İletişime Kanat Çırpmak

Transkript

İletişime Kanat Çırpmak
İletişime Kanat Çırpmak
Yaprak Özer
İndeks İçerik İletişim Danışmanlık katkılarıyla
İçindekiler
Sunuş
1. Kurumsal İletişim
Her işin başı iletişim
Gazeteciliğin sonu mu?
Her yıl olduğu gibi bu yıl da okurlarımız, iş ortaklarımız, tedarikçilerimiz,
arkadaş, dost, yakınlarımız, tüm paydaşlarımıza sembolik
Kurumsal iletişim deyip geçmeyin
bir hediye takdim etmek istiyoruz. Bu hediye kendi emeğimizin bir ürünü
olsun diye ısrar ediyoruz. Biliyoruz ki, en değerli hediye, emeğiniz,
2. Yatırımcı İlişkileri ve İletişim
göz nurunuz ve ruhunuzu kattıklarınız...
Bir iletişim masalı
Faaliyet raporlarında trendler: Trend içerik
Biz içerik üreterek ve iletişim danışmanlığı yaparak hayatımızı kazanıyor,
hayat buluyoruz. Bu nedenle İndeks için geleneksel olan
Bir iletişim aracı olarak faaliyet raporu
özel dosyalardan biriyle karşınızdayız yine.
3. Dil, Sansür, Kültür ve Siyasal İletişim
Bir Türk ile Türk gibi iletişim kurmak
“İletişime Kanat Çırpmak” adını verdiğimiz bu çalışma, iletişim kavramını;
siyasetten iş dünyasına, yatırımcı ilişkilerinden kültüre uzanan
Anka paradoksu
geniş bir yelpazede farklı açılardan ele alarak yorumluyor.
Paradoks maksimumda
Yurttaşlık bilgisi
Dikkat! İletişim var, sızar
İndeks İçerik İletişim Danışmanlık Kurucusu, gazeteci-yazar Yaprak Özer’in
geniş bir zaman aralığında, yazıldığı dönemin hassasiyetlerini ön plana alarak
iletişimi yorumlayan köşe yazılarından derlediğimiz bu dosyanın “iletişim”e
dair farkındalık yaratacağına inanıyoruz.
Doğru “iletişim”in hayatınızdan eksik olmadığı,
mutlu, keyifli, bol kazançlı ve sağlıklı bir yıl dileriz.
İndeks İçerik İletişim Danışmanlık
Vermek mi zor, almak mı kolay
Bizimkisi bir iletişim hikâyesi: Siyah beyaz, film gibi biraz
Diren içerik, dur’ma iletişim
4. Girişimcilik, İş Dünyası ve İletişim
Ben ekonomisi
Rekabette üstünlük “sorumlu” şirketlerde
Benden sonra tufan mı, yoksa...
5. Liderin İletişimi
Ben bilmem lider bilir
Yüzyılın iletişimcisi: Mustafa Kemal Atatürk
İletişime Kanat Çırpmak / 2
İletişime Kanat Çırpmak / 3
Her işin başı iletişim
Mayıs 2014
Kendi işinin sahibi olmayı kim istemez ki! Bunu birçok insan ister ama
kendi işini kuran ve dahası bu işi yürütebilenlerin sayısını çok azdır. Peki
neden?
1
Kurumsal İletişim
İletişime Kanat Çırpmak / 4
Hangi girişimci adayına sorsanız hepsi size farklı bir hikâye anlatır ve hepsinin
gerçeklik payı yüksektir. Kendi işinin sahibi olamamak için birçok sebep
bulunuyor: Sermaye yetersizliği, iş planı eksikliği, rekabet, tecrübesizlik,
pazarın küçüklüğü gibi birçok faktör önemli olsa da işin temelinde girişimci
adayının kendi tanımaması ve girişimcilik yeteneklerinin tam olarak farkında
olmaması yatıyor.
Bunun için öncelikle girişimcinin hangi yeteneklere sahip olması gerektiğini
çok iyi bilmesi gerekiyor. Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanan
“Skills Panorama” girişimci adaylarının belli başlı yeteneklerini geliştirmesi
gerektiğini söylüyor. Nedir bunlar?
•
Planlama
•
Organizasyon
•
Risk ve bilgi temelli analiz yeteneği
•
Takım halinde çalışma
•
Risk Yönetimi
•
Trendleri okuma
•
Fırsatları değerlendirme
•
Karar alma
•
İletişim
İletişime Kanat Çırpmak / 5
Girişimci de “eğitim” diyor
Yukarıdaki yeteneklerin ya hiç olmayışı ya da yapılan iş ile girişimcinin
yeteneklerinin tam olarak örtüşmemesi başarısızlığa kapı aralıyor. Peki,
yetenekleri geliştirmek ya da doğru yetenekleri doğru işler ya da girişimlerle
buluşturmak için ne yapmak gerekiyor? Bunun cevabını da girişimcilere
sormak daha doğru olacaktır. “Amway Global Entrepreneurship” raporu
(2013) için yapılan araştırmada katılımcılara bir iş kurma ya da girişimde
bulunmalarını tetikleyen en önemli unsur sorulduğunda; bu konuda aldıkları
eğitimi ve yeteneklerini ilk sıraya koyduklarını görüyoruz. Fakat Batı Avrupa
ülkelerinde bunu söyleyenlerin oranı yüzde 50’yi bulurken Türkiye’nin de
aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde bu oran yüzde 22’lere kadar
geriliyor. Anlaşılan söz konusu olan girişim olduğunda ne eğitimimize ne de
yeteneklerimize çok fazla güvenmiyoruz…
Bilgi, beceri ve girişimciliğin geliştirilmesi için birçok şey yapılabilir ama
bunu eğitim ve öğretimle birleştirmediğinizde etkili bir şekilde yol almak
mümkün olmayacaktır. Çünkü eğitim hem girişimci adaylarının kendilerini
tanımaları hem de girişimciliğin benimsenmesi açısından önemli bir katalizör
rolü üstelenecektir. Bu yüzden birçok ülke girişimcilik eğitim stratejileri
geliştirmeye, iyi ve etkili uygulamalarla girişimciliği teşvik etmeye çalışıyor.
Tüm bu ihtiyaç ve gereklilikler bir şirketin erken dönemlerinde çok daha fazla
önem taşır. Eğer melek yatırımcıyı başarı hikâyenize ortak edemezseniz fon
bulamazsınız. Yaptığınız girişimin heyecanına kapılır, tüketici ile aranızdaki
iletişim kanallarınızı güçlendirmezseniz ne onların gerçek ihtiyaçlarını doğru
bir şekilde tespit edebilir ne de kendi derdinizi tam olarak anlatabilirsiniz.
Tüm bunların üzerine medyayı da etkin bir şekilde kullanamazsanız melek
yatırımcılara ulaşmak için en etkili kanallardan birini de ıskalamış olursunuz.
Evet, son iki madde büyük şirketlerin de yapması gereken aksiyonları içerse
de start-upların ilk iki maddeden dolayı iletişim yeteneklerini geliştirmeye çok
daha fazla ihtiyacı var.
Bu temel ihtiyaçlara ulaşmak için girişimcilerin yapması gereken birçok
ödev var. İşin başı iletişim ve hatta yüz yüze iletişim… Fakat bu da yeterli
değil, herkesle yüz yüze iletişim kurmaya ne zamanınız ne de gücünüz yeter.
Üstelik bir start-up şirketiyseniz daha yapmanız gereken birçok şey var:
•
Yazma ve raporlama yeteneğinizi geliştirmelisiniz.
•
Sunum tekniklerini öğrenmeli ve geliştirmelisiniz.
•
Kalabalık topluluklar karşısında konuşmaya hazırlıklı olmalısınız.
•
Müzakere tekniklerini öğrenmelisiniz.
Uzun yol arkadaşı: İletişim
•
Beden dilini keşfedip ve geliştirmelisiniz.
Girişimcilik için nasıl ki uzun vadede en önemli strateji eğitimse tüm bu
süreçler boyunca girişimcimin en çok ihtiyacı olan şey de iletişim becerisi
olacaktır. Üstelik start-upların buna tüm diğer şirketlerden daha fazla ihtiyacı
var. Neden?
•
Medya ile ilişkileri yönetmeyi öğrenmelisiniz.
•
İyi konuşmacıların ve işinin ehli yöneticilerin konferanslarını kaçırmamalısınız.
•
Sosyal medyayı etkili kullanmalısınız.
•
Melek yatırımcılara gerçek bir başarı hikâyesini anlatma gereği
•
Hızlı fon bulma ihtiyacı
•
Tüketicileri dinleme ve onların isteklerine cevap verme ihtiyacı
•
Yapılan işi medyada doğru ve etkili bir şekilde anlatabilme ihtiyacı
İletişime Kanat Çırpmak / 6
Bunlar sizin için elzem olan iletişim gereksinimleri… Tabii dünya iletişim
konusunda nereye gidiyor? Öğrendiklerinizi son trendlere uygun olarak nasıl
geliştirebilirsiniz? Bu sorulara da yukarıdaki ev ödevlerine paralel olarak
cevap bulmalısınız. Küresel iletişim trendlerine hızlıca göz attığımızda bazı
başlıkların özellikle öne çıktığını görüyoruz:
İletişime Kanat Çırpmak / 7
•
Her şey mobil: Küresel internet trafiğinin yüzde 17’si mobil cihazlar tarafından üretiliyor ve bu hızla yükselmeye devam ediyor.
•
Kendi gezegenini yarat: Kişiye özel içeriğin sayısı her geçen
gün artıyor. Geleneksel iletişim yöntemlerinin mobile uyarlanması ile bu süreç daha da ilginç bir hal alacak.
•
Sosyal medya etkisi: Dijital etkileşim yapan unsurlar son 2 yılda en az 30 kat arttı. Sosyal medya, iletişimin en önemli parçalarından
biri haline geldi.
•
Marka gazeteciliği: Haber tanımı değişti. Sosyal medya markalar için oluşturulan içeriğin kitleler tarafından daha fazla konuşulmasını
ve geliştirilmesinin önünü açıyor.
•
Kriz her an kapıda: Şirketler itibarlarını korumak için sosyal medyayı çok iyi takip etmek durumundalar. Bir viral video, bir marka için büyük
bir kriz çıkarabilir.
•
Şeffaflık kral: Bu kadar hiperaktif bir dünyada, şeffaf bir iletişim kaçınılmaz bir hal aldı. Kimseden bir şeyleri kaçırma ve saklama
şansınız yok.
Evet, belki tüm bunlar başınızı ağrıtabilir ve hepsinin altından
kalkamayacağınızı düşünebilirsiniz. Zaten bu anlatılanlar da buz dağının
sadece görünen yüzü… Fakat haklısınız, tüm bunları tek başına yapamazsınız.
Yukarıdaki konularda uzman kişi ve kurumlardan mutlaka destek alın. Her
işi ehline bırakmak bir yandan sizin işinizi kolaylaştırırken diğer yandan da
gelecekteki iş yaşamınızda işbirliği yeteneklerinizi geliştirmek için de size
faydalı olacaktır.
Gazeteciliğin sonu mu?
Ağustos 2014
“Yüzde yüz haber” mi, “Haber arası reklam” mı, “Reklam haber” mi?
Marka Gazeteciliği bunlardan hangisi? Yoksa gazeteciliğin tanımı mı
değişiyor?
Bilindik pazarlama yaklaşımlarını tersine çeviren Marka Gazeteciliği;
yayın kuruluşu tarafından hazırlanan metnin, basılı ya da görsel medyada
diğer haberlerden neredeyse ayırt edilemeyecek şekilde yayınlanmasına
dayanıyor. İlk kez 2004 yılında McDonald’s Pazarlama Müdürü Larry Light
tarafından kullanılan kavram; Marka ve Gazetecilik gibi bugüne dek birbiriyle
ilişkilendirilmeyen iki kavramın birleşiminden oluşuyor.
Brand Journalism’in doğrudan dilimize çevrilmiş hali olan Marka Gazeteciliği,
klasik anlamda yapılmakta olan gazeteciliği, reklam modellerini ve halkla
ilişkiler çalışmalarını zorlayacak gibi görünüyor. Bir diğer ifadeyle ezber
bozacak.
Marka Gazeteciliği’ni önemli ölçüde tetikleyen gelişme, kurumsal medya
iletişimi ve yönetimi. Dikkatinizi çekmek isterim, kurumsal yayıncılığa olan ilgi
artıyor, artacak... Küresel ölçekteki birçok kurum, alternatif yayın mecralarını
oluşturuyor. Bilgi portallarını kurgulayan bu şirketler, reklam giderlerini
önemli ölçüde azaltacak biçimde içerik üretimi yapıyorlar. Büyük oranda
internet tabanlı olan bu yayınlarda, güvenilir bilgi üzerine kurgulanan iletişim
aktivitesi ürün ve hizmet tanıtımı, yani Marka Gazeteciliği yapılıyor.
Mesleklerin evrilmesi ve değişmesi kaçınılmaz. Marka Gazeteciliği’ni
gazeteciliğin kötü bir kopyası olarak görmek yerine, farklı bir iletişim yöntemi
olarak görmeli. Adlı adınca ve şeffaf yapılması gereken bir çalışma! Kurallara
uyulması halinde masum olduğu kadar yararlı.
İletişime Kanat Çırpmak / 8
İletişime Kanat Çırpmak / 9
Gazetecilik bugüne kadar bir çeşit hikaye anlatımı olarak ele alındı, çoğu
zaman haber ve bültenlerde markalara yer verilmedi. Marka Gazeteciliği ise
geleneksel hikaye anlatımını pazarlama stratejisiyle birleştiriyor.
Marka Gazeteciliği, haber metinlerinin reklam spotlarından daha etkili
olduğu gerçeğinden yola çıkarak, bir markanın kendi hikayesini anlatmasını
hedefliyor. Haber, okur adına fonksiyonel işleve sahip oluyor. Yayınlanan
içerik, marka değerini yükseltmeyi hedefliyor. Reklamla haber metinleri
bütünleşmeye başlıyor. Hangi sayfaların Marka Gazetecileri tarafından
hazırlandığını anlamak zorlaşıyor. Burada şeffaflık gerekiyor.
Yeni model, “haber arası reklam yerine, haberin kendisi olmak” diye
özetlenebilir. Bir çeşit içerik pazarlaması olarak okunabilir. Bu yaklaşımın
reklam modellerini de önemli ölçüde değiştireceğini gözden kaçırmamak
gerekiyor. Değişimin reklamla sınırlı kalmayacağını söylemeye gerek var mı?
Halkla ilişkiler içeriksiz bültenlerle yetinmemesi gerektiğini öğrenecek. Medya
planlamacıları yeni bütçe kalemi olarak Marka Gazeteciliği’ne yer verecek.
Zaman içinde Marka Gazeteciliği’ni takip eden farklı gazetecilik türleri de
hayatımıza girebilecek.
tarafından hazırlanır, görsel ve içerik bütünlüğü unutulur, sanırsınız ki
çaresizlikten yapılıyor... Temel fark da bu. Advertorial çalışmalar Marka
Gazetecileri tarafından üretilmiyor. En azından bu zamana kadar. Bu nedenle
üzülerek söylemem gerekse de, gördüğüm en kaliteli advertorial çalışmalar,
çokuluslu büyük ölçekli kurumların yurt dışı çalışmalarının yerel kopyaları
oluyor...
Marka Gazeteciliği profesyonel bir içerik anlayışına sahip olmak zorunda.
İletişim kadrolarını yenilemek zorunda kalacak olan reklam ve PR ajansları, ya
içerik üretiminden çıkarak içerik ihtiyaçlarını out-source edecek ya da pahalı
olduğu için bugüne kadar uzak durdukları yönteme dönecekler: Kaliteli ve
uzman ekipler kuracaklar.
Bu arada hatırlatmakta yarar var, Türkiye’de ilk içerik bankası, İçerik
Fabrikası (www.icerikfabrikasi.com) talep üzerine Marka Gazeteciliği hizmeti
de veriyor.
Marka Gazeteciliği’ni doğru okumak gerekiyor. Değişimi yaratan temel
nedenlerden bir tanesi, tüketicinin promosyon amaçlı tanıtım çalışmalarından
sıkılmış olması. Bir ürün ya da hizmeti mükemmel bir çözüm gibi sunan,
gerçek üstü sıfatlarla inandırıcılığı olmayan iletişim teknikleri, kullanıcının
ilgisini çekmiyor. Bunun yerine, veriyle desteklenmiş gerçek bilgilerin yer
aldığı, deneyim paylaşan tanıtım modeli ilgi görüyor. Marka Gazeteciliği’nin
yayılması bundandır.
“Advertorial’dan farkı nedir?”
Advertorial, reklam kategorisinde tanıtım bilgisi içeren foto-metindir. Bir
tür Marka Gazeteciliği gibi görülebilirler. Amaç sayfanın reklam eş değeriyle
satılması olduğu için tavizkar bir durum söz konusu olabilir. Advertorial’da
sevdiğim tek şey “bu bir reklamdır” yazısıdır. Çoğunlukla ilgisiz kişiler
İletişime Kanat Çırpmak / 10
İletişime Kanat Çırpmak / 11
Kurumsal iletişim deyip geçmeyin!
Kasım 2010
mi? Kendisi mi ilgilenecek, o kadar iş varken mümkün mü? Son zamanlarda
kurumsal yayınların ne kadar okunduğuna ilişkin sorular da yukarıdaki soru
listesine eklendi. Kaç kişi okuyor, ne zaman okuyor, ne kadar okuyor?
Maliyetler her zaman önemli gündem maddesiydi.
İletişimin değiştiğini, iletişimcilerden önce haber kaynakları fark etti.
Hem iletişime yaklaşımlarını, hem iletişimde kullandıkları araçları, hem
iletişimde yakaladıkları frekansları birer birer değiştirdiler.
“Maliyetleri nasıl kısalım?” soruları daha çok yükselmeye başladı. Tüketici/
müşteri/paydaşın kim olduğunu daha fazla didiklemeye başladılar: İletişim
araçlarından vazgeçmeden ulaşmak istediğimiz kiteleyi nasıl buluruz?
İletişim değişti, talepler farklılaştı. Kurumsal iletişim araçları arasında en
popüler olanı dergiler. Kurumları bu noktada hiç de haksız bulmuyorum.
Rengarenk kurum dergilerine de bayılıyorum. Popüler medyanın piyasa
dergilerine girebilmek deveye hendek atlatmak kadar zor. Kaldı ki, kurumların
artık eskisi gibi ayda yılda bir kez söyleyecekleri değil, neredeyse her gün
söyleyebilecekleri bir şey var. Kurumlar geleneksel mecrada, geleneksel
basına ders verecek kadar iyi ürünler çıkarmayı başardılar. Ne zaman itibar
için, ne zaman fonksiyon için dergi çıkarmak gerektiğini de kavradılar. Kimi
içinde ekip kurdu, kimi dışarı havale etti. İşi bilenler iletişim süreçlerinin iyi
yönetilmesi gerektiğinin farkında olarak, çıkaran ekiplere yol gösterdi, ne
istediğini net tarif etti.
Bulduk daha ilginç işler nasıl çıkartabiliriz ?
Nasıl gelindi bu sürece?
Kurumsal iletişim deyip geçemediğimiz bir dönemdeyiz. İndeks’te 2001
yılında başladığımız içerik iletişimi yolculuğumuz heyecanından hiçbir şey
yitirmeden devam ediyor. Bu nasıl iştir anlamadım. Her gün dolu dizgin.
Değişimin önünde olmak için bu kadar çaba sarfettiğim bir başka dönem
anımsamıyorum. İletişimde teknolojiden sonra nihayet içerik devrimi
yaşanıyor.
Başta ekonomi sayfalarının ve tabii ki gazete ve dergilerin her alanının hele
hele de ilan servislerinin haber kaynağı olan pek çok kurum baktı ki, istediği
verimi alamıyor, imajını, itibarını çıkan birkaç haberle yukarıda tutamıyor,
zaten çıkan haber başlıkları ya da içeriği konusuna da müdahale edemiyor,
bir de ilan verdikçe haberleri arasında önlenemez paralellik kuruluyor bu iş
hayli pahalıya çıkıyor, yetmezmiş gibi gazete okurunun hepsine ulaşmak da
istemiyor, kendi seçtiği okura kendi seçtiği mesajla gitmek istiyor, gazete ve
dergi tek zamanda tek mesaja izin veriyor, oysa kendisinin farklı zamanda ya
da eş zamanda irili ufaklı bir çok kişiye ulaşması gerekiyor. Ne yapacak peki?
İçeride çalışanı, sokaktaki tüketiciyi, masada yatırımcıyı nasıl daha iyi
bilgilendiririm, Ankara’da bürokrasiyi nasıl ikna ederim? gibi sorular birbiri
peşi sıra sorulmaya başladı.
