buradan - Al Jazeera Turk

Transkript

buradan - Al Jazeera Turk
'Yaşanan, Ortadoğu İç Savaşı'
Stratejist Prof. Ümit Özdağ’a göre, şu an Ortadoğu’da bölgesel bir iç savaş yaşanıyor.
"AKP, Ortadoğu politikasını başından beri ilkokul bilgisi ve lise heyecanıyla yönetiyor"
diyen MHP Milletvekili Özdağ ile Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik durumu ve
Türk dış politikasını konuştuk.
Siyaset bilimci Prof. Ümit Özdağ, Türkiye’nin en bilinen jeopolitik uzmanlarından. Yıllardır
bu alanda ve terörizm konusunda yaptığı çalışmalarla bilinen Özdağ, 2005’ten 2015’e kadar
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı olarak görev yaptı. 2015’te TBMM’ye seçilince aktif
başkanlık görevini bırakarak 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Yönetim Kurulu Başkanı oldu.
Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik tabloyu ağır bir dille eleştiren Özdağ, Suriye’nin
mevcut halinden Adalet ve Kalkınma Partisi’ni sorumlu tutuyor. Özdağ ile Suriye’den
PKK’ya, IŞİD’den Irak’a pek çok konuyu konuştuk.
(Not: Röportaj, Özdağ'ın MHP Genel Başkan Yardımcılığı'ndan istifa etmesinden önce
yapılmıştır.)
Şu an Türkiye’nin önündeki jeopolitik fotoğraf nedir?
Ortadoğu’da bir bölgesel iç savaş yaşanıyor. Ben buna “Ortadoğu İç Savaşı” diyorum. Bu iç
savaşın sıklet merkezi, Irak ve Suriye coğrafyaları. Ancak Libya ve Yemen’e kadar da
uzanıyor. Önümüzdeki dönemde bu iç savaşın Suudi Arabistan’da karşımıza çıkması hiç
1
şaşırtıcı olmamalı. Tabii, Ortadoğu iç savaşından en fazla etkilenen ülkelerin başında Türkiye
geliyor çünkü bu iç savaş Türkiye’nin hemen sınırında gerçekleşiyor. Aynı zamanda
Ortadoğu iç savaşının önemli unsurlarından birisi olan PYD, Türkiye’de 1977 – 78’den bu
yana terör eylemleri gerçekleştiren PKK’nın alt örgütü. Bu yüzden Suriye’de gerçekleşen her
şey, Türkiye’deki terör sürecini de doğrudan veya dolaylı etkiliyor. Suriye’deki iç savaşın
başlangıcı 2011’dir. 2011’den bu yana AKP’nin izlemiş olduğu yanlış Suriye politikası,
Suriye’yi destabilize eden ve parçalanmaya sürükleyen bu politika Türkiye’nin menfaatlerini
de ağır şekilde ihlal etmiştir.
Bu politikayı nasıl tanımlıyorsunuz?
Suriye’de Esat’ı devirmek tutkusuyla hareket eden ve bunu bir rasyonel seçim değil, akıldışı
bir politika olarak benimseyen ama bunun için de bir stratejisi olmayan AKP, Esat’ı devirmek
adına önce Müslüman Kardeşler’le (MK) işbirliği yapmıştır. Ama MK’in gücünün Esat’ı
devirmeye yetmeyeceğini anlayınca Selefi cihatçı unsurları desteklemeye başlamıştır. Esat’ın
etkisinin zayıflamasının neticesinde PKK Suriye’de her geçen gün birazcık daha geniş bir
eylem alanı ortaya çıkarmıştır, Suriye’nin kuzeyinde bugün iki Lübnan büyüklüğünde
coğrafyayı kontrol ediyor. PKK, Türkiye’ye güç projeksiyonu yapıyor, bunun olacağını
söylemiştik. Türkiye içerisinde terör eylemleri gerçekleşiyor. PKK, kent çatışması üzerinden
iç savaş koşulları oluşturmaya çalışıyor. Bunların da Ayn-el Arab’dan koordine edildiğini
biliyoruz. Ayn-el Arab’da kazanılan deneyimler Türkiye’ye taşınıyor. Türkiye’de “Kobaniler”
oluşturulmaya çalışılıyor. AKP hükümeti işte bu noktada burnunun ucunu görmemiş ve
bugünkü sonucun ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Bugün Türkiye’de, Sur’da, Cizre’de ve Silopi’de ağırlık kazanan eylemler gerçekleşiyor.
PKK Türkiye’nin dikkatini Sur’a, Cizre’ye çekerken aynı zamanda Suriye’den de
uzaklaştırıyor, buraya odaklayarak Suriye’deki operasyon alanını daha rahat kullanıyor, daha
rahat genişletiyor. Öte yandan AKP’nin akılsızca üretilen politikası PKK’yı hem Rusya hem
de ABD ile Suriye’de işbirliği yapar hale getirdi. Bu resim şüphesiz önümüzdeki dönem
Türkiye’nin çok ağır güvenlik riskleriyle karşı karşıya kalacağını gösteriyor. Ve bu güvenlik
risklerine karşı doğru zamanda doğru önlemler alınmazsa, bu güvenlik tehditleri bekâ
tehdidine dönüşebilir Türkiye için.
Nedir bu riskler?
PKK terör örgütünün Türkiye’nin bir bölümünde, dış dinamiklerin de etkisiyle Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin milli birliğini ve bütünlüğünü koruma iradesini ortadan
kaldırmasıdır.
“AKP için terörle mücadele bir ilke değil, bir konjonktür meselesi”
Sur, Cizre, Silopi gibi bölgelerde devlet kontrolü yitirebilir mi demek istiyorsunuz?
