin hangi din üzere olduklarını; Şiî âlimlerden Muhammed
İbn Ömer el-Keşşî [ö.h.350] Ricalu’l-Keşşî adlı kitabında şöyle anlatır.
Der ki:
“Öyle bir fırka var ki, liderleri Muhammed İbn Nusayr’in rasullüğünü iddia
etmiştir. Ali İbn Muhammed el-Askerî’nin kendisini gönderdiğini iddia ediyordu. Nikâhı haram olan kadınları (mahremleri) bile helal kılıyordu. Erkeklerin birbiriyle de evliliğine cevaz veriyordu. Bunun “tayyibat”ttan her hangi
bir tayyibat olduğunu, Allah’ın bunu haram kılmadığını söylerdi (…) Hatta
Muhammed İbn Musa İbnu’l-Hasen İbnu’l-Furat onun kendine tabii olan
gençlerden birisiyle livata ettiğini gördüklerini nakleder..” 88
Nasîruddin et-Tusî [h.385-h.460]de onun hakkında buna benzer bilgiler
vermektedir. Kitabu’l-Ğaybe’de;
“Babiliği ilk onun ihdas ettiğini, Ebu Ca’fer’in -aleyhisselam’ın- ondan
teberri ettiğini, ruhların tenasuhuna inandığını ve nübüvvet iddia ettiğini,
kendisini Ali İbn Muhammed’in rasul olarak gönderdiğini söyler ve Ebu’lHasen’in rububiyyetini iddia ederdi. Mahremleri mübah kılar, erkeklerin erkeklerin dübürlerinden birbiriyle ilişki kurmasını caiz görürdü. Bunun da tevazu’dan olduğunu söylerdi…” 89
Şehr Âşup el-Mazendranî, Menâkıb-i Âl-i Talib fî’r-Reddi A’lelĞulat’da; es-Seyyid el-Himyerî’den onun Ali’nin uluhiyyetini iddia ettiğini
naklettiğini zikreder:
“Muhammed İbn Nusayr en-Numeyri el-Basrî, Allah’ın ancak bu zamanda
zuhur ettiğini söylerdi. O’nun [Allah’ın] sadece Ali olduğunu iddia ederdi.
88
89
Muhammed İbn Ömer el-Keşşî [ö.h.350] Ricalu’l-Keşşî: s.520
Nasiruddin et-Tusî [h.385-h.460]; Kitabu’l-Ğaybe’de (s.267,268)
96
Yahudi ve Nasranîlerin doğru din üzere olduklarını, fakat buna rağmen biz
onlardan değiliz derdi.” 90
Umdetu Uyuni Sihahi’l-Ehbâr fî Menâkıbi İmami’l-Ebrâr’da Yahya
İbnu’l-Hasen İbnu’l-Huseyn el-Esedî el-Hıllî (h.523-h.600) [İbnu’l-Batrîk ]
der ki:
“Ali’nin sevgisinde ifrata giden o fırkaya gelince, onlar Nusayrîlerdir. Onlar
Ali’nin halkın ilahı olduğuna, onun diriltip öldürdüğüne ve rızıklandırdığına
iman ederler. Bunu da sadece ve sadece onun harika şaşırtıcı fiillerinde
gördükleri bir şeyden ötürü söylerler; o da Allah’ın onun bu fiilleriyle nebileri
tasdik etmesindendir. Sonra evsiya, onlarla da nebilerin hilafet iddiasının
doğruluğudur. Onlar delil üzerine düşünmeyi ihmal edince dalalete düşüp
kâfir olup helak oldular.” 91
es-Seyyid Ni’metullah el-Cezâirî de (h.1050-h.1112), Nuru’l-Berahîn
adlı kitabında benzeri sözler kaydeder:
“Muhammed İbn Nusayr’in, Ali’nin ilahlığını, Cibril’in insan suretinde zuhur
etmesi gibi, Allah da Ali suretinde zuhur ettiğini iddia etmiştir.” 92
Muhammed İbn İsmail el-Mazenderânî (h.1159-h.1216) [Ebu Ali elHairî] ise, Munteha’l’-Makâl fî Ahvali’r-Rical’de İbn Nusayr’ın Ali İbnu’lHasen el-Askerî’nin rab olduğunu söylediğini nakleder. 93
Şazân İbn Cibril el-Kummî (ö.h.660) ise er-Ravdatu fî Fedali Emiri’lMu’minîn adlı kitabında;
“Onun Ehl-i Beyt’ten olan İmamların lâhût’un ruhu olduğuna inandığını zikreder. İbn Hazm ve eş-Şehristanî’nin onun sözlerine ayrıntılı olarak yer
vermelerine rağmen Nusayriliği Şia’dan görmekle iftira ettiklerini” 94 söyler.
İlginç olan bir diğer nokta; o da bu âlimlerin neredeyse tamamı, Muhammed İbn Nusayr’dan söz ederlerken “laanehullah” diye ondan söz
etmeleridir.
Buna rağmen, İslam düşmanı olduğunu alenen ilan eden Baas rejimine ve onun arkasındaki laiklere ve Nusayrilere neden bu kadar yardım?
Neden İsrail, orada iken bu toprakları fetheden bir ümmetin ve sahabenin
90
Şehr Âşup el-Mazendranî, (Menâkıb-i Âl-i Talib fî r-Reddi A’lel-Ğulat’da; c.2,s.228)
Yahya İbnu’l-Hasen İbnu’l-Huseyn el-Esedî el-Hıllî, Umdetu Uyuni Sihahi’l-Ehbâr fî
Menâkıbi İmami’l-Ebrâr’:s.213, (Kum, 1407 h,s.213)
92
es-Seyyid Ni’metullah el-Cezâirî de (h.1050-h.1112), Nuru’l-Berahîn (1.bsk. Kum,
h.1417)
93
Muhammed İbn İsmail el-Mazenderânî [Ebu Ali el-Hairî] Munhethal’-Makâl fî Ahvali’r-Rical’; s. 9 (Kum, 1416,c.7)
94
Şazân İbn Cibril el-Kummî (ö.h.660) ise er-Ravdatu fî Fedâli Emiri’l-Mu’minîn
(1.bsk,1423 thk. Ali eş-Şekercî)
91
97
çocuklarına ve torunlarına bu kadar zulüm? [*] Acaba bunun sebebi gerçekten İran’ın bir İslam Hükümeti olmasından ötürü kendisinde gördüğü bir
haktan mıdır, yoksa gerçekten Suriye’li Müslümanlar İran’ın yeryüzünde
savaşılması gereken en büyük ümmet düşmanları olduklarından mıdır ya
da ne?
Yıllardır yaptığım gözlemler, okumalar ve tarihten aldığım ders;
İran’ın; Şia’yı temsilen verdiği mücadelenin çok derin ve eski İran milliyetçiliğini damarının etkisi altında olduğudur. Bu bölgede Yahudiler ve Nasara
huzur içinde yaşarken, Müslümanların kanlarının oluk oluk akıtılması asla
İslamî bir esasa dayandırılamaz. İran, ümmetin devleti değildir, olmadığını
artık herkes görmüştür. İran, Museylime olmuş ümmetin göğsüne saplıyor
hançerini, Beşşar’ın ilahlığına iman eden kâfirler için savaşıyor ve milislerini seferber ediyor. 50 bin kişiyle Irak’ta ABD’ye yardım ettiği gibi.
Asıl savaşının ABD ve İsrail ile olduğunu söyleyen bir ideoljinin; neden asıl gayesinin i’la-i kelimetullah olmadığını söylemediğine ise, kimse
dikkat etmiyor. M.İslamoğlu da İran ögesi üzerine dikkati çekmek yerine;
Ehl-i Beyt söylemini kullanması ve İran’dan maada -başka- , Irak’ı ve
Şia’ca kutsal mekânları ziyaret etmesi bu meyanda anlamlıdır.
Gerçek savaş; bu toprakları fethedenlerle bu topraklarda İslam düşmanlarının işbirlikçileri arasında cereyan etmektedir. İran bu işbirliğini bölgede en iyi kullanan mezhep ve akide devletidir. Bunun dışındaki hiçbir
bölge devleti “akide devleti” değildir. Kukla ya da maşadır.
İran’ın ve çağın Şia’sının gayeleri, tarihte kendilerini hezimete uğratan Batı’yı (Helenler, Bizans) Roma ve Bizans olarak gören bir anlayışla,
Batı’ya karşı bölgede savaşım veriyor. İran’ın ve de Velayet-i fakih felsefesinin hedefi, bu toprakları Yahudilerden değil, bizlerden temizlemektir.
İran ve de Şia; Moğol istilasından sonra, tarihinin en büyük ve en başarılı “takiyye savaşı”nı sürdürüyor. M.İslamoğlu da bunu görmeyenlerdendir. Bunu görmemesini mazur görüyorum, zira birçokları gibi, onda da
bunu görecek basiret ve firaset ne yazık ki yok. Birçok kimsenin bu savaşın gerçeğine rağmen, bu savaşı görmezden gelmeleri ve hedef şaşırtmaları; aynı akideyi ve gayeleri paylaşmış olmalarındandır. Bu durumda
İslamoğlu, usta bir takiyyeci olarak karşımıza çıkmış olmaktadır.
Suriye’de ‘Müslümanlar Müslümanları öldürüyor’ sözü gerçekten
tam bir mezellet ürünü, cehaletin ve zavallılığın bir göstergesidir. Bu sözü
söyleyenler öyle zavallılar ki; ne bâtılı insanlara gösteriyorlar ne de hakkı..
Güya tarafsız duruyorlar gibi. Ama taraflarını buı tarafsızlıkla ortaya koyduklarının da farkında olmaları gerekir. Artık aldattıkları saf ve temiz İslam
[*]
İranlıların neden Arapları ve Ehl-i Sünneti sevmediklerini izleyin: Türkçes alt
yazılı: http://www.youtube.com/watch?v=s3YTGRyo8H8 [Şiiliğin doğuşu, Şiiler Hz.
Ömer'den neden nefret ediyor?]
http://www.youtube.com/watch?v=98myThDtFt4
98
gençliği; kendilerini aldatan önderlerin zavallılığını ve sefaletini iyice görmektedir. Yeri geldiğinde “tağut”u inkâr ettiklerini, tağuta karşı savaşılması
gerektiğini söyleyen birçok “tevhidci” muvahhid Müslüman (!) nasıl oluyorsa Suriye’de “tağut”u göremiyor. Suriye’ye gelince tağut, Müslüman ve
gözlerinde Mehdi için savaşan mücahid (!) oldular.
‘Suriye’de ve bölgede İran’ın nüfuzunu kabul etmelisiniz’ sözü,
öyle yabana atılacak türden bir söz değildir. Bu söz, M.İslamoğlu’ndan daha büyük ve onun cürmünün fevkinde olan bir sözdür. Bununla farkında
olmadan Şah İsmail’in âmâlını tercüme ediyor. Bunu, ümmet sevdalısı ve
ümmetin vahdetini isteyen bir adam söyleyemez. Fildişi kulesinden ahkâm
keserek ve Ümmet’in hadis İmamlarına dil uzatarak ve toplumun gözünde
onları hiçleştirmye gayret etmesiyle “İslamî vahdeti” istemiş olamaz.
Elllerini ve dillerini adil ve sika olan İmamlarımızdan çeksinler ve tevbe
etsinler, ondan sonra onu, bu ümmetin derdine düşmüş bir adam olarak
görelim.
İran, devrimi ihraç etme uğruna, Suriye’de İslamî bir devletin kıyamını
istemiyor. İran; sermayesi ve petrol gelirleriyle ve eski Komünist rejimlerin
desteğiyle, İsrail’in güvenliğini koruyor farkında değil. Çünkü Fransa ile
Nusayriler arasındaki tarihî ilişkiye baktığımız zaman, bunun nedenlerini
çok açık bir surette görürüz.
Bugün Nusayriler Haçlılar adına bizimle savaşıyorlar. Haçlıları korumak için Suriye’yle birlikte Batı’nın jandarmalığını bazı Arap ülkeleri yapmaktadır. Safevîler ve Nusayriler, bugün tarihte Haçlılarla yaptıkları
ittifaklaının meyvelerini devşiriyorlar. Haçlı dünyası, İran’ı ve Nusayrileri daha da ödüllendirecektir. İlk ödül Lübnan’ın güneyi, sonra Irak ve
şimdi de Suriye..Sonra, nükleer anlaşma ve Suriye’de İran’ın desteğiyle
demokrasinin ikamesi.
İslamoğlu’nun Suriye’nin İran’ın egemenliğine terk edilmesini ve
İran’ın bu bölgedeki “otorite”sini kabul etmemizi ilan ettiği hutbesi; onun ne
kadar Safevî ve Şiî olmadığının ya da en azından teşeyyu’ “yağcılığı”
yapmadığının en açık delilidir değil mi? (!) M.İslamoğlu meraklanmasın, o
ben Şiîyim dese de demese, bunun bizim için hiçbir önemi yok
İran ve işbirlikçileri; Haçlılarla sürdükleri tarihî işbirliğini gizlemek için,
Avrupa’nın kıyımdan geçirdikten sonra bir hançer gibi ciğerimize sapladığı
Yahudilerin korumacılığını yapıyorlar. Suriye’de Sünnet akidesi üzere bir
İslam devletini, -daha önce de yazdığım gibi- ne Türkiye istiyor ne de herhangi bir Arap ülkesi. Peki, Suriye’deki savaş; bir Arap- Fars savaşı mı,
yoksa Haçlı Batı ve Ehl-i Sünnet savaşı mıdır? Bu soruların hiç karmaşık
olmadığını selim bir kalp ve temiz bir akılla durumu izleyen her iman ehli
görecektir.
Suriye’de İran ve Hizbullah savaşının sonunda kaybeden taraf Suriye’li Ehl-i Sünnet Müslümanları olursa, mezhep savaşı çıkacak olan ülke-
99
ler sırasında Türkiye yerini alacaktır. Suriye’li Müslümanlar haklı da olsalar
yenilmeliler..Çünkü Suriye’de Nusayrilerin en büyük askerî ve siyasî zaferini; finansörleri Rusya ve İran öyle istiyor, İsrail de elbette Kudüs kapılarına dayanmış bir cihad akidesiyle savaşacaktır. İsrail doğrudan bu savaşın
içinde değil gibi, ama savaş onun lehine işliyor. Savaş İsrail’le savaşmak
için verilmiyor.
İran; oynadığı derin tarihî, fırkacı rolün anlaşılmaması için Müslümanların önünde İsrail kuklası oynatmayı büyük bir maharetle sürdürüyor. Dikkat ederseniz İran, Nusayriler’e verdiği desteğin resmi olarak mezhebî ve
akidevî boyutunu hiç gündeme getirmemektedir. Bütün siyasetini ve askerî
yapılanmasını “Mehdi”nin gelişi üzerine kuran bir devletin; bu savaşta akide uğruna savaşmadığını söylemek, saflık değil, ahmahlıktır.
İran, Şii egemenliği için Ali’yi sevenleri (!) tek çatı altında toplama
mücadelesi veriyor. Yoksa ne diye Yemen’e, Bahreyn’e, Suriye’ye ve Lübnan’a burnunu soksundu ki? Korkarım, İran’ın Suriye katliamının baş aktörü olduğunu söylememiz “takva”mıza zarar veriyordur..(!) değil mi? Suriye’de savaşan zalim bir düzene ve fırkaya karşı savaşan Müslümanların
ardında İsrail’in olması acaba mümkün mü? İsrail ve ABD bu savaşın neresinde duruyor? Suriye’deki savaş, GK üyesi Rusya ve ABD arasında
üzerinde ittifak edilen bir savaş mıdır değil midir?
Ömrünü Kur’an’a adadığını, durmadan milletin başına kakan bir
adam; kalkıyor, Şam beldesini İran’a vermemizi teklif ediyor. Neden Suriye’yi sahiplerine değil de, İran’a layık görüyor? Suriye bir İslam vatanı ise,
mezhepçilik yapan, kendisini Şiî ya da Ehl-i Sünnet diye adlandıranlara;
yani Allah’ın seçtiği ismi seçmeyenlere değil, sadece Müslüman olduğunu
söyleyenlere verilmeliydi değil mi?
M.İslamoğlu, sahip olduğumuz akideye ve ilmî değerlerimize saldırıp
dururken, ardından ‘mezhebini din edinmiş’ bir devlete, Suriye’yi vermemizi teklif etmesi çok manidardır. Burada kullanılan dil ve yöntemin; bâtınî
dailerin yöntemi ve diliyle ne kadar ilgisi olup olmadığını Gazalî’nin
Fedaihu’l-Batıniyye ( Diyanet Vakfı yayınları, ter. Prof.Dr. Avni İlhan) adlı
kitabını okuyanlar bilir.
M. İslamoğlu elbette büyük bir ödülü (!) hak ediyor. Zira Şam’ı, İran’ın
“otorite”sine teslim etmemizi savunurken, aynı zamanda Kudüs’ün de
İran’ın olması gerektiğini söylemiş oldu. Bundan sonra, neden “Kudüs
Günleri” diye kendimize sormamıza bile gerek kalmamıştır sanırım..!
Kudüs’e giden yol, Kerbela’dan geçmiyordu, Kerbela’ya giden yol
Kudüs’ten geçiyordu. Mehdi’nin gelişi de Mekke ve Medine’den geçiyordu.
Şam savaşı, Mehdilik savaşlarının en önemlisidir. Kudüs ise önümüze
serpilen aldatıcı bir “yem” idi, bu yemi hem Araplar (Hamas ve İslamî
100
Cihad) hem de Türkler yuttular. *Mehdi’nin geldiğinde yapacağı en büyük
icraatlardan birisi; Ka’be’yi ve Mescid-i Nebevî’’yi yıkmak olacak: Ebu Cafer et-Tusî.(Kitabu’l-Ğaybe)
”Mehdi geldiğinde Ka’be’yi ve Mescid-i Nebevî’yi yıkacak ve eski temelleri üzerine yeniden inşa edecek ve hırsız (!) Şeybe oğullarının ellerini
kesip Ka’be’ye asacakmış..!” Bu, Şia’nın en güçlü devleti ve askeri gücü
olarak İran’ın iştahını kabartmaktadır. Fakat henüz önümüzde epey zaman
var. İran Batı ittifakı sağlanırsa bu işgal girşiminin daha kolay olacağını
söyleyebiliriz. İran’ın Körfez ve adaları üzerindeki hakk iddiası bir gün kesin bir savaşa dönüşecek ve Basra Körfezindeki devletçiklerin birçoğuna
son verecektir.
Huseyn el-Hurasanî’nin sözleri Mekke ve Medine’nin mutlaka ele geçirilmesi gerektiğini açıkça ilan ediyor: [*]
‫"إن طوائف الشيعة يترقبون من حين وآخر أن يوماً قريباً آت يفتح اهلل لهم تلك األراضي‬
‫ ويزوروا‬،‫ ويؤدوا مناسكهم‬،‫المقدسة لمرة أخرى ليدخلوها آمنين مطمئنين فيطوفوا ببيت ربهم‬
،‫ وال يكون هناك سلطان جائر يتجاوز عليهم بهتك أعراضهم‬..‫قبور سادتهم ومشايخهم‬
،ً‫ ونهب أموالهم المحترمة ظلماً وعدونا‬،‫ وسفك دمائهم المحقونة‬،‫وذهاب حرمة إسالمهم‬
"‫حقق اهلل تعالى آمالنا‬
“Şia taifelerinin hepsi, şimdi veya başka bir zamanda ya da yakın bir zamanda; Allah’ın kendilerine Mukaddes beldelerin kapılarını bir kez daha
oralara emin bir şekilde girmeleri için açacağından ve Rablerinin Evini
itmi’nan içerisinde tavaf edeceklerini, menasiki istedikleri gibi eda edeceklerini, seyyidlerini ve şehylerini serbestçe ziyaret edeceklerini, orada kendilerine zulmeden zalim bir Sultanın bir daha bulunamayacağını ve ırzlarını
*
Irak Hizbullah’ın Mekke ve Medine’yi ekel geçirmek için ordu kurmaları için bkz.
www.youtube.com/watch?v=7GIovAj7U_I/
www.youtube.com/watch?v=7GIovAj7U_I/ maktoob.news.yahoo.com
[*]
Bkz: Irak Hizbullah’ı denen örgütün Genel Sekreteri, [Ceyşu’l-Muhtâr] Vâsik elBattât (Ebu Esedi’lllah) (1973 Miysan doğumlu) Mekke ve Medine için neler söylüyor?
http://www.youtube.com/watch?v=LMdEwHm6D2U
Aşağıdaki videoda ise, el-Enbar’da Malikî’nin adaletsziliği ve zulümüne karşı yürüyüş
düzenleyenlerin cümlesinini idam edilmesi gerektiğini söylüyor. el-Battât aynı zamanda Malikî Hükümeti’nin asla kendisini bu sözlerinden ötürü hesaba çekemeyeceğini; zira 1 milyon civarında silahlı taraftarı olduğunu ve ellerinde 23.600 intihar eylemcisinin (fedai) olduğunu Ceyşu’l-Muhtar ve Irak Hizbullah’ı diye iki büyük silahlı
örgütün olduğunu söyleyerek, Malikî hükümetini de güya tehdit etmiş oluyor. Hâlbuki
bunları konuşturan ve fitne ateşi yakan Malkî’nin bizzat kendisidir. el-Battât, doğrudan Veliyy-i fakih dedikleri Ali Hameneî’ye bağlı olduğunu da her fırsatta dile getirmeyi de ihmal etmiyor.
(http://www.youtube.com/watch?v=a2xhdnyFhtc)
101
hetk (tecavüz) edemeyeceğini, İslamlarının hürmetini çiğnemeyeceğini, korunmuş kanlarını akıtamayacağını, haram kılınmış mallarını ellerinden zulüm ve düşmanlıkla alamayacağını ve Allah’ın emellerini gerçekleştireceğini
umud ediyor. ” 95
Ebu Ca’fer et-Tusî, Kitabu’l-Ğaybe’de (s.181) Mehdi’nin Ka’be’yi yıkarak İbrahim’in (aleyhisselam) temelleri üzerine yeniden bina edeceğini ve
Rasulü’n de Mescidini ilk temeli üzere inşa edeceğini söylüyor. Fakat asıl
gaye bu değil; asıl gaye Ka’be’yi ve Kıbleyi Kerbela’ya taşımaktır.
M. İslamoğlu, bir diğer ödülü de Filistin için hak ediyor. Zira aynı zamanda Filistin’in de İran’ın olduğunu söylemiş oluyor. Üçüncü ödülü de;
Hicaz, Mekke ve Medine’nin de İran’a verilmesine sıcak bakıyor olması
sebebiyle hak ediyor. M.İslamoğu, en büyük ödülü ise, el-Mescidu’lAksa’yı inkâr etmekle hak ediyor. Zira Şia’nın en aslî kaynakları elMescidu’l-Aksa’nın gökte olduğunu söyleyip Kudüs’teki Mescid’in Mescid-i
Aksa olduğunu inkâr etmektedirler.
95
Huseyn el-Hurasanî, el-İslamu A’la Dav’i’t-Teşeyyu’i:s.132,133
http://www.haddady.com/ra_page_views.php?id=90)
102
(Bkz.
el-Meclisî, Ebu Abdillah el-Huseyn (radiyallahu anhu) rivayet ediyor:
: ‫أورد اجمللسي عن أيب عبد اهلل احلسني عليه السالم قال سألته عن المساجد التي لها فضل فقال‬
‫" المسجد الحرام ومسجد الرسول صلى اهلل عليه وسلم قلت والمسجد األقصى جعلت فداك‬
‫ "فقلت إن الناس يقولون‬, ‫ ذاك في السماء أسري إليه برسول اهلل صلى اهلل عليه وسلم‬:‫فقال‬
‫أنه ببيت المقدس فقال مسجد الكوفة أفضل منه‬
“Babama hangi mescidin daha faziletli olduğunu sordum; el-Mescidu’lHaram, Rasul’ün Mescidi ve ve el-Mecidu’l-Aksa? Sana feda olayım..Dedi
ki: Bu gökte olan Mesciddir. Rasul’ün İsra’sı onadır. Dedim ki; insanlar; bunun el-Beytu’l-Mukaddes olduğunu söylüyorlar, dedi ki: Kufe Mescidi daha
faziletli olandır.” 96
Abbas el-Kummî; Munteha’l-Âmal’da şöyle der:
‫والمشهور أن المسجد األقصى هو بيت المقدس لكن من األحاديث الكثيرة التي وردت‬
‫عن آل البيت إنما هو البيت المعمور بالسماء الرابعة وهو أبعد المساجد‬
“Meşhur olan, Mescid-i Aksa’nın el-Beytu’l-Makdis olduğudur.
