Untitled - WordPress.com

Transkript

Untitled - WordPress.com
ÖNBİLGİ
Birçok okuyucu elindeki bu eseri birbirinden bağlantısız
konular birikimi olarak görecektir.
Bu durum devasa büyüklükteki bir resme belli bir mesafe­
den bakmak gibi diğer alanlara körleştiren bir bakışı doğurur.
Bütün resmi görecek şekilde geri çekildiğinizde; geçmişten
bu güne, doğudan batıya-batıdan doğuya, güneyden kuzeyekuzeyden güneye bütün çizgilerin kesiştiğini ve bağlantıları
göreceksiniz.
Eserde kişi isimlerinden çok ifa ettikleri görevler ön plana
çıkarılmıştır. Bununla amaçlanan; her gün bir yenisini yaşadı­
ğımız ve anlamakta güçlük çektiğimiz olaylarda, isimler değiş­
se de yapılanların ve hedeflerin değişmediğini görmemize ve
anlamamıza katkı sağlamaktır.
Daha ötesi sizin yorum gücünüzdür.
Bu eserde anlatılanlar; zalimler tarafından yangın yerine
çevrilen dünyada, bir vakitler yaşanmış veya bir vakit yaşan­
ması muhtemel olaylardan haber vermektedir.
Gerçek kişilerle ve kuramlarla bağlantısı yoktur.
BÜYÜKOPERASYON
Operasyon bir anda tüm haber merkezlerine düştü.
Ankara’da görülmemiş bir hareketlilik vardı. Haberciler, ka­
meramanlar, canlı yayın araçları hızla binaya doğru yöneldiler.
Haber kanalları olup biteni son dakika anonslarıyla izleyi­
cisine duyuruyordu.
“Ankara’da büyük operasyon” bir anda dünya ajanslarının
da gündemine düştü.
Sosyal medya üzerinden hükümetin “cadı avı” başlattığı id­
diaları yayılıyor, birçok gazeteci tuhaf bir şekilde, “Bu operas­
yonlar fos çıkacak, göreceksiniz. Rezil olacaklar.” diye öngörü­
lerde bulunuyordu.
Birileri kendinden çok emindi...
Ama çok emin...
YAKIN... ÇOKYAKIN...
YENİ BİNYIL
YENİ BİRBAŞLANGIÇ.
(jö l kenarında, etrafı uzun ağaçlarla kaplı toprak yolda yürü­
yorlardı.
Yaz mevsiminde her zaman ayrı bir güzelliği vardı burala­
rın. İnsana huzur verir, ruhunu dinlendirirdi.
Yemyeşil ormanlarla kaplı, yüksek surları andıran, dağların
tepelerinde dolaşan bulutlar, dumanlara inat güneşle oynaşırdı.
Dağların arasına sıkışmış bu küçük ova ve onun ortasında
berrak sularıyla yakamozlar dağıtan göl, ihtişamlı bir güzellik
sunuyordu bakan gözlere.
Yer yer kıyılarını süsleyen sazlıklar içindeki balıklar için bu­
lunmaz nimetti.
Kuzey kıyısı doğrudan dağın yamaçlarına dayanmış, kenar­
larındaki küçük uçurumlardan sarkan ağaç dallarının arasında
süzülen sular minik şelaleler oluşturmuştu.
14
T
urgay
G
üler
Çok bilinen bir yer değildi aslında. Hatta birkaç kişinin bil­
diği bile söylenebilirdi.
Etrafındaki doğal yapı bozulmamış, kıyılarında yer yer dağ­
lara yönelen patika yollar oluşmuştu.
Kuzeydeki kör buruna doğru uzanan toprak yolda üç adam
yavaş adımlarla sohbet ederek yürüyorlardı.
Arkalarından bakınca sol tarafta ve diğer ikisine göre en
genç olanı:
- Neler oluyor böyle? Her şey ne kadar hızlı değişiyor. İnsa­
nın aklı, bu hızla olup bitene yetişemiyor.
Sağ taraftaki diğeri:
- Bütün dünyayı kan gölüne çevirdiler. Yetmez mi bu zulüm?
- Yetmiyor onlara işte! Her gün daha da fazlasını istiyorlar.
- Gözlerini kırpmadan yangın yerini çeviriyorlar ülkeleri.
Kardeşi kardeşe kırdırıyorlar.
- Bunu da yaparken din, dil, ırk hesabı yapmadan vicdansızca
saldırıyorlar, kendilerinden olmayanlara yaşama hakkı tanımıyorlar.
- insan olan ve gücü olan, bunca arsız ve ahlaksız saldırıya
seyirci kalamaz. Kadınlar, yaşlılar ölüyor. Çocuklar ölüyor, ne­
siller yok oluyor.
- Bütün dünyanın gözü önünde açlıktan ölen milyonlar var.
Ben insanım diyenin yediği lokma boğazına takılmaz mı?
- Buna dur demenin...
Sözünü tamamlatmadı ortalarında yürüyen yaşça en büyük
olan Gazi Bey.
R u h la r K uyusu
15
- Sahipsiz sandıklarımızın da elbet bir sahibi var. Büyükle­
rimizden Şeyh Edebali, “vakti gelmeden çiçek açmaz” demiş.
Bize sabır gerek.
- İyi de nereye kadar?
- Bize, “haydi kalkın artık” denilinceye kadar. Mesele ka­
zanmak değil. Mesele doğrunun yanında yer almak, doğru ola­
nı yapmak. Takdir bizde değil.
- Her taraf yakılıp yıkıldıktan sonra mı?
- Geçmişe bakın beyler! Biraz tarih bilgilerinize yaslamp
düşünün. İsrailoğullarını Mısır’dan çıkaran Musa’yı düşünün.
Zulüm dayanılmaz olunca yardım yetişmişti. Sonra ne oldu?
_?
- Babil Kralı Nebukadnazar’ın Kudüs’ü yerle bir edip, bu­
rada yaşayanları dünyanın dört bir yanına dağıtışını düşünün.
Kendileri dışındakilere yaşama hakkı tanımayanların ördükle­
ri ağları düşünün. Ve sonrasını...
_?
- Kudüs’ü yeniden imar etmek için yola çıkıp, sonra bunu
zenginlik, şöhret ve güçlerine perde yapanların başlarına ge­
lenleri düşünün. Ardından yeraltına çekilerek, kendileri gibi
gizli yapılanmalarla nasıl işbirliklerine gittiklerini ve günümü­
ze kadar hiç vazgeçmeden nasıl çalıştıklarını...
Konuşurken sesi, tavrı ve teslimiyeti nasılda güven veriyor­
du. Durdu. O durunca diğerleri onun önüne geçecek adımı at­
madılar. Muhataplarının gözlerine bakarak devam etti.
16
T
urgay
G
üler
- Bizim tarihimizi düşünün. Moğollar geldiğinde yıkılma­
dık neresi kalmıştı? Yakılmadık kaç kütüphane kalmıştı? Ama
yeniden kuruldu, değil mi?
_?
- Timur geldiğinde bütün Anadolu’yu tarumar etmedi mi?
Ama ceddimiz daha da güzelini yaparak yeniden yeşertti, değil
mi?
_?
- Daha dün, koca devletin topraklarını kanla sulayıp, bir
avuç toprağı bize yokluk, yoksulluk içinde bıraktıklarında “ar­
tık iflah olamazlar” demediler mi? Ama biz hâlâ buradayız, de­
ğil mi?
Konuşarak geldikleri göl kıyısındaki kamelyada oturdular.
Gölün yeşille mavi karışımı sularına uzun uzun bakarak
gözlerini ve gönüllerini dinlendirdiler.
Sonra devam etti sohbetleri.
- insanlık Habil ve Kabil’den beri iyilik ve kötülüğün mü­
cadelesine sahne oldu. Kötüler zalimlikleriyle nam saldı. İyiler
onların yıktığı, tahrip ettiği madde ve mana âlemini tamirle
ömür bitirdi. Bu mücadele hep devam etti hep de edecek.
- Tam da burada söylenecek söz değil mi? Bu azgınlığa ve
sapkınlığa insanlık artık tahammül edemez duruma geldi.
Gazi Bey, her zamanki güven ve huzur veren sesiyle konuş­
masına devam etti.
- Geldiyse çaresi de çok yakında gelir. Endişeniz niye?
- Endişe değil. Yürek kaldırmıyor. Şer odakları; kendilerin­
R u h la r K uyusu
17
den değilse, anne babasına bile zulüm eder hâle geldi. Çıkar­
larına zarar verecek her unsuru imha etmekten çekinmiyorlar.
- Evet. Bu doğru. Şahsi menfaatinizin önünde engel gör­
düğünüz her şeye düşmanlık edecek bir ruh hâline geldiğinizi
düşünün. Sizi, kendilerinin daha büyük çıkarları için kullanacak
birilerinin oyuncağı olmaya hazırlamışlar demektir. Zamanımı­
zın en büyük paradoksu bu sanırım. Kendilerini efendi görenler,
aramızdaki para, şehvet ve makam açlannı çoktan devşirmiş bu­
lunuyorlar.
- Bu durum daha hızlı hareket etmemizi gerekli kılmıyor
mu?
- Hızlı değil. Temkinli ve zamanında hareket etmemizi ge­
rektiriyor.
-N asıl peki?
- Tarihimize bakın! Selçuklu Devleti, Haşan Sabbah’ın
entrikalarıyla nasıl büyük yaralar aldı ve sonra yıkıldı. Ardın­
dan Moğollar geldi. Bağdat’ı, Basra’yı yerle bir etti. Haçlılar
Anadolu’yu talan etti. Kudüs’ü yağmaladı. Daha sayın gitsin.
Birçok devlet kuruldu ve yıkıldı.
- Haklısınız.
- Lâkin Hoca Ahmet Yesevi, Mevlana Celalddin-i Rumi,
Hacı Bayram-ı Veli ve daha nicelerinin ektiği hiçbir tohum çü­
rüyüp yok olmadı. Günümüze kadar ya uzun süre çimlendi ya
da uygun zamanda boy boy fidanlara dönüştü.
_?
- Şimdi asıl olan şudur: Gönüller bir kez fethedildi mi bir
daha hürriyetini kaybetmez. Devletler yıkılır, kurulur, şekil
değiştirir. Ama bütün bunlar insanla olur. İnsanlar hak ettiği
18
T
urgay
G
üler
şekilde yönetilir ve sonuçlarına katlanır. Gönlü yüceler sabırla
yoğrulmuş olmalıdır. Gönül yapmaya gelenler, gerekmedikçe
ve izin verilmedikçe müdahil değillerdir.
_?
- Yine gönül erleri iktidara talip değillerdir. Onlar dünyada,
dünyadan daha fazlasını bulmuş olduklarından insana taliptir­
ler. Hataları görür, kendi hataları gibi söylerler. İtham etmez­
ler. İyilikleri görür, iltifat ederler kendilerinden bilmezler.
Yüzünü göle doğru çevirdi. Bir süre suyun üzerinde oyna­
şan güneşin aksini seyretti.
-Yakın, dedi. Çok yakın!
Güneş dağların arkasına doğru sarkmış, ikindi vaktinden
akşama doğru dönen günün aydınlığı ağaç dallarına takılmaya
başlamıştı.
Bu saatler balıkların suyun yüzeyine çıkarak dans ettikleri
saatlerdi. Öyle bir keyifle sudan havaya doğru zıplarlar ki sey­
rine doyum olmaz.
Onlar da bu manzarayı tefekkürle seyre daldılar.
Gazi Bey bu hâli son bir aydır, hatta daha fazla zamandır
çok sık yaşıyordu. Misafiri eksik olmuyordu. Gelenlerle göl
kıyısında yürüyüş yaparak, kamelyalarda sohbet etmek ve de­
ğerlendirmelerde bulunmak, odasına kapanmaktan daha fay­
dalıydı onun için. Tefekkür eşliğinde düşünceler daha da ber­
raklaşıyordu zira...
Çalışma ofisinde genellikle önemli olayları tartışır, belge ve
bilgileri inceleyerek eylem planlarını değerlendirirdi. Misafir­
R u h la r K uyusu
19
leriyle;öl kıyısında yaptığı bu yürüyüşler bir nevi çalışmalara
ara veıp dinlendikleri anlardı.
Bupnkü misafirleri de, diğerleri gibi kimsenin çok bilmediği
ama dhyanın dört bir yanında uykularım bu ülke için terk eden,
gece gııdüz çalışan ve görevlerinin başmda olan insanlardı.
Bu;ayret ve mücadele, bilinen tarihimizde her zaman izle­
rine uişabileceğimiz ama çoğu zaman mahiyetini bilsek bile,
şahıskını hiçbir zaman tanıyamayacağımız bir faaliyetti.
Onar hem vardılar, hem yoktular.
Orar hayatlarını milletlerine vakfetmiş ve tam donanımla
yetiştiilmiş gizli kahramanlardı.
Obaları gerektiğinde, olmaları gereken yerde mutlaka bulunurlrdı.
Gai Bey; “yakın, çok yakın” derken aslında zor günlerin
geldiğni de haber veriyordu ziyaretçilerine.
- ]u yüzyıl ya insanlığın yok oluşuna ya da huzur ve refa­
hına shne olacak. Bu yüzyıl çok çetin geçecek. Önce insanlık
tarihboyunca; kötülüğün ördüğü şerli yapı, kurduğu düzenin
devarı için elindeki bütün imkânları kullanacak, seferber ede­
cek. Aicak “bilgi çağı’ nın getirdiği imkânlarla kurdukları tu­
zaklara avlanacaklardır.
- İışallah...
- Jlah’ın izniyle...
- lünyada onlara direnebilecek tek millet kaldı. O da tarih
boyuca insanlık şuurunu en üst seviyede koruyabilen bu millettir.îğer bu millet de yıkarlarsa, dediğim gibi felaket kaçınıl­
20
T
urgay
G
üler
maz olur, insanlık kaybeder. Dünyaya söyleyecek sözü olan tek
millet biziz. Dünya işte o sözü duymak istiyor.
- Haklısınız; bizim medeniyetimiz sistemi değil, inşam önceliyor.
- Bize düşen, bu dönemde elimizden geldiğince kire-pasa
bulaşmadan bu çamurdan çıkmak! Elbette yüzlerce yıldır ör­
dükleri karanlık ağların insanların nefsine hoş gelen yanları
olacaktır. Bunlar birçok kişide sapmalara ve yanlışlıklara yol
açacaktır. O tarz insanlar ve yapılar mutlaka şer odaklan tara­
fından kullanılacaklardır. Bilerek veya bilmeyerek bu tuzaklara
düşenler olacaktır. Vazifeniz, elinizden geldiğince bunu önle­
mek olmalı.
_?
- Bakın, teşhir etmek değil, daha işin başında kötülüğün de­
ğirmenine su taşıyanları engellemeliyiz. Yoksa sonuçları iyi ol­
maz. Uzun emeklerle yaptığınız bir kazan yemeği, küçücük bir
sinek yenilmez hâle getirebilir. Bir kötülük, binlerce iyiliğinizi
gölgede bırakabilir. Buna fırsat vermek büyük vebaldir. Vatan
ve millet yolunda yapılanları heba edersiniz.
- Çok doğru.
- Bir de sorumluluk makamında ve halkın gözü önünde
olanlara her fırsatta hatırlatın. Tevazu, enaniyetten daha büyük
ve güçlü bir silahtır. Sizi de korur, emeklerinizi de...
- Efendim, önemli dönüşümler ve arınmalar yaşanıyor.
Halkımızı devletimizle barıştıracak çalışmalar sürüyor. Refa­
hını yükseltecek gelişmeler hız kesmeden devam ediyor.
R u h lar K uyusu
21
- Bir de yerli sanayimizi arzu ettiğimiz düzeye çıkarmak
için yürüttüğümüz projeler çok dikkatli bir şekilde ilerliyor.
Ordumuzu modernize edecek yerli silahlarımız büyük bir giz­
lilik içinde geliştirildi. İstediğimiz an seri üretime geçilebilecek
hâle getirildi.
- Anlattıklarınız güzel de, siz bunları yaparken onlar uyu­
yor mu? Bugün gizleseniz de yarın açığa çıkaracaksınız. His­
settikleri anda neler yapabileceklerini hayal bile edemezsiniz.
Bu yüzden her alanda aynı hızla neticeye ulaşmak bu milletin
selameti açısından çok önemli. Daha öncede bu tarz girişimle­
rimiz oldu. Her seferinde akamete uğrattılar. Bu defa buna izin
vermeyeceğiz.
- Peki, neler yapmahyız?
- Söylediğim gibi; onlar amaçlarına ulaşmak için her şeyi
yapacaklar. Durumu iyi analiz etmeliyiz. Her hamlelerini gö­
ğüsleyebilecek bir dirence sahip olmalıyız. Hadi ki olduk!...
Pes etmeyecekler. Farklı yolları deneyecekler. Belki hiç um­
madığımız yerlerden vuracaklar. Göremediğimiz veya gördü­
ğümüz ama düşmanlığı yakıştıramadığımız, şüphe duymadı­
ğımız kimselerle saldıracaklar. Ne yazık ki içimizde ne kadar
Truva atı var tam olarak henüz bilmiyoruz.
_?
- Bu çağın savaşı öyle bir savaş ki, kaybeden her şeyini kay­
bedecek. Bunu en iyi onlar biliyor. Başarmak için yapmayacak­
ları çirkeflik kalmayacak. Ördükleri ağlar o kadar karmaşık ki,
şaşıracaksınız. Bazen aynadaki yüzünüz gibi yanınızda olacak­
lar. Ürperti verecekler. Hayal kırıklıkları yaşatacaklar. Amaçları
22
T
urgay
G
üler
bizim ve insanlığın umudunu öldürmek! Buna imkân verme­
yeceğiz.
- Bunları nasıl anlayıp çözeceğiz?
- Onlar kendilerini deşifre edecekler. Zira kaybetme kor­
kusu, kazanma arzusundan çok daha güçlüdür. Mutlaka hata
yapacaklar. İş onları görüp, zamanında müdahale etmekte...
- Ne zaman başlayacaklarını düşünüyorsunuz?
- Başladı... Daha doğrusu başladılar. Bunu özellikle ül­
kenin ekonomik performansını kontrol altına almak isteme­
lerinden anlıyoruz. Bu alandaki başarı ve kazanımlarımızm
kendi kurdukları düzen dışında gelişmesinden çok rahatsız­
lar. Devletimizi ve kuramlarımızı uluslararası alanda nasıl
sıkıştırmaya çalıştıklarını görmüyor musunuz?
Amaçları,
büyüyen Türkiye’yi engellemek ve kendi kurdukları “yerle­
şik düzen” içerisine hapsedip, istediklerini, istedikleri zaman
alabilmek...
- Doğru. Özellikle uluslararası ekonomik çevrelerde bir
tezgâh döndüğü kesin.
- Sadece ekonomik alanda değil, siyasi arenada da ülkemizi
sıkıştırmak isteyen tavırlar görüyoruz. Şer odaklarının ekono­
mik tetikçileri harekete geçti.
- İşte tam da b u ... İç barışını tamamlamış ve sağlamlaş­
tırmış bir Türkiye’de istedikleri gibi at oynatma şansları yok.
Yıllardır üzerinde çalıştıkları, oyun kurdukları ve kardeş kavga­
ları olan bir ülkeydi Türkiye. Artık bunu gerçekleştiremeyecek
olmaları sebebiyle dışarıdan müdahalelere içeriden destek de
R u h la r K uyusu
23
alarak başka oyunlar kurmak istiyorlar. Maalesef ellerinde hâlâ
çok malzeme var gibi!
- Bu oyunu mutlaka bozmalıyız da nasıl?
- Ülkeyi yönetenler çok dikkatli olmalı bir kere! Özellikle
ahlaki zafiyetlere düşülmemeli. Para, mevki-makam, kadın ko­
nuları hassas konular. Şer odaklarının en sık kullandıkları ve
netice aldıkları enstrümanlar. Bu konularda sürekli takip edip
uyarılar yapmalıyız. Ancak anlayışımız yıkmak üzere olmama­
lı. Biz insanların zaaflarım, ayıplarını teşhir ederek bir netice
alamayız. Anlayışımız ve ahlakımız buna müsaade etmez. Buna
rağmen engellenemeyenleri, kanunlar çerçevesinde kamu hiz­
metinden uzaklaştırıp, hukuka teslim etmek. Bunu yaparken
ülkenin çıkarlarına zarar vererek, şer odaklarının ekmeğine yağ
sürecek sansasyonel davranışlar sergilememek. Bunu sergile­
yenler, bilerek ya da bilmeyerek ülkeye zarar vereceklerdir.
- Doğru söylüyorsunuz.
- Özellikle ülkemizde ekonomik ve siyasi krizler çıkarmaya
çalışacaklar. Buna hazırlıklı olmalıyız. Müttefikimiz olduğunu
söyleyip kuyumuzu kazanlar var. Onlara karşı işbirliği yapabi­
leceğimiz yeni uluslararası oluşumlarla ilişkilerimizi güçlendirmeliyiz. Bunca zenginliğine rağmen, fakirlik içinde yaşamaya
mahkûm edilen milletimizin en hassas noktası ekonomi. Eğer
ekonomiyi sağlam tutmayı başarırsak sosyal ve siyasi arınmayı
daha rahat sağlarız. Yüz yıllardır ayağına vurulan prangalardan
kurtulmak için insanlarımızın refaha kavuşması çok önemli.
- Çok doğru.
24
T
urgay
G
üler
- Milleti, kendi geleceğinin mücadelesine ortak edin. Düş­
manlarımızın yaptığı her hamleyi, deşifre ederek tüm medya
yoluyla gözler önüne serin. Kamuoyunu sürekli uyanık tutun
ve aydınlatın. Sorumluları yasalar çerçevesinde hesap verir
hâle getirin. Kötülüğün en zor saklanacağı toplum, açık ve ber­
rak toplumlardır.
Diğer ikisi söylenenleri dikkatle dinliyordu.
- Unutmayın; dünyanın çoğunluğu ezilen ve sömürülen­
lerden oluşuyor. Zalimlerin sayısı sandığınız kadar çok değil.
Onlar yarasalar gibidir. Bize düşen, sadece ışık olup ortalığı ay­
dınlatmak ve aydınlığı sürekli kılmak! Hepsi teker teker ortaya
çıkacak ve kaçacak bir delik bulamayacaklardır.
Kısa bir sessizliğin ardından devam etti.
- Sonuç olarak; hiçbir hamlelerinde geri adım atmayacağız.
Geçmişi çok eskilere dayanan uzun bir mücadele bizi bekliyor.
Her an, her gün, her ay, her yıl çok önemli. Ne kadar süreceğini
kestirmek zor! Allah, yâr ve yardımcımız olsun.
Güneş neredeyse kaybolmak üzereydi. Kızıl renkli ışınlar
yaprakların arasından süzülerek hızla uzaklaşıyordu.
Gazi Bey, güneşin kaybolduğu tepeyi süsleyen çınar ağaçla­
rına bakarak derin bir nefes aldı. Sonra yavaşça yerinden doğ­
ruldu.
Onunla beraber diğerleri de kalktılar.
Geldikleri toprak yoldan, kalacakları orman evine doğru
derin düşünceler içinde ağır adımlarla yürümeye başladılar.
R
uhlar
K uyusu
25
Gazi Bey’in ağzından dua niyetine şu sözler döküldü:
- Bu kez onlar için “en uzun yüz yıl” olacak inşallah.
- İnşallah.
- İnşallah.
Vakit, geçmişi yeniden hatırlayıp gerekli dersleri çıkarma ve
gelecek çetin mücadele için hazırlık yapma vaktiydi.
ALTINBUZAĞI...
ZAMAN ÇİZGİSİNDEN BİR IŞK
piravun zalimdi...
Tanrılık iddiasındaydı.
Kulları zannettiği köleleri vardı.
Her fırsatta o kölelerini karşısına alıp “Ey kavmim! Mısır’ın
mülkü ve şu altında akmakta olan nehirler benim değil mi?
Yine de görmeyecek misiniz? Sizin en yüce Rabbiniz benim.”
diye bağırıyordu.
Etrafı çöllerle çevrelenmiş Mısır için Nil hayattı. Zenginlik­
ti. Ekindi. İçilecek suydu. Dahası medeniyetti. Ve bu medeniyet
uçsuz bucaksız o çöller aşılmadıkça asla yıkılamaz sanılıyordu.
“Tanrı Firavun” böyle inanıyordu.
Bir vakit Yakup’un en küçük oğlu Yusuf’u, kardeşleri kuyu­
ya atmıştı. Sonra o kuyudan kurtulmuş, zindana düşmüştü.
30
T
urgay
G
üler
Sonra o zindan da kurtulup, Mısır’ın hâzinelerinin başına
geçmişti.
O sayede Israiloğulları da kardeşlerinin isteği ve izniyle gü­
ven içinde Mısır’a girmişlerdi.
Lâkin Israiloğulları için o huzurlu günler çok ama çok geri­
lerde kaldı.
Artık Firavunun kölesi olarak zulüm altında inim inim in­
liyorlardı.
Taş taşıyıp kırbaçlanıyor, en acımasız işkencelere maruz ka­
lıp can veriyor, erkek çocukları öldürülüyordu.
Sonra bir gün içlerinden bir Musa çıkageldi.
Firavunun karşısına dikilip, “Ben Allah’ın peygamberiyim
ve sen zalimlerden bir zalimsin, bir olan Allah’a inanmanı, yö­
nelmeni ve zalimlikten tövbe etmeni istiyorum.” dedi.
Kendini Tanrı olarak gören Firavun buna çok öfkelenmişti.
Otoritesini ayaklar altına alan bu kutlu davet ve davetçi onu
çılgına çevirmişti. Öfkesi katmerlenmiş, zulmü de şiddetlenmişti.
Ve yemin etti. Îsrailoğullarmı yok edecekti! Öyle ki nesille­
rini kurutacak, her birini kızgın çöl kumlarına gömecekti.
Bu nasıl bir cüretti? Kölelerinin arasından biri çıkıp ona
başkaldırıyor, bir olan Allah’a iman et diyordu.
Bundan böyle Mısır, Israiloğulları için tarifi imkânsız, da­
yanılması güç acıların ülkesi oldu. Onlar da, hep birlikte Pey­
gamber Musa’ya geldiler. Çare bulmasını, onları bu çekilmez
hale gelen zulümlerden kurtarmasını istediler. “Sen Allah’ın
Peygamberisin söyle bize bir yol göstersin” dediler.
R u h l a r K uyusu
31
Firavunun onları katledeceğini bilen Musa, kavmini topla­
dı. Sonra çok meşakkatli bir yolculuk başladı. Arkalarına dahi
bakmadan Kızıl Deniz e doğru hızla yol alıyorlardı.
Hem de zalim Kral’dan izin almadan.
Durumu fark eden Firavun, çok geçmeden ordusunu topla­
yıp peşlerine düştü.
Musa ve kavmi Kızıl Deniz e ulaştıklarında Firavunun onla­
ra yetişmesi an meselesiydi. Şüphesiz Allah, böylesi bir zaman­
da elçisini sahipsiz bırakmayacaktı.
Musa: “Ey Musa elindeki asayı suya vur ve açılacak yoldan
kavminle birlikte yürü” diye bir nida duydu.
Öyle de yaptı. Azgın deniz yarıldı, sakin bir yol belirdi. Böylece hep birlikte o yoldan geçip kurtuldular. Firavun, onlara ye­
tişmek için ordusunu Kızıl Deniz e sürdü. Ancak Kızıl Deniz
ona ve ordusuna geçit vermedi. Dürülüp de eski haline döndü­
ğünde, Firavun ordusuyla birlikte boğulup gitti.
Karşıya geçmiş ve olanları görmüş olan Musa’nın kavmi bu
mucize karşısında çok şaşırdılar ve “Ey Musa sana ve Rabbine
inanıyoruz” dediler.
Musa onları kendileri için daha hayırh olan topraklara doğ­
ru yöneltti.
Ne var ki îsrailoğullları Yusuf ve Yakup peygamberden bu
yana uzunca bir süre yaşadıkları Mısır’da, atalarının tanrıların­
dan yani putlarından ziyadesiyle etkilenmişlerdi.
Musa ile bu yolculuklarında bir gün ataları gibi putlara ta­
pan başka bir topluluğa rastladılar. Sonra da Musa’ya dönüp,
32
T
urgay
G
üler
hiç utanmadan, sıkılmadan, küstahça bir istekte bulundular.
Kendilerine, tapınmaları için bir put yapmasını istediler. Musa
çok kızmıştı.
- Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz, diye
çıkıştı.
Kavmindeki bu bozgunculuk hallerine bir peygamber ola­
rak çok üzülen Musa Sina Dağına yöneldi. Çünkü Rabbi; Musa
ile otuz gece için sözleşmiş ve ona bir on gün daha ilave etmiş­
ti. Böylece rabbinin belirlediği süre kırk güne tamamlanmıştı.
İşte o kırk günlük ayrılık vaktiydi.
Sina’ya doğru yola koyulmadan önce kardeşi Harun’u sıkı
sıkı tembihledi.
- Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların
yolunu tutma, diye nasihat etti.
Fitne çıkarılmasına müsaade etmemesi için de uyardı.
Musa kavminden ayrıldıktan sonra tayin edilen sürede Sina
dağına vardı. Bir kutlu perdenin ardından Rabbiyle konuştu.
Musa Rabbi ile Sina dağında kırk günlük süreyi doldurur­
ken geride bıraktığı kavmi bir kez daha fitneye bulaşmıştı.
Musa’nın gecikmesinden cesaretle Samiri’nin kapısını çal­
dılar. Kendilerine bir put yapmasını istediler. Bunun için kavi­
min kadınları ve kızları kulaklarındaki altın küpelerini, kolye­
lerini ve bileziklerini verdiler.
Samiri de bu eşyaları eritip buzağı haline getirdi. O altından
buzağı sanki canlıymış gibi böğürüyordu. Kavmi de o altından
buzağıya tapmaya başladı. Harun bütün bu onları engelleyemedi.
R u h la r K uyusu
33
Musa geri döndüğünde gördüğü manzara karşısında çok
üzüldü ve hiddetlendi.
- Ey kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı
mı? Sizi Firavunun elinden, zulmünden kurtarmadı mı? Üzeri­
nize inen azap ve belalardan korumadı mı? Yoksa Rabbinizden
üzerinize kaçınılmaz bir gazabın inmesini mi istediniz de ver­
diğiniz sözden caydınız? diye çakıştı.
Kavmi Musa’ya şöyle cevap verdi:
- Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik.
Süs eşyalarından birtakım yükler yüklenmiştik, onları ateşe
attık. Samiri de elindekileri ateşe attı. Erittiği altınlardan böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı. Sonra bize “İşte, sizin ve
Musa’nın ilahı budur; fakat Musa unuttu” dedi.
Bununüzerine Musa kardeşiHarun’adöndü:
- Ey Harun Onların saptıklarını gördüğün zaman seni on­
lara müdahale etmekten alıkoyan neydi? Niye bana uymadın,
emrime baş mı kaldırdın? diye sordu.
Harun mahcup bir şekilde cevap verdi:
- Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup- yolma. Ben,
senin: “İsrailoğulları arasında fitne çıkardın, sözümü önemse­
medin” demenden endişe edip korktum. Bu kavim beni zayıf­
lattı, hırpalayıp güçsüzleştirdi ve neredeyse beni öldürmeye
giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve
beni bu zalimler topluluğuyla birlikte kılma.
Kardeşinin bu sözleri üzerine Musa, Rabbine yöneldi. Şöy­
le dua etti:
34
T urgay G
üler
- Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat.
Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın.
Bütün bu olup bitenler Firavunun zulmünden kaçarken,
Allah’ın rahmeti ile kurtulan İsrailoğullarında cereyan ediyor­
du. Onlar ki Musa’nın asasıyla koskoca Kızıl Deniz’in ortadan
ikiye yarılmasına şahit olmuşlardı.
Ne kadar da şükürsüz ve ihanet içinde bir kavimdiler.
Musa bu defa Samiri’ye döndü.
- Ya senin amacın nedir ey Samiri?
Samiri cevap verdi:
- Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izin­
den bir avuç alıp ateşe atıverdim. Böylelikle nefsim bunu hoşu­
ma giden bir şeymiş gibi gösterdi bana.
Musa:
- Haydi çekip git! Artık senin hayatta hakettiğin ceza, “Bana
dokunulmasın” deyip yerinmendir. Ve şüphesiz senin için ken­
disinden asla kaçınamayacağın azab dolu bir buluşma zamanı
vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına
bir bak. Biz onu mutlaka yakacağız.Sonra da darmadağın edip,
denizde savuracağız.
Dediği gibi de yaptı. Samiri uzaklaştırıldı kavminden. Yap­
tığı buzağı yakıldı ve külleri savruldu denize.
îsrailoğulları ise düzelmedi bir türlü.
Yeni bozgunculuk planları yaptılar sürekli.
Ve yapmaya da devam ediyorlar.
RUHLARKUYUSU...
J)ünya kültür tarihi içinde Mısır kadar ilgi çekeni olmamıştır
herhalde...
Kadim Mısır yaşantısında; hayatında, ölümünde, ölümden
sonrasının da kendince açıklamaları vardı.
Eski Mısır inancına göre ruhun bedenden ayrıldığı anda iki
farklı varlığa büründüğü düşünülür.
İlk farklılığa “BA” adını vermişlerdir. Anlamı “ölümsüz var
olma hali”dir. Bu hâle şuurun yeniden var olma hâli de denir.
"Yeniden doğma hâli” olarak da adlandırılır. “BA” ölüm anın­
da şuurdan ayrılır ve ruhlar kuyusuna dönerek tekrar doğmayı
bekler.
İkinci farklılığa “KA” adı verilir. “KA” şuurun dünyada kalan
tarafıdır. Ruhun tortusu veya hayaleti olarak tanımlanır. “BA”
36
T
urgay
G
üler
bedeni terk ettiğinde “KA” dünyada kalan gölgesi veya ruhsal
şuurun psişik izidir.
Kısaca, eski Mısır insan hayatını “KA” “BA” la üzerine inşa
etmişlerdir ki bu anlayış İsrailiyata da oldukça tesir etmiştir.
Yahudiler bugün Kudüs’te bulunan ve Mescid-i Aksanın
bulunduğu yerde olan Hz. Muhammed’in üzerine basarak Mi­
raca çıktığı Muallâk taşını kutsarlar.
Kâinatın bu taştan başlanarak yaratıldığına inanırlar.
Hz. İbrahim’in üzerinde oğlunu kurban etmek istediği, Hz.
Süleyman’ın kutsal ahit sandığını üzerine koyduğu taş olduğu­
nu söylerler.
Hristiyanlar içinse ahir zamanda mahşer bu taşın etrafında
kurulacak, Hz. İsa’nın adalet kürsüsü bu taşın üzerine yerleşti­
rilecektir.
Müslümanlar ise taşın kendisinden çok, hatırasına hürmet
ederler.
Yahudilere göre bu taşın altında büyük bir mağara bulun­
makta ve bu mağaranın altında “ruhlar kuyusu” denilen yerde
“geçiş” âleminin kapılarının bulunduğuna inanılmaktadır.
Yine Yahudi inancına göre; Beytülmaktis Keldaniler tara­
fından yıkılacağı zaman mabedin bekçileri Ahit Sandığını ve
mabedin kutsal emanetlerini işte bu kuyuya atmışlardır.
Bu nedenle Kudüs ve kutsal emanetlere sahip olmak Yahu­
diler için hayati öneme haizdir.
Tabii tarihin değişik dönemlerinde birçok belaya duçar
olan Yahudiler, yaşadıkları sürgünler sonrası iyice yer altına
R u h la r K uyusu
37
çekilmişler ve gittikleri her yerde başkaca yeni “ruhlar kuyusu”
inşa etmeyi sürdürmüşlerdir.
O günden bugüne kendilerini üstün ırk olarak gören Yahudilerin tek hedefleri dünyayı ele geçirmektir.
Kendilerinden olmayanları da köleleştirmek için dünyanın
her yerinde modern ruhlar kuyusu inşa etmekten geri durma­
mışlardır.
Böylece hiçbir zaman müşahhas bir yapı olarak karşımıza
çıkmayıp gizlenmişlerdir. Açtıkları her bir “ruhlar kuyusu” ba­
zen medya egemenliği, bazen finans egemenliği, bazen bürok­
ratik veya askeri egemenlik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hatta çoğu zaman onları hayır faaliyetleri peşindeki vakıf,
dernek, kulüp, cemiyet yahut cemaat kisvesi altında görebiliriz.
İşte suikast girişiminden kurtulmayı başaran o kişi, tüm
dünyaya ruhlar kuyusunun ne olduğunu gösterecekti.
Onları tüm dünyaya ifşa edecek, uykularını kaçıracaktı.
Yetmedi, belki yüz yıl sürecek bir mücadeleye dünyadaki
mazlumları da ortak edecekti. Dahası etmeliydi d e...
TARİHHEP
TEKERRÜRMÜEDeR?
BABİL M.Ö. ( 598 )
pjani dünyanın yedi harikasından biri sayılan asma bahçeleriy­
le meşhur Babil varya, işte o.
Zamanının en ileri medeniyeti... Dünyanın merkezi. Fırat
ve Dicle’nin arasında verimli toprakları, zengin insanlarıyla ih­
tişamlı bir uygarlık...
Elbette güç onlardaydı ve Ortadoğu’nun her yerine hâkim
olmak istiyorlardı.
Bugünkü Kudüs civarında meşhur Süleyman Mabedinin et­
rafında yaşayan Yahudiler Babil devletinin hâkimiyetini kabul
etmeyip vergilerini de vermeyince başlarına geleceği hazırlamış­
lardı.
M.Ö. 500’lü yılların sonuna doğru Babil hükümdarı Nebukadnezar ordularıyla girdiği Kudüs’te taş üstünde taş bırakma­
42
T
urgay
G
üler
dı. Kral Yekhanya’nın sarayı yıkıldı, büyük tapınak darmadağın
edildi. Bütün Filistin toprakları yağmalanıp, ne bulunduysa el
koyuldu. Burada yerleşmiş bulunan Yahudiler esir ve köle ola­
rak Babil ülkesine götürüldüler. Kadınlar, kızlar, çocuklar...
Yahudilerin kutsal topraklarından ilk büyük sürgünüydü
bu. Birçoğu yollarda telef olmuş, bir kısmı çöllerde kaybolmuş,
bir kısmı da Babil’e ulaşmayı başaramamıştı.
Yurtlarından ayrılan Yahudiler burada farklı dilleri, kül­
türleri öğrenmek imkânı bulsalar da asla kendi inançlarını
kaybetmemişler ve gizli gizli de olsa onu korumanın yollarını
geliştirmişlerdi.
Belki de; ilk gizli cemiyet kurma fikri, iflah olmaz fıtratları­
nın başlarına getireceklerini biliyor olmalarındandı.
Sürgün hayatlarında, kölelikten kurtulmak ve kendilerine
vaat edildiğine inandıkları dünya hâkimiyetini gerçekleştir­
mek için derin ağlarını örmeleri gerekiyordu.
Örerken de önce Babillilerin güvenini kazanmaları, sızabi­
lecekleri tüm yönetim mekanizmalarına sızmayı başarmaları
şarttı.
Bu durum; o günden sonra bütün dünyaya bela olacak gizli
örgütlenmelerin ve gizemli ritüellere sahip cemiyetlerin oluş­
masının da başlangıcını teşkil edecekti.
Kim bilir? Ruhlar kuyusunun kapağını ilk açan Nebukadnezar olmuştur belki de. Onları Kudüs’ten çıkarıp
Mezopotamya’ya ve daha sonraları dünyanın dört bir yanma
dağıtacak yolu açarak...
R u h la r K uyusu
43
Sadece açmakla kalmamış, bu durum dünyanın her köşe­
sinde ve farklı zaman dilimlerinde birçok “ruhlar kuyusu” inşa
etmelerinin de yolunu açmıştı.
Aslında Babil’de Yahudiler için yaşam çok da zor değildi.
Topraklarından çıkarılıp çok uzaklara sürgün edilmelerine rağ­
men, durumları kendileri gibi olan kavimlere hiç benzememişti.
Birçok kavim yurdundan uzaklaştığında, asimile olup kim­
liğini yitirmişti. Yahudilere gelince; ne bu sürgünde ne de daha
sonra yaşayacakları sürgünlerde varlıklarını yitirmemişler ve
kimliklerini korumayı başarmışlardı.
