m - Tire Belediyesi İbn

Transkript

m - Tire Belediyesi İbn
TARİHTE PEYZAJ A N L A Y I Ş I
Gönül Aslanoğlu
Mimar, (ODTÜ)
ODTÜ Öğretim Üyesi
ESKİ YUNAN PEYZAJ ANLAYİŞİ
Eski Yunanlıların «Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur» fikrine inançları sportif hareketle haşır neşir olmalarını sağlamış ve denilebilir
ki, günümüze dek süregelen bazı spor türlerinin de temeli olmuştur.
İnsan görünüş ve niteliği verdikleri tanrıları bile hemen daima spor
dallarında başarı gösteren üstün varlıklardı. Bir Yunanlının yaşantısının diğer önemli yanı da fikrî çalışmalardı. Kamu sorunlarıyla yakından ilgilenmek her Atina'lının göreviydi. Sportif hareketlere atletik
saha sahne olurken, kamu sorunlarının tartışılıp karara bağlandığı yer
de genellikle «agora» daki yarı açık galerilerdi.
Doğrusu bir Atinalı erkeğin yaşantısı daha çok dışarıda geçerdi. Kamu sorunlarıyla uğraşmadığı sürede fiziksel ve entellektüel egzersizin birlikte yürütülebileceği «Gymnasium» da bulunurdu. Gymnasiumda spor yapmak için geniş alanlar, altında düşünüye dalıp yürünebilecek ağaç dizileri, oturma yerleri olan teraslar ve bunların yanısıra
hamamlar, oyunların yapılacağı ve konferansların verileceği kapalı
mekânlar yer alırdı. Böylece «gymnasium» bir Atina'lının aynı zamanda felsefe, geometri veya ilgilendiği diğer herhangi bir konuda eğitilebileceği başlıbaşına bir çevre idi. Atina kenti duvarlarının dışında
«Akademi», «Lyceum» ve «Cynosarges» adlarıyla üç «gymnasia» vardı. M.Ö. IV. yüzyılda Sokrat'ın talebesi Platon Akademi'de ders veriyordu. Sokrat'ın dinsizlik ithamıyla öldürülmesi üzerine gittiği Sicilya'dan dönüp M.Ö. 387 de Akademideki ekolünü kurmuştu. Daha
sonra Atina'daki kendi evinin bahçesinde ekolünü devam ettirdi.
Louis Kahn der ki : «Ekol, bir «master» in duyuşlarını bir ağaç altında
bir gruba anlatmasıyla doğdu.» Sokrat böyle anlayabilen bir gruba
duyuşlarını iletmişti; talebesi Platon başkalarına anlattı ve böylece
dokuz yüz yıl süregelen Platonik Ekol kuruldu.
Yunan doğa sevgisinin diğer bir yanını da dinleri veriyordu. İnsan görünüşü verdikleri tanrıları doğal olaylarla ilgiliydiler: Zeus Olimpus
dağının kudretli tanrısı, Poseidon denizlerin tanrısıydı; diğer bütün
tanrıların doğanın bu veya şu formuyla ilişkileri vardı. Dağlarda,
tepelerde, göklerde, ummanlarda yaşar, nehirlerde yıkanır, ormanlarda avlanır, kızdırılınca yeryüzüne âfetler, yıldırımlar yollarlardı. Pınarlar ve koruluklar çok zaman tanrılara adanmıştı.
Tapınaklar, bir kısmı bahçe, bir kısmı av korusu olarak düzenlenmiş
geniş bir alanla çevrilirdi. Funda ve ağaçlarla, ve suyun çeşitli kullanışlarıyla bezenen bu geniş alan evrenin dört bucağını göstermek için
dörde bölünürdü. Bu aksiyal bölünüşte Büyük İskender'in ordularının
İran seferi sırasında gördükleri doğu bahçelerinin etkisi vardı.
Böylece, M.Ö. IV. Yüzyıldan sonra saf Yunan doğa anlayış ve sevgisinin yeni bir yön aldığı görülüyor. Mezopotamya, Mısır, Hint yarımadası gibi Orta Doğu ülkelerinin İskender ordularınca fethi böylesine yön değişimine yol açtı. Tunanlılar kendi doğa sevgilerini yayarlarken, bir yandan da doğu anlayışındaki bahçe düzeninin etkisinde
kalıp onu benimsediler. İskender, büyü için türlü otlarla ilgilenen
annesinin etkisiyle, asker yaradılışıyla zor bağdaşan bir botanik merakı edinmişti. Gene herhalde annesinin etkisiyle, onu Doğudayken doğulu bir yönetici gibi yaşamağa iten, Doğulu esirlerini Makedonyalı
kumandan ve askerleriyle bir tutmağa zorlayan romantik bir yönü de
vardı.
Orduları yıllar sonra Yunanistan'a döndüklerinde botaniğe geniş ilgi
uyandıran Doğunun egzotik bitkilerini, otlarını getirdiler. İlk botanik
bahçesinin kuruluşu bunun sonucunda oldu. En tanınmış botanik bahçesi Atina Lyceum'undakiydi. Bu bahçede egzotik Doğu bitkilerinin
yanında, hepimizin bildiği, gül, menekşe, gladyoli, gelincik, nergis, gibi çiçekler de yetiştiriliyordu.
Doğu seferinin daha önemli bir etkisi zengin süs bahçelerine belirgin
bir sevgi ve alışkanlık doğurması oldu. Etki kaynakları İran bahçeleri
ve asma Babil bahçeleriydi. İnsan uğraşısı ölçeğindeki bu doğa anlayışı başlangıçtaki disiplinlerin çözüldüğü ve lüksün benimsendiği
Hellenik devirde hızını almış bulunuyordu .
Yunan bahçesi hâlâ küçük tapınaklarını; grotto ve nimfeum gibi su
oyunlarını muhafaza ediyordu ama şimdi bu elemanlar dinsel niteliklerini kaybetmiş artistik ve sosyal nitelikler edinmişlerdi. Artık Helen süs bahçesinin mimarî tanımı için başvurulan vasıtalardan başka
birşey değildiler.
İşte bu sırada, dışarıyı içeriye getirmek gayesiyle mimarî yapıtların
içinde «topia» adı verilen ve doğayı canlandıran resim ve röliyefler
önem kazanmağa başladı. Yunanlılar şimdi açıkça konfora ve lükse
alışmışlardı ve böyle bir yaşantı onları eski Yunanlının bilgi ve sağlık
için gününün 3/4 ünü dışarıda geçirme isteğinin aksine, içeriye çekiyordu.
