Yeni Divriği Gazetesi SAYI-42

Transkript

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-42
01 OCAK 2013
SAYI: 42
SAYFA 1
DİVRİĞİ SEVDALILARINDAN
“TOKİ DİVRİĞİ KONUTLARI” PROJESİNE TEPKİ
İrtibat: [email protected]
ANKARA’DA AŞURE VE PİLAV GÜNÜ
Divriği Vakfı ve Ankara Divriği Kültür Derneği’nin
BÖYLE DEĞİL
TOKİ, Anadolu’nun her köşesinde olduğu gibi
Divriği’ye de konut yapacak. Ulu cami etrafının
boşaltılması nedeniyle Divriği’nin de buna ihtiyacı var.
Toplam 360 konut yapılacak.320’sinin sahibi belli,20
konut jandarma lojmanı olacak,20 dairenin sahibi
henüz belli değil. TOKİ evlerinin yapılacağı yer de belli.
Geçen sayımızda temel hafriyat çalışmalarını haber
yapmıştık.
Aklımıza bu evler kaç katlı olacak? Divriği’nin tarihi
dokusuna uygun olacak mı? diye bir sürü soru geldi...
Sorduk soruşturduk, Divriği de kamu ile ilgili üst
düzey kişilerle görüştük,”Divriği Sevdalısı”
hemşerilerimizle konuştuk, korktuğumuz başımıza
gelecek!
TOKİ, Divriği’nin kültürel kimliğine, şehir dokusuna
120 tescilli konağına, kümbetlerine hele hele dünya
kültür mirası o güzelim Ulu camiyi dikkate almadan
her yere yaptığı sekiz katlı apartmanları Divriği’ye de
yapacak! Hüseyin Gazi etekleri, Hasan deresi sol
yamaçları ile Bademlik sırtı dediğimiz alana; çanak
şeklindeki o güzelim Divriği coğrafyasının doğu
yamaçlarına 20-25 adet sekiz katlı apartman dikilecek.
Bahçeli konaklar, iki katlı dış kapılı selamlıklı konaklar
dışında böyle bir yapılaşma...
MUHALEFETTEN
BEKLENEN TUTUM
MUSTAFA
TARAKÇI
Belediye imar planın sorumluluk alanı dışında da kalsa
bu alan Divriği’yi asırla boyu çirkinleştirip duracak...
Kafamızı kaldırıp güneşin doğduğu yöne çevirdiğimizde
şehre uygun olmayan bir yapılaşma göreceğiz...
ŞİRİNEVLER
SONUÇ;
DİVRİĞİ DERNEK BAŞKANI İLE
TOKİ yetkililerine ve TOKİ’den ev sahibi olacaklara
sesleniyoruz; sekiz kat yerine dört kat olsa
manzaranızdan bir şey kaybetmezsiniz, maliyetinizde
pek artmaz. Bademlik tarafına doğru yayılırsanız biz
Divriği sevdalıları çok mutlu oluruz. Bu konuda Yeni
Divriği Gazetesi olarak, başta Belediye Başkanlığı,
muhtarlar TOKİ’den ev alacak hemşerilerimiz ve
Divriği’deki Divriği Kültür Derneği’ni göreve davet
ediyoruz.
RÖPORTAJ YAPTIK:
Dernek Başkanı Sayın Sabahattin Ural:”Bütün
Divriğililere kapımız açık. İstediğiniz birleşmeye de
karşı değiliz. Ancak, herkesin aynı düşünceyi
paylaşması lazım”dedi.( Devamı Röportaj Sayfasında)
Başbakan Erdoğan, Şeb-i Aruz
(Mevlana’nın ölüm günü) kutlama
etkinlikleri nedeniyle Konya`ya
gitti. Geceyi Konya`da geçirdi. 58
tesisin, bunlar içinde en önemli
Konya Ovası’nın sulanması için
yalpan “Tünel ve Bağbaşı
Barajı”nın açılışı öncesi yaptığı
konuşmada yeni bir vizyon
ortaya attı.
Devamı s.8’de
*
www.mustafatarakci.com Özgeçmiş
01 OCAK 2013
BÖYLE OLSUN
SAYI: 42
koordine ve işbirliği ile 22 Aralı 2012 günü öğleden
sonra “Aşure ve Pilav Günü” düzenlendi.
Çok sayıda hemşerimizin katıldığı bu etkinlikte
deyişler, duvazlar okundu, semah dönüldü...
Katılımcılar arasında MSB ve Sivas Milletvekili Sayın
İsmet Yılmaz ve CHP Sivas Milletvekili Sayın Malik
Ecder Özdemir de vardı.
Bu güzel etkinlik için Vakıf Başkanı Sayın Cemal
Karahalil ve Dernek Başkanı Sayın Mehmet Aktan’ı
gönülden kutluyoruz...
Bu ve benzer konaklarımıza, bahçe içinde yüzlerce
tarihi evlerimize saygısızlık yapmayalım. Tarih bizi
yargılar!
SAYFA 1
ÜCRETSİZDİR
01 OCAK 2013
SAYI: 42
DİVRİĞİ’YE
YILIN İLK KARI
17 ARALIK’TA YAĞDI
İlçemizde pazartesi günü yağan kar yağışı normal hayatı olumsuz
yönde etkiledi. Kar yağışı Divriği-Arapkir yolunu kapattı. Kar yağışı
pazartesi geç saatlerde başlayıp ertesi gün öğlene kadar sürdü. Şehir
içinde yolları kapayan kar birikintileri belediye ekiplerinin gün boyu
süren yoğun çalışmalarıyla temizlendi. Trafik ekipleri sürücüleri
uyararak yanlarında takoz, zincir ve çekme halatı bulunmadan trafiğe
çıkmamalarını için ikaz etti. Yağan karın keyfini ise her zaman olduğu
gibi çocuklar çıkardı ders aralarında ve okul bitiminde kartopu
oynayıp kardan adam yapan minikler doyasıya eğlendiler. Her
mevsim ayrı bir güzelliğe bürünen ilçemizin kışlık görüntüleri ise
görülmeye değerdi.
HABER: Sosyal Medya
SAYFA 2
ÜNİVERSİTE- SANAYİ İŞBİRLİĞİ
TSO ve Sivas, Cumhuriyet Üniversitesi Mühendislik Fakültesi
arasında,18 .12.2012 günü, “Üniversite-sanayi’ işbirliğini
güçlendirmek amacıyla bilgilendirme toplantısı düzenlendi.
İşadamı ve akademisyenlerin buluştuğu toplantıda işbirliği
yönünde ilk adımlar atıldı.
Üniversite ile TSO güç birliği yapacak.
İşadamı ve akademisyenlerin buluştuğu toplantıda işbirliği
yönünde ilk adımlar atıldı.
Cumhuriyet Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekan
Yardımcısı Doç. Dr. Kazım Görgülü ve Yönetim Kurulu Üyesi
Zeki Özdemir΄in moderatörlüğünde gerçekleştirilen
toplantıya Bilim, Sanayi ve Teknoloji İl Müdürü Tanzer
Erdem ve KOSGEB İl Müdürü Hüsamettin Çay’da katıldı.
Toplantının açılışında görüşlerini dile getiren Mühendislik
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Demirci, işbirliğinin tesisi
konusunda ortak akıl, ortak söylem ve karşılıklı güvenin
önemli olduğunu söyledi.
TSO Başkanı Osman Yıldırım ise bugüne kadar
sağlanamayan işbirliğinin artması için güçlerin birleştirilmesi
gerektiğini söyledi. “OSB’nin yolunu dahi bilmeyen
hocalarımız var diyen” Yıldırım, “Teknoloji ile eğitim
birleşmesi lazım. Teorik ile pratik birleşirse üniversitemizde,
sanayicimizde büyür” dedi.
İrtibat: [email protected]
YAKIN TARİHİ ANIMSAYALIM
Tanınmış gazeteci Can Dündar, 4 Aralık 2012 tarihli köşe
yazısında ‘’yıkıcı ve bölücü’’ partilerin geçmişinden örnekler
vermiş. Dindar/dinci kimliği ile Bölücü kimliği öne çıkan
partilerin kuruluş ve kapanışlarını listelemiş. Yazı daha detaylı;
ben özetlemek istedim: Bilgilerimizi tazelemekte yarar var.
1-Laikliğe aykırılıktan kapatılan partileri
-1970’de Milli Nizam Partisi kuruldu.
1971’de kapatıldı.
-1972’de Milli Selamet Partisi kuruldu.
1980’de kapatıldı.
-1983’te Refah Partisi kuruldu.
1995’te %21.38 oyla birinci parti oldu.1996’da iktidara geçti.
1998’de kapatıldı.
-1998’de Fazilet Partisi kuruldu.
2001’de kapatıldı.
-2001’de AKP kuruldu. 2002’de %34.6 ile iktidar oldu.
2.Bölücülükten Kapatılan Partiler:
-1990 Halkın Emek Partisi (HEP) kuruldu.
1993’de kapatıldı
-1993’de Demokrasi Partisi(DEP) kuruldu.
1994’de kapatıldı.
-1994’de Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) kuruldu.
2003’de kapatıldı.
-2005’te Demokratik Toplum partisi(DTP) kuruldu.
2009’da kapatıldı.
-2009’da BDP kuruldu.2011’de %6.5 oy aldı.(3 milyon)
SON 10 YILDA
OSB’NİN YOLUNU BİLMEYEN HOCALARIMIZ VAR
Başkan Yıldırım, “Bugüne kadar iş birlikteliklerimizi
istediğimiz ölçüde sağlayamadık. Birbirimizde kusur
aramanın da doğru olmadığını düşünüyorum. Organize
Sanayi Bölgesini bilmeyen öğrenci ve hocalarımızın da
olduğunu biliyoruz. Orada da en çok bulunması gerektiğine
rağmen hiç gitmeyen hocalarımız var. Bu durumlar bizi
üzüyor. Maalesef eğitim sistemindeki insan kaynakları
Türkiye’nin büyümesi ile paralel gitmiyor. Ülkemiz
büyürken, arkadan gelen insan kaynakları bunu
desteklemiyor. Pratik ve teoriyi birleştiremiyoruz” diye
konuştu.
KENDİMİZİ ŞEHİRDEN KOPUK DÜŞÜNMEK İSTEMİYORUZ
Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Faruk Kocacık da,
“Anlama olmadan anlaşma olmaz. Birbirimizi anlayıp
işbirliği yapmanın yollarını arayacağız. Öncelikli iki tarafında
bu iş birlikteliğinde istekli olması gerekir. Biz üniversite
olarak kendimizi şehirden kopuk düşünmek istemiyoruz.
Hep birlikte bir aile gibiyiz. Bu aileye düşende aile birliğini
koruyarak, tüm Sivas’ı ve Sivaslıları kapsayıp birlikte güzel
işlere vesile olmaktır.” dedi.
HABER: YENİÜLKE
HAYDİ SİVAS..!
Büyük gazetelerde tam sayfa yayımlanan yukarıdaki ilanı
okuyunca Sivaslı olarak üzülmedim desem doğru olmaz.
Bizim Kahramanmaraş’tan neyimiz eksik?
Neden biz bir araya gelip benzer hedefleri yakalayamıyoruz?
Maraş’ın yanında Sivas’ın neyi eksik?
Kahramanmaraş Necip Fazıl’ı, Aşık Mahsuni’yi yetiştirdiyse,
Sivas da Aşık Veyseli, Pir Sultan’ı yetiştirdi. Kahramanmaraş
milli mücadelede tek yürek oldu; “kahraman” unvanını aldı,
İstiklal madalyasına sahip oldu ise Sivas da bu işin ilk
mutfağıydı. Kurtuluşun ilk kıvılcımı Sivas’ta çaktı.
Kahramanmaraş’ın Külliyesi varsa Sivas’ın Selçuklu eserleri
hele hele Divriği’de Dünya Kültür Mirası Ulu Camii var!
Değerli Sivaslı hemşerilerim, Kahramanmaraş’ı
durup düşünelim, Onu örnek alalım!
DEĞERLİ OKURLAR,
GAZETEMİZİN DAHA GENİŞ
KİTLEYE ULAŞMASI
MAKSADIYLA,
“KİME” ARŞİVİNİZDEKİ
HEMŞERİLERİMİZE YÖNLENDİRME
YAPMANIZ
VEYA
O ARKADAŞLARIN E-MAİL
ADRESLERİNİ GAZETEMiZE
GÖNDERİP, ONLARI DA
MAİL HAVUZUMUZA DAHİL
ETMEMİZİ SAĞLAMANIZ UYGUN
OLACAKTIR.
Genel Yayın Yönetmeni
Genel Yayın Yönetmeni
ve
Yayın Koordinatörü
MUSTAFA TARAKÇI
Mizanpaj:
Mutlucan AYDIN
Bünyamin ŞAHİN
Halkla İlişkiler-Tanıtım:
Ayla YERLİKAYA
VERGİ DAİRESİ: Göztepe
VERGİ KİMLİK NO:
8.230.105.579
01 OCAK 2012
7,5 milyar TL özel sektör yatırımı, yıllık 6 milyar TL sanayi
hasılatı, İplik üretiminin %35’i, kumaş üretiminin %10 ‘u
metal mutfak eşyalarının %60’ı, dondurmada dünyaya
yayılmış ünü, sanayi elektrik tüketiminde 11. Sıradaki yeri ilk
binde 15 şirketi 1,5 milyar TL geliri ile KAHRAMANMARAŞ
bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da aldığı desteğin
Büyükşehir olmanın gururu ile üretime dönüştürecek
Türkiye’nin 2023 vizyonunda daha büyük bir aşkla hizmet
edecektir. Dünya kenti olmak yolunda ilerleyen büyükşehir
KAHRAMANMARAŞ
SAYI:42
SAYFA 2
ÜCRETSİZDİR
01 OCAK 2013
SAYI:42
DURDUK YERE
ÖZELLEŞTİRMEYE KARŞIYIM.
HABER /ANALİZ: M.T.-İst
Zaman zaman gündeme geliyordu da gülüp
geçiyordum; “Hadi canım sende!” diyordum. Ekonomi
iyi gidiyordu; Merkez Bankası’ndaki döviz rezervleri
30milyar Dolardan 120 milyar Dolara çıkmıştı. İMF’ye
borcu sıfırlamıştık; İstanbul-Ankara Belediyeleri’nin
işleri iyi gidiyordu, hele İstanbul para harcayacak yeni
yerler arıyordu. Daha iki yıl önce düzenlenen Göztepe
Parkı sökülüp yeniden yapıyordu; lale dikilmeyen yer
bırakılmıyor, çok az yayanın yürüyerek geçtiği Yıldız
Parkı ‘na bile on binlerce lale soğanı dikiliyordu...
Boğaz köprüleri, otoyollar cumhuriyetin son 40 yılının
önemli tasarruflarıdır. 1973 yılında 1.Boğaz Köprüsü
bitirilmiş, Özal döneminde ise Şanlıurfa’da Atatürk
Barajı ile birlikte Ankara-İstanbul Otoyolu inşa
edilmişti. Ulaşımla ilgili tüm bu yatırımlar, Türk
insanının verdiği vergilerden tasarruf edilerek
yapılmıştı. O nedenle iktidar, hele son on yıldır aldığı
kararlarla, dini bayramlarda köprü ve otoyolları
ücretsiz yapıyor; halkın zaman zaman tepkisi
karşısında köprü zamlarını bile erteliyordu.
Şimdi ne olacak? Koç-Ülker ve bir başka Malezyalı
şirketten oluşan ortaklık gurubu halkın gözünün yaşına
bakacak mı? Ben para yatırdım 5 milyar 720 milyon
verdim deyip her fırsatta zam yapacak, ücretsiz
geçişleri birkaç yıl sonra yapmak istemeyecektir.
Durduk yere devletin kazanması gereken parayı kendi
cebine atacaktır. Devlet kazansa yine geri bize
döneceğinden zam da olsa umurumuzda değildi. Ama
ortaklardan birisi yabancı olunca iş biraz değişti. Niye
durduk yere köprüden geçerken verdiğim paranın bir
kısmı yabancıların kar hanesine yazılsın ki?
Demek her şey güllük gülistanlık değilmiş, iktidarın her
şey yolunda demesi doğru değilmiş! İktidar maliyesi
cari açık veriyor; gideri gelirinden fazla oluyor ki arayı
kapatmak için böyle bir yola başvuruyor...
İhracatımız arttı diyorlar tamam da ithalatımız daha
çok arttı!
Üretiyoruz diyorlar; tamam da ürettiğimizden daha
çok tüketiyoruz!
Vergilerin iyi toplandığını biliyoruz; tamam da demek
israf ve masrafımız daha fazla!
Para yetmiyor ki bizim malımızı halkın tasarruflarını
satıyorlar, mirasyedi gibiyiz.
İnşallah karşılığında borç kapatmayız yeni bir şeyler
alır veya yeni bir şeyler yaparız...
SAYFA 3
EMİNÖNÜ’NDE DERT DOLU
BOYACILAR
İrtibat: [email protected]
YÖK BAŞKANI NEREDE?
HABER /ANALİZ: M.T.-İst.
Eminönü Meydan’da, meşhur Nimet Abla Milli Piyango Bilet satış
büfesine çok yakın, yan yana sıralanmış, görkemli boyacı sandıklarıyla
hoş bir duruş sergileyen boyacılardan birine güler yüzümüz ve tatlı
dilimizle yaklaştık.
Selam ve hatır sormaktan başka biraz da bilgi vermelerini talep ettik.Fazla
zamanlarını almak istemediğim bu kısa söyleşiden sonra Resimlerini çekip
tokalaşarak ayrıldık. İlk konuştuğun ayakkabı boyacısı Nahit Sanıl Bingöllü.
Oradaki boyacıların biri hariç ( O da Bingöl’ün kazası Genç’tenmiş) hepsi
Bingöllü... Nihat “,Baba mesleği” dedi. “Babamdan devraldım. 15 yıldır da
ben bu işi yapıyorum”..
YÖK Başkanı: Gökhan Çetinsaya
-Nasıl İşler iyimi? Günde kaç kişinin ayakkabısını boyuyorsun? Belediye’ ye
para ödüyor musunuz? gibi aralıklarla sorduğum sorulara bakınız şu
cevapları aldım:
-Çoğu meslek gibi bizim da sonumuz geliyor gibi. Millet evinde kendisi
ayakkabısını boyar oldu. Bize gelenler vakti çok olanlar. Alışmışız bir kere...
-Boya parası olarak fiyatımız aynı. 4 lira alıyoruz. Günde ortalama 15 kişinin
ayakkabısını boyarsam iyi.
-Günde 60, ayda Pazar da çalışırsan 1800 eder. Buradan Belediye’ye de
verdiğini düşersen çok sayılmaz? soruma...
-Allaha Şükür Abi geçinip gidiyoruz, dedi.
Hemen yakınındaki boyacı arkadaş bizi merakla dinliyordu. Ne yapacaksın
ağabey bu bilgileri? Beni de dinlemek ister misin?diye seslenince
Memnuniyetle onunla da biraz konuştum:
Abdullah Tanıl, Bingöl Genç’ten. O da 15 yıl önce İstanbul’a karnını
doyurmak için gelmiş. Ama geliş nedeni bir hayli üzücü ve düşündürücü:
Bakın kısa sürede neler anlattı:
Abi, 15 yıl önce köyümüz yandı. Biliyorsun kendiliğinden yanmadı, yaktılar.
Devlet yaktı. İki arada bir derede kalmıştık. Teröristlerle de başa
çıkamıyorduk. Durmadan gelip gidiyorlardı. Devlet de köyümüzü yakmaktan
başka çare bulamadı. Çıktım buraya geldim. Memnun musun dersen
gönlümün içinden “evet” diyemem. Köyümüz yapılmış olsa ben şahsen
çekip giderim. Ama hiçbir şey kalmadı. Köyümüz harabe gibi... Ben gidip
gelmiyorum de yakın köylerden olanlardan duyuyoruz...
Boyacılık karın doyuruyor da herkesin ayakkabısına bakıyorsun, gelsinler
boyatsınlar diye...
Hep dışarıdayız, yazın sıcaktan, kışın da soğuktan çekiyoruz. Ama boş kalsak
da canımız sıkılmıyor, gelip geçen çok oluyor...
Yaz bunları güzel abim yaz. Giz garibanlar dan da milletin haberi olsun...
HABER: Mustafa Tarakçı
Göktürk-2 uydusunu protesto eden ODTÜ
öğrencilerine karşı etkin önlem almayan Rektör
Ahmet Acar’ı Başbakan Erdoğan çok ağır şekilde
eleştirmişti;
“Bu ne biçim Üniversite, bu ne biçim Rektör”
şeklinde ağır söylemler dile getirildi”...
Ortada YÖK yok, YÖK Başkanı yok.
Bu durumu gören ODTÜ Rektörü kendini doğru
ifade etmek adına Başbakan’dan randevu istedi.
Önce Sayın Başbakan, arkasından Sayın
Cumhurbaşkanı’na bilgi arz etti.
Ancak, bizim dikkatimizi çeken, Üniversitelerin
çatı kuruluşu, Rektörlerin ilk amiri olan YÖK
Başkanı’nın ortada olmayışıydı.
Bu gidiş,”tek adam” oluşumunun havuzuna su
taşıyan davranışlar. Rektör- Başbakan ilişkisi
normal değil. Bu ilişki, Rektör- YÖK BaşkanıM.E.B.-Başbakan sırası ile olmalıydı.
ODTÜ Rektörü ve Başbakan Erdoğan
ŞİİR YARIŞMASI
“DİVRİĞİ” Konulu şiir yarışması düzenlenmiştir.
Divriği’nin özellik ve güzelliklerinin yansıtıldığı,azami5 dörtlük
veya 30 satırı geçmeyecek şiirler değerlendirilmeye alınacaktır.
Şairlerimizin Divriği doğumlu ve şiirin yeni kaleme alınmış, daha
önce hiçbir yerde yayınlanmamış olması aranacaktır.
1nci,2nci,3ncü seçilen şiirlere gazetemizde de yayınlanacak
“onur belgesi” verilecektir.
Yarışma Ocak 2013 ayı için geçerlidir.
Sonuçlar 1 Şubat 2013 tarihli sayımızda yayınlanacaktır.
ÖZEL NOT
Gazete yönetimi olarak aşağıdaki hemşerilerimizin özellikle
katılımımı arzu ediyoruz:
İsmail Aydoğmuş, Mahir peşken, Hasan Kocabaş, Arzu Karaca, Sefer
Kocakaya,Ahmet Yozgatlı, Mustafa Şekerci, Ali Höbek,Divriği’deki
Liselerin edebiyat öğretmenleri ve öğrencileri, MYO’nun Divriği
doğumlu öğretim üyeleri ve öğrencileri
DEĞERLENDİRME KURULU: Mustafa Akgün, İsmail Aydoğmuş, Ali
Haydar Yalçın, Ahmet Yozgatlı, Mustafa Tarakçı
01 OCAK 2013
SAYI: 42
SAYFA 3
Yeni Divriği İnternet Gazetesi eski sayılarını
okumak için
www.mustafatarakci.com
Sitesini tıklayınız.
ÜCRETSİZDİR
01 OCAK 2013
SAYI: 42
YARIM ASIRLIK GAZETE: YEġĠL DĠVRĠĞĠ!
(Birinci Bölüm)
Fatma Pekşen’den SÖYLEŞİ
Mevzu Divriği olunca, yazılacak çok şey bulunur. Bu kadim kentte
Ulucamii ve Şifaiye için yazılır, kapı tokmakları için yazılır,
çeşmeler için yazılır, tavanlar için yazılır… Dağları, Maden’i, taş
kültürü için yazılır. Yetmez, türbeler için, konaklar için, sokaklarda
cümbüş yapan su arkları için, su kültürü için yazılır. Kıyafetleri için
yazılır, toyları düğünleri renklendiren takıları için, kaşık oyunları
için, halayları için yazılır. Hıdırellez, aşure, bayram yemekleri için,
halen yaşamakta olan mutfak kültürü için yazılır.
Hasılı, hangi tarafından tutarsan tut, yazacak çok şey bulunur.
Durgun, kendi halinde gibi görünen Divriği’de insanı
heyecanlandıracak yeni bir noktayı keşfetmek hiç de zor değildir.
Yeter ki insan o noktayı görmek için niyette olsun...
Senede birkaç kere gideriz Divriğili olmamız hasebiyle. Bağları
koparmamışızdır hiç. Dağlar taşlar, bağlar ağaçlar, yollar
kabristanlar çeker. “Gel” der arada bir. Bu çağrıyı alınca da
duramayız fazla. Çaltı Çayı’nın çağıltısına refakat eden tren yolunu
boylarız. Yahut da kıvrıla büküle ineriz Höbek üstünden. Evlerin
temellerinde yer alan Karasar taşlarının yazıda yabanda kalanlarına
selam çakıp, halaya durmuş yiğitler gibi yolun iki yanına sıralanmış
koca gövdeli ağaçların hışırtısına kulak vere vere gireriz Divrik’e.
Kiminde yeni yapılmış çeşmeler dikkatimizi çeker, kiminde
anaokulu, kütüphane, yurt… Kiminde hastane, mandıra, çiftlik,
kiminde bir tabela, ilân; kiminde ise temellerinin üstüne dikilmekte
olan bir yuva…
Vaktinde açar menekşeler. Ekinlerin arasından başını uzatır
çanakkıranlar. Dumluca’nın yeliyle kokusunu salar reyhanlar,
anıklar, kekikler. Zaman devridaim eder ezelden bu yana olduğu
gibi.
Bebek doğar bazen, sevince ortak olunur; taziyeye gidilir kimi
sefer, acı paylaşılmaya çalışılır. Bazen “geçmiş olsun” demek icap
eder bir dosta. Bazen de “nice senelere” demek lazım gelir. Tıpkı
Yeşil Divriği Gazetesi’ne dediğimiz gibi…
Anıt eserler olur, anıt ağaçlar olur da anıt insanlar, anıt kuruluşlar
olmaz mı? Yarım asrı devirmiş bir işyerine, işyeri sahibine saygı
duyulmaz da ne yapılır ki? Hele de meslek olarak gazeteciliği
seçmişse!
