İletişime Kanat Çırpmak
Transkript
İletişime Kanat Çırpmak
İletişime Kanat Çırpmak Yaprak Özer İndeks İçerik İletişim Danışmanlık katkılarıyla İçindekiler Sunuş 1. Kurumsal İletişim Her işin başı iletişim Gazeteciliğin sonu mu? Her yıl olduğu gibi bu yıl da okurlarımız, iş ortaklarımız, tedarikçilerimiz, arkadaş, dost, yakınlarımız, tüm paydaşlarımıza sembolik Kurumsal iletişim deyip geçmeyin bir hediye takdim etmek istiyoruz. Bu hediye kendi emeğimizin bir ürünü olsun diye ısrar ediyoruz. Biliyoruz ki, en değerli hediye, emeğiniz, 2. Yatırımcı İlişkileri ve İletişim göz nurunuz ve ruhunuzu kattıklarınız... Bir iletişim masalı Faaliyet raporlarında trendler: Trend içerik Biz içerik üreterek ve iletişim danışmanlığı yaparak hayatımızı kazanıyor, hayat buluyoruz. Bu nedenle İndeks için geleneksel olan Bir iletişim aracı olarak faaliyet raporu özel dosyalardan biriyle karşınızdayız yine. 3. Dil, Sansür, Kültür ve Siyasal İletişim Bir Türk ile Türk gibi iletişim kurmak “İletişime Kanat Çırpmak” adını verdiğimiz bu çalışma, iletişim kavramını; siyasetten iş dünyasına, yatırımcı ilişkilerinden kültüre uzanan Anka paradoksu geniş bir yelpazede farklı açılardan ele alarak yorumluyor. Paradoks maksimumda Yurttaşlık bilgisi Dikkat! İletişim var, sızar İndeks İçerik İletişim Danışmanlık Kurucusu, gazeteci-yazar Yaprak Özer’in geniş bir zaman aralığında, yazıldığı dönemin hassasiyetlerini ön plana alarak iletişimi yorumlayan köşe yazılarından derlediğimiz bu dosyanın “iletişim”e dair farkındalık yaratacağına inanıyoruz. Doğru “iletişim”in hayatınızdan eksik olmadığı, mutlu, keyifli, bol kazançlı ve sağlıklı bir yıl dileriz. İndeks İçerik İletişim Danışmanlık Vermek mi zor, almak mı kolay Bizimkisi bir iletişim hikâyesi: Siyah beyaz, film gibi biraz Diren içerik, dur’ma iletişim 4. Girişimcilik, İş Dünyası ve İletişim Ben ekonomisi Rekabette üstünlük “sorumlu” şirketlerde Benden sonra tufan mı, yoksa... 5. Liderin İletişimi Ben bilmem lider bilir Yüzyılın iletişimcisi: Mustafa Kemal Atatürk İletişime Kanat Çırpmak / 2 İletişime Kanat Çırpmak / 3 Her işin başı iletişim Mayıs 2014 Kendi işinin sahibi olmayı kim istemez ki! Bunu birçok insan ister ama kendi işini kuran ve dahası bu işi yürütebilenlerin sayısını çok azdır. Peki neden? 1 Kurumsal İletişim İletişime Kanat Çırpmak / 4 Hangi girişimci adayına sorsanız hepsi size farklı bir hikâye anlatır ve hepsinin gerçeklik payı yüksektir. Kendi işinin sahibi olamamak için birçok sebep bulunuyor: Sermaye yetersizliği, iş planı eksikliği, rekabet, tecrübesizlik, pazarın küçüklüğü gibi birçok faktör önemli olsa da işin temelinde girişimci adayının kendi tanımaması ve girişimcilik yeteneklerinin tam olarak farkında olmaması yatıyor. Bunun için öncelikle girişimcinin hangi yeteneklere sahip olması gerektiğini çok iyi bilmesi gerekiyor. Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanan “Skills Panorama” girişimci adaylarının belli başlı yeteneklerini geliştirmesi gerektiğini söylüyor. Nedir bunlar? • Planlama • Organizasyon • Risk ve bilgi temelli analiz yeteneği • Takım halinde çalışma • Risk Yönetimi • Trendleri okuma • Fırsatları değerlendirme • Karar alma • İletişim İletişime Kanat Çırpmak / 5 Girişimci de “eğitim” diyor Yukarıdaki yeteneklerin ya hiç olmayışı ya da yapılan iş ile girişimcinin yeteneklerinin tam olarak örtüşmemesi başarısızlığa kapı aralıyor. Peki, yetenekleri geliştirmek ya da doğru yetenekleri doğru işler ya da girişimlerle buluşturmak için ne yapmak gerekiyor? Bunun cevabını da girişimcilere sormak daha doğru olacaktır. “Amway Global Entrepreneurship” raporu (2013) için yapılan araştırmada katılımcılara bir iş kurma ya da girişimde bulunmalarını tetikleyen en önemli unsur sorulduğunda; bu konuda aldıkları eğitimi ve yeteneklerini ilk sıraya koyduklarını görüyoruz. Fakat Batı Avrupa ülkelerinde bunu söyleyenlerin oranı yüzde 50’yi bulurken Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde bu oran yüzde 22’lere kadar geriliyor. Anlaşılan söz konusu olan girişim olduğunda ne eğitimimize ne de yeteneklerimize çok fazla güvenmiyoruz… Bilgi, beceri ve girişimciliğin geliştirilmesi için birçok şey yapılabilir ama bunu eğitim ve öğretimle birleştirmediğinizde etkili bir şekilde yol almak mümkün olmayacaktır. Çünkü eğitim hem girişimci adaylarının kendilerini tanımaları hem de girişimciliğin benimsenmesi açısından önemli bir katalizör rolü üstelenecektir. Bu yüzden birçok ülke girişimcilik eğitim stratejileri geliştirmeye, iyi ve etkili uygulamalarla girişimciliği teşvik etmeye çalışıyor. Tüm bu ihtiyaç ve gereklilikler bir şirketin erken dönemlerinde çok daha fazla önem taşır. Eğer melek yatırımcıyı başarı hikâyenize ortak edemezseniz fon bulamazsınız. Yaptığınız girişimin heyecanına kapılır, tüketici ile aranızdaki iletişim kanallarınızı güçlendirmezseniz ne onların gerçek ihtiyaçlarını doğru bir şekilde tespit edebilir ne de kendi derdinizi tam olarak anlatabilirsiniz. Tüm bunların üzerine medyayı da etkin bir şekilde kullanamazsanız melek yatırımcılara ulaşmak için en etkili kanallardan birini de ıskalamış olursunuz. Evet, son iki madde büyük şirketlerin de yapması gereken aksiyonları içerse de start-upların ilk iki maddeden dolayı iletişim yeteneklerini geliştirmeye çok daha fazla ihtiyacı var. Bu temel ihtiyaçlara ulaşmak için girişimcilerin yapması gereken birçok ödev var. İşin başı iletişim ve hatta yüz yüze iletişim… Fakat bu da yeterli değil, herkesle yüz yüze iletişim kurmaya ne zamanınız ne de gücünüz yeter. Üstelik bir start-up şirketiyseniz daha yapmanız gereken birçok şey var: • Yazma ve raporlama yeteneğinizi geliştirmelisiniz. • Sunum tekniklerini öğrenmeli ve geliştirmelisiniz. • Kalabalık topluluklar karşısında konuşmaya hazırlıklı olmalısınız. • Müzakere tekniklerini öğrenmelisiniz. Uzun yol arkadaşı: İletişim • Beden dilini keşfedip ve geliştirmelisiniz. Girişimcilik için nasıl ki uzun vadede en önemli strateji eğitimse tüm bu süreçler boyunca girişimcimin en çok ihtiyacı olan şey de iletişim becerisi olacaktır. Üstelik start-upların buna tüm diğer şirketlerden daha fazla ihtiyacı var. Neden? • Medya ile ilişkileri yönetmeyi öğrenmelisiniz. • İyi konuşmacıların ve işinin ehli yöneticilerin konferanslarını kaçırmamalısınız. • Sosyal medyayı etkili kullanmalısınız. • Melek yatırımcılara gerçek bir başarı hikâyesini anlatma gereği • Hızlı fon bulma ihtiyacı • Tüketicileri dinleme ve onların isteklerine cevap verme ihtiyacı • Yapılan işi medyada doğru ve etkili bir şekilde anlatabilme ihtiyacı İletişime Kanat Çırpmak / 6 Bunlar sizin için elzem olan iletişim gereksinimleri… Tabii dünya iletişim konusunda nereye gidiyor? Öğrendiklerinizi son trendlere uygun olarak nasıl geliştirebilirsiniz? Bu sorulara da yukarıdaki ev ödevlerine paralel olarak cevap bulmalısınız. Küresel iletişim trendlerine hızlıca göz attığımızda bazı başlıkların özellikle öne çıktığını görüyoruz: İletişime Kanat Çırpmak / 7 • Her şey mobil: Küresel internet trafiğinin yüzde 17’si mobil cihazlar tarafından üretiliyor ve bu hızla yükselmeye devam ediyor. • Kendi gezegenini yarat: Kişiye özel içeriğin sayısı her geçen gün artıyor. Geleneksel iletişim yöntemlerinin mobile uyarlanması ile bu süreç daha da ilginç bir hal alacak. • Sosyal medya etkisi: Dijital etkileşim yapan unsurlar son 2 yılda en az 30 kat arttı. Sosyal medya, iletişimin en önemli parçalarından biri haline geldi. • Marka gazeteciliği: Haber tanımı değişti. Sosyal medya markalar için oluşturulan içeriğin kitleler tarafından daha fazla konuşulmasını ve geliştirilmesinin önünü açıyor. • Kriz her an kapıda: Şirketler itibarlarını korumak için sosyal medyayı çok iyi takip etmek durumundalar. Bir viral video, bir marka için büyük bir kriz çıkarabilir. • Şeffaflık kral: Bu kadar hiperaktif bir dünyada, şeffaf bir iletişim kaçınılmaz bir hal aldı. Kimseden bir şeyleri kaçırma ve saklama şansınız yok. Evet, belki tüm bunlar başınızı ağrıtabilir ve hepsinin altından kalkamayacağınızı düşünebilirsiniz. Zaten bu anlatılanlar da buz dağının sadece görünen yüzü… Fakat haklısınız, tüm bunları tek başına yapamazsınız. Yukarıdaki konularda uzman kişi ve kurumlardan mutlaka destek alın. Her işi ehline bırakmak bir yandan sizin işinizi kolaylaştırırken diğer yandan da gelecekteki iş yaşamınızda işbirliği yeteneklerinizi geliştirmek için de size faydalı olacaktır. Gazeteciliğin sonu mu? Ağustos 2014 “Yüzde yüz haber” mi, “Haber arası reklam” mı, “Reklam haber” mi? Marka Gazeteciliği bunlardan hangisi? Yoksa gazeteciliğin tanımı mı değişiyor? Bilindik pazarlama yaklaşımlarını tersine çeviren Marka Gazeteciliği; yayın kuruluşu tarafından hazırlanan metnin, basılı ya da görsel medyada diğer haberlerden neredeyse ayırt edilemeyecek şekilde yayınlanmasına dayanıyor. İlk kez 2004 yılında McDonald’s Pazarlama Müdürü Larry Light tarafından kullanılan kavram; Marka ve Gazetecilik gibi bugüne dek birbiriyle ilişkilendirilmeyen iki kavramın birleşiminden oluşuyor. Brand Journalism’in doğrudan dilimize çevrilmiş hali olan Marka Gazeteciliği, klasik anlamda yapılmakta olan gazeteciliği, reklam modellerini ve halkla ilişkiler çalışmalarını zorlayacak gibi görünüyor. Bir diğer ifadeyle ezber bozacak. Marka Gazeteciliği’ni önemli ölçüde tetikleyen gelişme, kurumsal medya iletişimi ve yönetimi. Dikkatinizi çekmek isterim, kurumsal yayıncılığa olan ilgi artıyor, artacak... Küresel ölçekteki birçok kurum, alternatif yayın mecralarını oluşturuyor. Bilgi portallarını kurgulayan bu şirketler, reklam giderlerini önemli ölçüde azaltacak biçimde içerik üretimi yapıyorlar. Büyük oranda internet tabanlı olan bu yayınlarda, güvenilir bilgi üzerine kurgulanan iletişim aktivitesi ürün ve hizmet tanıtımı, yani Marka Gazeteciliği yapılıyor. Mesleklerin evrilmesi ve değişmesi kaçınılmaz. Marka Gazeteciliği’ni gazeteciliğin kötü bir kopyası olarak görmek yerine, farklı bir iletişim yöntemi olarak görmeli. Adlı adınca ve şeffaf yapılması gereken bir çalışma! Kurallara uyulması halinde masum olduğu kadar yararlı. İletişime Kanat Çırpmak / 8 İletişime Kanat Çırpmak / 9 Gazetecilik bugüne kadar bir çeşit hikaye anlatımı olarak ele alındı, çoğu zaman haber ve bültenlerde markalara yer verilmedi. Marka Gazeteciliği ise geleneksel hikaye anlatımını pazarlama stratejisiyle birleştiriyor. Marka Gazeteciliği, haber metinlerinin reklam spotlarından daha etkili olduğu gerçeğinden yola çıkarak, bir markanın kendi hikayesini anlatmasını hedefliyor. Haber, okur adına fonksiyonel işleve sahip oluyor. Yayınlanan içerik, marka değerini yükseltmeyi hedefliyor. Reklamla haber metinleri bütünleşmeye başlıyor. Hangi sayfaların Marka Gazetecileri tarafından hazırlandığını anlamak zorlaşıyor. Burada şeffaflık gerekiyor. Yeni model, “haber arası reklam yerine, haberin kendisi olmak” diye özetlenebilir. Bir çeşit içerik pazarlaması olarak okunabilir. Bu yaklaşımın reklam modellerini de önemli ölçüde değiştireceğini gözden kaçırmamak gerekiyor. Değişimin reklamla sınırlı kalmayacağını söylemeye gerek var mı? Halkla ilişkiler içeriksiz bültenlerle yetinmemesi gerektiğini öğrenecek. Medya planlamacıları yeni bütçe kalemi olarak Marka Gazeteciliği’ne yer verecek. Zaman içinde Marka Gazeteciliği’ni takip eden farklı gazetecilik türleri de hayatımıza girebilecek. tarafından hazırlanır, görsel ve içerik bütünlüğü unutulur, sanırsınız ki çaresizlikten yapılıyor... Temel fark da bu. Advertorial çalışmalar Marka Gazetecileri tarafından üretilmiyor. En azından bu zamana kadar. Bu nedenle üzülerek söylemem gerekse de, gördüğüm en kaliteli advertorial çalışmalar, çokuluslu büyük ölçekli kurumların yurt dışı çalışmalarının yerel kopyaları oluyor... Marka Gazeteciliği profesyonel bir içerik anlayışına sahip olmak zorunda. İletişim kadrolarını yenilemek zorunda kalacak olan reklam ve PR ajansları, ya içerik üretiminden çıkarak içerik ihtiyaçlarını out-source edecek ya da pahalı olduğu için bugüne kadar uzak durdukları yönteme dönecekler: Kaliteli ve uzman ekipler kuracaklar. Bu arada hatırlatmakta yarar var, Türkiye’de ilk içerik bankası, İçerik Fabrikası (www.icerikfabrikasi.com) talep üzerine Marka Gazeteciliği hizmeti de veriyor. Marka Gazeteciliği’ni doğru okumak gerekiyor. Değişimi yaratan temel nedenlerden bir tanesi, tüketicinin promosyon amaçlı tanıtım çalışmalarından sıkılmış olması. Bir ürün ya da hizmeti mükemmel bir çözüm gibi sunan, gerçek üstü sıfatlarla inandırıcılığı olmayan iletişim teknikleri, kullanıcının ilgisini çekmiyor. Bunun yerine, veriyle desteklenmiş gerçek bilgilerin yer aldığı, deneyim paylaşan tanıtım modeli ilgi görüyor. Marka Gazeteciliği’nin yayılması bundandır. “Advertorial’dan farkı nedir?” Advertorial, reklam kategorisinde tanıtım bilgisi içeren foto-metindir. Bir tür Marka Gazeteciliği gibi görülebilirler. Amaç sayfanın reklam eş değeriyle satılması olduğu için tavizkar bir durum söz konusu olabilir. Advertorial’da sevdiğim tek şey “bu bir reklamdır” yazısıdır. Çoğunlukla ilgisiz kişiler İletişime Kanat Çırpmak / 10 İletişime Kanat Çırpmak / 11 Kurumsal iletişim deyip geçmeyin! Kasım 2010 mi? Kendisi mi ilgilenecek, o kadar iş varken mümkün mü? Son zamanlarda kurumsal yayınların ne kadar okunduğuna ilişkin sorular da yukarıdaki soru listesine eklendi. Kaç kişi okuyor, ne zaman okuyor, ne kadar okuyor? Maliyetler her zaman önemli gündem maddesiydi. İletişimin değiştiğini, iletişimcilerden önce haber kaynakları fark etti. Hem iletişime yaklaşımlarını, hem iletişimde kullandıkları araçları, hem iletişimde yakaladıkları frekansları birer birer değiştirdiler. “Maliyetleri nasıl kısalım?” soruları daha çok yükselmeye başladı. Tüketici/ müşteri/paydaşın kim olduğunu daha fazla didiklemeye başladılar: İletişim araçlarından vazgeçmeden ulaşmak istediğimiz kiteleyi nasıl buluruz? İletişim değişti, talepler farklılaştı. Kurumsal iletişim araçları arasında en popüler olanı dergiler. Kurumları bu noktada hiç de haksız bulmuyorum. Rengarenk kurum dergilerine de bayılıyorum. Popüler medyanın piyasa dergilerine girebilmek deveye hendek atlatmak kadar zor. Kaldı ki, kurumların artık eskisi gibi ayda yılda bir kez söyleyecekleri değil, neredeyse her gün söyleyebilecekleri bir şey var. Kurumlar geleneksel mecrada, geleneksel basına ders verecek kadar iyi ürünler çıkarmayı başardılar. Ne zaman itibar için, ne zaman fonksiyon için dergi çıkarmak gerektiğini de kavradılar. Kimi içinde ekip kurdu, kimi dışarı havale etti. İşi bilenler iletişim süreçlerinin iyi yönetilmesi gerektiğinin farkında olarak, çıkaran ekiplere yol gösterdi, ne istediğini net tarif etti. Bulduk daha ilginç işler nasıl çıkartabiliriz ? Nasıl gelindi bu sürece? Kurumsal iletişim deyip geçemediğimiz bir dönemdeyiz. İndeks’te 2001 yılında başladığımız içerik iletişimi yolculuğumuz heyecanından hiçbir şey yitirmeden devam ediyor. Bu nasıl iştir anlamadım. Her gün dolu dizgin. Değişimin önünde olmak için bu kadar çaba sarfettiğim bir başka dönem anımsamıyorum. İletişimde teknolojiden sonra nihayet içerik devrimi yaşanıyor. Başta ekonomi sayfalarının ve tabii ki gazete ve dergilerin her alanının hele hele de ilan servislerinin haber kaynağı olan pek çok kurum baktı ki, istediği verimi alamıyor, imajını, itibarını çıkan birkaç haberle yukarıda tutamıyor, zaten çıkan haber başlıkları ya da içeriği konusuna da müdahale edemiyor, bir de ilan verdikçe haberleri arasında önlenemez paralellik kuruluyor bu iş hayli pahalıya çıkıyor, yetmezmiş gibi gazete okurunun hepsine ulaşmak da istemiyor, kendi seçtiği okura kendi seçtiği mesajla gitmek istiyor, gazete ve dergi tek zamanda tek mesaja izin veriyor, oysa kendisinin farklı zamanda ya da eş zamanda irili ufaklı bir çok kişiye ulaşması gerekiyor. Ne yapacak peki? İçeride çalışanı, sokaktaki tüketiciyi, masada yatırımcıyı nasıl daha iyi bilgilendiririm, Ankara’da bürokrasiyi nasıl ikna ederim? gibi sorular birbiri peşi sıra sorulmaya başladı. Eskiden medya kuruluşlarının yayın grupları vardı. Şimdi kurumların var. Aynı anda dergi, elektronik dergi, web sitesi, blog, sosyal mecrada içerik, faaliyet raporu, sürdürülebilirlik raporu, global compact raporu, road show dokümanları, kurum tv, iptv, populer medyaya verilecek mesajlar… Çok ama çok heyecanlı bir süreç. Kendimi bu anlamda çok şanslı hissediyorum. Kendi dergisini ya da iletişim araçlarını yaratacak… Bir sorun var, bunu kim yapacak? İçeride ekip mi tutmalı? Zaten eleman tasarrufu yaparken olacak iş İletişime Kanat Çırpmak / 12 İletişime Kanat Çırpmak / 13 Bir iletişim masalı Eylül 2015 İletişim başkasına emanet edilebilir mi? HAYIR! İletişim işi kurum içinde çözümlenebilir mi? Bu soruya da koca bir HAYIR. Bir kurumda iki şey kimseye emanet edilemez; biri, insan kaynakları… İkincisi, iletişim. Tepedeki yönetici bu iki konuya sıkıca sarılmalıdır. İletişime de, insan kaynaklarına da… Ne yazık ki, her ikisine de yangında son kurtarılacak malzeme gözüyle bakılıyor. 