akob dergisi 34. sayısını görüntülemek için bu satırı tıklayınız.

Transkript

akob dergisi 34. sayısını görüntülemek için bu satırı tıklayınız.
Mediterranean Opera and Ballet Club Culture and Art Magazine
MÜZİK AŞKTIR
ORKESTRA İÇİN VARYASYONLAR
VE 21. YÜZYILDA MÜZİK ÜZERİNE
DÜŞÜNCELER
MUSIC IS LOVE
VARIATIONS FOR ORCHESTRA
AND THOUGHTS ON MUSIC
IN THE 21st CENTURY
Romantizmden
Gerçekçiliğe Verdi
Verdi, du Romantisme
au Réalisme
DÜNYADAN BÜYÜK BİR
PİYANİST GEÇTİ
MARTIN BERKOFSKY
A GREAT PIANIST PASSED BY
THIS WORLD
MARTIN BERKOFSKY
Photo: Dario Acosta
34
Akdeniz Opera ve Bale Kulübü Derneği
Adına İmtiyaz Sahibi - Dernek Başkanı
Fazıl Tütüner
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
A. Vahap Kokulu
Başkan Yardımcısı
Selami Gedik
16
6
Başkan Yardımcısı
Nihat Taner
Yayın Yönetmeni
İhsan Toksöz
Yardımcı Yayın Yönetmeni
Demet Şaman Tarlakazan
Reklamlar ve Finans Kaynakları
Bengü Yılmazer Hadra
Sayman
Eyüp Dinç
28
Genel Sekreter
Filiz Emine Sancar
Sanat Etkinlikleri
Mine Yalçın
38
Basın Yayın ve Halkla İlişkiler
Monika Kuki
Web Sitesi
Ziya Aykın
STK İlişkileri
Fatma Kozacıoğlu
06-13
Yayın Kurulu
A. Vahap Kokulu
Ziya Aykın
Semihi Vural
Nihat Taner
SOPRANO
Berlin Correspondent
Alexandra Ivanoff
ANGELA MEADE
ÖMER EĞECİOĞLU
14
London Correspondent
Stephen Jackson
ALGI, MUHAKEME,
YARGI
New York Correspondent
Meral Güneyman
SELMAN ADA
Los Angeles Correspondent
Ömer Eğecioğlu
16-21
Yayına Hazırlık
ERİLYA TASARIM - MERSİN
Kapak ve Sayfa Tasarımı
Burçin Keseci
Baskı
Güven Ofset Ltd. Şti.
Uray Caddesi No:25/A Mersin
Tel: 0324 238 28 80 - 237 27 80
Basım Tarihi - 25.02.2016
MÜZİK AŞKTIR
ORKESTRA İÇİN
VARYASYONLAR ve 21.
YÜZYILDA MÜZİK ÜZERİNE
DÜŞÜNCELER
MUSIC IS LOVE
VARIATIONS FOR ORCHESTRA
AND THOUGHTS ON MUSIC IN
THE 21st CENTURY
SETEVEN R. LEBETKİN
Akdeniz Opera ve Bale Kulübü Derneği
The Association of Mediterranean Opera and Ballet Club
22-24
KİTAP:
SARAH QUIGLEY
ORKESTRA ŞEFİ
LENINGARD
SENFONİSİ
CENGİZ KARA
28-36
PİYANİST / PIANIST
MARTIN BERKOFSKY
Bahçe Mh. 4606 Sk. İstiklal İşhanı Kat:2 Mersin
Tel: 0324 238 86 80 • [email protected] • www.akob.org
TUĞRUL GÖĞÜŞ
Bağışlarınız için: İŞ BANKASI
Uray Şubesi (6607) - Hesap No: 959250
IBAN: TR69 0006 4000 0016 6070 9592 50
38-46
Donations: İŞ BANK - Uray Branch
IBAN: TR69 0006 4000 0016 6070 9592 50
BIC: ISBKTRISXXX
Dergimize gönderilen yazı ve görseller yayınlansın
ya da yayınlanmasın iade edilmez.
Yayınlanan yazıların içeriğinden yazarlar sorumludur.
ROMANTİZMDEN
GERÇEKLİĞE
VERDI
VERDİ, DU ROMANTISME
AU RÉALISME
ARZU ETENSEL İLDEM
GÜNEŞLİ GEÇEN
ŞUBAT AYI
GÜZEL GÜNLERİN
MÜJDECİSİ OLSUN!
İhsan Toksöz
[email protected]
B
u sayımızda da yine İngilizce ve Fransızca
yazılarımız var. AKOB nereye koşuyor diyorlar
ama bizim yönümüz belli. Her türlü olumsuzluğa
karşı müzikle sevgiye ve barışa koşuyoruz
yılmaksızın!
Selman Ada’nın yazısı “Algı, Muhakeme, Uygulama” başlığını
taşıyor. İlk kez opera izleyen birinin sahnede olan biteni
algılayamaması nedeniyle sadece “bağıran insanlar” görmesinin
ardında ilgi ve bilgi eksikliğinin yattığını çok güzel anlatıyor
kısacık yazsısında. Ve nasıl opera sever olunacağının ipuçlarını
veriyor.
Ömer Eğecioğlu 2014 yılında ünlü Opera News dergisinin
divalara ayrılan özel sayısına kapak olan, derginin “Yolunu
gözlediğiniz Diva burada!” diye tanıttığı Koloratura Soprano
Angela Meade ile yaptığı söyleşiyle dergimizde. Angela Meade
bizim de kapak starımız bu sayıda. (EN/TR) – “An Interview
with Soprano Angela Meade - Angela Meade ile Bir Söyleşi”.
Prof. Dr. Arzu Etensel İldem ise Rigoletto ve La Traviata’yı
ele aldığı yeni inceleme yazısıyla aramızda: FR/TR - “Verdi, du
Romantisme au réalizme – Romantizmden Gerçekliğe Verdi”.
Steven Lebetkin 4 Aralık 2015 tarihinde, Adana’da Şef Vladimir
Lungu yönetiminde, Çukurova Senfoni Orkestrası tarafından
Dünya Prömiyeri yapılan eserini tanıtırken “21. Yüzyılda Müzik”
konusunda düşüncelerini aktarıyor okurlarımıza. EN/TR “Variations for Orchestra and Thoughts on Music in the 21st
Century – Orkestra için Varyasyonlar ve 21. Yüzyılda Müzik
Üzerine Düşünceler”
Tuğrul Göğüş ise müşterek dostumuz, iyi insan, kırılgan dost,
büyük piyanist müteveffa Martin Berkofsky’i anlatıyor AKOB
okurlarına. Saygıyla anıyoruz dostumuzu. Ruhu şâd olsun.
EN/TR - “Homage to a Refined and Affable Friend: Pianist
Martin Berkofsky - Zarif ve Dost Canlısı Bir Arkadaşın
Anısına: Piyanist Martin Berkofsky”.
Cengiz Kara, Sarah Quigley’in yazdığı “Orkestra Şefi
- Leningrad Senfonisi” isimli kitabı tanıyor bizlere.
Okurlarımızdan aldığımız bilgilere göre sevgili Cengiz Kara’nın
tanıttığı kitaplardan edinenler ve keyifle okuduklarını bildirenler
oldukça fazla… Seviniyoruz.
4 AKOB | ARALIK 2015
RESİTAL / MASTER CLASS
HELENA POGGIO LAGARES (KEMAN)
MIGUEL ANGEL ORTEGA CHAVALDAS (PİYANO)
Şubat ayında bir etkinliğimiz daha Mersinlilerin büyük ilgisiyle
gerçekleştirildi. İspanyol sanatçılar, Çellist Helena Poggio
Lagares ve Piyanist Miguel Angel Ortega Chavaldas, 26 Şubat’ta
MEÜ Devlet Konservatuvarı - Nevit Kodallı Oda Müziği
Uygulama ve Araştırma Merkezi Konser Salonu’da bir resital
gerçekleştirdiler.
Zaragoza Aragon Yüksek Konservatuvarı’nda öğretim görevlisi
olan sanatçılar 27 Şubat günü Mersin Devlet Konservatuvarı
öğrencileri ile bir de Master Class çalışması yaptılar.
Bu etkinliklerimizin paydaşı Mersin Barosu idi. Her zaman
sanat ve sanatçıların yanında olan Mersin Barosu’nun değerli
yönetimine teşekkür ediyoruz. Ayrıca imkânlarını bizim için
seferber eden Devlet Konservatuvarı yönetimine de işbirliği için
teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Sıkıntılarınızı atın dışarıya, müzik dolsun yüreğinize…
Soprano
Angela
Meade
Ömer Eğecioğlu
Santa Barbara, CA, ABD
[email protected]
Koloratura soprano Angela Meade opera dünyasına oldukça geç adım atmış
yeteneklerden. Ama sanatçının kariyerinde zirveye yükselişi baş döndürücü bir
hızla oldu. Genç sopranonun başarıları son yıllarda da birbirini hızla takip ediyor.
“Divalar”a ayrılmış olan “Opera News” dergisinin 2014 Kasım Özel Sayısı,
Angela Meade’i kapak yaparken; “Yolunu gözlediğiniz Diva burada”, “Herkesin
övmekte haklı olduğu genç soprano” şeklinde sözler kullanıyor.
Photo: Dario Acosta
6 AKOB | ARALIK 2015
Angela Meade ABD’nin Washington eyaletinde doğdu. Müzik
çalışmalarını buradaki Tacoma şehrindeki Pacific Lutheran
Üniversitesi’nde başlayan sanatçı, daha sonra Manhattan Müzik
Okulu’nda bir süre öğrencilik yaptı ve bunun ardından lisansüstü
çalışmaları için Güney California Üniversitesi, Thornton Müzik
Okulu’na başladı. Burada Gary Glaze ile çalıştı.
2000’li yıllarda şan yarışmalarına katılmaya başladı ve opera
dünyasının en saygın yarışmalarını birbiri ardına kazandı. Bunların en
önemlileri arasında 2007 yılında elde ettiği New York Metropolitan
Opera (MET) National Council Auditions yarışması var. Bu yarışma
The Audition başlığı altında bir belgesel film haline dönüştürüldü.
2007’de Viyana’nın ünlü Belvedere Yarışması’nı, 2008’de José
Iturbi Uluslararası Müzik Yarışması’nı, 2011 yılında Richard Tucker
Foundation Yarışması’nı kazandı. 2012’de MET Beverly Sills Sanat
Ödülü’ne layık görüldü.
Angela Meade kariyerinin başlangıcında Weber’in Der Freischütz
operasında “Agathe”, Handel’in Agrippina‘sında başrol, Mozart’ın
Così fan tutte’sinde “Fiordiligi”, Sihirli Flüt’ünde “Gece Kraliçesi” ve
“Birinci Kadın”, Der Schauspieldirektor’de “Madam Herz”, Johann
Strauss’un Yarasa operasında “Rosalinde” rollerini seslendirdi.
Kendisi günümüzde Donizetti’nin Tudor Kraliçelerini konu alan
operaları Anna Bolena, Maria Stuarda ve Roberto Devereux’daki baş
rollerin üçü de repertuvarında olan ender sopranolardan. Bu roller
yirminci yüzyılın ortasında Leyla Gencer için tekrar canlandırılmıştı.
Meade, 2015 yılında Maria Stuarda olarak Oregon’un Astoria Music
Festivali’ndeydi. Aynı yıl İspanya La Coruña’da Rossini’nin Ermione
operasında başrolü aldı.
Coloratura Angela Meade’s
entry to the world of opera has
not been at an early age. But
her rise to the top certinly has
been rapid. Hers is a continuing
success story with leading
roles in one monumental opera
after another. The “Opera
News” magazine had her as the
cover story in the November
2014 special issue on Divas,
describing her as “The Diva
you’ve been waiting for” and
“The young soprano everyone
agrees it’s safe to rave about”.
She was born in the State of Washington. Her music studies
started at the Pacific Lutheran University in Tacoma there. She
then spent a term at the Manhattan School of Music and then
for her graduate studies attended the University of Southern
California’s Thornton School of Music. She studied there with
Gary Glaze.
In the 2000’s she started the competition circuit and won
numerous prestigious awards. One of the most important was
the 2007 New York Metropolitan Opera National Council
Auditions. This competition was made into a documentary
titled The Audition. In 2007 she won the prestigious Vienna
Belvedere Competition, in 2008 the José Iturbi International
Music Competition, in 2011 the Richard Tucker Foundation
Competition and in 2012 she was MET’s choice for the Beverly
Sills Artist Award.
At the start of her career Angela Meade sang Agathe in Weber’s
Der Freischütz, the leading role in Handel’s Agrippina, Fiordiligi
in Mozart’s Così fan tutte, The Queen of the night and the First
Lady in the Magic Flute, Mme. Herz in Der Schauspieldirektor and
Rosalinde in Strauss’s Die Fledermaus.
Leyla Gencer
Donizetti’nin Tudor Kraliçelerini
konu alan Anna Bolena, Maria
Stuarda ve Roberto Devereux
operaları 20. yüzyılın ortasında
Leyla Gencer için tekrar
canlandırılmıştı
The three Tudor Queen
operas Anna Bolena,
Maria Stuarda and Roberto
Devereux of Donizetti were
revived in mid 20th century
for Leyla Gencer
She is one of the rare sopranos of our day who has all three of
Donizetti’s Tudor Queens in Anna Bolena, Maria Stuarda and
Roberto Devereux in her repertoire. These roles were revived
in mid twentieth century for Leyla Gencer. Meade appeared
as Maria Stuarda in Oregon’s 2015 Astoria Music Festival. The
same year she took the title role in Rossini’s Ermione in La
Coruña, Spain.
ARALIK 2015 | AKOB
7
Angela Meade
Metropolitan Opera’nın
Ernani gösteriminde
Elvira rolünde.
Photo: The Metropolitan Opera
MET’te 2008’de Verdi’nin Ernani operasında, 2011’de Anna
Bolena, 2012’de Ernani, 2013’de Norma ve Falstaff, 2014’te
Il Travatore ve yine Ernani’de rol aldı.
2009 yılında New York Caramoor’da Rossini’nin Semiramide,
2012’de Collegiate Chorale ile Bellini’nin Beatrice di Tenda,
Cincinatti Opera’da 2013 yılında Mozart’ın Don Giovanni
operasında dinleyicilerle beraber oldu.
İtalya’da ilk kez 2014 yılında Turin’in Teatro Regio topluluğu
ile Rossini’nin Wilhelm Tell’inde söyledi. Daha sonra bu
toplulukla Chicago, Ann Arbor, Toronto ve New York’ta
turneye çıktı. Aynı yıl Il Travatore’de “Leonora”yı Berlin’de
ve İspanya’da seslendirdi. Yer aldığı diğer eserler arasında
Washington Opera’da Norma, Viyana’da Il Vespri Siciliani,
Berlin’de The Two Foscari’de “Lucrezia”, Donizetti’nin
Lucrezia Borgia’sı ve Bellini’nin Norma’sı var.
Bellini’nin ünlü bel canto operası Norma, koloratura
sopranolar için en zor rollerden birisi olarak kabul edilir. Bu
sevilen operanın 1831 yılında yer alan prömiyerindeki ilk
Norma, efsanevi soprano Giuditta Pasta olmuştu. Yirminci
yüzyılın ikinci yarısının en ünlü Norma yorumcuları
arasında Maria Callas, Dame Joan Sutherland, Leyla Gencer,
Montserrat Caballé, Beverly Sills, Renata Scotto ve Shirley
Verrett’i sayabiliriz. Bu operanın en çok sevilen aryaları
arasında şüphesiz Casta Diva var. Casta Diva, Angela
Meade’in de yarışmalarda seslendirdiği ve yorumuyla üstün
başarı kazandığı bir eser.
Kendisi sadece opera yıldızı değil, solist olarak da New York
Kennedy Center gibi birçok yerde sahne alıyor. Eşliğinde
sahneye çıktığı orkestralar arasında New York Philharmonic,
Baltimore Symphony, Boston Symphony, Cleveland Orchestra,
Houston Symphony, Minnesota Orchestra, Montreal’in
8 AKOB | ARALIK 2015
Angela Meade
as Elvira in Metropolitan
Opera’s Ernani.
At the MET she appeared in Verdi’nin Ernani in 2008 and 2012,
as Anna Bolena in 2011, in Norma and Falstaff in 2013, and in Il
Travatore and once again in Ernani in 2014.
In 2009 she appeared in Rossini’s Semiramide in New York’s
Caramoor and in Bellini’s Beatrice di Tenda with the Collegiate
Chorale in 2012. In 2013 she was Donna Anna in Cincinatti
Opera’s Don Giovanni.
Her Italian debut was in 2014 with Turin’s Teatro Regio singing
in Rossini’s WilhelmTell. Later with the the same group she
toured Chicago, Ann Arbor, Toronto and New York. The
same year she has sung Leonora in Il Travatore in Berlin and
Spain. Among some of the other works she has appeared in
are Norma in Washington Opera, Il Vespri Siciliani in Vienna, as
Lucrezia in The Two Foscari in Berlin, Donizetti’s Lucrezia Borgia
and Bellini’s Norma.
Bellini’s beloved bel canto opera Norma is considered to be one
of the hardest parts in the coloratura literature. The first Norma
in the premiere of this work in 1831 was the legendary soprano
Giuditta Pasta. In the second half of the twentieth century
the renowned sopranos Maria Callas, Dame Joan Sutherland,
Leyla Gencer, Montserrat Caballé, Beverly Sills, Renata Scotto
and Shirley Verrett shone as the preeminent interpreters of
1831 yılındaki
prömiyerinde
Bellini’nin ilk
Norma’sını
seslendiren
ünlü soprano
Giuditta Pasta
(1797-1865).
In the 1831
premiere of the
opera, the first
Norma was the
famous soprano
Giuditta Pasta
(1797-1865).
Norma. One of the best known arias in Norma is undoubtedly the
protagonist’s Casta Diva. This is the work that Angela Meade made
her own in many competitions.
She is also an active recital artist. She has sung at the New York
Kennedy Center and shared the stage with orchestras such as the
New York Philharmonic, Baltimore Symphony, Boston Symphony,
Cleveland Orchestra, Houston Symphony, Minnesota Orchestra,
Montreal’s Orchestre Métropolitain, Philadelphia Orchestra,
Pittsburgh Symphony, Saint Paul Chamber Orchestra, San Antonio
Symphony, Seattle Symphony. She has interpreted Strauss’s Last
Four Songs, Poulenc’s Gloria, Rossini’s Stabat Mater, Handel’s
Messiah and Vivaldi’s Gloria.
Angela Meade has appeared as Norma at the end of 2015 in Los
Angeles. The first time she worked with the LA opera was as
Donna Anna in Don Giovanni in 2012.
Orchestre Métropolitain, Philadelphia Orchestra, Pittsburgh
Symphony, Saint Paul Chamber Orchestra, San Antonio
Symphony, Seattle Symphony sayılabilir. Verdiği çok sayıda solo
resitale ek olarak sahnede Richard Strauss’tan Son Dört Şarkı,
Poulenc’den Gloria, Rossini’den Stabat Mater, Handel’den
Messiah ve Vivaldi’den Gloria yer aldığı eserler arasında.
Angela Meade 2015’ın sonunda Los Angeles’te karşımıza Norma
olarak sahneye çıktı. Burada ilk sahne alışı ise 2012 yılında Don
Giovanni’de “Donna Anna” rolündeydi.
2012 yılında İrlanda Wexford Festival Opera’da Mercadante’nın
Virginia operasını seslendirirken tanıştığı tenor John Matthew
Myers ile 2015 Mayıs ayında evlenen sanatçı yoğun temsil
programına dünyanın ileri gelen opera salonlarında devam ediyor.
Angela Meade ile AKOB Dergisi okuyucuları için 2015 yılının
sonunda konuştum.
Yoğun programınız arasında bu söyleşiye vakit ayırdığınız
için teşekkür ederim.
Bu benim için bir zevk.
AKOB Dergisi Türkiye’nin güney doğusundaki güzel Akdeniz
kıyı kenti Mersin’de çıkıyor. Akdeniz Opera ve Bale Kulübü
Derneği’nin yayını. Bu söyleşiyi İngilizce/Türkçe olarak
yayınlayacağız.
Bu çok hoş.
ABD’nin Batı kıyısındaki Washington eyaletinde büyüdünüz.
Profesyonel bir ses sanatçısı olacağınızı ne zaman anladınız?
Ben her zaman klasik müzik dinlenen bir evde büyümedim.
Sadece ortaokul bandosunda çaldığım zaman bu müzikle
tanıştım. Koroda söylüyordum ve bazen klasik parçalar da
seslendiriyorduk. Ben opera diye bir şey olduğundan ve hatta
In May 2015 she married tenor John Matthew Myers. They had
met in Ireland’s Wexford Festival Opera in 2012, sharing the stage
in Mercadante’s Virginia. Angela Meade is continuing her active
professional life for now, which means that she is busy taking the
stage in some of the the best opera houses of the world.
I interviewed Angela Meade for the readers of the
AKOB Magazine at the end of 2015.
I would like to thank you for taking the time to talk to
me when you have such a busy schedule.
It's a pleasure.
AKOB Magazine is published in the beautiful
Mediterranean town of Mersin in southeast Turkey. It
is a publication of the Mediterranean Opera and Ballet
Club. This interview will appear in the magazine both in
English and Turkish.
How wonderful!
You grew up in the state of Washington on the West
coast. When did it cross your mind that you would be a
professional singer?
I did not grow up in a house with a lot of exposure to classical
music. My only exposure to it was when I was in school, when I
played in the school band. I sang in a choir and we sang classical
pieces occasionally. I really did not know that there was this thing
called opera and that one could make a career with it. I was in
the Centralia Community College in my home town of Centralia
in Washington, and I was not really sure what I wanted to do
with myself after graduation. So I took some courses, which were
in general in the sciences. I was thinking that I was going to do a
pre-med. I was taking lots of biology, chemistry and calculus. Then
I realized that I was not happy with this and I stopped going in that
direction.
ARALIK 2015 | AKOB
9
bunun kariyer olarak seçilebileceğinden tamamen habersizdim.
Liseden sonra Washington’da Centralia kasabasındaki Centralia
Halk Okulu’nda dersler aldım ama mezun olduktan sonra ne
yapacağım hakkında pek bir fikrim yoktu. Genellikle bilim
dallarına ilgim vardı, çünkü doktor olabileceğimi düşünüyordum.
Biyoloji, kimya ve matematik aldım. Ama daha sonra okulda
mutlu olmadığımı fark ettim ve çalışmalarımın yönünü
değiştirdim.
Angela Meade Donizetti’nin Tudor
Kraliçesi Anna Bolena rolünde.
Angela Meade as Donizetti’s Tudor
Queen Anna Bolena.
