m - Tire Belediyesi İbn
Transkript
m - Tire Belediyesi İbn
TARİHTE PEYZAJ A N L A Y I Ş I Gönül Aslanoğlu Mimar, (ODTÜ) ODTÜ Öğretim Üyesi ESKİ YUNAN PEYZAJ ANLAYİŞİ Eski Yunanlıların «Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur» fikrine inançları sportif hareketle haşır neşir olmalarını sağlamış ve denilebilir ki, günümüze dek süregelen bazı spor türlerinin de temeli olmuştur. İnsan görünüş ve niteliği verdikleri tanrıları bile hemen daima spor dallarında başarı gösteren üstün varlıklardı. Bir Yunanlının yaşantısının diğer önemli yanı da fikrî çalışmalardı. Kamu sorunlarıyla yakından ilgilenmek her Atina'lının göreviydi. Sportif hareketlere atletik saha sahne olurken, kamu sorunlarının tartışılıp karara bağlandığı yer de genellikle «agora» daki yarı açık galerilerdi. Doğrusu bir Atinalı erkeğin yaşantısı daha çok dışarıda geçerdi. Kamu sorunlarıyla uğraşmadığı sürede fiziksel ve entellektüel egzersizin birlikte yürütülebileceği «Gymnasium» da bulunurdu. Gymnasiumda spor yapmak için geniş alanlar, altında düşünüye dalıp yürünebilecek ağaç dizileri, oturma yerleri olan teraslar ve bunların yanısıra hamamlar, oyunların yapılacağı ve konferansların verileceği kapalı mekânlar yer alırdı. Böylece «gymnasium» bir Atina'lının aynı zamanda felsefe, geometri veya ilgilendiği diğer herhangi bir konuda eğitilebileceği başlıbaşına bir çevre idi. Atina kenti duvarlarının dışında «Akademi», «Lyceum» ve «Cynosarges» adlarıyla üç «gymnasia» vardı. M.Ö. IV. yüzyılda Sokrat'ın talebesi Platon Akademi'de ders veriyordu. Sokrat'ın dinsizlik ithamıyla öldürülmesi üzerine gittiği Sicilya'dan dönüp M.Ö. 387 de Akademideki ekolünü kurmuştu. Daha sonra Atina'daki kendi evinin bahçesinde ekolünü devam ettirdi. Louis Kahn der ki : «Ekol, bir «master» in duyuşlarını bir ağaç altında bir gruba anlatmasıyla doğdu.» Sokrat böyle anlayabilen bir gruba duyuşlarını iletmişti; talebesi Platon başkalarına anlattı ve böylece dokuz yüz yıl süregelen Platonik Ekol kuruldu. Yunan doğa sevgisinin diğer bir yanını da dinleri veriyordu. İnsan görünüşü verdikleri tanrıları doğal olaylarla ilgiliydiler: Zeus Olimpus dağının kudretli tanrısı, Poseidon denizlerin tanrısıydı; diğer bütün tanrıların doğanın bu veya şu formuyla ilişkileri vardı. Dağlarda, tepelerde, göklerde, ummanlarda yaşar, nehirlerde yıkanır, ormanlarda avlanır, kızdırılınca yeryüzüne âfetler, yıldırımlar yollarlardı. Pınarlar ve koruluklar çok zaman tanrılara adanmıştı. Tapınaklar, bir kısmı bahçe, bir kısmı av korusu olarak düzenlenmiş geniş bir alanla çevrilirdi. Funda ve ağaçlarla, ve suyun çeşitli kullanışlarıyla bezenen bu geniş alan evrenin dört bucağını göstermek için dörde bölünürdü. Bu aksiyal bölünüşte Büyük İskender'in ordularının İran seferi sırasında gördükleri doğu bahçelerinin etkisi vardı. Böylece, M.Ö. IV. Yüzyıldan sonra saf Yunan doğa anlayış ve sevgisinin yeni bir yön aldığı görülüyor. Mezopotamya, Mısır, Hint yarımadası gibi Orta Doğu ülkelerinin İskender ordularınca fethi böylesine yön değişimine yol açtı. Tunanlılar kendi doğa sevgilerini yayarlarken, bir yandan da doğu anlayışındaki bahçe düzeninin etkisinde kalıp onu benimsediler. İskender, büyü için türlü otlarla ilgilenen annesinin etkisiyle, asker yaradılışıyla zor bağdaşan bir botanik merakı edinmişti. Gene herhalde annesinin etkisiyle, onu Doğudayken doğulu bir yönetici gibi yaşamağa iten, Doğulu esirlerini Makedonyalı kumandan ve askerleriyle bir tutmağa zorlayan romantik bir yönü de vardı. Orduları yıllar sonra Yunanistan'a döndüklerinde botaniğe geniş ilgi uyandıran Doğunun egzotik bitkilerini, otlarını getirdiler. İlk botanik bahçesinin kuruluşu bunun sonucunda oldu. En tanınmış botanik bahçesi Atina Lyceum'undakiydi. Bu bahçede egzotik Doğu bitkilerinin yanında, hepimizin bildiği, gül, menekşe, gladyoli, gelincik, nergis, gibi çiçekler de yetiştiriliyordu. Doğu seferinin daha önemli bir etkisi zengin süs bahçelerine belirgin bir sevgi ve alışkanlık doğurması oldu. Etki kaynakları İran bahçeleri ve asma Babil bahçeleriydi. İnsan uğraşısı ölçeğindeki bu doğa anlayışı başlangıçtaki disiplinlerin çözüldüğü ve lüksün benimsendiği Hellenik devirde hızını almış bulunuyordu . Yunan bahçesi hâlâ küçük tapınaklarını; grotto ve nimfeum gibi su oyunlarını muhafaza ediyordu ama şimdi bu elemanlar dinsel niteliklerini kaybetmiş artistik ve sosyal nitelikler edinmişlerdi. Artık Helen süs bahçesinin mimarî tanımı için başvurulan vasıtalardan başka birşey değildiler. İşte bu sırada, dışarıyı içeriye getirmek gayesiyle mimarî yapıtların içinde «topia» adı verilen ve doğayı