Eskiden medya kuruluşlarının yayın grupları vardı. Şimdi kurumların var.
Aynı anda dergi, elektronik dergi, web sitesi, blog, sosyal mecrada içerik,
faaliyet raporu, sürdürülebilirlik raporu, global compact raporu, road show
dokümanları, kurum tv, iptv, populer medyaya verilecek mesajlar…
Çok ama çok heyecanlı bir süreç. Kendimi bu anlamda çok şanslı
hissediyorum.
Kendi dergisini ya da iletişim araçlarını yaratacak… Bir sorun var, bunu kim
yapacak? İçeride ekip mi tutmalı? Zaten eleman tasarrufu yaparken olacak iş
İletişime Kanat Çırpmak / 12
İletişime Kanat Çırpmak / 13
Bir iletişim masalı
Eylül 2015
İletişim başkasına emanet edilebilir mi? HAYIR! İletişim işi kurum içinde
çözümlenebilir mi? Bu soruya da koca bir HAYIR. Bir kurumda iki şey
kimseye emanet edilemez; biri, insan kaynakları… İkincisi, iletişim.
Tepedeki yönetici bu iki konuya sıkıca sarılmalıdır. İletişime de, insan
kaynaklarına da… Ne yazık ki, her ikisine de yangında son kurtarılacak
malzeme gözüyle bakılıyor.
2
Yatırımcı İlişkileri ve
İletişim
İletişim, en tepedeki yönetici/patron tarafından benimsenmeli, mümkünse
benimsetilmeli ve sevdirilmelidir. Ufak bir not, iletişimi çok sevmeye de
gelmez… Diğer yandan, iletişim bir angarya değildir. Ürün ve hizmetiniz kadar
imajınızı, itibarınızı, vizyonunuzu yani hayallerinizi satarsınız. Bu görünmez
ve ölçülmesi zor olan unsurlar hisse değerinize birebir yansır. Gözlemlediğim
en önemli hata, yöneticinin ya da karar vericinin ulvi işlerinin arasında değerli
zamanını iletişime harcamak istemeyerek, elinin tersiyle itmesidir.
İletişim nasıl yönetilir? İletişime inanan yönetici önce kurumu, organizasyonu,
ardından da kendisi için “önemli ve öncelikli” listesi yapmalıdır. Kendisine,
şahsı ve kurumu adına, nereye gittiğini, neden gittiğini, ne kadar zamanda
gideceğini sormalıdır. “Nasıl ve ne kadar bir geri dönüş beklemektedir?
Bu yolculukta nasıl bir ekibe ihtiyacı vardır? Bu ekibi oluşturmak ne kadar
maliyetlidir? Ekibin görev tarifi ve yetkinlik tarifi nasıl olmalıdır? Yapmak
istediklerini kim/nelerden elde edebilir? Zamanı nasıl yönetmelidir? Hangi
hedef kitleye ne vermelidir? Hangi hedef kitleden ne beklemektedir?
Ölçümleme konusunda ne tür yaklaşımlar tatminkardır ve yapabilir mi?
İletişimin dozu ve yoğunluğu ne olmalıdır? Sürdürülebilir bir iletişim mi, vur
kaç usulü bir iletişim mi?” gibi sorular bire bir stratejiyle alakalıdır!
Okurken küçümsemenizden korktuğum bu sorular çok yamandır, dikkat
etmenizi özellikle rica ederim. Samimiyetle yanıt vermek istemeniz halinde
zaman alacaktır. Diğer yandan bu sorulara yanıt verebilen bir yönetici, işi çoktan
çözmüştür.
İletişime Kanat Çırpmak / 14
İletişime Kanat Çırpmak / 15
Bir yöneticinin sabah akşam iletişim kurmasının ve tüm zamanını televizyon,
gazete ya da kamuoyuna görüntü vereceği yerlerde geçirmesinin doğru
olmadığını söylemeden geçmeyeyim. Yeri gelmişken, medya araçlarına neden
verildiği gerekçelendirilmeyen görüntü vermenin sakıncasına inananlardanım.
“Kararında”! Bu kelimeye bayılıyorum.
Tekrar etmek istiyorum, iletişim sevilmeli, benimsenmeli, önemi idrak
edilmeli. Karar verici ne istediğini bilirse, stratejiyi kurgularsa altında
minimum düzeyde bir ekiple koordinasyon işini kurum içinde yapabilir.
Kurum içinde gereksiz uygulamacı istihdam etmeye, gereksiz yaratıcı ekip
ve teknik ekip yapısı oluşturmaya hiç gerek yoktur. İçeridekiler ihtiyaçlarını
belirleyecekler, kurum stratejisiyle uyumlaştıracaklar ve yeterince uzaktan,
yeterince yakından yönetecekler. Kıvamında!
Yönetmek demek “ver kurtul” demek değildir. Yönetmek demek, “unut gitsin”
demek değildir. Yönetmek demek, ne istediğini bilmek, ne istediğini anlatmak,
istediğini alabilmek, aldığını ölçebilmek demektir.
Nasıl olacak? İletişimi önemseyen tepe yöneticinin iletişimi seven iletişimciye
ihtiyacı vardır: deneyime; görece teknik bilgiye; güncel ulusal-yerel-sektörel
bilgiye; kurum ile emanetçi firma arasında tampon olacak kadar sabra,
tehlikeye karşı proaktif reflekse, multi fonksiyonel yetkinliklere; yüksek
konsantrasyona, analitik düşünce ve takip yetisine sahip olacak güler yüzlü
ve mesafeli bir şahıs.
Nasıl olacak kısmına devam edecek olursak, dışarıda seçilecek partnerde
aranması gereken özelliklere dikkat etmek gerekir. Kurum içinde iletişim
benimsenirse, iyi partnerle şahane dans edilir. Çünkü bu aşamadan sonra
bilinçli, hedefli ve ölçülebilir bir çalışma temposu içinde olacağı varsayılacağı
için partner sürprizlerle boğuşmayacak, iki günün birinde değişen kararlar
yüzünden yalpalamayacak, tam olarak ne istendiğini ve hedeflendiğini bildiği
için hedefini daha sık ve daha uzun sürelerle 12’den vuracaktır. Partner
ölçümlendiğini bildiği için dikkatli olacak, ölçümlemenin sübjektif olmadığını
İletişime Kanat Çırpmak / 16
varsayarsak performansını bir kerede değil her kere yüksek tutacak. Özetle
partner sürdürülebilir olmaya özen gösterecek, insan kaynağına yatırım
yapacak, iletişim alt yapısını güçlü tutacak.
Önemli bir iletişim aracı olan faaliyet raporunu düşünecek olursak, raporu kim
yazmalıdır, nasıl yazmalıdır, rapor üretim sürecinde ne tür hatalar yapılmaktadır,
kim kimden ne beklemelidir, dikkat edilmesi gereken konular nelerdir?
Bazı tespitlerle başlamak istiyorum. Rapor hazırlayan kurumların bazılarında
yatırımcı ilişkileri ekibi bulunuyor, önemli bir kısmında yok. Yatırımcı ilişkileri
ekibi bulunan kurumların pek çoğunda kurumsal iletişim ile yatırımcı ilişkileri
birbirlerinden kopuk çalışıyor. Bu kopukluk bana kalırsa çoğu zaman kurum
kimliğine zarar veriyor. Türkiye’de İMKB’ye kayıtlı firmalar arasında yatırımcı
ilişkileri birimi olanların çoğunda ekip bir kişiyle temsil ediliyor. Ekip çalışması
yapabilenler iki elin parmaklarını geçmiyor. Yanlış anlaşılmasın, Batılı
kurumlarda da yatırımcı ilişkileri çok kalabalık değil, ama az sayıda yetkin ve
deneyimli profesyonelin bulunduğu ekipler olarak dikkat çekiyor. Türkiye’de
meslek olarak henüz yeterince tanınmayan bu alan, gençlerin bilinçli ve
kendiliklerinden hevesle seçtikleri bir çalışma alanı olmaktan uzak, tesadüfen
girdikleri bölümler olarak karşımıza çıkıyor.
Kurum tarafından bakacak olursam, faaliyet raporu ihalesine çıkılmadan
önce, o yılın raporundan beklentilerin oturmuş olması gerekmektedir.
“Raporun içeriğinde ne bekliyorum?” sorusunun detaylarına karar verilmiş,
bu raporun ne kadar dikkat çekmesi gerektiği konusunda net bir tavır,
raporun ödülle ilişkisinin tarif edilmesi, raporun kurum içinde hangi kişilerle
hangi başlıklar altında çalışılacağının görev tarifi olarak netleştirilmiş olması
gerekir. Bir de üst yönetimin olur ve beklentisinin sonradan değil önceden
alınması şiddetle önerilir. Bu ekibin yöneticisinin tarih ve bütçeyle dost,
gerçekçi olması tavsiye edilir.
Genel kurul tarihine gerçekçi bir bakış açısı raporun hangi aralıkta
hazırlanacağına ışık tutar. Genel itibariyle başlarken iyi bir takvim yapılır,
İletişime Kanat Çırpmak / 17
can simitleri yerleştirilir. Aksaklıklar genellikle, “Madem işi ihale ettim, artık
rahatım” duygusunun yerleştiği an başlar. Takvim sarkmaları işin sonuna
doğru facia kıvamına gelir.
Yine gözlemim, tepe yöneticisiyle konuyu baştan somut bir algıda
buluşturamamış ekiplerin tüm iyi niyetlerine karşın mutsuz bir sonla
karşılaşıyor olmaları. Beni mutsuz eden ise, bu iyi niyetli insanların üst
yönetimle yaşadıkları hayal kırıklığı sonucu faaliyet raporundan soğutmuş ve
hatta kaçırmış olmamız…
Faaliyet raporu hazırlma süecinin sevilmediğini tespit ettim desem, “yalan
biz çok seviyoruz” çığlıkları gelmeyeceğini biliyorum. Faaliyet raporu ya
giriş seviyesi personele veriliyor ya da en iyi o yaptığı için bir şekilde üzerine
yapışmış deneyimli ve kadersiz profesyonele.
Bu dokümanların anlamının yeterince ifade edilmediğini, dostlar alışverişte
görsün mantığıyla yapıldığını söylemek zorundayım. Ama bu bizim
kültürümüzün bir parçası. Bize raporlama ve ölçme sevdirilmedi, anlatılmadı
ki, nasıl pozitif bir ilişki kurabiliriz bu raporlarla. ISO belgesi almak zorunda
kaldığınız günleri hatırlasanıza, son ana bıraktığınız dokümanları, denetimden
bir gün önce doldurduğunuz durumları…
Emanetçi iletişim firmasında tarafında her şey çok güzel başlıyor. Yola
koyulurken pek çok fikri benimsetmenin gururunu yaşıyorlar. İlk günlerin
mutluluğu, takvimde sapmalar oluşmaya başlayınca tedirginlik ve panik
şeklini alıyor. Güzel başlayan evlilik, cicim günlerinden sonra kâbusa
dönüşüyor. Birden genel kurulun yaklaştığı anlaşılıyor, nedense o ana kadar
herkesin mutabık olduğu tüm rakamlar, yazım dili ve ne hikmetse tasarım
birden “nolmaz, nolamaz” nidalarıyla yıkılıyor. Gidip gelen dokümanların
sayısını herkes karıştırıyor, üstelik hangi doküman nedir birbirine
karışıyor. Rapor tamamlanacağına karşılıklı suçlamalar: ben düzelttim, sen
düzeltmedin… Hayır yaptın, yok yapmadın. İlk günler hovardaca harcanan
zaman, sonlara doğru “hemen şimdi” ve “sabaha kadar” kiplerine dönüşüyor.
Çözüm? Tahmin edemeyeceğiniz kadar basit, ne istediğinizi
bileceksiniz, kurumunuzu iyi tanıyacaksınız, firmanızın gerçeklerinden
uzaklaşmayacaksınız… Formül iyi ön brief vermek, işi gözlemlemek, partnere
güvenmek, yol boyunca her rüzgârda savrulmamak ve yapılanların arkasında
durmak, gerektiğinde değişmekten ve değiştirmekten korkmamak…
İşin yalnızca yatırımcı ilişkileri ekibi ve emanetçi iletişim firmasıyla bitmediğini
kabul etmeliyiz. Kurum içinde rapora katkı sağlaması gereken tüm birimler bu
rapora nefretle bakıyor. Bu noktada işin kötüsü, pek çok kurumda yatırımcı
ilişkilerinin ne iş yaptığını, ne işe yaradığını bilmeyen bölümler bulunuyor. Tepe
yöneticilerini bu aşamada kurum içinde iletişim kurmaya davet ediyorum.
Bölümler genellikle “angarya zamanı geldi” diye işe girişip geçen yılın aynı
cümleleri arasına sıkışmış rakamları özensizce yeniden eklediğinde bir başka
faciaya davet çıkarıyor. Çoğu rapor sonlanana kadar bu rakamlar defalarca
değişiyor. Kimse de kardeşim sen bu kadar zamanı nasıl hovardaca harcarsın
diye, kimse işini bir kerede yap maliyetimi artırma demiyor!
İletişime Kanat Çırpmak / 18
İletişime Kanat Çırpmak / 19
Faaliyet raporlarında trendler:
Trend içerik
Türkiye’ye özel değil, küresel gerçeği ifade ediyor. Report Watch’a göre
raporların aynılaşmasına yol açan nedenler şöyle:
Şubat 2015
•
Şirketlerin ve finansal piyasaların globalleşmesi,
•
Raporlama standartlarının uluslararası hale gelmesi,
•
Talepkar ve bağlayıcı yasal düzenlemeler,
•
Yatırımcı ilişkileri ve kurumsal iletişimdeki kültürel homojenleşme
İletişim çağında kritik olan teknolojiyle ya da tasarımla fark yaratmak
değil, içerikle fark yaratmak. Aslında iyi faaliyet yılı geçiren firmanın
faaliyet raporu da başarılı oluyor. Trend’in adı içerik. Verilerden
göstergelere, mesajlardan marka imajına kadar içeriği yalın ve
anlaşılabilir sunabilmek faaliyet raporlarındaki tek mucize.
Faaliyet raporu şirketlerin finansal ve operasyonel performansını göstermek
üzere hazırlanan emek yoğun iletişim aracı olarak tanımlanabilir. Bu
raporların kurumsal iletişim açısından fayda katsayısı çok yüksektir.
Faydasına karşın bir iki kusuru bulunur; hazırlanması meşakkatli, okunması
zor, anlaşılması mucize diye özetlenebilir olumsuz yönleri…
Bu yüzden midir bilinmez, faaliyet raporlarının her hali mercek altında
tutulur.
En popüler soru “Faaliyet raporlarında bu yılki trend nedir?”
Özetle, basılı raporlar hala tercih ediliyor, her zaman tercih konusu olacak.
Boyut ve formatlarıyla sürekli oynanıyor. Raporların boyut ve hacmi, maliyet
baskısıyla giderek küçülüyor, daralıyor. Bu yüzden yönetimsel ve operasyonel
mesajları vermek için ayrılan kısıtlı alanı değerlendirebilmek için mucize
beklemek yerine, farklı fikirler geliştirmek gerekiyor. Bence “trend” konusu
bu nedenle gündemden inmiyor.
Raporların en önemli sorunu aynılaşma. Kaçınılmaz olarak birbirlerine
benzeyen dokümanlardan söz ediyoruz. Diğer sorun rakamlar içinde
kaybolmak. Rakam yorgunu raporları okutabilmek, hareket kazandırmak
yönünde gösterdiğimiz çabalar sonsuza kadar süreceğe benziyor. Durum,
İletişime Kanat Çırpmak / 20
Unutmamak gerekir ki, kriterler raporların kalitesini yukarı çeken
zorunluluklar. Homojenleşme, raporlamada rakamsal dahil tüm içeriklerin
evrensel okur yazarlığa taşınmasına işaret ediyor. Analist, yatırımcı ve
hissedar bu sayede kolay karşılaştırma yapabilir hale geliyor. Amaç hızla
tüketilebilir, fonksiyonel raporlar sunmak olunca, rapor iskeleti de söylemler
de küresel bütünlük içinde gelişiyor ve aynılaşıyor.
Dilemma da bu! Standartlaşma, aynılaşma, fonksiyonel olmak, evrensel
olmak, hızlı olmak ile farklı olmak, can alıcı olmak, değişik olmak gibi faktörler
birbiriyle kavgaya tutuşuyor.
Raporlamada aynılaşmaya karşı kullanılabilecek farklar; tasarım, üretim
ve dağıtım! Küresel raporların yerel görüntüleri bundan kaynaklanıyor.. İçi
rakam ve benzer söylem, ambalaj dans ediyor, yemek pişiriyor, karaoke
yapıyor, takla atıyor…
Finansal ve operasyonel bilgiyi çekici ve okunabilir kılmak nasıl mümkün
olabilir? Araçlardan biri teknoloji. Teknoloji raporların son kalesi(idi).
Teknoloji sayesinde son yıllarda daha önce görmediğimiz rapor örnekleriyle
tanıştık. Unutmayalım, teknoloji aynılaşmanın cenneti. Teknoloji geleneksel
raporlar için akıllı içerik düzenlemeleriyle çözüm sundu, hayatı kolaylaştırdı,
ama aynılaşmayı çözemedi.İlaç, içerik. Hepimizi hepinizi farklılaştıracak en
önemli unsur içerik.
İletişime Kanat Çırpmak / 21
Gelecek ve hedefler
İşle eğlenceyi bir arada vermek
Birçok şirket bir sonraki mali yılın hedeflerine yer vermeye çekiniyor. Oysa
faaliyet raporlarının yıl içinde dönüp tekrar bakılacak referans kaynaklar
olması ancak bu yolla sağlanabilir. Geleneksel raporlama anlayışına göre
bir rapor geçmiş yılın sonuçlarını değerlendirip analiz ediyor. Şirketlerin ve
yöneticilerin kamuya açık birçok platformda yıl boyunca açıklamış oldukl arı
bilgilere dayanıyor. Gelecek planı, projeksiyon, öngörü gibi taahhütlere pek
rastlanmıyor. Var olanlar da genelde çok ihtiyatlı ifadelerle geçiştiriliyor.
Yöneticilerin bir sonraki yılın mali hedeflerini ve vaatlerini paylaşmak üzere
cesaretlendirilmesi gerekiyor. Report Watch’a göre bu konuda Almanlar
istisna. Orta vadeli ölçülebilir hedefleri vermekte de Japonlar iyi bir örnek.
Bir faaliyet raporunun sıkıcı atmosferini dağıtmak için online raporlarda
işle eğlenceyi birleştirmek de işe yarıyor. Moveable Online’a göre, oyunlarla
zenginleştirilmiş dataların hazmedilmesi son derece kolay.
Rakamlar yeterli değil
Kurumsal raporlama için finansal veriler hala en temel içerik olsa da finansal
olmayan veriler, değerlendirme ve kararlar, geleceğe yönelik öngörüler,
faaliyet raporlarının vazgeçilmez parçası haline geliyor. Günümüzde
şirketlerin kazançları değişken, kurumsal yönetim ilkeleri daha kapsamlı,
sosyal sorumluluklar her zamankinden daha fazla göz önünde… “Anlatıya
dayalı raporlama” şirketin işi, piyasadaki pozisyonu, stratejisi, performansı ve
gelecek beklentilerinin geniş kapsamlı ve anlamlı bir resminin görülebilmesi
için finansal olmayan bilgiyi ifade ediyor. Bu tür sıcak veri, yönetim kurulları
ve yatırımcıların, şirketi analiz ederken bulmak istedikleri önemli ipuçlarını
sağlıyor. Anlatıya dayalı raporlama hissedarlarla ilişkileri geliştirebilmek için
de çok önemseniyor.
Anlatma göster
Faaliyet raporunda şikayet edilen konulardan bir tanesi de çok tablo olması.
Okuyucunun bu bilgi yoğunluğunda istediği bilgilere ulaşmasını sağlamanın
en etkili yollarından bir tanesi infografiklerden yararlanmak. İnfografikte
amaç anlatmak değil, göstermek. Bu grafik tekniğiyle birçok data şık ve
kolay bir biçimde okuyucuya gösterilebiliyor. Bu tür bir uygulamayla birkaç
maddede şirketin bütün bir senesini genel olarak görmek mümkün olabiliyor.
İletişime Kanat Çırpmak / 22
Özet ve detay aynı anda
Bir faaliyet raporunun hedef kitlesi çeşitli kesimlerden oluşuyor. Web
teknolojileri ile içeriği ilgili hedef kitleye özel vermek mümkün olabiliyor.
Başlıklarla ve linklerle bilgiyi özetleyip, okuyucunun kendi içeriğini
seçebilmesi sağlanabiliyor. Basılı raporların özet bölümlerinde bu teknik
yoğun olarak kullanılıyor. Online raporlarda link verilip bilgiye derinlemesine
ulaşılması sağlanabiliyor. Yöntem, mobil cihazlar için de elverişli.
