Pdf E-Kitap - Şeker-İş

Transkript

Pdf E-Kitap - Şeker-İş
Mücadelemize
Devam Edeceğiz!
Değerli Arkadaşlarım,
Sendikamız Şeker-İş; Olağan
Kongresi’ni geride bırakmış bulunuyor. Ülkemizin de sendikal hareketin de zor bir dönemden geçtiği
bir zamanda bu kongreden şeker işçileri birlik, beraberlik ve dayanışma ruhlarını yenileyerek başarıyla
çıkmışlardır. Bu çok önemlidir; çünkü bilmekteyiz ki işçi hareketinin
gücü, onların birliğiyle, dayanışmalarıyla paraleldir. Bugün sendikal
hareketi etkisiz kılmak isteyenler;
esas olarak işçi hareketini zayıflatmak, onun birliğini tahrip etmek istemektedirler. Kongremizde şeker
işçilerinin ortaya koyduğu tavır bu
çabalar karşısında anlamlı bir cevap
niteliği taşımaktadır.
Bugün ülkemizin ve dünyanın
karşı karşıya bulunduğu sorunlar işçi hareketinin ve sendikal mücadelenin önemini daha da artırmış bulunmaktadır.Dünyadayaşanan
küreselleşme hareketi; bir
taraftan millî devletleri
zayıflatmayı, millî
ekonomileri çökertmeyi
ve
İSA GÖK
BAŞKANDAN
bağımlılık ilişkilerini yaygınlaştırmayı hedeflemişken, diğer taraftan
da işçileri örgütsüz, dağınık hale getirip toplumsal eşitsizleri yaygınlaştırarak sömürü kaynaklarını artırmak istemektedirler.
Küreselleşme sürecinin modern
çağın en önemli kurumu olan millî
devlet ve millî ekonomiler karşısında küresel güç merkezlerinin çıkarları doğrultusunda işlemesi bütünüyle milletlerarası eşitsizlikleri artırdığı gibi ülkeler içerisinde de sınıflar arasında dengesizlikleri büyütmekte, gelir dağılımını bozarak
yoksulluğu yaygınlaştıran sonuçlar
yaratmaktadır.
Küreselleşme politikalarının
ekonomiye yansıyan boyutlarının
bütün ağırlığı işçi hareketinin, işsizlerin ve yoksulların omzuna binmektedir. Ülkemizin bu süreçte bölgesel bir güç hâline gelmesi; kendi
medeniyet ve coğrafyasında lider
ülke konumuna çıkması her şeyden
önce ülke kaynaklarının emekle birleşerek daha yaratıcı ve üretken olması anlamını taşımaktadır. Bunun
için bizler küreselleşme sürecinin
dinamiklerini kavrayarak bu süreci
ülkemizin ve emeğin lehine olacak
biçimde yönlendirmek ve yönetmek
mecburiyetindeyiz.
Türkiye’nin son 20-30 yılda maruzkaldığıneo-liberalpolitikalarülkemizin toplumsal yapısında büyük
tahribat yaratmıştır. Türkiye büyümesini sürdürürken neo-liberal politikaların getirdiği yük bir türlü ülkenin toplumsal ve ekonomik kalkınmasına izin vermemiş, büyüme
için yapılan fedakârlıklar, uğranılan
mağduriyetler istenilen mutlu sona
ulaşmayı sağlayamamıştır.
ŞEKER-İŞ SENDİKASI
GENEL BAŞKANI
BAŞKANDAN
Neo-liberal politikaların Türkiye’ye
dayattığı uygulamalar şu noktalarda tespit edilebilir: Bunlardan birincisi; kamunun sadece ekonomiden değil sosyal hayattan da çekilmesi, her türlü düzenleyici rolünün pasife edilmesi. İkincisi; ekonomik kuruluşların verimlilik, kârlılık,
toplumsal fayda ilkeleri bir kenara bırakılarak yok pahasına satılması ya da özelleştirilmesi. Üçüncüsü; başta sosyal güvenlik olmak üzere sağlıktan eğitime kadar toplumsal eşitsizliğin üretileceği bütün kurumsal yapıların özelleştirilip, piyasalaştırılması. Dördüncüsü; yerli bir endüstrinin, millî ekonomiyi ayakta tutacak
sektörlerin oluşturulması stratejisi yerine
uluslararası tekellerin belirlediği düzeyde
ve sektörlerde sağlanacak ekonomik girişimlerin sürdürümesi. Beşincisi ise; bütün ulusal kaynakların herhangi bir koruma tedbiri alınmadan eşitsiz rekabet şartları altında talana ya da soyguna açık hâle getirilmesidir.
Değerli Arkadaşlarım,
Bu dayatmaların yaşandığı ülkemiz
koşullarında, yeni bir kadro ile yeni bir
döneme başladığımız şu günlerde, Sendikamızı ve sanayimizi bekleyen pek çok
sorunla mücadele etmek durumundayız.
Bildiğiniz gibi sanayimizin varlığını ve
geleceğini tehdit eden en önemli sorun
özelleştirmedir.
Et-Balık’ta, Yem-San’da, Tigem’de,
Sek’te; en son olarak da Tekel’de ve gerçekleştirilen pek çok özelleştirmede iddia
edildiği gibi “özel sektör-güzel sektör” olmamıştır. Aksine özelleştirilen pek çok
kurum kapatılmış ve işçiler işlerini kaybetmiştir.
Ülkemiz, pek çok sanayi kolunda üretim yapamaz hale gelirken tarımımız ve
hayvancılığımız da her geçen gün gerilemiştir. Tarımda kendi kendine yetebilen
sayılı ülkelerden biri olan ülkemiz, bugün
pek çok tarım ürününü ithal eder duruma
gelmiştir. Hayvancılık ise bitme noktasına geldiği için geçtiğimiz günlerde et ithalatına izin verilmiştir. Kısacası Türkiye tarım ve hayvancılıkta pazar haline gelmiştir.
Türkiye özelleştirmeler neticesinde
tarım ülkesi olma özelliğini kaybederken
işçilerimiz; ya işlerini kaybetmişler ya da
2 Şeker-İş Dergisi
kölelik düzeni olan 4-C’ye mahkum edilerek mağdur olmuşlardır. Buna rağmen
özelleştirme konusundaki ısrar mantıksız
bir şekilde sürdürülmektedir. Bu çerçevede şeker sanayinin özelleştirilmesi yönündeki girişimlere devam edilmektedir. Bildiğiniz gibi son olarak Portföy B ve Portföy C içerisinde yer alan fabrikalarımızın
ihale ilanları yayınlamıştır. Hatta Portföy
C fabrikalarımızın ihalesi gerçekleştirilmiştir. Tüm bunlar karşında Sendikamız
Şeker-İş çocuklarımızın, ülkemizin geleceği olan şeker sanayinin yaşayabilmesi
için gecikmeden gerekli girişimlerde bulunmuştur. Danıştay nezdinde açtığımız
davalar neticesinde 15 Aralık 2009 tarihinde Portföy C grubunda yer alan şeker
fabrikalarının özelleştirilmesine ilişkin
ihale ilanının ve şartnamesinin yürütmesi durdurulmuş, ÖİB’nin bu karara itirazı
ise 25 Mart 2010 tarihinde DİDDK tarafından reddedilmiştir. Portföy B fabrikaları için Danıştay’da açtığımız dava bu
fabrikaların ihalesi gerçekleştirilmeden
sonuçlanmış ve 12 Ocak 2010 tarihinde
yürütmenin durdurulması kararı alınmıştır.
Sendikamız tarafından özelleştirme
karşısında 2005 yılından bu yana verilen
mücadelede hukuki çabalara büyük önem
verilmiştir. Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikalarımızın ihale ilanlarının yayınlanması ile daha da ağırlık verilen hukuki mücadelemizde önemli sonuçlar elde edilmiştir. Bunun en önemli sebebi; açtığımız
davaların gerekçelerinin uzman kadromuzla beraber, bilimsel açıdan doğru olan
verilere dayalı olarak, büyük bir dikkatle
hazırlanmış olmasıdır. Yürütmeyi durdurma kararlarına yapılan itirazlar karşında
da savunmalarımız aynı şekilde ve ciddiyetle hazırlanmıştır.
Bana göre hiçbir başarı rastlantı değildir. Sendikamızın başarıları da kesinlikle rastlantılar sonuncunda elde edilmiş
başarılar olarak kabul edilemez. Hepsi geceli gündüzlü, azim ve kararlılıkla, yılmadan gerçekleştirilen çalışmaların neticeleridir.
Sendikamız; hukuki çabaların yanı sıra siyasi alanda da sanayimizin özelleştirme programından ve kapsamından çıkarılması için; tüm teşkilatı ile birlik ve bütünlük içerisinde gerçekleştirdiği çalışma-
larında önemli girişimlerde bulunmuştur.
Şeker fabrikalarının bulunduğu illerde Şube Yönetimleri tarafından yöre milletvekilleri ve siyasi parti temsilcileri ile görüşülerek şeker sanayini ve halkımızı bekleyen tehlikeler hakkında hayati bilgiler
anlatılmıştır. Diğer taraftan Merkez Yöneticilerimiz tarafından bakanlar, milletvekilleri ve siyasi partilerin temsilcileri ile
pek çok görüşme gerçekleştirilerek özelleştirmenin AB Şeker Rejimi Reformu’nun sonlanacağı 2015 yılına kadar
durdurulması; şeker işçisinin, pancar üreticisinin ve devletin yer alacağı yeni bir
model oluşturularak şeker sanayinin yeniden masaya yatırılması talep edilmiştir.
Sanayimiz için bir diğer sıkıntılı konu da NBŞ’nin pancar şekerinin yerini almasına neden olabilecek çabaların ısrarla
sürdürülmekte olmasıdır. 2002–2003 pazarlama yılından bu yana Bakanlar Kurulu tarafından yüzde 10 olan NBŞ kotası;
her yıl yüzde 25–50 arasında değişen oranlardaattırılmıştır.SendikamızŞeker-İşher
yıl pancar şekeri aleyhine haksız bir şekilde yapılan bu kota artışı kararlarına karşı Danıştay nezdinde dava açmış ve bu kararların iptal edilmesini sağlamıştır. Ancak alınan bu kararlar hayata geçirilememiştir. Bunun üzerine Sendikamız 4 Ağustos 2008 tarihinde konuyu Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’ne taşımak zorunda
kalmıştır.
Öte yandan 2009–2010 pazarlama yılı için nişasta bazlı şeker kotasının yüzde
50 oranında artırılması yönündeki Bakanlar Kurulu kararına karşı da Sendikamız
tarafından zaman kaybedilmeden gerekli
hukuki girişimlerde bulunulmuştur.
Değerli Arkadaşlarım,
Sanayimizin varlığını sürdürebilmesi
için var gücümüzle mücadele ettiğimiz bu
dönemde dünyada pek çok önemli ekonomik ve siyasi gelişme yaşanmaktadır. Geleceğimize yön vermek ve haklarımızı korumak, geliştirmek istiyorsak işçiler olarak bizleri doğrudan etkileyen bu gelişmelere karşı duyarsız kalamayız.
Küresel ekonomik krizin etkisi ile
dünya ekonomisi 2009 yılında yüzde 0,6
küçülmüştür. Krizin çıkış yeri olan ABD
yüzde 2,4 küçülürken; krizin yeni mekanı olan Avrupa Birliği (AB) ise yüzde 4,1
küçülmüştür.
BAŞKANDAN
AB’de bu küresel krizden en çok İspanya, Portekiz ve Yunanistan etkilenmiştir. Yunanistan AB’den ve IMF’den kredi
desteği alabilmek için çalışanlar için
önemli kayıpları içeren kemer sıkma
programını parlamentosundan geçirmek
zorunda kalmıştır. Bunun ardından Yunanistan’da sendikaların başını çektiği ve
halkın yoğun olarak katıldığı büyük protesto gösterileri düzenlenmiştir.
Borç krizinin Avrupa kıtasında yayılmaya başladığı bugünlerde Yunanistan’ın
ardından İspanya’nın ve Portekiz’in de
birer kurtarma programına ihtiyaç duyacağı yönde yorumlar yapılmaya başlanmıştır. Ağır borç yükü altında ezilerek
kriz yaşaması beklenen sıradaki ülkeler
ise İrlanda, İtalya ve İngiltere’dir.
AB’de yayılan krizin tüm dünyaya yayılmasıyla büyük bir ekonomik çöküşün
kısa zamanda gerçekleşeceği ve bunun da
Türkiye’yi kısa zamanda etkileyeceği endişeleri her geçen gün artmaktadır. Yeni
bir dış şokun ülkemizi vurma ihtimalinin
artması ile beraber Türkiye bu şoku hangi koşullarda karşılayacak diye baktığımızda; ne yazık ki durum hiç de iç açıcı
görünmemektedir. 2008-2009 ortalaması
alındığında Türkiye iki yılda yüzde 2 oranında daralmıştır. 2010 yılında Türkiye
için tahmin edilen yüzde 5,2’lik büyüme
önümüzdeki 6 ay için umutların yeşermesine neden olmaktadır. Ancak 2009 yılında yüzde 4,7 oranında daralan bir ekonominin büyümesi sadece 2008 yılındaki
duruma geri dönülmesinden başka bir anlam taşımamaktadır. Bu ekonomik daralmaya bağlı olarak işsizlik yüzde 14,4 seviyesine ulaşmıştır. Öte yandan işsiz kalma tehlikesini yaşayan sanayi çalışanları, işlerinden aşlarından kopmamak için
ücretlerinde son 15 ayda ortalama olarak
yüzde 18’lik indirime gidilmesine razı olmuşlardır.
ABD’nin ve AB’nin borç stoku yüzünden zor günler geçirdiği bu dönemde
Türkiye de benzer bir şekilde iç ve dış
borç yükünün altında ezilmektedir. 2010
yılı Mart ayı itibariyle iç borç stokumuz
340,7 milyar TL’ye yükselirken, dış borç
stokumuz 112,2 milyar TL’ye ulaşmıştır.
Bütçe açığımız ise 6 milyar TL seviyelerine dayanmıştır.
Değerli Arkadaşlarım,
Türkiye’nin ve pek çok ülkenin büyük
borç yükleri altında ezilmesine neden olan
küreselleşme politikalarının mimarı olan
ulus-üstü sermayenin baskısı ile milli ekonomik yapıya sahip devletlere 1980’li yıllardan bu yana dayatılan uygulamalar her
geçen gün daha da acımasızlaşarak uygulanmıştır. Bu uygulamalar ile yıllardır tüm
emekçilerin ellerindekiler, avucundakiler
bir bir alınmıştır. Milli ekonomik yapıyı
kurmak amacıyla uzun yıllar çabalayan gelişmekte olan ülkelerin tüm milli yatırımları özelleştirmeler aracılığı ile yok edilmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin başta tarım ve hayvancılığı bitirilirken diğer taraftan stratejik sanayi kuruluşları yatırım değerlerinin çok altında uluslararası sermayenin ellerine teslim edilmiştir.
Küreselleşme politikalarından her geçen gün daha da zenginleşen ulus-üstü sermaye kesimleri bunlarla da yetinmemiştir.
Milli yapıya sahip devletlerin işgal edilmesi için her türlü girişimde bulunmuşlardır. Bu konuda da başarılı olmuşlar, Afganistan ve Irak işgallerinin gerçekleşmesini sağlamışlardır. ABD’nin nükleer silahlanmayı engelleme bahanesiyle İran’a müdahale etme yönündeki planları da halen
gündemdedir.
Diğer taraftan İsrail-Filistin barışı yönünde bir olasılığın her geçen gün azaldığı görülmektedir. Kıbrıs’ta ise mevcut çözümsüzlük durumunun değişebileceğine
dair en ufak bir belirti bulunmamaktadır.
Türkiye’nin kuzeydoğusu olan Kafkaslar
da çatışmaların, çözümsüzlüklerin başka
bir alanı olma durumunu muhafaza etmektedir.
Bu çatışmaların ortasında yer alan Türkiye; mevcut sorunların dışında kalmaya
çalışmaktadır. Son dönemde komşuları ile
olan sorunlarını çözme yolunda önemli
adımlar atan Türkiye; Suriye, İran ve Rusya ile yakın ilişkiler geliştirmeyi başarmıştır.
Aynı şekilde Ermenistan ile ilişkilerin
normalleştirilmesi yönünde önemli adımlar atan Türkiye ne yazık ki benzer bir yaklaşımı Ermenistan’dan görememiştir. Her
yıl olduğu gibi bu yılda 24 Nisan tarihi öncesinde ABD’de bulunan Ermeni Lobisi
“Soykırım” ifadesinin ABD Başkanı tarafından dile getirilmesi için yoğun bir şe-
kilde çalışmış, ancak başarılı olamamıştır.
Ermenistan’ın ve Ermeni Diasporası’nın
atalarımıza katil damgası vurmaya çalışan,
sözdesoykırımiddialarıdevamettikçeilişkilerin normalleşmesi beklenmemelidir.
Çünkü milletimizin bu tür girişimleri kabul etmesi mümkün değildir.
Türkiye’nin tüm iyi niyetli çabalarına
rağmen, ülkemiz Ortadoğu’daki ateş çemberinin içine çekilmeye çalışılmaktadır.
Bunun için de dış güçler tarafından desteklenen ve beslenen terör kullanılmaktadır. Son zamanlarda nerdeyse her gün gelen şehit haberleri ile yüreklerimize ateş
düşmektedir. Artık bu terör olaylarının bitirilmesi ve evlatlarımızın hayatlarının baharında can vermesinin önlenmesi için ne
gerekiyorsa yapılmalıdır.
Diğer taraftan pek çok işyerinde özellikle madenlerimizde güvenli çalışma ortamının temin edilememesi yüzünden iş
kazalarında işçilerimiz hayatlarını kaybetmektedir. Son olarak 17 Mayıs’ta Zonguldak’ın Kilimli Beldesi’ndeki, Türkiye Taşkömürü Kurumu, Karadon Müessese Müdürlüğü’ne ait kömür ocağında meydana
gelen göçük sonrasında 30 işçimiz yaşamını yitirmiştir. Hayatını kaybeden işçi
kardeşlerimize Allah’tan rahmet, kederli
ailelerine, tüm maden işçilerimize ve milletimize başsağlığı ve sabır diliyoruz. Şeker-İş Sendikası olarak bu acıların son bulmasını istiyoruz. Bunun için de çalışanlara sağlıklı ve güvenli bir iş ortamının sağlanarak, zaman kaybedilmeden iş kazalarının önlenmesi amacıyla gerekli çalışmalara başlanılması gerektiğini düşünüyoruz.
Değerli Arkadaşlarım,
Pek çok sıkıntıyı yaşadığımız bugünlerde Şeker-İş Sendikası mensupları olarak, teşkilatımızdan aldığımız güçle, ülkemizin, sanayimizin ve şeker işçisinin geleceği için daha çok çalışmak mecburiyetindeyiz. Yıllardır ekmeğini yediğimiz sanayimizin varlığını sürdürmesi; ülkemizde pancarın ve pancar şekerinin üretilmeye devam edebilmesi için mücadele etme
gücümüzü, kararlılığımızı korumalı; örgütlülüğümüzü daha da geliştirmeliyiz. Bu
konuda teşkilatımıza güveniyorum.
Yeni dönemin ve yeni yönetimin teşkilatımıza hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.
www.sekeris.org.tr 3
06
19. Olağan
Genel Kurulumuz
Toplandı
30
içindekiler
06 19. Olağan Genel
Kurulumuz Toplandı
28 Merkez Yönetim Kurulumuz
30 1 Mayıs’ta Alanlardaydık
1 Mayıs’ta
Alanlardaydık
36
Başkanlar Kurulu
Toplantılarımız
Yapıldı
Şeker-İş Sendikası
Adına Sahibi
İsa GÖK
Genel Başkan
35 Portföy C Fabrikalarının
Özelleştirilmesini Durduran
Danıştay Kararına Yapılan
İtiraz Reddedildi
36 Başkanlar Kurulu
Toplantılarımız Yapıldı
41 Sıfır Şeker Davasında Danıştay
Şeker-İş Sendikası’nı
Taraf Olarak Kabul Etti
Sorumlu Yazı İşleri
Müdürü
Hasan Basri GÜZEL
Genel Eğitim Sekreteri
Hazırlayan
Duygu GÖZLEK
Basın Uzmanı
42
8 Mart’ta 100. Yıl Coşkusu!
46
Sendikamızdan Tekel
İşçilerine Destek
50
Sanayimizdeki Alt İşveren
Uygulamalarına Karşı
Mücadele Başlattık
52
Röportaj / Prof. Dr. Birgül
Ayman Güler
58
Ucuz Et Yemenin Yolu
İthalat mı? / Ahmet Atalık
62
Kutlama Ziyaretleri
63
Turhal’da Şeker-İş Voleybol
Takımı İkinci Oldu
63
Muş Şeker’de Anneler
Günü Kutlaması
64
Kaybettiklerimiz
Yönetim Yeri
Şeker-İş Sendikası Genel Merkezi
Karanfil Sk. No: 59 Bakanlıklar / ANKARA
Tel: 0312 418 42 73-74 Faks: 0312 425 92 58
Web: www.sekeris.org.tr
e-mail: [email protected]
116
42
8 Mart’ta 100. Yıl
Coşkusu!
46
Sendikamızdan
Tekel İşçilerine
Destek
52
Röportaj / Prof. Dr.
Birgül Ayman Güler
Yayına Hazırlık
Aral Ajans
Ataç 1 Sk. No:25/11
Kızılay/ANKARA
Tel: 0312 433 27 25
Faks: 0312 434 27 25
Baskı
TDV Yayın Mat. ve Tic. İşl.
Örnek San. Sit. 1. Cad.
358. Sk. No:11
Ostim/ANKARA
Tel: 0312 354 91 31
Yayın Türü
Yaygın Süreli Yayın
(3 Aylık Dergi)
Baskı Tarihi: 05.06.2010
ÜCRETSİZ
DAĞITILMAKTADIR
Şeker-İş Dergisi Basın
Meslek İlkelerine Uyar.
GÜNDEM
19. Olağan Genel
Kurulumuz Toplandı
Sendikamız Şeker-İş’in 19. Olağan Genel Kurulu; 10-11 Nisan 2010 tarihlerinde, Ankara Büyük Anadolu Oteli’nde toplandı. Genel Kurulumuza Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, Genel Mali Sekreteri Ergün Atalay, Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Pevrul Kavlak, Türk-İş’e bağlı sendikaların genel başkanları ve merkez yöneticileri, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürü Mehmet Azmi Aksu, Genel Müdür Yardımcıları Hasan Alkan ve Selim Yücel ile Pankobirlik Genel Müdürü Fahrettin Tan katıldılar.
6 Şeker-İş Dergisi
GÜNDEM
İsa Gök: “Biz sadece şeker sanayi
için değil; daha yaşanabilir bir
Türkiye için çalışıyoruz”
“
“
S
endikamızın 2006’dan bu yana gerçekleştirdiği mücadelesi çerçevesinde yaptığı tüm çalışmaların yer
aldığı slayt gösterisinin sunulmasının ardından Genel Başkanımız İsa Gök 19.
Olağan Genel Kurul’un açış konuşmasını yapmak üzere kürsüye geldi. İsa Gök,
açış konuşmasına dünyadaki ve Türkiye’deki siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmeleri değerlendirerek başladı. Daha sonra Gök, çalışanların sorunları hakkında
özetle şu görüşlere yer verdi:
“Çalışma koşullarının insan onuruna
yaraşır bir seviyede gerçekleşmesi bakımından sosyal devlete duyulan ihtiyacın
her geçen gün artmakta olduğunu görüyoruz. Çalışma hayatına yön veren uygulamalara baktığımızda, maalesef sosyal
devletin bu temel fonksiyonunun gereğini yeterince yerine getirebildiğini söylemek güçtür. Bugün için işyerleri, çalışma
hayatının en temel ilkelerinin dahi rahatlıkla ihlal edildiği yerler haline gelmiştir.
Son yıllarda emekli olan kamu işçilerinden boşalan kadrolara işçi alınmaması karşısında, görülmesi gereken hizmet ihtiyacı özel kişilerden hizmet satın
alınması yoluyla giderilmektedir. Öyle ki
bir işyerinde çalışan kamu işçisi kadar
alt işveren işçisi bulunmaktadır. Kamu
işyerlerinin çoğunda, çalışan işçilerden
hangisinin kamu, hangisinin alt işveren
işçisi olduğunu tespit etmek ilk bakışta
güçtür. Alt işveren işçilerinin düşük çalışma standartları ile istihdamı, sendikal
örgütlenme haklarının ellerinden alınması ve böylece toplu pazarlık haklarının
ihlal edilmesi gibi insan hakları ihlallerinin de yaşandığı bilinmektedir.
Çalışanların temel haklarından olan
örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının
korunması açısından, alt işverene verilen işyerlerinde, alt işveren işçilerine tanınan hakların asıl işverenin işçisine ta-
Ülkemiz çalışma şartları, insan onuruna
yaraşır şekilde yeni baştan inşa edilmelidir.
Çalışanların temel insan haklarından
olan örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının ağır bir şekilde ihlal edildiği işyerleri arasında kamu işyerleri de bulunmaktadır. Kamu işyerlerindeki alt işveren (taşeron) uygulamaları, işçiler açısından örgütlenme ve toplu pazarlık hakkının kullanılmasının ihlal edilmesine neden olmaktadır. Sosyal devlet bir yandan alt işveren uygulamasına ilişkin sınırlandırmalar getirip yasal düzenlemeleri gerçekleştirirken, diğer yandan da bu düzenlemeleri ihlal eden kötü bir işveren olmaktadır.
nıdığı haktan daha aşağı olmaması gerektiği kabul edilmelidir. Bu ilke, alt işveren
uygulamasından doğan birçok sorunun
halli anlamına gelecektir.
Hukuka aykırı bir şekilde uygulanan
alt işveren ilişkisi, çalışanların ve sendikaların karşısında ciddi bir sorun olarak
dururken bir yandan da “ödünç işçiliğe
aracılık edilmesinin, meslek edinilmesinin” önü açılmak istenmekte, “işçi kiralama bürolarının” çalışmalarına imkân
verecek yasal düzenleme yapılmak istenmektedir. Şeker-İş olarak insanı yoksullaştırıcı ve köleleştirici her türlü çalışma
www.sekeris.org.tr 7
GÜNDEM
ortamına sonuna kadar karşı olduğumuzu ifade etmek isterim.
Ülkemiz sendikalaşma ve toplu iş sözleşmesi kapsamında bulunan işçi oranı
bakımından birçok ülkenin gerisinde bulunmaktadır. Sendikal örgütlenmenin
önündeki engellerin kaldırılması amacıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca Sendikalar Kanunu Tasarısı hazırlanmıştır. Öncelikle belirtmek isterim ki
sendikal hakların güçlendirilmesi açısından tasarıda yer alan hükümleri sendika
olarak desteklemekteyiz. Ancak serbesti
adına “işyeri” ya da “meslek sendikasının” önünün açılması ile toplu iş sözleşmesi yapmak için iş kolu barajının tamamen kaldırılmasını doğru ve yerinde bir
öneri olarak kabul etmemiz mümkün değildir.
Esas olan, örgütlenmeyi güçlendirecek, toplu iş sözleşme uygulamasını genişletecek değişikliklere gidilmesidir. Ör-
özel sektör işyerleri ayrımı yapılmaksızın insan onuruna yaraşır şekilde yeni baştan inşa edilmelidir. Bu hususta sendikalar olarak üzerimize düşen görevi yapmalı, aramızdaki görüş ayrılıklarını bir tarafa bırakarak birlik ve dayanışma içinde
olmalıyız. Her şeyden önce içinde bulunduğumuz dönemin önemini ve getirdiği
sorumluluğu kavrayarak daha fazla çalışmamız gerekmektedir.
Şeker-İş olarak;
• İnsan onurunun esas alındığı yeni
bir İş Kanunu hazırlanması, bu kanunda
asgari çalışma şartlarının değil, ILO’nun
geliştirmeye çalıştığı “Düzgün İş” kavramının esas alındığı bir anlayışın hakim
olması gerektiği,
• İşyerlerinde asıl işverenin işçisi dışında diğer işverenlerin işçilerinin çalıştırılmasının ancak teknik nedenlere dayandırılması ve bu işçiler ile birlikte işyerlerinin bir bütün olarak değerlendiril-
gütlenme özgürlüğünü ihlal eden davranışlar ve sendikal ayrımcılık, çalışanların
temel insan haklarına karşı yöneltilmiş en
ağır ihlallerdir. Sosyal devletin bir sendika üyeliğinden istifaya hem de işini kaybetme tehdidi ile zorlayarak, yandaş gördüğü başka bir sendikaya üye etmeye çalışması, bu yüzyılda duymaya ve görmeye tahammül edemeyeceğimiz bir davranıştır. Maalesef istemesek de bu tür uygulamalar ülkemiz sendikal hareketinin
de temel sorunları arasında yer almaktadır. Sendikalar adeta birbirlerinden üye
çalan bir konuma gelmiştir. Yeni işyerlerinde ve alt işveren işyerlerinde örgütlenme ve toplu pazarlıkla mücadele söz konusu bile değildir.
Ülkemiz çalışma şartları, kamu ya da
mesi,
• Çalışma sürelerinin modern çağın
ihtiyaçlarına cevap verecek ve işçinin
onurunu ve saygınlığını koruyacak şekilde yeniden düzenlenmesi,
• İşten çıkarmalarda işe iade uygulamasının etkin hale getirilmesi, işe iade
edilmek istemeyen işçiye seçimlik hak tanınarak bozulan sosyal ve ekonomik konumunun korunması,
• Disiplin uygulamalarının ve disiplin usulünün yasa tarafından düzenlenmesi,
• İş sözleşmelerinin feshi durumunda
geçerli neden ile haklı neden arasındaki
sınırın açık bir şekilde sınırlandırılması,
• İşyeri ve meslek sendikalarının değil işkolu sendikalarının güçlendirilmesi
8 Şeker-İş Dergisi
için yasal değişiklik yapılarak işkolu barajının yüzde 2 ya da 3 seviyelerine indirilmesi,
• İşçilerin toplu iş sözleşmesi kapsamı dışında bırakılmaması,
• Dayanışma aidatının üyelik aidatı
seviyesine yükseltilmesi,
• Grev hakkının kullanılması karşısındaki sınırlandırmaların kaldırılması,
• Başta şeker sanayinde olmak üzere
mevsimlik işçilerin çalışma ve emeklilik
şartlarının iyileştirilmesi, başlıca taleplerimiz arasındadır.
Bütün bu esaslarını belirlediğimiz talep ve önerilerimiz çerçevesinde Şekerİş olarak sendikal hareket içerisinde dayanışma ve birlik olma niyetindeyiz. Üyelerimizi ve bütün çalışanların hak ve menfaatlerini koruma bakımından üzerimize
düşeni her zaman yapma kararlılığı içinde bulunduğumuzu ilan etmek isterim.
Diğer taraftan Sosyal güvenlik sisteminde köklü değişiklikler meydana getiren ve 2005 yılında başlayan reform çalışmaları adı altında yapılanların sosyal
güvenlik sistemimizde tam bir karmaşa
yarattığı ortadadır. Düşünün ki bir ülkede sosyal güvenlik mevzuatı var ve bu
mevzuatın içinden ne işin uzmanları ne
de yargılamayı yaparak karar verecek
olan yargı mensupları çıkabiliyor. Sistemimiz adeta bir yazboz tahtasına çevrilmiştir. Reform adı altında yapılanların da
aslında eskisinden pek bir farkının bulunmadığı, maksadın sigortalının sosyal haklarında kısıtlama olduğu görülmektedir.
İş kolumuzda mevsimlik çalışmalar
yaygındır. Yeni emeklilik koşullarına göre bu işçilerimizin emekli aylığı hesaplamalarında hak kayıpları söz konusudur.
Mevsimlik çalışan işçilerimizin nasıl
emekli olacağı sorusunu hiçbir yetkili cevaplandıramamaktadır.
Geçmiş dönemlerde sosyal sigorta
kaynakları siyasi iktidarlar tarafından
amacı dışında kullanılarak eritilmişti;
şimdi de aynı uygulama yapılarak tutarsız bir davranış sergilenmektedir. İşsizlik
sigortasında toplanan fonlar her sıkıştıkça akla gelmekte ve maalesef bu fonlar
amacı dışında kullanılmaktadır.