Çünkü Babil’de de, başka sürgün yerlerinde de Yahudilerin
temel prensibi “Yaşamak için yaşat; ta ki, Tanrı seni onları ye­
necek güce ulaştırmcaya kadar. Zira o sana dünyayı vereceğini
vaat etmiştir” olmuştu.
Bu vaade uyup, Babil’de yönetimle iyi geçinmişlerdi. Hatta
kralları Yekhanya’ya özel bir statü kazandırarak işlerini kolayca
halledecek yollar bulmuşlardı.
Daha sonra Persler zamanında yurtlarına geri dönme izni
verildiğinde birçoğu dönmekle beraber bir kısmı da burada
kalmaya devam etmişlerdi.
Geride kalanlar özel ritüellere sahip bir yeraltı teşkilatını da
burada kurarak daha sonraki dönemlerde kullanacakları sis­
temleri geliştirmişlerdi. Bunu da nesilden nesile aktardılar.
Kudüs dışındaki ilk “ruhlar kuyusu” Babil’de inşa edildi.
Ruhlar kuyusu inşa etmelerinin sebebi; o günden bu güne
“kendilerine vaat edilen dünya’ nın ele geçirilmesi arzusundan
başka bir şey değildi.
İSPANYA. (1492 )
O sm anlı Devletinin İstanbul’u almasıyla Avrupa şaşkına
dönmüştü.
Zihinler karışık, akıllar bulanıktı.
Artık Türklerle mücadele edecek askerî gücü kendilerinde
göremiyorlardı. Bu mağlubiyet kendi toplumlarında da birçok
karışıklığa yol açmıştı. Hatta düzen değişikliği taleplerinin dillendirilmeye başlamasına da sebep olmuştu.
Bir yandan derebeyleri dayanılmaz acıların kaynağı olarak
varlıklarına devam ediyordu. Diğer yandan İpek ve Baharat
yollarının kontrolünün kaybedilmesi ekonomik bunalımları
tetikliyordu. Bütün olup bitenlere karşı krallar da gerekli düze­
ni sağlamakta zorlanıyordu. Otoriteleri yerle birdi.
İspanyanın ise kendine özgü bir durumu vardı.
R u h lar K uyusu
45
Bu bölge çok eskilerden -Fenikeliler- zamanından beri Yahudilerin göç ettiği topraklardı. Hatta buradaki rahatları se­
bebiyle süreldi göç almış ve ticarette hızla zenginleşmişlerdi.
Müslümanların îber Yarımadasındaki hâkimiyeti süresince
gerek Avrupa engizisyonundan kaçan Hristiyanlar ve gerekse
Yahudiler vergilerini ödedikleri sürece azınlık uygulamasına
tabi olmuşlardı. Azınlık, Müslümanların hukukunda emanet
hükmündeki topluluk demekti. Onlara ilişilmeyecek, hakları
çiğnenmeyecekti. Onların hakları Müslüman yönetimlerin ga­
rantisi altındaydı. Bu nedenle Müslüman olmayan toplumlar
içerisindeki yaşantılarına göre rahat ve huzur içindeydiler.
Bir yandan da Ispanya’daki metropol sayılan şehirlerin
inşasına önemli katkılar sağlamışlardı. Parayı kullanmadaki
maharetleri sayesinde oldukça zenginleşmişler ve ticareti el­
lerine geçirmişlerdi. Onları bulmak için paranın izini sürmek
yeterliydi.
Ancak Avrupa’da işler iyi gitmiyordu. Özellikle İstanbul’un
Türklerin eline geçmesi İspanya Müslümanları için artık zor
günler kapıdaydı.
Kuzey İspanya’da güçlenen Katolikler güneye doğru saldı­
rılarının şiddetini artırarak bütün İspanya’ya egemen oldular.
İber Yarımadasında artık bir İslam hâkimiyetinden söz
edilmiyordu. Morisko adı verilerek aşağılanan Müslümanlar
ve marranoyani domuz denilerek küçümsenen Yahudiler din­
lerini değiştirmeye zorlanıyordu.
Bu süreçte dinlerini değiştirerek veya gizleyerek yaşamaya
çalışan kripto Müslümanlar ve Yahudiler ortaya çıkmıştı.
46
T
urgay
G
üler
Ancak katı bir Katolik devletine dönüşen Ispanya’da durum
hiç de istenildiği gibi gitmiyordu.
1478’de İspanya Kraliçesi koyu Katolik İsabel ve eşi Ferdinand Hristiyan sapkınları bulma ve cezalandırma amaçlı
İspanyol Engizisyonunu kurdu. Mahkemenin başına da bir Ya­
hudi düşmanı olan Torquemada’yı getirdi.
Bu süreçte binlerce Yahudi yargılandı ve yakılarak ölüme
mahkûm edildi. Bununla yetinmeyen İspanya bütün Yahudileri ülkeden çıkarmaya karar verdi.
Tabii bu durum bir salgın gibi tüm Avrupa’ya yayılmaya
başladı.
Yahudi düşmanlığı neredeyse bütün Avrupa toplumlarmda
yaygınlaştı.
Çoğu ülke onlar için idam yahut sürgün seçeneğini kullan­
dı. Bu ülkelerin çok azı onlara yaşam hakkı tanıdı. Ancak, aşa­
ğılanan, horlanan, insan yerine konmayan birer varlık olarak.
Aslında topyekûn sürülmeleri Avrupa devletlerinin işine
gelmiyordu. Zira Yahudilerin büyük çoğunluğu zanaatkârdı.
Yaptıkları zanaatları kendilerinden olmayanlara pek öğretmez­
ler, öğrettiklerinden ise işin püf noktalarını gizlerlerdi.
Belki bu nedenle bütün dünyaya yayıldıkları hâlde, sevilmemelerine rağmen, haddi aşacak işler yapmadıkları sürece
varlıklarına izin verilenler olmuştu.
Sermayelerini genellikle altın gümüş gibi taşınabilir ve kolay
nakledilebilir menkul değerler üzerine yaparlardı. İyi saklarlar
ve gerektiğinde amaçları doğrultusunda cömertçe harcamak­
R u hlar K uyusu
47
tan çekinmezlerdi. Aralarında görünmez bir bağ vardı. Bu bağ
onları güçlü kılıyor, birbirlerine sahip çıkmalarını sağlıyordu.
Zorluklar, onları daha fazla yeraltına çekilmeye, gizemli ya­
pılarını daha da güçlü hâle getirmeye sevk ediyordu.
engellenem eyen
SÜRGÜN...
Jber Yarımadasının büyük tüccarlarından Don îzakbüyükçe
ticarethanesinin içinde deli gibi dolanıp duruyordu. Belki ha­
yatında ilk kez dükkânını dolduran bunca malı, gözünde anla­
mını yitirmişti.
Hâlbuki daha düne kadar küçük bir zarar için çalışanlarını
azarlamış, küfürler etmiş hatta kırbaçladığı bile olmuştu. Mal­
ları onun için çok değerliydi.
Onu bu kadar değiştiren, canından çok önem verdiği malla­
rını umursamaz hâle getiren ise İspanya sarayından gelen kötü
haberdi.
Saraydaki casusluk teşkilatları gecenin karanlığında Don
İzak’a ürküten bir bilgi getirdi.
R u h l a r K uyusu
49
Bu, İspanya kraliçesinin ve kralının Yahudileri ülkeden sür­
gün etmek için bir ferman hazırladığı haberiydi.
Keyfi kaçtı, morali bozuldu.
“Bunun önüne geçmeliyim. Bir yolunu bulup bunu engelle­
meliyim” diye homurdanarak dolanıp duruyordu.
Birden dükkânın arka kısmındaki küçük bölmeye yöneldi.
Burası muhasebecisi Josef’in hesap işlerini yürüttüğü hayli kü­
çük bir oda sayılabilirdi.
- Josef, diye seslendi. Bana saraydan bir randevu al. Götü­
rebileceğim değerli hediyelerden de güzel bir sandık hazırla.
İyi aklına gelmişti bu fikir. Bununla bir netice alabileceğini
düşünerek, rahatlamaya çalıştı.
Sabahı zor etti.
Ertesi gün Don İzak iki atın çektiği bir arabayla sarayın yo­
lunu tuttu.
Bütün şehir İzak’ın o görkemli arabasını tanıyordu. O ge­
çerken, yol kenarındaki insanlar arabaya doğru dönüp hayran­
lıkla yine el salladı.
Onu sarayda kral ve kraliçe birlikte kabul etti.
Önce hediyelerini takdim etti İzak. Ardından hemen konu­
ya girdi.
- Yüce Efendimiz, ortalıkta bir söylenti dolaşıyor. Güya siz,
biz sadık kullarınızı İspanya’dan sürecekmişsiniz. Ne hatamız,
ne günahımız oldu? Vergilerimizi mi vermedik? Bozgunculuk
mu yaptık? Düşmanlarınıza mı kucak açtık? Bu takdirinizi hak
edecek ne yaptık?
50
T
urgay
G
üler
Kral sözünü keserek:
- Duyduğunuz doğru. Ülkemizde Tanrıya bağlı Katolikler
dışında kimsenin yaşamasına izin vermeyeceğiz. Kim varsa ya
samimi Katolik olacak ya ülkemi terk edecek ya da ölecek, dedi.
Bu kesin ve keskin sözler bir ok gibi İzak’a isabet ediyor, ya­
ralıyordu. Beli iki büklüm oldu. Öylece donup kaldı.
- Efendim bizi böyle bir müşkülle baş başa bırakmayın. Ne
gerekirse yaparız. Hatta bunun karşılığında size 600 bin duka
vermeyi bile taahhüt ederim.
Parayı duyan Kralın gözleri fal taşı gibi açıldı. Yüzünün şekli
değişti. 600 bin duka çok ama çok bir paraydı. Ülkenin de bu
paraya ihtiyacı vardı. Bir an kraliçeyle göz göze geldi. Onun da
yüzünde bir sevinç ifadesi belirmişti. Sanki “fena bir teklif de­
ğil” dercesine gözleriyle onay verdi. Sonra kral, îzak a döndü:
- Hele sen bir git. Daha sonra seni çağıracağım.
Kralı etkilediğini düşünen, teklifinin geri çevrilemez oldu­
ğuna inanan îzak umutla saraydan ayrıldı.
Ne de olsa paramn gücünün ne kapılar açabileceğini bilen
bir geleneğin mensubuydu. Paranın açamayacağı kapının ol­
mayacağına inancı kesindi.
* * *
Kral ve kraliçe hemen İspanya engizisyon mahkemesi baş­
kanı Torquemada’yı çağırdı.
Durumu müzakere ettiler.
Kral:
- İzak’ın teklifi güzel. Altı yüz bin düka teklif ediyor. Bu
R uhlar K uyusu
51
para birçok işimizi halleder. Sıkıntılarımızı giderir. Rahat bir
nefes alırız. Ferahlarız. Ne dersin, diye sordu.
Torquemada’nın cevabı etkileyiciydi.
- Yüce majeste, biliyorsunuz, bunlar rüşvet ve para konu­
sunda çok mahirdirler. Verdiklerini misliyle geri alacak bir yolu
her zaman bulurlar. Kaldı ki, onlar Yahuda’ya 30 akçe karşılı­
ğında İsa’yı ihbar ettirmemişler miydi? İnanın onlar kendileri­
ni ve mallarını korumak için ihanette sınır tanımazlar.
Kral bu sözler üzerine El-Hamra fermanının hazırlanmasını
ve duyurulmasını emretti.
Yahudiler dört ay içinde bütün İspanyayı terk edecekler ve
yanlarında hiçbir maddi varlık götüremeyecekler, gitmeyenler
yakılarak öldürüleceklerdi.
Böylece hiçbir pazarlık olmadan, mallarına, paralarına el
konulmuş olacaktı. Ama unuttukları bir şey vardı. Yahudiler
sermayelerini saklamayı çok ama çok iyi bilirlerdi.
İzak için yolun sonuydu. Hemen Yahudi cemaatinin önde
gelenlerini topladı. Gidecekler için gerekli hazırlıkların yapıl­
masına, kimin nereye gideceğine, onları kimlerin karşılayaca­
ğına kadar her şey planlandı. Bu çok zor ve acınacak bir du­
rumdu. Bir kez daha yollara düşecek, sıkıntı çekeceklerdi.
İspanya’da kimliklerini gizleyerek yaşamayı kabul edenler,
gidenlerin kendilerine emanet ettiği varlıkları zamanı geldiğin­
de uygun yollarla iade edeceklerdi.
Böylece Avrupa’mn birçok ülkesine ve ku zey Afrika’ya göç­
ler başlamış oldu.
Ama hiç şüphesiz sürgün edildikleri topraklara yine birer
ruhlar kuyusu bırakarak...
OSMANLI. (1490)
Dünya üzerinde birçok kere zulme maruz kalan Yahudiler, en
rahat dönemlerini Müslümanların hâkimiyetinde yaşadıkları
topraklarda geçirdiler.
Özellikle Selçuklulardan sonra İslam dünyasında egemen
olan Türkler zamanında gerek Anadolu’da, gerek İstanbul’da,
gerekse Kudüs’te varlıklarını korumuşlar, vergilerini verdikle­
ri, kanunlara uydukları sürece ne dinlerine ne de işlerine karışılmamıştı.
Osmanlı hâkimiyetindeki Yahudiler, Avrupa’da gizlenen
Yahudi diasporasıyla irtibat hâlindeydi. Sürgün edildiklerinde
terk ettikleri mallarını bir süre sonra geri aldılar ve güvende ol­
dukları Osmanlı’da zenginleşmeyi başardılar.
İkinci Bayezid zamanında ülkeye kabul edilen Yahudiler
başta Selanik olmak üzere, İzmir, İstanbul, Edirne, Şam bölge­
R u h la r K uyusu
53
lerine yerleştirilmişler ve bu büyük kıyımdan kurtulmuşlardı.
Bu sürgünle gelenlerin sayısı kırk bin civarındaydı.
Zaman zaman krizler çıkmış olsa bile -Sebatay Sevi gibibunları aşmanın bir yolunu bulmuşlardı.
Ne var ki sanayi inkılâbıyla birlikte hızla zenginleşen
Avrupada geleceğin iplerini ele alabilmek adına sermayelerini
yeniden buralara taşıdılar. Tarihsel gizli örgütlenmeleri saye­
sinde birçok fabrikanın ve üretim merkezinin sahibi olmayı ve
bu ülkelerin ekonomisinde rol almayı başardılar.
Bu güçle I. Dünya savaşı öncesinden başlayarak birçok planla­
manın ya yapıcısı, ya uygulayıcısı ya da işbirlikçisi oldular. Amaçlan,
tarihi misyonlan “arz-ı mevud’ u gerçekleştirmek için öncelikle Fi­
listin topraklarında bir devlet kurmanın yollarım aramaktı.
Kendilerine Filistin'de toprak verilmesi karşılığında, îngilizlere her türlü desteği vereceklerini vaat ettiler.
Hâlbuki bu taleplerini daha evvel Osmanlı sultanı II.
Abdülhamid e liderleri Teodor Herz vasıtasıyla bildirmişlerdi.
Eğer o talep Osmanlı sultanı tarafından kabul edilseydi belki
dünyanın tarihi böyle yazılmayacaktı.
Ne acıdır ki, kendilerine kucak açıp himaye etmiş bir dev­
lete ve topluma karşı, geçmişte olduğu gibi yine bir yıkım ve
ihanet projesinin içinde oldular.
Oysa zulüm görmedikleri zamanlarda bile yine rahat dur­
madıkları dönemler yaşanmıştı.
İspanya ve Avrupa sürgünü yıllarında Vatikan’da ikamet
eden Yahudilerin hiçbir sıkıntısı yoktu. Ama kendilerine vaat
edilen topraklarda toplanma arzusu onları kışkırtıyordu.
54
T
urgay
G
üler
Bu yüzden de sürekli kendileri için asıl tehlike İslam toplumuydu. Zira İslam toplumu içerisinde hücreler oluşturmak
o kadar kolay değildi. Bunun en büyük nedeni de Müslüman
toplumların şeffaf ve huzurlu olmalarıydı.
Hele ki bu toplum o devrin en güçlü devletine sahipse iş
çok daha da zorlaşıyordu.
Kendilerine vaat edilene ulaşabilmeleri için bu engeli de
aşmaları, Osmanlı topraklarında da bir ruhlar kuyusu açmayı
başarmaları gerekiyordu.
T A P m K Ş O V A IM E R İ
KUTSAL TOPRAKLAR
VE KUTSAL AMAÇ1AR..
Payen; hac için geldiği Kudüs’te, Süleyman tapınağının o güne
ulaşmış harabeleri arasında dolaşıyordu. Etrafı iyice gezdikten
sonra yanında bulunan sekiz arkadaşıyla gölgelik bir yere çekil­
diler. Gözlerini İsa’nın çarmıha gerildiği yere diktiler ve uzun
uzun baktılar.
Payen çok zeki bir Fransız soylusu ve bir o kadarm da inan­
mış bir Katolik’ti. Kalan ömrünü dinine adamıştı.
Yanında bulunanlara dönerek:
- Arkadaşlar, bir daha Avrupa’ya dönmek yok. Bizler
İsa’nın askerleriyiz. Ama fakir askerleri... Buraya gelen ha-
58
T
urgay
G
üler
cıların neler çektiğini yol boyunca hepimiz yakından görme
fırsatı bulduk. Onların yolculuğunu kolaylaştıracak bir yapı
oluşturmalıyız.
- Nasıl, diye sordu içlerinden biri.
- Papa hazretleri bu fikre sıcak bakar mı, dedi diğeri.
Sorular arka arkaya geldi.
- Bunu neyle yapabiliriz?
- Bize izin verirler mi?
- Yürütecek paramız mı var?
Payen gayet sakindi.
- Kimseden izin almayacağız. Bunu yaparken paraya da ih­
tiyacımız olmayacak. Çünkü biz dokuz kişiden başkası bilme­
yecek sırlarımızı.
_?
- Öyle bir yapı kuracağız ki halk bize yardım edecek. Kar­
nımızı doyuracaklar, üstümüzü giydirecekler. Hatta bize katıl­
mak için birbirleriyle yarışacaklar.
_?
- Biz Süleyman mabedini yeniden inşa etmek için ve Hristiyan hacılara yardım için yola çıkınca yanımızda bekleme­
diklerimizi bulacağız. Gün gelecek çok güçlü olacağız. Sadece
buralar değil, sadece Avrupa değil, dünya bizden sorulacak.
Attığımız tohumlar yer altına gömülse bile, orada yüzlerce yıl
kalsa bile çürümeyecek ve günü geldiğinde bol ürün veren ba­
şaklar gibi serpilecek.
R uh lar K uyusu
59
Birkaçı bu sözlerin manasını tam kavrayamasa da Payen on­
ların güvenilir adamıydı. Onları aldatmaz ve yanıltmazdı.
Bir şey söylüyorsa, anlayamasalar da içinde mutlaka bilme­
dikleri bir yücelik taşıyordu.
İtiraz etmediler.
Ne dediyse yaptılar. Kudüs’te bulunan diğer dinleri, din
adamlarını yakından tanıdılar.
Yahudilerden gizli cemiyet oluşumu hakkında bilgiler edin­
diler.
Müslümanlardan Haşan Sabbah’ın fikirleri hakkında geniş
araştırmalar yaparak usuller devşirdiler.
Ve daha neler, neler...
İşte tarihe Tapınakçılar veya tapmak şövalyeleri olarak ge­
çen oluşum böyle doğmuştu.
Böylece; İsa’dan sonra 1119 yıllarında Fransız soylusu Pa­
yen ve sekiz arkadaşı Süleyman Mabedini yeniden yapmak ve
Kudüs’ü ziyarete gelen hacılara yardımcı olmak amacıyla ör­
gütü kurdu.
Bunlar İsa’nın fakir askerleriydiler.
Halk onların bu asil davranışını o kadar seviyordu ki, her
gün yiyeceklerini temin ediyordu.
Ayrıca yaptıkları işlerin kutsallığına maddi katkı sağlamak
amacıyla sürekli para yardımı yapıyordu.
Payenin bu davranışı Katolik kilisesi tarafından kısa sürede
kutsandı ve desteklendi. Kuruluşundan on yıl sonra resmî ola­
rak tanınan şövalyelerin asıl büyümesi böylece başlamış oldu.
60
T
urgay
G
üler
Başlangıçta dokuz şövalyeden oluşan bu örgüt, kısa sürede
sayıları yirmi binleri aşan özel muhafızlara dönüştü. Kendileri­
ne katılmak ve kutsal bir davaya hizmet etmek için başvuranla­
rın sayısı ise gittikçe artıyordu.
Tarikat bunları şövalye yapsa bile ancak çok az bir kısmına
sırlarını öğretiyordu. Elbette onlara da belli ölçülerde... Zira
tapmak şövalyelerinde en temel özellik herkesin kendi seviyesine uygun bilgilere sahip olabilmesiydi. Bu sayede sırlarını
gizleyebiliyorlar, herhangi bir olumsuzluğa yol açanları bizzat
kendileri cezalandırıyorlardı.
Akıl almaz bir gizlilik üzerine inşa edilmişlerdi.
En tepede Başefendinin bulunduğu yapıda, aşağıdaki şöval­
yelerin ona ulaşmaları mümkün değildi.
Başefendi sadece papaya karşı sorumluydu. Ancak bu so­
rumluluk çoğunlukla göstermelik olmuştu.
Başefendiler on üç kişilik kıdemli seçmen konseyi tarafın­
dan seçilirdi.
Bir de Başefendiye vekâlet yetkisi de bulunan ihtiyar heyeti
mevcuttu.
Haçlı orduları içinde özel bir yerleri vardı ve bu cesur sa­
vaşçılar sayıca kalabalık orduların başaramadıklarını başarabi­
liyorlardı. Bu durum şöhretlerinin her geçen gün daha da art­
masına, dilden dile dolaşmasına sebep oluyordu.
Beyaz kıyafetleri üzerindeki kırmızı haçla hemen dikkat çe­
kiyorlardı. Birçok insan onlara katılmak için can atıyordu.
j
R u h la r K uyusu
61
Sivil hâldeyken bile, özel simge ve şifreleri sayesinde dünya­
nın neresinde olurlarsa olsunlar birbirlerini tanıyabilmişlerdir.
Yollarda soyulma korkusu taşıyan Hristiyan hacılara, yol­
culuğa çıkmadan emanete alınan paralarına karşılık, yolda ve
Kudüs’te ihtiyaç duydukları nakit parayı temin eden bir sistem
kurmuşlardı.
İşte bu sayede vazgeçilmez oldular, güçlendiler.
Çalışmalarındaki hassasiyet, kendilerini güvenilir kılmıştı.
Öyle ki, Avrupa’dan yola çıkan bir Hristiyan elindeki parası­
nı yolculuktan önce şövalyelerin oradaki temsilcisine veriyor,
yoldaki duraklarda ehndeki bir belgeyi göstererek istediği mik­
tarı tahsil edip harcıyor ve dönüşte kalan parası varsa iade edi­
liyordu.
Bu çalışmalardan aldıkları komisyonlar ve diğer yardımlar­
la hızla zenginleşmişler Avrupa’nın her ülkesinde, her yerinde
büyük şatolar inşa etmişlerdi. Kendilerine hibe edilen araziler
de cabasıydı.
Bugünkü bankacılık ve çek sisteminin temelleri o günlerde
atılmıştı. Yahudiler yüzlerce yıl sonra kuracakları kapitalist sis­
tem için ilk tuğlayı yine o gün koymuşlardı.
m s Y Ü Z OLUŞ...
var ki işler her zaman planlandığı gibi gitmeyecekti.
Krallara bile borç verecek güce erişen tapınakçılar, büyük
bir maddi güce erişmenin yanında, askeri olarak kralları kor­
kutacak düzeye gelmişlerdi.
Bu tehlikeyi ilk gören Fransa kralı Philippe durumun gittik­
çe kötüleştiğini hissedince Papa Clemens’le görüşerek kendi­
sine durumu açıkladı.
- Papa hazretleri; bunlar sadece bizim için değil, aynı za­
manda kutsal makamınız için de büyük bir tehdit ve tehlikedir.
Eğer tedbir alamazsak güç tamamen bunların eline geçecek.
- Bu nasıl olur? Mümkün mü? Onlar bize birçok konuda
çok yardımcı oluyorlar.
R u h la r K uyusu
63
- Keşke öyle olsa... Görmüyor musunuz kendi şatolarında,
büyük mal varlıklarına sahipler! Makamınızdan daha büyük
itibara sahipler. Vergi de vermiyorlar. Diledikleri yerlere, dile­
dikleri gibi girip çıkıyorlar. Halk artık bunlardan çok rahatsız.
Kiliselerimiz ehemmiyetini yitiriyor.
Clemens düşündü. Kral haklıydı. Tapınakçılar kiliseden ba­
ğımsız hareket etmekte, yaptıkları hiçbir şey için hesap verme­
mekteydiler.
- Haklısınız da... Nasıl engel olacağız?
- Onu düşünme. Bunlar çok karanhk ilişkiler içinde.
Kâfirliklerine sebep teşkil eden bir sürü sapkınlığın içindeler.
Eşcinsel hayat yaşıyorlar. Siz sadece tövbe etmeleri konusunda
uyarın. Etmeyenlerin yakalanıp yargılanacağını sonra da afo­
roz edileceğini duyurun.
1312 yılında denilen yapıldı.
Çıkarılan afarozname ile tapınakçıların yakalanarak yargı­
lanmasına ve bütün mallarına el konularak kral ve kilise arasın­
da paylaşılmasına karar verildi.
Artık av başlamıştı.
O sıralar tapınakçıların başında bulunan Molay durumu
kurtarmaya çahştı. Ama başarılı olamadı. Birçok şövalye ya­
kalanıp yargılandı ve yakılarak ölüme mahkûm edildi. Çünkü
işkenceler dayanılacak gibi değildi. Hepsi de suçlamaları kabul
ediyorlardı.
Bu olaylar olurken şövalyelerin hâzinelerinin gizli yollarla,
gizli bir yere götürüldüğü ve kaçabilen birçoğu tarafından ge­
64
T
urgay
G
üler
lecekte yeniden intikamlarının alınacağı inancı ölenlerin tek
tesellisi idi.
Molay öldürülürken Papa ve Fransa kralım lanetlemiş, kısa
bir süre sonra ikisi de ölmüşlerdi.
Fransa’da başlayan cadı avı kısa sürede birçok Avrupa ül­
kesine yayılmış ve şövalyeler ya saklanıp sıradan insanların
arasında yaşamaya devam etmişler ya da kendileri için güvenli
saydıkları yerlere kaçmayı başarmışlardı.
Bu dönemde şövalyelere kucak açan tek toplum İskoçlar
olmuştu.
İngiltere’yle savaş hâlinde olan İskoçlar şövalyeler için aynı
kararı almamışlar ve uygulamamışlardı. Bu nedenle birçok şö­
valye bir yandan sığınacak yer bulmanın rahatlığını yaşarken,
diğer yandan da İngiltere’ye karşı İskoçların yanında savaşa
katılmışlardı.
Bir zamanların haçlı ordusuyla zaferler kazanan şövalyeler
artık resmen yoktular.
Müslümanlar üzerine yapılan savaşlarda yaptıklarının kısmi
bedelini bu dönemde ödeyerek dağıtılmışlardı.
Ama gerçekte yeraltına çekilmiş gizemli bir yapının oluşu­
mu da böylece başlamış, o günden günümüze varlığını farklı
yollardan hep devam ettirmişti.
Bir farkla...
Başefendi değişmişti.
Sistem aynıydı. Gizlilik... Sırlar... Teslimiyet...
R u h la r K uyusu
65
Ve nihayetinde dünyaya “hâkimiyet”...
Soğukkanlı İngilizler İskoçya’daki bu oluşumu devşirmeyi
başaracaklar ve dünya imparatorluğuna gidecek yola onlarla
çıkacaklardı.
Başefendi artık Büyük Britanya idi.
ü st ü n d e g ü n eş ba tm a ya n
İMPARATORLUK...
|ngiltere her durumdan kendisi için azami faydayı sağlayacak
bir anlayışı benimsemiş bir topluluktu.
İnsanlığın felaketi üzerine kurulmuş bir saadet imparatorlu­
ğunu da bu sayede kurmuşlardı.
Onların dostlar ve düşmanları yoktu. Sadece çıkarları vardı.
Belki bu nedenle bibnen tarihleri içinde hep savaş hâbnde
bulundukları İrlanda ve İskoçya ile mücadelelerinden her za­
man karlı çıkmayı bilmişlerdi.
Tapınakçılar dağıtılıp Başefendi Molay öldürüldükten son­
ra İskoçya’ya sığınan şövalyelerin gizb yapılanmalarını ele ge­
çirecek planları hazırlamaları çok uzun sürmedi.
R u h la r K uyusu
67
Kısa sürede tapmakçıların İskoçya’da bulunan ve çok gizli
ritüellerle çalışan büyük localarına sızmayı ve yönetimini ele
geçirmeyi başardılar. Bunu yaparken amaçları locanın gizliliği
içinde asıl amaçlarını saklayarak diğer Avrupa devletlerine kar­
şı üstünlüğü ele geçirmeyi hedefledikleri muhakkaktı.
Böylece bir yandan gerektiğinde barış içinde yaşadıklarını
söyledikleri toplum ve devletlere localar marifetiyle istedikleri
operasyonları yapacaklar, onları istikrarsızlaştırırken kendileri
büyük dünya imparatorluğunun temellerini atabileceklerdi.
Ancak hesaba katmadıkları bir durum daha vardı.
Dünyanın her tarafına dağılmış ve gizli teşkilatlanmalarda
en az tıpmakçılar kadar mahir olan bir topluluk daha vardı.
Yabudiler...
İspanya sürgününde İngiltere’ye kaçan birçok Yahudi ce­
maati mensubu da kendi amaçları doğrultusunda tapınakçılara ilgi duyuyordu. Özeüikle cemaatin para ve askeri tecrübe
gücünden faydalanarak “arz-ı mevud’ a gidecek yolda onlardan
istifade etmeliydiler.
Ülkelerindeki Yahudi cemaatini yakından takip eden İngilizler uzun vadede bu ilişkiyi de lehine çevirecek politikalar
geliştirmeyi başaracaktı.
Nihayetinde İngilizler Efendi, İngiltere özel bir yerdi.
İngiltere’nin Yahudi diasporasının gücünü keşfetmesi ve
bunu kendi amaçları için kullanmasının tarihi sekiz-dokuz
yüzyıl öncesine iner.
68
T
urgay
G
üler
Bir ada devleti olması kendisine birçok dezavantajın yanın­
da mükemmel bir avantaj da sağlamaktadır.
O dönemin şartlarında dört tarafınız suyla çevrili ise doğal
bir kaleye sahipsiniz demekti.
Bu nedenle Avrupa coğrafyasının neredeyse tamamı sürekli
savaşlara sahne olup, sıkça el değiştirirken İngiltere neredeyse
yok denecek kadar az istilaya maruz kalmıştı.
Elbette bu nedenle diğerlerine göre daha rahat bir feodal
sistem kurmayı başarmış, bütün dünyaya ilk demokrasi beyan­
namesi diye yutturulan Magna Carta sözleşmesini derebeyleri
ile kral arasında hak paylaşımı olarak devreye sokmuştu.
Bu durum kara Avrupa’sına nazaran daha az iç karışıklık ya­
şamasına neden olmuştu. İrlanda ile arasında olan savaşları ise
şeytani zekâsıyla çözmeyi başarmıştı.
İngiliz asilleri belki de bu nedenle kendilerini hep dünyanın
efendisi olarak görmüşlerdi.
Efendiliklerini kalıcı kılmak için şeytanla bile işbirliğinden
çekinmeyecek kadar soğukkanlı ve renksiz olan bu hâkim züm­
re her ortama ve devire uyum sağlayabilen özelliklere sahipti.
Dünya hâkimiyetine soyunmaları, özellikle coğrafi keşifleri
takiben gerçekleştirdikleri sömürgecilik anlayışı ve bol miktar­
da sahip oldukları değerli maden ile iş gücünü harekete geçiren
sanayi inkılâbının bu ülkede başlamasıyladır.
İşte tam burada; kökleri Babil sürgününe kadar inen Yahudi
gizli yapılanmalarıyla ve Avrupa’da büyük bir kıyıma uğrayan
tapmak şövalyelerinin İrlanda’ya sığınıp burada üs kurmaların­
R u h l a r K uyusu
69
dan sonra yeraltına çekilip gizli teşkilatlanmalarından fayda­
lanma yollarını keşfetmişlerdi.
İrlanda büyük locasının kontrolünü ele geçirdikten sonra
kendilerince farklı bir üst yönetim oluşturdukları düşünül­
mektedir.
Bu yönetim henüz günümüze kadar tam anlaşılabilmiş de­
ğildir. Rivayetlere göre İngiliz asilzadelerinin kontrolünde ve
krahçenin himayesinde faaliyetlerine devam etmektedir.
Bu yapı Avrupa’nın ve hatta dünyanın her yerinde farklı şe­
killerde örgütleşen hücrelerin bütün bilgilerine vakıftı.
Eski zamanlardan beri localar, kulüpler, dernekler şeklinde
yapılanmaya giden şebekeler, bulundukları yerlerin ekono­
mik, sosyal, siyasi ve hatta dinî yapısı üzerinde etkili olmakta,
buralarda operasyonel elemanlar bulundurmakta ve genel ola­
rak kendi çıkarlarını ama özel olarak da İngiltere’nin çıkarlarını
hayatları pahasına korumaktaydı.
Üzerinde güneş batmayan İmparatorluk böyle inşa edilmişti.
Tabii dünyanın birçok yerinde bulunan “ruhlar kuyu”larının
yardımıyla...
TÜRKİYE
Ye operasyon
ŞERİTTİFAKL.
^fendiler, kan ve gözyaşı üzerine yeni bir dünya daha kurmayı
başarmışlardı.
Şeytani zekâ; tam yüz yıl sürecek bu yeni dönem için tüm dün­
yayı, bir örümceğin ağım örerken gösterdiği titizlikle kuşatmıştı.
Gizemli adanın gizb mahfillerinde karanlık bir imparator­
luk inşa ettiler. Dünyayı kontrol altında tutuyor, istedikleri gibi
at oynatıyorlardı.
Neredeyse rüzgârın yönünü, fırtınanın şiddetini bile biz be­
lirleriz diyecek kadar şımarmışlardı. Her şeyi hesap ettiklerini,
her türlü tedbiri aldıklarını, tüm planları kusursuzca yaptıkla­
rını düşünüyorlardı.
Ama açık unuttukları, kapatamadıkları kapıların ileride baş­
larına nasıl bir dert açacağından habersizlerdi.
74
T
urgay
G
üler
Devşirdikleri yahut satın aldıkları veya sahibi bulundukları
devasa şirketler, medya organları, vakıf ve dernekler ile satıl­
mış yöneticiler emirlerindeydi. Hazırladıkları zehirli planları
bunlara uygulattırıyor, bu sayede dünyayı avuçlarının içinde
tutmayı başarıyorlardı.
Önceleri askerî darbeler tertipliyor, istemedikleri yönetim­
leri bunlar eliyle alaşağı ediyorlardı.
Lâkin savaşların bile televizyon ekranlarından canlı olarak
izlendiği yeni dünyada, artık askerî darbeler kabul görmüyordu.
Ama B planları her zaman hazırdı.
Artık, küresel sermaye eliyle çıkarılan ekonomik krizlerle
ülkeler dizayn ediliyordu. Paraya yön vererek istedikleri ülke­
leri dize getiriyor ve o ülke yönetimlerini kontrol altında tut­
mayı başarıyorlardı. Kredi derecelendirme kuruluşları, para
fonları, ÎMF ve küresel tefeciler efendilerinin emrindeydi.
Kaldı ki tüm bu yapıların zaten varoluş nedeni efendilerine
koşulsuz hizmetti.
Buna rağmen, bu tuzağı görenler gerekli tedbirleri almayı
başardılar. Küresel sermayenin oyun sahası olmaktan ülkeleri­
ni kurtardılar. Faiz lobilerini ülkelerinden kovmayı başaranlar
artık açık hedefti.
Karanlık güç odaklarının, onlar için şüphesiz bir C planla­
rı vardı. O plan, medyatik darbelerdi. Şeytani zekânın bugüne
kadar geliştirdiği en acımasız, en ahlaksız yöntemdi. Bir ülkeyi
kendi halkıyla kuşatmak, yıkmak... Bir gün böylesi bir darbe
yöntemine ihtiyaç duyacaklarını hesaba katmışlardı.
R u h la r K uyusu
75
Bunun için de gerekli malzemeleri yıllar öncesinden bi­
riktirmeye başlamışlardı. Telefon dinlemeleri, çirkin kaset
arşivleri, montaj oyunları, iftira düzenekleri, algı yönetim­
leri... Eldeki tüm malzeme ülke yönetimlerini esir almak
için şantaj amaçlı kullanılıyordu. Buna direnmek neredeyse
imkânsız gibiydi.
Belki de dünya tarihinin gördüğü en aşağılık, en iğrenç, en
acımasız yöntem buydu. Bu planla yönetimler tehdit ediliyor,
kulak asmazlarsa sokaklar hareketlendiriliyordu. Truva atları
harekete geçiriliyor, hiç umulmadık yapılar kendi ülkeleri aley­
hine bu çirkin oyuna dâhil ediliyorlardı.
Amaç, içeriden görünen bir yapıyla iktidarları savunmasız
bırakmaktı. Nihai hedef ise sokakları ateşe verip yakıp yıkmak,
kan gölüne çevirmekti.
Dünya üzerindeki birçok ülkeyi bu yöntemle dize getirmiş
olmanın verdiği cesaretle, planlarının kusursuz olduğunu dü­
şünüyorlardı. Ama hesaba katmadıkları bir gerçek vardı.
O da bir milletin engin ferasetiydi...
* * *
Dünya aydınlığa artık çok daha yakındı. Ve yarasaların bu
aydınlığa hiç tahammülü yoktu.
Dünyayı yöneten efendiler, Avrupa’nın batı kıyılarında,
gözlerden uzak bir kentte toplanmışlardı. Ama kimselerin bil­
mediği kimlikleriyle... Bilinenin dışındaki yüzleriyle...
Gelişen şartlara göre ekonomik olarak dünyayı yeniden par­
sellemek mi dersiniz...
76
T
urgay
G
üler
Kendi hâkimiyetlerini daha da güçlendirici tedbirler almak
mı dersiniz... Yoksa kontrolünü kaybettikleri alanları yeniden
kazanmak için başka yollar bulma arayışı mı dersiniz...
Belki bunların hepsi, belki de çok daha fazlası gündemlerindeydi. Kıyı kentinde her türlü konfora sahip, yıldızı bol otel,
başka hiçbir müşteri kabul etmemişti. Yaklaşık bir aylık süreç­
te özel toplantılar sürekli devam etmiş, dünyanın her yöresin­
den özel misafirler ağırlanmış, raporlar masaya yatırılmış, yeni
planlamalar yapılmıştı.
Artık son bir haftaydı ve özel bir grup son değerlendirme
toplantısını yapacaktı. Güvenlik had safhada idi. Sadece otelde
değil, kentte de olağanüstülük dikkat çekiciydi.
Yaz aylarının ısıttığı kumsallar bu ay ayrıcalıklı ayakların
basabildiği mekânlardı. Lâkin başkaları, alman bunca tedbirin,
misafirlerin bilinen kimliklerine yönelik olduğunu zannediyor­
du. Zaten gerçek kimliklerini kendilerinden başka bilen yoktu.
Otelin devasa büyüklükteki odası, her türlü etkiye kapalıy­
dı. Hiçbir zaman kiralanmaz, temizliği ve bakımına otel çalı­
şanları müdahale edemezdi. Ses geçirmeyen, sinyallerin girip
çıkamadığı bu özel oda Atlas Okyanusuna bakıyordu. Büyük
yuvarlak masanın etrafında oturmuş temsilciler, son hazırlıkla­
rını da gözden geçirdi.
Moderatör konumunda olan söze başladı.
- Beyler, yeni asrın başlanndayız. Önümüzdeki yüzyılın ilk
toplantısını yapıyoruz. Bugüne kadar yapılan toplantıların rapor­
larım hepimiz gözden geçirdik. Şimdi dünyayı yeniden şekillen­
dirme zamanı. Bu çerçevede düşüncelerimizi ortaya koyacağız.
R u hlar K uyusu
77
Her biri arka arkaya söz aldı.