canlandıran resim ve röliyefler önem kazanmağa başladı. Yunanlılar şimdi açıkça konfora ve lükse alışmışlardı ve böyle bir yaşantı onları eski Yunanlının bilgi ve sağlık için gününün 3/4 ünü dışarıda geçirme isteğinin aksine, içeriye çekiyordu. Helen süs bahçeleri Anadolu, Suriye ve Mısır'daki doğulu prototipleriyle ölçü ve kullanış lüksü yönünden yarışabilir duruma gelmişlerdi. Hattâ İskenderiye'deki Ptolemilerin bahçeleri o zamana kadar erişilememiş bir lükse kavuşmuştur. Şölen salonlarının duvarları «topia» nakşedilmiş örtülerle kaplanıyor, balkonlar hoş kokular neşreden çiçek ve fundalarla bezeniyor, havuzlar ve fıskiyeler su kuvvetini «organ» la müzik yapacak veya müzik âleti çalan tanrı ve nimî heykellerini harekete geçirecek kadar mekanik şaheserler haline gelmiş bulunuyorlardı. Dinsel kaynaklı Yunan bahçeleri Helenik devirde böylesine bir düzleme ulaşmışlardı. Doğunun aşırı lüks düşkünlüğüyle Helenik bahçe anlayışı daha sonra Roma tarafından benimsendi; 14 ve 15 ci Yüzyıllardaki canlanmasıyla günümüze dek Batı evrenindeki «formal bahçe» anlayışını etkiledi. Öyle ki her formal bahçe düzeninde Yunan anlayışının izleri vardır. ESKİ ROMA PEYZAJ ANLAYIŞI Romalılar Yunan fethiyle onların kültürel mirasçısı da oldular. Onlar da doğayı tanrıların evi olarak görmüş ve kutsallaşmışlardı. Örneğin Roma kentinin kurulduğu yeditepe tanrıların yaşadığı kutsal yerlerdi. Tepelerdeki köysel yerleşmelerin birleşimiyle aralarındaki vadilerde daha sonra fora şekline gelen, dinsel merkezler oluştu. Öte yandan, Romalılar Yunan doğa anlayışının dünyevî yönünü, yani süs bahçelerine düşkünlüğü de benimsediler. Bunda örnekleri Helen süs bahçeleriydi. Örneğin Pompei bahçelerinde Helen bahçe anlayışının yakın etkisi görüldü. Pompei'nin niteliği göz önüne alınırsa ev ve bahçesinin İtalya için tipik olduğu söylenmez. Gene de Pompei ev bahçesi minyatür ölçekte ileride gelişecek Roma villâ bahçelerinin özelliklerini toplar. En yaygın Pompei evi «atrium» denilen avlunun etrafında gelişen evdi. Evin önemli odaları atriuma açılır ve ışığını ondan alırdı. Atriumum ortasında çatıdan inen yağmur suyunun ve avlu tabanında biriken suyun akıp toplandığı küçük bir havuz bulunurdu. Girişin karşısında «tablinum» denilen ve aile kayıtlarının saklandığı önemli mekân yer alırdı. Yeri zengin mozaiklerle, duvarları da fresklerle süslüydü. Bu mekânın bir yanında «triclinium» denilen yemek salonu, öbür yanında da mücevherlerin konulduğu bir odacık bulunur- Ana yaşama salonu bir yanda bahçeye, diğer yanda da Peristile bakar, böylece ikisi arasında gerek fiziksel, gerek de görüş yönünden bir bağ sağlardı. iç mekânla dış mekânın bağdaşımı fikri salonun duvarlarını kaplayan ve «trompe l'oeil» denilen bahçe resimleriyle daha da kuvvetlendiriiirdi. Ev ve bahçenin bağdaşımı ve aksiyal planlama fikirleri daha sonraki Roma bahçelerini de etkiledi. Dış mekân düzenlemesinin daha büyük ölçüde uygulanması şehir dışı villâ bahçelerinde olmuştur. Özellikle Roma Kampanyası zenginlerin villâları için seçtikleri bir yerdi. Başlangıçta Kampanya'daki evler seyrek ve basit çiftlik evleriyken M.S. 1 ci Yüzyılın birinci yarısından sonra bunların sayısı hem arttı, hem de genişlik kazandılar. Bu arada Yunan düşünüşü benimsenirken, entellektüel yaşamın dış mekânlarla ilişkisi belirlemiş ve kent dışı villâ bahçelerinin önemini ortaya koymuştur. Ayrıca Roma'nın politik gücünün kesinleşmesi de bu gelişmeye yardımcı olmuştur. Öyle ki M.S. 3 cü Yüzyılda villâlar evi çekip çeviren işçilerinin sayısı bir köy halkınınki kadar olabilen geniş ve karmaşık yapıtlar şekline gelmişlerdi. Artık yalnızca yazlık ev olmaktan çıkmış çevre köylülerinin bağlandıkları feodal kır kâşaneleri olmuşlardı. Geç Cumhuriyet ve erken İmparatorluk devirlerinde Helen ve Doğu lüksünün girmesiyle Roma villâ ve bahçesi gelişimini tamamladı. M.Ö. 60 yıllarında Batı Anadolu kıyılarında uzun yıllar yaşamış olan Lucullus adlı zengin bir Romalı, inşa ettirdiği çok sayıda villâlarıyla, villâ yapımında önderlik etmiştir. Villâ yerleşiminin önemi Lucullus'un örnekleriyle özellikle belirlendi. Melteme açık, iyi bir görünüme hâkim ve güney-doğuya dönük bir yerleşim idealdi. Bu özellikleri olan Roma kenti içi ve dışındaki tepeler villâlarla donandı. Arazi teraslanır, her terasa birbirine paralel uzanan ve birbirinden öbürüne geçilen portikolar yapılırdı. Helen bahçelerindeki gibi çok sayıda havuzlar ve heykeller süs bahçesinin önemli elemanlarıydı. Villânın, süs bahçesinin yanında «hortus» denilen sebze bahçesi, meyva ağaçlığı, balık havuzlan ve «leoparium» denilen avda veya sofrada kullanılmak