`CHP`nin Solu`, AB ve Antiemperyalizm Üzerine Notlar
Transkript
`CHP`nin Solu`, AB ve Antiemperyalizm Üzerine Notlar
"CHP'N N SOLU", AB VE ANT EMPERYAL ZM ÜZER NE NOTLAR Ercan Uysal, Londra, Haziran 2007 Prof. Ahmet nsel, bir grup aydının kendi adı üzerinde mutabık kalması sonucunda, siyasete "sol cenahdan" katılmaya karar veren Prof. Baskın Oran‘ın adaylı ını, "CHP‘nin solundaki bo lu u dolduracak, sol kamu vicdanının sesini Meclis‘te duyurabilmesi için bir giri im" olarak kamuoyuna sunmaktadır (Vatan Gazetesi, 30/6/07). nsan Hakları Danı ma Kurulu‘nun ( HDK ‘nın) hazırladı ı " nsan Hakları 2004 Raporu"nun mimarlarından olan Prof. Oran‘ın, "Sol"da hangi bo lu u doldurmak üzere yola çıktı ının ipuçlarını, Radikal-2‘de yayınlanan bir makalesinde (Antiemperyalizm 2007, 27/5/2007) bulabilece imizi dü ünmekteyim. Prof. Oran bu makalede özetle, Cumhuriyet Mitinglerinde kullanılan antiemperyalist sloganların içi bo bir paronaya oldu unu ve AB‘ye katilim projesine antiemperyalist bir söylemle kar ı çıkanları, "Bizzat Atatürkçülük açısından: mitingciler slogana AB‘yi de katarak, M. Kemal‘in ‘Muassır Medeniyet‘i Batı‘yı dü man ilan et[mekle]‘ itham etmektedir. Bu güncel konuda daha çok potansiyel seçmenlerine "nerede" durdu unu anlatmak için kaleme aldı ını sandı ımız yazısında, emperyalizm teorisi gibi siyaset yazınında, en az bir yüzyıldır her seviyede tartı ılan ve tartı malı olan bir konuda aceleci bir tanımlama yapıp, AB‘nin neden "emperyalist ABD"den ayrı tutulması gerekti ini savunan Prof. Oran, emperyalizmi öyle betimlemektedir: "Ekonomik ve siyasal çıkar sa lamak için i gal... gal olmadan emperyalizm olmaz". Bu kısa ve kö eli tanım, bize Prof. Oran‘ın siyasi çizgisinin "hangi sol"a yakın oldu u konusunda epeyce ipucu vermektedir. Burada öne sürülen emperyalizm tanımının ele tirisine geçmeden önce, bu "yeni olu umun" dü ünsel arka planına kısaca bir göz atmak istiyoruz. Hangi Sol? 1980‘li yılların ba ında, küresel ölcekte amansız bir yayılma surecini yeniden ve daha kapsamlı ba latan neo-liberal kapitalist güçlerin kar ısında darmada ın olan "Eski Sol" tahayyül ve pratik, basta Fransa‘da olmak uzere Bati‘nin önde gelen akademik çevrelerinde temelden sorgulanmı tır. Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe, 1985‘de yayınladıkları "Hegemonya ve Sol Strateji" ba lıklı kitapta "sol dü ünce‘nin bir yol ayrımına geldi ini" ilan ederler ve "yeni" bir sol tahayyüllün teorik alt yapısını ortaya koyarlar (Laclau & Mouffe, 2001). Laclau ve Mouffe, 1970‘lerin ba ında Marksist dü ünce sistemeti i ile "ça da kapitalizmin gerçekleri arasındaki mesafe"nin oldukca açıldı ını ve klasik marksist dü üncenin eldeki sorunlara yanıt veremeyecek kadar dogmatikle ti ini öne sürerler (Laclau & Mouffe, 2001: viii). Globalle mi ve bilginin hükmetti i toplumun sorunlarına ortodoks Marksizmin çözüm üretemedi i varsayımından yola çıkan Laclau ve Mouffe, geleneksel solun "ekonomist" kalıplarını kırıp post-marksist bir yakla ım benimsemesi gerekti ini savunurlar. Laclau ve Mouffe‘ye göre sosyalist gelenek, hali hazırda varolan demokratik sava ımlarla ( ehirli, ekolojik, anti-otoriter, anti-kurumsal, anti-ırkçı, etnik, bölgesel, ve feminist azınlıklar) organik olarak ba kurabildi i ve onları radikalle tirebildi i ölçüde canladırabilir. Ancak böyle bir çabayla liberal demokratik gelene in özgürlük, e itlik ve demokrasi prensipleri radikalle tirilerek kapitalizm zayıflatılabilecektir (Cunnigham, 1987:158-9). Laclau ve Mouffe, ortaya koydukları yeni tahayyülün, ayrıldıkları bazı noktalar olsa da, temelde Gramsci‘nin hegemonya ve Habermas‘ın "deliberative democracy" teorilerinden etkilendi ini açikca belirtirler. Son tahlilde onlara göre "Sol‘un görevi liberal demokratik ideolojiyi dı lamak de il, tam tersine onu derinle tirip, radikal ve ço ulcu bir demokrasi yönünde geni letmektir" (Laclau & Mouffe, 2001: 168). Sosyalist stratejinin kitlelerin sınıfsal oldu u kadar, sınıf-dı ı karakterini de dikkate alması gerekti ini yarım yüzyıl önce Gramsci savunmaktaydı. Gramsci sosyalist mücadelenin devrimci stratejisini çizerken, kapitalist toplumda varolan hegomonik ili kilerin "kültürel" boyutuna da dikkat çekmi ve devrimci mücadelede ‘kimlik ve tanıma‘ faktörünün göz ardı edilmemesi gerekti ini savunmu tur. Ancak bu ‘göz ardı edilmeme‘ durumu, sosyalist devrimci bir süreçte ele alınması gereken bir noktadır. Devrimci içeri inden arındırılıp, daha çok reformist bir yapıya kavu an, post-marksist strateji bize bu haliyle daha çok non-marksist görünmektedir. Gramsci‘nin hegemonya kuramını, tarihsel ve devrimci içeri inden soyutlayıp, liberal demokrasi‘nin içine monte etmek, Marx ve Engels‘in "ayakları üzerine" oturttu u diyalekti i tekrar "ellerinin üzerine" çevirmekten ba ka ne anlama gelebilir? Aslında çok da "yeni" olmayan bu yorumla, akademi-dı ı Türk Solu‘nun tanı ması 1990‘ların ba larında Ahmet nsel ve Cengiz Aktar‘ın Sorborne‘da yazdıkları doktora tezlerinin kitapla tırılması ile olmu tur. Cengiz Aktar‘a göre, Ortodoks ‘Liberal ve Marksist çözümlemeler hakim ve yaygın oldukları ölçüde bir sürü gerçekli i kavramakta yetersizdirler" (Aktar, 1985:12). Buna ko ut olarak Ahmet Insel de, Paris‘de okudukları donemde tanı tıkları ve etkilendikleri, marksist iktisadi antropoloji gibi "yeni marksist" yakla ımları öyle anlatmaktadır: "Siyasetle iktisadin girift ili kisini vurgulayan, iktisadi belli bir dönemin siyasal egemenlik bicimi olarak ele alan yakla ımlar, geleneksel Marksizm"in her eyin özünü iktisatta, tarihi geli imin anahtarlarını da iktisadi akılcılıkta gören fazla mekanik ve basitle tirici yakla ımın görü ufkunu daraltan dünyasından sıyrılmamıza yardımcı oldular" ( nsel, 