SÖZCÜKLER 3

Transkript

SÖZCÜKLER 3
‹K‹ AYLIK EDEB‹YAT DERG‹S‹
MAYIS - HAZ‹RAN 2007
ISSN: 1306-634X
Sahibi ve Yaz›iflleri Sorumlusu: A. Turgay Fiflekçi
Kapak ve Sayfa Tasar›m›: Hakk› M›s›rl›o¤lu
Yönetim Yeri: Neyzenbafl› Halilcan sok. 42/7
Üsküdar 34668 ‹stanbul
Telefon ve Faks: 0216 495 88 65.
Yaz›flma adresi: P.K. 57 Üsküdar-‹stanbul
[email protected];
www.sozcukler.com, www.soezcuekler.blogspot.com
fi‹‹R
Faz›l Hüsnü Da¤larca, 5; Cevat Çapan, 6; Özdemir ‹nce, 18-21;
Ali Püsküllüo¤lu, 22; Bar›fl Pirhasan, 26-28; Alova, 29-33; Yaflar Miraç, 44;
Roni Margulies, 49-50; Mete Özel, 111; Selahattin Yolgiden, 112;
Gökçenur Ç., 113; Mustafa Erdiken, 114-115; Ayd›n Boysan, 116.
ÖYKÜ
FOTO⁄RAF
KARDAN BABAM
ESK‹ DOSTUM PETER PAN
HAYATI SORGULAMA ODASI
G‹TT‹N NECAT‹ AH!
GAYET NORMAL!
7
45
56
60
67
70
TENSELL‹⁄‹N ÇA⁄RISI
fi‹‹R ‹LE fi‹‹RCE
B‹R ‹STANDOLLU’NUN NOTLARI
ATOM LUNAPARKI
SABAHATT‹N AL‹ 100 YAfiINDA
AfiK VE ÇEV‹R‹
YAZIN ÇEV‹R‹S‹ VE TÜRKÇE
TÜRKÇE’DE MEVLÂNÂ
KARA K‹TAP’TAK‹ ÖZEL ADLAR
RUSÇA’DAN TÜRKÇE’YE ÇEV‹R‹LER
ÇEV‹R‹ YAZIN VE OKUMA KEYF‹
TÜRK‹YE’DE ÇEV‹R‹ ÇOCUK YAZINI
Y‹NE TDK SÖZLÜ⁄Ü
“YED‹NC‹ ADAM”, CEVAT ÇAPAN
MICHAIL M. BACHT‹N
ÇORAK ÜLKE. ÇORAK DENEY‹MLER
B‹R OKUR MEKTUBU-NERUDA ÇEV‹R‹S‹
TAR‹HTE B‹R GÜN
10
23
34
51
62
64
78
79
85
92
99
103
107
117
125
130
137
143
Nezihe Meriç
Leyla Ruhan Okyay
Tuna Kiremitçi
O¤uzhan Akay
Güray Öz
Esra A.
DENEME, ELEfiT‹R‹, ANI
Emin Özdemir
Eray Canberk
Alova
fiavkar Alt›nel
Server Tanilli
Valéry Larbaud
Alev Bulut
Mine Yaz›c›
Bar›fl Özkul
Sabri Gürses
Esra Özkaya
Sinem Can›m
Ali Püsküllüo¤lu
Besim Dalgݍ
Onur Bilge Kula
Mehmet Bar›fl
Ferda Ereno¤lu
Aliflan Çapan
Bask› ve Cilt: Yaz›n Bas›n Yay›n Matbaac›l›k Turizm Ltd. fiti.
Çiftehavuzlar mah. Prestij ‹fl Merkezi 27/806 Zeytinburnu-‹stanbul. Tel.: 0212 5650122
Yay›n Türü: Yerel Süreli Yay›n. Da¤›t›m: Yay-Sat. Fiyat›: 6 YTL, K›br›s için 7 YTL.
Bir y›ll›k abonelik için Ahmet Turgay Fiflekçi ad›na Yap› Kredi Bankas›
Levent Çarfl› fiubesi 60469735 nolu hesaba 36.-YTL yat›r›ld›ktan sonra dergilerin
gönderilece¤i posta adresi mektupla ya da [email protected]’a bildirilmelidir.
Yurtd›fl› için abone ücreti 60 Euro’dur.
Merhaba,
Bu say›m›za fliirimizin an›tlar›ndan Faz›l Hüsnü Da¤larca ile bafll›yoruz. Yeni, flairin yafl›n› sorgulatmayan genç bir fliiriyle.
“Yaz›n Çevirisi ve Türkçe” bafll›kl› bölümde çeviri alan›n›n farkl› sorunlar›yla yüz yüze geleceksiniz. “Mevlânâ Y›l›nda Türkçe’de Mevlânâ”,
“Kara Kitap’taki Özel Adlar›n Çeviride Yiten Büyüsü”, “Rusça’dan Türkçe’ye Çeviriler: Sohbet ve Dedikodu”, “Çeviri Yaz›n ve Okuma Keyfi”,
“Türkiye’de Çeviri Çocuk Yaz›n›” bafll›kl› yaz›lar çeviri yaz›n›n›n ne denli genifl alanlara yay›ld›¤›n› görebilme olana¤› sunuyor.
Bir okurumuzun, örne¤i az görülebilecek bir dikkatle Pablo Neruda fliirlerinin çevirilerinde rastlad›¤› aksakl›klar› belirten mektubuyla
Valéry Larbaud’nun çeviriyi bir aflk iliflkisi olarak gören yaklafl›m›n›n da
bu bölüme önemli birer katk› oldu¤unu düflünüyoruz.
fiavkar Alt›nel’in “Atom Lunapark›” adl› yeni denemesi, insano¤lunun ça¤dafl açmazlar›ndan birinin, hem nükleer tesislerle hem de do¤ayla bir arada yaflama iste¤i çeliflkisinin çevresinde etkili bir a¤›t.
Mehmet Bar›fl’›n, “Çorak Ülke, Çorak Deneyimler” yaz›s›, felsefe,
fliir ve hayat üçgeninde yal›n anlat›m›yla da dikkat çeken bir deneme.
5. say›m›zda bafllatt›¤›m›z “dil” tart›flmas› genifl yank› bulmufltu. Ali
Püsküllüo¤lu, Türk Dil Kurumu ile tart›flmas›n› bu say›da da sürdürüyor.
Dergimizin gördü¤ü yo¤un ilgi, pek çok ürünü gecikmeyle yay›mlayabilmemize neden oluyor. Nâz›m Hikmet’i, 1932’de ABD’de ilk kez tan›tan bir yaz›yla, “Günümüz fiiiri” konulu soruflturmam›za gelen okur
mektuplar›n› gelecek say›m›zda yay›mlayaca¤›z.
Bu say›daki desenleri, ça¤dafl resim sanat›m›z›n önde gelen ressamlar›ndan Komet, dergimiz için haz›rlad›.
‹yi okumalar.
3
Faz›l Hüsnü Da¤larca
YIKANMAMAK KARANLIKLA
Gecenin
Ç›kt›m yar›s›na dek
Öyle parlad› ki ›fl›¤› sular›n
Tören büyüdü daha
Gecenin
Girdim yar›s›na dek
Güzelli¤inden içeri
Uçarken al›c› kufl
Gecenin
Durdum yar›s›na dek
Y›ld›zlar saman yollar›
Birbirlerine kar›flt› oralarda
Gecenin
Kald›m yar›s›na dek
Kap›lar›n ard›ndayd› s›cakl›¤›
Odalardan neler geçti kim bilir
Gecenin
Öldüm yar›s›na dek
Varamad›m Tanr›n›nm›fl
Öbür yar›s›
5
Cevat Çapan
DURGUN DEN‹Z‹N KIYISINDA
Sonunda buldum o tafl›;
yass›, beyaz bir çak›l tafl›yd›
durgun denize f›rlat›p
sektirmek istedi¤im.
Hafifçe yana e¤ilip
kolumu geriye çekerken
Ljubljana-Trieste otobüsünde
uyuklayan TIR floförü a¤abeyim
canland› gözümde.
Sonra onu y›llard›r bekleyen
uzatmal› niflanl›s›.
Susup susup kim bilir
neler konuflmufllard›
son geldi¤inde?
Tafl sekerek giderken
durgun suyun üzerinde
saymay› unutmufltum bile.
O yaz hep deniz k›y›s›na indim
akflamlar›.
Yass› beyaz çak›l tafllar›na
denizk›zlar› çizdim
kapkara bir kömürle.
6
FOTO⁄RAF*
Nezihe Meriç
Kaç zamand›r, uzun uzun bakt›¤›m bir foto¤raf var. Onun öyküsünü yazmak istiyorum. Önce ça¤r›flt›rd›¤› sözcükleri s›ralayarak bafll›yorum.
En a¤›r basan: yeflil; yeflil dedi¤in hemen akla gelen, k›rlardaki çimen yeflili de¤il; hani ufka dek uzan›p giden sonsuz çay›rl›klar›n çimen
yeflili; bahar›, kufl seslerini, adaçay› kokular›n› hemen akla getiren o yefliller yeflili...
De¤il.
Nas›l bir yeflil peki?
S›ray› bozmamak gerek. (zor bir tan›mlama olacak)
Öbür iki sözcük, karanl›k ve f›rt›na. F›rt›nan›n gelece¤ini haber veren dumanl› bulutlar, y›¤›n y›¤›n gökyüzünü kaplayarak, ›fl›¤› yok etmifller.
Bu karanl›klar›n gölgesinde bir ya¤ yeflili.
Deniz.
Ya¤ yeflili, bir deniz, karanl›klara kar›flm›fl.
Bulan›k.
Bulan›kl›¤›n sessizli¤i…
Denizin ortas›nda bir kara sandal. Sandalda tek bafl›na bir adam.
Kenardan kuru dallar›n› uzatm›fl kapkara bir a¤aç. Uzay›p gitmifl kara dal›n ucunda bir karga. Kara karga.
Gak demeyen. Susup kalm›fl.
Adam?
Adam da… Bafl› önüne düflmüfl. Ellerini, kürek saplar›na öylece b›rak›vermifl.
Bak›fllar›?
Görünmüyor.
Denildi¤i gibi, ya¤ yeflili bir foto¤raf bu; yaln›zl›k, gam, hüzün, çaresizlik dolu.
Bakan›n içi, o rengi, o yaln›zl›¤›, o bofllu¤u alg›layabiliyorsa, bir hofl
oluyor.
Bu foto¤raf› çeken, dalg›n bak›fll› bir adam. ‹çinde a¤›r a¤›r dalgalanan büyük heyecan, yüzünde hafif bir tebessüm olmufl. Bir iki günlük sakal› var. Zay›f, soluk renkli, ama yap›l›. ‹nce, kemikli yüzü nereden gel7
di¤i belli olmayan bir ›fl›kla ayd›nlanm›fl. Çekti¤i foto¤rafa gözlerini k›sarak, keyifle bak›yor.
Kocaman, hantal bir ceviz masan›n bafl›nda dikiliyor. Masan›n çevresine, arkal›klar› oymal›, gene ceviz a¤ac›ndan, oturma yerleri bordo
renkli, desenli kadifeden (gene hantal) sandalyeler dizilmifl. Adam, masa,
sandalyeler birbirini tutmuyor. Adam›n yan›nda, foto¤rafa dal›p gitmifl
bir genç k›z duruyor. O da masalarla, sandalyelerle ayr› düflüyor. Yüzünde derin bir hayranl›k var. Zay›f, çelimsiz, soluk bir k›z. Foto¤rafa bakarken duydu¤u o derin hayranl›k onu güzellefltiriyor.
Büyüyü bozan, uyumsuz ses, masalarla, sandalyelerle, tam bir biçim, renk anlaflmas› içinde giriyor araya; ahmak ünlemlerle (ah! üf aman!
Ay s›k›nt›!)
Dolgun memeler, ipek h›fl›rt›s›, bir örnek k›rm›z› dudak boyas›, k›rm›z› t›rnak boyas› p›r›lt›lar›yla. Çalkalanan kalçalar, ac› sar›lar›n, lacivertlerin, pembelerin, eflatunlar›n, bir araya gelince nas›l çirkinleflti¤ini,
uyumsuzlu¤un verdi¤i s›k›nt›y› hiç anlam›yor. ‹pekle, parlakl›k ona yetiyor.
Ne demek istedi¤i belli olmayan, s›fat gerekirse, ince, c›rlak, s›k›nt›
yayan sesinden, foto¤raf›n tüyleri diken diken oluyor.
K›z›n da.
Adam ald›rm›yor. Al›flkanl›¤›ndan geçirip, duymazdan geliyor.
“Kahve isteyen? Ay hadi, hadi gelin. Gelin otural›m. Aa! Bak›n kocaman bir yolcu gemisi geçiyor. Ne gemisi bu acaba?”
Araya, çevrede duyulan, ‘ayol!’ ‘ay aman üf!’ ‘valla!’ ünlemleri, sözcükleri bu tümceyi anlamland›r›yor.
Söz, ortalarda sürünüyor, yan›t alamadan:
“Nereden bulursun bu karanl›k resimleri? fiey gibi yani, ayn’ebliym
hani, insan›n içi s›k›l›yor üf!”
K›zla adam birbirlerine bak›yorlar.
Bir anlamda buluflman›n derin sessizli¤i içinde. Yüzlerinde, gözlerinde, en ufak bir k›p›rt› olmadan; duygularda buluflman›n, iç içe geçen
halkalar›, ikisi aras›nda, gözalan ›fl›¤›, yürek titreten mavisiyle, bir gökyüzü geriyor. Yükseklerde minicik bir kufl kanat açm›fl, süzülüyor.
Tek bafl›na, yaln›z, bir kufl.
Çok uzaklardan gelen bir d›rd›rlanma var, duyulmayan, adam›n yüre¤inin çok derinlerinde bir yerde.
“Kimsesiz bir çulsuz o¤land›. Zor bela okumufl. Anas› da, öyle; kad›nca¤›z›n biri. Çaresiz. Yoksuldu bunlar. Eh k›z›n da zaman› gelmiflti.
K›smetmifl de anam. Sonradan bu böyle oldu. Ünlü foto¤rafç›, bilmem
ne. Sonradan kazand› paray› ama, dayal› döfleli eve gelmeseydi…”
Bir de flu ünlem var, geçmifl zaman› m›hlayan.
8
“Nah”
“Nah bulurdu bu flöhreti! Nah adam olurdu! Biz olmasayd›k arkas›nda, nah giderdi Avrupalara mavrupalara. Benim aptal k›z›m›n akl› iflte. Ne desen bofl. K›smetmifl!”
Bir de, o derinlerde, o uzaklarda, adam›n duydu¤u, k›z›n duymad›¤› c›v›lt›l›, iki küçük çocuk sesi var:
O iki çocuk, foto¤rafa bakarken gözleri p›r›l p›r›l, flunu sormufllard›,
t›pk› o soluk ince k›z›n sordu¤u gibi:
“Babac›m, bu sandaldaki adam, ne düflünüyor acaba?”
K›z da, bütün sesleri yok eden, sevgiyi, heyecan› düze ç›kar›p, adam›n içini ayd›nlatan bir f›s›lt›yla:
“‹nsan, bu foto¤rafa bakarken, ürperiyor” demiflti.
* Bu foto¤raf› çekenin ad›n› bilmiyorum. Ola ki, bu öyküyü okur. Kendi foto¤raf›n› tan›r. O zaman bilsin ki bu öyküyü ona ad›yorum. Selam ederim.
9
TENSELL‹⁄‹N ÇA⁄RISI
Emin Özdemir
Okuma yöntemleri üzerinde çal›flanlar, yaz›nsal yarat›lar için “dönüflümlü okuma”y› önermezler pek. Ayn› zaman dilimi içinde iki ayr› kitab› birlikte okuma, zihinsel yo¤unlaflmay› engeller, okumadan duyulacak
hazz› azalt›rm›fl. Bundan da öte kimi kar›flt›rmalara yol açarm›fl. Bunu somutlamak amac›yla flöyle bir karfl›laflt›rmaya da baflvururlar: Nas›l ayn›
anda iki ayr› kent gezilmezse, bunun gibi iki ayr› yaz›nsal yarat› da okunamaz. Çünkü her yaz›nsal yarat›, kendine özgü havas›, co¤rafyas› olan
bir kenttir.
Dönüflümlü okuma üzerine söylenenlerin do¤rulu¤unu ya da yanl›fll›¤›n› tart›flacak de¤ilim. Okunacak kitab›n dokusuna, bir ölçüde de okuruna göre de¤iflir bu. Kendimden vereyim örne¤i, kaç gündür dönüflümlü bir okuma süreci içinde iki kitab› birlikte okuyorum. ‹kisi de düflmüyor elimden. Biri Cesare Pavese’nin Yaflama U¤rafl›, öteki de Fernando
Pessoa’n›n Huzursuzlu¤un Kitab›…
Bu iki kitab›n birbiriyle örtüflen yanlar› var. Bir kez ikisinin de oda¤›na, yarat›c›lar› kendilerini yerlefltirmifl. ‹kisi de türsel ve söylemsel yönden birbirini an›flt›r›yor. ‹kisinde de olay örgüsüne dayal› bir sürükleyicilik yok; tersine okuru “ac›”, “ölüm”, “yaflam”, “ düfl”, “düfllem”,”tutku”
gibi kavramlar›n kap›s› önüne b›rak›p bunlar› açmas›n› istiyor ondan.
Kestirmeden söyleyeyim: Okuyan›, duraklatan, sorular›n sarmal›na düflüren bir havas› var bu kitaplar›n.
Dün de öyle oldu. Önce, Huzursuzlu¤un Kitab›’ndan kimi bölümler
okudum. Sonra da Yaflama U¤rafl›’ndan. Sanki masam›n bir yan›nda Pessoa oturuyor, öteki yan›nda da Pavese; birlikte söylefliyoruz. “Aflk” üzerine konufluyor Pessoa: Tensel aflkla yabanc› bir bedenin arac›l›¤›yla kendi hazz›m›z›n peflinde koflar›z. Tensel boyutu olmayan aflkta, yaratt›¤›m›z
bir düflüncenin arac›l›¤›yla kendi zevkimizin peflinde koflar›z. Bunu flöyle tamaml›yor Pavese: Aflk geride tiksinti b›rakan geçici bir bunal›md›r.
Oysa gündelik hayat›m›zda çevremizi saran genç ve nefleli bedenlerin
varl›¤›n› duyar›z: yaflant›lar›m›z›n kayna¤›n›n bu bedenlerde olmas› do¤al bir fleydir.
Söylenenler üzerinde düflünüyorum. Aflk›, salt bir “haz”, “tiksinti
b›rakan bir bunal›m” diye nitelendirmeyi do¤ru bulabilir miyiz? Bulanlar da olur, bulmayanlar da; çünkü aflk, bugüne de¤in insan›n do¤as›,
duygu dünyas› üzerine düflünen birçok düflünüre, sanatç›ya konu olmufl10
tur. Onun özüne yönelik de¤iflik kuramlar, varsay›mlar gelifltirilmifl; yorumlar, betimlemeler yap›lm›flt›r. Kuflkusuz bunlar›n içinde birbirini
onaylayanlar da vard›r, birbirlerine karfl› ç›kanlar da. Ne var ki konuyu
farkl› yaklafl›mlar içinde ele alsalar da ortak bir noktada birleflirler. Derler ki aflk›n insan yüre¤inde oluflmas›, insano¤lunun kendi bedeninin bilincine varmas›, onun sesini duymas›yla bafllam›flt›r.
Peki, nas›l bir sestir bu? Kestirmeden söyleyeyim, karfl› cinse duyulan özlemdir, sars›c› bir itki, tensel bir ça¤r›d›r. fiöyle desem daha m›
do¤ru olur, karfl› cinsle (kad›n ya da erkek) birlikte olma arzusudur;
onun tensel ça¤r›s›n› kendi teninde duyumsama, o ça¤r›n›n çekim alan›
içinde kendini bulmad›r.
Kendini tenselli¤inin sesine kapt›ran bir kad›n ya da erkek ne yapar? Nas›l bir duygunun sesidir bu ça¤r›? Böyle bir ça¤r›y› dile getiren,
karfl› cinse duyulan özlemin etkilenimi içine girmifl bir kimsenin halleri,
ilk kez nerede, ne zaman sözcüklere dökülmüfltür? Nas›l dillendirilmifltir tenselli¤in ça¤r›s›?
Ne zaman bir soruya, ya da sorulara tak›lsam solu¤u kitapl›¤›mda,
bilme, ö¤renme s›¤›na¤›mda al›r›m. Öyle yap›yorum yine; kitapl›¤›mda
dolafl›yor, sorular›n sarmal›ndan kurtulmaya çal›fl›yorum. Eski uygarl›klar›n yaz›nsal ürünlerini tan›tma amac›yla haz›rlanm›fl seçkileri yerlefltirdi¤im raf›n önünde duruyorum. Eskil ça¤lar›n aflklar›n›, tutkular› anlatan birçok fliir, söylence, masal var. Sorular›n do¤rudan yan›t›n› bulam›yorum bunlarda. Derken birkaç gün önce bir gazetenin ekinde okudu¤um bir yaz› geliyor akl›ma. Kesikleri biriktirdi¤im dosyalara bak›yorum;
bunlardan birinde buluyorum o yaz›y›. “Dünyan›n En Eski Aflk fiiiri”
ad›n› tafl›yor. Dört bin y›ll›k bir çivi yaz›s› tabletinin içerdi¤i bir fliirden
söz ediliyor yaz›da.
Tableti ünlü Sümerolog Muazzez ‹lmiye Ç›¤ okumufl. fiiirin kimi
yerlerini de Türkçelefltirmifl. fiöyle diyor bu fliir için::
Sümerler, aflkta yasaklara yer vermezlerdi. Bunun yerine aflk ve tutkunun bereket getirece¤ine inand›klar› için zevkten övgüyle bahsederlerdi… Bunca y›ldan sonra bile çok az fley de¤iflti. Sümerlerde oldu¤u gibi aflk iliflkisinde hâlâ k›skançl›k ve sadakatsizlik hüküm sürüyor. Bu fliiri kim yazd›ysa bugün yazd›klar›n›n ne kadar büyük bir be¤eni ile okundu¤unu görmesini isterdim
fiiirin bütününü buluyorum sonunda T. S. Halman’›n Eski Uygarl›klar›n fiiirleri adl› seçkisinde. ‹lk dizesinden son dizesine de¤in, bedenin
ça¤r›s› sinmifl sözcüklerin dokusuna:
(…)
Büyüledin beni; bak, titriyorum,
Güvey, beni yatak odana götür.
11
Büyüledin beni, bak titriyorum,
Al, yatak odana götür, arslan›m.
Gel, Güvey, koynuma gir, seviflelim:
Baldan tatl›d›r benimle seviflmek,
Dört yan›ndan bal damlayan gerdekte
Güzelli¤inin tad›na varay›m.
Arslan›m, koynuma gir, sar›lal›m:
Baldan tatl›d›r benimle seviflmek.
(…)
,
Sar›l bana, okfla beni, öp beni.
Benim efendim, koruyucu tanr›m:
Enlil’in yüre¤ini flenlendiren
fiu-sin’im, sar›l bana, okfla beni.
Bu fliir, aflktan çok kösnüllü¤ün fliiri. Dizelerin damar›nda kösnüllü¤ün kan› dolafl›yor. Öyleyse niye aflk fliiri say›l›yor? Çünkü dilimizde aflk
sözcü¤ünün genifl kuflat›ml› bir kullan›m› var. Sevgiden cinsel açl›¤a; güzellik karfl›s›nda duyumsanan coflkuya, hayranl›¤a de¤in de¤iflik duygu
türleri sözcü¤ün anlamsal katmanlar› içinde düflünülüyor. Bu fliirin adland›r›l›p nitelendirilmesinde de böyle bu. fiiirde sözcüklere dökülen
duyguyu bugünkü terimlerle adland›rmak istersek “erotik dokulu, kösnüllü¤ü anlatan bir fliir”dir diyebiliriz. fiiirde konuflan kifli ya da fliirsel
ben, kösnüllü¤ün atefliyle yan›p kavrulan bir kad›n. Tüm bedenini sar›p
sarmalam›fl kösnüllük atefli. Dayanas› kalmam›fl art›k. Bunun için de fliir, sanki 盤l›¤a dönüflmüfl bir tensellik ça¤r›s›…
fiiiri okudukça kad›n›n devinimsel görüntüsü canlan›yor gözlerimin
önünde. Titriyor, k›vran›p duruyor. Yüre¤ini yakan atefli söndürmek için
tek seçene¤i var: Sözcüklere s›¤›nmak. O da öyle yap›yor. ‹lkin güveye,
erke¤ine diller döküyor, övgüler düzüyor. Geceyi yan›nda geçirmesi,
kendisiyle seviflmesi için yalvar›p yakar›yor. Bunun, ona neler kazand›raca¤›n› say›p döküyor. Birlikte hazz›n doru¤una nas›l ulaflacaklar›n› erke¤in kösnüllük duygusunu kamç›lay›p ifltah›n› kabartacak biçimde anlat›yor fliirin bütününde...
fiiirde Sümer mitolojisinde göklerin ve yeryüzünün efendisi say›lan
Tanr› Enlil’e de bir gönderme var. Daha do¤rusu bir an›flt›rma. Çünkü
Enlil, söylenbilime göre bütün yeryüzünü dölleyen, topraklar› do¤urgan
k›lan bir Tanr›d›r. Sümerolog Samuel Noah Kramer’in bir Sümer yaz›t›ndan yapt›¤› al›nt›da onun bu yönü flöyle belirtiliyor.
12
Enlil, bütün ülkenin kral› akl›na koydu;
O büyük do¤a erkeklik organ›n› dürttü, yüksek yerlere pay›n› verdi.
Ülkeye verimlilik getirecek yaz ve k›fl›n tohumunu dölyata¤›na boflaltt›;
Enlil, hangi yere erkeklik organ›n› dayarsa o vahfli bo¤a gibi bö¤ürür.
Baba Enlil bu…
Kösnüllü¤ün atefli salt insana m› özgü? Hay›r. Hayvanlar›n da içine
düflüyor bu atefl, onlar› da yak›p kavuruyor. T›pk› fliirdeki kad›n gibi onlar da içlerinin ateflini sesle, devinimle d›fla vuruyorlar. Kuflkusuz içgüdüsel de olsa kösnüllü¤ü yans›tan bir tepkidir, bir d›fla vurufltur bu.
Bunlar› söylerken köydeki çocukluk günlerimi an›ms›yorum. Besbelli köy yaflam›na özgü koflullardan, köy ortam›ndan olsa gerek, biz çocuklar, hayvanlar›n cinsel yaflam›na yönelik çok fleyler bilirdik. Çünkü
her fley gözlerimizin önünde olup biterdi. Bunlardan birini bugünkü gibi an›ms›yorum.
Aln› ak›tmal›, kestane renginde, güzel bir k›sra¤›m›z vard›. Kapmas›, tepmesi olmayan uysal bir hayvand›. Bir gün bir de¤ifliklik sezdim halinde. Önüne koydu¤umuz otlar› eskisi gibi ifltahla yemiyordu. Kulaklar›n› dikiyor, bafl›n› havaya kald›r›yor kiflniyordu ikide bir. Geriliyor, diken diken oluyordu tüyleri. Diflilik organ›ndan beyaz, sümüksü ak›nt›lar
geliyordu. Yoksa hasta m›yd›? Meraklanm›flt›m.
Anama anlatt›m. “Hasta masta de¤il. Ayg›rsak olmufl, havay› koklamas›, kiflnemesi ondan, döllenmek istiyor” dedi, “k›sra¤›, yar›n sabah
Çolak Emmi’ye götür. Ayg›r›yla çiftlefltirsin, sonra öderiz karfl›l›¤›n›.”
Çolak Emmi’nin ayg›r›, köydeki k›sraklar›n ço¤unun kocas›, taylar›n da babas› say›l›rd›. Bizimkini görür görmez eflinmeye, kiflnemeye bafllad›. ‹ki kifli, Çolak Emmi’yle o¤lu, zor zapt ediyorlard› ayg›r›. Gözlerinden, burun deliklerinden yal›mlar ç›k›yordu sanki. Getirip önce k›sra¤›n
diflilik organ›n› koklatt›lar. Bir iki kez yapt›rd›lar bu ifli. Bakt›m, erkeklik organ›n› sal›verdi ayg›r. Kal›n, uzun sapl› dev bir mantara benziyordu.
Afl›m›n nas›l olaca¤›n› biliyor, yine de merak ediyordum. Birden arka ayaklar› üzerine havalan›p önünde bekleyen k›sra¤›n üzerine aband›
ayg›r. Birbirine kar›flt› yeleler. Ancak erkeklik organ› yerini bulamam›flt›. Bofl bir afl›m olmufltu bu. ‹kinci kez yeniden atlad› ayg›r. Bu kez de girece¤i yeri ar›yordu yine. Yard›m›na hemen Çolak Emmi yetiflti, sa¤ eliyle ayg›r›n erkeklik organ›n› yakalad›, yerine soktu. K›srak hiç huysuzlanmad›. Ayg›r›n, boynunu ›s›rmas›na bile ses ç›karmam›flt›.
Afl›m bitmiflti. Çolak Emmi bir kova su boflaltt› k›sra¤›n üstüne. Kulun tutsun diye böyle yaparlard›. “Tamam, hayd› al götür k›sra¤›” dedi.
Ah›r›na getirdim; yemli¤ine ba¤larken ona bak›yordum; yorgunluktan
13
da öte dingin bir hali vard›. Bak›fllar› de¤iflmifl, rahatlam›flt› sanki. Hiç
nazlanmadan istekle yiyordu önündeki otlar›. Belli ki içindeki kösnüllük
atefli sönmüfl, küllenmiflti.
Tensellik ça¤r›s›n›n, kösnüllük duygusunun ömrü k›sad›r. Cinsel açl›¤›n giderilmesiyle birlikte sona erer. Zaman›n ak›fl› içinde tensellik ça¤r›s› kösnüllük ateflini yeniden tutuflturuncaya de¤in sürüp gider bu sessizlik, doyuma kavuflman›n verdi¤i dinginlik.
Peki, hayvanlarda içgüdüsel bir gereksinim olan bu durum, insan
için de böyle midir? Benzeflen yanlar› var; ama tümüyle de¤il. ‹nsan›n
kösnül yönünü kamç›layan, devindiren etkenler hayvanlar›nkinden de¤ifliktir bir ölçüde. Erich Fromm, Sevme Sanat› adl› yap›t›nda insanlarda
cinsel iste¤i uyand›ran etkenleri aç›klarken flunlar› söylüyor:
Cinsel iste¤in amac› birleflmedir. Bu hiçbir zaman fiziksel bir açl›¤›n, ac› veren bir gerginli¤in giderilmesi de¤ildir. Ama cinsel istek sevgiden do¤aca¤› gibi yaln›zl›¤›n verdi¤i huzursuzluktan, fethetmek ya da
hükmedilmek iste¤inden, kendine boflu bofluna güvenmekten, incitme,
giderek yok etme iste¤inden de do¤abilir. Öyle anlafl›l›yor ki cinsel istek
ne olursa olsun gücü bir coflkudan do¤abildi¤i gibi böyle bir coflkuyla kar›flabiliyor da; sevgi bunlardan ancak bir tanesidir. Cinsel istek, kafalar›nda hep sevgi fikriyle birleflti¤i için insanlar›n ço¤u, fiziksel olarak çekici
bulduklar›nda birbirlerini sevdikleri sonucunu kolayca ç›karabiliyorlar.
Sevgi, cinsel birleflme iste¤i do¤urabilir; bu yolla do¤an fiziksel birleflmede açl›k duygusu fethetme ya da edilme iste¤i de¤il, flefkat vard›r. Fiziksel birleflme iste¤i sevgiden do¤mam›flsa, hiçbir zaman vahfli bir birleflme
olmaktan öteye geçmez. Cinsel çekme o an için birlefliliyormufl san›s›n›
uyand›r›r; ama bu sevgisiz “birleflme” sonunda, birbirine eskiden oldu¤u
ölçüde yabanc› iki insan kal›r ortada; bu iki insan bazen birbirinden utan›r, giderek nefret bile ederler; çünkü büyü bozulunca yabanc›l›klar›n›
eskisinden daha yo¤un olarak duyarlar.
Erich Fromm’un söylediklerini düflünüyorum. Kiflide cinsel istek
duygusunu uyand›ran etkenler, büyük ölçüde onun içinde bulundu¤u
toplumsal, ruhsal ve fiziksel ortamdan kaynaklanm›yor mu? Soru, Necati Cumal›’n›n bir öyküsünü, Ay Büyürken Uyuyamam adl› öyküsünü
an›msat›yor bana. Tenselli¤in ça¤r›s›yla yaflanan ortam aras›ndaki etkileflimi bu öyküsünde ne güzel anlat›r Necati Cumal›.
Öykünün kahraman›, küçük bir k›y› kentinde çal›flan bekâr bir memurdur. Akflam inmeye, karanl›k çökmeye görsün, koyu bir yaln›zl›k
içinde bulur kendini. Nereye gidece¤ini, nas›l vakit geçirece¤ini bilemez.
Ne r›ht›m boyunca gezinmeler, ne kimsesiz sokaklarda bir bafl›na dolaflmalar azaltmaz s›k›nt›s›n›. Üstelik daha da art›r›r. Sonunda yorgun, bir
eziklik, bir boflluk duygusu içinde bekâr odas›na, yaln›zl›¤›n›n kovu¤una
14
döner. Odas›nda eski günlere, düfllere, düfllemlere s›¤›nsa da kolayca dalamaz uykuya. Sanki uyku küsmüfltür ona. Hele ayl› gecelerde hepten kaçar uykusu; yaln›zl›¤›n›, aflks›zl›¤›n› derinlemesine duyumsar: Böyle gecelerde bir kad›nla birlikte olma düflü, kösnüllü¤ün yang›n›na dönüflür
içinde; k›vran›r durur:
(…)
Üç ayd›r kad›n eline de¤meyen elleri titriyordu seviflmelerinin bafllang›c›nda. Kahvesi masan›n üstünde so¤udu kald›. Gövdeleri yan yana,
s›rt üstü yata¤a düfltü¤ü anda hiç de çirkin olmad›¤›n› düflünüyordu kad›n›n.
– Bu ayl› geceler deli ediyor beni, dedi.
Kad›n iç çekti:
– Kimi etmiyor ki?
– Ay büyürken uyuyam›yorum! Silip al›yor gözümden uykuyu.
Kad›n daha uzun bir iç çekti:
– Hep öyle…
Dalgalar›n hafif hafif k›y›ya çarpt›¤› duyuluyordu pencereden. Köpek ulumalar› duyuluyordu. Bir köpek uzun uzun uludu.
Kad›n:
– Ay’a uluyor, dedi.
O, biraz flaflk›n karfl›lad› bu sözü:
– Ay’a m›?
– Ay’a elbet. Bu ay, hangi canda rahat b›rak›r?
Kad›n› yeniden kucaklad›, susuzlukla öpmeye bafllad›.
Kad›n:
– Bu Ay, yaln›z kalan kimi olsa ulutur, köpekleri bile dedi.Gövdesinin bütün s›cakl›¤›yla gövdesine sokuldu…
‹nsano¤lunun duygusal devinimiyle içinde bulundu¤u ortam aras›nda güçlü bir etkileflim vard›r, dedim. Al›nt›, bir ölçüde somutluyor bunu.
Somutlama, öyküye seçilen addan bafll›yor ilkin. Giderek öykü kiflilerini,
birbirinin çekim alan› içine sokan bir güce dönüflüyor ay›fl›¤›. Her k›m›lt›, her ses, her görüntü içlerini allak bullak ediyor. Yaln›zl›¤›n dayan›lmaz a¤›rl›¤›ndan kurtulma iste¤i uyand›r›yor onlarda. Erkek, üç ayd›r
evinde oturdu¤u, ilk gördü¤ünde yafll›, çirkin buldu¤u kad›n› bu gece
farkl› bir görünümle alg›l›yor. Hiç de sand›¤› gibi çirkin olmad›¤›n›, uykusuz gecelerinde düflledi¤i, özlemini çekti¤i kad›nlardan biri olarak düflünüyor. Kuflkusuz, bu alg›lama de¤iflikli¤i, cinsel açl›¤›n›n ürünüdür;
onun karfl› konmaz, denetlenemez itkisiyle yöneliyor kad›na. Kad›n da
ayn› itkinin kuflat›m› alt›ndad›r. Kolayca gerçeklefliyor amaç, gövdeler
bütünleflip s›cakl›klar› birbirine kar›fl›yor.
15
Cinsel istek ya da açl›¤› do¤uran etkenlerin çok yönlü oldu¤unu söylemifltim. Erich Fromm’›n söylediklerine dönersem, diyordu ki, “cinsel
iste¤in amac› birleflmedir. Bu hiçbir zaman fiziksel bir açl›¤›n, ac› veren
bir gerginli¤in giderilmesi de¤ildir. Ama cinsel istek sevgiden do¤abilece¤i gibi yaln›zl›¤›n verdi¤i huzursuzluktan” da do¤ar. Al›nt›lad›¤›m öykünün bütününde de böyle oluyor bu. Ev sahibi kad›nla kirac›s› erkek
aras›nda bir sevgiden söz edemeyiz. Sevgiye dayal› bir yaklaflma yoktur.
Onlar› yaklaflt›ran, ayn› yatakta bulufltan güç, “yaln›zl›¤›n verdi¤i huzursuzluk”tan, tedirginlikten kurtulma iste¤idir. ‹çlerini kas›p kavuran tensel atefllerinin yükselmesidir. ‹ster istemez birleflmenin bitiminde ateflleri sönecek, yine iki ayr› yabanc› kimliklerine döneceklerdir.
Kösnüllük duygusu, cinsel açl›k ve yönseme, var oluflun temel güdülerinden biridir. Bu güdü, hiçbir zaman sevgi olarak düflünülemez. Bunu
sevgi sayma, sözcü¤ün gerçek anlam›yla bir yan›lsamad›r. Çünkü sevgiye
özgü özelliklerin hiçbirini tafl›maz bu güdü. Burac›kta ayr›nt›l› bir karfl›laflt›rma yapacak de¤ilim. fiu kadar›n› söyleyeyim ki sevgi süreklilik gösteren düflünsel dokulu yarat›c› bir duygudur. Oysa tensellikle beslenen
kösnüllük duygusu anl›kt›r, birleflme amaçl›d›r, doyumsamayla birlikte
ömrü sona erer. Söylediklerimi Alain de Botton’un flu sözleriyle pekifltireyim: “Düflünceye seksten daha az z›t fley bulunur. Gövdenin ürünüdür
seks, düflünceyi d›fllar, Diyonizyak’t›r, anl›kt›r, akl›n ba¤lar›ndan bir kaç›flt›r, fiziksel arzunun bir haz dolu çözülüflüdür…”
Bilinen bir gerçektir, insano¤lunun duygusal yaflam›, cinsel yaflam›n› da kuflatacak biçimde edebiyat›n konu haritas› içinde yer alagelmifltir.
Ça¤lar boyunca hep böyle olmufltur bu. Romanc›lar, öykücüler, ozanlar
yarat›lar›n›n oda¤›na yerlefltirmifllerdir bu yaflam›. Duygular›n, arzular›n,
tutkular›n derin kuyusuna inmeye çal›flm›fllard›r. Tensel arzular›, bunlara dayal› hazlar›, ac›lar›, k›r›lganl›klar› de¤iflik iliflkiler içinde örüntüleyerek vermek istemifllerdir. Bilinen bir gerçektir: Tensel ve tinsel yönleriyle bir bütündür insan.
‹nsano¤lu, var oluflunun bilincine nas›l ulaflm›flt›r? Nas›l tan›m›flt›r
kendini? ‹nsanbilimciler, tarihçiler soruyu nas›l yan›tl›yor? Nas›l aç›kl›yor? Bilmiyorum. Bana göre var olufllar›n›n özüne cinselliklerin ayr›m›na vararak ulaflm›fllar. Üretme gücünün bedenlerinde gizli oldu¤unu, var
olufllar›n› bu güce borçlu oldu¤unu anlayarak….
Üretme gücünün nas›l kutsallaflt›r›ld›¤›n› düflünüyorum. Raflar›n
birinden Mitoloji Sözlü¤ü ’nü al›yor, maddeleri aras›nda dolafl›yorum bir
süre. Eski Yunanda “phallos” diye adland›r›lm›fl erkeklik organ›, dölleme ve üretme gücünü tafl›d›¤› için kutsal say›lm›fl. Yaln›z eski Yunanda
de¤il, M›s›r, Hindistan, Asya gibi birçok yerde do¤adaki tüm dölleyici
güçlerin simgesi olarak Phallos’a tap›l›rm›fl. Bununla ilgili olarak bir de
16
“phales” adl› tanr› varm›fl. “Tanr› Dionysos ad›na düzenlenen flenliklerde tanr› Phales’i simgeleyen, deriden ya da tahtadan yap›lma phalloslar
tafl›n›rm›fl.
Nerede okumufltum? Tam olarak an›msayam›yorum flimdi. Gine’de,
bir zamanlar, erkekli¤in “ersuyu”na ba¤l› bir güç oldu¤u, bu gücün ondan kaynakland›¤› düflünülüyormufl. Bunun için de gençler için erkekli¤e geçifli sa¤layacak “ersuyu içme” töreni düzenleniyormufl. Ayn› yörede
erkeklik organ›n› yemenin güce güç kataca¤›na inan›l›yor, öldürülen erkeklerin penisleri yeniyormufl.
fiöyle ba¤layay›m yaz›y›, varoluflunun bilincine ulaflmas›ndan bu yana cinsellik, dölleme ve do¤urma gücü, insano¤lunun yaflam serüveninde önemli bir yer tutmufl. Belirtti¤im gibi bu gücün insan yüre¤inde tutuflturdu¤u atefli, anlatan nice masallar, öyküler, romanlar, fliirler yaz›lm›flt›r. Ça¤lar boyunca sözlü, yaz›l› anlat›lar›n dokusuna tensel hazlar,
doyumlar, doyumsuzluklar sindirilerek insano¤lunun bu temel güdüsü
yans›t›lmak istenmifl.
17
Özdemir ‹nce
KÖR SAAT
1.
Zaman›n yurtlu¤u nerede? Gerektir –
zaman›n ne yurdu ne ini var –
bir ailesi var m›d›r, nerede uyur,
dinlenir uykusu gelince:
Örne¤in ben ne zaman
“Zaman nereye gider?” diye sorsam
salyangoz izine,
kuyu bafl›nda kalan
kavk›y› gösterir bana.
“Zaman hiçbir yere gitmez,
çöker ve ayr›fl›r!” diye uluyabilir
bir sokak köpe¤i:
“Yükselir bir mercan adas›
nas›l oluflursa, zaman!”
Ben bunu söylemifltim flaman
hayatlar›m›n birinde,
kimden duydu acaba?
Bir yasa aramakla geçti ömrüm uykusuzlu¤uma.
2.
Çarflaflar, gömlekler
uçuflurlar, bir deniz alfabesi;
unuturlar ve kendili¤inden
çatlar çölün sözdizimi;
ya¤mur kokular› rüzgarda
açar yamal› yelkenlerini,
ya¤mur ya¤ar;
asas›, beyaz,
18
yol gösterir kurt sürüsüne
kör saatçinin.
Su kaynaklar› kireçlenmifl,
dinsiz kalm›fl tanr›lar›n ifli;
peygambersiz piyadeler
ve ats›z süvariler.
Uçan çarflaflara bakarak
saat kurmakta
sefirler ve dilenciler.
Dünyan›n sonundan sonraki
ilk gün ve ilk saniye
böyle baflmakta iflte zaman.
‹flte!
Bafl›bofl, serseri ve külhan.
3.
Hayat duruyor, bana el sall›yor
(“Bana”, “Benim için” anlam›nda)
çal›lar›n, otlar›n çat›s›ndan;
bafllad›¤›m bir baflka yolculukta
bak›yor arkamdan deri tozlar›,
yer de¤ifltiriyor gitmek ile gelmek!
Hep gelirsin gitti¤in yerden,
gitti¤in yere (tersi de mümkün).
Beklemez kap›da
ne do¤um ne de ölüm.
Ö¤reniyorum!
‹fle yaram›yor dört ifllem
herhangi iki dönemeçte.
19
4.
Çölde yiten ›rmak
düflünür ki
a¤›rd›r insan bedeni
kamaflan eti.
‹nsan de¤ildir
serapla y›kanan beden,
göz de¤ildir
serab›n girdi¤i bak›fl.
Mataras› bofl
kum tepelerinde
oyunu oyunlafl›r oyuncunun,
Birkaç metre kala
söndü¤ü tepenin arka sayfas›nda
›fl›klar ve gölgeler,
serap m› de¤il mi?
Bir ö¤renelim art›k, ölmeden,
güzel konuflal›m
kendi konufltu¤umuz dili.
‹ster serap ister de¤il!
Varsa bir serab›n ne mutlu sana!
5.
Nereye gitmek flimdi
flafa¤› incitmeden,
elde ne bir harita
ne bir pusula.
Kar›ncalar görmek
haç yolunda
kar›nca bile de¤il.
Dalmak bir varl›¤›n
aç ve susuz dünyas›na.
Nereye gitmek flimdi
bir insan-karan›n sonuna kadar
gözü kara kâflifin yelken açt›¤› yerden:
20
Karfl›da bitkin bir y›¤›fl›m,
bir müzik duymak
ve hiçbir yerde yeri olmamak,
hiçbir k›y›s›nda.
Nerede gitmek flimdi?
Yok kendinden baflka.
Kim vermifl olabilir cehenneme ad›n›?
6.
Bir köpek sesi duruyor,
tutsak, bir milyon y›ld›r,
bazalt kayan›n içinde.
Bir dü¤me yap›yorum onu
pamuk gömle¤imin yakas›na
yaflatmak için
bir adadan ötekine s›çrayan
a¤aç dallar›nda açan
bir baflka sincap-günefl –
çiçek oluyor.
Hangisi
köpek sesi mi
yoksa dü¤me mi?
Böyle bir soru
sormuyor kimse
öyküyü dinleyince
ve bozulmuyor büyü
mucize devam ediyor
Afrika ile
güttü¤üm keçi sürüsünün
yayla yolunda.
– Kime kalaca¤› belli de¤ildir miras›n!
21
Ali Püsküllüo¤lu
UZAK YARIN
I
Geçmiflim yaflland›, ben
öyle düflünmesem de. Siz gençsiniz.
Siz düflünmezsiniz geçmifli.
Gelecek önünüzdeyken
ne diye düflünesiniz...
II
‹pleri görünüyor aç›kça
kuklalar›n. Oynatanlar da belli.
Kim bu kukla? Hay Allah
tan›yorum bir yerlerden ama...
O mu acaba?
B›rak kuklalar›, kardeflim!
Dert geldi mi üst üste gelir
derler. Bu yüzden sevdim solgun karanfili
yârin duda¤›ndan getirilmifl.
Ne bileyim
belki de yetmiyordu fliir.
III
H›zl› uçan bir kufl: K›rlang›ç.
Kuflkucu: Serçe.
Sad›k bir hayvan: Köpek.
Haylaz ve yaramaz: Kedi.
IV
Her günü ilk günüymüfl gibi yaflayanlar
bilge olurmufl. Ben, son günümmüfl gibi yaflasam,
art›k uzak görünüyor bana yar›n çünkü.
Barbar›m iflte, hiç olmad›¤›m kadar.
Yine de yaz›yorum fluraya iflte:
Dünyada bir gün son gün de olsa ne ç›kar!
22
fi‹‹R ‹LE fi‹‹RCE
Eray Canberk
6.
Fecriâtî flairlerinden Mehmet Behçet Yazar (1890-1980) uzun y›llar
edebiyat ö¤retmenli¤i yapm›fl ve edebiyat›m›z›n bir dönemini (19231938) konu alan inceleme kitaplar›, seçkiler de yay›mlam›fl. fiiirlerini Erganun (1911), Buhurdan (düzyaz› fliir, 1925), Yumak (1938) adl› kitaplar›nda toplam›fl. Genç fiairlerimiz ve Eserleri (1936), Genç Romanc›lar›m›z ve Eserleri (1937), Edebiyatç›lar›m›z ve Türk Edebiyat› (1938) adl›
inceleme kitaplar› vard›r. Behçet Necatigil de Mustafa Seyit Sutüven’in
Bütün fiiirleri (1976) için yazd›¤› “Ön Söz’e Ek”te Yazar’›n Genç fiairlerimiz ve Eserleri ile Edebiyatç›lar›m›z ve Türk Edebiyat›’ndan yararland›¤›n› belirtir ve al›nt›lar yapar.
Yazar Genç fiairlerimiz ve Eserleri’nin “Eserlerden Örnekler” bölümünde dönemin fliirini on dört bölümde toplam›fl. (Baz› bölüm bafll›klar› Frans›zca olarak yaz›lm›fl. Kelimeler kitapta yaz›ld›klar› gibi.)
I. Melâl: Niyazi Ahmet’ten “Karanl›klar”, M. Esat’tan “Yaln›zl›k”
(bir bölüm), Ali Kemal Meram’dan “Aks›z Karalar”, Cahit S›tk›’dan “Zaman Bir Kuflak Gibi”.
II. Fantastique fiiir: (Bu bölüm kendi içinde de bölümlere ayr›l›yor.)
Dadayizm: Mümtaz Zeki’den “Hayti Adalar›”. Fütürizm: Nâz›m Hikmet’ten “Makinalaflmak”. Sürrealizm: Ercüment Behzat’tan “Studyo”.
(M. B. Yazar dip notlar›nda “Cubiste” flairlerdeki “humour”dan ve
bu flairlere “Humoriste-Cubiste” dendi¤inden söz ediyor. Ayr›ca Guillaume Apollinaire, Max Jacob, Blaise Cenbrars (do¤rusu Cendrars), Jean
Cocteau konusunda bilgi veriyor. Dadaisme’in yarat›c›s›n›n Tristan Tzara oldu¤unu belirtiyor. Marinetti’ye de¤iniyor. Surréalisme’i aç›klarken
André Breton, Aragon, Delteil (?) ve Desnos gibi flairlerden de söz ediyor.
Joseph Delteil (1894- ? ) köylü kökenli bir romanc›ym›fl. Gerçeküstücü
oldu¤u konusunda bir bilgi bulamad›m.)
III. Humoristique fiiir: Sabri Esat’tan “Peyizaj”, Sabih ‹zzet’en fiövalye ve Kalyon”.
(Yazar’›n flöyle bir aç›klamas› var: (Humoriste) flairler, ciddî bir tavra bürünmüfl müstehzi bir fletaret içinde fliir yazarlar.)
(Dip notta François Porché, Jules Laforgue, Paul-Jean Toulet, Jean
Marc Bernard, Francis Carco, Jean Pellerin, Jacques Dyssord, Tristau
(do¤rusu Tristan) Derême an›l›yor.)
23
IV. Satir (Satire): Nâz›m Hikmet’ten “Orhan Selimin Portresi” (bir
bölüm).
(Aç›klamada “Fiske”, “Çimdik”, “Kalender” gibi takma adlarla yazan flairlerimiz ve Halil Nihad (Boztepe) söz konusu ediliyor. Yazar flöyle
devam ediyor: “Daha sonraki flairlerden Nâz›m Hikmetin (Portreler:
1935) eseri ise hicvin en ac› bir örne¤idir. Bu portreler aras›nda (Orhan
Selim) imzasile gazetelerde f›kralar yazan›n portresini Nâz›m Hikmet bize çiziyor.”)
(“Orhan Selim” Nâz›m Hikmet’in takma ad› de¤il miydi?)
V. Exotique fiiir: Bu bölüm de iki bölüme ayr›lm›fl: Hal (flimdiki zaman), Cevdet Kudret’ten “Venedikte Bir Akflam”, ‹ffet Halim’den “Libi
Çölüne Do¤ru” ve “Tul Daireleri” (bir bölüm); Mazi (geçmifl zaman), Salih Zeki’den “Persefon” (bir bölüm).
VI. Epik (Épique) fiiir: Bu bölüm de ikiye ayr›lm›fl: Uzak Mazi, Halûk Nihad’dan “Tamar Hatun ile Süleyman fiah” (bir bölüm); Yak›n Mazi, ‹shak Refet’ten “Dumlup›nar Türküleri”, Kemalettin Kâmi’den “Zafer”, Faruk Nafiz ve Behçet Kemal’den “Türkiye Cumhuriyeti Onuncu
Y›l Marfl›”.
VII. Hayal Âlemi Nostaljisi: Bu bölüm de ikiye ayr›lm›fl: Yaflanacak
Âleme Do¤ru, Cahit S›tk›’dan “Uzak Bir ‹klimde”; Yaflanm›fl Âleme Do¤du, Cahit S›tk›’dan “Maziyi Yâda Dald›¤›m Zaman”, Necmettin Halil’den
“Gençlik”, Halide Nusrat’tan “Hat›ralar”.
VIII. Yurt Güzellikleri: ‹shak Refet’ten “Van Gölü”, fiükûfe Nihal’dan “Seyhan K›y›lar›nda”, Ömer Bedrettin’den “Bursada Akflam”,
Mustafa Seyyid’den “Sutüven” (bir bölüm).
IX. Hayattan ‹ntibalar: fiinasi Gündo¤du’dan “Arkas›ndan”, Neriman Hikmet’ten “Hastahane Kamyonu”, Yaflar Nabi “Karacaahmet’te
Akflam”, Ömer Bedrettin’den “Yayla Duman›”.
X. Lyrisme: Necip Faz›l’dan “Geçen Dakikalar›m”, Mustafa Seyyit’ten “Son Kumafl”, Ahmet Muhip’ten “Serenat”, Kemalettin Kâmi’den “Kitabe”.
XI. Fertten Cemiyete Do¤ru: Yaflar Nabi’den “Madencinin fiark›s›”,
fiükûfe Nihal’den “Cevap Ver”.