Lakin Âlu beytten gelen mütevatir hadislere göre o ancak gökte
olan el-Beytu’l-Ma’mur’dur. O mescidlerin en uzağıdır.” 97
96
97
M. Bakır el-Meclisî, Biharu’l-Envar: c.97,s.405 (1403/1983 bsk)
Abbas el-Kummî, Munteha’l-Âmal: c.1,s.79 (3. Paragraf, 5-9 satırlar)
103
M.İslamoğlu, istediği kadar “İmamet” akidesine inanmadığını söylesin.. Bugüne kadar onlar bile Suriye’yi nüfuzları altına almak istediklerini
takiyye yapıp söyleyemediler, ama o bir yiğitlik yapıp bu tarihi bombayı
patlattı ya..! İslam ve düşünce tarihimize altın harflerle (!) yazılmayı hak
ediyor.
Müslümanların saflığını ve gençliğin cehaletini ve Din ilimlerini ve
usulünü bilmeyenleri; yıllar boyu istismar ettiniz, şimdi de bu gençliğin harap ettiğiniz aklını ve hissiyatını istediğiniz gibi kullanmak istiyorsunuz.
Ama Allah’ın azabı ve intikamı yakındır. Nasıl ki, Allah’ın rahmeti
muhsinlere yakınsa, azabı da zalimlere ve müflere yakındır onlardan uzak
değildir.
Evet, M.İslamoğlu “İmamet”e inandığını söyleseydi, yalan söylemiş
olurdu. Ama Şam’ı İran’a vermelisiniz derken, akidevî bir gerçeği ve doğruyu söylüyordu. Ma’sum İmam akidesine inanmadığını söyleyen
M.İslamoğlu, böylece ma’sum -daha anasından bile doğmamış evham
ürünü- 12. İmam, Muhammed İbnu’l-Hasen el-Askerî’nin ma’sumiyetine ve
mucizelerine inanan bir topluluğa lütufta bulunmuş oluyor.
104
M.İslamoğlu, hem İmamete iman etmediğini söyleyecek, hem Mehdilik akidesini reddedecek..Sonra da es-Sistanî’yi [*] İslam âlemine İmam
olacak liyakatta görecekler. Bu lokmayı kimse yemez..! Ayıptır utanmak
gerekir. Eğer bu sözlerinize rağmen, sizi Türkiye’li Sünni bir âlim (!) olarak
taltif etmişlerse, bunu söyleyenlere ne diyelim? Zira “takiyye” denen bir
akidevî ilkeleri var, bundan siz de haberdarsınız:. Peki, Şiî dostlarınız;
imameti, mehdiliği ve ma’sumiyeti reddetmenize rağmen [**] hangi
nasslarına göre sizi Müslüman görüyorlarmış ki? Bu insanların akidesi, sizi
tekfire daha yakın. Bari akidesini reddettiğiniz bu zümrenin neden size değer verdikleri üzerinde biraz kafa yorun..!
Aşağıdaki sayfa aynen Abdulmelik Bin Adurrahman eş-Şafiî’nin elFikru’t-Tekfirîyyu İnde’ş-Şîati Hakikatun em İftiraun adlı kitabından alınmıştır. Burada Şia’nın büyük İmamlarının “İmamet” fikrini benimsemeyenler
hakkındaki hükümleri zikredilmektedir.
[*]
es-Sistanî’yi tanımak için izleyin: (http://www.youtube.com/watch?v=Svl2I539p7c)
[videoda Arap devletleriyle ilgili bazı ifadelere katılmakla beraber]
[**]
Bkz.http://www.youtube.com/watch?v=nsbT19Z7w5U
105
106
Mü’minlerin Emiri Aleyhisselam Hakkında Şek Edenlerin Cezası:
‫ عقاﺏ من شك في ﺃمير ﺍلمؤمنين عليه ﺍلسالﻡ‬- ٥١
،‫ عن عبد ﺍلله بن ﺍلقاسم ﺍلحضرمي‬،‫ عن موسى بن سعدﺍﻥ‬،‫ عن علي بن عبد ﺍلله‬،‫ عنه‬- ٤٣
‫ﺍﻥ ﺍلله‬: ‫ قاﻝ ﺃبو جعفر عليه ﺍلسالﻡ‬:‫ قاﻝ‬،‫ عن ﺃبي عبد ﺍلله عليه ﺍلسالﻡ‬،‫عن ﺍلمفضل بن عمر‬
،‫ فمن تبعه كاﻥ مؤمنا‬،‫عز ﻭجل جعل عليا علما بينه ﻭبين خلقه ليس بينه ﻭبينهم علم غيره‬
‫ ﻭمن شك فيه كاﻥ مشركا‬،‫ﻭمن جحده كاﻥ كافرﺍ‬
Allah Azze ve Celle Ali’yi kendisiyle kulları arasında bir alamet olarak gönderdi; Kendisiyle kulları arasında ondan başka kimse yoktur. Kim ona uyarsa o mümindir. Kim de onu inkâr ederse kâfirdir. Kimde onuda şek ederse,
o müşriktir.” 98
‫ علي عليه‬:‫ قاﻝ‬،‫ عن ﺃبيه‬،‫ عن محمد بن جعفر‬،‫ عن محمد بن حساﻥ ﺍلسلمى‬،‫ عنه‬- ٤٣
،‫ ﻭفي ﺭﻭﺍية ﺃبي حمزﺓ‬.‫ ﻭمن ﺃنكره ﺩخل ﺍلناﺭ‬،‫ من خالفه كاﻥ كافرﺍ‬،‫ﺍلسالﻡ باﺏ ﺍلهدﻯ‬
‫ ﺍلتاﺭكوﻥ‬:‫ قاﻝ ﺭسوﻝ ﺍلله صلى ﺍلله عليه ﻭﺁله‬:‫ سمعت ﺃبا جعفر عليه ﺍلسالﻡ يقوﻝ‬:‫قاﻝ‬
‫ من ماﺕ منهم‬،‫ خاﺭجوﻥ عن ﺍالسالﻡ‬،‫ ﻭﺍلمظاهرﻭﻥ ﺃعدﺍﺀه‬،‫ ﺍلمنكرﻭﻥ لفضله‬،‫ﻭالية علي‬
‫على ﺫلك‬
“Ali aleyhisselam Hüda’nın kapısıdır. Kim ona muahalefet ederse kafirdir. Kim de onu inkâr ederse ateşe girmiştir.
Ebu Hamza’dan gelen rivayette: Ebu Ca’fer’i işittim şöyle diyordu:
Rasulullah sallalllahu aleyhi ve sellem dedi ki: Ali’nin velayetini terk
edenler, faziletini inkâr edenler ve ona düşmanlık izhar edenlerden
kim böyle ölürse İslam’dan çıkmıştır.” 99
‫ عن ﺍلحسين بن‬،‫ عن ﺍلحسن بن علي بن ﺃبي حمزﺓ ﺍلبطائني‬،‫ عن ﺃبن عمر ﺍألﺭمني‬،‫ عنه‬- ٤٣
‫ لو جحد ﺃمير ﺍلمؤمنين عليه ﺍلسالﻡ‬:‫ سمعت ﺃبا عبد ﺍلله عليه ﺍلسالﻡ يقوﻝ‬:‫ قاﻝ‬،‫ﺃبي ﺍلعال‬
‫جميع من في ﺍألﺭﺽ لعذبهم ﺍلله جميعا ﻭﺃﺩخلهم ﺍلناﺭ‬
“Müminlerin emiri Ali’yi yeryüzündeki tüm insanlar inkâr etse Allah, onların hepsine azap eder ve hepsini ateşe atar” 100
98
Ahmed İbn Muhammed İbn Halid el-Berkî, el-Mehâsin: c.15/c.3,,s.12 (36,37 Satır)
99
Ahmed İbn Muhammed İbn Halid el-Berkî, a.g.e: c.15/c.3,s.13 (31.satır )
100
Ahmed İbn Muhammed İbn Halid el-Berkî, a.g.e: c.15/c.3,s.13 (31 satır)
107
el-Huseyn İbn Ebi’Âla diyor ki; Ebu Abdillah aleyhisselam’dan
duydum:
“…Kim bizi tanırsa o mümindir, kim de bizi tanımazsa o kâfirdir. Bizi inkâr
etmediği halde, bizi tanımayan dalalettedir. Ta ki Allah’ın kendisine vacip
kıldığı hüdaya ve itaatimize gelinceye kadar. Eğer dalaleti üzere ölürse Allah ona dilediğini yapar.
Bu sebeple, kim ona uyarsa mümindir, kim de onu inkâr ederse kâfirdir, kim
de ondan şek içinde olursa müşriktir” 101
101
Ahmed İbn Muhammed İbn Halid el-Berkî, el-Mehasin: c.1,s.89
108
el-Mufîd’in [Muhammed İbn Muhammed en-Nu’man İbn
Abdisselam el-Harisî el-Muzhicî (H.336-413/948-1022)nin;
Kitabu Evaili’l-Makâlât’ı
İslam’ın, Küfrün, Hidayet’in ve Dalalet’in Hududu
‫كتاب أوائل المقاالت للمفيد‬
‫حدود اإلسالم والكفر والهداية والضالل‬
‫القول في تسمية جاحدي اإلمامة ومنكري ما أوجب اهلل تعالى لألئمة من فرض الطاعة‬
‫واتفقت اإلمامية على أن من أنكر إمامة أحد األئمة وجحد ما أوجبه اهلل تعالى من فرض‬
‫الطاعة فهو كافر ضال مستحق للخلود في النار‬
“İmamiyye; İmamlardan herhangi birinin imametini inkâr eden ve itaatinin
farz olduğunu kabul etmeyene Allah’ın ona cehennemi ebedi olarak vacip
kıldığı üzerinde ittifak etmiştir.. Böyle bir kimse kâfirdir, dalalettedir ” 102
.‫ أنهم كفار مخلدين في النار‬:‫علم الهدى‬
‫ من جحد إمامة أمير المؤمنين واألئمة من بعده فإنه بمنزلة من جحد‬:‫ويقول الصدوق‬
.‫نبوة األنبياء‬
Alemu’l-Huda [Muhammed Bakır (?- 2010)]:
“Onlar ebedî olarak cehennemdedirler.” 103
es-Sadûk [Ali İbn’ul-Huseyn İbn Musa İbn Babeveyhi el-Kummî ( ? H.329)] ise;
“Kim Müminlerin emirinin imametini ve de ondan sonra gelen diğer imamların imametini reddederse, o nübüvveti reddeden kimse gibidir.” 104
Aynı ibareler, el-Meclisînin Biharu’l-Envar’ında daha ayrıntılı olarak
geçer:
‫قال الشيخ المفيد قدس اهلل روحه في كتاب المسائل اتفقت اإلمامية على أن من أنكر إمامة‬
‫أحد من األئمة و جحد ما أوجبه اهلل تعالى له من فرض الطاعة فهو كافر ضال مستحق‬
102
eş-Şeyh el-Mufîd, Evâilu’l-Makâlât: s.44
Yusuf el-Bahranî, el-Hadaik en-Nâdire: c.5,s.177
104
es-Saduk, İ’tikadu’s-Sadûk: s.112, el-Meclisî, Biharu’l- Envâr:
c.3,s.865,c.27,s.61;Nuru’l-Yakîn: c.2,275
103
109
‫للخلود في النار و قال في موضع آخر اتفقت اإلمامية على أن أصحاب البدع كلهم كفار و‬
‫أن على اإلمام أن يستتيبهم عند التمكن بعد الدعوة لهم و إقامة البينات عليهم فإن تابوا من‬
‫بدعهم و صاروا إلى الصواب و إال قتلهم لردتهم عن اإليمان و أن من مات منهم على ذلك‬
‫فهو من أهل النار‬
Yukarıdaki alıntıda Şeyh el-Mufîd, İmamlardan herhangi birisinin
imametini kabul etmeyeni kâfir görür ve eğer tevbe ederse, hayatta bırakılacağını; onlardan imamların imametini kabul etmeyen kimse imandan
irtidad ettiği için öldürülür, yoksa onlar bu şekilde ölürlerse cehennem ehlinden olacaklardır” 105
Müslümanlardan hiç kimse söylediğiniz sözleri söylemeye cesaret
edemezken, siz kim oluyorsunuz ki, buna cesaret ediyorsunuz? Bu sözler
mücerred siyasî gözlem olmadığı gibi, siyasî bir yorum da değildir.,
Kur’an’ın neredeyse yüzlerce ayetin anlamını alt üst edecek bir Meâle imza atan çağdaş bir Batınî te’vilci, edebin ve ilmin sınırlarını aşarak akidemizle savaşıyor, fakat birçok kimsenin bundan haberi yok.
İbn Teymiyye (rahimehullah) gibi bir mücahid âlimin ve ümmetin iftiharı hakkında; adeta -affınıza sığınıyorum- neredeyse ‘altına pisledikten
sonra üstüne başına sıvayan adam’ diyebilen Kur’an mütercimi.! Böyle
bir İmam’a; bu iğrenç, edeb dışı ve fıtratı incitici hakareti yapmasına rağmen; bu ülkenin âlimleri çıkıp bu sapkın nitelemenin sahibinin dersini vermeye tenezzül etmediler. Özellikle onu şişirme zavallılığına düşmüş olanların edeb sınırlarını çiğneyen bu adamın ahlâkını (*) idrak edememelerine
insan şaşıyor.
İslamoğlu’nun kendisini “adam” gibi eleştiren hiçbir Müslüman’a
birşey deme hakkının olduğunu sanmıyorum. Sebebini sorarsanız; İbn
Teymiyye (rahimehullah) hakkında kullandığı seviyesiz dil, tahkîr içeren
üslup ve iğrenç nitelemeler şer’i olarak kendisinin de edebî hürmetini ortadan kaldırmıştır. İbn Teymiyye’nin (rahimehullah) haysiyetini ve ırzını (yani
105
Muhammed Bakır el-Meclisî, Biharu’l-Envâr. c.8,s.366
Bu âlimler, bu zatın videolarını görmüyorlar mı? İnsanın bazısını seyretmeye midesi tahammül edemiyor. Sözleri birçok sâkıt ve lâkıt ibarelerle ve kelimelerle dolu;
“tuvalet bezi” videosunda “T” harfinden önce “G” harfini telaffuz için kelamı hazır
etmek üzereyken “tuvalet” kelimesini telaffuz etmesi “ruh masturbasyonu” “ayetlerin pabucunu dama atmak” gibi.
(*)
En hafif eleştirisi ve kınamasının “dengesiz” olduğunu söyleyen insan, âlimlerimizden
söz ederken adeta nefret saçıyor. Ardından eğer birisine de “dengesiz” demişse,
onun işnin bittiğni anlarmış dostları diyor.(bkz. Fethullah Hoca ile ilgili hutbesi:
(http://www.youtube.com/watch?v=H_H1RLnQhi0 )
110
şerefini ve izzetini) helal kılan kişinin, kendisine nasihat manasında eleştirenlere taibii ki cevap verme hakkı vardır, ama onlara hakaret etme hakkı
yoktur.
İnsanları bir ibadete çağırır gibi, “Referandum”a (12 Eylül 2010)106
katılmaya teşvik eden M. İslamoğlu, bugün Suriye’yi Faris ırkçısı ve sahabeye küfreden bir akidenin kanlı pençelerine teslim etmemizi de isteyebiliyor..
Aynı anlayış; Türkiye’yi adım adım İran’ın Farisî Şiî damarının attığı
bir ülke haline getirmeyi düşünüyor. M.İslamoğlu’nun 10 Eylül 2011’de Necef gezisinde söyledikleri de bunu doğrulamaktadır. Özellikle Karadeniz’de
ve Kürt nüfusun ağırlıklı olduğu illerde; Kur’an’ın ardına gizleyerek yürüttükleri faaliyetleri, bu toprakları İran’ın rengine boyamaya hizmet edecek
diye endişemizi güçlendiriyor. Anlaşılan o ki; “sessiz teşeyyu”, Kur’an’ın
birçok ahkâmını “te’vil” “tebdil” ve “tahrif” bu hareketin temel gündemini oluşturacaktır. Bu hareket zannınca; “Te’vilin Tahrife Dönüşmesi”
adlı çalışmamızın ortaya koyduğu gerçekleri ve bu kitapta söz konusu
eleştirleri cevaplandırmak ve geçersiz kılmak için te’vîl zeminini daha da
genişletmeyi düşünüyor.
Allah’ın kitabını nasıl tahrif ettiklerini ve Batınî te’vili tefsir diye; akıllarını dümura uğrattıkları zümrelere yutturduklarının gün yüzüne çıkmasını
engellemek uğruna bu faaliyetleri özel bir seçicilik ve anlayış ile tertiplemeye çalışıyorlar. Kur’an’cılık Evleri adı altında gençliğimiz, Nebevî hadisleri hevalarına göre inkâr eden veya onunla alay edenlerin tuzağına düşürülüyor..Bu hareket, aynı zamanda Fethullah Gülen’in Işık Evleri Projesine
de bir alternatif olarak sanki Necef’ten ve Kum’dan ilham alarak yola koyuluyor. M. Esed’in Kur’an te’vili üzerinde Yahudileşme tarzı yorum yöntemini (Kur’an Mesajı) bu ülkede bilinçli bir şekilde yayanların, aynı zamanda
neden Kudüs davası için İsrail’e düşmanlık ettiklerini de kendimize sormalıyız?
Kur’an’ın te’vilini, Kur’an’ın ve Sünnet’in dışına çıkaranlar ve
hevalarını Kur’an üzerinde hâkim kılıyorlar. Bunlar Ümmet’in Kur’an’ı tefsir
ve te’vil yöntemine savaş ilan ettikleri yetmiyormuş gibi, artık bir de bizim
fethettiğimiz toprakları sahabeye düşman olanlara peşkeş çekiyorlar.
Safevîlerle aramızda altmış yıl süren savaşların (Anadolu’daki hakimiyet
ve Osmanlıyı içerden yıkma savaşları müstesna) hâlâ intikam peşinde
olanlara verilecek en büyük ödül; Bağdad ve Şam’dan sonra onlara İstanbul’dan da vazgeçtiğimizi ilan etmemiz olacaktır.. Şam’ı İran’a verenler, bu
teklifi de yapsalar yadırganmamalıdır. Bundan daha da büyük sürprizlere
hazır olmalıyız diye düşünüyorum.
106
youtube.com/watch?v=veSkkU-kozU/ youtube.com/watch?v=5XRmoOfX-uw)
111
Türkiye’de Anayasa kuruculuğu demek olan bir ameli meşru gören
bir zihniyetin; Şam’ı İran’ın diktatörlüğüne teslim etmeyi teklif etmesini insanın aklı almıyor. Adnan Menderes’i idam edenleri kınayan adam, Suriye’de akan kanların kaç yüz bin Müslümanı yok ettiğini ve bir ülkeyi baştanbaşa helak ettiğini de görebiliyor mu? Beşşar el-Esed’e “necis” diyen
insan; acaba kimin bu necise ölümcül bir destek verdiğini bilmiyor mu da
Suriye’yi İran’ın nüfuzuna terk etmemizi istiyor?
Referandum günlerinde Cuma hutbesinde adeta referanduma katılmanın -sanki Cihada davet eder gibi- faziletlerinden hamasetle söz eden
ve laik Kemalist vesayeti güya reddetmek için bizi sandık başlarına gitmeye teşvik eden ve de rüşdümüzü (!) ispat için demokratik hakkımızı (!) kullanmayı salık veren adam, öte yanda Suriye’li Şiî olmayan Müslümanların
Mason Siyonist Baas Partisi ve Nusayrilere karşı savaşların mücadelesini beyhude bir savaş görüyor ve onlardan memleketlerini İran’a teslim
etmelerini istiyor. Türkiye’de Kemalist vesayeti kabule red, Suriye’de
Şia vesayetini kabule davet..!
İslamoğlu “ümmet”çilik sakızını çiğneye dursun, onun ümmetçilik iddiasının ne kadar hakikat (!) olduğunu görmesi için bir kez de Suriye’ye
geçmesini öneriyoruz. O zaman bu iddiasının ne kadar sahte ve boş olduğunu görür. Adama demezler mi; hani Şiî değildiniz, hani İmamiyye’den
değildiniz.? Hani “Müslim” isminden başka bütün isimlerden nefret ediyordunuz?. Hani kendinizi - bütün ümmeti bu isim mes’elesinde yanlışa ve
dalalete sapmışken- Allah’ın isimlendirdiği gibi isimlendiriyordunuz ve bu
isimlerin cümlesinden teberri ediyordunuz? Peki, bu peşkeşin anlamı ne?
İran’a Suriye’yi hibe etme sevdası ne?
Gerçekten İslamoğlu, İslam âleminde bu kararı verebilecek merci’mi?
Suriye’de; İran, Irak ve Lübnan Şia’sının yıllarca yürüttüğü gizli faaliyetlerin
Suriye’ye nelere mal olduğunu görebilmişseniz; çok sürmeden Türkiye’de
de neler olabileceğini çok rahatlıkla tahmin edebilirsiniz.
Türkiye’de Ehl-i Sünnet olduğunu iddia eden partizan gazetelerimizin
göklere çıkardıkları “sahte kutsal” ikiyüzlü Hizip’lerinin ve Nasr’larının ne
kadar İsrail düşmanı olduğunu gördüler. Ümmet’in kadınlarına yapılanı ve
bu cinayetlerin ve tecavüzlerin ardında olanları da unutmamalıyız. Batınî
te’vil; (Te’vil’in Tahrif'e Dönüşmesi’)nde dile getirdiğimiz gibi, bir bakıma
Kur’an’a ve Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Sünneti’ne karşı
hermenötik tahrifi işletiyor.. Sünnet’in hadis ilminin usulünün dışında akılcı
eleştirisi neye yapılıyor sanıyoruz ki?
Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek ve temiz adı her anıldığında ona salâvat getirmenin “yağcılık” (!) -salâvatla ilgili bu söz teşbîh
maksadıyla bile söylenmemeliydi- olduğu hükmünü verenler, aslında bununla daha neler söyleyebileceklerinin de işaretini vermişlerdir.
M.İslamoğlu; Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) karşı “yağcılığı” (!)
sevmediği için, O’nun temiz ve mübarek ismi her anıldığında veya bir yerde ismi yazıldığında yanına “Allahumme salli alla Muhammedin” denilme112
sini hiç sevmiyorlarmış, ama aynı yağcılığı yapan birilerine Şam’ımızı teslim ediyorlar. Aynı sözleri sarf eden adam, bir konuşmasında diyordu ki:
“Şia’dan ne kadar nefret ederseniz, takvanız o kadar artar diye
bir şey var mı..? Ben böyle bir şeye inanmıyorum. Ehl-i Beyt Mektebinin de bu ümmetin bir parçası olduğuna inanıyorum”
Ümmetin büyük bir kısmı da sizin gibi Şia’ya ait inanmadığınız birçok
şeye inanmıyor. Bunları nasıl bir ümmet görüyorsunuz? Peki, ya Müminlerin annesi Aişe’ye (radiyallahu anha) -hâşâ- fahişe (!) diyen ve para karşılığında (el-iyazu billah) zina ettiğini söyleyenlere Müslümanlar “Ehl-i Beyt
Mektebi” demenizin nedenini anlamak istiyorlar desek cevabınız ne olur?
Bu soruyu cevaplandırmak sizin ve onların takvasına zarar verir mi? Bu
Mektebi madem ki savunuyorsunuz; varın savunun..
