01.02.2016

Transkript

01.02.2016
1
Gulê Mayêra:
SÖYLEŞİ
Dilimi
büyükanneme
borçluyum
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:88
bas-haber.com
S:15
Suriye bahane
Ortadoğu şahane
Doç. Yaşar Abdülselamoğlu:
Kürdler sınırlarını
çizmek zorunda
Sofia Üniversitesi’nde öğretim
görevlisi olan sosyoloji uzmanı Doç. Dr.
Yaşar Abdülselamoğlu, “Soyu tükenmiş
romantik ‘devrim havarilerinin’ şehvetine
Kürd milletinin geleceğinin kurban”
edilmemesi gerektiğini savundu.
S:08 - 09
Cenevre III: Kerry - Lavrov
BİLAL SAMBUR
01 Şubat - 07 Şubat 2016
s09
Suriye krizine çözüm bulma girişimleri
bağlamında sürdürülen Cenevre görüşmeleri dizisinin üçüncüsü, üçüncü kez ertelendikten sonra ön görüşmeler şeklinde başladı. Zaman kazanma ve oyalamaya dönüşen
diplomatik çözüm arayışları devam ederken sahada çok sayıda can kaybına ve yıkıma neden olan çatışmalar da devam ediyor.
Cenevre: İyiye döner mi?
MESUT YEĞEN
Halkın taleplerinden ziyade uluslararası güçlerin istemlerinin dikkate alındığı Cenevre’de Süni
Mihver, Esad’ın gitmesini öngören geçiş sürecinin bir an önce başlamasını isterken, Şii Mihver
ise Esad’ın ancak seçim ile gitmesini savunuyor.
Ara çözüm isteyen ABD ise kısa vadede Esad’ın
kalabileceğini, tarafların uzlaşı ile karar almaları
gereğini belirtiyor.
s02 - 03
Kürdlerin sahneye çıkışı
s05
HAKAN TAHMAZ
Modern olamamış iktidar
s11
FERHAT KENTEL
s07
02
MANŞET
BasHaber
2
01SÖYLEŞİ
Şubat - 7 Şubat 2016
Suriye bahane, Ortadoğu şahane
Cenevre görüşmeleri
S
Mehmet Salih Batırhan
uriye iç savaşına ve ülkedeki siyasi krize çözüm bulma girişimleri bağlamında sürdürülen Cenevre görüşmeleri
dizisinin üçüncüsü zaman kazanma ve oyalama taktikleri ile başladı. Suriye halkı ve iç
dinamiklerin taleplerinden ziyade uluslararası güçlerin istemlerinin dikkate alındığı
Cenevre’de Süni Mihver’in başat gücü olan
Türkiye, Suidi Arabistan ve Katar, Esad’ın
gitmesini öngören geçiş sürecinin bir an
önce başlatılmasını isterken, Şii Mihver’i
oluşturan İran, Irak, Hizbullah ve Rusya
ise Suriye’nin meşru lideri olduğunu iddia
ettikleri Esad’ın ancak seçim ile gitmesini
savunuyor. Ara çözüm isteyen ABD ise kısa
vadede Esad’ın kalabileceğini, tarafların
uzlaşı ile karar almaları gereğini savunuyor.
Suriye muhalefetinin taleplerinin dikkate
alınmadığı Cenevre, uluslarası güçlerin
güreş arenasına dönmüş durumda.
Cenevre masasında muhalifler tarafında
yer alan ve 11 partiden oluşan ENKS, Rojava
Kürdlerinin taleplerini içeren 600 bini
aşkın kişinin imzaladığı bir belgeyi BM
temsilcilerine teslim etmeleri bekleniyor.
Cenevre’ye kabul edilmeyen PYD yetkilileri
ise, “Kürdlere Lozan Anlaşması dayatılıyor”
diyerek, toplantı kararlarını tanımama
eğiliminde.
“Arap Baharı” ile Ortadoğu’ya hızla
yayılan halk hareketlerinin 2011 yılında
yansıdığı Suriye’de 15 Mart’ta Dera kasabasında başlayan ve yayılan gösteriler ordunun
bastırma girişimleri sonrasında kanlı bir iç
savaşa evrildi. Tüm ülkeyi kapsayan iç savaş
5. yılını geride bırakırken, Suriye’deki savaşa
çözüm bulma amacıyla planlanan Cenevre
toplantıları dizisinin üçüncüsü daha başlamadan çıkmaza girme eğilimi gösterdi.
Cenevre’de aslına olan ne?
Cenevre’de özelde Suriye’nin geleceği
konuşulurken aslında orda olup bitenin
Ortadoğu’da Şii ve Süni mihverin uluslar
arası güçlerin desteğini de alarak İslam içi
bir mezhep savaşı sürdürdükleri de ifade
ediliyor. Bir yandan Türkiye, Suidi Arabistan, Mısır ve Körfez Ülkeleri ABD ve Avrupa
ülkelerinin desteği ile Nusayri Esad rejimini
yıkmaya çalışırken, Şii mihverini oluşturan;
İran, Irak, Lübnan Hizbullah’ı da Rusya’nın
desteği ile bölgesel çıkarlarını mevcut Şam
rejimini ayakta tutmaya çalışarak korumaya çalışıyor. Dolayısı ile ABD ve Rusya’nın
motor gücü olduğu ve devletler dışı çok
sayıda radikal organizasyonun da vekaletten yürüttüğü bu savaşın bir tür minyatür
dünya savaşı olduğu ve 1980’li yılların sonlarına dek süren NATO ve Varşova Paktları
arasındaki Soğuk Savaş’ın yeni bir formu
olduğuna inanılıyor. Temel çelişkinin ise
Akdeniz’deki ticaret yollarının, bölgedeki
enerji koridorlarının ve petrol ile doğal gaz
sahalarının kontrolü olduğu savunuluyor.
Dolayısı ile Cenevre’de aslında olup
bitenin aslında devam eden bölgesel dizayn
ve paylaşım savaşının, masada süren biçimi
olduğu konusunda uzmanlar hemfikir.
Cenevre çözüm olacak mı?
İlki 30 Haziran 2012’de, ikincisi 22-31
Ocak 2014 ve 10-15 Şubat 2014’te yapılan Cenevre I- II toplantılarından herhangi bir sonuç çıkmazken Cenevre III’ün akıbetinin de
farklı olmayacağı konuşuluyor. Cenevre’ye
çağırılan tarafların, aynı masada ve karşılıklı
değil farklı masalarda “diyalog” sürecini başlattıkları ve BM’nin ilk olarak Şam
yönetimi ile görüşmeye başladığı öğrenildi.
Türkiye, ABD, Suudi Arabistan, Katar, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, Çin, Mısır,
İran, Irak, İtalya, Ürdün, Lübnan, Umman
ve Birleşik Arap Emirlikleri temsilcilerinin
de katıldığı Cenevre görüşmeleri dizisinin
daha da devam edeceği öngörülüyor.
Görüşmeler BM’nin Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’nın başkanlığında
yürütülüyor. Görüşmelere Uluslararası
Suriye Destek Grubu üyesi 17 ülke, Arap
Birliği ülkeleri ile AB temsilcileri görüşmelere destek sunarak, gelişmeleri yakından
izliyor. Tarafların gündeminin BM Güvenlik
Konseyi’nin 2254 numaralı kararında belirtilen çatışmasızlık sürecinin olduğu biliniyor. Viyana Konferansı’nda kararlaştırılan ve
uzlaşılan takvime göre tarafların 6 ay içinde,
komisyonlar oluşturulması, ateşkes sağlanması ve 1 yıl sonra da seçim gerçekleştirecek
bir seviyede ilerleme öngörülmüştü.
Ayrıca Riyad’da bir araya gelen ve kendi
aralarında komisyonlar oluşturan muhalif
grupların, Cenevre’de olması kesinleşirken
bu grupların toplantıya katılıp katılmayacakları da netlik kazanmadı. BM’den yapılan açıklamaya göre Şam yönetimi ile görüşmelerin başlamadığı ve De Mistura’nın
muhalif gruplar ile de iletişimde olduğu
belirtildi.
PYD bilmecesi
Suriye’deki muhalefet gruplarının
arasında yer almayan ve Suriye Demokratik Meclisi’nin (SDM) içerisinde yer alan
PYD’ye yakın isimlerin de Cenevre’de
oldukları ancak görüşmelere katılmayacakları öğrenildi. PYD’nin görüşmelere katılıp
katılmayacağı uzun bir süre dünya medyasının gündeminde kaldı. BM yetkilileri uzun
süre PYD’nin katılımına dair güçlü işaretler
vermelerine, PYD’lileri Cenevre’de ağırlamalarına rağmen resmi olarak davet etmedi.
Toplantıya kişisel olarak davet edilen Suriye Demokratik Meclisi (SDM) Eş Başkanı
Heysem Menna, Cenevre’deki görüşmelere
PYD’li isimlerin davet edilmemesine tepki
göstererek PYD Eş Başkanı Salih Müslim ve
SDM’nin diğer Eş Başkanı İlham Ahmed’e
davetiye gönderilmeden kendilerinin de
görüşmelere katılmayacağını söyledi. SDM,
PYD’nin en güçlü bileşeni olduğu bir çatı
örgütü.
Menna, “Ya arkadaşlarımla beraber
gideceğim ya da hiç gitmeyeceğim” dedi.
De Mistura, geçtiğimiz hafta önce PYD’nin
davet edileceğine dair güçlü işaretler vermiş, ancak son anda PYD yöneticilerinin de
üyesi olduğu SDM’li üç isme kişisel davetiye
gönderilerek PYD’liler bloke edilmişti.
PYD’nin davet edilmesi halinde toplantıya
katılmayacaklarını belirten Ankara’nın
tavrından ziyade ABD ve Rusya’nın belirleyici olduğunu ifade eden PDY Lideri Salih
Müslim ise Cenevre’de alınacak kararları
tanımayacaklarını açıklamıştı.
“Suriye’yi İslamcı gruplara bırakacaklar”
Cenevre III gelişmelerini ve PYD’ye
karşı uygulanan uluslararası ambargoyu
BasHaber’e değerlendiren PYD Dış ilişkiler
Komisyonu üyesi Sihanok Dibo, Suudi
Arabistan, Katar ve Türkiye’nin PYD’nin
Cenevre toplantılarına katılmalarının engellediğini söyledi. Rojava’daki gelişmelerin
Türkiye’yi endişelendirdiğini ifade eden
Dibo, “Türkiye, Suriye’deki 3 milyon Kürdün
sorunu çözülürse ve uluslararası arenada
kabul görürse Türkiye’deki 30 milyon Kürd
de hakkını isteyecek ve direnecekler” değerlendirmesini yaparak Türkiye’nin PYD’nin
uluslararası arenada kabul görmesini engellediğini söyledi. Katar ve Suudi Arabistan’ın
da Suriye’yi İslamcı grupların kontrolüne
sokmaya çalıştıklarını da belirten Dibo, “Katar ve Suudi Arabistan’da çözüm sürecinden
yana değil radikal, katliamcı İslamcıların
Suriye’yi yönetmelerini istiyorlar. Suudi
Arabistan ve Katar’ın bu yönde projeleri
var. IŞİD ve yandaşlarını Suriye’nin geleceği
için buraya yerleştirmek istiyorlar. Diğer bir
dertleri de İran’a karşı olan koalisyonlarını
sürdürmek istiyorlar. Bize karşı ciddi bir
şekilde duruyorlar” şeklinde konuştu.
“Lozan’ın benzerini yapmak istiyorlar”
PYD’nin Suriye’nin önemli bir unsuru
olduğunu, PYD’siz Cenevre görüşmelerinin
başarıya ulaşmasının mümkün olmadı-
MANŞET
BasHaber
01 Şubat - 7 Şubat 2016
3
SÖYLEŞİ
Cenevre masasında muhalifler tarafında yer alan ENKS
heyetinin, Kürdlerin taleplerini
içeren 600 bini aşkın imzalı bir
belgeyi BM temsilcilerine teslim
etmeleri bekleniyor. Cenevre’ye
kabul edilmeyen PYD yetkilileri
ise, “Kürdlere Lozan Anlaşması
dayatılıyor” diyerek, toplantı kararlarını tanımama eğiliminde.
ğını vurgulayan Dibo, “PYD, Demokratik
Suriye Güçleri’nin ve SDM’nin Cenevre’ye
katılmaması uluslararası güçlerin Suriye
konusunda aldıkları kararların pratikte
gerçekleşmeyeceği anlamına gelir. Kürdleri
siyasi gelişmelerin dışına itiyorlar. 1923’teki
Lozan Anlaşması’nın benzerini uygulamak
istiyorlar, niye biz karar alamıyor muyuz
aslen Kürd olmayan birileri Kürdler adına
oraya katılsın böyle bir şey yok. Bugün Suriye’deki sorunun iki ana temelinden birincisi
askeridir ve yapılan katliamlardır ikincisi
ise siyasidir. PYD’nin üyeleri demokratik
güçlerin üyeleri ve SDM üyeleri olmadan
bu sorunun çözülemeyecek ve hatta giderek
derinleşecek ve akan kan daha da fazlalaşacak” dedi.
“ENKS, Cenevre için hazır”
PYD dışındaki diğer Kürd cephesi olan
ENKS Suriye Muhalif ve Devrimci Ulusal
Muhalefeti (SMDK) üyesi olarak Cenevre
görüşmelerine katılıyor. ENKS’nin görüşmelere hazır olduğunu ve Rojava’daki Kürd
halkının sorunlarını Cenevre masasına
taşımak için toplantıya heyet gönderdiğini söyleyen ENKS Başkanı İbrahim Biro,
BasHaber’e konuştu. Cenevre’ye heyet
göndermeden Kürdistan Bölge Yönetimi
Başkanı (KYB) Mesud Barzani ile de bir
araya gelen Biro, “Cenevre öncesi Başkan Barzani’den uluslararası diplomasi
için bazı taleplerde bulunduk. Başkan
Barzani’nin siyasi ve diplomatik başarısından istifade etmek için bir araya geldik”
dedi.
ENKS’nin birkaç hafta süren imza
kampanyasının sona erdiğini ve o imzaların BM temsilcilerine teslim edileceğini
söyleyen Biro, Abdülhekim Beşar, Fuad
Eliko ve Mustafa Oso’nun ENKS’nin resmi
üyeleri olarak görüşmelerde yer alacaklarını
kaydetti. Rojava için federal bir yönetim
modeli öngördüklerini açıklayan Biro,
“Suriye devriminden bu yana Suriye’deki
Kürdlerin bir yönetim sistemi ile yönetilmesini istiyoruz. Kürdlerin özgürlük ve hak
taleplerinin uluslararası toplantılara yansıması için elimizden geleni yapmaya hazırız”
değerlendirmesinde bulundu.
“Kürdlerin birleşmesi gerekiyordu”
Cenevre’de gelişmeleri yakından izleyen KBY Rojava Masası Sözcüsü Mustafa
Şefiq’de BasHaber’e Kürdlerin Cenevre’de
temsil edilmeleri gerektiğini, bu konuda
Rojava Kürdlerinin mutabakata varmalarının önemli olduğunu belirtti. PYD’nin
Cenevre’de olmamasını şansızlık olarak
değerlendiren Şefiq, “Bu süreçte Kürdlerin
çözüm sürecinde yer alması önemlidir.
Kürdler bütün renkleriyle Cenevre görüşmelerinde yer almalıdır. Kürdler Lozan
Antlaşması’na geri mi dönüyor diye sosyal
medyada ve basında yazılıyor. Kürdler o
şekilde katılacak ve o şekilde sorunların
çözümünü gerçekleştirecekler” şeklinde
konuştu.
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin Rojava
Kürdlerinin uluslararası alanda ve Rojava’da
beraber hareket etmeleri için çok uğraştığını ancak, istenilen birliği ve beraber hareket
etme iradesinin gerçekleşmediğini belirten
Şefiq, sözlerine şu cümleler ile son verdi:
“Kürdlerin Suriye krizinde birlik olmaları
gerekiyor. Şimdiye kadar Kürdler birleşemedi, Kürdler ancak savaş cephesinde
birleşebiliyor. Şüphesiz siyaseten ve diplomaside bu birliktelik yaşanmadı. Suriye’de
4 yıldır yaşanan krizde Kürdlerin çoktan
birleşmeleri gerekiyordu bunun olmamış
olması büyük şansızlık” dedi. ENKS’nin son
dönemlerde yürüttüğü imza kampanyasına
da değinen Şefiq şöyle dedi: “Kürd güçlerinden oluşan ENKS Suriye de federal bir
sistem için çalışma yürütüyor. Ancak PYD
ve yakın güçler demokratik özerklik veya
otonom çözümden yanalar. Kanaatimce ne
Rojava için ne de Suriye de otonomi çözüm
olmayacaktır. Irak’ta bunu gördük. Suriye’de
bu saatten sonra Aleviler, Sünniler bir arada
yaşayamaz. Kürdler de bu yükün altına
giremez. Bundan dolayı Suriye’de federal
çözüm önemlidir.”
“Suriye’nin kaderini ABD - Rusya tayin
edecek”
Mardin Artuklu Üniversitesi akademisyenlerinden Prof. Dr. Rafik Sulaiman da
Cenevre görüşmelerini BasHaber’e değerlendirerek Suriye krizinin çözümünün
ABD ve Rusya’nın bölgedeki stratejilerine
bağlı olduğunu belirtti. Suriye krizi çözüm
arayışlarının 2013 yılından bu yana ABD, AB
ve Rusya tarafından yürütüldüğünü aktaran
Sulaiman, krizin ve Suriye’nin kaderinin
Moskova ve Washington’un elinde olduğunu açıkladı. Suriye’nin yanı sıra Irak’ta
yeni sınırların ortaya çıkacağını ifade eden
Sulaiman, “2013’ten 2014 yılına kadar yeni
haritanın teorik hali biçimlendi. 2015 ve
2016 yılı da haritanın ortaya çıkması için
adımlar atıldı Suriye krizi ve muhalefeti,
Kürdler, Araplar, Türkmenler, Hristiyanlar ve diğerleri sorunu çözmek için irade
beyan edemezler. Çözüm ABD ve Rusya’nın
çıkarları doğrulusunda gerçekleşir” diyerek
Rusya ve ABD’nin petrol bölgelerinin kontrol altına almak için bölgede kalacaklarını
ve askeri üslerine yenilerini ekleyeceklerini
açıkladı. Cenevre görüşmelerinden beklenen çözüm fotoğrafının büyük bir yanılgı
olduğunu savunan akademisyen Sulaiman,
çatışmaların devam edeceğini ve Suriye’nin
üniter bir yapıya kavuşmasının mümkün olmadığını ve bu durumun Mayıs ve Temmuz
2016 aylarında bölgedeki devletlerin yanı
sıra dünyadaki tüm güçler tarafından da
kabul edileceğini savundu.
“Yeni sınırlar ortaya çıkacak”
ABD ve Rusya’nın Rojava’daki askeri
üslerine de dikkat çeken Rafik Sulaiman,
03
“ABD, Derik’te bir askeri üs kuruyor. Rusya
Rojava’da askeri üs kurma amacıyla çalışmalar yürütüyor. Yüzlerce Rus askerinin
bölgede oldukları konuşuluyor. Bu durum
Suriye topraklarının onların koruması
altında olduğunu ve istediklerini almak
için bölgede kalacaklarını gösteriyor” dedi.
İran’a karşı uygulanan ekonomik ve siyasi
ambargonun da gelişmelerin bir parçası
olduğunu belirten Prof. Sulaiman, bölgedeki kamplaşma ve bloklaşmanın İsrail, karşıtı
bir durum aldığını söyleyerek şöyle devam
etti: “İran’ın nükleer hamlelerine karşı
Rusya’nın denetiminde 2013’te görüşmeler
başladı. 2015’te bir uzlaşıya varıldı. 2016’da
ambargo kalktı. Bunlar önemli gelişmeler
İsrail’e karşı geliştirildi. Arap Baharı, yani
Suriye, Irak, Yemen, Körfez ülkelerindeki gösteri, iç çatışmalar ile de Türkiye ve
Kürdistan’da yeni dizayn planları yapılıyor.
Yeni sınırlar bizi bekliyor.”
“Kentlerde bir süre de olsa nefes aldı”
Cenevre’de yaşanan tartışmaların kısa
vadede sonuçlar getirmeyeceğini ifade
eden Gazeteci Mete Çubukçu, “18 aylık bir
geçiş sürecinin ilan edilmiş olması bile bir
başarı” olduğunu söyledi. Çubukçu, “çünkü
Cenevre’yi oluşturan bileşenlerin hem
kendi aralarında hem de birbirleriyle ciddi
çelişkileri söz konusu. Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin desteklediği Görüşmeciler
Yüksek Konseyi ya da Komiserliği adı altındaki grubu ya da Suriye Demokratik Güçleri
yani PYD ve diğer sol, liberal grupların
oluşturduğu gruplar. Diğer yandan Rusya,
Amerika ve Esad Rejimi. Dolayısıyla burada
aslında muhaliflerin bir kısmı ilan ettiği
görüşmelerle birlikte tabi ki bir ateşkes
sürecinin ve kentlerde nefes alma sürecinin
yaşanmasını zorunlu kıldı” dedi.
