Liberal-Demokratik Kuram Bağlamında Sivil-Asker İlişkileri

Transkript

Liberal-Demokratik Kuram Bağlamında Sivil-Asker İlişkileri
Liberal-Demokratik Kuram Bağlamında Sivil-Asker İlişkileri
Fazıl Hüsnü ERDEM
GİRİŞ
Toplumsal gelişimin belli bir aşamasında ortaya çıkan ve temel işlevi toplumda
yerleşik düzeni korumak olan devlet, bu temel işlevi gereği zor kullanma
araçlarıyla donanmış bir toplumsal-siyasal örgütlenme biçimi olarak karşımıza
çıkmaktadır. Devletin zor kullanma araçlarının başında “silahlı kuvvetler”(ordu)
gelmektedir. Silahlı kuvvetler, kural olarak, topluma yönelik dış tehditler
karşısında “milli savunma”yı sağlamak amacıyla kullanılır; ancak, bazı istisnai
durumlarda, “iç güvenlik”in sağlanmasında da kullanılabilmektedir.
Gerek milli savunma hizmetinin yerine getirilmesinde ve gerekse -istisnai
olarak- iç güvenliğin sağlanmasında kullanılan silahlı kuvvetler, bu işlevleriyle
siyasal sürecin içerisinde yer almaktadır. Özellikle, milli savunma ve dış politika
gereklerinin saptanmasında, silahlı kuvvetlerin ağırlıklı rol oynadığı bilinen bir
gerçektir. Silahlı kuvvetlerin bu özelliği, demokratik yönetim olgusu açısından
birçok karmaşık sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu alanda ortaya çıkan
temel sorun, silahlı kuvvetlerin siyasal iktidara bağımlılığının, yani sivil otoritenin
üstünlüğü ilkesinin eylemsel planda nasıl gerçekleştirilebileceği sorunudur.
Sorunun çözümüne ilişkin önerilen ve Romalılardan kalma bir formül olan
“silahlar itaat etsin!”(cedant arma togae) formülü, kuramsal olarak çok basit, ancak
uygulaması güç olan bir ilkedir. Siyasal olduğu kadar hukuksal içeriği de olan bu
ilkenin uygulanması bağlamında ortaya çıkan sorunlar, demokrasinin en zor
sorunlarından birini oluşturmaktadır.
Kuşkusuz, her iki amaç doğrultusunda meşru güç kullanımı, yurttaş
özgürlüklerinin asgari güvencesini oluşturmaktadır. Ne var ki, madalyonun öteki
yüzünde, silahlı kuvvetlerin sahip olduğu silah gücü nedeniyle, “koruyorum, o
halde emrederim”(protego ergo obligo) düsturuyla hareket etme tehlikesi de
mevcuttur. Bunun içindir ki, nihai olarak yurttaş özgürlüklerinin asgari
güvencesini sağlamak amacıyla oluşturulan, ancak sahip olduğu üstün silah gücü
nedeniyle özgürlükleri ihlal edebilme potansiyelini sürekli olarak bünyesinde
taşıyan silahlı kuvvetler aygıtının denetim altında tutulması özgürlükçü
düşüncenin bir özlemi olmuştur. Günümüzde, devletin üstün yaptırım gücünün
araçlarından biri olan silahlı kuvvetlerin sürekli denetim altında tutulması ve sivil
otoriteye bağımlı kılınması, özgürlükçü demokrasinin vazgeçilmez bir koşulu
olarak kabul edilmektedir.
Tarihsel olarak demokrasinin olabilirliği de, kısmen, askeri örgütlenmenin
ortaya çıkmasına ve askeri güçler üzerinde sivil denetimin gerçekleştirilmesine
bağlı olarak gelişmiştir. Gerçekten, askeri örgütlenme, silahlı güçlerin siviller
1
tarafından denetlenip denetlenilmediğini ve denetleyen konumundaki sivillerin
kendilerinin demokratik sürece bağlı olup olmadıklarını belirlemeye yardımcı
olmuştur1. Nitekim, demokrasinin Antik Yunan’da ve Ortaçağ İngiltere’si ile
Fransa’sındaki gelişimi, başka faktörlerin yanı sıra, askeri örgütlenme ve askeri
güçler üzerindeki sivil denetimin etkisiyle açıklanmaktadır2.
Her ne kadar Antik Yunan’dan bugüne, silahlı güçleri sivil denetime tabi
kılma çabaları kesintisiz olarak devam etmişse de, özellikle modern çağda yaşanan
bazı gelişmeler bu çabaları olumsuz yönde etkilemiştir. Modern devletin
gelişmesiyle birlikte sürekli orduların kurulması, askeri bürokrasinin ortaya
çıkması, teknolojik gelişmelere paralel olarak ordu-sanayi karmaşık sisteminin
doğması, uluslararası ilişkilerde güvensizliğin bir sonucu olarak silahlanma
yarışının hızlanması, savunma harcamalarının artması ve benzeri gelişmeler sivilasker ilişkilerinde olumsuz bir etki yaratmıştır. Bu gelişmeler karşısında silahlı
kuvvetlerin sivil siyaset üzerindeki ağırlığı artmış ve siviller tarafından
denetlenmesi de güçleşmiştir. Söz konusu gelişmelerin yarattığı olumsuz etki,
köklü demokrasi geleneğine sahip toplumların gerçekleştirdikleri demokratik
açılımlar sayesinde düşük düzeyde seyretmiştir. Oysa, demokratik yönetim
geleneğinden yoksun toplumlarda, bu gelişmelerin yarattığı olumsuz etki çok
yüksek düzeyde gerçekleşmiştir.
Batılı demokratik ülkelerde ordunun görece siyaset dışı konumu dolayısıyla
sivil-asker ilişkilerinde liberal-demokratik bir modelin varlığından söz
edilmektedir. Demokrasinin kurumsallaştığı Batılı toplumlarda ordunun, (dış
politika ve milli savunma politikalarındaki kısmi etkisi bir yana bırakılırsa) iç
politikada veya yönetim alanındaki etkinliğinin düşük düzeyde seyretmesi 3 bu
modelle açıklanmaktadır. Özellikle Anglo-Amerikan demokrasilerinde askeri
darbenin hiç gerçekleşmemiş olması ve ordunun sivil siyaset üzerindeki
nüfuzunun zayıf olması, liberal-demokratik modelin bir sonucu olarak
değerlendirilmektedir4. Finer, “İngiltere ve ABD’de sivil iktidar üstün ve
DAHL, Robert A.: Demokrasi Ve Eleştirileri (Çev. Levent Köker), Türk Siyasi İlimler Derneği- Türk
Demokrasi Vakfı Yayını, Ankara, 1993, s.310.
2 İbid., s.311. Tarihsel süreç içerisinde, askeri örgütlenme ve askeri güçler üzerinde sivil denetimin
gerçekleştirilmesi çabalarının demokrasinin gelişimi üzerindeki etkisi hakkında ayrıntılı bilgi için
bkz. DAHL: s.311-314.
3 SHILS, Edward: “The Military In The Political Development of The New States”, The Role of The
Military In Underdeveloped Countries, der. John J. Johnson, Princeton University Press, Princeton,
1962, s.8.
4 Demokrasinin beşiği olarak kabul edilen İngiltere’de, İngiliz Anayasa Hukukunun temel
belgelerinden biri olan 1688 tarihli “Haklar Bildirisi” (Bill of Rights) nde yer alan, “Barış
zamanında, Krallık sınırları içerisinde Parlamento’nun onayı olmadan, sürekli bir ordunun
kurulması ve hazır bulundurulması yasaya aykırıdır” hükmü, İngiliz toplumunun sivil-asker
ilişkilerindeki duyarlılıklarını ortaya koyması açısından önemlidir. İngiltere’de 1688 tarihinden
beri hiçbir İngiliz hükümetinin ordu tarafından devrilmemiş olması; Wellington Dükü’nün (18281830,1834) kısa süreli başbakanlığı hariç, hiçbir üst rütbeli askerin başbakan olarak görev
yapmamış olması, sivil-asker ilişkilerindeki İngiliz siyaset anlayışını doğrulayan pratiklerdir.
Bkz. STREET, Harry/BRAZIER, Rodney:Constitutional and Administrative Law, Penguin Books,
London, 1987, s.216.
Amerikan deneyimi için de benzer şeyler söylemek mümkündür: Henüz Birlik oluşturulmadan
önce 12 Haziran 1776 tarihinde kabul edilen ve liberal bir manifesto niteliğinde olan Virginia
İnsan Hakları Bildiri’nin 13.maddesinde şu açık hükme yer verilmiştir: “... barış zamanında
sürekli ordular bulundurmak, ülkenin iç özgürlüğü için tehlikeli sayılmalı ve bundan
1
2
egemendir. Ulusal ve askeri politikalar arasındaki ikilik bugünlerde
karmaşıklaşmış ve bulanıklaşmıştır; fakat, sivil otoritenin üstünlüğü ilkesi hiçbir
zaman yok olmamıştır”5 demek suretiyle, bu gerçekliği dile getirmektedir.
Sivil-asker ilişkilerinde liberal demokratik model, öncelikle, ordunun
hükümet etmekten sorumlu olmaması ve hükümete müdahale etmemesini; ikinci
olarak ve daha önemlisi de, ordunun profesyonel işlevlerinin tamamen sivil
iktidarın tasarrufunda ve denetiminde olmasını öngörmektedir 6. Buna göre ordu,
sivil iktidardan ayrılıp ona bağlı olmalı, profesyonelleşmeli ve depolitize
olmalıdır7. Bu modelde ordunun bütçesi parlamento tarafından denetlenir, üst
rütbeli subayların görevlerine atanmaları hükümet tarafından gerçekleştirilir,
savaş ya da ciddi iç güvenlik sorunlarına ilişkin kararlar da yine hükümet
tarafından alınır8.
Bütün bu kuramsal öngörülere karşın liberal demokrasilerde de sivil-asker
ilişkileri, her zaman için sorun oluşturmaya uygun bir potansiyele sahiptir. Çünkü,
dünyanın her yerinde ordular, doğası gereği, otoriter eğilimlere açık kurumlardır.
Bu gerçeklik, bütün demokrasileri zorunlu olarak otoriter bir ordu ile onun
demokratik çevresi arasındaki ilişkiyi yerli yerine oturtmak sorunuyla karşı
karşıya bırakır.
Liberal demokrasi, sivil-asker ilişkilerinde ortaya çıkan sorunlara ilişkin iki
ilkeli bir çözüm önerir: Birinci ilke, ordunun sivil otorite tarafından denetlenmesi;
ikinci ilke ise, orduyu denetleyen sivil otoritenin demokratik sürece tabi
olmasıdır9. Birinci ilkeye literatürde, “sivil otoritenin üstünlüğü” ya da “ordunun
sivil otoriteye bağımlılığı” denilmektedir. “Siviller askerlere, askerler de silahlara
kumanda eder” biçiminde formülleştirilmiş olan bu ilke, ordunun sivil siyaset
dışında tutulması ve denetim altına alınabilmesi açısından varlığı zorunlu olmakla
birlikte yeterli değildir. Söz konusu ilke, demokratik olmayan siyasal sistemlerin
birçoğunda uygulanmasına, ya da en azından uygulanılmasına çalışılmasına
rağmen istenilen sonucun elde edilememesi, bu ilkenin tek başına yeterli
olmadığını göstermektedir. Öyleyse, otokratik siyasal sistemlerde olmayan bir
başka ilkeye ihtiyaç vardır ki bu ilke ,orduyu denetleyen sivil otoritenin de bir
denetime tabi tutulmasını ifade eden ilkedir. Başka bir anlatımla bu ilke, askeri
kaçınılmalıdır; ordu her durumda, sivil gücün emri altında bulunmalı ve sivil güç tarafından
yönetilmelidir”. Bu bildiriden kısa bir süre sonra 4 Temmuz 1776 tarihinde Thomas Jefferson
tarafından kaleme alınan Amerikan Bağımsızlık Bildirisi (Declaration of Independence) nde,
bağımsızlık ilanını zorlayan sebepler arasında; barış zamanında, yasama meclisinin onayı
olmaksızın sürekli ordu bulundurulması ve ordunun sivil güçten bağımsız ve üstün kılınmaya
kalkışılması sayılmıştır. Bildiri metinleri için bkz. MUSULIN, Janko: Hürriyet Bildirgeleri (Çev.
Necmi Zeka), Belge Yayınları, İstanbul, 1983.
5 FINER, S.E.:The Man On Horseback, Pall Mall Press, London, 1962 s.28. Ayrıca Finer, ABD
Başkanlarından Kennedy’nin, “Ordularımız her zaman sivil denetime bağlı olmalıdır.
Katılacağımız herhangi bir çatışma ya da tehdit karşısında göstereceğimiz tavıra ilişkin kararlar
sivil otoriteler tarafından alınacaktır” sözünü aktararak, bu tür demokrasilerde siyasal liderlerin
“sivil otoritenin üstünlüğü” anlayışı konusundaki duyarlılıklarını dile getirmektedir (s.28-29).
6 HALE, William: “Ordu-sivil ilişkisinde liberal model de mümkün”, Entelektüel Bakış, Milliyet, 2 Nisan
1994.
7 HALE, William: Turkish Politics and the Military, London, 1994, s.308.
8 HALE: “Ordu-sivil ilişkisinde liberal model de mümkün”. Entellektüel Bakış, Milliyet, 2 Nisan 1994.
9 DAHL: s.310.
3
bürokrasiyi denetleyen sivil otoritenin, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına
saygı temeline dayalı demokratik bir otorite olmasını gerektirmektedir.
Liberal demokratik devletlerde, sivil-asker ilişkilerinin görece sağlıklı
yapısını bu iki ilkede aramak gerekir. Birbirini tamamlar nitelikteki bu iki ilkeden
birincisi, ancak ikinci ilkenin yaşama geçirildiği bir toplumsal-siyasal ortamda
işlevsel olabilir. Bu nedenle, önce, liberal demokratik modelin genel yapısı, kural ve
kurumları bağlamında sorun irdelenmeye çalışılacaktır.
1. Liberal Demokrasinin Kurumları Bağlamında Sivil-Asker İlişkileri
Günümüzde, batılı toplumsal-siyasal örgütlenme tarzının kurumlaşmış
niteliklerini ifade eden liberal demokrasi10, birey ve bireyin özgürlükleri açısından
iyi bir yönetim biçiminin nasıl olması gerektiği konusundaki arayışın bir ürünü
olarak, tarihsel süreç içerisinde gelişip bugünkü olgunluğuna ulaşan bir siyasal
sistemdir. Liberal demokrasi, “liberalizm” ve “demokrasi”nin bireşim (sentez)
inden oluşur. Siyasal özgürlüğü temel postüla olarak ele alan liberalizm, “anayasal
devlet yoluyla kişinin siyasal özgürlüğünün ve kişi hak ve özgürlüklerinin hukuksal
savunmasının uygulanması ve kuramı biçiminde tanımlanabilir” 11. Liberalizm,
siyasal özgürlüğü güvence altına alabilmenin bir yolu olarak devlet iktidarının
sınırlandırılması sorunuyla ilgilenir ve “sınırlı iktidar” yaratmayı amaçlar.
