buradan - Benan Eres

Transkript

buradan - Benan Eres
kral süleyman’ın melun mührü ya da
dünya kapitalizminin kabalası
Benan Eres*
Marksizm, Kriz ve Gelecek
melere de vesile olur bu korkular. Batsın bu
bilim de yeter ki Marksistler tarafından ele
geçirilmesin!
21. yüzyılın başında ana akım iktisadın kasvetini dağıtma arzusu, diğer sosyal bilim
alanlarına (hatta bazen hayatın kendisine)
yönelik emperyalist iştahla birleşince “freakonomics” adında yarı ciddi bir faaliyet alanı doğdu. Bu isim Şikago Üniversitesi’nden
Steven Levitt ve New York Times gazetesinden Stephan J. Dubner’ın iktisat biliminin
yöntem, varsayım, model ve genel olarak
araç gereçlerini doğrudan konusu olmayan
alanlarda (sumo güreşleri, uyuşturucu tacirliği, kürtaj yasağı gibi) kullandıkları 2005 tarihli kitabın adından geliyor (Türkçeye “Görünmeyen Ekonomi” adıyla tercüme edildi.
Bana sorarsanız doğru tercümesi “ucubekonomi” ya da “iktisat-ı garabet” olmalıydı).
Freakonomics adında hâlen aktif olan bir
çevrimiçi radyo ve blog sayfası mevcut.
Bu çaresizlik ürünlerinin izi aslına bakarsanız 19. yüzyılın garip reformcusu Jeremy
Bentham’ın (1748-1832) Panopticon’una
kadar sürülebilir. Ancak arada bir fark var.
İktisat biliminin daha emeklediği dönemlerde kendine özgü ve diğer sosyal bilimlerden
kati şekilde ayrışmış bir yöntemi, varsayımlar kümesi ya da bunlara dayandırdığı akıl
almaz kibri bulunmamaktaydı. Bu nedenle
1970’lerin ana akım iktisadının münasebetsiz küstahlığını başlangıç almak daha
doğru olur: Gary Becker’in, iktisat modellerinin, öznelerini varsayımlarla süsleyen
yöntemsel bireyciliğini evlilik, aile, suç, ırkçılık vb. gibi konulara taşıması, üzerine de
1992 yılında bu katkılarından ötürü iktisat
alanında Nobel ile ödüllendirilmesi, sonu
freakonomics’le biten bu çabanın belirgin
bir başlangıç noktası sayılabilir. Şikago
Üniversitesi’nin de muhafazakâr iktisadın
kalesi olduğunu ve Gary Becker’in, Milton
Friedman’ın, Şili darbesi ve sonrasının iktisat teknokratlarının (barbar işbirlikçisi Şikago oğlanları) ve Freakonomics kitabının
67
iktisat dergisi
I. giriş
Thomas Carlyle (1795-1881) 1849 tarihli
bir risalesinde Thomas Malthus’un nüfus
yasalarında ortaya koyulan aczi eleştirirken
iktisada “kasvetli bilim” adını taktı. Hoş bu
kasveti Amerikan kolonilerinde dağıtmak
için önerdiği çözüm köle emeğinin kullanımıydı ya, yine de bu sıfat iktisat bilimine
yapışıp kaldı. Bunun Carlyle’ın niyetinden
ayrı bazı haklı gerekçeleri bulunmuyor
değil. Bunu iktisatta lisans eğitimine yeni
başlamış olan bir öğrenciden tutun, ömrünü bu bilime ya da onun uygulanışına
adamış nicelerine kadar sorduğunuzda şu
ya da bu şekilde bir haklılık payı olduğuna
dair bazen açık bazen de kapalı cevaplar
alırsınız. Ana akım iktisat, insan toplumunun maddi varlık yaratarak kendini devam
ettirme süreci konusunda aşamayacağı ve
değiştiremeyeceği sevimsiz yasaları ortaya
koyduğunu iddia eder. Bu yasalar tarihsiz
ve evrenseldir. Bu durum en yalın hâliyle
ana akım iktisadın kendi kendini tanımladığı o ünlü cümlede ortaya çıkar: “Kıt kaynaklarla sınırsız ihtiyaçların karşılanmasını inceleyen sosyal bilim”. Bu anlamda bir aczi,
çaresizliği ve daha da kötüsü ister istemez
umutsuzluğu içinde taşır, diğer bir deyişle
kasvetlidir. Şunu belirtmekte fayda var ki
maddi varlık üretiminin örgütleniş biçiminin
tarihsel bir niteliği olduğunu ve insan toplumunun değişmez yasalarla sonsuza dek
esir alınmış olmadığını ileri süren birçok iktisadî düşünce ekolü de mevcuttur ve onların
bir kısmı buldukları tarihsel iktisadî yasaları
dünyayı değiştirmek için kullanmayı da görev edinmişlerdir. Bilimci olmadığı için bilimsel olmadığı çamuruna sokulmaya çalışılan
Marksist sosyal bilimlerin yarattığı korku ve
nasıl baş edileceğini bilememe duygularının nedenlerinden birisi de bu eleştirel dönüştürücü niteliği en kuvvetli şekilde taşıyor
olmasıdır. Neredeyse her sosyal bilim alanında ana akım bilimci yaklaşımların kendi
bilimine ihanet etmesine kadar giden çürü-
* Doç. Dr.
Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi
İktisat Bölümü
Marksizm, Kriz ve Gelecek
iktisat dergisi
68
İnsan toplumunun
tarihsel analitik
iktisadı, iktisat
biliminin
konuları dışında
bırakıldı. Bu
uzun, meşakkatli,
ikiyüzlü ve
bilime ihanet
pahasına yapılan
bir mücadelenin
sonucudur.
yazarlarından Steven Levitt’in evi olduğunu
unutmamak gerekli (Kısa ama oldukça bilgilendirici bir yazı için bkz. Bahçe, 2008).
Becker’in 2014 yılında vefatı üzerine çömezi
Levitt’in kaleme aldığı yazıdan şunu öğreniyoruz: Becker Levitt’i yanına çağırıp aldığı
eleştirilerden dolayı neler hissettiğini sorar
ve kendi tecrübesini şöyle anlatır: “Hiçbir
zaman eleştirilmekten rahatsız olmadım.