PKK’nın amacı, tabii bunu devlete kabul ettirmek ve bunun neticesinde de konfederal
yetkilere sahip bir federal devlet oluşumunu Türkiye’ye dayatmak. Oysa Abdullah Öcalan ile
AKP Hükümeti arasında yapılan pazarlıkta, Güneydoğu’ya sadece “özerklik” verilmesi kabul
ediliyor. Ancak PKK bunun az olduğu, Ortadoğu’daki büyük dönüşümün PKK’nın önüne çok
daha büyük fırsatlar koyduğu noktasından hareket ediyor. Kısa bir süre önce DTK açıkladığı
14 maddelik bildiride terörü durdurmak için şartlarını sıraladı. Orada şunu görüyorsunuz,
PKK, terörü durdurmak için AKP’nin konfederal içerikli bir federasyonu kabul etmesi
gerektiği noktasında ve şimdi Türkiye’yi bu noktaya sürüklemeye çalışıyor. PKK’nın amacı,
2
bir taraftan Suriye’de bir federal bölge elde edip öbür taraftan Türkiye’de de böyle bir bölgeyi
oluşturmak ve aradaki sınırı anlamsızlaştırarak daha sonra kurulacak bir başka jeopolitik
sarsılmada kurulacak bir Kürdistan’ın altyapısını oluşturmak.
AKP hükümeti ise, PKK ve terörle gerçek anlamda mücadele etmiyor. Bugün yapılan, terörle
mücadeleden çok asayiş harekatı görünümü taşıyor. Terörle mücadele uzun vadeli, kapsamlı,
sofistike bir mücadele yöntemidir. Çok boyutlu olması lazımdır ama şu anda AKP hükümeti
böyle bir yaklaşımdan çok uzak. Daha çok “nasılsa bir şekilde başladığımız yere döner ve
tekrar müzakerelere devam ederiz” yaklaşımı hep kafalarının arkasında. En üst ağızlardan
söylemeseler bile AKP’nin ikinci derecedeki yetkilileri bunu ifade ediyor. ‘Leyla Zana ile
görüşebilir mi’ konusunda da, Cumhurbaşkanı’nın aslında buzdolabını her an açmaya niyetli
olduğunu, bunun bir konjonktür meselesi olduğunu görüyoruz. Yani AKP için terörle
mücadele bir ilke değil, bir konjonktür meselesi.
Türkiye, Suriye sınırında PKK’nın uzantısı olarak tanımladıkları bir Kürt koridoru
istemiyor. PYD de burayı almaya çalışıyor. Azez-Cerablus-Mare denen bu bölge, neden
önemli?
Normalde Kürt nüfus alanları Türkiye – Suriye sınırında birbirinden kopuk üç bölgede
toplanmıştır. PKK iki tanesini yani Haseke ve Kobani’yi birleştirmeyi başardı ve aradaki
Türkmen ve Arap bölgelerini de ya kontrol altına aldı ya da etnik temizlik yaptı. Şimdi Kürt
Dağı bölgesiyle Ayn-el Arap veya Kobani denen yer arasında kalan Azez – Cerablus Hattı’nı
da doldurursa, birleşmiş olacak. Tabii bu, Türkiye – Suriye sınırına sahip olmak demek. Ama
bu, Akdeniz’e çıkan bir Kürdistan değil. Akdeniz’e çıkabilmesi için önünde iki yol kalır: Bir,
Hatay üzerinden geçmek; iki, aşağıya dönüp Bayırbucak üzerinden çıkmak. Tabii bunlar
kolay şeyler değildir. Çünkü Bayırbucak’ta hem Türkmen nüfusu var, hem de Aleviler hemen
kuzeylerinde bir Kürt devleti çıkmasına kolay kolay evet demezler.
Hükümet de bu girişimi önleme çabasında.
Azez – Cerablus arasının doldurulmasını engellemeye çalışmak, AKP açısından önemli. İki
boyutu var: Bir, AKP’nin bütün stratejisi Halep ile ilişkiyi sürdürmek. Bunun kapanması,
Halep politikasının bitmesi ve Suriye politikasının da çökmesi anlamına geliyor. Tabii
AKP’nin Suriye politikasını tahlil ederken, gömleğin birinci düğmesi baştan yanlış iliklendiği
için daha sonra yapılan doğru bir şeyin de çok anlamı olmuyor.
“Düşmanımın düşmanı da düşmandır”
Türkiye istemese de PYD’nin oradaki varlığına ABD ve Rusya’nın itirazı yok. Türkiye
bu düğümden nasıl çıkacak?
Doğrusu AKP’nin yönettiği bir Türkiye’nin bu kıskaçtan kurtulma ihtimali çok zor. AKP
hükümetleri hakikaten olağanüstü büyük hataları art arda büyük bir bilgisizlikle yapıyorlar.
Ortadoğu politikasını başından beri ilkokul bilgisi ve lise heyecanıyla yönettiler ve bugün
Türkiye’yi içinde bulunduğu büyük açmaza soktular. Bugün Türkiye, Suriye coğrafyasında
PKK’nın yanına hem Amerikalıları hem de Rusları yerleştirmek ve ikisini de müttefik haline
getirmek gibi bir durumu oluşturdu. Bu, inanılır gibi değil. Aynı AKP aynı zamanda Mısır’la,
İran’la, Irak’la, Suriye’yle ve İsrail ile kavgalı olmayı da başardı. Modern Ortadoğu tarihinde
böyle bir şey yok. Ortadoğu tarihinde, “düşmanımın düşmanı dostumdur” diye bir kavram
vardır. AKP bunu “düşmanımın düşmanı da düşmandır, herkes düşmandır” şeklinde yeni bir
3
ilkeye dönüştürdü. Ve tabii bugün Ortadoğu’da kalan tek dostlarının Barzani, Suudi Arabistan
ve Katar olduğunu söylüyorlar.