1996:12). Ayrıntılarına burada giremeyece imiz bu tartı maların, Türk Solu‘nun bir bölümü üzerindeki etkisi açıkça ortadadır. Prof. Oran‘nın ve yakın çevresindeki "yeni nesil sol" aydınların da, Samir Amin‘in deyimiyle "liberal virus" bula mı olan bu akimdan etkilendi ini dü ünüyoruz. Bu dü ünce sistemati inden etkilenen "yeni nesil sol" aydınların, CHP-DSP birlikteli inin siyaseten sol olarak nitelendirilmesine kar ı çıkmaları bizi a ırtmamaktadır. Örne in, Prof. nsel, bu partilerin milliyetçi/ulusalcı söylemlerine göndermede bulunup, CHP‘yi " sosyalulusalcı bir ses olarak" nitelendirmektedir. Bize bu nitelendirme nasyonal-sosyalist terimini ça rı tırmaktadır. Yalnızca CHP de il, Cumhuriyet Mitinglerine katılan kitleler de basının belli bir bölümünce bu yönde e ilime sahip olmakla suçlanmaktadır. (Cengiz Çandar, Referans, 17/4/2007 ; Hasan Cemal, Milliyet, 17/4/2007). CHP-DSP‘nin temsil etti i çizginin sol olmadı ına biz de aynen katılırken, "CHP‘nin Sol"unda doldurmaya çalı tıkları bo lu un epeyce derin oldu unu ve temsil ettikleri siyasi çizginin bu bo lu un olsa olsa "Sa "ını doldurabilece ini dü ünmekteyiz. "CHP‘nin Solu" ve emperyalizm Prof. Oran‘ın emperyalizm ele tirisine dönmek istiyoruz. Öncelikle kendisinin emperyalizm tanımına ekledi i "i gal olmadan emperyalizm olmaz" önermesinden, askeri güç kullanılarak yapılan fiziki i gal durumunun emperyalist bir anın olu umu için bir ön ko ul oldu unu anlıyoruz. Bu da bize ister istemez Kautsky‘nin emperyalizm tanımını anımsatmaktadır: "Emperyalizm, büyük ölçüde geli mi sınai kapitalizmin ürünüdür. Onu, sanayile mi her kapitalist ulusun, gittikçe daha geni tarım bölgelerini, bu bölgelerde hangi uluslar oturursa otursun, ilhak etmek ya da egemenli i altına almak olarak da tanımlayabiliriz". (Lenin 1975: 118) Kautsky‘nin "tarım bölgelerinin ele geçirilmesi" ko ulunun paraleli, Prof. Oran‘ın tanımında "i gal" olarak karsımıza çıkmaktadır. Kautsky‘nin "ultra-emperyalizm" teorisine temel olu turan emperyalizm tanımlaması, 1990‘larin sonunda Negri ve Hardt‘ın " mparatorluk"unda post-modernist bir kılıfa bürünecektir. Ancak bir farkla: onlara göre "emperyalizm bitmi tir" (Hardt & Negri,2000: xiv). Prof. Oran ise emperyalizmin bitmedi ini, "AB‘yi emperyalist ABD‘yle ayni kaba koyarak, Türkiye‘nin bütün dı politika olanakları bir anda yıkılıyor" cümlesiyle bizlere anlatmaya çalı maktadır. Prof. Oran‘ın ABD‘yi "emperyalist", AB‘yi ise zımnen "emperyalist olmayan" olarak tanımlaması, e er kasıtlı bir a ırtmaca de ilse, tipik bir "burjuva aydını" kafa karı ıklı ı olarak nitelendirilebilir. Cumhuriyet Mitinglerine katilan halk kitlelerine acımasızca saldiran "yeni nesil solcu" aydınlar, özellikle bu mitinglerde ortaya çıkan "ulusal ba ımsızlık" temasına i aret edip, halkın kafasının iyice karı ık oldu unu iddia etmektedirler. Bu kafa karı ıklı ı, milliyetçi söylemi itibariyle, onlara göre otoriter/militarist bir rejime davet çıkarmaktadır. Bu milliyetçi söylemin, "sol tandanslı" sloganlarla desteklenmesine büyük tepki göstermektedirler. Örne in, Prof. Oran Cumhuriyet Mitinglerindeki kitlelerin milliyetçi e ilimlerine göndermede bulunarak "komünizmden replik çalarak bunu marksist terimlerle ifadeye yeltenmelerini kabul edemiyorum" demektedir. Bu tepki bize nostaljiyle karı ık bir kızgınlık ifadesini ça rı tırmaktadır. Nostaljiyi anlıyoruz da, kızgınlık neden? Acaba bu tepki, "yeni nesil" sol aydınlara içine dü tükleri ahlaki bunalımı mı hatırlatmaktadır? Di er yandan, Cumhuriyet Mitinglerine katılan siyah kalpaklı "Kuvvai Milliye"cilerin kullandı ı "tam ba ımsızlık" sloganları bazılarına saçma gelse de, en azından söylem itibariyle Ulusal Ba ımsızlık sava ının "anti-emperyalist" karakterine göndermede bulunmaktadır. O zaman u soruyu sormamız gerekmektedir: Ulusal Ba ımsızlık sava ımız "anti-emperyalist" miydi? Prof. Oran‘ınn tanımına göre yanıt olumludur. Ancak bugün "fiziksel i gal" durumu söz konusu olmadı ına göre, AB tahayyülünde yo unla an anti-emperyalist söylemin pek de bir kiymet-i harbiyesi yoktur. Bu soruya kestirmeden, bu yönde bir yanıt vermek icin, kapitalizmin ve onun yayılmacı karakterinin gecen iki yüzyılda geçirdi i dönü ümleri tamamen göz ardı etmek gerekir. (Wallestein, 1991; 1995; 2000) Lenin‘in detaylı cözümlemesini yaptı ı emperyalizm kavramı gayet açıktır: "Kapitalizmin özelli i, genel olarak, sermaye sahipli ini, bu sermayenin sanayide uygulanı ından; nakdisermayeyi, sınai ya da üretken sermayeden; sadece nakdi sermayeden elde etti i gelirle yasayan rantiyeyi, sanayiciden ve sermayenin yönetimi ile do rudan ilgili herkesten ayırır. Bu ayrılma, geni ölçülere ula tı ı zaman, mali sermayenin egemenli i, ya da emperyalizm, kapitalizmin en yüksek asama çizgisine gelir". (Lenin, 1975: 77). Günümzde "hedge fund" veya "private equity" fonu olarak adlandırılan mali sermaye irketlerinin global ölçekte giri ti i satın alma ve birle me furyası, bu ayrı manın eristi i boyutları açıkça gözler önüne sermektedir. nanılmaz boyutlara eri en mali sermaye, hızla "asil i i" olmayan faaliyet kollarında "hakim hissedar" konumuna yükselmektedir. Di er yandan azalan kar hadleri sonucunda, finansdan ileti ime; perakendeden ilaç üretimine; yani ekonomik aktivite spectrumunun bir ucundan di erine, Merkez ülkelerinde büyük boyutlu irket birle meleri gözlenmektedir. Bu birle me e ilimini burjuva ekonomistleri "ölçek ekonomisi"den yararlanma ve "verimlilik artı ı" olarak sunmaya kalksalar da, bu düpedüz tekelle me yönünde hızla ilerleme e ilimidir. Bize göre, mali sermayenin yasadı ımız donemde gösterdi i bas dondurucu geli me ve yayılma hızı her yönüyle emperyalist bir duruma i aret etmektedir. Bu duruma dun "ultra-emperyalizm" bugünse "globalizm" demek semantik bir farklılıktır. Lenin‘in emperyalizm kuramına dun Kautsky kar ı çıkmı tır, bugünse post-marksist solcular kar ı çıkmaktalar. "Emperyalizmin kapitalizm için mutlak bir zorunluluk" olmadı ını öne suren Kautsky sormaktadır: "...bugünkü emperyalist siyasetin yerini, ulusal mali sermayeler arasındaki mücadelenin yerine uluslararası düzeyde birle mi mali sermayeyle dünyanın ortakla a sömürülece i yeni, ultra-emperyalist bir siyaset alamaz mı?" (Lenin, 1975:152). Bu soruya, II. Dünya sava ı kurulan dünya düzenine bakıp, yüzeysel bir yakla ımla olumlu bir yanit verilebilir. Ancak, kapitalist dunya-sisteminin uzun donemli e ilimlerine bakarsak, Lenin ‘in su yorumuna katılmak durumundayız: "...ultra-emperyalist ittifaklar, kaçınılmaz olarak, sava lar arasındaki dönemlerin "mütarekeleri" olmaktan ba ka anlam ta ımamaktadır". (Lenin, 1975: 155) Su an içinde bulundu umuz dönemde oldu u gibi, bu "mütareke dönemlerinde" emperyalizmin yeni görünümler sergilemesi kaçınılmazdı. Lenin‘in emperyalizm kuramını geli tirdi i 20. yüzyılın ba ında, tarihsel kapitalizm icin, kolonyal emperyalist modelin artık "feasible" olamayaca ı ve yeni bir sömürü sisteminin gerekli oldu u açıkça ortaya çıkmaktaydı. Lenin do al olarak içinde bulunulan tarihsel surecin kendine özgü ko ulları cinde, emperyalizm kuramını öne sürerken, kolonyal donemin yayılmacı karakterini de emperyalizm kavramının içine dahil etmi tir. Lenin tarafından sınıflandırılan emperyalzimin "be temel özelli i" içerisinde, "en buyuk kapitalist güçlerce dünyanın toprak bakımından bölü ülmesi tamamlanmı tır" savı da yer almaktadır. Ancak 200 sayfalık eserinin içerisinden, bu görece çok az a ırlık ta ıyan savı cımbızla çekip almak art niyetli bir davranı olmakla kalmaz, ayni zamanda derin bir ahmaklı a da i aret eder. Kaldı ki, Lenin‘e göre, emperyalizm, mali karteller ve uluslararası siyasetin iç içe girdi i durumlarda de i ik görünümlere bürünmektedir: "...görünü te politik ba ımsızlıklarına sahipmi gibi olan, ama gerçekte, mali ve diplomatik bir bagimlilik a ı içine dü mü de i ik ba ımlı ülke biçimleri de vardır. Güney Amerika ülkeleri, özellikle Arjantin, mali yönden, Londra‘ya o kadar ba ımlıdır ki, bu ülkenin, neredeyse, ngiltere‘nin ticari sömürgesi oldu unu söyleyebiliriz". (Lenin, 1975:111) Arjantin‘in 2002 yılında içine dü tü ü durumun, 1906‘daki durumundan tek farkı Londra‘nın yanına New York ve Frankfurt‘un katılmı olmasıdır. Sosyalist Sol ve AB AB‘ye katilim tartı masına "Sosyalist Sol" cenahtan katılan Ömer Laçiner, açıkça bu projeden yana tavır koyup, Türkiye‘de sosyalist solun enternasyonalist bir yol izlenmesi gerekti ini savunuyor. Laçiner, AB‘ye entegrasyonun Turk Sol‘una daha geni bir sol ittifak içerisinde kapitalizme kar ı mücadele verme fırsatını sundu unu belirtip, "Sistem‘in bu meydan okuyu una cevap vermek, onunla asli mevzilerinde, do rudan mücadele etmek devrimci sıfatı ta ımanın mutlak gere idir" görü ünü savunmaktadır ve öyle devam etmektedir: "dolayısıyla e er kendi kendileriyle tutarlı iseler bu ‘devrimcilerin‘ o AB alanına girmeye ve ona asıl can alıcı olacak ‘içeriden müdahale‘ imkânını kullanmaya herkesten önce ve herkesten fazla bir enerjiyle istekli olmaları gerekirdi". (Laçiner, 2005:1) Biz bu görü e katılamıyoruz. Ele tirilerimiz, Laçiner‘in son tahlilde AB tahayyülünün "kapitalist-emperlalist" bir karakteri olup olmadı ı sorusuna do rudan yanıt vermemesi/verememesi etrafında yo unla maktadır. Ancak Laçiner yazisininda bize bazı ipuçları da vermektedir: "...gerçi Avrupa‘daki radikal solsosyalist hareketler, daha sürecin ba ında, henüz bu milliyetçi reaksiyon pek yokken, projeye ‘anti emperyalizm-anti kapitalizm‘ adına kar ı çıkmı lardı, ama zaman içinde ve özellikle de bu neo-milliyetçi dalganın kar ısında ya kenara çekildiler ya da büyük ço unlu u ile projenin insani-toplumsal boyutunu takviye etmeye, gözetmeye dönük bir ‘içeriden dinamik‘ i levi üstlendiler". Bize göre, AB ‘deki "Sosyalist Sol" böylesine kapsamlı bir dönü üm projesini ilk basta do ru okumu , ancak daha sonraki tarihlerde de defalarca yaptigi gibi, kapitalist gucler karsisinda daha radikal bir tavır takınmaktansa, onlarla bir kez daha uzla ma yoluna girmi tir. Böylelikle Avrupa Sol‘u, Lenin‘in deyimiyle "emperyalizmin temel çeli kilerini hafiflet[mi ], yumu at[mı ], ve Avrupa i çi hareketi içindeki oportünizmle olan tehlikeli birli i, ne olursa olsun, muhafaza etm[istir]". (Lenin, 1975:158) Laçiner, "Avrupa‘da AB‘yi ABD ile ittifak, i birli i veya rekabet halinde bir süper emperyal proje olarak gören büyük finans, is, siyaset ve bürokrasi erbabının neoliberal seçkinci ideolojilerinden, Aydınlanma idealizmi ve hümanizme, radikal sol sosyalist enternasyonalizmine kadar bir dizi farklı ideoloji ve görü , örne in Türkiye ‘nin üyeli i gibi kritik önemde bir e ikte ayni safta yer alıyor gözükmektedir" demekle, kendi öne sürdü ü stratejinin siyasi açıdan ne kadar zayıf temeller üzerine kuruldu unu istemeden itiraf etmektedir. Sonuç itibariyle, yine Laçiner‘in de belirtti i üzere, "AB konusunda Batı‘dan Birli e ili kin enternasyonalist bir müdahale/dönü türme perspektifi güçlü bir sesle ilan edilmemi ken [buna] Türkiye‘den kafa yormak, bu amaçla resen harekete geçmek için" bir çaba gösterilmiyorsa, bu "haddimizi mi a ıyoruz" kompleksinden de il, böyle bir müdahalenin AB‘de kendini sol olarak tanımlayan amorf yapının kendi gelene ine baktı ımızda, onun asla enternasyonalist olmadı ı dü ünüldü ündendir. Kapitalist yayılma (isterseniz buna globalizm diyelim) sürecinde Avrupalı i çi sınıfının zoru gördü ünde bir kez daha milliyetçi tavır takınması kuvvetle muhtemeldir. II. Enternasyonal‘den