Esnek tasarımın gücü
Esnek tasarım, online faaliyet raporunun PC, akıllı telefon ya da tablete de
uyum sağlamasını ifade ediyor. Resim, grafik, metin ve tablo bütününün
esnek tasarlanması, tüm smart cihazlarda görüntülenmesini kolaylaştırıyor.
Esnek tasarım web tasarımlarında genel olarak kullanılsa da online faaliyet
raporları açısından bu bir yenilik.
Arama motoru optimizasyonu
Birçok kurum geniş kitlelere ulaşmak için arama motoru optimizasyonuna
yöneliyor. PDF raporlar da optimize edilebiliyor ancak html raporlar bu
konuda en iyi sonuçları veriyor. Arama sonuçları popülarite, güncelleme
ve kullanıcı biçimlerine göre düzenlenebiliyor. Raporun kullanışlı olma
özelliği artıyor, süreçleri interaktif hale getiriyor. Online dünyanın mottosu:
“Bulunamıyorsa yok demektir”.
Videoda yeni uygulamalar dikkat çekici
Video yeni bir trend olmasa da sürekli olarak gelişiyor. Önceki yıllar videonun
birçok değişik kullanımını gösterdi. Otomatik olarak açılan videolar, kısa filmler
gibi birçok yenilik gördük. Bu sene şirketler daha inovatif yaklaşımlar deniyorlar.
İletişime Kanat Çırpmak / 23
Bir iletişim aracı olarak faaliyet raporu
Ekim 2015
Bu dokümanların anlamının yeterince ifade edilmediğini, dostlar
alışverişte görsün mantığıyla yapıldığını söylemek zorundayım. Ama bu
bizim kültürümüzün bir parçası. Bize raporlama ve ölçme sevdirilmedi,
anlatılmadı ki nasıl pozitif bir ilişki kurabiliriz bu raporlarla?
Rapor hazırlayan kurumların bazılarında yatırımcı ilişkileri ekibi bulunuyor,
önemli bir kısmında yok. Yatırımcı ilişkileri ekibi bulunan kurumların pek
çoğunda kurumsal iletişim ile yatırımcı ilişkileri birbirlerinden kopuk çalışıyor.
Bu kopukluk bana kalırsa çoğu zaman kurum kimliğine zarar veriyor.
Türkiye’de İMKB’ye kayıtlı firmalar arasında yatırımcı ilişkileri birimi olanların
çoğunda ekip bir kişiyle temsil ediliyor.
Ekip çalışması yapabilenler iki elin parmaklarını geçmiyor. Yanlış anlaşılmasın,
Batılı kurumlarda da yatırımcı ilişkileri çok kalabalık değil, ama az sayıda
yetkin ve deneyimli profesyonelin bulunduğu ekipler olarak dikkat çekiyor.
Türkiye’de meslek olarak henüz yeterince tanınmayan bu alan, gençlerin
bilinçli ve kendiliklerinden hevesle seçtikleri bir çalışma alanı olmaktan uzak,
tesadüfen girdikleri bölümler olarak karşımıza çıkıyor.
Kurum tarafından bakacak olursam, faaliyet raporu ihalesine çıkılmadan
önce, o yılın raporundan beklentilerin oturmuş olması gerekmektedir.
“Raporun içeriğinde ne bekliyorum?” sorusunun detaylarına karar verilmiş,
bu raporun ne kadar dikkat çekmesi gerektiği konusunda net bir tavır,
raporun ödülle ilişkisinin tarif edilmesi, raporun kurum içinde hangi kişilerle
hangi başlıklar altında çalışılacağının görev tarifi olarak netleştirilmiş olması
gerekir. Bir de üst yönetimin olur ve beklentisinin sonradan değil önceden
alınması şiddetle önerilir. Bu ekibin yöneticisinin tarih ve bütçeyle dost,
gerçekçi olması tavsiye edilir. Genel kurul tarihine gerçekçi bir bakış açısı
raporun hangi aralıkta hazırlanacağına ışık tutar. Genel itibariyle başlarken
İletişime Kanat Çırpmak / 24
iyi bir takvim yapılır, can simitleri yerleştirilir. Aksaklıklar genellikle, “Madem
işi ihale ettim, artık rahatım” duygusunun yerleştiği an başlar. Takvim
sarkmaları işin sonuna doğru facia kıvamına gelir.
Yine gözlemim, tepe yöneticisiyle konuyu baştan somut bir algıda
buluşturamamış ekiplerin tüm iyi niyetlerine karşın mutsuz bir sonla
karşılaşıyor olmaları. Beni mutsuz eden ise bu iyi niyetli insanların üst
yönetimle yaşadıkları hayal kırıklığı sonucu faaliyet raporundan soğutmuş ve
hatta kaçırmış olmamız...
Faaliyet raporlarının sevilmediğini tespit ettim desem, “yalan biz çok
seviyoruz” çığlıkları gelmeyeceğini biliyorum. Faaliyet raporu ya giriş seviyesi
personele veriliyor ya da en iyi o yaptığı için bir şekilde üzerine yapışmış
deneyimli ve kadersiz profesyonele. Bu dokümanların anlamının yeterince
ifade edilmediğini, dostlar alışverişte görsün mantığıyla yapıldığını söylemek
zorundayım. Ama bu bizim kültürümüzün bir parçası. Bize raporlama ve ölçme
sevdirilmedi, anlatılmadı ki, nasıl pozitif bir ilişki kurabiliriz bu raporlarla. ISO
belgesi almak zorunda kaldığınız günleri hatırlasanıza... Son ana bıraktığınız
dokümanları, denetimden bir gün önce doldurduğunuz durumları...
İşin yalnızca yatırımcı ilişkileri ekibi ve emanetçi iletişim firmasıyla
bitmediğini kabul etmeliyiz. Kurum içinde rapora katkı sağlaması gereken tüm
birimler bu rapora nefretle bakıyor. Bu noktada işin kötüsü, pek çok kurumda
yatırımcı ilişkilerinin ne iş yaptığını, ne işe yaradığını bilmeyen bölümler
bulunuyor. Tepe yöneticilerini bu aşamada kurum içinde iletişim kurmaya
davet ediyorum.
Bölümler genellikle “angarya zamanı geldi” diye işe girişip geçen yılın aynı
cümleleri arasına sıkışmış rakamları özensizce yeniden eklediğinde bir başka
faciaya davet çıkarıyor. Çoğu rapor sonlanana kadar bu rakamlar defalarca
değişiyor. Kimse de kardeşim sen bu kadar zamanı nasıl hovardaca harcarsın
diye, kimse işini bir kerede yap maliyetimi artırma demiyor! Emanetçi iletişim
firmasında tarafında her şey çok güzel başlıyor. Yola koyulurken pek çok
İletişime Kanat Çırpmak / 25
fikri benimsetmenin gururunu yaşıyorlar. İlk günlerin mutluluğu, takvimde
sapmalar oluşmaya başlayınca tedirginlik ve panik şeklini alıyor. Güzel
başlayan evlilik, cicim günlerinden sonra kabusa dönüşüyor. Birden genel
kurulun yaklaştığı anlaşılıyor, nedense o ana kadar herkesin mutabık olduğu
tüm rakamlar, yazım dili ve ne hikmetse tasarım birden “nolmaz, nolamaz”
nidalarıyla yıkılıyor. Gidip gelen dokümanların sayısını herkes karıştırıyor,
üstelik hangi doküman nedir birbirine karışıyor. Rapor tamamlanacağına
karşılıklı suçlamalar: ben düzelttim, sen düzeltmedin... Hayır yaptın, yok
yapmadın. İlk günler hovardaca harcanan zaman, sonlara doğru “hemen
şimdi” ve “sabaha kadar” kiplerine dönüşüyor.
Çözüm? Tahmin edemeyeceğiniz kadar basit, ne istediğinizi
bileceksiniz, kurumunuzu iyi tanıyacaksınız, firmanızın gerçeklerinden
uzaklaşmayacaksınız... Formül iyi ön brief vermek, işi gözlemlemek, partnere
güvenmek, yol boyunca her rüzgarda savrulmamak ve yapılanların arkasında
durmak, gerektiğinde değişmekten ve değiştirmekten korkmamak...
İletişime Kanat Çırpmak / 26
3
Dil, Sansür, Kültür
ve Siyasal İletişim
İletişime Kanat Çırpmak / 27
Bir Türk ile Türk gibi iletişim kurmak
Eylül 2014
Biz kimiz? Türkler nasıl iletişim kurar? Tartışmayı, konuşmayı sever
mi? Peki ya iletişim, sosyal medya? Türklerin iletişiminden söz
ederken sansürden bahsetmemek olur mu? Türklerin iletişim sevgisiyle
yasakçılığı aşk ile nefretin ilişkisine benziyor.
Biz kimiz? Bu soruyu zaman zaman soruyoruz kendimize. Pek çok araştırma
da var. İnsan topluluklarını kümelere ayırmak, onları renklere bölmek doğru
mu? Bir boyutuyla cevabım “hayır”. Bu bireysel ve ilkesel bir cevap.
Diğer boyutu teknolojik. Teknolojik olarak, bugün içinde bulunduğumuz tarih
kesiti insanları neredeyse tek bir davranış içine sokuyor. Teknoloji sayesinde
hepimiz birbirimizden haberdar olabiliyor, etkileniyor ve birbirimizi taklit
ettikçe aynılaşıyoruz.
Bir üçüncü boyutuyla, toplumların, toplulukların ve kümelerin birbirinden
ayrıldığı ve karakteristik özellikler gösterdiğini düşünüyorum. Bu da
profesyonel bakışım.
Profesyonel açıdan hedef kitle odaklı çalışmalar yapmayı önemsiyoruz. Çünkü
artık toplu iletişim kurmak mümkün değil. Hedef olan grup, bir ülke, bir bölge,
bir okul sınıfı, bir toplantı katılımcıları, aklınıza gelen en büyük ve en küçük
küme her neyse olabilir… İlgi alanlarımız, davranışlarımız, ihtiyaçlarımız,
önceliklerimiz farklılaştıkça, iletişim radarımıza takılanlar da farklı oluyor
İletişim, bir bilgiyi iletmek demek değil. Gönderilen bilginin anlaşılması ve
hatta bilginin karşılık bulması demek. Siz iletişimci olsanız, biz Türklere nasıl
iletişim kurgulardınız, düşündünüz mü? Peki siz bir Türk olarak hangi tür
iletişim kanalı ve kurgusundan etkileniyorsunuz, bunu düşündünüz mü?
Bu yazıda Türklerin gerçekten komik olduğumuzu düşündüğüm iletişim
özelliklerine dikkat çekmek istedim.
İletişime Kanat Çırpmak / 28
Türkler, tipik Akdenizli. Dokunmayı, temas kurmayı, konuşurken beden
dilini kullanmayı seviyor. Başkalarının, arkadaşlarının, tanıdığı tanımadığı
insanların, ve ünlülerin hayatlarını merak ediyor. Tartışmayı, konuşmayı,
paylaşmayı seviyor.
TÜİK verilerine göre bir okul bitirmeyen ve bilgisayar kullananların oranı
erkeklerde yaklaşık yüzde 10, kadınlarda yaklaşık yüzde 2. İnternet kullanma
oranları da paralel. Zaten bilgisayar demek Türkler için aslında internet demek.
Okuma kaygısı değil, iletişim kurma hevesi oldğu gözleniyor.
Erkek ilkokul mezunlarının yüzde 20’si, kadınlarının yüzde 10’dan fazlası
internet kullanıyor. Eğitim arttıkça internetle ilişkimiz yoğunlaşıyor. Eğitim
düzeyi yüksekokul ve üzerine gelince erkek de kadın da yüzde 90’ı geçiyor.
Burada okuduğunu anlama, kendini ifade etmek öne çıkıyor. Etkileşim içinde
yer alan içerikler üzerine bir araştırmaya rastlamadım. Kim ne kadar araştırma
yapar, kim ne tür nitelikten yararlanır bilinmiyor. Bilinen, ne kadar eğitim o
kadar internet. Herkes haberleşiyor anlayacağınız! Haberleşmekle kalsa iyi.
Teknoloji Türklerden sorulur. İnternet kullanan dört kişiden biri internetten
alışveriş yapıyor.
Kısacası, korkumuz yok! Buna cahil cesareti de diyebilirsiniz… İnternet kullanan
dört kişiden üçü elektronik haber, gazete okuyarak dünyayla iletişime geçiyor.
Bana çok yüksek bir oran gibi görünüyor. Ne tür haber tükettiğimize dair
derinlikli bir bilgi yok. İnternet kullanıcılarının yüzde 41,3’ü kamu kurum ve
kuruluşlarıyla iletişime geçmek için interneti kullanıyor. Bilişim teknolojileri
evlerimizde (TÜİK –2013). Sen neymişsin be abi!
Bu kadarla bitmez… Sosyal medyayı seviyoruz. Foursquare’da Türkiye,
ABD’den sonra dünyada en çok check-in yapılan ikinci ülke. 36 milyon
internet kullanıcısının yüzde 31.10’u (11 milyondan fazla) Twitter kullanıyor.
Facebook kullanıcı sayısı 32 milyonu aştı. Google+ kullanıcısı 1 milyon, aktif
Twitter kullanıcısı 6 milyon, Linkedin kullanıcısı 1 milyon civarında. İletişimi
seviyoruz, özgürlük istiyoruz ama yasakçıyız yasakçı! 2013’de erişimi
İletişime Kanat Çırpmak / 29
engellenen alan sayısı yaklaşık 28 bine yükseldi. 2014 itibarıyla erişime
engellenen web sitelerinin sayısı 40 binden fazla. Twitter ve Youtube’a
erişimi engellemekte sakınca görmedik. Dönemin Cumhurbaşkanı ve
bakanları dahil farklı şekillerde erişimi sürdürdü. Yasağı savunanlar bile
fikirlerini Twitter üzerinden yayarak tarih yazdı.
Sonuç olarak Türkler; internet, sosyal medya gibi çağın tüm yeni iletişim
araçlarından ve yeni medyadan yararlanır. Bu alanlarda kendini geliştirme
eğilimine sahiptir. İyi eğitimli Türkler internetle yatar kalkar. İyi eğitimden
içi dolu eğitimi anlamıyoruz tabii. Yüksek okul diplomasını anlıyoruz ki, o da
herkesde var… Araştırmalara göre halkın yarısı “Yeni” olan her şeye bayılır
ve sakınmadan satın alır. Bu nedenle aylık kazancının iki katı tutarında yeni
cep telefonu satın almak Türkler için olağandır. Yasaklar Türkleri korkutmaz,
bir yolunu bulunup o yasağı mutlaka deler.
Unutmadan konumuzla dolaylı ilintili bir bilgi, ortalama bir Türk hayatında en
fazla bir kitap okuyor.
Anka paradoksu
Eylül 2015
Çok sevilir, sakıncalı bulunur, yasaklanır, daha da sevilir. Anka kuşu
misali küllerinden yeniden doğar. Yaprak Özer, Ece Temelkuran ile bir
araya geldi; kültürden kadına, edebiyattan gazeteciliğe dair keyifli bir
sohbet gerçekleştirdi.
Türkçede bütün kelimeler bir araya gelmiş, ipi bir tek “yasak” kelimesi
göğüslemiş… Her şey her an yasak kapsamına girebiliyor. Yetmezmiş gibi,
bir de yasaklılar var; yazması yasak, konuşması yasak, yürümesi yasak, nefes
alması yasak olanlar. Yasak haber, yasak kitap, yasak resim, fotoğraf…
Diğer taraftan, şahane bir paradoks; ne kadar yasak, o kadar cazip. Çocuklara
çikolata yasak, en cazip yiyecek. Cola yasak en cazip içecek. Şeker, un, tuz
yasak, en cazip 3 beyaz. “Sır, sakla söyleme” deyin, en büyük iletişim…Örneğin,
Julian Assange, ünlü yasaklı. Anımsamayanlar için, hacker. Bilgiyi öyle bir saldı
ki, o nedenle hem bilgi hem kendisi kilit altına alındı. Hükümetleri, istihbarat
odaklarını, dünya liderlerini, küresel bürokrasiyi, günlük siyaseti alaşağı etti. Ne
kadar gizli saklı varsa açığa çıkardı. O gün, dünyanın en ünlü kaçağı ve tutsağı
oldu. Artık sığınmacı… Yıllardır normal hayatın içine karışamıyor, saklanıyor.
Saklandığı delikten burnunu çıkaramıyor, ama teknoloji sayesinde en uzak
coğrafyada dinleyenlerle buluşabiliyor. Ece Temelkuran, aslen edebiyatçı.
Renkli kişiliği ve kıvrak kalemi, kendisini ayrıca bir süre gazeteci-köşe yazarı
olarak da tanımamıza vesile oldu. Medya kuruluşlarını peşinden koşturdu.
Sonra artık “sana yasak” denenlere karıştı. Yanılmıyorsam 2012’deydi… Ne
yasakmış kardeşim, daha popüler oldu.
Temelkuran’ın eğitimi hukuk olsa da o edebiyatı tercih etmiş, rüzgara kapılıp
köşe yazarlığında soluk almış… Takipçileri onu güncel olayları toplumun
farklı alt katmanlarını inceleyen yazılarıyla sevdi. Fazla yazdı, yasağa takıldı,
kapıdan giremeyince bacadan girdi… sosyal medyada rekor kırdı. Yasaklı
olup daha çok ilgi çekmeyi yorumlamasını istedim.
İletişime Kanat Çırpmak / 30
İletişime Kanat Çırpmak / 31
Gazete köşeniz ilgi çektiği için yoklara karışınca sosyal medyada fenomen
oldunuz! Siz yasakların işe yaramadığının bir kanıtı olabilir misiniz?
Olabilir. Çünkü işten atıldıktan bir ay sonra uluslararası bağımsız bir
firmanın yaptığı araştırmanın sonucuna göre, Türkiye’deki en etkili altıncı
sosyal medya kullanıcısıydım. Ben kaderimin bu olduğunu düşünüyorum.
Nasıl derler? Çelme takıp düşürdüklerinde kalmak ‘fıtratımda var’! Şaka
bir yana yorucu bir ‘fıtrat’ bu, anka fıtratı. Yasaklara gelince. Emin olun işe
yarıyorlar. Eğer insanlar seçerek ve inat ederek karşı durmazlarsa hem de
nasıl yarıyorlar. Kerelerce Türkiye’nin en çok okunan köşe yazarı seçilmeme
rağmen hala hiçbir gazetede yazmadığımı hatırlatırım.
Sanal olmak bir gazeteci–yazar için ne anlama geliyor?
144 karakterlik katılımdan fazla şey beklememeli. Elbette azımsamamalı da.
Neler yapabileceğini geçtiğimiz yıllarda gördük. Ama derinleşme imkansız.
Üstelik komik tarafı, derinleşmenin neredeyse imkansız olduğu bu aracı
kullanırken herkesin birbirini samimiyet ve ahlak testine tabi tutması…
Neden “12 Eylül” kitabı yazdınız; Devir’de ne anlatmak istediniz?
Ben 12 Eylül kitabı yazmadım. Ben bugünün kitabını yazdım. Bugün olup
bitenlere bakın. Hem parlamenter düzeyde, hem sokak düzeyinde tıpatıp
aynı şeyler oluyor. Ahlakın kaybı, aşırı düşmanlaşma, siyasi tıkanıklık, insanın
kendine ve kardeşine inancını kaybetmesi, toplumsal delirme… Hepsi o gün ve
bugün aynı. Ben aslında bugünkü çaresizliğimiz hakkında ne düşündüğümü ve
ne yapılması gerektiğini 1980’den bir fotoğraf içinde anlattım.
Edebiyatçı mısınız, gazeteci mi?
Ben edebiyatçıydım. Her zaman öyleydi. Gazete yazarlığına başlamadan
çok önce yayınlandı edebiyat kitaplarım. Gazete yazarlığı bu edebiyatın
bir parçasıydı sadece. Zaten dünyevi meselelerden benim kadar kopabilen
birinden hiçbir zaman iyi bir gazeteci olmadı bana sorarsanız. Derinleşmek en
kıymet verdiğim şey, o yüzden ne yapsam derinlemesine yapmaya çalıştım.
Öyle de oldu galiba şimdiye kadar.
Sosyal medya üzerinden var oluşu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Neden kafamız karışık, ülkedeki siyasi gerilimden mi, dünyanın çok hızlı
değişmesinden mi?