“Kürdler Suriye’nin geleceğinde rol
alacak”
Suriye’deki Kürdlerin üçe bölünmüş
durumda olduğunu aktaran Mete Çubukçu, bir kısım Kürdler Suriye rejimi içinde ve
yanında, diğer kısım Kürdlerin Demokratik
Suriye Güçleri adı altında ve bir de Suriye
muhalefeti içerisinde Kürdlerin olduğunu
söyledi. Türkiye’nin itiraz ettiği ve veto
ettiği PYD’nin oluşturduğu güçlerin ana
güçler olduğunu vurgulayan Çubukçu,
sözlerini şöyle sürdürdü: “Tabi Kürdlerin
olması gerekiyor. Ama tabi ki şu anda hem
Amerika hem Rusya bu anlamda dengeyi
sağlamak için özellikle PYD’yi dahil etmeyi
daha uygun görüyor. Bu tür müzakereler
tabi ki uzun soluklu süreçlerdir. Bir sonraki
adımda ne olacak açıkçası bilmiyoruz.
Herkes karşısındakini rakip olarak gördüğü
gücü ya da ülkeyi farklı şekilde dengelemeye
çalışıyor. Bir süre sonra alandaki diplomatik
anlamdaki ya da bizzat alanın kendisindeki dengeler değiştiğinde, Kürdler ile ilgili
farklı bir gelişme de söz konusu olacaktır.
Ama Kürdler sonuçta Suriye’de bir realite.
İlerde de Kürdler Suriye’nin geleceğinde söz
sahibi, rol sahibi olacaktır.”
04
HABER
BasHaber
4
01SÖYLEŞİ
Şubat - 7 Şubat 2016
KBY’de hedef belirlendi
Referandum ABD seçimlerinden önce
K
Mustafa Turan
BY, ekonomik ve siyasi krizleri sürdürülebilir seviyeye çekilmesi için hem
uluslararası düzeyde diplomasi yürütülürken, hem krizleri çözebilecek ulusal
iradenin pekiştirilmesi hem de bağımsızlık
referandumunun biran evvel yapılması için
kararlaşmada adına önemli adımlar atıyor.
Referandum için siyasi parti temsilcileriyle
toplanan KBY Başkanı Mesud Barzani’ye
partilerden tam destek geldi. Barzani, referandumun ABD seçimelerinden önce, en geç
8 Kasım’dan yapılmasını istedi.
KBY’de mali denetimin sağlanması ve israfın önüne geçilmesi için başlatılan reformlar
hayata geçirilirken, sağlam ve sürdürülebilir bir yürütmenin oluşturulması için de
2004’te deneyimlenmiş ve başarılı olmuş
PDK-YNK Stratejik İttifak’ının güncellenmesi görüşmelerinin olumlu geçmesi umutları
arttırdı. Siyasi gözlemciler hem referandumdaki kararlaşma hem de Stratejik İttifak
hamlelerinin olumsuz havayı dağıtmaya
başladığını belirtirken, tavırlarında diretmeleri durumunda Goran ile Komele’nin
kaybedeceğini vurguluyor.
Siyasi partilerden referanduma tam destek
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin referanduma destek sunmaları çağrısı üzerine yapılan toplantıya katılan partiler tam destek
sunarken, Başkanlık kriziyle ilgili Barzani,
“ben çekilmeye hazırım, yeter ki sorunu
çözün” dedi. Barzani, referandum tarihini
işaret ederek partilere, “sorunu çözüp bağımsızlığı sağlayın ben çekilmeye hazırım”
mesajı verdi.
KBY Başkanı Mesud Barzani, siyasi parti
temsilcileriyle gerçekleştirdiği görüşmede
bağımsızlık referandumu, Başkanlık krizi
ve diğer birçok sorun başlığında partilerden destek aldı. Salı günü, Selahadin’deki
Başkanlık Ofisi’nde gerçekleşen toplantıda
Barzani siyasi parti temsilcilerine ‘Başkanlık krizini çözün” dedi. Goran Hareketi ile
Komeleyi İslami’nin katılmadığı toplantıda
Barzani, başkanlık krizinin çözümü için
başkanlıktan çekilmeye hazır olduğunu ama
bu sorunun artık çözüme bağlanmasının
şart olduğunu söyledi. Barzani; ‘Ya kendi
aranızda uzlaşıp bir başkan belirleyin, ya
da bu haliyle devam etmesi için kalıcı bir
konsensüs sağlayın’ mesajını verdi.
Başbakan Nêçirvan Barzani ve Yardımcısı
Kubat Talabani’nin de katıldığı toplantıda,
PDK Politbüro Sorumlusu Fadıl Mirani
ile Politbüro Üyesi Mehmud Mihemmed,
YNK’den Genel Sekreter 1. Yardımcısı ve
Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) Başkan Yardımcısı Kosret Resul ile Politbüro Sorumlusu Mele Bextiyar ve İslami Birlik Partisi
Yekgirtu’dan da Genel Sekreter Mihemed
üstlenecek biri yoksa da herkes buyursun
Ferec hazır bulundu. Barzani, siyasi partilerden KBY’nin içinde bulunduğu olağandışı işini gücünü yapsın, çünkü KBY ve bölge zor
şartları göz önünde bulundurup başkanlık
ama büyük fırsatlar barındıran bir süreçten
sorunu üzerinden gelişen siyasi kriz ile
geçiyor ve bu süreç, siyasilerin sebep olduğu
ekonomik krizi çözmeleri için sorumluluk
krizleri daha fazla kaldırabilecek bir süreç
üstlenmelerini istedi. Sorunun çözümü için
değildir’ dediğini söyledi.
başkanlıktan çekilmeye hazır olduğunu da
vurgulayan Barzani, siyasi parti temsilcileDr. Abdulla:
rinden halkın siyasi partilere karşı azalan
8 Kasım, ABD seçimleri ile ilgili
güveninin tekrar güçlenmesi için politikalaÖte yandan Erbil siyasi kulislerinde
rını şeffaflıkla yürütmelerini de istedi. IŞİD’e Barzani’nin Bağımsızlık referandumunun 8
karşı yürütülen savaş, bölgesel siyasi ve
Kasım’daki ABD başkanlık seçiminden önce
askeri gelişmeler ile bağımsızlık referanduyapılması gerektiğini söylediği belirtilirken
munun da genişçe konuşulduğu toplantıda
konu hakkında BasHaber’e açıklamalarda
6 maddelik bir sonuç bildirgesi yayımlandı.
bulunan Irak Parlamentosu Kürd ListeBuna göre;
si Eski Milletvekili, Dr. Sirwan Abdulla,
-Toplantıya katılan siyasi parti temsilBarzani’nin bağımsızlık referandumunun
cileri bölgesel KBY’nin içinden geçtiği
8 Kasım’daki ABD başkanlık seçimlerinsıkıntılı durumu göz önünde bulundurarak,
den önce yapılmasını istemesinin ABD de
Peşmerge’ye ve halka karşı sorumluluklaKürdistan’ın bağımsızlığına her fırsatta yeşil
rının bilincinde olup siyasi kararlarını bu
ışık yakan cumhuriyetçilerin iktidara geldikçerçevede ele alacak.
lerinde, KBY’nin elinde referandum kartıyla
-Partiler bağımsızlık referandumuna
bağımsızlığını ilan etmesi durumunda budesteklerini, bunun gerçekleşebilmesi için
nun Cumhuriyetçi iktidarca destekleneceği
her siyasi parti ve kesimin de
öngörüsü olduğunu söyledi.
KBY Başkanı Mesud
bu hamleye destek sunmaları
Bağımsızlığını elde etmiş
gerekir. Kürdistan halkının
Barzani’nin siyasi partilerle Kürdistan’ın elde edeceği
kendi kaderini tayin hakkıyaptığı toplantıda referan- büyük avantajlar ile şu an
nın dünyaya duyurulması
yaşadığı büyük sıkıntılarını
duma destek kararı çıktı.
için referandumun gerçekkolaylıkla çözeceğini savunan
Barzani’nin, referandumun en Abdulla, Barzani’nin siyasi
leşmesinin gerekli olduğu
belirtilecek.
geç 8 Kasım’a kadar yapılma- parti temsilcileriyle yaptığı
-Vatandaşların yurtdışına
sını istediği, bu şekilde ABD toplantının halka nasıl yansıgöçü ve halkın krizlerden
dığıyla ilgili de şöyle konuştu:
seçimlerinde iktidara gelmesi “Savaş ve onun sebep olduğu
dolayı yüz yüze kaldığı tüm
beklenen Cumhuriyetçilerin olumsuz etkilerin yanı sıra,
sorunların giderilmesi için
çaba sarf edilecek ve hüküzaman geçirmeden bağımsız- KBY’yi derinden etkileyen
metin ekonomik krize karşı
lığı tanıyacakları varsayılıyor. ekonomik krizin temel
başlatmış olduğu reform ve
sebeplerinden biri de, Katar,
giderlerin kısıtlanması hamlesi destekleneSuudi Arabistan, Rusya, İran gibi ülkeleri de
cek.
çok olumsuz etkileyen petrol fiyatlarındaki
-Parlamento’nun işler hale getirilmesi ve
tarihi düşüştür.Maalesef bazı çevreler kendi
siyasi partiler arasındaki çelişkilerin giderilmedya organları üzerinden bu krizin, Bölge
mesi, başkanlık krizinin çözüme bağlanması Yönetimi ve Hükümetin politikalarının
ve referandumun gerçekleşmesi için elverişli sonucu olduğu propagandasını yaymaktalar.
bir zemin oluşturulması amacıyla özel bir
Bu durum özellikle Süleymaniye’de halkın
komite kurulacak.
yönetime olan güveninin zayıflamasına
-KBY’nin bölgesel zıtlaşmalarda taraf
sebep olmakta. Bunun önüne geçilebilmesi
olamayacak, Kürdistan halkının demokratik için hükümetin ve mali meseleleri yönetenilkeler çerçevesinde kendi kaderini tayin
lerin politikalarını şeffaflıkla yürütmeleri
hakkına sahip olduğu vurgulanacak.
gerekmektedir”
-Bağdat’la sorunların çözümü için diyalog
yolları açık tutulacak.
“Halk Stratejik İttifak’tan umutlu”
PDK-YNK Stratejik İttifakının günPirê: Meşruluğunun sorgulanması
cellenmesi görüşmeleri konusunda da
Barzani’yi rahatsız ediyor
BasHaber’in sorularını yanıtlayan Dr.
YNK’li Saadi Pirê başkanlık sorunu konuSirwan Abdulla, KBY’nin içinde bulunduğu
sunda, Mesud Barzani başkanlığının meşru- krizlerden sıyrılabilmesi için daha önce
luğunun sorgulanması en çok da Barzani’yi
deneyimlenmiş ve başarılı sonuç vermiş
rahatsız ettiğini, bu yüzden ‘başkanlığı
PDK-YNK Stratejik İttifakının önemli olduyürütebilecek biri varsa buyursun gelsin’
ğunu vurgulayarak, bütün sorunlara rağmen
dediği konuşmasında 4 defa ‘ben çekilmeye
halkın bu ittifakın mevcut olağanüstü
hazırım’ dediğini ve devamında ‘Ama bunu
koşullara uyarlanarak tekrar gerçekleştiril-
mesinden umutlu olduğunu söyledi. Goran
Hareketi’nin krizlerin çözümünde negatif
bir pozisyon almasının sebebinin Genel
Sekreter Noşirwan Mistefa’nın Kürdistan’da
bulunmamasından dolayı Goran’ın siyasi
tecrübesi olmayan kişilerin etkisine girmesi
olduğunu savunan Abdulla, Goran’ın KBY
Başkanı Mesud Barzani’nin siyasi parti
temsilcileriyle gerçekleştirdiği toplantıya
katılmamasının da tecrübesizlikle izah
edilebileceğini söyledi. Abdulla, “Siyasi tecrübesizlik olmasaydı, alınan kararları kabul
etmese dahi, halka ‘sorunların çözümünden
yanayım’ mesajını vermeleri amacıyla da
olsa, Sayın Barzani’nin parti temsilcileriyle
gerçekleştirdiği toplantıya katılmaları beklenirdi” diye konuştu. Komeleyi İslami Genel
Sekreteri Eli Bapir’i de eleştiren Sirwan
Abdulla, Bapir’in toplantı öncesi çözüme
yönelik her girişimi destekleyeceklerini söyleyip bu toplantıya katılmamasının çelişkili
olduğunu sözlerine ekledi.
PDK: Goran’la görüşmeye hazırız
Öte yandan temaslarda bulunmak ve
KBY’de siyasi partiler arasındaki sorunların
çözümü ve tarafların bir araya gelmesi için
Kürdistan’a gelen İsveç Sosyal Demokrat
Parti heyetinin PDK’li yöneticilerle görüşmelerinin ardından basına konuşan PDK
Politbüro Sekreteri Fazıl Mirani, sorunların
çözümü için Goran Hareketi dahil, tüm taraflarla görüşmeye hazır olduklarını söyledi.
Mirani, görüşmeler için hiçbir partinin şart
koşmaması gerektiğini belirterek, “Sorunlar
çözülebilir, ama tüm tarafların buna hazırlıklı olması ve istikrar için adım atmalıdır”
dedi. İsveç heyeti adına konuşan Ensan
Urbak ise KBY’deki sorunların diyalogla
çözüm sürecine geçmesi için ellerinden geleni yapacaklarını belirtti. İsveç heyeti daha
sonra YNK ve Goran Hareketi yetkilileriyle
de görüşmeler gerçekleştirecek.
PDK-YNK İttifakı güncellenecek mi?
Seçimlere ortak girilmesi ve iktidarın
eşit paylaşımı temelinde 2004 yılında PDK
ile YNK arasında yapılan Stratejik İttifak,
YNK’nin bölünmesinden ortaya çıkan
Goran Hareketi’nin göstermiş olduğu seçim
başarıları ile toplumsal ve siyasal zeminde yaşanan değişimler, bu ittifakın 2013
seçimlerinde Goran’ın PDK’den sonra ikinici
büyük parti olmasıyla geçerliliğini fiilen
yitirmişti. KBY’de IŞİD’le savaş, mülteci
akını ve özellikle Bağdat’la petrol satışı üzerinden yaşanan anlaşmazlıkların ardından
Bağdat’ın yüzde 17’lik KBY’nin bütçe payını
göndermemesinden kaynaklanan ekonomik
kriz ile İran bandrollü başkanlık ve sistem
tartışmaları neticesinde özellikle Goran’ın
sebep olduğu siyasi belirsizlik, anti demokratik eleştirilere rağmen daha önce başa-
HABER
BasHaber
01 Şubat - 7 Şubat 2016
5
SÖYLEŞİ
minden önce referandumun yapılması isteğinin sadece seçimlerden
Kürdistan’ın bağımsızlığına destek
açıklamaları yapan cumhuriyetçi adaylardan birinin galip çıkma
olasılığıyla izah edilemeyeceğini,
Barack Obama yönetiminden sonra,
hangi partiden olursa olsun, göreve
yeni başlayacak yönetimin uzun süre
iktidarda kalacağından ve ABD adına
muhatap olacağından dolayı önemli
olduğunu söyledi. Referandumdan
çıkması muhtemel bağımsızlık
kararının sadece ABD açısından değil,
Avrupa ve diğer bütün uluslar arası
güçler nezdinde de meşru ve haklı
bir kart olacağının altını çizen Kaval,
Barzani’nin de bağımsızlığın şahsi
projesi olmayıp Kürdistan halkının
talebi olduğunu söylediğini belirtti.
rılı bir şekilde uygulanan Stratejik
İttifak’ın güncellenmesi tartışmalarını
başlatmıştı.
Yeni ittifak nasıl olacak?
PDK ile YNK arasında yenilenmesi
tasarlanan Stratejik İttifak’ın ‘eski anlaşma üzerinden mi güncellenecek?’
yoksa ‘eskisi hükmünü yitirdiği için
yenilenecek mi’ şeklinde tartışmalara konu oluyor. PDK Dış İlişkiler
Sorumlusu Hêmin Hawrami, iki
patinin yeni bir ittifakın şekillenmesi
sürecine girdiğini belirtip, “bu ittifak
2004’te imzalanan anlaşma üzerinden
belirlenecek” diyerek PDK’nin tavrını
ortaya koydu. Hawrami, tarafların
yeni ittifak hazırlıklarında ne düzeyde
olduklarıyla ilgili de “yeniden koalisyon hükümetinin kurulması, siyasi
ve ekonomik krize çözüm bulunması
konusunda ortak hareket edilmesi
için görüş alışverişinde bulunuluyor”
diyerek en azından ittifakta karara varmaları gereken maddelerin
belirlendiğini belirtiyor. Hawrami,
bölgede değişen dengeler gözönünde
bulundurularak bir projenin hazırlanacağını ve ilk etapta koalisyon hükümetinin kurulması için görüşmelere
başlanacağı bilgisini verdi.
“Sorun anlaşmada değil; birkaç yıldır uygulanmamasında ve bu yüzden
yeniden işlerlik kazandırılması için
üzerinde kafa yorulması gerekiyor”
diye belirten YNK Politbüro Üyesi
Ehmed Saadi Pirê ile paralel “İlk
ittifak, Kürdistan halkının çıkarları
doğrultusunda tek ses olmak için
atılan başarılı bir adımdı. Bölgedeki
ekonomik ve siyasi krizler gözönüne alınarak eski ittifak anlaşması
üzerinde düzeltmeler yapılması
lazım” diyen PDK Sözcüsü Mahmud
Muhammed’in konuya dair açıklamaları 2004 Stratejik İttifak’ının mevcut
koşullara uyarlanarak güncelleneceğini gösteriyor.
“YNK’nin iç sorunları
ittifakı etkileyebilir”
2004 PDK-YNK Stratejik İttifakı’nın
Kürdistan Bölgesi’nde iç istikrara
vesile olduğunu ama KBY’nin mevcut
durumunun 2004’tekinden daha
fazla böyle bir ittifakı gerekli kıldığını
belirten Uluslararası İlişkiler Uzmanı
Prof. Dr. Musa Kaval, BasHaber’e
tecrübe edilmiş böylesi bir ittifakın
mevcut krizleri aşma noktasında zaruri olduğunu söyledi. YNK’de Genel
Sekreter 1. Yardımcısı Kosret Resul ile
Politbüro Üyesi Hero Talabani arasında patlak veren iç karışıklığa vurgu
yapan Kaval, bunun Stratejik İttifak’a
olumsuz yansıyabileceğini söyledi.
Kaval, “Sayın Celal Talabani’nin
hastalığının ağırlaşmasıyla genel
sekreterlik koltuğunda oturmaya talip
olan şahsiyetler üzerinden YNK’de
farklı yaklaşımlar gelişti. Daha önce
Celal Talabani’nin dengelediği bu
farklı yaklaşımlar Talabani’nin çekilmesiyle daha çok kendini belli etti.
Dolayısıyla bu farklılıklar ittifakın
güncellenmesine de olumsuz etkide
bulunabilir” diye konuştu.
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin
siyasi parti temsilcileriyle toplantısını da değerlendiren Musa Kaval,
toplantıda alınan kararların olumlu
olduğunu, özellikle referandum konusundaki kararlılığın bu sürecin geri
dönülemez bir yola evrildiğinin göstergesi olduğunu söyledi. Barzani’nin
8 Kasım’daki ABD başkanlık seçi-
KBY Brüksel Temsilcisi:
AB’dem mali destek
KBY Avrupa Birliği (AB) Temsilcisi Dilawer Ajgeyi de AB’nin KBY’ye
özel bir bütçe göndereceğini söyledi.
BasHaber’e konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Ajgeyi, KBY’nin
daha önce de IŞİD’e karşı savaş ve iç
göçten dolayı AB’den yardım aldığını
belirterek, “ancak AB, ilk defa KBY’ye
doğrudan mali yardımda bulunabilir”
diye konuştu. KBY’nin devlet olmamasından kaynaklı resmi prosedürlerde doğrudan yardımı engelleyen
hususların olduğunu, ancak bunu
sağlayacak bir mekanizmanın devreye
sokulması için talepte bulunduklarını
belirten Ajgeyi, KBY’nin ekonomik
krizden çıkabilmesi için 4.5 milyar
dolara ihtiyacı olduğunu ve mali
yardımın şart olduğunu söyledi.
KBY’nin IŞİD’le savaşa 300 milyon
dolar harcama yaptığını da belirten
Ajgeyi, KBY’nin İŞİD’e karşı uluslararası koalisyonun bir parçası olduğunu
ve gelecek hafta İtalya’da toplanacak
koalisyon devletleri yetkilileri toplantısında Peşmerge Güçlerine yapılacak
yardımın da gündemde olacağını
söyledi.
Memur maaşları ödenecek
KBY’nin ekonomik krize karşı
başlatmış olduğu reformlar hayata
geçirilmeye çalışılırken geçici bir süre
öğretmen ve memur maaşlarının
yüzde 50’sinin verileceği belirtilmişti.
Maaşların kesintisiz ödenmesi için
Başbakan Nêçirvan Barzani’yle görüşen Kürdistan Öğretmenler Sendikası
Başkanı Abdulwahid Mihemmed
görüşme ardından yaptığı açıklamada
Başbakan’ın öğretmen ve memur maaşlarının aksamadan verileceğine söz
verdiğini belirtti. Maaşların geçici bir
süre yarı yarıya ödeneceğini, ama bir
zaman sonra kalan diğer yüzde ellilik
bölümün de verileceğini söyledi.
05
Cenevre: İyiye döner mi?
MESUT YEĞEN
Başlayıp başlamadığı bile belirsiz, ama başladıysa bile Cenevre 3’ün
kötü başladığı kesin. Peki iyiye döner
mi? Meçhul ve zor görünüyor.
Cenevre 3’le ilgili şu an için
bildiklerimiz şunlar: Rejimle BM
arasında görüşmeler başladı, Türkiye
ve Suudi Arabistan’ın desteklediği
Sünni muhalefet görüşmelerden
çekilir gibi yaptı ama dönebilir ve
PYD/QSD masada değil, en azından şimdilik.