Aslında eleştirilmeyi sevdim de. Beni delirten ne oldu biliyor musun? Yokmuşum gibi
davranılması. İnsanlar sana saldırmak üzere enerjilerini harcamaya razı oldukları sürece doğru bir şey yapıyor olduğunu bilirsin”
(Levitt, 2014). Ah allahım ustadan çömeze
yadigar ne babacan bir ahmak narsisizmi!
E ama iktisada yazık değil mi?
Son bir noktaya daha değinerek yazının
asıl konusuna dönmek üzere iktisadın
kasveti ve çılgınlığı tartışmasını bir kenara bırakacağım. Bildiğim kadarıyla iktisat
disiplinini kesin çizgilerle çevirip kendi
hâkimiyet alanını belirleme çabaları Nassau W. Senior (1790-1864), Jean-Baptiste
Say (1767-1832), Claude Frédéric Bastiat
(1801-1859) gibi 19. yüzyıl mazeret-füruşçularına kadar dayanıyor. Bunlar Adam
Smith (1723-1790) ve David Ricardo’nun
(1772-1823) katkısının mirası olan, toplumsal artığın kökeni sorusunun ve sınıflı
toplumun iktisadî yasalarının tehlikeli sularından kaçmaya çalıştılar; iktisadı piyasalojiye (saf mübadelenin analizi) hapsetmek
ve toplumsal bütünden koparmakta kısmen başarılı da oldular. Ancak bu hudut
çiziminin en bilinen ve kabul göreni Avusturyalı iktisatçı Joseph Alois Schumpeter’in (1883-1950) 1942 tarihli “Kapitalizm,
Sosyalizm ve Demokrasi” adlı kitabının
girişinde Marx’la yüzleşmesi olsa gerek.
Burada Marx bir sosyolog olarak göklere
çıkartılırken bir iktisatçı olarak konu dışı
ilan edilir. Büyük iktisatçı Schumpeter de
tehlikeli radikalizm yerine boğucu kasveti
tercih etmiştir. Ancak aynı kitapta harika
bir burjuvazi tahlili yapar ve sosyalizmin
kaçınılmaz gelişini kendi gibi muhafazakâr
beyefendilere üzülerek bildirir.
Kısaca, önce David Ricardo’nun sonra
daha da derinlemesine Karl Marx’ın odaklandıkları insan toplumunun tarihsel analitik iktisadı, iktisat biliminin konuları dışında
bırakıldı. Bu uzun, meşakkatli, ikiyüzlü ve
bilime ihanet pahasına yapılan bir mücadelenin sonucudur. Bu savaşı kurumsal olarak
(asla bilimsel değil) kazanan ana akım iktisat ise baş başa kaldığı kasvetini dağıtmak
üzere bu sefer, muzaffer yıllarında hasetle
doğa bilimlerinden arakladığı araç gereçlerine ideolojik varsayımlar setini de ekleyerek, işgalci ordularını diğer sosyal bilimlerin
üzerine sürdü. Freakonomics bunun son
model sevimli yüzlü, çekici (Freakonomics
kitabının Türkçe baskısının kapağında bikinili bir kadının erotik pozuyla karşılaşıyoruz)
ve kısmen eğlendirici yeni bir çeşidinden
başka bir şey değil. Bahsettiğim bu çizginin izini en iyi ve en ayrıntılı biçimde Ben
Fine ve Dimitris Milonakis’in üç kitaplık incelemesi sürüyor. İlk kitap klasik politik iktisattan bugünkü iktisada geçişi anlatıyor:
Politik İktisattan İktisada. Maalesef henüz
Türkçeye çevrilmedi. 2009 tarihli ikinci kitap ise İktisat Emperyalizminden Acayip
İktisada adıyla Türkçeye yeni kazandırıldı.
Acayip iktisat elbette freakonomics. Fine ve
Milonakis freakonomics’i “her şeyin en derinliksiz temele dayalı iktisadî teorisi” olarak
tanımlıyorlar. Üçlemenin sonuncusu henüz
yayınlanmadı ama İktisadî Geçmişin Yeniden Keşfi başlığını taşıdığını biliyoruz.
Bu uzun girişten sonra bu yazının ilgili amacına gelelim. İktisatta biri ana akımdan bir
diğeri ise çağdaş radikal politik iktisattan
gelen iki üçleme analojisini yapay bir şekilde birbirine geçirerek freakonomics’in
yaptığına benzer bir muziplik yapmak peşindeyim. Bu ikisine de gerek duymadan
geliştirilebilecek, hatta geliştirilmiş bir bakış
açısıyla dünya kapitalizminin kaba hatlarına
değineceğim. Aslında şeklen feakonomics’in yaptığını yapacağım. Ancak bu sefer
emperyal heveslerle diğer sosyal bilimlere
tecavüz amacını tersine çevirerek iktisadın asıl konusunu iktisada anımsatmak,
kendisine ayna tutmak ve bir sosyal bilim
olduğunu hatırlatmak niyetindeyim. Amacım, kullandığım üçleme analojilerini hiçbir
şekilde değersizleştirmek değil. Bilakis onların kuvvetli öngörü ve kavrayışlarını alet
edineceğim. İleriki bölümlerde sırasıyla “imkânsız üçleme” ile “melun üçlemeyi” kısaca
tanıtıyorum.
Marksizm, Kriz ve Gelecek
tıkanmaya girmiş olan ulusal ekonomilerin
üzerindeki dışa açılma ve serbestleşme
yönündeki büyük tazyikti. Bunun ilk ayağı
dış ticaretin ve ikincisi de sermaye hareketlerinin serbestleşmesi oldu. 1990’ların
sonuna gelindiğinde dünyanın tamamı için
bu serbestleşmelerin gerçekleştiğini rahatça söyleyebiliriz. Aynı ülkeler üzerindeki
bir başka tazyik hususu da ulusal para birimlerinin istikrara kavuşturulmasıydı (kur
istikrarı). Bunun tek nedeni kalkınma maceraları sırasında biriktirdikleri borçlarını ödeyebilme ya da en azından makul ölçülerde
çevirebilme yeteneklerinin korumalarının
istenmesiydi. Bu iki tazyik de büyük ölçüde doğrudan ya da IMF başta olmak üzere
uluslararası iktisadî kuruluşlar aracılığıyla
şantaj yöntemleriyle desteklendi. Uzun lafın kısası, yukarıdaki tanımlarda sanki birer
politika tercihi gibi duran bu ikisi, tarihsel bir
zorunluluk olarak ulusal ekonomilerin burnuna dayatılmıştı.