Bütün bu değindiğim olumsuz uygulamalar; sosyal güvenlik ilkeleri ile alakası olmadığı gibi hükümetin sosyal gü-
GÜNDEM
“
“
venlik değişimini gerekçelendirdiği ve
2005 yılında yayınladığı beyaz kitapla da
çelişkili ve tutarsız kalmaktadır. Sigorta
fonlarına bu ve benzeri müdahalelerin
yapılmasının yerinde olmadığı açıktır.
GAP bölgesinde gerçekleştirilen yatırımlar ve istihdamı teşvik amacıyla işveren prim yüklerinin bir kısmının devlet
tarafından üstlenilmesi yerinde olmuştur.
Ancak bu teşebbüslerin finansal kaynağı olarak işsizlik sigortası kaynaklarının
kullanılması yerinde değildir.
Ülkemizin ekonomik ve sosyal sorunlarına bağlı olarak çalışma hayatının
ve sosyal güvenlik sisteminin derin yararlar aldığı açıktır. Biz bu toplumun alın
teri ile geleceğini inşa etmek arzusunda
ve ahlakında olan çalışanların temsilcileri olarak daima adalet ve haktan yana
kalarak geleceğe ve sendikal harekete
bakmak niyet ve arzusundayız.”
Sendikamız özelleştirme karşısında verdiği
onurlu mücadelesini yılmadan devam
ettirmektedir.
Genel Başkanımız İsa Gök; konuşmasının son bölümünde Sendikamızın özelleştirme karşısında verdiği mücadeleyi
anlattı ve şunları kaydetti:
“Maalesef ülkemiz tarihten gelen kendi ekonomik ve sosyal gücüne güvenmeden çaresizlik içerisinde dünya sermaye
çevrelerinin reçetelerine teslim olmuştur.
Bu çerçevede pek çok verimli kuruluş
özelleştirilmiştir. Bu özelleştirmeler neticesinde fabrikalar kapanmış, özelleştirilen KİT’lerde çalışan işçilerimiz işsiz
kalmış, evlerine ekmek götüremez olmuşlardır. Bunların en çarpıcı örnekleri; SEKA’da, SEK’te, TİGEM’de, Et-Balık Kurumu’nda YEMSAN’da ve son olarak
TEKEL’de yaşanmıştır.
1984 yılından bu yana sürdürülen
özelleştirmeler, işsizlik, işçi kıyımı, fabrikaların kapatılması ve yapılan yatırımların heba olması ile sonuçlanmıştır. Tüm
bunlara rağmen özelleştirme konusundaki anlamsız ısrar sürdürülerek, sanayimizin özelleştirilmesi gibi akıl ve mantıkla
bağdaşmayan kararlar alınarak uygulanmaya çalışılmıştır.
Türkşeker, 2000 yılında özelleştirme
kapsamına alınmıştır. 2001 yılına gelindiğinde pancar şekeri sektörü aleyhine
olumsuzluklar ve noksanlar içeren 4634
sayılı Şeker Kanunu kabul edilmiştir. Bu
yasa ile AB ülkelerinde ortalama yüzde
2 olan nişasta bazlı şeker kotası, ülkemiz
için yüzde 10 olarak belirlenmiş ve Bakanlar Kurulu’na bu oranı yüzde 50’ye
kadar arttırma/eksiltme yetkisi verilmiştir. Bu yetki de pancar şekeri aleyhine her
yıl artış yönünde kullanılmıştır.
2003 yılında Özelleştirme Yüksek
Kurulu tarafından özelleştirme yol haritası belirlenmiş, Türkşeker; özelleştirme
programına alınmıştır. 2004 yılında Kütahya Şeker Fabrikası, 2005 yılında ise
Adapazarı Şeker Fabrikası özelleştirilmiştir.
2004 yılının sonunda Şeker Kurumu’nun kapatılmasının ardından Sendikamız şeker sektörünün yok olma tehlikesiy-
le karşı karşıya kalacağı tespiti ile Danıştay’da dava açmıştır. Danıştay 13.
Dairesi; dava konusunda yürütmeyi
durdurma kararı vermiş ve işlemlerin
dayanağı olan Şeker Kanunu’nun geçici 8. maddesinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur.
Anayasa Mahkemesi ise kararın Anayasa’ya aykırılığı gerekçesiyle bu
maddenin iptaline karar vermiştir.
Sendikamız bu hukuki başarısı ile şeker sektörünün varlığını sürdürebilmek
için özelleştirme karşısında verdiği mücadelenin ilk adımlarını atmıştır. Bugüne
kadar da verdiği onurlu mücadelesini yılmadan devam ettirmektedir.
Özelleştirme çerçevesinde “Strateji
Raporu”nun hazırlanması; uluslararası
dev bir şeker karteli olan ED & F MAN’a
ihale edilmiştir. Çalışanlar olarak şeker
sektörünün özelleştirilmesinde böyle bir
tercihin yapılmasının mantığını hala anlamış değiliz.
Daha sonra 6 Aralık 2005 tarihinde
Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikalarımızın özelleştirme programına alınması ile
Sendikamızca; kurulu yatırım değerleri
yaklaşık 4 milyar dolar olan ve 3 milyar
dolar civarında katma değer sağlayan fabrikalarımızın 18-20’ye yakını kapanmakla karşı karşıya geleceği, başta doğu illerimiz olmak üzere bölgesel kalkınmanın
sekteye uğrayarak, ülkemizde göç ve güwww.sekeris.org.tr 9
GÜNDEM
venlik sorunlarının hızla artacağı yönünde endişelerin oluşması üzerine önemli
bir mücadele süreci başlatılmıştır. Ayrıca
bunların yanında Türkiye şekerde ve şekerin yan ürünleri olan melas, küspe, yem,
alkol gibi ürünlerde de dışa bağımlı bir
ülke konumuna gelecektir. Yaklaşık 1 milyon dekar alanda pancar tarımı yapılamayacaktır. Tarımda yüzde 60 oranına tekâmül eden 80 binin üzerinde tam istihdam
kaybı oluşacak, sanayide 9 binden fazla
çalışanımız işsiz kalacaktır. Şeker üretimi ise 650 bin ton daralacaktır. Şeker üretimi azalmış ve tarım alanları daralmış bir
konumda AB’ye tam üye olunması durumda ise AB Şeker Rejimi Reformu gereği ülkemiz 2015 yılında şeker sektöründen tamamen çekilmek zorunda kalacak
ve ülkemiz pazar haline gelebilecektir.
Bu öngörüler ışığında Bor, Ereğli ve
Ilgın Şeker Fabrikaları için belirlenen son
teklif verme süresince önce 30 Haziran
2006 daha sonra 30 Kasım 2006 tarihlerinde iki kez ihalenin ertelenmesi sağlanmıştır. Tüm özverili çabalarımızın karşılığında da 28 Kasım 2006 tarihinde Bor,
Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikalarımızın
ihalesi hem ÖİB tarafından süresiz olarak iptal edilmiştir hem de Danıştay tarafından yürütmeyi durdurma kararı verilmiştir. Devamında fabrikalarımızın yeniden Türkşeker bünyesine devri sağlamıştır.
Ancak, siyaseten alınan kararlara ve
yargı kararlarına rağmen 8 Ekim 2007 tarihinde Türkşeker’deki kamu hisselerinin
tamamı özelleştirme programına alınmış10 Şeker-İş Dergisi
tır. Söz konusu kararın ardından Genel
Merkezimiz, teşkilatından aldığı güçle
özelleştirme karşısındaki mücadelesini
yılmadan ve büyük bir kararlılıkla sürdürmüştür. İlgili kişi ve kuruluşlara yönelik bilimsel raporlar hazırlamayı ve bu
kişi ve kuruluşlarla karşılıklı görüşmeleri devam ettirmiştir.
Aynı zamanda bu karar karşısında Danıştay 13. Dairesi’ne başvuruda bulunulmuş ve bu başvurunun neticesinde Danıştay tarafından yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir. Danıştay kararı
sonrasında ÖİB tarafından, yürütmeyi
durdurma kararını bertaraf etmeye ve yasal boşlukları doldurmaya yönelik olarak
danışman firmaya, özelleştirmeyi kota satışına dönüştürecek nitelikte bir Ek Strateji Raporu hazırlatılmıştır. Bu rapor çerçevesinde 12 Ağustos 2008 tarihinde alınan ÖYK kararıyla Türkşeker bir kez daha tüm varlıklarıyla birlikte özelleştirme
programına alınmıştır.
Bu gelişmenin hemen ardından Portföy A grubu Şeker Fabrikaları için ihale
ilanı yayınlanmıştır. Bunun üzerine Sendikamız, ihale kararı ile ihale şartları belgesinin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle Danıştay’da dava açmış ve
bulundukları illerin tek sanayi kuruluşları olan Kars, Erciş, Ağrı, Muş ve Erzurum Şeker Fabrikaları’nın ihaleye çıkarılmasını protesto etmek için Ağrı’da büyük yankı uyandıran “Fabrikana Sahip
Çık Mitingi”ni düzenlemiştir.
İhale sürecinde Sendikamızın her
platformda anlattığı; portföy grupları
içinde bulunan birim maliyetleri düşük,
üretim kapasiteleri yüksek 5 veya 6 fabrikamızın satılacağı geriye kalanlara ise
talip çıkmayacağı veya kapanmak zorunda kalacağı yönündeki düşüncelerinde
haklı olduğu, Portföy A grubu fabrikalarına hiç bir talep gelmemesi üzerine ihalenin iptal edilmesi ile bir kez daha kanıtlanmıştır.
Özelleştirme karşısındaki onurlu mücadelemiz; şeker işçileri, pancar üreticileri, nakliyeciler, esnafın ve yöre halkının tam desteğini arkasına alan, akılcı ve
başarılı adımlarla ilerleyen, Türk sendikal tarihinin en geniş tabanlı sivil toplum
hareketi haline dönüşmüştür.
Şeker fabrikalarımızın bulunduğu yörelerde ve Genel Merkezimizde gerçekleştirdiğimiz imza kampanyaları ile toplanan 700 bin imza tüm kesimlerin bize
verdiği desteğin en açık göstergesidir. Diğer taraftan fabrikalarımızın kurulu oldukları illerde bulunan sivil toplum örgütlerinin de görüşleri alınarak toplanan
475 adet imzamız Başbakanımıza Türkİş Yöneticilerimizin aracılığıyla ulaştırılmıştır.
2009 yılına geldiğimizde önce Portföy C’yi oluşturan Çarşamba, Çorum,
Kastamonu, Kırşehir, Turhal ve Yozgat
Fabrikaları ihaleye çıkartılmış ve hemen
ardından da Portföy B’yi oluşturan Malatya, Erzincan, Elazığ ve Elbistan Şeker
Fabrikaları’nın ihale ilanları yayınlanmıştır.
Portföy C grubunda yer alan fabrikalarımızın özelleştirilme girişimlerine kar-
GÜNDEM
şı Turhal’da, Kırşehir’de ve Kastamonu’da şeker işçisinin, pancar üreticisinin,
yöre esnafının, siyasi parti temsilcilerinin, sivil toplum örgütlerinin ve halkımızın katılımı ile mitingler düzenlenmiştir.
Ayrıca, Türk-İş Genel Merkezi’nde bir
basın toplantısı düzenlenerek Türkşeker’in özelleştirilmesinin ne derecede büyük bir yanlış olacağı kamuoyu ile bir kez
daha paylaşılmıştır.
Mücadelemiz çerçevesinde Sendikamız tarafından; ülkemizin önde gelen gazetelerinde; şeker fabrikalarının satılması durumunda ülkemizin uğrayacağı kayıpların anlatıldığı “Başbakanımıza Açık
Mektup” başlığı ile tam sayfa ilanlar verilmiştir.
Öte yandan Sendikamız hukuki olarak da; Portföy C grubu ve Portföy B grubu fabrikaları için yayınlanan ihale ilanlarının ardından Danıştay 13. Dairesi’ne
başvurarak her iki grup için de “İhale Şartları Belgesi”nin iptali ve yürütmenin durdurulması talepleri ile Portföy C grubunun 8 Aralık 2009 tarihinde gerçekleşen
ihale komisyon kararının iptali ve yürütmenin durdurulması talebi ile dava açmıştır. Danıştay 13. Dairesi tarafından değerlendirilen bu taleplerimize, 15 Aralık
2009 ve 12 Ocak 2010 tarihlerinde ayrı
ayrı ihale ilanı ve şartnamelerinin yürütmelerinin durdurulması kararları verilmesini sağlamıştır.
Bu gelişmenin ardından; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın Portföy C grubu ihale ilanı komisyon kararına ilişkin
Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna
bulunduğu itirazı da 25 Mart 2010 tarihinde reddedilmiştir.
Bu başarılar, ulaşmak istediğimiz nihai hedef değildir. Şeker sanayimizin gelişmesi sağlanarak, üretim maliyetlerini
minimize etmek ve ülkemizi bulunduğu
coğrafyada şeker üreten ve ihraç eden bir
konumda dünya ile yarışır bir duruma getirmek amaçlanmalıdır.
Özellikle doğu bölgelerimizde, bulunduğu illerin tek sanayi kuruluşu olan
şeker fabrikalarımızı özelleştirmek işsizlik sorunlarının giderek büyüdüğü şu dönemde istihdam açısından da yanlış bir
adım olacaktır.
2001 yılında yürürlüğe giren Şeker
Kanunu ile nişasta bazlı şeker üretimine
yüzde 10 oranında bir kota tahsis edilmiştir. Bununla beraber pancar şekeri üretimi de daralmıştır. Ayrıca 2002-2003 pazarlama yılında başlanılan, NBŞ üretim
kotaları Bakanlar Kurulu kararları ile de
her yıl artırım yoluna gidilmiştir. Sendi-
kamız Şeker-İş; kota artışı kararlarına karşı Danıştay nezdinde sürekli dava açmıştır ve bu kararların defalarca iptal edilmesini sağlamıştır. Ancak pancar üreticisinin ve şeker işçisinin geleceğini büyük
tehlike altına alan bu durum karşısında
alınan hukuki kararların uygulamaması
üzerine 4 Ağustos 2008 tarihinde konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne
taşımak zorunda kalmıştır.
Bizde durum böyle iken, dünyada şeker üretimi yapılan ülkelerin tamamında
sektör devlet tarafından korunmakta ve
desteklenmekte. Ayrıca dünya genelinde
şeker sektörüne şahısların eline bırakılamayacak kadar stratejik bir önemle sahip
çıkılmaktadır.
Dünyanın en liberal ülkesi olan Amerika Birleşik Devletlerine baktığımızda
sektör şahısların elinde değil hammaddeyi üreten pancar üreticilerinin elinde olduğunu görmekteyiz. Ayrıca Avrupa Birliği’nde üreticilerin payı yüzde 60’ları aşmış durumdadır.
Öte yandan dünyada her geçen gün
artan bir enerji açığı oluşmaktadır. Yenilenebilir enerji açısından oluşan biyo-etanol üretimine ve AB Şeker Rejimi Reformuna bağlı olarak, dünyada şeker üretimi sürekli azalmaktadır. Bu durum şeker
www.sekeris.org.tr 11
GÜNDEM
fiyatlarının her geçen gün artmasına neden olmaktadır.
Pancar üretimi ve şeker sektörü açısından bulunduğu coğrafyada iklim şartlarına en elverişli ülke olan Türkiye, enerji üretimindeki dışa bağımlılığını azaltmak için şeker pancarından biyo-etanol
üretmenine yönelmelidir. Bununla birlikte hem pancar ve şeker üretimi hem de
biyo-etanol üretimi artarken, yeni istihdam alanları da yaratılacaktır.
Bu nedenlerle ülkemizin şeker sektöründe dünya ile yarışacak hale gelebilmesi için özelleştirme ısrarından bir an önce vazgeçilmeli ve sektör acilen masaya
yatırılarak, şeker işçilerinin, pancar üreticilerinin ve devletin de içinde bulunduğu yeni bir model oluşturularak şeker sanayine sahip çıkılmalıdır.
Biz sadece şeker sanayi için değil; daha yaşanabilir, daha güzel, barış ve huzurun olduğu bir Türkiye için çalışıyoruz.
Türk tarımı için, şeker pancarı üreticisi
ve halkımız için çalışıyoruz.
Özelleştirme karşısında mücadele
ederken meseleye ülke meselesi olarak
bakıyoruz. Bu sektörden geçimini sağlayan tüm kesimleri düşünüyoruz. Türkiye’nin şekerde ve şekerin yan ürünlerinde dışa bağımlı bir ülke olmasının önüne
geçmek istiyoruz.
Nitekim şeker sektörünün geleceğini
12 Şeker-İş Dergisi
tehdit eden her türlü girişim karşısında;
teşkilatımızın, 18 bin şeker işçisinin hiç
azalmadan artan desteği ile şeker sanayinin ayakta kalması sağlanmıştır.
Hükümet yetkilerinin, siyasi partilerin, sendikaların, pancar üreticilerinin, esnafların ve sivil toplum örgütlerinin mücadelemize destek vermelerini sağlamak
için çalışan şube başkanlarımızın, sendikal kadrolarda görevli arkadaşlarımızın
ve tüm teşkilatımızın katkısıyla şeker sanayimizi tehdit eden tüm sorunların çözümünde önemli başarılar elde edilmiştir.
Ancak var olma mücadelemiz henüz
bitmemiştir, yılmadan ve kararlılıkla sürdürülecektir. Teşkilatımız, bundan sonra
karşılaşılabilecek her türlü problemlerle
baş edebilmek için yeni stratejiler geliştirmek zorundadır. Teşkilatımızın bugüne kadar birlik ve beraberlik içinde, büyük bir cesaretle sergilediği bu üstün iradeyi, bundan sonra da koruyacağına yürekten inanıyorum.
Mücadelemizde daima yanımızda
olan ve her aşamada bizi destekleyen
Türk-İş Yöneticilerimize, bizlere her platformda destek veren, yanımızda yer alan,
gücümüze güç katan pancar üreticilerimize, yöre esnafımıza, kardeş sendikalarımıza, sivil toplum örgütlerimize, siyasi
partilerimize, basınımıza ve tüm halkımı-
za teşkilatımız adına sonsuz teşekkürlerimizi sunarız.
Genel Kurulumuzun, şeker sektörünün gelişmesi ve ülkemize daha büyük
katkılar sağlaması yolunda önemli bir
adım olduğuna inanıyorum. Siz değerli
delegelerimizin sağduyulu kararları hem
sektörümüzü hem de Sendikamızı daha
müreffeh yarınlara taşıyacaktır.
Teşkilatımız, birlik ve beraberlik içinde ülkemizin ve çocuklarımızın geleceği
için var gücüyle çalışmaya ve üretmeye
devam edecektir. Biz, emeğin karşılığının alındığı, huzur ve barışın hüküm sürdürdüğü bir çalışma hayatı, sağlıklı nesiller ve en önemlisi güçlü ve üreten bir
Türkiye istiyoruz.”
Genel Başkanımız İsa Gök’ün açış konuşmasının ardından Şeker-İş Sendikası
19. Olağan Genel Kurulu Divan Başkanlığı için verilen önerge okundu ve oya sunuldu. Önergenin kabul edilmesi ile Divan Başkanlığı’na Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu; başkan yardımcılıklarına TEKSİF Sendikası Genel Başkanı
Nazmi Irgat, Haber-İş Sendikası Genel
Başkanı Ali Akcan; yazmanlıklara Şekerİş Sendikası Bor Şube Başkanı Hasan Hüseyin Gümüşbaş ve Ankara Şube Delegesi İsmail Çelik seçildiler.
GÜNDEM
Mustafa KUMLU
TÜRK-İŞ Genel Başkanı
“Özelleştirmeler getirdiği işsizleştirme
ile birlikte toplumsal yaraların
derinleşmesine yol açmıştır.”
Genel Kurul Divanı’nın oluşmasının
ardından Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu kürsüye gelerek bir konuşma
yaptı ve özetle şunları dile getirdi:
“Türk-İş Yönetim Kurulu ve şahsım
adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Beni ve arkadaşlarımı Divan teşekkülüne layık gördüğünüz için teşekkür ediyor,
Şeker-İş Sendikamızın Genel Kurulu’na
başarılar diliyorum.
Biz Türk-İş Topluluğu olarak Aralık
ayından bu yana çok yoğun bir eylemlilik sürecinin içinden geçerek bu günlere
gelmiş bulunuyoruz. Bizim gündemimiz,
TEKEL işçilerinin mücadelesi çerçevesinde ağırlıkla başta 4-C olmak üzere güvencesiz çalışma biçimlerine karşı mücadeleyi yükseltme çerçevesinde gelişmiştir ama Türkiye’nin gündemi de tüm bu
süreçte her gün yeni tartışma konularıyla oldukça yoğun bir tempo sergilemiştir.
Çalışma hayatını düzenleyen 2821 ve
2822 sayılı yasa değişiklikleri ile ilgili çalışmalar sürmektedir. Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı, işçi ve işverenin üzerinde anlaştığı metne onay verme eğilimindedir. Ancak özellikle işyeri barajı ile
ilgili işverenlerle ciddi anlaşmazlığımız
bulunmaktadır. İşverenler iş kolu barajının kaldırılmasına onay vermekte, ancak
işyeri barajının düşürülmesini kabul etmemekte, bu konunun ele alınmasına şart
olarak kıdem tazminatını getirmektedir.
Bu yaklaşımı kabul etmemiz mümkün olmadığından şimdilik bir mesafe katedilememektedir.
Emeğin bayramı olan 1 Mayıs’ın bu
yıl 101’nci yıldönümü kutlanacaktır ve
Konfederasyonumuz, ortak kutlama arayışı çerçevesinde 5 Nisan günü üç işçi,
üç memur Konfederasyonu Genel Başkanını Türk-İş’te toplantıya çağırmıştır.
TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, DİSK, MEMURSEN, KAMU-SEN, KESK Genel Başkanları, bu yıl 1 Mayıs kutlamalarının ortak yapılması yönünde karar almıştır. İstanbul’da ise Taksim Meydanı’nda kutlama yapılabilmesi için ortak girişimlerde
bulunulması tavrı benimsenmiştir.
Türkiye, yıllardan beri özelleştirme
kıskacı altında bulunmaktadır. IMF ve
Dünya Bankası direktifleri doğrultusunda yapılan bu özelleştirmelerle, Türkiye’nin tarihi boyunca kanıyla, canıyla var
ettiği tesisler yok pahasına elden çıkarılmış, özelleştirmeler getirdiği işsizleştirme ile birlikte toplumsal yaraların derinleşmesine yol açmış, elde edilen özelleştirme gelirleri ise hiçbir yaraya merhem
olamamıştır.
Özelleştirmelerin açtığı yaralar hala
kanarken hiç ders alınmamışçasına gündemde Türkiye Şeker Fabrikaları’nın
özelleştirilmesi bulunmaktadır. Nitekim
Türkşeker’e ait Kastamonu, Kırşehir,
Turhal, Yozgat, Çorum ve Çarşamba şeker fabrikalarının bir bütün halinde özelleştirilmesine ilişkin ihaleye çıkılmış, an-
cak Danıştay 13. Dairesi bir yanlışlığın
önüne geçerek ihale ilanı ve şartnamesinin yürütmesini durdurmuştur.
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi
durumunda ne olacağı geçmişte yaşanan
örneklerden bilinmektedir. Bu fabrikaların büyük bir bölümü kapatılacaktır ve ülkemizin en köklü kurumlarından biri daha tarih olacaktır. Tabi işin en önemli boyutlarından biri, bu fabrikaların kapanması ile birlikte Türkiye’nin şeker ve şekerin yan ürünleri bakımından da dışa bağımlı bir ülke haline gelecek olmasıdır.
Türkiye’yi kendi kaynaklarından mahrum bırakıp, kat kat pahalıya şeker ithal
eder duruma getirmek, bu hükümet açısından övünülecek bir durum olmayacaktır.
Ayrıca söz konusu özelleştirme işsizliğe de neden olacaktır. İşsizliğin yüzde
20’lere ulaştığı ülkemizde, yeni mağdurlar yaratmak son derece sakıncalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle konuşmama son verirken, Şeker-İş Sendikamızın
Genel Kurulunun ülkemize, Türkiye İşçi
Hareketine, Türk-İş’e ve Şeker-İş topluluğuna başarılı sonuçlar getirmesini diler, hepinize saygılarımı sunarım.”
Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu’nun
konuşmasının ardından Genel Kurul
Gündemi okundu, gündem oya sunuldu
ve ittifakla kabul edildi. Gündemin kabul
edilmesinin ardından Şube Başkanlarımızın bazıları kürsüye gelerek birer konuşma yaptılar.
www.sekeris.org.tr 13
GÜNDEM
Eyyup ŞEN
Şeker-İş Sendikası Genel Mali Sekreteri (Ankara Eski Şube Bşk.)
“Sendikamız, özelleştirme sürecinde
göstermiş olduğu mücadelesiyle
sendikal harekete yeni bir model olma
yolunda çok büyük adımlar atmıştır.”
Genel Başkanımız, dünyadaki ve ülkemizdeki, sanayimizdeki gelişmeleri
uzun uzun anlattı. Ben kısaca başlıklar
halinde bazı konulara değinmek istiyorum.
Amerika’dan dünyaya yayılan ekonomik kriz bütün ülkeleri etkilediği gibi, ülkemizde de bu krizin her ne kadar “teğet
geçeceği” söylense de, yansıması çok büyük olmuştur. Özellikle sosyal ve mali anlamda ülkemiz insanını olumsuz şekilde
etkilemiştir. En büyük etkisi, işverenlerin
çalışma hayatındaki ücret düşüklüğü ve
işten çıkartmalarla krizin faturasını biz
çalışanlara ödetmesidir. Bu olumsuzluklar; toplumun her kesiminde derin yaralara neden olmuştur. Ayrıca sosyal yapıda yaşanan tehditler, ülkemizin kültürel
gelişmesine engel olmaktadır.
Krizin ülkemize yansıyan en büyük
etkisi işsizliktir. Sosyal Güvenlik Kurumu’na kayıtlı çalışan sayısı 15 milyon kişi iken, işsiz sayısı 3-4 milyona yükselmiştir. Şuna inanıyorum ki, ekonomik
krizden çıkış yolunun çalışarak üretmekten geçtiği ve başka çarenin olmadığı açık
bir gerçektir. Çalışma hayatında yaşanan
bu olumsuzluklar, sendikal harekete de
yansımaktadır. Bunun sonucu olarak, işçi hareketinde sendikal güvensizlik, sendikal yaşama olan inancı azaltmakta ve
mücadele gücü sekteye uğramaktadır.
14 Şeker-İş Dergisi
TÜİK verilerine göre, 21 milyon çalışanın ancak yüzde 6 ve 7 oranında sendikalı olması, sendikal harekete olan güvensizliği ortaya koymaktadır. Bu güvensizliğin ortadan kaldırılması, biz sendikacıların dürüst, ilkeli, tutarlı ve inançlı bir
mücadele gücüne sahip olarak işçi hareketine sağlayacağımız ivmeyle mümkün
olacaktır.
Bu noktada Sendikamız, özelleştirme
sürecinde göstermiş olduğu inançlı ve kararlı mücadelesiyle sendikal harekete yeni bir model olma yolunda çok büyük
adımlar atmaktadır. Sendikamız Şeker-İş;
1947 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Kanunu’nun getirdiği imkânlardan yararlanarak 1963 yılında resmen kurulmuştur. Kuruluşunda emeği geçen ve bugünlere gelmesinde, bizlere hizmet olarak her türlü fedakârlıkta bulunan
geçmiş sendikacılarımıza teşekkürü bir
borç biliyorum.
Sendikal harekete ihtiyaç olduğu şu
günlerde, Sendikamızın yeniden yapılanması ve kurumsallaşması, işçi hareketinin de devamını ve sürekliliğini sağlayacaktır. Bu anlamda, sendikal kurumsallaşmanın önemi, demokrasinin yerine getirilmesi açısından Sendikamızın yeni nesillere taşınmasında temel unsur olacaktır.
Sendikal mücadelenin artık sadece
toplu sözleşme sendikacılığı olmadığı,
günümüz Türkiye’sinde açık seçik görülmektedir. Sendikacılık, işyerine, işletme-
ye sahip çıkma noktasında üretkenliği ve
verimli düşünmeyi gerektirmektedir.
Sendikaların varoluşunu tehdit gören anlayışa karşı olduğumu burada belirtmek
istiyorum. Hak almanın ancak ve ancak
sendikalı olmaktan geçtiği, tartışılmaz bir
gerçektir.
İçinde bulunduğumuz durum, sanayimizde ve teşkilatımızda zor bir süreçten
geçtiğimizi göstermektedir. Özelleştirme
sürecinde yaşamış olduğumuz sıkıntılar,
üzerimize düşen sorumluluğu bir kat daha artırmaktadır. Şeker-İş Sendikası’nın
19. Olağan Genel Kurulu, şeker sanayinin gelecek nesillere taşınmasında dönüm
noktası olacaktır. Genel Başkanımızın
göstermiş olduğu kararlı ve inançlı mücadeleye Ankara Şubesi olarak ben ve ekibim, sonuna kadar inanmaktayız. Bu süreçte, Sendikamızın yeni bir heyecana,
yeni bir vizyona ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Genel Başkanımız İsa Bey’in listesinden Genel Mali Sekreterliğe aday olduğumu belirtmek istiyorum. Üyesi olmaktan onur duyduğum Şeker teşkilatına yeni bir heyecan, yeni bir soluk katacağıma, bu doğrultuda işçi hareketine ve ülkeme hizmeti kendime görev addediyorum. Bu duygu ve düşüncelerimle Şekerİş Sendikamızın 19. Olağan Genel Kurulu; teşkilatımıza, sanayimize, Türk işçi
hareketine, Türk-İş’imize ve ülkemize
hayırlara vesile olmasını temenni ederken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
GÜNDEM
Metin KESKİN
Şeker-İş Sendikası Erzurum Şube Başkanı
“Muvakkat işçilerimizin uzun süreli
çalışmalarının temini için taşeron
işçiliğinin önünü kesmelidir.”
2006’da yapılan Şeker-İş Sendikası
seçimlerinden bu yana 4 yıl geçti. 4 yıl
boyunca seçilen yönetimle beraber şube
başkanı sıfatıyla çalıştık. Mevcut yönetimimizin doğrularına doğru, yanlışlarına
yanlış demede kararlılıkla düşüncelerimizi ortaya koyduk. Bu 4 yıl boyunca başta Türk-İş’imizin, Şeker-İş Sendikası’nın
ve Şubelerinin girişimleri ile 5620 sayılı
Yasayla muvakkat işçilerimizin kadroya
alınması yönünde büyük bir çalışma başlatılmıştır. Bu çalışmada herkesin katkısı vardır. Şubeler de siyasileri her konuda rahatsız ederek gerek Merkezin talimatları doğrultusunda, gerekse Türkİş’imizin önderliğinde bu kadrolar alınmıştır. Bunda emeği geçen herkese teşekkür ederiz. Kadro alanlar için sevinçliyiz,
alamayanlar için de fevkalade üzüntülüyüz.
Bu arada, tabii 5620 sayılı Yasa’nın
haricinde özelleştirmeyle ilgili de bir mücadele yapılmıştır. Bu mücadelede de başta Genel Merkezimiz ve Şubeler, kendi
üzerlerine düşen bütün görevleri üyelerinden, esnaftan aldıkları destekle yerine
getirmişlerdir. Büyük bir mücadele verilmiştir.
Muvakkat işçilerimizin fevkalade sıkıntıları vardır. Kendileri 4 ay çalışmaktadırlar, kendilerinden 4 ay çalıştığı süre
içerisinde işsizlik sigortasına prim kesildiği halde, 8 ay boş yazıyorlar, 12 ay ça-
lışmış gibi muamele görerek işsizlik sigortasından faydalanamıyorlar. Bu konuda Sayın Türk-İş Başkanımızın, Türk-İş
Yönetimimizin girişimleri neticesinde,
inşallah ileride bu sorunun güzel noktaya bağlanacağını canı gönülden temenni
ediyorum.
İşsizlik Sigortasından faydalanmanın
yöntemlerinden bir tanesi de faaliyet raporunda vardı. İşsizlik Sigortasından faydalanma noktasına gelindiği an, o kriterlerden bir tanesi de kesintisiz 120 gün çalışma şartıdır, bunu da Şeker-İş Genel
Merkezi, Genel Müdürlüğümüzle görüşüp, bu konuyu 120 günden önce iş akdi
askıya alınmadan, kampanya bittikten
sonra doldurması yönünde bir çalışma
başlatılırsa, çalışan insanlarımızı ve bizleri mutlu ederler. Muvakkat işçilerimizin uzun süreli çalışmalarının temini için
taşeron işçiliğinin önünü kesmeli, Genel
Müdürlükle bu konuda mutabık kalıp,
muvakkatları bu taşeron işçiliğinin yerinde çalıştırmanın yöntemleri aranmalıdır.