Demokrasi ise, halkın, kamu siyasetine ilişkin temel siyasal kararların alımına
katılmasını öngören bir siyasal sistemdir 12. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi
demokrasi, iktidarın kaynağı sorunuyla ilgilenir ve iktidarın halka
dayandırılmasını önerir.
Her iki kavramı bir araya getirdiğimizde, liberal demokrasiyi, kişi hak ve
özgürlüklerini güvence altına alma amacına yönelik bir halk yönetimi olarak
tanımlamak mümkündür. Bu anlamda liberal demokrasi; genel ve eşit oy ilkesini,
düzenli aralıklarla yapılan serbest seçimlerle siyasal iktidarın el değiştirebilmesini,
hukukun üstünlüğünü, sivil ve siyasal özgürlükleri içermektedir 13. Demek ki,
liberal demokrasi, yalnızca “kim yönetmeli” sorusuna cevap aramakla
yetinmemekte; ayrıca, “nasıl yönetilmeli” sorusuna cevap aramakta ve bu soruya
verdiği cevapla diğer demokrasi anlayışlarından ayrılmaktadır. Basit bir anlatımla,
liberal demokrasi, devlet iktidarın sınırlandırılması amacı ile halkın devlet
iktidarına ortak edilmesi idealini birleştirmektedir 14. Bu açıdan bakıldığında
demokratik devlet, “liberal-anayasal devlet”tir15.
Burada, “demokrasi” olarak düşündüğümüz yönetim şekli, demokrasinin
özel bir biçimidir: Bireyle, siyasal eşitlikle ve sivil özgürlüklerle ilgili olduğu için
Bu terim yerine, “özgürlükçü demokrasi”, “çoğulcu demokrasi” veya “klasik demokrasi” terimleri
de kullanılmaktadır.
11SARTORİ, Giovanni:Demokrasi Teorisine Geri Dönüş (Çev.Tuncer Karamustafaoğlu- Mehmet
Turhan), Yetkin Yayınları, Ankara, 1996, s.412.
12 ARON, Raymond: Özgürlükler Üzerine Deneme (Çev. Turhan Ilgaz), Kesit Yayıncılık, İstanbul, 1995,
s.108.
13 KÖKER, Levent: Demokrasi Üzerine Yazılar, İmge Kitabevi, İstanbul, 1992, s.29.
14 ERDOĞAN, Mustafa: Anayasal Demokrasi (Anayasa Hukukuna Giriş), 2.bası, Siyasal Kitabevi, Ankara,
1997, s.178.
15 SARTORİ: s.419; SKIDMORE, Max J.:Ideologies: Politics In Action, Harcourt Brace Jovanovich,
Publishers, Orlando,1989, s.29-30.
10
4
“liberal”dır; iktidarın kullanımına ve çoğunluğun iktidarına sınırlama getirdiği için
“anayasal”dır; çoğunluğun yönetme hakkını ve siyasal katılımı öngördüğü için
“demokratik”tir16. Demokrasi kavramı etrafındaki çağdaş gelişmeler, demokrasinin
bu içerikle anlaşılmasını gerektirmektedir. Özellikle, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Konferansı (AGİK) sürecinin temel dönüm noktasını oluşturan 1990 tarihli “Yeni
Bir Avrupa İçin Paris Şartı” ve bu sürecin birer parçası konumundaki diğer
belgelerle, liberal demokrasi kavramının sınırları belirgin bir biçimde
çizilmektedir. Gerçekten, AGİK’in amaç ve işleyişinde önemli değişiklikler
öngörerek AGİK sürecini kurumsallaştıran Paris Şartı 17, demokrasiyi “katılan
devletlerin uluslarının tek yönetim biçimi” olarak kabul etmekte; ideolojik
boyutunu insan haklarının oluşturduğu bu modelin siyasal temelini özgür
seçimler, hukuksal temelini hukuk devleti, ekonomik temelini ise pazar ekonomisi
oluşturmaktadır18.
Kurallar ve kurumlar açısından değerlendirecek olursak; liberal demokrasi
tanımındaki “demokratik” öğe, çoğunluğun yönetme hakkını, siyasal çoğulculuğu
ve seçilmişlerin atanmışlara üstünlüğünü sağlamaya dönük kurumların varlığını
gerekli kılar. Tanımda yer alan “liberal” öğe ise, yönetimin hukuka bağlılığı ile sivil
ve siyasal özgürlüklerin güvence altına alınmasını sağlayıcı kurumları gerektirir.
Bu kurumların sivil-asker ilişkilerinde liberal-demokratik modelin oluşumuna
etkilerini incelemeye geçmeden önce, liberal demokrasinin temel değerleri
ekseninde militarizmin kısaca değerlendirilmesinde yarar vardır.
Liberal demokrasi, eşitlik ve özgürlük değerleri üzerine kurulu bir siyasal
modeldir. Her iki ilke, demokratik devlet yönetimine hayatiyet kazandıran, onu
emsalsiz kılan ve demokrasiyi diğer siyasal sistemlerden ayıran temel
değerlerdir19. Lipson, bu değerler doğrultusunda demokrasiyi, “vatandaşlar için
mümkün olduğunca fazla hürriyet ve eşitliği birleştiren bir devlet yönetimi
şeklidir”20 diye tanımlamaktadır. Bu bağlamda eşitlik ve özgürlük değerleri,
demokratik devlet yönetiminin hem üzerine kurulu olduğu ve hem de somut
yaşamda gerçekleştirilmesini hedeflediği değerlerdir. Gerçekten, demokrasi ancak
bireysel özgürlüğün ve insanların eşitliğinin hukuksal güvence altına alındığı bir
siyasal toplumda kurulabilmekte ve mümkün olduğunca fazla eşitlik ve özgürlüğün
var olduğu bir toplumsal yaşamı hedeflemektedir.
Eşitlik ve özgürlük değerleri üzerine kurulu bir toplumsal-siyasal
yapılanma, sivil-asker ilişkilerinde liberal-demokratik modelin en büyük
güvencesini oluşturmaktadır. Günümüzden yaklaşık yüzelli yıl önce, ünlü Fransız
hukukçusu Alexis de Tocqueville, “Amerika’da Demokrasi” adlı yapıtında, eşitlik ve
özgürlük değerlerinin demokratik toplumların askeri düşünce ve yapılanması
üzerinde önemli etkileri olduğunu bildirmektedir. Tocqueville, eşitlik ilkesinin
insanları doğal olarak ticaret ve üretime yönelttiğini ve onların sürekli olarak
yaşam standartlarını yükseltme isteklerini kamçıladığını; bu duyguların ise
SKIDMORE: s.14.
ALPKAYA, Gökçen: AGİK Sürecinden AGİT’e İnsan Hakları, Kavram Yayınları, İstanbul, 1996, s.22.
18 İbid., s.89. Paris Şartı’nda eksik kalan noktaların daha sonraki belgelerle tamamlanmaya
çalışıldığı bu model “Avrupa anayasal düzeni” olarak nitelenmekte ve AGİK belgeleri de
“Avrupa Anayasası” olarak anılmaktadır. Bkz. ALPKAYA: s.89.
19 LIPSON, Leslie: “Demokrasinin Felsefesi” (Çev. Mustafa Erdoğan), Sosyal ve Siyasal Teori:
Seçme Yazılar, der. Atilla Yayla, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1993, s.17.
20 İbid., s.17.
16
17
5
devrimle bağdaşmadığını söylemektedir 21. O’na göre, “demokratik ulusları
devrimlerden caydıran aynı çıkar, aynı korku ve aynı tutkular onları savaştan da
caydırır; askeri ruh ve devrim ruhu aynı anda ve aynı nedenlerle zayıflar. Sayıları
sürekli artan servet sahipleri barışseverdir. Savaşın erittiği kişisel zenginliğin
artması, davranışlardaki ılımlılık, duygulardaki incelik, koşulların eşitliğinin
yarattığı acıma duygusu, soğukkanlılığın kişileri şiddete ve silahların şiirsel
heyecanına kapılmaktan alıkoyması gibi nedenler askerlik ruhunun bastırılmasını
sağlar”22.
Tocqueville, özgürlüklerin içselleştirildiği demokratik toplumlarda, sivil
yaşamlarında özgürlükleri barışçıl ve yararlı amaçlarla kullanmayı öğrenen
insanların, aynı davranış ve alışkanlıklarını askeri yaşamlarında da
uygulayacaklarını; böylelikle, ülkenin genel özgürlükçü havasından ordunun da
etkileneceğini söylemektedir23.
Öte yandan, demokratik toplumların; dayatma yerine uzlaşmayı, resmi
dogmalar yerine düşünce farklılıklarını, siyasal monizm yerine siyasal plüralizmi
öngören yaygın özgürlük anlayışı, ideolojik “iç düşman” kavramını ve iç politikada
“topyekûn savaş” histerisini reddeder. Siyasal ılımlığı geliştiren bu anlayış, katı
ideolojik tutumları bastırmak yerine siyasal sisteme entegre edici politikaların
üretilmesini kolaylaştırır. İşte bu nedenledir ki, özgürlük değerinin geliştiği
toplumlarda devrimler, karşı devrimler, sivil ya da askeri diktatörlükler ortaya
çıkmamaktadır.
Kuşkusuz, gerek eşitlik ve gerekse özgürlük değerlerinin doğurduğu bu
sonuçlar, militarizmi besleyen kanalları büyük oranda kapatmaktadır. Ayrıca
belirtmek gerekir ki, yukarıda işaret edilen bu alanlar dışında da eşitlik ve
özgürlük değerlerinin, askeri düşünce ve yapılanma üzerinde olumlu etkileri
olduğu bilinmektedir. Ancak, bütün bunlara tek tek değinmek çalışmamızın
sınırlarını aşacağından, yalnızca bu kadarıyla yetinip, liberal demokrasinin
kurumlarını sivil-asker ilişkileri bağlamında incelemeye geçelim.
a. Çoğunluk İlkesi
Demokratik rejimin temelini çoğunluk ilkesi oluşturmaktadır. Çoğunluk ilkesi,
kamu siyasetine ilişkin alınacak kararlarda oybirliğini sağlamanın olanaksızlığı
karşısında zorunlu olarak kabul edilmiş bir ilkedir. Bu açıdan bakıldığında
çoğunluk ilkesi, demokrasinin pratik bir kuralıdır 24. Öte yandan, demokrasi
kuramının özünü oluşturan ve bir yönüyle herkesin siyasal kararların alımına
katılmada eşit oy hakkına sahip olması gerektiğini ifade eden “eşitlik” ilkesinin
doğal ve mantıksal sonucu, çoğunluğun yönetme hakkına sahip olmasıdır 25. Bunun
TOCQUEVILLE, Alexis: Democracy In America (Tr. Henry Reeve, der. Phillips Bradley), V.II,
Vintage Books, New York, 1957, s.268.
22 İbid., s.279.
23 İbid., s.285.
24 ERDOĞAN, Mustafa: Demokrasi, Lâiklik, Resmi İdeoloji, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1995.s.8.
25 Çoğunluğun yönetme hakkı ile eşitlik ilkesi arasındaki ilişki için bkz. SARTORİ: s.150-151;
FIKENTSCHER, Wolfgang: “Democracy- A Primer”, Law and State, Vol.49/50, 1994, s.129;
MERKL, Peter: Political Continutity And Change, Harper
Row, Publishers, New York, 1972,
s.91; ERDOĞAN: Demokrasi, Laiklik, Resmi İdeoloji, s.5; TURHAN, Mehmet: Siyaset ve Anayasa,
Gündoğan Yayınları, Ankara, 1995, s.123.
21
6
aksini kabul etmek, yani azınlığın yönetme hakkını savunmak, demokrasinin
temelini oluşturan siyasal eşitliğin reddedilmesi demektir 26.
Günümüz gerçekliğinde bu ilke, yapılan seçimler sonucu parlamentoda
çoğunluğu elde eden siyasal partinin ülkeyi yönetme hakkına ve iradesine sahip
olmasını ifade etmektedir. Demokrasilerde, çoğunluğun yönetme hakkının
meşruluğu, seçimlerin demokratik meşruluğu ile ilgilidir. Belirli bir süre için ülkeyi
yönetme hakkına sahip olacak çoğunluğun belirlenmesinde bir araç olarak
kullanılan seçimlerin demokratik meşruluğa sahip olabilmesi için bazı koşulların
varlığı gereklidir: Bu koşullar; seçimlerin düzenli aralıklarla yapılması, genel ve
eşit oy ilkesinin kabul edilmesi, farklı görüşlerin özgür bir tartışma ortamında dile
getirilmesi ve bu görüşlerin siyasal partiler yoluyla örgütlenip iktidar yarışına
katılabilmesi, seçmenlerin herhangi bir baskıya maruz kalmaksızın özgürce
tercihlerini yapabilmeleridir. Bu niteliklere sahip bir seçim süreci sonucu ortaya
çıkan çoğunluk, demokratik meşruluğa sahip olarak yönetme hakkını icra edebilir.
Ancak bu çoğunluk, sınırsız yetkilere sahip bir çoğunluk değildir; azınlığın
haklarıyla sınırlı bir çoğunluktur. Demokrasinin çoğunluk ilkesi, azınlığın
korunmasını ve iktidardaki çoğunluğa karşı muhalefet edebilme özgürlüğünü de
içerir. Azınlığın çoğunluğu denetlemesi ve iktidar olmak için etkin muhalefet
sergilemesi, onun en temel hakkıdır. Bu hak, özgürlükçü demokrasinin adeta
mihenk taşıdır. Lord Acton, “Bir ülkenin gerçekten özgür olup olmadığına karar
verebilmemiz için en keskin ölçüt, azınlıklara sağlanan güvenliğin ölçüsüdür 27”
diyerek bu gerçekliği dile getirmiştir. Demokrasiyi dinamik tutacak olan azınlık
haklarına saygı28, azınlığın, düşünce ve görüşlerini ifade edebilmesini, yarının
potansiyel çoğunluğu olarak görülmesini ve sorunların çözümünde (yardımcı bir
öğe olarak) görüşlerinin dikkate alınmasını gerektirir 29. Bu haklar, demokrasi
açısından bir güvence oluşturmaktadır. Gerçekten, bu haklar sayesindedir ki,
azınlığın yasa dışı yollara sapması ve şiddete dayalı çözüm arayışlarına
yönelmeleri
önlenilerek,
barışçıl
bir
zeminde
siyaset
yapmaları
sağlanabilmektedir. Bu açıdan demokrasi, Powell’in deyimiyle, “hoşnutsuzluğun
meşru seçim yollarına kanalize edilebildiği bir oyundur” 30.
Çoğunluk ilkesine işlerlik kazandıran seçimler, bir yandan, devlet iktidarını
sınırlamanın en etkili yöntemlerinden birini oluşturmakta 31; diğer yandan da,
iktidarın kansız bir şekilde çoğunluğun oyuyla değişimini sağlamaktadır 32. Öte
yandan, azınlık haklarını güvence altına alması ve onlara muhalefet etme
özgürlüğünün tanınması, siyasal muhalefetin barışçıl yollarla yapılması sonucunu
doğurmaktadır. Bu özellikleriyle çoğunluk ilkesi, militarist düşünce ve yapılanmayı
önleyici, ya da en azından azaltıcı bir etkiye sahiptir.