Helen süs bahçeleri Anadolu, Suriye ve Mısır'daki doğulu prototipleriyle ölçü ve kullanış lüksü yönünden yarışabilir duruma gelmişlerdi.
Hattâ İskenderiye'deki Ptolemilerin bahçeleri o zamana kadar erişilememiş bir lükse kavuşmuştur. Şölen salonlarının duvarları «topia»
nakşedilmiş örtülerle kaplanıyor, balkonlar hoş kokular neşreden çiçek ve fundalarla bezeniyor, havuzlar ve fıskiyeler su kuvvetini «organ» la müzik yapacak veya müzik âleti çalan tanrı ve nimî heykellerini harekete geçirecek kadar mekanik şaheserler haline gelmiş bulunuyorlardı.
Dinsel kaynaklı Yunan bahçeleri Helenik devirde böylesine bir düzleme ulaşmışlardı. Doğunun aşırı lüks düşkünlüğüyle Helenik bahçe
anlayışı daha sonra Roma tarafından benimsendi; 14 ve 15 ci
Yüzyıllardaki canlanmasıyla günümüze dek Batı evrenindeki «formal
bahçe» anlayışını etkiledi. Öyle ki her formal bahçe düzeninde Yunan
anlayışının izleri vardır.
ESKİ ROMA PEYZAJ ANLAYIŞI
Romalılar Yunan fethiyle onların kültürel mirasçısı da oldular. Onlar
da doğayı tanrıların evi olarak görmüş ve kutsallaşmışlardı. Örneğin
Roma kentinin kurulduğu yeditepe tanrıların yaşadığı kutsal yerlerdi.
Tepelerdeki köysel yerleşmelerin birleşimiyle aralarındaki vadilerde
daha sonra fora şekline gelen, dinsel merkezler oluştu.
Öte yandan, Romalılar Yunan doğa anlayışının dünyevî yönünü, yani
süs bahçelerine düşkünlüğü de benimsediler. Bunda örnekleri Helen
süs bahçeleriydi. Örneğin Pompei bahçelerinde Helen bahçe anlayışının yakın etkisi görüldü. Pompei'nin niteliği göz önüne alınırsa
ev ve bahçesinin İtalya için tipik olduğu söylenmez. Gene de Pompei
ev bahçesi minyatür ölçekte ileride gelişecek Roma villâ bahçelerinin
özelliklerini toplar.
En yaygın Pompei evi «atrium» denilen avlunun etrafında gelişen
evdi. Evin önemli odaları atriuma açılır ve ışığını ondan alırdı. Atriumum ortasında çatıdan inen yağmur suyunun ve avlu tabanında
biriken suyun akıp toplandığı küçük bir havuz bulunurdu.
Girişin karşısında «tablinum» denilen ve aile kayıtlarının saklandığı
önemli mekân yer alırdı. Yeri zengin mozaiklerle, duvarları da fresklerle süslüydü. Bu mekânın bir yanında «triclinium» denilen yemek
salonu, öbür yanında da mücevherlerin konulduğu bir odacık bulunur-
Ana yaşama salonu bir yanda bahçeye, diğer yanda da Peristile
bakar, böylece ikisi arasında gerek fiziksel, gerek de görüş yönünden bir bağ sağlardı.
iç mekânla dış mekânın bağdaşımı fikri salonun duvarlarını kaplayan
ve «trompe l'oeil» denilen bahçe resimleriyle daha da kuvvetlendiriiirdi. Ev ve bahçenin bağdaşımı ve aksiyal planlama fikirleri daha
sonraki Roma bahçelerini de etkiledi.
Dış mekân düzenlemesinin daha büyük ölçüde uygulanması şehir dışı
villâ bahçelerinde olmuştur. Özellikle Roma Kampanyası zenginlerin
villâları için seçtikleri bir yerdi. Başlangıçta Kampanya'daki evler
seyrek ve basit çiftlik evleriyken M.S. 1 ci Yüzyılın birinci yarısından
sonra bunların sayısı hem arttı, hem de genişlik kazandılar. Bu arada Yunan düşünüşü benimsenirken, entellektüel yaşamın dış mekânlarla ilişkisi belirlemiş ve kent dışı villâ bahçelerinin önemini ortaya
koymuştur. Ayrıca Roma'nın politik gücünün kesinleşmesi de bu gelişmeye yardımcı olmuştur. Öyle ki M.S. 3 cü Yüzyılda villâlar evi
çekip çeviren işçilerinin sayısı bir köy halkınınki kadar olabilen geniş ve karmaşık yapıtlar şekline gelmişlerdi.
Artık yalnızca yazlık ev olmaktan çıkmış çevre köylülerinin bağlandıkları feodal kır kâşaneleri olmuşlardı. Geç Cumhuriyet ve erken
İmparatorluk devirlerinde Helen ve Doğu lüksünün girmesiyle Roma
villâ ve bahçesi gelişimini tamamladı.
M.Ö. 60 yıllarında Batı Anadolu kıyılarında uzun yıllar yaşamış olan
Lucullus adlı zengin bir Romalı, inşa ettirdiği çok sayıda villâlarıyla,
villâ yapımında önderlik etmiştir. Villâ yerleşiminin önemi Lucullus'un
örnekleriyle özellikle belirlendi. Melteme açık, iyi bir görünüme hâkim ve güney-doğuya dönük bir yerleşim idealdi. Bu özellikleri olan
Roma kenti içi ve dışındaki tepeler villâlarla donandı. Arazi teraslanır, her terasa birbirine paralel uzanan ve birbirinden öbürüne geçilen portikolar yapılırdı. Helen bahçelerindeki gibi çok sayıda havuzlar ve heykeller süs bahçesinin önemli elemanlarıydı.
Villânın, süs bahçesinin yanında «hortus» denilen sebze bahçesi, meyva ağaçlığı, balık havuzlan ve «leoparium» denilen avda veya sofrada kullanılmak üzere hayvanların beslendiği ağılı da vardı. Böylece
villâ, halkına gerekeni sağlayacak, kendine yetecek nitelikteydi.