Ben Erzurum Şube Başkanı Metin
Keskin. Genel Merkez Genel Yönetimine adayım. Hangi yönetime aday olacağım tüzük tadili yapıldıktan sonra belirlenecektir, o zaman dile getireceğim. Genel Kurulumuzun Şeker-İş Sendikası’na,
camiamıza hayırlar getirmesini cenabı
Allah’tan dilerken, bundan sonra seçilecek yönetime şimdiden başarılar dilerim.
www.sekeris.org.tr 15
GÜNDEM
Fevzi ŞENGÜL
Şeker-İş Sendikası Genel Sekreteri (Ağrı Eski Şube Bşk.)
“Özelleştirmeye karşı verdiği
mücadelesi ile Şeker-İş sendikalar
içerisinde marka haline geldi.”
Sayın Genel Başkanımın grubunda
Genel Sekreterliğe adaylığımı koyuyorum. Gerek Sayın Genel Başkanım, gerekse Türk-İş’imizin Değerli Genel Başkanı, dünyadaki gelişmeleri, Türkiye’deki gelişmeleri, özelleştirmeyle ilgili bilgileri sizlere sundu. Tabii önümüzde bizleri bekleyen gerek özelleştirmeyle ilgili, gerekse iş yasalarıyla ilgili bir sürü sorunlar var. Tabii ondan sonra özelleştirmeye karşı verdiği mücadelesi ile Şekerİş Sendikası’nın hakikaten sendikalar içerisinde marka haline geldiğini söylemek
istiyorum.
2003 yılından beri Şeker-İş Sendikası’nın özelleştirmeyle ilgili yapmış olduğu çalışmaların içerisinde ben de Ağrı Şube Başkanı olarak üstüme düşen bütün
görevleri yerine getirmeye gayret ettim.
Değerli kardeşlerim, dostlarım; 2008
yılında A grubunda bulunan Ağrı, Erzurum, Muş, Erzincan ve Kars Şeker Fabrikaları ihaleye çıkınca, Sayın Genel Başkanım telefon açtı, “Başkan, ne düşünüyorsun? Orada miting yapabilir miyiz?”
Hiç tereddüt etmeden, “Sayın Genel Başkanım, gövdemi koymaya hazırım” dedim.
16 Şeker-İş Dergisi
Tabii bölgemizde o zamanlarda bazı
olaylar da cereyan ediyordu. Bu olayların içerisinde bu mitingi hakikaten çok
büyük sıkıntılar içerisinde yapmaya gayret ettim. Ama Allah’a şükürler olsun ki,
kimsenin burnu kanamadan o mitingi bitirdik. Özellikle şunu söylemek istiyorum: O mitingde bir şube başkanı gibi benimle beraber esnafları gezen Sayın Genel Başkanıma da burada teşekkür ediyorum.
Kadroyla ilgili 2006 yılındaki gelişmeleri zaten Sayın Genel Başkanımız
bahsetti. Ama şunu söylüyorum: Geride
kalan insanlarla ilgili mutlak suretle bazı çalışmaların da yapılması gerekiyor.
Görev verirseniz, muvakkatların kadro almasıyla ilgili mücadelenin içerisinde ben
de bulunmak istiyorum.
Tabii bizler için önemli olan, önce işyerlerimizdir. Ben hep söylüyorum, benim sevdam şeker pancarı, benim sevdam
şeker fabrikaları ve benim sevdam sizler
olacaksınız. Genel Kurulumuzun Şekerİş Sendikası’na, Türk işçi hareketine hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinize
saygılarımı sunuyorum.
GÜNDEM
İlhan ÖZYURT
Şeker-İş Sendikası Genel Teşkilatlanma Sekreteri (Turhal Eski Şube Bşk.)
“Pancarı yaşattığımız sürece fabrikalarımızın
var olacağına, fabrikalarımız var olduğu
sürece de çalışanlarımızın var olacağına
inanıyorum.”
Gerçekten son yıllar, bizim için çok
acı ve zor yıllar oldu. Ben Cumhuriyetle
yaşıt bir şeker fabrikasının şube başkanı
olarak diyorum ki; dedelerimizden, atalarımızdan bize miras kalan fabrikalar,
bugün küresel sermayenin, özelleştirmenin önüne geçilemez hale geldiği, işyerlerinin yok edilme noktasına geldiği bu
dönemde, gerçekten Sendikamız, başta
Genel Başkanımız ve Şubelerimiz, çalı-
şanlarımız önce pancarın varlığına inanarak yola çıktılar. Pancarı yaşattığımız
sürece fabrikalarımızın var olacağına,
fabrikalarımız var olduğu sürece de çalışanlarımızın var olacağına inanan bir
şube olarak, bu çalışmalarda emeği geçen, çok değerli Genel Başkanımı ve diğer arkadaşlarımı buradan yürekten kutluyorum.
Elbette ki sanayimizde geçici işçilerimiz var, iş bekleyen, aş bekleyen bir sürü insanımız var. Ama pancar olmadığı
sürece, o fabrikalarda biz ne işleyeceğiz,
onu çok merak ediyorum. Önce pancarımızı koruyacağız, beraberinde fabrikamızı koruyacağız. Yıllardır bu teşkilata emeği geçen bütün arkadaşlarımı, bütün ağabeylerimizi, bütün büyüklerimizi, emeği
geçen herkesi buradan saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Kendilerine bu teşkilata verdikleri çalışmalardan ötürü de şubemiz adına teşekkür ediyorum.
Bizler de Turhal Şubesi olarak,
1998’den bu tarafa şube yöneticiliği yapan bir arkadaşınız olarak, Şeker-İş Sendikamızın bir adım öne gidebilmesi için
ne yapılması gerekirse onu yapmak istediğimizi buradan ifade etmek istiyorum.
Genel Başkanımın teveccühüyle, sizlerin
desteğiyle Genel Başkanımın listesinden
tüzük değişikliği sonrası Genel Teşkilatlanma Sekreterliğine aday olduğumu ilan
ediyor, bu Genel Kurulumuzun Türkİş’imize, Şeker-İş’imize, hepimize hayırlara vesile getirmesini temenni ediyor, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Aydın ÖZDİKMENLİ
Şeker-İş Sendikası Kastamonu Şubesi Üst Kurul Delegesi
1989 yılından itibaren 2 dönem Yönetim Kurulu üyeliği, 4 dönem de Şube
İdare Sekreterliği görevinde bulundum.
Görev yaptığım süre içerisinde, 6 Mayıs 2006 tarihinde Kastamonu’daki tarihi Nasrullah Meydanı’nda muhteşem
bir miting ve yürüyüş gerçekleştirdik.
Yapmış olduğumuz o mücadeleler neticesinde Ilgın, Ereğli, Bor fabrikaları
özelleştirme programından çıkartılmış,
Türkşeker’e iade edilmiştir.
Ayrıca sanayimize verilen 5 bine yakın kadro konusunda da Kastamonu Şubesi olarak, o günkü Çalışma Bakanımız Sayın Murat Başesgioğlu’nun Kas-
tamonulu olması sebebiyle de çok katkılar sunduk. Şeker işçisinin hiç adı ortada
olmadığı bir dönemde, 5 bine yakın işçi
kardeşimizin kadro almasında gerçekten
çok büyük katkılar sunduk.
Gerek sendikal tecrübem, gerek siz
değerli delege arkadaşlarımın teveccühüyle ayrıca Genel Merkez çalışmalarına da katkı sunmak amacıyla Denetim
Kurulu’na adaylığımı koyuyorum. Bu vesileyle de 19. Olağan Genel Kurulumuzun başta sanayimize, camiamıza, ülkemize ve milletimize hayırlara vesile olmasını diler, hepinize saygı ve sevgilerimi sunarım.
www.sekeris.org.tr 17
GÜNDEM
Nuri Davut KÖROĞLU
Şeker-İş Sendikası Eskişehir Şube Başkanı
“Şeker sanayinin yeniden yapılandırılması
ve eleman ihtiyacının bir an önce
giderilmesi gerekiyor.”
24 Mayıs 1998 yılında Şeker-İş Sendikası’nın Eskişehir Şube Başkanı olarak
sizlerin arasına katıldım. O günden bu yana Eskişehir Şubesinde başarıyla Şekerİş’in bayrağını en üst seviyeye getirmek
için uğraştım ve uğraşmaya da devam ediyorum.
Özelleştirme sürecinde 2005 yılından
bu yana izlenen politika, takdire şayan bir
politikadır. Biz bunu takdirle karşılıyoruz.
Ayrıca 59. Hükümet tarafından yapılan kamuda 6 ay ve üzeri çalışan işçilere
verilen kadrolardaki çalışmalar takdire
şayandır. Şeker-İş Sendikası, özelleştirme kapsamında olan şeker sanayinin 4
bin 700 işçisine kadro sağladı.
Tabii ki şeker sanayinde büyük, önemli görevler var, işler var. Özelleştirme daha bitmedi, sadece ihale şartnamesinden
dolayı Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi. Önümüzdeki süreç çok önemlidir. Türkiye Şeker Fabrikaları’nın yeniden bir yapılandırmaya girmesi lazımdır.
En ucuz şekeri Ilgın, Ereğli ve Eskişehir olarak mal etmemize rağmen, bu seneki kotaların eksilmesinden dolayı, önümüzdeki yıl hakikaten şeker fabrikamızda pancarsızlıktan dolayı sıkıntı olacaktır.
Pancara alternatif ürün olmadığından
18 Şeker-İş Dergisi
dolayı, bu fabrikaların yaşaması için pancar ekim sahalarının artırılması ve kotaların korunması lazım.
Çabamız 2014 yılına kadar pancar kotalarını koruyarak Avrupa Birliği Şeker
Rejiminde kotaların sabitlenmesini ve bu
kotaları koruduğumuzda Avrupa’daki 6
ülke arasına pancardan şeker üreten ülkeler arasına girilmesini sağlamaktır. Bunun için fabrikamızda ve yöremizde her
türlü çalışmayı yapıyoruz. Yöre milletvekillerimize her zaman şeker sanayinin sorunlarını dile getiriyoruz. Makina fabrikalarımızda eleman sıkıntısından dolayı
işgücü açığı meydana gelmekte ve taşeronlaşma had safhaya ulaştırmaktadır. Taşeronlaşma da şeker sanayinin üstünde bir
sıkıntıdır. Bu nedenle bir an önce şeker
sanayinin yeniden yapılandırılması ve şeker fabrikalarında had safhada olan eleman ihtiyacının bir an önce giderilmesi
ve şeker fabrikalarının, makina fabrikalarının, çarklarının dönüp bacalarının tütmesi gerekiyor. Bunun için gerekli çalışmaları hep birlikte yapmamız lazım arkadaşlar.
Son çıkan “Ağır ve Tehlikeli İşler Tüzüğünde” şeker fabrikalarımızda, dökümhaneler ve kaynak atölyelerinde çalışan
arkadaşların fiili hizmetten yararlanma
şansları kalmadı. Eskişehir Makina Fab-
rikası bünyesinde olup da döküm atölyesi diye geçtiği için burada arkadaşlarımız
fiili hizmet zammından yararlanamıyorlar. Bunun bir an önce düzeltilmesi için
yargı yoluyla mı, yoksa tekrar bir tüzük
değişikliğiyle mi yapılmasını hassaten
Eskişehir Şubesi olarak Türk-İş’imizden
rica ediyoruz.
1998’den bugüne yaklaşık 12 yıldır
şube başkanlığı yapıyorum. Yapmış olduğumuz çalışmalarımız bellidir. Genel
Merkez Yöneticilerimiz, Genel Başkanımız dahil, benim nasıl bir insan olduğumu, nasıl Şeker-İş’in hizmetinde olduğumu biliyorlar. Ben de demokratik hakkımı kullanarak, teveccüh gösterirlerse, Sayın Genel Başkanımızın listesinden,
onunla birlikte bu yükü paylaşmak için
tüzük tadilatından sonra Genel Eğitim Sekreterliğine adaylığımı koyuyorum. Cenabı Allah yardımcımız olsun, Allah şeker sanayiinin bacasını hiçbir zaman söndürmesin, çarkların durmasını engellesin,
devamlı çalışsın. Ama bunun için mücadele şart, bu mücadelede her zaman Genel Başkanımızın emrindeyiz ve onunla
birlikte bir ekip olarak çalışmaya her zaman hazırız. 19. Olağan Genel Kurulumuzun ilk önce Şeker-İş camiamıza,
Türk-İş’imize ve şeker ailesine hayırlara
vesile getirmesini temenni ederim.
GÜNDEM
Halis HALİFEOĞLU
Şeker-İş Sendikası Erciş Şube Başkanı
“Özelleşme sonucunda işsiz
kalanların katılımıyla işsizler ordusu
daha da büyümektedir.”
Şeker fabrikalarımızın oldukça ciddi
sorunları mevcuttur. Aynı zamanda Türk
işçi hareketinin de ciddi sorunları vardır.
Ben bu sorunlara geçmeden, ülkemizin
cumhuriyetle birlikte geçtiği zaman tüneline baktığımızda, şeker fabrikalarımızın kuruluş sermayesinin köylerden toplanan yumurtalar olduğunu görmekteyiz.
İşte şeker fabrikalarının temelinde de atalarımızın katıklarından arttırdıkları tasarruflar vardır.
Büyük Atatürk, şeker fabrikalarını birer kale olarak görmüş, sağlıklı bir toplumun oluşmasında şeker fabrikalarının
önemini her defasında daha kuvvetli vurgulamıştır. Türkiye için en iyi ekonomik
model olan karma ekonomik model
1930’larda kabul edilmiş ve tatbikatı yapılmıştır. Gelişen dünyayla birlikte gelişen vahşi kapitalizmin ve bu vahşi kapitalizmin geliştirdiği sömürge yönetim
modelinin karşısında, 1980 yılından itibaren ülkemizde de estirilen özelleştirme
rüzgarı, cumhuriyetimizle yaşıt olan tüm
kamu iktisadi teşebbüslerini birer birer
yutmaya başlamıştır.
Şeker-İş Sendikamız, bu özelleştirmeye karşı mücadele azmini; tüm teşkilat organları ve üyeleriyle benimseyerek,
ülke genelinde sürekli eylem kararı alarak, yurt genelinde topyekûn bir mücadele benimseyerek, bugüne kadar başarılı bir sonuçla gelmiştir. Bu mücadelemizin bundan sonra daha güçlü bir şekilde
devam etmek zorunda olduğunu belirtmek isterim.
Özellikle 2000 yılından sonra
IMF’nin ve Dünya Bankası’nın baskıları neticesinde bu özelleştirme süreci daha da hızlanmıştır. Bildiğiniz gibi, Şeker
Yasası da bu süreçte çıkan yasalardan birisidir. Sektörümüzün bir an önce özelleştirmesi için “önce zarar ettir, sonra
özelleştir” modeli uygulanmıştır. Ancak
tarımsal destekten yoksun bırakılan pancar çiftçisi, bu politikaya inat olarak üretime devam etmiş, işçi de verimli üretim
yaparak fabrikalarına sahip çıkmıştır.
Artık ülkemizi yönetenler, üretime
dayalı kalkınma modellerini tercih etmeleri gerekmektedir. Yapılan özelleştirme
uygulamaları neticesinde sormak lazım,
acaba Türkiye’de işsizlik bitti mi? Özelleşme sonucunda işsiz kalanların katılımıyla işsizler ordusu daha da büyümektedir. Bu vesileyle özelleştirmenin yanlış
bir politika olduğu net görülmektedir.
Dünyada neoliberal politikalar artık iflas
etmiştir. Dünya karma ekonomi modeline dönüş yapmaya başlarken, ülkemizde
de karma ekonomi modeline dönüş yapmak zorunluluğu doğmuştur.
İş hayatımızda çok ciddi sorunlarımız
mevcuttur. İşçiler olarak uyanmamız gerekiyor. Çok derin bir uykudayız. Çok sıkıntılar var ve bu sıkıntılardan kurtulmak
lazım. Çözüm var, yeter ki işçi silkelensin, yeter ki herkes üzerine düşen görevi
yerine getirsin. 19. Olağan Genel Kurulumuzun Şeker-İş camiamıza, Türk işçi hareketine ve ülkemize hayırlara vesile olmasını diler, hepinizi saygıyla selamlarım.
www.sekeris.org.tr 19
GÜNDEM
Sefer KAHRAMAN
Şeker-İş Sendikası Çorum Şube Başkanı
“Bizde bu mücadele gücü olduğu sürece ne
kimse babalar gibi bizim fabrikalarımızı
satabilecek, ne de bizim analarımızı
ağlatabilecek. Bundan sonra anaları ağlayan
onlar olacak!”
Kıymetli mesai arkadaşlarım; ben hiçbir organımıza aday değilim. Sayın Genel Başkanımın yapmış olduğu listede görev alan arkadaşların en iyisini yapacağından, buraya seçilecek arkadaşlarımızın Sendikamızın daha iyi yerlere getirilmesi için elbirliğiyle gayret edeceğinden
hiç şüphem yok. Sayın Genel Başkan ve
ekibinin bugüne kadar yapmış olduğunuz
mücadeleyi, yeni bir ivme ile daha iyi
noktalara, daha güzel yerlere getireceğine yürekten inanıyorum.
Gerçekten de 9 Kasım 2009 tarihi itibariyle C grubu portföyünü oluşturan şeker fabrikalarında çalışan bir arkadaşınız
olarak içimize düşen bir ateş; ta ki birkaç
gün evveline kadar yanarak, büyüyerek
bir alev topu haline gelmiştir. C portföyünü oluşturan fabrikalarımızda ve daha
önce bu konuları yaşayan fabrikalarımızdaki tüm çalışanlarımızı saran ateş, bizleri çok derin bir şekilde yakmıştır. Bu
fabrikalarda çalışan arkadaşlarımız için
bundan sonra yapacağımız mücadele gerçekten çok önemlidir.
19. Olağan Genel Kurul, sadece sizlerin, burada birilerinin koltuklarının değiştirilmesi veya devam etmesi demek değildir. Özelleştirme karşısındaki mücadele; Genel Merkez Yönetimini oluşturacak
arkadaşlarımızın mücadelesinden ibaret
değildir. Bu mücadele, tarlada çaba sallayan işçisinden, fabrikalardaki mevsim20 Şeker-İş Dergisi
lik işçilerinden, kantarlarda gece gündüz
24 saat çalışan arkadaşlarımızdan ve en
üst düzeyde çalışan değerli ustalara kadar hep beraber el ele, gönül gönüle vererek şeker sanayimizi daha güçlü hale
ve daha kıvançlı günlere getirme mücadelesi olacaktır.
Bugün vermiş olduğumuz mücadele,
bizim çocuklarımızın alnında bir gizli madalya olarak kalacaktır. Bizim birer övünç
madalyamız olacaktır. Biz, fabrikası kapatılmış, bacası sönmüş, çarkları kilitlenmiş bir fabrika değil, işyerleri değil; bir
fabrikanın yerine yeni bir fabrika daha
kurulabilen, 5 işçi çalışırken 10’a çıkarabilen sendikacılar ve yöneticiler olmak istiyoruz. Buraya Sefer Kahraman’ın, Ahmet’in, Mehmet’in gelmesi hiç önemli değil. Önemli olan Şeker-İş Sendikası’nın
geleceğidir, önemli olan şeker fabrikalarının geleceğidir, önemli olan Türkiye’nin
kazanmasıdır.
Ben şu özelleştirme süresince C grubunu oluşturan bütün diğer fabrikalardaki arkadaşlarım gibi, başkanlarım ve yöneticiler ve çalışan arkadaşlarım gibi, gerçekten de geceleri uyku uyuyamazdık.
Şimdi arkadaşlar Danıştay kararları ile soluklandık, bir netice aldık. İşte Genel Müdürlerim burada, bana “Başkan, revizyonu yetiştirebilecek misin kampanyaya?”
dediği anda, ben “Bırak Sayın Genel Müdürüm, revizyonu değil, bu moralle bana
‘Bir fabrika kurup, kampanyaya yetiştir
misin?’ diyorsan, yetiştirmeye hazırız.
Yeter ki bizim moral motivasyonumuz yerinde olsun, yeter ki şeker sanayinin önüne getirilen engelleri kaldıralım.
Bugün ülkemizde Cumhuriyetle yaşıt
olan bu kuruluşlarımızı teker teker elden
çıkarmak isteyen zihniyet, dün de, evvelki gün de, bugün de, yarın da olmaya devam edecektir, sonu da gelmez. Bunları
elden çıkarmak isteyen, yok etmek isteyen zihniyete karşı bizler dik duruşumuzu, haklı mücadelemizi, hakkımızı demokratik şekilde kullanarak en iyi şekilde
mücadele edeceğiz. Kırmadan, dökmeden, ama başarılı olmak için, Türk Bayrağını, Şeker-İş flamasını bu fabrikalarımızın bacasında sallandırmaya devam
edeceğiz.
Bu fabrikaları, bu sanayi kuruluşlarını, bu güzel tesislerimizi babalar gibi satıcağız diyorlar. Ama Allah’ın izniyle bizde bu mücadele gücü olduğu, bu birlik
beraberlik devam ettiği sürece, ne kimse
babalar gibi bizim fabrikalarımızı satabilecek, ne de bizim analarımızı ağlatabilecek. Bundan sonra anaları ağlayan onlar olacak!
Şekerle ilgili bir kelime duyduğum an,
emin olun içim böyle kıpır kıpır oluyor.
Şuraya seçilecek arkadaşlarım, aday olacak arkadaşlarım, aday olmayıp ismi açıklanmayan diğer arkadaşlarım, hepsi de
buraya layık insanlar, hepsi de Şeker-İş
Sendikası’nın Merkezinde, organlarında
görev yapabilecek insanlardır. Ama bu bir
nöbettir, bir sıradır veya kaderin bir cilvesidir, kısmet meselesidir. Bugün nasibi olan, kısmeti olan, cenabı Allah onlara nasip etsin. Biz ardındayız, yardımcı
olacağız, yeter ki sanayimiz kazansın.
Ben bu duygu ve düşüncelerle 19. Olağan Genel Kurulumuzun tüm Türkiye’mize, insanlığa, milletimize hayırlar
getirmesini yüce Allah’tan niyaz ediyor,
hepinizi sevgi ve saygılarla selamlıyorum.
GÜNDEM
Şükrü BALIK
Şeker-İş Sendikası Afyonkarahisar Şubesi Üst Kurul Delegesi
“Ülkemiz var oldukça, şeker fabrikalarının
bacası mutlaka tütmelidir.”
1980 yılında Afyon Şeker Fabrikası
kısım temsilciliğiyle başlayan sendikal
görevimi bu güne kadar yaklaşık 30 yıldır fiilen sürdürmekteyim. Tabii ki bu 30
yıl içerisinde, şube başkanlığı, yönetimi,
denetimi, daha da ilerisi, siyasi partilerde görev alma, milletvekili adaylığı gibi,
bir faninin aklından geçebilecek tüm şeyleri yaşayan bir arkadaşınız olarak; 19.
Olağan Genel Kurul, birileri için seçilme,
birileri için daha iyi hizmet etme olurken,
benim için de Ankara’da görevimizi yaptıktan sonra memleketim olan Afyon’a
dönüp, ayın 13’ünde de emeklilik dilekçemi vererek aranızdan ayrılmak olacaktır.
Cumhuriyet kurulduğundan bugüne
kadar biz şeker çalışanları olarak, her ne
kadar içeriden ve dışarıdan milletimizin
ağız tadını bozmak isteyenler oluyor ise
de, biz yine de ısrarla şeker çalışanları
olarak gecemizi gündüzümüze katarak,
soğuk demeden, sıcak demeden bu milletin ağız tadını yerine getirmeye çalıştık. Ülkemiz var oldukça, şeker fabrikalarının bacası mutlaka tütmelidir.
1977 yılında Afyon Şeker Fabrikası
deneme kampanyasıyla birlikte ilimizde
bulunan Afyon Şeker Fabrikası Şekerİş’e olumlu katkıları olmuştur. Bugüne
kadar 4 genel başkanımızla çalıştım. Yaşar Doğualp, rahmetli Hikmet Alcan,
Ömer Çelik ve şu anda İsa Gök Beyle çalışıyorum. Dördünden de Allah razı olsun.
Afyon’da şube başkanlığı görevimi
devrettiğim değerli kardeşime basın hu-
zurunda anahtarı teslim ettim, mevlüdümü okuttum, kurbanımı kestim, sanki seçim kazanmış gibi devrettik ve genç arkadaşıma dedim ki, “Emrinizdeyim, çünkü sizin başarınız benim üyeme yansıyacak.”
Arkadaşlar; sendikacılıkta muhalefetlik yoktur. Elbette ki doğruyu bulabilmek için fikir ayrılıkları olacaktır. Seçim
bittikten sonra doğrunun yanında hep beraber olmalıyız. Aynı Afyon’daki düşüncemi burada da ifade etmek istiyorum.
Yarından sonra seçilecek hangi arkadaşlarımız olursa olsun, emekli eski bir şube başkanı olarak emirlerinde olduğumu,
sizlerin vasıtasıyla ülkemizin dört bir köşesinde var olan, bizi tanıyan arkadaşlarımıza sevgimizi, saygımızı, selamımızı
iletirseniz son derece memnun olurum.
Bu duygu ve düşüncelerle hakkınızı
helal etmenizi istiyorum. Benim hakkım
herkese helal olsun. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu fırsatı Sayın Genel Başkanım bana verdiği için, kendisine teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun.
Komisyon Raporları Görüşüldü
Konuşmaların ardından komisyon raporları görüşülmeye başlandı. Hesap Tetkik, Tüzük Tadil, Bütçe, Mevzuat ve Öneriler Komisyonları’nın raporları okunarak delegelerin oylarına sunuldu.
Raporların onaylanmasından sonra,
Şeker-İş Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri tek tek kürsüye geldiler ve birer konuşma yaptılar.
www.sekeris.org.tr 21
GÜNDEM
Hasan Basri GÜZEL
Şeker-İş Sendikası Genel Eğitim Sekreteri
“Gerçekten çok güç durumda olan
sektörümüzü ve sanayimizi rahat bir
nefes alabilir konuma getirdik.”
Sektörümüzün ve sanayimizin, sendikamızın kurulmasına karar verenlerden,
verdikleri hizmetle bugüne kadar getirenlerden hayatta olanları saygıyla, ebediyete göçenleri de minnet, şükran ve rahmetle anıyorum.
18. Olağan Genel Kurul’un bana tevdi ettiği bu kutsal görevi bugüne getirdim. Bu kutsal görevi Divan teşekkül ettiğinde de Divana bıraktım. Eğer 19. Olağan Genel Kurul bu görevi devam ettirmem konusunda irade belirtirse aynı 18.
Olağan Genel Kurulun bana tevdi ettiği
görevi yaparken, bana o görevi tevdi
edenleri sıkıntıya düşürecek, onları bu
görevi ehil ellere teslim etmediğine dair
kuşkuya düşürecek bir sıkıntı yaşatmamışsam, 19. Olağan Genel Kurul eğer bu
görevi bana tevdi ederse, aynı sorumluluğu bana bu görevi tevdi eden sizler için
de göstereceğimden hiç kimsenin şüphesi olmamasını istiyorum.
18. Olağan Genel Kurulumuzun ardından göreve geldikten sonra sizlerle birlikte gerçekten çok sıkıntılı ve gecesini
gündüzüne katarak mücadele edilmesi
gereken bir dönemi beraber yaşadık. Sayın Genel Başkanımın önderliğinde ve
çizdiği rotada gerçekten çok güç durumda olan sektörümüzü ve sanayimizi rahat
bir nefes alabilir konuma getirdik.
Genel Merkez Yönetim Kurulu 19.
22 Şeker-İş Dergisi
Dönem Çalışma Raporu’nu hazırlama
görevini bana verdiğinde, bunu bir plan
dahilinde yapmak gerektiğini düşünerek,
hazırladığımız taslağı bu Çalışma Raporunu nasıl yapacağımızı ve bu çalışma raporunda neleri işleyeceğimizi Genel Merkez Yönetimine sunduk. Sağ olsun Genel Merkez Yönetimindeki arkadaşlarım
da bu raporu hazırlamam için onay verdi.
Bakın, o çalışma raporunda dört yıl
boyunca sadece burada iki kelimeyle anlatılan başarının ne şartlarda kazanıldığını, bunu kazanmak için hangi kurumlara
hangi üsluplarla yazılar yazıldığını ve nasıl takip edildiğini o raporda bulacaksınız. O rapor hem kadrolarımızı yenilediğimizde, yeni seçilen veya göreve devam
eden şube başkanlarımıza resmi kurum
ve kuruluşlarla nasıl yazışma yapılır, bu
yazışmalarda nasıl üslup kullanılır? Onlar için bir bilgi ve belge niteliğinde olacak bir rapordur.
Bu belge niteliğindeki çalışma raporu mücadelenin nasıl kazanıldığını, ne gibi güçlüklerden geçilerek kazanıldığını
ortaya koyuyor. Başkanlar Kurulumuzda
değerli başkanlarımızın yaptığı katkılar o
raporun içinde yer alıyor. Biz bu raporu
hazırlarken şubelerimize yazı yazdık.
“2006 yılının 17 Temmuz’undan bu yana katıldığınız eylemler, yönetenlerle
yaptığınız görüşmeler ile ilgili tarihleri,
bilgileri ve belgeleri bize yollayın” dedik.
Şimdi, bizim Genel Merkez olarak kaçırmadığımız, takip ettiğimiz bazı şeyler
var. Kayseri’deki örgütlenme. Ahmet Tatar Başkanımın insanüstü gayretiyle Kayseri’deki üye sayımızı artırdık, ona teşekkür ediyoruz. Amasya Şubemizin Değerli Başkanı Hikmet Soyluer’e Amasya Şubesindeki üye artışı için de teşekkür ediyoruz o raporda, çünkü takip ediyoruz ve
biliyoruz.
Bundan sonraki dönemde Adapazarı
Şubemizde toplu iş sözleşmesi aşamasına gelmeyi düşünüyoruz. Eğer, bir talihsizlik olup da, işveren üye yaptığımız arkadaşların bir kısmını işten çıkarmamış
olsaydı, şu anda Adapazarı’nda toplu iş
sözleşmesi yapabilecek konumdaydık.
Adapazarı’mızın Değerli Baştemsilcisine, Kütahya’mızın Değerli Şube Başkanına da bu raporda teşekkür ediyoruz.
Dönem içerisinde Sayın Genel Başkanımın nasıl sıkıntı çektiğini, nasıl mücadele ettiğini biliyorum. Eğer 19. Olağan Genel Kurul bana bu görevi tekrar
verirse, aynı ciddiyetle ve aynı şevkle Genel Başkanımın hemen yanında, bana ihtiyaç olduğu her yerde çalışmaya devam
edeceğim.
19. Olağan Genel Kurul’un önce sanayimize, ülkemize, sendikamıza, çalışma hayatına katkı yapmasını diliyorum.
Allah seçilecek olanları yapacakları hizmetten, seçecek olan sizleri de vereceğiniz karardan utandırmasın. Hepinizi saygıyla selamlarım.
GÜNDEM
Vahap POLAT
Ş e k e r - İ ş S e n d i k a s ı E s k i G e n e l B a ş k a n Ya r d ı m c ı s ı
Saat 9.30’dan bu saate kadar ülkemizin sorunları, sanayimizin sorunları tek
tek anlatıldı. Ben bu sorunları tekrarlamayacağım. Ben demeyeceğim ki, Cumhuriyet tarihi boyunca yani 1923’ten
2002’ye kadar bu devletin iç ve dış borcunun sadece ve sadece 220 milyar dolar
olduğunu ve 220 milyar dolarla 2002’ye
kadar olan tüm hükümetlerin bu ülkeye
barajlar, limanlar, fabrikalar, yollar yapıldığını söylemeyeceğim. Bunu siz biliyorsunuz. Ama 2002’de bu ülkeye yolsuzluğu önleyeceğiz, işsizliği önleyeceğiz, yoksulluğu önleyeceğiz diye gelenler 2002’den bugüne kadar bu ülkeyi 600
milyar dolar borca soktular. Cumhuriyet
tarihi boyunca, 80 yıl boyunca bizden öncekilerin alın terleri, vergileri kurulan
tüm kuruluşlarımız yok pahasına peşkeş
çekildi.