TURHAN: s.125.
Aktaran, SARTORİ: s.34. Aynı doğrultuda bir başka açıklama için bkz. FIKENTSCHER: s.130.
28 SARTORİ: s.35-36.
29 FIKENTSCHER: s.130.
30POWELL, G. Bingham: Çağdaş Demokrasiler (Çev.Mehmet Turhan), “S” Yayınları, Ankara, 1990. s.28.
31 DUVERGER, Maurice: Siyasal Rejimler (Çev. Teoman Tunçdoğan), Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1986.s.55.
32 POPPER, Karl R. : “ Açık Toplum ve Düşmanlarına Yeniden Bakış” (Çev. İhsan Duran Dağı), Sosyal
ve Siyasal Teori: Seçme Yazılar, der. Atilla Yayla, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1993, s.26; ARON:
Demokrasi ve Totalitarizm, s.61-62.
26
27
7
İktidar değişiminde seçim ilkesinin benimsenmesi, belli ölçüde, sistemin
militarizme kaymasını önlemeyici etkiye sahiptir. Gerçekten, iktidar değişimin
seçim yoluyla gerçekleşmesi, şiddete dayalı iktidar değişimi çabalarının önüne set
çeker. İktidar değişiminin seçim yoluyla gerçekleşmediği bir toplumda iktidarın
darbe yoluyla değişmesi kaçınılmaz olur 33. Gerek darbeyi bizzat kendisinin
yapması ve gerekse sivillerin gerçekleştirdiği darbeyi desteklemek ya da karşı
koymak seçeneklerinden birini tercih etmesi, orduyu siyaseten “taraf” konumuna
sokar. Böyle bir durumda ordu, toplumun bütün kesimlerinin güvenliğini sağlayan
silahlı bir kurum olma özelliğini kaybeder. Kısaca, iktidarın sandıkla değişmediği
bir toplumda, değişimin süngüyle gerçekleşmesi, sistemin militarizme kayma
tehlikesini doğurur.
Ayrıca, bu ilke bir başka açıdan da sivil-asker ilişkileri bakımından önem
taşımaktadır: Çoğunluk ilkesi, yapılan seçimler sonucu çoğunluğu elde eden siyasal
iradenin, kamu siyasetine ilişkin temel politikaları oluşturma ve bunların
uygulanmasını denetleme yetkisine sahip olduğunu bildirmektedir. Bu bağlamda,
çoğunluğun siyasal tercihlerini temsil etme konumunda bulunan sivil iktidar
(seçilmişler), askeri otoritenin (atanmışların) üstündedir; askeri otorite, sivil
iktidarın oluşturduğu politikalar doğrultusunda faaliyet göstermek zorundadır.
Seçilmişlerin atanmışlara üstünlüğünü ifade eden bu ilke, demokrasinin temel
ilkelerinden biridir. Çalışmamız açısından taşıdığı önem gereği söz konusu ilke ayrı
bir başlık altında incelenecektir.
b. Siyasal Çoğulculuk
Siyasal çoğulculuk ilkesi, çeşitli bakımlardan bölünmüş ve farklılaşmış olan
toplumun doğal çoğulcu yapısının siyasal alana yansıtılması demektir.
Demokrasinin bu ilkesi, toplumda yer alan farklı dünya görüşlerine sahip kişi ve
grupların özgürce örgütlenmelerini ve siyasal iktidar yarışına katılabilmelerini
ifade eder34. Öyle ki, çağdaş demokrasilerde, birbirine karşıt görüş ve çıkarları
temsil eden çatışmalar, demokratik yaşamın birer gerçeği kabul edilir; çatışmanın
nedenini oluşturan farklılıklar yok edilmeye, ortadan kaldırılmaya değil, eşit hak
ve özgürlükler iklimi içinde birlikte yaşamalarını sağlayacak çözümler bulunmaya
çalışılır35. Kişilerin ve örgütlü grupların siyasal sürece katılma kanallarının açık
olduğu demokrasilerde, toplumun yönetimine ilişkin temel siyasal kararlar,
örgütlenmiş görüş ve çıkarların çatışması sürecinde oluşacak pazarlık ve
uzlaşmaların bir sonucu olarak belirlenir 36. Bu anlamda demokrasi, kısaca,
farklılıkları yok etmeden bir arada yaşama formülleri üretebilme sanatıdır.
Benzer bir yorum için bkz. LUTTWAK, Edward : Coup D’etat, Penguin Books, Harmondworth,
1969s.23.
34 ERDOĞAN: Anayasal Demokrasi, s.209-210; ERGİL, Doğu: Toplum ve İnsan, Gözden Geçirilmiş 2.
baskı, Turhan Kitabevi, Ankara,1994, s.182.
35 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref: Anayasa Hukuku, 5. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 1995, s.19; TUNAYA,
Tarık Zafer: Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, 5.bası, Araştırma-Eğitim-Ekin Yayınları,
İstanbul, 1982 s.438; SKIDMORE: s.60.
36 PONTON, Geoffrey/GILL, Peter: Introduction To Politics, Basil Blackwell, Inc., Cambridge,1988, s.34-35.
33
8
Demokrasinin bu çoğulcu niteliği, demokratik devletin farklı dünya
görüşleri ve ideolojiler karşısındaki tutumunu belirlemektedir. Gerçekten
demokratik devlet ortodoks bir dünya görüşünü resmi ideoloji olarak kabul edip
bunu topluma dayatmaya çalışan totaliter devletten farklı olarak, bütün ideolojiler
karşısında eşit uzaklıkta bulunan bir “hakem” devlettir. İdeolojik dogmatizme karşı
olan demokrasi, farklı yaşam tarzlarını meşru gören ve bunların barış içerisinde
bir arada yaşamalarının güvencesini oluşturan bir siyasal sistemdir37. Bu yönüyle
demokrasi, toplumda çatışmaları çözmenin veya yumuşatmanın en iyi yolu olarak
kabul edilmektedir. Gerçekten, siyasal çoğulculuğun var olduğu bir toplumda
demokrasi; çıkar ve görüş farklılıklarından kaynaklanan çatışmaların, toplumun
temellerini sarsan büyük patlamalara yol açmadan, barışçı yollarla uzlaşabilme
potansiyelini sunan bir yönetim stratejisidir38.
Farklı çıkarları ve düşünceleri temsil eden sivil örgütlenmelerin, toplum
yaşamının her alanındaki karar ve yönetim süreçlerine katılmalarını öngören
siyasal çoğulculuk, çatışmaları azaltmak ve bundan daha önemlisi, çatışmaların
barışçıl çözümünü kolaylaştırmak gibi istikrarlı bir demokrasi için gerekli olan
temel işlevleri yerine getirir. Gerçekten, siyasal çoğulculuk, toplumda çeşitlilik
gösteren çıkar ve düşüncelerin temsilini gerçekleştirmek suretiyle bunların,
kendilerini “demokrasi oyunu” içerisinde görmelerini sağlamaktadır. Böylece, bu
grupların, şiddet eğilimlerine kapılmaları büyük ölçüde engellenmekte ve şiddete
dayalı çözüm arayışlarına başvurmalarının önü tıkanmış olmaktadır.
Öte yandan, iktidarı etkileme ve/veya elde etme kanallarının açık tutulduğu
bir toplumsal ortam, demokratik siyasal sisteminin yaygın bir meşruiyet
kazanmasına yol açar. Siyasal sisteme yönelik meşruluk düzeyinin yaygınlığı,
siyasal iktidarın asgari düzeyde zorlama araçlarına başvurmak suretiyle yönetimi
gerçekleştirmesini sağlar. Ayrıca, siyasal çoğulculuk, çatışan çıkarların temsilini
mümkün kılmak suretiyle hem bu çıkarlar arasında dengeyi sağlamış olmakta, hem
de toplumda oluşturduğu etkileme ve denetim yöntemleriyle devlet iktidarının
sınırlanmasını gerçekleştirmektedir39.
Şiddeti içermeyen çözüm yollarının önünü açan demokrasi, bu özelliğiyle,
şiddeti, vicdanlardan soyutlamanın yöntemlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Bu anlamda, barışçıl çözüm arayışlarını teşvik eden demokrasi ile şiddetin bir
arada yaşaması mümkün değildir. Bir toplumda önemli siyasal şiddet olaylarının
varlığı, demokrasi oyunun başarısızlığını, demokratik süreç içerisinde çeşitli
toplumsal grupları belirli ölçüde tatmin etme konusunda yetersizliğini gösterir.
Gerçekten, demokratik bir toplumda yaşanan yaygın siyasal şiddet, demokratik
sürecin başarısızlığının bir belirtisi olarak kabul edilmektedir 40. Özellikle
demokrasinin henüz kurumsallaşmadığı ülkelerde yaşanan yaygın siyasal şiddet
olgusunun demokratikleşme sürecini baltalaması, bu alanda kısır bir döngünün
oluşmasına neden olmaktadır: Siyasal şiddetin varlığı demokratikleşmeyi
engellemekte, demokratik uygulamanın zayıflığı ise siyasal şiddeti
yaygınlaştırmaktadır. Bu tür bir kısır döngüden çıkış yolu, devletin, sorunların
ERDOĞAN: Anayasal Demokrasi, s.190.
POWELL: s..213; ERGİL: s.182.
39 ERGİL: s.182.
40 POWELL: s.13, 28.
37
38
9
çözümünde demokrasinin gereği olan barışçıl çözüm araçlarını uygulamaya
sokmasıdır. Yaşanan bir kriz durumunda devlet ne kadar çok demokratik tutum
içinde olursa, siyasal muhaliflerine karşı o kadar az kuvvet kullanma eğilimi
içerisinde olacak41 ve böylelikle kısır döngüyü aşabilme şansını yakalayacaktır.
Aksi takdirde, ülkede yaşanan yaygın siyasal şiddetin önlenememesi, demokratik
siyasal rejime olan inancı sarsacak ve sonuçta askeri bir müdahale ciddi bir olasılık
haline gelmiş olacaktır42.
Demokrasi kuramı, iç politikada olduğu kadar dış politikada da devletlerin
barışçı olmasını öngörür. Demokrasinin normatif ve yapısal açıklama şemaları43,
demokratik devletin dış politikada da barışçı olması gerektiğini ileri sürmektedir.
Bu açıklama şemaları, genel olarak, demokratik devleti iç politikada barışçı olmaya
zorlayan etkenlerin dış politikada da benzer bir işlev göreceğini kabul etmektedir.
Bu kuramsal öngörünün uygulamadaki sonuçları hakkında demokratik barış
yazınında farklı görüşler ileri sürülmektedir 44. Ancak, hemen belirtmek gerekir ki,
demokrasi ile yönetilen ülkelerin kendi aralarındaki ilişkilerde barışçıl oldukları
konusunda bir görüş birliği vardır. Tartışmalı olan nokta, demokratik ülkeler ile
demokratik olmayan ülkeler arasındaki ilişkinin niteliği konusudur. Demokratik
ülkelerin demokratik olmayan ülkelerle ilişkilerinde barışçıl olup olmadığı
tartışmalı olmakla birlikte, genel olarak, demokratik ülkelerin demokratik olmayan
ülkelere oranla daha az çatışma eğilimi içerisinde oldukları kabul edilmektedir 45.
ROUSSEAU, David L. ve diğerleri: “Assessing the Dyadic Nature of the Democratic Peace, 191888”, American Political Science Review, Vol. 90, No. 3, September 1996, s.514.
42 POWELL: s.225. Ayrıca, demokratikleşmekte olan ülkeler arasında yer alan Uruguay, Filipinler,
Türkiye ve Şili’de, yaşanan siyasal şiddet olgusu ile askeri müdahaleler arasındaki ilişki için bkz.
POWELL: s.226-228.
43 Demokratik barışın normatif açıklama şeması, siyasa yapıcıların demokratik bir siyasal ortam
içerisinde sosyalleşmiş olmalarına dikkat çeker. Bu bakış açısı, demokratik siyasal sistemlerin,
çatışmaları uzlaşma yoluyla çözüme kavuşturan bir niteliğe sahip olduğunu, demokratik
liderlerin bu normları kabul ederek sosyalleştiklerini ileri sürerek, demokrasilerde dış
politikanın şiddet içermeyeceğini, uzlaşma ruhunu yansıtacağını kabul etmektedir.
Yapısal
açıklama şeması ise, siyasal yapılar ile güç kullanmanın iç politik sonuçları arasındaki ilişki
üzerinde odaklaşır. Bu yaklaşıma göre, silahlı kuvvetlerin kullanılma kararları, ülke içinde ve
uluslararası alanda doğuracağı sonuçlarının dikkate alınmasını gerektirir. Dış politika kararları,
iç politikada geri tepebilir; ekonomik kaynakların tüketilmesi ve insan yaşamının yitirilmesine
neden olması siyasal muhalefeti harekete geçirebilir. Bütün bu yapısal nedenlere bağlı olarak,
diğer siyasal sistemlere oranla, demokratik bir siyasal sistemde karar-alıcılar, verecekleri
kararların iç politikadaki sonuçlarını daha fazla dikkate almak zorundadırlar. Bkz. ROUSSEAU:
s.513; NIELEBOCK, Thomas: “Peace Between Democracies: An Emprucal Law of International
Relations In Search of an Explanation”, Law And State, Vol. 49/50, 1994, s.107-108.
44
Demokratik ülkelerin demokratik olmayan ülkeler ile olan ilişkilerinin niteliği konusunda iki
farklı görüş mevcuttur: Monadik ve diadik görüş. Birincisi, demokratik ülkelerin, diğer
demokratik ülkelerle olan ilişkilerinde olduğu gibi, demokratik olmayan ülkelerle olan
ilişkilerinde de barışçıl olduklarını savunur. İkinci görüş ise, demokratik ülkelerin demokratik
olmayan ülkelere karşı çatışma eğilimi içerisinde olduklarını savunur. Bkz. ROUSSEAU: s.512;
NIELEBOCK: s.98-100, 105-107.
45 ROUSSEAU: s.526; BONANETE, Luigi: “Peace or Democracy?”, Cosmopolitan Democracy- An
Agenda for a New World Order, der. Daniele Archibugi ve David Held, Polity Press, Cambridge,
1995, s.62; RITTBERGER, Volker: “On the Peace Capacity of Democracies: Reflections on the
Political Teory of Peace”, Law And State, Vol. 39, 1989, s.50-52. Tocqueville, demokratik
ulusların, çıkarları ve eğilimleri gereği doğal olarak barış yanlısı olduklarını bildirmektedir. Bkz.
TOCQUEVILLE:V.II, s.283.
Huntington ise, demokratik yönetimlerin mutlaka otoriter
yönetimlerden daha çok barışçı olmaları gerekmediğini; ancak, gene de demokrasilerin, hemen
41
10
Uluslararası ilişkilerde demokratik barış üzerine yapılan kimi ampirik araştırmalar
da bu tezi doğrulamaktadır46.
Demokrasi kuramının uluslararası ilişkilerde de barışçıl olmayı öngörmesi,
demokratik ülkelerde orduların ne tür işlevlere sahip olması gerektiği hakkında
bilgi verir. Gerçekten, demokrasinin barışçıl niteliği, demokratik devletlerin askeri
siyasalarının savunma amaçlı olmasını; orduların ise, dış saldırılara karşı koymak
ve savaşı önlemek işlevine sahip olmaları gerektiği sonucunu doğurmaktadır 47.