Zor zanaattır gazetecilik. Sabır ister, emek ister, mangal gibi yürek
ister. Gecesi gündüzü olmayan, emekliliği bulunmayan bir
meslektir o. Mühim hadiselerle birlikte anılır.
Resmi olarak ilk gazetenin ne zaman çıktığına dair net bir tarih
söylenemez elbette. Lâkin her konuda olduğu gibi bu konuda da
çeşitli rivayetler vardır. Kimisi halıya dokunmuş haberlerden
bahseder, kimisi tablet üstündeki bilgilerden, kimisi de mağara
duvarlarına kazınmış çeşitli şekillerden. Hepsi de muhakkak ki o
günün önemli olaylarını konu ediyor, gençlerin saygısızlığından,
ortalığın pahalılığından söz ediyor, “ne olacak bu dünyanın hali?”
diyordur.
01 OCAK 2013
SAYI: 42
SAYFA 4
1700’lü yılların sonu itibariyle Avrupa’da ciddi adımlarla
başlayan gazeteler, yavaş yavaş dünyaya yayılmaya başlar.
Bizde de çok sürmez bu yeniliğe ayak uydurmak.
Takvim-i Vekayi, Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ahvâl,
Tasvir-i Efkâr bir biri ardına sıralanır. Sansürlenmeler,
zaman zaman kapatılmalar yaşansa da yurdun pek çok
köşesinden gazeteler havalanmaya başlar ırakları yakın
etmek adına. Biri kapanırken, diğeri dünyaya gözlerini
açar. Harpler, mütarekeler, kuşatmalar, siyaset, edebiyat,
spor… her şey yer alır sayfalarda.
Hatta “Hanımlara Mahsus Gazete”ler, “Çocuklara Mahsus
Gazeteler” bile çıkmaya başlar.
İzmir’de ilk kurşunla düşmana karşı mücadeleyi başlatan
Gazeteci Hasan Tahsin’den (Osman Nevres), Kıbrıs Barış
Harekâtı şehidi Âdem Yavuz’a, Cengiz Polatkan’dan, son
ana kadar mesleğini sürdüren İsmail Güneş’e varıncaya
değin, hepsi de dört elle sarılırlar işlerine. Gecelerini
gündüzlerine katarlar.
Kanlarına giren araştırma, soruşturma, belgeleme gibi
işlemlere, uzak yakın, gece gündüz demeden, basın
ilkelerine riayet ederek ulaşan, sayfalar halinde de halka
ulaştıran gazetecilerin işi aslında zordur. Koltuklarına
kurularak sürdüremezler işlerini. Hele de A’dan Z’ye
bütün aşamalarla kendilerinin uğraşması gerekiyorsa…
İşte ben de bu tür düşüncelerle girdim kapıdan içeriye.
Daha önce de uğramışlığım vardı, belediye sitesinde yer
alan Yeşil Divriği Gazetesi’ne.
Gazetenin ak saçlısı, üstelik de kurucusu olan A. Hayber
Bozkurt ağabey yoktu ortalıkta. Oğlu ile gelinine
devretmenin gönül rahatlığıyla çarşı pazar dolaşıyor
olmalıydı. Çünkü zaman zaman elinde fotoğraf
makinesiyle, halkla, misafirle sohbet ederken rastlıyorduk
kendisine.
“Gazete çıkarma fikri nasıl oluştu? Asıl mesleğiniz
neydi?” diye soracaktım elbette. Bulamayınca, oğlu Murat
Nedim Bozkurt’a yönelttim bu soruyu.
Murat bey, “Babam sendikacıymış aslen” diye girdi
konuya. “Dedem Mahmut Bozkurt, Türkiye’nin ilk
kaynakçılarındandır. Babam Divriği doğumludur ama
dedemin mesleği gereği uzunca bir dönem Divriği dışında
yaşamak zorunda kalmış. Nuri Demirağ Ortaokulu birinci
sınıfına 1949 yılında 204 okul numarasıyla kayıt olmuş.
Uzun süre Sivas Telekom Genel Müdürlüğü yapan Turgut
Çulcuoğlu, Türkiye’nin ilk kadın savaş jeti pilotu Asimet
Karahasanoğlu sınıf arkadaşıymış.
Ortaokulu burada bitirmiş ama liseyi Ankara’yla
Karabük’te okumuş. Mükerrem Taşçıoğlu, Enver Akova,
Köksal Toptan devre arkadaşlarıymış. Dedem hızlı
Demokrat Partiliydi. Hem de Cevher-İş Sendikası’nın
kurucuları arasındaydı. Dolayısıyla babam da sendika ve
siyasetin içinde bulmuş kendisini. 60’lı yıllarda Adnan
Menderes’le, Süleyman Demirel’le filan tanışmış. Sonra
da şartlar gereği gazete çıkarmaya başlamış.”
“Yeşil Divriği Gazetesi, hangi tarihte hayata merhaba dedi
peki? Biliyor musunuz?” “Bilmez olur muyum? 14 Mayıs
1963. Ben doğmadan bir buçuk yıl önce. Ekim 1964
doğumluyum ben de.”
“Daha önce Divriği’de gazete çıkmış mıydı?”
“Elbette. Divriği Postası adlı bir gazete varmış. 1957’den
1960’a kadar çıkmış. Gazeteyi sahibi Osman Kirişçioğlu
kapatınca makinelerini Kızılay’a vermiş. Babam da Yeşil
Divriği Gazetesi’ni kurmaya karar verince, makinelerin bir
kaçını oradan satın almış.” “Nasıl karşılanmış pekâlâ?”
“Elbette sevinçle karşılanmış, kabul görmüş.
SAYFA 4
İrtibat: [email protected]
Bırakın Divriği’yi, Sivas’a bile televizyonun
gelmediği yıllar bunlar. Halka ulaşan her haber
değerli. İlk yıllarda gazetede şiirler, bulmacalar,
fıkralar, masallar da yer alırmış. Kültürel bir
beraberlik olurmuş. Zaman içinde şiirler,
masallar, bulmacalar çıkmamaya başlamış.”
“İlçenin diğer gazeteleri ile haber için
kapıştığınız, yarıştığınız, yardımlaştığınız oluyor
mu?”
“Kapışma, yarışma olmuyor ama yardımlaşma
oluyor zaman zaman. Özellikle de İstanbul’da
yayınlanan Divriği Gazetesi, Yeni Divriği
İnternet Gazetesi ve dergiler ile.”
“Gemerek Postası, Zara Haber, Kangal Gündem,
Gürün Haber, Yıldızeli Haber Gazetesi vs.
adlarıyla komşu ilçelerde de çeşitli gazeteler
yayınlanıyor. Peki, bu farklı ilçeler, iller arası
gazeteler gidip geliyor mu? Bu gazetelerle fikir
alışverişinde bulunduğunuz oluyor mu?”
“Hediyeleşme oluyor zaman zaman. Meselâ
Arapgir Postası her zaman gelir bize.
Yardımlaşma ise nadiren. Tüm ili kapsayan bir
durum olacak ki bu beraberliğe ihtiyaç
duyulsun.”
“Telefonun, internetin olmadığı dönemlerde
haberler merkeze nasıl ulaşıyordu? Mesela bir
köye yangın haberi için gittiniz, yetiştirmek için
çaba gösteriyor muydunuz?”
“Haber bir şekilde ulaşıyordu. Gazete haftalık
olduğu için, çok özel bir çabaya ihtiyaç
duyulmuyordu. Yetişiyordu her halükârda.”
“Her zaman haftalık mıydı? Günlük çıktığı
zamanlar oldu mu hiç?”
“Günlük hiç çıkmadı. Hatta ilk zamanlar on beş
günde bir yayınlanıyordu. Bir ara 70’li yıllarda
tökezlediği de oldu. Sonra yeniden toparlandı.
İlk yerimiz Eski Postane’nin oradaki Ayrancı
İşhanı’nda idi. Burası dördüncü yerimiz. Bir de
Bozkurt Matbaası var elbette.”
“Siz ne zaman başladınız Murat Bey? Gazeteci
bir babanın oğlu olarak dünyaya gözlerinizi
açtınız; bugün bu işyerini omuzlamış
görünüyorsunuz. Bu dalda mı eğitim aldınız?”
“İlkokul dördüncü sınıftayken harf dizmeye
başladım. Kurşun harfler oyuncağımız oldu.
Cumartesi pazar, bayram nedir bilmedik. Arada
eğitimim için İzmir’de geçirdiğim on yılı,
askerliği saymazsak kesintisiz yirmi yıldır
devam ediyorum. Bu arada ben iktisat okudum.
Gazetecilik genlerdeki mesleğim. İzmir’de
bulunduğum yıllarda da Belediye Gazetesi’ni
çıkardım.”
“Sizde yetişip, sonra başka gazetelere/dergilere
geçen arkadaşınız oldu mu hiç? Yoksa aile
mesleği gibi mi sürdü başından beri?”
“Gazete olarak Bozkurt’ların dışında çalışan
olmadı pek. Ama matbaadan yetişip başka
yerlerde çalışanlar oldu. Dayımın oğlu Garip
Özdoğan var meselâ, bizim eski
çalışanlarımızdan. Şimdi Ankara’da yayınlanan
Başkent Gazetesi’nin sahibi. Bu da bizi mutlu
ediyor tabii ki.”( DEVAMI GELECEK SAYIDA)
ÜCRETSİZDİR
01 OCAK 2013
SAYI: 42
SAYFA 5
MUSTAFA TARAKÇI: Kendinizden, işinizden ve
Divriği’deki ailenizden kısaca söz eder misiniz?
Sizin dışınızda yönetim kurulundaki
arkadaşlarınızı ismen de olsa tanımak isteriz?
SABAHATTİN URAL: Her zaman birlik güzel bir
şey. Ama herkes kendi örf ve adetlerine göre bir
araya geliyor. Bırakalım herkes kendi bildiği gibi
yaşasın. Şunu da söylemeliyim: ben dernek adına
kendi başıma karar veremem. Derneğin yönetim
tüzüğü, yönetim kurulu var. Yönetimdeki
arkadaşlar ‘bana ne kardeşim’ dese yapacak bir
şey yok. Ancak, dediğiniz gibi birlik beraberlik
güzel bir şey. Dönüşümlü başkanlık karma
yönetim tabi tüzükte böyle bir şey yok. Ama güzel
bir düşünce, zaman isteyen bir süreç. Birlik
beraberlik güzelde, hadi birleşelim tek dernek
olalım demek zor bir olay. Başarılı olabilmek için
hepimizin birlikte hareket etmemiz lazım. Yalnız
bizim istememizle olmaz. Öylede olabilir. Bir başka
çatıda düşünülebilir.
SABAHATTİN URAL: Mustafa Bey, ilk önce
Derneğimizi ziyaret edip böyle bir röportaJ
yaptığınız için teşekkür erdim. Şirinevler de
Divriği kültürünü ve Tabiatını Koruma ve
Güzelleştirme Derneği, 2003 yılında kuruldu.
Bizler, 2011 yılında yeni yönetim kurulu olarak
göreve geldik. Divriği de Haşgeliler’denim.
Babam, elektrikçi Mehmet. Halen İstanbul’da
esnaflıkla uğraşmaktayım. Diğer yönetim kurulu
üyeleri; Mehmet Soy, Mehmet Ali Özcan, Metin
Öz ve Haluk Kavuk’tur.
MUSTAFA TARAKÇI: Şirinevler’de Divriği
Kültürünü ve Tabiatını Koruma ve
Güzelleştirme derneği olarak dernek
geçmişinizden söz ederimsiniz? Geçtiğimiz
yıllarda Divriği’de mezarlık otlarını
temizlettiğinizi, mahalle çeşmeleri
yaptırdığınızı, Divriği’ye geziler düzenlediğinizi
hatırlıyorum. Bu sene boğazda ailece tekne turu
düzenlediniz, geçtiğimiz günlerde ’iç yeme günü’
ve geçmişimize mevlit okutma günü
düzenlediniz. Önümüzdeki günlerde başka neler
planlamayı düşünüyorsunuz?
SABAHATTİN URAL: Derneğimiz söylediğim
gibi 2003 yılında kuruldu. Malumunuz İstanbul
büyük bir şehir. İki yakası var, bu yakadaki
hemşerilerimizin ihtiyaçları vardı. En basit
örneği hemşerilerimizin cenazelerinden
haberdar olamıyorduk. Bir sistem kurduk. Vefat
edenlerden herkesi haberdar ediyoruz. 1500
kişiye telefon mesajı gönderiyoruz.
Belediye başkanına çeşme yapma talebimiz
oldu. Okuyan öğrencilerimize burs vermeyi
planlıyoruz. Aynı ticaret dalında faaliyet
gösterenleri, aynı meslek mensuplarını bir
araya getirme, onların iş birliği yapmalarını
istiyoruz. Ancak, derneğin bir tüzüğü var,
yönetim kurulu var. Onlara uygun olmayan
faaliyetleri planlayıp icra etmemiz mümkün