Yunanlılar gibi yüksek düzlemde düşünülerin bahçeyle ilişkisine inanan Romalı düşünürlerin de yaşantısının büyük kısmı villâlarının bahçesinde geçerdi. Her düşünürün bir değil, İtalya'nın çeşitli yerlerinde, her mevsimi birinde geçirdiği birkaç villâsı olurdu.
I—L
i; i
r«
T^ T
r
M
Mİf"'
ı 11
| m-lr^k^hsa
» f b * «ı iı * 4 K JLC" «ÜTJ
^r
t».
« . i l *J
JC
Üstte
Ortada
Altta
: Pompei'de
: Pompei'de
: Neron'un
Faun'un
Cerrah'ın
Altın
ilfi^
vArıj • J j rAl I V^M ı ^
İO
40
30
evi.
evi.
evi.
du. Bu odalar bir kolonada açılırdı. Yunan etkisinin henüz girmediği
erken pompei evleri kolonatla son bulur, küçük çiçek tarhları veya
saksılarla çevrili havuzuyla kolonat evin dış mekânı görevini alırdı
Yunan etkisiyle kolonat bir dikdörtgenin etrafını çevirerek «peristil»
şeklini aldı ve ortadaki mekân bahçe olarak kullanılmağa başlandı.
Odalar kolonat boyunca gerekli olduğu şekilde dizilirdi.
Daha geniş tip Pompei evinde bir de ayrıca «xystus» denilen bahçe
bulunurdu. Bahçe aksiyal ve simetrik düzenlenilirdi. Boyunca uzanan
su yolu simetriyi pekleştirirdi. Su yolu üzerinde çeşmeler, fıskiyeli
havuzlar yer alırdı. Yunan tipi heykeller de önemli bir bahçe elemanıydı. Bahçe, genellikle çiçekleri, mozaik döşemeleriyle renkli bir
mekândı.
Örneğin orta halli sayılabilecek Çiçero'nun bile altı villâsı vardı. Gene
Horace'ın Tivoli çevresinde Licenza'da Sabine Çiftliği denilen bir villâsı vardı. Gayet basit olan evin tek lüksü, alanı 2700 m2 yi bulan
bahçesiydi. Horace bahçe teraslarındaki portikolarda dolaşarak düşünmekten hoşlanırdı. Diğer bir Romalı düşünür Pliny'nin (Genç)
de İtalya'nın çeşitli yerlerinde villâ sahibi olduğu biliniyor. Yalnızca
Como Gölü çevresinde üç-dört villâsı vardı. Pliny'nin arkadaşlarına
yazdığı mektuplardan bu villâlardaki yaşantısını izleyebiliyoruz. Fuscus Salinator'a yazdığı mektupta şöyle diyor : «Güneşin doğusuyla
uyanıyorum. Sekreterime düşüncelerimi dikte ettiriyorum. 3-4
saat sonra terasa veya örtülü (arkad) a çıkıp düşüncelerimi formüle
ediyorum. Sonra arabayla gezintiye çıkıyorum. Dönüşte kısa bir uykudan sonra bir Yunan veya Latin hitabesi okuyorum. Tekrar yürüyüp, biraz egzersiz de yaptıktan sonra hamamda yıkanıyorum. Eğer
yalnız karımla veya birkaç yakın arkadaşla yiyorsam yemek sırasında bir kitap okuyorum ve sonra ya bir komedi, veya biraz müzik dinliyoruz. İçlerinde çok iyi tahsil görmüş kişilerin bulunduğu ailemin
fertleriyle yürüyüşe çıkıyoruz. Böylece ilginç konuşmalarla akşam
uzayıp gidiyor »
Halktan biri villâsında böyle bir yaşantı sürdürürse, yönetici sarayının nasıl şaşaalı olacağı açıktır.
Jül Sezar'ın ölümünden sonra Roma halkına bağışladığı ve Tiber Nehri
boyunca uzanan geniş bahçeleri olduğu bilinir. Bu bahçeler tarihte
ilk halk için park olarak kabul edilir. Daha önce Pompei'nin M.Ö. 60-55 de resim ve heykel sergi evleriyle birleştirilmiş, içinde fıskiyeli havuzların, lüks mağazaların, heykellerin bulunduğu ve değerli
mermerden 260 sütunla çevrelenmiş halka açık bahçeler yaptırdığı
da biliniyor.
Yani Romalı yöneticilerin yepsaj düzenleme projeleri büyük ölçüde
oluyordu. Yalnız Augustus'un (M.Ö. 30 — M.S. 14) Monte Palatium'daki karısının adını taşıyan Livia'nın Evi'nde büyük sadelik görülür.
Augustus'un lükse karşıtlığından ,evin bahçesi bile yoktu. Augustus'un aynı sebeple torunu Julia'nın yaptırdığı şaşaalı evi de yıktırdığı söylenir.
Ondan sonra başa geçen Tiberius sarayını aynı tepenin kuzey-güney
köşesine yaptırdı. Daha sonraki yöneticilerin de saraylarını aynı tepeye yaptırmalarıyla tüm tepe labirentvarî bir saray şeklini aldı. İnşa alanını artırmak için tepenin üst düzlemi tuğla ve beton istinat
duvarlarıyla genişletildi. Tepe «imparatorluk tepesi» diye anılmağa
başlandı. «Palas» adı Monte Palatium'dan dile geçti. Domus Augusti'yle başladığı için bu saray kompleksine genellikle Augustan Sarayı
denildi.
Augustus'un basit yaşantısı sonraki yöneticilerde büsbütün görünmez
oldu. Örneğin Neron'un (M.S. 41-54) Altın Evi adına uygun bir zenginlik gösterir, M.S. 64'teki Roma yangınında sarayının bir kısmı yok
olunca Neron yangında açılan geniş bir araziyi de içine alan yeni bir
saray yaptırmağa karar verdi. Hattâ Neron'un inanılmaz heykeli yer
alıyordu.
Üstte
:
A. Giriş
B.
Pliny'nin Laurentum'daki
holü
C. İç
evi.
M.
Avlu
hol
Ana ev binası uzunluğuna gelişme gösteriyordu. Kubbeli tepesiyle,
geri düzlemdeki kırla ve önündeki gölle şahane bir görünüşü olduğu
anlaşılıyor. Ana mekânlar hemen beliriyor; örneğin, şölen salonu,
kütüphane, iki hamam. Şölen salonu sekizgeni ve üzeri bir kubbeyle
örtülüydü. Kubbe gece gündüz güneşin hareketine uygun olarak dönerdi. Salonun arka duvarında bir su kaskadı vardı. İç duvarlarda
altın ve öbür kıymetli taşlarla ve fildişiyle kakmalar görülüyordu. Tavandaki bazı panellerin kaymasıyla şölen konuklarının üzerine gül yaprakları serpilirdi.