Bu tarihsel koşullar tarafından dayatılan
ikileme ekleyeceğimiz üçüncüsüne geldiğimizde bağımsız para politikasıyla karşılaşıyoruz. Finansal sistemin aracılığında
parasal alım gücüne oldukça duyarlı biçimde işleyen kapitalist ekonomiler için para
politikası çeşitli saiklerle ekonominin gazına
basma ya da fren yapma imkânı demektir.
Bu çeşitli saikler arasında ulusal sermayenin çıkarları, tam istihdam hedefleri gibi
çoğunlukla (küresel olmayan anlamında)
yerel hedefler yer alır. Aslında imkânsız
üçlemenin imkânsızlığı burada yatıyor. Tarihsel verili dayatmalar karşısında ulusal
ekonomilerin bağımsız ekonomi politikası
geliştirmesinin imkânsızlığı. İmkânsız üçleme şekil 1’de resmediliyor.
Kapitalist
ekonomiler için
para politikası
çeşitli saiklerle
ekonominin gazına
basma ya da fren
yapma imkânı
demektir.
69
iktisat dergisi
II. imkânsız üçleme
Ulusal ekonomilerin dünya ekonomisine
eklemlenme rejiminin iki önemli ayağı ile
bağımsız ulusal para politikasının eşzamanlı olarak uygulanamayacağı fikrine dayanıyor imkânsız üçleme. Üçlü çıkmaz ya
da trilemma olarak da adlandırılıyor. Eklemlenme rejiminin ilk unsuru, ulusal paranın
dünya parası (dolar ya da doları da içeren
bir sepet) karşısındaki değerinin serbest bir
şekilde salınacağı mı yoksa istikrarlı, görece sabit bir seviyede tutulacağı mı sorusu.
Bu sorunun cevabının ya da daha doğrusu
bu ikisi arasındaki tercihin iki önemli sonucu var. Ulusal ekonominin yarattığı maddi
varlığın dünyanın geri kalanının yarattığı
maddi varlık karşısındaki göreli değeri (bir
Alman, bir Fransız, bir Çinli ve Temel bir
fabrikada karşılaşmışlar…) ve ulusal ekonominin dünyanın geri kalanı karşısındaki
finansal yükümlülük ve haklarının değeri.
İki seçeneğin de burada kısaca ele alınması imkânsız olan karmaşık sonuçları var.
İkinci soru sermayenin ulusal ekonomiler
arasındaki hareketinin denetlenip denetlenmemesi. Kısacası sermayenin ekonominin
içine ve dışına doğru istediği gibi serbestçe
hareket etmesine izin vermek ya da bunu
kısıtlamak arasında yapılacak bir tercih.
Sermayenin birçok tanımı var. Bunlardan
en yalın olanı sermayeyi, kapitalist biçimde
örgütlenmiş insan toplumunun cansız üretici kapasitesi olarak tanımlar. Ulus devletler
şeklinde örgütlenmiş insan toplumu için
sermayenin ulusal ekonomiler arasında
serbest hareketi sorunu, bu yalın tanım
açısından bakıldığında, toplumların cansız
üretici kapasitesinin toplumun (kendini yeniden üretmesinin dayandığı) maddi varlık
ihtiyacından bağımsız bir şekilde hareket
edip edemeyeceği sorusuna indirgenebilir.
Yukarıdaki açıklamalarda üçlemenin bu iki
ayağı ulusal birer tercihmiş gibi görünüyor.
Ancak tarihselliği içerisinde bu doğru değil.
Bu imkânsız üçlemenin ana akım açık makro iktisadın genel kabul görmüş ve vazgeçilmez bir parçası hâline gelişinin 1980’ler
sonrası küreselleşme sürecine denk düşmesi bir tesadüf değil. 19. yüzyılın pax Britannica’sına gönderme yapılarak ikinci ilan
edilen 1980’lerin küreselleşme dalgasının
en belirleyici özelliği kalkınma programları
Şekil 1. İmkânsız Üçleme
Marksizm, Kriz ve Gelecek
Bu imkânsızlık teorik açıdan kabul gördüğü
kadar ampirik açıdan da sınanarak neredeyse katî biçimde onaylanmıştır ve hatta
rezerv birikimleri, finansal istikrar gibi başka para politikası unsurlarını da içerecek
şekilde genişletilmiştir. İmkânsız üçlemeyi
tarihselliğinden kopararak genelleştirdiğimizde ulusal ekonomilerin politika üretirken
kulağına küpe olacak basit bir kuralmış gibi
algılarız.
iktisat dergisi
70
Emek, toprak ve
sermayeye tarihsiz
baktığımızda
büyük resmi
görebiliyorken çok
önemli detayları ve
kapitalist üretimin
yasalarını göremez
oluyoruz.
III. melun üçleme
Bu analojiyi Duncan K. Foley’in Graz Üniversitesi’nin geleneksel Schumpeter Dersi
için hazırladığı ve 2003 yılında kitap olarak
yayınlanan çalışmasının başlığından aldım.
Kitabın alt başlığı da bu üçlemeyi ortaya koyuyor: “Yeni ekonomide emek, sermaye ve
toprak”. Bu üçlemeyi ilk vurgulayan elbette
Foley değil. Zaten kitabın amacı klasik politik iktisadın kendinden sonra gelen ana
akım iktisattan tamamen farklı bir niteliğini
ortaya koymak. Foley’e göre kapitalist iktisadî örgütlenme biçimi, ekolojik sistemler,
türlerin evrimi veya insan beyninin işleyişine benzer bir “karmaşık sistem” ve de
klasikler, çağdaş karmaşık sistem teorisini
bilmeden bile incelemelerini kapitalizmin
bu özelliğinin hakkını vererek yapmışlar ve
onlara geri dönerek düzelteceğimiz çok şey
var. Örneğin, toplumun iktisadını durağan
bir dengenin esaretinde değil de devinimli
bir karmaşanın gizli düzeninde anlamaya
çalışmak. Yahut yöntemsel bireyciliğin firma ve hane halkı gibi aşırı soyut özneleri
yerine toplumun bütünü içerisindeki davranışsallığı anlamaya çalışmak gibi... Bu üçleme klasik politik iktisatçıların (Adam Smith,
David Ricardo, Thomas Malthus, v.d…) ve
onların büyük eleştirmeni Marx’ın mirası.