Rusya ve ABD, PYD ve YPG’nin bölgedeki varlığına desteğini nasıl yorumluyorsunuz?
Rusya’nın PKK ile ilişkisi daha çok taktik boyutta ve Türkiye’den intikam almak içerikli bir
ilişkiye benziyor. Çünkü Rusya’nın müttefiki Şam ve Esat rejimi, bu savaş kazanıldığı
takdirde bu bölgede egemenliğini tekrar tesis etmek isteyecektir. Bu da burada bir PKK
devletinin kurulmasının önünde engeldir. Şimdi Türkiye’den intikam alıyorlar. Tabii şöyle bir
ihtimal da var, savaşı kazandıktan sonra “Ben bu bölgeyi zaten kontrol etmek istemiyorum.
Küçük, daha huzurlu bir Suriye’yi tercih ediyorum” der mi Esat? Normalde böyle denmez.
Rusya – PKK ilişkisi konjonktürel ama öte yandan ABD’nin ilişkisi daha farklı, daha stratejik
içerikli gözüküyor ve Türkiye’nin milli güvenlik menfaatlerini çok acımasız bir şekilde ihlal
ediyor. Mesela Amerikan ve Türk ordularının Suriye’de olması gerekenler konusunda
hemfikir olduğu fakat iki ordu arasında yapılan anlaşmalar askerlerce Washington’a
götürüldüğünde, Washington’ın Amerikalı askerleri dinlemek yerine onlara kendi gündemini
dayattığı şeklinde bilgiler geliyor.
Sonuçta AKP hükümetinin ve Obama yönetiminin Suriye politikaları arasında Türkiye’nin
menfaatlerini ağır şekilde ihlal eden, tehdit eden bir süreç doğuyor. AKP hükümeti de burada
Türkiye’nin menfaatlerini savunma konusunda yeterince sağlam durmuyor.
Suriye düğümünün nasıl çözülebileceğini düşünüyorsunuz?
Rus ordusu, İran ve Hizbullah Suriye savaşını kazanmak konusunda kararlı gözüküyor. Rusya
bölgeye ilk geldiğinde, “ikinci Afganistan olur” çığlıkları çok yükseldi fakat Ruslar da “hayır,
ikinci Çeçenistan olacak” dediler. Ve şimdi ikinci Çeçenistan olma doğrultusunda bir sürecin
başladığı gözüküyor. Ama iç savaşlarda öngörmek zordur çünkü aniden dışarıdan
beklenmedik bir destek, kuvvetler dengesinde etkili değişimlere neden olabilir. Bugün ABD,
Türkiye ve Rusya’nın, Suudi Arabistan’ın ve Katar’ın Esat karşıtı muhaliflerin yanına
koymaya hazır oldukları destek, Rusya’nın koyduğu desteği dengeleyebilecek güçte
görünmüyor.
Suudi Arabistan’ın “Amerika öncülüğündeki koalisyona asker gönderebiliriz” şeklinde
açıklamaları oldu. Rusya da IŞİD’e karşı operasyon yapma bahanesiyle gelmişti. Bu
açıklamaları ciddiye alıyor musunuz?
Bunun çok olabileceğini düşünmüyorum. Obama artık başkanlığının son aylarında kariyerini
bu şekilde bitirmek istemez. Zaten Pentagon’dan gelen askeri müdahale çağrılarına çok daha
yoğun olduğu dönemlerde bile sert bir şekilde direndi. Bu, belki yeni başkanın seçilmesinden
ve göreve başlamasından sonra olabilecek bir süreç ama ona da çok var. Bu arada Ruslar ve
Suriye rejimi çok büyük mesafe almış olabilir.
Ayrıca Suudi Arabistan da IŞİD ile başına büyük bir bela aldı. Yarın Suriye’deki iç savaş
bastırılır ise, bu iç savaşta yetişmiş militanların büyük bir bölümü de kendilerine yeni
çarpışacak yerler arayacaklardır. Bunlardan biri de Suudi Arabistan olacaktır. Petrol gelirleri
azalan, lüks harcamaları artan bir Suudi Arabistan politik yapısı ve gerçekten baskı altında
tutulan toplumsal yapısı göz önünde tutulduğunda, bir IŞİD ayaklanmasını ve terörünü kolay
kolay denetim altına alamayabilir.
4
O zaman Türkiye, ABD, Suudi Arabistan ve Katar da buna izin verecek...
Zaten Türkiye Suriye’nin tamamen dışına atıldı. Dışarıdan seyrediyor. Suudi Arabistan, ABD
olmadan ciddi bir güç değil. Katar da bir devletçik.
Peki Güneydoğu’da yaşanan olaylar bölgedeki genel tablodan bağımsız mı? Eğer
değilse, bu neden bu şekilde algılanmıyor?