Müziksever olarak şansımız varmış, desenize!
Evet, öyle diyebiliriz. Tekdüzelikten sıkıldığım için değişik bir
şey aradım ve seçmeli ders olarak koro almaya karar verdim.
Öğretmenim beni duyunca sesimin güzel olduğunu, şarkı
söylemekten zevk aldığımı düşünmüş olmalı ki şan hocası
bir arkadaşından özel ders almayı düşünüp düşünmeyeceğimi
sordu. Tabii, dedim, niye olmasın? Ben lisedeyken her sene
solo ve topluluk ses yarışmalarında yer almış, bu münasebetle
de koro öğretmenimden az da olsa vokal teknik öğrenmiştim.
Bunu sevdiğimin farkındaydım ama ileride ne işe yarayacağını
bilmiyordum. Neyse, şan dersleri almaya başladım. Bir süre
sonra hocam sesimin opera şarkıcısı niteliğinde olduğunu
düşündüğünü söyledi. İnanır mısınız, ben bunun ne anlama
geldiğini bilmiyordum! Bana birkaç arya verdi, eve gittim ve
onları öğrendim. Bir hafta sonraki dersime hazırladığım aryaları
getirip söyledim. Bana bu stil çok doğal geldiğinden olacak,
operatik müziğe aşık oldum. Meraklı bir kişiyimdir, bu nedenle
şarkıcılar, opera ve bu sanatın tarihçesi üzerine araştırma
yapıp bilgi toplamak da bana çok ilginç geldi. Bir yıl boyunca
hocamla çalıştım, daha sonra da kendimi bu alanda denemeye
karar verdim. Şan lisans çalışmaları için Pacific Lutheran
Üniversitesi’ne kaydoldum.
Yani kariyeriniz böyle mi başladı?
Evet, öyle diyebiliriz. Lisans öğrencisi olarak yaptığım
çalışmalarla bu sanata o kadar aşık oldum ki ileride mesleğimin
bu olacağına karar verdim.
Eğitiminiz sürecinde hangi noktada, diyelim ki bir Wagner
soprano olmayacağınız, size bel canto stilin uygun olduğu
anlaşıldı dersiniz?
Bu ilginç bir soru. Daha önce kimse bana bunu sormamıştı!
Lisans çalışmalarım sırasında hocalarım - benim iki hocam vardı
- lirik soprano olduğumu düşünüyorlardı. Bol bol Mozart ve buna
benzer eserler çalışıyordum. Lisansüstü çalışmalarım için Güney
California Üniversitesi’ne gittiğim zaman bazı şeyler değişmeye
başladı. Çalışmalarıma başladığım ilk dönem, okulda Sihirli Flüt
sahneleniyordu. Burada Birinci Kadın rolünü zaten söylemiştim,
onun için Gece Kraliçesi’ni üstlenmek istedim, sonunda da bu
rolü almayı başardım. Bundan sonra da müzik araştırmalarına
başladım. Bel canto’ya yönlenmeye hiç niyetim yoktu ama
Callas’ın söylediği Casta Diva’yı duyunca bu aryaya aşık oldum.
Dersime getirip öğrenmek istediğimi söyledim. Öğretmenim
10 AKOB | ARALIK 2015
Lucky for us, I’d say.
Exactly. I needed an outlet because it felt so tedious. So I took the
college choir as an elective class. I had a strong voice so the teacher
heard me and told me that I had a beautiful voice and seemed
to enjoy singing, so would I consider taking lessons from a voice
teacher friend? And I thought, OK, sure. I had had a little taste of
it in high school, I took part in he solo and ensemble competitions
every year, and so I had taken some voice lessons with my choir
teacher in high school prior to that. I knew that I liked it, but I
did not know what to do with it. So I started taking lessons, and
after a while my teacher told me that my voice is like an opera
singer’s voice. I was not sure what that meant by that! He gave me
a couple of arias, I went home and learned them. I came back the
next week and I sang them and I found that I fell in love with that
kind of singing as it felt very natural to me. I am a curious person,
so the idea of researching singers, opera and its history was very
intriguing to me. So I studied with him for a year and then I decided
to be a voice major to try out what that would be like, and then
transferred to the Pacific Lutheran University for my undergraduate
studies.
herhalde biraz deli olduğumu düşünmüştür ama yine de çalışmaya
başladık, kısa bir zaman içinde bu tür müziğin benim için çok
doğal olduğu ortaya çıktı. Bu noktadan itibaren de benim yolum
belirlenmiş oldu. Yaklaşık bir yıl sonra yarışmalarda Casta
Diva’yı söylemeye başladım.
Bunun sizin için bir dönüm noktası olduğunu ve sanatsal
yönünüzün Casta Diva ile belirlendiğini söyleyebilir miyiz?
Evet öyle sanıyorum. Bu benim çalıştığım ilk bel canto arya oldu.
Herkes benim için çok büyük olduğunu ve böyle bir riski almamın
uygun olmadığını düşündüğü halde, herhalde iyi söylüyordum
ki, bu eserle yarışmalar kazanmaya devam ettim. Yani bana takip
edeceğim yolu gösterenin bu arya olduğunu düşünüyorum.
Richard Tucker Ödülü’ne ve daha önce kazanmış olduğunuz
MET Opera Audition Ödülü’ne ek olarak birçok yarışmada
ödül kazanmış olduğunuzu biliyoruz. Şimdiye kadar bunların
sayısı kaça ulaştı dersiniz?
Sanırım ki son sayıma göre 67 ödül.
Bu birkaç yıl içinde bir rekor olacak gibi görünüyor.
Bunu hiç araştırmadım ama tabii ki mümkün!
Dijital çağ insanı görüntülere ve görsel gösterilere aşırı
düşkün değil mi? Bel canto’ya ve vokal sanatlara gösterilen
ilgi bunun ışığında nasıl açıklanabilir dersiniz?
Kaliteli ses sanatına her zaman ilgi olduğunu düşünüyorum.
Bunun en iyi örneklerinin bulunacağı ortam da bel canto oluyor.
Görsel takıntılı kültürümüzde normal yaşamdan ayrılıp birkaç
saat başka bir şeye odaklanma fırsatını sağlıyor. Ayrıca opera
kültüründe görünüşe dayalı sanatçı seçimine o kadar önem
veriliyor ki bel canto’nun ses ağırlıklı olması ister istemez
dikkati bu yöne kaydırıyor.Yani insanların her zaman güzel vokal
sanatına değer verip takdir ettiklerini düşünüyorum.
1950’lerde Diva Turca Leyla Gencer için Donizetti
Kraliçeleri’nin yeniden sahnelere kazandırıldığı bir dönem
başlamıştı. Bel canto’nun bugünkü canlanmasında tüm
zamanların en büyük ses sanatçılarının rollerini üstlenmek
nasıl bir duygu?
Onlarla kendimi hiçbir zaman karşılaştırmıyorum, bu beyhude bir
çaba olur. Hepimizin dinleyiciye sunduğu şeyler farklı. Tabii ki
Sutherland, Callas, Gencer ve Caballé’ye hayranım, bu sanatçılara
tapıyorum ve onlardan ilham almak için her zaman dinliyorum.
Kendimi onlarla aynı yere koyabilirmiyim bilmiyorum ama böyle
methedilmek elbette ki gururumu okşayan bir şey. Onlara yakın
olabileceğimi düşünmek bile bu etapta benim için çok şaşırtıcı.
Kariyerinizin başlangıcında sahnede rol yapmakta rahat
olmadığınızı söylediniz. Kendinizi oyunculuk konusunda nasıl
eğittiniz?
Erken eğitimimde gittiğim okullarda ve katıldığım programlarda
So you took off from there?
Yes, you can say that I took off from there. I fell so in love with it
when I was doing my undergraduate that I decided that that was
what I was going to do.
At what point during your studies you decided or you
were told that bel canto was your cup of tea as opposed
to say a Wagnerian soprano?
That’s an interesting question. Nobody has ever asked me this
before! When I was an undergraduate, we were doing different
things and my teachers - I had two teachers then - thought that
I was a lyric soprano. I was singing lots of Mozart, and things like
that. It was when I went to do my Masters degree at the University
of Southern California that things changed. First semester we were
doing the Magic Flute and I had already sung the First lady. So I
thought that I could sing the Queen of the Night, which I did. After
that I started researching music. I had no intention of studying bel
canto but heard Casta Diva by Callas and I fell in love with it. I
brought it to my lesson and I said that I wanted to work on this
aria. My teacher thought that that was a little crazy, but we worked
on it and I found that that kind of music was super natural for me.
From that point on that was my path. I started singing Casta Diva in
competitions about a year after that.
So we can say that your artistic direction was
determined by Casta Diva and this was a turning point?
I think so. It was the first bel canto aria that I worked on, and I must
have been good at it, because even though people thought that
it was too big for me and wondered why I sang it, I kept winning
competitions with it. So that made me think that that was the
direction to go.
I know that in addition to the Richard Tucker Award and
of course the MET Opera Audition prize before that,
you have won many auditions and awards. Do you keep a
tab on how many by now?
Yes, I think at the last count it was 67 awards.
It sounds like this will be a record in a few years.
I have never researched it but I assume that it is possible!
How do you explain the renewed interest in bel canto
when people of the digital age seem more interested
in images and visual spectacle? How is it that there is
interest in vocal arts all of a sudden?
I think there has always been an interest in great singing and what
better way to exemplify great singing than through the bel canto
opera? In our visually obsessed culture it is kind of a nice departure
to be able to go and focus on something else for a few hours. Also
just within the opera community there is so much emphasis on
casting with looks versus with singing necessarily that when you do
bel canto opera you sort of have to focus on the vocal aspect. So I
ARALIK 2015 | AKOB
11
think people really appreciate great singing regardless.
Soprano Angela Meade as Elena in the Vienna State Opera’s
production of Verdi’s I Vespri Siciliani
Photo: Michael Poehn
Soprano Angela Meade Vienna State Opera’da
Verdi’nin I Vespri Siciliani operasında Elena rolünde.
- bunu şaşırtıcı bulacaksınız eminim - hiç oyunculuk dersi
almadım. Bu konuya önem verilmiyor. Teknik, yorum, yabancı
diller ve ifade çalışmalarına haliyle öncelik tanınıyor. Ama
oyunculuk üzerine zorunlu eğitimde eksiklik var. Ben bu konuda
biraz geri kaldım diyebilirim. Ama Norma gibi bir rolü tekrar
tekrar icra etmem beni oyuncu olarak geliştirdi ve kendimi rahat
hissedeceğim bir düzeye getirdi.
Bir bel canto sanatçısı olarak sesinize talep büyük ve
programınız da dopdolu. Çalışma metodunuz nedir? Sesinizi
yıpratmamak için ne yapmanız gerekiyor?
Ben her zaman sessiz ve evde oturmayı seven bir insan oldum.
Çok uyurum, alkol kullanmam, kahveyi bile o kadar sevmem.
Bunlarsız yaşamak benim için sorun değil. Çok su içerim,
kendime bakmaya çalışırım. Çalışma olarak, ses sanatçılarının
çoğunun partisyonlarını hafızalarında çalıştıklarını, buna
eser ve çevirisi üzerine okumanın da eklendiğini söyleyeyim.
Günde gerçek ses çalışması benim için bir saat kadardır. Hiç
çalışmadığım günler de olmuyor değil.
Operayla uğraşmadığınız zaman vaktinizi ne yaparak
geçiriyorsunuz?
Yemek pişirmeye çok düşkünüm. Benim için bir dinlenme aracı.
El sanatları ve dikiş de hobilerimdendir. Dediğim gibi, evde vakit
geçirmeyi severim.
Kısa bir zaman önce sizi Los Angeles’ta Norma’da izledim.
Fevkalade. Bu rolü artık kendinize mal ettiğinizi söyleyebilir
miyiz?
Sanırım ki evet. Onu her söylediğimde karakteri hakkında yeni
şeyler öğreniyorum ve bunları yorumlama fırsatım oluyor.
Norma’nın “operaların “Everest”i olduğunu söylemiştiniz.
Diğer yüksek zirveler hangileri oluyor?
Büyük bel canto rollerinden herhangi biri, örneğin Anna Bolena,
Maria Stuarda, Lucrezia Borgia; bunlar da Norma kadar zordur.
12 AKOB | ARALIK 2015
In the 1950’s the Donizetti Queens were revived for
Diva Turca Leyla Gencer. What does it feel like taking
the roles of some of the greatest singers of all time in
today’s revival of bel canto?
I don’t think about it in terms of comparing myself with them, that’s
a futile effort. We all have different things we offer. Of course I
love and adore and admire Sutherland and Callas and Gencer and
Caballé and I listen to them for inspiration. I don’t know if I would
myself put me in that box, but I would of course like that. I admire
them so much that it is amazing to think of myself even being
compared with them.
At the start of your career, you said that you were not
comfortable with acting as much as you felt you needed
to. How did you train yourself for the acting part of the
stage?
I think that early in my training, the schools that I went to and the
programs I have attended – I am sure you’ll find this surprising –
did not actually offer acting classes. There was no great emphasis
on that, there was of course great emphasis on singing and
interpretation as far as language and phrasing. But I had no formal
training in acting. You can say that I was a little behind the game.
I think doing a work like Norma over and over again has really
helped me develop as an actress to the level that I am now
comfortable with it.
The demands on your voice as a bel canto singer is
considerable and your schedule is full. How do you
practice? What is it you do not to burn yourself out?
I have always been sort of a quiet, stay-home kind of person. I get
a lot of sleep, I do not drink alcohol, I don’t even like coffee all that
much. I naturally avoid those things. I drink a lot of water, I try in
general to take care of myself. In terms of practicing, you will find
that most performers practice a lot mentally, go over their parts,
translations, read about opera and singers in their heads. Actual
singing per day is quite minimal for me. I probably sing maybe an
hour a day. Some days I don’t sing at all.
What non musical hobbies take up our time when you’re
not involved with opera?
I love to bake actually. I find it a great relaxation tool for me. I like
arts and crafts and sewing also. I am kind of a domestic sort of a
person.
I’ve heard your Norma in Los Angeles a short while ago
which was fantastic. Is it safe to say that you’ve made
this role your own now?
I think so. I think every time I sing her she becomes more and more
my own, I find out different things about her that I’ like to expound
on, so, yes, I think so.
Angela Meade Los Angeles Opera'nın 2015-16 sezonu
gösterimi Norma’da başrolde. (Foto: Ken Howard).
Angela Meade as Norma in the Los Angeles Opera's
2015-16 season (Photo: Ken Howard).
I read somewhere you said that Norma is the Mt.
Everest of operas. Can you tell me some of the other
high peaks?
Well, any one of the big bel canto roles, like Anna Bolena, Maria
Stuarda, Lucrezia Borgia, they ask a lot of the same things that
Norma asks.
2015’in Mayıs ayında tenor John Myers ile evlendiniz. Bu
kadar çok seyahat gerektiren bir mesleki yaşam tarzı ile aile
hayatını nasıl bağdaştıracaksınız?
Bu iyi bir soru. John ve ben de bu konu üzerinde düşünüp
ona göre uzun vadeli planlar yapmaya çalışıyoruz. Bir bebek
sahibi olmak bizim hayatımızı gerçekten çok karıştıracak gibi
görünüyor.
You just got married to tenor John Myers in May
2015. How are you going to reconcile family life and
professional life that requires so much traveling?
That’s a good question. John and I have been talking about that a
lot, trying to figure out. If we are to have a baby our life would get
very complicated indeed.
Sahnede beraber yer alma planlarınız var mı? Belki Norma?
Birlikte birkaç eserde yer aldık. Zaten beş yıl önce İrlanda’da bir
gösteride tanışmıştık. Orada Mercadante’nin Virginia operasında
beraberdik. Sonra Oregon’da birlikte Traviata’yı söyledik, birkaç
konser verdik. Norma da bir gün olabilir umarım, çünkü Pollione
rolü zaten John’un sevdiği bir rol.
Do you have any plans to sing together? Norma maybe?
We’ve done a couple of things together. We’ve actually met on a
gig in Ireland five years ago. We were singing in the same opera
Virginia by Mercadante. We’ve also done a Traviata together in
Oregon and a couple of concerts together. Norma will happen one
day I’m sure since John actually likes to sing Pollione.
Üzerinde çalıştığınız kayıt projeleri var mı?
Opera Rara ile geçen Haziran’da Donizetti’nin Le Duc d’Albe
operasını kaydettim. Piyasaya ne zaman çıkar tam bilmiyorum
ama herhalde 2016 yazına kadar hazır olur
Are there any current recording projects you are
involved in?
I just recorded Donizetti’s Le Duc d’Albe with Opera Rara this last
June. I am not sure when the release date is, but it should be out
by the summer of 2016.
Son olarak, gelecek sezon programınızda sizi heyecanlandıran
hangi eserler var?
Detayları vermem zor ama İspanya’da bir çok yerde bel canto
söyleyeceğim diyelim: Anna Bolena ve Norma bunların arasında
olacak.
Finally, what will you be doing next season that you are
excited about?
Well, I can’t tell you the details but let’s say that I’ll be doing a lot of
bel canto singing in Spain: Anna Bolena, Norma, among others.
ARALIK 2015 | AKOB
13
Algı, Muhakeme,
Uygulama
başlıyor! Sonra o kalabalık hep birlikte bağırmaya başlıyor!
Çalgıcıların sesi de yükseliyor! Bir ara herkes duruyor! Bir alkış
daha kopuyor! Sıkıntıdan cep telefonuyla oynamaya başlıyorum.
Sonra devam ediyor! Sahnede bağıranların Türkçe bağırmadığını
fark ediyorum! Acaba bunlar hangi dilde konuşuyorlar
diye dikkat etmeye başlıyorum! Fakat hangi dil olduğunu
algılayamıyorum. Bu böyle tam bir saat sürüyor! Işıklar yanıyor!
Sahnedeki görüntü kayboluyor! Bu işkencenin devam edeceğini
yanımda oturanların konuşmalarından anlıyorum.
İçeriye girmeden bilet alınıyor! Böyle bir işkenceye bir de para
verdiğimi düşünüyorum! Zararın neresinden dönsem kârdır
düşüncesiyle oradan çıkıp gece geç olmadan evime gidiyorum.
Yolda bu nasıl bir zulümdür diye düşünüyorum!
Selman Ada
ÖNCE ALGILARIZ
İki yuvarlak dönen şey, yolda ilerleyen, üstüne oturulabilen,
kırmızı renkli! Daha evvel hiç görmediğimiz bir şeydir bu!
Arkasından muhakemeye başlarız:
Bu nedir? Ne işe yarar? Hangi maddeden?
Sonra uygulamak isteriz:
Bu aşamada biri bizi görürse, kırmızı bir bisiklete binmeye
çalıştığımızı algılar!
Bisiklet somuttur! Elle tutulur, belli bir yer kaplar, pedallar
sayesinde hareket edebilir.
BİR BAŞKA ÖRNEK
Karanlıktayız! Bilemediğimiz bir nedenle kısa bir alkış oluyor!
Sonra göremediğimiz çalgıcılar bir müzik çalıyor! Bu durum
karanlıkta dört beş dakika kadar sürüyor! Karanlıkta başkaları da
var!
Müzik durduğunda tekrar bir alkış kopuyor! Bu alkış biraz
daha güçlü. Sonra karşımızda canlı bir görüntü beliriyor!
Müzik yeniden başlıyor! Bir hareketlenme var! Birden bire
bir adam bağırarak şarkı söyler gibi konuşuyor! Ne dediği pek
anlaşılmıyor! Biraz sonra bir de kadın bağırmaya başlıyor!
Derken karşıdaki platforma 50-60 kişi yanlardan giriyor!
Üzerlerinde tuhaf elbiseler var! Hiçbir şey anlamamanın sıkıntısı
14 AKOB | ARALIK 2015
Ertesi gün işe gittiğimde arkadaşlarım soruyor “nasıldı dün
gece” diye. Azıcık utanıyorum. Hiçbir şey anlamadım demek
istemiyorum! “Güzeldi” diyorum! Daire başkanım soruyor
neler hissettin diye. Renkli bir geceydi diyorum. Don Jose’yi
kim söylüyordu diye soruyor. Mahçup olmamak için “dikkat
etmemişim” diyorum. “Olur mu ya, en önemli tenor rolü” diyor!
Tipini soruyor. Hatırlayamıyorum! Kâbus iş yerimde de bir süre
devam ediyor!
Bir daha böyle acayip bir durumla karşılaşmam inşallah diye dua
ediyorum.
KONU KAPANIYOR
Opera soyuttur. Elle tutulmaz! İzlenir. Göz ile kulak aynı anda
algılar. Konu özetini önceden okumak gerekir. Batı müziğine
aşina olmayı gerektirir. İnsan sesinin güzelliğini, mikrofonsuz
şarkı söyleyenlerin nasıl da en arka sıraya o sesi duyurabildiğini
düşünmek gerekir! Müziğin üstüne kurulu bir tiyatrodur aslında
opera. Müziğin ne kadar etkili bir imkân olduğunu anlarız.
Bu konuda ilerlemek istiyorsak aynı eseri en az üç kere
izlemeliyiz. Her izlemede daha evvel algılayamadıklarımızı
algılarız. Ayrıca o eserin bazı aryalarını evde de YouTube’tan
dinlemeliyiz! Bir süre sonra meraklarımızın, anlayışımızın
arttığını görürüz. Bunun için biraz zaman ayırmamız bizi opera
meraklısı bile yapar.
Başlangıçta operayı kâbus zannetme nedenimiz olayı
algılayamamaktan kaynaklanır. Algı arttıkça muhakememiz
de artar. Muhakeme arttıkça artık bisiklete biner gibi operaya
gitmeye ve en önemlisi zevk almaya başlarız. Bu zevk soyuttur.
İnsanı insan yapan en ince aşama olan “estetik” artık hayatımıza
müzik ve dramla girmiş bulunmaktadır. (20-01-2016)
MÜZİK AŞKTIR
"Orkestra İçin Varyasyonlar"
ve 21. Yüzyılda Müzik Üzerine Düşünceler
Steven R. Lebetkin
[email protected]
"Kanımca, yaklaşık 100 yıl önce
çağdaş müzik bestecilerinin
çoğu kullandıkları teknikler ile
başarılı bir şekilde dinleyicileri
insanların duyumsayabilecekleri
ve beğenecekleri seslerden
giderek uzaklaştırmakta çok şey
yapmışlardır. Genelde kendine
dönük olan besteciler, sıkça
kendileri ve meslekdaşları için
beste yapmışlar; çoğu insanın
dinleyip beğeneceği kapsamdan
uzak olan atonalite ve diğer
karmaşık teknikleri izleyerek
dinleyicilerin kendi düzeylerine
çıkmasında ısrarcı olmuşlardır."
