Mizanpaj 1 - Mücadele Birliği

Transkript

Mizanpaj 1 - Mücadele Birliği
GÜZEL
GÜNLER
GÖRECEĞİZ
B-O-Y-K-O-T
FABRİKALAR TARLALAR SİYASİ İKTİDAR HER ŞEY EMEĞİN OLACAK
Seçimlerin üzerinden üç ay geçmedi henüz ve ülke yeniden
sandık başına gidiyor. Oysa 7 Haziran akşamı ne coşkulu zafer
şarkıları söyleniyordu! “Bir oy pek çok şeyi değiştirecek bir eylemdir” diyenler ne de kendine güvenliydi! Bu ham hayallerin
gerçek güç ilişkileri arenasında tuzla buz olması için birkaç
gün geçmesi yetti de arttı bile. Herkes “saray darbesi”nden
bahsetti, anayasa nutukları atıldı, “yasa tanımazlık”tan dem
vuruldu... Sonuçta gerçek güç ilişkileri söz konusu olduğunda
“bir oy” değil, milyonlarca oyun bile bir hükmünün olmadığı,
koca bakanların, milletvekillerinin ve parti başkanlarının
Cizre kapısında devletin sıradan bir memurunun engelini aşamadığı yaşandı, görüldü.
Tüm ufuklarını “AKP'yi geriletmek” ile sınırlayan cümle
siyasi çevre, AKP'yi “tek başına iktidar çoğunluğu”ndan ettikleri halde onu ve devleti “geriletemediklerini” farkettiler.
Buna rağmen emekçileri yine sandığa çağırıyorlar. Üstelik devletin bunca saldırısına, oyununa, sahtekarlığına, sandık taşıma
hilesine rağmen! Eskaza ağzından boykot kelimesi çıktı diye
parti sözcüsünü topa tuttular. Parlamentarizm bütün beyin
hücrelerine sirayet etmiş, havsalaları başka bir yol, başka bir
hareket tarzı almıyor.
Sandıkla, “bir oy”la emekçi sınıfların, Kürt halkının yaşamı değişmez! Kendi geleceğimiz kendi ellerimizde. Kürt
halkı kendi kendilerini yönetmek ve savunmak için her yerde
harekete geçti bile. Bu adımlar, niyet ne olursa olsun, halkın
kendi iktidarını kurma yolunda atılan adımlardır. Fiili olarak
ortaya çıkan durum, ikili iktidar durumudur. Halkın özgürlük
yoludur! Devlet bunu gördüğü için acımasızca saldırıyor.
Özgürlüğümüz, kurtuluşumuz, umut dolu yarınlarımız ne
sandıkta, ne parlamentoda, ne verilecek oylarda! Artık geleceğimizi kendi ellerimize almanın vakti geldi! Devrim için ayağa
kalkmanın vakti geldi.
>>Editör...
DİHA'ya
Sansürden
Sonra
Baskın!
Diyarbakır Huzurevleri'nde bulunan Dicle Haber Ajansı (DİHA), Azadiya Welat ve KURDİ-DER binalarına
28 Eylül günü baskın düzenlendi. Binanın etrafı zırhlı araçlarla kapatıldı,
32 kişi gözaltına alındı.
Huzurevleri'nde özgür basın kuruluşlarının bulunduğu binanın etrafını
Durum Daha Uygun
C.Dağlı
SURİYE'DE
DEĞİŞEN DENGELERİN
DEVRİMİMİZE ETKİLERİ
zırhlı araçlarla saran polis, kapıyı kırarak binaya girdi.
DİHA muhabirleri de dahil
olmak üzere binada bulunan tüm kurumların çalışanları polis tarafından
binanın en alt katına indirilerek kimliklerine ve telefonlarına el konuldu ve
şiddet uygulandı. Daha sonra polis,
2
Çocuklar, ah çocuklar!.. Okullar açılıyor, kış geliyor. Kimi
çocuklar okul hazırlığı, kitap defter, kış hazırlığı yaparken,
kimi çocuklara cenaze töreni düzenleniyor...
Çatışma sırasında çatıdan düştü, polis kurşunuyla vuruldu, keskin nişancılar tarafından vuruldu, protesto gösterisi sırasında polis kurşunuyla vuruldu, bomba patlaması
sonucu öldü, zırhlı araçtan açılan ateşle vuruldu, polislerin
ambulansın sokağa girmeye izin vermemesi sonucunda öldü,
evini vuran bomba ile öldü...
Suruç katliamından bu yana, sadece 70 günde öldürülen
çocuklar bunlar.
20 çocuk... Kimi sadece birkaç haftalık, kimi 14-17 yaşında, hayatının baharında... Ailelerinin bin bir gelecek umuduyla yetiştirdiği çocuklar... Adları Beytullah, Hasan,
Muhammet,
Mehmet,
Zeynep...
Katiller koparıp alıyor çocuklarımızı ellerimizden.
Hunharca,
acımasızca... Hani şimdi
biz vuruşuruz çocuklarımız için! Hani mutlu bir
gelecek isteriz onlara,
güzel bir dünya. “Hani
şimdi biz... / İnanın: güzel
günler göreceğiz çocuklar/
30 Eylül - 15 Ekim 2015/ S 293 / 1 TL
güneşli günler göreceğiz.”
Devrim Eğitiyor
Dönüştürüyor
Özgür Güven
DİHA, Azadiya Welat, Aram Yayınları ve KURDİ-DER çalışanı 32 kişiyi,
ablukaya alınan ajans binası önünde
bekletilen polis araçlarına bindirerek,
Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne
götürdü.
Günlerdir kapısında zırhlı araçlar
bekleyen DİHA'ya baskın yapan pol-
4
Devrimci İktidar Ve Sol
Ali Varol Günal
Rusya'nın Ortadoğu'da ve
özellikle de Suriye'de son bir kaç
aydır attığı adımların siyasi ve askeri dengeleri değiştirdiğine dair
genel bir kanı oluşmuş durumda.
Artık kimse Suriye'de ve dahası Ortadoğu'da işlerin bir kaç ay
öncesi gibi süregideceğini söyleyemiyor; söyleyemez.
Genel kanıya rağmen şunun
altını çizmek gerekir: Suriye'de
dengelerin değişmesinde Rusya'nın
attığı adımlar başat rol oynasa da
tek faktör bu değildir. Rusya'nın yanısıra Çin ve İran'ın attığı adımlar
da hesaba katılmalı.
3
islerin elinde hiçbir arama izni olmadığı, resmi bir belgenin bulunmadığı
belirtildi. DİHA'nın internet sitesi de,
24 Temmuz’dan bu yana 20 kez sansürlenmişti.
Gözaltına alınan basın emekçileri
ertesi gün sabah saatlerinde serbest bırakıldı.
5
Olağan Bir Yaz
Umut Güneş
7
Çil Yavrularının
Köpükten Gazabı
Umut Çakır
9
2
MÜCADELE BİRLİĞİ
DURUM DAHA UYGUN
BAŞYAZI
C. Dağlı
Pratikte devrimci önderliği ortaya koymamız durumunda,
nesnel koşulların devrim için yeterli bir olgunluğa erişmesinin yanı sıra, yıllarca savaşan bir proleter sınıfın ve halk kitlelerin varlığı, uzun süreli savaşımda ve çatışmalarda yetkin
bir düzeye ulaşan Kürt halkı, mücadeleci yoksul köylülüğün
bugünkü durumu, devrimci mücadelenin etkin bir gücü olan
gençliğin sahip olduğu zengin deneyim, aydınların mücadelesi ve bugün devrimci kavgada daha etkin ve önde bir yer
tutan kadınların savaşımı, devrimin bu bileşenleri ve güçleri
bize zafer getirebilir. Bize yeni bir geleceğin kapısını açacak
yeni bir ayaklanma bu güçlere dayanacaktır.
Burjuva egemenliğine karşı harekete geçen, savaşan ve
savaşını gün gün boyutlandıran kitleler bugün daha bilinçli,
daha örgütlü ve yetkin olarak davranıyorlar. Hem Türkiye ve
Kürdistan genelinde hem bulundukları her alanda devrimin
birleşmiş güçleri olarak hareket ediyorlar. Devrimci güçlerin
birleşik hareketi, emekçi, ezilen halkların burjuvazi üstündeki
zaferinin önkoşuludur.
Kitleler nasıl bir hedef için kavgaya katıldıklarını bilmek
isterler. Zafer için olanaklar ve mücadele yeteneği tek başına
yeterli değildir. Hedefin ya da mücadelenin içeriğinin ne olduğu da çok önemlidir. Mücadelenin devrimci içeriği ya da
mücadelenin devrimci değeri sonuç almak için büyük bir
öneme sahiptir. Mücadelenin devrimci içeriği, devrimci ayaklanmayla, devrimle, devrimci bir iktidar kurmak ve sosyalizme
geçmektir.
Maddi ön koşullar, tarihsel durum devrimci hedefimizi
gerçek yapmaya olanak veriyor. Nesnel durum, uygun. Nesnel
ve öznel koşulların birliği oluşmuştur. Uzlaşmaz sınıf karşıtlığı ve çelişkisi son derce keskin. Kapitalist sınıf bulunduğu
yerden alaşağı edilecektir. Onlar işçi sınıfının ve emekçi halk
yığınlarının öfkesi ve savaşımıyla alaşağı edilecektir. O öfke
ki, yıllardır birikmiştir ve her geçen gün büyüyor. O savaş ki,
yarım yüzyıldır sürüyor ve gün gün boyutlanıyor.
Tekelci sermaye, yıllarca savaşmış, tüm bu yıllar boyunca
pratikte ustalaşmış, savaşan kitlelerle karşı karşıya. Proleter
sınıf ve proletaryanın politik hareketi, devrimci bilinci bu
büyük siyasal mücadele içinde edindi. Sermaye sınıfı, savaşan kitleler karşısında uzun süre ayakta kalamaz bir durumdayken, emekçi halk yığınları ise bu savaşı kazanacak bir
konumda bulunuyorlar.
Hareketin gelişme eğilimi bu yönde, yani kazanmamızı
sağlayacak bir çizgide ilerliyor. Bu sonucu, kitlelerin toplumsal pratiğinden çıkarabiliriz. 31 Mayıs 2013 Ayaklanması ve 67 Ekim Ayaklanması kendisinden önceki yığınsal savaşım
örneklerini aştı. Ve devrimci hareketin gelişiminde yeni bir
dönem başlattı. Olan şey Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimci hareketin kendini aştığını ve bu eğilimin süreceğinin en
çarpıcı ve göze batan ve en güçlü kanıtıdır. Proletarya ve halklar, devrimci savaşımın yükseliş çizgisinde devam ettirirlerse
kazanırlar.
Türkiye tekelci sermayesi, düşman sınıflar arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı ve uzlaşmaz çelişkiyi yumaşatacak, emekçilerin gereksinimlerini karşılayarak onların ayaklanmalardan
geri çekilmesini sağlayacak durumda değildir; aksine karşıtlıklar ve çelişkiler her geçen gün biraz daha büyüyor ve keskinleşiyor. Ekonomik krizler, ücretlerin düşürülmesi, işsizliğin
büyümesi, gün gün yokluk ve yoksunluk içinde olanların sayısının hızla artması, kapitalizme karşı devrimci halk ayaklanmasını kaçınılmaz hale getirdi ve getiriyor.
Bu durumda nasıl bir burjuva hükümeti kurulursa kurulsun ve ne denli bir kitle çoğunluğu desteğine sahip olursa
olsun, o halk kitlelerinin çıkarlarıyla karşıtlık içinde olacaktır.
Bu koşullarda, yönetemeyen ve gerçek anlamda egemen olmayan burjuvazi yeni hükümetle bu durumu tersine çeviremez. Dolayısıyla hangi hükümet kurulursa kurulsun karşıtlar
arasındaki savaşım bir üst düzeye çıkar.
Bu koşullarda bu durumda ve bu ortamda parlamentarist
küçük burjuva unsurlar, emekçi kitleleri parlamento aracılığıyla, kapitalist düzene bağlayabilirler mi? Bunu başarabilirler mi? Kesinlikle hayır. Kesinlikle hiçbir burjuva kurum
kitlelerin toplumsal hareketini dizginleyemez. Bu yöndeki her
girişimin başarısızlığa uğrayacağı kesindir.
TİP 60'lı yılların ortalarından sonra parlamentoda belli
bir sayı ile temsil edilmişken, 68 devrimci mücadelesinin ortaya çıkışını, Denizlerin devrimci mücadelesini, parlamento
dışı mücadelelerin öne geçmesini önleyemedi. Üstelik parlamento dışı devrimci eylemlerin yükselmesiyle TİP, zayıf düştü
ve giderek etkisizleşti. 50 yıldır kitleler açısından hiç değilse,
kitlelerin en ileri, en tutarlı, en mücadeleci kesiminin bakış
açısında çok net: Toplumsal kurtuluş parlamento dışı mücadelelerden, devrimci yığın eylemlerinden geçer.
Uzlaşmaz karşıtlıklar bugüne dek sınıf mücadelesinin sayısız çatışmalarına yol açtı. Karşıtlıkların derinleşmesi, daha
şiddetli ve daha sarsıcı çakışmalara, alt üst oluşlara yol açar.
Sermaye kaptanları, kaçınılmaz olan bir devrimi önlemek için
hangi tedbirlere başvurursa başvursun büyüyen karşıtlıklar ve
sınıf kavgası bir devrimle sonuçlanacaktır. Devrimin önlenemez ilerlemesi karşısında, burjuvazinin başvurduğu araçlar argümanlar ve girişimler her geçen süre etkisini biraz daha
yitiriyor.
Bu belirleyici savaşımda onlar en güçsüz dönemlerini görürken, biz en güçlü ve sonuç alıcı dönemimize girdik. Ne yaparlarsa yapsınlar, onları yeneceğiz. Bu kez başaracağız.
26. Mücadele Yılını Selamlıyoruz
30 Eylül - 14 Ekim 2015
Bakırköy Zindanında bulunan TKEP/L tutsağının 1 Eylül dolayısıyla düzenlenen etkinlikte yaptığı konuşmasını
paylaşıyoruz okurlarımızla
Dostlar,
25 yıl önce bugün 1 Eylül 1990'da proletaryanın devrimci sınıf partisi TKEP/Leninist
kuruluşunu ilan etti. “Barış günü proletaryanın iktidarıyla gerçek anlamını bulacaktır” diyerek çıktı yola. “Sosyalizm öldü” çığlıkları
altında coşan emperyalist kapitalist sistemin
göğsüne saplanan bir hançer misali kavgaya
var gücüyle katıldı. Kızıl bayraklar indirilirken saklı gizli, orak çekiçli yıldızlı bayrağını
en yukarılara çıkararak dalgalandırdı. Türkiye
ve Kürdistan'da burjuvazi savaş yasalarını işçi
emekçi ve Kürt halkının yükselen eylemlerini
serhıldanları boğmak için uygulamaya koyduğu yıllarda THKO'dan THKO-MB'ye ve
TKEP'e taşınan ve geliştirilen devrimci mirası TKEP/Leninist'e taşıyarak taçlandırdı
partimiz. Denizlerin uzlaşmaz illegal silahlı
mücadele anlayışını esas alarak Leninist Parti
örgütlenmesini pekiştirdi. Gerek politik, gerek
pratik alanda ileri leninist çizgiyi yaşama geçirdi. 25 yıldır sürdürülen mücadele anti-emperyalist anti-kapitalist anti-faşist mücadeleyi
temel alıp işbirlikçi faşist burjuva iktidarı alaşağı ederek demokratik halk iktidarını kurmak
ve oradan kesintisiz biçimde sosyalist iktidara
ulaşmak hedefinin ısrarlı savunucusu olmuş,
pratik politik mücadelesini bu çerçevede geliştirmiştir.
Leninist Parti 26. mücadele yılına girerken ardında 45 yıllık devrimci mirası taşımaktadır. Nurhaklarda Sinanlar, idam
sehpasında Denizler, Leninist Gerilla Birlik-
lerinin komutanları olmuşlardır.
13 Mart 1982'de
idam edilen Seyitlerin
adları partinin Komsomol örgütlenmesi
13 Mart GKB'de yaşatılmaktadır. Enternasyonal
savaşçılar
Filistin'de Beyrut kuşatmasında savaşarak
ölümsüzlüğe uğurladığımız Teğmen Aliler
bugün Kobane'de savaşan parti militanlarımızca yaşatılmaktadır. Onlar gibi kararlı, onlar gibi cüret yüklü
yoldaşlarımızı sokak çatışmalarında, zindan
savaşlarında, ölüm oruçlarında ölümsüzlüğe
uğurladık. Kahraman savaşçılarımızdan çok
şey öğrendik. Yaşamları ve anıları önünde
saygıyla eğilerek, Partimizin 26. mücadele yılını selamlıyoruz.
Ayaklanmalar çağındayız, devrimler çağındayız. Emperyalist kapitalist sistemin yeni
evresi, varlık-yokluk savaşımının somutlanmış halidir. Burjuvazi kendisiyle birlikte tüm
toplumu, doğayı yokoluşa sürüklüyor. Yoksul
ve ezilen halklar, proletarya bu gidişe dur diyecek olan güçtür. 1 Mayıs Taksim Ayaklanmaları, Haziran Halk ayaklanması, 6-8 Ekim
Serhıldanı, işçi memur eylemlilikleri, fabrika
işgalleri, sokak savaşları, Kürdistan ilçelerindeki serhıldanlar yükselen devrimci çizgiyi
göstermektedir. Ayaklanmaların genel silahlı
halk ayaklanmasına dönüştürülmesi, ayaklanma organlarının komite, konsey, milis örgütlenmelerinin oluşturulup yaygınlaştırılması, silahlanma ve işbirlikçi faşist burjuva
iktidarı yıkıp demokratik halk iktidarını
kurma hedefini kitlelere taşımak büyük
öneme sahiptir. İnsanlığın ve doğanın katliamı
böylelikle son bulacaktır. Ve böylelikle ölümsüz savaşçılarımızın anıları zafere taşınacaktır.
Bu bilinç ve kararlılıkla 26. mücadele yılımız kutluyoruz
Kobane'den Mektup Var
Kobane'nin ilk sürecinde başlayan savaş, bir anda ortalığı kan
gölüne çevirdi. Bu savaşın arasında kalan Arap ve Kürt halkları, ya
topraklarını terk etmek zorunda kaldılar ya da çetelere teslim olarak
onların boyunduruğu altında savaşmak zorunda kaldılar.
Bu savaş aslında, emperyalistlerin her anlamda Ortadoğu'da hâkimiyet kurabilmesi için verilen bir savaşımdı. Bu sayede Ortadoğu
tam anlamıyla ele geçirilirken ve aynı zamanda Ortadoğu'da bulunan
zengin kaynaklardan da yararlanacaktı.
Kapitalizm kan içici bir vampir gibidir. Bunu ya savaş, ya demokrasi adı altında gerçekleştirir. Fakat Kobane'de yaşayan bireyin
savaşı değildi. Bir ulusun, bir halkın haklı savaşımıydı bu. Ve bu savaşın altında yatan güçlü bir irade vardı. Bir kez daha anlayacaklardı
ki, bizi hiç bir kuvvet yenemezdi. Ve yenemeyecektir. Belki de burada, Kobane'de insanlık tarihinin son dönemlerdeki en kanlı mücadele gerçekleşti. Bu topraklarda milyonlarca halk, temiz, iyi yüreklerle
ve hayata umutla bakan insanlar kanlarını akıttılar. Peki ne için?
Özgür olmak ve özgür bir yaşam için onlar ölümsüzleşti. Ve tüm güzelliklerini devrimin harcına kattılar.
Kobane tüm dünyada ve coğrafyamızda uzun zamandır gündemde olan bir savaş. Bu savaş gerek yaşattığı insanlık dışı katliamlar, gerekse mücadele ruhuyla, tüm dünyanın ve tabii ki emperyalist
güçlerin gündemi oldu. (…) Ve yine hepimiz biliyoruz ki bu savaş,
din uğruna verilmiş bir savaş değil. Değerlendirdiğiniz zaman, iki taraflı bir sömürü var. Bir yanda dini duyguları sömürülen insanlar, bir
yanda toprakları sömürülmek istenen bir halk var. Bu yüzden diyebiliriz ki, bu sömürüyü yaratan
aslında aynı. Birileri bir güç yaratıyor, bir bölgeye bırakıyor,
sonra önünü kesip kendini bir
kahraman olarak adlandırıyor.
Bugün DAİŞ diye adlandırdığımız bu düşmanın bu toprağa saldırması tesadüf müydü? Hiç
sanmıyoruz Çünkü anlattıkları
gibi inanç uğruna mücadele ettiğini söyleyenler, sivil halkı katledemez, ki bu en basit örneğidir.
Peki, bugün bu halka yardım
eden batı güçleri bunu sadece insanlık adına mı yapıyor? Onu da
En iyilerimizdi onlar
amansız güzel güneşli canlarımız
dur durak demeden
dinlenmeden
düştüler yollara
nerede kavga
orada onlar
nerede zulüm sömürü
orada onlar kavgada
sessiz mütevazi korkusuz
uzattılar kollarını güneşe
İkarus'tu onlar
güneşe ulaştılar.
Yüreğimizde geride kalmanın acısı
omuzlarımızda onların inancı, yaşamı
Ne denir
nasıl anlatılır
yürek sızısı
Ne denir
nasıl anlatılır
yürekleri volkan
yoldaş onuru.
En iyilerimizdi onlar
kimi daha çocuk yaşta
kimi genç, kimi yaşlı
kimi kadın, kimi erkek
kimi Kürt, kimi Türk, Ermeni kimi,
Ama hepsi bir, hepsi savaşçı
ulaştılar güneşe.
Bıraktılar onurlu bir miras
yarınlara taşınacak
Ne denir, nasıl anlatılır
özlem ve coşku
acı ve umut
Ne denir, nasıl anlatılır
boğazda kalan yumru
gözlerden süzülen damla
dudakta oluşan tebessüm
En iyilerimizdi onlar
Rüzgarın kanatlarında yol aldılar
En önde ulaşmak için sınırsız dünyaya
ulaşmak için sınırsız yaşama
çekincesiz, korkusuz
düştüler yollara
atıldılar kavgaya
Şan olsun onlara
Selam olsun ölümsüz savaşçılara!
Bakırköy Zindanından Bir Leninist
hiç sanmıyoruz. Ellerinde bu düşmanı tamamen yok edebilecek bir
güç varken, sadece sınırlı bombardımanla yetinmeleri bile durumu
apaçık göstermiyor mu?
Bizler, senelerdir emperyalist burjuva devletlerle işbirlikçi olan
bölge devletleri tarafından ezilen, katledilen, baskılara, işkencelere
maruz kalan, ötekileştirilen Türk ve Kürt halkları olarak bugün Kobane'de verdiğimiz savaşla kısa süre içinde tüm dünyada ses getirmesine neden olduk. Planlarının boşa çıkmasının yakın dönemdeki
bir örneği, bugün Kobane'de yaşanan süreçtir. Tamamen rant için ve
Ortadoğu'da tam hakimiyet kurabilmeleri için harekete geçen ve bunu
DAİŞ’in kanlı faşizm eliyle gerçekleştirmeye çalışan emperyalistler
bir kez daha anlamıştır ki, karşısında güçlü ve askeri açıdan donanımlı bir halk iradesi vardır. Ölümsüzlüğe giden yoldaşlar belki de
savaş olmasa buraya gelmeyi hiç düşünmeyen yoldaşlardı. Enternasyonalist güçlerin bir arada mücadele etmesi bile, bunun en büyük örneğidir.
Emperyalist güçler Arap Baharı adı altında sürekli Ortadoğu’ya
müdahale etmeyi amaçladı. Sürüp giden savaşlar, bu savaşlar sonucunda başa getirilen iktidarlar, tamamen çıkar üstüne kurulu bu sistemin ürünü aslında.