Konuşulmuyor çünkü hâlâ PKK ile yaşadığımız meseleyi, insan hakları ve demokrasi
meselesi olarak gören büyük bir aymaz, geniş katman var. PKK için mesele demokrasi ve
insan hakları değil, mesele egemenlik paylaşımı ya da yeni bir egemenlik tesisi. Aslında
toprak meselesini konuşuyoruz. Ve bunu biz MHP olarak çok sık vurgulamamıza rağmen hâlâ
geniş kesimlerde algılanmadığını ve diğer siyasi partilerde de hemen hemen hiç
algılanmadığını görüyoruz. Yani her şeyin çaresi, demokrasi deniliyor. Bu, sonu olmayan bir
demokrasi. Nerede başlar, nerede biter, neyi çözer belli değil. Oysa karşımızda bir demokrasi
kulübü yok, bir terör örgütü var. Kızıl Kmerler’den sonra modern tarihin görmüş olduğu,
kendi içine yönelik de en vahşi eylemleri yapabilen bir örgüt. Bir Stalinist kült etrafında
örgütlenmiş, iç hiyerarşisi de öyle olan bir örgüt Türkiye’yi demokratikleştiriyor. Abdullah
Öcalan gibi bir terörist örgüt lideri de Türkiye’nin demokratikleşmesine katkıda bulunuyor.
Birileri de buna inanıyor. Biz bunun bile başlı başına bir trajedi olduğunu düşünüyoruz.
“Suriye, Amerikalılar için hayati değil ama Ruslar ve İranlılar için hayati”
Rusya, Amerika ve İran Suriye’de nasıl bir çözüme razı olur sizce?
Suriye, Amerikalılar için hayati değil ama Ruslar ve İranlılar için hayati. Ben hep nükleer
pazarlıkta İran’ın muhakkak Suriye’yi de masaya koyduğunu düşündüm. Çünkü İran için
nükleer silahta gerilemek taktik bir geri çekilmedir ama Suriye’yi kaybetmek stratejik bir
kayıp olur. Nükleer silahı geciktirebilir ama Suriye’yi kaybetse bir daha kazanamazdı. Ben
bunun 5+1 olarak değil ama Amerika – İran görüşmelerinde gayri resmi olarak konuşulma
ihtimalini yüksek görüyorum. Hem İran hem de Rusya için son kertede kabul edilebilir olan,
Akdeniz kıyısında hem İran’ın hem Rusya’nın çıkarlarını garanti altına alabilecek küçük bir
Suriye de olabilir. Zaten İran’ın Hizbullah gibi bir deneyimi var. Rusya için de Rakka’nın çok
bir önemi yok. Yeter ki kendisi kıyıda Lazkiye’yi, limanları güvenlikle muhafaza edebilsin.
Bundan dolayı her iki tarafın da tatmin olabileceği ama bedelini Suriye halkının ödediği bir
noktada anlaşılabilir.
Suriye’nin bugün bulunduğu durumun sorumlusu kim?
Bu sorunun açık cevabı, AKP iktidarıdır. Evet, ABD, Suudi Arabistan, Katar da Suriye’de
Esat rejiminin devrilmesini istedi ve bu yönde politikaları desteklediler. Ancak bu ülkelerin
Esat’ı devirme politikaları, Türkiye olmasaydı bu kadar etkin olamaz ve Suriye’de bu kadar
büyük bir yıkım ortaya çıkmazdı. Esat’ı devirdiğinizde yerine kimi geçireceğinizi
bilmiyorsanız, devirme girişimi içinde olmayacaksınız. Ortadoğu’da lider dış müdahale ile
çöktüğü zaman sistem ve devlet de çöküyor. Irak’ın çökmesinden ve şimdi Suriye’nin
çökmesinden en fazla zararı Türkiye görüyor.
Sizce Rus uçağını düşürmek doğru bir karar mıydı? Türkiye haklı mıydı uçağı
düşürmekte? Bunun sonuçları ne oldu?
5
Devletler hukuku açısından haklı olduğumuz şüphe götürmez. Ancak bu da, vurmanın doğru
olduğu anlamına gelmez. Rusya gibi bir ülkenin uçağını ülke güvenliği açısından tehdit
olmadığı halde mesaj vermek için düşürürken, ertesi gün ve sonraki günlerde neler
yapacağınızı planlamanız gerekir. AKP, Rus uçağını düşürerek, Moskova’nın bütün gücü ile
Suriye’ye yerleşmesinin önünü açmıştır. Bütün gücü ile Suriye’ye yerleşen Rusya da
Türkiye’yi Suriye’den çıkarmıştır.
Türkiye, Suriye’ye girerse, sonuçları ne olur?
Hava kuvvetlerinizin desteği olmadan Suriye’ye bir kara operasyonu düzenleyemezsiniz.
Türk Hava Kuvvetleri ise Suriye hava sahasında Rus uçakları, Rus ve Suriye hava savunma
sistemleri ile karşı karşıya kalacaktır. Üstelik ABD ve NATO Türkiye’ye destek Ancak
Türkiye’nin elindeki imkan ve kabiliyetler sadece kara kuvvetleri ile sınırlı değildir.
Türkiye’nin Irak politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin Irak politikası da 2003’ten bu yana tam bir başarısızlık hikayesidir bence.
Koymuş olduğu kırmızı çizgiler ortadan kalkmış, tahayyül ettiği Irak tamamen farklı bir
çizgiye girmiş, Türkiye’nin arkasında olduğunu söylediği Türkmenler büyük bir demografik
dağılım sürecine girmiş. En büyük Türkmen kentlerinden birisi olan Telafer’de 450 bin nüfus
45 bine düşmüş. Kerkük, Barzani ve Talabani’ye hediye edilmiş. Üstelik PKK’ya karşı
KDP’yi kullanmak gibi ekonomik ilişkileri de karşılıklı içeren bir garip strateji
benimsenmiştir. Türkiye PKK’ya karşı KDP ve KYB ile 1990’larda da askeri ittifaklar
yapmıştı. Bunlar sonuç alan, etkisi olan ittifaklardı. Oysa KDP ile şimdi AKP döneminde
yapılan ittifakın hiç bir zaman bir askeri yönü de, etkisi de yoktur. Sadece karşılıklı bazı
ekonomik çıkar ilişkileri vardır. Bunun da Türkiye’nin ekonomik çıkarlarından çok, çok daha
dar bir alanın, dar bir kesimin ekonomik menfaatleriyle ilgili olduğunu düşünüyorum.