16 AKOB | ARALIK 2015
MUSIC IS LOVE
“Variations For Orchestra”
and Thoughts On Music in the 21st Century
Çeviri: Nihat Taner
[email protected]
“In my view, about 100 years ago many composers of
contemporary music did much to successfully alienate
audiences through the use of techniques that brought
music further and further away from musical sounds
that human beings are able to process and enjoy.
Largely self-indulgent, composers often wrote for
themselves and their peers, insisting that listeners rise
to their standards as they pursued atonality and other
complex techniques, many of which are beyond the
scope of what we as humans can hear and appreciate.”
Müzik aşktır. Tıpkı aşık olduğumuzdaki gibi müzik beyni etkiler.
Mükemmel müzik beynimize ulaştığında duyumsanan o harika
aşk duygusudur. Bizim gibi müzik dinleyerek aşkı hisseden
kişilere yakınlık duymamızı sağlar. Müzik bizi daha iyi bir
konuma getirir.
Türkiye’yi ziyaretimin ilk amacı “Orkestra İçin
Varyasyonlar”adlı bestemin Maestro Vladimir Lungu’nun
yöneteceği Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası tarafından
yapılacak Dünya Prömiyeri içindi. Ancak seyahat tarihim
yaklaştıkça, gezimin amacı doğal bir şekilde dört Türk kentinde
(İstanbul, İzmir, Mersin ve Adana), önde gelen üniversiteler
ve konservatuarlarda bir dizi kompozisyon master class’ı ile
büyüdü. Derse katılanlar kompozisyon öğrencileri, teori ve
kompozisyon profesörleri ve toplumdan gözlemcileri içeriyordu.
Bütün bunlar olurken, Türkiye ve tüm dünya politik bir
karmaşa içindeydi. Dünya genel olarak büyük bir huzursuzluk
içinde. Mesajım, en yeni orkestral calışmalarımdan birinin
sunumundan yola çıkarak; çok daha kapsamlı bir barış ve sevgi
mesajına dönüştü: Harika müziği harika yapanın ne olduğunu
ve dinlemenin verdiği neşe ile nasıl barış içinde bir araya
gelebileceğimizi anlatmak.
Beni konuk eden ve müziğimi dünya genelinde sevgi ve barış
mesajıyla birlikte kucaklayan Türkiye’nin güzel insanlarına
teşekkür ediyorum. Amerika’ya, büyük dinleyici kitlelerine
ulaşacak, çağdaş müziğin gelişimine yönelik yenilenmiş bir
adanma duygusuyla döndüm
Son yüz senede besteciler asırlardır daha kalabalık olan bir
dinleyici kitlesini, kendilerine dönük teknikler ve kompozisyon
çalışmalarıyla yitirmişlerdir. Karmaşık tizlik ve ritmik
düzenlemelerin kullanımı müzikal ürüne ve bestecilerin dünya ile
etkileşimine hayli zarar vermiştir.
Usta sınıflarımın hepsinde beste yaparken kullandığım “sistem”in
ne olduğu sorusuyla karşılaştım. Her defasında yanıtım ayniydi:
“Kompozisyon yapmak denilen yüce sanatı öğrenin, zaman
içinde müzik diliniz ortaya çıkacaktır!” Bugün bildiğimiz büyük
müzik kompozisyonlarının araç ve yöntemleri Haydn tarafından
son dönem eserlerinde geliştirilmiş ve birkaç yüzyıl sonra
21. yüzyılın müziğine ulaşmıştır. Kişinin ses perdelerini nasıl
düzenlediğine bakılmaksızın, temel kompozisyon tekniklerinin
usta ve yetenekli bestecilerin ellerinde uygulanması, tüm
dünyaca ulaşılabilecek ve zevk alınabilecek müziklerle
sonuçlanacak ve bu bizi daha iyi bir konuma getirecektir.
Bu yıl bitirmeyi umduğum eserlerin arasında; 1) Yeni bir büyük
bale - Dünya’nın Dönemleri (küresel ısınma konularını da
içeren), 2) Bir opera/oratoryo - Spoon River (Stravinsky’nin
Oedipus Rex geleneğinde), 3) Birçok Oda Müziği bestesi var.
“Great music, regardless of style
or period or musical language, can
only in my view be successful with
adherence to the compositional
techniques first developed by late
Haydn and carried forward all the
way through to Bartok, Britten, and
the music of our time.”
Music is love. Music stimulates the brain in the same way as we
feel love for others. The human experience is that wonderful
feeling of love generated when great music comes into our brains.
It enables us to feel connection with others that also feel love
through the joy of listening and knowing that others feel the same
way. Music brings us to a better place.
My initial purpose of traveling to Turkey was for the World
Premiere of my composition “Variations For Orchestra” in Adana,
Turkey under the direction of Maestro Vladimir Lungu and the
Cukurova State Symphony Orchestra. However, as the date
approached for the trip, the purpose of my trip expanded in a
natural way to include a series of master classes in composition
in four Turkish cities: Istanbul, İzmir, Mersin, and Adana and at the
leading Turkish universities and conservatories. Class participants
included students of composition, theory and composition
professors, performers, and observers from the community.
While all of this occurred, Turkey and the world found itself in
a state of political turmoil. There is great unrest throughout the
world. My message evolved from one of the presentation of my
newest orchestral work to a much broader message of peace and
love through the explanation of what makes great music “great”
and how we can come together in peace through the joy of
listening.
I thank the great people of Turkey and those that have welcomed
me and embraced my music together with a message of love
and peace throughout the world. I have returned to America
with a renewed sense of dedication towards the development
of contemporary music in a way that is accessible to a broad
audience of listeners.
Composers over the course of the last 100 years have lost what
was for centuries a larger audience, principally as a result of
self-indulgent technical and compositional practices. The use of
complex systems of pitch and rhythmic organization have done
quite a bit of damage to musical output and the interaction of
composers and the world.
ARALIK 2015 | AKOB
17
Avrupa’ya yönelerek yeni eserlerimin performans olanaklarını
araştırmak ve tüm bölgede yeni dostluklar kurmak için
sabırsızlanıyorum.
ORKESTRA İÇİN
VARYASYONLAR
Bu bestenin amacı ve yaşamımın önemli bir bölümünün
misyonu klasik müziği daha geniş kitlelere ulaştırmak oldu.
Kanımca, yaklaşık 100 yıl önce çağdaş müzik bestecilerinin
çoğu kullandıkları teknikler ile başarılı bir şekilde dinleyicileri
insanların duyumsayabilecekleri ve beğenecekleri seslerden
giderek uzaklaştırmakta çok şey yapmışlardır. Genelde kendine
dönük olan besteciler, sıkça kendileri ve meslekdaşları için
beste yapmışlar; çoğu insanın dinleyip beğeneceği kapsamdan
uzak olan atonalite ve diğer karmaşık teknikleri izleyerek
dinleyicilerin kendi düzeylerine çıkmasında ısrarcı olmuşlardır.
Bartok, Hindemith, erken döneminde Stravinsky, Britten ve
bir ölçüde Alban Berg ve birkaç besteci daha müzik dilini ve
tonaliteyi geliştirerek dinleyicilere kolaylıkla ve keyifli bir
şekilde ulaşılabileceğini gördüler.
“Variations For Orchestra” geçen yıl bestelenmiş ve Dünya
Promiyeri 4 Aralık 2015’te Adana / Türkiye’de Maestro
Vladimir Lungu’nun yönettiği Çukurova Devlet Senfoni
Orkestrası tarafından seslendirilmiştir. Maestro Lungu
ile aramızda Atlantik ötesinden, milli sınırları ve kültürel
farklılıkları aşan bir dostluk oluşturduk. Bir kez daha, müzik
dünyaya barış getirmekte ve bizleri daha iyi yerlere taşımaktadır.
Bu yetenekli orkestra şefine minnettarım, aramızda yaşam boyu
sürecek bir bağ oluştu.
Bu bestem ve bestelemekte olduğum diğerlerinde, 19181922 arasında çağdaş müziğin nasıl bestelendiğine bakıyor
ve tonaliteyi kısmen araştırılmış olan yeni alanlara taşıyorum.
Tonalite ölmemiştir; tonalite ile güzeli aramaya devam ederek
keşfedilmeyi bekleyen seslerin oluşturulması konusunda yeni
yöntemlerin bulunması için yapılacak çok şey var. Yukarıda
belirttiğim gibi, bunu güncel projelerimde yapmaya devam
ediyorum: “The Cycle of the Earth - Dünyanın Dönemleri” bir
büyük bale ve “Spoon River – Spoon Nehri”, bir Opera/Oratoryo.
Stil, dönem veya müzik dilinden bağımsız olarak; kanımca
büyük müzik, ancak Haydn’in son döneminde ilk kez geliştirdiği;
Bartok’a, Britten’e ve günümüz müziğine taşınmış olan
kompozisyon tekniklerine sadık kalınarak başarılı olabilir. Karol
Rathaus’un (1895-1954) müzik açısından varisi olan Gabriel
Fontrier (Amerika’nın Nadia Boulanger’i), Sol Berkowitz ve
Leo Kraft gibi 20. yüzyılın olağanüstü bestecileri ile çalışmak
ayrıcalığım oldu. Kendi müziğimde ve dünya genelinde genç
18 AKOB | ARALIK 2015
In every single master class I was asked what my musical “system”
is that I make use of to compose music. My answer was always
the same; learn the great art of musical composition and then over
time, your musical language will emerge! The tools of great music
composition as we know it today, were developed by Haydn
in his late works then carried through several hundred years to
the music of the 21st century. Regardless of how one organizes
pitches, the application of fundamental compositional techniques
in the hands of skilled and talented composers will result in music
that is accessible and enjoyable to the world, and bring us to a
better place.
This year I hope to complete a new grand ballet, The Cycle of
the Earth (which includes issues of global warming), an Opera/
Oratorio called Spoon River (following in the tradition of
Stravinsky’s Oedipus Rex) and numerous chamber works. I will
turn to Europe for performance opportunities and look forward to
the making new friends throughout the region.
About “Variations
For Orchestra”
The purpose of this composition and a significant part of my
life’s mission is to bring great classical music back to a wider
audience. In my view, about 100 years ago many composers of
contemporary music did much to successfully alienate audiences
through the use of techniques that brought music further and
further away from musical sounds that human beings are able to
process and enjoy. Largely self-indulgent, composers often wrote
for themselves and their peers, insisting that listeners rise to their
standards as they pursued atonality and other complex techniques,
many of which are beyond the scope of what we as humans can
hear and appreciate. Some composers, like Bartok, Hindemith,
early Stravinsky, Britten, to some extent Alban Berg, and a few
others, saw that there are ways of expanding musical language
and tonality while at the same time reaching out to audiences in a
more accessible and enjoyable manner.
“Variations For Orchestra” was composed last year and its World
Premiere took place on December 4, 2015 in Adana, Turkey by
the Cukurova State Symphony Orchestra under the baton of
Maestro Vladimir Lungu. Maestro Lungu and I have struck up a
friendship from across the Atlantic Ocean and transcends national
boundaries and cultural differences. Once again, music brings
peace in the world and all of us to a better place. I am ever so
grateful to this talented conductor and a new lifelong bond has
formed.
In this work and in others I am composing during this period, I
am looking back to the way contemporary music was written at
around 1918 to 1922, and then moving tonality forward into new
“Stil, dönem veya müzik dilinden
bağımsız olarak; kanımca büyük
müzik, ancak Haydn’in son
döneminde ilk kez geliştirdiği;
Bartok’a, Britten’e ve günümüz
müziğine taşınmış olan
kompozisyon tekniklerine sadık
kalınarak başarılı olabilir.”
veya yetişkin bestecileri eğitirken bu Avrupa geleneklerini
sürdürmekteyim.
1975’te Harpsichord İçin Beş Parça adında, küçük parçalardan
oluşan, Barok Dönemini anımsatan bir suit besteledim. Bu
çalışma, icracıların ve daha geniş bir dinleyici topluluğunun ilgi
kurabileceği, daha bağlayıcı ve ulaşılabilir bir müzik diline doğru
ilk adımlardı. Müzik dili gayet doğal ve akıcı olduğu için bu suite
emprovizasyonlar mümkündür.
Süitteki ikinci parça bir “Air”, aslında bir Sarabande; ¾ zamanlı
bir Fransız dans parçası. Air, Bach’ın Goldberg Varyasyonları ile
ayni yapıda - tekrarlanan bir “A” bölümü ve yine tekrarlanan bir
“B” bölümü var.
Bu yıl bu Sarabande üzerine bir orkestral varyasyonlar seti
bestelemeye ve Bach’ın Büyük Goldberg Varyasyonları’na
(kendi Air’inde 33 varyasyon) saygı sunmaya karar verdim.
Esasında bestecilerin “varyasyonlar” olarak adlandırdıkları iki
çeşit parça vardır. Basit tarifle birincisi ilgi çekecek bir şekilde
başlar, varyasyonların havasına uygun şekilde; ağırlaşarak veya
hareketlenerek, majörden minöre dönerek veya benzeri besteci
oyunlarıyla ilginç müziğin karakteri değiştirilerek devam eder.
Örneğin Brahms/Paganini Varyasyonları’nda olduğu gibi.
Ancak, varyasyonun farklı ve nadiren uygulanan bir diğer türü
daha vardır (son 100 senede varyasyon besteleyen çok az sayıda
besteci vardır). Bu ikinci türde besteci parçanın kendini değil,
altındaki müzik yapısını değiştirir (akorlar ve ses önde gelir).
Bach bunu Goldberg Varyasyonları’nda, 33 varyasyonun ruh
halini, stilini, ritmini, ölçüsünü değiştirerek ve alttaki müzikal
yapının çevresinde zengin ve ustalıklı bir kontrapuntal yazımla
gerçekleştirmiştir.
Bach’ın “Air”i sağ elde tek bir melodik dizek ve bir de bas
areas only partially explored. Tonality is not dead; there is much
to do in its continued exploration for beauty and new ways to
organize sounds that remain to be discovered. As I stated above,
I continue to do this in my current projects; a grand ballet, “The
Cycle of the Earth”, and “Spoon River”, an Opera/Oratorio.
Great music, regardless of style or period or musical language, can
only in my view be successful with adherence to the compositional
techniques first developed by late Haydn and carried forward all
the way through to Bartok, Britten, and the music of our time. I
have had the privilege of studying with extraordinary 20th century
composers that were musical descendants of the late Karol
Rathaus (1895-1954), including Gabriel Fontrier (America’s Nadia
Boulanger), Sol Berkowitz, and Leo Kraft. It is these great European
traditions I carry on in my music and to the teachings of other
composers, both young and mature throughout the world.
In 1975, I composed a suite of short pieces called Five Pieces for
Harpsichord in a style reminiscent of music from the Baroque
Era. This work took the first few steps in the direction of a more
cohesive and accessible musical language that performers and a
wider audience could relate to. Improvisations are possible in this
suite because the musical language is quite natural and fluid.
The second piece in the suite is an “Air”, essentially a Sarabande,
a French dance piece in time. The Air in the suite has the precise
structure of Bach’s Goldberg Variations - an “A” section, which is
repeated, and a “B” section, also repeated.
This year, I decided to compose a set of orchestral variations
on this Sarabande, and to pay homage to Bach’s great Goldberg
Variations, a set of 33 variations on his own Air.
There are essentially two types of pieces that composers call
“Variations”. The first type begins with a catchy tune, simply stated,
then followed by a series of pieces that vary the “mood” of the
variations, playing a slower or faster version, changing from major
to minor, and other composer “tricks” to vary the character of
the catchy tune. Think of the Brahms/Paganini Variations as an
example.
However, there is another type of variation, a far different type,
and rarely utilized (in fact few composers have written variations
of any kind over the last 100 years). In this second type of
variation, a composer varies the underlying musical structure of the
tune (the chords and voice leading), not the tune itself. Bach does
this in his Goldberg Variations, a set of 33 variations that follow,
changing mood, style, rhythm, meter, and add a wealth of masterful
contrapuntal writing on around the underlying musical structure.
Bach’s “Air” consists of a single melodic line in the right hand, and
a bass line. There are no chords. However, two hundred years ago,
Western music consisted of a fully developed musical language; the
ARALIK 2015 | AKOB
19
dizeğinden oluşmaktadır. Akorlar yoktur. Ancak ikiyüz
yıl önce Batı müziği tümüyle gelişmiş bir müzik dilinden
oluşuyordu; akorlar ifade ediliyor ve müzik eğitimi almış
veya almamış olsun, dinleyiciler tarafından doğal olarak
dinleniyordu.
Yine her iki elde - sağ el ve sol el partisini, (melodi ve bas
partisi) tek hatta bestelediğim “Air” üzerine olası bir takım
varyasyonlar üzerine düşünmeye başladığımda Bach’ın ki
gibi bir başlangıç noktam olmadığını farkettim. Belirgin ve
genelgeçer bir armonik yapı yoktu. Bir armonik dile bağlı, bir
takım varyasyonları takip edebilecek belirli bir yol haritası
olmadan akılda kolayca kalan melodiyi kaldırarak bas dizeği
bırakamadım. Armonik dil son 100 yıldan fazla dönemde o
kadar köklü değişikliklere uğradı ki, bu parça için ortalama
dinleyicilere “doğal” gelebilecek yeni bir dil yaratmam
ve sonrasında melodiyi çıkararak müzikal varyasyonlar
bestelemem gerekiyordu. Böylece üzerinde çalışabileceğim
- Bach’ın başlangıç noktası gibi, ama farklı bir yapı elde
edebilecektim.
Ancak, daha geniş bir dinleyici kitlesinin klasik müziğe
ilgisini çekebilmek için yeni dildeki varyasyonların kolay
takip edilebilecek bir öykü rotasının olmasını dinleyicilerin
takdir edebileceğini düşündüm. Bu nedenle “vefat etmiş”
yaklaşık 20 besteciye davet gönderdim ve bu iyi bilinen
ustalardan kendi tarzlarında ama 21. yüzyıl için bir varyasyon
bestelemelerini istedim. Her müteveffa besteci tümüyle
armonize temayı alacaktı.
Sonuç bu yeni lisandaki armonize temadan oluşan; ardından
(altısı saygın “konuklar” ve sonuncusu ev sahibi benim
olan) yedi varyasyonun ve finalin geldiği “Orkestra İçin
Bestecilerin Varyasyonları” oldu. “Konuk” besteciler Paul
Hindemith, Johannes Brahms, Aaron Copland, Maurice Ravel,
Richard Wagner ve Bela Bartok’tur.
Beethoven’i bir varyasyon “bestelemesi” için davet ettim.
Diğer “önemsiz” bestecilerle ayni kefeye konamayacağını
belirterek kararlı bir şekilde teklifime karşı çıktı. Kendisi olsa
olsa finali besteleyebilirdi. Ve, öyle de oldu, 7. Senfoni’nin
birinci bölümüne benzer bir müzikle başlayarak, arkadaşı
Mozart’ı Sihirli Flüt Üvertürü havasında bir füg bestelemeye
davet ettik. Beklendiği gibi Herr Beethoven Mozart’ı yana
itekleyerek kontrolü kendisi aldı. Beethoven finali sadece
Beethoven’in yapabileceği dur durak bilmeyen bir gayret ve
tantanalı bir büyük bitişle tamamladı.
Beethoven’in “Final”i, bu eserin prömiyerinin yapıldığı
Adanalı müzikseverlere bir saygı ifadesi olarak kısa bir “ala
Turca” parça içeriyordu.
20 AKOB | ARALIK 2015
chords were implied and heard naturally by listeners, whether
musically trained or not.
As I began to think through the possible composition of a
set of variations to the Air that I had composed, also with a
single line in each hand (melody and bass line), I realized that
I did not have a starting point equal to Bach’s. There was no
implied and universally “heard” harmonic structure. I could
not remove the catchy tune and leave a bass line if listeners
were without a road map, a harmonic language to latch onto,
and then be able to follow through a set of variations. The
harmonic language of music changed so radically over the
last 100 plus years that I needed to create a language for this
piece that sounded “natural” to the average listener, and then
strip off the melody and begin composing this type of musical
variations. I would then have a starting point, similar to Bach’s
starting point - different music, but a structure to work with.
However, in order to capture the interest of a wider audience
for classical music, it occurred to me that listeners might
appreciate it if there were an easy to follow story line to
further support the variations with a new language. I therefore
sent out invitations to some 20 “deceased” composers, and
asked these well known composers to each compose a
variation in their style of music, but in the 21st century. Each
deceased composer would receive the fully harmonized
theme.
The result is a “Composers’ Variations For Orchestra”, which
consists of a harmonized theme in this new musical language,
followed by seven variations (six by the honored “guests” and
the last by “me”, the host), and a finale. The composers of the
other variations are Paul Hindemith, Johannes Brahms, Aaron
Copland, Maurice Ravel, Richard Wagner, and Bela Bartok.
I invited Beethoven to “compose” a variation. Beethoven
steadfastly refused, declaring that he would not mix with
other “lesser composers” and write a variation; he would only
compose the finale! So, he did, with music reminiscent of his
Seventh Symphony first movement to begin, and then invited
his friend Mozart to compose the fugue with ideas from the
Overture to The Magic Flute. As one would expect, Herr
Beethoven took control from Mozart and pushed him to the
side. Beethoven finished the finale with typical relentless drive
and fanfare for a big ending, and in a way that only Beethoven
could accomplish.
The Beethoven “Finale” includes a brief section of “ala Turca”
music in honor of the people of Adana, Turkey, the place of
the premiere of this work.
“Orkestra için Varyasyonlar”
Üzerine Yorumlar
Comments on the
“Variations for Orchestra”
Vladimir Lungu
Vladimir Lungu
Kader Amerikalı ve Romanyalı iki müzisyenin
yaşamlarını ve yollarını Adana, Türkiye’de
kesiştirdi ve buluşturdu. Burada, New York’tan
bir Amerikalı bestecinin, Steven Lebetkin’in
“Orkestra için Varyasyonlar” bestesinin
Dünya Prömiyerini yönetmek onuruna sahip
oldum. Aramızda yaşam boyu sürecek bir
dostluk bağı oluştu.
Destiny has led the life and paths of two
musicians - American and Romanian - to
converge and intersect in Adana, Turkey. Here I
had the honor to conduct the World Premiere of
"Variations For Orchestra" composed by Steven
Lebetkin, an American composer from New
York, and to also form a close bond and lifelong
friendship with him.
Aralarında Gabriel Fontrier, Leo Kraft, Sol
Berkowitz, Hugo Weisgall ve George Perle
gibi ustaların bulunduğu hocalarından
öğrendiği farklı stiller ve kompozisyon
tekniklerini virtüözce kullanan Sayın Lebetkin,
kendi yaratıcı kimliğinin ışığında geliştirdiği
eseriyle Adana halkına eşsiz bir “müzikal
söyleşi” sundu.
