Iktisadi Buyumenin Belirleyicileri ve Yeni Buyume

Transkript

Iktisadi Buyumenin Belirleyicileri ve Yeni Buyume
Türkçe Başlık:
İktisadi Büyümenin Belirleyicileri ve Yeni Büyüme
Modellerinde Beşeri Sermayenin Yeri
İngilizce Başlık:
Determinants of Economic Growth, and the Role of Human
Capital in New Growth Models
Almanca Başlık:
Die Determinanten des Wirtschaftswachstums und die Rolle des
Humankapitals in Neuen Wachstumsmodellen
Makalenin Yazarı ve Adresi:
Aykut Kibritçioğlu
Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü
TR-06590 Cebeci, Ankara
Tel.: (+90.312) 319 77 20
Faks: (+90.312) 319 77 36
E-Posta: [email protected]
URL: http://politics.ankara.edu.tr/~kibritci/
Yayınlandığı Dergi:
AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,
Ocak-Aralık 1998, Cilt 53, No. 1-4, s. 207-230.
Anahtar Sözcükler: Uzun vadeli iktisadi büyüme, içsel büyüme modelleri, beşeri sermaye,
teknolojik dışsallıklar, ölçek ekonomileri, marjinal üretkenlik, eğitim politikası, teknoloji
politikası
JEL Konu Kodları: I28, J24, O15, O30, O38
İnternet: http://politics.ankara.edu.tr/~kibritci/publications.html
İktisadi Büyümenin Belirleyicileri ve
Yeni Büyüme Modellerinde Beşeri Sermayenin Yeri *
Aykut Kibritçioğlu **
1. İktisadi Büyüme: Tanım, Temel Konu ve İlişkiler
Her ekonomide, çıktı üretilebilmesi için fizikî sermaye, beşerî sermaye,
(vasıfsız) işgücü ve doğal kaynaklar gibi girdiler girişimciler tarafından
farklı teknolojik bilgiler çerçevesinde ve farklı oranlamalarla bir araya
getirilir. Gayrisafi milli hasıla ise, belirli bir ülkede belirli bir zaman
diliminde (genellikle bir yılda) üretilen bu mal ve hizmet biçimindeki
çıktıların parasal değerlerinin toplamıdır. Söz konusu üretim faktörlerinden
sermaye; makinaların, araç ve gereçlerin, tesislerin, hammaddelerin ve diğer
dayanıklı üretim faktörlerinin birikmiş stokunu kapsar.1 Bu fizikî sermaye
stokuna belirli bir dönem içinde yapılan eklemeler yatırım (investment)
adını alır.2 Bir ekonomideki işgücü “stoku”, nüfus artışı ve artan bu
nüfustan hep belirli bir kısmının (gelecekte) işgücü arzına katılımı ile
genişler. İşgücünün vasfı veya niteliği özellikle okullardaki ve işyerlerindeki
eğitimler sayesinde geliştirildikçe, ülkenin beşeri sermayesi (human capital)
de “artmış” olur. Beşeri sermaye, işgücü tarafından içerilen (embodied) bilgi
ve beceriler toplamı olarak tanımlanabilir. Bazen, işgücünün sağlık ve
beslenme ile ilgili “iyi olma” (well-being) durumu da beşeri sermayenin bir
parçası olarak kabul edilir (Easterly & Wetzel, 1989: 4).
İktisadi büyüme, kişi başına reel (yani fiyat değişmelerinden arındırılmış)
hasıladaki artışları ima eder. Bu artışlar, ancak uzun dönemde ülkenin
üretim ölçeğinin veya potansiyelinin genişlemesi veya daha üretken
kullanılması sayesinde (yani üretim faktörlerinin miktarlarındaki ve/veya
üretkenliklerindeki artışlarla) ortaya çıkartılabileceğinden, iktisadi büyüme
sorunu, genellikle bir uzun vade sorunu olarak kabul edilir. Büyüme, bu
nedenle, makroekonomik anlamda daha çok arz cephesince belirlenir.
Başka bir deyişle, bir ülkenin üretim olanakları eğrisinin dışarıya veya uzun
dönem toplam arz eğrisinin sağa doğru kaymasına yol açan sebepler, iktisadi
*
Yazar, bu çalışmanın bir taslağını okuyarak yararlı eleştiri ve yorumlarda bulunan N.
Emrah Aydınonat ve Nuran H. Belet’e teşekkür eder. [JEL Konu Sınıflandırma
Kodları: I28, J24, O15, O30, O38]
** Yar. Doç. Dr., AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü, Cebeci, 06590 Ankara,
Elektronik posta: [email protected].
1 Bu sermaye tanımı, açıktır ki, iktisatçıların bakış açısını yansıtmaktadır. Konuya
işletmecilerin bakış açısından yaklaşıldığında; nakit, hisse senedi ve tahvil/bono gibi
finansal varlıklar veya mali sermaye de ayrı bir “sermaye” türü olarak kabul edilebilir.
Ancak, finansal sermayedeki artışlar, fizikî sermayeye dönüştürülmedikleri veya diğer
girdilerin temin edilmesinde kullanılmadıkları sürece, kendi başlarına hasıla artışı
sağlayamadıkları için haklı olarak iktisatçılar tarafından iktisadi büyüme süreçlerinin
açıklanmasında ayrı bir üretim faktörü veya girdi olarak dikkate alınmazlar.
2 Burada, sermayenin yıpranmadığını varsaydığım için, amortisman harcamalarını
yatırımların ikinci bir ögesi olarak belirtmiyorum.
-1-
büyüme kuramlarının konusunu oluşturur. Bu kaymaların arkasında,
hükümetlerin, üretim faktörlerinin verimliliklerini arttırıcı eğitim ve
teknoloji politikalarının ve fizikî sermaye stokunu artırıcı altyapı
yatırımlarının da olabileceği açıktır.3
Kısa dönemde ise, Keynesgil terimlerle, girdiler henüz tam ve etkili
istihdam edil(e)mezken, ülkenin mal ve hizmet piyasalarındaki toplam talep
artışları aracılığıyla kişi başına reel gelirde yükselmeler sağlanabilir. Bunda,
özellikle hükümetlerin genişletici para, maliye, döviz kuru ve dış ticaret
politikalarının etkisi de söz konusu olabilir. Fizikî “cari hasıla”da zaman
içinde meydana gelen bu kısa vadeli (üretim ölçeğinden bağımsız)
dalgalanmalar büyüme kuramlarının değil konjonktür kuramlarının
(business cycle theories) inceleme konusunu oluşturur. İktisadi büyüme
kuramları ise, uzun vadede “potansiyel hasıla” veya ülkenin genel üretim
ölçeğindeki büyümenin hangi etkenlerce belirlendiği, bunların iktisadi
büyümeyi nasıl sağladıkları ve büyüme açısından hangilerinin daha büyük
bir öneme sahip olduğu gibi sorularla ilgilenir.4
Reel hasıla dalgalanmalarından hangisinin büyüme, hangisinin ise
konjonktür kuramlarının konusunu oluşturduğunu açıklığa kavuşturmak
amacıyla Grafik 1.1’deki gibi varsayımsal bir gelişme ele alınabilir. Yatay
ekseninde zamanın, düşey ekseninde ise reel çıktı düzeyinin bulunduğu bu
grafikte, potansiyel hasıla eğrisinin cari (aktüel) hasıla eğrisinin bütünüyle
üzerinde seyredeceği veya ancak bir süre için bu iki eğrinin çakışabileceği
açıktır. Çünkü bir ülkede teknoloji veriyken, en çok ülkedeki bütün üretim
faktörlerinin tam ve etkili kullanılması durumunda elde edilebilecek kadar
çıktı üretilebilir.5 Bir görüşe göre, Grafik 1.1’deki gibi gerçek anlamdaki bir
potansiyel hasıla eğrisine, hemen her ülke ekonomisinde bir miktar işsiz
(atıl) üretim faktörü bulunacağı düşüncesinden hareketle fiilen ulaşılması
olanaksızdır. Grafik 1.1’de gerçek potansiyel hasıla eğrisinin hemen altında
seyreden eğri, (örneğin % 5 olduğu varsayımı altında) doğal işsizlik oranına
göre düzeltilmiş (DİOGD) potansiyel reel hasıla eğrisidir. İşte, iktisadi
büyüme kuramlarının konusunu bu eğrilerin oluşturduğunu söyleyebiliriz.
3
“Çıktı karşı koyulamaz bir biçimde trend değerine dönüştüğü yani ülkenin üretim
potansiyeli kalıcı biçimde genişlediği için, başlangıç koşullarının ve çıktıya olan talebin
uzun vadeli büyüme açısından bir öneminin bulunmayacağı” düşüncesi son yıllarda
çeşitli açılardan eleştiriye uğramaktadır. Bak. Easterly & Wetzel (1989: 15).
4
Büyüme kuramlarında bu amaçla genellikle bir makroekonomik üretim işlevi kullanılır.
Bu işlevin biçimi/türü, işlevde yer alan değişkenler ve bunların kendi aralarındaki
ilişkiler hakkındaki varsayımların farklılaşması, genellikle, büyüme modellerinin
sonuçlarını da farklılaştırır.
5
Bu durum, belirli bir anda, üretim olanakları eğrisinin dışında kalan bölgedeki herhangi
bir noktada üretim yapılamayacağı açıklamasıyla da tutarlıdır.