Bir süredir sosyal medyayı hemen herkesin hastalığını ortalığa döktüğü bir
yer olarak görmeye başladım. Kavgalı bir yer oldu sosyal medya. Yüzyüze
bakarken insanın salgıladığı bir mahcubiyet hormonu var sanırım. Yüz yüze
bakmayınca o mahcubiyet ortadan kalkıyor. O mahcubiyeti ben çok kıymetli
bulurum doğrusu. Hem insanın olgunluğunu gösterir hem de fikirlerini
söylemek için neleri göze aldığını. Sosyal medya daha az şeyi göze almayı
sağlayan bir yok-alan. Öte yandan oralarda yazılanlar yüzünden insanların
hapis yattığı düşünülürse büsbütün sorumluksuz bir alan da değil tabii.
Bize ilkokulda ezberlettikleri, “Türkiye’nin stratejik konumu” klişesi doğrudur.
Hakikaten problemli bir coğrafyada yaşıyoruz ve çok yüklü, çok problemli bir
geçmişi devralarak kurulmuş bir ülkenin çocuklarıyız. Başımıza durmadan bir
şeyler geldiği için de durup düşünmeye vaktimiz hiç olmadı. Ülke olarak bunu
seçmedik, seçmeyi beceremedik. Kafa karışıklığı bu yüzden. Sizin kafanız
karışınca ne yaparsınız? Ben, bir iki gün eve kapanıp evi, kendimi, işleri
toparlarım. Ülkenin hiç böyle şansı olmadı. Olacak gibi de görünmüyor. Biz
böyle bir muamma içinde yaşayıp gideceğiz belki de.
Bireysellik ve yalnızlık arttıkça, duyarsızlaşıyor muyuz?
Ülke psikolojisi diye bir şey var mı sizce, varsa Türkiye’nin psikolojisini
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok fazla şey görüyoruz. Hayatta kalmak için bilinçsiz olarak bir duyarsızlık
geliştirdiğimizi bunu da topluca bazen geçirdiğimiz duyarlılık krizleriyle tedavi
etmeye çalıştığımızı düşünüyorum.
İletişime Kanat Çırpmak / 32
Kolektif bir benliğimiz var ülke olarak, bir ülkenin yurttaşları olarak. Her ülke
için var bu. Bizimki tabii fenomenal! Kişisel ilişkilerinizden en üst düzeydeki
yönetim ilişkilerini içine alan bir kader birliği içindeyiz. İnsanlar bugünlerde
kişisel olarak kendilerini bu karmaşadan kurtarmak için spritüel meselelere,
İletişime Kanat Çırpmak / 33
spora, organik yiyeceklere saplantılı bir şekilde eğiliyorlar mesela. Çünkü
kolektif benliğimiz büyük bir keder ve karanlık içinde. Kadınlar, erkekler,
gençler hepsi için ayrı ayrı psikolojilerden söz edilebilir elbette. Ama sınıfsal
olarak farklı psikolojilerden bahsetmek mümkün olabilir belki de.
Kadın sorunlarını çok konuşuyoruz, erkek sorunlarına yabancılaşıyor muyuz?
Savulun “Üçüncü Tür” geliyor
Anka: Yunan mitolojisine göre öldükten sonra küllerinden doğan harika bir
kuştur; birçok kültürde yer alan efsanevi kuş Yunan mitolojisinde “Phoenix”,
Arap tradisyonunda “Anka” adını alır.
Madem buluştuk kadın konusuna iltimas geçmemek olmaz. İtiraf etmeliyim,
“günün mönüsü siyaset”ten o kadar sıkıldık ki, başka konular da var diyesim
var: Kadınca bir yaşamın hakim olduğu bir ülke sizce nasıl olurdu? Neler
değişirdi? Süper olurdu. En azından denemeye değer olurdu sanırım. Bu
kadar saçma konuşmalar dinlemek zorunda kalmazdık başlangıç olarak.
Oğlan çocukları kendilerinden çok bahsediyor çünkü, biliyorsunuz. Dinlemeye
asla katlanamazlar. Hep anlatmak isterler.
Erkeklerin trajedilerini bütün sanat dalları gani gani anlatıyor bence.
Kadınların hikayelerini herkes biraz “sıkıcı” buluyor. Korkarım buna kadınlar
da dahil.
Herhalde kadınların egemen olduğu bir toplum insanların birbirlerini daha
çok dinledikleri bir toplum olurdu. Maskülen kadınlar metro seksüel erkekler...
Üçüncü bir tür mü doğuyor?Eğilimleri belirleyen günümüz sanatına, kitle
iletişim araçlarına bakınca şunu görüyorum ben: İnsanlar cinsiyetsizliğe
doğru yol alıyorlar. Kadınlar o kadar kadın değil, erkekler o kadar erkek değil.
Kadınları kadın (!) erkekleri erkek (!) ilan eden ritüellerin kaybolduğu bir
çağda yaşıyoruz.
Bu uzun bir konu elbette ama evet üçüncü bir türün doğduğunu, ya da ileri de
hepimizin üçüncü bir türe dönüşeceğini öngörüyorum.
Neden kadına yönelik şiddet bu ülkede gün geçtikçe artıyor?
Toplumsal ilişkiler bozulduğunda ilkin en güçsüzler hedefe konur. Kadınlar,
çocuklar, hayvanlar. Sanırım toplumsal bozuşmada ilk kurban edilenler
kadınlar oluyor. Kadına yönelik şiddetin böyle dehşetli bir boyuta varmasının
nedeni de bu. Hukuk ortadan kalkınca ilk kurban edilenler en korumasız
olanlar oluyor.
İletişime Kanat Çırpmak / 34
İletişime Kanat Çırpmak / 35
Yurttaşlık bilgisi
Ekim 2015
İnsan, inovasyon, girişim, sürdürülebilirlik, teknoloji,yaratıcılık,
egemenlik, meslek, ekonomi, insiyatif, yorum, risk, ülke, vermek, cesaret,
konfor, üretim, çalışmak, sistem, eğitim, özgürlük, birey, bütünsellik,
ekoloji, insan hakları, iş birliği, ilerlemek, kültür, merak, kararlılık,
hedef, refah, gençler, kadınlar, yaşlılar, gelecek, sanat, kariyer, toprak,
matematik, içerik, bilim, çocuklar, çevre, dostluk, sevmek, planlamak,
strateji, istihdam, hayal kurmak, doymak, aşk, kazanmak, paylaşmak,
demokrasi, eşitlik, sorumluluk, keyif, yetenek, çözüm, bilgi, sağlık,
yurttaşlık, uzlaşmak...
Kendi kendime düşündüm, kendi lisanımı üretsem, dilime hangi kelimeleri
almak isterdim. Sıralamaya başladım. Yukarıdaki liste çıktı. Tabii çok daha
fazlası vardı! Tekrar tekrar okuyunca, bazılarına bakıp, “Onlarsız da olurum”
dedim. İhtiyacımdan fazlasını çıkardım, duymaktan usandıklarımı da, negatif
olanları da çıkardım... Zaten sayıca fazla olunca, “Hayatıma sığdırmam bu
kadarını” diyerek abarttığımı düşünüp sildim. Kimisini de dolap temizliği
yapar gibi bilinçli çıkardım. Kullanmak istemiyorum. Geriye kalanların hepsi
yeterince anlamlı. Zaten bu kadarıyla konuşabilsem yeter de artar bile. Şöyle
de söyleyebilirim kelimelere hakkını versem ya... Anlatmak istediğimden bile
fazlasını verirler. Siz de deneyin, saçma değil gerçekten anlamlı olduğuna
kanaat getireceksiniz. Seçim öncesindeyiz! Yine olağan bir seçim öncesi...
Hayat yine durdu! Bu duruma alıştık mı? Ben kendime saygımdan alışmamaya
karar verdim. Nedenlerinden biri de yalnızca ve yalnızca konuşuyor
olmamızdan. Türkiye hep konuşuyor. Tüm sorun da bu! Aslında icraatını
aktaracak da, konuşmaktan icraatta bulunamıyor. Konuşmuş olmak için
konuştuğundan söylediklerine de anlam yükleyemiyoruz.
Azla yetinmeliyiz
Konuşurken de daha az kelime kullanmalıyız, daha az kelimeyle daha fazla
şey ifade edebiliriz. Her kelimeye hakkını verirseniz, sizi dinleyenler de size
İletişime Kanat Çırpmak / 36
hakkınızı verir. Eğitimin temel çıktılarından bir tanesi kelimelere hakkını
vermek. Çünkü kelimeler, bilgimizin, düşünce ve icraatımızın iletişimini
sağlayan semboller. Topunu birden kullanayım, daha güzel oluyor dediğinizde
enflasyon oluyor. Önce ne söylemek istediğinize karar verin. Hatta yapın bir
liste, öz lisanınızı çıkarın, kelime haznenize siz karar verin.
Eğitimli eğitimsiz farkı
Eğitimli insanlarla, eğitimi olmayan insanlar arasında ne tür farklar
olduğunu mutlaka düşünmüşsünüzdür. Eminim bir çırpıda pek çok madde
sıralayabilirsiniz. İstanbul Sanayi Odası’nın bu hafta gerçekleşen kongre açılış
oturumu “Finlandiya Nasıl Başardı?” sorusunu sordu. Oturumu yönetme
görevini üstlendiğim için geçen hafta dersim Finlandiya’ydı. Çokça Finlandiya
okuması yaptım. Oturumdaki konuklarımdan biri Finlandiya Sanayi ve Ticaret
Odası Başkanı Risto Pentilla, diğeri Helsinki Üniversitesi Profesörlerinden
Hanelle Niemi. İkisi de dünya çapında konularında tanınan saygın kişiler.
Yeterince konuştular, çok şey anlattılar.
Ne öğrendim; Finlandiya kültüründe; temel, basit, yalın, sade, azöz
kelimelerinin zenginlik, bolluk, güzellik, yaratıcılık, uzlaşma gibi karşılıkları
olduğunu gördüm. Ekonomikler. Temel değerlere odaklanmışlar. Okurken,
eğitimli ile eğitimsiz arasındaki farkı anlatan sıradan bir paragraf geçti
gözlerimin önünden... Aşağıda sıralayacaklarımı siz de benim okur okumaz
bulduğum gibi fazla basit bulacaksınız. Gerekirse bir kere daha okuyun,
derinliği olduğunu göreceksiniz.
Bakın temelde eğitimliyle eğitimsiz arasındaki farklar nelermiş... Eğitimli
insanlar iyi alışkanlıklar ediniyor; sigarayı bırakabiliyor, güvenli seks yapmayı
tercih ediyor. Eğitimli insanlar arasında çocuk ölümleri düşük. Eğitimli
toplumlarda doğal felaketler yok ya da yok denecek kadar az. Eğitimli
insanlar iklim değişikliklerine adapte olabiliyor. Eğitimliler arasında işsizlik
oranı düşük, spor yapanlar çok. Eğitimliler daha mutlu. Eğitimliler sorunları
teşhis edebiliyor, sorunun farkına varabiliyor. Hayatta ve ayakta kalabilmek
için gerekli temel öğeler özetle! Ne kadar önemli değil mi!
İletişime Kanat Çırpmak / 37
Eşitlik, adalet, şeffaflık
Kendimize soralım
Finlandiya, eğitim sistemiyle dünya üzerinde dikkat çeken ülkelerden biri.
Eşitlik, adil olma, açık ve şeff af olma ile güven değerleri üzerinde ilerliyorlar.
Birbirine güvenen-şeffaf ilişkilerin desteklendiği bir toplum hedefl ediklerini
ifade ediyorlar.
•
Bizim 2023 hedefimiz var (dı). Hedefimize ulaşabilecek miyiz?
•
Yaşamakta olduğumuz sorunları “bütünsel kalkınma” bakış açısıyla çözebilir miyiz?
•
20 ya da 50 yıl sonra nerede olmayı hedefliyoruz?
•
Eğitime ulusal bütçeden ne kadar pay ayırıyoruz?
•
Ekonomimizin ihtiyacı olan gençleri tarif edebilir miyiz ?
•
Geleceğe nasıl gençler yetiştirmek istiyoruz?
•
Gençlerimizin önemli bir bölümü “ne iş olsa yaparım” diyor, mesleksizlik sorununu çözebilir miyiz?
•
Geleceğin hangi sektör ve iş kollarında olduğunu düşünüyoruz?
•
Sürdürülebilir bir toplumsal gelişimin belirleyicisi ekonomi mi,
eğitim mi?
•
Eğitimi toplumsal gelişimin bir yan-ürünü olarak değil, ekonomik gelişimin ön koşulu olarak görmek mümkün mü?
•
Eğitimimizi, “işbirliği” ve “uzlaşma kültürü” üzerine inşa edebilir miyiz?
Vatandaş olmak
•
Uzlaşmadan korkmalı mıyız?
Finlandiya’da vatandaş olma odaklı bir temel eğitim söz konusu. Nasıl bir
vatandaş: Veriyi bilgiye dönüştürebilen ve dönüştürdüğü bilgiyi de işleyebilen
bir vatandaş. Sistem, toplumsal eşitliği gözeten, başka kültürlere açılabilen,
teknolojiyi amacına uygun kullanabilen vatandaş yetiştirme ödevine sahip...
Fiziki, entelektüel, sosyal gelişimini tamamlamış vatandaştan söz ediyoruz.
Eğitimde üzerinde durulan konuların başında işbirliği, uzlaşma kültürü geliyor.
Toplumdaki paydaşlarla ortak platformda yaşamasını öğrenmiş esnek,
öğrenme kabiliyeti yüksek, mesleki teknik donanıma sahip olan bireyler...
•
Uzlaşmacı eğitimle rekabetçi ekonomi olunabilir mi?
•
Ekonominin sürdürülebilir olmasını teminat altına alabilir miyiz?
•
Yaşam boyu eğitim politikasının, bilgi temelli bir ekonomiye
yansıması olabilir mi?
•
Eğitim ve öğrenmeyi kültürümüzde saygı duyulan bir konuma getirebilir miyiz?
•
Eğitimin esas maksadı insan yetiştirmek mi yoksa yurttaş
yetiştirmek mi?
•
Eğitim kültürün bir parçası mıdır?
•
İletişim burada nasıl bir rol oynar?
•
Nasıl bir sistem kurmalıyız ki, vatandaşlar gönüllü öğrenci olsun?
Tanımlarında çok net oldukları görülüyor; sürdürülebilir ekonomi hedefine
inovasyonla ulaşabileceklerine, bunun için iyi eğitime ihtiyaçları olduğunu
bildiklerini söylüyorlar. Sistemleri, kısa vadeli çözümler üretip, ‘günü
kurtaran’ insanlar değil, yenilikçi, toplumsal refahı ve ekonomik istikrarı
gözeten, sürdüren-geliştiren insanlar yetiştirme hedefi taşıyor.
Bu küçücük ülkeden çıkarılacak büyük ders var: Sürdürülebilir bir ekonomi
için iyi yetiştirilmiş insan gerekiyor. Nitelikli insani sermayeyi elde etmenin
yolu da iyi bir eğitimden geçiyor. Kendisini tanıyan, yeteneklerinin farkına
varmış, sınırlarını bilen ve buna göre sorumluluk bilinci gelişmiş bir “yurttaşinsan” yetiştirmek.
Biz de yapabiliriz! İnanıyorum, inanmak istiyorum. Akıl tutulması yaşadığımız
doğru ama bu durumdan çıkmak için çabalayanlar da çok.
İletişime Kanat Çırpmak / 38
İletişime Kanat Çırpmak / 39
•
Eğitimde temel misyonumuz nedir?
•
İletişimden yararlanarak bu misyona nasıl hizmet edebiliriz?
•
Öğrenmekten mutluluk sevinç duymak nasıl mümkün olur?
•
Eğitim kurumlarının özerkliği, eğitimi en genel anlamıyla nasıl etkiler?
•
Okullar arasındaki -iyi okul-kötü okul- ayrımı, her eğitim kurumunun özerk bir yapıya sahip olmasıyla aşılabilir mi?
•
Vasatlık nedir? Vasatlığın ortaya çıkardığı temel sorunlar nelerdir?
•
Vasatlıktan nasıl çıkılır?
Düşüncelerimizin ve sorularımızın sınırı olamaz. Etrafınıza iyi bakın! Nasılsa,
her şey iletişim, her şey iletişim için.
Paradoks maksimumda
Eylül 2015
Limitsizlik ve sınırlar… İletişim alanında olumlu ve olumsuz gelişmeleri
maksimumda yaşıyoruz. İletişim almış başını giderken siyaset sansürü
körüklüyor.
Teknoloji sayesinde iletişim ve içerikte devrimsel sıçrama kaydederken,
siyaset marifetiyle sansür yayılıyor. Konuya duygusal yaklaşabilir, siyasi
açıdan irdeleyebilir, ekonomik açıdan analiz edebilirsiniz. Günlük telaş içinde
yapılan değerlendirmeler bir yere kadar, akıl tutulmasını geleceğe bakarak
çözmek gerek. İletişim sınır tanımazken iletişim ve içerik kelimeleriyle
özdeşleştirdiğimiz medyanın geriye düştüğünü söylemem kimseyi
şaşırtmamalı. Bu süreç az gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlarda vahşice
yaşanıyor. İletişim yapmaya ihtiyacı olanlar çözümü farklı yöntem ve
medyalarda arıyor.
Neden?
İnsan var olduğundan beri iletişim, temel prensipler üzerinde ilerliyor. Hedef
kitleye ulaşmaya çalışırken iletişime ihtiyaç duyuluyor. Toplumsal fayda
üzerinden haber ve bilgi vermek üzere iletişim kurgulanıyor. Güç sahibi olmak
için iletişim kullanılıyor… Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde iletişim anlayışı
bu son çizgiden ilerliyor.
İletişim her dönem bir şekilde popüler olsa da, bugün temel iletişim başlığı
“içerik”. İçerik, kalite önceliği getiriyor. Gelişmeler, iletişim ihtiyacı olanların
kaliteyi yakalamak için geleneksel medya yerine, kendi özelleştirilmiş
medyaları üzerinden çıkış yolu bulmaya çalıştıklarını gösteriyor. Gelişmeler
bu yöndeyken, sınır ve sınırlamaların fonksiyonu kalmıyor.
Sosyal medya devleri Google, Yahoo gibi şirketler ve bir sürü girişim
“bükemediğin bileği öpeceksin” tadında adımlarla medyanın aktığı su yatağını
değiştiriyor, şirketlere ve dileyene kendi özgün, kişiselleştirilmiş medyalarını
İletişime Kanat Çırpmak / 40
İletişime Kanat Çırpmak / 41
kurma olanağı yaratıyor. Bunlar yaşanırken, vatandaş gazeteciliği diye
tanımladığımız bir iletişimci ordusu ortaya çıktı. Her yerdeler, gönüllüler,
ucuzlar, güvenilir değiller ama vazgeçilmezler. Sınır tanımıyorlar, kimseye
bağlı ve bağımlı değiller, anı yaşıyor ve yaşatabiliyorlar. Herkes için
tehlikeliler. Paradoksa bakın ki, mevzu vatandaş gazeteciliği olunca,
sansürleyen de sansürlenen de aynı gemide… Vatandaştan korkulur!
Günlük gelişmeler körlük yaratıyor, yaşananları analiz etmekte güçlük
çekiyoruz. Bir uzmanı bu köşeye misafir ettim. Gazeteci değil, teknik bir
adam. Gelin görün ki iletişimci. Tam da varmak istediğim nokta! Anlatmak
istediklerimi deşifre edecek. Birçok soruya kestirme yoldan yanıt vermemi
kolaylaştıran Ali Rıza Babaoğlan’a; “…İletişim nereye gidiyor, iletişimci
kim, medya nelerden oluşuyor, bundan sonra ne yaşanacak, yaşadıklarımız
ne kadarıyla gazetecilik, gazeteciliğin sonu mu geldi?…” gibi sorular
yönlendirdim.
Babaoğlan, Linked-In Türkiye ve Türki Cumhuriyetlerden Sorumlu Eski Bölge
Yöneticisi, Sosyal Medya ve Politika Uzmanı. IBM’nin dünyayı değiştirecek 75
genç arasında gösterdiği bilgisayar uzmanı. Babaoğlan profesyonel kariyeri
boyunca başta TÜBİTAK olmak üzere, yerel ve global alanda Microsoft,
IBM ve SAP gibi teknoloji firmalarında görev yaptı. IBM’in Zürich Merkez
Araştırma Laboratuvarı’nda inovasyon eğitimi aldı. Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından 2008’de kurulan ilk Türk milli teknoloji takımına davet edildi.
Babaoğlan çalışmalarına paralel olarak “sosyal ağların insanların karar verme
süreçlerindeki etkileri” üzerine araştırmalar yapıyor.
Kalite ve doğruluk ne demek?
Google Newslab, Youtube Newswire gibi uygulamalar gazeteciliğin sonu mu?
Bence bu tarz uygulamalar gazeteciliğin bittiğine değil, değiştiğine işaret.