Bugün İran, Amerika, Rusya gibi savaşta söz hakkı olduğunu
iddia eden güçler, siyaset meydanlarında insanlıktan, YPG, YPJ gibi
güçlerin başarısından bahsederken düşman gücü Kobane'den kovulana kadar sessiz kaldılar. Burada etkin gücün değişmesi üzerine onlar
da diğerleri gibi bizden bahsetmeye başladılar.
Gerek yardımları, gerek hava saldırıları bize açıkça gösterdi ki,
bu savaş içinde sadece güç dengelemek için çabalıyorlar. Her iki taraf
için de güçleri dengeleyip, bu
topraklar üzerinde güç sahibi
olabilmek yegâne amaçları. 1.
Dünya Savaşı hatta daha eski
dönemlerden beri paylaşılamayan bu toprakların değeri ne?
Bu topraklar bu güçlere ne
ifade ediyor? Belki insanlık
adına mücadele ettiğini söyleyen her örgüt, önce buna yoğunlaşmalı. (…)
Bu savaş gösterdi ki, enternasyonal mücadele ve halk
iradesi tarih boyunca kırılmaz
bir güç olacaktır.
Kobane’den
YPJ’li Bir Savaşçı Havin
30 Eylül - 14 Ekim 2015
Editör
MÜCADELE BİRLİĞİ
SURİYE'DE DEĞİŞEN DENGELERİN DEVRİMİMİZE ETKİLERİ
Baş tarafı 1.
Sayfada
Ağustos'tan bu yana Rusya, Suriye'de süren
iç savaşın başından beri izlediği mevcut rejimi
destekleme politikasından farklı ne yaptı?
Her şeyden önce kendi askeri varlığını hem
nitel hem de nicel olarak artırdı. Askeri üs, gelişmiş radar sistemleri, hava savunma sistemleri
kurarak günümüz savaşlarının vazgeçilmez askeri teknik alt yapısını oluşturdu.
İkincisi, Suriye ordusunun askeri teknik yapısını güçlendirecek adımlar attı. Savaş uçakları,
hava savunma sistemleri, kara savaşlarının vazgeçilmezi gelişmiş tankları Suriye'de adrese teslim yapar gibi getirip verdi.
Askeri personel kapasitesini artırdı. Sayısı
bilinmeyen miktarda askeri personelini değişik
Yeni Hedef:
Beytüşşebap
gerekçelerle Suriye'ye yerleştirdi. Öyle ki Ortadoğu'da sınır kural tanımaz bir haydut gibi davranan İsrail, “karşı karşıya gelmeyelim”
endişesiyle Rusya ile özel hat kurmak zorunda
kaldı.
Savaş kapasitesini artırarak elini güçlendirdikten sonra diplomaside inisiyatif almaya başladı. ABD'yi “Esad”lı çözüme razı etti. Suudi
hanedanlığı ile Katar şeyhliğinin sesi soluğu kesildi. Almanya ve İngiltere “Esad mutlaka gitmeli” kükremelerini” “Esad'la da olur”
miyavlamalarına bıraktılar.
Artık şu iddia rahatlıkla ileri sürülebilir:
Emperyalistlerin ve Türkiye'nin Ortadoğu ve Suriye politikaları; bu politikalara dayandırılan
planları çöktü.
Neydi bu planların özü? Leninist Parti, bu
planların özünün, genel olarak Ortadoğu halklarının, özel olarak Türkiye ve Kürdistan devrimi-
Cizre, Lice, Silopi, Sur ve devletin yeni hedefi Beytüşşebap... Özel timleri, havan topları, zırhlı araçları ve helikopterleri ile katliamlar sürüyor...
Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesinde 24 Eylül'ü 25 Eylül'e
bağlayan gece savaş uçakları bombardıman yaparken, İlçe
Jandarma Komutanlığı'ndan da top atışı yapıldı. İlçede 10'a
yakın ev ve 1 cami kullanılamaz hale geldi; çarşı merkezinde bulunan tüm dükkanlar tarandı, 20'ye yakın dükkan
hasar görürken, 4 dükkan kullanılmaz hale geldi. Belediye,
HDP ve DBP binaları da zırhlı araçlardan açılan ateşin hedefi oldu.
İlçe Jandarma Komutanlığı'ndan ilçeye yakın olan Setkar, Tilbes, Faraşîn, Meydan, Germav (Ilıca), Gernex ve
Tivor köylerine de havan topuyla saldırı düzenlendi. Setkar
köyünde havan topunun isabet ettiği bir evde Ahmet Temel,
oğlu Behçet Temel ve akrabaları
olan Alya Temel yaşamını yitirdi, Fevzi Temel ve Ahmet Temel'in oğlu Hasan Temel ise ağır
yaralandı.
Sabah saatlerinde kaymakam tarafından yaralı polisleri
alması için aranan ambulans şoförü Şehmuz Dursun da, ilçe
merkezi girişinde polislerin ateş
açması ile öldürüldü, araçta bulunan iki sağlık görevlisi kaçarak
kurtuldu.
İnceleme yapmak için ilçeye gelen HDP heyetinden Ferhat Encü, kent merkezinde
çatışma olmamasına rağmen işyeri ve binalara roketatarlarla
ateş edildiğini söyledi.
Akşamüzeri yaralılar için
Beytüşşebap Devlet Hastanesi
önünde bekleyen halka da uzun
namlulu silahlarla ateş açarak
uzaklaştırmak isteyen özel harekât timleri, hastaneyi taradı.
Havan topu ile evlerinde öl-
nin dinci faşist iktidarlar tarafından ele geçirilmiş devletlerle kuşatılması olduğunu; Tunus ve
Mısır'da başlayan devrim sürecinin önünü bu şekilde kesme amaçlı olduğunu sürecin en başında
ortaya koymuştu.
ABD öncülündeki emperyalistler, bu amaç
için 80'li yıllarda demokratik Afgan Hükümetine
ve Sovyetler Birliği'ne karşı uyguladıkları yöntemle sonuç alacaklarını hesaplıyorlardı. Bunun
için dünyanın her yerinden toplumların çökeltisini, en dip tortusunu oluşturan lümpen, hasta
ruhlu, katil sürülerini paranın gücüyle toplayıp
Suriye bataklığına sivrisinek ordusu gibi saldı.
Ama “Papaz her zaman pilav yemez”di.
80'li yılların koşullarında emperyalistlere “zafer”
getiren yöntem 30 yıl sonrasının koşullarında hezimetle sonuçlandı.
Tarihin cilvesidir. Dünyanın her yerinden
hasta ruhlu katil sürülerini bir mıknatıs gibi üze-
dürülen 3 kişinin cenazesi ise otopsi için Şırnak Devlet Hastanesi'ne götürüldü. Daha sonra Ahmet Temel ve oğlu Behçet Temel toprağa verilmek üzere Beytüşşebap'a götürüldü.
Alya Temel’in cenazesi ise Adana'ya doğru yola çıkarıldı.
5 bin nüfusluk ilçe binlerce polisin ablukası altında.
Beytüşşebap'ta yaşanan devlet terörünün ardından
HPG/YJA Star gerillaları yaklaşık 24 saat süren devrimci
bir operasyon düzenledi. Beytüşebap’ta bulunan çok sayıda
asker ve polis noktasına düzenlenen eylemde 75 asker ve
polis öldürülürken, çok sayıda silah ve zırhlı araçta imha
edildi. Operasyon ve ardından yaşanan çatışmalarda toplam
14 gerilla yaşamını yitirdi. HPG Basın İrtibat Merkezi'nin
açıklamalarına göre, Beytüşşebap Tugayını 20'nin üstünde
havan topu ile vurdu.
HPG BİM devletin vurduğu ambulans için de, “Eylemlerin düzenlendiği saatlerde TC ordusu rast gele halkın
evini taramış ve ağır silahlarla vurmuştur. Yine Polisler tarafından geçmekte olan bir ambulans da taranmıştır. Bu ambulansın gerillalarımız tarafından vurulduğu yönündeki
bilgiler gerçek dışıdır. Olayın polisler tarafından yapıldığının görüntüleri de bulunmaktadır.” diyerek açıklama yaptı.
Ayvalık Jandarma Karakolu'na getirilen askeri sevkiyat 27 Eylül Pazar günü kent
merkezine yönlendirildi. Onlarca zırhlı araçtan oluşan askeri
konvoyun
geçişi
nedeniyle kentin giriş ve çıkışları kapatıldı.
Otopsi işlemlerinin ardından Beytüşebap'a doğru götürülen
ambulans
şoförü
Şehmuz Dursun'un cenazesi
de Beytüşebap'ın Ayvalık Jandarma Taburu önünde askerlerce bekletilirken, diğer
yönden gelen araçların da geçişine izin verilmedi.
Diğer taraftan Berçiya
(Altındağlar) bölgesine giderek gerillalara ait olduğu belirtilen cenazeleri aramaya
çıkan halk, gece geç saatlerde
döndü ve askerlerin engellemelerine rağmen sabah saatlerinde arama çalışmalarına
devam etti.
“Onların Umudu Yüreklerimizde Hayat Buldu”
Suruç katliamında yakınlarını
kaybeden aileler Suruç Aileleri İnisiyatifi'ni oluşturduklarını 20 Eylül
günü, İstanbul Taksim Hill Otel'de
yaptıkları bir basın
toplantısı ile duyurdu. “Kalbimiz
Adalet İçin Atsın”
başlığıyla bir deklarasyon yayınlayan
aileler,
Kobane'nin yeniden inşası çalışmalarına katılmak
üzere Suruç'tan
yola çıkmak isterken
patlayan
bomba sonucu yaşamını yitiren 33
canı anarak, onların gerçekleştirmek
istedikleri
düşlerini yarıda bırakmayacaklarını, katliamın sorumlularının
cezalandırılması
için
mücadeleyi sürdüreceklerini belirttiler.
Suruç Aileleri İnisiyatifi'nin Hill
Otel'de düzenledikleri basın toplantısına İstanbul, Kocaeli, Mardin,
Muş'tan şehit aileleri ile yaralıların
yanı sıra Suruç Dayanışması, Suruç
İçin Avukat Dayanışması, Gezi şehidi
Berkin Elvan'ın babası Sami Elvan,
milletvekilleri, sanatçılar, sendika ve
meslek örgütleri temsilcileri de katıldı.
Toplantıya gelen ailelerin acılarını birbirleriyle tekrar paylaşırken,
Kürdistanlı analar Kürtçe ağıtlar yaktılar. Toplantı masasına Kobane'ye
giden gençlerin yanlarında giderken
götürmek istedikleri oyuncaklar kitaplar ve onların hatırasına kırmızı karanfiller konuldu.
Açıklama ardından Suruç'ta yakınlarını yitiren aileler söz alarak çocuklarının katillerinin cezalandırılması
ve düşlerinin gerçekleştirilmesi için
mücadele edeceklerini dile getirdiler.
3
rine çekip sonra yoketmek burjuva Esad'ın
omuzlarına düştü. Ortadoğu halklarının ve Türkiye-Kürdistan birleşik devriminin karşı devrimci, dinci faşist iktidarlarla kuşatılması
planlarını bozguna uğratmak Putin'in ve gerici
İran devletinin işi oldu.
Sonuçta emperyalistlerin ve Türkiye'nin Ortadoğu halklarını dinci faşist iktidarlarla kuşatma
planları “bizim city”nin Red-Kitlerinin “Şam'da
Teravih namazı kılma” hayalleriyle birlikte bozguna uğradı.
Rusya, Çin ve İran'ın son girişim ve hazırlıkları bu planların tabutuna çakılan son çivi olacak. Bundan sonrası, Ortadoğu ve özellikle
Suriye devrimimizin arka cephesi olacak.
Rojava bu öngörümüzün ilk somut kanıtı
değil mi!
Mezarlıklarla Savaşan Devlet
Halkın her kesimine saldıran devlet, artık ölülerle de uğraşıyor. TC helikopterleri, Kürdistan'da bulunan gerilla şehitliklerini bombalıyor.
17 Eylül gece saatlerinde Varto'nun Kulan bölgesindeki "Şehit İsmail ve Şehit
Ronahi Şehitliği" ve çevresi helikopterler tarafından bombalanmaya başlandı. Çevredeki köyler de asker tarafından ablukaya alınarak giriş-çıkışına izin verilmedi; bölgeye iş makinesi ve kepçe gönderildi. Varto ilçe merkezinde telefon şebekeleri de
kesildi.
Öğle saatlerinde Varto'daki "Şehit İsmail ve Şehit Ronahi Şehitliği"ne yapılan
saldırıların ardından binlerce kişi şehitliğe doğru yürüyüşe geçti.
2 gündür bombalanan bölgede mezarlık alanının yanı sıra Girê Boğa Tepesi,
Kulan Tepesi ve Kulan Vadisi de bombalanırken, ormanlık alanda yangın çıktı. Yürüyüşe geçen halkın önü de zırhlı araçlarla kesilirken, şehitliğe kimsenin gidişine izin
verilmedi; Kulan köyü kırsalındaki ormanlık alana yürümek isteyenlere zırhlı araçlardan ateş açıldı.
Şehitlik alanı ve çevresindeki binalar iş makineleri ile tamamen yıkıldı, şehitlikteki mezarlarda üzerinde
isimlerin yazıldığı mermerler tamamen kırıldı
Günün ilerleyen saatlerinde de Van'ın Çatak ilçesine bağlı Ferxinîs (Övecek)
Mahallesi yakınlarında bulunan ve Alman PKK'li Andrea Wolf'un (Ronahi)
isminin verildiği "Ronahî
Şehitliği"ne yönelik operasyon başlatıldı.
Avukatlara “Vur Emri”
Diyarbakır Barosunun Cizre için yaptığı
imdat çağrısını alan hukukçular, 11 Eylül günü
Cizre'ye hareket ettiler. Avukatlar, Cizre'de yaşanan hak ihlallerini görmek ve buradaki ortama tanıklık etmek üzere Midyat'a geldiler, buradan
Cizre'ye geçmek istediler.
Çeşitli illerden gelen avukatlardan oluşan
heyet'in Cizre'ye gitmesi engellendi. Burada bir
açıklama yapan Amed Barosu Başkanı Tahir Elçi,
“Burada yaptığınız insanlığa sığmaz, günlerdir
Cizre’de yapılanları görmek için, inceleme yapmak istiyoruz engelleniyoruz. Ama biz kesinlikle
Cizre’ye gidip incelemelerde bulunacağız” dedi
ve HDP'li vekillerin de dahil olduğu heyet oturma
eylemine başladı.
2,5 saatlik beklemenin ardından avukatlar öğle saatlerinde devletin geçişe izin
vermemesi üzerine “Biji Berxwedana Cizre” sloganı ile dağ yollarından İdil'e yürümeye başladı. 200 avukatın kırsal alanda yürüyüşü kayda değer görüntülere sahne
oldu.
İdil'e 40 km kala asker ve polis barikatı tarafından durdurulan avukatlar, “Vur emrimiz var, geçişinize izin vermeyeceğiz” yanıtı ile karşılandı.
Katliam Bismil'de Devam Ediyor
Amed Bismil'de iki gün önce getirilen sokağa çıkma yasağı kaldırıldı, iki çocuk
ve bir genç vuruldu; 29 Eylül itibarıyla yeniden sokağa çıkma yasağı anonsları yapıldı
27 Eylül günü sokağa çıkma yasağının ardından Avaşin mahallesinde bir eve
atılan bomba ile 8 yaşındaki Elif Şimşek öldürülürken, ailesinden 5 kişi de yaralanarak hastaneye kaldırıldı.
Bismil zıhlı araçlarla abluka altına alındı, elektrikler kesildi, yüksek binalara
keskin nişancılar konuşlandırıldı; keskin nişancıların ateşleri ile çok sayıda kişi yaralandı.
28 Eylül akşamı ise sokağa çıkma yasağının kaldırılmasının ardından polislerin
Esentepe ve Şentepe mahalleleri arasında halkı taraması sonucu 19 yaşındaki Halil
Kurtiş katledildi. (19) adlı bir genç daha katledildi.
29 Eylül sabahı Bismil'de cami hoparlörlerinden ve devriye gezen polislerin
zırhlı araçlarından "sokağa çıkma yasağı" anonsları yapılırken, erken saatlerden itibaren halka gerçek mermi ve gaz bombalarıyla saldıran polis, bir çocuğu daha katletti. Polisin saldırıları esnasında Halil İbrahim Oruç Parkı'nda bulunan Berat Güzel
isimli bir çocuk polis kurşunuyla vurularak yaşamını yitirdi.
Bismil halkı, özsavunmaya geçti.
4
MÜCADELE BİRLİĞİ
DEVRİM EĞİTİYOR
DÖNÜŞTÜRÜYOR
Özgür Güven
Marx'ın, Engels'in, Lenin'in geliştirdiği tezler, devrimci görüşler üzerinden zaman geçtikçe eskimiyor, aksine
yaşam tarafından doğrulanıp daha iyi anlaşılıyor, daha
güçlü kavranıyor. Bunun nedeni, onların olguları kendi dönemlerindeki haliyle inceleyerek henüz gelişimini tamamlamamış olguların içindeki gelişmenin yönünü
görebilmeleridir. Olgular zaman içinde kendilerini bütün
yönleriyle açığa vurdukça Marx'ın, Engels'in, Lenin'in tezleri, devrimci görüşleri de daha iyi anlaşılıyor. Yaşanan süreçte kapitalizmin gelişimi sınıflar mücadelesinin, burjuva
toplumun çelişki ve çatışmalarını derinleştirdikçe, olguların ve olayların gelişimi olgunlaştıkça, marksizm leninizmin kurucularının kendi dönemlerinde, olgular daha yeni
yeni gelişirken onların içindeki asıl yönelime göre geliştirdikleri tezler, teorik görüşler daha iyi ve daha açık anlaşılmaya başlıyor. Devrimci bir tez, bir teori genel olarak
ilk ortaya konduğunda yeterince anlaşılamaz. Anlaşılabilmesi için önce pratiğin sınavından geçmesi gerekir. İşte
teori ile pratiğin birliği de budur. Olaylar ve olgular, yani
pratik incelenerek bir teori geliştirilir, bir tez ortaya konur,
sonra bu teori pratiğe çarpılarak doğruluğu test edilir.
Marx, Engels ve Lenin'in tezleri, teorik görüşleri de daha
ilk günden beri pratiğin bu acımasız sınavından geçerek
tekrar tekrar doğrulandı. Bu nedenle zaman geçtikçe eskimek bir yana daha iyi kavranmaya, anlaşılmaya başladı.
Leninist Partinin kendisine ön gelen bütün bir tarihsel dönem boyunca ve sonraki dönemde ortaya koyup geliştirdiği devrimci teorisi ve tezleri de benzer bir süreç
yaşadı, yaşıyor. Bütün bu süreç boyunca yaklaşık 50 yıllık
tarihinde hiç bir politik tavrı 7 Haziran seçimleri öncesinde
ortaya koyduğu, seçimlerde en doğru politikanın boykot
politikası olduğu yönündeki görüşü kadar hayat tarafından
hızla doğrulanmamıştı. Bazı politikalarda, 1 Mayıs ve Taksim'de olduğu gibi tek başına da kalsa yıllarca ısrarcı olmak
gerekti. Komite konseylerle ilgili görüşlerimiz, 31 Mayıs
Ayaklanması gibi, Metal Fırtınası gibi her ciddi kalkışmada
proletarya ve geniş yığınlar arasında hemen hayata geçti.
Bugün yaşananlarsa Kürt ulusal sorununa dair Leninist
Partinin devrimci görüşlerinin doğruluğunu ortaya koyuyor. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı gerçekleşmeden ayrılma hakkı teslim edilmeden, Kürt-Kürdistan
sorunu gerçek anlamda çözülmüş olamaz. Burjuvazinin bu
sorunu çözmesi mümkün değil. Defalarca ifade ettiğimiz
bu görüşlerimiz de bugün açıkça toplumsal pratik tarafından doğrulanmaktadır. Birleşik Devrim ve Halkların Mücadele Birliği sloganlarında ifadesini bulan devrimci
görüşlerimiz daha önce ısrarla reddedilirken, son yıllarda
başta UKH olmak üzere pek çok siyasi çevre ve örgüt tarafından kabul edilmeye, sağından solundan çekiştirilerek
sanki kendi tezleriymiş gibi savunulmaya başlandı.
Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimi öyle bir aşamaya gelmiş, öyle güçlenmiştir ki, tekelci sermayenin egemenliğini sürdürebilmek amacıyla baskı, zor ve faşist
devlet terörünü sürekli olarak arttırmaktan başka yolu kalmamıştır. Bu baskı ve devlet terörü karşısında bugün Kürdistan'da pek çok semtte ve mahallede özyönetim ve
özsavunma ilan edilmiş, hatta bu Kürdistan'la sınırlı kalmamış, İstanbul'da bazı mahallelerde gündeme gelmiştir.
Şunu da belirtmek gerekir ki, bu baskı aracının faşist
devletin yıkılması, parçalanması, proletarya ve halkların
kurtuluşunun yolunu açacaktır. Bu mücadelenin zaferi, sermayenin egemenliğine son vererek sosyalizme doğru büyüyecektir. Tekelci sermaye ve faşist devletle proletarya ve
halklar arasında süren bu mücadelenin son derece sert ve
şiddetli geçmesinin nedeni de budur. Eşyanın doğası gereği son derece sert geçen bu mücadelenin devrimci sonuçları olacaktır.
Marksizm, proletarya ve halk yığınlarının yaratıcı yeteneğine, üretimine ve devrimci mücadeledeki rolüne
büyük önem ve değer verir. Dünya devrim deneyimlerinin
ortaya çıkardığı komite konseyler, sovyetler vb. Bu türden
yaratıcı yeteneğin tarihi yaratan çabanın ürünüdür. Bugün
bu coğrafyada ortaya çıkan halk meclisleri, forumlar da
tarih yapan yığınların yaratıcı yeteneğinin çabasının ürünüdür. Kürdistan'da hayat bulan halk meclisleri hem etkili
bir mücadele organı olarak işlev görüyorlar hem de uzun
süredir doğmuş olan sokağın iktidar organı. Yani uzun süredir varolan ikili iktidar durumunda devletin yanı sıra varolan sokağın iktidar organları oldular.
Bugüne dek küçük burjuva hareketin ısrarla üzerinde
durduğu “toplumsal barış”, “toplumsal uzlaşma” gibi reformist politikalar ne kitleleri coşturdu ne de etkin olarak
harekete geçirdi. Ne zaman ki kitleler doğrudan kendileri
inisiyatif alarak harekete geçtiyse, o zaman proletarya ve
halkların yaratıcı çabası etkin olarak devreye girdi, mücadeleyi daha ileri götürdü.
7 Haziran'dan bu yana şu birkaç ayda yaşananlar gösterdi ki, devrim dışında hiçbir şey proletarya ve halkların,
geniş emekçi yığınların yaratıcı çabasını, coşkun enerjisini,
üretken mücadele kapasitesini harekete geçiremez; onların
potansiyelini açığa çıkartamaz. Devrim kadar hiçbir şey
proletarya ve halkları eğitip örgütleyip, mücadeleye katarak dönüştüremez. Devrimci eylemin kendisi eğitici, örgütleyici ve dönüştürücüdür.
“Biji Berxwedana Cizirê”
Kürt halkı yine katliamlar ve imha saldırılarıyla karşı karşıya. Özyönetim ilan eden ve özsavunmasını oluşturan Kürt kentlerine devlet
vargücüyle saldırıyor.
Cizre... Günler boyu yakılıp yıkılan ama baş
eğmeyen şehir...
10 Eylül... Cizre'de devlet kuşatmasının 6.
günü, kent gene ateş altında geçirdi geceyi. Polis
“Teslim olun” çağrısı yapıyor günlerdir kuşatma
altında tuttuğu sokaklara...
Üst üste bomba ve patlama sesleri yükselirken günün ilk haberi 9 yaşındaki Devran Budak'tan geldi. Evinin balkonuna çıkan çocuk,
keskin nişancılar tarafından kolundan vurularak
yaralandı. Nur mahallesine düşen bir bomba ise
bir evi yaktı. Halk sokaklara çıkarak tencere, tava,
zılgıt sesleriyle saldırıları protesto ederken; gecenin ilerleyen saatlerinde Cudi Mahallesi'nde 2
kadın ve bir gencin hayatını kaybettiği haberi
geldi. Yaralıları ise halk kendisi tedavi etmeye çalışıyor.