Öte yandan, siyasal çoğulculuk temeline dayalı demokratik yapılanma,
devlet iktidarını, militarizmden ve saldırgan dış politikalardan alıkoyacak sivil
toplum hareketinin başlatılmasını da olanaklı kılmaktadır 48. Nitekim,
“silahsızlanma”, “savaş karşıtlığı” ve “vicdani retçilik” gibi anti-militarist görüşlerin
ve bu doğrultudaki sivil örgütlenmelerin yalnızca demokratik toplumlarda güçlü
bir biçimde ortaya çıkması ve bir baskı grubu gibi hareket edebilme olanağına
sahip olması, siyasal çoğulculuğun bir işlevi olarak değerlendirilmektedir.
Özetlemek gerekirse; siyasal çoğulculuk ilkesi, toplumun doğal yapısından
kaynaklanan farklılıkların örgütlenmesine, özgür bir ortam içerisinde ifade
edilmesine ve iktidar yarışına katılmasına izin vermek suretiyle çatışmadan
doğacak sonuçları yumuşatmakta, toplumdaki şiddet eğilimlerini dizginlemekte,
demokratik siyasal sisteme olan inancı ve bağlılığı pekiştirmektedir. İç politikada
barışçıl çözüm yollarını teşvik edici işleviyle dikkat çeken siyasal çoğulculuk ilkesi,
dış politikada da görece benzer bir işleve sahip olduğu söylenebilir. Demokratik
siyasal sistemin barışçıl niteliği, yaşanan sorunların çözümünde ordunun bir araç
olarak kullanılmaması sonucunu doğurmaktadır. Hiç kuşkusuz böyle bir
yapılanma, siyasal sistemi askeri müdahalelere hassas bir duruma getiren
koşulların ortaya çıkışını engellemektedir. Öte yandan, bu ilke, toplumda aşağıdan
yukarıya doğru işleyen bir etkileme ve denetim araçlarının oluşumunu
gerçekleştirmesiyle, kamu yönetimi içerisinde “gizlilik” ve “dışa kapalılık” gibi
özellikleriyle bilinen silahlı kuvvetler kurumunu, kamuoyunun etkileme ve
denetimine açık tutmaktadır. Bu dolaylı etkisiyle siyasal çoğulculuk, silahlı
kuvvetler içerisinde militarist oluşumların önünü kesmiş olmaktadır.
c. Sivil ve Siyasal Özgürlükler
Liberal demokrasi, “insan merkezci”(antropo-centric) bir anlayışı temsil eder. Bu
anlayışa göre, insan “kutsal” bir varlıktır; dolayısıyla bir “araç” değil, başlı başına
bir “amaç”tır49. Amaç insan olunca, insanın insan olması nedeniyle sahip olduğu
hak ve özgürlüklerin korunması merkezi bir önem kazanmaktadır. Herkesin eşit
olarak doğuştan, kişiliğine bağlı, dokunulmaz ve devredilmez birtakım hak ve
hiçbir zaman, diğer demokrasilerle savaşmayacaklarını ileri sürmektedir (HUNTINGTON,
Samuel P.: Üçüncü Dalga (Çev. Ergun Özbudun), Yetkin Yayınları, Ankara, 1996, s.240).
46 Bu konuda yapılan ampirik araştırmaların değerlendirilmesi için bkz. ROUSSEAU: s.515-517;
NIELEBOCK: s.104.
47 KIRSHIN, Yuri: “Ensuring military security in a democratic society”, Nato Review, (January, 1997), s.22.
48 KIRSHIN: s.22.
49 TUNAYA: s.438.
11
özgürlüklere sahip olduğu inancı üzerine kurulu olan liberal demokrasi, bu hak ve
özgürlükleri koruyabilmenin bir yöntemi olarak, devlet iktidarının
sınırlandırılması gerektiğini söyler. Bunun anlamı ise, liberal demokrasinin
özgürlük anlayışının bireyci olduğudur. Liberal demokrasinin bireyciliği, toplum
karşısında bireyi ön plana çıkaran bir bireyciliktir. Bu öğretiye göre, ilksel değer
bireydir; toplum ise ikincil (türev) bir gerçek, bağımlı bir varlıktır 50. Bu bakış açısı,
devlet-toplum-birey ilişkisinde; devletin toplumdan, toplumun da bireyden sonra
gelmesini gerekli kılmaktadır. Başka bir anlatımla, liberal söylem, toplum ve
devleti, bireyin gelişimi için gerekli, ancak ikinci derecede ve “araçsal” gerçeklikler
olarak görür51.
Sivil ve siyasal özgürlükler, demokratik sürecin ayrılmaz parçalarıdır. Bu
özgürlükler olmaksızın bir demokrasinin varlığından söz etmek mümkün olamaz.
Çünkü, demokrasinin dayanağını oluşturan ilkeler ve kurumlar ancak özgürlükler
temeli üstünde yaşatılabilir: Çoğunluğun yönetme hakkı ve denetlenmesi, azınlığın
korunması ve çoğunluk haline gelebilmesi, siyasal çoğulculuğun kurumsallaşması
hep özgürlükler rejiminin varlığını gerektirir. Özgürlüklerin (demokrasinin
işlerliği açısından) taşıdığı bu önem dolayısıyladır ki çağdaş demokrasi,
“özgürlükçü demokrasi” olarak adlandırılmaktadır 52.
Bireylere siyasal iktidar karşısında dokunulmaz bir alan sağlayan “sivil
özgürlükler”, bireylerin kendi tercihleri doğrultusunda yaşamlarına yön
verebilmelerine temel oluşturan özgürlüklerdir 53. “Siyasal özgürlükler” ise,
yurttaşların devlet yönetimine katılmalarına ve siyasal kararları etkilemelerine
olanak tanıyan özgürlüklerdir54. Sivil özgürlükler kişilere siyasal iktidar karşısında
dokunulmaz bir alan yaratırken, siyasal özgürlükler kişilerin siyasal yaşamın bütün
kademelerine düşünsel ve eylemsel olarak katılabilmelerine olanak sağlar. Sivil ve
siyasal özgürlükler içerisinde düşünce özgürlüğü ve uzantısı niteliğindeki
özgürlükler, çağdaş devletin görünmez iktidarının denetlenmesi ve sorgulanması
açısından çok büyük önem taşımaktadırlar. Gerçekten özellikle düşünce özgürlüğü,
haberleşme özgürlüğü ve basın özgürlüğü devlet iktidarının görünmeyen yüzünün
görülmesi, karanlık iktidar ilişkilerinin aydınlatılmasının vazgeçilmez araçlarıdır.
Özellikle “gizlilik” gibi demokrasiye aykırı bir pratikten güç alabilen ordu
kurumunun55 sivil denetim altında tutulabilmesi bu özgürlüklerin güvence altında
olmasına bağlıdır.
KABOĞLU, İbrahim Ö. : Özgürlükler Hukuku (İnsan Haklarının Hukuksal Yapısı Üzerine Bir
Deneme), Yeniden Gözden Geçirilmiş 3.baskı, Afa Yayınları, İstanbul, 1996, s.139; LIPSON: s.21;
DUVERGER: s.51. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, “liberallerin bireyciliği, bireyin toplumsal
ilişkileri içinde, toplumsal bir ortamda var olduğunun reddi anlamına gelmediği gibi; onun
çeşitli türden grup kimliklerini seçebileceğinin, kolektif kimliklerin da var olduğunun inkârı
demek değildir. Bireyciliğin bu bağlamdaki anlamı, bu kolektif kimliklerin bireysel tercihlere
rağmen değerli sayılamayacakları, bu kimliklerin onları oluşturan tek tek bireylerden ayrı ve
onların üstünde bir anlam ve amacı -hele misyonu- olamayacağıdır” (ERDOĞAN: Demokrasi,
Laiklik, Resmi İdeoloji, s.24-25).
51 KABOĞLU: s.139.
52 FIKENTSCHER: s.132.
53 KABOĞLU: s.140; ERDOĞAN: Anayasal Demokrasi, s.221.
54 ARON: s.108; ERDOĞAN: Anayasal Demokrasi, s.221.
55 KEANE, John: Demokrasi ve Sivil Toplum (Çev. Necmi Erdoğan), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1994, s.50.
50
12
Kısaca belirtmek gerekirse, liberal demokrasi, insan kişiliğine ve onuruna
duyulan saygının bir gereği olarak, insanların sırf insan olmaları nedeniyle sahip
oldukları hakları kutsal kabul eden ve toplumsal-siyasal örgütlenmenin, bu hak ve
özgürlükleri güvence altına alacak ve yaygınlaştıracak şekilde oluşturulmasını
öngören56 bir özgürlükler rejimidir.
Genel olarak özgürlükler rejiminin, sivil-asker ilişkilerindeki liberaldemokratik modelin oluşumuna katkısını birkaç noktada toplamak mümkündür:
Her şeyden önce özgürlükler rejimi, toplumsal sorunların meşru yollardan siyasal
sisteme yansıyıp çözüm yolları aranmasını sağlayan mekanizmaları da
içerdiğinden siyasal şiddeti önleyici bir nitelik taşır. Sorunların çözümünde siyasal
şiddetin dışlanmış olması, ordunun siyasete müdahalesine yol açan nedenlerden
birini ortadan kaldırmaktadır.
Ayrıca, özgürlükler rejimi, özellikle zorunlu askerlik hizmetinin kabul
edildiği ülkelerde erkek nüfusun tamamının askerlik hizmetini yaptığı, dolayısıyla
en azından belirli bir süre için de olsa erkek nüfusun askerlik görevine özgü
otoriter değerlerle eğitilmesi karşısında da bir güvence oluşturmaktadır. Askerlik
yaşamında egemen olan anti-demokratik değerlerin toplumsal yaşamın diğer
alanlarını kapsayacak şekilde yaygınlaşmasını önlemenin temel güvencelerinden
biri, özgürlüklerin içselleştirilmesi ve siyasal kültürün kalıcı bir öğesi haline
getirilmesidir. Özgürlüklerin içselleştirildiği bir toplumsal yapı, bir yandan askerlik
görevine özgü otoriter değerlerin sivil yaşama yansımasını engellemekte, diğer
yandan da askeri yapılanma içerisindeki otoriter değerlerin törpülenmesini ve
kabul edilebilir bir seviyede tutulmasını gerçekleştirmektedir.
Sivil-asker ilişkilerinde sağlıklı bir modelin oluşmasına çok önemli katkılar
sunan “savaş karşıtları” (pasifist) ve “vicdani retçiler57” (coscientious objector) gibi
sivil örgütlenmeler de yine özgürlükçü bir ortamda yeşerme olanağına sahip
olabilmektedirler. Gerçekten bu tür sivil oluşumlar, demokratik ortamın
kendilerine sağladığı geniş özgürlükler iklimi içerisinde görüşlerini çeşitli
platformlarda dile getirmek suretiyle hem kamuoyunu aydınlatmakta hem de
siyasal iktidar üzerinde baskı yapmak suretiyle anti-militarist taleplerine karşılık
bulabilmektedirler. Nitekim, “vicdani retçiler”in gerçekleştirdiği güçlü muhalefet
56
57
KÖKER: s.62.
“Vicdani retçi” kavramı sözlükte, “dini ya da ahlâki ilkeler temelinde silahlı kuvvetler içerisinde
veya silahlı kuvvetler ile ilgili bir alanda hizmet etmeyi reddeden kişi” anlamına gelmektedir
(Bkz. Webster’s Ninth New Collegiate Dictionary, s.279). Tarihi çok eskilere dayanan “vicdani
retçilik” hareketi, 16. yüzyıldan itibaren, çoğu kez pasifist görüşleri benimseyen dini tarikatların
önderliğinde Avrupa’nın pek çok ülkesinde örgütlenerek çeşitli etkinliklerde bulunmuşlardır. Bu
gruplar birçok ülkede başarılı sonuçlar elde etmişlerdir. Örneğin, 19. yüzyıl Prusya’sında vicdani
retçiler olarak bilinen “Menonitler” askeri bir vergi karşılığında askerlikten muaf tutulmuşlar;
1874’e kadar Rusya’da “Menonitler”in askerlik yapmaları zorunlu olmaktan çıkarılmış;
Amerika’da 1756 yılına kadar Pennsylvania Kolonisi, şiddetin her türüne ve askerliğe karşı bir
pasifist grup olan “Quakerler” tarafından yönetilmiş; Amerikan İç Savaşı’nda (1861-1865) ve
daha sonra İkinci Dünya Savaşı sırasında, inançları dolayısıyla silah taşımak istemeyen kişilere
alternatif hizmetler önerilmiş; İngiltere’de 1940 yılında Hükümet, kendini “vicdani retçi” olarak
tescil ettiren her İngiliz erkeğine, hiç askerlik yapmamak, askerlik yerine sivil hizmet görmek
veya savaşmayan birliklerde çalışmayı içeren üç seçenek sunulmuş; Fransa ve Belçika’da
1963’ten sonra dini, felsefi ve ahlâki nedenlerle gençlere askerlik yapmama ve silah taşımama
hakları tanınmıştır. Bu bilgiler için bkz. SOMERSAN, Semra: “Dünyada zorunlu askerlik ve
vicdani retçiler”, Radikal İki (Pazar Dergisi), 10 Kasım 1996.
13
yankısını uluslararası hukukta bulmuş ve çeşitli uluslararası belgelerde istemleri
dile getirilmiştir58. Öte yandan, birçok Batılı ülke bu gelişmeler karşısında iç hukuk
düzenlemelerinde yaptıkları değişikliklerle zorunlu askerlik hizmetine son vermiş
bulunmaktadır. Bütün bu gelişmeler dünyanın silahtan, savaştan ve militarizmden
arındırılması; barış içerisinde birlikte yaşamın gerçekleştirilmesi açısından çok
büyük önem taşımaktadır.
Son olarak, sivil ve siyasal özgürlükler, ordu kurumu üzerinde kamuoyu
denetimini mümkün kılması, siyasal ve yargısal denetim mekanizmalarını harekete
geçirmesi açısından da önemli bir işlev görmektedir.
d. Hukuk Devleti
Genel olarak hukuk devleti, kişilere hukuk güvenliği sağlayan, yönetilenlerin
olduğu gibi yöneticilerin de hukuka bağlı oldukları bir devlet düzenidir 59. Çağdaş
demokratik devletin vazgeçilmez öğesi olan hukuk devleti ilkesi; temel hak ve
özgürlüklerin güvence altına alınmasını, yasaların anayasaya uygunluğunun
sağlanmasını, yönetimin hukuka bağlılığının gerçekleştirilmesini, yasa önünde
eşitlik ilkesi ile suç ve cezalara ilişkin evrensel ilkelerin kabulünü, yargı
kuruluşlarının güvenirliğinin sağlanmasını gerektirir 60.