-2-
Grafik 1.1: İktisadi Büyüme ve Konjonktür
Kuramları Açısından Reel Hasıla Eğrileri
410
390
Gerçek Potansiyel Reel Hasıla
370
DİOGD Potansiyel Reel Hasıla
350
Cari Reel Hasıla
330
Trend Reel Hasıla
310
290
270
250
230
210
190
170
150
130
110
90
1970
1973
1976
1979
1982
1985
1988
1991
1994
Literatürde, bu noktada, cari hasıla rakamlarının bir çeşit ortalaması
niteliğindeki “trend hasıla” kavramının kullanıldığı da görülmektedir. Trend
hasıla eğrisi, gerçek hayatta potansiyel hasıla denklemini hesaplama ve
dolayısıyla ilgili eğriyi çizmenin olanaksız olmasından olsa gerek,
potansiyel hasılanın kullanılabilecek en iyi temsilcisi olarak kabul edilir ve
cari hasıla eğrisinden basitçe trend alınmak suretiyle türetilir.6 Cari hasıla
eğrisinin trend hasıla eğrisi etrafındaki dalgalanmaları, uzun yıllardır
iktisatçıların ilgisini çekmekte, çeşitli incelemelere konu olmaktadır. Oysa,
kanımca, potansiyel ve trend hasıla eğrilerinin birbirlerinden farklı eğriler
olduğu ve böylelikle, iktisadi büyüme kuramlarının potansiyel, konjonktür
kuramlarının ise cari hasıla eğrisinin dalgalanmalarının açıklanmasına
yönelik olduğunun kabul edilmesi daha doğru olacaktır. Zira trend hasıla
eğrisi, grafikte de görüldüğü gibi, gerek gerçek gerekse DİOGD potansiyel
hasıla eğrisinden (yani bir bütün olarak ülkenin üretim ölçeği
genişlemelerinden) neredeyse tamamen bağımsız bir biçimde seyrediyor
olabilir.
6
Grafik 1.1’deki trend hasıla eğrisi, 6. dereceden polinomyal bir trend eğrisi olarak
çizilmiştir. Bu eğrideki dalgalanmalar, doğal olarak, cari reel hasıla eğrisindekilerden
çok daha azdır.
-3-
2. İktisadi Büyüme Kuramlarının Bugünü
Günümüzde iktisadi büyüme süreçlerinin kuramsal ve/veya ampirik
analiziyle ilgilenen iktisatçıların uygulamada çok sık karşılaştıkları iki
önemli konu bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; Üçüncü Dünya ülkelerinde
ve merkezî planlamacılıktan kısa bir süre önce vazgeçen (Doğu Avrupa)
ülkeler(in)de yoksulluğun öngörülebilir bir gelecekte azaltılabilmesi için
güçlü bir iktisadi büyümenin gerekli olduğu iddiasıdır. İkinci konu ise;
özellikle Batı Avrupa’nın zengin endüstri ekonomilerinde, kamuoyu ve
politikacılar arasında, büyümenin olumsuz ekolojik yan etkilerinin bulunuyor
olduğuna dikkat çekilmesidir (Hanusch, 1995: 13). Çeşitli ülkelerde iktisadi
büyüme süreçlerinin çevreye verdikleri zararın asgari düzeye indirilmesi,
politikacıların görevi olarak görülmektedir. Başka bir deyişle, büyümenin
yeni “kalitesi” veya “niteliği” artık birtakım dışsal etkilerin (external
effects) varlığına dayandırılmakta ve bu etkilerin, mal ve hizmetlerin
niceliksel artışını sınırlayan bir büyüklük olduğu düşünülmektedir. Söz
konusu olumsuz dışsal etkiler, iktisadi büyümenin kapsam ve yönünü
belirleyen merkezî bir öge olarak kabul edilmektedir.
1980’lerin ortalarına dek iktisat literatüründeki egemenliğini sürdüren ve
“devlet”e iktisadi yaşamda sınırlı bir rol bırakan neoklasik büyüme
kuramının niceliksel büyümeye önem veren yaklaşımının ardından, artık,
yukarıda özetlenen özelliklerdeki gibi bir ortama girilmiş olması, kökenleri
Smith (1776), Schumpeter (1926), Kaldor (1957, 1961) ve Arrow (1962)
gibi iktisatçılara dek dayandırılan yeni birtakım yaklaşımların doğmasına
yol açmıştır. Özellikle Schumpeter’in icat (invention), yenilik (innovation),
yaratıcı yıkıcılık (creative destruction) ve girişimci (entrepreneur)
kavramlarını yeniden gündeme getiren bu yeni büyüme modellerinde,
teknolojik gelişmenin belirli bir niteliği belirgin bir biçimde ön plana
çıkmaktadır: Teknolojik ilerleme hep bazı dışsal etkilerle “birlikte”
gerçekleşir. Ancak, bu dışsal etkiler, yukarıda sözü edilen türden olumsuz
dışsal etkiler olmaktan çok, üçüncü ekonomik birimler üzerinde olumlu
etkiler yapan taşma etkileridir (spillover effects). Artık, iktisadi büyüme
kuramlarının yeni bir boyutu vardır: Niteliksel boyut. Üstelik bu niteliksel
büyüme sürecinde ortaya çıkan olumlu etkiler, bir yandan (gelişen çevre
teknolojisi sayesinde) olumsuz ekolojik etkileri azaltmaya yaramakta, diğer
yandan da yeniliklerin temel bir rol üstlendiği bir süreçte yüksek büyüme
oranlarına ulaşılmasını sağlayarak reel hasılanın niceliksel olarak artışını da
olanaklı kılmaktadır.
Bu çalışmanın gelecek bölümünde, güncel iktisadi büyüme modelleri
açısından hayati bir öneme sahip olan teknolojik gelişme ve onunla ilgili
bazı temel kavramların tanımları üzerinde durulacaktır. Bu kavramsal
açıklama ve tanımların da yardımıyla, dördüncü bölümde, standart tek
sektörlü neoklasik büyüme modelinin (Solow modeli) yetersizlikleri veya
başka bir deyişle, kuramsal modellemelerde büyüme oranlarının
“içselleştirilmesi”ne gereksinim duyulmasının sebepleri açıklanacaktır.
Çalışmanın beşinci bölümü, içsel büyüme modellerinin farklı türlerinin
anahatlarıyla ele alınıp özetlenmesine ayırılmıştır. Bu bölümde, beşeri
-4-
sermaye birikimi ile ilgili dışsallıkların yeni modellerdeki yerine kabaca
değinilecek; beşinci bölümde ise, Lucas (1988), Stokey (1988, 1991),
Becker ve diğ. (1990), Rosenzweig (1990), Sørensen (1991), Young (1991),
Caballé & Santos (1993), Ljungqvist (1993) ve Gundlach (1996) gibi, beşeri
sermaye ile ilişkili dışsallıkların dikkate alındığı içsel büyüme
modellerinden bazılarının temel varsayım ve sonuçları özetlenecektir.
Çalışma, genel bir özet ve sonuçlar bölümüyle son bulacaktır.
3. Teknolojik Gelişme ve İlgili Bazı Temel Kavramlar
Teknolojik gelişme, iktisadi büyüme süreçlerinin analizinde daha çok
önemsenir hale geldiği ve beşeri sermaye kavramının büyüme üzerindeki
etkileri bu çalışmanın konusunu oluşturduğu için, öncelikle, teknolojik
gelişmeden, kökenlerinden, türlerinden ve beşeri sermaye kavramı ile olan
ilişkisinden kabaca da olsa söz etmek yararlı olacaktır.
Teknoloji düzeyi; en geniş anlamıyla üretim süreci, ürünün kendisi, üretim
ve yönetim organizasyonu, pazarlama ve satış sonrası servis ile ilgili bilgi ve
deneyimlerin toplamı veya “stoku” olarak tanımlanabilir. Bu stoktaki artışın
yani teknolojik gelişmenin (technological development) ekonomik bakımdan
bir anlam ifade edebilmesi için, kâr veya zarar etmeyi göze alacak biçimde
bir firmada yenilik (innovation)7 olarak uygulamaya koyulması gerekir.8
Yenilikle sonuçlanan teknolojik gelişmelerin kaynağı, ilgili firma açısından
içsel veya dışsal olabilir. İçsel kaynaklar arasında [1] firmanın kendi
araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) etkinlikleri ve [2] işçilerin, yöneticilerin,
mühendislerin, kısacası bir firmanın bütün çalışanlarının iş başındaki
deneyimlerinin artışı sayılabilir. Bu ikinci kaynağa iktisat yazınında,
yaparak öğrenme (learning by doing) veya zaman/deneyim ekonomileri
(economies of time or experience) adını veriyoruz. Teknolojik ilerlemenin
dışsal kaynaklarından belki de en önemlisi, legal veya illegal teknoloji
transferidir.9
Teknoloji transferi dışında, teknolojik gelişmenin ortaya çıkışını etkileyen
dışsal nedenler, daha çok ekonomi dışı (non-economic) niteliktedir. Çeşitli
ülkelerde ve çeşitli zaman dilimlerinde teknolojik ilerlemenin oluştuğu
7
Bu tanım, açıktır ki, Schumpeter’in (1926: 100-101) “yeni kombinasyonların ortaya
koyulması” anlamındaki yenilik tanımından biraz daha dar kapsamlıdır.
8
Burada belirtmek gerekir ki, “teknik” (technique) kavramı, literatürde bazen
“teknoloji” (technology) kavramından daha farklı bir anlamda kullanılmaktadır.
Örneğin neoklasik iktisatçılara göre, teknik, üretimde kullanılan girdiler arasındaki bir
orandır. Dolayısıyla, özellikle neoklasik iktisat bağlamında, her teknik değişmesi
mutlaka bir teknolojik değişmeyi, her teknolojik değişme de mutlaka bir teknik
değişmesini beraberinde getirmez.