Nur Mahallesinde keskin nişancılar tarafından vurulan Eşref Edin'in küçük kızı, babasını
hastaneye götürebilmek için dışarı çıktığında keskin nişancılar tarafından vuruldu. Hastaneye kaldırılamayan küçük kız hayatını kaybetti. O gece
Cizre'de öldürülen sivillerin sayısı 8 olarak açıklandı.
Cizre elektriksiz, susuz, erzaksık kuşatma altında tutuldu günlerce. Bu kuşatmayı yarmak için
harekete geçti. 9 Eylül günü Amed'den yürümeye
başlayan kitlenin önü çok yerde kesildi, saldırılarla karşı karşıya kaldılar. Polis kitleye kimi yerde
tomalar gaz bombaları ve tazyikli sularla, kimi
yerde kask ve kalkanlarla, plastik mermiler ve gerçek kurşunlarla saldırdı.
Binlerce kişi de 10 Eylül günü İdil'de belediyenin önünde toplanarak “Biji Berxwadana Cizirê” sloganı ile polis ve asker barikatını aşarak
Cizre’ye doğru yola çıktı. Halk, İdil’in batı ve doğusundan olmak üzere iki koldan yürümeye başlamış oldu.
Binlerce çevik kuvvet polisinin arazide yürümeye geçen kitleye saldırması da yürüyüşü engelleyemedi.
Devletin tüm saldırılarına rağmen Şırnak ve
Silopi'den yola çıkan Kürt halkı Cizre'ye ulaştı.
Barikatları aşarak, polis ve askerle çatışarak gelen
kitlenin en önünde beyaz bayraklar taşıyan analar
vardı. Yiğit Kürt kadınları ilk olarak Konak mahallesine girdiklerinde "Bijî Berxwedana Cizîrê",
"Cizre Faşizme Mezar Olacak", "Bijî Serok Apo"
sloganları ile karşılandı. Konak mahallesine ulaşan halka polis biber gazlarıyla ve gerçek mermilerle saldırmaya başladı.
Aynı saatlerde güneyden Zaxo'dan Cizre'ye
ulaşmak için yürüyen ve sınırı nehirden geçen
yaklaşık 5000 kamyon şoförlerine de polis ateş
açtı, 2 kişi öldü 4 kişi yaralandı.
“Cizre Artık Kobane'dir”
Cizre'de 8 gün süren sokağa çıkma yasağı 12
Eylül sabahı 07.00'de kaldırıldı. İlk haberler ve fotoğraflar da gelmeye başladı...
75 yaşındaki Mehmet Erdoğan ailesine
ekmek bulmak için dışarı çıktığında başından vurularak katledildi. Devletin mahallelerden çekilirken bıraktığı patlamamış bomba atarlar ve
mayınlar nedeniyle bir çocuğun el ve ayağı koptu.
Yasak kaldırılınca Cizre girişinde bekleyen
yüzlerce kişi sabah saatlerinden itibaren Cizre'ye
girdi. Yakılmış, yıkılmış bir kent olarak savaştan
çıkan Cizre halkı, direndiklerini ve yenilmediklerini ifade ederek “Cizre artık Kobane'dir”, “Kimse
artık bize barıştan sözetmesin” diyorlar.
Cizre'de katledilen 21 kişiden 4'ünün cenazesi de otopsi işlemleri için Şırnak Devlet Hastanesi'ne getirildi. Cenazeler kaldırıldı, çalışan tek
fırının önünde kuyruklar oluştu. Cizre'ye gelenler
sokaklarda caddelerde hasarları gözleyerek kayıt
altına aldı. Sağlık emekçileri de bir revir oluşturdu.
Sabah saatlerinde İdil'de Kültür Merkezi
önünden Cizre'ye hareket eden okurlarımız da,
öğle saatlerinde Cizre'ye ulaştı. İlk izlenimlerini
“İdil- Cizre arasındaki 50 km lik yolda 4 kez durdurulduk. Muazzam bir kalabalık var. İnsanlar yol
boyu alkışlanıyor, 'Cizre Faşizme Mezar Olacak'
sloganlarıyla karşılıyorlar bizleri. Kadınlar ağlıyor. Ağlayan annelerden birine, ailesinden kayıp
olup olmadığını sordum, 'hepsi bizim ailemizdir'
dedi. Şehirde ağır bir koku var. günlerdir su ve
elektrik yok... Çöpler birikmiş. Girişte ciddi bir
asker ve özel tim yığınağı var. Binaların çoğunda
kurşun izleri var.” sözleriyle aktardı okurlarımız.
İlçeye ulaşan HDP heyeti adına HDP Eş
Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve DTK Eş
Başkanı Selma Irmak meydanda toplanan halka
birer konuşma yaparak Cizre halkını ve direnişlerini selamladılar. Heyet "Bijî Serok Apo", "Bijî
Berxwedana Cizîrê" sloganları ile karşılandı.
Cenazeler, Cenazeler...
Diyarbakır'da 11 Eylül gecesi evinin önünde
otururken polisler tarafından zırhlı araçtan hedef
alınarak katledilen 18 yaşındaki Ruken Demir, 12
Eylül günü kadınların omuzlarında son yolculuğuna uğurlandı.
Ruken Demir ve ölümsüzleşenler için yapılan saygı duruşunun ardından babası Ali Demir,
kızının okul hayatı boyunca faşistlerden çok
zulüm gördüğünü belirterek, "Kanı yerde kalmayacak" dedi.
13 Eylül günü ise Kürdistan halkı bebekten
yaşlısına katledilenlerini toprağa verdi. Yüzbinlerce kişi, Newroz alanında düzenlenen cenaze töreninde, sürekli slogan attı. HDP Şırnak
Milletvekili Faysal Sarıyıldız da "Bugün Cizre yaralı ve kederli ama Cizrelilerin başı Cudi Dağı
kadar diktir. Cizre 9 gün boyunca gerçekleştirilen
vahşi saldırılara karşı Ortadoğu halklarının onurunu korudu" dedi.
Cizre Asri Mezarlığı'ndaki Berivan Şehitliği'ne defnedilen, aralarında özel tabut yaptırılan
35 günlük Muhammed bebeğin de olduğu 16 cenaze, ailelerinin gözyaşları arasında toprağa verildi.
Yüzbinlerin katıldığı, öfkenin dorukta olduğu görkemli cenaze töreninin ardından Şırnak
Valiliği Cizre'de saat 19.00'dan itibaren yeniden
sokağa çıkma yasağı ilan etti. Yasak, Nur, Cudi ve
Yasef mahallesinde sokaklarda zılgıt ve sloganlarla karşılandı.
Cizre'de bulunan 9 HDP vekil ise ikişerli
üçerli gruplar halinde tüm mahallere dağılarak
halkla beraber nöbet tutmaya başladı. Saat 22.30
civarında asker, polis ve özel harekatçıların saldırıları yeniden başladı, mahallelerinde nöbette olan
halk direnişe geçti... Devletin sokağa çıkma yasağının hiçbir hükmünün olmadığı apaçık ortaya
çıktı. Tek kelimeyle halk sokağa çıkma yasağını
paçavraya çevirdi. Bozguna uğrayan devlet sabah
saatlerinde fiilen hükümsüz kalan yasağı geri
almak zorunda kaldı.
Cizre'nin ardından sokağa çıkma yasağı ilan
edelen Amed'in Sur ilçesine saldırıya geçti devlet
güçleri. Hasırlı ve Lalebey mahalleleri başta
olmak üzere tüm mahalleleri ablukaya alan özel
harekat polisleri, zırhlı araçlarla mahallelere girmeye çalıştı, ilçedeki yüksek binaların tepesine
keskin nişancılar yerleştirdi.
Sokaklara çıkan halk ise direnişe geçti. Polisin saldırısını gürültü çıkartarak protesto eden
halk, sık sık "Bijî Berxwedana Surê" sloganı attı
ve kurulan barikatların arkasına geçerek güvenliklerini sağladı.
Sur'a geçişin olduğu Fiskaya ve Ben û Sen
mahalleleri de polis tarafından ablukaya alındı;
yaşanabilecek katliamın önüne geçmek için bölgeye giden HDP ve DBP'liler Dağkapı Meydanı'na giderek ilçeye girmeye çalıştı.
HDP ve DBP'nin çağrısıyla Dağkapı Meydanı'nda bir araya gelen binlerce Kürdistanlı, çatışmaların yoğunlaştığı mahallelere girmek için
Balıkçılarbaşı girişinden Sur ilçesine girmek için
polis barikatını aştı, Hasırlı ve Fatih mahallerine
doğru yürüdü.
Sokağa Çıkma Yasağı Silvan'da
Silvan'da da sabah saatlerinde 3 mahallede
ilan edilen sokağa çıkma yasağında sonra başlayan polis saldırıları şiddetlenerek devam etti; Mescit, Tekel ve Konak mahallelerinde ölü ve
yaralıların olduğu öğrenildi. Asker ve özel harekât
polislerinin ablukasında olan mahallelerden alınan
bilgilere göre, çatışmalar giderek şiddetlendi ve
evlere çok sayıda kurşun isabet etti.
Kürdistan Demokratik Halk İnisiyatifi, Sur
ve Silvan'da saldırıların artması üzerine “Tüm
yurtsever Kürdistan halkını ve tüm kamuoyunu
Amed-Sur’da, Silvan’daki direnişini etrafında kenetlenmeye çağırıyoruz” dedi.
Sur ve Silvan'da sıkıyönetim ilanı ile başlayan polis saldırısına karşı Diyarbakır halkı sokaklara çıktı. Diyarbakır'ın dört bir tarafında eylem
yapan halk, polisin saldırılarına tepki gösterdi. Yenişehir, Sur ve Bağlar ilçelerinde sokaklara çıkan
halka polisin saldırmasıyla Diyarbakır'ın sokakları savaş alanına döndü. Saat 20.00 itibariyle de
Diyarbakır'ın tamamında halk balkonlarına ve
camlarına çıkarak gürültü eylemine başladı.
Yenişehir'de Dağkapı (Şeyh Sait) Meyda-
30 Eylül - 14 Ekim 2015
nı'nda toplanan halk, Demirtaş'ın açıklamasının
ardından sloganlarla Sur halkına destek için yürüdü. Yürüyüşe valilik önünde duran polisler, gerçek mermi, gaz bombası ve tazyikli suyla saldırdı,
çatışma ara sokaklarda sürerken, valiliğin etrafında bulunan polislere silahlı saldırı düzenlendi.
Ardından polisler yoldan geçenlere "Yere yatın"
anonsu yaparak etrafa rastgele ateş açtı. Çatışmalar Ofis'te bulunan cadde ve sokakların tümüne
yayıldı.
Ekinciler Caddesi'ne girmesiyle polisler geri
çekilirken, caddeye barikatlar kuruldu. Polisin barikatları yıkmak için TOMA'larla girişimleri sonuçsuz kaldı. Polisler İstasyon Caddesi üzerinden
Koşuyolu'na gelerek burada eylem yapan gençlere saldırdı. Bunun üzerine saldırılar Koşuyolu
Parkı civarında yoğunlaştı, polisler gaz bombalarını evleri hedef alarak attı.
Bağlar ve Silvan'da da eylem ve çatışmalar
sürdü.
Nusaybin'de de hendekleri kuruldu, hendeklere zırhlı araçlarla saldıran polis, halkın özsavunmasına çarptı. Polisler mahalleden çekilmek
zorunda kaldı, halk da yeniden, kapatılan hendekleri ve yıkılan duvarları örmeye başladı.
Kızıltepe'de ise saldırılar ve sokağa çıkma
yasakları tencere tava çalarak protesto edildi. Berçem, Koçhisar mahalleleri ile Kızıltepe-Mardin
Üç Yol Kavşağı'nda bir araya gelen halk da, yürüyüş yapmak istedi. Yürüyüşün polislerin saldırısı ile engellenmesi sonrasında kitle polise karşı
öz savunma yaptı. Polis, tazyikli su ve biber gazı
ile saldırırken, halk ise taş ve havai fişeklerle karşılık verdi.
Adana'da da saldırıları protesto için sokağa
çıkanlara polis saldırdı, 2 kişi vuruldu.
Cizre Halk Meclisi:
Barikatlar Kalkmayacak
Katliamlar sonrası Cizre Halk Meclisi oluşturularak kentte yaşamın yeniden düzenlenmesi
çalışmalarına başlandı. Halk Meclisi, devletin saldırıların gerekçesi olarak gösterilen barikat ve
hendeklerin saldırılar tamamen sona ermeden kaldırılmayacağı açıklaması yaptı: “Halka yönelik tutuklama ve baskılara dair garanti verilmediği
takdirde hendek ve barikatların kaldırılmasına
ilişkin hiçbir girişimde bulunmayacağız.”
Mardin'in Nusaybin ilçesi Barış Mahallesi'nde gece saatlerinde polis aracının geçişi sırasında yaşanan ve 3 polisin yaşamını yitirmesi ile
sonuçlanan patlama sonrası olay yerine gelen polis
ve özel harekat timleri mahalleyi rastgele taradı.
Çevrede bulunan birçok ev ve iş yeri kurşunların
hedefi olurken, görgü tanıkları patlama sonrası
bölgeye gelen polisin dakikalarca rastgele ateş açtığını söyledi.
18 Eylül günü, Çatak Ferxinus kırsalında
savaş helikopterleri misket bombası ile bombalama yaparak büyük bir yangın çıkardı. Yangın
bölge halkı tarafından güçlükle söndürüldü. Yangının söndürülmesine rağmen yüz hektarlık alan
yok oldu.
Şırnak'ta da merkez Yeni Mahallesi'ne girerek öz savunma amacıyla kurulan barikatları kaldırmak isteyen özel harekat timleri, halkın direnişi
sonucu geri çekilmek zorunda kaldı. Zırhlı kepçe
ve çok sayıda Kobra ile Akrep tipi zırhlı araçlarla
mahalleye girmeye çalışan ve gerçek mermi ile
gaz bombaları kullanan özel harekat timleri, halkın direnişini kıramadı.
Silopi'de Barbaros Mahallesi'nde sabah
erken saatlerde Sağlık Caddesi üzerinde konuşlanan Kobra tipi zırhlı araçtan açılan ateş sonucu 19
yaşındaki Abdulkadir Karakaplan ağır yaralandı;
ilk müdahalenin ardından hastaneye kaldırıldı.
Karakaplan'ı hastaneye götüren Abdullah Vargı
ise gözaltına alındı.
Silvan'da akşam saatlerine doğru başlayan
helikopter hareketliliği ile birlikte yüksek binalara
yerleştirilen keskin nişancılar tarafından Tekel,
Konak ve Mescit mahallelerine doğru ateş açıldı
ve patlama sesleri yükseldi.
Yüksekova'da yine akşam saatlerinde, özel
harekat timleri zırhlı araçlarla ablukaya aldığı mahallelere saldırdı. Bunun üzerine sokağa çıkan Geverliler, yaptıkları gürültü eylemi ile direnişe
geçerek, özel hareket timlerinin mahallelerden çekilmesini sağladı.
HPG, 19 Eylül sabahı, Hakkari’nin Çukurca
ilçesiyle Şırnak arasındaki yolun tamamen kendi
gerillalarının kontrolünde olduğunu bildirdi. Bölgeden gelen görüntülerde anayol üzerinde büyük
bir hendek açıldığı ve denetimin tamamen HPG
gerillalarında olduğu görülüyor.
30 Eylül - 14 Ekim 2015
CİZRE SOKAKLARINDA BİR GÜN
Arama noktalarını geçtikten sonra Cizre'ye ulaşıyoruz. 9 günlük bir sıkıyönetimden sonra nasıl bir Cizre ile
karşılaşacağımızı tahmin edebiliyoruz; ama
tahmin etmek başka, gerçeklikle karşılaşmak başka...
Daha Cizre'ye ilk girdiğimiz anda bir
sokakta gaz bombaları patlıyor, dumanlar
yükseliyor. Anlaşılıyor ki, devlet sıkıyönetimi kaldırmış ama saldırılarını durdurmamış. İlçenin içine doğru ilerliyoruz. İnsanlar
öbek öbek toplanmışlar, korkulu ve kaygılı
gözlerle bakıyorlar; ama bir o denli de saldırılar karşısında boyun eğmemenin onuru
ve kararlılığıyla...
Bazı evlerden Kürtçe ağıtlar yükseliyor. Her yerde acının dili aynı; ama bu topraklar üzerinde en çok Kürtçe şimdi...
Arabadan iniyoruz. İnsanlar bizi zafer
işaretleri ve zılgıtlarla karşılıyorlar. O zılgıtlar içimizde en derin duygularımızı titretiyor. İnsanların yüzlerine bakıyoruz.
Aklıma ozan Hasan Hüseyin'in dizeleri geliyor: "Dostum dostum güzel dostum/ bu ne
beter çizgidir bu/ bu ne çıldırtan denge/ yaprak döker bir yanımız/ bir yanımız bahar
bahçe". Bir yanda acı bir yanda sevinç; bir
yanda öfke bir yanda yüce gönüllülük; bir
yanda çaresizlik bir yanda umut... O bakışlarda bütün duyguların birarada yaşandığını
görebiliyorsunuz.
Sessiz sessiz toplanıyorlar; bir anda bir
slogan patlıyor: “Biji Berxwedane Cizire!”
Slogan dalga dalga yayılıyor. Bir özgürlük
çığlığı gibi. Ardından başka sloganlar. Devlet günlerce burada insanları taramış, evleri
taramış yetmemiş hayvanları taramış, kelimenin gerçek anlamıyla terör estirmiş; ama
günlerdir dış dünyayla bağlantıları kesik
olan bu insanlar ilk defa birilerini gördüklerinde büyük bir çoşkuyla slogan atıyor ve
zafer işaretleri yapıyorlar. Devlet, onların
yüreklerine korkunun izini dahi düşürememiş; Cizre halkı dimdik ayakta; onurla başını dimdik tutuyor; ağlayanların bile
gözünden çakmak çakmak kıvılcımlar çıkıyor. Kürtçe bilmiyoruz ama anlatmak istediklerini anlıyoruz; gözlerindeki ve
sözlerindeki büyük öfkeyi görüyoruz. Başta
RTE olmak üzere devlete beddua ediyor,
katil olduklarını dile getiriyorlar. Bu tamamen yüreğin dili.
Burada ne politika ne de başka bir şey
var; tamamen içlerinden geldiği gibi, tüm
öfke ve hınçlarıyla konuşuyorlar. 9 gün boyunca kapıları dünyaya kapatılmış, sesleri
yalıtılmış bu insanlar, bu 9 gün boyunca kapalı kapılar ardında devletin kendilerine
yaptığı işkenceleri anlatıyorlar. Nasıl susuz,
elektriksiz bırakıldıklarını, nasıl aç bilaç bırakıldıklarını anlatıyorlar. Evlerinin nasıl tarandığını, ölülerini dahi bahçelerinden
alamadıklarını anlatıyorlar. Acı gelip yerleşmiş yüreklerine. Bir daha o acıyı o yüreklerden kimse çıkaramaz. Bazılarının
sandığı gibi barış da çıkaramaz. O acı o yüreklerde sızlar durur. Ta ki onlara bunları
yapanlardan tek tek hesap sorulana dek.
Kürt halkının acılarını ancak bir devrim dindirebilir. Ancak bir devrim onları yeniden kendine getirebilir. En çok çocukların
bakışları insanın içini kanatıyor. Kurşun
sesleriyle bölünen uykuları, yaşadıkları
travmanın ağırlığı anlatılır gibi değil. Belki
onyıllarca yaşadıkları belleklerinden silinmeyecek; anlam veremedikleri bir şiddetin
ortasında kalmak
onların
yazgısı
gibi. Sokaklarda
özgürce
koşup
oyunlar oynamak
yerine evlerinde
katledilmenin o
amansız travmasını yaşamışlar,
yaşıyorlar. Buna
rağmen minicik
parmaklarıyla
zafer işaretleri yapanlar da var. O
sokakları
koca
koca taşlarla polislere kapatanlar, yollara
hendek kazıp özel tim araçlarının ilçenin ara
sokaklarına girmesini engelleyenler fazla
değil onlardan 5-6 yaş büyük olanlar.
Kürt halkı 7'den 70'e devletten nefret
eder durumda. Hepsi devlete ve onun başındakilere karşı korkunç öfke dolu; aynı
zamanda büyük bir mücadele azmiyle bilenmişler. Özel tim araçlarından yapılan
anonslarda onlara "Ermeni piçleri" diye sesleniliyormuş; buradan da anlaşılıyor ki, şu
son 1 hafta 10 gün içinde Kürt halkına yaşatılanların 100 yıl önce Ermenilere yaşatılanlardan hiçbir farkı yok. Evlerin
üzerindeki kurşun izlerine baktığınızda
bunu açıkça görebiliyorsunuz; insanların
gözlerinde 100 yıl önce Ermenilerin yaşadıklarının izlerini okuyabiliyorsunuz. Buna
rağmen Kürt halkının Türk halkına karşı en
Cizre'den İzlenimler
Kürt halkı tarihi boyunca sayısız katliam görmüş bir halk.
Ama Cizre katliamı gibi sistemli, planlısını görmüş müdür... Düşünüyoruz, hafızalarımızı zorluyoruz..
Türlü kontrol, arama, bekletmelerden sonra vardığımız
İdil'den sabah saatlerinde Cizre'ye doğru yola çıkarken karşılaşacağımız durumu aşağı yukarı tahmin etmeye çalışıyoruz. Sokağa
çıkma sabah kaldırıldı.
Halk sokaklarda yanlarında olmak için gelenleri karşılıyor.
Şehre girer girmez ağır bir koku çarpıyor yüzümüze. 8 gündür su,
elektrik verilmemiş. Hakim tepelere konuşlanmış keskin nişancılar önce su depolarını vurmuşlar, sonra da sokağa çıkan herkesi.
23 cenazesi yerde Cizrelilerin, kaldırıp
toprağa koyamamışlar. Derin dondurucularda, pet şişelerdeki sularla muhafaza etmeye çalışmışlar, ama olmamış. Şehirde
çürümüş insan eti kokusu var.
Bu devlet sadece Kürt halkına değil onların hayvanlarına da tahammül edememiş.
İneklerini, tavuklarını, kuşlarını vurup öldürmüş, onlar da çatışmaların en yoğun yaşandığı Nur mahallesinin sokak aralarında
öylece çürümekte. Kurşun değmedik tek bir
ev kalmamış, camları kırılmadık tek dükkan... Çoğu evin bahçe kapıları ve duvarları
zırhlı araçlarla yerle bir edilmiş. Ara sokaklarda kum torbalarından barikatlar, özel timden kalan mühimmat artıkları var. Biz
varmadan yarım saat önce 12 yaşlarında bir
çocuğun elinde patlamış bunlardan biri. Bizi
gezdiren genç arkadaşlardan en küçüğü,
“bak abla duvardaki çocuğun parmağıdır”
diyor. Bakıyoruz... Bütün duygularımız karmakarışık vaziyette. “O çocuk şanslı” diyor
ufak bir düşmanlığı yok. Hatta tam tersine
bizim Türk olduğumuzu ve onların yalnız
olmadığını göstermek için orada olduğumuzu öğrenince daha fazla gururlanıyor ve
gözümüzün içine daha büyük bir sevgiyle
bakıyorlar. Gençler bize teşekkür ediyor,
orada yaşanılanları unutturmamamızı istiyorlar.
Devrimci bir ruh haline sahip oldukları her hallerinden belli oluyor. Hiçbirşeyden, hiçkimseden korkmuyorlar. Devlet
daha onlara ne yaşatabilir ki. Onlar ölüm
korkusunu çoktan yenmişler. On günlerdir,
hatta onyıllardır devam eden devlet terörü
ve işkencelerini yakından yaşamış, tanık olmuşlar. Onlar bir gün bu yaşanılanların hesabının sorulacağından o kadar eminler ki...