bu yana geçen sürede Avrupa i çi sınıfı sisteme tamamen entegre olmu ve görece varlıklı bir "orta sınıfa" dönü mü tür. Bu sınıfın kendi çıkarlarını, Merkez‘e yeni girmi ya da girmeye çalı an, bir zamanların Çevre (ya da Güney) ülkelerindeki "i çi karde leri"nin çıkarlarının önüne koyması olasılı ı da oldukça kuvvetlidir. Laçiner‘in makalesinden, Sosyalist Sol açısından dün de ilse de bugün, AB‘nin bir "kapitalist-emperyalist" karakter ta ıyıp ta ımadı ı konusunda kesin bir dü ünce sahibi olamadan ayrılmak zorunda kalıyoruz. imdi ta ları yerine oturtmaya çalı alım. Kendilerini "sol" olarak tanımlayan bir grup aydın, de i ik yönlerden Türkiye‘nin AB‘ye girme çabasına destek vermektedirler. Bunlara göre AB emperyalist olsun ya da olmasın AB‘ye her durum altında girilmelidir Bu destek, Laçiner‘in oldukça kapsamlı bir ekilde açıkladı ı gibi, emperyalizme de il, kapitalist sisteme kar ı "içeriden destek" vermek için verilmelidir. ‘Barikatları‘ tek ba ına Türk halkı stanbul‘da de il, ileride (?) Avrupalı karde leriyle birlikte "Brüksel"de kurmalıdır. O ana kadar geçecek olan, uzunlu u belirsiz bir zaman diliminde, Türk solu enternasyonalist gelene e sahip çıkıp AB ile birle me yönünde iradesini açıkça koymalıdır. Bu aksiyon planına göre, ülke içindeki anti-AB ‘ci güçlere kar ı- ki bunların ba ını ‘ulusalcı-popülist/milliyetçi-laik/ulusalcı-muhafazakar‘ CHP çekmektedir (Ahmet nsel, Radikal, 29/5/2007)- Türk Solu‘nun ulusal ve uluslararası burjuvazi ile geçici bir ittifaka girmesi gerekmektedir. Bir an için bu stratejinin orta ve uzun dönemde Türk halkına getirmesi beklenen "maddi refah" ve demokratik haklar beklentisinin oportünizm olmadı ını varsaysak bile, "sol enternasyonalizm" dünyanın çe itli ülkelerinde ulusal sınırlar içine hapsedilmi isçi sınıflarının birbirini kayıtsız artsız destekledi i bir durum de ildir. Enternasyonalizm, ancak ve ancak bu ülkelerden birinde ya da bir kaçında ba gösteren isçi sınıfının mücadelesine, dı arıdan ya da zamanı geldi inde içeriden verilecek devrimci bir stratejidir. Kısacası, enternasyonalist strateji, ancak Troçkist gelenek çerçevesinde tekrar anlamlı bir hale gelebilir. AB‘de bugün ya da görünen gelecekte "devrimci solun" -e er hala varsa- anti-kapitalist bir mücadeleye giri ece ine dair hiçbir i aret yoktur. Tam tersine bırakın böyle bir kollektif sava ı, AB‘de çalı an kesimler "kendi ba ının çaresine bakma" durumuna itildi inden, Avrupa solunun günün birinde Brüksel Komünü‘nü kurmasını beklemek gerçekçi de ildir. Bugün gelinen noktada süper-emperyalist güçler arasında yerini almaya çabalayan AB‘nin siyasi ve sermayedar eliti için, emekçilerin bu günkü sosyal hakları bile yeterince can sıkıcıdır. 1980 sonrası Inglitere‘de Thatcher tarafindan ba latılan ve daha sonra Tony Blair‘in arsızca "Yeni Sol" olarak kendi halkına yutturdu u neo-liberal politikalar sayesinde Birle ik Krallık‘ta sendikaların canina ot tıkanmı tır. Aynı ot bugün Fransa‘da Sarkozy‘nin iktidara gelmesi ile Fransızların canına da tıkanacaktır. in acı yani Fransız solunun içinde bulundu u kriz sonucunda son 15 yılda kaybetti i üç seçim, sosyal hakların daha da kötüle ece i neo-liberal politikalara yol vermi tir. En son yenilginin ardından Dominique Strauss-Kahn Sosyalist Parti‘yi sosyal demokrat çizgiye çekmeyi amaçladı ını açıklarken, Daniel Cohn-Bandit Fransız Sol ‘unun çok daha temel bir soruyla kar ı kar ıya oldu unu belirtmektedir: "Sol serbest piyasa ekonomisi istiyor mu istemiyor mu?" (Financial Times, 31 Mayis 2007, s.6) Neo-liberal reçeteye göre AB‘de görülen yüksek issizlik ve görece daha dü ük büyüme hızının "ola an üphelileri" bellidir: Esnek olmayan is gücü piyasası, (sendikaların görece gücü), yüksek kamu harcamaları (sosyal devlet: sa lık ve e itim) ve birle ik pazarın, global dünyanın yeni ko ullarına uyum sa layamayan i letmeleri (isçi çıkaramadıkları için birle meler yoluyla yeterince tekelle emeyen). Özellikle i gücü piyasalarında varoldu u iddia edilen katılık, sendikal hareketlerin daha da zayıflatılması sonucunda "esnekle tirilirse"; yüksek kamu açıklarına yol açtı ı iddia edilen sosyal devlet hizmetlerine (e itim ve sa lık gibi) ayrılan kaynaklar azaltılırsa, AB emekçilerinin yarınının pek de güvencede olmayaca ını varsayabiliriz. Bugün Polonyalı emekçi karde ine ucuz isçilik sa ladı ı için dü man gözle bakan Fransız ya da ngiliz emekçilerin, yarın "kültürel" kimli i sınıfsal kimli inin fersah fersah önüne geçmi olan Türk i çi karde ini, post-modernistlerin çok sevdi i deyimle "Öteki" olarak görüp, de il Brüksel, Kapıkule Gümrük kapısından geri püskürtmeyece ini dü ünmek safdillik de ildir de nedir? Dolayısı ile Laçiner‘in "bu toplumlarda ki göreli kitlesel refah halinin ‘sinif bilinci‘ni ve ‘devrimci‘ egilimleri körelltigi" yönündeki yargisinin cok da yersiz olmadı ını dü ünmekteyiz. Di er yandan AB projesinin bir devrimciye "kendisine aktif özne olma imkanı veren her ortama, "ko ulları ne olursa olsun girmesi" fırsatını verip vermedi ini ölçmek için, AB‘ye yeni katılan, ekonomik açıdan bize benzeyen ülkelerin i çi sınıflarının nasıl davrandı ına bakabilme gibi bir lüksümüz de var. Sınıf bilinci özellikle Çevre ve Yarı-Çevre konumundaki ülkelerde, neo-liberal/post-modernist "Öteki" modeliyle uzun zamandır köreltilmektedir. Ço ulcu demokrasi kisvesi altında pompalanan etnik köken ve inanç farklılıkları hızla kemikle mi alt-kimliklere dönü mektedir. Post-modernist kozmopolitanizm günün sonunda demokratik ço ulculu u de il, sınıfsal temellerinden koparılmı bir tüketim toplumunu amaçlamaktadır. Örne in, Türkiye özelinde, üye sayısı ve etki alanı ne kadar sinirli olursa olsun, Hak- gibi bir sendikanın i çi sınıfının bir