üzere hayvanların beslendiği ağılı da vardı. Böylece villâ, halkına gerekeni sağlayacak, kendine yetecek nitelikteydi. Yunanlılar gibi yüksek düzlemde düşünülerin bahçeyle ilişkisine inanan Romalı düşünürlerin de yaşantısının büyük kısmı villâlarının bahçesinde geçerdi. Her düşünürün bir değil, İtalya'nın çeşitli yerlerinde, her mevsimi birinde geçirdiği birkaç villâsı olurdu. I—L i; i r« T^ T r M Mİf"' ı 11 | m-lr^k^hsa » f b * «ı iı * 4 K JLC" «ÜTJ ^r t». « . i l *J JC Üstte Ortada Altta : Pompei'de : Pompei'de : Neron'un Faun'un Cerrah'ın Altın ilfi^ vArıj • J j rAl I V^M ı ^ İO 40 30 evi. evi. evi. du. Bu odalar bir kolonada açılırdı. Yunan etkisinin henüz girmediği erken pompei evleri kolonatla son bulur, küçük çiçek tarhları veya saksılarla çevrili havuzuyla kolonat evin dış mekânı görevini alırdı Yunan etkisiyle kolonat bir dikdörtgenin etrafını çevirerek «peristil» şeklini aldı ve ortadaki mekân bahçe olarak kullanılmağa başlandı. Odalar kolonat boyunca gerekli olduğu şekilde dizilirdi. Daha geniş tip Pompei evinde bir de ayrıca «xystus» denilen bahçe bulunurdu. Bahçe aksiyal ve simetrik düzenlenilirdi. Boyunca uzanan su yolu simetriyi pekleştirirdi. Su yolu üzerinde çeşmeler, fıskiyeli havuzlar yer alırdı. Yunan tipi heykeller de önemli bir bahçe elemanıydı. Bahçe, genellikle çiçekleri, mozaik döşemeleriyle renkli bir mekândı. Örneğin orta halli sayılabilecek Çiçero'nun bile altı villâsı vardı. Gene Horace'ın Tivoli çevresinde Licenza'da Sabine Çiftliği denilen bir villâsı vardı. Gayet basit olan evin tek lüksü, alanı 2700 m2 yi bulan bahçesiydi. Horace bahçe teraslarındaki portikolarda dolaşarak düşünmekten hoşlanırdı. Diğer bir Romalı düşünür Pliny'nin (Genç) de İtalya'nın çeşitli yerlerinde villâ sahibi olduğu biliniyor. Yalnızca Como Gölü çevresinde üç-dört villâsı vardı. Pliny'nin arkadaşlarına yazdığı mektuplardan bu villâlardaki yaşantısını izleyebiliyoruz. Fuscus Salinator'a yazdığı mektupta şöyle diyor : «Güneşin doğusuyla uyanıyorum. Sekreterime düşüncelerimi dikte ettiriyorum. 3-4 saat sonra terasa veya örtülü (arkad) a çıkıp düşüncelerimi formüle ediyorum. Sonra arabayla gezintiye çıkıyorum. Dönüşte kısa bir uykudan sonra bir Yunan veya Latin hitabesi okuyorum. Tekrar yürüyüp, biraz egzersiz de yaptıktan sonra hamamda yıkanıyorum. Eğer yalnız karımla veya birkaç yakın arkadaşla yiyorsam yemek sırasında bir kitap okuyorum ve sonra ya bir komedi, veya biraz müzik dinliyoruz. İçlerinde çok iyi tahsil görmüş kişilerin bulunduğu ailemin fertleriyle yürüyüşe çıkıyoruz. Böylece ilginç konuşmalarla akşam uzayıp gidiyor » Halktan biri villâsında böyle bir yaşantı sürdürürse, yönetici sarayının nasıl şaşaalı olacağı açıktır. Jül Sezar'ın ölümünden sonra Roma halkına bağışladığı ve Tiber Nehri boyunca uzanan geniş bahçeleri olduğu bilinir. Bu bahçeler tarihte ilk halk için park olarak kabul edilir. Daha önce Pompei'nin M.Ö. 60-55 de resim ve heykel sergi evleriyle birleştirilmiş, içinde fıskiyeli havuzların, lüks mağazaların, heykellerin bulunduğu ve değerli mermerden 260 sütunla çevrelenmiş halka açık bahçeler yaptırdığı da biliniyor. Yani Romalı yöneticilerin yepsaj düzenleme projeleri büyük ölçüde oluyordu. Yalnız Augustus'un (M.Ö. 30 — M.S. 14) Monte Palatium'daki karısının adını taşıyan Livia'nın Evi'nde büyük sadelik görülür. Augustus'un lükse karşıtlığından ,evin bahçesi bile yoktu. Augustus'un aynı sebeple torunu Julia'nın yaptırdığı şaşaalı evi de yıktırdığı söylenir. Ondan sonra başa geçen Tiberius sarayını aynı tepenin kuzey-güney köşesine yaptırdı. Daha sonraki yöneticilerin de saraylarını aynı tepeye yaptırmalarıyla tüm tepe labirentvarî bir saray şeklini aldı. İnşa alanını artırmak için tepenin üst düzlemi tuğla ve beton istinat duvarlarıyla genişletildi. Tepe «imparatorluk tepesi» diye anılmağa başlandı. «Palas» adı Monte Palatium'dan dile geçti. Domus Augusti'yle başladığı için bu saray kompleksine genellikle Augustan Sarayı denildi. Augustus'un basit yaşantısı sonraki yöneticilerde büsbütün görünmez oldu. Örneğin Neron'un (M.S. 41-54) Altın Evi adına uygun bir zenginlik gösterir, M.S. 64'teki Roma yangınında sarayının bir kısmı yok olunca Neron yangında açılan geniş bir araziyi de içine alan yeni bir saray yaptırmağa karar verdi. Hattâ Neron'un inanılmaz heykeli yer alıyordu. Üstte : A. Giriş B. Pliny'nin Laurentum'daki holü C. İç evi. M. Avlu hol Ana ev binası uzunluğuna gelişme gösteriyordu. Kubbeli tepesiyle, geri düzlemdeki kırla ve önündeki gölle şahane bir görünüşü olduğu anlaşılıyor. Ana mekânlar hemen beliriyor; örneğin, şölen