Ancak birçok iktisatçı ve düşünür de bu üçlemeye farklı nitelikler kazandıran katkılar
yapıyor. İlk akla gelen Karl Polanyi’nin “hayalî metaları”. Polanyi, emek, toprak ve paranın, yirmi bin yıllık (taş çağının en başına
gidecek olursak milyon yıllarla hesap edilen) tarihe sahip insan toplumları için, henüz 19. yüzyılda icat edilen kendi kendine
işleyen piyasanın soğuk ve katı hesaplarına
terk edilemeyecek derecede vazgeçilmez
olduğuna işaret etti. Bu üçünün piyasanın
terbiyesine tabi tutulması onları meta yapa-
mazdı; olsa olsa hayalî metalar olacaklardı.
İnsan toplumunun bütünü de bu tahripkâr
hayali aşmak için bir yanda Sosyalizmi ve
öte yanda maalesef Faşizmi; modern çağın
Ahura Mazda’sı ile Ahriman’ını icat edeceklerdi.
Melun üçlemeyi imkânsız üçlemeye benzer
şekilde bir üçgenin kenarlarına yerleştirerek, şekil 2’de görüldüğü gibi ifade edebiliriz.
Şekil 2. Melun Üçleme
İnsan toplumunun iktisadına tarihsiz bir genellemeyle bakacak olursak bu üçlemenin
daha kapsayıcı bir hâlini görebiliriz: emek,
doğa ve emek nesneleri (ya da üretim araçlarından oluşan üretici kapasite). Emek dışındakiler farklı üretim tarzlarında belirgin
bir nitelik kazanabiliyorken aynı zamanda
isim de değiştirebiliyorlar. Doğa, kapitalizm
altında üretimin sistematik bir parçasına
dönüştüğünde feodalizmden ödünç bir
mevhumla toprak adını alıyor ancak, bugün
doğal kaynaklar demek daha kapsayıcı ve
doğru olacaktır. Üretici kapasite ise iyice
karmaşık. Marx’ın kavramsallaştırmasında
sermaye sabit bir kategori değil. Bilakis,
başkalaşımlar ve çalkantılı devinimler içeren bir sürecin kendisine karşılık geliyor.
Emek, toprak ve sermayeye tarihsiz baktığımızda büyük resmi görebiliyorken çok
önemli detayları ve kapitalist üretimin yasalarını göremez oluyoruz. Marx’ın sermayenin bir süreç olarak doğasını ortaya koyarak
bu gizemi dağıttığı söylenir. Doğru. Ancak,
hiçbir zaman tarihsiz genellikten tamamıyla
soyutlamaz. Her zaman tarihsiz bir insan
toplumunun genel bir resmi anlatısının parçasıdır. Marx’ın yaptığı, bu tarihsiz genelliği
istismar ederek tek gerçeklikmiş gibi gösteren mazeret-füruşçuluğun (bayağı iktisat)
IV. kabala ve iktisat
İki üçgen şeklinde görselleştirilen bu iki
üçlemeyle ileri geri oynarken, biri düz kenarının üzerinde, diğeri merkezi tam da
ilkininkiyle çakışacak şekilde bir köşesinin
üzerinde tesadüfen yerleştirildiğinde meydana gelen 6 köşeli bir yıldızla (hexagram)
karşılaşıverdim. Bu şekille ilk karşılaşmış
olan insan gibi duraladım ve belki şaşırdım. Muhtemelen Hindistan ya da Mezopotamya’da, mutlu ve özgür avcı-toplayıcı
günlerini özlemle anan, yerleşik tarıma
geçtiklerine bin pişman ama artan nüfusu
sürdürebilmek uğruna geriye dönemeyen,
tarihin tuzağına düşmüş çürük dişlilerden
oluşan bir köyün üyesiydi o ilk talihli. Bu
hastalıklı ve kalabalık yaşamın nimetlerinden belki de tek faydalanan rahip-hekimbüyücü bilemem ne görev yapıyordu; yani
aslında toplumun yeniden üretilmesi için
doğrudan hiçbir şey yapmıyordu bu şekli ilk
keşfeden. Artığın ve aylaklar sınıfının başımıza açtıkları!
Hexagrama Hindu ikonografisinden İslam
mimarisine kadar her yerde rastlamak
mümkün. Garip bir şekilde Barbaros Hay-
Marksizm, Kriz ve Gelecek
rettin Paşa’nın sancağında da yeri var.
Yalın düzenliliği ve kümelenerek desene
dönüşmesindeki ahenk herhalde bu şekli
vazgeçilmez kılan özelliklerden olsa gerek.
Ezoterik inanç, öğreti ya da hareketlerin de
bu basit oyuncaktan uzak durmalarını beklemek akılsızlık olur. Hindu kozmolojisinden
Musevi kabalasına, Hıristiyan ezoterizminden 19. yüzyılın yükselen deli saçması teosofizme kadar çok yerde karşımıza çıkıyor.
Ancak günümüzde en çok akla getirdiği şey
Museviler. Bunun iki nedeni var sanırım. İlki
Avrupa faşizminin öncü lideri Alman Nazizm’inin saçtığı insanlık dışı dehşetin en
çok kurban aldığı ve en çok zarar verdiği
Musevileri bu şekli kullanarak ‘işaretlemesi’.
Diğeriyse Ziyonistlerin 1948’de İsrail adıyla
kurdukları ulusal devletin bayrağına bu şekli yerleştirmeleri ve Filistin’de işgal ettikleri
topraklardaki direniş nedeniyle her yıl en
az onlarca kez dünya haberlerinin konusu olmaları. Her iki durumda da bu işaret
Davut Yıldızı ya da kalkanı (Magen David)
olarak biliniyor. Ancak yanılmıyorsam, anladığım kadarıyla erken kabala yazınında
ve İslam metinlerinde Süleyman’ın mührü
olarak tanınıyor. Biraz abartılmış olduğuna
inandığım anti-semitizm duyarlılığı ve ele
alınış biçimiyle daha ezoterik bir kullanım
olması hasebiyle ben Süleyman’ın mührü
diyeceğim elimdeki hexagrama. Ve de ‘gizemlerini’ biraz olsun ortaya koyabilmek
için kabalayı kullanacağım.