değil. Birde dernek gazetesi çıkarmayı arzu
ediyorduk ama henüz yürürlüğe koyamadık.
Mustafa Akgün ağabeyimin çok sayıda Divriği ve
Divriğili resimleri var. Onlardan albüm
oluşturmayı düşünüyoruz. Birde
hemşerilerimizden konusunda uzman
arkadaşları çağırıp burada konferans
verdirmeyi düşünüyoruz. Yine geçen sene
söylediğiniz sosyal faaliyetleri planlayıp icra
edeceğiz.
01 OCAK 2013
SAYI: 42
İrtibat: [email protected]
MUSTAFA TARAKÇI: Tabi bu birlikteliğinde bir
başka şekli de federasyon çatısı altında birleşmek.
Oda bir yaklaşım. O da olabilir. İstanbul da ayrı
ayrı değil de çoğu zaman birlikte hareket etme
zamanı doğuyor?
SABAHATTİN URAL: Haklısınız bu ihtiyacı
federasyon yapılanması ile de karşılayabiliriz.
MUSTAFA TARAKÇI: Dernek binası derneğin mülkiyetinde. Kadıköy
dernek binası da öyle. Divriği Kültür Derneği Beyoğlu’nda Suriye
pasajı vakıf binasında kiracı. Ancak, Onunda Kocamustafapaşa da
dört katlı eski öğrenci yurdundan kira geliri var.
Divriği merkezde asırlardır kardeşçe yaşaya geldik. Ancak İstanbul
da dernek olarak üç parçaya bölünmüş durumdasınız. Divriği de
aynı lokantaya giden, aynı kahvede oturan insanlar burada, İstanbul
da neden ayrı ayrı dernek çatısı altında toplanıyor?
SABAHATTİN URAL: Biz derneğimizden mesulüz. Başka dernekler
hakkında yorum yapmamız uygun değil. Biz burada bir aileyiz.
Malum eskiden bütün aile aynı evde kalıyordu; ama İstanbul da aynı
aile 3-4 evde kalıyor. Çocuklar ayrı ayrı yuvalar kuruyor. Biz
meseleye böyle bakıyoruz. Bizim burada kapımız herkese açık. Yeter
ki Divriğili öğrenci olsun. Biz insanımızı seviyoruz. Diğer derneklere
de hizmetlerinden dolayı teşekkür ediyor
MUSTAFA TARAKÇI: Divriği köyleriyle bir bütündür. Divriği
deyince ilçe merkezindeki 26 mahalle ve 125 köy/mezra bir
bütündür. Özellikle inanç bazında kültürler farklı olabilir. Ama biz
öncelikle toprak kardeşiyiz, tarih ve kader kardeşiyiz. Aynı iklimin
çocuklarıyız... bu birlikteliğin İstanbul derneklerinde sağlanması
noktasında neler düşünürsünüz? Tek bir dernek çatısı altında
‘karma yönetim yapısı ve dönüşümlü başkanlık Sistemi”ne nasıl
bakarsınız? Bu düşünceyi bir Divriği sevdalısı olarak arzu ediyor ve
gerçekleşmesini diliyorum.
MUSTAFA TARAKÇI: Derneklerin
yönetimlerinden oluşan karma bir federasyon
yönetimi ve dönüşümlü olarak bir dernek
başkanının aynı zamanda Divriği dernekleri
federasyonu başkanı olması yine bir çözüm
yöntemi olabilir. Tüzük bu şekilde oluşturulabilir.
Temel amaç tek ses tek güç olmak, birlik ve
beraberlik içinde hareket etmek...
(Röportaj sohbete dönüştü. Divriğililerin bir araya
gelmemesi için hiçbir neden olmadığı ortaya
konuldu. Hemşeri olmanın bütün engelleri
aşabilecek bir tutku olduğunun bilincinde
olunduğu vurgulandı. Bu birlikteliğin Divriği için
atılacak adımlarda, yapılacak faaliyet ve
yatırımlarda da daha isabetli bir tutum olacağının
altı çizildi.
Bu konu diğer dernek başkanları ile de
görüşülecek. Sanırım Divriği için en uygun
örgütlenme yapısını hep beraber bulacağız.)
MUSTAFA TARAKÇI: Teşekkür ederim Gardaş.Bu
güzel ikramlarınız için de...
NOT: Lütfen yanlış anlaşılmasın. Bu röportajı
yapanın, Dernek veya Federasyon Başkanı olmak
gibi bir niyeti yoktur!
BİRLİKTEN KUVVET
DOĞAR!
BİR OLALIM, İRİ OLALIM,
DİRİ OLALIM!
SAYFA 5
ÜCRETSİZDİR
01 OCAK 2013
SAYI: 42
SAYFA 6
İrtibat: [email protected]
YILBAŞI KUTLAMASI
YENİ DİVRİĞİ İNTERNET GAZETESİ YÖNETİMİ OLARAK; GEREK DİVRİĞİ’DE GEREK SILA! DA YAŞAYAN, İSİMLERİNİ
HATIRLAYABİLDİĞİMİZ AŞAĞIDAKİ HEMŞERİLERİMİZ BAŞTA OLMAK ÜZERE,
TÜM DİVRİĞİLİ HEMŞERİLERİMİZİN YENİ YILINI KUTLUYOR,
SAĞLIK, MUTLULUK VE BAŞARILAR DİLİYORUZ...
Gen. Yay. Yön. Mustafa Tarakçı
Abdurahman Beyzadeoğlu,Abbas Karabulut, Ahmet Demirvücut, Ahmet Yılankıran, Ahmet Yozgatlı,Adalet İnce, Alaaddin Pancaroğlu,Ali Akbıyık, Ali Çankaya, Ali Demirtaş, Ali
Gençdel, Ali Haydar Yalçın,Ali Höbek,Ali Kavak, Ali Kemal Çulha, Ali Kızıltuğ, Ali Mansur Çelik, Ali Özpolat, Ali Öztunç, Arif Yerlikaya, Arzu Ayçiçek Karaca, Aslan Erdoğan, Asur
Gürkanat, Aşkın Bozkurt, Ataner Yıldırım, Ayla Yerlikaya, Basri Hamulu, Bedrettin Demirvücut, Bedri Yalçın,Bekir Coştanoğlu, Beyzade Özkahraman, Bülent Özcan, Cafer Çelik,
Celal Yılmaztürk, Cemal Karahalil, Cengiz Gökkütük,Cengiz Kartal, Cevdet Ergün, Ceyhun Türkyılmaz, Çağatay Gençdal , Çiğdem Türkyılmaz, Davut Aydoğmuş,Dilaver Güllüoğlu,
Duran Önder, Ebru Demirvücut, Engin Sönmez, Engin Tarakçı,Erdoğan Yılmaz, Ertan Türker,Servet Sayar, Esra Gençdal, Fatih Bıyık, Fatih Erkoç, Fatma Peşken, Faysal Erkoç,Fikret
Çetin, Fuat Çobanoğlu,Galip Tellioğlu, Gazi Doğan,Gazi Tukta,Gazi Yerlikaya,Gazi Yılmaztürk, Gülten Tozanlı, GüzeL Karayılan, Habil Yılmaz, Hakan Gök, Halil Aktaş, Halil
Yılmaztürk(Kopuş), Halit Yazıcı, Haluk Kavuk, Haluk Saraç, Hasan Ali Korkmaz,Hasan Ağırsoy,Hasan Erdivan, Hasan Günday, Hasan Karabaş, Hasan Palandöken, Hasan Yerlikaya,
Haydar Şahbaz, Hıdır Çam, Himmet Himmetoğlu, Hüsamettin Kırkayak, Hüseyin Durnagöz, Hüseyin Gülseven,Hüseyin Göçer, Hüseyin Hoşafçı, Hüseyin Özkahraman, Hüseyin
Tarakçı, İbrahim Dülger, İbrahim Gürkanat, İhsan Çalapverdi, İlyas Aydoğan,İskender Uçar, İsmail Asil,İsmail Aydoğmuş, İsmail Çınar, İsmail Demir(Dede), İsmail Hakkı Karaca,
İsmail Metin, İsmail Özdamar,İsmihan Yılmaztürk, İsmet Yılmaz, Kamil Pancaroğlu, Kamile Tarakçı,Kamber Halismaya, Kemal Küçükkoçkaya, Kenan Kızıltan, Mahir Peşken, Mahir
Tevrüzoğlu, Mahmut Kalkan, Mahmut Karakaya, Malik Ecder Özdemir, Mehmet Ali Akarsu, Mehmet Ali Özcan, Mehmet Aydın, Mehmet Özcan,Mehmet Bıyık, Mehmet Çankaya ,
Mehmet Gülgel,Mehmet Hamulu,Mehmet Nebi Kaya, Mehmet Soy, Mehmet Tellioğlu, Metin Aktan, Metin Ateştengömlek, Metin Höbek,Metin Dinçer, Metin Öz, Metin Şimşek,
Muharrem Çulha, Muharrem Höbek,Muharrem Aykoç, Muharrem Karahan,Muharrem Karabacak, Muharrem Yağbasan, Muharrem Yıldız, Murat Bozkurt, Musa Kırkayak,
Mustafa Akçıl, Mustafa Akgün, Mustafa Aslanburç, Mustafa Çankaya, Mustafa Çelik, Mustafa Ertunç, Mustafa Gürkanat,Mustafa Karataş, Mustafa Özker,Mustafa Özcan, Mustafa
Yeğin, Mustafa Yıldırım, Mutlucan Aydın,Murat Pirbudak, Muzaffer Erkoç, Muzaffer Otman, Mücahit Koç, Müslüm Doğan, Müzeyyen Uçar, Naci Aslanburç, Naci Küpeli, Naci Yüce,
Nail Ayan, Necati Topçu, Necdet Şimşek, Nevzat Aydın, Nurettin Kaplan,Nurettin Akbıyık, Nuri Budak, Nursuna Memecan, Oktay Türkman, Orhan Mursal, Ömer Faruk Kültür,
Ömer Gürel, Ömer Yıldız, Öner Suna Tellioğlu, Paşa Üstüner,Paşa Güllüoğlu, Ragıp Çankaya, Rahime Üstüner Baş, Rıza Gürünlü, Sabahattin Ural, Sabri Öz, Sadık Ali Kılıç, Sadık Ay,
Sadık Çelik, Sadık Güller, Sait Demirtaş, Sait Kılıç,Sait Küpeli, Sait Yıldız,Sabriye Tarakçı,Sabri Özdil, Salih Ayhan, Salim Altun, Saygı Karahan, Seda Kaplan, Sedat Orhan, Sedat
Özgür, Sefer Kocakaya, Seher Özen Karadeniz,Selahattin Mermer, Selma Demirvücut, Sevim Esen, Seyit Aktaş, Seyit Partal, Suat Dağdelen, Suat Hayri Yıldırım, Şahin Küçük, Şengül
Gençdal, Tamer Erdoğan, Tayyar Üstüner, Temel Yıldırım, Ulaş Karasu, Veli Küpeli, Veli Türk, Veysel Sayar, Yavuz Iğımbat, Yusuf Ateş, Yusuf Güldalı, Yusuf Gürsoy, Yusuf Kartal,
Yusuf Metin, Zeynel Sarpdağ, Zeynel Yayla…
Daha nice yıllara, sağlık ve mutlulukla... MUSTAFA TARAKÇI
01 OCAK 2013
SAYI: 42
SAYFA6
ÜCRETSİZDİR
01 OCAK 2013
SAYI: 42
KORUNMASI GEREKEN KÜLTÜREL
DEĞERLERİMİZ
“ DİVRİĞİ SOKAK OYUNLARI ”
SAYFA 7
İBRETLİK
NURİ DEMİRAĞ VE AİLESİ
Derleyen: İhsan Çalapverdi
TOPAÇ
Topaç oyunu tek başına oynanılabileceği gibi birkaç
oyuncu arasında yarışma şeklinde de oynanabilir. Oyuncu
adedi kadar topaç ile genişçe, sert ve düz bir yüzey gerekir.
Oyuncular aynı anda topaçlarını döndürürler. Topacı en
uzun süre dönen oyuncu kazanır.
Oyuncular önceden topaçların çarpışması durumunda ne
olacağını kararlaştırmalıdırlar. Genellikle ayakta kalan
topaç yarışmaya devam eder.
İSİM, ŞEHİR, HAYVAN, BİTKİ, EŞYA
Önce bir tablo çizersin bu tabloya İsim, şehir, hayvan, bitki,
eşya, artist ve sonuna not yazarsın bir kişi içinden alfabeyi
sayar yanındaki kişi ona dur değince sayan kişi durur
kaldığı harfi söyler bununla ilgili İsim, şehir bitki hayvan
eşya artist bulunur eğer doğru bulduysan sana 10 puan
gelir, eğer karşındaki bir soruyu boş bırakırsa ya da yanlış
yazarsa, sen yazarsan onun da 10 puanı sana geçer ve
toplam 20 puanın olur. sen boş bırakırsan senin 10 puanın
ona geçer. Fakat ikiniz de aynı şeyi yaparsanız yani mesela
isim yerine ikinizde a harfinden Ayşe yazarsanız ikiniz de 5
puan alırsınız.
YÜKSÜKOYUNU
Küçük çocukların sevdiği bir oyundur. Ebe seçiminden
sonra yüksük bir yere saklanır. Ebe yüksüğe yaklaşırsa,
çocuklar hep bir ağızdan "sıcak", uzaklaşırsa da "soğuk"
derler. Bu oyun, yüksüğün yerini belirtmek için el çırparak
da oynanır. Ebe saklanan yüksüğe yaklaştıkça el çırpma
kuvvetlenir, uzaklaştıkça yavaşlar.
İSTOP
İstop'ta oyuncular bir daire oluşturur. Oyunu başlatmak
için oyunculardan biri ebe olur. Ebe, oyunculardan birinin
adını söyleyerek topu havaya atar. Top yere düşerken, adı
söylenen oyuncu topu havada yakalarsa, başka birinin
adını söyleyerek topu yeniden havaya atar. Topu havada
tutamayan oyuncu, topu yerden eline aldığında "İstop!"
diye bağırır. Kaçışan oyuncular "İstop" dendiği anda
oldukları yerde durmak zorundadır. Bu durumda ebe,