salonu, kütüphane, iki hamam. Şölen salonu sekizgeni ve üzeri bir kubbeyle örtülüydü. Kubbe gece gündüz güneşin hareketine uygun olarak dönerdi. Salonun arka duvarında bir su kaskadı vardı. İç duvarlarda altın ve öbür kıymetli taşlarla ve fildişiyle kakmalar görülüyordu. Tavandaki bazı panellerin kaymasıyla şölen konuklarının üzerine gül yaprakları serpilirdi. Antre N. Banyo odaları 0. Isıtılmış yüzme D. Şölen salonu P. Spor alam E. Yatak odası Q. Özel daire F. Yatak odası R. Yemek Gymnasium S. Bahçe Odalar G. H. Yatak odası T. I. Yatak odası U. Mutfak J. Esir K. Yatak L. Yemek odaları W. X. odası : Diocletian'ın bahçesi Spalato'daki arkad Teras Özel Y-Z. Altta odası V. Kapalı odası havuzu sarayı. daire Mutfak ve. diğer servisler Neron'un aşırı lüks düşkünlüğü Roma halkının nefretini çekmişti. M.S. 68 de ölünce ilk fırsatta Altın Evi yıktırıldı. Altın Ev ancak 40 yıl sürmüştü. Domitian (M.S. 81-96) Altın evin arazisini Monte Palatium'daki arazisiyle birleştirerek Flavian Sarayı diye anılan evini yaptırdı. Bahçesi tepe üzerinde ve eteğinde üç kat peristil şeklinde yayılmıştı. Ayrıca tam tepenin üstünde spor sahaları olan bir bahçe de vardı. Bir de üzerinde bir mabedin bulunduğu ve köprü ile ulaşılan sunî adanın yer aldığı bir göl vardı. Evin şölen salonu 950 m 2 genişliğindeydi. İki uzun kenarında fıskiyelere bakan geniş pencereler diziliydi. Bu salonda da Neron'unki gibi konukların üzerine tavandan gül yapraklan serpilirdi. Hadrian'ın (M.S. 98-117) Tivoli çevresindeki evi ise belki en muhteşem yönetici evidir. Bu villâ guruplaşması adeta küçük bir kasabayı andırıyordu. Yüzyıllarca taşlarının ve heykellerinin yağmalanmasına rağmen, kalantıları hâtâ o zamanki ihtişamını gösteriyor. Komplekste hamamlar, yüzme havuzları .kütüphaneler, üç tiyatro, konuk evleri, asker barakaları da yer alıyordu. Hadrian, villâsını kendi tasarlamış ve inşaatını gözlemişti. Roma İmparatorluğu içindeki gezilerinin anılarını çevresindeki yapıtlarda, peysaj düzenlemelerinde canlandırmağa çalıştığı anlaşılıyor. Genel yerleşim bir merkeze bağıntı göstermiyordu. Birleştirici tek eleman duyun geniş ölçüde kullanılışı ve yapıtların bir park içinde serpiştirilişiydi. Zamanın modasına uyularak yer yer tanınmış peyzaj sahneleri canlandırılmıştı. Pecile denilen büyük havuz, Hadrian'ın özel kitaplık, hamam ve yemek salonunun bulunduğu Marine Tiyatrosu denilen adacık, Nil Nehrini temsil eden ve su sporlarının yapıldığı Canopus, suyun kullanılış örnekleridir. Doğanın kutsallığına inancın da bu arazide bir örneği var : kompleks girişine yakın Venüs Mabedi ve aşağısındaki vadi kutsal ruhların barınağı idiler. İmparatorluğun geç devirlerinde saray yapıtlarının geniş bir arazide serbestçe dağılımı fikrine tamamen karşıt toplu bir yerleşim görüyoruz. Artık Roma İmparatorluk merkezi olmaktan çıkmış, kuvvet de oldukça dağılmıştı. Dolayısıyla saray yapıtları aksiyal, simetrik ve masif bir kaleyi andırır olmuştu. Bu saray tipinin en belirgin örneği Diocletian'ın (M.S. 285-305) Dalmaçya kıyısında Spalato'daki sarayıdır. Spalato'daki sarayda düzeni getiren ana eleman dikdörtgen plan üzerinde birbirini kesen kolonatlı aksiyal sokaklardır. Uzun olan ana aks boyunca önemli seremoni holleri yer alırlar. Aks bir atriumdan geçilen taht odasıyla son bulur. Kompleksteki jüpiter tapınağı bile aksiyal düzene uydurulmuştur. Böylesine imparatorluk kuvvetine baş eğiş ve mimarlığa aksettiriş bir de Barok devirde görülecektir. İçe dönük saray mimarlığı için geniş arazi artık önemini kaybetmiş, saray yapıtları doğal bir yerleşimdeki serbestçe dağılmışlıktan uzaklaşıp birleşmiş, dış araziyi inkâr eden tek bir kitleye dönüşmüştür. Bu saray mimarlığı Ortaçağ düklerinin kale yapıtlarını etkilemiştir. Öte yandan Roma çevresinde kuvvet çözülümü hâd dereceyi bulmuştu. Bu durum sosyal ve ekonomik hayatta istenmeyen sonuçlar doğurdu. Kanun dışı kişilerden kaçan Kampanya'nın kırsal halkı Roma kentine doluştular. Kampanya'da artık kontrol edilmeyen nehir kolları taşarak bataklıklar yarattı. Arazi terkedilmiş, melankolik bir görünüme büründü. Roma kenti de sığmanlar için iyi bir ortam sağlayamıyordu. Çevresindeki arazi işlenmediğinden ve yatağı, yer yer yıkılmış yapıtların molozlarıyla tıkandığından Tiber Nehri sık sık taşar olmuştu. Buna rağmen Kampanya'dan kaçanlar nehrin kıyısındaki Kampus Martius'ta düşük nitelikteki barınaklara yerleştiler. Kentin geri kalan kısmı da daha iyi durumda değildi. Villâ bahçeleri artık bakımsız kalmışlardı. Villâ sahibi önemli aileler kamu yapıtlarından çevrilmiş dışa kapalı kalevari evlere taşınmışlardı. Palatium, Aventine ve Esquiline Tepeleri hemen tüm terkedilmişti. Palatium'daki Domus Augusti ve Domus Flavius üzerine dinî yapıtlar, kilise ve manastırlar kuruldu. Zamanla ve özellikle kentin M.S. 846 da Saracenlerce işgalinden sonra tepeler çevrelerinden ayrılıp kırsal bir nitelik kazandılar. 