Bu mühür melun, çünkü üçgenlerden birini
kapitalizmin melun üçlemesi oluşturuyor.
Bırakın ezoterizmi, din kavramıyla dahi dalga geçilebileceğine inanıyorum. Bunu belirli
bir dini merkeze alarak yapmanın sakıncalarının farkındayım. Ancak birilerinin inancı
diye elimizdeki bilimsel kavrayışla düpedüz
düzmece olduğu ortada olan ezoterik öğretilere de saygı gösterecek değilim. Ama
aynı zamanda bu “sapkınlıkların”, dinlerin
Ortodoks öğretileri tarafından temizleme,
arındırma adı altında baskılanması da bana
ayrıca gülünç geliyor.
Yani kısaca, daha önce de belirttiğim gibi
bu iktisadî çalışmanın kullandığı yöntem
kabala. Bu pek alışıldık değil elbet. Ancak,
freakonomics ve benzerleri insan duygularını, ırkçılığı, fahişeliğin sosyolojisini ve hatta tarihin kendisini kendi tarihsiz yöntemiyle
Ana akım iktisat
ders kitaplarında
klasiklerin ve
Marx’ın toplumsal
iktisadî sınıflarına
karşılık gelen bu üç
unsur toplumdan
koparak birer
üretim faktörüne
dönüşürler.
71
iktisat dergisi
foyasını meydana çıkarmaktır.
Bu melun üçleme ana akım iktisat ders
kitaplarında da yerini alıyor. Ancak burada, klasiklerin ve Marx’ın toplumsal iktisadî sınıflarına karşılık gelen bu üç unsur
toplumdan koparak birer üretim faktörüne
dönüşürler. Bir de marjinalist bölüşüm ilkeleri (her faktörün yaptığı katkı oranında
pay aldığı iddiası) geçerli varsayıldı mı, bu
faktör sahipleri arasındaki gerçek toplumsal
gerilim de kaybolur gider. Ahenk (harmony)
kisvesi altında hareketsiz bir kasvet, toplumun elini kolunu bağlamıştır. Daha da ileri
gidiliyor. Örneğin dünyada en çok okutulanlardan biri olan lisans seviyesindeki mikro
iktisat ders kitabı Hal Varian’ın 2009 yılında
8. baskısını yapmış olan kitabıdır. 18. Bölümü teknolojiye ayrılmış. Yani meşhur üretim fonksiyonu tanıtılıyor. Üretim faktörleri
girdiler adıyla bir anda garipleşiyor, x1, x2,
x3, … adlarını alıyor. Sosyal bilimlerin “karmaşık” dünyasından bir çırpıda mühendisliğin düzenliliğine geçiveriyoruz; karmaşık
toplumsal gerçekliğin iktisadî sınıfları bir sis
perdesinin arkasına süpürülüyor.
Marksizm, Kriz ve Gelecek
iktisat dergisi
72
İktisadın olağan
araçlarını kullanan
iktisatçılar da
çoklukla onların
içeriklerinden
ve doğalarından
pek haberdar
görünmüyorlar.
ele alabiliyorsa ve de bu Nobel ödülüne
bile layık görülüyorsa ben neden kabala
kullanarak iktisat yapmayayım. Bakarsınız
Nobel alırım. Hatta anti-semitik bulunmazsa çalışma, belki İsrail devlet nişanı bile
alırım? Neyse kişisel hırslarımı bir kenara
bırakıp bu yöntemi aklım yettiğince açıklamaya çalışayım.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Kabala, ekonometriden, zaman serileri analizinden, optimum kontrolden, hesaplanabilir genel denge analizinden ve son model
dinamik stokastik genel denge analizinden
kat be kat daha karmaşık ve anlaması zor
bir yöntem. Uygulaması kolay gibi görünse
de içeriğini eksiksiz kavrayabilmek neredeyse imkânsız. Aslına bakarsanız iktisadın yukarıda saydığım bu olağan araçlarını
kullanan iktisatçılar da çoklukla onların
içeriklerinden ve doğalarından pek haberdar görünmüyorlar. Bu nedenle iç rahatlığıyla tam olarak içeriğini kavrayamadığım
kabalayı kullanma cüretini gösteriyorum.
Kullandığım yöntemin zor olmasının bir nedeni diğerlerinden farklı olarak ilahî bilgiden
kaynaklanıyor olması. Benim zavallı insan
kavrayışımın doğal sınırlarını aşıyor. Kabalanın kullanımından kaynaklanabilecek
bir tehlikenin söz konusu olduğunu söylemeden de geçemeyeceğim: Süleyman’ın
mührünün tılsım gücü bulunuyor. Mesela
sağlık, zenginlik, şöhret ya da sevda uğruna kullanılabiliyor. Hatta düşmanların
başına şeytani felaketler, belalar salmak
için de oldukça elverişli. Ancak denildiğine
göre, bu işleri ehline bırakmak lazım. Ufak
bir yanlış, ilahî bilginin size arzuladığınız bir
hanımefendi yerine, mesela pek de haz etmediğiniz bir başkasının aşk ile bağlanmasıyla sonuçlanabiliyor. Düşmanımın başına
felaketler salacağım derken kendinizi belalarla boğuşurken, örneğin kapınızda haciz
memurlarıyla baş başa bulabilirsiniz. Şimdi
benim konum dünya kapitalizmi olunca insanın aklına ister istemez, Allah muhafaza,
kapitalizmi anlayacağım derken sonunu getirir miyim sorusu geliyor. Ama bilim aşkı bu
tür riskleri almayı gerektirir. Marx Kapital’in
birinci cildinin Fransızca basımına yazdığı
önsözde şöyle diyor: “Bilime giden düz bir
yol bulunmuyor ve yalnızca onun dik patikalarını tırmanmaktan çekinmeyenler, aydınlık
doruklarına ulaşma şansına sahiptir.”
Önce Kral Süleyman’ın kutsal mührüyle
başlayalım. Sonra iki iktisadî üçlemenin
oluşturduğu melun mühre döneceğiz. Kutsal mühür Süleyman’ın hayvanlarla konuşabilmesini sağlayan, iblislere, cinlere hükmetmesine yarayan bir tılsım. Süleyman
bunu yüzük şeklinde taşıyor. Dünyanın
sonu ya da kıyametle ilgilenen (eskatolojik)
İslam düşüncesinde Dabbe’nin, Musa’nın
asası ve Süleyman’ın mührü ile kuşanmış
şekilde geleceğine inanılıyor.