Yazar bu bölümün sonunda flöyle yaz›yor: “Cemiyete ait di¤er baz›
mevzular› kanaatlerine veya görüfllerine göre terennüm eden genç flairlerimiz de vard›r. Bunlar›n aras›nda Nâz›m Hikmet san’at bak›m›ndan en
kudretlisi say›labilir.”
XII. Yurt ve Ulus Sevgisi: Kemalettin Kâmi’den “Akdenizden Geçerken”, Vasfi Mahir Kocatürk’ten “Türkümüz”, Hüseyin Nail’den “Ba¤r›na Bas Mehmedim”, Necmettin Halil’den “Bir Yolcuya”.
XIII. Felsefî Düflünüfller: Ercüment Behzat’tan “Kaos”, Necip Fa24
z›l’dan “O Gün Gelecek”, Ahmet Hamdi’den “Ne ‹çindeyim Zaman›n”,
Feyzullah Sacit’ten “Ölen Zerrelerime”.
XIV. Pure ve Musicale fiiir’e Do¤ru: Nâz›m Hikmet’ten “Bir Gemici
Türküsü”, Ali Mümtaz’dan “Romans”, Necip Faz›l’dan “Heykel”, Kemalettin Kâmi’den “Bir Yolcuya”, Ahmet Kutsi’den “Anneler”, Ahmet Muhip’ten “Her fieyin Uzaklaflt›¤› Saat”, Cahit S›tk›’dan “Gece Bir Neticedir”.
De¤erlendirmenin XV. “Son Söz” bafll›kl› bölümünde Yazar flöyle
diyor:
“Genç flairlerimizin fliirlerinden flimdiye kadar nakletti¤im örnekler, Türk fliirinin, son zamanda ümit verici zengin bir mayalanma devrinde bulundu¤unu gösteriyor.
fiiir mevzular›n›n tenevvüü (çeflitlili¤i) kadar özlülü¤ü, modern bir
flekil almakla beraber Türk bediî (estetik) vicdan›na tercüman oluflu, naz›m dilinin özleflmesi ve güzelleflmesi bak›m›ndan genç flairlerimizin muvaffak›yetini, hulâsa (özetle) fliirimizin bu uyanma, bu renaissance devrini, yar›nki edebiyat tarihçileri flükranla kaydedeceklerdir.”
Yazar, dönemin genel havas›n› ve anlay›fl›n› yans›tan, genç flairlerin
“feyzini” Cumhuriyet’e ve “onun ulu yarat›c›s›na” borçlu olduklar›n› belirten bir cümleyle ve flair ‹shak Refet’in “Atatürk” bafll›kl› fliiriyle bitiriyor. (Kitab›n uzun bir “konferans›n” metni oldu¤u yine Yazar’›n kendi
sözlerinden anlafl›l›yor.
25
Bar›fl Pirhasan
B‹R TEDH‹fiÇ‹N‹N SAVUNMASI
‹LKSÖZ
Söktüm kulaklar›m›n balmumunu
Söktüm beni sintineye t›km›fl kilidi
Sirenleri dinledim uzun uzun
Kestim bir bir usturmaçalar›n ipini
Güverte kaygand› insanözünden
Pazar kurulmufl def çal›yorlard›
Suda su kabaklar› M›s›r yolunda
O¤lan çocuklar›n› suya veriyorlard›
Elimde asa dövdüm denizi
Yaz›k ben de kanatt›m denizi
Toplad›m cümleyi iflte sonunda
Ey bilginler, yargݍlar, hekimler
Bakadurun suçlar›m›n k›z›laynas›na
Yaln›z b›rakmad›m sizi
ÇATISIZ UYKU
Sabahbir uyan›p uyand›ran
Bu sefil, bu büyüsü çözük
Günefl, a¤aran ayç›ban›.
Durdurulmufl saatim
Tiktaklar›m s›rd›r, h›fl›rdar rüzgar
Büyür a¤ac›m.
Güzel sard›lar beni, kal›n
Muflambayla döflendi taban.
Köylülerin avucunda bir yudum suyum.
26
Nadas bu.
Araf bu. Beklerim.
Dövmesinler raz›y›m.
Bir gün y›k›l›r z›ndan.
Do¤rudur,
Do¤rudur inflallah
Duvar›n bu yan›nda
‹nand›klar›m.
KAVUfiMA
Kalben sizinleydim, ayn›
Gaml› koridorlarda e¤ildim
Kargac›k burgac›k yaz›lara
Araziden haber ald›m, haritalar iflaretledim.
Akl›m sizinleydi, deri koltuklara sürdüm
Avucumu, sümen, kalemtrafl, pudra
Zimmetli depolar›n›zdan geldi
Mühimdi ifllerimiz. Mühim.
Üflediniz kurudu ka¤›tta kan
Üfleseniz kururdu ka¤›tta kan
‹kizlerdi bakan
Huflûyla bana, uzun
Uzun yürüdü çocuklar da¤lar›m›zda.
‹man. Nifak. Ayn›.
Da¤da uzun ›sl›klarla
Düfltü, da¤›ld› çocuklar.
‹flimiz birikmifl ça¤lar ifliydi
Zaman gerekti bize. Çald›k. Uzun.
Kuytuda kalm›flt›m. Ç›kt›m
Gösterdim mührümü. Tan›kt›r
Bana dokunmufl bayrak. Güzel günlerdi, güzel
Karfl›n›zda olmak.
27
‹NFAZA DA‹R
Kimse kar›flmas›n. Yol
K›sald›. Bilmeme az kald›.
Gürültü istemez. Dürtüp uyand›rs›nlar.
Mucize bir çeyrek geciksin.
‹çten bir kap› aralas›nlar.
K›s›lm›fl haz›rd›m dü¤ün vaktine.
Hat›rlasam
Bu k›sa dua nerden ne zaman s›zm›flt›
Ne bilinmedik masal
Bu gerdek üzre yön verecek akl›ma.
Yazm›flt›m. Bileklerime sürülmüfltü ya¤.
Sand›klara kitleniyor
Yeniden akl›m. Naftalin
Ve sabun kokuyor getirdikleri gömlek.
Kuran-› Kerim getiriyor genç bir adam
Sabah rüzgar›
Rozetimle bu sabah uyanan
Ülkem diye okflad›¤›m yabanc›
Yumuflak tenli bu kitab›
Do¤ru olur mu acaba
S›ms›k› gö¤sümde tutsam
28
Alova
TAZM‹NLER
ONAT KUTLAR’IN D‹ZES‹N‹ TAZM‹N
Ne kalacak bizden geriye?
Bir bak›r gü¤üm, bir tren bileti
Bir kitab›n aras›nda.
Gelgitlerinde belle¤in
fieytanminareleri
Minik yengeçlerce
Kalakalm›fl bir bak›fl
Bir kol hareketi.
Sürecek belki bir soy
Filmler
Gizli sesler gibi uçmadan
Dinmeyen konuflmas›nda
Tafllar›n ve ya¤murun
Tap›nçs›z bir tanr›ym›fl
Yeniden gökgürültüsü
‹lk kez kendi kollar›nda
Uyudu¤u zaman sessizlik
Kimseyi beklemeyen bir yaz›t
Derinlerinde topra¤›n
NE
L CA
‹ZD N ER Y ?
ONAT KUTLAR’IN ‹K‹ D‹ZES‹N‹ TAZM‹N
Ayn› mandalda kurutuyor günefl
K›rm›z› biberlerle
Üzgün yafll›lar›
Bir adam›n hiç hat›rlamad›¤›
Bir çocu¤un hiç unutmad›¤›
29
K›rm›z› bir düflte
Kurutuyor günefl
Üzgün biberlerle
K›rm›z› yafll›lar›
Ayn› mandalda
Günefl
O yalanc› tan›k
fiA‹R BULUT’UN ÖLÜMDÖNÜMÜNÜ TAZM‹N
Büyümüfl
Gördüm senin yerine
Bir köknar gibi
Ç›karken törenden.
Yazmad›¤›n fliirler
Bir gülümseyifl
Olmufl yüzünde.
Upuzun dizelerce
Uzam›fl boyu.
Gözlerinde
Yar› karanl›k bir imge.
Obalardan, pelinlerden
Yay›lan bir a¤›t
Sinmifl bütün tenine.
Da¤dan esen rüzgâra
Bir uyak gibi
Düflmüfl perçemi
Ve kan›
K›z›l bir sessizlik olmufl
Tanyerinden
Gördüm senin yerine
Bir baflyap›t gibi
Ç›karken törenden
Büyük o¤lun
30
BODRUM KALES‹’NDEN T‹YATROYU TAZM‹N
Görüyorum görünmeyen gözlerini
Olmayan seyircilerin
Bakarken Kent’e:
Tohum arayan kad›nlar
Rüzgâr›n iskeleti de¤irmenler
Sokaklar› saran siyah anason
Yapraks›z serenler orman›
(Nerde liman› Kad›n Amiral’in?)
Ve sar›fl›n kelimeler
Çift yüzlü bir baltay›
Is›rmaya çal›flan
Bakarken:
Kap›lar›n› sorgusuz açan Kent’e
Oyun bafllamadan
E. ÇAPAN’IN YOLCULU⁄UNU TAZM‹N
Uçunca Munzur’dan sonsuz bofllu¤a
Anlad›m ki göktafl›ym›fl›m
Görünmez bir ›fl›k h›z›yla düflen
Dünya dedikleri Küba’ya.
Çöpçöl yaln›zl›¤›mda benim
Bir puro yakay›m dedim:
Kaktüslermifl!
Zaman’›n Uzay’›
Okyanus’a
aç›lan
Kolomb gibi ben de bir gün
‘Gördüm!’ diye ba¤›rd›m ‘kendimi’
Do¤acak o¤lummufl!
31
NÂZIM H‹KMET’‹N RUBA‹’S‹N‹ TAZM‹N
Ayr›l›k yaklafl›yor her gün biraz daha
Elveda sürçek Ömrüm
Ve merhaba
sonsuz Yaflam
YÜKSEL ARSLAN’IN ‘S‹NEKLER’‹N‹ TAZM‹N
Üflüfltü ‹yi Niyetli Sinekler
‹yi misinlerle, iyi günlerle
‘‹yi gördük seni’ dediler
‘Nerden buluyorsun bunca sözü?
‘Seni ilerde anlayacaklar’
Geldi Difli Sinekler
Güzel kokular, yemeklerle
Kestiler uyurken saçlar›m›
Tatl› sözler, okflay›fllarla
Kaynar suya att›lar beni
Bir sinek arad› Sinsi Sinek
Sat›rlar› aras›nda hayat›m›n
Buldu sonunda kendini
‹çti Seksî Sinek
Hemen beyaz kan›m›
‹lençler, ilaçlarla
Uzaklaflt›rd›m onu
Sürüyle geldi Yabanc› Sinekler
B›rak›p gittiler
Ölümcül yumurtalar›n›
V›z›lday›p durdu Çokbilmifl Sinek:
Asl›nda yanl›fl yerde do¤muflum
Çok varm›fl benden Fransa’da
32
Birden üflüfltü Çocuk Sinekler
Bir saniyede yediler beynimi
Güle oynaya gittiler sonra
Yap›fl›p kald› fliirimin bal›na
Dökerken zehrini K›skanç Sinek
Geliyordu Kent Sinekleri
Korna çalarak, çiftleflerek
K⤛t mendiller, flikâyetlerle.
‘Bir alarm tak’ dediler ‘kendine’.
Yaln›zl›k Tanr›’n›nm›fl yaln›z
Y›llarca durdum hiç konuflmadan
Bakarak denize, y›ld›zlara
Dinleyip öyküsünü ›fl›¤›n
Sessizli¤in
Birbirine sar›lm›fl
‹ki yaln›z a¤açt› Aflk
Ufkun görmedi¤i bir ufukta
33
B‹R ‹STANDOLLU’NUN NOTLARI
Alova
‘Kimse senin gibi k›l› k›rk yarm›yor’ dedi bir yazar bir gün bana, ‘ince eleyip s›k dokumuyor.’ Bak›yorum, ço¤unda bir boflvermifllik, bir tür
teslimiyet, koflullara boyun e¤me. Kimi flairler görüyorum, ‘yazm›yoruz,’
diyorlar. Egeli bal›kç›lar›n tak›lan a¤lar için dedikleri gibi, bir ‘koyver gitsin’cilik. Neymifl, efendim, küresel ›s›nma her gün art›yormufl, en çok elli y›l› varm›fl dünyan›n, Amerika ne derse o oluyormufl. K›p›r k›p›r Latin
Amerika’ya bak›yorum da ‘fiark’a sinmifl bir tevekkül hali’ demeden geçemiyorum böylelerini dinleyince. Ve bir güzel Epikuros’a dönüyorum.
Dünyadan, gelecekten umutlar›n› kesen baylar, karanfilleri s›k›yorsa, denesinler bakal›m Epikurosvari bir yaflam biçimini, alternatif aray›fllar›nda.
Kimi filozoflar flanss›zd›rlar. Bir kez adlar› ç›kmas›n, söyledikleri
kuflaklar boyu yanl›fl, hatta ters yarg›lar ça¤r›fl›mlar›yla sürdükçe sürer.
Epikuros da bunlardan biridir.
Frans›zca’dan kalma, Epikür, Epiküryen sözleri, bafll›ca kurtuluflun
zevk ya da mutluluk ilkesi oldu¤unu benimseyen hedonizm kavram›n›
getirir ilk elde, ortalama okurun akl›na. Bu kavram›n yerleflmesinde,
kuflkusuz, eski felsefi polemiklerin büyük pay› vard›r. Kamunun gündelik konuflmas›nda Epiküryen yaflam; gününü gün etme, günümüzde moda olan carpe diem, sorumsuz bir yaflam, içkiyle donat›lm›fl zevku safa
alemleri, sefahatin egemen oldu¤u bir yaflama üslubu demektir.
Kimdi Epikuros? Ne diyordu?
Büyük bilge ‹Ö 341’de Samos’da do¤du. Yeniyetmeli¤inde babas›
onu ‹yonya’ya, Teos’a gönderdi. Burada Demokritosçu Nausiphanes’den
felsefe dersleri ald›. Uzun süre Ege’de dolaflt›ktan sonra 306’da Atina’ya
gitti ve ünlü Bahçe’yi sat›n ald›. Çevresinde toplanan ö¤rencileriyle birlikte burada, ö¤retisini yayaca¤› okulu kurdu. Bir yandan, sebze ve meyve yetifltiriyordu. Epikuros ömrü boyunca yakas›n› b›rakmayan hastal›klardan çekti. Sidik torbas›, mide ve böbreklerden kaynaklanan a¤r›lar›
ölünceye dek sürdü. Tarihsel aç›dan, yaflad›¤› dönem, savafllar›n, ekonomik ve ahlaki çöküflün, ayaklanmalar›n, ya¤malamalar›n, istilalar›n egemen oldu¤u korkunç y›llara tan›kl›k eder. Bütün bunlar Helenistik dönemin y›k›m iflaretleriydi. Epikuros’un bilgece baflkald›r›s›, bu dünyada, en
az›ndan bireysel ölçekte, dingin, görece mutlu bir yaflam›n var olabilece¤ini vurgular. Ona göre özgürlük, ‘gövdedeki ac›lardan ve zihinsel s›k›n34
t›lardan’ kurtulmakla mümkündür. Bilge kifli gereksinimlerini en aza indirmeli, rekabetten, dünyan›n h›rgüründen kurtarmal›d›r kendini. ‘Hayat›n› gizle!’ der fragmanlar›ndan birinde.
Epikuros, günümüzü aratmayan ça¤› için Platon gibi, reformlar
önermedi. Ona göre, ifl iflten çoktan geçmiflti. Ama bireysel direnme, ruhu kurtarma bu koflullar içinde bile mümkündü. ‹nsan›n mutsuzlu¤unun, bofl arzulardan, ayn› zamanda, ölüm ve tanr› korkusundan kaynakland›¤›n› söylüyordu. Yaln›z ac›lardan de¤il, bu korkulardan s›yr›lmay›
da bilmeliydi insano¤lu. Epikuros Tanr›’y› yads›maz. Ne ki, insan ‘kendisinin yapabilece¤i fleyleri tanr›lardan istememelidir.’ Ölüm konusunda
söyledikleri Hayyam’›nkilere benzer. Ona göre, insanlar yaflad›kça ölüm
yoktur, ölüm gelince insan. ‘Ölüm bizim için bir hiçtir,’ der ‘çünkü da¤›lan bir fleyde duyarl›k yoktur, duyarl›¤› olmayan da bizi kayg›land›rmaz.’
Epikuros’a göre insan gereksinimlerinin bilincinde olmal›, ç›lg›nlar
gibi yeni gereksinimler peflinde koflmamal›d›r. Günümüz tüketim toplumunun tam öbür ucunda durur filozofumuz. fiöyle der bu konuda: ‘Kime yeter kadar› az gelirse, ona hiçbir fley yetmez... Do¤an›n isteklerine
göre ölçülü yoksulluk büyük bir zenginliktir. Buna karfl›, hiçbir s›n›r tan›mayan zenginlik de büyük bir yoksulluktur... Azla yetinmek zorunda
kalmalar› ortalama insanlar› as›l korkular›n› artt›racak ifllere sürükler.’
Ve sonunda: ‘Kendine yeterli¤in en büyük meyvesi özgürlüktür.’
Ona göre haz; basit, do¤al gereksinimleri karfl›layacak ölçüde, isteklerine egemen olan insan›n hak etti¤i bir ödül oldu¤u zaman hazd›r. Epikuros’da haz bir yaflama sevincidir, geçici bir zevk de¤il. K›sacas›, kendine yeterli, ne istedi¤ini ya da istemedi¤ini bilen, cesur, özsayg›s› olan,
korkulardan ar›nm›fl, özgür, dostlu¤u bafl tac› eden bir bireydir onun istedi¤i. Ona göre ‘kimseyi k›skanmamal›d›r.’ Epikuros için umut yarat›lan bir fleydir, bekleyen de¤il: ‘Gelecek günden en az fley bekleyen onu
en büyük sevinçle karfl›lar.’
Epikuros’ta dostlu¤un temeli yarara dayan›r. Ama dostluk bir kez
kuruldu mu arzu edilen bir iliflkiye dönüflür. Bir mektubunda ‘bir dost
olmadan yiyip içmek, bir aslan ya da kurt gibi yiyip bitirmeye benzer,’
der. Dostluk sevgiyi besleyen bir kaynakt›r: ‘E¤er birbirimizi göremezsek, birbirimizle buluflamazsak, çok geçmeden, sevgi duygusu kaybolur
gider.’ Dostluk, ona göre, araç de¤il amaçt›r. Bilgece bir yaflam›n meyvesidir: ‘Bilgeli¤in bütün yaflad›¤›m›z sürece mutlu olmam›z için bize sa¤lad›¤› iyilikler aras›nda dostluk en büyü¤üdür.’
Görüldü¤ü gibi, Epikuros’un savundu¤u ve pratikte uygulad›¤› yaflam biçimi, tek bafl›na sürdürülen, münzevi bir deneyim de¤ildir. Dostlar›n, ö¤rencilerin, konuklar›n hep birlikte oluflturdu¤u bir halenin ›fl›¤›nda sürdürülen bir söyleflidir. Epikuros’un okulu budur iflte. Kendine
35
yetecek kadar su, ekmek, flarap, sohbet, dostluk, sevgi. Düflmanlar›n›n,
kendisini çekemeyenlerin ‘sefahat’ dedikleri budur.
‘Herkese gereksinimi kadar,’ diyen Marks onu insanl›¤›n kurtar›c›lar›ndan biri olarak selamlar. Felaketlerle dolu bir dönemde yaflayan,
ömür boyu fiziksel a¤r›dan kurtulamayan bu eflsiz bilge, insan tekinin
kendine duydu¤u özsayg›n›n, direnmenin, iradenin, yaflama sevincinin
soylu bir an›t› olarak öldü¤ü gün flu sat›rlar› yaz›yordu bir dostuna: ‘Mutlu bir gün bugün, sana yazd›¤›m... Duydu¤um a¤r›lar dayan›lacak gibi de¤il. Ama geçmifl günlerdeki konuflmalar›m›z› hat›rlarken, ruhumdan geçen mutluluk duygusu bütün bu a¤r›lara karfl› koyuyor.’
◊
Ç›¤› ça¤›ran 盤l›k de¤il
Bir 盤 ol 盤l›k 盤l›¤a
◊
‹lk kitab›yla fliirin sonsuza dayanan merdivenine ustaca bir ç›k›fl yapan Gökçenur Ç.’yi selaml›yorum. Bu fliirleri, neredeyse, on y›ld›r biliyordum. Ama kitap bir türlü ç›kmad› ya da ç›kamad›. Dil-do¤a diyalekti¤ini flafl›rt›c› bir imgelemle kavray›fl›, apans›z imge s›çray›fllar›, nevrozlar› co¤rafyayla dönüfltürmeyi bilmesi, yal›n yazarken yal›nç’a kaçmamas›,
Türkçe marangozlu¤u, ilk yaklafl›mda, fliirin göz alan özellikleri. fiiir serüveninde, nice s›rada¤lar› aflaca¤›na inan›yorum.
◊
Sözcükler ’in 6. say›s›nda Eray Canberk fiiir ile fiiirce bafll›kl› notlar›nda: ‘(Baflka bir deyiflle: “fiair olmak kolay da fliir yazmak zor ya da fliir
yazmak kolay da flair olmak zor”... Hep ayn› tebellefl düflünce, yak›c› ikilem...)’ diyor yar›-alayc› bir dille. Kadim dostum hepimizden daha iyi bilir ki, ikisi de birbirinden zor. Ama aslolan yazmakt›r elbette, zor mu kolay m› oldu¤una bakmadan, bir eylemi sürdürmektir. Hiçbir s›fata, yak›flt›rmaya, övgüye ald›rmadan, fliir yazmak, y›rt›p atmak, yeniden yazmak;
yay›mlans›n, yay›mlanmas›n. Gerçekte zor olan, bu eylemi ömür boyu
sürdürebilmektir, kesintiye u¤rasa da. fiairlik, bütün sanatlar gibi, eninde sonunda, zenaatkârl›kt›r, iflçiliktir. Demifl ki eskiler:
Marifet iltifâta tâbidir
Müflterîsiz metâ zâyidir
36
Ünlü olmay› de¤il, flanl› olmay› seçen flair, yukar›daki sözlerin tam
tersini eyleyen kiflidir. Hiçbir ‘iltifat’, ‘intisab’, ‘mükâfat’, akçe beklemeden; ‘marifet’ini, üstelik, ilk kez kendine gösteren bir tuhaf âdemdir.
Müflterisi olmufl olmam›fl, metalar zayi olmufl, onu çok, hatta hiç ilgilendirmez. Bir flair için fliir eylemi, her fleyden önce, bir varolufl çabas›d›r.
Bu çaban›n ona getirdi¤i, ancak, cabad›r. Götürdükleri mi? O konuya hiç
girmeyelim.
◊
‘Büyük flair kimdir?’ diye sordu biri bana geçende. ‘Büyük flair flu dizeleri yazabilen kiflidir,’ dedim ben de:
BEDR‹YE- Gümrük kâtiplerinden Fevzi beyin k›z›.
1935’te dünyaya geldi.
(Üsküdar, ‹stanbul.)
Ayn› y›l öldü.
“Gitti dosdo¤ru cenneti âlâya” dediler.
Anas› bir hafta a¤lad›.
K›rk›nda lokmas›n› yediler.
*
FARUK- Tahminen befl yafl›nda.
Nüfusa kay›tl› de¤il.
Açl›¤›ndan baflka bir fley hat›rlam›yor,
bir de hayal meyal
karanl›k bir yerde bir kad›n.
Polisin yan›nda gidiyordu.
“‹smim Faruk,” dedi.
Belki ölmüfltür. (1940).
(Nâz›m Hikmet – Meflhur Adamlar Ansiklopedisi)
Her ne kadar, bu dizeler ‘büyük fliir’ olmasa da.
◊
Köflebafllar›nda, pastanelerde, süpermarketlerde, yafll›l›¤›n efli¤indeki kad›nlar sapsar› benizleriyle hastal›klardan konufluyorlar sürekli
olarak, ilaçlardan, ameliyatlardan. Kocalar, çocuklar, bilgisizlik, yanl›fl
e¤itim, posas›n› ç›karm›fl hepsinin. Bir bitmeyen yak›nma, süre¤en bir
37
kayg›. Belli ki hiç spor yapmam›fllar gençliklerinde, böyle bir e¤itim almam›fllar. Daha genç yaflta çoluk çocu¤a kar›flm›fllar. Ya bunca çaban›n
ödülü? Ödül yok. Hastal›k var.
◊
‘Düzyaz› yaz›nca, fliirden götürmüyor mu?’ diye sordular bana. ‘Tam
tersi,’ dedim. Neden? Düzyaz› fliirin s›n›rlar›n› keskinlefltiriyor, fliiri kendi kaynaklar›na itiyor da ondan. Bütün sorun imlerle imgeleri birbirine
kar›flt›rmamakta. Ve bunu yapan flairler var; fliir diye düzyaz› yaz›yorlar.
fiiir yazarlar› dikey yazmaktan s›k›l›nca, yatay yazmay› denesinler.
Ya da ikisini paralel götürsünler. Sözcüklerin bu iki güçlü ak›nt›s›, yazma eylemlerine h›z katacakt›r.
◊
2006 Sait Faik’in 100. do¤um y›ldönümüydü. 2007 ise Sabahattin
Ali’nin. ‹ki y›l üst üste iki büyük yazar›n y›ldönümlerini kutlamak, bir
ulus, bir dil için büyük bir onur. Her edebiyat›n yaflayamayaca¤› bir rastlant›. Resmi düflüncenin temsilcileri Sait Faik için bir fley yapmad›, bildi¤im kadar›yla. Sabahattin Ali için haydi haydi yapmaz.
◊
Degaje-yaflamlar.
◊
Neymifl! Yap›t›n› yabanc› bir dilde yazmay› ye¤lemifl, sonra bir çevirmenle birlikte, oturup Türkçe’ye çevirmifller. Çok ilginç bir deneyim oluyormufl kendisi için, falan filan. Siz fluna, k›saca: ‘Türkçe bilmiyorum,’
desenize efendim!
◊
MET‹N ELO⁄LU’NDAN :
B‹LEN B‹LENE
Hazreti Süleyman bütün dilleri biliyor
Kufl dili kurba¤a dili
38
Ar›ca s›çanca puhuca
Kimi türk frenkçeyi ana dili gibi biliyor
Kimi türk türkçeyi bilmemeyi biliyor
Sen beni biliyorsun
Ben seni
◊
Faz›l Hüsnü Da¤larca, bir zaman, genç flairlere: ‘k›rk defter al›n, divan fliiriyle doldurun, öyle gelin,’ yollu bir söz söylemiflti. Günümüzde,
üç dört sat›r yaz›p kendini ‘romanc›’ ilan edenlere flöyle demeli: ‘Gidin,
Bilge Karasu’nun kitaplar›n› daktiloda on kez yaz›n, sonra gelin! Eliniz
titremeden yazabiliyorsan›z, sürdürün yazmay›!’
◊
Erdem sahibi, do¤ru dürüst denen nice adam›n; mangalda kül b›rakmayan nice yi¤idonun, flu üçünün duvar›na yaslan›nca, romlu lapa yemifl horoz gibi kuyru¤unu titretti¤ini gördüm.
S›ras›yla: Para, kad›n, ölüm tehlikesi.
◊
Gençlik y›llar›mda öylesine boflluklar yaratan çekingenlik ve onun
yap›fl›k ikizi yaln›zl›k, olabildi¤ince sa¤görüyle donanm›fl flu y›llar›mda,
ne genifl soluklar ald›r›yor bana. Ve Edip Cansever’le diyorum ki bir daha:
Bu dünyada çekingen olmak iyi bir fleydir baylar!
◊
Genç flaire, sanatç›ya, v.d. ö¤üt, ‘tavsiye’ verilmesini hiç sevmem,
‘tavsiye’ sözlerini de çok komik bulurum. Felsefeci Nusret H›z›r bir söyleflide, ‘gençlere ne tavsiye edersiniz?’ yollu bir soruya, ‘ben tavsiye edecek kadar yafllanmad›m,’ karfl›l›¤›n› vermiflti. Bu sözleri söyledi¤inde seksenine yaklafl›yordu. Daha otuzlar›nda genç flairlere ‘tavsiye’de bulunanlar, bir kitap ç›kar›nca jürilere girenler biraz düflünsünler bakal›m H›z›r’›n sözlerini. Bir yaz›s›nda da flöyle dedi¤ini hat›rl›yorum: ‘Gerçek bir
yaflam, yar›m kalm›fl bir yaflamd›r.’
◊
39
Bâb›âli gazetecilik gelene¤inde yukar›daki soru bir çivi gibi çak›l›
kalm›flt›r. ‹lk kez hangi gazeteci sormay› ak›l ettiyse. Gazetecili¤e bafllad›¤›m›z y›llarda, daha toy birer muhabirken, akl›m›zda tuttu¤umuz son
soru her zaman fluydu: ‘Gençlere neler tavsiye edersiniz?’ Sanki ‘tavsiye’yle sanatç› olunuyormufl gibi! Bu sorunun yaln›z yaz›l› de¤il, elektronik medyada da yerini korudu¤unu görüyorum.
◊
‘Birinci Tekil fiark›’ adl› fliirimi kitaba al›rken notlar koymay› düflünmüfltüm. Düflüncemi açt›¤›m bir dostum birkaç gün sonra, kar›s›n›n
‘sak›n koymas›n’ dedi¤ini iletti bana, ‘böyle b›raks›n daha iyi.’ Dedi¤i
do¤ruydu bir bak›ma. Bir fliir ne kadar çok yoruma aç›ksa, o kadar zengindir. Notlar, çok gerekmedikçe, konulmamal› fliirin sonuna. Sözgelimi,
T. S. Eliot’›n ‘Çorak Ülke’ adl› fliirinin son bölümünde yer alan,
-
Kimdir o hep yan›nda yürüyen üçüncü kifli?
Sayd›¤›mda, bir sen vars›n, bir de ben.
Ama uzay›p giden beyaz yola bakt›¤›mda
Hep biri daha var yan›nda yürüyen
Kahverengi peleriniyle kayar gibi, kukuletal›
Bilmiyorum kad›n m› erkek mi
Ama kimdir o öbür yan›nda yürüyen? (Çev: C. Çapan)
dizelerini gençlik y›llar›mda okudu¤umda, yaln›z bafl›ma, özellikle evdeyken hep biri daha varm›fl sanr›s›n› geçirdi¤im demlerle aralar›nda bir özdefllik kurmufltum. Ayn› dizeler kimbilir hangi okurda hangi ça¤r›fl›mlar›
gelberi etmifltir? Daha sonra, fliirin sonuna flairin koydu¤u Notlar’› okudu¤umda flu aç›klamayla karfl›laflt›m: ‘Afla¤›daki dizelerin esin kayna¤›
Güney Kutbu’na yap›lan seferlerden birinin öyküsüdür. (Hangisi oldu¤unu hat›rlam›yorum, ama Shackleton’›n seferlerinden biri olabilir.) Anlat›ld›¤›na göre, araflt›rma ekibi güçleri tükenmek üzereyken sürekli olarak
aralar›nda ekip üyelerinden fazla bir kiflinin oldu¤u sanr›s›n› duyarlar.
fiimdi ad›n› hat›rlamad›¤›m, Avrupal› bir elefltirmense fliirde geçen ‘üçüncü kifli’nin ‹sa oldu¤unu öne sürmüfltü. Bu yorumlar okurun ça¤r›fl›m dominosu boyunca ço¤alabilir. Eliot’›n bu notu koymas›, sordu¤u sorunun
gücünü hiçbir zaman azaltmayacakt›r. fiiir yazarl›¤›yla u¤raflan biri olarak, ben bu esinlenmeyi çok iyi anl›yorum. Ama bu aç›klama ortalama bir
fliir okurunun önüne hangi ça¤r›fl›msal bariyerleri koyar, onu kestiremem. Yineleyeceksem, çok zorunlu olmad›kça, bir fliire not düflmemeli.
◊
40
fiuara tezkireleri öteden beri e¤lendirmifltir beni. Zaman zaman
aç›p okurum, Sehi Bey’i, Latifi’yi, Devletflah’›. Tezkireler olmasayd› nice
flair tarihin karanl›klar›nda yitip gider, nice güzel dizeyi okuyamazd›k.
Tahir-ül Mevlevî Edebiyat Lügati ’nde Tezkiret-Üfl-fiüarâ ’y› flöyle tan›ml›yor: ‘Eskiden edebiyat tarihi makam›nda yaz›lan kitablar ki, bir devir flairlerinin k›saca terceme-i-halleriyle baz› fliirlerini ihtiva ederdi ve flairleri
hat›rlatan eser manas›n› ifade eylerdi.’
Tabakalar ’dan oluflan Tezkire maddelerinde önce flairin nereli oldu¤u, as›l ad›, fiziksel özellikleri, mizac› belirtilir. Sonra flairli¤i anlat›l›r,
yazd›klar›ndan örnekler verilir.
Anmed-i Dâî’yi dinleyelim Latifi’den k›saca: ‘Germiyan yöresinden
Mir Süleyman flairlerindendir. Çengname adl› manzum kitab› ve yaz›flma
kurallar›n› ihtiva eden bir eseri vard›r... Ça¤dafl› olan nesir yazarlar›na
oranla ço¤undan üstündür... fiiir tarz› ise durumuna tan›kt›r.
Matlâ: Gözüm hiç gördü¤ün var m› be-hakk-› sure-i Tahâ
Benim yarim gibi fitne benim gönlüm gibi fleydâ
(Gözüm Tahâ suresi hakk› için söyle, hiç benim yarim gibi
fitneci ve benim gönlüm gibi ç›lg›n birini gördün mü?)
Yukar›daki matlâ Dâî merhumun son derece güzel ve divan›n›n be¤enilen, ustaca söylenmifl beyitlerinden biridir. Ama flafl›lacak taraf fludur ki bu kadar bilgi ve beceriye ra¤men kelimelerinin birden çok manas›n›n fark›na varmay›p beyitlerinde yer alan kelimelerin kaç manay› içine ald›¤›n› anlayamayanlardand›r. Zira ad› geçen beyitin ikinci m›sra›nda benim yarim gibi fitne demifl. Burada fitne kelimesi yergi iflareti tafl›yan ikinci bir anlama gelen ve kötü bir anlam› ima eder nitelikte bir kelimedir. Halk aras›nda fitne kelimesi köpek türleri aras›nda yer alan bir
çeflit küçük köpek anlam›ndad›r. Ad› geçen fliirleri ça¤›m›z flairleri genellikle rakip zikredildi¤i yerlerde kullan›rlar. Bu beyit gibi,
Beyt: Rakîbe sadr gösterdin dedin ol fitneye ulu
Benim bir it kadar vah vah kap›nda itibar›m yok
(Rakibe yer gösterdin ve fitneye ulu dedin, vah vah
benim bir it kadar kap›nda sayg›nl›¤›m yok.)
Bu da Tezkire-i Devletflah’dan: “Faz›llar›n meliki ve flairlerin en iyisi Harirî. Künyesi Ebû Mansur, ad› Hasan’d›r. Birçok fenlerde bilgisi vard›; ilimlerin her türlüsünde parmakla gösterilirdi... Maanî ve beyan ilim41
lerine ait çok güzel eserleri vard›r. Kitab-› Makamât buna flahittir. Hikâye ederler ki Harirî Kitab-› Makamât ’› yaz›nca halife Muktedir’e götürdü
ve çok iltifata mazhar oldu. Harirî’de u’s-sa’leb (tüylerini yolma) hastal›¤› vard›; daima sakal›n› yolard›. Akrabas› ve çocuklar› kendisini bundan
men etmeye çal›fl›rlard›. O derecede ki nihayet ellerine bir torba geçirdiler. Bir gün halife kendisine ‘e¤er bir vilayetin hakimli¤ini istersen sana
verebiliriz’ dedi. Harirî ‘Ey emrü’l -müminin, sen beni sakal›m›n üzerine
hakim yap; ta ki çocuklar›m ve akrabam bu hakimiyetimi tan›s›nlar ve
beni sakal›mla rahat b›raks›nlar’ diye cevap verdi.”
Üslubu klasik tezkirecilere benzemese de, Behçet Necatigil son tezkire yazar› say›labilir Edebiyat›m›zda ‹simler Sözlü¤ü ’yle.
Çok zaman düflünmüflümdür; ça¤dafl yazarlar›, flairleri anlatan bir
Tezkire ne e¤lenceli olurdu diye.
◊
Elektronik medya idam görüntülerini yay›nl›yor; yap›fl›k ikizi yaz›l›
medya da bu görüntülerden etkilenerek kendilerini asan çocuklar›n haberini veriyor.
◊
Geçen aylarda Feklavye ’de Semih Poroy’un 7 karesi yay›mland›.
Annesi küçük k›z›n› okula götürürken, bildik sözler söylüyor: ‘Benim k›z›m büyüyecek, çal›fl›p para kazanacak, evlenecek, güzel güzel çocuklar›
olacak.’ Bu sözlere karfl›l›k, küçük k›z içinden sürekli olarak, ‘fiiir yazcam ben’ diyor. Okulun kap›s›na geldiklerinde, bu kez anne içinden:
‘Hiç oral› de¤il. fiair mi olacak nedir?’ diye soruyor. Buradan iki ça¤r›fl›m:
fiinasi flair arkadafllar›n› evine ça¤›r›p sohbet etmeyi severmifl. Gençlik y›llar› ve anlafl›lan, fiinasi daha flairli¤e yeni ad›m at›yor. Annesiyse,
o¤lunun flair arkadafllar›n›, bu tür toplant›lar› hiç sevmezmifl. Bir gün, yine toplanm›fllarken, fiinasi annesine aruz vezniyle, çay getirmesini söyleyince, kad›n yüksek sesle: ‘Eyvah, bizim fiinasi de flair olmufl,’ demifl.
fiu hikâyeyi de Can Yücel anlatm›flt›. Can Yücel bir gün uzun y›llar
görmedi¤i büyükannesini görür. Büyükanne: ‘Can neler yap›yorsun anlat bakal›m,’ der. Can da: ‘‹flte, fliir yaz›yorum, çeviri yap›yorum,’ deyince, büyükanne: ‘O¤lum, sen fluna serseriyim desene!’ der.
Eski kuflaklar ‘flair’ denince bu tür tepkiler veriyordu genellikle. Yenilerde bir fley de¤iflti mi? Sanm›yorum. Her ne kadar reklam, bas›n sektörleri flairlerin yaflam standartlar›n›, bir ölçüye kadar, yükselttiyse de.
42
Toplumda yer eden flair imgesi ’nin kayna¤› nedir, diye düflünmüflümdür. En önemli etken, fliirin para etmemesi elbet. fiairimiz harika fliirler yazsa, a¤›rbafll› olup üstüne bafl›na dikkat etse, laf etmeyi bilse, yine
flairdir insanlar›n gözünde. Çünkü üretti¤i fleyin nesnel karfl›l›¤› yoktur
meta-para-meta dolafl›m›nda. ‹kinci neden, bir ölçüde, Orhan Veli’nin fliiri sivillefltirmesinin, bunun yan› s›ra, kendi yaflam biçiminin yaratt›¤›
imgeye ba¤l›. ‹çki içmeyi, hercaili¤i, bafl›na buyruk yaflamay› seven yeni
bir flair tipinin toplumu birden flafl›rtmas›n›n izleri silinmedi hâlâ. Orhan
Veli’den sonra, bu yaflam biçimini adeta kutsallaflt›ran nice flairin, ressam›n oluflturdu¤u bir bohemler çevresinin topluma yans›yan görüntüleri
de rol oynad› söz konusu imgenin yerleflmesinde.
Yahya Kemal ise kad›nlardan, kad›nlar›n flairleri sevmedi¤inden yak›n›r. O dönem belki öyleydi. Ama günümüzde, ayd›nlanan kad›n, flairin
toplumsal praksis içinde nerede durdu¤unu görüyor.
◊
Arabalarda, iflliklerde, kahvelerde müzi¤in (!) sesini ne kadar açarlarsa, ruhlar›ndaki bofllu¤u o kadar dolduracaklar›n› san›yorlar. Ne çald›¤› hiç önemli de¤il. Ses olsun. ‹çgüdüsel bafllayan bu eylem, giderek, sald›rganlafl›yor. Müflteriymifl de¤ilmifl, umursanm›yor. Ya televizyon? Panay›rlardaki çad›r tiyatrolar› daha çekilir.
Son zamanlarda dükkânlarda, kahvelerde, birahanelerde, co¤rafya
ve tarih kanallar›n›n seyredildi¤ini, aç›k tutuldu¤unu gözlüyorum. Gözlerini dikmifller izliyorlar Afrika’da, Latin Amerika ormanlar›nda çekilen
filmleri. ‘Kara haberleri, politikac›lar›n yüzlerini dinleyip seyredece¤imize, y›lanlar›, kurba¤alar› seyrederiz daha iyi,’ diyorlar.
◊
“Bak. KARS!” diyorum
“Aaa, KARLAR” diyor.
43
Yaflar Miraç
cuma ertesi çarfl›s›
yaln›zl›k çarfl›s›ndan
dün sana bir düfl ald›m
ince gecelerinde
umut olsun güç olsun
flimdi içli bir k›zdan
daha çok kapanm›fls›n
ayr›l›k flark›lar›
art›k sana duyars›z
bak yeniden diyordum
karfl›laflsak bafllasak
biliyorum bofluna
biz ikimiz de¤iliz
yaln›zl›k çarfl›s›ndan
sen de u¤ra bir fley al
belki gelecek için
sedef nak›fl bir masal
29 ekim 2006
kuzguncuk
44
KARDAN BABAM
Leyla Ruhan Okyay
Anneme
Uçurum k›y›s›ndayd› evimiz. Dimdik afla¤› inen uçurum, kimi çocuklara göre yirmi metre, kimilerine göre elli metreydi. ‘Bir düflsen parçan kalmaz’ derlerdi. Onun bitiminde bafllayan bu¤day tarlalar› da, denizle sonlan›rd›.
Baharda, gün do¤umuyla denize aç›l›rd› babam. Üzerinde mavi beyaz tentesi olan k›rm›z› bir sandal› vard›, bir de denizin derinliklerine sal›nm›fl istakoz küfeleri.
Sandal›n›n ad›, Bahtiyar’d›. Babam›n Bahtiyar’la dönüflünü, oturma
odas›n›n penceresinden görürdük. ‹stakoz dolu kovas›, ya da o sabah yakalad›¤› bal›klarla eve döndü¤ünde, deniz kokusu sarard› her yan›, bir de
tariflenemez bir flenlik. Babam, içeri rüzgâr gibi girer çabucak haz›rlan›rd› ifle gitmek için. Sabah dokuzda okulda olurdu. S›ra d›fl›yd›. Dikkat çekerdi. Hele kad›nlar›n ilgisi hiç eksik olmazd›. ‹çmeyi, dost sohbetlerini
severdi.
Annem, bana göre Silivri’nin en güzel ö¤retmeniydi. Gündüzleri
okuldan sonra arkadafl toplant›lar›na gider, çok güzel kahkahalar atard›.
Ama gece olunca, gergin, sinirli, yatak odalar›n›n penceresinde babam›
beklerdi. Babam ço¤unlukla geç, bazen de sabaha karfl› gelirdi eve.
Bir sabah uyand›¤›m›zda her yer bembeyaz olmufltu. Tipi vard› ve
deniz, dalgal› bir tül perdenin ard›nda görülen durgun bir grilikti. Gökyüzünün uzant›s› bir grilik…
O sabah, kahvalt›y› haz›rlamaya bafllam›flt›k ki okullar›n tatil oldu¤u
haberini ald›k. Reyhan ablamla ben havalara uçtuk. ‹kiz kardefllerimiz
Seyhan’la Gökhan daha dört yafl›ndayd›lar. Onlar da, ne oldu¤unu tam
anlamadan z›plamaya bafllad›lar. Sevinçli bir hava esti evin içinde. Çünkü, annem ö¤retmen, babam da ‹lkö¤retim Müdürü oldu¤u için ailece
evde tatil yapabilecektik. ‹kizlere bakan, doksan yafl›ndaki yafll› kad›n
Seyhan’a çüpçe, Gökhan’a oglançe diye sesleniyordu. Bazen anlamad›¤›m›z dilde ninniler söylüyordu onlara. O bile, evdeki havaya kendini kapt›r›p canland›. Hemen tatil günlerine özel kahvalt› düzeni kuruldu. Ekmekler soban›n üzerine dizildi, dilimlenmifl sucuklar ya¤l› k⤛tlara sar›ld›, soban›n atefli harland›. Çaydanl›k, demlenmek üzere soban›n üzerine
yerlefltirildi. K›zarm›fl ekmek ve sucuk kokusu sard› odam›z›. Demlenen
45
çay›n t›p›rt›lar›, odun sobas›n›n nar k›rm›z›s› gövdesinden yay›lan s›cakl›k iyice keyiflendirdi bizi. Üstelik kahvalt›dan sonra d›flar› ç›k›p kartopu
oynamak için, izin bile ald›k.
Babam, kahvalt› etmezdi. Bizim sevincimizi görünce oturmufltu sofraya. O her sabah günefli karfl›lar, kahvesinin yan›nda denize karfl› sigaras›n› tüttürürdü. Denize tutkundu. ‘Ölünce, beni denize verin’ derdi
hep.
Kahvalt›m›z› bitirip, tam kardefllerimle birlikte kartopu oynamak
için evden ç›kmaya haz›rlan›yorduk ki kaymakam›n babam› ça¤›rd›¤› haberi geldi.
Babam, gideli ne kadar olmufltu bilmiyorum, kap› zili çald›. Gelen
bekçiydi. Bekçi, babamla kaymakam beyin, kahvelerden toplad›klar› gönüllüler ve askerlerle birlikte Silivri’ye alt›-yedi km. uzakl›kta, kara saplanm›fl araçlardaki yolcular› kurtarmaya gittiklerini, gecikeceklerini söyledi. Arkas›ndan ekledi.
“Siz onlardan ümidi kesin, zaten dün de Çatalca’da üç gazeteci donarak ölmüfl!” dedi. Annem birden öfkelendi; “Ne demek can›m, siz onlardan ümidi kesin! Böyle fley söylenir mi hiç!” Bekçi, ne diyece¤ini bilemedi. “Öylesine söyledim, kusura bakmay›n hocan›m, korkmay›n gelirler” diye geveledi. Hepimiz flafl›rd›k. Ben a¤lamaya bafllay›nca, benden
dört yafl küçük ikizler daha da yüksek sesle a¤lamaya bafllad›lar. Oturma
odas›na dolufltuk hemen. Radyoyu açt›k, haberleri dinlemeye koyulduk.
Donan gazetecilerle ilgili haberler s›k s›k yineleniyordu. Korkulu bekleyifl giderek pani¤e dönüflmeye bafllad›.
Deniz iyice karard›, bulutlar da öyle. Günefl arada bir yüzünü gösterip kar topluyor, yeniden tipi bafll›yordu. Oysa kar ya¤d›¤›nda öyle sevinirdim ki! Kartopu oynar, kardan adamlar yapar, hal›lar› karla süpüren
anneme yard›m ederdim. Hem parlard› hal›lar›m›z, hem de mikroplar›
ölürdü çünkü. Annem öyle derdi.
Hatta ikizler üç yafl›ndayken, annemin okulda oldu¤u bir gün;
“Hadi çocuklar, evi karla süpürelim!” demifltim kardefllerime. Onlar› kand›rmak kolayd› benim için. Onlara ablalar› oldu¤umu, beni dinlemeleri gerekti¤ini belletmifltim çünkü. “Hal›lar›m›z parlas›n, sonra da
mutfa¤a girip bulafl›klar› y›kar›z! Annem çok sevinir!” demifltim.
“Tamam!” demifllerdi, ikisi bir a¤›zdan. “Tamam!”
Sonra, d›flardan, kucak kucak kar tafl›m›flt›k oturma odas›na. Sözüm
ona odaya y›¤d›¤›m›z karla süpürecektik hal›lar›. Annem eve döndü¤ünde soban›n s›cakl›¤›yla eriyen kar sular› bileklerimize kadar gelmiflti. Annem, ‘ne yapt›n›z siz, böyle!’ diye öyle bir ba¤›rd› ki, dövecek diye, korkudan komfluya kaçt›m. O güne dek hiç dövmemiflti bizi, ama o gün dövebilirdi! Annemin siniri geçsin diye uzunca bir süre komfluda bekledim.
46
‹kizler de a¤laya a¤laya uyumufllar. Anneci¤im evi toparlay›nca k›zg›nl›¤› geçti, üçümüzü de öptü. Sonra çay yapt› bize, bir de tafl gibi kurabiyelerinden.
Ne diyorduk, o korkunç tipinin oldu¤u gün babam›n gidiflini duyan
komflular eve dolufltular. Biz de kardefllerimle erkenden eve döndük, tad›n› ç›kararak kartopu bile oynayamad›k.
Komflular gidince, paltolar›m›z› giyip, atk›lar›m›z› iyice sard›k, annemlerin yatak odas›na geçtik. Çünkü bir tek o odan›n penceresi yolu görüyordu ve oturma odas›ndan baflka hiçbir odada soba yanm›yordu. Ev, so¤uktu. Burunlar›m›z k›pk›rm›z› olmufltu. ‹kizler sümüklerini sal›vermifllerdi, ne kadar içlerine çekseler de toplayam›yorlard› bir türlü. Biz de burunlar›n› silmeye yetiflemiyorduk, gözümüz yoldayd›. Pencerenin camlar›
odan›n iç k›sm›nda bile buz tutmufltu. Her birimiz, buzu kaz›y›p küçük delikler aç›yor, o deliklere gözümüzü uydurup yolu gözlüyorduk. ‹kizler de
minik parmaklar›yla açt›klar›, boylar›na uygun yükseklikteki deliklerde
babam› bekliyorlard›. Diflleri tak›rdasa da bu oyunu sürdürmekte kararl›yd›lar. Ayakta duracak güçleri kalmayana dek bekleyip sonra uyudular. Onlar› s›cak odaya tafl›y›p yat›rd›k. Ablamla ben pencerenin önünde arada bir
uyuklad›k. Ama annem, gözünü k›rpmadan, sabaha dek bekledi.
Sabah saat alt› sular›nda ad›mlar› yorgun bir karalt› gördük yolda.
Annem a¤layarak kap›ya kofltu. Tan›makta güçlük çekti¤imiz, kocaman
bir kardan adamd› gelen. B›y›klar›, kafllar›, saçlar› hatta kirpikleri bile
buz tutmufl, yüz kiloluk, bir doksan boyunda bir kardan adam!..
Hepimiz sar›ld›k ona, tafl gibi donmufl paltosundan tutarak birlikte
s›cak odaya girdik. Annem saçlar›ndaki, kafllar›ndaki, b›y›klar›ndaki buzlar› temizleyip üzerindeki ›slak giysileri de¤ifltirmesine yard›m etti, battaniyeye sard› babam›. Bir de s›cac›k tarhana çorbas› yapt› ona. Babam,
karn›n› doyurup ›s›n›nca, nas›l yola ç›kt›klar›ndan bafllayarak, tipiden
yaln›zca telefon direklerini seçebildiklerini, on kifli birbirlerine iplerle
ba¤lanarak otobüslere ulaflt›klar›n› anlatt›.
“Tam yolun yar›s›na gelmifltik ki, bir uyku bast›rd›. Ama, ne güzel,
ne tatl›. Uzan›verdim karlar›n içine. Yumuflak, s›cak bir yata¤a uzan›r gibi. Beni gören di¤erleri de uzanmaz m›!?”
“Sonra?” dedik.
“Sonra”, dedi babam; “’Kalk Fikret, kalk! dedim. Donmak böyle
olur!’ Birden, sizler geldiniz gözümün önüne, f›rlad›m kalkt›m. Öbürlerini de kald›rd›m, ‘donuyoruz, kendinize gelin!’ diye ba¤›rarak. Zor toparland›k.”
Boynuna sar›ld›k, annem gene a¤lad›...
“Gözümüz kardan yap›lm›fl döfleklerde kald›. Hele bir er, yirmili yafllarda, k›rm›z› yanakl›, tutturdu,’kalkmam abi, ben böyle iyiyim’ diye.”
47
Gülüfltük… A¤z›m›z aç›k dinledik babam›.
“Otobüslerdeki kad›n ve çocuklar› benzin istasyonundaki sobal›
odaya yerlefltirdik. Ne kadar yorgan, battaniye varsa onlara verdik. Dedik
ki ‘biz de bir mangal bulup ›s›nal›m bari’. Mangal›n çevresine dizilip ›s›nd›k. Bu kez de kömür zehirlemez mi? Neyse çabuk fark ettik.”
Yeniden yola ç›kt›klar›nda, yolcular› da iplerle kendilerine ba¤lay›p
düfle kalka Silivri’ye nas›l ulaflt›klar›n›, sevinçlerini anlatt›, anlatt› sonunda bitkin düflüp uyudu.
Tipi bir hafta aral›ks›z sürdü. Ev dolup taflt›. O güne dek hastaland›¤›n› görmedi¤imiz, kocaman, sa¤l›kl›, yak›fl›kl› babam›z bir hafta atefller
içinde yatt›.
Kurtar›lanlar okullarda misafir edildi. Büyük kazanlarda yemekler
piflirilmifl, mevlitler okunmufl...
Hafta sonu geldi¤inde kar ya¤›fl› etkisini yitirmiflti. Penceremizden
iskeleye kocaman bir savafl gemisinin yanaflt›¤›n›, kalabal›k bir grubun o
gemiye do¤ru yürüdü¤ünü, kucaklaflmalar› ve geminin düdük çalarak iskeleden ayr›lmak üzere oldu¤unu gördük... Biz de f›rlad›k, mahalleli çocuklarla iskeleye koflup onlara el sallad›k, gemi kaybolana dek.
Babam›n en büyük sevinci gazeteye verilmifl olan ‘teflekkür’ ilân› oldu. Annem, ilân› kesip, babam›n, kendisine yazd›¤› fliirlerini toplad›¤›
dosyaya yerlefltirdi.