9
Böylelikle, piyasa mekanizması üzerinden veya taklit (imitation) yoluyla transfer edilen
teknolojilerden söz edince, karşımıza fikrî ve sınai mülkiyet hakları (intellectual and
industrial property rights), bu hakların korunmasının gerekli olup olmadığı ve bir
korumanın gelişmekte olan ülkeleri ne ölçüde olumsuz etkileyeceği konusu
çıkmaktadır.
-5-
ortamlar birbirinden çok farklı veya bazen de benzer özellikte tarihsel,
sosyolojik, politik, psikolojik, kültürel, dinsel ve hatta rastlantısal etkenler
tarafından oluşturulmaktadır.
Son olarak, hükümetlerin uyguladıkları iktisadi büyümeye yönelik
politikalarının yanısıra eğitim ve teknoloji politikaları da, makroekonomik
büyümeyi firmalar açısından (mikroekonomik düzeyde) dışsal biçimde
yönlendiren etkenler arasında sayılmalıdır. Makroekonomik bir model
çerçevesinde, bu tür hükümet politikaları dışsal sayılabilmektedir. Ancak,
gerçekte bu politikaların oluşturulmasında çeşitli baskı gruplarının ve
seçmenlerin etkilerinin de bulunduğu göz önüne alınarak (politik iktisat
yaklaşımı), bunlar da, model içinde belirlenen (içsel) büyüklükler haline
getirilebilir.
Şema 3.1: Mikroekonomik Açıdan Maliyet Tasarrufu Türleri
Birim Maliyetlerde Düşüşler
Statik Tasarruflar
Dinamik Tasarruflar
[Zamanın "Geçmesini"
Gerektirmeyen Düşüşler]
Kapasite
Kullanım Oranı
Artışları
[Zamanın "Geçmesini"
Gerektiren Düşüşler]
Ölçek
Ekonomileri
Süreç
Yenilikleri
İçsel Süreç
Yenilikleri
Yaparak Öğrenme veya
Zaman Ekonomileri
Araştırma &
Geliştirme
Üretim Faktörü
Fiyatlarında
Düşüşler
Dışsal Süreç
Yenilikleri
Teknoloji Transferi
(Taklit Dahil)
Bir firmada eskiye kıyasla, aynı miktar ve kalitede üretim faktörü (girdi)
kullanılarak, yine aynı kalitede ama daha çok mal veya hizmet üretiliyorsa,
süreç yeniliğinden (process innovation) söz edilir. Bu noktada; süreç
yeniliğinin maliyetleri düşürücü etkisinin, üretim maliyetlerini düşürücü
diğer etkilerden ayırdedilmesinde yarar bulunmaktadır. Bu amaçla, maliyet
tasarrufu türleri, mikroekonomik açıdan Şema 3.1’deki gibi
sınıflandırılabilir.
Bir kısa dönem (short run) ortalama maliyet eğrisinin aşağı doğru eğimli
olduğu bölümde, daha yüksek üretim düzeylerinin seçilmesi durumunda,
kurulu üretim kapasitesinin daha büyük bir kısmı kullanılarak yani kapasite
-6-
kullanım oranı artırılarak birim maliyetlerde düşüşler sağlanacaktır. Yine
kuramsal olarak, belirli bir anda geçerli olan uzun dönem (long run)
ortalama maliyet eğrisinin aşağı doğru eğimli olduğu bölümde ne denli
yüksek bir kapasitedeki tesis seçilirse, içsel ve dışsal ölçek ekonomilerinin
olumlu etkisiyle o denli düşük birim maliyetlerle çalışılabilecektir.10
Belirli bir zaman noktası için yapılan bu statik maliyet düşüşü analizinden
başka, zamanın “gerçekten” geçmesi durumunda yani çok uzun dönemde
(very long run) maliyetlerin nasıl düştüğüne bakarak da analiz yapabiliriz.11
Bu dinamik yaklaşıma göre, çok uzun dönemde bir uzun dönem maliyet
eğrisi (1) faktör fiyatları düştüğü ve/veya (2) süreç yeniliği olduğu için aşağı
doğru kayabilir. Bizi bu çerçeve içinde asıl ilgilendiren ve diğer maliyet
düşürücü etkenlerden ayrıştırmamız gereken gerekçe, teknolojik gelişme
veya yenilikler olacaktır.12
Firmaların ve sektörlerin iç ve dış piyasalardaki rakipleriyle hem fiyat
açısından ve hem de ürün kalitesi, imaj, pazarlama gibi fiyat-dışı açılardan
rekabete giriştiklerini biliyoruz. Bu nedenle, yaptığım teknoloji tanımını da
dikkate alarak, maliyet düşürücü süreç yeniliği kavramından başka, bir de,
ürünün kalitesinin geliştirilmesine yönelik ürün yeniliği (product
innovation) kavramından söz edebiliriz.13 Yeni iktisadi büyüme
modellerinin bazı versiyonlarında, ürün kalitesinin iktisadi büyüme
süreçlerindeki rolü de dikkate alınmakta olduğu için, ürün yeniliği kavramı
günümüzde iktisadi büyüme literatüründe oldukça yaygın bir kullanım alanı
bulmuştur,14 ki bu konuya birazdan yeniden değinilecektir.
10 Bilindiği üzere, bir uzun dönem ortalama maliyet veya “zarf” eğrisinin “kapsadığı” kısa
dönem ortalama maliyet eğrileri, belirli bir andaki mevcut teknolojik bilgilerimiz
yardımıyla kurabileceğimiz farklı ölçeklerdeki tesisleri temsil ederler. Bu nedenle,
eğrinin daha sağındaki bir tesise geçerken (zaman geçmeksizin) ölçek genişlemesi
sağlanır; ama ortaya teknolojik bir gelişmenin çıktığı düşünülmez. Çünkü, gerçi daha
büyük çaptaki bir tesisi kurabilmek ve işletebilmek için daha ileri bir teknoloji gerekir,
ama bir uzun dönem ortalama maliyet eğrisinin temsil ettiği bütün kısa dönem ortalama
maliyet eğrileri (yani farklı ölçekteki tesisler) o eğrinin geçerli olduğu zaman
noktasında zaten bilinmekte ve uygulanabilmekte olan teknolojik düzeyleri ima
etmektedirler, teknolojik bir ilerlemeyi değil. Teknolojinin gelişmesi, zamanın da
geçmesini gerektirecek ve uzun dönem ortalama maliyet eğrisini bir bütün olarak aşağı
doğru kaydıracaktır. Bu haliyle, uzun dönem ortalama maliyet eğrisi - teknolojik
gelişme - zaman arasındaki ilişkilerin açıklanmasına yönelik grafiksel neoklasik
iktisadi yaklaşımın oldukça sorunlu olduğu açıktır.
11 Literatürde bazen, kolaylık olsun diye, “çok uzun dönem” yerine sadece “uzun dönem”
kavramının kullanıldığı da olmaktadır.
12 Burada listelenen mikroekonomik maliyet tasarrufu türlerinin basit bir benzetimle
makroekonomik düzeyde de kullanılabileceği açıktır.
13 Ürün kalitesi kavramı hakkında ayrıntılı birer inceleme için Garvin (1984), Payson
(1994) ve Kibritçioğlu (1998)’e bakılabilir.
14 Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta, ürün yeniliği ile kalite iyileşmesi
arasında bire-bir bir ilişkinin bulunmadığıdır. Çünkü ürün yeniliği firmaların içinde
ortaya çıkan, kalite iyileşmesi ise firmadaki yenilikçi etkinlikler yanında tüketicilerin
yargılarının da hesaba katılması gerektiği bir gelişmedir. Bu iki kavramdan hangisinin
özelde mal ve hizmetlerin genelde ise ekonomik sistemin evrimiyle ilgili olarak daha
-7-
4. Neoklasik Büyüme Modeli ve Öngörülerinin Başarısızlığı
Solow (1956) anlamında tek sektörlü standart neoklasik iktisadi büyüme
modelinin temel varsayımları; ölçeğe göre getirilerin sabit olduğu,
sermayenin marjinal verimliliğinin azaldığı, teknolojinin dışsal olarak
belirlendiği, faktörler-arası ikamenin mümkün olduğu ve bağımsız bir
yatırım fonksiyonunun bulunmadığı (tasarruf-yatırım eşitliğinin sağlanması)
varsayımlarıdır.
Neoklasik modelde teknoloji iktisatçılık açısından adeta bir kara kutu (black
box) olarak görülmüş; başka bir deyişle, teknolojik ilerlemenin bütünü,
mühendislik biliminin bir alt disiplini olarak kabul edilerek iktisatçıların ilgi
alanı dışında bırakılmıştır. Bu haliyle teknolojik gelişme, gökten zembille
inermişçesine dışsal ve fen bilimlerindeki tesadüfi ilerlemelere bağlı bir olgu
durumuna indirgenmiştir (Hanusch, 1995: 177).
Standart neoklasik büyüme modelinin yukarıda özetlenen varsayımları
çerçevesinde Cobb-Douglas tipi bir makroekonomik üretim fonksiyonu
yardımıyla, uzun dönemli veya durağan durum (stationary state) büyüme
oranının “sıfır” olduğu sonucuna ulaşılmakta; başka bir deyişle, hükümet
politikalarının uzun dönemli iktisadi büyüme üzerindeki etkisi oldukça zayıf
kalmaktadır. Model; kamu yatırımlarının, kişi başına gelir ve kişi başına
sermaye düzeylerini etkileyebildiğini, ama reel hasılanın uzun dönemli
büyüme oranını etkileyemediğini gösterir. Oluşacak dışsal bir teknolojik
gelişme ise, sermayenin marjinal verimliliğindeki azalmaların iktisadi
büyüme üzerindeki olumsuz etkisini kısmen telafi edebilir ve bu kaçınılmaz
azalmaları “geciktirebilir”. Bu anlamda, neoklasik modelde teknolojik
gelişme olduğu sürece pozitif hasıla büyüme oranları elde edilebilir. Bu
sırada modelde, nüfus, dışsal olarak belirlenen sabit bir hızla büyümekte ve
kişi başına reel hasılanın asıl belirleyicisi olmaktadır.