Şekil 3. Süleyman’ın Kutsal Mührü
Kabala’nın belki de merkezinde yer alan
geometrik bir anlatı bulunuyor. Buna kısaca hayat ağacı deniliyor (etz ah Khayim ‫)םייחה ץע‬. Yanlış anlamıyorsam bu ağaç,
tanrının kendi kendini yoktan var edişinden
yola çıkarak ruhu, ilahî olanı ve doğru yolu
gösteren bir benzeştirme. Ağaçta çeşitli
sütunlar ve bu sütunları ilişkilendiren odak
noktaları var. Bu odak noktalarına sefirot
(‫ )תֹור ִיפְס‬deniliyor. Tanrının varoluşundan
yayılan ışımalar ya da yansımalar. Tanrının
sıfatlarını andıran nitelikler silsilesi ve bunlardan on tane var. Hepsini burada anlatmanın ne anlamı var ne de yeri. Bunlardan
yedi tanesinin aynı zamanda Süleyman’ın
mührünün anlamında da yer aldığı yorumlardan biri. Kabalada yorumlar iktisatta bir
anlamda, aynı araçları kullanan ancak farklı
varsayımlarla farklı sonuçlara ulaşan modellere benziyor. Yani burada kullanacağım
birçok kabala modelinden yalnızca biri. Bu
modelde sefirotlardan biri hexagramın merkezinde yer alırken diğer altısı dışa bakan
V. kral süleyman’ın melun mührü
Şekil 4. Melun Mühür
Marksizm, Kriz ve Gelecek
Bir önceki bölümde de anlatıldığı gibi imkânsız ve melun üçlemeler belli bir biçimde düzenlendiğinde Süleyman’ın mührüyle
aynı hexagramı verecektir. Bunun için şekil
2’deki melun üçlemeyi aynen alıyoruz ve
şekil 1’de resmedilen imkânsız üçlemeyi
baş aşağı çevirerek bu ikisini üst üste simetriyi koruyacak biçimde yerleştiriyoruz.
Sonunda elde ettiğimiz hexagram şekil 4’te
gösteriliyor. Oldukça kolay görünmesine
rağmen uyguladığımız olabildiğince incelikli
ve karmaşık bir teknik. Ayrıntıları bu makalenin boyutlarını aşar!
Şekil 4’te resmedilen melun mühür, kutsal
mühürdeki sefirotları da gösteriyor. Nihayet
sıra bu sefirotlar arasındaki ilişkileri, hiyerarşiyi ve etkileşimleri kullanarak dünya kapitalizminin kabalasını çıkarmak.
Öncelikle Yesod’dan başlayalım. Mührü
inşa etmek için kullandığımız iki üçlemenin
de üzerine oturduğu temel bir müştereke
karşılık geliyor. Yesod’un temel anlamına
geldiğini belirtmiştik. Uluslararası iktisadî
örgütlenmeyle ilgili olan imkânsız üçgen de,
toplumsal üretimin üç ana unsurunu anlatan melun üçleme de en genel anlamda insan toplumunun iktisadına dayanıyor. Yani
bu temel, toplumun kendini en azından gerilemeyecek şekilde yeniden üretmesi için
gerekli maddi varlık üretimi ve bölüşümüne
karşılık geliyor. Ulus devletler sistemi altında siyasi örgütlenme de, üretimin unsurlarının çeşitli üretim tarzlarıyla örgütlenişi de
bu Yesod temelinin üzerinde yükseliyor. Bu
temel iktisadî anlamda tarihsiz ve evrensel.
Tarihsel olan tek yanı siyasi örgütlenmenin
devletler sistemi çerçevesinde olduğunu
varsayması. Çünkü imkânsız üçlemenin
anlattığı yapının tarihi olsa olsa Otuz Yıl
Savaşları’nın sonunda imzalanan 1648 tarihli Westphalia barışına kadar götürülebilir.
Elbette devletin tarihi çok eskilere dayanıyor ancak imkânsız üçgen, ulus devletlerin
arasındaki iktisadî egemenliğe gönderme
yaptığından tarihsel bir nitelik taşıyor.
Bu melun mührü evrensellikten koparıp tarihin belli bir dönemine yerleştiren başlıca
sefirot ise Tiferet. Yani sermaye. İnsanlık
tarihinin neredeyse her döneminde üretim
yapmak için ve üretim kapasitesini artırmak
için insan emeğinin yanında kullanılan emek
araçları mevcut. Fakat bunların farklı üretim
İnsanlık tarihinin
neredeyse her
döneminde üretim
yapmak için ve
üretim kapasitesini
artırmak için insan
emeğinin yanında
kullanılan emek
araçları mevcut.
Fakat bunların
farklı üretim
tarzları altında
başkalaştığı, farklı
toplumsal ilişkilerin
öznesi ya da
nesnesi olduklarını
biliyoruz.
73
iktisat dergisi
köşelerde konumlandırılıyor. Süleyman’ın
kutsal mührünün bu ‘modeli’ şekil 3’te görülüyor.
Şimdi kısaca bu sefirotları açıklayalım. Ortada Yesod var. Temel anlamına geliyor.
Diğerleri bu temel üzerinde yükseliyor. En
yukarıda Tiferet bulunuyor. Düzen anlamına geliyor, konumundan bekleneceği gibi
aşağıdakilerin üzerinde belirleyiciliği var.
Tiferet, Yesod üzerinde yükseliyor ama
asıl kaynağını Keter’den alıyor. Keter ilahî
olanın mutlaklığı. Burada göremiyoruz onu
ama varlığı mutlak olduğu için varsayılıyor.
Varsayımlar deyince bu kabala modellerinin ne kadar iktisadî modellere benzediğini
de görebilirsiniz sanırım. Tiferet’in hemen
altında sol ve sağda sırasıyla Gevurah ve
Hesed bulunuyor. İlki güç, kuvvet ya da
kudretin ifası anlamını taşıyor. İkincisi ise
lütuf anlamına geliyor. Bu lütfetme içinde
sevgi de var. Sol altta yer alan Hod ihtişam,
görkem anlamının yanında teslimiyet unsurunu da içeriyor. Sağ altta ise azim çaba ya
da çeki anlamlarını içeren Netzah sefirotu
yer alıyor. Sonuncu sefirot en alttaki Malkhut. İmtiyaz, hâkimiyet anlamında. Dayanağını kendi üzerindeki diğerlerinden alıyor.