Kaymakam, babam ve di¤er kurtar›c›lar kasaban›n arnavutkald›r›m›
sokaklar›nda yürürken, uzun süre birer kahraman olarak sayg›yla selamland›lar.
Yaflananlara iliflkin ayr›nt›lar›, y›llarca anlatt› babam. Ayn› böyle bir
tipide, uzak bir köyde ö¤retmenlik yapan annemin aflk›ndan yollara düflüp onu görmeye gidiflini, yolda bast›ran o tatl› uykunun çekicili¤ini ve
gene kardan adama nas›l dönüfltü¤ünü ekleyerek...
48
Roni Margulies
DAMDAK‹ KEMANCI
Filistin’de, 9 Kas›m 2004 günü Vassam Tayyim elinde bir keman kutusuyla Nablus yak›nlar›ndaki Beyt ‹ba kontrol noktas›na ulafl›r. ‹srailli bir asker, Tayyim’i keman çalmaya zorlar. Olay› videoya çeken insan haklar› savunucusu Horit Herman-Peled, “Kontrol noktas› çok kalabal›kt›, ortam gergindi. Orada
durmufl, olan biteni belgelemeye çal›fl›yordum ki, ans›z›n bir
Filistinlinin keman çald›¤›n› gördüm” demifltir.
“Dur, k›p›rdama! Ne var o kutuda?”
Yavaflça kald›rd› Vassam kutuyu havaya:
“Neye benziyor?” dedi, “Ne olabilir sizce?”
“Gevezeli¤i b›rak da, aç flunu bir an önce!”
Ç›kard› Vassam emektar keman›n› yerinden.
“Çal bakal›m”, dedi asker, “çal da dinleyelim.
Keman m›ym›fl, silah m›, görelim bir hele”.
Düflündü Vassam: “Ne çalsam ben bu herife?”
Yafll› ve yoksul bir Yahudi geldi birden akl›na.
Dört k›z›na durmadan zengin koca arayan
Ukraynal› bir Yahudi; sinemada görmüfltü.
Usulca dayad› Vassam keman› yana¤›na:
“Ahh, zengin olsayd›m,
Tray lay lay lay lay lay, lay lay lay lom.
Gece, gündüz, tray lay lay lay lom.
Bir zengin olsayd›m ahh.”
Donakald› kuyrukta bekleyenlerin hepsi.
Dondu ellerindeki Uzilerle genç askerler.
Kulak kesildi Filistin’in güdük tepeleri,
limonsuz bahçeler, zeytinsiz zeytinlikler:
49
“Büyük bir ev yapt›r›rd›m onlarca odal›,
Uzun bir merdiveni olurdu yukar› do¤ru uzanan,
ve afla¤› inen daha da uzun bir merdiven, bir de
üçüncüsü, salt gösterifl için, hiçbir yere gitmeyen”.
‹ndirdi Vassam keman›n› sessizce kutusuna.
“Asker Bey”, dedi, “ikna oldunuz umar›m flimdi?”.
“Oldum, yürü, bekletiyorsun gereksizce herkesi”.
“Oldunuz ama”, dedi Vassam, “kuflkunuz olmas›n,
yan›lmay›n sak›n, bu kuyruktakiler ve ben
mutlaka infla edece¤iz birgün o merdivenleri”.
Ve a¤›r a¤›r yürüdü Vassam tellerin aras›ndan.
Nablus’ta günlerdir hasta yatan k›z›n› görecekti.
50
ATOM LUNAPARKI
fiavkar Alt›nel
Zaman zaman geçti¤imiz iflaretler olmasa bile, gittikçe daralan yollardan ve azalan trafikten do¤ru yöne gitmekte oldu¤umuz belliydi. Londra’n›n hemen güneydo¤usundaki Kent yöresinde bir y›l önce, Conrad’›n yaflad›¤› yerleri arayarak yaln›z bafl›ma dolaflm›fl, ama bu flafl›rt›c›
derecede sapa ve ›ss›z köflesine u¤ramam›flt›m. fiimdi S.’yle birlikte üç
günlük k›sac›k bir tatile Dungeness’teki kufl cennetinden bafllamak için
buradayd›k.
Dungeness, yol atlas›nda Manfl’›n içine do¤ru uzanan, “V” fleklinde,
bombofl beyaz bir burun olarak gözüküyordu. Tatil haz›rl›klar›m›z› yaparken bir iki kayna¤a bak›p bu kara parças›n›n bat›dan do¤uya do¤ru
ilerleyen ak›nt›lar›n getirip y›¤d›¤› çak›llardan olufltu¤unu ö¤renmifltim.
Deniz hâlâ çak›l getirmekte ve küçük oranl› ‹ngiltere haritalar›nda bile
görülebilecek kadar büyük olan burun büyümeye devam etmekteydi.
Üzerinde herhangi bir yerleflim yeri olmamas›na ra¤men, ortas›ndan afla¤› inen, numaras› olmayacak kadar küçük ve önemsiz bir yol vard›. Atlasta bu yolun bir yan›nda Kraliyet Kufllar› Koruma Derne¤i’nin ‹ngilizce
ad›n›n k›saltmas› olan RSPB harfleri duruyor, bunlar›n alt›nda da “Kufl
Cenneti” yaz›yordu. Yolun dibinde yer alan, fabrikay› and›ran, masum
görünümlü küçük bir simge de Dungeness ad›n›n ça¤›r›flt›rd›¤› öteki fley
olan, 1960’l› y›llar›n ortalar›nda onca gösteri ve protestonun yap›lmas›n›
önleyemedi¤i nükleer santrali göstermekteydi.
S. arabay› sürerken bir defa daha santral simgesine bakt›m. Küçük
fabrika resminin yan›ndan bafllayan bir demiryolu, k›y› fleridi boyunca
kuzeye do¤ru ilerliyor, sonra da do¤uya k›vr›l›p Kent’in kalabal›k kesiminin içinden Folkestone’a kadar uzan›yordu. Ama, baz›lar›n›n sanabilece¤i gibi, ifllevi santralin tükenmifl plütonyum çubuklar›n› gizlice al›p götürmek de¤ildi. Makinistin, lokomotifin içine s›¤amad›¤› için, bafl› tafl›t›n dam›n›n üstünde kalacak flekilde oturmak zorunda oldu¤u küçük bir
buharl› trenin çal›flt›¤› dar hatl› Romney-Hythe-Dymchurch demiryolunun foto¤raflar›n› görmüfltüm. Yak›n zamana kadar bu tren garip bir lunaparkta e¤lenmeye ç›kan çocuklar gibi santralin iflleyiflini görmeye gelen ziyaretçiler getirmiflti, ama art›k terörizm korkusuyla ziyaretçi kabul
edilmiyordu.
51
Bunun demiryolunun kapanm›fl oldu¤u anlam›na gelmedi¤ini ummaktan kendimi alamad›m. ‹ngiltere’nin her köflesinde, kimi böyle küçük olan, kimi de gönüllü merakl›lar›n aylarca, bazen de y›llarca u¤raflarak restore etti¤i tam boy buharl› demiryollar› vard›. ‹ngilizlerin ço¤unun ülkelerinin tarihi ve özellikle de geçmiflte baflka ülkeler üzerinde
kurdu¤u egemenlik konusunda çok az fley bilmesine ra¤men, buhar gücüne duyulan bu nostaljinin gerçekte dünyan›n ‹ngiliz yönetiminde oldu¤u döneme yönelik bir nostalji oldu¤u aç›kt›. Bu dönemin son aflamas›n›
oluflturan ‹kinci Dünya Savafl›’n›n birçok ‹ngiliz’in kafas›nda baflka bir
tak›nt› olarak yaflamas› da bundand›. Bazen ülkenin tümüne sinmifl gibi
duran, her fleyin 1945’te bitmifl oldu¤u duygusu bu tarihten sonra do¤an
‹ngilizlere ya da hayat› bir ucundan ‹ngiltere’ye ba¤l› insanlara bütünüyle gerçek olmad›klar›, ikinci dereceden, belirsiz bir varl›klar›n›n oldu¤u
izlenimini verecek kadar güçlüydü. Ama tabii bunda flafl›rt›c› bir fley yoktu. Bir imparatorlu¤un bat›fl› o kadar büyük bir olayd› ki kendisinden
sonra gelen birkaç kufla¤› yaratt›¤› girdaba çekip yok etmemesi imkâns›zd›. Belki ancak benim ça¤dafllar›m›n torunlar› ya da bu torunlar›n çocuklar› baflka bir ‹ngiltere hiç olmam›flm›fl gibi yaflayabileceklerdi.
Saat dördü geçiyordu. fiubat’ta oldu¤umuzdan alt›ya do¤ru günefl
bat›p kufl cenneti kapanacakt›. Ama atlasta görülen son yerleflim yeri
olan Lydd’i az önce geçmifl ve nükleer santrale bir fleyler götürüyor olmas› gereken bir iki kamyondan baflka tafl›t›n olmad›¤›, burundan afla¤›
inen numaras›z yola sapm›flt›k. Tek yapmam›z gereken yukar›daki kapal› gö¤ün gelebilece¤ini söyledi¤i ya¤mura yakalanmamakt›.
‹ki yandaki çak›llar›n aras›nda flurada burada bodur çal›lar ve ne ifle
yarad›¤›n› anlayamad›¤›m yar› harap, penceresiz ahflap yap›lardan baflka
bir fley yoktu. Bir noktada da bu k›raç yerde susuzluktan ölmüfl gibi duran bir grup pasl› kamyonet iskeletinin yer ald›¤› bir tür a¤›l›n önünden
geçtik. Avrupa’n›n nüfus yo¤unlu¤unun en yüksek oldu¤u bölgelerinin
birisinin k›y›s›nda de¤il, neredeyse on befl y›l önce bir uçtan bir uca geçti¤im, Avustralya’n›n ortas›ndaki büyük çölde yol al›yor olabilirdik.
Birazdan, “Kufl Cenneti” yazan, tuzlu deniz havas›n›n afl›nd›rd›¤›
bir levhaya var›p daha da dar bir toprak yola girince bu hayat belirtileri
bile kayboldu. C›l›z otlarla güdük bitkilerin noktalad›¤› çak›llar›n içinden uzunca bir süre ilerledikten sonra bir ucunda bas›k tek katl› bir yap›n›n durdu¤u toprak bir alana var›p eski bir araban›n yan›na park ettik.
Kap›y› açar açmaz yüzümü yalayan so¤u¤u duyarak S.’nin peflinden gittim.
Bas›k yap›n›n içinde, ya saatin geçli¤inden, ya da havan›n so¤uklu¤undan, kufl cennetini görmeye gelmifl bizden baflka kimse yoktu. Büyük
olas›l›kla d›flar›daki eski araban›n sahibi olan, orta yafll›, gözlüklü bir ka52
d›n bize birer bilet satt›, elimize, kufl cennetini dolaflan yaln›zca tek bir
patika oldu¤u için pek de gerek olmayan küçük bir harita tutuflturdu ve
befl buçukta kapatacaklar›n› unutmamam›z› söyledi. Aç›k bir alan›n nas›l
kapat›labilece¤i tam olarak belli de¤ildi, ama dedi¤i saati geçirmemeye
söz verip baflka bir kap›dan d›flar› ç›kt›k, karfl›dan esen rüzgâra ve bir iki
dakika içinde artm›fl gibi duran so¤u¤a ald›rmadan, ayn› çak›l denizinin
içindeki patikada yürümeye bafllad›k.
Arazinin düzlü¤ü nedeniyle ufuk dairesi, gerçek bir denizin ortas›ndaym›fl›z gibi, çepçevre görülebiliyordu. Böylelikle, ilk defa uzakta, santrali oluflturan küp fleklindeki üç büyük gri beton yap›yla bunlar›n yan›ndaki yüksek bacay› görebildim. Günün bulan›kl›¤›ndan, küplerde tek tük
›fl›klar yan›yordu. Garip bir flekilde, karanl›k bas›nca yap›lar›n bütün dikey yüzeyleri ›fl›klarla kaplanacak ve santral tehlike düzeyine ulafl›p akkor haline gelmifl gibi duracakt›. Ama böyle bir görüntüye gerek yoktu:
çevre öylesine ç›plak ve vahfliydi ki 60’l› y›llardaki protestocular›n ileri
sürdü¤ü fley çoktan olmufl, nükleer reaktörler havaya uçup geride yaln›zca rüzgar›n u¤uldad›¤› gri bir boflluk b›rakm›fl gibiydi.
Elimizdeki haritan›n, genifl bir daire çizip tekrar bafllad›¤›m›z toprak alana dönen patika boyunca yer alan dört gözetleme kulübesinden ilki oldu¤unu gösterdi¤i kulübeye do¤ru ilerledik. Kufl cenneti varl›¤›n› eskiden burada olan tafl ocaklar›ndan kalan büyük çukurlarda oluflan gölcüklere borçluydu. Kulübe bu gölcüklerden en büyük olan›n›n k›y›s›nda
yap›lm›flt›. ‹çeri girince S. yukar›dan mentefleli ince uzun pencerelerden
birisini aç›p duvardaki kancaya takt› ve dürbününü ç›kar›p suyun karfl›
taraf›ndaki sazlar›n aras›nda dal›p ç›kan bir avuç tepeli patakla çamurcuna çevirdi. Bir süre de¤iflik kufl türlerinin duvara raptiyeli büyük afifle çizilmifl siluetlerine bakt›m, sonra ben de S.’nin dürbününü al›p sazl›klara
göz gezdirdim. Kalk›p tekrar d›flar› ç›kt›k.
‹ngiltere’yle ‹ngilizlerden do¤an›n fark›nda olmay› ö¤renmifltim.
Kufl cennetleri, S. için oldu¤u kadar olmasa da, benim için de ilgi çekiciydi. Ama kufllar bile bu k›s›r ortamdan bezip gitmifle benziyordu. ‹natla patikay› izleyip her gözetleme kulübesine tek tek girerek bütün gölcüklere bakmam›za ra¤men, ilk gölcükte gördüklerimizden fazla bir fley
göremedik.
Toprak alana geri döndü¤ümüzde ince bir ya¤mur havada uçuflmaya bafllam›flt›. Yukar›da, s›¤›nacak bir yer ar›yormufl gibi kesik kesik öterek dolanan, ne oldu¤unu ç›karamad›¤›m bir kufl vard›. Daha tam befl buçuk olmam›flt›, ama eski araban›n yerinde olmamas›na bak›l›rsa gözlüklü kad›n iflten erken ç›kmaya karar vermiflti. Biz de kendi arabam›za bindik, bir defa daha toprak yoldan geçip burnun numaras›z asfalt›na vard›k
ve nükleer santralin oldu¤u yöne sapt›k.
53
Birkaç kilometre ileride santral, art›k gün solmaya bafllad›¤› için,
tahmin etti¤im gibi pencerelerindeki ›fl›klar artm›fl olarak, yoldan bir
hayli içeride duruyordu. Ama atom lunapark›nda e¤lenmenin bitti¤ini
vurgulamak için girifle bir bariyer yerlefltirilmifl, bunun arkas›na da plastik bir bekçi kulübesi oturtulmufltu. Gene de, geriye dönmek zorunda de¤ildik çünkü bu noktada deniz k›y›s›na ulaflan yol k›y›y› izleyerek tekrar
burundan yukar› ç›kmaya bafll›yordu. Atlas› aç›p bak›nca, çok dikkat edilirse, dar hatl› demiryoluyla denizin aras›nda yolun bu ikinci k›sm›n›n seçilebildi¤ini gördüm. Ama atlasta kesinlikle görünmeyen fley burada duran yerleflim yeri ya da en az›ndan, s›rt›n› demiryoluna vermifl olarak asfalt boyunca uzanan bir iki s›ra yoksul görünümlü evdi.
Artan ya¤murun alt›nda bak›ms›z bahçelerin önünden geçtik. Her
fleyin on y›llard›r burada oldu¤unu izlenimini verecek kadar eski olmas›na ra¤men, bu garip yer de, haritada görülmedi¤i için, ‹ngiliz ‹mparatorlu¤u batt›ktan sonra do¤anlar gibi tam anlam›yla somut olmayan, hayaletimsi bir varolufla terkedilmifl gibiydi. Sonra hayretle evlerin bir ikisinin
üstünde pansiyon olduklar›n› belirten levhalar oldu¤unu gördüm. Daha
iyi havalarda bizim gibi kufl cennetini görmeye gelen baflkalar› da olmal›yd›, ama burada bütün bir tatil geçirenler de mi vard›?
S. Manfl’›n çamur rengi sular›yla aralar›nda dar asfalttan baflka bir
fley olmayan yap›lara bakarak, “Ne güzel yer,” dedi. “Santralin yayd›¤›
radyasyondan kanser olmayanlar küresel ›s›nma kutup buzlar›n› eritip
denizler yükseldi¤inde bo¤ulma flans›na sahip.”
“Ölümün on bin küsur kap›s›na do¤ru.”
“Efendim?”
“Webster’›n bir oyunundan bir söz, Malfi Düflesi ’nden san›yorum.”
Yerleflim yeri giderek çak›llar›n aras›ndaki otlar gibi seyrekleflip bitti. Burnun sonuna var›p daha genifl bir yola, oradan da flehirleraras› bir
karayoluna ç›kt›k. Ya¤murun h›fl›rt›s›yla sileceklerimizin sesinin içinde,
birbirimizle konuflmadan pefl pefle geçti¤imiz iki kasaba özelliksiz ama
büyükçeydi. Yar›m saat sonra da kendimizi kimi yolculuk k›lavuzlar›n
“‹ngiltere’nin en güzel kasabas›” oldu¤unu söyledi¤i Rye’da bulduk. Ülkesi Amerika’n›n bofllu¤undan kaç›p Avrupa’ya s›¤›nan Henry James,
Fransa ve ‹talya’da dolaflt›ktan ve uzun süre de Londra’da yaflad›ktan
sonra ömrünün son on sekiz y›l›n› burada gösteriflli bir evde geçirmiflti.
Ev hâlâ duruyordu, ama bahçesinin bir köflesinde yer alan, James’in çal›flma odas›n›n bulundu¤u küçük köflk 1940’ta bir hava hücumu s›ras›nda serseri bir bombaya hedef olmufltu. Ortal›k bütünüyle karard›¤› için
geceyi geçirecek bir yer bulmam›z gerekmesine ra¤men, içimde daha yeterince gitmemifliz gibi bir his vard›. S. yüzüme bak›nca “Hay›r” anlam›nda bafl›m› sallad›m; yolumuza devam ettik.
54
Rye’a gelmifl olmam›z fark›nda olmadan Kent’ten ç›k›p Sussex’e girdi¤imizi gösteriyordu. Ama Maidstone yönüne giden bir yola sapt›ktan az
sonra bir levhada beliren Kent’in flaha kalkm›fl at fleklindeki armas› yeniden il s›n›r›n› geçmekte oldu¤umuzu bildirdi. Tepelerin aras›nda, birac›l›k yap›lan bu yöreye özgü sivri külahl› arpa ambarlar›n›n yükseldi¤i çiflikler duruyor, zaman zaman da gene yöreye özgü beyaz ahflap evlerin oldu¤u köyler görünüyordu. Yar›m saat sonra, o da beyaz ahflap evlerden
oluflan, karanl›kta ad›n› görmedi¤im bir kasabaya girince S.’ye, “Burada
kalal›m,” dedim.
Kal›n hal›s›n›n alt›nda döfleme tahtalar›n›n g›c›rdad›¤› Crown Hotel’de bir oda tutup küçük el çantam›z› b›rakt›k, sonra da, saatlerdir a¤z›m›za bir fley koymad›¤›m›z için yemek yiyecek bir yer aramaya ç›kt›k.
Kapanm›fl dükkânlar›n vitrinlerinde hâlâ ›fl›klar yan›yordu, ama ya¤murun alt›nda anacaddede kimse yoktu. Biraz ileride, saat daha erken oldu¤u için bofl olan bir Hint lokantas› duruyordu. Genç bir garson bizi duvar dibinde bir masaya oturtup önümüze birer mönü verdi. Ard›ndan da,
bar›n arkas›ndaki bir raf›n üzerinde duran televizyonun sesini sonuna
kadar k›st› ve y›llanm›fl bir kasetçalara bir sitar teybi yerlefltirdi.
Bir an telli saz›n odaya yay›lan tiz sesine kulak verdim. Tarihin en
eski uygarl›klar›ndan birine ait olmas›na ra¤men bu müzikte hep bana
köksüzlük ça¤r›flt›ran bir fley olmufltu. ‹ngilizlerin Hong Kong’dan Trinidad’a, Dublin’den Dar el Selam’a her yere yerlefltirdi¤i Hintliler dünyan›n ebedi yabanc›lar›yd›lar ve beraberlerinde götürdükleri müzikleri bir
göçebelik iflareti gibiydi.
Sitar›n inifl ç›k›fllar›n› izlemeyi b›rak›p mönüye bakt›m, ama lokantaya girer girmez garip bir flekilde gerçekte aç olmad›¤›m› farketmifltim.
Önümdeki yemek adlar›n› görmeden, akl›m k›raç, ç›plak, vahfli fleylerden kopam›yormufl gibi, batan imparatorluklar›, sürgündeki yazarlar›n
bombalanan çal›flma odalar›n›, dünyaya da¤›lm›fl yertsiz yurtsuz insanlar›, ölümün on bin küsur kap›s›n› düflündüm.
S. bazen birbirimize yapt›¤›m›z gibi, “Söyle hemen, ne düflünüyorsun?” dedi.
“Hiçbir fley” diye karfl›l›k verdim. Sonra da kafamda gerçekten de
hiçbir fley olmad›¤›na kendimi de inand›rmaya çal›flarak d›flar›daki ya¤murun sesini dinledim.
55
ESK‹ DOSTUM PETER PAN
Tuna Kiremitçi
Kum havuzunda oynarken çekirde¤e benzetiyorum onu. Hem bildi¤imiz ay çekirde¤ine hem de nükleer çekirde¤e… Nükleer, çünkü henüz
harekete geçmemifl, ad› bilinmeyen baz› maddelerle yüklü gibi.
Eski bakanlarla, haddinden fazla romantik mühendislerle, kanatl›
subaylarla ya da Balkanl› güzel kad›nlarla akraba oldu¤unu bilemeyecek
kadar da küçük. ‹ki numara büyük duran bir ciddiyetle, plastik kovaya
kum dolduruyor. Diyarbak›rl› Ayfle Ablas›, çevredeki çocuklarla kaynaflmaya ça¤›r›yor onu.
“Hadi Can, küre¤in tekini kardefle ver, o da oynas›n…”
“Cango’cum, kibar olsana biraz, merhaba desene Ayfle’ye.”
“Bak Cango, Hasan da sar›fl›n. Senin gibi”
Çekirdek sözcü¤ünün öbür anlam› da burada zaten: Sanki biraz kapal› bir o¤lan… Babas›n›n kapal› çocuklu¤una tam benzemiyor üstelik:
Korktu¤u ya da çekindi¤i için de¤il, s›rf can› istemedi¤inden açm›yor kabu¤unu. Sanki uzak bir gezegenden, çocuk park›nda dönen dolaplar› rapor etsin diye gönderilmifl bir küçük prens. Sanki.
Hayatla aras›nda bence kasten gerdi¤i bir tül var. O tülün arkas›ndan, insana bazen flairleri hat›rlatan bak›fllarla süzüyor öbür çocuklar›,
bak›c› ablalar› ve baloncuyu.
Baloncu da onu süzüyor arada. Ben de baloncuyu süzüyorum. Adam›n bak›fl›nda yanl›fl bir fley yok. Parktaki çocuklara iki balon daha sat›p
evine ekmek götürecek. Hofluna gidece¤ini bilsem, al›r›m bizimkine bir
tane. Ama balonla oynama yafl›na gelmedi daha. Bu arada, “balonla oynama yafl›” diye bir yafl sahiden vard›r inflallah. Yoksa çocu¤a ay›p etmifl
olaca¤›z.
“‹nflallah flair olmaz” diye geçiriyorum içimden. Daha do¤rusu, bu
münasebetsiz düflünce bana sormadan içimden geçiveriyor.
Sonbahar›n hediyesi bu güneflli günde, yüzümü deniz taraf›ndan
esen rüzgâra çevirip gözlerimi kapat›yorum. Kum havuzunun yan›ndaki
bankta oturan bir Peter Pan’›m demek ki. Can›m istemifl, bugün yeflil
giymemiflim. Bebek Park› bir “Olmayan Ülke”, benim o¤lan›n çevresindekiler de masaldaki öbür çocuklar. Beni kurtaracak bir kahramanl›k
yapmalar›n› bekliyorum. Neden?
Sahi, neden kurtaracakm›fl çocuklar beni?
56
‹çimde gece gündüz ense yapan canavardan m›? Her gün iyi kötü
yazd›klar›mla beslemezsem kalbimi yemeye bafllayan o terbiyesize bu çocuklar ne yapabilir? Gerçi çocuk milletinin sa¤› solu belli olmaz; dinledi¤i masallar›n etkisinde fazla kalm›fl bir tanesi ç›k›p canavar› dövebilir de.
O zaman ay›kla pirincin tafl›n›. Dayak yemifl bir canavar eskisinden de
tehlikelidir herhalde. Bu sefer karn› ac›kmasa bile, s›rf pislik olsun diye
yem istemeye bafllar. Ben de daha çok yazmak zorunda kal›r›m.
‹çlerindeki canavar sayesinde baflar›l› olmufl ne çok yazar vard›r kim
bilir? Karn› doysun da ruhlar›n› rahat b›raks›n diye yazd›klar›yla kim bilir kaç kitap yarat›lm›flt›r? Ödül töreninde kürsüye ç›k›nca flöyle demeliler o zaman: “Bana verdi¤iniz bu ödülü sevgili canavar›ma ithaf ediyorum. O içimde olmasayd› bunlar› yazamazd›m çünkü.”
Ben bunlar› düflünürken, daha küçük bir canavar da kum havuzunda oynuyor iflte: Ablas› k›rm›z› bir mont giydirmifl, yeflil pantolonu ve Roma’dan ald›¤›m lacivert ayakkab›lar› var. Arada bafl›n› kald›r›p masmavi
bir bak›fl ba¤›fll›yor dünyaya, sonra yeniden ifline dönüyor. O kadar küçük ve öyle ciddi ki, onu seyrederken ruhumda sevgi f›rt›nalar› kopuyor.
Saf bir a¤lama arzusu kabar›yor içimde. Yafll› teyzeler gibi a¤›z tad›yla,
burnumu çekerek a¤lamak istiyorum.
Ama hiçbir erkek çocu¤u babas›n›n oyun park›nda duygusallaflmas›n› istemez, de¤il mi? Ben de gazetemin arkas›na saklan›yorum. Haberler savafltan, ölümden, gözyafl›ndan bahsediyor. Arkas›na sakland›¤›m
dünya hiç de mutlu etmiyor beni. O zaman rezil olmay› göze alarak, nemli gözlerimi yeniden kum havuzuna çeviriyorum ve görüyorum ki o da bana bak›yor.
Ya¤murlu bir ocak gecesi, kirpiksiz gözlerini açt›¤›nda gördü¤ü ilk
insan olan babas›na bak›yor yine. Henüz iki yafl›n› doldurmam›fl, mavi
birer soru iflaretinden ibaret gözleriyle.
O gece hava ya¤murluydu. Hem s›cak hem de hüzünlüydü hastane
odas›. Annesi bitkindi ve bizce uyanmamas› gerekiyordu. A¤lamaya bafllad›¤›nda bebe¤i kuca¤›ma alm›fl, ne düflünece¤imi bilmez bir halde sallamaya bafllam›flt›m. Mutlulu¤un bu ete kemi¤e bürünmüfl hali çok flafl›rt›yordu beni. Onun yeni do¤mufl bedeninden ruhuma saf bir kusursuzluk ak›yordu. O s›rada açm›flt› gözlerini ve karfl›laflm›flt›k.
Beni tan›d›¤›na yemin edebilirdim. Yani ilk defa görüyormufl gibi
bakm›yordu hiç. fiimdi düflünüyorum da, belki de bana de¤il, biraz üstümüzde kanat ç›rpan meleklerine bak›yordu. As›l aflina oldu¤u onlard› yani. E¤er söylendi¤i gibi, melekleri sadece yeni do¤mufl bebekler görebiliyorsa, aralar›nda önceden kurulmufl bir arkadafll›k neden olmas›n? O tanr›sal varl›klar yeni do¤mufl dostlar›n› görmeye neden gelmesinler? Gözlerini ilk açt›¤›nda karfl›s›nda olmak istemeleri çok mant›kl› de¤il mi?
57
“Hofl geldin. Sana dememifl miydik, hiç zor olmayacak diye? Bak iflte do¤uverdin. Hiç o kadar tasaland›¤›na de¤di mi? Bu arada, seni kuca¤›nda tutan kifli de baban. Kendisi seni çok seviyor. Allah yard›mc›n›z olsun.”
fiimdi de kum havuzunda bir mele¤e bakar gibi bak›yor bana. Oysa ben kanatlar›m› kaybedeli çok oldu. Yürürken aya¤›ma dolaflan o a¤›r
fleylerden kurtulunca hafifleyece¤imi ummufltum. Melek olmaktan ç›k›nca insanlaflaca¤›m›, omuzlar›mdaki a¤›r kanatlar olmay›nca daha rahat havalanaca¤›m› sanm›flt›m. Hâlâ da san›yorum asl›nda. Art›k bir melek say›lmayaca¤›m› bilmek sadece onun yan›ndayken biraz üzücü geliyor.
Ancak bir mele¤e sorulabilecek sorularla bak›yor o da. Baba olman›n sonsuz mutlulu¤unu o an yeniden hissediyorum. Hayat›n önüme
koydu¤u anlam›n derinli¤ini de kavr›yorum böylece: Ben bir babay›m ve
bunu art›k hiçbir fley elimden alamaz.
Bana gülümsüyor, bir mele¤e gülümser gibi…
Peter Pan olmak, insan›n kendi seçebilece¤i bir durum de¤il bence.
Olmayan bir ülkenin pasaportuyla büyüklerin dünyas›nda dolaflmaya çal›flmak, ancak delilerin kalk›flabilece¤i bir ifl. Bir bak›ma bugünkü Küba
gibi bir yer çünkü Peter Pan’›n ülkesi; herkesin unutmam›z› bekledi¤i
bir mutluluk hayaline sad›k kalman›n bedelini her gün ödedi¤imiz tuhaf
bir aç›k hava müzesi.
As›l meyvesini art›k sadece turistlere saklayan, hüzünlü bir cennet.
***
Babam son y›llar›nda, k›zkardeflime bir rüyas›n› anlatm›fl:
‹kisi beraber uça¤a binmifllerdir, nereye gittikleri belli de¤ildir. Babam›n kuca¤›nda sar›fl›n bir erkek çocu¤u vard›r. Yo¤un bir duyguyla çocu¤u sever yol boyu. Gerçi s›k yaflamad›¤›ndan olacak, mutluluk anlar›n›
tarif etmekte zorlan›rd›. O sar›fl›n çocu¤u severken ne kadar mutlu oldu¤unu, kardeflimin rüyay› bana aktar›fl biçiminden anlayabiliyorum yine
de. Sahneyi betimleyen sözcükler, babam›n genellikle kulland›klar›na
benzemiyor. Daha s›radan, hayat dolu sözcükler bunlar:
“Nas›l güzel bir o¤land›, öptüm, sevdim… Doyamad›m sevmeye…”
K›zkardeflim bu rüyay› o¤lum do¤duktan sonra hat›rlad›. O s›rada
babam öleli iki y›l olmufltu. Haf›za bize oyun oynamay› pek sevdi¤inden,
daha önce dinleyip dinlemedi¤imden emin de¤ilim flimdi. Belki dinledim ama bir anlam veremedi¤imden unuttum hemen. Belki de k›zkardeflim rüyay› sar›fl›n bebek do¤unca hat›rlad› ve o günlerin duygusall›¤›
içinde daha önce anlatm›fl oldu¤unu sand›. Bilemiyoruz.
58
Küçük bir kitapç›n›n düzenledi¤i söylefliye kat›lmak için iki günlü¤üne Ankara’ya gitmifltim. ‹lk roman›m yeni yay›mlanm›fl, dergilerde ç›kan bir iki güzel elefltiri bizi sevindirmiflti. Kitapç›n›n içindeki küçük
kahvede beyaz örtülü masan›n arkas›nda oturuyordum. ‹skemlelerde,
konuflmaya bafllamam› bekleyen bir avuç edebiyat merakl›s› vard›. Gözüm masadaki cam sürahide, biraz sonra söyleyeceklerimi akl›mda düzene koymaya çal›fl›yordum.
O s›rada içeri babam girdi.
Hiçbir veli toplant›s›na gelmemifl olan babam en yak›fl›kl› ceketini
giymifl, sararmaya yüz tutan beyaz saçlar›n› güzelce taram›flt›. Yakas›nda,
ancak onun için önem tafl›yan yerlere giderken takt›¤› ‹stanbul Teknik
Üniversitesi rozeti vard›. Emin ad›mlarla yürüdü, konuflmac› masas›n›n
tam karfl›s›na denk gelen iskemlelerden birine oturdu.
Söylefliyi dinledi, hatta sonunda el kald›r›p flimdi Flaubert ile ilgili
oldu¤unu hat›rlad›¤›m bir soru bile sordu. O s›ralar okuyucular›n sempatisini kazanmaya pek merakl› oldu¤um için, hemen patlatt›m espriyi:
“Yapma baba, bunu sonra evde konufluruz…”
Bunun üzerine dinleyiciler aras›nda, edebiyat söyleflilerinde duymaya al›fl›k olmad›¤›m›z bir kahkaha koptu. Babam da gülüyordu. Büyük ihtimalle herkes ona bakarak flöyle düflünüyordu: “‹flte o¤luyla arkadafl olmay› baflarm›fl flansl› bir baba. Böyle bir baban›n o¤lu olmak da bir yazar
için kim bilir ne büyük nimettir.”
O kahkaha tufan›n›n ortas›nda, babamla göz göze geldik. Bak›fllar›m›zla anlaflt›k hemen. Oyunumuzu sürdürecektik.
Söylefli bittikten sonra bir iki okuyucuyla beraber çay içtik, güzel
an›lar›m›z› anlatt›k. Bir ara telefon etmek için d›flar› ç›kt›m, geri döndü¤ümde babam›n benden bahsetti¤ini duydum:
“Küçükken de böyleydi iflte. Böyle s›cak, mütevazi, sevecen…”
Gülücükler saçarak ayr›ld›k kitapç›dan. Sonra eve gittik, annemin
yapt›¤› yeme¤i yedik ve televizyon seyrettik. Saati gelince de beni taksiyle otobüsün kalkt›¤› yere kadar b›rakt›. Edebiyat söyleflisinden hiç bahsetmedi¤imizi hat›rl›yorum. Ortak kaderimizde mutlu bir an yakalam›flt›k ve büyüyü sözcüklerle bozmaya ikimizin de niyeti yoktu. Tugay Kerimo¤lu’nun ‹skoçya liginde att›¤› bir golden konufltu¤umuz kalm›fl akl›mda.
Sonra bindim otobüse, el sallad›m, el sallad›, ayr›ld›k.
Babam› son görüflüm böyle oldu. O¤lumun do¤mas›na henüz iki y›l
vard›.
59
HAYATI SORGULAMA ODASI
O¤uzhan Akay
– Ner’den ç›kt›
buras› birdenbire? –
Hayat› sorgulama odas›, bu... Dönüp bakt›m
Gökalp’e, ilk kez görüyormufl gibi bakt›m. –
Deniz çekilmifl, ortaya
ç›kt›, dedi duda¤›n› büküp. Öbür oday› sordum. Oray› bilmiyormufl. Ama sorgudan ç›kanlar›n dinlenme yeri
olabilirmifl. Bu adam›n, sauna mant›¤›na
hayran›m. – fiu demirleri görüyor musun? –
Ferforjeyi mi söylüyorsun Onur abi? – Evet,
baflka demir yok ki.
Enstalasyon gibi. Karyola bafl› ve ayak ucu
üstüste konmufl. – Sandalye o, ya. – ‹ki bacak(Foto¤raf: Stephen Wilkes)
l› sandalye olmaz ki Gökalp! – H›››. Balkon demiri o zaman. – Tek katl› bir evin balkon demiri
ha. ‹lginç. Çapraz demirler de evin amblemi olmal› haha. Ampulü gördün mü? – Yeni. Ben takm›flt›m, dün. Hayat› sorgulamak için ampul yanmal›. – Tabii yanmal› da Gökalp, bir fley eksik. Farketmedin mi sen? –
Peh! Elektrik dü¤mesini diyorsun. D›flarda o. Eskiden d›flar›ya konurmufl. Odaya girerken yakmak daha kolay diye. – Bir tane de ç›k›fla koymalar› laz›md›. – Tasarruf yapm›fllar... Deniz yükselmeden gidelim Onur
abi. – Ne düflünüyorum, biliyor musun? Ner’den bileceksin ki? Datça’ya
gelmeseydim, bir baflka yere gider miydim acaba? – Sende o potansiyel
var abi. – Yolun kendisi mi güzel, varmak m›? Çocukken Van Gölü Ekspresi’yle Tatvan’a gidiyordum. Geceleyin tren durmufl ve bir daha da ha60
reket etmemiflti sabaha kadar. Her yer karla kapl›yd›. Yol kapand› galiba
diye düflünmüfltü herkes. Jandarma da gelince bilmifl bilmifl kafas›n› sallam›flt› kompartmandaki yafll› kad›n. Gerçek baflkaym›fl. Bir sonraki istasyonda eflk›ya pusu kurmufl me¤er. ‹stasyon memuru morsla geçmifl
haberi allahtan. fiimdi olsa, msn’den yazard›. Neyse, tren hareket etti¤inde sevinmifltik. Eflk›yan›n bast›¤› ve sonra temizlendi¤i istasyondan
geçerken, herkes pencerelere üflüflmüfltü. Yerde eflk›ya cesetleri görece¤iz sanm›flt›m. Akl›ma Gulliano Gemma’n›n baflrolü oynad›¤› western
filmleri gelmiflti. Konuyla ilgisi yoktu ama ben çoktan filmin içerisine girmifltim bile. fierif öndeki vagondayd›. Haydutlar kaçm›fl ya da vurulmufltu... ‹ki gündüz bir gece sürmüfltü yol. Tatvan’a vard›¤›m›zda, elektrik direkleri bile kara gömülmüfltü. Y›llar sonra sinema ödevimin konusunun
Uykusuz Trenler olmas› ve filmin foto¤raflar›n›n Ankara Gar›’nda çekilmesinde bunun etkisi olabilir mi Gökalp? – Olabilir mi Onur abi? – Hayat var ya hayat, öyle odada filan sorgulanmaz aslan›m. O, seni sorgular
zaten. Tan›m yanl›fl, tan›m. Ne gülüyorsun? Babam bir fliir yazm›flt› Tatvan’dayken.
‘Günefl do¤udan do¤ar ama
Ifl›k vermez üstümüze’
dizeleri kalm›flt›r akl›mda, fliirden. De¤iflmeyen tek fley de¤iflim laf› var
ya, o laf da flöyle olmal›: De¤iflmeyen tek fley Do¤u... fiu hayat var ya Gökalp, çok garip çoook.
– Onur abi, hadi gidelim abi. Deniz yükselecek birazdan. Yar›n yine
geliriz, bakar›z. Hayat, odada sorgulanmaz diyorsun, de¤il mi abi? Sen
daha iyi bilirsin tabii. Haha. Dostoyevski’nin laflar› kalm›fl akl›mda benim de: “‹flin yar›s›n› baflarm›fls›n sen. Yaflamay› seviyorsun. fiimdi öteki
yar›s› için u¤raflmal›s›n. Onu da baflard›n m›, kurtuldun demektir.”
61
SABAHATT‹N AL‹ 100 YAfiINDA
Server Tanilli
Sabahattin Ali’yi, ansiklopediler, az buçuk söyleyifl farkl›l›klar›yla,
“Cumhuriyet döneminde toplum sorunlar›na yönelen gerçekçi edebiyat
ak›m›n›n öncülerinden” biri olarak hat›rlat›rlar okurlar›na. Gerçekten
de öyledir. fiu hat›rlatmay› da eklemeli: Ça¤dafl Türk edebiyat›nda iki sanatç›, çi¤nenmifl yollar› terk edip yeni ufuklar açm›flt›r: Nâz›m Hikmet’in
fliirde yapt›¤›n›, Sabahattin Ali öyküde ve romanda yapm›flt›r.
‹çinde bulundu¤umuz y›l›n da özelli¤i flu: 25 fiubat’ta, Sabahattin
Ali 100. yafl›na basacak.
Önce belleklerimizi tazeleyelim...
*
Sabahattin Ali üstüne, elimizde, geçen y›llarda yaz›lm›fl gerçekten
de¤erli kitaplar var. Onlara baflkalar› eklenecek. Zaten, bir titiz kalem,
H›fz› Topuz, daha geçen y›lda, onunla ilgili bir eser yay›mlad›: Remzi Kitabevi’nden ç›kan Bafl›n Öne E¤ilmesin, Sabahattin Ali’nin Roman›, gerçekten ad›na yak›fl›r bir incelemedir.
Sabahattin Ali, edebi yaflam›na fliirle bafllad›. Da¤lar ve Rüzgâr
(1934) adl› kitab›nda toplanan fliirleri, halk edebiyat›ndan esinlenen,
köy-kasaba gerçeklerini, hapishane gözlemlerini dile getiren söyleyifllerdir.
Türküye dönüflen o dizeleri hat›rlayacaks›n›z:
Bafl›n öne e¤ilmesin
Ald›rma gönül ald›rma
A¤lad›¤›n duyulmas›n
Ald›rma gönül ald›rma
Gerçekten bafl› öne e¤ilmedi Sabahattin Ali’nin.
1931’de de, öykülerini Resimli Ay dergisinde yay›mlamaya bafllad›:
Bu öykülerde, genel olarak köy ve kasaba insanlar›n›n yaflam güçlükleri,
gurbetçiler, hapishaneye düflenler, iflçilerin a¤›r çal›flma koflullar›, iflsizlik, sa¤l›k sorunu, korumas›z çocuklar, ezilen kad›nlar, ço¤u kez birer
dramla sonuçlanan aflklar anlat›l›r. Ama hepsinde de toplumsal elefltiri
ve gerçekçi bir dil söz konusudur.
62
Bu öyküler De¤irmen (1935), Ka¤n› (1936), Ses (1937), Yeni Dünya (1943) ve S›rça Köflk ’te (1947) toplanm›flt›r.
Hayata ö¤retmen olarak at›lan Sabahattin Ali’nin özellikle devletçe
gönderildi¤i Almanya’da geçen iki y›lda (1928-1930) dünya görüflü temellenmifltir. Ne var ki, onun bak›fl aç›s›n›n düflmanlar› da vard›r toplumda. Öyle olunca, ihbarlar, komünizm propagandas› yapmakla suçlanma, yarg›lanmalar, hapishaneler, daha ilk y›llardan bafllar ve onun yaflam›n›n bir parças› olacakt›r.
En ünlü roman› olan Kuyucakl› Yusuf 1937’de ç›kt›. Edremit ve
çevresini, 1903-1915 y›llar›ndaki sosyal yaflam› yans›tan romanda; Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun son y›llarda çaptan düflmüfl devlet örgütü, eflraf›n bask›s›, bir halk adam›n›n – olaylar›n zorlamas›yla – baflkald›r›p eflkiyal›¤a ç›kmas› anlat›l›r.
Bir yenili¤i de vard›r. O tarihe kadar, yazarlar, Anadolu insan›n› anlat›rken “ayd›n - halk” karfl›tl›¤›n› merkez ald›klar› halde, Sabahattin Ali,
roman›n›n merkezine “Anadolu insan›”n› oturtur ve bir 盤›r açar.
‹kinci roman› ‹çimizdeki fieytan ’da (1940), ‹kinci Dünya Savafl› efli¤inde, Türkiye’de, ayd›nlar›n dünyas›n›, üniversite ve bas›n çevresini, siyasal ve toplumsal kavgalar› anlat›r ve özellikle ›rkç›l›¤› yerer.
Kürk Mantolu Madonna’da (1943) ise bir aflk serüveni çevresinde
kad›n haklar›n› ele al›r.
1945’te çok partili düzene geçildi¤inde, daha da alevlenen ortamda
Sabahattin Ali’nin kalemi de keskinleflir. Önde gelen hemen bütün sol
dergilerde imzas› görülür.
Özellikle, 1946-1947 y›llar›nda Markopafla’y› ç›karanlar aras›nda,
Aziz Nesin ve R›fat Ilgaz’›n yan›nda o da vard›r. Bu mizah dergisini kovuflturma, iktidar›n bafl ifli olup ç›kar. Siyasal yönetimi elefltiren, sosyal
düzenin bozuk yanlar›n› sergileyen yaz›lar› yüzünden, Sabahattin Ali de
hapishaneye girip ç›kar.
Çok partili düzene geçilmifltir, ama fikir özgürlü¤ü yoktur. S›k›flt›r›p
bo¤an bir cendereden kurtulmay›, yurtd›fl›na kaçmada görür Sabahattin
Ali. 1948 y›l›nda bir gün, “Benim meskenim da¤lard›r” derse de Istranca da¤lar› bu giriflimine f›rsat vermez.
Tutuklan›p öldürülür.
Sabahattin Ali’yi, edebiyat›m›z›n bu dev kiflisini yok edenler ve
ölüm emrini verenler kimler oldu?
Bilmiyoruz!
‹ki gün sonra, 25 fiubat’ta do¤umunu kutlamak için elinizde çiçekler, kabrini ziyaret etmek isteyeceksiniz.
Ama ne yaz›k, mezar› bile yoktur!..
(Cumhuriyet, 23 fiubat 2007)
63
AfiK VE ÇEV‹R‹
Valéry Larbaud
Çevirinin temel sorunlar›n› düflünmeye bafllad›¤›m›z anda, bize ra¤men, Eleji’nin sözcükleri ve imgeleri kendisini ne kadar da kolay gösterir bize!
Gerçekten tümüyle bir aflk roman› bu. Yabanc› bir yap›t›n huzurunda hislerimizin uyanmas›yla birlikte, “barbar bir kral›n k›z›na” gönül veren az ya da çok cüretkar âfl›klar haline geldik. Çeviriyle yapaca¤›m›z fetih için gösterdi¤imiz ilk çabalarla, bu güzel veliaht›n âfl›klar› olarak kendimizle gurur duyduk. Sonunda, sahiplenme durumumuz metnin aktar›m›nda –
– kesinleflti¤inde, koca mertebesine yükseltildik; onunla kurdu¤umuz iliflkide, ona gösterdi¤imiz özenli tav›rda,
ona sundu¤umuz hizmetlerde, bu sayg›l›, sevecen ve bask›n korumac›l›ktan bir fleyler bulmak mümkün de¤il midir? Bu korumac›l›k, kocan›n kar›s›yla kurdu¤u iliflkide a¤›r basar ve özellikle de, dilini kad›n›n bilmeyip
erke¤in bildi¤i bir ülkenin s›n›rlar› dahilinde her ikisi için ayr› bir önem
kazan›r.
Çevirmekte oldu¤umuz yap›tla yürüttü¤ümüz s›radan iliflkilerde kar›-koca çiftinin yaflam koflullar›na tan›k oluruz: yap›t bizi ya gücüyle ezecek, tutsa¤› haline getirecek, dedi¤i her fleyi yapt›racak ve bedenini tümüyle bize terk ederken ruhunu, en mahremini bizden saklayacak ve bu
flekilde bizi saçmalay›p duran çevirmenlere, kekeleyen ö¤rencilere döndürecektir. Ya da ikinci olas›l›k geçerli olacakt›r: nazik ve erkeksi cazibemizle fethedilmifl bir flekilde ona tümüyle sahip olaca¤›z; ruhuna de¤er
verece¤iz, ona coflkuyla yaklaflaca¤›z, onu her zaman bayram havas›nda
yaflataca¤›z. Güç ve sa¤l›¤›n eksiksiz hüküm sürdü¤ü zamanlar›n mutlu
kraliçesidir o. Bunlar› yazarken at›p tutmuyorum, tüm bu söylediklerimin birer saçmal›k olmad›¤›n› XVIII. yy. ‹ngiliz flairi, Pope’un çömezi,
Çeviri, bir fliir’i (Translation, a poem) yazan Thomas Francklin’in flu hofl
m›sralar›nda gördüm:
“Unless an author like a mistress warms,
How shall we hide his faults or taste his charms?
How all his modest, latent beauties find;
How trace each lovier feature of the mind;
Soften each blemish and each grace improve,
And treat him with the dignity of love?” 2
64
Elbette ki fethedilen bu güzelli¤in “blemish”3 ve “fault”lar›n›n4 dile getiriliflinde bir miktar kendini be¤enmifllik söz konusu ve günümüz
çevirmenlerinin alçakgönüllü âfl›klar oldu¤undan hiç flüphem yok: bu çevirmenlerin çok az› kendisini, metinlerin “grace”lerini5 “improve”6 edebilecek konumda görür ve daha çok, güçlü bir sadakat anlay›fl›yla çeviri
yapmaya çal›fl›r. Ne var ki aflk ve çeviri ile ilgili düflüncelere biraz bencillik ve ac› katmak gerekirse (bunlardan biri ötekinden ayr›lamaz), yaln›zca okuma u¤rafl›yla kendimizi tatmin etmeyi seçip be¤enilen bir yap›t›n
fethine bafl koymad›¤›m›z zamanlarda, çok daha basit bir mutlulu¤a eriflti¤imizi söyleyebiliriz: bu s›rada, bizi izlemek isteyenlere Propertius ile
beraber,
At tibi curarum millia quanta dabit! 7
diye hayk›r›r ve çal›flmam›z›n zorluklar›n›, en küçük hatalar›m›za gelecek cezalar›, ahlaki sorumlulu¤umuzun getirece¤i daimi kayg›lar› düflünerek flöyle ba¤›r›r›z: Non impune illa rogata venit! 8
Tüm bunlar bizi çevrilecek yap›t›n seçilmesine iliflkin soruyu büyük
bir ciddiyetle göz önünde bulundurmaya iter. Burada önemli olan kendimize denk biriyle evlenmektir ve yarat›c›lar ile arac›lar – hatta aralar›nda yer almaya can att›¤›m›z mükemmel arac›lar – aras›ndaki mesafeyi
unutmad›¤›m›z sürece yetene¤imizin coflkusu bize yard›mc› olur. Bütün
çevirmenler birbirine denk olsayd›, Bana kimi çevirdi¤ini söyle sana kim
oldu¤unu söyleyeyim çok yerinde bir deyim olabilirdi. Hiç kuflku yok ki,
hayran ve âfl›k olunan narin bir yap›t›n, vahfli hayvanlara at›lan bir yem
gibi, ukala ve beceriksiz bir çevirmenin hoyratl›¤›na teslim edilmesini
görmek çok korkunç: ancak p›r›l p›r›l, genç, k›vrak, sa¤lam bir e¤itimle
iyi donat›lm›fl, her türlü anlat›m biçimine sahip bir zihin de seçim yaparken zorlanabilir, hatta zorlanmal›d›r. Bu zihin, zaman›n gelip geçici baflar›lar›n› hedef almaktan çok, iyi bir konum edinmifl, kalitesi onaylanm›fl
yap›tlara yönelmelidir. Swift, Goethe veya Leopardi’nin çevirmeni olmak, onlarla bir olmak anlam›na gelmez: çevirmenden beklenilen onlar›
iyi çevirmesidir ve bunu baflar›rsa, onun, Swift’e, Goethe’ye veya Leopardi’ye yarafl›r bir damat oldu¤u söylenir. Bu, evlilik yoluyla, hükümdar bir
ailenin bir üyesi olma onuruna eflde¤erdir. Baflaramazsa, zay›fl›¤› bu
ma¤rur birleflmeden mahrum b›rak›r onu. Bu da çok kötü bir fley de¤ildir: evlilikte murada erilmeyecek ve edebiyat tarihi sessiz kalarak bu evlili¤i hükümsüz k›lacakt›r. Bu s›rada gözü yükseklerde olan h›rsl› çevirmen, hem kendi hem de arkadafllar›n›n nezdinde en az›ndan böyle bir
fleye cesaret etti¤i için sayg›nl›k kazanacakt›r. Bu da çevirmenin, gözünü
bu kadar yukar›lara dikmek yerine, vasat bir yap›t› vasat – daha iyisini za65
ten hak etmeyen – bir biçimde çevirmeyi seçece¤inde mahrum kalaca¤›
bir avuntudan baflka bir fley de¤ildir.
“Amants, heureux amants, voulez-vous translater?
Que ce soit un Jean de La Fontaine.” 9
Türkçesi: Ayfle Banu Karada¤
Valéry Larbaud, “L’Amour et La Traduction” (1944)
(1) “çal›flma aflk›”.
(2) “Bir yazar bir canan gibi ›s›tmazsa içimizi,
Nas›l kusurlar›n› saklar, nas›l cazibesine kapt›r›r›z kendimizi?
Sade, sakl› güzelliklerinin her birine nas›l ulaflabiliriz,
Zihninin her bir sevgili izini nas›l süreriz,
Kusurlar›n› nas›l yumuflat›r, güzelliklerini nas›l artt›r›r›z,
Ve aflk›n asaletiyle onunla nas›l yaflar›z?”
(3) “kusurlar›n›n”.
(4) “hatalar›n›n”.
(5) “güzelliklerini”.
(6) “artt›racak”.
(7) Onun sayesinde bafl›m›za neler geldi!
(8) Sonunda cezas›z kal›nmaz!
(9) “Âfl›klar, mutlu âfl›klar, evirip çevirmek istemez misiniz?
Evirip çevirin de bu bir La Fontaine olsun….”
66
G‹TT‹N NECAT‹, AH!