Sizden istediğimiz; lütfen Şia’nın akidesiyle ilgili inkâr ettiğiniz hususlarda bu Mekteb’in ulemasının sizin inkâr ettiğiniz konularda hakkınızdaki
fetvalarını program yaptığınız TV ekranında açıklayın yeter.
Buharî, Müslim, el-Evzâî ve eş-Şafiî hakkında yiğitçe (!) ve cesurca
ağzınız dolu dolu konuşabildiğiniz gibi, Şia’nın (Ehl-i Beyt Mektebi) âlimlerinin, bu Mektebin akidesine dair reddetiğiniz akide esaslarını inkâr edenler hakkındaki fetvalarına ve hükümlerine de aynı cesurca eleştirilerinizi bu
ümmete açıklarmısınız? Bu sizin ümmetiniz ise, bu ümmet sizden bu konuda adilce bir yaklaşım bekleme hakkında da sahip olmalıdır değil mi?
Madem ki Din adına üretilmiş birçok tarihsel yanlışa işareti -sanki bir
kendileri doğruymuş da- bu kadar önemsiyorsunuz; o halde Ehl-i Beyt
Mektebi diye tezkiye ettiğiniz akide mensuplarının da Kur’an ve Din üzerinde yaptıkları tahriflere ve saptırmalara da bir değinseniz ne olur? Hiç
olmazsa, o zaman Ehl-i Beyt mektebinin İmamet nazariyesine ne kadar
iman edip etmediğiniz de ortaya çıkar.
M. İslamoğlu, Şia’nın “İmamet” ve Ehl-i Sünnet’in “saltanat” anlayışlarına dair kimi konuşmalarında mes’eleye sadece siyasî bir nazariye
“sapması” gözüyle bakıyor. Belki Ehl-i Sünnet’in Hilafet ve saltanat üzerine
geliştirdiği düşünceleri eleştirebilirsiniz, fakat Şia’da bunu yapamazsınız.
Zira “İmamet” ilahî bir görevlendirmedir, Mezhebin rüknüdür, herhangi bir
nazariye değildir. Hilafet Ehl-i Sünnet’te bir “mükellefiyet”tir. Akidenin bir
rüknü değil. Ancak Şia’da İmameti mitoloji tabiriyle anlatmamız mümkün
değildir. Akide ve ğayb konusunu içeren bir İslamî konu mitoloji nitelemesiyle felsefî bir alana kaydırılmış olur. Kur’an ve vahy söz konusu olduğunda Kur’an’ın ve sonra da Sünnet’in bu konudaki hükmü söz konusu olur.
Mesela Humeynî’nin Hz. Aişe’yi (radiyallahu anha) domuzlardan da daha necis görmesi (Kitabu’t-Tahare:c.3,s.475) hakkında bir yorumunuz olacak mı? Yoksa bunu hatırlatmak takvaya zarar verir mİ?
Muhammed Bâkır es-Sadr’ı dinleyelim:
113
‫من ينسب نفسه إَل االسالم ويعلن يف نفس الوقت عقائد دينية أخرى‬: ‫واآلخر‬: 38 ( ‫)مسألة رقم‬
‫ وذلك كالغالة الذين يشهدون الشهادتني ولكنهم يغالون يف‬،‫تتعارض مع شروط االسالم شرعا‬
،‫بعض األنبياء أو األولياء من أهل البيت عليهم السالم أو غريهم غلوا يتعارض مع االسالم‬
‫وكذلك النواصب الذين ينصبون العداء ألهل البيت الذين اذهب اهلل عنهم الرجس وطهرهم‬
‫ فان هؤالء الغالة والنواصب كفار ولكنهم طاهرون شرعا ما داموا ينسبون أنفسهم إَل‬،‫تطهيرا‬
.‫االسالم‬
“38.Mes’ele: Diğeri ise, kendisini İslam’a nisbet eden ve aynı zamanda
İslamın şartarıyla şer’an çelişen dini itikada sahip olandır. Bunun misali; iki
şehadeti getirdikleri halde bazı, evliya ya da Ehlİ Beyt aleyhimusselam veya
diğer Hakeza nasibiler [*] yani Ehl-i Beyt’e Allah’ın kendilerini kirden arındırıp temiz kıldıklarına düşmanlık besleyen, ğulat ve Nevasıb küffardır. Fakat
onlar kendilerini İslam’a nisbet ettikleri sürece temizdirler.” 107
‫ عن أَحد بن‬،‫ عن سعد بن عبداهلل‬،‫ عن ُممد بن احلسن‬:)‫ُممد بن علي بن احلسني يف (العلل‬
،‫ عن عبداهلل بن أيب يعفور‬،‫ عن عبداهلل بن بكري‬،‫ عن احلسن بن علي‬،‫احلسن بن علي بن فضال‬
‫ ففيها‬،‫ وإياك أن تغتسل من غسالة احلمام‬:‫عن أبي عبداهلل (عليه السالم) في حديث قال‬
‫ فإن اهلل‬،‫تجتمع غسالة اليهودي والنصراني والمجوسي والناصب لنا أهل البيت وهو شرهم‬
.‫تبارك وتعالى لم يخلق خلقا أنجس من الكلب وإن الناصب لنا أهل البيت ألنجس منه‬
Muhammed İbn Ali İbnu’l-Huseyn (el-İlel) de Muhammed İbnu’lHasen’den o da Sa’d İbn Abdillah’tan, o da Ahmed İbnu’l-Hasen İbn Ali İbn
Faddal o da el-Hasen İbn Ali’den o da Abdullah İbn Bukeyr’den Abdullah
İbn Ebi Ya’fur’dan Ebu Abdillah (aleyhisselam) şöyle dediğini rivayet eder:
“Sen sen ol, Hamam’ın artığından gusletme, çünkü orada Yahudi, Nasranî,
Mecusî ve Ehl-i Beyt’e düşman, Nasıbî olanlar yıkanırlar. Nasıb kimse, onların en şerlisidir. Zira Allah, köpekten ve Ehl-i Beytimize düşmanlık
nasbeden kimse daha necis bir şey yaratmadı. Çünkü o (nasıb) köpekten
daha necistir.” 108
[*]
Yusuf el-Bahranî, el-Mehasin en-Nefsiyye: s.147-157’de Ehl-i Sünneti Nasıbiler
olarak niteliyor.
“Bilakis İmamlarımızın haberlerinin hepsi, Nasıbilerin Sünnî olduklarını haykırıyor.
Nasıbilerin Sünniler olduğuna dair fazla söze hiç gerek yok.”
107
Muhammed Bâkır es-Sadr, el-Fetava el-Vadıha: s.128 (38. Mes’ele),H.1396
108
Muhammed İbn Ali İbnu’l-Huseyn, İlelu’ş-Şerai’.s.292;Benzer rivayetler için Bkz:
el-Kâfî: c.1,s.14;c.10,s.498; et-Tusî, et-Tehzîb:c.1,s.373 (Taş Baskı;c.1,s.106,107);
el-Meclisî, Biharu’l-Envar.c.73,s.38 http://qadatona.org
Bazı âlimleri, “ğusale” kelimesini, teharet için yıkanılan (arta kalan) su şeklinde bazıları da necasetten yıkanılan su diye anlamışlar. Fakat burada dikkatimizi çeken, Ehl-i
Sünnet bir Müslümanın “köpekten daha necis olduğu”nun itikad edilmesidir. Hatta
bazı rivayetlerde, Nasranî, Yahudi ve Mecusiyle birlikte veled-i zinayı da zikrettikten
114
M.islamoğlu ve onun gibi Türkiye gençliğini yaldızlı sözlerle ve sahte
ve fitne dolu söylemlerine rağmen, “ümmetin vahdeti”nden söz edenlerin
sanırım azıcık akılları ve de dinleri varsa burada zikrettiğimiz bu kısa alıntılardan öğrenecekleri çok şeyler olduğuna inanıyorum. Yeter ki kalplerimizdeki saf iman esintisi canlılığını korusun. Ne yazık ki yıllardır İslam ile İran
ismini adeta birbirinden ayıramayan gençliğimizin ve orta yaşın üzerindeki
birçok İslamcı düşünür ve kalem sahibinin Teşeyyu’ dininin etkisine kapılıp
Mecusî kültürü ve Mazdek’in diniyle iç içe girmiş olan bir ülkenin siyasî
emellerine hizmet ettiğini görmekteyiz.
İsterseniz burada başka bir nakilde bulunalım da Şia’nın Ehl-i Beyt
âlimleri adına nasıl yalan söylediklerini ve ümmet arasında nefret ve kin
tohumu yaydıklarını görelim:
‫ ما من مولود يولد إال وإبليس من‬: ‫يروى العياشي في تفسيره عن جعفر الصادق أنه قال‬
‫األبالسة بحضرته فإن علم اهلل أن المولود من شيعتنا حجبه من ذلك الشيطان وإن لم يكن‬
‫المولود من شيعتنا أثبت الشيطان إصبعه السبابة في دبره فكان مأبوناً فإن كان امرأة أثبت في‬
‫فرجها فكانت فاجرة‬
el-Ayyaşî Tefsiri’nde Cafer es-Sadık’tan rivayet ediyor:
“Doğan hiçbir çocuk doğmuş olmasın ki, İblis onun doğumunda hazır olmasın. Allah, doğan çocuğun bizim Şiamızdan olduğunu bilirse, onu şeytan
karşı perdeler. Doğacak olan çocuk, bizim Şiamızdan değilse, şeytan parmağını onun dübüründen sokar, böylece o me’bûn [livata yapan biri olur] (!)
olur. Eğer kadın olacaksa da onun fercine parmağını sokar o da facire [fahişe] olur.” 109
Bu da âlimleri Nimetullah el-Cezâirî; -kendilerini eleştirirsek takvamıza zarar gelecek olan insanlar- Şia’nın mücadelesini verdiği “vahdet”i nasıl inşa ediyorlar (!)
‫أقول هذا يكشف لك عن أمور كثيرة منها بطالن عبادة المخالفين وذلك أنهم وإن صاموا‬
‫وصلوا وحجوا وزكوا وأتوا من العبادات والطاعات وزادوا على غيرهم إال أنهم آتوا إلى اهلل‬
‫ وقد جعلوا المذاهب األربعة وسائط وأبواب بينهم وبين‬...‫تعالى من غير األبواب التي أُمروا بالدخول منها‬
sonra nasıbiyi zikrederler. Yani Ehl-i Sünnet onların nazarında veled-i zina telmihiyle
anılır.
،‫ ال يغتسل من البئر التي يجتمع فيها غسالة الحمام‬:)‫خبر ابن أبي يعفور عن أبي عبد اهلل (عليه السالم‬
‫ وفيها غسالة الناصب وهو شرهما‬،‫فإن فيها غسالة ولد الزنا وهو ال يطهر إلى سبعة آباء‬
Bkz.Muhammed İbnu’l-Hasen el-Hur el-Amulî, Vesailu’ş-Şia: (c.2, s.292, Babu Necaseti Âsâri’l-Kuffar, )
109
el-Ayyaşî, et-Tefsîr: c.2,s.218
115
‫ربهم وأخذوا األحكام عنهم وهم أخذوها عن القياسات واآلراء واالجتهاد الذي نهى اهلل عن اخذ األحكام‬
‫ وطعن عليهم من دخل في الدين منها‬،‫عنها‬
“Derim ki; bu sana birçok yönden birçok işte muhaliflerin” ibadetlerinin butlanını (batıl olduğunu) ortaya koyar. İşte bu sebeple; onlar oruç da tutsalar
namaz da kılsalar hac da etseler ve zekat da verseler ve diledikleri kadar
fazlasıyla ibadet de etseler ve bunda başkalarını da geçseler, onlar Allah’a
kendisinden girmeleri emredilen kapıların dışından geldikleri için…ve dört
mezhebi aracı kıldıkları ve aralarında bunu kendileriyle rableri arasında
kapı edindikleri ve onlardan hüküm aldıkları -onlar da kıyaslardan ve
ictihadlarından- yani Allah’ın kendisinden hüküm almayı nehyettiği
ictihadlardan hüküm aldıkları için Allah onları ve bu yoldan dine girenleri
kınamıştır.” 110
Akidesi bu olan bir ümmet’in kendilerinden başkalarını aşağılamak
için nasıl bâtıllar ürettiklerini bu basit misallerden de anlayabiliriz. Müslümanların “vahdet”i yalanı ve yaygarası üzerinden Batınî İmamiyyecileri
tezkiye ederken, bunların dinlerinin ve akidelerinin “vahdet”e ne kadar
zarar verdiğini de anlatabilir misiniz? Mesela Şia’nın ya da kendilerine
Caferi ve Ehl-i Beyt Mektebi dediğiniz kesimlerinde Rasulullah’a (sallallahu
aleyhi ve sellem) salâvat hakkındaki rivayetlerini ve uygulamalarını eleştirel
olarak ele alabilirmisiniz?
Türbe ziyaretlerine Hac ismi vermeleri hakkında konuşun. Bir kez olsun el-Meclisî gibi bir adamın ve el-Kummî’nin Aişe (radiyallahu anha) validemiz hakkında kitaplarında anlattıklarından söz edin..! Sahabenin
Rasulullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra -hâşâ- mürted olduklarını
söylemelerine bir açıklama getirin..!
Bazı insanlar Kum’da eğitim ve öğretim gördükten sonra Türkiye’de
sahabeyi “tekfir” akidesini yayıyorlar. M.İslamoğlu tekfircilerden nefret
ediyormuş, Şia’nın tekfirciliğinden de nefret ettiğini ve bunları da isim vererek açıklayabilir mi? Şia tekfirciliği acaba ümmetin vahdeti için bulunmaz
bir tiryak mı?
‫فصل في بيان ان ثواب اللعن ازيد من ثواب الصلوات على محمد واله ومن ثواب السالم‬
‫ورد جوابه حديث علوي نقل من خط محمد بن الحسن الحر العاملي المجاور بالمشهد‬
‫المقدس الرضوي ان أمير المؤمنين كان يطوف بالكعبة فراى رجال متعلقا باستار الكعبة وهو‬
‫يصلي على محمد وآله ويسلم عليه ومر به ثانيا ولم يسلم عليه فقال يا أمير المؤمنين لم لم‬
‫تسلم علي هذه المرة فقال خفت ان اشغلك عن اللعن و هو افضل من السالم ورد السالم‬
110
Nimetullah el-Cezâirî, Kasasu’l-Enbiya: s.347
116
‫ومن الصلوة على محمد وآل محمد اقول اللعن في اللعنة الطرد واالبعاد عرفا عبارة عن‬
..‫الدعاء عليه باالبعاد والطرد عن رحمة اهلل وال كالم في فضيلة لعنة الثالثة واشباههم‬
“La’netlemenin sevabının Muhammed’e ve Âli’ne salâvat getirmekten daha
çok sevaba vesile olduğu faslı: Cevabı Alevi bir Hadiste Meşhed-i Razev-i
Mukaddeste mücavir olan Muhammed İbnu’l-Hasen el-Hur el-Amulî’nin
kendi el yazısıyla naklediliyor:
Mü’minlerin emiri Ka’be’yi tavaf ederken, Ka’be’nin örtüsüne yapışmış bir
adam gördü; Muhammed’e ve O’nun Âline salât ve selam getiriyordu. İkinci
kez onun yanından geçince ona selam vermedi. Adam; Ey Müminlerin
emiri, bu kez neden bana selam vermediniz?
O da ona cevap olarak; seni lanetlemenden alıkoymaktan korktum. Dedi.
Zira lanetleme Muhammed’e onun âline salât ve selam getirmekten daha
faziletlidir.
La’net; uzaklaştırma ve kovma demektir. Birinin aleyhine dua ve onu Allah’ın rahmetinden kovma anlamına gelir. Buna ninaen o üçkişinin ve benzerlerini lanetlenmesinin fazileti hususunda hiçbir söz hacet yoktur.” 111
Böyle bir rivayetin Dinle ve ahlâkla ve Ali’inin akidesiyle hiçbir ilgisi
olmayan uydurulmuş bir bâtıl ve yalandan başka bir şey olmadığı ortada.
Bu söz ve emsali olsa olsa; Allah’ın dinini sufli emelleri için kullanan ve
küfürlerini ve zındıklıklarını gizlemek isteyen Mecusî kininin bir alametidir.
Şimdi de aşağıdaki rivayetlere bir göz atalım:
Muhammed İbn Ali İbnu’l-Huseyn’den Ubyedullah İbn Ali el-Halebî
yoluyla dedi ki; Ebu Abdillah (Huseyn radiyallahu anhu) şöyle dedi:
:‫ عن أيب عبد اهلل (عليه السالم) قال‬،‫ُممد بن علي بن احلسني بإسناده عن عبيداهلل بن علي احللِب‬
:‫إذا صليت على عدو اهلل فقل‬
،‫ واحش جوفه نارا‬،‫ اللهم فاحش قبره نارا‬،‫اللهم إنا ال نعلم منه إال أنه عدو لك ولرسولك‬
‫ اللهم‬،‫ ويبغض أهل بيت نبيك‬،‫ ويعادي أولياءك‬،‫وعجل به إلى النار؛ فإنه كان يوالي أعداءك‬
.‫ اللهم ال ترفعه وال تزكه‬:‫ فإذا رفع فقل‬،‫ضيق عليه قبره‬
‫ مثله‬،‫ عن الحلبي‬،‫ عن حماد‬،‫ عن ابن أبي عمير‬،‫ عن أبيه‬،‫ورواه الكليني عن علي بن إبراهيم‬
“Allah’ın bir düşmanının cenazesi üzerine namaz kılarsan; şöyle de:
Allahım, biz onun ancak sana ve Rasulü’ne düşman olduğunu biliyoruz.
Allahım, onun kabrini ateşle doldur karnını ateşle doldur ve onu acele olarak cehenneme koy..! Zira o senin düşmanlarını veli ediniyordu ve evliyana
düşmanlık ediyordu. Ve Nebi’nin Ehli Beytine buğzediyordu. Allahım onun
111
Ebu’l-Hasen el-Marendî, Mecmau’n-Nureyn:s.208; Bkz.
http://shiaonlinelibrary.com/
117
üzerine kabrini daralt. Cenazesi kaldırıldığında ise deki: Allahım onu ne yü112
celt ve ne de arındır..!”
Ali İbn İbrahim’den gelen bir rivayet: Senedi Ebu Abdillah’a ulaşan bir
rivayette ise şöyle denir:
‫ عن زياد بن‬،‫ عن ابن محبوب‬،‫ عن سهل بن زياد‬،‫ وعن عدة من أصحابنا‬،‫ عن أبيه‬،‫وعنه‬
‫ أن رجال من المنافقين مات‬،)‫ عن أبي عبداهلل (عليه السالم‬،‫ عن عامر بن السمط‬،‫عيسى‬
‫ فقال له الحسين (عليه‬،‫ فلقيه مولى له‬،‫فخرج الحسين بن علي (عليه السالم) يمشي معه‬
‫ أفر من جنازة هذا المنافق أن أصلي‬:‫ فقال له مواله‬:‫ أين تذهب يا فالن؟! قال‬:)‫السالم‬
‫ أنظر أن تقوم على يميني فما تسمعني أقول فقل‬:)‫ فقال له الحسين (عليه السالم‬،‫عليها‬
:‫ فلما أن كبر عليه وليه قال الحسين‬،‫مثله‬
‫ اللهم أخز عبدك في عبادك‬،‫ الل هم العن فالنا عبدك الف لعنة مؤتلفة غير مختلفة‬،‫اهلل أكبر‬
،‫ ويعادي أولياءك‬،‫ فإنه كان يتولى أعداءك‬،‫ وأذقه أشد عذابك‬،‫ وأصله حر نارك‬،‫وبالدك‬
.‫ويبغض أهل بيت نبيك‬
“Münafıklardan bir adam ölmüştü. el-Huseyn İbn Ali de onun cenazesine
gidiyordu. Yolda bir kölesi ona rastladı; el-Huseyn ona dedi ki; nereye gidiyorsun? O da şu münafıkın cenaze namazını kılmamak için kaçıyorum dedi. el-Huseyn ona dedi ki: Bak sağımda dur, benim ne dediğimi işitiyorsan
sen de mislini söyle. Cenazenin velisi ona tekbir getirince, el-Huseyn de
tekbir getirdi; [ve şöyle dedi] Allahım falan kulunu bin kere bin kez müttefik
olan ayrı olmayan bir lanetle lanetle.. Allahım o kulunu kulların arasında ve
memleketlerinde -mülkünde- rezil eyle. Onu cehennem ateşine yasla, azabının en çetinini ona tattır. Zira o senin düşmanlarını dost ediniyordu.
113
Eviliyana düşmanlık ediyor ve Nebinin Ehli Beytine buğzediyordu.”
Yukarıdaki iki rivayetin Kur’an ve Nebevî ahlakla hiçbir bir ilgisinini olmayacağını her Müslüman idrak eder. Ancak bu tür rivayetleri -velev ki uydurma da
olsa- meşru kılan tek delil ve hüccet İmamların ma’sumiyetidir. Ma’sumiyet, bütün
sahte rivayetleri meşru kılan bir akide ve bütün batılları hak gibi gösteren bir anlayış.
112
el-Kuleynî, el-Kafî: c.3,s.188; Rasulullah’ın Abdullah İbn Ubeyy İb Selul’un güya
cenezasini kılarken okuduğu lanet duası) benzeri bir diğer rivayet için bakınız: etTusî, et-Tehzîb: c.3,s.196,451;
el-Meclisî, Biharu’l-Envâr. c.44,s.202; el-Hıllî,
Munteha’t-Taleb: c.1,s.454; es-Sebzvârî, Zehiretu’l-Meâd: c.2,s.329 ( 1. Varak) elFadıl el-Hindî, Keşfu’l-Lisam: c.2,s.354; Yusuf el-Bahrânî, el-Hadaik en-Nâdire:
c.10,s.414; el-Hur el-Âmulî, Vesailu’ş-Şia. c.3,s.71
113
el-Kuleynî, el-Kafî:c.3,s.188/2; et-Tusî, et-Tehzîb: c.3,s.197,453 )
118
Biz M. İslamoğlu’dan bu konuda Şia’yı ıslah edecek bir ilmi hüccet ortaya
koymasından ziyade, Ehl-İ Sünnet âlimlerini acımasızca eleştirdiği gibi bu tür
rivayetleri de eleştirmesidir. M. İslamoğlu bunu ancak iki sebepten ötürü yapmıyordur. Birisi; Şia’nın nasıl bir din üzere olduğunu bilmemek, diğeri de bildiği halde susmak. Üçüncü bir sebepten söz etmenin burada zaid olduğunu da hepiniz
tahmin edersiniz. O da, bu konuda susarak ve eleştiri oklarını Ehl-i sünnet İmamlarına çevirerek, alınabilecek en çok mesafeyi almak ve henüz uyanamamış olan
gençleri Şia’nın kucağına itmek.
Siyasî olarak İran’ın velayetini kabul etmemiş olan bir M. İslamoğlu’nun Suriye üzerinde İran’ın nüfuzunu kabul etmemizi bizden istemesi abes olur. Dolayısıyla “Mantık” kaidelerince; Suriye’deki Müslümanları İran’ın egemenliğine teslim
eden bir zihniyet; Türkiye’de Şiileştirme için hiçbir faaliyet göstermediğini söyleyemez buna yalan denir.
O halde M. İslamoğlu’nun bu kısa mantık muhakemesinden sonra; gençlerimizi İran’ın siyasî emelleri için Türkiye’de İran ve es-Sistanî’nin de destekleriyle
Şiileştirmek istemediğini söylemek “saf dıl’lık” (gönüllülük) olur. İşte
M.İslamoğlu’nun Ehl-i Sünnet İmamlarını tahkiri ve aşağılmasının altında yatan
asıl sebep budur. Eğer eleştirileri; mücerred olarak Allah’ın rızasını gözetme ve
ilmin haysiyetini koruma kasdıyla olsaydı; birgüne birgün de Şia’nın İmamlarını
isim vererek eleştirebilmeliydi. Neden bunu yapmıyor ya da yapamıyor? Bunu
yaptğı an her şey alt üst olur. Yani proje tersine dönmüş olur, sular tersine akmış
olur. Suların şimdiki akışından hepsi memnun; o nedenle de onların İmamlarını
ve âlimlerini diline dolayamaz. Olsa bile onların kendi âlimleri hakkında içten yaptıkları eleştiriler olacaktır. Mesela; İmametin, ma’sumiyetin, vasiyyetin ve mehdiliğin Kur’an’ın ve Allah’ın kıymetinin karşısına bir kıymet koymak olduğunu söyleyebilir mi?