Through his work Mr. Lebetkin offered to
the public in Adana an exceptional "musical
conversation", demonstrating the virtuous
knowledge of different styles and compositional
techniques of the great composers learned
from his mentors and teachers that included
Gabriel Fontrier, Leo Kraft, Sol Berkowitz, Hugo
Weisgall, and George Perle, developed in the light
of his own creative personality throughout his
fruitful activity.
Maestro Lebetkin ile tanışmak ve onun rüya
gibi Ravel, anıtsal Wagner, sihirli Copland,
çarpıntılı Bartok ve diğer bestecileri içeren
orkestral varyasyonlarının prömiyerini
yönetmek gerçek bir zevkti. Ve tabii ki davetkâr
ve özgün parçası, coşkulu ve büyüleyici
Lebetkin varyasyonu.
Adana’nın cömert insanları bizi uzun süren
alkışlarla ödüllendirdi. Maestro Lebetkin
gayet ulaşılabilir olan yaratıcı ve taze müzik
diliyle, modern müzikte büyük bir dinleyici
topluluğunun ilgisini çekmeyi başardı. Yakın
gelecekte Lebetkin’in adını Türkiye’de ve
dünyanın her yerinde konser programlarında
görmeyi ümit ediyorum.
It has been a very special pleasure to meet with
Maestro Lebetkin and conduct the premiere of his
orchestral variations, which include the dreaming
Ravel, monumental Wagner, spiritual Copland,
throbbing Bartok and others. And, of course the
welcoming host of this wonderful "party" - the
original, exuberant and captivating Lebetkin
variation.
Lengthy applause was awarded to us with by
generous people of Adana. Maestro Lebetkin
achieved his goal to arouse a new interest from
a larger public audience in modern music with
an innovative and fresh musical language that is
very accessible. I hope in the near future to see
Lebetkin's name on concert programs in Turkey
and around the world.
ARALIK 2015 | AKOB
21
KİTAP
NOTALARI HARFLERE
ÇEVİRMEK
Cengiz Kara (*)
Orkestra Şefi
Leningrad
Senfonisi
Sarah Quigley
Kırmızı Kedi Yayınevi, Roman,
1. Basım, Şubat 2015
Çeviren: İlknur Özdemir
II. Dünya Savaşı arifesinde Leningrad
halkı kaygılı bir bekleyiş içindedirler
ve nihayet 8 Eylül 1941’de şehir
Nazi birlikleri tarafından kuşatılır...
Şostakoviç kuşatma öncesinde, eşi
ve iki çocuğu ile birlikte bu şehirde
yaşamaktadır. Savunma birliklerine
katılmak için başvurur, fakat ülkenin
sanat değerini tehlikeye atmamak
adına reddedilir. Ancak şehrin
savunmasında görece edilgen bir
görev olan itfaiye gözlemcisi olarak
geceleri nöbet tutmasına ve siper
kazmasına izin verilecektir.
Savaş tüm şiddetiyle sürüyor. Sizin ve sevdiklerinizin
yaşamları tehlikede. Gün geçmiyor ki kör bir kurşunla veya
patlamayla hayatları sönen insanların haberlerini almayasınız.
Benliğinizi kuşatan şiddet ve belirsizlik durumu had safhada.
Tüm bunlardan kurtulmak, en azından bir mola vermek için
geçmiş güzel anıların hayallerine sığınmak veya o zamanları
hatırlatan buluşmalar, sohbetler bir yere kadar fayda sağlıyor,
ancak olumlu etkileri gün geçtikçe eriyip gidiyor. İnsanlar
birbirlerinden kuşku duyuyor. Söylediğiniz bir söz hayatınızı
derinden etkileyebilir. Kendinizi çaresiz hissediyor, bir yandan
da tutunmak, direnmek, güzel günlere yeniden erişmek için
nereden başlamak gerektiğini düşünüyorsunuz…
Leningrad (Sankt Petersburg) insanları 1941 ilkbaharında işte
böylesi duygular içindeydiler.
Sizleri güzel bir kitap okumaya davet ediyoruz. Eğer isterseniz,
şimdilerde kolayca erişim sağlayabileceğiniz bir eser olan
Şostakoviç’in 7. Senfonisi eşliğinde başlayabilirsiniz ve kitap
bittikten sonra yeniden dinlemenizi öneririz.
II. Dünya Savaşı arifesinde Leningrad halkı kaygılı bir
bekleyiş içindedirler ve nihayet 8 Eylül 1941’de şehir Nazi
birlikleri tarafından kuşatılır. Hitler’in öngörüsü, şehrin kısa
zamanda düşeceği şeklindedir. Bundan o kadar emindir ki 9
Ağustos 1942’de Leningrad Astoria Otel’de kendisinin de
22 AKOB | ARALIK 2015
katılacağı bir kutlama planlar. Şostakoviç kuşatma öncesinde,
eşi ve iki çocuğu ile birlikte bu şehirde yaşamaktadır. Savunma
birliklerine katılmak için başvurur, fakat ülkenin sanat değerini
tehlikeye atmamak adına reddedilir. Ancak şehrin savunmasında
görece edilgen bir görev olan itfaiye gözlemcisi olarak geceleri
nöbet tutmasına ve siper kazmasına izin verilecektir.
Diğer yandan Sovyet liderler ünlü besteciye - eserlerindeki
eleştiri tonu ve devrime bağlılığındaki kuşkular - nedeniyle belli
bir mesafeyi korumayı yeğlemekle birlikte, büsbütün uzak da
kalamazlar.
Şostakoviç, Leningrad savunması üzerine bir senfoni yazmaya
karar verir ve Sovyet yönetimi tarafından olumlu karşılanır. Bu
aynı zamanda Şostakoviç’in 7. Senfonisi olacaktır.
Büyük sanatçıları hayranlıkla karşılarız. Verdikleri eserler
bir süre sonra adeta o insanlardan kopar ve varlıklarını kendi
başlarına sürdürürler. Herhangi bir eserin yaratıldığı koşullar, bir
insan olarak sanatçının yaşamı, erdemleri, hataları, zaafları, basit
gündelik sevinçleri, zorlukları, tümüyle unutulmasa da zaman
tarafından gizlenir. Eser sahibi, yapıt ve sanatsever arasındaki,
belki ıraksama olarak adlandırabileceğimiz mesafeleri kat
etmenin bir yolu, sanatçının günlük gaileleri ve yaşadığı tarihsel
dönem üzerinde fikir sahibi olmaktan geçer. İşte, 1967 Yeni
Zelanda doğumlu ve halihazırda Berlin’de yaşayan bir yazar olan
Sarah Quigley, kitabında bize bu olanağı sunuyor.
Diyelim ki bir bestecisiniz. Savaş göstere göstere kapınıza dek
dayanıyor. Bir beste yaparak tepkinizi ortaya koymak, desteğinizi
göstermek istiyorsunuz. Geceleri yüksek bir binanın tepesinde
yangın gözlemciliği yapıyorsunuz. Sabah eve döndüğünüzde
size hasret, desteğinize muhtaç bir eş ve iki çocuğunuzu hayatta
bulamama olasılığı var. Yiyecek içeceğiniz, yakacağınız giderek
tükeniyor. İnsanlar, bombadan, açlıktan veya soğuktan ölüyor
çevrenizde. Bir yandan da hayal ettiğiniz sesleri not edecek
kâğıt bulmakta bile zorlanıyorsunuz. En büyük korkunuz evin
bombalanması ama diğer yandan ironik bir şekilde, piyanonuzun
zarar görmesi... Bin bir zorluk arasında eserin ilk iki bölümünü
(Allegretto, Moderato-poco allegretto) bitiriyorsunuz. Hemen
ardından yönetim tarafından şehirden tahliye ediliyorsunuz.
Kalan iki bölümü (Adagio, Allegro non troppo) şehrinizden
uzakta tamamlıyorsunuz.
Diyelim ki bir radyo orkestrasının şefisiniz. Yatalak bir
anneniz var ve sizden başka bakacak kimsesi yok. Kuşatma
altında onca yoksunluk içinde müzisyenlerinizi bir arada
tutmaya çalışıyorsunuz. Büyük bestecinin eserinin, biten
birinci bölümünü ilk dinleme onuru size veriliyor, üstelik
bunu piyanosunda doğrudan Şostakoviç seslendiriyor. Diliniz
tutuluyor. Beğeninizi ancak kağıda tek bir sözcük yazıp,
kapısının altından atarak gösterebiliyorsunuz: “Muhteşem!”
Eserin Leningrad prömiyerini yönetme görevi size veriliyor.
Oysa doğrudan besteci yönetir sanıyordunuz. Elinizdeki
müzisyenler yok denecek kadar az. Olanlar da ya bir bir cepheye
gidiyor, ya da açlıktan ve soğuktan ölüyor. Cepheden dönen
bir fagotçuyu görünce heyecanlanıyorsunuz, fakat!... Sağ
elinin dört parmağını siperde bırakmış. Provaya geç kaldı diye
günlük tayınını kestiğiniz tromboncunun mazeretine aldırmaz
görünüyorsunuz; eşini defnettiği için geç kalmış. Siz de birkaç
gün önce annenizi bir battaniyeye sarıp gömmüştünüz, ancak
kimseye söylemediniz.
ARALIK 2015 | AKOB
23
kadar hoparlörler yerleştirildi. Sanatçılar yaz günü olmasına
rağmen açlık sebebiyle titrediklerinden, kalın giysiler ve sadece
parmak uçlarını açıkta bırakan eldivenler giymişlerdi. Şefleri
Karl İlyiç Eliasberg ile birlikte orkestra mevcudu sadece on beş
kişiydi.
Çok başarılı geçen Leningrad prömiyeri bir saat boyunca
coşkuyla alkışlandı. Kuşatma 18 ay daha devam etti ve
sonrasında konserde görev alan sanatçılar birer madalya ile
ödüllendirildiler.
Psikolojik ve siyasi etkilerinden dolayı çok önemli kabul edilen
bu tarihi konseri anmak için 1964 ve 1992’de hayatta kalan
müzisyenleri bir araya getiren konserler düzenlenmiştir. Senfoni,
1946-1947 sezonunda Berlin’de de seslendirildi ama savaş
sonrasında konser salonlarında kendisine fazla yer bulamadı.
Diyelim ki Kirov balesinden tanınmış bir dansçısınız; bakmaya
kıyılamayacak güzellikte bir balerin… Bir şarapnel bacağınızı
neredeyse kopartıyor. Bırakın dans etmeyi, ancak zorlukla
yürüyebileceksiniz kalan yaşamınızda.
Diyelim ki olgunluk çağında iyi bir kemancısınız. Eşiniz bir süre
önce veremden ölmüştü. Dokuz yaşında, annesi gibi viyolonsel
çalan kızınızla yaşıyorsunuz. Savaş başlayınca güvenliği adına
onu şehirden gönderiyorsunuz. Gitmek istemiyor, en azından
viyolonselini de yanına almak istiyor ama hayır; götüremez.
Aylarca ondan haber alamıyorsunuz. Bombardımanda, çocukları
taşıyan trenin isabet aldığı dedikoduları var ama şehirden
ayrılamıyorsunuz. Yanınıza sığınan bir akrabanıza, kızınızın
viyolonselini konserve karşılığında birine verecekken son
anda engel oluyorsunuz. O kadar soğuk ki yaksanız sizi biraz
ısıtabilecek o enstrumana sarılarak uyuyorsunuz geceler boyu.
Bir gün viyolonselin içinden, kızınızın şehirden ayrılmadan
kısa süre önce koyduğu, ölmüş annesine hitaben yazdığı
mektupçuklar çıkıyor: ‘’Anne, çalgıların insanları hatırlayacağını
düşünüyor musun? Ben düşünüyorum. Bazen çelloyu elime
aldığımda bana seni anlatmak istiyor. Şimdi beni de hatırlatacak,
çünkü yarın şehirden ayrılıyorum. Ama babamdan onu ne
pahasına olursa olsun korumasını isteyeceğim. Zaten çok
geçmeden Leningrad’a döneceğim. Saygılarımla, Sonya’’
Leningrad konserinin tarihi 9 Ağustos 1942 olarak belirlenmişti.
Bu tarih, Hitler’in Leningrad’ın düşeceğini öngördüğü ve Astoria
Otel’de kutlama hazırlıklarına başladığı gündü. Bomba sesleri
ile kesilmesin diye konser öncesinde Alman topçu birlikleri
Sovyet ordusu tarafından ağır biçimde bombalandı. Şehre
yayın yapmak için sokaklara ve gerek Sovyet, gerekse Alman
askerlerine konseri duyurabilmek için ilk siper hatlarına varana
24 AKOB | ARALIK 2015
Sovyetler Birliği’nde eser, ilk bölümde betimlenen Nazi şiddeti
karşısında Kızıl Ordu’nun gücünü yeterince aktarmamakla
suçlandı. Batıda ise Stalin’in isteğiyle yaratılmış bir yapıt
olarak kabul edildiği için Soğuk Savaş boyunca gözden düştü
ve terk edildi. Şostakoviç’in ölümünden sonra ABD’ne göç
eden Sovyet müzik eleştirmeni Solomon Volkov tarafından
bestecinin anıları yayınlanınca senfoni hakkındaki yorumlar
değişti. Anılarda, Şostakoviç’in aslında Stalin karşıtı olduğu
görülüyordu. Başlangıçta kitap hem doğuda, hem batıda “sahte’’
olarak değerlendirilmişse de Gorbaçov dönemi ve özellikle
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Şostakoviç’in eserleri
“siyasi sistemin gizli bir eleştirisi” olarak yorumlanmaya başladı.
Günümüzde Şostakoviç’in eserleri dünya konser salonlarında
sıklıkla seslendirilse de Leningrad Senfonisi çok seyrek
çalınmaktadır. Eserin uzunluğu, günümüz izleyicisine hitap
etmediği şeklinde görüşler dile getirilir.
Diyelim ki kendinizi çaresiz hissediyor, bir yandan da tutunmak,
direnmek, güzel günlere yeniden erişmek için nereden başlamak
gerektiğini düşünüyorsunuz. Leningrad Senfonisi’ni okumaya ne
dersiniz?
Direnen insanlara saygıyla; iyi okumalar!
(*)
Mersin 1964 doğumlu. Kabataş Erkek Lisesi 1981,
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi 1987 mezunu.
Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda; yazarlık,
roman inceleme ve ileri öykü seminerlerine devam etti.
Öykülerinden bazıları edebiyat dergilerinde yayınlandı.
Kurşun Kalem Öykü Ödülü kapsamında yayınlanan
“Zayak” adlı bir öykü kitabı var. Çanakkale'de beyin ve
sinir cerrahisi uzmanı olarak çalışmaktadır.
ANKARA
İZMİR
İSTANBUL
OPERA / OPERET
OPERA / OPERET
SARAYDAN KIZ KAÇIRMA
W.A. MOZART
OPERA / OPERET
YARASA
LA SONNAMBULA
(Uyurgezer Kız)
J. STRAUSS II
V. BELLINI
17, 19 Mart - 21, 23 Nisan 2016
9, 23 Mart - 6, 11 Nisan 2016
CARMEN
17, 18, 19 Mart 2016
G. BIZET
12, 14, 26 Mart - 4, 18 Nisan 2016
DER ZIGEUNERBARON
FAUST
7, 19 Mart 2016
ANNE BEN EVLENİYORUM
ORATORYO /
SENFONİK KONSER
MADAMA BUTTERFLY
5, 7 Mart - 9, 12 Nisan 2016
LA TRAVIATA
ORATORYO / SENFONİK KONSER
14, 15, 16, 19, 20 Nisan 2016
SİZE DE ÇIKABİLİR
(İnteraktif Gösteri)
SARIKAMIȘ DESTANI 90
BİN KAR TANESİ
27 Mart 2016
HAYVANLAR KARNAVALI
24 Nisan 2016
A. ADAM
1, 3, 5, 8, 10, 12 Mart - 6, 8, Nisan 2016
MDTist EZEL BAHAR
BALE / MODERN DANS
30 Mart - 12 Nisan 2016
B. DEHMEN
16, 20 Mart - 7, 9 Nisan 2016
OSMANLI USÜL MÜZİĞİ
P. İ. ÇAYKOVSKİ
5, 10, 24 Mart - 14, 16, 21 Nisan 2016
MDTist ȘEHİRORMAN
C. SAINT SAENS / GENESIS/
J. COCKER / K. JENKINS /M. OLDFIELDS
P. İ. ÇAYKOVSKİ
16 Mart 2016
DÜNYA DANS GÜNÜ TEMSİLİ
1, 22 Mart - 5, 26 Nisan 2016
GÜNEȘİN SESİ MOZART
(MÜZİKLİ ANLATIM)
22, 23 Nisan 2016
KUKLACI
A. ÖZMEN
27 Mart - 10, 24 Nisan 2016
KIRMIZI PABUÇLU KIZ VE SİHİRLİ MÜZİK
23 Nisan 2016
M. BALKAN / J. S. BACH
/ E. ARDAL
K. BENGİER / C. İDİZ
MÜZİKAL
C. İDİZ
9,10 Mart 2016
LÜKÜS HAYAT
K. ELBİNGİL
M. SESKIR
20 Mart - 24 Nisan 2016
6, 20 Mart - 3, 17 Nisan 2016
ALİȘ İLE MAVİȘ
BACH ALLA TURCA /
DANSIN RENGİ
30 Nisan 2016
6, 13 Mart 2016
6, 20 Mart - 3 Nisan 2016
U. ARTUN
I. STRAVINSKI
1, 2, 3 Mart - 14, 15, 16 Nisan 2016
ÇOCUK ETKİNLİĞİ
DEDEKTİF KÖPEK DODO
ÇOCUK ETKİNLİĞİ
ATEȘ KUȘUİLKBAHAR AYİNİ
KANLI NİGAR
KONSER SEMPLICE
KANLI NİGAR
8 Mart 2016
BALE / MODERN DANS
ÇAKIRCALI EFE
ORATORYO /
SENFONİK KONSER
29 Nisan 2016
C. İDİZ
DÜNYA KADINLAR GÜNÜ
KONSERİ
1, 2, 17 Nisan 2016
BAHAR KONSERİ
MÜZİKAL
18 Mart 2016
26, 28, 29 Nisan 2016
MDT CINDERELLA
12 Mart - 9 Nisan 2016
ÇANAKALE’ Yİ
ȘEHİTLERİNİ ANMA
KONSERİ
22 Mart 2016
28, 29, 30 Nisan 2016
2, 13, 20, 28 Nisan 2016
KALP KOROSU
11, 21, 28 Mart 7, 15, 19, 27 Nisan
2016
DÜNYA DANS GÜNÜ ETKİNLİKLERİ
A. İNANÇ / A. MARQUEZ /
J. P. MANCAYO / M. DEFALLA
MDT FINDIKKIRAN
24 Mart 2016
EĞİTİM KONSERİ
LE CORSAIRE (Korsan)
YEVGENİ ONEGİN
İZDOB ODA MÜZİĞİ
KONSERİ
M. ÖZÇAY
BALE / MODERN DANS
18 Mart 2016
FRIDA (Prömiyer)
G. PUCCINI
22 Mart 2016
ÇANAKKALE ȘEHİTLERİNİ
ANMA KONSERİ
HAREM
2, 4 Nisan 2016
25, 26, 29 Mart 2016
F. R. HACIYEV
8, 29 Mart 2016
W.A. MOZART
C. GOUNOD
J. STRAUSS II
(Çingene Baron)
ZAİDE
KİTAP KURDU İLE CAN HAYLAZLARA KARȘI
3, 10 Nisan 2016
12, 14 Mart - 6, 7, 18, 19 Nisan 2016
ÇOCUK ETKİNLİĞİ
SİHİRLİ DÜNYA
H. ÖZÖRTEN
10, 12 Mart - 5, 11 Nisan 2016
UYUYAN GÜZEL’İN PERİSİ
H. NÜFUSÇU
15, 16, 29, 30 Mart 2016
Mart-Nisan
MERSİN
SAMSUN
ANTALYA
OPERA / OPERET
OPERA / OPERET
OPERA / OPERET
KÖROĞLU
Ü. HACIBEYOV
CARMEN
G. BIZET
22 Mart 2016
ROMEO İLE JÜLYET
Ch. GOUNOD
YAȘA SEN ANNE (Prömiyer)
G. DONIZETTI
ȘEN DUL
F. LEHAR
8 Mart 2016
30 Mart - 13 Nisan
2016
KİLİSE KONSERİ
7 Mart - 4 Nisan
2016
ATATÜRK EVİ KONSERİ
SENFONİK KONSER
5 Mart 2016
25 Mart - 22 Nisan
2016
AYIN KONSERİ
23 NİSAN KONSERİ
23 Nisan 2016
BALE / MODERN DANS
ATEȘ KUȘU - DANZON
17 Mart 2016
SOPRITONE
14 Mart 2016
DUYGULAR, UMUTLAR VE
AȘKLAR KONSERİ
10 Mart 2016
GALA BALE (DÜNYA DANS GÜNÜ)
ÜÇ RENK
J.S. BACH - M.MARAIS
‘‘İÇ-İN’’, ‘‘ARADA’’, ‘‘DANZON’’M. RAVEL - A. MARQEZ
A. DAVRAN, V. ERSOY /
G. VERDI
30 Nisan 2016
KİTAP KURDU İLE CAN
HAYLAZLARA KARȘI
ÇOCUK ETKİNLİĞİ
DEĞİRMENDEKİ HAZİNE
M. ÖZTÜRK
HURREM SULTAN
O. TURFANDA
10 Mart - 9 Nisan 2016
NOTRE DAME’IN KAMBURU
C. PUGNI - B. HOINIC
26 Mart 2016
DÜNYA DANS GÜNÜ
29 Nisan 2016
K. KORBEK
MÜZİKAL
KEȘANLI ALİ DESTANI
Y. TURA
12 Mart 2016
17 Mart 2016
C.R. REY
12, 15 Mart - 26, 27 Nisan 2016
8 Mart 2016
ÇOCUK ETKİNLİĞİ
ÇOCUK ETKİNLİĞİ
ÇOCUKLAR IȘILDIYOR (Prömiyer)
LÜKÜS HAYAT
11 Nisan 2016
BALE / MODERN DANS
26, 29, 31 Mart 2016
29 Nisan 2016
MÜZİKAL
SENFONİK KONSER
DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KONSERİ
BALE / MODERN DANS
F. TÜZÜN - M. RAVEL
21 Nisan 2016
21, 23, 25 Nisan 2016
BAROK KONSERİ
12, 15 Mart 2016
10 Mart 2016
29, 31 Mart 2016
TOSCA (Prömiyer)
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
KONSERİ
ÜÇ SİLAHȘÖRLER (Prömiyer)
ÇAKIRCALI MEHMET EFE
3 Mart - 2 Nisan 2016
ORATORYO / SENFONİK KONSER
17, 19 Mart - 14, 16 Nisan 2016
ÇEȘMEBAȘI - BOLERO
G. VERDI
ORATORYO / SENFONİK KONSER
I. STRAVINSKI
ÇALIKUȘU
MASKELİ BALO
1 Mart 2016
ORATORYO / SENFONİK KONSER
G. DONIZETTI
21 Mart - 7 Nisan 2016
9, 14, 16 Nisan 2016
YEVGENI ONEGIN
PİYANO ȘAN RESİTALİ
L’ELISIR D’AMORE (Așk İksiri)
5, 8 Mart 2016
24 Mart - 30 Nisan 2016
9, 12, 19 Nisan 2016
2016
KÜÇÜK BİR MUCİZE (Prömiyer)
21, 23 Nisan 2016
OPERA OKULDA
C. ATİLLA
7, 14, 24, 28 Mart - 4, 27 Nisan 2016
OPERA ATÖLYESİ
7, 14, 21, 28 Mart - 4, 11, 25 Nisan 2016
12, 14 Nisan 2016
16 Mart - 1, 18 Nisan 2016
KÜLKEDİSİ
I. NOYAN
Genel Müdürlük gerektiğinde programda değișiklik yapabilir.