Ülkemizin ve güzel insanlarımızın
tüm sorunlarının tek bir çözümü var. Bu
ülkeyi sevenlerin, bu ülkeyi Brüksel’den
değil, Washington’dan değil, Ankara’da
yönetecek insanların seçilmesi lazım bu
ülkeye. Bugün ekonomisi IMF’ye teslim
edilen, yönetimi Brüksel’e emanet edilen bir ülkede yaşıyoruz. Ama bu mazlum halk, bu yalnız ülkenin güzel insanları önüne sandık geldiği zaman onlara
bir ders verecektir. Şeker sanayimizle ilgili hakikaten Saygıdeğer Genel Başkanım, mesai arkadaşlarım ve değerli şube
başkanlarımız sayın üyelerimizle ciddi
çalışmalar yapıldı. Emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Allah razı olsun diyorum. Sanayimiz rahat bir ne-
Ramazan BEKER
fes aldı.
Bu genel kurulda aday değilim. Sadece ve sadece buraya kısa öz, bir veda konuşması için geldim. Sizlerle bugüne kadar çalışmaktan mutluluk duydum. Beni
95’te seçtiğinizden bugüne kadar bildiğiniz başkan, enişteniz, amcanız, dayınız,
ağabeyiniz olarak kaldım. Hiçbir dostumu, hiçbir arkadaşımı incitmemek için
özen gösterdim. Görevde bulunduğum
sürede insanlar arasında sürekli diyalogu
sağlamaya çalıştım. Entrika yapmadım.
Hakikaten, tek isteğim dürüst, namuslu,
iyi bir idareci olmaktı.
Ben bugün aday değilim, ama şunu
bilin ki, burada bulunduğum müddetçe,
Ankara'da oturduğum müddetçe, canımız
sağ olduğu müddetçe, bir ağabeyinizin,
bir kardeşinizin olduğunu unutmayın. Tek
isteğim sizden, benden yana hakkınızı helal edin, benim hakkım size helal olsun.
Sizlerle çalışmak, sizlerle birlikte olmak,
hakikaten mutluluk vericiydi. Allah yuvanıza mutluluklar versin, dostluklar, beraberlikler pekişsin, birliğinizi, beraberliğinizi, dirliğinizi bozmayın. Allah’a
emanet olun, saygılar, sevgiler sunuyorum.
Şeker-İş Sendikası Eski Genel Mali Sekreteri
Şeker sanayinde özelleştirmeye karşı
mücadele 2003 yılının sonlarında başlar.
O zamana kadar özelleştirme bir dünya
gerçeğiydi, tatlandırıcılara karşı mücadele edecek gücümüz yoktu. Görüş bu şe-
kildeydi. Daha sonra tatlandırıcılara karşı Başkanlar Kurulunda başlayan mücadele defalarca tekrarlandı ve özelleştirmeye karşı da bir mücadeleye dönüştü.
Bu süreç 2005 Olağanüstü Genel Kuruluyla sonuçlandı. Olağanüstü Genel Kurulla göreve gelen ekibimiz, Sayın Genel
Başkanımızın önderliğinde verdiği bilinçli ve akıllı, ilmi araştırmalara dayalı mücadeleyle şeker sanayinin özelleştirilmesinin çok önemli birinci aşamasını başarıyla tamamladı. Bu mücadele hepinizin
katkısıyla olmuştur. Önce üyelerimizin,
şubelerimizin katkısıyla olmuştur.
Mali konularda yönetimde birinci derecede sorumluluk Sayın Genel Başkanım ve bana ait. Tabii ki, diğer Yönetim
Kurulu Üyesi arkadaşlarımızın da sorumlulukları var. Bu konuda Sayın Genel Başkanımın engin tecrübelerinden de tabii ki
istifade ettik. Genel Merkez Yönetim Kurulumuzun aldığı tedbirlerle 120 milyarla devraldığımız kasayı 6 trilyonun üzerinde bir seviyeye getirdik. Bu konuda
özellikle şubelerimizin katkısı tabii ki büyük oldu.
Tasarruf konusunda bir şubenin hakkını söylemeden de geçemeyeceğim. Bütün şubelerimiz de tasarruflarını yapmıştır, kendilerine teşekkür ediyorum; ama
özellikle bir şubemiz en az harcamayla,
en çok tasarruf yapmıştır. Huzurunuzda
Kayseri Şubemizi ve onun çok Değerli
Başkanını tebrik ediyorum.
İnşallah, Genel Kurulumuz camiamıza yakışır bir şekilde sonuçlanır. Birlik,
bütünlük ve kardeşliğe vesile olur diyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum, hepinize hayırlı akşamlar diliyorum, sağ
olun.
www.sekeris.org.tr 23
GÜNDEM
Fethi TEKİN
Şeker-İş Sendikası Eski Genel Sekreteri
“Burada büyük bir başarı varsa, bu başarının
büyük bir kısmı Genel Başkanıma aittir.”
Şeker sanayinin içinde bulunduğu bu
son beş yıllık zor dönemde başta Sayın
Genel Başkanım olmak üzere, Merkez
Yönetimi ve görevde olan şube başkanı
arkadaşlarım, kaybeden şube başkanı arkadaşlarım gerçekten olağanüstü bir dönem geçirdi. İnanın, Sayın Başkanla beraber odasında sevinçten ağladığımızı da
biliyoruz, üzüntüden de ağladığımızı biliyoruz.
Fabrikalarımıza özellikle Bor ve
Ereğli fabrikalarına gittiğimizde, ilk satışa çıktığı zaman, oradaki işçi kardeşlerimizin yüzlerindeki ifadeler, suratlarındaki asıklığı hala daha gözlerimizin önünden gitmiyor.
Ama Allah’a şükür ki, beş yıldır fabrikalarımızdan birini bile vermedik. Yani, Şeker-İş belki de özelleştirmeyle ilgili ilklere imza atıyor. Bizden sonra ihaleye çıkan, kapsama alınan işyerlerinden
üzülerek belirteyim ki, bugün eser yok.
Tekel fabrikaları bizden çok sonra
kapsama alındı. Bunu hep beraber yaşadık, ama şu anda şeker fabrikaları Allah’a
çok şükür ayakta duruyor, Tekel’den eser
yok. Türk-İş’imizin önderliğinde, büyük
bir mücadele verdiler, adlarını Türkiye’ye
duyurdular. Biz de onları canı gönülden
destekledik, desteklemeye de devam edeceğiz.
Tabii ki, eğer burada büyük bir başarı varsa, ben inanıyorum ki, bu başarının
büyük bir kısmı Sayın Genel Başkanıma
aittir.
Biz inanın, toplu sözleme görüşmelerinde eğer iki saat kadrolularla ilgili konuşuyorsak, diğer tüm zamanlarda geçici arkadaşlarımızın problemlerini konuşuyoruz. Çünkü gerçekten 6 bin geçici iş24 Şeker-İş Dergisi
çi bizde mutsuz, gerçekten huzurları yok.
Allah kimseyi işsiz bırakmasın, dört ay
çalışıyorlar, sekiz ay dışarıda geziyorlar.
Hele bu insanlar emekli olduğu zaman bile evde oturamıyor.
O arkadaşlarımızı mutlaka bu işsizlik
fonuyla ilgili, işsizlik parasıyla ilgili bu
arkadaşlarımıza bir çare bulunması lazım.
Sayın Genel Başkanım, ben biliyorum
gayretinizi, yasa tasarısı değişirken, Şeker-İş olarak biz öneride bulunduk. Sizler de bu konuları yukarıya taşıdınız.
Şeker-İş’in bir talihsizliği var. Tam
Bakana şeker sanayini öğretiyoruz, Sayın Genel Başkanım anlatıyor, öğretiyor,
tam şekere ısınıyor, bakan gidiyor. Bu da
Şeker-İş’in şanssızlığıdır.
Emeği temsilen gelen insanlar o perde arkasına gittiğinde, ellerini vicdanlarına koysunlar. Sevgili kardeşim Fevzi
Başkanım uygunsa benim başım üstüne
ona oy versinler, biz uygunsak bize oy
verin. Benim sizden hassaten ricam o,
çünkü o da çok değerli bir kardeşimdir.
Tabii ben söyledim, başka genel başkanlarla da çalıştım, Allah işlerini güçlerini rast getirsin. Çok güzel mutluluklara
imza attık. Bir dönem 2200 kadroya, bu
dönem 5 bin kadroya imza attık. İnanıyorum ki, geriye herhalde kamuda 16-17
bin geçici işçi kaldı, onların problemi de
önümüzdeki dönemde çözülecek.
Artık bizde de geçici işçi kalmaz, onlar da mutlu olurlar. Sayın Genel Başkanımla çok huzurlu ve başarılı çalıştığımıza inanıyorum. Benim Genel Başkanım
bundan sonra da Genel Başkanım olmaya devam edecek. Onun altını çizerek söylüyorum. Herkese saygılar sunuyorum.
GÜNDEM
İsa GÖK
Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı
“Pancar üreticisinin, şeker
işçisinin ve devletin olduğu
yeni bir projeyle sektörün
kurtuluş reçetesini
yazamazsak, bu sektörün
yaşama şansı yok.”
Çok değerli arkadaşlarım; aday olan
arkadaşlarım konuştular. Yönetimdeki arkadaşlarım, bugüne kadar size hizmet
eden arkadaşlarım konuştular. Son söz bir
şeyler söylemek de bize düştü. Öncelikle, ben Divanı selamlıyorum. Dört yıl boyunca beraber hizmet ettiğim arkadaşlarımı selamlıyorum. 19. Olağan Genel Kurulu oluşturan siz değerli arkadaşlarımı
selamlıyorum. Tabii, duygusallığın, duygusal konuşmaların olduğu bir ortam, şeker sektörünün geleceğinin söz konusu
olduğu bu ortamda, duygusallığı aşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Buraya gelen her arkadaşım bir şeyler söyleyecek, diyecek. Çözüm üretecek,
bir şeyler koyacak. Sektörün geleceğiyle
ilgili ne yapılabilirliğinin tespitlerini yapacak, yapması gerekir. Kapalı kapılar ardında insanlara olmayacak şeyler yapıştırıyorsunuz, ondan sonra da sahneye geldiğimiz zaman, bütün bunları söylememişçesine neredeyse madalya takılmasını istiyorsunuz.
Ben böyle şeyleri sevmiyorum, ben
harbi bir insanım. İnsanların yüzüne söyleyemediğim şeyleri kapılar arkasında
söylemem. Bir karar alınıyorsa, sonuna
kadar arkasında dururum. Onu uygulamaya çalışırım. Genel Başkana top atmam, şubeleri karıştırmam, ama birisinin
arkasında duracaksam, sonuna kadar dururum.
Bunun için de diyet beklemem. Bana
borç ödesinler istemem. Her arkadaşımın
aday olma hakkının olduğunu bundan üç
yıl önce de söyledim. Başkanlar Kurulunda söyledim, Sekreterler toplantısında
söyledim. Herkesin bu heyeti gözden geçirebileceğini söyledim. Gözden geçiriş
şahsımızın koltuk sevdasıyla olmamalıdır. Sektörü nereye götüreceğimizle ilgili yeni projeler, stratejiler üretmeliyiz.
Özeleştirmeyle ilgili yapmaya başladığımız mücadelede 2004’ün 31 Aralık’ında Şeker Kurumu kapatılırken, ona
açtığımız davayla ilgili ne söylediklerini
unutmam mümkün değil. Ilgın, Ereğli,
Bor Şeker Fabrikaları özelleştirme programına alındığında, çalışan arkadaşlarımızın ekmek kavgasını, kaygısını gözlerinde gördüğüm günleri unutmadım.
Onun için ben duygusal olamam. Bu işi
ya yapacağım ya da gideceğim. Ama şunu söylemek istiyorum: Eğer, Allah bana
nasip ederse, şeker fabrikalarının özelleştirme programından ve kapsamından çıktığı dönemin sonunda sendikacılık hayatıma nokta koyacağım. Bu koltuklara yapışmayacağım.
Ben bu günleri görmeden, üç yıl önce bir konuşma yaptım. “Mutlaka merkez
yöneticilerine bir dönem boyunca çalışma sınırı koyun” dedim. Merkezin imkanlarıyla kimseyi kafa kola almaya uğraşmayalım ve yeni nesiller buralara otursun diye gayret ettim. Bugün şeker sektörünün buraya geleceğini söyledim.
İnandığım şeyi sonuna kadar savunurum.
İnandığım şeyi savunurken, başaramasam dahi bunu bir kayıp kabul etmem.
Ama bu hükümet güçlü, nasıl olsa satar
diye peşinen yenilgiyi de kabul etmem.
Değerli arkadaşlarım; bu Genel Kurul arifesinde her türlü ayak oyunlarına
şahit oldum. İnsanların aday olma hakkının olduğunu her zaman söyledim. Bundan bir kaçış yok, biz nasıl birilerinin yerine aday olmuş, gelmişsek, mutlaka bir
gün birileri de bizim yanımıza, yerimize
aday olarak gelecek, bundan kuşkum yok.
Ben ölümlüyüm, buralardan da gideceğiz. Miras da kalmadı, arkadaşlarıma
da miras kalmayacak, bana da miras kalmayacak. Ama telefonlarda her türlü şeyi bana yapıştırırken, bilmem neredeki
olan özellikler bunda vardır denilirken,
neden gelip bir günden bir güne bana arwww.sekeris.org.tr 25
GÜNDEM
kadaş sen böyle bir şey yapıyor musun
diye sormuyorsunuz?
Şeker-İş’in Genel Başkanı olarak hareket ediyorum ve şeker sektörünün kurtuluş reçetelerini sunmaya gayret ediyorum. Ilgın, Ereğli, Bor Fabrikaları için karar çıktığında, elini cebine atıp, önce inanmayıp, sonra “nasıl olsa bunun satılmayacağını biliyordum” diyen insanlar var.
Ama dünkü söylediklerini çabuk unuttukları için, bugünkü söylediklerinin muteber olduğunu sanıyorlar. İnsanlar aptal değil.
Biz Türkiye’de pancar şeker sektörünü Avrupa Birliği fiyatlarına indiremez,
maliyetlerini minimize edemezsek, Türkiye dış dünyadan ayrı yaşayamayacaksa, Dünya Ticaret Örgütü’nün öngörüleri ve Kyoto Protokolü imzalanıyorsa, bazı radikal kararları almamız gerekiyor.
Üç önemli badire atlattık. İlki ve en
kötüsü Şeker Kurumu’nun kapatılması
idi. İkincisi Ilgın, Ereğli, Bor Fabrikalarının satışa çıkarılması idi. Bu badireyi
de atlattık. Onu da sorgulayamadan, C ve
B grubu fabrikaları satılmaya çalışıldı.
Danıştay kararları ile yürütmesini durdurduk.
Şeker fabrikalarının özelleştirme kapsamından ve programından çıkması halinde o dönemin sonunda ben kesinlikle
sendikal hayatımı noktalayacağımı buradan söylemek istiyorum. Ama çıksa dahi, pancar üreticisinin, şeker işçisinin ve
devletin olduğu yeni bir projeyle sektörün kurtuluş reçetesini yazamazsak, bu
26 Şeker-İş Dergisi
sektörün yaşama şansı yok.
İnanın, bizden sonraki nesiller bizim
mezarlarımıza gelip, bizim kemiklerimize küfredecektir. Ben böyle bir inançla bu
sektörü savunuyorum. Duygusallık yok,
çünkü biz bundan sonra bu sektörden ekmek yiyecek insanların sigortasıyız. Avrupa Birliği Şeker Rejiminden defalarca
bahsettim. Dünyadaki şeker sektöründen,
yenilenebilir enerjiden bahsettim. Nişasta bazlı şekerlerle ilgili mücadelemizden
bahsettim.
Sizin omuzlarınızda bu sektörün ağırlığı var. Sizden sonraki nesillerin bu sektörden ekmek yemeye devam etmesi sizlerin elindedir. Bunun bir tek çaresi var,
sektörü çok iyi tanımaktır.
Biliyorum, çok iyi biliyorum, kafalarda 1984’ten bugüne kadar yapılan özelleştirmelerle ilgili çalışma hayatının başarısızlıkları var. Bu esaret zincirini Şeker-İş kırabilir, şeker işçisi kırabilir, sizlere güveniyorum. Bana omuz verin, bunu samimiyetle söylüyorum.
Şeker sanayinin geleceğini ilgilendiren konularda esnemeyen bir genel başkanınız olduğu için bazı noktaları yakaladık. Zaman zaman en sevdiğin arkadaşlarımı kırdım ve döktüm. Ama Sendikanın parası biriktiği zaman veya tasarruf
ettiği zaman Şeker-İş Sendikası’nın Genel Başkanının cebine girmiyor. Ben de
çok ala bilirim, mücadele ediyoruz diye
6-7 trilyonları televizyonlara vermeyi,
başka türlü etkinliklerde kullanmayı, yarısını da kafa almak için kullanabilirim,
ama ben yapmadım bunu, neyi yaptım?
En zor olanı, insanla uğraşmayı seçtim.
Dünyayı ve Avrupa Birliği şeker sektörü ne demekmiş; neden Türkiye’de
oyun oynanıyor; neden Türkiye uluslararası kartellerin pazarı haline getirilmek
isteniyor? Bunları gördüm, inandım ve bu
inancımı sizlere aktarmaya hep gayret ettim. Bu çocuk oyuncağı değil. İnanacaksınız, fedakar olmak zorundayız.
Verdiğimiz ilanlarda bunu gördünüz.
Her türlü fedakarlığın altına imza atacağımızı sizlerin adına söyledim. Bugüne
kadar bu konuda bir tepki görmedim. Sektör ve şeker pancarı dünyada stratejik olarak kabul ediliyor. Bu coğrafyada İpek
Yolu üzerinde olan ülkemizde iklim bakımından da pancarın Avrupa Birliği ülkelerinden daha avantajlı ve verimli olduğu gördüm. İnanın, her şey Türkiye’yi
sömürmek adına yapıldığını gördüm.
Görmeyen gözler bunu görsün, kapı arkalarında, masalarda benimle ilgili bir
şeyler konuşulmasın, lütfen gelinsin, sorulsun.
Telefonlarda bir şeyler yapıştırılmaya çalışılmasın, ekip yapılacakmış, benim
karnım ağrımaz. Yapacaksınız, çıkacaksınız ve sektörle ilgili projelerimizi yarıştıracağız. Onun için bazı şeyleri seçilmiş
arkadaşlarıma yakıştıramadığımı burada
söylemek istiyorum. Bazen o kadar basite indiriliyor ki mücadele; “Bir memur
bunu yazmış da, işte nasıl olsa işçi bir şey
yapmıyormuş, Genel Merkez Yöneticisi
olmaya ne varmış”, Genel Merkez yöne-
GÜNDEM
ticisi olmak için de bu milletin onayı gerekiyor, hiçbir şey bilmiyorsan, buna saygılı olacaksın.
Onun için fazla kırıcı dökücü olmak
istemiyorum. Ama sektör bakımından da
duygusal olmayacağımı her türlü arkadaşımın yanlış söylemine set çekmeye devam edeceğimi söylemek istiyorum.
Evet, muvakkat arkadaş delegelerimiz de var. Arkadaşlar, sizlerin duygularını istismar etmek o kadar kolay ki, sizlere kendimi haklı çıkartmam o kadar kolay ki ama ben bunu yapmam. Çünkü Türkiye’de kadro almanın şartlarını biliyorum. Ben sizin temsilcinizim. Muvakkat
arkadaşlarımızın kurtuluşu Türk-İş’le beraber olacaktır. Bunların kadro alması yeni kanun gerektirir. Ama her ihtimale karşı, toplu sözleşmede eğer bizim arkadaşlarımız kadro alırsa, ücretlerinde belirli
bir düşüş yaparak, hem siyaseti, hem kamuyu zorlamak için yeni plan ve projeler de yaptığımızı söylemiştim.
Onun için hoşunuza gitmeyebilir ama
ben her zaman sizlere doğru söylemeye
devam edeceğim. Seçilmiş insanın temsil ettiği insanlara yalan söyleme hakkı
olmamalı. İnsanlar günlük kuyruğu kurtarabilir. Ama dört gün sonra da karşısında her türlü melaneti görür. O kadar tezgah, çabuk tezgah kuruluyor ki değerli
arkadaşlarım. Empati yapmanızı ve söylenenleri sorgulamanızı istiyorum.
Ben sizden akıllı bir adam değilim,
ama bir şeyler öğrendim. Empati yapmayı ve sorgulamayı, ne diyor, ne demek istiyor bu insan, nereye varmak istiyor?
Bunun nasıl çözülebileceğini öğrendim.
İnsanlar her şeyi ağzına geldiği gibi söylüyor ve bir kısım insanlarımız da örgütlüyor. Şeker işçisi satılık değil; şeker işçisi çalışma hayatında ne gerekiyorsa sonuna kadar yapacaktır.
Değerli arkadaşlarım, ben yine duygusal olmayacağım, listemi de buradan
açıklamak istiyorum. İsa Gök: Genel
Başkan Adayı. Fevzi Şengül: Genel
Sekreter Adayı. Eyyup Şen: Genel Mali
Sekreter Adayı. Hasan Basri Güzel: Genel Eğitim Sekreteri Adayı. İlhan Özyurt:
Genel Teşkilatlanma Sekreteri Adayı.
Herkese saygılar sunuyorum.
Sendikamızın Yeni Yönetimi Belirlendi
Genel Kurulun ikinci gününde Sendikamızın zorunlu organlarında görev
alacakları belirlemek için seçimler gerçekleştirildi. 11 Nisan 2010 tarihinde
yeni Merkez Yönetim Kurulu, Denetim Kurulu, Disiplin Kurulu Üyeleri ve
Türk-İş Genel Kurul Delegeleri belirlendi. Şubelerimizden gelen 227 delegenin katılımıyla gerçekleştirilen seçim 3 sandıkta yapıldı. Yapılan seçimler neticesinde Sendikamızın zorunlu organları şöyle oluştu:
Merkez Yönetim Kurulu
Genel Başkan
İsa GÖK
Genel Sekreter
Fevzi ŞENGÜL
Genel Mali Sekreter
Eyyup ŞEN
Genel Eğitim Sekreteri
Hasan Basri GÜZEL
Genel Teşkilatlanma Sekreteri
İlhan ÖZYURT
Yönetim Kurulu Yedek Üyeleri
Mustafa KALEM
Orhan SALTIK
Yüksel İLASLAN
Murat KARAMOÇU
Denetim Kurulu Üyeleri
Salih ÜNAL
Osman ERİK
Veli İLKAY
Denetim Kurulu Yedek Üyeleri
Şükrü AVŞAR
Hayrettin ÇELİK
Işık ŞİMŞEK
Disiplin Kurulu Üyeleri
Aydın BÖKE
Hüsnü PATRON
Halim URASOĞLU
Disiplin Kurulu Yedek Üyeleri
Faruk GÜZEL
Ercan KAN
Hamza ŞİRİN
Üst Kurul Delegeleri
İsa GÖK
Ahmet TATAR
Fikret SANCAR
Yusuf YAZIR
İsmail ŞAHİN
Sefer KAHRAMAN
Yüksel İLASLAN
Mustafa ONAY
www.sekeris.org.tr 27
YÖNETİM
MERKEZ YÖNETİM KURULUMUZ
İsa GÖK / Genel Başkan
1956 yılında Konya’nın Ilgın İlçesi’nin Büyükoba Köyü’nde doğan İsa GÖK, Konya Endüstri Meslek Lisesi Torna Tesviye bölümünü bitirdi.
Ilgın Şeker Fabrikası ham fabrika kısmında şerbet üretim ustası
olarak görev yapan GÖK, Şeker-İş Sendikası Ilgın Şubesi’nde baştemsilcilik, Şe-Koop Tüketim Başkanlığı ve Ilgın Yapı Kooperatif
Başkanlığı görevlerinde bulundu.
1989-1995 yıllarında Ilgın Şubesi İdari Sekreterlik görevini yapan GÖK, 1995 yılında gerçekleştirilen Şube Genel Kurulu’nda Ilgın
Şube Başkanlığına seçildi.
İsa GÖK, 12-13 Eylül 1998 tarihlerinde yapılan Şeker-İş Sendikası 16. Olağan Genel Kurulu’nda ve 30-31 Ekim 1999 tarihinde yapılan 16. Olağan (yenileme) Genel Kurulu’nda Genel Mali Sekreter
görevine seçildi. 20-21 Temmuz 2002 tarihlerinde yapılan 17. Olağan Genel Kurulu ile bir kez daha Genel Mali Sekreterlik görevine
getirilen İsa GÖK; 15-16 Ocak 2005 tarihlerinde yapılan Olağanüstü Genel Kurul’da Genel Başkan olarak seçildi. 22-23 Temmuz 2006
tarihlerinde yapılan 18. Olağan Genel Kurulu’nda ve 10-11 Nisan
2010 tarihlerinde yapılan 19. Olağan Genel Kurulu’nda Genel Başkanlık görevine yeniden seçilen İsa GÖK; evli ve dört çocuk babasıdır.
Fevzi ŞENGÜL / Genel Sekreter
1960 yılında Ağrı’nın Baloluk Köyü’nde doğan Fevzi ŞENGÜL; ilk, orta ve lise öğrenimini Ağrı’da bitirdi. 1975-1982 yılları arasında atletizm ile uğraşan ŞENGÜL, milli takımda yer
alarak ülkemizi temsil etti.
1982 yılında Ağrı Şeker Fabrikası’nda göreve başlayan ŞENGÜL; Fabrika Yardımlaşma Sandığı’nda ve Şeker Spor’da görev aldı.
2003 yılından bu yana Şeker-İş Sendikası Ağrı Şube Başkanlığı görevini yürüten Fevzi ŞENGÜL; 10-11 Nisan 2010 tarihlerinde yapılan 19. Olağan Genel Kurulu’nda Genel Sekreterlik
görevine seçildi. ŞENGÜL, evli ve beş çocuk babasıdır.
28 Şeker-İş Dergisi
YÖNETİM
Eyyup ŞEN / Genel Mali Sekreter
1958 yılında Gümüşhane’nin Kelkit İlçesi Yeşilova Köyü’nde doğan Eyyup ŞEN; ilk, orta ve lise öğrenimini Gümüşhane’de tamamladı.
1980 yılında Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş’ye ait Ankara Makina
Fabrikası’nda işbaşı yapan ŞEN; 2006 yılına kadar aynı fabrikada iş
hazırlama servisinde çalıştı.
Eyyup ŞEN, 1998 yılında yapılan Ankara Şubesi’nin 16. Olağan
Genel Kurulu’nda İdari Sekreterlik görevine seçildi. 2002 yılında yapılan seçimde tekrar aynı göreve seçilen ŞEN, 2006 ve 2009 yıllarında yapılan şube seçimlerinde Şube Başkanlığı görevine getirildi. Sendikamız Şeker-İş’in 10-11 Nisan 2010 tarihlerinde yapılan 19. Olağan
Genel Kurulu’nda Genel Mali Sekreterlik görevine seçilen Eyyup ŞEN;
evli ve üç çocuk babasıdır.
Hasan Basri GÜZEL / Genel Eğitim Sekreteri
1958 yılında Balıkesir’in Susurluk İlçesinde doğan Hasan Basri
GÜZEL 1975 yılında Susurluk Lisesi’nden mezun oldu. Aynı yıl Susurluk Şeker Fabrikası’nda çalışmaya başladı. 1980-1983 yılları arasında askerlik görevini yerine getirdi. 1983-1985 yılları arasında Turhal Şeker Fabrikası’nda meydancı kadrosuyla, 1985-1987 yılları arasında Kayseri Şeker Fabrikası’nda Meydan Amir Yardımcısı, 19871988 yılları arasında ise Kayseri Şeker Fabrikası’nda Meydan Amiri olarak çalıştı. 1988 yılında Susurluk Şeker Fabrikası’na Meydan
Amiri kadrosuyla tayin oldu. 1991-1999 yılları arasında Susurluk’ta
Belediye Meclis Üyeliği yaptı. 1998 yılında Şeker-İş Sendikası Susurluk Şube başkanı olarak seçildi. 2002 yılında aynı göreve yeniden
seçildi. 15-16 Ocak 2005 tarihinde Şeker-İş Sendikası Olağanüstü
Genel Kurulu’nda Genel Eğitim ve Teşkilatlandırma Sekreteri olarak seçilen GÜZEL; 22-23 Temmuz 2006 yılında yapılan 18. Olağan
Genel Kurul’da tekrar aynı göreve seçildi. Son olarak 10-11 Nisan
2010 tarihlerinde gerçekleştirilen 19. Olağan Genel Kurul’da Genel
Eğitim Sekreterliği görevine tekrar getirilen Hasan Basri GÜZEL,
evli ve bir çocuk babasıdır.
İlhan ÖZYURT / Genel Teşkilatlanma Sekreteri
1959 yılında Tokat’ın Niksar İlçesinde doğan İlhan ÖZYURT,
ilkokulu, ortaokulu ve endüstri meslek lisesini Turhal’da bitirdi. 1976
yılında Turhal Şeker Fabrikası’nda çalışmaya başladı. 1979 yılında
askerlik görevini yerine getiren ÖZYURT, 1980 yılında Ağrı Şeker
Fabrikası’na tayin edildi. 1987 yılında Turhal Şeker Fabrikası’na nakille dönen İlhan ÖZYURT 1998 yılında Turhal Şubesi 16. Olağan
Genel Kurulu’nda Şube Mali Sekreterliğine seçildi. ÖZYURT 20022006 ve 2006-2010 yılları arasında Şube Başkanlığı görevini sürdürdü. 2 Ocak 2010 tarihinde yapılan Şeker-İş Sendikası Turhal Şubesi Olağan Genel Kurulu’nda Şube Başkanlığı’na yeniden seçilen
İlhan ÖZYURT, 10-11 Nisan 2010 tarihlerinde gerçekleştirilen 19.
Olağan Genel Kurul’da Genel Teşkilatlanma Sekreterliği görevine
getirildi. İlhan ÖZYURT, evli ve üç çocuk babasıdır.
www.sekeris.org.tr 29
1 MAYIS
1 MAYIS’TA
ALANLARDAYDIK
Emek ve Dayanışma Bayramı olarak kutlanılan 1 Mayıs’ta, Şeker-İş Sendikası olarak fabrikalarımızın bulunduğu illerde gerçekleştirilen etkinliklere biz de katıldık. Önceki yıllardaki kötü görüntülerin yaşanmadığı kutlamalarda ne çatışma, ne de biber gazı vardı.
30 Şeker-İş Dergisi
1 MAYIS
B
u yıl 32 yıldır yasak olan Taksim
Meydanı emekçilere 1 Mayıs kutlamaları için açıldı. Önceki yıllardaki kötü görüntüler bu sene yaşanmadı.
1 Mayıs 2010’da ne çatışmalar, ne de biber gazı vardı. Taksim Meydanı’ndaki görüntülerde yalnızca omuz omuza olan
emekçilerin barış içindeki bayram kutlamaları vardı.
Büyük bir coşku içinde gerçekleştirilen kutlamalara işçiler, kamu emekçileri,
meslek sahipleri, emekliler, işsizler, siyasi parti temsilcileri ve toplumun her kesiminden pek çok kişi katıldı. Taksim
Meydanı’ndaki coşkulu kutlamalarda
Sendikamızın Alpullu ve Susurluk Şubelerinin Yöneticileri ve Üyelerimiz yer aldılar.
Mustafa Kumlu’ya yapılan
saldırıyı kınıyoruz
1 Mayıs günü Taksim’de Tekel işçileri görünümündeki, provakatif bir grup
bariyerleri aşarak Türk-İş Genel Başkanı
Mustafa Kumlu’nun üzerine yürüdü ve
konuşmasını tamamlamasına izin vermediler. Bir grup kendini bilmez tarafından
yapılan bu saldırı neticesinde; 32 yıl aradan sonra emekçilere açılan Taksim Meydanı’nda büyük bir coşku ile gerçekleşti-
rilen kutlamalara ne yazık ki gölge düştü.
Şeker-İş Sendikası olarak Tekel’in
özelleştirilmesinin, 4-C uygulamasının tek
sorumlusu olarak Türk-İş Genel Başkanı
Mustafa Kumlu’yu ve Yöneticilerini gören bu grubun saldırısının emek hareketine büyük zarar verdiğini düşünüyoruz. Tabi ki bu çirkin saldırı tüm Tekel işçilerine
mal edilemez. Tekel işçileri, kölelik uygulaması olan 4-C karşısında onurlu bir mücadele verdiler ve bu haklı mücadelelerini azimle sürdürüyorlar.
Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’ya yapılan çirkin saldırıyı Şeker-İş Sendikası olarak kınıyoruz, böylesi çirkin saldırıların bir daha tekrarlanmamasını diliyoruz.
www.sekeris.org.tr 31
1 MAYIS
Ankara’daki 1 Mayıs kutlamaları
Sıhhiye Meydanı’nda yapıldı
1 Mayıs 2010 kutlamalarının Ankara’daki adresi ise Sıhhiye Meydanı oldu.
32 Şeker-İş Dergisi
Sabah saatlerinde Ankara Tren Garı’nın
önünde toplanan emekçiler Sıhhiye Mey-
danı’na doğru oluşturulan kortejle birlikte yürüyüşe geçtiler. Kortejin Sıhhiye
Meydanı’na ulaşması ile başlayan 1 Mayıs kutlamaları Taksim’de olduğu gibi
büyük bir coşku ve sevinç içerisinde gerçekleşti.
Ankara’daki 1 Mayıs kutlamalarına
Genel Başkanımız İsa Gök, Genel Sekreterimiz Fevzi Şengül, Genel Mali Sekreterimiz Eyyup Şen, Genel Eğitim Sekreterimiz Hasan Basri Güzel ve Genel Teşkilatlanma Sekreterimiz İlhan Özyurt,
Eski Genel Başkan Yardımcımız Vahap
Polat ve Ankara Şube Başkanımız Murat Taşlıyurt katıldılar. Ayrıca Ankara Şeker Fabrikasında, EMAF’da, Ankara
Makina Fabrikası’nda, Ankara Şeker
Enstitüsü’nde, Ankara Tohum İşleme
Fabrikası’nda ve Türkşeker Genel Müdürlüğü’nde çalışan değerli üyelerimiz
Sıhhiye Meydanı’ndaki etkinlikte yer aldılar.
Diğer taraftan fabrikalarımızın bulunduğu illerde gerçekleştirilen 1 Mayıs
etkinliklerinde, üyelerimizin katılımıyla
Sendikamız Şeker-İş temsil edildi.
1 MAYIS
32 yıllık yasağın ardından 1 Mayıs Taksim’de coşkuyla kutlandı
www.sekeris.org.tr 33
Şeker-İş Sendikası Genel Başkanı
İsa GÖK’ün 1 Mayıs Mesajı
Geçtiğimiz yıl 1 Mayıs’ın ülkemizde
resmi tatil olması ile Emek ve Dayanışma Bayramı olarak kabul edilmesi işçi sınıfının son yıllarda elde ettiği en önemli
başarı olmuştur. Bu yıl ise emekçilerin
yıllardır süregelen özlemi son buldu.
Emeğin bayramı 1 Mayıs; işçilerin, kamu emekçilerinin, meslek sahiplerinin,
emeklilerin ve işsizlerin katılımıyla Taksim Meydanı’nda büyük bir coşku ile kutlandı. Ayrıca 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Bayramı etkinliklerinde emekçiler
kutlamalarını; ülkemizin dört bir köşesinde, omuz omuza, barış içinde ve kardeşçe gerçekleştirdiler.
1 Mayıs 2010’u büyük bir coşku ile
kutlamayan işçilerimizin büyük bir kısmı ne yazık ki güvencesiz, kuralsız ve kayıt dışı olarak çalışmaktadır. Özelleştirme neticesinde işsiz kalan işçilerimize kölelik düzeni olan 4-C uygulaması dayatılmaktadır. Taşeronlaşma her geçen gün
yaygınlaşmaktadır. Tüm bu uygulamalar
34 Şeker-İş Dergisi
neticesinde işçiler; örgütleneme haklarını kullanamamakta, sendikalara üye olamamaktadır. Örgütlü olmanın gücü ile
haklarını savunmak adına sendikaya üye
olan işçiler ise işten atılmaktadırlar.
Emekçilerimiz tüm bu zorlu koşulların yer aldığı çalışma hayatında, ekmekleri ve aileleri için çalışırlarken bir de iş
kazalarına karşı mücadele etmektedirler.
Diğer taraftan küresel ekonomik kriz ile
birlikte işsizliğin her geçen gün arttığı ülkemizde kıdem tazminatın kaldırılması
yönünde baskılar artarak sürmektedir. İşçinin en önemli güvencesi olan kıdem tazminatı uygulamasına son verilmek istenmektedir. İşsizlerimiz ise İşsizlik Sigortası Fonu’ndan etkin bir şekilde faydalanamamaktadır.
Şeker-İş Sendikası olarak bu 1 Mayıs’ta esnek, güvencesiz, kuralsız kayıt
dışı olarak çalışmanın önlenmesini, 4-C
dayatmasının, taşeronlaşmanın son bulmasını, örgütlenmenin önündeki engelle-
rin kaldırılmasını, işsizliğin azaltılması
için gerekli önlemlerin alınmasını, kıdem
tazminatı hakkının korunmasını talep ediyoruz. İşçilerimiz için insan onuruna yaraşır bir çalışma yaşamı istiyoruz.
Ayrıca biz şeker işçileri olarak, 1 Mayıs vesilesiyle, şeker sanayinin geleceğini tehdit eden özelleştirme girişimlerine son verilmesini; pancar şekeri aleyhine, ülke ve dünya gerçekleri göz ardı edilerek NBŞ kotasının artırılmasından vazgeçilmesini ve şeker sanayinin devamlılığının korunması, gelişmesi için gerekli
önlemlerin alınmasını da talep ediyoruz.
Bu duygu ve düşünceler ile herkesin
işe, aşa ve daha iyi çalışma koşullarına
sahip olacağı, huzur ve barışın hakim kılınacağı bir dünyada yaşamak dileğiyle,
tüm emekçilerin ve üyelerimizin 1 Mayıs Uluslararası Birlik ve Mücadele Gününü kutlarım.
HABER
Portföy C Fabrikalarının Özelleştirilmesini
Durduran Danıştay Kararına
Yapılan İtiraz Reddedildi
T
ürkşeker’e ait, Portföy C grubunda yer alan şeker fabrikalarının özelleştirilmesi için ihaleye çıkarılmasına
ilişkin ÖİB kararı ile 8 Aralık 2009 tarihinde gerçekleştirilen ihaleyi sonuçlandıran ihale komisyonu kararının Danıştay 13. Dairesi tarafından yürütmesinin durdurulmasına karşı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) tarafından yapılan itirazı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (DİDDK) 25 Mart
2010 tarihinde reddetti.
11 Eylül 2009 tarihinde Portföy C grubunda yer alan Çarşamba, Çorum, Kastamonu, Kırşehir, Turhal ve Yozgat Şeker
Fabrikaları ihaleye çıkartılarak son başvuru tarihi olarak 19 Kasım 2009 belirlenmişti. 8 Aralık 2009 tarihinde de Portföy C
fabrikaları için teklif veren 9 firma ihale masasına oturmuştu.
Yapılan ihale sonucunda Ak-Can Şeker Sanayi ve Ticaret A.Ş.
ihaleyi kazanmıştı.
Sendikamız Şeker-İş; Portföy C içerisinde yer alan şeker
fabrikalarının ihale ilanının yayınlanması üzerine Danıştay 13.
Dairesi’ne başvurarak ihale ilanının ve şartnamesinin yürütmesinin durdurulması talebi ile dava açmıştı. 8 Aralık 2009 tarihinde ÖİB tarafından C Portföy’ünde yer alan şeker fabrikalarının ihalesinin yapılmasının ardından; ihaleye çıkarılmasına
ilişkin “ihale oluru” kararı ile bu kararın ekinde yer alan, ihale koşullarını belirleyen “İhale Şartları Belgesi”nin iptali iste-
mini içeren beyanlarımız, C Portföyü için açtığımız dava dilekçemize ilave edilmişti.
15 Aralık 2009 tarihinde Danıştay 13. Dairesi; Portföy C
grubunda yer alan şeker fabrikalarının özelleştirilmesine ilişkin ihale ilanının ve şartnamesinin yürütmesini durdurmuştu.
Danıştay 13. Dairesi’nin yürütmeyi durdurma kararının gerekçesinde; şeker sektöründe arz talep dengesinin bozulmaması,
istikrarlı işleyişin sürdürülmesi, dışa bağımlılık yaratılmaması,
üretimin sürdürülebilmesi gözetilerek özelleştirme işleminin yapılması gerektiği; şartnamenin ise bu ilkeleri sağlamaktan uzak
olduğu belirtilmiştir. Şartname ile sadece portföy bazında 5 yıllık üretim şartı ve 50 milyon dolarlık teminat alımı öngörüldüğü belirtilen gerekçeli kararda; şartnamede fabrikalarda üretimin sürdürülebilirliği için yeterli önlemlerin alınmadığı da ifade edilmişti.
ÖİB’nin yürütmenin durdurulması kararına itiraz etmesi
üzerine dosya, 25 Mart 2010 tarihinde DİDDK’da görüşülerek
reddedildi.
Bu önemli hukuk kararı ile Sendikamızın özelleştirme karşısında dile getirdiği görüşlerin haklılığı bir kez daha ortaya konuldu, yılmadan sürdürdüğümüz mücadelemizin başarıya ulaşması sağlandı.
Kanser yapan “Siklamik Asit” adlı
yapay tatlandırıcıya ithalat izni
20 Mayıs 2010 tarihinde Resmi
Gazete’de yayınlanan Dış Ticaret
Müsteşarlığı’nın “Yüksek Yoğunluklu Tatlandırıcıların İthaline İlişin
İthalat: (2010/4) Sayılı Tebliğde Değişiklik Yapılması Hakkında Tebliğ”i ile Amerika ve İngiltere başta
olmak üzere birçok ülkede zararları
kanıtlandığı için yasaklanan “siklamik asit”e ithalat izni verildi.
Sakkaroz veya diğer adıyla sükrozdan 40 kat daha fazla tatlandırıcı özelliğine sahip olmasından dolayı tercih edilen siklamik asit, özellikle meyve
sularında; reçel, jöle ve marmelatlarda; su bazlı aromalandırılmış içeceklerde ve tatlılarda, şekerlemelerde, şeker ilavesiz sakızlarda ve meyve konservelerinde kullanılıyor.
Renksiz ve kristal toz halinde ekşi-tatlı tada sahip olan sik-
lamik asit suda ve etanolde çözülüyor.
Kansere yol açtığı bilimsel olarak kanıtlanmış bulunan, E952 kodlu yapay bir tatlandırıcı olan siklamik asitin migren ve diğer reaksiyonlara neden olduğu da biliniyor. Sikmalik asit, sodyum ve kalsiyum tuzları “siklamat” adı altında kullanılan
bu yapay tatlandırıcının fare testis ve
embriyolarında yapılan testlerde hasara neden olduğu görülmüş ve kansere yol açtığı için Amerika ve İngiltere başta olmak üzere çok sayıda ülkede kullanımı yasaklanmıştır.
Kaynak: www.internethaber.com ve www.mynet.com
(20 Mayıs 2010)
www.sekeris.org.tr 35
GÜNDEM
BAŞKANLAR KURULU
TOPLANTILARIMIZ
YAPILDI
S
endikamız Şeker-İş’in 19. Olağan
Genel Kurulu öncesinde Başkanlar Kurulumuz; 12-14 Mart 2010
tarihlerinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’inde ve 6-7 Nisan 2010 tarihlerinde
Ankara’da toplandı. Başkanlar Kurulu
toplantılarının en önemli gündem maddeleri 10-11 Nisan 2010 tarihlerinde gerçekleştirilen 19. Olağan Genel Kurul öncesinde Sendikamız Tüzüğü üzerinde yapılan çalışmalar ve genel hazırlıklar oldu. Bunların yanı sıra sanayimizin özelleştirilmesine karşı verdiğimiz mücadele
36 Şeker-İş Dergisi
çerçevesinde sürdürdüğümüz hukuksal
girişimlerimiz ve bu girişimlerin neticesinde elde ettiğimiz başarılar da toplantılarda değerlendirildi.
“Şeker işçilerinin 4-C’ye mahkum
edilmemesi için bizlere büyük
görevler düşmektedir”
Yavru Vatan Kıbrıs’ta gerçekleştirilen Başkanlar Kurulu toplantısının açış
konuşmasını Genel Başkanımız İsa Gök
yaptı. Dünyadaki ve Türkiye’deki siyasi,
sosyal ve ekonomik gelişmeleri değerlendirerek başladığı konuşmasında İsa Gök;
kölelik düzeni olan 4-C ve Tekel işçilerinin direnişi hakkında şunları dile getirdi:
“Tekel işçilerinin, Türk-İş Genel Merkezi önünde 78 gün süren ve 2 Mart günü
sonuçlanan onurlu ve haklı mücadelesinde Konfederasyonumuz Türk-İş’in aldığı kararlar doğrultusunda hareket edilmiştir. Sendikamızca misafirhanemizin 2
katı eylemleri boyunca Tekel işçilerine
tahsis edilmiştir. Şeker-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulumuz olarak, başta Şube Başkanlarımız ve tüm teşkilatımızla
birlikte Tekel işçilerinin bu haklı müca-
GÜNDEM
delesinde üzerimize düşen görevleri yerine getirmenin huzuru içerisindeyiz.
Şeker sanayinden sonra özelleştirme
programına alınan sigara fabrikaları ve
“Tekel” markası 2008’de BAT’a (British
American Tobacco) 1 milyar 720 milyon
dolara satılmıştır. Bu özelleştirmenin ardından Ballıca Sigara Fabrikası dışındaki diğer sigara fabrikaları kapatılmıştır.
Bu kapanan fabrikalarda çalışan işçiler
Yaprak Tütün İşletmeleri’ne geçirilmiştir. Yılbaşı itibariyle de bu işletmelerin
kapatılmasına karar verildi. Bu karar ile
Tekel işçilerinin var olma mücadelesi
başlamıştır.
Tekel işçileri, kazanılmış hakları ellerinden alınarak, 4-C statüsünde başka
kamu kurum ve kuruluşlarına geçirildiğinde, ücretlerinde önemli düşüşler meydana gelecek ve emeklilik, iş güvencesi
ve sendikalı olma gibi haklardan yoksun
bir şekilde adeta köle gibi çalıştırılmak
zorunda kalacaklardır. Tüm bunlara direnen Tekel işçilerinin ve özelleştirme mağduru pek çok işçinin yaşadığı sorunları
göz önünde bulunduran Sendikamız;
2005 yılından bu yana şeker sanayinin geleceğini tehdit eden özelleştirmeye karşı
özverili mücadelesini yılmadan gerçekleştirmektedir. Şeker işçilerinin de aynı
mağduriyeti yaşamamaları ve 4-C’ye
mahkum edilmemesi ve şeker sanayini
güvenli yarınlara taşımak için bundan
sonra bizlere daha büyük görevler düşmektedir.”
“Şeker altın gibi kıymetli
hale gelmiştir”
Genel Başkanımız İsa Gök konuşma-
sının devamında ise şeker sektörü ile ilgili özetle şunları anlattı: “Krizle birlikte yaşanan tüm bu gelişmeler ışığında,
dünya şeker sektörünün içinde bulunduğu duruma baktığımızda, şu hususları görmekteyiz: Dünya şeker sektöründe
2007/2008 döneminde 168,9 milyon ton
olan toplam şeker üretimi; 2008/2009 döneminde 19,6 milyon ton azalarak 149,3
milyon ton olmuştur. Tüketim ise 2008
yılında 163,1 milyon ton olarak gerçekleşti. Dünya şeker piyasalarında şeker
üretimin ise sadece 40-45 milyon tonluk
kısmı ihracata sunulmaktadır. Şeker üretiminin kalan miktarı ise üreten ülkeler
tarafından tüketilmektedir. Son yıllarda
küresel ısınmadan kaynaklanan iklim değişiklikleri ve biyoetanol üretiminin artması nedeniyle ikinci büyük şeker ihracatçısı konumunda olan Hindistan, önceki yıllarda 10 milyon tonun üzerinde ihracat yaparken ithalat yapacak duruma
gelmiştir. Hindistan’ın 26-28 milyon ton
olan şeker üretimi 15-16 milyon tonlara
gerilemiştir. Bunun yanında dünyaya yılda 28-30 milyon ton şeker ihraç eden en
büyük şeker ihracatçısı Brezilya’nın da
etanol üretimi ve ihracatına yönelmesi nedeniyle, şeker ihracatı 18 milyon tona kadar gerilemiştir. AB Şeker Rejimi Reformu çerçevesinde, üretimde 7 milyon tonluk bir daralma hedeflenmesi, dünya şeker piyasalarında 8-10 milyon tonluk arz
açığı oluşmasına neden olmuştur. Bu nedenle şeker fiyatları da son 29 yılın en
yüksek değeri olan 749 dolar seviyesine
kadar yükselmiştir. Sonuçta şeker altın gibi kıymetli hale gelmiştir.
Küresel ekonomik kriz ve dünya şeker sektöründe yaşanan şeker arzı daralma süreci birlikte değerlendirildiğinde;
Türkşeker’e ait fabrikaların özelleştirilmesinin ısrarla gündeme getirilmesini anlamamız mümkün değildir. Tam tersine
yaşanan bu süreçte şeker fabrikalarının
özelleştirilmesinin durdurulması, bunun
yerine mevcut fabrikaların modernize
edilmesi ve hızla üretim kapasitelerinin
kullanılabilir hale getirilmesi gerekmektedir.
“Şeker sektörüne; pancar
üreticisinin, şeker işçisinin ve
devletin içinde bulunduğu yeni bir
modelle sahip çıkılmalıdır”
Türkiye’de işsizliğin önlenebilmesi
için; yüksek miktarlarda istihdam yaratan pancar tarımı ve pancar şekeri sektörüne özel önem verilmesi, şeker fabrikalarının en azından 2015 yılına kadar devlet güvencesinde üretimine devam etmesi gerekmektedir. Şeker sanayinde yaşawww.sekeris.org.tr 37
GÜNDEM
nılacak olası özelleştirme sonucunda şeker fabrikalarının 18-20’ye yakını kapanmak zorunda kalacak, pancar tarımı
ve şeker üretimi büyük miktarda azalacaktır. Şeker üretim kotaları daralmış bir
şekilde AB’ye üye olunması halinde, ülkemiz şeker üretiminden çekilmek zorunda kalabilecektir. Bu çerçevede şeker
sektörü yeniden masaya yatırılmalı, sektöre pancar üreticisinin, şeker işçisinin
ve devletin içinde bulunduğu yeni bir
modelle sahip çıkılmalıdır.”
Genel Başkanımız İsa Gök; daha sonra özelleştirme karşısında Şeker-İş Sendikası’nın yaptığı tüm çalışmaları anlattı ve şunları kaydetti: “Global krizin ülkemizde yarattığı sıkıntıları ve dünya şeker sektöründeki gelişmeleri sürekli değerlendiren ve sektör hakkında yeni stratejiler geliştiren Sendikamız Şeker-İş; şeker sanayimizin geleceğini tehdit eden
özelleştirme karşısında mücadelesini her
geçen gün artan azim ve kararlılıkla sürdürmektedir. Sendikamız gerek hukuksal
gerekse siyasi kararlar ile şeker fabrikalarımızın özelleştirilmesini bugüne kadar
durdurmuştur. Bu başarılarımızın temelinde başta siz değerli şube başkanlarımızın ve tüm teşkilatımızın birlik ve dayanışma içinde olmasının etkisi büyüktür.
11 Eylül 2009 tarihinde Portföy C fabrikalarının ve 5 Kasım 2009 tarihinde
Portföy B fabrikalarının satışı için ihale
ilanlarının yayınlaması ile Sendikamız
için yeni bir mücadele süreci başlamış oldu. Bu mücadele sürecinin hemen öncesinde şeker fabrikalarının özelleştirilme-
sinin yanlışlığının anlatılması amacı ile
“İşte Gerçekler Raporu” hazırlanarak kamuoyunun bilgisine sunulmuştu. Bu rapor ile şeker fabrikalarının özelleştirilmesi neticesinde ülkemizin kaybedecekleri
hakkında bilgi sahibi olan kamuoyu; 2009
yılı Ekim ayında şeker fabrikalarımızın
bulunduğu illerde düzenlediğimiz imza
kampanyasına büyük ilgi göstermiştir. Bu
imza kampanyası neticesinde yaklaşık
400 bin imza toplanıldı ve bu imzalar Başbakanımıza iletilmek üzere Türk-İş Genel Başkanlığı’na 19 Kasım 2009 tarihinde teslim edildi. Ayrıca bu kapsamda Sendikamız tarafından; fabrikalarımızın kurulu oldukları illerde bulunan sivil toplum örgütlerinin de görüşleri alınarak
“şeker özelleştirmelerinin 2015 yılına kadar ertelenmesi ve sektörün yeniden masaya yatırılması gerektiği” başlığı altında 475 adet imza toplandı. Bu imzalar da
Başbakanımıza iletilmek üzere Türk-İş
Genel Başkanlığı’na gönderildi.
“Özelleştirme karşısındaki
mücadelemizde hukuki
girişimlerimizi daima sürdürdük”
İmza kampanyamızın ardından 22-23
Ekim 2009 tarihlerinde özelleştirme gündemiyle toplanan Başkanlar Kurulumuz
tarafından mücadelemize eylemler ile de38 Şeker-İş Dergisi
GÜNDEM
vam edilmesine karar verildi. Bu kapsamda 11 Kasım’da Turhal’da, 15 Kasım’da
Kırşehir’de ve 18 Kasım’da Kastamonu’da şeker işçisinin, pancar üreticisinin,
yöre esnafının, siyasi parti temsilcilerinin, sivil toplum örgütlerinin ve halkın
katılımı ile özelleştirmeye karşı mitingler düzenlendi. Bu mitingler ile özelleştirmenin durdurulması ve şeker sanayinin masaya yatırılarak pancar üreticisinin, şeker işçisinin ve devletin yer aldığı
yeni bir modelin oluşturulması talep edildi.
Portföy C’de yer alan 6 fabrikamız
için son tekliflerin alındığı gün olan 19
Kasım 2009’da Türk-İş Genel Merkezi’nde Şeker-İş olarak bir basın toplantı-
nucunda Ak-Can Şeker Sanayi ve Ticaret A.Ş. ihaleyi kazandı.
Bildiğiniz gibi özelleştirme karşısındaki mücadelemiz çerçevesinde hukuki
girişimlerimizi daima sürdürdük. Sendikamız 11 Eylül 2009 tarihinde Portföy C
içerisinde yer alan Çarşamba, Çorum,
Kastamonu, Kırşehir, Turhal ve Yozgat
Fabrikalarının ihale ilanının yayınlanması üzerine Danıştay 13. Dairesi’ne başvurarak ihale ilanının ve şartnamesinin yürütmesinin durdurulması talebi ile dava
açtı. Danıştay 13. Dairesi 15 Aralık 2009
tarihinde Portföy C fabrikalarının özelleştirilmesine ilişkin ihale ilanının ve şartnamesinin yürütmesini durdurma kararı
aldı. Bu güzel haber; Sendikamıza 28-30
sı düzenledik. Bu basın toplantısında şeker fabrikalarının özelleştirilmesi sonucunda şeker sanayi için geri dönülmez bir
noktaya gelineceği vurgulandı.
Sağlıklı pancar şekeri ile sağlıklı nesillerin yetişmesi ve halkımızın şekere
ulaşmada zorlukla karşılaşmaması için
verdiğimiz bu mücadele çerçevesinde ülkemizin önde gelen gazetelerine 2 ve 3
Aralık 2009 tarihlerinde “Başbakanımıza Açık Mektup” başlığı ile tam sayfa bir
ilan verdik. “Bu yanlışa dur deyin” şeklinde Başbakanımıza seslendiğimiz bu
ilanda şeker fabrikalarının satılması durumunda ülkemizin uğrayacağı kayıplar
anlatıldı.
Tüm bu çalışmalarımız ile kamuoyunun özelleştirme karşında tepkisinin
oluşmasını sağladık ama ne yazık ki kamuoyunun tepkisi göz ardı edilerek Portföy C için teklif veren 9 firma ile ÖİB
ihale masasına oturdu. Yapılan ihale so-
Aralık 2009 tarihleri arasında özelleştirme karşında Sendikamızın mücadele stratejisinin görüşüldüğü ve bu yönde kararların alındığı Başkanlar Kurulu Toplantımızın son gününde meydana gelmesi hepimiz tarafından büyük bir sevinçle karşılanmıştır. Hemen ardından 12 Ocak
2010 tarihinde portföy B grubu için açtığımız satış iptali ve yürütmeyi durdurma
istemi ile beraber portföy C grubu için
açılan ihaleyi sonuçlandıran ihale komisyonu kararlarına itirazlarımıza Danıştay
tarafından ardı ardına yürütmenin durdurulması kararları verilmiştir.
Danıştay 13. Dairesi’nin yürütmeyi
durdurma kararının gerekçesinde belirtilen, şeker sektöründe arz talep dengesinin bozulmaması, istikrarlı işleyişin sürdürülmesi, dışa bağımlılık yaratılmaması ve üretimin sürdürülebilmesi gözetilerek özelleştirme işlemi yapılması gerekliliği hususları sendikamızın yıllardır her
platformda anlatmaya çalıştığı öngörülerinin doğruluğunu kanıtlamaktadır. Yaşanan bu başarılar bizler için nihai bir sonuç olarak görülmemiştir. Mücadelemiz
hiç ara vermeden devam etmektedir.
Portföy C fabrikalarının ihale ilanının ve şartnamesinin yürütmesinin durdurulması kararının hemen ardından 5
Ocak 2010 tarihinde AK Parti Kırşehir
Milletvekili Sayın Mikail Arslan ile birlikte Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’e Maliye Bakanlığı Makamında şeker fabrikalarının özelleştirilmesi neticesinde yaşanacak olumsuzlukları anlatılmıştır. Bu görüşmenin ardından da başta özelleştirme olmak üzere şeker sanayinin sıkıntılarının anlatıldığı bir yazı
Başbakanımıza iletilmek üzere Türk-İş
Genel Başkanlığı’na gönderildi.”
“Gıda işkoluna geçtiğimiz takdirde
bu yeni işkolunda en aktif sendika
olmak adına var gücümüzle
çalışacağız”
İsa Gök; konuşmasının sonunda Sendikamızın örgütlenme konusunda önü-
www.sekeris.org.tr 39
GÜNDEM
müzdeki dönemde yapması gerekenleri
dile getirdi ve şunları söyledi: “Özelleştirme karşısında mücadelemizi büyük bir
kararlılıkla sürdürürken diğer taraftan
Sendikamızın 19. Olağan Genel Kurulu
öncesinde 20 Şubemizin Olağan Genel
Kurullarını 2009 yılı Eylül ayında başlayarak, 2010 yılı Ocak ayı sonuna kadar
camiamıza yakışır bir olgunlukta, karşılıklı sevgi ve saygı çerçevesinde ve demokratik bir ortamda gerçekleştirdik. Şube Genel Kurul çalışmalarının sonunda
yapılan seçimlerde üyelerimiz, önümüzdeki dört yıl boyunca şubelerimizde yapılacak olan sendikal çalışmalara yön verecek yöneticileri belirlemiş oldular. Şube Genel Kurulları ile başlayan 19. Olağan Genel Kurul çalışmalarımız burada
yapılan toplantımızla bir anlamda belirlenecektir.
Küresel güçlerin sosyal devlet anlayışını ve sendikaları hedef aldığı günümüzde sendikalar yeni örgütlenme modelleri arayışına girmişlerdir. Sektörümüzün özelleştirme programında olması göz önünde bulundurularak, bu değişimle birlikte örgütlenme stratejimiz,
tüm üyelerin bizzat katılacağı yeni üye
kazanımında aktif rol alacağı, yaygın bir
modele dönüştürülmelidir. Yasa değişikliği kapsamında şeker işkolunun, gıda işkolu ile birleştirilmesi tasarlanmaktadır.
Gıda işkolunun Türkiye’de geniş kapsamlı iş kollarından biri olması, stratejik bir değerlendirme ve alt yapı oluşturulduğu takdirde Sendikamız açısından
büyük bir fırsata dönüşebilecektir. Şeker
40 Şeker-İş Dergisi
işkolunda yıllardır örgütlü tek sendika olmanın bize verdiği güçle gıda işkoluna
geçtiğimiz takdirde bu yeni işkolunda en
aktif sendika olmak adına var gücümüzle çalışacağız.
Gerçekleştireceğimiz 19. Olağan Genel Kurulumuz öncesinde burada, yeni örgütlenme modeli oluşumunun yanı sıra,
tüzüğümüzde yapılması düşünülen bazı
değişiklikler ile sendikamız ve şubelerimizin yapılanmasına yönelik değişiklikleri gündeme tartışacağız. 2821 sayılı
Sendikalar Kanunu’nda oluşacak muhtemel değişiklikler ile çalışma hayatına karşı Sendikamızın dimdik ayakta kalabilmesi için yapacağımız çalışmaların, bu
Başkanlar Kurulumuzun omuzlarında tarihi bir sorumluluk olacağını düşünmekteyim.
Her zaman olduğu gibi tüm mücadelelerimizde ve çalışmalarımızda en büyük güvencimiz; siz değerli şube başkanlarımızın, sendikal kadrolarımızın ve teşkilatımızın desteği olmuştur. Bundan dolayı şahsınızda tüm teşkilatımıza bir kez
daha teşekkür ediyorum.”
Genel Başkanımızın konuşmasından
sonra Merkez Yönetim ve Başkanlar Kurulu Üyelerimiz tek tek söz alarak toplantıların gündem maddeleri hakkındaki görüşlerini dile getirdiler.
HUKUK
Ş
Sıfır Şeker Davasında Danıştay Şeker-İş
Sendikası’nı Taraf Olarak Kabul Etti
eker-İş Sendikası, varlık sebeplerinden birisinin de sektör ile ilgili
gelişmeleri kamu yararı ve kamu
sağlığı adına kamuoyunun bilgisine sunmak ve gerekli hukuki girişimleri
yapmak olduğu düşüncesi ile 2008 yılında “sıfır şeker-şekersiz maksimum tat”
sloganlarıyla piyasaya sürülen “zero”
markalı kola ürün reklamlarının durdurulması ile ilgili hukuki süreç başlatmıştır.
Sendika tarafından yapılan başvuru
üzerine Reklam Kurulu, 12.08.2008 tarih
ve 2008/280 sayılı kararı ile “şekersiz”
beyanı yerine “sıfır şeker” şeklinde bir
ibare kullanılmasının ürünlerde hiç şeker
bulunmadığı izlenimi yarattığı, bu nedenle reklamların tüketiciyi yanıltıcı ve aldatıcı nitelikte olduğu sonucuna vararak
durdurulmasına karar vermiştir.
Bu karar sonrasında, Sendika adına
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na yapılan
31.12.2008 tarihli yasal başvuru ile Reklam Kurulu kararı doğrultusunda gerekli işlemlerin yapılarak cola ürünlerinde “sıfır şeker” ibaresinin kullanılmasının engellenmesi ve bu ibarenin kullanılmasına imkan tanıyan
izinlerin iptali istenilmişse de başvuruya yasal sürede yanıt verilmeyerek istem zımnen reddedilmiştir.
Bu karara karşı Ankara 5. İdare
Mahkemesi’nde açılan davada, Mahkeme, 22.07.2009 tarihli kararı ile
.. dava konusu işlem ile davacı Sendika üyelerinin maddi veya hukuki durumunun doğrudan veya dolaylı olarak etkilenmediği; güncel, kişisel ve meşru bir
menfaat ilişkisinin bulunmadığı anlaşılmış olup..
gerekçesi ile davayı ehliyet yönünden
reddetmiştir.
Danıştay’ın pek çok kararı ile “idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uy-
Gökhan Candoğan/Avukat
gunluğunun yargısal denetim yoluyla
sağlanmasının en etkin araçlarından biri” olan iptal davalarında, genel sağlık ve
kamu yararını ilgilendiren işlemler söz
konusu olduğunda, dava açma ehliyetinin geniş yorumlanarak belirleneceği, ortaya konulmuştur.
Bu temelde Sendika’nın temyiz istemini görüşen Danıştay 10. Dairesi,
20.01.2010 tarihli kararı ile; Sendika’nın,
üyelerinin hukukunu korumak amacıyla
dava açma yetkisinin yanında, genel kamu yararı ve genel sağlığı ilgilendiren konularda da dava açma ehliyetinin bulunduğunu, yapay tatlandırıcıların kullanımının artmasıyla Sendika üyelerinin sosyal, ekonomik ve hukuki durumlarını, dolayısıyla ortak menfaatlerini etkileyeceği
açık olduğundan, İdare Mahkemesi’nin
red kararının bozulmasına karar vermiştir.