İlerisi için ümitvar olmayı epey zor kılan bu zayıf ya
da belirsiz başlangıç ne ifade ediyor? İlk bakışta, Suriye ‘iç
savaşının’ (IŞİD haricindeki) üç yerel aktörü, rejim, Sünni
muhalefet ve Kürdler arasında ‘içinde kalınabilir bir müzakere çerçevesinin’ oluşmadığını elbette. Doğru görünmekle
birlikte aralarında bir müzakere çerçevesi oluşmayanlar
tabii ki yerel aktörler değil. Belli ki,yerel aktörlerin ABD
tarafından nezaret edilen suflörleri Rusya ve İran ve
Türkiye ve Suudi Arabistan bir görüşme çerçevesi üzerinde
uzlaşmış değil. Gidişattan anlaşılan Cenevre 3 için belli
belirsiz de olsa kurulan ön çerçeveye İran ve Rusya onay
vermişken, Türkiye ve Suudi Arabistanitiraz ediyor ve hem
PYD’nin olmadığı hem de rejim ve muhalefetin daha eşit
konumlandığı bir müzakere çerçevesi istiyor.
Peki bu zayıf başlangıç ve bu gidişat müzakere masasının kurulmayacağı ve Cenevre 3’ün başlamadan biteceğine
mi işaret ediyor? Türkiye ve Suudi Arabistan’ın desteklediği Sünni muhalefet bugün çekileceği müzakere masasına
yarın daha avantajlı döneceğini hesaplıyorsa, muhtemelen.
Ama benim anladığım sahada işler bu neticeyi üretecek
gibi durmuyor. Dolayısıyla da Sünni muhalefetin hazır
PYD’nin de olmadığı müzakere masasına biraz daha naz
yapıp oturması zayıf bir ihtimal değil.
Müzakere masasından çekilmek Sünni muhalefeti
daha avantajlı kılacak gibi görünmüyor çünkü, evet, Rusya
için Suriye’de kalmak giderek daha maliyetli hale gelebilir
ama Suriye’nin diğer büyük müttefiki İran dünya siyasetine parlak bir dönüş yapmaya hazırlanıyor ve bu dönüş
Suriye’de rejimi bir müddet daha ayakta tutacak bir enerji
sağlayabilir. Üstelik, Rusya’nın desteğiyle rejimin son
birkaç ayda gerçekleştirdiği ilerleme Sünni muhalefetin
Suriye’nin kuzeyindekikonumlanmasında bir kırılmayla
da neticelenebilir. Hele de bir zamandır İran’la Türkiye
ve Suudi Arabistan arasında bölgede bir diğerini muzaffer
kılmayan bir dengenin peşine düşmüş görünen ABD müzakerelerin işlememesini Sünni muhalefete fatura edecek
olursa. Bütün bu hal, Sünni muhalefeti ve iki vasisi Türkiye
ve Suudi Arabistan’ı müzakere masasını tümden devirme
riskini almaktan uzak tutabilir. Hele de hazır PYD’yi müzakere masasından uzak tutmayı başarmışlarken.
Peki, bütün bu zayıf başlangıç, bu meçhullerle dolu
gidişat ve müzakere masasına oturamamış olmak Suriye
Kürdleri için, PYD için neye işaret ediyor? Evvela şimdiye
kadar sürdürülen ve Kürdleri Suriye’nin etkili bir aktörü
kılan 3. yol siyasetinin sınırlarına. Doğruya doğru: Suriye
Kürdleri kısmen rejimin mecburen göz yummasına, kısmen
de ABD’nin ve Peşmerge’nin desteğine binaen efsanevi bir
başarı kaydettiler. Lakin, Cenevre 3 masasına şimdilik de
olsa oturamamış olmak bir yandan bu başarının bilhassa
Türkiye nezdinde yarattığı tedirginliğin ne kadar büyük
olduğunu gösteriyor, beri yandan da Suriye Kürdlerinin
ABD nazarında vazgeçilemez bir aktör olmadığını. Bu hal,
Suriye Kürdlerinin bu iki durumla aynı anda baş etmeye
epey enerji hasretmesi gerektiğini gösteriyor. Bu minvalde
atılabilecek ilk stratejik adım hem Türkiye hem de ABD
için daha vazgeçilmez görünen Güney Kürdleriyle daha
çok temas, daha çok ortaklaşma olsa gerek.
Öte yandan şunu da unutmamak lazım: Siyasi aktörlerin elde ettikleri ya da kaybettikleri çoğu zaman yaptıkları
doğru ya da yanlışlardan ziyade ellerindeki ve başkalarının
elindeki kuvvetle ilgilidir. Suriye Kürdleri de ellerindeki
bu kuvvetle bundan daha iyisini yapabilir mi? Evet demek
çok zor.
06
HABER
BasHaber
01 Şubat - 7 Şubat 2016
Hükümetin Eylem Planı
Eski soruna yeni
‘Yol Haritası’ geliyor
H
Çimen Gümüş
ükümetin “Terörle Mücadelede
Yeni Eylem Planı” adıyla duyurduğu
ve her biri 20 maddeden oluşan 5
ayrı başlık altında topladığı 303 maddelik
programın hazirandan bu yana tıkanan barış
süreci için bir yol haritası olduğu bildiriliyor. Geçtiğimiz gün ana hatları Başbakan
Yardımcısı Numan Kurtulmuş tarafından
kamuoyu ile paylaşılan eylem planı son şekli
verildikten sonra Başbakanı Davutoğlu’nun
onayına sunulup, Bakanlar Kurulu’nda
konuşulduktan sonra uygulanmaya başlanacak. Davutoğlu’na sunulacak ve master
planı olarak da ifade edelin taslak plan bu
aşamada 100 maddeden oluşacak.
Yeni Eylem Planı’nda Öcalan’ın rolü ve
Çözüm Süreci değerlendiren AKP’li Orhan
Miroğlu, yeni paketin bir yol haritası
olduğunu belirterek, yeni süreç ile ilgili ise,
“bu sürece HDP’nin nasıl yaklaştığını test
edeceğiz” dedi. Hükümetin eylem planını
yorumlayan HDP’li Ayhan Bilgen ise “siyasi
irade ve hukuki zemin inşasının gerekli
olduğunu söyledi.
Miroğlu: Öcalan’ı ihtiva etmiyor
Çözüm süreci ile ilgili değerlendirmelerde
bulunan AKP Mardin Milletvekili Orhan
Miroğlu, Başbakan Davutoğlu’na sunulması
beklenen eylem planının PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı ihtiva etmediğini belirterek,
“Böyle bir şey yok. Ama bu tartışılıyor. Konuyla ilgili bütün aktörler tartışılıyor” dedi.
Şiddetin arttığı durumlarda Öcalan isminin
hep hatırlanan bir isim olduğuna işaret
eden Miroğlu, “6-7 Ekim olaylarını onun
durduğunu şimdi daha net biliyoruz. Çünkü
Kandil’den yapılan açıklamalar ‘eğer Öcalan
müdahale etmeseydi 6-7 Ekim bizim için
sürekli bir halde devam ediyor olacaktı. Ama
Başkan müdahale ettiği için biz durdurmak
zorunda kaldık’ diyorlar. Yine cezaevlerindeki açlık grevlerinde insanlar tam da ölümün
eşiğine gelmişken, onun müdahalesi söz
konusu oldu” dedi.
‘PKK, Öcalan’ı zora sokuyor’
Bu süreçte farklı bir durum yaşandığını
ve PKK’nin ‘çok derli toplu bir stratejisi’
olduğunu kaydeden Miroğlu, “Bu stratejiye Öcalan’ın söyleyebileceği çok şey var
mı? Emin değilim. Ama Öcalan bir misyon
oynayabilir. Öcalan’ın PKK üzerinden tekrar
bir misyon elde edebileceği kanaatinde
değilim. Onu çok engelleyen ve zora sokan
bir durum var. PKK’nin kurduğu uluslararası
bağlantılar nedeniyle liderini feda etti. Dola-
yısıyla Öcalan üzerinden bu sürecin yeniden
durdurulması ya da PKK’ye bir çağrı ile
bunun sona ereceği düşüncesi bana gerçekçi
gelmiyor. Hükümet programında da Öcalan
için özel bir yaklaşım söz konusu değil” diye
konuştu.
‘Yeni paket bir yol haritasıdır’
Hazırlanan yeni eylem planının bir siyasi
yol haritası gibi anlaşılabileceğine dikkat
çeken Miroğlu, “Bu yol haritası çatışmalar
bitsin sonra biz işe koyulalım gibi bir şey
değil. Çatışmalar devam ederken yapılabilecek şeyler var o yol haritasında. Her şeyden
önce mağdur olmuş insanlarımızın kışı daha
rahat bir şekilde geçirmelerini daha fazla
mağdur olmamalarını, evlerinin onarılması
ve mümkünse yeniden inşa edilmesi, bunu
biz çatışmaların bitimine ertelemiyoruz”
dedi. Hükümetin yeni anayasa tartışmalarını
çok güçlü bir şekilde yapacağını kaydeden
Miroğlu, AKP’nin tutumunun PKK’nin silahları susturmasını beklemek olmadığını ve
aksine en önemli reformların çatışmaların
yaşandığı dönemlerde yapıldığını belirtti.
“Türkiye artık PKK’nin savaşı durdurup
durdurmayacağı gibi bir beklenti içinde olması söz konusu değil. Güvenlik sektörü bu
mücadeleyi sürdürecek. Ama bunun siyasi,
sosyal, kültürel, reformlarla desteklenmesi, korunması lazım. Demokratik hak ve
özgürlükleri korumak bizim PKK terörü ve
şiddetine karşı derdimiz ve en önemli ve en
ciddi silahımızdır. Bu silahtan asla vazgeçmeyeceğiz” şeklinde konuştu.
‘HDP’li Bilgen:
Hukuki zemin inşası gerek
Hükümetin Yeni Eylem Planını değerlen-
diren HDP’li Ayhan Bilgen, geçmişte sosyal
politikalara güvenlik bürokrasisi tarafından
da ihtiyaç duyulduğuna dair net vurgular
yapıldığını belirterek, bu anlamda siyaset kurumuna da büyük sorumluluklar yüklendiğini
kaydederek, “Ama ne yazık ki sosyal politikalarla ilgili yapılması gereken şeyler yapılmadığı için sorun yeniden güvenlik konseptine
çekildi. Dolayısıyla sorunu bundan sonra salt
ekonomik sosyal boyutuyla ele almak olmayacak. Çünkü ciddi bir siyasi irade ve hukuki
zemin sorununa dönüştü. Eğer bu konuda bir
mesafe alınabilseydi bugün yeniden tartışmanın o boyutu merkeze oturmayabilirdi. Siyaset
kurumunun ne sorumluluğu engelleyici rolü
güvenlik bürokrasisini yıkabilecek bir durumu
var, ne de sadece sosyal politikalarla sorunu
çözebilecek bir ihtimal var. Dolayısıyla çok
net biçimde bir siyasi irade ve bir hukuki
zemin inşası gerekiyor. Bu olmadığı müddetçe
güvenlik politikalarıyla mesafe alınması, sosyal
politikalarla da sorunun esasına dair çözümler
geliştirilmesi mümkün değil” diye konuştu.
‘Hükümetin çözüm planını
kimse bilmiyor’
Miroğlu’nun HDP’nin hendekleri destekleyen bir siyaset izlediği ve “HDP’yi test
edeceğiz” şeklindeki sözlerine ilişkin ise Bilgen, hendeklerin bir sonuç olduğunu ifade
ederek, “Eğer siyaset rolünü oynayıp sorunu
siyasal kanallarla çözmeyi başarsaydı, zaten
ne hendek ne de güvenlik konsepti belirleyici olmazdı. Burada bir muhatabı test etme,
ölçme hevesinden önce ne yapmak istediğine dair irade beyanının ortaya konulması
gerekiyor. Şu an itibariyle hükümetin bu
sorunu çözmeye dair nasıl bir anayasa konsepti önereceğini, öngördüğünü hiç kimse
BasHaber
EKONOMİ
01 Şubat - 7 Şubat 2016
KBY:
“Terörle Mücadelede Yeni Eylem Planı”
adıyla duyurulan ve her biri 20 maddeden
oluşan 5 ayrı başlık altında topladığı 303
maddelik programın tıkanan barış süreci
için bir yol haritası olduğu bildiriliyor. HDP
sorunun çözümü için hukuki bir zeminin inşa
edilmesi gerektiğini savunuyor.
bilmiyor. Biz HDP olarak daha yapıcı rol
oynamak, daha ciddi katkı sunmak anlamında kendi özeleştirimizi yaparız. Kendi
tartışmamızı yürütürüz. Ama bu konuda
siyasal iktidarın da bir biçimde aslında ne
yapmak istediğine dair bir net beyanda
bulunması gerekiyor. Biz bugüne kadar bu
yönde bir beyana şahit değiliz. Anayasayla
ilgili arayışında sahiden bu sorunu çözmek niyetiyle mi yoksa başkanlık hevesini
karşılamak niyetiyle mi olduğuna dair de ne
yazık ki somut bir işaret güven verebileceği
bir yaklaşım bir tutum açıklanmış değil”
ifadelerini kullandı.
Çalışlar: PKK ile görüşülecektir
Çözüm için iki tür muhataplık olduğunun altını çizen Gazeteci Oral Çalışlar,
“Biri silahın ve şiddetin son bulması için
muhatap PKK olacaktır” dedi. PKK ile
muhataplığını aracılar mı yoksa Öcalan
vasıtasıyla mı sağlanacağının bilinmediğini
dile getiren Çalışlar, “Bunun değişik yolları
bulunabilir ama sonuç olarak PKK silahı
bırakacaksa bu görüşmeler PKK ile yapılır.
Eninde sonunda yapılacaktır” diye konuştu.
Kürdlerin talepleri ve demokratikleşme
konusunun parlamentonun işi olduğuna
işaret eden Çalışlar, “Meclisin işi olduğuna
göre, mecliste grubu bulunan, HDP’nin de
bu meselenin geliştirilmesinde, çözümünde, yasal bir zemine oturtulmasında ciddi
olarak muhatap alınması gerekiyor. Bunların
ikisi de muhatap alınacak. Ama tabi ki bunlarla sınırlı bir muhataplık söz konusu değil.
Kürd coğrafyasında değişik siyasi eğilimler,
toplumsal kanaat önderleri var. Bunların
da bu meselenin çözümünde, yasal zeminin yaratılmasında, fikirlerinin alınması,
katkılarının sunulması yararlı olur” şeklinde
konuştu.
Mağduriyetleri telafi etmesi
devletin görevi
Hükümet tarafından tartışılan yol haritasının çözüm olup olmayacağı sorusuna
yanıt veren Çalışlar, yaşanan çatışmaların bir
şekilde biteceğini umduklarını belirterek,
şöyle devam etti: “Sürdürülebilir bir durum
değil. PKK hendek kazarak, öz yönetim ilan
ederek, çok ciddi bir çatışma ortamı yarattı.
Devlette buna kaçınılmaz büyük bir şekilde
karşılık verdi. Ve bu karşılığın sonunda
ortaya çıkan tablo Kürd halkının mağdur olması sonucunu yarattı. Onların yeni baştan
insani koşullarda yaşamını, ekonomik olarak
varlıklarını sürdürebilmeleri için devletin
desteği ve bütün bu yapılanlarla ilgili bir
onarım faaliyetine girişmesi gerekiyor.”
Ekonomik krizle mücadele
IŞİD kadar zorlu
I
Hêmin Dildar
ŞİD ile yürütülen ve 1.5 yıldır devam eden ağır savaş,
Bağdat’ın ambargosu, mültecilere ayrılan bütçe
Kürdistan Bölge Yönetimi’nin (KBY) 2014 yılından bu
yana ciddi bir kriz ile yüzleşmesine neden olurken, son
birkaç ayda varili 25 dolara düşen ham petrol fiyatları da
ekonomik anlamda KBY’nin elini büyük oranda zayıflattı.
Ayrıca Irak Parlamentosu 2016 yılında Erbil’in bütçe payını yüzde 17 olarak kabul etse de bütçenin ödeneceğine
dair herhangi bir gelişme yaşanmaması KBY’deki durumun ciddi olduğunu gösteriyor. Bir yandan bağımsızlık
referandumu için start verilirken diğer taraftan ekonomik
krizin son bulması için yeni bir ekonımik reform paketi
açıklandı. Petrol endeksli ekonomik gelirden çıkılması ve
gelirlerinin çeşitlendirilmesine yönelik açıklanan reform
paketlerinin KBY ekonomisini kısa vadede etkilemeyecek
gibi görünse de önemli adımlar olarak yorumlanmaya
başlandı.
KBY Başkanlık Divanı Sözcüsü Fuad Huseyin’in başkanlık ettiği bir heyetin ABD ziyaret sonrası ABD’li finans
uzmanlarının Erbil’e gelmesi durumun ciddi olduğunu,
KBY’nin sorunu siyasi müttefikleri ile görüştüğünü ve
siyasi arayışında olduğunu gösteriyor. Maliye Bakanlığı tarafından Erbil’de düzenlenen “Reform ve Yeni Yol
Haritası Konferansı’nda” konuşan Başbakan Neçirvan
Barzani, ekonomik krizin ciddi bir tehlike oluşturduğunu vurgulayarak, “IŞİD ile savaştan daha zor” ifadelerini
kullandı.
Petrol fiyatları, Bağdat ambargosu krize sürükledi
KBY’deki ekonomik krizi yakından izleyen yazar ve
gazeteci Simko Mohammed BasHaber’e konuşarak krizin
Ortadoğu’daki gelişmelerin KBY’ne yansımalarının bir
parçası olduğunu söyledi. Simko, IŞİD saldırıları ile
Bağdat’ın ambargosunun KBY’nin siyasi ve kazanımlarına
son verilmek amacıyla gerçekleştiğini açıklayarak KBY’nin
büyük bir sıkıntı yaşadığını söyledi. 1 milyon 800 bine
varan mülteci sayısının ve petrol fiyatlarının da KBY’de
ekonomik daralmaya neden olduğunu ve hükümeti zor
durumda bıraktığını vurguladı. Yolsuzlukların da devam
etiğini söyleyen Mohammed, “Arap mülteciler, Türkmenler, Irak ve Suriye’deki savaştan kaçan herkes KYB’ye
sığındı. Petrol fiyatları otuz doların altına düştü. Ekonomik küçülme, kriz ve maaşların ödenmemesi haliyle
baş gösterdi” şeklinde konuşarak KYB’nin yaşadığı ciddi
ekonomik krize dikkat çekti.
“Siyasi kriz de ekonomiyi etkiliyor”
Siyasi gelişmelerin ve KBY’deki kimi siyasi partilerin
de ekonomik krizin bir parçası olduğunu savunan yazar
Simko Mohammed
Muhammed “her bir parti bir devletin politikasına göre
hareket ediyor” değerlendirmesinde bulundu. Başbakan
tarafından açıklanan ekonomik reformların kısa vadede
bir değişikliğe neden olmayacağını savunarak açıklamasına şu cümleler ile son verdi: “Yeni reform paketlerinin,
maaşların yarıya indirilmesinin kısa vadede bir çözüm
olacağını söylemek zor. Piyasada para yok. Para bulunmuyor. Halk ne yapacağını bilmiyor.”
“Bölgedeki gelişmeler krizi tetikledi”
Ortadoğu Stratejik Araştırma Merkezi (Orsam)
uzmanlarından Oytun Orhan da KBY’deki ekonomik
krizin petrol fiyatlarının düşmesi ve IŞİD saldırıları ile
baş gösterdiğini açıklayarak, KBY’nin, ekonomik refaha
ulaşması için petrol fiyatlarının yükselmesi gerektiğini
ve petrolünü rahat bir şekilde satabilmesi ile mümkün
olduğunu vurguladı. Türkiye – KYB ilişkilerine dikkat
çeken Oytun, “Özellikle KBY’nin ekonomi meselesi çok
önemlidir. Maaşların geçmişe dönük olarak ödenemiyor olması, petrol fiyatlarında yaşanan kriz ve KBY’den
Türkiye’ye sadece giren petrol konusunda yaşanan güvenlik sorunları bu bağımsızlık konusunu KBY açısından
daha zor bir hale getiriyor. Bu noktada Türkiye’nin vereceği destek önemlidir. Çünkü şuanda KBY’nin güneyden
bir çıkışı söz konusu değil, İran zaten uluslararası henüz
yavaş yavaş daha gayretli olma çabası içerisinde, tek çıkışı
Türkiye gibi görünüyor. Yavaş yavaş eğer planlanan petrol
üretimi gerçekleşir ve ihraç edilirse belki KBY’nin Irak
merkezi hükümetine bağlı kalmadan kendi imkanlarıyla
hayatta kalabilmesinin imkanı doğacaktır. Bu noktada
Türkiye’nin KBY’deki petrol ve doğalgazının uluslararası
merkezlere ulaşması konusunda destek vermesi gerekiyor. Bu konuda da önemli bir süreç olduğu gözüküyor”
dedi.
“IŞİD ile beraber Irak’la herhangi bir bağ kalmadı”
Oytun, Irak’taki gelişmelerin Kürdistan’ın bağımsızlığını zorunlu hale getirdiğini ve KBY’nin Irak ile herhangi
bir bağının olmadığını açıklayarak, “bağımsızlık meselesi özellikle IŞİD’in Musul’u ele geçirmesinin ardından
zaten ciddi anlamda gündeme gelmişti. IŞİD sonrasında
KBY’nin Irak’a bağlı yaşama şansının bir şekilde kalmadığını görüyoruz. Hatta Erbil’in Irak’ın güney bölgesiyle
merkezi hükümetle olan coğrafi bağlantısı ortadan kalktı.