Ve bir serhıldana, bir devrime o kadar hazırlar ki... Kürt halkının örgütlü bir halk olduğunu da bir kez daha görüyoruz. Cizre'de
yaşananlara Lice'den Kulp'tan anında cevaplar veriliyor; bütün bir Kürdistan adeta
diken üstünde; öyle ki, Cizre'ye gelen Selahattin Demirtaş başkanlığındaki HDP heyeti yaptıkları konuşmalarda, seçimlerden
hiç bahsetmiyorlar. Onlar da Kürdistan'da
artık başka şeylerin konuşulduğunun farkındalar. İnsanların acılarını dindirecek
şeyin bir seçim olmadığını görüyorlar. Cizre'nin artık Kobane olduğunu, dahası Kürdistan olduğunu herkes görüyor ve
söylüyor...
Akşam saatlerinde Cizre'den ayrılıyoruz. Kürt halkı herzamanki misafirperverliğiyle bize "kusura bakmayın; buraya
geldiniz, bir yemek yemeden sizi geri gönderiyoruz" diyor; içimiz doluyor... Günlerdir aç, susuz olan bu insanlar, içtikleri
limonataya varana kadar herşeylerini bizimle paylaşıyorlar. Onlara teşekkür ediyoruz; bütün dünyaya bu insanlık dersini
verdikleri ve komünist yaşama herkesten
daha fazla yatkın oldukları için. Kendi acılarını bir kenara bırakıp yanlarına gelen insanları düşünecek kadar yüce gönüllü Kürt
halkı. Bu onları geleceğe, devrime ve özgürlüğe taşıyacak...
“hastaneye kaldırıldı”, diğer çocuklar keskin nişancılar tarafından
vuruluyor, almaya gelen ambulans taranarak uzaklaştırılıyor, sonra
akrep yaklaşıp vurup öldürüyor. Sağ kalan çocuklar boş kovanlarla
oynuyorlar sokak aralarında. Öbek öbek boş kovan her yer. Hala
patlamamış mayınlar var, iplerle çevirmişler etrafını, sık sık uyarılıyoruz basmamamız için.
Ve sokaklarda dolaşırken bir duvarda Lenin'le karşılaşıyoruz:
“Bugün az olmamız bir felaket değildir; yarın milyonlar bizimle
olacak” diye O'nun bugüne anlam katan sözünü Kürdistan'a taşımış YDG-H'lı gençler...
Fotoğraf çektiğimizi gören kadınlar yarı türkçe yarı kürtçe yaşadıkları vahşeti anlatmaya çalışıyorlar. Yani başımızda içiçe yaşadığımız bir halkın dilini hala tam olarak öğrenememiş olmanın
utancını yaşayarak anlamaya çalışıyoruz söylediklerini. Hemen
hemen aynı şeyleri dile getiriyorlar. “Edi
bese, artık yeter. Hepimizi öldüremezsin,
bizi bitiremezsin, vazgeç. Biz Türklerle kardeşiz, bizi ayıramazsın, artık Kürt sana
boyun eğmez vazgeç.” diye sesleniyorlar
hükümete.
Çokça teşekkür ediyorlar yanlarında
olduğumuz için, bir de su ikram ediyorlar
durmadan, ikram edecek başka bir şeyleri
olmadığından... İçiyoruz, ikramdır geri çevrilmez... Biraz sonra kadın erkek yaşlı genç
bütün Cizreliler 23 ölüsünü ve yaralılarını
yerde bırakarak Demirtaş'ın konuşma yapacağı mitinge gidiyorlar. “Cizre Faşizme
Mezar Olacak!”, “Biji Berxwadane Cizire!”, “Katil Devlet Hesap Verecek” sloganlarıyla inliyor Cizre. Ve faşizm Kürt
halkının başeğmez yiğitliği, barışa, özgürlüğe ve zafere olan inancı karşısında bir kez
daha yıkılıyor...
Biji Berxwadane Cizire!
Kürt Halkı Yalnız Değildir!
MÜCADELE BİRLİĞİ
DEVRİMCİ İKTİDAR
VE SOL
Ali Varol Günal
5
Lenin, neredeyse yüzyıl önce "her devrimin en temel sorunu iktidar
sorunudur" derken, ne kadar uzak görüşlü olduğunu da göstermiş oluyordu. Biz bugün kendisine marksist-leninist ya da devrimci diyen bir çok
siyasi yapının iktidar sorunu söz konusu olduğunda bir duvarın önüne gelmiş bir fil gibi ne yapacaklarını bilemeden kalakaldıklarını görüyoruz.
Bir çoğu bütün varoluş nedenini "aşırı muhalefet partisi" olmaya vakfetmiş durumda; onlar her dönemin muhalifleri. İktidarları eleştirir, onların politikaları karşısında yaka-bağır yırtar, büyük nutuklar atarlar; ama
söz konusu olan bir devrimle önlerindeki engeli yıkıp siyasi iktidarın ele
geçirilmesi olunca, bundan sıtmadan kaçar gibi kaçarlar. Ve tabii hemen
başlarlar bir sürü bahaneler uydurmaya: "daha halk buna hazır değil"dir;
"nesnel koşulların devrimci olduğunu çok da abartmamak gerek"tir; "hem
öznel faktör henüz oluşmamış"tır vb vb... İnsana bıkkınlık verecek kadar
bildik ve basmakalıp itirazları yinelemekten bıkmazlar. Belki de böylelerine yine yüzyıl önce Lenin'in sorduğu soruyu sormak gerekiyor: "Zaferi
göze alabilecek miyiz?"
Bir devrimde sizler iktidarın ele geçirilmesi sorununu önünüze koyup
tartışmazsanız neyi tartışırsınız beyler. Gezi ayaklanmasının en hararetli ve
kritik günlerinde yaptığınız gibi eylemlerde biber gazının yasaklanmasını
mı? Pratik olarak başlamış, gözlerinizin önünde akıp giden bir devrim sürecini görmezseniz siz ne zaman bir devrime önderlik etmenin hayalini
kurarsınız? Eğer boşuna savaşmış olmak ya da bütün bir hayatı devrim
hayali kurmakla geçirmek istemiyorsanız, öncelikle bütün devrimlerin en
temel sorunuyla uğraşmak zorunda değil misiniz? O halde iktidar sorununu hiç gündeme almayışınızın nedeni ne? İktidar sorunundan bu hummalı kaçışınız bir nedeni olmalı?
İnsan son dönemlerde revaçta olan anarşist tezlerden etkilenmiş olduğunuzu düşünmeden edemiyor. Baksanıza kendisine "subcommandante" diyen EZLN'nin lideri Marcos bile "Biz iktidarı değil dans
edebilecek bir bölgeyi istiyoruz" diyebiliyor. Yine ortalıkta her iktidarın
yozlaştıracağına, bürokratlaştıracağına dair tezler gırla gidiyor. Reel sosyalizm uygulamalarına saldırılar "eleştiri" sınırlarını çoktan aşmış durumda; giderek sosyalizm adına yapılmış her şey yoksayılmaya,
karalanmaya vardırılıyor. "İktidarlı sistemler" denilerek, sosyalizm, kapitalizm ve diğer sistemlerle bir tutulmaya çalışılıyor. Reel sosyalizmi çağrıştıracak her türlü kavram ve tanımlara daha en başından itirazlar
yükseltiliyor. "Leninist parti" düşüncesi de bunlardan nasibini alıyor. Ne
kadar amorf, şekilsiz örgütlenme modeli varsa leninist partinin yerine
ikame ediliyor. Reel sosyalist sistemlerde yaşanan geriye düşüşlerin bütün
faturası leninist partiye, bunun doğal sonucu olarak iktidarlara kesiliyor.
Anarşistler ortalıkta "her devlet katildir" diyerek cirit atıyorlar. Ve işin ilginç tarafı hiç kimse çıkıp "durun bakalım! Böyle genelleme yapamazsınız! Sosyalist devlete katil diyemezsiniz, dahası sosyalist devletlerle
kapitalist devletleri aynı kefeye koyamazsınız" demiyor. Neden? Çünkü
ideolojik muğlaklaşma had safhada! Niye? Çünkü her yerde hummalı bir
ideolijisizleştirme çabası var. Romantik devrimci söylemlere evet, isyancılığa evet; ama bunların ideolojik bir biçim almasına ve iktidarlaşmasına
hayır! Peki yıkılan devlet aygıtının yerine ne kurulacak? Bir şey kurmaya
gerek yok! Varsın kaos olsun. Yaşasın kaos, yaşasın anarşi! İşte yukarıdaki düşüncelerin mantıki sonucu bu! Bırakalım herkes kendi kafasına (ya
da vicdanına) göre davransın, eylesin. Kimse kimseye hesap vermek zorunda olmasın; düzensizlik, başıboşluk, bireycilik esas olsun (şimdi birileri bizi anarşizmi anlamamakla ya da kabalaştırmakla eleştirecek. Varsın
onlar eleştiredursunlar, biz anarşizmin varıp varabileceği yerin bireycilikten öte olmadığını söylemeye devam edeceğiz. Bunun yanı sıra proletarya
diktatörlüğünü eleştirip, sözüm ona "özgürlükçü sosyalizm"i savunanları
da kaale almayacağız. Bugün cepheden sosyalizme, onun kurucuları Lenin'e ve Stalin'e yapılan sözüm ona "eleştirileri" dikkate almadan yolumuza devam edeceğiz. Komünist Manifesto'da dendiği gibi komünistlerin
her zaman her yerde yaptıkları gibi işçi sınıfının bağımsız çıkarlarını savunmaya devam edeceğiz. Bu konuda moda "sol" akımlardan gelen "mahalle baskısını" da önemsemeden Marx'ın Engels'in ve Lenin'in devasa
eserlerinin ışığında yürümeye devam edeceğiz. Elbette bunların birer
dogma olmadığını, eylem kılavuzu olduğunu bir an olsun unutmadan...).
Bugün iktidar dışında her türlü sorunu önlerine koyup tartışanlar, "demokratik komünalite" adı altında sözüm ona moderniteye itiraz geliştirenler, iktidarsızlığın teorisini yapanlar, emperyalist kapitalist sisteme karşı
bağımsız adacıklar oluşturma fikrinin olanaksızlığı bir yana, saçmalığını
henüz görebilmiş değiller. Elbette her sınıf, her toplum, her birey kendi
deneyimleriyle öğrenecektir. Bedeli ne kadar ağır olursa olsun, en iyi öğrenme yolu budur. Bugün bir "kaos aralığında" mı yoksa devrimci sıçrama
döneminde mi olduğumuzu halklar kendi deneyimleriyle görüyor öğreniyorlar. "İktidar dışında her şeyin hiçbir şey" olduğunu da kendi deneyimleriyle öğreniyorlar, öğrenecekler. "Demokratik komünalite" adı altında,
kapitalist sistem içinde "daha az devlet daha fazla demokrasi" tezlerinin
zamanın ruhuna uymadığını, merkezi iktidarların devrimle yıkılıp yerine
halk iktidarları ya da sosyalist iktidarlar kurulmadan insanlığın gerçek ilerleyişinin gerçekleşemeyeceğini yaşayarak öğreniyoruz ve bundan sonra
da öğrenmeye devam edeceğiz. İstanbul'un merkezinde Taksim Komünü'nü yaşatmanın bile İstanbul'da iktidarı ele geçirmeyi zorunlu kıldığını
yaşayarak öğrenmedik mi? Devrimin, devrimciliğin sadece bir itiraz olmadığını bir yıkma ve yerine daha güzelini yapma eylemi olduğunu tarihten devrimci bir miras olarak almadık mı? Günümüzde merkezi iktidarı
ele geçirmeden bir devrimin uzun soluklu olamayacağını, dahası yıkılmış
olanın yerine yeni bir düzen kurulamayacağını onlarca, yüzlerce deneyimle görmedik mi? Peki en basit tabiriyle günümüzde faşist devletleri
yıkmanın ve böylece faşizme son vermenin bir devrimsiz mümkün olabileceğini, yıkılmış faşizmin üzerinde enerjik bir diktatörlük uygulamadan,
demokrasi ve özgürlüklerin gelebileceğini kim iddia edebilir?
Bütün açıklığıyla görülüyor ki, gerçek özgürlükleri kazanmanın ilk
adımı siyasi iktidarın ele geçirilmesidir; bu da ancak bir devrimle mümkündür. Bir devrimin olabilmesi için de işçi sınıfı ve emekçilere bu savaşımda öncülük edecek bir partinin örgütlenmiş olması zorunludur. Kaosun
önüne geçebilecek, insanlığı büyük kurtuluşa götürecek biricik yol, hala
budur.
6
30 Eylül - 14 Ekim 2015
MÜCADELE BİRLİĞİ
Ders kaydı yapmaya çalışan üniversite öğrencisi,
bilgisayar başında 42.saatine girdi...
Zaytung
550 milletvekilli olan Meclis'te yapılan oylamada 556 oy kullanılması, AKP'nin ''Seçime hazırız'' mesajı olarak yorumlandı...
Zaytung
DENİZ FIRTINASI-1 ÜZERİNE
“Kapıyı Vurup Yola Devam Etmek!”
71 devrimci çıkışı ile beraber ilk
devrimci örgütler kuruldu ve sıkı bir
kavga başladı. 12 Mart darbesi dönemin öğrenci gençlik liderlerinin ve ilk
devrimci kadroların katledilmesi üzerine ağır darbeler aldı. Ayrıca birçok
kadro da -geneli öğrenci- faşizmin zindanlarında buldu kendini. Böylesi bir
dönemden sonra, günümüzde o süreçleri çok verimli anlatan, yaşananları iyi
tahlil eden yeterli kaynaklar yok. Ay-
rıca bizlere 80'li süreci, darbeyi, yaşananları genelde anlatılanların, yazılanların aksine daha etkin bir şekilde
buluyoruz. Bu anlamda Deniz Fırtınası
gençlik üzerinde o dönemi kavramak
ve yeni yaratıcı fikirler, eylemlikler
koymak, geleceğe daha sağlam adımlar ile yürümek açısından çok verimli
bir kitap oldu. Biz de bu açılardan kitabı ele alacağız.
Deniz Fırtınası kitabı, önsözünde
de belirtildiği gibi anı-tarihi roman alanına konulabilir. Ancak bizlere anlatılan dönemin ekonomik-politik tahlilini
buna bağlı olarak, kitlelerin yaşamlarının, ruh hallerinin, karakterlerinin iyi
bir tasviri veriliyor. 70'li yıllarda öğrenci gençlik mücadelesi içindeki sınıfsal karakterin tahlili ve emekçi sınıf
ile farkları anlaşılır bir şekilde ortaya
konulmuş olup mücadeleye etkisi aktarılıyor. Küçük burjuva devrimciliğin,
oportünizmin ve sınıf devrimciliğinin
farkları gayet net çizgiler ile görülmekte. Tüm bu açılardan, günümüzde
gençlik mücadelesi açıdan perspektifin
nasıl olması gerektiği, marksizmi iyi
özümsemenin önemi çok net ortaya çıkıyor.
Devrimci karakterlerin o her
Ahmet'e Sözümüz
Devrim Olacak
zaman anlatılan kalıpların dışında olması, gerçeklik ile anlatılması, sadeliği
ve mütevazılığı gençlik mücadelesinde
olan gençler de çok daha olumlu etki
de bırakması açısından çok olumlu
sonuç çıkartıyor. Kitleler içinde çalışma yapma anlayışı, militan ve partizan ruhu, disiplinli olmayı ve
yaşamların odağında devrimin olması,
devrimci karakteri çok başarılı anlatmakta. 70'li ve 80'li yılların devrimcileri hakkında çok fazla basma kalıp
anlatım ve olumsuz, umutsuz, romantik devrimci mantığı dışında; sosyalizmin bilimsel kavranışı, yaşamdan
çıkarılan dersler ve yeni bir toplum yaratmak uğruna verilen bir kavga yatmakta.
Tarihin derinliklerinde yatan, adları bilinmeyen, fedakar devrimciler...
Mehmet Ayık, Kel Hoca... ve niceleri.
İsimlerini bilmediğimiz, yüzlerini bilmediğimiz bu devrimcilerin fedakarlıklarını, cesaretlerini, kavgalarını
unutmamak ve dönemin devrimcilerini
anlamak için çok değerli isimler. Günümüz gençliği için devrimci mücadeleyi ve devrimci kültürü anlamak,
yaşamlarının merkezine koymak ancak
bu insanların yaşamlarından daha iyi
31 Mayıs'la başlayan ve Haziran
ayında devam eden Gezi ayaklanması... Gezi ayaklanmasıyla başlayan
ve ODTÜ'ye destek için yapılan eylemler sırasında Antakya'da Armutlu
mahallesinde ölümsüzleşen Ahmet
Atakan...
Ahmet Atakan'ın aramızdan ayrılışının 2.yılında dövüştüğü sokak
olan Armutlu mahallesinde anıldı. Ailenin çağrısıyla Armutlu mahallesinde bulunan Abdullah Cömert
portresinin yanına Ahmet Atakan ve
Ali İsmail Korkmaz'ın portreleri çizilerek etkinlik başladı. Portreler çizildikten sonra Ahmet'in nezdinde tüm devrim savaşçıları için bir dakikalık saygı duruşuyla etkinliğin ikinci
bölümü başladı.
Ardından Ahmet Atakan'ın annesi Emsal Atakan sonra da Ali İsmail Korkmaz'ın annesi Emel
Korkmaz söz aldı ve “Ali İsmailAhmet-Abdullah aramızda yok ama
binlerce oğlumuz yanımızda şu an”
diyerek konuşmasını sonlandırdı.
Daha sonra devrimci kurumlar
birer söz aldı. Devrimci Öğrenci Birliği adına söz alan arkadaşımız ''TC
devleti ülkenin dışında Suriye'de,
Irak'ta gerici faşistleri desteklerken
ülke içinde de işçilere, emekçilere, Alevilere, Kürtlere gerici iç savaşı yükseltmiş durumundadır. Biliyoruz ki son bir kaç haftadır Kürt halkına karşı bir saldırı dalgası var. Burada da Alevi halkına karşı olarak da
IŞİD tehdidini görüyoruz. Bizler emekçi halklar olarak 2 yıl önce gezi gibi bir deneyim
yaşadık. Bu sokaklarda birçok yoldaşımızı yitirdik Antakya'da Abdullah ve Ahmet yoldaşlarımızı yitirdik, Eskişehir'de Antakyalı olan Ali İsmail yoldaşımızı yitirdik. Onların
bize bıraktığı mücadeleyi bizlerin omuzlaması gerekiyor. Onlar bu sokaklarda militanca
savaştılar eğer onların bu mücadelesini bizler devam ettirip daha ileri götürmezsek bu
savaş bizlere yıkıcı sonuçlar getirecek. Çünkü TC devleti kılıcını kınından çekti ve emekçi
halkların boynuna götürerek bizleri katletmek istiyor. Bizler halkların mücadele birliği
örgütlemek zorundayız. Öğrenci gençlik olarak, Alevi halkı olarak, Kürt halkı olarak ve
özellikle katliamlarla karşı karşıya olan Kürt halkının yanında olmalıyız. Biliyoruz ki bu
sokakları faşistlerce doldurmak istiyorlar bir kaç gündür linç girişimi yaratılarak halklar linç edilmek isteniyor. Onlara karşı bizler işçiler, emekçiler bu sokakların gerçek sahipleri olduğumuzu göstermemiz gerekiyor.'' diyerek sözlerini şu şiirle sonlandırdı:
“Kalmasa da / yüreklerimizden / başka namluya sürecek tek bir kurşunumuz / yine
de devrim yangınının yılmaz savaşçıları / Ali İsmaillerin, Abdullahların, Ahmetlerin, Denizlerin baş eğmeyen yoldaşları olacağız...”
Ardından etkinlik çocuk korusunun seslendirdikleri şarkılarla son buldu.
Devrimci Öğrenci Birliği / Antakya
öğrenilebilir.
Denizlerin yoldaşlarının en net
anlatıldığı bu kitapta, katliamlara karşı
alınan cesurca ve öngörülü hareketler
ve bunun halk ile birlikte yapılması,
kitleler ile kurulan sıkı bağlar, emekçi
sınıf ile yürütülen faaliyetler ve devrimci kadroların işçi, emekçi olması bir
devrimci örgütün sınıfsal zeminini ne
kadar net ortaya koyduğunu bir kez
daha gösteriyor. Hep anlatılan, okunulan Bolşeviklerin tarihi gibi özverili
sınıf devrimciliğinin ne kadar üst düzeyde yapıldığı görülmektedir.
Enternasyonal
mücadelenin
önemi ve yapılan atılımlar, birleşik
güçlü örgütlenmeler yaratmak için girişilen çabaların ne kadar çok olduğu
görülüyor. Ancak birleşik örgütlenmelerde bir örgütün tepesinde yaşanabilecek herhangi bir ideolojik sapmaya
karşın, devrimci net bir tabana sahip
olmanın ne kadar önemli bir noktada
durduğu yaşanan pratiklerde ortaya konuluyor.
Önemli bir süreç de 80'li yıllardır.
Bu süreç aksine herkesin dediği gibi
sadece korku dolu yıllar değil, devrimci kavgayı yükseltmeye çalışan insanların çabaları ile yeniden ayağa
kalkma çabasıdır. Genel devrimci
cenah darbede yenildi. Ama Denizlerin yoldaşları bu sınavdan başarı ile
geçti. Bu yüzden böylesi bir darbe sürecini küçük burjuva devrimcilerinin,
uzlaşmacı reformist yapıların dışında
kavga ile geçirildiği ve sosyalizme
bağlılığın sınandığı yıllar olduğu, 90
kuşaklar için büyük deneyim oluyor.
Devrimci mücadelede fikir uyuşmazlıkları, ideolojik sapmalar her
zaman yaşandığı gibi yaşanabilmekte
ama asıl olan sınıfa, kitlelere güvenen
devrimcilerin bilimsellikten taviz vermeden kapıyı vurup yola devam etmesi
ile kavga sürmekte.
Denizlerden bu yana onların mirasını herkes sahiplenmeye kalktı. Günümüzde bile miras sevicileri bu
duruma devam etmekte. Ve işte o dönemde denizlerin yoldaşlarının 12
Mart darbesi ve 12 Eylül darbesine
karşı nasıl ayakta durduğu, Türkiye ve
Kürdistan devrimci mücadelesini fedakar ve özverili bir şekilde sürmesini
sağladı. Anlatılan bu tarih tüm diğer
anlatılanların aksine umut ile yazılan
bir tarihtir. İyi okumalar...
Cüretti tarihin kızıl çocuğu
Cüretsiz tarih yazılamazdı
Denizlerin partisi
Cüretsiz kurulamazdı
Şimdi umudun zamanı
Şimdi vuruşmanın zamanı
Şimdi koşmanın zamanı
Şimdi devrim zamanı
ŞİMDİ DEVRİM
Gözler ufka bakarken
Bilinç sözlerle kalamazdı
Yürek devrim devrim atarken
İnanç sarsılamazdı
Adana’dan Bir DÖB’lü
30 Eylül - 14 Ekim 2015
MÜCADELE BİRLİĞİ
Üniversitelerin açılmasına günler kala kömürlük ve bodrum gibi yerler
stüdyo daire adı altında öğrencilerin hizmetine sunulmaya başlandı..
Zaytung
CHE İÇİN YÜRÜYORUZ!
9 Ekim 1967'de katledilen Gerilla Komutanı Ernesto
Che Guevara, kapitalizme, emperyalizme karşı dünyanın gözleri önünde verilen bir savaşın öncülerindendir.
Che'nin Fidel'e Veda Mektubu
İzmir/ Devrimci Öğrenci Bir liği
Che'den Deniz'e
Gerçekçi Ol İmkansızı İste !