duran oyunculardan birini topla vurmaya çalışır. Vurulan
oyuncu bir puan kaybeder ve ebe olur. Üç kere vurulan
kişiye bir ad takılır. Ve oyuna o adı ile devam eder. Top
atılırken gene aynı isim söylenir. Altı kez vurulan kişiye ise
bir ceza verilir. Oyuncunun bir eşyası saklanır ve oyuncu o
eşyayı ipuçları ile bulur. Oyuncu eşyaya yaklaşınca sıcak
uzaklaşınca soğuk denir. Ve böylece oyun devam eder.
.
TAM MANASI
Mukabil:bir şeyin karşılığı olan,rağmen,
Empati: kendisini karşıdakinin yerine koyma,
Mabeyin:dış oda,salon.Harem ile selamlık arasındaki
yer,
Mamafih: bununla birlikte,
Aymaz:farkında olmayan, gafil,
Aysberg: buz dağı,
Hezeyan: saçmalama, sayıklama,
Hemzemin: aynı düzeyde olan,
Rölöve: mevcut bir yapının boyutlarını yeniden çıkarma,
Restitüsyon:yeniden tasarımlama,
01 OCAK 2013
SAYI:42
İrtibat: [email protected]
Chronicle dergisinin Şubat 2012 sayısında "Cumhuriyet'e kanat geren
bir ailenin öyküsü" var. Kimini yakın tarihin siyaset sahnesinden kimini
sanat sahnesinden tanıdığımız ünlü isimler geçiyor bu aile öyküsünün
içinden; soyadlarını Atatürk'ün verdiği Nuri ve Naci Demirağ kardeşler,
torunları Nursuna Memecan, Nevbahar Koç, Melike Demirağ, oğul
Turgut Naci Demirağ… Özetleyerek alıyoruz sayfalarımıza…
Nursuna Memecan, Nevbahar Koç ve
Melike Demirağ... Üç isim de
kamuoyunca yakından tanınıyor.
Nursuna Memecan soyadından da
anlaşılacağı üzere ünlü karikatürist
Salih Memecan ile evli. Türk
siyasetinin yeni yüzleri arasında en
fazla öne çıkanlardan. Nevbahar Koç
ise Türkiye güzeli Afet Tuğbay'ın kızı ve Koç
imparatorluğunun en pırıltılı ismi Ali Koç'un eşi. Melike Demirağ ise bir
dönemin şöhretli müzisyenlerinden, 12 Eylül rejiminin gadrine uğramış
bir sanatçı. Bu üç kadının ortak noktası ise hepsinin de Demirağ oluşu.
Nursuna Memecan Türkiye'nin en önemli sanayicilerinden, uçak
fabrikası devlet eliyle batırılmış muhalif siyasetçi Nuri Demirağ'ın
torunu. Nevbahar Koç ile Melike Demirağ ise Abdurrahman Naci
Demirağ'ın torunları, ünlü sinemacı Turgut Demirağ'ın farklı
annelerden olan kızları. Bu "uzak kuzenler"in dedeleri, Türkiye'nin ilk
müteahhitlerinden ve sanayicilerinden Mehmet Nuri Demirağ ile
Abdurrahman Naci Demirağ. Demirağ kardeşlerden Nuri Demirağ'ı asıl
şöhretine kavuşturan İstanbul-Beşiktaş'ta kurmuş olduğu uçak
fabrikasıydı. Şaka değil Demirağ, 1930 ile 1940 yılları arasında bir filo
oluşturabilecek kadar uçak üretti. Sonra devletin vermiş olduğu
siparişleri iptal etmesi üzerine battı. Abdurrahman Naci Demirağ ise
güvenli sulara demir atmış bir müteahhitti ve ömrünü CHP milletvekili
olarak tamamladı. İsterseniz öykülerine en baştan, Atatürk
Türkiye'sinden başlayalım.
Mehmet Nuri Bey, 1886 yılında Sivas'ın Divriği kasabasında doğdu.
Babası Mühürdarzâde Ömer Bey, yargıçtı. 1889 yılında, attan düşerek
ölen Ömer Bey, yeni doğan oğlu Abdurrahman Naci'yi göremedi.
Babasını üç yaşındayken kaybeden küçük Mehmet Nuri, annesi Ayşe
Hanım'ın himayesinde yetişmişti. Rüşdiye eğitimini Divriği'de yaptı ve
sonraları aynı okula öğretmen oldu. 1903 yılında, 17 yaşındayken,
Ziraat Bankası'nın açtığı sınavda başarı göstererek aynı bankanın
Kangal Şubesi'nde çalışmaya başladı, 1904'te Koçgiri Şubesi'ne atandı.
Mehmet Nuri Bey, 1909'da, "Büyük Kıtlık" baş gösterince depolarda
bırakılan buğday ve tahılları kişisel inisiyatifini kullanarak halka uygun
bedelle sattı. Bu yüzden hakkında soruşturma açıldı ve aklandı.
Mehmet Nuri Bey, 1910'da, Maliye Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazandı,
maliye memurluğuna geçti. Yeni görevi Dersaadet'te Beyoğlu varidat
memurluğuydu. Kısa süre sonra Hasköy Mal Müdürlüğü'ne getirildi..
Dersaadet'te Maliye'nin her kademesinde çalıştı. 1918'de I. Dünya
Savaşı'nın sona ermesiyle birlikte 32 yaşındayken Maliye Müfettişi
oldu. Bu arada Divriği ile ilgisini hiç kesmedi. Fakat görevinin ilk
yılında (1918) memurluktan istifa etti. Mehmet Nuri Bey, artık ticaret
yapmanın yollarını aramaya başlamıştı. (DEVAM EDECEK)
SAYFA 7
ĠZMĠR’DE YUNAN BAYRAĞINI
ÇĠĞNEMEMESĠ
Atatürk, engin insanlık duygusu ile milletlerin
istiklali prensibine
olan gönülden saygı ve bağlılığını İzmir’e girdiği
sırada
da göstermişti. Ona İzmir’de Karşıyaka’da bir ev
hazırlanmıştı
ki bu evde işgal esnasında Yunan kralı Konstantin
de kalmıştı.
Evin sahibinin oğlu ile hazırlıkta çalışanların bazı
yakın akrabası
Yunanistan’da esir bulunuyorlardı; işgal esnasında
bütün Türkler gibi çok ızdırap çekmişlerdi.
İçlerinden yaralıydılar veYunanlardan öç almak
ateşiyle yanıp tutuşuyorlardı. Bu duyguların
Etkisi altında evin dış merdiveninin üzerine,
muzaffer başkomutanının basıp geçmesi için ipek
bir düşman bayrağı sermişlerdi.
Atatürk yere serili bayrağın önünde durmuştu;
etrafında bulunan kadın-erkek İzmirliler kendisini
içeriye girmeye davet ediyordu.
“Buyurunuz, geçiniz, bizim öcümüzü yerine
getiriniz.
Yabancı kral bu evden içeri bizim bayrağımıza
basarak girmişti;
siz lütfedin, şu karşılıkla o lekeyi silin. Burası bizim
şehrimizdir, bu ev sizin evinizdir, bu hak sizindir,”
diye yalvarıyorlardı.
Hiçbir durumda benliğini ve sağduyusunu
kaybetmeyen civanmert insan, kendilerine en tatlı
bakış ve sesi ile
“O, geçmişte hata etmiş, bir milletin istiklalinin
timsali olan bayrak çiğnenmez,
ben onun hatasını tekrar edemem,”
cevabını vermişti ve ancak bayrağı yerden
kaldırttıktan sonra beyaz mermerlere basarak
içeri girmişti.
FETHĠ OKYAR-ĠSMET ĠNÖNÜ FARKI
Fahri Rıfkı Atay anlatıyor:
“Çankaya Köşkü’nde davet var herkes orada.
Hanımlar da var, yemekten sonra oyun
oynanıyor, bir ara Atatürk’ün yaveri
bir mesaj getirir.
Konu, Şeyh Sait isyanı
ile ilgilidir.
Atatürk okuduktan sonra
mesajı Başbakan
Fethi Okyar’a gönderir
ve olup biteni takip eder.
Fethi Okyar, “Gene ne var,
dursun sonra bakarız,” der.
Mustafa Kemal bu sefer mesajı İsmet İnönü’ye
götürmesini
söyler. Masadakileri de “Bakın bakalım o nasıl
davranacak,”
diye uyarır.
İnönü oynadığı briç oyununu bırakır,
sandalyesini oturduğu yerden biraz geriye
çeker, mesajı okur. Bir daha okur. Cebinden
sigarasını çıkarır, yakar.
Düşüncelidir. Mesajı
katlayıp iade eder.
Atatürk, yanındakilere
“İşte İnönü farkı,” der.
ÜCRETSİZDİR
01 OCAK 2013
SAYI: 42
SAYFA 8
MUSTAFA TARAKÇI
Alb.
Yrd. Doç. Dr./ Em. Kur. Alb.
[email protected]
MUHALEFETTEN BEKLENEN TUTUM
Başbakan Erdoğan Şeb-i Aruz (Mevlana’nın ölüm günü) kutlama etkinlikleri
nedeniyle Konya`ya gitti. Geceyi Konya`da geçirdi. 58 tesisin, bunlar içinde en önemli
Konya Ovası’nın sulanması için yalpan “Tünel ve Bağbaşı Barajı”nın açılışı öncesi
yaptığı konuşmada yeni bir vizyon ortaya attı. 1071’e (Malazgirt Meydan
Muharebesiyle Türklerin Anadolu’ya büyük miktarda girmesi) ve 2071’e gönderme
yaptı...
Cumhuriyetin 100. Yıl dönümünde dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına
gireceğimizi söyleyip, 2071’de de bu hedefin Türkiye’nin Selçuklu ve Osmanlı’da
ulaştığı dereceye ulaşacağını vurguladı. Hem on sene sonraki, hem de 60 sene
sonraki hedefleri ortaya koydu; bir vizyon adamı olduğunu göstermeye çalıştı. Şu
sözleri de çok çarpıcı ve üzerinde durmaya değer:
“Onların böyle bir derdi, böyle bir meselesi yok. Onlar dertli değil biz
dertliyiz, biz.” dedi.
Daha 2071’e çok var ama bunları düşünüp söylemek bir politikacıdan çok bir devlet
adamı bakışı, bir stratejik bakış ve bu doğrultuda eylem planı geliştirme söylemi...
Bu bakış ve söylem muhalefet partileri içinde de önemli. Muhalefetin iktidara
yürümesi, halkın gönlünü kazanması, oyunu alabilmesi için iktidardan daha büyük ve
daha uygulanabilir bir hedef koyması gerekli.
Nasıl bir Türkiye düşünüyorsunuz? Eğitimde, sağlıkta, ekonomide, kültürde
nereye varmak, dış politikada nasıl bir ilişkiler zinciri oluşturmak, nasıl bir duruş
sergilemek istediğinizi ana hatlarıyla ortaya koymanız lazım!
İrtibat: [email protected]
Mevcut iktidarın binasını rölöve yapıp restore etmekle bir yere varamayız.
Muhalefet yeni bir bina yapmak, yapacağı yeni binanın esasını ortaya koymak
mecburiyetindedir.
Bu bağlamda, örneğin ana muhalefet CHP şu hedefleri gösterebilir. Böylesine
radikal hedefler ortaya konulmadıkça, hiç kimse rahatını bozup iktidarı değiştirme
riskini göze almaz.
Bu hedefler politik devrim niteliğinde olmalıdır. CHP için şu hedefler bu ihtiyacı karşılar
mahiyettedir. Neden olmasın? Neden cesaretle bu politikalar seslendirilmesin?
-NATO ve ABD’ye hayır diyeceğiz.
-Yakın komşularımızla yeni ittifaklar geliştireceğiz.
-AB kapısında beklemeyi bırakacağız.
-Orta Doğu Türk cumhuriyetleri ve Afrika ülkeleriyle daha sıkı ekonomik ilişkiler
geliştireceğiz.
-Diyanet İşleri Başkanlığını lağv edeceğiz. Her inanç grubu kendi ibadet
ihtiyacını finanse edecek.
-Türkçe ibadeti yeniden hayata geçireceğiz.
-Yerli üretimi teşvik ve destekleyecek, devlet ihalelerinde yerli mallı üretimi, yerli
malı alımını zorunlu kılacağız.
-Yapı kooperatifleri yerine “üretim kooperatifleri”ni teşvik ve destekleyeceğiz.
-Kürt ve Alevi yurttaşlarımızla mevcut sorunları en kısa zamanda çözecek, bu
konuda gelişmiş demokratik ülkeleri örnek alacağız.
-Silahlanamaya son verecek, bu konuda yapılan harcamaları yeni fabrikalar
yapmaya tahsis edeceğiz.
-Devlet-Millet işbirliği ile yeni ortak yatırımlara gireceğiz; halk ortaklı, devletçi
