tıklayınız - Ergen Sağlığı
Transkript
tıklayınız - Ergen Sağlığı
III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul KONUŞMA ÖZETLERİ 1 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ADOLESANLARDA POSTÜR BOZUKLUKLARI Prof. Dr. Ahmet Alanay İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji AD Florence Nightingale Hastanesi İstanbul Omurga Merkezi Adolesan çağda postür bozuklukları ailelerin sıklıkla karşılaştığı önemli sorunlardan birisidir. Özellikle son yıllarda çocukların daha sedanter yaşam tarzları bu sorunların artmasına neden olmuştur. Postür bozuklukları genellikle yapısal olmayan ve adult çağda ciddi sorunlar yaratmayan duruşa bağlı problemlerdir ancak azımsanmayacak sıklıkta yapısal postür bozuklukları (yapısal skolyoz ve kifoz) da görülmektedir. Adolesan çağda ki postür problemlerini daha iyi anlamak için öncelikle bu çağda normal postürün nasıl olduğunu bilmek gerekir. Normal postür: Omurga normal yapısı ve dizilimi postürümüzü belirleyen unsurlardır. Kişi ayakta dururken omurgaya arkadan bakınca tüm omurların aynı hizada ve baş pelvisin tam ortasında olacak şekilde bir dengede olması gerekir (figür 1). Figür 1. Eğer arkadan bakınca bu dizilimde yana doğru herhangi bir deviasyon olursa skolyoz olarak tanımlanır. Yandan bakınca ise omurga da bazı fizyolojik eğriliklerin olduğunu görürüz. Bu eğrilikler boyun bölgesinde lordoz, sırt bölgesinde kifoz, bel bölgesinde lordoz ve sakral bölgede kifoz şeklindedir (figür 2). 2 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Figür 2. Normal sagittal kontürler Kifoz Bu fizyolojik konturların miktarı (derecesi) insanlar arasında farklılıklar gösterir. Örneğin sırt kamburluğu T2 ve T12 omurlar arasında yaklaşık 20 ile 55 derece (ort. 35) ve lomber lordoz ise 40 ile 75 derece (ort. 45) arasında değişir. Kötü duruşa bağlı pozisyonel (yapısal olmayan) kifoz Adolesan dönem postür bozukluklarının en sık sebebi pozisyonel kifozdur. Biraz önce tanımladığımız fizyolojik ayakta duruşta 35 derece kamburluğu olan bir insanın kötü duruşa bağlı olarak kamburluğunun, örneğin 55 dereceye çıkması pozisyonel kifozdur. Genellikle keskin açılı olmayan ve 60 derecenin altında deformitelerdir. Tedavi gerektiren yapısal kifoz ve yapısal olmayan pozisyonel kifoz nasıl ayırt edilir ? Kamburluk şikayeti ile gelen çocuğun ayakta muayenesi sırasında kamburluğunu belirgin olarak düzeltebiliyor ise, bu büyük ihtimal ile pozisyonel kifozdur. Burada dikkat edilmesi gereken kamburluğun nereden düzeldiğidir. Eğer kamburluk en çıkıntılı yerinden düzeliyorsa sorun yoktur. Bazen kamburluğun en çıkıntılı yeri hiç düzelmez ve daha üst ile alttaki omurlardan bir miktar düzelme olabilir. Bazen de kamburluk belirgin olarak değil de hafif bir düzelme gösterebilir. Bu durumlarda radyografik tetkik ihtiyacı olabilir. Yapısal olmayan pozisyonel kifoza ne sebep olur ve nasıl önlenir ? Pozisyonel kamburluğun en önemli sebepleri kötü pozisyonda oturuş ve fizik kondisyon yetersizliğidir. Özellikle günümüz çocukları vakitlerinin büyük çoğunluğunu okul-dersane-bilgisayar üçgeninde geçirmektedir. Çocuklar ne yazık ki hareket etmelerini sağlayan oyunlar veya sportif aktivitelerden uzak durmaktadırlar. Bu yaşam tarzı hem çocuklarımızın vakitlerinin büyük çoğunluğunu kötü oturuş pozisyonunda geçirmesine neden olmakta hem de spor yapamadıkları için kötü fizik kondisyona sahip olmalarına neden olmaktadır. Bu iki kötü alışkanlık ise pozisyonel kamburluğun en önemli sebepleridir. 3 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Yapısal olmayan pozisyonel kifoz nasıl düzeltilebilir ? Pozisyonel kamburluğun tedavisi öncelikle aile içinde başlar. Ailelerin sıklıkla yaptıkları şey sürekli olarak çocuklarını dik dur diye uyarmaktır. Ancak uyarılar hiçbir şekilde işe yaramadığı gibi aile ile çocuklar arasında bazen ciddi gerginliğe ve inatlaşmaya neden olmaktadır. Pozisyonel kamburluğu önlemek için en başta sebeplerini yok etmek gerekir. En önemli sebep çocukların sedanter yaşam tarzlarıdır. Günümüz çocuklarını okul-dersane-bilgisayar üçgeninden vazgeçirmemiz veya alıkoymamız tabii ki gerçekçi bir yaklaşım değildir. Bu konu ile ilgili kontrol edebileceğimiz bazı şeyler vardır. Öncelikle işe oturma alışkanlıklarından başlamak gerekir. Çocukların çalışma masaları ve sandalyelerinin uygun konum, açı, yükseklikte olmasını sağlamak, yine monitor ve klavye yüksekliklerini uygun pozisyonlara ayarlamak iyi bir başlangıç olacaktır. Bu ayarlamalar ile çocukların omurgalarını fizyolojik sınırlarda tutabilecekleri ideal pozisyona alışmalarını sağlayabiliriz. Bir diğer önemli konu da çocuklarımızı spora vakit ayırmaları konusunda ikna ve motive etmektir. Spor, çocukların fizik kondisyonunu, omurgayı dik tutan kasların kuvvetini ve dayanıklılığını arttırarak pozisyonel kamburluğun önüne geçecektir Yapısal Kifoz Adolesan dönemde görülen kifotik deformiteler bir çok sebebe (enfeksiyon, travma, neoplazi) bağlı olabilmekle beraber en sık görülen formu Schuermann hastalığıdır. Schuermann hastalığı torasik omurgayı tutar ancak daha az sıklıkla torakolomber ve lomber bölgeyi de tutabilir. Schuermann hastalığının tanımı en az 3 veya daha fazla omurgada 5 dereceden fazla kamalaşma şeklinde yapılır. Diğer önemli bir bulgu eğriliğin merkezindeki kamalaşma olan omurlarda vertebral endplatelerde düzensizlik ve disk aralıklarının daralmasıdır. (figür 3) Figür 3. Schuermann kifozu Hastaların genel şikayeti kozmetik görüntü ve sırt ağrısıdır. Muayene sırasında eğrilik hasta tarafından istemli olarak düzeltilemez. Kifotik deformite genellikle spinal kord basısına neden olmaz ve eğrilğe bağlı nörolojik defisit nadiren ve ileri eğriliklerde görülebilir. Ancak bu hastalarda normal adolesanlara göre daha sık disk hernisi görülür ve herniye disk medulla spinalise bası yaparak nörolojik defisite neden olabilir. Hastanın bel ağrısı da var ise bel bölgesine de radyografik tetkik yapılmalıdır. Ağrının nedeni Schuermann hastalığına %20 oranında eşlik ededbilen spondiloliztezis olabilir. Ayrıca yine %20 hastada skolyoz da eşlik edebilir. Görüntüleme: Muayenede yapısal artmış kifoz düşünülen hastaya ayakta iki yönlü skolyoz kasetine grafi çekilmelidir. Hastanın nörolojik defisit bulguları var ise MRG de çekilebilir. 4 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Tedavi: İmmatür hastalarda ve 75 derece altındaki eğriliklerde korse tedavisi uygulanabilir. Korse tedavisinden beklenen fayda eğriliği 75 derece altında tutarak ameliyat gereksinimini ortadan kaldırmasıdır. Korse tedavisi eğriliği düzeltmez. Matürasyonunu tamamlamış çocuklarda ise korse tedavisi başarılı olamaz ve gereksizdir. Cerrahi tedavi için endikasyonlar tartışmalıdır. İmmatür bir hastada progresif ve 75 derece üzerine çıkan eğriliklerde cerrahi tedavi önerilir. Matürasyonunu tamamlamış çocuklarda ise 80 derece ve üzeri eğrilikler ilerleyen yıllarda artma riski taşıdığı için opere edilmelidir. Operasyon için bir diğer endikasyon ise 70-80 derece arası eğrilikleri olan ancak konservatif yöntemlere rağmen yaşam kalitesini bozacak kadar sırt ağrısı olan erişkinlerdir. Skolyoz Skolyoz omurganın yana doğru eğriliği demektir. Bir semptomdur ve iki türlüdür; Yapısal olmayan skolyoz omurganın çeşitli nedenlere bağlı geçici olarak sadece yana eğriliğidir. Yapısal olmayan skolyozlar pozisyona bağlı, bel ağrısına bağlı veya alt ekstremite eşitsizliğine bağlı ortaya çıkabilir. Altta yatan neden tedavi edilirse skolyoz kendiliğinden düzelir. Yapısal olan skolyoz ise 3 boyutlu bir deformitedir. Omurga yana eğilirken aynı zamanda yan planda (hipokifoz) ve transvers planda (rotasyon) da değişiklikler gözlenir (şekil 4) Şekil 4. Skolyoz. Adolesan dönemde en sık görülen skolyoz tipi adolesan idiopatik skolyozdur. Adolesan İdiopatik Skolyoz Prevalansı normal populasyonda %2-3 civarındadır. Kız çocuklarında 8 kat fazla görülür. Etyoloji: Tam olarak aydınlatılamamıştır. Genetik çalışmalar ailesel bir yatkınlık tanımlamıştır. Geçiş paterni belirlenememiştir. Diğer olası etyolojiler, konnektif doku, kas dokusu, nörolojik ve büyüme ile ilgili teorilerdir. 5 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Klinik ve tanı: Hastalar genellikle kozmetik şikayetlerle gelir. Omuz dengesizliği, bel simetrisinde bozukluk, sırtta çıkıntı başvuru şikayetleridir. Ağrı hastaların %30 unda olabilir ancak şiddetli değildir. Fizik muayene hastanın arkasından izlenerek yapılır. Hastada koronal plan dengesizliği ve omuz, bel asimetrileri ile sırtta hörgüç bulguları gözlenebilir. Yapısal skolyoza özgü bir test ise “öne eğilme testi” dir. (Şekil 5). Bu testte hasta öne eğilince sırtta veya belin iki yarısı arasında bir asimetri olması gözlenir ise bu rotasyonel bir deformite olan skolyozun varlığını işaret eder. Şekil 5. Skolyoz klinik bulguları ve öne eğilme testi Bazı adolesan skolyoza benzer şekilde ortaya çıkan skolyoz larda asıl neden intraspinal anomaliler olabilir. Bunlar syringomyeli ya da Arnold Chiari tip I malformasyon şeklinde karşımıza çıkabilir ve gizli nörolojik bulgular verebilir. Bu hastaları ayırt edebilmek için nörolojik muayene çok önemlidir. Radyografik inceleme ayakta iki yönlü çekilecek skolyoz grafileri ile yapılır. Bu grafiler oksiputtan sakruma kadar tüm spinal kolonu içermelidir. Hasta da intraspinal anomali düşündürebilecek bulgular var ise MRG de elde edilmesi gerekir. Bazı kliniklerde MRG rutin olarak kullanılmaktadır. Doğal seyir: Tüm skolyoz vakarlının yaklaşık % 3ünün 30 derece üzerine ilerlediği düşünülmektedir. İlerleme ile ilgili bazı risk faktörleri tanımlanmıştır; • İskelet immatüritesi (Triradiat kartilajın açık olması, premenarş, risser bulgusu 0-1 olan çocuklar). • Eğrilik yerleşimi ( torasik eğrilikler lomber eğriliklerden daha az ilerler). • Eğrilik ilk tanı esnasında şiddeti 30 derece ve üzerinde ise immatür çocuklarda ilerleme şansı fazladır • Matür adolesanlarda eğrilik 50 dereceyi geçmiş ise adult çağda ilerlemeye devam edecektir. 6 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Tedavi: Gözlem: 20 derece altındaki eğrilikler gözleme alınır ve 4-6 ayda bir çekilen grafiler ile doğal seyir takip edilir. Korse: 25-30 derece arası eğriliklerde başlanır (şekil 6). 40-45 derece üzerindeki eğriliklerde ve matürasyonunu tamamlamış çocuklarda etkisi yoktur. Amaç eğriliğin cerrahi gerektirecek boyutlara ilerlemesini durdurmaktır. Eğriliği düzeltmesi beklenmez. Başarılı olması için günde 20 saat üzerinde kullanılmalıdır. Düzenli kullanan çocuklarda dahi başarısı tartışmalıdır ancak cerrahi dışında tek alternatifdir. Şekil 6. Skolyoz korsesi Cerrahi tedavi: amaç eğriliğin ilerlemesini durdurmaktır. İkincil olarak kozmetik düzeltme de hedeflenir. Büyümekte olan immatür çocuklarda torasik bölgede 40 derecenin üzerindeki eğriliklerde endikedir. Matürasyonunu tamamlamış çocuklarda ise torasik eğrilikler için 50 derece üzerinde, lomber eğrilikler için de 40 derece üzerinde operasyon önerilir. Operasyon posterior (şekil 7) veya anterior girişim ile yapılabilir. Mutlak şekilde nörolojik monitorizasyon altında yapılmalıdır. Yapılan işlem omurganın deforme kısmında hareketi ve büyümeyi ortadan kaldırmak yani füzyon uygulamaktır. Füzyon sonrası kemik iyileşmesini hızlandırmak ve düzeltmeyi sağlamak amacıyla enstrümentasyon da uygulanır. Burada en önemli noktalardan birisi de hareketi korumak için mümkün olduğunca az fakat eğriliği kontrol edebilecek kadar uzun seviyeye füzyon uygulanmasıdır. Bu tip operasyonların mutlaka bu konuda deneyimli ortopedik omurga cerrahları tarafından ve deneyimli merkezlerde yapılması gerekir. Aksi takdirde ciddi komplikasyonların gelişebilir. 7 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Şekil 7. Posterior enstrümentasyon ve füzyon Kaynaklar: 1. Moe’s textbook of Scoliosis and other spinal deformities. 3rd Edition. Lonstein, Winter,editors. WB Saunder’s Company. 2. Spine. Core Knowledge in Orthopaedics. Ed. Alexander Vaccaro.Elsevier Mosby 8 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul LİPİD METABOLİZMASI BOZUKLUKLARI Ali Dursun Lipid metabolizması 3 aşamada değerlendirilir. 1. yolak besinlerle alınan yağların GIS’den emilerek dokulara taşınması, 2. yolak karaciğerden sentez edilen yağların (Kolesterol ve Trigliserit) perifer dokulara taşınması, 3. yolak perifer dokulardan kolesterolün alınarak karaciğere taşınması. Burada dikkat edilmesi gereken ana noktalar. Karaciğer lipid metabolizmasının merkezinde bulunur. Tüm lipoproteinler (LP) ya da LP artıkları, yüklerini (trigliserit, kolesterol ve kolesterol esterleri) karaciğere boşaltır. Karaciğer yüzeyinde bulunan bazı reseptörler LP’ler ile temasa geçerek LP’lerin içeri alınması sağlar. Bu reseptörler LDL reseptörü (LDLR), LDLR benzeri reseptör (LRP) ve SR-B1 reseptörlerleridir. Ayrıca 2 önemli enzim (Lipoprotein lipaz-LPL ve hepatik lipaz-HL enzimleri) LP’ lerin karaciğer yüzeyinde metabolizma edilmelerini sağlar. LP’ler arasında periferal apoproteinler (ApoB48 ve ApoB100 dışındaki) sürekli değiş tokuş yapılır. Bazı apoproteinler enzimlerin kofaktörü gibi görev yaparlar. Örneğin Apo CII, lipoprotein lipaz enziminin (LPL) kofaktörüdür. Apoproteinler esas olarak reseptör görevi görürler. Örneğin ApoB100 perifer ve karaciğer dokularında LDL’in hücre içine alınması için LDL reseptörü ile bağlantı yapar. ApoE özellikle şilomikron artıkları ve VLDL artıklarının (IDL) karaciğerde içeri alınması için aracılık rolü yapar. Ekzojen yol: Bu yolakta GIS’den emilen yağlar (TG, kolesterol ve kolesterol esterleri) ApoB48 ve MTP (Trigliserit transfer protein) proteinleri vasıtası ile şilomikron (ŞM) olarak paketlenirler. ApoB48 ve MTP şilomikron yapıcı proteinlerdir. Bunlar olmadan şilomikron şekillenemez. ApoB48 metabolik süreç içinde şilomikronu terketmez. Bu arada şilomikrona bir perifer apoprotein olan ApoA’ da eklenir. Bu şekilde kana karışan şilomikronlar kanda HDL’den ApoE ve ApoCII alırlar. Sonuç olarak olgun bir şilomikron 4 apoprotein (ApoB48, ApoCII, ApoE ve Apo A) ile yoluna devam eder. Perifer dokularda bulunan LPL enzimi ile ApoCII kofaktörü öncülüğünde şilomikrondaki trigliseritler metabolize olur ve serbest yağ asitleri şeklinde dokulara alınırlar. Özellikle yağ dokusu ve kaslarda bu metabolik süreç fazladır. Kofaktör görevi yapan ApoCII daha sonra şilomikrondan ayrılır ve HDL ye geri döner. Oluşan şilomikron artıkları ki bunların üzerlerinde ApoE vardır, karaciğere gelir ve burada ApoE vasıtası ile bir yandan hepatik lipaz ile daha da metabolize olurlar ve bu artıklar LDL benzeri reseptör (LRP) aracılığı ile karaciğere alınırlar. Endojen yol: Bu yolakta karaciğerde sentez edilen TG ve kolesterol bileşiklerinin perifer dokulara taşınması amaçlanmaktadır. Bunun için karaciğerdeki TG ve kolesterol bileşikleri tıpkı GIS de olduğu gibi karaciğer hücrelerinde paketlenir. Bu paketin adı VLDL dir. ŞM da olduğu gibi paketin oluşabilmesi için integral apoproteine ihtiyaç vardır. Bu apoprotein şilomikronun integral apoproteni olan apoB48’i kodlayan gen tarafından kodlanır. Bu apoproteine ApoB100 denir. Apo B100 ile şekillenen VLDL kana geçer ve burada yine ŞM da olduğu gibi HDL’den ApoCII ve Apo E alır. Perifer dokularda VLDL içindeki TG’ler LPL ve ApoCII kofaktörü sayesinde dokulara serbest yağ asitleri şeklinde boşaltılır. Oluşan ara lipoproteinlere IDL denir. Bu IDL lipoproteinleri ya direk karaciğere gider ve metabolize olarak karaciğere alınırlar ya da biraz daha yıkılarak LDL ye dönüşürler. LDL de artık ApoB100 dışında başka apoprotein yoktur. Karaciğere geen IDL karağiyer yüzeyinde ApoE aracılığı ile LDLR tarafından alınır. Karaciğer yüzeyinde IDL nin bir kısmı hepatik lipaz ile LDL ye dönüştürülür. Özet olarak 1.Şilomikron artıkları karaciğerde LRP + apoE ile alınır 2.IDL (VLDL artığı) karaciğerde LDLR + apoE ile alınır 3.IDL nin bir kısmı karaciğerde hepatik lipaz ile LDL ye döner. 3.LDL karaciğerde LDLR + apoB100 ile alınır 4.HDL karaciğerde SR-B1 ile alınır. Perfierde oluşan LDL fazla olursa okside olur ve makrofajlarda bulunan iki reseptör; CD38 ve SR-A ile alınır. Bu süreç aterosklerozun başlangıcıdır. 9 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Ters kolesterol yolu (HDL yolu). Öncelikle karaciğer tarafından sentez edilen başlangıç HDL’ler periferde dolaşırken, makrofajlardaki bulunan ABC1 molekülü vasıtası ile yüzeye taşınan kolesterolü perifer dokulardan alırlar. Bu süreçte HDL giderek olgunlaşır. HDL’ye alınan kolesterol burada lesitin koesterol açil transferaz emzimi (LCAT) ve onun kofaktörü apoA1 ile kolesterol esterine dönüştürülür. Olgun HDL ya karaciğere gider ve burada SRB1 reseptörüne bağlanarak karaciğere alınır, öte yandan kanda dolaşırken içindeki kolesterol esterlerini VLDL ve IDL deki trigliseritler ile değiş tokuş yapar. Bu alışverişte aracı molekül CETP dir. Giderek TG tarafından zenginleşen HDL nin bir özelliğide böbrek dokusu tarafından hızla metabolize edilmesidir. Bu nedenle ortamda aşırı VLDL var ise (örnek diabet hastalığı) HDL sürekli VLDL ve IDL ile değiş tokuş yapar ve oluşan bu TG yüklü HDL’ ler böbrekten tutulur ve kan seviyesi düşer. Bu nedenle diabet, obezite gibi durumlarda TG ve VLDL-K seviyeleri yüksek iken HDL seviyeleri düşüktür. Buna metabolik sendrom denir. Lipoprotein değerlerinden herhangi birindeki bir anormallik dislipidemi olarak adlandırılır (Tablo 1 ve Tablo 2). Dislipidemiler primer ve sekonder olarak sınıflandırılır. Primer dislipidemiler genetik nedenlere bağlıdır. Bununla birlikte sekonder dislipidemilerin önemli bir kısmında tam aydınlatılmamamış genetik faktörler de katkıda bulunur. Tablo 1: Sekonder dislipidemiler Ekzojen alkol, kontraseptivler, prednizon, anabolik steroidler, retinoik asit Endokrin ve metabolik porphiria, diabet, GH eksikliği, hipotroidi, gebelik Renal kronik böbrek yetmezliği, hemolitik üremik sendrom, nefrotik sendrom Hepatik kolestaz, bilier atrezi, Alagille sendromu Depo hastalıkları sistinosiz, Gaucher hastalığı, glikojen depo hastalığı, Tay‐ Sachs hastalığı, Niemann‐Pick hastalığı Diğer yanıklar, hepatit, anoreksia nevroza, kanser, kalp transplantasyonu 10 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Tablo 2: Primer dislipidemiler Primer lipid bozukluğu Lipoprotein anormalliği Genetik bozukluk Ailevi hiperkolestorelemi (heterozigot) LDL LDLR Otozomal dominat Ailevi defektif apolipoprotein B LDL Apo B Otozomal dominant Ailevi kombine hiperlipidemi Tip Iia: LDL Tip IV: VLDL TipIIb: LDL ve VLDL Bilinmiyor Otozomal dominant Poligenik hiperkolesterolemi LDL Bilinmiyor Çoklu defek Değişken genetik geçiş Ailevei hipertrigliseridemi (200-1000 mg/dl) VLDL Bilinmiyor, Çoklu defekt Otozoma dominat geçiş Ailevi hipertrigliseridemi (> 1000 mg/dl) Şilomikron ve VLDL Bilinmiyor Olası LPL, Apo CII, ve Apo AV eksikliği Ailevi hipalfalipoproteinemi HDL Bilinmiyor, Apo A1, CIII, ya da Apo A IV defektif Otozomal dominat Dislipoproteinemi (TK:250-500 mg/dl, TG: 250-600 mg/dl) IDL, şilomikron artıkları Apo E (E2/E2) Çekinik kalıtım 11 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ADOLESAN JİNEKOLOJİSİNDEKİ YENİLİKLER Doç. Dr. Alin Başgül Yiğiter İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilimdalı Adölesanların jinekolojisi ve üreme sağlığı ile ilgili bu konuşmamda bu alandaki yeni klinik guidelinelara ve jinekolojik problemlerin değerlendirilmesi ve tedavisindeki yeni görüşlere yer vereceğim. Bu alan adölesanın sosyal, psikolojik ve medikal perspektiflerde özel bir ekspertiz ve anlayış gerektirmektedir. İlk jinekolojik muayene tecrübesi adölesan için ömür boyu iz bırakıcı olabilir. Pelvik muayene adölesanda gecikmiş pubertede, anormal vajinal kanama durumunda, puberte prekoksta abdominal ve pelvik ağrıda, vajinal ilişki hikayesinde, patolojik vajinal akıntıda, abdominal patoloji varlığı veya şüphesinde gereklidir. Adölesanda jinekolojik muayenede temel hedefimiz adölesanın mümkün olduğunca kendini rahat hissetmesi ve böylece cinselliğini, şiddete uğrayıp uğramadığı, yeme bozuklukları, kontrasepsiyon metodları gibi birçok konuda ona yardımcı olabilmemizdir. Önleyici tedavi burada kilit noktadır. Bu konuşmamda adölesan jinekolojisi gibi oldukça geniş bir konudaki yeni görüşleri sizlere aktarıp aşağıda belirttiğim bazı ana başlıklardaki konulardan son yayınları ve önerileri özetledim. Bu Konular; Pap smear testi ile ilgili yeni öneriler, istenmeyen gebelikler, human papillomavirus (HPV) aşısının adölesanla tartışılması ve önerilmesi, korunma metdodları (doğum kontrol hapları, barier medodları, intrauterin araçlar,progesteron tedavisi, geri çekerek korunma ,acil kontrasepsiyon vb), polikistikover ve bağlantılı metabolik sendromda tedavi seçenekleri, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, endometriosis, adet düzensizlikleri, dismenore tedavisi ,adölesanda myoma uteri tedavisi, adölesan gebeliklerindeki yaklaşım, down sendromlu veya otistik adölesanlara jinekolojik yaklaşım, seksüel disfonksiyon, adölesanda hormon replasman tedavisi ,müllerian anomalilerin tedavisindeki yenilikler.. 12 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul BÜYÜME GERİLİKLERİNE YAKLAŞIM Atilla Büyükgebiz NORMAL BÜYÜME Büyüme sağlığın en önemli göstergesidir. Normal büyüyen çocuk sağlıklı çocuktur. Normal büyüme için doğru beslenmek ve normal hormon dengesine sahip olmak gerektir. Büyümede en hızlı dönem doğumdan ilk yaş gününe kadar geçen dönemdir. İlk bir yılda bebeğin boyu 24 cm uzar ve ağırlığı ortalama 10 kg olur.Birinci yaştan sonra büyüme yavaşlar ve ortalama 12 cm boy uzaması olur, ağırlık artışı 2,3 kg kadardır. İki,üç yaş arası 10 cm kadar boy artışı olur ve ağırlık artışı birkaç kg kadardır. Daha sonra 10-12 yaşa kadar erkek ve kızlar ortalama 5-6 cm uzarlar. Ortalama kızlar 10, erkekler 12 yaşında ergenliğe girerler ve bu dönemde kızların 15-20 cm, erkeklerin ise 20-25 cm boyları uzar. Büyümeyi; kalıtım, hormonlar ve çevresel faktörler etkiler. Doğumdan önce; Doğum boyu ve kilosu doğumdan önceki büyümenin bir göstergesidir. Bu süre boyunca büyümeyi etkileyen anne karnındaki beslenmedir. Eğer anne karnında ideal şartlar sağlanmışsa,çocuk normal doğum kilo ve boyuna sahip olacaktır. Annenin sigara içmesi,geçirdiği bulaşıcı hastalık, alkol alımı veya kullanılan bazı ilaçlar bebeğin büyümesini olumsuz etkiler. Kalıtım; Çocuğun büyümesinde anne ve babanın boyu önemlidir; ancak çocuğun erişkinde sahip olacağı boyu etkileyen birçok neden vardır. Tek başına anne,baba boyu etkili değildir. Her zaman kısa boylu anne babanın çocuklarının kısa olacağı tezi doğru değildir: Bunun aksi birçok örnek vardır. Bu nedenle akranlarından geri olduğu saptanan çocuk mutlaka hekim incelemesinden geçirilmelidir. Beslenme; Normal bir büyüme için dengeli beslenme şarttır. Çocuklar gıdalarla gerekli miktarlarda protein (süt,yoğurt,peynir,yumurta ve et), yağ, karbohidrat (ekmek vb), sebze ve meyveler, vitamin ve mineral (tüm besin maddeleri) almalıdır. Bazen ekonomik faktörler ya da bilinçsiz beslenme nedeni ile kötü beslenme söz konusudur. Çocuklar genellikle şekerli yiyecekler, gofret,cips gibi besleyici değeri düşük yiyecekleri yemeğe eğilimlidirler. Kötü beslenen bir çocuğun beslenmesinin düzeltilmesi ile büyümesi de düzelir. Büyümeyi etkileyen hormonlar; İnsan vucudunda büyümeyi düzenleyen bir grup salgı bezi vardır.Bedenimizin normal çalışması için bu salgı bezlerinin hormon salınımları gereklidir. Ana salgı bezi beyindeki hipofizdir. Bu bez, bir çok salgı bezini kontrol eder. Beyinde, bir bezelye tanesi büyüklüğünde yer alır. Bu bezden salgılanan büyüme hormonu ve ergenliği uyarıcı hormonlar çocukların büyümesini ve yetişkin hale gelmesini sağlarlar. Boynun ön kısmında bulunan tiroid bezinden salgılanan tiroid hormonu, büyümeyi sağladığı gibi vucudun çalışma hızını, zeka gelişimini ve kemiklerin büyümesini de etkiler. Erkeklerde testis tarafından salgılanan testosteron, kızlarda overlerden salgılanan östrojen ve her iki cinste de böbreküstü bezi tarafından salgılanan androjen hormonları özellikle ergenlik dönemindeki hızlı büyümeden sorumlu hormonlardır. Çocukluk döneminin kronik hastalıkları; Kalp,akciğer,böbrek gibi organların uzun süreli ve önemli hastalıkları ile besin emilimini bozan mide-barsak hastalıkları büyümeyi olumsuz etkiler. İlaçlar; Steroid ihtiva eden ilaçların uzun süreli kullanımı ve bazı psikiatri tedavisinde kullanılan ilaçlar büyümeyi olumsuz etkiler. Hekime danışılması gerekir 13 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul BOY KISALIĞI Büyüme , yani normal bir boya sahip olma sağlıklı olmanın en önemli kriterlerinden biridir. Normal büyüyen çocuk sağlıklı çocukdur. Büyüme geriliği, beslenme bozuklukları, hormonal nedenler, ailevi nedenler, kronik hastalıklar gibi değişik sebeplere bağlı ortaya çıkabilir. Burada , büyüme hormonu ve tiroid hormonu eksikliği, ailevi boy kısalığından bahsedilecektir. Bir çocuğun boyunun normal olduğu nasıl anlaşılır? Hangi yaşda olursa olsun, boy uzunluğunun değerlendirilmesinde kullanılan ölçü, o andaki boyun hangi büyüme eğri diliminde olduğu ve büyüme hızıdır. Kısa boy, çıplak ayakla ölçülen boyun, o yaş ve cinse göre normal büyüme eğrilerinin alt sınırlarında ( 10 persentil altı) olmasıdır. Yıllık boy artımının yaşa göre normalden az olması durumunda, büyüme hızı yetersiz olarak değerlendirilir. Yıllık büyüme hızı 1-2 yaşlar arasında yılda 12 cm, daha sonra ise yılda 5-6 cm’dir. Bir çocuk, ergenlik öncesi yılda 5 cm’den az büyüyorsa veya takip edildiği büyüme eğrilerinde aynı çizgide devam edemiyor ve alt çizgiye düşüyorsa, sorun var demektir. Durumunun tetkik edilmesi gerekir. Büyüme hormonu, boy artışını doğrudan etkileyen hormondur. Beyindeki hipofiz bezinden salgılanır. Büyüme hormonu eksikliği ile beraber hipofizden salgılanan diğer hormonlar da eksik olabilir. Bu durum doğumsal olabileceği gibi, beynin doğum sırasında veya sonrasında zarar görmesi (ikiz gebelik, makat geliş gibi) , şiddetli kafa yaralanması, hastalık nedeniyle beynin hasar görmesi(menenjit gibi), ışın tedavisi veya tümörler nedeniyle olabilir. Ancak büyüme hormonu eksikliğinin en önemli nedeni idiyopatik dediğimiz, bilinmeyen nedenlerdir. Belli bir yaşa kadar normal büyüyen bir çocukta, boy artışında duraklama veya yavaşlama saptanır. Çocuk akranlarından geri kalmaya başlar. Büyüme hormonu eksikliği olan bir çocuk kısa boyludur, ancak vucudunda orantısızlık yoktur. Bu çocuklar hafif kilolu,yüzleri yaşlarına göre küçük çocuklardır. Büyüme hormonu eksikliği olan çocuklar ergenliğe de geç girerler. Akranları her yıl normal büyüdüğü, ancak büyüme hormonu eksikliği olan çocuklar her yıl az büyüdükleri için; ara her yıl daha çok açılır. Tanı için büyüme hormonu testleri yapılır ve tanı konduktan sonra büyüme hormonu tedavisi yapılır. Boy kısalığına yol açan hormonlardan bir diğeri, tiroid hormonudur. Normal boy artışı için tiroid hormonuna ihtiyaç vardır. Tiroid bezi boynun alt kısmında bulunan ve tiroid hormonlarını salgılayan bir bezdir. Tiroid normal boyutta olduğu zaman görülmez ve elle hissedilmez. Büyüdüğü zaman elle hissedilir ve baş normal durumdayken veya geriye atıldığında görünür hale gelir. Bezin vucuttaki görevi tiroid hormonları üretmek ve bunları kana salgılamaktır. Tiroid hormonları olan T3 ve T4 tiroidden salgılanır ve TSH adı verilen hipofizden salgılanan hormonla uyarılır. TSH, tiroid bezini uyararak tiroid hormonlarının, yani T3 ve T4’ün salgılanmasını sağlar. Tiroid hormonları normal büyüme ve gelişme için gereklidir ve eksikliklerinde boy kısalığı gözlenir. Bu durum doğuştan olabileceği gibi, herhangi bir çocukluk yaşında da gözlenebilir. Kalıtımın, boy uzamasında rolü vardır. Kısa boylu çocukların anne-baba veya diğer yakın akrabaları da kısa boyludur. Bu çocuklar akranlarından kısa olarak, büyüme eğrilerinin alt hudutlarında büyürler, ancak bulundukları eğriden daha alt eğriye düşmezler. Yapılan hormon incelemelerinde, beslenme durumlarında bir sorun yoktur. Bu çocukların ergenlik çağında boyları uzar ve anne-baba ortalamalarına göre hesaplanan erişkin boylarına ulaşırlar. Burada önemli bir hatırlatma yapmak isterim; ‘anne ve babası kısa olan çocukların mutlaka kısa boylu olması gerekir’, şeklinde bir inanış yanlıştır. Sosyoekonomik şartların ve beslenmenin düzelmesiyle, boylarda uzama gözlenir. Örneğin Çinli ve Japon çocuklar artık 50 yıl öncesine göre daha uzundurlar. Ülkemizde akraba evliliği nedeniyle ortaya çıkan ve genetik geçişi olan boy kısalığına yol açan , iskelet displazisi dediğimiz bir hastalık gurubu vardır. Bu hastalık gurubunda orantısız boy kısalığına rastlanır. Bazen bacaklar, bazen de kollar kısadır. Baş büyük olabilir. En sık rastlanılan tipi akondroplazidir. Bu çocuklarda kandaki büyüme hormon seviyeleri ve salgılanmaları normaldir, ancak kemiklerin büyüme hormonuna cevabı azdır. Bu çocukların boylarını uzatmak için etkin bir tedavi şekli yoktur ancak bazı tedavi şekilleri denenmektedir. BÜYÜME HORMONU EKSİKLİĞİ Büyüme hormonu, beyinde hipofiz ismini verdiğimiz bezden salgılanan ve çocuklarda büyümeyi düzenleyen bir hormondur. Çocukluk çağı ve ergenlik döneminde yüksek seviyelerde olan bu hormon, 20’li yaşların ortalarından itibaren azalmaya başlar. Büyüme hormonu eksikliğini çok az oranda doğumsal olarak tespit edebiliyoruz. Doğumsal büyüme hormonu eksikliği hastaları doğumdan birkaç ay sonra büyümemeye başlar. Bu çocuklarda yeterli boy artımı olmaz.Genetik geçişli bir hastalık olan doğumsal büyüme hormonu eksikliğinde genellikle hastalarda tipik yüz görünümü mevcuttur. Bazı doğumsal nedenlerde büyüme hormonu eksikliğine sebep olabilirler. Örneğin; makat gelişi,ikiz gebelikler,uzamış ve zor doğum gibi. 14 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Daha ileri yaşlarda kafa travmaları ve beyni ilgilendiren hastalıklar, tümör gibi nedenler büyüme hormonu eksikliğine yol açabilirler. Büyüme hormonu eksikliğinde genellikle bir neden bulunamaz. Örneğin,belli bir yaşa kadar akranları ile eşit büyüyen bir çocukta, belli bir yaştan sonra büyümede yavaşlama ve akranlarından geri kalma gözlenir. Ortalama boy artış hızı yılda en az 5 cm. olması gerekirken bu çocuklar daha az büyürler. Aileler çocuklara hep aynı kıyafeti giydirdiklerinden, yeni giysi almadıklarından şikayet ederler. Erkek çocuklarda pantalonlarını hiç değiştirmemek öyküsü alınır. Büyüme eğrileri üzerinde işaretlenerek boy artımları ölçülen çocuklarda, büyüme eğrilerinde alt eğrilere düşmek önemli bir göstergedir. Çocuğun çıplak ayakla ölçülen boyu, kendi normalleri ile karşılaştırılır. Alt eğrilerde olan ( 10 persentil altı) çocuklarda, büyüme hormonu eksikliği yönünden dikkatli olmak gerekir. Büyüme hormonu eksikliği olan çocuklar hafif tombuldurlar. Eğer bir çocukta hem boy kısa, hem de kilo azsa büyüme hormonu eksikliği düşünmeden önce, beslenme analizi yapılıp kilo almasına mani olacak, çöliak gibi bir mide barsak hastalığının mevcudiyeti araştırılır.Bu gibi çocukların kilo almaları halinde, büyümeleri hızlanabilir. Tanı nasıl konur? Büyüme hormonu eksikliği düşünülen bir çocukta tanı, büyüme hormonu testleri yapılarak konur. Büyüme hormonu çocukluk çağında gece uykuda pikler halinde salgılandığı için, sabah alınan kan örneği bize yol gösterici olamaz. Mutlaka uyarı testleri denilen, değişik ilaçlarla büyüme hormonunun uyarılarak , kan seviyesinin ölçümüne dayanan testler uygulanır. Aç karnına, sabah yapılan bu testlerde , belirli aralıklarda alınan kan örneklerinde büyüme hormonunun ne kadar yükseldiği saptanır. Tek başına test de bazen sonuç vermeyebilir. Bazen testlerde büyüme hormonu değerleri yükselmesine rağmen, çocukta yeterli büyüme gözlenemez. Çocuğun o anki boyu, yıllık büyüme hızı, büyümesine mani olabilecek başka bir hastalığın olmaması; büyüme hormonu eksikliği tanısında önem kazanır. El bilek grafisi çekilerek saptanan kemik yaşı, büyüme hormonu eksikliği vakalarında geridir. Ailevi boy kısalığı (anne ve baba kısa), genetik boy kısalığı, tiroid hormon eksikliği gibi durumlar ayırıcı tanıda düşünülür.Şunu belirtmek isterim; anne ve babası kısa olan çocuğun mutlaka kısa olacağı tezi doğru değildir. Kısa boylu anne ve babanın, orta veya uzun boylu çocuğu olabilir. Tedavi nasıl yapılır? Tedavide büyüme hormonu kullanılır. Büyüme hormon eksikliği olan çocukta, büyümek için eksik olan hormonun yerine konması gerekir. Bu nedenle bazı ailelerde saptadığımız hormondan korkmak gereksizdir. İlaç, doğal büyüme hormonu ile aynı saflıktadır. Büyüme hormonu tedavisi uygulanan hastalar, hekim tarafından düzenli takip edilirler. Ergenliğin ilerlemesi ile , büyüme hormonuna verilen cevap azalır. Yaş ne kadar küçük olursa, tedaviye alınan cevap o kadar iyidir.Hasta akranlarına yaklaşınca veya boy artım hızı azalırsa tedavi sonlandırılır. Büyüme hormonu eksikliği hastaları ilk yıl 8-12 cm uzarlar.Daha sonraki yıllar boy artımı azalarak devam eder. DÜŞÜK DOĞUM AĞIRLIĞINA BAĞLI BOY KISALIĞI Düşük doğum ağırlıklı bebek, gebelik süresine göre düşük olan bir kilo ile doğmuş bebektir.Anne, plasenta ve fetusun problemsiz olduğu , 40 haftalık gebelik sonrası dünyaya gelen bebeğin ölçümlerinde; 50cm boy, 3250 gr ağırlık, 35 cm başçevresi mevcuttur. Doğum ağırlığı kız bebeklerde 3150 , erkek bebeklerde ise 3500 grama doğru eğilim gösterir. Düşük ağırlık bebeğin rahimdeki gelişiminin zayıf olduğunu gösterir. Zamanında doğan bir bebek için düşük doğum ağırlığı sınırı 2500 gr altıdır. Büyümede ağırlık daha çok kullanılsa da doğru ölçülen boy da dikkate alınmalıdır. Bu nedenle bebeklerin bir kısmı ağırlık, bir kısmı boy, bir kısmı da hem boy hem ağırlık yönünden düşük doğum ağırlığı grubuna alınabilmektedir. Anne karnında ultrason kullanımının ve bilgi birikiminin artmasıyla birlikte prenatal büyüme izlemi yapılmaktadır. En az 15 gün arayla yapılan iki ultrasonografi incelemesiyle büyüme duraklaması saptanırsa intrauterin büyüme geriliği tanımı kullanılır. Bu nedenle doğumdan sonra yapılan ölçümlerle tanımlanan bebeklere düşük doğum ağırlıklı bebek adı verilir. İkizler birlikte veya eşinden bağımsız olarak düşük doğum ağırlıklı olabilir. Düşük Doğum Ağırlığı Nedenleri a) Anneye Bağlı Nedenler : Hipertansiyon, kronik hastalıklar, kalp, akciğer problemleri, uterus anormaliteleri, anneninde küçük doğması, alkol, sigara, ilaç kullanımı, yüksek bölgelerde yaşama, düşük sosyo-ekeonomik düzey, daha öncede prematür veya düşük ağırlıklı bebek doğurma, anne yaşının küçük olması, iki gebelik arasının 3 yıldan az olması, gebeliği istememe, günlük besin alımının % 70 altına inmesi. 15 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul b)Plasentaya Bağlı Nedenler: Anormal yerleşim, plasental kan akımı azalması, plasental tümörler, plasentanın hormonal fonksiyonlarında farklılıklar c)Fetusa Bağlı Nedenler: Kromozom hastalıkları, metabolik hastalıklar, büyüme geriliği ile seyreden sendromlar,konjenital enfeksiyonlar, kalp, gastrointestinal, genitoüriner ve iskelet malformasyonları. Silver Russel sendromu olarak adlandırılan düşük doğum ağırlığı ve boy kısalığı ile karakterize hastalarda aşağıdaki belirtiler mevcuttur; -İlk aylarda beslenme sorunları -Aşırı terleme ve soluk cilt -Düşük kan şekeri -Küçük ağız,sivri çene ve üçgen yüz -Aşağıya doğru ağız -Gözlerin beyaz kısmında hafif mavilik -Her iki el küçük parmağında kısa ve içe doğru eğrilik Silver Russel sendromlu ve düşük doğum ağırlıklı bebeklerin yaklaşık dörtte biri 3-4 yaşa kadar büyümede yakalama gösteremezler. Bunun nedeni yaşamlarının ilk senesindeki beslenme sorunlarıdır. Bu çocuklarda ergenlik normal zamanda başlar ancak bazen erken ergenlikte görülebilir. Ergenlikteki büyüme atılımı beklenenden daha az olabilir ve erişkin boy beklenenden kısa olur. Düşük doğum ağırlıklı bebeklerde hayatın ilk aylarında sık görülen bir sorun zayıflık ve kilo alamamafır. Beslenme zorluğu vardır ve yağ depoları zayıftır. Kan şekeri seviyeleri düşebilir. Aldıkları kalorinin iyi ayarlanması gerekir. Az miktarda besin aldıklarında kanda şeker seviyesi düşer ve terleme, yorgunluk ve sinirlilik göze çarpar. Genelde bu sorun çocuğun yaşı ilerledikçe düzelir. Düşük doğum ağırlıklı bebekler beslenmeye karşı son derece ilgisizdirler ve genelde katı yemeği reddederler. Boy kısalığı için ne yapılır? 4 yaşına kadar akranlarını yakalamamış olan düşük doğum ağırlıklı bebeklerin bazılarında büyüme hormonu salgılanmasında anormallikler vardır. Bazılarında da büyüme hormonuna karşı kemiklerde hafif direnç oluşumu gözlenir. Avrupanın birçok ülkesinde akranlarını yakalayamamış düşük doğum ağırlıklı çocuklara büyüme hormonu tedavisi başlanmaktadır. Ülkemizde de büyüme hormonu kullanımı mevcuttur. Bu tedavi ile bazı çocuklarda büyüme hızlanabilir ve kas gücü artar. Sağlıklı bebek doğurmak için önlemler nelerdir? Evlenme yaşının, gebelikler arası sürenin normal olması, akraba evliliğinden kaçınılması, gebelikte sigara , alkol, ilaç kullanılmaması, yeterli ve dengeli beslenilmesi, doğum öncesi kontrollerin yaptırılması, doğumun sağlık merkezlerinde yapılması, yenidoğan döneminde yakın kontrol altında tutulması önemlidir. 16 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ÇOCUKLUĞUNU ÇOCUKLARI İLE YAŞAYAN KÜÇÜK ANNELER VE GELİNLER Aygül Fazlıoğlu, Sosyolog Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, TBMM Giriş Sosyal örgütlenmenin temel birimi olan ailenin kurulabilmesi kadın ya da erkeğin üyesi bulunduğu sosyal grubun içinden yada dışından bir kimse ile evlilik bağı kurmasıdır. Bu evlilik bağının geçerli olması toplumca geçerli olan iç evlilik ve dış evlilik kuralına bağlıdır. Evlenecek olan bireyin eşini üyesi bulunduğu grubun dışından seçmesi kuralını esas alan evlilik; dış evlilik, tam tersi durum ise yani evlenilecek kişinin aynı sosyal grubun içinden seçilmesinin zorunlu olduğu evlilik ise iç evlilik olarak adlandırılmaktadır. Bu iki tanımda da kast edilen sosyal grup; akrabalık grupları, sosyal sınıflar ve yerleşim gruplarıdır (Altuntek,1989; sf 3-4). Özelikle az gelişmiş bölgelerde ve gelişmekte olan ülkelerde soy birliği ve dayanışmanın devamlılığının sağlanabilmesi ve ekonomik bütünlüğün bozulmaması için iç evlilikler yani yakın akraba evlikleri özellikle de amca kızıamca oğlu evlilikleri oldukça yaygındır. Kan bağına dayalı toplumsal ilişki örüntülerine göre düzenlenmekte olan bu tür evlilikler, bu örüntülerin sürdürülmesinin bir güvencesi olarak görülmektedir. Böylesine yaygın evlilik tipinin sosyal yapı içindeki yeri ve yaygınlığına bakıldığında erken yaşta evlikler, sakat çocuk doğumu, çocuk ölüm oranlarının artışı, erken gebelikler, kadın hastalıkları ve beraberinde gelişim bozukluklarının ortaya çıkması, okulda olması gereken kız çocuklara küçük anne rollerinin verilmesi, çocukluğunu yaşayamadan gelin olan çocukların durumu daha net ortaya çıkabilmektedir. Bu tip evliliklerde toprak mülkiyeti önem taşımakta ve toprak bütünlüğü korunmak istenmekte, başlık parasının az olması veya tümüyle kaldırılması ve soyun devam ettirilmesi arzusu ve politik gücün artırılması geçerli olabilmektedir. Genel eğilim erkek çocuklarının belirli bir düzeyde eğitim görüp, askerlik yaptıktan ve bir iş sahibi olduktan sonra evlenmeleri yönünde olurken, kız çocuklarının ise bir an önce evlenip, yuvasının kurması, çocuk sahibi olması, varlığının devamını doğurganlıkla ve erkek çocukla taçlandırması yönündedir. Kız çocukları için erken hamile kalamama durumunda ise, ailesine geri gönderilme dayak, cinsel taciz vb şiddetle ya da kendisi gibi okulda olması gereken başka bir akranının kuması olabileceği tehdidi ile karşılaşmaktadır. Ailelerin erken yaşta evlilikleri desteklemesi kız çocuklarının oyun ve okul arkadaşlarının erken evlenmesi onlar için kötü rol modelleri olabilmektedir. Kız çocuklarının erkeklerden çok daha erken yaşta evlendirilmeleri ve bu evliliğin sonuçlarının kızlar açısından daha ciddi sakıncalar doğurmakta, kadınların toplumdaki eşitsiz konumunu pekiştirmektedir. Bu makalede erken yaşata evlik ve erken gebeliğin nedenler üzerinde durulacak ve örnek olaylarla toplum tarafından nasıl içselleştirildiği irdelenecektir. Gereçler ve Yöntem Ülkemizde erken yaşta evlilikler ve erken gebelikler uzun yıllardan beri var olan bir olgu olmasına rağmen toplumun çoğunluğu tarafından bir “sorun” olarak değerlendirilmemektedir.Oysa “Çocuk” ve buna bağlı olarak “erken evlilik” kavramlarının tanımları kaynağına göre değişse de Dünya Sağlık Örgütüne göre; 0-18 yaş arası “ Çocuk”, 10-19 yaş arası “Adolesan (Ergenlik) Dönemi” 15-24 yaş arası “Gençlik Dönemi” ve 10-24 yaş arası “Genç İnsanlar” olarak tanımlanmaktadır., 18 yaştan önce yapılan evlilikleri de “erken evlilik” olarak değerlendirmektedir. Türk Medeni Kanununun 124 üncü maddesi evlenme ehliyeti için 17 yaş sınırını belirlemiş olmakla beraber “erken yaşta evlilikler” 18 yaşın altında yapılan evlilikler anlamına gelmektedir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun; “Fiil ehliyetinin genel koşulları”nı düzenleyen 10 uncu maddesine göre; “Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.”“Erginlik” başlıklı 11 inci maddesine göre; “Erginlik on sekiz yaşın doldurulmasıyla başlar. Evlenme kişiyi ergin kılar.” “Ergin kılınma” başlıklı 12 nci maddesine göre; “On beş yaşını dolduran küçük, kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınabilir”. 1 Ocak 2002’den itibaren yürürlüğe giren yeni Türk Medeni Kanunu Anayasada yer alan “cinsler arasındaki ayrımcılığı” yasaklayan maddelere uygun düzenlemeler içermektedir. Önceki Kanunda kadın-erkek için farklı olan evlenme yaşı kadın-erkek farkı gözetilmeksizin ülkemiz şartlarına ve çağdaş eğilimlere uygun olarak yükseltilmiştir. Böylece erken yaşta evlenmenin sakıncaları önlenmek istenmiştir 17 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Türk Medeni Kanunu evlenme ehliyetinin koşullarından biri olan “yaş” konusunu 124 üncü maddesinde düzenlemiştir. Buna göre; “Erkek veya kadın on yedi yaşını doldurmadıkça evlenemez. Ancak, hâkim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple on altı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Olanak bulundukça karardan önce ana ve baba veya vasi dinlenir (TBMM, 2010; sf 11-13). Bu yaş sınırlamasıyla on yedi yaşını doldurmuş reşit olmayan bireyler anne-baba rızasıyla evlenebilirken, ailelerin ve küçüklerin rızası olsa dahi on yedi yaşın altındaki kişilerin evlendirilmesi olağanüstü durumlar hariç mümkün değildir Hem gelişmiş hem gelişmekte olan ülkelerde erken yaşta evlenme ve adölesan gebelikler önemli bir sağlık sorunu yaratmaktadır Ülkemizde yapılan araştırma sonuçları ve TÜİK istatistikleri yıllar itibari ile ilk evlenme yaşının yükselme eğiliminde olduğunu göstermektedir. Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından 5 yılda bir yapılan “Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA)” evlenme yaşına ilişkin önemli veriler sunmaktadır. Türkiye’de kadınlar geçmiş yıllara göre daha geç evlenme eğilimindir. Ortalama ilk evlenme yaşı 20.8’dir. 25-49 yaşlarındaki kadınların yüzde 43’ünün 20 yaşından önce, 25-49 yaşlarındaki kadınların yüzde 5’inin ise 15 yaşından önce evlendiği tespit edilmiştir. (TNSA,2008; sf 6) İlk evlenme yaşı; kır, kent, bölge, gelir düzeyi, yoksulluk eğitim, toplumsal yapıya bağlı olarak farklılık göstermektedir. Aynı şekilde adölesan gebeliklerin oluşmasında da bezer faktörlerin yanı sıra yaş, etnik durum, aile yapısı, çiftlerin iletişimi, sosyal destek mekanizmalarının varlığı etkilidir. Toplumsal baskıların ve aile baskılarının belirginleşmeye başladığı ergen/ genç kızların durumuna bakıldığında; çocukluk döneminde baş gösteren şiddete bu dönemde cinsel şiddetin de ilave olduğu görülmektedir. Cinsel tacizler, istenmeyen gebelikler ve isteyerek düşükler bu dönemde ortaya çıkmaya başlamaktadır Güç, cinsiyet ve yaş hiyerarşisinden beslenerek zeminini sağlamlaştıran ensest ilişkilerde, erken yaşta evlilik ve erken gebeliği besleyen önemli sosyal yaralardan biridir. Aile içinde başlayan cinsel saldırılara aile dışından da kişiler katılmakta, her yaştan kız ve erkek çocuk taciz ve tecavüzlere maruz kalabilmektedir. Birden fazla saldırganın olduğu ensest olaylarında yaşça büyük olan istismarcının diğeri için rol modeli teşkil etmekte ya da yaşça küçük istismarcı da taciz mağduru olabilmektedir (UNFPA-ND, 2009; 45). Genellikle mağdurlar “hayır” diyebilecek yaşta olmadığı çocukluk ve ergenlik yaşlarda olduğu için bu tür vakalar aile içinde gizlenmekte, toplumsal baskı ve utanç nedeniyle örtbas edilebilmektedir. Bazen de tacize veya tecavüze uğrayan kız çocukları tecavüzcüsüyle, başka birisiyle- babası, dedesi yaşındaki kişilerle- hemen evlendirilmekte, aile içinde infaz edilip intihar süsü verilmekte ve fuhuşa sürüklenmektedir. Ancak son zamanlarda çok az da olsa bu tür vakalar yargıya intikal etmeye ve yazılı basının üçüncü sayfalarında yer almaya başlamıştır.. Kentsel alanda yaşayan kadınlar kırsal alanda yaşayanlara göre daha geç evlenmektedir. 25-49 yaş grubu arasında kentsel alanda yaşayan kadınların evlenme yaşı 21.1 iken kırda 19.6’dır. Aynı şekilde bölgesel farklılıklarda bu durum kendisini göstermektedir. Batıda kadınların ilk evlenme yaşı 21.3 iken Doğu’da 19.6’dır (TNSA, 2008;.6). İlk evlenme yaşı ile eğitim düzeyi arasında pozitif bir ilişki bulunmaktadır Eğitim düzeyi yükseldikçe ilk evlenme yaşı artmakta buna karşılık eğitim düzeyi azaldıkça çocuk sayısı artmaktadır.Çünkü annelik kadının sahip olduğu tek statüdür ve bunu en üst düzeyde kullanma gayreti ortadadır. Ülkemizde, TUİK verilerine göre akraba evliliği yapanların oranı %20,9’dur. Kır-kent ayrıma bakıldığında, bu oranın kırsal alanda yaşayanlar için % 24,6, kentte yaşayanlar için ise %18,8 olduğu görülmektedir. Bölgesel düzeyde incelendiği zaman akraba evliliğinin %40,4 oranı ile en yüksek Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, %4,8 ile en düşük Batı Marmara bölgesinde görüldüğü gözlenmektedir (Aile Yapısı Araştırması, 2006). Ülkemizde özellikle az gelişmiş bölgelerde - Doğu Karadeniz Bölgesi, Doğu Anadolu Bölgesi ve GAP Bölgesi- evlilikler öncelikle amcaoğlu-amcakızı arasında yapılmaktadır Kızın amca oğlu evlenmesinin adeta bir kural olduğu bu bölgelerde“öncelikle güven duyulan akrabadan olandır” anlayışı yaygındır. Bir genç erkek amcasının kızıyla evlenmek isterse, kızın babasının bu teklifi ret etmesi olanaksız değilse bile zordur. Bu tip evlilikler kentte yaşayan kır kökenli ailelerde de sıkça rastlanmaktadır. Örnek olay 1;amcaoğlu ile evlenme zorunda kalan Saliha’nın öyküsü “Saliha, kendisini isteyen bir genci çok istemekte ve beğenmekteymiş. Ancak amca oğlu askere gitmeden önce onu annesinden istemiş( hane reisi annesi olduğu için). O dönem anne, oğlan işsiz olduğu için Saliha'yı vermemiş. Fakat Amca oğlu önceden istediği için Saliha'nın sevdiği genç ile evlenme şansı (annesi razı olmasa bile ) ortadan kalkmış. Saliha sevdiği gence "amca oğlu dururken, senin ile evlenemem "der ve törelere uyup, sevdasından vazgeçer (geçekondu Mah.Diyarbakır).” 18 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Kıırsal alanda çok yaygın olmamakla birlikte yakın ailelerin aynı günlerde doğan çocukları arasında söz kesilmesi beşik kertme- ve iki ailenin kızlarını karşılıklı olarak oğulları ile değiştirmesi -berdel veya değişik- bir evlenme biçimi olarak göze çarpmaktadır. Ancak berdel/değişik evliliklerde baba kızını verip kendisine karşı ailenin küçük kızını ikinci eş olarak alabilmektedir. Kızlardan biri evlilik yaşında olsa bile ona karşılık verilecek diğer kızın yaşı önemsenmemekte, çok küçük yaşta olması bu gayri resmi evliliğe engel olmamaktadır. Bu tür evliliklerde ailelerin birbirlerine başlık vermesi söz konusu değildir. Örnek olay 2; genellikle kız çocuklarının isteği dışında gerçekleşen berdel türü evliğe ilişkin Zekiye’nin dramı “ Zekiye, 21 yaşında. 10 yaşında iken annesi ölür, üç ay sonra babası onu 25 yaşındaki bir adamla evlendirir, karşılığında da adamın kızını kendisine alır. Zekiye evlenir evlenmez art arda üç çocuğu olur, çocuklar okul çağında geldiğinde nüfus kağıtları yoktur. Resmi nikahı olmadığı için de çocuklar kayınpederin üzerine kayıt yaptırılır. Zekiye erken yaşta evlilik nedeniyle rahim kanserine yakalanır. Ve bir daha çocuk sahibi olamayacağı anlaşılınca , kocası ikinci kez evlenmek ister “ sen artık erkek gibisin bana çocuk veremezsin babanın evine git” deyip Zekiye’ye psikolojik ve fiziksel baskı uygulamaya başlar. Zekiye berdel türü evlilik yaptığı için babasının evine gidemez, çünkü gittiğinde babasının da evliliği yıkılacaktır. İntihara teşebüs eder, komşuları tarafından kurtarılır. Komşuları ve akrabalarının telkini ve yardımı ile kendine toparlar, yazın Karadeniz’e fındık toplamaya gider. Eve döndüğünde bir başka kadını evde görür. Kocası Muş’tan 5bin TL karşılığında bir kız getirmiştir. Zekiye buna dayanamaz kocasını yetkililere şikayet eder, akrabalarının ve yetkililerin baskısı sonucunda kocasına resmi nikah yaptırır , çocuklarını üzerine alır. Kocası diğer genç kızı Muş’a ailesinin yanına gönderir.( Gecekondu Mah. Batman)” Genellikle kırsal yerleşimlerde kocası ölen kadının evden çıkarılması ve baba evine gönderilmesi geleneklere göre ayıp sayılmaktadır. Bu nedenle kadın ölen kocanın kardeşi ya da ağabeyi ile evlendirilmektedir Akraba evliliğin yaygın bir şekilde yapılmasının nedenleri arasında, mal-mülkün aile içinde kalmasının istenmesi, başlık ödenmemesi gibi ekonomik nedenlerin yanı sıra her türlü siyasal toplumsal ve kültürel dayanışmanın sürekliliğinin sağlanmasında ailelerin kendilerini güçlü kılmak istemeleri gelmektedir Akrabasıyla evlenmemiş olan kadınlar ve kız çocukları, çoğunlukla güç ilişkilerinin yaşanmadığı, aşirete dayalı ilişkilerin bulunmadığı ya da büyük oranda çözülmüş olduğu yörelerde yaşamaktadır. ( Fazlıoğlu, 2002;3-4). Doğurganlık düzeyindeki bölgesel farklılaşma çok belirgindir. En yüksek toplam doğurganlık hızı 3.27 ile Doğu Bölgesi için gözlenirken en düşük doğurganlık hızı 1.73 ile Batı Bölgesi’ne aittir ( TNSA 2008). Genellikle evliliğin ilk veya ikinci yılında çocuk yapılmaktadır. Çok çocuk istenmesinin gerekçeleri arasında “ailelerin güçlü olmak istemesi”, “büyüklerin erkek çocuk beklentisi” ve “tanrı herkesin rızkını verir” gibi yazgıcı gerekçeler dikkati çekmektedir. Kan davalarının hala güncelliğini koruduğu bazı yörelerde, bazı hane reisleri “burada ne kadar çok olursan o kadar iyidir… Çünkü vurmakla bitmeyeceksin....” şeklindeki anlayışları da çok çocuk sahibi olma yöneliminde etkilidir. Eğitim ve kültür düzeyi ne olursa olsun tüm birey ve ailelerde aleni ya da üstü örtülü olarak “erkek çocuk sahibi olmak” ideali mevcuttur. Bazı örneklerde ise bu durum abartılmakta ve teknolojik olanaklar da kullanılarak “kız gebe” anne adaylarına ilgi, bakım, sağlık kontrolleri yeterince sağlanmamaktadır. Hatta bazı toplumlarda anne karnındaki bebeğin kız olduğu öğrenildiğinde isteyerek düşüklere başvurulması ile kadının yaşama hakkının elinden alınmasına ilişkin ürkütücü örneklere rastlanmaktadır. Yani negatif ayrımcılık doğumdan önce başlamaktadır (Uz, 2010,). Erkek çocuk ailenin soyunu devam ettirecek kişi olarak görüldüğü için kız çocuğundan ayrı bir statüye sahiptir Bu bakımdan kadının çocuk sahibi olması, özellikle de erkek çocuğu sahibi olabilmesi son derece önemlidir. İlk çocuğun erkek olmasının, diğer kardeşlere yol gösterme, yardımcı olma açısından kolaylık sağlayacağı düşünülmektedir. Babanın kısa veya uzun süreli evden ayrılması, hatta ölümü halinde en büyük erkek çocuğun ailenin diğer üyeleri özellikle küçük kardeşler açısından "baba figürü" olarak "otorite boşluğunu" doldurabileceği ve aileye kol-kanat gereceği düşünülmektedir. Kız çocukları ise kayıp aile üyesi olarak görülmektedir. Kimi zaman sofradan bir tabağın eksilmesi fikri dahi aileler için küçük yaşta evlilikleri teşvik edici bir unsur olabilmektedir. Küçük yaşta yapılan evliliklerin ve erkeğin yaşının büyük olması itaatin ve yeni yuvaya uyumun daha kolay sağlanacağına inanılmaktadır. Erken yaşta evlenme hem anne hem de bebek için tehlike oluşturmaktadır. Erken yaş gebeliklerinde anne ve bebeklerin hastalanma, sakatlanma, gebelik ve doğuma bağlı anne ölümleri daha fazla görülmektedir. Örnek olay3; doğumda yaşamını kaybeden Kezban’ın öyküsü 19 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Babasın 4 yaşında kaybeden Kezban 11 yaşında nişanlanır, evlendirilmesi için ailesi regl olmasını bekler ve 12 yaşında amcasının oğlu ile evlendirilir. Hemen ilk çocuğu doğar, ikinci çocuğu olduğunda doktor tansiyon ve kalp hastası olduğunu kesinlikle çocuk sahibi olmamasını ve doğum kontrol hapı kullanması gerektiğini söyler. Ancak kendisi bunu dinlemez üçüncü çocuğunu da doğurur.Bu arada hastalığı ilerler üçüncü çocuğuna süt verirken dördüncü kez hamile kalır Doktor riskli bir gebelik olduğunu ve aldırmasını söyler. Kezban dinlemez doğumda yaşamını kaybeder. (kırsal alan, Batman) Kadın bedenine bakma, sahip olmak istemekte; fakat başta içinde yaşadığı toplumun imkansızlıkları -aile büyüklerinin uygun görmemesi, bilgi sahibi olamamaları, gelenekler, dini faktör - gebeliğe müdahalenin günah olacağı düşüncesi- ve çocuk doğurmadıkları zaman kocalarının bir başka kadınla evleneceği korkusu- onların doğum kontrol yöntemlerini uygulama konusundaki tutumları etkilemektedir. Çocukluk döneminde geleneksel yapı, yoksulluk, yoksunluk, sosyal dışlanma değer yargıları ve cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanan olumsuz etkiler daha çok eğitim alanında kendini göstermektedir. Resmi istatistikler incelendiğinde okullardaki kız-erkek öğrenci oranı birbirine çok yakın olduğu görülmektedir. Bu ideal rakamların nedenlerinden birisi de okula kayıt olan tüm öğrencilerin okula devam ediyor gibi görünmesidir. Oysa kız öğrencilerin okula devamsızlığı konuyla ilgili en temel sorunlardan birisidir. Türkiye'de 6–14 yas grubundaki çocukların okula devam etmeme nedenleri incelendiğinde; erken biyolojik gelişimleri,, okula gitmelerinin genel kabul görmemesi, kayıp aile üyesi gözüyle bakılması, ev islerinde ailesine yardım etmek zorunda kalmaları, küçük kardeşlerine annelik yapmaları, ucuz iş gücü olarak görülmeleri onların eğitim hakkını ellerinden almakta, kalem tutması gereken ellerine gelin kınası yakılmakta, çocukları ile çocukluğunu paylaşmaktadır. Kız çocukları çok küçük yaşlarda, hatta okul çağı öncesinden itibaren cinsiyet rollerini edinmeye evdeki işleri üslenmeye ve kardeşlerinin bakımında annelerine yardımcı olmaya başlamaktadır. Ev işlerine yaptıkları katkılar azımsanmayacak boyutlardadır. Bu işler yapabilmek için her gün saatler harcayan kız çocukları çoğu kez en doğal hakları olan “çocukluğunu yaşamak” ve en yasal hakkı olan “eğitim”den mahrum kalmaktadır. Kadın ve erkeğe dair önyargıların en belirgin izlerini taşıyan “Er kocarsa koç olur, kadın kocarsa hiç olur”, “Ağustostan sonra ekilen darıdan, kocasından sonra kalkan kadından hayır gelmez”, “Kız beşikte çeyiz sandıkta”, “On beşindeki kız ya erdedir ya yerde”, “Demir tavında, dilber çağında” “Erken evlenen döl alır, erken kalkan yol alır.”gibi deyim, atasözleri ve deyişler erken yaşat evlikleri ve gebelikleri teşvik etmekte ve meşrulaştırmaktadır. Sonuçlar ve Tartişma Kız çocukları ve kadınların toplumsal ve ekonomik yaşamdan alıkoyan, kişisel ve biyolojik gelişimlerini engelleyen erken yaşta evlilik ve gebelikler onların geleceğe dair hayallerini ve umutlarını ellerinden almakta, gelecekte sağlıksız ve mutsuz bir nesil yetişmesine zemin oluşturmaktadır. Erken yaştaki evlilikler ve gebelikler çocuk hakkı, kadın hakkı ve insan hakkı ihlalidir .Bu durumun varlığı kız çocuklarının ve kadınların toplumdaki eşitsiz konumunu pekiştirmekte ve hayat tercihlerini azaltmaktadır. Yetersiz beslenme, çocuk denecek yaşta erken evlenme, çok sayıda ve sık aralıklarla gebe kalma kadınların vücutlarına ağır yük bindirmektedir Evlilik kadınlar için sosyo-kültürel bir zorunluluk olarak görülmektedir. Çünkü kadının başta gelen görevlerinden biri tez zamanda çok sayıda çocuk özellikle de erkek çocuk doğurmaktadır. Eğitim seviyesi arttıkça erken evliliklerin ve gebeliklerin sayısı düşmektedir. Eğitim ayrıca dolaylı olarak da bireyin hayatına ilişkin temel karar mekanizmalarında daha etkin olmasını sağlamakta ve bir bilinç geliştirmektedir. Kız çocuklarının okulda kalma süresinin artması küçük anne ve gelin olma ve sosyal dışlanmayı yok etmekte, onları eğitmenin yararları kuşaktan kuşağa uzanmaktadır. Eğitimli kadınlar daha küçük ailelere ve sağlıklı çocuklara sahip olmakta, bu çocukların kendileri de, eğitimsiz kadınların çocuklarına göre eğitim şansına daha fazla yakalamaktadır. Böylece doğurganlık, erken gebelikler çocuk ölümleri azalmakta, erken yaşta evlilikler önlenmektedir. Erken yaşta evliklerin ve gebeliklerin önlenebilmesi için; Zorunlu eğitim 13 yıla çıkarılmalıdır. 20 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun uygulanması için bilinç yükseltme toplantıları yapılmalı, özellikle 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “azmettirme” başlıklı 38 inci maddesi hususunda ailelerin bilinçlendirilmesi sağlanmalıdır. Çok eşlilik, erken yaşta evlilik, resmi nikahın olmaması, kız çocuklarının okula gönderilmemesi, nüfusa kayıtlı olmama gibi konularda yasaların uygulanması izlenmelidir. Eğitimsizliğin önemli çıktısı çok çocukluluktur. Eğitimli kadınlar daha az çocuk doğurmaktadır. Çok çocukluluk ve yoksulluk çocukların eğitim hakkından yararlanabilmesinde en önemli engeldir. Bu nedenle de kadınların eğitimi kadınların insan hakkı açısından bir gereklilik olduğu kadar çocuklarının eğitimi ve hane refahı için de gerekli ve zaruridir. Bu nedenle de özellikle görece az gelişmiş bölgelerde kadın okur-yazarlığının artırılmasına, genç kız ve kadınların bilgi ve beceri kazandırmasına, kadınların kamusal yaşama daha fazla katılımlarına yardımcı olacak destek mekanizmalarına ihtiyaç bulunmaktadır. Kuruluşlar arası işbirliğine dayalı, katılımcı toplum kalkınması temelli örgütlenmelerin sayısı artırılmalıdır. Yoksulluk, “herkes için eğitim” önünde önemli bir engeldir. Yoksulluğun ortadan kaldırılabilmesi için istihdam olanaklarının artırılması kadar sosyal destek mekanizmalarının güçlendirilmesine yönelik politika ve tedbirler alınmalıdır. Örgün eğitim içinde yer alan çocuklar için erken yaşta evlenme ve gebeliklerin sakıncalarının anlatıldığı kazanımlar müfredata eklenmelidir. Erken yaşta evlilik ve gebeliklerin tıbbi, psikolojik ve sosyolojik sakıncalarının yanı sıra çocuk istismarı/cinsel istismar, akraba evlilikleri, -özelikle kırsal alanda ve kentlerin gecekondu mahallerinde- konularında toplumu bilinçlendirme çalışmaları yapılmalıdır. Kadınların ve genç kızların kamu hizmetlerine erişimini kolaylaştıracak mekanizmalar geliştirilmelidir. Özellikle kırsal alanda sağlık, sanitasyon başta olmak üzere kamu hizmetlerine erişim artırılmalıdır. Sağlık hizmetlerine erişimde cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanan sorunlara yönelik programlar geliştirilmedir. Kitle iletişim araçları ile erken yaşta evlilik ve gebeliklerin sakıncalarını vurgulayan yayınlar yapılmalıdır. Etkili danışmanlık hizmetleri ile, eğitim görmekte olan adölesanlara okullarda tüm eğitimleri süresine yayılarak, dışında kalan adölesanlara ulusal eğitim kampanyaları düzenlenerek bilinçlendirme sağlamalıdır. Kaynakça ALTUNTEK, Serpil. , 1989., Van Yöresinde Amca-Kızı Amca Oğlu Evliliği Yapısal İşlevsel Bir İnceleme, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ağustos, Ankara. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü. 2006. Aile Yapısı Araştırması 2006, Ankara. Birleşmiş Milletler Nüfusu Fonu, Nüfusbilim Derneği. 2009. Türkiye’de Ensets Sorununu Anlamak, Birinci Basım, Haziran Damla Matbaası. Ankara. FAZLOĞLU, Aygül. 2002.“Kadının Kırsal Kalkınmada Yeri: GAP Örneği” V. Tarım Ekonomisi Kongresi, Sayfa 433-439, Erzurum. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, 2008, Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2008 Temel Bulgular, Ankara. TBMM, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, 2010, Erken Yaşta Evlilikler Hakkında Komisyon Raporu, Mayıs, Birinci Baskı, TBMM Basımevi, Ankara. UZ, Fatma, 2010. GAP Bölgesinde Kadının Güçlendirilmesi Projesi kapsamında eğitici notları ( basılmamış) 21 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ADOLESANLARDA SAĞLIK HİZMETİ KULLANIMI Dr. Ayşegül Esin Uluslararası Çocuk Merkezi, Ankara Türkiye’de adolesan dönemi adolesanların önündeki fırsat ve karşılaştıkları engellerin doğru anlaşılması, etkin politikalar geliştirilebilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Ülkemizde 10-24 yaş aralığında yer alan birey sayısı ülke nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır . Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 21. yüzyılda ulaşmayı amaçladığı öncelikli 21 Sağlık hedefi listesinde Hedef 3 ve Hedef 4; “Yaşama Sağlıklı Başlangıç ve Gençlerin Sağlığının Geliştirilmesi”dir. Dünya Sağlık Örgütü’nün bu eğilimi, adölesan ve gençlik döneminin dikkatle incelenmesi, sağlıklarının geliştirilmesi için çalışmalar yapılması zorunluluğunun bir kanıtı niteliğindedir. Adolesanlar fiziksel ve pskolojik büyüme ve gelişme dönemi içerisinde oldukları için ihtiyaçları da yetişkinlerden farklılık göstermektedir. Adolesanlar daha gelişim evrelerini tamamlamadıkları için bilgi ve yeteneğe, yetişkin dünyasına adım atmak üzere oldukları için güvenli bir çevreye, güvenilir sağlık ve danışmanlık hizmetlerine ihtiyaçları vardır. Adolesanlar, genel olarak sağlıklı, özel sağlık hizmetlerine ihtiyacı olmayan bir grup olarak algılanmaktadır. Ancak, içinde bulundukları bu öğrenme dönemi doğal olarak risk alma davranışlarını da içermektedir. Birçok adolesan bu geçiş döneminde sağlık açısından riskli kimi davranışlar edinebilmektedir. Sonuç olarak, adolesan dönemini, cinsel etkinlik ve istekliliğin artması ve adolesanların daha çok risk alması nedeniyle uyuşturucu kullanımı, alkol, sigara ve korunmasız cinsel ilişki sonucunda cinsellik deneyimlerine başlamaları ile Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıkların yayılımı ve erken gebelik gibi cinsel ve üreme sağlığına potansiyel tehdidin en yüksek olduğu yaş grubu olarak görmek de gerekmektedir. Genel olarak; gelişmekte olan ülkelerdeki ölümlerin yaklaşık %40’ının, gelişmiş ülkelerdeki ölümlerin ise %70-80’inin bu dönemde edinilen davranışlara bağlı olduğu tahmin edilmektedir. Sağlığı geliştirme; kişilerin kendi sağlıkları üzerinde kontrollerini arttırmayı ve geliştirmeyi olanaklı kılan yöntemlerdir. İlk önce endüstrileşmiş dünyada ortaya çıkmış, daha sonra DSÖ tarafından Herkes İçin Sağlık politikasına ulaşmak için anahtar bir strateji olarak uyarlanmıştır. Birçok tanımı olmakla birlikte genel olarak sağlığı geliştirme; sağlığa yönelik herhangi bir davranış ve yaşam durumu için, eğitim, örgütsel, ekonomik ve çevresel desteklerin bileşimi olarak tanımlanmaktadır. Sağlığı geliştirme, bireyin hastalık riskini azaltacak ve iyilik durumunu ilerletecek davranışları kazanması ve sürdürmesi için eğitimsel, sosyal ve çevresel kaynakların harekete geçirilmesidir. Temel olarak sağlığı geliştirmenin merkezinde sağlık eğitimi yer alır. Sağlık eğitimi; kişilerde kendi yaşantıları yoluyla sağlıkla ilgili düşünce, kavram, inanç, tutum, davranış ve yaşam biçimi değişikliği oluşturmak amacıyla yapılan herhangi bir öğrenme yaşantısı olarak tanımlanmaktadır. Sağlıklı davranış ise; kişinin sağlıklı olabilmek ve gelecekteki sağlık sorunlarını önleyebilmek için yaptığı etkinliklerdir . Sağlığın desteklenmesi yaklaşımı ile birlikte, toplum katılımı, sağlıklı yaşam biçimleri, riskli davranışların önlenmesi kavramları daha da önem kazanmıştır. DSÖ’nün Avrupa Bölgesi için 21. Yüzyılda Herkes İçin Sağlık Hedefleri arasında 4.ve 12. hedefler adolesanların sağlığına, 9. hedef şiddet ve kazalar sonucu yaralanmaların azaltılmasına, 11. hedef de sağlıklı yaşama yöneliktir . Sağlık açısından adolesanlar; kronik hastalıkların düşük yaygınlığı ile daha kısa süre hastanede ve yatakta kalmalarla karakterize olan yaşam döngüsünün en sağlıklı dönemlerinden biridir. Diğer yandan da adolesanların sağlık uygulamalarına giderek tıbbi bakım isteme ve alma eğilimleri diğer herhangi bir yaştaki başka bireylerden çok daha düşüktür. Dahası, adolesanların sağlık bakımı kullanma haklarında büyük sosyoekonomik eşitsizlikler vardır; yoksul olan gençlerin yeterli sağlık güvencelerine ve sağlık bakım haklarına sahip olma olasılıkları, varlıklı adolesanlardan çok daha azdır . Adolesanların sağlıklı bir grup olduğu varsayılarak, sağlık hizmetlerine gereksinim duymadıkları düşünülmektedir. Bu nedenle, az sayıda, adolesana sınırlı bir alanda sağlık hizmeti sunulmaktadır. Bazı sağlık sorunları adolesanlarda, çocuklar ve erişkinlere göre daha sık görülür. Adolesanlar bazı hastalıklara karşı erişkinlerden farklı yatkınlıklar gösterirler. Adolesanların sağlık sorunları erişkin döneme göre çok daha ciddi sonuçlara neden olabilir. Adolesanların sağlık 22 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul sorunlarının çözümü erişkin ve çocukluk dönemlerinden farklı özellikler taşır . Adolesanların bedenlerine neler olduğu ve nasıl destek almaları gerektiği konusunda yeterli bilgileri yoktur. Bu nedenle de adolesanlar, kendi sağlıkları için sorumluluk alma bilincinde değildirler. Ayrıca adolesanlar, diğer yaş grubunda görülen pek çok hastalığa da yakalanabilirler. Bedenlerinde olan pek çok değişiklik arasında hastalık belirtilerinin farkında olmazlar ya da hastalıkların önemini göz ardı ederler. Adolesanlar bu sorunları için başvurmaları gereken yerleri de bilmediklerinden, mevcut sağlık sorunları için de sağlık hizmetini en az kullanan gruplar arasında yer almaktadırlar. Adolesanların hastalıkları olduğunda tedavi edilmemelerinin altında, tedaviden korkma, toplum tarafından dışlanma endişesi ya da tedavi edilebileceğine inanmama gibi birçok neden bulunmaktadır. Adolesanların genel olarak sağlık hizmetlerini kullanmama nedenleri: • Hali hazırda sunulan sağlık hizmetlerinden haberdar olmamaları • Sağlık hizmetlerini planlayan ve sunanların adolesanların ihtiyaçlarını fark edememesi, iyi analiz edememesi, • Var olan hizmetin yeri, ücreti ve hakkındaki bilgilenmede yetersizlik, • Adolesanların sosyokültürel çekinceleri, • Maliyetlerinin yüksek oluşu, • Cinsellik ve üreme sağlığı konularındaki kültürel değerlerin etkisi, • Mahremiyete önem verilmeyeceği korkusudur. Tüm bu olgular göz önüne alındığında, adolesanlar ve gençler, diğer yaş gruplarında olduğu gibi, hastalanmadan önce bir sağlık birimine başvurma şansına sahip olmalıdırlar. Özellikle de ruhsal ve duygusal değişim, onları, ‘danışman’ olarak seçeceği, anlayışlı, güler yüzlü, bilgili, vicdanlı, yardım sever sağlıkçılar ve uzmanlar grubunun bulunduğu bir üniteye başvurmaya yöneltecektir. Bu nedenle, gençlerin öncelikle ve doğrudan başvurdukları, onlara çağdaş hekimlik ilkelerine uygun bir biçimde kolayca ulaşabilecekleri yerlerde, sürekli, ucuz ve sosyokültürel ayırım gözetmeksizin hizmet verecek olan sağlık üniteleri oluşturulmalıdır. Yapılan bir araştırmada katılan öğrencilerin yaklaşık üçte biri son 30 günde herhangi bir nedenle sağlık kuruluşlarına başvuruda bulunduklarını belirtmişlerdir. Son 30 günde sağlık kuruluşuna en az 1 kez, en çok da 10 kez başvuru yapan öğrenciler vardır. Sağlık kuruluşlarına başvuru sayısı ortalaması 1.64±1.2, ortancası ise 1’dir. Adolesan dönemde sağlık risklerinin görülme sıklığının artması, dünyada ve Türkiye’de bu döneme özgü üreme sağlığı hizmetlerinin planlanması ve hizmet sunumu kapsamında gelişmeleri hızlandırmıştır. Dünya nüfusunu ilgilendiren sorunların tartışıldığı Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programında (1994) ve kadının toplumdaki konumunun tartışıldığı Pekin Kadın Konferansı sonuç bildirgelerinde (1995) “Gençlerin cinsellik ve üreme sağlığı konusunda bilgilendirilme ve hizmetlere ulaşma hakkının korunması ve desteklenmesi” kararlaştırılmıştır. Bu toplantılarda aile planlaması, gebelik ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların önlenmesi konularının içinde yer aldığı bütüncül bir üreme sağlığı yaklaşımı ile koruyucu programların geliştirilmesi önerilmektedir. Koruyucu programlar kapsamında toplumsal cinsiyet eğitimi çalışmaları, şiddet ve cinsel istismara yönelik danışmanlık, ruh sağlığı çalışmaları, erken tanı ve tedavi yaklaşımının benimsendiği merkezlerinin kurulması,cinsellik ve sorumlu cinsel davranışlar konusunda sağlık personelini ve gençleri bilgilendirme ve davranış değişikliğine yönelik eğitim programları yer almaktadır . Türkiye’de yapılan çalışmalar, adolesanların cinsel sağlık ve üreme sağlığı hakkındaki bilgilere ulaşmak için ilk tercih ettikleri kaynağın arkadaş/akran grubu olduğunu göstermektedir. Üniversite öğrencilerinde yapılan bir araştırmada öğrencilerin bilgi alma kaynaklarında arkadaş ilk sıradadır (%69.7). Aynı çalışmada gençlerin %56.2’si kitap, %42.4’ü medya, %36.2’si aile,%11.8’i konferans ve %7.4’ ü sağlık personelinden cinsel sağlık hakkında bilgi aldığı saptanmıştır . Ayrıca okuldaki sağlık ve biyoloji derslerinde çeşitli bilgilerin aktarıldığı ancak yeterli ve adölesanların gereksinimlerini karşılayıcı nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı bir çalışmada adeolesanlara hizmet veren hizmet sunucuların hepsi adölesan dönemin ayrı ve özel bir dönem olduğunu, ergenlerin bu dönemde bilgi, danışmanlık ve çeşitli hizmetlere gereksinimleri olduğunu düşünmektedirler. 15 yaş altı grup için bedensel değişimler, üreme organları ve fonksiyonları gibi konuların çok önemsendiği; gençler bu dönemde vücut imajları ve görünümleri konusunda ve fizyolojik değişimleri kabullenme ve bu değişimlere ilişkin normal-normal dışı hususlar konusunda bilgi gereksinimlerinin fazla olduğunu bildirirken, 15 yaş üstü grup için cinsel sağlık ve buna bağlı konuların daha önemli olduğu ve buna göre bilgi, danışmanlık, hizmet gereksinimleri olduğunu belirtmişlerdir. 23 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Yapılan bir çalışmada adolesanların % 30’u özellikle üreme sağlığı hizmetlerine ulaşamamadan ,% 24’ü hizmetlerin kabul edilemez olduğundan, %20’side hizmetlerin ücretinin karşılanamaz olduğundan yakınmışlardır. Hizmeti kullanmamalarının %72 sebebi utanma, özellikle ailesinden yada tanıdıklarının bu hizmetten yararlandıklarını düşünmeleridir. Son söz olarak, Türkiye’de adolesanların cinsel ve üreme sağlığı konularında hizmet gereksinimi olduğu konusunda bir farkındalık gelişmiştir, bu amaçla genç dostu merkezlerin açılmış olmasını olumlu gelişmeler olarak kayıt etmek gerekmektedir. Hatta bu hizmetlerin geliştirilmesi için savunuculuk üstlenen pek çok Sivil Toplum Kuruluşu olduğunu da eklemek gereklidir. Ancak adolesanların ne zaman ve nasıl bu hizmetleri kullanmaları gerektiği, bu hizmetleri nereden ve nasıl alabileceklerini bilmeleri ile etkin hizmet kullanımı ve adolesanlardan beklenen davranış değişikliğine ulaşılabilecektir. Bunun için sağlık sektörünü tek düşünmemek diğer sektörler ile işbirliğini güçlendirmek gerekmektedir. Türkiye’nin önünde adolesan cinsel ve üreme sağlığı konusunda daha alması gereken çok yol vardır. 24 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ADOLESAN HEMŞİRELİK EĞİTİMİ NASIL OLMALIDIR Ayşegül İlter Adolesan Dönemi Bu dönem özellikle tipik olarak aile ile çatışma, duygusal karmaşa, yetersiz davranış kontrolü olan bir dönem olarak tanımlanabilir. Risk alma ve sağlığını tehlikeye atma eğilimi, çocukluktan yetişkinliğe geçiş de bu dönemde gerçekleşir. Tabi ki bu geçiş dönemi ifade edildiği gibi kolay ve sorunsuz gerçekleşmez. Eğitimde Amaç Adolesan Hemşirelik Eğitiminde de amaç eğitimin genel amacı ile aynıdır. Eğitim verilen kişiyi bilgiyi arayan, bulan, yorumlayan ve kullanabilen bireyler haline getirmek. Kişide davranış değişikliği yaratmak. Ancak bu noktada davranış değişikliğinin bir süreç olduğunu ve kişinin buna hazır olması ve bunun için motive edilmesi gerektiği de unutulmamalıdır. Adolesan Hemşirelik Eğitimi 1) Eğitim Yeri 2) Eğitimci Hemşirenin Yetkinliği / Donanımı 3) Eğitim Konuları 4) Eğitim Yöntem ve Teknikleri olmak üzere dört başlıkta özetlenebilir. 1)Eğitim Yeri 1.1) Eğitim ortamının düzeni 1.2) Isı, ışık ve renk düzeni 1.3) Uygun havalandırma 1.4) Dış uyaranlara karşı önlem (gürültü vb.) 1.5) Eğitimi veren hemşire ve adolesan arasında iletişimi engelleyecek materyallerin olmaması 2) Eğitimci Hemşirenin Yetkinliği / Donanımı 2.1) Adolesanı tanımalı 2.2) Adolesana nasıl yaklaşacağını bilmeli 2.3) Adolesanın bakımı ve korunması hakkında bilgi sahibi olmalı (sosyal haklar, yönlendirilebilecek merkezler vb….) 2.4) Adolesanın güvenini kazanacak iletişim sergileyebiliyor olmalı 2.5) Adolesan sağlığı ve hastalıkları hakkında bilgi sahibi olmalı 2.6) Temel hemşirelik bakım ve uygulamalarına hakim olmalı 2.7) Disiplinlerarası sağlık ekibi içinde işbirliği halinde çalışabilen 2.9) Eğitim yöntem ve tekniklerini bilen ve uygulayan 2.10) İlgili yayınları, sempozyum, kongre ve eğitimleri takip eden, araştıran 25 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 3) Eğitim Konuları 3.1) Sağlığı Koruma ve Geliştirmeye Yönelik 3.1.1) Fiziksel büyüme ve cinsel gelişim 3.1.2) Psikososyal gelişme 3.1.3) Kşisel hijyen 3.1.4) Güvenli cinsel yaşam 3.1.5) Beslenme alışkanlığı 3.1.6) Fiziksel aktivite 3.1.7) Sigara, alkol, madde kullanımı 3.2) Adolesan Dönemi Hastalıklarına yönelik 3.2.1) DM, Epilemsi alerjik astım / bronşit 3.2.2) Spor yaralanmaları 3.2.3) Cilt hastalıkları 3.2.4) Obesite 3.2.5) Kas-iskelet sistemi hastalıkları 3.2.6) Menstüral rahatsızlıklar 3.2.7) Cinsel yolla bulaşan hastalıklar 3.2.8) Gebelik 4) Eğitim Yöntem ve Teknikleri Uygulanacak olan eğitim yöntemi kadar adolesanın nasıl öğrendiği de önemlidir. Görsel mi, işitsel mi, kinestetik mi? 4.1) Bireysel ve küçük gurup eğitimleri ve eğitim yöntemleri; Anlatım – sunum, göstererek yaptırma, sorucevap 4.2)Gurup eğitim yöntemleri; beyin fırtınası, rol yapma, vaka incelemesi, çember, tartışma 26 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul BESİN ALLERJİSİ Doç. Dr. Cansın Saçkesen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Allerji ve Astım Ünitesi Toplumun %20’si besinlere karşı gelişen istenmeyen bir reaksiyon nedeniyle diyetlerini değiştirirler. Bu istenmeyen reaksiyonlar besin proteinine karşı immünolojik yanıt (örn. besin allerjisi), metabolik hastalık (örn. laktoz intoleransı), farmakolojik yanıt (örn. kafein) veya toksik reaksiyonlar (örn. besin zehirlenmesi) nedeniyle ortaya çıkar. İmmünolojik nedenlerle ortaya çıkan besin allerjilerinde tanı klinik hikaye ile serum ya da deri testlerinde besine karşı gelişen IgE’nin gösterilmesi ile konur. Besin spesifik IgE antikorlarının, akut veya subakut inflamasyona yol açan hücre aracılı reaksiyonların ve efektör hücrelerin aktivasyonu ile besin allerjileri meydana gelir. Çocuklarda IgE aracılı besin allerjisi erişkinlere kıyasla daha sıktır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’de çocukların % 6’sında, erişkinlerin %3.7’sinde besin allerjisi tespit edilmiştir. Ülkemizde erişkinlerde yapılan bir tarama çalışması allerjik ve non-allerjik besin duyarlılığını %0.3 gibi oldukça düşük sıklıkta saptamıştır. Ancak çocukluk çağında besin allerjisi sıklığı hakkında Türkiye’ye ait veri henüz mevcut değildir. ABD’de küçük çocuklarda en sık inek sütü (%2.5), yumurta (%1.3), yer fıstığı (%0.8), buğday (%0.4), soya (%0.4), ağaç fındıkları (%0.2), balık (%0.1) allerjisi tespit edilmiştir. Besin allerjilerinin oluşmasında etkin olana immün mekanizmalara bakıldığında 3 farklı mekanizma tanımlanmıştır. 1. IgE aracılı besin allerjisi 2. Hücre aracılı (T hücre, eozinofil) besin allerjisi (IgE aracılı olmayan) 3. Miks: IgE ve hücre aracılı besin allerjisi 4. Burada IgE aracılı besin allerjileri hakkında daha ayrıntılı bilgi verilecektir. IgE aracılı besin allerjilerinde klinik Allerjik bireylerde besinler farklı klinik tablolara yol açabilirler. Besinin alımı ve semptomların ortaya çıkması arasındaki ilişki belirgindir, fakat bazen besinin alımından saatler sonra da şikayetler ortaya çıkabilir. Oral allerji sendromu: Erişkinlerde besin allerjilerinin en sık semptomu dudaklar, oral mukoza ve farinskte IgE aracılı kontakt ürtikerdir. Semptomlar besinin alınmasından dakikalar içinde başlar ve dudaklar, dil, damak ve/veya kulaklarda kaşıntı ve/veya anjioödem ile karakterizedir. Bu klinik tablo polen allerjisi olan bireylerde polen antijenleriyle çapraz reaksiyon veren besinlerin tüketimi ile ortaya çıkar. Gastrointestinal semptomlar: IgE aracılı gastrointestinal (GI) semptomlar bulantı, kusma, gastrik retansiyon, intestinal hipermobilite, kolonik spazmlara bağlı karın ağrısı ve ishali içerir. Semptomlar genellikle besin alındıktan dakikalar-2 saat içinde ortaya çıkar. Deri semptomları: Kutanöz semptomlar kaşıntı, ürtiker, anjioödemden morbiliform döküntüye kadar değişkenlik gösterebilir. Atopik dermatit aeroallerjenler ve/veya besin allerjenlerine özgül IgE ile ilişkili kronik inflamatuar deri hastalığıdır. Çocuklarda sıklıkla besin allerjisi ile birliktedir. Solunum semptomları: Gastrointestinal sistem ve deri bulgularına ek olarak rinokonjunktivit ve bronkospazm görülebilir. Anafilaksi: Avrupa Allerji ve Klinik İmmünoloji Akademisi (EAACI)’nin tanımlamasına göre anafilaksi “hayatı tehdit eden, şiddetli, jeneralize veya sistemik hipersensitivite reaksiyonu”dur. Mast hücreleri ve/veya bazofillerden ani, masif 27 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul mediyatör salınımı sonucu, deri, gastrointestinal sistem, solunum ve bazen kardiyak (hipotansiyon, disritmi) sistemin tutulumu ile tanımlanmaktadır. Tanı: Besin allerjisi tanısı sorumlu besinin tüketiminin semtomlara yol açması ve beraberinde besin spesifik IgE varlığının olması durumunda konur. Besin allerjisi tanısında mutlaka besine özgül IgE’nin gösterilmesi gerekmektedir. Besin spesifik IgE deri testleri ile veya serumda araştırılabilir. A) Deri testleri: IgE aracılı besin allerjilerinde deri prik testleri duyarlılaşmayı gösteren hızlı, kolay testlerdir. Bununla birlikte pozitif test her zaman besinin neden olduğunu göstermez (sensitivitesi %100’den düşüktür). Negatif prediktif değeri %95’ten fazladır. Ticari besin allerjeni ekstrelerinin stabil olmaması nedeniyle özellikle meyveler ve sebzeler için taze besinlerin prick-to-prick yöntemi ile uygulanması daha doğru sonuçlar verir. B) Serumda IgE tayini: Serum testleri ile besine özgü IgE antikorlarını belirlemek (CAP veya UniCAP sistemi, FEIA, ELISA) IgE aracılı besin allerjilerini değerlendirmede bir başka seçenektir. Daha yüksek konsantrasyonlardaki besine özgül IgE daha fazla veya daha şiddetli klinik reaksiyon ihtimali ile ilişkilidir. 28 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul WHEN A CHILD DOESN’T WANT TO EAT: EARLY-ONSET EATING DISORDERS Debra K. Katzman, MD Eating disorders in children, including anorexia nervosa and bulimia nervosa are on the rise. This presentation will review the changing patterns and unique presentation of children and younger adolescents with eating disorders, with a special focus on the unique signs, symptoms and medical complications of this younger cohort. At the completion of this presentation the participant will: 1. 2. 3. Identify children and younger adolescents with early-onset eating disorders (EOED) and focus on the unique signs, symptoms, medical complications and psychiatric co-morbidities. Recognize the limitations of the current diagnostic criteria when applied to children and younger adolescents. Discuss the evidence-based treatments for children and adolescents with AN. 29 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul EVIDENCE-BASED MEDICAL TREATMENTS FOR ADOLESCENT EATING DISORDERS Debra K. Katzman, MD and Nuray Kanbur, MD The overall goal of this presentation is to review the current evidence of the effective medications in the medical management of the acute and long-term consequences of these disorders and to discuss the psychopharmacologic agents in the psychiatric treatment of eating disorders in adolescents. At the completion of this presentation the participant will: 1. Become familiar with medications used in the acute medical care of adolescents with eating disorders. 2. Appreciate the current evidence-based literature on psychopharmacological treatment of adolescent eating disorders. 3. Understand the evidence-based recommendations for the use of medications in the ongoing medical care of adolescents with eating disorders. 30 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul KÜRESELLEŞME, GENÇLİK VE ŞİDDET Prof. Dr. M.Demet Ulusoy Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Küreselleşme, hız, yoğunluk ve etki alanı bağlamında eylem, etkileşim ve güç deneyiminin kıtalar ve bölgeler arası akışını sağlayarak ve böylelikle bir ağ (network) oluşturarak sosyal ilişkilerin ve edimlerin uzamsal organizasyonlara dönüşümünü vücuda getiren süreçler setidir. Kuşkusuz bu süreci tetikleyen ve hayata geçiren en önemli aktör teknoloji ve teknolojinin tahtında özgürleşen sayısal değerlerdir. Teknoloji yaşamsal her alanımızı kuşatarak bir tür yapı çözüm ile toplumun merkezinden bireyi söküp atmış ve bireyin psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılama kaygısını taşımadan kendi manifestosunu ilan etmiştir. Bu aslında bir anlamda yeni bir sosyal düzenekle karşı karşıyayız demektir ki, bunun da davranış örüntüleri, rol beklentileri, vaziyet alış ve değer sistematiği farklı yeni bir insan modeli gerektirdiği açıktır. Modernleşmenin argümanlarına uygun düşen mevcut sosyal rol tanımları ve kurumları bu yeni formatla baş edememektedir. Bireyin ihtiyaçlarına cevap vermeyen her kolektif tasarım bu boşluğu giderinceye ve yeni stratejiler geliştirinceye kadar kaygı, gerilim ve şiddet üretir. Ve çok ilginçtir ki, tarihsel veriler toplumların, paradoksal olarak her radikal dönüşüm dönemlerinde toplumsal bir refleksle önce çocuklar ve gençler üzerinden yapılan ayarlamalarla yeniden denge konumuna geçtiğini göstermektedir. Yani, toplumsal idame için önce çocuklar harcanmaktadır. Bu bağlamda, yeni bir toplumsal model yaratma projesi olarak da değerlendirilebilecek küreselleşme dönemi, amaçlar ve bu amaçlara götürecek olan araçlar arasında bir kopma hali yaratarak ve bağları (attachment) kopararak insan ekolojisini de tahrip ederek toplumsal gerilim ve şiddet alanı oluşturmaktadır. Kuşkusuz böyle bir ortam, tarihin her döneminde olduğu gibi yine toplumun en kolay yaralanabilir ve kırılgan kesimini oluşturan gençleri vurmaktadır. Gençler yaşamsal her alanda şiddetin her çeşidi ile(ekonomik, kültürel, politik, psikolojik) karşı karşıyadır. Dolayısıyla, yeni toplumsal düzenekte rolleri tanımlanmayan ve tanımlanmış olanlarında anlamını ve geçerliliğini yitirdiği günümüzde gençleri sisteme dahil edecek, fonksiyon ve misyonlarını tarifleyecek bütünleştirici yeni tanımlamalara ve kurumsal düzenlemelere ihtiyaç vardır. 31 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ADOLESANLARIN SAĞLIK GEREKSİNİMLERİ YAŞAM BECERİLERİ* Doç. Dr. Dilek Aslan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı 28 Kasım 2010; 3. Adolesan Sağlığı Kongresi-Konuşma ÖZET metni *Bu yazı kapsamında 28.11.2010 tarihli “Adolesanların Sağlık Gereksinimi” panelinde “Yaşam Becerileri” başlıklı bölümle ilgili olarak adolesanların sağlık gereksinimleri arasında yeri olan sağlıklı yaşam davranışlarının kazanılmasının önemi konusunda gerekçe ve bu davranışları geliştirmeye yönelik başlıca yöntem ve örnekler hakkında özet bilgiler sunulmuştur. Dünyada 1,2 milyar adolesan olduğu tahmin edilmektedir. Bir başka ifadeyle yeryüzündeki her beş kişiden birisi 10-19 yaş grubundadır. Adolesanların %85’i gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Fiziksel ve ruhsal açıdan önemli bir değişim dönemi olan adolesan dönemde sosyal açıdan iletişim ve etkileşimin en yoğun olarak yaşandığı bilinmektedir. Adolesanların sağlıklı yaşam davranışlarının kazanılmasına gereksinim duymalarının altında yatan küresel düzeyde bazı veriler aşağıda sunulmuştur: 1. 15-24 yaş arasındaki 1,8 milyondan fazla sayıda genç önlenebilir nedenlere bağlı yaşamlarını kaybetmektedirler. 2. Erişkin dönemde meydana gelen her iki erken ölümden birisinin ve toplam ölümlerin 1/3’ünün gençlik yaşlarında başlayan davranışsal nedenler nedeniyle meydana geldiği bilinmektedir. Bu riskli davranışlar arasında tütün kullanımı, bedensel etkinlik yapmama, güvensiz cinsel ilişki ve şiddet bu sorunların başında gelmektedir: a. Yaklaşık 150 milyon adolesan tütün kullanmaktadır. b. Kişiler arası şiddete bağlı her gün 10-29 yaş grubunda 565 kişi yaşamını kaybetmektedir. c. En sık görülen kasıtsız yaralanma nedenleri; trafik kazaları, boğulma ve yanıklardır. i. Trafik kazalarına bağlı olarak her gün 1000 genç ölmektedir. d. 15-19 yaş grubundaki 16 milyon genç kadın her yıl doğum yapmaktadır. 