Kabala modelimizi kabaca tanıttıktan sonra bu kutsal mührü melun hâle getirmenin
zamanı geldi. Bir sonraki bölümde imkânsız ve melun üçlemelerden bir mühür inşa
edeceğim.
Marksizm, Kriz ve Gelecek
iktisat dergisi
74
Sermaye de
kesinkes büyümek
zorundadır
ve bunun için
hareket etmek,
başkalaşmak, farklı
formlara girmek
ama bunu yaparken
de kıymetinden
bir şey yitirmemek
ister.
tarzları altında başkalaştığı, farklı toplumsal
ilişkilerin öznesi ya da nesnesi olduklarını
biliyoruz. Daha önce belirttiğimiz gibi Tiferet, mutlaklığı varsayılan ve mühürde yer
almayan Keter’den kaynaklanıyor. Sadece
geçimlik üretim yapan insan toplumlarını bir
kenara bırakacak olursak, Keter’in iktisadî
anlamda toplumların geçimliğin üzerinde
yarattıkları maddi “artık” olduğunu kavrayabiliriz. Tiferet’in düzen olduğunu ve altında
bulunan diğer sefirotlar açısından belirleyici
olduğunu belirtmiştik. Bu anlamda sermaye
bu kabala modelinin düzeninin temel çıkış
noktası. Diğer bir değişle mührümüz kapitalist üretim tarzını anlatmakta. İnsan toplumunun iktisadı ve artık üretimi gibi soyut ve
tarihsiz genellemeler modele dışsal varsayımlar olarak giriyor.
Tiferet’in Gevurah ile Hesed’i birleştirdiği
biliniyor. Bunlar sermaye üzerinde bir yandan kısıt bir yandan serbestliğe karşılık
geliyor. Gevurah’ın kudretin ifası olduğunu
söylemiştik. Sermayenin ulusal ekonomiler
arasında serbestçe hareket etmesi siyasi
kısıtları (ulus devletler sistemi) karşısında
kudretinin ifasından başka bir şey değil.
1970’lerin sonunda özellikle Birleşik Devletler’de park etmiş olan servet sahiplerinin
reel sektör kâr hadlerinin daralması ve de
enflasyonla negatif seyreden reel faiz oranlarına karşı başkaldırışlarında sermayenin
kudretinin bir ifasına rastlamak mümkün.
Üretici kapasiteye dönüşme potansiyeline
sahip olan servet şantaj yoluyla istediğini
aldı. Dünyanın geri kalanı da belli kademelerle bu kudrete boyun eğdi. Örneğin Türkiye 1989 tarihli bir düzenlemeyle sermaye
hesabını serbest bıraktı. O tarihten bugüne
kendine benzeyen bütün ulusal ekonomiler
için olduğu gibi Türkiye ekonomisi için de
üretici kapasiteyi sürdürebilme ve genişletebilmenin yolu bu kudretli sermayenin kaprislerine boyun eğmek oldu.
Uluslararası sermayenin bu kaprisleri kudretine dayanıyor elbet. Bu kudret Gevurah’ı
istemekle kalmıyor aynı zamanda Hesed
konusunda da ısrarcı. Ulusal para birimlerinin istikrarlı bir bant aralığında seyri, kudretli sermayenin, Tiferet’in, getirilerini kur
riskine karşı güvence altına alıyor. Aynı ilâhi
nurun kendini görünür kılarken büyüyen ve
hareket eden olması gibi sermaye de ke-
sinkes büyümek zorundadır ve bunun için
hareket etmek, başkalaşmak, farklı formlara girmek ama bunu yaparken de kıymetinden bir şey yitirmemek ister. Tarihsel olarak
sermaye alternatifi olmayan potansiyel üretici kapasite olduğundan dolayı (canı istediğinde fiziksel sermayeye, fabrikaya, ham
maddeye, emek gücüne ödenen ücrete
dönüşme kudreti) insan toplumu istese de
istemese de uzun dönemde bu kaprislere
boyun eğer. Ama unutmamak lazım. Tiferet’ten büyük Keter var. Yani artık üretmenin
ve insan toplumunun maddi varlık yaratma
ve bölüşme biçiminin başka başka yolları
mevcut. İnsanın aklına ister istemez sosyalist bir pentagram geliyor!
Tiferet’in bir özelliği de hayat ağacındaki
konumuyla Malkhut dışında diğer tüm sefirotlarla bağlantılı olması. Hayat ağacındaki
bu biricik özelliğini melun mühür modelimize de varsayım olarak taşıyabiliriz. Bunun
matematiksel ifadesi çok karmaşık olduğundan dolayı sadece sözünü ederek geçeceğim. Mühürde sermayenin doğrudan
bağlantılı olmayacağı tek unsurun gerçekten de bağımsız para politikası olduğunu
görebiliyoruz. Sermayenin devletin göreli
otonomisinden duyabileceği endişe modelimizde bu şekilde yer alıyor. Şimdi Tiferet’in
Hod ve Netzah’la olan dolaysız ilişkilerine
değinelim.
Hod sefirotu teslimiyeti ve ihtişamı anlatıyor. Bizim eğretilememizde insan tarafından üretilmemiş doğal kaynaklara karşılık
geliyor. Karl Polanyi 19. yüzyılın piyasaya
teslim ettiği üç hayalî metadan söz ederken
içlerinden doğayı, insan toplumunun var
oluşunun ön koşulu olarak işaret eder. Marx
da tarihsiz bir genelleme olarak emek sürecini tanımlarken insanın doğayla olan dolaysız ilişkisine vurgu yapar. İnsan toplumu
her ne kadar gelişkin olursa olsun doğaya
şu ya da bu şekilde tâbi ve bağımlıdır. Onu
dönüştürür, değiştirir ve bunu yaparken
Marx’ın işaret ettiği gibi kendini de dönüştürür. İhtişamın bir parçasıdır ama diğer tüm
canlılardan farklı olarak kendi öz varlığını
ihtişamın varlığından ayrı olarak görebilme
kapasitesine sahiptir. Bu insana diğer canlılardan farklı bir güç verirken aynı zamanda ihtişamı yok etme yetisini de kazandırır.