ekonomi politikayı özellikle geri kalmış yörelerimizde hayata geçireceğiz.
-Din eğitimini özel kurum ve kuruluşlara bırakacağız; devlet din eğitimi
vermekten kaçınacak, Kur’an kursları bile ücretli olacaktır.
-Boşaltılmış köyleri iskâna açacak, tüm yurtta ekilmedik tarla bellenmedik bahçe
bırakmayacağız.
Ne dersiniz, haksız mıyız?
AT BİNENİN, KILIÇ KUŞANANIN!
AHMET YOZGATLI
Öğretmen (E)
Divriği Tabiat Varlıklarını
Koruma Derneği Bşk. Yrd.
DİVRİĞİ MİRASI DİVRİĞİ ÇALIŞMA GRUBU
25 aralık Salı günü ‘’DİVRİĞİ ÇALIŞMA GRUBU ‘’oluşumu, 2012’ nin son
toplantısını Basri Hamulu’nun Maçka’daki ofisinde yaptı. Toplantıya
hemşehrilerimizden:
Başkan-Prf.Dr. Mahir Tevrüz :Sivas Hizmet Vakfı İst.Şb.Başkanı
Üye-Necdet Sakaoğlu :Tarihçi –Yazar
Üye-Basri Hamulu :Yüksek Mimar
Üye- R.Serdar Tuğrul :İstbl.Vl Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu Müd.
Üye-İhsan Çalapverdi: Divriği Tabiat Varlıklarını Koruma ve Sosyal Yardımlaşma
Der.Bşk.
Üye-Sebahattin Ural: Divriği Tabiatını Koruma ve Kültürünü Yaşatma Der.Bşk.
Üye-Rıza Gürünlü: Divriği Kültür Derneği Üyesi
Üye-Mehmet Bıyık: Makine Mühendisi
Üye-Duran Önder: Yüksek Makine Mühendisi
Üye-Ahmet Yozgatlı: Divriği Tabiat Varlıklarını Koruma ve Sosyal Yardımlaşma
Der. Bşk.Yrd.
Üye-Yahya Bayır: Divriği Gazetesi Genel Yayın Yön. Katıldılar.
Divriği Kültür Derneği Başkanı Cafer Çelik ve Yrd. Doç Dr., Yeni Divriği İnternet
Gazetesi Gen. Yay.Yön.: Mustafa Tarakçı, mazeretleri nedeniyle toplantıya
katılamadılar.
Toplantıda, Mahir Tevrüz : Cürek yerleşkesi hakkında bilgi verdi.
‘Cumhuriyet Üniversitesinin Mengücek Kalesi’nde yapılan arkolojik kazı
çalışmaları konusu görüşüldü.
Necdet Sakaoğlu tarafından : Bu kazının koruma amaçlı olmadığı, Cami etrafında
yapılan kazılarda ortaya çıkan yerleşim alanları kalıntı temel taşlarının ortaya
çıkarıldığı,bu temellerin toprak ve çamur karışımı yapıldığı için üzerleri koruma
altına alınmadığından kış aylarında üzerlerine yağan kar ve yağmurun onları
tamamen dağıtacağı,ayrıca sur önlerinde yapılan kazıların topraklarının surlardan
aşağı atılması ve sur önlerinin çukur olmaları nedeniyle yağan yağmur sularının
sur önünde toplanacağından, surların yıkılma tehlikesi olduğu,kazılarda çıkan taş
ve toprakların gelişi güzel etrafa saçılması ile meydana gelen tahribatın
durdurulması ve Kale’ deki kazının koruma amaçlı bir kazı olmadığı için bu tip kazı
çalışmalarının durdurulması ve bir an önce üniversite rektörlüğü ile görüşülerek
bu tip kazı çalışmalarının engellenmesi istendi.Ayrıca, kalede arkeolojik kazı
yapılmadan restorasyon yapılmaması, Divriği Arkeolojik Kazı raporu
hazırlanmasının önemi belirtildi.
Basri Hamulu : Kaleye ulaşım projesi yapımı üzerinde çalıştığını, bununla birlikte
kalyonlara bakan Seyir Teraslarının hazırlanması çalışmalarının da yapıldığını
belirtti.
Tarafımdan Divriği de Eğitim ve Sorunları raporu hazırlanarak üyeler
bilgilendirildi. Bununla birlikte ilçe merkezinde tam donanımlı (laboratuar, kapalı
spor salonu, konferans salonu, işlik resim ve müzik odası ,vb. bulunan)bir
ortaokulun ihtiyaç olduğu belirtildi.
Bir dahaki toplantıya Divriği Kaymakamı, Belediye Başkanı ve Cumhuriyet
Üniversitesi Rektörlüğü nünde katılması için davetlerin Mahir Tevrüz tarafından
yapılmasına karar verildi.
Geçmişte kentimizdeki tarihi eserlerin restorasyonlarında çok ciddi hatalar
yapılmış, bazı tarihi eserler kimliğini tamamen kaybetmiştir. Bu hatalardan ders
alınarak çalışma grubumuzda restorasyon uzmanlarından oluşan bir komisyon
kurulması benimsendi.
Abuçimen ve diğer mahallelerde Divriği’nin geleneksel yapı tarzına ve sokak
siluetine uymayan yapılaşma ve imar yaklaşımlarının önlenmesi yönünde görüşler
dile getirildi.
Bir dahaki toplantının 15 Ocaktan sonra yapılmasına karar verildi.
ÇÜRÜK TAHTA ÇİVİ TUTMAZ
01 OCAK 2013
SAYI: 42
SAYFA 8
ÜCRETSİZDİR
01 OCAK 2013
SAYI: 42
SAYFA 9
Arzu Karaca Ayçiçek
AH O ÇEŞMELER
Çeşme denildiğinde önce demir bir oluktan cam renginde durmadan
şırıl şırıl akan gelir aklıma. Benim köyümdeki çeşme böyleydi. Aktığı yerde
betondan yapılmış bir kurnası vardı. Su aktıkça dibinde yeşil yosunlar
oluşurdu. Hayvanlar oradan su içerlerdi. Biz de demir oluktan akan suya
avucumuzu tutup oradan kana kana içerdik.
Divriği’ye taşındığımda 7-8 yaşlarımdaydım. Taşındığımızda dikkatimi
çeken ilk şey çeşme olmuştu. Uzun, silindir biçiminde tunç bir şeydi. Başı
şapka biçiminde ve yanında bir de kolu var. Dikkatimi çeken şey, koluna
basıldığında akmasıydı. Oysa köydeki sürekli boşa akardı. Bu çeşmeyi
yaptıran ne güzel düşünmüş, diye geçirirdim içimden.
Evimiz Hacıkumru mahallesinin ilk başladığı evdi. Yokuşun tam başında
Naci Demirağ çeşmesi ve hemen yanında bizim evimiz. Evimize su
alınmadan önce kovalarla oradan taşıyıp getirirdik. Mahallemiz Hüseyin
Gazi tepelerine doğru uzayıp giderdi. Hepsi bizim gibi köylerinden göçüp
oraları mekan tutan insanlardı. Mahallede bir tek bizim evin önündeki çeşme
vardı. Bütün mahalle sularını kovalarla oradan doldurup götürürlerdi.
Özellikle sabahları ve akşamüzerleri çeşmenin başında büyük bir kuyruk
oluşurdu. Bazen kavgalar, bazen dedikodular, gülmeceler de olurdu. Babam
mahallenin muhtarı olduktan sonra yukarı mahalleye bir çeşme yaptırdı ve
evin önündeki kuyruk azaldı. Daha sonra bir çoğu suyu evlerine alınca
çeşmenin başında kimse kalmadı.
KONUK YAZAR
2013 yılına girerken
Bir yılı daha geride bırakıp yeni bir yıla girerken geride bıraktığımız 365 günün kısa
bir panoramasını vermek istiyorum.
Ülkemiz ekonomide, eğitimde, dış politikada, sağlıkta, adalette, komşularıyla olan
ilişkilerinde, nasıl bir süreç yaşadı ve yaşamaya devam etmekte?
10 yıldır iktidarda bulunanlar işe başlarken büyük tantanalarla, Avrupa Birliğine
katılacağız, Türkiye’ye çağ atlatacağız,80 yıldır yapılamayanları 10 yılda yapacağız diye işe
başladılar. Çıraklık ve kalfalık dönemlerini bu şekilde geçirdiler. Sürekli olarak eleştirdikleri 80
yıllık Cumhuriyetin tüm kazanımlarını eşe dosta, yabancılara adeta peşkeş çekercesine yok
pahasına sattılar, satmaya da devam ediyorlar. Kısacası taşıma su ile ekonominin çarkını
döndürmeye çalışıyorlar. Satacakları bir şey kalmayıncaya kadar.
Tarımı, hayvancılığı, tütüncülüğü bitirdiler. Artık her şeyi dışarıdan almaya başladık.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez kurbanlık hayvanlarını, samanı, bir tarım ve hayvancılık ülkesi
olmamıza rağmen ithal etmeye başladık. Cari açığımız Cumhuriyet tarihinde rekora
ulaştı.İhracat rakamlarını abartarak anlatırken ithalat rakamlarını hep gizlediler. Sahte
rakamlarla enflasyonu hep düşük gösterip memura, emekliye, işçiye sadaka gibi zam
verdiler.Oysa gerçek enflasyon pazarda % 40’larda geziyor.
Eğitimde laik ve çağdaş eğitimi kaldırıp yerine din eksenli 4+4+4 gibi kesintili bir eğitim
sistemini getirdiler.Kıyafet serbestliği genelgesiyle kız öğrencilerin kapanmasının önünü açtılar.
Yüksek öğrenim kurumlarına kendi adamlarını atayarak üniversitelerin özerk yapısını
ortadan kaldırdılar. Artık Türkiye’de konuşan, ülke sorunlarıyla ilgili fikir beyan eden
üniversite ne yazık ki kalmadı. Üniversiteler susturuldu. Hak arayanlar biber gazı, tazyikli su ve
coplarla dağıtıldı.Cezaevlerinde yer kalmadı. George Washington’ın “Eğer konuşma özgürlüğü
ortadan kaldırılırsa,dilsizliğe ve suskunluğa sürüklenebiliriz; tıpkı kesilmeye götürülen koyunlar
gibi” sözünden günümüz siyasetçilerinin ders almasını dileriz.
İrtibat: [email protected]
Çeşme biz çocuklara ve yolda susayan herkese kaldı. Okuldan çıkıp gelirken
eve yaklaşmış olsak bile önce çeşmenin koluna basıp avucumuzla su içmek
birbirimize su atıp şakalaşmak olurdu. Bu çeşmeler Divriği’nin her
mahallesinde vardı. Bildiğim kadarıyla birkaç yerde Ahmedi Şah çeşmesi
vardı ama çoğu yerde Naci Demirağ Çeşmesine rastlardınız. Bu güzel
insanlar, insanlık adına ne güzel yararlı işler yapmışlar diye düşünürdüm
hep. Ama günün birinde bu çeşmeleri ortadan kaldıracak zihniyeti hiç
düşünmemiştim…
Naci Demirağ çeşmelerinin kaldırılacağını duyduğumda üzülmüştüm.
Oysa, Kasabalar ve şehirler kültürüyle tarihi dokularıyla güzeldir her
zaman. O dokular kaldırıldığında oranın hiçbir özelliğinin olmadığı bir
gerçektir. Doğayı, kültürü yok etmekte üstümüze yok doğrusu. Bir şeyler
yapayım derken, çok şeyi yok ettiğimizin farkında değiliz sanırım. Orada
yaşayan insanların, bu çeşmeleri ortadan kaldırmalarına izin vermemeleri
gerekmez miydi. “Çeşmeme dokunma”! diyemezler miydi? Bu ülkenin
insanlarına ne oldu? Neden “bana değmeyen…” deyip kenara çekildik?
Neden “ben” yerine “biz” demeyi düşünmedik? Bütün bunlar beynimde
birer soru işareti olmaktan, üzüntü duymaktan öteye gidemiyor. Ben yine,
gelin kültürümüze, sanatımıza, sahip çıkalım, güzel şeyler yapanların
emeğine saygı duyup, onları koruyalım, kollayalım, o güzelim çeşmelerimizi
yeniden hayata geçirip, gelecek nesillere daha güzel bir dünya bırakalım
diyorum. Buradaki yetkililerin bu konuda daha duyarlı olacağının umudunu
taşıyarak… Sevgiyle kalın.
Arzu Karaca Ayçiçek
HİZMET İÇİN YOLA ÇIKANLAR TEVAZU SAHİBİ OLMALIDIRLAR.
( mustafa tarakçı)
“Adalet mülkün temelidir” ilkesi, “adalet iktidarın temelidir” ilkesine dönüştürüldü.
Yasama ve yargı yetkisi de yürütmeye bağlandı. Düzmece delillerle ordumuzun Atatürkçü