3. Her yıl her beş adolesandan birisinin depresyon ya da anksiyete başta olmak üzere ruhsal bir sorunla karşı karşıya kaldığı bilinmektedir. İntihar 15-24 yaş grubu ölümlerinin en sık ikinci nedenidir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bu sorunları biraz daha netleştirmek adına aşağıdaki sağlık sorunlarının öncelikli olduğu vurgusunu yapmaktadır: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. Erken gebelik ve doğum HIV/AIDS Malnütrisyon Ruh sağlığı sorunları Tütün kullanımı Alkol kullanımı Şiddet Yaralanmalar Genel olarak bu başlıklar konu ile ilgili bir çerçeve çizmektedir. Ancak hemen her yaş grubunda olduğu gibi adolesanların sorunları da dünyanın her bölgesinde aynı konuda ve aynı görülme sıklığında değildir. Eşitsizlikler bu dönem için de 32 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul geçerlidir. Bu bilgi sorunlara yaklaşımlarda farklılık gerektiren önemli bir gerekçedir. Sağlıklı yaşam davranışları denildiğinde aşağıdaki başlıklar öncelenmelidir: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. Yeterli ve dengeli beslenme Sigara, alkol ve madde kullanmama Bedensel etkinlik yapma Güvenli cinsel ilişki Düzenli ve yeterli uyku Stresle baş edebilme Boş zamanları sağlıklı ve üretken bir biçimde değerlendirebilme Güneşin zararlı etkilerinden korunma Kaza ve yaralanmalardan korunma Adolesan yaş grubunda sağlıklı yaşam davranışlarının kazanılması konusunda öncelikli yaklaşımlara gereksinim vardır: 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. Bilimsel kanıt üretiminin sürekliliğinin sağlanması Her kültüre ve ülkeye özel programların geliştirilmesi Toplumda konu ile ilgili farkındalık yaratılması Sunulan hizmetlere adolesanların katılımının sağlanması Adolesan-genç dostu yaklaşımların yaygınlaştırılması Hizmetlerin bireyin sağlık hakkını gözeten bir felsefe ile kurgulanması Hizmetlerin sürekliliğinin sağlanması Sunum sırasında yukarıda bahsi geçen konulara ilişkin örnekler verilmesi planlanmaktadır. 1. 2. 3. Yararlanılan başlıca kaynaklar 10 Facts On Adolescent Health. http://www.who.int/features/factfiles/adolescent_health/facts/en/index.html. Erişim: 30 Ekim 2010. Adolescents. http://www.who.int/child_adolescent_health/topics/prevention_care/adolescent/en/index.html. Erişim: 28 Ekim 2010. Young people: health risks and solutions. http://www.who.int/mediacentre/factsheets/fs345/en/print.html. Erişim: 31 Ekim 2010. 33 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 9 ÜNİVERSİTEDE ADOLESAN SAĞLIĞI ÇALIŞMASI Dr. Dilek Haznedaroğlu UÇM Çocuk, Kadın ve Aile Sağlığı Programı Sorumlusu Dokuz Eylül ,Fırat, Harran, Karadenız Teknık, Kırıkkale, Kocaelı, Mersın, Osmangazı, Yüzüncü Yıl Ünıversıtelerı Birinci ve Dördüncü Sınıf Öğrencilerinin Adolesan Dönemi Konusundaki Bilgi ve Yaşam Tarzlarının Belirlenmesi Araştırması Dünya Sağlık Örgütü tarafından 10-19 yaşlar adolesan yaş grubu, 15-24 yaşlar gençlik dönemi ve 10-24 yaşlar genç insanlar olarak tanımlanmaktadır. Adolesan dönemin sonu gençlik döneminin başının yaşandığı üniversite birinci sınıf öğrencileri adolesan dönemde edindikleri yaşam tarzının öğrenilmesi için en uygun hedef gruplardan birisini oluşturmaktadır. Belirlenen ihtiyaçlar doğrultusunda ,Üniversitelerin mediko-sosyal merkezleri, öğrencilerin olumlu davranışlar geliştirmeleri konusunda danışmanlık ve uygun hizmet almalarına yönelik hizmetlerini geliştirmişlerdir.Bu nedenle üniversite dördüncü sınıf öğrencileri ,üniversite eğitimleri boyunca davranış biçimlerindeki değişikliklerın, müfredatın ve çevresel faktörlerin etkisinin değerlendirilebileceği hedef grup olarak düşünülmektedir. Araştırma. Uluslararası Çocuk Merkezi (UCM) tarafından; üniversite birinci ve dördüncü sınıf öğrencilerinin, sosyodemografik yapıya göre adolesan/genç sağlığı ve üreme sağlığı konusundaki bilgi ve görüşlerini, sağlık açısından risk oluşturan davranışlarını ve üreme ve cinsel sağlık hizmetlerinden beklentilerinin saptanması, gençlerin sağlığının korunması ve geliştirilmesi ıle sağlıklı yaşam tarzını benimsemeleri için oluşturulacak müdahale programları için veri tabanı oluşturulması gerekçeleri ile planlanmıştır. Çalışma UCM, Hacettepe Üniversitesinden danışmanlar ve Dokuz Eylül ,Fırat, Harran, Karadeniz Teknik, Kırıkkale, Kocaeli, Mersin, Osmangazi, Yüzüncü Yıl Üniversiteleri işbirliğinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmaya, üniversitelerin tümünde ortak olan fakülteler Fen-Edebiyat, Eğitim ve Tıp Fakültelerinin birinci sınıf ve dördüncü sınıf öğrencileri alınmıştır. Veriler, gözlem altında uygulanan, yapılandırılmış ve ön testi yapılmış bir anket formu aracılığı ile toplanmıştır. Analizlere 3422 birinci sınıf öğrenci ve 2006 dördüncü sınıf öğrenci olmak üzere 5428 öğrenci alınmıştır. BULGULAR: Araştırmanın sonuçları “Sosyo-Demografik Özellikler, İnsan Hakları, Sağlığı geliştirici Davranışlar, Üreme ve Cinsel Sağlık Bilgisi, Üreme ve Cinsel Sağlık Hizmetleri Hakkındaki Görüşler, olmak üzere beş ana başlık halinde sunulmuştur. Araştırma sırasında görüşülen birinci sınıf öğrencilerin yaş ortalaması 20.03±1,1, ortanca yaş 20, en küçük yaş 16 ve en büyük yaş 23’tür. Dördüncü sınıf öğrencilerinin ise yaş ortalaması 22.90±1,2, ortanca yaş 23, en küçük yaş 19 ve en büyük yaş 26’dır. Evlilik deneyimi olan birinci sınıflarda toplam onüç öğrenci, dördüncü sınıflarda ise toplam otuz altı öğrenci vardır. Öğrencilerin yarısından fazlası(Birinci sınıf %55,3,Dördüncü sınıf öğrencilerinin%53,9’u) 14 yaşına kadar en uzun yaşadıkları yerleşim yerini “il merkezi” olarak belirtmiştir. Dördüncü sınıf kız öğrencilerde kentsel kesimden gelme (%60,0) erkeklere göre daha yüksektir (%46,9). Annelerde okur yazar olmayanların yüzdesi birinci sınıflarda %18,9, dördüncü sınıf öğrencilerinde %16,2 iken babalarda bu yüzde birinci sınıflarda %4,2, dördüncü sınıf öğrencilerinde %2,8’dir. Öte yandan, birinci sınıflarda babaların %23,3’ü lise, %22,4’ü üniversite mezunu iken; annelerde bu yüzdeler sırasıyla %15,0 ve %8,6’dır. Dördüncü sınıflarda babaların %24,5’i lise, %22,7’si üniversite mezunu iken; annelerde bu yüzdeler sırasıyla %14,8 ve %7,8 dir .Annelerin öğrenim durumu babalara göre daha düşüktür. Birinci sınıf öğrencilerinin %56,9’u evde, %43’ü yurt veya misafirhanede (dördüncü sınıflarda oranlar sırası ile %76,7 ve %23.5) kalmaktadır. Ailesi ile beraber kalan öğrenci yüzdesi (birinci sınıf %27,2, dördüncü sınıfta %29,2) oldukça düşüktür. Bu da gençlerin yaklaşık üçte ikisinin yüksek öğretim kurumlarına devam etmek için ailelerinden uzakta ve arkadaşları ile beraber yaşadıklarını göstermektedir. Öğrencilerin (birinci sınıf %12,3, dördüncü sınıf % 11,9) herhangi bir sağlık güvencesi yoktur. Sağlık güvencesinin 34 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul sağlandığı kurumlar arasında SSK (%34,4 ve 34,7 ) ile birinci sırayı almaktadır. İkinci sırada Emekli Sandığı (%19,3 ve 25.7), üçüncü sırada Bağ-Kur (%15,2 ve 14.0) ve dördüncü sırada devlet memuru olan ebeveynin olması nedeniyle devlet güvencesi gelmektedir. Gençler, toplum ve özellikle erişkinler tarafından genellikle sağlıklı bir grup olarak tanımlanmakta ve kabul edilmektedir. Bu araştırmada da gençlerin birinci sınıflarda %34,2’si,dördüncü sınıflarda % 30,9’u sağlığını “orta, kötü ve çok kötü” olarak tanımlamıştır. Gençlerin birinci sınıflarda %55,1’i, dördüncü sınıflarda ise %57,7’si sağlığını iyi ve çok iyi ( sırası ile 10,4 ve 11,3) olarak tanımlamıştır. Gençlerin birinci sınıfta %43,9’u, dördüncü sınıfta %42 si spor yaptığını ifade etmiştir Bırıncı sınıf kız öğrencılerının %39'u dörduncu sınıf kız öğrencılerının%48,1'ı , erkek öğrencılerın ıse sırası ıle %61,9'u ve %69,7'sı sıgara ıctıklerını belırtmıslerdır. Bırıncı sınıf erkek öğrencılerın %7,9'u,dörduncu sınıf erkek öğrencılerın ıse %10,8'ı madde kullandıklarını veya denedıklerını belırtmıslerdır. Madde kullanımı kızlarda daha duşuktur(%1,3 ve %2,8). Öğrencilerin birinci sınıfta %18,3’ü,dördüncü sınıfta %31,9’u şimdiye kadar en az bir defa cinsel ilişki deneyimi olduğunu belirtmiştir. Erkeklerde ilk cinsel ilişki deneyimi yaşanan kişi “sevgili (birinci sınıfta %19,2,dördüncü sınıfta 22,8 )”, “tanıdık bir kişi (%6,4 ve %8,7)” ve “para karşılığı bir ilişki” (%5,1 ve % 9,2 ) olarak tanımlanmıştır. Araştırma sırasında düzenli cinsel ilişkide bulunduğunu belirten öğrenciler bırıncı sınıfta %5,9, dorduncu sınıfta %11,1'dır. Gençlerde gebelik şüphesi ile “ertesi gün hapı” kullanma durumları sorulduğunda bırıncı sınıftaki erkeklerın %3,4 u , kızların %0,8 ı dörduncu sınıftakı kızların %3,3, erkeklerın %5,4u cinsel eşlerinin acil kontraseptif yöntem kullandığını söylemiştir. Kızların yarıdan bıraz fazlası gebe kalma zamanını (%45,2ve %63,1 oranında) doğru bılmektedır. Gebe kalma zamanını bırıncı sınıftakı erkeklerın %36,1 ı dörduncu sınıftakı erkeklerın %50,3'u bılmektedır. Menstrüel kanın geldiği organa ilişkin bilgide de eksiklikler bulunmaktadır. Sınıf sırası ıle erkeklerin %25,2 ve %35,3 'u ıle kızların %31,4 ve %39,4 u menstrüel kanın geldiği organı “uterus” olarak belirtmişlerdir. Aıle planlaması tanımını öğrencılerın % 80 den fazlası doğru bılmektedır. Bırıncı sınıfta sekız öğrencıden bırı hıçbır aıle planlaması yöntemı duymadığını ıfade etmışlerdır. Üniversite gençleri spor yapma, sigara, alkol ve madde kullanımından uzak durma gibi sağlığı geliştiricı davranışları yaşam tarzlarına yerleştirememişlerdir. Gençlerin sağlığın geliştirilmesi davranışlarını benimsemeleri için müdahalelere gereksinim vardır. Bırıncı ve dorduncu sınıf öğrencılerının bedensel ve psikososyal değişimleri bilmekle beraber, üreme ve cinsel sağlık ile ilgili bilgileri oldukça sınırlıdır. ılk ve lıse öğretımlerı sırasında Üniversite yaşamı sırasında da bu bilgileri daha önce edinememiş gençlere yönelik bilgilendirme yapılmasına gereksinim vardır. Üniversitelerin medikososyal merkezlerinde üreme ve cinsel sağlık hizmeti danışmanlık ve psikososyal hizmetleri de içerecek şekilde profesyonel sağlık personeli tarafından sunulmalıdır. 35 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ADOLESANLARDA CİNSEL SAĞLIK EĞİTİMİ, ÖZET METİN Dr. Emel Özdemir Şahin Sağlık Bakanlığı AÇSAP Genel Müdürlüğü Modernleşmeyle birlikte, genellikle “adolesan dönemi” olarak adlandırılan yaşam dönemi, ayrı bir dönem olarak önem kazanmaktadır. Adolesanlar geniş bir nüfusa sahip olmalarına karşın son yıllara kadar sağlık açısından toplumun en çok ihmal edilen grupları arasında yer almışlardır. Bu dönem artık bir geçiş değil, geçici bir dönemdir. Modernleşme, çalışmaya başlamadan, evlenmeden ve kendi ailelerini kurmadan önce genç kızlar ve erkekler için, diğer birçok konunun yanı sıra daha uzun bir eğitimi de içermekte ve gerektirmektedir. Modernleşme aynı zamanda gençlerin daha geniş çevrelere erişimlerinin artması ve çeşitli sosyal ve kültürel alanlara bağımsız bireyler olarak daha fazla katılmaları anlamına gelmektedir. Bu modern çevrede, kendi davranış kuralları, dil tercihleri, moda, iletişim yolları, aktiviteleri vb özellikleri olan kendine özgü gençlik kültürlerinin ortaya çıkması açısından gerekli koşullar bulunmaktadır. Bu gençlik kültürleri, ortaya çıktıkları toplumlardan etkilenmekte, ancak aynı zamanda güncel rol modelleri, moda eğilimleri, müzik ve benzeri şeyler dahil olmak üzere uluslararası gençlik kültürlerine genellikle güçlü biçimde yönelerek bağımsız olarak da ortaya çıkmaktadır. Medya ve özellikle günümüzde, dünyanın her köşesindeki insanları birbirine bağlayan İnternet, kültürel küreselleşme sürecinde önemli bir rol oynamaktadır. Aynı zamanda artan uluslararası hareketlilik ve diğer kültürlerle doğrudan temas da bu sürece katkıda bulunmaktadır. Ayrı ve belirgin bir yaşam dönemi olarak modern toplumda adolesan dönemin ortaya çıkışı, cinsel sağlık ve üreme sağlığı(CSÜS) konusunu çok önemli hale getirmektedir. Bu dönemde genç insanlar, fiziksel, duygusal ve toplumsal olarak olgun ve bağımsız hale gelmekte, ancak aynı zamanda genellikle tam yetişkin olarak kabul edilmemekte ve gençlere bu şekilde davranılmamaktadır. Genç insanlar giderek yetişkin olarak hissetmeye, düşünmeye ve davranmaya başlamakta, ancak konu aşk ilişkileri ile cinselliğe gelince yetişkin olarak hakları genellikle göz ardı edilmektedir. Bir yanda ileri adolesan döneminde fiziksel, duygusal ve entelektüel yetişkinlik; öte yanda ise yetişkinliğin sosyal ve kültürel olarak red edilmesi bir çelişki yaratmaktadır ki, bu durum da gelişim döneminde çeşitli CSÜS problemlerine yol açar. Tüm bu sorunların temelinde yer alan neden ise, tam olarak gelişmiş bir cinsel kimliğe sahip olmakla bu kimliğe sahip biri olarak kabul edilmemek arasındaki çelişkidir. Bu çelişki, kişinin kendi cinselliğine ilişkin bilgi ve anlayış eksikliği, belirsizlik ve güvensizlik duyguları, kuralcı çatışmalar, gizli ve büyük olasılıkla sorumsuz davranışlar ile hem olası hem de gerçek sosyal ve sağlık risklerine yol açmaktadır (Senderowitz 1997). Geleneksel toplumlarda adolesan yaşam dönemi, yaşamın farklı bir bölümü olarak güçlükle kabul edilmekte ve modern toplumlarda olduğu gibi aynı öneme sahip olmamaktadır. Geleneksel toplumlarda gençler, genellikle çok genç yaşlarda gerçekleştirilen evlilikler yoluyla çocukluktan yetişkinliğe aniden geçmektedir. Evlilikten önce hala çocuk olarak kabul edilmekte ve yaşamlarını tümüyle kontrol eden ebeveynlerine neredeyse tamamen bağımlıdırlar. Böyle bir ortamda cinsellik ve üreme, gençleri ilgilendirmeyen ve tabu olarak yaklaşılan konular olarak görülmektedir. Ancak evlilikten sonra bu konular birden gençlerin yaşamına girmektedir. Puberte ile birlikte gençlerin cinsel fonksiyonları da gelişir, bu gelişim sırasında ne yazık ki pek azı yeterli ve kapsamlı cinsel sağlık eğitimine ulaşabilmektedir. Adolesanların cinsel sağlık üreme sağlığı konusundaki bilgi azlığı ve yanlış inanışları hem cinsel davranışlarının getireceği risklerden haberdar olmalarını hem de üreme yeteneklerini kullanırken özgür, bilinçli ve sorumlu şekilde karar vermelerini engellemektedir. Bilgiye erişimi olmayan büyük çoğunluğu ise cinsellik ve toplumsal cinsiyet konularında çaresizlik çekmekte ve yetişkin hayatlarındaki kararları vermede bocalamaktadırlar. Cinsel eğitim yaşa uygun sosyokültürel ihtiyaçları göz önünde bulundurarak ve bilimsel kanıtlara dayalı gerçekçi ve yargılamadan verilmelidir. Kişinin değer ve davranışlarını geliştirirken, karar verici ve risk azaltıcı yetenekler kazanması da sağlanmalıdır. Eğer gençlerin cinsel eğitim ihtiyacını ignore edersek erken adolesan gebelerde artış, HIV yayılmasında artış (2006 yılında 15 yaş altında %12 iken 2008 yılında %16dır), şiddet ve tehlikeli ilişkiler, istismarda artış, yetişkinliğe yetersiz hazırlanış gözlemlenmektedir. Gençler biz kabul etsek de etmesek de cinsel yönden aktiflerdir. İşte bu sebepten gençler, istenmeyen gebelikler, kürtaj, CYBH, HIV/AIDS, cinsel şiddet ve istismar için risk grubudurlar. Sanılanın aksine cinsel sağlık eğitimi cinsel ilişki deneyimini artırmamakta, aksine ertelemekte olup ilişkiye girildiğinde riskli davranışlardan uzaklaşarak kondom kullanımını arttırdığı, cinsel eş sayısını azalttığı, hamilelik ve CYBE oranlarını azalttığı pek çok çalışma ile ispatlanmıştır. 36 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Dünyada 15 yaş altı genç kızlarda yapılan bir çalışmada birinci sırada Grönland’da %78 erkeklerin, %70 kızların, ikinci sırada Ukrayna’da kızların %47 erkeklerin %24, Rusya Federasyon’unda kızların %41i erkeklerin %16’sının 15 yaşından önce cinsel ilişkiye girdiği saptanmıştır.(HBSC 2001/02 survey WHO Policy Series) ABD’de 19 yaşından önce cinsel ilişkiye giren kızların oranı bin dokuzyüzlü yıllarda %9 iken ikibinli yıllarda %74’e yükselmiştir.(UNESCO 2009) Gençlerin her şeyden önce cinsel sağlık bilgisi ,eğitimini öğrenmeye hakları vardır. Bunun yanı sıra kapsamlı cinsel sağlık hizmetlerini almaya da hakları vardır. Pek çok araştırma sonucu göstermektedir ki; gençler daha çok utandıkları için ve halen ülkemizde de cinsellik tabu olduğu için genelde yanlış bilgilere güvenilir olmayan kaynaklardan ulaşmaktadırlar. Bu durumu önlemek ve gençlerin sağlıklı cinsel ve üreme sağlığına başlamaları için iyi planlanmış bir cinsel eğitim almalarını sağlamak gerekmektedir. Literatürde yapılan çalışmalarda da cinsel sağlık eğitimi politikalarında ve UNESCO’nun Rehberlerinde temel cinsel sağlık eğitiminin amaçları; 1-Yanlış bilgilerin önlenmesi, 2-Doğru bilginin arttırılması, 3-Pozitif değer ve davranışların arttırılması 4-Yeteneğin arttırılması 5-Akran normlarının kabul edilebilirliğinin arttırılması, 6-Aileler ve diğer toplumda önemli kişiler ile iletişimin arttırılması, olarak yer almaktadır. Başarılı cinsel eğitimin sonuçları ve etkileri ise; 1-İlk cinsel ilişki yaşının geciktirilmesi 2-Korunmasız cinsel aktivite sıklığının azaltılması 3-Cinsel eş sayısının azaltılması 4-Cinsel ilişki sırasında istenmeyen gebelikler ve CYBH karşı korunmanın arttırılmasıdır. Avrupa’da en son yapılan çalışmada BZgA(Almanya Sağlık eğitimi Federal Merkezi) ve WHO birlikte 2008 yılında başladıkları girişimi 2010 sonu itibarı ile sonuçlandırarak Cinsel Sağlık Eğitiminde standartları belirleyeceklerdir. Çalışmanın hedefinde politika yapıcıları ve eğitim makamları bulunmakta olup temel amacı Cinsel Sağlık Eğitimi konusunda mevcut tüm deneyimlerin birleştirilmesi ve asgari standartlarda uzlaşı oluşturulmasıdır. Standartların içeriğinde temel olarak; 1- Hak temelli yaklaşımın benimsenmesi, 2- Olumlu bir başlangıç noktası olarak sağlıklı cinsel gelişimin alınması 3- 0-9,10-14 ve 15 yaş üstü yaşları kapsaması, 4- Eğitimlerin yaş gruplarının ihtiyaçlarına ve anlama düzeylerine göre kademeli elementlerin eklenmesini sağlayacak şekilde düzenlenmesi, 5- Bilgi, beceri, değer, tutum ve ihtiyaçlar arasındaki farklılıkların gözetilmesi yaklaşımı yer almaktadır. Bu çalışmada belirlenen cinsel eğitim konuları; 1- İnsan Vücudu ve Gelişimi, 2- Doğurganlık ve Üreme İşlevi, 3- Cinsellik, 4- Duygular, 6- İlişkiler ve Yaşam Biçimi, 7- Cinsellik ve Sağlık, 8- Cinsellik ve Haklar, 9- Sosyal ve Kültürel Faktörlerdir. Gençlerin ihtiyaçlarına farklı şekillerde cevap verebilmek için çeşitli ortamlarda, çeşitli medya ve iletişim kanalları kullanarak esnek ve yenilikçi bir yaklaşım benimsemek gereklidir. Farklı ülkelerdeki pek çok program gençlere verilmesi gereken bilgilerin kabul edilebilirliğini artırmak ve katılanların bilgilendirme becerilerini geliştirmek amacıyla söz konusu bilgilerin derlenmesi ve yaygınlaştırılmasında gençlerin katılımını aktif şekilde teşvik etmektedir. Gençlik denemelerin yapıldığı, olasılıkların belirlendiği, risklerin alındığı ve yaşamda ne yöne doğru gidileceğine karar verildiği bir dönemdir. Bu nedenle gençler tek tip iletişim stratejisi ya da yaklaşımıyla ulaşılabilecek ya da etkilenebilecek homojen gruplar değildir. İletişim programları gençlerin eğitilmesi, anlaşılması, bilgilendirilmesi ve motive edilmesinde önemli rol oynamaktadır. Bu programların içerik, tarz ve yaklaşım açısından farklı olmaları gerekir çünkü gençler birbirlerinden farklıdır ve farklı deneyim, ihtiyaç ve yaşam tarzları vardır. Uzun süreli bir beraberliği olan 23 yaşındaki bir üniversite öğrencisiyle köyde yaşayan 17 yaşındaki yeni evli bir genç kadının ihtiyaçları farklıdır. Gençler için etkili programlar hazırlanabilmesi için gençlerin farklı ihtiyaç ve sorunlarının anlaşılması gereklidir. Kullanılan 37 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul yaklaşımların ilgi çekici, gençlere yönelik ve gençleri heyecanlandıran türde olmasının sağlanması için gençlerin program geliştirme ve uygulama aşamalarında yer alması gerekir. Uzmanlar gençlerin kendileri için hazırlanan programların bütün aşamaları olmasa da bir çok aşamasında yer alması gerektiğini önermektedir. Etkili gençlik programları gençlerin karar alma sürecine katılmalarını teşvik etmekte ve düzenli olarak gençlerden geri bildirim alınabilmesini sağlamaktadır. Yetişkinlerin sorun olarak tespit ettiği konuları gençlerin sorun gibi görmediği durumlarda program yöneticilerinin gençleri sürece daha fazla dahil etmeye çalışması gereklidir çünkü yalnızca yetişkinleri tatmin eden programların geliştirilmesi halinde risk çok daha büyük olacaktır (Palmer 2002). 38 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul GDSHM’NDE ADOLESAN HEMŞİRELİĞİ Emine Karademirci Adolesan Sağlığı Ve Danışmanlığı hizmetinin dengeli, ulaşılabilir, sürekli, kaliteli ve en üst düzeyde verilmesinde en önemli faktör; hekimi, hemşiresi, psikologu ve diğer çalışanları ile bir ekip hizmeti olarak verilebilmesidir. Yeni bir duruma ve yeni bir ortama uyumu söz konusu olan adolesanla ilk iletişim çok önemli olduğu için hemşirenin, adolesanla ile tanıştığı an; iletişim yöntemini kararlaştırıp başlatacağı, korku ve endişelerini gidereceği önemli bir andır. Kuruma ilk gelişte karşılaştığı ilk kişi olmasından dolayı, hemşirenin tutumu adolesanın danışmanlık sürecine gönüllü katılımında büyük öneme sahiptir. Bu nedenle adolesan hemşiresinin İletişim becerilerine sahip, destekleyici, cesaretlendirici, sabırlı; Mahremiyete özenli, sağlıklı olmaya yatırımın bilincinde, cinsiyetler arası hakkaniyete duyarlı,pozitif sağlığı destekleyici olması, empatik olması, yönlendirici olmaması, açık, esnek, teşvik edici olması, koruyucu sağlık yaklaşımının bilincinde, yönetim kapasitesine sahip olması,saygılı olması, gerekmektedir. Ayrıca: Aileyi bir bütün olarak görebilmesi, Aile içi iletişimi destekleyici tutum içinde olması, Adolesan ve ailesiyle sağlıklı bir iletişim kurulabilmesi için en önemli adımı oluşturmaktadır. Gençlik merkezinde çalışan hemşirenin görevlerini üç ana başlık altında toplayabiliriz; 1.Adolesanla ilgili olanlar .Bölümle ilgili genci ve ailesini bilgilendirmek. .İlk başvurularda adolesan /genç izlem formunu doldurmak ve bu formları arşivleme sistemi içinde,mahremiyet koşullarına uygun saklamak. .Randevu günü gelen gençlerin büyüme ve gelişme takibi için boy,kilo takibinin yapıp gideceği bölüme yönlendirilmek. .Muayene sonrasında istenen tetkikleri alıp, takibini yapmak. 2.Adolesan merkezinin işleyişine ilişkin olanlar .Gençlik merkezine başvuran gençlerin kendilerini rahat hissedecekleri ve onları ifade eden bekleme salonu oluşturmak. .Arşivleme sistemi düzenleyip mahremiyeti sağlamak. .Kurum içi eğitimleri organize etmek. .Aylık çalışma raporlarını düzenlemek,il sağlık müdürlüğüne iletmek. .Gençlere verilecek kontraseptif malzemelerin teminini sağlamak. 3.Merkez dışı aktivitelere yönelik olanlar .Merkez dışı eğitimleri planlamak. .Merkez tanıtım çalışmalarını planlamak ve yürütmek. .Diğer genç dostu sağlık markezleri ile iletişimin organizasyonu 39 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul GELİŞİMSEL AÇIDAN ŞİDDET Prof. Dr. Emine Zinnur Kılıç Şiddet farklı biçimlerde tanımlanan yalnızca insanlarda değil hayvan türlerinde de görülen ve türün devamını sağlayan saldırganlık türü davranış biçimlerinden köken alır. Toplumsallaşma süreci insanoğlunun evriminde saldırganlığın hangi biçimde ortaya koyulabileceğine yönelik düzenlemeler yapmasını sağlamıştır. Ancak bu düzenlemelerin yetersiz kaldığı toplumlar ya da kişilerde şiddet davranışı ortaya çıkabilmektedir. Ergenlik dönemi ile ilgili çalışmalar hem şiddet kullanımının hem de şiddete maruz kalmanın diğer yaş gruplarına oranla daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Bu konuşmada şiddetin ortaya çıkışında rol oynayan bireysel ve toplumsal faktörler ve bu faktörlerin ergenlikteki davranışlara etkisi üzerinde durulacaktır. 40 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul UNFPA ADOLESAN PROJESİ Gökhan Yıldırımkaya 41 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 42 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 43 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 44 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 45 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞININ ADOLESANLARA YÖNELİK PROJE VE ÇALIŞMALARI Uzm.Halil POLAT Milli Eğitim Bakanlığı Sağlık İşleri Dairesi Başkanlığı Okul Sağlığı ve Projeler Şube Müdürü Öğretmen ve öğrencilerimize koruyucu sağlık hizmeti sunmak, yaşam kalitesini yükseltmek, temizlik ve hijyen konularında gerekli eğitimi vermek, sağlık eğitimi ve öğretimi vermek suretiyle sağlıklı nesiller yetiştirilmesine katkıda bulunmak, bedensel ve ruhsal muayenelerinin yapılmasına destek vererek sağlık bilinci gelişmiş, sağlığından sorumlu bireylerin yetişmesine katkıda bulunmak üzere Başkanlığımızca “Okul Sağlığı Çalışmaları” yürütülmektedir. Adolesan çağındaki çocuklarımız okul ortamında eğitimlerini sürdürürken yaşları gereği bu dönemde yaşayabilecekleri sorunları olacaktır. Çünkü bu özel gurup eğitim kurumlarına çocuk olarak kayıt olmakta, adolesan yani ergenlik dönemini Bakanlığımıza bağlı eğitim kurumlarında geçirerek kişilikleri, yaşam boyu sürecek alışkanlıkları burada şekillenmektedir. Bu nedenle başta okul yönetimi olmak üzere, öğretmen ve anne babalara önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir. Adolesanın bu dönemi geçirmesinde, yaşadığı sosyal çevre, anne babasının kültür seviyesi ve çocuğa yaklaşımı, öğretmenlerin tutumu, rehber öğretmenlerin yönlendiriciliği ve arkadaş çevresi kalıcı izler bırakır. Bakanlığımıza bağlı 59 500 okul öncesi, ilköğretim, ortaöğretim, örgün ve yaygın eğitim kurumu bulunmakta, bu okullarda yaklaşık 800,000 öğretmen görev yapmakta,18.000.000 öğrenci ise eğitim görmektedir. Ülkemizde okulöncesi hariç 8’i ilköğretim, 4’ü ortaöğretim olmak üzere toplam 12 sınıf düzeyinde eğitim verilmektedir. Her sınıf düzeyinde mevcut öğrenci sayısı 1,2-1,4 milyon arasında değişmektedir. Adolesan çağındaki ilköğretim 2. kademesinde 6. 7. 8. sınıflar, ortaöğretim 9. 10. 11. 12. sınıflar olmak üzere toplam 7 sınıf düzeyinde ortalama 10 milyona yakın öğrenci eğitim görmektedir. Bu kadar büyük bir öğrenci kitlesi, zamanlarının büyük bir kısmını ailelerinden uzak sınıf ve okul ortamında geçirmektedir. Bu kadar büyük bir öğrenci kitlesinin içerisinde o oranda başka bir büyük kitle daha vardır. Buda okul çağında bulunan 10–18 yaş arası adolesan çağındaki çocuklardır. Bu çocuklar günün büyük bir bölümünü ailelerinden uzak, okul ortamında eğitimlerini sürdürerek geçirmektedir. Bakanlığımıza bağlı eğitim kurumlarında eğitim ve öğretim gören okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim öğrencilerine okul sağlığı adı altında çeşitli çalışmalar yürütülmektedir. Okul Sağlığı Çalışmalarımızın Esasları Her eğitim kademesindeki öğrencilerimize sağlıklarını korumanın yollarını öğretmek, Öğrencilerin sağlık kontrollerini yapmak, Fark edilemeyen kalıcı olabilecek hastalıkların tedavisini sağlamak, Okulda çevreyi olumlu hale getirmek, Öğrenciyi kendi sağlığını koruma bilincine sahip bir düzeye getirmektir. Adolesan çağına yönelik okul sağlığı çalışmalarından bazıları aşağıda verilmiştir. Bunlar; A-Ergen Sağlığı Bilincini Geliştirme Çalışmaları 1-ERDEP Projesi (Ergenlik Dönemi Değişim Projesi) “Ergenlik Dönemi Değişim Projesi” ile Millî Eğitim Temel Kanunu’nun genel amaçları ve ilkeleri doğrultusunda ilköğretim okullarında, öğrencilere, anne ve babalara, öğretmenlere, ergenlik dönemine girerken gençlerde meydana gelen bedensel, ruhsal ve sosyal değişimlerin neler olduğunun öğretilmesini; ergenlikten genç yetişkinliğe geçerken karşılaşılan 46 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul sorunların sağlıklı, mutlu yaşanarak aşılmasına ve böylece daha bilinçli bir toplum oluşmasını sağlamak amacıyla çalışmalar yapılmıştır. 1999 yılında başlayan ve ilköğretim okullarının 6, 7 ve 8.sınıf öğrencilere ile anne, baba ve öğretmenleri kapsayan. “ERDEP Projesi” çalışmalarında 2009-2010 öğretim yılı sonuna kadar 7.140.289 öğrenciye eğitim verilmiştir ERDEP, çerçevesinde hazırlanan “Ergenlik Döneminde Değişim” adlı öğrenci kitabı eğitimler sırasında ücretsiz olarak dağıtılmaktadır. 2-ERGEP Projesi Bakanlığımız ile Komili Temizlik Ürünleri Pazarlama A.Ş. arasında kız öğrencilerinde “Ergenlik Bilincinin Geliştirilmesi” amacıyla 26.03.2010 tarihinde bir protokol imzalanmıştır. Protokol gereği söz konusu şirket tarafından okullarda eğitimler sırasında ilköğretim kurumlarının 6. 7. ve 8’inci sınıf kız öğrencilerine Bakanlığımız Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığınca onaylı kitapçıklar ücretsiz olarak dağıtılacaktır. Söz konusu kitapta İlköğretim okullarının 6.,7. ve 8. sınıf kız öğrencilerin ergenlik dönemi değişiklikleri konuları yer alıyor. Proje 2010-2011 öğretim yılında 38 ilde başlatılacaktır. 3-Bakanlık Eğitim Çalışmaları Ergen Sağlığı Çalışmaları Kapsamında Formatör Öğretmen Eğitimi 136 öğretmen konu ile ilgili iki aşamalı formatör öğretmen eğitimi almış olup, bir program dâhilinde öğretmenlere 12 saatlik eğitim verilmektedir. 2010–2011 öğretim yılı sonuna kadar ülke genelinde bulunan ilk ve orta öğretim öğretmenlerimizin tamamının bu eğitimden geçirilmesi planlamıştır. Okul Sağlığı Formatörlük Kursları Konu Başlıkları 1. Dünyada ve Türkiye’ de Ergen Sağlığı 2. Cinsel Sağlık Bilgileri 3. Öz bakım ve Beslenme 4. Toplumlarda Cinselliğe bakış 5. Ergenlerde Sık Karşılaşılan Problemler 6. Ergenlerin Fiziksel ve Cinsel Gelişimi 7. Üreme Organları ve Cinsellik 8. Gebeliğin Oluşumu, Adolesan Gebelikler, Gebelikten korunma 9. Toplumlarda Cinsiyet ve Şiddet 10. Ergenlerde Riskli Davranışlar 11. Aile Planlaması Yöntemleri, İstenmeyen Gebelikler 12. Değer Oluşturma 13. Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlar HIV/AIDS 14. Karar verme sürecinde Ergen Ruh Sağlığı ve Güvenli Davranış Geliştirme 15. İletişim, Danışmanlık, Sunum Becerileri 16. İlk Yardım bilincinin geliştirilmesi B-Gençlerde Hijyen ve Cilt Sağlığı Eğitim Programı Cilt sağlığı ve hijyen bilincine sahip neslin yetiştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla, 22.07.2009 tarihinde Bakanlığımız ile Procter&Gamble Satış ve Dağıtım Limited Şirketi arasında “Gençlerde Hijyen ve Cilt Sağlığı Bilincinin Geliştirilmesi” işbirliği protokolü imzalanmıştır. Protokol gereğince ortaöğretim okullarının 9. ve 10. sınıf öğrencilerine cilt sağlığı ve hijyen konularında eğitim verilmektedir. Söz konusu eğitimler sırasında kız ve erkek öğrencilere Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığından onaylı “Gençlerde Hijyen ve Cilt Sağlığı” konulu kitapçıklar dağıtılmaktadır. Cilt sağlığı ve hijyen konuları arasında kızlarda adet dönemi ve epilasyon, erkek kitapçığında ise sakal traşı konusu yer almaktadır. 47 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul C-Sağlık Taramaları Bakanlığımız ile sağlık Bakanlığı arasında 29.09.2006 tarihinde “Okul Sağlığı Hizmetleri İşbirliği protokolü” imzalanmıştır. “Bu protokol hükümlerinin uygulanmasında Milli Eğitim Bakanlığı adına Sağlık İşleri Dairesi Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı adına Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü yetkilendirilmiştir. Protokol kapsamında öğrencilerimiz Sağlık Bakanlığı sağlık ekiplerince sağlık taramasından geçirilmektedir. Ç-Tütün, Alkol ve Diğer Bağımlılık Yapıcı Maddelerle Mücadele Eğitimleri 4207 Sayılı “Tütün ve Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun” un uygulanmasına yönelik 2005/90 sayılı Genelge, Bakanlığımız merkez ve taşra teşkilatımıza gönderilmiş olup ayrıca söz konusu kanunun uygulanması ile ilgili 2008/16 sayılı Genelge valiliklere gönderilmiştir. Tütün ve tütün mamullerinin zararlarını gösteren afişlerden üç (3) afiş seçilerek her birinden 60.000 adet olmak üzere toplam 180.000 adet afiş bastırılarak 81 il millî eğitim müdürlüklerine gönderilmiştir. Bakanlığımız ile Dünya Sağlık Örgütü Türkiye Ofisi işbirliğinde gençlerin tütün konusunda tutum ve davranışlarını belirlemek amacıyla sağlık meslek Lisesi meslek dersleri öğretmenleri vasıtasıyla 30 ilde, 70 okulda “Küresel Gençlik Tütün Araştırması” yapılarak sonuçları yayınlanmıştır. D-Beslenme, Obezite İle Mücadele ve Fiziksel Aktivite Eğitimleri Okul çağı çocuklarında beslenme, toplu beslenme, Obezite, fiziksel aktivite, okul kantinlerinin asgari ve teknik hijyen kuralları, kafeterya ve yemekhanelerin gıda denetimi ve hijyeni konularında 186 il eğitimcisi yetiştirilmiştir. Bu eğitimciler okul çağı çocuklarının sağlıklı beslenme, Obezite ile mücadele ve fiziksel aktivite konularında bilgilendirilmeleri konularında eğitimler vermektedir. 5.02.2010 tarih ve 2010/15 sayılı Genelge ile Bakanlığımıza bağlı resmi ve özel eğitim-öğretim kurumlarındaki yatılıgündüzlü ve taşımalı eğitim kapsamındaki öğrenciler ile mahalli imkânlarla açılmış, pansiyon, yurt öğrencilerin yemek ihtiyacının karşılanması, sunulacak yemeklerin gerekli koşulları (hijyen kurallarına uyulması, sunulma şekli, saklama süresi, belli bir sıcaklıkta verilmesi vb.) taşıması ve olumsuz durumlarla karşılaşılmaması için gerekli tedbirlerin alınması hususunda valiliklere yazı yazılmıştır. Bakanlığımız ve Sağlık Bakanlığı arasında imzalanan protokol gereği “Beslenme Dostu Okullar Projesi” çalışmaları başlatılmış olup, müracaat eden okulların Sağlıklı beslenme kriterleri konusunda gerekli şartları taşıyıp, taşımadıkları değerlendirilmekte, gerekli şartları taşıyan okullara “Beslenme Dostu Okul”u simgeleyen bayrak verilmektedir. E-İlkyardım Eğitimleri-TOÇEV-Bakanlık Ortak İlkyardım Eğitimleri TOÇEV ile İlk Yardıma İlk Adım projesi kapsamında yatılı bölge okullarımıza tiyatro eşliğinde eğitimler verilmekte, eğitimler sonunda okullara ilkyardım dolabı, öğrencilere ise Bakanlığımız Talim ve Terbiye Kurulu onaylı kitapçık dağıtılmaktadır. Ülke genelinde 200 sağlık meslek lisesi öğretmeni ilkyardım konusunda il eğitimcisi olarak yetiştirilmiş, bu öğretmenler 2 yılda 100.000’den fazla öğretmenimizi 18 saatlik uygulamalı ilkyardım eğitimine almışlardır. F-Eğitim Ortamında Şiddetin Önlenmesi Eğitimleri Bakanlığımız Özel Eğitim Rehberlik ve Danışma Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen “Eğitim Ortamlarında Şiddetin Önlenmesi Ve Azaltılması Strateji Ve Eylem Planı” kapsamında çeşitli çalışmalar yürütülmektedir. G-Fen ve Teknoloji, Sağlık Bilgisi Dersleri Aracılığı ile Eğitim 48 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Sağlık Bilgisi kitabının içeriğinde; sağlıklı yaşam, büyüme ve gelişme, sağlığın geliştirilmesi ve korunması, ruh sağlığı, sağlığa zararlı alışkanlıklar (tütün alkol ve diğer madde bağımlılığı), aile hayatı ve üreme sağlığı, hastalıklarla ilgili temel kavram ve ilkeler, kazalar ve ilk yardım, fiziksel hareket, beslenme, obezite ile mücadele, el hijyeni, şişmanlıktan korunma (yeterli hareket, doğru beslenme), okul kantinleri, ağız ve diş sağlığı, beyaz bayrak, sağlık taramaları, ergen sağlığı, mevsimsel grip, okul çevre sağlığı, vb birçok konu yer almaktadır. H- Okullarda Rehberlik Hizmetleri Her okulda en az bir rehber öğretmen bulundurulması esastır. Öğrenci sayısı dikkate alınarak kalabalık okullara her 500 öğrenci için 1 rehber öğretmen görevlendirilebilmektedir. Rehber öğretmeni olmayan okullarımızın ihtiyacı ise en yakın okulun Rehber Öğretmeni görevlendirilerek karşılanmaktadır. Rehber öğretmenlerimiz adolesan çağındaki öğrencilerimizin yaşayabileceği sorunlar konusunda yönlendirici, öğrenci, veli ve okul idaresi arasında koordine edici bir konuma sahiptir. İ-Beyaz Bayrak Uygulamaları Öğrencilerin sağlıklı bir ortamda eğitimlerini sürdürmelerini amaçlayan uygulama ile 2006–2010 yılları arasında 6830 okula Beyaz Bayrak verilmiştir. J-Ağız ve Diş Sağlığı Bilincinin Geliştirilmesi Çalışmaları a)Sağlık Bakanlığı ile Yürütülen Çalışmalar b)STK’larla Yürütülen Çalışmalar (Colgate) c)Bakanlık Kaynakları ile Yürütülen Çalışmalar K-Spor ve İzcilik Faaliyetleri, Gençlik Kampları Bakanlığımız etkinlikleri kapsamında beden eğitimi dersleri, sportif faaliyetler, izcilik ve gençlik kampları faaliyetleri yapılmaktadır. L-Pansiyon Hizmetleri Diğer öğrencilerimizle birlikte Adolesan çağındaki öğrencilerinde barınma ihtiyacı ve yemek ihtiyaçları karşılanmaktadır. Bu amaçla her ilde ihtiyacı karşılayacak kadar donanımlı pansiyonlarımız mevcuttur. M-Burs Hizmetleri Maddi sıkıntı çeker, eğitim ve öğretimini sürdürmekte zorlanan ailesi olmayan ya da geliri düşük öğrencilere çeşitli burslar verilmektedir. 49 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ADLİ TIP AÇISINDAN ERKEN EVLİLİK VE ERKEN GEBELİKLER Harun Tuğcu Türk Medeni Kanununa göre; kişilik, çocuğun sağ olarak doğduğu anda başlamakta ve ölümle sona ermektedir. Çocuk hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde etmektedir. Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. Erginlik 18 yaşın doldurulmasıyla başlamaktadır. Erkek veya kadın 17 yaşını doldurmadıkça evlenemez. Ancak, mahkeme olağanüstü durumlarda 16 yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. 17 yaşını dolduran çocuk yasal temsilcisinin izni ile evlenebilir. Mahkeme haklı sebep olmaksızın evlenmeye izin vermeyen yasal temsilciyi dinledikten sonra, bu konuda başvuran küçük veya kısıtlının evlenmesine izin verebilir. Üstsoy ile altsoy arasında; kardeşler arasında; amca, dayı, hala ve teyze ile yeğenleri arasında, kayın hısımlığı meydana getirmiş olan evlilik sona ermiş olsa bile, eşlerden biri ile diğerinin üstsoyu veya altsoyu arasında, evlât edinen ile evlâtlığın veya bunlardan biri ile diğerinin altsoyu ve eşi arasında evlenme yasaktır. Türk Ceza Kanununa göre çocuk; on sekiz yaşını doldurmamış kişidir. Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Cinsel istismar deyiminden; 15 yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar anlaşılmaktadır. Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılmaktadır. Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde 15 yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, 15 yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Rızası olmaksızın bir kadının çocuğunu düşürten kişi, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Tıbbî zorunluluk bulunmadığı hâlde, rızaya dayalı olsa bile, gebelik süresi on haftadan fazla olan bir kadının çocuğunu düşürten kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu durumda, çocuğunun düşürtülmesine rıza gösteren kadın hakkında bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. Rızaya dayalı olsa bile, gebelik süresi on haftayı doldurmamış olan bir kadının çocuğunun yetkili olmayan bir kişi tarafından düşürtülmesi hâlinde; iki yıldan dört yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe kalması hâlinde, süresi yirmi haftadan fazla olmamak ve kadının rızası olmak koşuluyla, gebeliği sona erdirene ceza verilmez. Ancak, bunun için gebeliğin uzman hekimler tarafından hastane ortamında sona erdirilmesi gerekir. Gebelik süresi on haftadan fazla olan kadının çocuğunu isteyerek düşürmesi hâlinde, bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur. Bir erkek veya kadını rızası olmaksızın kısırlaştıran kimse, üç yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Fiil, kısırlaştırma işlemi yapma yetkisi olmayan bir kimse tarafından yapılırsa, ceza üçte bir oranında artırılır. Rızaya dayalı olsa bile, kısırlaştırma fiilinin yetkili olmayan bir kişi tarafından işlenmesi hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Sağlık görevlilerinin karşılaştıkları adli olguları bildirim yükümlülükleri bulunmaktadır. Türk Ceza Kanununa göre; “Görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası” ile cezalandırılabilmektedir. 50 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ADOLESAN SAĞLIĞINDA GENÇLİK MERKEZİ YAKLAŞIMI Dr. H. Sena BEKAR Bursa I No’lu Açsap Gençlik Danışmanlık ve Sağlık Hizmet Merkezi 2002 yılında Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu ile hükümetimiz arasında “Adolesanların üreme sağlığı bilgi ve hizmet gereksinimlerinin karşılanması için strateji geliştirilmesi” ve “Gençlere yönelik üreme sağlığı hizmetleri modelinin başlatılması” başlıklı projelerin onaylanması hakkında kararın imzalanmasıyla ülkemizde adolesan sağlığı ile ilgili çalışmalar başlatılmıştır. Dünya Sağlık Örgütü 0-18 yaş arasını “ Çocuk” 10-19 yaş arasını “Adolesan (Ergenlik) Dönemi” 15-24 yaş arasını “Gençlik Dönemi” ve 10-24 yaş arasını “Genç İnsanlar” olarak tanımlamıştır. Genç insanlar ülkemizde ve tüm dünya da önemli bir nüfus grubudur ve ülkemizde 15 milyondan fazladır (2007 yılı 19.8 milyon). Dünya nüfusunun %20’sini adolesanlar oluşturur ki bu oran gelişmiş ülkelerde %15 iken gelişmekte olan ülkelerde %25’ tir. Ülkemizde ise %19.5 olarak saptanmıştır. Gençlik dönemi çocukluktan erişkinliğe geçişte, fiziksel, psikolojik ve sosyal olgunluğa erişmenin gerçekleştiği, en dinamik dönemdir ve insan yaşamının yaklaşık %21'ini (14 yıl) kapsar. Ergenlik dönemi bütün yaş grupları içerisinde en sağlıklı dönem olmakla birlikte merak, öğrenme, deneyim ve risk alma dönemidir. Aynı zamanda gençlerin ilerideki yıllarda sağlıklarını olumlu yönde etkileyecek davranış değişikliklerini kazandıkları bir dönemdir. Bu dönem; çocukluktan yetişkinliğe geçişte, sağlık davranışlarının şekillenmeye başladığı bir dönem olması nedeniyle öncelikli olarak ele alınmalıdır. Ergenler geniş bir nüfusa sahip olmalarına karşın son yıllara kadar sağlık açısından toplumun en çok ihmal edilen grupları arasında yer almışlardır ve sağlık gereksinimlerinin saptanabilmesi için; araştırmaların yapılması, buradan elde edilen sonuçlar doğrultusunda da program ve politikaların oluşturulması gerekmektedir. Dünya Nüfus ve Kalkınma Konferanslarında, Hükümetler ve sivil toplum örgütleri, adolesanların özgün ve dostça düzenlenmiş, kolay ulaşabilecekleri sağlık hizmetlerinin sunulması hususunda göreve çağrılmıştır. 