bölümünü temsil edebildi i bir ülkede, sınıf bilincinin ne noktaya gelmi oldu u/getirildi i açıkça ortadadır. "Mümin" i çi karde imizin, "Mümin patron" ve "daha az Mümin" i çi karde i arasında tercih yapmak durumunda kalırsa, cemaat/ümmet ba lılı ı altında herhalde "Mümin patron"u seçmesi daha olasıdır. Sol strateji anlamında, devrimci dinamiklerin ortada olmadı ı bir durumda, toplumda egemen olan sınıfdı ı hegemonik ili kileri, sınıfsal karakterinin önüne çekmek, zaten çok da ınık bulunan sosyal güçleri merkez kaç kuvvetine tabi tutmak sonucuna yol açacaktır. Sibel Özbudun belirtti i gibi "soyut, yani sınıfsal içeri inden yalıtılmı bir ‘kültürel haklar/kimlikler" u ra ı, AB ve/veya BM muktebasatına uygun olabilir; ancak, sosyalistlerin, ya da genel olarak ça ımızın çı rından çıkmı e itsizlikleriyle sorunları olanların ihtiyatla yakla ması gereken bir manipülasyondan öte bir anlam ta ımamaktadır". (Özbudun, 2005:23) Bu sürecin sonunda "Kürt", "Türk" "Laik", "Müslüman"‘ "Kadın", "E cinsel", "Çevreci" ayrımının her birinin tek ba ına kendi kısıtlı ve aslında "Ötekile tirici" yanının baskın çıkması olasılı ı gözerdi edilemez. Örne in, kendini "Kürt ve Çevreci" veya "Türk Müslüman Kadın" olarak tanımlayan, iki "aidiyet" kimli inin hangi platform/program/ülkü altında bir araya gelip, anti-kapitalist mücadele verece i sorusu, kendini uzaktan yakından "sol" olarak nitelendiren her grup tarafından gerçekçi bir ekilde yanıtlanmalıdır. Oysa daha imdiden Prof. Oran, Amerikan patentli WASP (White Anglo Saxon Protestant) tanımlamasına ko ut LAHASÜMÜT (Laik Hanefi Sünni Müslüman Türk ) tanımını öne sürmektedir (sanki Hanefi Sünni Hıristiyan olabilirmi gibi). Bu tanımlama safsatadan ba ka bir ey de ildir ve kar ı durdukları "Öteki" ayrımcılı ını güçlendirmektedir. Bu yakla ım toplumu sonlu sayıda bir çok eksen etrafında bölme potansiyeline sahiptir. (Bölmekten kastimiz "bölücülük" degildir.) Bize göre Sol‘un "kimlik" sorununun çözümüne yönelik her türlü çözüm önerisi, günün sonunda kitlelerin nesnel sınıfsal konumlarını referans noktası almak zorundadır. Bu hem ulusal ölçekde, hem de entenasyonalist düzlemde böyle olmalıdır. Geni halk kitlelerini ayrı tırıcı de il, ortak çıkarları etrafında birle tirici bir proje ancak devrimci bir karaktere sahip olabilir. Çünkü kar ı taraf her anlamda örgütlüdür: Silahlı güç, medya, ve finans oligopollerin elinde en etkin örgütlenme düzeyine eri mi tir. AB katılım sürecini zorlarken, yanlızca "kimlik" ve "özgürlükler" ekseninde "hemen imdi" bir de i im isteyip, di er yandan bu sürece ko ut giden neo-liberal ekonomi ve sosyal politikalara açık veya zımni destek vermek en basit deyimiyle aymazlıktır. Kürt kimli inin tanınması, dinsel özgürlüklerin (?) geni letilmesi için her türlü baskıyı kuran AB‘nin politika yapıcıları ve AB yanlısı kesimler, nedense aynı duyarlılı ı örne in sendikal ve sosyal haklar; kırsal kesimin korunması, yoksullu un ortadan kaldırılması ve çevre sorunlarının "gerçekten" çözümü yönünde göstermemektedirler. AB‘nin geni lemeden sorumlu komiseri Ohli Rehn‘in, "Ba ta ifade özgürlü ü olmak üzere, Avrupa‘nın talep etti i reformların Kemalistler tarafından kabul edilmesi çok zor" (Zaman, 31/7/2007) ifadesinde bahsi geçen "reformlar" nedense politik kapsamı dar bir "kimlik tanıma" ve ulusal pazarın yerli ve yabancı sermayenin tam kontrolü altına geçmesini hedefleyen "piyasa" yanlısı de i imlere i aret etmektedir. Bu süreç siyasal ve iktisadi egemenli in "Laik Kemalist/Ulusalcı" güçlerden, "post- slamist" olarak tanımladı ı AKP aracılı ıyla dolaylı olarak kendilerine geçmesi sürecidir. Bu hedef onlara uydu u kadar, belli ki Türk "sol"una da uymaktadır: "Türkiye‘de bugün için ‘egemen‘ olan devlet, toplum de il. Yalnızca devletin tarif etti i sınırlar içinde ve aslında hiçbir zaman tam anlamıyla egemen olamamı bu toplumun egemen olmasının yolu devletin egemenliklerini di er devletlerle ve kendi toplumuyla payla aca ı Avrupa Birli i‘nden geçiyor". (Cengiz Aktar, Radikal, 12 Ocak 2005). Bu tekil neoliberal siyasete Avrupa "sol"unun da e lik ediyor olması, durumu daha da içler acısı hale getirmektedir. "Kürt kimli i"ni tanımanın Avrupa‘nın temsil etti i özgürlükçü demokrasinin olmazsa olmaz ko ullarından oldu unu savunan Avrupa "Sol"u, bugün neden aynı duyarlılı ı Türk halkının büyük bir bölümünün içinde bulundu u ekonomik sefaleti bertaraf etmek için göstermiyor? Neden Türkiye‘de daha adil bir gelir payla ımı ve yoksullu un en sefil halinin ortadan kaldırılması yönünde liberal kanada baskı yapmıyor? Ve AB "sol"u neden bir yandan hummalı bir ekilde "Uyum Yasaları" dikte ettirip, bununla e zamanlı ulusal pazarı tam anlamıyla AB sermayesine açarken, IMF ‘ye baskı yapıp, örne in faiz dı ı fazlanın daha makul bir düzeye indirilip, maddi manevi sefalet içinde ya ayan halk kitlelerine kaynak transfer edilmesi için baskı kurmuyor? Bir ihtimal onlarda Ömer Laçiner‘in bahsetti i enternasyonalist stratejinin gere i, öncelikle Türk halkının ‘"içeriden müdahale" imkânını kullanması için liberal kesimle geçici bir uzla maya varmı lardır! Bir uzla ma oldu u kesindir: gücü üzerindeki sosyal güvenlik ve vergi yükünün azaltılmasını i veren açısından isteyenler, i çilik maliyetlerinin Merkez‘dekinden dü ük tutulmasına çalı maktadır. Kamu maliyesinin içine dü ürüldü ü borç sarmalı ise öyle i lemektedir: Servet ve gelir adil bir sekilde vergilendirilemedi i için geni halk kitlelerinin sırtına yüklenen dolaylı vergiler, toplam vergi gelirlerinin %75‘ine ula mı tır. Buradan toplanan verginin çok büyük bölümü önce iç ve dı borç faizi ödenmektedir. Bu yüzden kamu maliyesi ulusal gelirin %6.5‘u kadar "faiz dı ı fazla" vermeye zorlanmı tır. Bu düzende