Sendikaların meşru mücadelelerinin
en önemli araçlarından birisi olan iptal
davalarında ehliyet/dava açma hakkının
bu şekilde yorumlanması, Sendikalar dışında bir kişi/kurumun dava açamayacak
olması nedeniyle hukuki denetimden
yoksun kalan pek çok idare işleminin yargı önüne götürülmesine imkan tanıyacaktır.
Bu durumun farkında olan siyasi iktidar, yaptığı Anayasa değişikliği ile idari yargı denetimini kısıtlamaya çalışsa da,
haklarına sahip çıkan, demokrasinin gereği olan şeffaflık ve hesap verilebilirlik
ilkelerinden temel alan “katılım ilkesi”nin yaşama geçmesi konusundaki çabalardan vazgeçmeyen kişi / kurum / yapılar varolduğu sürece kısıtlama girişimleri sonuçsuz kalmaya mahkumdur.
Bu karar sonrasında, “gıda üretim izni” belgesinde yer alamayan “sıfır şeker”
ibaresini hala ürün etiketlerinde kullanmaya devam eden kola firmalarına karşı
başlatılan hukuki süreç devam edecektir.
Dünyada, doğal şeker ikamesi olarak kullanılan tatlandırıcılar (ki sıfır
şekerli ürünlerde iki ve/veya üç ayrı
kimyasal tatlandırıcı birarada kullanılmaktadır) ile “yüksek fruktozlu
mısır şurubu” konusunda olumsuz
değerlendirme ve algılamalar giderek
artmaktadır. Örneğin, 21.03.2009 tarihli The New York Times haberinde,
ABD Başkanı Obama’nın eşi Michelle
Obama’nın çocuklarına “mısır şurubu
içeren” çocuk ürünlerinden vermeyeceği
bilgisi yer almaktadır.
Ülkemizde de giderek daha çok üründe kullanılan yapay tatlandırılarla ilgili
sağlıklı bir değerlendirme yapılabilmesi
için Şeker-İş Sendikası tarafından başlatılan ve devam ettirilen hukuki süreçlere
ihtiyaç vardır. Doğal ürünlerle, sağlıklı
günlere...
www.sekeris.org.tr 41
8 MART
8 MART’TA 100. YIL
COŞKUSU!
Dünya Emekçi Kadınlar Günü
Ankara Şubesi’nde Kutlandı
Bu yıl 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün 100. yılı olması nedeniyle
tüm şubelerimizde çeşitli etkinlikler düzenlendi. Her yıl olduğu gibi bu 8 Mart
günü de Şeker-İş Ankara Şubesi düzenlediği bir etkinlikle kadın üyelerimizi bir
araya getirdi. Ankara Şube Binası’nda her
yıl kadın işçilerimizle birlikte kutlanılan
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününe
bu sene; Ankara Şeker Fabrikası Baş Hekimi ve tüm revir çalışanları, Ankara Makina Fabrikası Müdür Yardımcıları, Tür42 Şeker-İş Dergisi
kşeker Genel Müdürlüğü çalışanları, Ankara Şeker Fabrikası’nda, Ankara Makina Fabrikası’nda, Ankara Şeker Enstitüsü’nde ve EMAF’da çalışan teknik şefler, işçi ve memur olarak çalışanlar ve alt
işverene bağlı çalışan personeller de
katıldı.
Eyyup ŞEN: “Şeker sanayinin
özelleştirilmesini sadece
çalışanların sorunu değil de bir
ülke meselesi olarak kabul edip
inanırsak başarılı olacağımıza
inanıyorum.”
Şeker-İş Ankara Şubesi tarafından dü-
zenlenen bu etkinlikte açılış konuşmasını
Şeker-İş Sendikası Genel Mali Sekreteri
(Ankara Şubesi Eski Başkanı) Eyyup Şen
yaptı ve şunları kaydetti: “Ankara Şubesi olarak her yıl düzenlediğimiz Dünya
Emekçi Kadınlar Günü; bu yıl 100. yılı
olması nedeniyle biraz daha önem arz ediyor.
Biliyorsunuz daha önce bu önemli günün adı “Dünya Kadınlar Günü” idi ama
Birleşmiş Milletler tarafından bugünün
adı “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak değiştirildi. Ancak biz şunu biliyoruz
8 MART
ki gerek iş yerlerimizde emek harcayanlar, gerekse evlerinde çalışan kadınlarımızın hepsi emekçidir. Dolayısıyla
tüm kadınların 8 Mart’ını kutluyorum.
Özelleştirme ile ilgili sanayimizde
yaşanan sıkıntıları hepimiz biliyoruz. Bildiğiniz gibi 2001 yılında özelleştirme
kapsamına alındık. Şu ana kadar da bir
takım aşamalardan geçtik. 2007 yılında
Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker Fabrikalarının
özelleştirmeleri durduruldu. Fakat daha
sonra yeniden hazırlık yapılarak fabrikalarımız portföyler halinde özelleştirme
programına alındı.
Yapılan satış işleminde A portföyü
satılmadı, B portföyünün ihalesi Danıştay
kararı ile durduruldu. C portföyünün ise
satış işlemi gerçekleştirildi. Daha sonra
Sendikamızın hukuksal mücadelesi sonucunda yapılan ihalenin durdurulması yönünde Danıştay 13. Dairesi tarafından karar verildi. Biz Şeker-İş Sendikası olarak
inanıyoruz ki başaracağız, inşallah hep
beraber özelleştirme programı ve kapsamından çıkacağız.
Tekel özelleştirmesi Türkşeker’den 1
yıl sonra başladı fakat şu an iş yerleri kalmadı. 40 bin işçisi vardı bunun yaklaşık
29 bini işsiz kaldı. Biz şeker sanayi olarak Tekel’den 1 yıl önce özelleştirme kapsamına alınmamıza rağmen hala ayaktayız. Sanayimizi kurtarma anlamında iyi
bir strateji izlediğimiz için hala biz fabrikalarımızda çalışıyoruz.
Biz şeker sanayi çalışanları olarak
Sendikamıza güvenip, Sendikamızın belirlediği politikaları iyi anlayabilirsek,
mücadelede gerekli katkı ve desteği sağlayabilirsek, şeker sanayinin özelleştirilmesinin sadece çalışanların sorunu değil de bir ülke meselesi olarak kabul edip
inanırsak, mücadeleyi bu eksende sürdürebilirsek başarılı olacağımıza inanıyorum.”
Sema Akyol: “Çalışma hayatındaki
sorunların aşılmasında kadınlar ve
erkekler birlikte hareket ederek
mücadelelerini sürdüreceklerdir.”
Eyyup Şen’in ardından Şeker-İş Sendikası Ankara Şubesi EMAF Kısım Temsilcisi Sema Akyol da bir konuşma yaptı
ve şunları dile getirdi: “Tam 100 yıl önce 1910 yılında 2. Enternasyonal’e bağlı
olarak düzenlenen ve dünyanın değişik
ülkelerinden binlerce kadının katıldığı
“Kadınlar Konferansı”nda Alman siyasetçi Clara Zetkin’in önerisiyle 8 Mart,
Dünya Kadın Emekçilerinin Mücadele
Günü olarak kabul edilmiştir.
Türk tarihinde 1897 yılında kadınlar
ilk kez ücretli işçi olarak çalışma hayatına adım atmışlardır. “Ben işçiyim, elimin emeği ile bu ana kadar çalıştım, mücadele ettim ve yaşayabildim. Emeğe
www.sekeris.org.tr 43
8 MART
saygılı olmayı, emekten yana olmayı daha küçük bir çocukken annemden, babamdan gördüm ve öğrendim” diyen Zehra
Kosova 1928 yılında bir tütün işçisiyken
sendikal faaliyetlere başlayarak ilk kadın
sendikacı olarak Türk tarihine geçmiştir.
O yıllardan günümüze kadar kadın çalışanlar yaşamın ve sendikal mücadelenin her aşamasında bulunarak, insan olmanın bilinciyle üzerlerine düşen görev
ve sorumluluğu yerine getirmişlerdir.
Türk-İş’e bağlı sendikaların yer aldığı
genel olarak sendikalarda kadınların etkinliklerini artırarak ve daha koordineli
çalışmak amacıyla oluşturulan “Türk-İş
Kadın Çalışma Grubu”nda Sendikamız
Şeker-İş olarak yer alıyoruz.
Bu grupta yapılacak çalışmaların ileriye dönük daha kalıcı olması amacıyla
üç ayrı konu başlığı belirlendi. Çalışan ve
sendikalarda yer alan kadınların sorunlarını: İstihdam, Örgütlenme ve Eğitim,
Çalışma Yaşamında Kadına Yönelik
Ayrımcılık başlıkları altında toplandı.
Biz Şeker-İş olarak İstihdam Grubunda yer aldık. Bu grupta yer almamızın sebebi bizim de içinde bulunduğumuz özelleştirme sürecidir. Özelleştirme işsizliği,
sendikasızlaştırmayı, taşeronlaşmayı,
dışa bağımlılığı ve daha şu an sayamadığım bir sürü olumsuzlukları getirmektedir. Özelleştirme ucuz iş gücü olarak görüldüğünden kadınları daha ciddi
hak kayıplarına uğratacaktır. Şeker-İş olarak biz de bu gruba şeker sanayiindeki
yanlış özelleştirme politikalarını anlatan
bir rapor sunduk.
Temel insan hak ve özgürlüklerinin
sağlanması ve geliştirilmesinde, sosyal
devlet anlayışının yerleştirilmesinde ve
çalışma hayatındaki sorunların aşılmasında kadınlar ve erkekler birlikte hareket
ederek mücadelelerini sürdüreceklerdir.
Bu düşüncelerle öncelikle siz şeker sanayi emekçilerinin ve dünyadaki bütün
kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü kutluyorum.”
EMAF Kısım Temsilcimiz Sema Akyol’un konuşmasını tamamlamasından
sonra Türk-İş’in hazırlamış olduğu “8
Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” ile
ilgili sunumun ve Şeker-İş Sendikası Ankara Şubesi’nin hazırlamış olduğu “Özelleştirme Karşıtı Eylemler” ile ilgili sunumun gösterimleri yapıldı.
Aysun Konakoğlu: “Hep beraber,
birlik ve dayanışma içinde
mücadele etmek zorundayız.”
Bu sunumların gösterilmesini müteakiben Araştırma Uzmanımız Aysun Konakoğlu söz alarak bir konuşma yaptı ve
özetle şunları söyledi: “Ülkemizde 8 Mart
Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında
‘Emekçi Kadınlar Günü’ olarak kutlanmaya başlanmıştır. Bugün burada sizlerle birlikte olmaktan çok mutluyum. Sizlere Ankara dışında olması nedeni ile bu
kutlamaya katılamayan Genel Başkanımız İsa GÖK’ün selamlarını iletmek
istiyorum. Hepinizin 8 Mart Kadınlar Günü kutlu olsun.
Yıllardır özelleştirme karışında verdiğimiz mücadelemizde Sendikamız
Şeker-İş olarak atılan akılcı adımlar ve
sizlerin desteği ile bugüne kadar fabrikalarımızın özelleştirilmesinin önüne geçilmiştir. Bundan sonrası için de hep beraber, birlik ve dayanışma içinde mücadele etmek zorundayız. Sizleri saygıyla selamlıyorum.”
Ayrıca Şeker-İş Sendikası Ankara
Şubesi tarafından 8 Mart Dünya Emekçi
Kadınlar Günü ile ilgili olarak bir bildiri
yayınlandı.
Şeker-İş Sendikası Çorum Şubesi’nde de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlandı.
44 Şeker-İş Dergisi
8 MART
8 MART DÜNYA EMEKÇİ
KADINLAR GÜNÜ BİLDİRİSİ
100. yılını kutladığımız 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde dünyada ve Türkiye’deki bütün kadınların hangi şartlarda yaşam mücadelesi verdiğini unutmamalıyız.
Ülkemizde son zamanlarda yaşanan ekonomik krizler sosyal anlamda en çok ailelerin yaşam tarzını değiştirmektedir. Bundan ötürüde aile içerisinde ve iş hayatında kadınlarımızın yaşadığı sorunlar daha da artmaktadır. İşten çıkarılanlar ilk önce kadınlar olmakta, kadın
çalışmasa bile yaşanan bu ekonomik kriz yansımaları aile içi şiddeti ortaya çıkararak toplumda sosyal dengenin
bozulmasına sebep olmaktadır.
Sosyal dengenin oluşmasında kadının yeri ve önemini anlayabilmemiz için Türk toplumunun tarihine bakmak gerekmektedir. Kadının konumunun ne kadar saygın ve söz sahibi olduğunu görebiliriz. Günümüzde küreselleşen dünyanın getirdiği etkiler kadın sorununu daha çok tartışılır hale getirmiştir. Bu sorunları ortadan kaldırmak ve en asgariye düşürmek için;
• Kayıt dışı çalışmalarda kadınların istihdamının
azaltılması,
• İş gücü piyasasında cinsiyet ayrımının ortadan kaldırılması,
• Kadınların karar mekanizmalarında yeterince temsil edilmelerinin sağlanması,
• ILO standartlarına uygun iş güvencesinin oluşturulması,
• Çalışma hayatında sosyal ve özlük haklarının verilmesi,
• Mesleki eğitimlerde kadınlara ayrıcalık tanınması,
• Devlet kademelerinde kadın yöneticilerinin sayısının artırılması,
• Mecliste kadın temsilinin çokluğunun sağlanması,
• Yerel yönetimlerde kadınların daha çok söz sahibi
olması, şiddete uğrayan ve bakıma muhtaç kadınların ihtiyaçlarının karşılanması, onlara kalacak yerler ve merkezlerin açılması,
• Sendikaların karar mekanizmalarında ve yönetimlerinde kadınlara pozitif ayrımcılığının sağlanarak temsilinin sağlanması, buna bağlı olarak sendikalar içinde
kadın örgütlenmesinin desteklenmesi,
• Özelleştirme politikalarındaki yanlışlıklardan dolayı mağdur olan kadın çalışanların bu mağduriyetlerinin
giderilmesi,
• Sivil toplum örgütlerinde kadınlara yönelik çalışmaların artırılması,
• Sosyal Güvenlik Yasası’nda kadınlarla ilgili maddelerin iyileştirilmesi ve haklarının korunması,
• Anayasa, kanunlar, yönetmelikler ve mevzuatlarda
kadınlarla ilgili olumsuzlukların düzeltilmesi ve haklarının korunması,
• Kadına karşı her türlü şiddet, taciz gibi eylemlerin
son bulmasını sağlayacak gerekli yasaların yapılması gerekmektedir.
En yakın zamanda bu olumsuzlukların giderileceği
inancıyla, Şeker-İş Sendikası olarak her zaman kadın
emekçilerimizin bu mücadelelerinde destekçisi olacağımızın sözüyle bütün kadın çalışanlarımızın Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlarız.
www.sekeris.org.tr 45
HABER
Sendikamızdan
TEKEL İşçilerine Destek
İ
şçi ve memur konfederasyonlarının
aldıkları ortak karar doğrultusunda,
Tekel işçilerinin direnişine destek
vermek için 20 Şubat 2010 “dayanışma
günü” ilan edildi. Konfederasyonların il
46 Şeker-İş Dergisi
temsilcileri, bağlı sendikaların genel merkez ve şube yöneticileri, çeşitli illerden
otobüslerle 20 Şubat günü sabah saatlerinde Ankara’ya geldi.
Türk-İş’e bağlı sendikaların yönetici
ve üyeleri ile diğer konfederasyonların
yönetici ve üyeleri sabah saatlerinden itibaren Kolej Meydanı’nda toplanmaya
başladı. Bazı siyasi parti, sivil toplum örgütü temsilcileri de buradaki gruba katıl-
HABER
dı. Katılımcılar, oluşturulan kortejin ardından Kızılay’da Sakarya Caddesi’ne
doğru yürüyüşe başladı. Sakarya Caddesi’ndeki yaya bölgesine destek amacıyla gelen katılımcılar Tekel işçilerinin eylemleri doğrultusunda kurdukları çadırları ziyaret ettiler.
Sendikamız Şeker-İş’in Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri ve Şube Başkanları; sabah saatlerinde Genel Merkez binasında bir araya geldi. Daha sonra haklı ve demokratik eylemelerini sürdüren
Tekel işçilerine destek vermek amacıyla Türk-İş Genel Merkezi’ne doğru yürüyüşe geçtiler.
Türk-İş Genel Merkezi’nde başta
Tekgıda-İş Sendikası Genel Başkanı
Mustafa Türkel olmak üzere Konfederasyonumuz Türk-İş’in Yöneticileri ile
görüşerek desteklerini ifade ettiler. Bunun ardından Tekel işçilerinin kaldıkları çadırları tek tek ziyaret ettiler. Şekerİş’in Tekel işçisinin mücadelesinin her
zaman yanında olduğunu söylediler.
Mustafa Kumlu: “Tekel işçileri ve
onlara destek verenler, çoktan
kazanmıştır.”
İşçi ve memur konfederasyonları genel başkanlarının Türk-İş Genel Merkezi önünde eyleme katılan işçileri selamlamasının ardından Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu burada yaptığı konuşmada, eyleme katılanların “ben değil
biz olabilmenin kitabını yazdıklarını”
söyledi. Tekel işçileri ve onlara destek verenlerin çoktan kazandığını ifade eden
Kumlu, şöyle konuştu:
“Bu gece burada Tekel işçileri ile birlikte geceleyeceğiz. Ama zaten sizlerin
kalbi, Tekel işçilerinin eylemi başladığından beri, hep bu şanlı mücadele için attı.
Her biriniz gerek kişisel olarak, gerek örgütlü yapınız içinde, bu eşi benzeri görülmemiş ekmek mücadelesi için hiçbir
koşul öne sürmeden, her şeyinizi vermeye hazır beklediniz. Aynı zamanda ‘ben’
değil, ‘biz’ olabilmenin kitabını da yazdınız. Bu eylem ve sizlerin bu eyleme verwww.sekeris.org.tr 47
HABER
diğiniz koşulsuz destek, inanıldığında, güvenildiğinde
neler yapılabileceğinin başvuru hanesine çoktan yazıldı.
Her şeyi bir yana bırakın,
bu mücadelenin sonu ne olursa olsun, benim inancım şudur ki, Tekel işçileri ve onlara destek verenler, çoktan kazanmıştır. Çünkü iki buçuk
aydır Türkiye’nin şahit olduğu bu inanç ve kararlılık, artık tarihe yazılmıştır.
Çünkü ekmek için yola çıkan insanlara arkasını dönenler, onları tehditle yıldırmaya
çalışanlar, asla kazanan olamazlar. Çünkü çocukların gözünü yaşlı bırakanlar, onların
aydınlık hayaller kurmasının
önüne 4-C setini çekenler asla kazanan olamazlar. Çünkü
Türk-İş’in önündeki o yaşamı
tüm Türkiye izlerken, tüm
Türkiye’nin kalbi o çadırlarda atarken, o
çadırlardaki duyguları, beklentileri anlamak yerine o duyguları beklentileri yıkmaya çalışanlar asla kazanan olamazlar.
Burada, bu meydanda, Türkiye’nin
48 Şeker-İş Dergisi
dört bir yanından gelen her görüşten insan, bugün burada ekmek için, güvenceli çalışma için el ele yürek yüreğe ise, Allah aşkına bu eylemin bu birlikteliğin Türkiye için büyük bir dönemeç olduğunu
fark edin. Bu birlikteliğin Türkiye’nin öz-
lediği birliktelik olduğunu fark edin.
Değerli kardeşlerim; bildiğiniz gibi
bugün yaptığımız eylem bir miting değil.
Bugün hepimiz Tekel işçilerinin misafiriyiz. Bu geceyi hep birlikte Tekel işçileri ile beraber geçireceğiz.”
HABER
Merkez ve Şube
Yöneticilerimiz Tekel
İşçileri ile Birlikte Sabahladı
20 Şubat 2010 günü saat 12.00’de
Mustafa Kumlu’nun açıklamasının ardından başlayan eylemde Sendikamız Şekerİş’in Genel Merkez Yöneticileri ve Şube
Başkanları; Türk-İş Genel Merkezi’ne
yakın Sakarya Caddesi’nde yere serdikleri battaniyeler üzerinde sabahlayarak
Tekel işçilerinin mücadelesine destek verdiler. Ayrıca gece boyunca tekel işçilerinin çadırlarını ziyaret ettiler. Tekel işçileri ile halay çektiler.
Tekel işçilerine destek vermek amacı
ile gerçekleştirilen sabahlama eylemi 21
Şubat 2010 günü 12.00’de Türk-İş Genel
Başkanı Mustafa Kumlu tarafından yapılan açıklamanın ardından son buldu. Bu
açıklamada Kumlu eyleme destek veren
herkese teşekkür etti.
Ayrıca 18 Şubat 2010 tarihinde Sendikamıza bağlı bütün şubelere “Tekel işçisinin mücadelesi mücadelemizdir” ve
“Kuralsız ve güvencesiz çalışmaya hayır”
pankartları asıldı. Şubelerimiz 19 Şubat'ta
da bütün illerde yapılan oturma eylemlerine katıldılar.
www.sekeris.org.tr 49
HUKUK
SANAYİMİZDEKİ ALT İŞVEREN
UYGULAMALARINA
KARŞI MÜCADELE BAŞLATTIK
Ş
eker sanayinde son yıllarda alt işveren uygulamalarının artması
üzerine bu konunun incelenerek
ayrıntılarının ortaya konulmasının gerekliliğini Sendikamız Şeker-İş tarafından fark edildi. Bu konudaki gereklilikten hareketle geçtiğimiz yıl Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr.
Aydın Başbuğ tarafından şeker fabrikalarındaki alt işveren uygulamaları ile ilgili yapılan çalışma sonunda “Alt İşveren İlişkisi ve
Güncel Sorunlar” ve “Asıl
İşveren ve Alt İşveren
İlişkileri Üzerine Bir
Değerlendirme-Şeker
Sanayi Uygulamaları
Üzerine Bir Araştırma”
başlıklı iki kitap hazırlandı.
Bu iki kitapta Doç. Dr. Aydın Başbuğ;
“Şeker fabrikalarının şeker rafineri ünitesinin dışında nerede ise üretim aşamasının her kademesinde alt işveren uygulamasına geçildiği veya geçilmeye başlandığı görülmektedir. Pancarın alınması, analizi, istiflenmesi ve rafineriye sevk
edilerek elemeden geçirilmesi ile rafineriden çıkan ürünün paketlenmesi, depolanması ve yüklenmesi aşamalarında görülen işlerin tamamen ya da alt işveren işçileri ile birlikte yapılarak kısmen devredildiği görülmektedir” tespiti yaptı.
Şekerin istiflenerek depolanması
işi üretim sürecine bağlıdır ve
“asıl iş”tir
Bu önemli tespiti göz önünde bulunduran Sendikamız Şeker-İş tarafından alt
işveren uygulamalarına karşı Türkşe50 Şeker-İş Dergisi
ker’in asli yükümlülüğü ve asıl işin bir
parçası olan “şeker ambarı tahmil-tahliye hizmeti” işinin hizmet alımı yoluyla
yapılmasına dair 31 Mart 2010 tarihli ihale onayının iptali ve dava sonuna kadar
yürütmenin durdurulması istemi ile Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne 9 Nisan 2010 tarihinde dava açılmıştır.
Söz konusu davanın dilekçesinde
Başbuğ’un kitaplarına atıf yapılarak, “şeker çuvallarının depolanması, saklanması ve alıcı kamyonlarına yüklenmesi aşamasında da sıhhi kurallara azami dikkat
gösterilmesi gerekmektedir” yer verilen
bu ifade ile asıl iş niteliğinde olan bu işin
alt işverene verilemeyecek, ihale edilemeyecek niteliği ortaya konulmuştur.
Dava dilekçesinin devamında Başbuğ’un şu önemli tespitlerine yer verilerek alt işverenlik ilişkisinin somut koşullarının bulunmadığı ortaya konulmuştur:
“a)Yapılan iş şeker fabrikalarının teknik kapasitesini aşacak nitelikte uzmanlık gerektiren bir iş değildir,
b)Hizmeti satın alınan alt işverenin bu
işyerinde bir organizasyonu bulunmamaktadır. Hatta hizmeti satın alınan alt işveren işyerinde dahi bulunmamaktadır.
c)Alt işveren depolama sahalarında iş
makinelerinin ve kamyonların arasında
çalışan işçilerinin iş sağlığı ve güvenliği
konusunda bir organizasyonu bulunmamaktadır.
d) Hizmet sunan alt işveren kendi araç
ve gereçlerini kullanmamaktadır.
e) İcra edilen iş, şeker fabrikalarının
işçileri tarafından da aynı anda yürütülmektedir.”
Dava dilekçesinde; şeker ambarı tahmil-tahliye hizmeti için yapılan ihalenin
hizmet alımı değil, hukuken mümkün ol-
HUKUK
mayan işçi kiralama işi olduğu belirtilmiş
ve “alt işveren olarak görünen şirket ya
da kişinin tek yaptığı Türkşeker’e işçi temin etmektir” denilmiştir.
Şeker paketleme ünitesi,
fabrikaların ayrılmaz
bir parçasıdır
Sendikamız tarafından Türkşeker’in
asli yükümlülüğü ve asıl işin bir parçası
olan “kristal şekeri ambalajlama hizmeti” işinin hizmet alımı yoluyla yapılmasına dair 30 Mart 2010 tarihli ihale onayının iptali ve dava sonuna kadar yürütmenin durdurulması talebi ile konu Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne 9 Nisan 2010 tarihinde taşınmıştır.
Bu davanın dilekçesinde de Doç. Dr.
Aydın Başbuğ’un kitaplarından alıntılara
yer verilmiştir. Başbuğ; “Tahmil (yükleme)/istifleme işi; üretilen şekerin bir gıda maddesi olması ve kullanımı insan sağlığını ilgilendirmesi nedeniyle paketlenmeden üretimin tamamlanması düşünülemez. Paketleme işinin de rastgele değil
sıhhi kurallara uygun olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Fabrika binasının içinde rafineri
tesislerinin devamı olan şeker paketleme
ünitesi, fabrikanın ayrılmaz bir parçası niteliğindedir. Alt işverene devredilen iş sadece çuvallama işi olup bu işin yerine getirilmesi için kullanılan araç ve gereçlerin bakımı ve onarımı şeker fabrikalarının işi olarak devam etmektedir. Burada
sadece çuvallama makinelerinin kullanımı devredildiğinden aynı anda kullanılan
araçların bakımı ve onarımı için teknik
personel hazır bulundurulmakta veya ihtiyaç halinde diğer teknik elemanlar çağrılmaktadır.” diyerek işin önem ve niteliğini ortaya koymuştur.
Asıl iş niteliğinde olduğu vurgulandıktan sonra, Başbuğ şunları dile getirerek alt işverenlik ilişkisinin somut koşullarının bulunmadığını ortaya koymuştur:
“a)Yapılan iş şeker fabrikalarının teknik kapasitesini aşacak nitelikte uzmanlık gerektiren bir iş değildir,
b)Hizmeti satın alınan alt işverenin bu
işyerinde bir organizasyonu bulunmamaktadır. Hatta hizmeti satın alınan alt işveren işyerinde dahi bulunmamaktadır.
c)Alt işverenin şeker çuvallama ve
dikme makinelerinde çalışan işçilerinin
iş sağlığı ve güvenliği konusunda bir or-
ganizasyonu bulunmamaktadır. İşçilerin
bu iş makinelerinin tehlikelerine karşı bir
eğitimi ve önlemi görülmemektedir.
d) Hizmet sunan alt işveren kendi araç
ve gereçlerini kullanmamaktadır. Fabrikanın makineleri kullanılmakta ve alt işveren işçileri bu makinelerin bakım ve
onarımına müdahale edememektedir.
Makinelerin teknolojilerinin yenilenmesinde olduğu gibi bakım ve onarımı da
hizmeti satın alan şeker fabrikalarına ve
onun işçilerine aittir,
e) İcra edilen iş, şeker fabrikalarının
işçileri tarafından yürütülmektedir.
f) Asıl işveren işçileri alt işveren işçilerini denetlemenin yanında onları eğitmektedir.
g)Asıl işverenin işçileri alt işveren işçilerinin hatalarını bilfiil düzeltmekte,
gerektiğinde müdahale ederek işlemi bizzat tamamlamaktadır.”
Bu tespite dayanılarak, dava dilekçesinde; kristal şekeri ambalajlama hizmeti için yapılan ihalenin, hizmet alımı değil hukuken mümkün olmayan işçi kiralama işi olduğuna vurgusu yapılmıştır.
Pancar analizi fabrikada
gerçekleştirilen en önemli
işlerden birisidir
Türkşeker’in asli yükümlülüğü ve asıl
işin bir parçası olan “pancar analiz laboratuarında % fire ve % polar varlığının
tespiti” işinin hizmet alımı yoluyla yapılmasına dair 22 Nisan 2010 tarihli ihale
onayının iptali ve dava sonuna kadar yürütmenin durdurulması istemi ile Ankara
Nöbetçi İdare Mahkemesi’ne 11 Mayıs
2010 tarihinde dava açılmıştır.
Aydın Başbuğ’un yaptığı araştırmalara dayalı olan söz konusu kitaplardaki tespitlerden bu dava dilekçesinde de faydalanılmıştır. Aydın Başbuğ; “pancar analiz laboratuarında % fire ve % polar varlığının tespiti” işi şeker fabrikalarında şeker üretim sürecinin önemli işlerinden birisidir. Fabrikaya getirilen pancarların
analizinin yapılması ve işlenmemiş pancarlardaki şeker oranının tespitidir. Bu iş,
fabrikada gerçekleştirilen en önemli işlerden birisidir. Çünkü analiz sonucunda
pancarda bulunan şeker oranı tespit edilmekte ve üreticiye buna göre ödeme yapılmaktadır. Yapılan analiz sonucunda
pancarda tespit edilen şeker oranı belgelenerek kamyonlarla getirilen yükün boş-
altılmasına izin verilmekte ve düzenlenen
belgeye göre satıcı muhasebeden satış parasını tahsil etmektedir.”diyerek işin önemini dile getirmiştir.
Ayrıca; “Şeker fabrikaları gerçekleştirdiği yatırım ile ilkel yöntemlere son
vermiştir. Satıcı kamyonları ile fabrikaya teslim etmek için getirdiği pancarları
önce bu laboratuara getirmektedir. Özel
numune alma cihazında bulunan vinç operatörü makine ile aldığı numuneyi laboratuara bırakmaktadır. Alınan numune
bilgisayar yardımı ile laboratuarda analiz
edilmekte ve sonuç çıktı alınarak belgelenmektedir. Yatırım yaparak pancar analiz laboratuarını kuran şeker fabrikalarında bu iş uzun süreden beri Şeker Sanayi AŞ. işçileri tarafından yapılmıştır.
Ancak daha sonra ihale usulü ile bu iş
“hizmet alımına” çevrilmiştir. Hizmet alımını haklı kılan bir neden görülmemektedir. Burada yapılan işin kısa süreli bir
eğitim programı ile fabrikanın bir diğer
işçisine yaptırılması her zaman mümkündür.” diyen ve asıl iş niteliğinde olan bu
işin alt işverene verilemeyecek işlerden
olduğunu ortaya koyan Doç. Dr. Aydın
Başbuğ şunları söylemiştir:
“a) Yapılan iş şeker fabrikalarının teknik kapasitesini aşacak nitelikte uzmanlık gerektiren bir iş değildir,
b) Hizmeti satın alınan alt işverenin
bu işyerinde bir organizasyonu bulunmamaktadır. Hatta hizmeti satın alınan alt işveren işyerinde dahi bulunmamaktadır.
c) Hizmet sunan alt işveren kendi araç
ve gereçlerini kullanmamaktadır.
d) İcra edilen iş, şeker fabrikalarının
işçileri tarafından yürütülmektedir.
e) Asıl işverenin işçileri alt işverenin
işçilerini denetlemenin yanında onları
eğitmektedir.
f) Asıl işverenin işçileri alt işverenin
işçilerinin hatalarını bilfiil düzeltmekte,
gerektiğinde müdahale ederek işlemi bizzat tamamlamaktadır.
h) Alt işveren işçileri konunun uzmanı değildir.”