2007 yılında 15-24 yaş grubu gençlerin genel bilgi düzeyi, gençlerin cinsel sağlık ve üreme sağlığı konularındaki bilgileri, üreme hakları ve cinsel haklar konusunda bilgileri ve yaklaşımları, toplumsal cinsiyet konusundaki bazı görüş ve yaklaşımları, cinsel sağlık ve üreme sağlığı gereksinimleri (bilgi, hizmet vb) ve cinsel sağlık ve üreme sağlığı konularında hizmet beklentilerinin saptanması amacıyla “Türkiye Gençlerde Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Araştırması” planlanmış ve yürütülmüştür. Gençlik dönemi (10-24 yaş), gencin çocukluktan çıkarak kendine özgü yaşam felsefesini ve yaklaşımını oluşturduğu önemli bir değişim sürecini içermektedir. Bu süreçte, gençler birçok yeni norm, değer ve yaklaşımı benimseyerek davranışlarına yansıtırlar. Gençlerin, kendi ebeveynlerinin gençlik dönemlerine göre farklı ortamlardan etkilenmeleri, gençlerin cinsellik yaklaşımlarının, normlarının ve değerlerinin erişkinlere göre farklılaşmasına neden olabilmektedir. Bunun yanı sıra, gençler toplum içinde çalışan, okuyan, sokakta yaşayan, evli, bekar gibi çok farklı sosyal konumlarda bulunmaktadırlar. Farklı sosyal konumlar, gençlerin farklı norm ve değer geliştirmelerine neden olabileceği gibi cinsel ve üreme sağlığı gereksinimlerini de farklılaştırabilmektedir (Sağlık Bakanlığı, 2007; WHO, 2002). Gençlik döneminde olan bir bireyin, fiziksel ve cinsel büyüme ve gelişme sürecinde çocukluk döneminden beri alışılageldiği beden yapısında önemli değişimler oluşur. Gençlerin bir kısmı bu değişimleri kolaylıkla kabul ederken, bazıları ise zorlanmaktadırlar. Bu farkı etkileyen en önemli etmenler arasında gençlere yönelik gelişim süreci ile ilgili “bilgilendirme” hizmetleri yer almaktadır. Erken ergenlik döneminde fiziksel ve cinsel büyüme ile gelişme sürecine ilişkin bilgilendirmenin yapılması gerekmektedir. Yine öğretim kurumlarına bu konuda büyük sorumluluk düşmektedir. Öğretim kurumlarının yanı sıra çocukluk döneminde büyüme ve gelişmenin izlemesinde önemli sorumluluğu olan sağlık sektörünün ergenlik dönemdeki değişimler hakkında gencin bilgilendirmesinde de sorumluluğu bulunmaktadır. Eğitim ve sağlık çalışanları tarafından 51 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul yapılan bilgilendirme, gençlerin ergenlik döneminde bedensel ve cinsel gelişimleri daha kolaylıkla kabul etmelerini sağlayacaktır. Ayrıca, sağlık izlemleri sırasında yapılan bilgilendirme ve danışmanlık, gençlerin, bedenlerinde olan değişimlerin “normal” olup olmadığı konusunda karar vermelerini, normal sürecinde olan gelişimleri hakkında “endişe” duymamalarını sağlayacaktır (Sağlık Bakanlığı, 2007; WHO, 2002; WHO, 2007a). Gençlik dönemi, cinsel davranışlara ilişkin kararların verildiği bir dönemdir. Nüfusun (özellikle kentlerde) hızlı artışı, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin artması, medyanın etkisi, iletişim kanallarının hızlı gelişimi gibi pek çok etmen, erişkinlerin olduğu kadar gençlerin de cinsel norm, değer ve davranışlarını etkilemektedir. Ergenlik gelişiminin, özellikle beslenmede olan farklılaşmalar nedeniyle, daha erken yaşlara kaydığı bilinmektedir. Bunun yanı sıra, okula devam etme yıllarındaki uzama, okula devam hızının geçmişe göre toplumun daha büyük bir kesimini etkilemesi ve evlenme yaşının ileri yaşlara kayması, gençlerin cinsel yaşam tarzlarına ilişkin kararlarını etkilemektedir. Son yıllarda pek çok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede, cinsel gelişimin daha erken yaşlara kaymasının yanı sıra sosyal etmenlerin, gençlik döneminde aktif cinsel yaşamın başlamasına neden olduğuna ilişkin bulgular bulunmaktadır (Sağlık Bakanlığı, 2007; WHO, 2002; WHO, 2007a). Gençler erken ve korunmasız cinsel ilişkiden erişkinlere göre çok fazla etkilenmektedirler. Birçok gencin “güvenli cinsellik” konusundaki bilgisi de oldukça sınırlıdır. Bazı gençler cinsel bir ilişkiyi veya sonuçlarını bilmeden ya da düşünmeden cinsel olarak aktif bir yaşama başlayabilmektedir. Gençlik dönemindeki korunmasız cinsel beraberliklerin bedensel, psikolojik ve sosyal olarak erişkinlere göre daha çok soruna neden olabileceği bilinmektedir. Korunmasız beraberliklerin erken yaşta gebelikler, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar için yüksek risk oluşturduğu bilinmektedir. Bu sorunun boyutu çok büyüktür (Sağlık Bakanlığı, 2007; WHO, 2002; WHO, 2007a). Gençlerin cinsellik ve korunmasız cinsel beraberlikleri hazır olmadan yaşamaları, fiziksel olduğu kadar ruhsal sağlık durumlarını da etkilemektedir. Pek çok gencin erken cinsel ilişkiyi istemeden, zorla ve baskı ile yaşadığı da bilinmektedir. Milyonlarca genç insan cinsel şiddet, istismar ve cinsel kullanıma maruz kalmaktadır. Birçok toplumda kadınlar erkeklere göre daha fazla bu duruma maruz kalmaktadırlar; kadınlar çoğu kez erken evliliği reddetmek, gebelikler arasındaki süreyi uzatmak ya da korunmasız cinsel ilişkiyi reddetmek haklarını kullanamamaktadırlar (WHO, 2002; WHO, 2007a). Genç insanlar, pek çok sağlık yöneticisi tarafından çok sağlıklı bir grup olarak kabul edilmelerine rağmen özellikle cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetlerine gereksinimi olan önemli nüfus gruplarından biridirler (Sağlık Bakanlığı, 2007; WHO, 2002). Gençler olası hastalıkların belirtilerinin farkında değildirler ve önemini göz ardı etmektedirler. Gençler mevcut sağlık sorunları için de sağlık hizmetini en az kullanan gruplar arasında yer almaktadırlar. Gençlerin hastalıkları olduğunda tedavi edilmemelerinin altında, tedaviden korkma, toplum tarafından dışlanma endişesi ya da tedavi edilebileceğine inanmama da yer alabilmektedir. Sağlık hizmetlerinde hizmet sunanlar, gençlerin üreme ve cinsel sağlık gereksinimlerinin farkında olmadıkları gibi, toplumsal önyargılarını hizmet almak için başvuran gençlere yansıtabilmektedirler. Orta ve yüksek öğretim kurumlarına devam eden gençlerin üreme ve cinsel sağlık konularında bilgisinin sınırlı olduğuna ilişkin ipuçları bulunmaktadır. Yükseköğretim kurumlarına devam eden gençler arasında yapılan çalışmalar gençlerin bir kısmının aktif cinsel yaşamı olduğunu göstermektedir. Ancak, gençlerin çoğunun cinsel davranışları “güvenli cinsellik” davranışlarına uymamaktadır. Orta öğretim kurumlarına devam eden gençlerin üreme sağlığı yakınmaları olup, sağlık kuruluşlarını yeterince kullanmamaktadırlar. Sağlık Bakanlığı tarafından 15-24 yaş grubuna yönelik cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmeti sunulmaktadır. Ayrıca, üniversitelerde sağlık merkezlerinde ve bazı sivil toplum kuruluşlarınca da gençlere cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetleri sunulmaktadır. Ancak hizmetlerin yaygınlığı ve erişilebilen genç sayısı konusunda veriler oldukça yetersizdir. Gençlerin cinsel sağlık ve üreme sağlığı düzeylerinin daha da iyileştirilmesi için sunulan hizmetlerin geliştirilmesine gereksinim vardır. Bu da gençlerin cinsel sağlık ve üreme sağlığı gereksinimlerinin düzenli aralıklarla öğrenilmesi ile yapılabilir. Adolesan /gençlere uygun ve gerekli danışmanlık hizmeti verebilmek için doğru bir hizmet modeli oluşturmak gereklidir. Öncelikle 1. İyi bir fiziki alt yapı oluşturulmalıdır. Bu ise • Birinci ve ikinci basamak Sağlık Kuruluşlarında ve • Üniversitelerde Genç Dostu Birimlerin oluşturulması ile sağlanabilir. 2. Bir diğer gereksinim merkezlerde çalışacak hizmet sunucuların eğitimidir. Bu eğitim mezuniyet öncesinde başlayıp sonrasında hizmet içi eğitimlerle sürdürülmelidir. 52 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 3. Eğitim materyali geliştirmek de iyi bir danışmanlık ve hizmet sunumu için önemlidir. Gençlik Danışmanlık ve Sağlık Hizmet Merkezi (GDSHM) ayrı birer kuruluş ve yeni bir yapılanma olmayıp mevcut birinci basamak sağlık kuruluşları bünyesinde hizmet vereceklerdir. Sağlık Bakanlığı’nın bu konudaki nihai hedefi tüm sağlık kuruluşlarının ortak bir politika ve hizmet sunumu ile genç dostu yaklaşıma kavuşmasıdır. Ülkemizde halen 41 GDSHM faaliyet göstermektedir. “DSÖ Avrupa Bölgesi 21.Yüzyılda Herkes için Sağlık” Politikaları 4. hedef, 2020 yılına kadar, “Avrupa bölgesindeki gençlerin daha sağlıklı olmaları ve toplumdaki rollerini daha iyi yerine getirebilmeleri” amacıyla sağlık kuruluşlarının yeniden düzenlenerek “Genç Dostu” sağlık hizmetlerinin verilmesinin sağlanmasını öngörmektedir. Genç Dostu Sağlık Hizmeti ise 9 Gençlerin istek ve gereksinimlerini dikkate alan, 9 Hizmetlerin önündeki mali, kültürel ve sosyal engellerin en aza indirildiği, 9 Çalışma saatleri uygun olan, 9 Hizmetlerde mahremiyete itina gösterilen, 9 Personelin yargılayıcı tutumlardan kaçındığı, 9 Gençlerin anlayabileceği bilgi ve materyalin hazır olduğu, 9 Bütüncül yaklaşımın benimsendiği hizmetlerdir. Bu nitelikli hizmetlerin verilmesi için planlanan gençlik merkezi alt yapısında gençlerin rahat olarak bekleyebilecekleri bir bölüm, karşılayıp onlarla ilgilenecek güleryüzlü bir hizmet sunucu, gereksinimlerini giderebilecekleri tuvalet, gibi birimler bulunmalı gençler geldiğinde kendilerine özel bir merkeze geldiğini hissetmelidir. Merkezde gençle ilgilenecek doktor, hemşire ve psikolog için ayrı odalar bulunmalı ve mahremiyete özen gösterilmelidir. Gençlerin fiziksel, sosyal, cinsel, psikolojik büyüme ve gelişmesini değerlendirip, yüz yüze görüşme yoluyla danışmanlık yapabilecek konuyla ilgili eğitim almış doktor, hemşire, psikolog ve diyetisyen bulunması merkezin başvuran gençlerin gereksinimlerini en üst düzeyde karşılayabilecek genç dostu hizmet sunabilmesi için gereklidir. GDSHM hizmetleri iki ayrı kısımda incelenebilir. A. Merkezde gerçekleştirilen hizmetler Eğitim ve bilgilendirme ve Danışmanlık (fiziksel büyüme ve gelişmenin izlenmesi ve değerlendirilmesi, üreme sağlığı danışmanlığı, psikolojik değerlendirme ve görüşmeler gibi…) Tanı/ Tedavi Hizmetleri (gerek görülen vakalarda Referans Merkeze sevk) B. Merkez dışında gerçekleştirilen hizmetler Merkez dışında değişik aktivitelerle gençlerin toplu olarak bulundukları yerlerde bilgilendirme ve eğitim hizmetlerinin yanı sıra merkezin tanıtımı da yapılır. Bu çalışmalar afiş ve broşürlerle olduğu kadar diğer iletişim kaynaklarıyla da desteklenir. Farklı gençlik grupları ve sivil toplum kuruluşları ile gerçekleştirilen aktiviteler de merkezin ve hizmetlerin tanıtımını ve daha çok gencin başvurusunu sağlar. Gençler merkezin yerini, hizmet çerçevesini öğrenerek gereksinim duyduklarında başvurabilir ya da sadece yaşıtları ile paylaşımda bulunmak için gelebilir. Merkezin ve çalışanlarının tam gönüllülük esasına göre bu hizmeti sunmaları önemlidir. Amaç büyümeye ve kendini kanıtlamaya çalışan gencin elinden tutmaktır. Genç dostu yaklaşımla 9 Gençler, kendi sağlıklarını koruma bilincine erişmeli ve kendi yaşamlarını etkileyecek her türlü çalışmanın planlanması, uygulanması ve değerlendirmesi aşamalarına aktif olarak katılmalıdırlar. 9 Gençlere sunulacak sağlık hizmetleri, onlar tarafından ulaşılabilir, karşılanabilir ve kabul edilebilir olmalıdır. 9 Sağlık hizmetlerinin verilişinde mahremiyetin önemi unutulmamalıdır. 9 Adolesanların yol gösterilmeye ve uygun sağlık hizmetlerine ihtiyaçları vardır. 9 Hizmetler, yaş, medeni durum ve maddi duruma bakılmaksızın temin edilebilir olmalıdır. 9 Adolesanların sağlık ve gelişim ihtiyaçlarına dikkat çekilmesi gereklidir. 9 Gençlerin cinsel/üreme sağlığı ile ilgili konularda bilgi açıkları çok fazla olup bilgilendirilmeleri gerekmektedir. 9 Hizmetler bilgilendirme, danışmanlık, erken tanı ve tedaviyi içermelidir. 9 Akran eğitimi desteklenmelidir. 9 Hizmeti alanlardan geri bildirimler alınmalıdır. 53 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ADOLESANLARDA OTİZM Kerim M. Munir, M.D., MPH, D.Sc., Director of Psychiatry, University Center for Excellence in Developmental Disabilities, Division of Developmental Medicine, The Children’s Hospital, Harvard Medical School, Boston, USA Clinical Correlates Predicting Outcome in Autism Spectrum Disorders through Adolescence and Young Adult Years Autism is a neurodevelopmental disorder characterized by dysfunction in three core symptom domains: speech and communication; social impairment, and repetitive and restricted behaviors and interests. It is also frequently accompanied by attention deficit, mood instability, disruptive behaviors and intellectual disability. There is currently no approved medication treatment for the core symptoms of autism spectrum disorders (ASD), although there are approved treatments for the disruptive behaviors. Epileptiform EEG activity is extremely common in ASD, occurring in those both without a history of epilepsy, and especially common, up to 75%, in those with a history of epilepsy, representing an important subgroup. Furthermore, epileptiform EEG activity may occur any time from infancy through adolescence to early adulthood years. Despite this association EEGs are not routinely obtained in the treatment of patients with ASD. Additionally, it is not known if the improvement in EEG activity with prescribed anticonvulsant treatment is related to the improvement in marked irritability and aggression in autism. A stratified epileptiform ASD population with disruptive behaviors may have a preferential response to anticonvulsants. Further studies are needed to determine whether improvement in this subtype is mediated by improvement in epileptiform activity. This is important as the current gold standard treatment for irritability in ASD includes prescribing risperidone, approved by the U.S. Federal Drug Administration for this purpose. However, risperidone, an atypical antipsychotic, may not be the most effective drug of choice for those with ASD and abnormal EEG activity as it may reduce the seizure threshold and increase the risk of seizures as well as have other associated side effects such as weight gain. Additional research is needed to further subtype ASD based not only on core symptoms but associated clinical variables that often co-occur and so often also influence the course and outcome of the disorder. EEG changes are given as but one example; other clinical characteristics that co-occur in ASD and influence outcome through adolescence and young adult years will also be discussed. 54 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ENÜREZİS Dr. Nur Danişmend Kadiköy Florence Nightingale Hastanesi İngilizce » Türkçe enuresis {,enj 'ri:sıs} {N} idrarını tutamama enuresis i. tıb. istemeyerek idrar kaçırma (özellikle uyurken). ICCS: International Children’s Continence Society ICS: International Continence Society’ tanımlamaları: Enuresis: Uygunsuz ve biçimsiz ortamda mesanenin tam boşaltılması. Nocturnal Enuresis (NE) : Uyku sırasında yatağa işemek. Monosymptomatic Nocturnal Enuresis (MNE):Gün içinde mesane disfonksiyonuna ait bulgu olmadan NE. ENURESİS İDRAR KONTROL MEKANİZMASI 1.İdrar üretimi 2.İdrar depolanması 3.Deponun dolduğunun bilincine varılması 4.Boşaltıma karar verilmesi Nörolojik ve Motör gelişme ile paralel değişim. 5 yaş sonuna kadar gündüz ve gece kontrolu kazanımı. İdrar kontrolunda aşamalar ZAMANLA KAZANILAN ERİŞKİN TİPİ İDRAR KONTROLU Önce uyanıklıkta, sonra uykuda kontrol Öğrenme sırası; -Noktürnal barsak kontrolu -Gündüz barsak kontrolu -Gündüz işeme kontrolu 55 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul -Gece işeme kontrolu Mesane kapasitesinin büyümesi Eksternal sfinkterin istemli kontrolu İşeme refleksinin mesane dolumu sırasında supraspinal baskılanması Noktürnal Enuresis Fizyopatolojisi Mesane kapasitesi Normalden küçük mesane Skarlı mesane duvarı (Komplians sorunu) Noktürnal Poliüri Plazma vazopressin değerlerinin normalde gece yükselmesi / yükselmemesi Uyanma zorluğu EEG ile doğrulanmış veri Mesane disfonksiyonu İstemsiz Detrusor kasılmaları Üst solunum yolu obstrüksiyonu Tonsil/Adenoid ameliyatından sonra düzelme Konstipasyon Diabetes mellitus ve insipidus Seksüel taciz İdrar kontrolu/boşaltılması Yenidoğan ve sütçocuğunda: Basit refleks: Mesane dolduğunda afferent yolla spinal kord uyarımı,eksternal sfinkterde otomatik gevşeme,Detrusor kasta otomatik kasılma ve boşalma. MNE Fizyopatolojisi Uyanma güçlüğü Noktürnal Poliüri Azalmış noktürnal mesane kapasitesi 56 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul UYANMA GÜÇLÜĞÜ Beyin sapı ve Otonom sinir sistemi kontrolunda Mesane dolduğunda uyanma : Serebral Korteks,Retiküler aktive edici sistem,Locus Coeruleus,Pontin işeme merkezi,Hipotalamus Spinal kord ve mesane interaksiyonu ile oluşur. Noktürnal Poliüri : Enüretik çocukta gece ADH salgısının artmaması Azalmış Noktürnal Mesane kapasitesi ve Artmış Detrusor aktivitesi İnkontinans / Enurezis ayırımı Basit MNE ile inkontinan çocuğu ayırmak gerek,inkontinans prognoz açısından önemli Enurezis dışındaki tüm alt ıslatmalar inkontinans olarak değerlendirilmelidir. Adolesanda Enuresis : DEĞERLENDİRME 1.Anamnez Ani sıkışma (Urgency) Sık veya uzun aralıklı işeme Gündüz alt ıslatma Mesane boşaltımı ile ilgili sorun Mesane disfonksiyonu (Kısa tarif) Urgency (Ani sıkışma) Sık idrara çıkma Uzun aralıklı idrara çıkma Gündüz idrar kaçırma Adolesanda Enuresis : DEĞERLENDİRME Anamnez verileri pozitif ise ayrıntılı Üriner sistem değerlendirmesi: İDRAR TAHLİLİ ÜRİNER SİSTEM ULTRASONOGRAFİSİ ÜRODİNAMİ VİDEOÜRODİNAMİ Sistoskopi ? AMAÇ : MESANE DİSFONKSİYONU VEYA ANATOMİK YAPI BOZUKLUĞUNUN TANIMLANMASI Adolesanda MNE değerlendirmesi: (Mesane disfonksiyonu ve anatomik yapı bozukluğu ekarte edildiğinde ) 57 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul İdrar tahlili : Glucose,Protein,Dansite Aile yapısı,Sosyal yaşantı Okul durumu Çocuğun sorunu önemseme derecesi Ailenin yaklaşımı Böbrek yetmezliği,Diabet ve Mesane disfonksiyonu gibi patolojiler ekarte edildiğinde Adolesan MNE ile başbaşa kalınır: DEĞERLENDİRME İşeme çizelgesi Diyet Kişisel bilinç/sorumluluk Primer/sekonder enurezis Fizik muayene Tedavi Bireyin motivasyonu Psikososyal faktörler Beslenme ve sıvı alma alışkanlıkları Enurezis alarm seti Desmopressin Enuresis Alarm Seti Şilte üstü veya vücut temaslı Ortalama % 43 tedavi sağlıyor Hastaya sempatik gelmiyor Teknik ilerledikçe Suprapubik bölgeye yerleştirilecek minyatür US transducer’i ile belirli mesane dolumunda uyarı elde etmek planlanmakta. Enuresis Alarm Setleri Alternatifler ! Garantili (!) “Self hypnosis” veya Akupunktür ve Çin Tıbbı Tercihiniz Masaj da olabilir ! Desmopressin Plasebo kontrollu çalışmalarla etkinliği ispatlanmıştır. 58 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Enüretik çocukların %69’u Noktürnal poliürik. Kısa süreli tedaviden sonra relaps olabiliyor. Kombine tedavi seçimleri Detrusor aktivitesi sorun olduğunda Oksibutinin;Tolterodin 59 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul YEME BOZUKLUKLARININ TEDAVİSİ Doç. Dr. Nur Danişmend Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Adolesan Ünitesi 60 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 61 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 62 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 63 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 64 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 65 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul AİLE HEKİMLİĞİ AÇISINDAN ADOLESAN HEKİMLİĞİ Dr. Nurdan Tekgül Aile Hekimliği Nedir? Aile Hekimliği birinci basamak sağlık hizmetlerine odaklanan bir tıp disiplini ve uzmanlık alanıdır. Aile Hekimliği tıp disiplini özellikle tüm topluma daha etkin, kapsayıcı ve üst düzeyde hizmet sunmanın öneminin ön plana çıkmasıyla tüm dünyada kabul gören yeni bir uzmanlık olarak birinci basamaktaki yerini almıştır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Dünya Aile Hekimleri Örgütü’nün (Wonca) imzasının olduğu Alma Ata Konferansı Sonuç Bildirgesinde, Aile Hekimliği bir uzmanlık dalı olarak tanınmış, her ülkede mezuniyet sonrası Aile Hekimliği uzmanlık eğitimi verilmeye başlamıştır. (1978) Türkiye’de bu uzmanlık alanı 1983 yılında Tababet Uzmanlık Tüzüğü’nde Aile Hekimliği olarak belirlenmiş ve 1985 yılından bu yana toplum sağlığındaki bu temel alanın uzmanlarının eğitimlerine başlanmıştır. 25 yıllık bu süreçte 2000’e yakın Aile Hekimliği uzmanı yetişmiştir. Aile hekimliği; bireylere yaş, cinsiyet ve hastalık ayırımı yapmaksızın birinci basamak sağlık hizmeti sunan, bu hizmeti sunarken de kişiyi ailesi ve sosyal çevresiyle birlikte değerlendiren multidisipliner bir uzmanlık dalıdır. Kişi sadece hastalığı ile değil biyolojik, psikolojik ve sosyal yönleriyle bir bütün olarak ele alınır. Bu uzmanlık dalının doğuşu da branşlaşmanın çok fazla artmasıyla kişiyi bütün olarak değerlendirecek bir hekim ihtiyacının ortaya çıkmasına dayanmaktadır. Aile hekimliği uzmanlığı geniş bir klinik yelpazeyi içermesi nedeniyle bütün branşlara ilgi duymayı, daha fazla çalışmayı ve yenilikleri takip etmeyi gerektirir. Bireyleri biyolojik, psikolojik ve sosyal yönden bütüncül olarak değerlendirdiğinden çok iyi iletişim becerisi gerektirir. Yine koruyucu hekimlik uygulamalarını, tedavi ve rehabilite edici uygulamalarla bütünleştirmek ve hizmet sunum basamakları arasında entegrasyonu sağlamak çok kolay değildir. İlk başvurusunda kapsamlı bir şekilde değerlendirilen hastaların doktor doktor dolaşması, gereksiz yere ikinci ve üçüncü basamağa başvurması, gereksiz tetkik ve harcamaların yapılması engellenecektir. Koruyucu, tedavi edici, danışmanlık ve sürekli bir sağlık hizmeti verilmesi ile hizmet sunum basamakları arasında koordinasyon sağlanacaktır Birinci basamak hekimliği ilk tıbbi temas noktası olması özelliğinden dolayı, ergenliğe giriş sürecinde adolesan sağlığı açısından önemli bir role sahiptir. Birici basamakta adolesanlara özgü koruyucu hekimlik: Birinci basamak hekimliğinde, sağlık hizmet sunumu kapsamında danışmanlık hizmetleri, sağlık sorunlarının taraması, tanısı, tedavisi ve gerektiği durumda sevk edilmesi yer almaktadır. Günümüzde adolesan dönemdeki bazı hastalık ve ölüm nedenlerinin davranışsal, çevresel ve sosyal nedenlere bağlı olduğu ve adolesanlara yönelik koruyucu hizmetler ile önlenebileceği bilinmektedir. Bu nedenle adolesana sunulacak sağlık sunumlarında öncelik, koruyucu sağlık hizmetlerine verilmelidir. Amerikan Tıp Birliği ‘Adolesan Koruyucu Hizmetler Rehberi’ de aşağıdaki tarama programının yapılmasını önermektedir 1.Yıllık hipertansiyon kontrolü 2.Şişmanlık ve yeme bozuklukları 3.Risk altındaki adölesanlarda hiperlipidemi 4.Tüberküloz açısından risk altında ise tüberkülin testi 5.Fiziksel, cinsel, duygusal istismara ilişkin öykü 6.Okul veya öğrenme problemleri 7.Alkol ve sigara dahil madde kullanımı 8.İntihar riski açısından duygu ve davranışların taranması 9.Cinsel aktif olanlarda cinsel yolla bulaşan hastalıklar 10.Cinsel aktif hastalarda servikal kanser taraması 11.HIV riski taşıyan tüm adolesanlarda HIV taraması. 66 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Adolesan sağlık hizmetleri Adolesanın sağlıklı gelişimini desteklemek, adolesan merkezli sağlık hizmetleri ve politikalarının geliştirilmesi ile olanaklı gözükmektedir. Hekimlerin anne ve babaları desteklemesi, gençlerin hayat tarzları ve davranışlarıyla ilgili deneyimli olmaları, onlara özgü verilecek sağlık hizmetleri ve uygulamaları hakkında bilgi ve beceri sahibi olmaları adolesana verilen sağlık hizmetinin önemli bir parçasıdır (9). Yapılan araştırmalar, adolesanlara verilecek sağlık hizmetlerinin belirli prensipler dahilinde olmasının, hizmet kullanımında başarıyı arttıracağını göstermektedir. Bu prensipler; *Bulunabilirlik (Availability), *Ulaşılabilirlik (Accessibility), *Yaklaşılabilirlik (Approachability), *Kabul edilebilirlik (Acceptability), *Uygunluk (Appropriateness), *Ödenebilirlik (Affordability) Birinci basamak hekimi, adolesanı yaşadığı her çevrede(okul,ev,sosyal çevreler) değerlendirebilecek bilgi ve deneyim sahibi olabilen, ona biyopsikososyal bakış açısı ile yaklaşan, gereksinimlerini belirleyip, beraber hizmet sunum planı yapabilen ve sağlık hizmet politikaları geliştirebilen, toplum yönelimli çalışabilen, disiplininin ilkelerini her şartta uygulayabilen bir hekim olmalıdır. Adolesanın kendisine sağlık hizmeti veren hekimin yanından kendisinin bir doktoru olduğu duygusu ile ayrılmasıdır. Aile Hekimi, hizmet almak isteyenlere biyopsikososyal bakış açısı ile sürekli, koordineli, aile ve toplum yönelimli ekip çalışması şeklinde sağlık hizmetleri sunmaktadır. Sağlık hizmetlerinin adolesanlar tarafından kabul edilebilir bulunabilmesi için hizmet verici ekibin multidispliner, biyopsikososyal yaklaşımı esas alan bilgi, davranış ve tutum sergilemesi esastır. 67 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul HALK SAĞLIĞI BAKIŞ AÇISINDAN ERKEN YAŞTA (ZORLA) EVLENDİRME ve ERGEN GEBELİKLERİ Yard. Doç. Dr. Nüket Paksoy Erbaydar Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyesi Hacettepe Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜKSAM) Yönetim Kurulu üyesi Erken yaşta evlendirme genel olarak 18 yaşını doldurmamış kadın ya da erkeğin evlendirilmesi olarak kabul edilmekle birlikte Birleşmiş Milletler ülkelere koşullarına göre daha küçük evlenme yaşı belirleme olanağı vermektedir. Ancak 18 yaşından küçük kişilerin duygusal ve bedensel gelişimi ve eğitim gereksinimlerinin sürmesi, çocukların evlilik için gerekli aydınlatılmış olurlarını almanın mümkün olmaması nedeniyle evlilik kararı vermeye ve evlenmeye hazır olmadığı kabul edilmektedir. Erken yaşta evlendirmede “rıza” var gibi görünse de çoğu zaman kişinin kendi isteği dışında/zorla evlendirildiği, bu nedenle erken yaşta evlendirmelerin tümünün zorla evlendirme olarak tanımlanması gerektiği ifade edilmektedir. Zorla evlendirme bir ya da her iki kişiden birinin özgür ya da geçerli ve tam olur vermediği evlilik biçimi olarak tanımlanmaktadır. Bu tür evlendirmeler, erken yaşta evlendirme yanında erişkinler arasında rızaya dayanmayan evlilikleri de kapsamaktadır. Zorla evlendirmede değişik derecelerde güç kullanımı, zorlama, aldatma, ailenin ya da toplumun üyeleri tarafından yapılan duygusal baskı, kaçırılma ya da hapsedilme durumları söz konusudur. Zorla evlendirilen kişinin ailesinin yaptığı duygusal baskı, ailenin sosyal olarak ayakta kalmasının ve itibarının tehlikede olduğunun sürekli tekrarlanması, kişinin yalnız bırakılması ve onunla konuşmanın reddedilmesi şeklinde olabilmektedir. Daha ağır durumlarda kişi fiziksel ya da cinsel istismara, tecavüze uğrayabilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti konuyla ilgili uluslararası yasal düzenlemelerin tümünü onaylamış ve kendi yasalarını da bu çerçevede yeniden düzenlemiştir. Ancak bütün Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de evlilik için gerekli en küçük yaş ve özgür iradeyle ve tam olurla evlenme koşullarının sağlanmasında hala büyük sorunlar olduğu, erken evliliklerin yaygın bir biçimde yapıldığı ve bu evliliklere bağlı sağlığın bütün boyutlarını etkileyen sonuçlarının olduğu ve ortaya çıkan sorunların neredeyse tamamen kadınları etkilediği görülmektedir. Bu nedenlerle zorla ve erken yaşta evlendirme kadınların temel insan haklarını ihlal eden bir durum olarak kabul edilmektedir. Erken yaşta (zorla) evlendirmeler en fazla gelişmekte olan ülkelerde yaşayan kadınları etkileyen bir sorundur. Ancak bu konuda sağlıklı verilere ulaşmak, sorunun sosyal ve yasal boyutları nedeniyle güçtür. Nüfus kaydı olmayan kadınlar için ise imkânsızdır. International Centre for Research on Women, 2003 yılı itibarıyla dünyada 18 yaşından küçük 51 milyon kadın bulunduğunu, bu sayının gelecek on yıl içinde yüz milyona ulaşacağını tahmin etmektedir. Benzer biçimde en az gelişmiş elli ülkedeki 20-24 yaş grubundaki kadınların %38’inin 18 yaşına gelmeden evlendiği ifade edilmektedir. Amerika Birleşik Devletlerinde 15-19 yaş grubundaki kadınların %4’ünün, Afganistan’da ise %54’ünün evli olduğu belirtilmektedir. Türkiye’de ise Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü ile Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 2006 yılında yürütülen Aile Yapısı Araştırması’na göre araştırmaya katılan evli kadınların %31,7’si, erkeklerin ise %6,9’u 18 yaşından önce evlenmiştir. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2008’e (TNSA 2008) göre ise araştırma kapsamındaki 15-19 yaş grubundaki kadınların %9,6’sının evli olduğu saptanmıştır. Bu araştırmada kadınlar için ortanca ilk evlenme yaşının 20,8 olduğu, bir başka ifadeyle kadınların yarısının bu yaştan önce evlenmiş olduğu saptanmıştır. Türkiye’de kadınlar için ilk evlilik yaşı ortancası zaman içinde düzenli artmakla birlikte hala oldukça düşüktür. Erken yaşta evlendirmenin çeşitli nedenleri vardır. Geleneksel toplum yapısının sürmesi, ailelerin çocukları ve aileleri için en iyisini yaptıklarına dair inançları (sevgi manipülasyonu), yoksul ailelerin kız çocuklarını “ekonomik yük” olarak görmeleri ve evlendirerek onlardan kurtulmak istemeleri, kızların gelir sağlamak, aileyi ya da ailenin sınıfsal durumunu güçlendirmek için kullanılması, evlilik öncesi cinsellik konusunda duyulan korku, kızın iyi bir evlilik yapmasını 68 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul engelleyecek cinsel içerikli dedikodu korkusu, kızların bekaretine endeksli aile onuru, kızın bekaretinin korunması için ilk adet sonrası evlendirme, göçmen ailelerin kızlarını geldikleri ülkeden bir kişi ile evlenmeye zorlamaları, kadın ticareti ve askerlerle evlendirme gibi nedenler sayılmaktadır. Ancak bütün bu sayılan nedenlerin temelinde kız çocuklarının güçlenmesinin önlenmesi ve cinsiyetleri arası eşitsizliği koruma ve sürdürmenin bulunduğu görülmelidir. Erken yaşta evlendirmelerin sonuçları oldukça ağırdır. Aileden ayrılma, yaşıtlarından ve arkadaşlarından ayrılma, sosyal hizmetlere ve sağlık hizmetlerine ulaşma zorluğu, eğitim hakkından alıkonma, ekonomik bağımsızlığın olmaması, istenmeyen evlilikten kurtulma güçlüğü, resmi olmayan evlilikler nedeniyle hak arama şansı bulamama, artmış şiddet görme riski, artmış tecavüz riski, artmış CYBE ve HIV/AIDS bulaşma riski, riskli gebelikler ve zor doğumlar, (fistüller, vajen yırtıkları, inkontinens gibi kalıcı yeti yitimi durumları), artmış anne ölüm hızı ve namus bahanesiyle öldürülme bu sonuçların bazılarıdır. Erken yaşta evlendirmelere yönelik uluslararası tutumun zaman içinde farklılaştığı görülmektedir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında bu sorun kadınların üreme çağını uzatarak aile büyüklüğünün artmasının ve Dünya nüfus artışının nedeni olarak algılanırken, 1990’lı yıllarda anne- çocuk sağlığına yönelik risk olarak tanımlanmasının yanında HIV/AIDS açısından yüksek risk taşıyan ergenlerin sağlığı ile ilgili bir sorun, ergen gebeliği açısından belirleyici faktör ve erken yaşta çocuk bakma yükümlülüğü gibi görülmüştür. Geçen on yılda kız çocuklarının eğitim alma ve eğitimine devam etme hakkı, kız çocuğunun ev işleri için yetiştirildiği ve genç yaşta evlendirilmesi gibi geleneksel tutumlar ile mücadele, özel korunmaya gereksinim duyan kız çocuklarının evlendirerek cinsel istismara uğratılmaları ve HIV/AIDS’e karşı korumak ya da ailenin üzerindeki ekonomik yükünü azaltmaya dönük yaklaşımlarla mücadele şeklindeki bir yörüngede seyretmiştir. Bugün gelinen noktada kadınların erken yaşta evlendirilmesi kadın ve çocukların insan haklarının ihlali olarak değerlendirilmekte ve sorunla mücadelede bu yaklaşım temel alınmaktadır. Erken yaşta evlendirmelerin ergen gebeliklerine neden olacağı açıktır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tahminlerine göre Dünyada her yıl 15-19 yaş grubundaki kadınların yaklaşık 16 milyonu (bütün ergen kadınların %11’i) doğum yapmaktadır ve bu doğumların %95’i düşük ve orta gelir düzeyine sahip olan ülkelerde meydana gelmektedir. TNSA 2008’e göre 15-19 yaş grubundaki kadınların %3,9’unun çocuk sahibi olduğu, %2’sinin ise ilk çocuğuna gebe olduğu saptanmıştır. Erken yaş gebelikler ve doğumların riskleri günümüzde çok iyi bilinmektedir. Bu sağlık sorunları hem anne hem de bebek için artmış ölüm riskinin yanında prematür doğumları, doğum sırasında artmış komplikasyon riskini, sağlıksız düşükleri, demir eksikliği anemisi gibi morbidite nedenleri ile yenidoğan için düşük doğum ağırlığı gibi sorunları içermektedir. Dünyada gebeliğe bağlı ölümler 15-19 yaş grubundaki kadınların ölüm nedenleri sıralamasında en üstte yer almaktadır. Bu yaş grubunda olup gebe olan kadınlar 20-24 yaş grubundaki kadınlara göre 20 ile 200 kat daha fazla ölme riski ile karşı karşıyadır. Ergen gebeliklerine bağlı ölümlerin temel nedenleri olarak kanama, sepsis, preeklampsi ve doğum travmaları sayılmaktadır. Bununla birlikte bütün bu nedenlerin temelinde özellikle 15 yaş altı ergenlerdeki gebeliklerde fiziksel gelişmesini tamamlamamış olmasının bulunduğu unutulmamalıdır. Özellikle 10-15 yaş grubundaki kadınlarda doğumların travmatik geçmesi nedeniyle veziko-vajinal ya da rekto-vajinal fistüllerin çok sık görüldüğü ifade edilmektedir. DSÖ Dünyada fistül problemi bulunan iki milyon kadın olduğunu tahmin etmektedir ve bu rakamlara her yıl elli ile yüz bin arasında kadın eklenmektedir. Fistül sorunu cerrahi olarak müdahale edilmediğinde çözülemez. Fistül sorunu yaşayan kadınlar sağlık hizmetine ulaşamadıkları gibi, eşleri tarafından da terk edilirler, Nijerya gibi bazı ülkelerde fistüller boşanmaların %63,3’ünün nedeni olarak ortaya çıkar. Ergen gebeliklerde doğum öncesi bakım hizmeti alma ve sağlıklı koşullarda doğum düzeyi de daha düşüktür. DSÖ, yaş faktörünün tek başına ergen gebeliklerdeki sorunları açıklayamayacağını, özellikle 15 yaş altı gebeliklerde, fiziksel gelişimin tamamlamamış olması kritik önem taşımakla birlikte, yoksulluk, sosyal statü düşüklüğü, cinsiyet ayrımcılığı, eğitim hakkından yararlanamama, beslenme yetersizlikleri, sağlık hizmetine ulaşamama, doğum öncesi bakım hizmeti almama ve acil obstetrik hizmetlere erişememe gibi faktörlerin bir araya gelerek ergen gebeliklerdeki mortalite ve morbiditenin nedenini oluşturduğunu ifade etmektedir. Ergen yaşta gebeliğin ve çocuk sahibi olmanın bu kadınlar için ruhsal ve sosyal yönü de çok ağırdır. Ayrıca genç anne yaşı doğan çocukta sağlık sorunlarını getirir. Özellikle bu çocuklarda kazalar ve enfeksiyonlarda da artış görülmektedir. 69 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Erken evliliklerin önlenmesi için denetimlerin ve cezaların artırılması gerekmektedir. Zorunlu temel eğitimin süresinin uzatılması, yoksulluğun ortadan kaldırılması, kadın erkek eşitsizliği ile mücadele, aile eğitimleri, ergenlik döneminde üreme sağlığı ve cinsel sağlık ve cinsel haklar eğitiminin yaygınlaştırılması, ergenlerin üreme sağlığı hizmetleri dahil sağlık hizmetlerine erişimlerinin sağlanması, ergenleri de içine alan sağlıklı ve isteğe bağlı düşük hizmetlerinin yaygınlaştırılması, ergen gebeliklerin yakın takibi, evlendirilip mutsuz olan ve evliliğini sürdürmek istemeyen ergenlere yönelik destek hizmetleri, bu destek hizmetlerini verecek sivil toplum kuruluşlarının, kadın örgütlerinin desteklenmesi, nüfusa kaydedilmeyen kadınların ve çocukların saptanması için özel çaba gösterilmesi, resmi nikahların desteklenmesi, erken evliliklerin ve ergen gebelikleri konusunda savunuculuk çalışmaları ile toplumun tutum ve davranışlarının olumlu yönde değiştirilmesi çabaları önemlidir. Erken evliliklerin önlenmesi için denetimlerin ve cezaların artırılması ve caydırıcı nitelik kazanması gerekmektedir. Zorunlu temel eğitimin süresinin uzatılması, yoksullukla ve başta kadın erkek eşitsizliği olmak üzere eşitsizliklerle mücadele, aile eğitimleri, ergenlik döneminde üreme sağlığı ve cinsel sağlık ve cinsel haklar eğitiminin yaygınlaştırılması, ergenlerin üreme sağlığı ve aile planlaması hizmetleri dâhil sağlık hizmetlerine erişimlerinin sağlanması, ergenleri de içine alan sağlıklı ve isteğe bağlı düşük hizmetlerinin yaygınlaştırılması, ergen gebeliklerin yakın takibi, evlendirilip mutsuz olan ve evliliğini sürdürmek istemeyen ergenlere yönelik destek hizmetleri, bu destek hizmetlerini verecek sivil toplum kuruluşlarının, kadın örgütlerinin desteklenmesi, nüfusa kaydedilmeyen kadınların ve çocukların saptanması için özel çaba gösterilmesi, resmi nikâhların desteklenmesi, erken evliliklerin ve ergen gebelikleri konusunda savunuculuk çalışmaları ile toplumun tutum ve davranışlarının olumlu yönde değiştirilmesi çabaları önemlidir. Kaynaklar -TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, Erken Yaşta Evlilikler Hakkında İnceleme Yapılmasına Dair Alt Komisyon Raporu, 2010. -http://www.un.org/womenwatch/daw/egm/vaw_legislation_2009/Expert Paper Cheryl Thomas revised.pdf . Erişim tarihi:22.10.2010 -UNICEF, Early Marriages, Child Spouses. Inocenti Digest. No. 7, March 2001. -http://www.pathfind.org/site/DocServer/PIE_final_report_early_marriage -www.unhcr.org/cgi-bin/texis/vtx/refworld/CEDAW marriage -http://www.who.int/making_pregnancy_safer/topics/adolescent_pregnancy/en. Erişim tarihi: 27.10.2010. -http://www.aile.gov.tr/files/AileYapısı 2006.pdf. Erişim tarihi: 29.10.2010. -Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (2009) Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması, 2008. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve TÜBİTAK, Ankara, Türkiye. -Population Reports Series Volume XXIII, Number 3, October, 1995. -Trends in the Timing of First Marriage Among Men and Women in the Developing World. 2005 no. 202. 70 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul AİLE RUH SAĞLIĞINDA ENÜREZİNİN ÖNEMİ Yrd. Doç. Dr. Oğuzhan Zahmacıoğlu Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı Enürezi insanlığın en yaygın görülen ama en az konuşulan olgularından birisidir desek abartmış olmayız. Hatta; hem en ciddiye alınanı hem de en hafife alınanı da denebilir. Enürezi, çocuk/ergenlerde çok ciddi ruhsal bozuklukları ortaya çıkarabilir veya alevlendirebilir. Dahası, kimi ruhsal bozukluklar ikincil olarak enürezi başlatabilir.Bir çalışmada çocuklar, enürezinin yarattığı stresi ebeveyn boşanmasının yarattığı strese eş değer görmüşlerdir. Fakat bunun yanında, sıklıkla ailemizde veya etrafımızda rastladığımız, günlük hayatımızın oldukça sıradan olgularından birisidir. Bu kadar yaygın ve sıradan algılanan bir olgu nasıl olur da bir çocuğun/ergenin ruhsal iklimini yoğunlukla etkileyebilir? Ebeveyn-çocuk/ergen ilişkisini ve ruhsal olgunlaşma sürecini nasıl ve ne derece sekteye uğratabilir? Bu panel konuşmasında bu soruların yanıtları tartışılacaktır. 71 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ADOLESAN SAĞLIĞI, ADOLESAN HEKİMİNİN GÖZÜ İLE NASIL OLMALIDIR? Prof. Dr. Orhan Derman 72 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 73 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 74 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 75 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 76 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 77 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 78 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul TİP I DİYABETTE YENİLİKLER Dr. Ömer Tarım • • • • • • • Tanı ve sınıflama ile ilgili yenilikler Diyabeti önlemeye yönelik çalışmalar Pankreas nakli İnsülin pompası Kan şekeri izlemi ile ilgili yenilikler Yapay pankreas Gen tedavisi Tanı Kriterleri Semptomların varlığında rasgele bakılan kan şekerinin >200 mg/dl olması. veya Açlık kan şekerinin>126 mg/dl olması. veya OGTT 2. saat kan şekerinin >200 mg/dl olması. Bozulmuş açlık kan şekeri: 100-126 mg/dl Tartışmasız hiperglisemi ve akut dekompensasyon yoksa bu kriterler başka bir günde testlerin tekrarlanması ile doğrulanmalıdır. Stres hiperglisemisinin ayırıcı tanısı için ve tip II diyabet risk gruplarının belirlenmesi için HbA1c düzeyinin 5.6 g/dl üzerinde olması anlamlı kabul edilmektedir. Diyabetin Sınıflandırılması Tip 1: B-hücre hasarı sonucunda gelişen mutlak insülin yetersizliği Tip 2: Göreceli insülin yetersizliği ile birlikte insulin direnci Diğer tipler: B-hücre fonksiyonlarındaki genetik kusur nedeniyle erken gelişen tip 2 DM (otozomal dominant) HNF-1a, 12. kromozom (MODY3) HNF-4a, 20. kromozom (MODY1) Glukokinaz, 7. kromozom (MODY2) Diğer: eksokrin pankreas hastalıkları, endokrinopatiler, ilaca bağlı, enfeksiyonlar Tip 1 Diyabetin Önlenmesi • Birincil korunma • Risk altındaki bebeklere hayatın en az ilk 6 ayı içinde inek sütü verilmemesi • Hayatın erken dönemlerinde Zn eksikliğinin giderilmesi veya D-vitamini verilmesinin yararlı olabileceği öne sürülüyor. • İkincil korunma o Nikotinamid o Ağızdan veya enjeksiyonla insülin o Burundan insülin • Üçüncül korunma Tip 1 Diyabet ve D-Vitamini • Finlandiya’da süt çocuğu döneminde D-vitamini verilenlerde, sonraki yaşamda tip 1 diyabet gelişme olasılığı, D-vit verilmeyenlere göre daha düşük bulunmuş. 79 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ‘Diabetes Prevention Trial-Type 1’ SONUÇ Riskli kişilerde kullanılan dozda insülin tip 1 diyabeti önlememekte ve geciktirmemektedir. Oral insulin administration and residual β-cell function in recent onset type 1 diabetes: multicenter, randomized controlled trial SONUÇ: Yeni başlayan tip 1 diyabette, oral insülin β-hücre işlevindeki sürekli kaybı durdurmamaktadır. ENDIT:European Nicotinamide Diabetes Intervention Trial SONUÇ: Öngörü başarılı; fakat önleme başarısız. Tip 1 diyabetli hastaların yüksek riskli akrabalarında diyabeti önleme araştırmaları DIABETES AUTOIMMUNITY STUDY IN THE YOUNG(DAISY) • • Doğumda adacık otoantikorlarının bulunması adacık otoimmünitesinin devam edeceğini gösterir mi? Kord kanında bulunan otoantikorlar adacık otoimmünitesini öngörmüyor ve bu otoantikorlar çoğunlukla anneden kaynaklanıyor. TRIAL TO REDUCE IDDM IN GENETICALLY AT RISK (TRIGR) • • • Genetik olarak yüksek riskli bebekler, hayatın ilk 6 ayında, anne sütünün kesilmesinden sonra inek sütü-temelli mama veya kazein hidrolizat mamayla beslendiler. 10 yıl sonra diyabet insidansının izlenmesi planlandı. 2 yıl sonraki ara değerlendirmede inek sütü alanların %10’unda ve hidrolizat alanların %3.6’sında en az bir adacık hücresi otoantikoru saptandı (p=0.06 ). BABYDIAB STUDY • Tip 1 diyabetli ebeveynlerin yenidoğan bebekleri • Almanya’da 1989-2003 yılları arasında ileriye dönük olarak izlendi. • 1610 çocukta doğumda, 9. Ayda, 2, 5 ve 8 yaşlarında adacık hücre antikorlarına bakıldı. 5 yaşında çalışmadan çıkma oranı %14.4’tü. • 5 yaşında adacık hücre antikor sıklığı %5.8 bulundu. • Sadece anne sütü veya karma beslenme antikor riskini değiştirmedi. Fakat, gluten içeren besinlerin 3 aydan önce başlanması adacık hücre antikor riskini 4 kat artırdı. 6 aydan sonra başlanmasının herhangi bir etkisi görülmedi. Sonuç • • • • A.B.D’de düşük doz insülin enjeksiyonu ile yapılan araştırma olumsuz sonuçlandı. Avrupa’da nikotinamid çalışması olumsuz sonuçlandı. Çocuğunuzda diabeti önlemek için yapabileceğiniz herhangi bir şey yoktur. Bugün için Tip 1 diabetli hastanın birinci derece yakınlarına önerilen herhangi bir önlem bulunmuyor. Adacık hücresi transplantasyonu • Sağlıklı adacık hücreleri bir donör pankreasından izole edilerek saflaştırılır ve bir kateter yardımıyla portal vene infüzyon yoluyla verilir. 