Keyfi yönetimin karşıtı olarak hukuk devleti, meşruluğunu kendi
varlığından değil, hukuktan alan devlet demektir. Devletin, meşruluğunu hukuktan
alması ve ona uygun davranmak zorunda kalması, bir bakıma kendisini sınırlaması
anlamına gelmektedir. Daha yalın bir anlatımla, hukuk devleti, devletin hukuk
çerçevesine alınmasını, hukukla bağlanmasını ve yönetimde keyfiliğin yerine
hukukun egemen olmasını gerektiren bir ilkedir 61.
Hukuk devleti anlayışı, birey özgürlüğüne dayanır ve bireyin keyfi yönetim
karşısında korunmasını amaçlar. Bu açıdan bakıldığında hukuk devletinin anlamı,
bireylerin, devletin yetkilerinden önce gelen ve onlara üstün tutulan haklara sahip
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 9 Nisan 1987’de kabul ettiği “Zorunlu Askerlik Hizmetine
Vicdani İtiraza İlişkin Tavsiye Kararı”, vicdani nedenlerle silah kullanmayı reddeden kimselerin
sivil ve kamu yararına yönelik alanlarda çalıştırılmalarına yönelik düzenlemeler yapılmasını
öngörmektedir. Vicdani retçilik sorunu AGİK üstlenimleri arasında da yer almaktadır. 1990
tarihli Kopenhag Belgesi’nin 18. paragrafı bütünüyle “vicdani retçilik” sorununa ilişkin
üstlenimlere yer vermektedir. Belge, özetle, herkesin vicdani retçi olma hakkına sahip olduğunu;
katılan devletlerin, vicdani retçiler için, zorunlu askerlik hizmetinin kaldırılması ya da alternatif
hizmet alanları konusunda uzlaşılmasını; katılan devletlerin bu soruna ilişkin bilgileri
açıklayacaklarını ve İnsani Boyut Konferansı çerçevesinde bilgi alışverişinde bulunacaklarını
bildirmektedir. Belge metni için bkz. ALPKAYA: 137-148. Ayrıca 1994 tarihli Budapeşte Belgesi
de benzer bir üstlenime yer vermektedir: “katılan devletler, askerlikten muafiyeti ve askerlik
hizmetine alternatifler geliştirmeyi düşüneceklerdir”(Budapeşte Kararları, Böl. IV, par.28).
Budapeşte Belgesi için bkz. Human Rights Law Journal, Vol. 15, No. 11-12, s.449-464.
59 SABUNCU, Yavuz: Anayasaya Giriş, İmaj Yayıncılık, Ankara, 1994, s.31.
60 İbid., s.31-41.
61 ERDOĞAN: Anayasal Demokrasi, s.71.
58
14
olduğu ve devletin bunlara saygı göstermek zorunda bulunduğu anlamına
gelmektedir62.
Hemen belirtmek gerekir ki, hukuk devleti “hukuku olan devlet” değil,
“hukukun egemen olduğu devlet” demektir. Hukukun var olduğu ancak devlet
iktidarının bununla bağlı olmadığı devlet düzeninin adı “polis devleti”dir. Ayrıca
burada sözü edilen “hukuk” herhangi bir değildir. Çünkü, yetkili organlar
tarafından yürürlüğe konmuş ve devletin yaptırım gücüyle desteklenmiş kurallar
bütünü anlamında her devletin bir “hukuk”u vardır. Kaldı ki, böyle bir hukuk,
devlet iktidarını sınırlamak bir tarafa, onu pekiştiren ve ona yasallık kazandıran bir
nitelikte de olabilir. Oysa bir hukuk devletinde egemen olması gereken hukuk,
özgürlük, eşitlik ve adalet gibi evrensel değerleri referans alan, kişilerin hukuk
güvenliğini sağlayan ve devlet iktidarını sınırlayan bir hukuktur 63. Kısaca hukuk
devleti, meşruluğunu kendinden değil, evrensel değerler üzerine kurulu hukuk
normlarından alan ve bu üstün hukuk normlarıyla kendini sınırlayan devlet
demektir.
Nitekim, Avrupa mekânında, ulusalüstü hukuk ve ulusalüstü hukukun
üstünlüğü (supranational rule of law) kavramları etrafında yaşanan gelişmeler,
hukuk devleti ilkesine bu bakış açısıyla yaklaşılmasını öngörmektedir. Gerçekten,
Avrupa Konseyi ve Avrupa Topluluğu çerçevesinde gerçekleştirilen yapısal
düzenlemeler ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Topluluk Mahkemesi’nin
verdikleri içtihatlarla oluşturulan “Avrupa ortak hukuk düşüncesi”, iç (ulusal)
hukukun
tartışılmaz
üstünlüğünün
sorgulanması
sürecini
başlatmış
bulunmaktadır. Artık, “yasaya ve anayasaya uygunluk” ilkesi, “ulusalüstü hukuka
bağlılık” ilkesi çerçevesinde değerlendirilmektedir 64.
Kazandığı bu yeni içerik ve anlamıyla birlikte değerlendirildiğinde, hukuk
devleti ilkesinin, sivil-asker ilişkilerinde liberal demokratik modelin temel
güvencesini oluşturduğu görülür. Gerçekten hukuk devletinin gereklerinden her
ESEN, Bülent Nuri: Anayasa Hukuku, Ankara, 1970, s.310. Türk Anayasa Mahkemesi de verdiği
bir kararında hukuk devletini benzer bir şekilde tanımlamıştır: “ Hukuk devleti, her eylem ve
işlemi hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya
aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve
hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde
yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinden
uzaklaştığında geçersiz kalacağını bilen devlettir”. ( E.1985/31, K.1986/11, k.t. 27.3.1986,
AMKD. Sayı 22, s.120).
63 ERDOĞAN: Anayasal Demokrasi, s.71-72.
64 Avrupa mekânında yaşanan gelişmelerden Türk Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ı da etkilenmiş
görünmektedir. Türk Anayasa Mahkemesi verdiği bir kararında, “...İnsan, içinde yaşadığı
toplumun bireyi olması kadar, insanlığın da bir üyesidir. Bu durum, çağımızda, insan hak ve
özgürlüklerini yalnızca ulusal bir sorun olmaktan çıkarmış ve ona evrensel bir anlam ve içerik
kazandırmıştır. Bu açıdan Anayasa’nın Başlangıç’ı ve 2.maddesi kuralları gereği olarak ‘İnsan
Hakları Evrensel Demeci’ ile ‘Avrupa İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair
Sözleşme’yi de itiraz konusu kuralın değerlendirilmesinde gözden uzak tutmaya olanak yoktur”
demek suretiyle uluslararası normları anayasallık denetiminde “ölçü normlar bloku” içine
sokmuştur. (E.1992/8, K.1992/39, k.t. 16.6.1992, AMKD, Sayı 28/2, s.446). Danıştay Beşinci
Dairesi de önüne gelen bir davada, “Bundan böyle, insan hakları ve temel hürriyetler ile ilgili
hiçbir şeyin sadece bir iç hukuk sorunu olarak görülemeyeceği” sonucuna varmıştır. ( Danıştay
Beşinci Daire. E.1986/1723. K.1991/933 sayılı kararı için bkz. Danıştay Dergisi, Sayı 84-85,
s.327).
62
15
biri, askeri iktidarın, yasal ve anayasal meşruluk zemininde sivil otoriteye bağımlı
bir kamu kurumu olarak kalmasında önemli işlevler görmektedir. Sözgelimi,
hukuk devletinin gereklerinden biri olan “ yasal yönetim” ilkesi, kamu yönetimi
aygıtının önemli bir parçasını oluşturan silahlı kuvvetlerin de, gerek kuruluşu ve
gerekse işleyişi bakımından yasalara dayalı olmasını gerektirmektedir. Bu ilkeden,
silahlı kuvvetlerin, sınırlı bir güce sahip bağımlı bir kurum olduğu sonucu
çıkmaktadır. Bu kuramsal öngörüye rağmen silahlı kuvvetler de, tıpkı diğer kamu
kuruluşları gibi, zaman zaman hukuka aykırı işlem ve eylemlerde
bulunabilmektedir. Ancak, bu kurumun hukuka aykırı işlem ve eylemlerinin iç
barış ve demokrasinin istikrarı açısından doğuracağı sonuçların (diğer kamu
kuruluşlarının hukuka aykırı işlem ve eylemlerinin doğuracağı olumsuz sonuçlara
oranla) daha ağır olması nedeniyle demokratik devletler, silahlı kuvvetlerini yasal
sınırlar içerisinde tutabilmek amacıyla ayrıntılı hukuksal düzenlemelere yer
vermektedirler.
Öte yandan, silahlı kuvvetleri hukukun sınırları içerisinde tutamamanın
uluslararası güvenlik sistemi açısından doğuracağı olası olumsuz sonuçlar, ülkeleri
bu konuda birlikte hareket etmeye zorlamaktadır. Nitekim, “Avrupa Anayasası”
olarak anılan AGİK belgeleri içerisinde yer alan Budapeşte Belgesi 65, bu konuda
birlikte hareket etme zorunluluğunun bir ürünü olarak üye devletlerce kabul
edilmiştir. Budapeşte Belgesi, üye devletler silahlı kuvvetlerinin yasal sınırlar
içerisinde tutulması konusunda çeşitli üstlenimler öngörmektedir. Belgeye göre,
katılımcı devletler, silahlı kuvvetlerin yetkisiz ve denetim dışı kullanılmaması için
önlemler alacaklar (Budapeşte Kararları, Böl. IV, par.24); bu bağlamda yasalarında
veya diğer hukuksal metinlerinde silahlı kuvvetler mensuplarının hakları ve
görevleri düzenlenecektir (par.28). Öte yandan, belge, katılımcı devletlerin, askeri,
milis ve iç güvenlik güçlerinin anayasal ve yasal sorumluluklarını yerine
getirmeleri konusunda denetleneceklerini; söz konusu güvenlik birimlerinin
rollerini ve görevlerini açıkça belirleyeceklerini ve bunların anayasal çerçevede
görev yapmalarının sağlanacağını bildirmektedir (par.21). Ayrıca belge, silahlı
kuvvetlerin iç güvenlik hizmetinde kullanılması halinde uyulması gereken
hususları da hatırlatmaktadır: Katılımcı her devlet, silahlı kuvvetlerini iç güvenlik
hizmetine sevk ederken, bu kararın anayasal usuller çerçevesinde alınmasına özen
gösterecektir. Bu tür kararlarda silahlı kuvvetlerin görevleri açıkça belirlenecek;
hukukun üstünlüğüne ve anayasal otoritelerin etkin denetimine bağlı olarak
görevlerini yerine getirmeleri sağlanacaktır. İç güvenliğin sağlanmasında güç
kullanımının kaçınılmaz olduğu hallerde, katılımcı her devlet, güç kullanma
ihtiyacıyla orantılı bir şekilde güç kullanacaktır. Bu durumda silahlı kuvvetler
sivillere zarar vermekten titizlikle kaçınacaktır (par.36). Son olarak, Budapeşte
Belgesi, “katılan devletler, silahlı kuvvetler komuta kademesinin, komuta yetkisini
ulusal ve uluslararası hukuka uygun kullanmaları gereğini, aksi davranış halinde
kişisel olarak sorumlu olacaklarını öğrenmelerini sağlayacaklardır” (par.31)
demek suretiyle, “askeri kurumların yasallığı ilkesi”ne, uluslararası hukuka
uygunluğu da içeren bir genişlikte yer vermiş bulunmaktadır.
65
1992’de AGİK Helsinki Zirvesinde oluşturulan Güvenlik İşbirliği Forumu tarafından “acil eylem
planı” adı altında karara bağlanıp, sekiz önlem planından biri olarak kaleme alınan ve 6 Aralık
1994 Budapeşte AGİT Zirvesinde Türkiye’nin de imzaladığı “Güvenliğin Siyasi-Askeri Yönüyle
İlgili Kurallar” başlıklı 4 no’lu karar metni, sivil-asker ilişkilerinde liberal-demokratik modelin
bir manifestosu niteliğindedir. Bkz. dipnot no. 131.
16
Silahlı kuvvetler kurumunu hukukun sınırları içerisinde tutabilmenin bir
başka güvencesi “yönetimin yargısal denetimi” ilkesidir. Hiyerarşik yapılanma, katı
disiplin ve dışa kapalılık gibi demokratik yönetim ilkesi açısından olumsuz
nitelikleri bünyesinde taşıyan silahlı kuvvetler kurumun yargısal denetimi, diğer
yönetsel kuruluşların yargısal denetiminden çok daha büyük önem taşımaktadır.
Demokratik ülkelerde dahi milli güvenlik ve milli savunma politikalarında “gizlilik”
ilkesinin ön plana çıkması gerçekliği karşısında yargısal denetimin önemi daha da
artmaktadır. Çünkü, gerek milli güvenlik ve milli savunma gerekçeleriyle
özgürlüklerin kısıtlanmasında, gerekse gizlilik ilkesi gerekçesiyle bilgiye ulaşma
hakkının kısıtlanmasında, sınırlamaların hukuka uygunluğunu denetleyecek olan
yargı makamlarıdır. Bu bakımdan yargı makamlarının verecekleri kararlar, sivilasker ilişkilerinin alacağı biçim açısından büyük önem taşımaktadır. Hemen
belirtmek gerekir ki, liberal demokrasilerde, milli güvenlik ve milli savunmanın
gerekleri ile özgürlükler arasında kurulması gereken dengenin, özgürlüklerin heba
edilmesi pahasına kurulmaması gerektiği kabul edilmektedir 66.
Hukuk devletinin, kamu yönetimi aygıtı içerisinde “gizlilik” ve “dışa
kapalılık” gibi özellikleriyle bilinen askeri bürokrasinin denetlenebilirliğini
sağlamak amacıyla kabul ettiği bir başka ilke “yönetimde açıklık” ilkesidir67. Bu
ilke, hem yönetimde demokrasinin bir gereği ve hem de yönetimin yargısal
denetimini etkin ve anlamlı kılabilmenin güçlü bir aracıdır. Hukukun üstünlüğüne
dayalı çağdaş liberal demokrasilerde, gizliliğin ve sınırları belirsiz bir “devlet sırrı”
anlayışının yol açtığı bürokratik despotizmin panzehiri olarak “şeffaf/saydam
yönetim” ilkesi kabul edilmektedir. Şeffaf yönetim ya da yönetimde açıklık ilkesi,
iki yönlü bir bilgi akışının sağlanmasını gerektirmektedir: yönetimden halka,
halktan da yönetime68. Halktan yönetime doğru bilgi akışı, çoğulcu demokratik
siyasetin kaçınılmaz bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Sivil-asker ilişkileri
açısından çok daha önemli olan ise, yönetimden halka doğru olan bilgi akışıdır.
Silahlı kuvvetler kurumunun yapısı, işleyişi ve etkinlikleri hakkında kamuoyuna
bilgi akışının sağlanması çağdaş demokratik açık yönetim anlayışının temel bir
işlevidir69. Batılı demokratik ülkeler, yönetimde açıklık ilkesinin bir gereği olarak,
yönetimden halka doğru bilgi akışını sağlamak amacıyla kendi iç hukuk
düzenlerinde bir dizi değişiklikler gerçekleştirmişlerdir 70. Hiç kuşkusuz, bu
AKGÜNER, Tayfun: 1961 Anayasasına Göre Milli Güvenlik Kavramı ve Milli Güvenlik Kurulu,
İÜSBF Yayınları, İstanbul, 1983, s.117.