Antre
N.
Banyo
odaları
0.
Isıtılmış
yüzme
D. Şölen
salonu
P. Spor
alam
E.
Yatak
odası
Q. Özel
daire
F. Yatak
odası
R.
Yemek
Gymnasium
S.
Bahçe
Odalar
G.
H.
Yatak
odası
T.
I.
Yatak
odası
U. Mutfak
J.
Esir
K.
Yatak
L.
Yemek
odaları
W.
X.
odası
: Diocletian'ın
bahçesi
Spalato'daki
arkad
Teras
Özel
Y-Z.
Altta
odası
V. Kapalı
odası
havuzu
sarayı.
daire
Mutfak
ve. diğer
servisler
Neron'un aşırı lüks düşkünlüğü Roma halkının nefretini çekmişti.
M.S. 68 de ölünce ilk fırsatta Altın Evi yıktırıldı. Altın Ev ancak 40
yıl sürmüştü. Domitian (M.S. 81-96) Altın evin arazisini Monte Palatium'daki arazisiyle birleştirerek Flavian Sarayı diye anılan evini yaptırdı. Bahçesi tepe üzerinde ve eteğinde üç kat peristil şeklinde yayılmıştı. Ayrıca tam tepenin üstünde spor sahaları olan bir bahçe
de vardı. Bir de üzerinde bir mabedin bulunduğu ve köprü ile ulaşılan sunî adanın yer aldığı bir göl vardı. Evin şölen salonu 950 m 2
genişliğindeydi. İki uzun kenarında fıskiyelere bakan geniş pencereler diziliydi. Bu salonda da Neron'unki gibi konukların üzerine tavandan gül yapraklan serpilirdi.
Hadrian'ın (M.S. 98-117) Tivoli çevresindeki evi ise belki en muhteşem yönetici evidir. Bu villâ guruplaşması adeta küçük bir kasabayı
andırıyordu. Yüzyıllarca taşlarının ve heykellerinin yağmalanmasına
rağmen, kalantıları hâtâ o zamanki ihtişamını gösteriyor. Komplekste
hamamlar, yüzme havuzları .kütüphaneler, üç tiyatro, konuk evleri,
asker barakaları da yer alıyordu. Hadrian, villâsını kendi tasarlamış
ve inşaatını gözlemişti. Roma İmparatorluğu içindeki gezilerinin anılarını çevresindeki yapıtlarda, peysaj düzenlemelerinde canlandırmağa çalıştığı anlaşılıyor. Genel yerleşim bir merkeze bağıntı göstermiyordu. Birleştirici tek eleman duyun geniş ölçüde kullanılışı ve
yapıtların bir park içinde serpiştirilişiydi. Zamanın modasına uyularak yer yer tanınmış peyzaj sahneleri canlandırılmıştı. Pecile denilen büyük havuz, Hadrian'ın özel kitaplık, hamam ve yemek salonunun
bulunduğu Marine Tiyatrosu denilen adacık, Nil Nehrini temsil eden
ve su sporlarının yapıldığı Canopus, suyun kullanılış örnekleridir. Doğanın kutsallığına inancın da bu arazide bir örneği var : kompleks
girişine yakın Venüs Mabedi ve aşağısındaki vadi kutsal ruhların barınağı idiler.
İmparatorluğun geç devirlerinde saray yapıtlarının geniş bir arazide
serbestçe dağılımı fikrine tamamen karşıt toplu bir yerleşim görüyoruz. Artık Roma İmparatorluk merkezi olmaktan çıkmış, kuvvet de
oldukça dağılmıştı. Dolayısıyla saray yapıtları aksiyal, simetrik ve
masif bir kaleyi andırır olmuştu. Bu saray tipinin en belirgin örneği
Diocletian'ın (M.S. 285-305) Dalmaçya kıyısında Spalato'daki sarayıdır. Spalato'daki sarayda düzeni getiren ana eleman dikdörtgen plan
üzerinde birbirini kesen kolonatlı aksiyal sokaklardır. Uzun olan ana
aks boyunca önemli seremoni holleri yer alırlar.
Aks bir atriumdan geçilen taht odasıyla son bulur. Kompleksteki
jüpiter tapınağı bile aksiyal düzene uydurulmuştur. Böylesine imparatorluk kuvvetine baş eğiş ve mimarlığa aksettiriş bir de Barok devirde görülecektir.
İçe dönük saray mimarlığı için geniş arazi artık önemini kaybetmiş,
saray yapıtları doğal bir yerleşimdeki serbestçe dağılmışlıktan uzaklaşıp birleşmiş, dış araziyi inkâr eden tek bir kitleye dönüşmüştür.
Bu saray mimarlığı Ortaçağ düklerinin kale yapıtlarını etkilemiştir.
Öte yandan Roma çevresinde kuvvet çözülümü hâd dereceyi bulmuştu. Bu durum sosyal ve ekonomik hayatta istenmeyen sonuçlar doğurdu. Kanun dışı kişilerden kaçan Kampanya'nın kırsal halkı Roma
kentine doluştular. Kampanya'da artık kontrol edilmeyen nehir kolları taşarak bataklıklar yarattı. Arazi terkedilmiş, melankolik bir görünüme büründü. Roma kenti de sığmanlar için iyi bir ortam sağlayamıyordu. Çevresindeki arazi işlenmediğinden ve yatağı, yer yer yıkılmış yapıtların molozlarıyla tıkandığından Tiber Nehri sık sık taşar
olmuştu. Buna rağmen Kampanya'dan kaçanlar nehrin kıyısındaki
Kampus Martius'ta düşük nitelikteki barınaklara yerleştiler. Kentin
geri kalan kısmı da daha iyi durumda değildi. Villâ bahçeleri artık
bakımsız kalmışlardı. Villâ sahibi önemli aileler kamu yapıtlarından
çevrilmiş dışa kapalı kalevari evlere taşınmışlardı.
Palatium, Aventine ve Esquiline Tepeleri hemen tüm terkedilmişti.