2 Yatırımcı İlişkileri ve İletişim İletişim, en tepedeki yönetici/patron tarafından benimsenmeli, mümkünse benimsetilmeli ve sevdirilmelidir. Ufak bir not, iletişimi çok sevmeye de gelmez… Diğer yandan, iletişim bir angarya değildir. Ürün ve hizmetiniz kadar imajınızı, itibarınızı, vizyonunuzu yani hayallerinizi satarsınız. Bu görünmez ve ölçülmesi zor olan unsurlar hisse değerinize birebir yansır. Gözlemlediğim en önemli hata, yöneticinin ya da karar vericinin ulvi işlerinin arasında değerli zamanını iletişime harcamak istemeyerek, elinin tersiyle itmesidir. İletişim nasıl yönetilir? İletişime inanan yönetici önce kurumu, organizasyonu, ardından da kendisi için “önemli ve öncelikli” listesi yapmalıdır. Kendisine, şahsı ve kurumu adına, nereye gittiğini, neden gittiğini, ne kadar zamanda gideceğini sormalıdır. “Nasıl ve ne kadar bir geri dönüş beklemektedir? Bu yolculukta nasıl bir ekibe ihtiyacı vardır? Bu ekibi oluşturmak ne kadar maliyetlidir? Ekibin görev tarifi ve yetkinlik tarifi nasıl olmalıdır? Yapmak istediklerini kim/nelerden elde edebilir? Zamanı nasıl yönetmelidir? Hangi hedef kitleye ne vermelidir? Hangi hedef kitleden ne beklemektedir? Ölçümleme konusunda ne tür yaklaşımlar tatminkardır ve yapabilir mi? İletişimin dozu ve yoğunluğu ne olmalıdır? Sürdürülebilir bir iletişim mi, vur kaç usulü bir iletişim mi?” gibi sorular bire bir stratejiyle alakalıdır! Okurken küçümsemenizden korktuğum bu sorular çok yamandır, dikkat etmenizi özellikle rica ederim. Samimiyetle yanıt vermek istemeniz halinde zaman alacaktır. Diğer yandan bu sorulara yanıt verebilen bir yönetici, işi çoktan çözmüştür. İletişime Kanat Çırpmak / 14 İletişime Kanat Çırpmak / 15 Bir yöneticinin sabah akşam iletişim kurmasının ve tüm zamanını televizyon, gazete ya da kamuoyuna görüntü vereceği yerlerde geçirmesinin doğru olmadığını söylemeden geçmeyeyim. Yeri gelmişken, medya araçlarına neden verildiği gerekçelendirilmeyen görüntü vermenin sakıncasına inananlardanım. “Kararında”! Bu kelimeye bayılıyorum. Tekrar etmek istiyorum, iletişim sevilmeli, benimsenmeli, önemi idrak edilmeli. Karar verici ne istediğini bilirse, stratejiyi kurgularsa altında minimum düzeyde bir ekiple koordinasyon işini kurum içinde yapabilir. Kurum içinde gereksiz uygulamacı istihdam etmeye, gereksiz yaratıcı ekip ve teknik ekip yapısı oluşturmaya hiç gerek yoktur. İçeridekiler ihtiyaçlarını belirleyecekler, kurum stratejisiyle uyumlaştıracaklar ve yeterince uzaktan, yeterince yakından yönetecekler. Kıvamında! Yönetmek demek “ver kurtul” demek değildir. Yönetmek demek, “unut gitsin” demek değildir. Yönetmek demek, ne istediğini bilmek, ne istediğini anlatmak, istediğini alabilmek, aldığını ölçebilmek demektir. Nasıl olacak? İletişimi önemseyen tepe yöneticinin iletişimi seven iletişimciye ihtiyacı vardır: deneyime; görece teknik bilgiye; güncel ulusal-yerel-sektörel bilgiye; kurum ile emanetçi firma arasında tampon olacak kadar sabra, tehlikeye karşı proaktif reflekse, multi fonksiyonel yetkinliklere; yüksek konsantrasyona, analitik düşünce ve takip yetisine sahip olacak güler yüzlü ve mesafeli bir şahıs. Nasıl olacak kısmına devam edecek olursak, dışarıda seçilecek partnerde aranması gereken özelliklere dikkat etmek gerekir. Kurum içinde iletişim benimsenirse, iyi partnerle şahane dans edilir. Çünkü bu aşamadan sonra bilinçli, hedefli ve ölçülebilir bir çalışma temposu içinde olacağı varsayılacağı için partner sürprizlerle boğuşmayacak, iki günün birinde değişen kararlar yüzünden yalpalamayacak, tam olarak ne istendiğini ve hedeflendiğini bildiği için hedefini daha sık ve daha uzun sürelerle 12’den vuracaktır. Partner ölçümlendiğini bildiği için dikkatli olacak, ölçümlemenin sübjektif olmadığını İletişime Kanat Çırpmak / 16 varsayarsak performansını bir kerede değil her kere yüksek tutacak. Özetle partner sürdürülebilir olmaya özen gösterecek, insan kaynağına yatırım yapacak, iletişim alt yapısını güçlü tutacak. Önemli bir iletişim aracı olan faaliyet raporunu düşünecek olursak, raporu kim yazmalıdır, nasıl yazmalıdır, rapor üretim sürecinde ne tür hatalar yapılmaktadır, kim kimden ne beklemelidir, dikkat edilmesi gereken konular nelerdir? Bazı tespitlerle başlamak istiyorum. Rapor hazırlayan kurumların bazılarında yatırımcı ilişkileri ekibi bulunuyor, önemli bir kısmında yok. Yatırımcı ilişkileri ekibi bulunan kurumların pek çoğunda kurumsal iletişim ile yatırımcı ilişkileri birbirlerinden kopuk çalışıyor. Bu kopukluk bana kalırsa çoğu zaman kurum kimliğine zarar veriyor. Türkiye’de İMKB’ye kayıtlı firmalar arasında yatırımcı ilişkileri birimi olanların çoğunda ekip bir kişiyle temsil ediliyor. Ekip çalışması yapabilenler iki elin parmaklarını geçmiyor. Yanlış anlaşılmasın, Batılı kurumlarda da yatırımcı ilişkileri çok kalabalık değil, ama az sayıda yetkin ve deneyimli profesyonelin bulunduğu ekipler olarak dikkat çekiyor. Türkiye’de meslek olarak henüz yeterince tanınmayan bu alan, gençlerin bilinçli ve kendiliklerinden hevesle seçtikleri bir çalışma alanı olmaktan uzak, tesadüfen girdikleri bölümler olarak karşımıza çıkıyor. Kurum tarafından bakacak olursam, faaliyet raporu ihalesine çıkılmadan önce, o yılın raporundan beklentilerin oturmuş olması gerekmektedir. “Raporun içeriğinde ne bekliyorum?” sorusunun detaylarına karar verilmiş, bu raporun ne kadar dikkat çekmesi gerektiği konusunda net bir tavır, raporun ödülle ilişkisinin tarif edilmesi, raporun kurum içinde hangi kişilerle hangi başlıklar altında çalışılacağının görev tarifi olarak netleştirilmiş olması gerekir. Bir de üst yönetimin olur ve beklentisinin sonradan değil önceden alınması şiddetle önerilir. Bu ekibin yöneticisinin tarih ve bütçeyle dost, gerçekçi olması tavsiye edilir. Genel kurul tarihine gerçekçi bir bakış açısı raporun hangi aralıkta hazırlanacağına ışık tutar. Genel itibariyle başlarken iyi bir takvim yapılır, İletişime Kanat Çırpmak / 17 can simitleri yerleştirilir. Aksaklıklar genellikle, “Madem işi ihale ettim, artık rahatım” duygusunun yerleştiği an başlar. Takvim sarkmaları işin sonuna doğru facia kıvamına gelir. Yine gözlemim, tepe yöneticisiyle konuyu baştan somut bir algıda buluşturamamış ekiplerin tüm iyi niyetlerine karşın mutsuz bir sonla karşılaşıyor olmaları. Beni mutsuz eden ise, bu iyi niyetli insanların üst yönetimle yaşadıkları hayal kırıklığı sonucu faaliyet raporundan soğutmuş ve hatta kaçırmış olmamız… Faaliyet raporu hazırlma süecinin sevilmediğini tespit ettim desem, “yalan biz çok seviyoruz” çığlıkları gelmeyeceğini biliyorum. Faaliyet raporu ya giriş seviyesi personele veriliyor ya da en iyi o yaptığı için bir şekilde üzerine yapışmış deneyimli ve kadersiz profesyonele. Bu dokümanların anlamının yeterince ifade edilmediğini, dostlar alışverişte görsün mantığıyla yapıldığını söylemek zorundayım. Ama bu bizim kültürümüzün bir parçası. Bize raporlama ve ölçme sevdirilmedi, anlatılmadı ki, nasıl pozitif bir ilişki kurabiliriz bu raporlarla. ISO belgesi almak zorunda kaldığınız günleri hatırlasanıza, son ana bıraktığınız dokümanları, denetimden bir gün önce doldurduğunuz durumları… Emanetçi iletişim firmasında tarafında her şey çok güzel başlıyor. Yola koyulurken pek çok fikri benimsetmenin gururunu yaşıyorlar. İlk günlerin mutluluğu, takvimde sapmalar oluşmaya başlayınca tedirginlik ve panik şeklini alıyor. Güzel başlayan evlilik, cicim günlerinden sonra kâbusa dönüşüyor. Birden genel kurulun yaklaştığı anlaşılıyor, nedense o ana kadar herkesin mutabık olduğu tüm rakamlar, yazım dili ve ne hikmetse tasarım birden “nolmaz, nolamaz” nidalarıyla yıkılıyor. Gidip gelen dokümanların sayısını herkes karıştırıyor, üstelik hangi doküman nedir birbirine karışıyor. Rapor tamamlanacağına karşılıklı suçlamalar: ben düzelttim, sen düzeltmedin… Hayır yaptın, yok yapmadın. İlk günler hovardaca harcanan zaman, sonlara doğru “hemen şimdi” ve “sabaha kadar” kiplerine dönüşüyor. Çözüm? Tahmin edemeyeceğiniz kadar basit, ne istediğinizi bileceksiniz, kurumunuzu iyi tanıyacaksınız, firmanızın gerçeklerinden uzaklaşmayacaksınız… Formül iyi ön brief vermek, işi gözlemlemek, partnere güvenmek, yol boyunca her rüzgârda savrulmamak ve yapılanların arkasında durmak, gerektiğinde değişmekten ve değiştirmekten korkmamak… İşin yalnızca yatırımcı ilişkileri ekibi ve emanetçi iletişim firmasıyla bitmediğini kabul etmeliyiz. Kurum içinde rapora katkı sağlaması gereken tüm birimler bu rapora nefretle bakıyor. Bu noktada işin kötüsü, pek çok kurumda yatırımcı ilişkilerinin ne iş yaptığını, ne işe yaradığını bilmeyen bölümler bulunuyor. Tepe yöneticilerini bu aşamada kurum içinde iletişim kurmaya davet ediyorum. Bölümler genellikle “angarya zamanı geldi” diye işe girişip geçen yılın aynı cümleleri arasına sıkışmış rakamları özensizce yeniden eklediğinde bir başka faciaya davet çıkarıyor. Çoğu rapor sonlanana kadar bu rakamlar defalarca değişiyor. Kimse de kardeşim sen bu kadar zamanı nasıl hovardaca harcarsın diye, kimse işini bir kerede yap maliyetimi artırma demiyor! İletişime Kanat Çırpmak / 18 İletişime Kanat Çırpmak / 19 Faaliyet raporlarında trendler: Trend içerik Türkiye’ye özel değil, küresel gerçeği ifade ediyor. Report Watch’a göre raporların aynılaşmasına yol açan nedenler şöyle: Şubat 2015 • Şirketlerin ve finansal piyasaların globalleşmesi, • Raporlama standartlarının uluslararası hale gelmesi, • Talepkar ve bağlayıcı yasal düzenlemeler, • Yatırımcı ilişkileri ve kurumsal iletişimdeki kültürel homojenleşme İletişim çağında kritik olan teknolojiyle ya da tasarımla fark yaratmak değil, içerikle fark yaratmak. Aslında iyi faaliyet yılı geçiren firmanın faaliyet raporu da başarılı oluyor. Trend’in adı içerik. Verilerden göstergelere, mesajlardan marka imajına kadar içeriği yalın ve anlaşılabilir sunabilmek faaliyet raporlarındaki tek mucize. Faaliyet raporu şirketlerin finansal ve operasyonel performansını göstermek üzere hazırlanan emek yoğun iletişim aracı olarak tanımlanabilir. Bu raporların kurumsal iletişim açısından fayda katsayısı çok yüksektir. Faydasına karşın bir iki kusuru bulunur; hazırlanması meşakkatli, okunması zor, anlaşılması mucize diye özetlenebilir olumsuz yönleri… Bu yüzden midir bilinmez, faaliyet raporlarının her hali mercek altında tutulur. En popüler soru “Faaliyet raporlarında bu yılki trend nedir?” Özetle, basılı raporlar hala tercih ediliyor, her zaman tercih konusu olacak. Boyut ve formatlarıyla sürekli oynanıyor. Raporların boyut ve hacmi, maliyet baskısıyla giderek küçülüyor, daralıyor. Bu yüzden yönetimsel ve operasyonel mesajları vermek için ayrılan kısıtlı alanı değerlendirebilmek için mucize beklemek yerine, farklı fikirler geliştirmek gerekiyor. Bence “trend” konusu bu nedenle gündemden inmiyor. Raporların en önemli sorunu aynılaşma. Kaçınılmaz olarak birbirlerine benzeyen dokümanlardan söz ediyoruz. Diğer sorun rakamlar içinde kaybolmak. Rakam yorgunu raporları okutabilmek, hareket kazandırmak yönünde gösterdiğimiz çabalar sonsuza kadar süreceğe benziyor. Durum, İletişime Kanat Çırpmak / 20 Unutmamak gerekir ki, kriterler raporların kalitesini yukarı çeken zorunluluklar. Homojenleşme, raporlamada rakamsal dahil tüm içeriklerin evrensel okur yazarlığa taşınmasına işaret ediyor. Analist, yatırımcı ve hissedar bu sayede kolay karşılaştırma yapabilir hale geliyor. Amaç hızla tüketilebilir, fonksiyonel raporlar sunmak olunca, rapor iskeleti de söylemler de küresel bütünlük içinde gelişiyor ve aynılaşıyor. Dilemma da bu! Standartlaşma, aynılaşma, fonksiyonel olmak, evrensel olmak, hızlı olmak ile farklı olmak, can alıcı olmak, değişik olmak gibi faktörler birbiriyle kavgaya tutuşuyor. Raporlamada aynılaşmaya karşı kullanılabilecek farklar; tasarım, üretim ve dağıtım! Küresel raporların yerel görüntüleri bundan kaynaklanıyor.. İçi rakam ve benzer söylem, ambalaj dans ediyor, yemek pişiriyor, karaoke yapıyor, takla atıyor… Finansal ve operasyonel bilgiyi çekici ve okunabilir kılmak nasıl mümkün olabilir? Araçlardan biri teknoloji. Teknoloji raporların son kalesi(idi). Teknoloji sayesinde son yıllarda daha önce görmediğimiz rapor örnekleriyle tanıştık. Unutmayalım, teknoloji aynılaşmanın cenneti. Teknoloji geleneksel raporlar için akıllı içerik düzenlemeleriyle çözüm sundu, hayatı kolaylaştırdı, ama aynılaşmayı çözemedi.İlaç, içerik. Hepimizi hepinizi farklılaştıracak en önemli unsur içerik. İletişime Kanat Çırpmak / 21 Gelecek ve hedefler İşle eğlenceyi bir arada vermek Birçok şirket bir sonraki mali yılın hedeflerine yer vermeye çekiniyor. Oysa faaliyet raporlarının yıl içinde dönüp tekrar bakılacak referans kaynaklar olması ancak bu yolla sağlanabilir. Geleneksel raporlama anlayışına göre bir rapor geçmiş yılın sonuçlarını değerlendirip analiz ediyor. Şirketlerin ve yöneticilerin kamuya açık birçok platformda yıl boyunca açıklamış oldukl arı bilgilere dayanıyor. Gelecek planı, projeksiyon, öngörü gibi taahhütlere pek rastlanmıyor. Var olanlar da genelde çok ihtiyatlı ifadelerle geçiştiriliyor. Yöneticilerin bir sonraki yılın mali hedeflerini ve vaatlerini paylaşmak üzere cesaretlendirilmesi gerekiyor. Report Watch’a göre bu konuda Almanlar istisna. Orta vadeli ölçülebilir hedefleri vermekte de Japonlar iyi bir örnek. Bir faaliyet raporunun sıkıcı atmosferini dağıtmak için online raporlarda işle eğlenceyi birleştirmek de işe yarıyor. Moveable Online’a göre, oyunlarla zenginleştirilmiş dataların hazmedilmesi son derece kolay. Rakamlar yeterli değil Kurumsal raporlama için finansal veriler hala en temel içerik olsa da finansal olmayan veriler, değerlendirme ve kararlar, geleceğe yönelik öngörüler, faaliyet raporlarının vazgeçilmez parçası haline geliyor. Günümüzde şirketlerin kazançları değişken, kurumsal yönetim ilkeleri daha kapsamlı, sosyal sorumluluklar her zamankinden daha fazla göz önünde… “Anlatıya dayalı raporlama” şirketin işi, piyasadaki pozisyonu, stratejisi, performansı ve gelecek beklentilerinin geniş kapsamlı ve anlamlı bir resminin görülebilmesi için finansal olmayan bilgiyi ifade ediyor. Bu tür sıcak veri, yönetim kurulları ve yatırımcıların, şirketi analiz ederken bulmak istedikleri önemli ipuçlarını sağlıyor. Anlatıya dayalı raporlama hissedarlarla ilişkileri geliştirebilmek için de çok önemseniyor. Anlatma göster Faaliyet raporunda şikayet edilen konulardan bir tanesi de çok tablo olması. Okuyucunun bu bilgi yoğunluğunda istediği bilgilere ulaşmasını sağlamanın en etkili yollarından bir tanesi infografiklerden yararlanmak. İnfografikte amaç anlatmak değil, göstermek. Bu grafik tekniğiyle birçok data şık ve kolay bir biçimde okuyucuya gösterilebiliyor. Bu tür bir uygulamayla birkaç maddede şirketin bütün bir senesini genel olarak görmek mümkün olabiliyor. İletişime Kanat Çırpmak / 22 Özet ve detay aynı anda Bir faaliyet raporunun