- Dünyanın her yanına yayılmış bir ekonomi ağımız var. Şu
an itibarıyla şirketlerimiz istediğimiz verimliliğe ve kârlılığa sa­
hip. Ancak yakın gelecekte ortaya çıkması muhtemel önemli
riskler de mevcut. Bazı ülkelerde hızla gelişen yerel ekonomi­
ler var. Onları kontrol altına alamazsak sıkıntılar oluşabilir...
- Silah sanayimiz şimdilik iyi gidiyor. Çeşitli bölgelerde çı­
kardığımız savaşlarla üretimlerimiz hız kesmeden devam edi­
yor. Ancak beyefendinin söylediği gibi, bazı ülkeler kendi silah
sanayilerini oluşturma gayretinde. Kontrolümüzden çıkarlarsa
bu durum risk oluşturabilir. Bir de üretim yaygınlaşırsa sonuç­
larını düşünemiyorum bile...
- Dünya, enerji çeşitliliğine giden yolları zorluyor. Bu alan­
larda yatırım yapan ülkeler var. Fakat hâlâ petrol vazgeçilmez
bir enerji kaynağı. Zaten o da bizim kontrolümüzde. Yalnız
petrol rezervlerinin çoğunluğu İslam ülkelerinin topraklarında
bulunduğu için buralarda başlayacak bir uyanış ve hareketlili­
ğin, bizi zora sokacağı muhakkak. Şayet uyanış kaçınılmazsa,
dönüşümü kendi çıkarlarımızı koruyarak kontrolümüz altında
gerçekleştirmeliyiz.
- Dünyanın farklı coğrafyalarında devam eden karışıklık­
lar kaos gibi görünüyor. Oysa bunlar bizim kontrolümüzde bir
geçiş evresi. Bu henüz fark edilmedi. Dolayısıyla operasyonel
elemanlarımız gerek ekonomik, gerek siyasi ve gerekse iç savaş
stratejilerini başarıyla uyguluyorlar. Şimdilik sonuçlar iyi gibi...
Sonrasını bilemem...
78
T
urgay
G
üler
- Rusya ayağımıza dolanmaya başladı. Kuşatıldığını fark
etti. Kontrol altında tuttuğu bölgelerde etkinliğini kaybetti­
ğini görüyor. Yapacağı hamleyi kestirmek zor. Yeni ittifaklar
peşinde. Yeni ve güçlü ittifaklar... Bunu asla kabul edemeyiz.
Sonuçları bizim için çok can yakıcı olabilir. Hızla çözüm geliş­
tirmeliyiz.
- Çin ve Hindistan konusu da önemli! Ancak her iki top­
lum da paranın tadını aldı. Paranın önünde eğilmeyen kimse
kalmayacak. Bu da bizim amaçlarımıza ulaşmamızı kolaylaştı­
racaktır. İlerleyen zamanlarda gelir dağılımında oluşan farklı­
lıklar sebebiyle kontrollü sosyal patlamalar gerçekleştirebiliriz.
- Asıl mesele Ortadoğu beyler. Yüzlerce yıldır en çok uğ­
raştığımız bölge burası. Bir türlü tam hâkimiyeti sağlayama­
dığımız topraklar... Arap toplumlarmda istediğimiz oyunları
kuruyoruz. Irak’ta, Filistin’de olduğu gibi... Yalnız İsrail’in
hakkını teslim edelim. Bu oyunda vazgeçilmez oyuncumuz o.
Yine de geldiğimiz noktada her zaman kontrol altına alama­
dığımız gri bir alan kalıyor. Daha doğrusu ne zaman, nerede,
ne yapacaklarını kestiremediğimiz ve öngöremediğimiz bir
yapı oluyor veya kısa sürede oluşuyor. İslam toplumlarının
bu yönünü bir türlü çözemedik.
- Bu doğru. Üstüne üstlük Türkiye gibi en güçlü olduğu­
muz yerlerde bile fark edemediğimiz damarlar var. Gerçi en
iyi yapılanmalarımız orada. Dahası, en güçlü arşivlerimiz ve
elemanlarımız orada. Türkiye’yi kontrol altında tutarsak hem
Ortadoğu, hem Orta Asya, hem de İslam coğrafyası bize itaate
devam eder. Türkiye çok önemli...
R u h lar K uyusu
79
- Haklısın. Çok hızlı ve güçlü gelişiyorlar. Zamanın ruhunu
iyi okuyorlar. Bunun kolay olacağını sanmıyorum. Hatta daha
ciddi endişeler taşıyorum. Bilinçaltlarmda bize karşı müthiş
bir öfke var. Göstermiyor olabilirler ama hızlı ve ani tepkileri
bizi zora sokar. Yaptıkları çalışmalar ve aldıkları sonuçlar hak­
kında kesin bilgilere sahip değiliz...
Masanın etrafındaki herkes düşüncelerini gayet net bir bi­
çimde açıkladı.
Önlerindeki dokümanlarda konuştukları konuların rapor­
ları duruyordu.
Konuşulanları dikkatle dinleyen; soğuk beyaz yüzlü, ince
uzun boylu, saçları dikkatlice taranmış, orta yaşını epey geçmiş
biri vardı. Yavaşça önündeki dosyaları kenara itti. Bu sıcak yaz
ortasında, sesi de yüzü gibi soğuktu.
Emir üslubu içeren tonda, tane tane konuşmaya başladı.
Belli ki o konuşurken diğerlerine sessizce dinlemek düşü­
yordu.
Konuşulan konular hakkında uzunca bir durum değerlen­
dirmesi yapacak gibiydi. Sözleri sanki bir manifestoyu andırı­
yordu:
“Beyler;
Biz bu imparatorluğu ne yolda bulduk ne de kolay kurduk!
Dünyanın her yerine uzanan yolları güle oynaya döşemedik.
Elimizdeki gücü ve serveti binlerce yıllık mücadelelerle ve uğ­
runa ödenen bedellerle elde ettik. Bugün geldiğimiz noktada
bütün bunlardan vazgeçecek değiliz.
80
T
urgay
G
üler
Bugünlerde işimiz eskisinden daha da kolay. Ulaştığımız
teknolojik imkânlarla oturduğumuz yerden içkilerimizi yu­
dumlarken, dünyanın istediğimiz yerindeki konuşmaları din­
leyebiliyor, yaşananları gözleyebiliyoruz. Bunun ne demek
olduğunu biliyor musunuz? Elbette elde ettiğimiz bilgi ve
dokümanlar, günü ve zamanı geldiğinde kullanılmak üzere
arşivlenmekte. Çıkarlarımız tehlikeye düştüğünde, neye mâl
olursa olsun kullanmaktan çekinmeyeceğimizi biliyorsunuz,
değil mi?
Dünyada bizden habersiz, bilgimiz dışında, hiçbir devlet,
hiçbir şirket ne bir görüşme ne de bir anlaşma yapabilir. Bili­
yorsunuz ki her anlaşmanın görünen ve görünmeyen madde­
leri vardır. İşte o görünmeyen maddeler, bizim dünya egemen­
liğimizin sağlam ve sarsılmaz temellerini oluşturur.
Şu ana kadar anlattıklarınızdan da anlaşılacağı üzere, sis­
temimizi tehdit eden en ciddi tehlike İslam dünyası ve Müs­
lüman ülkelerdir. Bugüne kadar üzerlerinde denemediğimiz
metot kalmadı. Her seferinde yeniden ayağa kalkabiliyorlar.
Bunlar doğru...
Tarihi hatırlayın. Bir önceki haleflerimizin uzun yıllara da­
yanan planlamaları sonucu devletleri sürüklediğimiz ilk dünya
savaşıyla ölümcül darbeler aldıklarını ve bir daha toparlanamayacaklarım düşündük. Ancak her ihtimale karşı gerekli tedbir­
leri almayı da ihmal etmedik. Önce dinî otoritelerini -halife­
lerini- ortadan kaldırdık. Kocaman imparatorluğu paramparça
ettik. Sonra da her kabileyi bir devlet yaptık. Başlarına itaatkâr
adamlarımızı getirdik. Birbirlerine düşman olacak şekilde di­
R u h la r K uyusu
81
zayn ettik. Aralarındaki çekişme ve ihtilaf konularında her iki
tarafı da kışkırttık. Savaşlar çıkardık, iki tarafa da silahları biz
sattık. Kazanan her zamanki gibi yine biz olduk.
Aslında Osmanlı’yı yıkmak için ne askerimiz ne paramız
ne de ittifaklarımız yeterli olurdu. İçlerinde yarattığımız ayrı­
lıklar ve isyanlarla yerel güçlerle kurduğumuz ittifaklar sonu­
cu bütünü parçalara ayırdık. Yepyeni bir Ortadoğu inşa ettik.
Başlarında bulunan: “İngiltere yenilmedikçe, bırakın zaferi,
başarıdan bile bahsedilemez.” diyen padişahlarını da yanılt­
madık. Yine kazanandık.
Aynı dönemde Avrupa’da meydana gelen iç karışıldıklardan
azami ekonomik faydayı sağlayacak mekanizmalar oluşturduk.
Biraz kanlı oldu. Avrupa da bedel ödedi. Ama Almanya’yı kont­
rol altına almanın başka yolu yoktu. Çünkü onlar; “Avrupa’daki
düşmanımız Fransa, dünyadaki düşmanımız İngiltere.” diyor­
lardı. Çıkarlarımıza büyük darbe vuracak ve zarar vereceklerdi.
Bizi kendileriyle çatışmaya mecbur bıraktılar.
Buna rağmen, ilk savaşta büyük yara aldıkları hâlde yine
rahat durmadılar. Biz de İkinci Dünya Savaşıyla uzun yıllar
altından kalkamayacakları bir darbe indirmek zorunda kaldık.
Neticede biz kasalarımızı doldurmaya bir kez daha muvaffak
olduk. Dahası, düşman kardeşleri Avrupa Birliği adı altında
birleştirerek kontrolü tamamen elimize aldık.
İngiltere’yi üzerinde güneş batmayan imparatorluk yapan
bizim gücümüzdür. Yüzlerce yıl önce ABD’nin temellerini
atarken büyük efendilerimiz bu gücün gelecekteki egemenliği­
ni planlayıp uygulamaya koydular.
82
T
urgay
G
üler
İsrail devletini de bu güç kurdu. Bugün her ikisi de hizme­
timizde, değil mi? Bize rağmen ne yapabilirler sanıyorsunuz?
Bu sistem içerisinde İngiltere’yi devlet olarak sarsılmaz as­
keri ve maddi bir güçle donattık. Bütün stratejilerini biz belir­
ledik, hâlâ da belirlemeye devam ediyoruz.
Dünya üzerinde bir ülkeyi kontrol altına alabilmeniz için,
kendi görüşünüzü ve düşüncelerinizi kabul ettirmeniz gerek­
mez. Bu ciddi bir zaman ve maddi kayıptır. Ona kendi değer­
leriyle yaşamasına izin verip, amaçlarınıza hizmet ettirmek
daha kolaydır. En kestirme yol ise; etnik yapıları, dinî grup­
ları, sosyal farklılıkları birbirine karşı kışkırtmak, içlerine sız­
mak ve yönlendirmektir. Eğer bunlar yoksa bu ayrılıkları siz
oluşturursunuz, gerekirse tarikatlar bile kurarsınız. Böylece
kitleleri dilediğiniz gibi evirir, çevirirsiniz. Onlar kendi dün­
yalarında başarı öyküleri yazarken, siz adım adım ve sabırla
ağınızı örersiniz.
Kontrol altında tutmak istediğiniz ülkelerde sermaye sı­
nıfları oluşturursunuz. Sermayenin size ait olması gerekmez.
Yapacağı ticari veya sınai yatırımlara küçük katkılarda bulu­
nursunuz. Zengin olmanın yollarını öğretir, ticaretinizi onlar­
la yaparsınız. Ülkenin yazılı ve görsel medyasına egemen hâle
getirirsiniz. Önemli insanlar olduklarını hissettirirsiniz. Kalanı
kolaydır.
Yönetim kademelerine mutemet adamlar yerleştirin. Bu­
lunduğu mevkiler ne olursa olsun mutlaka gün gelecek işini­
ze yarayacaktır. Özellikle, “sözde demokrasi”yle yönetildiğini
söylediğimiz ülkelerin politikacılarını kontrol altına alın.
R u hlar K uyusu
83
Bunun yollarını tekrarlamama gerek yok sanırım. Hepiniz
çok iyi biliyorsunuz.
İşlerin kontrolümüzden çıkmasına hiçbir zaman ve hiçbir
yerde izin vermeyin. Çıkmış gibi göründüğü zaman bile yeni
yöntemlerle yeniden süreçlere dâhil olun ve sizin yardımınızla
başarıyorlarmış imajı oluşturun.
Bana sonuçlarla gelin!..
Biz dünya üzerindeki birçok “ruhlar kuyusunu böyle inşa
etmedik mi?”
Konuşmaya ara verdi.
Oturanların can kulağı ile dinlediği, hâlâ sessiz oluşlarından
belliydi. Etkilendikleri yüzlerinden okunuyordu. Önlerindeki
kadehlerinden aldıkları yudumlarla boğazlarını ıslattılar.
Ağzından dökülen cümle, yüzünden de soğuktu adamın:
- Amacımıza ulaşmak için, gerekirse dünyayı yakarım.
Niyetlerini özetleyen bu cümleden sonra kısa süren bir ses­
sizlik oldu. Belki de son cümlenin kendilerine yüklediği misyo­
nu hazmetmeye çalışıyorlardı. Bu kısa sessizliğin ardından birisi
söz aldı:
- Özel bir durum var. Türkiye... İşler planladığımız gibi
gitmiyor.
- O zaman mevcut gidişattan amacımıza uygun sonuçlar
çıkaralım. Yeni yöntemler geliştirelim.
_?
- Para fonunu, dünya bankasını, ticari ambargoları devre­
ye sokun. Uluslararası toplumda yalnızlaştırma yolunu seçin.
84
T
urgay
G
üler
Siyasi ve ekonomik komplolar kurun. Etrafında düşman ül­
keler oluşturun. Eve giremiyorsanız ateşe verin ki onlar dışarı
çıkmak zorunda kalsın. Bütün enstrümanlar elinizde. Ne isti­
yorsunuz da yapmanız engelleniyor?
- Denedik. Deniyoruz...
- Yetmezse, daha önce yaptığımız gibi çeşitli yollarla iktida­
rı alaşağı edin. Yerine eskisi gibi itaatkâr birilerini getirin.
- Onunda önünü kesecek hamleler yaptılar.
- Nasıl?
- Denediğimiz her yöntemden sonra daha diri karşımıza
dikiliyorlar. Artık eskisi gibi kurumlar ve yönetim üstünde
hâkimiyet kuramıyoruz. İşin en kötü tarafı; meclisi kilitleyemiyoruz. Sayılarla istediğimiz gibi oynayamıyoruz. Parçalan­
mıyorlar. Her hamlemize karşı, kanunlarla gerekli korumaları
sağlayarak sonuçsuz bırakıyorlar.
- Bakın beyler; bizi buralara getiren, bize bu konforlu ha­
yatı ve itibarı veren bizden yukarıda da efendilerimiz var. Bize
bunun hesabını sorarlar. Bana sonuç lazım.
_?
- Bakın, dünyanın kalanı bir yana, Türkiye bir yana. Orada
düşersek her yerde sürünürüz.
- Halk artık onun yanında, adamlarımız ne yapsa başarı
sağlayamadı.
Sustu. O soğuk ve sakin adam bile sinirlenmişti.
- Tamam. O zaman bunu ayrıca ele alalım. Yeni bir yol ha­
ritası çıkarakm. Hepimiz bulunduğumuz yerlerde bu konuya
R uh lar K uyusu
85
dikkat çekelim. Devletleri ve yönetimlerini uyaralım. Baştan işi
sıkı tutarsak, sonucu lehimize olur. Bundan sonra yapılacaklar,
yukarıdan aşağı sizlere ve sizlerden aşağı birimlere ulaştırılacak.
Herkese haddini bildirecek bir planımız her zaman vardır. Balon
onları nasıl kendi içlerinden yapacağım hamlelerle şaşkına çevi­
receğim...
Yaptığınız çalışmalar için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyo­
rum.
Hırıltıyla karışık bir ses tonuyla oturumu bitirdi.
- Dünya yeniden seyretsin gücümüzü!
Soğuk yüzlü adam toplantıdan çok da mutlu ayrılmıyordu.
Bu problem sinirlerini bozmuştu. Ama çok da renk vermedi.
O gün otelden ve şehirden ayrıldı. Yeni rotası Başefendinin
huzuruydu. Ardından İstanbul...
GÖRÜNMEYENGÜÇLondra Heathrow Havaalanı yine çok hareketliydi. Uçak­
lar birbiri ardına inip kalkıyor, insanlar yakınlarını karşılayıp
uğurluyordu.
Bu yağmurlu sonbahar günlerinde bir de sis bastırdı mı
havaalanında trafik felce uğruyordu. Hâlbuki iki gündür bu
civarca oldukça özel bir hareketlilik vardı. Ortalığın bu kadar
karışmasının nedenlerinden biri de buydu. Lâkin hiç kimse
farkında değildi. Organizasyonu gerçekleştirenlerin dışında
haberi olan yoktu.
Perşembe günü başlayan bu hareketlilik Cuma akşamına
kadar devam etmişti.
Farklı ülkelerden gelen özel misafirler, kendileri için görev­
lendirilen mihmandarlar tarafından karşılanıyor ve yine ken­
R uh lar K uyusu
87
dilerini bekleyen lüks araçlarla dinlenecekleri otellere götürü­
lüyordu.
Misafirler, götürüldükleri otellerin kral dairelerinde cumar­
tesi öğle vaktine kadar dinleneceklerdi.
Cumartesi öğleden sonra yarımşar saat aralıklarla otelle­
rinden alman konuklar, bir şoför ve bir mihmandar eşliğinde
özel araçlarla Londra’dan ayrılarak hızla Britanya’nın kuzeyine
doğru yol aldılar.
Sisli bir havada, dökülen yaprakların çıplak bıraktığı gür
ağaçlar arasında şairane bir yolculuktu bu.
Ülkenin kuzeyinde binlerce dönüm arazi içinde bulunan
bir şatoya gidiyorlardı. İçerisinde gür ormanları, güzel ırmak­
ları ve şelaleleri, sisli tepeleri, verimli otlakları ve tarlaları bulu­
nan büyük bir araziydi burası.
Bu özelliklerinin yamnda bir de tarihî misyonu olan ve yaklaşık
bin yıldır aynı amaç için kullanılan, belirli bir kişiye ait olmayan,
giriş çıkış ritüelleri bile büyük ölçüde değişmeyen bir şato...
Konuklar, şatonun içinde bulunduğu arazinin sınırlarına
vardıklarında araçlar durdu. Her biri teker teker araçlarından
inerek girişin yanında bulunan güvenlik binasına alındılar.
Üzerlerinde bulunan bütün elektronik aksam emanete alındı.
Belli ki gelenler genel prosedürü biliyordu. Her şey çok hız­
lı ilerliyordu. Nihayet siyah atların çektiği faytonlara binerek
şatoya doğru yollandılar.
Şato, göz kamaştıran görkemiyle uzaktan âdeta tablo gibi
görünüyordu. Ortaçağ’da yapılmıştı; neredeyse yarı kale görü­
88
T
urgay
G
üler
nümünde, sırtını üzerinde bulunduğu tepeye yaslamıştı. Pen­
cere ve balkonlarından, aşağıda sislere gömülmüş ağaçların
tepelerini seyretmek bile hayli keyifliydi.
İşte bu büyük yapının büyük salonunda akşam yemeği için
kocaman bir yuvarlak masa kurulmuştu. Masanın özelliği, et­
rafında oturan herkesin birbirinin yüzünü görebilecek şekilde
dizayn edilmiş olmasıydı.
Bütün konuklar geldiğinde otuz kişi olmuşlardı. Bunlara
evvelce orada bulunan yedi kişi daha eklendi.
Önce konuklardan oluşan otuz kişi masada yerlerini aldılar.
Ardından her kıtayı temsilen gelen altı kişi! Ve nihayet Başefendi teşrif etti.
Hepsi birlikte ayağa kalktılar ve onun yerine oturmasını
beklediler.
Kısa bir selamlaşma seremonisinden sonra malum îngibz
titizliği içinde akşam yemeği yendi. Şaraplar içildi.
Yemekten sonra hem biraz hava almak hem de tıka basa
yediklerini bir parça hazmetmek için kısa bir akşam yürüyüşü
yapıldı.
Döndüklerinde yemek yedikleri masa, toplantı için hazır
vaziyette idi. Herkes yerine oturdu. Kanatk kapılar görevliler
tarafından dışa doğru çekilerek kapatıldı.
Başefendi hepsinin yüzüne tek tek baktıktan sonra söze
başladı.
- Neden toplandığımızı bilmiyorsunuz tabii ki. Ama kural­
larımızı biliyorsunuz. Çok önemli ve özel durumlarda herhan­
R u h la r K uyusu
89
gi bir iletişim yolu kullanmaksızın yüzyüze kararlar almak için
bir araya geliriz.
Kendinden emin, sonucunu önceden bildiği ve zaferin ke­
sin olduğu bir savaşın komutanı edasındaydı.
- Bugün burada olan sizler, büyük dünya imparatorluğu­
nun Ortadoğu baronlarısınız. Sağımdaki üç beyefendi ve so­
lumdaki diğer üç beyefendi ise kıtaefendilerimiz...
Oturduğu koltukta mağrur bir şekilde geriye doğru yaslan­
dı. İki eliyle masanın kenarlarını tutuyordu.
- Beyler, sorumlu olduğunuz ülkelerden rutin yollarla
gönderdiğiniz raporlar, notlar, her türlü bilgi şu anda burada.
Hepsi incelendi. Dosyalandı. Cevaplandırıldı. Sizlere iletilme­
si gereken bilgiler ulaştırıldı. Lâkin şimdi yüz yüze özel değer­
lendirmelerinizi istiyorum. Zira bu toplantıda, önümüzdeki
yüzyılı belki de bin yılı planlayacağız. Şimdi sizleri dinliyorum.
İlk sözü Avrupa kıtasından sorumlu Efendi Thomas aldı.
- Saygıdeğer Başefendim, Avrupa’da işler yolunda gitmiyor.
Özellikle yakın gelecek için en büyük tehlike nüfus meselesi.
Sürekli dışarıdan getirdiğimiz işçilerle durumu idare ediyoruz.
Yaşlı nüfusumuz hızla artıyor. Ekonomilerimiz sıkıntılı günler
geçiriyor. Artık her ürettiğimizi rahatça satacağımız pazarlar
yok eskisi gibi. Çin, Japonya ve Güney Kore bizden daha ucuza
sattığı için piyasaları teker teker ele geçiriyorlar...
Avrupa efendisi Thomas’ın konuşmasından sonra kısa bir ses­
sizlik oldu. Sanki her biri Thomas’ın konuşmasını bir kayıt cihazı
gibi hafızalarına yerleştiriyorlardı. Belki de sessizlik bu yüzdendi.
90
T
urgay
G
üler
Sıra Asya’dan sorumlu Efendi Vladislav a gelmişti. Efendi
Vladislav hafifçe öksürerek söze başladı.
- Asya kıtamızı üçe ayırarak incelemekte fayda var. Birin­
cisi Rusya; Sovyetlerin yıkılmasından sonra kurduğumuz dü­
zen şimdilik istediğimiz gibi işbyor. Yönetimin karşı olduğu
her şey aslında bizim öyle olmasını istediğimiz şeyden baş­
kası değil. Bunu bir şekilde başarıyoruz. Ekonomide ise çok
iyi durumda değiller. Eski Sovyetlerden kalma “aza razı olma”
anlayışları sayesinde, pastanın büyük payı hâlâ bizde. Ancak
yavaş yavaş onlar da uyanıyor. İkincisi Çin; burası hâlâ kapalı
bir kutu... Gerçi ne kadar kapalı olsalar da biz gereken nokta­
lara müdahale edebiliyoruz ama çekik gözlülerin diyarında her
şeyi çözmüş değiliz. Japonya ve Güney Kore’de kontrolümüz
sağlam. Üçüncüsü ise Ortadoğu ve Türkiye; işlerin en karışık
olduğu yer burası.
Türkiye sözünü duyan Başefendi birden müdahale ederek
Vladislav’ın sözünü kesti.
- Türkiye en hassas bölgemiz. Zira asıl toplanma amacımız
da b u ... Burayı en son konuşalım.
Başefendi gözlerini Afrika efendisi Tsepo’ya çevirdi. Bu,
“sıra sende” demekti.
Tsepo, Afrika’daki durumu anlatmaya başladı. Çok da keyif­
li görünmüyordu.
- Afrika yaklaşık dört yüz yıldır ana kaynağımız. Bütün
işlerimizi onlara gördürdük. Daha düne kadar kölelerimizdi
hepsi. Bununla yetinmedik. Karnımızı o topraklardan doyur­
R u h la r K uyusu
91
duk. Eğlence ve dinlence mekânlarımız, safari alanlarımız bile
oralarda. Ancak artık oralarda da karışıklıklar başladı. Bir kabi­
leyle ve istediğimiz bir idareciyle halkı kontrol altında tutmak
mümkün gözükmüyor. Şimdilik kavga eden grupları silahla
besleyerek durumu idare ediyoruz. Her ikisinin veya daha
fazlasının çatışması işimizi kolaylaştırıyor. Ama hiç bekleme­
diğimiz gelişmeler var. Bu gelişmeler, öngörülemeyen unsur­
lar taşıyor. Mesela Kuzey Afrika Müslümanları hızla uyanıyor.
Bizim onları uyuttuğumuz dönem geride kaldı. Orta Afrika’da
şimdilik çatışmalarla durumu idare ediyoruz. Ne var ki İslam
orada da hızla yayılıyor. Güney ve çevresinde durum daha sa­
kin seyrediyor. Fakat hepsinden önemlisi Somali... Türkler
geldi, adamlara “balık tutmayı” öğretti. Artık önlerine attığı­
mız balıkla yetinmeyeceklerdir. Bu durum dalga dalga bütün
Afrika’yı etkileyebilir.
Büyükefendi, Tsepo’nun anlattığı tüm bu olumsuzluklar­
dan hiç de etkilenmiş gözükmüyordu.
Sen devam et dercesine bakışlarını Güney Amerika Efendi­
si Julio’ya çevirdi.
Güney Amerika Efendisi gerekli açıklamaları yapmaya baş­
larken yüzünde sinsi bir gülümseme vardı.
- Daha evvel Arjantin üzerinde uyguladığımız planın bir
benzerini Brezilya’da tatbik ettik. Çok önemli kazanmalarımız
oldu. Direnç gösteren yönetimler bizden bağımsız hareket
edemeyeceklerini, ederlerse başlarına nelerin gelebileceğini
anladılar. Bölgenin ekonomik değerinin hâlâ çok önemli ve
yüksek olduğunun bilincindeyiz. Maden rezervleri, doğal su
92
T
urgay
G
üler
kaynakları, turizm unsurları sürekli dikkatle takip ettiğimiz
ve yatırımlar yaptığımız alanlar. Bu bölge insanını provoke et­
mek, harekete geçirmek çok kolay. Uzun vadede önemli sıkın­
tılar yaşamayacağımız düşüncesindeyiz.
Sıra Kuzey Amerika Efendisi Jacques’e gelmişti. Durumu
şöyle izah etti:
- En rahat olduğumuz bölge burası. Çok fazla provokas­
yona gerek olmadan işlerimizi yürütüyoruz. İşin güzel tarafı,
lobiler tamamen kontrolümüz altında. Bizim dışımızda, bize
rağmen ne ABD’de ne Kanada’da herhangi bir oluşuma veya
harekete izin vermeyiz. Bu bölgede zaman zaman Meksika ile
ilgili sıkıntılar oluşsa da içeride oluşturduğumuz mekanizma­
larla iş büyümeden çözülüyor...
Avustralya Efendisi David, temsil ettiği kıta gibi, diğerleri­
nin arasında en genç olanıydı. Çok da uzun konuşmadı.
- Bizde işler rahat. Her şey kontrolümüz altında. Sürekli göç
aldığımız doğru. Ama göçmenleri takip ediyoruz. Yerli unsur­
lar yok denecek kadar silik. İmparatorluğumuzun çıkarlarının
en rahat olduğu bölge diyebilirim. Efendi Thomas’ın Avrupa
ile ilgili kaygıları çerçevesinde, bu kıtayı İmparatorluğumuzun
gelecekteki merkezi olarak hazırlamaya devam ediyoruz.
Başefendi konuşulanları dikkatlice dinledi. Kısa süren
sessizlik esnasında elindeki yemek bıçağı ile oynuyordu. Loş
ışıklar altındaki odada bıçağın parıltısı arada bir yüzüne denk
geliyor, bu sırada yüzündeki sıkıntı açığa çıkıyordu. Elindeki
bıçağı sertçe masaya bırakarak büyük bir ciddiyet içinde söze
başladı.
R u h lar K uyusu
93
“Beyler;
Dünya eski dünya değil. Yeni bir konsept geliştirmek duru­
mundayız. En ince ayrıntısına kadar planlamak ve uygulama­
lıyız. Hata yapma lüksümüz yok. Zira bedeli herkes için ağır
olur.
Hiçbirinizin varlığından bizden başkasının haberi yok.
Bulunduğunuz coğrafyalarda sizleri kamufle ettik. Kiminiz
önemli bir şirketin temsilcisi, kiminiz görünürde dışişleri gö­
revlisi, bazılarınız uluslararası yardım kuruluşlarında çalışan
pozisyonlarında.
Sen, Ortadoğu’daki en büyük turizm şirketinin ve oteller
zincirinin genel koordinatörüsün. Sen, Suudi Arabistan’daki
petrol şirketimizin ihracat sorumlususun. Bir diğeriniz İsrail
gizli servisinden değil mi? Hepiniz önemli görevlerdesiniz. Sa­
kın deşifre olmayın!
Büyük imparatorluğu kurmak için bizler şeytanla bile işbir­
liği yaptık bin yıldır. Dünya üzerinde nerede ne olmuşsa, biz ya
sebebi olduk ya da sonucunu lehimize çeviren...
Kendimizi ateşe atmadan bizim aklımız ve elimiz olan un­
surlar oluşturduk. Bugün dünya üzerinde egemen güç olan
ABD, bizim elimiz kolumuzdur. Dövmek istediklerimizi
onunla döver, hizaya getiririz. İşler ters giderse kenara çekilir,
uygun yolları arar, karşısında pozisyon alır gibi dururuz ama
amacımız zararı en aza indirgemektir. Onlar bunu hiçbir za­
man bilemezler. Çünkü akılları yok.
İsrail ve gizemli örgütleri ise bizim aklimizdir. Onlar ge­
lişmiş ağlarıyla dünyanın her yerine nüfuz etmiş, her bilgiye,
94
T
urgay
G
üler
belgeye anında ulaşacak yapılar oluşturmuştur. Onların sahip
oldukları her şey bizim kontrolümüzdedir. Biz bir şekilde el­
lerinde olan her bilgiye ulaşırız. Ama onlar kendi davalarına
hizmet ettiklerini düşünürler.
Biz büyük İngiltere’yi kurmak için ne yollardan geçtik...
Dünyanın efendisi biziz beyler. Bundan taviz verdiğimiz an,
dünyanın varlığı anlamını yitirir. Öyle bir durum ortaya çı­
karsa, yakın bütün dünyayı... Tıpkı Wikileaks’de olduğu gibi.
Tıpkı Snowden dinleme skandalında olduğu gibi.
Kim bizimle dikleşirse kafasını nereye çarptığını görmeli.
Bugün geldiğimiz noktada neler yapabileceğimizle ilgili daha
sonra konuşalım. Şimdi biraz dinlenin.”
Bu, garip şatodaki toplantının ilk bölümüydü.
Büyükefendi bir süre ara verdi. Misafirler kendilerine ikram
edilenlerle meşgul oldular.
Bir saat sonra, bu defa İslam dünyası ve Türkiye gündemiy­
le, toplantının ikinci bölümü başladı.
- Evet, dedi Başefendi. Diğerleri teferruat sayılır bu konu­
nun yanında. Gerçi kısmen değindi Asya ve Afrika efendileri.
Ama İslam dünyası ve Türkiye ana başlığımız. Az önce konu­
nun önemine binaen, efendi Vladislav’ın sözünü kesmiştim.
Şimdi devam etsin.
- Efendim; Ortadoğu veya tarihteki adıyla Ön Asya uzun
zamandır İslam’ın elinde. Tabii son iki yüz yıldır bu sadece
coğrafi bir tanım olarak ve onlar öyle sandıkları için böyle gö­
rünüyor. Özellikle on sekizinci yüzyılda geliştirdiğimiz planlar
R u h l a r K uyusu
95
çerçevesinde on dokuzuncu ve yirminci yüz yılı kotardık. Her
şey istediğimiz şekilde gelişti. Yönetimleri biz belirledik. Ül­
kelerin ekonomisini biz yönlendirdik ve yönettik. Silahlarımız
depolarda hiç beklemedi sayelerinde. İstediğimiz ülkeleri sava­
şa sürükledik. İki tarafı da silahlandırdık. Hep kazanan olduk.
Ne var ki, yirmi birinci yüzyıl başlarından itibaren istedikleri­
mizi almakta ve dediğimizi yaptırmakta zorlandığımız bir ger­
çek. Bunda Türkiye’deki yeni yapılanmanın ve halkın birçok
oyuna karşı duyarh hâle gelmesinin rolü büyük. Yeni oyunlar
kurmakta zorlanıyoruz. Bu konuda öneri ve yardımlarınızı
bekliyoruz.
Başefendi ellerini çenesinin altında yumruk yapmış, dirsek­
lerini masanın kenarına koymuştu; suskun bir hâlde gözlerini
diğerlerine çevirdi. Bunun anlamı “devam edin” demekti.
- Ben Avrupa’daki durumu arz edeyim Efendim. Çok de­
ğil, elli yıl önce köylerinden kalkıp ülkelerimize gelen Türk­
ler birçok işyeri açıp, şirketler satın aldılar. Büyük birikimle­
re ulaştılar. Bir kriz anında bu birikimlerinin Avrupa dışına
çıkması, ekonomik sistemimizi zora sokar. Bizim nüfusumuz
yaşlanıp azalırken, onların genç ve dinamik nüfusu hızla arttı.
Almanya, Fransa ve İtalya ekonomik krizle boğuşurken, Türki­
ye ekonomisi her geçen gün büyümeye ve güçlenmeye devam
ediyor. Yıllardır Avrupa Birliği diyerek oyaladığımız Türkleri,
bazı ülkeler birliğe alma konusunda çok hevesli. Türklerin ve
Türkiye’nin bu durumu Avrupa’daki etki güçlerini artırdı. Di­
ğer Müslüman topluluklar da onları örnek almaya başladılar.
Bütün bu yaşananlar endişelerimizi artırıyor.
96
T
urgay
G
üler
- Afrika’da da İslam’a yöneliş artıyor. Halkı yıllarca ellerine
verdiğimiz İncilTe doyurmaya çalıştık. Ama artık İncil’in karın
doyurmadığını anladılar. Bu da İslam’ın yayılışını hızlandırı­
yor.
- Kuzey Amerika için yakın gelecekte bir risk gözükmese
de özellikle siyahiler arasında İslami duyarlılığın arttığını göz­
lemliyoruz. Ayrıca kendilerini temsil noktasında önemli ka­
zanımlar elde ettiler diyebilirim. Lobilerini güçlendiriyorlar
sürekli. Bunu yaparken zengin Müslüman ülkelerden ve yöne­
ticilerinden destek gördükleri muhakkak.
- Güney Amerika henüz bu konuda bir risk taşımıyor. Ta­
bii bu demek değil ki yakın zamanda dünya genelindeki deği­
şimlerden etkilenmeyecektir. Tedbirli olmak her zaman işimiz
olmalı.
- Aynı düşünceler Avustralya için de geçerli.
Başefendi bakışlarını tekrar Asya Efendisi Vladislav’a çevirdi.
- Peki Rusya, Çin ve Hindistan ne durumda? Bu gelişmele­
ri nasıl algılıyorlar?
- Efendim; Rusya komünizmden sonra manevi boşluğa
düşmüş insanlarla doldu. Maalesef Hristiyanlık bu boşluğu ye­
terince dolduramadı. Şimdilik nötr olsalar da yarın nasıl hare­
ket edeceklerini kestirmek zor. Ayrıca Türki devletlerin varlığı
bölgede Müslümanları daha avantajb kılıyor. Hindistan ve Çin
şimdilik kendi geleneklerine sıkı sıkıya bağlı duruyorlar.
- Beyler, biliyorsunuz bizim öncelikli derdimiz ne İslam ne
Yahudilik ne de Hristiyanlık. İşimiz bunlarla mücadele veya
R u h la r K uyusu
97
birinin zaferine katkı sağlamak değil. Bizim bin yıllık gücümü­
zün sırrı, çıkarlarımızın en iyi şekilde korunması ve herkesin
efendiliğimiz önünde saygıyla eğilmesidir. Bunu koruyacak
sistemde yanımızda olan herkesle işbirliğimiz devam eder. Her
dinin içinde bu işbirliğine hazır bir yapı her zaman bulunur.
Bulunmazsa inşa edilir.
Şarabından bir yudum aldıktan sonra devam etti:
- Ancak son zamanlarda Ortadoğu’da işlerin istediğimiz
gibi gitmesini engellemeye çalışan yaramaz çocuklar görüyo­
rum. Bir türlü istediğimiz kıvama getiremedik. Etrafında ateş
yaktık ama terlemediler bile. İçine ateş salalım dedik, odunlar
bile tutuşmadan söndürdüler. Kazançlarımızda bir eksilme gö­
rünmüyor ama yakın bir zamanda hepsini kesebilecek sistem­
ler peşinde olduklarını biliyoruz. İçerideki lobilerimizle her
türlü operasyonu yaptık. Ekonomiye darbeler vurduk, bana
mısın demediler. Finansal olarak çökertelim dedik, parayla
umursamaz bir dans edişleri var. Medyayı kullanalım dedik,
adamlarımızın çanına ot tıkadılar. Kurumsal operasyonlarla
provoke edip dengelerini bozalım dedik, adamlarımızı açığa
çıkarmaktan başka işe yaramadı. Uluslararası arenada yalnız­
laştıralım dedik, adamlar gittiği ülkenin hükümetlerinden gör­
mediği alakayı, o ülkenin halkından gördü.
Ses tonundan Başefendinin gerildiği belliydi. Bunu gizle­
yerek sakin görünmeye çalışıyordu.
- Doğrusu işin burasını çözmekte zorlanıyorum. Bu alanda
bir Ortadoğu masası oluşturup ABD, İsrail ve diğer unsurları
işe ortak edecek bir proje oluşturalım.
98
T
urgay
G
üler
Toplantıda daha neler konuşulduysa geç saatlere kadar sürdü.
Ertesi sabah misafirler, geldikleri şekilde şatodan alınarak
otellerine getirildiler. Her biri kırk sekiz saat içinde sorumlu­
luk bölgelerine dönerek işbaşı yaptı.
Dünyayı yönetmek, onlar için işte bu kadar kolaydı.
ISTANBUL'DABİREFENDİ..
İstanbul...
Köprüleri, yedi tepesi, Altın Boynuzu, Galata Kulesi, Kız
Kulesi ve dahası...
İmparatorların hayallerini süsleyen muhteşem şehir.
Bir tarafta ömründe İstanbul’u hiç görmemiş Anadolu ça­
ğası, diğer tarafta dünyanın dört bir yanından gelip, boğazın kı­
yısındaki yıllanmış çınarların altında keyif çatan yabancılar...
Bir de ne zaman, nasıl elde ettikleri meçhul, boğaza nazır
köşk sakinleri...
İşte o köşklerden birisi...
Anadolu yakasında, boğazı ve Marmara Denizini açık bir
şekilde görüyordu. Dahası yüzyıllarca Avrupa’yı titreten Osmanlı sultanlarının taht-ı devleti Topkapı Sarayının görsel
100
T
urgay
G
üler
şölenine şahitlik ediyordu. Yemyeşil korunun içinde cephesi
motiflerle bezenmiş, kapısında sfenkslerin bekçilik yaptığı bir
yerdi bu köşk.
Bu köşk o gün, ülkeye hangi kimlikle, hangi güzergâhtan gi­
riş yaptığı şaibeli bir misafiri ağırlıyordu.