9 Ekim 2015 Cuma 18.30
Alsancak Ösym Önü
ZAMANI
İZMİR
Fidel,
Şu anda aklıma birçok şey geliyor: Seninle Maria Antonia'nın
evinde karşılaşmamız, birlikte gelmem için ısrar edişin, yola çıkma
hazırlıklarının gerginliği...
Bir gün gelip bize, ölürseniz kime haber verelim diye sormuşlardı ya, ölüm olasılığı o zaman dank etmişti kafamıza. Sonradan
bunun gerçek olduğunu anladık: Bir devrimde (eğer sahici bir devrimse bu) ya kazanırsın ya da ölürsün. Zafere giden yolda çok yoldaşımız öldü.
Artık hiçbir şey eskisi kadar dokunaklı değil; çünkü eskiye göre
daha olgunlaştık, ölüme daha alıştık. Sanırım beni, Küba'nın kendi sınırları içindeki devrime bağlayan görevden payıma düşeni yerine getirdim. Sana, yoldaşlarıma, artık benim de halkım olan halkına veda
ediyorum.
Parti yönetimindeki sorumluluklarımdan, bakanlık görevinden,
binbaşılıktan ve Küba vatandaşlığından resmen ayrılıyorum. Artık hiçbir hukuki bağla Küba'ya bağlı değilim. Şimdi sadece başka nitelikte,
bir mevkiye atanmış olmayla alakası olmayan nitelikte bağlar var.
Geçmiş günlerime baktığımda, devrimin zaferini pekiştirmek için
yeterince dürüst ve fedakârca çalıştığımı düşünüyorum. Tek ciddi kusurum, Sierra Maestra'daki ilk günlerde sana daha fazla güvenmemiş
ve senin bir önder ve devrimci olarak niteliklerini yeterince çabuk anlayamamış olmamdır. Senin yanında harika günler yaşadım. Karayipler Krizi'nin acı tatlı günlerinde Küba halkına ait olmanın gururunu
duydum. Pek az devlet adamı senin o günlerdeki parlaklığına ulaşabilirdi. Seni hiç duraksamadan izlemiş olduğum, senin gibi düşündüğüm, tehlike ve ilkeleri senin gibi değerlendirdiğim için gurur
duyuyorum.
Dünyanın başka toprakları da benim alçakgönüllü katkılarımı
bekliyor. Küba'nın başında olmanın sana yüklediği sorumluluklar nedeniyle yapamadıklarını ben yapabilirim. Ayrılma saatimiz geldi artık.
Bunu yaparken hem sevinç, hem de acı duyduğumu bilmelisin.
Bir kurucu olarak beslediğim en saf umutlarımı, sevdiğim varlıkların
en değerlisini, beni öz oğlu gibi bağrına basan bir halkı ardımda bırakıyorum, canımdan bir parça koparmışçasına. Bana aşıladığın inancı,
halkımın devrimci ruhunu, en kutsal amaçları yerine getirmenin, yani
emperyalizme karşı her yerde savaşmanın bilincini yeni savaş alanlarına taşıyacağım. En derin yürek acısını bile dindiren, insanı rahatlatan tek şey işte bu.
Bir kez daha yineliyorum: Küba'nın benimle ilgili bir sorumluluğu kalmıyor artık, tüm dünyaya örnek olma sorumluluğundan başka.
Son saatim eğer başka gökler altında gelirse, benim son düşüncem yine
bu halk ve özellikle sen olacaksın. Bana öğrettiklerin ve bana örnek olduğun için sana minnettarım ve eylemimin en son noktasına kadar sana
sadık kalacağım.
Devrimimizin dış politikası ile her zaman özdeşleşmiştim; bunu
sürdüreceğim. Nerede olursam olayım, Kübalı bir devrimci olmanın
sorumluluğunu hissedecek, ona göre davranacağım. Çocuklarıma ve
karıma maddi hiçbir şey bırakmamış olduğuma pişman değilim. Bundan mutluluk duyuyorum. Onlar için bir şey istemiyorum; zaten devlet onlara yaşamaları ve eğitimlerini sürdürmeleri için gerekli olanı
verecektir.
Sana ve halkımıza söyleyecek daha çok şeyim var; ama neyse.
Kelimelerin istediklerimi ifade edemeyeceğini düşünüyorum; daha
fazla kâğıt harcamaya değmez.
Hasta la Victoria Siempre! (Her Zaman Zafere Kadar!)
Patria o Murte! (Ya Vatan, Ya Ölüm!)
Seni devrimciliğimin tüm ateşiyle kucaklıyorum.
Che
Che’nin ihtiyarlara ayrılık mektubu
Vurdu vurdu, vurdu vurdu
Vurdu tarihin saati
Devrimin ayak sesleri
Parti bayrağı yukarı
Yukarı yoldaşlar
Şimdi umudun zamanı
Şimdi vuruşmanın zamanı
Şimdi koşmanın zamanı
Şimdi devrim zamanı
Sevgili ihtiyarlar…
Yaklaşık on yıl kadar önce, size yine böyle bir veda mektubu yazmıştım… Çok daha bilinçli olmak dışında, hiçbir şey değişmedi
özünde; Marksizm anlayışım derinleşti ve netleşti. Özgürlük adına savaşanlar için tek çözüm yolunun silahlı mücadele olduğuna inanıyorum ve bu inanca uygun olarak davranıyorum…
… Çokları bana maceracı diyecek, evet öyleyim -ama farklı bir
türden- inançlarını doğrulamak uğruna postunu tehlikeye atan türden…
Bundan böyle, bir sanatçı dikkatiyle eksikliklerini gidermeye çalıştığım irade gücüm taşıyacak, şu sallanan bacaklarımı ve çoktan tükenmiş olan ciğerlerimi. Ve bunu becereceğim.
Arada bir düşünün yirminci yüzyılın şu fedaisini…
Ve isyankar, başıboş oğlunuz kucaklar sizleri.
Ernesto
OLAĞAN BİR YAZ
Umut Güneş
7
Son birkaç yıldır devrimci mücadelenin yoğunluğu o kadar fazla ki, olağan yazlarımız iç savaşın
çetin günleri ile geçiyor. Öğrenci gençlik için tatil anlamına gelen yaz ayları, birkaç yıldır mücadele tecrübesini geliştireceği zamanlar haline geldi. Bir
devrimci için yaz ayını bundan daha iyi geçirmek
olmaz herhalde. Ama artık okullar açılıyor ve koca
bir yaz boyunca sessiz kalan kampüsler, koridorlar
artık sloganlarla dolmaya hazır. Üniversiteler, liseler
uzunca bir zamandır toplumda eskisinden daha da
önemli bir yer işgal ediyor.
Devrimci hareketin hala görece güçlü olduğu
üniversiteler ve verdiği anti-faşist mücadele ile toplumun geniş bir kesiminin yüreğini ferahlatan, cesaret veren öğrenci gençlik; sermaye sınıfının onca
çaba ile Kürt halkına dönük birkaç gün sürdürebildiği şovenist histeriye karşı, bir dalga kıran rolü oynayacaktır. Yine kararsız pek çok insanı devrimin ve
enternasyonal tutumun etrafında toplayacaktır.
Fakat bu o kadar da kolay yerine getirilebilecek
bir sorumluluk değil. Birincisi; şartlar iki ay öncesinden bile çok daha farklı. Burada eskisi gibi düşünüp hareket edeceğini planlayan varsa, epey hayal
kırıklığına uğrayacağı kesin. Zira dönem artık kentleri kuşatma altına alıp topa tutma dönemi. Mücadelenin geldiği düzey budur. Bu düzeyin özellikle
Türkiye tarafındaki üniversiteler ve liselerdeki etkisi
aynı olmayacaktır kuşkusuz ama birçok yerde stant
açmak için dahi polisle kavga edilecek, ilk başkaldırıda dinci ve ulusalcı faşistler sahaya sürülüp gençlik
sindirilmeye çalışılacaktır. Yoğun bir ideolojik ve politik saldırıyla karşı karşıya kalacaktır gençlik. Son
dönemde gerçekleşen bayrak mitingleri ya da yürüyüşleri ile burjuvazi önemli bir kesimi Kürt halkının
yanında saf tutmasın diye sindirmeye çalıştı. Daha
çok orta kesimi vuran bu adım emekçiler üzerinde de
ciddi bir baskı oluşturmayı hedefledi. Buralardaki etkisi sınırlı olsa da, geçici bir süre ‘başarı kazandı’.
Fakat burada esas önemli olan tutum Türkiyeli sosyalistlerden (Leninistler hariç) tek bir ses çıkmamış
olmasıydı.
Devrimci öğrenci gençlik aynı hataya düşmemelidir. Kafa göz kırılma pahasına da olsa (buradan faşist saldırılar karşısında dayak yemeyi göze almaktan
bahsetmiyoruz. Faşizmle dişe diş bir kavgadan bahsediyoruz) şovenist histeri karşısında durmak, enternasyonal tutumu göstermek önemlidir.
Bu konuda pek çok şey yazıldı ama bugün söylenecek bir şey varsa o da şudur; faşizme üniversiteleri ve liseleri dar etmeliyiz. Faşizme karşı
mücadelede devrimci güçlerin birlikteliğini sağlamak
ne kadar önemliyse, en az onun kadar önemli olan da
bu birlikteliğin hangi muhtevaya sahip olacağıdır. Bu
bir cümle ile ifade edilirse, şöyle denmelidir: Faşizme
hiç bir yaşam şansı vermemeliyiz. Faşist örgütlenmenin olduğu bir yer varsa dağıtılmalı, güçlenebileceği bir alan bulmamalıdır. Bu konuda devrimci
öğrencilere düşen sorumluluk sadece güçlü bir antifaşist hareket örgütlemek olmayacaktır, bu iç savaşta
bir düzeyi yakalamak olacaktır. Kürt halkıyla ateşten
köprüler kurmak istiyorsak, birleşik devrimin zaferini görmek istiyorsak bize bir vurana on vurmalıyız.
Dönemin bizden beklediği budur!
8
Emeğin Dünyası
Birleşik Metal İş'ten Faşist Yürüyüş Ve EMEP
MÜCADELE BİRLİĞİ
Dağlıca'da 16 askerin ölümünün ardından birçok ilde yapılan faşist yürüyüşlerin yanında
DİSK'e bağlı Birleşik Metal İş sendikasının kararıyla örgütlü oldukları birçok fabrikada basın açıklaması,
yürüyüş
gerçekleştirildi.
Sabah
vardiyasının çıkışına, gece vardiyasının girişine
denk gelen yürüyüş için işçiler 8 Eylül Salı günü
Çiğli Organize sanayi bölgesinde bulunan Schneider fabrikasının önünde toplandı.
Sendika temsilcisinin yaptığı kısa konuşmada
asker ve polise yapılan "alçakça" saldırıların bir
an önce sonlandırılması gerektiği vurgulandı. Bu
Cerrahpaşa'da Asistanlar
Şiddet Ve Tehdide Karşı İsyanda
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği’nde çalıştmakta olan asistan Dr. Gözde Apaydın 9 Eylül tarihinde
bir hasta yakını tarafından saldırıya uğrayarak darp edildi.
Asistan hekimler 11 Eylül günü arkadaşlarına uygulanan saldırı ve şiddeti
protesto etmek amacıyla, öğretim görevlilerinin de desteğiyle iş bırakma eylemi gerçekleştirdi. Eylem sürerken,
şiddet uygulayan hasta yakını tekrar
hastaneye gelerek olay çıkardı. Acil servisten sorumlu öğretim görevlisi Prof.
Dr. Halit Çam, asistan doktor Gözde
Apaydın'ın haklarını savunmak yerine
şiddeti destekleyen ve asistan hekimleri tehdit eden
söylemlerde bulundu. Prof.
Dr. Halit Çam hakkında soruşturma açılması ve soruşturma
süresince
de
görevinden uzaklaştırılması
talebiyle 16 Eylül günü hastane bahçesinde eylem gerçekleştirdi.
Hastane bahçesinde
çadır kuran asistan hekimler
saat 12.30'da sloganlarla eylemlerini başlattılar. Sağlık Emekçileri
Sendikası (SES) Aksaray Şubesi üyeleri
ve İstanbul Tabip Odası üyelerinin desteğiyle yapılan eyleme hastanede bulunan hastalar ve yakınları da katılarak
alkışlarıyla destek verdi.
Çam hakkında soruşturma açılmasını ve bu soruşturma sonuçlanana kadar
can güvenlikleri nedeniyle görevinden
uzaklaştırılması taleplerini dile getiren
doktorlar, şiddeti önleyecek tedbirler alınıncaya kadar da Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı asistanları olarak
iş bırakma eylemi yapacaklarını söylediler.
Mücadele Birliği Platformu, 9 Eylül akşamı
Taksim'de Kürt halkına yapılan saldırı ve katliamları protesto etmek ve Kürt halkıyla dayanışma
amacıyla “Kürt Halkı Yalnız Değildir” pankartı
açan üyelerinin gözaltında yaşadığı işkenceye ilişkin İHD İstanbul Şubesi'nde basın açıklaması düzenledi.
11 Eylül günü düzenlenen basın açıklamasında Mücadele Birliği Platformu adına konuşan
Kenan Aktaş, son günlerde Kürt halkına yönelik
ırkçı faşist saldırıların tırmandığını ve Kürdistan'da
şehirlerde katliamlar yaşandığını belirtti; Türkiyeli
devrimciler ve komünistler olarak Kürt halkının
yanında olmanın bir görev olduğunu düşünerek,
bir süredir eylemler gerçekleştirdiklerini söyledi.
Taksim Burger King şubesinde “Kürt Halkı Yalnız
Değildir” pankartı açan 4 arkadaşlarının gözaltına
alındığını ve devletin ağır saldırısına ve işkencesine maruz akladıklarını, avukatların saatlerce arkadaşlarının nerede olduğunu öğrenemediğini ve
arkadaşlarından haber alamadıkları için hayatlarından endişe ettiklerini aktardı. Türkiyeli devrimci
ve komünistler olarak ezilen ulusun ve ulusal toplulukların yanında olmak gerektiğini, özgürlüğün
ancak tüm ezilen halkların yanında olarak mümkün olabileceğini vurguladı.
Eylemi Mehmet Cem Solhan, Kenan Zengin,
Enes Teker ve Gökçe Şahin'in gerçekleştirdiğini ve
gözaltı boyunca ağır işkenceye maruz kaldıklarını
ifade eden Aktaş, Gökçe Şahin ve Enes Teker'in
THİV'de muayeneleri bitmediği için açıklamaya
katılamadıklarını söyledi.
Gözaltına alınan Kenan Zengin eylemi anla-
temsilci ne yazık ki işçiler tarafından eskiden beri
fabrikanın en ileri kesimini temsil ettiği zannedilen üstelik adından "devrimci, komünist" diye söz
edilen bir EMEP'liden başkası değildi.
Bir dakikalık saygı duruşundan sonra İstiklal
marşı okundu. Ardından basın açıklaması yapılarak en önde EMEP'li temsilci ile birlikte EMEP'liler olduğu halde Türk bayrağıyla yürüyüşe geçildi.
Yürüyüş sırasında "Şehitler ölmez vatan bölünmez", "Ya Allah bismillah allahuekber", "Anaların öfkesi katilleri boğacak" ve "Kahrolsun
PKK" sloganları atıldı.
tırken, aşağıdaki bir şahsın çatıdan sarkıtılan Türk
bayrağına basıldığı iddiasıyla halkı kışkırtmaya çalıştığını, kendilerinin bayrağa basmadıklarını anlattıklarını, daha sonra bu şahsın gözaltı yapan
polislerin arasında olduğunu gördüklerini söyledi.
Ters kelepçe yapılarak gözaltına alındıklarını
söyleyen Zengin, önce garaja götürüldüklerini, burada başlayan işkencenin, araçta ve polis merkezinde de devam ettiğini, hastaneye gittiklerinde
elleri kelepçeli muayene yapılmak istendiğini ve
buna karşı çıktıklarında muayene yapılmadığını
belirtti.
Gözaltı boyunca yumruk, dirsek ve ayakkabılarıyla vurularak işkence edildiğini söyleyen Zengin, “ezan okundukça namaza gidip dönünce gelip
bize işkenceye devam ediyorlardı. Haberlerde ölen
asker, polis olduğunu öğrendikçe daha şiddetle
vurmaya başlıyorlardı” dedi. Zengin, kimliklerine
bakarak, “sen Tokatlısın, Kürtçe bilmiyorsun niye
Kürt halkına destek çıkıyorsun, sen necisin” diye
sorduklarını, bir başka polisin “bunlar Ermenidir”
şeklinde şoven söylemlerde bulunduklarını belirtti,
“Eğer Kürt halkından bir arkadaşımız olsaydı eminiz ki çok daha ağır işkencelere maruz kalacaktı.
Ve belki sağ olarak çıkmayacaktı. Irkçı söylemlerinden ve saldırılarından biz bu izlenimi aldık”
dedi.
İşkence nedeniyle gözlerinin kapandığını söyleyen Zengin, mahkemeye çıkarılabilmeleri için
doktora götürüldüklerinde doktorun ilaç damlatarak gözlerinin açılmasını sağladığını, gözleri açıldıktan sonra ise bir süre göremediğini belirtti.
Mehmet Cem Solhan ise gözaltına alan polislerin davranışlarının IŞİD çetelerinden farkı olmadığını, tek farkın kafalarının ya da kollarının
koparılmamış olduğunu ifade etti. Irkçı, şoven hakaretlerde bulunduklarını ve sürekli kafalarına
gözlerini vurulduğunu, bir yandan da “sakın kafanızı kaldırmayın, bizim yüzümüzü görmemeniz
lazım” şeklinde korkularını da ortaya koyduklarını
söyleyen Solhan, Kürt halkına yönelik katliamlar
yaşanırken, Türkiye'deki emekçilerin buna sessiz
kalmaması gerektiğini düşünerek bu eylemi yaptıklarını belirtti. Halkın Kürdistan'da yaşanan katliamlara ve saldırılara karşı harekete geçmesi
Yürüyüşten sonra işçilerle birlikte EMEP'liler
de fabrikaya geri döndüler. İşçilerin arasında dolaşarak yeni sözleşmelerden bahsederlerken özellikle de yurtsever işçilerin onlara tavrı belli
oluyordu.
Yurtsever arkadaşlarla konuşmalarımızda bir
önceki seçimde bu temsilci arkadaşları onların
desteklediğini hatırlattık. Yurtseverler için süreç
dostla düşmanın birbirinden ayrılması gereken bir
süreçtir.
Schneider'da Çalışan DİK'li Bir İşçi
“Akla ve Bilime Aykırı Cezalandırmayı
Kabul Etmeyeceğiz”
İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp
Fakültesi Hastanesi'nde taşeron şirket
tarafından verilen niteliksiz işçi sağlığı ve iş güvenliği eğitimine itiraz
eden İstanbul Tapip Odası üyesi
Arş.Gör. Dr. Coşkun Canıvar'a kademe durdurma cezası verilmesi protesto edildi.
Eyleme İstanbul Tabip Odası,
SES Aksaray Şubesi, Genel İş Sendikası, Dev Sağlık İş Sendikası, İşçi
Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, Taşİş-Der üyesi sağlık emekçileri ve hasta
yakınları ve öğrenciler katıldı.
Monoblok Binası önünde yapılan
basın açıklamasında Prof.Dr. Selçuk
Erez,Türk Tabipler Birliği Hüseyin
Demirdizen, DİSK Genel Sekreteri
Arzu Çerkezoğlu, İşçi Sağlığı ve İş
Katliamlara Sessiz Kalırsak Özgür Olamayız
30 Eylül - 14 Ekim 2015
Güvenliği Meclisi'nden
Murat Çakır, Dr. Coşkun
Canıvar'ın yıllardır hastanede işçi sağlığı ve iş güvenliği
önemlerinin
alınması ve nitelikli sağlık eğitimi verilebilmesi
için mücadelede yürüttüğünü ve bu hukuksuzluğa
karşı Dr. Canıvar ile dayanışma içinde
olacaklarını dile getirdiler.
İstanbul Tabip Odası adına basın
açıklamasını okuyan Dr. Ozan Toraman, ülkenin işçinin sağlığını düşünen
bir araştırma görevlisini cezalandıran
tıp fakültesi yöneticileri ile tanışmak
durumunda kaldığını, bu yönetimin
ileride hastanın sağlığı konusunda
aynı tutumu göstermeyeceğinin, ya da daha nitelikli eğitim
isteyen
bir
tıp
öğrencisinin başına gelmeyeceğinin hiçbir garantisi olmadığını ifade etti.
Dr. Coşkun Canıvar ise
konuşmasında kendisine eğitimi engellemek suçu işle-
gerektiği mesajını vermek ve daha fazla insanın
dikkatini çekebilmek için eylemi Taksim'de gerçekleştirdiklerini belirten Solhan böylece Kürt halkına da destek mesajı vermek istediklerini söyledi.
Avukat Seher Dursun ise Mücadele Birliği
Platformu üyelerinin bir süredir pek çok şehirde
Kürt halkına destek mesajı veren eylemler gerçekleştirdiğini, İzmir'de yapılan bir eylemde de gözaltı
yaşandığını fakat bu şekilde şiddet uygulanmadığını belirtti. “Ne zaman ki Cumhurbaşkanı Erdoğan 'biz iç güvenlik yasasını boşuna çıkarmadık,
Emniyet Genel Müdürü yetkilerini kullanmıyor, tereddüt etmesine gerek yok silah kullanma yetkisini
uygulamakta tereddüt etmesin' dedi, arkadaşlarımız bu işkenceye maruz kaldı” dedi.
Müvekkillerinin gözaltına alındıktan 1,5 saat
sonra karakola, 2,5 saatten fazla bir süre sonra ise
hastaneye götürüldüklerini, araçla götürülürken de
bütün ara sokakları gezerek, bu süre içinde sürekli
hakaret ve darba maruz kaldıklarını belirten Dursun, buna rağmen müvekkillerinin “memura mukavemet”le suçlandıklarını aktardı.
Av. Seher Dursun müvekkillerinin yaptığı eylemin 2911 sayılı yasaya bile aykırı olmadığını ve
suç unsuru içermemiş olmasına karşın ters kelepçeyle alınıp darp edildikleri, işkence gördüklerinin
bariz olmasına karşın “memura mukavemet”le
suçlandıklarını, oysa ki bunun için önce bir suç unsurunun oluşması, memurun bunu engellemeye çalışması ve suçu işleyenin buna karşı direnmesi
halinin oluşması gerektiğini iade etti.
Müvekkillerinin gördükleri işkencenin açıkça
görülmesine rağmen raporlara yansımadığını, daha
sonra kendi ısrarları üzerine doktora götürüldüklerinde ise doktorun “Ben daha önceki rapordan ayrı
bir rapor yazamam, ben bundan sorumlu tutulurum” şeklinde bir ifade kullandığını, buradan da
doktorun polisten korkusunun ortaya çıktığını iade
eden Dursun, daha sonra savcılıktaki adli tabipliğe
mekten dolayı verilen cezanın altında
imzası olan İÜ. Rektörü Mahmut
Ak'ın göreve başlarken hükümeti övdüğünü, fakat aynı yolda yürüdüğü iktidar döneminde 13 yılda 15 bin iş
cinayeti yaşandığını, hastanede ise 3
yılda iki iş cinayeti yaşandığına dikkat
çekti. Hükümetin ranta dayalı kentsel
dönüşüm projelerine, işçi-emekçilere
yönelik saldırılarına ve Kürdistan'daki
katliamlara değinen Canıvar, verilen
cezalarla sağlık emekçilerini yıldıramayacaklarını belirterek “Ülkeyi yangın yerine çevirseniz baskıyı ve şiddeti
egemen kılmaya çalışsanız, şehirleri
ablukaya alsanız sivilleri de katletseniz de biz emeği ve yaşamı savunacağız” dedi.
götürüldüklerini, fakat buradan da gerekli raporun
alınamadığını, THİV'de yapılan muayene ile durumlarının raporlanacağını ve suç duyurusunda bulunarak hukuki süreci takip edeceklerini belirtti.