10. cu Yüzyılın sonunda Palatium ve Pincio Tepeleri özel kişilerin eline geçti. Bu araziler işlenip, bağlar, hayvan otlakları yetiştirildi. Öyle ki Pincio Tepesine Bahçeler Tepesi denildi. Uzun bir süre tepeler kırsal görünüşlerini kaybetmediler. Böylesine çözülmüş bir yerleşme içinde zengin konutlarının korunma gayesiyle kale gibi dışa kapanıklığı devam etti. Ayrıca orta nitelikteki her kentsel konut da korunma çareleri aradı. Alt katlar dışa kapandı veya atölye, dükkân, esirlerin yerleri gibi konutun ana bir eleman olmayan kullanışlara ayrıldı. Bu dışa kapanma tipik Ortaçağ konutunun da gene sosyal nedenlerden doğan özelliği olarak devam etmiştir . ORTAÇAĞ VE ERKEN RÖNESANS BAHÇELERİ Ortaçağın özelliği genel bir dışa kapanıklıktı : evler sokağa, kentler çevre kırlarına korunma gayesiyle kapalıydı. Hattâ kent sağlam duvarlarla çevrelenmişti. Şehirde sivrilen kurumlar kilise, manastır ve pazarlamaydı. Manastır, okulları, atölyeleri ve bahçeleriyle kendi kendine yeten nitelikteydi. Birer ilim ve sanat yuvası haline gelmişti. Öyle ki, manastırların üniversitenin nüvesini teşkil ettiği söylenebilir. Manastırın başka bir rolü de su başında kurulan bir tarım istasyonu oluşuydu. Bu yüzden Ortaçağ boyunca bahçecilik fikri manastırla birleştirilmiştir. Bilinen ilk manastır bahçesi Roma İmparatorluğunun Afrika'daki küçük bir kasabasında St. Augustine ve taraftarlarının barınağındaydı. Zamanla İtalya'daki antik villâ kalıntıları manastırlara çevrilip bahçeleri kısmen canlandırılarak kullanılışa açıldı. Ortaçağ manastır bahçeleri çoğunlukla manastırın sebze, tıbbî bitkiler, meyva ve kilise içini bezeyecek çiçek gibi gereklerine cevap veren fonksiyonel bahçelerdi. Bazan yemekte kullanılmak üzere havuzlarda balık da yetiştirilirdi. Bahçe korunması için yüksek duvarlarla çevrilirdi. Bahçenin antik Roma'dan kalan bir özelliği aksiyal oluşuydu. Aksiyal ve düzenli bahçecilik dikdörtgen ve her biri ayrı cins bitkiye ayrılmış tarhlar ölçeğinde bîle görülürdü. Öte yandan, düşman saldırısından korunması için kent duvarlarının çevresinde geniş sebze tarlaları ekilirdi. Özel kişilerin bahçeleri ise ufak ve yüksek duvarlarla çevrilirdi. Çiçek tarhları ve ortalarındaki havuzla basit, aksiyal bir gelişme gösterirdi. Çoğunlukla bitişiğinde küçük bir sebze bahçesi veya meyvalık bulunurdu. Yani özel bahçeler de genellikle fonksiyoneldi. Ortaçağa katıksız süs bahçesi fikri oldukça geç geldi. Ortaçağ İtalya'sındaki ilk süs bahçeleri Saraken emirleriyle daha sonra da Norman kırallarının Sicilya'da yaptırdıkları bahçelerdi. Örneğin Palermo, doğu stilinde lüks pavyonların serpiştirildiği 4-5 km. lik yeşil bir kuşakla çevrilmişti. Bu bahçeler hiç iz bırakmadan yok olduğundan sonraki bahçeler üzerinde az etki yaptı, gene de süs bahçesi fikrini yaşatmakta faydalı oldu. Bugün Ortaçağ bahçelerinden pek az iz kalmıştır, ancak birkaç fresk ve kitap süslemesinden bir fikir edinilebilmektedir. Bir de Pietro de «Crescenzi» nin 1305 te yaptığı bir bahçe sınıflaması bize kaynak olmaktadır: 1) Küçük çiçek bahçesi 2) 1-1,5 hektarlık bahçeler 3) 10 veya fazla hektarlık «kıral bahçeleri» Birinci tip bahçe daha önce açıklanan, birkaç meyva ağacı ve bir havuzuyla basit bir bahçeydi. İkinci tip bahçe buna bir meyvalık eklenerek meydana gelirdi. Üçüncü tip bahçe ancak varlıklı kişilerin sahip olabildikleri süs bahçeleriydi. Bahçeyle saray arasında yakın bir ilişki kurulurdu. Bu gelişim bahçecilikte aksiyal gelişimin antik devirden sonraki ilk örneğidir. Bahçenin antik devirdeki değerini yeniden bulması şair Petrarch'ın uğraşısiyle oldu. Bu yeni akım önce kuzey İtalya'da, özellikle Lombardiya'da başladı, Toscana'da devam etti. 14 üncü yüzyılın ilk yarısında zengin evleri hâlâ kalevari yapıtlarken sonraları bunların arazilerini süs bahçesi olarak düzenlemek moda oldu. Bilinen ilk çeviri 1360 da Milano'da Pavia Şatosunda Petrarch'ın teşvikiyle oldu. Şato duvarla ve hendekle çevrili olduğu halde bahçeye antik Roma öğelerinden pergolayla örtülü bir yüzme havuzu ve birkaç balık havuzu eklenmişti. Bahçe ve park, avlanma, ata binme, şölen, piknik ve yıkanma için geniş ölçüde kullanılıyordu. Petrarch'ın Pavia Şatosunda üst üste beş yaz geçirdiği biliniyor, ama onun anlayışına göre bahçe, yalnızca bir eğlenti yeri değil, bilim ve sanat konularının tartışılacağı bir