hedef kitlesi çeşitli kesimlerden oluşuyor. Web teknolojileri ile içeriği ilgili hedef kitleye özel vermek mümkün olabiliyor. Başlıklarla ve linklerle bilgiyi özetleyip, okuyucunun kendi içeriğini seçebilmesi sağlanabiliyor. Basılı raporların özet bölümlerinde bu teknik yoğun olarak kullanılıyor. Online raporlarda link verilip bilgiye derinlemesine ulaşılması sağlanabiliyor. Yöntem, mobil cihazlar için de elverişli. Esnek tasarımın gücü Esnek tasarım, online faaliyet raporunun PC, akıllı telefon ya da tablete de uyum sağlamasını ifade ediyor. Resim, grafik, metin ve tablo bütününün esnek tasarlanması, tüm smart cihazlarda görüntülenmesini kolaylaştırıyor. Esnek tasarım web tasarımlarında genel olarak kullanılsa da online faaliyet raporları açısından bu bir yenilik. Arama motoru optimizasyonu Birçok kurum geniş kitlelere ulaşmak için arama motoru optimizasyonuna yöneliyor. PDF raporlar da optimize edilebiliyor ancak html raporlar bu konuda en iyi sonuçları veriyor. Arama sonuçları popülarite, güncelleme ve kullanıcı biçimlerine göre düzenlenebiliyor. Raporun kullanışlı olma özelliği artıyor, süreçleri interaktif hale getiriyor. Online dünyanın mottosu: “Bulunamıyorsa yok demektir”. Videoda yeni uygulamalar dikkat çekici Video yeni bir trend olmasa da sürekli olarak gelişiyor. Önceki yıllar videonun birçok değişik kullanımını gösterdi. Otomatik olarak açılan videolar, kısa filmler gibi birçok yenilik gördük. Bu sene şirketler daha inovatif yaklaşımlar deniyorlar. İletişime Kanat Çırpmak / 23 Bir iletişim aracı olarak faaliyet raporu Ekim 2015 Bu dokümanların anlamının yeterince ifade edilmediğini, dostlar alışverişte görsün mantığıyla yapıldığını söylemek zorundayım. Ama bu bizim kültürümüzün bir parçası. Bize raporlama ve ölçme sevdirilmedi, anlatılmadı ki nasıl pozitif bir ilişki kurabiliriz bu raporlarla? Rapor hazırlayan kurumların bazılarında yatırımcı ilişkileri ekibi bulunuyor, önemli bir kısmında yok. Yatırımcı ilişkileri ekibi bulunan kurumların pek çoğunda kurumsal iletişim ile yatırımcı ilişkileri birbirlerinden kopuk çalışıyor. Bu kopukluk bana kalırsa çoğu zaman kurum kimliğine zarar veriyor. Türkiye’de İMKB’ye kayıtlı firmalar arasında yatırımcı ilişkileri birimi olanların çoğunda ekip bir kişiyle temsil ediliyor. Ekip çalışması yapabilenler iki elin parmaklarını geçmiyor. Yanlış anlaşılmasın, Batılı kurumlarda da yatırımcı ilişkileri çok kalabalık değil, ama az sayıda yetkin ve deneyimli profesyonelin bulunduğu ekipler olarak dikkat çekiyor. Türkiye’de meslek olarak henüz yeterince tanınmayan bu alan, gençlerin bilinçli ve kendiliklerinden hevesle seçtikleri bir çalışma alanı olmaktan uzak, tesadüfen girdikleri bölümler olarak karşımıza çıkıyor. Kurum tarafından bakacak olursam, faaliyet raporu ihalesine çıkılmadan önce, o yılın raporundan beklentilerin oturmuş olması gerekmektedir. “Raporun içeriğinde ne bekliyorum?” sorusunun detaylarına karar verilmiş, bu raporun ne kadar dikkat çekmesi gerektiği konusunda net bir tavır, raporun ödülle ilişkisinin tarif edilmesi, raporun kurum içinde hangi kişilerle hangi başlıklar altında çalışılacağının görev tarifi olarak netleştirilmiş olması gerekir. Bir de üst yönetimin olur ve beklentisinin sonradan değil önceden alınması şiddetle önerilir. Bu ekibin yöneticisinin tarih ve bütçeyle dost, gerçekçi olması tavsiye edilir. Genel kurul tarihine gerçekçi bir bakış açısı raporun hangi aralıkta hazırlanacağına ışık tutar. Genel itibariyle başlarken İletişime Kanat Çırpmak / 24 iyi bir takvim yapılır, can simitleri yerleştirilir. Aksaklıklar genellikle, “Madem işi ihale ettim, artık rahatım” duygusunun yerleştiği an başlar. Takvim sarkmaları işin sonuna doğru facia kıvamına gelir. Yine gözlemim, tepe yöneticisiyle konuyu baştan somut bir algıda buluşturamamış ekiplerin tüm iyi niyetlerine karşın mutsuz bir sonla karşılaşıyor olmaları. Beni mutsuz eden ise bu iyi niyetli insanların üst yönetimle yaşadıkları hayal kırıklığı sonucu faaliyet raporundan soğutmuş ve hatta kaçırmış olmamız... Faaliyet raporlarının sevilmediğini tespit ettim desem, “yalan biz çok seviyoruz” çığlıkları gelmeyeceğini biliyorum. Faaliyet raporu ya giriş seviyesi personele veriliyor ya da en iyi o yaptığı için bir şekilde üzerine yapışmış deneyimli ve kadersiz profesyonele. Bu dokümanların anlamının yeterince ifade edilmediğini, dostlar alışverişte görsün mantığıyla yapıldığını söylemek zorundayım. Ama bu bizim kültürümüzün bir parçası. Bize raporlama ve ölçme sevdirilmedi, anlatılmadı ki, nasıl pozitif bir ilişki kurabiliriz bu raporlarla. ISO belgesi almak zorunda kaldığınız günleri hatırlasanıza... Son ana bıraktığınız dokümanları, denetimden bir gün önce doldurduğunuz durumları... İşin yalnızca yatırımcı ilişkileri ekibi ve emanetçi iletişim firmasıyla bitmediğini kabul etmeliyiz. Kurum içinde rapora katkı sağlaması gereken tüm birimler bu rapora nefretle bakıyor. Bu noktada işin kötüsü, pek çok kurumda yatırımcı ilişkilerinin ne iş yaptığını, ne işe yaradığını bilmeyen bölümler bulunuyor. Tepe yöneticilerini bu aşamada kurum içinde iletişim kurmaya davet ediyorum. Bölümler genellikle “angarya zamanı geldi” diye işe girişip geçen yılın aynı cümleleri arasına sıkışmış rakamları özensizce yeniden eklediğinde bir başka faciaya davet çıkarıyor. Çoğu rapor sonlanana kadar bu rakamlar defalarca değişiyor. Kimse de kardeşim sen bu kadar zamanı nasıl hovardaca harcarsın diye, kimse işini bir kerede yap maliyetimi artırma demiyor! Emanetçi iletişim firmasında tarafında her şey çok güzel başlıyor. Yola koyulurken pek çok İletişime Kanat Çırpmak / 25 fikri benimsetmenin gururunu yaşıyorlar. İlk günlerin mutluluğu, takvimde sapmalar oluşmaya başlayınca tedirginlik ve panik şeklini alıyor. Güzel başlayan evlilik, cicim günlerinden sonra kabusa dönüşüyor. Birden genel kurulun yaklaştığı anlaşılıyor, nedense o ana kadar herkesin mutabık olduğu tüm rakamlar, yazım dili ve ne hikmetse tasarım birden “nolmaz, nolamaz” nidalarıyla yıkılıyor. Gidip gelen dokümanların sayısını herkes karıştırıyor, üstelik hangi doküman nedir birbirine karışıyor. Rapor tamamlanacağına karşılıklı suçlamalar: ben düzelttim, sen düzeltmedin... Hayır yaptın, yok yapmadın. İlk günler hovardaca harcanan zaman, sonlara doğru “hemen şimdi” ve “sabaha kadar” kiplerine dönüşüyor. Çözüm? Tahmin edemeyeceğiniz kadar basit, ne istediğinizi bileceksiniz, kurumunuzu iyi tanıyacaksınız, firmanızın gerçeklerinden uzaklaşmayacaksınız... Formül iyi ön brief vermek, işi gözlemlemek, partnere güvenmek, yol boyunca her rüzgarda savrulmamak ve yapılanların arkasında durmak, gerektiğinde değişmekten ve değiştirmekten korkmamak... İletişime Kanat Çırpmak / 26 3 Dil, Sansür, Kültür ve Siyasal İletişim İletişime Kanat Çırpmak / 27 Bir Türk ile Türk gibi iletişim kurmak Eylül 2014 Biz kimiz? Türkler nasıl iletişim kurar? Tartışmayı, konuşmayı sever mi? Peki ya iletişim, sosyal medya? Türklerin iletişiminden söz ederken sansürden bahsetmemek olur mu? Türklerin iletişim sevgisiyle yasakçılığı aşk ile nefretin ilişkisine benziyor. Biz kimiz? Bu soruyu zaman zaman soruyoruz kendimize. Pek çok araştırma da var. İnsan topluluklarını kümelere ayırmak, onları renklere bölmek doğru mu? Bir boyutuyla cevabım “hayır”. Bu bireysel ve ilkesel bir cevap. Diğer boyutu teknolojik. Teknolojik olarak, bugün içinde bulunduğumuz tarih kesiti insanları neredeyse tek bir davranış içine sokuyor. Teknoloji sayesinde hepimiz birbirimizden haberdar olabiliyor, etkileniyor ve birbirimizi taklit ettikçe aynılaşıyoruz. Bir üçüncü boyutuyla, toplumların, toplulukların ve kümelerin birbirinden ayrıldığı ve karakteristik özellikler gösterdiğini düşünüyorum. Bu da profesyonel bakışım. Profesyonel açıdan hedef kitle odaklı çalışmalar yapmayı önemsiyoruz. Çünkü artık toplu iletişim kurmak mümkün değil. Hedef olan grup, bir ülke, bir bölge, bir okul sınıfı, bir toplantı katılımcıları, aklınıza gelen en büyük ve en küçük küme her neyse olabilir… İlgi alanlarımız, davranışlarımız, ihtiyaçlarımız, önceliklerimiz farklılaştıkça, iletişim radarımıza takılanlar da farklı oluyor İletişim, bir bilgiyi iletmek demek değil. Gönderilen bilginin anlaşılması ve hatta bilginin karşılık bulması demek. Siz iletişimci olsanız, biz Türklere nasıl iletişim kurgulardınız, düşündünüz mü? Peki siz bir Türk olarak hangi tür iletişim kanalı ve kurgusundan etkileniyorsunuz, bunu düşündünüz mü? Bu yazıda Türklerin gerçekten komik olduğumuzu düşündüğüm iletişim özelliklerine dikkat çekmek istedim. İletişime Kanat Çırpmak / 28 Türkler, tipik Akdenizli. Dokunmayı, temas kurmayı, konuşurken beden dilini kullanmayı seviyor. Başkalarının, arkadaşlarının, tanıdığı tanımadığı insanların, ve ünlülerin hayatlarını merak ediyor. Tartışmayı, konuşmayı, paylaşmayı seviyor. TÜİK verilerine göre bir okul bitirmeyen ve bilgisayar kullananların oranı erkeklerde yaklaşık yüzde 10, kadınlarda yaklaşık yüzde 2. İnternet kullanma oranları da paralel. Zaten bilgisayar demek Türkler için aslında internet demek. Okuma kaygısı değil, iletişim kurma hevesi oldğu gözleniyor. Erkek ilkokul mezunlarının yüzde 20’si, kadınlarının yüzde 10’dan fazlası internet kullanıyor. Eğitim arttıkça internetle ilişkimiz yoğunlaşıyor. Eğitim düzeyi yüksekokul ve üzerine gelince erkek de kadın da yüzde 90’ı geçiyor. Burada okuduğunu anlama, kendini ifade etmek öne çıkıyor. Etkileşim içinde yer alan içerikler üzerine bir araştırmaya rastlamadım. Kim ne kadar araştırma yapar, kim ne tür nitelikten yararlanır bilinmiyor. Bilinen, ne kadar eğitim o kadar internet. Herkes haberleşiyor anlayacağınız! Haberleşmekle kalsa iyi. Teknoloji Türklerden sorulur. İnternet kullanan dört kişiden biri internetten alışveriş yapıyor. Kısacası, korkumuz yok! Buna cahil cesareti de diyebilirsiniz… İnternet kullanan dört kişiden üçü elektronik haber, gazete okuyarak dünyayla iletişime geçiyor. Bana çok yüksek bir oran gibi görünüyor. Ne tür haber tükettiğimize dair derinlikli bir bilgi yok. İnternet kullanıcılarının yüzde 41,3’ü kamu kurum ve kuruluşlarıyla iletişime geçmek için interneti kullanıyor. Bilişim teknolojileri evlerimizde (TÜİK –2013). Sen neymişsin be abi! Bu kadarla bitmez… Sosyal medyayı seviyoruz. Foursquare’da Türkiye, ABD’den sonra dünyada en çok check-in yapılan ikinci ülke. 36 milyon internet kullanıcısının yüzde 31.10’u (11 milyondan fazla) Twitter kullanıyor. Facebook kullanıcı sayısı 32 milyonu aştı. Google+ kullanıcısı 1 milyon, aktif Twitter kullanıcısı 6 milyon, Linkedin kullanıcısı 1 milyon civarında. İletişimi seviyoruz, özgürlük istiyoruz ama yasakçıyız yasakçı! 2013’de erişimi İletişime Kanat Çırpmak / 29 engellenen alan sayısı yaklaşık 28 bine yükseldi. 2014 itibarıyla erişime engellenen web sitelerinin sayısı 40 binden fazla. Twitter ve Youtube’a erişimi engellemekte sakınca görmedik. Dönemin Cumhurbaşkanı ve bakanları dahil farklı şekillerde erişimi sürdürdü. Yasağı savunanlar bile fikirlerini Twitter üzerinden yayarak tarih yazdı. Sonuç olarak Türkler; internet, sosyal medya gibi çağın tüm yeni iletişim araçlarından ve yeni medyadan yararlanır. Bu alanlarda kendini geliştirme eğilimine sahiptir. İyi eğitimli Türkler internetle yatar kalkar. İyi eğitimden içi dolu eğitimi anlamıyoruz tabii. Yüksek okul diplomasını anlıyoruz ki, o da herkesde var… Araştırmalara göre halkın yarısı “Yeni” olan her şeye bayılır ve sakınmadan satın alır. Bu nedenle aylık kazancının iki katı tutarında yeni cep telefonu satın almak Türkler için olağandır. Yasaklar Türkleri korkutmaz, bir yolunu bulunup o yasağı mutlaka deler. Unutmadan konumuzla dolaylı ilintili bir bilgi, ortalama bir Türk hayatında en fazla bir kitap okuyor. Anka paradoksu Eylül 2015 Çok sevilir, sakıncalı bulunur, yasaklanır, daha da sevilir. Anka kuşu misali küllerinden yeniden doğar. Yaprak Özer, Ece Temelkuran ile bir araya geldi; kültürden kadına, edebiyattan gazeteciliğe dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdi. Türkçede bütün kelimeler bir araya gelmiş, ipi bir tek “yasak” kelimesi göğüslemiş… Her şey her an yasak kapsamına girebiliyor. Yetmezmiş gibi, bir de yasaklılar var; yazması yasak, konuşması yasak, yürümesi yasak, nefes alması yasak olanlar. Yasak haber, yasak kitap, yasak resim, fotoğraf… Diğer taraftan, şahane bir paradoks; ne kadar yasak, o kadar cazip. Çocuklara çikolata yasak, en cazip yiyecek. Cola yasak en cazip içecek. Şeker, un, tuz yasak, en cazip 3 beyaz. “Sır, sakla söyleme” deyin, en büyük iletişim…Örneğin, Julian Assange, ünlü yasaklı. Anımsamayanlar için, hacker. Bilgiyi öyle bir saldı ki, o nedenle hem bilgi hem kendisi kilit altına alındı. Hükümetleri, istihbarat odaklarını, dünya liderlerini, küresel bürokrasiyi, günlük siyaseti alaşağı etti. Ne kadar gizli saklı varsa açığa çıkardı. O gün, dünyanın en ünlü kaçağı ve tutsağı oldu. Artık sığınmacı… Yıllardır normal hayatın içine karışamıyor, saklanıyor. Saklandığı delikten burnunu çıkaramıyor, ama teknoloji sayesinde en uzak coğrafyada dinleyenlerle buluşabiliyor. Ece Temelkuran, aslen edebiyatçı. Renkli kişiliği ve kıvrak kalemi, kendisini ayrıca bir süre gazeteci-köşe yazarı olarak da tanımamıza vesile oldu. Medya kuruluşlarını peşinden koşturdu. Sonra artık “sana yasak” denenlere karıştı. Yanılmıyorsam 2012’deydi… Ne yasakmış kardeşim, daha popüler oldu. Temelkuran’ın eğitimi hukuk olsa da o edebiyatı tercih etmiş, rüzgara kapılıp köşe yazarlığında soluk almış… Takipçileri onu güncel olayları toplumun farklı alt katmanlarını inceleyen yazılarıyla sevdi. Fazla yazdı, yasağa takıldı, kapıdan giremeyince bacadan girdi… sosyal medyada rekor kırdı. Yasaklı olup daha çok ilgi çekmeyi yorumlamasını istedim. İletişime Kanat Çırpmak / 30 İletişime Kanat Çırpmak / 31 Gazete köşeniz ilgi çektiği için yoklara karışınca sosyal medyada fenomen oldunuz! Siz yasakların işe yaramadığının bir kanıtı olabilir misiniz? Olabilir. Çünkü işten atıldıktan bir ay sonra uluslararası bağımsız bir firmanın yaptığı araştırmanın sonucuna göre, Türkiye’deki en etkili altıncı sosyal medya kullanıcısıydım. Ben kaderimin bu olduğunu düşünüyorum. Nasıl derler? Çelme takıp düşürdüklerinde kalmak ‘fıtratımda var’! Şaka bir yana yorucu bir ‘fıtrat’ bu, anka fıtratı. Yasaklara gelince. Emin olun işe yarıyorlar. Eğer insanlar seçerek ve inat ederek karşı durmazlarsa hem de nasıl yarıyorlar. Kerelerce Türkiye’nin en çok okunan köşe yazarı seçilmeme rağmen hala hiçbir gazetede yazmadığımı hatırlatırım. Sanal olmak bir gazeteci–yazar için ne anlama geliyor? 