M.İslamoğlu’nun, mes’eleleri çarpıtmadaki ustalığına ve bu dalalet sahibi
mezhep erbabının Müslümanları nasıl kardeş edineceklerine inandığına akıl erdirmek asla mümkün değil. M. İslamoğlu’nun “Müslüman” isminden başka bir
isme razı olmadığını söylemesine rağmen, bu kadar dalaleti ve yalanı din edinmiş
olanların akideleri Allah’ın koyduğu kıymete aykırı olduğu halde, buna ciddi bir
tek itirazının olmayışı; onun, “mezhebi din edinme” ve “mezhebini dinleştirme”
konusunda ne kadar samimi ya da takiyyeci olduğunu aslında gün gibi göstermektedir.
119
V
M. İSLAMOĞLU VE ES-SİSTÂNÎ İLİŞKİSİ
‫وعلى سبيل المثال ]املفكر مصطفى اسالم اوغلو[ الذي قال بعد زيارته النجف ولقائه السيد‬
‫ وانا ارى ان السيد السيستاني‬، ‫السيستاني دام ظله " أوصيكم بزيارة العتبات المقدسة‬
‫يستحق ان يكون قائدا للعالم االسالمي للزهد والعلم الذي يتمتع بهما‬
“..Buna misal olarak Necefi ziyaretinden ve es-Seyyid es-Sistanî ile görüştükten sonra,; ‘ hepinize bu mukaddes eşikleri ziyareti tavsiye ederim: Ben
es-Seyyid es-Sistanî’yi sahip olduğu zühd ve ilimle İslam alemini yönetmeyi
hak eden’ insan olarak görüyorum diye vasfeden Müfekkir (düşünür) Mustafa İslamoğlu’nu verebiliriz:” 114
M. İslamoğlu, bir konuşmasında diyordu ki: “Şia’dan ne kadar nefret
ederseniz takvanız o kadar artar diye bir şey var mı..? Ben böyle bir şeye
inanmıyorum. Ehl-i Beyt Mektebinin de bu ümmetin bir parçası olduğuna
inanıyorum” Peki, ya Müminlerin annesi Aişe’ye (radiyallahu anha) -hâşâfahişe (!) diyen ve para karşılığında (el-iyazu billah) zina ettiğini söyleyenlere, Ehl-i Beyt mektebi demekle sizin takvanız mı artırıyor diye, Müslümanlar bu zatın bâtılını ifşa edecek bir soru sormadılar..
Madem ki Din’deki tarihsel yanlışlara işarete -sanki bir kendileri doğruymuş da- bu kadar meraklısınız; Ehl-i Beyt Mektebi diye tezkiye ettiğiniz
düşünce akımlarının da Kur’an ve Din üzerinde yaptıkları tahriflere ve saptırmalara da bir değinseniz ne olur? Hiç olmazsa, o zaman Ehl-i Beyt mektebinin İmamet nazariyesine ne kadar iman edip etmediğiniz de ortaya çıkar. Mesela Humeynî’nin Hz. Aişe’yi (radiyallahu anha) domuzlardan da
daha necis [*] görmesi (Kitabu’t-Tahare: c.3,s.475) hakkında bir yorumunuz olacak mı? Yoksa bunu hatırlatmak takvaya zarar verir mİ?
Müslümanların “vahdet”i yalanı ve yaygarası üzerinden Batınî
İmamiyyecileri tezkiye ederken, bunların akidesinin “vahdet”e ne kadar
zarar verdiğini de anlatsalar ya? Mesela Şia’nın ya da kendilerine Caferi
ve Ehl-i Beyt Mektebi dediği kesimlerin de Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve
114
http://shia-today.com/index.php?show=news&action=article&id=4894
Ehl-i Sünnet’in encas olduğuna değinen kaynakları:
Es-Sadûk, İleleu’ş-Şerai: c.1,s.292, el-Fadıl Hindî, Keşfu’l-Lisam. c.1,s.306,Yusuf elBahrânî,
el-Hadaiken-Nadira:
c.10,s.346,et-Tabetebaî,
Riyadu’l-Mesail:
c.1,s.183,Mürza el-Kummî, Ğanaimu’l-Eyyam. c.1,s.415, Muhakkik en-Nerakî,
Müstenedu’-ş-Şia: c.1,s.108, el-Cevârî, Cevahiru’l-Kelam. c.6,s.63, el-Ensarî,
Kitabu’t-Tahare: c.2,s.357,el-Kazvinî, Yenabiu’l-Ahkam: c.1,s182,el-Humeynî,
Kitabu’t-Tahare: c.3,s.305,el-Huî, Misbahu’l-Fekâhe: c.1,s,s.504-505,el-Burucerdî,
Camiu Ehadisi’ş-Şia: c.16,s.538,Mustafa el-Humeynî, Tahriratun fî’l-Usûl. c.3,s.413
[*]
120
salâvat hakkındaki rivayetleri ve uygulamaları hakkında da bir şeyler yazarlar mı veya söylerler mi?
sellem)
Türbe ziyaretlerine Hac ismi vermeleri hakkında konuşsunlar. Bir kez
olsun el-Meclisî gibi bir adamın ve el-Kummî’nin Aişe (radiyallahu anha) validemiz hakkında kitaplarında anlattıklarından söz etsinler. Sahabenin
Rasulullah’tan (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra mürted olduklarını söylemelerine bir açıklama getirsinler.! Bu insanlar Kum’da eğitim ve öğretim gördükten sonra gelip Türkiye’de sahabeyi “tekfir” akidesini yayıyorlar. M.
İslamoğlu tekfircilerden nefret ediyormuş, Şia’nın tekfirciliğinden de nefret
ettiğini ve bunları da isim vererek açıklayabilir mi? Şia tekfirciliği acaba
ümmetin vahdeti için bulunmaz bir tiryak mı?
İslamoğlu’dan bir Irak Şia sitesinde;115 Ehl-i Sünnet “müfekkir”i (mütefekkir) diye söz ediliyor. Aynı sitede İslamoğlu’nun 200 Milyon Dolar karşılığında Amerikan ve İngiliz işgal güçlerine karşı silah çekilmemesi fetvasını
veren es-Sistanî’nin; İslam âlemine liderlik ve önderlik edebilecek ilim, ahlak ve liyakatta olduğunu söylemesi; acaba hangi ilmî, dinî ve insanî esasa
ve gerekçeye dayanıyor? İranlı merciîler (velayet-i fakih) ile Iraklı merciîler
arasındaki savaşı nasıl unutacağız?
İslamoğlu’nun sözleriyle ilgili haberin aslı:
‫ اوغلو بعد زيارته النجف صرح ان السيد السيستاني‬: ‫رئيس مؤسسةُ آل البيت في تركيا‬
‫يستحق قيادة العالم االسالمي‬
İslamoğlu, sanki Türkiye Ehli Beyt Vakfı Başkanı imiş gibi başlık
atılmış, sonra es-Sistanî’yle ilgili sözlerine yer verilmiş..
‫م‬10/09/2011
‫المرجعية العليا في النجف االشرف حريصة على اقتحام كل الميادين التي تهم المسلمين‬
‫ ومن لهم نشاطاتها هي نشر ثقافة وفكر اهل‬، ‫قاطبة والتي فيها هلل رضا وللناس اصالح‬
‫ ومن بين ابرز مؤسساتها مؤسسة اهل‬، ‫البيت عليهم السالم في اي بلد تتاح لهم فيها الفرصة‬
.‫البيت في اسطنبول تركيا‬
‫هذه املؤسسة ِلا نشاطات متميزة يف تركيا آتت أوكلها من خالل الوعي والثقافة اخلاصة بفكر اهل‬
‫البيت عليهم السالم اليت استطاعت من خالِلما ان يستبصر الكثير من المسلمين االتراك‬
115
http://shia-today.com/index.php?show=news&action=article&id=4894
121
‫‪(Şiileşen Sünnilere MUSTEBSİR derler, yani, körken sonradan‬‬
‫)‪gerçekleri gören‬‬
‫وعن نشاطات املؤسسة كان لنا هذا اللقاء مع رئيس المؤسسة السيد رحيم انور شان رحماني‪.‬‬
‫حتدث رحماني عن البداية حيث قال ‪ :‬قبل ما يقارب عشر سنوات زار تركيا بعض العلماء‬
‫االجالء من العراق وايران واقترحنا عليهم بضرورة افتتاح مؤسسة تكون جسرا رابطا بين اتباع‬
‫]*[‬
‫اهل البيت في تركيا والمرجعية العليا في النجف االشرف افضل من الجوامع‬
‫هذه االقرتاحات بافتتاح هذه املؤسسة‪.‬‬
‫وقد تكللت‬
‫يف بداية االمر استأجرنا بناية لنمارس فيها نشاطنا وبعد سنتني من العمل الدؤوب واملثمر تطورت‬
‫املؤسسة فكريا وماديا فاستطعنا استمالك بناية خاصة باملؤسسة‪.‬‬
‫س‪ :‬نود ان تطلعونا على نشاطاتكم او اقسام املؤسسة ؟‪.‬‬
‫ج‪ :‬افتتحنا مركزا َسيناه مركز املرأة العاملة يتضمن برامج عقائدية وفكرية خاصة باملرأة لرفع مستواها‬
‫الثقايف عقائديا وفكريا ‪ ،‬ومن ضمن فعاليات املركز اجراء املسابقات واالختبارات ملعرفة مدى تقبل‬
‫املرأة ِلذه الثقافة وقد أثلجت صدورنا النتائج حيث فازت ‪ 011‬امراة يف املسابقة العقائدية اليت‬
‫]**[‬
‫أجريناها وكانت اجلائزة هي زيارة العتبات المقدسة‬
‫ِلن ‪ ،‬كما ان املركز متكن من اصدار َملة‬
‫حتت عنوان " امرأة عالمة "‪ ،‬وافتتحنا مركزا ثانيا َسيناه مركز املعارف القرآنية والذي اضطلع باهم‬
‫مهمة وهي دفع الشبهات عن االمامية خبصوص ما يقال عنهم حول حتريف القرآن وقد ترجم‬
‫االستاذ ميكائيل كورل تفسير نيمونة اَل الرتكية وقد استفدنا منه الكثري ‪ ،‬كما قمنا بتوطيد العالقة‬
‫مع مراكز القرآن التابعة إلخواننا من السنة ]***[‪ ،‬مع توزيع الكتب واالقراص الليزرية الخاصة‬
‫]*[‬
‫‪Türkiye’den Irak’a giden heyet İran ve Iraklılardan Türkiye’de Ehl-i Beyt adına Mü‬‬‫‪essese açmaları teklifinde bulunuyorlar. Bu teklifi yapanlar, bu merkezlerin camii aç‬‬‫‪maktan daha önemli olduğunu söylüyor.‬‬
‫]**[‬
‫‪Kutsal eşikler.‬‬
‫]***[‬
‫‪Ehl-i Sünnet’e ait olduğunu söylediği Kur’an merkezleri veya Kur’an vakıflarından‬‬
‫‪söz ediliyor. Bunlarla iyi ilişkiler kurduklarını söylüyorlar.‬‬
‫‪122‬‬
‫]****[‬
‫بفكر اهل البيت‬
‫عليهم السالم كما انه لدينا اتصال مباشر بسماحة السيد‬
‫السيستاني]*****[ حول االستفتاءات الشرعية‪.‬‬
‫هل هنالك نشاطات اخرى ؟‬
‫نعم لقد قمنا بتزويد جوامع االمامية والبالغ عددها ‪ 611‬جامع بالكتب املرتمجة اَل اللغة الرتكية‬
‫]*[‬
‫منها مثال غرر الحكم ‪ ،‬كما افتتحنا شعبة يف برلين املانيا مرتبطة بنا وِلا اصدار باللغة االملانية‬
‫لالطفال اَسه المجتبى وكذلك باللغة الرتكية‪.‬‬
‫هل يوجد تشدد مذهبي في تركيا ؟‬
‫وهلل الحمد ال وجود للفكر السلفي المتشدد‬
‫]**[‬
‫في تركيا بل اهنم من السنة املعتدلني واحملبني‬
‫الهل البيت لدرجة ان كل جوامعهم جتد على سقوفها وجدراهنا اسم علي والحسن والحسين‬
‫عليهم السالم حيث اهنم حيبوهنم وميارسون الشعائر الحسينية في عاشوراء ‪ ،‬نعم قد مر الشيعة‬
‫بفترة عصيبة خالل حكم الدولة العثمانية اال ان االزمة انفرجت االن وهلل احلمد كان للثورة‬
‫االسالمية في ايران تاثير ايجابي في تقليل القيود المفروضة على اتباع اهل البيت عليهم‬
‫السالم‪.‬‬
‫]***[‬
‫اذن هنالك زيارات متبادلة مع علماء السنة ؟‬
‫ان ما يسعدنا هو عندما ارسلنا َمموعة ]من علماء السنة[ لزيارة العتبات املقدسة يف العراق‬
‫فكانت ِلم ردود افعال مجيلة جدا وعلى سبيل المثال ]املفكر مصطفى اسالم اوغلو[ الذي قال‬
‫بعد زيارته النجف ولقائه السيد السيستاني دام ظله " أوصيكم بزيارة العتبات المقدسة ‪ ،‬وانا‬
‫ارى ان السيد السيستاني يستحق ان يكون قائدا للعالم االسالمي للزهد والعلم الذي يتمتع‬
‫]****[‬
‫‪Şia fikrini ve akidesini yaymak için Kitap ve CD dağıtımından söz ediliyor.‬‬
‫‪es-Sistanî’yle doğrudan ilişklerden söz ediliyor.‬‬
‫]*[‬
‫‪100 civarındaki camiye veya camilerine [Huseyniyat] kitap dağıtmında bulunu‬‬‫‪yorlar.‬‬
‫]**[‬
‫‪Türkiye’de aşırı selefilerin olmadığından söz ediliyor.‬‬
‫]***[‬
‫‪İslamoğlu, Sünnet âlimlerinden gösteriliyor ve Türkiye’de Şiîliğin yayılmasının‬‬
‫‪İran Devrimini sayesinde önünün açıldığınıdan ve sorunların çözüldüğünden söz‬‬
‫‪ediliyor.‬‬
‫]*****[‬
‫‪123‬‬
‫ وان ما يفرحنا ان‬، ‫ كما اهنم افتوا بان التعبد بالمذهب الشيعي مبرئ للذمة‬.
[****]
‫بهما‬
‫الربفسور يشار نوري وسليمان اتيش لديهم فتاوى تؤيد فتاوى الشيعة بخصوص الجمع بين‬
. [*****]‫الصالتين والمسح على الخفين ووقت األذان‬
‫طموحاتكم اليت تأملون حتقيقها ؟‬
‫ مليون علوي وهؤالء تواقون لزيارة‬81 ‫سيدي الكرمي اعلم ان عدد نفوس الشيعة في تركيا هو‬
‫اإلمام علي واإلمام احلسني عليهما السالم حىت تزداد أواصر االميان ِبم فاهنم يشكون كيف يكونون‬
‫علويني ومل حيظوا بزيارة مراقد االئمة عليهم السالم ؟ اود ان تكون هنالك تسهيالت لزيارة العتبات‬
‫ كما اننا نشكو من قلة الكتب املرتمجة باللغة الرتكية اليت تعد من اهم وسائل نشر فكر‬، ‫املقدسة‬
‫اهل البيت عليهم السالم وياحبذا لو تسعى العتبة احلسينية املقدسة بفتح قنوات اتصال معنا لتوحيد‬
‫الربامج املثمرة خدمة لفكر اهل البيت‬
‫سامي جواد‬/ ‫حاوره‬
Haberin özeti:
Mustafa İslamoğlu vd. bazılarının Necef’i ziyaretlerinde es-Sistanî ile
görüştüklerinden söz ediyor. Türkiye’de Alevî Şiîerin sayısının 20 milyon
olduğunu 100 civarında Huseyniyâtlarının [camilerinin (!)] olduğunu Mezhepçilik olarak gördükleri “aşırı selefiliğin” (!) Türkiye’de olmadığını ve
es-Sistanî’nin İslam âlemini idare edecek ilme ve hikmete (!) sahip olduğu
söyleniyor. Bu sözler doğruysa es-Sistanî’nin hiyânetine rağmen, onu nasıl
ziyaret ettiği ise ayrı bir değerlendirme mes’elesidir.
es-Sistanî, Müslümanların kanlarını ve ırzlarını Amerika ve müttefiklerinin ordularına nasıl helal ettiyse, İslamoğlu da Türkiye’de, ümmetin
alimlerinin haysiyetlerine ve şereflerine ve ilimdeki mertebelerine ve değerlerine öyle savaş ilan ediyor. Hem de ma’sumiyet akidelerini kabul etmediği (!) Ehl-i Beyt mektebi hesabına.
Zannediyor ki; yaptığı tahkîr değil, sadece eleştiri., ‘Ben yaptım oldu’
demeye çalışıyor. es-Sistanî gibi bir adamı Ümmet’in imamı görmek varken, eş-Şafiî, el-Evzaî ve ez-Zuhrî falan da kim oluyorlar ki? İslamoğlu, eşŞafiî (http://www.you tube.com/watch?v=I9kjtnQnLhs) ve vd. bazı İmamla[****]
M. İslamoğlu es-Sistanî’yi övüyor.
Şia mezhebine göre namaz kılmanın sahih olduğunu Türkiye’den giden âlimler
ve gitmeyen bazıları sahih demişler. Y.Nuri Öztürk’ün ve Süleyman Ateş’in fetvalarının Şia’nın fetvalarını desteklediğini söylüyorlar. Özellikle iki vakti bir arada kılma ve
ayaklara meshetme ve namaz vakitleri hakkında..
[*****]
124
rımızı tahkir ediyor ya, varsın Ümmet’in İmamı “Veliyyi Emr”i olarak
Hameini’yi anmış olmasın. Varsın İmamet akidesine inanmadığını; hatta
buna nasıl olur da inanabileceğini söylesin.
Bunların hiç birisi önemli değil. “Takiyye”nin gözünü sevsinler. Kâfir
gördüklerinin ardında “takiyye” ile namaz kılmak bile, Rasul’ün (sallallahu
aleyhi ve sellem) ardında namaz kılmaya denk oluyormuş ya? Niye Ali’nin
veya Huseyn’in değil de, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem)? Zira “muhalifin, nasıbînin” zaten namazı olmadığından o “ma’dûm” hükmündedir
Bunun için de onun ardında durmak, Rasul’ün ardında namaz kılmak gibi
oluyor. Rasul de yaşamadığına göre…!
200 Milyon Dolar Rüşvetle Müslümanların Irzlarını Ve Canlarını
Abd Ordusuna Helal Eden es-Sistanî’nin Aldığı Rüşvet Haberleri:
[http://www.youtube.com/watch?v=47TNae0vFpk/
http://www.youtube.com/watch?v=y8s2KmsO XEA/
http://vb.almahdyoon.org/showthread.php?t=10165/
http://www.daoo.org/news.php?action=show&id=37102/
http://egyptiannews.wordpress.com/2011/09/page/29/ ]
Gerçekten es-Sistanî, İslam âlemine İmam olmaya layık mıdır? ABD
ve İngiltere ile Irak’ı işgal ettirenler, gerçekten İslam Ümmetinin önderliğine
mi layıktır? Acaba onlar böyle bir ümmete mi iman ediyorlar?
Eğer yukarıdaki haber uydurma değilse -“ÜMMETİN İMAMLIĞINA
LAYIK” 116
dediği adam; es-Sistanî’nin fetvasıyla ilgili aşağıdaki TV haberi
Şia’nın nasıl bir vahdet anlayışına sahip olduğunu göstermek bakımından
çok önemlidir.
(1) ‫ الجزء األول‬- ‫فتوى السيستاني بتكفير غير الشيعة‬
es-Sistanî; Şia akidesi süzerine olmayanları bâtıl üzere görüyor:
http://www.youtube.com/watch?v=w8WQ-hbc95Y
(2) ‫ الجزء الثاني‬- ‫فتوى السيستاني بتكفير غير الشيعة‬
http://www.youtube.com/watch?v=UKfgCnJAJ1A
116
Bkz:[http://shia-today.com/index.php?show=news&action=article&id=4894]) Eylül.
10.2013;http://www.non14.net/
M.İslamoğlu
ziyareti
için
bkz.
http://www.youtube.com/watch?v=3UkEkr_A53s
125
(3)
‫ الجزء الثالث‬- ‫فتوىالسيستاني بتكفير غير الشيعة‬
http://www.youtube.com/watch?v=yH4UUCEgv7g
‫فتاوى علماء الشيعة بوجوب قتل أهل السنة‬
http://www.youtube.com/watch?v=2ZTwRWyX3E4
Kendilerini eleştirdiğinizde “takva”nızın artmayacağı merci’lerden
yaptığımız bu alıntılar, bu sözün ne anlama geldiğini bize açıklamaya yetecektir:
َّ ":‫وقال الطبرسي‬
‫ لعلنا نصطاد شابا من‬:‫ وقالت‬،‫إن عائشة زينت يوما جارية كانت عندها‬
"‫شباب قريش بأن يكون مشغوفا بها‬
et-Tabersî, bu sözlerinde Hz. Aişe’nin (radiyallahu anha) erkekleri avlamak için genç kızları yem olarak kullandığını söylüyor. 117
َّ :‫رجب البرسي يقول‬
‫إن عائشة جم عت أربعين دينارا من خيانة وفرقتها على مبغضي علي‬
Receb el-Bursî,
”Aişe hiyanetten [zinadan (!) 40 dinar biriktirmişti. Bunu Ali’ye buğzedenlere
dağıtıyordu.] 118
Mucteba eş-Şirazî, Hz. Aişe’nin Ömer (radiyallahu anhu) ile -hâşâzina (!) ettiğini konuşuyor: 119
el-Meclisî:
‫محمد الباقر المجلسي‬
:‫ قال اإلمام ُممد الباقر عليه السالم‬-‫ علل الشرائع‬-‫يروي ابن بابويه في‬
.‫إذا ظهر اإلمام المهدي فإنه سيحيي عائشة ويقيم عليها الحد انتقاما لفاطمة‬
:" ‫ قال يل أبو جعفر عليه السالم‬:‫عن عبد الرحيم القصير‬
117
el-İhticâc: s.824
118
Nuru’l-Yakîn: s.86, el-Meclisî; Biharu’l-Envâr: c.13,s.807
119
Bkz.https://www.youtube.com/results?search_query/
/https://www.youtube.com/watch?v=fYphK1D2WlA /.
http://www.youtube.com/watch?v=VNUYHDGpTd4
126
‫ وحتى ينتقم البنة محمد فاطمة‬،‫أما لو قام قائمنا لقد ردت إليه الحميراء حتى يجلدها الحد‬
‫عليها السالم منها‬
“el-Kâim -el-Mehdî-geldiğinde Aişe’den (radiyallahu anha) Fatıma’nın
(radiyallahu anha) intikamını almak için onu diriltip idam edecek ve ona
celde -kırbaç- vuracak..” 120
el-Meclisî:
: ‫المجلسي‬
‫ بل التصريح‬،‫ال يخفى على الناقد البصير والفطن الخبير ما في تلك اآليات من التعريض‬
‫بنفاق عائشة وحفصة وكفرهما‬
“Basireti ve eleştiri gücü olana, bu ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Aişe’nin
ve Hafsa’nın (radiyallahu anhuma) nifakı hatta küfürleri gizli kalmaz” 121
ez-Zencânî:
:‫وقال الزنجاني‬
‫عائشة لم يثبت لها اإليمان‬
“Aişe’nin iman ettiği asla sabit değildir” 122
el-Cezâirî:
:‫قال الجزائري‬
‫أول عداوة خربت الدنيا وبني عليها جميع الكفر والنفاق إلى يوم القيامة هي عداوة عائشة‬
‫لموالتها الزهراء‬
“Yeryüzünü ilk harap eden ve kıyamet gününe kadar bütün küfürlerin ve nifakın üzerine bina olunduğu şey; Aişe’nin Efendisi Zehra’ya düşmanlığıdır”
123
120
Muhammed Bakır el-Meclisî, Hayatu’l-Kulûb: c.s.854 ve Biharu’l-Envâr:52,s.314,
el-Ehsaî, er-Rec’atu: s116, es-Saduk, İlelu’ş-Şerai’:c.2,s.580)
121
el-Meclisî, Biharu’l-Envâr: c.22,s.33
122
ez-Zencânî, Akaidu’l-İmamiyye: c.3,s.89
123
el-Cezâirî, el-Envar en-Nu’maniyye: c.1,s.80
127
el-Kummî:
: ‫القمي‬
‫ ال يحل لك أن‬:‫ فلما أرادت أن تخرج إلى (البصرة) قال لها فالن‬،‫وكان (طلحة) يجبها‬
)‫ فزوجت نفسها من (طلحة‬،‫تخرجي من غير محرم‬
“Talha onu [Aişe’yi] seviyordu. Basra’ya gitmek için yola çıkmadan fulan
kendisine dedi ki: Senin mahremsiz olarak yola çıkman helal değildir dedi.