67 Bu ilke hakkında geniş bilgi için bkz. ÖZAY, İl Han: Günışığında Yönetim, Alfa Yayınları, İstanbul,
1994, s.71-76; ÖRNEK, Acar: Kamu Yönetimi, Meram Yayın Dağıtım, İstanbul, 1992, s.38-46.
68 ÖRNEK: s.40.
69 BOZDEMİR, Mevlüt: “Ordu ve Bilim”, İbrahim Yasa’ya Armağan, AÜSBF Yayınları, Ankara, 1983, s.24.
70 İngiltere’de, yönetimden bilgi edinme hakkının sınırlarını çizen, bu hak ile “milli güvenlik”
politikasının gerekleri arasında denge kurmaya çalışan aynı tarihli (1989) iki yasa kabul
edilmiştir: “Resmi Sırlar Yasası” (Official Secrets Act) ve “Güvenlik Birimleri Yasası” (Security
Services Act). Bunlardan “Güvenlik Birimleri Yasası”, Avrupa İnsan Hakları Komisyonunun,
İngiliz gizli servisi M15 hakkındaki bir başvuruyu kabul edilebilir bulması (H and H v UK 1986)
üzerine İngiliz hükümetince hazırlanmıştır. Liberal düşüncenin etkisiyle hazırlanan her iki yasa,
doktrinde pek tatmin edici bulunmasa da, yönetimin işleyişi ve özellikle de güvenlik güçlerinin
etkinlikleri hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi açısından hatırı sayılır bir değişim
gerçekleştirmişlerdir. Ancak adı geçen yasal düzenlemeler Kanada ve ABD’ndeki bilgi edinme
özgürlüğüne ilişkin yasal düzenlemelerle karşılaştırıldıklarında daha az özgürlükçü oldukları
dikkat çekmektedir. Gerçekten, gerek 1982 tarihli Kanada “Bilgiye Ulaşma Yasası” (Access to
Information Act), gerekse 1966 tarihli ABD “Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası”(Freedom of
66
17
düzenlemeler, askeri kurumlarda şeffaflığın sağlanmasına ilişkin içerdiği
hükümlerle silahlı kuvvetlerin sivil denetimini de olanaklı kılmaktadırlar.
“Askeri kurumların açıklılığı ilkesi” AGİK üstlenimleri arasında da yer
almaktadır.
Demokratik
ülkelerde
kamuoyunun
askeri
iktidarı
denetleyebilmesinin özgür bilgi akışı ile olanaklı olduğu gerçekliğinden hareket
eden Budapeşte Belgesi, “... her katılımcı devlet, silahlı kuvvetlere ilişkin bilgilerde
şeffaflık sağlayacaktır”(Böl. IV, par.22) diyerek, katılımcı devletlerin, şayet
gerekiyorsa, iç hukuk düzenlemelerini bu anlayış doğrultusunda değiştirmelerini
salık vermektedir.
Liberal demokrasinin kurumları bağlamında sivil-asker ilişkileri başlığı
altında anlatılanları özetlemek gerekirse; siyasal iktidarın güç kullanma tekelinin
en önemli araçlarından biri olan silahlı kuvvetler, sahip olduğu üstün silah gücü ve
gördüğü işlevler nedeniyle, sivil iktidar ve kişi özgürlükleri karşısında potansiyel
bir tehdit unsuru haline gelebilmektedir. Öte yandan, silahlı kuvvetlerin -yerine
getirdiği işlevin bir gereği olarak- otoriteye, güce, hiyerarşiye, disipline ve itaate
dayanan kurumsal özellikleri vardır. Silahlı kuvvetlerin bu kurumsal ve işlevsel
özelliklerinin demokrasinin özgürlük, eşitlik, katılımcılık, şeffaflık gibi ilkeleriyle
bağdaştırılması güçtür. Bu nedenle, silahlı kuvvetlerin demokrasi ile uyumlu bir
konumda olması, her şeyden önce, toplum içindeki gücünün ve işlevsel öneminin
asgariye indirilmesine bağlıdır. Bu ise, iç ve dış politikada barışçıl olmayı,
sorunların şiddete başvurmadan uzlaşma yoluyla çözülmesini sağlayıcı kurumların
varlığını gerektirir. Ayrıca, silahlı kuvvetlerin demokrasi ile uyumlu olması,
toplumda kamu yararının savunulmasının ve temsil edilmesinin hiçbir kişi/grup
ya da kurumun tekelinde olmamasına bağlıdır. Çünkü, toplumda kamu yararının
belli bir kişi/grup ya da mutlak bir ideoloji ile özdeşleştirilmesi, bu özdeşliği temsil
ve savunma rolünü silahlı kuvvetlerin üstlenmesi sonucunu doğurabilmektedir.
İşte, silahlı kuvvetlerin gerek toplum içindeki gücünü ve işlevsel önemini asgariye
indirmek ve gerekse toplumdaki kamu yararını temsil ve savunma rolünü
üstlenmesini engellemek, liberal demokrasinin bütün kural ve kurumlarıyla
yaşama geçirmekle mümkün olabilir. Ancak böyle bir yapılanma içerisinde silahlı
kuvvetlerin sivil iktidar ile rekabete girmesi ve kişi özgürlüklerine karşı bir tehdit
oluşturması engellenebilir.
2. Liberal Demokrasi ve Sivil Otoritenin Üstünlüğü İlkesi
Sivil otoritenin üstünlüğü ilkesi, anayasa hukuku literatüründe “seçilmişlerin
atanmışlara üstünlüğü”, yönetim hukuku literatüründe ise “yönetimin bağımlılığı”
şeklinde ifade olunan ilkenin sivil-asker ilişkilerindeki karşılığıdır. Genel olarak
“seçilmişlerin atanmışlara üstünlüğü” ya da “yönetimin bağımlılığı” ilkesi, sivilasker ilişkilerinde liberal-demokratik modelin gereği olan “sivil otoritenin
Information Act), yönetimden halka bilgi akışının sağlanması konusunda daha özgürlükçü bir
anlayışı temsil ettikleri görülür. Bkz. FENWICK, Helen: Constitutional And Administrative Law,
Cavendish Publishing Limited, London, 1993, s.219-222, 233-234. Ayrıca, ABD’deki “Bilgi
Edinme Özgürlüğü Yasası” hakkında geniş bilgi ve değerlendirme için bkz. GÜRAN, Sait: “Hak
Arama Özgürlüğünün İki Boyutu”, Anayasa Yargısı-9, Anayasa Mahkemesi Yayınları, Ankara,
1993, s.37-40.
18
üstünlüğü” ilkesinin genel çerçevesini çizmektedir. Bu nedenle, öncelikle
“seçilmişlerin atanmışlara üstünlüğü” ilkesinin kuramsal temellerini ve çağdaş
gelişmeler karşısındaki durumuna kısaca değinmekte yarar vardır.
a. Seçilmişlerin Atanmışlara Üstünlüğü
Temsili demokrasi kuramı, iktidarın kaynağının halkta olduğu, toplumu yönetme
yetkisinin de ancak halkın seçtiği temsilcilere ait olduğu düşüncesine dayanır. Bu
düşüncenin doğal sonucu, kamu yönetiminin, demokratik meşruluğa sahip siyasal
iktidara bağımlı olmasıdır. Bu anlayış, seçilmiş olmayan yönetimin kendine özgü
bir meşruluğa sahip olmadığını, dolayısıyla toplumun kaderini ilgilendiren temel
kararları alma yetkisinin de bulunmadığını ifade eder. Kamu yönetimi ve eylemleri,
ancak siyasal iktidar aracılığıyla meşruluk kazanır. Bunun anlamı, kamu
yönetiminin etkinliklerini belirlemek yetkisinin kendisine değil siyasal iktidara ait
olduğudur. Kamu yönetiminin görevi, seçilmişler tarafından belirlenen amaçları
yine onlara karşı sorumlu olarak gerçekleştirmektir. Buna göre kamu yönetimi,
siyasal iktidarın toplumun yönetimine ilişkin belirlediği temel siyasaları uygulayan
ve yürüten bir araç konumundadır.
Liberal demokrasinin şemalaştırdığı bu model her zaman gerçeğe uygun
düşmez. Özellikle günümüzde yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmelerin yarattığı
teknokrasi olgusu, kamu yönetiminin siyasal iktidara olan bağımlılığını
azaltmaktadır71. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin, çözüm bekleyen sorunları
giderek daha karmaşık bir niteliğe büründürmesi, bu sorunların çözümü
konusunda yetkin olan teknisyen kamu görevlilerinin siyasal karar alma
sürecindeki ağırlığını artırmaktadır 72. Bu durum, demokrasinin geleceği açısından
tehlikeli bir yönelişe işaret etmektedir. Sartori, bu gelişme karşısındaki endişesini
ve çözüm önerisini şu şekilde dile getirmektedir: “Güçsüz bilgi (uzmanların çok
yönlü ve hassas grupları) ile her şeye gücü yeten cehalet (uzman olmayanların
çoğunlukları) arasında büyüyen bir dengesizlik vardır. Demokrasi artık tahammül
edilemez verimsiz bir siyasal biçime dönüşmemesi gerekiyorsa, o zaman bu
dengesizliği azaltmak zorundayız. Yani uzmanlar tarafından yönetilmeden,
demokrasinin bir gerekliliği olarak, önemli ölçüde uzmanların bilgilerinden
yararlanmayı kabul etmeliyiz”73.
Sartori’nin de dikkat çektiği gibi, uzmanların bilgilerinden yararlanma,
hiçbir zaman onlar tarafından yönetilme sonucunu doğurmamalıdır. “Halk
tarafından seçilmiş organlar, anayasal yetkilerini seçilmemiş organların (fiili olsa
bile) ezici muhalefetine tabi olmadan kullanabilmelidir”74. Aksi takdirde,
demokrasinin varlığı tartışılır bir hale gelir; “halkın iktidarı” yerine “memurların
iktidarı” söz konusu olur. Gerçekten, toplumun yönetimine ilişkin temel siyasal
kararların, demokratik temsil meşruluğuna sahip olmayan uzmanlar heyeti
tarafından alınması halinde demokrasinin varlığı tehlikeye girer. Kamu
ÖRNEK: s.30. Ayrıca bkz. KEANE: s.230-231; ARON: s.97; TUNAYA: s.106-109.
ÖRNEK: s.31.
73 SARTORİ: s.468.
74 SCHMITTER, Phillippe/KARL, Terry Lyn: “Demokrasi Nedir, Ne Değildir?” (Çev. Levent Gönenç),
Sosyal ve Siyasal Teori: Seçme Yazılar, der. Atilla Yayla, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1993, s.9.
71
72
19
bürokrasisinin, yasal olarak veya fiilen siyasal süreci yönlendirebildiği ya da bu
süreci denetleyebildiği bir ülkede, seçimlerin düzenli olarak yapılıyor olması ve
hükümet değişikliklerinin gerçekleşiyor olması, o ülkede demokrasinin var olduğu
anlamına gelmez75. Zira, böyle bir durumda, demokratik bir yönetimden değil,
bürokratik bir tahakkümcülükten söz edilir.
b. Askeri Bürokrasinin Bağımlılığı
Çağdaş demokrasilerde, kamu bürokrasisinin bir parçasını oluşturan askeri
bürokrasi de - tıpkı devletin diğer bürokratik aygıtları gibi- sivil otoriteye bağımlı
bir aygıttır. Anayasal demokrasi, askeri bürokrasinin, seçilmiş sivil makamlara
bağımlılığını ve onlar tarafından etkin bir biçimde yönetilmesini gerektirir 76. Ünlü
Fransız kamu hukukçusu Duguit bu ilkeyi çok radikal bir biçimde ifade etmektedir:
“Askeriye hükümetin elindeki pasif bir araçtır. Onun görevini yapabilmesi,
hükümetin emrinde tam anlamıyla bilinçsiz bir aygıt olarak kullanabilecek bir
durumda olmasına bağlıdır. Bu durumda askeri liderlerin hükümetin emirlerine
uymayı reddetmeleri imkânsız hale gelir... Askeri liderlerin hükümetin emrini
tartışma biçimi yapabildikleri yerde devlet yoktur. İdeal silahlı kuvvet, hükümetin
yalnızca bir düğmeye basarak harekete geçirebileceği bir kuvvettir”77.
Somut gerçeklik, Duguit’in radikal bir şekilde tasvir ettiği gibi olmasa da,
çağdaş demokratik ülkelerde askeri bürokrasinin işleyişinde egemen olan model,
askeri bürokrasinin bağımlı bir yönetsel aygıt olduğunu öngören modeldir. Bu
model, başta ordunun temsili ve önemli ordu makamlarına atamalarda olmak
üzere, ordunun örgütlenmesi ve profesyonel işlevlerinin yerine getirilmesinde
siyasal iktidarın denetimini zorunlu kılmaktadır. Söz konusu model, askeri
bütçelerin yasama organları tarafından sıkı bir biçimde denetlenmesini de
gerektirmektedir. Ayrıca, liberal-demokratik model, savaş ve barış gibi temel
sorunlar hakkındaki kararların temsil yeteneğine sahip sivil demokratik
kurumlarca alınmasını öngörmektedir 78.
Sivil-asker ilişkilerinde liberal-demokratik modelin ön plana çıkardığı
silahlı kuvvetlerin demokratik denetimi ilkesi, kısaca, hükümetin askeri faaliyetleri
yönlendirmesi, parlamentonun ise hem hükümeti ve hem de silahlı kuvvetleri
sürekli denetim altına almasını ifade etmektedir 79. Bu ilke çerçevesinde, silahlı
kuvvetlerin hükümete, hükümetin parlamentoya, parlamentonun ise halka karşı
sorumluluğundan söz edilir 80. Halkın, parlamento aracılığıyla gerçekleştireceği
dolaylı denetim dışında daha etkin bir denetim sürecine dahil olması, güçlü bir
sivil toplum geleneğinin varlığına ve silahlı kuvvetlerin de sivil toplumla
ERDOĞAN: Anayasal Demokrasi, s.226.
HAKIM, P./ LOWENTHAL, A. F.: “Latin Amerika’nın Kırılgan Demokrasileri”, Demokrasinin
Küresel Yükselişi, der. Larry Diamond ve Marc F. Plattner, Yetkin Yayınları, Ankara, 1995, s.362.
77Aktaran, ERDOĞAN, Mustafa: Anayasacılık, Parlamentarizm, Silahlı Kuvvetler, Siyasal Kitabevi,
Ankara, 1993, s.130.
78 KIRSHIN: s.23.
79DONNELLY, Chris: “Defence transformation in the new democracies: A framework for tackling
the problem”, Nato Review, (January 1997), s.17.
80 İbid., s.18.
75
76
20
bütünleşme derecesine bağlıdır. Silahlı kuvvetler ile sivil toplum arasında derin bir
toplumsal ve psikolojik boşluğun var olduğu yerde sivil denetim tehlike altında
olur81. Zira, silahlı kuvvetler ne kadar çok sivil toplumla bütünleşirse o kadar az
sivil siyasete müdahale eder ve o kadar çok sivil denetime bağlı olur 82.