Güray Öz
Kuytu bir sokaktaki antikac›dan sat›n ald›¤›mda o tuhaf tabloyu,
sonradan piflman olaca¤›m› düflünemedim. Resimde sezdi¤im belli belirsiz hüznün arkas›nda daha y›k›c› fleyler bulundu¤unu görebilseydim, yafll› antikac›n›n esrarengiz gülümsemesine kanmaz, kendime daha uygun
düflecek bir hikayenin pefline düflerdim. Aç›kca k›flk›rt›c› bir bahar gününün, gülkurusu renginde küçücük çiçeklerini zamans›z açm›fl a¤ac›n, ç›lg›n bir sar›yla boyanm›fl güneflin, kendimi bezgin, b›kk›n hissetti¤im flu
s›ralarda ne ifli vard› duvar›mda. Bir yandan akflam›n alacakaranl›¤›nda
‹stiklal caddesinde amaçs›z dolafl›r, niyetlendi¤im aflklara içimden sessiz
ve hüzünlü fliirler uydurmaya çal›fl›rken, kendimi tutamay›p ald›m o ressam› belirsiz resmi. Resmin tuhaf, ilk anda insan› sevindiren, uçuk havas›n›n aldat›c› oldu¤unu ald›ktan sonra fark ettim. Bir imza bir iflaret yoktu. Ama bir beyit, küçük harflerle belli belirsiz, yanlamas›na, öylesine yaz›l›vermiflti.
“fiöyle muhkem tutay›n aflk ile dildar ete¤in
Ya elim kat’edeler ya keseler yar ete¤in”
Büyük aynalarla daha da par›lt›l› hale getirilmifl lobide e¤lenmeden,
bara u¤ramadan odama ç›kt›m. Resmi duvara dayay›p karfl›s›na geçtim.
Küçük ayr›nt›larla dolu garip bir resimdi. Her ayr›nt›n›n içine bir baflka
resmin s›¤d›r›ld›¤›n›, minicik baflka hayatlar›n ya da parçalanm›fl bir hayat›n ac›kl› anlar›n›n resmedildi¤ini keflfettikçe telaflland›m, heyecanland›m. Resmin sa¤ taraf›n› boydan boya kaplayan a¤ac›n gövdesinde k›m›ldayan kar›ncalar› gördüm önce. Derince oyulmufl kalp resminin kenar
çizgileriyle kalbi boydan boya delip geçen ok bir y›lan biçiminde çizilmiflti. Kalbin üst oyu¤unda saçlar› tül baflörtüsünden d›flar› ç›km›fl, uzun kirpikleri iyice belirgin bir kad›n portresi, y›lan›n deldi¤i yerden damlayan
kan›n bir damlas›nda ise boynunu e¤mifl, gözleri kapal›, fesinin püskülü
önüne düflmüfl kavruk bir delikanl› vard›. A¤ac›n dallar›ndaki yeflil yapraklar› neredeyse kapatan, gülkurusu renginde patlam›fl binlerce çiçekte
yans›yan günefl ›fl›nlar›n›n mutluluk de¤il, hüzün kayna¤› oldu¤unu da
anlad›m birden. Resmin çerçevesinin alt köflesine yak›n yerinde soluk
renklerle çizilmifl bir tabut vard›. Dört kifli tafl›yordu. Ama sonra hep dörder kiflinin tafl›d›¤› yüzlerce tabutun bir kenar süsü havas›nda güneflin ar67
kas›nda, belirsiz bir mezarl›¤a do¤ru uzand›¤›n› ürpererek gördüm. Güneflin deli sar›s›nda ise a¤layan yafll› bir kad›n›n belli belirsiz inledi¤ini
duydum. Günefl ›fl›nlar›ndan arkas›nda, yine soluk kül rengiyle flöyle yaz›l›yd›: “Gittin Necati ah!” Nas›l bir aflk hikayesi gizliydi kim bilir bu resimde. Belki de kimli¤i belirsiz ressam›n kendi aflk›n›n ölümle noktalanm›fl hikayesiydi ve ölmeden önce içindekileri biraz da aceleyle, ölüme
do¤ru yürüyen birinin telafl› ve korkusuyla dökmüfltü âfl›k ressam tuvale.
Resme bakmaktan vazgeçtim. Can›m› s›kan bu resmi asl›nda almamal›, s›rr›n› ö¤renemeyece¤im bir aflk hikayesinin içine girmeye çal›flmamal›yd›m. Baflkalar›n›n aflklar›na girmek hiçbir zaman mümkün olmazd› çünkü. O aflklar›n derinliklerine inilemez, s›rr›na var›lamaz, hikayesi
yeniden kurulamazd›. Ben yaln›zca kendi kurdu¤um aflklar›n hikayelerini düflünsem, onlar› yazmaya çal›flsam daha iyi olurdu. Öyle hikayeler yazabilirdim ki, onlar› okuyanlar zahmetsizce kurdu¤um hikayenin içine
girebilir, kendilerini benim âfl›klar›m›n yerine koyabilir ve hüznün tad›n›, sevincin f›rt›nas›n› yaflarlard›. D›flar›da ya¤mur deli gibi ya¤›yor, rüzgar camlar› sars›yordu. Resmi ters çevirdim. Odadan ç›kt›m. Otelin lobisindeki insanlara de¤il de, büyük aynalarda yans›yan gölgelerine bakt›m
yaln›zca. Meydandaki kalabal›kta kimi çaresizler rüzgarla, ya¤murun alt›nda sa¤a sola savruluyor, bin bir nazla duran taksilere binmeye çal›fl›yorlard›. Bu berbat havada ne yapaca¤›m› düflünürken, birden bire uzunca bir süredir kurup durdu¤um hikayelerimden birinin kahramanlar›n›
gördüm. Ya¤mur yüzlerine kamç› gibi inerken, uzun kirpikli k›z umutsuzca taksilere bak›yor, bana benzeyen kavruk adam ise zaman›n biraz
daha uzamas›n› istiyordu. Taksim’deki büyük otelin alt›ndaki kahveden
ç›km›fllard›. Pencerelerinden ‹stanbul’un çat›lar› görünen bir lokantada
yemek yemifller, iri gözlerini arada bir çat›lara çeviren k›z, yeni bitmifl bir
aflk›n belirsiz hüznüyle anlatt›ktan sonra kendi hikayesini, söylenmesi
gerekenlerin söylenemedi¤i uzun bir sessizlik araya girmifl, t›pk› benim
gibi umutla umutsuzlu¤u hep iç içe ve h›zla yaflayan adam›n iste¤iyle
Taksim’e do¤ru yürümüfllerdi. Vitrinlere bakarken birlikte, benim kavruk kahraman›m, “cadde daha uzun olsa” diye düflünmüfl, “eli elime de¤se, bak›fl› bak›fl›ma” diye bir fliir geçirmiflti içinden. Vedalafl›rlarken kavruk adam›n “seni sevdi¤imi...” diye f›s›ldad›¤›n› duydum. Cevab› duymad›m, ama k›z taksiyle uzaklafl›rken, ya¤mura ve deliler gibi esen rüzgara
ald›rmadan gülümsedi¤ini görünce bana benzeyen kahraman›m›n, cevab›n “evet, biliyorum” oldu¤unu rahatl›kla varsayd›m. ‹çinde coflkulu bir
fliirle istiklal caddesine do¤ru yürüyen adam›n insanlara gülerek, sevecen
bir ifadeyle bakt›¤›n› da yan›ndan bir gölge gibi geçerken sezdim. Kallavi soka¤›n›n köflesine kadar bir önüne geçerek, bir arkas›nda kalarak izledim onu. Serseri bir hali vard›. Kallavi soka¤›nda terk ettim paltosunun
68
dü¤meleri çözülmüfl, boyun atk›s› rüzgarda dalgalanan aptal kahraman›m›. Asl›nda onun de¤il, taksiyle uzaklaflan uzun kirpikli k›z›n peflinden
gitmek isterdim. Onun herhangi bir resmin içine do¤ru gitti¤ini, ‹stiklal
caddesinde t›pk› benim gibi ya¤mura, rüzgara ald›rmadan yürüyen adam›n kurdu¤u hikayenin içindeki resme de¤il, hüzünlü bir baflka resme
do¤ru uzaklaflt›¤›n› anlam›flt›m. Hangisi için üzülmem, hangisinin hikayesini izlemem gerekti¤ine karar veremedim. Solgun yüzünde kara uzun
kirpikleriyle pek çok umutsuz, sonuçsuz aflk yaflam›fl olan k›z›n hüznünün beni daha çok çekti¤ini, kendini nedensiz sevinçlere h›zla kapt›ran,
bunu s›k s›k yapan adam› unutmaya haz›r oldu¤umu sevinçle anlad›m.
Onu zaten biraz k›skanm›flt›m. Kolayca seviniveren, hüzünlerini ise birkaç dakikada, hiç derinlemesine yaflamadan geride b›rakan tiplerdendi
o. Onun yerinde ben olmal›yd›m; ama onun gibi olmamal›, f›rt›nan›n
içinde kaybolan sevgilim için delice bir fleyler yapmal›, sevgilimin beni
sevdi¤ini de¤il, sevmedi¤ini kurmal›; çözülmesi zor bir cinayetin içine
do¤ru sürüklenen bir sonla aflk›m› kan›tlamal›, ad› belirsiz ressam gibi
kendi hikayemin içinde bo¤ulmal›yd›m.
Rüzgar beni Kallavi soka¤›n›n kuytu köflesine kadar b›rakmad›. Kallavi lokantas›na girdim, aceleyle bir sigara yakt›m. Soluk solu¤a çekti¤im
ilk birkaç nefesten sonra, defterimi ç›kart›p bu hikayeyi yazd›m. Yazd›¤›m hikayenin otel odas›nda b›rakt›¤›m resimde resmedilen ölümle ya da
ölüm gibi bir unutuflla noktalanm›fl aflk hikayesi oldu¤unu, hikayeyi kurmad›¤›m›, yaln›zca o resimden bana bulaflt›¤›n› anlad›m. Art›k benim de¤il de, o ad› belirsiz ressam›n hikayesine dönüflen bu hikayeyi nas›l bitirece¤imi düflündüm. Sar› yaprakl› defterimin kenarlar› bükülmüfl sayfalar›n› dalg›nca kar›flt›r›r, eski hikayelerimden birinin bitti¤i bir sayfaya
görmez gözlerle bakarken, ad› belirsiz ressam›n resmin bir köflesine s›k›flt›rd›¤› beytin, her nas›lsa benim defterimde de yaz›l› oldu¤unu gördüm. Divan flairi Kastamonulu Necati’ye aitti beyit. Defterimdeki, biraz
kargac›k burgac›k yaz›lm›fl bu beytin alt›nda ise, o tuhaf resimde gördü¤üm tek sat›rl›k tarih düflme vard›:
“Gittin Necati ah!”
69
GAYET NORMAL!
Esra A.
Oturdu¤u semtin üç ayr› muhtarl›¤› oldu¤unu bile yeni ö¤renmiflti
daha. O bu ülkenin pamuk prensesiydi. ‹pekler aras›nda do¤mufl, danteller içinde büyümüfltü. Ama kendi kimdi, gelecekten ne istiyordu, ruhu
son zamanlarda neden böyle ›st›rap çekip duruyordu, hiçbir bilgisi yoktu. Geceleri ›ss›z bir sokakta kristal bir camekan›n içindeydi sanki; gözleri f›ld›r f›ld›rd›; a¤z› süt kokuyordu. Tek çocuktu; hülyal›yd›; periydi
bir masalda ama el bebek gül bebek de olamam›flt› bir türlü…
Heyyyy hey tanr›m! Kalbi ne çok çarp›yordu; ne çok konufluyordu
içindeki öteki?
Eeeeeeeeeeeeeeeee hadisene!
Evet yetiflkindi flimdi ve kalbinin üzerinde kutsal ruhlara ait bir mühür bas›l›yd› fakat en basit bir konuda bile ne yapmas› gerekti¤ini bilmiyordu …
Eeeeeeeeeeeee haklar›n›… dipsiz hayallerinin anlam›n›… günübirlik
hayat›n yollar›n› … acil durumlarda kullan›lmas› gereken kap› kilidi kelimeleri belle¤in hangi çekmecesine koydu¤unu bir türlü hat›rlam›yordu…
Meçhul bir karanl›kta yürüyordu.
Korkuyordu.
Muhtara neden gidecekti; kendisi gibi masum birisinin devlet dairesi ile ne gibi bir ilgisi olabilirdi ki?
‹lçe milli e¤itim müdürlü¤ündeki ifl günlerdir kafas›n› kar›flt›r›yordu. Çocuklar›n okul yafllar› gelmiflti; eve yak›n, iyi bir okula kaydedilmeleri gerekiyordu. Kafas›na koymufltu; onlar› kendisi gibi özel okullarda
okutmayacakt›. Hem paras› yoktu, hem de seçmifl oldu¤u yeni hayat›n gere¤ini yerine getirmek; yönünü do¤ru, do¤al ve büyülü ufka do¤ru çevirmek istiyordu. fiu an do¤ru karar vermezse, verdi¤i kararda direnmezse,
hayat›n›n bir süre daha o yana bu yana bafl›bofl bir tekne gibi savrulup
duraca¤›n› hissediyordu. fians›na bu y›l yeni bir uygulama bafllam›flt›. ‹lkokul yafl›na gelmifl çocuklar›n hangi okullara gidecekleri ilk defa bilgisayarl› sistemle sokak sokak belirlenecekti. Kaç gündür düflüncelerini
sa¤l›ks›z hayallerinden, kuruntular›ndan, endiflelerinden özenle kaç›r›yor; korkular›n›n karanl›¤›ndan kurtulmaya çal›fl›yordu.
Her bir basama¤› ümitle ç›k›lm›flt› ilçe milli e¤itim müdürlü¤ünün.
Bir süredir ar›yor oldu¤u kap›y› heyecandan bir türlü bulamad›. Hangisi
olmal›yd›? fiunlardan biriydi evet ama hangisi? Öteki kap›lar›n arkas›nda
70
ifline yarayabilecek baflka insanlar da var m›yd›; yoksa tek kifli miydi iflini halledebilecek olan? ‹sim elindeki ka¤›d›n üzerinde yaz›yordu; kime
aitti bu kad›n ismi? Tek bildi¤i, ondan kendisine yard›mc› olmas›n› isteyecekti. Kap›y› çald›… içeri girdi… bekledi… nefesini tuttu… dudaklar›n›
›s›rd›… bafl parma¤›yla iflaret parma¤›n› ovuflturdu. Eline gelen ölü ve
sertleflmifl et parçalar›n› kopar›p almak istedi yerlerinden. Karfl›s›nda iri
bir kad›n masada oturuyordu… kalkmad›… bakmad› önce… Önemi yoktu… o sadece konuflmaya gelmiflti çünkü. Bir fley rica edecekti; yard›m isteyecekti. Sorular› vard›; ne yapmal›yd›? Fakat sorular›n›n muhatab› olacak olan, soru dolu, pörsümüfl bir yorgunlukla eteklerine bakt›. Eli aya¤›na kar›flt›; flafl›rd› kald›. Kekeleyerek çok fley var dedi içinden sessizce.
Söz konusu olan ben dedi… de¤ilim dedi devam etti… ak›ll› çocuklar›m
dedi… iyi bir… Söylediklerini kendisi de duymam›fl, kelimelerin bu flaflk›n, acemi kurgusunu kendisi de anlamam›flt›. Kad›n›n telefonla konufltu¤unu o an fark etti; d›flar› ç›k›n d›flar›da bekleyin, sizi ça¤›raca¤›m dedi elinde telefonun ahizesini tutan ses...
Kad›n düflüyor ve düflmekle de kalm›yor; gayet normal her gün düflüyormuflças›na düflüflünü balland›ra balland›ra anlat›yor. Takdiri ilahi
de¤il; pencereyi aç›nca kufl seslerini duymak kadar do¤al yaflad›klar›!
Gerçek dün annesiyle konufltuklar›ndayd›. Onca sene bilemeden bekletilen, görmeden defalarca önünden geçilip gidilen gerçekler hep beklediler as›l sahiplerine bir gün kavuflmay›. Okul olay› kap›y› açt› ve bedenini
arkas›ndaki karanl›k bofllu¤a, sonsuz bir uçuruma b›rakt›. Sol elinde befl
YTL tutuyordu… flafl›rarak ›fl›kl› karfl› pencerelere bakt›. Refleksle sallanan sa¤ eli açm›flt› kap›y›… ‹ki eli havada, büyük bir hevesle önündeki
beton zemine boylu boyunca uzan›p teslim olacakt›.
Akl›, o son akflam oturup hiç kimsenin yemeyece¤ini bildi¤i halde
bilinçsizce soydu¤u onlarca elmaya gitti…
Neden? O gece evin önündeki kavak a¤ac› sabaha kadar h›fl›rday›p
durmufltu…
Kendi alt›n parçalar›n› kaybolduklar› yerlerden bulup tek tek yeniden birlefltirecekti; yoksa hayat›n salak sambalak esen rüzgarlar›na karfl›
dimdik durabilmesi için hiçbir güvencesi yoktu. Günübirlik tan›flt›¤› insanlarla neredeyse tüm duygular›n› paylafl›yor, tam bir ipucu yakalad›m
derken birden nereye kaç›fl›yorlard› bu insans›lar arkalar›na bile bakmadan bir türlü anlayam›yordu. Ya bir gün gerçekten de tümüyle çekip giderse umut; ya bir daha göremezsek onu yata¤›m›z›n baflucunda ve bu fliflman s›k›fl›kl›¤›n ortas›nda öyle bir bafl›na onsuz kalakal›rsak? Gelece¤e
dair söylenen her fley ona aitti oysa; ama o güne kadar çevrede yetkisini
lay›k›yla kulland›¤› da nedense pek duyulmam›flt›. Daha da kötüsü, olur
olmaz kendi lanet ad›n› f›s›lday›p durmufltu kulaklara: ideal öldü…
71
Çocuklu¤un ne alemi var demifllerdi ilk günler; sonraysa sessizce da¤›l›p gitmifllerdi…
‹bre ne taraf› gösteriyordu? K›vr›l›p giden yollar nereye ç›k›yordu?
Art›, eksi, so¤uk, karanl›k; hâlâ o ketum sözden yokufllar duruyor
muydu önünde?
(Söyler misiniz dönüp yüzüne bile bakmadan nas›l yapabildiniz bunu ona?)
Odadan ç›kt›¤›nda kendini girerken fark edemedi¤i bir sahanl›kta
buldu. Bir an kim oldu¤unu unuttu; bedeninin içinde birkaç kez sallan›p
durdu; o güne kadar giremedi¤i kuytu köflelerine bilinçsizce ve ürkerek
gidip geldi. Akl›n›n basireti birden dengesini kaybetti; nas›l olurdu, bitmek tükenmek bilmeyen bu v›c›k v›c›k kaprislerle daha ne kadar bo¤uflabilirdi ki? Ç›lg›nd›lar. H›rç›nd›lar. Azg›nd›lar. Açt›lar. fiehvetle ›s›racaklar› bir yer aray›p duruyorlard›. Ve ilk harekete geçtiklerinde de direk
kendisini hedef alm›fllard›: tüm bu zalimce olup bitenlerin aras›nda çocuk safl›¤›yla dolafl›p durmas›n› baflkalar›ndan önce as›l kendisine aç›klayabilmeliydi. ‹lginç de¤il mi; hiç anlam veremiyorum, sorun ne ki diyebilmeliydi. S›kma can›n› ne kadar hafif bir teselli... avunamad›... Durdurdu bütün ak›flkanl›klar›n›, ruhunu kontrol alt›na ald›; bedenini oldu¤u
yere bir süreli¤ine sabitledi. Sabret dedi. Ne olacak bakal›m sabret! Kap›n›n, pencerenin, hat›ralar›n›n arkas›ndaki günlük hayat›n sahici seslerine dald›. Kulak misafirli¤inden öteye giden bir ilgiyle dinledi konuflulanlar›. Bu oda, bu koridor, bu anlams›z, s›n›rs›z bekleyifl Milli E¤itim
Müdürlü¤ünün sesiydi… çocuklar›n›n geleceklerinin ön kay›tlar›yd›. Bu
bitecek, arkas›ndan baflkas› bafllayacak… kelimeler eskiyecek, rica eskimeyecekti… bu gidifle uyarsan sonu gelmeyecek… sonunda senin de sonun gelecek...
Ben seni uyarm›flt›m uzak dur o adamdan!
Neyse, nas›ld› akflamki yemek?
Ben gelemedim, aaaaa evet evet çocuklar› da m› getirseydim?
Olacak ifl de¤il...
Ses alçald›, kayboldu sonra… konuflmalar duyulur de¤il art›k… kar›fl›k homurtular.... bir tiz kahkaha… kad›n mutlu demek ki. Masada oturan iri, arkadafl canl›s› kad›n›n da çocuklar› var anlafl›lan. Çocuklar›n yafllar› belli de¤il konuflmalardan... Onunkiler ise henüz çok küçük…
Rahat›na bak beklerim!
72
Uzayan, sinir bozucu sese yeniden dikkat kesildi. ‹çerideki unutursa onu, ne yapmal›yd›? Yeniden kap›y› t›klat›p girse? Ö¤le tatiline on dakika vard›. Elindeki evrak dosyas› biraz daha a¤›rlafl›p bir beton y›¤›n›na
dönüflmüfltü sanki... duvardaki grilere dald›… son sözleri duyamad›... kad›n kendi çocuklar›n› hangi okula yazd›rm›flt› acaba?
Oturmak için bir sandalye arad›; duvara dayal› beyaz boyal› bir masa d›fl›nda hiçbir dayanak göremedi... çaresiz ayakta bekleyecekti. Tam
konuflmalar kesildi diye düflünecekken birden ayn› ars›z ses yeniden belirginleflti…
AAAaaaa merhaba tabi nerelerdeyim öyle de¤il mi? Vefas›z, insan
bir arar…
Art›k sabr› anlay›fl›n› s›namay› b›rakm›flt›, huzursuzdu. O kap›ya
ba¤lan›p kalm›fl, basireti tutulmufl gibi k›m›lt›s›z bekliyordu. Hali takati
aniden tükenmiflti. Tam karfl›s›ndaki pencereye yaklaflt›; bitiflikteki ilkokulun tenefüs zili çalm›flt›. Tüm çocuklar bahçeye f›rlad›lar. Gözleri aralar›ndan iki o¤lan çocu¤unu seçti. Bafl›n› cama yaslad›. Ne kadar heyecanl›yd›lar, bir yerde durmalar› mümkün de¤ildi. Ellerindeki uzaktan
neli olduklar› tam belli olmayan sandviçleriyle ifltahla ayaklar›na gelen
topa vuruyorlar; a¤›zlar›nda kopard›klar› koca ekmek parçalar› ile herkese laf yetifltiriyorlard›. ‹lkokulun bahçesiyle bulundu¤u devlet dairesine
ait otopark yan yanayd›. Otopark t›ka basa doluydu; anlafl›lan oraya sadece çal›flanlar›n ve görevlilerin arabas› al›n›yordu.
Pencerenin so¤uklu¤unu aln›nda hissetti. Kafas›n› yaslad›¤› camdan geri çekildi. Bir yanl›fll›k olmufltu sanki ve üzerinden haftalar, aylar
geçmiflti…
‹çeriden girin sesi geldi. Ne konuflaca¤›n› düflünmemiflti bekleme
süresince; derleyip toparlasayd› belki daha bir adama benzeyecekti cümleleri.
Çocuklar›m dedi; ben hepsini toparlamal›y›m, size soracaklar›m, dan›flmak istedi¤im flu ki: Çocuklar›m›n devlet taraf›nda, iyi bir ilkokulda
okutulmas›n› istiyorum. Bu kadar… sadece… Eli aya¤› yok gibiydi, akl›m› da kaybettim san›r›m diye düflündü. Ya hiçbir okul çocuklar›n› almaz
da ve aç›kta kal›rlarsa… bunu söyleyemedi... Paras›yla özel bir okulda
okusalar garanti aç›kta kalmazlar… Toparl›yorum toparl›yorum kusura
bakmay›n, çok büyüttüm meseleyi san›r›m; sadece bölgedeki okullar›n ismini ö¤renmek istiyorum. Evime en yak›n ve iyi, en iyi ilkokul hangisiyse yard›mc› olursan›z sevinirim; yard›mc› olman›z flart… Bu görüflmeden
sonra bir daha birbirlerini görmeyeceklerdi. Tek seferlik çok hayati bir
konuflmayd› aralar›ndaki; gelecek cevap tüm hayat›n› büyük bir kuflatmadan kurtaracakt› sanki… Fakat kad›nda bekledi¤i yönde tek t›k yok: Ben
73
size en iyisinin hangisi oldu¤unu nas›l söyleyebilirim han›mefendi dedi
büyük bir ciddiyetle... Tüm bölge okullar›m›z iyidir ay›r›m yapamam…
Dedikoduya giren konular bunlar ve konuflulacaklar› yer de buras› de¤il… buras› resmi bir makam…
(Böyle mi düflündünüz?)
Ya ben sizin k›zkardefliniz olsayd›m? ‹fl ç›k›fl›n›z, eve gelifliniz, gecikti¤iniz için aray›p yard›m istedi¤iniz, çocuklar okuldan gelince ilgilenir misin diyebilece¤iniz yak›nl›kta bir karfl› komflu? Ve defalarca tekrarlanacak bu iste¤iniz benim taraf›mdan her seferinde olumlu karfl›lansa…
O zaman da m› söyleyecek bir fleyiniz olmazd›?
Bir süre göz göze kald›lar… flimdi bak›fllar›n› kim önce çekmeliydi
bilemedi... Nereden anlayacakt› ki bu makam sahibi kad›n›n her gün karfl›laflmaktan s›k›l›p yoruldu¤u böylesi s›radan meselelerin parças› oldu¤unu... günlük hayata ait, önemsiz... kurallar içinde önerilen çözümlerin
renginde sahici, insani bir s›cakl›k yok...
Evet evet deniliyor karfl›l›kl› sürekli… h››››››… o kadar…
Baflka ne söylenmeli ki? Daha ne eklenmeli ki bu daha bafltan sonu
belli tek tarafl› ›srarl› ilgisiz konuflmaya? Tan›m›yoruz birbirimizi diye
geçiriyor içinden kad›n... Ya tan›sayd›n›z, benimle paylafl›r m›yd›n›z belki de gereksiz bu endiflelerimi?
Dedi¤im gibi daha ne söyleyebilirim ki size?
Yine de dayanamay›p ola¤an birkaç okul ismi veriyor.
Telefonlar›n› ve adreslerini sekreterden al›rs›n›z…
Peki diyebiliyor ve arkas›n› dönüp yavaflça kap›y› aç›yor. Sa¤ eli, kap›y› açan kötürüm eli, sisli bedeni bofllukta kayboluyor… odadan sürünerek ç›k›yor…
Tam çözüm mümkün olmayacakt› bu karanl›kta; öyle görünüyordu.
Yaflayacak ve görecekti el yordam›yla… baflka çaresi yoktu… Ne olacakt›
flimdi? Evet, eski ev sahibini arayacakt›… listedeki, s›radakini yani… Eski ev sahibi, eski can ci¤er komflusu; ba¤l› bulundu¤u bölge ilkokulunun
o y›llardaki müdürüydü. Aradan yirmi sene geçmiflti… çok fley de¤iflmifl
olmal›yd›. Baflka yolu yoktu. Tüm anahtarlar› tek tek kilide sokacakt› ve
herhalde biri mutlaka açacakt›. K›rmadan açmal›yd› kap›y›. Ard› ard›na
telefon görüflmeleri… muhtar… ilçe milli e¤itim müdürlü¤ü… çok uzun
zamand›r aramad›¤› eski tan›d›k birkaç isim… gerekirse kaymakam…
fiimdilik ümidini kesmiflti…
Hiç beklemiyordu…
Düflüncede yenilmiflti en az›ndan…
Ne kadar da karamsard›. Huyuydu, hiçbir bafllang›çtan ümitli de¤ildi. Kuflkular üzerine kurdu¤u karmafl›k bir dünyan›n üretece¤i düflünceden de daha farkl›s› beklenemezdi.
74
De¤ifliyor, sürekli yer de¤ifltiriyordu sahneler. Hayata tutunaca¤›
yerde daha da kopuyor; anlams›z, gereksiz, zamans›z bir aral›¤a girip orada bo¤ulup birden ölüyordu. Geçmesini beklemek zorunda oldu¤u onca
zaman, onca birikinti üzerlerinden atlasa kesin bir kenar›na basacak ve
etrafa kirli nedenlerini s›çratacakt›. Geri gitse, koflsa koflsa ve bütün gücüyle bir daha bütün gücüyle, inançla atlasa olabilirdi belki de... Bu sonsuz hayale girerdi; nereden bilebilirdi ki tam da o düzlü¤e ç›kt›¤›n› sand›¤› noktada bir su birikintisi ile karfl›laflaca¤›n›? S›nav öncesi gerginli¤iydi yaflad›klar›… Çözümsüz sorular›n iktidars›z cevaplar›yla t›ka basa
dolmufltu. Gerildi… gerildi… gerildi…
Gerçek hayatta flu an›n gelmesi mümkün de¤il.
Eflekten dönme BÖCÜK!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
Gayet normal…
Ad›mlar› aç›k beyazd›. Bak›fllar› de¤iflmiflti. Akl› yaflad›klar› konusunda alabildi¤ine samimiydi; ilk defa her fleyin bu kadar fark›ndayd›.
Kalbi bir yol kenar›na oturmufl, uzun zamand›r sab›rla onu bekliyordu.
K›rg›nd› ama yine de tereddütsüz kucaklaflt›lar…
Derinleflmiyorsun!
S›zlanma geri dön ve kurulan!
Biraz günefllen!
Kum organik, bunu da sevmeyeceksin biliyorum; ama günefl bildi¤in
eski günefl keyfini ç›kar! Deniz mi; o zaten hayallerin okyanusundan…
Bugün gerçe¤e döndün biraz daha. Bofl bofl bir manzaraya bak›yordun... bak iflte, o da orada… Sana çok fazla seçme flans› verilmedi biliyorsun. Yürüyorsun… yürüyorsun… fakat bu çelimsiz deniz daha fazla derinleflemiyor görüyorsun. Bütün silahlar›n kendi s›rt›na dayal›… pes etmiyorsun havadaki insans›zl›k kokusuna… durmadan önünden geçip giden yolun k›vr›mlar›na bak›yorsun. Senden pembe bir bulut istendi¤inde de ayn› ters halinle cevap vermifltin. Pembe bulutu ararken, emriniz
olur han›mefendi mi denmiflti? Emretmek akl›n›n ucundan bile geçmemiflti oysa…
Çekkkk silah›n› hadi; tereddüt edersen namertsin…
Bugün yine ölmedi.
Bugün yine ölmedi.
Bugün yine ölmedi.
Yar›n yine ölecek…
Ne zaman bafl›n s›k›flsa beni ar›yorsun dedi¤i geldi akl›na birden.
Kaç y›l geçmiflti bu sorunun üzerinden; kaç su akm›flt›; kaç defa gözünü
75
k›rpm›flt›? Ne o, bir fley mi duymufltu ya da biri bir fley mi söylemiflti? Neden dönüp dönüp arkas›na bak›p duruyordu? Ben hastay›m kendimi iyi
hissetmiyorum cümlesi tik gibi gelip yap›flm›flt› diline. On dakikada, bilemediniz dayan›r da kendini tutarsa yar›m saatte bir a¤z›ndan kaç›yor,
can s›k›yordu bu söz. Ve kaç defa aram›flt› sözlerini a¤z›nda tutamayan
kifli? Gözlerini k›rpt› dört defa üst üste… tikliydi… s›k›nt›s› vard›. Ellerini birbirinin içinden geçirdi… sa¤ elinin bafl parma¤›n›n yan›nda sol elinin bafl parma¤›… sa¤ elinin iflaret parma¤› sol elinin iflaret parma¤› yan›nda… sonra sa¤ orta, sonra sol orta… daha sonra sa¤ yüzük… ondan
sonra sol yüzük… o parma¤›ndan hiç ç›karmad›¤› afacan yüzük... can›ndan bile k›ymetli… kirlenip kararmas›na dayanamayacak kadar çok sevdi¤i… sevgilisinin do¤um gününde hediye etti¤i gümüfl siyah mineli yüzük… üzerinde üç kalp olan… fiu alakas›z üçüncü kalbin özel bir nedeni
var m›yd› burada; yoksa bir baflkas›yla m› paylafl›yordu sevdi¤ini? En yak›n zamanda, ilk telefon konuflmas›nda soracakt› bunu. ‹ki kalplisi yok
muydu bu yüzüklerin? Rastlant› da olabilirdi üç kalp yan yana…
Ah ne münasebetsiz bir seçim…
Bitmiflti.
Elizabeth’ti de¤il mi ad›? Okuldan arkadaflt›lar. Y›llarca yan yana ayn› s›rada oturmufllard›, sonralar› da hep görüflmeye devam etmifller, birbirinden kopmam›fllard›; güya arkadaflt›lar.
Bekliyordu böyle bir tepki vermesini, yad›rgamad›, yarg›lamad›; sadece kendini çok savunmas›z, karfl›s›ndakini de çok anlams›z bulmufltu.
Birbirlerine ay›rd›klar› süre zamanla azald› azald›, flimdi nerede ne yap›yor oldu¤u konusunda art›k hiçbir bilgisi yok… Bitmifl demek ki en yak›n uzak olmaya bafllad›¤›na göre… bitmifl.
Düflünürken yataktan düfltü...
Dünyan›n öbür taraf›ndayd›…
Küçük pembe bulutlar… umutlar… top top yuvarlak sözler… söz yapacakt› ve ona ilk f›rsatta verecekti… bir kuytuda birden ellerine tutuflturacakt›… Biraz daha alçald›; tam bir a¤aç kümesinin üzerinden geçerken
k›rm›z›, ceviz büyüklü¤ündeki hayallerinin yeniden z›plad›klar›n› fark
edip sevindi. Nereye, ne h›zla gideceklerini tahmin edemedi¤i süslü toplardan birini eline ald›… ille de k›rm›z› demiflti, de¤ifltirdi… hay›r do¤rusu pembe k›rm›z› ve beyaz k›rç›ll› olan›yd›. Toz parçac›klar› yata¤›n yerdeki iz düflümünde toplanm›fl ›fl›kla gün yüzüne kavuflup, öteki zerreciklerin binlercesiyle bir olup hemen hemen ayn› büyüklükte ve yo¤unlukta öbekler haline gelip gözbebe¤ine yap›fl›yor, sonra da aniden gözden
kayboluyorlard›. Gözleri olur olmaz hepsini içine çekip cesaretle yutuyor… sa¤a sola bak›nd›kça hayallerinin ›fl›kl› görüntüsü haf›zas›n› bulan76
d›r›yordu. Etraf hat›ra kokuyordu. Her fleyin bir kokusu olmal›yd› ona
göre; çocuklu¤undan beri öyle hissediyordu. Özlemenin mor bir rengi olmal›yd› mesela; o gidip geliflli ruhuna yak›fl›rd›. Akl›na kan rengi uyard›.
Gülüflünki çimen yeflili… kim bilir? Yüzünün flekli aniden de¤iflti… tozlar sis perdesi oldular… toparland›lar savruldular… yeniden toparland›lar… yeniden sa¤a sola toplu olarak f›rlad›lar…
Yerden yükseldi; normal uçma pozisyonuna geri geldi. Her taraf› eksikti. K›fll›klar›n› özenle toplam›fl, bavullara yerlefltirmifl; bu defa ne hikmetse y›kamam›fl, ütülememifl, fakat afl›r› derece naftalinlemiflti. Yazl›klar›n da naftalinlenmesine gerek vard› ama onlar› flu an yapmasa da olurdu… Hepsini yerlefltirdikten sonra üzerlerine bütün a¤›rl›¤›yla oturdu;
üç defa z›plad› kaplad›¤› yerde; yeterince s›k›flm›fl elbiselerinin üzerine
bavulun kapa¤›n› kapat›p zar zor da olsa fermuar›n› çekti… tak›lm›flt› fermuar… ›srar etmedi… tekrar geri çekti… ileri geri… pek sevdi¤i beyaz
gömle¤in s›k›flm›fl yakas›n› h›zla çekip kurtard›.
Eflyalar› üç bavula s›¤d›.
Önünde üç bavulluk bir k›fl bekliyordu.
Ayakkab›lar› günlük pofletlerin içindeydi. Hepsini y›llarca özel raflarda saklam›fl; boyalar›n› cilalar›n› eksik etmemiflti… flimdiyse t›k›l› pofletlerde iki gündür yata¤›n›n baflucundayd›lar. Eski, yeni, klasik, spor…
hepsi yan yana… Yeni ald›¤› en son ayakkab›s›n› eline ald›, o karmaflada
topu¤u zedelenmiflti. Terlikleriyse ayr› bir pofletteydiler. Art›k poflet ve
koli kültürüne geçmiflti… Koli koli, poflet poflet düzenlenmifl, lime lime
parçalanm›fl hayat›n› gruplay›p kendisiyle birlikte bir oraya bir buraya sürükleyip duruyordu… Her hafta düzenli olarak yap›lan iki sepetlik ütü ritüeli yerini bir etek bir gömlek ütüle ç›k’a b›rakm›flt›...
Gümüfl masaya önce gözü, sonra da panjuru kapatmaya giderken
aya¤› tak›ld›…
‹çim s›zl›yor biliyor musun? dedi sessizce…
Benim de… diye cevap verdi karfl›daki yüksek sesle…
Önce ben söyledim ama...
Kabul edilmedi… en çok ben… anlam›yorsun!
Her zaman oldu¤u gibi onun sesi daha yüksek ç›k›yordu. De¤iflen
bir fley yoktu. Her fley oldu¤u gibi kendini tekrar ediyordu.
Yorgundu.
‹yice gerildi… gözlerini kapatt› bir süre…. açt›¤›nda flöyle dedi yüksekle sesle: Büyük bir ad›m att›n, do¤ru bir karar verdin …
En iyisi Ferah Evler ‹lkokulu…
77
YAZIN ÇEV‹R‹S‹ VE TÜRKÇE
Alev Bulut
Çeviri yolu ile Türkçe’ye her gün yeni yazarlar ve eserler kat›l›yor. Türk
yazarlar›n›n baflka dillere çevrilmesi de madalyonun yavafl ama sa¤lam ifllenen öbür yüzü. Yaz›n alan›nda artan çeviri kitap say›s›yla kültür ve düflünce
dünyam›z zenginlefliyor. Çeviri yaz›n Türkçe’ye somut kitap say›s›n›n üstünde soyut ve say›lamayan de¤erler kat›yor. Bu elle tutup sayamad›¤›m›z katk›
bazen kültür ve düflünce dünyam›z›n eski dönemlerine ait eserlerin Türkçelefltirilerek yeniden kazan›lmas› bazen de dünya dillerinde klasikleflmifl eserlerin Türkçe’de yerini almas› biçiminde olabiliyor. Çeviriler bizi baflka dünyalara götürürken kah okur olarak onlardan ald›¤›m›z ya da alamad›¤›m›z tad› kah çevirileri yönlendiren kararlar› ve ideolojik görüflleri tart›fl›yoruz. Çeviri ve Türkçe iliflkisinin yaln›zca yaz›n çevirisi yönü yok kuflkusuz. Çeviri
yolu ile Türkçe’ye giren teknik terim ve sözcüklerin dilimizde yaratt›¤› de¤ifliklikleri inceleyen dil ve terim üretimi odakl› bir bak›fl da mümkün. Çeviri
araflt›rmac›lar› da art›k yaln›zca kendi bilimsel yay›nlar›nda bilim diliyle tart›flm›yor bu konular›. Dergilere, gazetelere görüfl bildirmeyi, düflünce ve birikimlerini paylaflmay› giderek daha çok önemser görünüyorlar.
Sözcükler bu say›s›nda “Yaz›n Çevirisi ve Türkçe” bafll›kl› bir dosyay›
yay›nl›yor. Yazarlar seçtikleri konularla Türkçe’yi zenginlefltiren yaz›n çevirilerine farkl› ama ba¤lant›l› aç›lardan bak›yorlar. Mine Yaz›c›, 2007’nin
Mevlânâ Y›l› olarak kutlanmas›n› oda¤›na al›p bize bu karar›n ve Mevlânâ’n›n önemini an›msatarak söze bafll›yor. “Mevlânâ Y›l›nda Türkçe’de Mevlânâ” bafll›kl› yaz›s› kültürel bir miras›n çeviri yolu ile kazan›m›na çok de¤erli bilgilerle katk›da bulunuyor. Bar›fl Özkul, “Kara Kitap’taki Özel Adlar›n
Çeviride Yiten Büyüsü” bafll›¤›n› verdi¤i yaz›s›nda Türkçe’den ‹ngilizce’ye
çeviri ba¤lam›nda 2006 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar›m›z Orhan Pamuk’un Kara Kitap adl› roman›nda özel adlar› enine boyuna ve yaz›nsal tat
ve katman katan bir yöntemle inceleyip baflka bir dile çeviri s›ras›nda ne gibi bir durumla, ve sorunla, karfl› karfl›ya kal›nabilece¤ini gösteriyor. Sabri
Gürses, Rusça’dan Türkçe’ye yap›lan çevirilerin tarihine ›fl›k tutan “Rusça’dan Türkçe’ye Çeviriler: Sohbet ve Dedikodu” bafll›kl› yaz›s›n› ilginç bir
benzetmeye dayand›rarak eserin kendi dilinden/ birinci dilden yap›lan çevirilere “sohbet”, ikinci dil ya da ara dilden çevirilere “dedikodu” diyor. Esra
Özkaya, “Çeviri Yaz›n ve Okuma Keyfi Üzerine” bafll›kl› yaz›s›nda bize çeviri okuma keyfinden söz ederken okur ve çeviri yaz›n iliflkisini çeflitli örneklerle düflündürüyor. Sinem Can›m’›n “Türkiye’de Çeviri Çocuk Yaz›n›: Tom
Sawyer Çevirileri” bafll›kl› yaz›s› çocuk yaz›n›n›n ideolojik çeviri yolu ile ald›¤› görünümü örneklerle tart›fl›yor.
Zevkle okunmas› dile¤iyle. Nice çeviri dosyalar›na. Teflekkürler Sözcükler.
78
“MEVLÂNÂ YILI”NDA TÜRKÇE’DE MEVLÂNÂ
Mine Yaz›c›*
Birleflmifl Milletler 1995 y›l›nda Türkiye’nin sundu¤u teklifi kabul
edip bu y›l› “Hoflgörü Y›l›” olarak ilan etmiflti. Ard›ndan 1995’li y›llar›n
Kültür Bakan› Fikri Sa¤lar önderli¤inde gerçeklefltirilen bu ileriye dönük öneri Birleflmifl Milletlerce 2007 y›l›n›n “Mevlânâ Y›l›” olarak kutlanmas›na da zemin haz›rlam›flt›. Kuflkusuz aradan on iki y›l geçtikten
sonra 2007’de Türkiye’nin bu kez “Mevlânâ Y›l›” önerisiyle gündeme
gelmesi ve kabul görmesi rastlant› olarak de¤erlendirilemez. Bu hem Orta Do¤u’da içinde yaflan›lan s›cak savafl dönemlerinin, hem de Do¤u-Bat› kutuplaflmas›n›n geriye dönük bir sorgulamas› olarak düflünülebilece¤i gibi, ileriye dönük etkinliklerin de bir tetikleyicisi olarak görülebilir.
Örne¤in, 1992 y›l›nda Kültür Bakanl›¤›’n›n önce Abdülbaki Gölp›narl›’n›n günümüz Türkçe’sine kazand›rd›¤› Mevlânâ’n›n Divan-› Kebir adl› yap›t›n›n iki cildini Bakanl›k yay›nlar› aras›nda ç›kartmas› 1995 “Hoflgörü Y›l›”n›n bir müjdecisi olurken, 1995 y›l›nda Kültür Bakanl›¤›’n›n
Amerika’daki bir yay›neviyle (Echo Publications) anlafl›p, Divan’›n ‹ngilizce çevirilerinin yay›nlanmas›na önayak olmas› da 2007 y›l›n›n müjdecisi olarak kabul edilebilir. Bu ise, bir yandan çevirilerin sosyolojik bir olgu olarak uluslararas› arenadaki rolüne iflaret eder, öte yandan da Türkiye’nin küreselleflme ça¤›nda çeviriler arac›l›¤›yla kültürel mirasa sahip
ç›kma ve onu evrensel kültüre mal etme konusunda bilinç kazand›¤›n›
gösterir.
Bu konuda bilim dallar›n›n önce varolan durumu saptay›p ard›ndan
gelece¤e ›fl›k tutma fleklindeki yükümlülü¤ü yads›namaz. Kuflkusuz, bu
aç›dan çeviribilimin de sorumlulu¤u vard›r. Bir baflka deyiflle, toplumun
ayd›nlamas›nda ve d›flar›ya aç›lmas›nda, çevirilere kültürel ve toplumsal
aç›dan etkinlik kazand›rarak örgütlenmesinde arac› rol oynar. Bu ba¤lamda Mevlânâ y›l› çeviribilim aç›s›ndan incelenecek olursa akla flu sorular gelir: Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin yap›tlar› ikinci dilden çevirileri
arac›l›¤›yla tan›nmas›na karfl›n, günümüz okuru onun yap›tlar›na Türk
kültürü’nün temel tafllar› aras›nda yer verir. Gerçi bu, teklifin özellikle
Türkiye taraf›ndan Birleflmifl Milletlere verilmesinden de aç›kca anlafl›lmaktad›r. Böyle bir teklifi Türkiye’nin sunmas›nda Mevlânâ’n›n Türkçe
ve 150 ülkede yaklafl›k 61 dilde yap›lan çevirilerinin pay› nedir? Buna
ba¤l› olarak Mevlânâ’n›n uluslararas› tan›nmas›nda yazar›n, çevirmenlerin, kitap fuar›, sema gösterileri ve dernek etkinliklerinin çevirmen, dü79
zeltmen ve yay›nevlerinin katk›s› nedir? Son olarak da, ikinci dilden de
olsa çevirilere sahip ç›k›lmas›n›n kültür politikalar› aç›s›ndan önemi nedir? Bütün bu sorular çevirilerin gerçekte sosyal bir olgu oldu¤unun kan›t›d›r. Mevlânâ y›l› dolay›s›yla Mevlânâ ve çevirilerinden yola ç›k›larak
yap›lacak ufak çapl› bir araflt›rma hem çevirinin sosyal bir olgu olarak
önemine iflaret eder, hem de bu konuyla ilgili yukar›daki sorulara yan›t
arar. ‹flte bu amaçla Mevlânâ y›l›n›n Birleflmifl Milletler taraf›ndan kabul
görmesinde önde gelen sosyal unsurlar›n üzerinde durarak hem ikinci ve
üçüncü dilden de olsa çevirilerin kültürel ve toplumsal olarak kazand›¤›
önem, hem de Mevlânâ çevirilerinin küreselleflme ça¤›ndaki önemi üzerinde duraca¤›z. Buna ba¤l› olarak, baflta yazar olmak üzere çevirmen,
yay›nevi ve devlet politikalar›n›n kültürel sermaye ile iliflkileri ve söz konusu iliflkilerin çevirilerin küresel arenada sembolik sermaye kazanmas›ndaki pay›n› inceleyece¤iz.1
Çeviri aç›s›ndan Mevlânâ’n›n (1207-1273) kültürel kimli¤i
Yazar›n kimli¤i kuflkusuz çevirinin kabul görmesinde büyük rol oynar. Bir baflka deyiflle yazar›n e¤itimi, aile geçmifli, ekonomik durumu,
toplumdaki konumu onun kültürel sermayesini ilgilendirdi¤i kadar toplumda sayg›n bir yazar olarak kabul görmesini sa¤layan sosyal sermayesini de ilgilendirir. Bu iki sermayenin birleflmesi yazar›n oldu¤u kadar çevirmenin de kendi alan›ndaki sembolik sermayesinin temelini oluflturur.
Buna ba¤l› olarak, yazar öncelikle Türkçe yazmasa da felsefi kimli¤inin
yeflermesine ve görüfllerinin yay›lmas›na zemin haz›rlayan Anadolu’daki
siyasal yap› ve anlay›fla de¤inilmesi, hem bugün niçin Afganistan ve
‹ran’da oldu¤u kadar Türkiye’de de benimsenip sahip ç›k›ld›¤›n›, hem
de günümüze de¤in niçin sayg›nl›¤›n› koruyup Bat› ve Do¤u dünyas›nda
kabul gördü¤ünü aç›klar.2
Rumi’nin bugün Afganistan s›n›rlar› içerisinde yer alan Belh flehrinde dünyaya gelip, dönemin ünlü bilginlerinden Sultan ül Ülema olarak tan›nan Bahaddin Veled’in o¤lu oldu¤u, Do¤u’dan ‹slam ve H›ristiyan dünyas›n› tehdit eden Mo¤ol istilas› ve Bat›’dan haçl› seferleri nedeniyle göçe zorland›klar› bilinmektedir. Selçuklular XI. Yüzy›lda Hitit, Yunan ve Roma kültürleriyle yo¤rulmufl Anadolu’ya girmeleriyle birlikte bu
topraklar› ‹slam kültürü ve felsefesiyle tan›flt›rm›fllard›r. Ancak Mo¤ollar›n aksine yak›p y›kmak yerine, varolan kültür yuma¤›n› koruyup onun
s›n›rlar›n› ‹slam kültür ve felsefesiyle zenginlefltirmifllerdir. Kuflkusuz
onlar›n bu hoflgörülü yap›c› tutumlar›n›n alt›nda ‹slam dünyas›n›n özellikle de Aristoteles baflta gelmek üzere Antik ça¤ felsefe ve t›bb› ile ilgili
bilgilerle tan›fl›k olmalar›n›n da büyük pay› vard›r. Selçuklular XII. yüzy›lda varolanlar›n yan›na kendi Nizamiye ad› verilen medreselerini de
80
kurarak yerleflik bir toplum olman›n temellerini atm›fllard›r. Öyle ki dönemin önde gelen bilgin, düflünür ve yazarlar›n› kendi kurduklar› Nizamiye medreselerine ders vermek üzere davet etmifller ve her türlü görüfl
ve düflüncenin tart›fl›labildi¤i bir ortam haz›rlamay› baflarm›fllard›r. ‹flte
Mevlânâ’n›n babas› Bahaddin Veled’in Karaman’a göçü de böyle bir davetin sonucudur.3
Her ne kadar dilin bir kültürü belirleyici en temel unsur oldu¤u
öne sürülse de söz konusu dönemde ‹mparatorlu¤un resmi yaz›flma dili
Farsça’d›r. Konu Mevlânâ aç›s›ndan incelenecek olursa, onun da yap›tlar›nda Farsça’y› kulland›¤› görülür. Bununla birlikte, örne¤in, “Aslem
Türkest egerçi Hindu guyem” fleklindeki “Farsça söylüyorsam da asl›m
Türk’tür” sözleri, Mevlânâ’n›n niçin Türkçe yazmad›¤› ya da yap›tlar›na
serpifltirilmifl Türkçe ve Grekçe sözlere karfl›n niçin Farsça’y› ye¤ledi¤i
sorular›n› akla getirir.4 Genellikle dönemin sayg›n yaz›nsal dilinin Farsça, bilim dilinin de Arapça oldu¤u düflünülecek olursa onun Farsça yazma konusundaki karar› hakl› karfl›lanabilir. Bununla birlikte Mevlânâ’n›n ça¤dafl› Yunus Emre’nin bir tek kelime Farsça yazmamas› dikkat
çekicidir. Abdülbaki Gölp›narl›’ya göre, Mevlânâ’n›n Türkçe yazmamas›
onun konufltu¤u Belh Türkçe’sini Anadolu halk›n›n anlamamas›na ba¤lanabilir, öte yandan Yunus Emre, Gölp›narl›’n›n deyifliyle “yetmifl iki
milleti bir araya getiren ayn› felsefeye dayanan dizelerini, Anadolu halk›n›n paylaflt›¤› halk edebiyat› dizeleriyle ifade eder.5 Ancak Mevlânâ’n›n
ana dilinin Anadolu’da konuflulan dilden farkl› olmas›, üstelik e¤itimini
Farsça olarak almas› onun dil seçimi konusundaki karar›n› hakl› k›lar.
Ne var ki Farsça’n›n yaz›l› dildeki a¤dal› kullan›l›fl› yerine, konuflma dilini kullanarak dizelerini dile dökmesi onun ana dili Türkçe’nin sade ve
do¤rudan ifade fleklini seçti¤ini gösterir.
Yap›tlar
Mevlânâ’n›n en önemli iki yap›t› Mesnevi ve Divan-› Kebir ’dir. Bu
yaz›n›n s›n›rlar› içerisinde sadece bu temel iki yap›t ve çeviri tarihi aç›s›ndan özel yeri olan çevirmenlerden söz edilecektir.
Mesnevi : Mevlânâ’n›n Mesnevi adl› yap›t› alt› ciltten oluflur, kofluk
olarak yaz›lm›fl ve birbirinden farkl› öykülerle bu öykülerin ça¤r›fl›mlar›ndan oluflmufltur. 1278 tarihli, Konya müzesinde bulunan 25618 beyitlik bu yap›tta bir çok öykü bulunmaktad›r. Mesnevi ‘nin vezin türündeki
öyküleri her ne kadar izleksel aç›dan bir bütünlük sa¤lamasa da duygular› dillendirmedeki fliirselli¤i ve ö¤reticili¤i onu eflsiz k›lm›flt›r. Mevlânâ’n›n dünya görüflü, felsefi yaklafl›m›, ö¤üt ve yorumlar› öyküler içinde
ayet ve hadislerden al›nt›lar yap›larak desteklenmifltir. Yap›t Rumi’nin
a¤z›ndan halefi Çelebi Hüsamettin taraf›ndan kaleme al›nm›flt›r. Buna
81
neden olarak Mevlânâ’n›n duygu ve düflüncelerini do¤açlama fliire dökme yetene¤i gösterilebilir. Yap›t›n an›nda baflkas› taraf›ndan kaleme al›nmas›n›n, baflka bir deyiflle yaz›l›fl fleklinin, gündelik dil özelliklerini tafl›mas›na neden oldu¤u öne sürülebilir.