O da kendisini onunla (Talha) evlendirdi.” 124
:‫وذكر المجلسي أنه قال لعلي بن احلسني موَل له‬
‫ والذي يحبهما‬،‫إنّهما كانا كافرين‬:‫" لي عليك حق الخدمة فأخبرني عن أبي بكر وعمر؟ فقال‬
‫فهو كافر أيضا‬
el-Meclisînaklediyor; Ali İbni’l-Huseyn’e kölesi dedi ki:
“Benim senin üzerinde hizmet hakkım var; Ebu Bekr ve Ömer’den bana haber verir misin? Dedi ki: Onların ikisi de kâfir idi. Onları seven de onlar gibi
yine kâfirdir.” 125
el-Humeynî:
:‫الخميني‬
‫فلو خرج سلطان على أمري املؤمنني عليه السالم ال بعنوان التدين بل للمعارضة يف امللك أو غرض‬
‫ كعائشة وزبير وطلحة ومعاوية وأشباههم أو نصب أحد عداوة له أو ألحد من األئمة‬،‫آخر‬
‫عليهم السالم ال بعنوان التدين بل لعدواة قريش أو بني هاشم أو العرب أو ألجل كونه قاتل‬
‫ وإن كانوا أخبث من‬،‫ ال يوجب ظاهرا شيء منها نجاسة ظاهرية‬،‫ولده أو أبيه أو غير ذلك‬
‫الكالب والخنازير لعدم دليل من إجماع أو أخبار عليه‬
“Humeynî, Aişe’nin (radiyallahu anha) -hâşâ- köpeklerden ve domuzlardan
daha necis olduğunu söylüyor” 126
Peki, şimdi de Ayetullah Ali Hamaneî’nin Yasir el-Habib’in Müminlerin annesi Aişe’ye dil uzatması ve iftirası üzerine zor durumda kalan Şia adına nasıl bir
fetva veriyor?
124
125
126
Tefsir el-Kummî: s.341,Yusuf el-Bahranî, el-Burhan: c.4,s.358
el-Meclisî, Hakku’l-Yakîn: s.522
el-Humeynî, Kitabu’t-Tahare: c.3,s.337)
128
‫‪Fetva: İsimleri verilmeyen S. Arabistan el-Ehsa (*) şehrinden bazi Şiiler tara‬‬‫‪fından Hamaneî’ye soruluyor? 4 Şevval 1431‬‬
‫بسم اهلل الرحمن الرحيم‬
‫سماحة آية اهلل العظمى السيد علي الخامنئي الحسيني دام ظله الوارف‬
‫السالم عليكم ورَحة اهلل وبركاته‬
‫متر االمة االسالمية بأزمة منهج يؤدي اَل اثارت الفنت بني ابناء املذاهب االسالمية ‪ ،‬وعدم رعاية‬
‫األولويات لوحدة صف املسلمني ‪ ،‬مما يكون منشا لفنت داخلية وتشتيت اجلهد االسالمي يف‬
‫املسائل احلساسة واملصريية ‪ ،‬ويؤدي اَل صرف النظر عن االجنازات اليت حتققت على يد ابناء االمة‬
‫االسالمية يف فلسطني ولبنان والعراق وتركيا وايران والدول االسالمية ‪ ،‬ومن افرازات هذا املنهج‬
‫املتطرف طرح ما يوجب االساءة اَل رموز ومقدسات اتباع الطائفة السنية الكرمية بصورة متعمدة‬
‫ومكررة‪.‬‬
‫فما هو رأي َساحتكم يف ما يطرح يف بعض وسائل االعالم من فضائيات وانرتنت من قبل بعض‬
‫املنتسبني اَل العلم من اهانة صرحية وحتقري بكلمات بذيئة ومسيئة لزوج الرسول صلى اهلل عليه واله‬
‫ام المؤمنين السيدة عائشة واهتامها مبا ُيل بالشرف والكرامة ألزواج النِب امهات املؤمنني رضوان‬
‫اهلل تعاَل عليهن‪.‬‬
‫لذا نرجو من َساحتكم التكرم ببيان املوقف الشرعي بوضوح ملا سببته االثارات املسيئة من اضطراب‬
‫وسط اجملتمع االسالمي وخلق حالة من التوتر النفسي بني املسلمني من اتباع مدرسة أهل البيت‬
‫عليهم السالم وسائر املسلمني من املذاهب االسالمية ‪ ،‬علما ان هذه االساءات اس تغلت‬
‫وبصورة منهجية من بعض املغرضني ومثريي الفنت يف بعض الفضائيات واالنرتنت لتشويش وارباك‬
‫الساحة االسالمية واثارة الفتنة بني املسلمني‪.‬‬
‫ختاما دمتم عزا وذخرا لالسالم واملسلمني‪.‬‬
‫)*(‬
‫‪İlginç değil mi, fetva S.Arabistan Şiilerinden geliyor. Acaba neden İran Şiasından‬‬
‫‪değil? S.Arabistan’da Ali Hamaneî’den daha âlim kimseler varken neden oradaki bazı‬‬
‫??‪alimlere sorulmuyor‬‬
‫‪129‬‬
‫التوقيع‬
‫مجع من علماء ومثقفي االحساء‬
‫ه‬0340 / ‫شوال‬4 /
Hamaneî’nin cevabı;
‫بسم اهلل الرَحن الرحيم‬
‫السالم عليكم ورَحة اهلل وبركاته‬
‫يحرم النيل من رموز إخواننا السنة فضالً عن اتهام زوج النِب (صلى اهلل عليه وآله) مبا ُيل بشرفها‬
‫بل هذا األمر ممتنع على نساء األنبياء وخصوصاً سيدهم الرسول األعظم صلّى اهلل عليه‬
.‫…موفقين لكل خير‬.‫وآله‬
“..Nebi’nin -sallallahu aleyhi ve alâ Âlihi ve sellem- eşinin […?..] şerefine dokunmak bir tarafa bu mes’ele bütün nebilerin eşleri için de olması imkânsızdır, özellikle de onların efendisi en yüce Rasul’ün eşi [*] için de. Onun için
[Ehl-i] Sünnet kardeşlerimizin sembollerine kötülükle ele almak haramdır.”
127
Bu fetva Türkiye’de yayınlandı ancak aslında Aişe (radiyallahu anha)nin
ismi olmadığı halde onun adı zikredilerek onun şerefine dokunalamyacağının
haramlığına fetva verilmiş havası verildi. (**)
[*]
Hangi eşi? Aişe ismini el-Ahsa’dan yazanlar kullanmakta, fakat Hamaneî bunu
kinaye ile zikrediyor. Humeynî’nin Aişe validemiz hakkında söylediklerini bilen
Hamaneî’ye dediklerinde sadıklarsa; bir de Humeynî’nin onun hakkında “domuzlardan ve köpeklerden daha necis “ olduğuna dair sözleri hakkında fetva sorsunlar..!
127
http://abna.ir/data.asp?lang=2&id=206704 (30-9-2010 )
(**)
el-Ezher Şeyhi, Ahmed et-Tayyib’in; İran’a seslendiği resmi mektubunda İran’ın
mezhebini yaymasının ve Huseyniyyatlar açmasının ve Mısır’da fitneye sebep olmasının haram olduğunu söylüyor.
‫ فتوى خامنئى بتحريم سب الصحابة "سياسية" وغير كافية‬:‫ أحمد الطيب‬.‫شيخ األزهر د‬
‫ كتب لؤى على‬82:32 - 8168 ‫ مايو‬86 ،‫اإلثنين‬
130
Şimdi Humeynî’nin Kitabu’t-Tahare’de [c.,s.457] Aişe validemiz için
söylediklerini de bu beyanla birlikte düşünelim. Kim kimi kınıyor ve kim
kimi aldatıyor? Bugün dahi Kum’da Aişe validemizi lanetleyen ve onun –
hâşâ- zina ettiğini söyleyen kaynak kitaplar okutulmaktadır. Bunu Ayetullah Muhammed Ali Teshirî ile İran Büyükelçiliğinde (Ankara) Türkiye’den
onlarca insanın huzurunda yaptığımız tartışmada da dile getirdim gibi,
eğer bunda sadık ve samimi iseler; bu kaynakların batıl ehlinin ve ğulatın
eserleri olduğunu açıklamalarını istedim. Kendisinden ricam, İslam âlemine yirmi sayfalık bir beyan ile sahabeyi tekfir etmediklerini; onları tekfir
edenlerin ise “ğulat”tan ve kendilerinden olmadıklarını açıklamalarını bekledik. Halen da bekliyoruz. Humeynî’nin Selman Rüşdi hakkındaki fetvasını bilirsiniz; bu fetvanın hâlâ geçerli olduğunu söylüyorlar. Peki, acaba
Aişe’ye (radiyallahu anha) domuzdan daha necis diyen Humeynî, nasıl oluyordu da Selman Rüşdi’nin ölüm fetvasını veriyordu? Adam öldürülmesin,
korunsun diye mi.!?
Bu durumda Ali Hamaneî’nin fetvasıyla, Selman Rüşdi’nin öldürülme
fetvalarını (*) nasıl anlayacağız?
‫ وضع شروطاً خالل لقائه القائم‬،‫ أن اإلمام األكرب الدكتور أَحد الطيب‬،‫أكد مصدر مقرب من شيخ األزهر‬
‫ ومها إصدار فتاوى صرحية من مراجع الشيعة بقم‬،‫ ملواصلة التفاهم واحلوار مع الشيعة‬،‫ االثنني‬،‫باألعمال اإليراىن‬
. ‫ وحترمي نشر املذهب الشيعى ىف بالد أهل السنة واجلماعة‬،‫والنجف حترم سب الصحابة وأمهات املؤمنني‬
‫وأضاف املصدر أن شيخ األزهر أكد للقائم باألعمال اإليرانية أن الفتوى الصادرة من مرشد الثورة اإليرانية على‬
‫ حيث طالب شيخ‬،"‫ معتربها فتوى "سياسية‬،"‫ بتحرمي سب الصحابة وأمهات املؤمنني "غري كافية‬،‫خامنئى‬
‫ بضرورة أن يصدر مراجع الشيعة املعتربين ىف قم والنجف فتاوى ملزمة لكل أتباع املذهب‬،‫ خالل اللقاء‬،‫األزهر‬
‫وأكد شيخ األزهر أنه ال‬. ‫الشيعى حترم سب الصحابة والسيدة عائشة وحترم نشر املذهب الشيعى ىف بالد السنة‬
‫ ولكنه يعارض ما‬،‫يعارض عودة العالقات مع إيران مثلها مثل باقى الدول ىف إطار املصاحل املشرتكة بني البلدين‬
‫ مؤكدا أنه بدون تلك الشروط لن يكون هناك تفاهم‬،‫تقوم به اجلمعيات واحلوزات الشيعية بنشر املذهب الشيعى‬
. ‫بني السنة والشيعة‬
(*)
1998 Yılı BM genel Kurulunda İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi ve Hatemî, Selman fetvasının (14 Şubat 1989 ) artık yürürlükten kalktığını söylemişlerdi. Bkz.
http://www.aljazeera.net/news/pages/da017603-e655-4ed0-839f-7465d31f0c9d
Selman fetvasını 15 Khordad örgütü infaz edecelti hatta bir ara infaz miktarını 3.3
Milyon Doları çıkarmışlardı. 2007’de Ahmed-i Necad fetvanın baki kaldığını ilan etti..(
http://www.jordanzad.com/print.php?id=95745
);
(http://www.aawsat.com/details.asp?section=4&issueno=12347&article=695647#.Uq
mG0tJdVUY )
131
es-Sistanî’ye sorulan bir fetva:
es-Sistanî’ye de sorulan yukarıdaki fetvada (2.12.1434 H.) Ömer’e,
Müminlerin annesi Aişe’ye (radiylallahu anha) ve diğer sahabeye
sebbetmenin caiz olmadığını, “münker” olduğunu söylüyor.
Fetva Bağdad’da açıktan sahabeye ve Aişe validemize sövenler hakkında “dinî merciin” bu konuda ne düşübdüğünü soruyor.“Takiyye”nin
Şia’da, Din’den bir “rükün” olduğunu bilmeyen Müslümanlar ise, buna safça kanıp, sahabeyi tekfir eden binlerce fetva ve kitabın ne dediğinden haberi olmaz. Burada “takiyyeyle ilgili, bir kça şey nakletmekte yarar vardır:
İbn Babaveyhî el-Kummî diyor ki:
‫ فقد خرج عن‬،‫ فمن تركها قبل خروجه‬،‫ ال يجوز رفعها إلى أن يَ ْخرج القائم‬،‫"والتقيَّةُ واجبة‬
" ‫ وخالف اهلل ورسوله واألئمة‬،‫ وعن دين اإلماميَّة‬- ‫ تعالى‬- ‫دين اهلل‬
132
“Kâim (Mehdi) çıkıncaya kadar Takiyye vacibdir, kim onun çıkşından
önce terkerderrse; Allah’ın ve İmamiyye’nin dininden çıkmış, Allah’a
Rasulü’ne ve İmamlara muhalafet etmiştir.” 128
128
İbn Babaveyhî el-Kummî, el-İ’tikâdât: s.114,115
133
VI
MÜ’MİNLERİN ANNESİ AİŞE VALİDEMİZE -HÂŞÂ- ZİNÂ İSNADI:
İMKÂNSIZ İLE GERÇEK ARASINDA AİŞE’NİN HİYANETİ [*]
Muhammed Cemil Hammûd el-Amulî, ( Beyrut 1959 - )
(İMKÂNSIZ İLE GERÇEK ARASINDA AİŞE’NİN HİYANETİ)
[*]
[*]
Kapaktaki deve fotoğrafına yice dikkat ediniz: Devenin yuları kırık, yani sahibinden
kaçan deve. Diğer husus kapaktaki kızıl renk. Bundan kasıd, Aişe’ validemize yamamak istedikleri iğrenç ve küfr olan iftirayı resmetmek. (Muesssetu Kameri Ben-i Haşim, Beyrut-Lübnan tarihsiz)
[*]
Kapaktaki deve fotoğrafına yice dikkat ediniz: Devenin yuları kırık, yani sahibinden
kaçan deve. Diğer husus kapaktaki kızıl renk. Bundan kasıd, Aişe’ validemize yama-
134
Hz. Aişe’nin hiyaneti (Talha ile -hâşâ- Zina (!) Ettiğine
Dair Soruya Cevabı:129
‫سؤال عن خيانة عائشة‬
‫باسمه تعالى‬
" ‫ُممد مجيل َحّود العاملي " دامت بركاته‬
ّ ‫إَل َساحة آية اهلل احملقق الشيخ‬
.. ‫ ونصركم على أعدائكم املرتبصني لكم السوء‬..‫السالم عليكم ورَحة اهلل وبركاته‬
‫سؤالنا لكم هو اآليت‬
‫لما ذهبت لحرب اإلمام علي‬
ّ ‫أصحيح ما‬
ّ ‫يرتدد من أ ّن عائشة ارتكبت الفاحشة في البصرة‬
‫السالم)؟ وأ ّن الزاني معها هو طلحة الذي كان يهواها كما تفيد املصادر العامية‬
َّ ‫(عليه‬
..‫السالم عليكم ورَحة اهلل وبركاته‬
ّ ‫ و‬..‫والشيعية؟ أجيبونا ولكم األجر والثواب‬
:‫الجواب‬
‫بسم اهلل الرحمان الرحيم‬
‫ واللعنة]*[ الدائمة‬،‫محمد المصطفى وآله الطاهرين‬
ّ ‫ والصالة على رسوله الكريم‬،‫الحمد هلل‬
‫السرمدية على مبغضيهم ومنكري علومهم ومعارفهم ومعاجزهم وكراماتهم وظالماتهم من‬
‫األولين واآلخرين إلى قيام يوم الدين‬
mak istedikleri iğrenç ve küfr olan iftirayı resmetmek. (Muesssetu Kameri Beni Haşim,
Beyrut-Lübnan tarihsiz)
129
Muhammed Cemil Hammûd el-Amulî, eş-Şiyatu el-İmamiyye:159
[http://www.aletra.org/subject.php?id=197 ]
[*]
Şiî âlimlerin hemen tamamına yakını, kitaplarına “hamd” ve salâttan sonra “lanetleme” ile başlarlar bu fetvada da dikkat ederseniz:
“..öncekilerin ve sonradan gelenlerin ebedi ve sonsuz laneti, onların kerametlerini ve
uğradıkları zulmü inkâr edenlerin üzerine olsun.” Onlar kim? Cevap: Bizler, “kendilerine Allah’ın kıymet biçtiği ismi beğenmemiş olanlar”(!?) Böyle sapık bir inanışa sahip
bir topluluk mu bizimle kardeş olmak istiyor? Ey ümmeti Muhammed’in gençleri?
Tekfir ve lanetlemeyi dinlerinin vazgeçilmez ahlakı ve kaidesi haline getiren bir ümmet mi Şam beldesine varis olmaya layıktır?
135
.‫السالم عليكم ورحمة اهلل وبركاته‬
‫ وجنيبكم مبا أجبناه‬،‫لقد سألنا غريكم من المؤمنين الموالين]*[ هذا السؤال‬
‫بما ظهر لنا من ]الدليل القاطع الذي ال يمكن رفضه[ بأ ّن عائشة قد حصل منها ارتكاب‬
‫لما ذهب معها إلى بصرة العراق لقتال مولى الثقلين أمير المؤمنين علي بن‬
ّ ‫الفاحشة مع طلحة‬
)‫أبي طالب (عليه السالم‬
“Kat’i ve redddedilmesi asla mümkün olmayan delille bize zahir olduğu üzere; Talha ile beraber Irak Basra’sına İns’in ve Cinn’in mevlası Emiru’lMuminin Ali İbn Ebi Talib’le savaşmak için giderken Aişe’den fahişe irtikâbı
meydana gelmiştir.” 130
el-Amulî bu da yetmezmiş gibi, bir de internetteki sitesinde bu konuda daha ayrıntılı olarak bilgi verdiğini söylüyor:
‫فصلنا ذلك يف كتابنا الجديد القيّم الذي كان ر ّداً على الرافضين لصدور الفاحشة من‬
ّ ‫”وقد‬
‫فلرياجع أل ّن فيه فوائد علمية مجّة تنفعكم‬
ُ ‫ وقد نشرناه مؤخراً على موقعنا يف قسم الكتب؛‬،‫عائشة‬
‫ والسالم‬،‫ وهلل احلمد وآله املينّة والفضل‬،‫كما تنفع الفقهاء والعلماء ألهنا من أبكار حبوثنا التحقيقية‬
“‫عليكم ورَحة اهلل وبركاته‬
el-Âmûlî’nin fetvasıyla, Ali Hameneî’nin fetvalarını karşılaştırın.
Fıkhî sorular kısmı: (http://www.aletra.org/subject.php?id=85)
el-Âmûlî’nin,”çok kıymetli” diye nitelediği mel’un kitabında Aişe validemiz için dünyanın en ahlaksız fahişe kadınına bile söylenemeyecek sözleri hayasızca sarfediyor:
‫بسمه تعاَل‬
‫ألطافه يب وله الشكر ي‬
‫ي‬
‫وآلله قادة البالد وساسة اخللق املينة‬
‫واحلمد هللي على سبوغ نعمائه ووفور‬
‫ ولعنته الدائمة والسرمدية على أعدائهم ومنكري معاجزهم ومعارفهم و ظالماهتم من‬،‫والفضل‬
...‫األولني واآلخرين إَل قيام يوم الدين‬
.‫وبعد‬.. ‫السالم عليكم ورَحته وبركاته‬
[*]
Selamdan sonra;“Bize velayetle bağlı olan başka müminler sordu” diye bir cümle.
Bundan kasdı da “Şiamızdan” bazıları demek isteniyor.
130
http://www.aletra.org/subject.php?id=197
136
‫ ببحثي املتعلق‬- ‫ كما انتفع غريكم حسبما أفادونا بذلك‬- ‫كثريا ألجل انتفاعكم‬
ً ‫لقد سررت‬
‫تلك األُسطورة اخليالية اليت‬.. ‫بتحطيم الصورة اجلمالية للحمرياء عائشة صاحبة اجلمل املدبب‬
.. ‫انسحق املخالفونأمام إمياهنا املزيف‬
‫تلك العاهرة بل والداعرة باسم الرسول األعظم وهو بريءٌ منها لعنها المولى بعدد قطر‬
..‫السماء ونجوم الفضاء وحبات الرمال ونسمات الهواء‬
‫وأسأله تعاَل َمده أن جيعل حبثي يف ميزان حب سيدة النساء احلوراء الزهراء مواليت الصديقة‬
‫الكربى فاطمة روحي فيداها وحب إمام اخللق وسيد املوحدين موالي وموالكم أمري املؤمنني ال سيما‬
‫بقية اهلل املوَل املعظم _ علي وأوالده الطاهرين واملطهرين اإلمام املوعود صاحب الزمان روحي فيداه‬
... 131‫وجعلنا اهللُ تعاَل وإياكم من خدمة دينه ومن أعوانه وأوليائه واملستشهدين بني يديه‬
“Bir nebinin ölümünden sonra karısının zina emtmemesinin mümkün
olmayışı” diye başlık atan el-Âmûlî; Aişe’nin (radiyallahu anha) -hâşâ- nasıl
zina edebileceğini -hâşâ- Allah’ın ayetlerini inkâr edecrecesine ispat etmeye çalışıyor. el-Amulî Lübnan’lıdır ve Hizbullah’ı “Alevî Fatımî Şialığı”
temsil etmediği için onların açıklamalarına gazap ediyor.
Türkiye’deki İranî İslamcılar ve müteşşeyyi’ Türkler ve saflar, Şah İsmail tağutunun taraftarlarının propagandasının kurbanı olmuşlar. Hasen
Nasr’ın neden Yasir el-Habib’e (Kuveytli) saldırıp da el-Amulî’yi görmezden geldiğini sorgulayacak kadar bilgiye sahip olmadıklarından, bilenlerle
birlikte bilmeyenler de bu karartmayı yapıyorlar. Hasen Nasr, Yasir elHabib’i kınarken ve eleştirirken, Beyrut’ta ikamet eden el-Amulî’ye bir şey
diyememesi acaba hiç dikkatimizi çekiyor mu? Halbuki el-Amulî, ilimde
Yasir el-Habib’ten daha ileride olan bir âlimleri.! O açık bir şekilde sitesinde Aişe (radiyallahu anha) validemizin -hâşâ- zina (!) ettiğini ispat etmeye
gayret ediyor ve onun zina etmediğini söyleyenleri de lanetliyor.
el-Amulî’nin aşağıdaki fetvasında da dediği gibi, Velayet-i fakih devleti ile aralarında Aişe (radiyallahu anha) hakkında çok ciddi ihtilafların olduğunu anlaşılıyor. Hatta bunun için “takiyye” yapalım diyenlerin kendilerini
ölümle tehdit ettiklerini de söylemek zorunda kalıyor.