144 karakterlik katılımdan fazla şey beklememeli. Elbette azımsamamalı da. Neler yapabileceğini geçtiğimiz yıllarda gördük. Ama derinleşme imkansız. Üstelik komik tarafı, derinleşmenin neredeyse imkansız olduğu bu aracı kullanırken herkesin birbirini samimiyet ve ahlak testine tabi tutması… Neden “12 Eylül” kitabı yazdınız; Devir’de ne anlatmak istediniz? Ben 12 Eylül kitabı yazmadım. Ben bugünün kitabını yazdım. Bugün olup bitenlere bakın. Hem parlamenter düzeyde, hem sokak düzeyinde tıpatıp aynı şeyler oluyor. Ahlakın kaybı, aşırı düşmanlaşma, siyasi tıkanıklık, insanın kendine ve kardeşine inancını kaybetmesi, toplumsal delirme… Hepsi o gün ve bugün aynı. Ben aslında bugünkü çaresizliğimiz hakkında ne düşündüğümü ve ne yapılması gerektiğini 1980’den bir fotoğraf içinde anlattım. Edebiyatçı mısınız, gazeteci mi? Ben edebiyatçıydım. Her zaman öyleydi. Gazete yazarlığına başlamadan çok önce yayınlandı edebiyat kitaplarım. Gazete yazarlığı bu edebiyatın bir parçasıydı sadece. Zaten dünyevi meselelerden benim kadar kopabilen birinden hiçbir zaman iyi bir gazeteci olmadı bana sorarsanız. Derinleşmek en kıymet verdiğim şey, o yüzden ne yapsam derinlemesine yapmaya çalıştım. Öyle de oldu galiba şimdiye kadar. Sosyal medya üzerinden var oluşu nasıl değerlendiriyorsunuz? Neden kafamız karışık, ülkedeki siyasi gerilimden mi, dünyanın çok hızlı değişmesinden mi? Bir süredir sosyal medyayı hemen herkesin hastalığını ortalığa döktüğü bir yer olarak görmeye başladım. Kavgalı bir yer oldu sosyal medya. Yüzyüze bakarken insanın salgıladığı bir mahcubiyet hormonu var sanırım. Yüz yüze bakmayınca o mahcubiyet ortadan kalkıyor. O mahcubiyeti ben çok kıymetli bulurum doğrusu. Hem insanın olgunluğunu gösterir hem de fikirlerini söylemek için neleri göze aldığını. Sosyal medya daha az şeyi göze almayı sağlayan bir yok-alan. Öte yandan oralarda yazılanlar yüzünden insanların hapis yattığı düşünülürse büsbütün sorumluksuz bir alan da değil tabii. Bize ilkokulda ezberlettikleri, “Türkiye’nin stratejik konumu” klişesi doğrudur. Hakikaten problemli bir coğrafyada yaşıyoruz ve çok yüklü, çok problemli bir geçmişi devralarak kurulmuş bir ülkenin çocuklarıyız. Başımıza durmadan bir şeyler geldiği için de durup düşünmeye vaktimiz hiç olmadı. Ülke olarak bunu seçmedik, seçmeyi beceremedik. Kafa karışıklığı bu yüzden. Sizin kafanız karışınca ne yaparsınız? Ben, bir iki gün eve kapanıp evi, kendimi, işleri toparlarım. Ülkenin hiç böyle şansı olmadı. Olacak gibi de görünmüyor. Biz böyle bir muamma içinde yaşayıp gideceğiz belki de. Bireysellik ve yalnızlık arttıkça, duyarsızlaşıyor muyuz? Ülke psikolojisi diye bir şey var mı sizce, varsa Türkiye’nin psikolojisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok fazla şey görüyoruz. Hayatta kalmak için bilinçsiz olarak bir duyarsızlık geliştirdiğimizi bunu da topluca bazen geçirdiğimiz duyarlılık krizleriyle tedavi etmeye çalıştığımızı düşünüyorum. İletişime Kanat Çırpmak / 32 Kolektif bir benliğimiz var ülke olarak, bir ülkenin yurttaşları olarak. Her ülke için var bu. Bizimki tabii fenomenal! Kişisel ilişkilerinizden en üst düzeydeki yönetim ilişkilerini içine alan bir kader birliği içindeyiz. İnsanlar bugünlerde kişisel olarak kendilerini bu karmaşadan kurtarmak için spritüel meselelere, İletişime Kanat Çırpmak / 33 spora, organik yiyeceklere saplantılı bir şekilde eğiliyorlar mesela. Çünkü kolektif benliğimiz büyük bir keder ve karanlık içinde. Kadınlar, erkekler, gençler hepsi için ayrı ayrı psikolojilerden söz edilebilir elbette. Ama sınıfsal olarak farklı psikolojilerden bahsetmek mümkün olabilir belki de. Kadın sorunlarını çok konuşuyoruz, erkek sorunlarına yabancılaşıyor muyuz? Savulun “Üçüncü Tür” geliyor Anka: Yunan mitolojisine göre öldükten sonra küllerinden doğan harika bir kuştur; birçok kültürde yer alan efsanevi kuş Yunan mitolojisinde “Phoenix”, Arap tradisyonunda “Anka” adını alır. Madem buluştuk kadın konusuna iltimas geçmemek olmaz. İtiraf etmeliyim, “günün mönüsü siyaset”ten o kadar sıkıldık ki, başka konular da var diyesim var: Kadınca bir yaşamın hakim olduğu bir ülke sizce nasıl olurdu? Neler değişirdi? Süper olurdu. En azından denemeye değer olurdu sanırım. Bu kadar saçma konuşmalar dinlemek zorunda kalmazdık başlangıç olarak. Oğlan çocukları kendilerinden çok bahsediyor çünkü, biliyorsunuz. Dinlemeye asla katlanamazlar. Hep anlatmak isterler. Erkeklerin trajedilerini bütün sanat dalları gani gani anlatıyor bence. Kadınların hikayelerini herkes biraz “sıkıcı” buluyor. Korkarım buna kadınlar da dahil. Herhalde kadınların egemen olduğu bir toplum insanların birbirlerini daha çok dinledikleri bir toplum olurdu. Maskülen kadınlar metro seksüel erkekler... Üçüncü bir tür mü doğuyor?Eğilimleri belirleyen günümüz sanatına, kitle iletişim araçlarına bakınca şunu görüyorum ben: İnsanlar cinsiyetsizliğe doğru yol alıyorlar. Kadınlar o kadar kadın değil, erkekler o kadar erkek değil. Kadınları kadın (!) erkekleri erkek (!) ilan eden ritüellerin kaybolduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu uzun bir konu elbette ama evet üçüncü bir türün doğduğunu, ya da ileri de hepimizin üçüncü bir türe dönüşeceğini öngörüyorum. Neden kadına yönelik şiddet bu ülkede gün geçtikçe artıyor? Toplumsal ilişkiler bozulduğunda ilkin en güçsüzler hedefe konur. Kadınlar, çocuklar, hayvanlar. Sanırım toplumsal bozuşmada ilk kurban edilenler kadınlar oluyor. Kadına yönelik şiddetin böyle dehşetli bir boyuta varmasının nedeni de bu. Hukuk ortadan kalkınca ilk kurban edilenler en korumasız olanlar oluyor. İletişime Kanat Çırpmak / 34 İletişime Kanat Çırpmak / 35 Yurttaşlık bilgisi Ekim 2015 İnsan, inovasyon, girişim, sürdürülebilirlik, teknoloji,yaratıcılık, egemenlik, meslek, ekonomi, insiyatif, yorum, risk, ülke, vermek, cesaret, konfor, üretim, çalışmak, sistem, eğitim, özgürlük, birey, bütünsellik, ekoloji, insan hakları, iş birliği, ilerlemek, kültür, merak, kararlılık, hedef, refah, gençler, kadınlar, yaşlılar, gelecek, sanat, kariyer, toprak, matematik, içerik, bilim, çocuklar, çevre, dostluk, sevmek, planlamak, strateji, istihdam, hayal kurmak, doymak, aşk, kazanmak, paylaşmak, demokrasi, eşitlik, sorumluluk, keyif, yetenek, çözüm, bilgi, sağlık, yurttaşlık, uzlaşmak... Kendi kendime düşündüm, kendi lisanımı üretsem, dilime hangi kelimeleri almak isterdim. Sıralamaya başladım. Yukarıdaki liste çıktı. Tabii çok daha fazlası vardı! Tekrar tekrar okuyunca, bazılarına bakıp, “Onlarsız da olurum” dedim. İhtiyacımdan fazlasını çıkardım, duymaktan usandıklarımı da, negatif olanları da çıkardım... Zaten sayıca fazla olunca, “Hayatıma sığdırmam bu kadarını” diyerek abarttığımı düşünüp sildim. Kimisini de dolap temizliği yapar gibi bilinçli çıkardım. Kullanmak istemiyorum. Geriye kalanların hepsi yeterince anlamlı. Zaten bu kadarıyla konuşabilsem yeter de artar bile. Şöyle de söyleyebilirim kelimelere hakkını versem ya... Anlatmak istediğimden bile fazlasını verirler. Siz de deneyin, saçma değil gerçekten anlamlı olduğuna kanaat getireceksiniz. Seçim öncesindeyiz! Yine olağan bir seçim öncesi... Hayat yine durdu! Bu duruma alıştık mı? Ben kendime saygımdan alışmamaya karar verdim. Nedenlerinden biri de yalnızca ve yalnızca konuşuyor olmamızdan. Türkiye hep konuşuyor. Tüm sorun da bu! Aslında icraatını aktaracak da, konuşmaktan icraatta bulunamıyor. Konuşmuş olmak için konuştuğundan söylediklerine de anlam yükleyemiyoruz. Azla yetinmeliyiz Konuşurken de daha az kelime kullanmalıyız, daha az kelimeyle daha fazla şey ifade edebiliriz. Her kelimeye hakkını verirseniz, sizi dinleyenler de size İletişime Kanat Çırpmak / 36 hakkınızı verir. Eğitimin temel çıktılarından bir tanesi kelimelere hakkını vermek. Çünkü kelimeler, bilgimizin, düşünce ve icraatımızın iletişimini sağlayan semboller. Topunu birden kullanayım, daha güzel oluyor dediğinizde enflasyon oluyor. Önce ne söylemek istediğinize karar verin. Hatta yapın bir liste, öz lisanınızı çıkarın, kelime haznenize siz karar verin. Eğitimli eğitimsiz farkı Eğitimli insanlarla, eğitimi olmayan insanlar arasında ne tür farklar olduğunu mutlaka düşünmüşsünüzdür. Eminim bir çırpıda pek çok madde sıralayabilirsiniz. İstanbul Sanayi Odası’nın bu hafta gerçekleşen kongre açılış oturumu “Finlandiya Nasıl Başardı?” sorusunu sordu. Oturumu yönetme görevini üstlendiğim için geçen hafta dersim Finlandiya’ydı. Çokça Finlandiya okuması yaptım. Oturumdaki konuklarımdan biri Finlandiya Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Risto Pentilla, diğeri Helsinki Üniversitesi Profesörlerinden Hanelle Niemi. İkisi de dünya çapında konularında tanınan saygın kişiler. Yeterince konuştular, çok şey anlattılar. Ne öğrendim; Finlandiya kültüründe; temel, basit, yalın, sade, azöz kelimelerinin zenginlik, bolluk, güzellik, yaratıcılık, uzlaşma gibi karşılıkları olduğunu gördüm. Ekonomikler. Temel değerlere odaklanmışlar. Okurken, eğitimli ile eğitimsiz arasındaki farkı anlatan sıradan bir paragraf geçti gözlerimin önünden... Aşağıda sıralayacaklarımı siz de benim okur okumaz bulduğum gibi fazla basit bulacaksınız. Gerekirse bir kere daha okuyun, derinliği olduğunu göreceksiniz. Bakın temelde eğitimliyle eğitimsiz arasındaki farklar nelermiş... Eğitimli insanlar iyi alışkanlıklar ediniyor; sigarayı bırakabiliyor, güvenli seks yapmayı tercih ediyor. Eğitimli insanlar arasında çocuk ölümleri düşük. Eğitimli toplumlarda doğal felaketler yok ya da yok denecek kadar az. Eğitimli insanlar iklim değişikliklerine adapte olabiliyor. Eğitimliler arasında işsizlik oranı düşük, spor yapanlar çok. Eğitimliler daha mutlu. Eğitimliler sorunları teşhis edebiliyor, sorunun farkına varabiliyor. Hayatta ve ayakta kalabilmek için gerekli temel öğeler özetle! Ne kadar önemli değil mi! İletişime Kanat Çırpmak / 37 Eşitlik, adalet, şeffaflık Kendimize soralım Finlandiya, eğitim sistemiyle dünya üzerinde dikkat çeken ülkelerden biri. Eşitlik, adil olma, açık ve şeff af olma ile güven değerleri üzerinde ilerliyorlar. Birbirine güvenen-şeffaf ilişkilerin desteklendiği bir toplum hedefl ediklerini ifade ediyorlar. • Bizim 2023 hedefimiz var (dı). Hedefimize ulaşabilecek miyiz? • Yaşamakta olduğumuz sorunları “bütünsel kalkınma” bakış açısıyla çözebilir miyiz? • 20 ya da 50 yıl sonra nerede olmayı hedefliyoruz? • Eğitime ulusal bütçeden ne kadar pay ayırıyoruz? • Ekonomimizin ihtiyacı olan gençleri tarif edebilir miyiz ? • Geleceğe nasıl gençler yetiştirmek istiyoruz? • Gençlerimizin önemli bir bölümü “ne iş olsa yaparım” diyor, mesleksizlik sorununu çözebilir miyiz? • Geleceğin hangi sektör ve iş kollarında olduğunu düşünüyoruz? • Sürdürülebilir bir toplumsal gelişimin belirleyicisi ekonomi mi, eğitim mi? • Eğitimi toplumsal gelişimin bir yan-ürünü olarak değil, ekonomik gelişimin ön koşulu olarak görmek mümkün mü? • Eğitimimizi, “işbirliği” ve “uzlaşma kültürü” üzerine inşa edebilir miyiz? Vatandaş olmak • Uzlaşmadan korkmalı mıyız? Finlandiya’da vatandaş olma odaklı bir temel eğitim söz konusu. Nasıl bir vatandaş: Veriyi bilgiye dönüştürebilen ve dönüştürdüğü bilgiyi de işleyebilen bir vatandaş. Sistem, toplumsal eşitliği gözeten, başka kültürlere açılabilen, teknolojiyi amacına uygun kullanabilen vatandaş yetiştirme ödevine sahip... Fiziki, entelektüel, sosyal gelişimini tamamlamış vatandaştan söz ediyoruz. Eğitimde üzerinde durulan konuların başında işbirliği, uzlaşma kültürü geliyor. Toplumdaki paydaşlarla ortak platformda yaşamasını öğrenmiş esnek, öğrenme kabiliyeti yüksek, mesleki teknik donanıma sahip olan bireyler... • Uzlaşmacı eğitimle rekabetçi ekonomi olunabilir mi? • Ekonominin sürdürülebilir olmasını teminat altına alabilir miyiz? • Yaşam boyu eğitim politikasının, bilgi temelli bir ekonomiye yansıması olabilir mi? • Eğitim ve öğrenmeyi kültürümüzde saygı duyulan bir konuma getirebilir miyiz? • Eğitimin esas maksadı insan yetiştirmek mi yoksa yurttaş yetiştirmek mi? • Eğitim kültürün bir parçası mıdır? • İletişim burada nasıl bir rol oynar? • Nasıl bir sistem kurmalıyız ki, vatandaşlar gönüllü öğrenci olsun? Tanımlarında çok net oldukları görülüyor; sürdürülebilir ekonomi hedefine inovasyonla ulaşabileceklerine, bunun için iyi eğitime ihtiyaçları olduğunu bildiklerini söylüyorlar. Sistemleri, kısa vadeli çözümler üretip, ‘günü kurtaran’ insanlar değil, yenilikçi, toplumsal refahı ve ekonomik istikrarı gözeten, sürdüren-geliştiren insanlar yetiştirme hedefi taşıyor. Bu küçücük ülkeden çıkarılacak büyük ders var: Sürdürülebilir bir ekonomi için iyi yetiştirilmiş insan gerekiyor. Nitelikli insani sermayeyi elde etmenin yolu da iyi bir eğitimden geçiyor. Kendisini tanıyan, yeteneklerinin farkına varmış, sınırlarını bilen ve buna göre sorumluluk bilinci gelişmiş bir “yurttaşinsan” yetiştirmek. Biz de yapabiliriz! İnanıyorum, inanmak istiyorum. Akıl tutulması yaşadığımız doğru ama bu durumdan çıkmak için çabalayanlar da çok. İletişime Kanat Çırpmak / 38 İletişime Kanat Çırpmak / 39 • Eğitimde temel misyonumuz nedir? • İletişimden yararlanarak bu misyona nasıl hizmet edebiliriz? • Öğrenmekten mutluluk sevinç duymak nasıl mümkün olur? • Eğitim kurumlarının özerkliği, eğitimi en genel anlamıyla nasıl etkiler? • Okullar arasındaki -iyi okul-kötü okul- ayrımı, her eğitim kurumunun özerk bir yapıya sahip olmasıyla aşılabilir mi? • Vasatlık nedir? Vasatlığın ortaya çıkardığı temel sorunlar nelerdir? • Vasatlıktan nasıl çıkılır? Düşüncelerimizin ve sorularımızın sınırı olamaz. Etrafınıza iyi bakın! Nasılsa, her şey iletişim, her şey iletişim için. Paradoks maksimumda Eylül 2015 Limitsizlik ve sınırlar… İletişim alanında olumlu ve olumsuz gelişmeleri maksimumda yaşıyoruz. İletişim almış başını giderken siyaset sansürü körüklüyor. Teknoloji sayesinde iletişim ve içerikte devrimsel sıçrama kaydederken, siyaset marifetiyle sansür yayılıyor. Konuya duygusal yaklaşabilir, siyasi açıdan irdeleyebilir, ekonomik açıdan analiz edebilirsiniz. Günlük telaş içinde yapılan değerlendirmeler bir yere kadar, akıl tutulmasını geleceğe bakarak çözmek gerek. İletişim sınır tanımazken iletişim ve içerik kelimeleriyle özdeşleştirdiğimiz medyanın geriye düştüğünü söylemem kimseyi şaşırtmamalı. Bu süreç az gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlarda vahşice yaşanıyor. İletişim yapmaya ihtiyacı olanlar çözümü farklı yöntem ve medyalarda arıyor. Neden? İnsan var olduğundan beri iletişim, temel prensipler üzerinde ilerliyor. Hedef kitleye ulaşmaya çalışırken iletişime ihtiyaç duyuluyor. Toplumsal fayda üzerinden haber ve bilgi vermek üzere iletişim kurgulanıyor. Güç sahibi olmak için iletişim kullanılıyor… Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde iletişim anlayışı bu son çizgiden ilerliyor. İletişim her dönem bir şekilde popüler olsa da, bugün temel iletişim başlığı “içerik”. İçerik, kalite önceliği getiriyor. Gelişmeler, iletişim ihtiyacı olanların kaliteyi yakalamak için geleneksel medya yerine, kendi özelleştirilmiş medyaları üzerinden çıkış yolu bulmaya çalıştıklarını gösteriyor. Gelişmeler bu yöndeyken, sınır ve sınırlamaların fonksiyonu kalmıyor. Sosyal medya devleri Google, Yahoo gibi şirketler ve bir sürü girişim “bükemediğin bileği öpeceksin” tadında adımlarla medyanın aktığı su yatağını değiştiriyor, şirketlere ve dileyene kendi özgün, kişiselleştirilmiş medyalarını İletişime Kanat Çırpmak / 40 İletişime Kanat Çırpmak / 41 kurma olanağı yaratıyor. Bunlar yaşanırken, vatandaş gazeteciliği diye tanımladığımız bir iletişimci ordusu ortaya çıktı. Her yerdeler, gönüllüler, ucuzlar, güvenilir değiller ama vazgeçilmezler. Sınır tanımıyorlar, kimseye bağlı ve bağımlı değiller, anı yaşıyor ve yaşatabiliyorlar. Herkes için tehlikeliler. Paradoksa bakın ki, mevzu vatandaş gazeteciliği olunca, sansürleyen de sansürlenen de aynı gemide… Vatandaştan korkulur! Günlük gelişmeler körlük yaratıyor, yaşananları analiz etmekte güçlük çekiyoruz. Bir uzmanı bu köşeye misafir ettim. Gazeteci değil, teknik bir adam. Gelin görün ki iletişimci. Tam da varmak istediğim nokta! Anlatmak istediklerimi deşifre edecek. Birçok soruya kestirme yoldan yanıt vermemi kolaylaştıran Ali Rıza Babaoğlan’a; “…İletişim nereye gidiyor, iletişimci kim, medya nelerden oluşuyor, bundan sonra ne yaşanacak, yaşadıklarımız ne kadarıyla gazetecilik, gazeteciliğin sonu mu geldi?…” gibi sorular yönlendirdim. Babaoğlan, Linked-In Türkiye ve Türki Cumhuriyetlerden Sorumlu Eski Bölge Yöneticisi, Sosyal Medya ve Politika Uzmanı. IBM’nin dünyayı değiştirecek 75 genç arasında gösterdiği bilgisayar uzmanı. Babaoğlan profesyonel kariyeri boyunca başta TÜBİTAK olmak üzere, yerel ve global alanda Microsoft, IBM ve SAP gibi teknoloji firmalarında görev yaptı. IBM’in Zürich Merkez Araştırma Laboratuvarı’nda inovasyon eğitimi aldı. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 2008’de kurulan ilk Türk milli teknoloji takımına davet edildi. Babaoğlan çalışmalarına paralel olarak “sosyal ağların insanların karar verme süreçlerindeki etkileri” üzerine araştırmalar yapıyor. Kalite ve doğruluk ne demek? Google Newslab, Youtube Newswire gibi uygulamalar gazeteciliğin sonu mu? Bence bu tarz uygulamalar gazeteciliğin bittiğine değil, değiştiğine işaret. Dünya değişiyor, habercilik ve haberlerde değişmeli. Artık gazetecilerin haberi bulma ve aktarma özellikleri yerine haberi doğru yorumlama ve değerlendirme özelliklerine daha fazla ihtiyacımız var. Sayısal verilerin çoğaldığı günümüzde ‘kalite’ ve ‘doğruluk’ gibi kelimelerin anlamı artıyor. İletişime Kanat Çırpmak / 42 Vatandaş gazeteciliği medya için önemli bir dönüm noktası. Sizce geleneksel medya ve vatandaş gazeteciliği ne oranda yaşama devam edecek. Kesinlikle önemli ve teknoloji dünyasında olan her şey gibi şekil değiştirse de yaşamaya devam edecek. Çünkü habercilik adına kapattığı ciddi bir açık var aslında; hız. Özellikle bulunduğumuz coğrafya da daha hızlı haber almanın önemi büyük. Bunu yorumlamak ise herkese has bir özellik değil ne yazık ki. O yüzden vatandaş gazeteciliğinin ilerlediğini görürken geleneksel gazeteciliğin farklılaşacağını göreceğiz. Özgün ve yaratıcı içerik Kurumlar kendi içerik üretimi yatırımlarını hayata geçirme eğilimindeler. Neden, genel medyaya duydukları güvensizlik mi yoksa kendi çabalarıyla daha yaygın iletişim yapabileceklerini görmelerinden mi? Dijital dünyada her şeyin temeli içerik. Dolayısıyla bu bir anlamda dijital dünyada var olma çabası. Ben buradayım demek istiyor kurumlar ve bunu kendi dilleriyle yapmak istiyor. Çünkü özgünlük internet üzerinde söz konusu içeriğin en önemli parçalarından birisi. Kurumlar özellikle yaratıcı içerik oluşturma çabalarını insanları eğlendirmek ve bir alana yönlendirebilmek üzerine kurguluyor. İnsanlar internette tüketiyor ve tüketirken eğlenmek istiyor. Dijital vatandaşlık Sosyal medya ile kurum ilişkisinin nasıl bir fotoğrafa yerleşeceğini düşünüyorsunuz? Sosyal medya oldukça geniş bir kavram aslında ve temeli içerik. Uygulamaların çoğalması, farklılaşması ve zenginleşmesi bahsettiğimiz içeriğin daha farklı kesimlere ulaşmasına yani yeni iletişim yöntemlerinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Sosyal medya değişiyor. Sosyal medya kendisi bir değişim süreci. Kurumların da değişebilmeye hazırlanması lazım. Bu değişimi yönetmek başlı başına bir iş. Normal vatandaşlıktan Dijital Vatandaşlığa geçiş gibi Dijital Kurum olabilmekte bir süreç meselesi ve ‘kurumsallaşma’ dediğimiz sürece ters olabilecek yönleri var. İletişime Kanat Çırpmak / 43 Kaosta aykırılıklar Nesnelerin interneti, drone’lar ve bulut… Yeni kuşak bilginin kaynağına dikkat etmeden sosyal medyayı bir haber kaynağı olarak güvenilir buluyor. Bu nasıl bir algı yönetimine yol açar? Yakın gelecekte gündemimizin ilk 3 sırasına oturacak iletişim konuları neler. Vizyon anlamında bakıldığında Nesnelerin İnterneti, Dronelar ve Bulut yapısı öne çıkmakta. Nesnelerin birbiriyle iletişime geçmesi aslında internetin 4. nesli. İlk önce insanlar olarak internete girdik, sonra birbirimiz ile iletişime geçmeye başladık ve Sosyal Medya doğdu. Sonra nesneler internete bağlandı ve şimdi onlar birbirleriyle iletişime geçecek. Bence bu gerçekten heyecanlı ve yakından izlenmesi gereken bir süreç. Drone’lar yani uçan cihazlar iletişimi ve özellikle lojistik anlamda iletişimi ciddi anlamda değiştirmeye aday. Bulut teknolojiler ise verilerin iletilmesi ve taşınması adına ciddi kolaylık sağlayan yapılar. Tabi ki güvenlik olmazsa olmaz. Çünkü bilgiyi güvendikleri yani takip etmeye değer buldukları birileri paylaşıyor. Sosyal medyada güven içerikten ziyade içeriği kimin paylaştığı veya toplam kaç kişi tarafından paylaşıldığı gibi noktalar üzerine oluşuyor. Bu özellikle kaos ortamlarında ayrılıkların derinleşmesinin en büyük nedeni. Aslında kaosların oluşmasında da etkili. Doğru bilgi, yanlı ve yanlış bilgi ile doğru kaynaklara ulaşmak konusunda ne tür gelişmeler var? Önemi ne? Kaynak güvenirliği sorunu ve kaynağın teyidi internetin hayatımıza kattığı en büyük problemlerden. İçeriğin kral olduğu dijital dünyada, içeriğin gerçekliğinin bir önemi yok. Yani kralın çıplak olması çok önemli değil, ortada bir kral olması yeterli. Bunu üzerine özellikle içeriğin hızlı yayıldığı Twitter, Facebook, v.b. kuruluşlar önemler almaya çalışıyor ama bu önemlerde içerikten ziyade kişiyi doğrulama, şikayet üzerine içeriği kaldırma v.b. Hızlı bir şekilde gelişmesi gereken bir alan ama teknolojik olarak zorlukları da ciddi seviye de. Siber savaş dönemi Bilgi güvenliği yeni bir kariyer olarak düşünülebilir mi? Kesinlikle. Hem bireysel hem kurumsal anlamda bu konu çok önemli. Siber savaşlar hayal değil ve giderek daha da yaklaşıyoruz. Artık bir ülkeyi karıştırmak için orada savaş çıkarmanıza gerek yok. Artık bilgi değil güvenli bilgi daha önemli, bu da ciddi bir kariyer fırsatı. Geniş bandın yaygınlaşması nasıl bir dünya yaratacak? Herkesin daha eşit olduğu bir dünya özetle. İnternet en önemli özelliklerinden birisi herkese bilgiye aynı anda erişim imkanı vermesi. Gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki makas daralıyor, eşitsizlik azalıyor. Bu teknoloji sayesinde mümkün ve teknolojinin kişilere ulaşmasında da geniş bant alt yapı çok önemli. İletişime Kanat Çırpmak / 44 İletişime Kanat Çırpmak / 45 Dikkat! İletişim var, sızar Mart 2014 Veri, damardaki kan misali, internette hızla akıyor. Bilgi paylaşımı sadece birkaç saniye sürüyor. Bu çağda iletişimi engellemek mümkün mü? Ne yapıyor: Fiziki olarak pek bir şey yapamıyor, ama sanal olarak her şeyi yapabiliyor. Sizin kadar özgür! Ödülleri: Assange, terörist suçlaması aldığı günlerde basın özgürlüğü ödüllerini topluyordu… Uluslararası Af Örgütü: Yeni Basın Ödülü (2009) / Yılın İnsanı: Le Monde (2010) / Sydney Barış Vakfı (2011) / Martha Gellhorn Gazetecilik Ödülü (2011 UK) / Yoko Ono Cesaret Ödülü (2013) Soru: İletişimi engellemek mümkün mü? Yanıt: Hayır. Kanıt: Tarihin en başarılı bilgi teröristi, Avustralyalı bilgisayar uzmanı, Julian Assange. Assange kim: Fizik ve matematik eğitimi almış iyi bir bilgisayar programcısı, ünlü bir hacker. Suçu: Gizli belge yayınlamak. Ne yaptı: Devletlerin “gizli” damgası vurduğu bilgiye ulaşmayı ve bunu yaymayı başardı. İletişimde ezber bozdu. Yaptığı doğru muydu: Kimilerine göre “evet” doğruydu, kimilerine göre “hayır” değildi. Sonuç: Halk kahramanı oldu. İnternet, kahramanlığa ilk adım mı: Sayılmaz, en azından herkes için değil. Neden Assange: “Wikileaks” adlı internet sitesinde insan hakları ihlallerini ve yolsuzlukları gözler önüne serdi. Sızıntılara Örnekler: Tunus’da yönetimin yolsuzluklarını açıkladı, “Arap Devrimi”nin kıvılcımı oldu… Küba’da Amerikan üssü Guantanamo’da tutsaklarla ilgili gerçekleri, Kenya’da yargısız infazları,Afganistan ve Irak Savaşı’ndaki sivil ölümleri gözler önüne serdi. Neden yazıyorum: Konumuz aslında Assange değil. Assange yalnızca güzel bir örnek! Konumuz iletişim. Bugün çok farklı mecralarda, çok değişik araçlarla dilediğiniz kadar iletişim kurabilir, içerik yayabilirsiniz. Müthiş bir bolluk dönemindeyiz. Ve yine istediğiniz kadar yazıp, çizip, konuşup yine de sesinizi duyuramayabilirsiniz. Müthiş bir yokluk dönemi. İletişim varlık içinde yokluk çekmek gibi bir şeydir. Doğru yerde değilseniz, doğru iletişim kanallarına sahip değilseniz, doğru içerikle çıkış yapamıyorsanız, konuşmanız iyi değilse, görüntünüz yanlışsa, zamanı tutturamadıysanız… İletişim yapamazsınız. Assange, bize iletişimin sınır tanımadığını gösterdi. İlkti, o nedenle hafızalara kazındı. Arkasından aynı işi misliyle yapanlar çıktı. Daha çok Assange’lar çıkacak. Yakın geçmişte sosyal mecra araçları üzerinden yaratılan bir kıvılcımla coşan halklarla tanıştık; Mısır’da, Tunus’ta, Gezi’de, Brezilya’da, Ukrayna’da… Not: Jullian Assange halen dünyanın önde gelen konuşmacı ajanslarından Leigh Bureau’nun üyesi olarak, yaşadıklarını binlerce kişiyle paylaşıyor. (Leigh Bureau Türkiye’de İndeks Konuşmacı Ajansı tarafından temsil ediliyor) Assange’a ne oldu: Kaçtı, saklandı, bulundu! Hukuk savaşının ortasında kaldı. Ev hapsine alındı. Yine kaçtı, Ekvador’un Londra Büyükelçiliği’ne sığındı. İletişime Kanat Çırpmak / 46 İletişime Kanat Çırpmak / 47 Vermek mi zor, almak mı kolay Ekim 2007 ABD eski Başkanı Bill Clinton, “Giving: How each of us can change the world” (Vermek: Her birimiz dünyayı nasıl değiştirebiliriz) başlıklı kitap yazdı. ABD eski Başkanı Bill Clinton, “Giving: How each of us can change the world” (Vermek: Her birimiz dünyayı nasıl değiştirebiliriz) başlıklı kitap yazdı, 750 bin adetlik ilk baskı satışa sunuldu, kitap anında en çok satanlar listesinin başına oturdu. Nesi daha çok ilgi çekti bilmem, ben başlığa ve bana anlattığına takıldım: Vermek! Clinton siyasetin bir “alma/elde etme” işi olduğunu söylüyor. Sanırım bu yüzden almayan yok, vermeyen çok. Clinton, Başkanlık öncesiyle sonrası arasında denge kurmak istemiş. Anlaşılan yeterince aldım, “vermeliyim” diyor… Başkanlıktan ayrıldıktan sonra kurduğu Clinton Vakfı dört alanda faaliyet gösteriyor: Sağlık, ekonomik yetkinlik, lider geliştirme, farklı ırk/etnik/din arasında uzlaşı. Clinton herkesin verebileceğini iddia ediyor: “Siz de verebilirsiniz”. Söz konusu bir Amerikan Başkanı olunca insan çelişki içinde kalıyor. Eleştirenler Başkanlık sonrası altı yılda yalnızca yaptığı konuşmalardan 46 milyon Dolar kazandığına dikkat çekiyor. Bazıları da servetini borçlu olduğu yerler ve insanlara günah çıkarırcasına yardım yapmasının bir şey değiştirmeyeceğini, zengini zengin fakiri fakir kılan düzeni değiştirmek gerektiğini söylüyor: “Sadaka değil adalet istiyoruz.” Amerikan Başkanlarında görev sonrası yardımseverlik moda olmalı. Ya da alacağını alan vermeye başlıyor. Kefenin cebi yok. Bu bile bir şey… Örneğin, Jimmy Carter 1982’de Atlanta’da kendi adını taşıyan bir vakıf kurdu, özetle, dünya üzerinde demokrasiyi yaymak, çatışmaları önlemek, arabuluculuk yapmak ve seçimlerde gözlemcilik yapmak üzerine çalışıyor. Merkez, aynı zamanda küresel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi, Gine Kurdu, sıtma gibi hastalıklarla mücadele ediyor. Dünya çapındaki birçok krizde arabuluculuk İletişime Kanat Çırpmak / 48 görevini üstlenen Carter, 2002 yılında bu konudaki katkılarından dolayı Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Diyeceksiniz ki, Nobel Amerikalılarla “Barış” içinde: Theodore Roosevelt (1906), Woodrow Wilson (1919), George Marshall (1953), Henry Kissinger (1973) ödül aldılar. Son Nobel Barış Ödülü geçtiğimiz hafta Al Gore’a gitti. Nobel Komitesi, iklim değişikliklerinin insanlığı tehdit eden ciddi bir sorun olduğunu, Gore’un konuyu erken teşhis ettiğini ve uzun zamandır mücadele veren bir çevreci olduğunu, siyasal faaliyetlerinin yanı sıra film ve kitaplarıyla ödüle layık görüldüğünü açıkladı. Nobel’de torpil işliyor mu? Bilmiyorum. Hadi diyelim Nobel Amerikalıları kayırıyor, diyelim bizimkilere de haksızlık yapılıyor. Ehh soruyorum o zaman, hangi siyasetçimiz oy alma kaygısı taşımadan, nereye bir ağaç dikmiş gösterin. Türk siyasetinin son 20-30 yılına damga vuran başbakan ve cumhurbaşkanlarını gözden geçirdim. Dilerseniz siz de bakın, yanılıyorsam bana yazın. Çocuklara arabasının bagajından çıkardığı sponsor çikolata, çiklet verenden başkasına rastlamadım. Düzgün işleyen bir vakıf, sürdürülebilir/ sürekli ve bir amaca yönelik bir çalışma yok… Hırs var ama!.. Halka hizmet için yarattığımız diğer bir ifadeyle “vermek” için kendi ellerimizle oluşturduğumuz siyasette başarı performansı, “ne aldığın ve ne kadar aldığın”la ölçülüyor. Bizler, “Almadan vermek Allah’a mahsustur” cümlesiyle büyüdük. Anlıyoruz ki, “vermek”, bu dünyadaki vatandaşlık görevlerimiz arasında değil, bu dünyada “almak” vazifesini yerine getiriyoruz. Güzel bir deyiş daha var: “Bal tutan parmak yalar”. Düşünsenize Ankara’ya giden herkes parmaklarını yalıyor. Dini emellerimize alet ederken utanmak şöyle dursun korkumuz da yok. Hep istiyorlar! Ama ne vereceklerini söyleyemiyorlar: “Sen şimdi ver bana, ben da Allah izin verirse öbür dünyada veririm sana!“ “…istendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; Fakat istenmeden, ihtiyacı hissederek vermek çok daha anlamlıdır ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak, vermekten daha fazla sevinç getirir.” Lübnan asıllı ressam, şair ve filozof Halil Cibran’ın “Ermiş” adlı kitabından. İletişime Kanat Çırpmak / 49 Bizimkisi bir iletişim hikâyesi: siyah beyaz, film gibi biraz Kasım 2015 İletişim stratejilerinden, “storytelling - mythmaking - narration” üretmek gelmiş geçmiş en kritik halkla ilişkiler yöntemleri arasında. Kurumlar, devletler, uluslararası organizasyonlar hatta bireyler yeri geldikçe bu yönteme başvuruyor: “Storytelling - mythmaking – narration.” En basit şekliyle hikâye yazmak denebilir. Bu yöntem, hikâye edilecek olayın nasıl olduğunu ya da neden olduğunu bir kenara bırakarak, olayı olması gerektiği şekilde aktarır, böylece olay, hatırlanması istendiği gibi senaryo edilmiş olur. Hikâye çoğu zaman ısmarlama üretiliyor. “Sipariş Ver” butonuna basmanız yeter! Yönteme bağlı olarak birden fazla hikâye ya da versiyon üretebilir, kahraman/lar yaratılabilir, buradan itibar elde edilebilir veya itibarsızlaştırma söz konusu olabilir. Kimi durumlarda hikâye, olayların ateşini düşürmek için kullanılabilir ya da geçmiş olaylar yeniden pişirilip, alevlendirilir. Çoğu zaman toplumsal huzur için bunların yapıldığı ifade edilir, amacın kamuoyu üzerinde algı kurgulamak olduğu bilinir: destek kazanmak, güven sağlamak, güç göstermek, korkutmak diye sıralanabilir. Çevremdeki olayları bir film izler gibi seyre daldım gidiyorum. Eskiden sinemaya gitmek keyif verirdi, artık vermiyor. Pat uçak düşüyor, savaşa giriyoruz! Pat bomba patlıyor yüzlerce insan ölüyor. Niye sinemaya gideyim? Oscar’lık yapımlar bile, hayal gücü, prodüksiyon, kurgu, aktör ve aktris olmak üzere gerçek olayların rengini yakalayamaz oldu. Gerçek olayların sinematografik uyarlamalarına gelince, işte size pişirilip tekrar gündeme gelen bir örnek: Usama bin Ladin öyküsü. Bir olay, 3 film bir arada; “direklerarası” mübarek. İletişime Kanat Çırpmak / 50 Başkan’dan hikâye Olay duyurusunu ABD Başkanı Barack Obama, gece yarısına doğru ulusa sesleniş konuşmasıyla yaptı: “İyi akşamlar. Amerikan halkına ve dünyaya, binlerce masum insan, kadın ve çocuğun öldürülmesinden sorumlu olan El-Kaide lideri terörist Usame bin Ladin’in, ABD tarafından düzenlenen bir harekat sonucu öldürüldüğünü bildiririm.” Otorite’den hikâye Biraz renk, biraz detay, azıcık da ipucu katmak anlamına geliyor: “Pakistan’ın Abbottabad şehrindeki bir komplekste kaldığı tespit edilen El-Kaide lideri Usame bin Ladin’in ölümü, 2 Mayıs 2011 günü yerel saatle 1:00’den sonra, CIA tarafından gizli olarak yürütülen ve Amerika Birleşik Devletleri Deniz Özel Harp Geliştirme Grubu’na (DEVGRU) bağlı Navy SEALs adını taşıyan Amerikan özel kuvvetleri ile 160. Özel Harekât Havacılık Alayı (Hava İndirme) birimleri tarafından düzenlenen “Neptün Mızrağı” kod adını taşıyan harekât kapsamında gerçekleştirildi. Baskını, Afganistan’dan kalkan iki hayalet helikopterin taşıdığı 23 harekâtçı düzenledi.” Bol soslu açıklamalar Olayın şoku yaşanırken ama akıllar yerindeyken yapılır. Bu olayda olduğu gibi; helikopterlerle bölgeyi terk eden harekâtçıların, Ladin’in cesedini, İslami cenaze ritüellerine uyuyarak, 24 saat içerisinde Umman Denizi’ne bıraktıkları açıklandı. Açıklamanın bu bölümü çoklarına inandırıcı gelmedi, tam anlaşılmadı, mantığı zayıf kaldı. Hikâyenin yumuşak karnı da bu; bilginin doğru olup olmadığına ilişkin kamuoyu kuşkuları dinmedi. Özel Servis El Kaide’ye yakın web siteleri, bin Ladin’in öldürüldüğünü doğruladı. Harekâtta öldürülen kişinin bin Ladin olduğuna ilişkin fotoğraf ve DNA testi gibi çeşitli kanıtlar olduğu belirtildi. Söz konusu belgeler yayımlanmadı. Bu durum, hikâye içinde hikâyenin gelişebilmesine uygun verimli bir ortam yarattı. Kuşkular, komplo teorileri ortaya atılan anlık yorumların daha sonra yorum sahiplerini bile inandıracak küçük hikâyelerin oluşmasına neden oldu. İletişime Kanat Çırpmak / 51 