Boğazı gören, camlarla kaph geniş salonunda ülkenin
önemli sanayicilerinden bazıları, medya patronları, emekli üst
düzey bazı bürokratlardan oluşan küçük bir grup ellerinde iç­
kilerini yudumlayarak kahkahalar atıyordu.
Gizemli misafir elindeki kadehiyle boğazı seyrederken şöy­
le diyordu:
- Ben ömrüm boyunca dünyanın hiçbir yerinde böyle
muhteşem bir güzellik görmedim. Burası, bana ülkemden
daha mutluluk veriyor.
Bozuk İngilizcesiyle konuşan misafire, cevap sanayiciden
geldi:
- Burası da sizin ülkeniz değil mi? Artık dünyanın her ye­
rinde mülk edinebiliyoruz. Mülk bizimse orası da bizimdir.
- Doğru, dedi emekli diplomat. Artık sınırları olan ülke­
lerden bahsedilen bir dünya yok. Para ve güç kimdeyse dünya
onundur.
Gülümsedi yabancı misafir.
- Doğru beyler, doğru, dedi. Ama olup bitenlere bakılırsa
burada eskisi gibi gücümüzün de paramızın da itibarı yok.
Bu sözlerde suçlayıcı bir ses tonu vardı. Hatta biraz şikâyet
biraz da tehdit sıkıştırılmıştı.
R u hlar K uyusu
101
Herkes bir şeyler söylemek için kıpırdandı. Ama o fırsat
vermeden devam etti.
- Buradaki düzenimize ve işleyişine müdahale var. Bizim
kontrolümüzde olmayan hiçbir güce izin veremeyiz. Buraya
geliş amacım sadece boğazı seyretmek değil beyler. Burada bu­
lunmamın sebebi önümüzdeki engeli ortadan kaldıracak yollan
konuşmak.
Herkes susmuştu. Gözlerini misafirden kaçırmaya çalışıyor­
lardı. Belli ki yeni planlarla gelmişti. Sükûnetle dinlemeleri gere­
kiyordu.
- Arkadaşlar, son on yıldır hepiniz uyuyorsunuz. Ekono­
mik çıkarlarımız uzun vadede tehlikeye girdi. Elbette siz ka­
zançlarınızı artırdınız. İstikrar işinize geliyor. Ama unutmayın,
bu topraklarda istikrar uzun zamanda kazançlarınızı bir çırpı­
da kaybetmenize yol açar. Bu servetleri nasıl kazandığınızı bu
devlet bilmiyor mu sanıyorsunuz? Onun için buralarda istikrar
değil, istikrarsızlık sizi güçlü kılar.
_?
- Anlamıyor ve doğru analizler yapamıyorsunuz. Oysa bir
bakın. Gazetelerinizin tirajları azaldı. Reytingleriniz düştü.
Karşınızda güçlü rakipler oluşuyor. Ve siz bunun, yarın yok
olmanıza yol açacak bir uyanışı başlatacağını göremiyorsunuz.
_?
- Görememekle kalmıyor, hâlâ bugün kazandığınız sıcak
paranın keyfini sürüyorsunuz. Oysa her geçen gün, her alanda
rakipleriniz hızla büyüyorlar. Siz, bizim yerleşik düzenimize sı­
102
T urgay G
üler
kılan kurşunlara izin veriyorsunuz. Oysa siper olmanız gerekir.
Bunca yıl sistemimizin size kazandırdığı itibarınız toplum nezdinde her gün azalıyor. Siz takip etmeseniz de biz tüm bu olup
bitenleri sürekli takip ediyoruz.
Bir ses duyuldu. Mırıldanır gibi... Suçluluk duygusu taşı­
yordu sanki.
- Doğru söylüyorsunuz. Bugüne geleceğimizi hiç düşün­
memiştik. Kuramlardaki yapılanmalarımızın bu dönüşüme
izin vermeyeceğini sanıyoruz.
- Ne yapılanması? Neyiniz kaldı? İhtilal mi yapacaksınız?
Sokaklarda istediğinizi yaptırabileceğiniz kalabalıklar mı top­
layacaksınız? Sarsıcı eylemler yapacak hücreleriniz mi kaldı?
Nasıl sevildiğini görmüyor musunuz? Halkı aleyhine mi çe­
vireceksiniz? Ekonomik sıkıştırma, karaborsa, yokluk, kıtlık,
kuyruklar mı oluşturacaksınız? Uyuyorsunuz hepiniz. Bunlar
geçti. Artık yapamazsınız.
Daha mahcup bir ses söze girdi. Bu kez bir medya patro­
nuydu konuşan.
- Ne önerirsiniz?
*
- Önermek mi?
Hepsi bu söz karşısında şaşkın bakışlarını muhataplarına
çevirmişti.
R u h la r K uyusu
103
- Beyler, önermek yok. Söylenenleri yapmak var.
_?
- Söylenecekleri söylemek için buradayım. Ne pahasına
olursa olsun yerleşik sistemimizi korumalıyız. Kuramlardaki
varlıklarınız neredeyse yok oldu. Ama bizim her zaman başka
bir alanımız vardır.
Gözler merakla açıldı.
- Bu söyleyeceklerim çok özel. Sanırım söylememe gerek
yok Umarım duyulmaması için gerekli tedbirleri almışsınızdır. Malum, bizim yapabildiklerimizi karşımızdakilerin de ya­
pabileceklerini hiçbir zaman unutmamalıyız.
- Merak etmeyin. Gerekli tüm tedbirler alındı.
- Umarım...
jîöyle bir göz gezdirdi üzerlerinde.
- Artık tahammül edilmez boyuta ulaştı. Mutlaka gitmesi
lazm! Önümüzdeki günlerde arka arkaya birkaç polisiye operas/on yapılacak. Bu operasyonlar sizin beklediğiniz kimseler­
den gelmeyecek. Ama bizim kontrolümüzde gerçekleşecek.
Sizer basın-yayın yoluyla, bankalarınızla, şirketlerinizle, ikili
dişçilerinizle destek verecek ve manipüle edeceksiniz. Hazırla­
nan veya elde edilen ses ve görüntülerle önce yıpratma, sonra
yıkma hamleleri olacak. Bunlara örtülü veya açık, duruma göre
saMp çıkacak, kamuoyu oluşturacak ve halk nezdinde itibarla­
rın sarsacak girişimlerde bulunacaksınız. Ekonomik hamleler­
le korsa, faiz ve kurlar üzerinde hareketlilikler sağlayacaksınız.
Babalım o zaman ne yapacaklar?
104
T
urgay
G
üler
- Kimler yapacak bu operasyonu?
Dişleri görünecek şekilde sırıttı.
- Hiçbirinizin beklemediği yerlerden vuracağız. Ama daha
çok onların beklemediği yerlerden olacak. Onların şaşkınlığı­
nı panik havasına çevirirsek birkaç hafta veya birkaç ay içinde
istediğimiz başarılı sonuçları alırız. Gerekli girişimleri yapınız
ve muhalefeti hazırlayınız. Özellikle seçimlerde ideolojilerine
bakmaksızın, karşılarına seçilebilecek adaylar çıkarılması için
girişimlerde bulunun.
- Bu hususta çalışmalarımız devam ediyor zaten. Birçok ko­
nuda gerekli ayarlamalar yapıldı.
- Ortalığı bulandıracak, halkın kafasını karıştıracak her
hamleyi yapın, yaptırın. Ne kadar karanlık oluşturursanız o ka­
dar hareket kabiliyetimiz artar.
- Yani?
- Dedikoduları manşet yapın. Fısıltı gazetesini sürekli top­
lumda gerginlik yaratacak şekilde faal tutun. Duyumlar yayın.
Kesin, yapıştırın, montajlayın, imajlarını yerle bir edin.
-Anlaşıldı...
- Bu büyük bir mücadele! Bizim kaybetmeye ne niyetimiz
ne de tahammülümüz var.
- Her yol ve yöntemi kullanacağız anlaşılan.
- Evet, hiç şüpheniz olmasın. Yüz yıl evvel nasıl geldiysek,
bugün de öyle geleceğiz. Bizimle olanlar yoluna devam edecek,
sırtını dönenler yüz yıl öncekilerin akıbetini yaşayacak. Kü­
çük büyük demeden her toplumsal tepkiyi ateşleyin. Üzerine
R u h la r K uyusu
105
benzinle gidin. Yakıp yıkanları destekleyin. Gerekirse ateşi siz
tutuşturun. Açık veya gizli arkasında durun. Risk alın. Çünkü
kazandığınızda yakılıp yıkılanları yeniden siz inşa edeceksiniz.
Her iki durumda da kazanan siz olacaksınız.
- Bak bu çok iyi... Her durumda kazanmak güzel bir risk!
Hepsinin yüzünde şeytani tebessümler belirdi. Ne var ki
misafir, onların bu neşesine katılmadı.
- Aksi durumda beyler, bugünkü itibarınızı, gücünüzü, ya­
şam standardınızı unutun gitsin. Hatta hayatlarınızı d a... Bun­
ları elinizden onlar almazsa Başefendi alacaktır.
Bütün bakışlar buz kesmişti. O, bunları hiç görmemiş gibi
devam etti:
- Bizim bu yıllarda kaybetmemiz demek, önümüzdeki yüz
yıh, hatta bin yılı kaybetmemiz demektir. Kaybedersek tüke­
nişimiz başlar, bir daha yeraltından çıkamayız. Buna müsaade
etmeyeceğiz.
Yılda en az bir defa yapılan bu toplantı, en gergin, en sıkıcı,
en ürkütücü konuşmalarla bir süre daha devam etti.
Zoraki tebessümler, zoraki neşelenmeler çok nadir görüldü.
Toplantı, lüks bir yattaki boğaz turu eşliğinde yenilen ye­
mekle son buldu.
Nereden nasıl geldiği belli olmayan misafir, o gün yine gel­
diği gibi ayrıldı İstanbul’dan.
TARİHİN YENİDEN YAZILIŞI..
^Jürkiye dünyanın parlayan yıldızıydı.
Dünyanın her tarafında birçok ülke ekonomik bunalımlarla
boğuşurken Türkiye’de işler yolunda gidiyor görünüyordu.
Bütün ekonomik göstergeler iyiye işaret ediyor, ihracat ra­
kamları beklentileri aşıyor, döviz rezervleri hızla yükseliyordu.
Faizlerde ve enflasyonda periyodik kontrollü düşüşler yaşan­
maya devam ediyordu.
Elbette bu gelişmeler halkın moral ve motivasyonunu
olumlu etkileyen unsurlardı.
Türkiye hızla dünyaya entegre oluyor ve hak ettiği yere, ta­
biri caizse uçuyordu.
Arka arkaya devasa projeler geliştiriliyordu. Türkiye kendi
silah sanayini kurmaya ve tankıyla, topuyla, insansız hava ara­
R u h la r K uyusu
107
cıyla, milli gemi projesiyle, milli helikopter yapımıyla dostun
düşmanın dikkatini çekmeyi başarmıştı.
Diğer yandan, ülkeyi dışa bağımlı enerji politikalarından
kurtarmak için nükleer santraller kurma planları yapılıyordu.
Tüm bunlar yürütülürken, diğer yandan İstanbul Boğazına
kardeş bir kanal projesini, boğaza üçüncü köprü projesini,
Avrupa’nın ring hattını oluşturacak üçüncü bir havalimanı pro­
jesini uygulamaya koyuyordu.
Bir de boğazın altından bir tünel geçişi...
Asıl önemlisi, Türkiye gibi bir ülkenin yüz yıldır henüz araş­
tırması yapılmayan, yapıldıysa da açıklanmayan yeraltı kaynak­
ları tespit edilmeye başlanmıştı. Bunca zaman bu konunun gün­
deme gelmemesi, insanın aklına, “Acaba gizli imtiyaz anlaşmaları
var da, halk bundan habersiz mi?” sorusunu getiriyordu. Kimi
yerlerde; devletin kuruluşundan bu yana geçen yüz yıllık süre­
nin dolmasının beklendiği, kısık sesle de olsa dillendiriliyordu.
Olup bitenlerin dünyayı yöneten baronların gözünden kaç­
ması elbette beklenemezdi. Zira bu kadar maliyetli projeleri
hayata geçirmek, büyük paralara sahip olmayı gerektirirdi.
Dünyanın neresinde olursa olsun böyle büyük paraların
döndüğü işler baronlardan habersiz nasıl planlanabilirdi?
Ankara bunların olabileceğini tahmin ediyordu elbette.
Kendince tedbirlerini de alıyordu. Bu hızlı ve dikkat çekici ge­
lişmelerin dışarıdaki yankıları da elbette takip edilmekteydi.
Devlet olmak böyle bir şeydi.
Bir de dünyanın kalbinde yer alıyorsanız, işiniz daha da zorlaşırdı. Tarih boyunca birçok devletin hâkimiyet kurmak için
108
T
urgay
G
üler
amansız mücadelelere giriştiği bir yere sahipseniz, bedeli de
ona göre büyük olurdu. Genel kanaate göre insanlığın kökle­
rini muhafaza eden topraklarda bayrağınız dalgalanıyorsa, sü­
rekli risk altındasınız demekti. Attığınız her adım her zaman
birilerince takip edilecekti.
Anadolu toprakları böyle topraklardandı.
Üzerinde paha biçilmeyen bir tarih, gıpta ile bakılan bir
doğa, henüz keşfedilmemiş ekonomik kaynaklar mevcuttu.
Yaklaşık bin yıldır Anadolu insanının hâkimiyetinde olan
bu topraklar en huzurlu dönemlerini, en şiddetli taarruzlara
rağmen bu dönemde yaşamıştı.
Bütün bunları tesadüfe bağlamak asgari bir zekâyla bakıldı­
ğında bile anlamsız geliyordu insana.
Son zamanlarda olağanüstü gelişmeler sergileyen bu ülke­
nin yıldızı söndürülmeliydi. Dünya sermayesini elinde oyun­
cak yapanlar buna karar verdiler. Çünkü sadece ekonomisini
yükseltmekle kalmıyor, aynı zamanda söz dinlemeyen “asi ço­
cuğu” da oynuyordu.
İstanbul’da başlayıp bütün ülkeye yayılmak istenen yangı­
nın amacı da bu değil miydi? Haddini bilmez bu millete had­
dini bildirmek...
Oysa Türkiye, zannettikleri Türkiye değildi artık.
Bunu acı bir şekilde zaman gösterecekti onlara.
d e rtle şm e ..
J^aşbakan o gün öğleden sonra özel uçağıyla Ankara’dan
İstanbul’a gelmişti.
Doğruca dünyanın gerdanlığı gibi akıp giden boğazın su­
larına komşu, çalışma ofisine geçti. Burada önce yaşanan ola­
ğanüstü gelişmeleri masaya yatırdı. İl valisi, emniyet müdürü,
diğer sorumluların oluşturduğu katılımcılardan gerekli bilgile­
ri aldı.
Ardından, hukukçulardan oluşan bir grubu dinledi ve hak­
kaniyeti muhafaza ederek, devlet adaletinin endazesi şaşma­
dan olaylara nasıl müdahale edilebileceği gözden geçirildi.
Peşinden, ekonomi kurmaylarını davet ederek, mevcut ge­
lişmelerin ülke ekonomisine vereceği zararların önüne geçil­
mesi için gereken tedbirleri konuştular.
110
T
urgay
G
üler
Elbette hasar çoktu. Maddi hasarları atlatmak kolaydı da
uluslararası arenada oluşan algıyı ortadan kaldırmak için neler
yapılabileceği konusu önemliydi.
Oysa kısa süre sonra öğrenilecekti ki, bütün bu olayların sa­
dece uluslararası boyutu yoktu. Olayları engellemekle görevli
kamu kuramlarının içinde de sıkıntılar yaşanıyordu. Yangını
söndürüyor gibi görünüp benzin dökenler vardı. Kendi yangı­
nına değil, başkalarının değirmenine su taşıyanlar vardı.
Akşam geç saatlerde dinlenmek amacıyla boğazın karşı ya­
kasındaki ikametgâhına geçti. Evinin önünde çok sıkı tedbirler
alan güvenlik görevlileri ve bir de basın mensupları sabaha ka­
dar nöbetteydiler.
Korunuyordu, çünkü belki de dünyanın en fazla tehdit alan
kişilerinden biriydi. Yerli ve yabancı basın tarafından takip edi­
liyordu; çünkü her hareketi, her sözü gündemi sarsıyordu.
Oysa Başbakan eve girdikten yaklaşık bir saat sonra gizli­
ce evi terk etmişti. Bunu bilenlerin sayısı bir elin parmaklarını
geçmeyecek kadar azdı.
Ceyhun, makam şoförünün ve korumasımn bile haberi ol­
maksızın, dikkati çekmeden Başbakanı evden çıkarmış ve gi­
deceği mekâna ulaştırmıştı bile.
Her zamanki gibi sıcak karşılandı.
Küçük bir hücre misali taş ama tarih kokan, dışarıdan balonca
soğuk ama yürekleri ısıtan bir odada, parmağında iri taşlı özel bir
yüzük olan ince beyaz sakallı yaşlı bir adam ve ülkenin kaderini
omuzlamış adam birlikte hem çay içiyorlar hem de konuşuyorlardı.
R u h la r K uyusu
111
Misafir:
- Ne kadar vicdansızlar, ne kadar doyumsuzlar, ne kadar
acımasızlar, dedi.
Yaşlı adam elindeki kehribar tespihin tanelerini ağır ağır
yuvarlıyordu. Sanki her tane bir dünya turuydu parmaklarının
ucunda. Sanki her çevrilen taşla dünya yeniden kuruluyordu.
Sessizce dinlemeye devam etti karşısındakini.
O sustukça muhatabı bildi ki, konuşması isteniyor. Döktü içini.
- Bu topraklardan nemalanıyorlar. Ülkede huzur olduğu
sürece kazançları katlanarak büyüyor. İstedikleri gibi yaşı­
yorlar. Daha neyin peşindeler? Ne istiyorlar? Daha fazlası ne?
Efendim, aklım çok karışıyor.
İhtiyarın suskunluğu devam ediyordu. Tabii elindeki tespi­
hin devri âlemleri d e...
Bu suskunluk karşısında devam etti.
- Bir de utanmadan ihanet içindeler. Dış bağlantılarla ve
Türkiye düşmanlarıyla işbirliği içindeler. Şirketleriyle, banka­
larıyla, medya organlarıyla öyle bir çanak tutuşları var ki, bizi
yok etmek tek amaçları gibi görünüyor.
Elindeki tespihi yanındaki sehpanın üzerine koydu. Başını
yavaş yavaş kaldırdı. Gözlerini karşısındakinin gözlerine dikti.
Yüzünde insanın içini ferahlatan, yüreğine huzur katan tatlı bir
tebessüm vardı.
- Bir; onlar bu ülkede, bugün için büyütüldüler. Kendile­
rini besleyip büyütenler şimdi bedel istiyor ve onlar buna asla
hayır diyemezler.
112
T
urgay
G
üler
Sözleri karşısındakinin yüreğine dökülüyordu.
- iki; onların amacı seni yok etmek değil. Senin gibi kaç va­
tan evladını yok ettiler geçmişte, biliyorsun. Onların amacı, bu
milleti ve onun değerlerini yok etmek.
_?
Susma sırası şimdi ondaydı.
- İşte bunun için buradasın. Bu yola girerken böyle olaca­
ğını biliyordun. İstemiyorsan anlaş onlarla. Dediklerini yap,
istediklerini ver. Seni başlarına taç yapsınlar. Ne istediklerini
biliyorsun elbette... Bu yolu deneyenler de oldu. Ne dersin?
-A sla...
Bu ifadeyi dikkatle dinleyen ince beyaz sakallı yaşlı adam,
ses tonundan yüzündeki mimiklere kadar her şeyin resmini
çekmişti sanki.
- O hâlde; “Allah var, gam yok.”
Önlerindeki bardaklara, yanı başlarındaki ocakta fokurda­
yan demlikten yine çay doldurdular. Bu kez taze çay kokusu
odanın her yerini sarmıştı.
- Evladım! Üstat Mehmet Akif ne diyor: “Yeis öyle bir ba­
taktır ki düşersen boğulursun. Azmine sarıl sımsıkı, bak ne
olursun.” Zaman yeise düşüp boğulma zamanı değil, azme sa­
rılıp mücadele ederek ne olacağını görme zamanıdır.
Derin nefes alarak çayından bir yudum çekti.
- Dünyada devlet geleneğini ve teşkilatını ilk kuran mil­
let biziz. Diğerleri zulüm ve zorbalıkla oluşturulmuş birlik­
R u h lar K uyusu
113
teliklerdi. Bizim geleneğimizde devlete isyan suçtur. İtaat
esastır. Halkımız bunu böyle bilir, böyle inanır. Tarih içinde
düşmanlarımız bizi hiçbir oyunla mağlup edememiş, bu yö­
nümüzle mağlup etmişlerdi. Hep isyanlarla birbirimizi kırmışızdır. Ardından zamanın bilgeleri kavgaları yatıştırmış,
küskünleri barıştırmış ve milleti devlet çatısı altında yeniden
toplamıştır. Milletin içinde o geleneği yaşatan ve diri tutan
bir mekanizma hep var olagelmiştir. Sanıyor musun ki yürü­
düğün yolda yalnızsın?
Ara ara sussa da anlattıklarında kopukluk oluşturmadan de­
vam ediyordu.
- Şimdi, nasıl yapıyorlar bunu ona gelelim. Devlete isyan
suçsa o zaman devleti ele geçirmelisin ki, istediğini yaptırasın.
Eski zamanlarda Çinliler Türk kağanın otağına böyle girme­
diler mi? Sonraki devirlerde saraylara gönderilen cariyeler bu
işle görevlendirilmediler mi? Gerisi kolay; ne söylesen itaat
eden bir kitle. Niye? Devleti onu aldatmaz, ona zulmetmez,
onu yanlışa sevk etmez de ondan. Ne zaman işlerin ters gittiği
anlaşılır, töre bozulmaya başlarsa tarihsel niteliği olan “devlet
aklı” devreye girer. Gereken yapılır. Hatta milleti koruma adına
o devlet yıkılır, yeni devlet kurulur. Bak tarihe, hiç devletsiz
kalmış mı bu millet?
İhtiyarı dinlerken, Başbakanın gözleri derinlere dalıp gidi­
yordu.
İhtiyar devam etti.
- Bugüne kadar onlar kendilerinin sandıkları bir devlette at
oynatıyorlardı. Şimdi millet oynanan oyunları görüyor. Sana
114
T
urgay
G
üler
düşen geri çekilmek mi? Milletinin saflarım sıklaştırmak mı?
Cevabını sen ver!
_?
- Haa, onlar daha hızlı gelecekler. Daha nelere şaşıracaksın.
Hiç ummadığın yerden yaralar alacaksın. Belki yanlışlarınla
yüzleşeceksin. Belki hatalarınla karşı karşıya geleceksin. Onlar
çok hazırlıklıdır. Sonuç odaklı çalışırlar. Ne oyunlar kurduğu­
nu önceden kestirmek zordur.
Derin bir nefes alarak devam etti.
- Unutma, bu millete, inanmışlığına, inancına olan adanmışlığına en büyük zararı hiçbir zaman düşmanları verme­
miştir. Zarar her zaman onu doğru idare etmeyen, Hakka ve
adalete riayet etmeyen, gücü ele geçirdiğinde kendisini güçlendirenleri devre dışı bırakarak kerameti şahsına vehmeden
kadrolardan gelmiştir.
Başbakan bu sözler üzerine derinlere dalan bakışlarını ihti­
yara çevirerek söylediklerine dikkat kesildi.
- Dahası azizim; millet sana bir görev verdiğinde, onunla
acıkacak onunla doyacaksın, onunla çalışacak onunla dinlene­
ceksin, onunla üşüyecek onunla ısınacaksın. Bunu yapmadı­
ğın zaman; ondan farklı yediğin, ondan farklı giydiğin, ondan
farklı düşündüğün zaman sana bir süre tanır. Ne kadarını hoş
gördüğünü kendi akıl terazisi ve vicdanıyla ölçer ve kabullenir.
Nerede dur diyeceğini iyi bilir. Hassas olmanız gereken üç şey
var: Birincisi adalet... İkicisi beytülmal... Üçüncüsü de mille­
tine saygıdır. Bunlara çok dikkat edin. “Ben” yok. Millet var. O
R u h la r K uyusu
11 5
olmasa “sen” nesin ki? Milletin hizmetkârı olun. O zaman sizi
başına taç yapar millet. Aksini de varın siz düşünün.
_?
- Etrafınızı kontrol altında tutun. Bu kötü zamanları atlat­
manın yegâne yolu doğruluktan ayrılmamaktır. Neticede bu
dünyadan göç ederken götüreceğimiz sadece birkaç metre bez.
Dikkatlice dinliyordu yaşlı adamı. Zihninden geçenlerin
haddi hesabı yoktu. Bunları niye söylemişti şimdi? Bildiği bir
şey mi vardı? Devamını getirecek miydi?
Sorular, sorular, sorular...
Hissetmişti karşısındaki yaşlı adam. Sorularla boğuştuğu­
nu, zihninde cevap aradığı birçok konunun bulunduğunu an­
lamıştı.
İhtiyar devam etti.
- Bizim söylediklerimiz hiçbir zaman kişisel değildir. Sadece
birbirimize ayna olmaya çalışıyoruz. Milleti hayal kırıklığına uğrat­
ma lüksümüz yok. Ya başaracağız ya da bu görev bizden alınacak
ve başkalarına verilecektir. Yaptığımız işler sadece bu topraklan
ilgilendiren işler değil. Dünyadaki bütün mazlumların umuduyuz.
_?
- Dünyaya bir bak. Her taraf kan ve gözyaşı, her tarafta zu­
lüm var. Biz, dünyanın bu ahlaksız ve adaletsiz gidişatını da
değiştirmek mecburiyetindeyiz. İşimizi iyi ve doğru yaparsak,
Allah’ın rahmetini üzerimizde buluruz. Yanlışa saparsak, o rah­
met bizi terk eder.
116
T
urgay
G
üler
- Bakın, dünya ne hâle geldi? Herkes birbirinin attığı adımı,
yuttuğu lokmayı izliyor. Düşmanlarımızın boş durduğunu san­
mayın. Yere sağlam basın ki sarsılmayasınız.
Sohbetleri sabah ezanına kadar devam etti.
Sabah saatlerinde Başbakanın evinin önünde bir hare­
ketlilik başladı. Basın mensuplarının telsiz ve telefonları
Başbakanın Haliç civarında bir toplantıya katıldığını haber
veriyordu.
Sabaha kadar Başbakanın çıkışını bekleyenler şaşkın göz­
lerle birbirlerine bakmaya başladı.
Ardından mırıldanmalar...
- Evde değil miydi ya?
- Allah, Allah... Ne zaman çıktı?
- Arkadaşlar akşam girerken hepimiz görmedik mi?
- Evet gördük.
- Eee... Çıkarken gören var mı?
Uzayıp giden konuşmalar arasında, bir yandan toparlanıp
yeni adrese intikal etmeye hazırlanıyorlardı.
ANKAPAItYAKKUZDA...
J^aşbakan haftalık olağan görüşmelerinde devletin bütün kurumlarını her konuda dikkatli olmaya davet ediyordu.
Aynı konulara, bakanlar kurulunda da bütün arkadaşlarının
dikkatini çekti.
- Arkadaşlar, son dönemde bütün dikkatler üzerimizde.
Çok tedbirli olmalıyız. Malum, teknolojik imkânlar akıl almaz
seviyelere ulaştı. Bunları kullanarak yapılamayacak şey yok.
Farklı yöntemlerle çok kolay bir şekilde karalama delilleri oluşturulabiliyor. Herkes attığı adıma dikkat etsin. Milletin canı da
malı da bize emanetse, biz bu emanete kendi malımız ve canı­
mızdan daha çok sahip çıkmalıyız. Yoksa bedelini ağır öderiz.
Başbakanın toplantıya doğrudan bu şekilde başlaması,
bütün bakanların dikkatini çekmişti. Herkes pür dikkat onu
dinliyordu.
118
T
urgay
G
üler
- Arkadaşlar, hepimiz bulunduğumuz yerlere milletin te­
veccühü ile geldik. Şu zamana kadar ülkemiz de biz de birçok
badire atlattık. Çok şükür hepsini bertaraf ettik. Vazifemiz,
bunu devam ettirmek. Üzerimize daha hangi belalarla gele­
ceklerini bilmiyoruz. Ben yarın milletin huzurunda söyledik­
lerimin arkasında sizlerle beraber durabilmeliyim. Yalansız ve
yanlışsız olmalıyız. Hatalar yapmış olabiliriz. Ancak bunlar
düzeltilebibr. Eğer yalan ve ona dayalı bir yanlış olur ise bunun
hesabını veremeyiz. Milletimiz bize verdiği görevi almasını da
bibr. Bu yüzden her şeyi milletimize olduğu gibi anlatacağız ve
bu zorlu yolu milletimizle beraber yürüyeceğiz.
Başbakanın ifadeleri çok keskin ve netti. Bakışlarını tüm
bakanların üzerinde yavaşça gezdirdikten sonra devam etti:
- Başarılarımızı çekemeyenler, önümüzü kesmek isteyenler
her türlü provokasyonu deneyeceklerdir. Çok dikkatli olalım.
Yürüttüğümüz projelerle ilgili azami gizliliğe önem verelim.
İlgili bütün kurumlar gerekli tedbirlerini alsınlar. Çalışanların
güvenliği kesintisiz ve dikkatlice sağlansın. Dünya çapında bü­
yük yatırımlarımız birçok ülkenin ve şirketin yakın takibinde.
Bunların önüne geçmeye çalışacak, başaramazlarsa provoke
edeceklerdir. Kendi çıkarlarımız doğrultusunda, onlardan ba­
ğımsız yatırım yapıyor olmamız, binlerinin gerek ülkemizde
gerekse bölgemizdeki hesaplarını bozuyor. Bu kuyruk acıları
yüzünden önümüzü kesmek için her yolu deneyeceklerdir. Şu
anda belki de bir yerlerde hain planlarının hesaplarını yapıyor­
lardır. Yıllarca bu ülkeyi böyle sömürdüler ve kontrol altında
tutmayı başardılar. Biz de istihbarat tedbirlerimizi alarak ge­
R u h la r K uyusu
119
reken çalışmaları yapalım. İnşallah bu milletin makûs talihini
hep birlikte değiştiririz...
Başbakanın konuştukları devletin her kademesine ulaştı­
rıldığı sıralarda, Hacı Bayram-ı Veli Camisi yakınlarında bir
mekânda yaşlı, ince beyaz sakallı, parmağında iri taşb özel bir
yüzük taşıyan adam, önemli bir bürokratla sohbet ediyordu.
- Bu devleti sahipsiz sanıyorlar. Üç yüzyıldır her fırsatta ko­
lunu bacağını kırarak yatağa mahkûm ettiklerini düşünüyorlar.
Bir daha ayağa kalkamayacağına hükmediyorlar. Böyle olma­
dığını yakın zamanda görecekler.
- Ama her başarısızlıklarında daha da çıldırmış vaziyette
saldıracaklar.
- Düşman niçin düşmandır ki?
Onlar sohbet ederken Ceyhun ve birkaç kişi daha bu
mekânın etrafında belli belirsiz dağılmış, iskemlelerde çayla­
rını yudumluyordu.
- Düşman olduğu için değil mi? Elbette saldıracaklar. Üç
yüz yıldır saldırmıyorlar mı? Ne bedeller ödedik geçmişte...
Neler kaybettik...
- Doğru söylüyorsunuz...
- Bu millet her şeyi kaybetti sandılar. Kimliğini değiştirdik
sandılar. Özüne dönemez sandılar. Oysa biz onlardan bir şeyi
saklamayı başardık. Onu kaybetseydik, kaybetti sandıkları her
şeyimizi gerçekten yitirmiş olurduk.
_?
- Umudumuzu ve o umudumuzu besleyen inancımızı sak­
ladık onlardan. Bu yüzden biz, inancımızla birlikte umudu­
120
T
urgay
G
üler
muzu kaybetmeyerek önümüzdeki süreci atlatacağız Allah’ın
izniyle.
Önlerindeki çaylarından birer yudum aldılar. Devam etti
yaşlı adam. Bir yandan da parmağındaki yüzüğü okşuyordu.
- Siz bahsettiğim projelerin yürütüldüğü yerlere gönderdi­
ğim elemanları yerleştirdiniz değil mi?
- Evet efendim. Hepsi yerleştirildi.
- Onların çakşmalarına müdahale edilmesin. Ne yapıp yap­
madıklarıyla da ilgilenmeyin. Bir sorun olursa Ceyhun’a haber
verin. Kalanına karışmayın.
- Başüstüne efendim.
- Her biri alanında iyi yetiştirilmiştir. Onlar kendilerine
verilen her türlü görevi büyük bir gizbhk içerisinde başarıyla
gerçekleştirirler. İçerdeki personel kontrollerinde olacak. İster
çaycıbk yapsınlar, ister temizlikçibk, ister getir götür işlerine
baksınlar.
- İsterseniz daha farklı yerlere de yerleştirebiliriz.
- Yok... Siz müdahale etmeyin. Onlar olmaları gereken
yere kendilerini aktaracak yolları bulurlar. Siz itimat edin yeterb. Bir de yurt dışına sıklıkla çıkan unsurları takibe alın. Ne
mazeretle gidiyorlar? Hangi ülkeleri ziyaret ediyorlar? Hangi
alanlarda çahşıyorlar? Giderken veya gittiklerinde kimlerle gö­
rüşüyorlar? Yakından takip edelim.
- Hayırdır efendim?
- Hayır mı şer mi, yakında ortaya çıkar. Ama gelişmeler bir
fırtınaya hazırlıklı olmamızı gösteriyor. Her an uyanık olsun ve
azami dikkat etsin bütün arkadaşlar.
r
R u h la r K uyusu
121
Yavaşça kalktı. Bastonuna doğru uzandı.
Ceyhun da onun kalktığını görünce yerinden fırladı. Önde
yaşlı adam, ardında Ceyhun, yaz sıcağının kavurduğu Ankara
sokaklarına daldılar.
Uzunca bir süre arkasından takip eden Ceyhun adımlarını
hızlandırarak yanma yaklaştı. Sessizce yürüyüp kayboldular
kalabalıkların arasında.
BAŞBAKANIN OZeL O f ÎSİ..
^oüam da dokuz kişiydiler.
Başbakan, yanında beş bakanı, istihbarat başkanı ve iki kişi
dahi.
lizleri gülmüyordu. Düşünceli de değillerdi. Kararlı ve
kencilerinden emin bir yüz ifadeleri vardı.
Yıvarlak bir çalışma masasımn etrafında oturmuşlar, önle­
rindi bulunan dosyaların kapaklarını açmaya hazırlanıyorlardı.
Size Başbakan başladı:
-Özel konulara girmeden önce bir durum değerlendirmesi
yaptım. Sonra dosyaları açarız.
tepsi önlerindeki dosyaları biraz ileri itti.
Eaşbakan yanında oturan yardımcısına dönerek:
R u h l a r Ku y u s u
123
- Alışkanlıkları nüksetti. İktidarımızın koıtrol gücünü, du­
ruma hâkimiyetini test ediyorlar. Bu konudad düşünceleriniz
nedir, diye sorarak görüşmeyi başlattı.
- Doğru. Türkiye’yi ve insanımızı tanıdıllarını sanıyorlar.
Çünkü uzun yıllardır demokrasi ile yönetilsek de aslında bü­
rokrasi vasıtasıyla her şeyi kontrol edecek ydlar buluyorlardı.
Sermaye hareketlerini istedikleri gibi kontrol edip, sansasyo­
nel finans hareketleri gerçekleştirebiliyorlardı. Medya vasıta­
sıyla kamufle olabiliyorlar ve istedikleri operasyonları gerçekleştirebiliyorlardı. Bunu her yolla sağlayabiliyorlardı. Sanırım
milletin iktidarı ve yönetimi devralmayı cüşüneceğini akıl
edemediler.
- Gittiğimiz yerlerde bu düşünceden dahi ilerisini görüyo­
ruz. Hatta halkın talebi “Size bu görevi ileri gitmek için verdik,
geri dönemezsiniz, yerinizde duramazsınız, eğer bunlardan bi­
rini yaparsanız biz sizi terk eder, bizi daha ileri götürecekleri
ararız, sizden öncekilere verdiğimiz destek de buydu ama başa­
ramadılar, bizi yarı yolda bırakanları biz de tırakırız.” şeklinde
de okunabilir.
- Bu da doğru! İnsanımız kendini yıllarca kandırılmış, uyu­
tulmuş hissediyor. Bunu yaptığımız tüm toplumsal araştırma­
lar gösteriyor. Onları yüzüstü bırakma lüksümüz yok. Kaldı
ki bu defa çaresizliğimiz sadece bizi etkilerrez. Dünyayı kana
bulamak isteyen zalimlere gün doğar, yapılarak tahribat, halkı
Müslüman olan bütün ülkeleri etkiler.
Başbakan bir diğer bakana döndü:
124
T
urgay
G
üler
- Bu saldırı sınır tanımıyor. Anladığımız kadarıyla her yer­
den gelecekler. Ekonomik durumumuz nasıl? Sarsmanın öte­
sine geçebilirler mi?
- Çok şükür, hiç olmadığı kadar iyi durumdayız efendim.
Tedbirlerimizi aldık. Rezervlerimiz çok iyi durumda. Ekono­
miyi sarsmak için, fınansal spekülasyonlar yapacaklarını düşü­
nüyoruz. Özellikle borsa, döviz ve faiz üçgeninde saldıracaklar.
- Zararımız ne olur?
- Özelde bazı yıpranmalar olacaktır şüphesiz. Ancak yü­
rütülen psikolojik bir harekât olduğu için daha çok “ekonomi
kötüye giriyor” algısı oluşturmaya çalışacaklarını düşünüyo­
ruz. Bu şu demek: Borsamn hızlı bir şekilde değer kaybetmesi,
dövizde hızlı bir yükseliş, faizleri yukarı yönlü zorlayacaktır.
Bunun da iki boyutu var. Birincisi; böyle bir algı dışarıdaki
ekonomik itibarımızı sarsar. Sermaye girişi yerine çıkış olur.
Halk böyle bir durumda güven kaybına uğrayabilir. İkincisin­
de ise ekonomiye reel olarak zararı dokunmaz. Çünkü devle­
tin döndüremeyeceği dış borcu yok. Özel sektörden dış borcu
olanların çoğu dışarıya götürdükleri paralarını, borç almış gibi
gösteriyor. Yani karşılığı olan borçlar.
- Peki, oluşan algıyı lehimize çevirecek tedbirlerimiz var
mı?
- Araştırmalar ve incelemeler yaparak gerekli tedbirleri alı­
yoruz. Allah’ın izniyle bu fırtınayı atlatacağız. Sık sık bize tuzak
kuranlar için olumsuz bir algı oluşacak ve uluslararası sermaye
bundan sonra onları dikkate almayacaktır.
R u h l a r K uyusu
125
Yüzlerde kararlılık daha da keskinleşmişti. Diğer bakanına
döndü:
- Bu tahribat korkunç! İstanbul’da ve diğer illerde yapılan­
lar kabul edilemez. Ülkeyi karıştırmak adına daha neler yapa­
bilirler?
- Evet! Olaylar vandallık boyutunda efendim. Ama her
şey kontrolümüz altında. Halk nezdinde bu işin içinde olanlar
prestij kaybetti. Yalnız polisin bazı uygulama ve tavırları bizi
zor durumda bıraktı. Dağınık ve kontrolsüz bir güç gibi ha­
reket ettiler. Bu konuyu araştırıyoruz. Henüz çözemediğimiz
bazı ilişkiler olduğundan şüphe ediyoruz. Sanki bize rağmen
hareket eden bir anlayış var ortada. Ancak çok girift bir mesele!
Başbakan söylenenleri dikkatle dinlerken Sır Küpü, önün­
deki ajandaya sürekli notlar alıyordu. Başbakanın kendisine
yönelmesiyle başını kaldırdı.
- Bu konuda senin fikrin ne?
İstihbarat başkanı düşüncelerini kısa ve net ifadelerle an­
lattı. Aslında orada, söylenmesi gereken kadar konuşuyordu.
Daha fazlasını özel olarak sadece Başbakana söylüyordu.
- Efendim, önümüzdeki aylar çok önemli. Çok farklı yolları
deneyecekler. Çünkü hâlâ çözemediğimiz bir şekilde çok yakı­
nımızda, belki de yanımızdalar.