“Irak’ta İran başarılı oldu”
Peki Irak’ta kim başarılı oldu?
Hiç kuşkusuz İran başarılıdır. Sadece Şii bölgesini değil, KYB bölgesini de kontrolü altında
tutmaktadır. Kerkük’te büyük etkinlik kazanmıştır. Türkiye’nin hayal bile etmediği bir
etkinlik kazanmıştır. Sonuç ortadadır.
100 yıl önce bugünün Ortadoğu’sunu şekillendiren miadını doldurdu deniyor. Yeni bir
düzen mi kuruluyor? Mevcut sınırlar değişecek mi?
Bu sınırların açık bir şekilde sarsıldığını görüyoruz. Irak bugün kağıt üzerinde bir devlettir.
Suriye’nin varlığını sürdürüp sürdürmeyeceği, artık Suriye’nin iç dinamikleriyle değil,
dışarıdan gelen dinamiklerle karar verilecek bir hususa dönüşmüştür. Libya üçe bölünmüştür,
Yemen tekrar ikiye bölünmüştür, Sudan bölünmüştür. Bölünme süreçleri devam ediyor. Evet,
burada sınırların yeniden çizilmesi büyük bir ihtimaldir.
Sınırların yeniden çizilmesi sürecinde, hangi güçler daha etkili olacak?
Jeopolitik yazında, Suriye ve Irak’ın bölünmesinin İsrail’in güvenliğini sağlamanın aracı
olduğuna dair bir çok tespit vardır. Ben, Ortadoğu’da mezhepler ve etnik gruplar esasında
sınır çizme düşüncesinin ilk kez Haziran 1978’de Princeton Üniversitesi’nde, Prof. Bernard
6
Lewis’in başkanlığında yapılan gizli bir toplantıda atıldığını biliyorum. Ama bu toplantının
gerçekleşeceği ve konusu, Türkiye’de bir tarih dergisinde, toplantıdan 1 ay önce yazılmıştı.
Galiba derginin adı, Tarih Boyu idi. Sahibi, Sedat Simavi, yazı işleri müdürü Çetin Emeç.
Hakikaten çok ilginç bir istihbarat çünkü bu istihbarat Amerikan kaynaklarında ilk kez
toplantıdan bir sene sonra The Intelligence Review diye özel servis edilen bir dergide çıkıyor.
Onun da öncülü var. 1974 krizinden hemen sonra Henry Kissinger’ın, Arapların Abbasilerden
sonra ilk kez ortak hareket ettiğini görerek “Bir bakın bakalım, ne yapılabilir” diye bir
yaklaşım sergilediği ifade ediliyor. Bernard Lewis ve Kissinger arasındaki ilişki biliniyor.
Lewis bir tarihçi, entelektüel olarak büyük bir saygınlığa sahip o çevrelerde.
Daha sonra 1983’te Dünya Siyonist Örgütü’nün yayın organı olan, Türkçesi Yönler olan bir
dergide, “1980’lerde İsrail için bir güvenlik stratejisi” adlı bir makalede, “Irak’ın üçe,
Suriye’nin dörde bölünmesi gerekir ki İsrail’in güvenliği sağlanmış olsun” tezi işlenir. Bunlar
böyle devam eder.
Kudüs Amerikan Üniversitesi’nin çıkarttığı ve Chomsky’nin dipnot verdiği bir araştırma da
aynı tezi izler. Sonra 1992’de hemen savaştan sonra, Foreign Affairs dergisinde Bernard
Lewis’in bir değerlendirmesinde aynı temel tezi görürsünüz.
1997’de Richard Perle’nin de içinde olduğu bir neo-con grubun A Clean Break başlığıyla
Clinton’a yazdığı bir mektup vardır. Orada önerilen Irak stratejisinin devamı olduğunu
görürsünüz. Böyle sürer.
Peki, böyle kesin bir plan var mıdır? Bunu söylemek içeriğini bilmeden çok zor. Ama bunları
yan yana koyduğunuzda, bu jeopolitik düşüncenin taşınarak bugünlere kadar geldiğini ve
şimdi uygulama alanına geçtiğini görüyorsunuz.
“AKP yönetimi dış politikayı bilmiyor”
Ortadoğu yeniden şekillenirken, Türkiye de etkili olabilir mi?
Hayır. Böyle bir yönetim anlayışıyla olmaz. AKP yönetimi dış politikayı bilmiyor, güvenlik
konusunda en ufak bir ciddi öngörüsü ve tedbiri yok. 1774 ve 1920 arasında yaşananları sanki
Sibirya’da gerçekleşmiş olaylar gibi algılıyor. Bunların AKP’li entelektüel ve siyasetçilerin
vicdanında ve aklında en ufak bir çizgi yaratmadığını hayretle görüyorum. Bir de reel olarak
gücün ne olduğunu bilmiyorlar. Gücü tamamen manevi bir alana indirgiyorlar ve yumuşak
güç unsurlarıyla bütün yapıyı şekillendirebileceklerini düşünüyorlar. Oysa sert güçle
desteklenmeyen yumuşak gücün hiçbir şekillendiriciliği yoktur.