1 Mart 2016
OPERA OKULDA
2, 4, 9, 22, 23 Mart - 6, 11, 25 Nisan 2016
www.dobgm.gov.tr
www.biletiva.com
PİYANİST
MARTIN
BERKOFSKY
9 NİSAN 1943 - 30 ARALIK 2013
Tuğrul Göğüş*
[email protected]
Homage to a refined and affable friend
PIANIST
MARTIN
BERKOFSKY
9 aprıl 1943 - 30 december 2013
English Translation by: Ali Tarlakazan & İhsan Toksöz
A GREAT PIANIST PASSED
BY THIS WORLD
We may not all be aware, but a great pianist passed by this world - who
also lived in Turkey for some time. Extraordinary as a person and wellversed in his art; American pianist Martin Berkofsky passed away almost
two years ago, leaving deep permanent marks in our lives and souls.
He was one of the most seasoned artists I have ever observed in my
professional life. I first listened to this esteemed musician when I was in
Izmir State Symphony Orchestra accompanying Franz Liszt’s First Piano
Concerto. Vibrant and extraordinary sounds from his piano revealed an
unprecedented interpretative talent that I had not heard before.
His soft hands and fingers one felt on handshaking turned out to be a
28 AKOB | ARALIK 2015
TÜRKİYE’DEN BÜYÜK
BİR PİYANİST GEÇTİ
Birçok kişi farkında olmayabilir ama bu dünyadan - hem
de Türkiye’de bir süre yaşayarak - büyük bir piyanist geçti.
Sanatında mükemmel, kişilik olarak da inanılmaz güzel bir
insan olan Amerikalı piyanist Martin Berkofsky yaşamımızda ve
ruhlarımızda derin izler bırakarak yaklaşık iki yıl önce sonsuz
yaşama göçtü.
Martin Berkofsky ertiksel (1) yaşamımda gözlemlediğim en
olgun sanatçılardan birisiydi. Ben henüz İzmir Devlet Senfoni
Orkestrası’nda iken katıldığı bir dinletide orkestramız eşliğinde
çaldığı Franz Liszt’in birinci piyano konçertosunda bu değerli
müzisyeni ilk kez dinlemiştim. Piyanodan elde ettiği o güçlü
ve olağanüstü sesler daha önce hiç karşılaşmadığım bir yorum
gücünü ortaya koymaktaydı.
Gerçekten de Martin’in el sıkarken pamuk gibi olan elleri ve
parmakları piyanonun başında bir devin ellerine ve parmaklarına
dönüşüyordu. Çok üstün bir teknik güce sahip olan Martin
piyanonun elçinine (2) temas ettiği anda inanılmaz bir enerjiyle
yükleniyor, adeta çalgıyla birlikte şaha kalkıyordu. Tüm gücünü
odaklandığı piyanoya aktarıyor ve o anda çalmakta olduğu piyano
ile bütünleşiyordu.
Her katıldığı dinletide elde ettiği performans çizgisini milimetre
dahi yitirmedi. Bir sanatçının her keresinde ve farklı yaratılarda
aynı başarıyı şaşmaz bir şekilde yakalaması pek olanaklı değildir.
Çünkü sanatçı da nihayetinde bir insandır ve iyi günleri olabildiği
gibi kötü günleri de olabilir, mutlu günleri, mutsuz günleri
olabilir, enerjik günleri, yorgun günleri olabilir. Martin deniz
aşırı uzun yolculuklarından hemen sonra dahi verdiği dinletilerde
- orkestra eşliğinde ya da tek başına, performansında en küçük
bir eksilme olmadan o muhteşem çalışını ve tekniğini sergileme
başarısını göstermekteydi.
Bu başarısını defalarca gözlemleme şansını elde ettim. Özellikle
bir örnek vermem gerekirse; “Çukurova Müzik Dostları
Derneği” tarafından düzenlenen “Uluslararası Çukurova Çoksesli
Müzik Festivali”nin üçüncü yılında Martin Berkofsky de
katılımcı sanatçılardan birisiydi. Dinletisi 18 Mart 2007 Pazar
günü Adana’da ve ertesi gün Mersin’de idi. Mersin’deki dinleti
için müşterek dostumuz İhsan Toksöz’ün çabalarını unutmak
mümkün değildir. Bu dinletilerin hemen öncesinde ise “Çukurova
Üniversitesi Adana Devlet Konservatuvarı”nda ustalık kursları
verecekti.
Bu yakın dostu karşılamaya o tarihlerde adı geçen okulda piyano
öğretmenleri olan Can Çoker ve Çağla Çoker ile gitmiştik.
Berkofsky uçaktan çok ağır hasta olarak indi; o denli ağır bir grip
giant’s instruments in disguise. When he touched his piano’s keys
with his highly superior technical skill, he was in a different world,
as if in a trance, at one with his instrument. He channelled all his
vitality through the piano, united a whole while he played.
He didn’t lose even the least little bit of performance quality in
his concerts, no matter where. For an artist, it is not possible
unfalteringly perform at a superior level consistently. After all an
artist is also is a human being, he would have good and bad days,
happy and sad days, enthusiastic and weary days.
Martin used to give concerts without any noticeable degradation
of performance and display his splendid technique, be it an in
an orchestral piece or a solo performance, even soon after
long overseas travels. I had several opportunities to witness his
achievements in this manner. I’d like to mention particularly one of
them:
Martin Berkofsky was one of the performing artists in the 3rd
Çukurova Polyphonic Music Festival, organized by the “Çukurova
Music Lovers Society”. His concerts were scheduled to take place
on 18th of March 2007, Sunday in Adana and the next day in
Mersin. For his Mersin recital we relied on the efforts of our mutual
friend İhsan Toksöz there. Before the concerts he was to give
Master Classes in Çukurova University Adana State Conservatory.
Together with piano teachers Can and Çağla Çoker from above
mentioned school, we went to the airport to meet him. Berkofsky
came down from the stairs of the plane seriously ill; I had not
seen anyone such heavily down with flu ever before. He was
immediately taken by Can and Çağla Çoker to their home instead
of the hotel.
Only two days were left for his performance. Çoker Family fussed
and looked after Martin attentively and tried to take care of him as
much as possible. Still, on the day of the concert Martin stepped up
on the stage seriously ill.
A man who normally could barely lift a finger on account of ill
health, in this case turned out to be a giant on the stage. Sniffling
occasionally, his performance was an overwhelming success. This
should be the model of a true artist, I thought, and should be a fine
example to the budding artists in the audience.
This surely was a miracle!
He completed his program in our region (Adana-Mersin) without a
hitch. (1)
This was the sign of artistry of highest order!
ARALIK 2015 | AKOB
29
hastasıyla o güne dek hiç karşılaşmamıştım. Bu seçkin küğcü (3)
derhal Can ve Çağla Çoker tarafından alındı ve otel yerine Çoker
ailesinin evine götürüldü.
Dinletiye henüz iki gün vardı. Çoker ailesi Martin’e çok iyi
baktılar ve mümkün olduğunca sağaltmaya çalıştılar. Ancak
Martin yine de bu dinletiye çok hasta çıktı.
Mucize işte tam da burada!
Normalde parmağını kımıldatacak gücü bulunmayan bu hasta
insan sahnede bir deve dönüştü, burnunu çekerek de olsa
performansını muazzam bir başarıyla tamamladı. Sanatçı böyle
olmalıydı ve bu onu dinleyenler için pek mükemmel bir örnekti.
Martin bölgemizdeki programını (Adana-Mersin) en ufak bir fire
vermeden tamamladı. (4)
Saygı duyulacak sanatçı işte budur!
BERKOFSKY İZMİR’E
YERLEŞİYOR
Martin Berkofsky çeşitli dinletiler için İzmir’e birçok kez geldi.
Bu dinletilerde biz dostları onu hiç yalnız bırakmadık. Biz kısıtlı
sayıdaki dost ve arkadaşları ile ilişkileri gelişti ve derinleşti.
Ancak bu durum sevgili Martin’de “gördüğü iyi dostluk ortamının
tüm küğ camiasına ait olduğu” şeklinde bir yanlış anlamaya yol
açtı. Felsefe olarak tüm dünyaya, insanlığa ve canlılara iyilik
yapmak anlayışı ile donanmış olan Martin birdenbire İzmir’e
yerleşmeye karar verdi.
O “iyilik düsturu”nu, elde ettiği müthiş teknik birikimini,
entellektüel donanımını ve küğsel bilgisini, gördüğü bu yakın
dostluğa dayanarak artık Türk çocuklarına ve gençlerine
aktarmayı hedef edinmişti. Bir yabancı sanatçının bu özverili tavrı
kendisinin insani büyüklüğünün göstergesi değil midir?
Martin Berkofsky eşiyle birlikte İzmir’e yerleştikten hemen sonra
konservatuvarda kendisine verilen öğrencilerle o denli yoğun bir
çalışmaya girişti ki bu hepimizi hayretler içerisinde bıraktı. Bir
öğretmenin öğrencileri ile bu denli sıkı çalışması ve kendisinden
yaşça pek küçük kişilerle tarifi olanaksız arkadaşlıklar kurması,
sonunda küğ camiasında kendisine karşı - en hafifinden
“çekememezlik” diye adlandırabileceğim, olumsuz duyguların
yeşermesine yol açtı.
Bir yandan Martin ve öte yandan İzlandalı eşi Anna Malfridur
Sigurdardottir öğrencilerle sıkı bir çalışma temposuna girdiler,
beri yandan öğrencilerinin her sorunuyla yakından ilgilendiler.
30 AKOB | ARALIK 2015
BERKOFSKYS SETTLE
DOWN IN IZMIR
Martin Berkofsky visited Izmir many times for various concerts.
As his friends, we have never left him alone. His circle of friends
developed and took deep roots, especially with local artists.
However our dearest friend Martin mistakenly thought that such
close and appreciative relations were the standard for the whole
community of musicians. As a man of kindness whose philosophy
was to do a good turn to the world, to everybody and to every
living being, Martin suddenly decided to settle down in Izmir.
Soon after his settlement in Izmir with his wife, Martin Berkofsky
set out a formidably intense work schedule with his pupils at the
conservatory that astounded all of us. His passion to teach by
creating mutual warmth and sympathy with his students - which
was his peculiarity - brought about adverse feelings towards himself
– jealousy, in other words.
From then on with his humanitarian approach, he aimed at
imparting his accumulated piano technique, intellectual background
and his musical knowledge to young students, relying on his
experience, but always doing this in a friendly manner. This is a
prime example of the admirable behaviour of an international artist
and his awesome dedication to his work.
Martin and his Icelandic wife Anna Malfridur Sigurdardottir started
an intense work schedule, meanwhile caring about and attending
to the problems of their students. As and when necessary, to gave
free private lessons to students and allowed them to practice
at their home without any fee. They looked after their students’
health, nutrition, even took up with their appearances. This ideal
teacher - student relationship caused rumors to sprout up.
Bazı öğrencileri gerektiğinde evlerinde dahi - hiçbir karşılık
beklemeden - çalıştırdılar, piaynolarını kullanmalarına
izin verdiler, ayni zamanda öğrencilerinin sağlıklarıyla,
beslenmeleriyle ve hatta kılık kıyafetleriyle ilgilendiler.
Bu ideal öğretmen-öğrenci ilişkisi ilk dedikoduların çıkmasına
yol açtı.
Ertesi sabah sevgili Martin ve Anna saat 07.30 sıralarında
evime gelerek durumu anlattılar. Martin çok ürkmüş ve Anna
da ağlamaktaydı. Güçlükle teskin edebildik. Hakikaten artık bu
apartman dairesinde çalışamaz ve yaşayamazlardı. Halbuki ses
yalıtımını artırmak için yatak ve yorganlarını dahi piyanonun
altına sermişlerdi.
Aldıkları bu önlem bile konservatuvarda değişik bir söylentiye
yol açmıştı. Eşlik için Anna Malfridur Sigurdardottir ile sözleşen
ve bu sanatçı çiftin evlerine giden bir konservatuvar öğrencisi
bombayı patlatmıştı: “Martin ve Anna piyanoya o kadar aşıklar
ki her biri yorganını, döşeğini kendi piyanolarının altına sermiş,
orada uyuyorlar. Bunlar normal bir çift değil, ayrı ayrı uyuyorlar
(!).”
Çok hızlı bir şekilde bu değerli dostlar için müstakil bir ev
bulma çabalarına giriştik. Ancak bulabildiğimiz müstakil evler
ya çok pahalı, ya çalışma ve yaşamaya müsait değil ya da ulaşım
açısından pek uzaktılar. Kentteki hemen hemen tüm emlakçılara
da not bırakmıştık.
Nihayet “Narlıdere Sahil Evleri”nde bir tanıdık vasıtasıyla bir
ev bulunmuştu. Ancak tarlaların arasında tek başına kalmış
olan bu ev pek güvenli değildi. Bu evin hemen yanında da bir
gurbetçimizin yaptırmaya başladığı, fakat parası tükendiği için
tamamlayamadığı kaba inşaatı tamamlanmış bir ev duruyordu.
Tüm güvenlik kaygılarına rağmen Martinler çalışabilmek
uğruna bu eve taşınmaya karar verdiler. Bu taşınma işlemi zaten
Türkiye’ye gelirken belleri bükülmüş dostlarımıza hayli ağır bir
külfet getirdi.
Yeni bulunan bu evin yaşam sürdürmeye olanaklı kılınması da
Anna Malfridur Sigurdardottir
Anna Malfridur Sigurdardottir is the best collaborative piano
artist and instructor I have ever seen in my musical life. She was
so generous that many times I witnessed her endeavour as an
example of how to reach a better level of understanding with a
student. How she used to strive to explain each and every precious
detail is yet in everybody’s mind – everyone who remembers those
days.
Berkofskys had rented a flat in Izmir. When they moved to Turkey
they had brought along two grand pianos. They were such a
hardworking couple that they continued to work at home after
the school hours. Despite all sound isolation precautions they took
their neighbors were not happy – one Sunday afternoon in their
absence, their downstairs neighbor broke their door down without
any warning, entered their home and ripped apart almost every
item in the flat.
Next morning around 7:30am, Martin and Anna came and told to
me everything. Martin was very frightened and Anna was in tears.
We placated them with great difficulty. They would not be able to
work and live in this flat anymore.
They had even spread out their blanket and quilts beneath their
piano to improve sound isolation, but this was all in vain. Even
this precaution itself caused a strange hearsay at the conservatory.
Rumour had it that according to a conservatory student visiting
Anna for an accompaniment arrangement “Martin and Anna are
so in love with piano that each had spread out their blankets and
quilts beneath their piano and they sleep underneath their pianos.
They are not a normal couple, they sleep separately (!).”
So, we started to look for a detached house for our valuable
friends at once. But whatever we could find was either too
expensive or not suitable to live and study or was too far away
from the city. We had notified almost every real estate agency in
town.
At last a house was found in “Narlıdere Seaside Houses” in the
fields, through an acquaintance, which did not look awfully safe.
Just beside of this house there was a semi-finished house in rough
construction phase, belonging to an expatriate worker in Germany.
Despite concerns about security, they decided to move into this
house just to be able to work. This relocation heavily burdened
them financially as they were already almost broke under the
expense of moving to Turkey.
This new house was made a liveable place. Martins spent whole
their money in relocation and for renovation of the house. They
were happy though, for they could now work. After getting away
from worries, Martin Berkofsky had a surge of energy and gave
series of recitals. He took part in concerts abroad as well.
But somehow this active state of affairs was disfavoured and taken
ARALIK 2015 | AKOB
31
gerekmekteydi. Martinler tüm birikimlerini taşınma ve evin
asgari şekilde düzenlenmesine harcadılar. Yine de mutluydular,
çünkü artık çalışabiliyorlardı. Bu rahatlamanın sonucunda Martin
Berkofsky adeta bir dinleti patlaması yarattı, arka arkaya resitaller
vermeye başladı. Elbette yurt dışı davetlere de katılıyordu.
Nedense bu aktif durum Konservatuvar bünyesinde hoş
karşılanmıyordu. Diğer öğretmenler ile öğrenciler Martin
Berkofsky’nin kendisine has olan kişiliği, davranış karakteristiği
ve mimikleriyle ilgili şakalar yapmaya, alaycı davranmaya ve
kendisine karşı tutum almaya başladılar. Giderek şakalar ve alaycı
davranışlar Martin ve eşine de hissettirilmeye başlandı.
Bu tutumun gerçek nedenini kavrayamayan Martin aktivitelerine
devam ettikçe rahatsız olmaya ve bu rahatsızlığını benimle
de paylaşmaya başladı. Berkofsky bu etkinliklerden bir kuruş
almıyor, dinleti gelirini düzenleyen kuruluşa aktarıyordu. Örneğin
“Radyo Amatörleri Derneği” için verdiği dinleti neticesinde bu
dernek üyeleri çok yüksek kalite bir vericiye kavuştular.
Martin çeşitli hayır kurumları için dinleti verdikçe dışarıdaki
dostları çok artıyordu, bu dostluk halkasının zinciri gün geçtikçe
gelişiyor ve kuvvetleniyor; fakat konservatuvardaki ilişkileri
zayıflıyordu.
Konservatuvardaki arkadaşlarının tutumlarına bir anlam
veremeyen Martin ve Anna ikilisi durumdan çok etkileniyorlar,
üzüntüyle giderek evlerine daha çok kapanıyorlardı.
Bu arada, yakınlarındaki tamamlanmamış eve bir anda
Güneydoğu’dan göç etmiş, on çocuklu bir aile yerleşiverdi.
Hızlı bir gece yarısı operasyonu ile bu eve yerleşen Güneydoğulu
aile tuvalet gereksinimlerini ağaçların dibinde gideriyorlardı.
Anna ertesi sabah evlerinin pancurunu açtığında tam
karşılarındaki boş arazide bulunan ağacın dibinde ailenin “reis”ini
ihtiyacını görürken buldu ve dehşetli bir çığlık attı. Artık Martin
ve Anna’nın huzurlu çalışma dönemi sona ermişti.
Yeni yerleşen ailenin fakirliğini gören Anna bu aileye birkaç
defa özenerek pişirdiği yemekleri verdi. Bu, durumun daha da
kötüleşmesine yol açtı. Artık ailenin çocukları sürekli yemek
istiyor, kapıyı çalıyor, avuçlarını açıyorlardı!
Martin Berkofsky bu aileye ait iki adet ineğin istedikleri yerde
ihtiyaçlarını giderdiklerini henüz bilmiyordu. Bir gece, verdiği bir
resitalden sonra dinleti kıyafetiyle evine döndüğünde arabasının
kapısını açıp adımını attığı anda rugan ayakkabılarının taze
bırakılmış gübreye battığını hissettiği gecenin sabahında, yine
07.30 sularında ağlayarak evime geldi. Durumu kısaca anlattıktan
sonra o bölgeden sorumlu olan Narlıdere Belediyesi’ne gittik ve
belediyenin hiçbir önlem almayacağını anladık. Yalnızca çevreyi
ilaçlamak için bir ekip gönderdiler.
32 AKOB | ARALIK 2015
against him in the conservatory. Teachers and students started
making fun of his ever kind personality, characteristic manners and
facial expressions, and started teasing him from time to time. This
atmosphere was felt by Martin and by his wife.
Martin was not able to work out the real reasons behind these
machinations. As he carried on with his schedule, he started getting
upset and shared his feelings with me. Martin was performing for
free, never expecting nor accepting a single penny for his work.
All net revenues were left to the organizers. For instance, Radio
Amateurs Society acquired a very high quality transmitter as a
result of one of his recitals.
As he continued his concerts for various charitable institutions,
guilds and NGOs, his fame started spreading and he made friends
everywhere, while acquiring new fans. While this chain of amity
was getting stronger outside, his relations with his colleagues at the
conservatory were getting worse by the day.
Deeply affected by the incomprehensible stance of their friends
at the conservatory, Martin and Anna were gradually distancing
themselves from them, taking refuge in their home. But then, out
of nowhere, an immigrant family from a southeastern city with ten
children nestled into the nearby semi-finished house with a speedy
midnight operation. As they didn’t have toilet facilities, family
members were relieving themselves in the open fields. Early next
day, when Anna opened the blinds she saw the family patriarch
paying a call under a tree opposite their home. She screamed her
brains out! This was the end of their peaceful work period.
Seeing poverty of the newcomers Anna shared her elaborately
prepared meals with them several times. This made the situation
even worse. The children started asking food all the time, ringing
the door and opening their hands in a begging gesture. Martin
Berkofsky didn’t know yet that naturally, two cows belonging to
this family were also defecating all around the place. One night,
returning from a recital in his full concert attire and his patent
leather shoes on, he opened his car door and stamped on a bunch
of wet cow dung!
He came to my home next morning at 7:30am, explaining what
had happened. He was sobbing. We went to Narlıdere Municipality
and were told that nothing could be done! They did send a
disinfection spray team though...
BILKENT YEARS IN
ANKARA
Martin and his wife were strained to the limit due to difficulties
they encountered at school and their problematic experiences in
ANKARA, BİLKENT
YILLARI
Bir yandan okulda karşılaştığı durumlar, bir yandan da yaşadıkları
Martin ve eşini oldukça germişti. Bilkent Üniversitesi’nden
aldıkları teklifi değerlendirip İzmir’den Ankara’ya yerleştiler.