80 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul • • • Ömür boyu immunosupresif tedavi gereklidir. A.B.D.’de 1 milyon tip 1 diyabetli hasta olmasına karşın yılda 20,000 donör bulunabilmektedir. Halen, araştırma projesi dışında, sadece böbrek transplantasyonu ile birlikte uygulanmaktadır. Sürekli s.c. insülin infüzyonu (CSII=Insülin pompaları) Eksternal Implante edilebilen İmplante edilebilen insülin pompası i.v. ve i.p. yollara daha kolay erişim Enfeksiyon ve kateter hasarı riski daha düşük Ana komplikasyonu kateter oklüzyonu Halen deneysel Pompanın Metabolik Avantajları • Daha iyi glisemik kontrol • Daha iyi farmakokinetik o Daha az hipoglisemi o Daha az insülin gereksinimi • Yaşam kalitesinin iyileşmesi Pompanın Çoklu Enjeksiyona Göre Farmakokinetik Avantajları • Sadece regüler veya çok hızlı insülin analoglarını kullanır o Modifiye insülinlere göre daha öngörülebilir insülin emilimi sağlanır. (varyasyon %3’e karşın %25-52) • Tek enjeksiyon bölgesi kullanır o Bölge değişikliği nedeniyle emilimdeki varyasyonlar önlenir. • • Subkutan insülin deposunun çoğu ekarte edilmiş olur. Programlı infüzyon fizyolojik pankreas fonksiyonunu taklit eder. Glukoz Sensörleri (Algılayıcıları) • In vitro algılayıcılar • Sürekli subkutan KŞ izlem sistemi • Glucowatch • In vivo algılayıcılar 81 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Sürekli Glukoz İzleme Sistemi (CGMS) 12 saate kadar, 20 dakika aralıklarla perkutan glukoz izlem sistemidir. Avantajları Non-invaziv Güvenilir Sık Hipoglisemi alarmı Dezavantajları Pahalı Cild iritasyonu yapabilir. Yapay Pankreas Kapalı devre insülin infüzyon sistemi Glukoz algılayıcıların KŞ ölçümlerine göre bilgisayar ile ayarlanan dozda insülin veya glukoz infüzyonu sağlanır. Karmaşık ve boyutlarının büyük olması nedeniyle kullanımı sınırlı. Gen Tedavisi • Barsak ve karaciğer hücrelerinin insülin salgılayan hücrelere dönüştürülmesi. • Sıçandan alınan pluripotent kök hücrelerinin fare blastosistine enjeksiyonu . • Adacık hücre transplantasyonunun etkinliğinin artırılması için hücrelere antiptotik ve anjiyojenik genlerin eklenmesi. Kaynaklar: 1. Hypponen E, Laara E, Reunanen A, Jarvelin MR, Virtanen SM. Intake of vitamin D and risk of type 1 diabetes: a birth-cohort study. Lancet 2001, Nov.3; 358 (9292):1476-1478. 2. Chaillous L, Lefèvre H, Thivolet C, et al. Oral insulin administration and residual beta-cell function in recent-onset type 1 diabetes: a multicentre randomised controlled trial. Diabète Insuline Orale group. Lancet. 2000 Aug 12;356(9229):526-7. 3. Stanley HM, Norris JM, Barriga K, et al. Is presence of islet autoantibodies at birth associated with development of persistent islet autoimmunity? The Diabetes Autoimmunity Study in the Young (DAISY). Diabetes Care. 2004 Feb;27(2):497-502. 4. Ziegler AG, Schmid S, Huber D, Hummel M, Bonifacio E. Early infant feeding and risk of developing type 1 diabetes-associated autoantibodies.JAMA. 2003 Oct 1;290(13):1721-8. 5. Kobayashi T, Yamaguchi T, Hamanaka S, et al. Generation of rat pancreas in mouse by interspecific blastocyst injection of pluripotent stem cells. Cell. 2010 Sep 3;142(5):676-8. 6. Hughes A, Jessup C, Drogemuller C,et al. Gene therapy to improve pancreatic islet transplantation for Type 1 diabetes mellitus. Curr Diabetes Rev. 2010 Sep 1;6(5):274-84. 82 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ADOLESAN JİNEKOLOJİSİ: VAJİNAL AKINTIYA YAKLAŞIM Doç. Dr. I. Pınar Zarakolu-Köşker Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Enfeksiyon Hastalıkları Ünitesi Vajinal akıntı, koku ve kaşıntı adolesan döneminde de sık karşılaşılan jinekolojik şikayetlerdendir. Semptomatik kişilerin 1/3’ünde patojenik mikroorganizmanın saptanamaması gerek hastalar, gerekse de doktorların hangi akıntının normal, hangisinin patolojik olarak algıladığı konusunda farklılıklar olduğunu düşündürmektedir. Akıntı rengi (beyaz, gri, sarı, berrak), yapısı (peynirimsi, semisolid, krem, viskoz, nonhomojen, ince) ve kokusu (kokusuz, minimal kokulu, kötü olmayan kokulu, kötü kokulu) konusunda da tanımlar çeşitlilik göstermektedir. Üzerinde uzlaşılan konu kaşıntı, irritasyon, kızarıklık ve ödem gibi bulguların normal koşullarda olmaması gerektiğidir. Asemptomatik kadınlarda ortalama vajinal akıntı miktarı 1.55 gr/8 saat olarak saptanmıştır. Moghissi ve ark’na göre menstruel döngü boyunca üretilen servikal mukus folliküler dönemde 2.68 ml’den, midsiklusda 3.97 ml’ye çıkmakta ve luteal dönemde 2.13 ml’ye düşmektedir. Viskozite ise ters orantılı bir seyir göstermekte, midsiklusda düşerken, luteal dönemde maksimuma ulaşmaktadır. Bu yazıda mikrobiyal etiyolojiye bağlı olarak gelişen enfeksiyöz vajinal akıntının ayırıcı tanısı üzerinde odaklanılmıştır. Vajinal enfeksiyon etkenleri bakteriyel vajinozis (BV), vulvovajinal kandidiazis (VVC) ve trikomoniazis; servisit yapan etkenler ise Chlamydia trachomatis ve Neisseria gonorrhoeae olarak ele alınmıştır. Enfeksiyöz vajinal akıntı Bakteriyal vajinozis: Cinsel yolla bulaşan bir hastalık veya inflamatuar durum değildir. Anormal vajinal akıntının en sık nedenidir. BV ise eskiden nonspesifik vajinit olarak adlandırılmakta olan, normal vajen florasında bulunan Gardnerella vaginalis, Mobiluncus türleri, Mycoplasma hominis ve çeşitli anaerob bakterilerin artarak laktobasillerin yerini almasıyla meydana gelen bir tablodur. BV’in CYBE olmadığı cinsel aktivite ile bir ilişkisinin olduğu ve pelvik inflamatuvar hastalık (PIH) yanı sıra doğum eylemi ile ilgili komplikasyonlar için önemli bir risk faktörü oluşturduğu bilinmektedir. Tipik olarak hastaların vajinal akıntısında, eşlik eden başka bir enfeksiyon yoksa, beyaz kan hücrelerine rastlanmaz ve inflamatuar vajinit yerine vajinozis terimi kullanılır. Olguların %50’den fazlası asemptomatik olabilir. Semptomatik olgularda başlıca şikayet anaerobların yol açtığı kötü kokulu, homojen, berrak, gri-beyaz vajinal akıntıdır. Vulvovajinal kaşıntı ve acı nadirdir. Vulvovajinal kandidiazis: Vajinitin ikinci en sık nedenidir. Birçok mantar enfeksiyonu kronik kolonizasyon sonrası meydana gelir. Antibiyotik tedavisi, diabetes mellitus, immun yetmezlik durumları maya enfeksiyonlarına zemin hazırlayıcı faktörlerdir. Üreme çağındaki kadınların %75’i hayatları boyunca en az 1 kez, %50’si birden fazla kez VVC atağı geçirirler ve enfeksiyonların %80-90’ı Candida albicans’a bağlıdır. Asemptomatik normal floralı kadınlarda kandida için %10-30 kültür pozitifliği bildirilmiştir. Semptomatik kadınlarda, vulvar kaşıntı ve/veya yanma başlıca şikayeti oluşturur. Klasik klinik görünüm beyaz, peynirimsi, kalın ve kokusuz vajinal akıntıya eşlik eden kaşıntılı vulvovajinit, yoğun vajinal veya vulvar eritem ve nadiren fissürler şeklindedir. Vulvovajinal kolonizasyon östrojen ile ilişkili olup, prepubertal ve postmenapozal dönemde nadirdir. Rekürren VVC sıklıkla premenstruel dönemde alevlenir ve hastalarda mannoz-bağlayıcı lektin sentezinde azalmayla ilişkili genetik polimorfizm bulunması, predispozisyon oluşturur. Kondom ve diyafram kullanımı, oral kontraseptif kullanımı, spermisid kullanımı, diabetes mellitus, immünsupresyon, oral seks ve antibiyotik kullanımı VCC ile ilişkilidir. Trikomoniazis: Trichomonas vaginalis, flagellalı bir protozoandır ve vajinitin üçüncü en sık nedenidir. Cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyondur. Erkeklerde sıklıkla asemtomatik seyir gösterir. Hastalarda vulvar ağrı, disparoni, disüri, miksiyon sıklığı ve köpüklü, yeşil, kötü kokulu akıntı vardır. Vajinal eritem belirgindir ve serviksde “çilek görünümü“ oluşturan punktat hemoraji olabilir. Aerobik vajinit: Anormal aerobik floranın baskın olduğu, pürülan vajinal akıntı ile seyreden bir vajinittir. Genellikle predominant mikroorganizma grup B streptokok, Escherichia coli ve Staphylococcus aureus’dur. Servisit: Mukopürülan servisit endoservikal kanalda sarı renkte eksuda ile tanınmaktadır. Servisit durumunda vajinal akıntı ya da cinsel ilişki sonrası anormal vajinal kanama görülebilmektedir. Bununla birlikte vakaların büyük çoğunluğu asemptomatik seyretmektedir. Bu durumda servikal sürüntü örneğinin Gram boyalı preparatının incelendiğinde PNL artışı saptanmaktadır. Bu yöntemle 1000’lik büyütmede her sahada 10’dan fazla PNL inflamasyonu göstermektedir. Mukopürülan servisit yapan iki önemli etken N.gonorrhoeae ve C.trachomatis’dir. Her ikisinin meydana getirdiği klinik tabloyu semptom 83 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ve bulgularla ayırt etmek mümkün değildir. Gonokoksik servisit tanısında GNID varlığı %50-75 oranında duyarlılığa sahiptir, kültür ile duyarlılık %90’a ulaşmaktadır. Vajinal akıntının kesin tanısı için laboratuvar testlerinin kullanımına ihtiyaç duyulur; çünkü tanıda semptomların hiçbiri tek başına belirleyici bulunmamıştır. Fizik muayene bulgularının da tanıda etkisi sınırlıdır. Vajinit tanısında mikroskopi tanıda en yararlı yöntem olarak belirlenmiştir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tanıda kullanılacak laboratuvar testlerinin verilen sağlık hizmeti düzeyine göre ayarlanması gerekliliğini vurgularken; laboratuvar düzeylerini perifer, orta düzey ve merkez laboratuvarlar olarak ayırmaktadır. Buna göre yukarda adı geçen etkenlerin neden olduğu enfeksiyonların tanısında kullanılacak testler belirlenmiştir. Vajinal enfeksiyonlarda; Perifer laboratuvarda vajinal akıntı örneği taze preparat hazırlanarak T. vaginalis ve Candida açısından araştırılmalıdır. Orta düzey laboratuvarda taze preparat yanı sıra pH, %10 KOH ve Gram boyama yapılmalıdır. T. vaginalis ve Candida yanı sıra BV açısından değerlendirmelidir. Merkez laboratuvarda taze preparat, pH, %10 KOH ve Gram boyama yanı sıra T. vaginalis ve Candida için kültür yapılmalıdır. Tanıda vajinal akıntının klinik olarak fizyolojik akıntıdan ayırt edilmesi önem taşır. İlk aşama spekulum muayenesidir, akıntının servikal ya da vajinal kaynaklı olup olmadığı ayırt edilmelidir. Akıntının özellikleri, vajinal mukoza ve vulva inflamatuvar bulgular ve diğer lezyonlar açısından değerlendirilmelidir. Vajinal akıntının pH’sının ölçülmesi, kokunun değerlendirilmesi ve mikroskopik inceleme hızlı ve kesin tanıya götürecek basamaklardır. Normalde vajen pH’sı asit iken BV ve trichomoniazis’de 4.5’un üstüne çıkar; yine her iki durumda koku testi pozitiftir. Koku testinde %10 KOH varlığında balık kokusu alınmaktadır. Kültür yapılması T. vaginalis enfeksiyonunun tanısında duyarlılığı yüksek bir yöntemdir. BV tanısında ise kültürün yeri yoktur, Gram boyalı preparatta gram-pozitif laktobasillerin kaybolması, yerine gram-değişken özellikte kokobasillerin çoğalması önem taşır. Nugent ve arkadaşlarının vajen florasında meydana gelen değişikliği skorlandırarak değerlendirdikleri bu yöntem oldukça güvenilir bulunmaktadır. Yine vajen epitel hücrelerinin gram-değişken özellikte kokobasillerle kaplanması ile gözlenen ‘ipucu hücreleri’nin varlığı %20’den fazla ise BV yönünden anlamlıdır. Gonokok enfeksiyonları tanısında; Perifer laboratuvarda sadece erkek hastadan alınan genital sürüntü örneğinin metilen mavisi/Gram boyama ile değerlendirilmesi uygundur. Orta düzey laboratuvarda kadın hastalardan alınan genital sürüntü örneği kültür ve ön tanı düzeyinde identifikasyon ile değerlendirmelidir. Merkez laboratuvarda genital sürüntü örneği kültür ve kültür sonrası kesin identifikasyon ile tanımlanmalı, antimikrobiyal duyarlılık testleri yapılmalıdır. Klamidya enfeksiyonları tanısında; Perifer laboratuvarda önerilen bir test mevcut değildir Orta düzey laboratuvarda genital sürüntü örneği hızlı testler veya Giemsa boyama ile değerlendirilebilir. Merkez laboratuvarda genital sürüntü örneği; DFA, EIA, hücre kültürü, DNA hibridizasyon, nükleik asit amplifikasyon yöntemleri ile değerlendirilebilir. Sonuç olarak ülkemizde vajinal akıntıya yaklaşımda laboratuar kullanım ve olanaklarının artırılması, sağlık çalışanlarının bu alanda duyarlılıklarının sağlanması ve ilgili branşlar arası bilgi paylaşımı son derece önem taşımaktadır. Kullanılacak yöntemlerin her birinin avantaj ve dezavantajları mevcuttur; testlerin seçiminde duyarlılık, özgüllük, kullanım kolaylığı ve maliyet her biri hesaba katılması gereken birer unsurdur. 84 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Kaynaklar 1. American Social Health Association. Diseases characterised by vaginal discharge. STD Counseling and Treatment Guide. 1st ed. New York, ASHA, 1995: 118-31. 2. American Social Health Association. Diseases characterised by urethritis and cervicitis: STD Counseling and Treatment Guide. 1st ed. New York, ASHA, 1995: 90-117. 3. Anderson M, Karasz A. Are vaginal symptoms ever normal? A review of the literature. MedGenMed 2004; 6: 49. 4. Centers for Disease Control and Prevention. 2006 guidelines for treatment of sexually transmitted diseases. MMWR, Morbid Mortal Wkly Rep 2006. 5. Godley MJ. Quantitation of vaginal discharge in healthy volunteers. Br J Obstet Gynaecol. 1985; 92: 739 – 42. 6. Hook EW, III, Hansfield HH. Gonococcal infections in the adult. Holmes KK, Mardh PA, Sparling PF et al. (eds): Sexually Transmitted Diseases. New York, Mac Graw Hill 1999: 451-63. 7. Moghissi KS, Syner FN, Evans TN. A composite picture of the menstrual cycle. Am J Obstet Gynecol. 1972; 114: 405 –18. 8. Schaaf VM, Perez-Stable EJ, Borchardt K. The limited value of symptoms and signs in the diagnosis of vaginal infections. Arch Intern Med. 1990; 150: 1929 – 33. 9. World Health Organization. Appropriate diagnostic tests for different levels of the laboratory system. Dyck VE, Meheus AZ, Piot P (eds). Laboratory diagnosis of sexually transmitted diseases. WHO, Geneva, 1999: 22-35. 10. Zarakolu P, Unal S. Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlar ve Genel Özellikleri. Topçu AW, Söyletir G, Doğanay M (eds). İnfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyolojisi. Nobel Tıp Kitabevi, Ankara, 2008: 1549-62. 11. Zarakolu P. Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar. Hacettepe Tıp Dergisi 2006; 37: 21-34. 85 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul SERIOUS MENTAL HEALTH PROBLEMS IN ADOLESCENTS Robert B. Zipursky MD FRCP(C) Professor and Chair, Department of Psychiatry and Behavioural Neurosciences Michael G. DeGroote School of Medicine 86 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 87 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 88 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 89 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 90 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 91 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 92 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 93 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 94 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul LEONARDO VINCI PROJESİ Dr. Sinem Akgül Hacettepe Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Adolesan Ünitesi 95 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 96 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 97 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ADOLESANLARDA SIK KARŞILAŞILAN KANSERLER Prof. Dr. Tezer Kutluk Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Bu yıl Mayıs ayında “Bulaşıcı olmayan hastalıklarla” mücadeleye dair bir rezolüsyonu Birleşmiş Milletler Zirvesinde oy birliğiyle kabul etmiş ve bu konuda Eylül 2011 yılında düzenlenecek olan Birleşmiş Milletler Toplantısına tüm üye ülkelerin Devlet Başkanlarının davet edilmesi planlanmış ve kronik hastalıklarla ilgili yeni bir dönem başlatılmıştır. Bu doğrultuda Uluslararası Kanser Kontrol Örgütü (UICC), Uluslararası Diyabet Federasyonu, Dünya Kalp Cemiyeti, Uluslar arası Tüberküloz ve Akciğer Hastalıkları Cemiyetleri ortak bir platform (Non-Communicable Disease, NCD Alliance) oluşturmuşlardır Bu önlemler her ne kadar erişkin yaştaki kanserleri hedef alsa da, bu kanserlerle ilişkili davranış biçimleri çocukluk ve gençlik döneminde şekillendiğinden konu ergenler için ayrı bir önem arzetmektedir. Kanser tüm Dünya’da artmaya ve can almaya devam etmektedir. Her yıl dünyada 12.7 milyon insan kansere yakalanmaktadır. Yedi milyon altı yüz bin insan ise kanserden ölmektedir. Dünyada şu an 25 milyon kanserli insanın bulunduğu tahmin edilmektedir. Böyle giderse 2030 yılında her yıl kanserden ölenlerin sayısı 7.6 milyondan 13 milyona yükselecektir. Her yıl görülen yeni kanser vakalarının sayısı ise %50 artışla 12.7 milyondan 21.4 milyona yükselecektir. Tüm kanser ölümlerinin %63’ü gelişmekte olan ülkelerde beklenmektedir. Bunda en önemli neden mevcut tütün kullanımı ve sağlıksız yaşam tarzıdır. Tüm kanser ölümlerinin %43’ü tütün, diyet ve enfeksiyonlarla ilişkilidir. Ülkemizde de her yıl en az 150 000 kişinin kansere yakalandığı öngörülmektedir. Tütün tüm kanser ölümlerinin %30’undan sorumludur. Dünya Sağlık teşkilatının başlattığı “Tütün Çerçeve anlaşması” ülkemizde de uygulanmış, 19 Mayıs 2008’da kapalı alanlarda ve kamusal alanlarda tütün yasakları başlamıştır, 19 Temmuz 2009’da ise lokanta, kahvehane ve kafe gibi alanlarda da yasaklar uygulanmaya koyulmuş Türkiye bu alanda en önde gelen ülkelerden biri durumuna gelmiştir. Bu yasakları desteklemek ve tütün kullanımını kontrol etmek konusunda herkese büyük sorumluluk düşmektedir. Obezite oranı birçok gelişmiş ülkede %25’leri aşmıştır. Sağlıklı beslenme ve fiziksel aktive tavsiyelerine hız kazandırmamız gerekmektedir. Kanser Taramalarının ülkemizde yaygınlaştırılması için devletin attığı adımların yanı sıra, insanlarımızın bilinçlendirilmesi için yine herkese büyük görevler düşmektedir, maalesef ülkemizde taramalardan yararlanan insan sayısı arzu edilen düzeylerin altındadır. Ergenlerde sık görülen kanserler erişkinlerden genel olarak biraz daha farklılık göstermektedir. Erişkinlerde akciğer, prostat, meme, serviks uteri, kolorektal kanserler gibi kanserler ön plana çıkarken, ergenlerde embriyonik tümörler daha sık görülmektedir. Çocuklarda ve adolesanlarda kanserlerler sırasıyla Doğu Avrupa’da milyonda 143 ve milyonda 166; Batı Avrupa’da ise milyonda 140 ve milyonda 193 sıklığında görülmektedir. Ergenlerde lenfomalar, kemik tümörleri, germ hücreli tümörler ön plana çıkmaktadır. Türk Pediatrik Onkoloji Grubu ve Türk Pediatrik Hematoloji Derneğinin yürüttüğü kanser kayıtları çalışmasında 2002-2009 yılları arasında görülen 12087 çocukluk çağı kanserinin 2756’su (%22.8) 10-14 yaş grubunda; 888’i ise (%7.3) 15-19 yaş grubunda bulunmuştur. Özetle tüm çocukluk çağı kanserlerinin neredeyse üçte biri 1019 yaş grubunda bulunmuştur. Her iki yaş grubunda da lösemi, SSS tümörleri ve lenfomalar ilk üç sırayı almaktadır. Erken çocukluk dönemi ile kıyaslandıında lösemi hala birinci sırada olmasına karşın, bunu takibeden tümörlerle arasındaki fark daha küçülmüştür. Çocuk ve ergenlerde görülen kanserle erişkin kanserlerine göre daha az görülen kanserler olmalarına karşın daha yüksek yaşam hızları ve ergenin önündeki beklenen yaşam süresi nedeni ile özel bir önem arzetmektedir. Bu açıdan çocuk hekimlerine, ergen sağlığı ile uğraşanlara ve onkoloji uzmanlarına önemli sorumluluklar düşmektedir. Bir başka önemli hususta, bu yaş gurubu hastaların farklı sağlık merkezlerinde zaman zaman erişkin zaman zaman çocuk hekimlerine gitmeleridir, eğer ergenlerde görülen bir hastalık çocuk hekiminin daha sık gördüğü hastalıklar arasında ise ve bu hasta erişkin hastalarla uğraşan hekime giderse, ya da aksine erişkinlerde sık görülen bir hastalık iken bu yaşı nedeni ile çocuk hekimi tarafından görülüyor ise bu grup hastalar en güncel bilgi ve deneyimden yoksun kalma tehlikesine maruz kalmaktadırlar. Bu açıdan bu yaş grubu kanserlerle uğraşan hekimlerin “disiplinler arası işbirliği” de özellikli ve önemli konulardandır. 98 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ERGENLER VE SINAV KAYGISI Doç. Dr. Tuncay Ergene Hacettepe Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Okullarda yarışmaya dayalı eğitim anlayışının egemen olduğu, eğitim sisteminde test temelli, eleyici bir uygulamanın yerleştiği bu süreçte dershanelerin daha yarışmacı bireyler yetiştirdiği görülmektedir. Ergenler, çoğu aşamada öğrenim yaşantılarına yön veren merkezi sınavlarla başa çıkmak durumunda kalmaktadır. Temel Eğitim ve Orta Öğretim kademesinde bulunan öğrencilerin %18’i sınav kaygısından olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu durum öğrencileri olduğu kadar, öğretmen ve velileri de etkileyen bir unsurdur. Yüksek düzeyde akademik başarı beklentisi öğrenciler üzerinde ciddi bir baskı oluşturmaktadır. Bu baskı, birçok öğrencinin sınavlarda yaşadıkları kaygı nedeniyle başarısız olmalarını tetikleyici bir etken olarak değerlendirilmektedir. Sınav kaygısı, tüm dünyada yaşanan yaygın bir durum olduğundan birçok öğrenci için akademik yaşamda önemli bir problem teşkil etmektedir. Sınav kaygısı, öğrencilerin akademik performanslarını olumsuz yönde etkilemekte, sahip olduğu potansiyeli ortaya koymalarını engellemekte, öğrenimlerini yarıda bırakmalarına neden olmakta ve yaşamlarındaki tercihlerini ve mesleki kararlarını sınırlamaktadır. Sınav kaygısı yüksek olan bireyler, bilişsel yeteneklerini yeterince ortaya koyamadıkları için, daha düşük statülü, değerlendirme ve rekabetin daha az olduğu mesleklere yönelebilmektedirler. Sınav kaygısına ilişkin çeşitli tanımlar yapılmış olmakla beraber, literatürde en yaygın olarak kullanılan tanımın Spielberger’e ait olduğu gözlenmektedir. Spielberger’e göre sınav kaygısı, formal bir sınav veya değerlendirme durumunda yaşanan, bireyin gerçek performansını ortaya koymasını engelleyen, bilişsel, duyuşsal, davranışsal özellikleri olan, bireyde gerginlik yaratan hoş olmayan bir duygu durumudur. Sınav kaygısının “kuruntu (worry)” ve “duyuşsallık (emotionality)” olmak üzere iki boyutu bulunmaktadır. “Kuruntu” sınav kaygısının bilişsel boyutudur. Bireyin kendisi hakkındaki olumsuz değerlendirmelerini, başarısızlığına ve yetersizliğine ilişkin olumsuz düşüncelerini ve iç konuşmalarını içerir. Kuruntu, bireyin sınav sırasında yapılması gerekeni yapamayacağına, karşılaştığı problemi çözemeyeceğine inandığı, “ya başaramazsam, ya yapamazsam” gibi olumsuz düşüncelerle dikkatinin dağılmasına neden olan bir süreçtir. “Duyuşsallık” ise sınav kaygısının duyusal fizyolojik yönünü oluşturan otonom sinir sisteminin uyarılmasıdır. Duyuşsallık, hızlı kalp atışları, terleme, ani ateş basması ve ardından üşüme, kızarma, mide bulantıları, sinirlilik ve gerginlik gibi bedensel tepkilerin bulunduğu bir süreçtir. Bu Sunumda, sınav kaygısı yüksek olan ergenlerin Türkiye’deki durumu, özellikle Üniversiteye giriş sürecinde ergenlerin bu süreçten nasıl etkilendikleri açıklanmakta, sınav kaygısını azaltma programlarının etkililiği sunulmaktadır. Buna ek olarak ergenlerle çalışan ruh sağlığı profesyonellerine yönelik olarak, ergen ve ebeveynlerle çalışmalarına yönelik önerilerde bulunulmaktadır. 99 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ADOLESAN MERKEZLERİNDEKİ HEMŞİRELİK YAKLAŞIMI Yüksek Hemşire Tülay Erdoğan Hacettepe Universitesi Tıp Fakültesi, İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi, Adolesan Ünitesi Adolesan kelime anlamı olarak Türkçe’ye “ergen” diye çevrilebilir. Bu dönem Dünya Sağlık Örgütü’nün kabul ettiği 10-19 yaş arasıdır. Ancak verilen sağlık hizmeti sunumunda çeşitli sorunlar oluşması nedeniyle başka tanımlarda geliştirilmiş, 15-24 arası “genç” 10-24 arası “gençlik” olarak tanımlanmıştır. Son fiziksel gelişme, üreme yeteneğinin kazanılması yanı sıra cinsel gelişme, psikososyal olgunlaşma bu dönemin karekteristik özellikleridir. Puberte, somatik büyümenin tamamlanması, sosyal ve bilişsel hareketlerin somuttan soyuta gelişimi, bağımsız kişilik kazanımı kariyer ve iş için hazırlanma evreleri bu dönemde yer alır. Bu değişiklikler eş zamanlı olmayıp, aynı toplum içinde bireysel farklılıklarda gösterebilir. Bu durum adolesanda, ailede, okulda ve toplumda çeşitli güçlükler oluşturur. Adolesanlara verilen sağlık hizmeti yılladır pek çok disiplin tarafından ele alınmış, bu durum verilen sağlık hizmetinin kalitesini olumsuz etkilemiştir. Ayrıca ergenler bilimsel çalışmalarda yeterince temsil edilmediğinden bu döneme ait çok az bilimsel veri bulunmaktadır. Çocuk sağlığıyla uğraşan birimlerde zamanla adolesan üniteleri kurulması gereksinimi doğmuş, açılan birimlerde multidisipliner yaklaşımla sağlık hizmetleri yürütülmeye başlanmıştır. Ülkemizde ilk adolesan ünitesi 1965 yılında Hacettepe Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı bünyesinde kurulmuş olup halen adolesanların ihtiyaçlarına uygun tedavi hizmetlerinin yanında koruyucu sağlık hizmetleri de verilmektedir. Adolesans iyi sağlıkla karekterize bir dönemdir. Ergenler sağlıklı olur düşüncesiyle hekime pek fazla başvurmazlar. Bu nedenle bu y aşlarda temeli atılan pek çok önlenebilir, önemli mortalite ve morbidite nedenleri atlanarak bunlarla yaşamın ileriki dönemlerinde uğraşılır. Ülkemizde pek çok ergenin hiç sağlık hizmeti almadığı, bu hizmetlerin yeterli ve erişilebilir olmadığı, yaygınlaşmadığı düşünülecek olursa sağlık personelinin herhangi bir nedenle hastaneye başvurmuş olma fırsatını çok iyi değerlendirilmesi gerekir. Ergen hastaneye çok istekli başvurmaz. Karşılaştığı en ufak olumsuzluk hizmete almaktan vazgeçmesine neden olabilir. Sabırsız ve toleranssızdır. Bu nedenle adolesan sağlık ekibinde yer alan herkesin adolesanın genel özelliklerini bilmesi, bu doğrultuda davranış ve tutum sergilemesi oldukça önemlidir. Sağlık ekibinin önemli bir parçası olan hemşirenin görev, yetki ve sorumlulukları oldukça geniş bir çerçevede, farklı bir özen gerektirir. Öncelikle güler yüzlü yaklaşım dirençleri kırıp güven oluşturmada oldukça önemlidir. Adolesan hemşiresi iyi bir dinleyici olmalı, problemlere onların gözüyle bakabilme becerisi geliştirmiş olmalıdır. Görünür şikayet dışında gizli bir gündem olabileceği unutulmamalı, herhangi bir durumda multidisipliner bir yaklaşım sunulmalıdır. İyi bir rol model olmanın gerekliliği unutulmamalıdır. Adolesanın fiziksel, cinsel ve psikososyal özellikleri iyi bilinmeli, bu dönemde sık karşılaşılan problemler, tanı ve tedavi yöntemleri konusunda yeterli bilgi donanımına sahip olmalıdır. Yapılan işin önemi ve sonucu nedenli değiştirebilir olduğu konusunda oldukça duyarlı davranmalıdır. Eğitim, araştırma, bilimsel veri toplama, analiz yapabilme özelliklerine sahip olmalıdır. Hastaneye gelen adolesan ve aile ilk önce hemşireyle karşılaşır. Doğru yere gelip gelmediğinde emin değildir. Çünkü bir çoğuna göre “adolesan” bilinmedik bir kavramdır. Muayene, tetkik, tedavi prosedürleri hakkında bilgi vermekle hemşirelik işlevleri başlar. Ergen muayeneye alınmadan önce, boy- kilo, gerektiğinde vital bulguları alınarak kaydedilir. Her işlem ve gerekliliği ergene açıklanır, muayene şekli hakkında ön bilgi verilir. Muayene önceliği olan hastalar belirlenerek hekimle işbirliğine geçilir. Muayene öncesi bilgi formları dağıtılarak değerlendirilir. İhtiyaca yönelik rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilir. Gerekli durumlarda fiziksel, cinsel muayene yapılırken ergene refakat edilir. Muayene sonrası isteme uygun İV, İM, SC, Oral, İnhaler ilaçlar yapılır. İmmunizasyon gerekli durumlarda aşılar yapılır. İstenilen labaratuvar örnekleri alınarak ilgili yerlere ulaştırılması sağlanır. Ergen ya da aileye tetkik sonuçlarının ilgili hekime getirmesi süreci anlatılır. Gerekli konsültasyonlar konusunda ergen yönlendirilir. Muayenesi bitip, tetkik aşamasına gelen aile ve adolesan biraz daha rahatlamış durumdadır. Memnuniyetini, şikayetini, beklentilerini ve hatta bazen örtülü gündemi çok daha rahat dile getirir. Bu noktada profosyenel yaklaşımın önemi unutulmamalıdır. Üniteye başvurup tanı alan takibe alınan hastaların izlemi hemşirenin tedavi edici hizmetleri içinde yer alır. 100 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Periyodik aralıklarla kontrole gelen, yeme bozuklukları (obezite, anoreksiya nevroza vs.), enürezis, jinekomasti, büyüme gelişme gerilikleri, vajinal akıntı, disfonksiyonel uterus kanaması gibi tanılar alan ergenlerin boy, kilo, vital bulgu takipleri yapılır, periyodik tetkikler alınarak sonuçlar kaydedilerek dosyalanır. Henüz yeterli sayıda ve yaygınlıkta adolesan merkezlerinin bulunmadığı ülkemizde, adolesan sağlığının korunması ve geliştirilmesi için mümkün olan her fırsat değerlendirilmeli, tüm sağlık ekibinin bu konudaki duyarlılığı arttırılmalıdır. Adolesan ve aile bu dönemde yaşanılanlar konusunda bilinçsizdir. Neyin normal neyin anormal olduğunu bilmemekten kaynaklı, hekime başvurma gereği duymaz. Herhangi bir nedenle merkeze başvuran aileye hangi durumlarda sağlık hizmeti alabileceği, yada alması gerekliliği konusunda rehberlik ve danışmanlık verilmelidir. Büyüme gelişme gerilikleri, pubertal sorunlar, aşırı tüylenme, meme hastalıkları, jinekomasti, yeme bozuklukları, ortopedik problemler, dermatolojik problemler, psikososyal problemler ergenin hastaneye başvurma sebepleridir. Adolesan ve aileye büyüme gelişme, cinsel gelişim evreleri, üreme organları ve işlevleri adolesanın başlangıç belirtileri, bu dönmede yaşanan psikososyal problemler konusunda bazen bireysel, bazen grup şeklinde bilgi verir. Bütün bunların yanı sıra koruyucu sağlık hizmeti kapsamında hemşire; beslenme, fiziksel aktivite ve spor, hijyen ve özbakım, aşılanma, kontraseptif yöntemler, adet hijyeni, kendi kendine testis ve meme muayenesi, sigara ve zararlı madde kullanımı, cinsel istismar gibi konularda rehberlik, danışmanlık eğitim işlevini yerine getirir. Adolesans kendini kanıtlama, kabul ettirme, beğeni toplama, popüler olma arzusunun çok büyük olduğu dönemdir. Prensip olarak hastalığa değil, ergenin bizzat kendisine eğilerek yaklaşılmalı bu yaklaşımın tanı ve tedavi planlanması ve girişimlerinde oldukça önemli olduğu unutulmamalıdır. Gençler bedensel, cinsel, psikolojik hızlı bir değişimin getirdiği şaşkınlık, bunlara ayak uyduramamanın doğurduğu sıkıntı, cinsel gelişimle birlikte uyanan dürtülerin etkisinde ve gergindirler. Kendilerini arama, bulma, yaratma çabası içerisinde yardıma muhtaçtırlar. Bu değişikliklerin bilincinde ve ihtiyaçların farkında olarak onlara yaklaşım, sorunları ve sorumlulukları ve geleceği saygı, sevgi, arkadaşça paylaşım ailenin görevidir. Bilinçli yaklaşım genç ve aile arasındaki çatışmaları, okulda başarısızlığa, evden kaçma, uyuşturucu alışkanlığı, intihar girişimi, ruhsal bozuklukları önleme çabalarında ilk adım olabilir ve her bakımdan sağlıklı gençler yetiştirme ümidimizi güçlendirir. Unutulmaması gereken en önemli şey; SAYGI KARŞILIKLI, SEVGİ SINIRSIZ OLMALI… 101 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul ADOLESANLARDA TERAPÖTİK İTTİFAK Psk. Dr. Zeynep Tüzün Psikoterapi süreci ve bu süreç içerisindeki bileşenlerin, bir başka deyişle ilişkisel değişkenlerin, tedavi sonucuna olan etkisi uzun yıllardır araştırılmakta olan bir konudur. Yeni dönem psikoterapi araştırmaları bu ilişkisel değişkenlerden terapötik ittifakın (therapeutic alliance) tedavi sonucunun yani psikoterapötik değişimin en iyi yordayıcısı olduğunu göstermektedir (Hovarth ve Bedi, 2002). Terapötik ittifak terapist ve hasta arasındaki ilişkinin doğasını açıklamak amacıyla kavramsallaştırılmış bir olgu olarak belirtilmektedir. Terapist ve hasta arasında iyi bir ittifakın kurulabilmesini etkileyen değişkenlerin neler olduğu psikoterapi araştırmalarına konu olmaya devam etmektedir. Alandaki literatür incelendiğinde yurt dışında son yıllarda bazı araştırmacıların, yetişkin psikoterapi sürecindeki ilişkisel değişkenleri incelemek amacıyla yapılan araştırmalarından elde edilen terapötik ittifakla ilgili bilgiler ışığında, ergen psikoterapisindeki terapötik ittifak olgusunu incelemeye başladıkları gözlenmektedir (Shirk ve Karver, 2003; Karver, Handlesman, Fields ve Bickman, 2005). Ergen psikoterapisindeki ilişkisel değişkenlerin belirlenmesi ve incelemesinin terapi ortamını güçlendireceği ve terapi sonucunun etkisini artıracağı açıktır. Nüfusunun önemli bir yüzdesinin ergen yaş grubunun oluşturduğu bir ülkede, ruh sağlığı alanında psikoterapi sürecindeki iyileştirici etmenlerin incelenmesinin yarar getireceği düşünülmektedir. Bu sunumda terapötik ittifak kavramı ve ergen psikoterapi sürecindeki etkisi ele alınacaktır. 102 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul KEMALPAŞA PROJESİ Dr. Zühtü Benli 103 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 104 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 105 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 106 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul BİLDİRİ ÖZETLERİ 107 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-1 BURSA GENÇLİK DANIŞMA VE SAĞLIK HİZMET MERKEZİNE BAŞVURAN GENÇLERİN BİLGİ VE DAVRANIŞLARI Aslı Yeşil¹, Ayla Keskin², Nejla Bozkurt², Senem Gökbudak², Dilek Şahin²,Nurhayat Feşel², Sena Bekar³ 1 :Uzm. Psk. Bursa İl Sağlık Müdürlüğü 1 Nolu AÇSAP Gençlik Danışma ve Sağlık Hizmet Merkezi. 2 : Hemşire Bursa İl Sağlık Müdürlüğü 1 Nolu AÇSAP Gençlik Danışma ve Sağlık Hizmet Merkezi. ³Dr. Bursa İl Sağlık Müdürlüğü 1 Nolu AÇSAP Gençlik Danışma ve Sağlık Hizmet Merkezi. Giriş: Çocukluktan ergenliğe geçiş dönemi olarak tanımlanan ergenlik, gencin fiziksel, cinsel, bilişsel ve psikososyal yönden gelişiminin en dinamik olduğu dönemlerden biridir (Çetin ve ark., 2008; Kınık, 2004; Derman, 2004). Adolesanların çok hızlı bir değişim süreci geçirmeleri, ihtiyaçlarının da farklılaşmasına neden olmaktadır. Bu nedenle adolesanın içinde bulunduğu durum dikkate alınmalı adölesanın ihtiyaçları karşılanmalıdır. Bu çalışma Bursa Gençlik Danışma ve Sağlık Hizmet Merkezine başvuran gençlerin bilgi ve davranışlarını tespit etmek için yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada tanımlayıcı araştırma yöntemi kullanılmıştır. Araştırma, Ocak- Eylül 2010 tarihleri arasında Bursa Gençlik Danışma ve Sağlık Hizmet Merkezine başvuran 273 gençle yapılmıştır. Gençlerin yaşları 10-25 arasında değişmektedir. Gençlerin yaş ortalaması 15’dir. Kullanılan Ölçme Aracı: Gençlik Danışma ve Sağlık Hizmet Merkezi Soru Formu: Araştırmacılar tarafından, “Bursa Sağlık Müdürlüğü Gençlik Danışma ve Sağlık Hizmetleri Randevu Formu” ve “Bursa Gençlik Danışmanlık ve Sağlık Hizmet Merkezi Adolesan/Genç İzlem Formu1” kullanılarak yeni bir form düzenlenmiştir. Bu formda gençlerin demografik bilgilerinin yanı sıra riskli davranış bilgileri, beslenme-spor-egzersiz yapma durumlarına yönelik bilgiler, sosyal ilişkiler ve cinsel sağlık ve üreme sağlığına ilişkin bilgiler yer almaktadır. Sonuç: Yapılan değerlendirme sonrasında gençlerin öncelikle “Aile ile iletişim”, “Başarıyı etkileyen faktörler” ve Stresle başa çıkma yolları” konularında danışmanlık almak istedikleri görülmektedir. Başvuran gençlerin %21’nin sigara, %10’unun alkol kullandıkları ve %3’ünün hayatlarında bir kez madde kullanmayı denedikleri tespit edilmiştir. Tartışma: Çalışmanın sonuçları değerlendirildiğinde gençlerin gençlik merkezlerine öncelikle aile içi iletişimde baş etmede zorlandıkları için başvurdukları görülmektedir. Ergenlik sürecindeki değişimin aileler tarafından da kabul edilmesinin zor olduğu düşünüldüğünde bu durum beklenilir bir sonuçtur. Yapılan tespitlerde gençlerin bu dönemde sıklıkla riskli davranışlar sergiledikleri görülmüştür. Sigara ve alkol kullanımı gibi riskli davranışlarda gençlerde farkındalık oluşturmak kurumda yer alan sağlık çalışanlarının da zorluk çektikleri konular arasında yer almaktadır. Bu nedenle buna yönelik hizmet içi kurslarla çalışanın bilgi gereksiniminin de sağlanması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Ergenlik dönemi özellikleri, aile ile iletişim, stres. KAYNAKÇA Çetin KS, Bildik T, Erermiş S, Demiral N, Özbaran B, Tamar M, Aydın C (2008). Erkek Ergenlerde Cinsel Davranış ve Cinsel Bilgi Kaynakları: Sekiz Yıl Arayla Değerlendirme. Türk Psikiyatri Dergisi 19(4):390-397. Derman O (2004). Adolesanlarda Koruyucu Sağlık Hizmetleri. O. Kadayıfcı, O. Derman, İF. Ürünsak, NÖ Kanbur, D. Haznedaroğlu, H. Serim, B. Tezel. (Ed.) Ergen Sağlığı ve Gelişimi Kaynak Kitabı.Sağlık Bakanlığı Yayınları. Kınık E (2004). Adolesan Sağlığı. O. Kadayıfcı, O. Derman, İF. Ürünsak, NÖ Kanbur, D. Haznedaroğlu, H. Serim, B. Tezel. (Ed.) Ergen Sağlığı ve Gelişimi Kaynak Kitabı.Sağlık Bakanlığı Yayınları. 108 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-2 MC- CUNE ALBRİGHT SENDROMLU BİR OLGUNUN ÇOCUKLUKTAN ADOLESANA İZLEMİ Zehra Aycan, Aşan Önder, Semra Çağlar Çetinkaya Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Pediatrik Endokrinoloji Kliniği McCune-Albright Sendromu (MAS) kemikte fibröz displazi, kafeola lekeleri ve hiperfonksiyonel endokrinopati üçlüsü ile karakterize bir sendromdur. Bu sendroma kromozom 20q13’de yeralan, Gsα sunünitini kodlayan GNAS genindeki aktive edici somatik mutasyonlar neden olur. 6 yaş kız hasta, son bir yılda üç kez olan kırık öyküsü ve adet görme yakınmasıyla getirildi. Fizik incelemesinde boy 116 cm (+0,35 sds), her iki meme gelişimi Evre II, pubik kıllanma Evre I idi ve vücudunda çok sayıda kafeola lekeleri mevcuttu. Klinik ve laboratuar değerlendirmeleri ile hastaya ‘periferik tip erken ergenlik’ tanısı konuldu (LH RH ile yapılan uyarı testine doruk LH yanıtı 0,4 mIU/ml idi). Kemik yaşı 8 yaş ile takvim yaşından iki yıl ileriydi. Pelvik ultrasonda sağ over 18,5 x15 mm, sol over 16,8 x 15,3 mm ile pubertal boyutlardaydı. Periferik tip erken ergenlik ve kafeola lekelerinin birlikte bulunması nedeniyle, MAS tanısı düşünüldü. Bu nedenle yapılan kemik sintigrafisinde kraniyofasial kemiklerde, sağ humerus ve sağ femurda fibröz displazi ile uyumlu artmış aktivite tutulumu izlendi ve MAS tanısı doğrulandı. MAS'a eşlik edebilecek G protein üzerinden işlev gören hiperfonksiyone endokrin bezler tarandı. Tiroid fonksiyon testlerine TSH 0,09 mIU/ml, serbest T4 1,41 ng/dl, serbest T3 4,57 pg/ml, TRH uyarı testinde TSH yanıtı baskılı, tiroid otoantikorları negatif ve ultrason görüntülemesi multinoduler guatr ile uyumlu bulundu ve hastada 'subklinik hipertiroidi' düşünüldü. Hiperkortizolizm, hiperprolaktinemi, büyüme hormonu salınımında artış saptanmadı. Periferik tip erken ergenlik için aromataz inhibitörü tedavisi verildi. 11 yaşında, pubertesi Tanner Evre III ile uyumlu,kemik yaşı 12 yaş olduğu dönemde tedavi sonlandırıldı. Dört ay sonra menarşı başlayan olgunun adetleri düzenli devam etti. Ancak ilerde gelişebilecek persistan ovaryan hiperfonksiyon/ infertilite problemleri açısından takibine devam edildi. Fibröz displazi için İV pamidronat(1 mg/kg/gün-2 gün infüzyon) tedavisi, oral etidronat,kalsiyum, D vitamini tedavisi dönüşümlü olarak verildi. İzleminin ilk yılında hipertiroidisi aşikar hale gelen olguya beta bloker ve propiltiourasil tedavisi başlandı. Multinoduler guatr ile uyumlu bulguları devam eden olguya ince iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı ve benign sitoloji saptandığı için takibine devam edildi. Hipofiz MR görüntülemelerinde adenom bulgusu yoktu. Sonuç olarak, MAS puberte prekoks tedavisinin ne zaman sonlandırılacağı, sonrasında klinik izlemde yaşanan sorunlar ile ilgili yeterli deneyim ve görüş birliğinin sağlanmadığı nadir bir hastalıktır. Olgumuz uzun süre takip edilmiş bir hasta olarak yaşanan deneyimleri paylaşmak amacıyla sunulmuştur. 109 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-3 GENÇLERDE KENDİNİ YARALAMA DAVRANIŞI İLE İLİŞKİLİ DUYGUSAL VE AİLESEL FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ Uzm. Psk. Emel AKAY TUNAL, Prof. Dr. Oya SORIAS Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Giriş: Kendini yaralama davranışı; vücut dokusunu az ya da orta düzeyde tahrip etmeyi amaçlayan, sosyal olarak kabul edilemez, tekrarlayıcı davranışlar olarak tanımlanmaktadır. Deriyi kesme, deriye harfler kazıma, deriyi yolma, sivri cisimler batırma, kendine vurma gibi davranışlar örnek verilebilir. Ulusal ve uluslararası yayınlar tarandığında, kendini yaralama davranışlarının sınır kişilik bozukluğu, kaygı bozuklukları, depresyon ve öfke kontrol sorunları gibi birçok psikiyatrik bozukluğun belirtisi ya da ilişkili özelliği olduğu görülmüştür. Bu çalışmada gençlerde kendini yaralama davranışı ile ilişkili duygusal ve ailesel faktörlerin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereçler ve Yöntem: Çalışmaya kendini yaralayan gençlerden oluşan grup ve kendini yaralama davranışı sergilemeyen iki kontrol grubu alınmıştır. Kontrol gruplarından ilki ergen danışmanlığı merkezine başvuran gençlerden oluşmakta (Kontrol I), ikincisi ise daha önce psikolojik ya da psikiyatrik yardım almamış sağlıklı gençlerden (Kontrol II) oluşmaktadır. Çalışmanın örneklemini, uygulamaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden 14-20 yaş arasında toplam 149 kişi oluşturmuştur. Veri toplama aracı olarak Novaco Öfke Ölçeği ve Provokasyon Envanteri (NÖÖ-PE), Aile Ortamı Anketi, Durumluk Sürekli Kaygı Ölçeği’nin Sürekli Kaygı formu, Beck Depresyon Envanteri ve Sürekli Öfke ve Öfke Tarz Ölçeği (SÖÖTÖ) kullanılmıştır. Sonuçlar ve Tartışma: Bu araştırmada elde edilen sonuçlara göre kendini yaralayan gençlerin çoğu bir defadan fazla, yineleyici nitelikte kendini yaralamaktadır. Gençlerin kendilerini yaralamak için en sık tercih ettikleri yöntem deriyi kesmektir. Gençlerin yarısı birden fazla şekilde kendini yaralamaktadır. Gençlerin kendilerini yaralamadan önce nasıl hissettikleri sorulduğunda büyük çoğunluk depresyon, anksiyete ve öfke gibi duygulardan söz etmiştir. Kendini yaralayan gençlerin ailelerindeki uyum, uzlaşma ve bağlılık düzeyi kendini yaralamayanlara göre daha az bulunmuştur. Kendini yaralayan gençlerin sürekli kaygı, depresyon, sürekli öfke, bastırılmış ve dışa yansıtılan öfke düzeyleri daha yüksek, buna karşılık öfkeyi kontrol altına alabilme becerileri daha düşüktür. Kendini yaralama davranışını en iyi açıklayan değişkenler araştırıldığında ise depresyon, dışa yansıtılan öfke, aile içi uyum düzeyi, kadın olma ve okulu yarım bırakmış olmanın kendini yaralama davranışını yordadığı görülmüştür. 110 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-4 ÜNİVERSİTE BİRİNCİ SINIF ÖĞRENCİLERİNİN AŞILANMA DURUMLARI Fatma Taş*, Ayşegül İşler** *Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi **Akdeniz Üniversitesi Antalya Sağlık Yüksek Okulu Giriş: Ergenlerde bağışıklama oranlarındaki düşüklük aşı ile önlenebilir hastalıklar ile ilgili hastalıkların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu durum yaşam süresi ve kalitesi üzerine olumsuz etki yapmakta ve sağlık harcamalarının önemli oranda artmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda ergenlik dönemde bağışıklamanın önemi ve gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Ergenlik döneminde aşılanma oranlarının bilinmesi ve eksik aşılanma durumunda ise aşıların tamamlanması önerilmektedir. Amaç: Bu araştırma, ergenlik döneminde yer alan üniversite birinci sınıf öğrencilerinin aşılanma durumlarının belirlenmesi ve demografik değişkenlerle ilişkisinin saptanması amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma iki farklı üniversitenin (Selçuk Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi) sağlık bilimleri fakültesi ve sağlık yüksekokulu öğrencilerinin katılımı ile yapıldı. Araştırmaya 2010-2011 güz döneminde yeni kayıt yaptıran üniversite birinci sınıf öğrencileri dahil edildi. Araştırmaya katılmayı kabul eden 315 birinci sınıf öğrencileri çalışmanın örneklemini oluşturdu. Veri toplama aracı olarak literatür ışığında oluşturulan anket formu kullanıldı. Anket formu; öğrencilerin sosyodemografik özelliklerini içeren 11 soru ve öğrencilerin aşılanma durumu ve görüşlerini belirleyen beş sorudan oluşturuldu. Araştırmanın uygulanması için okul yönetimlerinden yazılı ve öğrencilerden sözlü izinler alındı. Araştırma verileri SSPS Windows paket programında değerlendirildi. Bulgular: Araştırmaya alınan öğrencilerin %67.3’ü kız ve %32.7’si erkek ve yaş ortalamaları 18.8±1.3 olduğu belirlendi. Öğrencilerin annelerin %72.1 babaların ise %57.1’i ilköğretim mezunu ve annelerin %89.8’i ev hanımı, babaların ise %27.3’ü işçi idi. Ailelerin ekonomik düzeylerinin %77.1’nin orta düzeyde olduğu, %50.8’inin il merkezinde oturduğu ve öğrencilerin %48.6’sının yurtta kaldığı belirlendi. Öğrencilerin %41’inin çocukluk çağında suçiçeği hastalığı geçirdiği belirlendi. Öğrencilerin %68.6’sının çocukluk çağı aşılarının tam olduğunu ifade etti. Ergenlik döneminde öğrencilerin %52.4’ünün özel aşı yaptırmadığı, %28.8’ünün hepatit B, %13.3’u mevsimsel grip aşısı, %4.1’ domuz gribi aşısı yaptırdığı belirlendi. Öğrencilere yaptırmayı düşündükleri özel aşı hangileri sorusuna %25.5 hepatit B, %13.3 difteri-tetanoz, %12.2 grip aşısı ve kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşıları olduğu %50.5’i aşı yaptırmayı düşünmedikleri belirlendi. Sonuç: Ergenlik döneminde öğrencilerin yarısı özel aşı yaptırmadığı ve yaptırmayı düşünmediği bulundu. 