Bütün bu gelişmeler bağımsızlık yolunda KBY’nin elini
güçlendiren faktörlerdir. Bir diğer faktör de ekonomi
meselesidir, halen KBY’nin kendi sınırlarını koruyamıyor
olması ve çok yakın güvenlik tehdidinin altında bulunması kısa vadede bağımsızlık konusunu riskli hale getiriyor”
dedi.
Irak’ın Musul kentini 10 Haziran 2014’te ele geçiren IŞİD, Ortadoğu
başta olmak üzere dünyadaki tüm siyasi ve ekonomik dengeleri de
etkiledi. IŞİD’in bölgede güçlenmesi, Suriye ve Irak merkezi yönetimlerini zayıflatırken diğer bölgeleri de etkisini alarak global bir krize
neden oldu. IŞİD’in Şengal saldırısı ile birlikte savaşın büyük etkisini
gösterdiği KBY’de de ekonomik kriz baş gösterdi. Bağdat Hükümeti KBY’nin
bütçesini keserken Suriye ve Iraklı mültecilerin KBY’ne sığınması da
baş gösteren ekonomik krizin temel nedenleri oldu.
Oytun Orhan
07
Modern bile olamamış
iktidar
FERHAT KENTEL
Modern iktidar, rıza da üreten
bir disiplin, hiyerarşi, normalleşme ve
bilgi demektir. İktidar lafla yürümez;
ancak pratikler içinde, performansla
ürer. İktidarın alanına dair söylemleri
paylaşarak ve tekrar ederek ürer...
Bunlar sadece “Batılı” bir takım
yazarların ürettiği fikirler değildir. Hz.
Ömer’in de “inandığın gibi yaşayamazsan, yaşadığına inanırsın” dediğinde
olduğu gibi, kafanın içinde sahip olan farklı fikirler aslında
hiçbir şeydir; ne yapıyorsanız, aslında osunuzdur.
Hep birlikte genel olana, genel olarak öğretilmiş olana
inanılır. Herkes aynı performansları tekrarladığı için, herkesin
aynı şeye inanması çok zor olmaz. Ancak “herkes”in inanması
“hakikat” demek değildir; bu sadece “söylem”dir; iktidarı
kuran bilgidir ya da inşa edilen, inandıran bilgi...
Dolayısıyla eğer adalet için, özgürlük için savaşmaya,
en azından bir-iki laf etmeye niyetleniyorsanız, tam da bu
ortalamayı kuran iktidar söylemiyle mesafe almanın, o söylem
vasıtasıyla kurulan “gerçekliği” sorunsallaştırmanın yollarını
bulmanız gerekir.
Bu laflar da Batılı bir takım yazarlardan çıkmış gibi görünse bile, sadece Batı yarım küreye ait değildir. Foucault’dan
yüzyıllarca önce inmiş bir kitabın Enam suresinin 116. ayeti,
tam da bundan bahseder; çoğunluk garantili bir yer değildir.
“çoğunluklar ancak zanna uyarlar ve onlar sadece yalan
uydururlar.” Çünkü inandırma teknolojilerini ele geçirenler
toplumu da bu teknolojiler vasıtasıyla fethederler.
Eğer sadece ortalıkta dolaşan inandırma teknolojilerine
muhatap olursanız, Güneydoğu’da Sur’da, Cizre’de ne olduğunu bilemezsiniz.
Bugün Türkiye’de olduğu gibi...
Kamuoyunu oluşturan medya organlarının üfledikleri
sahibinin sesine bakıldığında, bir iki ufak tefek TV kanalı,
reklamları kesilmiş gazete ve internet sitesi dışında tüm ses
“tek ses”tir. Bu ses dönüp dönüp kendini anlatır. Saçmalar
ama gene de kendini doğrulayacak başka bozacılar vardır; ona
“saçmalıyorsun” diyecek olanların sesleri çok cılızdır ve bu
yüzden sorun çıkmaz.
Güneydoğu inim inim inler; paramparça olur; bu merkezi
tek ses efendilerinin ruhları bile kıpırdamaz. İnanma ve
inandırma teknolojilerinin kahır ekseriyeti için orası sadece
“temizlenecek” bir bölgedir.
Oradan bu tarafa doğru sadece tek bir sesi, “1984’ün
sesini” doğrulama ihtimali olan sesi çıkarırlar; o olmadığı
zaman da yaratırlar. Bu yüzden, “tek ses”in çeşitli versiyonlarında, başka mağdurlar duyulmadığı gibi, Güneydoğu’da da
on yıllardır kafası ezilen Kürdlerin ne yaşadığını hiçbir zaman
bilemediler; sadece gücün dilini yeniden ürettiler.
Cizre’deki o bodrum katındaki insanları gözlerinin önüne
getiremediler bile... Tankla, topla teröre karşı verdikleri
savaşta, o küçük-yıkık dökük evlerde ne yaşandığını da hiç
bilemediler.Zaten geçmişte de hiç bir zaman bilemediler.
O evlerde ders çalışmaya çalışan çocukların, para kazanmaya çalışan, çocuklarını beslemeye çalışan anaların, babaların ruh hallerini de bilemediler. O insanların on sene, yirmi
sene önce köylerinden zorla göçertilirken neler yaşadıkları konusunda da akıllarına bir şey getirmediler.Ancak, karşılarına
aldıkları bir başka şiddetli aktör ile,devletin yumruklu, paletli
ve postallı sesiyle “vatan-millet” nutuklarını atabildiler.
İnsanı yaşatmayı hiçbir zaman ciddiye almamış bir devletin inşa ettiği tek sesin nutuklarını...
Gene de ilginç bir durum var: bu topluma dönük duran
1984 hoparlörlerinin en az yüzde 90’ına sahip olmalarına
rağmen, bu totaliter tek sesin, toplumun ancak yarısını ikna
edebilmiş olması bile aslında söylemin ne kadar zayıf ve altının boş olduğunu gösteriyor. Yani kendini ancak zorla kabul
ettirebilen, modern bile olamamış bir iktidar söz konusu...
Mesela, Sur ilçesinde sokaktaki bir adam “tek ses”i
çatlatıyor ve buraya kadar geliyor: “Sabahtan beri kaç kanala
konuştuk, gidip başka şeyler anlatıyorlar. Asker şöyle yardım
etmiş... Hepsi yalan!”
08
SÖYLEŞİ
BasHaber
8
01SÖYLEŞİ
Şubat - 7 Şubat 2016
SÖYLEŞİ
BasHaber
01 Şubat - 7 Şubat 2016
9
SÖYLEŞİ
Doç. Dr. Yaşar Abdülselamoğlu:
Kürdler sınırlarını çizmek zorunda
Sofia Üniversitesi’nde öğretim
görevlisi olan sosyoloji uzmanı Doç.
Dr. Yaşar Abdülselamoğlu, PYD’nin
Cenevre’ye davet edilmemesinin
sorgulanması gerektiğine dikkat
çekerek, “Sahaya ne kadar egemen
olursanız olun, sonuçta bu egemenliğin uluslararası meşrulaştırılması sorunu söz konusu. Bu
anlamda, PYD’nin çağrılmamasına,
hiç bir şey olmamış gibi, “biz işimize
bakalım” diyemezsiniz. Neden, IŞİD’e
karşı en iyi savaşı vermiş, Rojava’nın yüz
Cenevre’de neler konuşulacak? Anlaşıldığı kadarıyla
her devlet veya ittifak Suriye
sorununu farklı tanımlıyor?
Üzerinde ortaklaşılan bir
tanım yok mu? Nedir Suriye
sorunu?
Cenevre’de parçalanmış
Suriye’nin yeniden nasıl “birleştirileceği”, nasıl idare edileceği
konuşulacak, taraflar bunu yapmaya kimin hakkı olduğu üzerine
anlaşabilirlerse. Modern estetik
“zorla” cerrahi “güzellik” yaratıyor
da diyebiliriz. Suriye’yi, yeniden
“normal bir devlet” olarak eski
haline kavuşturma ameliyatını
yapacak, ne doktor, ne de formül
yok. Sosyolojik olarak Suriye bölünmüştür. Suriye yeni jeopolitikanın laboratuvar alanıdır. Orada
bölgenin aktörleri ve küresel
güçler yeni bir savaş yürütüyorlar.
Savaş, Suriye’nin “birleştirilmesi”
savaşı değildir. Kime hangi payın
düşeceği savaşıdır. Bölgenin iki
devleti konfrotasyon kafasında, kelimenin hakiki anlamıyla
birbirlerini ortadan kaldırmaya
çalışacaklar.
aktörü hesabıyla da orada olması
gereken bir taraf. Ayrıca, Güney
Kürdistan bugün Suriye’de olup
bitenlerden en çok etkilenen yer
durumundadır. Kürd tarafının
taleplerini makul bir şekilde dile
getireceklerine inanıyorum. Hewler ve Duhok anlaşmalarına göre
davranacaklarını umuyorum.
Sahada silahlı gücü olan, aslında
Cenevre’yi fazla önemsemek
istemiyor. Başka bir deyimle, onlar
silahlı egemenlik yoluyla kendi çözümlerini dayatıyorlar. Cenevre’ye
önem verenler silahsız, siyasi olanlardır. Onlar uluslarası topluluğun
müdahalesiyle siyasi çözümden
yanalar. Hakim güç aracılığıyla
kendilerini dayatıyorlar. Rusya’nın,
İran’ın, Cenevre’de samimi olduklarına inanmıyorum. Çünkü onlar
aslında Suriye’yi paylaşma savaşı
veriyorlar. Aynı şekilde IŞİD’de bu
Cenevre’ye hiç bir önem vermiyor.
Sorunun PYD açısından da öyle
olduğunu düşünüyorum. Türkiye
eskiden sorunu Suriye muhalefetinin çözeceğini inanıyordu.
Rusya’nın müdahalesi sonucunda
tavrını değiştirdi. Şimdi sıkışmış
durumda, bu nedenle ABD’den
beklentileri var.
ENKS, Suriye muhalefetinin
bir bileşeni olarak Cenevre’de
yer alacak, silahlı olmadığı
için mi masada?
Farklı bir taraf, “kabul edilebilir makul” bir taraf olduğu için,
Kürd tarafı olduğu için masada,
ENKS’yi oluşturan partiler Suriye
siyasetinin en eski, en demokratik partileri idi. Diyalogu esas
alan partiler. Güney Kürdistan ile
alakalı olarak hesaba katılması
gereken, aynı zamanda bir bölge
Sizce PYD’nin bu toplantıya
çağırılmaması ile PYD’ye
nasıl bir mesaj veriliyor?
Sahaya ne kadar egemen olursanız olun, sonuçta bu egemenliğin
uluslararası meşrulaştırılması
sorunu söz konusu. Bu anlamda,
PYD’nin çağrılmamasına, hiç bir
şey olmamış gibi, “biz işimize
bakalım” diyemezsiniz. Neden,
IŞİD’e karşı en iyi savaşı vermiş,
Rojava’nın yüz kilometre dışında kalan tüm alanlara hakim
Yeter Polat
kilometre dışında kalan tüm alanlara hakim
olmuş bir güç Suriye’nin ve kendi kaderinin
kararlarının alınacağı bir toplantıya çağrılmıyor? Bu Suriye’de Kürdleri “paralı asker”
olarak görmek gibi bir şey. PYD konuyu ciddiye almak ve biraz da kendisini sorgulamak
zorundadır. PYD, askeri başarılarıyla meşru
bir temsilci olamamıştır” diyor.
Kürd toplumunun uluslaşma sosyolojisi
üzerine çalışmalar yürüten Abdülselamoğlu,
“Suriye’de kurulacak bir rejim yeniden güçlü,
tek el rejimi ya da askeri yanı ağır basan bir
rejim olacaktır. Bunlar Suriye halklarının
olmuş bir güç Suriye’nin ve kendi
kaderinin kararlarının alınacağı
bir toplantıya çağrılmıyor? Bu
Suriye’de Kürdleri “paralı asker”
olarak görmek gibi bir şey. PYD
konuyu ciddiye almak ve biraz da
kendisini sorgulamak zorundadır.
PYD, askeri başarılarıyla meşru bir
temsilci olamamıştır.
Cenevre III’de silahlı gücü
olmayan ENKS’nin yer alması ve silahlı güçleri olan
PYD’nin dışlandığı bir durum
yaşanıyor. Yani hem Kürdler
hem muhalefet parçalı, bu
tablodan Kürdler lehine nasıl
bir sonuç çıkar? Ayrıca Riyad
toplantılarından ENKS’nin
talepleri ciddiye alınmadı.
Kürdler masada yine mi kaybedecek?
Kürdler herkesin onların haklı
ve adil olduklarını bildiklerine
inanırlar. Bu nedenle de, özel
bir diplomasi gayreti için ihtiyaç
duymazlar. Kürd siyaseti uluslararası ilişki, hukuk ve diplomasi
uzmanlarına da bu nedenle
pek fazla ihtiyaç duymaz. Oysa,
uluslararası siyaset ve diplomasi
hiç kimse için özel bir ayrıcalık
tanımaz ve hakkı kendiliğinden teslim etmez, onaylamaz.
Uluslararası ilişkilere çıkar ilişkisi
egemendir. Kürdler hala adalet ve
ahlak mottosuna fazla güveniyor,
fazla bel bağlıyorlar. Kürdler içinde ciddi diplomasi yürütecek, özel
eğitilmiş kişiler yok denecek kadar
azdır. Bu nedenle, hep “ihanete
uğradık” duygusunu hayal kırıklığı
ile yaşamak zorunda kalırlar. “İyi
niyet” belirtilerini vaat edilmiş
şeyler olarak algılamak naifliktir.
PYD, Güney Kürdistan ve ENKS
sorunlarını çözmez. Demokrasi geleneğinin
olmadığı yerde, kanı ve ölümü durdurmanın
çaresi “sınırları” çizmektir. Kürdler kesin
suretle sınırlarını çizmek zorundadırlar.
Sınırlarını çizmeyen bir Kürdlük ölümle karşı
karşıyadır” diye konuştu.
BasHaber’in sorularını yanıtlayan Doç. Dr.
Yaşar Abdülselamoğlu, Kürd ulusal çıkarlarının parti ve ideolojiler üzerinde tutulması
gerektiğini belirterek, “Soyu tükenmiş
romantik “devrim havarilerinin” şehvetine
Kürd milletinin geleceğinin kurban” edilmemesi gerektiğini savundu.
ile ulusal Kürd ortak temsilcisi
olmakla yükümlüdür. Bu olmuş
olsa idi, ENKS’nin Cenevre’deki
katılımı da farklı olacaktı. 3. taraf
dediğimiz şeyi sağlamak bununla
mümkündür. Ve bu Kürd stratejisi
için en doğru yoldur.
Kürdlerin Suriye ile bir arada
kalma opsiyonu nelerdir?
Hangi şartlarda kalacaklar?
ENKS federasyon istiyor,
PYD rejimin devamına bağlı
olarak kantonal bir sistem
öneriyor. PYD Suriye’nin geleceğinin neresinde yer alacak?
Suriye sorunu belki
Nostradamus’un kehanetinde
belirttiği gibi 30 yıl daha sürmeyecek ama kolay da bitmeyecek.
AB savaşın erken bitmesini istiyor,
“terör” tehlikesi ve göçmen sorunundan dolayı ama ABD’nin böyle
bir acelesinin olduğunu tahmin
etmiyorum. Çünkü, “acele bir
çözüm” bugün itibariyle, Rusya
ve İran cephesinin lehine olacak,
bundan ayrıca, IŞİD’in de kötü
etkileneceğini sanmıyorum. O
nedenle, Kürdlerin durumu da
belirsizliğini koruyacaktır. Kürdlerin yapması gereken şey, Suriye
sorununun çözümünü beklemek,
Suriye’nin ne olacağını bekleme
opsiyonuna yatmadan Güney Kürdistan modeli bir yapılanmayı Rojava Kürdistanı’nda inşa etmektir.
ENKS ve PYD, gecikmeden ulusal
misyonu hatırlamak ve bu yolda
tarihi adımlar atmak zorundadır.
Rojava’nın geleceği Kürdlerin kendi aralarında ulusal ve demokratik
bir idari model oluşturmalarından
geçiyor. Dünya bu modeli kabul
edecektir. Ve ancak bu durumda,
Kürdlerin değerli kanı ucuz gitme-
miş olacaktır. Kürdler Rojava için
büyük bedel ödediler. Bunu ulusal
değere dönüştürmek zorundadırlar. Güney Kürdistan’ın Rojava
için federasyon modeli şimdilik
en uygun modeldir. Refaranduma
gidip Rojava’nın geleceğini bu
yönde sağlama almalıdırlar. Rojava
Federasyonu inşa ederse, işte o
zaman, Cenevre Kürdler olmadan
hükümsüz olacaktır.
Sizce Suriye sorunu nereye gidecek? Bunca kanlı bir serüvenden sonra orada Aleviler
ve Sünniler ile Kürdler uzun
vadede bir arada yaşayabilir
mi? Suriye parçalanır mı?
Ben Suriye’nin parçalandığını,
bunun de facto sosyolojik bir
realite olduğunu söylüyorum.
Suriye’nin bu şekilde devam
etmesi bütün dünya için, bölge için,
Kürdler ve Suriye halkları için bir
felakettir. Suriye’den insanlar kaçıyor.
Bu şekilde, Kürd bölgelerinden de
kaçıyorlar. Avrupa’ya her gün yüzlerce insan geliyor. Türkler Yunanlıları
savaşla Ege denizine döktüler. Kürdler savaşsız Ege denizi’ne dökülüyor.
Yollarda, sınırlarda her gün ölen
Kürdler var. Suriye’nin bu durumu
İslamist terörü arttırıyor. Dünya bir
an önce, Suriye ve bölgenin sosyolojisini esas alarak bu sorunu çözmek
zorundadır. Bu da sorunlu coğrafyalar arasına sınırların çekilmesidir.
Kürdler kendileri ile onların yaşamlarını tehdit eden aktörlerle aralarına sınır çekmelidirler. Bu halklar,
yakın zamanda, “kardeşçe, barış
ve demokrasi cennetinde” birlikte
yaşamayacaklardır. Kerbela meselesi
1400 yıl sürdü ise, karşılıklı öldürülen milyonlarca insanın “intikam
düşmanlığı” daha nice seneler devam
edecektir. Sınırların çekilmesi ancak,
savaş ve intikam şifrelerini silmeye, düşmanlık hafizasını tali plana
itebilir. Bu hafıza canlı iken, bölge
cehennemden çıkmaz.
Düşmanlık hafızası ne demek?
Bu sosyolojiyi bir kaç cümleyle,
konudan uzaklaşmadan açayım;
Suriye için, bu Irak için ve aynı
zaman da Türkiye için de geçerlidir;
20.YY başlarında, onları “kendisinden uzaklaştırmak” için dayatılan
“modernleşme” yoluyla ulus-devlet
olma projesi çökmüştür. Bu yerlerde
kurulan bu devletler toplumu ne
normal bir şekilde modern toplum,
ne de ulus olarak inşa edebildiler. Bu
nedenle, bu yerlerde kan akıyor. Bu
devletleri “ulus-devlete kazandırma
yolu soykırım ve zulümle olmuştur.
Ortadoğu cehennemini yaratan yanlış modernleşme modelidir. Ve zorba
ulus-devletçiliktir. O nedenle, bu
projenin yerini Ortadoğu topluluklarının sosyolojisine uygun bir yeni
siyaset olmalıdır. Kürd uluslaşma
sürecini uluslararası topluluk, bu kez
göz önünde tutmak zorundadır. Şunu
da belirteyim, bu toplumlar kendi
modernitelerinin yolunu, kendi ulus
olma hakikatlerinin yolunu bulmalıdırlar.
Suriye şimdilik rasyonel olan 3
federasyon. Ancak, Arap milliyetçiliği
ve gecikmiş Suriye Sünni milliyetçiliği bu yapılanmaya karşı çıkacak,
totaliter tek-ulus refleksleri göstererek ve diktatöryel yöntemlere yöneleceklerdir. Arap Sünni milliyetçiliğine
İslam dinin savaşçı özellikleri ve
Selefiliğin radikal geleneği eklenince
siyaset ortadan kalkmakta ve ortam
kan gönlüne dönmektedir. Suriye’de
kurulacak bir rejim yeniden güçlü,
tek el rejimi ya da askeri yanı ağır basan bir rejim olacaktır. Bunlar Suriye
halklarının sorunlarını çözmez. Demokrasi geleneğinin olmadığı yerde,
kanı ve ölümü durdurmanın çaresi
“sınırları” çizmektir. Kürdler kesin
suretle sınırlarını çizmek zorundadırlar. Sınırlarını çizmeyen bir Kürdlük
ölümle karşı karşıyadır.
Arka cephesi Güney Kürdistan
olmayan bir Rojava, siyasi
olarak güvenli olabilir mi?
Kürdlerin uzun vadede farklı bir
Rojava perspektifi var mı?
Hayır. Bunun cevabını verdim.