halk vergi gelirlerinin en büyük kısmını dolaylı vergilerle öderken, harcamaların giderek daha az bir kısmı kendisine ayrılmaktadır. Vergilendirme, kapitalist sistemde, öncelikle toplumsal huzurun sa lanması için sosyo-ekonomik gruplar arasında tesis edilen bir yeniden bölü üm mekanizmasıdır. Amacı da yüksek gelir ve servet sahiplerinden a a ıdaki katmanlara gelir transferidir. Turkiye‘de bu gelir transferi tam tersine çalı maktadır. Fakir halk kitlelerinden yüksek gelir ve servet gruplarına do rudan ve dolaylı bir gelir transferi yapılmaktadır. Di er yandan, Avrupa "Sol"unun en duyarlı oldu u konulardan biri olan Çevre konusunda bile iki yüzlü bir yakla ım sergilenmektedir. Çevre koruma kurallarının daha gevsek olmasından dolayı Türkiye yeni rafineri kurmanın en kolay ve daha az maliyetli oldu u bir ülke durumundadır. Cargill‘in mahkeme kararına ra men tarımsal alan üzerinde in a etti i fabrika, ABD ba kanı‘nın "özel ricası" ile halen açık tutulmaktadır. Örnekler uzatılabilir. AB ve yolun sonu Avrupa Birli i tarihsel kapitalizmin yo unla ma zorunlulu unun kaçınılmaz bir sonucudur. Lenin, "Avrupa Birle ik Devletleri sözünün anlamı, bugünkü emperyalist durum içinde, tam olarak de erlendirilmi " derken, bu yo unla ma zorunlulu una i aret etmektedir. (Lenin, 1975:135) II. Dünya Sava ı sonrasında kurulan "yeni düzen", öncelikle Avrupa co rafyasında barı cıl yollardan ortak bir iktisadi ve siyasi alanın yaratılmasını gerektirmi tir. Bu ortak alan, bir yandan kendi içinde kapitalist sistemin barı cıl konsolidasyonunu sa larken, öte yandan, Dünya Sistemleri diliyle söylersek, "Çevre" ülkelerinin sömürüsünden kendine dü en "adil" haraç için di er kapitalist güçlerle rekabet etme ansını vermi tir. Bu sömürü ve haraç düzeni, Çevre ve Merkez arasındaki siyasi ve iktisadi mesafenin korunmasını gerektirmektedir. Ancak bu yolla, dünya nüfusunun %20‘sini barındıran Merkez ülke toplumlarının refahının, geri kalan %80‘nin sefaleti üzerine in a edildi i düzen yeniden üretilebilmektedir; ve ancak bu yolla, Merkez‘deki kapitalizm iç çeli kilerini buzdolabında tutabilmektedir. Türkiye‘nin So uk Sava öncesinde daha çok güvenlik odaklı bir siyasetle Batı‘nın Sovyet etkisine kar ı "uzak karakol"u olması pozisyonunun, bu dönemin son bulması ile yeniden tanımlanması gerekmi tir. Türkiye ‘nin bu "yeni düzen"e eklemlenmesi süreci çok sancılı geçmektedir. Ça lar Keyder‘in belirtti i gibi "dünya sistemi, ülke düzeyndeki sınıf mücadelesinin hangi ba lamda ve hangi kısıtlar içinde sürece ini belirler. Yeni kısıtların ortaya çıktı ı ve dı ardaki geli melerin ülkeye uyarlanmasının gündeme geldi i dünya düzenindeki dönüm noktaları ile ülke içi güçler dengesindeki radikal de i meler birbiriyle çakı ır" (Keyder, 2001:13) Bugün içinden geçti imiz süreç, bu de i imin do um sancılarıdır. "Yeni düzen"in Türkiye‘ye biçti i rol, bu kez Merkez ile Çevre arasında bir "buffer zone" olma durumudur. "Uzak karakol"dan "buffer zone"a geçi sürecinde, yine tarihde oldu u gibi (Tanzimat, 1945-1950, 1971-1980) ülke içi siyasi ve iktisadi dengelerin de i mesi gerekmektedir. Bu "denge de i imleri" uzun dönemli bir analitik çerçeveye oturtulmadan anla ılamaz. Bu ba lamda 20. yüzyıl Türkiye siyasi ve iktisadi tarihi, ancak kapitalizmin küresel yayılma tarihi ile yan yana ve iç içe okundu unda anlam kazanmaktadır. Biz olayları bu çerçeve içinde yeniden okumak istiyoruz. Cumhuriyetin kurucu ideolojisinin "Sovyet komünizmine" kar ı 1930‘ların ba ından itibaren koydu u tavır, II. Dünya sava ı sonrasında Batı blokuna katılmasını siyaseten kolayla tırmı tır (Küçük, 2003). 1945 sonrası Batı kapitalizminden yana tavır koyan siyasi kadrolar (Ordu‘nun kurmay kadrosu buna dahildir), zaman içinde kendi aralarında bölünmelere u rasa da genel çizgileri itibariyle bu ittifaka vazgeçilemez gözüyle bakmı lardır. Kapitalizmin 1968-1973 arasında dünya ölçe inde içinde bulundu u kriz, Türkiye‘de "sosyal uyanı ın ekonomik geli meyi a ması" ile çakı mı tır. Bir çok Çevre ülkesinde de "sosyal uyanı ın" bastırılması ancak bir dizi ABD destekli fa ist darbe ile mümkün olabilmi tir: Türkiye 1971-1973 ve 1980-1983 (kesintili); 1973-1990 (kesintisiz) ili; 1976-1983 (kesintisiz) Arjantin; 1977-1988 Pakistan (kesintisiz); 1965-1984 Brezilya (kesintisiz), Uruguay 1973-1985 (kesintisiz). Liste daha da uzundur, ancak burada 1970-1985 arasına dıkkat çekmek istiyoruz. Hemen hemen aynı zaman diliminde "komünist uyanı a" kar ı yapldı ı iddia edilen darbeler ile, bu ülkelerde neo-liberal iktisadi politikların uygulanması için gereken ortam hazırlanmı tır. Örne in Türkiye‘de bu süreç "24 Ocak 1980 Kararları" ile ba lamı ve ancak 12 Elül 1980 darbesinin sa ladı ı "dikensiz gül bahçesinde" uygulanabilme ansı bulmu tur. Pinochet‘in "dikensiz gül bahçesinin" meyvelerini bugün ili‘li sosyal demokratlar yemektedir. Dünün fa ist yönetimler altında inleyen ülkeleri bugünün "geli mekte olan piyasaları"dır. Hemen hepsinde i çi sınıfı tamamen olmasa da büyük ölüde uluslararası sermaye ve onun yerli ta eronlarına biat etme durumunda bırakılmı tır. 19701985 arası "dikensiz gül bahçesine" dönü türülen bu ülkeler, 1990 sonrasında "Washington Consensus" olarak adlandırılan "piyasa köktenci" politikalar uygulanmaya zorlanmı lardır. Çok direnenler Türkiye 2001 örne inde oldu u gibi "piyasalar" tarafından cezalandırılmı tır. (1994 Meksika ve 2002 Arjantin krizleri de aynı nitelikdedir) Bu cezalandırılma sonrasında bu ülkelerin ulusal pazaları ve kamuya ait tekelleri/oligopolleri büyük ölçüde yabancı sermaye ve onların ta eronu yerli büyük sermaye arasında payla ılmı tır. AB projesi yine Türkiye özelinde öncelikle bu payla ımın hızlandırılması/tamamlanması sürecidir. Türkiye, 1996 yılında imzalanan Gümrük Birli i anla masıyla, yakla ık bir 150 yıl süren (1839-1996) Çevre konumundan, Yarı-Çevre konumuna geçmi tir. Bu anlamda Merkel‘in istedi i " mtiyazlı Üyelik" veya Sarkozy‘nin yeni ortaya attı ı "Akdeniz Birli i" benzeri yapılar, Türkiye‘nin Yarı Çevre konumunun sürekli kılınmasına yönelik politikalardır. Türkiye‘nin bu konumda tutulması ise, AB kapitalizmi için ya amsal öneme sahiptir. Buna benzer bir durum Meksika ve ABD arasında NAFTA ile tesis edilmi tir. çinde bulundu umuz Gümrük Birli i ve NAFTA benzeri yapılar, malların ve sermayenin serbest dola ımı, i gücünün ise bulundukları co rafyaya hapis edilmesi üzerine kurulmu tur.