‫ مل يثبت زواج عثمان من‬/ 132‫عدم إستحالة صدور الفاحشة من زوجة نبي بعد موته‬
‫ربائب رسول اهلل صلّى اهلل عليه وآله وسلّم‬
131
132
el-Âmulî, Hiyanetu Aişete Beyne’l-istihaleti ve’l-Vakı’:s.8
http://www.aletra.org/subject.php?id=855;
(Bkz: https://www.youtube.com/watch?v=Bw9cFKa1w_4
137
‫اإلسم‪: ….‬‬
‫النص‪ :‬السالم َساحة املرجع ايدك اهلل سؤايل هو هل عائشة زنت بالفعل والسؤال الثاين ان جل‬
‫علمائنا على زواج عثمان من ربائب رسول اهلل فكيف نفند هدا االمر والسؤال الثالث ما املوقف‬
‫الشرعي من حز ب اهلل‬
‫‪15/12/2013‬‬
‫الموضوع الفقهي ‪ :‬عدم إستحالة صدور الفاحشة من زوجة نبي بعد موته ‪(...).‬‬
‫بسمه تعاَل‬
‫اجلواب‪:‬‬
‫السالم عليكم ورَحة اهلل وبركاته‬
‫السؤال األول‪ :‬هل عائشة زنت بالفعل ؟‪.‬‬
‫بسمه تعاَل‬
‫اجلواب‪:‬‬
‫لقد ثبت بالدليل والبرهان الشرعيين من الكتاب والسنَّة ويؤيده دليل العقل الحاكم بعدم‬
‫]*[‬
‫حبق عائشة‬
‫نبي بعد موته‪ ،‬ال سيَّما ما جاء ِّ‬
‫وجود إستحالة في صدور معصية الزنا من زوجة ّ‬
‫النبي صلى اهلل عليه وآله‪ ،‬ودعوى بعض الكسالى ممن ينتسب‬
‫من أنها قد زنت بعد شهادة ّ‬
‫إلى آل البيت عليهم السالم بأن زوجات األنبياء ال يزنين وال يرتكبن الفواحش ليبرروا حرمة‬
‫إتهام عائشة بالزنا‪ .‬دوهنا خرط القتاد وال يتفوه بها من العلماء إال الجاهل بالحقائق أو‬
‫كل الذين رفضوا صدور الفاحشة‬
‫المستكبر عن الح ّق أو المحب لعائشة‪...‬وظهر لدينا في أن َّ‬
‫من عائشة هم خطباء وليسوا فقهاء بالمعنى الحقيقي للفقاهة‪ [**]..‬بل تلبسوا بالفقاهة والرياسة‬
‫]*[‬
‫‪el-Amulî, (Allah onun ve emsallerinin dillerini sustursun) Kur’an’ı habis emellerine‬‬
‫‪alet ederek, nebilerin ve rasullerin zevcelerinin, kendilerinden sonra zina edebilecek‬‬‫‪lerine delil getirerek, Aişe’nin -hâşâ- zina etmemiş olmasını reddetmeye çalışıyor.‬‬
‫]**[‬
‫‪Şiîlerden ‘ancak tembeller ve fıkıhta tufeyli olanlar, müstekbirler ve zalimler ya da‬‬
‫‪cahiller ve Aişe’yi sevenler; nebilerin zevcelerinin zina ve fahşa işleyemeyeceklerini‬‬
‫‪iddia ederler’ diyor.‬‬
‫‪138‬‬
‫حبكم السلطة اليت ميتلكوهنا‪ ،‬فأرادوا فرض وجودهم على الفقهاء والعلماء الحقيقيين بقوة‬
‫]***[‬
‫الحديد والنار‪ ..‬هذا حال اجلبابرة والسالطني املتغرطسني‪!!..‬‬
‫ونحن مستعدون للمواجهة العلمية معهم وجهاً لوجه وأمام الكاميرات إن كانوا محصلين‬
‫وبالفقه الروائي واإلستداللي عارفين ونعتبرها مباهلة فقهية يشهدها المقربون والمبعدون‪!!...‬‬
‫نص يشير إلى إستحالة صدور الفاحشة من بعض زوجات األنبياء‪ ،‬وال يوجد دليل‬
‫وليس هناك ٌّ‬
‫عقلي واحد يجعل صدور الفاحشة من بعضهن في عداد المستحيالت بل القرآن الكريم‬
‫النبي لوط عليه السالم التي كانت تتعاطى قيادة السحاق‬
‫والسنّة النبوية أفصحا عن زوجة ّ‬
‫واللواط]*****[ حيث كانت خترب رجال قومها مبجيء رجال إَل منزل زوجها لوط عليه السالم لكي‬
‫يأتوا لفعل الفاحشة ِبم‪ ،‬كما أنها كانت تتعاطى المساحقة بدليل نزول العذاب عليها كما نزل‬
‫ط إِنَّا ُر ُس ُل‬
‫على قومها بسبب ما جنوه من اللواط والمساحقة مبقتضى قوله تعاَل(قَالُواْ يَا لُو ُ‬
‫ك بِِقطْ ٍع من اللَّي ِل والَ ي لْت ِف ْ ِ‬
‫ك لَن ي ِ‬
‫َح ٌد إِالَّ ْام َرأَتَ َ‬
‫َس ِر بِأ َْهلِ َ‬
‫صلُواْ إِلَْي َ‬
‫َرب َ‬
‫ك إِنَّهُ‬
‫َ ْ َ ََ‬
‫ك فَأ ْ‬
‫ت من ُك ْم أ َ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫الص ْب ُح بَِق ِر ٍ‬
‫يب ) هود‪10‬‬
‫س ُّ‬
‫َصابَ ُه ْم إِ َّن َم ْو ِع َد ُه ُم ُّ‬
‫ُمصيبُ َها َما أ َ‬
‫الص ْب ُح أَلَْي َ‬
‫كن يكتفني بالنساء والرجال كانوا يكتفون بالرجال ومل يستث ين من‬
‫فقد جاء يف األخبار بأن النساء َّ‬
‫هذه القاعدة إال بنات لوط عليه السالم‪..‬كما أن اآلية تشري إَل أن العذاب شمل زوجة لوط كما‬
‫مثلهن‪ ،‬ومن المعلوم أن فاحشة السحاق‬
‫شمل بقية النساء‪ ،‬وما ذلك إال ألنها كانت سحاقية‬
‫َّ‬
‫أشد قبحاً من فاحشة الزنا‪..‬وعلى مدعي التخصيص بعدم جواز صدور الفاحشة من زوجات‬
‫االنبياء أن يأتينا بقرينة شرعية وعقلية قطعية تفيد حرمة مزاولتهن للفاحشة‪ [*]..‬وأما التبجح‬
‫بالقول بأن ذلك قبيح عقالً ميتنع صدوره من زوجات األنبياء (ال سيَّما ممن كانت زوجة لرسول اهلل‬
‫صلى اهلل عليه وآله مث طلقها أمري املؤمنني علي صلى اهلل عليه وأهل بيته الطيبني الطاهرين يوم‬
‫]***[‬
‫‪“Saltanat heveslileri silah ve ateş gücüyle bu hakikati susturmaya çalışıyorlar “di‬‬‫‪yor. Bununla İran’ı ve Hizbullah’ı kasdediyor. Hâlbuki bu sözün tamamı yalandır. Zira‬‬
‫‪ne İran ve Ne de Hizbullah Aişe validemize küfreden ve onu hayâsızlıkla suçlayan bir‬‬
‫‪tek insana bugüne kadar bir ceza uygulamadı. Allah onların kaplerini birbirine çarpsın‬‬
‫‪ve aralarındaki fitneyle onları helak etsin.‬‬
‫]*****[‬
‫‪Lut’un (aleyhisselam) karısının hem zina ettiğini ve hem de “sihâk” yaptığını‬‬
‫‪iddia ediyor. Ona göre Lut’un karısı zina kurumlarını yöneten bir kadın. Lezbiyenlerin‬‬
‫‪önderi bir kadın. (Ankara’da bir düğünden sonra bizi Gümüşköy’deki - düğün bu‬‬
‫‪semtte idi- evine davet eden eski tanıdıklarımdan ve RP Milletvekillerinden birisi de‬‬
‫)‪aynı düşünceleri dile getirmişti.‬‬
‫]*[‬
‫‪Nebilerin hanımlarının zina etmeyeceğine dair hiçbir delil bulunmadığını iddia‬‬
‫‪ediyor. Demek istiyor ki Kur’an, onların zina edebileceklerine delalet ediyor.‬‬
‫‪139‬‬
‫اجلمل)‪ ...‬فكالم فارغ من العلم والفقه ويلزم على أصحابه أن يسألوا اهلل تعاَل أن يفتح قلوِبم‬
‫على احلقائق ‪ ،‬واهلل تعاَل يستجيب لطالب احلق وهو أعلم بالسرائر واألفئدة‪ ..‬وقد أشرنا إَل الكثري‬
‫]**[‬
‫من التفاصيل يف كتابنا القيم"خيانة عائشة بين اإلستحالة والواقع"‬
‫فلرياجع ‪.‬وما يتبجح به‬
‫أنصاف العلماء من الشيعة فال نلتفت إليه ِلزالته وعدم حتصيل قائليه فضالً عن عدم درايتهم‬
‫ألصول العقيدة والفقه وعلم الدراية يف الرواية‪،‬‬
‫ي‬
‫كل بطانة ومنافق كان يتستر بالتشيع‪..‬‬
‫واهلل الذي ال إله إال هو لقد فضحت خيانة عائشة ّ‬
‫]***[‬
‫شر عن أنيابه ليسطو علينا وينتقم منا ال ألجل عائشة فحسب بل‬
‫فلما بانت الحقائق ك ّ‬
‫َّ‬
‫ألجل تفنيدنا لوالية فقيههم‪ !....‬ويا للعجب ممن يثير الضجيج والعجيج والصراخ والهراش‬
‫علينا من بترية الشيعة ونواصبها وسلفية العامة العمياء‪ ،‬فلم جند سوى هؤالء يثريون الغربة علينا‬
‫ٍ‬
‫خلبث يف نفوسهم ون ٍ‬
‫نت يف أرواحهم الكدرة اخلبيثة اليت مل تعرف اخلوض يف املسائل العلمية بتجرد‬
‫]*[‬
‫أقر بعدم استحالة زنا‬
‫عن املصاحل الدنيوية واحلظوظ النفسية‪ !..‬مع أن بعض أعالم السلفية قد َّ‬
‫أحد زوجات النبي محمد صلى اهلل عليه وآله فلماذا لم يثيروا عليه ما أثاروه علينا‪..‬؟! وملاذا‬
‫مل يتوعدوا بقتل ٍ‬
‫خمالف يعتقد مبا اعتقده األلباين من علمائهم كما يتوعدوننا بالقتل والتنكيل‪..‬؟!‬
‫الحساب ألجل نعتها لمارية القبطية‬
‫وهل نستحق القتل ألجل خيانتها وال تستحق عائشة‬
‫َ‬
‫بالزنا وقد برأها اهلل تعاَل يف كتابه‪..‬؟! وهل نستحق التنكيل وال تستحقه عائشة بسبب إزهاقها‬
‫]**[‬
‫آالف النفوس يوم الجمل‪..‬؟؟!!‬
‫وهل نعتها بالزنا أهم من سب أمير المؤمنين وأهل بيته‬
‫الطيبين عليهم السالم على منابر المخالفين قروناً متمادية إبَّان حكم بني أمية وال يزال السب‬
‫سيرة في أوساطهم وبيوتهم ومجتمعاتهم]***[ السرية‪..‬؟!)‪(…..‬‬
‫‪Evet, Ehl-i Sünnet âlimlerinden, İmam el-Evzaî’yî (Abdurrahman İbn‬‬
‫‪Amr) [h.88 -157] aşağılayan M: İslamoğlu, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve‬‬
‫]**[‬
‫‪Habîs adam, bir de yazdığı kitaba “çok kıymetli” kitabım diyor.‬‬
‫‪Hâşâ diyor ki; Aişe’nin hiyaneti (!) Şiiliğin ardına sığınan bütün gizli münafıkları‬‬
‫‪ortaya çıkarmıştır diyor.‬‬
‫]*[‬
‫‪Aişe’yi (radiyallahu anha) temize çıkarmak isteyenleri münafık, hain, nasıbî ve sele‬‬‫‪fi olarak suçluyor. Bu konuda Ali Hameneî’yi de suçluyor ve nifakın başı olarak onu‬‬
‫‪görüyor. Ve bu iddiada bununların ruhlarının kirli olduğunu söylüyor.‬‬
‫]**[‬
‫‪Aişe’nin hiyanet ettiğini söylediğimiz için öldürülmeyi mi hak ediyoruz? Ali’ye söv‬‬‫‪menin yanında Aişe’nin hiyanette bulunduğunu söylemek daha mı büyük bir cürüm‬‬‫?‪dür‬‬
‫]***[‬
‫‪Ehl-i Sünnet’in hala gizli gizli, kendi aralarında Ali’ye sövdüklerini söylüyor.‬‬
‫]***[‬
‫‪140‬‬
eşi hakkında iğrenç iftiralarda bulunan el-Meclisî için tek söz söyleyemiyor. Ama Müslim’e gelince “töbe töbe” diye mahalle ağzı kullanıyor.
sellem )
Eğer bu sözleri söyleyen adam el-Evzaî’nin Abbasi Valisi zalim Abdullah İbn Ali’ye [ Ebu’l- Abbas’ın ilk Abbasi halifesinin amcası] karşı izzetli
duruşunu bilseydi, bu sözleri söyleyemezdi. Eğer el-Evzaî dünya çıkarı için
Sultanların kapısının kulu olsaydı, gelen yeni iktidarın ve saltanatın kulu
olurdu.
Ehl-i Beyt mektebinden olduğunu söyleyenler Rasulullah’ın (salalllahu
aleyhi ve sellem) ırzına dil uzatıyorlar, fakat onlara Cemalettin Afgani’yi
(Mazenderanî) karalayanlara (!) yakıştırdığı -tuvalet bezi- (!) nitelemesini
ise nedense – bu da doğru olmamakla birlikte- Şia’dan hiçbir kimseye yakıştıramıyor.133 Demek ki Cemaleddin (Mazenderânî) İslam için emsalsiz
bir fedakârlık göstermiş ha..? Demek ki Masonluğundan tevbe etmeden ve
tevbesini ilan etmeden ölen bir Babî “kendisini Ümmete sadaka vermiş”
oluyor? Peki, Ebu Bekr, Ömer ve Halid İbnu’l-Velid (radiyallahu anhum) kim
oluyorlar, onlar ümmete hiçbir şey veremediler mi? Hıms’da Halid’ İbnu’Velid’in (radiyallahu anhu) kabri İran’ın füzeleriyle vurulurken susmak, sonra
da Kerbela’nın eşiklerini kutsal görmek nasıl bir duygudur acaba?
Buharî ve eş-Şafiî bu ümmete hiçbir şey verememişler midir?
Hıms’da, Suriye’yi kendilerine verdiği İran’ın Nusayrilerin desteğinde Halid
İbnu’l-Velid’in kabrine neler yaptıklarını görmediler mi? Şah Tahmasb
Bağdad’a girdiğinde Ebu Hanife’nin kabrine neler yaptıysa aynısını yaptılar.
- ‫ أمر بأن يجعل قبر أبي حنيفة كنفا‬، ‫إن السلطان األعظم شاه عباس األول لما فتح بغداد‬
‫ حتى ان كل من‬،‫ وقد واقف وقفا شرعيا بغلتين وأمر بربطهما على رأس السوق‬- ‫اي مزبلة‬
. ‫الحاجة‬
‫لقضاء‬
‫حنيفة‬
‫أبي‬
‫قبر‬
‫إلى‬
‫ويمضي‬
‫يركبها‬
‫الغائط‬
‫يريد‬
‫ ما تخدم في هذا‬: ‫ يوما فقال له‬- ‫ اي خادم قبر االمام ابي حنيفة‬- ‫وقد طلب خادم قبره‬
‫القبر وأبو حنيفة اآلن في أسفل الجحيم ؟‬
،‫ أن في هذا القبر كلبا أسودا دفنه جدك المرحوم الشاه إسماعيل لما فتح بغداد قبلك‬: ‫فقال‬
‫ فأنا أخدم ذلك الكلب‬،‫فأخرج عظام أبي حنيفة وجعل موضعها كلبا أسودا‬
M.İslamoğlu, Suriye’de Nusayrilerce yıkılan bunca Cami, tarihi eser
minare, medrese ve ve kaleden sonra, hangi yüzle ve hangi haysiyetle
133
Bkz. http://www.youtube.com/watch?v=qatUcPi5w7g)
141
Suriye’yi İran’ın nüfuzuna terketmemizi istiyor? Nusayrilerin Baas partisinin
ardına sığınrak yüz yıla yakındır Müslümanlara yaptıklarına karşı; Müslümanların artık yeter canımıza yetti diye isyan etme hakkını tamamen elinden alan zat, Refranduma bizleri katmak için Cuma hutbelerini ifsad ediyor; ahiretini helak ettiği gibi Müslümanların da ahretini helak etmeye çağırıyor. Türkiye’de demokartik hakları kullanmayı öğreten M.İslamoğlu, Suriye’de ümmetin kanayan yarasını daha deşiyor ve kanımızı akıtmayı İran’a
helal kılıyor.
Aşağıdaki sözler, Nimetullah el-Cezâirî’ye aittir:
"‫إن السلطان األعظم شاه عباس األول عندما فتح بغداد أمر بان يجعل قبر أبي حنيفة "كنيفا‬
‫وقد أوقف وقفا شرعيا بغلتين وأمر بربطهما علي رأس السوق حتى إن من كان يريد الغائط‬
‫ ما‬:‫يركبهما ويمضي إلي قبر أبي حنيفة لقضاء الحاجة وقد طلب خادم قبره يوما فقال له‬
‫إن في هذا القبر كلبا اسود‬:‫تخدم في هذا القبر وأبو حنيفة اآلن في أسفل الجحيم؟ فقال‬
‫دفنه جدك الشاه إسماعيل لما فتح بغداد فاخرج عظام أبي حنيفة وجعل موضعها كلبا اسود‬
‫وأنا اخدم ذلك الكلب‬
“Sultan-ı A’zam Şah Birinci Abbas Bağdad’ı fethettiğinde Ebu Hanife’nin kabrini abdesthane yaptı: şer’î olarak da iki katır vakfetti. Ve bu iki
katırı pazarın -çarşının- girişine koydurdu. Kimin abdest giderme ihtiyacı
olursa bu katırlara binsinler ve Ebu Hanife’nin kabrine gidip ihtiyaçlarını gidersinler. [Şah Abbas] bir gün Ebu Hanife’nin kabrine hizmet eden bir adamı istetti; adama dedi ki: Bu kabre hâlâ ne diye hizmet ediyorsun ki, Ebu
Hanife şu anda Cehennem’in en alt tabakasında?
Kabre bakan adam dedi ki: Bu kabirde siyah bir köpek var, onu oraya senin
deden Şah İsmail, Bağdat’ı fethetiğinde Ebu Hanife’nin kemiklerini çıkardı
ve yerine siyah bir köpek gömdü, ben şimdi o köpeğe hizmet ediyorum..! ”
134
Şimdi;
“Ben de sünniyim ben de Hanefiyim fakat Sünnici değilim Hanefici değilim,
Şiîci hiç değilim. Müslümanım. Kendimi Müslüman olarak tanımlarım.(…)
..Çünkü benim kafamda onun kafası gibi, benim yapım da onun yapısına
uygun. Ben de ehli reyim. O da ehl-i re’ydi..” 135
diyen M. İslamoğlu’nun Şia’nın önde gelen alimlerinden el-Cezâirî ve Yusuf
el-Bahrânî’nin de Ebu Hanife’nin kabriyle ilgili rivayet ettiği hadise üzerinde düşünmeye çağırıyorum.
Humeynî ise diyor ki:
134
135
el-Cezâirî, el-Envâr en-Nu’maniyye: c.2,s.324
Mustafa İslamoğlu;www.youtube.com/watch?v=ehVRbOBJnUQ
142
‫ وال‬،‫ ال يجوز للمؤمنة أن تنكح الناصب المعلن بعداوة أهل البيت عليهم السالم‬-7 ‫مسألة‬
‫ ألنهما‬،‫ وكذا ال يجوز للمؤمن أن ينكح الناصبة والغالية‬،‫الغالي المعتقد بألوهيتهم أو نبوتهم‬
.‫بحكم الكفار وإن انتحال دين االسالم‬
“Mes’ele:7.Mümine bir kadının Ehl-i Beyte aleyhimusselam düşmanlık ilan
eden bir nasıbî ile evlenmesi caiz olmadığı gibi, onların ilahlığını veya nebiliğini itikad eden bir aşırı ile de evlenmesi caiz değildir. Mümin bir erkeğin
de nasıbî ve ğâlî olan bir kadınla evlenmesi caiz değilidr. Çünkü onların ikisi
de İslammış gibi görünseler de kâfir hükmündedirler.” 136
Bu mu “vahdet”iniz? Bu mu Kur’an üzere kurmak istediğiniz kardeşliğiniz? Evet, M.İslamoğlu’nun Suriye’yi İran’a helal kılması, aynı zamanda
Suriye’deki Müslümanların ırzlarını da Nusayrilere helal etmektedir.
Buharî’yi Kuran’a aykırı hadis rivayet etmekle; yani “yalancılık” ve Allah’a
“iftira” etmekle suçlayan M.İslamoğlu, acaba neden İran’ın akidesini üzerine bina ettiği birçok bâtıldan bu tarz bir üslupla söz edemiyor?
M.İslamoğlu, Suriye’deki zulmü Moğallar’ın Hulagu’nun zulmü gibi görmüyor ki, Suriye’yi İran’ın nüfuzuna terketmemizi istiyor. Kur’an tercümesi
üzerinde bu kadar emek veren insnan henüz Kur’an’da zalimlerin kafirlerin
ve münafıkların sıfatlarını galiba tanıyamamış ki, Suriye (Şam beldesi) gibi
bülkeyi akidesine tam tesr ve hatta düşman bir ülkenin egemenliğine
terketmemiz istiyor.İşte hevaya göre Kur’an üzerinde konuşmanın cezası
hidayetten ve Kur’an;’a göre akledebilen bir haysiyetten yoksunluk.
Evet, Kur’an’a iman eden ve Kur’an’ı hayat kitabı gören kimse
Kur’an’dan bunun hüccetini de ortaya koymalıdır. Bu, İmamete,
ma’sumiyete ve vasiyete iman etmemek değil mi? Bu kendisini Allah’ın
isimlendirdiğinin dışında isimlendirmemek değil mi?
‫ي يي ي‬
‫ي َّ ي‬
‫نص ُرو َن‬
َ ُ‫َّار َوَما لَ ُكم ِّمن ُدون اللّه م ْن أ َْوليَاء ُمثَّ الَ ت‬
ُ ‫ين ظَلَ ُمواْ فَتَ َم َّس ُك ُم الن‬
َ ‫َوالَ تَ ْرَكنُواْ إ ََل الذ‬
Allah Azze ve Celle kitabında:
“Sakın zalimlere destek için meyletmeyin, yoksa cehennem ateşi size
dokunur ve –bu durumda- Allah’tan başka size dost olacak hiçbir
kimse olmaz ve sonra size de yardım edilmez”
(Hud:113)
Evet M.İslamoğlu; “vasiyeti” “imameti”, “Mehdiliği” ve “masumiyet”i
reddettiği halde, Şia’ya göre, Kur’an’la sabit olan hakikatleri inkar etmektedir. Şia’nın temel akidevi esaslarını inkâr eden adam, Suriye üzerinde
İran’ın ve de dolayısıyla Hizbullah’ın egemenliğini kabul etmemizi istiyor.