İstediğimiz kadar bu soruyu soralım,
cevabını evirelim, çevirelim, cevap
aynıdır: Kürdlerin tek çareleri var
bütün imkanlarını ulusal manada
birleştirmek ve demokratik manada
bölgenin kendi içinde en demokratik
yeri olmak. Güney Kürdistan kendi
içinde “demokratik bir bölge” olmayı
İslam ve Doğu toplumu despotizmi
bağlamında gerçekleştirebilmiş tek
yer olduğu için dünya IŞİD’in başına
kalkıştı. Güney Kürdistan demokrasisini koruduğu için hiç bir güç
dışarıdan Güney Kürdistan’a saldırma
cesaretinde bulunamayacak, bulunsa
da tutunamayacak. Rojava Kürd
ulusal çıkarlarını parti ve ideolojik
model beklentilerinden üstün tutmalıdır. Soyu tükenmiş romantik “devrim havarilerinin” şehvetine Kürd
milletinin geleceğini kurban ettirmemelidir. Kimse, hiç kimse, buna,
Rusya, İran, Suriye Baası’nı, Esadı
da katarak söylüyorum, Rojava’yı bir
partinin mülkü olarak kabul etmez.
Rojava ya da Güney, Kürdistan’ın hiç
bir diyarı tek partinin mülkü, tekeli
olarak güvenilir, sağlam ve mutlu bir
geleceğe sahip olamaz. Tekçilik dünyanın her yerinde insanlara yıkımlar
getirdi, Kürdler başkalarının yaşadığı
felaketleri yaşamak zorunda değiller.
Kürdlere kendi diyarları olan bu dünya yerinde sağlama alacak şey ulus ve
demokrasi aklı ve sistemidir. Bu da
Kürdlerin kendi içlerinde kardeşlik
hukukudur. Kürdler bu siyasi akla
ve felsefeye gecikmeden geçmelidir.
Avrupa için de en büyük garanti
ve güvenlik yolu Kürdlerin kendi
“güvenlik bölgesini” kendilerinin
oluşturmasıdır. Kürdlerin devletleşmesi, federasyonlaşması, Kürdler
için bu dünyada “güvenlik bölgesi”
oluşturmasının tek yoludur.
Türkiye baskısı etkili oldu mu?
PYD’nin Suriye muhalefetinin bir
parçası olarak kabul edilmemesi
ve Cenevre’ye çağrılmamasında
Türkiye’nin baskısının etkili olduğu söylenebilir mi?
Etkisi vardır. Ancak, salt bu olsa,
PYD’nin hiç bir yerde olmaması
gerek, demeliyiz. Çünkü, Türkiye
Kürdlerin olduğu her yere müdahale eder. Yeni bir şey değil. Sonuç
alması başka şeylere bağlıdır.
Cenevre’nin doğru ancak her şey
olmadığını düşünüyorum. Lozan döneminin ve o dönemin uluslararası
sözleşmelerinin artık zamanı geçti.
Bugün ne Kürdler, ne de uluslararası
hukuk ve imkanlar hegemonik güçlerin iradesinin zorla dayatılmasını
imkansız kılıyor. Sykes - Picot bu
nedenle çöktü. Ama bu çarenin salt
“sahada olduğu” anlamına gelmiyor.
09
Cenevre III veya
Kerry - Lavrov
BİLAL SAMBUR
Suriye savaşının derinliği ve karmaşıklığı karşısında dünya sistemi bir bütün
olarak büyük bir acziyet yaşamaktadır.
Savaşa çözüm bulmak için yapılan Cenevre-1 ve Cenevre-2 toplantılarının sonuçsuz
kalması, Suriye savaşına çözüm bulmanın
zorluğunu ortaya koymaktadır. Savaşın
bilançosunun artması karşısında BM, Cenevre-3 toplantısını yaparak yeni bir çözüm
girişiminde bulunmaya çalışmaktadır.
Cenevre-3, Suriye’yi paylaşım planının yeni bir girişimidir. Toplantı,
daha başlamadan yoğun tartışmalara ve sert kamplaşmalara neden
olmaktadır. Cenevre barış umudunu yükseltmek yerine çatışmayı ve
kamplaşmayı arttıran bir dinamik olma potansiyeli içinde yapılması
öngörülmektedir. Toplantı öncesi tartışmalar PYD’nin toplantıya
davet edilip edilmemesi etrafında yoğunlaşmıştır. Türkiye, PYD’nin
terör örgütü olduğunu iddia ederek Cenevre-3’e katılmaması yönünde yoğun bir diplomasi yürüttü. Türkiye-Suudi Arabistan-Katar
üçlüsünün diplomatik baskıları sonucu Suriye Demokratik Meclisi
ve PYD’nin Cenevre’ye katılmaması sağlanmıştır.
Suriye Demokrat Meclisi’nin ve PYD’nin Cenevre’ye davet
edilmemesi, Cenevre-3’ü ikinci Riyad toplantısı seviyesine indirgemiştir. Riyad Grubu denilen unsurlar bu sefer Cenevre’de bir araya
geleceklerdir. Cenevre’nin Riyad Grubu’nun bir iç toplantısına
indirgenmesi, Cenevre’den çözümün değil yeni çatışmaların ve
sorunların fitilinin ateşlenebileceği kaygısının oluşumuna neden
olmuştur. Cenevre-3, Suriye savaşının çözüm yoluna konma çabalarında bir dönüm noktası niteliği taşıma potansiyelinden çok uzaktır.
Bu toplantının, son dakikaya kadar yapılıp yapılmayacağının tartışılması görüşmelere katılacak gruplar ve devletler arasındaki derin
anlaşmazlıkları ortaya çıkarmaktadır. Cenevre-3 en iyi ihtimalle bir
yol haritasını belirleme yeteneği ortaya koymaktan ziyade, grupların
ve ülkelerin hegemonik ve diplomatik mücadeleler verdiği etkisiz
bir etkinlik olarak kalacaktır. PYD’nin Cenevre-3 görüşmelerine
katılmaması PYD’ye hiçbir şey kaybettirmemiştir. Bilakis bu süreçte
yapılan tartışmaların dışında kalması, ilerleyen tarihlerde PYD’nin
daha güçlü ve etkin şekilde sahici görüşme süreçlerine katılmasının
imkanlarını oluşturma potansiyelinin doğmasını sağlamıştır.
Türkiye-Suudi Arabistan-Katar, Cenevre-3 görüşmelerinin
PYD’siz başlamasını sağlamalarına rağmen, Cenevre-3 sürecinin
bu ülkelerin istediği şekilde gideceği anlamına gelmemektedir.
Cenevre-3 görüşmelerinin asıl aktörleri Rusya ve ABD’dir. Rusya ve
ABD, Cenevre-3 sürecinden diplomatik ve formel olarak SDM ve
PYD’yi dışlamaya razı olmuş gözükseler de, sahici anlamda bunun
mümkün olmadığını, Kürdler olmadan Cenevre-3 görüşmelerinin
ölü doğacağının fakındadırlar. Rusya ve ABD, arka kapı diplomasisiyle SDM ve PYD’yi sürece dahil edeceklerdir ve onlar olmadan
Cenevre’de hiçbir etkili çözüm yolu bulunmayacaktır. Cenevre-3
görüşmelerinden bağımsız olarak, PYD ve YPG’nin ABD ve
Rusya için vazgeçilmez önemleri ve konumları devam etmektedir.
Cenevre-3 görüşmelerine katılacak gruplarla ilgili yapılan tartışmalarda örgütlerin ve ülkelerin şunu isteyip şunu istememe şeklindeki
tavırlarından ve baskılarından bunların oyun kurucu ve barış yapıcı
bir güce sahip olmadıklarını ancak oyun bozucu ve çatışmayı devam
ettirici bir etkiye sahip olduklarını anlıyoruz. Toplanabildiği takdirde
Cenevre-3, oyun bozucuların ve çatışmayı devam ettiren güçlerin
katıldığı bir girişim olarak hatırlanacaktır.
Türkiye-Katar-Suudi Arabistan üçlüsü, PYD’nin Cenevre-3 görüşmelerine katılmasını engelleyerek Rojava’da Kürdistan Bölgesel
Yönetimi benzeri bir oluşuma engel olmaya çalışmaktadırlar. PYD
öncülüğünde kurulan Rojava kanton yönetimlerini meşru görmeyen
Türkiye, kurumsal olmaktan ziyade kişisel düzeyde Kürdlerin Cenevre-3 görüşmelerinde olmasını istemektedir. PYD ve Suriye Demokratik Meclisi, Cenevre-3 görüşmelerini tanımadıklarını ve kendi
gündemlerini takip etmeye devam edeceklerini ilan ettiler. PYD,
Lübnan büyüklüğünde geniş bir coğrafyayı ve nüfusu yöneten güçlü
bir yapıdır. PYD ve Rojava olmadan Cenevre-3 görüşmelerinin
sürdürülebilirliği konusunda çok ciddi tartışmalar bulunmaktadır.
Cenevre-3 çözümden ziyade yeni krizler doğurma potansiyeline
sahiptir. Ortaya çıkan yeni krizler sayesinde Cenevre-3 girişimi,
Suriye’nin paylaşıldığı ve Ortadoğu’da kartların yeniden dağıtıldığı
yeni bir Sykes-Picot-Sazanov (Kerry-Lavrov Antlaşması) mutabakatı
olmaya doğru evrilme olasılığından güçlü bir şekilde söz edebiliriz.
10
EKONOMİ
BasHaber
01 Şubat - 7 Şubat 2016
BasHaber
Esnaf iflasta, işsizlik rekorda
Diyarbakır ekonomik afet bölgesi olmalı
D
Reyhan Akgün
iyarbakır’da son 5 ayda meydana gelen olayların ardından 362’si Sur’da
olmak üzere yüzlerce şirket kapandı,
40’ın üzerinde firma bölgeden ayrıldı, dış
kaynaklı 50 firma ise ticaretten çekildi,
26’sı şube kapattı, Diyarbakır Ticaret Odası
verilerine göre kentteki tarihi yapıların
UNESCO Kültür Mirası listesine girmesiyle
turizmde umutlar arttı, buna paralel olarak
da yeni otel yatırımları başladı. Şimdi yenieski 38 otel 7 aydır devam eden çatışmalara
karşı ayakta kalma mücadelesi veriyor.
Gayrimenkul yatırımlarının dibe vurduğu
şehirde, istihdamın dörtte birine tekabül
eden inşaat sektörü durdu. İşletmeler maaş,
vergi ve sigorta primlerini ödeyemezken
bankalar kredilerini geri istiyor.
Göç-Der’in rakamlarına göre sokağa çıkma yasağı olan bölgelerde 200 bin, Sur’dan
20 bin kişi göç etti. Abluka ve çatışmalar çok
sayıda sivil insanın ölümüne, yaralanmasına, yüz binlerce insanın göç etmesine ve
binlerce insanın işsiz kalmasına neden oldu.
Yasakların uygulandığı yerlerde birçok esnaf
işyerini kapatmak durumunda kaldı, açık
kalanlar ise işçi sayısını azalttı. Yasakların
uygulandığı Diyarbakır’da İş-Kur verilerine
göre 2014’te 62 bin 400 olan kayıtlı işsiz sayısı 2015’te 110 bin 312’ye çıkmış. Devletin Sur
ilçesinde küçük çaplı esnafa verdiği 3 bin TL
ile vergi, prim borçlarının ertelenmesini yetersiz bulan iş insanları, bölgenin ekonomik
olarak afet bölgesi ilan edilmesini istedi.
Bölgedeki çatışmalı sürecin durması ile bu
sorunun çözüleceğini söyleyen iş insanları
ile esnaf sorunun çözülmemesi durumunda
yapılacak desteklerin de fayda sağlamayacağını belirtti.
Borçların ertelenmesi sorunları çözmez
Başbakan Ahmet Davutoğlu 22 Aralık 2015
tarihinde düzenlenen AKP Meclis Grubu
toplantısında, bölge esnafının vergi ve prim
borçlarının Mayıs ayına kadar erteleneceğini, 3 aylık beyannamelerini ise Ağustos ayında ödeyebileceklerini açıklamış, Diyarbakır
Valisi Hüseyin Aksoy
ise basit usuldeki işletmelere
ihtiyaç desteği
olarak 3 bin TL
ödeme çıkardıklarını
Hüseyin Bozdoğan
duyurmuştu. Türkiye İş-Kurumu Diyarbakır etkilendiğini ve ekonomik kaybı ölçümraporlarına göre 2014 yılında kayıtlı işsiz salemenin çok zor olduğunu vurgulayan
yısı 62 bin 402 iken işsizlik oranlarına ilişkin Doğu ve Güneydoğu İş kadınları Derneği
görüştüğümüz İş-Kur Diyarbakır Şubesi,
(DOGÜN-KAD) Yönetim Kurulu Başkanı
kayıtlı işsiz sayısının 110 bin 312 olduğuNevin İl, sokağa çıkma yasakları, çatışma
nu, bunun 57 bin 500’nün hiç çalışmamış
ve yıkımdan en çok hizmet sektörünün
kişilerden oluştuğunu belirtti. Basit usul
etkilendiğini ve bu nedenle de çoğu
diye tabir edilen 1126 küçük işletmeye 3 bin
esnafın kapanış verdiğini, hizmetin durTL verildiğini, vergi, stopaj gibi ödemelerin
duğunu, bir bölümünün de ilçe dışına
ise ötelendiğini söyleyen Diyarbakır Esnaf ve taşınmak zorunda kaldığını söyledi. NeSanatkârlar Odaları Birliği (DESOB) Başkavin İl, “Bölgede Silopi, Cizre, Nusaybin
nı Alican Ebedinoğlu, sorunun 3 bin TL’lik
ve Sur’da hendeklerle başlayan çatışmalı
destek, vergi ya da stopaj
süreç ile birlikte ticaret
ertelemesiyle çözülemeyede durma noktasına
Diyarbakır’da son 5 ayda
cek kadar büyük olduğunu,
geldi. Bunların yanı sıra,
meydana gelen olayların
kayıtsız çok sayıda esnaf
özellikle Habur Sınır
ardından 362’si Sur’da olmak Kapısı’nın kapanmasıyla
olduğunu ve bu esnafın
üzere yüzlerce şirket kapandı, bölgeden yapılan ihrabunlardan bile faydalanama40’ın
üzerinde firma bölgeden catta da büyük düşüş
yacağını söyledi. 8 ile 10 bin
ayrıldı,
dış kaynaklı 50 firma yaşandı. Sınır kapıları
arasında işletme ve bununla birlikte 10 bine yakın
olağandışı bir şekilde
ise ticaretten çekildi, 26’sı
çalışanın olduğunu belirten
şube kapattı, Diyarbakır Ticaret çok uzun süre kapalı
Ebedinoğlu, çalışanlarının
Odası verilerine göre kentteki kaldı. Bu süreç, esnafın,
yüzde 70’ine yakınının işten
tarihi yapıların UNESCO Kültür üreticinin, işletmecilerin,
çıkarıldığını söyledi.
fabrikaların kapanma
Mirası listesine girmesiyle
noktasına gelmesine sebep
turizmde umutlar arttı, buna oldu” diye konuştu. Hükü“Ekonomik afet bölgesi
paralel olarak da yeni otel
ilan edilmeli”
metin esnafa verdiği desteği
yatırımları
başladı. Şimdi yeni- yetersiz bulan İl, ticaretin
Reyhanlı, Soma ve Karadeniz’deki olaylardan sonra
eski 38 otel 7 aydır devam eden yeniden canlanması ve noro bölgelerin ekonomik afet
çatışmalara karşı ayakta kalma malleşmesi için hükümetin
bölgesi ilan edildiklerini hayeni tedbir ve teşvik politimücadelesi veriyor.
tırlatan Ebedinoğlu, “Burada
kaları uygulaması gerektiçifte standart söz konusu. Hükümetten tağine dikkat çekerek, “Hem ekonomik kötü
lebimiz bölgenin tamamının ekonomik afet
gidişatın durması hem de toplumsal hayatın
bölgesi ilan edilmesidir” diyerek tepkisini
normale dönmesinin yolu; öncelikli olarak
dile getirdi. Bölge esnafının iflasla yüz yüze
hızlı bir şekilde sorunların şiddet politikakalmış esnafın bankalar nezdinde çek veya
larıyla, hendeklerle değil diyalog yoluyla
senedi kaşelenmesi durumunda bir daha
çözülmesi gerekiyor. Bunun için bir an önce
ticaret yapamayacağını hatırlatan Ebediçatışmasızlık durumuna geçilmesi ve diyalog
noğlu, “Bununla ilgili yasal düzenlemenin
masası etrafında oturulması gerekiyor. Kürd
yapılması gerekiyor, bankalar üzerinden
sorununun adil ve demokratik bir şekilde
yaptırımlı sicil affın çıkarılması gerekiyor.
çözüme ulaşması için adımlar atılmalıdır”
Afet bölgesi ilan edilmediği takdirde bölgeyi dedi.
büyük bir felaket bekliyor” dedi. Artan işsizliğin sosyal bir patlamaya neden olacağını “İki aydır iş yapamıyoruz”
ve bunun da tüm Türkiye’yi etkileyeceğiSur İlçesinde 1968’den bu yana tekstil işi
ni kaydeden Ebedinoğlu, “Onun için bu
ile uğraştığını söyleyen Aldere Tekstil’in
tehlikenin bir an önce önüne geçilmesi ve
sorumlusu Mehmet Dilek, yaklaşık iki aydır
bölgeye ciddi bir ekonomik desteğin aktaiş yapamadıklarını ve kışlık mallarının
rılması gerekiyor. Bizim bu talep ettiğimiz
ellerinde kaldığını vurgulayarak, “15 çalışanısadece bir tedbirdir. Çatışmalar devam ettiği mız vardı ancak 3 arkadaşımızı iş olmadığı
sürece bölge büyük bir risk altındadır. Sur
için çıkarmak durumunda kaldık ve böyle
ilçesindeki yasaklara 5 mahalle ve 1 cadde
giderse diğer çalışanlarımızı da çıkarmak
daha eklendi ve gittikçe durum ağırlaşıyor,
zorunda kalacağız. Mal satmayı bir kenara
ölümler artıyor. Bunun tek çözümü de diyabırakın siftah bile yapamıyoruz. İşçi maaşı,
log ve müzakere sürecidir. Diyalog kapıları
SSK, kira, stopaj, vergi, muhasebe derken
açılmadan hangi desteği bölgeye verirlerse
aylık 43 bin lira giderimiz oluyor ancak şu
versinler çözüm değil. Sadece geçici bir
an gelirimiz yok ve 2 aydır iş yapamıyoruz.
tedbir ve çözüm olacaktır. Ama temel olarak Elimde 300-400 milyar civarında kışlık mal
silahların susması gerekiyor” diye konuştu.
kaldı. Esnaf çeklerini ödeyebilmek için ev
“Ticaret durma noktasında”
ve arabalarını sattı” dedi. Ticaretin merÇatışmalı durumdan esnafın ne kadar kezi olan Sur İlçesi’nin bütün bölgeye mal
sevk ettiğini vurgulayan Dilek, çatışmalar
nedeniyle müşterilerinin büyük bir kısmını
Urfa, Adana ve Antep illerine kaptırdıklarını
söyleyerek, “Kim top mermileri altında gelip
alışveriş yapabilir. Sur İlçesi’nde irili ufaklı
9800 esnaf var. Bu insanların kaybı binlerce
insanın işsizliğine neden olacaktır. Buranın
ölmemesi için direniyor ve çıkmıyoruz ve
dayanmaya çalışıyoruz. Bizim memleketimiz
biz gidersek başkası ne yapar biz gitmemeli
ve gücümüzün yettiği kadar direnmeliyiz.
Memleketimiz bunu hak etmiyor. Yazık
Mezopotamya’nın başkenti medeniyetler
şehrine. Devlete de diğer tarafa da söylüyoruz Allah rızası için yeter artık” diye
konuştu.
“Gider aynı ama gelir yok”
Çevre il ve ilçelere bakır ürünleri satan
Hancıoğulları Bakırcılık İşletme sahibi
Hüseyin Barakacı ise farklı sektörlerde yaklaşık 90 yıldır Sur’da ticaretle uğraştıklarını
belirterek şunları söyledi: “Olaylar öncesi
Diyarbakır’da ticaret üst seviyedeydi kazanç
belliydi. Ama şu an esnafın yüzde 60’ı kapalı
yüzde 40’ı açık ama iş yapamıyor. Ticaret
yüzde 10’a düştü. Her bir esnafın ortalama 5
bin ile 25 bin arasında aylık bir zararı var. Bizim aylık zararımız 10 binin üstünde ancak
gelirimiz yok. Benimle birlikte 3 kardeşim
burada çalışıyor, hepimizin ailesi var ve
buradan geçimimizi sağlıyoruz. Giderimiz
iş yaptığımız dönemle aynı ancak gelirimiz
yok.”
Çevre il ve ilçelerin tümüne satış yaptıklarını ancak çatışmalardan bu yana satışlarının durduğunu söyleyen Bira Ayakkabıcılık Toptan Satış Mağazası İşletme Sahibi
Hüseyin Bozdoğan, “Satışlarımız tamamen
durdu ancak giderlerimiz sabit. 12-13 ele-
EKONOMİ
01 Şubat - 7 Şubat 2016
manımız var. Gidebildiği kadar bu
şekilde ayakta durmaya çalışacağız”
dedi. Devletin zararları tespit ederek
destek sunması gerektiğini söyleyen
Bozdoğan, “Huzur olursa ekonomi
de kendiliğinden düzelir. İnsanların rahat ve huzurlu olabilmesi için
öncelikle barış ortamının sağlanması
gerekiyor” diye konuştu.
“Esnaf ödemelerini yapamıyor”
Yasaklardan dolayı yaklaşık 33 gün
boyunca iş yerlerini açamadıklarını
belirten toptan satış ve pazarlama işi
yapan Hasan Bayram, birçok esnafın
iki aydır iş yerini açamadığını söyledi.
Aylık sabit giderlerinin yaklaşık 5 bin
lira olduğunu vurgulayan Bayram,
“Giderimiz sabit ancak gelir yok. Toptancıların kar marjı çok düşük ancak
çok fazla sattığı zaman kazanabiliyor.