ortamdı. Petrarch'ın ölümünden bir kuşak sonra Medici ailesinden Cosimo, Floransa çevresinde onun dış mekân anlayış ve sevgisini yaşattı. Cosimo Careggi'deki ortaçağ yapısı evinin çevirisi için Michelozzi Michelozzo'yu görevlendirdi. Michelozzo evi olduğu gibi bırakıp yalnız yeni bir anlayışı yansıtan, ince kolonlariyle dışa açık bir balkon ekledi. Başlangıçta bahçe klâsik Roma kurallarına göre düzenlenmişti, ama bazı ortaçağ özellikleri de göze çarpıyordu. Örneğin, bahçe eve göre asimetrik yerleştirilmişti; ayrıca bahçe teraslanmamış, eğimli bırakılmıştı. Bahçenin bitiminde başlayan üzüm bağını ise Cosimo'nun şarap için özel olarak yetiştirdiği söylenir, yani bahçenin fonksiyonel bir yönü de vardı. Bu bahçede Cosimo, Türklerce zaptı üzerine İstanbul'dan kaçan bilim ve sanat adamları ve diğer dostlariyle Platonik Ekolün yeniden kurulmasına yol açan toplantılarını düzenledi. Cosimo ve onu izleyen iki kuşak Mediciler, Piero ve Lorenzo, meclislerini Michelozzo, Brunelleschi, Donatello, Michealangelo gibi ünlü kişilerden kurdular. Bu toplantılarda kaynak, Roma ve Yunan klâsikleriydi. Klâsiklerin yeniden okunmasiyle ortaya çıkan konulardan biri de villânın konumlanması ve bahçe ile ilişkisiydi. Floransalı mimar Leon Battista Alberti 1452 de yayımlanan «De Re Aedificatoria» adlı kitabında bu ilişkiyi açıklarken antik Roma eserlerinden geniş ölçüde faydalanmıştır. Bu kitap, ilk Rönesans villâ bahçelerinin, özellikle kuzeydekilerin yerleşiminde çok etkili olmuştur. Alberti de eskiler gibi, görünüm ve güneş ve melteme açılım yönünden tepe yamaçlarını villâ konumu için salık vermiştir. Alberti'nin kitabiyle yaptığı en büyük katkı, iç ve dış mekânların yakın ilişkisinin yeniden canlanmasını sağlayışıdır. Floransa çevresindeki ilk Rönesans villâlarının çoğunluğu Alberti'nin hatırlattığı klâsik kurallara uymağa çalışmıştır. Gene de genellikle 14. üncü yüzyıl erken Rönesans bahçeleri, ortaçağ niteliğinden tüm kurtulamamış, geçişi sağlayan bahçelerdi. Evin önündeki düzlükte yuvarlak havuzu, pergolalarla örtülü ince yolların ayırdığı dikdörtgen çiçek tarhları ve, ya düz, ya da eğimli fakat teraslanmamış bir araziye yayılması gibi ortaçağ bahçe özellikleri taşıyorlardı. Öyle ki, evin önündeki düzlükte cirit oynamak gibi ortaçağ töreleri devam ediyordu. Geçiş devri bahçesi Floransa çevresinde doğup gelişti. Floransa'nın içinde bulunduğu Toscana çevresi, sanatının inceliği, ve alçak gönüllülüğü ve yörel özelliklerinin belirginliğiyle tanınır. Burada doğup gelişen Rönesans bahçesi ölçülü klasisizmini Roma'da şahikasına ulaştığı devrede bile bir bakıma muhafaza etti. Geçiş devri bahçelerinden sonra ilk salt Rönesans bahçesi, anlatımını Floransa çevresinde Fiesole'deki Medici Villâsında buldu. Bahçe Alberti'nin tanımlamasına uyuyordu : «Bir Rönesans villâsının önünde bahçeleri set set yerleştirilmeli, ön fonda ise, kent veya dağlarla çevrelenmiş ova görülmelidir.» Villânın sahibi Lorenzo, Careggi'de temeli atılan yeni Platonik Ekolü Fiesole'de sürdürdü. Bahçenin mimarı gene Michelozzo idi, ama a(aflı): T .... pavyon 5/ •V» • T 1 "S s m H L . -•if 5 (Ji ^ = hajrkei kcrbl Oİ? 1 i -V ! t sl««* «• •ekae k4h«esl ti J O % v ı = sğia 7 / c S Ol lO'-rj' — s e l Ya ei l vl l il i y/ p l ' ç ^ C V rCf /lo-i. O 0 — j ses e " aervis klıul o kapı \ O : Villa Medici, Fiesole, Floransa. Altta : Villa Medici, Castello, Floransa. Sağda Üstte Sağda Ortada Sağda Altta : Floransa'da : Villa : Villa Guisti Medici, Carreggi, Aldobrandini, if <2 Bahçesi. N ^ 't? ^ Floransa. Frascati, Roma. •O o O buko ( ağaçlık > •o, 10. m. yükseklikteki teraa £ k _ o<> 1 WO( / n r t F n i p o—o" & O O O p o O 0 5 5 5 O Ol s 0 a. o a a ö 5 c rrz] • M Î ii 11 İD. Ile <? °.9 o % V ^ V v > ağaçlık ağaçlık • servi! binaları bahçe O «iris »luau ülltIMIIIIIIIIIlf a. I ağaçlı ytoı •çık alan U* / \ •f ci b daha sonra konumlanan bu bahçe artık içine kapanık ortaçağ özelliğinden uzaklaşmış, tek bakışta tümü görülebilir şekilde teraslanmıştı. Ama Rönesans bahçesinin özelliği olan teraslama, Fiesole'de henüz olgunlaşmamış, aralarındaki bağıntı görünüşte kalmış, fizikman sağlanamamıştır. Grift teraslama ileri Rönesansla gelecektir Gene de ileri Rönesans Toscana'da Roma'daki haşmetini gösterememiştir. Arazinin engebeli oluşu, ve Toscana'lıların daha yalınç yaşantıları bahçelerinin küçük olmasına yol açtı. Bu bahçelerde aksiyal gelişme çoklukla gözetilmedi. Pek azı kuvvetli mimarlarca yapılmıştı; genellikle bahçıvan elinden çıkmış bir karaktere sahiptiler. Böylece Toscana bahçeleri yöresel niteliklerini sürdürüp, ancak ayrıntıları ve dekoratif ögeleriyle