Burada okul tarafından kendilerine verilen bir lojmanda
kalıyor, kendilerine tahsis edilen stüdyolarda çalışıyor ve ders
yapıyorlardı. Ancak, sorunlu ülkemin her yerinde zorluklarla
karşılaşmak bu çiftin kaderlerinde olsa gerek, burada da yeni
sorunlar baş gösterdi. Sınavlarda karşılaştıkları bir not verme/
değerlendirme gerginliği sonucu olduğunu duyduğum bir gelişme
sözleşmelerinin feshine kadar gitti.
AİLE
PARÇALANIYOR.
EVLİ EVİNE KÖYLÜ
KÖYÜNE
Bu denli değerli sanatçı-eğitimci çift Türkiye’de işsiz kalmıştı.
Martin Amerika’ya dönmeyi düşünüyordu. Ancak Anna çok ani
olarak kendi ülkesi İzlanda’ya dönmeye karar verdi. Türkiye’de
yaşadıkları Anna’nın sinir sistemini tahrip etmişti. Böylece
evlilikle de taçlanmış olan sanatsal beraberlik parçalandı.
TÜRKİYE BAĞI
KONSERLERLE
SÜRÜYOR
Ayrılıktan sonra Sayın Anna Malfridur Sigurdardottir ile
bağlantım kalmadıysa da Martin Berkofsky ile beraberliğimiz
sürdü. Bu arada ben, kızımın eğitimi nedeniyle Adana’ya
yerleşmiş ve Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası’nın üyesi
olmuştum. Bu kurumda “keşke yapmasaydım” dediğim bir
yıllık müdürlük döneminde, Martin’i bahsi geçen orkestraya
davet ettim. Martin yine, her zaman olduğu gibi, mükemmel bir
seslendirme gerçekleştirdi.
Dinletinin olduğu hafta Martin’den Mersin’de de bir de resital
istemiştik. Elbette, genel tutumunun dışına çıkmadan bu resitali
de gerçekleştirdi. Bizler Martin’e yapışmıştık bir kez; ayrıca
Çukurova Üniversitesi Adana Devlet Konservatuvarı’nda bir
ustalık kursu vermesini rica ettik. Bu okulda Martin’in Bilkent’ten
öğrencisi olan Can Çoker piyano öğretmenliği yapıyordu. Martin
their neighborhood. Considering a job offer from Bilkent University
and accepting it, they moved from Izmir to Ankara. There they
were lodged in a flat on the university campus. They were teaching
and studying in the studios assigned to them. However, they must
have been destined to come across difficulties in every part of my
troubled country; sure enough; new problems started again. As I
heard it, a misunderstanding on an appraisal for an exam brought
about the cancellation of his contract!
FAMILY BREAKS
APART. GOING
BACK HOME
At this point such a valuable artist-pedagogue couple were out
work in Turkey. Martin was thinking to return to the USA. But all of
a sudden Anna decided to go back to her native land, Iceland. Her
experience in Turkey had made Anna very depressed. Eventually,
this artistic partnership which was crowned with marriage came to
a sad end.
TURKEY
CONNECTION
CONTINUES WITH
CONCERTS
Although I lost contact with Anna Malfridur Sigurdardottir, I kept in
touch with Martin Berkofsky. In the meantime, for my daughter’s
education, I had moved to Adana and became a member of the
Çukurova State Symphony Orchestra. While I was the manager for
a year in this orchestra (I regretted this later), I invited Martin for a
concert. He accepted this and performed profoundly as expected.
In the same week following the concert, we requested him
to perform in Mersin too. As gracious as ever, he fulfilled our
ARALIK 2015 | AKOB
33
request and gave a recital in Mersin. As long as we were together
with Martin; we asked him to give a master class at Adana State
Conservatory where Can Coker, a former student of Martin at
Bilkent University was now teaching. Martin gave the masterclass
without any fee. We took him for dinner a few times.
hiç para almadan bu kursu da verdi, kurs sürecinde yalnızca
seyrek olarak yemeğe çıkarabilmiştik.
Martin Berkofsky Adana’ya birkaç kez daha geldi, tüm
dinletileri “Çukurova Müzik Dostları Derneği” yararına verdi.
Bu dinletilerin gelirleri derneğin borçlarını kapatmakta ve yeni
dinletiler için kaynak sağlanmakta kullanıldı. Her gelişinde
Mersin’de de bir resital ayarlandı ve orada da hiç ücret almadan
İhsan Toksöz’ün organizasyonuyla “Soroptimist Kulübü” yararına
gerçekleştirdi performanslarını.
Virginia’da yaşamakta olan Martin, bu ülkede de tüm gücünü
insanlar ve dünyamız için kullanmaya devam ediyordu. Örneğin
“evi olmayanlar” yararına verdiği bir dinletide bulunmuştum.
Martin ülkemizde yaşarken karşısına çıkan onlarca soruna
rağmen hala iyilik yapmaya devam ediyordu. Yaşadığı bölge olan
“Casanova District”te gönüllülerin katkılarıyla gerçekleştirmekte
olduğu yaz kurslarının ikincisine Adana’dan (yönetmen
yardımcısı olarak) beni ve iki öğrenciyi (Atakan Sarı ve Tomris
Hüseyinova) davet etti. Bu üç kişinin kalacak yerleri, yemekleri,
ulaşımları ve uçak biletleri ayarlanmıştı. Tamı tamına bir ay süren
bu kursta çok şeyler öğrendik ve gözlemledik.
Ben bu kurs boyunca Martin’in evinde kaldım ve Martin’in
nasıl çalıştığını bizzat gözlemledim. İlk hafta hemen hemen
uyumadan küğsel yazılar yazdı, ikinci hafta bir dinletisi olduğu
için sabahlara kadar piyano çalıştı. Bu arada kursu hiç aksatmadı,
her öğrenciyle tek tek ilgilendi, her sabah erkenden sporunu ve
koşusunu yaptı. Bu kursun sonunda Atakan Sarı, kaldığı evin
sahibinin sponsor olmasıyla “Massachusetts Üniversitesi”nde
okudu ve büyük başarı ile bitirdi. Hatta sonraları Martin kendisini
Ermenistan, Erivan’da vereceği bir konsere de götürdü.
Berkofsky, aynı zamanda dostum İhsan Toksöz’ün piyanist
kızı Işıl Toksöz’e de dersler vermiş ve ustalık kurslarında
çalışmışlardır. İhsan Toksöz’ün de Martin ile yakın dostluğu
vardı. Martin Mersin’e geldiğinde daima kendisini misafir
34 AKOB | ARALIK 2015
Martin Berkofsky visited Adana several times from then on. All his
performances were free of charge to support the “Çukurova Music
Lovers Society”. Whatever the proceeds were, they were used for
the society’s liabilities and for new concert activities. He invariably
gave a recital in Mersin too for charity on behalf of the “Mersin
Soroptimist Club,” made possible by the efforts of Ihsan Toksöz.
Back in the USA, Martin moved to State of Virginia’s Casanova
District and committed all his efforts to our world and humankind
as before. For instance, I once attended one of his concerts
dedicated to homeless people. Despite the immense difficulties
he encountered during his stay in our country, he kept on helping
people later in his life.
He invited me and two students (Atakan Sarı and Tomris
Hüseyinova) from Adana for a Summer Piano Masterclass (second
in series) sponsored by Casanova District volunteers. All food and
accommodation and travel expenses for three of us were born
by the local sponsor families. For a full month we studied and
observed a lot.
Throughout the course, I stayed with Martin at his house and
observed how hard he worked. During the first week, he hardly
slept and wrote musical scripts; in the second week he practised
till dawn for a performance. In the meantime, he never ignored
the course, attending to each and every student, at the same time
never failing to go jogging and do exercises every morning. At the
end of this course Atakan Sarı was admitted to Massachusetts
University by the sponsorship of his host family and graduated with
great success. Later, Martin took him to Yerevan, Armenia for a
joint concert.
Berkofsky gave lessons and worked in his master classes with Işıl
Toksöz, my close friend Ihsan Toksöz’s pianist daughter. As a lover
of music, Ihsan Toksöz was also close to Martin and always hosted
him during his stay in Mersin, organizing this virtuoso pianist’s
recitals. He always lent his assistance to him.
At Berkofsky’s last Adana performance, myself and Can & Çağla
Çoker asked him to teach at Çukurova University Adana State
Conservatory. After pondering over this for quite some time he
accepted our proposal. We opened up the subject to Ahmet
Hilmi Yücel, then the head of the conservatory. One of the most
exquisite and refined persons I have ever seen in my life, Mr.
Yücel took up the matter very seriously, prepared all necessary
documents and completing all bureaucratic formalities step by step,
and he managed to get the required approval from YÖK (Higher
Education Council of Turkey).
etmekte ve bu değerli ve alçakgönüllü sanatçının resitallerini
düzenlemekteydi. Kendisine her zaman yardımcı olmuştur.
Berkofsky’nin son Adana dinletisinde kendisine Can-Çağla
Çoker ve Tuğrul Göğüş olarak “Çukurova Üniversitesi Adana
Devlet Konservatuvarı”nda öğretmenlik yapmasını önerdik.
Martin hayli uzun bir düşünme süresinden sonra teklifimizi kabul
etti ve Çokerler ile bokulun o zamanki müdürü Sayın Ahmet
Hilmi Yücel’e konuyu açtık. Yaşamım süresince gördüğüm en
değerli ve zarif insanlardan birisi olan Bay Yücel hemen konuyu
omuzlayarak gereken resmi evrakları hazırladı, bürokratik
aşamaları tek tek tamamladı ve YÖK’ten oluru aldı.
Tek eksik Martin’in bu evraklara atacağı ıslak imza idi. Bu
nedenle Martin’i Adana’ya getirtmemiz gerekiyordu. Uçak
biletinin temin edilmesi resmi düzeyde olanaksızdı. Davet
ettiğimiz kişiye de “sen gel, imzanı at, evine dön, biz seni tekrar
çağırırız” demek mümkün olamayacağına göre uçak bileti temin
etmemiz şarttı. İşte bu noktada İhsan Toksöz’ü aradık iki gün
sonra uçak biletlerini temin etti (5).
Biletleri Martin’e ulaştırdık ve Martin ile hava alanında yine
buluştuk. Martin bizlerle ve Türk çocukları ile yine buluşacağı
için son derece mutluydu. Adana’da o dönemin üniversite rektörü
ile buluşmak için rektörlük makamına davet edildi. Ne olduysa
- ki ne olduğunu, ne konuşulduğunu halen bilmiyorum- Martin
çok düşünceli ve üzgün bir şekilde yanımıza geldi. Hiçbir şey
söylemedi ve kendisini ülkesine uğurladık. Okulumuza büyük
bir piyanist, öğretmen olarak gelecek diye sevinçliydik. Ancak
Martin bir hafta kadar sonra Türkiye’ye gelmekten vaz geçtiğini
bildirdi. Hayallerimiz suya düşmüştü.
Berkofsky ilerleyen yıllarda ne yazık ki kanser illetinin pençesine
düştü. Kendi iradesi ve doktorların katkısıyla bu hastalığı
yenmeye muvaffak oldu. Artık tüm gücünü ve birikimini Amerika
Birleşik Devletleri’ndeki kanser hastaneleri ve kanserle savaş
dernekleri yararına kullanmaya başlamıştı. Ülkenin dört bir
yanındaki kanser kurumları için dinletiler veriyor ve elde edilen
bilet gelirini tümü ile bu kurumlara bağışlıyordu. Ama maalesef
bu korkunç hastalık Martin Berkofsky’yi bir kez daha eline
geçirdi, bu kez büyük piyanist ve örnek insan kurtarılamadı.
O’nun aziz anısı önünde büyük bir saygı ile eğiliyorum.
Mesleği ile ilgili her konuda bizlere bu denli yardımcı olmuş
böyle harika bir adamı nasıl oldu da Türkiye’den kaçırmayı
başardık? Bu soruyu yalnız Martin Berkofsky ve Anna
Malfridur Sigurdardottir için sormuyoruz. Andrea Shestakova,
Luciano Pavarotti, karı-koca ‘Vodka’lar ve daha nice hemen
akla geliverecek birçok diğer sanatçılar… Bu listenin sadece
yabancı isimlerden oluşmadığını da söyleyebiliriz. Çok sayıda
Türk sanatçı bu olumsuz ortamdan kaçarak kendilerini güvenli
sığınaklara bırakmışlardır.
Now, only Martin’s acceptance signature was missing for the
final bureaucratic steps. For this, Martin’s presence in Adana was
required. An official flight arrangement was impossible to make
and it was also inappropriate to say to our guest, “come around,
sign the documents, fly back home, we’ll let you know what
happens”. So we were obliged to provide his ticket. At that very
moment we called up Ihsan Toksöz and within two days tickets
were ready. (2)
We sent the tickets to Martin and met him at airport again on
his arrival. He was very happy to be with us and excited that
he would be together with Turkish students once again. He
was invited to the University Rector’s Office in Adana. To our
surprise, he came back out looking very much concerned and
sad, but told nothing to us. To this day, I have no idea what had
happened. We sent him off to his country. We were very happy
indeed that a distinguished pianist and teacher was to come to
our school; but after a week Martin informed us that he had
decided not to come to Turkey. We were deeply disappointed.
In later years Berkofsky unfortunately got seriously ill with cancer.
With his iron will and medical help he managed to keep this
illness under control. Then he started to use his artistic skills and
energy for US Ontology Hospitals and Foundations. He was
giving charity concerts all around the country to support Cancer
Fighting Societies and Foundations. All proceeds as usual were
left to these organizations. But unfortunately this disastrous
illness seized him once again, and this time this distinguished
pianist and exemplary person could not be saved. I respectfully
bow before his cherished memory.
How on earth did we manage to let off such an outstanding
man from Turkey who helped us in every respect related to his
profession? This question is not only for Martin Berkofsky and
Anna Malfridur Sigurdardottir but also for Andrea Shestakova,
Luciano Pavarotti, the “Vodka’ couple and many other artists
whose names instantly come to mind. We can safely say this list
does not consist of foreign artists only. Many Turkish artists too
walked away due to the presence of unfavored conditions and
took shelter elsewhere.
THE MORAL
If we are to learn from our mistakes, it would seem most
desirable that we welcome skilled artists so that our country can
progress and a new creative generation can flourish. After the
collapse of USSR, many artists came here due to the uncertain
situation in their native land. Some of them were really perfect
artists in every way, but after a while a significant part left Turkey
for better career opportunities elsewhere. The ones who stayed
in our country are the ones who could adapt to the conditions
here.
ARALIK 2015 | AKOB
35
KISSADAN HİSSE
Ders çıkarmamız gerekirse, ülkemize gelecek iyi olan
sanatçılara kucağımızı açmalıyız ki ülkemiz gelişebilsin, sanat
alanında yeni ve yaratıcı bir kuşak ortaya çıkabilsin. Sovyetler
Birliği’nin dağılmasından sonra ülkelerindeki olumsuz
koşullardan ötürü eski Sovyet cumhuriyetlerinden ülkemize
sanatçılar geldiler. Aralarında çok iyiler vardı ama onlar da bir
süre sonra daha iyi çalışma şartları arayışı ile Türkiye’yi terk
ettiler. Burada kalanlar buradaki sisteme uyum göstererek
yaşamlarını Türkiye’de sürdürebilenler.
Ve tabii buna ilişkin olarak, ülkemiz gelecek sanatçıları için
daha iyi eğitim ve çalışma şartları hazırlayarak onların ülkede
kalmalarını ve uluslar rası standartları yakalayarak artistik
yetenekleri ile Türkiye’yi temsil etmelerini de sağlamamız
gerekiyor.
Gerçek bir Türk dostu olan Martin Berkosky’yi hiçbir zaman
unutmayacağız. Toprağı bol olsun. Sanırım gittiği sonsuz ülkede
piyano çalmaya ve dersler vermeye devam ediyordur.
It should be noted that it is our duty to create better education
and working conditions for the future artists so that they would
not seek to go abroad. We must give them the opportunity to be
educated with international standards here in Turkey so that they
can represent us abroad with their artistry.
We will never forget Martin Berkofsky, a real Turcophile. May he
rest in peace. I believe he is busy playing the piano and teaching
new pupils in the eternal land where he has retired to.
* Tuğrul Göğüş
Keman sanatçısı ve eğitmeni. Halen
emekliliğinden sonra gittiği Hollanda’da
yaşamaktadır.
Violinist (Rtd.), currently living in Holland.
Adana - 12.05.2015, Salı
Ertik: Meslek, sanat - Ertiksel: Mesleki, sanatsal
Elçin: Demet, tutam - burada; piyanonun elçini: piyanonun
tuşları
Küğ: Müzik - Küğcü: Müzisyen
Editörün notu: Martin ertesi gün Mersin’e geldiğinde benim
misafirim oldu. Çok hastaydı, doktora gittik, kendisine iğne
yapıldı. Sabah kalktığında pek değişiklik yoktu. Tüm gün
hiçbir şey yemedi, yiyemedi. Akşam konserden önce yine
iğne vuruldu ve sahneye öyle çıktı. İşte o gece sevgili dost
Tuğrul Göğüş ve Çoker ailesinin yaşadığı mucizeyi Mersin’de
bizler de yaşadık. Konser sonrasında da sadece bir çorba
içirebildik kendisine. Sabah saat 04.30’da uçağa gitmek üzere
kalktığında bitkindi. Kalmasını istedim, dinlemedi. Hasta
haliyle kendisini Adana’ya götürüp uçağa bindirdim. Sonraları
amansız hastalık kansere yakalandı. Demek ki o zamandan
bağışıklık sistemi iflas etmişti (İT).
Editörün notu: Martin’e uçak biletini temin eden başta
Ayla Atat ve Josef Atat olmak üzere sanatın hamisi Atako
A.Ş. ailesine teşekkürü burada bir borç bilirim. Ne yazık ki
bilemediğimiz nedenlerden ötürü güzel dost, iyi piyanist,
harika eğitmen Martin Berkofsky Türkiye’ye gelemedi ve ben
bunu kendilerine açıklama şansını bulamadım. Bu yazı bir
özür yerine geçer sanırım (İT).
36 AKOB | ARALIK 2015
Note from editor: The last time he came to Mersin as
my guest, he was so sick that we saw the doctor, and he was
given and injection. In the morning he was not any better.
All day long he didn’t or couldn’t eat anything. In the evening
before concerts he was given another injection and stepped
on the stage in this state. At that very night we experienced
same miracle in Mersin as my dear friends Tuğrul Göğüş and
Çoker Family had observed before. After the concert we
could only have him have a bowl of soup. In the morning
at 04:30am when he woke up for his flight back, he was still
exhausted. I wanted him stay a while longer, but he wouldn’t
listen. I drove him to Adana, and he boarded the plane
unwell. Later on we learned about the cruel disease he had.
That means that at that time in Mersin his immune system
had already started failing.
Note from editor: I would like to express my gratitude
to Ayla Atat and Josef Atat who underwrote Martin’s flight
tickets and also to the music sponsor Atako A.Ş. family
for their support. Sadly, for some reason we never found
out, this special friend, prominent pianist and excellent
pedagogue Martin Berkofsky could not come to Turkey. I
have not had the chance to explain to these benefactors
before why this did not happen. Now I think I can safely
point to the events in this article as my excuse.
Verdi
Romantizmden Gerçekçiliğe
Prof. Dr. Arzu Etensel İldem
Verdi, du romantisme au réalisme
Verdi’nin birçok operasının librettosu edebi yapıtlardan
esinlenerek yazılmıştır. Schiller, Shakespeare, Hugo ve Oğul
Dumas, Verdi’nin librettolarına ilham veren yazarlardan
bazılarıdır. Verdi’nin librettoları temel aldıkları eserlerin
özelliklerini opera sahnesine yansıtmıştır. Victor Hugo’nun le
Roi s’amuse / Kral Eğleniyor oyunundan esinlenen Rigoletto
operası romantik tiyatronun özelliklerini taşımaktadır. Oğul
Alexandre Dumas’nın La Dame aux camélias adlı romanından
ve oyunundan esinlenen La Traviata gerçekçi tiyatroyu temsil
etmektedir. Söz konusu piyesleri temel alan librettolar sayesinde
Verdi günümüzde en çok sahneye konulan operalardan ikisini
bestelemiştir.
Le Roi s’amuse/Kral
Eğleniyor ve Rigoletto
Victor Hugo 19. Yüzyıl Fransız edebiyatının en ünlü
yazarlarından ve romantik akımın öncülerinden biridir. Romantik
38 AKOB | ARALIK 2015
La plupart des libretti de Verdi ont été inspirés par des œuvres
littéraires. Schiller, Shakespeare, Hugo et Dumas fils sont parmi les
écrivains qui ont influencé Verdi. Les libretti de Verdi reflètent les
particularités des œuvres littéraires qui leur ont servi de modèle.
Rigoletto qui s’est inspiré de la pièce de Victor Hugo intitulé Le
Roi s’amuse porte les caractéristiques du théâtre romantique. La
Traviata qui a puisé son inspiration de l’œuvre célèbre d’Alexandre
Dumas fils la Dame aux camélias représente le théâtre réaliste.
Grâce aux libretti qui sont basés sur les œuvres de ces deux
dramaturges, Verdi a créé deux opéras qui sont parmi les plus
représentés au monde.
Le Roi s’amuse et Rigoletto
Victor Hugo qui est l’un des écrivains les plus célèbres de la
littérature française est également l’un des précurseurs du courant
romantique. Il est le créateur du drame romantique. Dans la
préface de Cromwell qu’il a écrite en 1827, il a jeté les fondements
tiyatronun yaratıcısıdır. 1827 yılında yazdığı Cromwell adlı
oyunun önsözünde romantik tiyatro kuramını kaleme almıştır.
1830 yılında sahneye konulan Hernani oyununun ilk temsili
(Verdi’nin Hernani adlı operası bu oyundan alınmadır)
klasiklerle romantikler arasında yapılan bir savaşa dönüşmüş ve
romantik tiyatronun zaferiyle sonuçlanmıştır. Le Roi s’amuse
/ Kral Eğleniyor Victor Hugo’nun Hernani’den sonra yazdığı
ikinci oyundur. Oyun Fransa kralı 1. François zamanında,
16. yüzyılda, kralın sarayında geçmektedir. Kralın soytarısı
Triboulet tüm saraylı soyluların düşmanlığını kazanmıştır. Kral
çok çapkındır, kızını baştan çıkardığı yaşlı soylu Saint-Vallier,
kralı ve kendisiyle alay eden Triboulet’yi lanetler. Triboulet
herkesten özenle sakladığı kızının namusu için endişe etmektedir.