Ayrıca AKP Türkiye’nin sert gücünü temsil eden TSK’ya karşı Ergenekon sürecinde bir
komplonun içinde bulundu ve kendi TSK’yı zayıflattı. AKP’nin deniz, hava kuvvetlerine
verdiği zarar, inanılmaz. Yüzlerce pilot istifa etti. Kara kuvvetlerinde sayı yüksek diye zararın
boyutu anlaşılmıyor ama bu kasetler açık olmasaydı, anlatacaklarım sizi çok şaşırtırdı.
Sizce IŞİD nasıl bir yapı? Bu jeopolitik yeniden düzen sürecinde rolü ne?
Doğal sürecin işgal sonrasında ortaya çıkardığı ama aynı zamanda sızılmış bir yapı. IŞİD’e en
iyi sızanlardan biri de, Suriye istihbaratı. Çünkü Irak İslam Devleti’nin en güçlü olduğu
alanlardan birisi, Telafer alanıydı. Çünkü Telafer, Suriye istihbaratının Irak’ta direnişe silah
7
yardımı yaptığı yerdi. Tabii Suriye istihbaratı bu dağılımı yaparken özellikle de IŞİD
içerisinde örgütlenmiştir. Ama aynı zamanda IŞİD içerisinde Rus, Amerikan, İsrail ve Türk
istihbaratlarının da muhakkak kendi uzantıları da var.
Ama gördüğümüz şu, Amerikalılar IŞİD’i yok etmek için değil, IŞİD’e sınır çizmek için bir
operasyon yapıyorlar. Bernard Lewis ve baba Bush ile 2003’te Çarşamba günleri yedikleri
uzun yemekler var. Lewis, Bush’a Irak işgali sonrası hayalindeki Ortadoğu’yu anlatırdı. Onun
hayalindeki Ortadoğu’da da, Irak ve Suriye’deki Sünnileri bir araya getiren bir devlet var.
Şimdi IŞİD bu devleti kurdu. IŞİD çok düz bir coğrafyada olmasına rağmen Irak ordusunu
stratejik hava bombardımanıyla yok eden Amerikalılar IŞİD’i yok etmiyorlar, sadece
zayıflatıyorlar. Böylece sınırlar çiziliyor. Bu arada IŞİD bazı yerlere giriyor, bu bölgeleri
KDP veya PKK IŞİD’den alıyor. Böyle olduğunda, kendilerine ait olmayan bu bölgeleri
almaları meşrulaşıyor.
IŞİD’in varlığı bunu mu yaratıyor?
Evet, Irak’ta Sincar’da yarattı. O güne kadar KDP’nin olmayan alanlar, IŞİD’den alındıktan
sonra KDP’nin oldu ve bunun meşruluğu tartışılmadı.
IŞİD’i kimin kurduğunu bilmiyoruz ama sizce kimlerin elinde kullanışlı bir yapı?
Mesela PKK- Kandil onu ABD’den ‘mühimmat’ alıp alan kazanmak için kullanıyor.
İran ve Rusya rejime silahlı destek vermek için kullanıyor. ABD, sizin ifadenizle yeni
sınırları çizmek için kullanıyor. Bazı istihbarat örgütleri IŞİD’i Türkiye’de dikkatle
seçilmiş hedeflere yönelik bombalı eylemler yapmak suretiyle (Suruç’ta, Diyarbakır’da,
Ankara’da) bir tür iç savaş kışkırtıcılığı için kullanıyor.
IŞİD, bir çok ülkenin üzerinden kendi milli menfaatlerini gerçekleştirmeye çalıştığı bir terör
örgütü. Ancak modern tarihte kurulan bütün terör örgütlerinden devletler istifade etmişlerdir.
Mesele IŞİD’in DNA dizilimi bir istihbarat servisi tarafından yapılmış mıdır, yapılmamış
mıdır? Bu konudaki iddiaları bilmekle beraber, benim açık bir cevabım yok. Ancak Ortadoğu
İç Savaşı’nda Irak ve Suriye’nin Sünni Araplarına bir ülke kurmak için IŞİD etkili bir şekilde
kullanılıyor. Sunni Araplara sınır çizilirken özellikle Irak Anayasası’nda tartışmalı bölgelerin
KDP ve KYB’nin eline geçmesini IŞİD’in eylemleri sağlıyor. Suriye’de ise PKK/PYD’nin
IŞİD’in elindeki Arap ve Türkmen bölgelerini IŞİD’den alarak işgal ettiğini ve etnik temizliğe
tabii tuttuğunu görüyoruz. Bu arada Amerikalı neorealist düşünürler, IŞİD ile yaşamanın ortak
zemininin bulunması gerektiğini söylüyor ve ekliyorlar: “Eskiden Çinli komünistlere de
terörist diyorduk oysa şimdi bir devlet. IŞİD’te devrim zamanının radikalliğini terk edecek.”
Özetle, söz konusu olan IŞİD’in yok edilmesi değil, IŞİD’in böylece Sunnistan’ın sınırlarının
çizilmesi olabilir. Öte yandan AKP Hükümeti de Esad’ın devrilmesinde El Nusra’ya umut
bağladığı gibi IŞİD’e de umut bağlamıştı.
Peki, siz Türkiye'nin de IŞİD'i desteklediğini düşünenlerden misiniz?
Bu konuda bildiklerim beyaz alan bilgi, açık bilgi ile kara alan bilgi, gizli istihbarat arasına
giren gri alan bilgileri. Bu tür bilgiler spekülasyona açıktır. Açık bir şekilde
söyleyebileceğimiz husus, AKP, IŞİD’in Türkiye’yi cephe gerisi olarak kullanmasına hoşgörü
göstermiş olmasıdır. Ayrıca devlet destekli bazı sözde sivil toplum örgütleri aracılığı ile
Suriye’deki selefi cihatçılara yardım yapılırken, çok seçici davranılmamış olabilir.