Palatium'daki Domus Augusti ve Domus Flavius üzerine dinî yapıtlar, kilise ve manastırlar kuruldu. Zamanla ve özellikle kentin M.S.
846 da Saracenlerce işgalinden sonra tepeler çevrelerinden ayrılıp
kırsal bir nitelik kazandılar.
10. cu Yüzyılın sonunda Palatium ve Pincio Tepeleri özel kişilerin eline
geçti. Bu araziler işlenip, bağlar, hayvan otlakları yetiştirildi. Öyle
ki Pincio Tepesine Bahçeler Tepesi denildi. Uzun bir süre tepeler
kırsal görünüşlerini kaybetmediler. Böylesine çözülmüş bir yerleşme içinde zengin konutlarının korunma gayesiyle kale gibi dışa kapanıklığı devam etti. Ayrıca orta nitelikteki her kentsel konut da
korunma çareleri aradı. Alt katlar dışa kapandı veya atölye, dükkân,
esirlerin yerleri gibi konutun ana bir eleman olmayan kullanışlara
ayrıldı. Bu dışa kapanma tipik Ortaçağ konutunun da gene sosyal nedenlerden doğan özelliği olarak devam etmiştir .
ORTAÇAĞ VE ERKEN RÖNESANS BAHÇELERİ
Ortaçağın özelliği genel bir dışa kapanıklıktı : evler sokağa, kentler
çevre kırlarına korunma gayesiyle kapalıydı. Hattâ kent sağlam duvarlarla çevrelenmişti. Şehirde sivrilen kurumlar kilise, manastır ve
pazarlamaydı. Manastır, okulları, atölyeleri ve bahçeleriyle kendi
kendine yeten nitelikteydi. Birer ilim ve sanat yuvası haline gelmişti.
Öyle ki, manastırların üniversitenin nüvesini teşkil ettiği söylenebilir.
Manastırın başka bir rolü de su başında kurulan bir tarım istasyonu
oluşuydu. Bu yüzden Ortaçağ boyunca bahçecilik fikri manastırla
birleştirilmiştir.
Bilinen ilk manastır bahçesi Roma İmparatorluğunun Afrika'daki küçük
bir kasabasında St. Augustine ve taraftarlarının barınağındaydı. Zamanla İtalya'daki antik villâ kalıntıları manastırlara çevrilip bahçeleri
kısmen canlandırılarak kullanılışa açıldı. Ortaçağ manastır bahçeleri
çoğunlukla manastırın sebze, tıbbî bitkiler, meyva ve kilise içini bezeyecek çiçek gibi gereklerine cevap veren fonksiyonel bahçelerdi.
Bazan yemekte kullanılmak üzere havuzlarda balık da yetiştirilirdi.
Bahçe korunması için yüksek duvarlarla çevrilirdi. Bahçenin antik
Roma'dan kalan bir özelliği aksiyal oluşuydu. Aksiyal ve düzenli
bahçecilik dikdörtgen ve her biri ayrı cins bitkiye ayrılmış tarhlar
ölçeğinde bîle görülürdü.
Öte yandan, düşman saldırısından korunması için kent duvarlarının
çevresinde geniş sebze tarlaları ekilirdi. Özel kişilerin bahçeleri
ise ufak ve yüksek duvarlarla çevrilirdi. Çiçek tarhları ve ortalarındaki havuzla basit, aksiyal bir gelişme gösterirdi. Çoğunlukla bitişiğinde küçük bir sebze bahçesi veya meyvalık bulunurdu. Yani özel
bahçeler de genellikle fonksiyoneldi. Ortaçağa katıksız süs bahçesi
fikri oldukça geç geldi. Ortaçağ İtalya'sındaki ilk süs bahçeleri Saraken emirleriyle daha sonra da Norman kırallarının Sicilya'da yaptırdıkları bahçelerdi. Örneğin Palermo, doğu stilinde lüks pavyonların serpiştirildiği 4-5 km. lik yeşil bir kuşakla çevrilmişti. Bu bahçeler hiç iz bırakmadan yok olduğundan sonraki bahçeler üzerinde
az etki yaptı, gene de süs bahçesi fikrini yaşatmakta faydalı oldu.
Bugün Ortaçağ bahçelerinden pek az iz kalmıştır, ancak birkaç fresk
ve kitap süslemesinden bir fikir edinilebilmektedir. Bir de Pietro
de «Crescenzi» nin 1305 te yaptığı bir bahçe sınıflaması bize kaynak olmaktadır:
1) Küçük çiçek bahçesi
2) 1-1,5 hektarlık bahçeler
3) 10 veya fazla hektarlık «kıral bahçeleri»
Birinci tip bahçe daha önce açıklanan, birkaç meyva ağacı ve bir
havuzuyla basit bir bahçeydi.
İkinci tip bahçe buna bir meyvalık eklenerek meydana gelirdi. Üçüncü tip bahçe ancak varlıklı kişilerin sahip olabildikleri süs bahçeleriydi. Bahçeyle saray arasında yakın bir ilişki kurulurdu. Bu gelişim
bahçecilikte aksiyal gelişimin antik devirden sonraki ilk örneğidir.
Bahçenin antik devirdeki değerini yeniden bulması şair Petrarch'ın
uğraşısiyle oldu. Bu yeni akım önce kuzey İtalya'da, özellikle Lombardiya'da başladı, Toscana'da devam etti. 14 üncü yüzyılın ilk yarısında zengin evleri hâlâ kalevari yapıtlarken sonraları bunların arazilerini süs bahçesi olarak düzenlemek moda oldu.
Bilinen ilk çeviri 1360 da Milano'da Pavia Şatosunda Petrarch'ın teşvikiyle oldu. Şato duvarla ve hendekle çevrili olduğu halde bahçeye
antik Roma öğelerinden pergolayla örtülü bir yüzme havuzu ve birkaç
balık havuzu eklenmişti. Bahçe ve park, avlanma, ata binme, şölen,
piknik ve yıkanma için geniş ölçüde kullanılıyordu. Petrarch'ın Pavia
Şatosunda üst üste beş yaz geçirdiği biliniyor, ama onun anlayışına
göre bahçe, yalnızca bir eğlenti yeri değil, bilim ve sanat konularının tartışılacağı bir ortamdı.