Şimdi, M. İslamoğlu, gerçekten kendisinden Şiî mi olurmuş diye sorduğu
136
Tahriru’l-Vesile: c.2,s.286
143
sorunun başkasından istemeden önce, kendisi cevabını vermiş olmuyor
mu? Peki, cevabı olumlu olan bir soruyu ne diye soruyor acaba?
Bu durumda; toprağını İran’a helal kıldığı bir ülkenin; acaba kanlarını
ve ırzlarını haram mı kılmış oluyor M. İslamoğlu? Bu hasta mantığın kendi
içindeki çelişkilerini, bu mantığın sahipleri de bilmekteler. Fakat her şeye
rağmen, bilmemezlikten gelip saldırıları ve ağır tahripkâr eleştirleri sürdürmek gerekiyor. Zira bu akide savaşının tabiatı bunu gerektiriyor.
Müslüman ülkelerdeki boşluğun mutlaka Şia ve İran tarafından doldurulması lazım (!) Bunun için de; siyasî ve dinî boşluk yaratacak ve kargaşalara sebep olacak hadiselerin keyfiyet ve kemmiyet olarak artması veya
artırılması gerekiyor. General Abdulfettah es-Sisî’nin adamlarının Suriye’de ölmeleri acaba neyin göstergesidir? Beşşar’ın davası İslam olsa idi,
Hamas ve İslamî cihadın da Nusayrilerin safında savaşmaları gerekmez
miydi? Neden Hizbullah kendisini Filistinliler için ateşe atıyorken (!)
Filsitinliler Hasen Nasr’ın militanlarıyla omuz omuza Suriye’de teröristlere
(!) karşı savaş mıyorlar? Hamas ve İslamî Cihad örgütleri İran’ın müttefikleri değiller miydi? Kendileri için İsraille savaşı göze alan Hizbullah ve
kendilerine yardımda bulunan İran ve Nusayri rejimi, acaba Hamas’ı ve
İslamî Cihadı affedecek mi?
M.İslamoğlu “süpürücülük”ten o kadar nefret ediyor ki, nasıl bir süpürücüye dönüştüğünün farkında bile değil. Kur’an düşmanı ilan ettiği
Buharî’nin muhakemesinde yarın acaba Allah’a hangi hesabı verecek?
Öyle değersiz ve seviyesiz eleştirilerle; Buharî’yi Kur’an’a düşman “yalancı” yani “kezzab” ve Allah’a “iftira eden bir adam gösterme denemeleri,
M.İslamoğlu’na şeref ve izzet değil, zillet ve sağar hediye eder. Kur’an bunu söylemiyor diye Buharî’yi sefalet çöplüğüne atamaz. M.İslamoğlu gibi
insanların, Buharî’nin; hadis ve rical ilmi, hadis tenkidi, fıkhı ve tefsir bilgisi
yanında, kendilerini Hadis münekkidi yerine koymalarına şaşılır.
Buharî’yi Kur’an düşmanı bir adam ilan etmeden önce; acaba ‘ben de
Buharî’deki ilmin ve dinin ne kadarı var’ diye kendisine sorması ya da
Müslümanların adil âlimlerinin şehadetine başvurmalı değilmiydi?
Buharî’yi, Buharî kılan ilmî ve ahlakî haysiyetin ne kadarı kendisinde var
diye düşünmeliydi M.İslamoğlu.! Önemli olan onun ne dediği ve nasıl söylediği değil, Buharî hakkında neyi kasdettiğinin onu dinleyenler tarafından
algılanış biçimidir.
Ben onu dinleyince Buharî’ye (rahmetullahi aleyhi) ustaca ona yalancı
(!) dediğini anlıyorum. M.İslamoğlu, Irak’ı ziyaretinde 12.nci İmam (Mehdî)
mitolojisinin de yalan olduğunu veya Kur’an’a aykırı olduğunu söyleyebilmiş midir? Kala kala sadece Ehl-i Sünnet’in âlimleri mi yalan söylemiş oluyorlar, Kur’an’a aykırı hadisler rivayet etmiş oluyorlar? Bu çok insafsızca
bir hüküm ve vicdanı olanların vicdanlarını sızlatacak bir sözdür.
12. İmam (Muntazar Mehdi) kıssası için de;
144
“Şimdi ben ne yapacağım, buna nasıl inanırım ben? “Kur’an’a soracağım ey
Kur’an, sen bunu kabul ediyor musun? Sen kabul ediyorsan ben de kabul
edeceğim”
gibi bir kaba soruyu İmamiyyecilere de sorabiliyor mu?
Buharî’de, Ebu Hureyre rivayeti:
“Yahudiler olmasaydı, et kokmazdı ve eğer Havva olmasaydı, dişi eşine
hiyanet etmezdi.” 137
Bu Hadisi İbn Hacer el-Askalanî Fethu’l-Barî’de Kuteybe’den ve Ebu
Nuaym’dan naklettiğine göre, aslı; İsrail oğlullarının zenginlerinin daha
önce etleri infak ettikleri, fakat daha sonraları cimrilik yaygınlaşınca, ihtiyaç
sahiplerine vermek yerine evlerinde tutmaya başladıkları için kesilen hayvan etlerinin kokmaya başlaması olayının açıklığa kavuşturulmasıdır.
Yoksa hadis; “sünnetullah”ı açıklayan ve “sünnetullah”a iftira
eden bir rivayet değil, İsrailoğulları’nın amellerinden bir ameli açıklıyor.
Havva’nın “hiyaneti” ise, âlimler tarafından farklı şekillerde te’vil edilmiştir,
kimi yasaklanan ağaçtan Âdem, Havva yediği için yedi demişler, kimi de
daha farklı te’villerde bulunmuşlardır. Yani kadının erkeğe muhalefet edici
olan yapısı vb sözler etmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
M. İslamoğlu, Ebu Hureyre’nin hadisiyle alay ediyor. Zaten
İslamoğlu’nun bunu fıkhedecek bir anlayışı olsaydı, bu sözleri
sarfertmezdi. Ayıp hadiste değil, hadisi Kur’an’a aykrı zanneden akılda. Bu
hadis münasebetiyle M. İslamoğlu bakalım neler söylüyor:
137
Buhari: 3152, 3218, İbn Hacer, Fethu’l-Barî. c.6,s.282,283(Daru İhyai’t-Turas elArabî, 1095 Beyrut)
Bu hadis, Buharî’de iki tarikle Ebu Hureyre’den rivayet edilir:
Birisi;
Bişr İbn Muhammed,
Abdullah’tan [İbnu’l-Mubarek]
Ma’merden,
Hemmam’dan
Ebu Hureyre’den,
Diğeri;
Abdullah İbn Muhammed el-Cu’fî,
Abdurreazzak’tan,
Mamer’den,
Hemmam’dan,
Ebu Hureyre’den
Müslim: c.2, No.1470;
Muhammed İbn Rafi’,
Abdurrezzak,
Ma’mer,
Hemmam İbn Munebbih,
Ebu Hureyre’den”
“et” yerine “taam” (yemek) kelimesiyle rivayet edilir.
145
“..Süpürücülük Müslümanlara yakışmaz. Peki, ne yapalım? Kur’an’a
arzedelim. Diyelim ki; ey Kur’an! Efendimize nisbetle [*] bir söz geldi bana;
bu falan Buharî isimli bir alim, efendimize nisbetle nakletmiş Müslim isimli
bir alim efendimize nisbetle nakletmiş..
Ey Kur’an,[**] bunu sen kabul ediyor musun? Arzedelim, kabul ediyorum
derse, Efendimiz bunu söylemiştir, etmiyorum derse, ben de kabul etmiyorum.
Kimin kitabında gelirse gelsin..!
Lev La Benu İsraile Buharî Beni İsrail olmasaydı, et kokmazdı.
E.. ne yapalım şimdi? Gerçekten Benu İsrail olduğu için mi et koktu? Allah’ın sünneti, et kokar. Benu İsrail’den önce de et kokardı, sonra da kokar.
Et kokar.. Evet, et kokar. Onun için ha.. arzettik değil mi? Arzettik, çünkü
selim akla, Allah’ın sünnetine arzettik. [*]
[*]
Hadis ilminde” nisbet” etme diye bir ıstılah yoktur. Zira hadis dendiği zaman, hadis
âlimlerinin ıstılahında; Rasulullah’a “nisbet” edilen değil, “isnad”la “muttasıl”
“raf’edilen” söz demektir.
[**]
Bir ilim ehlinden ve ilme değer verdiğini söyleyen ve Kur’an ilimleri üzerine kafa
yoran birisi; kendisini dinleyenlerin önünde bu “kaba” sorularla, hadis ilmi ve usulü
mirasımızı adeta yok sayıyor. Uydurma bir hadisi, hadis anlamada ölçü edinmeyi
ümmetin âlimleri mi tavsiye ediyorlar?
Peki, acaba eş-Şafiî, Kur’an’ı ve hadisi; M.İslamoğlı kadar mı anlayamıyordu?
Mes’ele bu kadar kolay iken, hadislerini neden Kur’an’a arzetmemiş? Hadisi Kur’an’a
arz mes’elesi; tamamen Kelamcıların yöntemidir İsnad ve hadiste zayıf olup akıl yerine hevayı kullanan bazı kimseler; hadis ilminin dışından bir kaideyle Hadisleri tesbit
etmeye kalkışıyorlar. Bu asla doğru bir şey değildir. Kur’an zû vücuhtur. Sünneti bilmeyen Kur’an’ı nasıl fıkhediyor? Luthercilik bizde “âlimlik olmuş! Kur’an’ı fıkıhsız ve
Sünnet olmadan anlamaya çalışmak. Birileri işte ümmetin akıl emniyetine böyle zarar
veriyorlar.
[*]
er-Risale’yi yirmi kez okumuş ve okutmuş bir insan, bu kadar ucuz sözler etmemeli.
İmam eş-Şafiî gibi bir Hadis ve Usul İmamının er-Risale’sini bu kadar tedris etmeye
rağmen, hâlâ Hadis’in kabul şartlarını hatırlamamak, doğrusu akıl işi değildir. “Selim
akl”a, “Allah’ın sünneti”ne hadisi arzediyor.
Demek ki Kur’an’ı da “selim akıl gibi görüyor ya Kur’an’ı selim aklın düzeyine indirgiyor ya da aklı Kur’an’ın düzeyine çıkarıyor. Bir kez Kur’an’a “sünnetullah” denmeyeceği gibi, Kur’an, sözlerin ve amellerin; Hak, hüda, batıl dalalet ya da iman olup olmadığını; sözlerin ve amellerin şirk olup olmadığını temyiz eden bir kitaptır. Bundan
ötürü de bir ismi de “el-Furkan”dır. Kur’an’da Hadisi ayetlere arzı gibi bir emir yoktur.
Ancak, sarih bir ma’na ve sahih bir isnada mebni söylenmiş bir söz, Kur’an’la nasıl
çelişirmiş? Bunun üzerinde doğru düşünmek gerekir. Kur’an, Allah’ın kitabı olmakla
birlikte bütün ayetleri nass değildir. Yani sarih hüküm ifade eden ayetler değildir. Kimi
haberdir, kimi de ahkâmdır. Bazen de delalet ayetlerin hem nassında hem de zahirinde bulunur. Bazen sadece birinde bulunur.
Burada M. İslamoğlu, Usul ilimlerini tamamen devre dışı bırakır bir tavır segiliyor gibi.
Zira sözlerinde de ifade ettiği gibi, “nass” konusunu anlatırken; fakihler gibi değil de,
hermenötikçi laikler gibi söz ediyor.
Hadisin “nass”lığı veya değilliği sırf “usul” konusudur. Hadis’in “nass” olması veya
kabul edilmesi demek, onun kuvvetine sağlamlığına ve hüccet oluşuna delildir Yoksa
Kur’an’ın karşısında hadisi, Kur’an’a muhalefet eden bir “metin” veya “hüküm” olarak
146
Müslim Hadisi; Rasulullah vefat edinceye kadar Kur’an’da beş emmenin haram kıldığını okuyorduk. Rasulullah vefat ettikten sonra o ayeti bulamadık.
[*]
ihdas değildir. Risale’yi okuyanlar bunu bilir. M.İslamoğlu’nun yapması gereken,
“nass” “hadis” veya “isnad” konusunu müstakil ele alıp dinleycilerine ve izleyecilerine
anlatmalı. Öğrencilerine yirmi kez er-Risale’yi okutan insanın, er-Risale’den korkmadan onun metinlerini ve İmam eş-Şafiî’nin hadisle nasıl amel ettiğini de izleyicileriyle
paylaşır ve onun nasıl hata ettiğini de yine bu ilmin adamı gibi adamlarından bizlere
naklederse; o zaman er-Risale’de eş-Şafiî’nin Kur’an’ı fıkhetmede Sünnet’in önemini
nasıl vurguladığını veya vurgulamadığını biz de anlamış oluruz. Onu izleyenler de,
öyle değil mi? Beş dakikaya sığdırılan bir er-Risale eleştirisi, ilmi olmaktan uzak sırf
“süpürücülük”tür bunu böyle bilelim.
eş-Şafiî, “hadis”e “nass” gözüyle bakarken, amel edilecek hadisi kasdetmiştir. Selim
akla ve Kur’an’a arzetmek gibi muğlâk ve maksadlı sözlerle; er-Risale’de eş-Şafiî’nin
ortaya koyduğu dağ gibi ilme laf edilmesi akıl kıtlığı değilse kibirdir. Dediğimiz gibi M.
İslamoğlu, İslam fukahası içinde bizi tekfir edenler hariç, sözlerine bir şahid bulmuşsa
ondan söz etmelidir.
Peki, “nass” olanı Kur’an’a arzeden insan, neden “akl”ı “nass” gibi görüyor?
Acaba hadis usulünde “isnad” tahkikinin ne demek olduğunu M.İslamoğlu bilmiyor
mu? İsnad’ın tahkiki, “bize gelen “hadis”in aynı zamanda “nass” niteliğinde olup olmadığının da tesbiti içindir. Hadis ilminde “insan”ın adaleti, aklın önceliğinden daha
önemlidir. “Adalet” “dabt” “ve sika”lık aklın sıfatları değil, ravinin sıfatlarıdır. Bu esaslar olmadan aklın “hadis”in sıhhatini tesbitte hiçbir değeri yoktur.
İsnad ilmi; sadece “hadisin metnini değil, ravisini de tahkik edici bir yöntemdir. Akıl
“iman” demek değildir. Akıl, “Kur’an’ın sıhhatı derecesinde bir merci’ de değildir. Aklın
Kur’an ile birlikte mi’yar ve masdar olması demek; aklın Kur’an nassı derecesinde
sahih, kuvvetli ve hatasız olması demektir. Aklın istikameti kendiliğinden değil,
“vahy”e ve vahy”e bağlı “Sünnet” ilmine göre sağlanır. Hükümde akıl mutlak bir ölçü
değildir. Hususan Kur’an ve Sünnet nassları söz konusu olduğunda.
Sahih bir hadisi anlamadık diye, bu “anlamama”nın adını “akıl” mı koyacağız ve
“heva”yı akıl yerine koyup Rasululah’ın hadislerini Kur’an’a mı arzedeceğiz? Bu acaba kimin işidir? eş-Şafiî gibi bir müctehid bile isnadı devre dışı bırakarak hadis nakleden insanların ilimleri, takvaları, sebt ve sika oluşlarını dikkate almadan onlardan
nasıl hadis alırdı ki? Buna rağmen, Rasul’den geldiği söylenen her hangi bir sözü,
Kur’an’a azretmeden önce, bu ilmin usulünce adının konması gerekir.
Allah Azze ve Celle her şeyin ilmine vakıf olmasına rağmen, bir vakada bizden
şahidlerimizi istemektedir. Kur’an ayetlerinin, nassı,zahiri,emri ve nehyi; bir sözün
Rasulullah’a ait olup olmadığını ispat edemez..O halde, yapılması gereken; bu ilmi
İmamlarından öğrenmek gerekir. M. İslamoğlu gibi cedel ehlinden değil. Kendimize
ve ahiretimize yazık etmeyelim. Onun “İbil” kelimesi üzerindeki tahrifatını bir hatırlasınlar..Kur’an’da bahsi olmayanı, Kur’an’a aykırı diye atma fikri ,“nass”ları Dinden
ayıklamadır. “Deve”yi yağmur yüklü bulut yapan (Ğulam Perviz Ahmed gibi..) insan,acaba “lev la Benu İsrail’e” hadisini “kevni” bir “ayet” olduğunu nerden çıkarıyor?
[*]
M. İslamoğlu aşağıda kaynağını verdiğimiz rivayeti (hadis değil) çarpıtarak ya da
sehven yanlış naklediyor. Bu “merfu” haberin aslı aşağıdaki gibidir:
Daha önce “Kur’an’dan okuduğumuz on emme idi sonra beş emme ile nesholundu”
rivayetidir. Ehl-i Sünnet fukahası bu “beş” emme”nin nass olarak tilavet olarak
nesholunduğunda ittifak etmişlerdir. Yoksa önce bunu Kur’an’da okuyorduk sonra
kayboldu ya da keçi yedi bulamadık şeklinde değil. Recm ile hadiste bir ”kuzunun”
Kur’an’dan ayetler yazılı bir hurma kabuğunu yediğini söyleyen rivayet [İbn
Mace:1/625 (1944), ed-Darekutnî: c.4/179 Ebu Ya’la: el-Musned: c.8/64 (4787) sade-
147
ce bir hadisenin anlatımıdır. Eğer Kur’an’dan bir ayetin eksikliğine delalet etseydi,
sahabe Kur’an’ı cemetmede nasıl olur da bunu ihmal ederlerdi. Üstelik rivayet Hz.
Aişe’ye ait. O, nasıl olur da bunun karşısında susardı. Peki, bu durumda o kadar
Kur’an hafızının ne anlamı kalıyordu? M.İslamoğlu, Dâcin” hadisi ile “emme rivayetlerini birbirine karıştırıyor.
Dâcin rivayeti -hadis değil- Muhammed İbn İshak sebebiyle “illet”lidir. Çünkü onun
rivayetinde “ıdtırab” vardır. Bazı muhaddisler bu rivayete “münker” demiştir. Bir
kezinde Abdullah İbn Ebi Bekr’den, Amre’den ve Aişe’den, bir kezinde de,
Abdurrahman İbnu’l-Kasım’dan, babasından ve Aişe’den -Amre’yi zikretmeden- Bir
kezinde de ez-Zuhrî’den, Urve’den ve Aişe’den rivayet ediyor. (Ahmed İbn Hanbel.
Müsned: c.6/629) Muhaddisler bu rivayetlerde M. İbn İshak’ın “sika” olan âlimlerin
rivayet ettiği metne muhalif rivayette bulunduğunu söylemişlerdir. Keçi ya da kuzunun
yediği sahife rivayeti, Sahabenin ezberinde olmayan ve telef edilen tek sahife olsa idi,
bu konuda şüphe edilebilirdi. Ancak durum hiç de öyle değil. Kur’an zaten onlarca
sahabenin hıfzında idi. Cem’ buna göre yapıldı. Bu konuda sahabe arasında hiçbir
tartışma söz konusu değildir. Bu sahifede olanlar mensuh idi ve Kur’an’a tilavet olarak alınmayandandı. Mes’ele, “nassı” mensuh hükmü baki olan bir mesledir.
On ile beş emme rivayetleri: Müslim rivayeti: (452)
: ‫ أهنا قالت‬، ‫ عن عائشة‬، ‫ عن عمرة‬، ‫ عن عبد اهلل بن أيب بكر‬، ‫ قرأت على مالك‬: ‫ قال‬، ‫حدثنا حيىي بن حيىي‬
‫ فتويف رسول اهلل‬، ‫ خبمس معلومات‬، ‫ مث نسخن‬، ‫ عشر رضعات معلومات حيرمن‬: ‫" كان فيما أنزل من القرآن‬
“ ‫ وهن فيما يقرأ من القرآن‬، ‫صلى اهلل عليه وسلم‬
İbn Mace rivayeti: (1944)
‫عن ُممد بن إسحاق عن عبد اهلل بن أيب بكر عن عمرة عن عائشة وعن عبد الرَحن بن القاسم عن أبيه عن‬
‫عائشة قالت لقد نزلت آية الرجم ورضاعة الكبري عشرا ولقد كان يف صحيفة حتت سريري فلما مات رسول اهلل‬
‫وتشاغلنا مبوته دخل داجن فأكلها‬
Ebu Davud rivayeti: (2062)
‫عن عائشة أهنا قالت كان فيما أنزل اهلل عز وجل من القرآن عشر رضعات حيرمن مث نسخن خبمس معلومات‬
‫حيرمن فتويف النِب صلى اهلل عليه وسلم وهن مما يقرأ من القرآن‬
et-Tirmizî rivayeti: (1150)
‫ أنزل يف القرآن عشر رضعات معلومات فنسخ من ذالك مخس وصار إَل مخس رضعات معلومات‬: ‫قالت عائشة‬
‫فتوفى رسول اهلل صلى اهلل عليه و سلم واألمر على ذلك‬
en-Nesaî rivayeti: (3307,4345)
‫ احلرث فيما أنزل من القرآن عشر رضعات معلومات‬: ‫ وقال‬، ‫ كان فيما أنزل اهلل عز وجل‬: ‫عن عائشة قالت‬
.‫ مث نسخن خبمس معلومات فتوىف رسول اهلل وهى مما يقرأ من القرآن‬، ‫حيرمن‬
Malik rivayeti: (1293)
‫ مث نسخن‬، ‫ كان فيما أنزل من القرآن عشر رضعات معلومات حيرمن‬: ‫ أهنا قالت‬، )‫عن عائشة زوج النِب (ص‬
، ‫خبمس معلومات فتوىف رسول اهلل وهو فيما يقرأ من القرآن‬
148
NE DİYOSUN SEN YAV! TÖBE TÖBE. Git, Müsteşrikler duymasın yani
Turan Dursun duymasın. Ne biçim, ne biçim, ne diyeceğiz? Müslim hadisi…!? Bazı şeyler [**] te’vil götürmez. Niye, niye ne gerek var? Gazali ne
güzel söylemiş; Hz.İbrahim gibi bir peygambere üç tane yalan isnad etmektense, bu hadisi rivayet ederlerden birisine yalan söyledi derim daha iyi
olur. Ne güzel değil mi? [***] Yav İbrahim yalan söyledi demek yerine, bu
ravilerden biri yalan söylemiştir. Allah.. Allah.. Yani bu kadar mı vazgeçilmezdir.?
Bu, nerden kaynaklanıyor, problemin kökü çok derin. [*] Yani Şimdi oraya girerim de nasıl çıkarım bilmem? Gazali ve Hocası Cuveynî ve bı konuda İslam kelamını felsefeyle buluşturan, mantığı kelamın zeminine yerleştiren
müthiş dahi ansiklopedik zeka Razi..Nedir bunların görüşleri? Kur’an ya..
Nassla akıl çelişir mi çelişmez mi? sorusunu bu üç âlime sorsak; Ne der size cevabı nedir? Ne demiş? ..Hayır. çelişir demişler, çelişir..Peki, Akılla
nass çelişince, hangisine başvurulur sorusuna bu alimler ne demişler? Yanıldınız hem de külliyen yanıldınız, mutlak olarak akıla başvurulur demişler.
Gazali’den [H.450-505 /1058-1111] beklemezsiniz bunu değil mi? Razi’den
[**]
Bu sözle, M.islamoğlu, ”zırva te’vil götürmez” demek istiyor. Yani İmam Müslim’i
“zırvacılıkla” suçluyor. Müslümanların sahip olduğu ilmî edebi, ahlakı, takvayı ve bir
sözün Allah’ın Rasulü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) ait olup olmadığını söyleme
konusunda titizliklerini, hadis uyduranlar hakkında neler söylediklerini, cerh ve ta’dille
ilgili eserlerden sadece bir risaleyi okuyan bile bilirken. Müslim’i eleştirmek için,
sarfettiği sözler, bir hadisin veya ravinin nakdinde kullanılacak ifadeler değildir.