8
Siz Ümit Özdağ olarak, Türkiye'nin IŞİD'e silah gönderdiğine inanıyor musunuz? MİT
tırlarındaki silahların nereye, kime gittiğini düşünüyorsunuz?
Silah sevkiyatını sadece durdurulan MİT tırlarına indirgememek gerekir. Durdurulmayan MİT
tırları durdurulanlardan çok daha fazla. Durdurulan tırlar, Türkiye’ye bir uluslararası mesajdı
sadece. Kayıtlara geçirmek için örnek olay, diyelim. AKP Hükümeti Türk kamuoyundan
gelebilecek tepkiyi azaltmak için “Silahlar Türkmenlere gidiyordu” şeklinde bir yalan söyledi.
Oysa AKP’den ne daha önce ne daha sonra Türkmenlere yönelik böyle kapsamlı bir silah
sevkiyat olmamıştır.
“Selefi cihatçılık tehdidi azalmayacak, artacak”
Türkiye IŞİD ile mücadele için bugün ne yapabilir? Siz nasıl bir hareket tarzı
benimserdiniz?
Bu noktada özellikle kişisel görüşlerimi paylaşacağım. Sadece IŞİD değil, cihatçı Selefilik
sadece Türkiye için değil, İslam dini ve uygarlığı için bir tehdittir. Cihatçı Selefilik, hastalıklı
bir bölücülüğü temsil eder. İslam’ı kendisi gibi yorumlayanlar Müslüman, diğerleri değildir.
Cihatçı selefilik vatansız, kozmopolit bir anlayışı, İslam uygarlığına karşı imha edici bir
düşmanlığı temsil eder. Bu nitelikleri, cihatçı selefiliği sızmaya ve istismar etmeye çok uygun
hale getirir. Cihatçı selefiliğe karşı verilecek mücadele sadece istihbarat-genelkurmay-polis
eksenine oturtulamaz. Bu mücadelenin çok güçlü bir fikri tabanı olmalıdır. Bu ise ancak
Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat fakültelerinin sağlayabileceği bir fikri temel olabilir.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat fakültelerinin bu konuda henüz üzerine düşeni yerine
getirdiğini düşünmüyorum. Özetle, IŞİD ile mücadele sadece bir örgüt değil, bir anlayış ile
mücadele üzerine oturan fikri-politik bir mücadele olmalıdır. Tabii cihatçı selefilik ile
mücadele ederken, IŞİD ile mücadele edip El Nusra ile dost olamazsınız.
Bu fikri-politik mücadele zemininde, Türkiye hızla IŞİD’in ve diğer selefi cihatçı örgütlerin
arka bahçesi olmaktan çıkarılmalıdır. Bu çerçevede AKP’nin izni ile Türkiye içinde
örgütlenen IŞİD dahil selefi örgütlenmeler tasfiye edilmelidir. Bunun için jandarma-polis ve
istihbaratta uzman kadroların yetiştirilmesi gerekiyor. Selefi cihatçı propagandaya karşı sanal
ortamda etkili bir siber savaş mücadelesi de çok önemli. Türkiye, IŞİD ve selefi cihatçılığa
karşı hızla yeni bir örgütlenme gerçekleştirmek zorunda. Çünkü önümüzdeki yıllarda selefi
cihatçılığın ortaya koyduğu tehdit azalmayacak, aksine artacak.
IŞİD zaten Türkiye için büyük bir tehdit olduğunu Suruç, Ankara ve İstanbul saldırıları ile
gösterdi. Tabii bunun dışında HDP’nin Adana, Mersin il teşkilatları ile Diyarbakır mitingine
yapılan saldırılar da Suriye’deki IŞİD-PKK çatışmalarının Türkiye’ye taşınmasıdır.
Önümüzdeki yıllarda Türkiye’ye gelen 2.5 milyon Suriye kökenlinin içinden Türkiye’deki
cihatçı selefi potansiyele eklenenler ile cihatçı selefilik, IŞİD adı veya başka bir ad ile Türkiye
için büyük bir tehdit oluşturacak.
Irak ve Suriye’de de IŞİD ile mücadele ediliyor. Sizce ne derece etkili bunlar?
ABD’nin ve Rusya’nın Türkiye için yaşamsal tehdit olan PKK/PYD ile işbirliği yapmaları
çok önemli bir gelişme. AKP Hükümeti’nin İncirlik Üssü’nü IŞİD’e karşı ortak mücadele için
Amerikan ve diğer müttefik güçlerin mücadelesine açmasına rağmen ABD’nin Türk
topraklarını PKK/PYD’ye yardım için kullanması, Türkiye’ye karşı dost olmayan bir duruşu
9
temsil ediyor. Bu konuda bir netlik ortaya çıkana kadar Suriye ve Irak’ta IŞİD ile mücadele
konusunda görüşlerimi açıklamamayı tercih ederim.
Arap Baharı’nın üzerinden 5 yıl geçti. Sizce ne gibi sonuçları oldu?
Arap Baharı adı verilen süreçten önceki Tunus, Libya, Mısır veya Suriye’de mi yaşamak
isterdim yoksa Arap Baharı’ndan sonraki mi? Arap Baharı’ndan sonraki Tunus’u tercih
ederdim. Ancak söz konusu Mısır, Libya ve Suriye ise herhalde herkes, Arap Baharı’dan
önceki durumu tercih eder. Libya bölündü. Suriye ağır bir iç savaştan geçiyor, parçalanabilir.