Petrarch'ın ölümünden bir kuşak sonra Medici ailesinden Cosimo,
Floransa çevresinde onun dış mekân anlayış ve sevgisini yaşattı. Cosimo Careggi'deki ortaçağ yapısı evinin çevirisi için Michelozzi Michelozzo'yu görevlendirdi. Michelozzo evi olduğu gibi bırakıp yalnız
yeni bir anlayışı yansıtan, ince kolonlariyle dışa açık bir balkon ekledi. Başlangıçta bahçe klâsik Roma kurallarına göre düzenlenmişti,
ama bazı ortaçağ özellikleri de göze çarpıyordu. Örneğin, bahçe eve
göre asimetrik yerleştirilmişti; ayrıca bahçe teraslanmamış, eğimli
bırakılmıştı. Bahçenin bitiminde başlayan üzüm bağını ise Cosimo'nun şarap için özel olarak yetiştirdiği söylenir, yani bahçenin fonksiyonel bir yönü de vardı. Bu bahçede Cosimo, Türklerce zaptı üzerine İstanbul'dan kaçan bilim ve sanat adamları ve diğer dostlariyle
Platonik Ekolün yeniden kurulmasına yol açan toplantılarını düzenledi. Cosimo ve onu izleyen iki kuşak Mediciler, Piero ve Lorenzo,
meclislerini Michelozzo, Brunelleschi, Donatello, Michealangelo gibi
ünlü kişilerden kurdular. Bu toplantılarda kaynak, Roma ve Yunan
klâsikleriydi. Klâsiklerin yeniden okunmasiyle ortaya çıkan konulardan biri de villânın konumlanması ve bahçe ile ilişkisiydi.
Floransalı mimar Leon Battista Alberti 1452 de yayımlanan «De Re
Aedificatoria» adlı kitabında bu ilişkiyi açıklarken antik Roma eserlerinden geniş ölçüde faydalanmıştır.
Bu kitap, ilk Rönesans villâ
bahçelerinin, özellikle kuzeydekilerin yerleşiminde çok etkili olmuştur. Alberti de eskiler gibi, görünüm ve güneş ve melteme açılım
yönünden tepe yamaçlarını villâ konumu için salık vermiştir. Alberti'nin kitabiyle yaptığı en büyük katkı, iç ve dış mekânların yakın ilişkisinin yeniden canlanmasını sağlayışıdır. Floransa çevresindeki ilk Rönesans villâlarının çoğunluğu Alberti'nin hatırlattığı klâsik
kurallara uymağa çalışmıştır.
Gene de genellikle 14. üncü yüzyıl erken Rönesans bahçeleri, ortaçağ niteliğinden tüm kurtulamamış, geçişi sağlayan bahçelerdi. Evin
önündeki düzlükte yuvarlak havuzu, pergolalarla örtülü ince yolların
ayırdığı dikdörtgen çiçek tarhları ve, ya düz, ya da eğimli fakat teraslanmamış bir araziye yayılması gibi ortaçağ bahçe özellikleri taşıyorlardı. Öyle ki, evin önündeki düzlükte cirit oynamak gibi ortaçağ töreleri devam ediyordu. Geçiş devri bahçesi Floransa çevresinde doğup gelişti. Floransa'nın içinde bulunduğu Toscana çevresi,
sanatının inceliği, ve alçak gönüllülüğü ve yörel özelliklerinin belirginliğiyle tanınır. Burada doğup gelişen Rönesans bahçesi ölçülü
klasisizmini Roma'da şahikasına ulaştığı devrede bile bir bakıma
muhafaza etti.
Geçiş devri bahçelerinden sonra ilk salt Rönesans bahçesi, anlatımını Floransa çevresinde Fiesole'deki Medici Villâsında buldu. Bahçe
Alberti'nin tanımlamasına uyuyordu : «Bir Rönesans villâsının önünde
bahçeleri set set yerleştirilmeli, ön fonda ise, kent veya dağlarla çevrelenmiş ova görülmelidir.»
Villânın sahibi Lorenzo, Careggi'de temeli atılan yeni Platonik Ekolü
Fiesole'de sürdürdü. Bahçenin mimarı gene Michelozzo idi, ama
a(aflı):
T
....
pavyon
5/
•V»
• T 1 "S
s
m
H
L .
-•if
5
(Ji
^
=
hajrkei
kcrbl
Oİ?
1
i -V
!
t
sl««* «•
•ekae
k4h«esl
ti
J
O
%
v
ı
=
sğia
7
/
c
S
Ol
lO'-rj'
— s e l Ya ei l vl l il i y/ p l ' ç ^ C V
rCf /lo-i.
O
0
—
j
ses e
"
aervis
klıul
o
kapı
\
O
: Villa
Medici,
Fiesole,
Floransa.
Altta
: Villa
Medici,
Castello,
Floransa.
Sağda
Üstte
Sağda
Ortada
Sağda
Altta
: Floransa'da
: Villa
: Villa
Guisti
Medici,
Carreggi,
Aldobrandini,
if
<2
Bahçesi.
N
^
't?
^
Floransa.
Frascati,
Roma.
•O o
O
buko
( ağaçlık >
•o,
10. m. yükseklikteki teraa
£
k _
o<> 1
WO(
/ n
r t
F
n
i
p
o—o" &
O
O O p
o
O
0 5 5 5
O
Ol
s
0
a.
o
a
a
ö 5 c
rrz]
•
M
Î
ii
11
İD.
Ile <? °.9 o
%
V
^ V v
>
ağaçlık
ağaçlık
•
servi!
binaları
bahçe
O
«iris »luau
ülltIMIIIIIIIIIlf
a.
I
ağaçlı ytoı
•çık alan
U*
/
\
•f
ci
b
daha sonra konumlanan bu bahçe artık içine kapanık ortaçağ özelliğinden uzaklaşmış, tek bakışta tümü görülebilir şekilde teraslanmıştı. Ama Rönesans bahçesinin özelliği olan teraslama, Fiesole'de
henüz olgunlaşmamış, aralarındaki bağıntı görünüşte kalmış, fizikman sağlanamamıştır. Grift teraslama ileri Rönesansla gelecektir
Gene de ileri Rönesans Toscana'da Roma'daki haşmetini gösterememiştir. Arazinin engebeli oluşu, ve Toscana'lıların daha yalınç yaşantıları bahçelerinin küçük olmasına yol açtı. Bu bahçelerde aksiyal gelişme çoklukla gözetilmedi. Pek azı kuvvetli mimarlarca yapılmıştı; genellikle bahçıvan elinden çıkmış bir karaktere sahiptiler.