Son cümle, içeriye sanki Sibirya soğuklarını getirmişti de
herkesin sözü ağzında donmuştu.
Başbakan hariç.
Belli ki onun bazı konulardan önceden haberi vardı. Ama
renk vermedi. Sır Küpü devam etti:
126
T
urgay
G
üler
- Özellikle dış kaynaklarımız bize, çok sarsıcı bir darbenin
mahalli seçimlerden önce vurulacağı yönünde bilgiler aktarıyor.
- Nasıl?
- Bu işin dışarıda tezgâhlandığı belli. Kaynağına ulaşmaya
çalışıyoruz.
- Dışarıdan gelecek her türlü tehlikeye karşı koyabiliriz.
- Ama bu defa durum farklı efendim!
-Anlamadım!
- Dışarıda kurgulanan bir plan. Ancak içimizde ve bizden
birileri eliyle başlatılacak bir operasyon.
Herkes pür dikkat dinliyordu. Çünkü orada bulunanların
hepsi Başbakanın çok yakınında bulunan, güvendiği arkadaş­
larıydı. Her zorluğu birlikte göğüslemişlerdi yıllardır. Ama bu
cümleler ürkütücüydü.
Başbakan yardımcısı:
- Bu konuyu biraz açar mısınız mümkünse, diye sordu.
Başkan, Başbakanla göz göze geldi. Sonra devam etti:
- Efendim, henüz tam olarak çözemedik. Neyle nasıl ge­
lecekler, nasıl vuracaklar henüz bilmiyoruz. Hangi unsurları
kullanacakları hususunda da kesin bilgilere ulaşamadık. Ama
araştırmalarımız devam ediyor.
Başka bir bakan:
- Herhangi bir emare veya işaret yok mu? Elinizdeki bilgi­
ler bir yerleri gösteriyordur herhâlde.
- Doğru. Ama biz kesin bir bilgiye ulaşmadan açıklamayı
sağlıklı bulmuyoruz.
R u h la r K uyusu
127
Bir diğeri:
- İyi de bu kadar içimizdelerse bize de tedbirli olmak düş­
mez mi? Herkese şüpheli gibi mi bakacağız? Bu bir paranoyaya
dönüşür.
- Efendim tam da bu durum. Hepimizin çok dikkatli olma­
sı lazım. Malum, teknolojik olarak sınırların zorlandığı, zorlanmakla kalmayıp yasal olmayan yollarla ihlal edildiği, hileli
yasallıklarla özel hayat ve ilişkilere vâkıf olunabildiği bir ger­
çek. Saldırılar bu defa bizzat iktidarı hedef alacak gibi. Sadece
kabine üyelerinin dikkatli olması yetmeyebilir. Ad ve nüfuz
kullanarak bazı suistimaller gerçekleşirse bunları aleyhimize
kullanabilirler. Şimdilik bu kadarını söyleyebilirim.
- Yani bu kalkışma ve tahribat daha başlangıç mı demek is­
tiyorsunuz?
- Hayır. Daha ileriki süreçlerin ilk adımı.
-Yani...
- Çok kızgınlar. Türkiye’nin kontrollerinden çıkmasına çok
kızgınlar. Kendilerince hizaya getirmek için daha büyük ham­
leleri deneyeceklerdir.
- İyi de, içimizden birileriyle... Bu nasıl olabilir?
Konunun zorlayacak noktaya gelmesi üzerine Sır Küpü,
Başbakana döndü.
Başbakan söze girdi:
- Az önce söyledim. Düşmana karşı tedbir mümkündür.
Alırsın. Tedbirin yeterli gelmezse savaşırsın. Yenersin. Yenilir­
sin. Lâkin haine tedbir almak zordur.
128
T
urgay
G
üler
Derin bir nefes aldı.
- İşimiz zor olanla. İş sana düşüyor başkan. Her alanda başa
baş hâle geldik ki, üzerimize bu kadar yoğun geliyorlar. Hadi,
bir adım öne geçelim. Onların adımlarını önceden görebile­
lim. Görebilelim ki, önümüzdeki yılları kurtaralım inşallah.
Başbakan önündeki dosyaya uzandı. Diğerleri de aynısını
yaptı. Artık gündemlerindeki konuları görüşebilirlerdi.
Yaklaşık iki saat sonra dışarı çıktılar. Başbakan basın men­
suplarının karşısındaydı.
“Değerli basın mensupları;
Vandallık gösterisine dönen olayları ibret ve dikkatle izliyo­
ruz. Garip olan, bundan nemalanmak isteyen bazı güç odakları­
nın davranışlarıdır. Türkiye’miz onların eskiden beri kafalarında
kurguladıkları Türkiye değildir artık. Vatandaşlarımız ülkemiz
üzerinde oynanan oyunun da, bu oyunu kuranların da, oyu­
na iştirak eden yerli uzantılarının da farkındadır. Yarasalar gibi
karanlık bir zemin oluşturup istedikleri gibi at oynatacağım
zannedenlerin hevesleri kursaklarında kalacaktır. Bu tarz hare­
ketlerden kendilerine menfaat teminine çalışanlar devletimiz ta­
rafından en kısa zamanda deşifre edilecektir. Milletimin fertleri­
nin bu zor dönemlerde sağduyusunu kaybetmemesi ve oyunlara
gelmemesi en büyük temennimdir. Milletle çıktığımız bu kutlu
yolculuğu, yine milletimizle tamamlayacağız inşallah. Kime ka­
dar uzanırsa uzansın, bu ülkenin şahlanışını, tarihi yeniden yazı­
şını engellemeye çalışan odaklar bir bir ortaya çıkarılacaktır.
Aziz milletimiz müsterih olsun.
Hepinize teşekkür ederim.”
YANGINDANSONRASI..
( j ünler süren, meydanlarda ve sokaklarda çıkarılan yangın
sönmüş ve ortalık sakinleşmişti.
Yaşanan bu kadar fırtınadan milletinin desteğiyle yine kur­
tulmuştu ülke. Ama tahribat büyüktü.
Hiç beklenmeyen bu sarsıntı, ülke insanını derinden yara­
lamış ve çok küçük meseleler kartopu gibi büyütülerek bir çığ
gibi milletin üzerine düşürülmüştü.
Uzun yıllar boyunca iğne ile kuyu kazar gibi elde edilen ka­
zanmalarla güçlenen ekonomi darbe almıştı. Ülke kaynaklarını
sömürmek için fırsat kollayan yarasaların eline, aradıkları fırsat
geçmiş görünüyordu.
Yabancı basının, olayları günlerce canlı olarak yayınlama­
sıyla ve gazetelerinde haber yapmasıyla uluslararası arenada
130
T
urgay
G
üler
siyasi e ekonomik bir kırılganlık algısı oluşturulmuştu. Ya da
birileısüreci devam ettirme adına böyle yorumluyordu.
Baıakan bu fırtınada da gemiyi karaya oturtmaktan ve
parçalnmaktan kurtarmayı başarmıştı.
Mmleketi şehir şehir dolaşmış, halka olup biteni samimi
bir şeilde anlatmıştı. Devletlerarası seyahatlerde de durumu
bütünçıplaklığıyla gözler önüne sermiş, başa örülen çorapla
ilgisi tanları ifşa etmekten çekinmemişti.
Hcta işin içinde olan veya dolaylı destek veren yerli ve yabancıaşeronları tek tek tespit ederek açıklayacaklarını deklare
etmelen kaçınmamıştı.
Bısüreçte belki de çok tehditler aldı. Vazgeçmesi yönünde
uyarılı. Kararlılığı görülünce anlaşma yolları arandı.
Tükiye, vazgeçebilecekleri bir ülke değildi. Türkiye’den
vazgemek, yüzyıllara dayanan amaçlarından vazgeçmek demekt:
Ara Türkiye de artık biliyordu ki, onların her geri çekili­
şi, sorasında daha güçlü saldırmak için yapılan bir hamleden
başkaıir şey değildi.
Daa şiddetli geleceklerini bilen birisi kararlı durdu. Taviz
vermdi.
0:alığın sakinliği, bu işten anlayanları tedirgin eden bir sakinlili. Aynı kopacak büyük bir fırtına öncesi sessizlik gibi...
OYUNKURULUYOR..
İTİBAROPERASYONIARI..
O turduğu koltuktan kalktı. Ellerini masatıın kenarına daya­
yarak omuzlarını dikleştirdi. Gözlerini karasında oturanların
üzerinde dolaştırıyordu.
Önündeki kadehten bir yudum daha alcı.
- Beyler, olmuyor. Ne yaptıysak ortadan kaldıramadık. Ya­
nımıza çekemedik. Hiçbir şeyle ikna edemtdik. Oysa daha on,
on beş yıl önce planlarımız bu değildi.
Karşısındakilerden birisi söze girdi.
- Efendim doğru söylüyorsunuz. Biz nilleti bu adamdan
ayırmak isterken millet daha da sahiplendi Türk insanı bizim
bildiğimiz gibi değil. Eskiden olduğu gibi nanipüle edemiyo­
ruz. Bizim yüz yıl önce ortaya koyduğumuz, plan ve program­
ların yetiştirmesi gereken toplum bu değil.
134
T
urgay
G
üler
Bir başkası devam etti:
- Bu toplumda farklı bir şey var. Dünyanın hiçbir yerinde
bize karşı bu denli bir direnç olmamıştı.
İçkisini yudumlayarak dinleyen Efendi Vladislav:
- Biz üç yüz yıldır bugünün özlemiyle yandık tutuştuk. Dil­
lerini tahrip ettik. Kültürlerini yozlaştırdık. Ahlaklarını, inanç­
larını paramparça ettik. Siz hâlâ kalkmış “Bu toplumda anlaya­
madığımız bir şey var.” mı diyorsunuz?
Oturanların her biri ardı ardına söz alarak kısa değerlendir-
ı
meler yaptılar.
- Evet. Daha önce denediğimiz yolların hepsi çöktü. Yüz
yıldır bu topraklarda gizli hükümranlığımızı devam ettirmek
için neler yapmadık ki!
- Önce yeni kurulan devleti kıskaca alarak, köklerinden
<
koparmak için radikal değişiklikler yaptırdık. Sonra çok par­
tili demokrasi dedik. Bununla da ekonomik hâkimiyetimizi
perçinledik.
- Baktık kontrolümüzden çıkıyor, askerî darbelerle sık sık
hizaya getirdik. İdeolojik kamplara ayırdık, ayırdığımız her
kampı yine biz yöneterek birbirlerine kırdırdık. Doğrulmaları­
na izin vermedik. Tabii bundan da bir hayli kâr ettik.
- Bizi dinleyemeyenlerini, çok ileri gidenlerini en yakınlarındakileri kullanarak ortadan kaldırdık. Bu topraklarda eko­
nomik ve siyasi varlığımızı tehdit eden hiçbir oluşuma izin
vermedik.
-A m a bu...
i
R u h lar K uyusu
135
Vladislav, yuvasından fırlayacakmış gibi bakan küçücük
gözlerini etrafta dolaştırdı.
- Bu söyledikleriniz kabul edilemez!
Karşısında oturan ve yaşça diğerlerinden büyük olan ve o
ana kadar hiç konuşmayan kırçıl sakallı biri:
- İslam!., dedi.
Daha sözünü bitiremeden hiddetle sözü kesildi Efendi Vla­
dislav tarafından.
- Ne İslam’ı? Bak bir İslam dediğin coğrafyaya... Hangisin­
de sözün geçmiyor? Hangisinin bankası, parası senin kontro­
lünde değil? Hangisinde, birileri sana kafa tutmaya kalktığında
tepelerine binemiyorsun? Hangisinde bir gecede iktidar değiştiremiyorsun? İslam’mış...
Kısa bir sessizlik oldu. Kırçıl sakallı yaşlı daha net ve kararlı
bir şekilde tekrar:
- İslam, dedi.
Bu kez kesmedi sözünü Vladislav. İkici kez söylendiğine
göre dinlemeliydi. Hem her sıkıştıklarına en makul fikir bu
adamdan çıkmıyor muydu?
Orada bulunan herkes suskundu. O da devam etti:
- Bu millet diğerlerinden farklı. Bunca yıllık mücadelemiz­
de bunu gördük. İstediğiniz kadar örfünü, kültürünü, ahlakı­
nı, yaşam şeklini bozun... İstediğiniz kadar kendisine hakaret
edin, kızın, hırpalayın; sineye çekebilir. Lâkin bu milletin atası­
na ve dinine saldırdığınızda ve sövdüğünüzde sizinle ölümüne
savaşa girer.
136
T
urgay
G
üler
Herkes buz gibi olmuştu. Diller susmuş, gözler kocaman
açılmış, yüzleri hayret ifadesi kaplamıştı. Hepsi söylenen bu
son sözleri düşünüyordu.
Dakikalar sonra Efendi Vladislav:
- Peki, vaz mı geçelim? Diz çöktüreceğiz derken diz mi çö­
kelim? Daha dün adamlarımıza dillendirtmedikmi, “Bir impa­
ratorluğun çöküşünü hep birlikte izleyeceğiz.” diye? Bu nokta­
dan geri dönüş hezimettir.
Sesini kısarak konuşuyordu. Kim bilir, belki de içindeki ta­
rihsel birikimin dışavurumuydu bu sözler. Fısıltı gibi söyledi
son cümleyi.
- Eğer başaramaz ve geri çekilirsek mutlaka bizden inti­
kamlarını alırlar. Hangi deliğe girsek bulurlar. Hangi kuyuya
saklansak çıkarırlar. Geçmişte hep böyle olmadı mı? Böyle bir
şeye izin veremeyiz. Başarmalıyız.
Kısılmış ses tonu tehditkâr bir gerginlik taşıyordu. Kırçıl
sakallı yaşlı:
- Elbette, dedi.
Okyanusta dalgalarla boğuşan bir kazazedeye uzatılan can
simidi ancak bu kadar umut verebilirdi.
Herkes rahatlamıştı. Konuşanın demek ki bir planı vardı.
- Bu defa onları kalbinden vuracağız. Kılcal damarlarını
çatlatacağız. Hiç tahmin etmedikleri kalelerini yakacağız. İç
kanamadan ölecekler.
- Nasıl?
R u hlar K uyusu
137
Bir tek Vladislav’dan çıkmıştı bu söz ama gözlerine baksan
hepsi aynı soruyu tekrar ediyordu?
-N asıl...
-N asıl...
-N asıl...
- Şimdi bunlar İslam âleminin önderliğine soyundu ya...
Biz önce bu imajı yerle bir edeceğiz. Ellerini uzattıkları her
yeri onların ardından ateşe vereceğiz. Afganistan’da, Irak’ta,
Yemende, Libya’da, Mısır’da, Suriye’de yaktığımız ateşlere
yeni odunlar atacağız. Sönmesine izin vermeyeceğiz. Bırakın
birbirlerini yesinler. Sonra...
Sustu bir süre. O da diğerleri gibi içkisinden birkaç yudum
aldı.
- Az evvel yaptıklarımızı saydınız. Ama hâlâ diriler, hâlâ
artan bir direnç var dediniz. Doğrudur. Çünkü biz üzerlerine
gittikçe onlar sinmiş gözüktüler. Lâkin kitaplarını yanlarından
ayırmadılar. Manevi önderleri vasıtasıyla imanlarını hep koru­
dular. Fırsatını bulunca da ortaya çıktılar. Önceden söylendi.
Bunlar diğerlerine benzemiyor.
İçkisinden ardı ardına birkaç yudum aldıktan sonra devam
etti:
- Bizim bu durumu göremediğimizi zannettiler. Oysa ma­
lumunuz, benim ilgilendiğim alan burasıydı. Şimdi elimizdeki
enstrümanları; fınans gücümüzü, terör ve ayrıştırma kartları­
mızı, medya kuvvetlerimizi harekete geçirelim. Eş zamanlı ola­
rak yıllardır içlerine yerleştirdiğimiz ama onların farkına vara-
138
T
urgay
G
üler
madiği adamlarımızı harekete geçireceğiz. Şaşkına dönecekler.
En yakın bildiklerini bile tanıyamayacaklar. Kimin kimin yanın­
da olduğunu anlayamayacaklar. Kimsenin kimseye güveni kal­
mayacak. Birbirlerini yiyecekler. Bize de seyretmek düşecek...
Hepsi detayları konuşmaya başlamadan kadehlerini kaldı­
rarak neşelendiler.
Efendi Vladislav ayağa kalkmıştı.
- Bunun adı “itibar operasyonu’dur beyler, diye haykırdı.
Rahatlamıştı.
- İtibarlarını yerle bir edin. İnsan içine çıkamaz hâle getirin.
Kendi kitleleri önünde başları öne düşsün.
Hırsını alamıyordu bir türlü. Ağzından salyalar akıtarak de­
vam etti:
- Kendilerini ne sanıyorlar! Bizi mağlup edeceklerini mi
umuyorlar? Göstereceğim onlara. Bu kez bir daha çıkaramaya­
cakları bir tasma takacağım boyunlarına...
Sustu nihayet. Sessizce oturdu yerine. Herkeste gözle görü­
lür bir neşe ve rahatlık vardı artık.
Bir kişi hariç.
Başefendi Türkiye’de işlerin istenildiği gibi gitmediğinden
dolayı Asya kıtası sorumlusu olan Efendi Vladislav’ı doğrudan
burayla görevlendirmişti. Vladislav, Türkiye baronları ile yap­
tığı toplantıdan sonra biraz rahatlamış olsa da içinde anlaya­
madığı bir sıkıntı vardı. Toplantının sonuçlarını, Başefendi ile
paylaşmak için görkemli şatoya doğru yola çıktı.
* * *
R u h la r K uyusu
139
Baronlar, ilgili elemanlarla toplantı üstüne toplantılar yap­
tı. İç ve dış bağlantılar kuruldu. Planlar gözden geçirildi. İtibar
operasyonunu üç grubun gerçekleştirmesine karar verildi.
Birinci grup; medya ayağıyla ilgili tüm bağlantıları sağlaya­
cak ve şimdiye kadar iktidarın tarafında olan bazı basın yayın
organlarındaki elemanlarım harekete geçirecekti.
Bunu yaparken olaya dâhil olmak istemeyenleri ellerinde
bulunan her türlü enstrümanla hizaya getirecekti. Tehdit, şan­
taj, menfaat, mevki, makam ve daha akla ne gelirse her yöntem
kullanılacaktı.
Uluslararası casusluk örgütleri ellerindeki her türlü dokü­
manla gerekli desteği sağlayacak, içeride elde edilen şantaj ve
karalama amaçlı toplanan ses, görüntü ve fotoğraf materyalleri
gerekirse montajlanarak servis edilecekti.
İkinci grup; ülkenin ekonomik itibarını sarsacak manipülatif hareketleri planlayacak, içeride ve dışarıda gerekli bağlantı­
ları sağlayacaktı.
Özellikle finansal olarak indirilecek bir darbe, iktidarın en
güçlü olduğu yerden güçlü bir yaraya yol açacak ve bu şokla
kendine gelene kadar gerekli hareketlilik sağlanarak kontrolü
kaybetmelerine yol açacaktı.
Böyle bir durumda devreye girecekler ve ülkenin dümenini
ele geçirerek istedikleri rotaya yönlendireceklerdi.
Üçüncü grup; bütün bunlardan önce şok şeklinde hükümete
saldırıları hukuk kanallarıyla gerçekleştirilecekti. Böyle bir sal­
dırıyı hiç beklemeyen iktidar, hazırlıksız yakalanacaktı.
140
T
urgay
G
üler
Hukukun yaptığı bu saldırı en iddialı oldukları alanlardan
gerçekleşecek ve hükümete en yakın çevrelere kadar uzatıla­
caktı. Halk hiç ummadığı ve beklemediği haberlerle sürekli
tahrik edilecek ve topluma bu süreçte sürekli korku ve endişe
enjekte edilecekti.
Şoku atlatamayan hükümet çaresiz hâle gelecek ve istifa et­
mek zorunda kalacaktı. Sonrası kolaydı.
İşin en güzel yanı, bunu yaparken halkın gözünde itibarlı
kanaat önderleri ve gruplar kullanacaklardı. Bu durum inandı­
rıcılığı artırıcı ve işlerini kolaylaştırıcı en önemli unsurdu.
Bütün plan hazırdı. Artık sadece düğmeye basmak kalmıştı.
Operasyonu başlatmak için Başefendi nin emrini bekleme­
ye başladılar.
b ü y ü k h a m le ...
Y eni bina, özel oda her zamanki gibi gözleri yormayacak bi­
çimde aydınlanıyordu.
Başbakan oturduğu koltukta biraz daha doğruldu. Elleriyle
alnını ovuşturmaya başladı. Sır Küpü o an fark etti, Başbakanın
damarlarının şişkinliğini.
- Efendim, iyi görünmüyorsunuz, doktorunuzu bir çağır­
sam ...
Sözünü kesti Başbakan:
- Lüzumu yok, iyiyim...
Bu “iyiyim” aslında içinde kopan fırtınaların sadece ağzın­
dan dökülebilenini yansıtıyordu.
Tekrar koltuğunda arkasına yaslandı.
142
T
urgay
G
üler
- Bu olamaz! Hayır! Bu kadarı olamaz...
Sanki bir cevap beklemiyor da kendi kendine konuşuyor
gibiydi.
- Bize düşmanlarımızın yapmadığını yapıyorlar. Biz ne yap­
tık ki onlara? Allah’ın rızası ve vatandaşlarımızın huzur ve re­
fahı dışında ne arzumuz oldu ki? Bunu hak edecek ne yaptık
kardeşim?
Sesi buğulanmıştı.
Başkan:
- Efendim... diyebildi sadece.
Başbakan devam etti:
- Eğer biz bilerek ve isteyerek yanlış yaptıysak, ümmetin
hakkına halel getirdiysek başımıza geleni anlarız. Böyle bir
yola tevessül edeni bilerek ve isteyerek korursak, göz yumarsak
başımıza geleni anlarız. Dost bildiklerimiz yanlışlarımızı dost­
ça söyler de biz gereğini yapmazsak başımıza geleni anlarız.
Bilmeyerek yaptıklarımızdan Allah’a sığınırız. Bizim ahlakımız
budur.
Yutkundu. Bir süre sustu ve devam etti:
- Öyleyse niye? Niye bize vuran el, kendi elimiz bildikleri­
miz?
Gözlerini Sır Küpüne çevirdi. Bir şeyler söylemesini bekler
gibiydi. O, bütün sırlarını bilen değil miydi? Kaç yıldır bu ül­
kenin topraklarında çevrilen dolapları, bu milletin hücrelerine
kadar sirayet eden zararlı unsurları birlikte temizlemek için yol
arkadaşlığı yapmıyorlar mıydı?
R u h la r K uyusu
143
Sır Küpü birbirine kenetlenmiş olan ellerini çözdü ve ko­
nuşmaya başladı:
- Efendim, bizim işimiz her daim daha kötülerine hazırlıklı
olmak.
Başbakan oturduğu koltuktan şaşkın bir şekilde kalktı:
- Bundan daha kötüsü ne olabilir ki Başkan!
Ellerini yumruk yaparak sıktı. Gören, tırnaklarının avuçla­
rına gömüldüğünü sanırdı.
- Ağaç bahanesiyle gerçekleştiremedikleri operasyon onla­
rı çok kızdırdı. Panik hâlinde saldırıyorlar. Ellerinde ne varsa
onunla gelecekler. Biliyorlar, artık ok yaydan çıktı. Geri döner­
lerse bir daha gelmeleri yüz yıllar alır. Belki hiç mümkün ol­
maz. Bu nedenle her alandaki hücrelerini uyandırıyorlar.
- Peki durum ne? Daha başka nereden gelecekler?
- Her yerden efendim... Girmedikleri yer yok gibi. Bunu
çok ince hesaplamışlar. Ama hesaplayamadıkları bir şey var.
Biz onu harekete geçirecek ve ardından temizliğe başlayacağız.
Çünkü geri adım atamayacakları için hepsi ortaya çıkacak.
- Nasıl?
- Milletle efendim.
_?
- Millete her şeyi anlatın. Millet arkanızda oldukça cesaret
edemeyeceklerdir. Siz milletle buluştukça onlar kendi saflarını
arayacak ama tarihte başına gelenleri unutmayan milletimiz
oyunu görecek ve bozacaktır.
144
T
urgay
G
üler
Başbakan düşünceliydi. Zihninden geçenleri anlamak
mümkün değildi. Bir süre odanın içinde dolandı. Belli belirsiz
bir ses tonuyla şöyle dua ediyordu:
“Allah’ım, biz düşmanlarımızla senin yardımınla başa çıka­
rız. Sen yanımızda olduğun sürece zulme göz yummayız. Lâ­
kin Sen bizi ve halkımızı birbirimizden emin kıl.”
Masasına geçti. Telefonu kaldırdı.
- Ahmet, gelir misin?
Az sonra kapı açıldı. Başbakanın özel kalemi, elinde ajan­
dasıyla içeri girdi.
- Buyurun efendim.
- Hemen içişleri, dışişleri, ekonomi, adalet bakanlarını ve
başbakan yardımcılarını çağır. Yarım saat içinde burada ol­
sunlar.
- Emredersiniz.
Özel kalemi çıktıktan sonra Sır Küpü müsaade istemek için
yerinden kalktı. Fakat Başbakan onu oturttu.
- Hayır, sen de kal.
Kısa süren bir sessizliğin ardından Başbakan:
- Bana Ceyhun’u bul. Yarın sabah burada olun. Kendisine
bir mektup vereceğim.
- Başüstüne efendim.
Yarım saati çeşitli konuları tartışarak geçirdiler. Nasıl bir ha­
reket planı yürüteceklerini konuştular.
Başbakan; acilen ülke içindeki tüm uzantıların tespitini ve
hareket kabiliyetlerinin sınırlandırılmasını, yapacakları yeni
R u h l a r K uyusu
145
operasyonları mümkün olduğunca önceden öğrenmenin yol­
larının bulunmasını istedi.
Özellikle medya ve finans alanında sıkı çalışılmasını, provokatif haberleri çıkaranların ve yayınlayanların engellenmesini,
borsa ve döviz piyasalarındaki spekülatif hareketlerin önlen­
mesini ve her gelişmeden anında haberdar edilmesini istedi.
Sır Küpü söylenenleri dikkatlice not aldı.
Nihayet bakanlar da gelmişlerdi. Her biri Başbakanın çalış­
ma odasındaki yuvarlak masanın etrafında yerini aldı.
- Arkadaşlar, durum ortada. Kendi elimizle kendi gözü­
müzü çıkarmamızı istiyorlar. Kolumuzu kanadımızı kırmak,
elimizi ayağımızı bağlamak istiyorlar. Onlar kaybetmemek için
hiçbir ahlaki kural tanımıyorlar, kendi çıkarları için dünyayı
kana bulayanları, bizim en yakınlarımız dediklerimizi kullan­
maktan ne alıkoyabilir ki?
Nefeslendi biraz:
- Bu kadarını da beklemiyordum, inanın. Ama şer bildik­
lerimizden hayır doğar. Belki bizim için iyi ve doğru olan da
budur. Bilemeyiz...
Başbakan, yardımcısına dönerek:
- Kabinedeki arkadaşları toplayalım. Herkes kendini göz­
den geçirsin. Hata yapan veya böyle çirkin suçlamalarla karşı­
laşması muhtemel olan varsa, çıksm milletten özür dilesin ve
makamını terk etsin. Aile efradından kendisine çamur sıçratan
varsa bunları deşifre etsin. Biz millete ne söz verdiysek arka­
sında dururuz. Kim olursa olsun, yanlışı ve yanlış yapanı asla
savunmayız. Bu düşüncelerimi milletvekilleriyle de paylaşın.
146
T
urgay
G
üler
- Elbette, dedi yardımcısı. Siz ne yapacaksınız?
- Bir diğer konumuz da bu. Yarın planladığım gezilere devam
edeceğim. Her şeyi milletime olduğu gibi anlatacağım. Allah
doğruların yardımcısıdır. Doğruysak yanımızda buluruz milleti.
Millet yanımızda olursa, dünya karşımızda olsa ne yazar?
- Doğru düşünmüşsünüz. Bizlere öneriniz nedir?
- Hukuki olarak bu işte yanlış yapanların amaçlarını tespit
etmek adalet bakanımızın işi. Ortada dönen yolsuzluk soruş­
turmalarını da sonuna kadar takip edin. Kim ne yanlış yapmış­
sa bedelini ödesin. Kime kadar giderse gitsin, mutlaka ortaya
çıkarılsın. Bunu yaparken milletimin kazançlarını yok edecek
manipülasyonlara fırsat verilmesin.
Başbakan gözlerini içişleri bakanına çevirerek konuşmasına
devam etti:
- Ülkede bu tarz sansasyonel olaylara çanak tutan güçlerin
amaçlarını, bağlantılarını bulmak içişlerinin işi. Onları bir bir
ortaya çıkarmak ve deşifre ederek gizledikleri bütün faaliyet­
leri milletin gözü önüne sermek gerek. Bunu yaparken de ma­
sum kimseye çamur atılmasın. Mümkün olduğunca karanlık
ilişkileri olmayanlar ayıklansın.
Başbakan yardımcısı ve diğer bakanlar söylenenleri can ku­
lağıyla dinliyordu.
- Ekonomik yapımıza yapılacak taarruzları göğüslemek ve
gerekli tedbirleri almak da sayın bakanımızın işi. Ülkemizin
mali ve fınansal yapısını korumak ve halkımızın kayıplarını
en aza indirmek, imkân dâhilinde önlemek gerek. Ama bu işe
R u h la r K uyusu
147
çanak tutarak haksız kazanç peşinde olanların önünü kesecek
tedbirler de alınsın. Haydi bakalım. Allah yardımcımız olsun,
işimizi kolay kılsın.
Toplantı biterken Başbakan, Sır Küpüne:
- Sen kal! dedi.
Herkes çıktıktan sonra:
- Ne pahasına olursa olsun bu işi çöz. Önümüzdeki ay bü­
tün programlarımı aynen devam ettireceğim. Bir ay sana bu
konuda bir şey sormayacağım. Rutin görüşmelerimiz ve ola­
ğan bilgilendirmelerine devam edeceksin. Bir ay sonra bütün
bilgiler ışığında gerekli değerlendirmeleri yapacağız. Bir uygu­
lama planı hazırlayacağız.
- Emredersiniz.
Ertesi sabah Ceyhun’a verilecek mektup teslim edildikten
sonra Başbakan memleketin çeşitli şehirlerinde olup bitenleri
keskin ve net ifadelerle halka anlatmaya başladı.
Türkiye bir kez daha kendisini uçuruma itmeye çalışanların
elinden kurtulmak için mücadeleye başlamıştı.
TÜRK VE İSİAM DÜNYASI UYAMYOR..
^Jarihîbinanın dıştan görünüşü muhteşemdi.
Geniş bahçesi ve bu bahçeyi süsleyen uzun ve yaşlı ağaçlar
bütün ziyaretçilerin dikkatini çekiyor, hayranlıkla gezinmele­
rini sağlıyordu. Etrafı dışarıdan girilemeyecek yüksekçe du­
varlarla çevrili bu binanın yapılış tarihi ile ilgili birçok rivayet
vardı. Kimileri Roma İmparatorluğu dönemine kadar geri gi­
diyor, kimileri Bizans devrinden kaldığını söylüyordu. Bazıla­
rı, Osmanlılar tarafından yapıldığını, birkaç kere yangın geçir­
diğini, devletin misafirhanesi olduğunu iddia ediyordu. Belki
söylenenlerde gerçeklik payı vardı.
Bugün üzerinde güzel bir kütüphane ve el yazmaları kolek­
siyonu bulunduran zarif binanın zemin katının ön sol kısmında
turistik eşyalar satan iki dükkân, devamında ise çınar ağaçları­
nın altına kadar uzanan bahçesiyle bir çayevi bulunmaktaydı.
R u h la r K uyusu
149
Sabahın namaz vaktinden, gecenin geç saatlerine kadar müş­
terilerine hizmet etmekteydi. Aslında gece de gelen olursa sa­
baha kadar dertleşebileceği birini mutlaka bulur bu mekânda.
Mekânın müdavimlerinden birisi; orta yaşını geçmiş, ya­
naklarını dolduran ince sakalını siyahtan çok beyazların kap­
ladığı, kimilerinin Ahmet, kimilerinin Eren diye seslendiği bir
adamdı. Çok konuşmaz, genellikle elindeki notlarla uğraşırken
veya bir kitap okurken görünürdü. Yanındaki çantasından ayır­
madığı defterine bir şeyler karaladığı da olurdu. Ama ocaktaki
yaşlı amca -adı Suskun Dayı kalmıştı- çok nadir konuşmaların­
da Ahmet Erene Tuğlu diye seslenirdi. Ondan başkası da bu
şekilde hitap etmezdi.
Ayrıca sayıları sabit olmamakla beraber yirmili, otuzlu yaş­
larda yiğit gençlerden oluşan birkaç kişi her zaman etrafta do­
laşır, kâh oturur sohbet eder, kâh bir köşeye çekilir çaylarını
yudumlarlardı. Birbirleriyle alakaları yok gibi görünen bu in­
sanlar, oraya gelen turistlerin veya müşterilerin dikkatini hiç
çekmezdi.
Böyle tuhaf bir mekândı burası.
Ceyhun da buranın müdavimlerindendi. Lâkin girerken
görülür ama çıkarken görülmezdi.
Bir haftadır kütüphane ve çevresinde bulunan herkes çok
dikkatliydi. Tabiri caizse gözlerini dört açıyor, gelip giden, gi­
rip çıkan herkes takip ediliyordu.
Aslında her zaman kütüphaneye çalışmak için gelen yaban­
cılar olurdu. Aradıkları yazma bir eser kütüphanede varsa gelip
150
T
urgay
G
üler
araştırma yaparlar, fotokopi, mikrofilm talebinde bulunurlar,
Türkiye’den bilim insanlarıyla buluşup konuşurlardı. Bu gibi
durumlara şahit olmak şaşırtıcı değildi elbette.
Ancak bu hafta içinde Türk ve İslam dünyasından birçok
bilim insanı, kendilerine refakat eden mihmandarlar eşliğinde
kütüphaneye kadar getirilmişlerdi.
Hiç dikkat çekmeden parmağında iri taşlı özel bir yüzük
olan ince beyaz sakallı yaşlı bir adamın yanına alınan davetliler,
üç dört saat kadar burada kaldıktan sonra yine dikkat çekme­
den geldikleri gibi gitmişlerdi.
Mısır’dan gelen davetli, diğerlerinden biraz daha uzunca
kalmış, Suriye, Irak, Filistin, Kuveyt ve diğerlerinden gelenler
planlanan sürelerde görüşmelerini bitirmişlerdi.
İslam dünyasının üzerinde dolaşan kara bulutların nasıl da­
ğıtılabileceği konuşulmuştu.
Yaşlı adam onları tek tek dinlemiş, ülkelerindeki durumu
anlattırmış ve onlara şöyle demişti:
- Kardeşlerim, İslam dünyasının durumu ortada. Büyük
acılar yaşanıyor. Unutmayın, bu acılardan hepimiz sorumlu­
yuz. Biz bize verilen insanlık görevini Müslümanca yapsaydık
bu sıkıntıları çekmemiz Allah’ın izniyle gerçekleşmezdi. Bir ba­
kın Müslüman ülkelere. Neredeyse hepsinde mezhep çatışma­
ları, siyasi hâkimiyet kavgaları, ekonomik çıkar anlaşmazlıkları
yaşanıyor. Hepsinde iç huzursuzluk, kan ve gözyaşı var. Oysa
dünya hayatının geçiciliğini en iyi idrak etmesi gereken, hak ve
adaleti en fazla önemsemesi gereken dinin mensuplarıyız.
R u hlar K uyusu
151
Karşısında onu pür dikkat dinleyen bilim insanlarından ba­
zıları konuşmadan notlar alıyordu.
Yaşlı adam devam etti:
- Kardeşlerim; bir de diğer dünyaya bakın, hani şu İslam
âlemini sömüren ve onların mutsuzluğu üzerine mutluluk
inşa etmeye çalışan dünyaya. Hiç düşündünüz mü? Onlarda
mezhep farklılıkları yok mu? Onlarda gelir dağılımı dengesiz­
likleri yok mu? Onlarda siyasi ikbal peşinde olanlar yok mu?
Onlarda toplumsal sıkıntılar yok mu? Hepsi var. Hepsinde var.
Ama onlar meselelerini silahla çözmüyorlar. Kavgayı hiziple­
re ayrılarak toplumsallaştırmıyorlar. Mezhep farkından veya
dinî cemaatlerinin ayrılığından beslenerek silaha sarılmıyorlar.
Peki, bize ne oluyor da onların kendi halkları üzerinde oyna­
madıkları bir oyunun sahnesini oluşturuyoruz? Bizler birbiri­
mizi öldürürken, onlar film izler gibi olup biteni izliyor. Üstelik
onların verdikleri silahlarla insanlarımız birbirlerini öldürüyor.
Biraz duraksadıktan devam etti:
- Öncelikle iş bizlere düşüyor. Üzerinde manevi hakkınız
olan insanları bu konuda uyarın. Birbirlerinin kanına girmenin
vebalini kavratın. Kaldı ki düşman çeşitli kisvelerle çok içinize
girmiş olabilir. Allah’ın izniyle tedbiri elden bırakmayın. Unut­
mayın! Dünyanın tamamına huzur gelecekse, adalet gelecekse,
muhabbet gelecekse bunun mimarı bizler olacağız.
Elbette konuşulanlar sadece bunlar değildi. Nelerin nasıl
yapılacağı birer dosya hâlinde her birine sunulmuştu.
Müslüman ülkeler; üzerlerinde oynanan oyunu görecek, bu
oyunlara karşı gerekli tedbirleri alacaklardı.
152
T
urgay
G
üler
Bütün bu çalışmalar birkaç haftadır sürüyordu. Bazen bir
günde üç grupla değerlendirmeler yapıldığı dahi olmuştu.
Tüm bu görüşmelerin sonucunda gelen misafirlerin de or­
tak kanaati ile Türkiye ayakta kalmalıydı. Eğer Türkiye düşerse
dünyanın mazlum milletleri de düşerdi.
Buna izin verilmemeliydi.
Aym son perşembesinin öğleden sonrasıydı.
Bu yaz gününün yakıcı sıcağında garip bir hareketlilik vardı
ortada. Gün ikindiyi devirmiş, akşam ezanına çok az kalmıştı.
Tabii yine müşterilerin fark edemediği bir hareketlilikti bu.
Güçlü, kuvvetli, güzel ve temiz giyimli gençlerin sayısı art­
mış, kimisi içeride, kimisi bahçede bir ağacın gölgesinde otu­
ruyor, kimileri de bahçeyi çevreleyen duvarların dışında dola­
şıyordu.
Bu hareketlilik sabahın ilk ışıklarına kadar sürecek, Tuğlu
sabaha kadar önündeki kitaplarla orada oturacak, Suskun Dayı
âdeti olmadığı hâlde ocaktan ayrılmayacak, Ceyhun sürekli et­
rafta dolaşacaktı.
Akşam ezanıyla kılınan namazdan sonra gözler dört açıl­
mış, belki de daire daire bütün İstanbul kuşatılmıştı.
Karanlık koyulaştığı sırada binanın bilinmeyen bir bölü­
münde ise, genişçe bir salonda oturan mahdut sayıda kimse
ince beyaz sakallı yaşlı adamın başkanlığında koyu bir mütalaa
içindeydiler.
Söze yaşlı adam başladı:
R uhlar K uyusu
153
- Durum çok karmaşık! Beklediğimiz ama yönünü kestire­
mediğimiz fırtınalar çıktı. Bunlar bizi oldukça hırpaladı. Allah a
şükür ki, bunları bertaraf edecek güçteyiz. Ancak durmayacak­
lar, hatta daha şiddetli ve daha akıl almaz yöntemlerle saldıra­
caklar. Sizden ricam, çevrenizdekilere sahip çıkın. Saflarınızı
sıklaştırın. Dünya sevgisi ve menfaatini umarak yola çıkmadık.