Divan-› Kebir veya Külliyat-› fiems : Mevlânâ’n›n gazel ve rubai
(dörtlük) halinde coflku an›nda duygular›n› dile getiren lirik fliirleridir.
Bu yap›t›n bir ad›n›n da Külliyat-› fiems olmas› Mevlânâ’n›n karfl›l›kl› fikir al›flveriflinde bulundu¤u Tebrizli dervifl fiems ile etkilefliminden kaynaklanmaktad›r. Bu ayn› zamanda Mevlânâ’n›n diyalektik düflünceye
verdi¤i önemi gösterir. Bu fliirlerdeki beyit say›s› 40380 olup etraf›ndakiler taraf›ndan kay›t edilmifltir. Aralar›nda çok az say›da Türkçe, Rumca ve Arapça fliirler olmas›na karfl›n Divan’daki dil yine Farsça’d›r.
Çeviriler : Bat› dünyas›nda Mesnevi çevirilerini ilk tetikleyen 1491
y›l›nda kurulan Galata (Kalenderhâne) Mevlevîhanesi ve buradaki sema
gösterileri olmufltur. ‹stanbul’a ‹sveç, Danimarka gibi ülkelerden gelen
seyyah, elçi, yazar ve gravür sanatç›lar›n›n bu gösterilerle ilgili mektup ve
yolculuk-an› kitaplar›na serpifltirdikleri izlenimleriyle ilgili bilgi ve görüfller Mevlânâ’n›n yap›tlar›na ilgiyi çekmifltir. Bu konuda gerçek anlamdaki çeviriler 19. yüzy›lda bafllam›flt›r. Bafllang›çta tarihçilerin, din adamlar› ve din bilginlerinin ilgisini çeken yap›t öncelikle bilgilendirme amac›yla kullan›lm›fl ve bu ba¤lamda Mesnevi ’deki beyitlerin bir k›sm›n›n çevirisine de yer verilmifltir. Örne¤in din adamlar›ndan Alman Protestan papaz› G. F. Tholuck tasavvufla ilgili yap›t›nda Mesnevi ’den kimi beyitleri
Latince’ye çevirmifltir (1821). Öte yandan Mesnevi ’nin ilk çevirisi, Fransa’n›n Türkiye Büyükelçisi J. D. Wallenbourg taraf›ndan Frans›zca’ya
1799’da yap›lm›fl ancak Beyo¤lu’nda ç›kan yang›n nedeniyle yay›nlanamam›flt›r. Mesnevi ’nin gerçek anlamda Bat› dillerine ve Türkçe’ye yap›flm›fl önde gelen çevirileri ve bu yap›tla ilgili yer yer çevirilerin yer ald›¤›
yorum, metin çözümlemesi, elefltiri niteli¤indeki yap›tlar›n ço¤u do¤u bilimciler taraf›ndan yaz›lm›flt›r (Nuri fiimflekler, Bat› Dünyas›nda Mesnevî ve Dîvân-› Kebîr Üzerine Yap›lan ‹lk Çal›flmalar www.kto.org.tr/tr/dergi, Aral›k 2006).
Çevirmenler:
S. James Redhouse : Mesnevi ’nin ilk ‹ngilizce çevirilerini bafllatan
kiflidir. Gerçekte ‹ngilizce-Türkçe ve Türkçe-‹ngilizce sözlü¤ü Türkçe’ye
kazand›ran ‹ngiliz gemicisi 1826’da Bahriye’de ‹ngilizce ö¤retmeni olarak görevlendirilmifl ve dille ilgili bilgi birikimini bundan sonra edinmifltir. 1838’de sadrazam tercümanl›¤›na atanan James Redhouse 1850’li
y›llarda Tanzimat ayd›nlar›n›n bilim dilinin Arapça ve Farsça yerine halk
dili Türkçe olmas› amac›yla kurduklar› Encümen-Danifl’e seçilerek
82
Türkçe’de ar› dil ak›m›n› bafllatan kifliler aras›na girmifltir. Halk dili, Osmanl›ca Türkçe dilbilgisi, Anadolu’ya giderek toplad›¤› Arapça harflere
göre düzenlenmifl Arapça-Farsça ve Türkçe karfl›l›klar›n verildi¤i çal›flma
ilk 12 cilt halinde el yazmas› olarak 1890’da yay›nlanm›flt›r. Ayr›ca Latin
harfleriyle okunufllar›n›n yan› s›ra dilbilgisel tür ve gündelik deyim ve
atasözlerinin de yay›mland›¤› bu sözlük kuflkusuz Mesnevi ’nin ‹ngilizce’ye çevirisinde çevirmenin Farsça, Arapça ve Türkçe’yle ilgili birikimini göstermektedir. Bu üç dille ilgili Redhouse’un birikimi ve çal›flmalar›
hem Osmanl›ca’dan ilk ‹ngilizce’ye çevirileri bafllatm›fl, hem de Mesnevi ’nin I. cildindeki 2500 beyiti çevirmesine alt yap› haz›rlam›flt›r. Redhouse’un halk diline verdi¤i önem Mevlânâ’n›n gündelik kofluk dildeki
biçemiyle örtüflmüfltür. Bununla birlikte Viktorya dönemine rastlayan bu
çevirinin kimi müstehcen ya da dinle ba¤daflmayan bölümlerinin Latince’ye çevrilmesi ilginç oldu¤u kadar elefltiri konusu da olmufltur. Söz konusu çeviri günümüzde de kaynak olarak kullan›lmaktad›r.6
R. A Nicholson : Mesnevi ’nin ilk tam çevirisi Cambridge üniversitesinden Do¤ubilimci Reynold A. Nicholson taraf›ndan 1925 ve 1940 y›llar›nda yap›lm›flt›r. Yap›t›n orijinal Farsça yazmas› dahil yazar›n aç›klama ve elefltirel notlar› çeviriye eklenmifltir. Aç›klamal› bu çeviri ilk 8 cilt
halinde Cambridge üniversitesi taraf›ndan yay›nlanm›flt›r. Bu çeviri bir
çok ülkede ve Hindistan, Pakistan ve özellikle Bat›’daki do¤ubilimcilerin
birincil derecede kayna¤›n› oluflturmaktad›r. Öyle ki bu çevirinin 6 cildi
Konya Büyükflehir Belediyesi taraf›ndan 2004 y›l›nda bast›r›lm›flt›r. Büyük bir olas›l›kla çevirinin 2 cildi bilim adam› kimli¤i tafl›yan çevirmenin
elefltirel (tenkidi) önsözü niteli¤inde oldu¤undan bast›r›lmam›flt›r. Ayr›ca çevirinin dilsel olarak Viktorya döneminin a¤dal› dilini yans›tt›¤› öne
sürülmektedir. Bu yüzden eserin günümüz ‹ngilizce’sine uyarlamas›
Harvard’da görevli do¤ubilimci Abdülkerim Surufl’a verilmifltir. Buna
karfl›n çevirinin filolojik belge niteli¤i tafl›mas›, eklemelerde bulunulmamas› baflka dillerdeki çevirilere kaynakl›k etmesini sa¤lam›flt›r. Bu yüzden Bat›n›n yüzünü Do¤uya çevirmesinde ve Mevlânâ’n›n evrensel kültüre katk›s›ndaki eme¤i yads›namaz. Nicholson’un Mesnevi çevirisinin
d›fl›nda önsözünü yine Cambridge Üniversitesi do¤u bilimcilerinden A.
J. Arbery’nin yazd›¤› Mevlânâ’n›n Divan-› Kebir ’inden seçme lirik fliirlerin yer ald›¤› Selected Poems from the Divan› Shamsi Tabriz adl› çevirisi de bulunmaktad›r (Mevlânâ Jalaluddin Rumi, “Translations of Rumi”
http://www.rumi.org.uk/translations.htm.)
Abdülbaki Gölp›narl›: Mesnevi ’nin Osmanl›ca’dan Türkçe’ye çevirisi 1942-1946 y›llar› aras›nda Türkiye’nin önde gelen, hem divan hem de
halk edebiyat›n› en iyi bilip elefltirebilen, türkologlar›ndan Abdülbaki
Gölp›narl› ve Veled ‹zbudak taraf›ndan 6 cilt olarak yap›lm›flt›r. Bu çevi83
rinin önemi Mevlânâ’n›n tinini yans›tacak flekildeki sadeli¤i ve dilinin
ar›l›¤›d›r. Bir baflka deyiflle kaynak metnin amac›yla çevirisinin amac› örtüflmüfltür. Bu aç›dan ‹ngilizce çevirilerinden daha baflar›l› oldu¤u öne
sürülebilir. Ayr›ca Divan-› Kebir ’in yaz›n›n bafl›nda da belirtildi¤i gibi
1957 ve 1960 y›llar› aras›nda Gölp›narl› taraf›ndan 4 cilt olarak yap›lan
çevirileri, Türkçe’den ‹ngilizce’ye kaynakl›k etmektedir. Nevit O¤uz Ergin taraf›ndan yap›lan bu ‹ngilizce çeviri Gölp›narl›’n›n Mevlânâ’y› öne
ç›karan aç›k ve gösteriflten uzak diliyle baflka dillerde çevirileri de bafllatacak güçtedir. Oysa Mevlânâ’n›n yap›t›n›n özellikle Bat› dillerine çevirilerinde Divan edebiyat›na özgü özelliklerin ön plana geçti¤i görülür. Bu
aç›dan Mevlânâ’n›n Bat› dillerine çevrilmesinde Gölp›narl› gibi Türkçe
ikinci dil çevirilerden yola ç›k›lmas›n›n Mevlânâ’n›n tinini günümüz
okuruna yans›tmas› aç›s›ndan daha ifllevsel oldu¤u öne sürülebilir (Köro¤lu s.354).
Sonuç
Mevlânâ ve geçmiflteki temel çevirilerine k›saca de¤inilen bu yaz›da
kültürler aras› iletiflimde baflta yazar›n kimli¤i ve yap›tlar› olmak üzere
çevirmen ve kültür politikalar› aras›nda köprü kurulmaya çal›fl›lm›flt›r.
Kültür Bakanl›¤›n›n ulusal kültür politikalar›ndan yola ç›karak bafllatt›¤›
ve evrensel kültüre mal etti¤i bu etkinli¤e yay›nevlerinin çeviriler, kitap
fuarlar› ve söylefliler arac›l›¤›yla destek vermesi Mevlânâ’n›n oldu¤u kadar kendi kültürümüzün de uzgörülü ve hoflgörülü yaklafl›m›n› ifade
eder. Ne var ki bunda temel etken çeviriler olmas›na ve çevirinin sosyal
bir olgu olarak küreselleflmedeki pay›na karfl›n, küresel pazarda çevirilerin sayg›nl›k kazan›p kabul görmesinde baflta kurum olmak üzere sosyal
etkinlikler ve yay›nevleri gibi özel giriflimlerin de katk›s› yads›namaz. ‹flte bu yüzden 2007 y›l›n›n Birleflmifl Milletler taraf›ndan “Mevlânâ Y›l›”
ilan edilmesinde baflta Mevlânâ’n›n birlefltirici düflünür kimli¤i olmak
üzere çevirilerin ve çevirileri tetikleyip onlara sayg›nl›k kazand›ran sosyal unsurlar›n da önemi yads›namaz.
* Doçent, ‹stanbul Üniversitesi, ‹ngilizce Mütercim-Tercümanl›k Anabilim Dal›
(1) Bourdieu, Pierre. 1994 Language and Symbolic Power, Oxford: Blackwell
Publishers, s,163-202.
(2) Iqbal, Afzal. 1974 Life and Work of Rumi Lahore Zarreen Art Pres 3.Bask›, s.5-9.
(3) Yaz›c›, Tahsin. 2004 Makaleler ‹stanbul: Multilingual, s.49-52.
(4) Köro¤lu, Hüseyin. 2000 Türk Dili ve Edebiyat› Konya: Sebat Ofset, s. 354,
358.
(5) Gölp›narl› Abdülbaki. 1945 Divan Edebiyat› Beyan› ‹stanbul: Marmara Kitabevi, s,132.
(6) Berkez, Niyazi. 1999. “Dil Ça¤dafllaflmas› ve Siyasi Anlamlar›”. der. Öner
Ya¤c›. Cumhuriyet Dönemi Edebiyat Seçkileri, s.302-317
84
KARA K‹TAP ’TAK‹ ÖZEL ADLARIN ÇEV‹R‹DE
Y‹TEN BÜYÜSÜ
Bar›fl Özkul*
“Hiçbir fley hayat kadar flafl›rt›c› olamaz. Yaz› hariç. Yaz› hariç. Evet
tabii, tek teselli yaz› hariç.” tümcesiyle kapanan Kara Kitap ilk bask›s›n›
yapt›¤› 1990’dan bu yana Türk edebiyat›n›n elefltirmenlerce en fazla didiklenen romanlar›ndan biri olma özelli¤ini koruyor. Bunun böyle olmas›n›n birincil nedeni olarak roman›n içerdi¤i anlat› düzlemlerinin çoklu¤u ve çeflitlili¤ine iflaret edilebilir. Kara Kitap okurlar›n› metinleraras›l›¤›n yayg›n biçimde yürürlükte oldu¤u bir yaz›n ça¤›nda Do¤u, Bat› türünden kadim ayr›mlar›n bile ne denli silikleflebilece¤ini simgeleyen iç
içe geçmifl anlat› ve imgelerle dokunmufl çok katmanl› bir yap›y› söküp
yeniden dokumaya, post-modern yaz›n›n tipik oyunlar›n› hakk›n› vererek oynamaya davet ediyor. Bu çerçevede Kara Kitap’ta yer alan özel adlar roman›n farkl› al›mlanma alternatiflerinin tutamak noktalar› olarak
ifllevsellefltirilebilecek nitelikteler ve zaten bugüne kadar pek çok Türk
ve yabanc› edebiyat elefltirmeni bu yönlerine de¤indi.
Bu yaz›da Kara Kitap’›n olay örgüsünde baflrolleri paylaflan karakterlerin isimlerinin metnin Türkçe’sinde tafl›d›¤› çoklu anlam potansiyelinin 1994 y›l›nda Güneli Gün imzas›yla yay›mlanan ‹ngilizce çeviri metne ne ölçüde tafl›nabildi¤i/tafl›nm›fl olabilece¤i konu edilecek. Bu incelemeye geçmeden önce özel adlar›n yaz›nsal çeviri söz konusu oldu¤unda
nas›l “ezelden beri” sorunsallaflt›r›lmaya epeyce elveriflli birer unsura dönüfltüklerini an›msatmakta fayda var. Örne¤in ‹ngiliz edebiyat›ndan
Türkçe’ye çevrilmifl bir klasi¤i bu ba¤lamda k›saca de¤erlendirmek gerekirse, Fielding’in Tom Jones’unda Tom Jones’un babal›¤›n›n soy ismi
olan “Allworthy” bafll› bafl›na bir ataerkillik alegorisi olarak okunabilir,
nitekim anlat›n›n içeri¤i ve kurgusu buna epeyce müsaittir. Ne var ki roman› al›mlama ufkumuzda beliren bu okuma olana¤›n› öncüllefltirerek
Türkçe çeviride “Allworthy”nin yerine Türkçeleflmifl bir ataerkillik alegorisi aray›fl›na girmemiz elefltiri perspektifimizin genelden tikele indirgenmifl bir mecrada t›kanmas›na yol açabilir. Bunun da kaç›n›lmaz sonucu çeviriyi bütünlüklü bir zeminde de¤erlendirme alternatifinin ›skalanmas› olacakt›r. Bu yaz›da da Kara Kitap’taki özel adlar›n çevirisinden yola ç›karak Kara Kitap’›n ‹ngilizce çevirisinin bütünü üzerine kapsay›c›
bir de¤erlendirme yapmak amaçlanm›yor. Bu türden bir de¤erlendirme
çok daha genifl kapsaml› bir araflt›rman›n konusu ve ürünü olabilir. Bu
85
yaz› ise yaz›nsal metinlerin özgün dillerinde tafl›d›¤› anlam ve aç›mlanma
potansiyelinin çeviri ile birlikte ister istemez belli ölçüde yitip gitmesine
yak›lan k›sa bir a¤›t olarak okunabilir.
Kara Kitap’›n ikinci k›sm›n›n “Esrarl› Resimler” bafll›¤›n› tafl›yan
on dördüncü bölümü bir Mevlevi olan fieyh Galip’in “Esrar›n› Mesnevi’den ald›m.” dizesiyle aç›l›yor. Özgün eserde bu dizeyi “çald›m veli miri mal› çald›m” dizesi izler, yani modern Türkçesi ile “çald›ysam kamu
mal›n› çald›m” demektedir fieyh Galip. fieyh Galip’in kamuya mal oldu¤u için gocunmadan “çald›¤›n›” vurgulad›¤› metin ise 13. yüzy›lda yaflayan flair Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin Mesnevi ’si. (Esrarl› Resimler’in
girizgah›yla Pamuk’un metinleraras›l›¤› h›rs›zl›k addedenleri ince bir
ironiyle hicvetti¤i çok aç›k.) fieyh Galip ve Mevlânâ Celaleddin Rumi roman›n merkezine eserleri, yaflant›lar› ve roman›n bafl kiflilerine ödünç
verdikleri adlar›yla oturmaktalar. Kara Kitap’›n görünürdeki izle¤ini efli
Rüya ve onunla birlikte olabilece¤ini düflündü¤ü amcas›n›n o¤lu gazeteci Celal’i aramaya koyulan terk edilmifl efl Galip’ten oluflan üçgen teflkil
ediyor ve bu üçgen fieyh Galip’in Hüsn ü Aflk’›n› an›msatan bir anlat›ya
aç›l›yor: 18. yüzy›l›n mistik flairlerinden fieyh Galip’in Hüsn ü Aflk’› ayn›
kabilede büyüyen Hüsn ve Aflk’›n aflklar›n› konu eder. Yetiflkinlik ça¤›na
geldiklerinde Aflk’›n Hüsn’e kavuflabilmesi için aflk›n ve hayat›n kimyas›n›n bulundu¤u Diyar-› Kalp’e yolculuk etmesi gerekir. Y›¤›nla güçlükle
karfl›laflt›¤› bu yolculu¤un sonunda Diyar-› Kalp’e ulaflt›¤›nda Aflk,
Hüsn’ün asl›nda kendi içinde oldu¤unu fark eder ve bu k›ssadan hisseyle anlat› sonlan›r.
Kara Kitap Hüsn ü Aflk’a yap›lan dolays›z göndermelerle doludur:
Rüya ve Galip, Hüsn ve Aflk’a benzer biçimde birer kardefl gibi büyür,
Hüsn ü Aflk’› okurken birbirlerine âfl›k olup evlenirler. Rüya’n›n arkadafllar›ndan Gül’ün üç ve dördüncü çocuklar› ikizdir, adlar› ise Hüsn ve
Aflk’t›r. Aflk yolculu¤unun sonunda Diyar-› Kalp’e var›rken Galip de Rüya ve Celal’i ‹stanbul’un çeflitli semtlerinde ve yüzlerinde arad›ktan sonra fiehrikalp Apartman›’n›n en üst kat›na, “yaz› yazmaya bafllayaca¤›”
mekana yerleflir. (Çevirmen herhalde ad›n›n Türkçe’deki karfl›l›¤› hayli
anlaml› bir bütün oluflturdu¤u için olsa gerek romandaki öteki özel adlardan farkl› olarak fiehrikalp Apartman›’n› “Heart of the Cities Apartment” olarak çevirmifl.) Her iki anlat›n›n sonland›¤› uzamlar olan fiehrikalp Apartman› ve Diyar-› Kalp aras›ndaki metinleraras› paralellik aç›kt›r. Aflk’›n Diyar-› Kalp’e vard›¤›nda buldu¤u s›r Hüsn’ün kendi içinde oldu¤unu anlamas›d›r; Galip’in fiehrikalp Apartman›’n›n en üst kat›nda elde etti¤i “galibiyet” ise Celal’in köfle yaz›lar›n› yazmaya bafllamas›, kuzeninin yazar kimli¤ini kendi kimli¤iyle harmanlayarak yeni bir senteze
ulaflmas›d›r. Dolay›s›yla, Galip’in arad›¤› iksir yazarl›k becerisi olarak yo86
rumlanabilir; bu yorum dahilinde Rüya ve Celal yaz›n›n ve yazarl›¤›n birer kamuflaj› olarak kurguda yer al›rlar ve Galip, Celal’in köfle yaz›lar›n›
baflar›yla kotarmaya bafllad›ktan k›sa bir süre sonra Celal ve Rüya ölür,
çünkü benliklerinde kamufle ettikleri s›r uzun bir aray›fl›n ard›ndan art›k Galip’in eline geçmifltir.
Bu el de¤ifltirmeden flöyle bir sonuca gidilebilir: Anlat›n›n baflat
düzlemini Galip’in “polisiye roman müptelas›” efli Rüya’y› bulmak için
ç›kt›¤› yolculu¤un sonunda kaleme ald›¤› köfle yaz›lar›nda eski anlat›lar›
kendine has yüklü bir retorik ve tarihle, güncelli¤in hemhal edildi¤i bir
içerikle donatarak yorumlayan kuzeni Celal’in yazar kimli¤ini kendi kimli¤iyle sentezleyerek edinmesi oluflturdu¤una göre Kara Kitap bafll› bafl›na Galip’in yazarl›k serüveni olarak okunabilir. Böyle bir okuman›n aç›l›mlar›ndan biri de polisiye roman müptelas› Rüya’n›n ucuz, niteliksiz
yaz›nla etkileyici bir üslup ve konu zenginli¤ini bar›nd›ran yaz›lar›n sahibi Celal’in ise derinlikli edebiyatla özdefllefltirilmesi olabilir. Nitekim
roman›n sonlar›nda Rüya’n›n cesedi Alaaddin’in Dükkan›’ndaki oyuncak bebeklerin aras›nda bulunurken nitelikli köfle yaz›lar›ndan tan›d›¤›m›z Celal’in cesedi ise yaz›yla ilintisi aç›k bir nesneyle, gazete ile örtülüdür. Galip ad›n›n Türkçede tafl›d›¤› anlam yükü bu tablo içerisinde gittikçe netlik kazan›r: Nas›l fieyh Galip Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin Mesnevi ’sini yorumlay›p kendine özgü terkiplere ulaflt›ysa Kara Kitap’›n “Galip”i de köklü bir yaz›nsal gelene¤i ustaca yo¤urarak köfle yaz›lar›nda yeniden üreten yaz›lar›n sahibi Celal’in kimli¤ini kendi kimli¤ine zerk ederek “galibiyete” ulaflm›flt›r. Kara Kitap’›n ‹ngilizce çevirisinde ise Galip
ad› çevrilmedi¤i gibi sözcü¤ün Türkçedeki anlam›n› aç›klayan herhangi
bir dipnot da düflülmemifl. Yabanc› okurlar›n, büyük olas›l›kla ço¤unun,
özel adlar›n Türkçe’deki aç›l›mlar›ndan bihaber roman› okumaya koyulacaklar› düflünüldü¤ünde Galip’in roman›n sonunda yazarl›¤a eriflerek
elde edece¤i galibiyeti anlat›n›n en bafl›ndan itibaren kendi ad›yla müjdeledi¤i elle tutulur nitelikteki ipuçlar›ndan birinin ister istemez devre d›fl› kald›¤› söylenebilir. (Elbette ki bu durum ça¤dafl yaz›n›n günden güne
daha zorunlu bir gereksinim haline getirdi¤i araflt›r›c› ve üretici okuma
ediminin hakk›n› veren okurlar için geçerli de¤il.)
Kara Kitap’ta Galip’in d›fl›nda okurun anlat›y› al›mlama alternatiflerini alabildi¤ine dalland›r›p budakland›rmas›na olanak sa¤layacak nitelikte anlamlarla yüklü baflka adlar ve soyadlar› da var ve bunlar›n en
“yüklülerinden” biri de kuflkusuz Celal. Kara Kitap’›n Celal Salik’i hayranlar› oldu¤u gibi kendisini k›skanan, sert biçimde elefltiren düflmanlar› da olan ve romanda fiziksel varl›¤›yla de¤il yaz›lar› ve hakk›nda at›p tutulanlarla yer alan naml› bir köfle yazar›. Köfle yaz›lar› pek çok kifli için
yol gösterici nitelikte; öyle ki kaleminin nüfuz etti¤i zümreler aras›nda
87
darbe yapmaya kalk›flan gruplar bile var. Okurlar›yla iliflkisi ise pek çok
bak›mdan “fleyh-mürit” iliflkisini and›r›yor. Bu and›r›fl pek öyle rastlant›sal da de¤il: Pefline düfltü¤ü Celal’in köfle yaz›lar›n› enine boyuna didikleyen Galip, birçok öykünün Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin Mesnevi ’sinden al›nd›¤›n› keflfediyor. Zaten romanda Mevlânâ Celaleddin Rumi ve
köfle yazar› Celal aras›nda yap›labilecek bir özdefllefltirmeye malzeme sunan y›¤›nla aç›k seçik ipucu var. Hatta en basit haline indirgenerek de olsa bu özdefllefltirme Kara Kitap’›n çevirisi üzerinden de kolayl›kla yap›labilir zira Celal’in baz› yaz›lar›n›n omurgas›n› Mevlânâ ve Mevlânâ’n›n ö¤retilerinden türeyen Mevlevilik tarikat› üzerine anlat›lar oluflturuyor.
Öbür yandan Celal ve Salik sözcüklerinin Türkçe’deki aç›l›mlar› Kara Kitap’›n özgün dildeki metninin ‹ngilizce çeviriye göre daha fazla çeflitlilik
içeren al›mlanma düzlemlerinden okunmas› olana¤›n› do¤uruyor. Celal
Türkçe’de büyüklük, ululuk gibi anlamlara gelir; ayr›ca ‹slam inan›fl›na
göre en güzel ad olan Allah’›n adlar›ndan biridir. Bunlar›n yan›nda Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin kurdu¤u Mevlevilik tarikat›n›n mensuplar› düzenledikleri Sema ayinlerinde celal sözcü¤ünü durmadan sessizce telaffuz ederler. Celal’in soyad›na geçildi¤inde ise bir tarikata intisap etme
anlam›na gelen süluk fiilinden türeyen salik sözcü¤ü Türkçe’de tarikat
mensubu kifli anlam›na geliyor. Böylelikle Kara Kitap’›n Celal Salik’i,
ad›n›n ve soyad›n›n tafl›d›¤› art anlamlarla birlikte düflünüldü¤ünde bafll› bafl›na bir tasavvuf alegorisine çevriliyor.
Öbür yandan, baflka bir anlat› düzleminde Celal’in yaz›yla, kaliteli
edebiyatla özdefllefltirilebilece¤inden söz etmifltik. Bu özdefllik an›msand›¤›nda Orhan Pamuk’un Celal ve yaz›/yazarl›k denklemiyle okuru dini
tonu a¤›r basan baflka bir oyuna davet etti¤i söylenebilir: Kara Kitap’›n
“Keflf-ül Esrar” bafll›kl› bölümünde roman›n gerek ismi gerekse iflleviyle
ilginç karakterlerinden F.M.Üçüncü’nün Mehdilik üzerine görüflleri aktar›ld›ktan sonra Divan edebiyat› flairlerinden Neflati’nin ad›n› tafl›yan
yafll› köfle yazar›n›n a¤z›ndan Galip, Celal’in yaz›lar›n› yazmaya bafllamadan k›sa bir süre önce F.M. Üçüncü’nün gazeteye gelip “alametler belirdi” dedi¤ini ö¤reniyoruz. F.M. Üçüncü ›srarla “yazar” Celal ile görüflmek
isteyen, Mehdilik üzerine çeflitli görüflleri olan bir “fanatik”; Celal yaz›lar›n› yazmaya bafllamadan k›sa bir süre önce Milliyet gazetesine gidip
birtak›m alametlerin belirdi¤inden söz ediyor. Bütün bu ipuçlar› derlenip toparland›¤›nda Galip’in Mehdi, Celal’i Tanr› olarak konumland›¤›
bir oyuna davet olarak okunabilir. Kald› ki fieyh Galip’in mistik anlat›s›,
Hüsnü Aflk ’ta Hüsn Tanr›’n›n alegorisi de¤il miydi? ‹ki metin aras›ndaki paralellik bu kadar netken ve Celal’in ad›n›n semantik aç›l›m› bu kadar yüklüyken Kara Kitap’›n anlat› düzlemlerinin birinde yaz› ve yazarl›¤›n, Tanr› ve Tanr›l›kla eflleflti¤ini görmek pek zor olmasa gerek. Çeviri88
de ise Celal ad› Jelal yap›lm›fl ve Türkçe’de tafl›d›¤› anlamsal zenginlikle
Kara Kitap’› farkl› aç›lardan okuyup infla etme olanaklar› sunan Celal Salik isminin büyüsü Türkçe’ye vak›f olmayan okurlar için ister istemez yitip gitmifl.
Kara Kitap’›n ‹ngilizce çevirisinde Türkçesi korunan özel adlardan
bir baflkas› da Rüya. Roman›n alegorik boyutuna Celal yaz› üstad›, Galip
ise zaman› geldi¤inde üstatl›k mertebesine ulaflacak ç›rak olarak konumlarsak Rüya’y› da yazarl›¤a giden yolun e¤retilemesi olarak okuyabiliriz.
Galip’in yazarl›k rüyas›n›n ‹stanbul semtlerindeki güzergah› da epeyce
manidard›r asl›nda: Galip’in kalk›fl noktas› Niflantafl›’d›r; ard›ndan yolu
Süleymaniye’ye düfler ve Galata ve Taksim’den de geçen bu yol Niflantafl›’nda, Galip’in yazarl›k mertebesine eriflece¤i fiehrikalp Apartman›’nda
sonlan›r. fiuras› aç›k ki Galip’in yolu ‹stanbul’un iki ayr› yüzünün foto¤raf›n› çekmekte: Süleymaniye’nin içinde yer ald›¤› tarihi yar›mada Osmanl›’n›n ihtiflaml› ama çok gerilerde kalm›fl alt›n ça¤›n›n somutland›¤›
eski ‹stanbul’un simgesiyken Taksim ve Niflantafl› gibi semtler imparatorluk baflkentinin “modernlik” “Bat›l›l›k” gibi kavramlarla ifade edilebilecek dönüflümünün kentsel ölçekte dolafl›ma girdi¤i semtlerdi. Bu bak›mdan Galip’in güzergah›n›n Süleymaniye’den Niflantafl›’na uzanmas›
nitelikli yazarl›¤›n tarihle adamak›ll› yüzleflme edimiyle iç içe geçmifl do¤as›n› vurgular gibidir. Nitekim Süleymaniye Camii ve müfltemilat›n›n
kusursuzlu¤unu anlatan flu tasvirlerden dam›t›labilecek derslerden biri
de modern sanatta özgünlü¤e ulaflmak için tarihsel birikimden usulüyle
beslenmek gerekti¤i de¤il midir? “... bu tafl duvarlar›n, bugün hala tekni¤ini aflamad›¤›m›z bu la¤›m tertibat›n›n, bu kadar ince düflünüp dengelenmifl su terazisinin bundan dört yüz y›l önce hesaplanm›fl dehlizler
manzumesinin” (s.189) Galip’in içine do¤du¤u toplumun tarihini s›rtlanan semtlerde sürüp giden yolculu¤u s›ras›nda okur da Bedii Usta’n›n
evlatlar›, Cellat ve A¤layan Yüz gibi çerçeve hikayelerle yüzlerce y›l öncesine götürülür.
Kara Kitap’taki bütün bu yüzleflme motifleri Galip’in yazarl›k aray›fl›na eklemlenerek nitelikli yazar›n gereksindi¤i toplumun kolektif bilinçalt›nda kök salm›fl yaflant› ve anlat›larla yüzleflme ve onlar› yo¤urma yetisine gönderme yapmaktad›r. Öbür yandan, psikanalitik terminolojide
“rüyalar›n” bilinçalt›na itilmifl yaflant›lar›n su yüzüne ç›kt›¤› yolculuklar
olarak tan›mland›¤› an›msan›rsa Galip’in “Rüya” peflindeki yolculu¤u
Türkiye’nin ve kendisinin bilinçalt›na yapt›¤› yolculu¤u olarak görülebilir. Kara Kitap’›n “Uyuyam›yor musunuz” bafll›kl› bölümü de bu denklem ba¤lam›nda yorumlanmaya epeyce elveriflli. Gerard de Nerval’den
al›nt›lanan “Rüyalar›m›z bir ikinci hayatt›r” tümcesinin epigraf olarak
kullan›ld›¤› bu bölümde Celal’in uykuyla iliflkilendirdikleri aras›nda “ya89
narda¤ a¤z›ndan akan erguvani lavlar›n sal›n›fl›”, “bir ›fl›¤›n havai fiflekler gibi açan renkleri” (s. 239) gibi bilinçd›fl›n› ça¤r›flt›ran motifler yer
al›yor. Bu motifleri izleyen sayfalarda Celal’in Mo¤ol Hakan› Hülagü’ye
gelin olarak yollanan Prenses Mariya Palaeologina, I. Ahmet’in annesi
Handan Sultan’›n cüceleri gibi tarihi figürlerin yaflamlar›n› düflleyerek
uyuma çabalar›n› okuyoruz. Bir bak›ma Celal rüyas›nda toplumun kolektif bilinçalt›na itilen tarihsel yaflant›lar›n dile gelmesini temenni ediyor.
Celal’in bir baflka düflünde ise okur-yazarl›k ve rüya iliflkisi dolays›zca kuruluyor: “Rosette tafl› üzerindeki hiyeroglifi çözmek için gece yata¤›ndan
kalk›p, uykuda gezenlerin dalg›nl›¤›yla kendi karanl›k belle¤inin dehlizlerinde dolaflan, ç›kmaz sokaklara girip tükenmifl an›larla karfl›laflan
Francois Champollion oldu¤unu düflünürüm.” (s. 241)
Kara Kitap’›n R(r)üya’s› yolu bilinçalt›na/bilinçd›fl›na da düflen bir
yazarl›k aray›fl› çerçevesinde yorumlanabilece¤i gibi yaz›n›n kurmaca ve
gerçeklik aras›ndaki ince çizgiyi silen, hatta böyle bir çizginin gerçekten
var olup olmad›¤›n› sorgulayan bir motif olarak da s›k s›k kullan›l›r:
“Hiçbir zaman ç›kmayacaklar› Kafda¤›’na yolculuk düflüncesinin, üç yüz
yirmi y›l önceki bir “rüya” kitab›ndan al›nm›fl olmas›… neyi de¤ifltirirdi
ki? … Sabaha do¤ru, Galip, oturdu¤u divan›n üzerinde uyuklarken, Saim
büyük bir ihtimalle, Arnavutluk’ta, yüzy›l bafl›ndan kalma beyaz kolonyal
bir otelin, “rüyalar›” hat›rlatan bofl salonunda, baz› parti ileri gelenleriyle buluflan yafll› Bektafli fleyhlerinin kendilerine gösterilen Türk gençlerinin foto¤raflar›na gözyafllar›yla bakarken, törenlerde tarikat s›rlar›n›n
de¤il, coflkulu Marksist Leninist çözümlemelerden söz edildi¤ini de bilmediklerini söyledi… Saim, kap›n›n alt›ndan at›lm›fl günlük gazetelerini
okurken, yaz›lar›n, bütün yaz›lar›n hayattan de¤il, s›rf yaz› olduklar› için,
en sonunda, birer “düflten” söz açt›klar›n› bilmenin de, hiçbir fleyi de¤ifltirmeyece¤ini söyledi.” (s. 82) Al›nt›lardan anlafl›laca¤› gibi Kara Kitap’›n gerçeklikle kurmaca aras›ndaki varsay›msal ayr›m›n silikleflti¤i içeriklere sahip çerçeve anlat›lar›nda rüya motifine s›kl›kla baflvuruluyor.
Bu da merakl› okur için “rüya”, “düfl” gibi motiflerle Galip’in han›m›
Rüya aras›nda kurulabilecek paralellik ve karfl›tl›klar›n say›s›n› do¤al olarak artt›r›yor. Çeviri metnin Türkçe’ye muhtemelen uzak okurlar›n›n ise
– ço¤unun sözcü¤ün Türkçesini ö¤renme gibi bir niyetlerinin olmayaca¤› gibi kötümser bir varsay›mla – “Rüya” ad›n›n sa¤lad›¤› bu aç›mlama
olanaklar›ndan yoksun kald›klar› için bu ba¤lant›lar› kurabilmeleri için
galiba “yolu” biraz daha uzatmalar› gerekiyor.
Sonuç Yerine
Bu k›sa yaz›n›n s›n›rlar›nda ele alabildi¤imiz kadar›yla Kara Kitap’ta baflrolleri paylaflan Galip, Celal ve Rüya’n›n adlar›n›n Türkçe bilen
okura sundu¤u al›mlama perspektiflerinin çeflitlili¤i ‹ngilizce metinde
90
adlar›n Türkçe’de tafl›d›¤› anlamlarla ilgili aç›klay›c› notlar da düflülmeyince ister istemez azalm›fl. Böyle olunca, neredeyse kendi bafllar›na birer metin olan bu adlar›n romana kazand›rd›¤› derinli¤i keflfetmek araflt›rmac› okurun sarf edece¤i eme¤e kal›yor. Yani ifl dönüp dolafl›p yine
okurda dü¤ümleniyor. Öyle ki yazar›n yazd›klar›n› matbulaflt›rd›¤› anda
sahneyi metnini farkl› kurgularla defalarca yeniden yazmalar› için okurlar›na b›rakt›¤› bir yaz›n ça¤›nda yaz›n çevirmenleri de Kara Kitap gibi
metinleri çevirirken yitip gidecek olanlar›n fark›ndad›r. Zira ça¤dafl yaz›n al›c› kitlesini pasif ve tüketime odaklanm›fl bir nesneler bütünü olarak görmez; aksine okurlar›ndan metinleri yeniden yazabilmek için gerekli arka plan bilgisi ve bitmez tükenmez bir araflt›rma edinci bekler.
Sözcüklerin dahi metinleflti¤i bir düzlemde aç›l›mlar› durmadan ço¤alan
ve hiçbir zaman tamamlanmamak üzere ertelenen anlamlar› okurlar›n
karfl›s›na ç›kar›r. ‹flte böyle bir yaz›nsal dizgenin ürünü olan Kara Kitap
gibi ansiklopedik romanlar içerdikleri çeflitlilikle öteki okurlar gibi çevirmenleri de kurgulad›klar› say›s›z oyundan bir ya da birkaç›na kat›lmaya
davet ederler. Bu daveti kabul eden araflt›rmac› okur için roman›n yapt›¤› metiniçi, metind›fl›, metinleraras› göndermelerin pefline düflüp aralar›nda çeflitli ba¤lant›lar kurarak bir oyundan öbürüne koflmak belli ölçüde mümkündür. Ne var ki çevirmenlerin salt okurlukla u¤raflan kitleler
kadar flansl› oldu¤u söylenemez, çünkü bir çevirmen roman› yaln›zca
okuyup yorumlamakla de¤il baflka bir dilde kurgulamak, seslendirmekle
de yükümlüdür. Bu yükümlülü¤ün icras› ço¤u zaman davetli olunan
oyunlardan bir k›sm›na kat›lman›n ister istemez olanaks›zl›¤› anlafl›larak
gerçeklefltirilir. Oyunlar aras›nda tercih yapmak zorunda b›rak›lan çevirmen karfl›laflt›¤› her oyunun özgün dil ve kültürdeki art anlamlar›n›, ça¤r›fl›mlar›n› dipnot bombard›man›yla aç›klamaya kalk›fl›rsa okurun yorumlama perspektifini pervas›zca yönlendirebilece¤ini sezer, roman›n
kurgusal bütünlü¤ünü okurun dikkatini dipnot fazlal›¤›na odaklayarak
zedelemekten çekinir. Dolay›s›yla gerekli ses ve dekor düzenlemesini
yapt›ktan sonra sahneyi gerçek aktör ve aktrislere, metin karfl›s›nda eme¤ini esirgemeyecek araflt›rmac› okurlara, b›rakmas› gerekti¤inin fark›ndad›r. Özelde Kara Kitap genelde yaz›n çevirisi konu edildi¤inde bu çevirmen fark›ndal›¤› ça¤dafl yaz›n dizgesi karfl›s›nda çevirmenlerin sahip
oldu¤u araçlar›n bir kerteden sonra ister istemez yetersiz kalabilece¤i de
hesaba kat›larak her zaman ak›lda tutulmal›d›r.
* Haliç Üniversitesi Çeviri Bölümü Araflt›rma Görevlisi
Not: Bu yaz›da Kara Kitap’tan al›nan pasajlar için roman›n Ekim 1999’da ‹letiflim
yay›nlar›ndan ç›kan 27. bask›s› temel al›nd›. Roman›n çevirisi içinse Faber & Faber’den
1994 y›l›nda Güneli Gün imzas›yla yay›mlanan metinden yararlan›ld›.
91
RUSÇADAN TÜRKÇEYE ÇEV‹R‹LER:
SOHBET VE DED‹KODU
Sabri Gürses
Rusça ve Türkçenin, Alt›nordu Hanl›¤› döneminde Rus knezleriyle
kurulan iliflkilere dek uzanan genifl bir tarihi vard›r. ‹ki dil genifl bir co¤rafyada, kendi geliflimleriyle birlikte, çok karmafl›k iliflkiler gelifltirmifltir.
Bizim aç›m›zdan belirleyici olan Türkiye ve Rusya iliflkileri çerçevesinde, bu iliflkilerin on sekizinci yüzy›l sonundan bafllayarak, özellikle Rus
oryantalizminin ortaya ç›kmas›yla birlikte yo¤unlaflt›¤› söylenebilir. Burada, 19. yüzy›l sonunda Türk edebiyat›n›n bat›l›laflmas› sürecinde Rus
edebiyat›yla çeviri arac›l›¤›yla kurdu¤u, günümüze dek uzanan iliflkinin
dönemlerini özellikleri aç›s›ndan belirlemeyi deneyece¤iz. Bu uzun süreçte öne ç›kan en temel olgu, do¤rudan bir iliflkiyle (sohbet) dolayl› bir
iliflkinin (dedikodu) hep iç içe geçmifl olarak görünmesi, Rusçadan çeviriyle ikinci dilden (ya da baflka deyiflle, dönemin hakim Bat› dilinden) çevirinin iç içe geçmifl olmas›d›r.
1884 - 1928
Rus edebiyat›ndan yap›lan ilk çeviriler 1884 y›l›nda, Da¤›stan göçmeni Mizanc› Mehmed Murad’›n Griboyedov ve Lermontov’dan yapt›¤›,
Rusçadan yap›lm›fl çevirilerdir. Bu çevirilerin ard›ndan 1920’lere uzanan süreçte, Puflkin, Lermontov, Tolstoy, Turgenyev, Jukovski, Gorki,
Tolstoy gibi birçok yazardan (aralar›nda ilginç bir flekilde Dostoyevski
yoktur) çeviriler yap›lm›flt›r.
Bu ilk dönem için temel bir gözlem, Rus edebiyat›n›n a¤›rl›kla ikinci dilden, Frans›zcadan izlendi¤idir; Puflkin çevirmeni Madam Lebedev
gibi Rus oryantalistlerinin ve Tolstoy çevirmeni Ali Fuad Bey gibi Rusça
e¤itimi alan subaylar›n yapt›¤› çeviriler d›fl›nda, genel e¤ilim, Rus eserlerinin Frans›zcadan çevrilmesidir. Bu konuda ilginç bir örnek, ‹brahim
Hilmi’nin yay›nc› olarak Rus edebiyat›na yönelik ilgisidir: yay›nc› ‹brahim Hilmi’nin dönemin Harp Okulu’nda okutulan Rusça ders kitab›n›n
yan› s›ra, birçok Rus eserini Frans›zcadan çevirterek yay›nlad›¤› görülür:
“23 Ekim 1896 tarihli ‹kdam gazetesinde Lev Tolstoy’un Kroyçer
Sonat› (Kreytserova sonata) adl› yap›t›n ilk bölümleri Frans›zcadan çevrilerek yay›nlanm›flt›r. Çeviri yay›nc› ‹brahim Hilmi’nin ricas› üzerine Ahmed Rasim taraf›ndan bafllat›lm›flt›r. Maksim Gorki’nin Türkçeye ilk çevrilen yap›tlar› Bir sergüzeflt-i hunin (Putev›ye zapiski) ile Ana (Mat) oldu.
92
Bir sergüzeflt-i hunin yap›t› Ali Nusret taraf›ndan Catulle Mendès’in
Frans›zca çevirisinden dilimize aktar›lm›flt›r. Gorki’nin Ana roman› ise
‹brahim Hilmi’nin ricas› üzerine ‹smail Müfltak ile Muhiddin (Birgen) taraf›ndan Frans›zcadan çevrilmifltir.”1
Bu dönem için, genel olarak flu de¤erlendirme yap›labilir:
“1894-1923 y›llar› aras›nda Rus edebiyat›ndan Türkçeye yap›lan çeviri çal›flmalar›na bakt›¤›m›zda herhangi bir sistematik yaklafl›mdan söz
edilemeyece¤i gözlenmifltir. Söz konusu yap›tlar çevirmenlerin kiflisel
tercihlerine göre seçilmifltir. Çeviriler ço¤u zaman ikinci dilden, kimi
kez yanl›fllar ve atlamalarla yap›lm›flt›r.”2
1928-1950
1928 alfabe de¤iflimiyle bafllayan ikinci dönemde de, Rus edebiyat›na yönelik ilgiyle birlikte ikinci dilden çeviri al›flkanl›¤› sürmüfltür. Yine
‹brahim Hilmi, 1938 y›l›nda yay›nlad›¤›, Haydar R›fat’›n Frans›zcadan
yapt›¤› Turgenyev çevirisi, ‹lk Aflk için yazd›¤› önsözde flöyle demektedir:
“‹lk Aflk, Turgenef’in Türkçemize ilk çevrilen hikâyesidir. .. Türgenef’in yine Haydar Rifat’›n kudretli kalemi ile terceme edilmifl bulunan
Duman, keza üçüncü defa olarak taraf›mdan bas›lmakta oldu¤u gibi Bir
avc›n›n hikâyeleri, Rudin eserleri Hilminin koleksiyonu aras›nda intiflar
etmek üzeredirler.”
“Duman” ad›yla an›lan eserin Abdullah Zühdü taraf›ndan 1906 y›l›nda “Buhar” ad›yla bir çevirisi yap›lm›flt›r. ‹brahim Hilmi’nin bu çeviriyi anmam›fl olmas›n›n bir nedeni, Hilmi’nin çeviri tarihini yeni Türkçeyle s›n›rl› olarak tasarlamas› olabilir. Buna karfl›n yine 1938 y›l›nda,
Rusça çevirmeni Hasan Âli Ediz, bir Gogol çevirisine yazd›¤› önsözde
ikinci dilden yap›lan bir çevirinin yaratt›¤› sorunlara dikkat çekmektedir:
“Ölü Ruhlar: Gogol’ün iki cilt tutan bu en büyük ve en k›ymetli eseri, Rag›p R›fk› taraf›ndan dilimize çevrilerek 1937 tarihinde ‹brahim
Hilmi Kitabevi taraf›ndan neflredildi. Eserin aslile Türkçe tercemesi aras›nda oldukça büyük farkl›l›klar var. Bilhassa Ölü Ruhlar’›n ikinci cildinin Türkçe tercemesi bafltan bafla yanl›fl ve noksand›r.”3
Buradan yola ç›karak, ikinci dönemin bafl›nda Rusçadan çeviri tarihi aç›s›ndan öne ç›kan en temel sorunun eski ve yeni alfabeye yerleflmifl
ikinci dilden çeviriler oldu¤u öne sürülebilir. Hasan Âli Ediz, 1961 y›l›nda yapt›¤› Duman çevirisine yazd›¤› önsözde, bu sorunu ele almaktad›r:
“Turgenyev, ç›kar ç›kmaz eserleri Frans›zcaya çevrilen bir Rus yazar› idi. O devirde bütün kültür al›flveriflimiz Fransa ile ve Frans›zca kanal› ile oldu¤u için, Turgenyev’in de, ça¤dafllar›na göre, dilimize erken çev93
rilmifl olmas›n› tabiî görmek laz›md›r. Nitekim Turgenyev’in ça¤dafl›
olan Dostoyevski, dilimize ilk defa olarak ancak 1918’de çevrildi¤i, kitap
halinde bas›lm›fl ilk çevirisi 1933 tarihini tafl›d›¤› halde, Turgenyev ilk
defa olarak 1904-5 y›llar›nda dilimize çevrilmifl, eserleri de, ayn› y›l içinde kitap halinde bas›lm›flt›r” (xxiii).
Bu sorun çerçevesinde, ilerde Tercüme Bürosu’nun kurulufluna yol
açacak olan I. Neflriyat Kongresi’nin ve bu kongrede oluflturulan Tercüme Encümeni’nin raporunun (1939), Rusça çevirmenli¤inin geliflimine
olan katk›s› üzerinde durulabilir. 1939 tarihli raporun birinci maddesinde bir klasik eserler listesi haz›rland›¤› belirtildikten sonra, çevirinin özgün dilden yap›lmas›n›n önemi belirtilir:
“Listedeki eserler aras›nda, hümanist kültüre taalluku olanlara bihsassa ehemmiyet verilmesi, umumiyetle eserlerin tam olarak ve mümkün
oldukça asl›ndan tercüme ettirilmesi tavsiye olunur.”4
Bu tavsiye karar› uygulanm›fl, M.E.B., 1940-2001 y›llar› aras›nda
Avvakum, Fonvizin, Griboyedov, Puflkin, Lermontov, Gogol, Ostrovski,
Gonçarov, Turgenyev, Saltikov-fiçedrin, Dostoyevski, Tolstoy ve Çehov’un birçok eserinin Rusça asl›ndan yap›lm›fl çevirilerini yay›nlam›flt›r. Burada oluflturulan Rus klasikleri kütüphanesi, özel yay›nc›lar› da etkilemifltir ve özel yay›nc›l›k alan›nda da (örne¤in Varl›k Yay›nevi, ‹nk›lap
Yay›nevi, Alt›n Yay›nevi) Rusçadan çevrilmifl Rus klasikleri dizileri oluflturmaya özen gösterilmifltir.
Rusça çevirmenli¤i alan›ndaki bu planl› çal›flmalar›n sa¤lad›¤› de¤iflimin en belirgin ifadesini, Akflit Göktürk’ün 1986 tarihli bir belirlemesi oluflturmaktad›r:
“...günümüzde ‹ngilizce, Frans›zca, Almanca, Rusça gibi dillerden
Türkçe’ye yap›lacak herhangi bir çevirinin, do¤rudan do¤ruya birinci dilden yap›lmas›, üzerinde uzlafl›lm›fl bir ilkedir art›k.”5
1950-1980
Fakat, So¤uk Savafl sürecinde, 1950’lerde üçüncü bir dönemin bafllad›¤› söylenebilir. Her ne kadar yay›nlar›n› 2001 y›l›na dek sürdürse de,
M.E.B. 1950’lerden sonra Rus edebiyat›ndan yeni bir çeviri yapt›rmam›flt›r. 1950’lerden bafllayarak Rusça çevirmenlerin özel yay›nevlerine
geçti¤i görülür: Rus klasiklerinin çevirileri Nihal Yalaza Taluy’un, Varl›k
Yay›nevi’ne, Hasan Âli Ediz’in Remzi Kitabevi’ne yapt›¤› çevirilerle sürer. Baz›lar› kaybolur: Erol Güney ve Servet Lunel gibi çevirmenlerin adlar› bir süre Varl›k Yay›nevi’nde görünür, daha sonra çeviri alan›nda görünmez olurlar.
Öte yandan 1950’ler Rusça çevirmenleri için s›k›nt›l› zamanlard›r.
Bu dönemde, Rusçadan ve Rus edebiyat›ndan çevirilerin nas›l kuflkuyla
94
karfl›land›¤›n› görmek için bu dönemden birkaç yay›n an›labilir.6 Örne¤in, 1965 y›l›nda yay›nlanan Komünizm ve Türkiye bafll›kl› bir kitapta,
Hasan Âli’nin (Ediz) ad›n›n, 1927 y›l›nda Türk Komünist Partisi’yle ilgili olarak Üçüncü Enternasyonal’e verilen raporlarda an›ld›¤› konu edilir:
“Yoldafl Hasan Âli , bize sizin faaliyetiniz hakk›nda kâfi miktarda bilgiler
veriyor” (79). Ayn› kitapta, “1955 y›l›nda Moskova’da toplanan Beynelmilel Sanatç›lar ve Yazarlar Kongresi’nde al›nm›fl 18 maddelik kararlardan baz›lar› flöyledir” bafll›¤›n›n alt›nda, 10. madde oldukça flafl›rt›c›d›r:
“Tercümelerinizde bat›n›n komünist veya komünist sempatizan› olan yazarlar›n›n eserlerini tercih edeceksiniz” (100-1).7
Bu gerçekli¤i kuflkulu ve kayna¤› belirsiz “18 maddelik karar›n” dönemin çeflitli yay›nlar›nda ço¤alt›ld›¤› düflünülürse, Rusçadan çeviri alan›n›n belirlenmesinde, bu çeviri kanonunun flekillenmesinde birçok etken bulundu¤u öne sürülebilir. Çevirinin rolünün bu dönemde nas›l alg›land›¤› flu al›nt›dan da görülmektedir: “Paris’e gelirken Zeki Baflt›mar’dan flu direktifleri de getirdiler: .. Paris’te Komünist Neflriyat takip
edilecek, Türkiye ile ilgili makaleler tercüme edilerek Türkiye’ye sokulacakt›r.”8 TKP’nin yönetiminde yer alan Zeki Baflt›mar, ayn› zamanda
Tolstoy ve Puflkin’den çevirileriyle tan›nan bir Rusça çevirmenidir. Bu
olay›n 1968 y›l›nda yay›mlanan bir kitapta yer almas›, 1960 sonlar›nda
genel olarak çeviriye, özel olarak Rusçadan çeviriye bak›fl›n anlafl›lmas›
aç›s›ndan önemlidir.