Neoklasik büyüme modeli, sonuç itibariyle, teknoloji düzeylerinin bütün
ülkelerde tamamen aynı olduğu ve değişmediği varsayımı altında,
gelişmekte olan ve gelişmiş ekonomilerin uzun dönem reel büyüme
oranlarının aynı uzun dönem değerine yakınlaşacağı ve bu oranın da “sıfır”
olduğu sonucunu vermektedir. Bu hipoteze literatürde yakınlaşma hipotezi
(convergence hypothesis) ve gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ekonomileri
yakalamalarına da yakalama süreci (catching up process) adı verilmektedir.
Burada, farklı gelişmişlik düzeyindeki ülkeler arasında büyüme oranlarının
farklılaşmasına yol açan temel varsayımlar; ülkelerin faktör donanımlarının
farklı olduğu ve sermayenin marjinal verimliliğinin azaldığı hakkındadır.
Hipoteze göre, yakalama süreci, zengin ülkelerden, sermayenin getirisinin
henüz yüksek olduğu gelişmekte olan (= sermayesi kıt) ülkelere doğru bir
sermaye akışının olduğunu ima eder. Yani uluslararası faiz haddi
farklılıkları, sürecin işleyişine eşlik eder ve sermaye akımını uyarır. Ancak,
zamanla, uluslararası sermaye hareketleri, faiz haddi farklılıklarının ortadan
büyük bir öneme sahip olduğu, evrimci iktisadın (evolutionary economics) inceleme
konularından birini oluşturmaktadır (Payson, 1994: 39).
-8-
kalkmasına ve sonuçta ülkelerin reel büyüme oranlarının sıfıra doğru
gitmesine ve birbirlerine yakınlaşmasına yol açar.
Hipoteze göre, (1) sermayenin işgücünden daha hızlı arttığı bir ekonomide,
teknoloji dışsal ve sabitken, faiz hadlerinin düşeceği ve (2) yoksul ülkelerin
zengin ülkelerden daha hızlı büyüyüp onları er geç yakalayacağı
öngörülmektedir. Eş-oranlı bir yatırım, başlangıçta faktör donanımlarının
farklı olması nedeniyle, yoksul ülkedeki hasılayı zengin ülkelerdekinden
daha hızlı artırır. Böylece, ülkeler arasında büyüme oranları (sonradan
birbirlerine yakınlaşacak olmakla birlikte başlangıçta) farklılaşır ve sonuçta,
yoksul ülkeler zengin ülkelerin kişi başına reel hasıla düzeyine ulaşırlar.
Ancak, neoklasiklerin saf (naive) olarak nitelenen yakınlaşma hipotezinin
bu temel öngörüleri, ampirik büyüme muhasebesi (growth accounting)
çalışmalarının da gösterdiği gibi, Dünya ekonomileriyle ilgili gözlemlere
uymamaktadır. Özellikle 20. yüzyıl için yapılan Barro (1991) veya Romer
(1994) gibi bazı incelemelere göre, bu dönemde sermaye, işgücü ve
sermaye/işgücü oranı artarken, reel faiz hadleri beklendiği kadar azalmamış,
sermayenin işgücüne ve hasılaya oranları genelde durgun kalmış, reel
ücretler hızla yükselmiş ve ücretlerin toplam hasıla içindeki payı hafifçe
yükselmiştir. Yine aynı çalışmalara göre, konjonktürel etkilerden
arındırılmış reel hasıla, sözü edilen dönemde, örneğin ABD’de % 3-4 kadar
artmış ve bu artışın arkasında sermaye ve işgücü miktarı artışından çok
teknolojik gelişme yatmıştır.
İşte yeni büyüme modellerinin bir çıkış noktası da belki burada yatmaktadır.
Çünkü saf yakınlaşma hipotezinin öngörüleri gerçekleşmemiştir. Daha
doğrusu, teknolojinin dışsal ve sabit olduğu varsayımının gerçekçi olmadığı
fark edilmiştir. Üstelik, Barro’ya (1991) göre, gerçekte sadece koşullu bir
yakınlaşma (conditional convergence) ortaya çıkmaktadır. Yani kişi-başına
reel gelir düzeylerinin uluslararası düzeydeki yakınlaşması ancak benzer
kurumsal (institutional) koşullara sahip ülke grupları içinde
gerçekleşebilmektedir. Çünkü, bu süreçte, zengin ülkelerden yoksul ülkelere
yapılacak sermaye transferlerinin yakınlaştırıcı etkisi, gelişmiş ülkelerdeki
teknolojik gelişmeler tarafından tümüyle bertaraf edilebilecektir. İşte belki
de biraz da bu yüzden, artık, büyüme süreçlerinin anlaşılmasında kritik bir
role sahip olan teknolojik gelişmenin bir “kara-kutu” olmak anlamında
dışsal olmaktan çıkartılarak iktisatçılar tarafından daha yakından
incelenmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.
-9-
5. Yeni Büyüme Modellerinde Büyümenin İçselliği
Yeni veya içsel büyüme modellerinin ortaya çıkış aşamasında, teknolojik
bilgi üretimi hakkında birbirleriyle çok yakından ilişkili olan şu noktaların
üzerinde daha fazla durulduğu dikkat çekmektedir:
(1) Bilgi (knowledge), kısmen veya bazen tamamen gizli bir kamusal mal
(latent public good) niteliğindedir. Başka bir deyişle, bilginin kullanımında
tüketiciler açısından birbirine rakip olmama ve kimsenin dışlanamaması söz
konusudur.
(2) Teknolojik gelişme sonucu ortaya çıkan bilgiden diğer ekonomik
birimlerin ne ölçüde yararlanabildikleri (teknolojik dışsallıklar veya
taşmaların derecesi) hayati bir öneme sahiptir.
(3) Ortada bir dışsallık varsa, bilginin üretimine özel kesimin yanaşmak
istemeyeceği ve böylece piyasanın aksayacağı bir gerçektir.
(4) Teknolojik gelişme (veya bilgi üretimi) ile, fizikî ve beşeri sermaye
yatırımları arasında bir bağlantı/etkileşim bulunmaktadır.
Yeni büyüme modellerinde içsel yani kendi kendini besleyen veya
sürdürebilen büyüme süreçlerinin, özetle, Şema 5.1’de gösterildiği gibi ele
alındığı söylenebilir. Bu şemada da ima edildiği gibi, yaratılacak teknolojik
dışsallıklardan diğer firmaların kolayca (yani bedava) yararlanabileceklerini
(spilover effect) gören firmaların bilgi üretme sürecine girmeye gönüllü
olmamalarının bir sonucu olarak piyasada aksamalar (market failure)
doğacaktır. Bazı içsel büyüme modellerinde bu tür taşma etkilerinin dikkate
alınıyor olması, ölçeğe göre sabit getiri varsayımının terk edildiği anlamına
gelmektedir. Yani taşmalar, ölçeğe göre artan getiri koşulları yaratmaktadır.
Öte yandan, gönülsüzlüğün ortadan kaldırılması ve bilgi üretiminin teşvik
edilmesi için gereken teknoloji ve eğitim politikalarının neler olduğunun
tartışılması açısından da içsel büyüme modellerinin geliştirilmesine dayanak
oluşturmaktadır.
İçsel büyüme modellerinin büyükçe bir bölümünde, bu pozitif ölçek
ekonomilerinin bir sonucu olarak, piyasalarda tam rekabet koşullarından
uzaklaşıldığı düşünülmekte; firma düzeyinde hâlâ ölçeğe göre sabit getiri
varsayımının yapılması anlamlı olsa bile, makroekonomik düzeyde ölçeğe
göre artan getiriler durumu ortaya çıkmaktadır.15 Başka bir deyişle, sosyal
optimum firmanın optimumundan farklılaşmaktadır.
15 Özellikle yüksek teknoloji (high-tech) endüstrilerinde ölçek ekonomilerinden
kaynaklanan piyasa aksamalarının var olması, korumacılık (protectionism)
argümanlarının geliştirilmesine yol açmaktadır. Uluslararası iktisat literatüründe bu
konu, bilindiği üzere, startejik ticaret politikası (strategic trade policy) başlığı altında
tartışılmaktadır.
- 10 -
Şema 5.1: Yeni Modeller Çerçevesinde İçsel Büyüme ve Belirleyicileri
Sağlık
Kültürel,
Politikası
Tarihî,
Sosyolojik,
Psikolojik, Yatırımlar
Dinî,
vb.