Cironun yüksek olması gerekiyor. Geçen sene bu aylarda günde 4 bin lira
ciro yapıyorduk ancak şuan iş yapamıyoruz. Şarapnel parçaları düşüyor,
top ve mermi seslerinden insanlar
buraya gelemiyor çünkü can güvenliği
yok” dedi. Toptancıların kışlık malı
yazın, yazlık malı ise kışın aldığını
söyleyen Bayram, “çek ve senet ile mal
alıyoruz. 12. ayın çekini 1. aya erteledik 1. ayın ödemesi iki katına çıktı ve
yine iş olmadı ve yine ödeyemedik”
dedi. Toparlanmalarının en az 2 yılı
bulacağını sözlerine ekleyen Bayram,
“Şimdiye kadar çekmiş olduğum
kredilerde sorun yaşamadım ama bu
olaylardan dolayı kredilerimi ödeyemiyorum. Krediler yapılandırılsın,
çek ve senetlerimiz için bir çözüm
bulunsun” diye konuştu.
“Çek ve senetlerimiz protestoda”
Sur’da 8 yıldır gıda toptan ve perakende satışı yapan Ramazan Altundağ, “Sur ticaretin merkezidir ama
şu an kimse gidip gelmiyor. Çünkü
kimsenin can güvenliği yok. Mermi
sesleri var ve ayrıca havan topları bile
atılıyor. Dükkân açsak da açmazsak
da giderimiz aynı ama gelirimiz
yok. Aylık en az giderim 15 bin lira.
Şimdiye kadar devletin herhangi bir
desteğini görmedim. Şu an banka
kredilerini ödeyemiyorum, çek ve
senetlerimiz protestoda. Devletin
en acilinden esnafa destek olması
ve çözüm getirmesi gerekiyor. Ama
öncelikle ablukanın kaldırılması ve
ilçeye sahip çıkılması gerekiyor. Yaklaşık 2 aydır abluka altındayız” diye
konuştu. Kalıcı barış ortamı sağlanmadığı sürece yapılacak desteklerin
sadece anı kurtaracağını vurgulayan
Altundağ, bölgedeki sorunların kalıcı
barışla çözüleceğini sözlerine ekledi.
“Barış olsun, ekonomi bir şekilde
düzelir”
1968’den beri Sur İlçesi Vakıflar
İş Hanı’nda tekstil üzerine toptancılık yaptıklarını belirten Mehmet
Salim Akmermer de, bölge illerine
mal satışı yaptıklarını ancak çatışmalardan kaynaklı Sur’da bulunan
işyerlerinin kapalı olduğunu söyledi.
Çalışmalarını depoda yürüttüklerini ancak bölgedeki çatışmalardan
kaynaklı müşterilerinin yüzde 80’ine
yakınını Elazığ, Urfa, Antep, Van
ve özellikle Erzurum’daki toptancılara kaptırdıklarını vurgulayan
Akmermer, “Arkadaşlarımızın çoğu
şu an ödemelerini yapamıyor çekleri
geri döndü, malları ellerinde kaldı.
Devletin SSK prim ve vergi borçlarını
erteleme kolaylığı sağladığı söyleniyor. Ancak bu kurumlar her esnafa
bu kolaylığı her zaman sağlıyor.
Vergi borcunun ötelenmesi çözüm
değil, esas sorunumuz çek, senet
ve banka kredi ödemeleridir” dedi.
Gerginlikten kaynaklı esnafta dahil
kimsenin Sur’a gitmediğini söyleyen
Akmermer, “Esnafın kapatmaması
için devletin çeklerimizin tarihlerini
ertelemesi, kredilerimizi karşılaması
ve faizsiz kredi verilmesi gerekiyor” diye konuştu. Barış
ortamının sağlanmasıyla
ekonomideki sorunların
da çözüleceğine dikkat
çeken Akmermer, “barış ve
kardeşlik olsun ekonomi
bir şekilde düzelir yeter ki
insanlar ölmesin başka bir
isteğimiz yok” diye ifade
etti.
11
Kürdlerin tarih sahnesi
çıkışına itiraz
HAKAN TAHMAZ
Hasan Bayram
Nevin İl
“Erdoğan ve İmralı bir araya gelip
barış kapılarını açmalı”
Sur İlçesi’nde 60 yıldan bu yana
lokanta işletmeciliği yapan Süleyman
Eliş 6-7 Ekim olaylarından bu yana iş
yapamadıklarını son gelişen olaylardan sonra lokantaların tamamen
kapalı olduğunu belirtti. Lokantadan
12 ailenin istihdam imkanı bulduğunu belirten Eliş, “Elimizdekini de
bitirdik şu an ne yapacağımızı bilemiyoruz. Sur’da kayıtlı 11 bin işsiz var
deniyor; ancak kayıt dışı işsiz sayısı
çok daha fazla. Ankara’da iş yerleri
yandığında, hemen bir gün içinde
yanan işyerlerinin yeniden yapımı
için 30 bin liralık maddi destek verildi. Sur esnafı onlardan daha mağdur,
onların ticareti dönüyor ama bizim ticari hayatımız bitti, güvencemiz yok.
Biz evlerimize gidemiyoruz ve çocuklarımızın psikolojileri bozuldu” diye
konuştu. Sorunun tek çözümünün
tarafların bir araya gelmesi olduğunu
belirten Eliş, “Recep Tayyip Erdoğan
ve İmralı’nın bir araya gelip barış kapılarını açması gerekiyor. Bunlar bir
araya gelmedikçe sıkıntılar daha da
büyüyecek” dedi.
Ali Can Ebedinoğlu
3. Cenevre toplantısı öncekiler
gibi istenen sonuçları doğurmayacak.
Toplantının kördüğümü çözme yolunda ne kadar ilerletileceği şüpheli.
Türkiye’nin öncülük ettiği
PYD’nin masada rejim muhalifleri
tarafında oturmamasına yönelik itirazlara, Riyad’da toplanan muhaliflerin
“bombardımanlara son verilmesi,
tutukluların bırakılması ve kuşatmaların kaldırılması” gibi şartları eklenince tüm bileşenler
masada yer alamadı/almadı.Hafta başı Suriye Demokratik
Meclisi’nin temsilcileri BM’nin ayarladığı otele yerleşmişti.
Bu adım davet için ön hazırlık olarak algılandı. Türkiye’nin
boykot tehdidi ve sonrasındaki gelişmeler PYD’nin önemli
bir bileşeni olduğu Suriye Demokratik Meclisi’nin temsilcilerinin ABD ve Rusya’nın da tutum değiştirmesiyle masadan
uzaklaştırılmasına yol açtı. Ankara bu taktiğini büyük devletin
gücünün görülmesi olarak yorumluyor ve pazarlıyor. Ama bu
yaklaşımın Türkiye’yi sorunun çözümünün bir aktör olmaktan
çıkartıp sorunun parçası hatta kaynağı haline getirdiğinin
farkında değil. Türkiye 2012 yılından itibaren aynı taktiğin
değişik versiyonlarını her fırsatta uyguluyor. Hiç birisi de bir
işe yaramadı. Kürdler söz konusu olduğunda tehdit ve şantaj
olarak “kırmızı çizgi” siyasetinde ısrar ediyor.
Ankara, PYD’nin Rojava bölgesinin denetimini ele
geçirdikten sonra PYD’ye “rejimle ilişkinizi kesin ve
muhalif cephede savaşın” baskısı yaptığını bizzat Başbakan
Ahmet Davutoğlu açıkladı. Bu, Rojavalı Kürdlere saffınızı
bizim yanımızda tutun baskısıdır. Her şeyden önce PKK’ye
politik çizgisini terk etmesi çağrısıdır. Bunun gerçekleşmesi
durumda belki de bugün ‘Rojava’dan bahsedilmeyecekti.
Rojava’da yazılan hikâye ise, Türkiye’nin müttefiklerinin
gönülsüz desteğiyle Ortadoğu’ya ‘selefi bir gelecek’ vaat
ederken, Rojava halklar ve haklar çeşitliğiyle birlikte yaşamayı
hedefleyen model olma yolunda ilerliyor. Nitekim Türk devlet
geleneği şaşmadı, yok edilmesi yönünde idam fermanını da
gecikmeden ilan etti. Kürdlerin Ortadoğu’da etkin aktör
olmasına ancak kendi politik çıkar ve yaklaşımlarına onay
verdikleri ölçüde rıza gösterilebileceğini sergiledi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun birkaç kez tekrarladığı “biz Cenevre’de Kürdlerin temsil edilmesine karşı
değiliz, rejimle ilişkisi olan ve PKK terör örgütü çizgisindeki PYD’ye itiraz ediyoruz” sözleri tastamam Türkiye’de izledikleri “Kürdlerin varlığını kabul ediyoruz ama haklarını,
kullanılma biçimini belirlemek Kürd olmayanların rızasına
bağlı” olarak özetlenebilecek siyasetin uygulanmasıdır. Bu
Kürdlerin, Kürd olarak tarih sahnesine çıkmalarına itirazdır. Ne yazık ki Türkiye bu konuda küresel aktörleri yanına
almakta fazla zorlanmadı. Her zaman olduğu gibi “ülkeler
arası ilişkilere” ilkeler değil, çıkarlar yön verdi. Kürdlerin
önü bir kez daha kesildi. Ancak bu politikanın ömrünün
uzun olmadığı açık. Sürdürülebilir değil. Türkiye’ye uzun
vadede fayda sağlayacak politika olmadığı bugünden görülüyor. Türkiye’nin, kendi politikalarının yedeği konumunu
benimsememiş, ya da ortağı olmayı kabullenmemiş Kürd
siyasetçileri, tecrit politikasının bir geleceği yoktur. Bugün
bu konudaki dayatmaların sonuç veriyor olması, zamanla
bunların aşılamayacağının göstergesi olamaz. Nitekim PYD
konusunda uluslararası güçlerin Türkiye ile iki yıl içinde
yaşadığı farklılaşma tam aksi gelişmelerin emareleridir.
Türkiye’nin gücü şimdilik sorunu ötelemeye yetebiliyor.
Türk devletinin fazlasıyla iştahını kabartan “Kürd siyasal aktörlerin ve yapıların bazılarının bu kaotik ortamdan
faydalanmak için Türk devletinin tecrit politikasına sessiz
kalmaları ulusal uyanışa ters, ayıp ve kara leke olmanın ötesine geçemeyecek bir tutumdur. Türkiye’nin Rojava’daki
özerkliği bitirme yönündeki hiçbir girişimi sonuç vermedi.
Uluslararası güçlerde küçümsenmesi mümkün olmayan bir
destek aldı. Türkiye uzatmaları oynuyor. Türkiye Rojava
Kürdlerini kazansaydı (bu mümkündü) Türkiye kendi
Kürdleriyle sorunlarına daha az sancılı bir şekilde çözüm
üretebilirdi. Velhasıl fırsatları kaçırmakta marifetliyiz.
12
HABER
BasHaber
01SÖYLEŞİ
Şubat - 7 Şubat 12
2016
Özyönetim – Başkanlık tartışması:
Diyarbakır’da çözüm için birlik konferansı
Kürd siyasetinde
ortaklık arayışı
P
Tekoşin Çelik
DK-BAKUR, PAK, PAKURD,
ÖSP, PSK ve AZADİ’nin de içinde
bulunduğu partiler ülkede yaşanan
savaşın son bulması için geçtiğimiz haftalarda toplanarak birlikte hareket etme
kararı almışlardı. Bu alınan kararlar içinde
6 ve 7 Şubat’ta geniş katılımlı bir konferans
düzenlenmesi kararı da var. Konferans
tarihi yaklaşırken parti temsilcileri etkinlik
hakkında BasHaber’e konuştular.
Diyarbakır’da 6-7 Şubat tarihleri arasında ‘Kürdistan’da savaşın sonlandırılması
ve siyasi çözüm perspektifi’ adı altında bir
konferans düzenleyecek olan; Partiya Azadiya Kurdistan (PAK), Partiya Kurdistani
(PAKURD), Platforma Demokratên Kurd
(PDK-BAKUR), Özgürlük ve Sosyalizm
Partisi (ÖSP), Partiya Sosyalîst a Kurdistan (PSK) ve Tevgera Azadiya Kurdistan
(AZADİ) gibi partiler, PKK/HDP çizgisi
dışında kalan Kürd siyasetinin yaşanan
savaş ile ilgili olarak ortak tavırını oluşturmayı tartışacak.
Bucak: Nefes olmak istiyoruz
Çatışmalara müdahale etmek amacıyla
altı partiyle birlikte bu konferansı düzenlediklerini kaydeden PDK-Bakur Başkanı
Sertaç Bucak, “bu konferansın en önemli
özelliğinin herkesin, konuşmacılar kadar
konuşma hakkının olması ve bütün konuşmacı ve akademisyenlerimizin Kürd olmasıdır” dedi. Konferansa önemli isimlerin
katılacağını hatırlatan Bucak, “Bir yandan
bilim bir yandan siyasetle birlikte ortaya
güzel bir sonuç çıkarmak istiyoruz. Her
kesimi davet ediyoruz. Biz PDK-BAKUR
olarak TKDP’nin Başkanı Mehmet Emin
Kardaş, eski AKP Milletvekili Abdurrahman Kurt, siyasi kişiliğiyle de ön plana
çıkmış Kemal Burkay’ı ve Hüda-Par‘ı da
davet ettik. Bizim için hiçbir Kürd ve Kürd
partisi hain, ajan, işbirlikçi veya yandaş değildir” dedi. Her partinin ve her bir bireyin
kendine özgü has görüşlerinin olduğunu
ve bunun siyasetle birlikte aktarılabileceğini söyleyen Sertaç Bucak, “Bu yüzden Kürd
ve Kürdistan meselesinin konuşulacağı
konferansta herkes bulunmalı. Bugüne
kadar birlikte diyalog içerisine girmediğimiz için Kuzey Kürdistan’da siyaset
boğulmuş vaziyette ve biz bu siyasete nefes
olmak istiyoruz. Bizim de bir iddiamız var
biz de Kürdüz çünkü. Ve kimsenin ama
hiç kimsenin Kürd halkını bu kadar zor
bir duruma düşürmeye hakkı yok. Biz bu
sorunun çözümünü diyalogla bulacağımı-
za inanıyoruz” diye konuştu.
PSK: İyi bir sonuç bekliyoruz
Konferansa ilişkin BasHaber’e konuşan
PSK temsilcisi Bayram Bozyel, konferans
düzenleyicisi parti ve hareketlerin uzun
zamandır birlikte hareket ettiğini, etkinliğin uzun süredir tartışıldığını söyledi.
Konferansta, sorunun tanımlanması,
savaşın çözümsüzlüğü ve tahribatları, çözüm perspektifi ve yollarının tartışılacağını
söyleyen Bozyel, 3 ana madde üzerinde
duracaklarını söyledi. Kürdlere en fazla
bu soruların sorulduğunu o nedenle de
ana başlıklarını bu şekilde belirlediklerini
vurgulayan Bozyel, “Bu altı parti belirlenen
bu 3 ana madde üzerinde duracağı bir
konferans yapma kararı aldı. Konuşmacı,
katılımcı ve davetli, sivil toplum örgütleri
ile birlikte bu konferanstan iyi bir sonuç
çıkacağını düşünüyorum” dedi. Konferans
sonucunu bir bildirge ile sonuçlandıracaklarını ve bu bildirgeyi basın ve kamuoyu
ile paylaşacaklarını belirten Bozyel, “Aynı
zamanda bu bildirge, tüm siyasi partilere,
ülke konsolosluklarına, AB, BM, ABD
ve KBY gibi ilgili kurum ve ülkelerle de
paylaşılacak. Tam anlamıyla bu konferans
ile savaşın durdurulmasına ve yeniden bir
çözüm sürecine katkıda bulunmayı, bütün
tarafların katılımıyla kimseyi dışarıda
bırakmadan barış sürecine dönülmesini
umut ediyoruz” diye konuştu.
PAK: Kürdler kendi adına konuşacak
Ülkenin içinde bulunduğu durumun
herkesçe bilindiğini ve yorumlamaya gerek
yok olmadığını belirten PAK Yöneticisi
Abdurrahman Ecer, “Bugün Cizre, Silopi
ve Sur’da yaşananlar ne Kürd isteği ne
de bizim tasvip ettiğimiz bir durumdur.
Ülkemiz talan ediliyor, insanlarımız
ölüyor, kültürümüz yok ediliyor ve hiçbir
zaman şimdiki kadar Kürd gençleri
kurban olmamıştır. Hendek siyasetini bu
yüzden yanlış görüyoruz. Kürd gençlerini hangi amaç için canlarını verdikleri
bizim için çok önemlidir. Biz bu siyaseti
eleştiriyoruz, bireyleri değil” diye belirtti.
Kürd sorunun çözümü ve desteklenmesi
amacıyla bu konferansı düzenlediklerini hatırlatan Ecer, “Böylesi önemli bir
zamanda aynı düşünen partilerin neden
birlikte hareket edemeyeceğini konuştuk
ve birlikte hareket etmeye karar verdik ve
değerlerimiz çerçevesinde çözüm bulmak
için çaba saffettik. Umudumuz büyük ve
bağımsız Kürdistan tabii ki ama her şey
aşama aşama gerçekleşir” diye vurguladı.
İlk amaçlarının savaşın sonlanması olduğunu söyleyen Ecer, sonuç bildirgesinin
kitaplaştırılarak her yerde dağıtılmasını
arzuladığını belirterek, “Konferansın
teması Kürd sorunu, bu nedenle Kürdler
adına artık Kürdler konuşacak. Eskiden
Kürdler ne istediğini bilmiyor derlerdi,
hayır efendim! Biz ne istediğimizi ve nasıl
isteyeceğimizi de biliyoruz. Bu yüzden
konferansın konuşmacıları Kürd akademisyenlerdir” dedi.
AZADİ: Yol haritası belirleyeceğiz
Çatışma ortamının sonlandırılması ve
yaşananlarla birlikte Kürd ve Kürdistan
sorununa çözüm bulmak için bütün tarafların dahil olacağı bu konferansı düzenleme amaçlarını oluşturduklarının söyleyen
AZADİ Genel Sekteri Av. Sıdkı Zilan da,
“Çıkarılan sonuç neticesinden nelerden
ders almamız gerektiğini neler yapılması
ve nelerin yapılmaması gerektiğinin farkına varacağız ve sonrasında da yapılması
gerekenlerin, atılması gereken adımların
ve bunların gözlemlenmesi gerekecektir.
Biz de bu gereklilikler çerçevesinde ilerisi
için alacağımız kararlar ve sonuç beyannamesini kendimize yol haritası olarak
belirleyeceğiz” dedi.
Acil olan, çatışmaların
sona ermesidir
Abdurrahman Ecer
Bayram Bozyel
Sertaç Bucak
Kaya, Vahap Çoşkun ve Yaşar
Abdülselamoğlu’nun konuşmacı
olarak katılacağı konferansa
çok sayıda davetlinin de katılması bekleniyor.
H
Azad Celikanî
yerel yönetimlerin güçlendirilmesi
noktasında ısrarcı. Çatışmaların
yoğun olduğu şu günlerde Ankara’da
gerçekleştirilen kongrelerde özyönetim vurgusu yeniden tekrarlanarak DTK’nin deklarasyonuna bağlı
kalınacağı mesajı verildi. 27 Aralık’ta
DTK’nin Olağanüstü Kongresi
toplanmış ve konuya ilişkin bir
deklarasyon yayınlanmıştı. Deklarasyonda devletin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na koyduğu
çekinceleri kaldırması, Kürdlerin
ulusal kimlikleri ve kültürel haklarını anayasal güvence altına alarak,
Özerklik Şartı’nı hayata geçirmesi
talep edilmişti.
aziran seçimlerinden bu
yana OHAL’i aratmayacak
günler yaşayan Kürd halkının barış çağrısı AKP ile HDP’nin
yetki savaşına takılı kalıyor. AKP,
Türkiye’nin parlamenter rejimle
yönetilemeyeceğini iddia ederken,
Kürd hareketi ise yerel yönetimlerin
güçlendirilmesini ve parlamenter
rejimin devam etmesini talep ediyor.
Kalekol yapımlarıyla başlanan
tartışma, ardından İç Güvenlik Yasa
Tasarısı, ‘Terörle Mücadele Kanunu
Kapsamına Giren Suçların Faillerinin
Yakalanmasına Yardımcı Olanlara
Verilecek Ödül Hakkında Yönetmelik’, sokağa çıkma yasaklarıyla
Cuma Çiçek: Acil beklenti
birlikte valilere verilen yetki ve şimdi özyönetimi tartışmak değil
de kaymakamlara yönelik ‘mevzuatı
Demokratik özerkliğin, öz savuntanımayın’ çağrısıyla AKP’nin gidema ya da kent çatışmaları üzerinden
rek otoriter bir yapıya büründüğü
gündeme gelmesinin Türkiye ölçeyorumları yapılıyor. Cumhurbaşkanı
ğinde bu kavramların kredibilitesini
Erdoğan, Eylül ayında muhtarbüyük ölçüde düşürdüğünü ifade
lar toplantısında ‘hangi evde kim
eden Yrd. Doç. Dr. Cuma Çiçek, “bu
varsa emniyete bildirin’ söyleminin
saatten sonra özyönetim/demokardından bu kez kaymakamlarla bir
ratik özerklik üzerinden bir siyaset
araya gelen Erdoğan, “yeri geldiği
alanının açılacağını düşünmüyorum;
zaman koyun mevzuatı bir kenara
çünkü sokakta öncelikli beklenti
ve ‘ben bunu bu şekilde yaparım’
silahların susmasıdır. İnsanların
deyin ve yapın” ifadelerini kullandı.
gündelik hayatlarına dönebileceği,
Öte yandan güvenlik noktalarıyla
konuşabileceği bir zeminin oluşmailgili yeni kararlar alındı. Buna göre
sıdır” dedi.