Örne in, Bush yönetiminin bugünlerde geçirmeye çalı tı ı yeni göçmen yasası öncelikle Meksikalı i çileri hedef almaktadır. Merkel hükümeti ise Alman sosyal demokratların da deste iyle, çok sert bir Göçmen Yasası geçirmi tir. sterseniz konuyu hızla toparlayalım. ktisadi alanın öncelikle yerli sermaye lehine yeniden düzenlenmesini ve aynı zamanda ulsual pazarın gelecekte yabancı sermayeye tam açılmasını hedefleyen yapısal dönü ümler (1980 sonrası) çe itli nedenlerden dolayı 2000 yılı sonunda çıkmaza girmi tir. Gümrük Birli ine önce direnen yerli büyük sermaye, bu sürecin geri döndürülemiyece ini anlamı ve ulusal pazarın yabancı sermaye ile birlikte tamamen payla ılmasına boyun e mi tir. 2001 krizi Türkiye tarihnin en geni kapsamlı sermaye transferlerine sahne olmu tur. Bir yandan kamu sermayesi ve iktisadi alanı yerli/yabancı sermayeye devredilirken, di er yandan 1980 sonrası izlenen iktisadi politikalın sonucunda yozla an/tırılan bürokrasi ile kirli ili kiler a ına girmi olan yerli özel sermayenin bir bölümü yine bu gruplar arasında üle tirilmi itir. 1990-2001 arası bu güçlerin, politikacılar ve sermayenin bir bölümüyle kirli ili kiler içine girmesi sistemi bir me ruiyet ve i lerlik krinize sokmu tur. Yerli sermaye 1996 sonrasında yabancı sermaye ile bütünle me sürecine girdi inden artık ulsual pazarın kendileri lehine korunmasına ihtiyaçları kalmamı tır. 19902001 arası dönemde, bu güçler artık kendielrine ayak ba ı olmaya ba lamı lardır. Sıkça "Özal devriminin" sonuçlandırlamadı ından yakınılmaktadır. te AB süreci tam bu sırada ısıtılarak toplumun önüne yendien konmu tur. Yeme in servisini yapacak yeni kadroda hazırdır artık. Bu kadro, AB tarafından istenilen Yarı Çevre konumunu ve ABD tarafından empoze edilen "client state" görevini ancak bir ko ulla kabul etmi tir: ülkenin laik düzenini kökünden de i tirmek. AKPin iktidara getirilmesini, hem ulusal pazarın nihai payla ımının tamamlanması, hem de ABD‘nin Ortado u‘da giri ece i yeni maceralara ses çıkarmayacak bir "client state"in olu turulması yönünde atılmı bir adım olarak de erendirmekteyiz. Me ruiyetini "demokratik" yollardan seçilmi bir siyasi olu umun iktidarı ile maskeleyen bu güçlere içeriden de "yeni nesil solcu"/neo-liberal ittifak destek olmaktadır. Bu ittifak etrafında birle en yerli ve yabancı güçler, AB‘ye katılımın tam anlamıyla "ham bir hayal" oldu unu bilmekle birlikte, bu süreci ulusal egemenli in kendi aralarında payla ılmasının pratik bir yöntemi olarak kullanmaktadırlar. "Post- slamist" güçler bu sürece, laik-cumhuriyetçilelre "yüzyıllık" hesaplarını görmek amacıyla; yerli sermaye kamu sermayesinin payla ılması ve sahip oldukları varlıkların de erlenmesi/yüksek fiyattan satılabilmesi amacıyla; "yeni nesil solcu"lar 1971-1980 döneminde "zinde güçler"in askeri kanadı tarafından "aldatılmalarının" intikamını almak için; emperyalist/globalist güçler ulusal pazarın sömürülmesi amacıyla; ve nihayetinde neo-liberal aydınlar ise tamamen "belkemiksizlikleri"den dolayı destek vermektedirler. Bunlara kar ı çıkma potansiyeline sahip olan sivil güçler ise tarifsiz bir da ınıklık ve a kınlık içinde paralize olmu lardır. nsana ait her de er acımasızca meta tırılırken, toplum "cıvık" bir kültürel yozla maya tabi kılınmaktadır. Bu ko ullar altında hamurunda zaten tutuculuk olan geni halk kesimleri daha da içine kapanma ve tutucula ma e ilimine girmi tir. Siyasi slam bir yandan bu yozla maya yolaçan sürece katkıda bulunurken, di er yandan bu "tehlikeye" kar ı toplumu koruma misyonu üstlenmektedir. Ulusalcı-laik güçler (Ordu-Yüksek Yargı-Akademik ve Sivil Bürokrasinin bir bölümü) ise sosyalist bir karakter ta ımadı ından, "do ru te hise yanlı tedavi" önermek durumunda kalmaktadırlar. Bu güçler sosyalist bir karakter kazanmadı ı sürece, emperyalizme ve onun dayatmalarına uzun vadede direnmeleri çok zordur. Laik bürokrasi ve Ordu Cumhuriyet‘in ilk yıllarından bu yana zaten "Batıcı" polikaları desteklemektedir. 1971-1980 arasında oldu u gibi, yeri geldi inde demir yumru unu yerli sermaye lehine kullanmaktan da çekinmemi tir. Ancak sermayenin onlardan bekledi i, yeri geldi inde kavgaya taraf olup kar ı tarafı "iyice bir benzetmesidir". Bu güçlerin ellerinde tuttukları iktisadi ve askeri araçlara dayanarak "ba ımsız " politikalar izlemesi asla kabul edilmemi tir. 2002-2007 arasında laik güçlerin iktisadi temelleri darmada ın edilmi tir. Bürokrasi tamamen kapitalist güçlerin emrine girmi tir. Askerlerin stratejik olarak nitelendirip özelle tirmesine kar ı çıktıkları ileti im, enerji ve ula tırma sekörlerinde özelle tirme büyük ölçüde tamamlanmı tır. Danı tay gibi özelle tirmeye engel görülen kurumlar da bu dalgaya direnmekten vazgeçmi görünmektedir. Bizce bu durumda AKP‘ye olan gereksinim önemli ölçüde azalmı tır. Orta vadede, Merkez‘in - özellikle ABD‘nin- Türk Ordusuna ve onun etrafında kümelenen laik güçlere hem "siyasi slam" hem de "Kürt ayrılıkçılı ı" konularında e zamanlı bir baskı uygulamasının çok zor oldu unu dü ünmekteyiz. Kar