Ve bir gün korktuğu başına gelir; saraylı soylular Triboulet’den
öç almak için kızını kaçırıp krala teslim ederler. Triboulet kralı
öldürmeye karar verir ancak kiralık katil Saltabadil kralı değil,
son dakikada onun yerini alan Triboulet’nin kızı Blanche’ı
öldürür. Lanet yerini bulmuş, soytarı kendi kızının ölümüne
neden olmuştur.
Beş sahneden oluşan romantik dram le Roi s’amuse / Kral
Eğleniyor 22 Kasım 1832 tarihinde sahneye konulmuş ancak
iki gün sonra yasaklanmıştır. Comédie-Française tiyatrosunun
müdürü Hugo’ya bir not göndermiştir: “Saat 6.30’da Kral
Eğleniyor’un temsillerini durdurma emrini aldım. Bakanın
emrini bana Bay Taylor iletti.” Durdurulan oyun daha sonra
yasaklanmıştır. 1830 Temmuz devriminden sonra böylesi bir
sansürle karşılaşmak Victor Hugo’yu çok şaşırtmıştır; ona göre
oyundaki 1. François’yla zamanın “liberal” geçinen kralı LouisPhilippe arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. Ancak
oyunu izleyen romantik tayfa temsil sırasında krallığa karşı
sloganlar atmış ve devrim şarkıları söylemiştir. Triboulet’nin
soylulara yönelttiği : “Anneleriniz uşaklarla düşüp kalktı!”
sözlerini alkışlamışlardır. O sıralar Louis-Philippe’in annesi
Orléans düşesinin seyislerinden biriyle ilişki yaşadığı dedikodusu
ortalarda dolaşmaktadır. Victor Hugo kendisiyle yapılan kontratı
bozmak zorunda kalan Comédie-Française tiyatrosuna dava
açmış fakat bir sonuç alamamıştır. Oyun ancak 50 yıl sonra, 22
Kasım 1882 tarihinde tekrar sahneye konmuştur. Victor Hugo bu
tarihi temsile, metresi ve sadık hayat arkadaşı Juliette Drouet’yle
birlikte gitmiştir. “Çok hasta görünen Juliette aynı zamanda çok
mutludur.” Bu Juliette’in son sokağa çıkışı olmuş, birkaç ay
sonra vefat etmiştir.
Kral Eğleniyor oyunu kralcı çevreleri rahatsız etmiştir ancak
tarafsız eleştirmenler tarafından da yerilmiştir: başkişi soytarı
Triboulet fazlasıyla itici bulunmuştur. France nouvelle gazetesi
söz konusu dramı “Şekilsiz, inanılması zor bir grotesk ve
dehşet karışımı, bir uyumsuzluk ve saçmalık yumağı, çekiciliği,
karakteri ve erdemi olmayan bir oyun” olarak nitelemiştir.
Constitutionnel gazetesi Kral Eğleniyor’un “ucube bir oyun”
olduğunu yazmıştır, “bu oyunda dehşet, iğrençlik ve ahlâksızlık
du drame romantique. La première représentation de sa pièce
intitulée Hernani (l’opéra éponyme de Verdi s’inspire de cette
pièce) s’est transformée en une véritable bataille littéraire et s’est
conclue par la victoire du théâtre romantique. Le Roi s’amuse
et la deuxième pièce écrite par Victor Hugo après Hernani. Les
événements de la pièce se déroulent au 16ème siècle dans la cour
du roi François 1er. Le bouffon du roi, Triboulet, est haï par tous
les courtisans. François 1er qui est un véritable Casanova a séduit
la fille du vieux seigneur Saint-Villier. Le vénérable vieillard maudit
le roi et également Triboulet qui se moque de lui. Triboulet a
des craintes à propos de la sécurité de sa fille qu’il cache à tout
le monde. Et un jour ses peurs se réalisent : pour se venger de
Triboulet les nobles enlèvent sa fille et l’offrent au roi. Triboulet
décide de faire assassiner le roi mais le tueur à gages Saltabadil tue,
non pas le roi mais Blanche, la fille de Triboulet, qui prend sa place
au dernier moment. La malédiction s’est réalisée : le bouffon a
causé la mort de sa propre fille.
Le Roi s’amuse, pièce en cinq actes a été mise en scène le 22
novembre 1832 mais sa représentation a été arrêtée deux jours
après. Victor Hugo a reçu une note du directeur de la ComédieFrançaise : « Il est six heures et demie, et je reçois à l’instant
l’ordre de suspendre les représentations du Roi s’amuse. C’est M.
Taylor qui me communique cet ordre de la part du ministre. » Les
représentations qui ont été suspendues sont interdites quelques
jours après. Rencontrer une telle censure après la Révolution de
Juillet (1830) surprend beaucoup Victor Hugo. Selon le dramaturge
il n’y a aucune ressemblance possible entre François 1er et le roi
de l’époque, Louis-Philippe qui se dit « libéral ». Cependant
les admirateurs de Victor Hugo ont chanté des chansons
révolutionnaires pendant la représentation et ont protesté contre
le régime. Ils ont applaudi les paroles que Triboulet adresse aux
nobles : « Vos mères aux laquais se sont prostituées ! » A
l’époque courait le bruit que la duchesse d’Orléans, la mère de
Louis-Philippe avait « eu des faiblesses pour l’un de ses valets
d’écurie ». Victor Hugo intente sans succès un procès contre la
Comédie-Française qui a mis fin au contrat qu’elle a signé avec
l’auteur. La pièce n’a pu être représentée de nouveau que 50 ans
après, le 22 novembre 1882. Hugo assiste à la reprise de sa pièce
en compagnie de Juliette Drouet, sa maîtresse et compagne fidèle.
« Juliette va très mal mais elle est très heureuse ». Ce sera sa
dernière apparition publique, elle mourra quelques mois après.
Le Roi s’amuse dérangea les milieux royalistes mais la pièce a aussi
été critiquée par les critiques indépendants qui ont trouvé le héros
Triboulet tout à fait indigne. Le journal France nouvelle qualifie
le drame de « informe, incroyable mélange de grotesque et
d’horrible, d’inconvenances et d’absurdités, un drame sans intérêt,
ni caractère, ni mœurs ». Le Conditionnel traite le Roi s’amuse
« de pièce monstrueuse où se mêlent dans un chaos l’horrible,
l’ignoble et l’immoral. » Ce qu’on récuse ici c’est la conception
artistique hugolienne. Les royalistes et les ultras se sont révoltés
ARALIK 2015 | AKOB
39
bir kaos halinde birbirine girmiştir.” Burada yadsınan Hugo’nun
sanat anlayışıdır. Sağcı ve kral taraftarları “ultralar” oyuna
herkesten daha fazla tepki göstermişlerdir; onlara göre Kral 1.
François çapkın bir erkek olabilir ancak bir tecavüzcü değildir.
“Bu oyunda sarhoş bir kral, bir hafifmeşrep kadının kollarında,
uygunsuz bir mekânda uykuya dalmıştır. Tiyatroda gelişme böyle
mi olmalıdır?”
Sonuç olarak groteski uç noktasına taşıyan kambur ve çirkin,
başkalarının eşlerinin ve kızlarının baştan çıkarılmasına önayak
olan erdemsiz bir soytarının, bir kahraman olması ve babalık
gibi yüce bir duyguyu dile getirmesi seyircileri ve eleştirmenleri
rahatsız etmiştir. Victor Hugo’nun çirkini ve güzeli, groteski
ve yüceyi, trajiği ve gülüncü birleştiren romantik estetiği
kabul görmemiştir. Bir bakıma oyunun yasaklanması Victor
Hugo’nun lehine olmuştur çünkü oyun 50 yıl sonra tekrar
sahneye konulduğunda da eleştirilere maruz kalmış, soytarı
Triboulet, bir babanın kızına duyduğu sevgiyi temsil etmeye
layik bulunmamıştır, ama yine de sansüre uğramamıştır. “ Victor
Hugo’nun Kral Eğleniyor oyununda yarattığı grotesk 1912
yılında bile seyircilerin hiddetlenmesine yol açıyordu.”
Verdi’nin aynı konulu operası ilginç bir biçimde daha ilk sahneye
konulduğunda büyük bir beğeni toplamıştır. Verdi 1850 yılında
Victor Hugo’nun oyununu okumuş ve yakın dostu olan libretto
yazarı Francesco Maria Piave’den oyunu operaya uyarlamasını
istemiştir. Verdi ve Piave, Hugo’nun sansürle yaşadığı sorunları
bilmektedir. Operanın oynanacağı La Fenice tiyatrosu Venedik’te
bulunmaktadır ve Venedik, tüm Italya’nın Kuzeyi gibi o dönem
Avusturya İmparatorluğu’nun egemenliği altındadır. Piave,
Fransa kralı 1. François’yı, artık hayatta olmayan Gonzaga
ailesine mensup bir Mantova dukasına dönüştürür. Duka’nın
soytarısı Rigoletto da konuşmalarında soyluları daha az
eleştirmekte, daha çok Duka’nın çapkınlıklarıyla ilgilenmektedir.
Opera Fransa’da değil, 16. yüzyılda Mantova’da geçmektedir;
olaylar Victor Hugo’nun oyunundaki gibi gelişir ve operanın
sonunda Rigoletto Duka’dan öç aldığını düşünürken üstüne
titrediği sevgili kızının ölümüne neden olur.
Operanın ismi çeşitli tereddütlerden sonra Rigoletto olarak
kararlaştırılır. İlk temsilden aşağı yukarı bir ay önce
operanın bestesi bitmiş, sanatçılar provalara başlamıştır.
Verdi Rigoletto’nun konusundan çok hoşnuttur: “Dramatik
etki bakımından bestelediğim en iyi operalardan biri. Güçlü
sahneleri, çeşitliliği, heyecanı ve tutkusu var: tüm sorunlar ve
beklenmedik olaylar Duka’nın sorumsuz ve çapkın kişiliğinden
kaynaklanıyor.” Verdi Duka’nın hovarda kişiliğinin altını
çizerek seyircinin dikkatini Rigoletto’nun yaşadığı kişisel dram
üzerinde yoğunlaşmasına bir ölçüde engel olmak istemiştir.
Besteci operanın en ünlü parçası olan “La donna è mobile”
aryasını son haftaya kadar saklamış, duyulmamasına özen
göstermiştir. Hugo’nun oyununda kral 1. François, Çingene kızı
Maguelonne’la buluştuğunda bu şarkıyı söyler:
40 AKOB | ARALIK 2015
plus que tout le monde : selon eux François 1er pouvait être
galant mais il n’était pas violeur : « Dans cette pièce la royauté
ivre vient dormir dans un mauvais lieu, entre les bras d’une fille
publique. Voilà ce qu’on nomme progrès. »
Finalement, qu’un bouffon immoral, bossu et laid, qui encourage
la séduction des filles et des femmes des autres et qui apporte
le grotesque à son extrême devienne un héros et représente
un sentiment noble comme l’amour paternel a déconcerté les
spectateurs et les critiques. L’esthétique romantique de Victor
Hugo qui mêle le beau et le laid, le grotesque et le sublime, le
tragique et le comique a été rejetée. L’interdiction de la pièce
a été, d’une certaine façon à l’avantage de Victor Hugo, si on
considère que même pendant la reprise de la pièce 50 ans après,
elle a été l’objet de critiques. Le public n’a toujours pas jugé
Triboulet digne de représenter l’amour d’un père. Cependant
la pièce n’a pas été censurée. « Le grotesque hugolien du Roi
s’amuse faisait encore frémir de fureur en 1912. »
L’opéra de Verdi dont le sujet est le même que la pièce de Hugo
a été acclamé du public dès sa première représentation. Verdi a
lu cette pièce en 1850 et a demandé à son ami et librettiste de
longue date Francesco Maria Piave de l’adapter à l’opéra. Verdi
et Piave étaient au courant des problèmes qu’avait eus la pièce
avec la censure. Le théâtre La Fenice où l’opéra sera mis en scène
se trouve à Venise qui est, comme d’ailleurs la grande partie de
l’Italie du nord sous la domination de l’Empire autrichien. Piave
transforme François 1er en un duc de Mantoue qui appartient à la
famille Gonzaga dont aucun membre n’est en vie. Rigoletto qui est
le bouffon du duc s’en prend moins aux nobles dans ses répliques
et il s’intéresse plus aux aventures amoureuses de son maître. Les
événements se déroulent non pas en France mais dans le duché
de Mantoue au 16ème siècle. Tout se passe comme dans la pièce
et à la fin de l’opéra, pensant se venger du duc, Rigoletto cause la
mort de sa fille bien-aimée.
Après quelques hésitations Verdi et Piave décident de nommer
l’opéra Rigoletto. Plus ou moins un mois avant la représentation,
la composition de l’opéra était achevée et les artistes avaient
commencé à répéter. Verdi était très satisfait du sujet de
Rigoletto : « C’est le meilleur sujet que j’aie composé quant à
l’effet théâtral. Il contient des situations dramatiques, de la variété,
de l’exaltation et du pathos : toutes les vicissitudes proviennent
de la personnalité frivole et séductrice du duc. » En insistant sur
le caractère séducteur du duc, Verdi a voulu en quelque sorte
éloigner l’attention du public du drame personnel de Rigoletto.
Le compositeur a tenu secret jusqu’à la dernière minute l’aria la
plus célèbre de l’opéra : « la donna è mobile », il a veillé à de
ce que cet air de musique ne se propage pas. Dans la pièce de
Victor Hugo le roi François 1er chante la chanson suivante quand
il a rendez-vous avec la bohémienne Maguelonne, sœur de
Saltabadil :
Le roi:
Souvent femme varie,
Bien fol qui s’y fie.
Une femme souvent,
N’est qu’une plume au vent.
Kral:
Kadın sık sık değişir,
Ona güvenen delidir.
Genellikle bir kadın,
Rüzgârda uçan kuş tüyü gibidir.
Le roi:
Souvent femme varie,
Bien fol qui s’y fie.
Une femme souvent
N’est qu’une plume au vent !
Verdi ölümsüz aryasını bu şarkının sözlerinden esinlenerek
bestelemiştir. Bu arya Duka’nın Maddalena’yla buluştuğu 3.
perdenin 2. sahnesinin başında yer alır:
Verdi s’est inspiré des paroles de cette chanson pour
composer sa célèbre aria. C’est le duc qui la chante au
moment de son rendez-vous avec Maddalena, la sœur de
Sparafucile au début de l’acte trois, scène deux :
Il duca:
La dona è mobile
Qual piuma al vento,
Muta d’accento-e di pensiero.
Sempre un amabile,
Leggiadro viso,
In pianto o in riso,-è menzognero.
Le duc:
La donna è mobile
Qual piuma al vento,
Muta d’accento-e di pensiero.
Sempre un amabile,
Leggiadro viso,
In piante o in riso,-è mensongnero.
Duka:
Kadın hareketlidir
Rüzgarda kuş tüyü gibi,
Değişir her an sesi ve fikri.
Her zaman tatlı,
Sevimli yüzü,
Ağlarken ve gülerken-yalancıdır.
La femme est volage
Comme une plume au vent,
Elle change d’accent-et de pensée.
Son beau visage,
Toujours aimable,
Dans les pleurs et les rires-est mensonger.
Opera 11 Mart 1851 tarihinde La Fenice tiyatrosunda sahneye
konmuş ve daha ilk geceden çok beğenilmiştir. Ertesi gün “La
donna è mobile” aryası tüm Venedik’in dilindedir. Victor Hugo
konunun kendi oyunundan alındığını tespit ederek Piave’ye
dava açmış ancak bir sonuç alamamıştır. Rigoletto 1857 yılında
İtalyanca olarak, 1863 yılında da Fransızca olarak Paris’te sahneye
konulmuş ve Victor Hugo’nun oyununun tersine çok olumlu
eleştiriler almıştır.“La donna è mobile” Rigoletto operasının en
tanınan aryasıdır ancak operanın ruhuyla hiç örtüşmemektedir.
Operadaki kadın kahraman, Rigoletto’nun kızı Gilda asla uçarı
değildir: kendisini baştan çıkartan ve acımasız bir biçimde aldatan
aşığı uğruna canını verir. Gilda ölürken Duka uzakta, ünlü aryasını
söylemektedir. Çelişkiler üzerine kurulmuş olan romantik estetik
burada da kendini göstermektedir; saf ve masum Gilda kalbinin
sesini dinleyip sevdiği adam için hayatını feda ederken, ahlâksız
ve acımasız Duka başka bir kadının peşine düşmüştür.
L’opéra a été mis en scène le 11 mars 1851 au théâtre La Fenice
et a eu un grand succès dès sa première représentation. Le
lendemain tout Venise chantait « la donna è mobile ». Victor
Hugo qui a remarqué que l’opéra de Verdi était tiré de sa pièce, a
intenté en vain un procès à Piave. En 1857 Rigoletto a été présenté
à Paris en italien et en 1863 en français, et contrairement à la
pièce de Victor Hugo, il a toujours reçu de très bonnes critiques.
« La donna è mobile » est l’aria la plus célèbre de l’opéra mais
elle ne correspond absolument pas à l’esprit de l’œuvre. L’héroïne
de l’opéra Gilda, la fille de Rigoletto, n’est pas du tout volage :
elle donne sa vie pour son amant qui l’a séduite et trompée sans
pitié. Quand Gilda est en train d’agoniser, le duc chante au loin
son air célèbre. L’esthétique romantique qui est basée sur les
contradictions apparait également dans cette scène : Gilda qui est
pure et innocente perd la vie pour l’homme qu’elle aime tandis
que le duc impitoyable et immoral, court déjà derrière une autre
femme.
ARALIK 2015 | AKOB
41
La Dame aux camélias /
Kamelyalı Kadın ve La
Traviata
1851-1853 yılları Verdi için çok verimli bir dönemdir: 1851
yılında Rigoletto’yu bestelemiş, 1853 yılının Ocak ayında
Roma’da, Apollo tiyatrosunda Il Trovatore’nin , Mart ayında da
Venedik’te, La Fenice tiyatrosunda La Traviata’nın ilk temsilleri
gerçekleşmiştir. Verdi 1852 yılında Paris’te Oğul Alexandre
Dumas’nın Kamelyalı Kadın oyununu görmüş ve aynı konuda bir
opera bestelemeye karar vermiştir.
Üç Silahşörler, Monte-Cristo Kontu gibi romanların yazarı,
aynı zamanda romantik tiyatro alanında da yapıtlar vermiş
olan ünlü yazar Alexandre Dumas, Victor Hugo’yla birlikte
romantik tiyatro için savaşım vermiş önemli isimlerden biridir.
Alexandre Dumas günümüzde, tiyatrosundan çok ( Henri III
et sa cour / 3. Henri ve Sarayı tanınmış oyunlarından biridi)
tarihsel romanlarıyla tanınmaktadır. Oğlu Alexandre Dumas
da babası gibi edebiyatla ilgilenmiş, onun kadar ünlü olmasa
bile 1874 yılında Fransız Akademisi’ne girmeyi başarmış ve
çağına damgasını vuran bir roman yazmıştır: La Dame aux
camélias / Kamelyalı Kadın. 19. Yüzyılın ikinci yarısına doğru
romantik akım yerini gerçekçi akıma bırakmış, edebiyatta ve
tiyatroda toplumsal konular ağırlık kazanmaya başlamıştır. 19.
Yüzyıl Fransız toplumunda büyük bir eşitsizlik bulunmaktadır.
Ülkenin merkezi ve en büyük kenti olan Paris’te bu durum
daha da çok göze çarpmaktadır. Özellikle yoksul kadınlar zor
şartlarda yaşamakta, başka çıkış yolu olmadığı için de “kötü
yola” düşmektedirler. 19. Yüzyılın ortalarında Paris’te yaklaşık
200.000 hayat kadını olduğu söylenir. Baba Alexandre Dumas
bu konuda 1843 yılında Filles, lorettes et courtisanes / Sokak
Kızları, Kolay Kızlar ve Sosyetik Hayat Kadınları başlıklı
kitabı kaleme almış, söz konusu kadınların durumu hakkında
bilgi vermiş ancak herhangi bir yorum yapmamıştır. Birkaç yıl
sonra Oğul Alexandre Dumas 1848 yılında yazdığı Kamelyalı
Kadın romanında kibar bir hayat kadınının uğradığı haksızlığı
ve acıları dile getirmiştir. Romanın kahramanı Marguerite
Gautier tüm Paris sosyetesinin tanıdığı ve çok beğendiği kibar
hayat kadınlarından biridir. Oğul Alexandre Dumas’nın birkaç
yıl önce aşık olduğu ve bir ilişki yaşadığı Marie Duplessis
(asıl adı Alphonsine Rose Plessis’dir) Marguerite Gautier’ye
model olmuştur. 1844-1845 yılları arasında Alexandre Dumas
Fils’in metresi olan Marie Duplessis 1847 yılında, 23 yaşında
veremden ölmüştür. Mezarı Paris’te Montmartre mezarlığında
bulunmaktadır. Oğul Dumas da Marie Duplessis’e yakın bir
mezara gömülmüştür.
Kamelyalı Kadın romanı talihsiz bir aşkın öyküsüdür. Genç
bir burjuva olan Armand Duval (adının baş harfleri Alexandre
Dumas ile aynıdır) Marguerite Gautier’ye aşık olur. Gerçek
aşkı Armand’da bulduğunu düşünen Marguerite yaşadığı lüks
42 AKOB | ARALIK 2015
La Dame aux camélias
et La Traviata
Les années 1851-1853 sont très fécondes pour Verdi : en 1951
il a composé Rigoletto, en janvier1853 il a donné Il Trovatore au
théâtre Apollo à Rome, et la même année au mois de mars au
théâtre La Fenice de Venise, il a présenté La Traviata. C’est à
Paris que Verdi a vu en 1852 la pièce La Dame aux camélias
d’Alexandre Dumas fils et il a décidé de s’en inspirer pour un
opéra.
Alexandre Dumas qui est l’auteur de romans célèbres tels que
les Trois mousquetaires et le Comte de Monte-Cristo est également
un dramaturge qui a lutté avec Victor Hugo pour le théâtre
romantique. Cependant Alexandre Dumas est plus connu de nos
jours par ses romans historiques que par ses pièces de théâtre
(Henri III et sa cour). Son fils Alexandre Dumas s’est également
intéressé à la littérature comme son père et bien qu’il ne fût pas
aussi célèbre que lui, il fut admis à l’Académie française en 1874
et il a écrit un roman, la Dame aux camélias, qui a marqué son
temps. Vers le milieu du 19ème siècle le courant romantique a
laissé sa place au courant réaliste et les problèmes sociaux ont
commencé à jouer un rôle important dans la littérature et le
théâtre. Au 19ème siècle il existe beaucoup d’inégalités dans la
société française. Ces inégalités sont encore plus visibles à Paris
qui est la capitale et la plus grande ville de France. Les femmes
en particulier vivent dans des conditions difficiles et souvent elles
ne peuvent pas éviter « le déshonneur ». On dit qu’au milieu
du 19ème siècle il y avait environ 200.000 prostituées à Paris.