‹kinci Dünya savafl› sonras› dönemde uluslararas› kültürün etkin dilinin ‹ngilizce olmas› sürecinin, Rusça çevirmenli¤i üzerinde ilginç bir
etkisi olur: ‹ngilizceden Amerikan propagandas›na karfl› bu kez ‹ngilizceden Rus propagandas›n›n yay›ld›¤›n›, Rusça çevirmenli¤inin karfl›s›na
daha karmafl›k bir engelin ç›kt›¤›n› görürüz. 1970’li y›llarda, Sovyet edebiyat›n›n ‹ngilizce çevirilerini yay›nlayan, Moskova merkezli Progress
Publishers’›n (kuruluflu 1931) yay›nlar› Türkçede görülmeye bafllanm›flt›r: Sovyet edebiyat›n›n ‹ngilizceden çeviri süreci bafllar. 1970’lerde Türkiye’de bu yay›nevinin yay›nlar› aras›ndan yap›lm›fl çok say›da çeviri yay›nlan›r: Sovyet ordusunun tarihçesinden Marksist klasiklerin çevirilerine dek uzanan bu çevirilerin nas›l bir denetimden geçti¤i, editoryel süreci gibi konular›, bu alanda bir inceleme yap›l›ncaya dek, yay›nlardan yola ç›karak de¤erlendirmek zorunday›z.
Burada, bunlar aras›ndan iki ilginç örne¤i verebiliriz. Örne¤in,
1970 y›l›nda, K. Zelinski’nin Progress Publishers taraf›ndan Soviet Literature, Problems and People ad›yla yay›nlanan kitab›, 1978 y›l›nda Konuk Yay›nlar› taraf›ndan Sovyet Edebiyat› ad›yla Funda Savafl çevirisiyle
yay›nlan›r. Rus isimlerinin yaz›l›fl›ndan kavram kullan›m›na dek birçok
dil özelli¤i, ‹ngilizce kullan›ma göre aktar›lm›flt›r. Dolay›s›yla, Rus yay›nc›n›n özgün dilden çeviriyi flart koflmad›¤› varsay›labilir.
95
Bir baflka ilginç kitap, çevirmeni belirtilmemifl olan, Yafla Lenin
ad›yla Haziran Yay›nlar› taraf›ndan (tarihsiz, 1976?) yay›nlanan kitapt›r.
Bu kitab›n künyesinde flu bilgi yer almaktad›r: “The Life of Lenin, Moscow, ‘Prosvescheniye’, 1976. Bu kitap Sovyetler Birli¤i orta seviyeli okullar›nda ‹ngilizce okuma kitab› olarak kulllan›lmaktad›r.” Bu resimli kitab›n Türkiye’de orta okullarda okutulmak üzere çevrilme olas›l›¤› olmad›¤›na göre, yay›n amac›n› tan›mlamak güçtür. (“Moskova” yerine “Moscow” yazmas›, buna karfl›n yay›nevinin ismi belirtilirken “-niye” fleklinde Türkçe çevrimyaz›n›n ye¤lenmesi ilginçtir.)
Bu aç›dan bakt›¤›m›zda, ideolojik çeviri alan›n›n So¤uk Savafl sürecinde, Rusça aç›s›ndan, ikinci dilden çeviriyi olumlad›¤›, M.E.B.’n›n
1940’lardaki ilkesinin de, Akflit Göktürk’ün belirlemesinin de bu alanda
hakim olmad›¤›n› görürüz. Bunun, etkileri günümüze dek uzanan bir sorun alan› oldu¤u söylenebilir.
Fakat yine bu dönemde, yeni bir Rusça çevirmenleri kufla¤› ortaya
ç›km›flt›r. Büyük ölçüde aralar›nda Ankara Üniversitesi, Rus Dili ve Edebiyat› Bölümü’nün e¤itmenleri ve mezunlar›n›n yer ald›¤›, Mehmet Özgül, Ergin Altay, Ataol Behramo¤lu, Mazlum Beyhan, Azer Yaran, Mehmet Fehmi ‹mre, Ahmet Ekefl gibi çevirmenler, Rusça çevirmenli¤inin
bütün sorunlar›na karfl›n, 1960’lar›n sonundan bafllayarak Sovyet edebiyat›n›n yeni yazarlar›n› çevirir, Rus klasiklerinin yeni çevirilerini yaparlar. Cem Yay›nevi, 1970’lerde bu aç›dan önemli bir yay›nevidir: birçok
Rus klasi¤i, Sovyet eseri bu yay›nevinden bu çevirmenlerin çevirileriyle
yay›nland›¤› gibi, Sovyet türkologlar›n›n Türk edebiyat›na yönelik çal›flmalar› da yine bu yay›nevinde yer al›r. Bu aç›dan O¤uz Akkan’›n Sovyet
Türkologlar›n›n Türk Edebiyat› ‹ncelemeleri (1980) adl› kitaba yazd›¤›
önsözde yer alan ve çeviri sürecini sergileyen sat›rlar› ilginçtir:
“... yaz›lar Tatyana Moran ve Yurdanur Salman taraf›ndan Türkçeye çevrilmifl, bu incelemeleri haz›rlayan Türkologlar grubunun yönetmeni Svetlana Uturgauri ile redaktör Elena Mafltakova, Cem Yay›nevi’nin
ça¤r›l›s› olarak yurdumuza gelmifl, bu çevirileri tekrar incelemifller ve redaksiyon iflini hep birlikte tamamlam›fllard›r.”
1980 - …
‹çinde bulundu¤umuz, 1980’lerden bafllayarak günümüze uzat›labilecek dönemde,9 Rusçadan çevirilerin, Rus edebiyat› çevirilerinin, yay›nc›l›k ve kültür alan›n›n yap›lanmas›ndan kaynaklanan nedenlerle, daha
çok Rus klasiklerinin yeniden çevirileri üzerine yo¤unlaflt›¤› söylenebilir.
Bu yeniden çeviriler, Rusçadan yap›ld›¤›nda geçmifl çevirilere ve çeviri
anlay›fllar›na yönelik belli bir elefltirellik yüklü oldu¤undan olumlu katk›lar getirmektedir; fakat özgün dilden çeviri normunun zedelenmesi, kla96
siklerin de ikinci dilden çevrilebilece¤i gibi bir anlay›fla kadar uzand›¤›ndan, Rus klasikleri çevirisi alan› sorunlu bir alan haline gelmifltir. Derinlikli bir Rusçadan çeviri gelene¤inin yaratt›¤› birikim zedelenmektedir.
Öte yandan, ikinci dil çevirileri, So¤uk Savafl sonras› dönemde piyasa olgusunun belirleyici olarak öne ç›kmas›, kültürün küreselleflti¤i ölçüde sanat eserinin de piyasan›n içinde h›zla dolafl›ma girmesi gereken bir
de¤er haline gelmesi sonucunda yeni bir güç kazanm›flt›r: ikinci dil çevirileri için, ideolojinin yerini alan olumlay›c› olgu piyasa olmufltur. Rus
yazarlar›n telif ajanslar› eserin hangi dilden çevrildi¤ini de¤il, piyasaya
eflzamanl› girmesini öncelikli tuttu¤undan, ça¤dafl Rus edebiyat›n›n eserlerinin ikinci dilden çevirilerle yayg›nlaflt›¤› görülmektedir.
‹kinci dil çevirisinin bir üst kümesi olarak beliren bir baflka sorun,
“intihal çeviri” ya da “korsan çeviri” alan›d›r. Büyük ölçüde Rus klasikleri alan›nda görülen bu uygulama çerçevesinde, 1930’lardan 1980’lere
uzanan dönemde yap›lm›fl birçok çevirinin, metin üzerinde de¤ifliklikler
yap›larak farkl› çevirmen isimleriyle yay›nland›¤› gözlenmektedir. Bu yay›n türünün önü, büyük olas›l›kla yak›n bir gelecekte yay›nc›l›k alan›n›n
yeniden yap›lanmas›, denetimin a¤›rlaflmas› sonucunda kesilecek; fakat
günümüzde Rusça çevirmenli¤i aç›s›ndan etkilidirler. Ayr›ca, çeviri tarihinde, Rusça gerçek çevirilerin yan›ndan silinmeleri uzun ve ayr›nt›l› bir
çaba gerektirecektir.10
Her koflulda, bu son dönemde Rusça çevirmenli¤i alan›n›n, her fleye ra¤men geniflledi¤i söylenebilir. Öncelikle, ‹stanbul Üniversitesi’nde
aç›lan Rus Dili ve Edebiyat› bölümü gibi, Konya ve Erzurum devlet üniversitelerinde de bölümler aç›lm›flt›r, özel üniversiteler de Rus dili bölümleri açmaktad›r. Bunun d›fl›nda, Rusya kökenli çevirmenler, Rusya’da dil e¤itimi alm›fl çevirmenler görülmektedir. Rusçadan çeviri olanaklar›n›n genifllemesi ve Rusça editörlü¤ünün gelifltirilmesi sonucunda, do¤rudan Rusçadan çevirinin tekrar norm haline gelece¤i söylenebilir. Çünkü yay›nevlerinin bu alanda yaflad›¤› temel sorun, a¤›rl›kla ‹ngilizce editörleri istihdam etmeleri ve Rusça editörlük konusunda s›k›nt›
yaflamalar›d›r; dolay›s›yla Rusça uzmanl›¤›n›n geliflmesi, kabul görmesi
ve yay›nc›l›k sektörüyle kaynaflmas›n›n, oldukça canl› ve zengin bir kültür alan›na sahip olan Rus edebiyat›n›n geliflmesi ölçüsünde gerçekleflece¤i söylenebilir.
Bunun örnekleri son y›llarda birçok eserle görüldü: örne¤in, Puflkin’in Yevgeni Onegin adl› fliir-roman› iki ayr› çeviriyle Türkçelefltirildi,
çevirilerden birini önemli bir Rusçadan fliir çevirmeni olan Azer Yaran,
ötekiniyse birlikte birçok fliir çevirisi yapm›fl olan Kanflaubiy Miziyev-Ahmet Necdet gerçeklefltirdi. Kayhan Yükseler, Dostoyevski’nin uzun y›llard›r tamamlanmam›fl olan Bir Yazar›n Günlü¤ü’nü çevirdi. Sabri Gür97
ses, Mihail Bahtin’in, François Rabelais’nin Yap›t› ve Ortaça¤ ve Rönesans Halk Kültürü adl› klasik çal›flmas›n›n Rusçadan çevirisini yapt›. Rus
edebiyat›n›n yeterince tan›nmayan 20. yüzy›l bafl› klasikleri çeviriliyor:
Andrey Bel›y’›n Petersburg’u yaz›ld›ktan yaklafl›k yüzy›l sonra, Sabri
Gürses ve Gülderen Süer taraf›ndan çevrilerek, iki çeviriye sahip oldu.
Bel›y ve Bahtin çevirilerinde bir Rus dili uzman›, Doç. Dr. Türkân Olcay
Rusça editörlü¤ü yaparak bu yolda bir öncülük gerçeklefltirdi. Günay K›z›l›rmak klasiklerin yeniden çevirilerini yaparken, Koray Karasulu Dostoyevski’nin eserlerinin yeni çevirilerinin yan› s›ra, Rusçadan yap›lm›fl
ikinci, eksiksiz Savafl ve Bar›fl çevirisini gerçeklefltirdi. Lev Gumilyev’in
yap›tlar›, Rus arflivinden belge çevirileri gibi tarihsel çal›flmalar d›fl›nda,
Birsen Karaca’n›n çevirisiyle yay›nlanan, Rusçadan çevrilmifl ilk yaflamöyküsü olma özelli¤ine sahip, Puflkin gibi çal›flmalar da gitgide zenginleflen bir kitapl›k oluflturuyor. Bütün bunlar›n yan›nda, Rus dili ve edebiyat› bölümlerinin ulusal ve uluslararas› çal›flmalar›, Rusça aç›s›ndan
zengin bir çeviri ve kültürel geliflme hareketlili¤i yafland›¤›n› göstermektedir. Doç. Dr. Türkân Olcay’›n ‹van S. Turgenyev adl› telif yaflamöyküsü çal›flmas› Rusça uzmanl›¤›n›n gelece¤i aç›s›ndan önemlidir. Bu alan›n
daha da zenginleflmesini sa¤layacak temel fley, yay›n alan›n›n bu hareketlili¤i daha da içine almas›, küresel kültür ortam›nda ortak sorunlar› olan
Rusça ve Türkçenin yak›nlaflmas›n› gelece¤i olan bir tasar› olarak görmesidir. Rusçayla Türkçenin dedikodu de¤il, sohbet yoluyla kuraca¤› iliflki
bu iki dil ve bu dilleri konuflan halklar için gelece¤in çok daha zengin ve
renkli bir hal almas›n› sa¤layacakt›r.
(1) Doç. Dr. Türkân Olcay, “Cumhuriyet Dönemi Öncesi Rus Edebiyat›ndan Türkçe’ye Yap›lan Çeviriler Üzerine,” Littera, say›: 18, 2005, s. 46. Olcay, “ ‘Tercüme’ Dergisinin Sayfalar›nda Rus Edebiyat›” adl› çal›flmas›yla Rusçadan çeviri tarihinin Tercüme
dergisine uzanan dönemini ele alm›fl olup bu tarihçeyi günümüze dek geniflletmektedir
(Bolgarskaya Rusistika, say›: 1-2, 2006).
(2) A.g.m., s. 53.
(3) Nikolay Gogol, May›s Gecesi, çev. Hasan Âli Ediz-Vas›f Onat, Remzi Kitabevi,
1938.
(4) Taceddin Kayao¤lu, Türkiye’de Tercüme Müesseseleri, Kitabevi, 1998, s. 284.
(5) Akflit Göktürk, Çeviri: Dillerin Dili, YKY, 1994, s. 49.
(6) Bu kuflkulu yaklafl›m›n 1940’lara dek çekilmesi mümkün: Nihal Ats›z, 1943 y›l›nda Orkun dergisinde, fiükrü Saraço¤lu’na yönelik bir mektubunda Hasan Âli Ediz’i flu
flekilde anmaktad›r: “Rusça’dan yapt›¤› tercümelerle edebi komünizm yapan Hasan Âli
Ediz.” Yine de, bu yaklafl›mlar›n s›n›rl› kald›¤›n›, as›l olarak 1950’lerde So¤uk Savafl propagandas›yla, Amerikan anti-komünizmiyle birlikte yayg›nlaflt›¤›n› öne sürebiliriz.
(7) Kenan Öztürkmen, Komünizm ve Türkiye, 1965.
(8) Aclan Say›lgan, Solun 94 Y›l›, Mars Matbaas›, 1968, s. 322.
(9) Bu dönem, Sovyetler Birli¤i’nin da¤›ld›¤›, So¤uk Savafl’›n sona erdi¤i 1990 y›l›ndan da bafllat›labilir, fakat Türkiye aç›s›ndan bu flekilde dönemlemek daha anlaml› olabilir.
(10) Sabri Gürses, “‹ntihal Kültürü,” Varl›k, Mart 2007, s. 9-17.
98
ÇEV‹R‹ YAZIN VE OKUMA KEYF‹ ÜZER‹NE
Esra Özkaya
“‹yi edebiyat, mümkün olan en yüksek dereceye kadar anlamla yüklenmifl dilden baflka bir fley de¤ildir” der Ezra Pound, How to Read adl›
eserinde. Sahiden de, elimizden b›rakamad›¤›m›z, çantam›zda tafl›d›¤›m›z, baflucu kitab› olarak tutup rafa dahi kald›rmad›¤›m›z kitaplarda bunu görürüz: Her bir okuyucunun kendine has yorumlamas›, bak›fl aç›s›
ve al›mlamas›ndan geçirerek kendine seçti¤i, alt›n› çizdi¤i ve hatta kendiyle özdefllefltirdi¤i sat›rlarda ya da dizelerde anlam ve dil ikilisi eflsiz bir
biçimde karfl›m›za ç›kar.
Hiç kuflkusuz hepimiz anadilimizde, temiz Türkçe ile yaz›lm›fl ve
özellikle de ilgi alanlar›m›zdan birine seslenen bir eseri okumaktan büyük zevk al›r›z. Türk yaz›n› bu niteliklere sahip say›s›z örnekle doludur;
herhangi bir kitapç›da Türk yaz›n› bölümünde bulunan kitaplar›n çoklu¤u da bunu kan›tlar niteliktedir. Bunlara ek olarak say›lar› son zamanlarda artan ayl›k ve haftal›k yaz›n ve kitap elefltirisi dergileri de bu anlamda
Türk yaz›n›na dair umutlar› daha da artt›rmakta ve Türk okuyucusunun
ilgisiz olmad›¤›n› göstermektedir. Bu, iflin kendi dilimizde yani Türkçe
olarak verilmifl kitaplar ve yaz›n boyutu. Peki bu çerçeveden bakt›¤›m›zda çeviri yaz›n ne durumda? Okurlar yabanc› dilden çevrilen eserlere de
Türkçe eserlere gösterdikleri ilgiyi gösteriyorlar m›? Çeviri yaz›na iliflkin
sorular uzat›labilir oysa ben meseleyi çeviri yaz›n okuyucusundan alarak
söz konusu yabanc› eserlerin çevirisi boyutuna tafl›mak istiyorum.
Yaz›n geçmiflten günümüze çeviri anlam›nda hep sorunlu ve zorluklarla örülü bir alan olarak karfl›m›za ç›kagelmifltir. Romanlar›n, tiyatro
oyunlar›n›n ve özellikle fliirlerin çevirileri ile ilgili olarak yazarlar/flairler
ile bu eserlerin çevirmenleri aras›nda dil ve çeviri tart›flmalar›n›n yafland›¤› da görülmüfltür. Pek çok yaz›n metin türü aras›nda özellikle fliir ve
roman türleri, neden olduklar› tart›flmalardan dolay›, çeviri aç›s›ndan
farkl› bir yere sahiptir ve ayr› bir incelemeyi hak etmektedir.
Robert Frost, “fiiir, çeviride kayboland›r” derken fliirin çevrilemezli¤ine dair olan inanc›n› belki de en dürüst biçimde ortaya koymufltur.
Kuflkusuz, bir flair olan Frost de¤ildir sadece bu flekilde düflünen; Johnson da benzer biçimde, “fiiir çevrilemez ve bu nedenden dolay› dilleri koruyanlar flairlerdir” der ve “fliirin sahip oldu¤u güzellikler, yaz›ld›¤› dilin
d›fl›nda hiçbir dilde korunamayaca¤›ndan o dili ö¤reniriz.” biçiminde de
bu dil/çeviri ikili¤ine kendi çözümünü önerir. Fakat durum her zaman
bu kadar basit ve çözüm de kula¤a geldi¤i kadar pratik de¤ildir; okumak
istedi¤imiz her eserin orijinal dilini ö¤renmeye kalkmak – en az›ndan ortalama bir okuyucu için – sadece kendi dilimizde verilen eserlere yönelmekten baflka bir ifle yaramayacakt›r. Bu da Johnson’un önerisinin aksine, yaz›n çevirilerine ve çevirmenlerine ne kadar derinden bir gereksinim duydu¤umuz sonucuna götürür bizi.
Söz konusu fliir çevirisi oldu¤unda bir yanda fliirin çevrilemezli¤ine
inananlar öte yanda ise fliirin mutlaka flairler taraf›ndan çevrilmesi gerekti¤i konusunda ›srar edenler yer al›r. Her ikisinin de bir çevirmen için uç
noktalar› oluflturdu¤u su götürmez bir gerçektir fakat daha derin irdelendi¤inde okur aç›s›ndan hakl› noktalar›n bulunmas› olas›d›r.
Örne¤in Shakespeare’nin sonelerini dilimize kazand›ran çevirmenlerden biri ve ayn› zamanda da flair kimli¤i tafl›yan Talat Sait Halman’a
göre “fliir çevirisi bir ‘yeniden yaratma’ eylemidir ve bu yüzden fliir çevirmeni mutlaka flair olmal›d›r; flair olmayan, fliir çevirisi yapmay› düflünmemelidir bile.” fiiir çevirecek kifliler için bu tarz bir k›s›tlama öne süren
Halman’›n dayanak noktas› da fliir metin türünün düzyaz›dan farkl› bir
niteli¤e sahip olufludur. fiiir çevirisinde çevirmen fliirin yap›s›n›, veznini,
ritmini ve o fliiri fliir k›lan öteki tüm özelliklerini de aktarabiliyor olmal›d›r kuflkusuz fakat bu mutlak biçimde flair olmay› gerektirir mi; iflte belki de bu nokta tart›flmaya aç›labilir. Örne¤in genifl ve derin bir fliir bilgisine sahip fakat ‘uzman’ bir fliir okuru olmaktan öteye geçmeyip flairli¤e
el de¤dirmemifl nitelikli çevirmenler taraf›ndan fliir çevirilerinin gerçeklefltirilmesi de pekâlâ mümkündür. Benzer biçimde Ahmet Cemal de,
“fiiir çeviren kifli bir nevi flair olmal›” diyerek Halman’›nkine paralel fakat eflit derece kesin s›n›rlar içermeyen bir görüfl içindedir.
fiiir çevirilerinin flairler taraf›ndan yap›lmas› gerekti¤ini savunan
anlay›fl›n yan› s›ra fliirin tamamen çevrilemez oldu¤una, çevrilse dahi
mutlaka birtak›m unsurlar›n bu süreçte kayboldu¤una dolay›s›yla da çeviri metnin adeta baflka bir ‘fliir’ haline geldi¤ine inananlar da vard›r.
Göstergebilim ve edebiyat alanlar›ndan yak›ndan tan›d›¤›m›z çeviribilimci, romanc› ve akademisyen Umberto Eco, “Çeviri, baflar›s›zl›¤›n sanat›d›r” derken bu düflünceyi savunur gibidir.
Öte yandan elimizde çok özel, çok özgün ve belki de baflka bir kategoriye konulmaks›z›n kendi içerisinde de¤erlendirilmesi gereken bir
Can Yücel örne¤i bulunmaktad›r. Can Yücel’in yapt›¤› Shakespeare sonelerinin çevirileri pek çoklar›nca “uyarlama, yerellefltirme” gibi kavramlarla tan›mlanm›flt›r. Yücel’in çevirilerinin elefltirisi çeviriyi hangi ölçütler üzerinden de¤erlendirdi¤iniz, neye göre baflar›l› ve/veya yetersiz buldu¤unuza göre de¤iflir, fakat, belki de buradaki en önemli nokta, Can Yücel’in yaz›n çevirmeninin görünürlü¤ü konusunda ‘görünür’ olmaktan
100
hiç de çekinmedi¤idir. Hele ki fliirden al›nan o haz, melodi ve anlam bütünlü¤ü düflünüldü¤ünde Can Yücel’in çevirilerinin bunu sa¤lamad›¤›n›
iddia etmek flair ve çevirmene hakk›n› teslim etmemek olacakt›r. Kald›
ki çevirinin o klifleleflmifl “sadakat-ihanet” ikilemi üzerinden de¤erlendirilmesinin terk edildi¤i günümüzde buna benzer gerekçeler sunmak yüzeysel kalmaktan öteye gidemez ve hemen burada Borges’in madalyonun
ters yüzüne bakt›¤›, “orijinal metin, çeviriye sad›k kalmayand›r” deyifli
de imdad›m›za yetiflir.
Yaz›n çevirisi çerçevesinde “zor” olarak karfl›m›za ç›kan fliir metin
türünü romanlar izlemektedir. Tarihsel geliflime dönüp bak›ld›¤›nda, yaz›n çevirisi alan›nda uzun y›llar boyunca fliir çevirisi ve fliir çevirisinde
yaflanan güçlükler üzerine odaklanan tart›flmalar›n roman ve öteki düzyaz› türlerini gölgede b›rakt›¤› görülmektedir. Genellikle düzyaz› çevirisi fliir çevirisi gibi çeviribilim perspektifinden çok daha genel bir bak›fl
aç›s›yla irdelenmifl ve düzyaz› çevirmenleri fliir çevirmenlerine oranla
“suskun kalmay›” ye¤leyerek fliir çevirmenleri kadar büyük oranda çeviri süreçlerini irdeleyen ve aç›klayan tan›mlar vermemifllerdir. Oysa günümüze geri döndü¤ümüzde ise düzyaz› ve özellikle de roman metin türünün çevirmenlerinin bu suskunlu¤u bozdu¤unu ve hatta “aflt›¤›n›” söylemek mümkündür. Buna verilebilecek en iyi örnek Frans›z yaz›n›n›n en
ilginç yazarlar›ndan Georges Perec’in Kaybolufl (La Disparition) adl› eserini Türkçe’ye kazand›ran yazar ve çevirmen Cemal Yard›mc›’d›r. Frans›zca üçüncü ço¤ul flah›s zamirine at›fta bulunan Frans›z alfabesindeki
“e” harfini hiç kullanmadan yazd›¤› polisiye eseri Cemal Yard›mc› taraf›ndan ayn› flekilde hiç “e” harfi kullan›lmadan çevrilmifltir, fakat Perec’in eserinde beflinci bölüm atlanm›fl olmas›na ra¤men metnin Türkçe
çevirmeni çeviriye Türkçedeki harf say›s› do¤rultusunda bölümler ekleyerek “kitab›n yar› yazar› olarak söze kar›flmakta” (çünkü ‘çevirmen’ sözcü¤ünün içinde ‘e’ harfini kullanmak zorundad›r) ve kendi kaleme ald›¤› önsöz metnini kitab›n bölümü olarak aralara koymak suretiyle çeviriye eklemektedir. Baflka bir örnek vermek gerekirse J. R. Tolkien’in Noel Baba’dan Mektuplar adl› eserini Türkçe’ye çeviren kiflinin ‹stanbul’un
fethedildi¤i y›la gönderme yaparak Osmanl› Devleti’ni an›msatt›¤› düflüncesiyle çeviriden 1453 tarihini ç›karmas› da yine günümüzde yaz›n
çevirisi anlam›nda roman çevirmenlerinin en az fliir çevirmenleri kadar
“ön planda” bulundu¤unu ortaya koymaktad›r.
Nedenleri bir yanda kaladursun (çünkü bu apayr› bir tart›flmay› gerektirmektedir) bu tür metinler salt dilsel ve anlamsal bir aktar›m› aflan,
bunun çok daha ötesine geçen ve çevirmenden neredeyse ola¤anüstü denilebilecek bir yarat›c›l›k gerektiren eserlerdir; zordur. Çeviri ba¤lam›nda ‘zor’ s›fat›n› kullan›rken adeta bir sözcük ustas› gibi sözcüklerle jong101
lörlük yapan ‹ngiliz yazar ve sözlükbilimci Julian Barnes’› anmadan geçmek olmaz. Zira Barnes metinleraras›l›ktan son raddesine kadar faydaland›¤› eserlerinde adeta nefes almaks›z›n birbiriyle gerek ses gerekse
anlamsal olarak ba¤dafl›k s›fatlar, fiiller, ba¤laçlar kullanarak oluflturdu¤u tamlamalar ve söz öbekleri ile okuru neredeyse dil s›nav›na haz›rlanan bir ö¤renci gibi tetikte tutmaktad›r. Barnes’›n romanlar›ndan al›nan
keyif ve metnin karmafl›k örüntüsünü çözebilmifl – en az›ndan buna dair bir giriflimde bulunmufl – olman›n verdi¤i memnuniyet ile do¤ru orant›l› bir övgüyü de Barnes’›n kitaplar›n› çevirmifl olan Serdar R›fat K›rko¤lu hak etmektedir kuflkusuz. Çevirmenin kimli¤i anlam›nda ise, ayn› zamanda bir yazar olmas›n›n, Barnes denli zorluklarla dolu bir yazar ile bafla ç›kmas›nda belli bir kolayl›k sa¤lad›¤› ç›kar›m›nda bulunmak da san›r›m yanl›fl olmayacakt›r.
Baflka bir “kelime ustas›” ve çevirmenlere “aman bunu da nas›l söyler ki insan Türkçe’de!” dedirten romanc›, köfle yazar› ve ayn› zamanda
büyük bir müziksever olan ‹ngiliz Nick Hornby’dir. Türkiye’de eserleri
Sel Yay›nc›l›k taraf›ndan yay›mlanan ve Esin Eflk›nat taraf›ndan Türkçe’ye çevrilen Nick Hornby de t›pk› Barnes gibi yo¤un gündelik söyleyifller ve ça¤r›fl›mlarla örülü bir dil kullanmaktad›r. How to Be Good, About A Boy, Falling Down gibi roman türündeki eserlerinde çevirmenin ‹ngiliz Dili ve Edebiyat› e¤itimi alm›fl olmas› yine Hornby gibi zor bir yazar›n ve oluflturdu¤u çok-katmanl› metinlerin hakk›n› vererek çevrilmesinde bir katk›s› vard›r san›r›m.
Roman ve düzyaz› türünde fliir çevirisinde oldu¤u kadar ‘f›rt›nalar
kopmuyor’ gibi görünüyor sanki. Her ne kadar çeviri ve çevirmen eti¤i,
metnin çevirmene herhangi bir aitli¤inin bulunup bulunmad›¤› ve varsa
bunun derecesinin ne oldu¤u gibi konularda yaz›n ve elefltiri dünyas›nda sürekli ve k›yas›ya tart›flmalar devam etse de, genelde önceden yaz›na
duyulan ilginin ve flair ve/veya yazar olarak yaz›na dahil olmufllu¤un getirdi¤i deneyimin yaz›n çevirisinde gözard› edilemez bir avantaj sa¤lad›¤›na dair sessiz bir uzlafl› bulunuyor gibi.
Görünen o ki, konu ister fliir ve roman türleri gibi ‘zor’ yaz›n metinleri olsun isterse çevirmene göreceli olarak daha az güçlük ç›karan öteki
düflünce metinleri; metnin çevirisini yapacak olan kiflinin söz konusu uzmanl›k alan› ile bir tan›fl›kl›¤›n›n bulunmas› çeviri ve yaz›n dünyas›nda
tercih edilen bir durum.
Son olarak çevirinin en temelde bir “uzlafl›” eylemi oldu¤unu belirtmeden geçmeyelim ve sonsözü Umberto Eco’nun ifadesiyle söyleyelim:
“..Ve bir kez daha [yaz›n çevirisi] çevirmen, okur ve metin içerisinde o
eflsiz sesinin yans›t›lmas› gereken orijinal metnin sahibi aras›nda bir uzlaflmadan ibarettir”.
102
TÜRK‹YE’DE ÇEV‹R‹ ÇOCUK YAZINI: TOM SAWYER
ÇEV‹R‹LER‹
Sinem Can›m*
Çeviri salt dilsel bir aktar›m de¤ildir. Çeviri bir aktarma eylemidir,
ancak aktar›lan sadece metin parçalar› de¤ildir. Çevirmen kaynak metni
eline ald›¤›nda kendine flu sorular› yöneltir: Neyi çevirece¤im? Neden çevirece¤im? Kimin için çevirece¤im? Ve nas›l çevirece¤im? Özellikle yaz›n
çevirisinde bu sorular çevirmenin zihnini daha fazla meflgul eder ve çevirmenin çeviri kararlar›n› flekillendiren bu sorulara verdi¤i cevaplard›r.
Araflt›rmac› Even-Zohar 1970’li y›llarda ortaya att›¤› Ço¤ul Dizge
Kuram›’nda yaz›n dizgesini ço¤ul bir dizge içine yerlefltirir. Bu dizge
içinde kaynak ve erek ekin dizgeleri yer al›r. Kaynak ekindeki özgün bir
eser çeviri yoluyla erek ekine aktar›ld›¤›nda o dizge içinde özgün metnin
ifllevinden farkl›, yeni bir ifllev kazan›r. Çeviri metin erek dizge içinde
kaynak eserin kaynak dizgede sahip oldu¤undan farkl› bir konum edinir.
Kaynak ekine özgü özellikler tafl›yan yaz›n eserleri erek ekine aktar›l›rken ifllevlerini belirleyen de çevirmen kararlar›d›r. Bu bak›mdan çevirmenin özgün esere müdahalesi kaç›n›lmazd›r çünkü çevirmen kaynak
metnin hedef kitlesinden farkl› bir okuyucu kitlesine seslenir. Çevirmenin karar alma sürecini etkileyen her ne kadar hedef kitleyse de hedef
kitlesini belirleyen de yay›nevi, baflka bir deyiflle iflverendir.
Türkiye’de iflveren kararlar›n›n en belirgin flekilde çeviriye yans›d›¤› yaz›n alan› hiç flüphesiz çeviri çocuk yaz›n›d›r. Çevirmenlerin ald›klar› kararlar›n arkas›nda yay›nevlerinin hedef kitleye bak›fl›, çeviri anlay›fl›, ideolojik ve ticari yaklafl›m› yer almaktad›r. Bu yaz›n›n amac›, çevirmenin iflverenin amac› do¤rultusunda ald›¤› kararlar› inceleyerek erek
odakl› bir bak›flla de¤erlendirmektir. Bu amaçla Wordsworth Classics’in
1996 y›l›nda yay›nlad›¤› The Adventures of Tom Sawyer and The Advantures of Huckleberry Finn adl› kaynak metin ile Zambak Yay›nlar›, Serhat Yay›nlar›, Kervan Yay›nlar›, Engin Yay›nc›l›k ve Ankara Y›ld›r›m Da¤›t›mc›l›k’tan ç›kan befl farkl› çeviri karfl›laflt›rmal› olarak incelenecektir**.
‹lk olarak, Zambak Yay›nlar›, Serhat Yay›nlar› ve Kervan Yay›nlar›
kitab›n hedef kitlesinin ilkö¤retim ö¤rencileri oldu¤unu kitab›n ön kapa¤›nda yer alan “‹lkö¤retim için MEB Tavsiyeli 100 Temel Eser”, “‹lkö¤retim için 100 Temel Eser Dizisi” ve “‹lkö¤retim için 100 Temel Eser”
ifadeleri ile aç›kça belirtmifllerdir. Engin Yay›nc›l›k eseri Dünya Çocuk
103
Klasikleri Dizisi, Ankara Y›ld›r›m Da¤›t›mc›l›k ise Dünya Klasikleri ‹lk
Gençlik Dizisi alt›nda yay›nlayarak öteki üç yay›nevi gibi hedef kitlesini
ilkö¤retim çocuklar› ile s›n›rl› tutmufltur. Her ne kadar befl yay›nevinin
seslendikleri kitle ilk bak›flta ayn› gibi görünse de çevirmenin, dolay›s›yla yay›nevinin kaynak metne müdahalesi ortak okuyucu kitlesinde yay›nevine göre bir farkl›laflma getirmifltir. Bu konuda çocuk yaz›n› ve çeviri araflt›rmac›s› Necdet Neydim’in incelemeleri ve yaz›lar› bize kaynakl›k
etmektedir.
Hedef kitledeki bu farkl›laflmay› somutlaflt›rmak amac›yla kaynak
metnin dördüncü bölümünden seçilen bir parçay› çevirileriyle karfl›laflt›rabiliriz. Bu parça kaynak metinde flöyledir:
The sun rose upon a tranquil world, and beamed down upon the
peaceful village like a benediction. Breakfast over, Aunt Polly had family worship; it began with a prayer built from the ground up of solid
courses of scriptural quotations, welded together with a thin mortar of
originality; and from the summit of this she delivered a grim chapter
of the Mosaic Law, as from Sinai.
Then Tom girded up his loins, so to speak, and went to work to
‘get his verses’. Sid had learned his lesson days before. Tom bent all
his energies to the memorizing of five verses; and he chose part of the
Sermon on the Mount, because he could find no verses that were shorter. (Twain, 1996 s. 19, 20)
dir:
Çevirmenin ad›n› belirtmeyen Zambak Yay›nlar›’n›n çevirisi flöyleGünefl, yavafl yavafl yükseliyor ve sessizce uyuyan kasabay›, nurlu ›fl›klar›yla ayd›nlat›yordu.
Polly Teyze kahvalt› yapt›ktan sonra ev iflleriyle u¤rafl›rd›. Fakat
ifle bafllamadan önce dua etmeyi al›flkanl›k haline getirmiflti. Bazen bu
duay› kendi cümlelerini de katard›.
Sabah duas›ndan sonra Tom baz› dualar› ezberlemeye bafllam›flt›. Sid bu dualar› çoktan ö¤renmiflti. Tom kolay olsun diye dualar›n en
k›salar›n› seçmiflti; ancak yar›m saat içinde hiçbir fley ö¤renememiflti.
Mary dua kitab›n› eline alarak Tom’u dinlemek istedi. Tom sisler içinde yolunu bulmaya çal›flan bir insan gibi bocal›yordu. (Haz: Akçay,
2004 s. 25)
Bu çevirinin en belirgin özelli¤i bir baflka dine özgü ö¤elerin sansür
edilmesidir. Kaynak metindeki “kutsama, aile ayini, Musa Yasas›, Sina
Da¤›, Da¤ Bafl›ndaki Ayet” gibi ifadelere çeviride yer verilmedi¤i görülmektedir. Çevirmenin ald›¤› karar›n amac› bir baflka dini kültürü okuyucu kitlesine aktarmayarak, s›n›rlar› çizilmifl bir okuyucu kitlesi yaratmak104
t›r. Ayr›ca kaynak metinde Polly Teyze’nin kahvalt›n›n ard›ndan ev iflleri ile u¤raflmas› ve ev ifllerinden önce dua etmesine iliflkin bir anlat›m yer
almasa da çevirmen böyle bir ekleme yapm›flt›r. Bu ekleme ‹slam kültürüne gönderme yapmaktad›r.
‹kinci çeviri ise Nihal Ye¤inobal›’n›n çevirisidir:
Günefl dingin bir dünyan›n üzerine do¤ru, afla¤›daki küçük, sakin köyü kutsarcas›na nura bo¤du. Polly Teyze bir aile ayini düzenledi. Bu, kutsal kitaplardan yap›lan al›nt›larla temelden yukar› do¤ru
kurulan, ince bir özgünlük çimentosuyla ayakta duran bir törendi.
Polly Teyze bunu tepesinden, eskil Sinai tepesindeymiflçesine Musa
Peygamberin Yasalar›na iliflkin sert bir bölüm okudu.
Sonra da Tom, söz gelimi gayret kufla¤›n› kuflanarak, «ayetleri ezbere geçirmek» için çal›flmaya koyuldu. Tüm enerjisini befl ayet ezberleme u¤runa seferber etti, bu ayetleri de Da¤ Bafl›ndaki Vaaz bölümünden seçti çünkü bu bölümdekilerden daha k›sa bir ayet bulam›yordu. (Ye¤inobal›, 1993 s.32)
Yukar›da Ye¤inobal›’n›n kaynak metnin gerek anlam›ndan gerekse
biçeminden mümkün oldu¤unca ödün vermeyen bir çeviri yöntemi kulland›¤› görülmektedir. Ancak bunu yaparken kimi zaman Türkçe’den taviz vermifl, bu da metnin ak›c›l›¤›n› bozarak dili çocu¤un okuma sürecinde tökezletici bir etmen haline getirmifltir.
Üçüncü çeviri ise Serhat Yay›nlar›’ndan ç›kan Benyamin Yafet’in
çevirisidir:
O sabah günefl, sessiz bir dünya üzerine do¤du ve kasabay› cömertçe ayd›nlatt›.
Kahvalt›dan sonra, Polly Teyze ev iflleriyle u¤raflt›, oysa Tom,
derslerini ö¤renmeye çal›fl›yordu. Bunlar ‹ncil’den seçilmifl çeflitli parçalard›. Bunlar› ezberlemek zorundayd›. Fakat bir türlü ezberleyemiyordu. Akl›, fikri baflka yerdeydi. Bunu gören kuzeni Mary, Tom’a yard›m etmek istedi. Kitab› alarak dualar› tekrarlamaya ve unuttu¤u parçalar› hat›rlatmaya bafllad›. Fakat Tom, bunlar› yine ezberleyemiyordu. Bunun üzerine Mary, Tom’a sevece¤i bir fleyi verece¤ini vaat etti.
Sonuç, flaflk›nl›k verici oldu. Bu sözle harekete geçen Tom, dualar› iyice ezberledi. (Yafet, 2005 s. 25, 26)
Yafet çeviride kaynak metinde yer alan “kutsama, aile ayini, Musa
Yasas›, Sina Da¤›, Da¤ Bafl›ndaki Ayet” gibi dini ö¤eleri Zambak Yay›nlar›’ndan ç›kan çeviride oldu¤u gibi yer vermemifl, ancak ‹ncil sözcü¤ünü kullanmaktan kaç›nmam›flt›r. Kervan Yay›nlar› ile Ankara Y›ld›r›m
Da¤›t›mc›l›¤›n ise dinsel ö¤eler bar›nd›ran bu bölümü metinden ç›karmak fleklinde bir sansür politikas›na gitti¤i görülmektedir. Zambak Yay›105
nevi’nin H›ristiyan kültürünün izlerini büyük ölçüde silmesi eserin yabanc›l›¤›n› ciddi anlamda gizlemifltir. Böylece okuyucu için yabanc› olan
yaln›zca kifliler ve mekând›r. Bu bak›mdan yay›nevinin okuyucusuna
kendi kültür birikimi ile al›mlayabilece¤i ve herhangi bir yabanc›l›k unsuru tafl›mayan bir metin sunmay› amaçlad›¤› aç›kt›r.
Çeviri eylemini bafllatan, iflin yap›lmas›n› isteyen kifli iflverendir. Çevirinin nas›l yap›laca¤›n› çevirmen iflverenle görüflerek belirler. Çevirinin baflar›l› olmas›, amac›n aç›k bir biçimde belirlenmesine ba¤l›d›r. Bu
örneklemeler, iflveren amac›n›n çevirmen kararlar› üzerinde ne ölçüde
belirleyici oldu¤unu göstermektedir. ‹flveren kitab›n sayfa say›s› gibi ticari ç›karlar›na, hedef kitlenin belirlenmesine ve dil kullan›m›na iliflkin kararlar ile hedef kitleye yönelik çeviri kararlar› konusunda çevirmeni adeta denetim alt›nda tutmaktad›r. Ancak çeviribilimci Hans Vermeer’in de
ileri sürdü¤ü gibi çevirmenin iflverenin belirledi¤i amaçlar› körü körüne
gerçeklefltirmek yerine her iki kültürün bilgisine sahip bir uzman olarak
iflverenin amaçlar›n›n olabilirli¤ini sorgulamas› ve gerekti¤inde bu amaçlara müdahale ederek iflvereni yönlendirmesi gerekir.
Bir çocuk, ö¤retmenin tavsiye etti¤i kitab› bir kitapç›dan ya da kütüphaneden edinirken hangi yay›nevinin kitab›n› seçece¤i konusunda bilinçsizdir. Onun için ne yazar›n, ne çevirmenin kim oldu¤unun ne de kitab›n hangi yay›nevi taraf›ndan yay›nland›¤›n›n önemi vard›r. Bu nedenle, çocu¤un içinde yer ald›¤› okuyucu kitlesine yönelik bir çeviriye ulaflmas› flans eseridir. Bir ö¤retmen, ebeveyn ya da kütüphanecinin çocu¤a
uygun çeviriyi seçmesi gerekti¤inde ise önce çeviriyi elefltirel bir gözle
okumas› gerekir. Çünkü Türkiye’de çeviri çocuk yaz›n›nda çeviri kararlar› konusunda ayd›nlat›c› bir önsöz yazma gelene¤i henüz oluflmam›flt›r.
Bunun nedeni ise, yay›nlansa bile çocuklar›n ço¤unlukla önsözü okumayaca¤›d›r. Önsözü as›l yetiflkinin okuyaca¤› gözden kaçmaktad›r. Bu nedenle hitap edilen okuyucu kitlesine yönelik uygun çeviri kararlar› al›nm›fl bile olsa çevirinin do¤ru hedef kitleye ulaflmas› ço¤unlukla mümkün
olmamaktad›r.
* ‹stanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ‹ngilizce Mütercim-Tercümanl›k Anabilim Dal› Araflt›rma Görevlisi
**TWAIN, M.: 1996 The Adventures of Tom Sawyer and The Adventures of Huckleberry Finn, Hertfordshire, Wordsworth. ‹ncelenen Tom Sawyer Çevirileri: Tom Sawyer, Çev: Nihal Ye¤inobal›: Engin Yay›nc›l›k, 1993, ‹stanbul; Tom Sawyer’in Maceralar›,
Çev: Aflk›n Baysal: Ankara Y›ld›r›m Da¤›t›m, 2005, ‹stanbul; Tom Sawyer, Haz: Sezgin
Akçay: Zambak Yay›nlar›, 2004, ‹stanbul; Tom Sawyer Çev: Benyamin Yafet: Serhat Yay›nlar›, 2005, ‹stanbul; Tom Sawyer, Çev: Zafer Tokgöz: Kervan Yay›nlar›, 2005, ‹stanbul.
106
Y‹NE TDK SÖZLÜ⁄Ü
Ali Püsküllüo¤lu
fiimdiki TDK sözlü¤ünü haz›rlayanlar, elefltirilerim karfl›s›nda öfkeye kap›lm›fllar. Hele, Sözcükler ’in Ocak-fiubat 2007 tarihli say›s›nda yer
alan “M›zrakl› ‹lmihal ya da M›zrak Çuvala S›¤maz” bafll›kl› yaz›ma bir
öfkelenmifller, bir öfkelenmifller ki sormay›n.
Do¤rusu ya, bu öfkenin nedenini anlam›yor de¤ilim. Sözlüklerindeki yüzlerce yanl›fl› bulup önlerine koymam onlar›n hofllanaca¤› bir fley
de¤il. Bunu biliyorum. Ama ben de TDK sözlü¤ünün kullan›c›s› olarak
öfkeleniyorum, bir sözlükte, üstelik de devlet zoruyla kulland›r›lan bir
sözlükte bu denli çok yanl›fl bulunmas›na. Bu denli çok yanl›fl›n “kas›tl›”
yap›laca¤›n› düflünece¤im neredeyse; çünkü bu türlüsü ancak bile isteye
yap›labilir. S›radan bir örnek vereyim: Sözlükte “ba¤›ms›z bölüm” diye
bir madde bafl› var, onun karfl›s›na tan›m diye “ortak yer” tan›m›n› koymufllar. Ben “Bu tan›m›n do¤ru olmad›¤›n› bir apartmanda konutu olan
herkes bilir.” demiflim. Herkesin kolayl›kla görebilece¤i bir yanl›fl bu, yap›lmas› olanaks›z bir yanl›fl bu, ama yapm›fllar iflte! Sözlüklerini bilgisunar (internet) ortam›nda da yay›ml›yorlar, oraya bakan görebiliyor, tan›m›n› benim söyledi¤im yolda düzeltmifller.
Yine, gerekli mi gereksiz mi demeden, yaln›zca bir tek köyde kullan›lan “bask›da kalmak” sözünü madde bafl› yapm›fllar ama tan›m›n› bile
Derleme Sözlü¤ü ’nden do¤ru dürüst aktaramam›fllard›. Bunu belirtmifltim. Bilgisunar ortam›ndaki sözlüklerinde onu da düzeltmeye çal›flm›fllar. fiu var ki, sözlükteki tan›m› yine de do¤ru olarak aktaramam›fllar. Bu
yaz›y› görürlerse düzelteceklerdir. Ama bana teflekkür etmeden.
fiimdiki TDK o denli “meyveli a¤aç” ki, ben onu tafll›yorum, çamur
at›yorum. Haks›z elefltiriyorum.
Somut elefltiri, kan›tl› elefltiri ne zamandan beri “çamur atmak” oldu? Öyle olsayd›, bu yanl›fllar›n›z› düzeltir miydiniz? Çamur atmak sayar,
geçerdiniz.
Amaç düzgün bir sözlüktür. Elefltirilecek yan› bulunmayan bir sözlük ortaya koysunlar. Kimseye çamur at›lm›yor, ifllerine elefltiri yöneltiliyor. Kendi sözlüklerinin önceki bask›s›n›n yaln›zca “A” harfinde rastlanan bilgi ve yöntem yanl›fllar› için ben Cumhuriyet gazetesinde ve Ça¤dafl Türk Dili dergisinde sayfalarca yazd›m.
fiimdiki sözlükleri için de...
107
Bana sald›racaklar›na, yanl›fllar›n› düzeltmelerine olanak sa¤lad›¤›m için teflekkür etmeliler, bunu bir kez daha belirtmek durumunday›m. “Antihijyenik” baflta olmak üzere, üzerinde durdu¤um pek çok sözcü¤ü, sözü düzeltmek durumunda kalm›fllar.
Ben onlar› elefltirip de ne söylüyorum? fiunlar flunlar yanl›flt›r, bir
sözlükte bulunmamal› diyorum. Böylece, yapt›klar› “fahifl hata”lar› düzeltmelerine olanak veriyorum.
Daha ne isterler ki?
Örne¤in “aspirin gibi gelmek”, “namaz seccadesi”, “bakla oda, nohut sofa”n›n yanl›fl oldu¤unu, bunlar›n bir Türkçe sözlükte yer almas›n›n
do¤ru olmad›¤›n› öne sürüyorum. Do¤rular›n› gösteriyorum. Ölçünlü
Türkçede “anfi”, “anfiteatr” yoktur diyorum. Hele “m›zrakl› ilmihal” diye bir madde bafl›n›n yer almas› olacak fley de¤il, diyorum. “Bu yayg›n›n
ad› seccade, o tamam da, halk ona namaz seccadesi dese bile bunun bir ölçünlü dil sözlü¤ünde yer almamas› gerekti¤ini belirtiyorum. “Tafl›t arac›”
denmez, ö¤renmek için de¤il “ö¤retmek için” kitap yaz›l›r diyorum.
Ne yap›yorlar?
Bunlar› TDK’nin bilgisunar ortam›ndaki herkese aç›k yerlefle¤inden (sitesinden) kald›r›yorlar. Yani, benim elefltirimi hakl› buluyorlar.
fiu var ki, bu yanl›fllar, sat›flta bulunan sözlüklerinde oldu¤u gibi duruyor. Bu demektir ki, sözlü¤ün yenisi bas›l›ncaya de¤in onlar orada kalacak.
Sözlük, bilgi tafl›y›c›s›d›r; bilgi yanl›flsa, o sözlükten onlarca y›l sonra yararlanmak isteyecekler için de oldu¤u gibi kalacakt›r. Yaz›k de¤il mi
onu sat›n alacaklara ya da al›p kitapl›¤›na koyanlara?
Devletin bast›¤›, dolay›s›yla da devlet kurulufllar›n›n, okullar›n kullanmak zorunda kald›¤› sözlük böyle mi olmal›? Bunu bir soran, denetleyen ç›kmayacak m›?
Bir sözlük düflünün ki, “ve benzerleri”, “ve devam›” gibi madde
bafllar› var. Bu sözleri madde bafl› yapmak flimdiye de¤in kimsenin, hiçbir sözlükçünün akl›na gelmemifl. Olsun, daha da geç olmas›n da! Bunlar›n ak›llar›na gelmifl iflte. Ama sormaz m›s›n›z, sözlü¤ünüzde bu sözler
var da onlar›n yap›s›ndaki “ve benzeri”, “ve di¤erleri”, “ve baflkalar›”,
“ve ötekiler”, “ve bunun gibi”, “ve arkas›”, “ve gerisi”, “ve süre¤i”, “ve
sonras›” vb. neden yok diye?
Sormazs›n›z, çünkü hiçbir sözlükte “ve benzeri”, “ve devam›” ya da
öteki sözlerin yap›s›nda sözlük ö¤elerinin olamayaca¤›n›, olmamas› gerekti¤ini bilirsiniz.
Yine çünkü, “ve”, “benzer”, “devam” sözcükleri dilde var, sözlükte
de zaten var. Bu sözcükleri bilen kullan›c› bir metinde “ve benzeri” ya
da “ve devam›” geçerse, anlam›n›, ne demek oldu¤unu bilir.
108
Sözcük türleri yönünden de bu sözler, TDK’nin sözlü¤üne göre, birer adm›fl. Peki nas›l ad, neyin ad›? Ayr›ca bir ba¤laç ve bir s›fat›n (“ve”
ba¤laç, “benzer” s›fat) ad olmas›/olmamas› sorununu dilbilgisiyle u¤raflanlar çözsün! Haydi biz olabildi¤ini kabul edelim!
fiimdi gelelim as›l noktaya: “vb.”, “vd.” k›saltmalar›n› s›k kullan›r›z.
Bu ikisinin aç›l›m› “ve benzeri”, “ve devam›”d›r diyelim. Bunlar sözlükte yer al›rsa, benzer ö¤elerin bulunmamas› yönteme ayk›r› olur. Benim,
yinelemeyi göze alarak yukar›dan beri dile getirdi¤im bu!
Ama denecek ki, “vs.”nin aç›l›m› olan “vesaire” yok mu sözlükte?
Var olmas›na var da, görüldü¤ü gibi, o bileflik bir sözcük. ‹yice kal›plaflm›fl. Bilefli¤i oluflturan ö¤eler do¤ald›r ki sözlüklerde ayr› ayr› da
yer al›r, bileflik oluflturarak da.
Türkçede var olmayan bir sözcü¤ün sözlükte yer almas›na ne dersiniz? “‹fllemcilik” sözcü¤ünü duymufllu¤unuz var m›? “Duymad›k, ama
biz duymad›k diye sözlükte olamaz m›?” derseniz... Hakl›s›n›z, her sözcü¤ü biliyor olsayd›k, sözlüklere gereksinim kalmazd›. Ama benim huyum kurusun, bildi¤im sözcükler için bile sözlü¤e bakma al›flkanl›¤›m
var. TDK sözlü¤üne bakt›m, var; anlam› da “ifllemci olma durumu” imifl.
Belki de böyle bir “meslek” vard›r. “Peki, ifllemci neymifl?” derseniz...
Onu da bu sözlükten oldu¤u gibi aktar›yorum:
fllemci is. tek. 1. Bilgisayar programlar›n›n herhangi bir dilinde yaifll
z›lm›fl program›, bilgisayarda iflletmeyi sa¤layan programlar toplulu¤u. 2.
Bir bilgisayarda verilen komutlar› yorumlayan ve yürüten birim.