111 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-5 ADÖLESAN GEBELİKLERDE HEMŞİRENİN ROLÜ Öğr. Gör. Necla SARI*, Öğr. Gör. Nurdan ŞAHİN* *Balıkesir Üniversitesi Bandırma Sağlık Yüksek Okulu Giriş: Adölesan terimi çocukluktan erişkinliğe geçişi tanımlamaktadır. Dünya Sağlık Örgütü(WHO) adölesanlığın 10-19 yaşlar arasında olduğunu bildirmektedir. Dünya yüzeyindeki tüm doğanların onda birinden daha fazlası olan 15 milyon bebek, adölesan annelerden doğmaktadır. Gelişmiş ülkelere bakıldığında da, hemen hemen hepsinde adölesan gebelik insidansının giderek arttığı ve bir halk sağlığı problemi haline geldiği görülmektedir. Zorla ve küçük yaşta evlendirmeler Türk Hukuku ve uluslar arası hukukla çelişmesine rağmen ülkemizde bazı dini ve geleneksel uygulamalarla resmi olmayan şekilde küçük yaşta evlendirmeler gerçekleşebilmektedir. Adölesan gebeliklerin oluşmasında menarş yaşı, seksüel ilişki sıklığı, ırk, etnik durum, evlilik durumu, aile yapısı, çiftlerin iletişimi, eğitim ve iş durumu, sosyo-ekonomik düzey ve sosyal destek kaynaklarının yetersizliği en önemli risk faktörleridir. Adölesan çağda fiziksel, biyolojik ve en önemlisi de sosyal gelişimin tamamlanmamış olması bu dönemdeki doğumlarda hem anne hem de çocuk yönünden riskler getirmektedir. Adölesan abortuslar her yıl bir milyon ile 4.4 milyon arasında tahmin edilmektedir. Yirmi yaşından önce gebe olan adölesanlar, diğer kadınlara göre daha çok eklempsi ve zor doğum sıkıntısını yaşarlar. Adölesan annnelerin bebeklerinde düşük doğum ağırlığı olasılığı, prematüre olma riski ve perinatal mortalite oranı daha fazladır. Bu makale, adölesan gebelik olgularıyla sık karşılaşma olasılığı bulunan hemşirelerin duyarlılığının ve farkındalığının artırılması amacıyla yazılmıştır. Gereçler ve Yöntem: Konu ile ilgili literatür ve son beş yılda yapılmış bazı araştırmalar incelmiştir. Sonuçlar ve Tartışma: Toplumsal açıdan ciddi etkileri olan çocuk anneler sorununun ortadan kaldırılabilmesi için multidisipliner çalışmalara gerek vardır. Hemşire; özellikle aileyi ve genci, etkin iletişim teknikleri kullanarak vereceği uygun danışmanlık ile adolesan yaşta yapılan evliliklerin ve gebeliklerinin sakıncaları ve tehlikeleri hakkında bilgilendirmelidir. Koruyucu hemşirelik hizmetleri kapsamında; erken evliliği önlemek için eğitim verebilmeli, erken evlilik durumunda doğum kontrolü ile adölesan gebeliği önleme çalışmaları yapılmalıdır. Gebelik oluşunca ise henüz kendi kişilik gelişimini tamamlamamış adölesan annenin çocuğuna katkıda bulunması oldukça zor olduğundan, gebelik boyunca ebe-hemşire tarafından yapılacak ev ziyaretleriyle aday annenin bakımı, beslenmesi konusunda eğitilmesi uygun olacaktır. 112 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-6 ADOLESAN ÇOCUKLARDA VÜCUT KİTLE İNDEKSİ VE TOTAL VÜCUT YAĞ ORANI DEĞİŞİMLERİ VE PUBERTAL EVRELERLE İLİŞKİLERİNİN İRDELENMESİ Doç.Dr.Nihal Hatipoğlu1, Doç. Dr. M.Mümtaz Mazıcıoğlu2, Yard.Doç.Dr.Vesile Şenol3, Öğr.Gör.Ahmet Öztürk4, Doç.Dr.Betül Çiçek5, Prof.Dr.Selim Kurtoğlu6 1 Çocuk Endokrinoloji, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi /İstanbul Aile Hekimliği 3 Halil Bayraktar Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu 4 Biyoistatistik 5 Beslenme ve Diyetetik Uzmanı 6 Çocuk Endokrinoloji, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi/Kayseri 2 Giriş: Obezite vücut yağının patolojik artışı olarak tanımlanmaktadır. Adolesan dönemi ise kas ve yağ oranının en fazla değiştiği dönemdir. Bu çalışmada amaç; pubertal dönemde, cinsiyet ve Tanner evrelerine göre, total vücut yağı ve beden kitle indeksindeki (BMI) değişimleri ve arasındaki ilişkileri incelemektir. Gereç ve Yöntem: Okul taramasıyla 6-18 yaş arasında 4295 çocuk ve adolesan (2404 kız, 1891 erkek) çalışmaya alındı. Pubertal evreler Tanner kriterlerine göre belirlendi. BMI değerleri hesaplandı ve total vücut yağ yüzdeleri bioimpedans cihazı ile ölçüldü. Pubertal evrelere göre BMI ve yağ yüzdesi değişikliği cinsiyete göre ayrı ayrı analiz edildi. Sonuçlar: Erkeklerde ve kızlarda yaş, yağ yüzdesi ve BMI ortalama değerleri ve standart sapmaları pubertal evrelere göre tablo 1’de görülmektedir. Erkek ve kızlarda, pubertal evrelere göre, evre 1 ve 4’de yağ yüzdesi ve BMI değerleri arasında fark vardı. BMI ve yağ yüzdesi değişimi incelemesinde, erkeklerde evre 2’ye kadar yağ yüzdesi BMI’dan fazla iken, evre 3’de sonra BMI değerlerinin arttığı saptandı. Kızlarda ise tüm pubertal evrelerde yağ kitlesi BMI değerlerinden daha yüksek bulundu (Şekil 1). En yüksek total vücut yağ oranı erkeklerde evre 2’de, kızlarda ise evre 4’de gözlendi. Hem yağ yüzdesi, hem de BMI’ya göre tartı fazlası ve obezite oranı, evre 2 erkek çocuklarda saptandı. Kızlarda ise yağ yüzdesine göre evreler arasında belirgin farklılık yokken, BMI’ya göre tartı fazlası oranı evre 2’de, obezite ise evre 1’de en yüksek düzeyde bulundu (Tablo 2). Tartışma: Her iki cinsiyette pubertal evrelerde BMI değerleri progresif artış gösterirken, total vücut yağ oranındaki değişimler cinsiyete göre farklı seyir izlemektedir. Erkeklerde pubertenin başlangıcında artan yağ oranının giderek azalması artan kas kitlesiyle ilişkilidir. Kızlarda ise yağ kitlesinin evre 4’e kadar artması vücudun menarşa hazırlanması şeklinde yorumlanabilir. Her iki cinsiyette kas ve yağ dağılımının pubertal evrelere göre farklılık göstermesi, pubertal sürecin anlaşılması açısından yol gösterici olabilir. Adolesan ve çocuk endokrinoloji ünitelerinde, BMI yanında total vücut yağ oranı yorumlanırken, yaş, cinsiyet ve pubertal evreler göz önünde tutulmalıdır. Bu kriterler dikkate alınmadan yapılacak yorumların, adolesan çocuklarda fazla tartılı ve obezite tanılarında artışa yol açabileceğini vurgulamak istiyoruz. 113 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Tablo 1: Cinsiyet ve pubertal evrelere göre yağ yüzdesi ve BMI ortalama ve standart sapma değerleri Yaş Evre 1 Evre 2 Evre 3 Evre 4 Evre 5 Erkek 8.9±1.7 12±0 12.8±0.3 14±0.4 16.1±0.8 Yağ yüzdesi Kız 8.1±1.3 11.1±0.6 12.7±0.3 14.4±0.6 16.2±0.6 Erkek 20.6±5.4 21.2±7 19.1±6.6 17.1±5.8 16.5±5.4 Kız 22.9±4.5 24.5±5.6 24.3±5.0 26.2±5.9 24.5±6.6 BMI Erkek 17.6±3.2 19.5±3.4 19.5±3.6 20.1±3.4 21.3±3.6 Kız 16.8±2.6 19.2±3.4 19.6±3.1 21.1±3.5 21.5±3.2 Şekil 1: Erkeklerde ve kızlarda total vücut yağ yüzdesi ve BMI değerlerinin pubertal evrelere göre değişimleri erkekler 25 20 15 yağ yüzdesi 10 BMI 5 0 evre1 evre2 evre3 evre4 evre5 pubertal evreler kızlar 30 25 20 15 yağ yüzdesi 10 BMI 5 0 evre1 evre2 evre3 evre4 evre5 pubertal evreler 114 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Tablo 2: Cinsiyet ve pubertal evrelere göre total yağ yüzdesi ve BMI’ya göre normal, fazla tartılı ve obezite sıklığı (%). Yağ yüzdesi BMI Pubertal evreler Normal Fazla tartılı Obez Normal Fazla tartılı Obez Erkekler 85.6 10.2 4.1 67.5 16.2 6.3 Evre 1 75.9 15.5 8.6 69.8 22.2 7.9 Evre 2 84.8 10.9 4.3 77.6 16.8 5.6 Evre 3 86.4 9.0 4.5 83.7 13.3 3 Evre 4 84.7 9.9 5.4 81.7 14 4.3 Evre 5 Kızlar 85.1 10.3 4.6 79.3 15.6 5.1 Evre 1 85.5 9.9 4.6 74.1 21.9 4 Evre 2 85.1 10.1 4.8 85.0 13.5 1.5 Evre 3 85.2 9.9 4.9 77.9 19.0 3.0 Evre 4 84.7 10.4 4.9 84.4 13.2 2.4 Evre 5 115 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-7 ERGENLERDE İNTERNET BAĞIMLILIĞININ BENLİK DEĞERİ VE AİLE ÖZELİKLERİ ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ *Psk. Hilal YALÇIN, *Psk. Nurhayat DİRİK, *Hem. Emine KANDEMİRCİ,*Uzm. Dr.B.Nurdan TEKGÜL *Tepecik Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Gençlik Sağlığı ve Danışmanlığı Merkezi Giriş: Teknolojinin hızlı gelişimi ile birlikte bilgisayar ve internet hem ülkemizde hem de dünyada giderek artan oranlarda kullanılır hale gelmiştir. Çocuklardan yaşlılara her bireyin rahatlıkla kullanabileceği internet; yaşamın tüm alanlarını kapsamaya başlamış ve hem bireyin kendisini hem de aile ve toplum yaşamını çok yönlü etkileyen bir iletişim aracı olmuştur. İnternet bağımlılığı bilimsel anlamda 1995’li yıllarda incelenmeye başlanmış ve temelde internet başında uzun zaman geçirme ile karakterize olup, internette geçirilen zamanı sınırlayamama, çevrim içi değilken gergin ya da sinirli olma, sosyal işlevsellikte bozulma ile de kendini göstermektedir. Ülkemizde internet bağımlılığı ile ilgili çalışmalar 2000’li yıllarda başlamış ve internet bağımlılığını etkileyen farklı değişkenler araştırmaların konusu olmuştur. İnternetin ergen gelişimi üzerindeki etkileri, ergenin sosyo-demografik özellikleri, benlik değeri, depresyon ve yalnızlık düzeyi ve aile desteği ile internet kullanımı arasındaki ilişki araştırmalara konu olan değişkenlerdendir. Bu çalışmanın amacı aile içi özelliklerin ve benlik değerinin, ergenlik dönemi internet bağımlılığı ile ilişkisini incelemektir. Gereçler ve Yöntem: Araştırmada kişilerin demografik özellikleri “Kişisel Bilgi Formu” ile alınmıştır. İnternet bağımlılığını değerlendirmek amacıyla “İnternet Bağımlılığı Ölçeği” uygulanmıştır. Ölçek toplam 35 likert tipi maddeden oluşmaktadır ve ölçeğin dört alt alanı bulunmaktadır: Yoksunluk, Kontrol Güçlüğü, İşlevsellikte Bozulma ve Sosyal İzolasyon. Aile özelliklerini değerlendirmek amacıyla “Aile Değerlendirme Ölçeği” uygulanmıştır. Toplam 60 maddeden oluşan likert tipi bu ölçeğin yedi alt alanı bulunmaktadır: Problem Çözme, İletişim, Roller, Duygusal Tepki Verebilme, Gereken İlgiyi Gösterme, Davranış Kontrolü, Genel İşlevler. Katılımcıların benlik değeri ise “Kendim Hakkımda Düşüncelerim Testi” uygulanmıştır. Sonuçlar ve Tartışma: Araştırma verileri SPSS 13.0 ile analiz edilmiştir. Araştırmaya 14-21 yaşları arasında toplam 57 kişi katılmıştır. Katılımcıların 31’i kadın (%54.4), 26’sı (45.6) erkektir. % 24.6’sı erken ergenlik, %59.6’sı orta ergenlik, % 15.8’i geç ergenlik dönemindedir. Katılımcıların % 98.2’sinin evde bilgisayarının olduğu, %93.0’ünün internet bağlantınsın olduğu belirlenmiştir. Ev (%75.4) internetin kullanıldığı en sık kullanıldığı yerdir, okul (10.05), internet kafe (%8.8), cep telefonu (%%5.3) internetin kullanıldığı diğer alanlardandır. İnternet kullanım amaçları incelendiğinde; facebook (%70.2), film müzik dinleme/ indirme (%45.6), ödev/araştırma (%36.8), chat (%33.3) en sık kullanım amaçları olarak belirlenmiştir. Tek Yönlü Varyans Analizi ile internet bağımlılığı toplam puanlarının yaş gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde farklılaşmadığı bulunmuştur (p>0.05). Ancak internet bağımlılığı alt alanlarında Kontrol güçlüğü alt alanında erken ergen ve orta ergen gruplar arasında anlamlı farklılaşma saptanmıştır; erken ergen grubunda kontrol güçlüğü puanları orta ergen grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). İnternet bağımlılığı toplam puanlarının cinsiyete göre anlamlı olarak farklılaşmadığı saptanmıştır (p>0.05). Bununla birlikte erkeklerin kontrol güçlüğü ve sosyal izolasyon alt alan puan ortalamalarının kadınlara göre anlamlı olarak yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05). Frekans analizinde internetin en sık 1-2 saat arasında kullanıldığı (%49.1) bulunmuştur. İnternet bağımlılığı toplam puan ortalamaları, internet kullanım sıklığına göre farklılaşma göstermemiştir (F: 0.517, p> 0.05). Anne ve babanın eğitim düzeyi ve aile gelirinin internet bağımlılığına etki edip etmediğini görmek için Tek Yönlü Varyans Analizi uygulanmıştır. Yapılan analiz sonucunda anne ve babanın eğitim düzeyi düşük olan grubun internet bağımlılığı puan ortalamaları anne baba eğitim düzeyi yüksek olanlara göre anlamlı derecede daha yüksek bulunurken (p<0.05), aile gelir düzeyleri arasında internet bağımlılığı puan ortalamaları açısından farklılaşma bulunmamıştır (p>0.05). Katılımcıların % 63.2’si internet kullanımlarını kendilerinin kontrol ettiklerini belirtirken, % 36.8’i anne/baba ya da diğer aile üyeleri tarafından kontrol edildiğini belirtmiştir. İnternet bağımlılığı puanlarının, internet kullanımının aile üyeleri 116 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul tarafından kontrol edildiği grupta, kullanımın bireyin kendisi tarafından kontrol edildiği gruba göre anlamlı olarak yüksek olduğu saptanmıştır (t: 2.58, p< 0.01). İnternet bağımlılığını yordayan değişkenlerin belirlenmesi amacıyla uygulanan Çoklu Regresyon Analizi sonucunda “Ailede Gereken İlgiyi Gösterme” ve “Benlik Değeri”nin internet bağımlılığını yordayıcı etkisi olduğu saptanmıştır (p<0.05). Ailede gereken ilginin gösterilmesi oranı ve ergenin benlik değeri düştükçe internet bağımlılığı puanlarını yükseldiği saptanmıştır. Ayrıca yapılan korelasyon analizinde “Aile İçinde Duygusal Tepki Gösterebilme” ile internet bağımlılığı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmuştur; ailede duygusal tepki gösterebilme düzeyi düştükçe internet bağımlılığı puanları yükselmektedir (p<0.05). Tartışma: Araştırma sonuçları değerlendirildiğinde internet bağımlılığında yaş ve cinsiyete göre farklılaşma bulunmasa da, erken ergenlik dönemindeki kontrol güçlüğü puanlarının orta ergenlik dönemindeki ergenlere göre daha yüksek olduğu; kontrol güçlüğü ve sosyal izolasyon puanlarının erkeklerde kadınlara oranla daha yüksek olduğu bulunmuştur. Ergenlerin benlik değerinde düşme, ailede gösterilen ilginin azlığı, anne ve babanın eğitim düzeyinin düşük olmasının ergenlerde internet kullanımı ve bağımlılığını arttırıcı etkisi olduğu görülmektedir. Düşük benlik düzeyinin internet kullanımı arttırıcı etkisi alanyazındaki bulgularla uyumludur. Ailede sosyal desteğin azaldığı durumlarda internet bağımlılığının arttığını gösteren araştırma sonuçları mevcuttur, bu da ailede gereken ilgiyi gösterme oranında azalmanın internet bağımlılığını arttırdığı sonucunu destekler niteliktedir. Bununla birlikte anne ve baba eğitim düzeyinin internet bağımlılığı ile ilişkili olup olmadığı yönünde farklı sonuçlar bulunmaktadır. Bu araştırmada interneti kullanma sıklığının artmasının internet bağımlılığını etkilemediği saptanmıştır, bu konuda literatürde genel olarak zıt veriler göze çarpsa da son zamanlarda yapılan çalışmalarda kullanım sıklığının internet bağımlılığını etkilemediği yönünde bulgular da elde edilmektedir. 117 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-8 OCAK- TEMMUZ 2010 DÖNEMİNDE S.B. ETLİK ZÜBEYDE HANIM KADIN HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ADOLESAN POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN ADÖLESANLARIN SOSYO-DEMOGRAFİK ÖZELLİKLERİ VE SUNULAN HİZMETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ Prof.Dr. Ümit GÖKTOLGA, Op.Dr.Emine SOBACI, Dr.Adile CAN, Psk.Asiye ÜNGÖRMÜŞ, Ebe Ayyüş KAYABEKİR S.B.Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Bu çalışma, Ocak–Temmuz 2010 döneminde S.B. Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi adölesan polikliniğine başvuran adölesanların sosyo-demografik özelliklerini betimlemek ve sunulan hizmetleri değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Betimlenen sosyo demografik özellikler, adölesanların yaş grupları, medeni durumları, sosyal statüleri, öğrenim düzeyleri ve oturdukları bölgedir. Adölesanlara sunulan hizmetler ise adölesanların muayene, tanı ve tedavileri, verilen bilgilendirme ve psikolojik danışmanlık olarak sınıflandırılmıştır. Amaç: Çalışmanın amacı hastanemiz adölesan polikliniğine başvuran adölesanların sosyo demografik özelliklerini tespit etmek ve sunulan hizmetleri değerlendirmektir. Materyal ve Metod: Çalışmada adölesanların polikliniğe ilk müracaatlarında doldurulan Adölesan İzlem Formu veri tabanı olarak kullanılmıştır. Formdaki adölesanlara ait bilgiler Excel tablosu kullanılarak bilgisayara kaydedilmiştir. Veri analizleri Microsoft Excel programında yapılmıştır. Bulgular: Verilerden elde edilen bilgilere göre Ocak – Temmuz 2010 döneminde adölesan polikliniğine toplam 1227 adölesan müracaat etmiştir. Müracaat eden 1227 adölesandan sadece 1’inin evli, 1226 adölesanın bekar olduğu görülmüştür. MEDENİ DURUMU SAYI ORAN % BEKAR 1226 99,92 EVLİ GENEL TOPLAM 1 1227 0,08 100 Polikliniğimize başvuran adölesanlardan %86.5’inin öğrenci, %11.5’inin ev kızı olduğu ve %2’sinin çalıştığı edilmiştir. SOSYAL STATÜ SAYI ÇALIŞAN ORAN 26 2,12 140 11,41 ÖĞRENCİ 1061 86,47 GENEL TOPLAM 1227 100,00 EV KIZI tespit Adölesanların %14.6’sının ilköğretim , %65’inin lise, %6.6’sının ise üniversite öğrencisi olduğu görülmüştür. Çalışmaya katılan adölesanların %13.7’sinin öğrenci olmadığı tespit edilmiştir. 118 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul OKUDUĞU OKUL SAYI ORAN İLKÖĞRETİM 180 14,67 LİSE 797 64,96 82 6,68 168 13,69 1227 100,00 ÜNİVERSİTE YOK GENEL TOPLAM Polikliniğimize başvuran adölesanların %2’sinin 8-10 yaş, %4.6’sının 11-12 yaş, %44.5’inin 13-16 yaş, %30’unun 17-18 yaş ve %19’unun 19-21 yaş aralığında olduğu görülmüştür. YAŞ GRUPLARI SAYI ORAN 8-10 YAŞ 24 1,95 11-12 YAŞ 57 4,64 13-16 YAŞ 546 44,5 17-18 368 30 19-21 232 18,91 1227 100 GENEL TOPLAM Polikliniğe başvuran adölesanların oturdukları bölgelere göre dağılımına bakıldığında %53 ile Keçiören ilçesinin ilk sırayı aldığı görülmektedir. Keçiören ‘i %28’le Yenimahalle, %4.5’la Mamak, %3.5’la Altındağ, %2.6 ile Sincan ve %2.5’le Çankaya ilçesi izlemektedir. OTURULAN MERKEZ İLÇELER SAYI ORAN KEÇİÖREN 654 53,30 YENİMAHALLE 352 28,69 MAMAK 56 4,56 ALTINDAĞ 43 3,50 SİNCAN 33 2,69 ÇANKAYA 31 2,53 Adölesanların %95.68’i Ankara Büyükşehir Belediyesi sınırlarında, %1.06’sı Ankara’nın çevre ilçelerinde, %3.26’sı ise Ankara dışında ikamet etmektedir. OTURULAN BÖLGE SAYI ANKARA MERKEZ İLÇELER ORAN 1174 95,68 ANKARA ÇEVRE İLÇELER 13 1,06 İL DIŞI 40 3,26 1227 100 GENEL TOPLAM 119 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Adölesanların başvuru şikayetlerine göre muayene sonrası tanıları dikkate alındığında oligomenore %17.3 ile birinci sırayı, %14.7 ile disfonksiyonel uterin kanama ikinci sırayı, %10.7 ile over kisti üçüncü sırayı almaktadır. Bu tanıları sırasıyla dismenore %10.5, polikistik over sendromu %9.1, pelvik ağrı %7.5, primer amenore %7.4, hirşutizm %3.9, anemi %2.9, anormal kilo alma %0.7, puberte bozukluk ları, %0.3, idrar yolu enfeksiyonu %0.16 ve genital anomali tanısı %0.16 oranlarıyla izlemektedir. YAPILAN İŞLEM SAYI ORAN OLİGOMENORE 213 17,36 DUK 181 14,75 OVER KİSTİ 132 10,76 DİSMENORE 129 10,51 VAJİNİT 133 10,84 PCOS 112 9,13 PELVİK AĞRI 92 7,5 P. AMENORE 91 7,42 HIRSUTIZM 49 3,99 ANEMİ 36 2,93 ANORMAL KİLO ALMA 9 0,73 PUBERTE BOZUKLUKLAR İDRAR YOLU ENFEKSİYONLARI 4 0,33 2 0,16 GENİTAL ANOMALİ 2 0,16 JUVENİL KANAMA 1 0,08 Polikliniğe başvuran adölesanların %43.6sına fiziksel cinsel büyüme, %38.72sine güvenli davranışlar, %38.5’ine psikososyal gelişim, %38.1’ine gebelikten korunma, %34.8’ine sigara, alkol, madde kullanımı, %4.8’ine aile danışmanlığı, %3.9’una hijyen, %3.9’una beslenme, %2.2’sine fizik egzersiz, %0.9’una güvenli cinsel yaşam, %0.08’ine istenmeyen gebelikler, %0.08’ine ise cinsel istismar danışmanlıkları verilmiştir. 120 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul YAPILAN İŞLEM SAYI ORAN FİZİKSEL CİNSEL BÜYÜME 535 43,6 GÜVENLİ DAVRANIŞLAR 476 38,79 PSİKO-SOSYAL GELİŞİM 473 38,55 GEBELİKTEN KORUNMA SİGARA ALKOL MADDE KULLANIMI 468 38,14 427 34,8 AİLE DANIŞMANLIĞI 59 4,81 HİJYEN 48 3,91 BESLENME 48 3,91 EGZERSİZ 27 2,2 GÜVENLİ CİNSEL YAŞAM 11 0,9 GEBELİKTE DANIŞMANLIK 3 0,24 İSTENMEYEN GEBELİKLER 1 0,08 CİNSEL İSTİSMAR 1 0,08 Polikliniğe başvuran adölesanların %99.8’ine muayene hizmeti, %47.1’ine ruhsal danışmanlık hizmeti verilmiştir. Psikolojik danışmanlık alan adölesanların %44.3’üne ergenlik dönemi özellikleri, %43.8’ine aile içi ilişkiler, %43.6’sına kişiler arası ilişkiler, %42.8’ine başarıyı etkileyen faktörler, %26.1’ine stresle başa çıkma yolları, %3.6’sına psikolojik sorunlara yaklaşım, %2.7’sine cinsel sağlık üreme sağlığı danışmanlıkları verilmiştir. YAPILAN İŞLEM SAYISI ORANI ERGENLİK DÖNEMİ ÖZELLİKLERİ 544 44,34 AİLE İÇİ İLİŞKİLER 538 43,85 KİŞİLER ARASI İLİŞKİLER 535 43,6 BAŞARIYI ETKİLEYEN FAKTÖRLER 526 42,87 STRESLE BAŞA ÇIKMA YOLLARI 321 26,16 PSİKOLOJİK SORUNLARA YAKLAŞIM 45 3,67 CİNSEL SAĞLIK ÜREME SAĞLIĞI KONULARI 34 2,77 121 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Sonuç: Ocak–Temmuz 2010 döneminde adölesan polikliniğine başvuran adölesanların neredeyse tümünün bekar olduğu görülmüştür. Gebe adölesanlara polikliniğimizde hizmet verilmektedir fakat gebe adölesanlar, adölesan istatistiklerine dahil edilmemektedirler. Polikliniğimize başvuran adölesanların yarısına yakın kısmının orta ergenlik döneminde olduğu görülmüştür. Adölesanların büyük çoğunluğunun öğrenci, öğrencilerin yarısından fazlasının ise lise öğrencisi olduğu gözlenmiştir. Bu sonuç orta ergenlik döneminin fiziksel ve ruhsal değişimlere uyum çabalarının arttığı bilgisini desteklemektedir. Polikliniğimizden hizmet alan adölesanların oturduğu semtlere göre dağılımına bakıldığında, adölesanların yaklaşık yarısının Keçiören bölgesinden geldiği görülmüştür. Bu sonuç adölesanların kendilerine yakın ve ulaşımı kolay sağlık merkezlerini tercih ettiği düşüncesini destekler mahiyettedir. Polikliniğimize başvuran adölesanların yaklaşık yarısına psikolojik danışmanlık hizmeti verilmiştir. Bu durum adölesan dönemin zorluklarıyla baş edilmesinde psikolojik desteklerin gerekliliğini desteklemektedir. 122 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-9 9. ve 10. SINIF ÖĞRENCİLERİNİN BESLENME VE SPOR DAVRANIŞLARI VE BEDEN ALGILARININ DEĞERLENDİRİLMESİ ÇALIŞMASI A.Candanoğlu*, S.Urhan*, Ş.Çelebi*, S.Bozkurt*, H.Karakurt*, C.Savran Oral** *Manisa 1 Nolu AÇS/AP Gençlik Danışma ve Sağlık Hizmet Merkezi **Manisa İl Sağlık Müdürlüğü Eğitim Şubesi Amaç: 9. Ve 10. Sınıf öğrencilerinin VKİ’ni saptamak, beden algılarını değerlendirmek, beslenme ve spor yapma durumları konusunda bilgi edinip çalışmalarımıza yön vermek. Yöntem: 2009 – 2010 öğretim yılında sosyoekonomik farklılık gösteren üç lisede toplam 1016 öğrenciye anket uygulanıp, boy ve kiloları sağlık çalışanlarınca ölçülüp VKİ hesaplandı. Veriler SPSS ile değerlendirildi. Sonuç: Öğrencilerin % 55.4’ü kız, % 44.6’sı erkektir. VKİ’ne göre kızların % 21.0’ı zayıf, % 59.1’i normal, % 14.2’si hafif şişman, % 3.4’ü şişmandır. % 2.3’ü tartılmayı reddetti. Erkeklerin % 20.1’i zayıf, % 57.4’ü normal, %16.3’ü hafif şişman, % 4.6’sı şişmandır. %1.5’i tartılmayı reddetti. Gençlerin % 64.4’ü kilosundan memnun değildir. VKİ normal olan kızların % 55.5’i kilo vermesi gerektiğini , % 2.7’si çok şişman olduğunu düşünmektedir. VKİ düşük olan kızların % 47.0’ı bu durumdan çok memnundur. % 40.2’si kilo alması gerektiğini düşünmektedir. VKİ normal erkeklerin % 16.1’i kilo vermesi gerektiğini , %27.0’ı kilo alması gerektiğini düşünmektedir. % 56.9’u durumundan memnundur. VKİ düşük erkeklerin % 70.3’ü kilo alması gerektiğini düşünmektedir. VKİ normal kızların %23.5’i, VKİ düşük kızların % 7.0’ı zayıflama diyeti uygulamaktadır. Diyet uygulayanlardan %52.5’i diyete 13-14 yaşlarında başladığını belirtmiştir. Gençlerin % 66.7’si beslenme konusunda yeterli bilgisi olduğunu düşünmektedir. Bilgi kaynağı olarak en çok % 30.1 ile televizyon, en az % 0.6 ile okul-öğretmen, % 0.9 sağlık çalışanları gösterilmiştir. Gençlerin % 19.8’i her gün 1-2 bardak, %42.0’ı haftada 1-2 bardak süt içmekte, % 22.9’u hiç süt içmemektedir. Sosyoekonomik durumu iyi bölgedeki okulda % 26.9’u hergün süt içerken sosyoekonomik durumu en düşük olan bölgede bu oran % 7.5’tir. Aylık gelir düzeyi 600 TL’nin altındaki grupta hiç süt içmeme oranı % 38.7, 1000 TL ve üzeri olanlarda % 16.1’dir. Anne eğitimine bakıldığında annesi okuryazar olmayan gençlerde hergün süt içme durumu % 6.6, ilköğretim mezunu anne çocuklarında % 22.2, ortaöğretimli anne çocuklarında % 38.4, yükseköğretimli annelerin çocuklarında % 48.2’dir. Gençlerin % 60.5’i ana öğün atladığını ifade etmiştir. %24.3’ü kahvaltıyı, %34.2’si öğle yemeğini atlamaktadır. Gerekçe olarak % 32’si zamansızlığı, %25.5’i iştahsızlığı, %9.7’si kilo verme isteğini göstermiştir. Kızların % 15.1’i, erkeklerin % 4.9’u hiç spor yapmamaktadır. Kızların % 21.9’u erkeklerin % 49.4’ü haftada üç gün ve üzerinde spor yapmaktadır. Erkeklerin % 15.7’si kızların % 7.8’i lisanslı sporcudur. Tartışma: Çalışmamız sonucunda kızlarda ağırlıklı olmak üzere bedensel hoşnutsuzluk yaygındır. Daha zayıf olma isteği ön plandadır. Sağlıklı beden algısı ve kilo ile ilgili değerlendirme yapabilme yetisinin gençlerde geliştirilebilmesi için etkin çalışma yapılmalıdır. Eğitim çalışanları ve sağlık çalışanlarının bu konuda çok az etkinliği olduğu sonuçlarda açıkça görülmektedir. Bu durum değiştirilmeli ve kurumlar arası işbirliği yapılarak gençlere ulaşılmalıdır. Anne eğitim düzeyinin ne denli önemli olduğu, eğitimin artması ile katlanarak artan süt içme oranlarından anlaşılmaktadır. Kadınların okullaşmasının önemi açıktır. Sporun en yaygın yapıldığını düşündüğümüz örgün eğitimdeki genç grupta bile düzenli spor yapma oranı çok düşüktür. Kızlar ve erkekler arasındaki fark da önemli ölçüde belirgindir. Spor bilinci kazandırılması, zaman ve olanak sağlanması, cinsiyet ayrımcılığı ile mücadele edilmesi gereklidir. 123 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-10 BİR DIŞ ULAŞIM AKTİVİTESİ ÖRNEĞİ OLARAK ÜNİVERSİTE ŞENLİĞİ H. Sena Bekar¹ M. Senem Gökbudak² Dilek Şahin²,Nurhayat Feşel², Ayla Keskin², Necla Bozkurt² Aslı Yeşil² ¹ Dr. Bursa İl Sağlık Müdürlüğü 1 Nolu AÇSAP Gençlik Danışma ve Sağlık Hizmet Merkezi. Gençlik Danışma ve Sağlık Hizmet Merkezi. ²Ebe/Hemşire Bursa İl Sağlık Müdürlüğü 1 Nolu AÇSAP Gençlik Danışma ve Sağlık Hizmet Merkezi. Amaç: Bursa I No’lu Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması (AÇSAP) Gençlik Danışma ve Sağlık Hizmet Merkezi(GDSHM) dış ulaşım aktivitesi olarak Uludağ Üniversitesi bahar şenlikleri kapsamında bir stand oluşturularak merkezin ve hizmetlerimizin tanıtımı amaçlandı. Gereç ve yöntem: Gençlere merkez çalışanları tarafından hazırlanan broşürler dağıtılarak ve görüşmeler yapılarak merkez tanıtıldı. Hazırlanan broşürlerde gençlerin danışma merkezine başvurularında saptanan soru ve sorunlardan derlenen fiziksel, ruhsal ve sosyal soru ve sorunlar yer aldı. Bunlara cevap bulabilecekleri yer olarak da gençlik danışma merkezi gösterildi. Ayrıca gençlere merkezimize ulaşabilmeleri için hizmet çerçevemizi ve iletişim bilgilerini de içeren bir bilgi notu ve Sağlık Bakanlığı tarafından oluşturulan ve gençlerin farklı konularda bilgilendirilmelerini amaçlayan broşürler de dağıtıldı Gençlerden iyi bir gençlik merkezinde olması gerekenler ve genç dostu hizmetlerle ilgili beklentilerini geri bildirim notları ile alındı. Sonuç ve Tartışma: Şenlik sonunda toplanan geri bildirim notları değerlendirilerek gençlerin bizden neler beklediği tartışıldı. Bunlardan _ ”Bizi dinleyin yeter”, _ “Merkezinize geldiğimde kimliğimi açıklamak zorunda kalmamalıyım”, _ “Ergenlikten gençliğe geçiş dönemini daha rahat atlatabilmek için her konuda destek olmalıdır”. _ “Cinsellik konusunda bilgi verilmeli”. _ “Genç düşüncelere biraz daha önem verilsin”. _ “Tanıtımlara önem verilmesini istiyorum” _ “Madde bağımlılığı ile ilgili danışmanlık” _ “Aktiviteler düzenlemesini isteriz”. _ “Etkinlikler düzenlenebilir.(okullara özellikle liselere)” _ “Gençleri merkeze çekebilmek için etkinlikler olmalı” Bunlar ve benzeri geri bildirimler dikkate alınıp tartışıldığında şu sonuçlara varıldı. Gençlerin bizlerden beklentilerinin ulaşılamaz olmadığını görüyoruz. Bizi nerede bulacaklarını bilirlerse ve her ellerini uzattıklarında bizi bulurlarsa kendilerini daha güvende hissedecekler. Ayrıca farklı konularda eğitim ve bilgilendirmelere ve değişik sosyal etkinliklere gereksinimleri var. Ve bunları sadece okullarında değil birlikte bulundukları değişik yerlerde ve akranlarıyla paylaşarak gerçekleştirmek istediklerini ifade ettiler Değişik çevrelerdeki gençlere ulaşmak için farklı dış ulaşım aktiviteleri yapılması gerektiği de bu etkinlikle saptandı. Onların fikirleri ve beklentileri bizim hizmetlerimizi ve eğitimlerimizi planlamada bize yol gösterici olmaktadır. Anahtar Kelimeler: Gençlik danışma sağlık hizmet merkezi, dış ulaşım, üniversite şenliği, ergen sağlığı 124 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-11 AKUT BÖBREK YETMEZLİĞİ İLE BAŞVURAN YEME BOZUKLUĞU OLGUSU Akgül S, Kanbur NÖ, Batu ED, Ertekin Ö, Derman O, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Adolesan Ünitesi. Giriş: Anoreksia nervoza (AN) hastalarındaki sıvı kısıtlaması ve bulimia nervozadaki(BN) kusmaya bağlı sıvı kaybı vücudun sıvı homeostazını bozarak hayatı tehdit edecek elektrolit dengesizliğine neden olabilmektedir. Anoreksi hastalarında birçok renal bozukluk görülmektedir, bunların arasında en sık görülen komplikasyon ise hipokalemidir. Elektrolit bozukluğu, yüksek serum kreatinin düzeyi ile giden nefropatiye ve sonrasında da diyalize gidecek kadar ağır kronik böbrek yetmezliğine neden olalabilmektedir. Sunduğumuz hasta uzun süreli sıvı kısıtlamasına bağlı akut böbrek yetmezliği ile başvuran Anoreksia Nervoza olgusudur. Olgu Sunumu: 15 yaşında kız hasta Hacettepe Üniversitesi Adolesan Ünitesine belirgin kilo kaybı ve adet görmeme şikayetiyle başvurdu. Öyküsünden son 1 yıldır kendisini fazla kilolu hissettiği için diyet yapmaya başladığı, ve son 5 aydır adet görmediği öğrenildi. Aileden alınan öyküye göre bebeklik döneminden itibaren büyüme eğrisi çizelgesine göre 90-97 percentili takip ettiği, premorbid obesitesi olduğu ve bu nedenle arkadaşları tarafından alay edildiği öğrenildi. 1 yıldır diyet yapan ve gıda alımını 200-300 kaloriye kadar kısıtlayan hastanın yaklaşık son 6 aydır kilo aldıracağı korkusuyla sı içmeyi de belirgin bir şekilde kısıtladığı öğrenildi. Kabulünde, hastanın son 1 yıl içinde 25 kilo kaybı olduğu ve kilosunun 3-10 percentil aralığına düştüğü görüldü. Dış merkeze idrar çıkarımında azalma olması nedeniyle başvurduğunda diüretik tedavisi başlandığı ve 2 aydır sıvı kısıtlaması yanında diüretik kullanımının da devam ettiği öğrenildi. Fizik muayenesinde vital bulguları stabil ve sistemik muayenesi doğaldi. Akut kilo kaybı nedeniyle yapılan tetkiklerde BUN değerinin 30.8 mg/dl ve kreatinin değerinin 1.1 mg/dl olması nedeniyle akut böbrek yetmezliği ve AN tanılarıyla Adolesan Servisine yatırıldı. Hastaya uygun hidrasyon sıvısı başlandı ve diyeti ayarlandı. Çocuk Ruh sağlığı bölümü tarafından değerlendirilerek Fluoksetin 1x10 mg ve Olanzapin 1x5 mg başlandı. ‘Refeeding’ sendromu ve ABY açısından günlük elektrolit ve böbrek fonksiyon testleri takibi yapıldı. Hastanın kalorisi günlük artırılarak hastanın 1 aylık izlemi sonucunda 2750 kcal/gün’e kadar ulaşıldı ve ayaktan takip edilmek üzere hasta önerilerle taburcu edildi. Sonuç: Yeme bozukluğu hastalarıyla karşılaşacak sağlık personelinin hastalığın psikiatrik özellikleri yanı sıra oluşabilecek fiziksel hasar ve tıbbi komplikasyonları iyi bilmesi hayati öneme sahiptir.Sıvı kısıtlaması ve kusmaya bağlı elektrolit bozuklukları yeme bozukluğu hastalarında sık görülen komplikasyonlar arasında yer almakta ve renal komplikasyonlar açısından her hasta değerlendirilmelidir. Bu hastalarda diuretik kullanımın hayatı tehdit eden komplikasyonlara neden olabileceğı bilinmelidir. 125 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-12 ADOLESAN POLİKİSTİK OVER HASTALARINDA CYP1A1 GEN POLİMORFİZM ÇALIŞMASI Dr. Sinem Akgül1, Dr. Orhan Derman 1, Dr. Dilek Aktaş2, Dr. Mehmet Alikaşifoğlu2 1 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Adolesan Ünitesi Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Genetik Ünitesi 21 Giriş: Polikistik Over Sendromu (PKOS) birçok metabolik ve hormonal bozuklukla karakterize olan ve reprodüktif dönemde ortaya çıkan bir hastalıktır. Klinik bulgular arasında adet düzensizliği, hirşutizm, kilo alma, akne, akantosis nigrigans, alopesi ve hamile kalamama yer almaktadır. PKOS, erişkin bayan hastalığı olarak bilinirken artık perimenarşal başlangıcı olduğu bilinmektedir, fakat hastalığın bulguları adolesan döneminde pubertal değişikliklere bağlı görülen normal fizyolojik değişliklerle karışabilmekte ve bu nedenle tanı ve tedavisi gecikebilmektedir. PKOS’un etyolojisi halen tartışma konusudur; ancak hastalığın ailevi kümelenmesi hastalığın moleküler genetik temelinin araştırılmasına neden olmuştur. PKOS’un etyolojisinde birçok gen çalışılmıştır. Bu çalışma adolesan PKOS’lu hastalar ile CYP1A1 gen polimorfizm arasındaki ilişkinin araştırılmasını amaçlamıştır. Materyal ve Metod: Hacettepe Üniversitesi İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi Adolesan Ünitesi’nde Rotterdam kriterlerine göre polikistik over sendromu tanısı almış 13-18 yaşları arasında 44 hasta çalışma grubunu oluşturmaktadır. Ayrıca aynı yaş grubunda bulunan sağlıklı düzenli adet gören 120 adolesan ise kontrol grubunu oluşturmaktadır. Hasta ve kontrol gruplarından alınan kan örneklerinden, Hacettepe Üniversitesi İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi Genetik Ünitesi Laboratuvarında DNA izolasyonu yapılmış ve ardından CYP1A1 Ile462Val polimorfizm araştırılması için polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ve genotipleme gerçekleştirilmiştir (Şekil 1). Sonuç: Çalışmamızda adolesan yaş grubu PKOS’lu hastalarda kontrol grubuna göre 2.5 kat daha yüksek oranda Ile/Val genotipi sahip olduğu (OR: 2.538; 95% CR; 1.143-5.637); aynı şekilde PKOS’lu hastalarda 2.4 kat oranında Val alelinin (Ile/Val ve Val/Val) olduğu saptanmıştır (OR:2.42, 95% CR;1.099-5.397). Fakat aynı hasta ve kontrol grubunun karşılaştırmasında, Val/Val genotipinde ise istatistiksel olarak bir farklılık gözlemlenmemiştir (Tablo 1). 126 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-13 AKUT GIDA REDDİ İLE BAŞVURAN VE HİPOTERMİSİ OLAN YEME BOZUKLUĞU OLGUSU Akgül S, Kanbur NÖ, Ertekin Ö, Batu ED, Derman O, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Adolesan Ünitesi Giriş: Anoreksia Nervoza adolesanlarda fiziksel ve psiko-sosyal morbiditenin önemli nedenlerindendir ve büyüyen ve gelişen bedende her organı etkileyen medikal komplikasyonlara neden olabilmektedir. Organ sistemleri, enerji açığına kendine özgü nitelikte cevap vermektedir, bunların arasında hipotalamik ısı regulasyonu, hipotermi ve soğuk intoleransı görülmektedir. Olgu Sunumu: 14 yaşında kız hasta 4 aydır besin kısıtlaması ve kilo kaybı nedeniyle ailesi tarafından Hacettepe Universitesi Adolesan bölümüne getirildi. Beslenme öyküsünde tüm gün boyunca sadece tek porsiyon dondurma yediği, son 10 günde onu da yemediği ve gıda alımını tamamen reddettiği, kusması olmadığını, laksatif veya diuretik kullanımı olmadığı öğrenildi. Son 4 ay içerisinde 8 kilo kaybettiği ve bebeklik döneminden itibaren büyüme eğrisi çizelgesine göre 10-25 persentili takip ettiği öğrenildi. Fizik muayenesinde vücüt ağırlığının 10-25 percentilde ve boyunun 25-50 percentilde olduğu görüldü. Vital bulgularından vücut ısısı 35.5oC ve ortostatik kalp hızı değişikliği 28/dk saptandı. Sistemik muayenesi doğaldı. Vücut ağırlı çok düşük olmamasına rağmen hastanın hipotermisi, ortostatik değişiklikleri ve gıda reddi olması nedeniyle Adolesan Servisine yatırıldı. Hastanın diyeti 3x 250 kcal olacak şekilde ayarlandı. Çocuk Ruh Sağlığı bölümü tarafından değerlendirilerek Fluoksetin 1x10 mg ve Olanzapin 1x5 mg başlandı. ‘Refeeding’ sendromu açısından günlük böbrek fonksiyon testleri takibi yapıldı. Yatışının 2. gününde vital bulguları stabilleşen hastanın kalorisi günlük artırılarak 3 haftalık izlemi sonucunda 2000 kcal’ye artırıldı. Ayaktan takip edilmek üzere taburcu edildi. Tartışma: Yeme bozukluğu hastalarında yatış endikasyonu sadece hastanın vücut ağırlığına göre konulmamalıdır. Hastamızın vücut ağırlığı normal persentil aralığında olmasına ve vücut ağırlığının %15’ini kaybetmesine rağmen hasta vital bulgularının stabil olmaması ve akut gıda reddi olması nedeniyle yatırılarak izlendi. Bu hastalarda yatış endikasyonları; ideal vücut ağırlığının %75inin altına düşmesi, vital bulgularının stabil olmaması, akut gıda reddi ve ayaktan tedavinin başarısız olmasıdır. 127 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-14 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ADOLESAN ÜNİTESİ’NDE 2009-2010 YILLARI ARASINDA IZLENEN YEME BOZUKLUĞU VAKALARI Akgül S, Kanbur N Ö, Derman O Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Adolesan Ünitesi Giriş: Yeme bozuklukları adolesanlarda fiziksel ve psiko-sosyal morbiditenin önemli nedenlerindendir. Obezite ve astımdan sonra adolesanlarda en sık görülen 3. kronik hastalıktır. Materyal Metod: Ocak 2010 -Ekim 2010 tarihleri arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi Adolesan Ünitesi’nde tanı alan ve izlenen yeme bozukluğu hastalarının dosyaları retrospektif olarak incelendi. Sonuçlar: Adolesan Ünitesinde 14 Anoreksia Nervoza (AN) ve 2 Bulimia Nervoza (BN) hastası izlendi. AN hastalarının 11’i Kız 3’ü erkek (%78.5 kız, %21.5) BM hastalarının ise biri kız biri erkek. AN hastalarının yaş ortalaması 15.3 (13-18). BN hastalarının yaş ortalaması ise 16.5. Hastaların 4’ü yatırılarak izlendi. Yatış endikasyonları; 1-Akut böbrek yetmezliği ve bir yılda ideal vücut ağırlığının % 25’inden fazlasının kaybedilmesi 2- Vital bulguların stabil olmaması; Ortostatik hipotansiyon, hipotermi ve akut gıda reddi. 3- 1 yılda Ideal vücut ağırlığının % 25’inden fazlasının kaybedilmesi. 4- Ayaktan tedavinin başarısız olması. Ortalama yatış süresi 31gün bulundu. ( minimum 16 gün, maximum 47 gün). Bu hastalar medikal olarak stabil hale getirildikten ve ‘refeeding’ (yeniden beslenme) döneminin riskleri atlatıldıktan sonra taburcu edilmiş ve ayaktan izlenmeye devam edilmiştir. Hastaların 10’u Ankara’dan, 6’sı ise şehir dışından başvurmuştur. 11 hasta Adolesan Ünitesine başvurarak tanı almış, 5 hasta ise bölümümüze dış departmanlardan konsülte edilmiştir. Kız hastaların 12 sinde sekonder amenore, 2’sinde de primer amenore saptanmıştır. Tartışma: On ay gibi kısa bir sürede, sadece bir adolesan kliniğinde 16 yeni yeme bozukluğu olgusu izleme alınmış olması bu hastalığın ülkemizde de, en az diğer gelişmiş ülkelerde olduğu kadar sık görüldüğünü düşündürmektedir. Bu yaş grubu ile çalışan hekimlerin ve sağlık personelinin ülkemizde bu sorunun farkındalıkları önemlidir. 128 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-15 PROKSİMAL HUMERAL EPİFİZ HATTINDA GENİŞLEME: ‘LİTTLE LEAGUER SHOULDER’ SENDROMU VEYA NORMAL GELİŞİMİN VARYASYONU? OLGU SUNUMU Sinem Akgül1, Uğur Diliçikik2, Nuray. Ö Kanbur1, Defne Kaya2, Gürhan Dönmez2, Mahmut Nedim Doral2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi. 1Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Adolesan Ünitesi.2Spor Hekimliği ABD. Giriş: Little leaguers shoulder sendromu proximal humeral epifiz hattını etkileyen ve 13-16 yaş arasındaki ergen atletlerde görülen bir sendromdur. Sendromun omuza uygulanan aşırı rotasyonel strese bağlı olduğu düşünülmektedir. Klasik radiografik bulgusu ise proksimal humerus fizis hattında genişlemedir. Sunduğumuz hasta sporcu olmayan bir ‘little leaguers shoulder’ olgusudur. Olgu Sunumu: 13 yaşında erkek hasta polikliniğimize sağ omuz ağrısı şikayetiyle başvurdu. Hastadan alınan öyküye gore son 6 yıldır lateral proksimal humerusta ağrısı olduğu, bu şikayetle birçok kez doktora başvurduğu, fizyoterapi programı başlandığı, bu egzersizleri defalarca yaptığı fakat ağrının giderek artığı öğrenildi. His kaybı, güç kaybı veya boyun ağrısı öyküsü yoktu. Fizik muayenede sağ proksimal humerus üzerinde, özellikle epifiz boşluğunda palpasyonla hassasiyet olduğu fakat rotasyonla ağrı veya şişlik olmadığı gözlendi. Hareket kısıtlılığı mevcut değildi fakat abduksiyonla krepitasyon saptandı. Rotatör kuff testlerinden (Neer, Drop arm, Hawkins, Subscapular lift off, Belly press tests) Hawkins testinde minimal ağrı saptandı. Akromioklaviküler eklemde ağrı mevcuttu. Çekilen anterioposterior sağ omuz grafisinde proksimal humeral epifizin lateral kısmında genişleme saptandı, asemptomatik olan sol omuzuna çekilen grafide ise bu açıklık daha belirgindi. Tedavi olarak hastanın fizyoterapi egzersizleri yapması özellikle atış hareketinin yapması yasaklandı. Akromioklaviküler krepitasyonu engellemek için hastanın omzuna 10 günlük ‘taping’ metodu ile bantlama yapıldı. Taping hastanın abduksiyon yapmasını engelledi. Hasta haftalık kontrollerle takip edildi ve 4 haftanın sonunda ağrısının belirgin bir şekilde azalması üzerine kontollu fiziksel hareketlerin yapılmasına izin verildi. 4. ayın sonunda hasta tekrar değerlendirildiğinde hasta hiç ağrısının kalmadığı belirtti, yapılan fizik muayenesinde omuzda hassasiyete rastlanmadı. Kontrol grafilerinde proksimal humeral epifizin lateral kısmında genişlemenin devam ettiği görüldü. Hastanın sağ omzuna fizyoterapi programına bağlı belirgin rotasyonel stress uyguladığı bilinmekte fakat çekilen grafilerde asemptomatik sol omuz grafisinde proksimal humeral epifizin lateral kısmında genişlemenin daha beligin olduğu saptanmıştı, bu görüntünün adolesan döneminde görülebilecek normal fizyolojik bir bulgu da olabileceği de düşünüldü. Bu nedenle skeletomusküler sikayeti olmaya aynı yaş grubundaki 10 sağlıklı erkek hastanın anterioposterior grafileri incelendi ve bu hastaların ikisinde grafisinde proksimal humeral epifizide genişleme saptandı. Tartışma: ‘Little leaguers shoulder’ sporcularda görülen omuz ağrısı nedeni olarak bilinse de omuz ağrısıyla başvuran ve aşırı kullanma öyküsü veren tüm ergenlerin ayrıcı tanısında düşünülmelidir. Aynı zamanda bu radiolojik değişikliğin fizyolojik gelişiminin normal varyasonu olup olmadığını araştırmak için daha büyük çalışmalar yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. 