Diyarbakır, Şırnak, Hakkâri, Bingöl,
Mardin, Mersin, Er“İl ya da bölge
zurum, Kars, Aydın
bazlı yerelleşme
Savaş, ölüm, göç ve yaşam daha uygundur”
ve Ankara’da yeni
mücadelesinin hakim olduğu
polis güvenlik nokAdem-i mertalarının kurulması
Kürd illerinde barış çağrıları kezileşmenin,
amacıyla belirtilen
başkanlık rejimi ile özerklik Türk toplumunun
taşınmazların acilen
sosyo-linguistik ve
ilanlarının gölgesinde kaldı. sosyo-dinsel yapısı
kamulaştırılması
AKP, çıkardığı kanun ve yasa- için de bir çare
istenildi.
Kürd hareketi ise
larla adım adım başkanlık sis- olabileceğine dikkat
temini inşa ederken, HDP/HDK
kongrelerinde de özyönetimin
güçlendirileceği mesajı verildi.
Konferans katılımcıları
Mücahit Bilici, Sevgi Çelik
Moray, Arzu Yılmaz, Şah İsmail
Bedirhanoğlu, Naif Bezwan,
Roj Mamendi, Cuma Çiçek,
Alican Ebedinoğlu, Mehmet
HABER
BasHaber
01 Şubat - 7 Şubat 2016
13
SÖYLEŞİ
Sıtkı Zilan
çeken Cuma Çiçek, Kürd toplumundaki farklı lehçe ve inançlara
vurgu yaparak, şunları söyledi: “Kürd
toplumunda iki lehçe var, Zazakî ve
Kurmancî konuşan bölgeler var. Örneğin Zazaca konuşulan bir Bingöl’ü
Diyarbakır merkezinden yönetemezsiniz. Dersim gibi Alevi bölgeyi
Diyarbakır’dan yönetmezsiniz. Ya
da Mardin, Siirt, Urfa gibi Kürtlerin
Araplarla, Süryanilerle, Hristiyanlarla birlikte yaşadığı iller var. İl ya
da bölge bazlı yerelleşme, Türkler ile
Kürdler arasındaki ilişkiyi yeniden
kurabilir, aynı zamanda Kürd coğrafyası içerisindeki dilsel, dinsel ve
kültürel farklılıkların kendini ifade
edebileceği bir zemin de sunabilir.”
Ruşen Keleş: HDP’nin önerisi siyasi anlamda bir özerklik olabilir
Prof. Dr. Ruşen Keleş, Yerel
Yönetimler Özerklik ŞartıAvrupa
Konseyi’nin yerel yönetimlerini
güçlendirilmesini teşvik ettiğini
belirterek, gerçek anlamda özerk olmalarını sağlamak için kabul edilmiş
uluslararası bir sözleşme olduğunu
söyledi. Türkiye’nin bazı çekinceler
koyarak bu sözleşmenin maddelerini
onayladığını ifade eden Keleş, “ancak
şunu söylemem gerekir ki Avrupa
Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, yerel
bölgelerin güçlendirilmesini idari ve
mali anlamda destekleyen bir belgedir” dedi. HDP’nin yapmış olduğu
önerinin mali ve idari özerkliğin
ötesine geçen siyasi anlamda da bazı
özerklik unsurlarının olabileceğini
aktaran Ruşen Keleş, bunun Avrupa
Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın
ihtiyacını karşılamadığını söyledi.
Türkiye’nin 10’a yakın çekincesinin
olduğunu ve bu çekincelerin de mali
ve idari çekinceler olduğunu belirten
Keleş, bu çekincelerin HDP’nin iddia
savunduğu özyönetimle örtüşen
meseleler olmadığını söyledi. Keleş,
sözlerini şöyle sürdürdü: “Bunlar
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik
Şartı’nın değil de bölgesel yönetimler
şartıdır. HDP’yi asıl ilgilendiren budur. Henüz bir şart haline gelmedi,
kesinleşmiş bir uluslararası sözleşme
değildir, ama bu doğrultuda çalışmalar var. O Bölgesel Demokratik
Özerklik Şartı ve üye devletlerinin
onayına sunulmuş olsaydı o belki
HDP’nin isteklerine yakın düşen bir
sözleşme olabilirdi.”
13
Küçük, büyük
travmalarımız
ÖZTEKİN ÇAÇAN
Sosyal psikolojinin temel
kavramlarından biri “seçilmiş
travmalar” kavramıdır. İnsanlar,
gruplar, uluslar diğer gruplarla,
uluslarla ilişkilerinin bir kısmını bu
kavram üzerinden şekillendirirler.
Örneğin Ermeniler için soykırım
olayları, Süryaniler için “seyfo”
(kılıç) yılları gibi travmalarını yaşadıkları olaylar diğer travmaların
arasından çıkarılıp “seçilmiş travma” haline getirirler.
“Seçilmiş travma” yı diğer toplumlarla iletişim dili, bir
var olma biçimi olarak kullanırlar. Ermeni diasporasının neredeyse siyasi faaliyetlerinin tamamı bu durumu
örnekler.
Konunun dünya çapında uzmanı Vamık Volkan’ın
tespitiyle “seçilmiş travmalar” nesiller boyu devam
ediyor. Kuşaktan kuşağa aktarılarak her kuşağın aynı
gerilimleri yaşamasına sebep oluyor. “Seçilmiş travmalar” sadece bizim yükümüz değil yani. Her neslin
başına bela oluyor.
Kürdlere, bizim travmalarımıza baktığımızda ise
konu biraz daha değişik. Yukarıda sıraladığımız halklar “etnik arındırma” vb uygulamalarla nüfuslarının %
99’unu kaybedip potansiyel tehlike olmaktan çıkarken
biz öyle değiliz. Nüfus potansiyeli alanında varlığımızı
büyük oranda koruyoruz. Ama hangi koşulda? Travmatik ve “seçilmiş travma” halleri ve silsilesiyle tabi.
“Cumhuriyet” yıllarında “Türk Kimliği” başat
kimlik olarak seçildiğinden bizim açımızdan travmalar
zinciri de başlamış oldu. Ve hem siyasal - politik, hem
sosyal - kültürel hallerle travmaya dönüşebilecek/dönüşmüş birçok durum yaşadık ve yaşıyoruz. Kart - kurt,
varlığımızın inkarı, dilin inkarı, zorla göç ettirmeler,
acımasız şiddet uygulamaları dışkı yedirmeler… daha
neler.
Genel başlıklarıyla 1920 - 2016 arası “seçilmiş
travma” sıralamamız ise şöyle;
Eskiler; isyan travmaları, zindan travmaları, göç
ettirme travmaları, beyaz toros travmaları vb.
Yeniler; çözüm süreci travmaları, abluka travmaları, hendek travmaları vb.
Bir de umutlarımızı arttıran, sonrasında ise nedense zonk diye kesilen prematüre barış süreçleri var. En
yakın dönemden küçük bir örnek vermek istiyorum.
HDP bana oy verin barış gelecek dedi 80 milletvekili
çıkardı sonuç; çözüm yerine hendek. AKP bana oy verin barış gelecek dedi sonuç; barış yerine tank. Bunun
sıradan insan için sonucu ne “travma.”
Sonrasında ise çocuk ölümleri, sokakta, derin
dondurucularda bekleyen cesetler. Bin bir türlü eziyet
içinde insan manzaraları. Ve Tahir Elçi.
Mücadele açısından bakıldığında karşı tarafın yani
devletin ve “Türk halkı” diyebileceğimiz kesimin bize
yönelik “seçilmiş travma”sı ise daha başka. “İhanete
uğradık, arkadan vurulduk” durumları.
Ne olacak bu koşullarda bilemiyorum. Bu “seçilmiş” travmalarımızla nasıl bir ortak yaşam mümkün
o konuda hiçbir fikrim yok. Bildiğim tek bir şey
Narkisus’un aynası elimizde durdukça pek bir çözüm
bulamayacağız.
Geçende bir dostum soruyor, “insan bir gözü ile
ağlayıp bir gözüyle gülebilir mi?” Bende gülebilir dedim. Bunun kendisi de bir travma çünkü. Vamık Volkan mealen diyor ki; “seçilmiş” travmanın aktifleştiği
haller dışında toplum gündelik yaşamına devam eder,
bir şey yokmuş gibi davranır. Demek ki abluka dışında
yaşayanlar aktif travma hallerine girmemişler.
Şimdi bir gözü ile ağlayıp diğeriyle gülmek nedir
o arkadaşım da daha iyi anlıyor. Ama birileri de bunu
kaldıramıyor. Bizim için “seçtikleri” travmaları aktifleştirmek için iki gözümüzden birden yaş ve damarlarımızdan daha çok kan gelsin istiyorlar.
14
MÜLTECİLER
BasHaber
01SÖYLEŞİ
Şubat - 7 Şubat 14
2016
Yıkık şehirlerin hayalet göçmenleri
G
Bawer Hîzanî
eçen yaz Fatih Kadınlar Pazarı’nda
tarihi Su Kemeri’nin gölgesinde
çayımı yudumlarken hemen arka
masada oturan iki kadının, “Kürdçe bilen
yok mu” sorusunu işittim. Yardımcı olmak
için onlara çevirdim başımı ve “Kürdçe
biliyorum” dedim. Ardından masalarına
davet ettiler. Masada iki yardımsever kadın
ve iki çocuğuyla Suriye’nin Halep kentinden gelmiş bir kadın oturuyordu. Bu iki
yardımsever kadın, geçici olarak ‘Suriyeli’
kadının ihtiyaçlarını karşılayacaklarını ve
bunu kendisine çevirmemi istediler. Görevimi yaptım ve masadan ayrıldım.
Geçen bir yılın ardından İstanbul’un
soğuk ve karlı günlerinden birinde tesadüf
sonucu yine aynı yerde o ‘Suriyeli’ kadınla
karşılaştım. Kadın ve iki çocuğu sokakta
mendil satıyorlardı. Çocuklar soğuktan
üşüyen ellerini kazaklarının içine sokuşturmuşlardı. Kadın beni görünce gülümseyen gözlerle bana doğru yaklaştı. Böylece
beni hatırladığını fark ettim. Geçen süre
zarfında birkaç Türkçe kelime öğrenmişti.
Türkçe, “abi nasılsın” sorusuyla karşılaştım.
Tebessüm ederek sorusuna Kürdçe karşılık
verdim. Bir süre konuştuktan sonra kadının
telefon numarasını aldım ve başka zaman
görüşmek üzere yanından uzaklaştım.
Günler sonra aradım. Soğuk bir haftanın
ardından güneşli bir Cuma günü öğlen saat
3 gibi Fatih Kadınlar Pazarı’nda buluştuk.
Neler yaşadığını, koşullarını, merak ediyordum. Beklemeden kadının evine doğru yola
koyulduk. Dar ve dönemeçli sokaklardan
Zeyrek Mahallesi’ne doğru ilerlerken ismini
soruyorum. Adının Cemile ve yaşının da
40 olduğunu söylüyor. Yürürken bir ara
eczanenin önünde durmamı istiyor. Ve
ardından “eşim tansiyon hastası ve bir de
damar tıkanıklığı var” diyerek eczaneye
girip bir poşet ilaçla dönüyor. Tekrar o dar
sokaklarda yürümeye devam ediyoruz. 15
dakika yürüdükten sonra restorasyonu
yeni tamamlanmış tarihi Zeyrek Camii’nin
arkasında bulunan meydanda göze çarpan
gecekonduları göstererek, “bizim ev bu”
diyor. Tuğlaları dökülmüş, çatısı brandayla
örtülmüş ve pencerelerinin camları naylonla kapatılmış bir gecekondu. Ardından,
“buranın kirası 400 lira” diye ekliyor Cemile. Dış kapıya vuruyor “misafir var” diye
içeriye sesleniyor.
Bir göz odada 10 kişilik aile
Dış kapıyı 15 yaşında olan oğlu MiheYayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Yayın Koordinatörü: Yeter Polat
Haber Merkezi: Mustafa Turan, Mehmet Emin
Kan, Mehmet Salih Batırhan, Çimen Gümüş,
Adem Özgür
Suriye iç savaşının başlamasıyla evlerini,
sokaklarını, yurtlarını terk etmek zorunda
kalan milyonlarca insan, İstanbul’un
göbeğinde bütün yoksunluklarına rağmen
varlık mücadelesi veriyor. Birçoğu için artık
İstanbul onların yurdu. Aramızda dolaşan,
mendil-su satan, kağıt toplayan bu insanlar
varlar! Biz yokmuşuz gibi davransak da.
Herkesin şehrin her tarafında her an gördüğü, görmezden geldiği ‘Suriyeliler’ sessiz,
yorgun ve derin bakışlarıyla “hayalet” gibi
geçiyorlar ‘yoğun’ hayatlarımıza hiç temas
etmeden..
med açıyor. Mihemed’in yüzünde ağır bir
sorumluluk duygusu var. Yabancı bakışlarla
bana bakarken hemen annesi araya girip,
“misafiri içeriye davet et oğlum” diyor. Dış
kapının içeri açılan bölümünde sıvası dökülmüş banyo karşılıyor içeri girenleri. Dış
kapının içe açılan bölümünün sol tarafında
bir kapı ve ardından küçük bir odaya giriyoruz. Odanın ortasında döküntü bir odun
sobası, odanın dört bir köşesinde minder
ve yaşları 4 ile 15 yaş aralarında 8 çocuk. 10
kişi bir göz odada kalıyor. Cemile’ye dönüp
eşinin nerede olduğunu soruyorum, “Eşim
hastaneye gitti” diyor ve poşetin içerisindeki ilaçları çıkartarak “bunlar da ilaçları,
eşim için bunları almak zorundayız” diyor.
1.5 yıl önce Halep’ten geldiklerini söyleyen
Cemile, Halep’teki yaşamlarını anlatıyor:
“Eşim ve oğlum Halep’te hurdacılık yapıyorlardı. Ben ve kızım Fatima (13) pamuk
tarlasında çalışıyorduk. Ama savaştan
dolayı evimiz yıkılınca biz de doğrudan
İstanbul’a geldik. 1.5 yıldır İstanbul’da yaşıyoruz. Mendil ve su satarak kiramızı ödüyoruz ve bir de eşimin ilaçlarını alıyoruz.”
“Kamplar hapishane gibi”
Annesinin konuşmasını bölen Mihemed, elimdeki kayıt cihazı için, “sesimizi
kaydetme” diyor. Neden diyorum, Mihemed gayet net bir ifadeyle “bizim burada
bir kimliğimiz yok, bizi kampa götürürler”
diyor. Annesi, “Kamplar hapishane gibi
evet yaşadığımız ev kötü ama kamptan
bin kat daha iyi” diye Mihemed’in çıkışını
onaylıyor. Kayıt cihazını tekrar çantama
yerleştirdikten sonra Mihemed’e dönüp çalışıp, çalışmadığını soruyorum: “Daha önce
oto yıkamada çalışıyordum. Ama havalar
soğuyunca patron bana havalar ısınınca
gel” dedi. Gözlerini Suriye’deki iç savaşla
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
dünyaya açan Ayşe (4) yanıma yaklaşarak
“ismin ne” diye soruyor. İsmimi öğrendikten sonra çantamdaki fotoğraf makinesini
çıkartıp meraklı gözlerle bakarken, ailenin
diğer bireyleri birden tedirgin olmaya
başlıyor. Durumu fark etmem uzun sürmüyor. Fotoğraf makinesini hemen çantama
yerleştiriyorum. Bu tedirginliğe karşı o
insanlarla göz temasımı kesmek zorunda
kalıyorum.
“Bir geleceğimiz yok”
Bir müddet sonra tekrar Cemile’ye dönerek, “nasıl geçiniyorsunuz” diye soruyorum.
Acı bir ifadeyle önce oğluna sonra bana
bakarak, “çocuklarla birlikte bu civarda
mendil ve su satıyoruz. Arada bir çevredeki
Kürd esnaflar yardım ediyor” diyor. Sağında
oturan ikizleri Hesen (6) ve Zeynep’i (6)
göstererek konuşmasına devam ediyor:
“Sabah ikiz çocuklarımla birlikte mendil
satmaya çıkıyoruz. Günlük sattıklarımızdan
bazen 10 bazen de 20 lira para kazanıyoruz.
Büyük oğlum da su satmaya gidiyor. Fatima
ise çocuklara ve hasta olan eşime bakıyor.”
Bunları söylerken gözlerinde ve yüzünde
büyük bir umutsuzluk belirliyor. Çocuklarını süzdükten sonra mahçup bir edayla bana
dönerek, “bir geleceğimiz yok” diyor.
Ayrılmak üzere ayağa kalkıyorum,
Mihemed, benim kalktığımı görünce
büyük bir sorumlulukla ayağa kalkarak
beni uğurlamak istiyor ama tam o sırada
oda gibi küçük ve karanlık bir bölmeyle
karşılaşıyorum. İzin alarak içeri girmek
isterken, “orası mutfak” diyor Cemile. Yerde
bir piknik tüpü, üzerinde bir tencere ve bir
kaç tabak. Ne bir lavabo ne de bir dolap var
içeride. Adı mutfak olan küçük bölmenin
duvar sıvaları dökülmüş, oda çatıdan sızan
ışıkla aydınlanıyor. 10 kişilik bir ailenin
Tel: +90 212 243 27 60
Fax: +90 212 243 27 79
E-mail: [email protected]
www.basnews.com
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
kullandığı bir mutfak burası. Tam bu sırada
Mihemed, “biz bir kaç kişi burada uyuyoruz” diyor. Aklıma geride bıraktığımız
İstanbul’un karlı ve buzlu haftası geliyor.
Oranın bir iki fotoğrafını çekmek istiyorum
ama buna da izin vermiyorlar.
“Geleceğimiz Halep’te yıkılan evimizle
birlikte yıkıldı”
Evet savaşın hayatlarında bıraktığı o
derin iz ve yorgunluk yüzlerinden okunuyordu. Kimliksiz ve geleceksiz bir mekanın içinde var olma savaşıydı onlarınki.
Mutfak olarak kullanılan bölümden tekrar
odaya geçtim. Herkes ayakta beni bekliyor. Gitmek için çantamı sırtıma aldım
ve bir bir vedalaştım çocuklarla. Ayşe’nin
o temiz ve masum bakışlarının altında
eziliyordum. Kapıya doğru sadece Cemile ve oğlu Mihemed uğurladı beni. Dış
kapıdan sonra Mihemed’de içeri geçti. Son
olarak Cemile’ye dönerek, “Suriye’ye dair
beklentiniz nedir” diye sordum. Cemile’nin
yüzündeki umutsuzluğu görünce soruyu
sorduğuma pişman oldum. Cemile, “Yıkılmış virane olmuş bir yer için ne beklentimiz olur ki. Geleceğimiz Halep’te yıkılan
evimizle birlikte yıkıldı. Allaha şükür nefes
alıp yaşıyoruz. Buna da şükretmeliyiz”
diyor ve içeri giriyor.
Büyük bir merakla geçtiğimiz o dar ve
dönemeçli sokaklardan tek başıma acıyla
yürüyorum. Onlar İstanbul şehrinin en
görünen yerinde, görünmeyenler olarak var
olma mücadelesi vermeye devam edecekler.
Suriye iç savaşının başlamasıyla evlerini,
sokaklarını, yurtlarını terk etmek zorunda kalan milyonlarca insan, İstanbul’un
göbeğinde bütün yoksunluklarına rağmen
varlık mücadelesi veriyor. Birçoğu için artık
İstanbul onların yurdu. Aramızda dolaşan,
mendil-su satan, kağıt toplayan bu insanlar
varlar! Biz yokmuşuz gibi davransak da.
Herkesin şehrin her tarafında her an gördüğü, görmezden geldiği ‘Suriyeliler’ sessiz,
yorgun ve derin bakışlarıyla “hayalet” gibi
geçiyorlar ‘yoğun’ hayatlarımıza hiç temas
etmeden..
YAŞAM
BasHaber
01 Şubat - 7 Şubat 2016
15
SÖYLEŞİ
Sur savaşı onları yuvasız bıraktı
Güvercinler havada kaldı
Y
Gültekin Kew
oğun bir güvercin besleme
kültürü olan Diyarbakır’da
Sur’da meydana çatışmalar bu
kuş türünün de yaşamını tehdit ediyor. Güvercin besicilerinin Sur’da yoğunlaşması ve meydana gelen olaylar
yüzünden güvercinlerin havada
kaldığı söyleniyor. Silah seslerinden
ürken, barındıkları yuvalara dönemeyen güvercinlerin Diyarbakır’daki
kolonileri ciddi tehlike altında.
Diyarbakır’ın eski güvercin kültürünün halk üzerinde yarattığı etkiler
güvercin yetiştiriciliği eski canlılığını
bir miktar kaybetse de günümüze
kadar gelmiştir. Ünlü Diyarbakır karpuzunun temel gıdası olan gübreyi
sağlayan bu kuş türünün yetiştiriciliği azaldıkça karpuzun da çapı
küçüldü. Şehrin çevre köylerinde
Boraxane denilen güvercin evlerinin
azalması ile birlikte gübre bulunamaması nedeni ile Dicle kıyısındaki
kumlukta yetiştirilen devasa karpuzlar da kilo vermeye ve Diyarbakır’ın
ünlü karpuz festivalleri yapılmamaya
başlandı.