Mısır askeri diktatörlük ile yönetiliyor. Müslüman Kardeşler de bir başka tür diktatörlük
peşindeydi. Özetle, Arap Baharı’nın Tunus dışında olumlu bir sonucu olduğunu söylemek
mümkün değil. Tunus ise Arap Dünyası içinde Arap Baharı öncesinde de sosyolojik olarak
ayrı bir vakıa idi.
Arap Baharı’nın başlarında siz Beşar Esed’in devrilmeyeceğini öngörmüş müydünüz?
Evet, Suriye’de Esat’ın iktidarda kalma ihtimalinin yüzde 65’in üzerinde olduğunu
yazmıştım. Çünkü Suriye’deki rejim sanıldığının aksine Libya ve Mısır’dan farklı olarak
güçlü bir sosyolojik tabana oturuyordu. Nusayriler bu tabanda kilit bir nokta oluşturuyorlar
şüphesiz ancak diğer azınlıklar ve seküler Sünni taban ile yapılan güçlü bir koalisyon var.
Ayrıca arkasında İran, Rusya ve Hizbullah ile yapılmış, bu üç gücün de stratejik menfaatlerine
dayanan bir ittifak yapısı vardı ve bu yapının Esat için savaşmayı göze aldığı ortaya çıktı.
Ortadoğu’ya sürekli demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğünün öneminden söz eden
Batı ve Avrupa, Arap Baharı ve sonrasında sizce nasıl bir sınav verdi? Halkların
yanında durdular mı?
Ortak bir stratejik aklı olmayan bir Avrupa Birliği’nin Ortadoğu politikası olmadığı için
etkisiz eleman olarak seyretmekle yetindi demek abartılı olmaz.
Türkiye’nin Arap Baharı’ndaki duruşu hakkında ne düşünüyorsunuz?
AKP önce gelişmelerin nereye doğru gideceğini anlamadı. Ancak Fransızlar da
anlamamışlardı. Ondan dolayı, Tunus’ta Bin Ali’yi desteklemek için asker yollamaya
kararlıydılar. Ancak hemen arkasından Libya’ya müdahalenin öncülüğünü üstlendiler.
Erdoğan ise önce Libya’ya müdahaleye karşı çıktı. Sonra Batı’nın zorlaması ile sürecin
parçası oldu. Bence AKP Hükümeti, Arap Baharı’nı geniş bir demokratikleşme çabası olarak
görmek yerine, AKP’nin kardeş partisi olan Müslüman Kardeşler’i iktidara taşımaya yardım
fırsatı olarak gördü. Bu süreçte de Ortadoğu’da Yeni Osmanlıcılık üzerinden liderlik inşa
edebileceğine inandı. Bu liderliğin inşasına yardımcı olabilecek bir süreç olarak da İsrail ile
ilişkileri germe politikasını ekledi. Sonuç, çok boyutlu bir başarısızlıktır. Erdoğan’ın 1 Ocak
2016’da “İsrail’e ihtiyacımız var” açıklaması, AKP’nin Arap Baharı ve bu çerçevede Suriye
politikasının iflasının ilanıdır.
Arap Baharı'yla ortaya çıkan değişiklik talepleri için ne diyorsunuz? Ortadoğu'nun
serbest seçimlerle iktidarın değiştiği sistemlere geçmesi Türkiye'nin menfaatine mi, değil
mi?
Arap Baharı'nın talebi ne idi? Demokrasi, özgür seçimler, kokuşmuş tek parti elitlerinin
tasfiyesi. Bu taleplerin hiçbirisine karşı çıkmak mümkün değildir. Biz Türkiye'yi yeterince
10
demokratik bulmaz ve AKP'nin, Erdoğan'ın otoriterleşme eğilimlerini şiddetle eleştirirken,
Arap dünyasındaki demokrasi taleplerine karşı çıkmak mümkün değil. Bu ilkesel bir duruş
olmalı. Ancak Arap siyasal kültürünün demokrasiyi benimsemesi ve kurumsallaştırması, Arap
dünyasının farklı coğrafyalarında değişik engeller ile karşılaşacaktır. Bazı ülkelerde daha kısa
sürede gerçekleşecek, bazılarında uzun yıllar alacaktır. Tunus ile Suudi Arabistan aynı
demokratikleşme süreçlerini yaşamayacaklardır.
Türkiye, 1991’den bu yana komşularından bir füze tehdidiyle karşı karşıya… Neredeyse
25 yıldır ne kendi füze savunma sistemini ne de füze saldırı sistemini kurdu. Bunun
sebebi nedir sizce? Sözünü ettiğiniz güvenlik riskleri söz konusuyken, silahlı kuvvetler
açısından bu durum nasıl açıklanabilir?
Hava savunma sistemleri konusu, Türkiye’nin savunması alanında en büyük zafiyet
denilebilir. Bir an önce Türkiye’nin bu sorunu aşması gerekiyor. Sivil ve asker bu konudaki
bütün yetkililer sorumludur. Bu durumun açıklaması yok, açıklamaları sadece bahane olarak
görüyorum. Türkiye gibi bir ülke bu konuda çok ciddi ilerlemeler kaydetmek zorundaydı.
Üstelik bu konuda ele alınan ve belirli bir aşamaya kadar taşınan çok önemli çalışmaların
olduğunu biliyorum. Bu konuda yapılan iki çalışmanın aslında görmemem gereken resmi
belgelerini ve belgelerin altındaki imza ve yorumu okuduğum zaman, yorumu yaparak
imzalayanın vatan haini olduğunu düşünmüştüm ve hâlâ öyle düşünüyorum.
11