129 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-16 TIP FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN YAŞAM DOYUMU VE ÖZ-BAKIM GÜCÜ DÜZEYLERİ VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER Ahmet Ergin*, Celile Hatipoğlu*, Ali İhsan Bozkurt*, Mehmet Bostancı*, Burçin Meryem Atak**, Seval Kısaoğlu**, Sultan Parasız**, Hüseyin Kaygısız**, Arda Çınarlık**, Ezgi Karasu** * Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D. ** Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi 6. Sınıf Öğrencisi Giriş: Yaşam doyumu kişinin hedeflerine ulaşma derecesi olarak da tanımlanabilir. Öz-bakım gücü ise bireyin kişisel olarak yaşamını, sağlık ve iyiliğini korumak için kendine düşeni yerine getirmesidir. Bu çalışma, Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Tıp Fakültesinde öğrenim gören öğrencilerin yaşam doyumu ve öz-bakım gücü düzeylerini belirlemek, bunlar arasındaki ilişkiyi incelemek ve etkileyen faktörleri ortaya çıkarmak amacıyla yapılmıştır. Gereçler ve Yöntem: Araştırmanın verileri 11-22/Ekim/2010 tarihleri arasında gerekli izinler alındıktan sonra toplanmıştır. Araştırmanın evrenini PAÜ Tıp Fakültesi Dönem 1-6 öğrencileri oluşturmaktadır. Örneklem seçimine gidilmemiş, bütün öğrencilerin araştırmaya alınması planlanmıştır. Sözlü onam veren 310 (%60,0) öğrenci araştırmaya katılmıştır. Verilerin toplanmasında kullanılan anket formu üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm; sosyo-demografik özellikleri sorgulamaktadır. Bu bölümde sosyoekonomik seviyeyi tespit etmek için Aile Refah Ölçeğine yer verilmiştir. İkinci bölüm Özbakım Gücü Ölçeğinden, üçüncü bölüm ise Yaşam Doyum Ölçeğinden oluşmaktadır. Araştırmada ikili ölçümsel değerlerin karşılaştırılması için t testi, üç ve daha fazla ölçümsel değerin karşılaştırılması için ANOVA testi, tanımlayıcı veriler için ise frekans tablosu ve ki-kare testi kullanılmıştır. Çoklu değişkenli analiz için stepwise lineer regresyon analizi uygulanmıştır. Sonuçlar: Katılımcıların çoğunluğu (%55,8) kadın, yaş ortalaması (±standart sapma) 20,7(±1,8) ve yaş alt ve üst sınırları 17 ve 27’dir. Araştırmamızda özbakım gücü (ÖBG) puanı ortalaması (SS) 95,8 (18,7), alt ve üst değerler ise 38 ve 140 olarak bulunmuştur. Yaşam doyumu (YD) puan ortalaması (SS) 24,5 (6,5), alt ve üst değerler ise 5 ve 35’tir. Öğrencilerin özbakım gücü puanları ile yaşam doyumu puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon mevcuttur (r=0,40, p<0,001). Diğer faktörlerin karıştırıcı etkileri uzaklaştırdıktan sonra, sosyal aktivitesi fazla olanlarda (p=0,01), sosyoekonomik düzeyi yüksek olanlarda (p=0,02), sigara içmeyenlerde (p=0,01) ve en az bir hobisi olanlarda (p=0,03) ÖBG puanı yüksektir. Benzer şekilde, anne eğitim düzeyi yüksek olanlarda (p=0,01), sosyoekonomik düzeyi yüksek olanlarda (p=0,02) ve ilk üç sınıfta okuyan tıp öğrencilerinde (p=0,04) YD puanı yüksektir. Tartışma: Öğrencilerin YD ve ÖBG puan durumları ile yakın ilgisi olduğundan, a) üniversite ortamında sosyal faaliyetlere ve hobilere uygun ortamların ve alt yapının oluşturulmasını, öğrencilerin sosyal ve spor aktivitelerine katılımının teşvik edilmesini, b) sigaraya karşı yeterli mücadelenin üniversite yönetimi tarafından sağlanmasının ve kötü örnek teşkil etmemesi için sigara yasağının yasalarca belirtilen bölgelerde dikkatli şekilde uygulanmasını, düzenli aralıklarla tüm öğrencilere ulaşacak şekilde sigaranın zararlarına ilişkin eğitimlerin yapılmasını, sigara içenlerin sigarayı bırakması yönünde teşvik edici aktivitelerin ve uygulamaların yapılmasını, c) toplumun eğitim seviyesinin yükseltilmesini, anne eğitim düzeyi hususunda kız çocuklarının okula gönderilmesi kampanyalarının desteklenmesini önerebiliriz. 130 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-17 TİP I TRİKO-RİNO-FALANGEAL SENDROM TANISI ALAN BİR ADOLESAN VAKA Dr. Esra Kılıç1, Dr. Eda Utine1, Dr. Yasemin Alanay1, Dr. Koray Boduroğlu1 1 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Genetik Ünitesi, Ankara Giriş: Triko-Rino-Falangeal Sendrom Tip I, kraniofasiyal bulgular ve iskelet anomalileri ile karakterize nadir görülen bir malformasyon sendromudur. 8q24.1’ de lokalize zinc finger transkripsiyon faktörü kodlayan TRPS1 geninde dominant kalıtılan mutasyon sonucu oluşur. Olgu: 12 yaşında kız hasta, aralarında akrabalık bulunan sağlıklı anne ve babanın ikinci çocuğu eklem hipermobilitesi ve parmaklarda eğrilik şikayeti ile hastaneye başvurdu. Çabuk yorulma, kolay morarma ve dislokasyon öyküsü veren hastanın fizik muayenesinde seyrek cansız saçlar, laterali dökülmüş seyrek kaşlar, belirgin alın, hipoplastik maksilla, bülböz burun, hipoplastik burun kanatları, uzun filtrum, ince üst dudak, belirgin kulaklar, dental maloklüzyon, asimetrik uzunlukta düzensiz açılanma gösteren el parmakları, ve ince tırnaklar dikkat çekiciydi. Sol dizde subluksasyon mevcuttu. Ağırlık, boy ve baş çevresi ölçümleri orantılı ve yaşı ile uyumluydu. Göz muayenesi normal olan hastanın işitme testinde bilateral hafif derecede işitme kaybı saptandı. Rutin laboratuar testleri ve kanama parametreleri normal olan hastanın ekokardiyografisinde küçük ASD ve eser aort yetmezliği dışında patolojik bulgu yoktu. Hafif-orta derecede mental geriliği olan hastaya özel eğitim programı önerildi. Tartışma: İlk kez 1956 da tanımlanan bu malformasyon sendromu, karakteristik yüz görünümü ve parmak anomalileri ile tanı alır. 8q24.1’ de lokalize zinc finger transkripsiyon faktörü kodlayan TRPS1 geninde dominant kalıtılan mutasyon sonucu oluşur. Seyrek, göreceli olarak hipopigmente saçlar, armut şeklinde bülböz burun, hipoplastik burun kanatları, uzun filtrum, ince üst dudak, belirgin kulaklar, dental maloklüzyon, asimetrik uzunlukta düzensiz açılanma gösteren el parmakları, ve ince tırnaklar, el bilek grafisinde koni şeklinde epifizler görülmesi tipiktir. İnfantil dönemde hipotoni, mental gerilik ve kalça ekleminde dejeneratif bulgular ve patella dislokasyonu görülebilir. Ayırıcı tanıda, multiple ekzostozlar, gevşek cilt ve farklı karakteristik yüz görünümü ile Tip II Triko-Rino-Falangeal Sendrom ve ektodermal displazi yer alır. Sonuç: Ektodermal displazi benzeri bulgularla adolesan ünitesine başvuran hastalarda, dismorfik yüz görünümü ve parmak anomalileri gibi bulgular mevcutsa Tip I Triko-Rino-Falangeal Sendrom akılda tutulmalıdır. Hafif mental gerilik ve minör dismorfik bulgularla seyreden konjenital malformasyon sendromlarının tanısı bazen adolesan döneme kadar gecikebilmektedir. Bu sebeple, herhangi bir şikayetle adolesan polikliniğine başvuran hastaların dismorfik bulgular açısından değerlendirilmesi doğru tanısal yaklaşım ve gereksiz tedavilerden kaçınılması açısından önemlidir. 131 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-18 ADOLESANLARDA VÜCUT KİTLE ENDEKSİ (BMİ) İLE İLİŞKİLİ DEĞİŞKENLERİN İNCELENMESİ Uz. Dr. Nurdan Tekgül*, Dr. Gülden Aykanat Göktay*, Psk. Dr. Aysun Doğan**, Psk. Nurhayat Dirik*, Hemş.Emine Karademirci*Uz. Dr. M. Vasfi Yücel *Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, ÇİDEM, Gençlik Danışmanlık ve Sağlık Hizmet Merkezi ** Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Giriş: İzmir Tepecik Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Alsancak Gençlik Sağlığı Ve Danışmanlığı Merkezine başvuran 927 kız, 813 erkek toplam 1742 adolesan arasından rasgele örnekleme yöntemi ile seçilen 346 kız, 318 erkek toplam 664 adolesanda, Vücut Kitle Endeksi (BMİ) ile ilişkili olabileceği düşünülen; cinsiyet, düzenli spor ve düzenli etkinlik (enstrüman, tiyatro, resim v.b.), dersaneye gidiş, annenin çalışması, kızlarda menarj yaşı ve adet düzeni arasındaki ilişki incelenmiştir. BMİ 20-25 arası değer normal olarak değerlendirilmiştir. Yöntem: Çalışmada yararlanılan veriler, merkeze başvuran ve her adolesanın boy kilo takibinin ve diğer bilgilerinin olduğu dosyaların değerlendirilmesi ile elde edilmiştir. Veriler SPSS 13.00 istatistik analizinde değerlendirilmiştir. Bulgular: Vücut kitle indeksi ile cinsiyet arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. X2(664,2)=111,54 P<.001 Vücut kitle indeksi ile düzenli spor aktivite arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. X2(664)=24.66 P<.001 Vücut kitle indeksi ile düzenli etkinlik arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. X2(664)=9.31 P=.009 Vücut kitle indeksi ile dersaneye gidiş arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. X2(664)=.193 P=.90 Vücut kitle indeksi ile anne babanın ayrı olması arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. X2(657) =.501 P= .77 Vücut kitle indeksi ile annenin çalışıyor olması arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. X2(663)=1.27 P=.52 Vücut kitle indeksi ile menarj yaşı arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. X2(346)= 4.49 P=.611 Vücut kitle indeksi ile adet düzeni arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. X2(342)=.365 P=.83 Sonuç: Ergen Sağlığının izlendiği merkezimizde; okul başarısının düşeceği, dış tehditlerden kendini koruyamayacağı, olumsuz arkadaşlık ilişkileri kuracağı kaygılarıyla eve kapatılan, ceza olarak başladıkları sosyal aktiviteleri sonlandırmakla tehdit edilen gençlerin ailelerine de danışmanlık ve destek verilerek; adolesanların daha fazla spor ve etkinlik yapması sağlanmıştır. Bu çalışmada, yaş ortalaması 14.48 olan adolesan grubumuz içinde, her iki cinsiyet grubundan erkek adolesanlar ve düzenli spor ve düzenli etkinlik yapan adolesanlarda vücut kitle endeksi normal sınırlarda bulunmuştur. 132 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-19 ERGENLERDE İNTERNET BAĞIMLILIĞININ BENLİK DEĞERİ VE AİLE ÖZELİKLERİ ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ *Psk. Hilal YALÇIN, *Psk. Nurhayat DİRİK, *Hem. Emine KARADEMİRCİ, *Uzm. Dr.B.Nurdan TEKGÜL *Tepecik Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Gençlik Sağlığı Ve Danışmanlığı Merkezi Giriş: Teknolojinin hızlı gelişimi ile birlikte bilgisayar ve internet hem ülkemizde hem de dünyada giderek artan oranlarda kullanılır hale gelmiştir. İnternet kullanımı hem bireyin kendisini hem de aile ve toplum yaşamını çok yönlü etkileyen bir iletişim aracı olmuştur. Bu çalışmanın amacı aile içi özelliklerin ve benlik değerinin, ergenlik dönemi internet bağımlılığı ile ilişkisini incelemektir. Gereçler ve Yöntem: Araştırmada “Kişisel Bilgi Formu” “İnternet Bağımlılığı Ölçeği” “Aile Değerlendirme Ölçeği” ve “Kendim Hakkımda Düşüncelerim Testi” uygulanmıştır. Sonuçlar: Araştırmaya toplam 57 kişi katılmıştır. Katılımcıların 31’i kadın (%54.4), 26’sı (45.6) erkektir. % 24.6’sı erken, %59.6’sı orta, % 15.8’i geç ergenlik dönemindedir. Katılımcıların en sık internet kullanım amaçları olarak facebook (%70.2), film-müzik dinleme/indirme (%45.6), ödev/araştırma (%36.8), chat (%33.3) belirlenmiştir. İnternetin en sık 1-2 saat arasında kullanıldığı (%49.1) bulunmuştur. İnternet bağımlılığı toplam puan ortalamaları, internet kullanım sıklığına göre farklılaşma göstermemiştir (F: 0.517, p> 0.05). İnternet bağımlılığı toplam puanlarının yaş gruplarına ve cinsiyete göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde farklılaşmadığı bulunmuştur (p>0.05). Bununla birlikte erken ergen grubunda kontrol güçlüğü puanları orta ergen grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek (p<0.05) ve erkeklerin kontrol güçlüğü ve sosyal izolasyon alt alan puan ortalamalarının kadınlara göre anlamlı olarak daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05). İnternet bağımlılığı puanlarının, internet kullanımının aile üyeleri tarafından kontrol edildiği grupta% 36.8, kullanımın bireyin kendisi tarafından kontrol edildiği gruba % 63.2 göre anlamlı olarak yüksek olduğu saptanmıştır (t: 2.58, p< 0.01). Anne ve babanın eğitim düzeyine göre internet bağımlılığı puan ortalamaları arasında anlamlı farklılaşma bulunurken (p<0.05), aile gelir düzeyine göre anlamlı farklılaşma bulunmamıştır (p>0.05). “Ailede Gereken İlgiyi Gösterme” ve “Benlik Değeri”nin internet bağımlılığını yordayıcı etkisi olduğu (p<0.05) ve “Aile İçinde Duygusal Tepki Gösterebilme” ile internet bağımlılığı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur (p<0.05). Tartışma: Düşük benlik düzeyinin ve ailede sosyal desteğin azaldığı durumlarda internet bağımlılığı puanlarının arttığı bulguları alanyazındaki bulgularla uyumludur. Anne-baba eğitim düzeyi ve bireylerin interneti kullanma sıklığına göre internet bağımlılığı puanlarındaki değişmeye ilişkin çelişkili veriler bulunmaktadır. 133 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-20 ÜÇÜNCÜ BASAMAK BİR GENÇLİK MERKEZİNDE ADOLESAN BAŞVURU ŞİKAYETLERİ Mustafa Beşli, Filiz Akın Su, Özlem Uzunlar, Şebnem Özyer, Rana Karayalçın, Leyla Mollamahmutoğlu Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gençlik Merkezi Departmanı, Ankara. Amaç: Adolesan yaş grubunun özellikleri ve ihtiyaç duyduğu sağlık hizmeti kendine özgüdür. Bu çalışmanın amacı; gençlik merkezine başvuran adolesanların özelliklerini tanımlamak, reprodüktif hizmet almak için başvuran genç kızların şikayetlerini araştırmak ve böylece jinekologlar için jinekolojik muayene esnasında edinilebilecek medikal ve mental sağlık konuları hakkında bilgi sağlamaktır. Materyal-Metod: Çalışma 9-24 yaşları arasındaki 1080 adolesan kız üzerinde prospektif olarak gerçekleştirildi. Yaş, menarş yaşı, medeni durum, kız ve erkek kardeşlerin sayısı, eğitim durumu, meslek, ebeveynler arasında akrabalık, ebeveynlerin eğitim durumu, ebeveynlerin boşanma durumu, ebeveyn kaybı demografik veri olarak alındı. Ayrıca cinsel yönden aktiflik, depresyon ya da intihar girişimine eğilim, ilaç ya da madde bağımlılığı, kronik hastalık hakkında bilgi alındı. Adolesana başvuru esnasında kimin eşlik ettiği not edildi. Şikayetler ve konulan tanılar değerlendirildi. Bulgular: Adolesanların yaş ortalaması 18.2±2.8 idi. Menarş yaşı ortalaması 13.5±1.9 idi. Adolesanların 10 tanesi (%0.9) evliydi. Adolesanların çoğu lisede eğitim almaktaydı (525, %48.6). Adolesanların 90’ı (%8.3) meslek sahibiydi. 305 adolesanın(% 28.2) ebeveynleri arasında akrabalık vardı. 45 adolesanın (%4.2) ebeveyni boşanmıştı ve 60’ı (%5.6) anne ya da babasından birini kaybetmişti. 65 adolesan (%6) cinsel deneyim yaşadığını ifade etti. 85 adolesan (%7.9) sigara, 30’u (%2.8) hem sigara hem de alkol kullanıyordu ve 8 kişinin de (%0.7) ilaç bağımlısı olduğu öğrenildi. Çoğu zaman adolesana eşlik eden kişi ebeveynlerden biriydi (590, %54.6). Başvuru şikayeti olarak adolesanların 665’inde (%61.5) menstrüel bozukluklar, 355’inde (32.8) kıllanma, 340’ında (%31.4) vajinal akıntı, 155’inde(%14.3) adet sancısı, 40 kişide (%3.7) adneksiyel kitle ve 25’inde (%2.3) adet görememe saptandı. Sonuç: Adolesan merkezine ziyarette başlıca motive edici şikayet menstrüel bozukluklardı. Reprodüktif disfonksiyon şikayeti ile başvuran adolesan kızlardan ayrıca pek çok bilgi edinilebilir ve birçok sorun tanımlanabilir. Bu şekilde jinekologlar reproduktif sağlık hizmeti uzmanlığı kadar birinci basamak sağlık hizmeti de sunmaktadır. Adolesanlar temel şikayetleri değerlendirilirken daha fazla itina gösterilmesini hak etmektedir. 134 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-21 TEMEL SAĞLIK VE İNSAN HAKLARI SORUNU: AİLE İÇİ CİNSEL ÇOCUK İSTİSMARI Filiz Akın Su, Mustafa Beşli, Özlem Uzunlar, Şebnem Özyer, Leyla Mollamahmutoğlu Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gençlik Merkezi Departmanı, Ankara. Giriş: Cinsel çocuk istismarı mağdurları için empati ve saygı gerektiren temel sağlık ve insan hakları sorunudur. Uluslararası çalışmalarda erkek çocuklarında %3-37, kız çocuklarında %7-53 gibi korkutucu prevalanslar belirtilmektedir. Cinsel çocuk istismarının psikolojik, sosyal, medikal ve yasal yönleri vardır. İstismarın suçluları genellikle çocuğa yakın olan veya aynı ailenin bireyleri olan erkek adolesanlar veya yetişkinlerdir. En sık baba-kız çocuk arasında rastlansa da diğer aile bireyleri arasında özellikle erkek ve kız çocuklar arasında ensest ilişki olabilir. Saewyc ve ark yaptığı çalışmada kız çocukların erkek çocuklardan 5 kat daha fazla istismara uğradığı bildirilmiştir. Çoğu zaman adolesan mağdurlar akut tıbbi bakıma ihtiyaç duymasa da özellikle jinekologlar cinsel istismara uğrayan adolesanla ilk olarak karşılaşan hekimler olmaktadır. Şüpheli durumlarda cinsel istismar akılda tutulmalıdır. Metod: Yazıda adolesan bölümümüzde karşılaştığımız iki ensest ilişki vakası sunulmuştur. Bölümümüz özellikle adolesan jinekolojisinde üçüncü basamak tanı, tedavi ve danışmanlık merkezidir. Tüm vakalar konsültasyon odasında adolesan jinekoloji ekibi tarafından değerlendirilmektedir. Hikaye mağdur olan adolesanın kendi ağzından dinlendikten sonra eşlik eden kişi de görüşmeye alınır. Darp ve istismar bulguları açısından tam bir fizik muayene ile birlikte anogenital muayene de yapılır. Vaka 1 (M.O): 15 yaşında kız adolesan acil polikliniğe savcılıktan iletilen bir evrakla doğum yapmak üzere yönlendirilmiştir. Savcılıktan gelen evrakta erkek kardeşinden ensest ilişki sonucu gebe kaldığı belirtilmiştir. Jinekoloji uzmanı, psikolog ve sosyal hizmet uzmanı tarafından değerlendirilen genç kız babasının çoban olduğunu ve olayın köyde gerçekleştiğini, 24 yaşındaki erkek kardeşinin kendisine tecavüz ettiğini ifade etmiştir. Doğacak bebeği görmek dahi istemediğini söylemiştir. Babası da hikayeyi doğrulamış, oğlunun ve eşlik eden iki kişinin hapse girdiğini, oğlunun hapiste öldürüldüğünü ifade etmiştir. Bebeğe ruhsal ve maddi açıdan bakamayacaklarını söylemiştir. Genç kız sezaryanla sağlıklı bir kız çocuğu dünyaya getirmiştir. Babalık testi bebeğin babasının erkek kardeş olduğunu doğrulamıştır. Bebek Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından koruma altına alınmıştır. Vaka 2 (C.S.T): 4 yaşında kız çocuğu anneannesi tarafından iç çamaşırında kan olduğunu fark etmesi üzerine bölümümüze getirilmiştir. Anneanne çocuğun halasından alındıktan sonra göğüs uçlarında ve dış genital bölgesinde çizimler olduğunu ve son zamanlarda çocuğun dış genital bölgesi ile oynadığını ifade etmiştir. Muayene edilmeye çalışıldığında çocuk ağlamaya başlamış ve çocukla iletişim imkansız hale gelmiştir. Bunun üzerine anne bölüme davet edilmiştir. Anne de eşinin kendine şiddet uyguladığını ve zorla ilişkiye girdiğini ifade etmiştir. Çocuğun eşi ve kardeşi tarafından istismar edildiğinden şüphelendiğini söylemiştir. Pediatrist, psikolog ve jinekologlar tarafından değerlendirilen çocukta istismar olduğu netleşince yasal işlemler başlatılmıştır. Anne ve baba boşanmışlardır. Baba ve kardeşi tutuklanmış, anne ve kızı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından koruma altına alınmıştır. Tartışma: Son zamanlarda yapılan çalışmalar cinsel istismarın çocukluk çağında görülen tüm kanserlerden daha sık rastlandığını göstermektedir. İstismarın sonuçlarının sosyal ve ekonomik etkileri vardır. Çocukluk çağında cinsel istismar hikayesi olan kadınların daha fazla primer bakıma ihtiyaç duydukları bilinmektedir. Birçok çalışmada intihar, majör depresyon epizodu, posttravmatik stres bozukluğu, yeme bozuklukları ve çoklu kişilik bozuklukları gibi mental sorunlarla karşılaşıldığı belirtilmiştir. Ayrıca premenstrüel sendrom, gastrointestinal bozukluklar, kronik pelvik ağrı, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve istenmeyen gebelikler de bildirilmiştir. Cinsel istismarın önlenmesi sadece yasal mercilerin sorumluluğu olmayıp tüm sağlık çalışanlarının özellikle jinekologların da ilgi alanında olmalıdır. Adolesan çağdaki gebeliklerin ensest bir ilişki sonucu olabileceği akıldan çıkartılmamalıdır. 135 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-22 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ GENÇ DOSTU GENÇLİK DANIŞMA BİRİMİNİN HİZMET SUNUMUNDA KARŞILAŞILAN SORUNLAR S. Sinan Özalp1,Özgül Örsal 2 1 2 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim dalı. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Gençlik Danışma Birimi. Amaç : Üniversitemizde genel poliklinik hizmetlerinin aile hekimliğine geçmesi üzerine Mediko Sosyal Merkezinin yeni yapılandırılmasında Genç Dostu Gençlik Danışma Biriminin (GEDAB) doğrudan rektörlüğe bağlanmasının etkilerini belirlemektir. Yöntem: GEDAB’ nin idari yapısının 2003 - 2009 yıllarında GEDAB, Mediko Sosyal Birimi, Sağlık Kültür Spor Daire Başkanlığı, Rektör Yardımcısına bağlı olmasıyla 2010 yılında GEDAB doğrudan Genel Sekreterlik, Rektör Yardımcısına bağlandıktan sonra işleyiş deki etkilerinin karşılaştırılmasının değerlendirildi. Bulgular: 2003 – 2009 yıllarında GEDAB genel poliklinik hizmetleriyle birlikte yürütüldüğü için hizmet sunumunda aksamalara neden olurken yeni sistemde personel eksikliği olmasına rağmen hemen danışmanlık alabilmekte gerekli durumlarda ilgili bölümlerle kurulan işbirliği sayesinde öğrencilere etkin ve verimli hizmet sunumu yapılmaktadır. GEDAB’ nin işleyiş ve malzeme temini konusunda eski sistemde birçok aksaklıklar mevcutken yeni sistemde aksaklıkların giderilmesi için çözüm odaklı çalışmalar yapılarak işleyişin tıkanması engellenmektedir. Eski sistemde koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında yürütülen sınıf eğitimleri için izinlerde çeşitli sıkıntılar ve aksaklıklar yaşanırken yeni sistemde rektörlükten fakültelere gönderilen izin yazıları sayesinde daha fazla sayıda sınıf eğitimleri yapılabilmiştir. Rektörlüğe direk bağlandıktan sonra fakültedeki üst düzey yöneticilerin ve öğretmenlerin kolaylaştırıcı tutumları ve destekleri artmıştır. Sonuç: Yeni yapılanmada merkezin işleyişinde ve gelişmesinde, hizmetlerin sunulmasında hızlanma ve kolaylık sağlamıştır. Ancak halen hizmet sunumunun karşılanmasında sorunlar vardır. Bunlar hizmet sunan eğitimli personel sayısı (Doktor, psikolog) yeterli değildir. Projeyle başlayan birimimiz UNFPA’nın projeye desteği bittikten sonra malzeme temininde sıkıntı çekildi. Özellikle şuan gebeliği önleyici yöntem, idrarda gebelik testi, HIV/AIDS hızlı Rapit testin temin etmekte güçlük çekilmektedir. Kayıt sisteminde otomasyon kuramadığımız için veri girişlerimiz tek bilgisayardan devam etmekte ve daha yavaş ilerlemekte, kayıtlar tek kişide toplanmakta dolayısıyla SPSS girişlerinde sıkıntı yaşanmaktadır. Sağlık alanında da akran eğitmen eğitimi büyük önem taşımaktadır. Birimimizde akran eğitmen eğitimi ve sağlık okuryazarlığı eğitimi gönüllülük esasına göre 2 danışman öğretim üyesi, 1 doktor, 1 hemşire, 1 sağlık teknisyeni ile yürütülmektedir. 136 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-23 GENÇLİK DANIŞMA BİRİMİNE ACİL KONTRASEPSİYON İÇİN BAŞVURAN ÖĞRENCİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ Özgül Örsal1, S. Sinan Özalp2 , Özlem Örsal3 . 1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Gençlik Danışma Birimi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim dalı. 3 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eskişehir Sağlık Yüksek Okulu. 2 Amaç: Acil kontrasepsiyon için Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Gençlik Danışma Birimi (GEDAB)’ ne başvuran öğrencilerin sosyo-demografik özelliklerini değerlendirerek tekrar başvuru olasılığını azaltmak ve etkin kontrasepsiyon konusunda bilgilendirmek amacıyla bu çalışma yapılmıştır. Yöntem: Veriler GEDAB’a acil kontrasepsiyon için başvuran 72 öğrencinin doldurduğu kişisel bilgi formundan elde edilmiştir. Öğrencilerin sosyo-demografik özellikleri ile acil kontrasepsiyon almak için başvuruları SPSS 17.0 paket programında ki-kare testi kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Gençlik Danışma Birimine acil kontrasepsiyon için başvuran 23 erkek (%32) 49 kız (%68) toplam 72 öğrencidir. Öğrencilerin sadece 4’ü (%5,5) evlidir. Acil kontraseptif yöntem için başvuran tüm öğrencilerin daha önce hiç kontraseptif yöntem kullanmadıkları saptanmıştır. Öğrencilerin çoğunluğu 2. ve 3. sınıflarda başvurmuştur. Başvuran öğrencilerin ilk cinsel ilişki yaşı ortalamasının 18 yaş olduğu ve başvuran öğrencilerin ortalama iki partneri olduğu saptanmıştır. Tartışma : Çalışmamızda GEDAB’ne acil kontrasepsiyon temini için 23 erkek (%32,1) 49 kız (%68,1) toplam 72 öğrencidir. Öğrencilerin sadece 4’ü (%5,5) evlidir. Yurtiçi ve yurtdışı yapılan çalışmalarda GEDAB’ne acil kontrasepsiyon temini için başvuran öğrencilere benzer bulunmuştur(1,2,3,4,5.). Sonuç: GEDAB’a acil kontrasepsiyon için başvuran öğrencilerin daha önce hiç kontraseptif yöntem kullanmaması bu öğrencilerin cinsel sağlık ve üreme sağlığı ile ilgili yeterli bilgilerinin olmadığını göstermektedir. Diğer önemli bir bulgu öğrencilerin çoğunluğunun 2. ve 3. sınıfta olması, birimden daha önce haberdar olmamaları ve belli bir süre cinsel aktif olmalarına rağmen hiçbir kontraseptif yöntem kullanmadıkları dikkati çekmektedir. Başvurunun fazla olduğu fakültelerden başlayarak tüm fakültelere cinsel sağlık / üreme sağlığı ve etkin kontraseptif yöntemler konusunda bilgilendirici eğitimler yapılması önem kazanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Acil kontrasepsiyon, üniversite öğrencileri, cinsel sağlık, üreme sağlığı 137 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-24 ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN BESLENME ALIŞKANLIKLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Özgül Örsal1,Özlem Örsal2, Ayfer Açıkgöz 2. 1 2 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Gençlik Danışma Birimi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eskişehir Sağlık Yüksek Okulu Amaç: Bu çalışma Eskişehir Osmangazi Üniversitesi hazırlık sınıfında okuyan öğrencilerin beslenme alışkanlıklarının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Eskişehir Osmangazi Üniversitesi 2009 – 2010 eğitim öğretim yılında 732 hazırlık sınıfında okuyan öğrenciden 366 kişi örneklemimizi oluşturdu. Öğrencilere araştırmacılar tarafından literatür bilgileri doğrultusunda hazırlanan 19 soruluk bir anket uygulandı. Ankette öğrencilerin sosyo-demografik özellikleri ile beslenme bilgi düzeyleri ve beslenme alışkanlıklarını içeren sorular vardır. Araştırma sonuçları SPSS 17.0 paket programında ki-kare testi ve yüzde dağılımları kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Öğrencilerin ortalama yaş aralığı 16-17 dir. %83,6’sı öğün atlamaktadır ve öğün atlayan öğrencilerden %66,3’ü ders dinlerken dikkat dağınıklığı olduğunu belirtmiştir. En fazla atlanan öğün %39,6 oranı ile sabah kahvaltısıdır. Kahvaltıyı atlama nedenini önemli bir çoğunluk (%28,9) “okula geç kalıyorum” şeklinde belirtirken, %28,2’lik bir oran “zaman bulamıyorum” cevabını vermiştir. İkinci sırada en fazla atlanan öğün %28,6 oranı ile öğle yemeğidir. Öğle yemeğini atlayanların yaklaşık yarısı (%44,7) atlama nedenini “rejim yapıyorum” şeklinde belirmiştir. Öğrencilerin kaldıkları yere göre öğün atlama alışkanlıkları karşılaştırıldığında; evde ailesiyle kalan öğrencilerin %81,5’inin öğün atlamadığı görülmüş ve bu sonuç istatistiksel olarak ta anlamlı bulundu. (p<0,05). Öğrencilerin tamamı fast-food yiyeceklerin zararlı olduğunu belirtmesine karşın, %93,9’u fast-food beslenme alışkanlığına sahiptir. Tartışma: Adölesan dönemindeki öğrencilerin sabah kahvaltısını atlaması, gün içinde harcanacak olan enerji miktarını sağlayamamakta, açlığa bağlı olarak başta dikkat dağınıklığı olmak üzere pek çok sorun yaşanabilmekte ve buda öğrencinin başarısını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu sonuç üniversite öğrencileri ile yapılan bir çok çalışma sonucuyla uyumludur. Hem bizim çalışmamız, hemde diğer çalışma sonuçları göstermektedir ki; öğrenciler öğün atlamakta, kendilerinin belirlediği diyete uymakta, fast food yiyecekleri tüketmektedir. Dolayısıyla yetersiz ve dengesiz beslenmektedir. (Ünsal ve ark. 2010, Ziegler ve ark. 2002, Öksüz E. Ve ark.2006, Elmacı F. Ve Karaman M.G.2006). Sonuç: Üniversite öğrencilerin yeterli ve dengeli beslenmeyi etkileyen faktörler göz önüne alınarak sağlıklı beslenme alışkanlığının kazandırılmasına yönelik eğitimlerin sürekli verilmesi önerilmektedir. 138 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-25 ÜNİVERSİTEDE GENÇ DOSTU GENÇLİK DANIŞMA BİRİMİNİN ÖNEMİ Özlem Örsal1, S. Sinan Özalp2 , Özgül Örsal3. 1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eskişehir Sağlık Yüksek Okulu. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim dalı. 3 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Gençlik Danışma Birimi. 2 Amaç: Genç Dostu Birimlerinin gençlerin sağlık alanlarında da kendi haklarını çok iyi bilen, çekinmeden sağlık hizmeti alabilen, sağlık bilgilerini doğrularıyla yenileyip arkadaşlarıyla paylaşan ve davranış değişikliği yaratabilen “bilinçli gençlik, sağlıklı gelecek "yetiştirmekteki önemini belirlemektir. Yöntem: Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Genç Dostu Gençlik Danışma Biriminin (GEDAB) 2003–2010 yılları arasındaki çalışmalarının değerlendirilmesi. Bulgular: Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Gençlik Danışma Birimine başvuran 1912 kişiye bireysel danışmanlık, sağlık eğitimi ve tedavisi uygulandı. 4982 grup danışmanlığı,133 sınıf eğitimi, önemli sağlık günlerinde (Dünya AIDS günü, Hepatit Bilinçlendirme Günü, Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, Dünya sigarayı bırakma günü, Yeşilay haftası vb…) 35 kez Eskişehir genelinde farkındalık faaliyetlerinde bulunuldu. Gençlik Danışma Birimi olarak 60 uluslararası ve ulusal akademik toplantıda yer aldı. GEDAB’miz 6 projede görev alarak yürütücülüğünü üstlendi. Birimimiz Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ve Bilecik Üniversitesinde “GENÇ DOSTU GENÇLİK DANIŞMA BİRİM” inin kurulmasında öncülük etmekte, birimlerin yapılanmasında ve geliştirilmesinde destek verdi. Genç – Erişkin işbirliğinin önemini ve faydalarını iyi bilen birimimiz gençleri de içine katarak tüm çalışmalarını gerçekleştirmektedir. Gençlerin temel sağlık hakları konusunda 12 savuncan, cinsel sağlık ve üreme sağlığı konusunda 136 akran eğitmeni ve akran eğitmen Eğitimcisi ile 36 tane sağlık okuryazarlığı eğitimini alan öğrenci yetiştirdi. Yetiştirdiğimiz akran eğitmenleriyle 2009 yılında 6. Ulusal Üreme Sağlığı ve Aile Planlaması Kongresinde Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlar konulu “ROL OYUN” u ESOGÜ Gençlik Danışma Birimi (16 kişi) Akran Eğitmenleri tarafından sunuldu. Akran eğitmenlerimiz 3 bilimsel öğrenci kongresinde yer aldı. Akran eğitmenlerimiz 38 kez diğer sivil toplum ve kamu kuruluşlarının düzenlediği ulusal ve uluslararası eğitim programlarında katılımcı ve eğitmen olarak yer aldı. Birimimiz ayrıca akran eğitmenlerimizin yer aldığı Gençlik Danışma Kulübüne de danışmanlık yapmaktadır. 150 üyemiz vardır. Sonuç: Yaptığımız çalışmalarda elde ettiğimiz bilgiler gençlerin riskli davranışlarının olduğunu, buna karşılık bilgilerinin yetersiz olduğunu gösterdi. Genç Dostu Gençlik Danışma Biriminde bu hizmetlerin verilmesi gençlerin önemli bir hizmet gereksinimini karşıladığı tespit edildi. Gençlerin “Genç Dostu Sağlık Hizmetleri” yaklaşımı ile sağlık hizmetlerine ulaşımlarının arttığı, eğitim almış gençler aracılığıyla doğru sağlık bilgilerinin gençler arasında daha fazla yaygınlaştığı gözlendi. 139 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-26 VAGİNAL AKINTI YAKINMASI İLE GENÇLİK DANIŞMA BİRİMİNE BAŞVURAN 16 – 19 YAŞ ARALIĞINDAKİ ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ S. Sinan Özalp1 , Özgül Örsal2, Özlem Örsal3 . 1 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim dalı. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Gençlik Danışma Birimi. 3 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eskişehir Sağlık Yüksek Okulu. 2 Amaç: Vaginal akıntı yakınmaları ile Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Gençlik Danışma Birimine (GEDAB) başvuran öğrencilerin kayıtlarının değerlendirilmesini amaçlamaktadır. Yöntem: GEDAB’ne akıntı, yanma, kaşıntı, ve koku gibi şikayetleriyle başvuran 16- 19 yaş arasındaki 368 öğrencinin vajinal akıntıları değerlendirildi. Öğrencilerin sosyo-demografik özellikleri ile vaginal akıntı yakınma sonuçları SPSS 17.0 paket programında kullanılarak değerlendirildi. Bulgular : 368 kişide akıntı ile birlikte kaşıntı yanma, 41 kişi genital bölgede yara şikayetiyle birimimize başvurdu. % 7,9’u grimtrak sulu akıntı, %27’si beyaz renkli parça parça gelen kokusuz akıntı ile yanma kaşıntı, % 8,1’i yeşilimtrak pis kokulu akıntı ile birlikte kaşıntı yanma, %1,1’i kişi kokusuz sarı renkli akıntı ve cinsel ilişki sırasında ağrı, % 9,5’i adet öncesi kahverengi akıntı ve şiddetli ağrı, % 1,9’i genital bölgede ağrılı şişlik ve akıntı şikâyetleriyle başvurdu. %8,1 kişi bakteriyel vajinozis, %27 kişi kandida vajiniti, % 8,1 kişi trikomoniyazis, %4 kişi gonore, %1,9 kişi klamidya servisiti tanısı koyularak tedavi edildi. Ayrıca % 9,5 kişi üniversite hastanesine sevk edildi ,%5,4’ü polikistik over sendromu tanısıyla tedavi almıştır. %45,5 kişide nonenfeksiyon akıntı tespit edildi. Başvuran 368 kişinin tamamına gerekli sağlık eğitimi verildi. Tartışma: Çalışmamızda öğrencilerin %45,5’inde nonenfeksiyon akıntı belirlendi. Bu sonuç kız öğrencilerinin kendi fizyolojik akıntılarını tanıyamadıklarını ortaya koydu. Ege üniversitesinde Ardahan M. ‘nin yaptığı anket çalışmasında 1. sınıf öğrencilerin %49,5 oranında vajinal akıntı özelliği sorulduğunda yanıt verememesiyle benzer bulunmuştur. Çalışmamızda %60,5 kişide enfeksiyon bulunarak tedavi edilmesi gençlerde jinekolojik enfeksiyon olduğunu göstermesi, gençlere sağlık hizmeti bakımının gerekli olduğu açısından önemlidir. Türkiye’de ve yurt dışında yapılan çalışmalarda da benzer sonuçlar saptanmıştır. Sonuç: Bekar kızların üreme / cinsel sağlık sorunlarının yadsınmasına karşın uygun ortam yaratıldığı takdirde danışmanlık tanı ve tedaviyi içeren hizmet sunumundan yararlandığı görülmüştür. Özellikle genç dostu adölesanlara hizmet veren sağlık birimi olan GEDAB’larda cinsel yolla bulaşan hastalıklara yönelik hizmet göz ardı edilmemelidir. Öğrencilerin kendi fizyolojik vajınal akıntı özelliğini (nonenfeksiyöz akıntı) tanımadıklarını dikkate alınarak cinsel sağlık eğitimlerinin yapılması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Adölesanlar da vaginal akıntılar cinsel yolla bulaşan hastalıklar açısından büyük önem taşımakta olup cinsel yolla bulaşan hastalık epidemilerinin ve komplikasyonların engellenmesinde gerekli tedavinin sağlanması gerekliliği vurgulanmaktadır. 140 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-27 17-19 YAŞ ÜNİVERSİTE 1. SINIF ÖĞRENCİSİ ERGENLERDE DEPRESYON, SORUN ÇÖZME BECERİSİ VE SOSYAL İŞLEVSELLİK DÜZEYİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ Bingöl F*, Karakoç A**, Karaca S***, Ocakçı AF**** * Araştırma Görevlisi, Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi ** Yard. Doç. Dr. Öğretim Üyesi, Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi *** Dr. Araştırma Görevlisi, Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi **** Prof. Dr. Öğretim Üyesi, Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Giriş: Ergenlikten yetişkinliğe geçişin son dönemine rastlayan üniversite eğitimi dönemi fiziksel ve sosyal değişikliklerin deneyimlendiği, duygusal, davranışsal, cinsel, ekonomik, akademik ve toplumsal alanlarda pek çok çatışmanın yaşadığı, psikososyal ve cinsel olgunlukla birlikte kimlik bulma çabalarının arttığı çalkantılı bir dönemdir. (Alparslan, Yaşar, Dereli ve ark 2008, Aylaz, Kaya, Dere ve ark 2007, Bee ve Boyd 2009, Türkcan, Yılmaz ve Hatipoğu 2010). İnsan hayatında en fazla değişme ve gelişmenin yaşandığı bu dönem, yaşamın sonraki dönemlerini de etkilemektedir (Coşkun 2008, Türkcan, Yılmaz ve Hatipoğu 2010). Bu değişim ve gelişimin yaşandığı ergenlik döneminde çeşitli ruhsal sorunlar oluşabilmektedir (Bee ve Boyd 2009). Ergenlik döneminde görülen en yaygın ruhsal sorun, depresyondur (Eskin 2009, Türkcan ve ark. 2010). Sosyal desteğin depresyondan koruyucu bir faktör olduğu bildirilmektedir (Dingfelder, Jaffee, Mandell 2010). Depresif belirtilere ek olarak sosyal işlevsellik kaybı ve buna bağlı iş ve sosyal yetilerde azalma görülebilmektedir. (Akkaya, Sarandöl, Danacı ve ark. 2008). Sosyal yaşamdaki sıkıntılarla birlikte problem çözme becerisinin yetersizliği de depresyonla birlikte görülebilmektedir (Eskin 2009). Bu çalışma; 17-19 yaş grubu ergenlerde depresyon, sorun çözme ve sosyal işlevsellik düzeylerinin ilişkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Gereçler ve Yöntem: Bu çalışma tanımlayıcı tipte olup, evreni 2009-2010 öğretim yılında bir devlet üniversitesinin iki farklı fakültesinde eğitimine devam eden 2053 1. sınıf öğrencisi; Örneklemi ise örneklem hesaplama formülüyle en az 330 olarak belirlenmiş ve her iki fakültenin tüm bölümlerine gidilerek, 17-19 yaş arasında olan çalışmaya katılmayı kabul eden 351 öğrenci oluşturmuştur. Veriler Öğrenci Tanıtıcı Bilgi Formu, Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), Sorun Çözme Ölçeği (SÇÖ) ve Sosyal Uyum Kendini Değerlendirme Ölçeği (SUK-DÖ) kullanılarak, bilgisayar ortamında frekans dağılımı, pearson x², student t testi ve korelasyon analizi yapılarak değerlendirilmiştir. Sonuçlar ve Tartışma: Ergenlerin %54,1’i 18 yaşında/yaş ortalaması 18,36±0,57, %73,5’i kız, %30’u yurtta kalmakta, %37,9‘u en uzun süre şehirde yaşadığı, %37’sinin annesinden destek aldığı, %14.8’inin ailesinde bir bireyin hastalığının olduğu, %8’inin psikolog ya da psikiyatriye daha önce başvurduğu, %6,3’ünün tanı aldığı fiziksel ya da ruhsal bir hastalığının olduğu saptanmıştır. Ergenlerin BDÖ toplam puan ortalaması 10,41±7,38’dir ve ergenlerin %37’si hafif düzeyde, %10,8’i orta-ciddi düzeyde depresif belirti göstermektedir. Özdel ve arkadaşları BDÖ puan ortalaması 12.8±7.19 ve %26.2’sinin de orta-ciddi düzeyde depresif belirti gösterdiğini saptamışlardır. Taşkın ve arkadaşları BDÖ puan ortalaması 10,98±9,02 olarak ve ergenlerin %20.6’sında BDÖ’ye göre depresyon olduğu bulunmuştur. ABD’de yapılan bir çalışmada öğrencilerin BDÖ puan ortalaması 8.2±2.9 ve olarak bulunmuştur (Penland ve ark 2000). Avrupa ülkelerinde yapılan bir çalışmada BDÖ ile depresif belirti yaygınlığı %32 bulunmuştur (Allgöver ve ark 2001). Adewuya ve arkadaşları Nijerya’da depresyon oranını %8,3 olarak bulmuşlardır. SÇÖ’ne göre ergenlerin puan ortalaması 80,92±19,26 olup, %53,8’inin sorun çözmede etkili olduğu saptanmıştır. SUKDÖ’nden alınan puan ortalaması 41,12±6,05’dir ve ergenlerin %86’sının sosyal işlevselliği normal sınırlardadır. Yapılan bir çalışmada sosyal destek ve depresyon arasında negatif ilişki olduğu, sosyal destek artırıldıkça depresyonun azaldığı saptanmıştır (Dingfelder, Jaffee ve Mandel 2010). Çalışmada depresyon düzeyi ile sorun çözme becerisi arasında ve sorun çözme becerisi ile sosyal işlevsellik arasında ilişki saptanmazken, depresyon ile sosyal işlevsellik arasında negatif ve ileri derecede anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir (p<0,000). Depresyon düzeyi arttıkça sosyal işlevsellik azalmaktadır. 141 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul 1. Adewuya AO, Ola , Aloba OO, Boladale M, Mapayi and Olaleye O Oginni, Depression amongst Nigerian university students Prevalence and sociodemographic correlates, SOCIAL PSYCHIATRY AND PSYCHIATRIC EPIDEMIOLOGY, Volume 41, Number 8, 674-678, DOI: 10.1007/s00127-006-0068-9 2. Akkaya C, Sarandöl A, Danacı A, Sivrioğlu Y, Kaya E, Kırlı S (2008) Sosyal Uyum Kendini Değerlendirme Ölçeği (SUKDÖ) Türkçe Formunun Geçerlik ve Güvenilirliği, Türk Psikiyatri Dergisi; 19(3): 292-299. 3. Allgöwer A, Wardle J, Steptoe A ve ark. Depressive symptoms, social support, and personal health behaviours in young men and women. Health Psychol 2001; 20: 223-7. 4. Alparslan N, Yaşar S Dereli E, Turan FN, Sağlık Yüksek Okulu ve Teknik Eğitim Fakültesi Öğrencilerinde Görülen Depresif Belirtiler ve Bunu Etkileyen Faktörlerin İncelenmesi, Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Dergisi – 2008/2 5. Aylaz R, Kaya B, Dere N, Karaca Z, Bal Y, Sağlık yüksekokulu öğrencileri arasındaki depresyon sıklığı ve ilişkili etkenler, Anadolu Psikiyatri Dergisi 2007; 8:46-51. 6. Bee H, Boyd D (2009) Çocuk Gelişim Psikolojisi, s:768, Kaknüs Yayınları, İstanbul. 7. Coşkun B (2008) Ruh Sağlığını Güçlendirme ve Geliştirme, S:807-816, Çetin FÇ (ED) Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Temel Kitabı, Hekimler Yayın Birliği, Ankara. 8. Dingfelder HE, Jaffee SR, Mandell DS (2010) The impact of social support on depressive symptoms among adolescents in the child welfare system: A propensity score analysis, Children and Youth Services Review (2010), doi:10.1016/j.childyouth.2010.04.016 9. Eskin M (2009) Sorun Çözme Terapisi, HYB Basım Yayın, Ankara. 10. Eskin M, Ertekin K, Harlak H, Dereboy Ç (2008) Lise Öğrencisi Ergenlerde Depresyonun yaygınlığı ve İlişkili Olduğu Etmenler, Türk Psikiyatri Dergisi, 19(4):382-89. 11. Özdel L, Bostancı M, Özdel O, OĞUZHANOĞLU NK (2002) Üniversite öğrencilerinde depresif belirtiler ve sosyodemografik özelliklerle ilişkisi, Anadolu Psikiyatri Dergisi 2002; 3:155-161. 12. Penland EA, MastenWG, Zelhart P, FournetGP, Callahan TA, Possible selves, depression and coping skills in university students, Personality and Individual Differences, Volume 29, Issue 5, 1 November 2000, Pages 963-969 13. Taşkın EO, Yüksel EG,Özmen E (2009) Üniversite birinci sınıf öğrencilerinde ayrılma bireyleşme özellikleri ve depresyon ilişkisi, Anadolu Psikiyatri Dergisi 2009; 10:174-180. 14. Türkcan A, Yılmaz D, Hatipoğlu N (2010) Ergenlerde Bilişsel Davranışçı Yönelimli Bir Grup Psikoterapisi Uygulaması, Düşünen Adam Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi, 23:25-31. 