Dünya değişiyor, habercilik ve haberlerde değişmeli. Artık gazetecilerin
haberi bulma ve aktarma özellikleri yerine haberi doğru yorumlama ve
değerlendirme özelliklerine daha fazla ihtiyacımız var. Sayısal verilerin
çoğaldığı günümüzde ‘kalite’ ve ‘doğruluk’ gibi kelimelerin anlamı artıyor.
İletişime Kanat Çırpmak / 42
Vatandaş gazeteciliği medya için önemli bir dönüm noktası. Sizce geleneksel
medya ve vatandaş gazeteciliği ne oranda yaşama devam edecek. Kesinlikle
önemli ve teknoloji dünyasında olan her şey gibi şekil değiştirse de yaşamaya
devam edecek. Çünkü habercilik adına kapattığı ciddi bir açık var aslında;
hız. Özellikle bulunduğumuz coğrafya da daha hızlı haber almanın önemi
büyük. Bunu yorumlamak ise herkese has bir özellik değil ne yazık ki. O
yüzden vatandaş gazeteciliğinin ilerlediğini görürken geleneksel gazeteciliğin
farklılaşacağını göreceğiz.
Özgün ve yaratıcı içerik
Kurumlar kendi içerik üretimi yatırımlarını hayata geçirme eğilimindeler.
Neden, genel medyaya duydukları güvensizlik mi yoksa kendi çabalarıyla
daha yaygın iletişim yapabileceklerini görmelerinden mi?
Dijital dünyada her şeyin temeli içerik. Dolayısıyla bu bir anlamda dijital
dünyada var olma çabası. Ben buradayım demek istiyor kurumlar ve bunu
kendi dilleriyle yapmak istiyor. Çünkü özgünlük internet üzerinde söz konusu
içeriğin en önemli parçalarından birisi. Kurumlar özellikle yaratıcı içerik
oluşturma çabalarını insanları eğlendirmek ve bir alana yönlendirebilmek
üzerine kurguluyor. İnsanlar internette tüketiyor ve tüketirken eğlenmek
istiyor.
Dijital vatandaşlık
Sosyal medya ile kurum ilişkisinin nasıl bir fotoğrafa yerleşeceğini
düşünüyorsunuz?
Sosyal medya oldukça geniş bir kavram aslında ve temeli içerik.
Uygulamaların çoğalması, farklılaşması ve zenginleşmesi bahsettiğimiz
içeriğin daha farklı kesimlere ulaşmasına yani yeni iletişim yöntemlerinin
ortaya çıkmasına neden oluyor. Sosyal medya değişiyor. Sosyal medya
kendisi bir değişim süreci. Kurumların da değişebilmeye hazırlanması lazım.
Bu değişimi yönetmek başlı başına bir iş. Normal vatandaşlıktan Dijital
Vatandaşlığa geçiş gibi Dijital Kurum olabilmekte bir süreç meselesi ve
‘kurumsallaşma’ dediğimiz sürece ters olabilecek yönleri var.
İletişime Kanat Çırpmak / 43
Kaosta aykırılıklar
Nesnelerin interneti, drone’lar ve bulut…
Yeni kuşak bilginin kaynağına dikkat etmeden sosyal medyayı bir haber
kaynağı olarak güvenilir buluyor. Bu nasıl bir algı yönetimine yol açar?
Yakın gelecekte gündemimizin ilk 3 sırasına oturacak iletişim konuları neler.
Vizyon anlamında bakıldığında Nesnelerin İnterneti, Dronelar ve Bulut yapısı
öne çıkmakta. Nesnelerin birbiriyle iletişime geçmesi aslında internetin 4.
nesli. İlk önce insanlar olarak internete girdik, sonra birbirimiz ile iletişime
geçmeye başladık ve Sosyal Medya doğdu. Sonra nesneler internete bağlandı
ve şimdi onlar birbirleriyle iletişime geçecek. Bence bu gerçekten heyecanlı
ve yakından izlenmesi gereken bir süreç. Drone’lar yani uçan cihazlar iletişimi
ve özellikle lojistik anlamda iletişimi ciddi anlamda değiştirmeye aday. Bulut
teknolojiler ise verilerin iletilmesi ve taşınması adına ciddi kolaylık sağlayan
yapılar. Tabi ki güvenlik olmazsa olmaz.
Çünkü bilgiyi güvendikleri yani takip etmeye değer buldukları birileri
paylaşıyor. Sosyal medyada güven içerikten ziyade içeriği kimin paylaştığı
veya toplam kaç kişi tarafından paylaşıldığı gibi noktalar üzerine oluşuyor.
Bu özellikle kaos ortamlarında ayrılıkların derinleşmesinin en büyük nedeni.
Aslında kaosların oluşmasında da etkili.
Doğru bilgi, yanlı ve yanlış bilgi ile doğru kaynaklara ulaşmak konusunda ne
tür gelişmeler var? Önemi ne?
Kaynak güvenirliği sorunu ve kaynağın teyidi internetin hayatımıza kattığı
en büyük problemlerden. İçeriğin kral olduğu dijital dünyada, içeriğin
gerçekliğinin bir önemi yok. Yani kralın çıplak olması çok önemli değil, ortada
bir kral olması yeterli. Bunu üzerine özellikle içeriğin hızlı yayıldığı Twitter,
Facebook, v.b. kuruluşlar önemler almaya çalışıyor ama bu önemlerde
içerikten ziyade kişiyi doğrulama, şikayet üzerine içeriği kaldırma v.b. Hızlı
bir şekilde gelişmesi gereken bir alan ama teknolojik olarak zorlukları da ciddi
seviye de.
Siber savaş dönemi
Bilgi güvenliği yeni bir kariyer olarak düşünülebilir mi?
Kesinlikle. Hem bireysel hem kurumsal anlamda bu konu çok önemli. Siber
savaşlar hayal değil ve giderek daha da yaklaşıyoruz. Artık bir ülkeyi
karıştırmak için orada savaş çıkarmanıza gerek yok. Artık bilgi değil güvenli
bilgi daha önemli, bu da ciddi bir kariyer fırsatı.
Geniş bandın yaygınlaşması nasıl bir dünya yaratacak?
Herkesin daha eşit olduğu bir dünya özetle. İnternet en önemli özelliklerinden
birisi herkese bilgiye aynı anda erişim imkanı vermesi. Gelişmemiş ya da
gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki makas daralıyor,
eşitsizlik azalıyor. Bu teknoloji sayesinde mümkün ve teknolojinin kişilere
ulaşmasında da geniş bant alt yapı çok önemli.
İletişime Kanat Çırpmak / 44
İletişime Kanat Çırpmak / 45
Dikkat! İletişim var, sızar
Mart 2014
Veri, damardaki kan misali, internette hızla akıyor. Bilgi paylaşımı sadece
birkaç saniye sürüyor. Bu çağda iletişimi engellemek mümkün mü?
Ne yapıyor: Fiziki olarak pek bir şey yapamıyor, ama sanal olarak her şeyi
yapabiliyor. Sizin kadar özgür!
Ödülleri: Assange, terörist suçlaması aldığı günlerde basın özgürlüğü
ödüllerini topluyordu… Uluslararası Af Örgütü: Yeni Basın Ödülü (2009) /
Yılın İnsanı: Le Monde (2010) / Sydney Barış Vakfı (2011) / Martha Gellhorn
Gazetecilik Ödülü (2011 UK) / Yoko Ono Cesaret Ödülü (2013)
Soru: İletişimi engellemek mümkün mü?
Yanıt: Hayır.
Kanıt: Tarihin en başarılı bilgi teröristi, Avustralyalı bilgisayar uzmanı, Julian
Assange.
Assange kim: Fizik ve matematik eğitimi almış iyi bir bilgisayar programcısı,
ünlü bir hacker.
Suçu: Gizli belge yayınlamak.
Ne yaptı: Devletlerin “gizli” damgası vurduğu bilgiye ulaşmayı ve bunu
yaymayı başardı. İletişimde ezber bozdu.
Yaptığı doğru muydu: Kimilerine göre “evet” doğruydu, kimilerine göre
“hayır” değildi.
Sonuç: Halk kahramanı oldu.
İnternet, kahramanlığa ilk adım mı: Sayılmaz, en azından herkes için değil.
Neden Assange: “Wikileaks” adlı internet sitesinde insan hakları ihlallerini
ve yolsuzlukları gözler önüne serdi. Sızıntılara Örnekler:
Tunus’da
yönetimin yolsuzluklarını açıkladı, “Arap Devrimi”nin kıvılcımı
oldu…
Küba’da Amerikan üssü Guantanamo’da tutsaklarla ilgili gerçekleri,
Kenya’da yargısız infazları,Afganistan ve Irak Savaşı’ndaki sivil ölümleri
gözler önüne serdi.
Neden yazıyorum: Konumuz aslında Assange değil. Assange yalnızca
güzel bir örnek! Konumuz iletişim. Bugün çok farklı mecralarda, çok değişik
araçlarla dilediğiniz kadar iletişim kurabilir, içerik yayabilirsiniz. Müthiş bir
bolluk dönemindeyiz. Ve yine istediğiniz kadar yazıp, çizip, konuşup yine de
sesinizi duyuramayabilirsiniz. Müthiş bir yokluk dönemi.
İletişim varlık içinde yokluk çekmek gibi bir şeydir. Doğru yerde
değilseniz, doğru iletişim kanallarına sahip değilseniz, doğru içerikle çıkış
yapamıyorsanız, konuşmanız iyi değilse, görüntünüz yanlışsa, zamanı
tutturamadıysanız… İletişim yapamazsınız.
Assange, bize iletişimin sınır tanımadığını gösterdi. İlkti, o nedenle hafızalara
kazındı. Arkasından aynı işi misliyle yapanlar çıktı. Daha çok Assange’lar
çıkacak. Yakın geçmişte sosyal mecra araçları üzerinden yaratılan bir kıvılcımla
coşan halklarla tanıştık; Mısır’da, Tunus’ta, Gezi’de, Brezilya’da, Ukrayna’da…
Not: Jullian Assange halen dünyanın önde gelen konuşmacı ajanslarından Leigh
Bureau’nun üyesi olarak, yaşadıklarını binlerce kişiyle paylaşıyor. (Leigh Bureau Türkiye’de
İndeks Konuşmacı Ajansı tarafından temsil ediliyor)
Assange’a ne oldu: Kaçtı, saklandı, bulundu! Hukuk savaşının ortasında kaldı.
Ev hapsine alındı. Yine kaçtı, Ekvador’un Londra Büyükelçiliği’ne sığındı.
İletişime Kanat Çırpmak / 46
İletişime Kanat Çırpmak / 47
Vermek mi zor, almak mı kolay
Ekim 2007
ABD eski Başkanı Bill Clinton, “Giving: How each of us can change the world”
(Vermek: Her birimiz dünyayı nasıl değiştirebiliriz) başlıklı kitap yazdı.
ABD eski Başkanı Bill Clinton, “Giving: How each of us can change the world”
(Vermek: Her birimiz dünyayı nasıl değiştirebiliriz) başlıklı kitap yazdı, 750 bin
adetlik ilk baskı satışa sunuldu, kitap anında en çok satanlar listesinin başına
oturdu. Nesi daha çok ilgi çekti bilmem, ben başlığa ve bana anlattığına
takıldım: Vermek! Clinton siyasetin bir “alma/elde etme” işi olduğunu
söylüyor. Sanırım bu yüzden almayan yok, vermeyen çok. Clinton, Başkanlık
öncesiyle sonrası arasında denge kurmak istemiş. Anlaşılan yeterince aldım,
“vermeliyim” diyor… Başkanlıktan ayrıldıktan sonra kurduğu Clinton Vakfı
dört alanda faaliyet gösteriyor: Sağlık, ekonomik yetkinlik, lider geliştirme,
farklı ırk/etnik/din arasında uzlaşı.
Clinton herkesin verebileceğini iddia ediyor: “Siz de verebilirsiniz”. Söz
konusu bir Amerikan Başkanı olunca insan çelişki içinde kalıyor. Eleştirenler
Başkanlık sonrası altı yılda yalnızca yaptığı konuşmalardan 46 milyon Dolar
kazandığına dikkat çekiyor. Bazıları da servetini borçlu olduğu yerler ve
insanlara günah çıkarırcasına yardım yapmasının bir şey değiştirmeyeceğini,
zengini zengin fakiri fakir kılan düzeni değiştirmek gerektiğini söylüyor:
“Sadaka değil adalet istiyoruz.”
Amerikan Başkanlarında görev sonrası yardımseverlik moda olmalı. Ya da
alacağını alan vermeye başlıyor. Kefenin cebi yok. Bu bile bir şey… Örneğin,
Jimmy Carter 1982’de Atlanta’da kendi adını taşıyan bir vakıf kurdu, özetle,
dünya üzerinde demokrasiyi yaymak, çatışmaları önlemek, arabuluculuk
yapmak ve seçimlerde gözlemcilik yapmak üzerine çalışıyor. Merkez, aynı
zamanda küresel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi, Gine Kurdu, sıtma gibi
hastalıklarla mücadele ediyor. Dünya çapındaki birçok krizde arabuluculuk
İletişime Kanat Çırpmak / 48
görevini üstlenen Carter, 2002 yılında bu konudaki katkılarından dolayı Nobel
Barış Ödülü’ne layık görüldü. Diyeceksiniz ki, Nobel Amerikalılarla “Barış”
içinde: Theodore Roosevelt (1906), Woodrow Wilson (1919), George Marshall
(1953), Henry Kissinger (1973) ödül aldılar. Son Nobel Barış Ödülü geçtiğimiz
hafta Al Gore’a gitti. Nobel Komitesi, iklim değişikliklerinin insanlığı tehdit
eden ciddi bir sorun olduğunu, Gore’un konuyu erken teşhis ettiğini ve uzun
zamandır mücadele veren bir çevreci olduğunu, siyasal faaliyetlerinin yanı
sıra film ve kitaplarıyla ödüle layık görüldüğünü açıkladı.
Nobel’de torpil işliyor mu? Bilmiyorum. Hadi diyelim Nobel Amerikalıları
kayırıyor, diyelim bizimkilere de haksızlık yapılıyor. Ehh soruyorum o
zaman, hangi siyasetçimiz oy alma kaygısı taşımadan, nereye bir ağaç
dikmiş gösterin. Türk siyasetinin son 20-30 yılına damga vuran başbakan ve
cumhurbaşkanlarını gözden geçirdim. Dilerseniz siz de bakın, yanılıyorsam
bana yazın. Çocuklara arabasının bagajından çıkardığı sponsor çikolata, çiklet
verenden başkasına rastlamadım. Düzgün işleyen bir vakıf, sürdürülebilir/
sürekli ve bir amaca yönelik bir çalışma yok… Hırs var ama!.. Halka hizmet için
yarattığımız diğer bir ifadeyle “vermek” için kendi ellerimizle oluşturduğumuz
siyasette başarı performansı, “ne aldığın ve ne kadar aldığın”la ölçülüyor.
Bizler, “Almadan vermek Allah’a mahsustur” cümlesiyle büyüdük. Anlıyoruz ki,
“vermek”, bu dünyadaki vatandaşlık görevlerimiz arasında değil, bu dünyada
“almak” vazifesini yerine getiriyoruz. Güzel bir deyiş daha var: “Bal tutan
parmak yalar”. Düşünsenize Ankara’ya giden herkes parmaklarını yalıyor.
Dini emellerimize alet ederken utanmak şöyle dursun korkumuz da yok. Hep
istiyorlar! Ama ne vereceklerini söyleyemiyorlar: “Sen şimdi ver bana, ben da
Allah izin verirse öbür dünyada veririm sana!“
“…istendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir;
Fakat istenmeden, ihtiyacı hissederek vermek çok daha anlamlıdır
ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak,
vermekten daha fazla sevinç getirir.”
Lübnan asıllı ressam, şair ve filozof Halil Cibran’ın “Ermiş” adlı kitabından.
İletişime Kanat Çırpmak / 49
Bizimkisi bir iletişim hikâyesi:
siyah beyaz, film gibi biraz
Kasım 2015
İletişim stratejilerinden, “storytelling - mythmaking - narration” üretmek
gelmiş geçmiş en kritik halkla ilişkiler yöntemleri arasında.
Kurumlar, devletler, uluslararası organizasyonlar hatta bireyler yeri geldikçe
bu yönteme başvuruyor: “Storytelling - mythmaking – narration.” En basit
şekliyle hikâye yazmak denebilir. Bu yöntem, hikâye edilecek olayın nasıl
olduğunu ya da neden olduğunu bir kenara bırakarak, olayı olması gerektiği
şekilde aktarır, böylece olay, hatırlanması istendiği gibi senaryo edilmiş olur.
Hikâye çoğu zaman ısmarlama üretiliyor. “Sipariş Ver” butonuna basmanız
yeter! Yönteme bağlı olarak birden fazla hikâye ya da versiyon üretebilir,
kahraman/lar yaratılabilir, buradan itibar elde edilebilir veya itibarsızlaştırma
söz konusu olabilir. Kimi durumlarda hikâye, olayların ateşini düşürmek için
kullanılabilir ya da geçmiş olaylar yeniden pişirilip, alevlendirilir.
Çoğu zaman toplumsal huzur için bunların yapıldığı ifade edilir, amacın
kamuoyu üzerinde algı kurgulamak olduğu bilinir: destek kazanmak, güven
sağlamak, güç göstermek, korkutmak diye sıralanabilir. Çevremdeki olayları
bir film izler gibi seyre daldım gidiyorum. Eskiden sinemaya gitmek keyif
verirdi, artık vermiyor. Pat uçak düşüyor, savaşa giriyoruz! Pat bomba
patlıyor yüzlerce insan ölüyor. Niye sinemaya gideyim? Oscar’lık yapımlar
bile, hayal gücü, prodüksiyon, kurgu, aktör ve aktris olmak üzere gerçek
olayların rengini yakalayamaz oldu.
Gerçek olayların sinematografik uyarlamalarına gelince, işte size pişirilip
tekrar gündeme gelen bir örnek: Usama bin Ladin öyküsü. Bir olay, 3 film bir
arada; “direklerarası” mübarek.
İletişime Kanat Çırpmak / 50
Başkan’dan hikâye
Olay duyurusunu ABD Başkanı Barack Obama, gece yarısına doğru ulusa
sesleniş konuşmasıyla yaptı: “İyi akşamlar. Amerikan halkına ve dünyaya,
binlerce masum insan, kadın ve çocuğun öldürülmesinden sorumlu olan
El-Kaide lideri terörist Usame bin Ladin’in, ABD tarafından düzenlenen bir
harekat sonucu öldürüldüğünü bildiririm.”
Otorite’den hikâye
Biraz renk, biraz detay, azıcık da ipucu katmak anlamına geliyor: “Pakistan’ın
Abbottabad şehrindeki bir komplekste kaldığı tespit edilen El-Kaide lideri
Usame bin Ladin’in ölümü, 2 Mayıs 2011 günü yerel saatle 1:00’den sonra,
CIA tarafından gizli olarak yürütülen ve Amerika Birleşik Devletleri Deniz
Özel Harp Geliştirme Grubu’na (DEVGRU) bağlı Navy SEALs adını taşıyan
Amerikan özel kuvvetleri ile 160. Özel Harekât Havacılık Alayı (Hava İndirme)
birimleri tarafından düzenlenen “Neptün Mızrağı” kod adını taşıyan harekât
kapsamında gerçekleştirildi. Baskını, Afganistan’dan kalkan iki hayalet
helikopterin taşıdığı 23 harekâtçı düzenledi.”
Bol soslu açıklamalar
Olayın şoku yaşanırken ama akıllar yerindeyken yapılır. Bu olayda olduğu
gibi; helikopterlerle bölgeyi terk eden harekâtçıların, Ladin’in cesedini,
İslami cenaze ritüellerine uyuyarak, 24 saat içerisinde Umman Denizi’ne
bıraktıkları açıklandı. Açıklamanın bu bölümü çoklarına inandırıcı gelmedi,
tam anlaşılmadı, mantığı zayıf kaldı. Hikâyenin yumuşak karnı da bu; bilginin
doğru olup olmadığına ilişkin kamuoyu kuşkuları dinmedi.
Özel Servis
El Kaide’ye yakın web siteleri, bin Ladin’in öldürüldüğünü doğruladı.
Harekâtta öldürülen kişinin bin Ladin olduğuna ilişkin fotoğraf ve DNA testi
gibi çeşitli kanıtlar olduğu belirtildi. Söz konusu belgeler yayımlanmadı. Bu
durum, hikâye içinde hikâyenin gelişebilmesine uygun verimli bir ortam
yarattı. Kuşkular, komplo teorileri ortaya atılan anlık yorumların daha sonra
yorum sahiplerini bile inandıracak küçük hikâyelerin oluşmasına neden oldu.