Bu tespitlerin yer verildiği dava dilekçesinde diğer davalarla benzer bir şekilde “pancar analiz laboratuarında % fire ve % polar varlığının tespiti” işi için
yapılan ihalenin hizmet alımı değil, hukuken mümkün olmayan işçi kiralama işi
olduğu kaydedilmiştir.
www.sekeris.org.tr 51
RÖPORTAJ
Birgül Ayman Güler: “4-C, özelleştirme
politikasının yıkıcı sonuçlarını belli bir
süreyle hafifletmek amacıyla, adeta
sürekli istihdam tarzıymış gibi
kullanılmaz.”
Ö
zelleştirilen kurumların kapatılması ile işsiz kalan işçilerin 2004
yılından beri 4-C statüsünde istihdam edilmesi ile süregelen sıkıntıları
ve bu sıkıntılar nedeniyle kölelik düzeni
olarak nitelendirilen kamudaki bu istihdam biçiminin ayrıntılarını Ankara Üniversitesi Yönetim Bilimleri Ana Bilim
Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Birgül Ayman Güler ile konuştuk.
Son yıllarda kamudaki istihdam biçimleri adım adım dönüştürülüyor.
Kamu kurumlarında istihdam nasıl
düzenleniyor?
Kamu kurumlarında istihdam 1965
yılından beri yürürlükte olan 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu ile düzenlenir.
Bu yasanın 4. maddesi kamuda 4 tür personel çalıştırılabileceğini öngörür. 4.
maddenin a, b, c ve d fıkralarında bu istihdam biçimleri ayrıntıları ile tanımlanmıştır.
4-A; yani 4. maddenin a fıkrası, kamuda memurların çalıştırılacağını düzenler. 4-B yani 4. maddenin b fıkrası, kamuda sözleşmeli personel istihdam edilebileceğini söyler. 4-C; yani 4. maddenin c fıkrası kamuda geçici personel istihdam edilebilir der. 4-D yani 4. maddenin d fıkrası da kamuda işçi çalıştırılabilir der.
4-D kapsamında çalışan işçiler İş Yasası’na bağlıdır. Ayrıntı kurallar bakımından 657 ile bir ilişkileri yoktur.
4-C yani geçici personel için de 657
sayılı yasada ayrıntılı hükümler yoktur;
52 Şeker-İş Dergisi
RÖPORTAJ
ama bunlar için işçilerde olduğu gibi başka bir yasa da yoktur. 4-C statüsünde çalışacak kişilerin çalışma koşulları Bakanlar Kurulu kararlarıyla düzenlenir.
Benzer şekilde 4-B statüsü için de 657
sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda başka hükümler yer almaz. Bunlar için de çalışma esasları Bakanlar Kurulu kararları
ile saptanır.
4-B olarak karşımıza çıkan sözleşmeli personel için “çalışma esaslarını Bakanlar Kurulu belirler” denilirken, 4-C
yani geçici personel için durum daha farklıdır. 657 sayılı Kanun geçici personelin
çalışma esaslarını Bakanlar Kurulu düzenler demez. Bakanlar Kurulu’na sınırları çizilmiş bir yetki verir. Kanun der ki;
geçici personel olarak bir yıldan az süreli ya da mevsimlik olduğu belirlenen işler için, personelin hangi kurumlarda,
hangi görevlerde, kaç kişi çalıştırılacağını Bakanlar Kurulu tek tek belirler. 4-B
ile 4-C arasındaki en önemli farklardan
biri budur.
4-C asıl istihdam biçimlerinden midir? 4-C ne anlama geliyor?
4-C Devlet Memurları Kanunu’nda
dört istihdam türünden biri olarak yer alır;
ama bu, 4-C’nin kamu istihdam sisteminin ne ana gövdesi ne de dört direğinden
biri olduğu anlamına gelir.
Kamu yönetiminin gövdesi 4-A’ya
yani memurluk sitemine oturur. Sözleşmelilik ve geçici personellik, nitelik ve
özellikleri çok açık tanımlanmış belli tür
işlerle sınırlanmıştır; bunlar süreklilik
özelliği taşıyan kamu hizmetinde istisnai
özellikli işler için öngörülmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca
da, 1965’te 657 sayılı Kanun çıktıktan
sonra da memur dışındaki istihdam türleri hep istisnai olarak kalmıştır. Uzun yıllar, kamuda çalışanların yüzde 80’i memursa, geri kalan yüzde 20’si işçi olmuş,
sözleşmeli çalışanlar ve özellikle geçici
personel istatistik oranına giremeyecek
kadar küçük kalmıştır. Günümüzde, özelleştirmeler nedeniyle memurların sözleşmeli yapılmalarından sonra bile, ana gövde sayısal olarak memur ve işçi üzerinde
yükselir. Örneğin 2009 yılı sonunda toplam 3 milyon kamu personelinin 2 milyonu memur, 430 bini işçidir. Çoğu
KİT’lerde olmakla birlikte, tüm kamu ku-
“Kamuda hizmet personelle, personel hizmetle
bir bütündür. Personeli esnekleştirirseniz, kamu
hizmeti biter; hizmeti ortadan kaldırırsanız kamu
personeli biter.”
ruluşlarında son yıllarda sayıları hızla artmış olan sözleşmeliler 300 bin, geçici personel ise yalnızca 16 bindir. 2004 yılına
kadar 4-C statüsündeki personelin toplam
sayısı bin, iki bin ile sınırlı kalmıştır; bu
istihdam türünün bu kadar artması, Milli Eğitim Bakanlığı’nda bazı öğretmenlerin, TRT’de bazı personelin ve elbette kamuda özelleştirmeden işsiz kalanların istihdamlarıyla olmuştur.
Bu değişim sizce nasıl açıklanabilir?
Bunun altında resmi dili kullanarak
söylersek, kamu istihdamının “esnekleştirilmesi” vardır. Esnekleştirme denilen
şey iş güvencesini tamamen ortadan kaldırmak demektir. Esnekleştirme yaşam
boyu meslek anlamına gelen kamu hizmeti görevinin ortadan kaldırılması anlamına gelir. Kısacası esnekleştirme kamuda, piyasa tipi istihdam sisteminin yaratılmasıdır.
Bu değişimin altında 1980 yılı 24
Ocak kararları ile beraber Türkiye’de iktisat politikalarının değiştirilmesi vardır.
Bu iktisat politikaları diyordu ki; devlet
iktisadi ve toplumsal yaşamdan elini çekmelidir. Devlet iktisadi ve sosyal yaşamda “kürek çekme”ye son vermelidir, “dümene” geçmelidir.
Bu zihniyete göre, devlet kürek çekmemeli, yani kamu iktisadi teşebbüslerini lav etmelidir; okulları özel sektöre devretmelidir; hastaneleri özel sektör hizmeti haline getirmelidir. Devlet turizm amaçlı merkezi ya da yerel tesislerini özelleştirmelidir; ulaştırma sektöründe devlet
Türk Hava Yolları ve Devlet Demir Yolları ile kürek çekmeyi bırakmalıdır. Hava ve demir yolları ile yapılan yolculukların tümü özel sektör eliyle yapılmalıdır.
Kısacası devlet, iktisadi kamu işletmeleri ile sosyal hizmet anlamında eğitim, sağlık gibi sektörlerden özelleştirme yolu ile
geri çekilerek, bunlar özel sektöre bırakılmalıdır. O zaman devlet ne yapmalı-
dır? Kürek çeken özel sektörün genel kurallarını koymakla yetinmelidir; buna
“düzenleyici devlet” adı verildi.
Bu politikanın sonucu, tüm kamu hizmeti alanlarında küçülme ya da tasfiye
yaşanmasıdır; dolayısıyla kamu istihdamının ortadan kaldırılmasıdır. Ancak 4A gibi kariyer esaslı, 4-D gibi işgüvenceli memur ve işçilik rejimi esasken bu
işler yapılamaz. Özelleştirme yapabilmek, kamu hizmetine son verebilmek
için, önce memur – kamu işçisi rejiminin
çözülmesi –esnekleştirilmesi- zorunludur. İşte sözleşmelilik ile geçici personel
gibi iki istisnai istihdam aracı bu amaç
için kullanılmaya başlanmıştır.
Kamuda hizmet personelle, personel
hizmetle bir bütündür. Personeli esnekleştirirseniz, kamu hizmeti biter; hizmeti ortadan kaldırırsanız kamu personeli biter. Özelleştirme temelde kamu yönetiminde memurluk ve işçilik istihdamının
sona ermesine neden olur. Ama özelleştirme politikasının altında da sosyal devletten vazgeçme, devleti gece bekçisi devlet, dümenci devlet, asgari düzeyde hizmet veren devlet gibi devleti yeni bir modele dönüştürme politikası vardır.
4-C’nin geçmişinden bahsedebilir
misiniz bize?
4-C 1965 yılından 2004 yılına kadar,
son derece sınırlı istihdamı içine alan bir
yasa hükmüydü. Örneğin; Devlet İstatistik Enstitüsü ve bugünkü adı ile TÜİK;
her yıl farklı amaçlar doğrultusunda anketler yapar. Anket mevsimlik olarak yapılır. Yılda 3 ay, 6 ay gibi süreler için ihtiyaç duyulan bir işgücüdür. Gereken,
yüksek nitelikli bir işgücü değildir. Örneğin lise mezunları rahatlıkla istihdam edilebilir. Devlet İstatistik Enstitüsü (DEİ)
her yıl anketör olarak çalıştırmak üzere
ihtiyaç duyduğu geçici personel sayısını
belirterek 4-C başvurusunu Bakanlar Kuruluna yapar. Bakanlar Kurulu da buna
uygun bir kararname yayınlar ve DİE
www.sekeris.org.tr 53
RÖPORTAJ
“Şekeri piyasa rüzgarlarına bırakacak olursak NBŞ
üretimi yapan uluslararası şirketlerin kar beklentileri; hem
halk sağlığını hem Türkiye’nin iktisadi bağımsızlığını
olumsuz etkileyecektir.”
(şimdi TÜİK) 4-C statüsünde geçici personel istihdam eder.
Ayrıca önceleri 4-C orman işçiliği gibi kısmen mevsimlik işlerde kullanılan
bir istihdam tarzı idi. Çok net rakamlar
elimizde hiçbir zaman olmadı. Genel bir
araştırma ile diyebiliriz ki 2004 yılına kadar kamuda, en çok 2 bin - 2 bin 500 kişi geçici personel olarak istihdam edildi.
Ne zaman özelleştirme işsizleri 4-C
kapsamına alındı?
2004 yılında bu işin şekli değişti. Bakanlar Kurulu; 3 Mayıs 2004 tarihinde
54 Şeker-İş Dergisi
2004/7898 sayılı bir karar aldı. Bu karar
“Özelleştirme Uygulamaları Sonunda İşsiz Kalan ve Bilahare İşsiz Kalacak Olan
İşçilerin Diğer Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Geçici Personel Statüsünde İstihdam Edilmelerine İlişkin Esaslar” başlığı taşır. Özelleştirmenin 4-C’si bu kararla başladı. Bu kararla 4-C ruhundan uzaklaştı, özelleştirmenin araçlarından birine
dönüştü.
4-C’nin durumunu 657’deki madde
aslında çok açık olarak veriyor. Orda diyor ki; geçici personel bir yıldan az süre-
li veya mevsimlik hizmet olduğunda Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığı’nın görüşlerine dayanılarak Bakanlar
Kurulunca karar verilen görevlerde ve belirtilen ücret ve adet sınırları içinde sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan
kimselerdir. Bu tanım son derece nettir.
Görüldüğü gibi geçici personel çalıştırabilmeniz için işin niteliği belirleyici bir
öneme sahiptir.
2004 yılında alınan bu karardan sonra özelleştirme sonunda işini yitirenler geçici personel olarak 4-C statüsünde istihdam edilmeye başlandı.
Fakat zaman içerisinde görüldü ki, bu
istihdam türü iki nedenle kabul edilemez:
Bir; usta; nitelikli; işi yaşamboyu uğraşı olan meslek sahibi insanların “geçici işler” gibi nitelik gerektirmeyen işlerde istihdamı, asında onların işsiz bırakılmalarından başka bir şey değildir.
İki; geçici personel statüsünde çalışmak; kamu işçiliği gibi sendikalı, grevli
ve toplu sözleşmeli bir iş yaşamından gelen nitelikli işçi için kölelik rejimidir.
Kısa zaman içerisinde, bu özellikler
tabii ki fark edildi ve itirazlar yükseldi.
En son olarak bu itirazlar Tekel işçilerinin hak mücadelesi ile artık bir hukuk
devleti mücadelesi düzeyine tırmandı.
4 Şubat 2010’da yayınlanan kararname ile 4-C statüsünde çalışan işçiler
için ne değişti? Bu kararname gerçekten 4-C için bir iyileştirme sayılabilir
mi?
4-C ancak bir koşulla “iyileşmiş” sayılır; en baştaki haline döndürülürse. Yani, ender başvurulan, mevsimlik işler için
başvurulan bir çalıştırma türü olarak kullanıldığı bir uygulama haline döndürülürse. 4-C nin bugünkü gibi özelleştirme politikasının bir parçası olarak kullanımı devam ederse, bu sürede iyileştirilmesi söz
konusu bile edilemmez.
Ama yine de, madem istiyorsunuz, 4
Şubat kararına bakalım.
4-C’nin özlük hakları Bakanlar Kurulu kararları ile belirleniyor. 2010 yılında çok sayıda kişi 4-C köleliğine mahkum edilince, itirazlar yükselince, Bakanlar Kurulu 4-C çalışma şartlarını iyileştirme iddiasıyla, yeni bir dizi karar aldı.
4 Şubat 2010’da yayınlanan kararna-
RÖPORTAJ
meyle geçici işçinin çalışma süresi 10 aydan 11 aya çıkarıldı. Ücretlerde uygulanan göstergede değişiklikler oldu. Örneğin geçici personel olarak istihdam edilecek ise kişi; yüksek öğrenim mezunuysa, 1090 lira maaş alıyor idi; yeni maaşı
1220 lira olarak belirlendi. Lise dengi
okul mezunu ise 975 lira maaş alıyor idi,
1106 lira alır hale geldi. İlköğretim mezunu ise 860 lira alıyor idi 991 lira alıyor
hale geldi. Tabii bunlar brüt rakamlar...
Türk-İş’in her ay açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırı göz önünde bulundurulursa
yüksek öğrenim mezunu olan 4-C statüsünde çalışanlara öngörülen maaş da yoksulluk sınırının altındadır.
Maaş ödeme tarihleri değiştirildi.
Ayın 14’ünde yapılan düzenleme ayın
15’i şeklinde değiştirildi. Çalışma saatleri devlet memurları için düzenlenen çalışma saatleri ile aynı kabul edilmiştir. 4C’li olarak yapılan çalışmaların toplam
süresi üzerinden hesaplanarak iş sonu tazminatı ödenecektir. Daha önce her ay için
1 gün kabul edilen izin süresi, çalışılan
her ay için azami 2 güne çıkarıldı. Resmî tabip raporu ile kanıtlanan hastalıklar
için yılda 30 günü geçmemek üzere ücretli hastalık izni verilebilir dendi.
Her hak iyileştirmesini önemseriz.
Ama bunlar, usta işçilerin, becerikli işçilerin, geleceksiz ve niteliksiz işlerde çalıştırılması durumunda, geçici işçilik konumuna hapsedilmeleri durumunda,
önemli sayabileceğimiz değişiklikler değildir. Başta Tekel işçileri olmak üzere,
kamu işçilerinin beklentilerini karşılamaktan uzaktır. Bu nedenle kesinlikle bir
iyileştirmeden söz edilemez.
2010 için belirlenen özlük haklarının 2011’de de aynı şekilde muhafaza
edileceğinin bir garantisi var mı?
Bir sonraki yıl 2010 yılı için belirlenen özlük haklarının aynısının getirilmesi diye bir koşul bulunmuyor. 4 Şubat
2010 tarihli düzenleme ile çalışan kişi için
ücretli hastalık izni 30 güne çıkmış, her
ay için 1 gün olan ücretli izin süresi 2 güne çıkmış. Önümüzdeki yıl bu 2 değil de
3 güne çıkarabilir. Tekrar 1 güne düşürebilir. Buna herhangi bir yasal engel yok.
Bunlar Bakanlar Kurulu’nun yetkisinde
olan düzenlemelerdir.
Şunu hiç unutmamak gerekir ki; 4-C
mevsimlik işlerde, belirli bir nitelik gerektirmeyen, dolayısıyla emeği ile çalışan bir kişinin geleceğini planlamasına
asla izin vermeyen, o yüzden de henüz
hedeflediği işe girememiş ama onun arayışında olan gençler ya da emeklilik hakkını edinmiş, o işi geleceğinin bir garantisi olarak görmeyen kişiler için uygundur. Yani yaşamını kazanmak zorunda
olan, çalışmak zorunluluğu bulunan kişilerin istihdam edilmesine uygun bir istihdam tarzı değildir.
Özellikle 4-C ile karşı karşıya kalan
işçinin bunun üzerinde durması ve dikkatle düşünmesi gerekmektedir.
4-C statüsünde çalışan kişilerin büyük çoğunluğu yeteneklerine göre istihdam edilme şansını yakalayamıyor.
Bu durum beraberinde bu statüde çalışanlarda mutsuzluk getiriyor? Siz bu
konuda ne söylemek istersiniz?
Bu belki de üzerinde en çok durulması gereken konudur. Çalışıp ailesini geçindirmek zorunda olan, 4-C statüsüne
geçirilen bir işçinin hiçbir şekilde 10 ay
sonrasını göremediği, planlayamadığı bir
geçicilik içine mahkum edildiğini görüyoruz. Ve bu kişi ilk kez çalışma yaşamına girmiyor. 4-C’ye mahkum edilen bu
kişi yıllarca belirli bir nitelikte ve üretim
hattının içerisinde çalışıyor. Üretim hattı
her yerden farklıdır. Bürolardan farklıdır.
Üretim hattı içerisinde üretmenin, üstelik
birlikte, ortak takım halinde üretmenin
zevkini almış insanlardan söz ediyoruz.
Bu insanları herhangi bir merkezde ya da
taşrada bürokratik birime çalışmak üzere
veriyorsunuz. Bu durum muazzam bir psikolojik travmadır. Bunu altından kalkılması çok güçtür. Geçici işçilik; bu anlamda KİT gibi Türkiye’nin gurur kaynağı
olan yerlerde üretim yapan işçiler için, bir
maddi anlamda geleceğini planlama sorunu demek, iki psikolojik açıdan üreten
kişi olmaktan fazlalık kişi olmaya dönmek demektir.
4 Şubat 2010 tarihli Bakanlar Kurulu kararında diyor ki geçici personel öncelikle en son çalıştıkları illerde, bu illerde istidam olanağının mümkün olmaması halinde ise diğer illerde istihdam edilir. Bırakın bulunduğu yerde görevlendirilmesini bulunduğu ilde görevlendirilmesi bile bir zorunluluk değildir. Bambaşka bir yere gönderilebilir.
4-C’liler sendikaya üye olabiliyor
mu?
Hayır. 657 sayılı Kanunda 4. maddenin c fıkrasında 4-C’liler işçi sayılmayan
kimseler olarak kabul ediliyor. Bu nedenle işçi sendikalarına üye olamazlar. Sözleşme ile çalışıyorlar memur sözleşme ile
çalıştırılmaz. Ve bu nedenle memur değillerdir. Memur sendikalarına da üye olamazlar.
Birisi dese ki, “Bakanlar Kurulu özel
izin verdi; tanıma uymasa da olacaklar”
sizce böyle koşullarla istihdam edilen biri sendikaya üye olma cesareti gösterebilir mi? Konumu açık seçik “işçi” olan biri, tüm yasal hakları varken, korunmuşken, fiilen sendikalı olabiliyor mu kolayca? 4-C’li ‘bunu aklına bile getirme’ diye en baştan bağlanmış kişidir.
Tekel işçilerinin eyleminden sonra
4-C uygulaması tartışılmaya başlandı.
Bu çerçevede 4-C iyileştirilmeli mi yoksa tamamen ortadan kaldırılmalı mı?
4-C bir “istihdam türü” olarak nitelendirilemez. İstihdamdan anladığımız
şey, emeğini/mesleğini satarak ya da kiralayarak yaşamak zorunda olan kişinin
kendisini ve ailesini o işle bugün ve gewww.sekeris.org.tr 55
RÖPORTAJ
lecekte ayakta tutabilmesidir.
Oysa 4-C insanın bugünü ve geleceğini planlamasına olanak veren nitelikte
sürekliliğe sahip bir istihdam türü değildir.
4-C’de belli bir nitelik gerektiren işten de söz edilmez. 4-C tümüyle kamuda
mevsimler itibariyle, geçici nitelikte çok
değişken sayıda işgücüne ihtiyaç hissedilen işler için öngörülmüştür. Son derece
istisnai, son derece sınırlı sayıda istihdam
öngörülen bir tarzdır.
Dolayısıyla 4-C istihdamı 2004 yılına kadar uygulandığı biçimiyle anlamlıdır. İstisnai işler için böyle bir statü öngörmek anlamlıdır. Ama bu statü özelleştirme politikasının yıkıcı sonuçlarını belli bir süreyle hafifletmek amacıyla, adeta sürekli istihdam tarzıymış gibi kullanılmaz.
dan gerekçe gösterilerek her zaman fesih
edilebilir. Sözleşmeli personel dışarıda
kazanç getirici bir başka işte çalıştırılamaz. Yılda en fazla 30 gün ücretli hastalık izni verilir. Geçici iş göremezlik tazminatı; ücretinden düşülür. 65 yaşına kadar olanlar sözleşmeli olarak çalıştırılabilir. Memurlar için geçerli olan çalışma
saat ve süreleri sözleşmeliler içinde geçerlidir. Ama tam gün çalışmayı gerektirmeyen haller için farklı bir düzenleme
yapılabilir. O gün bitirilmesi gereken işler bitirilinceye kadar; çalışma saatleri dışında da çalışmak zorundadır. Normal çalışma saatleri dışında ve tatil günleri çalışma karşılığında ödeme yapılmaz. Sözleşmeli personel böyledir.
Sözleşmeli istihdamın geçici personelden yani 4-B’nin 4-C’den, bu son yapılan değişiklikler ile beraber pek bir far-
“Şeker fabrikalarında işçi, işçi ailesi ve işçi çocuğu
olmanın ne kadar önemli ve büyük bir erdem olduğu
tarihimize kazındı.”
Bir dönem özelleştirme mağdurlarının 4-C yerine 4-B’ye geçmesi fikri
ortaya atıldı. Bu konuda ne söylemek
istersiniz?
“4-C yerine 4-B’ye razı olunabilir”
görüşünün işçiler lehine olup olmadığını, sözleşmelilik nedir onun üzerinde durarak netleştirebiliriz.
Sözleşmeli personel işçi değildir. Memur da değildir. Dolayısıyla işçinin ve
memurun sahip olduğu haklara, örneğin
sendikaya üye olma hakkına sahip değildir. Sözleşme süresi bir yıldır. Sözleşmeli personel bir yıllık süreyle hizmet akdi
yapar. Bakanlar Kurulu kararı ile bu iki
yıl olabilir. Yani sözleşmeli personel Bakanlar Kurulu’nun iki dudağı arasındadır.
Sözleşme taraflarca sözleşme bitiminde 1 ay önce bildirilerek gerekçesiz
olarak fesih edilebilir. İdare gerekçe göstermek koşulu ile sözleşmeyi her zaman
fesih edebilir. Gerekçesiz olarak sene sonunda fesih edebilir. Ama idare tarafın56 Şeker-İş Dergisi
kı kalmamıştır. 4 Şubat 2010 tarihli düzenlemede bir yıldan az olmak dendiği
için 11 ay süreyle denilmiştir. Sözleşmeli personelde ise bir yıl süreyle sistem kurulmuş durumdadır. Ek güvence anlamında sözleşmeli personele tanınan en ufak
bir fark yoktur. Sözleşmeli personeller
için geçerli koşullar aynı 4-C’deki gibi
Bakanlar Kurulu kararları ile belirlenmektedir.
Sözleşmeli personel, geçici personelin aksine nitelikli personele dönüktür.
Önemli projelerin hazırlanması, gerçekleştirilmesi, işletilmesi için şart olan, ulusal program ve iş kalkınma programlarında yer alacak, bu projeler için zaruri ve
istisnai hallere münhasır olmak üzere,
özel mesleki bilgiye, uzmanlığa ihtiyaç
duyulan geçici işlerde istihdam edilir. Bakın yine iş geçicidir. Sözleşmelilikte de
geçicilik vardır. Sözleşmeliliğin geçici
personelden farkı niteliği itibariyle, üst
nitelik gerektiren işlerde istihdam edilmesi koşuludur.
Bildiğiniz gibi şeker fabrikaları
özelleştirme programında bulunuyor.
Buna istinaden Türkşeker Genel Müdürlüğü tarafından 9 Mart 2010 tarihinde yayınlanan bir genelge ile Türkşeker’e ait fabrikalarda çalışan işçilerimizin bilgileri Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı’na verilmek ve ilerde kullanılmak üzere istendi. Siz bu durumu
hukuki açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hukuksal açıdan bir sorun oluşturacağı kanısında değilim. Dolayısıyla kamu hukuku ve idari hukuk açısından herhangi bir sıkıntı yoktur. Ancak buradaki
sorun hukuksal olmaktan çok Türkiye açısından siyasal bir sorundur.
Şeker fabrikalarını aslında pek çok
KİT’ten farklı olarak değerlendirilmelidir. Stratejik bir ürün olan şekerin piyasa
rüzgarlarına terk edilemeyeceğini düşünmek gerekir. Farkı bence ordadır. Nüfusun genel sağlığını doğrudan etkileyen temel ihtiyaç maddesi olan şekerin yabancı piyasalara teslim edilmemesi bakımından şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin üzerinde çok dikkatle durmak gerekir.
Şeker kamu tarafından üretildiğinde
yalnızca toplumun temel ihtiyaç maddesini sağlamak değil aynı zamanda şeker
pancarı üretimiyle Türkiye’de tarımı korumak kollamak ve geliştirmek, güçlendirmek sonucu yaratılır. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi yalnızca fabrikada
çalışan işçileri değil, aynı zamanda doğrudan ham madde üreticisini de etkiler.
Ve aynı zamanda tüketiciyi doğrudan etkiler.
Eğer pancardan üretilen şekeri piyasa rüzgarlarına bırakacak olursak NBŞ
üretimi yapan uluslararası şirketlerin kar
beklentileri; hem halk sağlığını hem Türkiye’nin iktisadi bağımsızlığını olumsuz
etkileyecektir. Bunu da görmek gerekir.
Dolayısıyla şeker fabrikalarının özelleştirilmesine karşı çıkmak şekerde çalışan
işçinin hakkını savunmak demek, şeker
pancarı üretimi yapan üreticinin hakkına
sahip çıkmak demektir. Şekerde güvenli
gıdaya, yaşama hakkı itibariyle tüketici
sağlığını savunmak; Türkiye’nin uluslararası tekeller karşısındaki menfaatlerini
korumak demektir.
RÖPORTAJ
Şeker serüveni 1926 ile Alpullu’da
başladı. Şeker fabrikalarında işçi, işçi ailesi ve işçi çocuğu olmanın ne kadar
önemli ve büyük bir erdem olduğu bizim
tarihimize kazındı. Şeker fabrikaları
Cumhuriyetin aydınlık tarihi demektir.
Şeker özelleştirmesine karşı çıkmanın
böyle tarihsel bir önemi vardır.
Kamu istihdamının bundan sonra
nasıl olması planlanıyor? İş güvenceli
kamu çalışanları dönemi bitiyor mu?
Kamu istihdamına ilişkin çok kapsamlı değişiklikler yapma niyetinin olduğu biliniyor. Bu niyet zaman zaman yetkililer tarafından dile getiriliyor. Aslında
1980 yılından bu yana yaşadığımız gelişmeler; yaşayacağımız muhtemel gelişmelerin göstergeleridir. Çok kısa bir özet şöyle yapılabilir: 1980’li yıllarda memurlara ve işçilere belirlenen sistem önce KİT
düzeyinde değişmeye başladı. 80’li yılların sonuna geldiğimizde KİT’lerde işçi
ağırlıklı yapının değiştiğini gördük. Sözleşmelilik diye yeni bir gövde yükselmeye başladı. Asıl olarak memurlar sözleşmeliliğe geçirilerek bu uygulamaya gidildi.
1990’lı yıllarda memur almama politikasıyla memur sayısının dondurulduğunu görmeye başladık. İşe almama ve işten çıkarma biçiminde işçi sayısının azaltılmaya başlandığını gördük. Bu arada
sözleşmeli personel sayısındaki yükselme yine devam etti.
2000’li yıllarda memur sayısındaki
hareket; yıldan yıla farklılık göstermek
üzere azalma ya da durma olarak yaşandı. Sözleşmeli sayısı sürekli olarak yükseldi. 2004 yılından sonra geçici personel sayısında muazzam bir yükselme gördük.
Ama bu arada 1980’li yıllardan bu yana yavaş yavaş gelişen bir başka şey oldu. İşçilik değişti. İşçilik biz de İş Kanunu’na tabidir. Ama kamu işçiliği diye ayrı bir istihdam tarzı var denilebilir. Kamuda işe girmiş işçilerin büyük bir çoğunluğu süresiz hizmet akitleri ile çalışırdı. Ve bu bir alışkanlıktı. 1980’den itibaren yeni bir istihdam tarzı ortaya çıktı: Geçici işçilik. İş Kanunu’nda geçici işçilik diye bir kategori yoktu ve bilinmiyordu. 1980’li yıllardan itibaren bazı hizmet akitlerinin süresinin belirli olmaya
başladığını görmeye başladık. Böyle bir
kategori olmamasına rağmen, hizmet
akitleri belirli işçilere geçici işçi denmeye başladı. Bu durum istatistiklerimizde
geçici işçi ve sürekli işçi diye yansımaya
başladı. Giderek baktık ki sürekli işçi denilen işçi sayısı muazzam bir şekilde azalıyor.
2004 yılından alırsak rakamları; 2004
yılından 2010 yılı başına kadar merkezi
yönetimde sözleşmeli memur sayısında
muazzam bir artış oldu. 2004 yılında 22
bin sözleşmeli personel varken, 2010 yılının başında merkezi sözleşmeli personel sayısı 200 bin oldu. Bu muazzam bir
artıştır. Sözleşmelilik memurluğa göre esnek bir istihdamdır.
2004 yılında geçici personel sayısı;
kamuda bin 994 kişi idi. Geçici personel
statüsü özelleştirme politikasının bir parçası haline getirilince; geçici personel istihdamı, 23 bin 572 gibi bir rakama yükseldi. İlginç bir şekilde KİT’lerdeki sözleşmeli personel sayısı düştü. Çünkü
KİT’ler kapandı.
2000’li yıllardaki memuriyet ve kadrolu işçilik dışındaki istihdam türlerine
bakarsak kamu yönetiminde sözleşmelilik, geçici personellik, geçici işçilik denilen istihdam türlerindeki genişleme muazzam hale geldi. Günümüzde ise
1980’den bu yana memuriyet sisteminin
daralması, kamu işçiliği sisteminin daral-
ması, buna karşılık sözleşmelilik geçici
işçilik geçici personellik dediğimiz statülerin genişlemesi yönünde bir manzara
var önümüzde. 1980 yılından 2010 yılına kadar olan dönemde kamu personel rejimine baktığımız zaman memurluk sisteminin ve kadrolu işçilik düzenin daraldığını, bu iki geleneksel statüye karşı 4B ve 4-C sistemlerinin ve sistemde olmayan diğer kategorisinin genişlediğini görüyoruz. Günümüzde bu durum fiili durum ama bazı hazırlıkları var ki kamu personel rejimini yeniden düzenlemeyi
amaçlamıştır. Kamu personel rejimini düzenleyen bazı yasa tasarısı taslakları gördük, inceledik. Bunları incelediğimizde
ortaya çıkan manzara şudur: İşçi 1980 öncesinde başlıca istihdam türlerinden biri
idi. Bu taslaklara göre işçi istihdamı istisnai bir durum haline gelecek gibi görünüyor. KİT’lerin hepsinin özelleştirilmesi öngörüldüğü için memurlukla beraber kamu işçiliğinin de olmadığı bir kamu yönetimi planlanıyor.