Cerh ve tadilde bile cerhin ve ta’dilin ve bunu yapacak olanlarda aranan şartların ilmi
ölçekte bir tanesi M. İslamoğlu’nda yokken, Müslim’le alay etmesi, Müslim’in hadisi
sahih olmasa bile, Müslim zayıf bir hadis rivayet etse bile, o Müslümanların âlimlerinin ve İmamlarının şehadetiyle hadis ilmindeki zirvelerden biridir.
Böyle sokak ağzı ve diliyle hadis eleştirilmez. Müslim’in rivayetini; senedini, isnadını,
elfazını eleştirecek olan insan; öyle Müsteşriklerin ve mülhid bir mürtedin tenkidini
sopa olarak gösterip de hadisleri tenkid edemez. Zira M. İslamoğlu’nun, akla ziyan
birçok sözleri varken, kalkıp da hadisleri eleştirmesi sağlıklı bir tutum değildir.. Evet,
bir Hadis âlimi, hadis ehli gibi hadisi eleştirsinler. Selim akıldan söz eden kimse, önce
kendi izleyicilerinin akıllarının selametini düşünmelidir. Aklın selametini bilmek hadisle uğraşmaktan daha evladır.
M. İslamoğlu, aklını Kur’an’a denk görerek yaptığı saldırılardan önce; biraz düşünse
ve âlimlerin bu rivayetlerle ilgili sözlerine kulak verse olmaz mıydı? Acaba bu usule
ve kaideye riayet etmiyorsa, ne diye eş-Şafiî’nin er-Risale’sini yirmi kez okutmak zorunda kalıyor ki? eş-Şafiî gibi, Hadisi nass (!) gören [Kur’an gibi] bir adamın değer
mi bir eserini yirmi kez okumaya ve okutmaya?
“..Ne diyosun sen yav! Töbe töbe. Git..” gibi sözler, Müslim gibi Muhaddis’i alaya
almak için söylenebilecek sözler değildir Bu edeb dışı ve sakıt sözler; M.
İslamoğlu’nu ne alim konumuna koyar ve ne de Cerh ve Ta’dil ilminin ulemasından
kılar. İlmin ne demek olduğunu bilmeyenler ve âlimlerin kadrini takdirden nasipleri az
olanlar da elbette bu “zırva”yı “zırva değil, Müslim’in rivayetini “zırva” göreceklerdir.
[*]
M. İslamoğlu, bu sözüyle bir şüphe tortusu atıyor ortaya ve sözlerinin genelinden
izleycilerden istediği sonuca varmalarını arzuluyor. M.İslamoğlu kardeşleri gördüğü
Ehl-i Beyt mektebinin o zaman niye en önemli konularda varid olan hadislerini inkâr
ediyor? Mes’eleyi Buhari ve Müslim’in yalan söylediklerine getirmeye çalışıyor. Biz de
diyoruz k, Buhari ve Müslim’in rivayetlerini yalanlayacağımıza, er-Razî’nin sözlerinin
doğru olmadığını söyleriz. Daha iyi.
149
[H.543-606/ 1148-1209] beklemezsiniz, Cuveynî’den [H.419-478/1028-185
] eklemezsiniz. Yani böyle bir soruyu filozof, İslam filozoflarından beklersiniz böyle bir cevabı, onlardan da, hayır bu ne biçim cevap, bu ne biçim yaklaşım?
Niye öyle olmuş? Akılla nass çelişir? Çelişirse, tenakuz ederse, tenakuz
ederse; itibar el-Edbar bi’l-akl [**] mutlakan [..!?] akla itibar olunur. E.. bu
nasıl, neresini el alıyım şimdi? Yahu beni akılcı bilirsiniz, değil mi, değil,
akılcı değilim akıllıyım, asla akılcılığı [***] kabul etmiyorum. Evet, akıllı olmayı
kabul ederim, akıllı olmaya çalışıyorum, akılcı değilim. Müslümanın akılcılığa ihtiyacı yok.? Akla ihtiyacı var ama Müslümanların. Hem de çok var. Allah Müslümanlara en çok akıl versin.
Nerden geldi bu? Nerden geldi? Şafii’den geldi. Şafiî Kur’an’da bulamadığı Sünneti,[****] Kur’an’an’da hiç sünnet peygamberimiz için geçmez.
Hiçbir yerde geçmez. Kur’an’da yedi sekiz yerde sünnet vardır; Allah için
geçer, kâinat için koyduğu yasalar için, o efendim “hikmet”i Sünnet olarak
açıkladı, “hadis”i “sünnet” ilan etti, “sünnet”i de “vahiy” ilan eti. Güzel
Şafiîmiz. Ellerinden öpüyoruz. Önce ellerinden öpüyoruz, efendim ondan sonra
da itirazımızı koyuyoruz. Evet, Vahiy, yani hadisi sünnet ilan etti, sünneti de
vahiy ilan etti vahiy.. Hatta öyle bir vahiy ilan etti ki; sünnet vahiy, hadisi
sünnet ilan edip sünneti Kur’an’ın hakemi ilan etti. ŞAFİÎ’YE GÖRE;
KUR’AN’ SÜNNETİ NESHEDEMEZ, SÜNNET KUR’AN’I NESHEDER.
Evet evet Allah Allah.! Oooo.. geçelim şimdi, devam edin siz .. Allah Allah
demeye. [*]
[**]
M.İslamoğlu burada Arapça bir şeyler söylemek istiyor ama ne demek istediği anlaşılmıyor.
[***]
Hayat Kitabı Kur’an isimli Meâli okuyanlar, M.İslamoğlu’nun aklı nasıl ezdiğini ve
ifsad ettiğini çok iyi görürler. Akıl denen nesnenin tarifini neye göre yapacağız? İlim
olmadan, akıl nasıl Kur’an’a arzedilir bunu da biliyor muyuz acaba?
[****]
Yirmi kez er-Risale okuyup okutan M. İslamoğlu, gerçekten bu kadar okuttuğu bir
kitapta eş-Şafiî’nin “Sünnet”i Kur’an’dan nasıl “istinbat” edip tesbit ettiğini ve “elhikme”nin ne olup olmadığını nasıl açıkladığını görmemiş ve anlamamış mıdır dersiniz?
er-Risale’yi “yirmi kez” okuduğunu ve okuttuğunu söyleyen insan eş-Şafiî’yi nasıl
tanımaz? İmam el-Muzenî (rahimehullah) Şerhu’s-Sunne adlı değerli risalesinde erRisale’yi beşyüz kez okuduğunu ve her okumada daha önce görmediği incelikleri
keşfettiğini söylüyor. (bkz. er-Risale: s.73 [54] Ahmed Muhammed Şakir’in mukaddesi)
eş-Şafiî gibi bir müctehidin ve muhaddisn bir eserini yirmi kez okuduktan ve yirmisinde de onun Din ilimlerinin en önemlisi olan hadis usulü konusunda ve hadis ile sünnet konusundaki yanlışlarına rağmen ne diye okuyorsunuz ki? Acaba eş-Şafiî’yi, Nasr
Hamid’ın ağzıyla ağzıyla eleştirirken, hiç mi düşünmediniz onun “hadis” “sünnet” konusunda eş-Şafiî’nin tırnağı edemeyecek bir kimse olduğunu?
[*]
M. İslamoğlu; “..Bu, nerden kaynaklanıyor, problemin kökü çok derin. Yani
Şimdi oraya girerim de nasıl çıkarım bilmem?” dedikten sonra, tahkir istihfaf ve
istihza oklarını eş-Şafiî’ye yöneltiyor.
Problemin kökünden söz eden insan, girmek istemediği mevzuya giriyor ve nihaî
hükmünü de veriyor. eş-Şafiî ona göre İslam’daki en büyük cinayeti işliyor. Allah’a
iman etmeyen ve onun kitabını telif edilmiş bir eser ve Arapların “İlyade”si gören ya
150
da “Şehnâme”si gibi gören Nasr Hamid Ebu Zeyd’in kirli sözlerini alıyor evire çevire
temizlemeye çalışıyor.
M.İslamoğlu’na göre; Kur’an; Rasulullah’a itaat, ittiba, sevgi, emrine muhalefet etmeme, O’na karşı gelmeme, Onu kendi, nefsimizden daha hayırlı görme, O’nu Allah’tan sonra işlerimizde hakem kılma, O’na karşı sesimizi yükseltmeme, O bir şeyi
bize emrettiğinde onu yapma ve bir şeyi de yapmamayı söylediğinde yapmama; nebilerin ve rasullerin “hüda”sına uymayı” ve önceki nebilerin “Süneni”ne hidayet etmesini
zikrettiği halde, O’nun sünnetinden söz etmemiş oluyor.!
Kur’an’da Rasul’ün “el-kitabı” ve ”el-hikme”yi öğrettiği söylemesine rağmen, nasıl
oluyor da Allah Azze ve Celle kitabında Rasulü’nün sünnetinden söz etmemiş oluyor? M.İslamoğlu “deve”den [İBİL]den “yağmur yüklü bulut” [Ğaşiye:17] çıkarabiliyorken, Allah Azze ve Celle’nin Kur’an’’daki ayetlerinden Rasulullah’ın ve ümmetinin bu
kadar İmamı ve âlimi o kitaptan hangi ayetlerin O’nun sünnetine delalet ettiğini Allah
haber vermediği halde nasıl istinbat etmiş olacaklar ki..!?
eş-Şafiî’ye iftira ettiği gibi, onları Allah’ın kitabında olmayanı yalanla O’nun kitabına
maletmiş olmakla suçluyor. M. İslamoğlu ustaca ve mâkirane bir dille kelime oyunlarına başvuruyor. M.İslamoğlu ve Rasulullah’ın Sünnetini Kur’an’ı payanda ederek ve
Kur’an’ı kullanarak inkâr etmek isteyen zındık zümrelerin yağtığı gibi, ümmetin âlimlerin; Kur’an’a yani Allah’ın vahyine ve dinine hiyanet ettikleri evhamını yayarak Müslümanları ve özellikle de gençleri Rasulullah’ın Sünnetinden ve dolayısıyla hadislerinden soğutmaya çalışıyor. M.İslamoğlu “akılcı” değil, “akıllı” olduğuna göre, bu
konuda aklını en iyi kullananlardan olduğunu da ispat etmiş oluyor.
Evet, M.İslamoğlu bununla da yetinmiyor hemen İmam eş-Şafiîye bel ortasından vuruyor ve hem de “yirmi” kez okuttuğu er-Risale’ye iftira ediyor.
İnsan bari biraz hayâ eder. Ümmetin âlimlerini; hem Kur’an’ı savunarak hem de
rasulün sevgisini iddia ederek tahkir etmek, İslam tarihinde hiç görülmemiş bir vakadır. Bu -hâşâ- ümmetin âlimlerini Allah’a iftira ettiğini söylemektir. Peki, M.İslamoğlu,
bakın yirmi kez okuttuğu er-Risale’de olmayanı nasıl İmam eş-Şafiî’’ye söylettirir?
İmamıza hem saygı duyduğunu söylüyor, hem de bel altı vuruşlar yapıyor.
“..ŞAFİÎ’YE GÖRE; KUR’AN’ SÜNNETİ NESHEDEMEZ, SÜNNET KUR’AN’I
NESHEDER..”
Bkz.er-Risale: s.106:Fıkra:314 (9 ve 10. satırlar),thk ve şerh: Ahmed Muhammed
Şakir tarihsiz Basım.
‫ وإنما هي تبع‬، ‫ وأن السنة ال تكون ناسخة للكتاب‬، ‫وأبان اهلل لهم أنه إنما نسخ ما نسخ بالكتاب‬
‫ ومفسرة معنى بما أنزل منه حكما‬، ‫للكتاب بمثل ما نزل به نصا‬
Tercümesi: “”Ve Allah onlara kendisinin Kitapla Kitap’tan neyi neshettiğini ve SÜNNET’İN KİTABI NESHETMEDİĞİNİ ONUN ANCAK KİTABA -yani ALLAH’IN KİTABINDAN NASS OLARAK nazil olanın misli- TABİİ Allah’ın kitaptan mücmel olarak
indirdiğini müfessir olduğunu beyan etti.” Bkz: Fıkra:322 “Kur’an ancak misli ile
nesholur” yani Kur’an Kur’an ile nesholunur.”
İbn Kudame (Ravdatu’n-Nazır. s.78) ve diğer birçok usul âlimi ve fakih de aynı görüşü tercih etmişlerdir. İmamu’l-Haremeyn el-Cuveynî, Ebu’l-Abbas İbn Sureyc, İbnu’sSem’anî, el-Maverdî, eş-Şafiî’nin ashabının hemen hepsi Sünnet’in Kur’an’ı
neshetmeyeceği konusunda ittifak etmişlerdir.
151
Ve nereye geldik. Şimdi Eğer soru şu olsaydı, cevabı kolaydı; Kur’an’la akıl
çelişir mi? Göster bi tane..Kindi, daha 250 yılında vefat etmiş Kindi, daha
asla çelişmez demiş. Bu filozof ya.. Asla, bi tane daha gösterilemez. Ama
siz, siz; “hikmet”e hiç alakası olmadığı halde hadis manasını [*] verir, hadisi
sünnet manasına getirin, sünneti de vahiy ilan eder ve Kur’an’ın da hakemi
yaparsanız, eyvallah çoook Kur’an’la çelişen hadis bulursunuz. Çok. Hem
de o kadar ki, kader Risalesinde görmediniz mi Müslim hadisini?
Hanefilerin çoğu ve onlara muvafakat eden İmam Malik ve ashabının ekserisi (ezZurkanî, Menahilu’l-İrfan: c.2,s.243,244)“mütavatir sünnet”in Kur’an’ı neshedeceğini
söylemişlerdir. “On emme”nin neshinden söz edenler bunu delil gösterirler.
[*]
Sünnet’e “el-hikme” denildiğini evet müfessirlerimiz ve fakihlerimiz dile getirmişlerdir, fakat Hadis’e “hikmet” denilmiş olmasını M. İslamoğlu’ndan duyuyoruz. Hadis
elbetteki “el-hikme”dendir. Fakati tebaan. Ancak Kur’an’da “el-hikme” âlimlerimizin
dediği kadar birçok anlama gelir. Ancak “Kur’an ile zikredilmesinde farklı mana tek
başına zikredilmesinde farklı manaya gelir. Mesela; Bakara suresi 151. ayetteki manası, 269. ayetteki mana değildir. Bakara 251. ile 269. ayette aynı manada zikredilir.
Ahzab suresi 34. ile Bakara 151. ayette aynı manada zikredilmiştir.
Nisa suresi 113. Ayette “el-hikme”nin Kur’an’la birlikte indirildiği zikredilir. Üstelik bu
ayette; “el-kitab” ve “el-hikme”nin zikredilmesinden sonra ayrıca; ”..ve sana daha
önce hiç bilmediğini öğretti” cümlesi; Rasule; Kur’an’la birlikte adı verilen diğeri de
vasfı verilen iki tarz veya iki tür “ilmin” verildiğinden söz edilmektedir.
Bakara suresi 151. ayette;
ِ
ِ
[‫َم تَ ُكونُواْ تَ ْعلَ ُمو َن‬
َ َ‫َويُ َعل ُم ُك ُم الْكت‬
ْ ‫اب َوالْح ْك َمةَ ] َويُ َعل ُم ُكم َّما ل‬
“ Ve Size Daha Once Hiç Bilmediğinizi Öğretir”
[‫] َويُ َعلِّ ُم ُكم َّما َملْ تَ ُكونُواْ تَ ْعلَ ُمو َن‬
ِ
ِ َ ‫وأَنز َل اللّهُ َعلَي‬
[‫َم تَ ُك ْن تَ ْعلَ ُم‬
ْ
َ َ
َ َ‫ك الْكت‬
ْ ‫اب َوالْح ْك َمةَ ] َو َعلَّ َمك َما ل‬
“ve Allah senin üzerine “EL-KITAB”I VE “EL-HIKME”yi indirdi ve sana -daha once HIÇ BiLMEDİDİĞİNİ ÖĞRETTİ.”
“VE SANA DAHA ÖNCE HİÇ BiLMEDİĞINİ ÖĞRETTİ” Bu cümle; “EL-KİTAB” ve
“EL-HİKME” anlamına gemez. Gelmediği de açık bir biçimde her mananın farklı bir
kelime ile vahyinden anlaşılıp görülmektedir.
Bundan başka bir delile ihtiyaç var mı? “el-kitab” “el-hikme” ve “DAHA ÖNCE HİÇ
BİLİNMEYEN İLİM” vahyediliyor. İşte bu “EL-KİTAB” denince “Risalet” ”el-Hikme”
ve “DAHA ÖNCE HIÇ BİLİNMEYEN İLİM” denince de “Sünnet” yani asıl manası
“nübüvvet” demek olan bir ilim kasdedilmiş olur.
Burada latif olan olan bir nükteyi hatırlatmak istiyorum. Allah nebisine ben Kur’an’la
birlikte, hikmet ve ilim verdim ve daha önce onun hiç bilmediği sizin de hiç
bilmediğiniz bir ilmi verdim diyor. Bunlar da hayır, Allah Nebisine böyle bir ilim
veremez diyorlar, hadise bundan ibarettir Yoksa bazılarının dediği gibi, Rasul’e
Kur’an’da olmayan bir vasfı bir zorla vermiş değiliz. İnkar eden onlar, ispat eden Allah.
Deve’yi bulut, “levvaha” kelimesini “ekran” yapabilen M. İslamoğlu, her nasılsa,
“inzal edilen” “el-hikme” ve Rasul’e öğretilen ve O’nun da Kur’an’la birlikte
Kur’an’da “müstakil” bir olgu olarak öğrettiğinin Sünnet ilmi olacağını aklı kesmiyor.
Anlıyor, fakat işine gelmemektedir. Yoksa kendi akılcı te’villerini çürütmüş olur.
152
Evet, okuyun bakın madde madde yazdım. Allah’ın kitabı böyle diyor, bu
hadis böyle diyor,.Müslim’in sahihinde.. Allah’ın kitabı böyle diyor, bu hadis
böyle diyor.. Bir hadis üzerinde yaptım ben.
Peki, ne yaptı peki ulemamız? Bu kırılmayı başa döndüreceği yerde onaracağı yerde onarmak yerine ne yaptı? Nassla akıl çelişir mi dedi. Soruyu
ordan soruyor. Niye nalsa, Kur’anla dese olmaz, niye çünkü hadisi nass
ilan etti, [**] problem ordan çıktı.(…)
Bunun için, bunu size söylemek için, Risale’yi yıllardır okutan biriyim. Şafinin “Risale”sini. Yeni, son okutmam yeni bitti. Risaleyi nerdeyse ezbere bilirim. Yirmi yıldır okutuyorum: Şafiî’nin kitaplarını el-Umm’u başta olmak üzere okutmuş biriyim, bu cümleleri söylemek için çok ter döktüm, anlatabiliyor
muyum? yani işkenbeden konuşmam efendim..
Onun için iyi bir Gazali, iyi bir Razi’yi okuyucusu olmadan bunları söylemem. Yani, nerden geçip geldiğini içim yana yana gördüğüm, bildiğim için
sizinle paylaştım. Burdan; efenim, ‘Hoca Şafiye top atıyor’ çıkmaz. Ne çıkar, Hoca Şafinin elini öptü, bi de eleştirdi çıkar. Tamam, bu çıksın bundan
fazlasını çıkarırsanız hakkımı helal olmasın. Ama bu çıkmaz eleştiriyorum
ama içim yana yana eleştiriyorum..
Çünkü bu doğru bir şey mi geldiğimiz nokta? Doğru bir şey mi? siz Kindi’yi;
med cezir hareketinin sebebi aydır dediği için tekfir edeceksiniz, öbür taraftan bir şeyin sebebi vardır demeye Allah’a laf söylemek olarak göreceksiniz. Eşari’nin yaptığı budur. Ateş, ateşin tabiatı yoktur, yakmak ateşin tabiatından değildir. Aynen bunu söyler Eşarim.. Yakmak ateşin tabiatındandır,
Eşari ne diyim? Ben de diyorum ki; yakmak o ateşin tabiatıdır, Allah o tabiatı, ona, o Allah koymuştur, işte budur bitti. Yani Hz. İbrahim’in mucizesine
yer açmak için eşyanın tabiatını inkâr mı etmen lazım? Allah ateşe emretmiştir zaten, emretmiştir yetti..Emre ne gerek vardı, eğer tabiatından olmasa idi?. Öyle değil mi o bile yeter.eyvallah...” 138
Şia’ya; Hz. Aişe (radiyallahu anha) hakkında söylediklerinden “veyl
olsun ve onun gibi inananlara ve düşünenlere” diyemiyor.! Ebu Bekr’e
ve Ömer’e (radiyallahu anhuma) “Kureyş’in İki Putu” diye lanet ve sövgü
dolu batıl duayı okuyanlara bir şey diyemiyor veya demiyor..139
[**]
M.İslamoğlu bu şekilde doyalı olarak, hadislerin ahkâm inşa etmesini,
nasslaştırlmak ve Kur’an gibi kılınmak diye niteleyip, Sünnet’in hüküm koyamayacağını mı söylemek isitiyor acaba? Peki, “nass” akıl omdan hüküm koyarken “aklın nass
olmadan dini bir hüküm koyma yetkisi varmıdır? Akıl tek başına nedir? Hadisler; nasıl
sahih olan ve olmayan diye ayrılıyorsa, akıl da öyledir sarih olan ve olmayanı neyle
temyiz edip diğerlerinden ayıracağız?
138
Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=TOKt5KqoPks
Arama için uyarı: Bu videoları izlemek adresi için you tube’a kaydeğinizde bazen
birden çok ve uygun olmayan videolarla karşılaşabiliyorsunuz. Bunun için adresi
google’a yazarak araştırma yapılması önerilir. Çünkü videonun kaydedildiği adreste
binlerce video olabiliyor.
139
Bkz.[http://www.youtube.com/watch?v=8apcN-e20k8;
http://www.mrsaawam.net/vb/showthread.php?t=13829]
153
Hz. Aişe’yi -hâşâ- domuzlardan daha necis gören el-Humeynî’ye
adam gibi bir çift söz edemiyor. Ama el-Evzaî Umeyyeoğulları zamanında
yaşayan bir alim ya.! Ona sövmesiyle Şia’nın yanında durduğunu gösterecek ya.. Alimimiz saltanatçı olmadığını bağıracak ya..! Cam fincanlarla taşları aynı sandıkta taşıyarak kırmayacak ya..!
Rasullullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem ) çok seven, önce onun ırzını savunur O’nun namusunu ve ırzını savunamayan da hangi iman vardır?
Alimlerimizi çamurlara bulayan Ehl-i Beyt’çi adam,(Hz. Aişe’ye hayran olmasını söylemesine rağmen) onun (radiyallahu anha) ırzına dil uzatanlara
neden bir tek kelime etmiyor? Hz. Aişe’ye -hâşâ- gibi iffetli bir kadına asla
atılamayacak iftiraları atanları tek kelimeyle eleştirmemek, acaba onun
takvasını mı artırıyor? “Yahudileşme Temayülü”nün sahibi acaba, Yahudi
kaynaklarında Ebu Bekr’e ve Ömer’e (radiyallahu anhuma) Yahudilerin nasıl
sövdüklerinden bize birer örnek verebilir mi?
Şia’nın sahabeyi tekfir edişini gizlemek ve Aişe’ye (radiyallahu anha) –
hâşâ- zina nisbet etme gibi mel’un bir sözü söyleyenleri korumak için İsrail
düşmanlığına sarılıyor ve bu mel’aneti örtmek için Siyonist İsraili günah
keçisi olarak kullanıyor. Hâlbuki Meâli ve Kur’an ayetleri hakkındaki yorumlarıyla Yahudileri en çok sevindirenlerden biri de o oldu. Yahudi düşmanlığını abartarak, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem ) namusuna dil
uzatanları koruyor.
Allah’ın selamı ve rahmeti O’nun ashabının, Âl’inin ve “onlara ihsanla uyanların” üzerine olsun..
14 Ekim-16 Kasım 2013
154

Benzer belgeler