Nedenler
Eğitim Politikası
Teknoloji Politikası
Yatırımlar
Hanehalkları
Yatırımlar
Beşeri Sermaye
(Human Capital)
Özel Firmalar
Yatırımlar
Yatırımlar
Teknolojik Altyapı
(Şebeke)
Yaratıcılık (Creativity)
Araştırma & Geliştirme (R&D)
Tesadüfler
Bilgi Üretimi (Teknolojik Gelişme)
Yaparak Öğrenme
(Learning by Doing)
Yenilik (Innovation)
İktisadi Büyüme
- 11 -
Şema 5.2: İçsel Büyüme Modellerinin Türleri (Varsayımlarına Göre)
Teknolojik
Gelişmenin
İçsel
Olması
Ölçeğe
Göre
Artan
Getiriler
Biriktirilen
Faktörlerin
Artan
Marjinal
Verimliliği
}
Biriktirilen
Faktörün
Azalmayan
Marjinal
Verimliliği
}
1. Tür Modeller
Romer (1986, 1989, 1990),
Lucas (1988),
Becker et al. (1990)
ve diğerleri
İçsel İktisadi Büyüme
Teknolojik
Gelişmenin
Dışsal
Olması
Ölçeğe
Göre
Sabit
Getiriler
2. Tür Modeller
Jones & Manueli (1990)
ve
Rebelo (1991)
Şema 5.3: Birinci Tür İçsel Büyüme Modellerinin Alt-Türleri
(Teknolojik Dışsallıkların Kaynaklarına Göre)
İçsel İktisadi Büyüme
Teknolojik Dışsallıklar (Taşma Etkileri)
Araştırma ve
Geliştirmeden
Kaynaklanan Taşmalar
Beşeri Sermaye
Yatırımlarından
Kaynaklanan Taşmalar
Romer (1990), Aghion &
Howitt (1992, 1994),
Grossman & Helpman
(1989, 1990, 1991)
ve diğerleri
Lucas (1988), Stokey (1988,
1991), Becker et al. (1990),
Young (1991)
ve diğerleri
- 12 -
Hükümetin TeknolojikAlytyapı Yatırımlarından
Kaynaklanan Taşmalar
Barro (1991) ve diğerleri
Reel hasılanın büyüme oranlarının (çok) uzun dönemde sıfır olmamasını
yani iktisadi büyümenin tıkanmamasını ve kendi kendini besleyebilmesini
sağlayan süreçlerin, varsayımları itibariyle Şema 5.2’deki gibi iki türe
indirgenebilecek modeller çerçevesinde ortaya koyulduğu söylenebilir.
Birinci tür modeller, özellikle Paul M. Romer’in 1983 tarihli doktora tezine
dayalı olarak 1980’lerin ikinci yarısında yaptığı yayınlar çerçevesinde
gelişmiştir. Bu modellerde neoklasik büyüme modelindeki temel
varsayımlardan üçünün tamamen terk edildiği görülmektedir. Alt-türleri
Şema 5.3’te özetlenen bu modellerde, araştırma-geliştirme harcamalarından,
beşeri sermayeye yapılan yatırımlardan veya hükümetin teknolojik altyapıya
yönelik yatırımlarından kaynaklanan taşmaların (1) artan marjinal faktör
verimliliği ve (2) ölçeğe göre artan getiri koşullarında çalışılmasını
sağlayacağı düşüncesinden hareket edilmektedir.
Az sayıdaki ikinci tür modellerde ise, büyüme sürecinin içselleştirilmesi için
teknolojik gelişmenin içselleştirilmesine gerek bulunmadığı, neoklasiklerin
teknolojik gelişmenin sabitliği ve ölçeğe göre getirinin sabit olduğuna dair
varsayımları saklı tutularak, sadece, biriktirilebilen üretim faktörünün
(burada: toplamsal sermayenin) marjinal verimliliğinin azalmadığının (yani
sabit kaldığı veya arttığının) varsayılması yoluyla bile içsel bir büyüme
sürecinin ortaya çıkabileceği kuramsal olarak kanıtlanmıştır.16
Şimdi, önce, büyüme sürecinin içselleştirilmesinin yeterli koşulunu ortaya
koyan ikinci tür içsel büyüme modellerinden başlayarak, Solow’un
modelinin gösterdiğinin aksine, büyüme sürecinin nasıl olup da
tıkanmayabileceğini formel olarak kanıtlayalım. Cobb-Douglas tipi
makroekonomik üretim fonksiyonumuzda; Y reel hasıla düzeyini, A
teknolojik gelişmeyi, K sermaye stokunu, L işgücü stokunu, a ile b ise
sırasıyla hasılanın sermaye ve işgücü ile ilgili esnekliklerini göstersin:
Y = A . Ka . Lb
[5.1a]
a + b = 1 olması, ölçeğe göre sabit getiri varsayımı yaptığımız anlamına
geleceğinden denklem [5.1]’i yeniden şu şekilde düzenleyebiliriz:
Y = A . Ka . L1-a
[5.1b]
Sermeyanin aşınabildiğini varsayar ve sermayenin aşınma payını
(amortisman oranını) v ile gösterirsek, sermaye stokuna bir dönem içinde
yapılacak eklemeyi (∆K)
16 İçsel büyüme modellerinin, bazen, dış ticaretin büyümeyi canlandırıcı etkilerinin
(Rivera-Batiz & Romer, 1991 ve 1994; Devereux & Lapham, 1994) veya maliye
politikalarının içsel büyüme üzerindeki etkilerinin (Barro, 1990) analizi amacıyla
kurulduğu da görülmektedir. Adı geçen ilk gruptaki modellerde birbirine benzer
gelişmiş iki ülkeden oluşan bir dünyada ve araştırma-geliştirmenin iktisadi büyümenin
temel kaynağı olduğu varsayımı altında, ekonomik entegrasyonun (dış ticarette
liberalizasyonun) reel dünya hasılasının artış oranını kalıcı veya sürekli biçimde artırıp
artıramayacağı tartışılmaktadır. Diğer grup modellerde ise, maliye politikaları vergi
oranlarındaki değişikliklerin yatırımlar ve dolayısıyla sermaye birikimi ve reel hasıla
artışları üzerindeki etkileri bağlamında ele alınmaktadır.
- 13 -
∆K = I - v . K
[5.2]
biçiminde tanımlayabiliriz. Burada I fiziki sermaye stokuna yapılan yatırım
miktarını, v . K ise sermaye stokunda meydana gelen yıpranmayı temsil
etmektedir. Tasarruflar (S) gelirin bir işlevi olduğuna ve s ekonomideki
ortalama tasarruf oranını gösterdiğine göre, S = s . Y bilgisini mal
piyasasındaki denge koşulunu gösteren I = S gereği denklem [5.2]’teki
yerine koyarsak:
∆K = s . Y - v . K
[5.3]
Şimdi son denklemin her iki tarafını da K’ye bölersek:
∆K/K = s . (Y/K) - v
[5.4]
Denklem [5.4]’de her iki taraftan da ∆L/L oranının çıkartılması ve ∆L/L = n
tanımının yapılması durumunda:
∆K/K - ∆L/L = s . (Y/K) - (v + n)
[5.5]
olur. Bu son denklemdeki Y’nin yerine [5.1b]’deki tanımı koyarsak ve K/L
= k tanımını yaparsak, ∆k/k = ∆K/K - ∆L/L olduğu için,
∆k/k = (s . A . ka-1) - (v + n)
[5.6a]
biçimindeki kişi başına sermaye için birikim denklemini elde etmiş oluruz.
Solow’un, a + b = 1 varsayımı dışında, azalan marjinal üretkenlik (b < 1)
varsayımı yaptığını anımsayarak ve son denklemin sağ tarafındaki
parantezlerin içindeki s . A . k a-1 ve v + n ifadelerinin herbirini, k’nin birer
fonksiyonları olduklarını düşünerek Grafik 5.1’deki gibi gösterebiliriz.
Grafikte, v + n toplamı k’den bağımsız olduğu için bütünüyle yatık bir
eğriyken; k arttıkça (a < 1 olduğu için ve s ile A sabit olduğu sürece),
s . A . k a-1 eğrisinin azalan bir eğri olduğu görülmektedir.
Grafik 5.1’deki iki eğri arasındaki düşey uzaklık ∆k/k’yi vermekte ve k
arttıkça bu oranın azaldığı görülmektedir. Başka bir deyişle, Solow’un
modeli, tam istihdamda istikrarlı büyümenin olanaklı olduğunu
göstermektedir. Çünkü E noktasındaki gibi bir dengeden bir kez
uzaklaşılırsa, yeniden dengeye dönüşü garantileyen iktisadi bir mekanizma
mevcuttur. Ortalama tasarruf oranındaki bir seferlik değişmeler ise, tıpkı
dışsal olarak belirlenen nüfus artış oranındaki bir seferlik değişmeler
durumunda olduğu gibi, iki eğriden birini kaydırarak kE oranını
değiştirmenin ötesinde örneğin reel hasıla artışlarını hızlandırıcı bir
gelişmeye neden olamazlar. Zaten bu yüzden, neoklasik modelde, devletin,
örneğin tasarruf oranlarını artırmaya yönelik politikalar uygulaması pek
gerekli ve anlamlı bulunmaz.