Kamu kesiminde memurluğun ise çok
sınırlı olarak sadece yönetici makamları
için öngörüldüğünü görüyoruz. Bunun dışında hizmet üreten memur kitlesinin olduğu bir memuriyet rejiminin istenmediği de biliniyor. Bunların sözleşmelilik çerçevesinde istihdam edilmesi yönünde bir
iradenin hayata geçirilmesine çalışıldığını görüyoruz.
www.sekeris.org.tr 57
UCUZ ET YEMENİN
YOLU İTHALAT MI?
Giriş
Yaklaşık 2 yıldır süt üreticisi meydanlarda “alakız hakkını istiyor” mitingleri düzenliyor. Konuya eğilmesi gerekenler bu
mitingleri görmüyor, üreticinin sesini duymazdan geliyor. Marketlerde süt ve süt
ürünlerinin fiyatının yüksekliğini kimse
tartışmıyor ya da tartışılan konu “üreticinin sütü pahalıya ürettiği” noktasına kayıyor. Üretim maliyetinin neden yüksek olduğu, buna karşın satışta üreticinin eline
geçen ücretlerin maliyeti kurtarıp kurtarmadığına da ilgililer kulaklarını tıkıyor,
gözlerini kapatıyor.
Yıllardır yaşanan ve çözümlenmeden
biriken bu sorunlar sonunda süt hayvanlarının topluca kesime gitmesine neden oldu. Bu durum çok yanlış bir şekilde kır58 Şeker-İş Dergisi
mızı et üretimimizin arttığı yönünde yorumlandı. Bugün gelinen noktada köylerimizde damızlık hayvan kalmadı. Bir zamanlar ihracat merkezi konumundaki doğudaki birçok il ve kasabada kendi yurttaşları için dahi kesilecek hayvan bulunamıyor. Ortada kesilecek hayvan kalmayınca et fiyatları hızla yükseldi. Bu yazımızda Türkiye hayvancılığı neden bu noktalara geldi, halkımız ucuz et yiyebilecek mi
sorularına cevap bulmaya çalışacağız.
Türkiye hayvancılık sektörü
için hangi adımları attı?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Anlaşması hükümleri gereğince Osmanlı’dan kalan 85 milyon altın lira tutarındaki borcun, toprak büyüklüğü göz önüne alınarak 2/3’ünü öde-
Ahmet ATALIK
TMMOB Ziraat Mühendisleri
Odası İstanbul Şube Başkanı
yecek, 5 yıl süreyle gümrüklerindeki düşük koruma oranlarını da değiştiremeyecekti. Buna rağmen 1924 yılında bütçe gelirlerinin yüzde 22’sini oluşturan aşar vergisini 1925 yılında kaldırarak tarımsal üretimin geliştirilmesini hedefledi. Bu ortamda benimsenen öncelikli hedefler “köylü
milletin efendisidir,” “yurtta barış dünyada barış” anlayışıydı. Sonuçta, 1924-1929
yılları arasında tarımsal hasılanın yıllık büyüme hızının ortalaması yüzde 8,9’a erişti.
Konuyu hayvancılık sektörü üzerinden
irdelersek, hayvanlarımızın et, süt, deri,
yapağı ve kıl gibi verimlerini geliştirmek
amacıyla 1926 yılında Hayvan Islahı Kanunu çıkarıldı. Bu kanun çerçevesinde her
köyde bir damızlık bulundurulması şartı
MAKALE
getirildi.
Ülkemizde gerçek bir et sanayinin kurulması ilk kez 1936’da toplanan Sanayi
Kongresi’nde gündeme getirildi. Ancak
çalışmalara 1949’da başlanabildi. Bu
amaçla 1952 yılında Et ve Balık Kurumu
(EBK) kuruldu. Açtığı kombinaların yanında Türkiye hayvancılığının geliştirilmesi ve verimliliğin artırılması kurumun
öncelikli hedefleri oldu.
Hayvancılığın en önemli girdilerinden
olan yem konusunun da istikrarlı bir zemine oturtulması gerekiyordu. Türkiye
hayvancılığının kalkınması, gelişmesi ve
verimin artırılması için gerekli olan tam
veya tamamlayıcı nitelikte hazır yem üretmek üzere var olan yem çeşitlerini ve kaynaklarını işleyip, bu maddelerin tedarik,
imal ve ticaretini yapmak ve amaca uygun
olarak her türlü tarımsal, ticari ve sınai girişimlerde bulunmak amacıyla 1956 yılında Yem Sanayi Türk AŞ (YEMSAN) kuruldu. Özel sektörün de bu alana girmesini sağlamak amacıyla özel sektörle işbirliği ve ortaklık yoluna gitti. Bu kapsamda
1964 yılından itibaren özel sektör de yem
fabrikası kurmaya başladı.
Süt üreticilerinin ürettiği sütü işlemek
ve değerlendirmek için tesisler kurmak,
özel sektörü özendirmek amacıyla ona önderlik etmek, kooperatifleşmeyi özendirmek, eğitim ve araştırma yapmak, üreticinin desteklenmesini sağlamak, kalite ve
verimin yükseltilmesi için avans vermek,
işlenen ürünleri yurt içinde ve dışında satmak amacıyla da 1963 yılında Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) kuruldu.
1980’li yıllar ve üreten
Türkiye’yi pazara çevirme
politikaları!
Küreselleşme politikaları kapsamında
gelişmiş ülkeler kendi tarım sektörlerini
desteklemeye devam ederken, ülkemizde
12 Eylül 1980 darbesi sonrası destekleme
kapsamı son derece daraltıldı, tarımsal
ürün fiyatları baskılandı, iç ticaret hadleri
keskin bir şekilde tarımın aleyhine döndü.
1984 yılında Tarım Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılması adı altında Bakanlığın kurmay kurumları sayılabilecek Ziraat İşleri, Zirai Mücadele, Hayvancılığı
Geliştirme, Gıda İşleri, Veteriner İşleri, Su
Ürünleri, Topraksu Genel Müdürlükleri
kapatıldı.
İç piyasayı terbiye etme adı altında hayvansal ürünlerin ithalatı önündeki engeller kaldırıldı. Bu politikalar sonucu hay-
vancılık sektörü tam anlamıyla gerileme
ve çöküş sürecine girdi. Serbest piyasa koşulları söylemi adı altında sektöre hizmet
veren kamu kurumlarının özelleştirilmesi
gündeme geldi. Bu kapsamda piyasayı düzenleyen, üreticinin mağduriyetini önleyen, tüketicinin hayvansal ürünleri ucuz
tüketmelerini sağlayan YEMSAN, EBK
ve SEK 1992 yılında özelleştirilme kapsamına alındı.
YEMSAN, EBK ve SEK
özelleştiriliyor
YEMSAN 1970 yılına kadar yemin
üretiminden dağıtımına tüm süreci kontrol etti. Pazar payı özel sektörün de alana
girmeye başlamasıyla 1970 yılında yüzde
31’e, 1990 yılında ise yüzde 12’ye geriledi. YEMSAN’ın fabrikaları doğudan batıya tüm ülkede dengeli bir şekilde dağılmışken, özel sektör fabrikalarının yüzde
90’ı ülkenin batı kısmında yoğunlaşmıştı.
Bu durum özel sektörün bölgeler arası dengesizliklerin/eşitsizliklerin giderilmesi gibi bir kaygısı olmadığının en büyük göstergesi oldu. 1989 yılına kadar karlı bir şekilde çalışan YEMSAN bu tarihten itibaren zarar ettirilmeye çalışıldı. Özelleştirilme kapsamına alındığı 1992 yılında zararı günümüz parasıyla 55 bin TL iken ödediği faiz miktarı 75 bin TL idi. Kurum faiz yükü ile zarar ettirildi ve 1993-1995 yılları arasında özelleştirildi; 26 fabrikasının
11’inin üretimine derhal son verildi. Karma yemin tamamı özel sektörce üretilmeye başlandı. Bu alanda kapasitesi ve toplam üretimdeki payı en yüksek olan firma
artık bir yabancı sermayeli çokuluslu şirketti.
Ülke geneline yayılmış 38 fabrikasında süt, peynir, tereyağı vb. süt ürünleri işlenen SEK’in günümüz parasıyla 30 bin
TL olan kuruluş sermayesinin yarısı 1992
yılına dek verilmedi. Kurum parasal ihtiyacı için özel bankalardan yüksek faizli
kredi kullanmaya zorlandı. Özel çabalarla zarara sürüklenen kurumun elde ettiği
tüm karlar özel bankalara aktarıldı. Kurum
1993-1998 yılları arasında özelleştirildi.
Faaliyet zorunluluğu şartı konan, süt üretiminin en yoğun olduğu yörelerdeki fabrikaları dahil hemen hemen hepsi kapatıldı. SEK işletmelerinin özel sektörün eline
geçmesiyle süt piyasasında rekabet ortadan kalktı. Kamunun alandan tamamıyla
çekilmesiyle üreticiler bu tekellerin insafına terk edildi. SEK’in özelleştirilmesi ne
üreticiye ne de tüketiciye, yalnızca yerli
ve yabancı tekellere yaradı. Süt ve süt ürünlerinin perakende fiyatı sürekli artarken,
üreticinin eline geçen fiyat çoğu zaman
maliyeti bile karşılamadı.
EBK 1980’lerin sonunda et ve et ürünleri üretiminde yüzde 60’lık pazar payına
sahipti. Kurum alanında tekel olmamasına karşın et fiyatlarının oluşumuna etkide
bulundu. Bu kurum da özelleştirme politikalarının gündeme geldiği tarihe kadar
sürekli kar etti. İlk kez 1987 yılında günümüz parasıyla 9 bin TL zarar etti. Kurumun zararı 1991 yılında 55 bin TL’ye, 1992
yılında ise 186 bin TL’ye yükseldi. Aynı
yıl kurumun faiz gideri 754 bin TL idi. Bu
kurum da ağır faiz yükü ile batırıldı. EBK
kombinalarının önemli bir bölümü 19952000 yılları arasında özelleştirildi. Kombinaları, arsalarının rantında gözü olan vurguncular almıştı. Özelleştirilen 11 kombinanın 9’u hemen kapatıldı. EBK’nın özelleştirilmesi sonrasında kaçak kesimler artmaya başladı. Ülkemizin yıllık et tüketimi 1,2 milyon ton olup bunun ancak yarısı kayıtlı kesimlerden elde edilmektedir.
Özelleştirme hayvancılık
sektörünü geriletti
Hayvancılık sektörümüz açısından son
derece önemli bir yeri olan YEMSAN,
EBK ve SEK’in özel sektörün eline geçmesinden sonra Türkiye’nin hayvan sayısı ve kırmızı et üretimi hızla geriledi. Küreselleşme politikalarının başladığı 1980
yılında ülkemizin nüfusu 44 milyon, büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısı 81,4
milyon baş iken, günümüzde nüfusumuz
72,5 milyona çıkarken, büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısı ise 40,5 milyon başa geriledi. Hayvanlarımızın verimliliği
artmasına karşın kırmızı et üretimimiz oldukça gerilerken, süt verimimizde bir miktar artış sağlandı. Kamu kurumlarının özelleştirilmesinden hemen önce 1990 yılında
ülkemizin kırmızı et üretimi 742 bin ton
iken günümüzde 482 bin tona geriledi. Aynı yıllar için süt üretimimiz ise 9,6 milyon
tondan 12,2 milyon tona yükseldi (Tablo:1).
Hayvancılık sektörü için
2007 yılının önemi
Hayvancılık sektörü açısından 2007 yılı önemli bir dönüm noktasıdır. Kuraklık
birçok üründe rekolte düşmelerine neden
oldu. Bir önceki yıla göre kuraklık buğdayda yüzde 13,9, arpada yüzde 22,5, mısırda yüzde 7,2, sorgumda yüzde 49,3, fiğde yüzde 48,4, yağlık ayçiçeğinde yüzde
www.sekeris.org.tr 59
MAKALE
23,8 oranında üretim kaybına yol açtı. Bu
dönemde üretici 1 kg süt ile 1 kg yem dahi alamadı. Yemin ürün üretim maliyetleri içindeki payı süt sığırcılığında yüzde 64,
besi sığırcılığında yüzde 72 ve koyunculukta yüzde 57’dir. Buna karşın 2007 yılında arpanın fiyatı yüzde 46, kepeğin yüzde 76, ayçiçeği tohumu küspesinin yüzde
94, süt yeminin yüzde 48 artarken, çiğ süt
fiyatı yüzde 43 artışla yem fiyatlarının gerisinde kaldı.
2002 yılında 83 milyon TL olan hayvancılık destekleri 2007 yılında 750 milyon TL’ye çıkartıldı. Ancak, 2007 yılında
yaşanan genel seçimlerde neredeyse tüm
tarım destek bütçesi seçim öncesinde dağıtıldı ve bu kargaşada hayvancılık desteklerini ödeyemediği için ödemeler 2008
bütçesine bırakıldı. Yapılan kesin hesaplamalarda 750 milyon TL olarak hedeflenen hayvancılık desteklerinin verilen sözler nedeniyle 1 milyar 200 milyon TL’ye
çıktığı görüldü. Buna kızan ve Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı’nı hesap bilmemekle
suçlayan Maliye Bakanlığı, parayı veren
kendi olduğuna göre destekleri de kendisinin hesaplayacağını beyan etti. Bu kapsamda 2008 yılında hayvancılık destekleri 700-800 milyon TL’ler düzeyine çekilmek amacıyla hayvan başına destek modeline geçildi. Bu arada 2008 yılının büyük bölümünde kuraklık yine yaşanırken,
destekler artırılmak yerine yarı yarıya azBüyük-Küçükbaş Hayvan
Sayısı (baş)
Sığır
Süt (ton)
Et (ton)
Sayısı (baş)
Manda
Süt (ton)
Et (ton)
Sayısı (baş)
Koyun
Süt (ton)
Et (ton)
Sayısı (baş)
Keçi
Süt (ton)
Et (ton)
Toplam Hayvan (baş)
Toplam Süt (ton)
Toplam Et (ton)
60 Şeker-İş Dergisi
altılmış oldu. Bu dönemde üst üste gelen
olumsuzluklar nedeniyle yaklaşık 1 milyon süt ineği, 250 bin damızlık hayvan kesime giderken bu olayı; yanlış bir tespitle,
kırmızı et üretiminde artış olarak kamuoyuyla paylaşıldı.
Hayvancılık sektörüne bir darbe de
2009 yılında geldi
Hayvancılık sektörü için 2009 yılı da
önemli bir dönüm noktası oldu. 26 Ekim
2009’da yürürlüğe giren GDO yönetmeliği, dışa bağımlı olduğumuz ve önemli hayvan yemi olan mısır ve soyanın analizini
zorunlu hale getirip, ürünler analiz sırası
bekleyince yem fiyatlarında yine hızlı bir
yükselme görüldü. Bu kısa süreçte soya
küspesinde fiyat yaklaşık yüzde 45, kanola küspesinde yüzde 40, ayçiçeği tohumu
küspesinde ve yerli ayçiçeği tohumu küspesinde yüzde 25 oranında arttı. Bu olumsuz gelişmelere karşın üretici yine korumasız kalmıştı.
Örgütsüz yapısı içerisinde çiftçimiz süt
üretiminde kar edemediğinden hayvanını
kesime göndermekte, destekler artık yeterli düzeyde olmadığından hayvancılık
sektörüne yatırım yapılmamakta, ne bir damızlık ne de kesilecek hayvan bulunamadığından fiyatlar yükselmektedir. Tüm bu
politikalar sonucunda ülkemizde kişi başına kırmızı et tüketimi 1990 yılında 20,7
kg iken günümüzde (Kurban Bayramı tüketimleri de dahil) 7 kg’a geriledi. AB’de
ise kişi başına tüketim 75 kg’dır. Süt tüketimimiz ise kişi başına 17 lt olup AB’de
110 lt’dir. Hayvan sayımızdaki gerilemeden her bahsedişimizde birileri çıkar ve verimin arttığından bahseder. Görüldüğü
üzere artan verim et üretimimizin gerilemesine engel olamamıştır. Artan verimle
süt üretimimiz artsa da olması gereken düzeyin hala çok gerisindedir. Özetle, artan
verim gerileyen hayvan sayımızın cevabı
olamamaktadır.
İthalat çözüm mü?
Et fiyatları düşer mi?
Gelinen noktada kırmızı et fiyatları
marketlerde 35-40 TL’ye kadar yükseldi.
Bu kapsamda da iç piyasayı terbiye etmeye yönelik olarak Et ve Balık Kurumu vasıtasıyla et-canlı hayvan ithalatı yapılması istendi. Bir zamanlar tüm mesaisini hayvan ıslahına, hayvancılığı geliştirmeye, kaliteli ve yeterli et üretimine, özel sektörü
özendirerek gelişmesine yardımcı olmaya
ve pazarı düzenlemeye, böylelikle de hem
üreticiyi hem de tüketiciyi korumaya harcayan Et ve Balık Kurumu artık ithalatla
görevlendirilen bir kurum oldu.
Öncelikle spekülasyon konusuna bakalım. Ülkemizdeki hayvancılık işletme-
Tablo:1) Türkiye'nin hayvan varlığı, süt ve et üretimi
1980
15.567.000
7.710.600
130.380
1.040.000
273.905
10.660
46.026.000
1.147.395
239.400
18.775.008
483.000
52.600
81.408.008
9.614.900
433.040
1990
12.173.000
7.960.640
360.704
429.000
174.225
11.445
43.647.008
1.145.015
304.000
11.942.000
337.535
66.000
68.191.008
9.617.415
742.149
Kaynak: FAO, TÜİK
2000
10.761.000
8.732.041
354.636
146.000
67.330
4.047
28.492.000
774.379
111.139
7.201.000
220.211
21.395
46.600.000
9.793.961
491.217
2005
10.526.440
10.026.202
321.681
104.965
38.058
1.577
25.304.325
789.878
73.743
6.517.464
253.759
12.390
42.453.194
11.107.897
409.391
2008
10.859.942
11.255.176
370.619
86.297
31.422
1.334
23.974.591
746.872
96.738
5.593.561
209.570
13.753
40.514.391
12.243.060
482.444
MAKALE
lerinin yüzde 90’dan fazlası 1-50 baş hayvanı olan küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşmaktadır. 50 baştan fazla hayvanı olan işletmeler ise yüzde 2 civarındadır.
Bu işletme yapılarına göre üreticinin bugünkü et fiyatlarının oluşmasına esas spekülasyonu yaratması mümkün değildir.
Zaten üreticiye 14 TL civarında malolan
kemikli eti üretici 14-15 TL’den elinden
çıkarmaktadır. Sanayici ise kesecek hayvan bulamamaktadır. Ancak, gelinen noktada ithalat iki kesime yarar; iş adamına
ve hipermarketlere. Buna karşın ithalat, zaten can çekişen hayvancılığımızın ölüm
fermanıdır. Üreticinin kırsal alanda üretimden çekilip kente göç etmesi ve işsizler ordusuna katılması demektir. Tüketici
ise kısa bir süre için birkaç lira daha ucuza et yer, sonrasında ise et fiyatları çok daha yüksek noktalara çıkar.
İthalat kapsamında 4 Mayıs 2010 günü yapılan 4 bin 25 tonluk kasaplık sığır
alımına esas ilk ihale için üç firma, sadece Ankara kombinası için tahsis edilen 500
tonluk kısım için teklif verdi. Sorunu çözmesi için getirilecek 500 ton karşılığı kasaplık sığır ülkemizin sadece 3-4 saatlik et
ihtiyacını karşılayacaktır. 6 Mayıs 2010
günü ise 5 bin tonluk kasaplık sığır ihalesine ise sadece bir firma teklif verdi. Sonuçta gerekli rekabet koşulları oluşmadığından bahisle her iki ihale de iptal edildi. Üçüncü ihale ise 20 Mayıs 2010 günü
düzenlenecek. İşin acı yanı ise hala hayvancılık sektörümüzü ayağa kaldıracak
adımlar atılmıyor.
İhaleler daha başlamadan et fiyatları
birkaç lira aşağı indi. Birçok kesim bunu
ithalatın adı yetti, spekülatörler fiyatı aşağı indiriyor şeklinde yorumlandı. Doğrudur, hele ithalat olduğunda giren etin etkisiyle fiyatlar biraz daha aşağı inebilir. Peki bu fiyatlar neden aşağı inmeye başladı,
gerçekten spekülatörler mi terbiye edildi?
Sorunun cevabı aslında açık, ürettiği sütü
para etmeyen üretici hayvanı da gelecekte para etmeyecek korkusundan kesime
gönderiyor. Ayrıca kesim yaşı gelmeyen
hayvanlar dahi daha fazla zarar etmemek
adına üretici tarafından kesime gönderiliyor. İşin özü, hayvan varlığımız yine çok
hızlı bir şekilde azalıyor, tarım politikalarının cezası yine üreticiye ödettiriliyor.
Neler Yapılmalı?
AB’de et sektörü açısından hayvanlar
kooperatifler üzerinden pazarlanmaktadır.
Süt sektöründe ise müdahale kurumu piyasayı düzenlemekte, üretici desteklenmekte, ürünler kooperatiflerde işlenmekte, ihracatçıya ihracat sübvansiyonu verilmekte, bu yolla hem üretici hem de tüketici korunmaktadır. Kırmızı etin İrlanda’da
yüzde 70’i, Finlandiya’da yüzde 69’u, Danimarka’da yüzde 62’si, Hollanda ve İngiltere’de yüzde 35’i, Fransa’da yüzde
34’ü, Almanya’da yüzde 30’u kooperatifler kanalıyla pazarlanmaktadır. AB ortalaması yüzde 50’ler civarındadır. Sütte de
durum aynıdır. Ülkemizde siyası iktidarlar çiftçi örgütlerinin yönetimlerini ele geçirmeye uğraşmak yerine onları güçlü bir
yapıya kavuşturmak üzere politikalar kurgulanmalıdır.
Türkiye müdahale kurumu görevi gören kurumlarını özelleştirmek suretiyle
yok etmiştir. Et ve Balık Kurumu kalan 8
kombinası ile pazarın ancak yüzde 1’ine
sahiptir ve müdahale görevi yapamamaktadır. Bu kurum ithalatla görevlendirilmek
yerine tekrar müdahale kurumu haline getirilmelidir. Herhangi bir müdahale kurumunun bulunmamasından dolayı üretici
doğrudan sanayici ile karşı karşıyadır. Sanayicinin keyfiyetine kalmış fiyat politikalarından dolayı kazanamayan üretici
üretimden vazgeçebilmekte, et ve süt üretiminde dalgalanmalar yaşanmaktadır. Yaşama geçirilecek “okul sütü” gibi programlarla bir yandan sağlıklı bir neslin oluşturulması diğer yandan üretimin sürekliliği sağlanmalı, üretime zarar veren dalgalanmaların önüne geçilmelidir.
Diğer yandan meclis gündeminde görüşülmeyi bekleyen yeni Gıda Yasası ile
Hayvan Islahı Kanunu’nun yürürlükten
kaldırılması düşünülmektedir. Son dönemlerde hayvan ıslahı denince öncelikle canlı hayvan ithalatını düşünen zihniyet değiştirilmeli, coğrafyamızda en verimli olabilecek hayvanlar için ülkemiz üniversiteleri ve bilim insanları ile işbirliği yapılmalıdır. Hayvan varlığımız hızlı bir şekilde
artırılmalıdır.
Hayvancılığımızda meralara verilen
önem artırılmalı, artırılacak desteklerle
yem bitkileri ekim alanları genişletilmelidir. Dünya ticaretinde söz sahibi olan birçok ülke meraları sayesinde üretim maliyetlerini son derece aşağı çekmekte, hayvan verimleri bizden düşük olmasına karşın ticarette ön sıralarda yer almaktadırlar.
Üretim maliyetimizi düşürmenin yolu me-
ra hayvancılığından geçmektedir. Her ülkede olduğu gibi hayvancılığımız gerektiği şekilde desteklenmelidir.
Ülkemiz kırmızı et üretiminde bugün
yaşanan sorunları sadece spekülasyona
bağlamak hayvancılığımızın içinde bulunduğu zor durumun üzerini örtmektir. Altyapı sorunlarını çözmeksizin yapılacak et
ve canlı hayvan ithalatı sektörü çok daha
geriye götürecek, fiyatlar kısa süre sonra
çok daha yukarı tırmanacaktır. Türkiye yapacağı et ve canlı hayvan ithalatı nedeniyle ödeyeceği milyonlarca doları-avroyu
başka ülkenin çiftçileri ve halkının refahına harcamış olmaktadır. Bu kaynaklar ülkemiz hayvancılığının kalkındırılması için
kullanılmalıdır. Bugün dünyanın hayvancılıkta ileri pek çok ülkesinde deli dana
hastalığı yok edilebilmiş değildir. Gerek et
gerekse canlı hayvan ithalatı yoluyla bu ve
diğer hastalıkların ülkemize girme tehlikesi bulunmaktadır. Deli dana hastalığı
olan bir ürünü tüketen insanlarda da bu
hastalığın görülmesinden dolayı hiç kimsenin halkımızı böyle bir maceraya sürükleme hakkı bulunmamaktadır.
Bir ürünü kaliteli, sağlıklı ve ucuz tüketebilmenin yolu o ürünün ülkemizde
kendi üreticilerimiz tarafından üretilmesi
ve kendi örgütleri vasıtasıyla işlenmesi ve
doğrudan halkımızın tüketimine sunulmasıyla mümkündür.
Kaynakça
•Anonim, Türkiye Kırmızı Et Sektör Değerlendirmesi 2008 Yılı ve Sonrası Beklentiler,
TZOB, Ankara, Haziran 2008
•Anonim, Türkiye Süt Sektörünün Değerlendirilmesi 2008 Yılı ve Sonrası Beklentiler,
TZOB, Ankara, Nisan 2008
•Gökhan Günaydın, Küreselleşen Piyasa
Yoksullaşan Köylü, Liberal Reformlar ve Devlet, KİGEM, Ankara, 18-19 Nisan 2003
•Gökhan Günaydın, Tarım ve Kırsallıkta
Dönüşüm, Tan Yayınları, Ankara, Mart 2010
•Mehmet Ertuğrul ve ark, Türkiye Küçükbaş Hayvancılığının İyileştirilmesi, Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, Ankara, 11-15
Ocak 2010
•Necdet Oral, Tarımda Kapitalizm ve Sınıflar, ZMO, Ankara, Ağustos 2006
•Numan Akman ve ark, Türkiye Sığırcılık
İşletmelerinin Yapısı ve Geleceğin Sığırcılık İşletmeleri, Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, Ankara, 11-15 Ocak 2010
www.sekeris.org.tr 61
KUTLAMA ZİYARETLERİ
ZİYARETLER
SENDİKAMIZ Şeker-İş’in 19. Olağan Genel Kurulu’nun
ardından Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, Genel Sekreteri Ergün Atalay, Teksif Sendikası Genel Başkanı Nazmi Irgat, Türkiye Yol-İş Sendikası Genel Başkanı Ramazan Ağar,
Türk Koop-İş Sendikası Genel Başkanı Eyüp Alemdar, Türkiye Denizciler Sendikası Genel Başkanı Dr. Hasan Pekdem ve
Genel Sekreteri Eyüp Kasap; Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan ile birlikte gelerek yeni yönetimi kutladılar.
HABER-İŞ Sendikası Genel Başkanı Ali Akcan Sendikamız Genel Merkezi’ne gelerek Genel Başkanımız İsa
Gök’ün şahsında yeni yönetimi kutladı.
TARIM-İŞ Sendikası Genel Başkanı Bedrettin Kaykaç,
Genel Sekreteri Mustafa Çardakçı, Genel Teşkilatlandırma
Sekreteri İlhami Polat Sendikamız Genel Merkezi’ne gelerek
yeni yönetimi kutladılar.
TÜRK-İŞ Genel Teşkilatlandırma
Sekreteri ve Türk Metal Sendikası Genel Başkanı Pevrul Kavlak ile Merkez
Yönetim Kurulu Üyeleri Sendikamız
Genel Merkezi’ne gelerek yeni yönetimi kutladılar.
62 Şeker-İş Dergisi
TEŞKİLAT
Turhal’da Şeker-İş
Voleybol Takımı İkinci Oldu
TURHAL Kaymakamlığı tarafından “Kurumlar
Arası Voleybol Turnuvası” 8 Mart-27 Nisan 2010 tarihleri arasında, Turhal Kapalı Spor Salonu’nda düzenlendi. 24 takımın katıldığı turnuvada Şeker-İş Sendikası
Turhal Şubesi Voleybol Takımı ikinci oldu. Ayrıca Şube Voleybol Takımı’nın oyuncularından İsmail ÖZEKE
en iyi pasör, işitme engelli oyuncu Kemal GÜNEL en
centilmen sporcu seçildi.
Muş Şeker’de
Anneler Günü
Kutlaması
ŞEKER-İŞ Sendikası Muş Şubesi tarafından kadın üyelerimizin katılımıyla
Anneler Günü kutlaması düzenlendi.
Muş Şeker Fabrikası
Voleybol Takımı
Üçüncü Oldu
MUŞ Şeker Fabrikası Voleybol Takımı Muş’ta yapılan ve 30 takımın katıldığı Valilik Voleybol Turnuvası’nda
üçüncü oldu. Voleybol takımımız Üçüncülük Kupasını Muş Valisi Sayın Erdoğan BEKTAŞ’tan aldı.
SENDİKAMIZIN VE VAKFIMIZIN OLAĞAN
DENETİMLERİ YAPILDI
GENEL Merkez Denetim Kurulumuz, 8-22 Şubat 2010 tarihleri arasında
Sendikamızın Genel Merkezi’nde toplanarak olağan denetimlerini gerçekleştirdiler. Salih ÜNAL (Başkan), Osman
ERİK (Raportör) ve Hasan DURBAK
(Üye) yaptıkları denetimde, Sendikamızın çalışmalarını gözden geçirerek, mali
ve idari dokümanlarını incelediler ve hazırladıkları raporu Merkez Yönetim Kurulumuza sundular.
Vakıf Denetim Kurulumuz Genel
Merkezimizde 1-5 Şubat 2010 tarihleri
arasında toplanarak, Ölüm ve Sosyal Yardımlaşma Vakfımızın olağan denetimini
gerçekleştirdiler. Halis HALİFEOĞLU
(Başkan), Mustafa KALEM (Raportör)
ve Ali Kıyar (Üye) yaptıkları çalışmaların sonunda bir rapor hazırladılar. Bu raporda idari olarak Yönetim Kurulu toplantılarının ve kararlarının Yönetmelik ve
Tüzüğe uygun olarak zamanında yapıldığını, evraklarda herhangi bir eksikliğe
rastlanmadığını belirtiler.
www.sekeris.org.tr 63
KAYBETTİKLERİMİZ
ABDULLAH METİN
Eskişehir Şeker Fabrikası rafineri kısmında çalışan değerli üyemiz Abdullah
METİN geçirdiği trafik kazası sonucu 12 Kasım 2009 tarihinde vefat etti.
GÜRCAN AYTAÇÇIK
Eskişehir Şeker Fabrikası meydan kısmında çalışan değerli üyemiz Gürcan
AYTAÇÇIK geçirdiği beyin kanaması sonucu 8 Eylül 2009 tarihinde vefat
etti.
MUSTAFA AY
Eskişehir Şeker Fabrikası makinistlik kısmında çalışan değerli üyemiz Mustafa AY yakalandığı amansız hastalık sonucu 11 Şubat 2010 tarihinde vefat
etti.
SAMET KAMİL ÇALIŞKAN
Ankara Şeker Fabrikası rafineri kısmında çalışan değerli üyemiz Samet Kamil
ÇALIŞKAN geçirdiği kalp krizi sonucu 27 Temmuz 2009 tarihinde vefat etti.
HAMİT BOZBIYIK
Ankara Makina Fabrikası’nda çalışan değerli üyemiz Hamit BOZBIYIK yakalandığı amansız hastalık sonucu 14 Kasım 2009 tarihinde vefat etti.
ŞERAFETTİN KOTAN
Muş Şeker Fabrikası meydan kısmında çalışan değerli üyemiz Şerafettin KOTAN yakalandığı amansız hastalık sonucu 12 Ocak 2010 tarihinde vefat etti.
AGAH BOZBIYIK
Ankara Şeker Fabrikası rafineri kısmında çalışan değerli üyemiz Agah BOZBIYIK yakalanmış olduğu amansız hastalık sonucu 11 Mayıs 2010 tarihinde
vefat etti.
Merhumlara Allah’tan rahmet, ailelerine, yakınlarına, mesai arkadaşlarına ve camiamıza sabır ve başsağlığı dileriz.
64 Şeker-İş Dergisi

Benzer belgeler