İletişime Kanat Çırpmak / 51
Hikayeyi bir de uzman’dan dinleyelim
Yerelden hikâye
Ulusal güvenlik ve istihbarat analisti Raelynn Hillhouse, istihbarat
yetkililerinden aldığı verilere dayandığını iddia ederek, bin Ladin’in yerinin
kurye üzerinden tespit edilmediğini bir üst düzey Pakistanlı istihbarat
yetkilisinin bin Ladin’in konumunu 25 milyon USD ödül karşılığında CIA’ye
bildirdiğini anlattı. Analist, bin Ladin’in Servislerarası İstihbarat (ISI) tarafından
yakalandığını, Abbottabad’daki evde tutulduğunu, Suudi Arabistan ve
Pakistan’ın desteklerini açıkladı.Araştırmacı’nın Hikâyesi Seymour Hersh,
London Review of Books’da yayımlanan makalesinde, kurye bağlantısını
reddetti Pakistanlı üst düzey istihbaratçı ve ödülü doğruladı. Bin Ladin’in eşleri
ve çocuklarıyla 2001-2006 arasında Hindukuş Dağları’nda saklandığını ISI’nin,
Ladin’i yerel kabilelere para yedirerek yakaladığını, Abbottabad’da ev hapsinde
tuttuğunu ifade etti. Pakistan ve Suudi Arabistan bağlantılarını teyit etti.
Pakistanlı gazeteci Amir Mir’in hikâyesine göre, 2010 yılında ISI’dan gelen
bin Ladin bilgisini, halen ABD’de yaşayan Tuğgeneral Osman Halid CIA’in
Pakistan’daki bölge şefine sattı. ABD, Pakistan ordusuna yardımı kesmekle
tehdit etti. Pakistan teklifi, Bin Ladin’i teslim edilmesinden bir hafta sonra,
İHA saldırısında öldürüldüğü açıklanması şartıyla kabul etti. Amerikan
helikopterlerinin Afganistan’a inmesi, Pakistan’la anlaşmanın bozulduğunu
gösterdiği için bin Ladin öldürüldü, aslında sağ olarak ele geçirilmesi
muhtemeldi.
Dış güçlerden hikâye
Alman gazetesi Bild am Sonntag’da yayımlanan, Alman istihbarat servisi
Bundesnachrichtendienst’in (BND) bilgisine dayanan haber Hersh’in
hikâyesini destekledi. Bin Ladin, Pakistan’ın bilgisi dâhilinde Pakistan’da
yaşadı. Alman istihbaratı bin Ladin’in Pakistan’da olduğunu CIA’ye bildirdi.
CIA, Pakistanlı bir kurye aracılığıyla bin Ladin’in kaldığı evi tespit etti.
Zero Dark Thirty
Resmi hikâyeye dayandığını iddia eden en önemli çıktı ise ‘Zero Dark Thirty’
filmi. Filmde bin Ladin’in adamlarından biri, işkence altında, CIA’in kurye ağına
girdi. CIA kuryeyi bin Ladin’i Pakistan’ın Abbottabad kasabasında bulana kadar
takip etti. Sahte çocuk felci aşısıyla, bin Ladin’in DNA’sına ulaşıldı. Beyaz Saray
ordudan izin almadan, deniz komandolarını Pakistan’a gönderip, bin Ladin’i
ele geçirdi. İki helikopter çarpışsa da, baskın planında önemli bir değişikliğe yol
açmadı. Bin Ladin çatışmada öldürüldü. Cesedi önce Afganistan’a, oradan da
denize atılacağı Carl Vinson gemisine getirildi. ABD hükümeti bu hikâyedeki
“işkence” unsurundan hoşlanmadı ve hikâyeyi reddetti.
İletişime Kanat Çırpmak / 52
Hikâye makinası
“Storytelling Machine” diyorlar buna. Verilen ufak tefek bilgilerle
kendiliğinden hikayeler yazılıyor, her adımda hikayeler hem siyasi
açıklamalarla hem de fonlarla destekleniyor. Rating motivasyonu ‘hikâye
makinalarını’ teşvik etti diyelim... Hikâyeler çeşitlendi, operasyon, başarı,
intikam motifleri farklı yönleriyle işlendikçe işlendi...
Final
Bir terörist doğdu, bir terörist öldü. Güven’e sabotaj yapıldı, korkular kapı
dışarı bırakıldı. Operasyon yapıldı, iyiler kötüleri yendi, güven tesis edildi. Film
iyi gişe yaptı, kitap en çok satanlar arasına girdi, hikâyeleri çok kişi konuştu.
Koskoca bir endüstri yaratıldı. Her zaman aşk hikâyesi olmasa da, siyah beyaz
bir film işte bu da. Daha seyredecek çok film var.
İletişime Kanat Çırpmak / 53
Diren içerik, dur’ma iletişim!
Temmuz 2013
Gezi Parkı eylemleri ülkenin kaderini değiştirmese de ayarlarıyla oynadı.
Apolitik denilen/sanılan gençlik rüşdünü ispat etti. Gezi Parkı, iletişim
yönünden de birçok dersler veriyordu.
Rivayet o ki, yıllardan 2013, aylardan Haziran! ODTÜ’de final dönemi.
Günlerden bir gün… Ve o gün kimya sınavı var. Saatinde hoca ve öğrenciler
amfiye giriyor. Klasik öğrenci şikayeti: “Günlerdir direnişteyiz, yorgunuz!
Öteleyelim hocam n’olur…”
Hoca, dinliyor, sınavı ertelemeyeceğini söylüyor… Önceden hazırladığı sınav
sorularını dağıtmaya başlayınca moraller önce taban, sonra tavan yapıyor…
Kağıtta tek soru var: Biber gazının etkisini azaltmak için, magnezyum ve
kalsiyum hidroksit karışımı nasıl kullanılmalıdır?
a. Hidrojen seviyesi azaltılmalıdır
b. Hidrojen seviyesi artırılmalıdır
c.
Magnezyum seviyesi artırılmalıdır
d. Kalsiyum seviyesi artırılmalıdır
e. Bize
her yer Taksim, her yer direniş
Not: Doğru yanıtı verenlere Cuma günü saat 9:00’da telafi sınavı yapılacaktır.
Bu anekdot bir şehir efsanesi olabilir… Olmayabilir de… Bunun gibi o kadar
çok yaratıcı olay, durum, performans oldu ki… Gezi, sanatta, yaratıcılıkta,
susmakta, konuşmakta, durmakta, paylaşmakta, iyi günde-kötü günde efsane
oldu.
Gezi’ye çıkanlar ve Gezi’ye çakanları bir kenara bırakacak olursak, Gezi, bir
iletişim sınavıydı, bazıları geçti, çokları kaldı!
İletişime Kanat Çırpmak / 54
Gezi pek çok yönüyle incelenecek. Gezi’den herkesin, hepimizin çıkaracağı
dersler var.
Bir iletişimci olarak iletişim dersi çıkarılması gerektiğine inanıyorum.
Bu nedenle sizinle ilginç bir araştırmayı paylaşmak istiyorum: “Gezi bir
iletişim dersi”. Gezi’nin içeriğini ve iletişimin DNA’sını çıkarmayı hedefleyen
araştırmayı “İndeks İçerik İletişim” ekibi hazırladı. İndeks mecra bağımsız
içerik üretimi ve yönetimi hizmeti veren bir iletişim kurumu.
Çalışma, olayların başladığı 27 Mayıs 2013 gecesinden sonra yaşanan
gelişmeleri 1 aylık perspektifte (27 Mayıs-26 Haziran) iletişim ve içerik
açısından adım adım inceliyor. Bu araştırma notu, yazılı ve görsel basın
ile sosyal medyadan toplanan verileri değerlendiriyor, birçok anket ve
araştırmaya yer veriyor.
Bir akademik çalışma değil, buna karşılık amacı öncelikle bilgi üretenleri
çalışma yapmaya özendirmek. Bu araştırma, içerik ve sunum teknikleri
açısından Gezi’nin yaratıcılığına yakışır özeni gösteriyor.
Özetle Gezi Parkı’nda yaşananların, iletişim dünyasının kodlarını değiştirdiğini
söylüyor. Sosyal medya iletişimi, entegre iletişim, dijital iletişim, elektronik
iletişim, marka iletişimi, kaybeden iletişim, itibar iletişimi, cebini dolduran
iletişim, şuursuz iletişim, siyasi iletişim, siyaset yapan iletişim… Katma değerli
iletişim, sabun köpüğü iletişim, magazin iletişim, ideolojik iletişim, taraf
iletişim, mesafeli iletişim gibi gerek platform gerekse konsept olarak iletişimin
farklı pencerelerini aralayıp, okurun sorgulamasını istiyor.
Kısa bir alıntı yapmama izin verin: “…Gençler ile siyaset, halkla yöneticiler,
medya ve markalar arasında geçen bu iletişim karmaşasının anlamlı bir
bütün olarak değerlendirilebilmesi için her kesime görev düşüyor. Özellikle
görevleri bilimsel araştırma yaparak veriye dayalı bilgi oluşturmak olan
akademik çevrenin bilgi toplumu yaratmak üzere bir adım öne çıkması
gerektiği görüldü. Gezi, bilginin güven tazelediği bir platform oldu. Görüldü
İletişime Kanat Çırpmak / 55
ki, konuşmak/yazmak iletişim kurmanın koşulsuz malzemesi değil. Konuşup
dinlenmeyen, okunsa da algılanmayan, isim olsa da itibar üretmeyen, makam
olsa da güven vermeyen kişi ve kurumların iletişim ve içeriklerine bir kez
daha bakmaları gerekiyor… Her kesimden genç sokağa çıktı, Gezi oldu! Şimdi
her kesimden bilgi emektarının öne çıkma zamanı. Daha fazla konuşmaya
gerek yok, çalışıp ortaya bilgi koyalım, içerik konuşsun.”
“İletişim” de “İçerik” de bunu hak etmiyor. Küllerimizden yeniden doğmanın
zamanı. İletişim ve içerik başkalarına emanet edilemeyecek kadar değerli,
kritik alanlar. Herkes işini yapacak, işini yapanlar mesleğini yapacak.
4
Girişimcilik,
İş Dünyası ve İletişim
İletişime Kanat Çırpmak / 56
İletişime Kanat Çırpmak / 57
Ben ekonomisi
Mayıs 2015
Kurda sormuşlar: “Senin boynun neden kalın diye? O da, kendi işimi
kendim yaparım ondan!” demiş. Büyükler genelde üşengeç küçüklere
söyler bu sözleri. Sevilmez bu hikaye, çünkü kurt kendi işini kendi yapar,
kimseye müdanası olmaz, sinir eder. Hikaye işte... Ama bir sürü anlam
yüklü. Bir de üzerine ben hikaye yazdım, sormayın.
Olaylar Ben Cumhuriyeti’nde geçer. Eski Ekonomi’nin ensesi kalın kurtları
birer ikişer kurtlar sofrasından kalkar, yerlerini Yeni Ekonomi’nin boynu kalın
kurtlarına bırakır. Bu diyarda fiziki sınır kafalarda. Nüfus yapısı heterojen.
Tek dil var: bilgi. Kural belli: var olmak için boynun kalın olacak.
Boynu kalın kurtlara örnek çok; bir Çinli 1,770 dolara araba üretti. Otomobili
yazıcıda bastırdı. Sabancı Üniversitesi’nde dünyanın ilk 3 boyutlu biyoyazıcı ve insan canlı hücreleri kullanılarak aort damarı üretildi. Einstein,
aort anevrizmasından ölmüştü. 3D teknolojisiyle bir aort damarı 1.5-2 saatte
üretilebiliyor. Hepimiz genetik atlasımızı 1,000 dolara çıkartabiliyoruz. Bir
öğrenci, GE uçak motoru parçalarından birini, eskisinden yüzde 80 daha hafif
üretmeyi başardı. GE tepe yönetimi, haberi yeni bir kıta keşfedilmiş edasıyla
duyurdu. GE, 2020’de 100 bin adet uçak parçasını yazıcıda basabilmeyi
hedefliyor.
TÜSİAD’da bilgi dönemi
TÜSİAD’ın yeni yönetimi bu köşenin adı gibi “hayatın içeriği”ne daha
fazla dokunmaya karar verdi. Çalışma gruplarını yeniden yapılandırdı, bir
dizi konferansa ev sahipliği yapıyor. Bu hafta TÜSİAD Teknoloji Trend
Toplantıları’nın ilki gerçekleşti. Genetik bilimci Dr. Birep Aygün konuk
oldu. Aygün, son 5 yılını Avrupa Komisyonu’nda kamu sağlığı politikaları
geliştirmek üzerine çalışarak geçirmiş. O da yeni ekonomi örneklerinden.
Anlaşılan TÜSİAD bizi yeni isimlerle tanıştırmak, biraz da ezber bozmak
İletişime Kanat Çırpmak / 58
istiyor. Aygün, tüm canlıların bir işletim koduna sahip olduğunu, hepimizin
özgün bir roman olduğumuzu söylüyor. Benim kodum size, sizinkisi diğerine
uymuyor. Herkesi tek tipleştirerek ölüme mahkum ettiğimizi söylüyor.
Bugüne kadar meme kanserinden ölen kadınların yarısını tek tip ilaç anlayışı
nedeniyle öldürmüşüz. Beş yıl içinde her 3 kişiden birinde kanser hastalık
olarak ortaya çıkmış olacak. Yani, “her 3 kişiden biri bana oy verdi” söylemi
yerine “her 3 kişiden birini nasıl kurtaracağım” söylemine ihtiyaç var.
Kişiselleştirilmiş, Ben Ekonomisi’ne sağlık kapısından giriş yaptığınızda resmin
bir parçası bu şekilde.
Hayatımız roman
Hepimiz ayrı bir romansak, o zaman tek tip nasıl oluyor? Tek model,
tek elbise, tek restaurant, tek koku, tek gelecek? Büyük devletler büyük
düşünerek büyüdüler, büyük kitleler üzerinden, büyük kararlar verdiler.
Avrupa Komisyonu çalışmalarına da gönderme yaparak Aygün’e sordum;
“Gelişmiş ekonomiler ne yapıyor?” Saydığı devletler ABD, İngiltere,
Kore, Almanya, Japonya. Uzun anlattı, özetlemem gerekiyor; meğer
büyük devletler küçük düşünüyormuş. Büyüklerin temel sağlık politikası,
vatandaş hastalanmasın, ne gerekiyorsa yapalım. O kadar küçük düşünüyor
ki, devlet stratejisi haline getirmişler. ABD bazı eyaletlerde 7’den 70’e
tüm vatandaşlarına genetik taraması yapıyormuş. Bu verinin hepsini an
itibarıyla teknoloji olarak yorumlamak mümkün olmasa da yakında tercüme
edecekleri varsayımıyla hareket ediyorlarmış... Kimin ne hastalığı var, yakın
gelecekte kimde ne hastalık gelişecek... Biz ise saklıyoruz! Bilgimiz kimsenin
eline geçmesin! Saklanan, yorumlanamayan data çöp. Kullanılan data,
kişiselleştirilmiş ürün ve hizmet. Dolayısıyla ekonomik girdi. ABD Başkanı
Barack Obama, insan genetik haritasına yaptıkları her 1 dolar yatırımın, 140
dolar olarak geri döndüğünü açıkladı.
Fabrikayı kutuya sığdırdı
Gelişme sağlıkla sınırlı değil. Her alanı kişiselleşme tetikliyor. Bre Pettis,
dünyanın önde gelen 3D yazıcı üreticisi MakerBot’un kurucu ortağı.
Türkiye’de, İndeks Konuşmacı Ajansı’nın temsil ettiği konuşmacılardan biri.
Pettis, Cupcake, Thing-o-matic and ve çoğunlukla Replicator2 3D yazıcıların
İletişime Kanat Çırpmak / 59
mucidi olarak DIY “do it yourself” (Kendin Yap) gurusu olarak tanımlanıyor.
Pettis “Fabrikayı, evde masanızın üzerine koyabileceğiniz mikrodalga
boyutunda bir kutuya sığdırdık” diyor. En küçük yazıcı 1,375 USD, plastikten
obje basıyor. Makerbot’un popüler ürünü Replicator Desktop, mühendisler,
tasarımcılar, araştırmacılar ve üretmeyi sevenler tarafından kullanılıyor. Ben
Ekonomisi’ni tetikleyen unsurlardan biri 3D, suçlu da Pettis’in kendisi...
Pazara giriş maliyeti düşüyor, sistem ucuzluyor, ürün geliştirme döngüsüne
müşteriden geri besleme giriyor, kişisel tasarım anlayışı yerleşiyor, küçük
firmaların önü açılıyor... Pahalı hatalar yapmak sorun olmaktan çıkıyor, ara
kademeler yalınlaşıyor, ürün olduğu yerde üretilebildiği için depolama ve
taşıma ucuzluyor. Ekipman maliyeti neredeyse sıfır. Kalibrasyon/şablon ve
bağlantı düzeneği hızlı ve pratik. 3D tüm bu teknolojik gelişmeleri ürüne
dönüştüren son basamak…
Made in home... Sweet home!
Kişiselleştirmenin, Ben Ekonomisi’ndeki karşılığı “Ben yaptım oldu!” Alın ev
tipi bir 3D yazıcı, bağlayın wifi’ye, objeye dönüşecek olan dosyayı indirin. Siz
de yapabilirsiniz. Daha da ileri gideyim, “Made in Turkey”, “Made in China”
yerini “Made in, home sweet home”a bırakıyor. Bunun adı, “Ev Tipi Sanayi
Devrimi”. Ben, demokrasi diye özetlemeyi seviyorum. McKinsey’e göre 3D
uygulamaların 2025’de yıllık 230-550 milyar dolar arasında bir ekonomik etki
potansiyeline sahip olacağı tahmin ediliyor.
Genden girdim 3D’den çıktım. Aslında hepsi aynı, özetle; kitleler içinde
“ben”i eritip, hiç’leştiren ekonomi, yerini bireysel başarıları ön plana çıkaran
bir ekonomiye devrediyor. Tek tip/tek beden/herkese uyan anlayış giderek
kayboluyor. Sürümden kazanmak tek ekonomik seçenek olmaktan çıkıyor.
Az, öz, kişiselleştirilmiş bir kazanç modeli üzerinde yükselen ekonomik düzen
ortaya çıkıyor. Herkes kendisinin doktoru, herkes imalatçı, herkes mucit,
herkes tüketici, her tüketicinin kendine özel talepleri, her bedenin kendine
özel hastalığı var. Dünyada herkese uyan neredeyse tek ilaç aspirini bile
sormadan içmeyin diyorlar, bilesiniz...
“Ören bayan”dan üreten tüketiciye
Organize sanayi bölgelerinde kapalı kutu üretim modeli yerine inovasyon ile
ihtiyacın etkileşim içinde olduğu yaşayan bir ürün geliştirme süreci doğmalı.
Çıkış noktası üreten tüketici. Bugüne kadar müşteri ne ister sorusunun
peşinde koştuk, şimdi müşteri doğrudan kendisi ne istediğini, nasıl istediğini
söylüyor, sürece dahil oluyor. Soru şu: Üretici bu konuda ne yapacak, farklı
taleplere nasıl yanıt verecek, organizasyonunu nasıl düzenleyecek, talebi
önceden nasıl görecek?
Hayatın içeriği değişti. Bildikçe ne kadar az şey bildiğimizi anlıyoruz. Hiçbir
şey eskisi gibi olmayacak. Bizi bir tek bilgi kurtarır, dahası yok. Bilgiye kurt
gibi aç bir nesil gelişiyor, bilgiyle boynu kalın güçlü girişimciler oyunun
kuralını değiştiriyor. Ben Ekonomisi’nde ne “kurtlar sofrası”na, ne “kurt puslu
havayı sever” gibi klişelere yer var. Açık şeffaf, hızlı, üretken olduğumuz
sürece bu hikayenin sonu güzel biter.
Ben’cil ol
Ben Ekonomisi’nde herkes özel ve herkese özel muamele var. Benim
ihtiyacım ve şartlarıma göre. Benim üstüme, zevkime göre. Benim zamanıma
göre, benim hayalimdeki gibi... Benim hastalığım, benim kanserim, benim
genetiğim! Püf noktası talep doğmadan talebi tarifleyip, ürün ya da hizmeti
piyasaya sürmek.
İletişime Kanat Çırpmak / 60
İletişime Kanat Çırpmak / 61
Rekabette üstünlük “sorumlu”
şirketlerde
Eylül 2015
Kurumlara ekonomik güç sağlamak prestij kazandırmak için yeterli
değil. Çağımızda -kurumsal sosyal sorumluluk da son derece önemli
bir kriter olarak değerlendiriliyor. Üstelik bu kriter, şirketlerin iletişim
faaliyetlerine de büyük katkılar sunuyor.