Bu tan›mlara göre “ifllemcilik” de “bilgisayarda iflletmeyi sa¤layan
programlar toplulu¤u olma durumu” ve “komutlar› yorumlayan ve yürüten birim olma durumu” oluyor. Do¤rusu, ben bu iflin içinden ç›kam›yorum. Addan ad türeten ekler bu sözcükte yerli yerinde, ancak yine de
Türkçede böyle bir sözcük olamaz. Yani anlam olarak yanl›fl!
Bu sözlü¤e bakarsan “ifllemcilik” oldu¤u gibi, “düelloculuk” da var!
‹nsan ilk bak›flta, bunlar› birer u¤rafl alan›, “meslek” san›yor. Var m› böyle meslekler? Düello etmeyi bir meslek olarak yapanlar m› var? Ne diyorum ben, “ip torbal›” (sözlükçülük için ne bulufl ama!) varsa bunlarda
vard›r, sözlük öyle söylüyor.
De¤iflmece (mecaz) anlamlar› olsa neyse...
Öte yandan, “düello yapmak” maddesini bofluna aramay›n bu sözlükte, yok. Ya flu “durum vaziyeti” maddesine ne buyrulur! fiu “badem
a¤ac›” maddesine! Bunlar var sözlüklerinde. Bu sözlük bir sözcü¤ün tan›m›nda “palamut bal›¤›” bile diyor. “Sözlük dedi¤in böyle olur, flimdiki
TDK’nin sözlükçülük anlay›fl›n›n bir eseri” diyelim, flafl›rmayal›m.
109
Size, TDK sözlü¤ünün uygulad›¤› yaz›mdan da ilgi çekici birkaç örnek vermek istiyorum.
Bunca y›ld›r “Bab›âli” art›k “Bab›ali” biçiminde, “âli” de “ali” biçiminde yaz›lacakm›fl.
Neden gereksediklerini, nedenini niçinini onlara soracaks›n›z. Sözcüklerin bu biçimde yaz›lmas›yla, onlar›n gelmifl geçmifl kullan›mlar›n›
bir ç›rp›da “yanl›fl yaz›l›fl” durumuna düflürüyorlar. fiu var ki, “âli”deki
“a”n›n “k›sa a” biçiminde söylenmesi olas›l›¤› göz ard› ediliyor.
Bundan daha da ilginci, “suiistimal” sözcü¤ünün yaz›l›fl›ndaki de¤ifliklik. Onu “suistimal” biçimine sokmufllar.
Neden?
Yan›t belki, “halk böyle söylüyor” olacakt›r. ‹yi de, çok merak ediyorum, Osmanl›ca sözlüklerde “sû-i istimal” yaz›ld›¤›na göre, haz›rlayacaklar› Osmanl› Türkçesi sözlü¤ünde onu “suistimal” biçiminde mi b›rakacaklar? “Suikast”, “suiniyet”, “suizan” gibi sözcüklerin bulundu¤u
sözlükte, o sözcü¤ün de “suiistimal” biçiminde bulunmas›nda ne sak›nca vard›?
Bunu, “Arapça sözcükleri Türkçelefltirmek” olarak m› görece¤iz?
Bütün sözlüklerde ve k›lavuzlarda tek biçimde yaz›lan, iki anlam› da
bu biçimiyle içeren “herhalde”nin, flimdiki TDK’nin sözlü¤ünde hem
“herhâlde” hem de onun hemen alt›nda “her hâlde” biçiminde yaz›l›fl›na ne diyelim?
Bu söylediklerim çamur atmak m› flimdi?
Ben Türkçenin olabildi¤ince özleflmesinden yanay›m. Bu yaz›da eski sözcükleri savunuyor de¤ilim. Amac›m TDK sözlü¤ündeki yöntem tutars›zl›¤›n› belirtmeye çal›flmak. Üstelik burada söz konusu ettiklerim devede kulak!
Ellerindeki büyük olanaklarla böylesine bir sözlük ortaya koymalar›
insan› flafl›rt›yor. fiimdiki TDK’nin sözlü¤ü gerçekten de iyi bir gözden
geçirme istiyor.
Tutsunlar bu ö¤üdümü, düzeltsinler sözlüklerini düzeltebilirlerse
ve bana aç›kyüreklilikle teflekkür etsinler.
fiunu da söylemeden geçemeyece¤im: 12 Eylül, ülkemizin yazg›s›yla oynad›. Ülke hâlâ kendine gelemedi. Kurucusunun vasiyetini hiçe sayd›lar ve tüzeye ayk›r› bir yasa ç›kararak TDK’yi üyelerinin elinden zorla
ald›lar.
Onlar da yapt›klar›n› görsünler!
110
Mete Özel
ÜfiÜMÜfi MOR GÜLLER‹N BELLE⁄‹D‹R
I
yang›nl› k›y›lar›n düfl erbab›y›z
ilenmekten yorgunuz karaya denize
sövmekten alt›ndakilere üstündekilere
üflüyoruz közlerin içinde
II
aflk ile kanay›p aflk ile kanat›yoruz
her zerremizden ball› a¤u imbikliyoruz
yine kendimize sadece kendimize
o¤lumuzu yaln›z biz a¤lat›yoruz
III
gülüz ya bazan susuyoruz bülbülü
sustukça s›ra bizden geçmiyor geceleri
morar›yoruz ›fl›k saçan cisimlerle
unutuyoruz failatün mefailü
IV
tanr›
insan yontusu akça mermerdir
yerel reformisttir her peygamber
biz de “bildik” leday› defneyi haticeyle fatmay›
bir de k›z o¤lan k›z meryemi
ezberletemedik renklerimizi
V
önce hidrojen vard› H ‹ D R O J E N
SÖZ sonradan oldu beri geldi OKUndu
kan imanla akt› ça¤larca ça¤lad›
bülbül susunca da gül morard›
budur iflte tarih
gayri resmi
gayri kabili rücudur
VI
evet
közlerin içindeyiz
üflüyoruz
111
Selahattin Yolgiden
L‹MAN
bütün gün limanda
seferden dönecek gemileri bekledim
aln›mda günefle siper ellerim.
bu senin anlatt›¤›n liman m›
o sabah›n karanl›¤›nda
hayali bir sandalla sefere ç›kt›¤›n?
maviyi hep sevdim
mavi bir evim olsun isterdim, içinde mavi
elbiseli, burnu çilli, tolstoy’un öykülerindeki gibi
solgun yüzlü bir k›z beni beklemeli.
o seferden dönen gemileri
all› pullu kurdelelerle karfl›layan kad›nlar› sevdim
onlardan birinin çocu¤u olmak isterim dedim
ne olmak istersin diye sorduklar›nda.
bütün gün limanda
aln›mda günefle siper ellerim
belki gelirsin diye
bofl yere bekledim.
ne zaman ad›m› sorsalar
senin ad›n› söyledim.
112
Gökçenur Ç.
UN ÇORBASI, K‹RAZ RAKISI, B‹RAZ ZAMAN
Burada iyiyim
okaliptus yapraklar›n›n alt›nda, muz a¤açlar›n›n
çatlayan narlar›n aras›nda, burada
ö¤leyi yiyoruz geceleri,
zakkum rak›s› içiyoruz, kam›fl budamaktan dönen
bal›kç›larla konufluyoruz, bu nehir diyorlar
anlayabilir her fleyin neden ya¤mur ›ras› tafl›d›¤›n›?
bu nehirler diyorum üstüne basa basa bu
nehirler!
bural›lar, ayn› yatakta üst üste akan iki nehir oldu¤unu bilmiyorlar:
günefle koflut, uzaktan y›lanlar›n çiftleflmesi san›lan iki nehir
Burada iyiyim,
burada, sivrisinekler prensli¤inde
nehre bakan bir oda verdiler bana
un çorbas›, kiraz rak›s›, biraz zaman verdiler
‘insanlar’ dedim doktora, sözcüklerle düflünmezlerdi eskiden,
günefl, s›yr›lm›fl bir bal›k k›l盤› gibi dururken gökte,
imgelerle düflünmenin sonsuz olanakl›l›¤› çok geldi
onlara, bu yüzden s›n›rl› say›da sözcük uydurdular;
doktor, not al›yor, ‘insanlar’ derken kendimi d›flarda
b›rakt›¤›ma dikkat çekiyor, doktor,
zaman›n ya¤mur ›ras› tafl›d›¤›na inanm›yor
Zaman y›lan bal›¤› gibi kay›yor ayr›l›¤›m›zdan,
a¤açlar› kireçliyoruz burada, iskeleyi onar›yoruz,
uzay›p k›salan gölgelerin diline çal›fl›yoruz,
yang›n gözetleme kulesinden dönen
iki ar› çoban›na rastlad›k dün, bu orman dediler
bir aç›klama olabilir kendi varl›¤›na
bu ormanlar dedim, bu
ormanlar!
bural›lar orman›n aras›nda baflka bir orman›n durdu¤unu görmüyorlar:
uzaktan bak›nca ya¤mur san›lan baflka bir orman
Burada iyiyim,
gündüzleri da¤a bak›yorum, geceleri gizli gizli yaz›yorum
yazmak daha da yaln›zlaflt›r›yormufl insan›
inanm›yorum
113
Mustafa Erdiken
ALACALI KARNAVAL
“Asl›nda hiçbir fley bilmiyoruz:
Çünkü gerçek uçurumun dibindedir.”
1.
Cehennem bir tözdür, demifl kral Marks. Bilm yapm›fl sonra, h›yararfli konulu. Baflrolde helemistik güzeller: Melos’tan kolsuz Aphrodite;
Samothrake’den bafls›z Nike! Mis kokuyorlar gül bahçelerinde. ‹ki kahramansa esir olmufl Zen’e. Arada bir tramvay geçiyor, içine kurulmufl
sahne. “Bu eski evler n’ola?” Çocuk soruyor babas›na. Dekor tasar›m› baflar›l› ha! Demokritos meydan okuyor Aristo’ya demoktratik zeminde.
Stop, diyor usta. Epikür yapt›r›yor molada güzeller, deforme ediyorlar
saçlar›n›. Yanlar›na s›zm›fl vahfli, bir saman türküsü söylüyor. Bitmez
rüzgâr›yla Nike, barbarl›¤› silip süpürüyor. “Nietzsche ‘Tanr› öldü’ demifl, ‘Hangisi’ diye sormufl Herakleitos.” “Romal›lar kopya çekmifl heykelden.” “Kolomb muydu cehenneme giden, Dionysos mu?” Dedikodular alm›fl yürümüfl sette. Kurba¤alar a¤›zlar› aç›k, flaflk›n bak›yorlar Charles’a.
“Tamam” diyor yönetmen, “Yeter bugünlük gayr›. Hadi gidelim
hep birlikte, Paris’te bir pasaja.”
2.
Ege’de bir ada. Marks, Kan›t istiyor Wilhelm’le Arthur’dan. “Kovulur mu can›m, onca ünlü güzeller dedikodulara bak›p.” Ustan›n havas›
yerinde, bir Rionysos alay› tasarl›yor kafas›nda. Napollon rahats›z bu durumdan, baflrol gidiyor elden. Diogenes, demokratik zemin neyimize deyip giriyor ormana, Herakleitos’u aramaya. Efesli, oturmufl konufluyor,
karfl›s›nda at›p tutuyor Hietzsche. Claudel çiçekçi k›z› oynayacak., ne de
yarafl›rd› Napollon’a onunla birlikte baflrol!
Patron verdi karar›, sanat yönetmenini kovdu. Oydu bütün lak›rd›lar› ç›karan (ad› aç›klanmayacak bas›na). K›yd› paraya, ça¤›rd› Hollywood’dan bir baflka Charles’›. Yönetmen at›yor sevinç naras›n›: “Bafllayabiliriz art›k Alacal› Karnaval’a!”
114
3.
Gezginler döndüler seferden. Dionysos soruyor Kolomb’a: “Seni göremedik Hindistan k›y›lar›nda.” Sahne haz›r çekime, flarap siparifllerini
gözden geçiriyor asistanlar, epey içilecek do¤al olarak. Ekip dizilmifl ard›
ard›na. En önde Kolomb, arkada Aphrodite ve Nike, aralar›nda Dionysos. Napollon düflünür grubunun bafl›nda yürüyor. En gerideyse Amazonlar dans edecek. Bafll›yor çekim.
Dionysos sar›l›nca güzellere, Napollon dayanamay›p savuruyor küfrü, “Seni flarap düflkünü …….!” ve patlat›yor tekmeyi. Aristo tebrik edince onu, Demokritos demokratik zemin falan dinlemeyip sall›yor tokad›,
yap›flt›r›yor yanl›fll›kla Aristophanes’e. O da gidip Diogenes’i ittiriyor suya ve bas›yor kahkahay›. Nietzsche atlay›p kurtaracak oluyor, engelliyor
Herakleitos. “Atlama Hietzsche, b›rak kap›ls›n ak›nt›ya, nas›l olsa iki defa giremeyecek ayn› ›rma¤a.” “Yeter be!” deyip Nietzsche, yap›fl›yor Efeslinin g›rtla¤›na. fienlik bafllad›, bofl durur mu Amazonlar, h›zla erkeklerin aras›na dal›yorlar. ‹lerdeyse güzellik kavgas›na tutuflmufl k›zlar, saç
saça, t›rnak t›rna¤a. Olay› yat›flt›rmak için yerlerinden f›rlayan Wilhelm
ve Arthur da f›rsat bu f›rsatt›r deyip bafll›yorlar yumruklaflmaya. Ve çiçeklerini savuruyor Claudel, tamaml›yor kareyi. Yönetmenlerin umurunda
de¤il olup biten. Ne kadar flarap varsa devirmifller, son fliflenin kavgas›n›
yap›yorlar.
“Harika” diyor Marks, “Kârl› bir ifl buldum sonunda, iyi para kazanaca¤›m yahu!”
4.
… sonras›:
Dionysos, Napollon, Nike ve Aphrodite, Louvre’a yerleflti, kap›flmalar›n› sessizce sürdürmekteler.
Aristoteles, Bat› Felsefesinin kurucusu olarak onurland›r›l›rken,
Demokritos, Abderal› damgas›n› ömrü boyunca tafl›d›.
Nietzsche, Herakleitos’un yazd›klar›n› paramparça ettikten sonra
ünlü bir filozof oldu ç›kt›. Herakleitos bunu onuruna yediremeyip olur
olmaz otlar yutarak intihar etti.
Zen bilgesi olan Herakles ve ‹skender, kendi okullar›n› kurup dersler verdiler. Arthur’la Wilhelm bu derslere kat›ld›lar.
Charles biraderler, meyhanelerde, barlarda içmeye devam edip
gençlerle e¤lenmeyi sürdürüyorlar.
Nehre düflen Diogenes’ten asla bir haber al›namad›.
Amazonlar m›? Her an, her yerde ç›kabilirler karfl›n›za!
115
Ayd›n Boysan
ÂDEM ‹LE HAVVA
Garibin biriydi Âdem, garip mi garip
Üstelik dünyada, yaln›z m› yaln›z
S›k›nt›dan patlard›,neden anlamazd› ki
Tuhafl›k birdenbire, bafllay›vermedi mi?
Âdem gö¤sünde s›z›yla, uyan›vermedi mi?
Bir kaburga kemi¤i, sökülüp gitmedi mi?
Dünyan›n düzeni bu! Bir verir bir al›rs›n
Bir kemik karfl›l›¤›, Âdem Havva’ya kavuflsun
Karfl›l›k de¤ildir bu! Hesab› cinler aras›n
Havva dünya güzeliydi, inanmamak saçmayd›
Baflkas› yoktu ki
Koca dünya cennetinde, yaln›z ikisi vard›
Üçüncüsü yoktu ki
Güzel yaflad›klar›n›, hiç de anlamad›lar
Politika yoktu ki
Cennette olduklar›n›, hiç anlamad›lar
Görgüleri yoktu ki
116
“YED‹NC‹ ADAM”... ‹fiÇ‹LER… CEVAT ÇAPAN
Besim Dalgݍ
John Berger, Yedinci Adam kitab›nda, II. Dünya Savafl› sonras› Avrupa’n›n yap›lanmas›nda önemli yer tutan göçmen iflçilerin sorunlar›n›
gerçekçi bir flekilde anlatm›flt›r. Jean Mohr da foto¤raflar›yla bu anlat›m›
destekler. Türkçe çevirisini 1976 y›l›nda Cevat Çapan yapt›. Cem Yay›nlar› taraf›ndan yay›nlanan bu kitab› 2002 y›l›nda ‹yi fieyler Yay›nc›l›k
tekrar bast›.
Benim için yedinci adam Hüseyin amcan›n bir gün Sirkeci’den trene binip Almanya’ya gitmesidir. 60’l› y›llarda Kuzey Avrupa ülkeleri,
özellikle Almanya, II. Dünya emperyalist savafl›nda yok olan ifl gücü a盤›n› savafl d›fl› kalm›fl öteki Avrupa ülkelerinden karfl›lama e¤ilimindeydiler. ‹spanya, Yunanistan, ‹talya ve Türkiye gibi ülkelerden gelecek iflçiler, milyonlarca kiflinin ölmesine neden olan savafl›n emek a盤›n› kapatacaklard›.
Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht 1919’da kurulan Alman Komünist Partisi’nin (KP) en önemli yöneticilerindendi. 1914’de bafllayan
I. Dünya savafl› öncesi Alman Sosyal Demokrat Partisi (SDP) parlamentoda büyük bir ço¤unlu¤a sahipti. Devrimci nitelikte olmas›na karfl›n, savafl›n önünün aç›lmas›na olanak sa¤layacak oylamada Alman burjuva ve
tutucu partileriyle birlikte hareket etti. O dönemde SDP ve III. Enternasyonal üyesi olan Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht ile birlikte 15 kiflilik bir grup savafla karfl›yd›lar. Parlamentoda bu savafl›n emperyalizmin
paylafl›m savafl› oldu¤unu, emekçilerin emperyalizmin amaçlar› u¤runa
birbirlerine k›rd›r›lacaklar›n›, burjuvazi karfl›s›nda çok kuvvetli bir duruma gelen iflçi s›n›f›n›n devrim yapmas› gerekti¤ini söylediler. Gerçekten
SDP, 1912’de ald›¤› 4,5 milyon oy ile parlamentoda 110 sandalyeye sahip büyük bir devrimci partiydi. 1918’de Almanya öteki emperyalist devletlerce yenildi. Savafl büyük y›k›m ve can kayb›na neden oldu. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht 1919’da Spartakist hareketi denilen oluflum içinde bir ayaklanma bafllatt›lar. Baflar›s›z oldular, sistemin yürümesinden yana olan güçler taraf›ndan her ikisi de katledildi. Baflar›l› olmalar› için arkalar›nda gerekli devrimci güçlerin ço¤u savaflta yok edilmifllerdi. Avrupa kapitalizminin en önemli kazan›m› buydu. Devrimci güçler
bütün Avrupa ülkelerinde bertaraf edilmifl, güçsüzlefltirilmifl, var olanlar
da ehlilefltirilmiflti.
117
Benzer bir durum, 1920’de ‹talya’da oldu. Ünlü ‹talyan Marksist düflünür Antonio Gramsci’nin de içinde bulundu¤u büyük bir grev dalgas›
sonucunda ‹talyan ‹flçi S›n›f› ‹talyan Komünist Partisi (‹KP) önderli¤inde bütün fabrikalara el koydu. Talepleri ücret art›fl› de¤il, ‹talya’da devrimi gerçeklefltirmekti. Bunu yapacak güçleri de vard›. ‹ktidardaki burjuva s›n›f› ve destekçileri iflçi s›n›f› karfl›s›nda güçsüzdüler. 1917’de Rusya’daki devrim rüzgar› bütün Avrupa’y› etkilemeye bafllam›flt›. Ancak
‹talyan devrimci güçlerinin içindeki bir k›s›m uzlaflmac› yöneticiler, basiretsizlikleriyle, iflçilerin bu inançl› iktidar talebini ülke çap›nda yapt›rd›klar› referandum sonucunda, burjuvaziden ald›klar› sözde ödünlerle
baflar›s›z k›ld›lar. Sonraki y›llarda Faflist Mussolini, ‹talyan burjuvalar›n›n deste¤iyle iktidara geldi. Bütün devrimci hareket yok edildi. Antonio Gramsci 1926’da hapse girdi. Sa¤l›ks›z bedeniyle 18 y›l hapiste çürütüldü. 1934’te serbest b›rak›ld›ktan k›sa bir süre sonra öldü. Benzer bir
flekilde Almanya’da Hitler’in liderli¤inde Naziler iktidara geldi. ‹ki ülke
büyük y›k›mlara ve can kay›plar›na neden olan II. Dünya Savafl›’n› ç›kar›p I. Dünya Savafl›’ndaki paylafl›m sorununu yeniden gündeme getirdiler. Bu bak›mdan bu iki savafl birbirinin devam›yd›. Emekçileri birbirlerine öldürttüler. Devrimci güçleri tasviye ettiler. Gerçekte bu savafllar
emperyalizmin Avrupa’da yükselen devrimci hareketi imha etme amac›n› da tafl›yordu. Buna fazlas›yla ulaflt›lar. Ama yukarda belirtti¤im gibi ellerinde ifl gücü kalmam›flt›.
‹talyan devrimci iflçi hareketinin nas›l yok edildi¤ini anlatan bir
oyun var. ‹ngiliz oyun yazar› Trevor Griffiths taraf›ndan yaz›lm›fl. ‹flgalciler (Occupations, Mitos Boyut, 2005) isimli bu oyunu Cevat Çapan çevirmifl. Bu oyunun konusu 1920’de Torino’da aralar›nda Antonio
Gramsci’nin de bulundu¤u iflçi iflgalleri çerçevesinde oluflan olaylar› ve
devrimci hareketin nas›l yok edildi¤inden bahsediyor. Belki de iflçiler iktidar› ele geçirecek kadar s›n›f bilinci içinde olamad›lar. Yaklafl›k 2 bin
y›l süren feodalitenin yerine geçen, ondan daha güçlü olan burjuva s›n›f›n›n 300 y›lda y›k›lmas›n› beklemek olas› m›d›r? Gerçi Rus örne¤i vard›. Ama o da dayanamay›p 70-80 y›lda y›k›ld›, iktidar kapitalistlere teslim
edildi. Polonya’da karfl› devrimi iflçi sendikalar› yapt› ve ellerindeki iktidar› kapitalistlere teslim ettiler.
Yaflad›¤›m semt, kahveleri bol, Avrupa’n›n iflçi ihtiyac›n› fazlas›yla
karfl›layacak vas›fs›z emekçi deposuydu. Her gece ifl ve iflçi bulma kurumunun radyoda yurt d›fl›nda hangi ifl kollar›nda iflçi a盤›n›n oldu¤unun
haberleri geçerdi. Bulgar göçmeni olan Hüseyin amca usta bir pastac›yd›. Ortanca a¤abeyim onun yan›nda ç›rakl›k yap›yor, ben de pasta art›klar›ndan k›smetleniyordum. Ama o art›k gitmifl, benim pasta yeme ha118
yallerim de Almanya yollar›nda erimiflti. O da bir çok benzeri gibi yedinci adam olmufltu. Babam gitmeye cesaret edememifl, Belki bizi b›rakmak zor gelmiflti. Biraz heveslenmifl, bir süre sonra o defteri kapatm›flt›. Çok insan gitti. Y›llarca orada kald›lar. Para biriktirip, ailelerine geri
dönüp daha iyi koflullarda yaflamakt› amaçlar›. Tatile geldikleri zaman,
orada üretilen pek çok tüketim mal›n› bazen hediye, bazen satmak için
yanlar›nda getirdiler. Önceleri, imperteks denilen pardesüler, naylon
gömlekler, elektrikli ev eflyalar›, radyo, teyp vb. Türkiye’de olmayan
özendirici eflyalar getiriyorlard›. Daha sonraki y›llarda para biriktirme
koflullar› iyilefltikçe otomobiller, minibüsler boy göstermeye bafllad›.
Onlara herkes hayranl›k ve özenerek bakar, Almanc› derlerdi. Gitmeyenler bin piflmand›. Adalet A¤ao¤lu’nun Fikrimin ‹nce Gülü (YKY) roman› bu konuyu anlatan en güzel kitaplardan biri. Bugün için belki güncelli¤i kalmam›fl olabilir ama o y›llarda Almanya’dan tatil için ülkesine
dönen iflçi Bayram ve oradan ald›¤› sar› mersedesin öyküsünü anlat›r
Adalet A¤ao¤lu bu kitab›nda. Bu roman› “Sar› Mersedes” ismiyle 1987
y›l›nda Tunç Okan taraf›ndan filme çekildi. Filmde ‹lyas Salman, Serra
Y›lmaz, Savafl Yurttafl, Menderes Samanc›lar rol alm›fllard›. Almanya’da
çal›flan iflçiler, kendi ürettikleri mallar› al›p Alman teknolojisinin ne kadar üstün oldu¤u düflüncesindeydiler. Bu düflünce kendi yurtlar›ndaki
hemflerileri taraf›ndan da paylafl›rlard›. Ama onlar nas›l bir yabanc›laflma içinde olduklar›n›n fark›nda de¤illerdi. Emeklerini ucuza satt›klar›
Avrupa ülkelerinde hor görülen bu iflçiler, kendi ülkelerinde hayranl›kla karfl›lan›yorlard›.
Yabanc›laflma deyince Selahattin Hilav’› hat›rlamamak mümkün de¤il. O, Marksizmin “alienation” kavram›n› “yabanc›laflma” olarak türkçelefltirmiflti. Ancak zamanla bu kavram anlam kaymas›yla dilimizde yerleflti. Bu konuda bir çok örnek var. “Kar›ma yabanc›laflt›m”, “Köpe¤ime yabanc›laflt›m” fleklinde bu kavram› kullanan bir çok kifliyle karfl›lafl›laflt›¤›n› söylerdi Selahattin Hilav. 1973’de iflçi al›m› durduruldu. Ancak aradan geçen on y›la yak›n bir zamanda Avrupa’da göçmen iflçi say›s› h›zla
artm›fl, ilk y›llar 30-40 bin olan Türk iflçi say›s› 1973 y›l›nda 700 bini aflm›flt›. Art›k dönüflü olmayan bir yola girilmifl, aile birlefltirmeleri, gelen
kaçak iflçiler bu say›y› daha da art›racakt›. Bütün Avrupay› kapasayan bu
say›n›n günümüzde 4.5 milyonu geçmifl oldu¤u tahmin ediliyor. Bunun
3-3.5 milyonu Almanya’da yafl›yor. Bir gün ülkelerine geri dönece¤i düflünülen göçer iflçiler yani “yedinci adamlar” art›k kal›c›d›rlar. Bu göç,
dünya tarihinde bilinen en büyük göçtü belki de. Y›llarca vizesiz gidilebilen Avrupa ülkeleri, ald›klar› bütün önlemlere karfl›n bu göçü engelleyemediler. Belki de engellemek istemediler. San›r›m hâlâ ucuz emek gücünü karfl›layacak iflçilere gereksinimleri var. Bu iflçilerin Avrupa ekono119
mik yap›s›n›n hâlâ canl› tutulmas›nda önemli yerleri olmalar›na karfl›n
onlar›n sosyal yaflant›dan d›fllanmalar› engellenmifl de¤il.
Y›llar sonra Yedinci Adam kitab›n› okudu¤umda çocuklu¤umdaki
pastac› Hüseyin amcan›n da nas›l yedinci adam oldu¤unu ve yitirdi¤im
pasta art›klar›n› an›msam›flt›m.
Cevat Çapan ile zorunlu ilk karfl›laflmam 1974’de oldu. Zorunluydu
çünkü Güzel Sanatlar Akademisinde okudu¤um bölümde o benim hocam, ben de onun ö¤rencisi olmufltum. Tiyatro tarihi ve dramaturji derslerine geliyordu. Esas görevi ‹.Ü. ‹ngiliz Edebiyat› bölümündeydi. Arkadafl›m sinema yönetmeni Ayflegül Gökçe ile birlikte onun dersine giriyorduk. Öteki atölye arkadafllar›m›z baflka derslerdeki tak›nt›lar› dolay›s›yla
bu dersi alamam›fllard›. ‹ki y›l boyunca bir hoca ve iki ö¤renci her çarflamba ö¤leden sonra birlikteydik. Ders konular›m›z fliir, müzik, sinema,
edebiyat, ortak dostlar›m›z, antik dönem Yunan tragedyalar›, Aristotales’in Poetika’s›, William Shakespeare, Christopher Marlowe, Bertolt
Brecht, John Ford, Passolini, Antonioni, Godard, Visconti, Eliot, Yeats,
Neruda, Nâz›m Hikmet, Kavafis, Elitis, Turgut Uyar, Necatigil, fievki
Bey, Zekai Dede ve daha bir çok fley. Cevat Çapan sadece ö¤retmez, ayn›
zamanda birlikte ö¤renmekten yanayd›. Ö¤renmenin ve ö¤retmenin karfl›l›kl› oldu¤unu söylerdi. Onun bu yarg›s›n›n ne demek oldu¤unu y›llar
geçtikçe daha iyi anlayabildim.
Cevat Çapan, tiyatro, fliir, felsefe, estetik ile ilgili bir çok kitab› dilimize kazand›rd›. Y›llard›r çeflitli dergilerde ç›kan fliirlerini ilk defa 1985
y›l›nda Dön Güvercin Dön ad›yla Adam yay›nlar› bast› ve bir y›l sonra
Behçet Necetigil fliir ödülünü ald›. Sonra öbür fliir kitaplar› Do¤al Tarih
(1989), Sevda Yaratan (1994), Ne Güzel Yolculuktu Akl›mdan Ç›kmaz
(2001) ayn› yay›nevinden ç›kt›. En son bütün fliirleri YKY taraf›ndan Bana Düfllerini Anlat (2007) ad›yla bir kitapta topland›.
Onun fliiri nedir? Bu soruya cevap vermek kolay de¤il. fiiirlerinde
çevirisini yapt›¤› flairlerin etkisinde kald›¤›n› söyleyenler vard›r. Bir ço¤umuzu etkileyen flairlerin fliirlerini çevirdi. Kavafis, Elitis, Seferis, Pesoa, Yeats, Eliot, Sapho, Lorca ilk akla gelenler.
Federico García Lorca dünyan›n en önemli flairlerinden. ‹spanya iç
savafl›nda Franko faflistlerince kurfluna dizildi. Lorca; Endülüs’ü, Sevilla’y›, Carmen’i an›msat›r kaç›n›lmaz olarak. Carmen, Georges Bizet’in
ünlü operas›. Opera Sevilla’da tütün iflleyen kad›nlar›n çal›flt›¤› bir fabrikada bafllar. “Magnum Foto¤raflar› ile Türkiye” adl› sergi 20 May›s
2007’ye kadar ‹stanbul Modern’de sergileniyor. Ara Güler’den ‹spanya
‹ç Savafl›n› belgeyen Magnum’un kurucular›ndan Robert Capa’ya kadar
bir çok foto¤rafç› bu sergide yer al›yor. Robert Capa II. Dünya Savafl›
120
sonras› Türkiye’nin ça¤dafl yüzünü göstermek için bir dizi foto¤raf çekmifl “Illustrasyon” dergisi için. O dönemde Bat›, Türkiye’yi Nato üyesi
yapmak istiyor ve bu nedenle kendi kamuoyunu buna haz›rl›yor. Sovyetler Birli¤i’ne karfl› ileri karakol olarak kullanmak istiyor gerçekte. fiimdi
ise tamamen tersi bir durum. AB, Türkiye’yi s›n›rl› bir yerde, içine almadan kontrol edebilir bir flekilde kullanmak istiyor. Türkiye’deki ça¤dafl
oluflumlardan çok Bat› de¤erleriyle uzlaflmas› mümkün olamayan gruplar› öne ç›kar›yor ve kendi kamuoyunu bu flekilde yönlendiriyor. Politikac›lar gerçekte sorun ç›karmaktan baflka ne ifle yararlar? Bu sergide Robert Capa’n›n Türkiye’de Cibali Tekel Tütün fabrikas›nda çekti¤i tütün
iflleyen kad›nlar foto¤raf› var. Osmanl› maliyesini denetleyen reji idaresi
taraf›ndan 1884 y›l›nda kurulan Cibali Tütün fabrikas› yaklafl›k 120 y›l
hizmet verdi. Tütün fabrikas› iflçileri ço¤unlukla kad›nd›. Zehra Kosova
da bu kad›n iflçilerden biriydi. 1910 y›l›nda do¤mufl, 1930 y›l›nda tütün
iflçilerinin aras›nda örgütlenen TKP’ye kat›lm›fl, 1934’de parti taraf›ndan Moskova’ya Do¤u Halklar› Emekçi Üniversitesi’ne ö¤renim görmesi
için gönderilmiflti. O ilk kad›n sendika liderlerinden biriydi. 1951 tevkifat›nda tutuklanm›fl. An›lar› Ben ‹flçiyim ad›yla ‹letiflim Yay›nlar›’ndan
ç›kt›. Bu kitap bir dönemi anlatan önemli bir belge niteli¤i tafl›yor. Türk
sinemas› seti olarak defalarca kullan›lan Cibali Tütün Fabrikas› 1997 y›l›nda Kadir Has Üniversitesi olarak hizmete girdi. Benzer bir flekilde Carmen’e konu olan tütün fabrikas› da 1920’li y›llardan sonra Sevilla Üniversitesi olmufl.
Cevat Çapan kendi fliirini üretirken, çeviriden de hiç vazgeçmedi.
Ça¤dafl ‹ngiliz fiiiri Antolojisi (Adam, 1985, 2000), Eray Canberk ve Erdal Alova ile birlikte Ça¤dafl Dünya fiiiri Antolojisi (Adam, 1998, 2000),
dünya fliirinin Türkçe’ye kazand›r›lm›fl güzel örnekleri. Onun çeviriyle
baflka fliirleri dilimizde okunabilir k›lmas› okurlar için önemli bir f›rsat.
O kendi fliirlerinde, çevirdi¤i fliirlerden etkilenmifltir elbette. Zaman zaman Kavafis, Eliot, Yeats’den duygular hissetmiflimdir. Ama kim kimden
etkilenmez ki? Nâz›m’›n fliirinin de Mayakovski’nin etkisinde kald›¤›
söylenmifltir. Belki de öyledir. Ama Mayakovski’nin ne kadar güçlü bir fliiri varsa, Nâz›m’›n da ondan afla¤› kalmayan kendine özgü fliiri yaratmad›¤›n› kim söyleyebilir? Nâz›m’›n fliirlerinin günümüzde onun gibi düflünmeyen bir çok siyasetçi taraf›ndan okundu¤unu duyar›z zaman zaman. Bu da onun fliirinin ne kadar vazgeçilmez oldu¤unu gösterir. Ama
o siyasetçiler ellerinde güç oldu¤u halde onun hâlâ vatan hainli¤ini sürdürmekte siyasal bir yarar görmekteler. Vars›n Nâz›m Hikmet vatan haini olmaya devam etsin... Onun fliiri bütün dünyaya ait.
Yönetmenli¤ini Biket ‹lhan’›n yapt›¤› “Mavi Gözlü Dev” filmi 2007
Mart ay›nda gösterime girdi. Film Nâz›m Hikmet’in Bursa hapisanesin121
deki dönemini yans›t›yor. Darbe dönemlerinde Nâz›m’›n fliir kitaplar›n›n yak›ld›¤› veya bahçe ve kömürlüklerde saklamak için kitap mezarlar›n›n aç›ld›¤› dönemler çok geride kald›. Onun fliirleri özgürce bas›l›p sat›l›yor. Mavi Gözlü Dev Nâz›m’la ilgili Türkiye’de yap›lan ilk film. Ancak
film flematik. Bu sinemam›z›n hastal›¤›. Önemli kifliler için yap›lan filmler bu flematik dilden kurtulam›yor bir türlü. Atatürk, Fatih filmlerinin
ço¤unda bunu gördük. Metin Erksan 1982 y›l›nda TRT için çekti¤i, görüntü yönetmenli¤ini U¤ur Erozan’›n yapt›¤› Barbaros Hayretin’i anlatan Preveze Öncesi filmi sinemam›z›n flematik olmayan nadir örneklerinden biri. Hat›rlan›rsa Postac› filmi Neruda’n›n sürgünde geçen y›llar›ndan bir kesiti anlat›r. 2006 y›l› Kas›m ay›nda ölen ünlü Frans›z oyuncu
Philippe Noiret’in canland›rd›¤› büyük flair Neruda, o filmde ak›lda daha kal›c› olarak seyirciyi etkileme baflar›s›n› göstermiflti. Tarihi kiflilerimizi anlatan filmlerin de buna benzer yap›lmas›n› umuyorum. Gene de
filmde sinemasal bir bölüm var. So¤uk bir günün havaland›rma saatinde
yar› deli, fukara bir mahkûm rolündeki Nihat ‹leri ile Nâz›m’› baflar›yla
canland›ran Yetkin Dikinciler’in karfl›l›kl› olarak ç›kard›klar› usta ifli sinemasal baflar›m› kutlamak gerekir.
fiairlerin baflka flairleri etkilemesi konusuna dönersek, fliir dünyam›zda Turgut Uyar, Edip Cansever gibi bir çok flairden etkilenen flairler
de olabilir. Hangi flair kimden etkilenmifltir araflt›rmas› yapmak bofla kürek çekmek san›r›m. Bir hayat baflka bir hayat› etkiler kaç›n›lmaz olarak.
Baz› flairler de baflka flairleri etkileyebilir benzer bir flekilde. Bu etkilenmeden de yeni bir anlat›m dili ç›kabilir. Bu da özgün bir dildir. Bir de etkilendi¤i flairleri çevirebilir bir çevirmen. Sözcüklerin 6. say›s›nda Erdal
Alova “Bir ‹standollu’nun Notlar›” yaz›s›nda çevirece¤i flairin birkaç fliirini bilmek çevrilen fliirin edas›n› verebilmek için yeterli olmad›¤›na de¤inerek, her flairi çeviremeyece¤ini, çevirebilece¤i flairlerle tinsel ba¤›n›n olmas› gerekti¤ini belirtiyor. Cevat Çapan’›n fliir çevirilerinde de bu
anlay›fl egemen büyük ölçüde. Cevat Çapan’›n da fliirinde, etkilenebilece¤i bütün flairlerden etkilenip kendine ait yeni bir fliir ortaya ç›kard›¤›n›
düflünüyorum. Onun fliiri kendine özgü yeni bir dil. O sadece fliiri düflünür. Amac› flairlik de¤ildir, fliirdir. fiiirinin önünde olmak istemez. fiiir
iflçisidir. Buna karfl›n sessiz, sakin ama etkili fliirler yazar.
Yüksek ö¤renimini, ‹ngiltere’de Cambridge Üniversitesi ‹ngiliz
Edebiyat› bölümünde 1956 y›l›nda tamamlad›.
Cambridge’de ‹ngiliz Edebiyat›’n›n köklü temsilcileri Cevat Çapan’›
büyük ölçüde kendi edebiyat gelece¤ine haz›rlad›. Yak›n arkadafl› tan›nm›fl ‹ngiliz kad›n yazar Antonia Susan Byatt ve ünlü kad›n flair Sylvia
Plath’la birlikte okudu. Cevat Çapan bitirilmesi çok zor olan bu bölümü
122
en yüksek derece ile tamamlay›p Türkiye’ye döndü. Gönlünde sinema
vard›. Bu nedenle sineman›n merkezi say›lan Yeflilçam ilgisini çekti. Sinemac›larla tan›fl›p sinemada yer edinmeye çal›flt›. O dönemlerde sinemaya girmenin koflulu buydu.
Bir gün Sabahattin Eyübo¤lu ile tan›fl›rlar. Cevat Çapan’›n durumunu ö¤renen Eyübo¤lu onu ‹Ü ‹ngiliz Edebiyat› Bölümü Baflkan› Vahit
Turhan’a gönderir. Görüflmelerinin ard›ndan ö¤retim üyeli¤ine bafllar. O
art›k akademik hayat›n içine girmifltir. Ama sinema onun her zaman ilgi
alan› olmufl. K›y›s›ndan köflesinden bir flekilde bulaflmadan edemez, zaman zaman filmlerde ve dizilerde oyunculuk yapar. 1962 y›l›nda Adnan
Benk’in çekti¤i, Aziz Albek’in kameramanl›¤›n› yapt›¤› Ben Asitavanda
isimli Karatepe ile ilgili belgeselde yönetmen yard›mc›l›¤› yapt›. Zor koflullarda çekimleri bir hafta süren bu filmde bir set görevlisi gibi flaryö
iten görüntülerini izlemifltim. Ama o her zaman ö¤retim üyesi olman›n
sorumlulu¤unu tafl›d›. Binlerce ö¤rencisi oldu. 80 darbesi ülkeyi büyük
bir hapisane gibi yönetirken, binlerce insan iflkence alt›nda aylarca, y›llarca eziyet çektirilirken, üniversitelerin üzerindeki bask›n›n artmas› kaç›n›lmazd›. Bunun sonucu olarak ö¤renci ve ö¤retim üyelerinin k›l›k k›yafetlerine müdahale edildi. Sakall› bütün ö¤retim üyelerinden sakallar›n›n kesilmesi emredildi. Bu nedenle bir çok kifli görevlerinden ayr›ld›.
Cevat Çapan ‹stanbul Üniversitesi’nden ayr›larak Güzel Sanatlar Akademisi’nin kadrosuna geçmiflti. Sakal›n›n kesilmesi konusunda Akademi
yönetiminden uyar› gelmifl, istifa etmekten baflka yapabilece¤i bir fley
kalmam›flt›. S›k›nt›l›yd›. Bu konuyu konufltuk onunla. ‹stifa etmek, ödün
vermemek onurlu bir davran›flt›. Böylesine bask›c› önlemler kal›c› de¤il
geçicidir düflüncesiyle, onun hocam olmas›n›n benim için ne büyük bir
flans oldu¤unu, bu flans› benden sonra gelecek baflka ö¤rencilerin kullanmas›n› engellemeye hakk› olmad›¤›n›, bu nedenle sakal›n önemsiz oldu¤unu, as›l olan›n bu alanlar› terk etmemek gerekti¤ini söyledim. O istifa
etmedi. Bu konuflman›n bir etkisinin olup olmad›¤›n› bilmiyorum. Ama
hâlâ ayn› kan›day›m.
Olumsuz olaylar karfl›s›nda tepkisiz midir? Onun için bir çok insan
öyle düflünür, yarg›lar. Sakin duruflu, gülümseyifli bu yarg›y› besler. Bir
çok insan için heyecan›n› abart›l› bir flekilde göstermek bir erdem olabilir. Öfkesiyle kendi düflünce tarz›n› benimsetmek, her zaman önde olmak
gösteriflli ve ilgi çekicidir. Tüm bunlar sahiciyse sorun yok. Ama inand›r›c›l›ktan uzaksa bu gösterinin ne de¤eri olabilir? Oysa Cevat Çapan’›n böyle bir olumsuz olay karfl›s›ndaki sakinli¤i tepkisizlik anlam› tafl›maz.
Onun tepkisi, gülümseyen gözlerinin içine bak›l›rsa anlafl›labilir. Afl›r›
tepki, sizi hakl› duruma getirebilir. Ama sessiz bir tepkiyle ödeflmek olas›
de¤ildir. Vicdan›n›zla baflbafla kal›rs›n›z. Bunu yaflamak kimse için kolay
123
olmasa gerek. Asl›nda Cevat Çapan’›n niyeti ödeflmek de de¤ildir. O karfl›s›ndakine her zaman bir f›rsat verir. Toptan harcamaz, yap›lan hatan›n
onar›lmas›na izin verir. O kimsenin masum olamayaca¤›n› ve bunun da
çok do¤al bir durum oldu¤unu söyler ve bunu anlay›flla karfl›lar.
Cevat Çapan’›n ilgi alan› sadece fliir de¤il. Sinema ve tiyatro onun
vazgeçemedi¤i konulard›r. Dostlar› hayat›nda önemli yer tutar. Bebek’te
bol merdivenli Ehram yokuflundaki evlerinde efli Gönül Çapan ile y›llarca bir çok kifliyi a¤›rlad›lar. Geceler boyu süren sohbetler, gelenler, gidenler... Çocuklar› Nigar, Leyla, Aliflan burada büyüdüler, okudular.
Ama o sadelikten ve sahicilikten hiç ödün vermedi. Her zaman bir fleylerle u¤rafl›p durdu. Bazen roman, bazen tiyatro, bazen fliir kitaplar› çevirdi. Gizliden, sakinlikte kendi fliirlerini yazd›. Mahçup bir flekilde yay›nlad›.
Cevat Çapan’a çevirilerini yapt›¤› Yunan flairlerin içinde en etkili flairin kim oldu¤un sordum bir kere. O da benzer soruyu Yunan flair bir arkadafl›na sormufl. Arkadafl› ona sadece Kavafis’in Teodorakis’in müzi¤ine gereksinimi olmad›¤›n› söylemifl. Kimin kime gereksinimi oldu¤u bilinmez. Belki de herkes biribirini bir flekilde tamaml›yor.
Cevat Çapan’›n fliir serüveni 1933’de Dar›ca’da do¤umundan önce
bafllam›fl. Babas› genç yafllarda Kemah’tan ç›k›p Akdeniz’i, Atlas Okyanusu’nu afl›p Küba’ya yerleflmifl. Uzun y›llar orada çal›fl›p, tekrar Türkiye’ye
dönmüfl. Girit’ten mübadil annesiyle evlenmifl k›rl› yafllar›nda. Babas›n›n serüvenci taraf› onda y›llard›r Cumhuriyet Kitap ekinde bir imece çal›flmas› olarak tasarlanan fiiir Atlas›’nda, Çin’den Peru’ya dünyan›n bir
çok ülkesinden yap›lan fliir çevirileriyle t›pk› babas› gibi bir ülkeden bir
ülkeye hem kendi gider, hem bizi yan›nda tafl›r.
Onun babas›n›n bu büyük serüveni için yazd›¤› fliir:
YAZIT
Adalar› seven bir adam,
Adalar› da kad›nlar kadar.
Bir adam, gelip da¤ köylerinden,
Han kahvelerinde duran.
Bir köylü, imparatorlu¤un payitaht›nda.
Bir kaçak, Cezayir zindanlar›nda.
Bir yolcu, Marsilya’dan.
‹kinci Abdülhamit’in padiflahl›¤›nda
Kalk›p Havana’ya giden babam.
124
MICHAIL M. BACHTIN:1
YAZINSAL ÇOK-SESL‹L‹K ve SÖYLEfi‹MSELL‹K
Onur Bilge Kula
Bachtin, Hegel’in tarih felsefesi, Marksizm, psiko-çözümleme, Rus
biçimcili¤ini ve yap›salc›l›¤› elefltirel irdeleyerek, ço¤ullu¤u temel alan
yaz›n kuram›n› dizgelefltirmifltir. Bu ayr›ks› düflünür, an›lan ak›mlar ve
düflünsel birikimlerle irdeleflme sürecinde felsefe ve yaz›nda çok-seslilik
ö¤retisini belirginlefltirmifltir.
Çal›flmalar›n› özellikle önemli yaz›nsal bir tür olan “roman”da yo¤unlaflt›ran Bachtin, roman› “aç›k bir tür”, “sosyal çeflitlili¤i, söz ve konuflma biçimlerinin ço¤ullu¤uyla ayr›mlaflan dünyay› yans›tacak yeterlikte” yaz›nsal bir ürün olarak de¤erlendirmifltir.2 Bütün yaz›nsal türleri içerisinde özümseyen roman›n özyap›sal özelli¤i konusunda Bachtin flu saptamalar› yapar: “Özerk ve kar›flmam›fl seslerin ve bilinçlerin çoklu¤u,
sözlerin hakiki çok-seslili¤i, roman›n as›l özgünlü¤ünü oluflturur.” Romanda somutlaflan yaz›nsal dilin felsefi niteli¤i “anlat›sal söylemin yap›sal çok-seslili¤i”dir. Bu özgürlükçü Rus düflünür ve bilimci yaz›n-kuram›
bak›m›ndan sa¤lam gerekçelendirilmifl savlarla, Hegel ve Lukacs’›n roman kuram›n› aflm›flt›r.
flünce, Öz-yap›sal Olarak Ço¤uldur
1. Her Dil ve Düflü
Bachtin’in temel kuram› olan “çok-seslilik” ya da “söyleflimsellik”,
her fleyden önce ve ilkesel olarak her biri bir oluflturu ya da yap›nt›
(Konstrukt) olan sözcüklerin öz-yap›sal olarak diyalojik, diyesi, söyleflimsel olduklar› anlay›fl›na dayan›r. Yaz›nsal türler aras›nda da özellikle roman, öz-yap›sal olarak sözcüklerin söyleflimselli¤inden yararlanmaya elverifllidir.
Dillerin, sözlerin ve seslerin çoklu¤u ve çeflitlili¤i anlam›nda söyleflimsellik, tekil dil dizgesine, tekil ideolojiye indirgenemez. Heterojen
(ayr›fl›k) unsurlar olan diller, sözler ve sesler anlam tafl›y›c› ve aktar›c› ifllev görürler. Böylece çeflitli düflüncelerin etkileflmelerini ve tözsel olarak
zaten ço¤ul olan düflüncenin sürekli olarak yeniden ço¤ullaflmas›n› sa¤larlar.
Söyleflimsellik kuram›n›n dil felsefesindeki dayana¤›, Humboldt’tan
bu yana bir “dizge” olarak nitelendirilen dilin “genelli¤i” ve dil dizgesini kullanan konuflucularca üretilen “dilsel bildirimin özelli¤i”, diyesi, dilin konuflucularca güncellefltirilen durumudur. Bu anlay›fl uyar›nca dil,
125
bir yönüyle somutlaflm›fl ve yerleflmifl bir yap›, öteki yönüyle de bir etkinlik ve süreçtir. Dilin süreçselli¤i, tekil konuflucular›n söz-eylemlerinde
gerçekleflen özgün ve bireysel kullan›m biçimleridir. Dil dizgesi tekil olmas›na karfl›n, söz-eylemler öz-yap›sal olarak ço¤ul ve söyleflimseldir.
Bachtin’e göre, felsefe bak›m›ndan dizgeli bir yaz›n bilgisi ya da yaz›n tarz› (poetika), “sözcükle sanat yaratma esteti¤i olmak zorundad›r”3
(s. 98). Kapsaml› bir felsefe yönelimiyle kavranabilecek böyle bir estetik
anlay›fl›, büyük ölçüde dilbilimle ba¤lant›l›d›r; çünkü, bu ba¤lamda estetik etkinlik, dilsel malzemeye yöneliktir ve onu biçimlendirir.
Edebiyat›n estetik nesnesi dildir; dil edebiyat aç›s›ndan teknik bir
unsurdur. Yaz›nc›n›n, yazar›n sözcük üzerindeki çal›flmas›, Bachtin’in
kavray›fl› uyar›nca, “sözcü¤ü aflmay› amaçlar; çünkü, estetik nesne, sözcüklerin, dilin s›n›rlar›nda geliflir.” Bu süreç içerisinde sanatç›, dilin dilbilimsel belirleniminden olumsuzlamayla kurtulamaz; dili içkin olarak
yetkinlefltirerek kurtulur.
flünceyi ve
2. Sosyal, Bölgesel, Siyasal ve Dinsel Farkl›l›k; Dili, Düflü
flt›ran Bafll
fll›ca Etmendir
Sanat› Ço¤ullaflt
Bachtin üç numaral› dipnotta an›lan kitap içerisinde yer alan “Romanda Söylem” adl› bir baflka irdelemesinde roman› “sanatsal bak›mdan
düzenlenmifl söz çoklu¤u, ayn› zamanda dil çoklu¤u ve bireysel ses çoklu¤u” olarak tan›mlar. Bütünlüklü ulusal bir dil, sosyal diyalektler, deyifl
tarzlar›, meslek dilleri, ç›kar kümelerinin dilleri, yetkelerin dilleri, moda
dilinden, sosyal-siyasal kümelerin ve etkinlikler dillerine de¤in uzanan
bölümlenmelerden oluflur. Roman, düflünüre göre, konular›n›, nesneler
dünyas›n›, anlamlar› ve sosyal söz çeflitlerini orkestralaflt›ran yaz›n türüdür.
Her yaz›nsal ürün, yarat›ld›¤› dil dizgesinin ve yazar›n/flairin bireyli¤inin birefliminin bir sonucudur. Yazan›n bireyli¤inin de d›fla vurumu
olan “retorik söz(cük)”, yöresel, s›n›fsal, siyasal ve benzeri etmenlerden
kaynaklanan çeflitli anlam katmanlar›n› içinde bar›nd›r›r. Sözcükler, toplumsal-siyasal iliflkiler ve konuflucular›n karfl›l›kl› etkileflimleri içerisinde
olufltuklar› ve geçerlilik kazand›klar› için, ilkesel olarak “söyleflimsel yönelimli” ya da “içkin olarak söyleflimseldir.” Bu olgu, sözcü¤ün çok-seslili¤inin felsefi kayna¤›n› oluflturur. Bu yönden bak›ld›¤›nda, dil felsefesi aç›s›ndan ulusal diller ya da ölçünlü diller de ses ve konuflma çoklu¤unu yans›t›r.
Ses ve konuflma ço¤ullu¤u, yaflam tarzlar›n›n ve anlay›fllar›n›n farkl›l›¤›n› somutlaflt›ran davran›fl biçimlerinin ve dilsellefltirilen düflüncelerin dolafl›m›ndan ve paylafl›m›ndan kaynaklan›r. Bir dili iletiflim arac›
olarak kullanan konuflucular ve yazarlar, düflüncelerini adland›rmak ve
126
iletmek için, baflkalar›n›n yaratt›¤› sözcüklerden yararlan›r. Bu nitelik
gere¤i, her sözcük içkin olarak çok-anlaml›d›r. Yap› tafllar› sözcükler olan
konuflmalar ve metinler de bu nedenle çok-anlaml›l›k üzerine kuruludur.