Alexandre Dumas père a rédigé à ce sujet un livre intitulé Filles,
lorettes et courtisanes en 1843 où il donne des informations sur
ces femmes sans commenter leur situation déplorable. Quelques
années plus tard en 1848, Alexandre Dumas fils, dans son roman
intitulé la Dame aux camélias exprime l’injustice que subit une
courtisane et ses souffrances. L’héroïne du roman Marguerite
Gautier est une courtisane connue et admirée de tout Paris. Marie
Duplessis (dont le nom véritable était Alphonsine Rose Plessis) qui
a été la maitresse d’Alexandre Dumas fils a servi de modèle pour
ce personnage. Alexandre Dumas fils est tombé amoureux de
Marie Duplessis et a eu une relation avec elle entre 1844 et 1845.
Marie est morte de tuberculose en 1847 à l’âge de 23 ans. Sa
tombe se trouve au cimetière de Montmartre à Paris près de celle
d’Alexandre Dumas fils.
La Dame aux camélias est l’histoire d’un amour malheureux.
Armand Duval (A.D. comme Alexandre Dumas), un jeune
bourgeois, tombe amoureux de Marguerite Gautier. Marguerite
qui pense avoir trouvé l’amour véritable en Armand renonce à
sa vie de luxe et de divertissements et se retire à la campagne
en compagnie de son amant : elle est devenue une femme
honnête. Mais les règles de la société ne permettent pas cette
transformation : le père d’Armand, prétextant le futur mariage
ve eğlence dolu hayata veda ederek Armand’la bir kır evinde
yaşamaya başlar - artık namuslu bir kadın olmaya karar vermiştir.
Ancak toplum yasaları buna izin vermez; Armand’ın babası,
kızının evliliğini bahane ederek sevgililerin ayrılmasına neden
olur. Marguerite herhangi bir neden göstermeden Armand’ı
bırakır. Oysa bunu delikanlının babasına verdiği sözü tutmak
için yapmaktadır. Roman, Marguerite’in tek başına ölmesiyle
son bulur. Armand gerçeği genç kadının ölümünden sonra
öğrenecektir.
Gerçi baba Duval burjuva ahlâkını korumuş, oğlunun
Marguerite’le yaşamasını önlemiştir ama roman yine de çok
eleştirilmiştir. Bir hayat kadınının kadın kahraman olması
kabul edilmemiştir. Bağımsız, kötü bir biçimde bile olsa para
kazanan, kendi ayakları üstünde duran, genç, güzel ve kendisini
iyi yetiştirmiş çekici bir kadın olan Marguerite’in burjuva
kadınlara iyi örnek olmadığı düşünülür. “Parasal olarak özgür bir
kadın burjuva aile sistemine uymamaktadır” Ayrıca baba Duval
acımazlığıyla, Armand Duval ise budalalığıyla burjuva sınıfını
kötü temsil etmişlerdir. Marguerite onlara göre her bakımdan çok
üstündür.
Oğul Dumas 1852 yılında Kamelyalı Kadın adlı romanı tiyatroya
taşımış ve gerçekçi tiyatronun ilk örneklerinden birini vermiştir.
Romana yapılan eleştirileri göz önünde bulunduran Oğul Dumas
oyunda burjuva sınıfını daha sevimli gösterir. Ama oyun yine
de üç yıla yakın bir süre sansüre takılmıştır. Oyunda baba Duval
sevgilileri ayırmış ancak müdahalesini oğluna itiraf ederek
Armand’ın ölmeden önce Marguerite’i görmesini sağlamıştır.
Ayrıca oyuna yeni eklenmiş kişilerden biri olan Marguerite’in
arkadaşı Nichette namuslu kalarak oyunun sonunda sevgilisiyle
evlenmiş ve bu şekilde Marguerite’in oyundaki etkisini
azaltmıştır. Sonunda 2 Şubat 1852 yılında Paris’te Théâtre de
Vaudeville’de sahneye konulan oyun uzun süre kapalı gişe
oynamıştır.
Verdi Kamelyalı Kadın oyununu Paris’te gördükten hemen
sonra libretto yazarı Piave’yle birlikte oyunu bir operaya
uyarlamaya başlamıştır. Ancak Paris’te sansüre takılan oyun
La Fenice yöneticileri tarafından da iyi karşılanmamış,
yöneticiler olayların 18. yüzyıla çekilmesini istemişlerdir.
Verdi sanatçıların peruk takmaması şartıyla bu durumu kabul
etmiş ve ilk temsiller 18. yüzyıl giysileriyle oynanmıştır.
Opera ancak 1880’li yıllardan itibaren 19. yüzyıl Paris’ine geri
dönebilmiştir. La Traviata (düşmüş, yanıp kül olmuş kadın) 6
Mayıs 1853 yılında Venedik’te La Fenice tiyatrosunda ilk defa
temsil edilmiş ve tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır. La Fenice
tiyatrosunun sanatçılarını pek de beğenmeyen Verdi (örneğin
Violetta rolündeki soprano Fanny Salvini-Donatelli 38 yaşındadır
ve oldukça kiloludur), operayı bir yıl sonra, 6 Mayıs 1854
tarihinde yine Venedik’te San Benedetto tiyatrosunda tekrar
sahneye koydurmuştur ve bu kez La Traviata büyük bir başarı
de sa fille provoque la séparation du couple. Marguerite quitte
Armand sans lui donner d’explications. Elle agit de la sorte pour
accomplir la promesse qu’elle a faite au père du jeune homme. Le
roman se termine avec la mort solitaire de Marguerite. Armand ne
va apprendre la vérité qu’après la mort de la jeune femme.
Bien que le père Duval ait protégé la morale bourgeoise et ait
empêché son fils de vivre avec une courtisane, le roman a reçu
beaucoup de critiques. Le fait qu’une courtisane soit l’héroïne et
la figure positive du roman n’a pas été accepté. On a pensé que
Marguerite qui gagne sa vie (bien que de façon malhonnête),
qui est indépendante, belle, jeune, élégante et distinguée était
un mauvais exemple pour les jeunes bourgeoises. « La femme
financièrement indépendante ne cadre pas avec le système de la
famille bourgeoise. » D’autre part on a pensé que le père Duval
avec son attitude impitoyable et Armand Duval avec son caractère
stupide et naïf, représentaient mal la classe bourgeoise. Marguerite
leur était supérieure à tout point de vue.
Alexandre Dumas fils a transposé son roman au théâtre et, de
ce fait, il a donné l’un des premiers exemples du théâtre réaliste.
L’écrivain qui a pris en considération les critiques formulées à
l’égard de son roman, a soigné l’image de la classe bourgeoise
dans sa pièce. Même ainsi la pièce n’est pas arrivée à franchir la
censure pendant presque trois ans. Dans la pièce, le père Duval
cause la séparation des amants mais avoue son intervention à
son fils et permet par là, la réunion in extremis de Marguerite et
d’Armand. D’autre part l’amie de Marguerite, Nichette, qui est l’un
des personnages ajoutés à la pièce, reste honnête et épouse à la
fin de la pièce son amant ; sa présence diminue en quelque sorte
l’importance du rôle de Marguerite. La pièce qui finalement a été
mise en scène pour la première fois en 1852 à Paris, au théâtre de
Vaudeville, a obtenu un vif succès pendant de longues semaines.
Verdi qui a vu La Dame aux camélias à Paris, s’est mis aussitôt
au travail avec Piave pour transformer la pièce en opéra. Mais la
direction du théâtre La Fenice a accueilli l’œuvre avec réticence
et a exigé que les événements aient lieu au 18ème siècle. Verdi
a accepté cette exigence à condition que ses personnages ne
portent pas de perruques et les premières représentations de La
Traviata se sont faites avec des costumes du 18ème siècle. L’opéra
n’a pu retourner au Paris du 19ème siècle qu’après les années
1880. La Traviata (la femme déchue, complètement brûlée) a
été représentée pour la première fois le 6 mai 1853 à Venise au
théâtre La Fenice et a été un fiasco total ! Verdi qui n’appréciait
pas beaucoup les artistes du théâtre La Fenice, la soprano qui par
exemple jouait Violetta, Fanny Salvini-Donatelli, avait 38 ans et un
notable embonpoint, a remis l’opéra en scène toujours à Venise
mais au théâtre Benedetto et cette fois la Traviata a été accueillie
par le public avec un grand succès. Selon le musicologue Budden :
« Le roman d’Alexandre Dumas fils est plus réussi que la pièce
du même nom car il se base sur une histoire d’amour authentique,
ARALIK 2015 | AKOB
43
Oğul Alexandra Dumas
Victor Hugo
Marie Duplessis
kazanmıştır. Julian Budden’e göre: “Oğul Dumas’nın romanı,
oyununa kıyasla daha başarılıdır çünkü yazarın kendi yaşadığı
kişisel ve özgün bir öyküye dayanmaktadır. Oysa Verdi’nin
operası Oğul Dumas’nın her iki yapıtından da daha başarılıdır.” “
La Traviata ölümsüz bir başyapıttır.”
La Traviata operasında Oğul Dumas’nın oyununa göre çok daha
az kişi vardır. İsimler değişmiş, Marguerite - Violetta, Armand
- Alfredo, baba Duval - Germont olmuştur. Babanın rolü oyuna
göre operada daha fazladır. Oğul Dumas’nın yapıtında baba
yalnızca bir kez Marguerite’le konuşur ve genç kadını oğlunu
terk etmesi için ikna eder. Oysa Piave ve Verdi Germont rolüne
daha fazla önem vermişlerdir. “Rolün geliştirilmesi gerekliydi
çünkü operadaki üçüncü kişi yarıya gelindiğinde ortadan
kaybolamazdı.”
Operanın en ünlü aryalarından biri, birinci perdedeki “Libiam”
parçasıdır. Bu şarkı Oğul Dumas’nın oyununda da bulunmaktadır
ve Armand’ın arkadaşı Gaston tarafından söylenmektedir:
Gaston:
Dieu fit l’amour et le vin bons
Car il aimait la terre.
On dit parfois que nous vivons
D’une façon légère.
On dit ce qu’on veut,
On fait ce qu’on peut,
Fi du censeur sévère
Pour qui tout serait
Charmant, s’il voyait
A travers notre verre!
Tanrı aşkı ve şarabı güzel yarattı
Çünkü dünyayı seviyordu.
Bazen uçarı bir biçimde
Yaşadığımız söylenir.
İstediğimizi söyler,
44 AKOB | ARALIK 2015
vécue par Dumas fils lui-même. Mais l’opéra de Verdi est bien
meilleur par rapport à ces deux œuvres. » « La Traviata est un
chef-d’œuvre immortel. »
Dans La Traviata, il y a moins de personnages par rapport à
la pièce de Dumas fils. Les noms ont changé : Marguerite est
devenue Violetta, Armand, Alfredo et le père Duval, Germont.
Le rôle du père est plus important dans l’opéra. Dans la pièce de
Dumas fils, le père Duval parle une seule fois avec Marguerite et
la convainc de quitter son fils. Tandis que Verdi et Piave lui ont
donné un rôle plus important : « L’amplification du rôle était
nécessaire car le troisième personnage principal ne pouvait pas
disparaître au milieu de l’opéra. »
L’une des plus célèbres arias de l’opéra est « libiam » au premier
acte. Cette chanson se trouve également dans la pièce de Dumas
fils et elle est chantée par Gaston l’ami d’Armand :
Gaston: (…)Dieu fit l’amour et le vin bons
Car il aimait la terre.
On dit parfois que nous vivons
D’une façon légère.
On dit ce qu’on veut,
On fait ce qu’on peut,
Fi du censeur sévère
Pour qui tout serait
Charmant, s’il voyait
A travers notre verre !
Cette chanson s’est transformée dans l’opéra de Verdi en
l’une des arias les plus célèbres du monde :
Alfredo :
Libiam ne’lieti calici
Che la belleza infiora,
E la fuggevol ora
Elimizden geleni yaparız,
Katı yargıcı boş ver
Her şey gözüne hoş gelirdi
Eğer görseydi
Kadehimizden dünyayı!
Bu şarkı Verdi’nin operasında dünyanın en ünlü aryalarından
birine dönüşmüştür:
Alfredo:
Libiam ne’lieti calici
Che la belleza infiora,
E la fuggevol ora
S’inebri a voluttà.
Libiam ne’ dolci fremiti
Che suscita l’amore,
Poiché quell’occhio al core
(indicando Violetta)
Ompipotente va.
Libiam, amor fra i calici
Puì caldi baci avrà.
Tutti:
Libiamo, amor fra i calici
Puì caldi baci avrà.
Şerefe içelim neşeyle,
Kadehlerimizde güzellik
Ve gelip geçen zamanın
Başı dönsün arzuyla!
Şerefe içelim, ürperelim
Aşktan tatlı tatlı,
Çünkü o bakışlar kalbime
(Violetta’yı işaret eder)
Saplanır ok gibi.
Şerefe içelim kadehlerde aşkı
Gelsin ateşli öpücükler.
Hepsi:
Şerefe içelim kadehlerde aşkı
Gelsin ateşli öpücükler.
Bu aryanın yarattığı coşku operanın ilk perdesine tümüyle
hakim olur. Ancak bu coşku uzun sürmeyecektir. İkinci perdede
baba Germont’un gelişiyle neşe ve mutluluk uçup gidecektir.
Daha sonra Flora’nın evindeki davete bir tehdit havası egemen
olmuştur. Babanın uğursuz müdahalesi operada çok açık bir
biçimde kendisini göstermektedir. Ancak burjuvaların imajı
S’inebri a voluttà.
Libiam ne’ dolci fremiti
Che suscita l’amore,
Poichè quell’occhio al core
(indicando Violetta)
Ompipotente va.
Libiamo, amor fra i calici
Puì caldi baci avrà.
Tutti:
Libiamo, amor fra i calici
Puì caldi baci avrà.
Buvons le vin joyeux,
Dans nos coupes, la beauté
Et l’heure fugitive
S’enivrent à volonté.
Buvons les doux frissons
De l’amour,
Puisque ce regard va
(Il indique Violetta)
Droit à mon cœur.
Buvons l’amour dans nos coupes,
Et viendront d’ardents baisers.
Tous :
Buvons l’amour dans nos coupes,
Et viendront d’ardents baisers.
L’enthousiasme joyeux que provoque cette aria domine la
presque totalité du premier acte. Cependant cette atmosphère
de bonheur ne dure pas longtemps. Dans le deuxième acte avec
l’intervention de Germont, la joie et l’optimisme s’envolent. Plus
tard, au troisième acte une impression de menace domine le
bal donné par Flora. L’intervention infortunée du père a changé
ostensiblement le déroulement des événements. Cependant,
pour sauver l’image des bourgeois Germont condamne l’attitude
brutale de son fils qui jette de l’argent à la figure de Marguerite et
en embrassant la jeune femme avant sa mort comme si elle était
sa propre fille, il montre qu’il regrette son action passée. De cette
façon la morale bourgeoise est sauve et les bourgeois ont le beau
rôle : c’est la maladie qui est responsable de la mort de Violetta.
En 1856 La Traviata a été mise en scène à Paris en italien, et en
1864 en français avec le titre Violetta.
En conclusion tant Rigoletto que La Traviata se terminent d’une
façon tragique comme tous les opéras qui ne sont pas « bouffa ».
ARALIK 2015 | AKOB
45
zedelenmesin diye baba üçüncü perdenin devamında oğlunu
Violetta’nın suratına para fırlattığı için eleştirir ve son perdede
Violetta’yı gerçek kızıymış gibi bağrına basarak oynadığı kötü
rolden dolayı pişmanlık duyduğunu ifade eder. Bu biçimde
hem burjuva ahlâkı korunmuş hem de burjuvalar kötü duruma
düşmemiştir; Violetta ise hastalığına yenik düşmüştür. La
Traviata 1856 yılında Paris’te önce İtalyanca olarak sahneye
konulmuş, daha sonra 1864 yılında Violetta adı altında Fransızca
olarak sahnelenmiştir.
Sonuç olarak Rigoletto da, La Traviata da trajik bir biçimde
son bulur, “opera buffa” (komik opera) olmayan tüm operalar
gibi. Rigoletto kızının iffetini ve hayatını koruyamamıştır ama
Germont oğlunun şöhretini ve kendi kızının müstakbel evliliğini,
dolayısıyla mutluluğunu korumuş, babalık görevini sonuna
kadar yerine getirmiştir. Operanın ilk sahnelerinde son derece
itici bir kahraman olarak karşımıza çıkan Rigoletto’yu, duyduğu
acı yüceltmiştir. Oysa nedeni ne olursa olsun Germont bir baba
olarak oğlunu mutsuzluğa itmiş ve operanın sonunda yüceltilen
kişi, burjuvaların değer yargılarına göre ahlâksız olan Violetta
olmuştur.
Verdi, Fransız edebiyatından esinlenerek yarattığı bu iki operayla
ölümsüzlüğü yakalamıştır. Le Roi s’amuse oyununun romantik
aşırılıklarını ustaca kullanmış, La Dame aux camélias’daki
toplum eleştirisi ve aşk hikâyesine olağanüstü bir kadın portresi
ekleyerek hayat kadınlarının uğradıkları haksızlığı daha görünür
kılmıştır.
Operabase sitesinin verdiği bilgilere göre La Traviata dünyada
en çok sahneye konulan operadır, Rigoletto ise dokuzuncu
sırada bulunmaktadır. Verdi’ye bestelediği operalar arasında
en iyisi hangisi diye sorulduğunda şöyle dediği söylenir: “Bir
profesyonel olarak yanıt vermem gerekirse en iyi operam
Rigoletto’dur, bir amatör olarak yanıt verirsem La Traviata’dır.”
Rigoletto a pu sauver ni l’honneur, ni la vie de sa fille mais
Germont a pu protéger la réputation de son fils et le futur mariage
de sa fille. Il a veillé au bonheur de ses enfants et a accompli
ses obligations paternelles. Rigoletto qui est apparu comme un
personnage repoussant au début de l’œuvre est sublimé par sa
douleur. Tandis que Germont , en pensant bien faire, a causé le
malheur de son fils et à la fin de l’opéra c’est la femme déchue
qui est sublimée. En s’inspirant de la littérature française Verdi a
créé deux chefs-d’œuvre immortels. Dans Rigoletto il a profité
avec habilité des exagérations romantiques et dans La Traviata il a
ajouté à la critique sociale et à l’histoire d’amour, le portrait d’une
femme extraordinaire qui met en évidence l’injustice faite aux
courtisanes.
Selon les informations données par le site Operabase, parmi les
opéras les plus représentés au monde La Traviata est au premier
rang et Rigoletto au neuvième. Quand on a demandé à Verdi quel
était son meilleur opéra voici ce qu’il aurait dit : « Si je dois
répondre d’un point de vue professionnel mon meilleur opéra est
Rigoletto ; toutefois, si je dois répondre en tant qu’amateur, alors
c’est La Traviata. »
Kaynakça Bibliographie
Besson, André, Victor Hugo, vie d’un géant 1802-1885, Paris,
France-Empire, 2001
Budden, Julian, The Operas of Verdi I & II, Clarendon PressOxford, 1992
The Cambridge Companion to Verdi, edited by Scott L.
Balthazar, Cambridge University Press, 2004
Dumas, Alexandre, Filles, lorettes et courtisanes, Paris,
Flammarion, 2000
1 Bkz Ünal Öziş, “Guiseppe Verdi ve Friedrich von Schiller”, AKOB, no.22, Aralık
2013, sayfa 30-35 2 Victor Hugo, Théâtre complet, Paris, la Pléiade, 1963, s. 1323 3
André Besson, Victor Hugo, vie d’un géant, Paris, France-Empire, 2001, s. 236 4
A.g.y., s. 492 5 Anne Ubersfeld, Le Roi et le bouffon, Etudes sur le théâtre de Hugo,
Paris, Corti, 2001, s. 153 6 A.g.y. , aynı sayfa 7 A.g.y., s. 154 8 A.g.y. s. 185 9
Julian Budden, The Operas of Verdi I, Clarendon Press-Oxford, 1992, s. 483 10
Bkz Alexandre Dumas, Filles, lorettes et courtisanes, Paris, Flammarion, 2000
11 Alexandre Dumas Fils, La Dame aux Camélias, roman,théâtre et livret, Paris,
Flammarion, 1981, s. 29 12 Julian Budden, The Operas of Verdi II, Clarendon PressOxford, 1992, s. 119 13 A.g.y., s 121 14 Fabrizio Della Seta, “New currents in the
libretto” in The Cambridge Companion to Verdi, edited by Scott Balthazar, Cambridge
University Press, 2004, s. 77 15 Bkz. Operabase.com 16 Julian Budden, a.g.y., s. 131
1 Cf. Ünal Öziş, “Guiseppe Verdi & Friedrich von Schiller, AKOB, no.22, décembre 2013, p
30-35 2 Victor Hugo, Théâtre complet, Paris, La Pléiade, 1963, p. 1323 3 André Besson,
Victor Hugo, vie d’un géant, Paris, France-Empire, 2001, p. 236 4 İbid. , p. 492 5 Anne
Ubersfeld, Le Roi et le bouffon, études sur le théâtre de Hugo, Paris, Corti, 2001, p.
153 6 Ibid., même page 7 Ibid., p. 154 8 Ibid., p. 185 9 Julian Budden, The Operas of
Verdi I, Clarendon Press-Oxford, 1992, p. 483 10 Cf. Alexandre Dumas, Filles, lorettes
et courtisanes, Paris, Flammarion, 2000 11 Alexandre Dumas fils, la Dame aux
camélias, roman, théâtre et livret, Paris, Flammarion, 1981, p. 28 12 Julian Budden,
The Operas of Verdi II, Clarendon Press-Oxford, 1992, p. 119 13 Ibid., p.121 14 Fabrizio
Della Seta “New currents in the libretto” in Cambridge Companion to Verdi, edited by
Scott Balthazar, Cambridge University Press, 2004, p. 77 15 Operabase.com 16 Julian
Budden, opus cité, p. 131
46 AKOB | ARALIK 2015
Dumas fils, Alexandre, La Dame aux camélias, roman,
théâtre, livret, Paris, Flammarion, 1981
Hugo, Victor, Théâtre complet, Paris, Pléiade, 1963
Operabase.com
Öziş, Ünal, « Guiseppe Verdi & Friedrich von Schiller », AKOB,
no. 22, pp. 30-35
Ubersfeld, Anne, Le Roi et le bouffon, études sur le théâtre
de Hugo, Paris, José Corti, 2001
Van Tieghem, Philippe, Dictionnaire Victor Hugo, Paris,
Larousse, 1970

Benzer belgeler