Forbes’un dünyanın en zenginleri listesinde başı çekebilirsiniz, pazar lideri ya
da vergi rekortmeni olabilirsiniz… Ekonomik güç “Prestij” ve veya itibar satın
almaya yetmiyor. Artık şirketinizin reel performansı kadar sosyal sorumluluk
karnesi de sorgulanıyor. Uygulamalar, bazı şirketlerce “külfet” olarak
görülürken, yönetim stratejilerine göre rekabetçi üstünlüğün ön koşulunu
oluşturuyor. Kurumsal sosyal sorumluluk aynı zamanda çok etkili bir iletişim
yöntemidir.
Şirketler, yarattıkları iş olanakları, üretim ya da hizmet gibi ticari
faaliyetleriyle zenginlik yaratır, yarattıkları sermaye hareketleriyle toplum
üzerinde, adına itibar denebilecek kapsamlı ve olumlu etkiye sahip olurlar.
Artık yeterli değil. Eskiden bir şirketin topluma sağlayabileceği en önemli
yarar, ülke ekonomisine yaptığı katkıyken, bugünkü ticaret anlayışında
“yarar” beklentisi farklı yaptırım ve uygulamaları zorunlu kılıyor. Sosyal
sorumluluk projeleri şirketlerin kaçınılmaz öncelikleri arasında yer alıyor.
Henüz Türkiye için yüzde 100 pratiğe dönüşmüş değilse de, gelişmiş ülke
ekonomilerinde şirketler kurumsal sosyal sorumluluk performanslarıyla da
değerlendiriliyor. Şirketlerin insana ve çevreye duyarlı projeler geliştirmesi
bekleniyor. Birçok kuruluş tarafından performans ölçümlerine tabii tutulan
şirketler, attıkları her adımdan sorumlu tutuluyorlar. Hükümetlerin,
medyanın ve aktivistlerin yakından takip ettiği bu ölçümler, kurumsal sosyal
sorumluluk uygulamalarını liderlerin önceliği haline getiriyor.
İletişime Kanat Çırpmak / 62
Peki kurumsal sosyal sorumluluk nedir? Şirketlerin sürdürülebilir
büyümelerine gerçekten katkısı var mıdır? İletişim stratejilerine nasıl katkı
sağlar? Sürdürülebilirlik raporları bu anlamda devreye girerek hem şirketlerin
sürdürülebilirlik faaliyetlerini sergilemelerine olamak sağlıyor hem de “Ben
buyum” diyerek rekabeti artırıyor.
Konu, dünyaca ünlü yönetim danışmanı Michael E. Porter ile Mark R.
Kramer’ın birlikte kaleme aldığı sosyal sorumluluğun rekabetçi üstünlükle
arasındaki bağlantıya ışık tutması açısından önem taşıyan “Strategy and
Society: The Link Between Competitive Advantage and Corporate Social
Responsibility” başlıklı makalede* irdeleniyor. Bu ilginç çalışmayı sizin için
özetledik.
Kurumsal sosyal sorumluluk nedir?
Kurumsal sosyal sorumluluk, sürdürülebilir kalkınma, ulusal ve uluslararası
saygınlık, insanı ve çevreyi koruma, sivil toplum örgütleriyle işbirliği
yapma gibi konularda şirketleri topluma karşı sorumlu tutan ve şirketlerin
öncelik vermesi gereken bir unsur. Kurumsal sosyal sorumluluğa sahip
şirketler, kurumsal başarılar elde ederken sosyal refahı da göz önünde
bulunduruyorlar. Hayata geçirmek istedikleri proje ve aktivitelerin sosyal ve
çevresel sonuçlarını düşünerek hareket ediyorlar.
İnsana ve çevreye duyarlı projeler sonucunda özel sektör ve toplum ilişkisi
sağlıklı bir biçimde ilerliyor. Şirketler gerçek başarıya, kurumsal sosyal
sorumluluğu bir yük veya iş yapmayı engelleyen bir sorun olarak değil,
toplumun yararlandığı kaynak, uzmanlık, fırsat ve yenilikler bütünü olarak
önemsediklerinde ulaşıyor. Hükümetler, aktivistler ve medya, gerçekleştirilen
çalışmaları toplum ve doğaya gösterilen özen çerçevesinde değerlendiriyor.
Bu da kurumsal sosyal sorumluluğun ulusal ve uluslararası saygınlık ayağını
oluşturuyor. Kurumsal sosyal sorumluluk şirketler ve toplum arasında bir bağ
oluşturuyor.
İletişime Kanat Çırpmak / 63
Kurumsal sosyal sorumluluğun nasıl ortaya çıktı?
Kurumsal sosyal sorumluluğun ortaya çıkışı, toplumun ticari amaç güden
şirketlerden etik, sosyal ve çevresel konularda sorumluluk beklemesi ve
böylece şirketlerin kendi sorumluluklarını fark etmesiyle gerçekleşti. Bu
sorumluluğun ortaya çıkmasında şirketlere bir nevi “hesap verebilirlik”
baskısı uygulayan organların da önemi büyük. Örneğin, hükümetler, sosyal
sorumluluk raporlamalarını zorunlu hale getiren yasalar çıkarıyor.
Sivil toplum örgütleri ve aktivist organizasyonlar şirketlerin sosyal
sorumluluk çerçevesine giren konuların toplumla paylaşılmasında giderek
daha etkin rol alıyor. Bu yüzden kurumsal sosyal sorumluluk, şirketler
için bir “olmazsa olmaz” haline geldi. Toplumda ve çevrede oluşturdukları
etkilerin bilincinde olan şirketler, kurumsal sosyal sorumluluğun “toplum için
sorumluluk” olduğunun net olarak farkına vardı.
Şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk çerçevesinde gerçekleştirdikleri
projeler sırasında ve sonucunda oluşan etik, sosyal ve çevresel riskleri
yıllık faaliyet raporlarında belirtmesi öneriliyor. Risklerin belirtilmesi
paydaşların şirketi hangi durumlara karşı sorumlu tutabileceğini görmesi
açısından önemli. Ancak raporlarda risklerin çözümlerine yer verilmediği
gözleniyor. Şirketler bu risklerin farkında olsalar da, oğu zaman nasıl ortadan
kaldıracaklarını bilemiyorlar. Bu noktada ticari amaç gütmeyen kuruluşlara,
danışmanlık şirketlerine ve akademik uzmanlara başvurulması öneriliyor.
Olmazsa olmaz 4 sorumluluk
Kurumsal sosyal sorumluluk raporlarını gerekli kılan ve raporların kapsaması
gereken dört olgu, etik değer ve sorumluluklar, sürdürülebilirlik, işletme
ruhsatı ve saygınlık olarak sıralanıyor.
Etik değer ve sorumluluklar, ticari kurumların iyi birer “vatandaş” olmasını
ve “düzgün” davranmasını savunur. Bu yükümlülük, şirketlerin kurumsal
başarılar elde ederken etik değerleri göz önünde bulundurmasını, insanlara
ve doğal çevreye saygı duymasını, mali işlerin dürüstçe yapılmasını, yasalara
İletişime Kanat Çırpmak / 64
uyulmasını gerektiriyor. Yükümlülüklerin şirketlerin belkemiği olması
gerekirken zaman zaman menfaatler kurumsal sosyal kararların yönünü
belirlemede öne geçiyor. Kararların toplum yararına mı, yoksa masrafların
azaltılmasına mı hizmet ettiği iyi dengelenmesi gereken konular arasında yer
alıyor.
Çevreye ve topluma verilen öneme işaret eden sürdürülebilirlik, Norveç eski
başbakanlarından Gro Harlem Brundtland’ın tanımı ile “Gelecek nesillerin
kendi ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetinden ödün vermeksizin bugünün
ihtiyaçlarını gidermek” anlamına geliyor. Sürdürülebilirlik, şirketlerin
ekonomik, sosyal, çevresel performanstan oluşan üçlü kar hanesine
başvurmasıyla başlıyor. Bu, kısa süreli, çevresel ve sosyal açıdan zarar verici
davranışları azaltarak uzun süreli ekonomik performansı sağlamlaştırmak
demek. Kurumsal sosyal sorumluluk anlayışını ve sürdürülebilirlik olgusunu
benimseyememiş şirket yöneticileri sürdürülebilirlik için gereken masraftan
kaçınıyor.
Mutluluk dengesi
Üçüncü unsuru, her şirketin hükümetten, toplumdan ve paydaşlarından
alenen veya gizli bir şekilde alması gereken izin yani işletme ruhsatı
oluşturuyor. Diğerlerine göre daha pragmatist olan bu yaklaşım şirketlere,
paydaşlarını ilgilendiren sosyal konuların farkında olmalarını sağlıyor ,
kararlarında yardımcı oluyor. Bu yaklaşım fikir önderleriyle yapıcı diyalog
kurulmasına da yardımcı oluyor. Örnek vermek gerekirse, özellikle madencilik
ve ham madde işleyen iş kollarında şirketlerin devlet iznine ihtiyaçları
olması. İşlemleri sağlığa zararlı ve tehlikeli olan (kimyasal madde imalatı gibi)
fabrikalar da bulundukları çevrenin desteğini almaları gerekiyor.
Saygınlık = Affettiren esneklik
Son olgu olan saygınlık ise kurumsal sosyal sorumluluk raporlarında şirketin
prestijini artırıyor, marka değerini yükseltiyor, hisselerine değer katıyor.
Hem tüketici odaklı şirketlerin hem de kimya veya enerji gibi toplum gözünde
“damga” yediği düşünülen iş kollarındaki şirketlerin toplumla kucaklaşmaya
İletişime Kanat Çırpmak / 65
ve halkın desteğine ihtiyacı vardır. Tüketici odaklı şirketler halkla ilşkiler
sayesinde ve sosyal sorumluluğa verdikleri önem sayesinde krizleri daha
rahat atlatabileceklerini hesaplıyorlar.
Bu olguların hepsi geniş bir teorik alana sahip olsa da, her biri pratik
açıdan sınırlı kalıyor. Bu yüzden şirket yöneticilerinin vermek zorunda
olduğu kararlarda yol gösterici olma nitelikleri ne yazık ki az. Özel sektör
ve toplum arasındaki gerginliğe odaklanılıp birbirlerine bağımlılıklarından
bahsedilmemesi de olguların başka bir zayıflığı. Sonuç çoğu zaman şirket
stratejisiyle ilgisiz, sosyal açıdan anlam ifade etmeyen ve şirketin uzun
vadede rekabetini güçlendirmeyen, plansız kurumsal sosyal sorumluluk
aktiviteleri oluyor. Aktiviteler şirket içinde yönetim birimlerinden kopuk,
şirket dışında ise birçok paydaşa cevap vermeye çalışan ve birbirinden
bağımsız çabalar bütünü haline geliyor. Bu da ne yazık ki şirketlerin topluma
yarar sağlama gücünü azaltıyor, hem toplumu hem kendilerini destekleyecek
adımlar atma potansiyelini yok ediyor.
Toplumla entegrasyon – Fırsatları saptamak
Kurumsal sosyal sorumluluğun geliştirilmesi için iki noktaya ihtiyaç
gözüküyor. İlki, kurumsal sosyal sorumluluğu şirket ve toplum arasındaki
omurga haline getirmek, diğeri şirketlerin strateji ve aktivitelerine dahil
etmek. Şirketler ve toplumların birbirine ihtiyaç duyması bir klişe gibi
gözükse de bu, şirketlerin günümüzdeki “kurumsal sorumluluk” anlayışından
sıyrılmaları için temel gereklilik olarak değerlendiriliyor.
Başarılı şirketler sağlıklı bir topluma ihtiyaç duyar. Üretken bir işgücü için
eğitim, sağlık hizmetleri ve fırsat eşitliği olmazsa olmazlar arasında yer alıyor.
Müşterilerin ilgisini çeken, iş kazalarının yol açtığı maliyetleri azaltan, yapılan
işi üretken hale getiren, tüketicileri ve rakip şirketleri sömürüden koruyan
birçok unsur bulunuyor. Bunlardan bazıları güvenli ürünler, çalışma şartları,
toprağın, suyun, enerjinin ve diğer kaynakların verimli kullanımı, düzenli
yapılan denetlemeler ve yasalar...
İletişime Kanat Çırpmak / 66
Paylaşılan değer analizi
Sağlıklı bir toplum başarılı şirketlere ihtiyaç duyuyor. İş olanakları
yaratmada, yaşam standartlarını yükseltmek için gerekli yeniliği, zenginliği
sağlamada hiçbir sosyal program iş dünyası ile yarışamaz. İş dünyası ve
sivil toplum liderleri iki grup arasındaki bağlantıdan çok farklılıklar üzerine
yoğunlaşıyorlar.
Rekabetçi üstünlük, şirketlerin uzun vadede stratejilerini devam ettirebilme
kabiliyetlerini fazlasıyla etkiliyor. Bu kavram değer zinciri etkilerinden daha
az dikkat çekse de şirketler ve toplumlar üzerinde çok daha büyük stratejik
öneme sahip. Rekabetçi üstünlüğün garanti altına alınması hem toplum hem
de şirketler için yarar getiriyor.
Rekabetçi üstünlük dört geniş alana yayılıyor. Bunlardan ilki insan kaynakları
veya ulaşım altyapısı gibi mevcut iş girdilerinin niceliği ve niteliği. İkincisi
fikri mülkiyeti koruyan, şeffaflığı sağlayan, yatırımı teşvik eden ve rekabeti
yöneten yasalar. Üçüncü alan, ürün kalitesi ve güvenliği için standartlar,
tüketici hakları ve devlet alım işlerindeki eşitlik gibi olgulardan etkilenen yerel
talebin büyüklüğü ve çok yönlülüğü ifade ediyor. Makine üreticileri ve servis
sağlayıcıları gibi destekleyici sektörlerin yerel mevcudiyeti ise rekabetçi
üstünlüğün son alanını oluşturuyor.
Yaratılacak ortak değerleri belirlemek
Elbette hiçbir sektör toplumun bütün problemlerini çözme gücüne sahip
değil. Bu yüzden şirketler faaliyet gösterdikleri alanla ilgili sorunları belirleyip
seçmesi gerekiyor. Kurumsal sosyal sorumluluğun şirketlere yol göstermesi
gereken konu, seçilen sorunun dikkate değer olmasından çok, şirkete
toplumla arasında bir “paylaşılan değer” yaratma fırsatı tanıyıp tanımadığı
olmalı.
Bir şirketi ilgilendiren sosyal sorunlar; genel sosyal sorunlar, değer zincirinin
sosyal etkileri ve rekabetçi üstünlüğün sosyal boyutları olmak üzere üç
gruba ayrılıyor. Genel sosyal sorunlar toplum için önemli ancak bir şirketin
İletişime Kanat Çırpmak / 67
yaptığı işlerden etkilenmeyen ve şirketin uzun vadede rekabetini etkilemeyen
sorunlar olarak tanımlanıyor. Değer zincirinin sosyal etkileri şirketin yaptığı
işlerden önemli ölçüde etkileniyor. Rekabetçi üstünlüğün sosyal boyutları ise
şirketin iş yaptığı bölgeleri yöneten rekabet faktörlerinin etkilendiği dış çevre
koşulları oluyor.
Her şirketin sosyal sorunları kendi işletme birimi ve öncelikli bulunduğu
konuma göre bu üç gruptan birine yerleştirmesi ve sonrasında bu sorunları
potansiyel etkilerine göre sıralaması gerekiyor.
Kurumsal sosyal gündemin yönü
Sosyal sorunları gruplandırma ve sıralama belirgin bir kurumsal sosyal
gündemin varlığına işaret ediyor. Kurumsal sosyal gündem paydaşlara cevap
verici nitelikte olmalı, aynı zamanda stratejik kurumsal sosyal sorumluluk
çerçevesinde kurumsal kaynaklar gündemin azımsanmayacak kısmını
oluşturmalı. Çünkü şirketler en büyük sosyal etkiyi stratejik kurumsal sosyal
sorumluluk olgusu ile yapıyorlar.
Stratejik kurumsal sosyal sorumluluğun temelinde rakiplerden daha iyi olma
yatar. Bu, masrafları azaltmaktan müşterilerin isteklerine daha iyi cevap
vermeye kadar uzanan bir yelpazedir. Rakiplerden daha iyi ve daha farklı
yapılan girişimler şirketlerin hem toplumla, hem müşterileriyle hem de
“düşmanlarıyla” ilişkisini etkiliyor. Stratejik kurumsal sosyal sorumluluğun
iyi bir kurumsal vatandaş olmaktan ve değer zinciri sonucu oluşan zararları
azaltmaktan öteye geçmesi gerekiyor. “Paylaşılan değer” için fırsatlar da
yine burada bulunuyor.
hükümetlerin ve şirketlerin kurumsal sosyal “sorumluluk” yerine kurumsal
sosyal “entegrasyon” anlayışını benimsemeleri sonucu gerçekleşiyor.
İş dünyası ile sosyal dünyanın entegrasyonu için iyi niyetler ve güçlü
liderliklerden fazlası gerekiyor. Entegrasyon için organizasyonda ayarlamalar
yapılmalı, ilişkiler raporlanmalı ve teşvik önlemleri alınmalı. Sosyal sorunları
belirleme ve sıralama işleminde işletme yönetimine pek az şirket başvuruyor.
İnsana verdiği önemi kurumsal sosyal sorumluluk çabalarının yönetimiyle
birleştiren şirket sayısı ise bundan daha az. Günümüzde geçerli olan kurumsal
sosyal sorumluluk anlayışı bu davranışları içermiyor. Bu anlayışın değişmesi,
odak noktasının “şekil”den “öz”e kaymasıyla mümkün oluyor.
Şirketlerden beklenilen, yüzlerce sosyal sorunla ilgilenmeleri olsa da toplum
için farkı bunlardan sadece birkaçı yaratıyor. Doğru seçimleri yapan,
çözüm odaklı, entegre sosyal girişimleri ana stratejilerine katabilen şirketler
kendilerini sektörlerinde öne çıkaracak en büyük adımı atmış oluyor.
* 2006 Harvard Business Review’da yayınlanan “Strategy and Society: The
Link Between Competitive Advantage and Corporate Social Responsibility”
başlıklı makaleden özetlenmiştir.
“İş”in ahlaki yönü
Bir şirketin topluma sağlayabileceği en önemli yarar, ülke ekonomisine
yaptığı katkı... Kurumsal sosyal sorumluluk anlayışı şirket stratejileriyle
ve toplumla bütünleşmesi gereken bir olgu. Bu noktada iki farklı dünyanın
paylaşabileceği değerler iyi belirlenmeli ve adımlar buna uygun biçimde
atılmalı. Çünkü şirketlerin topluma en büyük etkisi, sivil toplum örgütlerinin,
İletişime Kanat Çırpmak / 68
İletişime Kanat Çırpmak / 69
Benden sonra tufan mı, yoksa...
Temmuz 2015
“İnsanlık, gelecek kuşakların gereksinimlerine cevap verme yeteneğini
tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçlarını temin ederek, kalkınmayı
sürdürülebilir kılma yeteneğine sahiptir.”
Kaynak: Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonu 1987
Sürdürülebilir kalkınma; ekonomik büyüme ve refah seviyesini yükseltme
çabalarını, çevreyi ve yeryüzündeki tüm insanların yaşam kalitesini koruyarak
gerçekleştirme yöntemi. Hedef; şu andaki ihtiyaçları, gelecek kuşakların kendi
ihtiyaçlarını karşılama kapasitesini riske atmadan karşılamak
Siz doğmamış çocuklarınızın, torunlarınızın, torunlarınızın torunlarının
geleceğini karartmadan mı bugünü yaşıyorsunuz? Yoksa “benden sonra
tufan” mı diyorsunuz?
Sanayi Devrimi’nden bu yana geçen yaklaşık 200 yılda yerkürenin bugünkü
hastalıklı duruma gelmesine neden olduk. Bir araştırmaya göre dünyada
adam gibi kayıt kuyut tutulmaya başlandığı tarih 1850. O gün bugündür
dünyanın yaşadığı en sıcak yıl 2005 oldu. İnsanlığın varoluşundan bu yana ilk
defa kentlerdeki nüfus kırsaldan daha fazla. Kentsel alanlarda artan su talebi
nedeniyle su kaynakları hiç olmadığı kadar hızlı tükeniyor. Bundan sonraki
savaşların su nedeniyle çıkması çok muhtemel. 2050’de dünya nüfusunun
9 milyar olacağı tahmin ediliyor. Canlı türleri sadece 1970 ile 2000 arasında
yüzde 40 azaldı.
Özetle durum şu; bizde mevcut ekonomik sistemi sürdürecek nefes kalmadı,
gezegende de derman bırakmadık. Tebrikler...
Gezegen üzerindeki etkimizi tersine çevirmek kimin sorumluluğu? Bizim! Biz
İletişime Kanat Çırpmak / 70
kimiz? Bireyler, şirketler, devletler... Ne yapıyoruz? Top çeviriyoruz. Herkes
sorumluluğu bir diğerine atıyor.