Yazar, sanat yaratma arac› olarak kulland›¤› sözcü¤e oluflturdu¤u
ba¤lam ve güttü¤ü erek do¤rultusunda kendi anlam›n› yükler. Yaz›n kuram›nda “yaz›nsal metinler tek-anlams›zd›r” ya da “yaz›nsal metinlerin
yoruma aç›kl›¤›” gibi söylemler, yaz›nsal bir metnin her okumada farkl›
yorumlanabilece¤ini anlatmak için kullan›l›r.
Yaz›nsal etkinli¤i ya da üretimi felsefi bir etkinlik ya da nitelik olarak de¤erlendiren Aristoteles’ten de esinlenerek, yaz›n› “ütopik felsefe”
olarak adland›ran Bachtin yaz›nsal metinlerin yoruma aç›kl›k niteli¤i nedeniyle, romandaki sözcük ve söylemi en az›nda “iki-anlaml›” olarak nitelendirmifltir.
flünsel ve Dinsel Ço¤ullu¤u Anlatan Kavram Çiftleri
3. Düflü
Bachtin’in dil ve edebiyat felsefesine iliflkin temel savlar› belirginlefltirebilmek için, Reiner Grübel’e4 dayanarak, flu temel kavram çiftlerinin irdelemeye kat›lmas› gerekmektedir. ‹lk kavram çifti “dil dizgesinin
genelli¤i- söz eylemin özelli¤i”dir. Bu kavram çiftini “genel-özel” olarak
da k›saltmak olanakl›d›r. Burada “genel” dil dizgesi; “özel” ise bireysel
söz eylem için kullan›lmaktad›r. Bu ba¤lamda özellikle göstergenin ba¤lam ve ere¤e göre, sürekli olarak anlam ço¤ullu¤u niteli¤i kazanmas› öne
ç›kmaktad›r.
Bachtin’in yaz›n kuram›nda “teklik-çokluk” kavram çifti, daha çok
egemen düzenin her türlü yolu kullanarak bilinçleri benzefltirmesi, tekillefltirmesi ve bu tekillefltirici etkiye karfl› özgünlü¤ünü ve özerkli¤ini
korumaya çal›flan tekil bilinçlerin çeflitlili¤ini dile getirmek için kullan›l›r.
Diyalog-monolog ya da çok-seslilik-tek seslilik karfl›tl›¤› da bu ba¤lamda de¤erlendirilebilir. ‹letiflimsel eylem anlam›nda diyalog, Bachtin’e
göre, iki eylem ba¤lam›n›n s›n›r›nda gerçekleflir; dolay›s›yla, diyalojik
(söyleflimsel) bildirim, zorunlu olarak “diyalog durumlar›nda” olur. Her
bildirim ya da söylem, baflkalar›n›n üretti¤i önceki bildirimlerle ba¤lant›l› olarak ve daha üretilecek olan bildirime yönelik olarak gerçekleflir.
Her söyleflim durumunda kat›lanlar›n ideolojik yönelimini ortaya koyan
dil anlay›fl› önem kazan›r. Dolay›s›yla diyalog sonsuzdur.
Monolog-diyalog karfl›tl›¤›n› aç›mlamak için Bachtin “karnaval”
kavram›n› kullan›r. Karnaval, Bachtin’e göre, toplumsal ve siyasal hiyerarflilerin, üst ve alt, yaflam ve sanat, gülen ve kendisine gülünen aras›ndaki s›n›rlar›n görece ortadan kalkt›¤›, toplumsal-tarihsel varoluflun somutlaflm›fl durumu olarak gülmenin ve gülme kültürünün baflatlaflt›¤›, s›127
radan halk kesimlerinin her türden olumsuzlu¤u daha rahat elefltirebildi¤i, var olan düzeni sorgulayabildi¤i ortamd›r.
Karnaval ortam› bu nitelikleri nedeniyle, yerleflmifl alg›lamalar› sarsar; bir kültür içerisinde karfl›t kültür e¤ilimini olanakl›laflt›ran karnaval
genel olarak “özgürlefltirici” bir özyap›ya sahiptir. Bachtin’in gelifltirdi¤i
karnaval kavram›n›n sosyal elefltiriyi, gülme kültürü ba¤lam›nda bireyi
özerklefltirici ve özgürlefltirici an› ve etkiyi kuramsallaflt›rmak amac›yla,
yaz›n kuram›nda “karnavalizm” kavram› yerleflmifltir.5
Önem kazanan bir baflka kavram çifti “tek anlaml›l›k-çok anlaml›l›k”t›r. Bachtin bu kavram çifti ba¤lam›nda “çok-anlaml›l›¤›” öne ç›karmak için, Avrupa kültüründe Ortaça¤da giderek yerleflen ve yukar›da de¤indi¤i “karnaval” kavram›n› güncellefltirmifltir.
Bachtin kuram›n›n diyalektik boyutunu belirginlefltirmek için, bunlar›n d›fl›nda “iç-d›fl” kavram çiftini ye¤ler. “‹ç”, d›fllay›c› bireycili¤i;
“d›fl” ise saltlaflt›r›c› kolektivizmi simgeler. Bachtin böylece, Grübel’in
deyifliyle, Nietsche’nin özünü d›fllayan bireyleflme düflüncesini ve Freud’un psikolojizmini aflarak, “yarat›c› kiflilik” tasar›m›n› oluflturmak istemifltir. Böylece döneminde uygulanan kiflili¤in özerkli¤ini hiçe sayan anlay›fl›na karfl› bir seçenek sundu¤unu varsaym›flt›r.
Yaz›n ve dil felsefecisi Bachtin’in “çok-seslilik” ve “söyleflimsellik”
kuram›, dilin tözsel çok-anlaml›l›¤›n› ve bu niteliklerin yaz›nsal metinlerin her okumada farkl› de¤erlendirilmelerinin bafll›ca kayna¤› oldu¤u sav›n› gerekçelendirmekle kalmaz. Bachtin, ayn› zamanda söyleflimsel dili
ve ço¤ul düflünce birikimini edinen bireyin egemen toplumsal siyasal koflullar›n dayatt›¤› tekillefltirme, tek-seslilefltirme ve benzefltirme giriflimlerine karfl› ço¤ul ve söyleflimsel bilinç gelifltirerek, özgürleflme ve özerkleflme savafl›m›n› da özendirmek ister.
flmada Bachtin ve Kavramlaflt
flt›r 4. Türkiye’de Yaz›n-Kuramsal Tart›flm
ma Sorunu
Bachtin Sözcü¤ün Esteti¤i 6 adl› yap›t›nda Rus biçimcili¤i kapsam›nda ve Stalin döneminin bask›c›l›¤›na karfl›, otorite ve hiyerarfliye karfl›
çok-seslili¤e dayanan elefltirel bir tutumu simgeleyen “karnaval” kavram›ndan yola ç›kar. Bu düflünür-yazar, yaz›nsallaflt›rma sürecinde dilsel
göstergelerin öncelikle “nedensizlik” ve ereksellik” gibi nitelikleri temelinde oluflturulan her yeni ba¤lamda yeni anlamlar yüklendiklerini, böylece söyleflimsel bir öz-yap› kazand›klar›n› gerekçeleriyle ortaya koymufltur.
Yaz›nsal metinlerin çok-seslili¤i ba¤lam›nda Türkiye’de Michail
Bachtin’den ilk söz eden araflt›rmac›-bilimci, bildi¤im kadar›yla, Jale Par128
la’d›r. An›lan bilimci Don Kiflot’tan Bugüne Roman (‹letiflim, ‹stanbul
2000, s. 57-60)” adl› de¤erli incelemesinde diyalogisite kavram›n›n Türkçe karfl›l›¤› olarak “diyaloji(ye)” kavram›n› kullanm›flt›r. Jale Parla’n›n
bu önerisinin söz konusu kavram› Türkçe’de tam karfl›lamad›¤› kan›s›nday›m. Ayn› ba¤lamda Ahmet Oktay da Roman›m›za Ne Oldu? (Dünya,
‹stanbul, 2003) adl› deneme yap›t›n›n “Bakhtin’le Tan›fl›rken” ve “Bakhtin’in Kavramlar›” bölümlerinde Jale Parla’n›n konuya iliflkin katk›s›n›
dile getirir. Ahmet Oktay da “diyalojiye” kavram›ndan çok, “heteroglossia”ya da karfl›l›k olmak üzere, “çok-seslilik” kavram›n› ye¤lemifltir.
Bakhtin’in genifl halk kitlelerinin özgün, görece özgür ve erk karfl›t› tav›r al›fllar›na bir gönderge olarak kullan›lan “karnaval” kavram›n› temel alarak dizgelefltirmeye çal›flt›¤› yaz›n yaklafl›m›n› Türkiye’de güncel
yaz›nsal tart›flmada do¤ru kavrayan, irdeleyen ve kavramlaflt›ran yazar ve
araflt›rmac› Alper Akçam’d›r. Ancak, Akçam Karnaval ve Türk Roman›
(Ürün yay›nlar›, Ankara 2006) adl› de¤erli çal›flmas›nda esas olarak “çokseslilik” kavram›n› temel almaktad›r; “monoloji-diyaloji” kavram çifti
için Türkçe herhangi bir karfl›l›k önermemektedir.
Dolay›s›yla “diyalog”dan türetilen “diyalojik” ve “diyalogisite” kavramlar› için henüz Türkçe karfl›l›k önerilmemifltir. Bu bofllu¤u gidermek
ve bu kavramlar›n Bachtin’in kuram›ndaki önemlerini belirginlefltirmek
amac›yla, “diyalojik” için “söyleflimsel”; “diyaloji(ye)”ye ya da “diyalogisite”ye karfl›l›k olarak da “söyleflimsellik” kavram›n› kulland›¤›m› vurgulamak isterim.
(1) Michail M. Bachtin (1895-1975) filozof, dil ve yaz›n kuramc›s›d›r. 1929’da
Stalin yönetimince Kazakistan’a sürülmüfltür. 1960’l› y›llarda ö¤rencilerinin siyasal
ve bilimsel itibar›n›n geri verilmesi çabalar›n›n da katk›s›yla yeniden güncelleflmifltir. 1975’ten sonra özellikle Frans›z kuramc›lar›n çabalar›yla uluslararas› düzeyde tan›nmaya bafllam›flt›r. Romanda çok-seslilik, anlat›n›n söyleflimselli¤i ve sözcü¤ün esteti¤i alanlar›nda ürünler vermifltir.
(2) Konuya iliflkin ayr›nt›l› bilgi için: Katharina Schreibenzubel: “Dialogizitaet
und Polyphonie (Michail Bachtin I)”; Trans Internet-Zeitschrift für Kulturwissenschaften, 3. Nr. Maerz 1998.
(3) Michail Bachtin: “das Problem von Inhalt, Material und Form im Wortkunstschaffen”; Suhrkamp 967, Frankfurt a. Main, 1979.
(4) Rainer Grübel: “Zur Aesthetik des Wortes bei Michail M. Bachtin”; Suhrkamp, Frankfurt a. Main 1979, s. 21-79.
(5) Karnavalizm: Ansgar Nünning (yay›m.): “Metzler Lexikon- Literatur- und
Kulturtheorie”; Verlag Metzler, Stuttgart-Weimar, 2001.
(6) Michail M: Bachtin: “Die Aesthetik des Wortes”, (Rusçadan Almancaya çeviren ve yay›mlayan): Rainer Grübel/Sabine Reese: Suhkamp Verlag, Frankfurt a.
Main, 1979.
129
ÇORAK ÜLKE, ÇORAK DENEY‹MLER
Mehmet Bar›fl
T. S. Eliot’›n Çorak Ülke ’sini bu kadar önemli yapan, fliirde kulland›¤› yeni tekniklerin de ötesinde, yaflad›¤› dönemde iyice belirginleflen
ekonomik ve sosyal s›k›nt›lar› fliirsel prizmas›nda kendine özgü bir biçimde açmas›d›r. Bu prizmadan yans›yan ›fl›klar renksiz ve mat, bir kaleydoskopu çeviriyormuflças›na akan alabildi¤ine hareketli ve düzensiz
görüntüler ise tedirginlik vericidir. Çorak Ülke , kendi yan›lsamalar›nda
o andaki topluma ait hakikatten parçalar sunar. Platon’un flairlere karfl›
düflmanl›¤›n›n ve onlar› “Devlet”inden kovmak istemesinin nedenini ve
anlam›n›, okurlara bir avuç tozdaki korkuyu göstererek (30)1 anlat›r Eliot. Toplumun, illüzyonlar aras›nda sakl› hakikatinden parçalar sunmas›
aç›s›ndan Platon’a göre tehlikeli bir fliir olurdu Çorak Ülke . Ancak Eliot’›n dönemi öyle bir dönemdir ki, kendisi tehlikeli bir flair olarak ortaya ç›kacak gücü bulamaz. Bu konuya gelmeden önce açal›m: fiair ne anlamda tehlikelidir?
Egemen olan›n dayatt›¤› hakikatten baflka, egemeni egemen yapan
hakikatin kendisini anlat›r flair. Bu aç›dan, topluma ve bireylere kapal›
kalmas› gereken bir bilgiye sahiptir. Bu bilgi, toplumu biçimlendiren, flekillendiren yap›ya iliflkin bir bilgidir. Toplumun yürürlükteki hakikati ve
onun ne oldu¤u bu yap› arac›l›¤›yla bildirilir ve bireylere afl›lan›r. Bu yap›, toplumsal iliflkileri, yani insanlar aras›nda olan ve yap›lan›, olmas› ve
yap›lmas› gereken alt›na yerlefltirir. Toplumsal düzen; bireylerin kendileriyle ve eflyalarla olan iliflkilerinin anlam› ve bütünlü¤ü bu flekilde kurulur ve sa¤lan›r. Bu düzenek kendisini bireylere ve topluma zorla dayatmaz; hakikatini genel geçer kavramlar alt›na yerlefltirir ve bunlar›n, e¤itim-ö¤retim örne¤inde oldu¤u gibi, özümsenmesini ve sürekli yeniden
üretilmesini sa¤lar. Tarih boyunca bu düzenek kendini çeflitli düflünce
biçimlerinde ve kavramlar›nda gösterir. Birbirlerinden içerik olarak çok
farkl› da olsalar, Platon’un Devlet’i ve Max Weber’in demir kafesi buna
örnektir. ‹ki örnekte de mitlerden ya da büyülerden ar›nm›fl bir toplum
vaadi vard›r. Vaat edilen, fleylerin düzeninin düflünce formlar›na tabi olmas›, böylece bilinmeyenin tezahürlerinden ve onun yaratt›¤› korkulardan ar›nmad›r. Bilme yöntemi tek tiplefltirilip düflünsel etkinlik daralt›ld›kça duyusal alg› yaln›zca aflina olunan örgüye odaklan›r ve böylece bilinmeyeni bilinmeyen olarak tan›mlama olas›l›¤› azal›r. Bunun sonucun130
da korku yapay olarak bast›r›l›r. Bu vaadin bedeli insan deneyiminin çoraklaflmas›d›r.
fiair, okuyucusuna, al›flageldik bilme yönteminden farkl› bilme-ö¤renme yöntemlerine ulaflacak yolun s›rlar›n› f›s›ldar. fiair, gündelik iflleyiflinde ola¤an, tan›d›k, bize ait gibi alg›lanan düzene¤i; bireyle birey, bireyle eflya aras›nda kurulmufl ba¤› kopar›r. Eflyayla eflyan›n ad› aras›ndaki zorunlu görsel ba¤› deforme eder. Egemen anlam bütünlü¤ünü k›r›p,
parçalar›ndan kendi kaleydoskopunu yapabildi¤inden tehlikelidir flair;
çünkü kaleydoskop çevrildikçe, söz ve eflya, söylem ve gelenek aras›nda
o ana kadar bilinen ve kurulan ba¤lardan çok farkl› görüntüler ortaya ç›kar.
Eliot da bak›fl›n› al›flageldik bütünlü¤ün ortas›na saplar ve onu parçalar. ‹flte bu anlamda Çorak Ülke Eliot’›n belki en iyi de¤il ama en
önemli yap›t›d›r. Bir anlamda, yirminci yüzy›l›n ilk çeyre¤inde Avrupa’n›n yaflad›¤› krizin fliiridir. Bu kriz asl›nda on dokuzuncu yüzy›l›n ortalar›ndan itibaren kendi hakikatini art›k belirgin bir biçimde dayatmaya bafllayan burjuva rasyonalitesinin zorunlu bir sonucudur. Bu rasyonalite, modernitenin – rasyonel kurumlaflman›n – ipleri elden kaç›rmaya
bafllad›¤›; üretim tarz›n›n, üretim iliflkilerindeki durumu art›k burjuva
idealleri ile de saklanamayacak bir flekilde kitlelerin aleyhine döndürdü¤ü bir dönemi belirler. Yaflant›lara bir bütün olarak zamansal ve mekansal normlar konuldu¤u ve üstüne üstlük bu konulan normlar›n ancak küçük bir zümrenin ifline yarad›¤› bir dönemin girdi¤i kaç›n›lmaz krizdir.
19. yüzy›lda ideallerle, mimariyle, vaatlerle makyajlanan yeni ça¤›n pullar›n›n dökülmeye bafllad›¤›; ç›karlar›n› koruma u¤runa ve kitlelerin gerçeklerle karfl›laflma olas›l›¤› korkusuyla bunu engellemek ad›na art›k
dünya savafllar›n›n bile göze al›naca¤› bir dönemdir. Üstüne üstlük Eliot’›n Çorak Ülke ’si Birinci Dünya Savafl›’n›n y›k›nt›lar› aras›ndan ç›km›flt›r.
Bu yüzden Çorak Ülke ’nin “gerçekd›fl› flehri” (60), Baudelaire’in
Paris’inden çok farkl›d›r. Baudelaire’in Paris’i, gitgide h›zla devinen
dünyan›n ola¤anüstü ve dehfletengiz imgelerinin baflkenti olarak ortaya
ç›kar. Eliot’›n Londra’s› ise bo¤ucudur. Londra’n›n kuru kalabal›klar›n›
Dante’nin cehennemine t›k›flt›r›r (60-64). Bafllar› önde, h›zl› ad›mlar›n›
takip eden insanlar (65), gündelik yaflant›lar›nda rasyonalite denen s›k›c› satranç oyununun piyonlar›d›r art›k. Eliot’›n döneminin esas sorunu
ise, modern yaflant›n›n tekdüzeli¤inin de ötesinde, Birinci Dünya Savafl›’n› geçirmifl ve ikincisine yol açacak a¤›r bunal›mlara girmifl Avrupa’n›n müthifl bir de¤er erozyonuna u¤ruyor olmas›d›r. fiair bu erozyonu
sezer ama söze aktaracak gücü olmad›¤›ndan ona kap›l›r. Eliot, y›k›nt›lar
içindeki metropollerde gezinen, sokak meyhanelerine tak›lan, Ödi131
pus’tan umudunu art›k kesmifl kör kahin Tiresias’›n ta kendisidir (3. Bölüm, The Fire Sermon). Bu gezginlik, Baudelaire’in flanörlü¤ünden farkl›d›r. Sokaklardaki dönüflümün analitik bir gözleminden çok, çaresizli¤in ve ölümcül bir nihilizmin gezintisidir.
Çorak Ülke , kahinin önündeki, imgelerin farkl› bak›fl aç›lar›na göre
yer de¤ifltirdi¤i camdan bir küredir. Eliot’›n fliirsel tekni¤i de camdan bir
tekniktir. Bu camdan teknik hem burjuva hakikatinin ifadesidir, hem de
onun çeliflkisinin. K›r›lganl›¤›yla Aura’y› yok eden, kal›c›l›¤› engelleyen,
herhangi bir iz b›rakmay› imkans›z hale getiren cam, öte yandan fleffafl›¤›yla ve hassasl›¤›yla içinde bir s›r bar›nd›r›lmas›na ve mülkiyetine izin
vermez.2 Zamanda s›çramalarla yer de¤ifltiren imgeler ve flah›s kipleriyle
ele avuca gelmez bir fliir yarat›r Eliot. fiairin fliir arac›l›¤›yla de¤il, fliirin
flair arac›l›¤›yla hakikatini f›s›ldad›¤› ender örneklerdendir Çorak Ülke .
Bu ülkede, Ödipus’un trajedisi ayn› zamanda Tiresias k›l›¤›ndaki Eliot’›n
trajedisi olur; çünkü cam, yaflad›¤› toplumda gözlemleyen kifliye bakt›¤›
fleyin çarp›k bir halini yans›tan ve bunu gerçekmiflçesine sunan sihirli bir
aynaya dönüfltürülmüfltür. Bunun sonucunda, Ödipus’a yol göstermesi
gereken gözleri kör rahibin zihni de art›k bulan›klaflm›flt›r. Eliot’›n bakt›¤› toplum, yukar›da ilkel bir biçimde tan›mlamaya çal›flt›¤›m düzenin
sihirli aynalarla çevreleyip kurdu¤u camdan küredir. Eliot da art›k bir k›s›rdöngüdedir; asl›nda fliir Eliot’a bizzat içinde bulundu¤u açmaz›n fliirini yazd›r›r. K›s›rdöngünün çorak deneyimlerini, aynalardan ald›¤› ilhamla aflmaya çal›flt›¤› sürece tehlikesiz bir flair olarak kal›r Eliot. Ama fliirinin büyüklü¤ü, kendi k›s›rdöngüsünün hakikatini, kendi trajedisini ortaya serebilme gücündedir:
We think of the key, each in his prison
Thinking of the key, each confirms a prison (412-413)
Düflünürüz anahtar›, her birimiz kendi zindan›nda
Düflünerek anahtar› herkes onaylar bir zindan› (Çev. Cevat Çapan)
Eliot, aynalar›n sundu¤u ve sunuluflunda alg›layan›n yeniden kurdu¤u illüzyonu da¤›tacak anahtara sahip olmas›na ra¤men, anahtar› ters
yöne çevirir ve kendini kilitler. Yukar›daki dizelerin hemen öncesindeki
dizeye koydu¤u notta bunu bir anlamda onaylar: Kiflinin d›fl dünya ile
iliflkilerinin tümünün içe hapsedildi¤i, her bir kiflinin kendi adas›nda
kendi cehennemini yaflamak zorunda b›rak›ld›¤› bir “özel alanlar” lunapark›d›r toplum. “Özel alanlar” ise bir illüzyondan öte bir fley de¤ildir.
Sermayesi yeten, lunaparkta istedi¤i otomata jetonu atar ve oyununu oynar.
132
Eliot tehlikesiz ama trajiktir. ‹ç dünyas›nda kendi kurakl›¤› ile karfl›laflm›flt›r. Daha da kötüsü, kendi kurakl›¤›ndaki her bireyin asl›nda bizzat bu çorak ülkenin çorak deneyimlerinde bulufltu¤unu fark etmifltir.
Trajik olan, kendi iç dünyas›n›n yaln›zl›¤›na mahkûm olan her bireyin
asl›nda ayn› hapishanenin farkl› ko¤uflunda olmas› ve bunu fark etmemesidir. Deneyimler, insan›n insana ve eflyaya hakimiyetini en üst düzeye ç›karabilmek için çoraklaflt›r›l›r. Çorak deneyiminde insan, yaln›zca
görülenin ve bilinenin izine, yaln›zca gördü¤ü ve bildi¤i (gösterildi¤i ve
ö¤retildi¤i) yoldan gider. Bunun sonucunda insanlar›n deneyimleri birbirine benzemeye bafllar; kalabal›klar çeflitlili¤in de¤il, kuru ve tekdüze bir
al›flkanl›¤›n biçimine dönüflür. Deneyim kuraklaflt›kça ve baflkalar›yla ayn›laflt›kça geriye kalan, herkeste ortak olan deneyimlerin yapay yans›mas›d›r. Bu minimum düzeydeki ortak deneyimler ölümlülü¤ün verdi¤i keder ve dünyadaki varl›¤›m›za dair genel geçer bir yan›t bulamaman›n verdi¤i anlams›zl›kt›r. Ne tesadüftür ki, iki deneyim de Çorak Ülke ’nin bafl
konular›ndand›r. Bu iki deneyimin ac›mas›z içeri¤i, insana bir avuç tozda bile korkuyu gösterir. ‹ronik olan, modernitenin asl›nda her fleyi bilinebilir ve kontrol alt›na al›nabilir yapmak için, yani maksimum kazanç
içinde korkudan tamamen ar›nmak için insanlar› ve eflyalar› tarihsizlefltirip adland›r›rken geriye kalan en temel ortak paydan›n saçt›¤› dehfletin
esiri olmas›d›r.
Çorak deneyimlerin sundu¤u dipsiz korkulardan kurtulman›n iki
yolu vard›r: ya ölümsüz kraliçe Metafizik’in modern tezahürleri olan astrolojiye, mistizme, okkültizme dönülüp bu çorakl›k yapay bir flekilde yeflertilir (T. S. Eliot ve birçok modernistin kap›ld›¤› gibi), ya da, çok daha
radikal bir biçimde, geriye kalan son ortak payda olan ölümlülük ve anlams›zl›k (yukar›da belirtildi¤i gibi, bireysel yaflant›n›n anlams›zl›¤›ndan
çok, genel bir Niçin? sorusuna verilecek pozitif bir cevab›n olmamas›n›n
getirdi¤i metafizik bir anlams›zl›k), toplu bir biçimde yok etmek ya da
yok olmak suretiyle alafla¤› edilmelidir. Avrupa’n›n iki dünya savafl›yla
yaflad›¤› ve yaflatt›¤› cehennemin önemli nedenlerinden biri de iflte bu
çorak deneyimlerdeki ortak paydalar›n ortak idealler ve ülkülerle tek bir
sese dönüflmesidir. Elbette bu savafllar esas olarak çok boyutlu ekonomik
ve sosyal nedenlerin sonucudur ve milyonlarca insan bu bahsetti¤imiz
deneyimlerin çorakl›¤›n› bile yaflayamadan ölmüfltür. Yine de, iki savafl›n
ortak özellikleri olan gönüllülük, toplu kimlik ve toplu imha gibi yönler,
bahsetti¤imiz çorak deneyimlerin içeri¤ine uymaktad›r. Aradaki ba¤› a盤a ç›karabilmek için çorak deneyimden neyi kastetti¤imizi biraz daha
açal›m.
Öncelikle, burada kulland›¤›m›z çerçevede deneyim, görmüfl geçirmifllik de¤il, görme biçimi ve tarz› anlam›ndad›r. Bu anlamda deneyim,
133
görülen fley ile gören kiflinin o fleye uygun kavram›n›n örtüflmesiyle oluflur. Çorak deneyim, kavramla, kavram›n nesnesi aras›nda dolays›z bir
iliflki kurulmas› demektir. Kavramla nesne aras›ndaki tüm tarihsel,
olumsal ve geçici unsurlar›n bir kenara b›rak›lmas› sonucu kavram›n
nesneye do¤rudan müdahalesiyle elde edilen bir deneyim ve yarg› biçimidir. Belki pozitif bilimlerin kimi yöntemlerinde etkili olabilecek bu
tarz, sosyal yaflant›da kör düflünceye yol açar.
Nesne ve kavram aras›ndaki dolays›z iliflkiye politik alandan bir örnek, eflyalar›n düzeninin salt ideolojik kavramlara göre belirlenip flekillendirilmesidir; t›pk› Nasyonal Sosyalist Almanya’da doruk noktas›na ç›kan estetik ideolojide oldu¤u gibi. Mimari yap›lar›n, flehir planlamalar›n,
sanatsal yap›tlar›n belirli ideolojik kavramlara göre projelendirilmesi ve
üretilmesi buna tipik bir örnektir. Dolays›z iliflkiye verilecek bir baflka
örnek bireysel düzlemdedir. Kiflinin, karfl›laflt›¤› bireyleri, alg›lad›¤› eflyalar› kendisinde hakim olan kavramsal çerçeveye oturtmas› ve do¤rudan
kavramsal çerçevenin sundu¤u görüntüyü deneyimleyip hissetmesidir.
Eflyan›n veya bir olay›n tepkisel yorumlanmas›n› içerir. Bu dolays›z iliflki, en çok acil ve tehlike içeren durumlarda ifle yarar. Örne¤in vahfli bir
hayvan›n sald›r›s›nda oturup analiz etmek yerine tepkisel olarak kurulan
sald›ran hayvan-kaç›p uzaklaflma örtüflmesine uymak gerekir. Bu aç›dan
çorak deneyim, yani nesne ve kavram aras›ndaki dolays›z örtüflmeyle oluflan deneyim, omuriliksel bir deneyimdir ayn› zamanda. Ancak omuriliksel olmas›, bu deneyimin ve tepkinin ilkel ve içgüdüsel oldu¤u anlam›na
gelmez. Bebeklikten itibaren bafllayan e¤itim, insana eflyalar› nas›l kavramas› gerekti¤ini ö¤retir; omurili¤ine fl›r›nga eder. Bu e¤itim, genel ve
milli bir e¤itimse, verilen omurilik tepkisi de bireysel de¤il toplumsal bir
tepkinin yans›mas›na dönüflebilir. Bu tepki kal›c› hale geldi¤inde; kifliler, gruplar, kurumlar ve eflyalar›n düzeni sadece hakim ideolojik kavramlar›n çerçevesinde belirlenmeye baflland›¤›nda, bireyler aras›nda ve
bireyle ideoloji aras›nda belirli bir uyum meydana gelir. Bu uyumun ‹kinci Dünya Savafl’› öncesinde ve s›ras›ndaki ad› Nasyonal Sosyalizm’dir.
‹flte Eliot’›n tehlikesiz kahinli¤i ve trajedisi, Avrupa’daki bu çoraklaflmay› sezip onu aktarmaya gücü olmamas›nda ve bu yüzden onu – asl›nda kendi niyetini – seraps› imgeler ve karmafl›k tekniklerle örtmeye
çal›flmas›ndad›r. Hemen bir not düflmek gerekirse: tehlikesiz flair kötü,
tehlikeli flair iyidir ç›kar›m› yanl›flt›r. Her fleyden önce, tehlikeli flair, çorak deneyimlerin her yeri kaplad›¤› dönemlerde ortaya ç›kamaz. Gerçi
flair bu çorakl›¤› sezer ve bundan ac› duyar, ama çorak deneyimlerin uyumunu bozacak gücü yoktur. fiairin muhtaç oldu¤u güç, söyleyece¤i tehlikeli sözün arkas›nda duracak bir toplumun varl›¤›nda yatar. Platon’un
Devlet’ini tedirgin edecek ya da Weber’in Demir Kafes’ine çomak soka134
cak olan tehlikeli flair, ayn› zamanda toplumsal umudun oldu¤u dönemlerin flairidir. ‹nsanlar›n tafl›d›¤› çeflitli umutlar›n rüzgar›n› arkas›na alarak gücünü gösterir tehlikeli flair. Nâz›m Hikmet tehlikeli bir flairdir. Bu
tehlikelili¤in bedelini hayat› boyunca ödemifl ve ayn› Platon’un onaylayaca¤› biçimde ülkesinden sürülmüfltür. Yine de Nâz›m Hikmet’in arkas›nda umudun rüzgar› vard›r. E¤er böyle bir rüzgar yoksa, tehlikeli söz söze dökülmeden kurur. Çorak topraklarda bu rüzgar esmez. Tehlikeli sözü ele almak tekil kiflilerin düflünsel mücadelesine kal›r. Ama omurili¤in
tepkisi tekil düflüncenin tekinsiz dolafl›m›na tahammül edemedi¤inden,
o düflüncenin fiziksel sahibine sald›r›r. Bu yüzden bu tür dönemlerde,
çorakl›ktan endifle eden ve düflüncesiyle bu çorakl›¤a bir tezat oluflturan
tekil kifliler her zaman büyük tehlike alt›ndad›r. Bu tekil kiflilerin trajedisine en iyi örneklerden biri san›r›m Walter Benjamin’in ülkesinden kaç›fl öyküsüdür. Fiziksel varl›¤› son derece k›r›lgan, narin ve hastal›kl›
olan Benjamin’in ola¤anüstü bir gözlem yetene¤iyle bürülü düflünsel varl›¤›, her taraf› saran kurakl›k için büyük bir tehlikedir.
Nasyonal Sosyalizm’in dehfletinden kaçmaya çal›flt›¤› yolculu¤un
sonlar›nda Benjamin’e, direniflin önemli isimlerinden Lisa Fittko rehberlik etmifltir. Benjamin’in ölümünden yaklafl›k k›rk y›l sonra o yolculu¤u kaleme al›r Fittko ve flöyle bir anekdotu anlat›r: ‹spanya s›n›r›na yolculu¤un sonlar›na do¤ru grubun içme suyu biter. Kalbinden rahats›z
olan Benjamin, bir su birikintisi kenar›nda dinlenirlerken yerde birikmifl
sudan içmesi gerekti¤ini, yoksa yola devam edemeyece¤ini söyler. Suda,
o yollarda daha önce birçok kifliye rehberlik etmifl olan Fittko’nun bildi¤i üzere tifo mikrobu vard›r. Benjamin’e, suyu içerse ölece¤ini, s›n›ra
çok az kald›¤›n› ve dayanmas› gerekti¤ini söyler. Benjamin flöyle cevap
verir: “Evet, belki. Ama anlamal›s›n›z: olabilecek en kötü fley s›n›r› geçtikten sonra ölmemdir. Ama s›n›rdan sonra Gestapo beni yakalayamaz ve
böylece elyazmalar› emniyette olur.” Benjamin için ölmenin, s›n›r› geçmenin yan›nda bir önemi yoktur; yan›nda tafl›d›¤› büyük siyah çantan›n
içinde kendisinden de önemli elyazmalar› vard›r ve çantan›n emniyeti s›n›r› geçmelerine ba¤l›d›r. Benjamin s›n›r› geçer ama s›r bir flekilde ölür.
Bir rivayete göre, ‹spanyol yetkililerin geri gönderme tehdidi üzerine intihar eder. Baflka bir rivayet ise Stalin’in ajanlar› taraf›ndan öldürüldü¤üdür. Ölümünün nas›l oldu¤undan çok, Benjamin’i as›l üzen san›r›m büyük siyah çantayla beraber içindeki elyazmalar›n›n da kaybolmas› olmufltur. Karanl›k büyük bir zafer kazanm›fl ve fiziksel varl›k ile düflünsel varl›k ayn› anda yok edilmifltir.
Karanl›¤›n bu tip zaferler kazanmas›n› mümkün k›lan, tehlikeli flairlerin ç›kmas›na izin vermeyen dönemlerdir. Toplumun gücünü arkas›na alamayan flair gücünü gösteremez. Toplum çoraklaflt›kça, bu çorakl›135
¤›n tehlikesini sezen düflünürler de düflünceleriyle birlikte toplumun batakl›klar›na gömülmek zorunda kal›rlar. Çoraklaflan toplumu ne flairler
ne de tekil kiflilerin düflünsel mücadelesi kurtarabilir. Toplumu çorakl›ktan kurtaracak olan; t›pk›bas›m deneyimlerin verdi¤i sahte uyumu bozmaktan korkmayan, kendi çeflitlili¤inin fark›na varan, kendi imgesinden
korkan ergenlikten kendi imgesi üzerine düflünen erginli¤e geçen, flairini ve düflünürünü koruyarak ön saflara sürmekten çekinmeyen toplumun yine kendisidir.
Benjamin, düflüncesinin hayatta kalabilmesi u¤runa kendini hiçe
sayabildi; ama fiziksel varl›¤› düflüncesi u¤runa hiçe saymak ancak o düflüncenin fiziksel sahibine ait bir hakt›r. Baflkas›n›n fiziksel varl›¤›n› düflünsel etkinli¤i yüzünden bütün toplumun önünde hiçe sayabilmek, deneyimlerin kuraklaflt›¤› çorak ülkelere özgüdür.
136
B‹R OKUR MEKTUBU
Ferda Ereno¤lu
Say›n Turgay Fiflekçi,
Sözcükler’in 6. say›s›nda yay›mlanan “Hayyam Çevirileri” bafll›kl›
inceleme, bende nicedir yazmak istedi¤im, ama tembellikten bir türlü
kaleme alamad›¤›m bir baflka çeviri olay›n› ya da fenomenini yeniden
gündeme getirdi. Epey gecikmifl olsa da, bu k›sa inceleme ya da saptamay› okurunuz olarak derginize yolluyorum. Hiçbir yorum yapmadan, örnekler veriyorum. derginizde yer verebilirseniz memnun olurum.
Sayg›lar›mla,
Ferda Ereno¤lu.
Konu : Pablo Neruda çevirisi
Çevirmen : Hilmi Yavuz (Bundan sonra HY diye geçecek. Pablo Neruda ise: PN. Türkçesi: T.)
Kitab›n ad› : Pablo Neruda, fiiirler, Nobel Dizisi, Cem Yay›nevi.
fiiir: “Bu Gece En Hüzünlü fiiirleri Yazabilirim”
PN: Puedo escribir los versos más tristes este noche.
Pensar que no la tengo. Sentir que la he perdido.
T:
Bu gece en hüzünlü fliirleri yazabilirim
Onun benim olmad›¤›n› düflünmek. Onu yitirdi¤imi hissetmek.
HY: Bu gece en hüzünlü fliirleri yazabilirim
Duymak yitirdi¤imi, ah daha neler neler
*
PN: De otro. Sera de otro. Como antes de mis besos.
T:
Baflkas›n›n. Baflkas›n›n olacak. Öpüfllerimden önceki gibi.
HY: fiimdi kimbilir kimin benim oldu¤u gibi
137
fiiir: “Yaln›z Ölüm”
PN: ataúdes subiendo el río vertical de los muertos,
el río morado,
hacia arriba, con las velas hinchadas por el sonido de la muerte,
hinchadas por el sonido silencioso de la muerte
T:
Ölülerin dikey ›rma¤›na ç›kan (t›rmanan) tabutlar,
mor ›rma¤›na,
yukar›ya do¤ru, ölümün sesiyle fliflmifl yelkenlerle
ölümün sessiz sesiyle fliflmifl.
HY: Ölümün dikey nehirlerinde yukar› do¤ru kayan tabutlar›
Yelkenleri ölümün sesiyle fliflmifl
Ölümün sessiz sesiyle dolu yelkenleriyle
Göklere do¤ru kay›p gider
*
fiiirin ismi: “Gezinti”
PN: Sucede que entro las sastrerías y en los cines
marchito, impenetrable, como un cisne de fieltro
navegando en un agua de origen y ceniza
T:
Terzihanelere, sinemalara girdi¤im olur
solgun (halsiz), içine girilemez (nüfuz edilemez) bir halde;
keçeden bir ku¤u gibi, külün ve kayna¤›n suyunda seyreden
HY: Sinemalara giderim, terzilere u¤rar›m akl›ma eser
Solgun ve elde¤memifl duygulardan yap›lm›fl bir ku¤u gibi
Dolaflan su kesimlerinde küllerin ve nedenlerin
Ayn› fliirin 5. dizesi:
PN: El olor de las peluquerias me hace llorar a gritos
T:
Berber dükkânlar›n›n kokusu feryat figan a¤lat›r beni
HY: Bir koku ç›kmaya görsün berber dükkanlar›ndan yeter
Ayn› fliirin 9-11. dizeleri:
138
PN: Sucede que me canso de mis pies y mis uñas
y mi pelo y mi sombra.
Sucede que me canso de ser hombre
T:
Usand›¤›m (b›kt›¤›m) olur ayaklar›mdan, t›rnaklar›mdan
saçlar›mdan ve gölgemden.
Usand›¤›m olur insan olmaktan
HY: Gün olur, bakars›n›z toktur karn›m, ayaklar›m ve t›rnaklar›mla
Saçlar›mla ve gölgemle
Gün olur insan olmak dondurur beni – iflte böyle –
Ayn› fliirin 23-24. dizeleri:
PN: No quiero continuar de raiz y de tumba,
de subterraneo solo, de bodega con muertos,
T:
‹stemem sürdürmek(sürüp gitmek) bir kök gibi, bir mezar gibi
yaln›z bir tünel gibi, cesetlerle dolu bir mahzen gibi
HY: Böyle sürüp gidemez bu, anlafl›ld› m›, sürüp gidemez bu böyle
Bir kök ya da bir gömüt gibi yaflamak – ne bu be –
Yeralt›nda tek bafl›na, cesetler aras›nda.
fiiirin son bölümü:
PN: Yo paseo con calma, con ojos, con zapatos
T:
Sessizce geçerim gözlerle, kunduralarla
HY: Utanmadan dolafl›r›m ortalarda, gözlerim ve pabuçlar›mla
*
fiiirin ad›: “Tembeller”
PN: Continuaran viajando cosas
de metal entre las estrellas,
subiran hombres extenuados,
violetaran la suave luna
y alli fundaran sus farmacias
139
T:
Dolaflmay› sürdürecekler
Metal nesneler y›ld›zlar›n aras›nda,
bitik (yorgun) adamlar yükselecekler,
sakin (uysal) ay› taciz edecekler (zorlayacaklar)
ve orada eczaneleri kuracaklar
HY: Hangi akla uydular, hangi akla
Ne geçti ellerine üstelik
Ay’a uzay gemileri atmakla?
Bulurlar m› umduklar›n› sanki
Güzelim göklerin can›na okumakla
Bir an kuflkuya düflüp, acaba Neruda’n›n buna benzer bir baflka fliiri olabilir mi diye sordum kendi kendime. Bütün fliirlerine bakt›m, fliir
bu fliir. Ayn› fliirin 18. dizesi:
PN: y el tercer vino es un topacio
T:
ve üçüncü flarap bir topazd›r
HY: üçüncüsü (flarap -F.E.) bir k›rm›z› zümrüttür
Topacio topazd›r zümrüt de¤il. Hem, k›rm›z› zümrütü kim görmüfl?
*
Geldik “Jarama Savafl›”na. fiiirin ilk k›tas›:
PN: Entre la tierra y el platino ahogado
de olivares y muertos espanoles,
Jarama, punal puro, has resistido
le ola de los crueles.
T:
Aras›nda topra¤›n ve zeytinliklerin
bo¤ulan platininin ve ölü ‹spanyollar›n,
Jarama, (sen) som bݍak, direndin
dalgas›na zalimlerin
HY: Zeytin a¤açlar›yla topra¤›n
Ve ölmüfl ‹spanyollar›n
Aras›nda savaflt›n sen Jarama
Bir hançerdin karfl›s›nda zorbalar›n
140
Bu arada, flu tür atlamalar› filan yazm›yorum, çok yer tutar diye:
PN: Jarama, estabas entre hierro y humo
como una rama de cristal caido
T:
Jarama, demirle duman aras›nda
bir dal gibiydin düflmüfl kristalden
HY: Jarama, sen demirle duman›n
Aras›nda k›r›k kristal
Ya da flunu:
PN: Ni socavones de substancia ardiendo
ni colericos vuelos explosoivos
T:
Ne, yanan madde tünelleri
ne, k›zg›n patlay›c› uçufllar
HY: Ne yang›nlar ma¤aras›
ne de büyük savafllar
Ayn› fliirin 6. k›tas›:
PN: Por un segundo de agua y tiempo el cauce
de la sangre de moros y traidores
palpitaba en tu luz como los peces
de un manantial amargo.
T:
Bir saniyesinde suyun ve zaman›n,
Ma¤ribilerin ve hainlerin kan›ndan (oluflan)
nehir yata¤›(n›n) yüre¤i titredi ›fl›¤›nda senin
ac› bir p›nardaki bal›klar gibi
HY: Bo¤uk sisleri uykusuzlu¤un
seni bir an bast›r›rsa
Hainlerin kan› bir gülüfl kesilir ›fl›¤›nda
Benzer ac› gölde bal›klara
Söyleyecek bir söz bulam›yorum.
Ya fluna ne demeli:
141
PN: y es palida mi mano:
alli quedan tus muertos
T:
ve elim soluk (solgun):
ölülerin kald› orada
HY: Ellerim so¤udu, Jarama, so¤udu
çocuklar gibi üflürüz.
Kitapta “Bio Bio” diye bir fliir var. Arad›m tarad›m, Neruda’n›n böyle bir fliirine rastlayamad›m. Sonra Canto General ’in Birinci Bölümü’nde “Los Rios Acuden” adl› fliiri gördüm. “Bio Bio” o fliirin bir parças› de¤il miymifl!
Bir örnek de bu fliirden:
PN: ...las hojas del canelo
T:
...tarç›n a¤ac›n›n yapraklar›
HY: ...sak›z yapraklar›
‹ki örnek de “Barcarolle”den verip bitirelim yaz›y›:
PN: ...con grandes garras, y graznidos, y vuelos
T:
...kocaman pençeler ve karga sesleri ve uçufllarla
HY: ...kocaman istakozlar, kuzgunlar ve kaç›fllarla
*
PN: En la estación marina
T:
Deniz mevsiminde
HY: Deniz duraklar›nda
Bunlar yaln›zca örnekler. Bütün yanl›fllar bu örneklerden ibaret de¤il elbet.
Çevirileri eskiden beri biliyordum. Ama beni y›llar sonra bu yaz›y›
yazmaya yönelten as›l neden, Pablo Neruda’n›n 100. Do¤um Y›l› dolay›s›yla Bay Çevirmen’e, hem de fiili Cumhurbaflkan› ad›na bir madalya verildi¤ini ö¤renmemdir. Bir Neruda hayran› olarak, bu kadar›na tahammül edemezdim. Bay Çevirmen’i o ödül için tavsiye edenler, her kimseler, bu sorumlulu¤u kendisiyle birlikte paylafl›yorlar.
142
TAR‹HTE B‹R GÜN VII
Aliflan Çapan
“... Biz yoksuluz diyor. Sanki bilmiyorduk! Kendin gibisine raz› olmazsan, kar›flamazs›n tabii insan içine. Niye kendin gibileri aram›yorsun?
Kim bu insan dedi¤in hergeleler yahu? Gözünü aç›p baksana! Batt› be bu
memleket. Parayla al›nmayan hiçbir fleyin de¤eri kalmad›. Burada ev var,
baba var, ana var, çocuk var, ot var, ocak var. Ocak tüter, mamaliga pifler...
fiallar›n›za köpekler tükürsün sizin! Tokal› ayakkab›lar›n›za bilmem ne
edeyim! Kendin ifllesene flu flal›. Bak (perdeleri gösterir), bunlar› hep sen
iflledin. Ama parayla al›nmay›nca olmaz! Parayla al›nacak, çok parayla! Parayla al›nacak ki de¤eri olsun. Ayran› yok içmeye bir sürü adam, atnan giderler kenefe!”
Yukar›daki sözler 1680 y›l›nda bir Macar köylüsünün a¤z›ndan dökülmüfl. Ad› Tabor. Tabor deyip geçmemeli, kendisi y›llar sonra topraklar›m›zda ilk kitab› basan ‹brahim Müteferrika’n›n babas›. Tabor’u üç yüzy›l sonra konuflturansa, Cennetlik ‹brahim Efendi oyununun yazar› Jale Baysal.
Çocuklu¤um büyüklerin aras›nda geçti; onlar›n dünyas›na yak›n bir
çocuk say›l›r›m. Yine de evlerinde s›k›l›r›m. ‹stedi¤iniz gibi etraf› kolaçan
etmek, bir iki eflya k›r›p dökmek mümkün de¤ildir misafir evlerinde. Ya da
büyüklerin konuflmalar›ndan s›k›l›nca, usulca s›v›fl›p alt soka¤a, arkadafllar›n›z›n yan›na kaçamazs›n›z. fiimdi düflündü¤ümde Jale han›m›n evinde
hiç böyle bir s›k›nt› yaflamad›¤›m› fark ediyorum flafl›rarak. Bundan yirmi
y›l önce bir ay kadar kald›¤›m evi hat›rlamaya çal›fl›yorum.
Asl›nda Jale han›m›n evi bir çocu¤u oyalayacak albeniden yoksun.
fiehrin ortas›nda ifl merkezlerinin aras›nda nas›lsa kendini koruyabilmifl
bir yeflilli¤in içinde, komflular› gibi tek katl› olarak tasarlanm›fl, sonra zaman içinde ikinci bir kat eklenmifl mütevaz› bir memur evi. Giriflte sa¤da
bir mutfak, sokak kap›s›ndan do¤ruca devam edince çok da büyük olmayan bir salon. Salonda yer alan eflyalarda hiçbir abart› yok. Mutfa¤a yak›n
olan köflede bir yemek masas›, arkas›nda bir kütüphane. Evin arka cephesinde ise bir dut a¤ac›n›n da yer ald›¤› küçük bir bahçe var. Mutfaktan salona aç›lan küçük servis penceresi belki de çocuk olarak evde ilgimi en çok
çeken köflelerden biri. K›sacas› ihtiyaçlara göre düzenlenmifl, abart›dan
uzak bir ev. T›pk› Tabor’un isteyece¤i gibi. San›r›m bu evde can›m›n s›k›lmay›fl›n›n, etraf› k›r›p dökmek istemeyiflimin s›rr› Jale han›m›n varl›¤›nda
gizli. Hayata akaca¤› yata¤› bulmufl ›rmaklar›n mutlulu¤u ve güveniyle bakan insanlarda rastlanan bir huzur halesiyle çevrili Jale han›m. Eflyalar›n
bir önemi yok. Sabahlar› arka bahçede yedi¤imiz fleftali reçelinin tad›n›n
dama¤›m›zda kalmas›n› bir taraftan da Yüzy›ll›k Yaln›zl›k’tan, Geyikler Annem ve Almanya’dan bahsetmemize borçluyuz asl›nda.
Seksenlerin bafllar›yd›, alabildi¤ine zor, karanl›k günlerdi. Üniversitelerin darmada¤›n edildi¤i bu dönemde Jale han›m gibi, babam gibi birçok
143
insan e¤ilip bükülmeden düflüncelerinden taviz vermeden ifllerine sahip
ç›kmaya çal›fl›yorlard›. Hemen yan›bafl›m›zda bu insanlar›n ö¤rencilerinin
iflkence 盤l›klar› aras›nda yeni bir düzenin temelleri at›l›yordu. Bu düzene
karfl› koyman›n tek yolu, nafile bir çaba oldu¤unu bile bile inand›¤›m›z de¤erlere sahip ç›kmak, onlar› merakla, ilgiyle, sevgiyle zenginlefltirmekti.
Bunu en iyi Cennetlik ‹brahim Efendi’nin torunlar› bilebilirdi.
Jale han›m bir gün “çok sevdi¤im edebiyat merakl›s› bir ahbab›m var,
geceleri çal›fl›p gündüzleri uyuyor, tan›flman›z› çok isterim” diye Hür’ü yeme¤e davet ediyor. O gece kurulan dostlu¤u, Yourcenar’›n Do¤u Öyküleri ’ni düflünüyorum y›llar sonra karfl›l›kl› otururken Jale han›mla. Birazdan
izin isteyip kalkaca¤›m, kendimi ‹stiklal caddesinin kalabal›¤›na b›rak›p,
kapa¤› bir Pasolini filmine ataca¤›m. Sinemadan ç›k›nca, bir zamanlar
Hür’le hararetle Vitali Kanevski’nin filmlerini tart›flt›¤›m›z kafenin masalar›nda çene çalan gençlere göz ucuyla bak›p ad›mlar›m› s›klaflt›raca¤›m.
Hür’den söz edince Jale han›m›n gözlerinden bir bulut geçiyor belli belirsiz, al›fl›k olmad›¤›m. Yine de “çok yaz›k, çok...” derken bile teslim olmad›¤›n›, karamsarl›¤a kap›lmad›¤›n› görüyorum. Seksen yafl›n›n bahar›nda
benimkisi bundan sonra idare etmeye girer diyerek gülüyor. Anlatt›¤›m bir
sürü karamsar laf salatas›na ra¤men “umutlusun yani” diyor, bofl bulunup
evet umutluyum deyiveriyorum. Jale han›m›n sihri burada iflte, bir türlü
kula¤›mdan gitmeyen o 盤l›klar›, günbegün darmada¤›n olan bir toplumu,
etraf› zehirli bir ayr›k otu gibi saran al›flverifl merkezlerini ya da sadece
Hür’ü unutmak için canh›rafl bir biçimde bast›rd›¤›m umudumu bir
sözüyle serbest b›rak›yor.
fiimdi bu umutla, kendimi soka¤a atmal›y›m. Belki de kafede oturan
gençlerden gözlerimi kaç›rmadan yanlar›na yaklafl›p “Pasolini’nin fiahinler ve Serçeler filminden flimdi ç›kt›m, Toto’nun serçelerle karfl›l›kl› z›plad›¤› sahnede kald› akl›m. Siz Toto’yu bilir misiniz?” diyerek yanlar›na oturmal›y›m.
Jale han›mdan izin isteyerek kalk›yorum. Beni yolcu ederken portmantoyla bütünleflmifl kabar›k tüylü, boz bir kediyi gösteriyor. fiuna bak
Aliflan, sokak kedisi bu ama, unutmufl gibi görünüyor, flu rahatl›¤a bak diyor. Kedi son derece mesut geriniyor. Onu en iyi ben anlar›m diyorum
içimden. Soka¤›n köflesinden arkaya dolan›p, bahçeyi kontrol ediyorum.
Top peflinde koflturdu¤umuz bay›rda flimdi koyu renk camlarla kapl› iç karart›c› bir bina yükseliyor. Onun da afla¤›s›nda ucu buca¤› olmayan bir gökdelen. Neyse ki dut a¤ac› yeni budanm›fl yerli yerinde duruyor. H›zla yükselen binalar›n aras›nda giderek küçülen bahçede hâlâ geyiklere de yaln›zl›¤a da yer var sanki. Bir sigara yak›p caddeye yöneliyorum.
Bu sabah güzel kalkt›m. Dün gece bir rüya gördüm. Rüyada küçük bir
çocuk bofl taba¤›yla mutfa¤a gidiyor, “biraz daha keflkek alabilir miyim Jale han›m?” diyordu. Tam o s›rada içerden bir ses, “ben de biraz daha alabilir miyim, çok güzel olmufl” diyordu. Çocuk parmaklar›n›n ucunda yükselerek bakt›¤› servis penceresinden, alt›n s›rmalar içinde ›fl›ldayan bir
adam görüyordu. Jale han›m, “Tabi alabilirsiniz ‹brahim efendi, sizin için
yapt›m keflke¤i,” derken gözlerinin içi gülüyordu.
144

Benzer belgeler