Ancak hemen belirtmek gerekir ki, askeri bürokrasinin bağımlılığı ilkesi,
hiçbir zaman, askeri bürokrasinin -özellikle- milli savunma ve dış politika
konularında söz hakkı olmadığı anlamına gelmemektedir. Elbette, bu tür
konularda askere danışmak, demokratik devlet yönetiminde sorumluluğun ve
akılcılığın bir gereğidir. Teknik bilgi ve veriler ışığında ele alınması gereken bu
sorunlar, yalnız başına siviller tarafından karara bağlanabilecek nitelikte sorunlar
değildir. Dolayısıyla, bu sorunlara ilişkin kararlar, askeri bürokrasinin bağımlılığı
anlayışı içerisinde birlikte alınmak durumundadır 83. Nitekim, bu amaçla bütün
demokratik ülkelerde sivil siyasetçiler ile üst düzey askeri bürokratları bir araya
getiren ortak kurullara yer verilmektedir. Bu kurullarda sivillerle askerler
konuşur, tartışır; ancak, son söz hakkı askerin değil, sivil iradenindir. Çünkü,
demokratik rejimlerde “atanmış olan asker”, “seçimle gelen sivil otorite”ye
bağlıdır.
Bunun böyle olmadığı, yani, atanmış askerlerin seçilmiş sivillerin özgürce
hareket edebilme kapasitelerini sınırladığı ya da halkın temsilcileri tarafından
alınan kararların askeri otorite tarafından veto edildiği durumlarda demokrasi
tehlikeye girer84. Çünkü, böyle bir sistemde siyasal iktidarın halk tarafından
denetlenmesi mümkün olmadığı gibi, seçimlerle sağlanan hükümet rotasyonu da
siyasal sorumluluğu gerçekleştiremez 85. Böyle bir sistem aslında askeri otoritenin
sivil iktidara egemen olduğu “militarist” bir sistemdir.
Çağdaş demokratik ülkelerde “askeri bürokrasinin bağımlılığı” ilkesi, liberal
düşünceye paralel olarak gelişim göstermiş ve bugün için yerleşik bir ilke haline
gelmiştir. İlk olarak Anglo-Amerikan demokrasilerinde, liberal kaygılarla, askeri
gücün sınırlandırılması gerekliliği dile getirilmiş ve bu sorun hakkında üretilen
çözümler yazılı belgelere yansıtılmıştır86. Nitekim, dünyanın ilk yazılı anayasası
olan Amerikan Anayasasının, Başkan’ın silahlı kuvvetlerin Başkomutanı olduğunu
düzenleyen hükmü (Madde II) ile, savaş ilan etme ve orduları kurmak ve
masraflarını karşılamak konularında Kongre’yi yetkili kılan hükmü (Madde I
/Kısım 8) bu ilkenin anayasal düzeydeki ilk ifadelendirilişidir.
Çağdaş demokratik ülkelerin anayasalarında da bu ilke doğrultusunda
düzenlemeler yer almaktadır. 1947 tarihli İtalyan Cumhuriyeti Anayasası, silahlı
kuvvetlerin Cumhurbaşkanının emri altında olduğunu (m.87/9); savaş durumuna
ve bu konuda hükümete gereken yetkilerin yasama organı tarafından verileceğini
bildirmektedir (m.78). 1949 tarihli Federal Alman Cumhuriyeti Anayasası silahlı
kuvvetlerin, barış zamanında Federal Savunma Bakanının (m.65/a), savunma
halinin ilan edildiği zaman ise Federal Başbakanın (m.115/b) emir ve
DAHL: s.316.
PONTON/GILL: s.182.
83 DONNELLY: s.17.
84 SCHMITTER/KARL: s.9.
85 ERDOĞAN: Anayasal Demokrasi, s.226.
86 Bu yazılı belgeler için bkz. dipnot no 93.
81
82
21
kumandasında olduğunu; milli savunma konusunun ise, federasyonun yasama
yetkisi içinde olduğunu öngörmektedir (m.73/1). Fransa’nın 1958 tarihli Beşinci
Cumhuriyet Anayasası silahlı kuvvetlerin hükümetin emri altında olduğunu
(m.20/2) ve Cumhurbaşkanının silahlı kuvvetlerin Başkomutanı olduğunu
belirtmekte (m.15); savaş ilanına ise parlamentonun izin vereceğini bildirmektedir
(m.35)87.
Askeri otoritenin sivil iktidara bağımlılığı ilkesi, uluslararası ilişkilerde barış
ve güvenliğin tesis edilmesiyle de yakından ilişkili olduğundan uluslararası
belgelerde de düzenlenmiştir. Gerçekten, bir ülkedeki askeri gücün denetim dışı
tutulmasının dış politikada yol açacağı saldırgan tutum yalnızca o ülke halkına
değil, diğer ülke halklarına da zarar vereceği açıktır. Bu nedenle, söz konusu sorun,
uluslararası hukukun da düzenleme alanına girmiş bulunmaktadır. AGİK sürecinde
kabul edilen ve sivil-asker ilişkilerinin normatif çerçevesini ayrıntılı bir biçimde
çizen Budapeşte Belgesi, bu niteliğiyle bir başvuru kaynağı olarak kabul
edilmektedir. Sivil-asker ilişkilerinde çağdaş standartlara yer veren Budapeşte
Belgesi’nin “Güvenliğin Siyasi-Askeri Yönüyle İlgili Kurallar” başlıklı 4 no’lu karar
metni çalışmamız açısından çok büyük önem taşımaktadır. Silahlı kuvvetlerin
demokratik denetim altına sokulmasına, barış içerisinde birlikte yaşamın asgari
koşullarına, siyasal sistem içerisinde militarist yapılanmanın ortaya çıkmasının
engellenmesine ilişkin kurallara yer vermesi; kısaca, sivil-asker ilişkilerinde
liberal-demokratik modelin çerçevesini çizmesi söz konusu belgenin önemini
ortaya koymaktadır. Türkiye’nin de içinde bulunduğu AGİK’e üye devletler
tarafından imzalanan bu belgenin, siyasal açıdan bağlayıcı olduğunun
kabullenilmesi (Budapeşte Kararları, Böl. IV, par.39); katılımcı devletlerin,
gerekiyorsa, iç hukuklarını bu belgedeki hükümler ışığında yeniden düzenleme
üstlenimine yer verilmesi (par. 41); her katılımcı devlet tarafından yayımlanıp en
yaygın biçimde bilinmesinin sağlanacağının öngörülmesi (par.42) belgenin
önemini bir kat daha arttırmaktadır.
Budapeşte Belgesi, güvenlik ve istikrarın ayrılmaz bir unsuru olarak, silahlı
kuvvetler ile diğer güvenlik güçlerinin demokratik siyasal denetime tabi olmasını
ve silahlı kuvvetlerin sivil toplumla bütünleştirilmesini öngörmektedir (par.20).
Öte yandan Belge, silahlı kuvvetlerin ve diğer güvenlik güçlerinin, demokratik
meşruiyete sahip anayasal kurumlarca yönlendirilmesi ve denetiminin
sağlanmasını; bu güçlerin anayasal çerçeve içinde davranma yükümlülükleri ve
görevlerinin açıkça tanımlanmasını öngörmektedir (par.21). Her iki üstlenimi
tamamlayıcı nitelikteki bir başka hükme göre, “Her katılımcı devlet, silahlı
kuvvetlerinin yetkisiz ve denetimsiz kullanılmamasını sağlayacak ve bu konuda
önlemler alacaktır”(par.24).
Silahlı kuvvetlerin sivil denetimi konusunda Budapeşte Belgesi’nin dikkat
çeken en önemli düzenlemesi şu şekilde ifade edilmektedir: “Katılımcı devletler,
anayasal yetki ile donatılmış otoriteler tarafından denetlenmeyen veya onlara karşı
sorumlu olmayan güçleri desteklemeyecekler veya onlara hoşgörü
göstermeyeceklerdir. Eğer katılımcı bir devlet söz konusu güçlere sözünü
geçiremiyorsa, alınması gereken önlemler konusunda danışmak amacıyla AGİT’e
başvurabilir” (par. 25). Bunun anlamı, silahlı kuvvetlerin, meşru bir hükümeti zor
87
İlgili anayasa metinleri için bkz. GÜRBÜZ, Yaşar: Anayasalar, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1981.
22
kullanarak düşüremeyeceği; bu şekilde düşürülen bir hükümetin AGİT nezdinde
meşru sayılacağı; silah zoruyla kurulan bir hükümetin hiçbir zaman meşru kabul
edilemeyeceği; seçimle gelenin ancak seçimle gideceğidir.
Budapeşte Belgesi, silahlı kuvvetlerin demokratik denetimi konusundaki
uluslararası sözleşmelere gönderme yapmak suretiyle, katılımcı devletlere, söz
konusu sözleşmelerde yer alan ilkelere uyma üstlenimini getirmektedir. Belge’nin
4. bölümünün 34. paragrafında, her katılımcı devletin, silahlı kuvvetlerin savaşta
ve barışta yönetimi, kullanımı, eğitimi ve donatımını uluslararası hukuk
kurallarına ve silahlı kuvvetlerin silahlı çatışmalarda kullanımına ilişkin
sözleşmelere (1907 ve 1954 tarihli Lahey Konvansiyonları, 1949 tarihli Cenevre
Sözleşmesi ve 1977 tarihli Ek Protokolleri, 1980 tarihli Konvansiyonel Silahların
Sınırlandırılması Sözleşmesi ) uygun hale getirmesini öngörmektedir.
Son olarak bir hususun hatırlatılmasında yarar var; o da, silahlı kuvvetlerin
siyasal iktidara bağımlılığı ilkesi, onun siyasal iktidar tarafından iç politik
çekişmelerde kullanabileceği anlamına gelmemektedir. Nitekim Budapeşte Belgesi,
katılan devletlerin, silahlı kuvvetler mensuplarının vatandaşlık haklarından doğan
gerekleri yerine getirirken, silahlı kuvvetlerinin siyasal açıdan tarafsız olmalarını
sağlama üstlenimini öngörmektedir (par. 23). Bu üstlenim daha açık bir anlatımla
37. paragrafta da yer almaktadır: “Katılımcı devletler silahlı kuvvetlerini, ne
bireylerin ya da onların grup temsilcilerinin insan haklarını barışçıl ve hukuka
uygun olarak kullanımını kayıtlamak ve ne de onları ulusal, dinsel, kültürel, dilsel
ya da etnik kimliklerinden yoksun kılmak amacıyla kullanabileceklerdir”. Bu
düzenlemenin amacı, silahlı kuvvetlerin iç politik çekişmelere sokulup taraf haline
getirilmesini engellemek; onu, iç politikada tarafsız, dış tehlikeye karşı hazırlıklı
bir aygıt haline getirmektir.
c. Sivil Otoritenin Üstünlüğü İlkesinin Araçları
Özellikle demokratikleşmekte olan ülkeler açısından yol gösterici nitelikte
olan sivil otoritenin üstünlüğünü sağlamaya yönelik ilkelerin pratikte
uygulanabilmesi için birtakım araçların varlığına gereksinim duyulmaktadır.
Demokratikleşme olan ülkelerde ordunun sivil siyaset üzerindeki vesayetinin, bu
ülkelerin siyasal değişim ve dönüşümlerinin önündeki en büyük engellerden birini
oluşturduğu dikkate alındığında, bu araçların seçimi önem kazanmaktadır. Hiç
kuşkusuz, her ülkenin özgül koşulları, bu ilkenin yaşama geçirilmesinde farklı
çözüm yöntemlerinin kabul edilmesi sonucunu doğuracaktır 88; ancak, tarihsel
deneyim -başka sorunların çözümünde olduğu gibi bu sorunun çözümünde desivil-asker ilişkilerinde görece sağlıklı bir modelin var olduğu ülkelerin çözüm
yöntemlerinden yararlanılması gerekliliğini salık vermektedir. Çağdaş siyaset
bilimcilerden Robert Dahl, “Demokrasi ve Eleştirileri” adlı yapıtının “şiddete dayalı
zoru ehlileştirmek” başlığı altında, sivil otoritenin üstünlüğü ilkesinin realize
edilmesinde
demokratik
ülkelerin
şu
araçlardan
yararlandıklarını
bildirmektedir89: (1) Silahlı kuvvetlerin zor kullanma kapasitesini ortadan
88
89
DONNELLY: s.17.
DAHL: s.314-317.
23
kaldırmak veya önemsiz kılmak. 1930’lu yıllarda silahlı kuvvetlerin güçlü bir
siyasal aktör haline geldiği Japonya’da, 1947 Anayasasıyla silahlı kuvvetlere sahip
olmayacağının ilan edilmesi, silahlı kuvvetlerin önemli bir siyasal aktör olarak
yeniden siyaset sahnesine çıkmasını önleyici bir etki yaratmıştır. Latin Amerika
ülkeleri arasında demokratik geleneğin en güçlü olduğu ülkelerden biri olan Kosta
Rika’da 1948-1949 yılları arasında silahlı kuvvetlerin tümüyle ortadan kaldırmak
suretiyle askeri darbelerin önüne set çekmiştir. Amerika Birleşik Devletlerinde de
silahlı kuvvetler hiçbir zaman tümüyle yok edilmemişse de, ulusal tarihinin büyük
bir bölümünde bu kuvvetler küçük oranda kalmıştır. (2) Silahlı kuvvetlerin
denetiminin yerel yönetimler arasında paylaştırmak. Tarihsel olarak, hem
İngiltere’de, hem de ABD’nde, silahlı kuvvetler yerel veya eyalet milisleri olarak
dağıtılmış bulunuyorlardı. İsviçre’de de, halen yürürlükte bulunan 1874 Anayasası,
konfederasyonun, düzenli bir ordu kurmasını engellemekte; bunun yerine barış
zamanında kantonlar tarafından denetlenen yurttaş milislerini öngörmektedir90.
(3) Silahlı kuvvetleri, sivil ve demokratik yönelimleri olan insanlardan oluşturmak.
Demokrasi öncesi Avrupa’da 17.ve 18.yüzyıllarda uygulanan bu çözüm, 1874
Anayasasıyla askerlik hizmetinin herkes için zorunlu bir yükümlülük haline
getirtildiği İsviçre’de halen uygulanmaktadır. (4) Profesyonel askerleri sivil
otoriteye bağlılık konusunda endoktirine etmek.
Sivil-asker ilişkileri konusunda yaptığı çalışmalarla tanınan Samuel
Huntington ise, 1975-1990 yılları arasındaki üçüncü dalga demokrasilerin,
ordularının siyasal nüfuzlarını ve askeri olmayan rollerini azaltma konusundaki
başarılarını şu beş alanda uygulanan geniş kapsamlı programlara bağlamaktadır 91:
(1) Profesyonellik92. Profesyonelleşmiş askeri kurumlarda askerler,
ordunun sınırlı işlevlerinin bilincinde ve sivil denetimle uyumlu olan muhafazakâr
İsviçre’de 1989 yılında, ordunun bütünüyle lağvedilmesi amacıyla yapılan referandum, halkın
%64’ünün hayır oyuyla reddedilmiş olmakla birlikte, böyle bir radikal dönüşüm için halkın
%36’sının evet oyu kullanması önemli bir gelişmeye işaret etmektedir. Bkz. “Full Democracy”,
The Economist, (December 2.1996- January 3.1997), s.8.