Av. Seher Dursun sözlerini, “Hukuki süreci
takip edeceğiz ancak, şunu da biliyoruz ki, sokakta
mücadele yükselmeden, hakların korunması ve
adaletin yerine getirilmesinin sağlanması mümkün
olmayacaktır” diyerek tamamladı.
Mücadele Birliği adına konuşan Kenan Aktaş,
eylemi gerçekleştirenlerin ikisinin işçi, birinin öğrenci, bir diğerinin ise tiyatro oyuncusu olduğunu,
inançları ve kültürleriyle de halkın farklı kesimlerinden insanlar olarak bu eylemi gerçekleştirdiklerini ve böylece Türkiye'deki işçi ve emekçilere
duyarlı insanlara bir çağrıda bulunmuş olduklarını
ifade etti.
Aktaş sözlerini “Kürt halkına yapılan saldırı
ve katliamlara sessiz kalırsak bizler de özgür olamayız, insan olmanın gereğini yerine getirmemiş
oluruz. Kürt halkına yönelik saldırılara, işçi ve
emekçilere yönelik saldırılara, faşist saldırı dalgasına karşı işçiler, emekçiler ve devrimciler olarak harekete geçmemiz ve mücadele birliğini
oluşturarak devrim mücadelesini yükselmemiz gerekiyor” diyerek tamamladı.
30 Eylül - 14 Ekim 2015
Yunanistan, Ekonomik Kriz Ve Seçimler
Ekonomik kriz, Yunan halkını 8 ay
içinde üç kez sandık başına gönderdi. Krizin burjuva demokrasilerini nasıl pespaye
bir hale getirdiğinin güzel bir örneği aslında Yunanistan'da yaşananlar. Emperyalist-kapitalist sistem yönetemedikçe, bu
eski demokrasi oyununa başvuruyor ve
kural gereği oyuna dahil edilen “halkın
iradesi”, türlü entrikalarla sisteme soluk
aldıran nefes boruları haline getiriliyor.
Çok değil sekiz ay önce büyük umutlar ve vaatlerle hükümete gelen Siriza'nın
emperyalistlerle her türlü uzlaşma çabasında tüm kapılar suratına kapatıldı. Öyle
ki, dönemin Maliye Bakanı Varufakis,
aynı zamanda ekonomi profesörü olan ve
dünyanın çeşitli üniversitelerinde öğrencilerine marksist ekonomiyi anlatan bu
adam, durumu şöyle özetliyor: “Yunanistan ekonomisini kurtarmak için oluşturduğumuz kurulların, onca uğraşla
hazırladıkları çalışmalara, raporlara AB
toplantılarında tartışılmak bir yana, göz
ucuyla bile bakılmadı, ilgilendikleri tek
şey borçların geri ödenmesiydi...”
AB ile her uzlaşma girişiminden
sonra kulakları düşmüş köpek yavrusu
gibi eve geri dönen Siriza hükümeti, derdini anlatacak muhatap bulamamanın basıncı ve tabanının baskısıyla AB'ye karşı
elinde kalan son kozu kullanma kararı
aldı: REFERANDUM.
Küçük burjuva uzlaşma politikaları
emperyalistler ile her görüşmede daha
fazla darbe alan Siriza hükümetinin bu referandum kararı, Yunan emekçi halkına
karşı kuyruğu dik tutmak için gösterdiği
son gayretti. Yani teslimiyetin bir adım
öncesi. Emperyalistlerle kapışmayı hiçbir
zaman göze alamadığı, göze alacak sınıfsal karaktere sahip olmadığı için referandum sonuçları da Siriza için bir darbe
oldu. Çünkü Yunan halkı, korku sınırını
yığınsal bir biçimde aşmaya başlamıştı.
Referandumla Yunan yoksul ve emekçi
halkı küçük burjuva öncülerine çok net bir
mesaj verdi. Referandum döneminin
temel sloganı şuydu: KORKMUYORUZ!!!
Yunan halkı 3. memorandum anlaşmasına (Memorandum, kısaca Troyka denilen, Avrupa Merkez bankası, IMF ve
AB Komisyonundan oluşan yani sermayenin çıkarlarını temsil eden kurumla,
Yunan hükümeti arasında yapılan tasarruf
ve denetim paketi anlaşması) büyük bir
coşkuyla ve %62 gibi bir oy oranıyla
HAYIR dedi.
Tarihte bazı anlar vardır ki, oluşmaları için birçok durumun yanyana gelmesi
gerekir. Oluştuklarında ise geleceği kurma
mücadelesine güçlü ivmeler katarlar. İşte
referandum süreci de Yunanistan devrimci
mücadelesine güçlü ivmeler katabilecek,
mücadeleyi ileriye taşıyabilecek bir süreçti. Çok uzun süre AB ile celladına aşık
bir kurban ilişkisi sürdüren Yunan halkı bu
köleleştirici ilişkiyi ciddi olarak sorgulama sürecine girdi. Korku, yerini coşkuya, hem de kitlesel bir coşkuya
bırakmaya başladı. Kendilerini soyup soğana çevirenlere karşı mücadele etmekten
başka şansları kalmadığını kavramaya
başladılar. Bu manzarada eksik olan tek
şey öncüydü. Cüretli, halkın coşkusunu
ileriye götüren adımlar atabilecek devrimci bir parti. Yoksul halkının bu coşkusunu gören Siriza hükümetinin, devrimci
adımlar atma korkusu, artık bir kabusa
dönüştü ve referandumdan kısa bir süre
sonra soluğu 3. memorandum anlaşmasını
imzalamakta aldı.
Dönemin maliye bakanı Varufakis
referandum gecesini şöyle anlatıyor: “Referandum sonuçlarından hemen sonra
kutlamak için Çipras'ın odasına gittim.
Odada hakim olan zafer değil, yenilgi havasıydı. Mesajı aldım ve hükümetin önünü
açmak için istifamı verdim.”
Sonrası malum… Politik arenada
ileri doğru adım atmaya cüret edemezse-
niz düştüğünüz çukurda dibinizi dahi bulamazsınız. Siriza hükumeti de tarihin en
ağır kölelik anlaşmalarından birini imzalamak zorunda kaldı. Öyle ki Yunan basınına sızan haberlere göre anlaşma öyle
sanıldığı gibi Avrupa Parlamentosunda
falan imzalanmadı. Merkel ve Çipras bir
odaya kapatıldı ve başlarına da Avrupa
Parlamentosu başkanı nöbetçi olarak dikildi. Merkel net olarak Çipras'tan Yunan
devletinin tüm mal varlığının merkezi İsveç'te bulunan bir ipotek şirketine devredilmesini istiyor ve ancak borçlar geri
ödendikçe ipotek senetlerinin geri alınabileceği şartını dayatıyordu. Çipras ise
böyle bir anlaşmaya imza atarsa kendisine
dönüş için Yunanistan'a değil başka bir ülkeye bilet alınması gerektiğini söylüyordu...
Sonuçta araya Avrupa Parlamentosu
başkanı girdi ve Çipras'i vatana ihanet
suçlamasından kurtardı. İpotek şirketi Yunanistan'da olacaktı. Böylece Yunan
emekçi halklarına çok ağır bedeller ödetmeyi planlayan 3. memorandum anlaşması imzalandı. Bu arada belirtmekte
fayda var. Merkel'in önerdiği merkezi İsveç'te bulunan ipotek şirketinin ortaklarından biri Alman maliye bakanı
Wolfgang Schauble.
Bu ağır anlaşma sonrası Siriza içinde
çatlaklar çıkması kaçınılmazdı ve memorandum anlaşmasının Yunan meclisinde
oylanmasında 149 Siriza milletvekilinden
44'u hayır ya da çekimser oyu kullanarak
anlaşmaya onay vermedi. İşin trajik yani
şu ki, Cipras bu memorandum anlaşmasını, zamanında yerden yere vurduğu sistem partilerinin (Pasok ve sağcı Yeni
Demokrasinin) desteğiyle meclisten geçirebildi. Aslında bu durum Cipras için aynı
zamanda bir fırsat doğurdu. Parti içi temizlik… Zaten hükumet olduktan sonra
Siriza içinde Cipras ve ekibine yönelik
ciddi eleştiriler yükselmeye başlamıştı. Bu
eleştiriler referandum sonrası iyice tavan
yaptı. Öyle ki, 201 Merkez Komite üyesinden 109'u daha anlaşma mecliste oylanmamışken, anlaşmanın kabul edilemez
olduğunu belirtip acil MK toplantısı talep
ettiler. Bir klasik burjuva parti gibi Cipras'in buna cevabı ise MK'yi toplamamak,
parti organlarını işletmemek, demokratik
merkeziyetçilik ilkesini askıya almak ve
kendisine karşı çıkan tüm bakan ve bürokratları görevden almak oldu. Anlaşmanın mecliste geçmesinden sonra ise Sol
Platform diye anılan ve Siriza içindeki en
güçlü örgüt olan Sinaspismos'un (zamanında Yunanistan Komünist Parti'sinden
ayrılmışlardı) kadrolarından Lafazanis'in
Kürt Halkın Destek Veren Avukatlara
Polis Barikatı
Devletin Cizre'de bir hafta boyunca sokağa çıkma yasağı
ilan ederek yaptığı katliamın ardından incelemelerde bulunmak
üzere Cizre'ye giden avukatlar gözlemlerin paylaşmak ve Kürt
halkına desteklerini dile getirmek için devrimci demokrat avukat örgütleri olarak ortak bir basın açıklaması ve yürüyüş gerçekleştirmek üzere 15 Eylül günü Tünel'de toplandı. Saat
19.00'da Galatasaray Meydanı'na yürümek isteyen avukatların
önüne TOMA'lar, panzerler, çevik ve sivil polis yığınağı ile barikat kuruldu.
Oturma eylemine başlayan avukatlar “Cizre Halkı Yalnız
Değildir!”, “Faşizme Karşı Omuz Omuza!”, “Diren Cizre Yoldaşların Seninle”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği”, “Bijî Bratiya
Gelan!”, “Cizre Halkı Yalnız Değildir” sloganları atıp devrimci
marşlar söyleyerek iki saate yakın eylemi sürdürdüler.
başını çektiği parti içi muhalefet artık hükumete karşı oy kullanacaklarını açıkladı.
Siriza-Bağımsız Yunanlılar koalisyonu
böylece azınlık hükumeti durumuna
düştü. Cipras da 20 Ağustos'ta istifasını
vererek yeni seçim startını vermiş oldu.
Bu arada seçim startı ile birlikte Sol platform üyeleri Siriza'dan ayrılarak Halkın
Birliği adında yeni bir parti kurdular.
Bildik secim teraneleri dışında Siriza'nın söylediği tek “yeni” şey suydu: İyileşmek için acı reçeteyi içmek
zorundayız…
Böylece 20 Eylül akşamı Yunanistan'da 3. kez seçim sandıkları kapandı. Siriza %35 oy oranıyla seçimlerden birinci
parti çıkmasına rağmen Yunanistan'da seçimlerin galibi sessiz yığınların partisi
Boykot oldu. Seçimlerde yaklaşık iki Yunanlıdan biri sandık başına gitmedi. Ocak
2015 seçimlerine göre boykot partisi 'oylarını' %10 oranında arttırarak bu seçimlerde oylarını arttıran tek akım oldu. Siriza
ise boykot ve mecliste temsil edilmeyenlerin oyları hesaplandığında ancak
%17'lik bir kesimin hükumetini temsil
ediyor.
Ciddi bir politik krizi gözler önüne
seren bu tablo, seçime böylesi bir ilgisizlik ancak su olgularla açıklanabilir:
-Halk sonucu önceden belli bir oyunun parçası olmak istemedi. Kime oy verirse versin emperyalistlerle birlik olup
kendisini daha fazla sefalete itenler başa
gelecekti.
-Bu son seçimlerle birlikte parlamento, insanların gözünde artık trajikomik bir oyunun sergilendiği tiyatro
sahnesi haline gelmiştir. Yunanistan'da sağ
ve sol parti ayrımı kalmadığı gibi parlamenter yoldan kurtuluş umudu da tükenme noktasındadır.
-8 ay gibi kısa bir sürede 3 seçim yaşamasına rağmen emekçi ya da işsiz bir
Yunan vatandaşının günlük yaşamında hiç
bir değişiklik olmadı. Kesintiye uğrayan
ya da alınamayan maaşlar, artan vergiler,
evinden-işinden atılmalar, işsizlik, yoksulluk, geleceksizlik… Bunların hepsi
devam ediyor ve devam edecek. Yunan
halkı seçimlere sırtını dönerek eskisi gibi
öyle kolay kandırılamayacağını, Siriza'nın
ihanetini ise hazmedemediğini gösteriyor.
Bu halk nasıl referandum surecinde
emperyalistlerin terör ve tehditlerine rağmen yüzbinler halinde sokakları doldurup
kendi iradesini ortaya koymuşsa, reformistlerin ihanetini de aşmasını bilecektir.
Çünkü yaşamlarını devam ettirmek için
mücadele etmekten başka çarelerinin olmadığını giderek daha iyi kavrıyorlar:
Bütün bir gençlik krizin sonuçlarından
kurtulmak için Avrupa'ya ya da dünyanın
başka ülkelerine göç edemeyecek, kiliselerin verdiği günde bir öğün yemek bütün
aç karınları doyuramayacak, bankaların
ipotek yoluyla evlerine el koyduğu insanlar yardımsever Yunanlıların evlerine sığmayacak, faşistler tüm kriz mağduru
insanları mafyalaştıramayacak.
Bugün Yunanistan'daki devrim ve
sosyalizm mücadelesinin en büyük sorunu
öncü sorunudur. Yeri geldiğinde kaldırım
taşlarını sökmekten geri kalmayan, güçlü
bir devrimci birikime sahip olan bu halk
kendi içinden “Başka bir dünya mümkün!”, “Başka bir Yunanistan mümkün!”
sloganına inanan cüretli öncülerini çıkaracaktır!
Yunanistan'dan Leninistler
Oturma eylemi sonunda avukatlar adına ortak açıklamayı
Av. Züleyha Gülüm okudu.
Devletin 7 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde başlayan
katliamlarının sürdüğünü belirten Gülüm, Cizre kenti başta
olmak üzere Kürdistan'da tam bir devlet terörü ve katliama giriştiğini söyledi. Kürdistan'da katliama girişen devletin diğer
kentlerde ise şoven ve ırkçı söylemlerle faşist saldırganlığı tırmandırarak halklar arasında düşmanlığı yerleştirmeye çalıştığını
ve devrimcileri hedef aldığını belirten Gülüm, Türkiye Barolar
Birliği'nin ise hak ihlalleri konusunda sessiz kalmasını dahası
savaş ve saldırganlık politikalarıyla halkın üzerinde terör estiren
iktidarın sermaye örgütleri, gerici faşist sendika ve kurumlar ile
ırkçı eylemlere katılacağını bildirmesini eleştirdi.
Devrimci avukatlar olarak savaş ve saldırganlık politikalarına karşı işçi ve emekçilerin, Kürt halkı başta olmak üzere ezilenlerin yanında olacaklarını belirten Gülüm, her nerede bir
haksızlığa uğrayan varsa onların haklarını korumaya, destek vermeye devam edeceklerini ve hiçbir baskının bunu engelleyemeyeceğini belirterek sözlerini tamamladı.
MÜCADELE BİRLİĞİ
ÇİL YAVRULARININ
KÖPÜKTEN GAZABI
UMUT ÇAKIR
9
Çıkarları birbirine zıt sınıflardan ve ezen ezilen uluslardan oluşan bu toplumun, karşılaştığı her köklü sorunda iç savaşa başvuruyor olmasında şaşılacak ya da
dehşete düşecek bir durum yok. Marksizmin kanıtladığı bu gerçeği, görünen o ki,
burjuvazi bütün oportünist çevrelerden daha iyi biliyor.
Uzun iç savaşın son 2 aylık döneminde meydana gelen her olay, genel ve sonuç
alcı bir meydan muharebesi için gerekli alanı temizledi. Eylül ayından itibaren, artık
bu muharebenin başladığını söyleyebilmek için çok fazla belirti çıktı ortaya. “Toplumsal barış” nutukları, üzerine tanklar sürülen kentlerin, ateşe verilen yüzlerce parti
binasının alevleri arasında küle döndü; iç savaşın her iki tarafı da, sonuna kadar gütmek konusundaki niyetlerini açığa vurdular. Kürt halkı, yerle bir olan Cizre'nin enkazları arasından bir kez daha dimdik ayağa kalkarak, bu niyeti kanıyla kutsadı.
Dehşet dolu “Operasyon değil katliam” sloganları ile sokakları dolduran faşist kalabalıklar da öyle, ama henüz kanla değil, sucuklar ve ekstazi haplarla kutsandılar.
Nihai savaşın ilk cephe savaşları verilirken, devrimin ve karşı-devrimin gücüne, konumuna ve evrimine bakmak, zaferi güvenceye almak isteyen proletaryanın öncü sınıf partisinin her adımda yerine getirmesi gereken bir görevdir.
Lenin, devrimci bir iç savaşla, gericilerin iç savaşı arasında bir karşılaştırma yapabilmek için, şu beş olguyu göz önünde bulunduruyordu: 1) Yığınların kendiliğindenliği (Galiba birilerinin kulağına kar suyu kaçtı!!) 2) Hareketin erekleri, 3)
Yığınların bilinci 4) Hareketin gücü ve 5) Sürekliliği yani direşkenliği.
Devrimci iç savaşı nihai meydan muharebesine doğru taşıyan eylemlerin başlangıcını, bekleneceği gibi Kürt halkı yaptı. Halk, öncülerinden bir işaret beklemeden, yalnızca kendi öz gücüne güvenerek pek çok ilçe ve Amed'de
özyönetim-özsavunma ilan etti; seçimlerden hemen sonra burjuva parlamentonun
beş para etmediğini görerek keni kaderini kendi ellerine almaya girişti. Başlarda
birkaç ilçeyle sınırlı özyönetim ilanları, kısa sürede pek çok kente hatta İstanbul'a
sıçradı. Kendiliğinden başlayan eylem, hem halk içinde nasıl derin köklere sahip olduğunu, hem de kaçınılmaz ve ertelenemezliğini kanıtlamış oldu; ve bu, devrimci
iç savaşın kesinlikle en güçlü yanıdır.
Burjuva iç savaş ise, ancak özel harekat ve paralı asker timleri ile, -Deniz Baykal'ın zamanında, hayretler içinde, bu hale nasıl geldiğini sorduğu gibi- “Albaylardan kuvvet komutanlarının” sorunu haline gelen en yüksek otoritesiyle, ordu içinde
bile rahatsızlık yaratacak bu zorlamayla gündeme geldi. Politik açıdan faşist niteliği tartışılmaz bir ordunun içinde bile kök salamayan, uzman çavuş ailelerinin dahi
“Bu savaş kimin için” çığlıklarıyla sorguladıkları bir gerici iç savaştır karşımızda
olan.
Devrimci iç savaş ereklerini saklamayı asla düşünmedi, özgürlük ve gerçek
demokrasinin hayat bulması için önerilerini tüm kamuoyuna ilan etti. Bizzat ateşli
cephe savaşları içinde bu erekler daha ileri düzeylere taşındı, bunlar her iki ülke
devriminin ortak amaçlarına uygunluk taşıyordu. Ereklerin açıklığı ve emekçi çıkarlara uyumu nedeniyle, faşist-şoven yöneticilere sahip sendika ve meslek örgütleri, açıktan bu ereklere düşmanlık etme yoluna gidemediler.
Oysa, burjuvazinin gerici iç savaşı, gerçek ereklerini gizleyerek ilerlemek zorundaydı. Bunun için, akla ziyan yalanlar, yatsıya kalmadan mumu sönen karaçalmalar, ancak mizaha konu olabilecek türlü çeşit saçmalıklarla, kalabalıkları
sokaklara çağırdı. 7-10 Eylül günlerinde, güya “kardeşliğin pekişmesi” için, çok
önceden tertiplenmiş, kimin nereye saldıracağı hesaplanmış bir hareket başladı, ama
bu ayak takımı, ipten kazıktan kurtulmuşlar sürüsü, “operasyon değil katliam” ulumalarıyla gerçek ereklerini açığa vurunca, kendi başlarına kaldılar. Çok değil, dört
yıl önce sokaklara yüzbinler halinde dökülen Kayseri, Konya, Samsun gibi kentlerde
bile, polis destekli birkaç yüz kişinin eylemi kaldı geriye. Hemen aynı gerici kalkışma (pogrom) günlerinde düzenlenen asker cenazelerinde dahi aileler, bu savaşı
yürütenlere karşı duydukları öfkeyi dile getirmekten geri durmadılar. Oysa ki, bu
pogromlar, tam da ordu içinde yayılan çatlak sesleri kesmeyi hedefliyordu. Burjuva
gerici iç savaş, kendi ereklerine varmak şöyle dursun, bu erekler açığa çıktıkça yalnızlaştı, ortaya çıkmasına neden olduğu bilinçle bizzat kendi temelini oydu. Öte
yandan, devrimci iç savaş, ilan edilen ortak ereklere ulaşmak için hangi sert savaşlardan geçmesi gerektiğini, parlamentonun beş para etmezliği üzerine, paha biçilmez derslerle dolu yeni ve yüksek bir bilinçle donanmakla meşguldü. Erekler ve
bilinç açısından, karşılıklı güçlerin durumu işte böyleydi.
Devrimci iç savaş, her adımda, dağınık güçlerini toparladı, birbirinden kopuk
mevzileri birbirine bağladı, halkı daha kararlı, güçlü çıkışlar yapmak yönünde teşvik etti. Türkiyeli emekçiler, bu konuda Kürt halkından fersah fersah geride kaldılar. Bu da, devrimci iç savaşın en önemli, en ciddi zaafını oluşturdu. Kürt halkı,
ezilen uluslara özgü devrimci iç güdüyle, yapılan faşist saldırıları tek başına göğüslemekten geri durdu, çünkü bunun Türk-Kürt çatışması olduğu görünümü vermek istemedi. Bu durum, parlamenter atalet içinde çırpınan Türkiye sol hareketine,
tavırsız kalmak için bahane oldu. Buna rağmen, faşist kalabalıkların saldırmaya
kalktıkları her devrimci mahallede, bu faşistlere iyi bir ders veren eylemler örgütlendi. Tekelci sermaye, bu gerçeği görünce, faşist saldırıları yalnızca kendi güçlü olduğu yerlerde yoğunlaştırdı. Devrimcilerin harekete geçtiği her yerde, faşist gruplar
çil yavrusu gibi dağıldılar.
Bu arada gerici iç savaş, attığı her adımda, kendi güçlerinin dağıldığını gördü.
Eylül'de yaşanan “Kristaller Gecesi”nin yarattığı hoşnutsuzluğu gören AKP, suçu
hemen MHP'ye attı; tabi onlar da aynı şeyi yaptılar. Suç, failsiz kaldı. Dahası, sermaye içi dalaşma, bu yoğun iç savaş günlerinde, önüne geçemedikleri bir çatışmaya
evrildi. Hürriyet gazetesi, cemaatin holding ve gazeteleri basıldı. Bizzat AKP içinde,
Davutoğlu-Erdoğan çatışması alevlendi. Gerici iç savaşın gelişimi içinde, sermayenin farklı çıkarlara sahip grupları arasında, bir zaman rahatlıkla yaratılabilen birlik, yerini, onarılması güç parçalanmalara bıraktı.