Yolu bu olanların hâlini görüyorsunuz. Biz İstiklal Harbinde
neyle, ne için, nasıl savaştık? Hiçbir şeyimiz yoktu. Allah bizi
yardımsız bırakmadı. Savaş meydanlarında alamadıklarını
hangi yollarla aldıklarını biliyoruz. Bu kazanmalarını korumak
için yine aynı yollarla aramıza nifak sokacak unsurları besleyip
büyüttüler. Bugün kimlerin hangi saflarda olduğunu görüyor­
sunuz. Sorsanız, “Siz anlamıyorsunuz, biz ulvi gayemiz için on­
ları kullanıyoruz.” diyecekler. Şimdi sizlerin de düşüncelerini
dinleyelim. İstişaremizin amacı, bu fırtınadan milleti sağ salim
nasıl çıkaracağımızdır. Hiçbirimiz bu vatandan ve evlatların­
dan önemli değiliz.
Sustu ince beyaz sakallı yaşlı adam. Bir süre sessizlik oldu.
Ardından, ince uzun boylu yaşlı birisi söze başladı:
- “Şeytandan daha âlimi yoktur.” denilmiştir. Yeryüzünde
şeytanla işbirliği içinde olanların kan, gözyaşı ve acıdan kur­
dukları tezgâh, kendileri dışındaki herkesin ıstırabını varlık ne­
deni görüyor. Maalesef bazıları onlarla işbirliğini ideallerimiz
için bir fırsata dönüştürebileceklerine inandırılmış gözüküyor.
Oysa bilmiyorlar mı, zalimler akıtacak kan bulamadıklarında
birbirlerinin kanını akıtmaktan bile zevk ahrlar. Şeytan onlara
akıl almaz tuzaklar kurar. “Sizden olmayanları kendinize dost
154
T
urgay
G
üler
edinmeyin.” sözü hiç mi akıllarına gelmez? Allah kalplerine
inen perdeleri kaldırsın. Bizim duamız ancak bu olur.
Diğeri:
- Dediğiniz gibi, bu karmaşık durumda milletin gözünün
açık olması, gönlünün duru ve diri tutulması çok önemli. Allah
kalplerimizi saptırmasın. Ancak halkımız o kadar saf değil. Oy­
nanan oyunları, oyuncuları, figüranları yakinen izliyor. Biz bize
düşeni Allah’ın izniyle yaparsak sonuçları inşallah iyi olacak.
Söylenenleri dikkatle dinleyen yetmişli yaşlarda bir başkası,
tane tane şunları söyledi:
- Geçici dünya hayatının misafirleri olan bizler elbette sade­
ce kendimizden sorumlu değiliz. Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Hepiniz bir çobansınız, sürülerinizden sorumlusunuz.” Bizler
sadece ülkemiz için değil, İslam dünyasında da geniş kitlelere
ulaşabilen kimseleriz. Bu nedenle bütün dünyadaki insanların
zalimlere karşı durumundan ve korunmasından da mesulüz.
Burada söze yaşb adam girdi:
- Evet. Bu çok önemli bir konu! Hepimiz bu konuda dün­
yanın her yerindeki kardeşlerimizle daha sıkı istişareler yap­
malı ve gereklerini de yerine getirmebyiz.
- Ancak, diye söze başladı bir başkası. Her tarafı ateşe ver­
diler. Müslümanlar arasında korkunç ayrıkklar oluşturdular. Fır­
ka firka böldüler. Mısır’ın durumunu görüyorsunuz. Zalimler
kontrolü kaybetmemek için her türlü zulmü yapıyor. Irak’ta inti­
har saldırılarıyla, olan masum Müslüman halka oluyor. Afganis­
tan, Pakistan, Bangladeş ve diğerleri her gün bir bedel ödüyor.
R u h la r K uyusu
155
Malum, mazlumların hakları da, mükâfatları da Allah katindadır.
Lâkin Suriye...
Konuşan yutkundu. Oturan herkesin gözleri nemlendi...
Devam etti:
- Suriye’de olanlar gayretullaha dokunmaktadır. Artık za­
limler için yolun sonudur.
Bu son cümle her şeyi özetliyordu. Artık zalimler için yolun
sonuydu.
Zaman ilerlemişti. Yatsı namazı vakti geçmişti epeyce. İnce
sakallı yaşlı adam namazdan önce konuyu şöyle toparladı:
- Değerli kardeşlerim; malumunuz, bazı devletler uzun za­
mandır metafizik konularla ilgili ciddi çalışmalar yapmakta.
Buna dayanarak bazı insanları ülkelerinde çeşitli yol ve yön­
temlerle toplayarak ikamet ettiriyorlar. Amaçları özelde İslam
dünyasına, genelde kendilerinden olmadığını düşündükleri
dünya devletlerine karşı metafizik bir güç sahibi olmak ve ge­
rektiğinde bunu kullanmak!
Derin bir nefes aldı, gözlerine bakan bütün gözlerle tek tek
buluşturdu bakışlarını ve devam etti:
- Hepimiz biliyoruz ki bugün ülkemize metafizik bir saldı­
rıda da bulunuluyor. Bu toplantının asıl amacı konuyu detay­
larıyla görüşmek ve karşı tedbirlerimizi birlikte alacak yol ve
yöntemleri belirlemek.
Sustu ve yerinden kalktı.
Hep birlikte yandaki bölüme geçerek yatsı namazına dur­
dular.
156
T
urgay
G
üler
Sabah namazına kadar orada kaldılar. Sabah namazım da
birlikte kıldılar.
İşin burasını anlatmak zor!
Hiç uyumadılar. Çünkü hiç konuşmadılar. Ya da sözsüz bir
dille konuştular.
Namaz sonrası binanın etrafındaki hareketlilik yavaş yavaş
ve dikkat çekmeden azaldı.
Bu dağılışın sondan bir önceki vedası Tuğlu’nunki idi. Ya­
vaş yavaş kitaplarını topladı. Ardından defterini ve kalemini
yerleştirdi çantasına. Sonra okuma gözlüklerini kabına koy­
du. Ağır hareketlerle yerinden doğruldu. Yan kapıdan çıkarak
merdivenlere yöneldi. Üst kata, kütüphaneye çıktı. Sonra ne­
reye gitti bilinmez.
En son olarak Suskun Dayı, ocağı, yerine gelen kendisinden
daha genç birine devrederek ayrıldı çayevinden. Küçük adım­
larla yokuştan aşağı saldı kendini sahile doğru.
* * *
Ceyhun’un gidiş gelişleri çok hızlı olurdu demiştik y a...
Gene o gelişlerinden biriydi işte. O günün öğleden sonrasıydı.
Bu defa hızlı girdi içeri. Hızlı selam verdi. Hızlı kayboldu göz­
den.
Doğruca üste, kütüphane bölümüne çıktı. Sessizce ilerleyerek
odalardan birine girdi. Oradan başka bir bölmeye geçerek hızla
merdivenlerden aşağı inip arka tarafta bulunan türbeye geçti.
Hürmetle eğilerek selamladı yaşlı adamı.
R u h la r K uyusu
157
- Ve aleyküm selam yiğidim. Hoş sefa geldin. İşimiz acil. Bu
mektubu ve emaneti Beyefendi’ye ulaştır.
Ceyhun sessizce aldı mektubu ve küçük bir paketi. Birkaç
adım geri çekildi.
- Emredersiniz efendim. Bu gece inşallah ulaştırırım.
Ceyhun sırtını dönmeden geri geri odadan çıktı. Binanın
arkasındaki ağaçların arasından şehrin insanlarına karışıverdi.
Bu son zamanlarda hep böyleydi. Dur durak yoktu anlaşı­
lan. Ama Ceyhun’un da hâlinden şikâyeti yoktu.
O her zaman rüzgâr gibi hareket etmeye, bir görünüp bir
kaybolmaya, uhdesinde olan işleri zamanında yerine getirmek
için uykuyu ve dinlenmeyi unutmaya daha baştan karar ver­
mişti.
Ertesi güne kadar nerede nasıl zaman geçirdi, kimse bile­
mezdi, kendinden başka.
SIRİARKÜTÜPHAN eSI..
( ] eyhun, Beyefendinin karşısında kınından çekilmeye hazır
bir kılıç gibi büyük bir saygı içerisinde bekliyordu.
Beyefendi kendisine gönderilen mektubu dikkatle birkaç
defa okudu.
Ardından Ceyhun’un getirdiği paketi masanın altında bü­
yük bir özenle açtı. Yüzü bir anda değişti ve heyecanlı bir şekil­
de ayağa kalkarak Ceyhun’a:
- Haydi bakalım yiğidim. Davete icabet gerek, gidelim dedi.
Birlikte çalışma ofisinden çıktılar. Özel kalemini araya­
rak o günkü bütün programını iptal etmesi talimatını verdi.
Ceyhun’un geldiği araçla kimselere görünmeden ve haber ver­
meden yola çıktılar. Bu yolculuktan Sır Küpü dahi haberdar
edilmedi...
R u h lar K uyusu
159
İnsana huzur veren kütüphanenin duvarlarındaki raflar bir­
çok nadide kitaba sığınaktı.
Seven insan için kitap kokusunun çok farklı bir lezzeti vardı.
İnsanın burnuyla temas eder etmez kimyasını etkilerdi.
Kitap...
Öyle bir şeydir ki kitap; sizi alır, yazıldığı yılların rengine,
kokusuna, desenine götürür. Sevincine, neşesine, tebessümü­
ne götürür. Acısına, derdine, çilesine götürür. Aşkına sevdası­
na, ayrılığına, kavuşmasına, dağına ovasına, savaşma, barışına
götürür.
Kitap, zaman çizgisinde geçmişe ve geleceğe yolculuktur.
Bu kocaman oda işte öyle bir gemi gibiydi.
Dün, bugün ve yarın dürülmüş, sayfa sayfa ciltlere bürün­
müştü.
İçerdeki antika ahşap işlemeli masanın kenarlarındaki, yine
ahşap ama rahat çalışma koltuklarında karşılıklı oturmuşlardı.
Masada üst üste dizilmiş bir sürü dosya vardı.
Yaşlı adam dosyalardan birini önüne çekti.
Tam kapağını açacaktı, Beyefendi düşünceli bir ifadeyle:
- Bazen, dedi. Bazen dayanamayacağımı hissediyorum.
Kendimi yorgun ve güçsüz hissediyorum.
Gözlerini gözüne dikti ince sakallı yaşlı adam. Sesinde insa­
na güven veren bir sakinlik ve güven telkin eden bir ton vardı.
- Ne var ki bunda, insanız. Asıl o duyguları yaşamamak teh­
likeli ve kötüdür.
160
T
urgay
G
üler
- Öyle de...
- Allah hiçbir kuluna taşıyamayacağım yükler mi?
- Yüklemez am a...
- Aksini düşünmek şüphe duymak olur. Şüphe ise güven­
sizlik doğurur. Ondan şüphe etmek haddine mi?
- Haşa.
- O hâlde elinden geleni yap. Kalanı ona bırak. O kendine
güvenenleri yolda bırakmaz. Yanında ummadığın yardımcılar
bulursun. Her şeye rağmen bir şey olacaksa da, olması gerekti­
ği için olduğundan razı olursun.
- Doğru söylüyorsunuz.
- Ancak unutma, insan olarak yaptığımız hataların bedelle­
ri de bizden tahsil edilir. Bunun anlamı terk edildiğimiz değil­
dir. Aksine sevildiğimizdir.
Konuşurken kapağını açtığı dosyanın ilk sayfasına göz attı.
- Bugün burada olmanın sebebi, bildiğin ama daha çok dikkath olmanı gerektiren bazı konuları istişare etmek...
- Çok isabetli olur. Sizlerin duaları ve bu yardımları olmasa
ne yapardık acaba...
Yaşlı adam önündeki dosyanın sayfalarını çevirmeye ve ke­
narlarına düşülmüş notları gözden geçirirken arka arkaya an­
latmaya başladı:
- Dünya, akşamdan sabaha değişen bir dünya hâbne geldi.
Bu dünyaya yeni bir düzen ve sistem gerekiyor. Batıklar yap­
mış oldukları bilimsel ve teknolojik çalışmalarla bunu kendi­
lerinin gerçekleştireceğine inanıyor. Oysa olup bitenler onla-
R
uhlar
K uyusu
161
rm bildiklerinden ve bulduklarından ibaret değil. Dünyayı ve
üzerindekileri, sahibi onlara bıraktı sanıyorlar. İnsan kendi ak­
lının sınırlarını zorlayan ilmin zirvelerinde dolaşıyor. Bu Yüce
Yaratıcının ilim sıfatının bir tecellisi olarak görülmeli.
Gözlerini pencereden dışarıya çevirerek devam etti:
- Yaptıkları bütün çalışmalar kendi sonlarını hazırlamaktan
öteye geçmeyecektir. Çünkü daha fazla güç ve muktedir olma
çabası, güçlerini ilahlaştırmaya dönüşecek, bu da onları helak
edecektir. Tabü samimi imandan koparak gücün yanında yer
alanları da. Dünya toprağı masum ve mazlumların kanına doy­
du. Toprak bile bu zulme başkaldıracaktır. Tabiatın başlarına
sardığı afetlerle boğuşacaklardır. Kısaca, bu süreçte en büyük
tehlike; Batıklar, Doğulular değil. Müslümanlar, Hristiyanlar,
Museviler arasındaki ayrışma değil...
Yaşlı adam gözlerini bu kez misafirine çevirdi. Beyefendi
pür dikkat onu dinliyordu.
- Asıl tehlike ve tehdit bunların dışında, kendilerini yeryü­
zünün sahibi olarak gören, paraya ve güce tapan bir oluşum­
dur. Kalan her şey bunların elindeki figüranlar ve teferruat­
lardır. Zamanı geldi, artık harekete geçebilirsiniz. Allah yâr ve
yardımcınız olsun.
OPERASYON...
KIRMIZI CAMLI BİNA...
Ç ık ara mı böyleydi sadece, yoksa dünyanın bütün başkentle­
rinde de durum aynı mıydı bilinmez.
Ankara soğuk bir şehirdi.
Yok, öyle havasından suyundan değil...
Otobüsünde, treninde, metrosunda bütün toplu taşıma
araçlarında, baktığınız yüzlerde görürdünüz bunu.
Yolda yürürken, çarşıda alışveriş yaparken, bir kurumda işi­
nizi hallederken karşınıza yine aynı yüzler çıkar. Caddeler yine
aynı bezgin ve soğuk yüzlü insanlarla doludur.
Kısa cümleler hâkimdir konuşmalara. Bürokrasi şehridir
anlayacağınız.
Koca koca binalar, kapısında özel güvenlikleriyle soğuktur
size. Bu binalara giren takım elbiseli insanların kısa selamlaş­
malarına şahit olursunuz.
166
T
urgay
G
üler
Öyle diğer Anadolu şehirlerinde olduğu gibi sıcak sohbet­
ler, şakalaşmalar fazla görünmez.
Ama bu bina diğerlerinden çok farklıydı. Girip çıkanları da
öyle...
Dışarıdan bakanları ürküten bir görüntüsü vardı. Öyle çok
girip çıkanı da yoktu hani. Ya da siz öyle sanırdınız.
Dış cephesi tamamen cam giydirme olan bu garip binada,
neler olup bittiğini yakın zamanlara kadar kimse merak etme­
miştir belki de.
Günlük az sayıda insanın gelip gittiği kırmızı cam gövdeü
bina, sadece rengi ve mimari yapısıyla insanların dikkatini çe­
kiyordu kendisine.
Ta ki o güne kadar...
Günler önce İstanbul karışmış, Beyoğlu-Taksim yangın ye­
rine çevrilmişti ya, işte o günlerde istihbarat birimlerince takip
edilen yabancı ülke vatandaşı birisinin bu binaya girişinin tes­
pit edilmesiyle durum değişmişti.
Bu şahıs, olaylar esnasında bulunduğu otelin çatısından re­
simler çekmiş ve yine olaylar esnasında bölgede görülen bazı
akademisyen, bürokrat, yönetici ve iş adamlarıyla görüşmeler
yaptıktan birkaç gün sonra bu binaya girerken görüntülenmişti.
Garip bir şekilde, girdiği bu binadan üç gün sonra ancak dı­
şarı çıkmıştı.
İstihbaratın dikkatini çeken bu durumdan sonra bina daha
özenle izlenmiş, girip çıkan kişiler ve bunların binada kalış sü­
releri takip edilmeye başlanınca korkunç bilgilere ulaşılmıştı.
R u h lar K uyusu
167
İşte bu ürkütücü kırmızı cam giydirmek bina bizim toprak­
larımızda, bizimle savaşanların karargâhı gibiydi.
Devletin ana merkezinde, önemli kuramlarının bulunduğu
bölgede, yaklaşık bir dönüm arazi üzerinde altı kat olarak ve
değişik bir geometrik mimari ile inşa edilmişti. Etrafında, dı­
şarıdan bakınca bahçesi görünmeyecek yükseklikte bir duvar
vardı. Ön tarafı ağaçlandırılmış, sol tarafta bir bahçe havuzu ve
kamelya yapılmıştı.
Girişte sürekh nöbet tutan bir bekçi ve ancak onun tarafın­
dan açılan demir parmaklıkla örülmüş otomatik sürgülü kapı
vardı.
Bahçenin solunda en çok on araç sığabilecek mini bir oto­
park göze çarpıyordu. Ayrıca yine bu yönden binanın altındaki
otoparka giden bir giriş mevcuttu.
Bütün bunlara rağmen, binanın içini tasvir etmek mümkün
değildi. Dışındaki kırmızı cam giydirme, içerisiyle her türlü
iletişimi engellediği gibi, içerdekilerin dışarıya hâkimiyetim,
kendilerine yönelebilecek her türlü tehlikeyi amnda görmele­
rini veya izlemelerini sağlayacak özelliklere sahipti.
İstihbarat birimleri şüphelendikleri bina ile ilgili gerekli bil­
gilere ulaştıkça şaşkına dönüyorlardı.
Ülkede inşa edilen bu binanın imar ve iskân bilgilerini ilgili
birimlerde bulmak mümkün olmuyordu. İnşaat izinlerini nasıl
ve kimden aldıkları bilinmiyordu. Mimarı kimdi? Mühendisi
neredeydi? İnşaatı hangi müteahhit yapmıştı? Malzemeleri ne­
reden alınmıştı?
Bütün bu sorular cevapsızdı.
168
T
urgay
G
üler
Ulaşabildikleri tek bilgi, binanın 1961 yılında çok kısa bir
sürede başlanıp bitirildiğiydi.
Görevliler bu araştırmalara başladığında hiç şüphe yok ki
bu gizemli yapının içindekiler durumdan haberdar olmuş,
Türk istihbaratının bina hakkında bilgi toplamaya çalıştığını
öğrenmişlerdi.
Fakat kendilerinden emindiler. Kimsenin bu konuda her­
hangi bir bilgiye ulaşması mümkün olamazdı. Çünkü bu bina
ile ilgili hiçbir resmî bilgi mevcut değildi. Zaten mimar ve mü­
hendisleri dışarıdan getirilmişlerdi.
Türk devletinin bu binaya girmesi de mümkün değildi.
Kendine özgü koruma refleksleri geliştirilmiş olması bir yana,
diplomatik dokunulmazlığı gizli olarak alınmıştı. Bu nedenle
operasyon yapılma ihtimali bile bir skandala dönüşebilirdi.
O güne kadar...
Çünkü bıçak kemiğe dayanınca her devlet kendini koruma
hakkına sahipti. Üstelik kendisiyle alenen savaşanların, kendi
topraklarını üs olarak kullanmalarına izin verilemezdi.
Havalar ısınmaya başlamıştı. İlkbaharın müjdecisi olarak
ağaçlar çiçeğe dönüşen tomurcuklarıyla etrafa güzel kokular
salmaya başlamıştı. Elbette bunlar gelecek güzel günlerin de
habercisiydi.
O gün, Ceyhun yanında yetmiş beş, seksen yaşlarında bir
adamla İstihbarat Başkam’mn kapısını çalınca durum değişti.
İçeride sadece üçü vardı. Ceyhun, Başkanı selamladı. Baş­
kan da Ceyhun’u ...
R u h la r K uyusu
169
Yanındaki yaşlı adamla tanıştırdı Ceyhun:
- Efendim; Süleyman amca. Bağlum’da oturuyor. Yılların
inşaat ustası. Sizinle görüştürmek istedim.
Başkan yerinden kalktı. Bu beyaz sakallı pir-i fani ihtiyarın
elini samimi bir saygıyla öptü. Zira Ceyhun getirmişse bir hik­
meti vardı elbette.
- Hoş geldin Süleyman amca. Buyur otur, ne içersin? Nasıl
yardım edebilirim?
Süleyman amca yaşbydı ama çok dinç ve keskin bir zekâya
sahipti. Anadolu insanının “arif” dediği türden hani...
Gülümsedi, sakallarını sıvazlayarak.
- Sağ olasm oğul. Malum yaşbbk... Varsa bir ıhlamur, iyi olur.
- Ne demek amcacım, diyerek telefonu kaldırdı. Sen ne
içersin Ceyhun’um?
- Sağ olun Başkanım...
- Yani her zamanki gibi, dedi gülümseyerek.
İki çay ve bir ıhlamur söyledi. Sonra önce Ceyhun’a baktı
dikkatlice, bir şey anlayabilmek adına... Ama nerde... Cey­
hun bu, renk verir mi? Ardından Süleyman amcaya döndü tek­
rar. Bu arada çaylar ve ıhlamur da gelmişti.
- Buyur Süleyman amca, ne gibi bir yardımım dokunur
size?
Yaşlı adam gülümseyen gözlerini Başkanın yüzünde gez­
dirdikten sonra gözlerinde sabitledi. Tane tane döküldü ağzın­
dan sözler:
170
T
urgay
G
üler
- Ben yardım almaya gelmedim evladım, yardım etmeye
geldim Allah’ın izniyle.
Başkanın yüzündeki şaşkınlık ifadesi, yaşh adamın anlatı­
şıyla sevince dönüşecekti yavaş yavaş.
- Ben doğma büyüme buralıyım evladım. Babamla beraber
daha çocukken başladım inşaat işçiliğine. Bu şehirde yapılan
binaların çoğunun künyesini bilirim ben. Bu Ceyhun oğlum
dedi, bir bina ile ilgili bir şeyler anyormuşsunuz. Arzu ederse­
niz bildiklerimi size anlatayım.
Bunları söyledikten sonra ıhlamurundan bir yudum aldı.
Sonra Ceyhun’a baktı. Ardından Başkanın gözlerinin içine ba­
karak devam etti:
- Bu Ceyhun oğlum, çok temiz bir vatan evladı. Düşün­
düm ki onun götürdüğü kişi ondan aşağı değildir. Yardım
edilmelidir.
Başkanın gözleri buğulandı. Yerinden kalktı. Durumu anla­
mıştı. Süleyman amcanın karşısındaki koltuğa oturdu. Nasırh
ellerini avucuna aldı. Tekrar tekrar öptü.
İçinden; “Ah Ceyhun, sen olmasan ne yapardık biz...” diye
hayıflandı.
- Süleyman amca, Hızır gibi yetiştin. Bu konuda bize yapa­
cağın her yardım ülkemizin selameti için büyük önem taşıyor.
- Biliyorum evlat; Ceyhun’um anlattı biraz. Söyleyecekle­
rim işinize yarar mı bilemem. Lâkin ne biliyorsam sizindir.
- Bize bu binanın iç planları, kat bölmeleri, nasıl yapıldığı
hakkında bilgi lazım.
R u hlar K uyusu
171
- Bak evlat ben onları bilmem. Zira biz binanın kaba inşaa­
tını yaptık. Ben o zamanlar yirmili yaşlarda, genç bir ustaydım.
İnce işçiliği dışarıdan getirdikleri kişiler tarafından yapıldı.
Hem içerideki inşaat biz ustalar tarafından çok önemli değil­
dir. Zira istediğin zaman tadilatla değiştirebilirsin.
Sustu. Yutkundu. Belli ki boğazı kurumuştu. Ceyhun he­
men fırladı yerinden ve sehpanın üstündeki sürahiden bir
bardak su doldurdu. Uzattı Süleyman amcaya. Aralıklarla üç
yudum su içtikten sonra devam etti.
- Ben size kanaatimce çok daha işinize yarayacak başka bir
bilgi vereyim.
- Vereceğiniz her bilgi mutlaka işimize yarayacaktır.
- Elbette. Ama bu çok farklı. Bu bina yapılırken birçok ya­
bancı gelip giderdi. Biz bilmezdik tabii. Zannederdik ki inşaat
sahibi çok zengin, dışarıdan mühendisler, mimarlar getirmiş.
Gıpta ile bakardık onlara. Bu yabancılardan bazıları çok güzel
Türkçe konuşurdu bizimle. İsmimden dolayı benimle çok fazla
ilgilenirlerdi. Severlerdi. Süleyman Peygamberi çok sevdikleri­
ni falan söylerlerdi. Tabii ki bunlar o günlerde benim için bir
şey ifade etmiyordu.
Önündeki bardaktan bir yudum su daha aldı. Devam etti.
Ceyhun anlatılacakları daha önceden biliyordu. Başkan ise
dikkat kesilmişti.
- Yanımda konuşurlarken misafiri olmuştum. Binanın al­
tından tünel bağlantılarının çıkacağı yerlerin üzerindeki inşa­
atların durumunu konuşuyorlardı. Tünellerin şekli, genişliği,
172
T
urgay
G
üler
sağlamlığı gibi konular da duyduklarım arasındaydı. Ama biz­
den çalışan kimseyi bu bölgelere sokmadılar.
Başkan önemli de olsa bu bilgilerin kısa sürede işlerine ya­
ramayacağını düşünürken, Süleyman amca devam etti:
- Tabii o zamanlar Ankara böyle değil. Bir yere çivi çaksanız
öbür taraftan duyulur. Ben de merak ettim bu tünellerin ucu­
nun nerelere çıkacağını. Aynı zamanda çalıştığımız şantiyenin
etrafında üç inşaat alanı daha gördüm. Bunlardan bir tanesi
yaklaşık beş yüz metrekare bahçeli bir villa inşaatıydı. Diğeri
biraz daha büyükçe bir alanda kurulan bir depo, bir başkası
ise gazino tarzı bir eğlence merkezi olarak yapılıyordu. Garip­
tir, bugün birçok bina yıkılıp yerine daha büyükleri yapıldığı
hâlde, toplamda bu dört yapı, olduğu yerlerinde duruyor.
Yorulmuştu Süleyman am ca... Derin bir nefes aldı. Ardın­
dan önündeki bardaktan aralıklarla üç yudum su daha içti.
Başkanla Ceyhun’un birbirlerine baktığı bir sırada son sö­
zünü söyledi:
- Benden bu kadar evlatlarım. Kalanı size kalmış. Binanın
bilmecesini siz çözeceksiniz.
Başkan telefonu kaldırdı. İki çay ve bir ıhlamur daha söy­
ledi.
Sonra Süleyman amcaya dönerek:
- Süleyman amca, Allah senden razı olsun. Vatana ne gibi
bir iyilik yaptığını O biliyor. Lâkin senden son bir isteğim ola­
cak. Ne olur bizi yanlış anlama.
- Dert değil evladım. Ceyhun oğlum beni, bana zarar vere­
cek yere getirmez. Buyurun.
R u h la r K uyusu
173
- Seni bir hafta, on gün kadar misafir edeceğiz. Kimse nere­
de olduğunu bilmeyecek, eğer iznin olursa tabii.
- Olur olmasına ama çocuklar, torunlar merak ederler.
- îşin o kısmını biz hallederiz. Tasalanma sen. Yalnızca bize
dua et. Kısa sürede bitirelim işimizi, Allah’ın izniyle.
- Hay hay evladım.
“Vatan sevgisi imandandır.” denilir ya hani, Süleyman amcanınki de o hâldi işte. Kim bu vatanın nasıl kazanıldığını bilir
de onu tehlikelerden korumak için elinden geleni ardına ko­
yar?
Yerinden kalktı yavaşça:
- Sizin işleriniz çoktur. Ceyhun evladım, bana oturacağım
yeri göstersin, ben orada beklerim. Bir de namaz için bir secca­
de lütfederseniz hayra geçer.
- Yok amca, öyle değil. Seni güzel bir yerde misafir edeceğiz
ve ihtiyacın olan her şey yanında olacak. Endişelenme sen.
Eline sarıldı. Tekrar öptü o nasırh elleri.
İçinden geçenler gözlerinden okunuyordu.
“Bu vatan için nasırlaşan bu ellere ihanet edenleri Allah
kahretsin.”
Kapıya kadar uğurluyordu ki, Süleyman amca birden geri
döndü.
- Aklıma gelen bir şey daha oldu evlat. Söyle dedin söylü­
yorum. Belki işine yarar.
Başkan da, Ceyhun da dikkat kesildiler.
174
T
urgay
G
üler
- Duyduklarımdan bazıları geldi aklıma. Yaşlılık işte, kusu­
ruma bakmayın. Bölük pörçük oluyor böyle. Yabancı kimseler.
İzmir’den geldiklerini, oradaki binanın çok güzel olduğunu,
buradan sonra da Adana ve Diyarbakır’a geçeceklerini konu­
şuyorlardı. Hatta Karadeniz’de bir yerden de bahsettiler ya,
hatırıma gelmedi şimdi. İstanbul’dakinden daha güzel olmuş
İzmir’deki. Öyle konuştuklarını duymuştum.
Dinleyenler şaşkındı. Başkan:
- Tamam, Süleyman amca. Yorma kendini. Ben fırsat bul­
dukça sohbete geleceğim yanma. Aklına geldikçe anlatırsın.
Çok uzağa gitmiyorsun. Üst katta bizim misafirhanemiz var.
Orada kalacaksın inşallah.
Gülümseyerek:
- Anlayacağınız, komşuyuz.
Gülümseyerek karşılık verdi Süleyman amca ve Ceyhun’la
çıktılar.
Bir süre sonra geri dönen Ceyhun, Başkanın odasındaydı.
Baş başa bir süre görüştüler. Ceyhun bu kez kınından çekil­
miş bir kılıç gibi heyecanla parlayarak:
- Müsaadenizle İzmir benim olsun Başkan’ım. Orayı ben
çözerim inşallah. İstanbul’da yapılacakları Eren ağabeye ve bi­
zim arkadaşlara havale etsek uygun olur kanaatindeyim.
- Uygundur Ceyhun’um. Ben de Adana ve Diyarbakır’la il­
gilenirim. Buradaki arkadaşlar da Karadeniz’dekini araştırsınlar,
bakalım ne bulacaklar. Bir hafta sonra tekrar bir araya gelir, son
durum hakkında Başbakana bilgi verir, gereğini de yaparız.
BeNZe RYAPILAR..
( ] eyhun, Sır Küpü’nün yanından çıktıktan sonra doğruca kü­
tüphanenin yolunu tuttu. Çayevinin kapısından girer girmez
Erenin bakışları karşıladı kendisini.
“Gel otur” der gibiydi.
Bunun anlamını bilirdi Ceyhun. Demek ki beklemesi gere­
kiyordu.
Geçti, Erenin yanına oturdu. Selâmlaştılar.
- Suskun Dayı bize iki çay, diye seslendi Eren.
Cevap gecikmedi:
- Hemen Tuğlu.
Çaylarını içerken biraz hasbihâl ettiler Ceyhun’la. Ardın­
dan bahçeye çıkıp biraz dolaştılar. Aralarındaki konuşma du­
yulmayacak bir ses tonu içindeydi.
176
T
urgay
G
üler
Bir süre sonra Ceyhun kütüphaneye çıktı. On dakika sonra
geri döndü.
- Haydi, Eren ağabey... Gidiyoruz.
* * *
İzmir farklı bir şehirdi Türkler için.
İlk kez denizle burada buluşmuşlar, ilk denizci Türk devle­
tini burada kurmuşlardı.
Çaka Bey Malazgirt Savaşından sonra atım Anadolu’ya doğ­
ru sürdüğünde hayallerinde İzmir sahillerinin olup olmadığı
bilinmez. Tıpkı Süleyman Şah’ın İznik civarlarına, Danişment
Gazinin İç Anadolu yöresine ve diğerlerinin de başka başka yer­
lere savrulduğu gibi, onun kısmetine de burası çıkmıştı.
Efsane midir, gerçek midir bihnmemekle beraber derler ki:
Çaka Bey’den evvel İzmir sahillerine kadar at süren Afşin
Bey, karşısındaki uçsuz bucaksız denizi görünce şöyle hay­
kırmıştır:
- Çok güzelsin. Güzelsin amma, neyleyim, hedefim Kızılelma.
Bu söz genel olarak Türk mitolojisiyle ve ülküsüyle de ilgi­
lidir.
İşte bahsettiğimiz İzmir bu İzmir...
Anadolu Selçukluları zamanında Türklerin önemli bir ti­
caret üssü konumunda olan şehir, Osmanlı zamanında artan
önemiyle hep dikkatleri üzerinde toplamıştır.
Siyasi olarak üne kavuşması ise Osmanlı’yı uzun süre meş­
gul eden ve ciddi bir tehdide dönüşen Sabatay Sevi olayıyladır.
R u h la r K uyusu
177
O dönemlerden önce Osmanlı Devleti, Yahudi cemaatinin
en rahat ettiği ülke konumunda idi. Gerçi sonra da öyle olmuş­
tur ya, onlar ihaneti seçmişlerdir.
Mehdilik iddiasını neredeyse peygamberlik ve Mesihlik
iddiasına döndüren Sevi, canmı kurtarmak için Müslüman ol­
muştu ya, mesele de sanki o zamanlardan günümüze ülkemiz­
de Müslüman olmuş görünen birçok kripto azınlığın oluşma­
sının da kapısını aralamıştı.
Yıllardır bu bölgede dinlerini gizleyen ve gerekmedikçe asla
açığa çıkmayan kalabalık kitleler vardı. Özellikle Yahudiler mal
ve can emniyeti açısından kendilerini güvende gördükleri Osmanlı devletini bir sığınak olarak sahiplenmişler, sermayelerini
de buraya taşımaktan çekinmemişlerdi.
Günü geldiğinde de ülkenin en büyük sanayi tesislerine,
medyasına, kuramlarına hâkim olacak şekilde yapılanmaya
devam etmişlerdi.
İzmir tarihî misyonundan dolayı her zaman farkb kitlelerin
bulunduğu bir mekân olmuştur.
Her şeye rağmen İzmir güzeldir. Tarihiyle dikkati çektiği
kadar, deniziyle, güneşiyle, sevecen insanlarıyla da gözbebeği­
dir Ege’nin.
Kadife Kalesiyle, Arnavut kaldırımlarıyla, Kordon boyuyla, fua­
rıyla hep ilgi çeken, gidilmek, görülmek istenen bir yerdir İzmir.
* * *
Ceyhun ve Eren heyecanhydılar. Bu öyle bir yolculuktu ki,
ülkenin kaderini değiştirebibrdi. Bu yüzden yolculukları bo­
yunca ibre hep son sürati gösterdi. Bir an önce yetişmeliydiler.
178
T
urgay
G
üler
Gece geç saatlerde İzmir’e vardılar. Hiç vakit kaybetmeden
mekâna doğru yola koyuldular. İzmir’de havalar artık ısınma­
ya başlamıştı. Oysa Ceyhun ve Eren’i terleten havanın sıcaklığı
değil, omuzlarındaki yükün ağır sorumluğuydu.
Uyumak mı? O zordu işte... Aracın içinde sadece bir saat
kadar gözlerini dinlendirebilmişlerdi, teyakkuzda geçen yarı
uyku hâliydi bu.
Gerekli görüşmeleri yol boyunca yapmışlardı. Sabahın ilk
ışıklarıyla birlikte sokağa atıldılar. Ama yalnız değillerdi. İzmir’in
günlük hayatı içinde kendilerini kaybettirmeyi başaran bir ekip,
gölge gibi onları takip ediyor, ihtiyaç duydukları anlarda yardım
ediyordu.
Ellerindeki tüm istihbarat verilerini kontrol ettiler. İzmir
ekseninde dönen para transferleri, önemli toplantılar, otel giriş
çıkışları ve uçuş bilgileri gibi birçok bilgi teker teker incelendi.
Bu incelemeler esnasında tuhaf bir ayrıntı göze batıyordu.
Bildik bir gazetenin, bilindik bir köşe yazarı, son iki aydır sık sık
İzmir’e gelip gidiyordu. Köşe yazarının tüm seyahatleri araştırıl­
dı. Aranılan ipucu bulunmuştu. Aynı gazeteci İstanbul, Ankara
ve İzmir arasında mekik dokumuştu. Ara sıra da Diyarbakır,
Samsun ve Adana seyahatleri yapmıştı. Oysa yazılarında, bu se­
yahatlere ilişkin tek bir satır bile yoktu. Hemen takibe başlandı.
Mobese kayıtlarından, kaldığı otel, yemek yediği restoran, kahve
içtiği kafe tespit edildi. Görüştüğü kişilerin Üstesi çıkarıldı.
Üçüncü günün sonunda fotoğraf netleşmeye başlamıştı.
Aradıklarına artık çok yakın olduklarını hissedebiliyorlardı.
Ve şu an, o binanın önündeydiler...
R u h la r K uyusu
179
Mimarisi Ankara’daki kırmızı cam giydirmeli binadan farklı
olsa da, yine boydan boya cam giydirme bir binayla karşı karşıyaydılar. Nihayet binayı takip altında tutmaya başlamışlardı.
Girip çıkanlar tek tek fotoğraflanıyor, kim nereden gelip, nere­
ye dönüyor hepsi ve daha fazlası izleniyordu.
Tüm bu takipler devam ederken Ahmet Eren farklı bir ay­
rıntıya odaklanmıştı. Bulduğu esrarengiz bir villayı göz hapsi­
ne almıştı. Bahçesinden taşıp yola sarkan pembe begonviller,
beyaz villayı muhteşem bir tabloya dönüştürüyordu.
Villanın sahibi ünlü bir turizmciydi. Kısa bir araştırmanın
ardından manidar bir ayrıntı dikkatini çekti. Takip ettikleri ga­
zeteci, yakın bir tarihte köşesinde bu turizmciden övgüyle söz
ediyordu. Mutlaka derinlerde başka bir şeyler olmalıydı.
Ahmet Eren, gazetecinin ve camlı binanın takibini Ceyhun’a
bırakarak turizmcinin peşine düştü. Son derece önemli sayı­
labilecek bilgilere ulaştı. İzlerken topladığı bilgileri, Ceyhun’a
aktarmak için not etti.
Akşam, buluşmaları gereken mekâna ulaştıklarında, ikisi de
çok yorgundu.
Kısa bir süre soluklandılar. Zaman daraldığı için kaybede­
cek bir tek saniyeleri bile yoktu.
Hemen söze koyulup elde ettikleri bilgileri masaya döktüler.
Ceyhun:
- Şu binanın etrafındaki mobese kayıtlarını bir kez daha in­
celememiz lazım.
- Olur. Ama bence beyaz villanın da camlı binayla mudaka bir bağlantısı var. Buraya girip çıkanları ve sahibiyle irtibat
180
T
urgay
G
üler
hâlinde olanları da inceleyelim. Sanırım yabancı misafirler de
gelip gidiyor.
- Sezgilerini bilirim. Villaya daha yakından bakalım o hâlde.
- Olur.
-Ben sabah çıkmadan yapılacakları arkadaşlara söylemiştim za­
ten. Ellerindekini bir görelim, sonra da kayıtlan birlikte inceleriz.
- Arkadaşlara gerçek operasyonun ne olduğunu söyleyecek
miyiz?
- Asla! Onlar bir süre daha bunun mali bir denetim olduğu­
nu bilecekler. Ne kadar önemli bir iş yaptıklarını sanırım ope­
rasyon bitince anlayacaklar.
Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Samsun’la
ilgili elde edilen her türlü bilgi çok güvenli bir yoldan anında
merkeze iletiliyordu. Tüm hazırlıklar büyük bir gizlilik içeri­
sinde tamamlanmaktaydı.
Ceyhun kriptolu bilgisayarını açtı. Bu bilgisayar operasyo­
na ilişkin yapılan istihbarat çalışmalarına, güvenli bir şekilde
ulaşmalarım sağlıyordu.
Operasyonun İzmir ayağındaki çalışmalara ilişkin dosyala­
ra eriştiler. Ardından sırasıyla Ankara, İstanbul, Adana, Diyar­
bakır ve Samsun’da toplanan bilgilere göz attılar.
Dosyaları incelerken bazı isimler ve şirketler dikkatlerini
çekmişti.
Her bir isim için; doğdukları yerden, tatile gittikleri ülke­
lere, kullandıkları ilaçtan, kredi kartı harcamalarına varıncaya
kadar çok detaylı bir inceleme yaptılar.
R u h la r K uyusu
181
Sıradışı bağlantılar tespit ettiler. Kendileri bile hayretler içe­
risindeydi.