ılıklı ödünlerin verilmesi gerekecektir. Bu ödünlerin içeri i ve zamanlaması özellikle Abd‘nin Irak‘da içine dü tü ü çıkmazın hangi yönde ilerleyece i ile yakından ba lantılıdır. E er ABD kendi kamuoyunun baskısı ile Irakdan "erken" ve istemedi i ko ullarda ayrılmak zorunda kalırsa, ran‘a kar ı uzun vadede Türk Ordusu, "Kürt Ordusundan" daha güvenilir bir müttefik olacaktır. Böyle bir ittifak stratejik olarak tekrar "anti- slamcılık" etrafında kurulabilir. Kürtlerse büyük olasılıkla Kuzey Irak‘ta yarı-ba ımsız" bir statüde "yedek güç" olarak tutulacakdır. Kuzey Irak Kürt yönetiminin, ABD baskısıyla, Türk Ordusuna Türkiye Kürtlerini kı kırtmama yönünde verece i söz ve buna ba lı uygulayaca ı somut politikalar, ABD‘nin yoklu unda Kürt bölgesi ile uzun, ancak geçici bir barı sa layabilir. AB ise, Transatlantik ittifakı devam etti i sürece, bu oyunun en etkisiz elemanı olarak kalmaya mahkümdur. Bu senaryo do al olarak Türk Ordusunun ba ımsız ve ulusalcı politikalar izlememesi ve emperyalizmin Orta Do u‘daki oyun planına tamamen ve aktif olarak katılıp katılmamasına ba lıdır. Bugün herkesin gözü önünde cereyan eden amansız mücadele bunun içindir. Bu mücadelenin sonucunu hep beraber ya ayıp görece iz. Son Söz Cengiz Çandar, 16 Haziran 2007 tarihli Referans‘da yayınlanan " imdi Baskı zamanı" ba lıklı kö e yazısında, Prof. Baskın Oran‘nın sosyalist geçmi ini öyle tanıtmaktadır: "Türkiye‘de sol gençlik hareketinin 1960‘ların ikinci yarısında en önemli ‘dü ünsel merkezi‘ sayılan Sosyalist Fikir Kulübü‘nün bir toplantısında, ‘teoriye en hakim, en iyi bilen‘ ya da di erlerinin öyle zannetti i üç ki iye ö rencileri ‘sosyalizme kazanmak‘ amacıyla bültenler, bro ürler hazırlamak görevi verilen bir komite kurdurulmu tu. Bu üç ki i, Baskın Oran, sonraları Dünya Bankası‘nda önemli görevler üstlenen Kutlay Ebiri ve bendenizden olu uyordu." Türk Solu‘nun neden "adam olamadı ının" ve Sol aydınların içine dü tü ü ideolojik kimlik bunalımının tarihsel kökenlerini imdi daha iyi anlayabiliyoruz. Bir zamanların "inanmı " sosyalistleri, bugün Bilderberg toplantılarının "yıldızları" haline tesadüf eseri gelmemi lerdir. Bu ba lamda Prof. Küçük‘ün "dönekler daha ortodoks olurlar" önermesi "tam olarak de erlendirilmi tir." Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Ahmet Altan, Murat Belge, Ahmet nsel, Fuat Keyman ve "yeni yetme" Radikal yazarlarını bir araya getiren siyasi olu umu ancak Türkiye gibi "kafası karı tırılmı " bir toplumda "Sol" olarak yutturabilirsiniz. Biz Prof. Oran‘ı tam da bu noktada ele tirmekteyiz. Siyaseten kendisini "pazarladı ı" kitlelerin, Prof. Oran‘ın ve arkada grubunun "gerçek" siyasi e ilimlerini bilmek haklarıdır. Kendi siyasi fantezilerine göre formüle ettikleri "yeni Sol tahayyül" dü ünce kirlili ine yol açtı ı gibi, gerçek sorunların üzerine gidebilecek "samimi" sol olu umların da önünü kesmektedir. Üzerinde ittifak kurdukalrı siyasi zemin öylesine zayıf temeller üzerine kurulmu tur ki, Prof. Oran kendi seçim bölgesinde ba ımsız Kürt adaya kar ı, kendisinin Kürt haklarını Meclis‘de "daha iyi" savunabilece i tezini i lemek durumunda kalmaktadır. Traji-komik bir durumdur. Siyaseten "liberal demokratik" idealleri savunmanın bizce hiç bir sakıncası yoktur. Meclis‘de yeralan milletvekilleinin "kriminal" profillerine ve sosyal davranı kalıplarına bakarsak, Prof. Oran veya ona benzer siyasetçilerin temsili demokrasinin düzeyini oldukça yükseltece ine inanmaktayız. Ancak o kadar. Milletvekili olarak saygı duyabilece imiz Prof. Oran‘a bir aydın olarak aynı saygıyı göstermekde zorlanıyoruz. Geçmi inde "sosyalist" izler bulunan onurlu bir aydının, Türk halkının " a ıla tırılmasına" katkıda bulunması kabul edilemez. Bu halk zaten son iki yüzyıldır "paranoyak izofreni" içinde kıvranmaktadır. Bu durum onların suçu da de ildir üstelik. Türk toplumunun içinde bulundu u " izofrenik" durumun tarihsel kökenini Gramsci‘nin " slam‘ın en trajik sorununun yüzyıllar boyu süren izolasyon ve koku mu feodal bir rejim altında uyu mu bir toplumun, hali hazırda çürüme evresine girmi çılgın bir uygarlıkla aniden karsıla ması oldu u" tezinde bulabiliriz. (Gramsci, 1975:333) Bu trajik sorunu, hiç bir ahlaki ve insani kaygı ta ımadan daha da derinle tiren "Yeni nesil solcu" aydınlara sempati beslememiz söz konusu olamaz. "Yeni nesil Sol" aydınların hararetle girmek istedi i blo un (AB) tarihsel olarak dünya ölçe inde tesis etti i sömürü düzeninin bir parçası olmayı kabul etmek ve "trene son yolcu olarak binmeye" can atmak "sol" bir tahayyül de ildir. "Öyleymi " gibi davranmak da ahlaki de ildir. Sol duru son tahlilde ahlaki bir duru tur ve her ahlaki duru gibi iki yüzlü olmamak durumundadır. Ercan Uysal (Londra, Haziran 2007) Kaynaklar: Gramsci, A. 1975: Prison Notes. Vol.1, New York: Columbia University Press Laclau, E., and Mouffe, C. 2001: Hegemony and Socialist Strategy. 2nd ed., London: Verso nsel, Ahmet 1996: Düzen ve Kalkınma Kıskacında Türkiye. stanbul: Ayrıntı Yayınları Cunnigham, F. 1987: Democratic Theory and Socialism, Cambridge: Cambridge University Press Aktar, Cengiz 1985: Türkiye‘nin Batilila tirilmasi. stanbul: Ayrıntı Yayınları Hardt, M., Negri, A. 2000: Empire, Cambridge, MA: Harvard University Press Lenin, V.I. 1975: Emperyalizm: Kapitalizmin En Yuksek A aması. stanbul: Sol Yayınları Wallerstein, I. 1995: After Liberalism. New York: The New Press 1991: Unthinking Social Science. Cambridge: Polity Press 2000: The Essential Wallerstein, New York: The New Press Keyder, Ça lar 2001: Türkiye‘de Devlet ve Sınıflar. stanbul: leti im Yayınları Küçük, Yalçın 2003: Türkiye Üzerine Tezler, Cilt 2., stanbul: Tekin Yayınevi Özbudun, Sibel 2004: Bilinç ve Eylem, Sayı:2