- 14 -
Grafik 5.1: Solow'un Modelinde Büyümenin Dışsallığı
a-1
v+n, sAk
dk/k
E
v+n
sAk
k
E
a-1
Kişi başına sermaye (k)
Grafik 5.2: Rebelo'nun Modelinde Büyümenin İçselliği
v+n, sA
sA
dk/k
v+n
Kişi başına sermaye (k)
Solow’un modelinde, ∆k/k’nin sabit olduğu (yani durağan durum) büyüme
oranını bulmak için [5.6a]’daki ifadenin zamana göre birinci türevini alır ve
sıfıra eşitlersek, ∆k/k’nin sabitleştiği oranın sıfır olduğu (∆k/k = 0)
sonucuna ulaşırız. Yani önceki bölümde de belirttiğim gibi, bu model,
ülkeler arasında zaman içinde kişi başına gelir düzeyi açısından bir
yakınlaşmanın olacağı öngörüsünü ortaya koymaktadır. Çünkü ülkeler
arasında teknoloji farklılıkları dikkate alınmamakta ve sermayenin marjinal
üretkenliğinin azaldığı varsayılmaktadır. İşte Rebelo (1991), burada, ölçeğe
göre getirilerin sabit olduğu varsayımı korunsa bile, sadece, azalan marjinal
üretkenlik varsayımı yerine sabit (veya artan) üretkenlik varsayımı yapılarak
bile bir tür içsel büyüme süreci elde edilebileceğini göstermiştir. Buna göre,
Rebelo’nun a + b = 1 ve a = 1 varsayımlarını yapıyor olması, b = 0 (yani 1 a = 0) durumunu da beraberinde getirdiğinden, [5.1b] denklemi yerine
Y=A.K
[5.1c]
- 15 -
gibi doğrusal bir üretim işlevinden yola çıkılabilir. Rebelo’nun kullandığı bu
işlev, işgücünü (L) içermediği için ilk bakışta “anlamsız” gibi gözükse de,
kolayca bir kenara atılmamalıdır. Çünkü K değişkeni fizikî ve beşeri
sermayenin bir toplamı olarak düşünülebilir. Ya da, uzun dönemli
büyümenin temel belirleyicisinin beşeri sermaye olduğu düşüncesinden
hareketle, K sadece beşeri sermaye olarak da kabul edilebilir. Zira önemli
olan işçi sayısı değildir. Yalın işgücü, kısa dönemde bile oldukça kolay bir
biçimde fizikî veya beşeri sermaye ile ikame edilebilir. Öte yandan, fizikî
sermaye de, nispeten çabuk eskidiği veya yıprandığı ve dolayısıyla
yenilenmesi gerektiği için, uzun dönemli büyüme açısından aslında pek de
önemli değildir. Her seferinde, yeni yatırılan sermaye, daima teknolojinin
mevcut (yani o anki) durumunu yansıtır ve bu nedenle fizikî sermaye
sonuçta “donmuş veya pıhtılaşmış” beşeri sermaye olarak da görülebilir
(Stolpe, 1992: 6-7).
Rebelo’nun [5.1c]’deki üretim işlevinden yola çıkarak, Solow’un
modelindekine benzer türetmeler yapılacak olursa, denklem [5.6a] yerine
∆k/k = s . A - (v + n)
[5.6b]
gibi bir denkleme ulaşılır. Bu denklemi de Grafik 4.1’dekine benzer biçimde
Grafik 5.2’deki gibi gösterebiliriz. Burada, diğer bütün varsayımları aynı
olduğu halde, sadece, “biriktirilebilen” üretim faktörünün marjinal
üretkenliğinin azalmadığı varsayıldığından, kendi kendini besleyebilen, yani
uzun dönem büyüme oranının (∆k/k’nin) sıfır olmasının gerekmediği bir
büyüme süreci elde edilmiş olmaktadır. Böylelikle, standart neoklasik
modeldekinin aksine, uluslararası bir yakınlaşma süreci de öngörülmemiş
olmaktadır.17 ∆k/k sabittir, ama sıfır değildir.
Beşeri sermayenin açıkça modele sokulduğu içsel büyüme analizlerine
geçmeden önce, buraya dek yapılan açıklamaların da ışığında belirtmek
gerekir ki, içsel büyüme modellerinin yalnızca tek bir iktisat ekolüyle ilgili
kökenini ön plana çıkartacak biçimde örneğin yeni klasik (Smithgil18 veya
Ricardogil), evrimci (veya yeni-Schumpeterci)19 veya yeni neoklasik olarak
isimlendirilmesi, kanımca son derece hatalı ve yanıltıcı olmaktadır.20 Çünkü
içsel büyüme modellerinin yapı ve çeşitleri türdeşlikten o denli uzaktır ki,
bu modelleri tek bir ekolün uzantısıymış gibi kabul etmek, diğer ekollerin
katıkısını haksız biçimde ihmal etmek anlamına gelmektedir. Bu nedenle, bu
yeni büyüme modellerine sadece “içsel büyüme modeli” denmesi kanımca
en doğru yol olacaktır. Şimdi, bazı beşeri sermaye modellerine ve büyümeyi
içselleştiriş biçimlerine daha yakından bakabiliriz.
17 Jones & Manuelli (1990) de, Cobb-Douglas tipi bir üretim işlevi yerine, sabit ikame
esneklikli (CES) bir sürekli üretim işlevinden yola çıkarak aynı sonuca ulaşmaktadırlar.
18 İçsel büyüme modellerinin Smithgil kökenlerinin araştırıldığı bir çalışma için bak.
Kibritçioğlu (1997).
19 İçsel büyüme modellerinin yeni Schumpeterci veya daha geniş bir ifadeyle evrimci
özellik taşıyanlarının başlıcaları Nelson & Winter (1982), Aghion & Howitt (1992,
1994) ve Grossman & Helpman (1991) olarak sayılabilir.
20 Örneğin bak. Verspagen (1992), Dalum ve diğ. (1996) ve Soyak (1996).
- 16 -
6. Yeni Büyüme Modellerinde Beşeri Sermaye ve Dışsallıklar
Adam Smith, John S. Mill ve Alfred Marshall, iktisat literatüründe beşeri
sermaye birikiminden söz eden ilk iktisatçılar olarak kabul edilirler. Ancak,
Bowman (1990)’da da belirtildiği gibi, modern beşeri sermaye kuramı bu üç
iktisatçının görüşlerinden nisbeten az etkilenmiştir. Çünkü Smith, modern
ekonomilerde beşeri sermayeye yatırım yapılmasının ekonomik büyüme
açısından önemli olmadığını savunurken; Mill ve Marshall, eğitimin özçıkar veya yatırım güdüsü perspektifinden anlamlı bir biçimde
incelenebileceğini inkar etmişlerdir. Oysa, bu iki husus, daha çok Schultz
(1961, 1962) ve Becker (1962, 1964) gibi iktisatçıların çalışmalarına
dayanan modern beşeri sermaye kuramının merkezî iki iddiasını
oluşturmaktadır. İçsel büyüme modellerinin ortak çıkış noktalarından birisi,
neoklasik iktisadın egemen büyüme yaklaşımının da etkisiyle olsa gerek,
fizikî sermayeye çok uzun onyıllardır verilen önemin abartılı olduğu, uzun
vadeli büyüme açısından asıl önemli olan üretim faktörünün beşeri sermaye
olduğu biçimindedir.
Dördüncü bölümdeki anlatımdan da ortaya çıktığı gibi, büyümenin içsel
olabilmesi için, ölçeğe göre getirilerin artmakta olması, aslında ne gerekli
ne de yeterli koşuldur. Önemli olan, biriktirilebilen üretim faktörüyle ilgili
marjinal üretkenliğin azalmamakta olmasıdır. Bütün faktörlerin
biriktirilebilir olduğu bir durumda, marjinal faktör üretkenliğinin sabit
olduğu varsayımı, ölçeğe göre getirilerin sabit olduğu varsayımı ile uyumlu
olmaktadır. Burada, bütün girdilerin tek bir girdi halinde
toplamsallaştırılması da bir gereklilik olmaktan çıkmaktadır.
Beşeri sermayenin büyüme sürecindeki rolünün incelendiği Lucas’vari
modelleri ve temel sonuçlarını ele alırken, başlangıçta, girdi olarak iki tür
sermaye bulunduğunu düşünebiliriz: Fizikî sermaye (K) ve beşeri sermaye
(H). Modelde L, işçi sayısını göstermektedir. Burada, içsel bir büyümenin
ortaya çıkabilmesi için, beşeri sermaye birikimine daha fazla yatırım yapma
güdüsünün, zaten biriktirilmiş olan beşeri sermayenin düzeyiyle negatif
ilişkili olmaması gerekmektedir. Uzawa (1965)’i izleyerek Lucas (1988)’de
önerilen Cobb-Douglas tipi üretim işlevi, dışsallıklar hesaba katılmayacak
olursa21 şu şekilde yazılabilir:
Y = A . Ka . Hb
[6.1a]
Burada, başlangıçta, ölçeğe göre sabit getiri (a + b = 1) varsayımı yapacak
olursak:
Y = A . Ka . H1-a
[6.1b]
H = u h L tanımı kullanıldığında, son denklem
Y = A . Ka . (u . h . L)1-a
[6.1c]
21 Lucas (1988) kendi modelinde ölçeğe göre artan getiri varsayımı gereği dışsallıkları
temsil eden bir değişkeni üretim işlevine eklemekte ve bunun yardımıyla, uluslararası
göç hareketleri hakkında hipotezler türetmeye çalışmaktadır. Ancak, burada,
dışsallıkların dikkate alınmaması durumunda bile büyümenin içsel hale geleceğini
gösterebilmek için, bir sadeleştirme yapıyorum.
- 17 -
biçiminde yazılabilir. Burada h, işgücünün ortalama kalitesini veya ortalama
bilgi düzeyini ölçmekte; u ise, işçilerin serbest olmayan zamanlarının
çalıştıkları kısmını göstermektedir.22 Böylece (1-u), işçilerin öğrenim
gördüğü süreyi temsil etmekte ve u’nun büyüklüğünün 0 ≤ u ≤ 1 olması
beklenmektedir.