Tüm bu olguların sonuçları olarak, devrimci iç savaş, sürekliliğini yani acımasız saldırılar karşısında bile ne kadar direşken olabileceğini sergiledi. Kürt halkı,
Kobane'yi aratmayan enkaz görüntüleri arasından özgürlük ve kavga sloganlarını
haykırmayı sürdürdü. Burjuvazinin gerici iç savaşında ise, “operasyon değil katliam” diyenlerin havası, üç günde söndü, bu havaya ekranlarında bayrak dalgalandırarak destek sunan faşist medya, üçüncü gün “kardeşlik” ikiyüzlülüğüne geçmek
zorunda kaldı. Polis desteğinde eylem yapabilen faşist kitlelerse, karşılarına nerede
devrimci güçler çıksa, sabun köpüğü gibi söndüler. “Toplumsal barış” nutukları çekenler, iç savaşı bir öcü gibi gösterdiler, çünkü onlar sadece, halkların birbirini anlamsızca boğazladığı çatışmaları iç savaş sayarlar. Oysa ki, Türkiye ve Kürdistan'da
70 binden fazla insanın ölümüne yol açan savaş halklar arasında değil, egemen sınıf
ile ezilen halk sınıfları arasında geçen bir iç savaştır. Ve biz, burjuvazinin ya da halk
kitlelerinin iç savaşı yükselttikleri her dönemde, yukarıda karşılaştırmasını yaptığımız olgulara şahit olduk. Kısacası: İç savaşın yükselmesinden ve nihai sonucu belirleyecek bir meydan muharebesinin ilk perdesini açmasından asıl korkması
gereken, egemen tekelci sermaye sınıfıdır.
10
30 Eylül - 14 Ekim 2015
MÜCADELE BİRLİĞİ
“Bütün Asker Anneleri Savaşa Karşı Durmalıdır”
Kürdistan'da Suruç katliamının ardından topyekun savaş ilan devlet sokağa çıkma yasakları ve katliamlarla
Kürt halkına acımasızca saldırdı. Saldırıların temelinde yatan bir halkın özgürlük ve bağımsızlık girişimiydi.
Özyönetim ilan eden Cizre'nin 3 mahallesi ve Diyarbakır Ofis ve Sur mahalleleri, Silvan derken ve şimdi de
Beytüşebap'ta devlet sokağa çıkma yasağı uygularken, insanlar kanlar içinde
aramızdan ayrıldı. Her sokağa çıkma yasağı evlere, ocaklara yağan havan topları, kurşunlar, mermiler demekti.
Çocuk, genç-yaşlı demeden keskin nişancıların hedefinde yaşamlar bir bir karardı.
Bu durum en çok anaların canını
yaktı; oğullar, kızlar küçücük bedenler
medyaya terörist olarak yansırken minik
bedenler metanetle yüzbinlerce insanın
katılımıyla toprağa verildi. Analar, Barış
Anneleri il il dolaşıp akan kana dur
demek için kendi cephelerinden ses verdiler.
Bu sese katkı sunan bir asker annesi de röportajımızın konusu oldu. Sevilay Koçbulut, (oğlu Kürdistan'da
zorunlu askerlik yapıyor) kendisini ve
sürecini bize anlattı.
EKA: Merhaba bu topraklarda genelde devrimcilerin, gerillaların anneleri
konuşur sürecini anlatır, asker annesi...
Sizi tanıyalım mı ?
Sevilay Koçbulut: 37 yaşındayım,
iki çocuğum var. Oğlum askerde, kızımı
okutuyorum. Esnafım, bayan kuaförüyüm, çalışıyorum, çocuklarıma bakıyorum. (Gülümsüyoruz)
EKA: Asker oğlum var, kız çocuğu okutuyorum dediniz, zor oluyor
mu, çalışan bir kadın olarak yaşamınızı
nasıl sürdürüyorsunuz?
Sevilay Koçbulut: Şu an çok
kötü... Şu anki süreçten kaynaklı iş anlamında kazancım yok, çocuklarımı babasız büyütüyorum, zorlukları var, daha
da önemlisi süreç kötü. İnsanlar duyarsız. Her gün televizyonlarda, gazetelerde
olan olaylar boşuna ölen genç çocuklarımız, şehitlerimiz... Hiçbir şey yapamıyor olmak daha da kötü!
EKA: Hiç bir şey yapamıyor
olmak dediniz, yapılacak bir şey yok
mu? Umut yok mu?
Sevilay Koçbulut: Umut yok mu
derken güç kimdeyse... Adamlar her
şeyin kanununu değiştirdiler, yapılandırdılar. Bizim elimizden gelen halk olarak tabii ki bir şeyler var. Röportajı
Özgecan'ın Duruşması Ertelendi
kabul etmemdeki neden de bu. Biz anneler olarak bir araya gelirsek, mücadele
edersek ben bir şeylerin değişeceğine
inanıyorum. Ben asker annesiyim hangi
anne olursa olsun ister asker ister gerilla
annesi... analar, kadınlar çok güçlü, gücünün farkında olmak zorunda, hayatı
üreten biziz zaten. Biz el ele verdiğimizde bizim önümüze kimse geçemez
ben bunu biliyorum. Bu anlamda yapabilecek bir şeyler var. Yoksa yasal anlamda oynanan oyunlar ortada, kirli
oyunlar. Bu savaş niye çıktı az-çok anlı-
Özgecan Aslan Cinayeti ile ilgili 2. duruşma 9 Eylül
Tarsus Adliyesi'nde görüldü. Saat 09.00'dan itibaren başlayan dava ile beraber Tarsus Kadın Platformu'nun çağrısıyla
adliye önünde toplanıldı.
Tarsus Kadın Platformu adına Eğitim-Sen'den Yasemin
Yüce basın açıklamasını okudu. Açıklamada, "Özgecan
Aslan Davası, aslında her gün fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddete maruz kalan, tacize, tecavüze uğrayan, katledilen tüm kadınların davasıdır. Özgecan Aslan'dan sonra da
hemen hemen her gün taciz, tecavüz ve kadın cinayeti ile
uyandık." denildi, kadın gerilla Ekin Van'dan da bahsedildi.
Son olarak, "Bizler adliye önlerinde, sokaklarda olduğumuz
sürece kadın katillerinin haksız tahrik indirimleriyle öldürülmesine izin vermeyeceğiz. Kadın katillerini, düşmanlarını durdurana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz." denilerek açıklama bitirildi.
Ayrıca, birçok kadın örgütü destek olarak gelip konuşmalar yaptı. Ayrıca Devrimci Adana Demirsporlular'dan bir kadın da konuşma yaptı. Konuşmalar yapıldığı sırada AKP desteği ile oluşturulan KADEM
adındaki kadın örgütü de basın açıklamasına geldi. KADEM, Tarsus Kadın Platformu'nun hemen karşında
açıklamasını yaparken açıklamaları sloganları ile bastırmaya çalıştı ancak ilerici, aydın, emekçi kadınlar tepkilerini hem sözlerinde hem de sloganlarını daha gür atarak cevaplarını verdiler.
Öldürülen Kadınlar, Dilber Keskin, Pınar Ünlü, Hatice Yılmaz, Hatice Palta, Emine Baş'ın aileleri de
eyleme katılarak konuşmalar yaptılar. Dava saat 11.30 sularında bitti ve 3 Aralık tarihine ertelendi. Katiller
için indirimsiz ağırlaştırılmış müebbet cezası istendi. Kadınlar davanın takipçisi olacaklarını söylediler. Eylemlerini sloganlar ile bitirdiler.
Adana Mücadele Birliği
Kadınlar Cizre’de
Barış İçin Kadın Girişimi, 9 gün
boyunca sokağa çıkma yasağı altında
ablukaya alınan, evlerin kurşunlanıp
insanların katledildiği Cizre'de kadınlarla dayanışmak ve incelemelerde bulunmak için 19 Eylül günü 11 şehirden
Cizre'ye yola çıktı.
İstanbul'dan yola çıkacak olan
Barış İçin Kadın Girişimi üyeleri Kadıköy Söğütlüçeşme'de toplanarak bir
basın açıklaması gerçekleştirdi. “Savaşa Karşı Barış İçin Ses Çıkarıyoruz”,
“Savaşa Hayır Barış Hemen Şimdi”
sloganları atan kadınlar yanlarında getirdikleri aletlerle ve düdüklerle ses çıkararak devletin savaş politikalarını ve
katliamlarını protesto etti.
Barış İçin Kadın Girişimi adına
basın açıklamasını okuyan Ferda Sayın
İstanbul, Bursa, Sakarya, Ankara, Mersin, Trabzon, Avlalık, Kocaeli, Kayseri, Eskişhir ve İzmir olmak üzere, bu
coğrafyada yaşayan kadınlar olarak ba-
rışın sesi, barışın
dili olmak için
Cizre'ye giderek
oradaki kadınlarla
birlikte bir kez
daha barışı haykıracaklarını belirtti.
Cizre'nin 9
gün boyunca sokağa çıkma yasağı
adı altında tutulduğunu, elektrik, su verilmediğini,
GSM operatörlerinin kentin dışarısıyla
bağlantısının kesildiğini insanların en
yaşamsal haklarından mahrum bırakıldığını hatırlatan Sayın “Keskin nişancılar sokağa çıkan insanları vurdu.
Kenti ablukaya alan özel tim çocuk,
yaşlı, milletvekili, sivil demeden halkı
taradı. 35 günlük bebekten 75 yaşındaki dedeye kadar 23 kişi öldürüldü.
Tüm bunlar Gazze'de değil Cizre'de
oldu. Bu sırada bizler burada olan biteni dehşet içinde izlemek zorunda bırakıldık. Çünkü bizim buralarda da
ırkçılar, linç çeteleri sokaklara çıkmış
insan avlıyordu. Savaş Cizre'de kadınları çocukları öldürerek burada ise
dükkanları yakıp, binaları yıkarak sürdürülüyordu.” dedi.
Kadınlar olarak tüm saldırılara
karşı Cizreli kadınlarla buluşmak onlara sarılmak, bayramlaşmak, acılarını
paylaşmak ve direnişlerini selamlamak
yoruz. Aklı olan, siyasetle bile ilgisi olmayan herkes, ne oldu da savaş oldu
zaten anlar. Böyle düşünüyorum.
EKA: Başka bir sorum olacak.
Asker annesiyim dediniz. Yüreğiniz ağzınızda her an kötü haber alma kaygısı...
Metanetli de görüyorum sizi. Kötü
haber alan ailelere baktığımızda bayrakların asıldığı evler yoksul emekçi insanların evleri. Şehit cenazeleri de devlet
aleyhine gelişen eyleme dönüşüyor.
'Vatan sağolsun' artık duyulmuyor ne
düşünüyorsunuz?
Sevilay Koçbulut: Ben zaten medyaya inanmıyorum, taraflı. Verilen asker
rakamlarına da inanmıyorum doğru rakamları vermiyorlar. Zaten bizim toplumun genel yarası bu askere giden şehit
düşen yoksul emekçi insanların çocukları. Hiçbir bakanın oğlunun askere gittiğini görmedik. Milletvekillerinin
oğlunun ne askere gittiğini gördük ne de
şehit düştüğünü. 1 Eylül Dünya Barış
günü için meclise gittiğimizde de ben
görüştüğüm vekillere de söyledim. Mecliste bakan ya da vekil kimin oğlu doğuda asker, doğuyu da geçtim, asker. Ne
oluyorsa bizim gibi garibanlara oluyor.
Ezberden o acılı insanlara vatan sağ
olsun dedirtiyorlar. Vatan sağ olsun
“Barış”a Saldırı
vatan bizi yaşatmıyorsa hangi vatan.
Vatan ben varsam var, ben yoksam yok.
Bizim çocuklarımız ölmemeli ne gerilla
ne de asker. Artık haberlere bakamıyorum, oğlum Şırnak'ta asker. Çocuğumun
sesini duyabilecek miyim.
EKA: Şırnak'ta askerlik yapmak
onun için zor değil mi? Dokuz günlük
sokağa çıkma yasağı vardı katliam yapmaya çalıştılar. Oğlunuz genç bir insan
neler aktarıyor.
Sevilay Koçbulut: Kendi birliğinde değil, mayınlardan kaynaklı tümendeler. 1-2 kez dışarı çıktığını
biliyorum. Çok bilgi veremiyor. Halkın
orada neler yaşadığını da biliyoruz. Dolaplarda bekletilen çocuklar, hastanelere
götürülemeyen insanlar, çok acı.
EKA: Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı? (Çok üzüldü sözleri
tamamlayalım istedik. )
Sevilay Koçbulut: Biz bu savaşı
kabul etmiyoruz. Kürt halkıyla, Türk
halkının bir sorunu yok, başkalarının sorunu var. Bütün asker annelerine çağrımdır. Bu savaşa karşı durmalılar. Kürt
halkı bu kadar acıyla mücadele ediyorsa
bizim da yapacak bir şeylerimiz olmalı!
EKA: Çok teşekkür ederiz, duygularınızı paylaştığınız için.
HDP ve Barış Bloku'nun çağrısıyla gerçekleştirilen basın açıklaması Galatasaray'da saat
17.00'da başladı. Kürt halkına yönelik saldırıları
ve Cizre'ye yapılan katliamı protesto etmek için
yüzlerce kişinin katıldığı basın açıklamasına bizler de Emekçi Kajdınlar ve Mücadele Birliği
okurları ile beraber katıldık.
Basın açıklaması okunduktan sonra kitle örgütleri adına konuşmalar yapılarak oturma eylemine geçildi.
Genel olarak “Cizre Halkı Dimdik Ayakta”,
“Kürdistan Faşizme Mezar Olacak”, “Diren
Cizre İstanbul Seninle” sloganları atıldı. Oturma
eyleminin 10-15. dakikalarında polis gaz sıkarak
kitleye saldırmaya başladı. Plastik mermi, ses
bombası ve gaz bombaları ile saldırılan kitle dağılmaya başladı. Yoğun gaz saldırısı altında dağılan kitle içinden iki genç kadına hakaret ve
küfürler eden polis, onları gözaltına almaya çalıştı ancak kitle izin vermedi.
için Cizre'ye gitmek üzere yola çıkacaklarını belirten Sayın sözlerini “Silahların susması barışın konuşması
için ısrarımızı ve mücadelemizi sürdüreceğiz” diyerek tamamladı.
Kadınlar gelecek olan diğer arkadaşlarını ve otobüslerini beklerken sloganlar atarak ve aletlerle ses çıkararak
eylemi sürdürdüler.
11 ilden hareket eden kadınlar, 21
Eylül günü Cizre'de buluştu. Devlet tarafından katledilenlerin mezarlarını ziyaret ettikten sonra Nur Mahallesi'nde
yaşayan kadınlarla bir araya geldi. Mahalledeki bir evin bahçesinde toplanan
kadınlar, devlet terörü ve direnişi konuştu.
HDP Mardin Milletvekili Gülser
Yıldırım, "Bu ülkeye barış ancak Türkiye'nin dört bir yanından buraya gelen
kadınların yüreğiyle gelir" dedi ve
barış için tek ümitlerinin kadınların dayanışması olduğunu söyledi.
Sosyolog Nazan Üstündağ ise,
"Buraya zılgıtları çoğaltmak için geldik. Buraya 'konulan ablukaları tanımıyoruz' demek için geldik. Buradaki
direnişi ülkenin batısına taşımak, direnişi onların diline çevirmek için buradayız" dedi.
Cizre Halk Meclisi Eşbaşkanı
Asya Yüksel de, özel harekat polislerinin tank ve toplarla saldırdığını ancak
direniş sonucu geri çekilmek zorunda
kaldığını belirtti ve "Özel timlerin mahallere girişini kadınların dayanışması
ve zılgıtları engelledi. Ezilen bu halklar sadece kendi dilinde ve kültüründe
kendini yönetmek istiyor" dedi.
Emekçi Kadınlar EKA
Nusaybin'de Bir Gazeteci Vuruldu
Kürdistan'da, Botan'da bir katliam yaşanıyor. Basının vermediği, ekranlarımıza
da sadece “teröristler saldırdı”, “teröristler imha edildi” denilerek yansıtılan görüntüler.
Orada neler yaşandığını yazmanın, anlatmanın, bunu kitlelere ulaştırmanın bedeli ise ağır.
Seyithan Demir... Özgür Gündem ve Azadiya Welat dağıtımcısı Nusaybin'de
başından vuruldu.
HDP ve DBP tarafından Mitani Kültür Merkezi bahçesinde düzenlenen Cizre direnişi ve özyönetim ilanları kutlama şölenine gaz bombaları ile saldıran polis, kültür merkezinin önünden motosikletiyle geçen Azadiya Welat ve Özgür Gündem
gazeteleri dağıtımcısı Seyithan Demir'i başından gaz kapsülü ile vurdu. Yüzlerce
kişi gazdan etkilendi, evlerin içine dahi gaz bombaları atıldı. Seyithan Demir yarım
saat gaz bulutu altında yaralı bekledi, sonra halk hastaneye kaldırdı.
Alışıldık bir katliam girişimi haberi: Bir gazeteci, gaz bombası, başına nişan
alma...
Ama, birer, onar, yüzer vursanız da, sakatlasanız, zindanlara atsanız da, özgürlük için ayağa kalkmış bir halkın sesini kesemeyeceksiniz. Özgürlüğün çığlığını her
yerden, her koşulda duyacaksınız...
30 Eylül - 14 Ekim 2015
Sınırsız Ve Sınıfsız Bir Dünya
-Ege Denizinde göçmen faciası, 5'i
çocuk 12 kişi öldü.
-Ege'de can pazarı: 13 göçmen öldü.
-Datça'da kaçak göçmenleri taşıyan
tekne battı. Denizden 4'ü çocuk 22 kişinin
cesedi çıkarıldı.
-Çavuşadası açıklarında kaçakları taşıyan ahşap teknenin batmasıyla Suriyeli olduğu belirtilen 17 kişi boğularak yaşamını
yitirdi.
-Libya açıklarında göçmen botu battı,
Afrikalı sığınmacılardan 1'i çocuk 7 kişi
öldü.
Son zamanlarda hemen her gün duyduğumuz, okuduğumuz haberlerin başında gelmeye başladı bu cümleler, içimizi sızlatan,
insanlığımızı sorgulatan görüntüler... Ve bir
şeyler yapmayı diledik. İmza kampanyalarından yardım-bağış kampanyalarına, bir tas
çorba, bir battaniye hazırlayıp götürmekten
evini açmaya vb... halklar gücü yettiğince
bir şeyler yapmak için çabaladı. Hepimiz
can güvenliği nedeniyle evlerinden, ailelerinden, yurtlarından edilmiş onbinlerce insanın verdiği varolma savaşına tanık olduk.
“Denizlerde boğularak ölmek istemiyoruz” diyor artık insanlar. Ortadoğu'dan, Afrika'dan güvenli gördükleri Avrupa
ülkelerine ulaşmanın yolu olan Ege Denizi
ve Akdeniz'de aralarında çok sayıda çocuğun da bulunduğu 3 bine yakın insan boğuldu. İnsan kaçakçılarına ve denizde
boğulmaya mahkum olmadan yaşayabilecekleri ülkelere gitmek isteyenler, İstanbulEdirne'den Yunanistan'a, Macaristan'a,
Sırbistan ve Hırvatistan'ı da geçerek başta
Almanya olmak üzere diğer Avrupa ülkelerine ulaşmaya çalışıyor.
Birkaç haftadır tanık olduğumuz sınırlara yığılmış binlerce insana ait görüntüler
ise, adı geçen ülkelerin sınırlarının kapatılması üzerine yaşanıyor. Her geçen gün artan
göçmen nüfus karşısında ne yapacağını bilemeyen ülkeler ardı ardına sınırları kapatıyor, göçmen nüfusu ve giriş çıkışı
sınırlayacak kararlar alıyor.
Macaristan sınırı geçen mültecilere 3-5
yıl arası hapis cezasını onaylarken, AB ülkeleri 120 bin mülteci için kota üzerine tartışıyor, Finlandiya kayıtsız girişe izin
vermeyeceğini söylüyor ve Almanya Schengen vizesini kaldırmayı konuşuyor.
Uluslararası Göç Örgütü sadece 2015'te
465 bin kişinin Akdenizi geçerek Avrupa'ya
ulaştığını, bunların 200 bininin Suriyeli olduğunu açıkladı. Macaristan'ın sınırlarını
mültecilere kapatması üzerine göç yolları
Hırvatistan'a uzandı, Hırvat yetkililer sadece
bir günde 7.300 kişinin geldiğini açıkladı.
Hırvat yetkililer, 8 bin kişi daha geldiğinde
ülkenin tamamen dolacağını, sınırları kapatmak zorunda kalacaklarını söylüyor. Bulgaristan ise Türkiye'den gelecek göçe karşı
sınırlarını sıkılaştırıyor. Almanya, Avusturya, İtalya, Slovakya, Slovenya ve Finlandiya sınır kontrollerine başlıyor. Kimi
yerlerde ise sınırlarda göçmen karşıtı ırkçı
gösteriler düzenlenirken, Almanya'da bir
mülteci barınağı kundaklandı.
Emperyalist çıkarlar yüzünden evleri
başlarına yıkılan halklar, yaşama umudu ile
soluğu emperyalist ülkelerin kapısında alıyor. Evlerini, işlerini, kariyerlerini, yaşamlarını bırakıp yollara düşmek zorunda
kalanlar sınır kapılarında, “Ekmek, su, battaniye lazım değil, ihtiyacımız olan tek şey
kapının açılması” diyerek bekliyorlar. Hepsinin ayrı hikayesi var. Öğretim görevlisi,
bilgisayar mühendisi, elektrik mühendisliği
öğrencisi... Hepsinin meslekleri var ancak
lokanta, terzi, sanayi vb her tür işte çalıştıklarını anlatıyorlar. “Ayda 700-800 lira alıyorduk. Kira 300 lira. İki odalı evde 18 kişi
kalıyorduk. Avrupa daha iyi, burada hayat
çok zor, sabahtan geceye kadar çalışıyoruz.
Tatil yok, geri dönmek yok, İstanbul'a gitmek
yok. Avrupa'ya geçene kadar buradayız”
diyor İstanbul'dan Edirne'ye yürüyen göçmenlerden biri.
Savaşın, yıkımın yok ettiği yaşamlarını
yeniden kurabilmek için yollardalar... Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, gençler, aileler...
Her ülkenin kapısına geldiklerinde önlerine
dikiliyor kocaman tel örgüler. Ve her biri
önünde ayrı bir savaş veriliyor aşabilmek
için... Çözüm aslında bir tane. Hümanistlerin
dediği gibi tüm sınırların açılması mı? Hayır.
Sınıfsız ve sınırsız, sömürüsüz bir dünya...
NOT: Geçtiğimiz haftalarda tüm dünyanın Macaristan sınırında polisten kaçarken
bir kadın kameramanın çelme takarak düşürdüğü teknik direktör olan Suriyeli mülteci, iki çocuğuyla birlikte İspanya'ya ulaştı
ve bir teknik direktörlük kursunda işe başladı.
IŞİD tarafından
tamamen ele geçirilmeden
önce,
Ayham el Ahmed,
Suriye’deki Filistin
kampı Yermuk'ta
harabelerin ortasında piyanosuyla
çocukların yüzünü
bir parça güldürüyordu...
IŞİD canileri
Ayham’ın piyanosunu
Nisan
ayında, doğum gününde yaktı. Cebinde parası olduğu halde bir yaşındaki bebeğine süt, büyük oğluna
bisküvi alamadığında umutsuzluğa kapıldı.
Sonunda o da bombaların altındaki bir rotadan, Şam, Homs, Hama
ve İdlib’den geçerek Türkiye’ye ulaştı. Kişi başı 1250 dolar ödeyip, o
botlardan birine bindi.
Geçtiğimiz hafta Facebook’ta Midilli’ye doğru yola çıktığını yazdı.
Sonra Makedonya, Sırbistan, Zagreb…
Şimdi Berlin sokaklarında piyano çalmayı hayal ediyor.
Yolculuk daha bitmedi. Ayham el Ahmed şimdi, ailesini getirebileceği güvenli bir yer arıyor.
MÜCADELE BİRLİĞİ
Göçmenler İçin Sınırlar Açılsın
Ülkeleri yok edilen, topraklarına saldırılan, evleri başlarına yıkılan ve kendilerine yeni yaşamlar
aramak zorunda bırakılan göçmenler, yine haberlerin bir konusu...
Son aylarda sürekli denizde,
botlarda, yolcu teknelerinde boğulma ve kaza haberlerini, ölüm
haberlerini okuduğumuz-izlediğimiz göçmenler, artık karayollarında...