Böylece Toscana bahçeleri yöresel niteliklerini sürdürüp, ancak ayrıntıları ve dekoratif ögeleriyle etkili oldular.
Öte yandan, Roma bahçeleri ayrıntılariyle değil, bütünüyle etkili oluşu, geniş ölçüleri ve haşmetli görünümüyle tanınır.
Romalıların
zengin yaşantısının bahçe anlatımında büyük payı vardır.
Öneğin, Roma'da, Tiber nehri kıyısında Peruzzi'nin yaptığı Palazzo Farnesina bahçelerindeki şölen ve eğlentilerin ne kadar coşkun olduğu,
hâttâ nehre gümüş tabakların fırlatıldığı bilinmektedir. Sarayın zemin
katı bir kolonat olarak tasarlanmış, böylece bu düzlemde evle dış
mekânların yakından ilişkisi sağlanmıştır. Formal bahçe evin bir
yönünde, açıklığın önünde yer alır. Bunun yanısıra, nehir boyunda
bir ağaçlık bulunmaktadır. Bahçenin karşı kıyıdaki Palazzo Farnese
bahçelerine bir köprüyle birleştirilmesi düşünülmüş, fakat gerçekleştirilememiştir.
Roma'da Pincian Tepesi üzerindeki Medici Villâsı da evin önündeki
açıklıktan sonra uzanan formal bir bahçeye sahiptir. Gene bunun da
yanında içinde gölgeli, düzgün kesilmiş mazılarla sınırlanmış geçitlerin bulunduğu bir ağaçlık yer alır. Başka bir deyimle, evin hemen
bitişiğindeki mimarî karakterli bahçe biraz uzaklaşınca yerini gene
formal olarak düzenlenmiş ağaçlığa bırakmaktadır.
Genellikle bu özelliği taşıyan Rönesans bahçeleri Bramante'nin Vatikan'daki Cortile del Belvedere'yi düzenlemesiyle değişime uğradı. Vatikan yapıtları arasındaki en büyük avlu olan Cortile del Belvedere'nin
boyutları 300 m x 70 m idi ve üç set üzerine oturuyordu. Uçlardaki
yapıtlar arasında ilişki kurarken Bramante iki uzun kenar boyundaki
bina kanatlarının giriş katlarını arkadlar olarak düzenledi. Su oyunları, havuz ve antik heykeller gibi öğelerin kullanımı bu bahçeyle
hız buldu. Ama bu dış mekân düzeninin en etkili yönü mimarî bir temele dayanışıdır. Setlerden biribirine geçişi sağlayan iki taraflı oval
merdivenler en üst sette konkav bir nişle son bulurlar. Bugün set
aralarına inşa edilen iki yapıt yüzünden avlunun bütününü tek bakışta
görmek mümkün deiğldir. Ama yükselen setlerin merdivenlerle bağlanarak en üstte bir mimarî doruğa ulaşması çağında önemli bir dönüm noktası olmuştur.
BAROK BAHÇE DÜZENLEMESİ
17 inci yüzyılda bahçe varlıklı kişilerin yaşantısında halâ önemli bir
yer tutuyordu ama sosyal ve ekonomik düzenin değişimi sonucunda oynadığı rol farklılaşmıştı. Artık bahçeye bir öğrenim ortamı değil, eğlentilerin düzenlendiği bir' sahne gözüyle bakılmaktaydı. Roma
sosyetesinin seçkin kişileri, düşünürler ve artistler süslü giysileriyle bahçelerde toplanıp operalar, konserler dinliyorlardı. Bu tip erken
Barok bahçeleri yoğun hoş kokular yayan çiçeklerle geometrik bir düzende bezenirdi. Bir süre sonra çiçek bahçeleri, arabeskler şeklinde
kırpılmış bodur ağaçlarla bezenmiş bahçelere yer verdi; ona da zamanla, doğayı yansıtmağa çalışan bir yeni düzen girdi.
Barok bahçesinde de Rönesans bahçesindeki gibi evin yanıbaşında
mimarî nitelikte düzenlenmiş «formal» bahçe yer alıyordu. Yalnız
Barokta, bunun öte tarafında, tüm farklı nitelikte, mimarî düzeni yumuşatan, çözen, doğaya uymağa çalışan bir gelişme görülüyordu.
Bu yeni bahçe öğesi, «bosko» adı verilen geniş bir ağaçlıktı. Bu gelişimin sonucu olarak, 17 inci yüzyılın ikinci yarısında doğasal bahçs
düzenlemesi ve «pitoresk» in başlangıcı Roma bahçelerinin çehresini
değiştirdi.
Örneğin, Roma'daki Villa Doria Pamphili bahçelerinin İngiliz pitoreski
anlamında olduğu söylenebilir. Bahçeler çevresi 9 km. yi bulan geniş bir alana yayılmıştır. İngiliz stilinde tepeler ve çukurlarla donatılmış ve küme küme ağaçlandırılmış uçsuz bucaksız gibi görünen
bir araziden geçtikten sonra ana formal bahçeye varılır. Villânın önündeki teras, grottonun üstünde iki yönde kıvrılan merdivenlerle düz
ve geniş bir bahçeye iner. Bu bahçenin başlıca öğeleri, Bernini'nin
heykelini taşıyan bir havuz, bir şapel, ve yarım daire şeklinde büyük
bir nimfeumdur. Bahçenin nimfeum yönünde, üst düzlemde bir bosko,
öte yönünde de eskiden arasındaki vadide suni bir gölün bulunduğu
bir başka bosko yer alır. Villa Doria Pamphili gölü ve bahçeleri de
diğer İtalyan barok bahçeleri gibi Romantik Ekol resssamlarına konu
olmuştur.
Altta
; Villa
Doria
Pamphili,
\J-îr
t&Ti
Roma.
;•,/
<v
^
>>
v
Bramante gibi bir mimarın bahçe düzenlemesi, daha sonraki mimarların da bu konuya önemle eğilmelerine yol açtı. Bahçe düzenlemesi,
mimarlık, resim, müzik, heykel gibi bir sanat dalı düzlemine yükseldi.
Cortile del Belvedere'nin etkisi, Rönesans'ın son Papa'sı sayılan Guilio III için Vignola'nın düzenlediği Villâ Guilia bahçelerinde açıkça görülür. ilerideki barok bahçelerinin âdeta küçük ölçekli bir modeli
olan bu bahçeler yapıtın önünden başlayarak bir seri gelişme gösterir.