Modelde yeni beşeri sermayeye yapılacak yatırımın marjinal ürünü sabit
varsayılmaktadır. Böylece, bilginin yani beşeri sermayenin artış oranının,
öğrenim görülen süreyle doğru orantılı olduğu kabul edilirse:
∆h/h = z . (1-u)
[6.2]
Burada z sabiti, öğrenim görmenin üretkenliğini gösteren bir parametredir
ve z > 0’dır. Modelde, tüketicilerin bütün dönemlerdeki tüketimlerinin
toplamının maksimize edileceği düşünülmekte ve fayda fonksiyonunu
maksimum yapan sermaye birikimi araştırılmaktadır. Maksimize edilecek
fayda fonksiyonu:
1- r 
+∞
it  L C
max U = max ∫ e 
[6.3]
 dt
1
r


0
Burada, U faydayı; C tüketim miktarını; i tüketicilerin iskonto oranını; r
tüketicilerin riskten kaçınma katsayısını (1/r = zamanlararası ikame
esnekliği); t ise zamanı göstermektedir. Tüketicilerin fayda işlevinin, ∆K =
Y - C kısıtı23 altında Hamilton işlevi yardımıyla dinamik optimizasyonuna
yönelik işlemler sonucunda, fayda işlevini maksimize eden sermaye birikimi
(uzun dönemli büyüme oranı) için
∆k/k = (z - i) / r
[6.4]
sonucuna ulaşılır. Bu denkleme göre; bireyler ne denli yoğun ve etkili
öğrenirler, ne denli sabırlı olurlar ve tüketimde zamanlararası ikame eğilimi
ne denli yüksek olursa, kişi başına sermayenin ve dolayısıyla kişi başına
gelirin artışı da o denli hızlı olacaktır.
Lucas (1988), gerçekte, bireyin beşeri sermayesindeki artışın kendi
verimliliğini arttırmasının (içsel etki) dışında, beceri veya beşeri sermayenin
ortalama düzeyi diye tanımladığı bir değişkeni (hw) daha üretim işlevine
sokmuş ve bu dışsal etkinin bütün üretim faktörlerinin üretkenliğine katkıda
bulunduğunu belirtmiştir:
Y = A . Ka . (u . h . L)1-a hwm
[6.1d]
hw değişkeni, bireysel düzeydeki beşeri sermaye artışının ötesinde, çok
sayıdaki insanın bir arada bulundukları ortamlarda kollektif çalışma eğilimi
artacağı ve insanlar arasındaki bilgi alışverişinin bir tür dışsallık yaratacağı
düşüncesiyle denkleme sokulmuştur. Ancak, burada önemli olan, bilgi
alışverişinin niceliğinden çok niteliği (yani kalitesi) olduğu için, değişken,
22 Burada h ile L’yi ayrı birer girdi gibi düşünecek olsaydık, üretim işlevimiz ölçeğe göre
“artan” getiri koşullarına göre işleyecekti.
23 Gelirin bugün tüketilmeyen kısmı tasarruf edilip ya fizikî ya da beşeri sermaye
yatırımına ayrılmaktadır. Bu anlamda aslında bir tür zaman tercihi yapılmış olmaktadır.
- 18 -
bir tür ortalama olarak tanımlanmıştır. Beşeri sermaye ile ilgili dışsallıkların
burada özetlendiği biçimde Lucas tarafından dikkate alınması (m ≠ 0, daha
doğrusu m > 0 olması), ölçeğe göre artan getirinin geçerli olması anlamında,
büyümenin yukarıda sergilenen içselliğini pekiştirmiştir. Modelin tüketim
ve kişi başına sermaye için verdiği ortak büyüme oranı özetle
g = z . (1-u) . (1-a+m) / (1-a)
[6.5a]
veya
g = [(1-a+m) / (1-a)] . (∆h/h)
[6.5b]
biçiminde gösterilebilir (Lucas, 1988: 22). Yani bu denklemin de ima ettiği
gibi, iktisadi büyümenin en önemli açıklayıcısı, dışsal olarak belirlenen bir
teknolojik gelişme değil, beşeri sermaye birikiminin hızı (∆h/h) ve ilgili
ekonomideki dışsallığın derecesidir (m).
Lucas’ın (1988) öncü çalışması, beşeri sermayeye önem verilen pek çok
içsel büyüme modelinin geliştirilmesine yol açmıştır. Stokey (1988, 1991),
Becker ve diğ. (1990), Sørensen (1991), Young (1991) ve Caballe & Santos
(1993) bunlardan sadece bazılarıdır. Örneğin Sørensen (1991), Lucas’ın
makalesinin dördüncü bölümünde geliştirilen modeli, (1) sermaye ve işgücü
gelirleri üzerinden vergi alan ve (2) yüksek öğrenime sübvansiyon veren
veya yüksek öğrenimden harç (tuition fee) alan bir hükümet kesimini de
modele sokarak genişletmiştir. Böylelikle Sørensen, hükümetin, beşeri
sermaye birikimi ile ilgili müşevvikler üzerindeki etkisi aracılığıyla
ekonominin uzun dönemli büyüme oranını nasıl etkileyebileceğini
soruşturmuş ve bir ekonominin optimal büyüme patikasında ilerleyebilmesi
için ne gibi bir politika paketi oluşturulması gerektiğini araştırmıştır.
Lucas’ın modelinde, beşeri sermaye birikimi sürecinde tek girdi olarak,
hanehalklarının eğitim ve öğrenime ayırdıkları/harcadıkları zaman
kullanılırken; Sørensen modelinde, işgücünün becerisini artıracak
tamamlayıcı bir kaynağı daha dikkate almıştır. Bu tamamlayıcı girdi; okul
binaları, araştırma laboratuvarları, öğretmenlerin hizmetleri gibi
bileşenlerden oluşmaktadır. Sørensen’in çalışmasının da ima ettiği gibi, bir
ekonominin büyümesinde beşeri sermaye birikimini teşvik edici unsurlar
arasında eğitim ve teknoloji politikalarının çok büyük bir önemi vardır ve bu
iki politika asla birbirinden ayrı düşünülmemelidir. Hükümetlerin eğitime ve
teknolojik altyapının geliştirilmesine yapacakları her türlü yatırımlar, beşeri
sermaye birikimi üzerinde olumlu etkiler yaratacak, büyümeyi (fizikî
sermayeye yapılan yatırımların yalın etkisinin gösterdiğinden) çok daha
fazla etkileyecektir.
- 19 -
7. Özet ve Sonuç Düşünceleri
Bir ülkenin kalkınmasının hayati önem taşıyan bileşeni iktisadi büyüme,
yani bir bütün olarak ülkenin üretim ölçeğinin genişlemesi veya başka bir
deyişle, kişi başına hasılasının artışıdır. Makroekonomik düzeyde üretim
ölçeğinin genişletilebilmesi bir uzun dönem meselesidir. Çünkü işgücü,
fizikî ve beşeri sermaye, doğal kaynaklar ve teknoloji gibi üretim
faktörlerinin miktarları ancak (çok) uzun dönemde arttırılabilir, kaliteleri
ancak (çok) uzun dönemde iyileştirilebilir.
Bu çalışmada, iktisat literatüründe teknolojik gelişme ve beşeri sermaye kavramlarının tanım ve kullanımları üzerinde kısaca durulduktan ve standart
neoklasik iktisadi büyüme modelinin yetersizlikleri sergilendikten sonra, bu
yetersizlikleri gidermek üzere özellikle Romer’i (1986) izleyerek son oniki
yılda çok sayıda iktisatçı tarafından geliştirilen sayısız içsel (endogenous)
büyüme modelleri anahatlarıyla sınıflandırılıp özetlenmiş ve özellikle Lucas
(1988), Stokey (1988, 1991), Becker ve diğ. (1990), Rosenzweig (1990),
Sørensen (1991), Young (1991), Caballé & Santos (1993), Ljungqvist
(1993) ve Gundlach (1996) gibi kuramsal çalışmalar çerçevesinde ön plana
çıkartılan beşeri sermaye - iktisadi büyüme ilişkileri ele alınıp Lucas’ın
öncü çalışmasındaki bazı hususlar anahatlarıyla da olsa irdelenmiştir.
Çalışmada, sadece beşeri sermaye ile ilgili dışsallıklar üzerinde ve üstelik
kuramsal açıdan yoğunlaşılmaya çalışıldığı için, içsel büyüme modelleriyle
ilgili çeşitli ampirik çalışmaların sonuçlarına hiç değinilmemiş ve böylece,
örneğin Thirlwall & Sanna (1996) gibi tarama makalelerinde sözü edilen
veya eğitim - beşeri sermaye - büyüme ilişkileriyle ilgili Lau ve diğ. (1993),
Nehru ve diğ. (1995) ve Güngör (1996) gibi ampirik çalışmaların
sonuçlarının değerlendirilmesi başka bir makaleye bırakılmıştır. Burada
sergilenmeye çalışıldığı kadarıyla, ilgili kuramsal literatür, hükümetlerin
teknoloji, eğitim ve sağlık politikaları arasında bir uyum bulunması
gerektiğini göstermektedir. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerde, söz konusu
politikalara, teknolojik altyapı ve beşeri sermayeye yapılacak yatırımların
yaratacağı olumlu dışsallıklar göz önünde bulundurularak bugünkünden çok
daha fazla önem verilmelidir. Vasıfsız işgücü miktarında ve/veya fiziki
sermaye stokunda meydana gelecek yalın artışlardan çok, teknolojik
yenilikler ve bunlarla birlikte ortaya çıkan taşma etkileri iktisadi büyümenin
en önemli kaynağı durumundadır.
Kaynakça
Aghion, P. and Howitt, P. (1992): “A Model of Growth Through Creative Destruction”.
Econometrica, 60/2: 323-351.
Aghion, P. and Howitt, P. (1994): “Endogenous technical change: the Schumpeterian
perspective”. Pasinetti & Solow (derl.) (1994) derlemesinde.
Arrow, K. (1962): “The Economic Implications of Learning by Doing”. Review of
Economic Studies, 29/3 (80): 155-173.