142 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-28 ADOLESAN DİSFONKSİYONEL UTERUS KANAMALI HASTALARIN VE TEDAVİYE YANITLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Halide Özge Başaran¹, Orhan Derman¹, Nuray Kanbur Öksüz¹ ¹ Hacettepe Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim dalı, Ankara Giriş: Disfonksiyonel uterus kanaması (DUK), adolesan dönemde sık karşılaşılan jinekolojik problemlerdendir ve adolesan dönemde en sık hastaneye acil başvuru nedenidir. Adolesanlarda DUK genellikle hipotalamus hipofiz over (HPO) aksının gelişimsel immatüritesine bağlı olarak anovulasyon nedeniyle oluşur. Vakaların %75’inden fazlasında anovulasyon ya da over fonksiyonlarının azalmasına bağlı olması nedeniyle, bazı otoriteler DUK’u anovulatuvar uterus kanaması olarak adlandırırlar. Tanı, altta yatan herhangi bir neden olmadığında konulur, bu nedenle diğer nedenlerin dışlanması çok önemlidir. Bu çalışmanın amacı adolesan DUK’lu kızlarda tedaviye yanıtın değerlendirilmesi ve adolesanlarda menorajiye neden olan kanama bozukluklarının ve diğer altta yatan nedenlerin sıklığının ortaya konulmasıdır. Gereçler ve Yöntem: Çalışma, Hacettepe Üniverstesi İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi Adolesan bölümünde yapılmıştır. Çalışmaya,Ocak 2007-Aralık 2009 tarihleri arasında başvuranyaşları 11-16 arasında değişen ve yedi günden uzun süren menstrüel kanaması olan 36 kız adolesan alınmıştır. Tüm adolesanların menarş, pubarş ve telarş yaşları, menstrüel siklus aralıkları ve kanama gün sayıları, dismenorelerinin olup olmaması sorgulanmıştır. Tüm hastalara fizik muayene yapılmıştır. Yapılan laboratuvar incelemeleri; tam kan sayımı, aktive parsiyel tromboplastin zamanı, protrombin zamanı, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, von Willebrand faktör antijeni, folikül stimüle edici hormon (FSH), lüteinize edici hormon (LH), progesteron ve prolaktin düzeylerini ve serum tiroid stimüle edici hormon (TSH) düzeyini kapsamaktadır. Herhangi bir kanama parametresinde bozukluk saptanması durumunda hasta hematoloji bölümüne sevk edilmiştir. Altta yatan herhangi bir nedenin saptanmadığı hastalarda DUK’un hipotalamus hipofiz over aksının gelişimsel immatüritesine bağlı olarak meydana geldiği kabul edilmiştir. Tüm hastalara uygulanan tedavi şeması ve tedavi sonrasındaki hemoglobin düzeyleri de not edilmiştir. Sonuçlar: Hastaların başvuru anındaki hemoglobin değerleri ile tedavi sonrasındaki hemoglobin değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur. Aynı şekilde hormon tedavisi alan hastaların tedavi öncesi ve sonrası hemoglobin değerleri arasında anlamlı fark bulunmuştur. Ancak, herhangi bir tedavi verilmemiş hastalarda izlem öncesi ve sonrası hemoglobin değerleri arasında anlamlı fark bulunamamıştır. Çalışmamızda 25 hastada (% 69.4) altta yatan organik neden saptanmamış, 9 hastada (% 25) hematolojik bozukluk, 1 hastada (% 2.8) polikistik over sendromu, 1 hastada (% 2.8) ise hipotiroidi saptanmıştır. Tartışma: Sonuç olarak adolesan dönemde DUK son derece sık görülmektedir ve normal fizyolojik gelişimin bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Kız adolesanlar, menstürasyonun erken dönemlerinde hem medikal hem de psikolojik eğitim ve destek almalıdırlar. Disfonksiyonel uterus kanamasının tedavisi; belirti ve bulgulara, fizik muayeneye, aneminin varlığına, yokluğuna ve ciddiyetine göre planlanmalıdır. Diğer yandan altta yatan kanama yatkınlığı yönünden de hasta incelenmelidir. KAYNAKLAR 1. Rimsza ME. Dysfunctional uterine bleeding. Pediatr Rev. 2002; 23(7): 227-33 2. Minjarez DA, Bradshaw KD. Abnormal uterine bleeding in adolescents. Obstet Gynecol Clin North Am. 2000; 27(1): 63-78. 3. Adolesan Jinekolojisi Katkı Pediatri Dergisi. 2005; 27(4): 335-43. 143 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-29 OBEZ ERGENLERDE BENLİK İMGESİ VE PSİKOLOJİK BELİRTİLER: KARŞILAŞTIRMALI BİR ÇALIŞMA Psk. Dr. Zeynep Tüzün1, Dr. Sinem Akgül1, Dr. Nuray Kanbur1 , Dr. Orhan Derman1 1 Hacettepe Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Adölesan Ünitesi Giriş: Dünya Sağlık Örgütü tarafından obesite “Sağlığı bozacak ölçüde vücutta anormal veya aşırı yağ birikmesi“ olarak tanımlanmıştır. Yetişkin erkeklerde vücut ağırlığının %15-18’i, kadınlarda ise %20-25’ini yağ dokusu oluşturmaktadır. Erkeklerde bu oranının %25, kadınlarda ise %30’un üzerine çıkması durumu obesite olarak tanımlanmaktadır (DSO). Çeşitli çalışmalarda obesitenin tüm çocuk ve ergen grubunun % 10.9- 20’sini etkilediği bildirilmektedir (Troiano ve ark., 1995). Ülkemizde yapılan çalışmalarda da obesite sıklığına çeşitli bölgelerde bakılmış ve oranların %1.6-4.8 arasında değiştiği saptanmıştır (Şimşek et al., 2005). Ergenlik dönemi biyolojik, psikolojik ve sosyal değişimlerin oldukça hızlı yaşandığı ve birbirleri ile yoğun bir etkileşim içine girdiği önemli bir yaş evresidir (Hamburg ve Takaishi,1989). Değişim her yaş döneminde yaşanır ancak bu dönemdeki en önemli fark hızlı ve birçok alanda olmasıdır. Dolayısıyla, uyum sağlanması gereken değişim alanları ve hızı arttıkça ergenlikte ruh sağlığı sorunları yaşayan ergen sayısı da artmaktadır (Kim 2003). Fiziksel ve psikolojik tüm bu gelişimsel değişikliklere uyum sağlama bir diğer önemli gelişimsel özellik olan benlik imajını şekillendirmede önemli rol oynamaktadır (Ammaniti, M. ve Sergi, G, 2003). Ergenin benliğine yönelik bilgisi kendi gözlemlerinden, çevresinden (aile ve arkadaş) aldığı geri bildirimlerden ve içinde yaşadığı toplumun/kültürün sosyal karşılaştırmalarından olmak üzere farklı kaynaklardan elde edilmektedir (Cole ve ark 2001). Ergenin olumlu benlik imgesine sahip olması beden imajı, sosyal ilişkiler, aile ilişkiler, baş etme becerileri gibi birçok alanda kendi hakkında iyi hissetmesidir (Offer ve ark., 1992). Ergenlerde fiziksel görünüm benliğinin gözle görülen kısmı olarak nitelendirilebilir dolayısıyla benlik imgesi ile doğrudan bağlantılıdır (Krentz, 2006). Kilo fazlalığı gibi fiziksel görünümünden memnun olmadığı bir durumla karşılaşmak ergenin benlik imgesini olumsuz etkileyebilmektedir. Bu alandaki çalışmalar obez ergenlerin benlik imgesini oluşturan alanlarda uyum zorlukları yaşadıklarını ve bunun da çeşitli psikolojik sorunlara yol açtığını göstermektedir (Davison ve Mc Cabe, 2006; Wardle ve Cooke, 2005). Bu araştırma obez ergenlerde benlik imgesi ve psikolojik belirtiler arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Obesitenin benlik imajına dolayısıyla ruh sağlığına etkisi obez ergenlerin izlemi ve verilecek danışma hizmetlerini belirlenmesi açısından önemlidir. Gereçler ve Yöntem: Örneklem Araştırma örnekleminin obez grubunu Hacettepe Üniversitesi İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi Adölesan Ünitesine kilo fazlalığı sorunu ile başvuran 29; kontrol grubunu da diğer nedenlerle başvuran 23 olmak üzere toplam 52 ergen oluşturmaktadır. Belirlenen bir zaman içerisindeki başvurular arasında yapılan ilk muayenede 12-17 yaş arası ergenler gönüllülük esasına göre araştırmaya katılmışlardır. Katılımcıların 34’ü kız 18’i erkektir. Grubun yaş ortalaması X=14.42 (SS=1.03). Obez grubun 19’u kız, 10’u erkek, yaş ortalaması X=14.75 (SS=1.1.5), kontrol grubunun 15’i kız, 8’i erkek, yaş ortalaması X=14.00 (SS=1.44) olarak bulunmuştur. Gereçler Offer Benlik İmgesi Ölçeği: Benlik hakkındaki düşünceleri belirlemeyi amaçlayan Offer Benlik İmgesi Ölçeği, Offer Ostrov Howard ve Dolan (1989) tarafından geliştirilmiştir. Ölçek 6’lı Likert tipi bir ölçek olup kendini değerlendirme türünde ergenlerin 12 farklı alandaki uyumlarını ölçmektedir. Puanlardaki yükselme, uyumdaki artışa ve benlik imgesindeki olumluluğa işaret etmektedir. Offer Benlik İmgesi Ölçeğinin Türkçeye uyarlama, geçerlilik ve güvenirlik çalışması Çuhadaroğlu tarafından 1992 yılında yapılmış ve psikometrik özellikleri açısından Türkiye’de kullanılabilir olduğu belirlenmiştir. Kısa Semptom Envanteri (KSE): Çeşitli psikolojik belirtileri taramak amacıyla Derogatis (1992) tarafından geliştirilmiş olan bir kendini değerlendirme ölçeğidir. Ölçekten alınan toplam puanların yüksekliği bireyin semptomlarının sıklığını gösterir. Anksiyete, depresyon, olumsuz benlik, somatizasyon ve hostilite olmak üzere 5 alt ölçeği bulunmaktadır. Yetişkin örneklem dışında KSE’nin 13-17 yaş arası ergenlerle yapılan çalışmasında da güvenilir ve geçerli bir araç olduğu tespit edilmiştir (Batıgün, Şahin ve Uğurtaş, 2002). 144 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul Sonuçlar: Benlik imgesi ve psikolojik belirtiler açısından obez ve kontrol grubu arasında anlamlı farklılık çıkmamıştır. Obez grubun benlik imgesi ölçeği ve kısa semptom envanteri sonuçları arasındaki ilişki örüntülerini incelemek için Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon analizi uygulanmıştır. Bu analize ilişkin sonuçlar incelendiğine Offer benlik imgesi ölçeğinin dürtü kontrolü, duygusal düzey, beden imgesi, sosyal ilişkiler, aile ilişkileri, ruh sağlığı ve baş etme gücü alt boyutları ve Kısa Semptom Envanterinin anksiyete, depresyon, olumsuz benlik, somatizasyon ve hostilite belirti boyutları arasında anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Benlik imgesini oluşturan alt boyutlarda uyum sağlama azaldıkça ergenlerin psikolojik belirtilerinde artış gözlenmektedir. Tartışma: Fiziksel ve psikolojik birçok faktörle ilişkili olabilen obesitenin ergenin gelişmekte olan benlik imgesi ve ruh sağlığına etkisi, ergenlerle çalışan sağlık personeli ele alınması gereken için önemli konu olduğu düşünülmektedir. Araştırmamızda, obez ve kontrol grubunda istatistiksel anlamlı fark bulunmamakla birlikte, literatür bilgisine paralel olacak şekilde obez ergenlerde benlik imgesi ve psikolojik belirtiler arasında beklenen düzeyde anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (Davison ve Mc Cabe, 2006; Wardle ve Cooke, 2005). Obez ergenlerde benlik imgesine uyum sağlama düzeyi azaldıkça psikolojik belirti gösterme düzeyleri artmaktadır. Obesiteye eşlik eden psikolojik sorunların bilinmesi ve obez ergenlerin bütüncül bir yaklaşımla ele alınmasının önemli olduğu düşünülmektedir. 145 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-30 “KEMALPAŞA İLÇESİ DAMLACIK VE SÜTÇÜLER KÖYÜNDE 12-19 YAŞ KADINLARDA ÜREME SAĞLIĞINA YÖNELİK RİSK FAKTÖRLERİNİ AZALTMAK” PROJESİ (KEMALPAŞA’DA ERGENLERDE ÜREME SAĞLIĞI PROJESİ/KEMALPAŞA ERUSAP) Zühtü Benli*, V.Tevfik Oğuz* * İzmir Kemalpaşa Toplum Sağlığı Merkezi(TSM) Giriş: Her beş yılda bir yapılan Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması(TNSA) sonuçlarına göre Türkiye’de 19 yaşına gelmiş her beş genç kadından biri ya anne olmuş yada ilk çocuğuna hamiledir. Ayrıca fizik olarak tam gelişmeden gebe kalan ergen annelerin, daha ileri yaşlarda anne olan kadınlara göre, düşük veya ölü doğum yapmaları veya anne ölümlülüğü riskine maruz kalmaları daha olasıdır. Genelde ülkemizde, özelde Kemalpaşa ilçesinde (Damlacık ve Sütçüler Köyünde) erken yaşta gebelikler yaygındır. 2008 Yılında Kemalpaşa bölgesinde 15-19 yaşa özel doğurganlık hızı %0 34 olarak gerçekleşmiştir. 2008 yılında 23 bebek ölümünden birinin annesi ergendir. Ocak 2009’da ise 16 haftalık ergen gebe intihar ederek yaşamını sonlandırmış, 15 yaşını doldurmamış 33 haftalık bir başka gebelik ise şubat 2009’da ölü doğumla sonuçlanmıştır. Ergenlerin üreme sağlığı davranışları konusunda bilinçli seçimler yapabilecek bilgiye sahip olmaları ve üreme sağlığı ihtiyaçlarını karşılayacak, kendilerini güvende hissederek ulaşabilecekleri, genç dostu yaklaşıma sahip sağlık personelinin hizmet sunduğu sağlık merkezlerinin hazırlanması önem kazanmıştır. Bu amaçla Kemalpaşa Toplum Sağlığı Merkezi’nin 25 Mart 2009 tarihinde İzmir Kalkınma Ajansı’na (İZKA) sunduğu “Kemalpaşa ERUSAP” projesi kapsamında Damlacık ve Sütçüler Köylerinde Genç Kadın Odası(GKO) kurulması planlanmıştır. Gereçler ve Yöntem: Bu projeye başlangıç tarihi (6 Temmuz 2009) sonrası,bölgedeki 12-19 yaşları arasındaki 249 kadına 9 ayda ulaşıp onlara üreme sağlığı konusunda eğitim ve danışmanlık vererek ve toplumda duyarlılık geliştirme kapasitesini artırarak İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde ergen gebeliklerin önlenmesini, bu gebeliklere bağlı risklerin azaltılmasını, dezavantajlı bir grup olan ergen kadınlara destek sağlanmasını ve bu konuda bilinç oluşmasını sağlamayı hedefledik. Sonuçlar ve Tartışma: Proje ekibinin oluşturulmasından sonra GKO’ larının tadilatı ve ekipmanların alınması gerçekleştirildi. GKO tadilatı devam ederken, 12 sağlık elemanının temel bilgi ve becerilerini geliştirmek amacıyla, 10-15 Ağustos 2009 tarihleri arasında 48 saatten oluşan “Genç Dostu Yaklaşım ve Adölesanlarda Üreme Sağlığını Geliştirme” eğitimi yapıldı. Eğitim sonunda katılımcılara sertifika verildi. “Adölesan Gebelik ve Riskleri”,“Adölesan Kadının Hakları”, “Çocuk İstismarı” konularında; proje süresince Kemalpaşa merkez, Damlacık ve Sütçüler köyü dahil 6 farklı yerde topluma yönelik halk eğitimleri gerçekleştirildi. 12-19 yaşları arasında Damlacık ve Sütçüler köyünde yaşayan toplam 222 genç ergene ulaşılarak danışmanlık verildi. Öğrencilerin okula gidiş-gelişi için, Kemalpaşa Kaymakamlığı tarafından Damlacık Köyü ve Kemalpaşa arasında çalışmak üzere öğrenci servisi organize edildi. 2009 yılında Damlacık Köyünde lise seviyesinde okuyan ergen kadın yok iken, 201011’de 12 ergen kadın lise ve dengi okullarda öğrenim görmektedir. Proje kapsamında 2000 adet broşür dağıtılmış ve Kemalpaşa ERUSAP web sitesi yayına başlamıştır. Proje süresince yeni bir ergen gebeliği olmadı, var olan 12 ergen gebe de“Güvenli Annelik” kapsamında takip edilmeye çalışıldı. 2009 yılında tüm Kemalpaşa’da 15-19 yaşa özel doğurganlık hızı %0 28 olarak gerçekleşti. Ergenlerin kendilerine özgü problemleriyle hak ettikleri ilgiyi görebilmeleri ve sorunlarını anlatabilmeleri için, kendiliğinden sağlık kurumuna başvurmayacağı da düşünülerek ulaşılabilirliği sağlanmalıdır. 146 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-31 MADDE BAĞIMLISI GENÇLERDE CİNSEL SAĞLIK VE ÜREME SAĞLIĞI DAVRANIŞLARININ İNCELENMESİ Kaan Taşer*, Hacer Yalnız Akdeniz Üniversitesi Alkol ve Madde Bağımlılığı Araştırma ve Uygulama Merkezi Antalya Giriş: Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 15-24 yaş arasını genç olarak tanımlamaktadır. Gençlik dönemi çocukluk ile erişkinlik arasında hızla geçen bir ara dönem değildir. Gencin toplumsal yerini araştırdığı, fiziksel, psikolojik ve sosyal olgunluğa erişmenin gerçekleştiği uzun bir dönemdir(1,2). Genellikle çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olarak kabul edilen gençlik döneminde, fiziksel, psikolojik, sosyal, bilişsel ve ekonomik değişimler olmaktadır. Bu dönem yaşamın ilk 10 yıllık dönemindeki kadar hızlı büyüme ve gelişmenin olduğu süreçtir(3). Gençler bu dönemde farklı yaşantılara ve güvenli olmayan davranışlara açıktır. Dünya genelinde bütün doğumların %10’unundan daha fazlasının 15-19 yaş grubunda meydana geldiği bildirilmektedir (6).Bugün tüm dünyada AIDS ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkların (CYBH) görülme hızı, özellikle genç nüfus arasında yükselmektedir. Dünyada, yeni HIV enfeksiyonu vakalarının yarısından daha fazlası 15-24 yaş grubunda ortaya çıkmaktadır (6,7). Damar yoluyla madde kullanıcılarının AIDS, hepatit ve özellikle CYBH’ın yayılmasında önemli bir role sahip oldukları bilinmektedir (8). Madde kullananlarda, kullandıkları maddenin etkisi altındayken birçok konu da olduğu gibi cinsel davranışlarda yargılama bozuklukları izlenmektedir(9).Gençlerin cinsel yaşamlarına yaklaşım ve davranışlarını anlamak, riskli cinsel davranışları önceden saptamak için de yararlı olacaktır. Bu çalışma da madde bağımlısı gençlerde cinsel sağlık ve üreme sağlığı davranışlarının incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Akdeniz Üniversitesi Alkol Ve Madde Bağımlılığı Araştırma Ve Uyulama Merkezinde (AMBAUM) 01 Ocak-31 haziran 2010 tarihleri arasında bağımlılık şikayetiyle başvuran 15-24 yaş arası, 107 gönüllü (ayaktan ve yatan) hastaya uygulanmıştır. Çalışmada örneklem seçimine gidilmemiştir. Veriler, hastaların demografik özellikleri ve cinsel yaşama ilişkin yaklaşım ve davranışlarını içeren toplam 47 sorudan oluşan, sağlık bakanlığı gençlik Danışmanlık Sağlık Hizmet Merkezlerinde (GDSHM) kullanılan soru formu ile yüz yüze görüşülerek toplanmıştır. Soru formlarının uygulanabilmesi için ilgili kurum ve kişilerden izin alınmıştır. Elde edilen veriler SPSS 17.0 paket programında bilgisayara aktarılmış, istatistiksel analizlerde yüzdelik oranlar ve Ki-kare testleri kullanılmıştır Sonuç ve Tartışma: Başta madde kullananlar olmak üzere; gençlerin, tanımadıkları kişilerle erken yaşta veya birden fazla cinsel eşle korunmasız cinsel ilişkide bulunmaları, sağlıklarını önemli ölçüde tehdit etmektedir. Riskli cinsel davranış olarak adlandırılan bu durum; istenmeyen gebelikler, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve sağlıksız koşullarda yapılan düşüklerle sonuçlanabilmektedir (5) Türkiye’de Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu’nun yaptığı bir çalışmada gençlerin %57.3’ü cinsel konulardaki bilgilerini yetersiz bulduklarını ifade etmişlerdir. Çalışmamız da madde bağımlılığı tanısı alan gençlerin % 61.7 aile planlaması, % 83.2 CYBH, %72.9 CYBH dan korunma da bilgi sahibi olduğu görülmüştür. Ayrıca ilk cinsel deneyim oranı % 80.4(ortalama 15 yaş) bunların %33.6 kondom, % 4.7 hap ile korunmuş, %54.2 korunmamıştır. Gençler; cinsel eşlerini sıklıkla değiştirme, güvenli olmayan sekse hayır demede zorluk çekmeleri gibi nedenlerle risk altındadırlar(4). Cinsel sağlık eğitimine ihtiyaçlarının olduğu, ve buna uygun eğitim programları hazırlamanın onları riskten korumak açısından önemli olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca gençler, koruyucu sağlık hizmetlerini en az kullanan gruplardan biridir. Birçoğu toplumsal ve kültürel nedenlerle üreme sağlığına erişememekte ve üreme sağlığı haklarını kullanamamaktadır (4) 147 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul KAYNAKÇA 1.Set T, Dağdeviren N, Aktürk Z. Ergenlerde cinsellik. Genel Tıp Dergisi. 2006; 16(3):138- 40. 2. 2. Akın A, Özvarış ŞB. Adölesanların cinsel ve üreme sağlığını etkileyen faktörler projesi. (2003) HacettepeÜniversitesi Kadın Sorunları Araştırma veUygulama Merkezi. 3.Gençlere Yönelik Üreme Sağlığı Hizmetleri Katılımcı Kitabı(2005). Ankara Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı Ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, 4. Koçoğlu MH. Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlar.Toplum Hekimliği Bülteni. 2000; 21(1). 5.Tayloor-Seehafer M, Rew L (2000) Risky sexual behavior among adolescent women. Journal Of The Society Of Pediatric Nurses. 51:151-163, 2000 6.Young people and sexually transmitted diseases. Avaible at: www.who.int/inf-fs/en/fact186.html acessed: 15 Haziran 2002 7.Hassan EA, Creatsas GC (2000). A development milestone or risk-taking behavior? The role of health care in the prevention of sexually transmitted diseases. Journal of Peadiatric and Adolescent Gynecology. 13 (3):119-124 8.Musta D (1973) The American disease. New Haven, Yale University Press. 9 Zwi AB, Cabral AJ (1991) Identifying "High Risk Situations" for preventing AIDS. BMJ, 303:1527-1529. 148 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-32 ERGENLERİN BİLDİRDİĞİ DÜRTÜSELLİK BELİRTILERİNİN DAVRANIŞSAL, AKADEMİK VE İLİŞKİSEL SORUNLARLA İLİŞKİSİ Özgür Öner Yöntem: Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından desteklenen çalışmada Türkiye İstatistik Kurumu tarafından Türkiye’deki tüm ortaöğretim öğrencilerini temsil edecek şekilde Milli Eğitim Bakanlığı listeleri kullanılarak 2 aşamalı, tabakalı, küme örneklemesi kullanılmıştır. Çalışma için özellikle şiddete maruz kalma ve şiddet uygulama ile ilişkili olabilecek davranışların yanı sıra geniş bir sosyodemografik veri, gençlerin tutumları ve yaklaşımları, ilişkileri, akademik durumlarını da inceleyen bir anket geliştirilmiştir. İstatistiksel analizlerde davet edilen örneklemin %97.5’ini oluşturan 26009 öğrencinin anketleri kullanılmıştır. Çalışmaya yaklaşık 1200 rehberlik öğretmeni katılmıştır. Sonuçlar: Anne baba eğitimi, çalışma durumu, ekonomik durum, yaş, cinsiyet, antisosyal davranışlar, madde ve alkol kullanımı ve fiziksel şiddete maruz kalma değişkenleri kontrol edildikten sonra ergenin kendisi tarafından bildirilen sadece bir dürtüsellik belirtisinin olması bile fiziksel şiddet uygulama (odds ratio [OR], 1.8 [%95 güvenlik aralığı {CI}, 1.5-2.0], sık sigara içme (OR, 1.3 [95% CI, 1.1-1.4], sık alkol kullanma (OR, 1.3 [95% CI, 1.1-1.5], madde kullanma (OR, 1.6 [95% CI, 1.3-2.0], kendine zarar verme (OR, 1.5 [95% CI, 1.4-1.7], silah taşıma (OR, 1.4 [95% CI, 1.3-1.6], çete üyeliği (OR, 1.8 [95% CI, 1.6-2.1], ilişki sorunları (OR, 1.9 [95% CI, 1.5-2.3], akademik başarısızlık (OR, 1.4 [95% CI, 1.2-1.6] riskini belirgin olarak arttırmaktadır. Risk ergen tarafından bildirilen dürtüsellik belirtilerinin sayısı ile artmaktadır. Dürtüselliğin yanı sıra pekçok değişkenin birbiriyle olan ilişkisi de araştırılmıştır. Tartışma: Türkiye’deki ortaöğretim öğrencilerini temsil eden şimdiye kadarki en büyük çalışmalardan birisi olan bu çalışmanın sonuçları ergenlerde tek bir dürtüsellik belirtisinin varlığının bile dikkatle ele alınması gerektiğini, dürtüsellik belirtilerinin bir çok sorun davranışla ilişkili olduğunu ve dürtüsellik belirtileri arttıkça riskin de arttığını ortaya koymaktadır. 149 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-33 ANOREKSİA NERVOZA VE KOMORBİD OBSESİF KOMPULSİF BOZUK: BİR OLGU SUNUMU Akgül S, Kanbur N, Alikaşifoğlu A Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, 1Adolesan Ünitesi, 2 Pediatrik Endokrinoloji Ünitesi Giriş: Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) genel populasyona göre Anoreksia nervoza (AN) hastalarında daha sık görülmektedir. OKB’si olan kişilerdeki obsesif düşünceler ve kompulsif davranışlar yemek ile ilgili olabilmektedir. Sunduğumuz vaka yeme bozukluğu ön tanısıyla değerlendirilirken pre-morbid OKB’si saptanan bir hastadır. Olgu Sunumu: 17 yaşında erkek hasta, Hacettepe Üniversitesi Pediatrik Endokrinoloji ünitesine ileri derecede obezite şikayetiyle başvurdu. Özgeçmişinden ek gıdaya geçiş döneminden itibaren fazla kilosu olduğu öğrenildi. Fizik muayenesinde vücut ağırlığı 119kg, boy 170cm, ve ideal ağırlığının %170, vücut kitle indeksinin 41 (>95p) olduğu saptandı. Yapılan tetkiklerinde glukoz intoleransı, dislipidemi, insulin direnci ve hipertansiyonu saptanan hastaya metformin diyet ve egzersiz tedavisi başlandı. Hasta 3-6 ay aralarla 1.5 yıl takip edildi ve ideal ağırlığına ulaştıktan sonra oral glukoz tolerans testi yapılarak metformin tedavisi kesildi ve vücut ağırlığının %100 ünde (73kg) izlemden çıkarıldı. 6 ay sonra Adolesan Ünitesine bayılma ve belirgin kilo kaybı şikayetiyle başvurdu. Obezite tedavisi sonlandırıldıktan sonra da aşırı egzersiz ve diyet kısıtlaması ve kilo kaybının devam ettiği öğrenildi. 1 yıl içerisinde 123 kg’dan 63 kg’a düştüğü ve oral alımını 200-300 kaloriye kadar kısıtlayan hastanın yaklaşık son 6 aydır kilo alacağı korkusuyla günde 5-6 saat ağır egzersiz yaptığı öğrenildi. Hasta ile yapılan görüşmede obsesif bulguları gözlendi. Öykü derinleştirilince küçüklüğünden beri obsesif kompulsif bulguları olduğu, bu nedenle okula devam edemediği ve ailede benzer öykü olduğu öğrenildi. Vital bulgularından bradikardi ve ortostatik kalp hızı değişikliği 35/dk saptandı. Sistemik muayenesi doğaldı. Hastanın kilo kaybının ideal vücut ağırlığının %75inin altına düşmesi, vital bulgularının stabil olmaması nedeniyle yatış önerildi fakat hasta yatmayı kabul etmedi ve ayaktan yakın izleme alındı. OKB tanısıyla Çocuk Ruh Sağlığı bölümüne konsülte edildi ve hasaya fluoxetine ve alprazolam başlanarak takibe alındı. Tartışma: Literatürde yeme bozukluğu olan vakaların %40’ında OKB’nin belirti ve bulguları rapor edilmiştir. OKB’ye neden olabilecek beyindeki seratonin imbalansı yeme bozukluğu hastalarında da görülmektedir. OKB’si olan hastaların AN açısından risk altında oldukları iyi bilinmeli ve yeme bozukluğunun bulguları açısından gözlenmelidir, aynı zamanda AN tanısı alan hastalarda obsesif bulgular açısından değerlendirilmelidir. 150 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul P-34 ÜNİVERSİTE SINAVINA HAZIRLANAN ÖĞRENCİLERİN SINAV KAYGI DÜZEYLERİ VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER Yard. Doç. Dr. Serap Balcı, Araş. Gör. Ayşe Sonay Kurt, Hem. Dilek Köse Giriş: Bilişsel gelişimin hızlanması, dürtüsel gereksinimlerde ve duygu yoğunluğunda artma gibi değişikliklerle birlikte meslek seçimi gibi konulara bağlı olarak adolesanlar, çatışma, stres ve sınav kaygısı yaşayabilirler. Sınav kaygısı, özel bir kaygı türü olup özellikle bireyin değerlendirildiği koşullarda oluşan bir tedirginlik duygusudur. Kaygılanma düzeyi bireysel farklılıklar gösterebileceği gibi yaş, cinsiyet, anne-babanın eğitim durumu, sosyo-ekonomik durum gibi faktörlerden de etkilenebilmektedir. Amaç: Bu araştırma üniversite sınavına hazırlanan öğrencilerin sınav kaygı düzeylerini ve etkileyen faktörleri değerlendirmek amacıyla tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Yöntem: Araştırmanın evrenini, 2009-2010 eğitim-öğretim yılında İstanbul ili Şişli ilçesinde bulunan 2 dershanede üniversiteye hazırlanan öğrenciler oluşturdu. Bu öğretim yılında belirlenen dershanelerde eğitime devam eden ve araştırmaya katılmayı kabul eden 376 öğrenci örneklem grubuna alındı. Veri toplama aracı olarak öğrencilerin demografik bilgilerinin toplandığı anket formu ve Sınav Kaygısı Envanteri kullanıldı. Araştırmada elde edilen bulgular SPSS for Windows 11.5 programı ile değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin %55,8’si kız, %41’i 18 yaşında, %48,9’u genel lise mezunu idi. Öğrencilerin sınav kaygısı envanteri toplam puanının 39,44 ± 11,34, kuruntu alt ölçek puan ortalamasının 14,46 ± 4,33, duyuşsallık alt ölçek puan ortalamasının 27,02 ± 8,20 olduğu bulundu. Demografik veriler ile sınav kaygı düzeyleri arasındaki ilişki incelendiğinde, annenin ve babanın eğitim durumu, sınava giriş sayısı, mezun olunan lise türü ve kardeş sayısı ile sınav kaygı düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki olduğu bulundu (p<0,05). Yapılan ileri analizde annenin ve babanın eğitim düzeyi yüksek olan öğrencilerin sınav kaygı düzeylerinin düşük olduğu; sınava giriş sayısı 2 olan öğrencilerin 3 ve daha fazla sınava giren öğrencilerden kuruntu düzeylerinin düşük olduğu; genel lise mezunu olan öğrencilerin Süper/Anadolu lisesi mezunu öğrencilerden hem genel sınav kaygı puanı, hem de duyuşsallık puanının anlamlı derecede yüksek olduğu; kardeş sayısı 1 olan öğrencilerin 4 ve daha fazla kardeşe sahip öğrencilerden hem genel sınav kaygı puanının hem de duyuşsallık puanının anlamlı derecede yüksek olduğu bulundu. Öğrencilerin sınav kaygı düzeylerini etkileyebilecek diğer bir durum başarısız olma korkusu idi. Başarısız olmaktan korkma durumu ile sınav kaygısı arasında ileri derecede anlamlı fark olduğu (p<0,05), çevreye rezil olmaktan korkan öğrencilerin kuruntu, duyuşsallık ve sınav kaygı düzeylerinin anlamlı derecede yüksek olduğu belirlendi. Sonuç: Üniversiteye giriş sınavı öğrenciler için kaygı yaşatan bir durumdur. Her öğrenci farklı düzeylerde kaygı yaşayabilmektedir. Yapılan araştırmada kaygı düzeyini etkileyen en önemli faktörlerin annenin ve babanın eğitim durumu, sınava giriş sayısı, mezun olunan lise türü ve kardeş sayısı olduğu belirlendi. 151 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul DERLEMELER 152 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul D-1 HASTALIK VE HASTANEYE YATIŞIN ADÖLESAN ÜZERİNE ETKİSİ Berna Eren Fidancı*, Dilek Yıldız*, Kürşat Fidancı**, Dilek Konukbay* * GATA Hemşirelik Yüksek Okulu, Ankara GATA Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, Ankara ** Amaç: Bu çalışmada; hastalık ve hastaneye yatışın adölesan üzerine etkilerinin açıklanması ve çocuk hemşirelerinin adölesan dönemdeki hastaya yaklaşımlarında bu faktörleri değerlendirerek girişimlerini bu yönde düzenlenmeleri amaçlanmıştır. Giriş: Çocuk ve adölesanlarda hastalık ve hastaneye yatma bazı faktörlere bağlı olarak farklı düzeylerde etkiler yaratır. Bu faktörler; hastalığın süresi, yarattığı kısıtlılığın miktarı, hastalık kavramının nasıl algılandığı, hastalık ve hastaneyle ilgili önceki deneyimleri ve çocuğun gelişim aşamasıdır. Çocuğun gelişim aşaması hastalığın algılanması ve baş etme yöntemleri açısından oldukça önemlidir. Yaşın ilerlemesi ile birlikte çocuğun hastalığın çok etmenli olduğu, hastalık yapan ajan ile birey arasındaki etkileşimleri ve hastalığı ve nedenselliği kavradığı ortaya konmuştur. Ergenler, hastalığa ve hastaneye yatmaya çocuklardan daha farklı tepkiler gösterirler. Ergenleri hastaneye yatmaya gösterdikleri tepkilere göre üç gruba ayırmak mümkündür. Pasif ergenler, hastanede yapılacak işlemlere genellikle uyumlu davranırlar ve hastane personeli ile işbirliği içindedirler. Sessiz ve uyumlu davrandıklarından sağlık personeli tarafından sevilirler. Ancak ruh sağlığı açısından en riskli gruptur çünkü hastalıkla ilgili duygularını, düşüncelerini, kaygılarını kimse ile paylaşamazlar ve ciddi içsel karmaşa ve çatışma yaşarlar. Asi ergenler, tedaviyle ilgili yapılacak her türlü girişime engel olmaya çalışırlar ve başkaldırıcı davranışlar sergilerler. Olgun ergenler, süreci anlamak ve çözümlemek için gerekli zihinsel güce sahiptirler. Hastalıkları, hastane süreci ve ekip hakkında bilgi sahibidirler. Ergenlerin etkilenmesinde hastalığın tipi de önemlidir. Ergenlerin bu dönemde dış görünümleri ve beden imgeleri son derece önemli olduğundan bu alanda sorun yaratan hastalıklar onlar için ciddi bir sorundur. Ayrıca bu dönemde ergenler için özgür ve bağımsız olma oldukça önemlidir. Bu yüzden ergenin bağımsızlığını kısıtlayan, yatağa bağımlı hale getiren hastalıklar onun için büyük bir tehdit olarak algılanabilir. Sonuç: Çocuk sağlığı hemşiresi olarak hastalık ve hastaneye yatışın adölesanlar üzerine olan etkilerinin bilinmesi oldukça önemlidir. Bu sayede adölesanların bu durumlara verdikleri tepkiler bilinir ve bu süreci sorunsuz atlatması için gerekli hemşirelik müdahaleleri gerçekleştirilebilir. Anahtar Kelimeler: Adölesan, çocuk sağlığı hemşiresi, hastalık, hastaneye yatma 153 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul D-2 ADOLESANLARDA MADDE KULLANIMI Msc. Birsen MUTLU*, Yard. Doç. Dr. Serap BALCI* *İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Amaç: Madde kullanımı ve bağımlılığı toplumsal, ekonomik ve sağlık ile ilgili ciddi olumsuz sonuçları olan ve çözüm bekleyen bir sorundur. Pek çok araştırma, bu maddeler ile ilgili ilk deneyimin özellikle ergenlik dönemine rastladığını ve yetişkinlikte daha inatçı bir şekilde sürdürüldüğünü göstermektedir. Bu yazı madde kullanımının adolesan döneminde dikkate alınması ve adolesanların bu açıdan değerlendirilmesi konusuna dikkat çekmek amacıyla yazılmıştır. Derleme /Tartışma: Gençlerin eğlenmek, sosyal ve duygusal gereksinimlerini gidermek, sorunlarından uzaklaşmak, heyecan aramak veya meydan okumak gibi değişik nedenlerle madde kullanmayı denedikleri düşünülmektedir. Madde kullanan adolesanlarda hırsızlık, yalan söyleme, şiddet gibi problemli davranışlar yanında depresyon, öz saygının kaybolması, kendini değersiz hissetme, kendine ve çevresine zarar verme gibi davranışlar da görülebilir. Bağımlılık yapan maddeler içerisinde en yaygın kullanılanlar alkol ve sigara, daha az sıklıkta ise uyuşturucu ve uyarıcı maddelerdir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2005 yılında yapılan “Youth Risk Behaviors Surveillance” araştırma sonuçlarına göre; öğrencilerin son 30 gün içinde, alkol kullanımı %43.3, marihuana içme sıklığı %20.2 ve sigara içme sıklığı %13.4 olarak belirlenmiştir. Ayrıca öğrencilerin yaşamları boyunca en az bir kez alkol kullanımı %74.3, sigara içme sıklığı %54.3 ve marihuana içme sıklığı %38.4 olarak saptanmıştır. Ögel, Taner ve Eke’nin çalışmasında (2006) onuncu sınıf öğrencilerinin yaşam boyu en az bir kez madde kullanım yaygınlığı tütün için %37, alkol için %51.2, uçucu madde için %5.9 olarak belirtilmiştir. Erdem ve arkadaşlarının (2006) çalışmasında ise yaşam boyu en az bir kez tütün ve alkol kullanım yaygınlığı sırasıyla %34.3 ve %49.7 olarak saptanmıştır. Adolesanı madde kullanımından koruyacak ve alınabilecek bazı önlemler; güçlü ve pozitif aile bağları, ebeveynlerin çocuklarının arkadaşlarından ve neler yaptıklarından haberdar olmaları, sosyal faaliyetlere katılma, uyuşturucu kullanımı ile ilgili doğru bilgilendirme, ebeveynlerin ve arkadaş grubunun madde kullanmıyor olması ve doğru mesajlar vermesi, benlik saygısının güçlü olması ve kaygıyla baş etme becerisine sahip olmasının sağlanmasıdır. Adolesana verilmesi gereken koruyucu sağlık hizmetleri arasında birinci basamak sağlık kuruluşuna herhangi bir nedenle başvuran gençlerin sigara, alkol ve madde kullanımı açısından değerlendirilmesi ve gerekli durumlarda uygun tedavi olanaklarının sağlanması yer almalıdır. Ayrıca gençler için park, spor sahası gibi yerlerin çoğaltılması ve boş vakit etkinliklerine yönelik olanakların sağlanması gibi önlemler alınmalıdır. Sonuç: Araştırmalar ülkemizde sigara, alkol ve diğer maddelerin kullanımının batı toplumlarındaki boyutlara henüz ulaşmamış olmasına rağmen, küçümsenemeyecek boyutta olduğunu göstermektedir. Adolesanların riskli davranışlar açısından takip edilmesi, madde kullanımının zararları hakkında bilgilendirmesi ve gerektiğinde sorunun çözümüne yönelik adolesan ve ailesine danışmanlık ve rehberlik yapılabilmesi için sağlık profesyonellerine önemli görevler düşmektedir. Özellikle sorunun çözümüne katkı sağlamak için eğitim kurumlarında hemşire kadrosunun etkin bir şekilde yer alması desteklenmelidir. 154 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul D-3 ADOLESAN EBEVEYNLİK Dilek KONUKBAY¹, Dilek YILDIZ¹, Berna EREN FİDANCI¹ GATA Çocuk Sağ.ve Hast.Hem.BD¹ Adolesan ebeveynlik, sağlık ve sosyal sonuçları dikkate alındığında önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Çocuk anne (teen mother, adolescent mother) 18 yaşından küçük olup, gebe kalan veya doğum yapan kız çocuklarını ifade etmek için kullanılmaktadır. Adolesan doğum oranı gelişmiş ülkelerde %17’nin üzerinde, Orta Afrika’da ise %24 civarındadır. Dünya yüzeyindeki yaklaşık tüm doğumların onda biri olan 15 milyon bebek adolesan anneden doğmaktadır. Ülkemizde ise 17 yaşındaki her on bir kadından biri (% 9) ya anne olmuş ya da ilk çocuğuna gebe kalmıştır. Adolesan anneliğin, demografik ve sosyal açıdan birçok olumsuz etkisi söz konudur. Adolesan annelerin, özellikle de 18 yaşından genç olanların, daha ileri yaşlarda anne olan kadınlara göre, düşük veya ölü doğum yapmaları veya anne ölümlülüğü riskine maruz kalma oranları daha yüksektir. Erken yaşta çocuk sahibi olan annelerin çocukları da yüksek derecede hastalık ve ölüm riski taşımaktadır. Kadınların adolesan dönemde anne olmasının kadının eğitimine devam edememesi ve iş imkanlarından faydalanamaması gibi başka olumsuz sonuçları da bulunmaktadır. Ergenlik dönemi; çocuğun fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak hızla gelişim gösterdiği ve çok önemli değişikliklerin görüldüğü bir zaman dilimidir. Bu dönemde adolesan; fiziksel büyüme-gelişme, cinsel ve psiko-sosyal gelişim ile ilgili sorunlarla karşılaşmaktadır. Bu sorunların yanına ebeveynlik de eklenince adolesanın yükü daha da artmaktadır. Dönemin özelliğinden dolayı da zaman zaman bu sorunları çözememektedir. Bu nedenle adolesanların yeterli bilgiye sahip olmaları kadar güven hissederek ulaşabilecekleri, adolesana yaklaşım konusunda eğitimli sağlık personelinin hizmet sunduğu sağlık merkezlerinin olması da çok önemlidir. Adolesan ebeveynlere yönelik sağlık hizmeti verilirken sağlık ekibinin bir üyesi olarak hemşire, adolesan dönemin özelliklerini dikkate alarak öncelikle adolesan gebelikleri önlemeye yönelik çalışmalara katılmalı, gebelik oluşmuş ise oluşan gebeliklerin sağlıklı sonuçlanması için sağlık hizmetinin etkin verilmesini sağlamalıdır. Adolesan ebeveynlerle iletişimde bulunurken adolesanlara yargılayıcı tutum ve davranış içine girmemeli, onların korku ve endişelerini gidermeye çalışmalı ve onların çekinmeden kurumlardan faydalanmasını sağlamalıdır. Anahtar Kelimler: Adolesan, adolesan ebeveynlik, hemşire. 155 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul D-4 ADÖLESANLARDA CİNSEL SAĞLIK VE ÜREME SAĞLIĞI EĞİTİMİNDE FARKLI BİR YÖNTEM; TİYATRAL AKRAN EĞİTİMİ Esin Çeber*, Emine Serap Sarıcan*, Aysun Başgün*, Zehra Baykal Akmeşe*, Yeliz Çakır Koçak*, *Ege Üniversitesi İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu, Ebelik Bölümü Giriş; Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 10-19 yaş grubunu adolesan dönem olarak tanımlamaktadır. Adolesanlar dünya nüfusunun %20’sini oluşturmakta ve %85’i gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) 2008 verilerine göre Türkiye nüfusunun %18.5’ i adolesan yaş grubundan meydana gelmektedir. Yapılan çalışmalar sonucunda dünyanın birçok ülkesinde gençler ilk cinsel ilişkilerini kontrasepsiyon ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar (CYBH) konularında bilgileri olmadan yaşadıkları görülmektedir. Daha önce dünyada yapılan çalışmalar, ebe ve hemşirelerin adölesan cinsel sağlığı ve üreme sağlığı ile ilgili eğitimlerin, adölesanların cinsellik konusunda bilgilerini artırdığını ve riskleri en aza indirdiğini göstermiştir Akran Eğitimi; Yaş, cinsiyet, eğitim ya da statü, açısından aynı gruba dahil insanların akranlarına bilgi vermesini, beceri ya da tutum kazanmasını, kısaca belli bir konuda etkilemesini amaçlayan yaklaşımdır. Akran eğitimi adölesanlara verilecek CS/US eğitimlerinde kullanılması önerilen bir yöntemdir. Yöntem ve Method; Literatür tarama yöntemiyle yapılan çalışma, adölesanlarda cinsel sağlık ve üreme sağlığı eğitiminde ne gibi farklı yöntemlerin kullnıldığını değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Ve yapılan taramalar sonucunda son yıllarda adolesanların CS/US eğitiminde kullanılmaya başlanan yeni bir diğer yöntemin de Tiyatral Akran Eğitimi olduğu görülmüştür. Bulgular ve Sonuç; Tiyatral akran eğitimi modeli, drama ve rol playlerle bireylere eğitim verilmesi ve bilgilerin aktarılması yöntemidir. Tiyatral akran eğitimi sınıflarda vb. yerlerde sürekli gösterilerek/ oynatılarak daha fazla akran kitleye ulaşılır. Tiyatral Akran Eğitimi; Tiyatro, her zaman eğitim ve eğlence arasında bir köprü niteliği taşımıştır. En eski çağlardan bu yana tiyatro; haberleri yaymak, öykü paylaşmak ya da insanları toplumlarının dışında gerçekleşen olaylar konusunda eğitmek maksadıyla kullanılmıştır. Tiyatrodan eğitim alanında faydalanılmasına dair giderek artan sayıda kanıtlar ortaya çıkmaktadır. Tiyatro ile izleyicileri eğitmenin değişik isimleri bulunmaktadır. Tiyatral eğitim kavramı ; literatürde “edutainment” (eğit-eğlence) ve “theatre in education”(eğitimde tiyatro) , “infotaintment” (bilgi-eğlence) ve “entertainmenteducation” (eğlence-eğitim) yaygın biçimde kullanılmaktadır. Tiyatro aynı zamanda sosyal değişim için kuvvetli bir araç olarak da görülmektedir. Adolesanlarda, karşılanmayan cinsel sağlık/üreme sağlığı hizmet gereksinimi olduğu açıktır. Ancak, üreme sağlığı konularında danışmanlık alınabilecek merkezlerin ülkemizde de bulunmasına rağmen, adolesanların danışmalık hizmetlerinden faydalandıkları, bu merkezleri kullandıkları anlamına gelmemektedir. Adölesanlar damgalanma ve yargılanma korkusu nedeniyle merkezlere başvurmamakta ve verilen hizmeti kullanamamaktadır. Eğitimde tiyatronun hedefi; genç bireylerin üreme sağlığı, CYBH dan korunma konusundaki bilgilerini geliştirmek ve istenmeyen gebelik veya CYBH ile birlikte gelen damgalanmışlık ve dışlanmışlık hissini azaltmaktır. Tiyatro mesajların duygusal ve psikolojik vurgusunu kuvvetlendirip özellikle genç bireyler için hassas konuları irdelemeye yönelik inanılabilir ve ilgi çekici bir yol sağlamaktadır. Dikkatlice tasarlanmış eğitici bir gösteriyi izlemek, kişinin düşünme yolunu ve muhtemelen davranışlarını değiştirebilir. Tiyatronun yaratıcı bir eğitim aracı olarak kullanılması efsaneleri çürütmek, dengeli bir görünüm sunmak ve davranışları etkilemek için bir fırsat sağlar. Etkin biçimde kullanıldığında, genellikle toplum içinde, özellikle de eğitim koşullarında tartışılmayan hassas konuların temsili için mükemmel bir yoldur. 156 III. ADOLESAN SAĞLIĞI KONGRESİ 26 - 28 Kasım 2010 Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesi, İstanbul D-5 ADOLESAN ANNELERİN SOSYO-DEMOGRAFİK, GEBELİK VE DOĞUM ÖZELLİKLERİ Nihal BAYRAM*, Nimet Sevgi GENÇALP** * Marmara Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği Yüksek lisans Öğrencisi ** Marmara Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Giriş: Adolesan dönem, çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemi olarak kabul edilir ve bu dönemde çocuk fiziksel, psikolojik ve sosyal olgunluğa erişir. Bu dönemde başlayan cinsellikle beraber çeşitli nedenlerden dolayı erken yaşta gebeliklere rastlanmaktadır. Erken yaşta çocuk sahibi olmak hem anne, hem de bebek için yüksek risk taşımaktadır. Yöntem: Bu araştırma Bartın İlinde yaşayan doğum yapmış adolesan annelerin sosyo-demografik, gebelik ve doğum özelliklerini belirlemek amacıyla kesitsel tanımlayıcı olarak yapılmıştır. 2008 yılı Ağustos –Aralık ayları arasında doğum yapan Bartın’ da yaşayan 89 adolesan kadın evreni oluşturmuştur. Örnek seçilmeyip tüm evrene ulaşılması hedeflenmiştir. Veriler anket aracılığıyla toplanmış ve SPSS (Ver:15.0) paket programında değerlendirilmiştir. Bulgular: Adolesan annelerin %83 ünün ileri yaş adolesan, %15 inin ilkokul ve altı öğrenim düzeyine sahip olduğu, % 98 inin ev hanımı ve aile işlerinde ücretsiz olarak çalıştığı, %14 ünün herhangi bir sosyal güvencesi olmadığı saptanmıştır. Annelerin evlilik öncesi %54 ü çekirdek ailede yaşıyorken, evlilik sonrası %78 i geniş ailede yaşamaktadır. Adolesan annelerin %52 sinin kaçarak evlendiği ve %87 sinin yakınlarının da adolesan evlilik yaptığı görülmüştür. Adolesan annelerin çoğunluğunun evlenmeden önce aile planlaması yöntemleri hakkında hiç bilgi almadığı ve gebelik öncesi aile planlaması yöntemi kullanmamış olduğu saptanmıştır. Adolesan annelerin % 65 inin gebeliklerinde sağlık sorunu yaşadığı, doğan bebeklerin %21 inde doğumdan sonraki dönemde sağlık problemi olduğu ve bebeklerin %16 sının prematür, %8.9 unun düşük doğum ağırlıklı olduğu görülmüştür. Sonuç: Anne ve çocuk sağlığı açısından önemli bir risk grubunu oluşturan adolesan gebelikleri önlemek için adolesan kadınların aile planlaması bilgisi ve danışmanlığı almaları, bu danışmanlığın birinci basamak sağlık hizmetleri içerisinde verilmesi gerekmektedir. Birinci basamak çalışmalarında adolesanlara yönelik uygun üreme sağlığı hizmeti planlamasının yapılmasıyla anne ve bebek sağlığına yönelik risklerin azaltılacağı düşünülmektedir. 157