Özellikle Suriye ve Rojava'dan yollara düşenlerin ilk durağı
Türkiye. Şehirlerde, caddelerde, sokaklarda, mahallelerde, her yerde
yaşama tutunmaya çalışıyorlar. Anlattıklar hikayeler dehşet verici.
Geçtiğimiz sene Suruç'ta, Kobane
sınırında göçmen çadırlarında yaşananlara yakından tanıklık etmiştik. Peki ya kamplarda değil de
şehirlerde bir yaşam arayanlar...
Çoğunun anlattığı hikayeler
birbirinin benzeri. Karınlarını bile
zor doyurabilecek çok düşük ücretlerle çalışıp o ücreti bile alamayanlar,
çocuklarını
okula
gönderemeyen, sadece bir ev kirası
ve yemek için aile boyu çalışanlar...
Fuhuşa sürüklenmeye çalışılan
genç kadınlar ve kız çocukları, tedavi edilemeyen hastalıklar ve güvencesizlik...
Ve daha iyi bir yaşam için düşüyorlar yollara. Artık denizlerde
boğulmak istemeyen göçmenler,
sınır kapılarının kendileri için açılmasını istiyorlar. Bunun için İstanbul otogarından bilet alıp Edirne'ye
gitmek, oradan da sınır kapısından
çıkmaktı istedikleri, oradan da ver
elini Yunanistan. Ancak hiç bir otobüs firması onlara bilet satmadı.
15 Eylül günü ve gecesini İstanbul Esenler otogarında geçiren
yüzlerce Suriyeli mülteci, kimi otobanda yol kenarında, kimi cami avlusunda geceyi geçirdi. Bir grupsa
beklemekten vazgeçti, E5 karayolu
üzerinden Edirne'ye yürümeye başladı...
Yaklaşık 800 mülteci, karayolunda yürürken, otogar ve çevresinde bekleyenlerin sayısı ise
2000'i buluyor. Aralarında kadın,
çocuk ve engelliler de var.
Dur De Platformu, 17 Eylül
günü Esenler Otogarında bir eylem
yaparak otogarda
bekleyen göçmenlere destek olmak
istedi.
Karşısına
çıkan manzara ise,
polisin otogarı ablukaya aldığı ve göçmenleri basından
uzaklaştırması oldu.
Basına açıklama yapan Platform, mültecilere Türkiye'deki kötü
yaşam koşulları nedeniyle TürkiyeYunanistan hattındaki ölüm yolculuğuna çıkmaktan başka seçenek
bırakılmadığını belirtti; Türkiye ve
Avrupa'da hükümetlerin şiddetine
dayalı 'güvenlik önlemlerini' attırmaları yerine derhal sınırlarını açmalarını, mültecilere insanca
yaşam koşullarını sağlamalarını istedi.
Hükümetten ölümleri durdurmak üzere derhal Suriyelilere sınırların açılmasını, sığınmacılara
uluslararası sözleşmelerde tanımlanan “mülteci” olarak istedikleri ülkelere iltica etme haklarının
tanınmasını talep eden Platform,
Avrupa Birliği üyesi ülkelerden, çatışma alanlarından ve zulümden
kaçan mülteci ve göçmenlerin uluslararası korumaya gerişimleri için
güvenli yolların bir an önce sağlanması gerektiğini belirtti.
Göçmen Krizi Değil
Sınır Krizi...
Edirne’de, Avrupa ülkelerine
geçmek için bekleyişlerini sürdüren
göçmenler için Göçmen Dayanışma Ağı, eş zamanlı olarak 23
Eylül günü İstanbul’da ve Ankara’da basın açıklaması yaptı.
Ankara’da Yüksel Caddesi
İnsan Hakları Anıtı önünde yapılan
açıklamada
Edirne’de yaşatılan insanlık
ayıbını dikkat
çekildi.
Açıklamada; göçmenlerin
Eylül
başından
bu
yana
sosyal
ağlar üzerinden
örgütlendiği belirtilirken, sanıl-
11
dığı gibi sınırların açılacağı dedikodusu üzerine değil, yasal, güvenli
ve insani geçiş taleplerini AB’ye ve
Türkiye’ye duyurmak için sınıra
gelme kararı aldıkları açıklandı.
Ayrıca göçmenlerin kendi ifadeleri
ile “Talebimizi elde edene kadar
belki günlerce, belki haftalarca sınırda beklemeye devam edeceğiz,
amacımız bu ölüm yolculuğuna son
vermek ve göçmenlerin sınırları
güvenli ve yasal olarak geçme hakkını savunmak. Artık kimsenin Avrupa’ya gitmek için kendi ekonomik
çıkarlarından başka hiçbir şeyi düşünmeyen o insan kaçakçılarıyla işbirliği yapmasını istemiyoruz”
dedikleri belirtildi.
Ve göçmenlerin “Yemek istemiyoruz, su istemiyoruz, insani yardım istemiyoruz, sınırı kara yoluyla
geçmek istiyoruz. Ya geçeceğiz ya
da burada öleceğiz!” diyerek yaşamsal taleplerini dile getirdikleri
ifade edildi. Ne pahasına olursa
olsun Avrupa’ya geçip insanca bir
yaşam yaşamak isteyen göçmenlerin, zorla bir yerlere taşınmaları istendiği belirtildi.
Göçmen Dayanışma Ağı,
medyanın tüm gücüyle göçmen
krizi olarak göstermek istediği bu
olayın aslında bir sınır krizi olduğunu belirtirken, “İnsanları korumak yerine sınırları korumayı
seçen devletlerin sınır politikalarının iflasıdır” dedi ve “Sınırlara
Hayır, Güvenli Ve İnsani Geçiş Yolları Açılsın!” diyerek taleplerini
şöyle sıraladı;
* Türkiye otoriteleri Edirne sınırına ulaşıp eylemlerini sürdürmek
ve sınırı aşmak isteyen göçmenlere
karşı baskılayıcı tutumundan vazgeçmeli,
* Türkiye Avrupa ülkeleriyle
sınırlarını gevşetmek için diplomatik görüşmelere başlamalı,
* Türkiye’deki mültecilerin
yasal statüleri, sosyal ve ekonomik
hakları tanınmalı, ve bu haklara erişimi için altyapı çalışmaları yapılmalı,
* Göçmenlerin bulundukları
ilden başka illere seyahatini engelleyen yönetmelik yürürlükten kaldırılmalıdır.
Kavganın, Mücadelenin olduğu her yerde sanat var. Sanat kavgadan besleniyor,
kavga sanatla güzelleşiyor, büyüyor. Kobane’de, kavganın en sıcak olduğu yerde
bulunan Leninist savaşçılar da yazdıkları şiirlerini yollamışlar, paylaşıyoruz sizlerle
Kavgam,
Yürüyorum
Molozların, yığınların arasında
Kavgamı, sevdamı yüreğimde tutuyorum.
Korkmuyorum
Bir çocuğun gözlerinde,
Yüreğinde görüyorum tüm acımasızlıkları
Kimsesizliği, yalnız kalmayı
Dar patikalardan geçiyorum
Gecenin karanlığında
Önümü yaldızlanan gecenin karanlığında
Yıldızlar aydınlatıyor
Ufuktan bir esinti çarpıyor
Yüreğimin derinliklerinde
Susuyorum
Güneşin göz kamaştırıcı parlaklığına
Bırakıyorum kendimi
Sonra derinden bir hüzün kaplıyor içimi
Verilen bedelleri düşünüyorum
Mücadele eden umut dolu yürekleri
Gözü yaşlı anaları
Özlem ve umut dolu bir halkı
Sonra da sevdiğim kadını düşlüyorum
Sonu gelmez kavgamda,
umut dolu gözlerde
eşsiz güzelliğinde
Doğacak güneşi bekliyorum
Kobane'den bir Leninist
MÜCADELE BİRLİĞİ
KADINLAR OLMASA ROJAVA BU KADAR DİRENEMEZDİ
Yeni Evrede Mücadele Birliği Dergisi Sayı: 293 / 30 Eylül-14 Ekin 2015 Yaygın Süreli Dağıtım Sahibi: Yeni Dönem Yayıncılık Basın Dağıtım Eğitim Hizmetleri Tanıtım Org.Tic.Ltd. Şti. Adına: Sami
TUNCA / Adres: Sofular Mah. / Sofular Cad. No: 8/3 Fatih - İSTANBUL / Tel-Fax: 0 (212) 533 32 57
/ Sor. Yazı İşl.Müdürü: Sami TUNCA / Baskı Yeri: Yön Basım Yayın, Davutpaşa Cad. Güven Sanayi
Sitesi B Blok 1.kat N:366 Topkapı - Zeytinburnu - İSTANBUL
www.mucadelebirligi.com
www.facebook.com/mbirligi
www.twitter.com/mbirligi
Biz, Rojava'daki Leninistler olarak, YPJ'li sorumlu
bir kadın arkadaşla, Diljin Kobane ile röportaj yaptık,
onu sizinle paylaşmak istedik.
Rojava devrimini nasıl
anlatabilirsiniz?
Kobane durumunu dar bir
bakış açısıyla da ele almamak
gerek. Ortadoğu'da stratejik bir
alanda yapılmış bir savaştır.
Özellikle Kürt halkının ortaya
çıkardığı ortak komünal bir yaşama karşıdır. Mezopotamya'da
Kürt toprakları çok zengin bir
yapıya sahiptir. Gerek petrol,
gerekse toprak verimliliği çok
yoğundur. Bu sadece Kürt halkının değil, tüm dünyanın dikkatini çekmektedir. Kürdistan
coğrafyası etrafında şekillenen
sınırlardaki devletler, Ortadoğu'da hakimiyet kurmak istemektedir. Bunun yolu da
Kürdistan'dan
geçmektedir.
Biz, Ortadoğu'daki şekillenmeye “Halkların Baharı” dedik,
onlar “Arap Baharı” dediler.
Bizi cılız bir güç gördüler. Ama
öyle değildi. Bizim amacımız,
tüm halkların insanca yaşamasıdır. Rojava'da halkların sitemi
oturursa, özelde bunu biz yapmış oluruz. Bu iktidar, devletlere dokunduğundan, Kürt
somutuna indirgendi. Rojava'ya
olan saldırı da bundandır. Kürt
halkı direnişçi ve savaşçıdır. Bir
ordu ve bir örgütü ele alırsak,
bir ideolojiye bağlı olduğu için
büyür. Biz halkın içinden çıktık, bizi halk büyüttü, halkın çocuklarıyız. Bu karşı devirmci
gücü durduracak bir gücün olmasını istedik.
IŞİD (DAİŞ) nasıl ortaya
çıktı?
DAİŞ'in kökü de Kürdis-
tan sömürüsünün başladığı dönemden ortaya çıkmıştır. Amerika destek verdi, büyüttü,
askeri alanda yardımcı oldu.
Sonra onun denetiminden çıktı.
Bu yüzden, 'onu nasıl şekillendirebilirim' anlayışı gelişti. Rojava'da bir çok grupla savaştık.
Genç komitelerimiz, kadın komitelerimiz sonradan silahlandı. İlk etapta kantonlarda,
sistemlerimizde düzen oturtmak istedik. Ama bize karşı silahlı saldırılar başlayınca biz de
silahlandık. Düşman birleşti.
DAİŞ zeminini hazırlayanlar,
daha da güçlendirildi. Kürt hareketinin karşısında dursun
diye. Hiçbir ülke DAİŞ'le savaşmayı göze almadı. DAİŞ
önce psikolojik olarak kendini
güçlendirdi. Katliamları ve faşizan zihniyetiyle bunu yaptı.
Kürt halkına karşı başarılı olacağını düşündü. Ama başta da
belirttiğim gibi, Kürt halkı topraklarına büyük bir bağlılıkla
sahip çıkmıştır. DAİŞ'in yaptığı
saldırı da bu şekilde gelişti.
Özelde Kobane'ye saldırının
nedenleri, önderliğin adım attığı bir toprak olması. Kürt toprakları arasında stratejik nokta
olması, Fırat nehri, diğer kantonlara biraz uzak kalması. Kobane düşseydi, bizim için her
açıdan bir çöküntü yaşanırdı.
Kobane, YPG'nin ilk kurulduğu
yerlerden, gücü en yüksek olan
bölgeydi. Kobane çok inatçıdır,
asidir. DAİŞ'in asıl saldırısı
bundandır. Kobane alınırsa,
Afrin ve Cizire kopar diye düşündüler. Cerablus ile Türkiye
de birleşince onların çıkarına
gelişecekti. Kendi yolları açılınca Kürdistan'da hakim olabileceklerini düşündüler. Diğer
topraklardan aldıkları cephaneleri Kobane'ye getirdiler. Biz
böyle büyük bir saldırı beklemiyorduk. Bu bizim için bir
özeleştiri konusudur. Büyük bir
gücümüz yoktu. 2 tabur vardı
Kobane'de. 2 tabur olmasına
rağmen birkaç günde Kobane'yi
çok büyük bir iradeyle savundular. Ağır silahları vardı düşmanın, bizde ise sadece keleş.
Bizim sayımız 3 iken onlar 200
kişi geliyordu saldırıya. Bu anlamda diyebilirim ki, YPG gibi
direnebilen çok az güç vardır.
Bizim savaşçı ruhumuz var.
Son mermimize kadar direnir,
sonra şehadete ulaşırız. Bu felsefemiz bizi ayakta tuttu. Alev
topuna karşı bizimki etten bir
kalkandı. Kobane savaşı çok
yoğun, fedai ruhun her şeye
rağmen devam ettiği bir savaş.
Şehit Rewan şahsında başlayan
feda eylemleri devam etti. Şahadetlerimiz düşmana moral
veriyordu, daha da ilerlemek istiyorlardı. Gerçekten bizi gören
ve doğru düşünenler oldu düşman arasında. Biz arazi olarak
geri çekiliyorduk ama amacımız, düşman kente girip sokak
savaşları başlayınca, savaş ilerleyince halkı çıkardık.
Kobane Savaşı
Nasıl Başladı?
Halka bir şey olmasını istemedik. Köylerde set oluşturduk, halk çıkana kadar seti
bırakmadık. Kobane merkezde
tek bir mahalle kaldı elimizde.
Bize ihanet edenler, kaçanlar
oldu. Bizde bir bomba varken
düşmanda çok fazla vardı. Silahımız yoktu, düşman tankla geliyordu. Bu da bazı insanları
kırdı. Halkı çıkarmadan bu savaşı durdurabilmeliydik. Halk,
faşist, nihilist, çıkarcı Türk devletine sığındı. Devlet de bunu
kullandı. Halkı evsiz, aç, susuz
bıraktı. Bu bize yakışmadı ama
savaş durumu ortadaydı. Son
mahalle elimizde kalınca ağır
şehadetler yaşandı. Kadın arkadaşlar özgürlük çemberi oluşturdular. “Biji Serok Apo”
deyip fedai eylemler yaptılar.
Birkaç kadın arkadaş sağ ele
geçti ama asla teslim olmadı.
Kan damlalarını hesaplayıp ne
kadar ilerleyebiliriz diye düşünürdük. Bazı insanlar bunu bir
film izler gibi gördüler. Ama
bunu yaşamak büyük bir şeydi.
Koalisyon güçlerinin durumunu nasıl ele alıyorsunuz?
Amerika bu güçleri vurdu
diye Kobane kurtulmadı. YPGYPJ olmasa, savaşmasa Kobane kurtulamazdı. Arin'i,
Welat'ı onlar mı yaptı? Tamam,
desteği oldu ama çıkarları doğrultusunda. Desteği, düşmanın
ağır silahlarını açıktan kullanmasıyla başladı. Ama esasen
Kobane'yi namus olarak bilip
burayı mezar edinen direnişçiler kurtardı. Düşman tek bir
yönü açıkta bıraktı biz kaçalım
diye. ama biz 'tek bir ev kalsa
bile savaşı bırakmayacağız'
dedik. Burada asıl amaç, emperyalizmin asıl amacı, gücü
güce kırdırmaktı. Bu yüzden
Amerikan uçakları ilk etapta
vurmadı. Amaç ikisinin de yenilmesini sağlamaktı. Katliamlar dünyaya yayılınca müdahale
oldu. Türkiye'den gelen gençler
ilk etapta tutuklanmadı. 'Bugün
gidiyorsunuz, yarın cenazeniz
gelecek' anlayışıyla hareket etti
Türk devleti. İki büyük örgütü
birbirine kırdırmaya çalıştılar.
Sayımız az olmasına rağmen
savaşı bırakmadık. Düşman
gelsin dedik. Kobane'yi özgürlük kalesi olarak gördük bir
kere. Düştü düşecek diye bakan
herkese karşı biz 'asla düşmeyecek' dedik.
Kadın ve çocukların bu
savaştaki durumu nedir?
Kobane'de DAİŞ'in asıl
hedefi, kadın ve çocuklar oldu.
Kadın direnişi gerçek bir güç
oldu. Mevzilerini bırakanlar, direnemeyenler oldu. Bir gün Kobane'de
yaralanmalar
ve
şehadetlerden sonra sadece
kadın arkadaşlar vardı. Kadın
[email protected]
[email protected]
[email protected]
arkadaşların zılgıtları, bağırışları, direnişleri büyük bir saldırıyı
kırdı.
Cihazlarını
dinliyorduk, 'burada katil kadınlar var' diye bıraktılar. Bu
Kobane'de somutlaştı. Kadının
direndiği hiç bir yerde kayıp olmadı. Halkımı, toprağımı alamayacaksın anlayışındaydık.
Sayı olarak kadın arkadaşlar
fazlaydı. İnanıyorum ki, kadınlar olmasa Rojava bu kadar direnemezdi. Arin'in şahsında
gelişmiş bir direniş vardı. Kürt
kadını şahsında dünyada kadınların gücü anlaşıldı. Bu savaş
çok uzun sürdü. Çok fazla şehadet gördük. Deneyimli arkadaşlarımızı kaybettik. Ama
insanlar şehadete ulaşmasaydı
bugün bir zafer olmazdı. Taktiksel olarak sadece hatalarımız
oldu ama direndik. 'Sadece 1
saniye silah sesi duymasak
yeter' diyorduk. Aynı evin içerisinde farklı odalarda kalıyorduk düşmanla. Soğukkanlı ve
mantıklı düşünmezsen bu durumda yapamazsın. Kobane'de
yaşananlar bir gün, iki gün, bir
köy, iki köy değildi. Bunu
ancak yaşayan bilir. Şehadet saniyesinde arkadaşların çatışmaları anlatılmaz birşeydi. Şehit
Welat gidip düşmanın yüzüne
bomba atıp çıkardı. Şehit Welat
soğukkanlı ve cesur bir arkadaştı. Tank-top eline-önüne
geçmeden vurmazdı. 'Ben bu
mayın sapanlarını atıcam' derdi.
Kobane'yi Kobane yapan bu
değerler oldu Milim milim
kanla sulandı bu
topraklar. Daha
bir kan soğumadan başka bir
kan düşerdi üzerimize. Burada
yaşanan savaş
tüm
dünyaya
gücümüzü gösterdi. Tüm dünyaya
karşı
savaşacak gücümüz olsa saldırmayız, ama tüm dünyaya karşı
kendimizi savunuruz.
YPG-YPJ'yi, siyasetlerimizi, bizi toplantılara çağırdılar.
Biz sadece askeri bir savaş kazanmadık. İdeolojik, siyasi bakımdan güçlendik. Ortadoğu'da
hakim bir güç haline geldik.
Egemen demiyoruz, hakim bir
güç diyoruz. Biz devletçi bir
zihniyette değiliz. Halkın kendi
kendisini yaratıp büyümesini
istiyoruz. Son günlere kalsak da
bu düzen oturtulacaktır. Dışarıdan gelip bir hakimiyet kurmayacaktır. İlkeli bir halk olacaktır
burada. Ödenen tüm bedeller
böyle bir yaşam içindir.
Kadınlar bu noktada ortak
bir mücadele yürütmelidir.
Türk, Arap, Kürt tüm kadınlar
bir araya gelip bunu yapmalıyız. Toplumu yaratacak olan
kadınlardır. Her alanda biz kadınlar olarak öncüyüz, bunun
gereklerini yerine getirmeliyiz.
DAİŞ Kürt halkını kıracak
güç olaraka tasarlandı. Her
türlü desteği verdiler, hatta aralarında askerler de vardı. Son
patlamanın yaşandığı yerde bu
apaçık kendini gösterdi. Kaniya
Kurda'da hem DAİŞ'e hem
TC'ye karşı savaştılar. Bu pek
gündem olmadı ama yaşandı.
Türkiye de DAİŞ gibi katliamcı
bir yapıya sahiptir. Bu, Kobane
savaşında da görülmüştür. Gerçekten dünya tarihinde Kobane
savaşı ayrı bir yer aldı. Devrim
yolunda hem yenilgi hem direniş yolu vardır. Kobane'de direniş çizgisi iyice ağırlık kazandı.
Kobane asla bizim değildir.
Dünya tarihinin bir onurudur.
Burada gösterilen direniş, mücadele, tüm dünyaya örnek
oldu. Bize düşen görev, buna
sahip çıkmaktır. Sıcak savaşta
direnişi asla bırakmamaktır.
Onuruna her zaman sahip çıkacaksın. Şehitler, arkadaşlar ve
halk için damarlarındaki kanı
milim milim hesaplayacaksın.
Çünkü Arin, Çekdar, Welat
böyle insanlardı. Biz, onların
yolundan yürüyeceğiz. Arin'in
bir gülüşü dünyaya bedeldir.
Bedenleri düşmana karşı bir
alev topuydu. Gülüşleri düşmana en büyük darbeydi. Belki
şu an fiziksel olarak aramızda
değiller. Ama onlar ölümsüzlüğü yarattılar. Ben ve tüm yoldaşlar için asıl amaç, onlara
layık olmaktır.
RASİH KURTULUŞ İÇİN KOBANE’DE TÖREN
21 Eylül günü IŞİD çetelerine karşı bir operasyonda ölümsüzleşen Birleşik Özgürlük Güçleri Karargah Komutanı Rasih Kurtuluş (Aziz Güler) için
Serekaniye'deki BÖG karargahında askeri bir tören
düzenlendi.
23 Eylül günü yapılan askeri törene Rojava'da
enternasyonal savaş yürüten parti ve örgütler de
hazır bulundular. Leninist Savaşçılar olarak bizlerin
de katıldığı törene YPG, TİKKO, MLKP, MLSPBDC ve Devrimci Karargah savaşçıları ve temsilcileri de katıldılar.
Saygı duruşu ve saygı atışı ile başlayan törende
BÖG komutanı Ulaş arkadaş, Rasih Kurtuluş'un
devrimci yaşamını, Kobane özgürlük savaşında yiğitçe savaşımını anlatan konuşmasını, Rasih yoldaşın hesabını soracaklarının sözünü vererek
tamamladı. Törende konuşan Leninist savaşçı ise,
“Rasih yoldaşın bu onurlu kavgada ölümsüzleşmesi
Rojava devriminin kazanacağını bir kez daha, genç
ve yiğit yoldaşlarımızın kanıyla kanıtlanmıştır. Kürt
halkının özgürlük savaşında enternasyonal bayrağını canı pahasına taşıyanlar büyük tarihi bir eylemi yerine getiriyorlar. Bu kavga yenilmez ve
mutlaka zafere ulaşacaktır. Halkların birlikte mücadelesi kazanacaktır” sözleriyle konuşmasını tamamladı.
Törene katılan parti ve örgüt temsilcilerinin
Rasih Kurtuluş'u ve mücadelesini anlattığı konuşmaların ardından sloganlarla Rasih yoldaşı karargahtan uğurladık.
Rasih Kurtuluş Ölümsüzdür
Bijî Berxwedana Rojava
Rojava'dan Leninist Savaşçılar
NOT: Leninistler, 24 Eylül günü twitter hesaplarından yaptıkları açıklama ile BÖG komutanı
Aziz Güler'in cenazesi halen ailesine teslim edilmediğini duyurarak, ailesinin 'oğlumuzu, canımızı
istiyoruz' diyerek yaptıkları açıklamayı yayınladı.