Bir başka açıdan dünyanın tarifine bakacak olursak, gelir bakımından
dünyadaki en büyük 100 ekonomiden 51’inin devletler değil, çokuluslu
şirketler olduğu tahmin ediliyor. Milyonlarca şirkete karşı sadece birkaç
yüz devlet var. Yüzden fazla ülkede faaliyet gösteren çokuluslu bir şirket
gezegendeki değişimde devletlerden çok daha fazla etkiye sahip.
Sürdürülebilirliği sürdürmek
Son üç yüzyılda şirketler işlerinin sadece finansal göstergelerini, yani
sacayağının sadece birini rapor ediyor. Sacayağının diğer bacakları şirketlerin
sosyal ve çevresel katkılarını oluşturuyor. Halka açık şirketlerin finansallarını
açıklamaları zorunlu.
Adına “sürdürülebilirlik raporu” denen, bir şirketin sosyal ve çevresel
faaliyetlerini gösteren raporlarını açıklamak gibi bir zorunlulukları yok. Bu
raporların varlığı bizim ülkemizde çok yeni. Şu aralar kendilerini diğerlerinden
ayırmak isteyen kurum ve kuruluşlar için bir can simidi. Bir kısım için doğrusu
bu ya, moda. Bir başka grup için PR vesilesi. Hemen her şey böyle başladığı
için ülkemizde, ben başlangıçlara takılmaktansa sonucuyla ilgilenmeye özen
gösteriyorum. Böyle baktığımda sürdürülebilirliği sürdürmek gerek diyorum.
Desteklemeliyiz.
Sürdürülebilirlik raporlaması nedir?
Sürdürülebilir kalkınma hedefine doğru kurumsal performansla ilgili
olarak ölçme, açıklama yapma, iç ve dış paydaşlara karşı sorumlu olma
uygulamasıdır.
Global Reporting Initiative (GRI) yani küresel raporlama inisiyatifine göre
Raporlama Çerçevesini kullanarak geliştirilen sürdürülebilirlik raporları,
raporlama dönemi esnasında kurumun taahhütleri, stratejisi ve yönetim
İletişime Kanat Çırpmak / 71
yaklaşımı bağlamında ortaya çıkmış neticeleri ve sonuçları kapsar. Raporlar,
diğerlerinin yanı sıra aşağıdaki amaçlar doğrultusunda kullanılabilir.
Aşağıdaki üç maddeyi okurken bazı kelimelerin altını özellikle çizeceğim,
örneğin kıyaslama, değerlendirme karşılaştırma... Bunlar ölçmek anlamına
gelir, zahmetli olmakla birlikte güzeldir:
• Sürdürülebilirlik performansının yasalar, kurallar, yönetmelikler, performans
standartları ve gönüllü girişimlerle kıyaslanması ve değerlendirilmesi,
• Kurumun sürdürülebilir kalkınma hakkındaki beklentileri nasıl etkilediğinin
ve onlardan nasıl etkilendiğinin gösterilmesi ve
• Performansın, kurum içinde ve farklı kurumlarla zaman içinde
karşılaştırılması.
Sosyal mecra ve buradaki iletişim sürdürülebilirlik temasının yıldızını parlattı.
İş dünyası Facebook ve Twitter başta olmak üzere sosyal medyayı pek
sevdi. Bu platformların ücretsiz ve erişimlerinin kolay olması şirketlerin bu
platformlardan paydaşlarına ve müşterilerine ulaşmaya ağırlık vermesini
sağladı. Platformlarda bireyler kendilerine hitap eden her konuyu, kendileriyle
benzer ilgi alanlarına sahip diğer kişilerle tartışabiliyor. Herkese göre bir grup
ve her tartışma için bir platform var. Çam ağacı özünün toksik değerlerinden,
1970’lerin Nintento oyun konsollarına kadar birçok insanı hayrete düşürecek
niş konular konuşuluyor.
5
Liderin İletişimi
Bilgi yaygınlaşıyor, önemli ölçüde demokratikleşiyor. Şirketler ürün ve
hizmetlerinin yanı sıra sürdürülebilirlik politikalarını anlatmaları için
de bu platformları kullanır oldu. Bazı çokuluslu firmalar sosyal medya
kullanıcılarının ve bloggerların paylaşmaları için “sürdürülebilirlik sosyal
medya kit”leri hazırlıyorlar. Kullanıcılar bunlara şirketin web sayfasından
ulaşabiliyorlar.
Şirketlerin çoğu iletişim ve PR aracı olarak gördükleri sürdürülebilirlik ile
ilgili çalışmalarını sosyal medya aracılığıyla kamuoyuyla paylaşmaya başladı.
Düşük bütçeli hatta zaman zaman bütçesiz bir iletişim aracı olan sosyal
mecra iş dünyasında popüler.
İletişime Kanat Çırpmak / 72
İletişime Kanat Çırpmak / 73
Ben bilmem lider bilir
Temmuz 2015
Teknolojide müthiş bir dinamizm var, spor dünyası keza heyecanlı. Sanatın
her dalı önemli bir dışa vurum yaşıyor. İletişimde yaşadığımız yenilikler bir
iletişimci olarak, benim bile başımı döndürüyor.
Güncel tartışmalar hepimizde değişik duygu ve düşünceler yaratıyor.
Liderlik de bunlardan biri... Önemsediğimiz konulardan biri olarak
“liderlik” ve “liderin iletişimi” iş dünyasında sıkça karşımıza çıkıyor.
Ekonomiyi izlemek zorundayım. Siyaset ve hukuk kara listemde olmasına
karşın yokmuş gibi yapamam.... Akademik dünya ne yazık ki yeterince üretken
olmadığı için sıkıcı... Varsın olsun takipteyim.
“Liderlik” hakkında düşüncelerimi alışılagelmiş çizgi dışında toparladım;
Küresel Rekabet sıralamasında Türkiye’nin yerini daha yukarıda görmek
istiyorum. Vatandaş ve iş insanı olarak ülkemin rekabetçi üstünlüğü benimkini
de yükseltiyor.
l Bir liderim olmalı mı?
l Hangi alanda liderlik ihtiyacı içindeyim?
l Liderden ne bekliyorum, lider nasıl biri olmalı?
l Bana bir adet lider yeter mi?
Dünyanın en büyük 16’ncı ekonomisi olduğumuzda, mutlu oluyorum olmasına
da madem zenginleşiyorum, o zaman kalite talebinde bulunmaya hak
kazandığımı düşünüyorum.
(Not: bu soruları kendinize de sorabilirsiniz)
Klasik lider tipine olan inancım uzunca bir süre önce değişti. Liderlik
konusundaki romantik görüşlerimin pragmatik ve pratik bir zemine kaydığını
söylemeliyim. Kendimi tek bir kişiye emanet etmeyi uygun bulmuyorum.
Ama çeşitli alanlarda uzman ve fikir önderlerini izlemeye / değerlendirmeye
arzulu, hazır ve hatta açım. Herkes gibi, 24 saat içinde pek çok farklı
role bürünüyorum. Yine herkes gibi yalnızca Türkiye’de olup bitenle
ilgilenmiyorum... Küresel, ulusal ve yerel pek çok konu ve sorundan anında
etkileniyorum.
Örneğin, ABD, Çin, Rusya’da olup bitenlerden etkileniyorum. Avrupa Birliği
her ne kadar momentumu yitirse de yapılan entelektüel bir tartışma ilgimi
çekiyor. Gözüm kulağım Ankara’da. Irak, Libya, Mısır derken Suriye’deki
liderlik anlayışını ibretle izledim. İtalyan, Fransız liderlerin birbirinin peşi sıra
ıskartaya çıkmalarından ders çıkarıyorum. İngiltere, Almanya’da liderlik değil,
yönetim söz konusu olduğunu görüyorum.
İletişime Kanat Çırpmak / 74
Fikrini söyleyen herkesin en hafifinden tazyikli su ve biber gazı muamelesine
layık görülmesi kalitede liderlik kavramına uymuyor.
İşsizlik tırmanıyor, endişeleniyorum. Türkiye’de eğitimli genç işsizlerin
hepsinin sözde meslekleri var. İşi olan mesleksizler de beni endişelendiriyor...
Psikoloji sosyoloji bilmeyen bankacılar, tarih bilmeyen bürokratlar, felsefe
bilmeyen ekonomistler... Liste uzayabilir.
Nüfusunun yarısı kadın... Neredeyse yarısı okuma-yazma bilmiyor. Türkiye’de
neredeyse her gün bir kadın şiddete kurban gidiyor.
Kentsel dönüşümden bina fışkırıyor. Yeşil bina tanımına uyan yapılar bir elin
parmaklarını geçmiyor.
İletişime Kanat Çırpmak / 75
Obezite çocukları tehdit ediyor. Yiyeceklerin çoğu kanserojen... Trafikte
ölenlerin sayısı savaşta ölenlerden fazla.
Ve daha...
Bu kadar çeşitli konu, bu kadar çeşitli ihtiyaç, bu kadar fazla rolle bir adet
liderle ne yapayım?
Eskiden işleri tek bir liderle ne kadar da kolay halledebiliyorduk. “Ben Bilmem
Lider bilir” deyip geçiyorduk. Değişik nedenleri var tabii... Hemen 3 tanesini
sıralayayım:
•
kolaycılık;
•
cehalet;
•
korku...
Liderler insan kaynakları yönetiminin en önemli unsuru. İnsan kaynağına
önem veren toplum ve kurumlarda liderlik ölümcül bir gündem maddesi değil.
Gelişmiş toplumlar güdülmek değil yönetilmek istiyor, yine eğitimli kitleler,
uzmanlığa önem veriyor, bilgisi olanı dinliyor. Eğitim görece düşünce liderliği
bilek gücüne, silah gücüne ya da para gücüne kaptırıyoruz.
Her toplumun liderlere ihtiyacı var. Görünen de, yaşanan da o ki, tek bir kişi,
bu ve benzeri konuların üstesinden gelemeyecek, gelmemeli. Liderler, çokça
lider çıkarmalıyız. Ve unutmamalıyız ki, liderler; insan üstü değiller, liderlik
diye bir meslek yok...
İlle de bir liderim olacaksa; bilgi birikiminden faydalanmak isterim,
deneyimlerinden öğrenmek isterim; kendisinden süreklilik ve tutarlılık
beklerim; etik-demokrat-adil paketiyle gelsin. Sosyal konulara, sanata, insana
duyarlı ve pozitif enerjiye sahip, yapıcı ve mümkünse neşeli-güler yüzlü olsun
derim.
Liderlik siyaset ve veya iş dünyasının hegemonyası altında. Sanki siyasetçiden
ya da işadamından başkası lider olamazmış gibi... Liderler mümkünse ve
çoğunlukla erkeklerden olurmuş gibi bir önyargı içindeyiz. Şablonlarımız var.
Yumruğunu vuranı daha kolay kabulleniyoruz.
“Yönetici” ile “lider” arasındaki farkı bir türlü somut olarak ortaya
koyamıyoruz. Lider tanımını yapıyor sonra da kendimizi onun içine
sıkıştırıyoruz.
İletişime Kanat Çırpmak / 76
İletişime Kanat Çırpmak / 77
Yüzyılın iletişimcisi:
Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal’in iletişim formülü ne?
Olduğu gibi. Gerçek. Eğrisi doğrusuyla ne bir eksik ne bir fazla. Doğrudan ve
dolaysız… Yalın, basit!
Ekim 2015
Mustafa Kemal Atatürk nasıl başardı? Neden bu kadar seviliyor? nasıl bir
iletişimciydi? Neden yüzyılın iletişimci Mustafa Kemal Atatürk?
Söylediği gibi, “naçiz vücudu” bir gün toprak oldu. Aslında fiziki anlamda çok
da kısa bir ömür yaşadı. Etten kemikten bir insandı. Yaşadığı yılların önemli
bir bölümünü arazide savaşarak ya da yer altında saklanarak geçirmek
zorunda kaldı. Normal hayat yaşayacağı son yıllarında ise sağlığı bozuldu.
Zorluk ve imkansızlıklara karşın, ölümünden sonra anımsanma oranı çok az
sayıda faniye nasip oldu. Ününü, çok az sayıda star yakalayabildi, itibarına
eser miktarda siyasetçi ve devlet adamı mazhar oldu, sevgisine ulaşabilen
lider galiba olmadı, sevmeyeni de bol oldu!
Aramızda yok, hiçbir konuda cevap hakkını kullanamıyor. Kim bilir, hayatta
olsaydı belki de savunduğunu iddia edenleri sustururdu, hesap soranlara
yanıt verebilirdi… Doğru bildiklerini günün koşullarına göre aktarırdı.
Mustafa Kemal Atatürk, pek çok konuda eleştiriliyor, pek çok konuda göklere
çıkarılıyor… Çoğunluk O’nun üzerinden prim toplamak için maksadını aşan
yergide bulunuyor, pek çokları yine O’nun üzerinden prim toplamak için
maksadını aşan sevgide boğuluyor… Herkes nalıncı keseri gibi kendisine
yontuyor. Naçiz vücudu toprak, ismi baki! Ve her zamankinden daha güçlü.
Gelen vuruyor giden vuruyor. Putlaştıran da var, resimlerini çöpe attığında
O’ndan kurtulacağını sanan da! Öfke de, sevgi de dinmiyor. Yer gök, O’nun
sözleriyle kaplı, hangisinin gerçek olduğunu bilmek mümkün değil. Dil
uzatanlar zaman zaman ahlak ve insanlık çizgisini aşabiliyor. Fakat, bir türlü
klişeleşmiyor… İlginçtir, yeren de seven de hızla bayatlıyor.
İletişime Kanat Çırpmak / 78
İçerik var. Bilgi var… Amaç net, araçlar belli… Hedef tek, strateji güçlü. Kurgu
hazır.
Karizmatik, hatip, düzgün Türkçe, güçlü beden dili ve ifade yeteneği, zengin
kelime hazinesi…
Liderlik, cesaret… Zeka, hafıza.
İletişim zamanlamasındaki kurgu, tekrarlar hesaplı, manevra kabiliyeti
kuvvetli.
Emanetçi değil, emanet eden değil (gençlik dışında yok), kolları sıvayıp
yapıyor, mutfağa girebiliyor…
Öngörü meziyetine sahip, bugün karşımıza çıkabilecekleri o günden
görebilecek vizyon.
Hedef kitleyi tanıyor, ayrıştırabiliyor.
Okuyor! Dinliyor… Yazabiliyor.
Yaşasaydı nasıl biri olurdu? Tuhaf bir soru ama dayanamadım, kendi kendime
sordum gerçekten… Okumaya devam ederdi, yazdığı kitaplardan zengin
bir kütüphane oluşmuştu. Sanırım çocukları ve gençliği çok severdi. Fırsat
buldukça birlikte olurdu. Derslere girerdi. Nedense çok eminim kendisi de
İletişime Kanat Çırpmak / 79
bilmediği konularda ders alırdı. Sosyal mecrayı iyi, etkin, yerinde ve yeterli
kullanacağını düşünüyorum. Çok güzel giyinmeye devam ederdi. Anadolu’yu
turlardı. Meydanlara mı çıkardı, halkın arasına mı girerdi, sanırım ikincisi ona
daha uygundu. Sanatla ilgili kaçırmayacağı performanslar olurdu. Türk müziği
herhalde ihya olmuştu… Kadınları kollamazdı ama kadınların kollanacak bir
durumu da olmazdı. Sanıyorum güvenirdi, herkese güvenirdi. Korkan insanlar
güven sorunu yaşıyor. Yumuşak olurdu, küfür etmez, kötü söz söylemezdi
diye düşünüyorum. Başkasının özel alanına girmezdi, tahrik etmezdi… Herkes
gibi hırçınlıkları olabilirdi, ama çirkin olmazdı… Gülerdi diye inanıyorum. Evet
evet… gülerdi O. Güzel de gülerdi!
İletişimde başarmak için tırmalayanlara, bir iletişim dersi olarak Mustafa
Kemal Atatürk’ü okumalarını önermek isterim. Sempati duymak zorunda
değilsiniz, düşman olmak zorunda olmadığınız gibi! Başkalarının yorumundan
okumayın. Siz yorumlayın. Lütfen putlaştırmayın ve ezberlemeyin. Anlamak
yeter. Kabul etmek zorunda değilsiniz. Cevap hakkını kullanamayacağını göz
önünde bulundurmanızı rica ederim.
“Atatürk İndeks”ini takdim etmek isterim. Nutuk’tan derlenmiş doğrudan
derlenmiş ve kolay okunan bir Mustafa Kemal Atatürk çalışmasıdır.
Andımız kaldırılmışken, devlet nişanlarından T.C. ve Atatürk resmi çıkmışken…
“Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir; benim
fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu yeterlidir.”
demişti, bu nedenle okuyalım, öğrenelim derim. Zamanıdır.
YAPRAK ÖZER
Gazeteci-Yazar
Kurucu-Yönetim Kurulu Başkanı: İndeks İçerik İletişim Danışmanlık
İndeks Konuşmacı Ajansı / İçerik Fabrikası
Gazeteci olarak başladığı iletişim kariyerini, iletişim sektöründe sıra dışı
girişimlerle sürdü:
• İNDEKS İçerik İletişim’i kurdu: kurumsal dünyaya her türlü/mecra bağımsız
içerik üretimi-yönetimi hizmeti ile iletişim danışmanlığı hizmeti sunuyor.
• İndeks Konuşmacı Ajansı’nı yarattı: Türkiye’nin yerli ve yabancı konuşmacı
portföyü olan ilk konuşmacı organizasyonu. ABD’li Leigh Bureau’nun Türkiye
temsilcisi.
• Türkiye’nin ilk elektronik içerik satış portalı İçerik Fabrikası’nı kurdu. İçerik
Fabrikası, aynı zamanda ilk yazar-editör-fotoğrafçı platformu.
İlk-orta eğitimini Türkiye, ABD ve İtalya’da tamamladı. Lisans eğitimini
İstanbul Üniversitesi’nde iletişim üzerine aldı. Boğaziçi Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi’nde yüksek lisans derecesi aldı. Aynı
bölümde doktora çalışması yaptı.
Dünya Ekonomik Forumu 2003 Global Leader for Tomorrow /Yarının 100
Lideri
Güneş ve Cumhuriyet gazetelerinde dış politika ve serbest muhabirlik yaptı.
Hürriyet Dergi Grubu’nda Ekonomist ve Capital dergilerinin yöneticiliğinde
bulundu. Kariyer Dünyası adlı aylık ekonomi dergisini çıkardı. Hürriyet
Sektör Gazeteleri ile İnsan Kaynakları Gazetesi’nin yönetmenliğini üstlendi.
Hürriyet – Milliyet – Sabah gazetelerinde; Forbes, Platin,Vs., dergilerinde;
İletişime Kanat Çırpmak / 80
İletişime Kanat Çırpmak / 81
“insankaynaklari.com” sitesinde; pek çok kurumsal yayında köşe yazıları
yazdı.
Yazılarına, Dünya Gazetesi’ndeki “Hayatın İçeriği” köşesinde devam ediyor.
Alfred Friently Press Fellowships’le ABD’de gazetecilik eğitimi aldı,
The Tennessean ve USA Today gazetelerinde çalıştı. Japon ve İngiliz
hükümetlerinin burslarıyla iletişim ve uluslararası ilişkiler programlarına
katıldı.
TRT 2’de "Birebir Ekonomi" ve "Kariyer Dünyası"; CNN Türk’te “İş
Görüşmesi” ile çeşitli eğitim programları; BloombergHT’de “Kariyer Rehberi”
ve “Başarı Hikayeleri” adlı programları hazırlayıp sundu.
•
TÜSİAD, 1993; Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri Basın Ödülü sahibi.
•
Bilgi Üniversitesi, eMBA’da eğitim verdi.
•
Uluslararası akredite medya ilişkileri eğitmenidir.
Yazara ait yayımlanmış kitaplar:
•
•
•
•
•
“Liderlik, Yönetim; Türkiye; Ne İş Olsa Yaparım Abi”
“İnsan Kaynaklarında Yeni Açılımlar; Ne Yalan Ama”
“Küreselleşme ve Yeni Ekonomi; En Büyük Benim”
“Türkiye Geleceğini Arıyor; Adı İnsan”
“Başarı Hikayeleri”
Diğer yayınları:
•
“The Turkish Public Opinion” in, “The Future of Security in Europe, A
Comparative Analysis of European Public Opinion” Ed. Phillippe Manigart,
Brussels, 1992
•
“İşte Başarı”
•
“İnsan Kaynaklarında Yeni Eğilimler”
www.indeksiletisim.com
www.icerikfabrikasi.com
www.indekskonusmaciajansi.com
www.faaliyetraporlari.com
www.medyailiskileriegitimi.com
www.yaprakozer.com

Benzer belgeler