Hikayeyi bir de uzman’dan dinleyelim Yerelden hikâye Ulusal güvenlik ve istihbarat analisti Raelynn Hillhouse, istihbarat yetkililerinden aldığı verilere dayandığını iddia ederek, bin Ladin’in yerinin kurye üzerinden tespit edilmediğini bir üst düzey Pakistanlı istihbarat yetkilisinin bin Ladin’in konumunu 25 milyon USD ödül karşılığında CIA’ye bildirdiğini anlattı. Analist, bin Ladin’in Servislerarası İstihbarat (ISI) tarafından yakalandığını, Abbottabad’daki evde tutulduğunu, Suudi Arabistan ve Pakistan’ın desteklerini açıkladı.Araştırmacı’nın Hikâyesi Seymour Hersh, London Review of Books’da yayımlanan makalesinde, kurye bağlantısını reddetti Pakistanlı üst düzey istihbaratçı ve ödülü doğruladı. Bin Ladin’in eşleri ve çocuklarıyla 2001-2006 arasında Hindukuş Dağları’nda saklandığını ISI’nin, Ladin’i yerel kabilelere para yedirerek yakaladığını, Abbottabad’da ev hapsinde tuttuğunu ifade etti. Pakistan ve Suudi Arabistan bağlantılarını teyit etti. Pakistanlı gazeteci Amir Mir’in hikâyesine göre, 2010 yılında ISI’dan gelen bin Ladin bilgisini, halen ABD’de yaşayan Tuğgeneral Osman Halid CIA’in Pakistan’daki bölge şefine sattı. ABD, Pakistan ordusuna yardımı kesmekle tehdit etti. Pakistan teklifi, Bin Ladin’i teslim edilmesinden bir hafta sonra, İHA saldırısında öldürüldüğü açıklanması şartıyla kabul etti. Amerikan helikopterlerinin Afganistan’a inmesi, Pakistan’la anlaşmanın bozulduğunu gösterdiği için bin Ladin öldürüldü, aslında sağ olarak ele geçirilmesi muhtemeldi. Dış güçlerden hikâye Alman gazetesi Bild am Sonntag’da yayımlanan, Alman istihbarat servisi Bundesnachrichtendienst’in (BND) bilgisine dayanan haber Hersh’in hikâyesini destekledi. Bin Ladin, Pakistan’ın bilgisi dâhilinde Pakistan’da yaşadı. Alman istihbaratı bin Ladin’in Pakistan’da olduğunu CIA’ye bildirdi. CIA, Pakistanlı bir kurye aracılığıyla bin Ladin’in kaldığı evi tespit etti. Zero Dark Thirty Resmi hikâyeye dayandığını iddia eden en önemli çıktı ise ‘Zero Dark Thirty’ filmi. Filmde bin Ladin’in adamlarından biri, işkence altında, CIA’in kurye ağına girdi. CIA kuryeyi bin Ladin’i Pakistan’ın Abbottabad kasabasında bulana kadar takip etti. Sahte çocuk felci aşısıyla, bin Ladin’in DNA’sına ulaşıldı. Beyaz Saray ordudan izin almadan, deniz komandolarını Pakistan’a gönderip, bin Ladin’i ele geçirdi. İki helikopter çarpışsa da, baskın planında önemli bir değişikliğe yol açmadı. Bin Ladin çatışmada öldürüldü. Cesedi önce Afganistan’a, oradan da denize atılacağı Carl Vinson gemisine getirildi. ABD hükümeti bu hikâyedeki “işkence” unsurundan hoşlanmadı ve hikâyeyi reddetti. İletişime Kanat Çırpmak / 52 Hikâye makinası “Storytelling Machine” diyorlar buna. Verilen ufak tefek bilgilerle kendiliğinden hikayeler yazılıyor, her adımda hikayeler hem siyasi açıklamalarla hem de fonlarla destekleniyor. Rating motivasyonu ‘hikâye makinalarını’ teşvik etti diyelim... Hikâyeler çeşitlendi, operasyon, başarı, intikam motifleri farklı yönleriyle işlendikçe işlendi... Final Bir terörist doğdu, bir terörist öldü. Güven’e sabotaj yapıldı, korkular kapı dışarı bırakıldı. Operasyon yapıldı, iyiler kötüleri yendi, güven tesis edildi. Film iyi gişe yaptı, kitap en çok satanlar arasına girdi, hikâyeleri çok kişi konuştu. Koskoca bir endüstri yaratıldı. Her zaman aşk hikâyesi olmasa da, siyah beyaz bir film işte bu da. Daha seyredecek çok film var. İletişime Kanat Çırpmak / 53 Diren içerik, dur’ma iletişim! Temmuz 2013 Gezi Parkı eylemleri ülkenin kaderini değiştirmese de ayarlarıyla oynadı. Apolitik denilen/sanılan gençlik rüşdünü ispat etti. Gezi Parkı, iletişim yönünden de birçok dersler veriyordu. Rivayet o ki, yıllardan 2013, aylardan Haziran! ODTÜ’de final dönemi. Günlerden bir gün… Ve o gün kimya sınavı var. Saatinde hoca ve öğrenciler amfiye giriyor. Klasik öğrenci şikayeti: “Günlerdir direnişteyiz, yorgunuz! Öteleyelim hocam n’olur…” Hoca, dinliyor, sınavı ertelemeyeceğini söylüyor… Önceden hazırladığı sınav sorularını dağıtmaya başlayınca moraller önce taban, sonra tavan yapıyor… Kağıtta tek soru var: Biber gazının etkisini azaltmak için, magnezyum ve kalsiyum hidroksit karışımı nasıl kullanılmalıdır? a. Hidrojen seviyesi azaltılmalıdır b. Hidrojen seviyesi artırılmalıdır c. Magnezyum seviyesi artırılmalıdır d. Kalsiyum seviyesi artırılmalıdır e. Bize her yer Taksim, her yer direniş Not: Doğru yanıtı verenlere Cuma günü saat 9:00’da telafi sınavı yapılacaktır. Bu anekdot bir şehir efsanesi olabilir… Olmayabilir de… Bunun gibi o kadar çok yaratıcı olay, durum, performans oldu ki… Gezi, sanatta, yaratıcılıkta, susmakta, konuşmakta, durmakta, paylaşmakta, iyi günde-kötü günde efsane oldu. Gezi’ye çıkanlar ve Gezi’ye çakanları bir kenara bırakacak olursak, Gezi, bir iletişim sınavıydı, bazıları geçti, çokları kaldı! İletişime Kanat Çırpmak / 54 Gezi pek çok yönüyle incelenecek. Gezi’den herkesin, hepimizin çıkaracağı dersler var. Bir iletişimci olarak iletişim dersi çıkarılması gerektiğine inanıyorum. Bu nedenle sizinle ilginç bir araştırmayı paylaşmak istiyorum: “Gezi bir iletişim dersi”. Gezi’nin içeriğini ve iletişimin DNA’sını çıkarmayı hedefleyen araştırmayı “İndeks İçerik İletişim” ekibi hazırladı. İndeks mecra bağımsız içerik üretimi ve yönetimi hizmeti veren bir iletişim kurumu. Çalışma, olayların başladığı 27 Mayıs 2013 gecesinden sonra yaşanan gelişmeleri 1 aylık perspektifte (27 Mayıs-26 Haziran) iletişim ve içerik açısından adım adım inceliyor. Bu araştırma notu, yazılı ve görsel basın ile sosyal medyadan toplanan verileri değerlendiriyor, birçok anket ve araştırmaya yer veriyor. Bir akademik çalışma değil, buna karşılık amacı öncelikle bilgi üretenleri çalışma yapmaya özendirmek. Bu araştırma, içerik ve sunum teknikleri açısından Gezi’nin yaratıcılığına yakışır özeni gösteriyor. Özetle Gezi Parkı’nda yaşananların, iletişim dünyasının kodlarını değiştirdiğini söylüyor. Sosyal medya iletişimi, entegre iletişim, dijital iletişim, elektronik iletişim, marka iletişimi, kaybeden iletişim, itibar iletişimi, cebini dolduran iletişim, şuursuz iletişim, siyasi iletişim, siyaset yapan iletişim… Katma değerli iletişim, sabun köpüğü iletişim, magazin iletişim, ideolojik iletişim, taraf iletişim, mesafeli iletişim gibi gerek platform gerekse konsept olarak iletişimin farklı pencerelerini aralayıp, okurun sorgulamasını istiyor. Kısa bir alıntı yapmama izin verin: “…Gençler ile siyaset, halkla yöneticiler, medya ve markalar arasında geçen bu iletişim karmaşasının anlamlı bir bütün olarak değerlendirilebilmesi için her kesime görev düşüyor. Özellikle görevleri bilimsel araştırma yaparak veriye dayalı bilgi oluşturmak olan akademik çevrenin bilgi toplumu yaratmak üzere bir adım öne çıkması gerektiği görüldü. Gezi, bilginin güven tazelediği bir platform oldu. Görüldü İletişime Kanat Çırpmak / 55 ki, konuşmak/yazmak iletişim kurmanın koşulsuz malzemesi değil. Konuşup dinlenmeyen, okunsa da algılanmayan, isim olsa da itibar üretmeyen, makam olsa da güven vermeyen kişi ve kurumların iletişim ve içeriklerine bir kez daha bakmaları gerekiyor… Her kesimden genç sokağa çıktı, Gezi oldu! Şimdi her kesimden bilgi emektarının öne çıkma zamanı. Daha fazla konuşmaya gerek yok, çalışıp ortaya bilgi koyalım, içerik konuşsun.” “İletişim” de “İçerik” de bunu hak etmiyor. Küllerimizden yeniden doğmanın zamanı. İletişim ve içerik başkalarına emanet edilemeyecek kadar değerli, kritik alanlar. Herkes işini yapacak, işini yapanlar mesleğini yapacak. 4 Girişimcilik, İş Dünyası ve İletişim İletişime Kanat Çırpmak / 56 İletişime Kanat Çırpmak / 57 Ben ekonomisi Mayıs 2015 Kurda sormuşlar: “Senin boynun neden kalın diye? O da, kendi işimi kendim yaparım ondan!” demiş. Büyükler genelde üşengeç küçüklere söyler bu sözleri. Sevilmez bu hikaye, çünkü kurt kendi işini kendi yapar, kimseye müdanası olmaz, sinir eder. Hikaye işte... Ama bir sürü anlam yüklü. Bir de üzerine ben hikaye yazdım, sormayın. Olaylar Ben Cumhuriyeti’nde geçer. Eski Ekonomi’nin ensesi kalın kurtları birer ikişer kurtlar sofrasından kalkar, yerlerini Yeni Ekonomi’nin boynu kalın kurtlarına bırakır. Bu diyarda fiziki sınır kafalarda. Nüfus yapısı heterojen. Tek dil var: bilgi. Kural belli: var olmak için boynun kalın olacak. Boynu kalın kurtlara örnek çok; bir Çinli 1,770 dolara araba üretti. Otomobili yazıcıda bastırdı. Sabancı Üniversitesi’nde dünyanın ilk 3 boyutlu biyoyazıcı ve insan canlı hücreleri kullanılarak aort damarı üretildi. Einstein, aort anevrizmasından ölmüştü. 3D teknolojisiyle bir aort damarı 1.5-2 saatte üretilebiliyor. Hepimiz genetik atlasımızı 1,000 dolara çıkartabiliyoruz. Bir öğrenci, GE uçak motoru parçalarından birini, eskisinden yüzde 80 daha hafif üretmeyi başardı. GE tepe yönetimi, haberi yeni bir kıta keşfedilmiş edasıyla duyurdu. GE, 2020’de 100 bin adet uçak parçasını yazıcıda basabilmeyi hedefliyor. TÜSİAD’da bilgi dönemi TÜSİAD’ın yeni yönetimi bu köşenin adı gibi “hayatın içeriği”ne daha fazla dokunmaya karar verdi. Çalışma gruplarını yeniden yapılandırdı, bir dizi konferansa ev sahipliği yapıyor. Bu hafta TÜSİAD Teknoloji Trend Toplantıları’nın ilki gerçekleşti. Genetik bilimci Dr. Birep Aygün konuk oldu. Aygün, son 5 yılını Avrupa Komisyonu’nda kamu sağlığı politikaları geliştirmek üzerine çalışarak geçirmiş. O da yeni ekonomi örneklerinden. Anlaşılan TÜSİAD bizi yeni isimlerle tanıştırmak, biraz da ezber bozmak İletişime Kanat Çırpmak / 58 istiyor. Aygün, tüm canlıların bir işletim koduna sahip olduğunu, hepimizin özgün bir roman olduğumuzu söylüyor. Benim kodum size, sizinkisi diğerine uymuyor. Herkesi tek tipleştirerek ölüme mahkum ettiğimizi söylüyor. Bugüne kadar meme kanserinden ölen kadınların yarısını tek tip ilaç anlayışı nedeniyle öldürmüşüz. Beş yıl içinde her 3 kişiden birinde kanser hastalık olarak ortaya çıkmış olacak. Yani, “her 3 kişiden biri bana oy verdi” söylemi yerine “her 3 kişiden birini nasıl kurtaracağım” söylemine ihtiyaç var. Kişiselleştirilmiş, Ben Ekonomisi’ne sağlık kapısından giriş yaptığınızda resmin bir parçası bu şekilde. Hayatımız roman Hepimiz ayrı bir romansak, o zaman tek tip nasıl oluyor? Tek model, tek elbise, tek restaurant, tek koku, tek gelecek? Büyük devletler büyük düşünerek büyüdüler, büyük kitleler üzerinden, büyük kararlar verdiler. Avrupa Komisyonu çalışmalarına da gönderme yaparak Aygün’e sordum; “Gelişmiş ekonomiler ne yapıyor?” Saydığı devletler ABD, İngiltere, Kore, Almanya, Japonya. Uzun anlattı, özetlemem gerekiyor; meğer büyük devletler küçük düşünüyormuş. Büyüklerin temel sağlık politikası, vatandaş hastalanmasın, ne gerekiyorsa yapalım. O kadar küçük düşünüyor ki, devlet stratejisi haline getirmişler. ABD bazı eyaletlerde 7’den 70’e tüm vatandaşlarına genetik taraması yapıyormuş. Bu verinin hepsini an itibarıyla teknoloji olarak yorumlamak mümkün olmasa da yakında tercüme edecekleri varsayımıyla hareket ediyorlarmış... Kimin ne hastalığı var, yakın gelecekte kimde ne hastalık gelişecek... Biz ise saklıyoruz! Bilgimiz kimsenin eline geçmesin! Saklanan, yorumlanamayan data çöp. Kullanılan data, kişiselleştirilmiş ürün ve hizmet. Dolayısıyla ekonomik girdi. ABD Başkanı Barack Obama, insan genetik haritasına yaptıkları her 1 dolar yatırımın, 140 dolar olarak geri döndüğünü açıkladı. Fabrikayı kutuya sığdırdı Gelişme sağlıkla sınırlı değil. Her alanı kişiselleşme tetikliyor. Bre Pettis, dünyanın önde gelen 3D yazıcı üreticisi MakerBot’un kurucu ortağı. Türkiye’de, İndeks Konuşmacı Ajansı’nın temsil ettiği konuşmacılardan biri. Pettis, Cupcake, Thing-o-matic and ve çoğunlukla Replicator2 3D yazıcıların İletişime Kanat Çırpmak / 59 mucidi olarak DIY “do it yourself” (Kendin Yap) gurusu olarak tanımlanıyor. Pettis “Fabrikayı, evde masanızın üzerine koyabileceğiniz mikrodalga boyutunda bir kutuya sığdırdık” diyor. En küçük yazıcı 1,375 USD, plastikten obje basıyor. Makerbot’un popüler ürünü Replicator Desktop, mühendisler, tasarımcılar, araştırmacılar ve üretmeyi sevenler tarafından kullanılıyor. Ben Ekonomisi’ni tetikleyen unsurlardan biri 3D, suçlu da Pettis’in kendisi... Pazara giriş maliyeti düşüyor, sistem ucuzluyor, ürün geliştirme döngüsüne müşteriden geri besleme giriyor, kişisel tasarım anlayışı yerleşiyor, küçük firmaların önü açılıyor... Pahalı hatalar yapmak sorun olmaktan çıkıyor, ara kademeler yalınlaşıyor, ürün olduğu yerde üretilebildiği için depolama ve taşıma ucuzluyor. Ekipman maliyeti neredeyse sıfır. Kalibrasyon/şablon ve bağlantı düzeneği hızlı ve pratik. 3D tüm bu teknolojik gelişmeleri ürüne dönüştüren son basamak… Made in home... Sweet home! Kişiselleştirmenin, Ben Ekonomisi’ndeki karşılığı “Ben yaptım oldu!” Alın ev tipi bir 3D yazıcı, bağlayın wifi’ye, objeye dönüşecek olan dosyayı indirin. Siz de yapabilirsiniz. Daha da ileri gideyim, “Made in Turkey”, “Made in China” yerini “Made in, home sweet home”a bırakıyor. Bunun adı, “Ev Tipi Sanayi Devrimi”. Ben, demokrasi diye özetlemeyi seviyorum. McKinsey’e göre 3D uygulamaların 2025’de yıllık 230-550 milyar dolar arasında bir ekonomik etki potansiyeline sahip olacağı tahmin ediliyor. Genden girdim 3D’den çıktım. Aslında hepsi aynı, özetle; kitleler içinde “ben”i eritip, hiç’leştiren ekonomi, yerini bireysel başarıları ön plana çıkaran bir ekonomiye devrediyor. Tek tip/tek beden/herkese uyan anlayış giderek kayboluyor. Sürümden kazanmak tek ekonomik seçenek olmaktan çıkıyor. Az, öz, kişiselleştirilmiş bir kazanç modeli üzerinde yükselen ekonomik düzen ortaya çıkıyor. Herkes kendisinin doktoru, herkes imalatçı, herkes mucit, herkes tüketici, her tüketicinin kendine özel talepleri, her bedenin kendine özel hastalığı var. Dünyada herkese uyan neredeyse tek ilaç aspirini bile sormadan içmeyin diyorlar, bilesiniz... “Ören bayan”dan üreten tüketiciye Organize sanayi bölgelerinde kapalı kutu üretim modeli yerine inovasyon ile ihtiyacın etkileşim içinde olduğu yaşayan bir ürün geliştirme süreci doğmalı. Çıkış noktası üreten tüketici. Bugüne kadar müşteri ne ister sorusunun peşinde koştuk, şimdi müşteri doğrudan kendisi ne istediğini, nasıl istediğini söylüyor, sürece dahil oluyor. Soru şu: Üretici bu konuda ne yapacak, farklı taleplere nasıl yanıt verecek, organizasyonunu nasıl düzenleyecek, talebi önceden nasıl görecek? Hayatın içeriği değişti. Bildikçe ne kadar az şey bildiğimizi anlıyoruz. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bizi bir tek bilgi kurtarır, dahası yok. Bilgiye kurt gibi aç bir nesil gelişiyor, bilgiyle boynu kalın güçlü girişimciler oyunun kuralını değiştiriyor. Ben Ekonomisi’nde ne “kurtlar sofrası”na, ne “kurt puslu havayı sever” gibi klişelere yer var. Açık şeffaf, hızlı, üretken olduğumuz sürece bu hikayenin sonu güzel biter. Ben’cil ol Ben Ekonomisi’nde herkes özel ve herkese özel muamele var. Benim ihtiyacım ve şartlarıma göre. Benim üstüme, zevkime göre. Benim zamanıma göre, benim hayalimdeki gibi... Benim hastalığım, benim kanserim, benim genetiğim! Püf noktası talep doğmadan talebi tarifleyip, ürün ya da hizmeti piyasaya sürmek. İletişime Kanat Çırpmak / 60 İletişime Kanat Çırpmak / 61 Rekabette üstünlük “sorumlu” şirketlerde Eylül 2015 Kurumlara ekonomik güç sağlamak prestij kazandırmak için yeterli değil. Çağımızda -kurumsal sosyal sorumluluk da son derece önemli bir kriter olarak değerlendiriliyor. Üstelik bu kriter, şirketlerin iletişim faaliyetlerine de büyük katkılar sunuyor. Forbes’un dünyanın en zenginleri listesinde başı çekebilirsiniz, pazar lideri ya da vergi rekortmeni olabilirsiniz… Ekonomik güç “Prestij” ve veya itibar satın almaya yetmiyor. Artık şirketinizin reel performansı kadar sosyal sorumluluk karnesi de sorgulanıyor. Uygulamalar, bazı şirketlerce “külfet” olarak görülürken, yönetim stratejilerine göre rekabetçi üstünlüğün ön koşulunu oluşturuyor. Kurumsal sosyal sorumluluk aynı zamanda çok etkili bir iletişim yöntemidir. Şirketler, yarattıkları iş olanakları, üretim ya da hizmet gibi ticari faaliyetleriyle zenginlik yaratır, yarattıkları sermaye hareketleriyle toplum üzerinde, adına itibar denebilecek kapsamlı ve olumlu etkiye sahip olurlar. Artık yeterli değil. Eskiden bir şirketin topluma sağlayabileceği en önemli yarar, ülke ekonomisine yaptığı katkıyken, bugünkü ticaret anlayışında “yarar” beklentisi farklı yaptırım ve uygulamaları zorunlu kılıyor. Sosyal sorumluluk projeleri şirketlerin kaçınılmaz öncelikleri arasında yer alıyor. Henüz Türkiye için yüzde 100 pratiğe dönüşmüş değilse de, gelişmiş ülke ekonomilerinde şirketler kurumsal sosyal sorumluluk performanslarıyla da değerlendiriliyor. Şirketlerin insana ve çevreye duyarlı projeler geliştirmesi bekleniyor. Birçok kuruluş tarafından performans ölçümlerine tabii tutulan şirketler, attıkları her adımdan sorumlu tutuluyorlar. Hükümetlerin, medyanın ve aktivistlerin yakından takip ettiği bu ölçümler, kurumsal sosyal sorumluluk uygulamalarını liderlerin önceliği haline getiriyor. İletişime Kanat Çırpmak / 62 Peki kurumsal sosyal sorumluluk nedir? Şirketlerin sürdürülebilir büyümelerine gerçekten katkısı var mıdır? İletişim stratejilerine nasıl katkı sağlar? Sürdürülebilirlik raporları bu anlamda devreye girerek hem şirketlerin sürdürülebilirlik faaliyetlerini sergilemelerine olamak sağlıyor hem de “Ben buyum” diyerek rekabeti artırıyor. Konu, dünyaca ünlü yönetim danışmanı Michael E. Porter ile Mark R. Kramer’ın birlikte kaleme aldığı sosyal sorumluluğun rekabetçi üstünlükle arasındaki bağlantıya ışık tutması açısından önem taşıyan “Strategy and Society: The Link Between Competitive Advantage and Corporate Social Responsibility” başlıklı makalede* irdeleniyor. Bu ilginç çalışmayı sizin için özetledik. Kurumsal sosyal sorumluluk nedir? Kurumsal sosyal sorumluluk, sürdürülebilir kalkınma, ulusal ve uluslararası saygınlık, insanı ve çevreyi koruma, sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapma gibi konularda şirketleri topluma karşı sorumlu tutan ve şirketlerin öncelik vermesi gereken bir unsur. Kurumsal sosyal sorumluluğa sahip şirketler, kurumsal başarılar elde ederken sosyal refahı da göz önünde bulunduruyorlar. Hayata geçirmek istedikleri proje ve aktivitelerin sosyal ve çevresel sonuçlarını düşünerek hareket ediyorlar. İnsana ve çevreye duyarlı projeler sonucunda özel sektör ve toplum ilişkisi sağlıklı bir biçimde ilerliyor. Şirketler gerçek başarıya, kurumsal sosyal sorumluluğu bir yük veya iş yapmayı engelleyen bir sorun olarak değil, toplumun yararlandığı kaynak, uzmanlık, fırsat ve yenilikler bütünü olarak önemsediklerinde ulaşıyor. Hükümetler, aktivistler ve medya, gerçekleştirilen çalışmaları toplum ve doğaya gösterilen özen çerçevesinde değerlendiriyor. Bu da kurumsal sosyal sorumluluğun ulusal ve uluslararası saygınlık ayağını oluşturuyor. Kurumsal sosyal sorumluluk şirketler ve toplum arasında bir bağ oluşturuyor. İletişime Kanat Çırpmak / 63 Kurumsal sosyal sorumluluğun nasıl ortaya çıktı? Kurumsal sosyal sorumluluğun ortaya çıkışı, toplumun ticari amaç güden şirketlerden etik, sosyal ve çevresel konularda sorumluluk beklemesi ve böylece şirketlerin kendi sorumluluklarını fark etmesiyle gerçekleşti. Bu sorumluluğun ortaya çıkmasında şirketlere bir nevi “hesap verebilirlik” baskısı uygulayan organların da önemi büyük. Örneğin, hükümetler, sosyal sorumluluk raporlamalarını zorunlu hale getiren yasalar çıkarıyor. Sivil toplum örgütleri ve aktivist organizasyonlar şirketlerin sosyal sorumluluk çerçevesine giren konuların toplumla paylaşılmasında giderek daha etkin rol alıyor. Bu yüzden kurumsal sosyal sorumluluk, şirketler için bir “olmazsa olmaz” haline geldi. Toplumda ve çevrede oluşturdukları etkilerin bilincinde olan şirketler, kurumsal sosyal sorumluluğun “toplum için sorumluluk” olduğunun net olarak farkına vardı. Şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk çerçevesinde gerçekleştirdikleri projeler sırasında ve sonucunda oluşan etik, sosyal ve çevresel riskleri yıllık faaliyet raporlarında belirtmesi öneriliyor. Risklerin belirtilmesi paydaşların şirketi hangi durumlara karşı sorumlu tutabileceğini görmesi açısından önemli. Ancak raporlarda risklerin çözümlerine yer verilmediği gözleniyor. Şirketler bu risklerin farkında olsalar da, oğu zaman nasıl ortadan kaldıracaklarını bilemiyorlar. Bu noktada ticari amaç gütmeyen kuruluşlara, danışmanlık şirketlerine ve akademik uzmanlara başvurulması öneriliyor. Olmazsa olmaz 4 sorumluluk Kurumsal sosyal sorumluluk raporlarını gerekli kılan ve raporların kapsaması gereken dört olgu, etik değer ve sorumluluklar, sürdürülebilirlik, işletme ruhsatı ve saygınlık olarak sıralanıyor. Etik değer ve sorumluluklar, ticari kurumların iyi birer “vatandaş” olmasını ve “düzgün” davranmasını savunur. Bu yükümlülük, şirketlerin kurumsal başarılar elde ederken etik değerleri göz önünde bulundurmasını, insanlara ve doğal çevreye saygı duymasını, mali işlerin dürüstçe yapılmasını, yasalara İletişime Kanat Çırpmak / 64 uyulmasını gerektiriyor. Yükümlülüklerin şirketlerin belkemiği olması gerekirken zaman zaman menfaatler kurumsal sosyal kararların yönünü belirlemede öne geçiyor. Kararların toplum yararına mı, yoksa masrafların azaltılmasına mı hizmet ettiği iyi dengelenmesi gereken konular arasında yer alıyor. Çevreye ve topluma verilen öneme işaret eden sürdürülebilirlik, Norveç eski başbakanlarından Gro Harlem Brundtland’ın tanımı ile “Gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetinden ödün vermeksizin bugünün ihtiyaçlarını gidermek” anlamına geliyor. Sürdürülebilirlik, şirketlerin ekonomik, sosyal, çevresel performanstan oluşan üçlü kar hanesine başvurmasıyla başlıyor. Bu, kısa süreli, çevresel ve sosyal açıdan zarar verici davranışları azaltarak uzun süreli ekonomik performansı sağlamlaştırmak demek. Kurumsal sosyal sorumluluk anlayışını ve sürdürülebilirlik olgusunu benimseyememiş şirket yöneticileri sürdürülebilirlik için gereken masraftan kaçınıyor. Mutluluk dengesi Üçüncü unsuru, her şirketin hükümetten, toplumdan ve paydaşlarından alenen veya gizli bir şekilde alması gereken izin yani işletme ruhsatı oluşturuyor. Diğerlerine göre daha pragmatist olan bu yaklaşım şirketlere, paydaşlarını ilgilendiren sosyal konuların farkında olmalarını sağlıyor , kararlarında yardımcı oluyor. Bu yaklaşım fikir önderleriyle yapıcı diyalog kurulmasına da yardımcı oluyor. Örnek vermek gerekirse, özellikle madencilik ve ham madde işleyen iş kollarında şirketlerin devlet iznine ihtiyaçları olması. İşlemleri sağlığa zararlı ve tehlikeli olan (kimyasal madde imalatı gibi) fabrikalar da bulundukları çevrenin desteğini almaları gerekiyor. Saygınlık = Affettiren esneklik Son olgu olan saygınlık ise kurumsal sosyal sorumluluk raporlarında şirketin prestijini artırıyor, marka değerini yükseltiyor, hisselerine değer katıyor. Hem tüketici odaklı şirketlerin hem de kimya veya enerji gibi toplum gözünde “damga” yediği düşünülen iş kollarındaki şirketlerin toplumla kucaklaşmaya İletişime Kanat Çırpmak / 65 ve halkın desteğine ihtiyacı vardır. Tüketici odaklı şirketler halkla ilşkiler sayesinde ve sosyal sorumluluğa verdikleri önem sayesinde krizleri daha rahat atlatabileceklerini hesaplıyorlar. Bu olguların hepsi geniş bir teorik alana sahip olsa da, her biri pratik açıdan sınırlı kalıyor. Bu yüzden şirket yöneticilerinin vermek zorunda olduğu kararlarda yol gösterici olma nitelikleri ne yazık ki az. Özel sektör ve toplum arasındaki gerginliğe odaklanılıp birbirlerine bağımlılıklarından bahsedilmemesi de olguların başka bir zayıflığı. Sonuç çoğu zaman şirket stratejisiyle ilgisiz, sosyal açıdan anlam ifade etmeyen ve şirketin uzun vadede rekabetini güçlendirmeyen, plansız kurumsal sosyal sorumluluk aktiviteleri oluyor. Aktiviteler şirket içinde yönetim birimlerinden kopuk, şirket dışında ise birçok paydaşa cevap vermeye çalışan ve birbirinden bağımsız çabalar bütünü haline geliyor. Bu da ne yazık ki şirketlerin topluma yarar sağlama gücünü azaltıyor, hem toplumu hem kendilerini destekleyecek adımlar atma potansiyelini yok ediyor. Toplumla entegrasyon – Fırsatları saptamak Kurumsal sosyal sorumluluğun geliştirilmesi için iki noktaya ihtiyaç gözüküyor. İlki, kurumsal sosyal sorumluluğu şirket ve toplum arasındaki omurga haline getirmek, diğeri şirketlerin strateji ve aktivitelerine dahil etmek. Şirketler ve toplumların birbirine ihtiyaç duyması bir klişe gibi gözükse de bu, şirketlerin günümüzdeki “kurumsal sorumluluk” anlayışından sıyrılmaları için temel gereklilik olarak değerlendiriliyor. Başarılı şirketler sağlıklı bir topluma ihtiyaç duyar. Üretken bir işgücü için eğitim, sağlık hizmetleri ve fırsat eşitliği olmazsa olmazlar arasında yer alıyor. Müşterilerin ilgisini çeken, iş kazalarının yol açtığı maliyetleri azaltan, yapılan işi üretken hale getiren, tüketicileri ve rakip şirketleri sömürüden koruyan birçok unsur bulunuyor. Bunlardan bazıları güvenli ürünler, çalışma şartları, toprağın, suyun, enerjinin ve diğer kaynakların verimli kullanımı, düzenli yapılan denetlemeler ve yasalar... İletişime Kanat Çırpmak / 66 Paylaşılan değer analizi Sağlıklı bir toplum başarılı şirketlere ihtiyaç duyuyor. İş olanakları yaratmada, yaşam standartlarını yükseltmek için gerekli yeniliği, zenginliği sağlamada hiçbir sosyal program iş dünyası ile yarışamaz. İş dünyası ve sivil toplum liderleri iki grup arasındaki bağlantıdan çok farklılıklar üzerine yoğunlaşıyorlar. Rekabetçi üstünlük, şirketlerin uzun vadede stratejilerini devam ettirebilme kabiliyetlerini fazlasıyla etkiliyor. Bu kavram değer zinciri etkilerinden daha az dikkat çekse de şirketler ve toplumlar üzerinde çok daha büyük stratejik öneme sahip. Rekabetçi üstünlüğün garanti altına alınması hem toplum hem de şirketler için yarar getiriyor. Rekabetçi üstünlük dört geniş alana yayılıyor. Bunlardan ilki insan kaynakları veya ulaşım altyapısı gibi mevcut iş girdilerinin niceliği ve niteliği. İkincisi fikri mülkiyeti koruyan, şeffaflığı sağlayan, yatırımı teşvik eden ve rekabeti yöneten yasalar. Üçüncü alan, ürün kalitesi ve güvenliği için standartlar, tüketici hakları ve devlet alım işlerindeki eşitlik gibi olgulardan etkilenen yerel talebin büyüklüğü ve çok yönlülüğü ifade ediyor. Makine üreticileri ve servis sağlayıcıları gibi destekleyici sektörlerin yerel mevcudiyeti ise rekabetçi üstünlüğün son alanını oluşturuyor. Yaratılacak ortak değerleri belirlemek Elbette hiçbir sektör toplumun bütün problemlerini çözme gücüne sahip değil. Bu yüzden şirketler faaliyet gösterdikleri alanla ilgili sorunları belirleyip seçmesi gerekiyor. Kurumsal sosyal sorumluluğun şirketlere yol göstermesi gereken konu, seçilen sorunun dikkate değer olmasından çok, şirkete toplumla arasında bir “paylaşılan değer” yaratma fırsatı tanıyıp tanımadığı olmalı. Bir şirketi ilgilendiren sosyal sorunlar; genel sosyal sorunlar, değer zincirinin sosyal etkileri ve rekabetçi üstünlüğün sosyal boyutları olmak üzere üç gruba ayrılıyor. Genel sosyal sorunlar toplum için önemli ancak bir şirketin İletişime Kanat Çırpmak / 67 yaptığı işlerden etkilenmeyen ve şirketin uzun vadede rekabetini etkilemeyen sorunlar olarak tanımlanıyor. Değer zincirinin sosyal etkileri şirketin yaptığı işlerden önemli ölçüde etkileniyor. Rekabetçi üstünlüğün sosyal boyutları ise şirketin iş yaptığı bölgeleri yöneten rekabet faktörlerinin etkilendiği dış çevre koşulları oluyor. Her şirketin sosyal sorunları kendi işletme birimi ve öncelikli bulunduğu konuma göre bu üç gruptan birine yerleştirmesi ve sonrasında bu sorunları potansiyel etkilerine göre sıralaması gerekiyor. Kurumsal sosyal gündemin yönü Sosyal sorunları gruplandırma ve sıralama belirgin bir kurumsal sosyal gündemin varlığına işaret ediyor. Kurumsal sosyal gündem paydaşlara cevap verici nitelikte olmalı, aynı zamanda stratejik kurumsal sosyal sorumluluk çerçevesinde kurumsal kaynaklar gündemin azımsanmayacak kısmını oluşturmalı. Çünkü şirketler en büyük sosyal etkiyi stratejik kurumsal sosyal sorumluluk olgusu ile yapıyorlar. Stratejik kurumsal sosyal sorumluluğun temelinde rakiplerden daha iyi olma yatar. Bu, masrafları azaltmaktan müşterilerin isteklerine daha iyi cevap vermeye kadar uzanan bir yelpazedir. Rakiplerden daha iyi ve daha farklı yapılan girişimler şirketlerin hem toplumla, hem müşterileriyle hem de “düşmanlarıyla” ilişkisini etkiliyor. Stratejik kurumsal sosyal sorumluluğun iyi bir kurumsal vatandaş olmaktan ve değer zinciri sonucu oluşan zararları azaltmaktan öteye geçmesi gerekiyor. “Paylaşılan değer” için fırsatlar da yine burada bulunuyor. hükümetlerin ve şirketlerin kurumsal sosyal “sorumluluk” yerine kurumsal sosyal “entegrasyon” anlayışını benimsemeleri sonucu gerçekleşiyor. İş dünyası ile sosyal dünyanın entegrasyonu için iyi niyetler ve güçlü liderliklerden fazlası gerekiyor. Entegrasyon için organizasyonda ayarlamalar yapılmalı, ilişkiler raporlanmalı ve teşvik önlemleri alınmalı. Sosyal sorunları belirleme ve sıralama işleminde işletme yönetimine pek az şirket başvuruyor. İnsana verdiği önemi kurumsal sosyal sorumluluk çabalarının yönetimiyle birleştiren şirket sayısı ise bundan daha az. Günümüzde geçerli olan kurumsal sosyal sorumluluk anlayışı bu davranışları içermiyor. Bu anlayışın değişmesi, odak noktasının “şekil”den “öz”e kaymasıyla mümkün oluyor. Şirketlerden beklenilen, yüzlerce sosyal sorunla ilgilenmeleri olsa da toplum için farkı bunlardan sadece birkaçı yaratıyor. Doğru seçimleri yapan, çözüm odaklı, entegre sosyal girişimleri ana stratejilerine katabilen şirketler kendilerini sektörlerinde öne çıkaracak en büyük adımı atmış oluyor. * 2006 Harvard Business Review’da yayınlanan “Strategy and Society: The Link Between Competitive Advantage and Corporate Social Responsibility” başlıklı makaleden özetlenmiştir. “İş”in ahlaki yönü Bir şirketin topluma sağlayabileceği en önemli yarar, ülke ekonomisine yaptığı katkı... Kurumsal sosyal sorumluluk anlayışı şirket stratejileriyle ve toplumla bütünleşmesi gereken bir olgu. Bu noktada iki farklı dünyanın paylaşabileceği değerler iyi belirlenmeli ve adımlar buna uygun biçimde atılmalı. Çünkü şirketlerin topluma en büyük etkisi, sivil toplum örgütlerinin, İletişime Kanat Çırpmak / 68 İletişime Kanat Çırpmak / 69 Benden sonra tufan mı, yoksa... Temmuz 2015 “İnsanlık, gelecek kuşakların gereksinimlerine cevap verme yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçlarını temin ederek, kalkınmayı sürdürülebilir kılma yeteneğine sahiptir.” Kaynak: Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonu 1987 Sürdürülebilir kalkınma; ekonomik büyüme ve refah seviyesini yükseltme çabalarını, çevreyi ve yeryüzündeki tüm insanların yaşam kalitesini koruyarak gerçekleştirme yöntemi. Hedef; şu andaki ihtiyaçları, gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılama kapasitesini riske atmadan karşılamak Siz doğmamış çocuklarınızın, torunlarınızın, torunlarınızın torunlarının geleceğini karartmadan mı bugünü yaşıyorsunuz? Yoksa “benden sonra tufan” mı diyorsunuz? Sanayi Devrimi’nden bu yana geçen yaklaşık 200 yılda yerkürenin bugünkü hastalıklı duruma gelmesine neden olduk. Bir araştırmaya göre dünyada adam gibi kayıt kuyut tutulmaya başlandığı tarih 1850. O gün bugündür dünyanın yaşadığı en sıcak yıl 2005 oldu. İnsanlığın varoluşundan bu yana ilk defa kentlerdeki nüfus kırsaldan daha fazla. Kentsel alanlarda artan su talebi nedeniyle su kaynakları hiç olmadığı kadar hızlı tükeniyor. Bundan sonraki savaşların su nedeniyle çıkması çok muhtemel. 