subayları tasviye edildi. Silivri ceza evi, bilim adamları, gazeteciler, yazarlar ve subaylarla
dolduruldu. Teröristler gizli tanık, askerler ise sanık durumuna düşürüldü. Ünlü filozof
Diyojen elinde fenerle güpegündüz pazarlarda dolaşırken görenler merak edip sormuşlar:
Hayrola üstad, elinizde fenerle ne arıyorsunuz? Diyojen cevap vermiş: “Hakikatı arıyorum”
demiş.Biz de artık Türkiye’de deniz feneriyle(!) değil ama el feneriyle adaleti arıyor
olduk.Ey adalet nerdesin? Vicdanlar da mı karardı!
Yurtsever insanlarımıza iftira ve düzmece belgeler hazırlayarak “Taraf” adlı bir gazete
ile özel yetkili savcılara belge servisi yapanların ellerindeki belgeler bitince maddi destekleri
kesildi ve birer birer ayrılmaya başladılar.Umarım binlerce masum insanımızı hapishanelerde
çürütenlerin de vicdanları bir gün sızlar.
Profesör Özcan Köknel, son yazdığı kitabının bir yerinde geçmişe ait düşmanlığı
bakınız nasıl özetliyor: “Geçmişe fanatizmle bağlı kalarak onu geriye getirmek bir hastalıktır.
Cumhuriyet’in devrimleri ile Atatürk’ü silmek ve onun yerine başka bir rejim koymak
hayali, daha vahim, şiddetli bir ruh hastalığıdır”. Bir ruh hekimi durumu böyle
değerlendiriyorsa başka ne denebilir ki?
Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi de ne yazık ki ayaklar altına alındı. Ne
ülkemizde, ne de komşularımızla olan ilişkilerimizde barıştan kardeşlikten bahsedemez
olduk. Ülkemizde 30 yıldır bir iç savaş sürerken, ve binlerce şehit vermeye devam ederken,
ve bunları çözmeden komşularımızla da savaşın eşiğine geldik. Sınır ticaretimiz dibe
vurdu.ABD’nin ve işbirlikçilerinin desteği ile ülkemize patriotlar konuçlandırılmaya
başlandı. Oysa ABD’nin” demokrasi ve özgürlük getireceğiz” diyerek işgal ettiği hangi
ülkeye barış ve demokrasi geldi söyler misiniz? Kan, göz yaşı, vahşet, bölünmüşlük ve
ekonomik değerlerini yitirmiş ülkelerden başka ne görüyoruz? Kocaman bir hiç !
Ne diyeyim, 2013 yılına girerken Tanrı, ülkemizi yönetenlere akıl fikir ihsan eylesin..!
Yeni yılın ülkemiz ve dünya insanlarına kardeşlik, barış, demokrasi ve özellikle de
ADALET getirmesi dileğiyle sevgi ve saygılar sunuyorum.
Muharrem Karahan,Felsefe Öğretmeni/Psikolog
DİVRİĞİ’NİN KAYBEDECEK ZAMANI YOKTUR!
Muharrem
01 OCAK 2013
SAYI: 42
Karahan
SAYFA
9
ÜCRETSİZDİR
Felsefe öğretmeni
01 OCAK 2013
SAYI: 42
SAYFA 10
ZEYTİNYAĞI VE BASMA FİSTAN
DERLEYEN: Gazi Tukta
“Zeytinyağı yiyemem aman,
Basma fistan giyemem aman,
Senin gibi cahile,
ben efendim diyemem aman,
Kaldım Domaniç dağlarında,
Sevgili yârim nerelerde?”
Bu türküyü hepiniz bilirsiniz... Ama bu kara propaganda
türküsünün neden ve ne zamanda yazıldığını bilenimiz azdır.
Sözleri İhsan Kaplayan’a ,bestesi Muzaffer Sarısözen’e ait.
Prof. Dr. Kenan Demirkol araştırmış. Çapa Tıp Fakültesinde
Genel Cerrah. Uzmanlık alanı da Hastalıkların gıda ve
beslenme ile olan bağlarını imcelemek.
Bu türkünün ilginç bir öyküsü var:
Hoca araştırmış, bu türkünün kaynağı Marshall Yardımı!
1950’li yıllarda Amerika da “mısır üretimi” tavan yapar.
ABD, birikmiş mısır stokunu eritmek için, mısırözü yağı
ihracatını keşfeder.
EN BÜYÜK 10 SAVAŞIMIZ
( Özet Bilgi)
1.MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ
(1071)
2.KÖSEDAĞ SAVAŞI (1243)
3.ANKARA SAVAŞI (1402)
4.İSTANBUL’UN FETHİ (1453)
5.ÇALDIRAN MEYDAN MUHAREBESİ
(1514)
6.MOHAÇ MEYDAN MUHAREBESİ (1526)
7.93 HARBİ (1887-1788)
8.ÇANAKKALE SAVAŞI (1915)
9. SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ (1921)
10. DUMLUPINAR ZAFERİ( BÜYÜK
TAARRUZ) (1922)
KÖSEDAĞ SAVAŞI (1243)
Kösedağ Muharebesi, Anadolu Selçukluları'nın Moğollara
yenilmesiyle sonuçlanan ve 3 Temmuz 1243 tarihinde meydana
gelen savaş. Türk-İslâm tarihinde, önemli bir dönüm noktası
teşkil eden bu savaş, Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılma
sürecine girmesine sebep olmuştur.
Marshall yardımı koşullarından biri olarak 16 ülkeye,
aralarında Türkiye de var tabii, mısırözü yağı almasını
dayatır.
Prof. Demirkol, bu bilgileri,1994 yılında yitirdiğimiz,12
Eylül’de işkence gören Veteriner Hekim Osman Nuri
Koçtürk’ün “Yeni sömürgecilik açısından Gıda
Emperyalizmi”kitabından edinmiş.
Bu tarihten sonra Türkiye’de ilk “margarin” fabrikası
kurulur. Yine bu yıllarda yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek
adeta ağaç katliamı yapılır.Kalan zeytin ağaçlarından elde
edilen zeytinyağının büyük bölümünü ABD satın
alır;karşılığında Türkiye’ye mısırözü yağı verir.
Türk insanını zeytinyağından soğutmak için de her türlü yol
denenir:
Zeytinyağı ısıtılırsa kanser yapar gibi yalanlar da uydurulur...
Bunlarla da kalınmaz,”Zeytinyağı yiyemem aman, basma
fistan giyemem aman” türküsü de sipariş edilir.Ve bu türkü
çeşitli yöntemlerle ülkenin en popüler türkülerinden birisi
yapılar.
Anımsanacağı gibi Türkiye o tarihlerde “Sümerbank” İle
pazen ve basma gibi sağlıklı milli kumaş üretmektedir. Amaç
ona da darbe vurmak, piyasaya naylon kumaş sürmektir.
Hedef Küçük Amerika olmaktır.
1950’li yıllarda başlayan Amerika hayranlığı devam
etmektedir.
O günlerde sağlıksız beslenmemize ve giyinmemize yol
açanlar bugün de ülkeyi herkesle düşman haline getirdiler...
Sorunsuz dış politika deyip sorun yaratıp duruyoruz...
01 OCAK 2012
SAYI: 42
Anadolu Selçuklu Devleti'nin güçlü hükümdarı Alâeddin
Keykubad'dan Moğollar çekiniyorlar, bu sebeple Anadolu'ya
saldıramıyorlardı. Alâeddin Keykubad'ın ölümünden sonra
yerine geçen oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında
cesaretlendiler. Anadolu içlerine doğru seferler düzenlemek
için, İran'daki Moğol orduları başkumandanlığına Baycı Noyan
getirildi. Kafkasya'daki Gürcü ve Ermeni kuvvetlerinden de
yardım alan Baycu Noyan, Anadolu Selçukluları üzerine
saldırmak üzere fırsat kolladı. Baba İshak İsyanından ve
Gıyâseddin Keyhüsrev'in tecrübesizliğinden faydalanarak, 1242
senesinde Erzurum’a saldırdı. Korkunç zulümler ve katliamlar
yaparak, Müslümanların mallarını yağmalattı. Bu haberi alan
genç ve tecrübesiz Sultan Gıyâseddin Keyhüsrev 80,000 kişilik
ordusuyla Sivas'ta ordugâh kurup beklemeye başladı. Sultanın
Sivas'ta olduğunu haber alan Baycu Noyan, buraya hareket etti.
Moğol askerlerinin Sivas'a hareket ettiklerini haber alan Sultan
II. Gıyaseddin Keyhüsrev, kumandanlarıyla istişare etti.
Tecrübeli kumandanlar sultana silah ve erzakla dolu olan
Sivas’ta kalmasını burada tertibat alıp, yorgun düşen Moğollara
karşı harp edilmesini söylediler. Devletin ileri kademesinde
bulunan, fakat tecrübesiz ve harpten anlamayan bazı kimselerin
teşvik ve tahriklerine kapılan genç sultan harekete geçti.
Sivas’ın seksen kilometre kadar doğusunda bulunan Kösedağ
mevkiinde suyu ve otlağı bol olan bir yeri seçerek ordugah
kurdu. Burası askerî bakımdan müdafaası kolay, Moğolların
tecavüzüne imkân vermeyen bir araziydi.
SAYFA 10
İrtibat: [email protected]
Savaş
Artık dağ geçitleri tutulmuş, düşmanın gelmesi
bekleniyordu. Ne yazık ki, sultan yine tecrübesiz
kimselerin teşvik ve tahrikiyle müstahkem mevkileri
bırakarak düşmanın karşılanmasını emretti. Galip
geleceğinden emin bir halde tedbire bile lüzûm
görmeden ilerleyen genç sultan az sonra Moğol
ordusuyla karşılaştı. İlk başta geri çekilen Moğol
kuvvetleri dönüş yaparak, Selçuklu öncü
kuvvetlerini bozguna uğrattılar. Hiç harp görmemiş
tecrübesiz sultan, öncü kuvvetlerinin bozguna
uğradığını duyunca ordunun tamamen yenildiğini
sandı. Düşmanın eline geçmemek için otağını ve
hazinelerini harp meydanında bırakıp Tokat'a oradan
da Konya'ya doğru kaçmaya başladı. Sultanın harp
meydanından kaçtığını henüz duymayan Selçuklu
askerleri akşamın geç vakitlerine kadar düşmanla
çarpışmaya devam ettiler. Sultanın harp meydanını
terk ettiğini öğrenince onlar da çadırlarını bırakarak
firar ettiler. Ertesi sabah çadırlarda bir hareket
görmeyen Moğollar, bunun bir harp hîlesi olduğunu
zannederek çadırlara iki gün yanaşmadılar. 3
Temmuz 1243 (H.14 Muharrem 641) tarihinde
çadırlara girdiler. Küçük bir çarpışma ile harp bitti.
Seksen bin kişilik Selçuklu ordusu utanç verici bir
mağlûbiyete uğradı.
Sonrası
Selçuklu toprakları Moğol işgal ve zulmüne uğradı.
Erzincan, Sivas ve Kayseri’yi yağmalayan Moğollar
pek çok Müslümanı öldürdüler. Kösedağ
mağlûbiyetinde sultanı ikna edemeyen gün görmüş
vezir Mühezzibüddin Ali, Konya'ya gitmeyip
Amasya’ya geldi. Moğol kumandanı Baycu
Noyan’la görüşme yoluna gitti. Bazı hususları
anlatıp, pek çok hediyeler vererek daha fazla
gitmemesini tavsiye etti. Bir müddet Anadolu’nun
işgalini durdurup geri dönmeleri Mühezzibüddin
Ali'nin gayretleri sebebiyle oldu. Yapılan sulh
antlaşmasıyla Selçuklular Moğollara vergi vermeyi
kabul ettiler.
Sonuç
Türk tarihinde benzeri görülmemiş olan Kösedağ
Bozgunu, genç ve savaş tecrübesi olmayan Selçuklu
Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in fevrî hareketleri
neticesinde ortaya çıkmıştır. Daha önce Anadolu'ya
girmeye cesaret edemeyen Moğollar, Kösedağ
Bozgunundan sonra Anadolu'yu kolayca istila
etmişler, şehirleri yağmalayıp, Müslüman halkı
sivil-asker, kadın-çocuk demeden katletmişlerdir.
Bu mağlûbiyet neticesinde Selçuklular Moğollara
vergi vermeyi kabul etmişler, iki yüz yıllık Anadolu
Selçuklu Devleti'nin yıkılış süreci başlamıştır
ÜCRETSİZDİR