etkili oldular. Öte yandan, Roma bahçeleri ayrıntılariyle değil, bütünüyle etkili oluşu, geniş ölçüleri ve haşmetli görünümüyle tanınır. Romalıların zengin yaşantısının bahçe anlatımında büyük payı vardır. Öneğin, Roma'da, Tiber nehri kıyısında Peruzzi'nin yaptığı Palazzo Farnesina bahçelerindeki şölen ve eğlentilerin ne kadar coşkun olduğu, hâttâ nehre gümüş tabakların fırlatıldığı bilinmektedir. Sarayın zemin katı bir kolonat olarak tasarlanmış, böylece bu düzlemde evle dış mekânların yakından ilişkisi sağlanmıştır. Formal bahçe evin bir yönünde, açıklığın önünde yer alır. Bunun yanısıra, nehir boyunda bir ağaçlık bulunmaktadır. Bahçenin karşı kıyıdaki Palazzo Farnese bahçelerine bir köprüyle birleştirilmesi düşünülmüş, fakat gerçekleştirilememiştir. Roma'da Pincian Tepesi üzerindeki Medici Villâsı da evin önündeki açıklıktan sonra uzanan formal bir bahçeye sahiptir. Gene bunun da yanında içinde gölgeli, düzgün kesilmiş mazılarla sınırlanmış geçitlerin bulunduğu bir ağaçlık yer alır. Başka bir deyimle, evin hemen bitişiğindeki mimarî karakterli bahçe biraz uzaklaşınca yerini gene formal olarak düzenlenmiş ağaçlığa bırakmaktadır. Genellikle bu özelliği taşıyan Rönesans bahçeleri Bramante'nin Vatikan'daki Cortile del Belvedere'yi düzenlemesiyle değişime uğradı. Vatikan yapıtları arasındaki en büyük avlu olan Cortile del Belvedere'nin boyutları 300 m x 70 m idi ve üç set üzerine oturuyordu. Uçlardaki yapıtlar arasında ilişki kurarken Bramante iki uzun kenar boyundaki bina kanatlarının giriş katlarını arkadlar olarak düzenledi. Su oyunları, havuz ve antik heykeller gibi öğelerin kullanımı bu bahçeyle hız buldu. Ama bu dış mekân düzeninin en etkili yönü mimarî bir temele dayanışıdır. Setlerden biribirine geçişi sağlayan iki taraflı oval merdivenler en üst sette konkav bir nişle son bulurlar. Bugün set aralarına inşa edilen iki yapıt yüzünden avlunun bütününü tek bakışta görmek mümkün deiğldir. Ama yükselen setlerin merdivenlerle bağlanarak en üstte bir mimarî doruğa ulaşması çağında önemli bir dönüm noktası olmuştur. BAROK BAHÇE DÜZENLEMESİ 17 inci yüzyılda bahçe varlıklı kişilerin yaşantısında halâ önemli bir yer tutuyordu ama sosyal ve ekonomik düzenin değişimi sonucunda oynadığı rol farklılaşmıştı. Artık bahçeye bir öğrenim ortamı değil, eğlentilerin düzenlendiği bir' sahne gözüyle bakılmaktaydı. Roma sosyetesinin seçkin kişileri, düşünürler ve artistler süslü giysileriyle bahçelerde toplanıp operalar, konserler dinliyorlardı. Bu tip erken Barok bahçeleri yoğun hoş kokular yayan çiçeklerle geometrik bir düzende bezenirdi. Bir süre sonra çiçek bahçeleri, arabeskler şeklinde kırpılmış bodur ağaçlarla bezenmiş bahçelere yer verdi; ona da zamanla, doğayı yansıtmağa çalışan bir yeni düzen girdi. Barok bahçesinde de Rönesans bahçesindeki gibi evin yanıbaşında mimarî nitelikte düzenlenmiş «formal» bahçe yer alıyordu. Yalnız Barokta, bunun öte tarafında, tüm farklı nitelikte, mimarî düzeni yumuşatan, çözen, doğaya uymağa çalışan bir gelişme görülüyordu. Bu yeni bahçe öğesi, «bosko» adı verilen geniş bir ağaçlıktı. Bu gelişimin sonucu olarak, 17 inci yüzyılın ikinci yarısında doğasal bahçs düzenlemesi ve «pitoresk» in başlangıcı Roma bahçelerinin çehresini değiştirdi. Örneğin, Roma'daki Villa Doria Pamphili bahçelerinin İngiliz pitoreski anlamında olduğu söylenebilir. Bahçeler çevresi 9 km. yi bulan geniş bir alana yayılmıştır. İngiliz stilinde tepeler ve çukurlarla donatılmış ve küme küme ağaçlandırılmış uçsuz bucaksız gibi görünen bir araziden geçtikten sonra ana formal bahçeye varılır. Villânın önündeki teras, grottonun üstünde iki yönde kıvrılan merdivenlerle düz ve geniş bir bahçeye iner. Bu bahçenin başlıca öğeleri, Bernini'nin heykelini taşıyan bir havuz, bir şapel, ve yarım daire şeklinde büyük bir nimfeumdur. Bahçenin nimfeum yönünde, üst düzlemde bir bosko, öte yönünde de eskiden arasındaki vadide suni bir gölün bulunduğu bir başka bosko yer alır. Villa Doria Pamphili gölü ve bahçeleri de diğer İtalyan barok bahçeleri gibi Romantik Ekol resssamlarına konu olmuştur. Altta ; Villa Doria Pamphili, \J-îr t&Ti Roma. ;•,/ <v ^ >> v Bramante gibi bir mimarın bahçe düzenlemesi, daha sonraki mimarların da bu konuya önemle eğilmelerine yol açtı. Bahçe düzenlemesi, mimarlık, resim, müzik, heykel gibi bir sanat dalı düzlemine yükseldi. Cortile del Belvedere'nin etkisi, Rönesans'ın son Papa'sı sayılan Guilio III için Vignola'nın düzenlediği Villâ Guilia bahçelerinde açıkça görülür. ilerideki barok bahçelerinin âdeta küçük ölçekli bir modeli olan bu bahçeler yapıtın önünden başlayarak bir