2050’de dünya nüfusunun 9 milyar olacağı tahmin ediliyor. Canlı türleri sadece 1970 ile 2000 arasında yüzde 40 azaldı. Özetle durum şu; bizde mevcut ekonomik sistemi sürdürecek nefes kalmadı, gezegende de derman bırakmadık. Tebrikler... Gezegen üzerindeki etkimizi tersine çevirmek kimin sorumluluğu? Bizim! Biz İletişime Kanat Çırpmak / 70 kimiz? Bireyler, şirketler, devletler... Ne yapıyoruz? Top çeviriyoruz. Herkes sorumluluğu bir diğerine atıyor. Bir başka açıdan dünyanın tarifine bakacak olursak, gelir bakımından dünyadaki en büyük 100 ekonomiden 51’inin devletler değil, çokuluslu şirketler olduğu tahmin ediliyor. Milyonlarca şirkete karşı sadece birkaç yüz devlet var. Yüzden fazla ülkede faaliyet gösteren çokuluslu bir şirket gezegendeki değişimde devletlerden çok daha fazla etkiye sahip. Sürdürülebilirliği sürdürmek Son üç yüzyılda şirketler işlerinin sadece finansal göstergelerini, yani sacayağının sadece birini rapor ediyor. Sacayağının diğer bacakları şirketlerin sosyal ve çevresel katkılarını oluşturuyor. Halka açık şirketlerin finansallarını açıklamaları zorunlu. Adına “sürdürülebilirlik raporu” denen, bir şirketin sosyal ve çevresel faaliyetlerini gösteren raporlarını açıklamak gibi bir zorunlulukları yok. Bu raporların varlığı bizim ülkemizde çok yeni. Şu aralar kendilerini diğerlerinden ayırmak isteyen kurum ve kuruluşlar için bir can simidi. Bir kısım için doğrusu bu ya, moda. Bir başka grup için PR vesilesi. Hemen her şey böyle başladığı için ülkemizde, ben başlangıçlara takılmaktansa sonucuyla ilgilenmeye özen gösteriyorum. Böyle baktığımda sürdürülebilirliği sürdürmek gerek diyorum. Desteklemeliyiz. Sürdürülebilirlik raporlaması nedir? Sürdürülebilir kalkınma hedefine doğru kurumsal performansla ilgili olarak ölçme, açıklama yapma, iç ve dış paydaşlara karşı sorumlu olma uygulamasıdır. Global Reporting Initiative (GRI) yani küresel raporlama inisiyatifine göre Raporlama Çerçevesini kullanarak geliştirilen sürdürülebilirlik raporları, raporlama dönemi esnasında kurumun taahhütleri, stratejisi ve yönetim İletişime Kanat Çırpmak / 71 yaklaşımı bağlamında ortaya çıkmış neticeleri ve sonuçları kapsar. Raporlar, diğerlerinin yanı sıra aşağıdaki amaçlar doğrultusunda kullanılabilir. Aşağıdaki üç maddeyi okurken bazı kelimelerin altını özellikle çizeceğim, örneğin kıyaslama, değerlendirme karşılaştırma... Bunlar ölçmek anlamına gelir, zahmetli olmakla birlikte güzeldir: • Sürdürülebilirlik performansının yasalar, kurallar, yönetmelikler, performans standartları ve gönüllü girişimlerle kıyaslanması ve değerlendirilmesi, • Kurumun sürdürülebilir kalkınma hakkındaki beklentileri nasıl etkilediğinin ve onlardan nasıl etkilendiğinin gösterilmesi ve • Performansın, kurum içinde ve farklı kurumlarla zaman içinde karşılaştırılması. Sosyal mecra ve buradaki iletişim sürdürülebilirlik temasının yıldızını parlattı. İş dünyası Facebook ve Twitter başta olmak üzere sosyal medyayı pek sevdi. Bu platformların ücretsiz ve erişimlerinin kolay olması şirketlerin bu platformlardan paydaşlarına ve müşterilerine ulaşmaya ağırlık vermesini sağladı. Platformlarda bireyler kendilerine hitap eden her konuyu, kendileriyle benzer ilgi alanlarına sahip diğer kişilerle tartışabiliyor. Herkese göre bir grup ve her tartışma için bir platform var. Çam ağacı özünün toksik değerlerinden, 1970’lerin Nintento oyun konsollarına kadar birçok insanı hayrete düşürecek niş konular konuşuluyor. 5 Liderin İletişimi Bilgi yaygınlaşıyor, önemli ölçüde demokratikleşiyor. Şirketler ürün ve hizmetlerinin yanı sıra sürdürülebilirlik politikalarını anlatmaları için de bu platformları kullanır oldu. Bazı çokuluslu firmalar sosyal medya kullanıcılarının ve bloggerların paylaşmaları için “sürdürülebilirlik sosyal medya kit”leri hazırlıyorlar. Kullanıcılar bunlara şirketin web sayfasından ulaşabiliyorlar. Şirketlerin çoğu iletişim ve PR aracı olarak gördükleri sürdürülebilirlik ile ilgili çalışmalarını sosyal medya aracılığıyla kamuoyuyla paylaşmaya başladı. Düşük bütçeli hatta zaman zaman bütçesiz bir iletişim aracı olan sosyal mecra iş dünyasında popüler. İletişime Kanat Çırpmak / 72 İletişime Kanat Çırpmak / 73 Ben bilmem lider bilir Temmuz 2015 Teknolojide müthiş bir dinamizm var, spor dünyası keza heyecanlı. Sanatın her dalı önemli bir dışa vurum yaşıyor. İletişimde yaşadığımız yenilikler bir iletişimci olarak, benim bile başımı döndürüyor. Güncel tartışmalar hepimizde değişik duygu ve düşünceler yaratıyor. Liderlik de bunlardan biri... Önemsediğimiz konulardan biri olarak “liderlik” ve “liderin iletişimi” iş dünyasında sıkça karşımıza çıkıyor. Ekonomiyi izlemek zorundayım. Siyaset ve hukuk kara listemde olmasına karşın yokmuş gibi yapamam.... Akademik dünya ne yazık ki yeterince üretken olmadığı için sıkıcı... Varsın olsun takipteyim. “Liderlik” hakkında düşüncelerimi alışılagelmiş çizgi dışında toparladım; Küresel Rekabet sıralamasında Türkiye’nin yerini daha yukarıda görmek istiyorum. Vatandaş ve iş insanı olarak ülkemin rekabetçi üstünlüğü benimkini de yükseltiyor. l Bir liderim olmalı mı? l Hangi alanda liderlik ihtiyacı içindeyim? l Liderden ne bekliyorum, lider nasıl biri olmalı? l Bana bir adet lider yeter mi? Dünyanın en büyük 16’ncı ekonomisi olduğumuzda, mutlu oluyorum olmasına da madem zenginleşiyorum, o zaman kalite talebinde bulunmaya hak kazandığımı düşünüyorum. (Not: bu soruları kendinize de sorabilirsiniz) Klasik lider tipine olan inancım uzunca bir süre önce değişti. Liderlik konusundaki romantik görüşlerimin pragmatik ve pratik bir zemine kaydığını söylemeliyim. Kendimi tek bir kişiye emanet etmeyi uygun bulmuyorum. Ama çeşitli alanlarda uzman ve fikir önderlerini izlemeye / değerlendirmeye arzulu, hazır ve hatta açım. Herkes gibi, 24 saat içinde pek çok farklı role bürünüyorum. Yine herkes gibi yalnızca Türkiye’de olup bitenle ilgilenmiyorum... Küresel, ulusal ve yerel pek çok konu ve sorundan anında etkileniyorum. Örneğin, ABD, Çin, Rusya’da olup bitenlerden etkileniyorum. Avrupa Birliği her ne kadar momentumu yitirse de yapılan entelektüel bir tartışma ilgimi çekiyor. Gözüm kulağım Ankara’da. Irak, Libya, Mısır derken Suriye’deki liderlik anlayışını ibretle izledim. İtalyan, Fransız liderlerin birbirinin peşi sıra ıskartaya çıkmalarından ders çıkarıyorum. İngiltere, Almanya’da liderlik değil, yönetim söz konusu olduğunu görüyorum. İletişime Kanat Çırpmak / 74 Fikrini söyleyen herkesin en hafifinden tazyikli su ve biber gazı muamelesine layık görülmesi kalitede liderlik kavramına uymuyor. İşsizlik tırmanıyor, endişeleniyorum. Türkiye’de eğitimli genç işsizlerin hepsinin sözde meslekleri var. İşi olan mesleksizler de beni endişelendiriyor... Psikoloji sosyoloji bilmeyen bankacılar, tarih bilmeyen bürokratlar, felsefe bilmeyen ekonomistler... Liste uzayabilir. Nüfusunun yarısı kadın... Neredeyse yarısı okuma-yazma bilmiyor. Türkiye’de neredeyse her gün bir kadın şiddete kurban gidiyor. Kentsel dönüşümden bina fışkırıyor. Yeşil bina tanımına uyan yapılar bir elin parmaklarını geçmiyor. İletişime Kanat Çırpmak / 75 Obezite çocukları tehdit ediyor. Yiyeceklerin çoğu kanserojen... Trafikte ölenlerin sayısı savaşta ölenlerden fazla. Ve daha... Bu kadar çeşitli konu, bu kadar çeşitli ihtiyaç, bu kadar fazla rolle bir adet liderle ne yapayım? Eskiden işleri tek bir liderle ne kadar da kolay halledebiliyorduk. “Ben Bilmem Lider bilir” deyip geçiyorduk. Değişik nedenleri var tabii... Hemen 3 tanesini sıralayayım: • kolaycılık; • cehalet; • korku... Liderler insan kaynakları yönetiminin en önemli unsuru. İnsan kaynağına önem veren toplum ve kurumlarda liderlik ölümcül bir gündem maddesi değil. Gelişmiş toplumlar güdülmek değil yönetilmek istiyor, yine eğitimli kitleler, uzmanlığa önem veriyor, bilgisi olanı dinliyor. Eğitim görece düşünce liderliği bilek gücüne, silah gücüne ya da para gücüne kaptırıyoruz. Her toplumun liderlere ihtiyacı var. Görünen de, yaşanan da o ki, tek bir kişi, bu ve benzeri konuların üstesinden gelemeyecek, gelmemeli. Liderler, çokça lider çıkarmalıyız. Ve unutmamalıyız ki, liderler; insan üstü değiller, liderlik diye bir meslek yok... İlle de bir liderim olacaksa; bilgi birikiminden faydalanmak isterim, deneyimlerinden öğrenmek isterim; kendisinden süreklilik ve tutarlılık beklerim; etik-demokrat-adil paketiyle gelsin. Sosyal konulara, sanata, insana duyarlı ve pozitif enerjiye sahip, yapıcı ve mümkünse neşeli-güler yüzlü olsun derim. Liderlik siyaset ve veya iş dünyasının hegemonyası altında. Sanki siyasetçiden ya da işadamından başkası lider olamazmış gibi... Liderler mümkünse ve çoğunlukla erkeklerden olurmuş gibi bir önyargı içindeyiz. Şablonlarımız var. Yumruğunu vuranı daha kolay kabulleniyoruz. “Yönetici” ile “lider” arasındaki farkı bir türlü somut olarak ortaya koyamıyoruz. Lider tanımını yapıyor sonra da kendimizi onun içine sıkıştırıyoruz. İletişime Kanat Çırpmak / 76 İletişime Kanat Çırpmak / 77 Yüzyılın iletişimcisi: Mustafa Kemal Atatürk Mustafa Kemal’in iletişim formülü ne? Olduğu gibi. Gerçek. Eğrisi doğrusuyla ne bir eksik ne bir fazla. Doğrudan ve dolaysız… Yalın, basit! Ekim 2015 Mustafa Kemal Atatürk nasıl başardı? Neden bu kadar seviliyor? nasıl bir iletişimciydi? Neden yüzyılın iletişimci Mustafa Kemal Atatürk? Söylediği gibi, “naçiz vücudu” bir gün toprak oldu. Aslında fiziki anlamda çok da kısa bir ömür yaşadı. Etten kemikten bir insandı. Yaşadığı yılların önemli bir bölümünü arazide savaşarak ya da yer altında saklanarak geçirmek zorunda kaldı. Normal hayat yaşayacağı son yıllarında ise sağlığı bozuldu. Zorluk ve imkansızlıklara karşın, ölümünden sonra anımsanma oranı çok az sayıda faniye nasip oldu. Ününü, çok az sayıda star yakalayabildi, itibarına eser miktarda siyasetçi ve devlet adamı mazhar oldu, sevgisine ulaşabilen lider galiba olmadı, sevmeyeni de bol oldu! Aramızda yok, hiçbir konuda cevap hakkını kullanamıyor. Kim bilir, hayatta olsaydı belki de savunduğunu iddia edenleri sustururdu, hesap soranlara yanıt verebilirdi… Doğru bildiklerini günün koşullarına göre aktarırdı. Mustafa Kemal Atatürk, pek çok konuda eleştiriliyor, pek çok konuda göklere çıkarılıyor… Çoğunluk O’nun üzerinden prim toplamak için maksadını aşan yergide bulunuyor, pek çokları yine O’nun üzerinden prim toplamak için maksadını aşan sevgide boğuluyor… Herkes nalıncı keseri gibi kendisine yontuyor. Naçiz vücudu toprak, ismi baki! Ve her zamankinden daha güçlü. Gelen vuruyor giden vuruyor. Putlaştıran da var, resimlerini çöpe attığında O’ndan kurtulacağını sanan da! Öfke de, sevgi de dinmiyor. Yer gök, O’nun sözleriyle kaplı, hangisinin gerçek olduğunu bilmek mümkün değil. Dil uzatanlar zaman zaman ahlak ve insanlık çizgisini aşabiliyor. Fakat, bir türlü klişeleşmiyor… İlginçtir, yeren de seven de hızla bayatlıyor. İletişime Kanat Çırpmak / 78 İçerik var. Bilgi var… Amaç net, araçlar belli… Hedef tek, strateji güçlü. Kurgu hazır. Karizmatik, hatip, düzgün Türkçe, güçlü beden dili ve ifade yeteneği, zengin kelime hazinesi… Liderlik, cesaret… Zeka, hafıza. İletişim zamanlamasındaki kurgu, tekrarlar hesaplı, manevra kabiliyeti kuvvetli. Emanetçi değil, emanet eden değil (gençlik dışında yok), kolları sıvayıp yapıyor, mutfağa girebiliyor… Öngörü meziyetine sahip, bugün karşımıza çıkabilecekleri o günden görebilecek vizyon. Hedef kitleyi tanıyor, ayrıştırabiliyor. Okuyor! Dinliyor… Yazabiliyor. Yaşasaydı nasıl biri olurdu? Tuhaf bir soru ama dayanamadım, kendi kendime sordum gerçekten… Okumaya devam ederdi, yazdığı kitaplardan zengin bir kütüphane oluşmuştu. Sanırım çocukları ve gençliği çok severdi. Fırsat buldukça birlikte olurdu. Derslere girerdi. Nedense çok eminim kendisi de İletişime Kanat Çırpmak / 79 bilmediği konularda ders alırdı. Sosyal mecrayı iyi, etkin, yerinde ve yeterli kullanacağını düşünüyorum. Çok güzel giyinmeye devam ederdi. Anadolu’yu turlardı. Meydanlara mı çıkardı, halkın arasına mı girerdi, sanırım ikincisi ona daha uygundu. Sanatla ilgili kaçırmayacağı performanslar olurdu. Türk müziği herhalde ihya olmuştu… Kadınları kollamazdı ama kadınların kollanacak bir durumu da olmazdı. Sanıyorum güvenirdi, herkese güvenirdi. Korkan insanlar güven sorunu yaşıyor. Yumuşak olurdu, küfür etmez, kötü söz söylemezdi diye düşünüyorum. Başkasının özel alanına girmezdi, tahrik etmezdi… Herkes gibi hırçınlıkları olabilirdi, ama çirkin olmazdı… Gülerdi diye inanıyorum. Evet evet… gülerdi O. Güzel de gülerdi! İletişimde başarmak için tırmalayanlara, bir iletişim dersi olarak Mustafa Kemal Atatürk’ü okumalarını önermek isterim. Sempati duymak zorunda değilsiniz, düşman olmak zorunda olmadığınız gibi! Başkalarının yorumundan okumayın. Siz yorumlayın. Lütfen putlaştırmayın ve ezberlemeyin. Anlamak yeter. Kabul etmek zorunda değilsiniz. Cevap hakkını kullanamayacağını göz önünde bulundurmanızı rica ederim. “Atatürk İndeks”ini takdim etmek isterim. Nutuk’tan derlenmiş doğrudan derlenmiş ve kolay okunan bir Mustafa Kemal Atatürk çalışmasıdır. Andımız kaldırılmışken, devlet nişanlarından T.C. ve Atatürk resmi çıkmışken… “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir; benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu yeterlidir.” demişti, bu nedenle okuyalım, öğrenelim derim. Zamanıdır. YAPRAK ÖZER Gazeteci-Yazar Kurucu-Yönetim Kurulu Başkanı: İndeks İçerik İletişim Danışmanlık İndeks Konuşmacı Ajansı / İçerik Fabrikası Gazeteci olarak başladığı iletişim kariyerini, iletişim sektöründe sıra dışı girişimlerle sürdü: • İNDEKS İçerik İletişim’i kurdu: kurumsal dünyaya her türlü/mecra bağımsız içerik üretimi-yönetimi hizmeti ile iletişim danışmanlığı hizmeti sunuyor. • İndeks Konuşmacı Ajansı’nı yarattı: Türkiye’nin yerli ve yabancı konuşmacı portföyü olan ilk konuşmacı organizasyonu. ABD’li Leigh Bureau’nun Türkiye temsilcisi. • Türkiye’nin ilk elektronik içerik satış portalı İçerik Fabrikası’nı kurdu. İçerik Fabrikası, aynı zamanda ilk yazar-editör-fotoğrafçı platformu. İlk-orta eğitimini Türkiye, ABD ve İtalya’da tamamladı. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi’nde iletişim üzerine aldı. Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi’nde yüksek lisans derecesi aldı. Aynı bölümde doktora çalışması yaptı. Dünya Ekonomik Forumu 2003 Global Leader for Tomorrow /Yarının 100 Lideri Güneş ve Cumhuriyet gazetelerinde dış politika ve serbest muhabirlik yaptı. Hürriyet Dergi Grubu’nda Ekonomist ve Capital dergilerinin yöneticiliğinde bulundu. Kariyer Dünyası adlı aylık ekonomi dergisini çıkardı. Hürriyet Sektör Gazeteleri ile İnsan Kaynakları Gazetesi’nin yönetmenliğini üstlendi. Hürriyet – Milliyet – Sabah gazetelerinde; Forbes, Platin,Vs., dergilerinde; İletişime Kanat Çırpmak / 80 İletişime Kanat Çırpmak / 81 “insankaynaklari.com” sitesinde; pek çok kurumsal yayında köşe yazıları yazdı. Yazılarına, Dünya Gazetesi’ndeki “Hayatın İçeriği” köşesinde devam ediyor. Alfred Friently Press Fellowships’le ABD’de gazetecilik eğitimi aldı, The Tennessean ve USA Today gazetelerinde çalıştı. Japon ve İngiliz hükümetlerinin burslarıyla iletişim ve uluslararası ilişkiler programlarına katıldı. TRT 2’de "Birebir Ekonomi" ve "Kariyer Dünyası"; CNN Türk’te “İş Görüşmesi” ile çeşitli eğitim programları; BloombergHT’de “Kariyer Rehberi” ve “Başarı Hikayeleri” adlı programları hazırlayıp sundu. • TÜSİAD, 1993; Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri Basın Ödülü sahibi. • Bilgi Üniversitesi, eMBA’da eğitim verdi. • Uluslararası akredite medya ilişkileri eğitmenidir. Yazara ait yayımlanmış kitaplar: • • • • • “Liderlik, Yönetim; Türkiye; Ne İş Olsa Yaparım Abi” “İnsan Kaynaklarında Yeni Açılımlar; Ne Yalan Ama” “Küreselleşme ve Yeni Ekonomi; En Büyük Benim” “Türkiye Geleceğini Arıyor; Adı İnsan” “Başarı Hikayeleri” Diğer yayınları: • “The Turkish Public Opinion” in, “The Future of Security in Europe, A Comparative Analysis of European Public Opinion” Ed. Phillippe Manigart, Brussels, 1992 • “İşte Başarı” • “İnsan Kaynaklarında Yeni Eğilimler” www.indeksiletisim.com www.icerikfabrikasi.com www.indekskonusmaciajansi.com www.faaliyetraporlari.com www.medyailiskileriegitimi.com www.yaprakozer.com