Zemin kattaki yarım-daire portikonun kavradığı dış mekân, önde enine uzanan yükseltilmiş bir «loggia» yla kısmen sınırlanır. Gene de
arkat içinden bahçenin ta ucunda, tam akstaki heykel görünerek derinlik sağlanmaktadır. Loggia'dan aşağıya bakışta Ammannati'nin eseri olan küçük nimfeum görülür. Bugün öte yanında gene yüksek düzlemde ikinci bir loggia yer alır. Hemen sonra, 15 m X 15 m boyutlarındaki formal gelişimli bahçe uzanır. Bunu sınırlayan sarı boyalı
duvar üzerinde daha önce adı geçen antik, beyaz mermer heykel
bulunmaktadır. Bahçenin bir aks çevresinde kümelenen bir seri halinde gelişmesi ve sonuçlandırıcı bir öğeye vardırılması, basit gelişimli Rönesans bahçelerinden Barok bahçelerine geçişin bir öncüsüdür.
Gene Barok'a yaklaşan diğer bir ileri Rönesans bahçesi de Tivoli'deki
Villa d'Este'dedir. Burada da setlemeler ve özellikle suyun geniş
ölçüde, fıskiye, havuz, çeşme, kaskad gibi çeşitli formlarda kullanılması dikkati çeker.
g l r l t e U d u yol.
"V
İ n c i l i ! k*h««l»ri
«İri»
'/
I
Kuzey İtalya bahçelerinin baroktan pitoreske geçişi daha da erken
ve kolay olmuştur. Özellikle göller çevresi nemli iklimin etkisiyle
bolca yeşillik olduğundan zaten formal düzenlemeye elvermiyordu.
Dolayısiyle formal bahçe Lombardiya'da komşu Fransa'nın da etkisiyle yozlaşıp İtalyan olmaktan çıktı.
Örneğin, Maggiore gölü üstündeki İsola Bella'da Kont Borremeo'nun
konuklarını ağırlamak için yaptırdığı saray ve bahçeler, İtalya İçin
alışılagelmiş hiçbir kurala uymamaktadır. Bahçede ana öge, bir Barok tiyatro ve su düzlemine inen on kat terastır. Düzenlemede «maniyerist» bir anlayış ağır basmaktadır.
Yukarıda
: Isola
Bella.
18 ve 19 uncu yüzyıl bahçe düzenlemesinde, maniyerizmin yanısıra
«neo-klassisizm» de etkili olmuştur. Bu akım daha çok, bahçe içindeki suni göllerde klâsik stilde tapınaklar yapılmasiyle kendini göstermiştir. Öte yandan, eklektik bir anlayışla ortaçağ şatolarını andırır kuleli şato-villâlar da inşa edilmiştir. Ama bu devirdeki bahçe
düzenlemesinde en önemli akım Fransız Barok'u etkisini kuvvetli bir
vista ile yansıtmak olmuştur. Zaten 18 inci yüzyılda artık Fransız
arazi düzenlemesi İtalyan bahçeciliğini çoktan geride bırakmıştı. Roma çevresi genellikle klâsik kurallara bağlı kaldı ama kuzey İtalya
kendini tamamen komşu Fransız etkisine kaptırdı. Öyle ki bir zamanlar Fransa'ya İtalyan bahçe mimarları çağrılırken, şimdi Fransız bahçe mimarlarına bahçe yaptırmak İtalyanlar arasında moda oldu. Zaten İtalya Rönesansın doğuş yeri olduğundan klâsik bahçe düzenlemesinde sivrilmiş, tek kral altında birleşmeyen şehir devletleri halinde yaşarken mutlak kuvvetin sembolü olan Barok sanatında, hele
Fransız, sonsuza giden vista anlayışında kendini gösterememiştir.
Bahçe düzenlemesinde Barok XIV üncü Louis gibi bir kiralın kudretini ifadesi için önemli bir araç olmuş, Almanya ve Avusturya'da da
aynı anlayışla kullanılmıştır.
Gerçekte, Fransa İtalyan bahçe düzenlemesinden çok yararlanmıştır. Hattâ Barok'a yaklaşımını sağlayan İtalyan tepkisidir denilebilir.
Evle bahçe arasındaki yakın ilişki, teraslama, ağaçların çeşitli biçimlerde kırpılması, bahçe pavyonları ve suyun türlü kullanışları Fransız
bahçesine İtalya'dan gelmiştir. Fransız bahçesi bu etkileri kendi
bünyesiyle birleştirerek onlara yepyeni bir anlatım vermiştir.
Fransız şatoları İtalyan villâları gibi yalnızca yazlık olmayıp kışın da
kullanıldıklarından daha düz olan araziye genişçe yayılmıştı. Ölçek
artınca, vista konusu iyice belirdi. Ayrıca düz Fransız arazisinde suyun kullanılışı da İtalya'dakinin aksine durgun şekildeydi. Gene, düz
arazide tek bakışta görmek mümkün olduğundan, dantela gibi süslü
parter desenlemeleri ve çiçek tarhlarında renk kompozisyonu önem
kazandı. Öyle ki, bir bahçe mimarının değeri, her partere ayrı bir
desen bulabilmesiyle ölçülür oldu.
Bu ana niteliklerle gelişen Fransız bahçesi, Andre Le Nötre'un elinde en kuvvetli anlatımını buldu. Özellikle Vaux-le-Vicomte'da, ve
sonra da Versay'da Le Nötre ağaçlarla sınırlandırılarak kuvvetlendirilmiş vista bahçesini doruğuna çıkardı. Artık aksiyal bahçe düzenlemesinde Versay'dakinin ötesinde yapılacak bir şey kalmamıştı. Üstad Le Nötre'un da böyle düşündüğü son eseri olan Chantilly bahçelerinden anlaşılmaktadır. Burada, Le Nötre, asimetrik bir kitle olan
mevcut şatoya bahçesini aksiyal bir ilişki kurarak yerleştirmemiş,
binanın bir tarafına yönelterek Fransız bahçeciliğinde yepyeni bir çığır açmıştır. Bu çığır, insan elini reddeden, doğayı yansıtmağa inanan Romantik İngiliz Ekolünün etkisinin evrenselleşmesi başlangıcıdır.
Chantilly

Benzer belgeler