seri gelişme gösterir. Zemin kattaki yarım-daire portikonun kavradığı dış mekân, önde enine uzanan yükseltilmiş bir «loggia» yla kısmen sınırlanır. Gene de arkat içinden bahçenin ta ucunda, tam akstaki heykel görünerek derinlik sağlanmaktadır. Loggia'dan aşağıya bakışta Ammannati'nin eseri olan küçük nimfeum görülür. Bugün öte yanında gene yüksek düzlemde ikinci bir loggia yer alır. Hemen sonra, 15 m X 15 m boyutlarındaki formal gelişimli bahçe uzanır. Bunu sınırlayan sarı boyalı duvar üzerinde daha önce adı geçen antik, beyaz mermer heykel bulunmaktadır. Bahçenin bir aks çevresinde kümelenen bir seri halinde gelişmesi ve sonuçlandırıcı bir öğeye vardırılması, basit gelişimli Rönesans bahçelerinden Barok bahçelerine geçişin bir öncüsüdür. Gene Barok'a yaklaşan diğer bir ileri Rönesans bahçesi de Tivoli'deki Villa d'Este'dedir. Burada da setlemeler ve özellikle suyun geniş ölçüde, fıskiye, havuz, çeşme, kaskad gibi çeşitli formlarda kullanılması dikkati çeker. g l r l t e U d u yol. "V İ n c i l i ! k*h««l»ri «İri» '/ I Kuzey İtalya bahçelerinin baroktan pitoreske geçişi daha da erken ve kolay olmuştur. Özellikle göller çevresi nemli iklimin etkisiyle bolca yeşillik olduğundan zaten formal düzenlemeye elvermiyordu. Dolayısiyle formal bahçe Lombardiya'da komşu Fransa'nın da etkisiyle yozlaşıp İtalyan olmaktan çıktı. Örneğin, Maggiore gölü üstündeki İsola Bella'da Kont Borremeo'nun konuklarını ağırlamak için yaptırdığı saray ve bahçeler, İtalya İçin alışılagelmiş hiçbir kurala uymamaktadır. Bahçede ana öge, bir Barok tiyatro ve su düzlemine inen on kat terastır. Düzenlemede «maniyerist» bir anlayış ağır basmaktadır. Yukarıda : Isola Bella. 18 ve 19 uncu yüzyıl bahçe düzenlemesinde, maniyerizmin yanısıra «neo-klassisizm» de etkili olmuştur. Bu akım daha çok, bahçe içindeki suni göllerde klâsik stilde tapınaklar yapılmasiyle kendini göstermiştir. Öte yandan, eklektik bir anlayışla ortaçağ şatolarını andırır kuleli şato-villâlar da inşa edilmiştir. Ama bu devirdeki bahçe düzenlemesinde en önemli akım Fransız Barok'u etkisini kuvvetli bir vista ile yansıtmak olmuştur. Zaten 18 inci yüzyılda artık Fransız arazi düzenlemesi İtalyan bahçeciliğini çoktan geride bırakmıştı. Roma çevresi genellikle klâsik kurallara bağlı kaldı ama kuzey İtalya kendini tamamen komşu Fransız etkisine kaptırdı. Öyle ki bir zamanlar Fransa'ya İtalyan bahçe mimarları çağrılırken, şimdi Fransız bahçe mimarlarına bahçe yaptırmak İtalyanlar arasında moda oldu. Zaten İtalya Rönesansın doğuş yeri olduğundan klâsik bahçe düzenlemesinde sivrilmiş, tek kral altında birleşmeyen şehir devletleri halinde yaşarken mutlak kuvvetin sembolü olan Barok sanatında, hele Fransız, sonsuza giden vista anlayışında kendini gösterememiştir. Bahçe düzenlemesinde Barok XIV üncü Louis gibi bir kiralın kudretini ifadesi için önemli bir araç olmuş, Almanya ve Avusturya'da da aynı anlayışla kullanılmıştır. Gerçekte, Fransa İtalyan bahçe düzenlemesinden çok yararlanmıştır. Hattâ Barok'a yaklaşımını sağlayan İtalyan tepkisidir denilebilir. Evle bahçe arasındaki yakın ilişki, teraslama, ağaçların çeşitli biçimlerde kırpılması, bahçe pavyonları ve suyun türlü kullanışları Fransız bahçesine İtalya'dan gelmiştir. Fransız bahçesi bu etkileri kendi bünyesiyle birleştirerek onlara yepyeni bir anlatım vermiştir. Fransız şatoları İtalyan villâları gibi yalnızca yazlık olmayıp kışın da kullanıldıklarından daha düz olan araziye genişçe yayılmıştı. Ölçek artınca, vista konusu iyice belirdi. Ayrıca düz Fransız arazisinde suyun kullanılışı da İtalya'dakinin aksine durgun şekildeydi. Gene, düz arazide tek bakışta görmek mümkün olduğundan, dantela gibi süslü parter desenlemeleri ve çiçek tarhlarında renk kompozisyonu önem kazandı. Öyle ki, bir bahçe mimarının değeri, her partere ayrı bir desen bulabilmesiyle ölçülür oldu. Bu ana niteliklerle gelişen Fransız bahçesi, Andre Le Nötre'un elinde en kuvvetli anlatımını buldu. Özellikle Vaux-le-Vicomte'da, ve sonra da Versay'da Le Nötre ağaçlarla sınırlandırılarak kuvvetlendirilmiş vista bahçesini doruğuna çıkardı. Artık aksiyal bahçe düzenlemesinde Versay'dakinin ötesinde yapılacak bir şey kalmamıştı. Üstad Le Nötre'un da böyle düşündüğü son eseri olan Chantilly bahçelerinden anlaşılmaktadır. Burada, Le Nötre, asimetrik bir kitle olan mevcut şatoya bahçesini aksiyal bir ilişki kurarak yerleştirmemiş, binanın bir tarafına yönelterek Fransız bahçeciliğinde yepyeni bir çığır açmıştır. Bu çığır, insan elini reddeden, doğayı yansıtmağa inanan Romantik İngiliz Ekolünün etkisinin evrenselleşmesi başlangıcıdır. Chantilly