Ancak güvercinler kimi şehir
sakinlerinin en güzel hobisi olarak
kentte yaşamlarını sürdürmeye ve
gökyüzünü süslemeye devam ediyor.
Diyarbakır’da güvercin yetiştirme
hobisi olan çok sayıda insana rastlamak mümkün.
Diyarbakır Irk ve Posta Güvercinlerini Koruma ve Yaşatma Derneği
Başkanı Hüseyin Tuğcu Diyarbakır
kültüründe güvercinlerin yeri ve önemi hakkında BasHaber’e konuştu.
Güvercin deyince aklımıza hoşgörü,
mutluluk, sevinç ve huzurun geldiğini söyleyen Hüseyin Tuğcu, güvercinlerin yanına geldikleri zaman bütün sosyo-ekonomik sorunlarından
arınarak negatif elektiriği atmaya
çalıştıklarını ve bu konuda güvercinlerin kendilerine çok iyi geldiklerini
söylüyor.
500 yıllık kültür ve yarışlar
Diyarbakır’da kale içinde bulunan
eski yapıların dış kapı tokmaklarının
bir kısmı güvercini simgeler şekilde
yapılmıştır. “Şakşak” adı verilen bu
tür kapı tokmaklarının 8 ayrı çeşidi
tespit edilmiştir. Hüseyin Tuğcu
güvercin kültürünün Diyarbakır’da
1500’lü yıllarında surların dışında
5-10 km’lik posta güvercinlerinin
yarışlarının yapıldığını, Osmanlı döneminden bu yana beslenen 4 farklı
grupta 18 çeşit sarayda beslenen
güvercin olduğu ve bunların renkleri
ve yapılarının diğer güvercinlerden
çok farklı olduğunu aktarıyor. Tuğcu:
“Grupların çeşitliliği güvercinimizin
zengin özelliğini gösterir. Gruplarının hepsi farklı özelliklere sahip.
Kekme grubu, Göğsüak grubu, Dimdik ufak grubu ve İçağlı olarak adlandırıyoruz. Bunlaar Diyarbakır’a has
olan güvercinlerdir. Osmanlı devleti
döneminde posta güvercinlerinin
yarış geleneği uzun yıllar boyunca
yapılmadı. Biz dernek olarak 10 yıldır
bu yarışları tekrar ve aralıksız olarak
düzenliyoruz.”
Diyarbakır güvercinlerinin posta
yarışlarında şu an Türkiye’de ilk üç
sırada olduğunu vurgulayan Tuğcu
şunları ekliyor: “Diyarbakır güvercincileri 1050 km’lik mesafeyle güvercin
yarıştırıyor. Türkiye’de en uzun
mesafeden kuşu yuvasına geri getirtebilen iller arasında ilk sıralardadır.
Bu güvercin besleyicilerimizin ne
kadar ilgili olduğunu gösteriyor. En
son Bolu ili girişinden Diyarbakır’a
güvercin getirtebildik.Dünya da en
uzun mesafeden kuş yarıştıran ikinci
il oldu.”
Bilimsel çalışmalar başladı
Diyarbakır Irk ve Posta Güvercinlerini Koruma ve Yaşatma Derneği
Başkanı Hüseyin Tuğcu ve Dicle
Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi
Zooteknik Anabilim Dalı Başkanı
Yrd.Doç. Romedi Çelik’in ortak
çalışması olan Diyarbakır’ın Yerel
Güvercin Irkları adlı kitap son aşamasına gelinmiş.
Konu hakkında BasHaber’e konuşan Yrd.Doç. Romedi Çelik, Zooteknik bilimi içerisinde Türkiye de
bugüne kadar güvercinlerle ilgili bir
çalışmanın olmadığını fark edip önce
Hüseyin Tuğcu
Urfa ilinin güvercinlerini ama araştırdıktan sonra aslında Diyarbakır
güvercinlerinin daha derin ve köklü
bir geçmişe sahip olduğunu fark
etmeleri üzerine çalışma Diyarbakır
güvercinlerini konu aldığını aktardı.
Çelik şöyle diyor: “Bugüne kadar
hep derleme çalışmalar yapılmıştı
güvercinler hakkında ama biz daha
geniş bilimsel ve ölçülü, tartılı ve yerel ırk özelliklerini ortaya çıkaracak,
çeşitlerini ve yuvanın hangi kuşun
yaptığından tutun da duygu ölçüm
tespitlerine kadar her şeyi bilimsel
olarak belirledik. Kuşun ne kadar
yüksek olduğunu kanatlarının ne
kadar açılıp ve kısaldığı gibi bütün
bilinen ama bilimselliği olmayan
sadece gözlemlerle belirlenmiş
çalışmaları bilimsel metodlarla ortaya koyup Diyarbakır güvercininin
yerelırk özelliklerini ortaya koymayı
amaçladık.”
Tarihi kuş pazarı
Bölgede yaşanan olaylar toplumun bütün kesimlerini etkilerken
güvercincileri de unutmamıştı.
Tarihi kuş ve güvercinciler pazarı Sur
ilçesinde bulunmasından dolayı artık
bir araya gelip kuşlara eş ve ırkdaş
bulma etkinliklerini yapamadığını
da ekleyen Tuğcu, “Benim bildiğim
50 yıldan daha fazla bir süredir
Kurşunlu Camii’nin bulunduğu açık
alanı pazar olarak kullanırız. Aslında
pazar değil kuşlarının tamamlanması için bir araya gelinen, birbirilerinin
kuşlarına eş ve ırk bulup, değiş tokuşun yapıldığı bir alandı. Maalesef
Son olaylarla artık Sura giremiyoruz.
Ya dernekte bir araya geliyoruz ya da
küçük dükkanlarda bir araya gelebiliyoruz” diyor.
15
Küçük hikayeler
SENNUR BAYBUĞA
Evet, biraz uzaktan bakınca
memleketin temelini oluşturan ne
kadar değişmez dediğimiz şey var
ise, birbirine girdiğini, o temelin
aslında düşünülen ve varsayılan
kadar da sağlam olmadığını görebiliyorsun. Sol, kendini inşa ettiği
yüzyıllık değişmezlerini, ulus ve
millet kavramları kendisini, din
kendisini hatta Türk de kendisini
yeniden yeniden bulup keşfediyor gibi görünüyor. Bir
yanında bodrum katlarına hapsedilmiş ve ambulansların
yaklaşmasını yasaklayarak ölümleri izlenen yaralılar dolu
iken denetimsiz inşaatların alt katlarında, bir yandan da
denetimli inşaatların caddelerinde genç kızlar tecavüze
uğruyor ve o saatte sokaklarda kadınların ne işi olduğu
sorgulanıyor. Çatırdıyor memleket, öyle ki bodrum
katına hapsolmuş yaralı bir yoksul Kürd ile hayatında
ayağına çamur değmemiş bir akademisyenin kaderi
artık birbirine bağlanmış ve birinin yaşaması diğerinin
sağalması ve ayağını çamura batırması ile mümkün hale
gelmiş bulunuyor.
Büyük kavgaları büyük insanlar verirler, küçük
insanlar ölürler, kadınlar, çocuklar ölürler, kadınlar satılırlar, barış zamanı olduğu iddia olunan bu toplumlarda
tecavüze uğrarlar, tecavüze uğrayan kadınlar kimi yerde
öldürülür, daha ‘medeni’ olan bizim gibi ülkelerde neden sokakta, neden etekli, neden gülüyor diye linç edilirler. Büyük insanlar büyük kavgaları verirler ve tarihi
onlar yazarlar, küçük insanlar yemekleri pişirirler ve bu
büyük alçaklıkların karınlarını doyururlar. Yıllar evvel
Belge Yayınları Mare Nostrum dizisi yayınlamıştı, bu diziden çıkan kitaplardan belki de ilkiydi hatırlamıyorum,
gençliğimin en ateşli ve en büyük insanlar sınıfına aday
olduğu yıllarda Loksandra isimli bir kitabı okumuştum,
ciddi kitapları okuma arası verdiğim bir hafta sonunda.
Beni bu kitap kadar etkileyen bir kitap daha olmamıştır.
Loksandra; Tatavla semtinde yaşadığı mutfakla, kokuları
ve yemek tarifleri ile komşu oturmaları ve lezzetlerin
tarifinin yapıldığı tasvirlerle, aslında tüm Anadolu coğrafyasının büyük insanlarca ırzına geçilen geçmişinin, bizim vicdanımızdan çok mutfağımızda görmemizi istediği
tarihini anlatıyordu. İddiasız ve kimseye büyük sözler
etmeyen, balık etlice bir kadının çocukları, yemekleri ve
ev gezmeleri ve hayatının hiç oluşu. Loksandra’nın mutfağında yanan tereyağının kokusu duyulmaz olduğunda
artık, büyük insanlar ne yaparlarsa yapsınlar doymayacaktı karnımız bir daha.
Kavganın gitgide büyüdüğünü ve ölümler karşısında
duyduğumuz acıya artık yabancılaştığımızı görüyorum.
Öldürülmenin en vahşi fotoğrafını bulup paylaşmıyorsan
haberin altında yeteri kadar tepki bile gelmiyor, tepki
dediysek kimi üzgün surat kullanarak verilen yazınsal
edepten bahsediyorum. Artık artan ölüm ve gitgide
hissizleşen savaş karşısında, çatışmaların neden başladığı
bile unutuldu. Bir yanda vahşi ve ahlaksız savaş devam
ederken, bir yanda ölmeyen ve evlerinde öldürülmeyen
insanların yaşama dair geleceği dair iyi bir şeyler biriktirdiklerini düşünmeleri ne kadar anlamsız, aslında
ölmeden çürüyen bir çoğunluğuz biz. Şimdi oturduğum
yerde börek yaparken, yüzyıl geriden düşündüğümde, o
coğrafyanın tüm insan hikayelerinin bugünü işaret eder
gibi örüldüğünü görüyorum, koca Anadolu’yu nüfusundan başlayarak dizayn etmeye, yok ederek çağ çocuk
katlederek bir ülke yaratmaya soyunan ‘büyük akıl’, yeni
bir devlet kurmak için, yeni zengin sınıfı yaratmak için
insanları katlederek onların incik boncukları ile tarlaları
ile bıçakları ile evleri ile kendine servet edindiğini sanan
sağ kalanlar topluluğu, el koyduklarının laneti ile hissizleşen ve gitgide hafızasızlaşan yarınsızlıkları ile eğitimi,
yaşamayı, bölüşmeyi ortadan kaldırarak hepimizin
lanetli bugününü yarattılar ve biz gerçekten yaşıyoruz
sanarak bugünün canlı yayın tekrarını izleme hali ile baş
başa bırakıldık. Mutfaklarımıza tereyağ kokusu sinmeli
yeniden.
16
MÜZİK
BasHaber
Gulê Mayêra
“Dilimi
büyükanneme
borçluyum”
Zazakî müziğin ‘sessiz’ seslerinden Gulê Mayêra işini
sessizce sürdüren, kendi alanında popülist kaygılar taşımadan, eş zamanlı olarak hem dil ile ilgili çalışmalar yapıyor
hem de TV’lerde Zazaki programlar yapıyor. Gulê Mayêra,
müzik geçmişini, müzikal çalışmalarını ve Zazaki ile kurduğu
ilişkiyi BasHaber’e değerlendirdi.
Ercan Ekinci
Müziğe başlama serüveninizi anlatır
mısınız?
1992 yılında Erdal Erzincan Bağlama
Atölyesi’nde başladım. Erdal Erzincan
öncülüğünde bağlamayı elime alıp müziğe
başlamış oldum. Bağlama çalmaya başlayarak
müzik hayatıma başladım. Müzik hayatına çok hızlı atıldım. Mezopotamya Kültür
Merkezi’nde (MKM) yer alan bir grubun,
Koma Rojhilat adında bir gurubun albüm
çalışmaları vardı. Tam albüm çalışması
aşamasında gruptan ayrılmış kadın elemanın
yokluğu benim gruba girmeme ve böylece
MKM’de çalışmalara başlamam sebep oldu.
Hiç dil bilmiyordum. Mesela Kurmanci hiç
bilmiyordum. Ana dilim Zazaki. Hiç bilmiyor
olmama rağmen stüdyoda iki tane Kurmanci
eser seslendirdim. Bu bana inanılmaz zor
gelmişti. Kürd olduğumu söylüyorum. Ama
ben bu dili bilmiyorum dedim ve Kurmanci öğrenmeye karar verdim. Bir de kültür
merkezinde çalışmanın omuzlarına getirdiği
yükle enstrüman öğrenme hevesi gelişti. Tabi
o zaman koşullarımız çok sınırlı ve olanaklarımız yok. Ekonomik durumlar kısıtlıydı.
Herkes eline bir metot alıp bir odaya geçip
kültür merkezinde enstrümanını kendi başına
öğreniyordu. Ben de öyle yaptım. Biraz grup
çalışmaları ve kültür merkezinde farklı çalışmalarla beraber Koma Asmin adında ikinci
bir grup daha oluşturulmuş oldu. Özetle
şöyle söyle söyleyebilirim: MKM’de 2001 yılına
kadar Koma Rojhilat ve Koma Asmin’de yer
alarak birçok konsere ve programa kapsamında yurtiçi ve yurt dışına gittik. Bir takım
tecrübeler edinmiş oldum. Hem müziğimizle
ilgili hem kültürümüzle
ilgili hem yapabileceklerimin ne olabileceğiyle ilgili kısıtlı da
olsa tabi ki biraz bir
bilinç oluşmuş oldu.
90’lı yıllardan
Toplum ne kadar dağınıksa sanatsal faaliyetler de o kadar dağınık gibi görünüyor.
“Zazaki konuşan insanların yüzde 80’ı aynı zamanda Kurmanci’yi de bilir. Zazaca Kürdçe’nin
bir lehçesidir diyen insanlar, ne yazık ki Zazaki
bilmiyor. Yani söylemleri lafta kalıyor. Ben
bunları iç açıcı ve geliştirici bulmuyorum. Bir
kurmanc ve biri Zaza’nın karşılaşması “Sekena
rinde” (Merhaba, nasılsın?) gibi sözcüklerden
ibarettir.”
2000’li yılların başına kadar Türkiye’de
Kürd müziğinde politik anlamda güçlü
bir kom geleneği vardı. Kürd müziğinin
dünü ve bugününü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürd müziğinde iki yön var. Yönlerden biri
yürütülen mücadelenin, ulusal kurtuluş mücadelesinin çok hareketli olduğu, kom’ların
tamamen Kürd müziğinin yönünü belirlediği
bir durum vardı. Ne kadar hareketli ise o alan
veya o alanda ne oluyorsa bütünüyle müziğe
yansıdığı bir durum vardı. Şimdi ne acı ne
hareketlilik bitmiş durumda. Ne de herhangi
bir şekilde Kürd müziğine dair yapılması gereken bitmiş durumda. Öbür taraftan da sürekli
Kürd müziğinin sanatsal ve içerik anlamda
daha müzikal kaygılarla yola çıkılarak yapılmış çalışmalar da var. İşin içinde ajitasyonu çıkararak, teknik bir takım bir şeyleri çıkararak
biraz daha müzikal kaygılarla hareket eden
insanlar da var. Bugün Kürd müziğine baktığımız zaman bir durağanlık dönemi yaşadığını
görüyoruz. Üretememe durumu söz konusu.
Sizin Serya ile birlikte 2010 yılında ‘Gurbet’ adlı bir albüm denemeniz oldu. O
süreci biraz anlatır mısınız?
Daha önceki gruplarla birlikte yaptığım çalışmaların dışında birçok albüme vokal etme
ve düet yapmanın dışında 2010 yılında ben
ve Serya adında bir arkadaşımla Almanya’da
çalışmalarını yaptığımız ve bitirdiğimiz bir
albümümüz oldu. Albümün bütün çalışmalarını Umut Yılmaz yaptı. Tamamen kendi
olanaklarımızla evde kayıtlarını yaptığımız,
ev ortamında yaptığımız bir albüm oldu. Albümü çıkarmamın amacı şuydu: ‘Almanya’ya
hep gurbet gurbet derler.’ Bende de gurbet
bilinci oluşmuş oldu nedense. Bende besteler
yapmaya başladım. Hem köklerime hem
uzaklaştığım bütün çevreme, yaşadığım ve
uzaklaştırıldığım toprağa, insana dair duyduğum özlem bana da besteler yaptırdı. Söz
ve müziklerini kendimin yaptığı birkaç tane
çalışmam oldu.
Benim babamın annesi, anadilimi öğrenmemde, ölene kadar konuşmamda, hafızamda
onu canlı tutmama yardımcı olan bir insan.
O öldükten sonra sanki benim kaynaklarım
tükendi veya tükeniyor gibi bir korkuyla bu
çalışmayı bir albümde toplayarak ona olan
vefa borcumu ödemek istedim. Albümü onun
için yapmak istedim. Benim bu albümümü
çıkarmamın hareket noktası nenem oldu. Bu
albüm hem Kurmanci ve Zazaki, hem Türkçe
hem de Ermenice karışık olduğu bir albüm
yapmış olduk.
Gelecek dönem için albüm çalışması
olacak mı?
Söz- müzik ve besteleme çalışmalarımı sürdürüyorum şuan. Benim Hollanda’da birlikte
müzik yolculuğuna çıktığım bir genç kız arkadaşım var, adı Nadya Viser. Onunla birlikte bir
albüm projesinden hep bahsederim. Umarım
en kısa sürede tamamen kendi anadilimden
ve onun da artık ikinci anadil olarak seçtiği
Zazaca’dan bir albüm yapmaya düşünüyoruz.
‘Zazaki çalışmalara devam’
Birey olarak müzikten ziyade
dille ilgili çalışmalarım var. Bu
dille ilgili belgeseller ve çizgi
filmler seslendiriyorum. Aynı
zamanda Tv 10’da Zazaca bir
televizyon programı yapıyorum.
‘Perloda Ma’ dergisinin genel yayın yönetmeni
olarak görev alıyorum. Derginin tamamen dili
Zazaki ve kültür-sanat dergisi. Bu dille ilgili birey
olarak ne gerekiyorsa yapıyorum. Evet şuan için
müzikten çok hayatım merkezinde yer alan şey
Zazaki’dir.
01SÖYLEŞİ
Şubat - 7 Şubat16
2016
“Bilmediğim
dilden
hissederek
şarkı söylemek
bana uzak”
Sizce çok kültürlülük üzerine
yapılan müzikler toplumda
yeterince ilgi görüyor mu ya
da bu coğrafyadaki insanların
acılarını dile getirirken karşılık
buluyor mu?
Tabi ki yansıtmıyor. Dile
getirmiş oluyor musun acılarını,
elbette ki olmuyorsun. Biz iki
tane o dilden iki bu dilden iki
tane şu dilden söylemiş olarak
Ermenilerin acılarını dile getirmiş
oluyor muyuz, hayır. Kirmanckî
(Zazakî) konuşan insanların ya da
yaşayan insanların acılarını tabi
ki dile getirmiyoruz. Birey olarak
bu tür çalışmalar şu açıdan
karşıyım: Buralar üzerinden bir
yerlere ulaşmak ya da hitap etmek istediği kitleye ulaşmak söz
konusu olmuyor. İnsanın kendi
konuşabildiği dilden onu algılayıp, içselleştirebilip, hissedebilip
söyleyebiliyorsa o zaman anlam
kazanmış olur. İnsanın bilmediği, hiç anlamadığı bir dilden
gerçekten hissederek bir şarkı
söylemesi, bir türkü, bir kilam
söylemesi bana biraz uzak.
Zazaca’ya karşı yeterince ilgi
var mı ya da Kurmanci konuşanların Zazaca’ya bakışını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kurmanc-Zaza ikileminde
şöyle bir acı gerçeği dile getirmek istiyorum. Zazaki konuşan
insanların, Vartolular, Dersimliler,
Koçgirliler, Erzurumlar, yani bu
coğrafyalarda Zazaki konuşan insanların yüzde 80’i aynı zamanda
Kurmanci’yi de bilir. Zazaca
Kürdçe’nin bir lehçesidir diyen
insanlar ne yazık ki Zazaca bilmiyor. Yani söylemleri lafta kalıyor.
Ben bunları iç açıcı ve geliştirici
bulmuyorum. Bir Kurmanc ve biri
Zaza’nın karşılaşması “Sekena rinde” (Merhaba, nasılsın?)
gibi sözcüklerden ibarettir. Bir
Kurmanc bir Zaza’ya ‘merhaba’
diyecek ve ardından bu duruma gülecek. Bu çok acı bir şey.
Zazaca’nın sonuna eklerle neşeli
bir duruma büründürerek bu
dil öğrenilemez. Kurmanc-Zaza
ikileminde Zazaca’ya yaklaşımın
çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Birazcık daha özen gösterilmeli. Dillerin hepsi saygıyı hak
eden unsurlardır.

Benzer belgeler

BasHaber PDF

BasHaber PDF çatışmaların devam edeceğini ve Suriye’nin üniter bir yapıya kavuşmasının mümkün olmadığını ve bu durumun Mayıs ve Temmuz 2016 aylarında bölgedeki devletlerin yanı sıra dünyadaki tüm güçler tarafın...

Detaylı

KBY temiz siyaset sınavında Dr. Nick Brauns:

KBY temiz siyaset sınavında Dr. Nick Brauns: bir durum aldığını söyleyerek şöyle devam etti: “İran’ın nükleer hamlelerine karşı Rusya’nın denetiminde 2013’te görüşmeler başladı. 2015’te bir uzlaşıya varıldı. 2016’da ambargo kalktı. Bunlar öne...

Detaylı