91 HUNTINGTON: s.236-244.
92 Profesyonelleşmenin, sivil otoritenin üstünlüğünü sağlamada yararlı bir araç olup olmadığı
konusu literatürde tartışmalıdır. Finer, profesyonelleşmenin, doğası gereği, ordunun sivil
otoritelerle sık sık anlaşmazlıklara düşmesi sonucunu doğurduğunu, profesyonel ordunun üç
eğilimi ile açıklamaktadır: 1. Profesyonel ordularda askerlerin sahip oldukları mesleki bilinç,
onları, iktidardaki hükümetten çok devlete hizmet eden bir grup haline getirmektedir. 2.
Profesyonelleşmenin bir sonucu olan “ordu sendikalizmi”, kendi alanlarında uzman oldukları
duygusuna kapılan komutanların, uzman oldukları alanlara ilişkin alınacak siyasal kararlar
konusunda siyasal iktidarlarla anlaşmazlığa girmelerine neden olmaktadır. İkinci Dünya Savaşı
öncesi Alman ve Japon orduları ile “Dreyfus Davası” sürecindeki Fransız ordusunu buna örnek
göstermek mümkündür. 3. Profesyonel ordu, kendisini, ulusu dış düşmanlara karşı koruyan bir
kurum olarak göreceğinden, hükümetlerin, orduyu iç çatışmaların bastırılmasında
kullanılmasına karşı çıkabilecektir. Yazar, profesyonelleşmeden kaynaklanan bu üç eğilimin
orduyu sivil otorite ile çatışmaya sevk edeceğinden, profesyonelleşmenin yalnız başına ordunun
siyasete karışma isteğini yok eden bir çözüm olmadığı ileri sürmektedir. Bkz. FINER: s.25-28.
Dahl ise, askeri profesyonelizmin, kendi başına sivil denetimi sağlamadığını; ancak, ordunun
bağlılık ve itaat borçlu olduğu rejime ilişkin inançları yaratma ve bunları koruma eğilimini
taşıdığını söylemektedir. Bkz. DAHL, s. 316. Latin Amerika örneğine ilişkin olarak Rouquie,
askeri profesyonelizmin zayıf olmasının sivil otoritenin üstünlüğüne katkıda bulunduğunu ileri
sürmektedir. Bkz. ROUQUİE, Alain: Latin Amerika’da Askeri Devlet (Çev. Cüneyt Akalın ve
diğerleri), Alan Yayıncılık,
İstanbul, 1986, s.229. Türk yazarlardan Özbudun ise, askeri
profesyonelizmin, ordu üzerinde sivil denetimi başarmanın bir yöntemi olduğunu; profesyonel
90
24
bir askeri görüşe yaklaşırlar. Üçüncü dalga demokrasilerde, siyasallaşmış görüş
biçimlerinin yerine, siyasal olmayan profesyonel bir etik’in geçirilmesi temel bir
öncelik olmuştur. Yeni demokrasiler, profesyonel değerleri ve askerin siyasetten
uzak durmasını sağlamak amacıyla, özendirme, endoktirine etme, askeri okullarda
program değişiklikleri ve terfi sistemlerinin değiştirilmesi yollarına
başvurmuşlardır. Örneğin, Yunanistan’da, askeri okullardaki eğitim programı,
profesyonelliği vurgulayıcı ve totalitarizmin tehlikeleri hakkında uyarıcı biçimde
yeniden düzenlenmiş; Arjantin’de, harp okullarında, demokratik bir devlette
ordunun rolü hakkında dersler konulmuş; Filipinler’de, orduda profesyonelliği
güçlendirmek amacıyla yeni bir eğitim merkezi kurulmuş; İspanya, Yunanistan ve
diğer bazı demokratik ülkelerde, yaşlı subayların emekliye ayrılmaları teşvik
edilmiş, daha genç ve daha profesyonel eğilimli subayların terfileri hızlandırılmış
ve terfi kriteri olarak kıdemden çok, yetenek vurgulanmıştır.
(2) Misyon. Orduyu siyasetten uzak tutmanın yöntemlerinden biri de,
ordunun güvenlikle ilgili olmayan işlevlerine son vermek, orduyu salt askeri
misyonların yerine getirilmesine yönlendirmektir. Yeni demokratik yönetimler,
silahlı kuvvetlerinin iç güvenlikle ilgili işlevlerine son vermeye ve ordularının
dikkatlerini dış güvenliği sağlama misyonuna yöneltmeye çalışmışlardır. Bu
çerçevede yeni demokrasilerin birçoğunda, şehir merkezlerinde iç güvenliği
sağlama kaygısıyla konuşlandırılmış askeri birlikler lağvedilmiş ya da kırsal
bölgelere dağıtılmıştır. Öte yandan, bu yönetimler, silahlı kuvvetlerin ekonomik
etkinliklerine ve sivil toplum üzerindeki denetim işlevlerine de son vermişlerdir.
(3) Liderlik ve örgüt. Silahlı kuvvetlerin yüksek komutasının sadakatine
güven, demokratik yönetim açısından büyük önem taşımaktadır. Özellikle
siyasallaşmış orduların var olduğu ülkelerde sivil otoritenin üstünlüğünü
gerçekleştirebilmenin araçlarından biri, siyasal iktidarın, sadakatine güvenmediği
üst düzey askeri komutanları değiştirmesidir. Nitekim, Yunanistan, İspanya,
Portekiz, Arjantin, Filipinler, Pakistan, Türkiye ve Polonya gibi ülkelerde siyasal
iktidarlar, sadakatlerine güvenmedikleri silahlı kuvvetler yüksek komutasını
değiştirmişlerdir. Öte yandan, yeni demokrasilerde sivil iktidarlar, savunma
kuruluşlarının yapısını değiştirmek suretiyle de askeri otoriteler üzerindeki
denetimlerini güçlendirmişlerdir. Bu çerçevede, İspanya’da genelkurmay
başkanlığı ve savunma bakanlığı kurulmuş; Portekiz’de askerlerden oluşan Devrim
Konseyi lağvedilmiş; Peru’da savunma bakanlığı kurulmuş; Nikaragua ve
Yunanistan’da başbakanlar aynı zamanda savunma bakanlığı görevini
üstlenmişlerdir.
askeri etik’in, ordunun siyasal açıdan tarafsız kalmasını gerektirdiğini; ordu ne kadar
profesyonelleşirse o kadar az politikaya ilgi duyacağını yazmaktadır (Bkz. ÖZBUDUN, Ergun:
“The Role of The Military In Recent Turkish Politics”, Harward University Center for
International Affairs, Cambridge, 1966, s.6). Kimi yazarlar ise, profesyonelleşmenin çifte etkisi
üzerinde durmaktadırlar: Onlara göre, profesyonelleşme, gönüllülük esasına dayandığı için
demokratiktir; ancak, askerleri sivil norm ve değerlerden uzaklaştırdığı için de tehlikelidir. Bkz.
PONTON/GILL: s.182; KIRSHIN: s.24.
25
(4) Büyüklük ve teçhizat93. Otoriter devletlerin orduları genellikle
gereğinden fazla büyük ve teçhizatça yoksuldur. Bu durum, ordunun siyasete
müdahalesini kolaylaştıran bir etkendir. Bu nedenle, Yunanistan dışındaki yeni
demokrasiler, ordularının insan gücünü azaltmışlardır. İspanya, Arjantin,
Nikaragua, Peru, Uruguay ve Portekiz’de ordunun toplam hacminde önemli
kesintiler gerçekleştirilmiştir. Yine birçok ülkede, askeri harcamalarda kesintiye
gidilmiştir94.
(5) Statü95. Bütün ülkelerde subaylar statüleri konusunda derin kaygı
duyarlar. Yeni demokrasiler bu kaygılara genellikle duyarlı olmuşlardır.
İspanya’da, Filipinler’de ve Yunanistan’da ordu mensuplarının maaşları
arttırılmıştır. Yunanistan’da ayrıca, ordu mensuplarının özlük haklarında
iyileştirmeler yapılmıştır. Yeni demokrasilerde, orduların maddi statüleri yanı sıra
manevi statülerini yükseltici çabalar içerisine de girilmiştir. Bu ülkelerde
demokratik liderler, ordu mensuplarını her vesilede övücü sözler söylemek
suretiyle onların morallerini ve prestijlerini artırmışlardır.
Askeri otorite üzerinde sivil denetimi gerçekleştirebilmenin araçları
konusunda gerek Dahl’ın erken dönemde demokratikleşmiş ülkelerin tarihsel
deneyimlerinden ve gerekse Huntington’un üçüncü dalga demokrasilerin
uygulamalarından esinlenerek sıraladıkları araçsal çözüm önerileri, her ülkenin
kendi özgül koşulları dikkate alınarak uyarlanabilir. Ancak, unutmamak gerekir ki,
söz konusu politik araçlar sivil otoritenin üstünlüğünü sağlamada tek başlarına
yeterli olamazlar. Zira, hiçbir politik araç, uygulandığı çevreden soyut olarak
düşünülemez; bu çevreden bağımsız bir biçimde kendinden beklenen işlevleri
yerine getiremez. Bu anlamda sivil otoritenin üstünlüğü ilkesine geçerlilik
kazandıracak politik araçlar, ancak demokratik bir çevre içerisinde işlevsel
olabilirler. Gerçekten, yukarıda sıralanan politik araçların kalıcı bir güvence
sistemin halkalarından birini oluşturması, siyasal sistemin bir bütün olarak
demokratik niteliğe sahip olmasıyla gerçekleşebilir. Demek ki, askerin sivil siyaset
üzerindeki nüfuzunu kırmanın ve onu sivil denetime tabi kılmanın asıl güvencesi,
liberal demokrasinin bütün kural ve kurumlarıyla işletilmesidir.
93
94
95
Günümüzden yaklaşık 150 yıl öncesinde Tocqueville, “Bütün tedbirlere karşılık demokrat
toplumların bağırlarında büyük bir ordu beslemeleri önemli bir tehlike yaratır”
(Bkz.TOCQUEVILLE: V.II. s.285) diyerek, orduların büyüklüğünün demokrasi açısından taşıdığı
sakıncaya değinmiştir. İçinde yaşadığımız çağın gerekleri bunu daha da önemli kılmaktadır.
Gerçekten, çağımızda silah teknolojisi alanında yaşanan hızlı gelişmeler, orduların asker
sayısının önem kaybetmesi sonucunu doğurmaktadır. Artık, savaşlarda zafer kazanmanın yolu
çok sayıda askere sahip olmak değil, yüksek teknolojinin ürünü olan silah donanımına ve
bunları en iyi bir biçimde kullanacak az sayıdaki profesyonel kadrolara sahip olmaktır. Bu
bağlamda, ülkenin ekonomik zenginliği ile eğitim kalitesi çağdaş orduların gücünü belirleyen iki
temel faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna göre, ekonomisi görece iyi olan ülkeler en ileri
teknolojiye sahip silahları üretecek ya da satın alacak; iyi bir eğitim sistemine sahip olan ülkeler,
dünyadaki gelişmeleri en iyi şekilde izleyerek, en iyi silahları seçecek ve bu silahları en iyi
kullanacak profesyonel kadroları yetiştirecektir.
Örneğin, İsviçre’de geçen yıllarda İsviçre Hava Kuvvetlerinin bütün bir yüzyıl için yeni savaş
uçağı alımını durdurmak ve ordunun asker sayısını düşürmek için başlatılan sivil inisiyatif
istenilen sonucu elde etmiş bulunmaktadır. Bkz. “Full Democracy”, The Economist, (December
2.1996- January 3.1997), s.5.
Askerlerin, sahip oldukları ayrıcalıklı konumlarına ilişkin duyarlılıkları için bkz. FINER: s.47.
26
SONUÇ
Sivil-asker ilişkilerinde görece sağlıklı bir yapıyı temsil eden liberaldemokratik model, bir yandan silahlı kuvvetlerin siyasetin dışında kalmasını ve
siyasal iktidara bağımlı olmasını, diğer yandan ise, bunu gerçekleştirebilmenin
nesnel zemininin oluşturulmasını öngörmektedir. Bu nesnel zemin, demokrasinin
tüm kural ve kurumlarıyla işlediği bir toplumsal-siyasal ortamdır. Farklı bir
deyişle, bu model, sivil otoritenin üstünlüğü ilkesinin salt bu doğrultudaki
kurumsal düzenlemelerle realize edilmesinin olanaksızlığı karşısında, bundan
daha önemli olmak üzere, silahlı kuvvetleri denetleyen sivil otoritenin demokratik
bir otorite olmasını ve bu otoritenin de bir denetime bağlı olmasını öngörmektedir.
Bu modele göre; ancak, iktidar değişikliğinin özgür ve düzenli aralıklarla yapılan
seçimler sonucu gerçekleştiği; çoğunluğun yönetme hakkına sahip olduğu, azınlık
haklarının ise güvence altına alındığı; siyasal katılım kanallarının açık olduğu;
toplumun çoğulcu yapısının korunup geliştirilmeye çalışıldığı; çatışmaların barışcıl
bir zeminde çözüme kavuşturulduğu; temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvence
altına alındığı ve yaygın kullanım olanağına sahip olduğu; hukukun üstünlüğü
ilkesinin geçerli olduğu; siyasal iktidarın güçlü bir meşruluk zemini üzerine
oturduğu; kamu yararının mutlak bir ideoloji ile özdeşleştirilmediği ve sivil
toplumun güçlü olduğu demokratik toplumlarda sivil otoritenin üstünlüğü ilkesi
gerçekleştirilebilir. “Nesnel sivil denetim” ilkeleri olarak ortaya çıkan liberal
demokrasinin bu gibi özellikleri, bir yandan siyasal iktidarın diğer yandan da
siyasal iktidarın bir parçası olan silahlı kuvvetlerin denetim altına alınmasını
mümkün kılmaktadır. Öte yandan, bu özelliklerin yerleşik olduğu toplumlarda
silahlı kuvvetlerin toplum içindeki gücü ve işlevsel önemi de azalacağından, sivil
otoritenin üstünlüğü ilkesi geçerlilik şansına sahip olacaktır.
Finer’in özlü anlatımıyla, sivil toplum örgütlerinin ve siyasal partilerin
güçlü ve sayıca çok olduğu, iktidar değişiminin düzenli gerçekleştiği, üstün
otoritenin konumunun ciddi bir biçimde sorgulanmadığı toplumlarda, silahlı
kuvvetlerin siyasal faaliyet alanı daralmaktadır. Oysa, sivil toplum örgütlerinin ve
siyasal partilerin bulunmadığı ya da güçsüz olduğu, iktidar değişiminin
gerçekleşmediği ya da düzensiz gerçekleştiği, üstün otoritenin konumunun ciddi
bir biçimde sorgulandığı toplumlarda ise, silahlı kuvvetlerin faaliyet alanı
genişlemektedir96. Bundan da anlaşılacağı gibi, silahlı kuvvetlerin toplum içindeki
işlevsel önemini azaltmak, siyasal faaliyet alanını daraltmak ve böylece siyasal
iktidarın sürekli denetimine bağlı kılmak, ancak demokratik bir siyasal sistem
içinde mümkün olabilir.
96
FINER: s.21.
27