Barro, R. (1990): “Government Spending in a Simple Model of Endogenous Growth”.
Journal of Political Economy, 98: 103-125
- 20 -
Barro, R. (1991): “Economic Growth in a Cross Section of Countries”. Quarterly Journal
of Economics, 106/2: 407-444.
Becker, G. S. (1962): “Investing in Human Capital: A Theoretical Analysis”. Journal of
Political Economy, 70/2: 9-49.
Becker, G. S. (1964): Human Capital: A Theoretical and Empirical Analysis, with Special
Reference to Education. NBER, New York
Becker, G. S.; K. M. Murphy; R. Tamura (1990): “Human Capital, Fertility, and Economic
Growth”. Journal of Political Economy, 98/5: 12-37.
Bowman, R. S. (1990): “Smith, Mill, and Marshall on Human Capital Formation”. History
of Political Economy, 22/2: 239-259.
Caballé, J; M. S. Santos (1993): “On Endogenous Growth with Physical and Human
Capital”. Journal of Political Economy, 101/6: 1042-1067.
Dalum, B.; K. Laursen; B. Verspagen (1996): “Does Specialization Matter for Growth?”.
MERIT Resarch Memoranda. (Internet: http://meritbbs.unimaas.nl/tser/tser.html)
Devereux, M. B.; B. J. Lapham (1994): “The Stability of Economic Integration and
Endogenous Growth”. Quarterly Journal of Economics, 9: 299-305.
Easterly, W. R.; D. L. Wetzel (1989). Policy Determinants of Growth: Survey of Theory
and Evidence. The World Bank, PPR Working Paper Series, No. 343.
Garvin, D. A. (1984): “What does ‘Product Quality’ Really Mean?”. Sloan Management
Review, Güz, s. 25-43.
Grossman, G. M. and Helpman, E. (1991). Innovation and growth in the global economy.
Cambridge, Mass.: MIT Press.
Gundlach, E. (1996). Human Capital and Economic Development: A Macroeconomic
Assessment. IfW Arbeitspapier (Kiel), No. 778.
Güngör, N. D. (1996): “Education and Economic Growth in Turkey, 1980-1990: A Panel
Study”. DİE Araştırma Sempozyumu ‘96 Bildirileri, Ankara: DİE, 159-170.
Hanusch, H. (1995): “Die neue Qualität wirtschaftlichen Wachstums”. H. Hanusch & W.
Gick (ed.) (1995: 13-26), Ansätze für ein neues Denken in der Wirtschaftspolitik,
Cilt 70.
Jones, L. E.; R. Manuelli (1990): “A Convex Model of Equilibrium Growth”. NBER
Working Paper Nr. 3241, Cambridge, Mass.
Kaldor, N. (1957): “A Model of Economic Growth”. Economic Journal.
Kaldor, N. (1961): “Capital Accumulation and Economic Growth”. F. A. Lutz & D. C.
Hague (derl.) (1961), The Theory of Capital derlemesinde, New York: St.
Martin’s.
Kibritçioğlu, A. (1994): Die internationale Wettbewerbsfähigkeit der türkischen
verarbeitenden Industrie. Göttingen: Thomas Gries Verlag.
Kibritçioğlu, A. (1997). On the Smithian Origins of “New” Trade and Growth Theories.
AÜSBF Tartışma Metinleri Serisi, No. 7/1997.
Kibritçioğlu, A. (1998): “Firma ve Ürün Kalitesi: Nedir? Neden Önemlidir?”. Future’s
Technologies, 51: 52-56.
Lau, L. J.; D. T. Jamison; S.-C. Liu; S. Rivkin (1993): “Education and Economic Growth:
Some Cross-Sectional Evidence from Brazil”. Journal of Development Economics,
41/1: 45-70.
Ljungqvist, L. (1993): “Economic Underdevelopment: The Case of Missing Market for
Human Capital”. Journal of Development Economics, 40: 219-239.
Lucas, R. E., Jr. (1988): “On the Mechanics of Economic Development”. Journal of
Monetary Economics, 22/1: 3-42.
Nehru, V.; E. Swanson; A. Dubey (1995): “A New Database on Human Capital Stock in
Developing and Industrial Countries: Sources, Methodology, and Results”.
Journal of Development Economics, 46/2: 379-401.
Nelson, R. R.; S. G. Winter (1982): An Evolutionary Theory of Economic Change.
Cambridge: The Belnap Press of Harvard University Press.
Pasinetti, L. L.; R. M. Solow (eds.) (1994): Economic Growth and the Structure of LongTerm Development. Londra: Macmillan.
Payson, S. (1994). Quality Measurement in Economics: New Perspectives on the Evolution
of Goods and Services. Aldershot, Brookfield: Edward Elgar.
Rebelo, S. (1991): “Long-Run Policy Analysis and Long-Run Growth”. Journal of
Political Economy, 99/3: 500-521.
- 21 -
Rivera-Batiz, L. A.; P. M. Romer (1991): “Economic Integration and Endogenous
Growth”. Quarterly Journal of Economics, 6/2: 531-555.
Rivera-Batiz, L. A.; P. M. Romer (1991): “Economic Integration and Endogenous Growth:
An Addendum”. Quarterly Journal of Economics, 9: 307-308.
Romer, P. M. (1983): “Dynamic Competitive Equilibra with Externalities, Increasing
Returns and Unbounded Growth”. University of Chicago: Yayınlanmamış doktora
tezi.
Romer, P. M. (1986): “Increasing Returns and Long-Run Growth”. Journal of Political
Economy, 94/5: 1003-1037.
Romer, P. M. (1989). Capital accumulation in the theory of long-run growth. In R. J. Barro
(ed.) Modern business cycle theory. Basil Blackwell, Oxford.
Romer, P. M. (1990): “Endogenous Technological Change”. Journal of Political Economy,
98/5: 71-102.
Romer, P. M. (1994): “The Origins of Endogenous Growth”. Journal of Economic
Perspectives, 8/1: 3-22.
Rosenzweig, M. R. (1994): “Population Growth and Human Capital Investments: Theory
and Evidence”. Journal of Political Economy, 98/5: 38-70.
Schultz, T. W. (1961): “Capital Formation by Education”. Journal of Political Economy,
68: 571-583.
Schultz, T. W. (1962): “Reflections on Investment in Man”. Journal of Political Economy,
70/2: 1-8.
Schumpeter, J. (1926 [1952]). Theorie der wirtschaftlichen Entwicklung. Berlin: Duncker
& Humboldt, 5. baskı.
Smith, A. (1776 [1937]): An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations.
Edited by Cannan. New York: Modern Library.
Solow, R. (1956): “A Contribution to the Theory of Economic Growth”. Quarterly Journal
of Economics, 70: 65-94.
Sørensen, P. B. (1991). Human Capital Investment, Government, and Endogenous Growth.
CES Working Papers (Münih), No. 6.
Soyak, A. (1996): Teknolojik Gelişme ve Özelleştirme. İstanbul: Kavram.
Stokey, N. L. (1988): “Learning by Doing and the Introduction of New Goods”. Journal of
Political Economy, 96: 701-717.
Stokey, N. L. (1991): “Human Capital, Product Quality, and Growth”. Quarterly Journal
of Economics, 106: 587-616.
Stolpe, M. (1992). Ansätze der neuen Wachstumstheorie: ein Literaturüberblick. IfW
Arbeitspapier (Kiel), No. 508.
Thirlwall, A. P.; G. Sanna (1996): “The Macro Determinants of Growth and ‘New’ Growth
Theory: An Evaluation and Further Evidence”. P. Arestis (derl.) (1996: 131-156),
Employment, Economic Growth, and the Tyranny of the Market (Essays in Honour
of Paul Davidson) derlemesinde, Cilt 2, Cheltenham & Brookfield: Edward Elgar.
Uzawa, H. (1965): “Optimum Technical Change in an Aggregate Model of Economic
Growth”. International Economic Review, 6: 18-31.
Verspagen, B. (1992): “Endogenous Innovation in Neo-classical Growth Models: A
Survey”. Journal of Macroeconomics, 14/4: 631-662.
Young, A. A. (1928): “Increasing Returns and Economic Progress”. The Economic
Journal, 38/4: 527-542.
Young, A. A. (1991): “Learning by Doing and the Dynamic Effects of International
Trade”. Quarterly Journal of Economics, 106/2: 369-406.
- 22 -

Benzer belgeler

İÇSEL BÜYÜME TEORİSİ : Genel Bir Bakış

İÇSEL BÜYÜME TEORİSİ : Genel Bir Bakış etkiler yapan taşma etkileridir (spillover effects). Artık, iktisadi büyüme kuramlarının yeni bir boyutu vardır: Niteliksel boyut. Üstelik bu niteliksel büyüme sürecinde ortaya çıkan olumlu etkiler...

Detaylı

Adem üzüMeüC

Adem üzüMeüC Anahtar Sözcükler: Uzun vadeli iktisadi büyüme, içsel büyüme modelleri, beşeri sermaye, teknolojik dışsallıklar, ölçek ekonomileri, marjinal üretkenlik, eğitim politikası, teknoloji politikası JEL ...

Detaylı

eğitim harcamaları ve ekonomik büyüme ilişkisi

eğitim harcamaları ve ekonomik büyüme ilişkisi kendilerine ne kadar yaygın ve etkin olarak yatırım yaptıklarına bağlıdır (Becker, 2002: 3). 1980’lerin sonlarından bu yana, makro iktisatçıların dikkati büyük ölçüde uzun vadeli konular (özellikle...

Detaylı