Benzer belgeler

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-54

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-54 para dolu olan mendili arkadaşına verip, "al bunları Gazi. Nasıl olsa bana lazım değil bu para artık" dedi, bir yıldır biriktirdiği parayı arkadaşına uzattı. Oğlunun geleceğini bile ülkesinden sonr...

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-50

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-50 Genel Yayın Yönetmeni ve Yayın Koordinatörü

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-23

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-23 vecibelerini yerine getirmeleri için kafidir. Ancak, İleri derecede dini eğitim almak isteyenler için ilave eğitim gereklidir.’’demişlerdir. (1)Zeynep güneş ‘’İmam Hatip Liseleri laiklik ve T.C’’ ,...

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-8

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-8 Divriği sevdalıları çok mutlu oluruz. Bu konuda Yeni Divriği Gazetesi olarak, başta Belediye Başkanlığı, muhtarlar TOKİ’den ev alacak hemşerilerimiz ve Divriği’deki Divriği Kültür Derneği’ni göreve...

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-32

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-32 ekonomik tedbir olarak, kışın bu yerlerde yakılan kömür masrafından kurtulmak istendiği ileri sürülmektedir ve bu hastanenin D grubunda kalmaya devam etmesi istenmektedir.

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-31

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-31 Divriği sevdalıları çok mutlu oluruz. Bu konuda Yeni Divriği Gazetesi olarak, başta Belediye Başkanlığı, muhtarlar TOKİ’den ev alacak hemşerilerimiz ve Divriği’deki Divriği Kültür Derneği’ni göreve...

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-6

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-6 Bir süredir Sivas'ta bulunan Bosna Hersek'in Gradacaç Belediye Başkanı Fadil İsmiroviç ve beraberindeki heyet, Divriği ilçesinde bir takım gezi ve incelemelerde bulundu. Sivas Belediye Başkanı Doğa...

Detaylı

haber - DİVRİĞİ GAZETESİ

haber - DİVRİĞİ GAZETESİ Divriği sevdalıları çok mutlu oluruz. Bu konuda Yeni Divriği Gazetesi olarak, başta Belediye Başkanlığı, muhtarlar TOKİ’den ev alacak hemşerilerimiz ve Divriği’deki Divriği Kültür Derneği’ni göreve...

Detaylı

haber - DİVRİĞİ GAZETESİ

haber - DİVRİĞİ GAZETESİ Kurucu başkanlığını Prof. Dr. Mahir Tevrüz’ün yürüttüğü bir grup Divriğilinin bir araya gelmesiyle kuruluş çalışmalarına başlanan Dünya Mirası Divriği Mengücek Vakfı, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün o...

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-27(15.05.12)

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-27(15.05.12) Divriği sevdalıları çok mutlu oluruz. Bu konuda Yeni Divriği Gazetesi olarak, başta Belediye Başkanlığı, muhtarlar TOKİ’den ev alacak hemşerilerimiz ve Divriği’deki Divriği Kültür Derneği’ni göreve...

Detaylı

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-44

Yeni Divriği Gazetesi SAYI-44 Gerek bakanlık gerekse kamu kurum ve kuruluşlarından edinilen bilgilere göre çeşitli aşamalardan geçip, restorasyonu tamamlanıp hizmete hazır hale getirilen Divriği’nin gözde konaklarından olan Abd...

Detaylı