Gittikçe boyutları genişleyen küresel çevre
Kaynakça
Foley, D.K. (2003) Unholy Trinity: Labor, Capital and
Land in the New Economy (Graz Schumpeter Lectures). Londra ve New York: Routledge.
Levitt, S. ve S. J. Dubner (2006) Görünmeyen Ekonomi – Dünya Gerçekte Nasıl İşliyor? İstanbul:
Boyner Yayınları.
Levitt, S. (2014) “Gary Becker: 1930-2014” Freaconomics web sayfası, http://freakonomics.
com/2014/05/05/gary-becker-1930-2014/
Polanyi, K. (2007[1944]) Büyük Dönüşüm, İstanbul:
İletişim Yayınları.
Schumpeter, J.A. (2013[1942]) Kapitalizm, Sosyalizm, Demokrasi. Ankara: Alter Yayınları.
Varian, H. (2009) Intermediate Microeconomics: A
Modern Approach (Eighth Edition). W. W. Norton
& Company.
Bahçe, S. (2008) “Şikago Oğlanları” Ekonomik
Kurumlar ve Kavramlar Sözlüğü içinde, der. F.
Başkaya ve A. Ördek. Ankara: Maki Bas. Yay. ss.
1065-1073.
Carlyle, T. (1849) “Occational Discourse on the
Negro Question” Fraser’s Magazine for Town
and Country, Ağustos, ss.670-679. http://babel.
hathitrust.org/cgi/pt?id=inu.30000080778727;vie
w=1up;seq=9
Fine, B. ve D. Milonakis (2008) From Political Economy to Economics: Method, the social and Historical in the Evolution of Economic Theory, New
York: Routledge.
Fine, B. ve D. Milonakis (2014) İktisat Emperyalizminden Acayip İktisada. Ankara: Heretik Yayıncılık.
VI. sonuç yerine
Netzah’ın (emeğin) Tiferet’le (sermaye)
olan ilişkisi, bu ilişki üzerinde Hesed’in (kur
istikrarı) ve mühürde uzakmış gibi görünen
ama bu açıdan oldukça önem taşıyan Gevurah’ın (sermaye hareketleri) etkileri üzerine kabalanın çok söyleyecekleri bulunuyor.
Bağımsız iktisat politikaları yoluyla emeğin
ve doğanın sermayenin tahribatına karşı
korunabilmesinde Malkhut’un yeri ve önemi
de tartışılması gereken bir mevzu. Dahası,
tüm sefirotların birbirleriyle dolaylı ya da dolaysız ilişkilerinin kabalistik yorumu herhalde ciltler dolduracaktır. Ancak, ben şimdilik
burada duruyorum. Bu yazının amacını yukarıda açıklamıştım. Kısaca freakonomics’i
baş aşağı çevirip iktisada iktisat anlatmak
istiyordum. Kabala’nın iktisat yöntemi olarak kullanımına giriş olacak eksiksiz bir metin umanlardan özür dilerim. Ama bu yöntemi benimseyebilecek olanlar olabilir. Onlara
Allah’tan (ya da YHWH’ten) sabır diliyorum.
Çünkü şu kısacık yazıda bile görülebileceği
gibi kabala öyle optimizasyona, genel dengeye falan benzemiyor. Büyük bir bilgi derinliği, sabır ve her şeyden önce aklının bir
kısmını peynir ekmekle yemeyi gerektiriyor.
Şey, haberiniz var mı? Cezayir Paşası’nın
burnunun altında kocaman bir ben varmış!
Marksizm, Kriz ve Gelecek
dır. Aslında insan toplumunun yalın iktisadında ikisi eşittir ve karşılıklı olarak birbirlerini dönüştürürler.
Emek değer teorisi
kapitalist bir
piyasada metaların
birbirlerine göreli
değerini, içerdikleri
ya da üretilmeleri
için sarf edilen
emek miktarlarına
dayandırır ve o
şekilde açıklamaya
çalışır. Marx
bu yaklaşımı
nihai mantıksal
sonucuna
ulaştırmış ve
sömürü gerçeğini
politik iktisada
eklemiştir.
75
iktisat dergisi
krizine baktığımızda bu sefirotun akıbeti
hakkında endişe duymamak mümkün değil. İnsan iktisadına Tiferet’in (sermayenin)
hükmü altında dâhil olan Hod (doğa) için
Gevurah başka bir anlam kazanır. Mühürde
de Gevurah’ın Tiferet’le Hod arasında yer
aldığını görüyoruz. Sermayenin kudretini
hareket özgürlüğü olarak ortaya koymasıyla
doğanın tahribatı arasındaki ilişki bugünlerde önemli bir araştırma alanı ve burada sayılamayacak kadar fazla boyutu var. İlk akla
gelen David Harvey’nin kavramsallaştırdığı
“mülksüzleştirerek birikim” süreci.
Klasik kabala yorumlarında hayat ağacının
bir insan bedenine benzetilerek açıklanışında Hod sol, Netzah ise sağ ayağa karşılık
gelir. Tiferet’in baş olarak ayakta durmasını
sağlayan bu iki ayaktır. Sermayenin varlığı,
kendi işleyişinin tehdit altında bıraktığı bu iki
ayağa, emek ve doğaya dayanmakta. Netzah’ın anlamı çaba, çeki ve dayanıklılıktır.
Klasik politik iktisat değerin kökeni olarak
emeği görür. Emek değer teorisi kapitalist
bir piyasada metaların birbirlerine göreli
değerini, içerdikleri ya da üretilmeleri için
sarf edilen emek miktarlarına dayandırır ve
o şekilde açıklamaya çalışır. Marx bu yaklaşımı nihai mantıksal sonucuna ulaştırmış ve
sömürü gerçeğini politik iktisada eklemiştir.
Hiyerarşide sermaye (Tiferet) yukarıdadır.
Ancak sermayenin kendisi emek (Netzah)
tarafından üretilir. Emek kendi ürününden
yabancılaşır. Kendi ürününün esiri olur.
Emek ile doğa hiyerarşinin aynı sırasında-

Benzer belgeler