Şirketlerin de; banka hareketlerine, ortaklarına, müşterile­
rine, yurtdışı bağlantılarına, burs verdikleri vakıflara kadar her
şeyi didik didik ettiler.
Ardından yine diğer illerden toplanan bazı kamera kayıtla­
rım izlediler.
Bütün bunlar yapılırken sürekli notlar almıyordu. Öyle ki sabah
ezanı okunduğunda ikisi de hâlâ çalışmalarına devam ediyordu.
Üç gün boyunca bu yoğun tempo hiç düşmedi.
Vitamin takviyesiyle ayakta durmaya çalışıyor, bol bol kah­
ve içip zihinlerini canlı tutuyorlardı.
Zira bu operasyon; ülkenin ya makus kaderini değiştirecek,
ya da yeni yüzyılda eski Türkiye hasta adam olarak yatağında
can çekişmeye devam edecekti.
Yapacakları en küçük bir hatanın bedeli çok ağır olurdu. Ba­
şarmaktan başka çareleri yoktu.
Bir haftanın sonunda Ceyhun ile Ahmet Eren, Ankara’ya
doğru, Başkanla görüşmek üzere yola çıktılar.
Yol boyunca not aldıkları kişilerin, şirketlerin ve onların
bağlantıları üzerinden tekrar tekrar geçtiler.
Buldukları tüm ipuçları tekbir adresi işaret ediyordu...
Bu yüzden çok heyecanlıydılar. Zira sona yaklaştıklarını dü­
şünmeye başlamışlardı.
SON DEĞERLENDİRME..
( ] eyhun ve Ahmet Eren uykusuz bir gecenin ardından sabaha
karşı başkente varmışlardı. Ankara’nın ayazı yine kendisini his­
settiriyordu. Önce sıcak bir çorba ile içlerini ısıttılar.
O kadar yorgundular ki, sandalyeden kalkmaya mecalleri
kalmamıştı. Fırsat olsa, oracıkta öylece bir yarım saat bile kestirseler yetecekti. Ama ne fırsat vardı ne de zaman.
Kaldı ki, tüm bu yorgunluklarına rağmen kendileri de bir
an önce Başkanla buluşup, elde ettiklerini paylaşmanın heye­
canını yaşıyorlardı.
Şüphesiz onları ayakta tutan bu heyecanlarından başka bir
şey değildi.
Merkeze girip, asansöre bindiklerinde heyecanları bir kat
daha artmıştı.
R uhlar. K uyusu
183
Biraz sonra Başkanın makamındaydılar.
İçeri girdiklerinde, Başkan telefondaydı. Onları gördüğün­
deki sevinci gözlerinin içine yansıyordu. Telefondakiyle he­
men vedalaşarak ayağa kalktı ve ikisine birden sarıldı.
- Hoş geldiniz yiğitler. Hoş geldiniz...
Ceyhun’da Ahmet Eren’de böylesine içten bir karşılama
sonrası yorgunluklarını unutmuş gibiydiler.
- Hoş bulduk efendim.
- Buyurun, oturup soluklanın hele. Kahvaltı yaptınız mı?
Ne içersiniz?
Ceyhun, Ahmet Eren’le göz göze geldi.
- Teşekkürler efendim. Sıcak bir çay kâfidir.
Başkan telefonu kaldırdı ve üç çay söyledi. Özel kalemine
de, o söyleyene kadar kimseyi bağlamamasını tembihledi.
- Anlatın bakalım çocuklar, neler buldunuz?
Ceyhun, Ahmet Erenden yaşça küçük olduğu için önce ona
baktı. Ahmet’in yüzündeki ifadeden “sen anlat” dediğini anlamıştı.
- Efendim; malumunuz bir haftadır, Ankara’da tespit etti­
ğimiz binadan yola çıkarak, İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır
ve Samsun merkezli yoğun bir çalışma yürüttük. Sizin bu çalış­
malardan elde edilen bilgileri incelemek için vaktiniz oldu mu
bilmiyorum. Ancak Ahmet Eren ağabey ile yaptığımız incele­
melerde çok önemli bilgilere ulaştık.
Bunun üzerine Başkan:
- Ben de bazı raporları inceledim. Ama sahada olan sizsiniz.
Sizin tespitleriniz çok daha önemli.
184
T
urgay
G
üler
- Efendim, Ankara’daki bina ve kişileri uzun süredir takip
ediyorduk. Buradan elde ettiğimiz veriler, diğer beş ildeki ça­
lışmalarımızın temelini oluşturdu. Beş şehirde de Ankara’daki
binaya benzer yapılar ve bu yapıların bağlantılı olduğu hücre­
ler tespit ettik. Ana binaların çoğu benzer bir mimariye sahipti.
- Süleyman amcanın dediği gibi yani?
- Aynen efendim. Binaları, girip çıkanları, telefon görüşme­
lerini ve yazışmalarını takibe aldık. Bazı isimler ve şirketler çok
dikkat çekiciydi.
Ceyhun sustu. Ahmet Eren, Başkana bir fotoğraf uzatarak
anlatmaya devam etti.
- Efendim; bu kişilerden birisi fotoğrafta gördüğünüz
adam. Kendisi büyük bir tekstil firmasının patronu. Şirketinin
merkezi Adana’da. Birçok yabancı vakfa bağışta bulunuyor. Bu
vakıfların listesi sizdeki dosyada mevcut. Hepsi ilkbahardaki
sokak olaylarında aktif rol oynamışlar. Aynı iş adamının diğer
merkezlerle de irtibatını tespit ettik.
Başkan eline fotoğrafı aldı. Fotoğraftaki kişi medyada hayır­
sever iş adamı olarak sık sık haberleri yapılan bir kişiydi. “De­
vam et” dercesine Ahmet Eren’e baktı.
- Efendim, tespit ettiğimiz kişilerden birisi fotoğrafta gör­
düğünüz kadın. Kendisi müzik dünyasında tanınan bir sima.
Son dönemlerde yıldızı parlayan birçok sanatçının menajerli­
ğini yürütüyor. İstanbul’daki merkezlerini sık sık ziyaret ettiği­
ni öğrendik. Her ziyaretten sonraki gün yurtdışma gidiyor. Bir­
kaç gün sonra da geri dönüyor. Yaptığı çalışmaları menajerlikle
kamufle ettiğini düşünüyoruz.
R uh lar K uyusu
185
Başkan, Ahmet Erenin uzattığı fotoğrafı alarak inceledi. Si­
ması yabancı gelmiyordu. Zihnini biraz zorladığında, magazin
programlarında sanatçılarla yan yana görüntüleri aklına geldi.
Biraz daha zorladığında, bu sanatçılarla Taksim’deki kol kola
yürüyüşlerini hatırladı. Başkan şaşırmış bir şekilde:
- İşlerini yürütmek için nasıl da kılıf uyduruyorlar. Pes doğ­
rusu! Peki diğer merkezlerde neler buldunuz?
- Başkan’ım, Diyarbakır’da ve Samsun’da tespit ettiğimiz ki­
şiler bunlar kadar aktif değil. Ancak Ankara’dan hareketle takip
ettiğimiz bir gazeteci bizi İzmir’de büyük bir turizm firması­
nın patronuna ulaştırdı. Gazeteci son derece aktif. Her ay tüm
merkezleri rutin olarak ziyaret ediyor. Görevinin merkezler
arasındaki koordinasyonu sağlamak olduğunu düşünüyoruz.
Ahmet Eren konuşmasını bitirdikten sonra elindeki fo­
toğraflardan gazetecinin fotoğrafını buldu ve Başkana uzattı.
Başkan fotoğrafa göz ucuyla bir bakıp masanın üzerine koydu.
Sanki “Ben bu şerefsizin ne mal olduğunu biliyordum zaten.”
der gibiydi. Başkan biraz da merakla sordu:
- Peki, turizmciden ne haber?
- Efendim, kendisini ve şirketini enine boyuna inceledik.
Elde ettiğimiz bilgiler su götürmez nitelikte. Bu yapıda çok
önemli görevleri olduğunu düşüyoruz.
Ardından Başkana, içinde tüm merkezlerle ilgili aldıkları
notların olduğu dosyayı uzattı. Başkan bir süre dosyayı incele­
di. Sonra Ceyhun ve Ahmet Eren’e dönerek:
- Tüm bu kişilerin ve ilişkilerin kesiştiği tek bir yer var gibi
gözüküyor. Sizin fikriniz nedir?
186
T
urgay
G
üler
Ceyhun, artık soğumuş olan çayından bir yudum alarak bo­
ğazını ıslattı ve cevap verdi.
- Efendim, bizim de kanaatimiz sizinle aynı. Büyük bir ih­
timal ana merkezleri orası. Tüm bilgiler aynı yeri işaret ediyor.
Ahmet Eren elinde tuttuğu son bir fotoğrafı Başkana uza­
tarak:
- Başkan’ım bence bu fotoğraf şüphelerimizi teyit eder ni­
telikte.
Başkan fotoğrafı aldı. Yaklaşık otuz kişinin birlikte çekil­
diği bir fotoğraftı. Belli ki, bir ödül töreni sonrası çekilmişti.
Dosyadaki birçok kişi aynı fotoğrafta yer alıyordu. Ahmet Eren
fotoğrafın çekildiği otelin ismini ve bir kişinin yüzünü kırmızı
kalemle işaretlemişti.
Başkan ayağa kalktı, onun kalktığını gören Ceyhun ve Ah­
met Eren de hızlıca ayağa kalktılar. Başkan gülümseyerek yan­
larına geldi. Babacan bir tavırla ikisini de kucaklayarak:
- Helal olsun büyük iş çıkardınız. Bir gün bunu daha iyi an­
layacaksınız. îyi ki varsınız çocuklar, iyi ki varsınız...
- Estağfurullah Başkan’ım. Biz vazifemizi yapıyoruz, Allah
sizleri başımızdan eksik etmesin.
- Çok yoruldunuz, biraz dinlenin artık. Büyük fırtına geli­
yor. O fırtına öncesi iyice güç toplayın. Siz yine lazım olacak­
sınız.
- Emirlerinizi bekleyeceğiz.
Ceyhun ve Ahmet odadan çıkmak için tam kapıya doğru
yönelmişlerdi ki, Başkan durdurdu:
R uhlar K uyusu
187
- Az bekleyin, unutmadan şunu da konuşalım. Anlaşılan
ahtapota benzer bir yapıyla karşı karşıyayız. Her yere sızmışlar,
her yerdeler. Ama ne kadar karmaşık gibi görünse de, tek bir
merkeze bağhlar. Hedefimiz o merkezi ortaya çıkarıp yok et­
mek. Sanırım çok yaklaştık.
Ceyhun Başkanın ne söylemeye çalıştığını anlamıştı:
- Farkındayız efendim.
- Böylesine önemli bir operasyonda hata yapma lüksümüz
yok!
- Anlıyoruz efendim.
- Riski mümkün mertebe minimum seviyeye indirmek zo­
rundayız. Mümkünse hiç hata yapmamalıyız.
- Efendim, düşünceniz?
- Onların önüne bir yem atıp, yanıltalım. Karşı hamle ge­
cikmeyecektir. Tedbir almaya kalkışacaklardır. İşte o vakit açık
verecekler. Panik, insana hata yaptırır.
- Bunu hiç düşünmemiştik efendim. Çok iyi olacaktır.
- Yem olarak Ankara’yı kullanacağız.
- Anlaşıldı efendim...
- Çocuklar, bu operasyonda size ne kadar inandığımı söy­
lememe gerek yok sanırım. Zira elimizde güvenebileceğimiz
adam sayısı o kadar çok değil. Biliyorsunuz her yere sızmışlar!
- Merak etmeyin efendim.
- Ana merkezlerini tam olarak ortaya çıkardıktan sonra o pis­
likleri siz enseleyeceksiniz. Şimdiden hazırlıklara başlayın...
188
T
urgay
G
üler
Başkanın verdiği emir Ceyhun ve Ahmet Eren için çok de­
ğerliydi.
Milletin sırtından yüzyıllardır geçinen kan emicileri söküp
atma vazifesi onlara veriliyordu.
- Emredersiniz efendim!
- Emredersiniz efendim!
İkisi de dinlenmek için yukarı çıktı. Bir süre sonra da küçük
ama etkili bir ekip oluşturmak için çalışmaya başladılar...
Tüm bunlar olurken, Ankara’da yaklaşmakta olan fırtınaya
ilişkin dedikodular ayyuka çıkmıştı.
Herkes büyük bir operasyonun gelmekte olduğunu konu­
şuyordu.
Birileri her türlü bilgiyi öğrenmek için kulaklarını radar gibi
açmıştı. Devletin en mühim kademelerine kadar sızan hainler,
duydukları, gördükleri her şeyi bir yerlere vakit kaybetmeden
yetiştiriyordu.
Olta atılmış, balık yeme doğru yola çıkmıştı.
Her şey planlandığı gibi gitmekteydi.
Ağa takılanlardan biri, dinlendiğinin farkında olmaksızın,
şu telefon görüşmesini yapmaktaydı:
- Abi, şu sıralar teşkilat çok hareketli.
- Hayırdır?
- Başkanın adamları bir operasyona hazırlanıyormuş.
- Nereye?
R u h la r K uyusu
189
- Sanırım Ankara’daki malum adrese.
- Emin misin?
- Başkanın odasında malum binanın krokisini gördüm.
- Ne vardı o krokide?
- Kırmızı kalemle daire içine alınmıştı, bir de yanında isim­
ler yazıyordu.
- Ne ismi?
- Teşkilattan arkadaşların ismi, sanırım operasyonu bunla­
ra yaptıracaklar.
- Bizimkilerden kimse var mı içlerinde?
- Abi beş kişiler, üçü bizden.
- Sıkıntı etme o zaman, gözlerini dört aç.
- Eyvallah abi.
- Unutma, gerekirse başkanın ayağını öp, bize küfür et, gü­
venlerini yitirme, yeter ki kimliğini açık etme!
Nihayet balık oltaya takılmıştı...
* * *
Dedikoduların yayılmasıyla birlikte Ankara’da yoğun bir
diplomasi trafiği baş gösterdi. Bazı yabancı ülkelerin konsolos­
ları, dışişleri bakanlığından randevu talep etmekteydi. Neler
olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Bir parça da panik havası
hâkimdi.
Yabancı istihbarat şefleri, Sır Küpü’nü arayıp ağız yüklüyor­
lardı.
190
T
urgay
G
üler
Hatta durum hakkında muhatapları tarafından Başbakana
bile sorular sorulmaya başlanmıştı.
Her defasında alınan cevap aynıydı.
- Yok öyle bir şey. Her şey rutin!
Tabii diplomatik lisanda bunun anlamı;
“Var böyle bir şey, operasyon başlayınca görürsünüz.” de­
mekti.
GİZLİ MABET...
İstanbul’da boğazda son derece korunaklı bir yalıda toplantı
hâlindeydiler.
Durumdan haberdar olmuşlar ve canları çok sıkılmıştı.
Boğazm dalgalı sularım seyreden geniş camlı odada, tarihi bir
masanın etrafında içkilerini yudumlayarak durumu tartışıyorlardı.
İngiltere’nin, ABD’nin, İsrail’in ve diğer kimlerin varsa Tür­
kiye masalarından elde edilen bilgiler ve raporlar önlerindeki
dosyalardaydı.
Bu toplantıya katılanlar hakkında nerdeyse hiç kimse ke­
sin ve net bir bilgiye sahip değildi. Kimileri bunlara ulusla­
rarası işbirlikçi, kimileri baron, kimileri tapınakçılar, kimileri
de Siyonistlerin gizli amaçlarına hizmet eden bir yapılanma
olduğunu söylüyordu.
192
T
urgay
G
üler
Belki hepsi, belki daha fazlasıydılar.
Ama şu kesindi ki, hepsi de parayı tanrı olarak gören sap­
kınlardı.
Paranın izini süren, bunları bulurdu.
Liderleri olduğu her hâlinden anlaşılan, renkli gözlü, hayli
göbekli, orta yaşını geçmiş birisi:
- Neler oluyor arkadaşlar? Bu dedikodu da neyin nesi?
Ankara’da bir operasyondan bahsediliyor. Ve biz hiçbir ön bil­
giye sahip değiliz.
- Efendim, belki de sadece bir yem atmışlardır ortaya, ash
astarı yoktur.
Hiddetlendi.
- Ne yani, bu ihtimali yok mu sayacağız. Bunun neye mal
olacağım tahmin edebiliyor musun?
Bir başkası:
- Hayır elbette... Her ihtimali göz önünde bulundurmalı
ve gereken tedbirleri almalıyız.
- Ama bu nasıl olur? Nasıl hiçbir bilgiye ulaşamayız?
- O herifi görevden alamadık, satın da alamadık. Bu yüzden
ne olup bittiğini öğrenemiyoruz.
- Bir sabah, arabasında bir sürprizi hak etmişti ama becere­
mediniz!
Bir tehlikenin geldiğinin farkındaydılar ama bunun ne ol­
duğunun cevabını bir türlü bulamıyorlardı.
Sır Küpü neye ulaşmıştı?
R u h la r K uyusu
193
Ne biliyordu?
Ne kadar biliyordu?
Tüm bu sorular cevapsızdı.
Türkiye’de önemli bir turizm acentesinin ve oteller grubu­
nun başında bulunan çatık kaşlı, suratsız o adam söze atıldı:
- Son olarak gerçekleştirdiğimiz itibarsızlaştırma operasyo­
nundaki başarısızlığımızın ardından darmadağın edildik. Hüc­
reler arası tüm bağları kopardılar. Elemanlar takip edildiklerini
bildikleri için yerlerinden dahi kıpırdayamıyorlar. İçlerinde
kullandığımız ve kendilerinden olduğuna inandırdığımız kim­
seler bile kabak gibi ortaya çıktı. Artık kimseye güvenmedikleri
için, operasyonu çok dar bir kadroyla yürütüyorlar anlaşılan...
Hepsini düşünceli bir hâl aldı. Çaresizlikleri yüzlerine yan­
sımıştı.
Sorular ardı ardına geldi.
Hâlbuki onlar soru sormaktan çok yapacaklarını konuşma­
ya alışmışlardı.
- Peki, ne yapacağız şimdi, oturup bekleyecek miyiz?
- Bunlar sonumuzu hazırlıyorlar beyler?
- İyi de nereye kadar gidebilirler ki?
- Yahu, gidecekleri üç bina. Orada umduklarını bulamazlar.
Ne yani, merkeze mi ulaşacaklar?
İçlerinden biri araya girip küstahça:
- Allah bile bilmiyordur yerini, bunlar nereden bilecek? di­
yerek kahkahayı patlattı.
194
T
urgay
G
üler
Ama ondan başka hiç kimse gülmedi, zira tehlikeyi hepsi
sezmişti.
Sonra bir diğeri:
- Diyelim ki buldular... Oraya operasyon yapabilecek cesa­
retlerinin olduğunu sanmıyorum.
Göbekli adam söze girdi.
- Beyler, bizi son çete olarak görüyorlar. Aslında haksız da
değiller. Bizi ortadan kaldırdıklarında, tarihteki o büyük yürü­
yüşlerini yeniden başlatacaklarına inanıyorlar. Şüphesiz deşif­
re olursak, biter, yok oluruz.
- Ne yapacağız o hâlde?
- Biz yapmayacağız, milyonlar yapacak?
- Nasıl?
- On binlerle denedik olmadı. Bu defa milyonları sokağa
dökeceğiz. Başlarını kaldıramayacaklar. Daha çok yakıp yıktı­
racağız. Ezip geçeceğiz bunları.
Yine dikkat kesilen bir sessizlik kaplamıştı odayı.
- Beyler, en dikkatli ve en derin örgütlendiğimiz yerler bu
topraklardır. Buradaki yapılanmamız çok farklı. Burada düşer­
sek bütün dünyada çökeriz. Şimdi onları şaşırtma zamanı...
- Nasıl?
- Büyük bir ihtimalle Ankara’daki merkezimiz deşifre oldu.
Ama kesin bir bilgi değil. Olmadıysa da biz açık edelim.
Hepsinin gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Suratsız olanı:
- Nasıl yani? diye sordu.
R u h la r K uyusu
195
- Kanımca diğer merkezlerimize ulaşmaları mümkün değil,
o kadar abartmamak gerek. Ama yine de Ankara’yı yem edelim
onlara. Buraya, İstanbul’a da ulaşmak isteyeceklerdir. Zor, an­
cak bir ihtimal buraya da ulaşabilirler. Ama biz bütün arşivleri­
mizi her ihtimale karşı güvenli limana taşımalıyız.
_?
Önce bir şaşkınlık, ardından sorular:
- Güvenli liman?
- Dışarıya mı çıkaracağız?
- Kesinlikle hayır! Böyle dönemde bu riski alamayız. Bura­
dan çıkarmak, burayı terk etmek anlamına gelir.
- O zaman?
Kemerinin üzerine sarkan göbeğini avuçladı ve tekrar söze
girdi:
- Hayır beyler! Buradan hiçbir koşul altında çıkmıyoruz. Öyle
kolay pes etmek yok. Endişelenmeyin. Gerekirse sahip oldukları­
mızın yarışım vereceğiz, ama yine de kazanan biz olacağız.
Göbekli adam içkisinden bir yudum aldı, turizmciyle göz
göze geldi ve konuşmasına devam etti.
-Tamam, kabul! Zor bir süreçten, sıkıntılı günlerden geçi­
yoruz. Ama hiç kimse endişe etmemeli. Bu firtınalı denizden
gemimizi sağ salim limana ulaştıracağız. Sadece size söylenen
zamanda, söylenen yerde olun yeter. Oradan alınacak ve güvenli
limana götürüleceksiniz. Bu süre zarfında çok dikkatli olun. Size
ulaşmak için her yolu deneyeceklerdir. Bekleyin, size asrm filmi­
ni izleteceğim!
HAREKAT İÇİN HAZIRLIKlAR..
JJaşkent yeni bir güne başlarken, Başkan uyanmış, tıraşını ol­
muş, kahvesini yudumluyordu.
Başbakanla hayati öneme haiz görüşmesi vardı. Fakat ön­
cesinde bir yere uğramak istemişti. Kahvaltısını orada yapmayı
düşünüyordu.
Kahvesini bitirmeden kalktı, yola koyuldu.
Şoförü, Başbakanlık binaya gidileceğini biliyordu.
Sır Küpü:
- Metin, Hacı Bayrama geçelim, diye seslendi.
Koruması Burak, araya girdi.
- Efendim, arkadaşlara haber verelim, güzergâha bir bak­
sınlar o hâlde.
R u h la r K uyusu
197
- Gerek yok be koçum.
Kimse üstelemedi. Ulus’a doğru yola koyuldular.
Daha gün ışımamış, caddeler, sokaklar henüz hareketlenmemişti. Yol boyu çok az insana rastladılar. Kimi erken mesai­
sine gidiyor, kimi de dönüyordu.
Hacı Bayrama geldiklerinde araçtan indiler.
Metine seslendi:
- Sen az ileride bir yerde bırak aracı, sonra Burak’ın yanma
gel. Beklerken kahvaltı eder, çay içersiniz.
- Burak, sen de şuradan biraz suböreği alıp getiriver, sana zah­
met.
Kendisi de biraz ötedeki çay ocağına bitişik sahaf dükkânına
doğru yöneldi.
Ara sıra geldiği, sahibi Abdülkadir Efendiyle sohbet ettiği
bu mekânda huzur buluyordu.
Abdülkadir Efendiye bu dükkân babasından kalmıştı. Ona
da dedesinden... Deyim yerindeyse yedi göbektir ailenin mül­
küydü.
Rivayetlere göre, mazisi Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri za­
manına kadar gidermiş. Bu mekânın sahipleri, cami ve türbey­
le ilgilenmeyi görev edinmişler kendilerine.
Sabah vakti buraya uğramak, Başkanın planlı bir ziyareti
değildi.
Zaman zaman Ceyhun’la buluştukları bu dükkâna, kendisi
de aralıklarla da olsa uğrar olmuştu.
198
T
urgay
G
üler
İnsan yaptığı her şeye, her zaman bir neden bulamaz ya, bu
da öyle bir şeydi işte... Ansızın yüreğinize düşen bir ses alıp gö­
türür sizi.
Devletten önemli bazı zevatın da buraya aralıklarla uğradı­
ğı, sohbetler ettiği veya aradıkları bir kitabı temin etmek için
geldiği olurdu.
Bu önemli harekât öncesi Abdülkadir Efendi’yle bir sabah
çayı içmek, sohbet etmek ve hayır duasını almak iyi gelecekti.
Sahafın kapısını açar açmaz, koyu bir sohbete dalmış iki
yaşlı adamla karşılaştı.
Birisi Abdülkadir Efendiydi. Diğeri ise ince beyaz sakallı yaş­
lıca bir adam, elinde ateş kehribarı ince taneli bir tespihi deviri­
yordu.
Abdülkadir Efendi yaşından beklenmeyen bir çeviklikle
ayağa kalktı.
- Hoş geldin evladım, safalar getirdin.
Başkandan erken davranmıştı. Esnaf anlayışıydı belli ki.
- Selamünaleyküm amca! Hoş bulduk, safa bulduk. Rahat­
sızlık vermiyorum inşallah. Bir uğrayıp duanı alayım istedim.
Lâkin misafirin var. Başka zaman gelirim inşallah.
- Ne demek evladım! Başımız üstüne. Bir de çayları ısmar­
ladın mı tamamdır.
Anadolu insanının yüreğiyle misafir etmesinin yol ve yön­
temleri başka başkadır. “Bir de çayları ısmarladın mı...” öyle
bir mesajdır ki, “Biz de misafiriz, burası senin zaten.” anlamı­
na gelir.
R u h lar K uyusu
199
Devam etti:
-Ağabeyimiz de buranm sahiplerindendir. Buyur gel, çe­
kinme.
Başkan hürmet gösterdi. Elini öpmek istedi. İzin vermedi,
yaşlı adam. O sırada fark etti parmağındaki büyük taşlı yüzüğü.
Zihninde şimşekler çaktı. Bu Oydu. Birçok şey duymuştu bu
ince sakallı yaşlı adam hakkında. Göz göze geldiklerinde kalbi­
nin titrediğini hissetti.
- Buyur, otur evladım.
Munis ve tath bir tondu ama emir gibi hissetti.
Tam o sırada kapı tekrar açıldı. Burak, büyükçe bir tabağa
doğranmış taze suböreğiyle çayları yollamıştı içeriye.
Abdülkadir Efendi:
- Bu mübarek az uğrar, uğrayınca da böyle bereketlenir işte.
O girer, ardından nevaleler dolar.
Bu sözlerden sonra bir yüzde tebessüm, diğer yüzde de
mahcubiyetin resmi vardı.
Birlikte bir süre kahvaltı eşliğinde sohbet ettiler.
Ardından Abdülkadir Efendi izin istedi.
- Ağabey, ben depoya bir bakayım, istediğiniz siparişler te­
min edilmiş mi?
Başkan:
- Ben de müsaadenizi isteyeyim, diyecekti ama diyemedi.
Yavaşça başını kaldıran yaşlı adam öyle bir baktı ki, kalka­
madı oturduğu yerden.
200
T
urgay
G
üler
Abdülkadir Efendi dükkânın arkasındaki depoya süzülür­
ken, baş başa kalmışlardı.
- Hayatta hiçbir şey rastgele değildir evladım. Her şey ol­
ması gereken zamanı ve yeri bekler. Arar, bulur ve olur.
Başkan şaşkındı.
Daha evvel hiç karşılaşmadığı ama namını çok duyduğu bu
adam ve bu derin sözler ne anlama geliyordu?
“Hayırdır inşallah!” diye geçirdi içinden.
Ama asıl şok bundan sonraydı.
- Buradan çıktıktan sonra yapacağın görüşmede, sadece
mümkün olan en kısa zamanda gerçekleştireceğin bir operas­
yon için izin iste. Beyefendi ye yer, zaman ve kişi adlarını ma­
kamında verme. Tedbirli ve temkinli olmakta fayda var. Temiz
bir yerde mutlaka bir araya gelirsiniz, o vakit söylersin.
Başkan ihtiyarın bu sözleri karşısında donup kalmıştı. Gö­
rüşmeyi ve neler konuşacağını nereden biliyordu? Ne diyece­
ğini bilemedi. Yaşh adam devam etti:
- Şu ana kadar yürüttüğünüz çalışmalardan çok fazla kişi
haberdar değildi. Bundan sonrasında da daha fazla kişi bilme­
meli. Tam olarak neyle mücadele ettiğinizi emin olun bilmi­
yorsunuz. Siz, bin yıllık zehirli tohumları sökmek için yola çık­
tınız. Allah utandırmasın!
Yaşlı adam elindeki tespihe bakarak derin bir nefes aldı.
- Yapılacak en küçük yanlış, büyük felaket ve yeniden yüz­
lerce yılı kaybetmek olur. Kişiler önemli değil, canımız vatana
ve millete feda olsun, bizden öncekilerin olduğu gibi. Lâkin
kaybedilecek yeni yıllara milletin tahammülü kalmamıştır.
R u h la r K uyusu
201
Başkanın içinde fırtınalar kopuyordu. Nereden biliyordu
tüm bunları? Soramıyordu. Soramadıkça sorular kendisini bo­
ğuyordu.
Yaşlı adam devam etti. Sorularla olan boğuşmasını görüyordu.
- Yalmzca bilmemiz gerekenleri bilebiliriz evladım. Merak
etme. Beyefendi senden çok daha fazlasını biliyor. Zaten sana
bu hususta söylemediğin bir şey sormayacaktır. Seni anlaya­
caktır.
Bir süre sustu. Son cümlesini söyledi.
- Sakın endişe etmeyin, çok yakında her şey ortaya çıkacak.
Hadi yolunuz açık, gazanız mübarek olsun.
Şaşkın bir şekilde çıktı içerden.
Ardından Burak hareketlendi.
Metin koşarak arabayı getirdi.
Başkanın bu şaşkın yüz ifadesine bir anlam verememişlerdi.
Başkan aklındaki bu kadar karışıklığa rağmen içinde bir hu­
zursuzluk hissetmiyordu. Yüzüne farklı bir tebessüm yayıldı.
Bunu Burak ile Metin de fark etti.
Caminin önünden yavaşça ayrılarak, Kızılay’daki Başba­
kanlık ofisine doğru yola çıktılar...
OPERASYON İZNİ..
pjızla merdivenleri çıkmaya başladı.
Burak arkasından:
- Efendim, çantanız... diyecek oldu.
Eliyle “Sende kalsın, muhafaza et.” anlamında bir işaret yaptı.
Çoktan ana kapıya gelmişti. Kapıdaki korumayı selamladı.
İçeri girer girmez asansöre yönelmek yerine yine hızla iç
merdivenleri tırmanmaya başladı.
Kendisini kuş gibi hafif hissediyordu.
Bir süre sonra Beyefendinin makamındaydı.
Özel kalem:
- Beyefendi şimdi geldi. Sizi bekliyorlar, dedi.
Başkan ilk kez elinde dosyalar olmadan bu kapıdan içeriye
giriyordu.
R u h la r K uyusu
203
Başım önündeki dosyalara eğmiş bir hâlde buldu
Beyefendi’yi.
Selâmlaştılar.
- Hoş geldin, bir sabah çayı...
- Sağ olun efendim, ben içtim.
- Allah, Allah... Biz de içtik. Birer tane de beraber içelim.
Beyefendi, beklediğinin aksine çok sakindi. Çaylar gelene
kadar Beyefendi önündeki dosyaları incelemeye devam etti.
Çaylar geldiğinde Beyefendi, önündeki dosyaları kapatarak
kenara koydu. Başkan hemen konuya girdi.
- Efendim, malumunuz, uzun süredir üzerinde çalıştığımız
bir konu vardı. Bunu sonuçlandırdık. En kısa zamanda hareke­
te geçmek için onayınızı istiyorum.
- Ne kadar sürer bu operasyon?
- Çok kısa bir sürede halledecek şekilde plan yaptık. Ope­
rasyonun ilk bölümü yirmi dört saat içerisinde tamamlanacak.
Sonrası, elde ettiğimiz sonuca göre yeniden planlanacak.
Gülümsedi Beyefendi:
- Tamam, harekete geçin! Ancak aşama aşama bilgilendirin
beni.
Başkan bir kez daha şaşırdı. Bu şaşkınlık Beyefendinin gö­
zünden kaçmamıştı.
- Milletimizin kanından bunca zamandır beslenen bu kan
emicileri, söküp atın da başka bir şey istemiyorum. Allah yar­
dımcınız olsun.
204
T
urgay
G
üler
- Emriniz olur efendim. Ancak bir arzumuz olacak.
- Söyle...
- Efendim, operasyonu başlattığımızdan sonraki yirmi dört
saati bizim belirlediğimiz bir yerde geçirmeniz güvenliğiniz
açısından son derece önemli.
- Ya yakınlarım?
- Endişe etmeyin, onlar için de gerekli tedbirler alınacak
- Ne zaman?
- Biz size haber vereceğiz.
- Anlıyorum. Tamam. Bu kadar mı, Müsteşar’ım?
- Şimdilik bu kadar efendim. Bu, çok hassas bir konu.
- Tamam.
- Bu arada önümüzdeki günlerde programınıza yoğunlaşıp,
katılabildiğiniz tüm programlara katılmaksınız.
- O niye?
- Efendim şu an kontrol bizde. Her şey planladığımız gibi
gidiyor. Bir olağanüstülük sezilirse operasyon başarısız olabilir.
- Peki, bu işte sorumluluk sizde... Ben size uyacağım.
- Teşekkür ederim, efendim.
- Allah yâr ve yardımcımız olsun.
Başkan, geldiği gibi hızlı bir şekilde ayrıldı Başbakanlıktan.
Bu görüşme birileri için sonun başlangıcıydı...
GİZLİ MABETTİ HAREKETLİLİK...
Ş e r odakları İstanbul Boğazındaki gizli mabetlerindeydi
yine...
Ama durum değişmişti.
Hiç beklenmeyen, beklenmesi bir yana, akla hayale bile gel­
meyen bu operasyonla ilgili gerekli tedbir alınamamıştı.
Öğleden sonra acil koduyla sızdırılan bilgiler, teyit edile­
memişti. Ankara’dan konuyla ilgili hiçbir resmî açıklama yapıl­
mıyordu.
Ancak operasyon yapılacağı kesinlik kazanmıştı.
Ankara’nın dışındaki diğer merkezlerle ilgili bir tehlike gö­
rünmüyordu.
İstanbul’dan; başta İngiltere olmak üzere, ABD, İsrail ve di­
ğer merkezlere acil yardım çağrısı yapılıyordu.
206
T
urgay
G
üler
Bütün birimleriyle harekete geçerek operasyonu deşifre
etmeye çalışan bu devletler, bir yandan da diplomatik yollarla
Başbakanla iletişim kurmaya çalışıyorlardı.
Ancak, Başbakana, yardımcısı dâhil kimse ulaşamıyordu.
Öyle ki birileri sırf Başbakan ortaya çıksın diye, hasta, yo­
ğun bakımda yalanını uydurmuşlardı.
İşi abartıp ameliyata alındığını iddia edenler bile olmuştu.
Sosyal medyada bu dedikodular hızla yayılıyor, başbakanın
çıkıp yalanlaması hedefleniyordu.
Dışişleri baskı altında tutulmaya çalışılıyor, bir açıklama
yapmaya zorlanıyordu.
Yapılan tek açıklama:
“Böyle bir olaydan haberdar değiliz, anlamaya çalışıyoruz.
Beyefendi’ye şu an ulaşılamıyor. Bir bilgi alındığında size ileti­
lecektir.” mealinde cevaplar veriliyordu.
Herkes şaşkındı.
Sadece Beyefendinin çok yakınındaki birkaç çalışma arka­
daşı kısmi bir bilgiye sahipti.
O bilgi de; “Ben yirmi dört saat olamayacağım. Her
hâlükârda durum kontrolünüzde olsun. Allah izin verirse iyi
neticelerle yarın görüşürüz.” şeklindeki bir nottu.
Yabancı devletlerin operasyonun durdurulması için akşa­
mın ilerleyen saatlerine kadar süren diplomatik atakları, bazen
korkunç tehditleri içeriyor, bazen de farklı kanallardan yapılan
pazarlıklara dönüşüyordu.
R u h la r K uyusu
207
Ama her kapı yüzlerine çarpılıyordu. O ana kadar suikast
dâhil her yolu denedikleri bu adamı, bir türlü dize getireme­
mişlerdi.
Montaj kasetler, itibar suikastları bile işe yaramamıştı.
Ve hepsi için korktukları o an gelip çatmıştı...
Bu sırada İstanbul’daki mabette hareketlilik had safhaya
ulaşmıştı.
Mabedin efendileri Türkiye’yi her zaman kendilerinin
görmüş, istediklerini her zaman gerçekleştirmeye muktedir
olduklarına inanmışlardı. Son toplantılarında aldıkları karar
gereği, ulaklarla ikametgâhlarından alınarak özel araçlarla “gü­
venli limana” doğru yola çıkarılmışlardı. Havayoluyla gitme­
nin tehlikeli olduğunu biliyorlardı.
İstanbul ve başka illerden getirilenler, akşam saatlerinde
güvenli liman olarak bildikleri yere ulaşmışlardı. İçkilerini yu­
dumlarken, olup biteni anlamaya çalışıyorlardı.
Mavi gözlü ve göbekli liderlerinin sesi duyuldu:
- Operasyonu haber alarak önleyemedik. Bu kez kontrol
onlardaydı. Büyük bir ihtimalle Ankara’yı kaybettik. Ama size
söylediğim gibi, bu gece fiyaskolarının filmini canlı izletece­
ğim size. Bunu söylemiştim değil mi?
Gergin yüzlerde birazcık da olsa gülümseme izleri görüldü.
Bu arada diğer merkezlerden gelen araçlar farklı güzergâhlar
kullanarak güvenli limanın altındaki sığmağa giriyor ve çıkıyorlardı.
Önemli bilgi ve belgelerin nakil işlemi büyük gizlilik ve
güvenlik içinde gerçekleşmişti. Farklı firmalar üzerine kayıtlı
208
T
urgay
G
üler
araçlarla yapılan nakil, kimsenin dikkatini çekmiyordu. Bürok­
rasi, medya ve iş dünyası içindeki bütün uzantılarına şifreli ola­
rak “gizliliğinizi koruyun” mesajları ulaştırılmaya başlanmıştı.
Her zamanki gibi yarasalar gecenin koyulaşmasını bekli­
yorlardı.
Zira tarih boyunca en iyi yaptıkları iş buydu.
VE BAŞLIYOR..
Jstihbarat merkezinde hummalı bir koşuşturma vardı.
Gerekli tüm personel gündüzden dinlendirilmiş, hakkında
en ufak bir bilgi sahibi olmadığı operasyona hazır bekliyordu.
Ahmet Eren ve Ceyhun da görev yerlerine operasyon saa­
tinden önce ulaşmış ve bütün hazırlıkları tamamlamışlardı.
Sır Küpünün emri ile özel harekât birimleri tarafından kır­
mızı camlı binaya operasyon başlatılmıştı. Ancak operasyona
katılan personel yavaş ve özensiz bir şekilde hareket ediyor
gibiydi. Saatler gece yarısını geçtiği sıralarda, timler maskeleri
ve uzun namlulu silahlarıyla bina içine girmişler, herhangi bir
mukavemetle de karşılaşmamışlardı. Girdikleri her odadaki
çalışanlar, direnmeden teslim oluyorlardı.
210
T
urgay
G
üler
Operasyon bir anda tüm haber merkezlerine düştü.
Ankara’da görülmemiş bir hareketlilik vardı. Haberciler, ka­
meramanlar, canlı yayın araçları hızla binaya doğru yöneldiler.
Haber kanalları olup biteni son dakika anonslarıyla izleyi­
cisine duyuruyordu.
“Ankara’da büyük operasyon” bir anda dünya ajanslarının
da gündemine düştü.
Sosyal medya üzerinden hükümetin “cadı avı” başlattığı id­
diaları yayılıyor, birçok gazeteci tuhaf bir şekilde, “Bu operas­
yonlar fos çıkacak, göreceksiniz. Rezil olacaklar.” diye öngörü­
lerde bulunuyordu.
Birileri kendinden çok emindi... Ama çok emin...
Tüm bunlar olurken, bina kısa sürede timler tarafından
kontrol altına alınmıştı. Ne kadar belge ve bilgisayar varsa hep­
si toplandı ve araçlara taşındı.
Gözaltına alınan şüpheliler bir bir bahçeye çıkarıldı. Özel
araçlara bindirildi.
Ama hiç birinin yüzünde herhangi bir endişe emaresi bu­
lunmuyordu.
Ankara’da tüm bunlar olup biterken, güvenli limandaki
efendiler, ellerinde puro karşılarındaki dev ekrandan ope­
rasyonu izliyorlardı. Kendilerinin bilerek bıraktıkları üç-beş
önemsiz belgenin dışında, başka bir şey bulunamayacağından
emin oldukları için çok keyiflilerdi.
Öyle ya, nasıl yedirmişlerdi ama?
Her iki taraf için de işler yolunda gidiyor gibiydi...
R u hlar K uyusu
211
Güvenli limandaki efendiler kahkahalar eşliğinde kadehle­
rini tokuşturuyorlardı. Keyiflerine diyecek yoktu.
Tam o sırada telefonları birer birer çalmaya başladı.
Hepsi bir anda irkilip, birbirlerinin yüzüne neler oluyor
dercesine baktılar.
Aramaların her biri birer imdat çığlığıydı.
Onlar Ankara’daki operasyonu canlı olarak izlerlerken, İs­
tanbul, Diyarbakır, Samsun ve Adana’daki merkezlere de eş za­
manlı baskınlar düzenlenmişti. Tüm çalışanlar gözaltına alın­
mış, bilgi ve belgelere el konmuştu.
Şok üstüne şok yaşıyorlardı. İstanbul, Diyarbakır, Samsun
ve Adana’dan gelen imdat çağrıları onları şaşkına çevirmişti.
Ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Operasyonun bu denli büyük
olduğunu hesap edememişlerdi.
Bu imdat çağrıları çok uzun sürmedi. Yarım saat sonra ke­
sildi.
Saatler dördü gösteriyordu. Çok değil yarım saat öncesine
kadar asrın fiyaskosu olacağına inandıkları baskını canlı olarak
izleyip keyfini çıkaran efendilerin, ağzını bıçak açmıyordu.
Yine de tek tesellileri burada, güvenli limanda olmalarıydı.
Zira en önemli belgeleri buraya taşımayı başarmışlardı.
Tam bu sırada, göbekli adamın telefonu acı acı çalmaya baş­
ladı. Göbekli adam, tedirgin bir şekilde elinde duran telefonun
ekranına baktı. İsim de yoktu, numara da. Özel arama yazıyor­
du. Diğerleri “kimmiş arayan” dercesine yüzüne baktılar.
Bilmiyorum, der gibi dudak büktü.
212
T
urgay
G
üler
Israrla çalan telefonu açtı.
Telefonun ahizesinden yükselen ses odada yankılandı...
- Efendim buradalar...
Bu kısacık cümle efendilerin yüzünün rengini daha bir be­
yazlatmış ve dizlerinin bağını çözmüştü. Telefon göbekli ada­
mın elinden süzülerek yere düştü...
* * *
Ceyhun ve ekibi, efendilerin güvenb liman olarak gördükle­
ri İzmir’deki camlı binaya giriyorlardı. Önce binanın elektriği
kesilmiş, içeridekiler delice bir panik yaşarken, kapılar kırıla­
rak özel harekatçılar binaya doluşmuştu. Bina kat kat aranıyor.
Bütün odalar ve dolaplar açılarak, bilgisayarlar ve belgeler top­
lanıyordu.
Bu sırada Ahmet Eren, yanında üç kişiyle turizmcinin villa­
sının önündeydiler. Mekânın güvenliğini sağlayan güvenlikçileri sessizce etkisizi hâle getirmişlerdi. Yavaşça üst kata çıktılar.
Karşılarında büyük bir kapı vardı. Belli belirsiz ışıkların süzüldüğü salondan hiçbir ses çıkmıyordu.
Çalan telefonun sesiyle salondaki sessizlik bozuldu...
Korku ve endişe dolu bir ses yükseldi salondan...
- Beyler! Buradalar!
Bu söz Ahmet Eren ve yanındakiler için “harekete geçin” an­
lamını taşımaktaydı. Atılan güçlü bir tekmeyle kanatlarına ayrı­
lan kapıdan içeriye girdiler. Bakışlarım ve ellerindeki silahlan bir
şahin gibi, korkudan tir tir titreyen adamlara doğrulttular...
R u h lar K uyusu
213
Ahmet Erenin kendinden emin, kesin ve net sözü operas­
yonun son sözüydü...
- Evet buradayız!
-Yatın yere!
Aylardır titizlikle planlanan operasyon birkaç saat içinde
başarıyla tamamlanmıştı. Operasyon bölgelerinden toplanan
bilgiler ve göz altına alman kişiler önceden belirlenen gizli bir
yere doğru yola çıkmıştı.
Gün öğleye varmadan, her bölgeden ele geçirilenler istenen
yere ulaşacaktı.
Tüm bu olup biten Sır Küpü tarafından Ankara’da an be an
takip ediliyordu.
Operasyonun tüm aşamalarında Beyefendi’ye bilgi veril­
mişti.
Her şeyi adım adım takip eden yabancı istihbaratlar, birkaç
adım geriden geldikleri için olaya müdahale edememişlerdi.
Ele geçirilen bilgiler, onları deşifre edip, kirli oyunlarını
ortaya dökeceği için medya operasyonun aleyhinde harekete
geçirilememişti.
O gece İzmir’de yaşananlar hiçbir gazetede yazılmadı, hiç­
bir haber bülteninde yer almadı...
KORKUNÇ ARŞİV...
Operasyon tamamlanmış, bütün dokümanlar ele geçirilmişti.
Elde edilen bilgiler güvenli bölgeye taşındıktan sonra tasni­
fin yapılması için hızla harekete geçildi.
Ahmet Eren ve Ceyhun, belgeleri ayrıştırmakla görevli eki­
bi topladı.
Ceyhun kısa bir konuşma yaptı.
- Arkadaşlar, şu anda ateşin içindesiniz. Elinize aldığınız her
belge, ulaştığınız her bilgi, dinlediğiniz her ses kaydı, izlediğiniz
her görüntü sizleri şaşkına çevirebilir. Lütfen hiçbir şeyi gözden
kaçırmadan gerekli dikkati göstererek tasnifi yapakm.
Sonra her birinin gözlerinin içine bakarak devam etti.
- Şu andan itibaren; gördüğünüze kör, duyduğunuza sağır­
sınız. Bu ortamda hiç bulunmadınız, olanları hiç yaşamadınız.
R u h la r K uyusu
215
Herkes pür dikkat dinliyordu.
- Operasyonumuzun ikinci aşaması için zamanla yarışmalı­
yız. Bu çalışmalardan elde edeceğimiz bilgiler son derece önem­
li. Ne kadar hızlı hareket edersek o kadar hızlı sonuç alırız. Ah­
met Eren ağabey size önderlik edecek. Allah yardımcımız olsun.
Ceyhun, bu sözlerden sonra ayrıldı.
Hummalı bir çalışma başlamıştı.
Bir kısmı, yazılı belgeleri ayrıştırırken, diğerleri, ses kayıtla­
rının dökümlerini çıkarıyordu.
Başka bir ekip ise görüntüleri tasnif etmekle meşguldü.
Ellerine aldıkları her belge veya görüntüde yüzler geriliyor,
bazılarının midesi bulanıyordu.
Kimlerin görüntüleri yoktu ki?
Kimlerin konuşmaları dinlenmemişti ki?
Devletin üst makamlarının yaptığı uluslararası konuşmala­
rın dökümleri bile oradaydı.
Kimlerin hangi referansla nerelere getirildiğinden, yerleşti­
rilen kişileri kontrol altında tutabilmek için haklarında topla­
nan bilgilere kadar her şeye buradaydı.
Asıl şaşırdıkları; sadece Türkiye’nin değil, Ortadoğu’nun,
birçok İslam ülkesinin, Orta Asya Türk devletlerinin ve daha
birçok ülkenin bilgi ve belgelerinin de önlerinde olmasıydı.
Çalışanlardan birisi Ahmet Eren e döndü.
- Ağabey, bu işlem çok uzun sürer. Bitecek gibi görünmü­
yor. Çok yazılı doküman var. Çok önemli listeler var.
216
T
urgay
G
üler
Bir diğeri ses verdi:
- Burası da öyle. Hisse senetleri, borsa manipülasyonları,
ellerindeki paravan şirketler... Çok karmaşık ve uzun sürecek
bir çalışma gerektiriyor.
- Ses kayıtları daha zor. Hepsinin dökümünü almamız ge­
rekiyor.
- Adamlar işledikleri cinayetleri bile arşivlemişler. Bunlar
nasıl insanlar?
Ahmet Eren:
- Arkadaşlar; siz önünüzdeki belgelere göre birer ön rapor
hazırlayın. Gerekirse gece gündüz çalışır, ulaştığımız her bel­
genin gereğini anında yerine getirecek hamleler yaparız. Bu­
günler için varız, öyle değil mi? diyerek morallerini yükseltti.
Hepsi “evet” anlamında bir tebessümle işlerine daha bir
şevkle sarıldılar.
Koşuşturmalar devam etti...
Çok zaman geçmeden, her birim önemli gördüğü belgeleri
tasnif ederek, raporunu hazırlamayı başarmıştı.
Bu arada, Ceyhun, sık sık içeri girerek elde edilen bilgileri
alıyor ve gerekli yere ulaştırıyordu.
OPERASYON SONRASI..
J^aşkan, biten operasyondan sonra rahat bir nefes aldı.
Ceyhun’la kısa bir durum değerlendirmesi yaptılar.
Sabah saatlerinden itibaren toplanan bilgiler tasnif edilme­
ye başlanmıştı.
Ceyhun’un tahmin ettiği gibi, en önemli arşiv İzmir’de ele
geçirilmiş, elde edilen belge, doküman ve bilgisayarlar beş
araçla zor taşınabilmişti.
İşin garip tarafı, bol miktarda kayıt dışı nakit para ve külçe
altın ele geçirilmişti.
Bilgisayar uzmanları şifrelenmiş bilgileri çözümlemeye, dil
uzmanları farklı dillerde yazılmış belgeleri tercüme etmeye, sor­
gu uzmanları gözaltına alınanları sorgulamaya başlamışlardı.
Ceyhun’un getirdiği raporları ve sorgu tutanaklarını gör­
dükçe, Başkanın alnının damarları kabarıyordu.
218
T urgay G ü ler
- Ben bunları Beyefendiye nasıl gösterir, nasıl söylerim?
Ceyhun, Başkan a nazaran daha sakindi.
- Olduğu gibi, bütün çıplaklığıyla...
- Yahu o kadar kolay mı? Bu ihanet edenlerin, neredeyse
damarlarımıza kadar girmeleri kanıma dokunuyor.
* * *
Öğleye doğru elde edilen ilk bilgilerle Başkan doğruca
Başbakanın yamna gitti.
Başbakan, hâlâ müsteşarının gizli yerinde misafirdi.
Yanma girer girmez hiç âdeti olmadığı hâlde heyecanla:
- Çok şükür başardık efendim. Hepsini aldık. Sorgu, tasnif
ve değerlendirmeler devam ediyor.
- Çok şükür.
- Ama ilk bilgiler korkunç efendim.
_?
- Yani... Nasıl söylesem efendim...
- Nasılsa öyle söyle. Artık bu işin dönüşü mü var...
- Efendim, iki tür liste ele geçirdik.
-E e e ...
- Birinci listede uluslararası düzeyde ilişkide oldukları ku­
rum ve kişiler var.
-E vet...
- İkincisi ülkemizdeki bağlantıları...
- Tamam. Biz de bunun peşinde değil miydik?
- Listeyi görünce çok şaşıracaksınız efendim.
R u h la r K uyusu
219
- Bir görelim, o zaman karar veririz.
Dosyayı uzatırken:
- Efendim, en önemlisinden geriye doğru sıraladık elimiz­
deki bilgileri. Daha neler çıkacağını da henüz bilmiyoruz. Ar­
kadaşlar olabildiğince hızlı çalışıyor. İlk başta bu bilgilere ula­
şamamamız hâlinde sizi nasıl yok edeceklerinin planları var.
Ürkütücü şeyler... Biraz sakinleştikten sonra baksanız?
Beyefendinin, Başkana bakışları çok şey ifade ediyordu ve
bunu en iyi o biliyordu.
Kızgınlığını daha artırmadan verdi dosyayı.
Başbakan acele hazırlanmış ilk dosyayı aldı. Daha kapağı
açıp ilk sayfaya bakar bakmaz dosya elinden düştü. Öylece ka­
lakaldı.
Başkan sakin bir şekilde dosyayı yerden aldı.
Bir süre sessizlik oldu.
Beyefendinin dudaklarının belli belirsiz kıpırdadığını gör­
dü Başkan. Bu birkaç dakika sürdü.
Ardından Beyefendi nin çok sakin ve yavaş sesi duyuldu.
- Allah’ım! Bu ne hâl! Bu kadarı olabilir mi?
Başkan, sakin bir şekilde söze girdi.
- Maalesef efendim. Daha çok şaşıracağınız bilgiler var. İn­
san dehşete düşüyor. Bizzat sorgularında onayladıkları bunlar.
Biz daha belgelerin çok az bir kısmını açabildik.
_?
- Daha nelerle karşılaşabileceğimiz, bizi de korkutuyor.
Beyefendi, yaptığı el işaretiyle Başkanı susturdu.
220
T u rgay G ü ler
Bir süre düşündü.
Sonra başını kaldırıp şöyle dedi:
- Bana başyardımcımla, dışişleri ve adalet bakanlarını getir.
Ya da dur! Ben gideyim. Siz devam edin. Elde ettiğiniz her bil­
giyi bana da ulaştırın.
Bunu söylerken dişlerini sıkıyordu.
- Sizi bir süre daha misafir edelim efendim. Onları birkaç
saate getiririz. Akşama kalmaz, inşallah sizi de gerekli bilgilerle
göndeririz.
- Peki bu olup bitenden kaç kişinin haberi var?
- Çok değil, birkaç kişi. Hepsi de gerekli güvenirliliğe sahip.
- Tamam. Sizden ricam, bu konu hakkında kimseye bilgi
vermeyiniz. Özellikle elde edilen bilgiler hakkında hiçbir ma­
lumat sızmasın dışarıya.
-Emredersiniz...
- Bu hadisenin dışarıdaki yansımalarını öğrenelim önce.
Bakanlar gelince bu konuyu netleştirelim inşallah. Açıklama­
mızı sonra belirleriz.
Sır Küpü başıyla onayladı.
Beyefendi devam etti:
- Onlar duyulmasını istemeyebilir. İşin içinde bu ülkeler ve
bu kurumlar da varsa endişelenme sırası onlarda demektir. Bu
durum bizim elimizi güçlendirir.
Başkan, durumu anlamıştı.
Dışarı çıktı. Birkaç kişiyi çağırdı ve ilgili bakanlara haber
uçuruldu...
ORTALIK.AYDINLANIYOR..
3 ir saat sonra Ankara yakınlarındaki gizli misafirhanede Baş­
bakan ve bakanlar buluşmuştu.
Yuvarlak bir masanın etrafında Başbakan, başyardımcı, dı­
şişleri bakanı, adalet bakanı ve başkan oturuyordu.
Başbakan önce başyardımcısına sordu.
- Yokluğumda merkezde olup biteni özetle bir bakalım.
- Kimse ne olduğunu bilmiyor ki. Herkes merak içinde, ne
olup bittiğini anlamaya çalışıyor.
- Sana gelip özel sorular soran oldu mu?
- Ne gibi?
- Nereye operasyon yapılacak veya yapıhyor gibi.
- Birçok telefon geldi. Listesini çıkarırız. Bir de bazı milletvekil­
leri aradı ısrarla. Birçok bakan arkadaş da neler oluyor diye sordu.
222
T u rgay G ü ler
Başbakan önündeki dosyanın kapağını aralayarak, evrakları
karıştırıyor gibi yaptı. Arka arkaya birkaç isim sordu.
Yardımcısı hepsini onayladı, hatta bazılarının çok ısrarcı ol­
duklarını belirtti.
İş dünyasından, emniyet üst düzey görevlilerine kadar ara­
yanlar tek tek incelendi.
Adalet bakanı üst düzey yargıdan da olaylarla yakından ilgi­
lenenleri tek tek anlattı.
Sıra dışişleri bakanına gelmişti.
- Sıra sende sayın bakanım. Neler oldu, anlat bakabm.
- Dünya üstümüze geldi desem yeridir.
- Hımmm.
- Özellikle bazı ülkelerin, başkan düzeyinde, arayarak “bu
operasyonu durdurun” şeklinde tehditkâr söylemleri oldu.
Hatta birçok global şirketten “sonuçlarının ağır olacağı bir işe
kalkıştınız” şeklinde beyanlar geldi.
- Siz ne yaptınız?
- Buyurduğunuz gibi, olup biten hakkında bilgimizin ol­
madığını, gün içinde konuyla ilgili bir bilgi verebileceğimizi
bildirdik hepsine.
- Peki, ne zamana kadar sürdü bu hareketlilik?
- Efendim, çok garip... Ama sabahın dördünden bu yana
arayan soran yok. Dün ısrarlı bir şekilde bilgi almaya çalışan­
lar ve operasyonu durdurun tehditleri savuranlar ortalıktan
çekilmiş gibi.
R u h la r K uyusu
223
Başbakan, Sır Küpü yle göz göze geldi. Birbirlerine gülümse­
diler.
Sonra yanındakilere döndü.
- Şimdi müsteşarım konuyla ilgili size de bilgi versin.
Keyfi yerine gelmişti.
- Misafirperverliğin pek hoşuma gitmedi müsteşarım. Aç
susuz bıraktın bizi buralarda... diyerek çalışma masasına geçti.
Ardından Başkan, dün sabah saatlerinden bu yana yaklaşık
yirmi dört saat süren operasyonu bütün detaylarıyla anlattı.
Bakanlar şaşkındı.
Bu esnada Başbakan, getirilen raporları inceliyor, kendince
önünde tasnif ediyordu.
Bakanların bilgilendirilmesi bittiğinde Başbakan devam
etti:
- Arkadaşlar! Büyük bir badireyi atlattık. Şimdi size vere­
ceğim dosyayı bir mütalaa edelim. Yol haritası belirleyelim.
Benim gibi şaşıracak, öfkeleneceksiniz. Ama sonuç odaklı dü­
şünmeliyiz.
Kendisini dehşete düşüren ilk dosyayı uzattı önlerine.
Başbakandan daha büyük şok olmuştu üç bakanda.
- Bunlar gerçek olamaz!
- Hayır, bunda bir yanlışlık olmalı!
- Bu mu? Mümkün değil. İnanamıyorum!
Sayfaları çevirdikçe yüzlerini şaşkınlık ve hayal kırıklığı
kaplıyordu.
224
T urgay G ü ler
Başbakan onların bu hâlini az evvel yaşamıştı.
- Arkadaşlar, dedi. Aldığımız nefes olmuşlar. Karanlığa
boğdukları ülkemizi yarasalar gibi sarmışlar. Kılcal damarları­
mıza kadar nüfuz etmişler. Bizi Allah korumuş.
Yeni gelen bir nota baktıktan sonra devam etti.
- Sadece ülkemizde değil, dünyada da nasıl çalıştıklarını
çözdük Allah’ın izniyle. Artık onlar düşünsün.
Arkasına yaslandı ve üstüne basarak şunu söyledi.
- Bir ruhlar kuyusu daha kapandı. Allah, insanlığa, bu şer
odaklarını bir daha musallat etmesin...
g a z ! b e y d e n m e k t u p ..
Operasyonun yönetildiği karargâhta bunlar olurken Ceyhun
öğle saatlerinde çoktan yola koyulmuştu.
Başarılı bir operasyonun ilk sonuçlarıyla birlikte İstanbul
yönüne doğru otobanda yol alıyordu.
Yaklaşık iki yüz kilometre sonra, bir yol ayrımından her iki
yanı yemyeşil asfalt bir yola girdi.
Orman içinde devam eden bu yol yaklaşık kırk kilometre
sonra bir göl kıyısında sona eriyordu.
Etrafını çeviren gür ağaçlarla kaplı dağlardan süzülen küçük
pınar ve çayların beslediği bu şirin göl, memleketin saklı bir
hâzinesi gibiydi.
Rakımı oldukça yüksek tepelerin arasında olduğundan, bi­
linen ve dikkat çeken bir yer değildi.
226
T u rgay G ü ler
Gölün kenarındaki düzlüklerden birinde, ağaçların arasına
dizilmiş iki odalı ahşap kulübeler vardı. Her biri güzel bir mi­
mariyle yapılmış, minik tatil evleri gibiydi.
Bunlardan farklı tek yapı, iki katlı inşa edilmiş, giriş katında
büyük bir mutfak ve yemek salonu barındıran, ayrıca güzel bir
kütüphanesi bulunan bir binaydı.
Az ileride, gölün hemen kıyısında, içeri doğru uzanan kü­
çük bir iskele ve kıyısındaki direklere bağlanmış üç küçük ba­
lıkçı teknesi göze çarpıyordu.
Zaman zaman ülkenin her yerinden seçilen gençler, gruplar
hâlinde burada ağırlanıyorlardı.
Bu gençlerin her biri, gelecekte ülkenin hizmetine adana­
cak hayatların sahipleriydiler.
Ceyhun ne gittiği yolun ne de varacağı menzilin yabancısı de­
ğildi.
Daha ortaokul yıllarından itibaren, neredeyse her yıl ziya­
ret etmiş ve burada birçok eğitim almıştı.
Yollara eğilmiş yemyeşil dalların altında arabasını sürerken
akima o günler geldi.
Dalıp gitmişti.
Son virajı alıp, mavisi neredeyse yeşile dönmüş göl sularını
karşısında görünce kendine geldi.
Arabayı iki katlı binanın önüne park etti.
Koşarak gelen gençlerden birine sordu:
- Gazi Bey içeride mi?
R u h la r K uyusu
227
- İskelede ağabey, arkadaşlarla balık tutuyor.
Doğruca iskeleye yöneldi.
Operasyon başlamadan önce Gazi Bey buraya gelmişti. Ope­
rasyonu buradan takip edecek, değerlendirmesini burada yapa­
caktı.
Tabii bu operasyondan sonra birçok ziyaretçisi olacağı mu­
hakkaktı.
Gelecek olanlar hem var hem de yok olanlardandı.
Zaten bu mekânı bilen çok fazla kimse de yoktu. Göl kıyı­
sına kadar birkaç köyden geçiliyordu. Köylerde oturanlar, et­
raftaki arazilerde çiftçilik yapan ya da dağlarda hayvancılıkla
uğraşan insanlardı.
Dağlarda ava çıkan ve bunu yaz kış ara vermeden sürekli de­
vam ettiren çok sayıda avcının, bölgedeki varlığı da biliniyordu.
Yabancı birinin izinsiz bölgeye girmesi, girdiyse de çıkması
mümkün değildi.
Ceyhun kısa bir yürüyüşten sonra iskeleye vardı.
Gazi Bey’i hürmetle selamladı.
- Hoş geldin evladım.
- Hoş bulduk efendim.
Onlar selâmlaşırken gençler yavaşça terk ettiler iskeleyi.
Gazi Bey de yavaş yavaş çekti oltasını. İrice bir balık oltanın
uçundaydı.
- Kısmetinle geldin. Akşam yemeğimizi çıkaracağız galiba.
Ceyhun başını kaldırmadan tebessümle karşılık verdi.
228
T
urgay
G
üler
- Anlat bakalım evladım, neler oldu?
Bilmediğinden sormuyor gibi bir hâli vardı.
- Çok şükür efendim. Her şey planlandığı gibi sonuçlandı.
Bir aksilik çıkmadı.
- Elde edilen bilgiler ne durumda?
- Tasnif ediyoruz. Eren ağabey başlarında. Çok sayıda belge
var. Sanki dünyanın arşivini burada tutuyorlarmış.
- Daha iyi ya...
- Çok çirkin şeyler de var efendim. Hem ülke içinden hem
de uluslararası ilişkilerinden elde edilen ses kayıtları, görüntü
kayıtları, fotoğraflar...
- Beklemediğimiz bir şey değil. Başka?
- Bütün dünyada yapılanmışlar. Bunların dokümanları,
isimler, ilişkiler, finansörler, sanayi kuruluşları, paravan şirket­
leri ... Ne varsa hepsinin bilgilerine ulaştık.
- Bu güzel işte...
- Efendim, işbirliği içinde oldukları ülkeler, onların gizli
servisleri, bu işlerde görevlendirdikleri kimselerin isimleri, si­
yasetçiler, bürokratlar ve alt düzeydekiler, hepsi var...
_?
- Merkezleri olan İngiltere’deki yapıyı çözemedik. Hiçbir
bilgiye ulaşamadık. Sorgularda da bir şey çıkmadı.
Gazi Bey gülümsedi.
- Eee, onu çözmek de size kalsın.
R u h la r Kuyusu
229
Bir balık daha gelmişti oltaya. Yavaşça çekti ve özenli bir şe­
kilde çıkardı oltadan. Yanındaki kovaya bıraktı.
- Bunlar bizi doyurur inşallah. Hadi pişirsinler de yiyelim.
Ağır hareketlerle doğruldu yerinden.
Ceyhun kovayı aldı ve yürümeye başladılar.
- Ben gece döneyim efendim.
- Gitme. Bu gece burada kal. Sabah erken gidersin.
Beyefendi’ye bir mektup hazırlayayım.
- Başüstüne. Peki, siz dönecek misiniz yarın?
Gülümsedi Gazi Bey:
- Yok evladım. Sanırım artık benim ikametgâhım burası
olacak. Sizlerin ziyaretini bekleyeceğim burada ve başarıları­
nızın haberini...
Ceyhun bu sözlerden anlayacağını anlamıştı.
O akşam tuttukları balıkları yediler.
Baş başa kaldıklarında Ceyhun operasyonu ve detaylarını
anlattı.
Ertesi sabah kendisine verilen mektupla yola koyuldu.
O mektupta ne yazıyordu, muhatabından başka hiç kimse
bilemedi...
d ü n y a y en id en k u r u l u r k e n ...
O güne kadar gücü kendilerinde görenler şaşkındı.
Dünyayı avuçlarının içinde zannedenler, attıkları son kur­
şunu kendi ayaklarına sıkmışlardı.
Kökü yüzyıllara dayanan planları yerle bir olmuş, parasal
güçleri iflas etmiş, teknolojik üstünlükleri hiçbir işe yara­
mamıştı.
Korkuları büyüktü. Zira Doğu’dan bir esinti gibi gelip Ana­
dolu üzerinde rüzgâra, İstanbul’dan Batıya doğru Artmaya
dönüşen bu millet, bir zamanlar ne zorluklar yaşatmıştı ken­
dilerine. Yıllarca yeraltına inmek zorunda kalmışlar, yönlerini
Doğuya çevirdikleri her harekette koca bir tokat yiyerek gerisin
geriye dönmüşlerdi.
R u h la r K uyusu
231
Bütün bu kötü gidişi durdurmak adına akla hayale gelme­
yen yollar denemişler, kendi milletlerinin de ağır bedeller öde­
diği bütün dünyayı ateşe vermekten bile çekinmemişlerdi. İki
dünya savaşının da amacı bu değil miydi? Birincisinde koca bir
imparatorluğu tasfiye etmişler, İkincisinde Ortadoğu’nun başı­
na bela olan İsrail devletini inşa etmişlerdi.
Anadolu’ya da kendilerine itaat eden, söylediklerini yapan,
sözünden dışarı çıkmayan bir yapı kuracak mekanizmaları yer­
leştirmemişler miydi?
Hatta bunun dışına çıkmaya kalktığında başına türlü çorap­
lar örerek hizaya getirmemişler miydi?
İçeriye her alanda, en güvendikleri inanç sistemlerinde bile
işbirliği yapacak oluşumlar kurmamışlar mıydı?
Mevcut bütün yapılanmaların içine, en ince damarlarına
kadar sızmamışlar mıydı?
Ne oluyordu şimdi?
Bu başkaldırı da neyin nesiydi?
Hangi cesaretle?
Hangi cüretle?
Ingiltere’deki şatoda soğuk rüzgârlar esiyordu.
Başefendi, başı önde:
- Kaybettik beyler, dedi. Geçmişte her kaybettiğimizde ba­
şımıza neler geldiğini biliyorsunuz. Ama bu seferki hepsini ara­
tacaktır.
Herkes suskun ve düşünceli bir hâlde dinliyordu efendilerini.
232
T
urgay
G
üler
- Artık finans hareketlerini istediğimiz gibi manipüle ede­
meyeceğiz. Dilediğimiz şirketi batırıp, dilediğimizi yüceltemeyeceğiz. Savaşlar çıkarıp, sattığımız silahlarla birbirlerini öldür­
melerini seyredemeyeceğiz.
Sandalyesinde yığılmış gibi oturuyordu. Omuzları iyice çök­
müştü. Ama İngiliz işte, yine de soğukkanlılıkla konuşuyordu.
- Artık kendi hükümetlerimiz nezdinde de değerimiz kal­
maz. Bize itibar etmezler eskisi gibi. Zaten gelecek, Avrupa ve
Amerika için parlak görünmüyor. Onlara yaşattıklarımızı bel­
ki daha ağır şekilde biz yaşayacağız. Büyük iflaslar, kontrolsüz
toplumsal olaylar... Hâkimiyetin kaybolduğu sokaklar... Bizi
bekleyen gelecek korkarım bu.
Önündeki kadehi ağzına kadar doldurdu. Sanki sarhoş olup
unutmak ister gibiydi. Kadehini bir dikişte bitirdi. Suçlayıcı bir
şekilde Asya Efendisi Vladislav a bakarak devam etti.
- Türkiye yaptığı operasyonla bütün elemanlarımızı ya orta­
dan kaldırdı, ya sınır dışı etti ya da deşifre ederek etkisizleştirdi.
Şimdi uzantılarımızı en uç noktalara varıncaya kadar temizleye­
cektir. Zira bütün bilgilerimiz ellerinde. Üstüne üstlük Ortado­
ğu arşivimiz de ellerine geçti. Temizlik hızla yayılacaktır. Ardın­
dan diğer ülkelere de sıçrayacak ve tüm dünyada afişe olacağız
demektir bu.
Masadakilerden Avrupa sorumlusu Thomas, kısık bir sesle:
- Bu durumda öneriniz nedir, Efendim?
Başefendi uzun uzun boşluğa baktı. Belki dakikalarca...
Sonra tane tane şunları söyledi:
R u h la r Kuyusu
233
- Tapınak şövalyelerinin sekiz yüz yıl önce yaptığını.
Buz gibi sözlerdi bunlar. Devam etti:
- Çekileceğiz. Yeraltına çekileceğiz. Bulunmaz olacağız. Gö­
rünmez olacağız. Uygun zaman ve zemin olunca yeniden çıka­
cağız. Ritüellerimiz ve dayanışmamız kadim usullerle devam
edecek.
- Ne kadar süreliğine?
Soru birinden gelmişti. Lâkin hepsi sormuş gibi gözlerini
efendilerine çevirdiler.
Tek kelime duyuldu:
- Bilmiyorum!
***
Dünya şoktaydı.
Hiçbir devlet resmen herhangi bir şey söyleyemiyordu.
Söylemeleri, suçlu olmakla veya suça iştirakle eş değerdeydi.
Ingiltere başta olmak üzere, birçok Avrupa ülkesinden he­
yetlerin biri gidip diğeri geliyordu.
ABD ve İsrail sürekli devredeydi.
Birçok ülkenin istihbarat başkanları Türkiye’ye ardı ardına
ziyaretler gerçekleştiriyordu.
Tek amaç vardı: Ele geçirilen arşivler.
“Ya bize verin ya da imha edin” diyorlardı.
Karşılığında ödenebilecek her bedeli ödemeye hazır olduk­
larını söylüyorlardı.
234
T
urgay
G
üler
Bütün bu olanlar karşılığında Türk devletinin Başbakanı
hiçbir ayrıntıya girmeden sadece şunu söylüyordu.
- Türkiye artık hep aydınlık olacak. Bu aydınlık, dalga dalga
dünyaya yayılacak. Bundan sonra yarasalar bir daha mağarala­
rından çıkamayacaklar.
asil mücadele
ŞİMDİ BAŞLIYOR
BAŞBAKAN KONUŞUYOR..
J)ünya
basınını
ellerinde
bulunduranlar,
elemanlarını
Türkiye’ye yönlendirmişlerdi.
Artık gizli adamlarını devreye sokamayacaklarına göre
açıktan basın yoluyla izlemeleri en uygun yoldu.
Neler olup bitiyordu?
Türkiye nasıl bir yol izleyecekti?
Bunları takip etme görevi, basın adı altında gönderilen
adamlarına kalmıştı.
Bu yüzden Başkent sürekli yabancı basın mensuplarının
toplandığı bir mekân hâline gelmişti.
Hepsinin kafasında kocaman “acaba”lar dolanıp duruyor­
du. Çünkü artık büyük resim ortaya çıkmıştı.
238
T
urgay
G
üler
Bir millet, yüz yıldır ayağına vurulan prangalardan kurtul­
maya, yarasaları dehlizlerinden bir daha çıkamayacak şekilde
karanlıklara gömmeye ve dünyayı aydınlatmaya kararlıydı.
Artık seçilmiş efendilerin hâkimiyetinden, insanın yeryüzün­
de huzuru ve refahı paylaştığı bir hâkimiyete geçme devriydi.
Bu duygular artık bir ütopya, gerçekleşmesi zor düşünce­
ler olmaktan çıkacak ve insanlık barış ve huzurun yollarını hep
birlikte arayıp bulacaktı.
Başbakan basın açıklaması yapıyordu:
“Sayın basın mensupları;
Şu andan itibaren bilin ki; dünya aydınlık bir sabaha uyan­
makta.
Bir zamanların hasta adamı artık iyileşti, gücü ve kudreti es­
kiden olduğu gibi yerinde.
Dünyanın neresinde olursa olsun, mazlumun çığlığını du­
yan, ona kulak veren bir millet var artık.
Nerede açlık çeken birisi varsa, ekmeğini onunla paylaşa­
cak bir millet var.
Bilin ki; kandan, gözyaşından, acılardan beslenenler yok ol­
maya mahkûmlar.
Millet olarak maddi ve manevi akıl almaz bedeller ödedik.
Ama yenilmedik, yıkılmadık.
Her yolu denediler. Bunu en iyi onlar biliyor. Bunları merak
ediyorsamz gidin onlara sorun. Onlar kim diyorsanız, daha düne
kadar etrafında dolandığınız ama bugün bulamadıklarınızdır.
Neler yapmadılar ki? Her nerede birbirini öldüren kardeşler
R u h la r K uyusu
239
gördüyseniz, arkasındakiler onlardı. Her nerede açlıktan ölenler
varsa, ekmeğini çalanlar onlardı. Kurdukları tezgâhlarla modem
sömürü düzenini işletenler onlardı.
Ülkemde de her şeyi denediler.
Başbakan astılar. Bakanlar katlettiler. Vatansever bürokrat­
lar cinayetlere kurban gitti.
Ülkemin kaynaklarını büyük bir iştahla sömürdüler.
Kurdukları yerleşik düzenin hep böyle gideceğine inanmış­
lardı. Kendilerini dünyanın sahibi görüyorlardı.
Ama öyle olmadığım gördüler.
Herkesin hesabı varken, hesap yapanları Yaratanın da el­
bette bir hesabı vardı.
Nihayet yıllardır ülkemizde ördükleri kirli ağları deşifre
edildi. Ne yaptılar, nasıl yaptılar, nerelerde yaptılar; hepsi or­
taya döküldü.
İçimizde bilerek veya bilmeyerek yerleşik düzene hizmet
eden ya da çeşitli nedenlerle ağa düşürülen vatandaşlarım artık
gerçekleri daha net ve açık bir şekilde görecek.
Vakit, elimizle beraber yüreklerimizi de yıkama vaktidir.
Vakit; el birliği, yürek birliğiyle kuramlarımızı temizleme
vaktidir.
Hangi düşüncede olursa olsun, hangi görüşte olursa olsun,
hangi inançta olursa olsun, önceliği bu vatanı sevmek olan ve daha
güzel bir ülke inşa etmek için yola çıkan herkes kardeşimizdir.
Bütün dünya görsün ve bilsin ki asıl mücadelemiz şimdi
240
T u rgay G ü ler
başlıyor. Bunca yıldır dünyanın maddi ve manevi tüm kay­
naklarını kendi denizlerine akıtanların düzenleri nasıl deği­
şecek, hep birlikte göreceğiz.
Hep beraber, el birliğiyle güzel günlere yürüyelim inşallah.
Soru sormanıza lüzum yok!
Soracağınız soruların cevaplanm bu sözlerin arasında mutla­
ka bulacaksınız. Kalanını da gerçekleştikçe göreceksiniz zaten.
İnsanlık için daha huzurlu ve aydınlık günler temenni edi­
yorum.”
BİRDAĞ EVİNDE..
Yüzyıllardır kurdukları planlar birkaç senede altüst olmuştu.
Olayların bu noktaya gelebileceğini nasıl hesap edememişler­
di? Nerede hata yapmışlardı?
Bir zamanların Asya Efendisi Vladislav, Rusya’nın Çin sı­
nırına yakın bir bölgesindeki dağ evinde içkisini yudumlarken
bunları düşünüyordu.
Sabahları günlük gazetelere göz gezdiriyor ve imparatorluk­
larının yıkılışıyla ilgili haberleri okuyordu. Aylardır Başefendi
ve kıta efendileriyle bir araya gelmemişlerdi. Her biri bir yer­
lerde gizleniyorlardı. Başefendi nin, “yeraltına ineceğiz” der­
ken kastettiği tam olarak buydu herhalde.
Gözlerden uzak bir dağ evinde günlerini yaşlı hizmetçisi
İgor ile birlikte geçiriyordu. Dışarıdan bakan birisi, iki adamın
inzivaya çekildiğini sanırdı.
242
T
urgay
G
üler
Elindeki gazetenin sayfasını çevirdi. İçkisinin bittiğini fark
etti. Başını gazeteden kaldırmadan İgor’a seslendi.
Hiçbir cevap alamadı. Daha yüksek bir sesle:
- Lanet olası ihtiyar! Sana sesleniyorum! İçkim bitti...
Yine cevap alamadı. Gazetesini sehpanın üzerine fırlatarak
hiddetle ama son kez ayağa kalktı.
***
Vladislav’ın her gün okuduğu gazetelerden birinin ilk say­
fasında küçük bir haber vardı:
“Ünlü oligark Vladislav, dağ evinde, kafasına sıkılan tek kur­
şunla öldürülmüş hâlde bulundu.”
.TURGAY GÜLER.
R u h l a r K u yu su
GERÇEKLİK TEORİSİ
Yarın, gelecek hafta, gelecek ay, gelecek yıl ve gelecek yüzyılda
neler olacağını;
Hatta dün, geçen hafta, geçen ay, geçen yıl ve geçmiş yüzyılda neler
olduğunu öğrenmek istiyorsanız bu kitabı mutlaka okumalısınız!
Siz bu kitabın kapağını açtığınız andan itibaren, bilin ki dünya aydınlık
bir sabaha uyanmakta.
Bir zamanların hasta adamı artık iyileşti, gücü ve kudreti eskiden
olduğu gibi yerine geldi.
Dünyanın neresinde olursa olsun, mazlumun çığlığını duyan, ona
kulak veren bir millet var artık.
Bilin ki kandan, gözyaşından, acılardan beslenenler yok olmaya mah­
kûmlar.
Her nerede birbirini öldüren kardeşler gördüyseniz, arkasındakiler
onlardı.
Her nerede açlıktan ölenler varsa, ekmeğini çalanlar onlardı.
Nihayet yıllardır ülkemizde ördükleri kirli ağları deşifre edildi. Ne
yaptılar, nasıl yaptılar, nerelerde yaptılar; hepsi ortaya döküldü.
Bütün dünya görsün ve bilsin ki, asıl mücadelemiz şimdi başlıyor.
Soru sormanıza lüzum yok!
Soracağınız soruların cevaplarını bu sözlerin arasında mutlaka
bulacaksınız. Kalanını da gerçekleştikçe göreceksiniz zaten...
w w w . h a y a t y a y in l a r i. c o m
9786051510644
tu d tte r.c o m /h a y a ty a y in la ri
fa ce b oo k.com /h a yatya yin lari

Benzer belgeler